You are on page 1of 10

Fotoğrafçılık sanatı dünyanın en etkili ve güzel sanatlarından bir tanesidir.

Bazen
çekilen bir fotoğraf sayfalarca anlatılması gereken bir konuyu tek bir karede anlatabilir. Şu
anda ekrana gelen fotoğrafta da Omuzlarında kan, gözyaşı ve acıların biriktirdiği ağırlıkları
artık taşıyamaz duruma gelmiş, gözleri uzun uzun uzaklara dalarken koca imparatorluğun
kollarında can verişine şahitlik etmiş, şehadet emri verdiği askerinin mezarında yılların
getirdiği yorgunlukla bir kaya parçasının üzerinde oturmuş, hüzünlü düşüncelere dalmış bir
kahramanı izlemektesiniz. Bu aynı zamanda bir neslin hikayesini de anlatan bir fotoğraftır.

Tarihte her millet kendine has birtakım özelliklerle tanınmıştır ve bu özelliklerini de


diğer milletlere kabul ettirmesini bilmiştir. Türk miletinin de dünyaya kabul ettirdiği en
önemli özelliklerinden bir tanesi de vatan savunması için gösterdiği insanüstü mücadelesidir.
İşte resimdeki kahraman da tıpkı Plevne müdafii Gaziosman Paşa, Çanakkale Savaşlarındaki
57. Alay, Kanije Müdafii Tiryaki Hasan Paşa ve Gaziantep Savunmasında kurşunu bitince
süngüsü ile düşmana karşı çarpışan Şahin Bey gibi Türk tarihine adını altın harflerle kazımış
bir nefer. Türk askerî terminolojisine “Mehmetçik” ünvanını kazandırmış, bugün topkapı
sarayında bulunan ve değerine paha biçilemeyen kutsal emanetleri İngilizler ve Asi Şerif
Hüseyin’den kurtaran Büyük bir kahraman. Nam-ı Diğer Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa!

Türk tarihinin eşine az rastlanır kahramanlarından olan Fahrettin Paşa kimdir? Gelin
hep birlikte cepheden cepheye koşmuş, Son zamanlarını yaşayan Devlet-i Aliyye’nin Türk
milletine kazandırdığı büyük komutanlardan olan Fahrettin Paşa’nın yaşamını inceleyelim.

Ancak videoya geçmeden önce daha güzel içeriklerin gelmesi, siz değerli
izleyicilerimizin desteklerine bağlıdır. Lütfen Videoyu beğenip, kanalımıza abone olmayı
unutmayınız. İyi Seyirler.

19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu için bitmek bilmeyen, neredeyse her bölgesinde
kaosun yaşandığı, iç karışıklıklarla beraber ardı arkası kesilmeyen savaşlarla geçen tabiri
caizse tam kaotik bir yüzyıldı. Ancak bu yüzyılın özellikle ikinci yarısı Türk tarihine
damgasını vurmuş, bir milletin yeniden dirilmesini sağlamış olan kahramanların da doğduğu
yüzyıl olacaktı. İşte yine Ömer Fahrettin de 4 Şubat 1868 tarihinde Osmanlı Devleti’nin
büyük sıkıntılar yaşadığı, bağımsızlık ayaklanmaları ile kargaşa içinde olan Balkanlar
coğrafyasında, Bulgaristan’ın Kuzeyindeki Rusçuk’ta, dünyaya gelmişti.

Tuna vilayetinde Posta ve Telgraf Müdürü olan Mehmet Nahit Bey’in oğlu olarak
dünyaya gelen Ömer Fahrettin’nin dedesi de 3. Selim döneminde kurulan Nizam-ı Cedid
ordusunda topçubaşıydı. Henüz 9-10 yaşlarındayken 93 harbi bozgunu nedeniyle doğduğu
topraklardan ayrılarak İstanbul’a yerleşmek zorunda kalmıştı. Bir muhacir kafilesi içinde top
sesleri arasında istanbul’a doğru gelirken asker olmaya karar verdiğini yıllar sonra
çocuklarına anlatmıştı.

İlk mektebe Rusçuk’ta başlayan Ömer Fahrettin, daha sonra İstanbul’da babasının
önce Halep, sonra da Şam’a tayini üzerine eğitimini oralarda sürdürmüştür. Babası Tuna
Vilayeti Posta ve Telgraf Müdürü Mehmet Nahit Bey’in, II. Abdülhamit idaresine karşı
muhalif kişiliğinden dolayı hayatı sürgünlerle geçmiştir. Ömer Fahrettin de bundan dolayı
tahsilini değişik vilayetlerde yapmak mecburiyetinde kalmış; Şam’da iken Askerî İdadi
eğitimini tamamlamıştır. Şam Askerî İdadisinden mezun olunca Harbiye Mektebi eğitimi için
İstanbul’a gitmişti. 1885 yılında başladığı Harbiye Mektebi eğitimini 1888 yılında başarıyla
tamamlamış ve süvari sınıfı birincisi olarak Harbiye Mektebinden mezun olup, (asteğmen)
rütbesiyle Osmanlı ordusu saflarına katılmıştı.
