Professional Documents
Culture Documents
M.S.G.S.Ü.
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
GENEL TÜRK TARİHİ ANA BİLİM DALI
Adil YILMAZ
20106005
Giriş……………………………………………………………………………………………3
Türklerin Kökeni ve Anayurtları……………………………………………………………4
Tarin Öncesi Dönemlere Ait Buluntu Yerleri………………………………………………5
Anav Kültürü………………………………………………………………………………….6
Afanasyevo Kültürü…………………………………………………………………………..7
Andronovo Kültürü…………………………………………………………………………..8
Karasuk Kültürü……………………………………………………………………………...9
İskitler……………………………………………………………………………………… 10
Coğrafi Alanlara Türk Kültür Tarihi…………………………………………………… 12
Çağdaş Türk Coğrafyası ………………………………………………………………….. 19
Sonuç ……………………………………………………………………………………….. 20
2
1. Giriş
Tarihi gelişim süreci içinde, çok farklı zamanlarda, çok farklı coğrafi alanlarda boy gösteren
Türk toplulukları, dünya tarihçiliğinin kabul ettiği normlar içerisinde bir özellik arz
etmemektedir. Dünya genelindeki diğer milletlere bakıldığı zaman, bu milletlerin en
eskilerinden olan ve tarihin bilinen en eski dönemlerinden itibaren varlıklarından haberdar
olduğum Çinliler, aynı topraklar üzerinde meydana gelmiş ve bugün de ana eksen olarak aynı
topraklar üzerinde yaşamaktadırlar. Tarih sahnesine, yakın zamanlarda çıkmış milletlerde de,
o milletlerin doğduğu topraklar bugün de yaşadıkları topraklardır. İngiliz milleti, o bölgede
yerleşik Kelt halklarının üzerine yerleşen Angel ve Saxon kabileleri ile sonradan gelen
Normanlar(Vikingler)’ın karışmasından oluşmuş bir millettir ve bu karışım günümüzden
yaklaşık 1500 yıl önce yaşanmaya başlamıştır.
Fransız milleti ise, Fransa’ya adını veren Frankların, kendilerinden önce o bölgede yaşayan
Galyalı ve Latin halklarla kaynaşmasıyla ortaya çıkmıştır ki, bu karışmanın izleri, günümüz
Fransa’sında Güney ve Kuzey arasındaki, dil olarak anlaşamamaya kadar varmaktadır.
İspanya halkı, Latinler, Vizigotlar ve sonradan gelen Araplar’ın karışmasından oluştuğu gibi,
İtalyanlar da Etrüsk, Latin ve sonradan gelen Ostrogotların birleşmesinden vücuda gelmiştir.
Yukarıda saydığımız bütün bu milletlerin oluşması, tarihsel olarak son derece yakın
dönemlerde, tarihin gözü önünde meydana gelmiş; bu meydana gelişin bütün aşamaları, dil,
etnografya vs olarak kayıt altına alınabilmiştir.
Türklerin tarih sahnesine çıktıkları yer ve zaman, kökenleri vs Türkoloji’nin her zaman ilgi
alanına girmiştir. Bununla birlikte, Türklerin tarih boyunca yayıldıkları alanlar ve bu alanlar
içerisinde oluşturdukları kültürel ya da siyasi topluluklar da çeşitli tartışmalara konu olmuştur.
Asya’nın Kuzey Doğusundaki Kingan Dağlarından Orta Avrupa’nın batısında Rhein nehrine;
Sibirya’nın kuzeyinden Hint Okyanusuna ve Seylan adasına kadar uzanan bu kadar geniş
coğrafya içerisinde yaşayan Türk milleti, adı geçen bölgelerde yalnızca siyasi egemen
olmakla kalmamış, aynı zamanda medeniyetin taşıyıcısı rolünü de oynamışlardır.
Türk topluluklarının, daha önce de sınırlarını çizdiğimiz üzere, Eskidünya denilen Asya,
Avrupa ve Afrika kıtalarında uzun süreler boyunca egemen olması, zaman içerisinde bazı
ayrılıkları da getirmiştir ki, bu da çalışma planı oluşturulmasını zorunlu kılmaktadır. Biz bu
çalışmada, Türk topluluklarının tarihine, başlangıç noktasından itibaren genel bir giriş
yaptıktan sonra, Türklerin hakimiyet kurdukları dört ana bölgeyi başlıklar halinde
inceleyeceğiz. Bu bölgeler:
Adı geçen bölgelerdeki Türk toplulukları, tarihsel gelişim süreci içerisinde anlatılmaktan
başka, çalışmanın ikinci ana kısmında ise, tarih dönemleri içerisinde, yüzyıllık süreçler
3
içerisinde coğrafyanın genelindeki Türklerin dağılımı ve egemenlik alanları da gösterilerek
bir genel bakış açısı sağlanmaya çalışılacaktır.
