uzanan, zaman içerisinde filizlenen bir aĢk hikâyesi... Hümeyra koltuğun arkasına yaslanmıĢ, gözlerini kapamıĢtı. Emirgân'a ne zaman geldiklerini fark etmedi bile. Aslında uzun bir yol değildi. Uyumuyor, arada bir hissettiği ıhlamur ve iğde çiçeklerinin kokusunu içine çekiyor, Nejat ile yaĢayacağı bir ömrü tahayyül etmeye çalıĢıyordu, "Tâbii ki çok güzel olacak. Hatta muhteĢem olacak. Ben aĢkların en güzelini yaĢıyorum. Bizi ayırmaya kimsenin gücü yetmez! Babamın bile," diye düĢündü. Nejat arabayı durdurmuĢ, öylece Hümeyra'ya * bakıyordu, "SarmaĢık Gülü, inelim mi?" ' ( Asırlık bir ailenin birbirinden farklı kadınları ve onların yaĢantıları... Khodonia'dan günümüze bir ailenin ' çatıĢmaları, sevgileri, tutkuları ve düĢ kınkliklan... Ve j hepsinin gölgesinde Ayvaiık'ın o güzelim sahülerinden " Ġstanbul'a uzanan, zaman içerisinde filizlenen bir aĢk 1 hikâyesi... " 1 NaĢide Gökbudak'ın kaleminden bu kez Hümeyra'yı, Ege'nin kalbinde yeĢeren bu tutku dolu hikâyeyi, heyecan içerisinde okurken; kendi ailenizden, sevgilerinizden, dostluklarınızdan ve tutkularınızdan akisler bulacak, Ege sahillerinden esen ılık rüzgarları yüreğinizde hissedeceksiniz. Hümeyra Yazar: NaĢide Gökbudak (c) NaĢide Gökbudak / Neden Kitap Genel Yayın Yönetmeni: Tanıl YaĢar Ġç Tasarım: Adem ġenel Kapak Tasarım: Deniz Karatağ Baskı-Cilt: Kilim Matbaası I. Baskı / Ağustos 2007 5. Baskı / Ekim 2008 6. Baskı / Temmuz 2009 Yayıncı Sertifika No: 11389 ISBN 978-975-254-306-5 Kilim Matbaası: Lıtros Yolu Fatih Sanayi Sitesi K.2 DavutpaĢa / istanbul Tel:02l2 612 95 59 YAYĠNC Ġ NEDEN KĠTAP www.nedenkitap.com info@nedenkitap.com GENEL DAĞĠTĠM GNC Dağıtım Pazarlama Hizmetleri Turgutreis Mah. Giyimkent Sitesi B. 106/23 Esenler/ĠSTANBUL Tel: 0212 438 47 70 (pbx) Fax: 0212 438 47 73 Hümeyra NaĢide Gökbu dak Neden Yazar Hakkında NaĢide Gökbudak, Elâzığ'ın Akçakiraz Perçenç köyünde doğdu. Liseyi orada bitirdi. Ankara Hukuk Fakültesine baĢladı. EĢi ile beraber istanbul'a yerleĢmesinin ardından Ankara Hukuk Fakültesi'ni bırakmak zorunda kaldı. Selda ve Serhan adında iki kızı, Kayacan, Kayacan Güven, Burcu Güven ve Onat Cner adında üç torunu vardır. Yazmaya oldukça geç baĢladı. Hızla bu açığı kapatmaya çalıĢan yazarımız, gerçek hikâyeleri, devrin tarihi ve sosyal bilgileriyle beraber aktarıyor. Ġlk romanı "Sıdıka Hanım" büyük ses getirdi. Sırası ile "Asıl Adı Atiye", "Miralayın Kızı Süreyya", "Ben EĢkıya Değilim", "ġelâlenin Bez Bebeği", "Perina'nın Hikâyesi" adlı romanlarıyla da aynı çizgiyi koruyan yazarımızın "Hüzünlerden Uçurtma Yaptım" ve "Bana Allahaısmarladık Deme.'" adlı iki Ģiir kitabı vardır. Romanlarında ve Ģiirlerinde, açık ve akıcı anlatımı ile dikkati çekmektedir. Bu romanımı çok kıymetli Cahide Dalokay Özdemir'e edebiyat derslerinde, romanı Ģöyle tanımlardık: "OlmuĢ veya olması mümkün olan hikâyelerin bir plan içinde ve ayrıntıları ile anlatımı." Bazen hayatta öyle olaylarla, öyle kiĢilerle karĢılaĢırız ki, hayal mahsulü, yani bugünkü deyimi ile kurgu romanlar, bunların yanında çok daha gerçekçi kalır. Bu hikâye de, o tip hikâyelerden biri. Bir çekirdeği var, yaĢanmıĢ bir çekirdek veya romanın omurgası diyebilirim. Tabii bunun üzerinde iĢlenmiĢ, oturtulmuĢ bir kurgu... Umarım ötekiler kadar beğenir ve zevkle okursunuz. Gerçekten aĢk diye bir Ģey var mı? Evet, bana göre var. AĢkın uzun ömürlü veya ölümsüz olması için, o aĢkın platonik olarak kalması gerekli. Yani duygularda kalmalı. Bedene inmemeli. Aksi halde, biz insanlar zaman içinde her türlü güzelliği yok ettiğimiz gibi, onu da yok edebiliyoruz. Burada tüm hayatımız boyunca, doğruluğunu sap- O tayamayacağımız iki tercihten birini seçmemiz gerekiyor: Sonunu düĢünmeden, çılgınca yaĢayıp, "Ben aĢkı yaĢadım ve bitirdim" demek mi? Yoksa o güzel duyguları, kalp çarpıntılarını, acıları ve mutlulukları ömür boyu hissetmek, hasret ve heyecan içinde yaĢamak mı? Eğer seçme gücümüz varsa, birinci yol hep tercih edilmektedir. Ġkincisi ancak engellemeler ve zorlamalarla yaĢanıyor. Bence güzel olanı da bu... AĢk iki kiĢiliktir. Doğal olarak, insanın kendi kendine âĢık olması diye bir Ģey olamaz. Bu, ancak ruhsal bir dengesizlik belirtisidir. Ġkiden fazla kiĢi ile aĢk hiç olmaz. Üçüncü kiĢiler aĢkın üzerinde kara birer gölgedir ve aĢkın kimyasını, mayasını ve kalitesini bozarlar. Her yerde, her zaman olduğu gibi aĢkta da kalite çok önemlidir. Zannederim bu romanımda, açıkça olmasa da bu konuyu iĢlemiĢ oluyorum. Birinci Bölüm |^:aruk, Ayvalık meydanındaki kalabalığın içinde kız kardeĢi Hümeyra'yı aramaktaydı. Bugün cumhuriyetin kuruluĢunun 15. yılı kutlanıyordu. Ne yazık ki her zamanki coĢku ve mutluluk yoktu. Çünkü bu ideal ve çağdaĢ idare Ģeklini milletine armağan eden Atatürk çok hastaydı. Yine de olağanüstü bir kalabalık ve hareket vardı. Ayvalık'ın küçük meydanı doluydu. Tören biter bitmez, herkes ayrı bir yöne doğru hareket edince karıĢıklık daha da çok artmıĢtı. Faruk bu karmaĢa içinde bir o tarafa, bir bu tarafa yürüyor, daha doğrusu sürükleniyordu. Bir taraftan da kendi kendine söyleniyordu. "Ağabey olmak ne zor iĢmiĢ, kızların mektepte iĢi ne? Hem ille de okusun diye sokağa salıyorlar, hem de benim korumamı istiyorlar... " Hümeyra aniden yanında belirdi. "Abi, beni mi arıyorsun? Bak! Buradayım." "Görüyorum ama ben seni kollamaktan sıkıldım." "Ama abi, öyle deme! Ben seni hiç üzmüyorum ki. Merasim biter bitmez yanma geldim. Sen beni bekl^^^-ğin yerde değildin. Hem beni beklemeni de istemiyorum. ArkadaĢlarımla gelebilirim. Nah, evimiz Ģur acıkta!" diyerek eli ile iki yüz, üç yüz metre ötedeki, yüksek duvarlarla çevrili büyük bir bahçe içinde yükselen kırmızı binayı iĢaret ediyordu. Faruk, "Tabii dediğim yerde olamam, çünkü kalabalığın ortasında kaldım ve sürüklendim." Hümeyra arada bir sekerek ve elindeki bayrağı sallayarak, konuĢuyordu. "Neyse, bak yanındayım. Beni yine babama Ģikâyet etme!" Faruk birden kardeĢine fazla yüklendiğini düĢündü. Yanına yaklaĢıp, saçlarını okĢadı. "Tamam canım, tamam. Sen iyi bir kızsın. Bana bakma, dün riyaziyeden zayıf aldım da ondan canım sıkkın. Babam yine çok kızacak." Hümeyra üzülmüĢtü. "Abiciğim çalıĢır, yaparsın. Biz iki kardeĢ de zekiyiz. Öyle diyorlar, değil mi?" Ġki kardeĢ konuĢarak, denize paralel olan ana caddeyi geçtiler. Cadde kalabalıktı. Daha çok merasime katılan talebeler, onları seyre gelen anne-babalar, arada bir geçen faytonlar, birkaç da otomobil vardı. Faruk ile Hümeyra'nm evleri denizin tam kenarında çok görkemli bir bina idi. On sekizinci yüz yılda inĢa edilen bu binanın ağızdan ağıza dolaĢan ve yüzyıllar içinde Ģekil değiĢtiren hikâyesi, daha doğrusu hikâyeleri vardı. Zira herkes kendi isteğine göre bazı Ģeyler ekleyip, çıkarıyor veya ufak değiĢiklikler yapıyordu. Bu durum ilgi çekici hikâyelerin hepsi için geçerliydi. Bu yüzden anlatılanların ne kadarı gerçek, ne kadarı değil, bilmek mümkün değildi. Duvarları yüksek, büyük bir bahçenin içinde olan, batısı denize açık kocaman bir köĢk veya yalı, her iki Ģekilde de adlandırılabilinirdi. Bu koca binanın tarzı da değiĢikti. Hem Osmanlı mimarisini, hem de Bizan^^^ya Rum izlerini taĢıyordu. Tıpkı hikâyesi gibi... Faruk bahçeye inen birkaç taĢ merdiveni atladı Hümeyra da onu takip ediyordu. Görkemli binanın bahçeye açılan arka kapısının önünde büyük bir veranda vardı. Verandanın dört bir yanında asma güller, hanımelileri hâlâ üzerlerinde çiçekleri ile bahçeyi süslüyor, geniĢ verandaya da müthiĢ bir güzellik ve cazibe veriyordu. Veranda üst kattaki balkona altı sütun ile bağlıydı. Üzerleri iĢli bu sütunların arasına koyu yeĢil Ġznik çinileri ile süslemeler yapılmıĢtı. Aynı tip süslemeler evin birçok yerinde göze çarpıyordu. Bu yeĢil çiniler, bahçedeki çeĢitli tondaki yeĢiller ile uyum içindeydi. Çatı katının dört tarafında kemerlerle süslenmiĢ balkonlar vardı. Dört balkon da, verandadaki aynı sütunlarla süslenmiĢ ve desteklenmiĢti. Gerçi çiniler zaman içinde kırılmıĢ, renkleri yer yer solmuĢtu ama yine de dikkatli bakan bir göz, bu binanın fevkalade güzel bir sanat eseri olduğunu anlayabilirdi. Binanın esas giriĢi sağ taraftandı. Hilâl kabartmalı masif kapının üst tarafındaki mermerde eski Türkçe olarak "1776 TeĢrinievvel" yazılmıĢtı. Verandanın kapısı açıldı. Uzun boylu, kıvırcık siyah saçlı, koyu tenli, kırk, kırk beĢ yaĢlarında bir kadın çıktı. "Küçük Bey, SarmaĢık Gülü, hadi, oyalanmadan gelin! Yemeğe bekleniyorsunuz," diyerek oldukça yüksek bir ses tonu ile çocukları çağırdı. Hümeyra, "Geliyoruz Bici! Hemen kızma!" diye kar- Faruk kız kardeĢine, tuhaf tuhaf bakarak, "Hala, demenin ne anlamı var? Artık Makbule bacı diyebilirsin, herhalde dilin dönüyordun" Hümeyra omuzlarını silkti. "Ama Bici öyle dememi istiyor. HoĢuna gidiyormuĢ. Benim bebekliğimi hatırlayarak mutlu oluyormuĢ." Faruk, Makbule Bacının Hümeyr^a daha fazla ilgi Ģılık verdi. göstermesini hep kıskanmıĢtı, omuzlarını silkti. "Aman iyi, ne dersen del'üiyerek hızla eve girdi. Makbule bacı alıĢılmıĢ Arap dadılarının aksine zayıf ve uzun boyluydu. Sağlam, sırım gibi tabir edilen sert bir görünümü vardı. Bu fiziki görünüĢünün altında yumuĢacık, sevecen bir mizaca sahipti. Evin genç hanımını da o büyütmüĢtü. Yani Faruk ve Hümeyra'nın annesi Süheyla hanımı... Hümeyra yemekten sonra, bahçenin bir köĢesinde kocaman kulübesinde yaĢayan kurt köpeği Zalim ile bir müddet oynadı. Sonra elini yüzünü yıkayıp, orta kattaki odasına doğru yürüdü. Odasına gitmek için, annesi ile babasının yatak odalarının önünden geçmesi gerekiyordu. Babasının sinirli sesi yine koridora taĢıyordu. "Senin bu kendini beğenmiĢ hallerinden bıktım. Sanki PadiĢah sarayından çıkmıĢ gibi." Süheyla hanım daha sakin, daha sessiz konuĢuyordu. AnlaĢılan bu münakaĢaların ev halkı tarafından duyulmasını istemiyordu. "Derman bey nasıl böyle konuĢabilirsin? Hangi hareketim veya sözüm ile sizde böyle-bir izlenim bırakıyorum?" Derman bey bir iki dakika cevap vermedi. Sanki bu soruya bir cevap hazırlıyor gibiydi. Sonra daha yüksek bir ses tonu ile, "ĠĢte bu tavırlarınla! Normal bir kadın gibi kavga bile etmiyorsun. Çünkü kavga etmek asaletine yakıĢmaz. Sen ölçülü, zarif ve iyi terbiye almıĢ bir paĢa torunusun değil mi?" "Derman bey, bunlar benim geçmiĢim, değiĢtiremem. Ayrıca baĢkaları tarafından meziyet diye adlandırılan bu durumlar, sizin nazarınızda neden suç oluyor?" "BakHĢte görüyor musun? Torundan toruna geçen adlar. Hümeyra birkaç sene sonra evlenip de bir kızı olsa, ta eğil mi Ne güze bii ki adı Süheyla olacak değil mi? Ve bir evde, affedersin konakta, üç Süheyla olur. Ne gü^el değil mi?" Hümeyra dinlemeye devam ediyordu. Annesinin hafiften gülen bir ses tonu ile, "Derman bey, bu biraz tuhaf olmuyor mu? Henüz on bir yaĢında bir çocuk evlenip de çocuğu olursa, evde üç Süheyla olurmuĢ. Olsa ne olur? Ayrıca yetmiĢ beĢ yaĢında anneannemin, o zamana kadar yaĢayacağını nereden biliyorsun? YaĢasa da ne mahsuru var? Bunlardan kavga mı çıkar? Yine içinde neler kurdun da bahaneler arıyorsun? Lütfen biraz daha düĢünceli olmaya çalıĢ. Ben bu yersiz münakaĢalardan hiç hoĢlanmıyorum. Evliliğimiz de çocuklarımız da zarar görüyor." Derman bey gittikçe ses tonunu yükseltiyordu. "Bak! ġimdi de beni düĢüncesizlikle suçluyorsun." Süheyla ne söylerse söylesin, bu münakaĢayı kesmesinin imkânsız olduğunu anlamıĢtı. Acele ile oda kapısını açtı ve koridora fırladı. Hümeyra annesi ile burun buruna gelince çok korkmuĢ ve utanmıĢtı. "Anneciğim, inan ki sizi dinlemiyordum. Elbisemi değiĢtirmek için odama giderken sesinizi duydum." Hümeyra boynunu bükmüĢ, ellerini de iki yana açmıĢ, devam ediyordu. "Ehh, merak ettim babamın niçin bağırdığını... Yine sana mı kızıyordu? "Hayır yavrum, hayır. Sen üzülme. Babanın konuĢma tarzı öyle." "Anne, babam kızmasın. Ġstemezse ben çocuğumun adını Süheyla koymam. Hatta çocuk bile doğurmam. Hatta evlenmem. Büyüknine babama bir Ģey mi yaptı?" "Hayır çocuğum, hadi sen dersini çalıĢ. Bir Ģey yok yavrum." Hümeyra gitmiyordu. "Peki, neden sizin ailede annelerin çoğu Süheyla?" Annesi bir an durdu. "Bu konuyu sana büyükninen anlatsın. Ġçimizde en iyi bilen o. Tabii, derslerini bi^^önce. AkĢam yemeğin- den sonra, nineniz de kabul ederse..." Hümeyra heyecanlanmıĢtı. "Bunun hikâyesi mi var?" "Evet kızım, hem de bayağı uzun ve güzel bir hikaye" Hümeyra koĢarak alt kattaki, büyükninenin odasının kapısını çaldı, içerden titrek bir ses, "Giriniz!" diye cevap verince, Hümeyra kapıyı açtı. Heyecanla ninesine doğru koĢtu, iki yanağından öptü. Ninesi sallanan koltuğunda, gözlerini kapamıĢ, müzik dinliyordu. Göz kapaklarını açmadan, "SarmaĢık Gülü, sen misin?" "Evet nineciğim." "Makbule sana ne güzel de bir isim koydu. Hem davranıĢ Ģekline uyuyor, hem de güzelliğine." "Nine ben size benziyormuĢum, değil mi?" "Evet kızım, ikimiz de ilk ninemize, yani ilk Süheyla'ya benziyoruz. Yani öyleymiĢ. Benim ninem anlatırdı. Tabii o ilk ninemizi ve dillere destan güzelliğini bizzat görmüĢtü." "Nineciğim, derslerimi bitirirsem ve de uslu bir kız olursam bana o hikâyeyi anlatır mısın?" "Sen hep uslu kız oldun. Derslerini bitir. Faruk'u da al. Belki geçmiĢini o da bilmek isteyecektir. Zira geçmiĢini bilmeyenler, geleceğe doğru yoldan yürüyemez, doğru kararlar alamazlar." "Neyi bileceğiz nine?" "Nereden gelip, nereye gittiğimizi... Yani gideceğimiz cihetin seçimini doğru yapmayı." Hümeyra pek anlayama- <5" mıĢtı. "Cihet ne büyük nine?" "Yön. Hangi yöne gittiğimizi bilmek... " "Nine pusula var ya, yönümüzü kolayca bulabiliriz." Büyük nine güldü. "Öyle yön değil yavrum. Gelecekleri hakkında doğru karar vermek, kiĢiliklerimizin doğru geliĢmesini sağlamak için." Büyük nine yorulmuĢ gibiydi. Derin bir nefes aldı. "Tamam SarmaĢık Gülü, bu kadar soru yeter. Beni Ģimdiden yorma!" Hümeyra anladığı kadarı ile yetinmek zorundaydı. Ġtiraz etmeden, kapıya doğru yürürken, neĢe içinde; "Nineciğim, akĢam yemeğinden sonra görüĢürüz," dedi. "Tamam yavrum." Büyüknine, bu yaĢına rağmen hala güzel ve zarif bir kadındı. Osmanlı kültürü ile donanmıĢ bir Avrupalı gibiydi. Büyüknine yine sallanan koltuğuna oturmuĢtu. Faruk ile Hümeyra ise pencerenin önündeki 16. yüzyıldan kalma koyu mor berjer koltuklara oturmuĢ, dikkatle ninelerine bakıyorlardı. Hümeyra dayanamadı: "Nineciğim, sizi bekliyoruz." Büyüknine koltuğuna iyice yaslandı. Bir müddet düĢündü. Nereden baĢlaması gerektiğine karar vermeye çalıĢıyordu. Bu hikâyeyi anlatma iĢi, büyüknineyi bayağı heyecanlandırmıĢ ve mutlu etmiĢti. Yalnızlığa mahkûm olan bütün yaĢlılar gibi, kendini heyecanla dinleyecek birilerini bulmanın mutluluğunu yaĢıyordu. Derin bir nefes aldı. "Ben üçüncü kuĢaktan, anneniz Süheyla, yani benim torunum da beĢinci kuĢaktan Cezayirli Hasan PaĢanın (sonradan Kaptan-ı Derya ve sadrazam olmuĢtur) ve Ayvalık'ta çok sevilen papaz Ġkomo'nun yeğeninin torunlarıyız. Yani Rum ve Osmanlı karıĢımı bir kökenimiz var. Bundan iki yüz yıl evvel, Kedonia, yani Ayvalık ve çevresindeki adalar, Bizans Ġmparatorluğuna bağlıydı. O dönemde korsanların baskısı ve saldırıları altında kalmıĢ halk, bu yöreleri boĢaltarak göç etmiĢti. Osmanlılar buraya yerleĢtikten sonra, ilk önce korsan sorununu çözerek, halkın Ayvalık'a ve adalara geri dönmesini sağlamıĢtı. Ayvalık'ta, hem Müslüman halk, hem de Hıristiyanlar huzur içinde ve emniyette yaĢamaya baĢlamıĢ, Osmanlı yönetimine sevgi ve bağlılık duymuĢlardır. Müslüman olmadığı halde, her iki cemaat tarafından sevilen, sayılan bir insan vardı; herkese sevgi gösteren, dertlerine derman olan Papaz Ġkomo. Papaz Ġkomo, Ayvahk'ın geliĢmesinde büyük rol oynamıĢ. Rivayete göre Ġkomo'nun kız kardeĢi ve ailesi korsanlar tarafından öldürülmüĢ, beĢ kiĢilik aileden sadece üç yaĢında bir kız çocuğu kurtulmuĢtu. îkomo bu küçük kızın, yani yeğeninin bakımını üstüne almıĢ, onu eğitmiĢ, büyütmüĢtü. Güzelliği dillere destan olan Helena yirmi bir yaĢına gelmiĢti. Hâlâ dayısı ile beraber yaĢamakta, onu bir baba gibi sevmekteydi. O da kendisini dayısı gibi dine adamayı, bir manastıra kapanmayı düĢünüyordu." Hümeyra bu söylenenlerin bir kısmını anlamıyordu. Yine de hikâyeyi merak ediyor, sabırla dinliyordu. Büyüknine gözlerini pencereye doğru dikmiĢti. Çocuklara bakmıyordu. Ġçinde yakamozlar oluĢmuĢ Ege denizine dalmıĢtı. Neredeyse bir asır önceki bu olayları anlatmıyor, adeta yaĢıyor gibiydi. Nine heyecanla devam etti. "Ġkomo'nun ç"k güzel bir çiftliği vardı. . ^^zılarına göre Ayvalık'tan Sarımsaklıya doğru giderken sol tarafta denizden iki üç kilometre içeride; bazı kimselere göre de Kozak yaylası ile Gömeç arasında. Belki de her iki yerde de. Biz Çamlık tarafındakini görebildik. Ġkomo, yeğeni Helena ve birkaç yardımcısı ile bu çiftlikte yaĢarmıĢ. 1770 yılı Mart ayının on dördüncü günüydü. Ayvalık ve yöresi çok kuvvetli bir rüzgâr ve sağanak yağmur altındaydı. Rüzgâr, Ġkomonun çiftlik evindeki kapalı panjurları yerinden sökecek kadar sarsıyordu. Çiftlikteki ağaçlar sanki yere kadar yatıp kalkıyordu. Gökten yağan yağmur damlaları değil de, binlerce kovadan boĢaltılan su gibiydi. Rüzgârın uğultusu, yağmurun sesi ürpertici bir gürültü çıkarıyordu. Ayvalık yöresinin yağmurları asla sakin olmaz. Rüzgârı da öyle... Bir baĢladı mı, günlerce devam eder. Çiftlik evinin içinde ise hayat çok daha sakin görünüyordu. Herkes uyuyordu. Geceyarısını çoktan geçmiĢti. Çiftliğin bekçisi Yorgi, Ġkomonun yatak odasının kapısını ısrarla vurmaya baĢladı. Ġkomo, baĢında beyaz takkesi ve uzun beyaz geceliği ile yatağından fırladı. "Ne oluyor Yorgi? Ne var? Helena'ya mı bir Ģey oldu7" "Hayır Peder, hayır. Üç atlı geldi. Birisi yaralıymıĢ. Geceyi burada geçirmek için sizden izin istiyorlar," dedi. Ġkomo biraz düĢündü. "Yorgi, al onları içeri. Bir insan ve de bir din adamı olarak, bizden yardım isteyen kim olursa olsun geri çevirenleyiz, değil mi?" Yorgi cevabın böyle olacağını biliyordu ama yine de yüzünü buruĢturdu. Böyle her önüne gelen yabancının içeriye alınması tehlikeliydi. Hem kim bilir niye yaralanmıĢtı? Belki soyguncuydu. Belki katildi. Bunları düĢüne düĢüne adamların yanma yaklaĢtı. "Buyurun, Peder sizi misafir etmeyi kabul etti." Ġki adam hemen attan atlayıp, yaralı arkadaĢlarını yere indirdiler. Zifiri karanlıkta hareketleri zor fark ediliyordu. Hemen evin kapısından girdiler. Ġkomo beyaz geceliğini çıkarıp, papaz kıyafetini giymiĢ ve misafirleri karĢılamak için evin giriĢine çıkmıĢtı. "Buyurun efendiler. Sizi Ģu sıcak odaya alalım. Yorgi, sen de sobaya yeni kütükler at. Misafirlerimize giyecek bir Ģeyler bulmalısın! Ve tabii yiyecek de getirin. Bak sırılsıklam olmuĢlar. Marta'ya da söyle ıhlamur kaynatsın." Odada sobanın baĢına geçen adamlardan biri, ayakta durmakta zorlanıyordu. Uzun sedirin köĢesine yığılırcası-na oturdu. Gözleri kapanmak üzere idi. Ġkomo büyük bir dikkatle adamları inceliyordu. "Yaralı olan sizsiniz galiba?" Adam zorlukla "Evet," dedi. Ve sedire boylu boyunca yattı. Ġkomo kucağında odunlarla odaya giren Yorgi'ye döndü. "Yorgi! Ben odunları sobaya atarım, sen Heiena'yı uyandır. Misafirimizin biri yaralı. Gereken malzemeleri alıp, gelsin." Yorgi yine ağzının içinde bir Ģeyler söyleyerek odadan çıktı. Ġkomo Yorgi'nin bu söylenmelerine alıĢkındı. Söylense de görevini iyi yapan bir hizmetkârdı ve yıllardır kendisine büyük bir bağlılıkla hizmet ediyordu. Helena da yataktan büyük bir ĢaĢkınlık içinde kalkmıĢ, acele ile sırtına kapalı ve eteği uzun bir elbise geçirmiĢti. Odanın sağ duvarında asılı olan ve üzerinde haç resmi bulunan tahta kutunun kapağını açtı. Ġçinden iki ĢiĢe, biraz pamuk ve beyaz, ince uzun bezler aldı. Yorgi'nin arka- sından, oturma odası diye kullandıkları büyük oday rüdü. Odadan içeriye girdiğinde, dayısı sedirde yatan adamın baĢında Ġncil'den bir Ģeyler okuyordu. Adamın gözleri yarı kapalıydı. Hızla sedire yaklaĢtı. meye fırsat bulamadan, sobanın çevresinde ısınmaya çalı- "Yarası neresinde dayı?"diye dedi. Ģan adamlardan kısa boylusu "sol Helena elindekileri dayısına uzattı. Yabancı adamın mintanının düğmelerini çözdü. Adam kendinde değildi. Hiçbir tepki vermiyordu. Sol omzunun altı mora kaçan kırmızı renkteydi. AteĢ gibi yanıyordu ve ĢiĢmiĢti. Neredeyse patlayacak kadar ĢiĢti. Yara iltihaplanmıĢ ve oldukça geniĢ bir bölgeye yayılmıĢtı. Üzerinde küçük bir nohut büyüklüğünde açık san renkte bir baĢ oluĢmuĢtu. Helena "Esas yara yeri burası olmalı" diye düĢündü. DehĢet içinde, sobanın baĢındaki adamlara döndü. "Bu zavallı, bu hali ile buralara kadar nasıl, nereden geldi? Ve bu yara neden bu kadar ihmal edildi?" Helena cevabı beklemeden dayısına bakarak, "Dayı, bu benim iĢim değil. Hekim gerek," dedi. Ġkomo pencereden dıĢarı baktı. "Kızım Ģu havaya bak! Kim dıĢarı çıkabilir? Ġhtiyar hekimimiz bu havada buraya nasıl gelebilir? Sen elinden geleni yap! Sabaha inĢallah hava durulur. Hekim de getirti-rız. Helena Yorgi'ye döndü. "Yorgi Marta'ya söyle ince bir bıçağın ucunu iyice yaksın. Büyük cezvelerden birine taze kurutulmuĢ kekikten bolca koyarak kaynatsın. Ve bana çok temiz bezlerle beraber tütün kolonyası da alarak getirsin." Sonra dayısına O döndü. "Dayı, eczacı Spiro'nun yaptığı toz ilaçtan var mı?" Ġkomo kapıya doğru hareket ederken, "Olacak," dedi. Marta istenilenleri bir tepsinin içine koymuĢ, getirmiĢti. Helena, "Marta onları yakınıma getir! Sen de bana yardım et! "Ben, ben yapamam Helena! Korkarım, yaraya hiç ba kamam." Ġkomo atıldı: <5" "Tamam, Marta sen bir çorba ve ıhlamur hazırla! Ben yardım ederim." Sobanın baĢındaki iki adam, söylenenleri dikkatle dinliyor ama hiçbir Ģey söylemiyorlardı. Helena temiz bez üzerine döktüğü tütün kolonyası ile yarayı ve çevresini birkaç defa sildi. Sonra yaranın üzerine kekik suyunu döktü. AteĢte yanmıĢ bıçağı aldı ve yaranın uç kısmını bıçağın ucu ile kaldırdı. Adam derinden inliyordu. Ġnilti sesi de kesildi. BayılmıĢtı. Helena adama hiç bakmıyordu. Yüzündeki acıyı görürse, iĢine devam edemeyeceğini düĢünüyordu. Temiz bir bezi yaranın üzerine örttü ve iki elinin baĢparmakları ile yarayı sıkıĢtırdı. Bir müddet sonra cerahat, bezi ıslatmıĢtı. Bu hareketi birkaç defa tekrar etti. Sonra yine tütün kolonyası ve kekik suyu ile sildi. Temiz bir bezi birkaç kat katlayıp, yaranın üzerine koydu. Ve sımsıkı bağladı. Adam öylece yatıyordu. Helena, "Bana bir tatlı kaĢığı verin!" dedi. Yorgi koĢarak, mutfaktan bir tatlı kaĢığı getirdi. Helena yarım çay bardağı kadar kalmıĢ olan kekik suyuna, eczacı Spiro'nun toz ilacından koydu. Helena yaralı adama ilacı kaĢık ile içirmeye uğraĢıyordu ama boĢuna... Çünkü ağzını açmıyor-^ du, tkomo zorla adamın ağzını açtı. Helena da kaĢık kaĢık ilaçlı kekik suyunu içirdi. Sonra dayısına dönerek, "Dayı bu kekik suyunu beĢ, altı saatte bir içirmeliyiz. Yani kahvaltıdan sonra, ben veririm yine. Marta sen biraz daha kekik suyu hazırla! Mutfakta dursun." Odanın içi mis gibi kekik kokmuĢtu. Ikomo, "Diğer misafirlerimize de yer yatağı yapın,"dedi. Sonra hâlâ sobanın çevresinden ayrılamayan adamla ra dönerek, "ArkadaĢınız büyük bir ihtimalle sabaha kadar uyanmayacaktır. Siz de birer kâse sıcak çorba için sonra uyuyun. Aç acına uyunmaz. Aksi bir Ģey olursa, Yorgi ile Marta'nın odası hemen mutfağın karĢısında. Onlara haber verin. Onlar gerekeni yaparlar. Hadi bakalım geceniz hayrolsun!" Sonra ayakta konuĢmasının bitmesini bekleyen Helena'ya dönerek, "Sağ ol, kızım. Sen olmasan ben ne yapardım? Hadi artık odana git ve uyu." Helena "Ġyi geceler," diyerek odadan çıktı. Misafirler günlerdir çektikleri sıkıntıdan sonra baygın bir halde uyumuĢlardı. Ama Ġkomo'nun çiftliğindeki insanlar, uzun süre o gece yaĢananları düĢündüler. Hele Helena yaralı adamın kim olduğunu çok merak etmiĢti. YaĢı belli olmayan bu adam oldukça yakıĢıklı ve tuhaftı ama o hali ile bile üst tabakadan biri gibi görünüyordu. Kimdiler? Niye yaralanmıĢtı? Nereden gelip, nereye gidiyorlardı? Helena gün ıĢırken uyuya kalmıĢtı. Birden sıçradı. Acaba ne kadar uyumuĢtu? Yaralı adama kekik suyu içir-meli ve durumuna bakmalıydı. Perdenin ucunu kaldırdı. Her taraf aydınlıktı. GüneĢ pırıl pırıldı. Rüzgâr hafif- Q^ lemiĢti. Manzara o kadar güzeldi ki, "KeĢke iĢim olmasaydı da biraz seyretseydim" diye düĢündü. Yağmur suyu ile yıkanan ağaçlar, çiçekler daha koyu renkte ve parlak gözüküyordu. Çevre tertemizdi. Birden içinde bir ferahlama hissetti. GüneĢ onun kalbine de doğmuĢtu. "Eğer hasta iyi değilse, bugün hekim de getirebiliriz," diye düĢündü. -Dolabını açtı. Uzun, ayak bilekler^ne^oğru geniĢleyen bir etek, üzerine de yeĢil, dik yakalı, kapalı bir buluz seçti. Derli toplu olmalıydı. Neticede tedavi etmeye ça- lıĢtığı genç bir adamdı ve Müslüman'dı. Acele ile giyindi. Bir an "saçlarımı toplasam," diye düĢündü. Sonra vazgeçti. Çünkü çok zaman kaybedecekti. Saçları çok gürdü, hafif dalgalarla beline kadar iniyordu. Açık kumral renkteydi. GüneĢ ıĢığı altında, yer yer saman sarısı gibi duruyordu. Üzerindeki bluzun koyu yeĢili, açık yeĢil gözleri ile tuhaf bir uyum oluĢturuyor ve kızın yüzüne bir cazibe, bir gizem katıyordu. Teni açık renk ve parlaktı. Dudakları dolgun, boyanmıĢ kadar renkliydi. Sağ yanağında derin bir gamze vardı. Uzun kirpikleri ve henüz el değmediği halde kusursuz muntazam kaĢları ile Helena gerçekten çok güzeldi. Gerçek demek galiba yanlıĢ oluyordu. Gerçekten ziyade hayal gibiydi. Orta boyluydu ve çok muntazam hatlı, dipdiri, taze bir vücuda sahipti. Önce hızla mutfağa girdi. Marta kuzinenin baĢında bir Ģeyler yapıyordu. "iyi sabahlar, Marta! Kekik suyu nerede?" Marta Helena'ya yüzünü döndü. "Bak, Ģu tencerenin yanında. Niye bu kadar telaĢlı ve bu kadar güzelsin?" Helena güldü. "TelaĢlı olduğum kesin ama güzel miyim bilmiyorum. Çünkü henüz aynaya bakmadım." Marta'ya cevap verirken mutfaktan çıkmıĢtı. Oturma odasının kapısını hafifçe vurdu, içeriden dayısı cevap verdi "Girebilirsiniz." Helena içeriye girdiğinde, yaralı adamın arkadaĢları yere oturmuĢ, Martanın tepsi içinde getirdiğ kahvaltılıkları yiyorlardı. Helena, "iyi sabahlar!" dedi ve hastasına doğru döndü. Bir çift siyaha yakın yeĢil göz kendisine b kıyordu. Helena bir an durakladı. Öylece adama bakıyor du. Adam hafifçe gülümsedi. Sonra yavaĢ, yavaĢ gülümse mesi kayboldu. a- "iyi sabahlar, küçük hanım," dedi ve devam etti. "Dün geceki kurtarıcım sizdiniz demek." Helena hâlâ öylece duruyordu, tkomo araya girdi. "Helena buradaki birçok insanın kurtarıcısıdır. KeĢke memleketimizde kızlar için de tahsil yapma imkânı olsaydı da Helena'ya tıp tahsili yaptırabilseydim. Çok yetenekli," dedi. "Demek güzel yeğeninizin adı Helena. Küçükhanım tekrar tekrar size minnettar olduğumu söylemeliyim. Hayatımı kurtardınız," dedi adam. Helena hala konuĢmuyordu. Elleri titremeye baĢlamıĢtı. Adamın yanına yaklaĢıp, elindeki gripin karıĢtırılmıĢ kekik suyunu uzattı. "Bunu içmelisinizl'dedi. Gözleri yaralı adamın gözlerine takılmıĢtı sanki. Adamın gözlerinde büyük bir hayranlık vardı. Bu güne kadar bu kadar güzel bir kadın görmemiĢti. Bir yandan da "Sanki çok kadın gördüm de... Anam, bacım bir de yüzünü dahi görmeden evlendirildiğim zevcem." diye düĢünüyordu. Sonra Helena'ya döndü: "Güzel hekimim ne derse onu yapacağım. Bir gecede mucizeler yaratan bir hekimin sözü nasıl dinlenmez?" Helena elinde boĢ bardakla, acele içinde odadan çıkıp, mutfağa doğru yürüdü, içinde tuhaf kıpırdanmalar, yü- zünde ateĢ vardı. "Hastalanıyor muyum? Hemen bir Ģeyler yiyip, bir gripin de ben almalıyım" diye düĢündü. O gün misafirlerinin geldiğinin üçüncü günüydü. Yaralı adam gittikçe iyileĢiyordu. Helena pansumanını ya- ların da olduğunu gördü. Adam ile mümkün olduğu kadar az konuĢuyordu. Ama her seferinde heyecanlanıyor, içindeki o kıpırdanmalar baĢlıyor, vücut ısısı yükseliyordu. parken, vücudunda baĢka Mutfakta dayısı tkomo ile beraber öğlen yemeği yiyen Helena sordu; "Dayı bunlar neyin nesi imiĢ? Adamın vücudunda baĢka yara izleri de var. Bu, bir tek kurĢun yarası değil" dedi. Ġkomo baĢını sallayarak, "Haklısın, bunlar Ġzmir yakınlarında balıkçılık yapıyorlarmıĢ. Biliyorsun korsan konusu tam olarak halledilemedi. Korsanların baskınına uğramıĢlar. Tekneleri devrilmiĢ. Kayalara çarpmıĢlar, bu arada da bir kurĢun yarası almıĢ. Öteki adamların da ufak tefek yaraları var." Helena düĢünüyordu. Sonra dayısının gözlerinin içine bakarak: "Dayı, yaralanma Ģekli böyle olabilir ama bu adam asla bir balıkçı olamaz. Diğerleri belki." Ġkomo endiĢeli bir ses ile, "Bence de öyle. Bakalım, zaman içinde çözümlenmeyen bir Ģey yoktur. Doğrusu neyse öğreneceğiz" dedi. Aradan on beĢ gün geçmesine rağmen, adamlarda gitmek ile ilgili ne bir hareket, ne de bir söz vardı. Helena adamı her görüĢünde daha çok heyecanlanmaya, iyice etkisi altında kalmaya baĢlamıĢtı. Doğru dürüst yüzüne bakamıyor, yanından hemen uzaklaĢıyordu. Ama beĢ dakika geçmeden yine adamın yanında olabilmek için bir bahane yaratıyordu. Adamlar hakkında bildikleri, ilk günlerde Ġkomo ile adının Süleyman olduğunu söyleyen yaralı adam, sık sık uzun sohbetler yapıyordu. Helena'nın dikkatini çeken bir Ģey daha vardı. Süleyman Ağanın yanındaki adamlar, ona asla bir balıkçı veya aynı seviyede bir arkadaĢ gibi davranmıyorlardı. Süleyman Ağaya, maiyetindeki iki insanmıĢ gibi hürmet ediyorlar, isteklerini emir telakki ediyorlardı. öğrendikleri ile sınırlıydı. Süleyman Ağa, Türk kahvesini yudumlarken sordu: "Peder, bizim Müslüman olduğumuz aĢikâr. Günlerdir evinde misafir ediyorsun. Sadece anlattıklarımızla yetinip, baĢka sual sormuyorsun. Bu kadar büyük yürekli nasıl olabiliyorsun?" "Bak Süleyman Ağa, ben Katolik bir din adamıyım. Bütün dinlerin kutsallığına inanırım. Sadece doğruya varıĢ yolları ayrı ayrıdır. Peygamberlerin geliĢ tarihine ve çıktıkları toplumun özelliklerine göre, Tanrı tarafından buyruklar gönderilmiĢtir. En son gönderilen din Müslümanlık olduğuna göre, en çağdaĢ olanı da o olmalı. Ama Katolikler Katolik doğar, Katolik ölür. Ayrıca bu topraklar Osmanlı'ya geçtikten sonra, birçok sorunla beraber, korsan sorunu da çözülmüĢ, buraları terk eden herkes toprağına dönmüĢ, huzur içinde bir arada yaĢamaya baĢlamıĢtır. Ben ve halkım, Osmanlılardan bir kötülük görmedik. Zaten baĢtaki krallar, kraliçeler veya devlet büyükleri olmasa, bütün dünya insanları birbiriyle daha kardeĢçe iliĢkiler içinde olacak. Siyaset denen Ģey, iğrenç bir yapıya sahip. Ben Müslümanları da kendi halkım kadar severim ve yardımlarına koĢarım. Yeter ki iyi, insan gibi insan olsunlar." "Peki bizim insan gibi insan olduğumuzu nereden bi- "Ben gördüğüm, bana ihtiyacı olan her insanı, iyi kabul eder, yardım ederim. Sonunda iyi çıkmazsa, bu da onun sorunudur. Ġleride hesabını Tanrıya kendiûjvere-cektir. Ama insanların vicdanlı olması ve ilk hesabı vicdanlarına karĢı vermesi tercihimdir. O zaman fazla yanlıĢ Süleyman ağa uzun süre düĢündü. Sonra Ġkomo'nun gözlerinin içine bakarak: "ġimdoArbu kadar çeĢitli insa- liyorsunuz?" yapmazlar. Bile bile kötülüğü ise nın sana neden bu kadar güvendiğini çok daha iyi anlıyorum. Ayrıca yeğeninizi de çok iyi büyütmüĢsünüz. Bu güne kadar bu kadar terbiyeli, becerikli ve de, itiraf etmeliyim, güzel bir genç kız görmemiĢtim" dedi ve ilave etti, "Muhterem peder, evinizde biraz daha kalmamız gerekebilir. Sonra verdiğimiz zararı fazlası ile telafi ederiz. Bana inanabilirsiniz. ġimdi biraz uzanmak istiyorum, müsaadenizle" diyerek ayağa kalktı. Ġkomo arkasından uzun süre baktı "Bu kesinlikle balıkçı falan değil" diyerek, baĢım iki tarafa salladı. "Bakalım arkasından ne çıkacak? Allah sonunu hayır etsin" deyip, odasına doğru yürüdü. Bir sabah Helena oturma odasına girdiğinde, Süleyman ağa yalnızdı. Sedirde oturmuĢ, derin düĢüncelere dalmıĢtı. Helena, "Ġyi sabahlar" dedi. Süleyman Ağa yerinden kalktı. "Buyurun güzel hekimim. Beni kontrol mü edeceksiniz?" Helena gülümsedi, "Artık kontrol etmeme gerek yok. Hiçbir Ģeyiniz kalmadı." Süleyman ağanın yüzünden bir keder bulutu geçti. <5" "Yani bana iki yol gözüktü. Ya çekip gitmeliyim, ya da ye- Q> rbciirhi niden bir kurĢun yarası almalıyım. Ben ikinci yolu terci ederim. Ne yazık ki buralarda bana kurĢun sıkacak biri yok." Helena kıpkırmızı olmuĢtu. Ġki yol da kabul edilir gibi değildi. Yabancının yaralanması da, gitmesi de Helena'yı çok üzecekti. BaĢka bir ihtimal de yoktu. Helena ikinci yol ile kendisine anlatılmak isteneni anlamıĢtı. EndiĢe dolu gözlerini, Süleyman ağadan kaçırarak, "Acele gitmeliyim. Mutfakta iĢlerim var" diyerek odadan çıktı. Kalbi yerinden çıkacakmıĢ gibi çarpıyordu. Hızla mutfağa girdi. Duvara yaslanarak sağ eli ile kalbine bastırdı. AkĢam yemeğinden sonra Süleyman Ağa, Peder Ġkomo'ya hususi görüĢmek isteğinde bulundu. Oturma odasında yalnızdılar. ĠVlarta'nın getirdiği kahveleri içiyorlardı. Süleyman ağa, "Sevgili Peder, sizinle açık konuĢmanın zamanı geldi de geçti bile. Böyle sahte bir kiĢilik içinde dolaĢmak beni fazlası ile muzdarip ediyor." Peder hiçbir Ģey söylemeden, dikkatle dinliyordu. Süleyman ağa devam etti, "Ben ne balıkçıyım, ne de adım Süleyman. Adım Hasan. Bir Osmanlı paĢasıyım. Belki duymuĢsunuzdur. Cezayir'li Hasan PaĢa." Peder hemen ayağa kalktı. "Balıkçı olmadığınızı biliyordum ama bir Osmanlı paĢası olacağınızı da hiç düĢünmemiĢtim. Bir kusurumuz olduysa affola paĢam," dedi. Hasan PaĢa gülerek, "Af dileyecek olan biziz. Sizi yorduk ve tereddütler içinde kalmanıza sebep olduk. Peder, ben ÇeĢme yakınlarındaki koyun adası civarında Rus gemileri ile çarpıĢıyordum. Hem onların, hem bizim gemilerimiz alev aldı. Alabora olduk. ÇarpıĢma içindeydik. O arada göğsüme de bir kurĢun yemiĢtim. Denizin derinliklerine gömüldük. Suyun yüzüne çıkacak gücüm yoktu. Neyse sonuçta gördüğünüz bu iki adam tarafından kurtarıldım. Leventlerimin hemen hepsi Ģehit düĢmüĢler, Ege'nin sularına gömülmüĢlerdi... Rus gemileri çarpıĢamayacak durumda olmalılar ki hemen uzaklaĢmıĢlardı. Bu çarpıĢmadan sonraki görevim, Çanakkale'de idi. En geç yaz ortalarında orada olmam gerekli. Ama bu adamlardan baĢka tek levendim yok. Sizden bana yardımcı olmanızı ve yeniden leventler bularak, beni Çanakkale'ye ulaĢtırmanızı rica ediyorum." Peder îkomo çok ĢaĢkındı. Bir Osmanlı paĢasına asker toplamak ve savaĢması için Çanakkale'ye gitmesinde yardımcı olmak... Ayağa kalktı. Çok düĢünceliydi. "PaĢam biraz zaman rica edebilir miyim? DüĢünmeliyim. Emrinizi yerine getirecek gücümün olup olmadığını tartınalıyım." Hasan PaĢa gülerek, "Bunlar asla emir değildi. Güvenilir bir dosttan yardım talebi diye telakki ediniz. Tabii istediğiniz kadar düĢünebilirsiniz. Ricamın kolay bir Ģey olmadığını biliyorum," dedi. Hasan PaĢa bütün endiĢelerine rağmen, rahatlamıĢtı. Ekmeğini yediği bu misafirperver insanları aldatmak, dürüst karakterine ters düĢüyordu. Yüreğinde ise buruk bir acı vardı. Bu konuĢma, burada kalıĢ süresinin sonlanma-ya baĢladığı andı. O güzeller güzeli Helena'yı bırakıp gidecekti. Her gece saatlerce onu düĢünüyor, yatağından fırlayıp, "Seni çılgınca seviyorum. Benimle evlen ve Ġstanbul'a gel!" dememek için kendini zor tutuyordu. Çünkü sadece benimle evlen demesi doğru değildi. Bu teklifin doğrusu "Senden oldukça yaĢlıyım ve evliyim. Bütün bunlara rağmen, benim ikinci karım olur musun?"olmalıydı. Bir Katoliğin ikinci kadın olması imkânsızdı. O, bunu kabul edemezdi. Bunları düĢünerek oturma odasına girdi. Ġki le- lar. PaĢa eli ile oturmalarını iĢaret etti. "Nihayet söyledim." vent odada konuĢuyorlardı. PaĢayı görünce ayağa kalktı Uzun boylu olanı telaĢla sordu, "Peki kabul etti mi?" "Biraz düĢünmesi gerektiğini söyledi." Adam bozulmuĢtu."Ne demek! Sizin gibi bir PaĢanın emirlerini yerine getirmek için düĢünmek de ne oluyormuĢ?" "Bre Kemal! Adamdan bir kilo pirinç istemiyoruz. SavaĢmak için yanımıza adam istiyoruz. Ölüme gelmeyi kabul edecekler. Kolay mı zannedersin?" dedi Hasan PaĢa. Uzun boylu pos bıyıklı adamda yerinden kalkmıĢtı. Bir an öylece durdu. Bir Ģey söylemek istiyordu ama vazgeçti. "PaĢam, biz Ayvalık'a kadar bir inelim. Nabız da yok-lamıĢ oluruz. "Tamam Hakkı, ben de biraz istirahat etmeliyim." Hasan PaĢa dinlenmek yerine odada bir aĢağı bir yukarı dolaĢıyordu. Kafasını önündeki muharebeye ve bulması gereken leventlere vermek istiyordu ama bir türlü Helena'yı düĢünmekten kendini alamıyordu. Bir ara gözü duvarda asılı aynaya iliĢti. Uzun süre baktı. YaĢını hiç göstermiyordu. Dinç ve yakıĢıklı bir adam sayılırdı. "KeĢke beni paĢa kıyafetlerimle görseydi" diye düĢündü. Sonra yüzünü buruĢturdu. "Utan be! Koskoca paĢa olacaksın. Toy oğlanlar gibi âĢık olmak sana yakıĢıyor mu?" Sonra elini kalbinin üzerine koydu. "PaĢa ol! PadiĢah ol! Bu merede söz geçmiyor ki" dedi. Aslında Peder îkomo çok daha zor durumda idi. Birincisi o kadar levendi bir araya getirmek çok zor, hatta imkânsız bir iĢti. Ġkincisi ve en zoru da bu insanlar, muhakkak ki Hıristiyanlara karĢı savaĢacağı gerçeğiydi. Bunlar, ilk etapta Ruslardı. Bundan sonrası ise her türlü Hıristiyan millet olabilirdi. Çevresinde yaĢayan ve kendisine saygı duyan, inanan Hıristiyanlar bu durumu kabullenmekte çok zorlanacaklardı. Kendileri bir Osmanlı tandaĢı da olsa, bu vatanı savunmak kendi görevleri de yılsa, gene de zor bir teklifle karĢı karĢıya idi. <5" Peder kendi odasında Ayvalık'ın eĢsiz gurubuna gözlerini dikmiĢ, düĢünüyordu. Aslında gurubu falan gördüğü yoktu. Helena'nın içeriye girdiğini bile fark etmemiĢti. "Çok güzel değil mi? Gerçekten Ģahane bir tablo gibi. Kırmızıdan baĢlamıĢ, pembe ve eflâtunun bütün tonlarına boyanmıĢ bir gökyüzü. Ben baĢka bir memleket görmedim ama, Ayvalık'taki gibi bir gurubun hiçbir yerde olmadığını söylüyorlar." Ġkomo yavaĢ yavaĢ yeğenine döndü. Yüzünde, ne söylediğini anlamıyorum, der gibi bir ifade vardı. Helena, "Guruptan bahsediyorum, ama siz çok düĢünceli görünüyorsunuz. Canınızı sıkan bir Ģey mi oldu?" "Otur kızım! Otur da biraz konuĢalım." Helena yüzünde büyük bir merakla dayısının yanma oturdu. Ġkomo nasıl baĢlayacağını düĢünüyordu. Nihayet, "Helena, balıkçı Süleyman aslında bir Osmanlı paĢasıy-mıĢ." diyebildi. Helena "Neee!"diye ayağa kalktı. "Otur kızım, dahası var," diyerek Cezayir'i! Hasan PaĢa ile arasında geçen konuĢmayı anlatmaya baĢladı. Fakat Helena onu dinlemiyordu. Gözleri dolu doluydu. Bir noktaya bakıyor ve konuĢmuyordu. Kafasında çınlayan tek bir ses vardı. "Yakında gidecek! Yakında gidecek! Bir Osmanlı paĢası asla burada daha fazla kalamaz," diye tekrarlayıp duruyordu. Yüzü sapsarı olmuĢtu. Eli ile de eteğinin bir ucunu kavramıĢ, sıkıĢtırıp duruyordu. "Helena, hasta mısın? Sapsarı oldun kızım." Helgna ayağa kalktı. "Biraz midem bulanıyor, dayı, gidip kendime bir nane limon yapayım. ĠĢimiz çok zor, Allah yardımcımız olsun." Ġkomo güzel yeğeninin arkasından bakarak bu hali sa dece iĢimizin.zor olmasından mı kaynaklanıyor? Yoksa baĢ ka bir durum mu var? diye geçirdi içinden, ikomo Ģimdi çok daha üzgündü. Eğer düĢündükleri doğruysa, çok daha büyük bir çıkmazın içine girmiĢlerdi. Helena mutfakta epeyce oyalandı. Marta'ya akĢam yemeği yemeyeceğini söyleyerek mutfaktan çıktı. Hızlı adımlarla odasına doğru yürüdü. Kimse ile karĢılaĢmak, konuĢmak istemiyordu. Özellikle de PaĢa ile. Yatağının baĢucunda duran 16. yüzyıldan kalma konsolun üzerindeki bordo renkli lambayı yaktı. Ġyice kıstı. DıĢarıdan vuran dolunay, lambadan çok daha fazla ıĢık veriyordu. Tekrar lambanın yanma gelip, kuvvetlice üfledi. Yatağının üzerine yüzükoyun yattı. Gözlerinden yaĢlar birer çizgi halinde akıyor, annesinden kalma yatak örtüsünü ıslatıyordu. Ne kadar bu Ģekilde yattı, gözlerinden ne kadar yaĢ aktı, bilmiyordu. Bir insanın gözlerinde bu kadar yaĢ olabilir miydi? Onu da bilmiyordu. Kapısının hafifçe vurulduğunu duydu. Birden ayağa fırladı. Saatin kaç olduğunu bilmiyordu ama çok zaman geçtiğinin farkındaydı. Kapının arkasına kadar geldi. Kısık bir sesle, "Kim o?" diye sordu. "Benim matmazel Helena. Ben, Hasan PaĢa" Helena'nın bacakları birbirine çarpmaya, kalbi büyük bir gürültü ile atmaya baĢladı. Yine göğsünü sıkıca bastırarak, "Hayrola paĢam, hasta mısınız?" deyiverdi. PaĢa zor anlaĢılacak kadar kısık bir sesle konuĢuyordu. "Eh bir nevi öyle sayılırım. Matmazel, rica ediyorum kapıyı açın. Benden size zarar gelmez. Size bir sor oru sorup, cevabını bizzat almam gerek. Yoksa bir ömür boyu bunun için üzüntü ve piĢmanlık duyabilirim." Helena yavaĢça kapıyı araladı. "Girin paĢam" diyerek k_ / Pencereden vuran dolunayın ıĢığı altında, vücutlarının bir kısmı aydınlık, bir kısmı karanlıktı. OynaĢan ay ıĢığının altında tam olarak seçilemeyen bu iki bedenin, iki âĢık olduğu anlaĢılıyordu. Nasıl mı? Bunu anlamak zordu. Bu da aĢkın çözümlenemeyen tılsımlarından biriydi galiba. PaĢa Helena'ye doğru yaklaĢtı, elini uzatıp, Helena'nın fil-diĢinden yapılmıĢ kadar güzel ve pürüzsüz, pamuk kadar yumuĢak ellerini sıcacık ellerinin içine aldı. "Helena, ben dest-i izdivacınıza talibim. Böyle bir evlenme teklifi, bizim ananelerimize hiç uygun değildir. Hele bir paĢa olarak bana hiç uygun düĢmüyor. Ben böyle bir sevda yaĢamadım. Seni tanıdıktan sonra, sensiz bir hayata dayanamayacağımı anladım. Bu teklifi yapmam Ģarttı. Yoksa cevabını bilemediğim bu soru beni ömür boyu huzursuz edecekti." Helena biraz durdu. PaĢanın ilk cümlesini kavrayamamıĢtı ama, sonraki cümlelerinden bunun bir evlenme teklifi olduğunu anlamıĢtı. DüĢünüyordu. PaĢa genç değildi. YakıĢıklıydı, ünlüydü. Evli olmaması garipti. "PaĢam siz evli değilsiniz, değil mi?" Hasan PaĢa baĢını önüne eğdi. "Ne yazık ki evliyim. Bir Osmanlı paĢası olarak da bu evliliği asla bozamam. YaĢadığım bu aĢk ne kadar dayanılmaz olursa olsun, karımı boĢayamam. Zevcem padiĢah sülalesine yakın bir aile- nin kızı. Ve bir eĢ olarak hiçbir suçu yok. Ancak san a hissettiğim bu yakıcı, kavurucu duyguların binde birini bile ona duymadım. Bu duyguları yaĢadıktan sonra, nasıl arkamı dönüp gidebilirim? Bu gücü kendimde bulamıyo rum. "^V, ak i Helena çok üzgündü. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu."Yani bana ikinci kadın olmamı mı teklif ediyorsunuz?" "Hayır, sen ebediyen kalbimin sultanı, baĢımın tacı olacaksın. Benimle izdivacı kabul et veya etme! Sultanım ve gönlümün tek kadını olarak kalacaksın." "PaĢam beni yanında Ġstanbul'a götürebilecek misin? Saraya, çevrene zevcem diye takdim edebilecek misin? Hem ben bir Katoliğim, bizde bir tek evlilik olur. Tanrı ayırıncaya kadar... Tanrının bu nikâhı geçersiz sayma, ayrılığa izin verme yolu ise sadece ölümdür." PaĢa düĢünüyordu. Birkaç dakika öylece geçti. Bunlar bir asır kadar uzun dakikalardı. "Seni Payitahta götürürüm. Sultanlar gibi de yaĢatırım. PadiĢah'ın, Sultanın huzuruna çıkarmak veya baĢka durumlar için söz veremem. Bu Sarayımızda uygulanan bir adet değildir. Helena ellerini hızla PaĢanın avuçlarından çekti. "PaĢam, bu konuĢmayı olmamıĢ sayalım. Bana bu iyiliği bahĢeder misiniz?" PaĢa kapıya doğru ilerlerken, "Bu gece aldığım yara, yaraların en öldürücüsü oldu Helena" dedi ve hızla uzaklaĢtı. PaĢa ve Peder Ikomo büyük bir faaliyet içinde idiler... Hasan PaĢanın iki adamı, Ġkomo'nun oldukça kalabalık sayıdaki adamları, Ayvalık, Gömeç, Edremit, Balıkesir, Bursa hatta EskiĢehir'e kadar yayılmıĢ, Hasan PaĢa için ker toplamaya çalıĢıyorlardı. îkomo hem bedenen he ruhen çok meĢguldü. Bu yüzden Helena ile doğru dürüst bir araya gelemiyor, sohbet edemiyordu. Helena'nın içler acısı durumunu ilk fark eden Marta oldu. Helena'nın ne annesi ne kız kardeĢi ne de sırlarını, dertlerini, endiĢe ve hayallerini paylaĢacak arkadaĢları vardı. Yakın olduğu, kadın olmanın en basit kurallarını öğrendiği tek kiĢi Marta idi. Marta'nın da kadınlığı ne kadar bildiği veya ne kadar yaĢadığı tartıĢılırdı. Hiç evlenmemiĢti. Çocuğu yoktu. Dünyanın en geliĢmiĢ, en derin duygusu olan anneliği bilmiyordu, tatmamıĢtı. Bütün bu eksiklilere rağmen, Marta yine de bir kadındı. Bir kadının duygularını, bir erkekten çok daha iyi anlayabilirdi. Ve öyle de olmuĢtu. Konuyu Helena'ya açmaya, neler olduğunu öğrenmeye karar vermiĢti. Helena mutfakta oturmuĢ, mutfağın bahçeye bakan penceresine gözlerini dikmiĢ, yeĢeren ağaçlara bakıyordu. Ama Marta onun hiçbir Ģey görmediğinden emindi. Ocaktaki tencerenin kapağını araladı. Sonra mutfağın kapısına doğru yürüyüp, kapıyı kapattı. Helena'nın yanındaki tahta sandalyeye oturdu. Elini omzuna attı. Helena baĢını yavaĢ yavaĢ Marta'ya doğru çevirdi. Gözleri yaĢlarla doluydu. O güzel yeĢil gözleri yüzünde ıslak iki taze yaprak gibi duruyordu. Marta, "Neyin var yavrum?" diye okĢadı saçlarını. Helena baĢını yine bahçeye doğru çevirdi, "Hiç. Bir Ģeyim olduğunu nereden çıkarıyorsun Marta?" "Bir yerden çıkarmıyorum. Açıkta duruyor. Yüzünde, gözlerinin içinde... Öyle sarih ki..." Marta devam etti, "Bak kızım, seninle kedi fare oyunu oynamayacağım. Bir Ģeyinin olduğu kesin. Az çok tahmin de ediyorum. Seni üç yaĢından beri büyüten, sıkıntılarını, sevinçlerini paylaĢan, bebeklikten çocukluğa, çocukluktan genç kızlığa geçiĢini gören benim. Ama hala bana sıkıntılarını, baĢka bir deyiĢle kalbini açamayacak kadar güvenmiyorsan, bir daha sormayacağım," dedi. Ayağa kalkmak için sandalyesini geriye doğru iterken, Helena kolundan tuttu. "Otur Marta! Otur anlatacağım," diyerek Hasan PaĢa ile arasında geçen konuĢmaları anlattı. Marta can kulağı ile dinlemiĢti. Sonra derin bir nefes aldı. Helena'nın elini tuttu ve yine Helena'nın kalbinin üzerine koydu, "Sen bana buradaki durumu anlat! Senin anlattığın Ģeyler her zaman her yerde olur. Çözümü de çok basittir. Birisi evlenme teklif etti diye ağlanmaz. Bu paĢa da olabilir, hamal da... Gereken cevabı verirsin olur biter." Helena ellerini yüzüne kapatıp, hıçkırarak ağlamaya baĢladı. "Evet Marta, evet haklısın. Beni periĢan eden buradaki durum... Ben de PaĢaya aĢığım. Her Ģeyi feda edecek kadar. Günlerdir düĢünüyorum, onun kollarında yaĢayacağım bir gece için bir ömür verirdim." Marta, Helena'nın çok sağlam karekterli bir kız olduğunu, eğer bütün gücü ile âĢık değilse, böyle bir cümleyi asla sarf etmeyeceğini ve bu kadar çaresiz olamayacağını bilirdi. "O zaman, kabul et!" "Nasıl yani?" "PaĢa nasıl olacağını düĢünmüĢtür. Yalnız Ģöyle bir durum var. Müslüman bir Osmanlı paĢası, dini nikâh kıymadan seni helali sayamaz. Dini nikâh kıyması için önce senin Müslüman olman gerek." "Müslüman olmak bana ters düĢmez. Birçok Müslüman tanıdım. Hepsi iyi insanlardı. Dayıma göre de en son din olduğu için, en çok tekâmül etmiĢ din imiĢ. Önemli olan Allah'ı bilmek... Ġyi bir insan olmak... Ben p^py^arı-ta gidip, ikinci bir kadın olarak yaĢamaktan korkuyorum. DüĢünebiliyor musun belki paĢa üç gün onda, iki gün ben- de veya dört gün onda, üç gün bende. Pencereye oturup, PaĢanın ayak seslerini duymaya çalıĢacağım. Karısı ile ne- ler yaptığını düĢüneceğim. Kavga bile ediyor olsalar ben onları bir yatakta seviĢiyor diye hayal edeceğim." "Ama onunla bir gece yaĢamak için bir ömür verirdim, dedin. O zaman evlen, dört aylık bir zaman var. Yani yüz yirmi, ömre bedel gün. Bence aĢk, arkanı dönüp gidilecek bir duygu değildir. Ya yaĢayacaksın, ya yaĢamadığın için bir ömür boyu piĢmanlık ve acı duyacaksın! Dayın anlayıĢlı bir insandır. Onun dinler ve insanlar hakkındaki fikirlerini bilirsin. Hele bir Osmanlı paĢasına asla karĢı çıkmayacaktır." "Dört ay sonra ne olacak?" "Yine pencerenin önünde, Osmanlı paĢasının atının nal seslerini duymaya çalıĢacaksın. En azından aĢkı ve tutkuyu yaĢamıĢ olacaksın. Hem PaĢa da seni bu kadar seviyorsa yeni bir çıkıĢ yolu bulacaktır." "Sağ ol Marta! Bu söylediklerini düĢüneceğim. Göz önünde tutacağım. ġimdi odama gidip, sakin kafa ile bunları tekrar düĢünmek istiyorum." Helena o gün, ertesi gün ve daha sonraki günler bu konuyu düĢündü durdu. Ama bir türlü uygun bir yol bulamıyordu. En sonunda PaĢanın evlenme teklifini reddetmeye karar verdi. Kaç gündür PaĢa'yı da göremiyordu. Aslında onu çok özlemiĢti. Daha Ģimdiden atının nal seslerini duymak için pencerenin önünde saatlerce oturuyor, Bazen nal seslerini duyup, yatağına giriyor, duyamadığı geceler de • A' sandalyede sabahlıyordu. Helena mutfağa girdiğinde, Marta kahvaltı sofrasını toplamıĢ, masayı siliyordu. "Ġyi sabahlar Marta." "Ġyi sabahlar Helena. Neden kah^^ıya gelmedin? PaĢa kaç gündür gözleri ile seni arıyordu. Bu gün dayanamad sordu. Matmazel hasta mı? HÇ^öremiyorum da diyerek." Helena hafiften gülümsedi. PaĢa tarafından sorulmak hoĢuna gitmiĢti. "Marta, ben Ayvalık'a inmek istiyorum. Benimle gelir misin?" "Tabii gelirim. Bir Ģey mi alacaktın?" "Hayır, kiliseye gideceğim." Yorgi atlan faytona koĢtu. Marta ve Helena faytonun kapalı olan tarafına oturdular. Yorgi arkasını dönerek sordu: "Hangi kiliseye? Biliyorsun on bir tane kilise ve manastır var." "Cundadaki Aya Nicola kilisesine." "Neden orası? Kayıkla geçmemiz gerekecek." "Ben o kiliseyi çok severim, orası beni hep etkilemiĢtir." Yorgi, Ayvalık'ta kayıkların durduğu iskeleye yanaĢtı. Papazların ve rahibelerin kullandığı büyük kayık, kıyıya çekildi. Helena içine atladı. Marta hem kilosundan hem de yaĢından dolayı artık kayıklara zorlanarak inip, biniyordu. Yorgi yardım etmek için elini uzattı. Marta Yorgi'nin elini itip, "Yorgi, ben binemez miyim de yardım edersin?" dedi. Helena yıllardır bunların çekiĢmesine alıĢmıĢtı. Aslında aralarında duygusal bir bağ vardı. Helena'nın tahminine göre, Yorgi evlenme teklif etmiĢti. Ama Marta kendini dine adayıp, dünya nimetlerine çoktan sırtını döndüğünü söyleyerek onu reddetmiĢti. Helena birden Marta ile konuĢmasını hatırladı. "Evlen Helena! Bir ömür piĢmanlık duyacağına evlen!" Demek ki Marta piĢmanlık duymuĢtu! Kayıktan inmiĢ, kiliseye doğru yürüyorlardı. Ada, baharın o eĢsiz güzelliği ile Ģahane manzarasına doyulmaz görüntüler eklemiĢti. ġahane mimar^î^il^ manastırlar, evler ve yemyeĢil ağaçlar; çatılara'ĠMlelere vuran denizde- 35 <5" ki güneĢ ıĢınlarının yansıması ile muhteĢem bir hal almıĢtı. Bu görüntü gerçek olamazdı. Sanki cennetin ortasında yol alıyorlardı. Kilise ise gerçekten çok güzeldi. Mimarisi ve freskleri birer sanat eseriydi. Üçü de içeriye girdiler. Ġsa'nın ve Meryem Ananın önünde mum yakıp, dua ettiler. Marta ayağa kalktı, "Hadi Helena çıkalım. Bildiğim bütün duaları okudum," dedi. Helena, "Marta, lütfen siz çıkın, ben biraz yalnız kalmak istiyorum" diye cevap verince Marta ve Yorgi sessizce çıktılar. Yorgi kendi kendine söyleniyordu, "Helena'ya bir Ģeyler oldu. Eski neĢesini ve canlılığını kaybetti." Marta duymuĢtu ama duymazlıktan geldi. Helena diz çöktü. Bir mum daha yaktı. Uzun masanın üzerinde duran Ġncil'i aldı. Ġçinden birkaç pasaj okudu. Ġncil'i kapayıp yerine koydu. Oldukça yüksek bir ses ile, "Büyük Tanrım! Kutsal Ġsa! BağıĢlayıcı Meryem Ana! içinde bulunduğum durumu biliyorsunuz. Size anlatmama gerek yok. Ne yapmam gerektiğini bilemiyorum. Eğer kalbimin sesini dinlersem size ihanet etmiĢ olacağım. Kalbimin sesini dinlemezsem de yaĢayamayacağım." Helena hıçkırarak ağlıyordu. BaĢını mumların yandığı masanın kenarına dayadı. Gözlerini kapadı, uzun s üre ağlamaya devam etti. O sırada yakınında bir ses duydu; "Kalbinin sesini dinle Helena. Sevgi, Allah'ın lütfettiği en güzel duygulardan biridir. Kalbinin sesini dinle! Hem burada yaĢayan bütün insanlara yardım etmiĢ olacaksın! Kalbinin sesini dinle!" Helena hızla baĢını kaldırdı. Çevresine bakındı. Sanki bir siluet, papazın günah çıkardığı kulübenin arkası na doğru uçmuĢtu. Ama bu gerçek bir insan gibi değil di. Havada uçuyor gibiydi. Helena ürperdi. "Hastalanıyor muyum acaba? Bu kadar acı, bu kadar büyük bir aĢk, gecelerce uykusuzluk, ruhsal sağlığımı mı bozdu?" diye düĢündü. Ama sesi çok net bir Ģekilde duymuĢ ve bir siluetin uçuĢtuğunu görmüĢtü. Geri geri giderken istavroz çıkarmaya baĢladı, "Beni affedin! Kutsal Ġsa ve Meryem! Sizin için son istavroz çıkarıĢım. Beni affedin" diyerek kiliseden hızla çıktı. Marta ve Yorgi endiĢelenmiĢlerdi. Marta,"Ne oldu Helena hasta mısın? Rengin sapsarı," dedi. "Hayır, hayır, bir Ģeyim yok." Kayığa doğru yürürken hiç konuĢmadılar. Beyaz bir kedi, denizin kenarında yiyecek bulmaya çalıĢan küçük bir martı sürüsünün yanma kadar yaklaĢtı. Birinin üzerine doğru sıçrarken, hepsi birden kanat çırpıp uçmaya baĢladılar. Bayağı bir gürültü kopmuĢtu. Helena çok dalgın olduğu için ne kediyi ne de martıları görememiĢti. Korkudan sıçradı. Marta söyleniyordu: "Kör olası kedi, nasıl da saldırdı." Kedinin memeleri sallanıyordu. Helena kediye dikkatlice baktı, "Bu hayvanın yavruları var ve aç. Tabii bu durumda yavruları da aç. Açlık canlılara her Ģeyi yaptırır. Zavallı kedi, zavallı martılar. Hangisine acıyıp, hangisine kızmalıyız?" •Ay Kayıktan indiler ama Helena faytonun olduğu yere değil de ters istikamete yürüyordu. Yorgi sesledi, "Helefflane- reye? "Camiye" dedi Helena. Marta ve Yorgi<"^Ģı^mıĢlardı. Özellikle Yorgi. /i^> "Hangi camiye Helena? Camide iĢimiz ne?" diye sordu. Helena kızgın bir sesle, "Ayvalıkta bir tane cami var, Yorgi. AĢağı ÇeĢme Mahallesindeki Hamidiye Camine." "Peki, orada ne yapacağız?" "Hiiç sadece merak ettim." Marta bu cami merakının altında ne yattığını sezmiĢti. Sesini çıkarmadı. Helena öyle hızlı gidiyordu ki, Marta nefes nefese kaldı. "Kızım, kalbim duracak. Biraz yavaĢ ol" diye sesledi. Helena elini güneĢ ıĢınlarına siper ederek, arkasına döndü, "Özür dilerim Marta," diyerek beklemeye baĢladı. Öğlen namazı yeni bitmiĢti. Camiden çıkan birkaç insanın da uzaklaĢmasını beklediler. Son çıkan üç kiĢiden ortadaki, yanındaki aksakallı yaĢlıca adamı dürterek, "ġu genç hatun papaz Ġkomo'nun yeğeni değil mi? Burada ne arar ki?" diye sordu. Sağındaki adam Helena ve yanında-kilerine bakarak, "Evet, yanındakiler de yardımcıları. Kim bilir? Belki birini bekliyorlar. Burası Allah için ibadet edilen bir yer, herkes girebilir." Birkaç dakika sonra da namaz kıldıran imam Hüsamettin Efendi göründü. Helena imamın yanına yaklaĢtı. "Ġmam efendi, camiye girebilir miyim?" Ġmam bir an durdu. "Tabii kızım, tabii girebilirsin." Helena bir iki dakika öylece durdu. Ġmamda bekliyordu. Helena tereddüt içindeydi. Birden sordu, "Ġmam efendi, Müslüman nasıl olunur?" Ġmam Hüsamettin önce ĢaĢırdı. Bu soruyu herhangi bir insan sorsa ĢaĢırmazdı ama bu Peder Ġkomo'nun yeğeniydi. Çok koyu Katolik'ti. Ömrü kilise ve manastırlarda geçiyor, çeĢitli Hıristiyan derneklerinde çalıĢıyordu. Katolikler üzerinde, Peder Ikomo kadar etkisi vardıVSmam bir müddet düĢündü. Sonra elini kalbinin üzerine koyarak, "Çok kolaydır. Önce Ģurada hissetmek gerek. Ġnsanın yüreğini, inancını tartması gerek. Sonrası çok kolay... Birkaç salâvat getirip, ibadet Ģekillerini ve Müslümanlığın icaplarını öğrenmek yeterli... " Sonra bu soruya ĢaĢırmıĢ bir halde, "Kim Müslüman olacak?" diye sordu. Helena biraz duraladı, "Sadece merak ettim." Helena caminin içine girdi. Ġlk defa bir cami görüyordu. Kendi kilise ve manastırları gibi resimlerle süslü değildi. Ama çini süslemeler ve caminin mimarisi çok etkileyici idi. Mihrabın önünde durup, biraz düĢündü. Tuhaf bir ruh hali içindeydi. Aslında hemen Müslüman olmak istiyordu. Sonra baĢını sallayarak dayımla görüĢmeliyim diye düĢündü. Ve devam etti. "Ben paĢa ile evlensem de evlen-mesem de Müslüman olacağım. Ama bunu biraz ertelemem ve önce dayıma bildirmem gerek." imama döndü, "Beni içeriye soktuğunuz için minnettarım. Sağ olun." Hızlı hızlı camiden çıktı. Sanki birkaç dakika daha durursa, imama "Ne olur beni hemen Ģimdi Müslüman yap" diyecekti. Çiftliğe döndüklerinde, Peder Ikomo ve misafirleri kamelyanın altında çay içiyorlardı. Helena, Hasan PaĢa ile göz göze geldi. FildiĢi kadar duru ve beyaz olan teni bir *v anda pespembe olmuĢtu. Yüzüne ateĢ basmıĢtı ve bacakları titriyordu. Gözlerini baĢka tarafa çevirdi. Ġkomo telaĢy, O lı görünüyordu. "Neredesiniz Helena? Sen haber vermeden bir yere girmezdin." Marta atıldı. "Hava çok güzeldi. Ayvalık'a kadar indik." Ġkomo, memnuniyetsiz bir ifade ile devam etti, "Yarın çok erkenden Dikili, Bergama taraflarına gideceğiz. Birkaç gün gelemeyebiliriz. ġimdiden söyleyeyim de, Marta bize gerekli Ģeyleri hazırla!" 39 Helena hızla odasına doğru yürüdü. Sedirin üzerine oturup, ellerini baĢının arasına aldı. Bu vaziyette saatlerce kalmıĢ olmalı ki, birden odanın zifiri karanlık olduğunu ve Marta'nın kendisini çağırdığını duydu. Helena beĢ gündür hiç uyumamıĢtı. Ġkomo dayısının, daha doğrusu Hasan PaĢanın yolunu gözetliyordu. "Ben PaĢanın yokluğuna nasıl dayanacağım. Ruhum ve bedenimin her zerresi onu özlüyor" diye düĢünüyordu. Geceyarısını biraz geçe, nal sesleri duydu. Yorgi kapıyı açmıĢtı. Helena'nın içine bir sevinç doldu. Henüz PaĢanın yüzünü görmemiĢti ama aynı çatı altında idiler. Yatağa uzandı. Sabaha karĢı nihayet uyuya kalmıĢtı. Helena çok büyük bir odanın içinde idi. Oda çok güzel döĢenmiĢti. Helena büyük, kristal bir aynanın önünde oturuyordu. Arkasında çok genç ve güzel bir kadın, gümüĢ bir tarakla Helena'nın saçlarını tarıyordu. Helena ĢaĢkınlıkla genç kadına bakıyordu. Çok güzeldi ve kendisine çok benziyordu. Helena'nın kendisine ĢaĢkınlıkla baktığını gören güzel kadın, hafifçe gülümsedi, "Ben senin annenim, Helena. Ama haklısın, ben cennete gittiğimde çok küçüktün. Hatırlayamıyorsun, değil mi?" Helena çok heyecanlanmıĢtı, "Anne, daha evvel ni ye gelmedin? Seni senelerdir bekliyorum." "Çünkü çok uzaktaydım. Ve birkaç gündür senin zor günler yaĢadığını hissettim. Galiba bana her zamankinden cok ihtiyacın var. ġimdi de fazla kalamayacağım. Hemen döneceğim Süheyla! HoĢça kal kızım." Helena ĢaĢkın, "Süheyla kim anne? Burada baĢka kimse yok." Annesi gülümsüyordu, "Sen artık Süheyla oldun." >^ Annesi birden bire yok olmuĢtu. Helena yataktan fırlayıp çevresine bakındı. Kimsecikler yoktu. TerlemiĢti ve nefes nefese idi. Ġçinden "Süheyla! Süheyla! Süheyla!" diye tekrarladı. Süheyla bir Müslüman ismi diye düĢündü. Sonra acele ile sedirin üzerinde duran Ģalını aldı. Odasından çıktı. KoĢar adımlarla PaĢanın odasına doğru yürüdü. Misafirinin bir paĢa olduğunu anladıktan sonra, Ġkomo ona ayrı bir oda hazırlatmıĢtı. Bu, çiftliğin en güzel ve en geniĢ odalarından biriydi. Helena kapıyı yavaĢça tıkırdattı. Bir müddet bekledi. Bir cevap alamamıĢtı. Bir daha kapıya vurdu. Hasan PaĢa ĢaĢkın bir Ģekilde kapıyı açtı. Helena, "Özür dilerim PaĢam, rahatsız ettim. Odanıza girebilir miyim?" PaĢa, Helena'yı yavaĢça kolundan tutup içeriye girmesine yardımcı oldu. Helena pencereye doğru gitti. Perdeyi araladı. PaĢanın yüz ifadesini görmek istiyordu. Yıldızlı, aydınlık bir geceydi. PaĢanın gözlerinin içine bakarak, "PaĢam, hâlâ bana yaptığınız izdivaç teklifiniz geçerli ise, kabul ediyorum. Hemen evlenelim. Ben payitahta gelmeyeceğim. Siz ne kadar imkân bulur da beni görmeye gelebilirseniz, onunla yetineceğim. Belki ileride her Ģey değiĢebilir." PaĢanın gözleri parlamıĢ, yüzünü aydınlık bir gülümseme almıĢtı. Helena'nın çenesini tutup, yukarıya doğru kaldırdı. "Kayısı çiçeğim, beni hiçbir Ģey bu kadar bahtiyar kılamazdı. Bu benim hayatım boyunca kazandığım en büyük zafer oldu. Helena, "Yalnız rica ediyorum, dayımla görüĢün. Önce'onunla görüĢüyormuĢ gibi... " Yine yüzü yanmaya baĢlamıĢtı. Sonra aniden arkasını dönüp odadan koĢarak çıktı. Hasan PaĢa da, Helenada o gün kahvaltı saatine kadar odalarının içinde dolaĢtılar. PaĢa saadetinden dolayı uçuyor gibiydi. Arada bir kendi kendini ikaz ediyor, sonra devam ediyordu. "Ne yazık ki, ister paĢa ol ister padiĢah, gönüle hükmetmek mümkün değil." Helena ise hem mutluydu, hem de korkuyordu. Bu, sonu pek belli olmayan bir macera idi. Birkaç aylık mutluluk için hayatını bilemediği, tahmin edemediği bir maceraya atmıĢ, tabiri caizse ipotek altına almıĢtı. Ne yazık ki o da içinde yaĢadığı büyük çatıĢmalardan sonra bu karara varmıĢtı. Ya hayatının küçük bir bölümünü PaĢanın eĢi olarak, mutluluğu tadarak yaĢayacaktı, ya da ömür boyu piĢmanlık ve acı duyacaktı. Helena birinci yolu, yani aĢkı seçmiĢti. Hasan PaĢa Ikomo'nun odasına doğru yürüyordu ama söze nasıl baĢlayacağım, neler demesi gerektiğini, en uygun kelimelerin ne olacağını bilemiyordu. Peder Ġkomo'yu bir defa müĢkül bir iĢin içine sokmuĢtu. Bu durum ise, hiçbir Ģey ile kıyaslanamayacak kadar zordu. Hem Ġkomo'nun kendisi açısından, hem de ona bağlı olan cemaat açısından... Ġkomo'nun çalıĢma odası diye kullandığı odanın önünde bir müddet durdu. Sonra bütün cesaretini topla yarak, kapıyı tıkırdattı. îkomo, "Sen misin Helena?" PaĢa yumuĢak bir sesle, "Benim peder. Rahats^'etmez-sem girebilir miyim?" Ġkömo hemen kapıyı açtı, "Ne demek PaĢa'm, buyurun." îkomo gözlüklerini çıkardı. Elindeki incili masanın üzerine koydu, "Marta bize bir^^îhve yapsın mı?" PaĢa sağ elini havaya kaldırarak, "Hayır hayır, sizinle çok özel bir Ģey konuĢacağım. Rahatsız edilmemek en iyisi..." Ġkomo tuhaf bir merak ve biraz da korku duymuĢtu. "Bu seferki nasıl bir istek acaba?" diye düĢündü. "Buyurun PaĢam, sizi dinliyorum," dedi. PaĢa birkaç defa derin derin nefes aldı. Ve birdenbire, "Yeğeniniz Matmazel Helena'nm zevcem olmasını istiyorum. Eğer sizce de uygunsa?.. " îkomo ayağa, sanki kendi isteği ile değil de, sandalye onu fırlatmıĢçasına kalktı. "PaĢam yanlıĢ anlamadıysam, zatı âliniz Helena ile izdivaç düĢünmekteler, öyle mi?" "Hayır peder! DüĢünme safhasını çoktan geçtim. Onsuz yapamayacağımı anladım. Zevcem olmasını istiyorum." "Ama biliyorsunuz, o bir Katolik. Siz bir Müslüman ve Osmanlı paĢasısınız. Bu durumu devlet-i âliniz ve çevreniz nasıl karĢılayacaklar?" PaĢa bıyıklarını düzeltti, "Sevgili Peder. PadiĢahların padiĢahı, Sultan Süleyman'ın kıymetli zevcesi, gönlünün sahibi ve veliahdın anası da Rus asıllıydı. Yıllarca o sultanlık görevini bir Osmanlı kadını gibi yaptı. Kanuni ise o ilk günkü heyecan ile Hürrem Sultanı sevdi. Bizim tarihimizde bunun örnekleri çoktur. Belki de bilinçli yapılmıĢtır. Bir dünya kültür karıĢımı, insanları sadece insan gibi görme isteği, bilemiyorum. Ama ben itiraf etmeliyim ki, benimki sadece aĢk ve büyük bir hayranlık sonucu alınmıĢ bir karardır." Ġkomo "Nasılsa Helena kabul etmeyecektir. Her Ģeyden önce dinini değiĢtirmez. Ben boĢuna kötü kiĢi olmamalıyım" diye düĢünüyordu. 43 "PaĢam! Bu konuyu bana açmak ve fikrimi almak Ģerefini bahĢettiğiniz için size minnettarım. Zira siz bir Osmanlı paĢası olarak, yeğenini zevcem olarak alıyorum da diyebilirdiniz. Sağ olun! Nezaket gösterdiniz, minnettarım. Sizden bir ricam var. Yeğenimin ne düĢündüğünü soralım ve eğer mümkünse onun da kararını nazar-ı itibara alalım." "ġüphesiz Peder. Benimle evlenecek hanımın da bu fikri paylaĢması gerek. Biz Osmanlılar, eĢlerimize ve analarımıza çok kıymet veririz. Her ne kadar Avrupalılar bu fikirde olmasa da." "Estağfurullah PaĢa'm, ne haddimize... " PaĢa, konuĢmanın bittiğini bildirmek istermiĢ gibi ayağa kalktı, "Evet Peder, cevabınız ne olursa olsun, dostluğumuz ve dayanıĢmamız baki kalacak. Ancak bir an evvel bir cevap beklerim. Sağlıcakla kalın." Büyüknine sallanan koltuğunda gerinir gibi bir hareket yaptı. Gözlerini açmadan, "Çocuklar, arkasını da yarın anlatsam olmaz mı? Çok yoruldum da." Hümeyra hızla ayağa kalkıp, ninenin yanma koĢtu, "Nineciğim, ne olur anlat! O kadar heyecanlı ki. Ben sonunu düĢünmekten ne ders dinleyebilirim, ne de çalıĢabilirim." Nine kurtulamayacağını anlamıĢtı. Hümeyra hiçbir zaman yarım bir Ģeyi kabullenmezdi. Küçük kızın sarı ipek saçlarım okĢadı, "Tamam, acaba Faruk da i^^y^r mu?" u b en ona anla- Büyüknine elini havada çevirdi, "ĠĢte tam bir erkek du yarsızlığı. Hepsi demiyorum ama çoğu böyle." "Faruk çoktan gitti nineciğim. Sonunu ben ona anl tacağım." "Nine çok yorulduysan yatağına uzan. Ben de senin yanına uzanayım, olmaz mı? Hatta bu gece senin yanında yatsam..." Nine memnundu. "SarmaĢık Gülü, sabah dadın ve annen seni yatağında bulamazlarsa çok ĢaĢırırlar." "Tamam nine, hikâye bitince giderim söz. Ne olur anlatmaya baĢla!" "Evet nerede kalmıĢtık? PaĢa cevap bekliyordu, değil mi?" "Evet nine." Peder çok sıkıntılı idi. Bu iĢin çok zorlu yanları vardı. Helena'nın bu evliliği asla istemeyeceğinden emindi, ama acaba PaĢa bu cevabı sükûnetle kabul edecek miydi? Aksini ise hiç düĢünmek istemiyordu. Bütün cemaati karĢısında olacaktı. PaĢaya asker topladığı lafı, bütün gizliliğine rağmen ağızdan ağıza yayılmıĢ, Ģimdiden muhalif sesler yükselmeye baĢlamıĢtı. PaĢa orada olduğu için fazla tepki vermeye korkuyorlardı. PaĢa gittikten sonra bu muhalefet çok daha güçlü olacaktı. Ġkomo,.hemen hemen öğlene kadar odasında bu düĢüncelerle boğuĢarak, kâh yürüdü, kâh pencereden dıĢarıya baktı. Sonra birden bir husus dikkatini çekti. Vakit öğleni bulduğu halde, Helena kendisini merak edip, odasına gelmemiĢti. Hâlbuki böyle durumlarda, hemen yanına gelir "Dayı, hasta değilsin diye endiĢeli gözlerle sorardı. Yoksa Helena'nın d nudan haberi var mıydı? fazla k a bu ko fazla Acele ile çıkıp, mutfağa doğru yürüdü. "Marta! Helena nerede? "Odasında olmalı Peder. Kahvaltıdan sonra görme dim." Ġkomo bu sefer de aynı hızla Helena'nın odasına doğru yürüdü. Kapıyı sabırsızca vurdu. Helena zayıf bir sesle, "Girin lütfen," dedi Ġkomo hızla içeriye daldı. Helena ayaktaydı. "Buyur dayı," dedi. "Sana ellerimle bir kahve yapayım mı?" Helena dayısının yüz ifadesinden, PaĢa ile konuĢtuğunu anlamıĢtı. Bir Ģey daha anlamıĢtı. Galiba dayısı bu evliliğe beklediğinden çok daha fazla tepki verecekti. Sert ve sabırsız bir tarzda; "Otur! Kahve falan istemiyorum. Seninle çok ciddi bir mevzuda konuĢmam gerek. PaĢa seninle evlenmek istiyor," dedi. Helena ĢaĢırmıĢ gibi yapmaya çalıĢtı. Ne çare ki asla sahte hareketlerde bulunamayan, yalan söyleyemeyen, çok sağlam bir karaktere sahipti. Öylece duruyordu. Ġkomo devam etti, "Sen bu konuya vakıfsın. Evet, evet, tavırlarından öyle anlaĢılıyor. O halde hemen sorayım. Reddedeceksin, değil mi?" Helena bu sorunun karĢısında gözlerini yere indirdi. Yine cevap vermiyordu. Ġkomo devam etti, "Helena yüzüme bak! Bu, susmakla halledilecek bir konu değil. Bu izdivaç tahakkuk ederse, bizim burada durumumuz ne olur, düĢündün mü? Etmezsek ne olur onu da bilemiyorum ya..." Helena yine öylece duruyordu. Ġkomo bu sefer sesini yükselterek, "KonuĢ kızım! Bizden acele cevap bekliyor." Helena ağır ağır baĢını kaldırdı. Gözleri dolu doluydu. "Dayı ben bu izdivaç teklifini kabul ediyor-u(c). Bu bizim cemaatimizin de lehine olacak, eminim. Annem bile bu evliliği tasvip ediyor." Ġkomo ĢaĢırdı, "Annen mi?" "Evet. Yıllar sonra rüyama gu*d^ Müslüman olmamı söyledi. Bana Süheyla diye hitap etti." Ikomo çok ĢaĢkındı. Helena asla yalan söylemezdi. Biraz durdu. "Peki, soruyu Ģöyle sormalıyım, anneni, cemaati hatta beni bir tarafa bırak. Sen PaĢa ile evlenmek istiyor musun?" Helena ağlıyordu. "Evet dayı. Bu güne kadar hiçbir Ģeyi bu kadar istememiĢtim." îkomo bu cevap üzerine elleri ile dizlerini kavradı ve en yakın sandalyeye oturdu. Uzun süre öylece kaldı. Helena da dayısının karĢısında baĢı önünde öylece duruyordu. Oda kapısı yavaĢça vuruluyordu. îkomo sinirli bir sesle bağırdı, "Kim o? Ne istiyorsunuz?" Kapının arkasından Marta fısıltı halinde cevap verdi, "Peder, benim. Aya Nikola kilisesinin papazı sizinle bir konuyu görüĢecekmiĢ. ÇalıĢma odasında sizi bekliyor." "Tamam geliyorum," derken zorla ayağa kalktı. îkomo sanki on yaĢ yaĢlanmıĢtı. Sonra Helena'ya döndü, "Yarın bu saate kadar tekrar düĢün. Eğer odama gelip de bu evlilikten vazgeçtim demez isen, PaĢaya teklifini kabul ettiğimizi bildireceğim." Helena dayısının yüzüne bakmadan "Peki dayı," dedi. Ertesi gün öğlen saatini çoktan geçmesine rağmen. O Helena dayısının odasına gitmedi. îkomo gözleri ĢiĢ, içi keder dolu bir vaziyette koltuğun kenarına tutunarak ayağa kalktı. Peder, aslında Helena'nın gelip, "bu evlil^ğ^Skabul etmiyorum" demesi de bu durumdan daha az. z&jolmaya-caktı diye düĢündü. Ancak iĢin zorluğu bir tarafa, yeğeninin din ve memleket değiĢtirmesine de gönlü razı olmuyordu... PaĢa da yirmi dört saattir o dasınd an sadece yemek saatlerinde çıkmıĢtı. Adamları PaĢanın hasta olup ol madığını merak ediyorlardı ama sormaya cesaret edemi yorlardı. Çok sinirli bir hali vardı. PaĢa Ġkomo'ya dikkatle baktı. Cevabını tahmin etmek istiyordu. Ne yazık ki Ġkomo'nun yüzünden bir Ģey anlamak pek mümkün değildi. Ikomo içinden bu iĢi bir an önce bitirmeliyim diye geçiriyordu... "PaĢam bu izdivaçtan Ģeref duyacağız. Ancak benim cemaatimden çok tepki alacağım hakikatini de göz ardı edemeyiz. Belki can güvenliğimiz bile tehlikede olacak. Bunu nasıl halledeceğiz?" PaĢa o kadar sevinmiĢti ki, utanmasa kalkıp hopla-yacak, Helena'nın yanına koĢup, boynuna sarılacaktı. Gözlerinin içi gülerek, "Bak Peder, o mevzuat benim sorumluluğumda. Sizi her türlü tehlikeden uzak tutacağım. Bir müddet sonra da Ayvalık ve civan, size minnet duyacak, bu izdivacı gerçekleĢtirdiğiniz için teĢekkür edeceklerdir." Ikomo bunun nasıl olabileceğini pek anlayamamıĢtı ama, "Sağ ol! PaĢam" diyerek ayağa kalktı. PaĢa, "Otur Peder, evliliğin teferruatını konuĢmamız gerekmiyor mu?" dedi. Hasan PaĢa, Helena, Ikomo, PaĢa'nın adamı Kemâl, Marta, Yorgi ve Hamidiye Caminin imamı ile hocası, tahrirat katibi Feridun bey ve zevcesi Gülnaz hanım, Ayvalık'ın tahrirat katibinin denize bakan büyük salonun-daydılar. PaĢanın diğer adamı Hakkı, günlerdir ortalarda görünmüyordu. Peder Ikomo, merak edip, PaĢaya sorduğunda, "Mühim bir görevi icra için uzağa gönderdim" cevabını vermiĢ, baĢka da bir açıklama yapmamıĢtı. Hüsamettin Hoca, PaĢanın yanına yaklaĢıp, "PaĢam baĢlayabilir miyiz?" diye sordu. Helena baĢını, Gülnaz hanımın hediye ettiği, pembe ipekten, çevresi nefis oyalarla süslenmiĢ bir namaz örtüsü ile kapatmıĢtı. Uzun bir etek üzerine kapalı bir bluz giyinmiĢti. Elinde oyalı bir men/.8 dil vardı. Kıyafeti açık pembe tonlarmdaydı. Helena'ya çok yakıĢmıĢtı. Güzel gelin çok heyecanlıydı. Durmadan mendili buruĢturup duruyordu. Hüsamettin Hoca gereken birkaç duayı okuduktan sonra, Helena'ye üç kere Ģahadet getirtti. Helena gayet düzgün bir dille denileni tekrar etti. Hüsamettin Hoca, yine PaĢaya döndü, "Adı PaĢam, muhterem niĢanlınızın adı ne olacak?" PaĢa Helena'ya baktı. "Pembeler içinde, pembe yanaklı bu güzel ve zarif genç kıza Süheyla ismi çok yakıĢacaktır. Tabii kendisi de kabul ederse." Süheyla elindeki mendili yere düĢürmüĢ, kendisi de heyecan ile ayağa kalkmıĢtı. Yüzünde çok ĢaĢkm bir ifade vardı. Hemen hemen aynı ĢaĢkınlık Peder Ġkomo'nun da yüzünde vardı. Bir müddet sessizlik oldu. PaĢa, Helena'ya doğru döndü, "Beğenmediyseniz baĢka bir isim bulabiliriz," dedi. Helena, "Çok uygun paĢam, ĢaĢkınlığım baĢka bir husustandır" dedi. Hoca yine PaĢa'nm yanına yaklaĢtı. "PaĢam, müstakbel zevceniz bir vekil tayin ettikten sonra, hanımlar bitiĢik odaya geçmeliler. Malûmunuz dinimizde nikâh kaideleri böyledir." Süheyla vekil olarak, tahrirat kâtibi Feridun beyi seçti. Dini nikâh kıyılırken, imam Hüsamettin Hoca, Peder Ġkomo'ya sordu, "Peder yeğeniniz için ne kadar mihr- müeccel istersiniz?" Ikomo, "Elli Osmanlı altım," dedi. PaĢa gülerek, "Süheyla için elli Osmanlı altını çok değersiz kalır. BeĢ bin altın yaz." Odadakilerin hepsi ĢaĢkınlıkla Hasan PaĢaya bakıyorlardı. Bu çok büyük bir servetti. Tahrirat kâtibi hemen içinden bir hesap yaptı. Ayvalık ve çevresinin bir yıllık masrafı veya geliri bunun çok çok altındaydı. Acaba PaĢa latife mi yapıyordu? PaĢa kesin bir ses tonu ile, "Ne duruyorsunuz, kaydedin," dedi. Gülnaz hanımın yardımcısı, misafirlere, gümüĢ bir tepsi içinde nikâh Ģerbetlerini sundu. ġerbeti içen herkes, hemen hemen aynı temenni de bulundular. "Hayatınız bu Ģerbet kadar tatlı geçsin." PaĢa nikâh gecesi, gerdeğe girmemeyi istemiĢti. Bu isteğinin nedenini hiç kimse anlayamamıĢtı. PaĢaya bu konuda herhangi bir soru da soramamıĢlardı. Zira hem konu çok hassas ve özeldi hem de o bir Osmanlı paĢasıydı. Böyle bir soru sormaya kimse cesaret edemezdi. Süheyla ise biraz alınmıĢ gibiydi. PaĢanın bu kavuĢmayı, sabırsızlıkla ve büyük bir ihtirasla beklediğini sanıyordu. Çünkü kendisi bu duygular içinde yanıp, tutuĢmaktaydı. "Acaba beni yeterince sevmiyor mu?" diye düĢünüyordu. PaĢa birkaç günden beri tahrirat kâtibinin görkemli konağında misafirdi. Süheyla'nın bu eve gelin gelmesi planlanmıĢtı. Süheyla ise tkomo'nun çiftliğinde, dayısı ile beraber kalıyor, Marta ile çok az olan çeyizini toplamaya çalıĢıyordu. Aslında Süheyla'nın çeyiz diye bir Ģeyi yoktu. Çünkü evlenmeyi düĢünmüyordu. Kendisini dine adamıĢ gibiydi. Toplanan Ģeyler annesinin kullanamadan öldüğü çeyizleriydi. Nikâhtan dört gün sonra, Feridun bey ile eĢi, PaĢanın yarın gelini almaya geleceğini bildirdiler. Bu da Osmanlı adetlerinin dıĢında bir durumdu. PaĢa bu hare- keti ile Süheyla'ya ne derece kıymet verdiğini ve sevgisinin büyüklüğünü anlatmaya çalıĢıyordu. A* Ertesi gün Gülnaz han^m^eline kendi düğün kıyafetini giydirmiĢ, daha evvel kâğıtlarla sardığı san ipek saç larını çözüp, fırçalamıĢ, yine kendi kokusundan kokular sürmüĢ, dudaklarını ve yanağını hafiften boyamıĢtı. Sonra dikkatle yüzüne bakarak, "Biliyor musun, Süheyla? Bu yaptıklarım sana hiçbir Ģey katmadı. O kadar güzelsin ki, daha fazla güzel olman mümkün değil. Sendeki tuhaf bir güzellik, insanın içine iĢliyor." Süheyla utanmıĢtı. Yüzünü bir mutluluk kaplamıĢ, pembe yanaklarında Ģahane gamzesi belirmiĢti. AkĢamüstü çiftliğin önünde nal sesleri duyuldu. Marta pencerenin perdesini açtı. Çok güzel bir Arap atının üzerinde, PaĢa üniformasını giyinmiĢ, vakur bir Ģekilde duruyordu. PaĢa ikinci bir atın yularını tutuyordu. Atın boynuna kurdele ile altınlar takılmıĢtı. Hemen arkasında bir sürü deve belirdi. Develer ağır yüklerin altında yorgun görünüyorlardı. Ve neredeyse Ayvalık'taki tüm çocuklar bu deve kafilesinin peĢine düĢmüĢ, büyük bir neĢe içinde bağrıĢıyorlardı. Marta bağırdı, "Süheyla, koĢ! PaĢa geldi. Arkasında da bir sürü yüklü deve var." Süheyla da ĢaĢkın ĢaĢkın bakıyordu. "Marta bunlar kaç tane ve nereden geliyor?" "Sayamadım, çok fazla. Zannederim PaĢanın düğün hediyesi. Bak! Bak! Arkadaki atın üzerinde, PaĢanın günlerdir ortada gözükmeyen adamı var," dedi. Marta ile Süheyla develeri sayamamıĢlardı ama rivayet edilir ki kırk yüklü deve vardı. (Süheyla senelerce^"2Kırk develi gelin" diye anıldı. Ayvalık'taki bütün fakirlere düğün hediyesi diye yüklü bahĢiĢler verildi. Ayvalık meydanında kırk kazan günlerce yemek piĢirip, dağıttı. Daha Ģimdiden bu evlilikten memnun olanlar çıkmaya baĢlamıĢtı.) 