Ömer Fahrettin, Harbiye Mektebinde öğrenciyken yine babasının yanında görevli
Fransız memurlardan fotoğrafçılık mesleğine ilgi duymuş, daha 17-18 yaşlarında iken
İstanbul’un fotoğraflarını amatörce de olsa çekerek bu alanda ilk tecrübelerini
gerçekleştirmişti.

1888’de Erkan-ı Harbiye’de eğimine başlayan Mülazım-ı evvel Ömer Fahrettin,


buradan 24 Mayıs 1891’de, Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle mezun olmuş ve İstanbul’da Erkan-ı
Harbiye Riyaseti karargahında II. Şubeye tayin edilmişti. Daha sonra 21 Temmuz 1892’de
Kolağası rütbesi (kıdemli yüzbaşı) ile Makedonya Manastır’da III. Ordu karargâhına kurmay
stajını yapmak üzere tayin edilmişti.
İki yıl kadar III. Ordu karargahında görev yaptıktan sonra bu defa Osmanlı Devleti’nin
en doğusunda Erzincan’a tayin edilmesi gündeme gelmiştir. 01 Ocak 1894 tarihinde merkezi
Erzincan’da bulunan IV. Ordu Komutanlığı karargahına atanan Erkan-ı Harp Kolağası Ömer
Fahrettin, ordu karargahında kurmay subaylık görevleri yanında, tabur ve alay
komutanlıklarında bulunmuş; bölgedeki Ermeni çetelerini takip eden müfrezelere komutanlık
da yapmıştı.
Erkan-ı Harp Kolağası (kıdemli yüzbaşı) Ömer Fahrettin, 19 Kasım 1901’de Kurmay Binbaşı
rütbesine terfi etmiştir. Bu rütbede iken IV. Ordu karargahındaki görevine devam etmekteydi.
12 Ekim 1903’de Osmanlı Rus Hududunda Hudud-ı Osmaniye Birinci Komiserliğine atanan
Kurmay Binbaşı Ömer Fahrettin, kıt’a görevinin yanı sıra Erzurum taraflarında sınır boyunda
teftiş ve denetim görevini de sürdürmüştür. Kurmay Binbaşı Ömer Fahrettin, IV. Ordu
bölgesinde sınır boyunda müslüman ahaliye baskınlar düzenleyen Ermeni çetelerini takip
görevinde bulunmuştur. Zaman zaman maiyetindeki süvari taburuyla Rus sınırını geçerek
Ermeni çetelerini takip operasyonlarını yürütmüş, bölgede asayişin sağlanması konusunda
büyük gayretler harcamış, sınır boyunda yaşanan sıkıntıları kısmen de olsa gidermeye
çalışmıştır.
15 Kasım 1906’da kurmay yarbaylığa terfi eden Ömer Fahrettin, aynı tarihte Osmanlı-
Rus Sınır Komutanlığı ve Hudut Başkomiserliği görevine atanmıştır. Kurmay Yarbay Ömer
Fahrettin, kısa süren bu görevden sonra VII. Nizamiye Tümeni kurmay başkanlığına
getirilmiştir. II. Meşrutiyetin ilanı sırasında Erzincan’da görevli bulunan Yarbay Ömer
Fahrettin, yeni rejimin ilanında Erzincan ve Erzurum’da anayasal sistemin yeniden
uygulamaya konulmasında bir asker olarak gelişmelerin canlı şahidi olmuştu.
Kurmay Yarbay Ömer Fahrettin, VII. Nizamiye tümeninde iki yıldan fazla görev
yaptıktan sonra, 27 Ocak 1908 tarihinde tekrar aynı rütbede Erzincan’da IV. Ordu
Komutanlığı karargahına tayini çıkmıştıı. Yarbay Ömer Fahrettin bir süre sonra da, IV. Ordu
kurmay başkanlığı görevine getirilmiştir. IV. Ordu kurmay başkanlığı görevi, onun ordunun
sevk ve idaresi, iaşe, personel, istihbarat, eğitim ve harekât planlaması konularında önemli
tecrübeler kazanmasını sağlamıştı.