Bu sorulara verilen ilk cevaplar, aslında konu üzerinde çalışan isimlerin önyargılarını
sürdürdüklerinin de bir delilidir. Gerek batıda, gerekse İslam dünyasında konu hakkında
yapılan çalışmalarda din taassubuyla, kutsal kitaplardan alıntı yapılmıştır. Bunun en bariz
örneği olarak, Tevrat’da geçen Gog-Magog, Yecüc-Mecüc bahsindeki vahşi yaratıkları
Türklerle özdeşleştirilmesini gösterebiliriz.
Öte yandan, son yıllarda yapılan farklı araştırmalarda da, yine aynı kutsal kitaplardan alıntılar
yapılarak, bu sefer de Türklerin Ön Asya coğrafyasındaki eskilikleri ispatlanmaya
çalışılmıştır. Özellikle bazı yazarlar, İbrahim Peygamber’in Türk olduğunu, dolayısıyla onun
soyundan gelen Hz. Muhammed’in de Türk olduğunu yazmakta, buna kanıt olarak sadece,
İbrahim Peygamber’in babasının adı olarak geçen “Azer” sözünden yola çıkmaktadırlar.
Çalışmamızın ana konusu olmadığından bu hususu burada noktalıyoruz. Ancak tek bir sözle
yola çıkmanın sakıncalarının, doğuracağı yararlardan daha çok olacağının da bilinmesi
gerekmektedir.
4
3. Tarih Öncesi Dönemlere ait buluntu yerleri
Yukarıda bahsetmiş olduğumuz diğer halklarla ilgili tartışmalarsa halen sürmektedir. Konuyla
ilgili Türkiye’de yapılmış çalışmalar son derece azdır ve bu çalışmaların pek çoğu da
maalesef dorucu olmaktan çok uzaktır. Batılı araştırmacıların çalışmalarındaysa, her şeyi
Hint-Avrupalılara bağlama gayreti göze çarpmaktadır. Eğer bunu yapamıyorlarsa, yani bir
tane bile delil bulamıyorlarsa, bu seferde “Eski Anadolu Halkı”, “Kafkas Halkı”, “ne Sami
ne Hint-Avrupa kökenli olmayan” gibi ifadeler kullanmaktadırlar. Adı geçen halkların
kökenlerinin ve varsa Türklerle ilişkilerinin gerçek anlamda araştırılabilmesi için, hem
dilcilerin, hem eskiçağ tarihçilerinin hem de arkeologların ortaklaşa çalışma yürütmeleri
gerekmektedir.
Bu belirsizlikler dışında, bizim konumuzla ilgili olarak kabul edilen ilk örnek “Anav
Kültürü”dür.
5
3.1. Anav Kültürü
Burada ele geçen seramik örnekleri, sonraki dönemlerde gerek Sümer ve Elam, gerek Güney
Asya Tarih Öncesi uygarlık merkezleriyle benzerlikler taşımaktadır. Aynı şekilde, özellikle
Çin’in Sarı Irmak bölgesinde ele geçen seramikler de, bölgeden çıkan seramiklerle
benzerlikler göstermektedir. Yine ele geçen bu seramikler, sonraki dönemlerde Orta Asya ve
Sibirya bölgelerinde ele geçen Türk seramikleriyle de benzerlik göstermektedir.
6
3.2. Afanasyevo Kültürü (M.Ö. 2.500-1.700)
7
3.3. Andronovo Kültürü (M.Ö. 1.700- M.Ö. 1.200)
Adını Yenisey yakınlarındaki Andronovo yerleşiminden alan kültür, bir önceki Afanasyevo
Kültürünün gelişmiş bir şeklidir. Yenisey nehrinden batıda Ural dağlarına ve Hazar’ın kuzey
batı kesimine kadar uzanan bir alanda hakim kültür olarak yerleşmiştir.