51 Tam o sırada, PaĢanın adamı, iki elinin üzerinde tuttuğu sırmalı bir bohçayı çiftliğe doğru getiriyordu. Bohça Süheyla'nın odasına getirildi. Marta bohçayı açtı. Ġçinden açık leylak rengi ile pembe arası, uzun etekleri olan ve her tarafı altın iĢlemeli Ģahane bir elbise ile ince ipek, çevresi oyalı baĢörtüsü çıktı. Ayrıca iki kutu daha vardı. Birinde yine kıyafete uygun bir çift ayakkabı, diğerinde ise, paha biçilmez elmaslarla iĢli bir gerdanlık, bir taç, küpeler ve bir yüzük. Gülnaz hanım ĢaĢkınlıkla bohçadan çıkanlara bakıyordu. Bir müddet öylece baktılar. Sonra Gülnaz hanım ayağa kalktı, "Süheyla, üstündekileri çıkar, bunları giymen gerek," dedi. Süheyla çiftliğin kapısından çıktığı anda, kalabalık içinde bir kaynaĢma olmuĢtu. Herkes birbirine "bu kadar güzel bir gelin görmediklerini" söyleyip, duruyordu. Adeta büyülenmiĢlerdi. PaĢanın da onlardan pek farkı yoktu. Sonra keselerle altını kalabalığa doğru atmaya baĢladı. Süheyla'nın baĢına gelmemesi için dikkat ediyordu. Altınları atma iĢi bitince PaĢa Süheyla'ya doğru kırmızı gonca bir gül attı. Süheyla mutluluktan uçarcasına gülü yakaladı. PaĢa odaya girdiğinde, Süheyla ayakta bütün güzelliği ve heyecanı ile onu bekliyordu. Hasan PaĢa yavaĢ yavaĢ Süheyla'nın yanına yaklaĢtı. Yüzünü açmak içilmelini mün sultanı yüz görümlüğünü vermeyi unuttum" diyerek, geniĢ pirinç karyolanın yanındaki konsolun gözünü çekti. Kocaman bir kese ile, birkaç kağıt çıkardı. Süheyla'ya uzattı. Kese oldukça ağırdı. Süheyla'nın eli aĢağıya doğru sarktı. uzattı. Sonra birden elini çekti, PaĢa ağır ağır duvak gibi takılan oyalı örtüyü açıp, tacının üstünden arkaya doğru attı. Öylece bakakaldı. Ellerini havaya açıp, "Ya Rabbim, bu güzelliği nasıl yarattın?" diye sordu. Süheyla elindeki ağır torba ve kâğıtlarla duruyordu. PaĢa, "Onlar senin yüz görümlüğün. Bu kesede üç bin altın var. Bu da, bu yörenin en güzel yerlerinde, elli bin dönüm arazi. Ġçinden beğendiğin bir tanesine, bizim için güzel bir konak yaptır. Ġçinde sana hizmet eden bir sürü halayık olsun." Süheyla baĢını ağır ağır kaldırdı. "PaĢam, ben ne servet için ne de unvan için size vardım. Ben sizinle aynı duyguları paylaĢıyorum," dedi. PaĢa Süheyla'yı kucaklayarak karyolanın üzerine oturttu. Üzerindekileri bir bir okĢayarak, öperek çıkartmaya baĢladı. Süheyla'mn vücudunda, PaĢanın değdiği her yer ateĢ alıp, yanıyordu. Süheyla içinden yanmanın bu kadar güzel, bu kadar zevk veren bir Ģey olduğunu bilemezdim diye düĢündü. PaĢa'nın karĢısında çırılçıplaktı. Ve asla utanmıyordu. Çünkü PaĢa onun için bir yabancı değildi. Ruhu ile bedeni ile var olduğundan beri hasretini çektiği, canından çok sevdiği erkeğiydi, eĢiydi. Bedenini ve ruhunu tamamlayan insandı. PaĢa ise bu güzellik karĢısında büyülenmiĢ, ne olduğunu, kim olduğunu unutmuĢtu. O Ģimdi sadece arzu ve ihtiras ile kıvranan sağlıklı bir erkekti. Yatağındaki de dünya yüzünde baĢka bir benzeri olamayacak kadar güzel, Ģahane bir kadındı. Bütün arzularına zevkle, ihtirasla cevap veriyordu. PaĢa keĢke bu anı durdurmak gibi bir gücüm olsaydı diye düĢündü. Bu gece hiç bitmemeliydi. ;4> PaĢa ile Süheyla üç ay yirmi iki gün, ilk geceki arzu ve aĢk ile seviĢtiler. CoĢkuları azalmıyor, artıyordu. Büyüknine birden duraladı. Bu son cümleleri, bu çocuğa söylememeliydim. Ne de olsa o bir çocuk. Yine kendimi hikâyenin büyüsüne kaptırdım, diye düĢündü. PaĢa burada iken, Süheyla'ya yaptıracağı konağın inĢaatı baĢlamıĢtı, ilci adamı durmadan Ġstanbul'a gidip geliyorlardı. O zamanın meĢhur mimarlarından biri, konağın planını yapmıĢtı. Malzemelerin çoğu Ġtalya'dan deniz yolu ile getirtiliyordu. PaĢa sadece büyük aĢkına değil, onun yaĢadığı çevreye de çok cömert davranıyordu. Peder Ġkomoda Süheylada her iki cemaate de yakın davranıyor, dertleri ile ilgileniyor, ihtiyaçlarını karĢılıyordu. Peder Ġkomo'ya karĢı çıkanlar, yavaĢ yavaĢ onun yanında yer almaya, kendisine ve Süheyla'ya saygı ve sevgi duymaya baĢlamıĢlardı. Evliliklerinin ikinci ayından sonra, Süheyla'da hafif baĢ dönmeleri ve mide bulantıları baĢlamıĢtı. Acaba hamile miyim? diye düĢündü. Ama kesin bir Ģey olmadan ne çevresindekilere, ne de PaĢaya bir Ģey söylememeye kararlıydı. Sonra bir gece sabaha karĢı PaĢa ve adamları kıyıya yanaĢan bir kadırga ile uzaklaĢtılar. Süheyla kıyıdaki kayanın üzerinde saatlerce oturdu. Gökyüzü ıĢıl ısıldı. Uzun süre arkalarından baktı. PaĢada kadırganın ucunda bir I eli ile direğe tutunmuĢ vaziyette Süheyla'ya bakıyordu. Artık birbirlerini görmelerine imkân yoktu. Birkaç burun dönmüĢ, çok uzaklaĢmıĢlardı. Ama onlar gönül gözleri ile birbirlerini görebiliyorlardı. Yüzlerindeki hüznü bile fark edebiliyorlardı. Süheyla'nın gözlerinden o kadar yaĢ aktı ki, Ayvalık halkı, yıllarca bu yaĢlardan, denizin sularının yükseldiğini söyleyip durdular. PaĢa ise aynı yaĢlan içine akıtıyordu. Kalbine ayrılık ateĢi Ģimdiden düĢ- müĢtü. Bu alev her gün biraz daha yakıcı olacaktı. Peder Ġkomo, yeğeninin omzuna dokundu, "Kalk artık yavrum. Bu kadar zayıf olma. Sen bir Osmanlı paĢasının zevcesisin. Deniz muharebelerinde ömrü geçmiĢ bir adamın eve bağlanıp kalmasına imkân yok O zaman da onu ruhen öldürmüĢ olursun. Sen daima güçlü ve vakur olmalısın. Çünkü sen bir yere kadar, Osmanlı Ġmparatorluğunun buradaki uzantısı sayılırsın." Süheyla bu sözler üzerine ayağa kalktı. BaĢını dik tutmaya çalıĢıyordu. PaĢanın bir daha gelip, gelmediği bilinmiyor. Bazılarına göre birkaç defa kayıkla ve tebdili kıyafetle gelmiĢti. Bazılarına göre hiç gelememiĢti. Süheyla, sekiz ay kadar sonra, bir kız, bir erkek çocuğu dünyaya getirdi. Erkek çocuğun adını Hasan, kızın adını da Hümeyra koydular. Cezayirli Hasan PaĢanın çocuklarından haberi olup olmadığı da tam olarak belli değil. Bazılarına göre PaĢa gelmediği için, Süheyla kırılmıĢ ve çocukları haber vermemiĢti. Bunun altında, PaĢanın çocuklarını Ġstanbul'a götürmek isteyeceği korkusu da varmıĢ tabii. Hasan PaĢa, zaferden zafere koĢuyordu. Denizlerdeki baĢarısını, devlet idaresinde de gösteriyordu. PadiĢah 2. Mustafa'nın güvenini ve takdirini kazanmıĢtı. Bundan birkaç yıl sonra, Hasan PaĢa, Kaptan-ı Derya ve sadrazam olmuĢtu. Peder Ġkomo Ġstanbul'a kadar gidip, huzuruna kabul edildi. Ġkomo'nun Ayvalık için büyükjplanları vardı. Burası mümbit bir araziydi. Deniz ile iç içeydi. DıĢ ticarete müsaitti. Önce PaĢadan Ayvalık için özerklik istedi ve aldı. Zaten Ayvalık bu izdivaçtan sonra hep geliĢti. PaĢa <5" tarafından hep kollandı. PaĢa cömert ve çok zengin bir insandı. Gerçekten Süheyla'yı da çok sevmiĢti. Ne yazık ki o kaptan-ı Derya ve sadrazamdı. Herhangi biri gibi istediği zaman, istediği yere gidemezdi. 1774 de yapılan Kaynarca AntlaĢmasından sonra, Ayvalık'a konsolosluk da açıldı. DıĢ ticaret geliĢti. Ayvalık büyümeye, Süheyla ve Ikomo'da halk tarafından sevilmeye devam ediyordu. Ayvalık halkı Süheyla'ya sultanlarıymıĢ gibi davranıyorlardı. O da her hali ile bunu hak ediyordu. 1790 tarihinde PaĢa ġumnu'da vefat etti. Arkasında hasretle ve aĢkla yanan bir kalp, sayısız zaferler, baĢarılarla dolu tarih sayfaları bırakarak... Süheyla, PaĢa'nın ölümünden sonra aylarca, yıllarca ağladı. Yemedi, içmedi. Peder Ġkomo'nun içi sızlıyordu. Bir gün dayanamadı, "Yavrum sana böyle olacağını söylemiĢtim," dedi. Süheyla yüzünde bir gülümseme ile, "Dayı Ģu anda o güne dönsek, PaĢa aynı teklifi yapsa, hemen kabul ederim. Ben üç ayda yüz yıllık mutluluğu yaĢadım. Ayvalık ve halkı için yapılanları ise tarih anlatacaktır," dedi... Süheyla beĢ altı yıl sonra dayısını da kaybetti. Çok üzüldü. Bu kayıp, onu sadece üzmekle kalmamıĢtı. Onun geçmiĢi ile tek bağını da koparmıĢtı. ġimdi kendini kökü olmayan bir suda yüzen nilüfer çiçeklerine benzetiyordu. Peder Ġkomo'nun ölümüne, sadece Süheyl*5ueğil, Müslüman ve Hıristiyan halk beraberce gözyaĢı döktü. Süheyla'mn çocukları büyümüĢtü. Oğlu Hasan çok yakıĢıklıydı ve Ayvalık akademisini bitirmiĢti. Kızı Hümeyra ise çok güzeldi. PaĢadan ve Süheyla'dan güzel olan her Ģeyi almıĢtı. Her ikisi de evlenmiĢ, Süheyla'ya üç torun vermiĢlerdi. Süheyla'mn yıllarca hasretten, Ģimdi de acıdan ya b6 <5" nan kalbini sevimli torunları ısıtabiliyor, zaman zaman da olsa, yüzünde bir tebessüm yaratıp, güzel gamzelerini meydana çıkarabiliyorlardı. Birkaç günden beri Süheyla torunlarıyla bile meĢgul değildi. Üzerinde gözle görülür bir halsizlik, bir keyifsizlik, bir durgunluk vardı. Kendisi buradaydı ama ruhu çok uzaklarda gibiydi. Ayvalıkta yine nefis bir güz akĢamı yaĢanıyordu. Gökyüzü muhteĢem bir görünüm almıĢtı. Süheyla, denize bakan pencereyi açtı, saatlerce baktı. Öylece duruyordu. AkĢamın hüzünlü karanlığı her tarafı kaplamıĢtı. Birdenbire odada kitap okuyan oğluna döndü, "Hümeyra'yı da çağır, beni deniz kenarına indirin." Hasan ĢaĢırmıĢtı, "Bu saatte mi anne? Yarın sabah indirelim." "Hayır, Ģimdi. Bana birkaç dakika müsaade edin giyineceğim," dedi. Hasan odadan çıktı. Hümeyra'yı çağırdı, ikisi de ĢaĢkın ĢaĢkın annelerinin odası önünde beklemeye baĢladılar. Süheyla üzeri gerçek sedef kakmalı sandığını açtı. içinden ipek üzeri sırmalarla iĢli bohçayı çıkardı. Bohçanın içinden evlendiği gece giydiği, PaĢanın hediyesi olan, altın iĢlemeli muhteĢem elbiseyi ve baĢının örtüsünü çıkardı. Elbisenin katları arasından, üzerinde Arap harfleri ile bir Ģeyler yazılı, sararmıĢ bir kâğıt yere düĢtü. Süheyla eğilip kâğıdı aldı. Büyük bir itina ile açtı. Hasan PaĢa ayrılmadan önce, nikâh akdinin yazılı olduğu kâğıt ile beraber bunu da vermiĢti. Süheyla bu kâğıtta yazılı olanları kimseye okutmamıĢ ve o günden sonra esk^Türkçe ile okuma yazmayı öğrenmiĢti. Sonra PaĢanın bıraktığı bu yazı- <5" yı bizzat kendisi okumuĢtu. O günü hiç unutamamıĢtı. Bir gece sabaha kadar, belki yüz kere okumuĢ, öpmüĢ, sonra da göğsüne sokarak uyumuĢtu. Yıllarca PaĢanın yastığına sarılıp uyuduğu gibi... Yine büyük bir dikkatle adeta ok-Ģarcasına kâğıdı açtı. Süheyla 'ma, Bir dilber-i sultan buldum, sevdasıyla kül oldum. Deryalara hükmettim, kapısında kul oldum. Durgun bir yaz gibiydim. Poyraz oldum, sel oldum. Canım sen, cananım sen, tüm kâinata el oldum. Süheylanın gözleri yaĢlarla dolmuĢtu. Son dörtlüğü okuyamadı. SararmıĢ kâğıdı katlayıp, göğsüne soktu. Kızı ve oğlu merak içinde bekliyorlardı. Bir müddet sonra kapı açıldı. Süheyla üzerine evlendiği gün giydiği, altın iĢlemeli elbisesini giymiĢ, baĢına o gün duvak diye taktığı oyalı örtüyü iliĢtirmiĢti. Kırk sekiz veya elli yaĢlarında idi. Hâlâ çok güzel ve çok etkileyiciydi. O eĢsiz güzelliğine biraz gizem, biraz da hüzün eklenmiĢ, daha efsunkâr bir görünüm kazanmıĢtı. Çocuklar ĢaĢkın, ikisi bir ağızdan, "Anne bu ne hal? Deniz kenarına inmek için bu kadar süs niye?" diye bağırdılar. Süheyla dudaklarını parmaklarına götürüp, sus iĢareti yaptı. Süzülürcesine merdivenlerden indi. Konağın batıya bakan cephesinden bahçeye çıktı. Hasan PaĢayı gönderdiği gece saatlerce oturup ağladığı kayanın üzerine oturdu. Bir müddet öylece durdu. Çocuklar gözlerini dikmiĢ, annelerine bakıyorlardı. Arada bir de birbirlerine bakıp, neler olduğunu anlamaya çalıĢıyorlardı. Süheylanın gözleri kapalıydı. Sonra baĢını yavaĢ yavaĢ onlara doğru çevir di, "Siz yukarıya çıkın! Odalarınıza! *Yalnız kalmak istiyo rum," dedi. Hümeyra atıldı, "Anne üĢüyeceksin." Süheyla elini havaya kaldırarak, isteğinin kesin olduğunu anlatmak ister gibi bir hareket yaptı. Çocuklarının yüzüne bir müddet baktı, "Yanıma yaklaĢın!" dedi. Çocuklar yanına yaklaĢtı. Önce oğlunu, sonra kızını öptü. "Siz ünlü bir Osmanlı paĢasının çocuklarısınız. Bunu biliyorsunuz. Ben bunu hiçbir zaman unutmamanızı istiyorum. Gururlu, cesur, cömert ve sevgi dolu olmalısınız! Tıpkı Ģanlı babanız gibi. Bence iyi bir insan olmanın Ģartları bunlardır. Hadi bakalım, odalarınıza çıkın!" Hümeyra, "Anne bunları yukarıda konuĢamaz mıyız? ÜĢüyeceksin." Süheylanın sesi çok güçsüzdü. Nefes nefese konuĢuyordu, "Ne bileyim yavrum, Ģimdi aklıma geldi. Hadi artık gidin," dedi. Hasan ve Hümeyra ister istemez, konağa döndüler. Hasan yine kitabını eline aldı. Hümeyra pencereden annesini seyrediyordu. Zira annesi bu gece alıĢmadıkları bir tavır sergiliyordu... Süheyla denize öyle dikkatle bakıyordu ki, sanki oradan bir Ģey çıkmasını bekliyordu. Birden Hasan PaĢanın o gür, davudi sesini duydu, "Süheylaaaa! Süheylaaa! Gel!" diye bağırıyordu. Ses yankı yapıp, Cunda Adasının yeĢil tepelerine çarparak geri dönüyordu. Süheyla aniden yerinden kalktı. KoĢarak denize doğru gitti ve hızla suya atladı. Pencereden bakan Hümeyra oda kapısına doğru ko- Ģarken bağırıyordu, "Annem! Annem! Annem, kendini denize attı." Hasan elindeki kitabı fırlatarak, uçarcasına merdi venlerden inmiĢ, o hızla üzerindekilerle denize atlamıĢ tı. Çok kısa bir zaman içinde bütün ev ve Ayvalık halkı Süheylanın bahçesinde toplanmıĢ, yörenin ünlü yüzü cüleri denize dalmıĢlardı. Bütün aramalara rağmen, ne o b9 gün, ne de sonra Süheyla bulunamadı. Sanki birileri ona kanat takarak göğe çıkarmıĢtı. Hasan, Hümeyra ve bütün Ayvalık halkı günlerce Süheyla'yı arayıp gözyaĢı döktüler ama boĢuna. O artık bir ömür hasretini çektiği büyük aĢkının, PaĢasının yanındaydı. Cezayirli Hasan PaĢanın oğlundan olan üçüncü göbek torunu Aslan bey, Birinci Dünya SavaĢında, gösterdiği kahramanlıklardan sonra Ģehit düĢtü. ġehit düĢen Aslan beyin kardeĢleri Fransa'ya yerleĢtiler. Ama kızı Hümeyra'dan olan çocuklar, Süheyla için yapılan konakta hayatlarına devam ettiler. Ailede bir gelenek vardı. Süheyla ile Hümeyra ismi nesilden nesile geçiyordu. Tıpkı miras gibi... ĠĢte biz de bu iki muhteĢem insanın torunlarıyız. Bu konak da, PaĢanın Süheyla'ya yaptırdığı konak yavrum... Bu konakta tarih sayfalarına geçmemiĢ, muhteĢem bir hikâye gizli. Artık Ayvalık halkının çoğu bu hikâyeyi hatırlamıyor. Ancak bu ailenin nereden geldiğini, nasıl olduğunu bilmediği halde, aileye yani bizlere karĢı saygı ve sevgileri devam etmekte... Bu konak, yılların yorgunluğunu üzerinde taĢısa da, Ayvalık'ın en görkemli birkaç binasından biri... Birinci Cihan SavaĢını yaĢamıĢ, Osmanlı Ġmparatorluğunun büyük çatısının nasıl çöktüğüne Ģahit olmuĢ, birçok aĢkla, birçok acıyla sahne olmuĢtu. Bugün ise, yüz elli yıllık tarih kokan bu konak, Atatürk'ün kurduğu cumhuriyetin on beĢinci yıl dönümü kutlamalarınızı- j nık oluyor." Büyüknine biraz durdu. Hümeyranın hiç sesi çıkmıyordu. "SarmaĢık Gülü, uyudun mu?" "Hayır nine." Hümeyra'nın sesi titriyordu. Nine karanlıkta göremi-yordu ama galiba küçük kız ağlıyordu. Onu göğsüne doğru çekti. Saçlarını okĢadı. "Yavrum, ağlanacak bir Ģey yok. Bu, gurur duyulacak güzel bir hikâye." "Nineciğim, babam istemese de ben kızımın adım Süheyla koyacağım." Nine duraladı, "Baban istemiyor mu?" "Evet, bu gün annem ile münakaĢa ederlerken duydum. Bu ne kadar Süheyla? Siz hanedan mısınız? diye anneme kızıyordu." Büyüknine baĢını dikti. "Evet biz hanedanız. Baban hala oralarda mı geziyor?" "Nerede geziyor büyüknine?" Büyükninenin gergin yüzü, yumuĢamıĢtı. Çocukluk ne güzel Ģey diye düĢündü. "Hiç, hiç öylesine söyledim. Hadi bakalım, çok geç oldu. Sessizce yatağına." Hümeyra tekrar büyüknineyi öptü ve usulca yataktan indi. Terliklerini eline almıĢ, gürültü etmeden annesi ile babasının odasının önünden geçmeye çalıĢıyordu. Vakit çok geçti. Eğer yakalanırsa azar iĢiteceğini biliyordu. Özellikle de babası tarafından. Odadan yine babasının sesi geliyordu. Yine kızgındı ve yine annesine bağırıyordu. Hümeyra içinden, offbe qff, acaba bütün babalar böyle mi? diye düĢündü. Hızla odasına koĢtu. Çok merak etse bile dinlemekten korkmuĢtu. Zira her an yakalanabilirdi. Derman bey, son günlerde çok daha menfi ve saldırgan bir hal almıĢtı. Tabii en fazla da yakının da ola n Ģahsı, eĢini, yani Süheyla hanımı hırpalıyordu. 61 Süheyla hanım, iyi terbiye almıĢ, kendisini kontrol edebilen, olayları tarafsız bir gözle inceleyip, karar verebilen, dürüst, güzel ve cazibeli bir kadındı. Derman bey ise yakıĢıklı, dıĢ görünüĢü ile insanlar üzerinde çok iyi etki bırakan bir fiziğe sahipti. Ne yazık ki bunlar sadece dıĢ görünüĢünün yarattığı bir kandırmaca idi. Prensipleri olmayan, her türlü hatası ve yanlıĢı için çevresini suçluyan, kıskanç, rahatına fazla kıyamayan, lüksü seven ama bunu elde etmek için çaba sarf etmeyen, dıĢ görünüĢünün aksine kiĢiliği tam oturmamıĢ biriydi. Süheyla o sıralarda on sekiz yaĢında, güzel bir kızdı. Liseyi bitirmiĢti. Yine Ayvalık'ın tanınmıĢ ailelerinden, OdabaĢı'ların oğlu Kenan'a karĢı ilgi duyuyor, hatta seviyordu. Kenanda Süheylada on üç on dört yaĢlarından beri âĢıktı. Kenan bir an evvel Süheyla ile evlenebilmek için, gecesini gündüzüne katıp çalıĢıyordu. Hukuk fakültesini derece ile bitirip, avukatlık stajını acele ile yapmıĢtı. Hemen Ayvalık'ta bir büro açmıĢ ve ilk olarak da ailesini Süheyla'nın ailesine göndermiĢti. Bunu duyan Firuz beyler, acele ile araya girmiĢ, diĢçilik okulunun dördüncü sınıfında olan küçük oğulları Dermana Süheyla'yı istemiĢlerdi. Süheyla'nın ve annesinin itirazları boĢuna gitmiĢ, babası Aslan bey kızına askeri liseden arkadaĢı olan Firuz bey'in oğlunu damat diye seçmiĢti. Süheyla aklı ve gönlü Kenan'da olmasına rağmen babasına boyun eğmiĢ, Derman bey ile evlenmiĢti. Derman bey diĢçilik okulunu bitirememiĢ, Ayvalık'a dönmüĢ, çeĢitli iĢler denemiĢ ama hiçbirinde baĢarılı olamamıĢtı. Kenan bey ise sadece Ayvalık'ın değil, o yörenin çok ünlü bir avukatı olmuĢ ve çok iyi servet yapmıĢtı. ġimdi Derman beylerin bitiĢiğindeki modern lüks evlerinde eĢi Sevgi, kızı Leyla ve oğulla rı Nejat ile yaĢıyorlardı. Kenan bey kibar ve efendi bir bey di. Bir daha Süheyla hanıma dönüp bakmamıĢtı. Ġçindeki sevgi asla kaybolmamıĢtı ama onurlu bir erkek böyle davranmalıydı. Aynı duygular içinde olan Süheylada bir hanımefendi gibi davranmıĢ, kendini kocasına ve çocuklarına adamıĢtı. Ne yazık ki Derman bey bu olgunluğu gösteremiyor, Süheyla'ya, Kenan bey ve ailesi ile görüĢmeyi yasaklıyordu. O aileye karĢı düĢmanlığı her gün biraz daha artıyordu. Sadece Süheyla'ya değil, çocuklarına bile o ailenin çocukları ile konuĢmama yasağı koymuĢtu. Faruk bunu severek yapıyordu. Karakter olarak babasına benziyor, o da Kenan beyin oğlu Nejat'ın mektepteki baĢarısını kıskanıyordu. Ne Kenan beyin çocukları, ne de Hümeyra bu yersiz yasağı anlayamıyorlar. Nasıl davranacaklarını bilemeden, bocalayıp duruyorlardı. Hümeyra yatağında bir müddet döndü. "Acaba büyük-nineme haber versem mi?" diye düĢündü. Sonra vazgeçti. "Belki de adet böyledir. Bütün anne babalar kavga ediyordur. Yârın arkadaĢlarıma sormalıyım," diye karar verip, bir müddet sonra uyudu. Hümeyra, mektebe doğru yürürken pek keyifsiz ve is- teksizdi. Çünkü gerektiği kadar uyuyamamıĢ, her zaman- -Q ki gibi annesi ile babasının bu durumuna canı sıkılmıĢtı. Birinci dersin teneffüsünde sırada beraber oturduğu en yakın arkadaĢı Canana sordu. f&j "Canan, anneler babalar hep kavga eder mi?" Canan biraz düĢündü, "Bilmem, ben bizimkilerden hiç duymadım. Bazen bir konuda tartıĢırlar ama kavga gibi değil." O sırada yanlarına gelen Sumru, "Kim, kim tartıĢıyor-muĢ?" 63 Canan atıldı, "Anneler, babalar." "Aa, evet, bizim komĢularımız da çok tartıĢıyor." ArkadaĢlarına doğru eğildi. Sesini alçaltarak, "Biliyor musunuz? Bazen adam karısı Suzan Teyzeyi dövüyor bile." Hümeyra kıpkırmızı olmuĢtu. Ġçinden "Acaba babam da böyle bir Ģey yapıyor mu?" diye geçirdi. Çok üzgündü. Canan, "Sen niye böyle bir soru soruyorsun ki Hümeyra?" dedi. Hümeyra telaĢlanmıĢtı, "Hiiç, Faruk ağabeyime bir arkadaĢı anlatmıĢ da. Annesi babası çok kavga ediyormuĢ. Çocuk da çok üzgünmüĢ." Sumru bu konudan sıkılmıĢtı, "Amaaan! Bize ne? Bizimkiler etmiyor ya. Hadi sek sek oynayalım." O günden sonra Hümeyra içinde bir korku ile yaĢamaya baĢlamıĢtı. Babasına karĢı mesafeli duruyor, annesine bir Ģey soramıyordu. Hümeyra çok duygusal ve hassas bir kızdı. YaĢının üzerinde gösteriyordu. Büyüknineye göre, ilk nineleri PaĢanın hanımı Süheyladan sonra ailedeki en güzel kadın olacaktı. Hümeyra uzun boyluydu. Çimen rengi hafif çekik gözleriyle ve güneĢin renklerini taĢıyan muhteĢem saçlarıyla görenleri kendine hayran bırakıyordu. YaĢının üstünde gösteriyordu. Zekiydi. Ne ya- ,<^S zık ki çok kırılgandı ve olayları duygularının etkisinde yorumluyor ve çözümlemeye çalıĢıyordu. Bu konu özellikle büyüknineyi üzüyordu. Torununu çok seviyordu ama mantığını kullanamayan, duygularının etkisinde fazlaca kalan insanların yanlıĢ kararlar alacağını ve çok acı çekeceğini biliyordu. Yapabileceği pek bir Ģey yoktu. Ancak karĢısına iyi insanların çıkması için dua ediyor, yeri geldikçe, onun anlayabileceği tarzda nasihatler vermeye çalıĢıyordu. Büyüknine bunları düĢünürken kapısı büyük bir hızla açıldı. Hümeyra koĢarak büyükninenin yanına geldi "Nine, beni sakla! Babam bulamasın, ne olur? Yine anneme bağırıyordu. Ben de kapının önünden geçiyordum, duydum. Ne yapayım duyunca merak ediyorum, dinliyorum. Çünkü annemi döver diye korkuyorum." Hümeyra sözünü bitirmemiĢti ki, Derman beyin gür-leyen sesi duyuldu. Hümeyra hemen kaçıp, büyüknine-nin elbise dolabına girdi. Derman bey açık kapıdan içeri eğilerek, "Hümeyra nerede? Büyükhanım?" diye sordu. Büyükhanım sert bir ifade ile, "Ne yapacaksın Hümeyra'yı?" diye cevap verdi. Derman bey, kendinden gayet emin bir tarzda, "Onun biraz terbiye edilmesi gerekiyor. Kapı dinlemenin çok ayıp olduğunu hâlâ öğrenemedi" demesiyle Büyükhanım bastonunu yere vurdu, "Ġçeri gir! Kapıyı da kapat! Konakta çalıĢanların diline düĢmeyelim." Derman bey ve arkasında yarı gizlenmiĢ gibi duran eĢi Süheyla hanım odaya girdiler. Büyüknine, "Hümeyradan önce bu evde terbiye edilmesi gereken, haddini aĢan büyükler var. Önce onlar gerektiği gibi davranmasını öğrenmeliler ki, çocuklarından bunu istemek hakkına sahip olsunlar." Derman bey kıpkırmızı olmuĢtu. Süheyla hanım da titriyordu. Hem utancından, hem de hırsından. Derman bey, "Bu ne demek oluyor, Ģimdi?" dedi. "Bu, Ģu demek oluyor. Her dakika olur olmaz sebepler yaratarak, kendi noksanlarını ve baĢarısızlıklarını, edepsizlik ederek üste çıkma metodu ile örtmeye çalıĢan, eĢini sebepsiz Ģekilde hırpalayan, çocuklarına sevgi değil, korku veren bir babanın yanında büy üyen çocuklardan hiç kimse fazla bir Ģey bekleyemez. Eğer çekirdekleri çok sağlam olmasaydı, çok daha asi, hatta terbiyesiz olabilirler c <5" di. ġükret ki sağlam bir çekirdeğe sahipler. En azından bir kısmı ile." Süheyla hanım gözlerini ninesinin gardırobunun önüne dikmiĢ, öylece bakıyordu. Dolabın kapağının altından su sızmakta idi. Birden kavradı. Hümeyra orada saklanmıĢtı. Çocuk korkusundan küçük abdestini yapıyordu. Hemen gardırobun önüne doğru yürüdü, ıslaklığı kapatmaya çalıĢır Ģekilde durdu. Derman bey, "Yani torununuz hanımefendinin hiç mi suçu yok?" "Seni bu kadar küstahlaĢtıracak, saldırgan yapacak kadar bir suçu olduğunu zannetmiyorum. O iyi terbiye almıĢ bir genç kadındır. Eğer varsa, hemen Ģimdi söyle! O konuda da gerekeni yapabileceğimi biliyorsun." Derman bey düĢünüyordu. Galiba Süheyla hanıma bir suç bulmaya çalıĢıyordu. Büyüknine tekrarladı, "Cevabını bekliyorum. Torunumun suçu ne?" Derman bey önüne bakarak, "Mesela bitiĢik komĢularla görüĢmemesini, hatta selamlaĢmamasım istiyorum. Ama yine bahçede Sevgi hanımla konuĢuyordu." Büyüknine bastonunu hızla vurarak, ayağa kalktı, "Bana bak, damat! Beni de çileden çıkarmayı baĢarıyor-sun ya, bravo. Neden onlarla görüĢmeyecek? Sevgi hanım hafifmeĢrep bir kadın mı? Kocası saygısız bir adam mı? Ahlaksızlar mı? Kötü bir alıĢkanlıkları mı var?" Derman bey susuyordu. Ağzının içinde bir Ģeyler geveledi. Büyük nine devam ediyordu. "Ben sana sebebini söyleyeyim. Sen fakülteyi bitireme-din. Kenan bey bitirdi. ĠĢinde ve evliliğinde baĢarılı oldu. Ġyi yetiĢen iki çocuğa ve hanımefendi bir eĢe sahip. Seni çileden çıkaran bunlar. Ġnsan kendi eksiklerini, baĢkalarına kusur yüklemekle, saldırganlıkla kapatmaya çalıĢırsa, asla ileri gidemez. Her gün bir Ģeyler kaybetmek zorunda ka- Ur. Ya kendine gel! Yahut ta kendine baĢka bir hayat tarzı çiz! Hadi odamdan çık!" Derman bey odadan çıkarken ağzının içinde mırıldanıyordu, "Ben enayi miyim, seni mezara koymadan baĢka bir yol çizeceğim? Bu kadar senedir bekledim." Sonra biraz daha yüksek bir sesle, "O Hümeyra'ya da gösteririm" diye söylendi. Büyüknine arkasından bağırdı, "Hümeyra'ya en ufak bir Ģey yaparsan karĢında beni bulursun!" Derman bey irkilmiĢti, "Acaba önceden söylediklerimi duydu mu?" diye düĢündü. Sonra "Hayır, hayır, zannetmem. Duysaydı tepkisi bu kadar hafif olamazdı" diyerek, hızla merdivenleri indi. Süheyla hanım gardırobun kapağım açtı. Hümeyra tir tir titriyordu. Sapsarı olmuĢtu. Ayakları ve gardırobun içi ıslanmıĢtı. "Canım yavrum, çok mu korktun? Ben Züleyha'ya sesleyeyim de burayı temizlesin ve sana yeni kıyafetler getirsin." Hümeyra ağlayarak, "Ne olur anneciğim, onlar bunu görmesin," derken bacaklarını iĢaret ediyordu. "Peki yavrum, ben yaparım," diyen Süheyla hanım oda kapısına doğru giderken büyüknine seslendi, "ĠĢini bitir- • O dikten sonra seninle de konuĢacağım." "Tamam nineciğim. Hümeyra'yı mektebe göndereyim, gelirim." Nr Nine ve torun sade kahvelerini yudumlarken, sohbete de baĢlamıĢlardı. Bu, sohbetten ziyade, büyükninenin Süheyla'ya yapacağı bir ikazdı. Büyüknine, "Kızım sana kocana saygılı olmanı, her olayda kavga çıkarmamanı öğ- rettik. Bir kadın zarif ve akıllı olmalı dedik. Bunu kendi mutluluğu için ve çocukları için yapmalı dedik. Ama saygıdan anlamayan bir insana gösterilen saygı, onu daha edepsiz ve daha saldırgan yapar. Dermanda olduğu gibi... Kendini ezdirmek ile onu yola getiremezsin. Asla, edepsiz ol, kocan ile kavga et, demiyorum. Ona karĢı kararlı dav ranıĢlar sergile. Örneğin, ya sana kibar ve saygılı davran masını, ya da çekip gitmesini söyle! Çünkü böyle bir bab ile büyüyen çocuk, babasız büyüyenden çok daha Ģanssız sayılır. Eğer bir suçun olsa idi sana düzelmeni söylerdim. Bütün zorlamalarıma rağmen seni suçlayamadı. Bu da ne kadar haksız olduğunu gösteriyor. Hümeyra'mın halini görmedin mi? O çocuk bu baskının ve korkunun altında ruh hastası olacak." Süheyla içinden Allah korusun diye geçirdi. " Nine yani bana ayrıl mı diyorsun?" "Evet, bu tutumunu devam ettirirse, evet... " "Ama çocuklarım, çevrem ne düĢünür?" "Hiç kimse hayatını birileri ne düĢünür diye harcama hakkına sahip değildir. Sen ayakta durabilmelisin ki, çocuklarının dayanacak bir duvarı olsun. Ġki yıkık duvar hiç iĢe yaramaz." "Ama bizim ailede böyle bir Ģey yoktur." "Evet, olmamasını temenni ederdim. Ama her Ģeyin bir ilki vardır. En azından kocan bunu yapabileceğine inanmalı. O bu servetten vazgeçemez üzülme! Belki biraz yola gelir." Büyükhanım hem ailenin en büyüğü idi hem de Ģu andaki mevcut servetin çok önemli bir bölümünün sahibi. Süheyla hanımın annesi, yani büyükhanımın kızı, kendi sinden önce vefat ettiği için, servet ona intikal etmemiĢti Sadece damadı Aslan beyden kalan miras, torunu Süheyla hanıma intikal etmiĢti. O serveti de Derman bey, beceriksizliği ile kısa zamanda yok etmiĢti. Bu konağın geçimi, tamamen büyükhanım tarafından, yani Cezayirli Hasan PaĢadan ve eĢinden kalan malların geliri ile idare ediliyordu. Hâlâ çok büyük bir servet sayılırdı. Derman beyin bü-yükhanıma karĢı gelememesinin ve hatta bu evliliği bitirmeyi düĢünememesinin tek sebebi, büyükhanımın cazip servetiydi. Büyükhanım da bunun farkındaydı. Nasıl bir çare bulabileceğini bilmiyordu. Zaman zaman bu konuyu düĢünür ama içinden çıkamazdı. Son çare olarak "ĠnĢallah Hümeyra'nın on sekiz yaĢma girdiğini görür, büyük bir kısmını ona tapularım" diye dua ediyordu. Çünkü torunu Süheyla hanıma geçecek her türlü malın mülkün Derman beye yem olacağının farkındaydı. Konakta bu kıĢ tatsız bir hava vardı. Büyükhanım halsizdi. Yıllar hükmünü iĢliyordu. Süheyla hanım ise son derece mutsuzdu. Faruk, pek bir Ģeyin farkında değildi. Çocukluktan gençliğe geçiyordu. Sesi kalınlaĢmıĢ, bıyıkları çıkmıĢtı. Bedenindeki bu değiĢildik, ruhuna da aksediyordu. KarĢı cinse karĢı aĢırı ilgi duymaya, derslerini iyice asmaya baĢlamıĢtı. Babaları Derman bey, hiçbir Ģey ile meĢgul değildi. Sanki dünyadaki tek iĢi, güzel eĢine bir suç yüklemeye çalıĢmakmıĢ gibi durmadan olay çıkarıyor, yoktan bahanelerle yaĢamını çekilmez hale getiriyordu. Gerçi büyük nineden iĢittiği azardan sonra, daha dikkatli davranıyor, sesini yükseltmemeye çalıĢıyordu ama yine de evdeki gergin hava hep devam ediyordu. Bahar yavaĢ yavaĢ kendini hissettiriyordu. Bu, Ege kıyılarında ve özellikle de Ayvalık ve çevresinde çok daha belirgin oluyordu. 69 Hümeyra da abisi gibi bir geçiĢ dönemi yaĢıyordu. Kızlar bu dönemi, erkeklere göre daha erken yaĢadıkları için, hemen hemen ikisi de aynı zamanda ergenlik çağına girmiĢlerdi. Tabii Hümeyrada az da olsa, asabi ve belirsizlik içinde idi. Karakterini oturtmak için mücadele veriyordu. Kısacası konağın içinde, aynı yerde, aynı zaman dilimini yaĢayan çok değiĢik karakterler vardı. Bu da hayatlarını zorlaĢtırıyordu. Hümeyra bu yıl çok uzamıĢtı. Boyu annesini geçmiĢ, göğüslerinde sertlikler hissetmeye baĢlamıĢtı. Çok asık bir surat ile bahçeye girdi. Yalnızdı. Faruk onu sık sık ekmeye baĢlamıĢtı. Sınıfındaki Suzan'a âĢık olmuĢtu. Her mektep çıkıĢında, Suzan'ın arkasından Çamlık mevkiine kadar yürüyor, Suzan evine girdikten sonra geri geliyordu. Her defasında da yalanlar uyduruyordu ama Hümeyra onun ne yaptığım biliyordu. Aslında Hümeyra, mektebe yalnız gidip gelmekten memnundu. Abisi ile hiçbir ortak yanı yoktu. Bir bekçiye ise hiç ihtiyacı yoktu. Ayvalık halkından ne Hümeyra'ya ne de ailesine bir zarar gelmezdi. Hümeyra bahçede yeni tomurcuklanan beyaz güllere baktı. Sonra adını aldığı koyu kırmızı sarmaĢık gülünün yanında durdu. Üzerinde çok tomurcuk vardı ama henüz küçüklerdi. Biraz daha zamana ve güneĢe ihtiyaçları var dı. Bir ses duydu. Kenan beylerin bahçesine doğru döndü. Bahçe duvarı, oymalı demirlerle çevriliydi. Demirler beyaz boyalıydı. Ve dantel gibi duruyorlardı. Onlara sarılmıĢ bir sürü rengârenk gül vardı. ġeftali ağacı ise nefis çiçeklerle bezenmiĢti. Kenan beyin oğlu Nejat, Hümeyra'ya sesleniyordu, "Küçük kız! Küçük kız! Lütfen topumu verir misin?" Hümeyra çevresine bakındı. Nejat, "Bak, nar ağacının kökünde," dedi. Hümeyra topu aldı. Nejat'a kadar getirdi. Nejat, "Küçük kız, neden bu kadar surat asıyorsun? Altı üstü birkaç adım fazla attın." Hümeyra sinirlenmiĢti, "Fazla adım attığım için sinirlenmedim. Ben küçük kız değilim. Ve bir adım var!" Nejat gülümsedi, "Biliyorum, hatta iki adın var. ikisi de çok güzel. Hümeyra ve SarmaĢık Gülü... Ama küçük kıza da kızmamaksın! Küçük olmak ayıp mı?" Hümeyra daha sert ve yüksek bir sesle, "Ama ben küçük bir kız değilim!" Nejat açıktan açığa gülüyordu, "SarmaĢık Gülü, kızınca çok güzelleĢiyorsun. Özellikle gözlerin, farkında mısın? Hümeyra, hâlâ elinde tuttuğu topu hızla Nejat'a attı. Arkasını dönerek, konağa doğru yürümeye baĢladı. Nejat öylece arkasından bakıyordu, içinden "gerçekten çok güzel bir kız olacak" dedi. Hümeyra da kendi kendine söylenerek merdivenlere doğru giderken, Makbule bacı ile karĢılaĢtı. "Ne oluyor SarmaĢık Gülü, neye söyleniyorsun böyle? "KomĢunun sevimsiz oğluna." "Neden?" "Bana küçük kız dedi." Makbule bacı güldü, "Sen büyük kız mı oldun SarmaĢık Gülü? Büyük kız ne zaman olursun biliyor musun?" "Ne zaman Bici?" "Sana küçük kız dendiğinde kızmadığın zaman." Hümeyra biraz düĢündü, "Yani ne zaman?" "Bilemem. Onu sen fark edece ksin. Hadi üstünü değiĢtir de yemeğe gel. Herkes yemek odasında." "Ben büyükninem ile yemek istiyorum. Tabağımı alıp, çıkabilir miyim?" "Bence çok iyi olur. Büyüknine artık pek sofraya inemiyor.. Arada bir ona arkadaĢlık et. Ben yemeğinizi Züleyha ile gönderirim." Hümeyra çabucak mektep formasını çıkardı. Kırmızı bir elbise giyip, saçlarını dağınık bıraktı. Ellerini yıkayıp, bahçeye koĢtu. Beyaz bir gonca gül çıkarıp, büyükninesi-nin odasına doğru hızla yürüdü. Züleyha da tam o sırada elinde büyük bir tepsi ile odaya giriyordu. Büyükhanım önce Züleyha'nın elindeki tepsinin içine baktı. "Bu ne kadar yemek Züleyha?" diye sordu. Hümeyra hemen atıldı, "Nineciğim, ben de sizinle yiyeceğim." Büyükninenin yüzü aydınlanmıĢtı, "Ne güzel," dedi. Ama hemen piĢman olmuĢ gibi, "Yavrum ailenle beraber aĢağıda yemek varken benim gibi bir ihtiyar ile zamanını harcama!" "Nineciğim ben, herkesten çok, seninle olmaktan zevk alıyorum. Orada olmak beni sıkıyor." "Neden?" Hümeyra biraz durdu. Elindeki goncayı ninesine uzattı. Züleyha'nın odadan çıkmasını bekledi. Sesini biraz alçaltarak, "Sanırım babamdan tedirgin oluyorum." Nine ilk defa ne diyeceğini bilemiyordu, "Ama o senin baban. Her Ģeye rağmen onu sevmen ve sayman gerek." "Biliyorum ama beni korkutuyor. Yanında rahat olamıyorum? Saygı gösteriyorum nineciğim. Ama sevip sevmediğimden emin değilim. Mesela ölmesini istemem, ama benden uzakta bir yerde olsa memnun olurum. Bak annem ve bici ile yalnız olsam belki orada olmaktan da sam b mutlu olacağım. Ama yine de en çok sizinle olmayı seviyorum." Büyük hanım ĢaĢırmıĢtı. Çocuk duygularını ne güzel ifade etmiĢti ölmesini istemem ama benden uzakta olsa diyerek. Büyüknine gülerek, "Ben de yavrum. Ben de seninle olmaktan çok mutluyum. Sen hayatımın bu tatsız dönemine ıĢık veren, renk katan tek varlıksın." Büyükninenin dikkatini çeken baĢka bir Ģey daha vardı. Faruk'tan hiç bahsetmemiĢti. Demek ki onun hakkındaki duygularından emin değildi. Veya üzerinde hiçbir etkisi yoktu. Yazık, iki kardeĢ keĢke daha bağlı olabilseler diye düĢündü. "Peki istersen bu konuyu bırakalım. Mektep ile aran nasıl?" "Mektebi seviyorum. Derslerim de çok iyi." "Biliyor musun, bu sene çok geliĢtin, büyüdün ve de güzelleĢtin. Tahminimde yanılmadım. Sen ailenin en güzel ikinci kadını olacaksın. PaĢanın hanımı Süheyla'dan sonra... " "Bana hâlâ küçük kız diyen aptallar var." "KimmiĢ onlar?" "KomĢu Kenan beyin ukalâ oğlu... " Nine gülmeye baĢlamıĢtı. "Üzülme, çok geçmeden büyüdüğünü o da kabul edecektir." o Aralarında yarım asırdan fazla bir zaman farkı olan bu iki insan , bir arada olmaktan çok mutlu görünüyorlardı. KonuĢacak konuları, birbirlerine gösterecek sevgileri vardı. Galiba bu ikisi, insanları birbirine yaklaĢtıran en etkin ne ya duygulardı. 