31 Mart İsyanının bastırılmasında önemli görevler üstlenen Hareket Ordusunun şehre
hâkim olmasından sonra 2 Mayıs 1909 tarihinde İstanbul’a kurulan divan-ı harplerde
hadiseyle ilgili araştırma ve yargılamalar başlatılmıştı. 31 Mart İsyanı sırasında İstanbul’a
gelen Yarbay Ömer Fahrettin, Hareket Ordusunda yer almıştır. İsyanın bastırılması üzerine
Harbiye Dairesinde teşkil edilen Divan-ı Harb-i Örfi Tetkik Komisyonu başkanlığına
getirilmişti.

24 Eylül 1910 tarihinde albaylığa terfi eden Ömer Fahrettin, 15 Ocak 1911 tarihinde
Tekirdağ’da bulunan II. Kolordu kurmay başkanlığına atanmıştır. Bu görevde iken, her
Osmanlı zabiti gibi o da gönüllü olarak Trablusgarp cephesine kılık değiştirerek gidip
İtalyanlara karşı savaşmıştır. Balkan Harbi başlayınca İstanbul’a dönmüş, cephede görev
istemiştir. 4 Şubat 1913’te Mürettep Tümen Komutanı olarak atanmışsa da 13 Şubat 1913’te
Harput Tümenine, dört gün sonra da 17 Şubat 1913’te Hurşit Paşa’nın 10. Kolordusuna bağlı
31. Tümen Komutanlığına atanarak İkinci Balkan Harbine katılmış, Çatalca mevkiinde
köprübaşı tutup taarruz yapan Enver Bey’in maiyetinde muharebelere iştirak etmişti.
Osmanlı Devleti’nin hazırlıksız bir anında patlak veren Balkan Harbi, ordunun politize
olduğu bir süreçte ortaya çıkmıştı. Birinci Balkan Harbi öncesi ordu-siyaset ilişkileri, komuta
kademesindeki askerlik hiyararşisini sarsmış bu ise büyük bozguna yol açmıştı; bozgun
komuta kademesinde sıkıntılara yol açtığından yapılan tayin ve tasfiyeler orduda büyük
sarsıntı yaratmıştı. Balkan Harbinde cephede faal görev alanlardan biri olan Albay Ömer
Fahrettin Bey 31. Tümen ile Çatalca’dan ileri harekata katılan birlikler içerisinde yer aldığı
gibi Enver Bey’le birlikte Edirne’nin Bulgar işgalinden temizlenip yeniden Türk ordusunun
denetimine alınmasında önemli katkılarda bulunmuştu.
Albay Ömer Fahrettin, 15 Ocak 1914’de VII. Tümen Komutanlığına atanmış, bu görevin yanı
sıra 21 Mayıs 1914’de Komisyon-ı Mahsus Üyeliği de yapmış, 10 Temmuz 1914 tarihinde de
XII. Kolordu Komutanlığına tayin edilmiştir. Musul’a gidip XII. Kolordu Komutanlığı
görevini devraldıktan bir ay kadara sonra, 17 Ağustos 1914 tarihinde de XVIII. Kolordu
Komutanlığı vekaletini de üstlenmiştir. Albay Ömer Fahrettin Bey, Birinci Dünya Harbinin
başladığı sırada Musul vilayetinde XII. Kolordunun harbe hazırlık eğitimleriyle ilgileniyordu.
Osmanlı Devleti, 2 Ağustos 1914 tarihli Türk-Alman gizli ittifak antlaşmasının ertesi günü
genel seferberlik ilan etmiş; ordu, hazarî durumdan seferî duruma geçirilmişti. Seferberlik ve
yığınak planlarına göre ordu yeniden bir düzenlemeye tabi tutulmuştu. Seferberlik ilanı
sırasında Musul’daki XII. Kolordu komutanlığı uhdesinde bulunan Ömer Fahrettin Bey,
Enver Paşa’nın talimatı üzerine kolordusunu IV. Ordu mıntıkasına naklederek Halep’e
yerleştirmiştir. Bu arada tarihe Karadeniz Hadisesi olarak geçen olayın yaşanmasıyla Osmanlı
Devleti de resmen harbe girmek mecburiyetinde kalmıştır.
Başkomutanlık Vekaleti, cihat ilanından sonra öteden beri üzerinde çalışılan harp
planlarına hız verip yeniden düzenlenip hazırlanan seferberlik planlarına göre orduları sevk
idareye başlamıştır. Süveyş Kanalı üzerinden Mısır’a yönelik harp planı çerçevesinde bu
bölgede konuşlanan IV. Ordu Komutanlığına atanan Bahriye Nazırı Cemal Paşa, 21 Kasım
1914 tarihinde Halep’e geldiğinde Albay Fahrettin Bey kendisini askerî törenle karşılamıştı.