Bu kültür döneminden ele geçen kalıntılar arasında, at, koyun, deve kemikleri; altın ve diğer
madenlerden işlenerek yapılan, stilize hayvan motifleriyle süslü takılar ve süs eşyaları önemli
yer tutmaktadır. Bu takılarda bulunan stilize hayvan motifleri, Bozkır Sanatı olarak
adlandırılan sanatın da ilk örneklerini oluşturmaktadır.
Ayrıca, bu kültür alanı içinde bulunan kurganlardan çıkan iskeletlerin kafataslarında yapılan
ölçümlemelerde, bu kültürün beyaz ırktan, brakisefal bir toplum olduğunu ortaya koymuştur.
Bu da sonraki dönemlerdeki Türk tarifine tıpa tıp uymaktadır.
8
3.4. Minusinsk(Karasuk) Kültürü (M.Ö. 1.300- M.Ö. 700)
Yenisey Irmağı civarında, bugün Rusya Federasyonuna bağlı, özerk Hakasya Cumhuriyeti
topraklarında doğan Minusinsk ya da Karasuk Kültürü, Türklere ait ilk kültür öğelerini
içerisinde barındırması bakımından önem taşımaktadır. Atlı bir kültürün izleri, kurganlarda ve
yerleşim alanlarında bariz şekilde görülmektedir.
Daha Andronovo Kültürü devam ederken başlayan bu kültür evresinde, en öenmli özellik
olarak demirin işlenmeye başladığını görmekteyiz. Bu demir işlemeciliği, dünyanın pek çok
bölgesinden daha eskidir. Bölgedeki demir yatakları, günümüzde de faal olarak
işletilmektedir.
Brakisefal kafatası yapısı gösteren bu kültürün halkının at, koyun ve deve besledikleri; ayrıca
demir dışında diğer madenleri de işledikleri, Rus bilim adamları tarafından yapılan arkeolojik
kazılarla ortaya çıkartılmıştır. Ayrıca bölge, pek çok kaya resmi alanını da ihtiva etmesi
bakımından Türk tarihi ve arkeolojisi açısından çok büyük önem taşımaktadır.
9
4. İskitler-Sakalar (M.Ö. 8. yy- M.S. 1. yy)
Tarih dönemlerine üzerlerinde en fazla spekülasyon yapılan halklardan bir tanesi İskitlerdir.
M.Ö. 8. yy’dan itibaren Ön-Asya ve Antik Grek uygarlığına ait yazılı kaynaklarda
kendilerinden söz edilmeye başlandığını gördüğümüz İskitlerin ırki durumları hakkında çeşitli
tartışmalar halen sürmektedir. Ancak özellikle yaşam tarzları ve gelenekleriyle ilgili
kaynakların bizlere aktardığı bilgiler, ayrıca Karadeniz’in kuzeyinde bulunan İskit
kurganlarından toplanan malzemeler, şüpheye yer bırakmayacak şekilde İskitlerin Türklerle
bağını ortaya koymaktadır. Ancak bu, İskit adı verilen toplumun tamamen Türklerden
oluştuğu manasına gelmemelidir. O dönem ve sonrasında da pek çok kere örneğini
gördüğümüz üzere, İskit adı verilen topluluk bir halklar konfederasyonu şeklindeydi. Bu
yüzden de, içlerinde Türk unsurlar olduğu kadar, İranlı ve belki de Ural halklarından da
toplulukların bulunuyor olması gayet doğaldır.
Karadeniz’in kuzey bölgelerinden Kazakistan’ın doğusuna kadar uzanan bölgelere hakim olan
İskitler, kendileri gibi Bozkır kökenli bir halk olan Kimmerlerin peşinden, ilk olarak M.Ö.
680 yılında, ardından da M.Ö. 645’de Anadolu’ya girmişlerdir. Önce Urartuları, ardından
daha güneydeki Babil Devletini ortadan kaldırıp Anadolu içlerine kaçan Kimmerlerin
peşinden onlar da Batı Anadolu’ya gelmişlerdir. Anadolu’da M.Ö. 645-617 yılları arasında
hakim olan İskitlerden bir kolun da, güneye inerek Kudüs’e kadar ilerledikleri çağdaş
kaynaklarda geçmektedir. Anadoludaki merkezlerinin, Torosların kuzeyinde, şimdiki Niğde
ili civarında olduğu sanılan İskitler, Med ve Lidyalıların baskıları nedeniyle tekrar geriye
dönerek Karadenizin kuzeyine geçmişlerdir.