73 Derman bey, Hümeyra'nın büyüknine ile yemek yeme isteğine bozulmuĢtu ama sesini çıkaramadı. Artık daha "dikkatli davranıp, olay çıkarmamaya çalıĢıyordu. Ne yazık ki ne eĢi ne de çocukları ile bir sevgi bağı kalmamıĢtı. Zaten baĢından beri de bu bağı kuramamıĢtı. Aile, duygusal açıdan dağılıyordu. Herkes kendi dünyasında, kendi mutsuzluğu ile baĢ baĢaydı. Faruk'un mutsuzluğunun aile bireyleri ile fazla bir ilgisi yoktu. Daha baĢka sebeplere dayanıyordu. KomĢu Kenan beyler hususi otomobil almıĢlardı. Bütün Ayvalık'ta iki tane hususi otomabil vardı. Onlarınki ile üç olmuĢtu. Ara sıra babası Nejat'ı okula araba ile bırakıyordu. Bu, Faruk'un sinirlerini geriyordu. Ayrıca bir buçuk yıldan fazla bir zamandır Suzahı takip ediyor, konuĢmaya çalıĢıyor ama bir türlü baĢaramı-yordu. Arada bir gözlerini üzerinde hissediyordu. Hatta bazen gülümsediğini zannediyordu. Hepsi bu kadardı. Bu da Faruk'a yetmiyordu. Hümeyra her gün biraz daha içine kapanıyor gibiydi. Sadece büyükninesinin yanında huzurlu olabiliyordu. Anlayamadığı bir Ģey daha vardı. Canan bir üst sınıftaki ismail'e, Sumru da sınıf mümessili Ahmet'e ilgi duyuyordu. Her gün saatlerce bu çocuklarla ilgili Ģeyler anlatıp duruyorlardı. Hümeyra hiç kimseye böyle bir yakınlık hissetmiyordu. Yakınlık hissetmek Ģöyle dursun, b azılarına, özellikle de Kenan beyin oğlu Nejat'a çok sinir oluyordu. Çocuk ile ne zaman nerede karĢılaĢsa, hemen kaçmaya çalıĢıyor, yüzüne ateĢler basıyordu. Dün sabah evden çıkarken, arkasından seslenen Bici'ye dönüp bakmıĢ, aynı zamanda da yürümeye devam etmiĢti. Nejat ile çarpıĢmıĢtı. Çocuk bileklerinden tutmuĢ, gülerek, "Dikkatli ol, SarmaĢık Gülü," demiĢti. Bu söz bile Hümeyra'yı çi leden çıkarmaya yetmiĢ, akĢama kadar gergin bir Ģekil de dolaĢmıĢtı. Sonra kendi kendine Ģöyle bir karara vardı. Babasının devamlı bu aile hakkında kötü konuĢması, kendisini etkilemiĢ olabilirdi. Zira çocuk onu bu kadar kızdıracak bir Ģey yapmamıĢtı. Haftanın iki, üç günü büyüknine ile yemek yemeyi alıĢkanlık haline getirmiĢti. Ninesi ile sohbetten çok büyük haz alıyor, onun yanındayken ne düĢündüğünü, ne istediğini rahatça ifade edebiliyordu. Mektebin son günleriydi. Bazı talebeler için bu, sevinilecek bir durumdu. Bazıları ise her sene sonunda gözyaĢı dökerlerdi. Canan Ġsmail ile ilgilenmekten vazgeçmiĢ, lise son sınıftaki Murat ile arkadaĢlık etmeye baĢlamıĢtı. ArkadaĢlıkları birkaç günde bir kitap arasında mektup alıp vermek veya gülümsemekten ibaretti. Ama bu bile bütün hayatlarını doldurmuĢtu. Cananın daha önemli bir endiĢesi vardı. Eğer Murat imtihanlarda baĢarılı olup da liseyi bitirirse üniversiteye baĢlamak için büyük bir Ģehre gidecekti. Sumru ise hala Ahmet için yanıp tutuĢuyordu. Ġkisi de mektebin kapanacağına değil, sevgililerinden ayrı kalacaklarına üzülüyorlardı. Hümeyra ise gerçekten mektebin kapanacağına üzgündü. Onun üzgün olma sebebi çok ayrıydı. Mektepte olmak, evdeki sıkıcı havadan uzak olmak demekti. Ayrıca baĢarılı bir talebe idi. Ġyi not almak, öğretmenleri tarafından sevilmek, ona gurur ve moral veriyordu. En önemlisi babası ile daha az karĢılaĢıyordu. ġimdi bütün yaz beraber olacaklardı. Sıkıcı bir durumdu Ayvalık ve yöresi yeni bir değiĢimin içine girmiĢti. Ġnsanlar sahil Ģehirlerini sayfiye yeri olarak kullanmaya baĢlamıĢlardı. Ayvalık gibi deniz kenarında olan yerleĢim yerlerine oteller yapılmaya, baĢlanmıĢtı. Zaman içinde bu konunun daha geniĢleyeceği, hatta yabancı memleketler- den de buralara gelip, denize girmek isteyecek insanlar olacağı konuĢuluyordu. Bu, sahil kentleri için yeni bir gelir kaynağı idi. Böyle güzel bir konu bile konakta münakaĢa sebebi olabiliyordu. Tabii Derman bey, konağın yerine otel ve daha bir çok ticari yerin yapılabileceğini, bunun bir kısmını ailenin iĢletebileceğini, bir kısmının satılarak büyük bir gelir elde edilebileceğini söylüyor ama büyükhanım tarafından reddediliyordu. Büyükhanım bu konu açılır açılmaz, bastonunu yere vurarak "Ben bu konakta öleceğim. Bu kadar!" deyip, meseleyi kapatıyordu. Derman bey de her zamanki gibi haksız olduğunu bile bile eĢine yükleniyor, ninesinden kendine düĢeni istemesi için zorluyordu. Derman bey'in taraftarı olan Faruk ise, konuya hemen baĢka bir yerinden giriyordu. "Tabii babam haklı... Millet ne güzel sefa sürüyor. Baba biz de hemen bir otomobil alırız, değil mi?" Derman bey bu soruya açık seçik bir cevap vermiyordu ama, en pahalısından bir otomobilin hayalini kurduğu kesindi. Hümeyra elinde karnesi neĢe içinde arkadaĢlarından ayrılmıĢ, mutlu bir yüz ifadesi ile evine doğru yollanmıĢtı. Arkasında bir ayak sesi vardı. Sanki kendisini aynı mesafeden takip ediyordu. Dayanamadı, dönüp baktı. Gelen Nejat'tı. Hümeyra'mn döndüğünü görünce güldü. "SarmaĢık Gülü, çok neĢelisin, karnen çok mu güzel?" "Öyle sayılır. Bir tek sekizim var." "Aa, hangi dersten?" "Jimnastik." vNS "Hayret vücudun spora çok uygun, nasıl oluyor da on almıyorsun?" "Bilmem ki." "Ben biliyorum galiba. Utanıyor, rahat hareket edemiyorsun. Ama bu karne de fevkalade güzel sayılır." Elinde kırmızı bir gül goncası vardı. Onu Hümeyra'ya doğru uzattı, "Sana Ģimdilik güzel karne armağanı olarak bunu verebilir miyim?" Hümeyra bir müddet tereddüt etti. Yine yüzünü ateĢ basmıĢtı. Sonra birden elini uzatıp, kırmızı gülü acele ile aldı. Bir taraftan da korku ile çevresine bakıyordu. Çok kısık bir sesle, "TeĢekkür ederim," diyerek bahçe kapısına doğru koĢar adımlarla yürüdü. Nejat muzip bir ses tonu ile, "Neden kaçıyorsun küçük kız? Ben umacı mıyım?" diye seslendi. Hümeyra sinirden kıpkırmızı olmuĢtu. Geriye dönüp sert sert Nejat'ın yüzüne baktı, "Evet umacısın!" diyerek kırmızı gülü hırsla yere attı. Bütün sevinci kaybolmuĢ, mutluluğu uçmuĢtu. Gözleri dolu doluydu. Bir taraftan da söyleniyordu. "Bu sevimsiz oğlandan kurtulmanın bir yolu yok mu acaba?" Nejat bir müddet öylece baktı. "Bu sahiden çok çocuk. Ne olur sanki biraz çabuk büyüse... " diyerek, kendi evlerine doğru yürüdü. Bu yaz Hümeyra'nın korktuğu baĢına gelmemiĢti. Birkaç gün sonra Ankara'da müfettiĢ olan amcası Fuat bey, eĢi Sema hanım, kızları Hayal ve oğulları Suat ile Ayvalık'ı gezmeye, hasret gidermeye geldiler. BeĢ yıldan daha uzun Ģık bir adamdı. Sema hanım ise fazla iddiası olmayan, iyi niyetli, konuĢkan bir hanımdı. Hayal güzel bir kızdı. Ve Hümeyra'den iki yaĢ kadar büyüktü. Belki çok güzel de- bir süredir iki aile görüĢmemiĢti. Hümeyra amcası ve ailesine aksine amcası sakin, sevecen, k ğildi ama çok havalıydı. Ġnsan bazen gerçekten bir hayal olup olmadığını düĢünüyordu. Suat ise Faruk'tan biraz büyüktü. GeniĢ omuzlu, koyu kumral saçlı, atletik vücutlu, güler yüzlü bir çocuktu. Çok Ģakacıydı ve Hümeyra'yı çok güldürüyordu. Tuhaf ve güzel olan bir Ģey daha vardı. Babası birdenbire değiĢivermiĢti. Sanki ağabeyini taklit ediyormuĢ gibi sakin görünmeye, çocukları ve eĢi ile ilgilenmeye, her dakika mesele çıkarmamaya çalıĢıyordu. Bu durumdan herkes memnundu. Büyük hanım ise Derman beye daha fazla sinirleniyordu. Hümeyra büyükninenin annesine Ģöyle dediğini duymuĢtu, "Madem insan olmayı beceriyor, neden bize hayatı zindan ediyor? Ağabeyinin ve ailesinin hoĢça vakit geçirebilmesi için, iyi baba, iyi koca kisvesine büründü." Hümeyra, annesinin cevabını duya-madan uzaklaĢmıĢtı. Hümeyra ve annesi senelerdir olmadıkları kadar huzurluydular. Sebebi ne olursa olsun, böyle bir huzura, sakin bir hayata ihtiyaçları vardı. Derman bey o kadar iyiydi ki, yeğenlerinin, hatta Faruk'un bitiĢik komĢu çocukları ile sohbet etmelerine bile kızmıyordu. Bu sefer de komĢularla sohbete yanaĢmayan Hümeyra'ydı. Kırmızı gülü fırlattığı günden beri Nejat ile göz göze gelmemeye, konuĢmak Ģanslısınız böyle bir komĢunun olması çok büyük bir nimet. Bütün aile çok iyiler. Sevgi hanım bizi bu akĢam çaya davet etti. BeĢ gibi falan, gideriz değil mi?" ti? Tabii Derman beyi kızdırmaktan korkuyordu. Derman bey hemen atıldı, "Tabii gidin canım, Sevgi hanım iyi bir mecburiyetinde kalmamaya dikkat ediyordu. O akĢam yemekte Sema hanım, "Süheyla ne Süheyla hanım cevap hanım." Hayal hemen atıldı, "Ben de gelebilir miyim?" Sema hanım, "Tabii kızım, siz de gelin. Leyla ile de iyi anlaĢtınız." Hayal, "Oğullan da çok centilmen ve saygılı bir çocuk." Hümeyra hiç söze karıĢmıyordu, içinden nasıl bir mazeret bulsam da gitmesem diye düĢünüyordu. Hayal devam etti, "Hümeyra, gideriz, değil mi?" "Aaa, çok üzgünüm, ben gelemem. Büyüknineme kitap okumak için söz vermiĢtim. Kaç kere erteledim. Artık bu gün okumalıyım. Ninemi gücendirmek istemem." Derman bey atıldı, "Hümeyra'nın en kıymetli varlığı ninesidir. Bizler sonra geliriz." Fuat bey, "Aferin bu yaĢta büyüklere bu kadar saygı ve bağlılık, çok güzel bir Ģey. Zamanın gençliğinde bu duygular gittikçe zayıflıyor," dedi. Bu takdirkâr cümleden sonra hiç kimse fikir yürütemedi. AkĢamüstü ev halkı Kenan beylere, Hümeyra da eline bir kitap alıp ninesinin odasına gitti. Büyükhanım, "Hayrola SarmaĢık Gülü, bana ders mi çalıĢtıracaksın?" Hümeyra ufak bir tereddütten sonra, öğlen yemeğindeki konuĢmaları, kendinin de kaçmak için bu yolu bulduğunu anlattı. Büyüknine sessizce dinlemiĢti. "Ama neden?" diye sordu. "Gitmek istememenin sebebi ne?" "O çocuğa gıcık oluyorum, inadına bana "küçük kız" demeye devam ediyor." Büyüknine Hümeyra'nın çok karmaĢık duygular içinde olduğunu, henüz duygularını çözümleyemediğini, herhangi bir yorum yapıp, aklına bir Ģey sokmamak gerektiğini düĢündü. "Bana pek akıllıca bir tepki gibi gelmedi ama sen bilirsin. Hiç kimse zorla sevilmez. Aksi de olamaz. Yani nefret etmek de zorla olamaz." 79 <5" Hümeyra'mn aklına takılan bir Ģey vardı. Hayal ora ya giderken çok süslenmiĢti ve bayağı heyecanlıydı. Kendi kendine söylenir gibi "Bu beni niye rahatsız etsin ki? Bana ne?" dedi. Sonra birden konuyu değiĢtirdi, "Nine ben ke man dersi almak istiyorum." Nine ĢaĢırmıĢtı, "Allah Allah, o nereden çıktı? Kemanı ben de çok severim. Bence çok iyi olur. Sana da çok yakıĢır. Müzik hocası Kamuran beyden rica edelim, Ġstanbul'; gidecek biri ile bize bir keman, nota kitabı falan aldırsın." "Peki kimden öğreneceğim? Kim ders verecek?" "Kamuran bey verir herhalde. Benim hatırımı kırmaz." Kamuran beyin öğretmen olmasında bu ailenin, özellikle büyük hanımın çok yardımı olmuĢtu. "Peki, babam? Ona sormayacak mıyız?" "Sorarız tabii. Her iĢte olduğu gibi, önce itiraz edecek tir. Sonra da kabul... Güzel çalmaya baĢladığın zaman da "Ben istemiĢtim" diye övünecektir. Sen amcanın yanında? bu konuyu aç. Baban itirazsız kabul edecektir." "Tamam canım nineciğim. ġimdi odama çıkabilir mi yim?" "Tabii SarmaĢık Gülü... " Hümeyra'mn aklı komĢu bahçedeydi. Arada bir kah kaha sesleri geliyordu. Hümeyra'mn odasının yan penceresinden komĢu bahçenin kamelyası görünüyordu, Evin denize bakan tarafındaki geniĢ balkon, yan taraflara da kıvrılıyordu. Aslında Nejat'ın odası ile karĢı karĢı ya idi. Onun odasının yan camı da Hümeyra'mn odası na bakıyordu. Hümeyra birkaç dakika bakmakla bakmamak arasında tereddüt etti. Sonra pencerenin kenarına gi dip, perdenin aralık yerinden onları gözetlemeye baĢladı Üç hanım çay içiyordu. Suat, Hayal, Leyla ve Nejat bahçe ııin öteki tarafında kayısı ağacının altında konuĢuyorlardı. Nejat durmadan Hayale bakarak bir Ģeyler anlatıyordu. Hayal birden neĢe ile el çırpmaya baĢladı. Sonra annelerinin yanına gelip bir Ģeyler konuĢtular. Hepsi birden sokak kapısına doğru koĢtular. Hümeyra sessiz film seyreder gibiydi. Kenan beyin arabasının motoru çalıĢmıĢtı. Nihayet bir ses duymuĢtu ama bu ses canını sıkmıĢtı. Acaba Hayal kimin yanına oturdu? Herhalde Suat öne oturmuĢtur diye düĢündü. Sonra "Off aman bana ne!" dedi. Gözleri nem-lenmiĢti ve ağlamak istiyordu. Annesi ve yengesi eve döndükten epeyce sonra, Hayal ile Suat geldiler. Çok mutlu ve neĢeli idiler. Özellikle Hayal. Neredeyse kanat takıp uçacaktı. Biraz sonra Hümeyranın kapısı çalındı. Gelen Suat'tı. Hümeyra, "Gel Suat abi!" diye seslendi. Suat dikkatle Hümeyranın yüzüne baktı. "Sen ağladın mı Hümeyra?" diye sordu. "Hayır hayır, fazla kitap okumaktan olacak. Ġyi eğlendiniz mi?" "Ben pek eğlendim diyemem. Senin olmaman keyfimi kaçırdı. Ama Hayal hayatından çok memnundu." "Bayağı geciktiniz." "Nejat bizi bir tepeye çıkardı. Gün batımmı seyrettik. MuhteĢemdi. GüneĢ birkaç yerden Ģahane bir renk cümbüĢü içinde battı," dedi. "Aaa evet Ģeytan sofrası denen yer. Ayvalıklılar orayı yeni keĢfetti" dedi. Bir ay sonra Fuat bey ile Sema hanım Ankara'ye döndüler. Suat ile Hayal burada kalmak için diren miĢlerdi. Derman beyin de ısrarı ile çocukların yazı amcalarının evinde geçirmelerine izin verilmiĢti .Hüm eyra Suat'ın burada olmasından memnundu. Ama nedense Hayale karĢı ilk günlerdeki sıcaklığı gösteremiyordu. Sebebini kendisi de pek bilemiyordu. Faruk aynı Faruk'tu. Kendi dünyasında, kendi zevklerinin peĢinde dönüp duruyordu. Günün büyük bir kısmında ortalarda gözükmüyordu. Hümeyra onun yine Suzan'ın evi önünde nöbet tuttuğunu zannediyordu. Hayal, Leyla ve Nejat buluĢarak Ayvalık'ı gezmeye devam ediyorlardı. Suat da arada bir katılıyor, genelde Hümeyra ile vakit geçirmeyi tercih ediyordu. Temmuz ayı bitmek üzereydi. Nejat onları Cunda adasına götürmeyi teklif etmiĢti. Hayal en azından üç dört defa bu daveti dile getirmiĢti. En sonunda dayanamayıp, Hümeyra'ya sordu. "Hümeyra sen de gelirsin, değil mi?" Hümeyra ağzında bir Ģeyler geveliyordu. Yine bahane bulmaya çalıĢıyordu. Derman bey sinirli bir Ģekilde, "Hümeyra! Misafirlerimize ayıp olmuyor mu? Sizin görevinizi komĢular yüklendi. Ne Faruk ne de sen yanlarında değilsiniz. Yoksa bilmediği bazı sebepler mi var?" deyince Hümeyra telaĢlandı. "Hayır baba, ne sebebi olacak? O aileyle daha önce hi iliĢkimiz olmamıĢtı da. Birdenbire bu samimiyeti yadırg yorum." "Kuzenlerine karĢı ayıp oluyor. Eğer ortada geçerli b sebebin yoksa? Hümeyra çaresiz, "Peki giderim. Ama bu iĢi benden çok sık istemeyin lütfen. Yakında keman derslerine baĢlayacağım. Okul açılmadan biraz olsun ilerlemek istiyorum." Büyük ninenin tavsiyesi üzerine, Derman beyden ke man dersleri almak için izni, amcasının yanında istemi ve dileği hiç itirazsız kabul edilmiĢti. Tıpkı tahmin ettik leri gibi... Çünkü amca, Hümeyra bu konuyu açar açmaz, "Aaa, ne güzel. Suat da ud çalıyor. Hayal için de bir müzik aleti düĢünüyordum ama onun hiç mi hiç hevesi yok. Bu iĢte heves ve yetenek ile olur," demiĢti. Suatüa çok sevinmiĢ, "Ben sana notaları okumanda yardımcı olurum. Keman bilmesem de nota konusunda epeyce bir Ģeyler biliyorum," demiĢti. Gençler öğlen yemeğinden sonra buluĢacaklardı. Nejat üç defa korna çalacak, onlar da kapının önünde duran arabaya gideceklerdi. Hümeyra öğlen yemeğini yer yemez odasına koĢmuĢtu. Bütün elbiselerini yatağının üzerine döktü. Tek tek hepsini giyip çıkarıyordu. Her biri için bir kusur buluyordu. Sonra birden yatağın üzerine oturdu. "Bana ne oluyor?" dedi. "Bu kadar itinaya ne gerek var?" Böyle söyleniyor ama, bir taraftan da elbise seçmeye devam ediyordu. Arabayı bir yerde bırakıp, Cundaya motor ile geçeceklerdi. Motora inip binerken rahat olmasını da düĢünmeliydi. Uzun ve bol bir etek seçti. Açık mavi üzerine lacivert pu-antiyeli... Üzerine de lacivert bir bluz giydi. Yarım kollu, v yakalı ipekten bir bluz. incecik belinde açık mavi, deri bir kemer vardı. Saçlarını atkuyruğu yapmıĢtı. Gerçi kızıl ıĢıklar saçan saçlarının güzelliği ve havası kaybolmuĢtu ama yüzünün muhteĢem hatları, uzun siyah kirpikleri ve Ģahane gözleri ile çok güzeldi ve yaĢının üstünde gözüküyordu. Ayağına lacivert bantlı sandaletler geçirdi. Boy aynasının karĢısında sağa sola dönerek kendini seyretti. Gördüklerinden memnundu. Yüzünde mu tlu bir ifade ile bahçeye indi. Hayal kırmızı, dar, eteğinde yırtmacı olan, vücudunun güzelliğini meydana çıkaran bir elbise giymiĢti. Galiba belli belirsiz de ruj sürmüĢtü. O da güzeldi. 83 Hümeyra biraz üzülmüĢ gibiydi. Hayal," Bu ne Ģıklık böyle Hümeyra? Daha mütevazı bir Ģey giyseydin ya!" dedi. Suat, "Bence çok uygun, geniĢ etekleri var. Rahat eder. Ayrıca da fevkalade yakıĢmıĢ. O güneĢ ıĢınlarından oluĢan saçlarım da dökseydin, muhteĢem olurdun Hümeyra." dedi. "Çok sıcak Suat abi, rahatsız ediyor." Tam o sırada korna sesi duyuldu. Çocuklar bahçe kapısından çıkıp arabaya yürürken, Nejat onlara doğru bakıyordu. Birden arabadan atladı. "Ooo, SarmaĢık Gülü, bu ne hoĢ sürpriz böyle. Seni Ģeref misafiri olarak öne alabilir miyim?" diyerek arabanın kapısını açtı. Nejat devam etti, "Ġki kardeĢ arkaya otursunlar. Leyla'nın yanına." Hayal kıpkırmızı olmuĢtu. Hızla arabaya bindi. Hümeyra önde oturmuĢ, baĢını sağ tarafa çevirmiĢ, çevresini seyrediyordu. Daha doğrusu öyle gözükmeye çalıĢıyordu. Nejat'ın elleri direksiyondaydı ama sık sık göz ucü ile Hümeyra'ya bakıyordu. Dayanamadı, "SarmaĢık Gülü, elbisen çok yakıĢmıĢ." Hümeyra baĢını çevirmeden, "TeĢekkür ederim" dedi Çamlık denen mevkide arabayı park ettiler. Kıyıda üç motor vardı. En yakındaki seslendi. "Cundaya mı gençler?" Nejat yanına yaklaĢtı, "Evet," dedi. "AkĢamüstü de mak Ģartı ile." "Tamam küçük bey, dediğiniz gibi olsun." Hümeyra bu küçük bey lafını pek beğenmiĢti. Hafifçe güldü. Sonra birdenbire ciddileĢti. Nejat'a baktı. Nejat hiç oralı değildi. Bu hitap Ģekline hiç kızmamıĢtı. Birden Bici'yi hatırladı. "Sana küçük kız dediklerinde kızmaz isen, büyüdün demektir." Nejat gerçekten büyümüĢ müydü? Nejat motora atlarken, Hümeyra ya yaklaĢtı, "Elini bana ver, SarmaĢık Gülü!" Sonra Hayale doğru döndü, "Sizinle Suat meĢgul olduğu için, ben Hümeyra ile ilgileniyorum," diye izah etmek gereğini duydu. Hayal saklayamadığı bir gerginlikle, "Önemli değil" dedi. Cunda yemyeĢildi. Hava çok güzel olduğundan, iskelede bayağı bir kalabalık vardı. Kalabalığın büyük bir kısmı Cundada ikâmeti tercih eden Rum asıllı Türk vatandaĢlarıydı. Nejat, Suat'a bakarak, "ġu tepede küçük bir bahçemiz ve evimiz var. içinde bir aile oturuyor. Oranın bakımı ile ilgileniyorlar. Sabahat teyzenin gözlemeleri çok meĢhurdur. Gidelim mi?" Suat bir an düĢündü, "Biz gideriz de, genç kızlarımız tırmanabilir mi?" Nejat, "Bence tırmanırlar" diye cevap verdi. Bunu söylerken Hümeyra'nın kıyafetine bakıyordu. "Ayrıca çok yakında güzel bir manastır var. ilgi duyuyorsanız, gezebili-rız. Hümeyra, "Memnuniyetle, ben yürüyüĢü severim. Tarihi yapılara da ilgi duyarım," dedi. Hayal bu teklife memnun olmamıĢtı ama itiraz da etmedi. Nejat bütün gün Hümeyra ile meĢgul oldu. Hümeyra aslında bu ilgiden memnundu. Ama nedense önems yormuĢ, pek farkında değilmiĢ gibi görünmeyi tercih ediyordu, isteyerek gelmemiĢti ama, dönüĢ saati yaklaĢtıkça da üzülmekten kendini alamıyordu. Suat azıcık sinirli gözüküyordu. Galiba Nejat'ın Hümeyra'ya gösterdiği aĢırı ilgiye bozuluyordu. Hayal ise çok s ıkılmıĢ, iyice somurt-muĢtu. c s' <5" Gün batınımı manastırın önünden seyrettiler. Ayvalık'ta güneĢ bambaĢka batıyordu. Hava kararmak üzere iken, evlerine gelmiĢlerdi. Arabadan inip, Nejat'a teĢekkür ettiler. Nejat, "Benim için büyük bir zevkti. SarmaĢık Gülü, seni artık aramızda görürüz inĢallah" deyince Hümeyra, "Tabii, imkân bulursam gelirim. Yakında keman derslerine baĢlayacağım da. Mektep açılmadan bir Ģeyler öğrenmek istiyorum. Davetin için teĢekkür ederim, sağ ol!" diyerek yürüdü. Hayal önden koĢar adımlarla eve girmiĢti bile. Hümeyra'nın yanında yürüyen Suat, "Senin bizimle gelmek istememeni Ģimdi daha iyi anlıyorum," dedi. "Nejat seni velayeti altına alıyor. Her Ģeyin fazlası sıkıcı oluyor değil mi? Demek ki bundan sıkılıyordun?" Hümeyra, "Hayır, ben daha evvel Nejat'larla bir arada olmamıĢtım ki. Ne yapacağım nereden bilebilirim?" dedi. Suat ĢaĢırmıĢtı, "Peki niye gelmek istemiyordun?" "Bilmem, belki de babamın etkisindeydim. Babam siz gelinceye kadar onlarla görüĢmemize izin vermezdi." "Ama neden?" "Bilmiyorum." Suat kaĢlarını çatarak bir an düĢündü, "Hümeyra senin babanın etkisinde bu kadar kalacağım zannetmiyorum. Bak Faruk dese inanırım. O, karakter olarak amcama daha çok benziyor." Hümeyra içinden, aferin Suat'a. Kısa bir zamanda karakterlerimizi nasıl da tahlil etmiĢ diye düĢündü. Ama bu konunun uzamasını istemiyormuĢ gibi, "Demek ki kalmı- Ģım. BaĢka bir sebep olmadığına göre... " ;4> Hümeyra bir daha onlarla beraber gezmeye çıkmadı Kemanı gelmiĢ ve acele ile derslere baĢlamıĢtı. Suat da ke man derslerine katılıyordu. Suat müzik konusunda oldukça kabiliyetli idi. Söylenenleri Hümeyradan önce kavrıyor, hoca gittikten sonra Hümeyra'nın çalıĢmalarında yardımcı oluyordu. Hayal'in eski neĢesi kalmamıĢtı. Ağustosun ortalarıydı. Kahvaltıda Suat'a dönerek, "Abi, biz de artık gitsek," dedi. Suat, "Daha tatilimiz var. Burası da çok güzel. Niye gidelim?" "Ben artık sıkıldım. Biraz da Ankara'daki arkadaĢlarımla vakit geçiririm. Hem babam da artık dönmemizi istiyor." "Ne zaman istedi ki? "Geçenlerde iĢte." Süheyla hanım ve Derman bey, kalmaları için gereken ısrarı yapsalar da, Hayal gitmekte kararlıydı. Suatda onu yalnız gönderemeyecekti. Bir hafta sonrası için, dönmeye karar verdiler. Hümeyra Suat ile yalnız kalınca, "Suat abi senin gideceğine üzülüyorum," dedi. Suat'ın yüzü aydınlanmıĢtı, "Ciddi misin, SarmaĢık Gülü?" Hümeyra, "Evet. Neden ciddi olmayayım ki?" "Evet sen rol yapmazsın, öyle olsa Hayal için de üzülüyorum derdin. Onunla pek anlaĢamadınız, değil mi?" "Bilmem, galiba yaradılıĢlarımız ve zevklerimiz biraz farklı," dedi. "Hayal valizini hazırlamıĢ, yol kıyafetini giyinmiĢ, bahçedeki kamelyanın altında Suat'ı bekliyordu. "Suat beĢ dakika otur, geliyorum" demiĢti ama yirmi dakikayı geçti ortalarda gözükmüyordu. Yengesi Süheyla hanım ile sohbet etmekten sıkılmıĢtı. Yengesi sıkıcı bir insan değildi ama c <5" Hayal'in aklı baĢka yerdeydi. Onları otobüse Nejat götürecekti. Amcası "Ben orada olurum" demiĢti. Ev halkından kimin kendilerini uğurlayacağını bilmiyordu. ĠnĢallah Hümeyra gelmez diye düĢünüyordu. Çünkü onun olması Nejat'ın bütün ilgisini üzerine çekmesi demekti. Suat Hümeyra'nm kapısını sanki korkuyormuĢçasma yavaĢça tıkırdattı. Hümeyra, "Hemen geliyorum, dedi." Suat, "Ġçeriye gelebilir miyim, SarmaĢık Gülü?" "Aa, tabii, gir!" cevabını alan Suat acele ile odaya girdi. "Hümeyra, sana bir Ģey söylemek istiyorum." Hümeyra gülerek, "Tamam söyle." "Biraz oturamaz mısın? Bu ciddi bir Ģey... " Hümeyra da birden ciddileĢti. Ne olabilir ki? diye düĢündü. Ama hiçbir fikri yoktu. Sandalyeye iliĢti. "Hümeyra, biliyorum henüz zamanı değil ama ben seni bir daha ne zaman görebilirim bilmiyorum. Bu yüzden söylemeye karar verdim. Ben sana âĢık oldum." Hümeyra gözlerini kocaman kocaman açmıĢ, "Neee!" diye bağırmıĢtı. Suat iĢaret parmağım dudaklarının üzerine götürerek, sus iĢareti yaptı. "Evet, bu bir gerçek. Söyleyip söylemekte çok tereddüt geçirdim. Ġleride piĢman olmamak için acele etmeliyim diye karar verdim. Lütfen beni bekler misin? Ġyi anlaĢıyoruz. Zevklerimiz, hayata bakıĢ açımız birbirine çok uygun. Hangi mesleği istersen onu da seçebilirim." Hümeyra dilini yutmuĢ gibiydi. Öylece dinliyordu. Ġki üç dakika sessizlik oldu. Suat, "Evet bana herhangi bir Ģey demeyecek misin?" Hümeyra, "ġeyy, ne diyebilirim Jtiî^'aha ben on dört yaĢındayım ve seni abim gibi seviyorum. Ayrıca çok yakın akrabayız. Hiçbir zaman baĢka türlü düĢünmedim. Aslında hiç kimse için bir Ģey düĢünmedim. Böyle bir Ģey duyduğuma da pek sevinmedim. Sen çok iyi bir çocuksun. Evet iyi de anlaĢıyoruz ama abim gibi kalmanı tercih ederim. Faruk'tan çok güvenebileceğim bir abim. Bu beni çok rahatlatırdı." Suat üzgündü, yüzü kızarmıĢtı. Ayağa kalktı, "Peki Hümeyra, bu konuyu hiç açmamıĢ kabul et! Bana her zaman güven, yanındayım ve arkandayım. Hep de öyle olacağım. Ġstersen bizi göndermeye gelme! Bu ruh hali ile hiç kaldıramam." "Hayale ve babama ne söyleyeceksin?" "ġimdi sen yatağına uzan. Tam odadan çıkacakken ayağını burktu derim. HoĢça kal!" Hızla odadan çıktı. Merdiveni ikiĢer üçer atlayarak, bir anda bahçeye indi. BeĢ dakika sonra Nejat'ların arabasının motoru çalıĢmıĢtı. Hemen arkasından Hümeyra'nm oda kapısı açıldı. Bici'nin elinde içinde sıcak su olan bir leğen, annesinin elinde de bir havlu, bir kalıp saf zeytinyağından yapılmıĢ sabun ve bir topak yağlı hamur odaya girdiler. Suat'ın yalanım fazlaca ciddiye almıĢlardı. Hümeyra yatağının üzerinde doğruldu. "Yavrum ne oldu. Çok acıyor mu? Hangi ayağın?" diye arka arkaya telaĢla sorular soran annesine, "Sağ sağ ayağım, diyerek ayağını sıcak suyun içine soktu." ak zo- Ayak burkma oyununu iki gün kadar oynam ı runda kalmıĢtı. Sık sık Suat'ın sözleri aklına takılıyordu. Bu konuĢma gururunu okĢamıĢtı. Buna rağmen bunları hiç duymamıĢ olmayı veya kendisinin de aynı duygular içinde olmasını tercih ederdi. Böyle bir itiraftan sonra arkadaĢ veya kuzen olarak iliĢkilerini sürdürmek ne kadar mümkün olabilecekti acaba? Suat'ı kaybetmek istemezdi. Camın önünde bunları düĢünürken kapısı çalındı. Gelen Bici idi. "SarmaĢık Gülü, keman hocan geldi," dedi. "Tamam Bici, iniyorum," derken bir taraftan da nota defterini arıyordu. Sonra birden hatırladı. Keman onu kılıfının içine yerleĢtirmiĢti. Acaba hala ayağım burkulmuĢ gibi yapmalı mıyım? diye düĢündü. Sonra normal adımlarla yürümeye baĢladı. '.ÜLCĠ JBcfuürv p lylülün ortalarına doğru mektepler açılmıĢtı... Eğede ¦Eylül ayı genellikle çok sıcak geçer. Yine böyle sıcak bir \ylül ayı yaĢanıyordu. Sıcak bir havada ders takibi ise bayağı zordu. Hümeyra bu sene ortaokul üçüncü sınıfta, Faruk ile Leyla lise ikinci sınıfta, Nejat da son sınıfta idi. Hümeyra'mn ve ailesinin hayatında yeni bir Ģey yoktu. Suat arada bir Hümeyraya kısa mektuplar yazıyordu. Bu mektuplar dostça, samimi, aynı zamanda mesafeliydi. Suat bu duygusal yoğunluk içinde böylesine uygun bir üslubu nasıl bulabiliyordu? Hümeyra bunu anlamakta zorlanıyordu. Ne çok uzak, ne de çok yakın... Ama güvenilir bir akraba ve bir dost. Son anda yaptığı konuĢmayı hatırlatacak hiçbir imada bulunmamıĢtı. Hümeyra kendi kendine "Böylesi daha iyi" diyordu ama gönlünün bir kısmı da çok beğendiği bu gençten daha fazla ilgi ve sevgi bekliyordu. Hayalden ise kupkuru selamlar geliyordu. Hümeyra bu selamların haberi olmadan Suat tarafından gönderildiğinden emindi. Nejat ile sık sık karĢılaĢıyor, bazen bir kuru selam verip geçiyor, çokça da görmemezliğe gelip, hatta yolunu bile değiĢtiriyordu. Ne yaparsa yapsın bu çocuğu görünce yüzüne ateĢ basmasını, içten içe kızgınlık duymasın^^^yemi-yordu. Bütün bu duygusal karmaĢanın içinde onu rahatlatan tek Ģey vardı. Keman dersleri. Büyük bir zevk alıyor ve beklenmedik bir baĢarı gösteriyordu. Keman hocası, nine- si ve Bici çok memnunlardı. Ġlgi gösteriyorlar, teĢvik ediyorlardı. Hümeyra'nın babası ve Faruk için keman öğrenmek, boĢa zaman harcamaktı. KarĢılığında para kazanılmayan veya yaĢamlarına lüks katmayan her Ģey gereksiz ve saçmaydı. Anne Süheyla hanım ise, kendi ağır sorunlarının altında kaybolmuĢ gibiydi. Aslında çok ince ruhlu olan bu genç kadın, hayata küsmüĢ gibiydi. Hümeyra gerçekten bu konuda baĢarılıydı. ġimdiden birçok parçayı kusursuz denebilecek kadar düzgün çalıyordu. Canan ve Sumru ile arkadaĢlıkları devam ediyordu. Sınıflarına yeni bir arkadaĢ gelmiĢti. Marika'nın ailesi Yunanistanda yaĢıyordu. Marika aslen Ġtalyan ve Katolik olduğunu söylüyordu. Cunda adasında yaĢayan akrabalarının yanında kalıyordu. Neden ailesinden ayrılıp, Türkiye'ye gelmiĢti bilinmiyordu. GörünüĢte sakin, akıllı ve dürüst bir kızdı. Dersleri de iyiydi. Ve hemen Hümeyra ile yakınlaĢmıĢtı. O yaĢtaki çocuklar, yani gençlik ve çocukluk arasında bocalayıp, henüz kiĢiliklerini tam olarak bulamamıĢ çocuklar, birçok Ģeyi paylaĢmaktan çekinirler. Bu devrelerinde daha içine kapanık ve güvensiz olurlar. Canan ve Sumru ise Hümeyra'yı Marika ile paylaĢmaktan hoĢnut değillerdi. Her vesile ile Hümeyra'ya sitem ediyorlardı. Hümeyra ise karakter olarak Marika'ya yakındı. Ağır baĢlı, az konuĢan, yaĢlarından daha olgun hareket eden bu iki genç kız adayı, birbirlerini çekiyordu. Hümeyra kırıcı bir tip değildi. Annesine çekmiĢti. Hiç kimseyi gücendirmek veya üzmek istemezdi. Bu sebeple Canan ve Sumru ile de arkadaĢlığını sürdürmeye çalıĢıyordu Cumartesi okul yarım gündü. Son dersleri Ġngilizceydi. Canan ile Sumru durmadan fısıldaĢıyor, Fransızca hocasından azar iĢitiyorlardı. Zil çalar çalmaz Hümeyra'nın yanına yaklaĢıp, Marika'nın uzaklaĢması nı beklediler. Marika anlayıĢlı bir kızdı. Hemen bahçeye doğru yürüdü. Sumru, "Bak Hümeyra, yazın son günleri. Hava çok güzel. Biz birkaç arkadaĢ Çamlıkta piknik yapacağız. Senin de gelmeni istiyoruz. Tabii sevgili arkadaĢını bırakabilirsen?" "Peki, onu neden bırakıyorum?" "Çünkü yeterince samimi değiliz. Karakterini bilmiyoruz ve onun yanında rahat hareket edemiyoruz." "Birkaç arkadaĢ kim oluyor?" "Öteki Ģubeden Aysel ve Sevim olacak. Saat tam ikide Çamlıktan sağa giden yolun kenarındaki büyük çınar ağacının altında." "Hani kayıklar bağlı durduğu yerin yakınında, öyle mi?" "Evet." "Peki, gelmeye çalıĢırım." Hümeyra, annesinden ve büyülenmesinden çabucak izin almıĢtı. Züleyha'ya birkaç yumurta kaynatmasını söyledi. Piknik sepetine, bir gün evvel yapılan kol böreğinden beĢ altı parça koymasını da tembih etti. Züleyha sepete, domates, salatalık ve kiraz da koymuĢtu. Ġsmail "Küçük hanım sizi fayton ile götürebilirim," dedi ama Hümeyra havanın çok güzel olduğunu, yürümek istediğini söyledi. man- Ayvalık koylarının bir özelliği vardı. Koylar birer göl gibi görünüyorlardı. Açık deniz ile bağlantıları olduğu zor anlaĢılırdı. Deniz mavinin bütün tonlarına, bazı yerlerde de yeĢil ve camgöbeğine bürünmüĢtü. Çok hafif bir rüzgâr vardı. Zaten Ege kıyılarının bu rüz^(tm) olmasaydı, sıcağına dayanmak oldukça zor olacaktı. Hümeyra bu deği- 93 <5" Gerçekten hava çok güzeldi. On, on beĢ adımda bir manzara değiĢiyor gibiydi. Ģen manzaraları büyük bir hayranlıkla seyrederek, Çamlık mevkiine gelmiĢti bile. Canan ve Sumru ağacın altındaydı. Yere bir kilim sermiĢ, üzerine birkaç minder atmıĢlardı. Bu eĢyaları Sumru'nun evinden almıĢlardı. Ayvalık, Çamlıka doğru geliĢiyor, yeni yeni gösteriĢli evler yapılıyordu. Hümeyra yanlarına yaklaĢtı, "Öteki kızlar gelmedi mi?" Canan, "Gelirler herhalde," dedi. Kızlar deniz kenarından beĢ taĢ toplayıp, oynamaya baĢladılar. On on beĢ dakika sonra, Hümeyra yaklaĢan ayak sesleri duydu. Hümeyra "Aysel ve Sevim olmalı," diye düĢündü. Arkasına döndüğünde, Sumru ile Cananın erkek arkadaĢlarını gördü. Yanlarında bir baĢka genç daha vardı. Ahmet gülerek yanlarına yaklaĢtı, "Abim Mehmet, tanıyorsunuz tabii," dedi. Sumru ve Canan, "Aaa, tanıyoruz tabii," dediler. Hümeyra tanımamıĢtı. Ahmet devam etti. "Hümeyra sen de tanıyorsundur değil mi? Lise ikinci sınıfta." Hümeyra kayıtsız, "Hayır, hatırlamıyorum," diye mırıldandı. Ahmet, "Abim hatırlanmayacak biri değildir. Baksana ne kadar yakıĢıklı... Hem seninle tanıĢmayı çok istiyordu." Mehmet gerçekten yakıĢıklıydı. Hümeyra, yine aynı kayıtsızlıkla, "TanıĢtık iĢte," dedi ve baĢını denize çevirdi. Tedirgin ve kızgın bir hali vardı. Öylece sabit bir yere bakıyordu. Aslında nasıl yapsam da buradan uzaklaĢsam düĢüncesi ile meĢguldü. Uzun bir müddet öylece durdu Mehmet, "Bak, arkadaĢların yürüyüĢe çıktı. Ne güzel eğleniyorlar. Hadi biz de yürüyelim," dedi. Hümeyra çevresine bakındı. Hayret, nasıl da sessizce uzaklaĢmıĢlardı. Hiç kimse yoktu. Hızla ayağa kalktı, "Benim keman dersim vardı. Kusura bakma! Hemen eve gitmeliyim," dedi. Mehmet bir adımda önüne geçip, kolundan yakalamıĢtı. "Keman dersin falan yoktur. Naz yapıyorsun." Hümeyra sinirlenmiĢti, "Ne nazı? Neler söylüyorsun sen? "Hadi canım, sen de beni beğeniyorsundur, kendini ağırdan satıyorsun." Hümeyra gerçekten sinirlenmiĢti. Bu ne küstah bir davranıĢtı! Tekrar çevresine bakındı. ArkadaĢlarından yardım isteyip, bu sırnaĢık gencin elinden kurtulmak isliyordu. Zira bayağı korkmaya baĢlamıĢtı. Ama yakınlarda hiç kimse yoktu. "Saçmalama! Kolumu bırak!" diye bağırdı. Mehmet'in buna hiç niyeti yoktu. Aksine Hümeyra'yı ağaçların arasına doğru çekiĢtirmeye baĢladı. Hümeyra çaresiz bir halde çırpınmaya çalıĢırken hemen arkasından biri bağırdı. "Bırak kızın bileğini! Türkçe anlamıyor musun? Gelmek istemiyor." Hümeyra bu sesi tanıyordu. Ama pek de emin değildi. Mehmet, "Neyi isteyip, istemediğini sen nereden bileceksin? Bütün kızlar böyledir. Hem sen kim oluyorsun da bana karıĢıyorsun?" Hümeyra korkusundan arkasına bakamıyordu. "O benim komĢum, nasıl bir kız olduğunu biliy orum." Hümeyra artık emindi. Hızla baĢını çev^dl. Nejat ar-kasındaydı ve öfkeden kıpkırmızı olmuĢtu. Nejat devam ediyordu, "Hem tanıyıp, tanımamam da önemli değil. ġerefli bir erkek olarak, çaresiz b^fr^enç kızı senin gibi itlerin elinden kurtarmak bir görevdir," dedi. Mehmet sır- naĢık bir Ģekilde gülüyordu, "Ooo, karĢımızda on altın cı yüzyıldan kalma bir Ģövalye var, öyle mi?" Nejat birden öne doğru fırlayıp, bütün gücü ile Mehmet'in yüzünün sağ tarafına bir yumruk indirdi. Mehmet yere yu varlanmıĢtı. Nejat yere eğilip, Mehmet'i yakasından tut rak doğrulttu. Sonra bütün gücü ile sol tarafına güçlü bi yumruk indirdi. "Simetrik olsun da o çok güvendiğin yakıĢıklılığın bo zulmasın!" dedi. Mehmet'in, ağzının kenarından kan sızıyord' Hümeyra öylece bakıyordu. Bacakları titremeye, mid si bulanmaya baĢlamıĢtı. Rengi sapsarıydı. Ve ayrıca ço utanmıĢtı. Ayakta sallanır gibi oldu. Nejat Hümeyra'nın yanına koĢup, kolundan tuttu. "Tamam, sakin ol! Geçti, hepsi geçti." Hümeyra bir Ģeyler söylemeye çalıĢıyordu, "Ben, ina~ ki, ben, bilmiyordum." Nejat parmağını ağzına götürüp, "Susss" iĢareti yaptı. "Biliyorum, senin hiçbir suçun yok. Deminden beri istemeden sizi dinledim. Kıyıda kayığımı bağlıyordum. He Ģeyi duydum. Hadi arabam yolun kenarında, yürüyelim seni evine bırakayım" dedi. Mehmet hâlâ yerden kalkmamıĢtı. Yattığı yerde ağzı-^^ nın kenarından akan kanları silmeye çalıĢıyordu. Nejat arabanın sağ tarafına geçerek, kapıyı açtı. Arabanın arkasına doğru yönelen Hümeyra'ya, "Hümeyra böyle gel" dedi. Hümeyra sesini çıkarmadan, arabanın önüne oturdu. Hala ağlıyor ve içini çekiyordu. Nejat, arabayı çalıĢtırmadan bir müddet Hümeyra'ya baktı. "Bak, bu halinle çok kötü görünüyorsun. Ġstersen seni biraz gezdireyim, sakinleĢ. So^^ eve bırakırım." Hümeyra bir an düĢündü. Gerçekten eve gidecek durumda değildi ama Nejat ile bir arabada gezmeye çıkması nasıl karĢılanırdı? "Peki, fazla uzaklaĢmayalım." Hâlâ ağlamaktan konu-Ģamıyordu. Nejat arabayı kumsalları ile meĢhur olmaya, baĢlayan Sarımsaklı'ya doğru hareket ettirdi. Ayvalıkın merkezinden epeyce uzaklaĢmıĢlardı. Hümeyra korkmaya baĢlamıĢtı. Ġçinden "Bir beladan zor kurtuldum, ikincisine düĢmeyeyim" diye geçiriyordu. Uzun zamandır konuĢmuyorlardı. Nejat, içinden geçenleri anlamıĢ gibi, "Sakinlediysen dönelim mi?" Hümeyra acele ile, "Evet evet, iyi olur" diye cevap verdi. Yine ağlamaya baĢlamıĢtı. Nejat arabayı durdurdu, "Bak Hümeyra! Senin bu iĢte hiçbir suçun yok. Sadece beklemediğin bir anda çirkin bir davranıĢ ile karĢılaĢ-lın. "Gitmemeliydim" diye düĢünüyorsun. Haklısın! Ama iki samimi arkadaĢının böyle bir tuzak kuracağını nereden bilebilirdin? Aslında bu olaydan birçok ders çıkarabilirsin. Çok iyi tanımadığın insanlarla gezmemek, kalabalık yerlerden uzaklaĢmamak gibi... Sana küçük kız dediğimde kızıyorsun ama bazı Ģeyleri göremeyecek kadar da küçüksün. Bir Ģey daha söylemeliyim. Bu olayı ailenden gizleme! Hatta hiçbir olayı... Güvendiğin biri ile paylaĢ. Onların sana verecek öğütleri vardır. Mesela annenjp^ Hümeyra atıldı, "Hayır, hayır. Büyüknineme veya Bici'ye söyleyeceğim." Nejat ĢaĢırmıĢtı, "Neden annen değil? Ben kızların anneleri ile her Ģeylerini paylaĢtığını zannederdim." Hümeyra buna nasıl bir cevap vermeliyim? diye düĢünüyordu. Annesi kendi problemlerini bile halledemiyor-du, sorunları çok fazla diyemezdi. 