Halep’te XII. Kolordu karargahında Albay Fahrettin Bey ile görüşen Cemal Paşa hatıralarında
onun gayret ve çalışmalarından övgüyle bahsetmektedir. Nitekim bu sırada Cemal Paşa’nın da
teklifi ile Trablusgarp ve Balkan Harbindeki başarıları da dikkate alınarak iki sene kıdem
zammı ilavesiyle 25 Kasım 1914 tarihinde mirliva rütbesine terfi edilmişti.
Fahrettin Paşa, 26 Ocak 1915 tarihinde XII. Kolordu komutanlığına ilaveten
Başkomutanlık karargahının emriyle vekaleten IV. Ordu komutanlığına getirilmişti. Cemal
Paşa, Kanal seferine çıkarken, ordunun geri bölgesinde çıkması muhtemel herhangi bir iç-dış
hadisenin engellenmesi ve bölgede asayişin sağlanması konusunda Fahrettin Paşa’yı
görevlendirilmişti. Fahrettin Paşa’nın XII. Kolordusu Mısır seferine katılmayacak ancak,
Kudüs hariç olmak üzere bütün Suriye’de asayişin sağlanmasından sorumlu olacağı gibi, IV.
Ordu menzil hatlarının açık tutulması, güvende kalması için gayret sarf edecekti. Fahrettin
Paşa, II. Meşrutiyet döneminden itibaren Suriye ve Irak’ta Arap ayrılıkçı hareketinin de
farkında bir üst düzey komutan olarak gelişmeleri yakından takip etmekteydi.
Osmanlı Devleti’nin, 27 Mayıs 1915 tarihinde kabul edip, 1915 yılı Haziran ayında
uygulamaya koyduğu “Sevk ve İskan Kanunu” gereği, Doğu Anadolu’dan Suriye’ye yönelik
Ermeni tehciri, Fahrettin Paşa’nın kolordu sorumluluk bölgesinde yoğunlaşmıştı. Fahrettin
Paşa, Urfa ve civarındaki Ermeni isyanını kolordusu ile bastırarak asayişin sağlanmasında
gayret göstermiştir.
Şerif Hüseyin isyanına dair emareler ortalığı kaplayınca 12. Kolordu Komutanı
Fahrettin Paşa, IV. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın 23 Mayıs 1916 tarihli emriyle geçici ve
gizli olarak Medine’ye gitme görevini almıştı. Cemal Paşa, Şerif Hüseyin hareketini yakından
tespit ve bölge hakkında araştırma yapmak üzere, Suriye’de isyanların bastırılmasında etkili
olmuş olan Fahrettin Paşa’nın gönderilmesini istemişti. Fahrettin Paşa, Medine Muhafızlığına
Şerif Hüseyin ayaklanmasının başlamasından kısa bir süre önce gizli bir mesajla atanmış oldu.
Fahrettin Paşa, hemen harekete geçip 29 Mayıs 1916 tarihinde Medine’ye gelerek gizlice
Medine Muhafızlığı görevini üstlenmişti. Bu görev aynı zamanda bir kahramanın doğuşunun
da ilk adımı olacaktı.
Şerif Hüseyin, 1914 baharında Hicaz mebusu olan oğlu Abdullah aracılığıyla Mısır’da
İngiliz Genel Valisi Lord Kitchener ile temasta bulunarak bir Arap Devleti kurma
düşüncesinde olduğunu ifade edip destek istemiştir. Lord Kitchener, Osmanlı Devleti’nin
tarafsız kalma ihtimali bulunduğundan şimdilik silah yardımı önerisini dikkate almadığı gibi
herhangi bir taahhütte de bulunmamış, ancak el altından bu yardımların yapılmasını
sağlamıştır.
Fahrettin Paşa, Medine’ye ulaşınca isyan planları yapan Şerif Hüseyin’in endişeleri
artmıştı. Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal, Fahrettin Paşa’nın “Ravza-i Mutahhara” ziyaretinden
sonra Medine Muhafızı Basri Paşa ve maiyetiyle Türk komuta kademesini Hamza Mescidine
ziyafete davet etmişti. Burada Faysal’ın hazırladığı plan gereği Fahrettin Paşa ve Basri Paşa
tutuklanacaktır. Ancak son anda Basri Paşa bu davete katılmayarak planı bozmuştur.
1916 Haziran başında Arap ayrılıkçı hareketi önderleri yer yer başkaldırı eylemlerine
kalkışırlar. 4-5 Haziran 1916’da Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal ve Ali adamlarıyla Medine’ye
saldırıya girişir, 9 Haziran’da 4.000 kişilik bir asi Arap kuvveti Cidde’yi kuşatır. Ayaklanma;
Mekke, Taif, Cidde, Yenbu, Necid ve Hicaz’ın diğer yerlerinde beş gün sonra başlamıştı.