Bir dönem Atina şehrinde şehir asayişinden sorumlu olarak İskit savaşçılarının çalıştırıldığı
bilinmektedir. Sonraki yüzyıllar içerisinde, Pers Kralı Darius’un başarısız seferi dışında
İskitlerin komşularıyla büyük savaşlara girmediklerini görmekteyiz. M.Ö. 6. yy’dan itibaren,
Grek kolonileri vasıtasıyla Helen kültürüyle tanışan ve Karadeniz kıyılarındaki grupları
kısmen asimile olan İskitlerin, güneyden ve doğudan gelen baskılar nedeniyle yavaş yavaş
dağılmaya başladıkları sanılmaktadır. Yine de bu dönem içerisinde İskit Sanatı doruk
noktasına ulaşmış görünmektedir. Eksik Kurganından çıkan Altın Elbiseli Adam ve diğer bazı
10
kurganlardan ele geçen, Bozkır Sanatını yansıtan hayvan dövüşü motifli altın süslemeler, İskit
Sanatının günümüze olan yansımalarıdır.
M.Ö. 330’dan sonra, Makedonyalı İskender’in Türkistan bölgesine yaptığı akınlar sırasında,
İskitlerin bir kısmının güneye göçtükleri düşünülmektedir. Hatta Buda’nın aile adı olan
Sakyamuni kelimesi de bu İskitlerle irtibatlı gösterilmektedir. İlk dönem Buda heykellerine
bakıldığı zaman, böyle bir olasılığın olabileceği düşünülebilir.
Özellikle doğudan gelen baskılar ve kuvvetli göç dalgaları sonucunda İskitler sadece Kırım
yarımadasında tutunabilmişler, ancak M.S. 1. yy’dan itibaren tamamen ortadan kalkmışlardır.
Bununla birlikte, bütün Avrupa kaynakları çok yakın zamana kadar, Karadeniz’in
kuzeyindeki bölgeyi İskit ülkesi ve Bozkır halklarını da İskitler olarak adlandırmaya devam
etmişlerdir.
11
5. Coğrafi alanlara göre Türklerin tarihi
5.1. Moğolistan ve Çin
Türk tarihinin en önemli toprakları ve tarihsel olarak ilk 1.500 yılını geçirdiği bölge olarak
adlandırabileceğimiz, bugünkü Moğolistan merkez olmak üzere, Doğu Türkistan, Kuzey Çin,
Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan gibi ülkelerle Rusya Federasyonuna bağlı çeşitli özerk
bölgelere bölünmüş olan Sibirya’nın tamamını kapsamaktadır. Tarihi çizgi içinde bölgede
kurulan devletler şunlardır:
Tarihte bilinen ilk teşkilatlı Türk devletidir. Çin kaynaklarında Hi-ung-nu olarak geçen
Hunların adı bilinen ilk hükümdarı Tu-man’dır. Tu-man’ı bir darbeyle devirerek başa geçen
oğlu Mo-tun, devletin asıl kurucusu olarak sayılmaktadır. O zamana kadar, çevre devletlere
vergi ve rehin veren Hunlar, onun zamanında bir devlet hüviyetini almıştır. İlk olarak, o
zamanlar Kan-su bölgesinde yaşayan Yü-e-chileri yenerek ortadan kaldıran Mo-tun,
arkasından batıda yaşayan Türk Usun devletini de hakimiyeti altına almıştır. Ardından bütün
gücüyle Çin’e saldıran Hunlar, Çin imparatoru Kao-ti’yi Peteng kalesinde kuşatmışlar,
sonrasında yapılan antlaşmayla da büyük bir zafer kazanmışlardır. Bu dönemde Hun
toprakları Kingan Dağlarından Yayık nehrine kadar uzanmaktaydı. M.Ö. 176’da ölen Mo-
tun’un yerine geçen oğlu döneminde de aynı durum devam etmişse de, Çin Hun büyüklerine
ve hanedan üyelerine yaptığı tazyikler neticesinde, uzun müddet sonra Hun birliğini
parçalamaya muvaffak olmuştur.
M.Ö. 58 yılında Çin hakimiyetini kabul eden Hun yabgusu Hohanyeh’e karşı kardeşi Çiçi,
kendisine bağlı boyları alarak batıya, Tanrı Dağları ve Isık Göl havalisine çekildi. Bu bölgede
ayrı bir devlet kurma çabasındayken, üzerine ani olarak gönderilen Çin kuvvetleri tarafından,
yeni yaptırmış olduğu kalede, bütün aile efradıyla birlikte savaşarak öldü.