97 "Büyük ninemin görüĢleri daha kuvvetlidir. Ne de olsa tecrübesi fazla ve akıllı bir kadın." "Tamam, çok iyi. Yani evin en büyüğü ile en küçüğü iyi arkadaĢlar, öyle mi?" "Evet öyle." "Bak, sen çok güzel, çok çekici bir kız oluyorsun. Bu gibi olaylarla karĢılaĢabilirsin. Güçlü ve dikkatli ol lütfen." Eve yaklaĢıyorlardı. Hümeyra, "Ben burada inmeliyim! Sana nasıl teĢekkür edeceğimi bilemiyorum. Gelmeseydin ne yapardım? DüĢünmek bile beni feci Ģekilde korkutuyor," diyerek hızla uzaklaĢtı. Nejat arkasından, "Yok canım, o kadar da abartma! Sadece dikkatli ol!" gibi Ģeyler söylüyordu ama bunların büyük bir kısmını Hümeyra duymamıĢtı. Aslında Nejat'ın böyle bir olaya Ģahit olması, onu her Ģeyden çok üzmüĢtü. Fakat Nejat'ın gelmemesi daha kötü sonuçlar doğurabilirdi. Mehmet'in tuttuğu koluna baktı. Hâlâ kızarıktı ve kirlenmiĢ gibi görünüyordu. Merdivenleri ikiĢer ikiĢer çıktı. Arkasından seslenen Bici'yi duymamıĢ gibi yaparak, hızla odasına girdi. Yine annesi ile babası münakaĢa ediyorlardı. Bir an "KeĢke sevimsiz Hayale rağmen, amcamlar bizimle olsaydı. Babam daha sakin, daha anlayıĢlı oluyordu, i Hem belki de Nejat'ın yerine beni Suat bugünkü durumdan kurtarırdı" diye geçirdi aklından, Suat'ı düĢünmek bile Hümeyra'yı rahatlatmıĢtı. Gene hemen kendi içinde bulunduğu sıkıcı duruma döndü. Bir an evvel elini yüzünü ve Mehmet'in tuttuğu kolunu yıkamalıydı. Banyoda dakikalarca uğraĢtı. Bileğini ovmaktan dolayı iyice teni kızartmıĢtı. Saçını taradı. Saatini koluna takarken, "Eyvah!" diye bağırdı. "Bir saat sonra keman hocam gelecek. Bazı parçaları çalıĢmam gerek." dedi. Acele ile ke inanını ve yayını eline aldı. Uzun süre kendini müziğe veremedi. Sonra bütün ruhunu müziğin notalarından oluĢan dünyasının içine bıraktı. Aslında sadece yedi notaydı ama yarattığı dünya hayal ötesi bir enginliğe sahipti. Ġnsan ruhunun etkilenmemesi, içinde kaybolmaması mümkün değildi. ġimdi kendini daha iyi hissediyordu. Sabah kahvaltısı ile durduğunu fark etti. Piknik sepetini öylece orada bırakmıĢtı. Acaba bu Ģartlarda yiyebildiler mi? diye düĢündü. Hemen arkasından "zıkkım yesinler" dedi. Ve hafiften gülümsedi. "Bu kadar korkudan sonra düĢündüğüm saçmalıklara bak! Ġnsan beyni ne garip çalıĢıyor" diye söylenirken, mutfak kapısından girdi. "Bici ben büyükninem ile yiyeceğim," dedi. Büyüknine sallanan koltuğunu pencereye, daha doğrusu denize doğru çevirmiĢ, gurubu seyretmeye hazırlanıyordu. Hümeyra kapıyı fazla ses çıkarmamaya özen göstererek birkaç kere kapıya vurdu. Büyük nine, "Gel SarmaĢık Gülü!" diye seslenince, odaya girdi. Büyükninenin yanında olmak, Hümeyra için güven içinde olmak demekti. Bu, kendini bildi bileli böyle olmuĢtu. Sebebini tam olarak bilmiyordu. Aslında böyle hissetmeye baĢladığı an, bir Ģeyin nedenini niçinini tahlil edemeyecek kadar küçüktü. Yani üç dört yaĢlarda falan olmalıydı. Birden hafiflemiĢti. Gülerek büyükninenin yanına yaklaĢıp, yanağından öptü. "Nineciğim, benim olduğumu nereden biNĠyorsun?" Ninenin yüzünde acı bir tebessüm belirmiĢti, "Aa yavrum, beni senden baĢka arayan mı var? Züleyha yemek saatlerinden aĢağı yukarı yarım saat evvel gelir. Yemek lis tesini sayar, neyi istediğimi öğrenir ve gider. Makbule ö len yemeği hazırlanmaya baĢlamadan gelir. Fazladan bir Ģey istiyor muyum diye sorar. Eh haftada bir iki defa da "Büyükhanım nasılsın?" diye uğradığı olur. Annen yanı ma gelmekten çekinir oldu. Çünkü yüzündeki acıyı sakla yamayacak kadar mutsuz ve dürüst. Soru sormamam, bu adamı bırak dememem için mümkün olduğu kadar az ya nıma uğramaya çalıĢıyor. Aklının bende olduğunu biliyo rum. Baban kendi âleminde, baĢka bitkileri görmemez likten gelerek, ormandaki bütün suyu emip yaĢamaya ça lıĢan büyük bir okaliptüs ağacı gibi. Bu kadar su emme nin kendisine ve çevresine zarar verdiğinin farkında de ğil. Sürekli daha fazla su istiyor. Suyun kaynağı da ben ol duğuma göre, bunu da benden bekliyor. Vermediğim için de bana kızgın. Vermeye vereceğim ama ötekiler gibi boĢa akıtacak. Herkes susuz kalacak. Bundan dolayı baban beni sormaya değil, yok etmeye gelebilir." Hümeyra'nın kafası karıĢmıĢtı, "Su mu?" diye sordu. Büyüknine gülmeye baĢlamıĢtı, "SarmaĢık Gülü, sen olmasan ben gülmeyi de unutacağım. Babanın suyu pa radır. Bizim ailede bol para görünce sapıttı. Kaynağını ku rutmadan rahat edemeyecek. Gelelim Faruk'a, o da yetiĢ mek üzere olan bir okaliptüs. Yanılmayı çok isterim ama ikinci bir Derman bey büyüyor." Hümeyra uzun süre sustu. Sonra annesi ile babası nın münakaĢaları aklına geldi. Birçoğunun içinde satmak para kelimeleri geçiyordu. Diğer cümleleri de annesini duygularından dolayı suçlayan, Hümeyra'nın pek anlaya madiği, imalı sözlerle dolu oluyordu. "Ne düĢünüyorsun Hümeyra?" "Yine haklı olduğunu nineciğim." "Bana yaklaĢ bakayım." Hümeyra ninesine iyice yak "Senin gözlerin neden kanlanmıĢ?" üme laĢtı. anla Hümeyra biraz durdu. Nejat'ın "ailenle paylaĢ!" sözlerini hatırladı. "Büyüknine bu gün baĢıma hoĢ olmayan bir Ģey geldi!" Nine endiĢelenmiĢti, "Ne gibi bir Ģey?" diye sordu. Sesi sabırsız ve telaĢlıydı. "Daha doğrusu gelmek üzereydi. Birisi yardımıma yetiĢti." "SarmaĢık Gülü! Geveleme de söyle! Ne oldu?" Hümeyra olup biteni anlattı. Büyüknine "Seni kurtaran kahraman, Ģu sana "küçük kız" diyen çocuk mu?" "Evet, evet, adı Nejat." "Önce o Nejat'a bir aferin demeliyim. Efendi çocukmuĢ. O avukat Kenan'ın oğluydu değil mi?" "Evet büyüknine." "Armut dibine düĢer. Babası da çok karakter sahibi bir çocuktu. Bak SarmaĢık Gülü, eskiden beri söylenen çok güzel bir söz vardır. Söyle arkadaĢını! Söyleyeyim ne olduğunu! insanlar birçok Ģeyi arkadaĢlarından öğrenirler. Bu Ģeylerin içinde kötü olanlar çok daha fazladır, maalesef. Çünkü insan ruhu zevk veren, heyecan veren Ģeylere karĢı ilgi duyar, zayıftır. Hele belli yaĢ dönemlerinde. Mesela sigara içmeyi, esrar çekmeyi, daha zamanı gelmeden karĢı cinsle arkadaĢlık kurmayı, hatta iliĢkiye girmeyi ve bunun gibi yanlıĢ Ģeyleri hep arkadaĢlar öğretir.Hiç evladına sigara içmesini söyleyen, mektebi asıp baĢka Ģeylerle vakit geçirmesini öğütleyen, bir ana, baba veya öğretmen gördün mü? Bu tip arkadaĢlar, yakınında olanları da kendilerine uydurmaya çalıĢırlar. Çünkü yaptıklarının yanlıĢ olduğunu bilirler ama zayıf oldukları için yapmaktan vazgeçemezler. Eğer arkadaĢları uygun değilse, yani kendi yaptıklarını yapmıyorsa, bir yere kadar zevk almaları da kısıtlanır. Ondan gizli veya onunla olmadıkları zamanları seçmeleri gerekir. Hem de arkadaĢları onların yanında erdemli ve beğenilir kiĢi olarak kalır. Bu da hiç iĢlerine gelmez. Herkesin aynı yanlıĢı yapmaları, bu tip insanlara rahatlık verir. Ne yani filan da, falan da içiyor. Bir tek biz miyiz? gibi. Senin o arkadaĢlarının da yaptığı bu. Bu gibilerle düĢman olmak da iyi değildir dost olmak da. Ne fazla yakınında ne de karĢılarında olmalılar... Bence mektebinde bu konuyu hiç kimseye açma. Onlara da fazla çıkıĢma Yaptıklarının ne denli tehlikeli olduğunu tam kavramıĢ gibi davranma ama yakın olmamaya, bilhassa mektep dı Ģında buluĢmamaya çalıĢ. Bu iyice tanımadığın herkes için geçerlidir. Fazla üzülme! Çok güzel bir kız oluyorsun. Bu gibi Ģeylerle karĢılaĢacaksın. Kendini korumayı bil yeter!" "Aaa, o da aynı Ģeyi söylemiĢti." "O kim, komĢu oğlu mu?" diye soran büyüknine Hümeyra'nın cevabını beklemeden devam etti; "O çocu ğa gelince, dedim ya, babası gibi sağlam karakterli galiba. Ġçinden seni de beğeniyor diyecekti ki, vazgeçti. Ve de vam etti, "Tabii fazla tanımıyorum. Ona karĢı da fazla yakın olma!" "Yoook, yok büyük nine. Öyle bir Ģey olamaz. Babam da çok kızar." Büyüknine "Babanı geç" diyecekti ama ondan da vaz geçti. Bu yaĢtaki bir çocuğu, babaya itaatsizliğe teĢvik et memeliydi. "Peki bu konuda sen ne düĢünüyorsun? Ve^^ıe isti yorsun? Yani elinde olsaydı, Nejat ile daha sık görüĢmek Hümeyra bir an duraladı. Yine heyecanlanmıĢtı. Acele ister miydin?" ile, "Hayır asla!" dedi. "Ben Nejat abiden hiç hoĢlanmam Bu gün böyle bir Ģey oldu diye ona hayran olacak değilim Zaten defalarca teĢekkür etti*m^ Büyüknine birden konuyu değiĢtirdi, "Bak SarmaĢık Gülü, odanın içi kıpkırmızı oldu. Bu gün gurup Ģahane, biraz sonra da pembenin ve leylak renginin tonlarına dönüĢecek." O sırada kapı açıldı. Gelen Züleyha idi. Elindeki büyük tepsinin içinden sıcak yemeklerin buharı çıkıyordu. Galiba yaprak sarması vardı. Büyüknine de Hümeyra tütüyordu yaprak sarmasını çok severdi. Züleyha sürmelerini çekmiĢ, dudağını hafif boyamıĢtı. Büyüknine içinden Allah bilir ya, bu kırmızı renkgrapon kâğıdı iledir. Bu kız hiç hoĢuma gitmiyor diye düĢündü. Züleyha çıkınca, "SarmaĢık Gülü, sen bu Züleyhayı seviyor musun? Daha doğrusu güveniyor musun? Mesela Bici'ye güvendiğin gibi..." Hümeyra biraz duraladı. "Bu soru da nereden çıktı?" der gibi bakıyordu. Ama büyüknine soruyorsa vardır bir sebebi diye karar verdi. "Nineciğim, hiç düĢünmemiĢtim. Ama sizden baĢka hiç kimseye Bici'ye güvendiğim gibi güvenemem ve sevemem. Niçin sordun?" Büyüknine önemsemezmiĢ gibi dudağını büktü, "Hiiç, konuyu değiĢtirmek için," dedi. Hümeyra odasına gitmek için ayağa kalkarken, bir taraftan da ninesinin boĢuna konuĢmayacağını düĢünüyordu. Gerçekten oldukça sakinle-miĢ, konudan uzaklaĢmıĢtı. Pazartesi sabahı Hümeyra yine sinirli ve heyecanlıydı. ġimdi Sumru, Canan ve Ahmet ile karĢılaĢacaktı. Kendisi her Ģeye rağmen konuyu açmamaya kararlıydı ama onların açması kaçınılmazdı. Mektebin bahçesinde ilk defa Sevi m ile karĢılaĢtı. Birbirlerine "Günaydın" dedikten sonra, Hümeyra sordu, "Cumartesi niçin gelmediniz?" Kız ĢaĢkın bir ifade ile Hümeyra'nın yüzüne baktı, "Nereye? YaĢ günü falan mı vardı?" "Hayır, hayır ben karıĢtırdım galiba," diyerek yürüdü. Ġçinden "Zavallıların haberi bile yokmuĢ. O olay gerçekten bir tuzakmıĢ" dedi. Sınıfa girer girmez, Ahmet ile Canan fısıldaĢma-larmı kesip, karĢısına dikildiler. Büyük bir piĢkinlikle, "Cumartesi günü çıkardığınız o rezalet neydi?" Hümeyra ĢaĢırmıĢtı, "Rezaleti biz mi çıkarttık?" Canan, "Tabii, en azından saman altından su yürütüp, bizden saklamamalıydın. Bizde sana arkadaĢ bulmaya çalıĢmazdık." Hümeyra daha da çok ĢaĢkın bir hal almıĢtı, "Neyi sakladım?" diye sordu. Canan, Ahmet'e dönerek, "ArkadaĢın rol kabiliyeti de iyiymiĢ." Hümeyra sinirli bir sesle, "Lütfen hem suçlu, hem güçlü olmayın. BaĢıma bela sarıp, uzaklaĢtınız. ġimdi de beni mi suçluyorsunuz?" Canan, "Biz ne bilelim senin gizliden gizliye bir sevgilin olduğunu," dedi. Hümeyra elini havaya kaldırdı. Cananın yüzüne bir tokat indirecekti ki, ninesinin sözlerini hatırladı. O tiplerin düĢmanlığı da, dostluğu da çok tehlikelidir, elini indirdi. Sakin olmaya çalıĢarak, "Canan! Benim erkek arkadaĢım falan yok. Olsaydı saklamazdım. Nejat abiyi kastediyorsan, o bizim komĢumuz ve tesadüfen or adaydı. Ġyi ki de oradaymıĢ. Kayığını bağlıyormuĢ. O çocuk, adı Mehmet miydi, neydi, her ne ise, aĢırı yüzsüzlük yaptı. Kolumdan tutup, çekiĢtirmeye baĢladı. Hiçbiriniz yanımda yoktunuz. Sizin bunu bilerek yapmadığınızın farkındayım. Ama Nejat abi haklıydı," dedi. Ahmet, "Benim abim yüzsüzlük yapmaz. Ġki tane diĢi kırılmıĢ. Sizi mahkemeye vereceğiz. Daha doğrusu Nejat denen o Ģövalye bozuntusunu." Hümeyra iyice sinirlenmiĢti, "Galiba bilmiyorsunuz, Nejat'ın babası Ayyalık'ın en ünlü avukatı. Ayrıca sizlerin orada bulunmanızı ve ne yaptığınızı nasıl izah edeceksiniz? On beĢ yaĢında bir kızın fingirdemek istemedi diye mahkemeye verildiğini hiç duymadım. Mektepten atılmayı istemiyorsanız, kendi iyiliğiniz için bu olayı irdelemeyin. Baskın çıkmaya da çalıĢmayın," dedi. Bunları birden nasıl düĢünüp de söylemiĢti? Kendisi de anlayamamıĢtı ama söyledikleri etkisini hemen göstermiĢti. Ġkisi de susmuĢlardı. Sonra sıralarına doğru yürüdüler. Marika uzaktan olanları seyrediyordu. Hümeyra oturur oturmaz sordu, "Kötü bir Ģey mi var?" "Evet ama sonra anlatırım," dedi. Ġçinden Marika'ya anlatmaya karar vermiĢti. Ona güveniyordu. Ve yanında bu olayı bilen bir dostunun olması iyi olacaktı. Bu olaydan sonra pek kayda değer bir Ģey yaĢanmamıĢtı. Hümeyra yine Nejat'ı görünce ya görmemezlikten geliyor ya da yolunu değiĢtiriyordu. Birkaç defa selamlaĢ-ımĢlar, Hümeyra'nın acele ile uzaklaĢmasından dolayı ko-ııuĢamamıĢlardı. Marika ile iyiden iyiye herĢeylerini paylaĢan iki arkadaĢ olmuĢlardı. Ġkisi de derslerinde ba*a^ lı idiler. Marika zaman zaman Hümeyra'larda kalıyordu. Henüz Hümeyra'ya Marika'nın yaĢadığı evde kalmasına izin verilmemiĢti. Gerçi Marika'da bu konu&Qsrarcı değildi. Ġki genç kız orta son sınıf bitirme imkanlarına hazırlanıyorlardı. Uzun süre çalıĢtıktan son(c), havanın güzelliğinden istifade ederek, denize karĢı verandaya çay içme ye çıkmıĢlardı. Ayvalık yine güzel günlerinden birini ya Ģıyordu. iki arkadaĢ uzun süre denize bakıp, güneĢin da gaların üzerindeki oynaĢmasını seyrettiler, ikisi de dalgın dı. Hümeyra bu sessizliği bozdu, "Marika yarında geleceksin, değil mi?" Marika mahcup bir Ģekilde, "Evet gelirim," ded Cevabında bir tereddüt, bir çekingenlik vardı. Hümeyra me raklandı, "Bir mani mi vardı? Biraz tuhaf "evet" dedin de." Marika bir müddet düĢündü, "Benim gelmemde bir mani yok. Ama seni davet etmemde maniler var. Ben de vamlı size geliyorum ve utanıyorum. Ne olur anla! Ora benim evim değil. Bana bakanlar annem babam değil." Marikanın gözleri dolmuĢtu. Dudakları titreme ye baĢladı. Hümeyra iĢaret parmağını Marikanın titreyen dudaklarının üzerine koydu, "HiĢĢt, sakın bunun için bir rahatsızlık duyma! Beni bırakacakları zaten Ģüpheli.. Hem bak evimiz kocaman. Bu evde herkes seni seviyor.' Marikanın dudakları hâlâ titriyordu, gözlerindeki yaĢlar da yanaklarından akmaya baĢlamıĢtı. Hümeyra devam etti, "Bu, hiç de ağlanacak bir Ģey değil Marika!" Marika içini çekerek, "Benim hayatımın tümü ağla nacak bir Ģey. Bir çocuğun anne babasından uzakta, on sevmediğini bildiği insanların yanında, sığıntı olarak ya Ģaması çok zor... Neden büyütemeyecekleri, maddi manevi destekten yoksun bırakacakları bir çocuğu doğururlar? Hiç anlayamıyorum." Hümeyra'nın de gözleri dolmuĢtu. Ayağa kalkıp, arkadaĢının boynuna sarıldı. Bir taraftan da kendi gözyaĢların Marika!ya göstermeden silmeye çalıĢıyordu. Hümeyra birden, "Bak, istersen bizde devamlı kalab lirsin!" Kendi teklifine, kendisi de ĢaĢırmıĢtı. Hiç kimseye sor madan, böyle bir teklifte bulunmamalıydım diye düĢündü Marika kesin bir dille, "Sağ ol! Ona da asla müsaade ilmezler. Sana henüz hikâyemi tam anlatmıĢ değilim. Bir i:ün kendimi daha güçlü hissettiğim bir zaman anlatacağım," dedi. Hümeyra ben galiba annemle babamın kavgalarını fazla büyütüyorum. Beterin beteri varmıĢ diye düĢünüyordu. O günden sonra Marika, Sertoğlu ailesinin ikinci kızı konumundaydı. Haftanın birkaç günü konakta kalıyordu. Ev halkı bu durumdan çok memnundu. Özellikle I lümeyra ve ninesi... Duygularını dile getirmese de annesi de memnun görünüyordu. Derman beyin ne düĢündüğü pek belli değildi. Belki de bu konuda hiçbir Ģey düĢünmüyordu. Yaz yine gelmiĢti. Her taraf yeĢermiĢ, havalar ısınmıĢ- II . Büyüknine hastaydı. Grip geçirmiĢ ama bir türlü atlata-mamıĢtı. Nefes almakta zorlanıyordu. Hümeyra ve Marika boĢ zamanlarının çoğunu büyükninenin odasında geçiriyordu. Hümeyra, ninesinin saçlarını taramaya çalıĢıyordu. YaĢlı kadının yüzüne batmak üzere olan güneĢin ıĢınları vurmuĢ, yüzündeki derin çizgileri daha da belirgin-leĢtirmiĢti. Hümeyra, "Nineciğim, bu günlerde çok zayıfladın, hiçbir Ģey yemiyorsun," dedi. Büyüknine içini çekti, "Yüzümdeki çizgilerden do ve senelerin yorgunluğunun izleri kızım. Her Ģeyi tadında mı böyle düĢünüyorsun? Onlar korusun!" bırakmak güzel olur. Ne daha fazla lazla çizgi istiyorum." Hümeyra heyecanla atıldı, "O da Nine gülümsüyordu, "Bak sana ne diyeceğim, insanlar aslında sadece bir yıl yaĢıyorlar, ilkbahar, yaz, sonbahar, kıĢ... Diğer bütün yıllar bunun tekrarı. Yani ben seksen ilkbahar, seksen yaz, seksen sonbahar ve seksen kıĢ gördüm. Bunların sayısı seksen beĢ veya seksen dokuz olmuĢ, ne fark eder? Sadece bir iĢim var. Onu yapamadan ölmeme liyim." iki kız birden yine bağrıĢtı. Hümeyra ağlamak üzereydi, "Allah korusun, nine!" Tam o sırada kapı çalındı. Gelen Züleyha'ydı. "Büyükhanım, iğneciniz geldi. Mutfakta iğneyi kayna tıyor," dedi. Nine duymamıĢ gibi, dikkatle Züleyha'nın yine grapon kâğıdı ile boyanmıĢ olan dudaklarına bakıyordu. Züleyha çıktıktan sonra fısıltı halinde konuĢtu, "Bu kadın sinirime dokunuyor. Neden kovmadım ki?" Hümeyra ninesinin neden Züleyha'ya taktığını anlayamamıĢtı. Ama bir Ģey de sormadı. Büyüknine hâlâ yatakta idi. Torunu Süheyla hani" ile konuĢmak istemiĢti. Hümeyra bunu annesine iletti. Süheyla hanım duygularını kolaylıkla belli eden bir yaradılıĢa sahip değildi. Ninesini çok sevdiği halde fazla gösteremiyordu. Zaman zaman bunun üzüntüsünü çekerdi. Çok telaĢlanmıĢtı. Acele ile büyülenmenin yanma indi. Hümeyra odasına gider gitmez kemanını eline almıĢ, ninesinin öğrenmesini istediği, Dede Efendinin "Yine bir gülnihal aldı bu gönlümü" adlı klasik eseri çalıĢmaya baĢlamıĢtı. Büyüknine hastaydı. Onu mutlu etmeye çalıĢıyordu. Bu Ģarkıyı çabucak öğrenmeli, büyüknineye dinlet meliydi. Hümeyra bir türlü kendini müziğe veremiyor du. Koridorda fısıltılar, daha doğrusu gülüĢmeler vardı MeraklanmıĢtı. Bu konuĢmalar annesi ile babası arasında olamazdı. Zira onların böyle gülüĢtüğünü hiç duymamıĢtı. Ancak kavga ederlerdi. Kemanı çalmayı bırakmadan, gözünü kapının anahtar deliğine getirdi. Yatak odasının açıldığı uzun koridor boydan boya görünüyor gibiydi. Bir ileri, bir geri hareket eden, gülen, daha doğrusu basit bir tarzda fingirdeyen bir kadındı bu. Ama annesi değildi. KarĢısında konuĢtuğu erkeğin sesi babasına benziyordu. Hümeyra biraz daha seyretti. Anahtar deliğinden ikisini de içine alan alam göremiyordu. Kapıyı hafifçe araladı. Evet yanılmamıĢtı. Babası Züleyha'yı yatak odasına çekmeye çalıĢıyor, o da çeĢitli cilvelerle girmemeye çabalıyordu. Hümeyra o kadar sinirlenmiĢti ki, kapıyı birden sonuna kadar açtı. Babasının eli Züleyha'mn yanağım okĢuyordu, "Hadi kız, beĢ dakika ... " Cümlenin sonunu tamamlayamadı. Ġkisi de donmuĢ gibi durdular. Züleyha bir müddet ifadesiz bir yüzle Hümeyra'ya baktıktan sonra, koĢarak aĢağıya indi. Babası öylece duruyordu. Birden hızla Hümeyra'nm yanma yaklaĢtı. Yüksek bir sesle, "Ne o, bizi mi gözetliyordun?" diye gürledi. Hümeyra, baĢını havaya kaldırdı. Babasının gözlerinin içine bakarak, ilk defa korkmadan, "Hem suçlu, hem güçlü sözü bu durumlarda kullanılıyor galiba'dedi. Hızla içeriye girip oda kapısını kapattı. Yatağın üzerine oturdu. Hâlâ elinde tuttuğu kemanı ile yayım bir tarafa bıraktı. Gözlerinden yaĢlar iniyordu. Aslında ne den ağladığını pek bilmiyordu. Annesi ile babasının bir sevgiyi paylaĢmadıklarım, birbirlerine tahammül edemediklerini artık anlamıĢtı. Hümeyrayı yaralayan babasının bu denli küçülmesi, evdeki çalıĢanına böyle bir tacizde bulunması, onu annesi ile paylaĢtığı yatak odasına davet ede- 109 cek kadar cüretkâr olmasıydı. Eğer annem ile mutsuzsa, bunu ona açıklayıp ayrılması gerekmez miydi? diye düĢündü. Ne yazık ki, büyükninenin dedikleri iyice doğrulanı yordu. Babası annesinin parası yüzünden bu evliliği bi-tirmiyordu. Annesi ise sadece çocuklarım mutsuz olur, el alem ne der? düĢüncesindeydi. Acaba bu durumda çocukları ne kadar mutlu olabiliyordu? Bunun hesabını hiçbirisi yapamıyordu. Hümeyra Ģu anda baĢka bir zor durum ile de karĢı karĢıya idi. Bu gördüklerini birisine söylemeli miydi? Bu kim olmalıydı? Yoksa iĢler daha fazla mı kötüye giderd? Hümeyra yemek saatine kadar bu düĢüncelerle ile savaĢtı. Bir karara yaramıyordu. Söylememek bu çirkin davranıĢı kabullenip, oturmak demekti. Söylemek ise nelere sebep olacaktı kestiremiyordu. Bici'nin kendisini çağıran sesini duydu. AkĢam yemeği hazırdı. Nasıl babam ile bir masaya oturabilirim? diye düĢünüyordu. Ninesinin yanına da çıkmak istemiyordu. Zira her zamanki gibi bü-yüknine garip bir durum olduğunu anlayacaktı. Ondan hiçbir Ģey saklanamazdı. Hümeyra ise henüz anlatmaya hazır değildi. Neyse ki babası yemekte yoktu. Güya yeni açılan Ģehir kulübünde arkadaĢları ile buluĢacakmıĢ. Züleyha ise, baĢının ağrıdığını bahane etmiĢ, sofra hizmetini Bici'ye bırakmıĢtı. Hümeyra, ikisinin de olmayıĢından çok memnundu. "Bici; sana yardım edeyim," diyerek s ofradaki eksikleri tamamlamaya baĢladı. iĢe gelmedi. Dör Bundan sonraki üç gün Züleyha iĢe gelmedi. Dördüncü günün sabahında, Ġsmail üzgün bir tavırla, kahvaltı sofrasının baĢında durdu, "Süheyla hanım, Züleyha artık gelemeyecek. Hep baĢı ağrıyor." Sonra biraz duraladı. Yüzünde bir mutluluk ve gülümseme vardı, "Hem de midesi bulanı-yor. ÇalıĢamayacak. Kusura kalmayın," dedi. Derman bey çatalına taktığı peyniri ağzına atmak üzereyken bir müddet öylece durdu. Hümeyra'nm kendisine baktığını görünce, peyniri ağzına acele ile atıp, masadan kalktı, "Sigaramı alıp, geleyim" dedi. Süheyla hanım üzgün bir ifade ile, "Ġsmail, hekime gittiniz mi? Nesi varmıĢ vah vah" gibi bir Ģeyler söylüyordu. ÜzülmüĢtü. Bici öylece bakıyor, bir yorum getirmiyordu. Hiç de ĢaĢırmıĢ veya üzülmüĢ gibi bir ifadesi yoktu. Hümeyra içinden "Demek ki o da bazı Ģeylerin farkında" diye düĢündü. Süheyla hanım dönmesi için ısrar edince Ġsmail sıkılarak, "Sağ ol, Süheyla hanım, Züleyha iki canlı da, çalıĢmak zor olacak," dedi. Züleyha ile Ġsmail yedi senedir evliydi. Çocukları olmuyordu. Hümeyra bunun bir yalan olduğunu düĢündü. Daha da çok sinirlenmiĢti. Ahlak düĢkünü kadın, zavallı kocasını en zayıf olduğu yerden kandırıyor, ümitlendiriyordu. Hümeyra daha fazla dayanamadı, "Anne, neden ısrar ediyorsun? Onlar koca insanlar. Bence en doğru kararı vermiĢler." Babası içeriye girmiĢti. Birden bağırdı, "Sen sus! Bu günlerde her Ģeyin içindesin." Hümeyra yine baĢını dikleĢtirdi, "Nasıl yani? Görmemem gerekeni görüyor, söylememem gerekeni söylüyorum, öyle mi?" Babasının yüzü kıpkırmızıydı. Hümeyra babasının yüzüne dikkatle baktı. Bu yüz ona hiçbir Ģey ifade etmiyordu. Duyduğu sevgi ve saygı kırıntıları da kaybolmuĢtu. Bundan böyle asla baba kız gibi olamayacaklarını hissediyordu. Zaten bu güne kadar da yakın olamamıĢlardı. Hümeyra farkında olmasa da, bir gün babası ile kaynaĢacaklarını hayal ediyordu. Ġçinde hep o ümidi taĢımıĢtı. Birdenbire tuhaf bir burukluk hissetti. Sanki sırtını dayadığı duvarın bir kısmı çökmüĢ gibi... Ayağa kalktı. Gözleri dolu doluydu. Hızla üst katın merdivenlerinden çıktı. Hümeyra kendini bildi bileli babası ile bağları güçlü değildi. Ama yine de onun babasıydı. Belli duyguları, çok güçlü olmasa da taĢıyordu. Saygı gibi, sevgi gibi, güven gibi... Bütün bunların hepten yok olması, on beĢ yaĢındaki bir kız için çok büyük bir kayıptı. Ġçinde doldurulmayacak bir boĢluk hissediyordu. Süheyla hanım, Hümeyra'nın bu tavrına çok ĢaĢırmıĢ, babası ile arasında bir Ģeylerin geçtiğini anlamıĢtı. Konuyu daha fazla uzatmadı. "Peki Ġsmail, ne diyelim? Allah tamamına erdirsin." Ismailin ağzı kulaklarında, "Sağ olun, Süheyla hanım," diyerek yemek masasından uzaklaĢtı. Hümeyra Züleyha'nın evden uzaklaĢmasına sevinmiĢti. Hâlâ annesine söyleyip söylememek arasında bocalıyordu. Önce Marika ile konuĢmalıyım! Sonra gerekirse bü-yükninem ile konuĢurum diye karar verdi. Ertesi günü Marika'ya bütün olanları anlattı. Marika onu can kulağı ile dinledi. Marika'nın gözleri dolmuĢtu. Hümeyra kendisinin ağlamadığı bir olaya, Marika'nın ağlamaklı oluĢunu pek anlayamadı. Marika baĢından sonuna kadar sözünü kesmeden dinledi. Birkaç dakika durduktan sonra, "ġimdi de sen beni dinle!" dedi. Deri^J^ nefes aldı. "Annem ile babam, bundan on yedi, on sekiz yıl önce çok havalı bir kadınmıĢ, yani öyle derler. Ben hayal meyal hatırlıyorum. Ġtalyan asıllı, cana yakınlığı, sıcaklığı ile tam bir Akdeniz insanı. Ve tabii Katolik... Babam yunan asıllı Protestan, anneme göre, daha az hareketli ve ağırbaĢlı Ġtalya'da tanıĢmıĢlar. AĢk .una görünüĢü ile karakteri tam bir tezat teĢkil eden bir erkek. Yunanistan'ın köklü, bir o kadar da yozlaĢmıĢ bir ailesinden geliyor. Hemen birbirlerine âĢık olmuĢlar. Kısa bir /aman sonra da bir Katolik kilisesinde evlenmiĢler. Sonra ben dünyaya gelmiĢim. Babam iki, üç sene sonra anneme ihanet etmeye baĢlamıĢ. Belki de daha önce... Annem anı ak o zaman fark edebilmiĢ de olabilir. Bu iĢi o kadar ileri götürmüĢ ki... Açıktan açığa kadınları eve getirir, gözünün önünde flört edermiĢ. Hatta annemin yatağında kadınlarla seviĢirmiĢ. Annem itiraz ettiğinde de dayak yermiĢ, ürkekler ne kadar garip ve bencil değil mi? YanlıĢ da olsa, yaptıklarına mani olamaz gibi bir duyguya sahipler. Yeter ki onlar zevk duysun. KarĢıdakinin acısı, yıkılan gururu onlara hiçbir Ģey ifade etmiyor. Bu da yetmezmiĢ gibi, zor ve Ģiddet kullanabiliyorlar. Annem bir tekstil fabrikasında stilist olarak çalıĢıyormuĢ. Fabrikanın sahibi anneme hay-ranmıĢ. Birkaç defa annemi yüzü gözü yaralar içinde görmüĢ. Durumu anlayınca "Bırak o adamı! Ben seninle evlenmeye hazırım" demiĢ. Ama annem beni babasız bırakmamak için bu iĢkenceye iki sene kadar katlanmıĢ. Sonra bir gün, yine bir dayak olayından sonra benim elimden tutarak patronunun evine gitmiĢ. Ben de hayal meyal hatırlıyorum. Annem ile patronu Carlos Benadit evlenemedi. Çünkü annem Katolikti. Ve bir Katolik kilisesinde evlenmiĢti. Katolik dinine göre insanlar bir kere evlenir ve Tanrı onları ayırıncaya kadar, yani birinden biri ölünceye kadar boĢanamazlar. Annemin evden uzaklaĢması, babamı çılgına çevirmiĢ. Babam pek de inanmadığı Katolik kilisesini ve toplum kurallarını kendi yanma almıĢ. Bu kurallardan çıkarılan sonuca göre, babamın yaptıkları doğal, annemin ki gayri meĢru sayılıyor. Ve böylece annem ahlak ve dini kuralları çiğneyen bir kadın ve bir metres konumuna m düĢmüĢ. Hiçbir Ģeyi hatırlamasam da, annemin sabahla ra kadar ağladığını hatırlayabiliyorum. Çok acı çekiyordu Mahkeme beni babama verdi. Bir kız çocuğu ahlaken düĢük bir kadının yanında yaĢamamalıydı. Carlos güçlüydü. Annemi hapse girmekten ve aforoz edilmekten bir Ģekilde kurtarmıĢ, ama beni yanlarında tutmayı baĢaramamıĢt Babam beni istediği için değil, sırf anneme iĢkence olsr. diye aldı. Bunu Ģimdi çok daha iyi anlıyorum. Bu kin v hırsla, benim duygularımı hiçe sayarak, Yunanistandaki ailesinin yanına getirdi. Orada büyüdüm. Annemin yüzünü bile unuttum. Her gece yatağa yattığımda uzun süre gözlerimi kapatır, annemin yüzünü hatırlamaya çalıĢırım. Bazen bulutlar arkasında güzel bir yüz görürüm am o kadar çabuk kaybolur ki. Tanrıya yakarının, Merye Ana'ya yakarının bu sisler içindeki hayali biraz daha uzu süre görebileyim diye. Ama mümkün olmuyor." Marika bir müddet sustu. Ağlıyordu. Sonra gözlerini silip devam etti, "Babam iyice sefalete dalmıĢtı, içki, kumar ve kadın... Altı ay bir yerde, bir yıl baĢka bir yerde... Ve her milletten, her cinsten kadınlarla... Kendi Ģahsi servetini tüketmiĢti, içki içmekten çalıĢmaya da vakit bulamıyordu. Akrabalarımın maddi durumları iyiydi. Babaannem yaĢadığı sürece, rahatım fena değildi. Tabii annesiz büyüyen bir kızın rahatı ve mutluluğu ne kada olabilirse. Babaannemi de kaybettikten sonra, halam v kızları beni asla kabullenemediler. Marika diye seslendik lerini bile hatırlamıyorum. Adım hep "Or....nun kızıydı." Aynı mekânda nefes almamız bile onları mutsuz ediyor du. Nihayet beni buradaki akrabalarımızın yanına göndermeye karar verdiler. Bana duydukları bu büyük nefretin sebebini hiç anlayamadım. Benim olan bitenlerle hiç bir iliĢkim olamazdı. Bu dünyaya da isteyerek gelmemiĢ TU tim. Acım herkesten büyüktü. Maddi, manevi yoksulluğum da... Ben annesiz ve sevgisiz bir çocuk olarak yaĢamak zorundaydım. Babam ise iyice alkolik ve sefil olmuĢtu. Beni tanımakta bile zorlanıyordu. Annemin bütün teĢebbüsleri boĢa çıkmıĢ, benimle iliĢki kuramamıĢtı. Tabii ben de onunla." Yine sustu. Ağlamaya devam ediyordu, "Ben burada da or.... nun kızı olmaktan baĢka bir Ģey değilim. Oradaki gibi yüzüme karĢı, açıkça söylemiyorlar. Ama bakıĢlarıyla, imalarıyla, dudak kıvırmalanyla bunu pek güzel anlatıyorlar. Ġstenmeyen, maddi menfaatleri icabı birkaç kuruĢ hatırına barındırılan bir sığıntı... " Sessiz sessiz ağlayan Hümeyra da hıçkırmaya baĢlamıĢtı. Uzanıp Marika'nın boynuna sarıldı. Marika devam ediyordu, "ĠĢte bu yüzden anneni anlamaya çalıĢ! Onu gurursuzlukla, güçsüzlükle suçlama. Evladını kötülüklerden korumak, zannediyorum ki bir annenin içgüdüsel ve asla vazgeçmemesi gereken bir yanı. Doğrusu da o. Annesiz çocuk, dalsız bir çiçek, damsız bir ev gibidir. ġartları ne olursa olsun, solmaya mahkûmdur. Ürkektir, bir dakika sonrasından hep korkar. Dar bir sokakta, sağanak yağmur altında yaĢamaya çalıĢan bir kedi yavrusu gibidir." Hümeyra gözlerini sildi. Marika'yı acılarından uzaklaĢtırmak ister gibi, konuyu değiĢtirmek istiyordu, "Yani olanları anneme söylememem gerektiğini mi anlatmaya çalıĢıyorsun?" "Birçok Ģeyi anlatmaya çalıĢıyorum. Birincisi annen belki de bunun farkında. Dile getirip, gururu ile oynamayın. Ġkincisi senin bana göre ve daha birçok insana göre durumun çok daha iyi. Bunlar için Ģükretmelisin!" Hümeyra arkadaĢını güzel, esmer yüzüne sevgi ile baktı. "Galiba haklısın!" Sonra birden, çok büyük bir keĢifte bulunmuĢ gibi bağırdı, "Biz seninle kan kardeĢi olalım mı?" Marika da gözündeki yaĢ damlacıkları ile gülümsemeye baĢladı, "Evet! Evet! Her zaman ve her güçlükte birbirimizin yanında olalım!" Hümeyra merdivenlere doğru koĢtu. BeĢ dakika sonra elinde bir meyve bıçağı ve bir tabakta iki elma ile geldi. Marika ĢaĢkın, "Kan kardeĢi olmak için elma da gerekli mi?" Bu sefer de Hümeyra gülmeye baĢlamıĢtı, "Hayır hayatım! Kan kardeĢi olmak için değil, bıçağı almam için bir sebep gerekliydi. Yoksa Bici'nin soruları ile karĢılaĢabilirdim." Biraz sonra ikisi de küçük parmaklarının üzerinde bir parça pamuk ile gülümsüyorlardı. Açmak üzere olan iki gonca gül gibiydiler. Bütün olumsuzluklara rağmen genç bedenlerinden ve dimağlarından hayat fıĢkırıyordu. Kan kardeĢi olmak onlara bir güç, geleceğe dönük bir güven vermiĢti sanki. Bu çağlarda, küçük olaylardan büyük mutluluklar, küçük olumsuzluklardan da büyük acılar yaĢanabilirdi. Zira henüz ne ruhları ne de genç bedenleri nasır tutmamıĢtı. Hümeyra lambasını yakmamıĢtı. Hilal Ģeklinde bir ay vardı, az da olsa çevreyi aydınlatıyordu. Artık mektep kapanmıĢ, dersler bitmiĢti. Beraber ders çalıĢma bahanesi ortadan kalkmıĢ oluyordu. Marika, Hümeyra'lara daha az gelmeye baĢlamıĢtı. Hümeyra Marikanın yokluğunu çok fazla hissediyordu. Kemanı da olmasa kendisini çok yal nız ve mutsuz hissedecekti. Sadece büyükninenin yanın (la yalnızlığı kayboluyordu. Yine Nejat'ın sözünü hatırladı. "Evin en küçüğü ile en büyüğü iyi dostlar, öyle mi?" gibi bir laf etmiĢti galiba, içinde bir hüzün vardı. Pencereye yaklaĢtı. Güya denizi seyretmek istiyordu. Ne yazık ki Nejat'ın penceresinden gözlerini alamıyordu. Sonra birden fark etti. içindeki hüzün sadece Marika'yı az görmesinden değildi. Nejat liseyi bitirmiĢti. Hem de fen bölümünü "pekiyi" derece ile... Bu Ģu anlama geliyordu: Nejat istediği fakülteye imtihansız girecekti. Yani çok az bir zaman sonra, kendisine "küçük kız" diyen o sinir çocuk uzaklaĢacaktı. Buna sevinmesi gerekmez miydi? Neden bunu hatırladıkça hüzünleniyordu? iki hafta sonra lise son sınıfların diploma törenleri vardı. AkĢama da yeni açılan Ayvalık otelinde bir balo verilecekti. Ne yazık ki Yakınlarından hiç kimse baloya gidemeyecekti. Çünkü son sınıfta bir yakınları yoktu. Birden aklına Nejat'ın bu baloda kiminle dans edeceği sorusu geldi. Farkında olmadan pembe dudaklarını kıvırmıĢtı. Hâlâ Nejat'ın penceresine bakıyordu. Perdenin kıpırdadığını gördü. Nejat da kendisine bakıyordu galiba. Hemen camın önünden uzaklaĢtı. Kemanını eline alıp, büyüknine-sinin istediği "Yine bir gül nihai" adlı Ģarkıyı çalmaya baĢladı. ġarkıyı bitirdiğinde mutluydu. Müzik hocasının tabiri ile kusursuz bir tarzda icra etmiĢti, içinden hemen yarın büyüknineme Ģarkısını çalmalıyım. Acaba bu Ģarkının ne gibi bir hikâyesi vardı? diye düĢündü. Hava birdenbire soğumuĢtu. Ayvalık'ın Deli Memet Rüzgârı bütün hızı ile esiyor, bahçedeki ağaçlar yine yere yatıp, kalkıyordu. Kahvaltıdan sonra, Derman be- lardı, ismail Ģömineyi yakmıĢtı. Bici Büyüknineyi de sa yin dıĢında herkes alt kattaki büyük salonda toplanmıĢ sa 117 lona kadar getirmiĢti. Birdenbire sağanak yağmur baĢladı. Yağmur taneleri o kadar büyüktü ki, cama düĢenler acayip gürültü çıkarıyordu. Rüzgârın gürültüsü de karıĢınca, korku filmlerindeki fon müziğini andırıyordu. Büyük nine, "Makbule bana sade bir kahve yap! ġu SarmaĢık Gülüne de bak! Odasında üĢür, buraya insin" diyordu ki, o sırada Hümeyra elinde kemanı ile salona girdi, "Buradayım nineciğim." "Ne o? Müzik dersin mi var?" "Hayır size bir sürprizim var. Kahveniz gelsin, sonra." Makbule bacı, elinde küçük bir tepsi, içinde iki fincan ile salona girdi. Birini büyük nineye, ötekini de Süheyla hanıma verdi. Hümeyra, "Bici sen de otur lütfen," dedi ve eline kemanını aldı, baĢladı çalmaya. Yine bir gül nihai, Aldı bu gönlümü, Sim ten, gonca fem Bi bedel ol güzel. AteĢin ruhteri, Yaktı bu gönlümü Pür eda, pür cefa, Pek küçük, pek güzel... Hümeyra sadece çalmıyor, Ģarkıyı çok hafif bir sesle söylüyordu da. Hümeyra kemanını omzundan indirdi. Büyüknineye baktı. Ninenin gözlerinden akan yaĢlar yüzünün çizgile- rinde deltalar oluĢturmuĢtu. Hümeyra ĢaĢırmıĢtı. Ninesini hiç ağlarken görmemiĢti. O, çok güçlü bir kadındı. Bazı kimseler onu duygusuz zannedebilirdi. Ama Hümeyra onun ne kadar duygulu olduğunu biliyordu. Yine de Ģa- ĢırmıĢtı. Bu evde yaĢanan acılar, çaresizlikler, nineyi ağlat -mamıĢtı ama bir Ģarkı, onu altmıĢ beĢ yıl evveline götürmüĢ, kaybettikleri için, kaçırdığı mutluluk için, mücadele edemediği aĢkı için ağlamıĢtı. BaĢını yavaĢ yavaĢ kaldırdı. "SarmaĢık Gülü! Bir daha çal! Senin sesin de çok güzelmiĢ. Ağlayacağım, kimse ĢaĢırmasın! Ve müdahale etmesin. Yıllardır dökemediğim yaĢlan akıtmak istiyorum. Benim de her insan gibi ağlamaya ihtiyacım var," dedi. Salondakilerin hepsinin gözleri dolu doluydu. Ilümeyra kemanını omzuna koydu. O da büyüknine-yi ağlar görünce duygulanmıĢtı. Gözlerindeki yaĢtan dolayı notaları göremiyordu. Gözlerini elinin tersi ile sildi. Çalmaya baĢladı. Bu sefer notalara daha duygu dolu basıyordu galiba. ġarkı çok daha etkileyici hale gelmiĢti. Bu sefer daha yüksek sesle söylüyordu. ġarkı bittiğinde odada derin bir sessizlik oluĢtu. DıĢ kapının tokmağı hızla vurulmaya baĢladı. Makbule kapıya doğru koĢarken, Süheyla hanım, "Yeni bir yardımcı bulmak gerek. Makbule bacı tek basma bu evi çeviremez," dedi. Büyük nine, "Tabii, arayın. Ama Züleyha gibi hafifmeĢrep birisi olmasın," dedi. Süheyla hanım kızarmıĢtı. Hiç cevap vermedi. Hümeyra annesinin yüzünün kızarmasına ĢaĢırmıĢtı. "Acaba annesi bazı Ģeylerin farkındaydı da, önem vermiyormuĢ gibi mi görünmeye çalıĢıyordu?" Hümeyra annesine döndü, "Anneciğim, senin istediğin bir Ģarkı veya türkü yok mu? Onu da öğrenip, çalayım." Süheyla hanım gözlerini bahçeye, daha doğrusu Kenan beyin köĢküne dikmiĢti. Uzun süre baktı. "Hayır kızım, sağ ol!" dedi. Hümeyra ve büyüknine bu hayırz inanmamıĢlardı ama kabullenmiĢ göründüler. Genç kadının gözlerinde büyük bir acı, piĢmanlık ve çaresizlik vardı. 119 Evin üç neslini temsil eden hanımları, duygusal bir yoğunluk içindeydiler ve herkes kendi dünyasına gömülmüĢtü. O sırada Melahat bacı salona girdi, "SarmaĢık Gülü, bugün öğleden sonra ikide, müzik hocan mektepte seni bekliyormuĢ." Hümeyra ĢaĢırmıĢtı, "Mektep açık değil ki?" "Galiba özel ders verdiği bütün öğrencileri çağırmıĢ." "Pek anlayamadım ama gideceğim tabii. Bu yağmur da da zor olacak." Büyüknine, "Hava açmazsa Ġsmail seni faytonla götürür," dedi. "Benim tatlı ninem, bu üç adım yere mi? ArkadaĢlarım "çıtkırıldım" diyerek benimle alay ederler," dedi ve hızl salondan çıktı. Büyüknine Hümeyra'nın merdivenlerde çıkardığı ayak seslerini dinlerken "YaĢlılığa geçtiğim ilk yıllarda özendiğim tek Ģey, hızla ve kolaylıkla merdivenleri çıkan insanlar olmuĢtu. ġimdi ise gençlerin her hareketine imreniyorum" diye düĢündü. Yağmur, hâlâ bardaktan boĢanırcasına yağıyordu. Hümeyra ve sekiz talebe, müzik salonunda toplanmıĢ, I müzik hocası Kâmuran beyi bekliyorlardı. Kâmuran bey her zamanki güler yüzü ile salona girdi. Çocuklar büyük bir saygı ile ayağa kalktılar. Müzik hocası eli ile oturmalarını iĢaret etti. "Çocuklar, umarım tatiliniz iyi geçiyordu n Ne yazık ki tatilinizi böleceğim. Size bir teklifim var. Okul müdürü benden rica etti. Ben de sizden rica ediyorum. Çünkü böyle bir çalıĢmayı istemeye hakkım yok. Eğer sizde arzu ediyorsanız... " Çocuklar meraklanmıĢtı. Her biri ağzının içinde bir Ģeyler mırıldandı. Kâmuran bey devam ediyordu, Biliyorsunuz bu cumartesi değil, öteki cumartesiye, son sınıfların veda balosu var. Bizden onlara bir müzik ziyafe-(i çekmemizi istediler. Dans etmek için gramofon ve plakları varmıĢ ama bizim kendi müziğimizi dinlemek istiyorlar. Ve tabii gece, önce bir fasılla baĢlayacak." Çocuklar çok sevinmiĢti. Hep bir ağızdan, "Aaa, ne î',üzel!" diye bağrıĢtılar. Hümeyra öylece duruyordu. Sevinmesi mi gerekti? Üzülmesi mi? Aslında o baloda olmayı çok istiyordu. Ama o kadar insanın karĢısında keman çalmak onu korkutuyordu. Tabii hiçbir itirazda bulunamadı. Müzik hocası önce fasılda çalacakları dört Ģarkıyı, sonra da sesi güzel birkaç çocuğun söyleyeceği Ģarkılara eĢlik edecek kiĢileri seçti. Onlara Ģarkılarının notalarını verdi. Kâmuran bey, "Bu notaları evinizde çalıĢacaksınız. Ġki gün sonra hepiniz bu saatte burada olun. Hep beraber icra etmemiz gerek. Müzikte uyum çok önemlidir. Aslında her Ģeyde uyum çok önemlidir ya," dedi. Hümeyra sarı yağmurluğunu giydi. KapüĢonunu baĢına geçirdi. Hocasının verdiği nota yazılı kâğıtları ıslanmaması için, yağmurluğunun içine koltuk altına soktu. Mektepten çıkıp, koĢar adımlarla eve doğru yürümeye baĢladı. BeĢ altı adım atmıĢtı ki, Nejat ile burun buruna geldi. "Merhaba SarmaĢık Gülü... " Hümeyra'nın ayakları birbirine dolaĢmıĢtı. Koltuğunun altındaki kâğıtları unuttu. Kolunu kaldırıp kapüĢonunu düzeltmek isterken, kâğıtlar yere, suların içine düĢtü. Bir kısmı da rüzgârın önünde uçuĢuyordu. Nejat, "Bir dakika Hümeyra, ben hepsini toplarım," dedi. Nejat koĢuĢa- rak, kâğıtları topluyordu. Çamurlu su dolu çukurlardan kâğıtları alıyor, sonra bir baĢka tarafa koĢuyordu. Hali çok komikti. Ama Hümeyranın bunu görecek durumu yoktu. Bu çocuğu gördüğü her an, tuhaf duygular içinde oluyordu. Kendi kendine kızmakla meĢguldü. Kâğıtları toparlayan Nejat, cebinden çıkardığı beyaz mendili ile ıslaklıklarım almaya çalıĢıyordu. Onu da tamamladıktan sonra, gülerek Hümeyra'ya uzattı, "Al bakalım SarmaĢık Gülü, Bunlar bizim baloda çalacağınız notalar mı?" Hümeyra o muhteĢem yeĢil gözlerini açarak, ĢaĢkın ĢaĢkın Nejat'ın yüzüne baktı. "Evet ama sen nereden biliyorsun? Müzik hocamız bunu henüz bize bildirdi." Nejat güldü, "O geceyi düzenleyen ekibin baĢkanı benim. Neler olacağını bilmem normal değil mi?" Hümeyra bu soruya cevap vermedi. Yağmur hâlâ bütün hızı ile yağıyordu. Hümeyranın üzerinde yağmurluğu ve kapüĢonu vardı ama Nejat takım elbisesinin içinde sırılsıklam olmuĢtu. Saçlarından ve yüzünden sular akıyor du. Hava fazla soğuk değildi, ancak rüzgâr ve ıslak elbiseler hasta olmasına sebep olabilirdi. Hümeyra büyük bir telaĢ içinde, "Nejat abi, sırılsıklam oldun, hastalanacaksın. Notalarımı kurtardığın için teĢekkür ederim. Beni hep zo durumlardan kurtarıyorsun. Sana çok borçlandım." Nejat hâlâ mutlu bir yüzle gülümsüyordu yağmurun ne de rüzgârın farkında değildi. "Ġstersen sana bu borcu ödeme fırsatı VMe!bilirim." Hümeyra yine ĢaĢırmıĢtı, "Nasıl yani?" Nejat ceketinin cebinden sular içinde bir kâğıt çıkar dı, "Bunu benim için mezuniyet balomuzda çalar mısın? Hümeyra biraz düĢündü, "Ġyi ama bunun için ben ka rar veremem. Hocamız icra edilecek eserleri seçmiĢ. Eğer içlerinde Varsa çalmaya gayret ederim." Nejat dikkatle baktı, "Neyse imkân bulur da çalarsan çok seVinirim. SarmaĢık Gülü, üĢüyorsun. Haydi, eVine git" dedi. Hümeyra hemen koĢmaya baĢlamıĢtı bile. Nejat hâlâ öylece duruyor Ve Hümeyra'nın arkasından bakıyordu. Çok değiĢik bir kız. Bir hoĢça kal bile demeden gitti diye düĢündü. "Bu kız hala çocuk. Off be, niye biraz çabuk büyümüyor ki?" diye yüksek sesle ilaVe etti. O da hızla tekrar mektebe doğru yürüdü. Hümeyra üzerinden sular süzülerek konağa girdi. Bici hayretle bağırdı, "SarmaĢık Gülü! Bu halin ne? Bu sağanak altında gelmen Ģart mıydı? Mektepte biraz bekleseydin ya!" diye söyleniyordu. Hümeyra hiçbir ceVap Vermeden doğru salona, yanan Ģöminenin karĢısına koĢtu. Galiba büyüknine de söylenmeye baĢlamıĢtı. Hümeyra pek dinlemiyordu. Acele ile bir sürü ıslak kâğıt çıkardı. Ġcra edilecek eserlerin listesine baktı. Ne yazık ki Nejat'ın istediği Ģarkı yoktu. Buna üzüldü ama o kadar mutluydu ki, nerede ise Ģarkı söyleyip, dans edecekti. Büyüknine dikkatle Hümeyra'ya bakıyordu. "SarmaĢık Gülü, çok mutlu görünüyorsun, mektepte neler oldu?" .Ajr Hümeyra heyecanla olanları anlattı. Bir taraftan da üzerindeki ıslak elbiselerini çıkarıyordu. Ve ilaVe etti. Elindeki nota yazılı kâğıdı ninesine uzatarak, "Ama ben bu Ģarkıyı da çalmak istiyordum. Ne yazık ki listede yok," dedi. "Hangi ĢarkıymıĢ o? Ben okuyamam ki, sen söyle." Hümeyra ıslak kâğıdı açtı. Notalar Ve yazılar zor okunuyordu. 