Nitekim, Hicaz’daki genel ayaklanmanın 10 Haziran 1916’da başlatılması planlanmış; 9
Temmuz 1916’da Mekke asilerin eline geçmişti.
Bu sırada asilerin 20.000 civarında bir kuvvet topladığı bilinmektedir. Fahrettin Paşa
27 Haziran 1916’da Bi’r-i Ali ve Bi’r-i Maşi’de asileri yenerek Medine civarından
uzaklaştırmıştı. 15 Temmuz 1916 tarihinde Hicaz Kuvve-i Seferiye Komutanlığına atanan
Fahrettin Paşa, Mekke valisi Galip Paşa’nın beceriksizliğinden dolayı Şerif Hüseyin ve
oğullarının bölgedeki önemli yerleri işgal ettiklerini biliyordu. Bütün bu gelişmelere rağmen
o, Medine etrafından 100 km.lik genişlikte bir savunma hattı oluşturarak, zaman zaman
emrindeki kuvvetlerle taarruza geçerek asilerin Medine’ye yaklaşmalarına fırsat vermemişti.
Şerif Hüseyin İsyanından sonra Hicaz vilayetinde Mekke, Cidde, Yenbu ve Taif’in
elden çıkmasından sonra Osmanlı Devleti’nin Hicaz’daki tek kalesi Medine kalmıştır. Türk
hükümetleri Medine’yi sadece Hicaz’da değil bütün Arabistan’da politikalarını
uygulayacakları bir merkez olarak değerlendirmek istemişlerdir. “Medine Muhafızlığı” adının
da göstereceği üzere idari olarak Medine, bir kumandanın yönetiminde stratejik bir ileri
karakoldu ve şimdi görevini tam olarak yerine getirmesi gereken gün gelmişti.
Şerif Hüseyin İsyanının bastırılması için ayaklanmanın hemen arkasından Mekke
üzerine bir harekât yapılması düşünülmüş fakat gerekli şartlar oluşturulamadığı için bu
gerçekleştirilememişti. Böylece savunma pozisyonunda kalınan Medine ve civarında Osmanlı
garnizonu askerlerinin isyancılarla pek çok muharebe ve çatışmaları olmuştu. Bu çatışmalara
4 Ekim 1916’da Medine’nin güneyinde başlayıp Ocak 1917’ye kadar devam eden
muharebelerde Osmanlı birlikleri ile Faysal’a ve Ali’ye bağlı birlikler savaşmış, Türk
kuvvetleri taarruz ve savunma savaşında büyük ölçüde başarılı olmuştu.
Fahrettin Paşa’nın Cemal Paşa’dan Hicaz’da yürütülen mücadele için takviye talebine
Filistin-Suriye Cephesinde yaşanan sıkıntılardan dolayı olumlu cevap vermek mümkün
olamamıştı. Medine müdafaasındaki inatçılığı takdirle karşılanmış ancak, yardım taleplerine
kendisine sıkıntı içinde olan Cemal Paşa çoğunlukla kulak ardı etmişti. Çünkü, Filistin
cephesinde yaşanan sıkıntılar böyle bir yardımın yapılmasın imkân vermiyordu.
Osmanlı yönetimi 2 Mart 1917 tarihinde Fahrettin Paşa’ya gönderdiği emirde
Medine’deki mukaddes emanetlerin tahliye edilmesini, bir heyetin tespitiyle bunların
İstanbul’a gönderilmesini yazmıştır. Fahreddin Paşa, Şeyhülharemeyn Ziver Bey’le bu nakil
konusunun dini yönden bir sakıncısı olup-olmadığını araştırdıktan sonra toplam 745 parça
eşya ve yazma eser tespit edilip 19 Mart 1917’de Şam’a nakledilmiş; 26 Nisan 1917’de Ziver
Bey başkanlığındaki heyet Şam’dan İstanbul’a doğru yola çıkarak 25 Mayıs 1917’de
İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilmek üzere emanetleri teslim etmiştir.
Fahrettin Paşa’nın 1917-1918 yılı Medine’de büyük sıkıntılar içinde geçmiştir.
Askerin lojistik ve mühimmat ihtiyaçlarının karşılanmasında yaşanılan güçlükler olduğu gibi,
Medine halkının iaşesi, su ihtiyacının karşılanması da büyük problem haline gelmiştir. Devlet
merkezinden istenen yardımlar da demiryolu bağlantısının yapılmasından sonra ancak
gönderilebileceği yolunda haberlerle geçiştirilmiştir. Bu sırada Medine’yi savunan askerleri
ve halkı önderlik yeteneğiyle bir arada tutmayı, savunmayı sonuna kadar sürdürmeyi
başarması onun idarecilik kabiliyetinin bir göstergesiydi.