Çin’e bağımlı da olsa tekrar sağlanan Hun birliği, bir süre sonra tekrar dağıldı. Kuzeyde kalan
bağımsızlık yanlılarına karşın, Güneydeki devlet Çin’in himayesini tamamen kabul etti. Bu
12
dönemde bazı Hun boylarının da, batıya göçerek Çiçi döneminde Isık Göl havalisine yerleşen
Hun boylarına atıldığı sanılmaktadır.
M.S. 216 yılında Çin, son Güney Hun hükümetini de ortadan kaldırmıştır. Ancak bir müddet
sonra Çin’in içine düştüğü karmaşa sırasında, Çin içlerinde bazı yerel Hun devletlerinin
kurulduğunu da görmekteyiz.
Özellikle Kuzey Çin bölgesine hakim olan bu hanedan, kısa zamanda Doğu ve Batı olarak
ikiye ayrılmasına ve Budizmi benimseyip Bozkır geleneklerini yasaklamasına rağmen,
bölgenin etnik yapısı üzerinde bıraktığı bariz izler dolayısıyla Türk ve Çin tarihi açısından
önem taşımaktadır.
Tarihte Türk adını ilk defa kullanan devlet olan ve bildiğimiz yazının ilk örneklerini
sergileyen Orkun bölgesi abidelerini diktiren Gök-Türklerdir. Bu devleti oluşturan boylar,
Altay Dağlarında, Juan-Juan’lara bağlı olarak yaşıyor ve onların demir ihtiyaçlarını
karşılıyorlardı. Hanedanın kurucusu olan Bumın, Juan-Juanlara karşı ayaklanan Tölesleri,
onların adına yendikten sonra, ödül olarak Kağan’ın kızını istemişse de, küçümsenerek
reddedilmiştir. Bunun üzerine daha evvelden yendiği Töles boylarıyla anlaşarak kendisi
ayaklanan Bumın, Juan-Juanları yenmiş, Kağan’ın savaş meydanında ölmesiyle birlikte
Kağan ilan edilmiştir.
Devletin kuruluşunun ertesi yılı Bumın’ın ölmesiyle yerine oğlu Mukan geçmiştir. Bu
dönemde batıda, Bumın’ın kardeşi İstemi yönetiminde ilerleyen Gök-Türkler, Juan-Juanların
peşinden Kafkasların kuzeyine kadar ulaşmışlardır. Aynı dönemde güneyde bulunan ve Juan-
Juanların müttefiki olan Ak-Hun(= Eftalit) Devletine karşı da Sasanilerle işbirliğine giden
İstemi, bu devleti de ortadan kaldırmış ve topraklarını Sasanilerle paylaşmıştır. Bu dönemde
devletin iki parça halini aldığını görmekteyiz: Doğuda Ötügen merkezli Doğu Kağanlığı,
13
batıda ise ana merkezi Tanrı Dağlarının batısında, Isık Göl civarında olduğu tahmin edilen
Batı Kağanlığı.
Doğu Kağanlığı Çin’i baskı altına alarak sürekli akınlar yapmış; Doğu Kağanlığı ise, İpek
Yolu ticaretini engelleyen Sasanilere karşılık, özellikle 7. yy başlarında dönem dönem
Bizans’la müttefik olarak savaşmıştır.
İç çekişmeler ve kıtlık nedeniyle önce 630 yılında Doğu Kağanlığı Çin’e bağlanmıştır.
Ardından da Batı Kağanlığı 659 yılında ortadan kalkmıştır. Bu dönem içerisinde çeşitli
ayaklanma denemeleri yapıldıktan sonra 681 yılında İlteriş ünvanlı Kutluk Kağan tarafından
yapılan ayaklanma başarıya ulaşmıştır. Bu tarih devletin ikinci kuruluş tarihidir. Özellikle
Kutluk’un oğullarından Bilge Kağan döneminde devlet en parlak dönemine ulaştıysa da, 740
yılında bağlı boylardan Uygur, Basmil ve Karlukların ayaklanmasıyla devlet yıkılmıştır.