123 Mani oluyor halimi takrire hicabım, diye baĢlayan hicazkâr Ģarkı. Nine güldü. "MuhteĢem bir eserdir. Tatyos efendinin güzel bestelerinden biri. Ama bu Ģarkı senin için biraz ağır değil mi? Sözlerini anlayabiliyor musun?" Hümeyra biraz düĢündü, "ġeyy, pek düĢünmedim ama sözlerinden çok müziği hoĢuma gidiyor." Nine gözlerini kısarak Hümeyra'ya bir süre baktı. Sonra da uzun bir "hımm" dedi. Hümeyra büyükninesinin bu açıklamaya pek inanmadığını anlamıĢtı. Ġçinden, nineme hiçbir konuda yalan söylememeli. Nasılsa yutmuyor. Ama bunu da açıklayamazdım ki diye düĢündü. "Nineciğim bu Ģarkıları çalıĢmam gerek. Odama çıkacağım." O ana kadar Ģöminenin sağ tarafındaki koltukta kırmızı bir yün ile bir Ģeyler ören Süheyla hanım, "Kızım odan soğuktur, burada çalıĢ," dedi. Hümeyra annesini yeni fark etmiĢ gibi baktı, "Hayır anne, yalnız çok daha iyi çalıĢıyorum." Hümeyra odasına çıktı. Bir müddet öylece çeVresine bakındı. Yine gözlerini Nejat'ın penceresine dikmiĢti ama bu sefer kimse yoktu. Sonra ıslak notaları çıkardı. Zor okunuyorlardı. Önce Nejat'ın Verdiği nota kâğıdını açtı. Sonra acele ile onu en alta koydu. Kâmuran beyin Verdiği notaları çıkardı. Birkaç saniye durdu. Tekrar Nejat'ın Verdiği notayı en üste koydu. Sonra da kendi kendine söylenmeye baĢladı. "Neden bu çocukla ilgili her Ģey, beni ĢaĢkına çeViriyor? ÇalıĢmayacağım da, çalmayacağım da." Yine durdu "Peki neden ona bu kadar kızıyorum? Bana iyilikten baĢka ne yaptı? Küçük kız demesinin dıĢında" diyerek kemanını Ve yayını eline aldı. Hümeyra bu gün büyük bir telaĢ içindeydi. Annesi Ve Marika ile terziye gidecek, sonra yeni açılan kadın berberi Nuran hanıma saçlarını yaptıracaklardı. Mektep yönetimi, baloda göreVli talebelere de dört kiĢilik daVetiye VermiĢti. Bu daVetiyeler para karĢılığında değildi ama hali Vakti yerinde aileler, bağıĢta bulunabilirlerdi. Tabii ki büyükni-ne bunlar için oldukça yüksek bir bağıĢta bulundu. Zaten mektebin birçok iĢini yaptırır, yakacak için yardımda bulunurdu. Büyük nine yardımı Ve gerekli yerde para harcamayı seVerdi. Ama lüzumsuz, sırf gösteriĢ için para harcayan insanların hep karĢısında olurdu... Hümeyranın annesi ile babası bu baloya gitmeyeceklerdi. Üzerinde konuĢmamıĢlardı bile. Aile Faruk ile Hümeyranın gitmesine karar VermiĢti. Ama Faruk, eğer Suzanı da daVet ederse, kendisini baloya götüreceğini söylemiĢ Ve dediğini de yaptırmıĢtı. Hümeyra da Marika'yı çağırmıĢtı. Büyük Nine, terziye iki kız için elbise ısmarlamıĢ-tı. Bugün beraberce hazırlanacak Ve gideceklerdi. Ġki genç kız da çok heyecanlıydı. Marika ilk defa böyle bir topluluğun içine, özel kıyafetleri ile gidecekti. Hümeyranın heyecanı ise çok karmaĢık nedenlere dayanıyordu. Kendine bile itiraf edemediği çok değiĢik duygular Ve heyecanlar yaĢıyordu. Hümeyra Ve Marika, Hümeyranın odasında saatlerdir hazırlanıyorlardı. Faruk aĢağı kattan seslenip, duruyo Suzan lise son sınıfta olan komĢusu Mualla'nın ailesi ile birlikte baloya gelecek, kapıda Hümeyra'larla buluĢacaktı. Faruk'un telaĢı da, Suzanı bekletmemekti. Ġki kız boy aynasının önünde son bir defa durdular. Gerçekten çok güzel olmuĢlardı. Marika da esmer güzeli bir kızdı. Açık sarı elbisesi ile tezat olan simsiyah saçları dalga dalga omuzlarına dökülmüĢtü. Ġri kömür gibi gözleri ilk bakıĢta dikkati çekiyordu. Ġlk görünüĢte kendisini beğenen Marika, Hümeyra'ya bakınca yüzündeki gülümseme kayboldu. "Hayatım, senin yanında bütün güzellikler sönük kalıyor. Yanında hiç kimsenin fazla Ģansı yok. Biraz daha az güzel olamaz miydin? Ne olurdu sanki?" Hümeyra, "Ben de senin için aynı Ģeyi düĢünüyorum," dedi ama bu sözünün gerçeği pek yansıtmadığının farkındaydı. Hümeyra çok açık yeĢil, tafta bir elbise giyinmiĢti. Yakası hafif açık, küçücük kolları vardı. Birkaç ton koyu yeĢilden incecik beline sarılan kemeri, arkada büyük bir fiyonk oluĢturuyordu. BaĢının üzerinde, belindeki kumaĢtan yapılmıĢ, örgü Ģeklinde bir bant, tepesinde toplanan koyu kumral saçlarını tutuyor, kemeri ve gözleri ile uyum sağlıyordu. Topuzun yanlarından birkaç tutam saç alnına ve boynuna doğru düĢmüĢtü. Tam anlamı ile muhteĢemdi. Hümeyra, "Hadi artık inelim. Faruk'u çıldırtmayalım, sonra bizi bırakır gider" dedi. Ev halkı salonda akĢam kahvelerini içiyordu. Bu gün nasılsa Derman beyde evdeydi ve onlarla birlikteydi. Kızları görür görmez, Faruk uzunca bir ıslık çaldı. Sonra hemen ilave etti. "Çok güzelsiniz ama ancak salonun ikinci güzelleri olabilirsiniz." Hümeyra ne demek istediğini anlamıĢtı. Yani birinci güzel Suzarı'dı. Tabii Faruk'a göre. Suzan çok açık tenli bir kızdı. Hafif kilolu. Belki çirkin bir kız sayılmazdı ama silik ve az da olsa hantal bir görünüĢü va rdı. H ümeyra abisinin bu kıza neden bu kadar hayran olduğunu ise hiç mi hiç anlayamıyordu. Sesini çıkarmadı. Zaten güzellik konusuN nu fazla da önemseyen bir tip değildi. Ona göre fiziki güzellik, ancak manevi güzellikle bir arada olursa bir Ģey ifade ederdi. Tabii bütün bu düĢünceler, büyüknine tarafından zihnine kazınmıĢtı. Yeni açılan otel oldukça lüks ve güzeldi. Balonun verildiği salon çok geniĢti. Yere kadar olan camlarından deniz gözüküyordu. Bugün dolunay vardı ve ay erkenden kendini göstermiĢti. Denizin üzerinde ıĢıktan hareler çiziyor, nefis bir manzaranın oluĢmasını sağlıyordu. Uzakta Cunda adasının tek tük sönük ıĢıkları denize vurmuĢ, yakamozlar oluĢturmuĢtu. Hümeyra uzun süre bu güzel manzaraya baktı. Galiba baĢka kimse bu görüntü ile ilgili değildi. Hanımlar kendilerinden Ģık birinin olup olmadığına, beyler de güzel kadınlara bakıyorlardı. Son sınıf talebelerinin velileri, Ayvalık'ın seçkin birkaç ailesi salonu doldurmak üzere idi. Ġlk bakıĢta Ģıklık ve zenginlik göze batıyordu. Suzan kilosuna bakmadan tam daire eteği olan kırmızı bir elbise giymiĢti. Hem cüssesinin iriliğinden hem kırmızı rengin çarpıcılığından, ilk önce gözler ona kayıyor, hemen arkasından Marika'ya dönüyordu. Hümeyra salona girmemiĢti. Büyük bir son provalarını yapıyorlar- dı. AçılıĢ konuĢmasından hemen sonra fasıl baĢlayacaktı. Mektep müdürünün konuĢması bir türlü bitmek bilmiyordu. Salondaki misafirler de, konser verecek^çö^uk-lar da sıkılmıĢlardı. Hümeyra yine büyükninenin sözünü hatırladı, "Biz milletçe çok konuĢmayı, nuftuk~aımayı severiz. Çok laf, az iĢ demektir. Bunu hiçbir^aman kavrayamadık" derdi. Salondan cılız bir alkıĢ sesi duyuldu. Müdür bey kürsüden muzaffer bir eda ile indi. Kâmuran bey de salonun kapısında belirmiĢti. Korodakiler birkaç basamak 0** yüksek olan sahneye çıktılar. Müzik hocası, "Haydi bakalım çocuklar! Önce fasıl yapacağız, biliyorsunuz," dedi. Hümeyra'nın bacakları titriyordu. Dudakları hafif kıpırdıyor, hata yapmaması için dua ediyordu. Salonda, içten bir alkıĢ yükseldi. Bir müddet sonra bütün misafirler ve müzisyenler kendini müziğin akıĢına bırakmıĢlardı. Hümeyra bir taraftan kemanını çalıyor, bir taraftan da gözleri ile bütün salonu tarıyordu. Notaları kaçırmaması gerekti. Ama hâlâ Nejat'ı görememiĢti. Fasıl "Cana rakibi handan edersin" Ģarkısı ile baĢladı. "Bülbülü Ģeydaya döndüm" ve "Hastasın zannım sevda mahsunusun" ile bitti. Kâmuran bey mikrofonu eline aldı, "GeçiĢ taksimini kemanı ile Hümeyra Sertoğlu yapacak," dedi. Hümeyra iki adım öne çıktı. Hâlâ gözleri ile çevresini tarıyordu. Sağ tarafında fısıltı halinde bir ses duydu, "SarmaĢık Gülü, buradayım." Hümeyra hafifçe döndü. Nejat ile göz göze geldiler. Hümeyra acele ile, "Seni aramamıĢtım ki," dedi. Kâmuran bey, "Hadi Hümeyra!" diye ikaz edince yayını çekmeye baĢladı. Fena halde bozulmuĢ ve sıkılmıĢtı. Bu çocuk kendini ne zannediyor? diye düĢündü. Neredeyse yanlıĢ notaya basacaktı. Farkına vardı ve bütün gücü ile kendini müziğe vermeye çalıĢtı... Bitirdiğinde salonda müthiĢ bir alkıĢ kopmuĢtu. Son sınıftan Murat udu ile "Gelse o Ģuh meclise" Ģarkısını, arkasından lise ikinci sınıftan Semiha, "Nihansın didemde ey mesti nazım, bana sensiz cihanda can ne lazım" Ģarkısını söyledi. Yine Hümeyra iki adın^öne çıkmıĢtı. "Kırmızı gülün âli var, bugün ağlasam da yeri var" adlı Rumeli türküsünü hem çalıp, hem söylemeye baĢladı. Sesi çok etkileyiciydi. GörünüĢü bir periye benziyordu. Temiz ifadesi ve zarafeti de eklenince, seyreden herkesin gözün de hayranlık, genç kızların bazılarında ise gıpta ile kıs n b kançlık uyandırıyordu. Öyle müthiĢ bir alkıĢ koptu ki, sokaktan geçenler bile ĢaĢkın ĢaĢkın çevrelerine bakarak, neler olduğunu anlamaya çalıĢtılar. Hümeyra hiçbir Ģey görmüyordu. Büyük bir gürültü ve birbirine karıĢmıĢ insan siluetleri. Bir ara Nejat'ın ayakta alkıĢladığını, birçok kiĢinin de onun gibi yaptığını görür gibi oldu. Sevinmesi gerekirken utanmıĢtı ve kaçacak bir yer arıyordu. Müzisyen arkadaĢlarının her biri ya ailelerinin yanına, ya da arkadaĢlarının yanına oturmuĢtu. Hümeyra öylece bakıyordu. Kâmuran bey onu kolundan tuttu, "Kızım neden bu kadar ĢaĢkınsın? Çok beğenildin, hepsi bu. Hadi seni Faruk'un yanına götüreyim," diyerek onu Marika ve Suzan'ın da olduğu masaya oturttu. Anında çevresinde insanlar oluĢtu. Nejat, "SarmaĢık Gülü, muhteĢemdin," dedi. "Ne güzel sesin varmıĢ. Allah her Ģeyi bir arada vermiĢ tabiri senin için söylenmiĢ olmalı!" Hümeyra sadece ĢaĢkın ĢaĢkın bakıyordu. Nejat, "Hümeyra, hasta mısın? Seni eve bırakabilirim," dedi. Faruk sinirlenmiĢti. "Ben de bırakabilirim. Böyle bir tezahürata alıĢkın değil, ondan olmalı. Biraz yalnız bırakın, lütfen," dedi. Çevresindekiler birer birer çekilmiĢlerdi. Marika önündeki limonata ve kuru pastayı, Hümeyra'ya uzattı, "AkĢam yemeği de yememiĢtin. Bir iki tane pasta ye." Hümeyra uykudan uyanıyormuĢ gibi, "Yalnız limonatayı içerim. Ağzım kurudu. Biliyor musun, arkadaĢlarıma ayıp oldu," dedi. Marika, "Ne ayıbı? Kime?" "Müzisyen arkadaĢlarıma. Onlar da çok güzel çaldı ve söylediler. Bana neden böyle yapıldı? Anlayamadım." 129 Marika gülmeye baĢladı, "Kızım seni yakından tam-masam saf diye adlandıracağım. Bu kadar da tevazu ve iyi niyet olmaz ki. Saçmalama da bu günün mutluluğunu yaĢa! Mutluluğu bulduğun anda sonuna kadar yaĢamalısın! Çünkü çok nadir bulunan bir Ģey," dedi. Mutluluğu henüz tadamamıĢ olan Marika zaman zaman bir filozof gibi konuĢuyordu. Dans müziği çalmaya baĢlamıĢtı. Faruk hemen Suzan'ı dansa kaldırdı. Marika'yı da sınıf arkadaĢlarından Bülent dansa kaldırmıĢtı. Bu çocuk Marika'ya karĢı hep ilgiliydi. Ama asla terbiye sınırlarını aĢmıyordu. Piknik olayı sınıfta duyulmuĢ olmalı ki, kimse Hümeyra'yı dansa kaldırmaya cesaret edemiyordu. Hümeyra halinden memnundu. Biraz sakinleĢmeye, kendine gelmeye baĢlamıĢtı ki Mehmet karĢısına dikildi, "Bu dansı bana lütfeder misiniz, prenses?" Hümeyra baĢını kaldırdı. Bir müddet karĢısında tiksinti duyulacak bir manzara varmıĢ gibi baktı. Sonra baĢını baĢka tarafa çevirdi. Mehmet bu sefer de o tarafa geçmiĢti. Aynı cümleyi tekrarladı. Hümeyra, "Sen ne..." Sözünü tamamlayamadan Nejat belirdi, "SarmaĢık Gülü, yeterince dinlendin. Yoksa ilk dansını benimle yapacağını unuttun mu?" diyerek kolundan tuttu. Mehmet diĢlerinin arasından bütün kini ile homurdanıyordu, "Ben sana gösteririm sahte Donjuan!" Nejat cevap vermedi. Çünkü bu çocuğun anlaya- cağı tek cevap, ağzını dağıtacak bir yumruk olabilirdi. Onu da burada yapmak mümkün değil diye düĢünmüĢtü. Hümeyra önde, o arkada piste yürü düler. Birden müzik değiĢti. Tuna dalgaları çalmaya baĢlamıĢtı. Bu sahan" müziğin ritmine uyarak dönmeye baĢlamıĢlardı. Hümeyr heyecanlı ve mutluydu. Hepsinden önemlisi, kendini b" çocuğun yanında emniyette hissediyordu. Tıpkı büyükni nesinin yanında hissettiği gibi... Yanakları pembeleĢmiĢ, yüzünde bir gülümseme belirmiĢti. Ne süreyle döndüklerini bilmiyordu. Zaten dönmüyor, uçuyorlardı. Hiç konuĢmuyorlardı. Ne yazık ki müzik durmuĢtu. Nejat, "Ben pazartesi sabahı Ġstanbul Tıp Fakültesine gidiyorum. Ne olur çabuk büyü ve beni bekle!" Hümeyra bir an tereddüt etti, "Nerede ve niçin seni bekleyeceğim?" Nejat'ın yüzünde tuhaf bir gülümseme belirdi, "Öff be, SarmaĢık Gülü! Çok yavaĢ büyüyorsun." Sonra Hümeyra'nın kolundan okĢarcasına tutup, masasına doğru yürümeye baĢladı. Masaya geldiklerinde Nejat, Faruk'un gözlerindeki kızgınlığı görünce, Hümeyra'nın kolunu istemeden bıraktı. Nejat bütün cesaretini toplayarak tekrar fısıldadı. "Çabuk büyü! Ve beni bekle!" Sonra Faruk'un hiç farkında değilmiĢ gibi masadan uzaklaĢtı. Faruk oldukça yüksek bir sesle, "Ne diye o çocukla dansa kalktın?" Marika, Hümeyra'dan önce atıldı, "Ne yapsın, ağabeyi tarafından bir kere dansa kaldırılmadı. Ağabeyden sonraki en yakın insan da komĢu çocuğu olur, değil mi?" Bu haklı serzeniĢe hiç kimse cevap verememiĢti. c Hümeyra ve Marika gün ıĢıyıncaya kadar baloyu konuĢmuĢlardı. Suzan'ın kıyafetine gülmüĢ, sonra da üzül- c& Allah öyle yaratmıĢ, ne yapsın?" fta, eteği Allah giydirmedi ya." Bu söze daha çok güldüler. Ancak sabaha karĢı uyumuĢlardı. Tabii öğlene doğru da uyandılar. Öğlen yemeğinden sonra Marika acele ile evinin yolunu tuttu. <5" müĢlerdi. Hümeyra, "Biz de amma kötü olduk yani. Kızı Marika gülerek, "Kırmızı tafta, eteği kloĢ elbiseyi de ele i Hümeyra da tekrar odasına çıktı. Pencerenin önüne geldi. Bir müddet Nejat'ın penceresine baktı. Henüz bir hareket yoktu. Demek ki o da uyanamamıĢtı. Yarın sabah gideceği aklına geldi. îçini bir hüzün kapladı. Sonra omzunu silkip, "Amaan, bana ne?" diyerek camdan uzaklaĢtı. Hümeyra ilgilenmiyormuĢ tavrına rağmen, o gün akĢama kadar Nejat'ı görmek için gayret sarf etti. Ama göremedi. Saat on gibi odasına çıktı. Koltuğunu pencerenin önüne çekti. Uzun süre oturdu. Balıkçı tekneleri pata pata pata sesleri çıkararak geçiyorlardı. Arada bir lüks ıĢıklarının aksi, Nejat'ın camına vuruyordu. Ama pencerenin arkasında kimse yoktu. Hümeyra üzgün bir Ģekilde kalktı. Açık pembe geceliğini giydi. Saçlarını çözüp, fırçaladı. Tam yatağa girmek üzere iken, yerinden acele ile fırladı. Kemanını ve yayını aldı. Açık camın önüne geçti. BaĢladı çalmaya ve söylemeye; Mani oluyor, halimi takrire hicabım, Üzme! YetiĢir üzme! Firakınla harabım. Mahvoldu sükûnum beni mahveyledi mahım, Üzme yetiĢir üzme! Firakınla harabım... Nejat'ın balkon kapısı yavaĢça açılmıĢ, Nejat balkona çıkmıĢtı. Tam o sırada bir balıkçı teknesinin lüks ıĢığı Nejat'ın üzerine vurdu. Gözleri pırıl pırıld^C^Yüzünde çok tuhaf bir ifade vardı. Çoktandır aradığı kıymetli bir Ģeye kavuĢup da, tekrar kaybetmekle karĢı karĢıya olan bir insanın korkusu gibi. Bu korkuya aĢk ve Ģimdiden özlem de eklenmiĢti. Hümeyra bunları tahlil edememiĢti ama bu bakıĢları Ģimdiye kadar baĢka hiç kimsenin gözlerinde görmemiĢti. Göremeyeceğinden de emindi. Nejat bal konundaki büyük saksıya eğildi. Gonca halindeki kırmızı gülü kopardı. Bütün gücü ile Hümeyra'nın balkonuna doğru fırlattı. Ne yazık ki gül balkonun oymalı korkuluğuna çarpıp, bahçeye düĢtü. Hümeyra hiç düĢünmeden aĢağıya indi. Mutfaktan bir kutu kibrit alıp, bahçeye çıktı. Gülü buluncaya kadar aradı. Gülü alıp, kokladı, kokladı... Ġçeriye girmek için dönerken, Nejat'ın sesini duydu. O da bahçeye inmiĢ, bahçe duvarının üzerinden kendisine bakıyordu, "SarmaĢık Gülü, biraz yaklaĢ." Hümeyra konağa doğru dikkatlice baktı. Kimseler yoktu. Ayaklarının ucuna basarak, Nejat'ın olduğu duvarın önüne geldi. Nejat, "TeĢekkür ederim SarmaĢık Gülü! Bin kere milyon kere teĢekkür ederim. Beni mutlu gönderiyorsun. Ne olur çabuk büyü ve beni bekle! ġimdi nerede nasıl bekleyeceğini biliyorsun, değil mi?" Hümeyra biraz mahcup bir ifade ile güldü, "Evet, evet! Anladım galiba!" "HoĢça kal, SarmaĢık Gülü!" "Güle güle! Yolun açık olsun" Nejat abi diyecekti ama vazgeçti. Bu heyecan, bu duygular, onu ele geçirmiĢti. Büyüknine sesleri duymasa da bütün bu olanları seyretmiĢti. Yüzünde öfkeden eser yoktu. Aksine bir rahatlama ve mutluluk vardı. O devirde, o yaĢta bir insanın, böyle bir durumda göstereceği tepkiyle hiç bağdaĢmayan bir davranıĢtı bu. Ama büyüknine akıllı bir kadındı. Muhakkak ki düĢündüğü ve inandığı bir Ģey vardı. Marika eve döndüğünde yenge diye hitap ettiği Heleni ve kızı Rosita mutfakta zeytinyağlı dolma yapmakla meĢguldü. Heleni Marika'yı görür görmez bağırdı, "Acele et! Yeter sürttüğün! Gel Ģu bulaĢıkları yıka!" dedi. 133 "Peki yenge, hemen geliyorum." KoĢa koĢa üst kata çıkan Marika elindeki paketi yatağın üzerine koydu. Acele ile soyunmaya baĢladı. Rosita elinin unlarını eteğine sile sile arkasından çıkmıĢtı, "Elbiseni göreyim." Marika henüz cevap vermeden koĢarak paketi açtı. Unlu elleri ile elbiseyi omuzlarından tutup, baktı, "Çok güzel olmuĢ. Bunu ben alıyorum. Sen nasılsa giyindin." Marika ĢaĢkın, "Ama o bir hediye. Bana Hümeyra'nın ailesi hediye etti." "Olsun giyindin iĢte." "Ayıp olur. Gerekecek bir yer olursa veririm, giyersin." "Hayır, bu elbise benim olmalı. Gerekirse ben sana veririm." Marika ĢaĢkın bir vaziyette, "Rosita ben senin hiçbir Ģeyini alıyor muyum? Kaç senedir ilk defa güzel bir Ģeyim oldu." Heleni yenge de arkalarından çıkmıĢtı, "Ne oluyor? Ne var? Eve girer girmez huzursuzluğa baĢladın Marika!" "Yenge ben bir Ģey yapmadım. Rosita elbisemi almak istiyor." "Ġstiyorsa ver. Seni besliyoruz. Senelerdir çatımızın al- "Ne olmuĢ hediye ise, nankör köpek!" diye bağırdı. Marika bu hakareti hiç mi hiç hak etmemiĢti. Artık ana kızın iĢkencesi çekilir olmaktan çıkmıĢtı. Elbiseyi Rosita'nın bakmanızı istemedim. Siz de zaten Yunanistandan gönderilen drahmilerin hatırına bu iĢi yapıyorsunuz. Ayrıca ben her iĢini kendi yapabilen, hatta evin bütün iĢlerini de üstlenen bir kızım." tına sığındın. Bir elbise çok mu?" "Yenge, elbise bana hediye." elinden hırsla çekip, karĢı duvara Marika sözünü bitirmemiĢti ki yüzüne çok Ģiddetli bir lokat indi. Onu baĢkaları takip etti. Yengesi, sakinleĢince-vc kadar Marika'nın yüzüne ardı ardına Ģamarları indirdikten sonra ana kız hızla uzaklaĢıp kapıyı çektiler. Heleni yenge bağırıyordu, "Sana yirmi dört saat ne ekmek ne su yok. Terbiyeni takınıncaya kadar bu böyle devam edecek." Marika yatağın üzerine kapandı. Kaç saat bu Ģekilde .ıf;ladı bilemiyordu. Sonra uyuyakaldı. Hümeyra çok geç uyumasına rağmen erkenden uyanmıĢtı. Hemen pencereye koĢtu. Ne yazık ki tam o sırada Nejat'ların arabasının sesi duyuldu. Balkona fırladı. Arabanın sokaktan kayboluĢunu izledi. Uzun süre öylece baktı. Gözleri, Kenan beylerin yalısına takıldı. Hayret bu kadar beğendiğim yalı, hiç de o kadar görkemli değilmiĢ diye düĢündü. Denize döndü. Denizin renkleri solmuĢtu. Mavi ve lacivert yok gibiydi. Her taraf gri gözüküyordu. 'Martılar ne kadar da neĢesiz uçuyor" dedi. Sonra aniden fark etmiĢ gibi "Deniz, bahçe, çiçekler ve de bütün Ayvalık Nejat'ın varlığı ile güzelmiĢ galiba?.. Birdenbire her Ģey heyecanını ve güzelliğini kaybetti." KoĢarak yatağına uzanıp, baĢını yastığın altına gömdü. Sessiz sessiz ağlamaya baĢladı. Hümeyra sabah kahvaltıya inemedi. Büyüknine Makbule bacının getirdiği kahveyi alırken, "SarmaĢık Gülü nerede?" diye sordu. <5" "Odasından henüz çıkmadı büyükhanım." "iyi çıkar çıkmaz odama gelsin." "Olur hemen söylerim. Büyükhanım, Gömeç tarafından bir kız geldi. Eli yüzü temiz biri. ÇalıĢmak istiyormuĢ, getireyim mi? "Melahat, Süheyla'ya söyle! O konuĢsun. Bu evin hani' mı o. Bazı iĢleri üzerine almalı artık," dedi. "Peki büyükhanım." Hümeyra gözleri ĢiĢ içinde, saçı baĢı dağınık bir halde, merdivenlerden inerken, Melahat bacı ile yeni iĢe alınan Hacer de mutfağa doğru gidiyorlardı. Melahat bacı, "SarmaĢık Gülü o halin ne? Seni büyükhanım görmek istiyor," dedi. "Çok mu kötüyüm Bici?" "Ehh pek de iyi gözükmüyorsun, hasta mısın?" "Hayır, yorgun ve uykusuzum." Hümeyra sözünü tamamlamadan odasına geri döndü. Ġçinden bu Ģekilde nineme gözükmemeliyim. Kendime biraz çekidüzen vereyim diye düĢünüyordu. Büyüknine gizliden gizliye Hümeyra'yı inceliyordu. Hümeyra'nın bütün gayretine rağmen, daha ilk bakıĢta periĢan hali göze çarpıyordu. Nine sebebini bildiği bu durumu görmemezlikten geldi. Nejat ile devamlılık gösterecek bir iliĢkinin olmasını, Hümeyra'nın geleceğinde Nejat'ın olmasını istiyordu. Derman Sertoğlu, damatla olduğundan beri her gün, Kenan beye Süheyla'yı ^^1^-dikleri, babasının sözünü dinledikleri için piĢman olmuĢlardı. Nejat da babasına benziyordu. Ondan Hümeyra'ya asla zarar gelmezdi. Bütün bu olumlu düĢüncelere rağmen, bu yaĢta bir kızın zamansız aĢkım kabul edip, meĢru saymak da istemiyordu. Hem Ģimdi aklında çok daha önemli bir konu vardı. Kaç gündür kalbi onu çok sıkıĢtı ı iyordu. Kalp çarpıntısından doğru dürüst uyuyamıyordu I [ekimin verdiği dilaltı ilacı da pek etkili olamamaya baĢ lamıĢtı. Hümeyra yorgun bir sesle, "Nineciğim, beni görmek istemiĢsiniz." "Evet Hümeyra, seninle bir yere kadar gideceğiz. I lemen çık üzerine bir Ģeyler giyin. Melahat'ı da bana gönder." Hümeyra çok yorgundu ama hiç itiraz etmedi. Ninem kırk yılda bir sokağa çıkacak. Önemli bir sebebi vardır diye düĢündü. Acele ile Bici'yi ninesinin odasına gönderip, kendisi de üst kata çıktı. Nine, "Makbule, Ģu sandığı aç. Oradaki tapuları bana getir," dedi. Makbule bacı soru sormadan denileni yaptı, ı "ldukça çok tapu senedi vardı. Bunların bir kısmı Arap harfleri ile yazılmıĢtı. "Bunları oradaki büyük zarfın içine yerleĢtir. Nüfus kâğıdımı da içine koy! Hümeyra'ya da söyle nüfus kâğıdını ve mektebe kaydolurken çektirdiği vesikalıklardan sekiz on tane alsın. Benim de orada birkaç resmim olacaktı." Makbule bacı dayanamadı, "Neler oluyor, büyükha-nım?" "Hiç, hiçbir Ģey olmuyor. ġimdi burada hiçbir Ģey olmuyor. Sadece Ģunu bil! Senden baĢka da hiç kimsenin bilmesine gerek yok. Hümeyra'yı korumam, güvence altına ılmam gerek. Süheyla'nın zayıflığı, baba ile oğlun bencilliği beni korkutuyor." Makbule bacı bu habere sevinmiĢti, "Çok iyi düĢünmüĢsünüz büyükhanım." "Ġsmail arabayı hazırlasın." "Tamam." Ġsmail Ayvalık'ın dar sokaklarında^ tbirine girdiy- di, ikinci bir arabanın geçmesine imkân vermeyecek ka dar dardı. Ana caddeye dik iniyordu. Ġki yüz üç yüz metre sonra büyük nine bağırdı, "ismail, burada ineceğiz, çarĢıda biraz oyalanacağız. Sen bir saat sonra bizi buradan al!" dedi. "Peki büyükhanım." ÇarĢının içine girdiler. Büyüknine Hümeyra'nın ko na girmiĢti. "Hangi dükkâna gireceğiz?" "Daha sonra. ġimdi dava vekili Kenan OdabaĢı'nın yazıhanesine gideceğiz." Hümeyra'nın kalbi çarpmaya baĢlamıĢtı. Ninesinin Kenan bey ile ne iĢi olabilirdi? Niçin kendisi ile gelmiĢti? Aman Allah'ım inĢallah benim ile Nejat hakkında konuĢmaz! Çok ayıp olur diye geçirdi içinden. "Nine, orada ne iĢimiz olabilir?" "Senin değil, benim iĢim var." Üzerinde, dava vekili Kenan OdabaĢı yazan kapıyı vurdular. Kapı hemen açıldı. Genç, temiz yüzlü bir bey, "Buyurun efendim," dedi. Nine, "Kenan bey yok mu?" "içeride efendim, buyurun. Kim diyeyim?" "KomĢunuz, büyüknine deyiverin." Girdikleri yer geniĢ bir holdü. Hemen hemen büyükçe bir oda kadardı. Buraya birkaç kapı açılıyordu. Ġki kanepe, iki koltuk, masa, sandalye ve üzerinde de bir telefon vardı. Telefonun olması o yerin hayat seviyesinin oldukça eriydi am yüksek olduğuna iĢaretti. Gerçi burası iĢ yeriydi ama, he nüz bir çok iĢyerinde telefon yoktu. nüz bir çok iĢyerinde telefon yoktu. Onları karĢılayan genç adam, masanın yanındaki ka- pıdan içeriye girdi, iki dakika geçmemiĢti ki, Kenan bey hızla çıktı. Büyükninenin önüne geldi. Eğilip elini öptü, "Lütfen odama buyurun," dedi. Sonra Hümeyra'ya döndü "SarmaĢık Gülü, sen ne kadar büyümüĢsün. Çok da güzel olmuĢsun. Gerçi küçükken de güzeldin." Hümeyra ĢaĢırmıĢtı. Bir kere bile kendileriyle görüĢmemiĢ bu insan nasıl bu kadar ilgili ve bilgili olabiliyordu? Kenan beyin odası bayağı konforluydu. Deri koltuklar, kadife perdeler, Ģık bir masa, yerde güzel bir halı. Hümeyra hâlâ endiĢeliydi. Büyüknine, "Kenan bey, ben servetim ile ilgili bazı düzenlemeler yaptırmak istiyorum." "Ne gibi büyükhanım? BağıĢ, vasiyet veya doğrudan tapu mu?" "Hepsi olabilir. Siz hangisini uygun ve emniyetli görürseniz... " "Büyükhanım, damadınızın bana karĢı tavrını ve düĢüncelerini biliyorsunuz. Bu iĢi benim size telkin ettiğimi düĢünmesin." Büyüknine birden hatırlamıĢ gibi, Hümeyra'ya döndü, "Hümeyra sen dıĢarıda otur. Bu konuĢmaları da hiç duymadın, tamam mı?" "Peki, büyüknine." Hümeyra dıĢarıdaki odaya çıktı. Koltuğun birine oturdu. Sehpanın üzerinde Akbaba adlı bir mizah dergisi vardı. Onu alıp, karıĢtırmaya baĢladı. Aslında okuyamıyordu. Kafası Kenan bey ile ninesinin konuĢmasındaydı. Acaba babası neden Kenan beye karĢı olumsuz düĢüncelere sahipti? Kim kime ne yapmıĢtı? Bunu bir türlü çözemiyordu. Çözmesi de çok zordu. Zira kendi dünyaya gelmeden yaĢanmıĢ bir Ģeyler olmalıydı. Akbabayı okur gibi yapıyor, baĢını kaldırmıyordu. Zira kendilerine kapıyı açan genç çocuk, Hümeyra'yı göz hapsine almıĢtı. Hümeyra fena halde rahatsız oluyordu. Bir müddet sonra gözlerini Hümeyra'ya dikmiĢ olan genç dıĢarıya çıktı. Hümeyra rahat bir nefes aldı. Ama rahatlığı uzun sürmedi. Tahminen 139 on, on beĢ dakika sonra genç adam, yanında üç bey ile geri döndü. Bunlardan biri, hekim Süreyya beydi. Hastanenin ruh ve sinir hastalıkları mütehassısı ve baĢhekimi idi... Hümeyra neredeyse uyumak üzere idi. O genç bir iki defa daha sokağa çıkıp, geri dönmüĢtü... Hümeyra, genci, her sokağa çıkıĢında rahatlıyordu. Zira genç, orada old~ ğu sürece gözünü hiç kırpmadan Hümeyra'ya bakıyordu. Hümeyra içinden "KeĢke Nejat burada olsa da, Ģunun da çenesine bir yumruk indirse!" diye geçirdi. Hemen arkasından "Acaba böyle bir Ģey yapmaya, babasının yanında cesaret edebilir miydi?" sorusunu geçirdi. Bu sorunun cevabını pek bilemiyordu "Yumruk indirmese de, bu genç adamı kendine getirecek bir Ģeyler yapardı" diye karar verdi. Kenan bey'in kapısı açıldı. Önden büyük nine, arkasından da odadaki tüm beyler çıktılar. Hümeyra ayağa kalktı, "Gidiyor muyuz nineciğim?" Kenan bey bir iki hızlı adım atıp, Hümeyra'nın yanın yaklaĢtı. Saçlarını Ģefkatle okĢayarak, "Güzel kız derslerinde çok iyiymiĢ. Hadi bakalım Nejat'ı yolladık. Sağ salim gidip yerleĢmiĢ. Darısı sana." Kenan bey biraz duraladı. Sonradan hatırlamıĢ gibi devam etti. Faruk'a ve Leyla'ya da tabii... Üniversiteye gideceksin değil mi?" Nine atıldı, "Eğer ben yaĢıyor olursam kesinlikle gid<^" cektir. Olmazsam da Hümeyra'yı korumak belki de sizlere düĢecektir." Kenan bey Hümeyra'nın yüzüne tuhaf bir ifade ile baktı. Bu bakıĢta hayranlık ve daha birçok Ģey vardı, "Bun büyük bir zevk ile yapacağımdan emin olabilirsiniz. Bana bu kadar güvendiğiniz için size minnettarım. Bu güveni keĢke yirmi sene önce de gösterseydiniz, bu gün her Ģey çok baĢka olurdu." Büyüknine gözlerinde acı ve piĢmanlıkla Kenan beye baktı, "Göstermedim mi zannediyorsun oğlum?" dedi. Hümeyra da dâhil orada bulunanlar bu konuĢmalardan pek bir Ģey anlamamıĢtı. Kenan OdabaĢı'mn yazıhanesinden çıktıkları an, bü-yüknine de Hümeyra da rahatlamıĢlardı. Hümeyra, Nejat'ın babasının yazıhanesinde bulunmaktan ve tabii kâtip tarafından göz hapsinde tutulmaktan kurtulduğu için, büyüknine de yıllardır yapmak istediği bu iĢi yapmıĢ olmaktan dolayı rahattı. Bu iĢ için Hümeyra'nın on sekiz yaĢını bitirmesini istemiĢti ama son günlerde bunun pek de mümkün olamayacağı hissine kapılmıĢtı. Neyse nihayet olmuĢtu ya, büyüknine, "Hadi bakalım SarmaĢık Gülü, ne istersen al! Hem de epeyce çok al ki, bu uzun gaybubetimizi geçerli bir sebebe bağlamıĢ olalım." Hümeyra sevinçle, "Nineciğim bir bot, bir de mantoluk kumaĢ, bir iki tane eteklik kumaĢ ve annemin örmesi için yünler istiyorum. Nineciğim, bot ve mantoluk kumaĢtan Marika'ya da alabilir miyiz?" Nine mutlu bir Ģekilde güldü, "Bugün ne istersen alabilirsin. Sarraftan dahi istediğini alabilirsin." Hümeyra hemen sağ taraftaki büyük ayakkabı mağazasına girdi. Vitrinde gördüğü üstü tüylü botu iĢaret ederek, "Bundan iki çift istiyorum. Bir 37, diğeri 36 olsun^ Mağazanın sahibi büyükninenin altına bir sandalye vermiĢ, bir kahve alıp almayacağını soruyordu. Ayakkabıcı, "Küçük hanım, Ģimdiden kıĢ hazırlığı mı?" "Aa evet, bir de Ģu beyaz sandaletlerden iki çift verin," dedi. Ayakkabıcıdan hemen çıktılar. Bu seferde kumaĢçıya girdiler. Büyüknine her gittiği yerde önce oturacak bir sandalye buluyordu. Daha doğrusu dükkân sahipleri büyük bir hürmet ve memnuniyetle oturtup, bir Ģeyler ikram etmeye çalıĢıyorlardı. Hümeyra Ġngiliz kumaĢından biri açık yeĢil, biri de sütlü kahve iki mantoluk kestirdi. Birkaç tane de eteklik kumaĢ aldı. Üzerine de empinne ve poplin, bluzluk kumaĢlar seçti. Nine yorulmuĢtu. Cebinden bir sürü kâğıt para çıkardı. "Yünlerini de sonra al! Hatta bir ara annenle çık. O bu iĢlerden daha çok anlar," dedi. Ġsmail, sokağın köĢesinde ellerini ovuĢturarak onları bekliyordu. Adam yorulmuĢ ve sıkılmıĢtı. Nine, "Oğlum bende akıl olsa on beĢ yaĢında bir kız ile çarĢıya çıkar mıyım? Bir ayakkabı seçmesi bir saat sürdü. Ona göre hesapla!" dedi. Hümeyra ĢaĢkın ĢaĢkın bakıyordu. Ayakkabıcıda beĢ dakika bile durmamıĢlardı. Nine gülerek göz kırptı. Hümeyra o zaman büyükninenin geçen zamanı ört bas etmeye çalıĢtığını anladı. Çünkü bu günkü iĢ her ne idiyse kimseye anlatılmayacaktı. Hümeyra, elindeki paketlerle koĢar adım mutfakta Bici'ye akĢam yemeği için yapacaklarını anlatan annesinin yanına koĢtu. Paketleri açmaya baĢladı. Süheyla ha-^O nım, "Kızım bu ne telaĢ, leke falan olur. Burası mutfak, on lan salona götür, ben de geliyorum," dedi. Hümeyra, "Anne bunları terziye götürelim. Am Marika'nın da gelmesi gerek. Sahi o neden hiç görünmedi? Ne olur Ġsmail ile beraber gidip, bir yoklayabilir miyim?" Süheyla hanım biraz düĢündü, "Git tabii, hep kızcağı geliyor," dedi. Ġkindiye doğru, Hümeyra ile Ġsmail Cuntaya gitmeye karar verdiler. Havanın biraz serinlemesini beklemiĢlerdi Marika'nın yaĢadığı eve gitmek için kısa ama dik bir yokuĢtan tırmanmaları gerekiyordu. Eski, tarihi kiliseye bakan, iki katlı tipik Rum evinin kapısını çaldılar. Genç bir Rum kızı kapıyı açtı. "Buyurun," dedi. "Ben Hümeyra, Marika'nın arkadaĢıyım. Onu ziyarete gelmiĢtim," dedi. Kız bir an tereddüt geçirdi. Sonra mutfağa doğru sesledi. "Mama, Marika'nın arkadaĢı Hümeyra hanım gelmiĢ." Mutfaktan telaĢla çıkan Heleni, "Buyurasınız. Kız, küçük hanımı ne bekletirsin? Al odaya! Marika'ya da haber ver. Yeterdir uyuduğu." On dakika sonra Marika aĢağıya indi. Bitkindi. Rengi sapsarı, gözleri kıpkırmızıydı. Ayakta zorlukla durabiliyordu. Hümeyra ayağa kalkıp arkadaĢına doğru hızlı adımlarla yürüdü "Bu halin ne?" Heleni atıldı, "Bilirsin ya, kadın hali iĢte. Onun ki ağır geçer," dedi. Hümeyra, "Çok bitkin görünüyor. Ġzin verirseniz onu bize götürmeye gelmiĢtim. Gelebilirse tabii." "Görürsün halini, bitkindir." •As Hümeyra üsteledi. Marika acele ile, "Gelebilirim, gelebilirim" dedi. Yüzünde endiĢe ve sanki "Beni almadan gitme!" der gibi bir ifade vardı. Hümeyra bunun normal kadın hastalığından öte bir Ģey olduğunu hissetmiĢti. "Hasta olduğu için istiyorum ya, bir hekime gösteri riz belki." Heleni biraz tedirgindi. Sonunda isteksiz bir tavırla "Peki, olur," dedi. Hümeyra ve Marika evden çıkarlarken, Heleni'nin kızı bağırıyordu, "Mama, neden izin verdin? ġimdi olanları anlatırsa..." "Ġzin vermesek de bir gün anlatacaktır. Hem o aile çok güçlü bir ailedir. KarĢımıza alamayız," dedi. Hümeyra, Marika yı biraz neĢelendirmek için hemen odasına çıkarıp, aldıklarını gösterdi. Marika sadece teĢekkür etti. Eline alıp bakmadı bile. Hümeyra, "Marika, bu malum hastalıktan baĢka bir Ģey galiba. Neler oldu anla tır mısın?" Marika ağlamaya baĢladı. Ağlaya ağlaya bir gün ev vel elbise yüzünden yaĢadıklarını anlattı. Hümeyra çok si nirlenmiĢti. Uzun süre odada bir aĢağı, bir yukarı dolaĢ tı. Marika da onu gözleri ile takip ediyordu. Sonra aklı na birden bire bir Ģey gelmiĢ gibi, "Marika'ya hiçbir Ģey söylemeden, koĢa koĢa ninesinin yanına indi. Büyüknine Hümeyra'nın gözlerini yaĢlı görünce, "Ne oldu Hümeyra? Yine baban mı?" diye sordu. "Hayır, hayır nineciğim, Marika için ağlıyorum," diyerek olanları anlattı. Ve telaĢla devam etti, "Ne olur nineciğim, lütfen Marika'yı bize alalım. Büyüknine biraz düĢündü, "Tamam kızım, ben de isterim ama vermezler ki." "Nine Yunanistan'dan gönderilen parayı onlara bira kırsak belki olur." "Tamam deneyelim." Birkaç gün sonra, Bici ile Ġsmail, Heleni'nin evine giderek, büyükninenin isteğini bildirdiler. Heleni bu iĢe çok sevinmiĢti. Hem para onlarda kalacak, hem de kızının da kendisinin de hiç sevmediği, o....nun kızı evlerinden uzaklaĢacaktı. Onun için sarf edilen yemek içmek parası da kendilerine kalacaktı. Acele ile Marika'nın bütün eĢyalarını toplayıp, iki çuvala doldurdular. Tam kapıdan çıkmak üzere iken, Ġsmail cebinden bir kâğıt çıkartıp, uzattı. "Büyükhanım bunu imzalamanı istedi. Ġleride herhangi çirkin bir durum olmasını önlemek için," dedi. Heleni bundan pek hoĢlanmamıĢtı. Ama bu teklifi de kaçıra-mazdı. Acele ile imzalayıp, geri uzattı. Kâğıtta Marika'ya Sertoğlu ailesi ile birlikte yaĢaması için izin verdiklerini, asla bu konuda bir Ģikâyetleri veya istekleri olamayacağını yazıyordu. Heleni birdenbire, "Siz Marika'nın anlattıklarına bakmayın. O yavrucuk iki ruhlu gibi. Biz aslında onu severiz. Ama orada çok daha mutlu gözüküyor diye izin verdik. Büyükhanıma bunları iletin lütfen," dedi. Artık Marika resmen olmasa da fiilen o evin ikinci kızı olmuĢtu. Marika da, ev halkı da hallerinden Ģikâyetçi değillerdi. Marika'nın yüzüne renk gelmiĢ, mutlu bir ifadeye bürünmüĢtü. Bir haftadır terziye gitmek, yeni Ģeyler almakla meĢgullerdi. O kadar çok alıĢveriĢ ettiler ki, Süheyla hanım, ninesine çıkıĢtı, "Nineciğim Hümeyra'yı çok Ģımartmıyor musun? Ġleride bu kadar bol imkân olabilir mi, bilmiyorum." Nine, "Sen hiç Hümeyra'da Ģımarık bir hal gördün mü? Ġleride de hiçbir sıkıntısı olmayacaktır, korkma! Aferin, sende değiĢiklikler görüyorum. Çocuklarınla ilgilenmeye, o sülük kocanın etkisinden kurtulmaya baĢladın galiba?" Süheyla hanım bu ağır tenkide içerlemiĢti, "Nine, ben hep çocuklarımla ilgiliyim. Sizin de dediğiniz gibi, Hümeyra ölçülü, sevecen ve mesuliyetini bilen bir çocuk. Oğluma gelince, babasının karakterinin aynı... " Nine sözünü kesti, "Yani kıymet bilmeyen bencil, mesuliyetini müdrik olmayan biri." Süheyla içini çekti, "Ne yazık ki öyle. Ama ona karĢı çıkıp, her dakika tenkit etmekle daha çok kaybım olacak. Hepten babasının yanında yer alacak. Babası da bunun farkında ve onu yanında tutabilmek için gereken gayreti gösteriyor. Faruk'u aĢırı Ģekilde Ģımartıp, hediyelere boğuyor. Çünkü bana karĢı en geçerli silahı Faruk. Doğrusu ile yanlıĢı ile o benim evladım ve asla ondan vazgeçmemem, bu bir yerde Dermandan da vaz geçemem anlamına geliyor. Yani baĢka bir deyiĢle, Faruk, Dermanın bana karĢı kullanabileceği tek etkili silahı. Yoksa her Ģeyin farkındayım, ihanetinin bile, ama ben onu koca diye görmüyorum. Oğlumun hatırına burada kalan biri... Kıskanmıyorum, çünkü sevmiyorum. Evin müstahdemi ile iliĢki içinde oluyor. Bunu bildiğimi de biliyor. Ama hiç üzerinde durmuyorum. Ona Ģunu anlatmaya çalıĢıyorum. Ben sana zaten fazlayım, ilgi gösterdiklerin sana çok daha uygun. Sen onlara layıksın.. Sadece ailemin dağılmasını, çocuklarımın zarar görmesini istemiyorum. Aslında ona yapılacak en büyük hakaret de bu. Daha doğrusu bir kadının kocasına yapacağı en büyük hakaret bu... Hiçbir değeri olmadığını bilerek yaĢamak... Bunları yapmamak, bu duruma düĢmemek için çok uğraĢtım. Ne yazık ki, yalanları, mesuliyetsizliği, gurursuzluğu ile beni kendinden hep uzaklaĢtırdı. Benim için bu hayatın kolay olduğunu mu zannedi- yorsun? Dermanın elleri Hümeyra'nın doğumunun ikinci yılından beri bana değmedi. Bunları bilmeni istemedim. Sana mutsuzluğumu bütün çıplaklığı ile göstermek istemedim. Ama görüyorum ki beni zayıflık ve az da olsa gu-rursuzlukla itham ediyor gibisin." Nine ağlıyordu. Titreyen bir sesle, "Affet kızım, çok üzgünüm. Hem senin durumun için, hem benim bu derece yanlıĢ yorumum için," dedi. Tam o sırada kızlar kıkırdayarak içeriye girdiler. îkisi de yeni empirme elbiselerini giymiĢti. Hümeyra, annesinin ve ninesinin gözlerindeki yaĢı hemen fark etmiĢti, "Ne oluyor? Ne var büyüknine?" "Bir Ģey yok kızım. Anneannenden bahsediyorduk, duygulandık. Ehh, onun annesi benim de kızım. Çok genç yaĢta kaybettik," dedi. Hümeyra inanmıĢtı. Ağlamak için çok geçerli bir sebepti. Haziranın on beĢi gelmiĢti bile. Havalar çok sıcaktı. Ayvalıkta Haziran ve Eylül aylan, genellikle çok güzel ama bir o kadar da sıcak geçerdi. Marika ve Hümeyra Ġstanbuldan sipariĢ üzere getirtilen etekli mayoları ile akĢama kadar denize girmiĢlerdi. ġimdi de deniz kenarında oturmuĢ, ayaklarını suya sokmuĢ, arada bir birbirlerine su atarak ĢakalaĢıyorlardı. DıĢ kapıdan birileri girmiĢti. Ama oturdukları yerden kim oldukları görünmüyordu. Arkalarında bir erkek sesi duydular. Hümeyra hızla döndü. Gelen Suat'tı. Hümeyra, hemen ayağa fırlayıp ıslak ıslak Suat'ın boynuna sarıldı. "Ayy, Suat abi, ne kadar sevindim. Amcam da geldi mi?" "Evet, SarmaĢık Gülü. Ailece buradayız." "Aaa, Hayalde mi?" "Evet tabii. O da amcanın kızı değil mi?" "ġüphesiz, hepinizin geliĢine çok memnun oldum." Marika'da ayağa kalkmıĢ, havlusuna sarınmaya çalıĢıyordu. Hümeyra birden fark etmiĢ gibi, "Bak, sana mektuplarımda bahsettiğim arkadaĢım, Marika. Pardon artık arkadaĢım değil, kardeĢim Marika." Suat gülerek Marika'nın yanına yaklaĢtı, "Desene iki kuzenim var. ikisi de birbirinden güzel. Uslu olun, yoksa sizi korumakta zorlanacağım." Hümeyra, "Siz konuĢmaya devam edin, ben bir amcamı göreyim," diyerek köĢke doğru koĢtu. Amcası ile babası ön verandada oturmuĢlardı. Hayal ile yengesi misafir yatak odalarına yerleĢmeye çalıĢıyorlardı. Hümeyra üzerinden sular akarak amcasına doğru koĢtu. "HoĢ geldin amcacığım. Çok sevindim," dedi. Derman bey sert bir sesle, "Bu ne hâl? Sular süzüle süzüle misafir karĢısına çıkılır mı? Annen, ninen sana hiç mi adab-ı muaĢeret öğretmedi?" Hümeyra çok üzülmüĢ ve mahcup olmuĢtu. Fısıldar gibi, "Ama o misafir değil ki, benim amcam." Fuat bey kahkahalarla gülmeye baĢladı. Sonra Derman beye dönerek, "Aldın mı cevabını? Çocuğun sevincini ve samimiyetini kursağında koydun. Sana ne kadar yerinde bir cevap verdi." Hümeyra'ya bakarak, "Sen ona bakma! Herkese, her Ģeye bir kusur bulmakta özel bir yeteneği vardır. Adını Bay Ġtiraz koymalıymıĢız. Gel bakayım seni bir güzel kucaklayayım. Çok güzel bir kız oluyorsun. GörünüĢün kadar ruhun da güzel yavrum... Allah Ģansından güldürsün. Ama hemen git giyin! Yoksa üĢüteceksin." "Peki amca." Derman bey ağabeyinin bu tavrına sinirlenmiĢti, "Abi bu kızı Ģımartmakta hepiniz el birliği ettiniz galiba?" "Hayır oğlum, sen herkesi karĢına almakta özel bir çaba gösteriyorsun. EĢsiz bir karın var. Güzel, asil, görgülü. Evine ve çocuklarına bağlı. Onu kendinden uzaklaĢırdın. ġahane bir kızın var. Ġçi de dıĢı da^siz güzellikte. Hürmetli, sevgi dolu, tertemiz... Ve de ayrıca baĢarılı. Farkında değilsin veya değilmiĢ gibi davranmakta direniyorsun. Büyük hanım ise, sadece yakından tanıyanla rın değil, bütün Ayvalık ve yöresinin saygısını kazanmıĢ muhterem bir hanımefendi. Bir tek oğlunla sorunun yok gibi, Ģimdilik tabii. O da sana çok benziyor, ondan olmalı." Derman bey kıpkırmızı olmuĢtu, "Ama abi, bu, çocukların yanında konuĢulacak konu değil," diye baĢladı. Fuat bey, "Burada çocuk yok. Bence hemen itiraz etme. Sakin bir yerde ve sakin bir kafa ile düĢün! Kendine "Neden herkesle kavgalıyım?" sorusunu sor. Ben, eğer bir insan üç kiĢi ile benzer sorunlar içinde ise, kendinde bazı hataların olduğunu kabul etmelidir, ne olduğunu nerede yanlıĢ yaptığını aramalıdır diye düĢünüyorum. Eğer bu Ģekilde bir düĢünce içinde olamazsan, bencilliğinin ve hatalarının kölesi olursun. Hayal, Kenan beylerin köĢkünü gözetleyip, duruyordu. Kimseye bir Ģey sormaya cesaret edemiyordu. Hümeyra durumu fark etmiĢti. Herkes kamelyenin altındaki masada oturmuĢ, bir Ģeyler yiyip çay içiyordu ama Hayal bitiĢik bahçeyi gözetlemekten hiçbir Ģeyin tadını çıkaramı-yordu. BekleyiĢi uzun sürmedi. Leyla bahçeye çıktı. Hayal hemen fırladı. "Leyla! Leyla!" Leyla bu bahçeden adının çağrılmasına pek alıĢkın değildi. BaĢını hızla ve ĢaĢkınlıkla çevirdi. "Aaa Hayal, ne zaman geldiniz?" Hayal duvarın önüne gitmiĢti bile. Leyla da iyice yanaĢmıĢ, bir Ģeyler konuĢuyorlardı. Biraz sonra döndü. Yüzünden düĢen bin parça oluyordu. Hayal uzun süre o durumda oturdu. Sonra Hümeyra'ya döndü "Nejat Ġstanbul'a gitmiĢ, biliyordun tabii." Hümeyra kayıtsız bir tarzda, "Bilmem, farkında değilim. Ama gitmesi çok normal değil mi? Liseyi bitirdi. Herhalde bir üniversiteye kaydını yaptırmıĢtır." Bu haberi alan Hayal o akĢam, annesini sıkıĢtırmaya baĢladı, "Anne biz tatile çıkacaktık. Artık gidelim." "Kızım daha yeni geldik. Acelen ne? Hem burası da tatil iĢte... " "Ben görmediğimiz yerleri görmek istiyorum." "Orası da görmediğiniz bir yer değil ki. Teyzenizin bahçesi. Sadece birkaç senedir görmedik." Süheyla hanım atıldı, "Aa, burada kalmayacak mısınız?" "Bir hafta on gün diye düĢünmüĢtük ama baksana mızıldanmaya baĢladılar. Anamur'a ablamlara gitmek istiyordum. Ablamı senelerdir görmedim. Çok güzel bir muz bahçesi yetiĢtirmiĢler. Bu çocukların iĢine akıl sır ermiyor. Geçen sefer bizimle dönmeyip kaldılar. ġimdi ise hemen gitmek istiyorlar" dedi. Suat, "Ben değil, kızın mızmızlamyor. Ġsterseniz be burada bırakabilirsiniz." Ve sessizce fısıldadı, "Sonsuza dek." Hümeyra duymazlıktan geldi. Leyla Fransızca okuyordu. Diğerleri de zaten Ġngilizce bilmiyorlardı. Hayal'in bütün ısrarlarına rağmen, Fuat bey ve ailesi misafirliklerini devam ettiriyorlardı. Hayale rağmen eve bir canlılık gelmiĢti. Suat çok neĢeli ve esprili bir çocuktu. Bu gün kayıkla Cunda adasına geçeceklerdi. Gençler Makbule bacının piknik sepetini hazırlamasını bekliyorlardı. Hümeyra birden neĢesizleĢti. Ġlci sene evvel yine aynı gurupla Cunda adasına gitmiĢlerdi. O zaman Nejat da yanlarında idi. Surat asıp oturmuĢ olmasına rağmen o günü hasretle anıyordu. Ġçinden "KeĢke, keĢke gene olsaydı" diye geçirdi. Sepet hazırlanmıĢtı. Süheyla hanım kendi kayıkları ile gitmelerine izin vermemiĢti. Çocukların emniyeti açısından daha büyük bir kayık veya motor olmasını istemiĢti. Çamlık'a doğru yürürken sağda daima tekneler bulunurdu. Bunlardan birini kiralayabilirlerdi. Kayıkçı YaĢar'ın motoruna binmek üzere iken, genç bir çift kayıkçıya yanaĢtı. Bir Ģeyler anlatmaya çalıĢıyorlardı, ama konuĢtukları dil, Ġngilizce de, Fransızca da, Türkçe de değildi. Aslında bu genç çift tip olarak Türkleri andırıyordu. Motorun sahibi ile pek anlaĢacağa benzemiyorlardı. Marika birden atıldı, "Aaa, bunlar Ġtalyanca konuĢuyor." Hümeyra ĢaĢkın, "Sen Ġtalyanca biliyor musun?" "Biraz, aslında gayet iyi konuĢuyordum ama unuttum. Ayrıldığımda ancak dört buçuk, beĢ yaĢındaydım." Marika kayıkçının yanına doğru yürüdü, "Bir dakika, ben konuĢabilir miyim? Belki anlaĢırım," dedi. Kayıkçı, "Buyur küçükhanım." Marika zor da olsa, çiftin ne istediğini anlamıĢtı. Cuntaya gitmek istiyorlarmıĢ, gezeceklermiĢ. Ama sonra nasıl dönebiliriz diye soruyorlarmıĢ. Hümeyra telaĢla, "Bizimle dönerler. Söyle onlara, saat altı gibi aynı motor ile döneceğiz. Onları da alırız." Çift bu habere çok sevinmiĢti. Hemen motora atladılar. Marika söylediklerini zor da olsa anlatabilmiĢ olmanın • A/ sevinci ile Ġtalyan kızm yanına yaklaĢtı. KonuĢmaya baĢladılar. Gerçi zorlanıyorlardı ama yine de anlaĢıyorlardı. Marika'nın yüzünde nadir görülebilen bir mutluluk vardı: Cunda'ya vardıklarında Ġtalyan çift ile Hümeyra'ların küçük grup iyice kaynaĢmıĢlardı. Marika, "Hümeyra Silvia'lar da bizimle gezmek istiyor, ne dersiniz?" Önce Suat atıldı, "Sor bakalım Ġtalyancadan baĢka bir dil biliyorlar mı?" Marika bir Ģeyler konuĢtu. 