Fahrettin Paşa, Medine Müdafaasında merkezden yardım ulaştırılamaması üzerine
askerin moralini yüksek tutmaya çalışmış; savunmada onları gayretlendirmeye çalışmıştır.
Askerler arasında baş gösteren açlık ve artan sıcaklar sağlık sorunlarını beraberinde
getirmiştir. Fahrettin Paşa özellikle iaşe konusuna çözüm getirmek için büyük çabalar
harcamış, Yıldırım Ordular Grubundan bunu temin etmeye çalışılmış, ancak asi Arapların ve
İngilizlerin saldırıları buna engel olmuştu. Fahrettin Paşa, asker arasında artan malarya, tifo,
tifüs, humma, böbrek ve sıtma rahatsızlıklarının yanı sıra sıcak iklimden kaynaklanan ishal ve
skorpit hastalığı ile de mücadele edilmesini öğütlemiştir.
Skorpit hastalığını engellemek için de askere soğan, sarımsak yedirilip sirke içirilerek
tedaviye gidilmişti. Güneş çarpmasından dolayı askerler telef olurken açlığa çare bulmak için,
yiyeceklerin iktisatlı tüketimi konularına önem verdiği gibi tarihe geçen “çekirge
talimatnamesi”ni de 7 Haziran 1918’de yayınlayan Fahrettin Paşa çekirge yenmesinin dinen
ve tıbben sakıncası olmadığını tebliğ ederek hal çareleri bulmaya çalışmıştır.
Fahrettin Paşa, Medine Müdafaasındaki gayreti ve başarısından dolayı 28 Temmuz
1918 tarihinde Ferik (Korgeneral) rütbesine terfi ettirilmişti.
1918 yılı Kasım ayı başına gelindiğinde Medine savunmasında da sona yaklaşılmıştı.
Medine’ye ulaşan telgraf ve telsiz istasyonları bombalanmış olduğundan haberleşme
sağlanamıyordu. Diğer taraftan, gıdasızlık ve buna bağlı artan hastalıklar, şehir halkını ve
askerleri zor durumda bırakmıştı; yaygın olan İspanyol nezlesi salgınından dolayı askerin
önemli bir bölümü hasta yatıyordu.
30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı Devleti Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalayarak
savaştan çekilince, ordunun teslim ve terhisi, silah ve cephanenin en yakın İtilaf garnizonuna
teslimi gündeme gelince, Medine Müdafaasında da sona gelinmiş oldu. Fahrettin Paşa,
kendisine padişahtan irade gelmedikçe teslim olmak istememiştir. Mütarekenin
imzalanmasından sonra 72 gün Medine’yi savunmuştur.
İstanbul’dan Harbiye Nezareti yaverlerinden Yüzbaşı Ziya Bey, hükumet tarafından
özel olarak görevlendirilerek 9 Aralık 1918 tarihinde Medine’ye gitmek üzere İstanbul’dan
yola çıkmıştır. Ziya Bey’in görevi Fahrettin Paşa’yı teslime ikna etmektir. Ziya Bey,
Fahrettin Paşa’ya Harbiye Nazırı Abdullah Paşa’nın selamını iletip teslim olmasını
söylemişse de Fahrettin Paşa’yı ikna edememiştir. Fahrettin Paşa, halifeye isyan eden haydut
Araplara ve İngilizlere teslim olmayacağını ifade ederek Medine’yi sonuna kadar savunmaya
kararlı olduğunu belirtmiştir. Fahrettin Paşa’nın kurmay başkanı Kaymakam Emin Bey,
şehirde her geçen gün hastalıktan büyük kayıplar olduğunu, askerlerin büyük sıkıntı içinde
bulunduklarını izah ederek meşrutî bir idarede hükumetin emrine uyulması gerektiğini
hatırlatınca Paşa, bu duruma tepki gösterdiği gibi Emin Bey’i hemen görevden aldırmıştır.
Yüzbaşı Ziya Bey’e de padişahtan bu yönde bir (irade) buyruk almadıkça teslim olmayacağını
İstanbul’a yazmasını istemiştir. Yüzbaşı Ziya Bey, 2 Ocak 1919 tarihinde Kızıldeniz
kıyısındaki Yenbu’dan İstanbul’a Harbiye Nezaretine yazdığı ayrıntılı şifre telgrafta, Fahrettin
Paşa’nın Medine’yi savunmakta kararlı olduğunu, kendi yağıyla kavrulacak bir düzen
kurduğunu, emrindeki askerlerinin tamamının İstanbul’a dönmelerine izin verilmesini şart
koştuğunu, şayet zorlanırsa Medine’yi teslim etmemek için cephaneyi Peygamberin türbesine
yığıp havaya uçurmayı dahi göze aldığını ifade ederek, İstanbul’un padişah tarafından
kendisine bir irade göndermesini istemiştir.