Türk medeniyet tarihinin en önemli boylarından birisi olan Uygurlar, siyasal olarak kısa bir
dönem (Moyençur Kağan dönemi) önem taşmış olmalarına rağmen, gerek Mani dinine
girmeleri gerekse de güzel sanatlar alanında yaptıklarıyla Türk tarihinde önemli bir iz
bırakmışlardır. Mani dinine girmeleri, Türk bozkır kültürüyle aralarını bozmuş, savaşçı
ruhlarını koparıp almıştır. Bu yüzden, 840 yılında ani bir baskın yapan Kırgızlar karşısında
yurtlarını bırakıp Çin içlerine ve Doğu Türkistan’a göç etmişlerdir.
Bu tarihten sonra, Türk tarihinin ağırlık merkezi Moğolistan olmaktan çıkmış, geniş Türk
kütleleri batıda ve güneyde yaşamaya başlamışlardır. Ancak yine de, Moğolistan
coğrafyasında hiç Türk kalmadığı anlamı çıkartılmamalıdır. 13. yy’da, Çingiz Han döneminde
dahi, bölgede yaşayan pek çok kabilenin (Öngüt, Celayır, Nayman gibi) Türk olduğu ileri
sürülmektedir.
14
5.2. Doğu ve Orta Avrupa ile Kafkaslar
Hunlar bahsinde belirttiğimiz üzere, devletin çökmesi üzerine bazı Hun boyları batıya göç
ederek bugünkü Kazakistan bozkırlarına yerleşmişlerdi. Bu Hun boyları, M.S. 1. yy’da, Roma
coğrafyacıları tarafından bilinmekteydi. M.S. 4. yy’dan itibaren yavaşça batıya doğru gelen bu
Hunlar, Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Gotları yenilgiye uğratmış, yenilen Vizigotlar
Avrupa içlerine doğru kaçarken, Ostrogotlar ise Hun birliğine katılmışlardır.
5. yy ortalarında önce Bizans üzerine yürüyen Hun hükümdarı Attila, ardından merkezini
Macaristan bölgesine kurmuştur. Burayı merkez edinen Attila, Bizans’ı tamamen sindirdikten
sonra Batı Roma üzerine yürümüştür. Bu Avrupa’da ikinci kavimler göçü dalgasını
oluşturmuş, bazı Germen kabileleri Hunların önünden kaçarak Britanya adasına kadar
kaçmışlardır.
Roma önlerine kadar gelen Attila, buradan geri dönmüş, ertesi yıl (453) da ölmüştür. Onun
ölümü üzerine başlayan savaşlar döneminde sonra, oğullarından İrnek yönetimindeki
Hunların bir kısmı Karadeniz taraflarına geri çekilmiştir.
Hunların Avrupa içlerine katılmayan boylardan olan Sabarlar, Karadeniz’in doğusunda bir
hakimiyet kurmuşlardır. Zaman zaman Anadolu içlerine değin seferler yapan Sabarlar,
Bizans-Sasani savaşları döneminde iki taraf adına da çarpışmışlardır. Bugünkü Kuzey Doğu
Anadolu’nun etnik yapısında önemli rolleri vardır.
5.2.3. Ogurlar:
5.2.4. Avarlar:
15
5.2.5. Bulgarlar: (630-665)
Hun ve Ogur boylarının karışmasıyla meydana gelen Bulgar halkının Kafkasya’da kurduğu bu
devlet, daha doğudan gelen Hazarlar tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bunun üzerine
Bulgarların küçük bir kısmı Balkanlara göç etmiş, daha büyük bir kısmıysa kuzeye yönelerek
bugünkü Kazan şehri civarında Bulgar Hanlığı adıyla bir devlet kurmuşlardır. 13. yy’da
Çingiz orduları önünden kaçan Kumanların bölgeye yerleşmesiyle oluşan karışım, bugünkü
Tataristan halkının etnik durumunu açıklamaktadır.
Rusların güneye inmelerini ve Bizansla temasını uzun süre engelleyen Hazarlar, 10. yy’da
başlayan Peçenek göçü ve ardından da Rusların ani saldırıları neticesinde yıkılmıştır.
10-11. yy’da birbirleri peşisıra batıya göçen bu Türk boyları, Balkanlara kadar sarkmış,
Bizans ordularında paralı asker olarak yeraldıktan sonra da Hristiyanlığı benimseyip
Balkanların ve Anadolu’nun çeşitli yerlerine yerleşmişlerdir.