151 "Evet pek iyi olmasa da Ġngilizce konuĢabilirlermiĢ. " "O zaman, memnuniyetle." Cundanın altını üstüne getirmiĢler, iyice yorulmuĢlardı. Deniz kenarında kırık dökük sandalyeleri olan bir çay bahçesine oturdular. Bu zaman zarfında Ġtalyan çift ile Ġngilizce, Fransızca, Ġtalyancadan oluĢan yeni bir dil yaratarak anlaĢıyorlar, hatta espri bile yapıyorlardı. Silvia birden Marika'ya döndü, "Sahi, sen îtalyancayı nereden biliyorsun?" Marika bir an duraladı. Sonra sakin bir sesle "annem orada yaĢıyor" dedi. "Aaa, o zaman Ġtalya'ya sık sık geliyorsundur." Marika'nın siyah gözlerinde acı belirmiĢti, "Ne yazık ki, hayır. Yıllardır annemi görmüyorum. Haber alamıyorum," diyerek durumunu fazla teferruata girmeden özetledi. Silvia çok üzülmüĢtü, "Annenin adresini ver, gidip onu bulayım." "Adresini bilmiyorum. Tek bildiğim Ģey bir tekstil fab rikasının patronu Carlos Benadit ile beraber olduğu idi." Silvia gözlerini kocaman kocaman açarak, "Aaa, Ģ~ meĢhur Benadit mi ? Dünyaca ünlü iç çamaĢırları üreten firmanın sahibi." "MeĢhur mu bilmiyorum ama, evet yaptıkları iç çamaĢırıydı galiba." "Hayatım, onlar beĢ altı yıl evvel evlendiler. Sosyete sayfalarında düğünleri hakkında birçok yazı çıktı. Üvey baban Ģimdi çok ünlü. Marika içinden "Demek ki meseleyi çözmüĢler" diye geçirdi. Silvia devam ediyordu. Sen bana bir mektup yaz, ver. Ben gidince anneni bulacağım. Söz veriyorum. YaĢadığım yer Roma'ya oldukça uzak ama yine de bulacağım." Marika çok sevinmiĢti. Büyük bir coĢku ile Silvia'ya sarıldı. "YaĢasın! YaĢasın!" diyerek el çırpmaya baĢladı. Hümeyra da ĢaĢkın ĢaĢkın Marika'ya bakıyordu. Marika duygularını kontrol etmesini bilen, ölçülü bir kızdı. Ama Ģu anda üç dört yaĢındaki çocuğun coĢkusunu yaĢıyordu. Ġçinden "Haklı ne de olsa o da bir çocuk. En kıymetli varlığına kavuĢma ümidi doğdu." Hümeyra birden içinin bu-rulduğunu hissetti. Ya Marika sahiden giderse? Sonra kendi kendine kızdı "Bu kadar bencil olmamalıyım!" Nejat, Hümeyra'ya yazdığı mektupları Marika'nın adına gönderiyordu. Güya NiĢantaĢı'nda oturan bir arkadaĢı varmıĢ gibi. Lusi adını kullanıyordu. Postacı geldiğinde, eğer yanlarında ev halkından biri yoksa Marika pek yerinden kalkmazdı. Hümeyra büyük bir coĢku ile kapıya koĢar, sonra mektubu Marika'ya uzatırdı. Marika okuyacak-mıĢ gibi odalarına çıkar, Hümeyra da bir iki dakika kendini zor tutar, hemen peĢinden giderdi. Nejat'ın mektupları öylesine duygu yüklüydü, öylesine hasret ve aĢk kokuyordu ki, iki arkadaĢ önce sevinir, sonra da gözleri dolu dolu Nejat'tan konuĢmaya baĢlarlardı. Bu aĢk her geçen gün daha çok büyüyor, daha çok kavurucu oluyordu. Mesela bir tanesinde; "SarmaĢık Gülüm, güllerin en güzeli," diye baĢlamıĢ, fra^^* hatır sorduktan sonra, aĢağıdaki cümlelerle bitirmiĢti. "Biliyor musun, SarmaĢık Gülü? Geçen gece rfuSğımda kalbimin atmadığını hissettim. Acaba ölüyor muyum diye endiĢelendim. Sonra birden fark ettim ki, benim kalbim yok. Senin yanında bırakıp, gelmiĢim. Duygularım, coĢkularım, sevincim, mutluluğum ve hüznüm, hepsi senin yanında. Ben burada, bulunmaması gereken yerde yaĢayan bir ay- 153 vık olundan farksızım. Eğer daha çok susuz, yani sensiz kalırsam, kuruyacağım. Ayrık otları da kururmuĢ, bir tanem." Bir baĢka mektubunda, "Sevgilim, Ġstanbul'un eĢsiz, ro- I mantik ve âĢıklar için bulunmaz bir yer olduğunu söylerlerdi. Bence çok çirkin bir yer. Ayvalık'taki güneĢ, mehtap, denizin pırıltısı, kuĢların cıvıltısı, burada yok. Duyamıyorum, göremiyorum. Birden fark ettim. Onlara o güzelliği, o zarafeti, o cazibeyi veren sendin. Sensiz hiçbir yer güzel olamaz! Cennet bile" Bütün bunların içinde Hümeyra'nın çok sevdiği bir mektup daha vardı. Gerçi hepsini defalarca okuyor, öpüyordu ama bazıları çok, çok etkileyiciydi. Sanki yüreğinden kopan küçücük parçacıkları kâğıda dizip yollamıĢtı. Nejat mektubunda, uzun uzun hasretinden, acısından bahsetmiĢ, sonra da eklemiĢti; "SarmaĢık Gülüm! Güllerin en güzeli! Gönül bahçemde büyüttüğüm, su yerine sevgi, toprak yerine gönlümü verdiğim aĢkım. Çok düĢündüğüm bir konu daha var. Ben sana ne zaman âĢık oldum? Bazen doğduğum gün diye düĢünüyorum. ÂĢık olarak mı doğdum? Onu bilemiyorum. Zaten sen dünyada değildin. Üç veya dört yıl sonra dünyaya geldin. Tam ne zaman bilemiyorum ama âĢık olduğumu kesin olarak anladığım günü biliyorum. Senin dördüncü yaĢ günün kutlanıyordu. Bizim aile davetli değildi. Aramızdaki soğukluğun sebebini bir türlü anlayamadım. Ne yazık ki anlaĢabilen o komĢular olamadığımız kesindi. Ben, gizlice seni dar güz Sarı kıvırcık saçlarının altından muhteĢem gözlerin görü nüyordu. Davetliler hediyelerini veriyorlardı. O güzel göz senin doğum günü partini, daha doğrusu seni gözetliyor rusu dum. Pembe kısacık elbisenin içinde o kadar güzeldin ki lıiinden mutluluk akıyordu. Ben sana hediye alamamıĢtım. Akam da veremezdim ki. Bizim Heybetli doğurmuĢtu. Üç iıine güzel yavrusu vardı. Babam üçünü de ahbaplarına söz vermiĢti. Cins köpek olduklarından isteyen çoktu. Ama ben lıcmen en güzelini seçip, sizin bahçeye bıraktım. Minik köpek poposunu sallaya sallaya size doğru geldi. Zira yiyecek kokuları almıĢtı. Önce senin pembe, beyaz ayaklarını yaladı. Bir anda korkup "Ayy!" diye bağırmıĢtın. Sonra yav-ı ıı köpeği görünce sevinç çığlıkları attın. "Anne bu köpek benim olsun! Bak yaĢ günümü kutlamaya geldi" diye bağırı-yordun. Köpek sizin olmuĢtu. Ne yazık ki ona Zalim adını koydunuz. AĢk, Sevgi veya Tutku olabilirdi. Meğerse babam lıeni gözetliyormuĢ. Elini omzuma koydu. "Hümeyra'yt çok beğeniyorsun galiba?" diye sordu. UtanmıĢtım. "O daha çocuk. Sadece sevindirmek istedim" diye yanıtladım. "Eminim öyledir. Üzülme sakın, çabuk büyüyecek ve {ok güzel bir kız olacak tıpkı... " dedi ve sonra birden sustu, sonunu getirmemiĢti. O zaman ne demek istediğini anlayamamıĢtım. ġimdi de emin değilim ama bazı sezgilerim var. Evet, evet galiba o gündü. Sana âĢık olduğumu anladığım gün. Sen o köpeği okĢadığında, oynadığında hep beni okĢuyormuĢsun gibi gelirdi. Tuhaf bir mutluluk duyardım. Bazen de bundan utanırdım." Mektup biter bitmez, Hümeyra, Zalim'injkulübesine koĢmuĢtu. O günden sonra onunla kadar çok ilgilenmeye baĢladı ki, yanından ayrılmaz oldu. Köpek de zaten sevdiği Hümeyra'ya aĢırı bir bağlılık göstermeye, kimseyi yanına yaklaĢtırmamaya baĢlamıĢtı. 155 Ġki arkadaĢ bu cümleleri defalarca okur, aĢkın büyül denizinde yüzerlerdi. Marika bir gün kendisinin de böyle bir aĢk yaĢaması için, Hümeyra da bir an evvel aĢkına kavuĢması için dua ederlerdi. Ġtalyan çift ile tanıĢtıktan sonra, postacının sesiw ni duyan Marika günlerce ve hatta aylarca, Hümeyradan çok önce dıĢ kapıya koĢmaya baĢladı. Mektupların Nejat'tan olduğunu anlayınca, büyük bir hayal kırıklığı ile Hümeyra'ya uzatıp saatlerce konuĢmadan dolaĢıyordu. Bu durum altı ay, hatta bir yıla kadar devam etti. Sonra ümidini iyice kaybetti. Ne kapıya koĢuyor, ne de Nejat'tan gelen mektuplarda ne yazdığını merak ediyordu. Bu kıĢ Ayvalık'a yıllardan beri yağmayan kar yağmıĢ, her taraf bembeyaz olmuĢtu. Hümeyra iyice halsiz olan büyükninenin yanındaydı. "Nineciğim, Marika'yı alıp bahçede kartopu oynamak istiyorum. Bizi pencereden seyret, olmaz mı?" "Olur kızım. ArkadaĢını yalnız bırakma! Gittikçe daha mutsuz görüyorum onu." "Evet, farkındayım, ama ne yapabilirim, bilemiyorum." "KonuĢmaya çalıĢ!" Ninesini öpen Hümeyra, "Peki, deneyeyim," dedi. Odaya girdiğinde, Marika'yı yatağına uzanmıĢ, baĢını yastığa gömmüĢ, hıçkırarak ağlarken buldu. Yanma koĢtu, "Marika, neden kendini bu kadar harap ediyorsun? Altı ay evvelki durumundan daha kötü bir durum mu var sanki? Sana yeterince sahip çıkamıyor muyuz?" Marika yatağın içinde doğruldu. Gözleri kıpkırmızı ve ĢiĢmiĢti. "Siz, yani bu aile, bana hiç kimsenin yapmadığını, kimsenin kimseye yapamayacağım yaptınız ve yapıyorsunuz. Allah sizden razı olsun. Her kiliseye gittiğimde Tanrıdan asını ilk önce sizin aileyi korumasını istiyorum. Ama altı ay velki durumumla bugünkü durumum arasında çok fark var. Altı ay evvel, bir gün annemi bulacağım ve bana muhakkak sahip çıkacağı ümidini taĢıyordum. ĠĢte o ümidimi kaybettim. Ġnsanoğlunun en büyük zenginliklerinden biri, bazı ümitlerinin olmasıdır. Altı ay önce hiçbir Ģeyim yoktu. Ama ümitlerim vardı. ġimdi onları da yitirdim." Hümeyra da çok üzülmüĢtü. Acaba ne söylemeliydi? Biraz durdu, "Bak Marika, sen güçlü bir kızsın. Artık ne anneye ne de babaya fazlaca ihtiyacın olmadığı bir döneme girdin. Bir buçuk yıl sonra fakülteye gideceğiz. Zannediyor musun ki sadece senin bize ihtiyacın var? Benim ve ailemin de sana ihtiyacı var. Sen olmasaydın, belki de beni fakülteye göndermeyeceklerdi. Bir ev alınacak. Bu evde bir hayat olması için gereken her Ģey yapılacak. Sadece sofraya bir tabak fazla konacak. Bu ise bizim aileye hiç dokunmaz. Bana vereceğin desteğin ve arkadaĢlığın yanında bu, denizde damla gibi bir Ģey. Fakülteyi bilir. O zaman git, annenin karĢısına dikil. Biraz canım acıt! Buna hakkın var bence. Senin canını çok acıttılar. Yalnız Ģunu da göz ardı etme! Belki de o Ġtalyanlar verdiği sözü unuttu. Mektubunu kaybetti veya bir Ģekilde kulak ardı etti. Hemen anneni de suçlamayalım, değil mi? Biz ise hep Hümeyra bu konuĢtuklarına kendisi de ĢaĢırmıĢtı. Sanki on altı, on yedi yaĢında genç bir kız değil de, tecrübeleri olan olgun bir kadındı. Ġçinden "^^j büyükni-ııe! Beni vaktinden çok evvel olgunlaĢtırdın" dedi. Aslında büyük annenin rolü çoktu. Ama Hümeyra'yı bu hale getiren, yaĢadığı aĢktı. Sonra yatağa eğildi. Marika'yı kolun- dan tuttu. "DıĢarıya bak. Bu manzarayı Ayvalık'ta görmen beraber olacağız. Göreceksin, çok mutlu günlerimiz olacak. GeçmiĢteki acıları raflara kaldır! Hatta at! Ki geleceğini etkilemesin." pek kolay değil. Haydi bakalım, bahçeye kar topu oynama ya!" Bir taraftan da annesinin ördüğü eldivenleri güzel el lerine geçirmeye çalıĢıyordu. a 1 Hümeyra ve Marika liseyi bitirmiĢlerdi. Özellikle bü-yüknine çok mutluydu. Mutlu olmasının birçok sebebi vardı. Hümeyra artık on sekiz yaĢını bitirmiĢti. Yani kendi kararlarını kendisi verebilecekti. En azından kanun karĢısında... Nejat ile aralarında büyük ve temiz bir aĢk vardı. Onlar, her Ģeye rağmen birleĢecek ve mutlu olacaklardı. Derman bey biraz daha durulmuĢ, sakinlemiĢ gibiydi. Nine bunu birçok sebebe bağlıyordu. Ağabeyinin etkisi, Süheyla'nın biraz daha güçlü bir kiĢilik sergilemesi... Ve kırkını çoktan devirmiĢ olması. Bu Ģu demek oluyordu. Derman bey ne kadar çırpınırsa çırpınsın, bundan daha iyi bir hayat kurmasının mümkün olamayacağını anlamıĢtı. Artık bu durumu kabullenmiĢ gibiydi. Kavgalar ve hırçınlıklar azalmıĢtı. Tabii sevgileri ve saygıları yok ettikten sonra. Büyükninenin dediği gibi, "Saygı ve sevgi, saklanması en zor emanetlerdir. Çok itina ve emek ister." Faruk iki yıldır Ankara Ziraat Fakültesinde okuyordu. Suzan ile iliĢkisi devam ediyordu. Bu aĢkın belkemiği ise galiba yine maddiyattı. Çünkü Suzan da Ayvalık'ın zengin ailelerinden biriydi. Çamlık tarafındaki arsaların çoğu onun dedesinin malıydı. Suzan da Ankarada oku- mayı tercih etmiĢti. Ama baĢarılı değildi. Fakülteyi bitire-bilecek gibi görünmüyordu. Uygun olanfÇn bariz tarafları, her ikisinin de paraya düĢkünlükleri ve bencillikleriydi. Amcaoğlu Suat hâlâ arada sırada JHümeyra'ya mektup yazıyor ve onunla ilgileniyordu. Artık Hümeyradan aĢk beklemiyordu. Köklü bir dostluk ve akrabalık bağını koruma ya çalıĢıyor, bunu da baĢarıyordu. Büyükninenin yatakta geçirdiği zaman biraz daha artmıĢtı. Bu durum, onu da, 1 lümeyrayı da çok üzüyordu. Büyükninenin esas üzüntüsü Hümeyra'nın yanından ayrılıp, fakülteye gidecek olmasıydı. Buna rağmen okuması için büyük bir destek veriyordu. iki yıl evvel, Kenan bey ilk defa büyüknineyi ziyarete gelmiĢ, yıllardır adım atmadığı konağa girmiĢti. Hümeyra o anı hiç unutamıyordu. Babası evde yoktu. Kenan bey ile annesi bahçede karĢılaĢmıĢlardı. Süheyla hanım sapsarı olmuĢ, kekelemeye baĢlamıĢtı. Kenan bey ise söyleyeceği sözleri unutmuĢ, birkaç dakika sadece Süheyla hanımın yüzüne bakmıĢtı. Sonra gözlerini yere dikerek, "Biz tstanbul'a taĢınıyoruz. Davalarımın çoğu orada... Leyla da fakülteye baĢlayacak. Artık burada durmamızın pek bir gerekçesi yok. Büyükhanıma "Allahaısmarladık" demeye geldim" demiĢti. Hümeyra atıldı, "Kenan amca, ben haber vereyim," dedi. Hümeyra için bu haber yeni değildi. Nejat geçen yaz, babasının Bebek'te bir yalı aldığını, seneye oraya taĢınacaklarını, asla üzülmemesini, Hümeyra burada olduğu sürece, her yaz buraya geleceğini söylemiĢti. Hümeyra yine de içinde bir burukluk hissetti. Süheyla hanım ise dolan gözlerini göstermemek için, baĢını Kenan beyin konağına çevirdi, "Burayı ne yapacaksınız?" diye saçma birJ^ru sordu. Kenan bey de soruyu çok saçma bulmuĢtu, içinden "sanki en önemli konu buymuĢ" diye geçirdi. Y^^id^ o yumuĢak ve sevecen sesi ile cevap verdi, "ġimr^^^hiçbir Ģey. Çocuklar gelip, gitmek istiyorlar. Biliyorsunuz Ayvalık çok geliĢiyor. Otel yapmak için sıkıĢtırıpViuruyorlar ama henüz niyetimiz yok." Hümeyra göründü, "Kenan amca, ninem sizi görmekten çok memnun olacağını söyledi. Buyurun," dedi. Büydk hanım Kenan bey'i gülerek karĢıladı, "Hayrola Kenan bey oğlum, yirmi yıldan sonra ilk defa bu konağa geliyorsunuz, değil mi?" "Ne yazık ki öyle büyük hanım. Böyle olsun istemezdim, biliyorsunuz. ġimdi de Allahaısmarladık demeye geldim." Büyüknine üzülmüĢtü. Yarım saat kadar sohbet ettikten sonra, Kenan bey müsaade istedi. Kapıdan çıkmadan, "Büyük hanım, sizin evrak emin ellerde, sakın endiĢelenmeyin!" dedi. Bahçeden geçerken, çevresine bakıp duruyordu. Süheyla hanımı bir kere daha görebilme çabası içindeydi. Süheyla hanım ise, odasındaki pencerenin perdesinin arkasından Kenan beyin gidiĢini yaĢlı gözlerle seyrediyordu... Hümeyra uzun süre Zalim'i sevdikten sonra, denize doğru yürüdü. Annesi deniz kenarındaki büyükçe bir taĢın üzerine oturmuĢ, ayaklarını suya sokmuĢ, öylece Cunda adasına doğru bakıyordu. Gözleri ıslaktı. Hümeyra birden annesine büyük bir acıma hissi duyduğunu hissetti. Bu genç ve güzel kadın, sevmediği, bencil ve asla kendini anlayamayan bir adamın koynunda, kavuĢamadığı ve bütün varlığı ile sevdiği bir adamı özleyerek geçirmiĢ, ahlak kurallarını çiğnememiĢ, görevlerini ihmal etmemiĢ ve sevdiği adamın bir baĢka kadınla paylaĢtığı ha- yatın her anını seyretmek zorunda kalmıĢtı. Bu ne büyük acıydı Yarabbi! Herhalde ben Nejat'ı baĢkası ile görsem çıldırırım diye düĢündü. Hızla koĢup, annesinin boynuna sarıldı ve yanaklarından öpmeye baĢladı. Süheyla hanım çok ĢaĢkındı. Yüzündeki zoraki tebessümle, "Neler oluyor l/.ll SarmaĢık Gülü?" diye sordu. Hümeyra biraz da mahcup, "Galiba, seni hayatım boyunca yeterince öpmediğimi düĢündüm. O açığı kapatmak istedim," dedi. Süheyla hanım kolları ile kızım sımsıkı sardı. Ġkisinin de yanakları ıslaktı. Uzun süre öylece kaldıktan sonra Hümeyra, "Anne, çok mu sevdin?" Süheyla hanım, ĢaĢkındı. Artık Hümeyradan bir Ģeylerin saklanamayacağını anlamıĢtı. Zira o da âĢık bir genç kızdı. "Evet," dedi. ġu muhteĢem güllerin, toprağı, suyu ve güneĢi sevdiği kadar... " Hümeyra bu cümleyi birkaç dakika düĢündü. Yani annesi yaĢamak için gerekli olan üç Ģeyden mahrum kalmıĢtı. Doğruydu. Zavallı annesi bedenen hayattaydı. Manen ölmüĢ gibiydi. Annesinin elini tuttu, "Anne, ben de çok seviyorum. Ya kavuĢamazsam?" Süheyla hanım, kızının ipek saçlarını okĢadı, "Artık devir değiĢti. Gençler Ģimdi daha özgür. Eh senin arkanda ben ile büyüknine de var. Eminim benim yaĢadıklarımı yaĢamayacaksın!" Hümeyra birden konuyu değiĢtirmek istedi. Çünkü bu konuyu konuĢtukça annesi daha çok üzülecekti. Zira yirmi dört saattir en duygusal dönemini yaĢıyordu. "Anne, sen hiç Ģiir yazdın mı?" "Dün akĢamüstü, ilk defa..." Hümeyra hemen anlamıĢtı. Kenan bey gittik.^^ sonra yazılmıĢtı. "Ne olur oku!" * As "Canım, benimki çok sıradan bir Ģey, diyorum ya ilk defa." "Olsun lütfen oku!" 161 Süheyla hanım yine Cunta adasına doğru döndü. Fısıltı halinde Ģiirini okumaya baĢladı. Cennete Çağrı Saygı değer büyükler, Büyük âĢıkların yeri, cennettir derler. Ben önden giderim. Seni orda beklerim. Sakın fazla gecikme'. Nisan, Mayıs, Eylül olsun Ama asla Mart deme! Mart deyince gelmiyorsun, Ve benim her günü Marttan sayıp, Seni ölesiye beklediğimi bilmiyorsun. Görünce beni hemen, "Benimle evlenir misin?" de lütfen. Eğer orda da değilse eĢit, Havva ile Adem, Ben sana yine aĢkımı söyleyemem! ikinci dünyaya fit oldum. Amma üçüncüyü de bekleyemem! Hümeyra ĢaĢırmıĢtı. Annesinden böyle bir Ģey bekle- miyordu. Hem de çok çağdaĢ bir dille yazılmıĢtı. Ellerini çırptı. "Anne! Bu muhteĢem bir Ģiir," dedi. Annesi ^^den muhteĢem olan benim aĢkımdı. ġiir o büyük aĢkın ne kadarını ifade eder ki? diye geçiriyordu Ve birden ayağa kalktı. "Bir Hâcer'e bakmam gerek. Yemek.^Osinde zorlanı-yordur," dedi. Hümeyra annesinin arkasından bakarken, tuhaf bir hisse kapıldı. Galiba anı^^bu konuĢmadan biraz piĢmandı veya utanmıĢ gibiydi. Zaman o kadar çabuk akıp gidiyordu ki, bir nehrin akıĢ hızı bile ondan çok daha yavaĢtı. YaĢarken fark edilmeyen bu akıĢ, bir müddet sonra geriye dönüp bakıldığında, ĢaĢkınlık çok kere de acı bir burukluk yaratıyordu. Kenan bey'in veda ediĢinin üzerinden tahminen iki yıl geçmiĢti. Bu sene Hümeyra ve Marika da liseyi bitirdiler. Ġki yıla yakın bir zamandır görüĢemedikleri ama ailenin büyük bir bölümünün hayatında önemli yeri olan komĢuları yoktu. Süheyla hanım hiçbir konuda duygularını açığa vuran bir insan değildi. Hümeyra ile deniz kenarında yaĢadığı o andan sonra, bu konulara hiçbir Ģekilde girilmemiĢti. O, yine zırhına bürünmüĢtü. Ne yazık ki Hümeyra Nejat'ı çok özlüyor, kemanı elinde "Mani oluyor halimi takrire hicabım" Ģarkısını çalıp, Nejat'ın ıĢığı yanmayan boĢ penceresine dolu gözlerle bakıp duruyordu. Bu da ona çok acı veriyordu. Nejat gerçekten sözünde durmuĢ, üç günlük bayram tatillerinde bile Ayvalık'a gelmiĢti. Bu yıl ise artık hasret bitecek, Hümeyra da üniversite okumak için büyük bir ihtimalle Ġstanbul'a gidecekti. Gerçi babası ve amcası Ankara'ya gitmesini istiyorlardı ama Hümeyra bütün gücü ile direniyordu. Büyükninenin ve annesinin de desteğini arkasına almıĢtı. ġu sıralar bu Marika tam eski haline dönmese de o melankolik halini üzerinden atmıĢ, hayata yeniden bağlanmıĢtı. Ġki genç kız Ģimdi de, büyük bir heves ile kendi mezuniyet balolarına hazırlanıyorlardı. Hümeyra çok üzgündü. Çünkü tam bu günlerde Nejat'ın imtihanları vardı. Eğer aynı güne im- konuları düĢünmek için fazlaca vakit de bulamamıĢlardı. Bu sebepten nereye gideceği kesinlik kazanamamıĢtı. Zira bitirme imtihanları bütün tihan konmuĢsa gelemeyecekti. Yoksa söz vermiĢti çekti. Büyük bir merak içinde Nejat'ı bekliyordu. Bu sefer ki konserde de ısrarla "Mani oluyor halimi takrire hicabım" Ģarkısını çalmak ve söylemek istemiĢ, Kâmuran beye kabul ettirememiĢti. Hocanın bu Ģarkıya karĢı alerjisi vardı galiba. Hümeyra bu yüzden de çok üzgündü. Sonra omuzlarını silkti "Aman nasılsa Nejat da ortalarda yok. Bu konunun üzerinde durmam için bir sebep yok" dedi. Hümeyra bu sefer saman sarısı, Marika da çok açık mavi birer tuvalet diktirmiĢlerdi. Marika göğsünün altından bollaĢarak inen eteği, küçük karpuz kolu ve açık yakası olan tuvaletinin içinde, gerçekten çok güzeldi. Hümeyra ise saman sarısı, beli oturan, eteği kabarık, omuzları açıkta kalan tuvaleti ile muhteĢemdi. Hümeyra aynanın önünde saçlarına Ģekil vermeye çalıĢıyordu. NeĢesizdi. Bir taraftan hazırlanıyor, bir taraftan da söyleniyordu, "Güzel olsam ne olacak? Çirkin olsam ne olacak? Beni Ģövalyem görmedikten sonra." Tam o sırada camın önünde bir hıĢırtı oldu. Hümeyra hızla cama baktı. Çirkin karga gelmiĢti. Hümeyra'nın yüz ifadesi birden değiĢti, "Bak Marika, çirkin kargam geldi," dedi. Ve devam etti, "Bu demektir ki Nejat bugün gelecek". Marika gülerek, "Hâlâ kargalara göre sonuç çıkarıyorsun. ĠnĢallah gelir. Ama sakın kargaya güvenip, sonrada sükûtu hayale uğrama!" Hümeyra dudağını kıvırarak, "Ne kötüsün Marika, bu karga beni ne zaman yanılttı ki?" "Tamam tamam, inĢallah dediğin gibi olur." Hümeyra, Nejat'ın Ġstanbul'a gittiği günden beri, balkonuna konan çirkin kapkara bir karga ile alacağı haberler arasında bir iliĢki kurmaya baĢlamıĢ, karganın geliĢini hep alacağı iyi haberlerin öncüsü olarak kabul etmiĢti. Bu tuhaf yorum zaman içinde daha da etkili olmaya baĢladı Marika bu durumdan endiĢeleniyordu. Bunun bir saplantı olmasından korkuyordu. Ancak memnun olduğu tek Ģey, Hümeyra'nın karganın gelmeyiĢini kötüye yormamasıydı. Eğer böyle bir duyguya kapılırsa, günlerinin çoğunu mutsuz bir Ģekilde geçirecekti. Hümeyra tuvalet masasının üzerinde duran, küçük cam kavanozdan bir avuç dan alıp karganın önüne attı. Gerçekten tuhaf bir durumdu. Karga Hümeyradan kaçmıyordu. Aralarında kimsenin anlayamayacağı bir bağ oluĢmuĢ gibiydi. Hümeyra ve Marika arka arkaya koridora çıktılar. Süheyla hanımın sesi geliyordu, "Bak Derman bey! Ġster gel, ister gelme! Ben kızımın mezuniyetine gideceğim. Ayvalık'ta orada yalnız olduğum için çeĢitli dedikodular mı üretilirmiĢ? Beni ilgilendirmez. O senin sorunun." Hümeyra ĢaĢırmıĢtı. Ġçinden "Bravo, annem artık bir Ģahsiyet olduğunu göstermeye baĢlamıĢ. Belki de babamın yola gelmesinin sebebi buydu" diye geçirdi. Sonra "Aman, annem gelsin de" dedi... Büyüknine fersiz gözleri ile kızlara baktı, baktı. Hafifçe gülerek, "Siz cennetten gelme huriler misiniz?" diye sordu. Kızlar gülüĢerek, teĢekkür edip nineyi öptüler. Sonra ikisini de yatağının yanına çağırdı. Hafifçe doğrulup, elini yastığının altında gezdirdi. Ġki küçük kadife torba çıkardı. Her birini bir kıza uzattı, "Bunlar sizin mezuniyet hediyeleriniz," dedi. Kızlar acele ile kadife torbanın ibriĢim ile bağlanmıĢ ağzını açtılar. Ġçinden birer kalp kolye çıktı. Kalbin tam ortasında bir pırlanta vardı. Kızlar çok sevinmiĢlerdi. Önce Marika büyük nine^^boynuna sarılıp, defalarca öptü. Sonra da yatağın kenarına oturup, ağlamaya baĢladı. Nine, "Ben sizi sevindirmek istemiĢtim, ama ağlattım, üzgünüm" dedi. Marika içini çekerek, m "Çok sevindiğimden ağlıyorum. Kendimi çok Ģanssız hissederdim. Ama sizin gibi bir aileyi tanımak, kaç kiĢiye na- | sip olmuĢtur? Beni senelerdir öz kızınızdan ayırmadınız. Ġlgi, sevgi ve güvenin ne olduğunu tattırdınız. ġimdi bütün endiĢem, bu aldıklarımın karĢısında bir Ģeyler yapabilme imkânı bulup, bulamayacağımdır. Siz gerçekten asil insanlarsınız." Ninenin de Hümeyra'nın da gözleri dolmuĢtu. Sonra Hümeyra neĢeli görünmeye çalıĢarak, "Hadi bakalım, yü^ i züne gözüne yeniden bak! Ağlayarak kendini çirkinleĢtir- 1 din," dedi. Lise Müdürü Niyazi bey konuĢma yapmak için mikrofonu eline aldı. Niyazi beyin konuĢması herkesi canından bezdiriyordu. Marika ile Hümeyra masalarında yalnızdılar. Bazı hazırlıklar için mektebe erken gelmiĢlerdi. Henüz ne annesi ne de babası ortalarda yoktu. Ve en önemlisi, Nejat da yoktu. Hümeyra birden annesinin sesi ile daldığı düĢüncelerden uyandı. "SarmaĢık Gülü, biz geldik! Hümeyra da Marika da ayağa kalktılar. Babası Derman bey de gelmiĢti. Hümeyra çok üzgün olmasına rağmen buna oldukça sevinmiĢti. Onları yan yana görmeyeli yıllar olmuĢtu. Aslında dıĢ görünüĢ olarak, birbirlerine çok yakıĢan bir çifttiler. Müdür hala konuĢuyordu. Marika, "Müdür bey iyi bir insan. Biraz da az konuĢsa, bıkkınlık veriyor." Süheyla hanım atıldı, "Biz millet olarak konuĢmayı çok severiz. Bu sebepten olacak, iĢ yapmaya vakit bulamıyoruz." ġimdi de liseyi derece ile bitiren talebelere ödül veriliyordu. Ġlk on içinde Marika ikinciliği, Hümeyrada dördüncülüğü almıĢtı. Hümeyra devamlı salonun giriĢ kapısını gözetliyordu. Ne ödül ne de salonda olanlar onu pek ilgilendirmiyordu. Programa göre Ģimdi de müzik kolu konser verecekti. On iki kiĢilik gurup yerini aldı. Sol baĢta ve ön sırada Hümeyra vardı. O kadar çarpıcı bir güzelliği vardı ki, salondakiler baĢka kimseye bakmıyorlardı. Tıpkı, güneĢin parlak ıĢıkları altında yıldızların kaybolması gibi.. Hümeyra son solistti. Bu sefer ġevki Bey'in "Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz" Ģarkısını kemanı ile çalıp, söylemeye baĢladı. Müzik grubundan Müfit ona udu ile eĢlik ediyordu. Hümeyra yine salonu büyülemiĢti. Ama onun gözleri hala salonun giriĢ kapısındaydı. ġarkısı bitmiĢ, salonda yine müthiĢ bir alkıĢ kopmuĢtu. Çocuklar salonu selamlıyorlardı. Artık sahneden ayrılma zamanı gelmiĢti. Tam o sırada kapıda nefes nefese kalmıĢ Nejat belirdi. Hümeyra sahnenin ilk basamağına adımını atmıĢtı. Birden geri döndü. Gitmek için ayağa kalkan Müfit'in önüne geçti, "Ne olur Müfit? Bana bir Ģarkıda eĢlik et." "Program bitti Hümeyra. Nasıl olur? Hocamız kızar." "Lütfen Müfit, lütfen... Artık bu okulun talebeleri değiliz. Kızarsa da gönlünü alırız. Nihayetinde bir Ģarkı fazla çalacağız. Suçumuz bu olsun. Benim için çok önemli." Müfit'in cevabım beklemeden sahneye dönüp, çok zarif bir selam verdi. Müfit de acele ile udunu kucağına yerleĢtirdi ve çalmaya baĢladı. Hümeyra ise hiç kimseyi görmüyor gibiydi. Nejat'ın gözlerinin içine bakarak "Mani oluyor halimi takrire hicabım" Ģarkısını söylemeye baĢladı. Nejat da olduğu yerde kalmıĢ, öylece Hümeyra'ya bakıyordu. Sanki herkes büyülenmiĢti. Salondaki ler nefes almıyor gibiydiler. ġarkı bittiğinde yine üç yıl evvelki alkıĢ ve tezahürat baĢlamıĢtı. Nejat uykudan yeni uyanmıĢ gibi Hümeyra'ya doğru yürüyordu ki, Marika masadan fırlayıp, önüne geçti. <5" "Nejat, Derman bey burada, sakın Hümeyra'ya yalda ma!" dedi. Derman bey sinirli bir sesle, karısına bakarak, "Bu bidi burada ne arıyor?" diye sordu. Süheyla hanım çevr sine bakındı, "Kimden bahsediyorsunuz?" Aslında kimden bahsettiğini anlamıĢtı, "ġu zibididen, komĢunun zibidi oğlundan." "Derman bey, o çocuk saygın bir ailenin tek oğlu. Efendiliği ve dürüstlüğü ve de baĢarısı dillerde dolaĢıyor. Eğer zibidilik buysa, keĢke Faruk da biraz zibidi olsaydı diyeceğim geliyor." Derman bey müthiĢ sinirlenmiĢti. Hızla masadan kalktı. Kapıya doğru yürüdü. Süheyla hanım farkında değilmiĢ gibi dans edenleri seyretmeye baĢladı. O arada masaya oturmuĢ olan Hümeyra, Marika'ya göz kırparak, masadan kalktı. Pistin öteki tarafında, bir arkadaĢının masasında oturdu. Babasının salona dönmediğini görünce, kendisini gözetleyen Nejat'a doğru yürüdü. Nejat, Hümeyra'nın kendisine doğru geldiğini görünce koĢar gibi Hümeyra'yı karĢıladı. Hümeyra, "HoĢ geldin, ġövalyem," dedi. Ġlk defa Nejat'a bu kadar candan hitap ediyordu. Nejat kolunu Hümeyra'nın ince beline doladı, "Hadi bir tanem, Ģu güzel müzik bitmeden dans edelim, yoksa dikkati çekeceğiz," dedi. Artık hiçbir Ģey düĢünemiyorlardı. Sanki bedenleri birer kokulu mumdu ve birbirlerinin ateĢinde eriyorlardı. Süheyla ha mm, Hümeyra'yı ve Nejat'ı görmüĢtü. Bir an hayranlıkla baktı. Sonra gözlerini baĢka tarafa çevirip, farkında değilmiĢ gibi yapmayı tercih etti. Bu gece gençlerin balo salonunu terk etmeye hiç mi hiç niyetleri yoktu. Hümeyra ve Nejat içinse zaman diye bir mefhum kalmamıĢtı. Daha doğrusu aĢktan baĢka her Ģey kaybolmuĢtu. Salonda çok az kiĢi kalmıĢtı. Marika yanlarına yaklaĢtı, "Hümeyra, annen huzursuzlanıyor, gitmemiz gerek!" dedi. Hümeyra uykudan uyanır gibi, "Doğru ya," diyebilmiĢti. Nejat'ın kollarından zorla ayrıldı. Ġstemeye istemeye masaya doğru yürüdü. Annesinin yüz ifadesi hiç de kızmıĢ gibi görünmüyordu. Galiba sadece endiĢeliydi. Nejat imtihandan çıkıp, arabası ile gelmiĢti. Ertesi sabah da gidecekti. Ne Hümeyra ne de Nejat sabaha kadar uyumadılar. Hümeyra açık camın önünde bildiği bütün aĢk Ģarkılarını çaldı. Nejat'da dinledi. Marika'da uyuyamıyordu. Nihayet dayanamadı, "Hümeyra! Nejat yarın sabah yola çıkacak. Hem de araba ile ve tek baĢına! Bırak da biraz uyusun!" Hümeyra bunu nasıl da düĢünememiĢti? "Haklısın canım," dedi. Açık pencerenin önüne iyice yaklaĢtı. Nejat'a uyuması gerektiğini iĢaretlerle anlatmaya çalıĢıyordu. Ve de anlatmıĢtı. Nejat bir öpücük gönderdi. Ve gece lambasını kapattı. Kızların Ġstanbul'da okumaları için izin çıkmıĢtı. Tabii Büyüknine'nin diretmesi ve Süheyla hanımın, kızların orada oturması için istedikleri gibi bir ev alacağım, Makbule bacıyı da onlarla göndereceğini söylemesi üzerine. • As Hümeyra ve Marika büyük bir zevk ile hazırlanıyo^V"^ lardı. Bu yolculukta Derman bey ve Süheyla hanım da olacaktı. Evi alıp, döĢemeleri ve kızları yerleĢtirmeleri gerekiyordu. Sonra onlar dönecek, Makbule bacı gidecekti. Hümeyra, Marika, Süheyla hanım ve binbir zorlukla bahçedeki kamelyanın altına kadar getirilen büyükhanım akĢam çayını içiyorlardı. Yine Ayvalım doyulmaz gurubu vardı. Marika, "ġu manzaraya bakın lütfen! Bize nis- <5" pet yapıyor gibi. Bana Ģöyle diyor. "Nereye gidersen git! Buradan güzel bir yer bulamazsın. Ġstanbul dahi olsa... " Süheyla hanım güldü, "Eh yalan değil. Sana ne diyor, Hümeyra?" Hümeyra biraz düĢündü. O Ģimdi manzara falan düĢünecek durumda değildi. Aklı fikri Nejat'taydı. Onun olduğu her yer, dünyanın en güzel yeriydi. "Ben daha çok ninemden, Ģey yani sizden ayrılacağım için üzgünüm. Anne, nineme iyi bak, ne olur!" Süheyla hanım biraz kırgın bir Ģekilde, "Evet anlıyorum. Ninen senin için her zaman hepimizden önce gelir. Tabii ki bakacağım. Unutma o benim de ninem." Süheyla hanım sözüne devam edecekti ama, bahçe kapısı vurulmaya baĢladı. Hümeyra hemen ayağa kalktı, "Ben bakarım." Kapının önünde çok Ģık bir hanım, siyah bir araba ve yanında da resmi kıyafeti ile Ģoför gibi gözüken birisi duruyordu. Kadın çok güzeldi. Kızıl saçları dalga dalga omuzlarına iniyordu. BaĢında çevresi tül ile kaplı bej bir Ģapka, yine aynı renkten ayakkabı ve çantası vardı. Hümeyra ĢaĢkın, "Bir istediğiniz mi vardı?" diye sordu. Kadın önce anlamadığı dilden bir Ģeyler söyledi. Hümeyra'nın ĢaĢkın ĢaĢkın baktığını görünce, Ġngilizce konuĢmayı denemeye baĢladı. "I look for Marika. She is my daughter." Hümeyjja^bir an sevinmesi mi gerek, üzülmesi mi anlayamadı. Kenara çekildi. (Güzel kadın Marika ismindeki kızını arıyordu.) "Please come in. I think, she is her e." (L ütfen içeri buyurun, zannederim aradığınız burada.) Hümeyra, Marika'ya doğru sesledi, "Marika, seni arıyorlar." Marika Cundadaki akrabaları zannederek, yerinden dahi kalkmak istemedi. Sonra içeriye giren güzel kadı 17(1 gördü. Bu kadını tanıyordu. Acaba rüyalarında mı görmüĢtü? Annesi olabilir miydi? Ġçinde uyuttuğu acı yine sızlamaya baĢlamıĢtı. YavaĢlatılmıĢ film gibi ayağa kalkıp, kadına doğru yürüdü. Ġyice yaklaĢınca çığlık çığlığa bağırdı, "Mama! Mama! Mama!" Bir anda birbirlerine öyle bir sarılmıĢlardı ki, tek vücut gibi görünüyorlardı. Ġkisinin gözlerinden akan yaĢ boyunlarına doğru süzülüyordu. Sanki gözlerindeki yaĢ değil, sağanak yağmurdu. Bahçedeki herkes ağlıyordu ve ĢaĢkındı. Süheyla hanım ayağa kalkıp, genç ve güzel kadının yanına doğru geldi, "Buyurun, beraber çay içelim. Orada konuĢursunuz," dedi. Marika yine çat pat Ġtalyancası ile tercüme etti "Rahatsız etmeyelim, bir otele gidebiliriz." Süheyla hanım atıldı, "O ne demek, Marika bu evin kızı. Siz de onun annesisiniz. Sophie, "Tony benim Ģoförüm ve koruyucum. Bir aya yakın bir zamandır Marika'yı bulmak için dolaĢıyoruz." Marika, "Mama, ben sana yazmıĢtım. Yoksa seni aramadılar mı?" "AramıĢlar yavrucuğum, aramıĢlar ama ben ve Carlos Amerikadaydık. Carlos bir çocuk sahibi olmak istiyordu. Tedavi gördüm. Sonra da yeni buldukları henüz hiç de yaygın olmayan bir yöntemi uyguladılar. Hamile kaldım. DüĢük korkusu ile bebeklerim doğup da birkaç aylık z kar- oluncaya kadar Amerikada yaĢadım. Yani senin ikiz k deĢlerin var." Sophie bunları söylerken, bir taraftan da Marika'nın yüz ifadesini inceliyordu. KardeĢleri olduğunu duyması, ifadesini değiĢtirmemiĢti. Bu duruma biraz sıkıldı. Geldiğimde benim eski sekreterim iĢten atılmıĢtı. Yenisinin de böyle bir Ģeyden haberi olmamıĢ. Ancak iki ay evvel, o sevimli genç kadın Silvia yine geldi. Korumalar içeri almak istememiĢler. Özellikle ofisimin önünde büyük bir gürültü koparmıĢ. Arada bir de "Marika! Marika!" diye bağırıyordu. Senin adını duyunca, önce sen geldin zannettim. Acele ile ofisten çıkıp, Silvia'yı içeriye aldım. ĠĢte o zaman durumu öğrendim. Silvia da tam adresini bilemiyordu. Eski sekreterime verdiği mektup ortada yoktu. O da isimlerin çoğunu unutmuĢtu. Ancak tarif ile anlatmaya çalıĢtı, iĢte gördüğünüz gibi, bugün ancak gelebildik. Gene de Meryem Anaya minnet borçluyum. Dualarımı kabul etti diye. "Sonra Süheyla hanıma döndü, "Kızım size yeterince ağırlık olmuĢ. Hakkınızı ödemek çok zor ama maddi kaybınızı ödeyebilirim." Marika istemeden tercüme etti. Büyüknine birden ayağa kalktı, "Kızım, maddi olarak ihtiyacımız olsa böyle bir Ģeye kalkmazdık. Biz ona aile, yani anne baba olmaya, sıcak bir yuva vermeye çalıĢtık. Bunun da karĢılığı olmaz ve ödenemez zaten. Beni odama götürün!" dedi. Sophie ne dediğini anlamasa bile, büyük ninenin kızdığını anlamıĢtı. ġaĢkın ĢaĢkın bakıyordu. Niyeti kimseyi kızdırmak değildi. Hele böyle bir aileyi... Marika ile Hümeyra, büyüknineyi odasına götürdüler. O Marika ninenin karĢısına geçti, "Annemin adına özür lerim. Biz yabancılar asla Türkler kadar bonkör ve iWyk-sever olamıyoruz. Yani insanların bu kadar iyi o^^ece-ğini düĢünemiyoruz, anlayamıyoruz bile. Ne olur, kusura bakmayın," dedi. Nine ağır ağır baĢını kaldırdı. Gözlerinde yaĢ vardı. Sesi titriyordu, "Kızım, sen bana bakma! B enim sıkıntım annenin sözlerinden çok senin gidecek olmanda. Biz sana çok alıĢtık. Hele Hümeyra, ne yapacak? Bilemiyorum. O ana kadar sakin gibi görünen Hümeyra, Marika'ya sımsı ki sarılarak ağlamaya baĢladı, "Ne olur gitme Marika! Ne olur gitme! Hiç değilse fakülteyi beraber bitirelim." Marika da ağlıyordu. Kendisine neler olduğunu anla-yamıyordu. BeĢ yaĢından beri annesini bulmak ümidi ile yaĢayan kıza ne olmuĢtu? "Deneyeceğim. Bunca yıl sonra annemi gücendirmeyi göze alamam ama inan ki bunu bende istiyorum ve deneyeceğim," dedi. Marika denedi de. Ne yazık ki annesi "Senelerdir senin hasretinle kavruldum. Artık senden ayrı yaĢayamam. Ġstediğin fakülteyi Ġtalyada okursun. Sen buraya, Hümeyra da Ġtalya'ya gelir gidersiniz. Bana artık bu cehennem hayatını yaĢatma! Lütfen! Ben bir anneyim ve yıllardır evlat hasreti çekiyorum," dedi. Marika bu sözler üzerine, ısrar etmenin doğru olmadığına ve zorla bulduğu annesini kaybetmeyi göze alamayacağına karar vermiĢti. Hümeyra da, Marika da o gece sabaha kadar uyuya-madılar. Hümeyra, "Herhalde bundan daha büyük bir acı olamaz," diye düĢünüyordu. Marika, "Allah korusun hayatım. Ne acılar var. Ġstanbul'da Nejat seni beldiyor. Kim bilir ne güzel, ne heyecanlı günler yaĢayacaksınız," gibi cevaplar vermesine rağmen, kendi içinde de bir yerlerin acıdığını hissediyordu. Ertesi sabah Sophie'nin arabası ile yola çıktılar. Konaktan ağlama sesleri yükseliyordu. Ġki kızın da gözleri Arkada dört hanım rahat rahat oturmuĢ, Derman bey de Marika Ayvalık'tan çıkarken bir daha geriye döndü baktı. Ġçinden "On sekiz yaĢındayım.