Yüzbaşı Ziya Bey’in Fahrettin Paşa’yı ikna edememesi üzerine İngilizler yeni bir
elçilik heyeti gönderilmesini talep edince hükumet, sabık Hicaz Fırka Kumandanı Miralay
Ahmet Lütfi Bey’i Fahrettin Paşa’nın yerine Hicaz Kuvve-i Seferiye Komutanlığına tayin
ederek meseleyi çözmek istemiştir. Ancak, bu atama bir süre sonra usule aykırı görülerek iptal
edilmişti. Miralay Ahmet Lütfi Bey’in yanına Adliye Nazırı Haydar Molla da katılmış olduğu
halde İstanbul’dan Medine’ye hareket edilmiştir. Heyetin Medine’ye yaklaştığı sırada 10
Ocak 1919 tarihinde yanındaki subaylardan Ali Necip Bey tarafından ikna edilen Fahrettin
Paşa, yapılan anlaşma gereğince teslim olmuş, kendisini Şerif Abdullah, Şerif Şeref ve Şerif
Şakir tarafından hürmetle karşılanmıştır. Fahrettin Paşa buradan Emir Ali’nin karargahına
gitmek üzere ayrıldığından yüzlerce bedevi Medine’yi kahramanca savunan “çöl kaplanı”nı
görmek için gelmiş, ona karşı takdirlerini dile getirmiştir.
13 Ocak 1919 tarihinde Medine’den Yenbu’ iskelesine ulaşan Fahrettin Paşa 27 Ocak
1919 tarihinde bir İngiliz destroyeri ile Kahire’ye götürülmüştür. 28 Ocak tarihinde Kasr-ı Nil
kışlasında 6 ay sürecek esaret hayatı başlamıştır. Kasr-ı Nil’de iken Mısır’daki İngiliz Yüksek
Komiseri General Allenby kendisiyle görüşmek istemiş ancak paşa bu talebi reddetmiştir.
Hicaz Seferi Kuvvetler Komutanı Fahrettin Paşa 31 Mayıs 1916 tarihinden 10 Ocak
1919 tarihine kadar 2 yıl 7 ay 10 gün kahramanca Medine’yi müdafaa ederek tarihe geçmişti.
Medine Müdafaasını sürdürürken devlet merkezinden gönderilen emirde teslim olması
istenmişti. Ermeni Tehciri ve Suriye kuzeyinde Ermenilerin isyan faaliyetinin
bastırılmasındaki kararlılığından dolayı İngilizler tarafından töhmet altında tutulan Fahrettin
Paşa’nın Mısır’dan Malta’ya gönderilmesi konusu gündeme gelmişti.
İngilizler, savaş suçlusu olarak gördükleri Fahrettin Paşa’yı 5 Ağustos 1919 tarihinde
Mısır’daki Kasr-ı Nil kışlasından alıp gemiyle Malta’ya götürmüşlerdi. Fahrettin Paşa,
Urfa’da Ermenilere zulümde bulunduğu iddiasıyla suçlanmaktaydı. Malta’ya gelen 73 kişiyle
birlikte Polverista Kalesi hapishanesinde gözetim altında tutulmaya başlandı. 8 Nisan 1921
tarihine kadar 2 yıl 33 gün Malta’da Polverista ve Fort Salvatore hapishanelerinde esarette
kalan paşa, İngilizlerin ihtarlarına rağmen, sırtındaki asker üniformasını hiçbir zaman
çıkarmamıştı.
İstanbul hükumeti, Malta adasında haksız yere esarete mahkum olanların maaşlarını
kesip, aileleriyle beraber büyük sıkıntılar yaşamalarına göz yumarken, Ankara Hükumeti
Londra Konferansında İngiliz esaretinde bulunanların kayıtsız şartsız teslimi konusunda
diplomatik girişimlerde bulunmakta idi. Nitekim, Ankara hükümetinin çabaları ile 8 Nisan
1921 tarihinde Malta’dan tahliye edilenler arasında Fahrettin Paşa da vardı. 30 Nisan 1921’de
serbest bırakılan Fahrettin Paşa, Toronto’ya geldiğinde İstanbul’a gitmekten vazgeçip İtalya
üzerinden Almanya’ya geçmiş Berlin’de İttihat ve Terakki Cemiyeti önderleri Enver, Tal’at
ve Cemal Paşa’larla görüşmüş, Enver Paşa’nın daveti üzerine Rusya’ya geçip Moskova’ya
gitmiş, burada İslâm İhtilâl Cemiyetleri İttihadı Kongresi’ne katılmıştır. Orada Moskova sefiri
Ali Fuat Paşa ile görüşüp ondan aldığı mektupla Ankara’ya gitmek üzere yola çıkmıştır.