Çingiz’in torunu Batu’ya bırakılan topraklarda kurulan devletin yönetici zümresi olan Çingiz
oğulları, kısa zamanda Müslümanlığı kabul edip Türkleşmişlerdir. Devlet, Rusları uzun süre
baskı altında tutup güneye inmelerini engellediği gibi, Bizans karşısında zor duruma düşen
Selçuklu sultanına da yardımcı olarak Bizans üzerine yürümüştür. Bir müddet sonra, iç
anlaşmazlıklar yüzünden dağılan devlet, çeşitli hanlıkla bölündü.
1441 yılında, Hacı Giray tarafından kurulan hanlık, 1475 yılında Osmanlı İmparatorluğuna
bağlanmıştır. Osmanlı-Rus ilişkilerinin en önemli aktörlerinden olan hanlık, 1783 Küçük
Kaynarca Antlaşmasıyla tekrar bağımsız olmuş, meydana gelen iç çatışmaların ardından 1793
tarihli Yaş Antlaşmasıyla Rusya tarafından ilhak edilmiştir.
1438’de, Altun-Orda Hanlığını bırakmak zorunda kalan Uluğ Muhammed Han tarafından,
bugünkü Tataristan, Çuvaşistan, Başkurdistan civarında kurulan hanlık, 1552 yılında, Ruslar
tarafından işgal edilerek yıkılmıştır. Bu olay Rus-Türk ilişkileri tarihinde bir dönüm
noktasıdır. Zira Rusların Türk ülkelerini işgalinin başlangıç noktası Kazan şehrinin işgalidir.
16
5.2.8.3. Kasım Hanlığı:
1452 yılında Uluğ Muhammed’in oğlu Kasım Han tarafından kurulan hanlık, hemen o
tarihlerden itibaren Moskova Knyazlığı işbirliğine girmiş ve Rusların, başta Kazan Hanlığı
olmak üzere, diğer hanlıkları işgalinde önemli rol oynamıştır. Resmen 1681 yılına kadar
devam eden hanlık, bu tarihte Ruslar tarafından lağvedilmiştir.
İdil nehrinin Hazar’a döküldüğü noktaya yakın olan Astarhan şehrinde 1446 yılında Kasım
Han tarafından kurulmuş olup 1556 yılında, Kazan Hanlığının hemen ardından Ruslar
tarafından yıkılmıştır. Hanlık, Rusların saldırılarından önce Osmanlıyla temasa geçerek
yardım istemiş ancak herhangi bir yardım gönderilmemiştir.
Tarihi kaynaklarda belirtilen ilk Türk göçü, M.Ö. 3. yy’da yapılan Saka göçüdür. Ardından iki
bin yıl süresince bölgeye çok fazla Türk göçü olmuş ve bölgede çok sayıda Türk devleti
kurulmuştur.
Tanrıdağlarının batısına geçen Hun boylarından bir kısmı batıya giderken, bir kısmı da
güneye ilerlemişlerdir. Bugünkü Afganistan bölgesinde bulunan Kuşan devletini yenerek
ortadan kaldıran bu Hun grubu, kısa zamanda Hazar’dan Hindistan ortalarına kadar uzanan bir
alana egemen olmuşlardır. Sasanileri baskı altında tutan Ak-Hunlar, onlara karşı Bizansla
ilişkiye geçmişlerdir. 555 yılı civarında, Sasani-Gök Türk ittifakı karşısında devlet varlığı
olarak ortadan kalkan Ak-Hunların bakiyelerinin, Afganistan’ın dağlık kesimlerinde ve
Keşmir bölgesinde yaşamaya devam ettikleri düşünülmektedir.
5.3.2. Gazneliler:
Samani Devleti valilerinden Alp Tegin tarafından, merkezi, bugünkü Afganistanda yer alan
Gazne şehrinde kurulan devlet, üçüncü hükümdar Mahmud döneminde gücünün doruğuna
ulaşmıştır. Hindistan’a yaptığı 17 seferle hem Müslümanlığı yayan hem de Hindistan’ın
servetini başkentine taşıyan Mahmud’dan sonra başa geçen oğlu Mesud döneminde,
Selçuklular karşısında uğranılan üst üste yenilgiler, devletin bütün batı topraklarını
kaybetmelerine neden olmuştur. Bir müddet Selçuklulara bağımlı olarak devam eden devlet,
etnik kökenleri hakkında soru işareti bulunan Gurlular tarafından 1186 yılında tamamen
yıkılmıştır.