Fahrettin Paşa Millî Mücadele’ye katılmak üzere Karadeniz kıyı şeridini takiple
Batum’a gelip Sarp sınır kapsından Anadolu’ya giriş yapmıştır. Batum’da kendisi Hicaz
Seferi Kuvvetler Komutanlığındaki istihbarat şube müdürü Feridun (Kandemir) Bey
karşılamış ve onu sınırdan geçirip Kars’a gelmesini sağlamıştır. Fahrettin Paşa 2 Ağustos
1921’de Kazım Karabekir Paşa, tarafından askerî merasimle karşılanmıştır. Paşa kendisi için
hazırlanan XII. Fırka ile birlikte Batı Cephesine katılmak için önce Erzurum’a harekete
geçmiş, oradan yola devam ederek 24 Eylül 1921 tarihinde Ankara’ya gelebilmiş; Sakarya
Meydan Muharebesine katılamamış ancak, Ankara’daki zafer coşkusunu gazilerle birlikte
yaşamıştır. Ankara’da 1921 yılı sonlarına doğru Çankaya’daki konutta, Başkomutan Mustafa
Kemal Paşa tarafından samimiyetle karşılanan Fahrettin Paşa, “adını daha sağlığında altın
harflerle tarihe yazdıran kahraman” iltifatıyla kabul görmüştü.
Büyük Taarruz harekâtına hazırlık için Ankara’da sürdürülen çalışmalara katıldığı
sıralarda BMM Hükûmetiyle Afganistan arasında yapılan 1 Mart 1921 tarihli dostluk
antlaşmasına istinaden Afgan kralı Emanullah Han, Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı
mektubunda Afgan ordusunu eğitmek için subaylar gönderilmesini, elçi tayin edilmesini talep
etmekte idi. Bu konu TBMM’de görüşülür ve Mustafa Kemal Paşa’nın teklifi ile 23 Kasım
1921 tarihinde Afganistan’a TBMM hükumeti sefiri olarak atanmıştı. 1922 yılının haziranı
sonunda Kabil’e ulaşan heyeti Emanullah Han törenle karşılamıştır.
1922-1926 yılları arasında dört yıl kadar Türkiye’nin Kabil Büyükelçiliği görevinde
bulunmuş, 12 Mayıs 1926’da yurda dönmüştü.
Fahrettin Paşa, Kabil elçiliğinden Ankara’ya dönüp bir süre istirahat ettikten sonra
tekrar Türk Silahlı Kuvvetlerindeki görevine başlamıştır. Bir süre Erkan-ı Harbiye
karargahında çalıştıktan sonra, 18 Aralık 1929’da Askeri Temyiz Mahkemesi İkinci
Başkanlığına atanmıştır. Bu görevde iken ordunun modernizasyonu çalışmalarına katkıda
bulunduğu gibi, sık sık icra edilen askerî manevralarda da gözlemci sıfatıyla görev yapmıştır.
5 Şubat 1936 tarihinde Korgeneral rütbesinde iken Türk Silahlı Kuvvetlerinde 45 yıllık
hizmetin ardından emekli olmuştur. Trablusgarp, Balkan, Birinci Dünya Savaşı’na katılmış
başarılı bir asker olarak kendisine pek çok nişan ve madalya taltif edilmişti.
Korgeneral Ömer Fahrettin Türkkan, emeklilik sonrası İstanbul’da mütevazı bir hayat
sürerken 22 Kasım 1948 tarihinde Eskişehir yakınlarında tren yolculuğu esnasında 80 yaşında
iken vefat etmiş, cenazesi İstanbul’a getirilip Rumelihisarı’nda Aşiyan Mezarlığına
defnedildi.
Ali Fuat Erden Fahrettin Paşa’yı son kez gördüğünde Paşa’nın kendisine şunu
söylediğini nakleder: “Bir asker emekli olmadan önce ölmeli.” O kendi ve kendisinden
sonraki nesillerin en önemli kahramanlarından biriydi. Ancak bu şöhrete nail olurken kim bilir
ne bedeller ödemiş ve nice sevdiklerini kaybetmişti. Nice askerin hayatının baharındayken bu
dünyadan göçüp gitmesine şahit olmuştu. Bu sözler belki de kalbinin derinliklerinnde yatan
bir isteiğin dışavurumu muydu bilinmez. Ancak bu resmin bizlere çok şey anlattığı kesindir.
Medine Müdafii Fahrettin Türkkan Paşa’nın hayat hikayesi bu şekildeydi. Umarım
videomuzu beğenmişsinizdir. Daha güzel içeriklerin gelmesi için videoyu beğenip kanalımıza
abone olmayı unutmayınız. Esenlikle kalın

You might also like