17
Gazneliler sonrasında, Hindistan’ın kuzey bölgelerinde çeşitli Müslüman-Türk sultanlıkları
kurulmuştur. Bu sultanların pek çoğu Memlük olarak satıldıktan sonra yükselmiş ve sonunda
devletin başına geçmişlerdir. 15. yy sonlarına kadar geçen bu dönemin sonunda yine etnik
kökenleri Afgan ya da Türk olarak geçen Ludiler hanedanı, bu sultanlıkların pek çoğunu
ortadan kaldırmıştır.
Temür’ün beşinci göbekten torunu olan Fergana hükümdarı Babür, Türkistan’ı istila eden
Şeybanilerin önünden çekilerek yerleştiği Afganistan’dan harekete geçerek, Ludilerin elinde
bulunan Hindistan’a girmiştir. 1526 yılında yapılan Panipat Savaşında Ludileri yenerek
hükümdarlığını ilan eden Babürden sonra, bir müddet kesintiye uğrayan sultanlık ardından
tekrar duruma hakim olmuş ve İngilizler tarafından tamamen ortadan kaldırılığı tarih olan
1856 yılına kadar Hindistan’da hüküm sürmüştür.
5.4.2. Harzemşahlar:
Aral Gölü kıyısındaki Urgenç şehri merkez olmak üzere kurulan devlet, kısa sürede Bağdat’a
kadar genişlemiş ve Selçuklu mirası üzerinde ciddi söz sahibi olmuşsa da, 1220 yılından
itibaren başlayan Moğol saldırılarıyla bir anda yıkılmış, son Harzemşah Celaleddin’in
Hindistan’dan Doğu Anadolu’ya kadar uzanan alanda verdiği mücadele fayda vermemiştir.
Celaleddin’in kendisi de, uyguladığı yanlış politikalar neticesi 1230 yılında, Doğu Anadolu
dağlarında eşkiyalar tarafından öldürülmüştür.
18
6. Çağdaş Türk Coğrafyası
Günümüzde Türk dünyası hamasi ya da siaset gereği değil, bir coğrafi tanım olarak Adriyatik
Sahillerinden başlar. Balkanlarda Bosna, Kosova, Sancak, Makedonya, Batı Trakya,
Bulgaristan’ın özellikle güneyi Türk kültür sahası içerisine girmektedir.
Türkiye, Kıbrıs’ın kuzeyi, Suriye’nin tamamı, Irak’ın kuzeyinde Musul-Kerkük yöresi, İran’ın
hemen tamamı, Gürcistan ve Azerbaycan, Afganistan’ın özellikle kuzey bölgeleri, Orta Asya
Türk Cumhuriyetleri, Çin’e bağlı olan Doğu Türkistan, Sarı Uygurların yaşadığı Şensi-Kansu
eyaletleri, Türk kültür coğrafyası dahilindedir.
Saka-Yakut Özerk Cumhuriyetinden bir hat çizecek olursak, Sibirya’nın güneyindeki Altay,
Hakas, Tuva Özerk Cumhuriyetleri, Kazakistan, Tataristan-Başkurdistan-Çuvaşistan Özerk
Devletleri, Sibirya’nın pek çok bölümü, Kafkasların kuzeyinde bulunan Dağıstan, Karaçay,
Balkar bölgeleri, ayrıca Ukrayna’ya bağlı olan Kırım, Moldova’ya bağlı Gagavuz Özerk
Cumhuriyeti ile Romanya’nın doğusundaki Dobruca ve Bulgaristan’ın kuzeyindeki
Deliorman bölgeleri Türk kültür coğrafyası içerisinde yer almaktadır. Sayılan bölgelere ayrıca
Litvanya, Polonya ve Finlandiya’da yaşayan Tatarları ve Karayları da eklemek gerekir.
19
7. Sonuç:
Tarihin ilk dönemlerin bu yana sürekli değişen ve genişleyen Türk coğrafyası, günümüzde
Avrupa içlerinden Büyük Okyanus’a kadar uzanan çok büyük ve önemli bir coğrafya üzerinde
bulunmaktadır. 20 yıl kadar önce bir arada düşünülmeleri dahi hayal edilmeyen bu çeşitli
Türk boylarının arasındaki ilişkileri geliştikçe, düşüncelerin olumluya doğru ilerleyeceği de
muhakkaktır. Ortak tarihe ve ortak kültürel mirasa sahip Türklerin, birbirlerinin hakkını
gözeterek ilişkiye geçmeleri, hepimiz için öncelikli hedef olmalıdır.
20
BİBLİYOGRAFYA
21