^^^tımın üç mutlu yılını Ayvalık'ta ve bu konakta yaĢadım. Ömrüm boyunca buradaki her Ģeyi kalbimde yaĢatacağım" diye düĢündü. kıpkırmızı idi. Sophie'nin arabası Ģoförün yanma geçmiĢti. Hümeyra'ya biraz daha sokuldu. Balıkesir'e geldiklerinde sabaha kadar uyumayan, zaman zaman gözyaĢı döken iki genç kız birbirlerine dayanarak uyumuĢlardı. Yüzlerinde üzüntü vardı ve arada bir iç geçiriyorlardı. Sophie kızını inceleyip, duruyordu, içinden "Güzel bir kız ama benim kadar çarpıcı değil" diye geçirdi. Sonra hafiften gülümsedi. "Benim kadar bakımlı olursa eminim çok daha güzel olacaktır" diye karar verdi. Sonra Hümeyra'ya baktı. "Evet, benim kızım güzel ama bu Türk kızı, dünyada gördüğüm en güzel kız. Buna Hollywood aktrisleri de dâhil" diye karar verdi. (üç t/d s fi/ıra J Jlkbahar Hümeyra için, daha doğrusu birçok insan için, yeniden hayata baĢlangıç gibidir. Hümeyra da kendini daha zinde, daha mutlu ve daha taze hissediyordu. Tıpkı tabiat gibi... Hele Nejat da yanında ise... Onun sıcaklığını duyuyorsa... Bu mutluğu birkaç misline çıkar, ümitlerinin ve hayallerinin tümü bir gün gerçek olacakmıĢ gibi hissederdi. Bugün de iĢte öyle bir gündü. Nisan ayının sonuydu. Günlerdir îstanbulda yağan yağmurlar nihayet durmuĢ, parlak bir güneĢ yüzünü göstermiĢti. Yağmurdan sonra güneĢin açması ile tabiat tertemiz yüzünü gösterir, tüm renkler daha koyu ve canlı olur, evrenin her noktasından hayat fıĢkırırdı. Bu üç yıl içinde, Hümeyrahın güzelliğine güzellik eklenmiĢ gibiydi. Yüzündeki çocuksu ifade kaybolmuĢ, daha kadınımsı ve daha cezbedici bir görü- dı. Saçlarını dümdüz taramıĢ, atkuyruğu Ģeklinde bağlamıĢtı. Bu Ģekildeki sade saç modelleri Hümeyra'ya çok daha fazla yakıĢıyordu. Çünkü yüz hatları iyice meydana çıkıyor, muhteĢem gözleri hemen dikkati çekiyordu. Gerçi Hümeyrahın dikkati çekmek veya güzel görünmek gibi nüm kazanmıĢtı. Ama o duru yüz ifa den hiçbir Ģey kaybetmemiĢti. Hümeyrahın üzerinde açık mavi bir gayesi yoktu. O, aĢkın en güzelini yaĢıyordu. Sevdiği insan ise, Hümeyra'nın hem fizik, hem ruh, hem de ahlâk olarak ne kadar güzel ne kadar özel olduğunun farkındaydı. Bunu baĢkalarının fark etmesi, faydadan ziyade zarar veriyordu. Üç yıldır kendisi ve Nejat yapıĢkan tiplerle uğraĢmak zorunda kalmıĢlardı. Gökyüzü Ģu anda pırıl pırıldı ama Nisan yağmurlarının ne zaman bitip, ne zaman baĢlayacağı belli olmadığı için, Hümeyra elinde küçük bir Ģemsiye taĢıyordu. Hümeyra sabırsızlanmaya baĢlamıĢtı... ġemsiyesini hafif hafif kaldırım taĢına vuruyor, tık, tık diye bir ses çıkarıyordu. Yanında otobüs bekleyen yakıĢıklı bir genç, bu sesten rahatsız olmuĢtu. Sinirli bir Ģekilde Hümeyra'ya doğru döndü. Maksadı tıkırtıyı kesmesini söylemekti. Bir an Hümeyra'ya öylece baktı. Sonra yüz hatları yumuĢadı. Hümeyra'nın güzelliği karĢısında ne diyeceğini unuttu. Hümeyra'yı incelemeye baĢladı. Hümeyra çevresi ile pek ilgilenmezdi. ġu anda ise aklı fikri Nejat'taydı... Nejat kendisini hiç bekletmezdi. Acaba ters bir Ģeyler mi olmuĢtu? Yoksa hasta mıydı? Kalbi hızlı hızlı çarpmaya baĢladı. Saatine daha sık, daha sabırsız bir Ģekilde bakıyordu. O arada önünde bir taksi durdu ve Nejat içinden acele ile indi. "SarmaĢık Gülü, seni beklettim biliyorum ama p^*" ama pro ramda olmayan bir toplantı çıktı ve de uzadı. Anatomi profesörü ve rektör son sınıf öğrencileri ile konuĢmak istemiĢ, ihtisas yapmak istedikleri branĢlar hakkında. Böyle bir toplantıyı kaçıramazdım, beni affet canım." Hümeyra gülerek, "Tabii Ģövalyem, bu gibi Ģeyler ikimizin de hayatını ilgilendiriyor," dedi. Sonra kastettiği Ģeyden utanmıĢ gibi kızardı. Nejat coĢku ile devam ediyordu, "Evet" Ģimdi sana daha güz^P^ir haberim var. Üniversite her sene birkaç baĢarılı talebeyi Amerika'ya ihtisasa gönderiyor. Rektör ve profesörlerin tümü bu yıl beni de seçmiĢler, ilk sırada ismim var. Amerika'daki istediğim üniversiteyi ve branĢı seçme hakkına da sahibim." Hümeyra hem sevinmiĢ hem de üzülmüĢtü. Nejat dikkatle Hümeyra'in yüzüne baktı. "Ne o, sen pek sevinmiĢe benzemiyorsun?" "Yoo, sevindim." "SarmaĢık Gülü, ben seni doğduğun günden beri tanıyorum. Dört yaĢından beri de göz hapsinde tutuyorum. Sen hiçbir duygunu saklayamayacak kadar dürüstsündür. Söyle bakalım! Neden üzüldün?" "Ben bu yıl son sınıfa geçiyorum, istanbul'da sensiz mi yaĢayacağım?" Nejat uzanıp elini tuttu, "Bir tanem, ben ancak gelecek senenin ortalarına doğru, yani yarıyıl tatilinden sonra gi-debilirmiĢim. Hemen planımı yaptım, imtihanlarımız bitsin. Sen Ayvalık'a döndükten birkaç gün sonra, annem ile babamı göndereceğim. Seni resmen istemeleri için. Bu yaz sonu düğünümüzü yaparız. Yarıyıl tatiline kadar annemlerle yaĢarız. Ev çok büyük... Annem, babam ve Leyla seninle olmaktan büyük mutluluk duyacaklardır. Bunu biliyorsun. Sonra seni onların yanma bırakırım. Altı üstü üç dört ay. Fakülte bitince de hemen yanıma gelirsin. Zate avukatlık pek de istediğin bir meslek değildi. Orada birkaç sene kalır, ( Nejat sesini hafifçe alçaltıp, Hümeyra'inkula-ğına doğru eğildi) ilk bebeğimizi orada dünyaya getiririz. Döndükten sonra istersen avukatlık stajı yaparsın." Hümeyra bebek yapma sözünden son derece utanmıĢ, kıpkırmızı olmuĢtu. Nejat'ın söylediklerini can kulağı ile dinliyordu. Gülerek baktı, "Sen her Ģeyi programlamıĢsın, ne diyebilirim ki?" n nç "Yoo, SarmaĢık Gülü! Senin arzu etmediğin hiçbir Ģeyi yapmam ve yaptırmam. Benim tek önceliğim var. Seninle beraber ve seninle mutlu olmak... Ġstemiyorsan Amerika'ya da gitmem." Hümeyra güldü, "Tabii ki gideriz hayatım. Ben planını beğenmediğimi söylemedim ki. Ġçinde yerim olan her plan bana mutluluk verir. Bilakis hoĢuma gitti." KonuĢarak otobüs durağına kadar gelmiĢlerdi. Nejat, "Bak! Eminönü otobüsü geldi. Haydi atlayalım." Otobüs oldukça kalabalıktı. Hümeyra otobüsün arka tarafına doğru yürüdü. Sırtını otobüsün arkasına dayadı. Nejat da her zaman yaptığı gibi, Hümeyra'yı kalabalıktan korumak için, kollarını iki yandan uzatarak, Hümeyra'yı ablukaya aldı. Bu kadar yakın olmak, ikisini de heyecanlandırıyordu. Vücutlarını ateĢ basıyor, konuĢmakta zorlanıyorlardı. Nejat düĢünüyordu, bu nasıl aĢk Yarabbi? Sanki içimde büyük bir boĢluk var. Oraya ancak Hümeyrayı sokabilirsem rahatlayacağım. Yaz sonu bir gelse, bu enfes sevgilimi kollarımın arasına bir alabilsem... Hümeyra da ona yakın düĢünceler içinde idi. Uzun süre böyle devam ettiler. Nejat kendini bu aĢk sarhoĢluğundan kurtarmak için büyük çaba sarf ediyordu. Her yakınlaĢmada bu duyguya kapılıyor, böyle hissetmekten hem korkuyor, hem de büyük bir zevk alıyordu. Nejat Hümeyra'ya doğru iyice sokulmuĢtu. Gerçi bunu bilinçli yapmıyordu. Kalabalığın itmesi ile, Hümeyra'in nefesini yüzünde hissedecek kadar yakındı. Nejat zorla konuĢuyormuĢ gibi, boğuk bir sesle, "AĢkım bize gidelim mi? Anneme Ayvalık'tan kabak çiçeği göndermiĢler, dolmasını yapacaktı. Gelinimi de ge liı diye tembihledi." "Nejat, Bici evde beni bekler. Bu akĢam annemlerin de arama günü. Sevgi teyzeye teĢekkür ettiğimi söyle. BaĢka hir gün... " Nejat bu cevaba üzülmüĢtü ama Hümeyra haklıydı. Derman beyi de kızdırmamak gerekti. Her Ģey tersine dönebilirdi. Ġstanbulda yaĢamak, koĢuĢturmak demekti. Eminönü otobüs durağında inmeye çalıĢırken, Eminönü'nden kalkan, boğazın iki yakasına da uğrayarak giden vapurun kalkıĢ düdüğü ötmeye baĢlamıĢtı. Nejat, önden atladı ve adeta Hümeyra'yı kucaklayarak indirdi. KoĢmaya baĢladılar, iskele memurunun gönlü bu güzel çifti orada koymaya razı olmadı. Vapura binmek için konan sürgü iskeleyi, çekerken geri itti. Arkalarından hayranlıkla bakıyordu. Yüksek sesle mırıldandı, "Oğlum bu ahunun elini hiç bırakma! Kıymetini bil! Bir yastıkta kocayın inĢallah." Nejat açıktan, Hümeyrada içinden "amin" diyerek vapurun salonuna doğru yürüdüler. Hava kararmak üzereydi. Denizin üzerinde yer yer güneĢ ıĢıkları oynaĢıyordu. Hümeyra dikkatle denizi inceliyordu. Vapur hareket ederken, denizin üzerinde çıkardığı köpüklerin kar beyazı rengine bakıyordu. Masmavi su nasıl da böyle beyaz oluyordu? Martılar daire çizerek havalanıyorlar, vapurun dıĢın- da oturan yolcuların attıkları simit kırıntılarını havada ka- • As pıyorlardı. Hümeyra, "Nejat, biliyor musun bu martılaHn yaptığı Ģey büyük bir denge iĢi. Havada uçarken kırıntıyı yakalamak oldukça zor olsa gerek. Ayrıca çok da hoĢ bir görünüm sergiliyorlar." Nejat gülümseyerek, "SarmaĢık Gülü, sen ne değiĢik bir kızsın! Nelere dikkat ediyorsun?" "Tabiat ve canlılar beni hep ilgilendirmiĢtir. Bir küçük kır çiçeğini dakikalarca incelediğim olur." 179 Nejat yine sesini alçaltıp, Hümeyra'nın kulağına eğildi, "Sevgilim, ben de tabiattaki bir canlıyım, beni ne zaman inceleyeceksin?" diye sordu. Hümeyra bu soruya, Nejat'a biraz daha yaklaĢarak cevap vermiĢ oldu. Nejat, Hümeyra'yı Ortaköy'ün sırtlarmdaki yeni yapılmıĢ dört katlı bir apartmanın ikinci katma kadar çıkardı, "Bana bu iĢkenceyi niye çektiriyorsun? Niye bize geliniyorsun? Ben senin kokunu almadan, yüzünü görmeden geçen saatleri yaĢanmıĢ saymıyorum. Yani böylece ömrümün yarısı yok oluyor demektir." Hümeyra güldü, "Nejat, ben de aynı duygular içindeyim. Ne yapalım sevgilim? Çoğu gitti, azı kaldı." "HoĢça kal, tatlım." Nejat "hoĢça kal" demiĢti ama Hümeyra'nın elini bı-rakamadığı için Hümeyra eve giremiyordu. Hümeyra bir an bütün gücü ile Nejat'ın boynuna sarılmak istedi. Sonra kendini tuttu. Kapının ziline bastı. Nejat da ister istemez, merdivenlere doğru yürüdü. Hümeyra yemekten sonra Bici ile biraz sohbet etmiĢ, sonra da eline kalın hukuk kitaplarından Roma Hukukunu almıĢtı. Sayfaları açıp kapıyor, bir türlü kendini derse veremiyordu. meĢguldü. Yine de Hümeyra'nın bu hali gözünden kaçm mıĢtı. Bici elindeki kendisi için ördüğü gri renkte bir Ģalla guldü. Yine de Hümeyra'nın bu hali gözünden kaçma- "SarmaĢık Gülü, kafana takılan bir Ģey mi var?(£/ Hümeyra kendisi de pek farkında değilmiĢ gibi bir tavırla, "Evet, galiba," dedi. Sonra da özet olarak Nejat'ın söylediklerini Bici'ye aktardı. Bici biraz düĢündü. Sonra daha ciddi ve endiĢeli bir tavır takınarak, "Bak SarmaĢık Gülü, bunlarda üzülecek veya kaygılanacak hiçbir Ģey yok" dedi ama sonra durdu. "Bence sizin kaygılanmanız gereken tek Ģey, babanın tavrı olacak. O hiçbir Ģekilde seni gönül rızası ile Nejat'a vermeyecektir. Büyük gürültü kopacak." Hümeyra birkaç dakika cevap vermedi. Sonra kararlı bir Ģekilde, "Bize hiç kimse mani olamaz! Allahtan baĢka," dedi. Bici konuyu değiĢtirmek istercesine, "Aaa, unuttum. Marika'dan sana mektup var." Hümeyra yerinden fırladı. Sevinçle, "Hınzır, beni hatırladı demek. Üç aydır hiçbir ses yok. Bakalım ne yapıyormuĢ? Bici, mektup nerede?" "Odanda yatağının üzerinde." Hümeyra acele ile zarfı yırtıp, yatağının üzerine oturdu. IĢık pek iyi değildi ama o kadar sabırsızlanıyordu ki, gece lambasını bile yakmadan okumaya baĢladı. SarmaĢık Gülü, Biliyorum bana kızgınsın ve merak içindesin. ġimdi anlatacaklarımı iyi dinle. Ben âĢık oldum. Carlosun ilk karısından olan ikiz oğullarından bahsetmiĢtim. Büyüğü Roberto ünlü aktörlerden daha yakıĢıklı ve karizmatik. Ġyi bir öğrenim görmüĢ, tabii bu servetin varislerinden. Babasının da en büyük yardımcısı... Annem iki üvey oğlunu da çok sever. Ben buraya geldiğimde Roberto niĢanlıydı. BeĢ altı ay sonra niĢanlısından ayrıldı. Benimle de fazla bir ilgisi yok gibiydi. Veya ben anlayamıyordum. Ama za- man zaman hayaller kurmuyor değildim. Belki duymuĢundur, Ġtalyan kızları çok güzel ve cana yakın oluyorlar. Eh bunun da çevresinde göz kamaĢtıran mankenler^ zengin aile kızları vardı. Birkaç defa beni toplantılara götürmek istemiĢti Bir "ahane Mup, Annem bu halime çok kızmıĢtı. 181 "Bu malikâne de yaĢıyorsun ve benim ktzımstn. Burada toplantılar çok olur. ġu sıra fazla olmuyor. Çünü Ġkinci Dünya SavaĢının ve Mussolini'nin ektiği acılar ve sıkıntılar henüz giderilemedi. Bundan böyle ĢaĢalı bir yaĢamın içinde olacaksın!" diye söylenip duruyordu. Neyse üç sene böyle geçti. Tatlım be, üç senedir biz birbirimizi göremedik, değil mi? Ġkimize de ayıp. Neyse uzatmayalım, geçenlerde yine bir toplantıya gidilecekti. Benim kardeĢlerim yani küçük ikizler kaba kulaktı. Ne annem ne de Carlos onları bırakıp, gitmek istemediler. Kendilerini temsilen Robertonun ve benim gitmemi istediler. Bunu reddedemezdim. Bir görevdi. Sana orada çekilmiĢ bir resmimizi gönderiyorum. Evet henüz yemek bitmemiĢti. Roberto bana doğru eğildi, "Marika, bu otelin bahçesi ve manzarası çok güzeldir. Yemekten sonra sana gezdirebilirim, tabii istersen" dedi. Ben zaten bunalmıĢtım. Herkesin gözü benim üzerimdeydi. Özellikle genç kızların... Gözde bekâr Robertonun yanındaki kim diyerek inceliyorlardı beni. Bu kalabalığın içinden çıkmak için, neresi olursa olsun gitmekte tereddüt etmezdim. Roberto ile gitmek ise iĢin güzel yanı olacaktı. Bahçe gerçekten muhteĢemdi. Bazı çiftler kuytulara çekilmiĢ, birbirlerine sokulmuĢlardı. Bazıları dudak duda- ğa idiler. Burası Türkiye gibi değil. Ahlak anlayıĢı çok değiĢik... Annemi aforoz etmeye kalkan kilise, o görüĢü paylaĢan halk, neredeyse ayakta seks yapan insanların durumunu doğal karĢılıyordu. Bence Avrupa her konuda çifte standart uygulayan ülkelerle dolu... Neyse konu muz bu değildi. Roberto birden kolumu tuttu, "Bak Marika! NiĢanlımdan senin için ayrıldım. Üç yıldır yakınlaĢmaya çalıĢıyorum ama koyduğun mesafeyi hiç mi hiç kısaltamadım. Bu da hayranlığımın daha çok artmasına sebep oldu. Kısacası sana aĢığım ve eĢim o^m^m istiyorum!' Çok ĢaĢırmıĢtım. Yüzüne birkaç dakika öylece baktım. Sonra, "Benimle mi?" diye çok saçma bir sual sordum. Roberto gülmeye baĢladı. Yaslandığım erguvan ağacını iĢaret ederek, "Hayır onunla" dedi. Ġkimiz birden gülmeye baĢladık. Ve sonuçta o gece sabaha karĢı eve parmaklarımızda birer yüzük ile döndük. Roberto geceyarısı ailenin alıĢveriĢ ettiği kuyumcuyu açtırdı bana nefis bir tek taĢlı yüzük ve alyanslar aldı. Çok mutluyum. Hatta mutluluktan uçuyorum. Bu mutluluğumu beraber yaĢamak istediğim tek insan da sensin. Ne olur? Sonbahara, yani ekim gibi falan, düğünümüze gel! Sensiz evlenmeyi düĢünemem. Sakın yine beni atlatma! Her yaz söz verip de neden gelmediğini biliyorum. Nejat'tan ayrıla-mıyorsun. Bu sefer o da gelsin. Kim nereden bilecek? Burada haber verecek kimse yok. Dünya güzeli kardeĢim, sana her Ģeyin en güzelini diliyorum. Marika... Hümeyra resmi eline aldı. Renkli bir resimdi. Marika'nın üzerinde lila rengi Ģifon bir elbise vardı. Gerçekten Marika çok güzeldi. Zaten güzel bir kızdı ama bu güzelliğine zarafet ve kendinden emin bir hal de eklenmiĢti. Roberto ise cidden çok yakıĢıklıydı. Hollywood aktörlerinden birine benziyordu. Hümeyra baktı baktı ama adım çıkaramadı. Sonra mektubu yeniden okudu. O sırada Bici'nin sesini duydu, "Hümeyra, uyudun mu? Ne pıyorsun?" Hümeyra elinde mektup, gülerek çıktı, "Bak sana neler okuyacağım Bici. Bugün sürprizleri bol bir gün," dedi. Hümeyra kitabını yine eline aldı. Ne yazık ki akĢamdan beri kitabı eline kaçıncı alıĢı, kaçıncı bırakıĢıydı. Henüz bir sayfa bile okuyamamıĢtı. Kafasında uçuĢan dü- Ģünceler, endiĢeler ve anlam veremediği bir sıkıntı vardı. Galiba Bici'nin babası hakkında yaptığı uyarı bu karmaĢayı baĢlatmıĢ, daha doğrusu var olan kuĢkuları, biraz daha belirgin hale getirmiĢti. Biraz da Marika'ya bozulmuĢ gibiydi. "Ben Marika'ya aĢkımı, özlemimi, korkularımı, nefes alıĢımı bile anlatıyorum da, o böyle bir duygu beslediğini, daha doğrusu âĢık olduğunu hiçbir Ģekilde ima dahi etmedi. Marika tipinde bir genç kız, âĢık olmadığı bir erkeğin evlenme teklifini, böyle alelacele kabul etmez." Sonra üzerinde durmamaya çalıĢıyormuĢ gibi, "Amaan, o mutlu olsunda. Çok zor Ģartlarda bu günlere geldi" dedi ve ayağa kalkarak, "Bici ben yatıyorum. Allah rahatlık versin." Sonra birden döndü, "Bici benim çirkin kargaya bakı-yorlardır, değil mi?" "Hiç endiĢelenme! Hiç kimse bakmasa, büyükhanım o hali ile bakar. Seni mutlu edecek hiçbir Ģeyi ihmal etmez." Hümeyra yüksek sesle mırıldandı, "Canım büyükannem, biraz daha yaĢa, ne olur? Sana çok ihtiyacım var." Hümeyra'nın canı asla uyumak istemiyordu. "Galiba yaĢadığım zamanı uzatmak istiyorum" diye düĢündü. Sonra eline kâğıdı kalemi aldı. Masanın baĢına geçti. an "Vefasız ve biraz da güvensiz arkadaĢım"... Bu hitapta: sonra biraz düĢündü. "O bunu hak etti ama bugünlerde çok mutlu. Tadını kaçırmayayım diyerek mektup kâğıdını yırtıp yeni bir tane aldı. Canım arkadaĢım, ^"0^ Önce seni çok, çok, çok özlediğimi söylemekle baĢlayacağım. Mutluluğun beni de mutlu etti. ĠnĢallah bir ömür, dünyanın en mutlu çifti olursunuz. ^Pardon bu dereceyi bizim Yani le beraber paylaĢmalısınız. Yani dünyanın en mutlu iki çifti olacağız. Robertoyu çok beğendim. Sana zaten hayrandım. Yılların sana pozitif Ģeyler eklediğini gördüm, daha çok hayran oldum. Ekimde büyük bir ihtimalle biz de evlenmiĢ oluruz. Belki de düğününe balayı olarak geliriz... Hümeyra o gün Nejat ile konuĢtuklarını, coĢkulu bazen de tedirgin bir tarzda kaleme aldı. Mektubun sonunu Ģöyle bağladı: Aslında mutluluktan havalanıp, uçmam gerek. Ama kalbimin veya beynimin bir köĢesinde bir endiĢe taĢıyorum. Bu, babamın içinde olması gereken her konuda böyle oluyordu. Ve hâlâ aynı tedirginliği duyuyorum. Artık yirmi bir yaĢındayım. Kanun nazarında reĢit sayılıyorum. Büyük önder sayesinde kadınların da erkekler kadar kendi kaderini seçme hakkı var. Ama iĢ aile olunca ne kanun ne kural insanı bağlamıyor. KeĢke her Ģeyden, herkesten emin bu güzel aĢkı yaĢama fırsatım olsaydı. Yüreğimdeki bu gölgeler olmasaydı. Ah tatlım, yine seni dertlerimle sıktım. Mutluluğunu bütün derinliği ile yasal Bana bakma hayatım. Benim böylesine açılacağım baĢka kimsem yok. Büyükninem hem uzakta, hem de artık çok yaĢlandı. Yani sen gideli, SarmaĢık Gülünün bir dalı boĢlukta sallanıyor, tutunacak senin ka- dar emin bir yer bulamadı. Seni defalarca öpüyorum, canım arkadaĢım. zaman "Acaba ben çok mutluyum, ondan mı zamanı bu kadar hızla tüketiyorum veya farkında^o^amıyorum?" diye düĢünüyordu. Tabii ki bu görüĢünde gerçek payı vardı ama zaman, iyi veya kötü, çabuk akıyordu. Özellikle çalı- Günler ne kadar çabuk Ģan ve zamanını Hümeyra bugün son imtihanına girmiĢti, Hukuk Fakültesinin son sınıfına geçmiĢti. Çok mutluydu. Gözlerinin içi pırıl pırıldı. Daha Nejat'ın iki imtihanı vardı ama o nasılsa bitirirdi. Zira çok baĢarılı bir çocuktu. Tıbbı da çok seviyordu. Arada bir "Benim mesleğim en kutsal meslek. Ġhtisas yapmıĢ bir doktor olayım, bir günümü fakirlere bakmakla geçireceğim" diyordu. Hümeyra emindi, bunu ve daha fazlasını da yapacaktı. Nejat imtihanlarını bitirmeden, Hümeyra Ayvalık'a dönecek, birkaç gün sonra da Kenan bey ile Sevgi hanım Hümeyra'yı istemeye geleceklerdi. Kenan bey ve eĢi Ģu anda Ankara'daydılar. Kenan beyin Ankara'da bir favası vardı. Hümeyra gerinerek gözlerini açtı. "Bayağı -uyumuĢum" dedi. Sonra kol saatine bakıp, yataktan fırladı. "Biraz sonra Nejat beni almaya gelir. Hazır değilim. Bugün çok, ama çok güzel olmalıyım" diye düĢündü. Bici, el ele merdivenlerden inen Nejat ile Hümeyra'nm arkasından bakarak, bildiği bütün duaları okudu. Tanrıdan bu çocukları korumasını, ömür boyu mutluluk vermesini istedi. Sonra vazifesini tamamlamıĢ bir insanın mutlu yüz ifadesi ile içeriye girdi. Nejat sevgi dolu bakıĢlarla Hümeyra'yı iyice inceledikten sonra, "Hayatım neden bu kadar güzelsin? Sana bakmaya kıyamıyorum. Dokunmaya kıyamıyorum. Sensizliğe dayanamıyorum. Ben bu aĢk ile ne yapacağım? Bir ömür sevmek bana az gelecek. Bu, birkaç ömürlük bir aĢk... " Hümeyra gülerek, "Hayatım, yetmiĢ y^Sev yeter," dedi ve hemen ilave etti, "ġövalyem, beni nereye götüreceksin?" "Birkaç seçenek var. KarĢıda bir iki yer, burada da Ġlham Gencer'in program yaptığı Çatı diye bir yer varmıĢ Sen hangisini istersin?" "Bu yakada olalım." Çatı fazla lüks bir yer değildi. Ġlham Gencer, piyanosu ile moda olan çeĢitli dans müziklerini çalıyor, arada bir ortaya bir tartıĢma konusu atıyordu. Böylece salondakiler kendini daha samimi bir ortamda hissediyorlardı. Ġlham Gencer, birdenbire müziği kesip sordu, "Sizce aĢk nedir?" Genç, sarıĢın bir hanım atıldı, "Ġçinde kaybolmaktan büyük zevk alınan bir okyanus." Hanımın bulunduğu masadakiler, "vaavv, offf," gibi sesler çıkardı. Orta yaĢlı bir bey, "Hiç zannetmiyorum!" diye bağırdı. "AĢk, pamuk Ģekerine benzer. Ağzına aldığın anda "puff" diye söner." Daha buna benzer benzetmeler, espriler yapıldı. Ġlham Gencer, gülerek "Bence aĢk, elma Ģekerine benzer. ġekerli elmayı yedikten sonra, elinde kalan tek Ģey kazığıdır." Salondakiler buna çok daha fazla güldü. Hümeyra gü-lememiĢti. Ġçinden "Bu kadar güzel bir duyguyu, kazığa benzetmemeliydi" diye geçirdi. Hümeyrahın suskunluğu Nejat'ın dikkatini çekmiĢti. "Ne düĢünüyorsun?" Hümeyra baĢını çevirip, Nejat'ın gözlerinin içine bakarak, "AĢk bunlar değil! Değil mi?" Nejat yaklaĢıp, yanağına bir öpücük kondurdu. Dudakları alev alev yanıyordu, "Onlar sıradan aĢklar, bir tanem. Kimse benim gibi yedi yaĢında âĢık olmamıĢtır. Bu yetmiĢ yaĢında da yüz yetmiĢ yaĢında da böyle olacaktır, göreHceükmsieny."r a bugün ilk defa bir bardak kırmızı Ģarap iç- Hümeyra bugün ilk defa bir bardak kırmızı Ģarap içmeyi kabul etmiĢti. Ayvalık'a, Nejat mezun olmadan dönecekti. Bu gün onu ve niĢanlılık kararlarını kutlamak isti- <5" 187 yorlardı. ġarabın da tesiri ile Hümeyra baĢını Nejat'ın omzuna koydu. Fısıltı halinde, "Hadi, dans edelim," dedi. Nejat, kolunu Hümeyra'nın incecik beline dolayıp dönmeye baĢlar baĢlamaz, genç bedenlerin, genç damarlarındaki kanın sıcaklığı birden bire yükselmiĢti. Sanki kalplerinin üzerinde bir yangın baĢlamıĢtı. Nejat durmadan Hümeyra'yı kendine çekiyor, o da itiraz etmeden kendini Nejat'ın kollarına bırakıyordu. Bir ara ilham Gencer'in sesini duydular, "En iyisi ben çalmaya devam edeyim. Bu güzel çift gerçi müziksiz de dans ediyor ama biz yine de eĢlik edelim. Genç haklı! Bu kadar güzel bir kıza böyle sarılmasın da ne yapsın? Henüz Ģekerli elmayı yemeye baĢlamıĢlar," dedi. Hümeyra birden durdu, "Nejat, oturalım! Müzik çoktan susmuĢ galiba. Herkes bize bakıyor," dedi. Hümeyra bu durumdan çok utanmıĢtı. Salondakiler gülen yüzlerle kendilerine bakıyorlardı. Hümeyra sıkılarak, "Hadi, artık gidelim!" dedi. "Bu kadar erken mi? Bu saatte katiyen seni bırakmam. Bir yerde bir kahve içelim. Daha saat on bir." "Tamam." Nejat arabanın kapısını açtı, "Buyur güzelim, artık bu araba sana yakıĢmamaya baĢladı.'dedi. Hümeyra güldü, "Ben halimden memnunum." Nejat, "Niye baĢka yer arıyoruz? Daha rahat olabileceğimiz bir yere, yani bize gidelim. Biliyorsun ev boĢ." Hümeyra Ģimdiye kadar Nejat ile yalnız baĢına kalmamıĢtı. ġarabın ve bu geceki yakınlaĢmanın etkisi ile "Tamam, ruye olmasın?" dedi. Hümeyra koltuğun arkasına yaslanmıĢ gözlerini kapamıĢtı. Emirgân'a ne zaman geldikl erini fark etmedi bile. Aslında uzak bir mesafe değildi. Uyumuyor, arada bir hissettiği ıhlamur ve iğde çiçeklerinin kokusunu içine çekiyor, Nejat ile yaĢayacağı bir ömrü tahayyül etmeye çalıĢıyordu."Tabii ki çok güzel olacak. Hatta muhteĢem olacak. Ben aĢkların en güzelini yaĢıyorum. Bizi ayırmaya kimsenin gücü yetmez! Babamın bile" diye düĢündü. Nejat arabayı durdurmuĢ, öylece Hümeyra'ya bakıyordu, "SarmaĢık Gülü, inelim mi?" Hümeyra ĢaĢkın ĢaĢkın baĢını kaldırdı, "Aaa, geldik mi?" derken bir taraftan da arabadan inmeye çalıĢıyordu. Bu akĢam giydiği topuklu pabuçlarla pek rahat değildi. Nejat yardımına koĢup elini tuttu. Nejat'ların evi bir bir yıkılmaya baĢlanan eski yalılardan biriydi. Kenan bey burayı aldıktan sonra, büyük bir itina ile restore ettirmiĢ. Yalının birçok yerini yeniden yıktırıp yaptırmıĢtı. Hümeyra, Sevgi hanımın davetlisi olarak birkaç defa bu yalıya gelmiĢ, çok da beğenmiĢti. Gece görünüĢü ve manzarası çok daha muhteĢemdi. Çok güzel bir dolunay vardı. Boğazın hareket halindeki suları üzerinde ay ıĢıkları ile deniz seviĢiyor gibiydi. Küçük dalgaların sesi, yalının önündeki üzerinde asma gülleri olan duvara çarpıyor, bu geceyi doyulmaz hale getiren bir fon müziği oluĢturuyordu. Hümeyra ayakta donmuĢ gibi bu enfes manzarayı seyrediyordu. Nejat elini Hümeyra'nın omzuna attı. Kendine doğru çekerken, "Tatlım salonda da aynı manzara var. ÜĢüyeceksin. Hadi içeriye girelim," dedi. Hü^^yTa cevap vermeden yalının kapısına doğru yürüdü. Salonda camlar yere kadardı. Bordo kadife perdeler, pencere kenarına toplanmıĢtı. Gerçekten de demin seyredilen manzaranın aynısı, daha doğrusu hemen hemen aynısı, burada da vardı. Çünkü boğazda üç metrede bir manzara değiĢirdi. Tıpkı değiĢ'k kartpostallara bakıyor- muĢ gibi. Nejat elektrik düğmesini çevirdi. Salon birdenbire aydınlanınca, Hümeyra güzel gözlerini kırpıĢtırmaya baĢladı. "Hiç açmasan Nejat?" "ġömineyi tutuĢturacağım." "O kadar soğuk değil ki." "Soğuk için değil bir tanem, romantik olsun diye. ġömine beni her zaman etkilemiĢtir. En basit bir odada yansa, oraya bir Ģıklık, bir gizem katıyor gibi." On beĢ dakika sonra Ģömineden alevler yükselmeye baĢlamıĢtı. Nejat elektrik düğmesini yeniden çevirdi. Hümeyra'nın elinden tutup, Ģöminenin önündeki büyük postun üzerine oturttu. Sonra ellerini ellerinin içine aldı, "Benimle evlenir misin Hümeyra?" diye sordu. Hümeyra ĢaĢkın,"NiĢan ve evlenme planları yapan biz değil miydik Ģövalyem?" "Evet ama ben sana bu Ģekilde bir evlenme teklifi hiç yapmadım." Hümeyra iyice Nejat'a yaklaĢtı, "DüĢünmem gerek," dedi. Nejat Hümeyra'yı kollarından tutup kendine doğru çekti. Kulağına eğilip, "Sıcaklığımı duymazsan, reddedebilirsin. Evet deyinceye kadar kollarımın arasında olacaksın. • As "Bu, uzun sürebilir." "Çok memnun olurum," derken dud Hümeyra'nın dudaklarının üzerine kapattı. Üç yıldır hemen her gün buluĢtukları halde, Hümeyra' defa dudaklarından öpüyordu. Hümeyra, "Hayatım, lütfen yapma!" gibi Ģeyler mırıldanıyor ama bir taraftan da Nejat'a sokuluyordu. Bir müddet sonra kendilerini Ģöminenin içinde yanıyorlar gibi hissetmeye baĢladılar. Nejat'ın dudakları Hümeyra'nın vücudunun her noktasına değmiĢti. Değdiği her yerde bir ateĢ yakıyordu. Zaman anlamını yitirmiĢti. Onlar nerede, ne yaptıklarını unutmuĢlardı. Birbirlerinin bedenlerinde kaybolmuĢ, erimiĢlerdi. Saatler sonra Hümeyra gözlerini açtığında kendini ve Nejat'ı çırılçıplak postun üzerinde uzanmıĢ buldu. BaĢı Nejat'ın kolu üzerinde idi. Nejat hayranlıkla Hümeyra'nın Ģahane vücuduna bakıyordu. Hümeyra birden sıçradı, tki elini önce göğüslerinin üzerinde kavuĢturmaya çalıĢtı. Sonra hemen sağ eli ile baĢka taraflarını kapatmaya çalıĢtı. Nejat, "Sevgilim, sakın benden çekinme ve bu olanlardan dolayı korkma! Yoksa piĢman mısın?" diye sordu. Hümeyra tedirgin bir halde çıplak vücudunu örtmeye çalıĢıyordu. Yüzünde ĢaĢkın bir ifade vardı. Nejat sağ yana fırlattıkları Hümeyra'nın elbisesine uzanıp aldı. Hümeyra'ya uzatırken, "Cevabını bekliyorum." Hümeyra üzgün müydü? Mutlu muydu? Korkuyor muydu? Aslında bunların hepsini bir anda yaĢıyordu. Fısıltı halinde bir sesle, "Böyle bir gecenin sonunda hangi kadın piĢman olabilir ki?" Nejat yeniden kollarını Hümeyra'nın vücuduna do-kdı, "ĠĢte bu Ģahane gece senin ve herkesin evliliğimize. O "hayır "demesini de önleyecek," dedi. Ve ilave etti, "Ne S^S zık ki sesinde bir burukluk, bir tuhaflık var. Biz yaĢamamız kaçınılmaz olan bir geceyi, sadece üç ay evvel yaĢadık. Hepsi bu. EndiĢelenme! Dediğim gibi bu gecenin olumlu tarafı var. Baban artık itiraz edemez. Sen benim kadınım oldun ve çocuklarımın annesi olacaksın! Yemin ediyorum ki senin yerini hiçbir kadın dolduramayacak. Ebediyen!" Hümeyra bu sözlerde doğruluk payı olduğunu biliyordu ama yine de yanaklarından yaĢlar akmaya baĢlamıĢtı. "Ben her Ģeyin usulüne uygun olmasını isterdim." "Zaten usulüne uygundu. Bence birbirini bu kadar isteyen, bu kadar seven bir çift böyle bir seviĢmeyi hak etmiĢtir." Hümeyra, "Nejat ne olur? BaĢını baĢka tarafa çevir, elbiselerimi giyineyim." Nejat bu muhteĢem görüntüye nasıl baĢım çevirebilirdi? Bunu hiçbir erkek ve hiçbir irade baĢaramazdı. Sabahın dördüydü. Hümeyra korku içinde anahtarı sokup, ses çıkarmamaya çalıĢarak çevirdi. Kapı hemen açılmıĢtı. Antreye ıĢık sızıyordu. Demek ki Bici uyanıktı ve Hümeyra'yı bekliyordu. Hümeyra kapıdan içeriye girdi. Arkasına dönüp, Nejat'a el salladı. Bir an durdu. Birden içinden bağırmak geldi "Ne olur, ġövalyem! Beni de götür. Burada bırakma!" demek istiyordu. Bici'nin sesini duydu, "Sabahın dördü. Hala birbirinize doyamadınız mı?" Hümeyra baĢım yavaĢ yavaĢ çevirdi, "Hayır, hayır, nedense doyabileceğimizi de zannetmiyorum." Bici gözlerini kısarak Hümeyra'ya bakıyordu, içinden "Bu kızda bir tuhaflık var. Her zamanki Hümeyra değil. Sanki birisi değiĢtirmiĢ veya on yıl daha olgunlaĢmıĢ gibi" diye düĢündü. "Hasta mısın Hümeyra?" Hümeyra fısıltı halinde, "Hayır, sadece yorgunum. Hemen yatacağım," diyerek acele ile yatak odasına yürüdü. Aslında iyi bir banyoya ihtiyacı vardı ama bu saatte banyo yapamazdı. Hem Nejat'ın sıcaklığı, güzel vücudunu biraz daha ısıtsın istedi. A- Bici otobüse binmiĢti. Hümeyra'nın elleri Nejat'ın ellerinin içinde, çimen gözleri de gözlerinin içinde hapis olduğu için, otobüse binemiyordu. Nejat kulağına eğildi, "Bak SarmaĢık Gülü! Tekrarlayalım da bir yanlıĢlık olmasın. Bu gün Pazartesi, Haziranın yedisi... Babamlar Haziranın on dördünde, yine Pazartesi gecesi seni istemeye gelecekler. Eğer baban her Ģeye rağmen diretirse, ben ondan sonraki Pazartesi, yani Haziranın yirmi birinde, en uzun gecede, yine Pazartesi akĢamüstü saat dokuzda seni Ayvalık'tan ana yola dönen kavĢaktan, yani Cunda ile ana yolun ayrıldığı yerdeki zeytinyağı imalathanesinin önünden alacağım. Hep Pazartesileri ayarladım bir karıĢıklık olmasın diye. Sakın korkma! Bizi ancak ölüm ayırır." Uzun, simsiyah bıyıklı Ģoför muavini Hümeyra'nın yanına yaklaĢtı, "Hadi abla, otobüs hareket edecek. Yolcular sabırsızlanıyor." Hümeyra zorla elini Nejat'ın ellerinin içinden çekti. Arkasından birisi itiyormuĢ gibi, istemeyerek otobüse bindi. Camın önüne oturdu. Nejat ile gözleri yine kilitlenmiĢti. Ġkisinin de gözleri daha parlak gözüküyordu. Çünkü yaĢ doluydu. Otobüs gözden kayboluncaya kadar öylece duran Nejat, bir korna sesi ile yerinden hopladı. Artık ne otobüs ne de Hümeyra vardı. "Burada niye duruyorum? Eve gitmeliyim! Yarın son imtihanım. Sonra genç bir doktor oluyorum. Bir hafta sonra da niĢanlı bir doktor olacağım. Ve tabii dünyanın en mutlu doktoru mıĢ, mıĢ, Nejat'ı bıraktığı noktaya doğru bakıyordu. Birden ayağa kalktı. Bici ĢaĢkın, "Ne var SarmaĢık Gülü? Ne oluyor?" diye sordu. Hümeyra bir yandan elini otobüsün küçük bagajlar konan üst kısmına uzatıp, kemanını almaya çalıĢırken, bir yandan da, "Otobüsü durdurun! Ben ineceğim!" diye bağırıyordu. Bici çok ĢaĢırmıĢtı. Hümeyra'yı eteğin- olacağım, " dedi. Hümeyra da yüzünü otobüsün camına dayam den tutup, aĢağıya doğru çekiĢtirirken, "Kızım deli misin? Nereye iniyorsun?" "Bici, babam beni vermeyecektir. Ben Nejat'tan ayrılmaya dayanamam!" "Korkma otur! Herkes bize bakıyor. Büyük hanım halleder. Sen artık yirmi üçüne bastın. Kanun önünde hürsün! Sen bir Atatürk ve Cumhuriyet kızısın! Bizim gibi körü körüne her Ģeye itaat etmeye mecbur değilsin." Hümeyra birden kendine bakan insanları fark etti. Kemanını tekrar yerine koyarak yavaĢça oturdu. Gözlerini kapayıp, arkasına yaslandı. Ayvalık'a kadar tek kelime konuĢmadı. Tek lokma yemedi. Bici, Burhaniye'yi geçtikten sonra, "Bak Hümeyra geldik. Güzel memleketimize kavuĢtuk" dedi. Hümeyra yine aynı vaziyette duruyordu. Bici devam etti, "Nedir bu halin? Ne oluyorsun? Biraz kendine gel!" Hümeyra yavaĢ yavaĢ baĢını kaldırdı. Çimen gözleri kıpkırmızıydı. AnlaĢılan, yol boyu ağlamıĢtı. Titrek bir sesle, "Korkuyorum Bici, korkuyorum! DüĢünüyorum da, ben hep korkulardan örülmüĢ duvarlar arasında yaĢadım. Önce ya annem ya babam beni terk edecek diye korktum. Sonra büyüknineme sığındım. Çok yaĢlı, ölecek, yalnız bi âĢık c" k diye ko kuyorum." Bici sağ kolunu uzatıp, Hümeyra'yı kendine doğru çekti, "Korkma kızım, bir çaresi bulunacaktır, ninen hala hayatta, unutma!" dedi. Ne yazık ki, Bici'nin sesinde de endiĢeler gizliydi. Hümeyra'nın geliĢi evde büyük bir canlılık ve neĢe ya Ģanmasına sebep olmuĢtu. Derman bey bile kızını öpmü kalacağım diye korktum. ġimdi Nejat'a deli gibi âĢ ık oldum. Babam bu evliliğe bir Ģekilde mani olacak diye kor saçlarını okĢamıĢtı. Hümeyra babasının kendisini en son ne zaman öptüğünü hatırlamaya çalıĢmıĢ, ne yazık ki ha-tırlayamamıĢtı. Tabii bu mutluluk ve sevinç en fazla büyük ninenin yüzünde tezahür etmiĢti. Büyüknine, Hümeyra'ya sarılarak defalarca öpmüĢ, hatta yatağından çıkarak salona kadar gelmiĢti. Bugün evde daha baĢka bir hareket vardı. Büyük salondaki masanın üzerinde Ģık kutular, güzel bir çiçek, hatta mücevher kutuları vardı. Hümeyra elbisesini ütüleme-ye çalıĢan annesinin yanına yaklaĢarak, "Ne oluyor anne?" Eli ile masanın üstündekileri iĢaret ederek, "Bunlar ne böyle?" diye sordu. Annesi bu soruyu yadırgamıĢ gibi, "Yavrum, bu akĢam Suzan'ı istemeye daha doğrusu bir söz yüzüğü takmaya gideceğiz ya, unuttun mu?" diye cevap verdi. Hümeyra bir an düĢündü, "Hayır anne, bana böyle bir Ģey söylenmedi." "Nasıl olur? Senin geliĢine göre ayarladık." "îyi de ben çok yorgunum. Neden yarın veya daha sonra değil? Benim gelmem Ģart mı?" Süheyla hanım bu soruya cevap vermeden, Derman bey atıldı, "Saçmalama Hümeyra. Ağabeyine söz kesilecek ve sen bulunmayacaksın, öyle mi?" Hümeyra sesini çıkarmadı, içinden "ġefkat göste^^^ si beĢ saniye sürdü" diye geçirdi. Üst kata, odasına doğru yöneldi. Annesi arkasından sesleniyordu, "SarımaĢkGülü, ne giyeceğini seç!" Hümeyra ne giyinmeliyim diye düĢünerek valizi- ne yaklaĢtı. Valizin içinde oraya giyeceğim bir Ģey yok zaten diye düĢündü. Gardırobunu açtı. Hepsini gözden geçirdi. Birkaç abiye kıyafet vardı. Lise mezuniyetinde giy- eliği elbise ve Nejat'ların mezuniyet gecesindeki konserlerinde giydiği elbise öylece duruyordu. Bunlar böyle bir gece için fazla frapan kaçar, diye karar verdi. Yine valizinin baĢına oturdu. Ġçinden lacivert, keten, dar etekli ve yarım kollu bir döpiyes seçti. Ġçine beyaz, fisto bluz giyecekti. Lacivert, mevsimlik bir ayakkabı ve çanta ile kıyafetini tamamlayacaktı. Döpiyesi kolunun üzerine alarak aĢağıya salona indi. "Annem ütü masasını kaldırmamıĢtır inĢallah. Bu döpiyesi hemen ütüleyip, biraz da dinlenmeliyim," diye söyleniyordu. Evet, annesi hâlâ ütü masasının baĢındaydı. Ama çok az iĢi kalmıĢtı. Ninesi ıhlamur içiyordu. Babası da döner koltuğunu denize doğru çevirmiĢ, sigara içiyordu. Babası pek onlarla oturmaz, hemen bir bahane bulur, ya kütüphaneye, ya da odasına, zaman zaman da kulübe kaçardı. Ya babası ev halkı ile uyum sağlamaya baĢlamıĢtı ve ya da bu gün çok mutlu olmalıydı. Ġkisi de mümkündü. Hümeyra'ya göre her ikisi de pozitif bir geliĢme sayılırdı. Hümeyra büyükninenin yanına yaklaĢıp, boynuna sarıldı, "Nineciğim, siz de geleceksiniz, değil mi?" diye sordu. "Hayır SarmaĢık Gülü, ben böyle merasimler için fazla yaĢlıyım," dedi. Hümeyra kulağına doğru eğilerek, "Nineciğim, beni ilgilendiren her merasimde bulunmalısın! Yoksa mutluluğum tam olmaz! Nine bu ilgiden memnun olmuĢtu. Gülümseyerek, Hümeyra'yı öptü, "Tamam, ayakta durabilecek gücüm olursa söz," dedi. Hümeyra ütünün baĢına giderken, "Anne gelin adayı için ne düĢünüyorsun? Beğenerek, içine sinerek mi isteyeceksiniz?" laĢmayı beklemiyordu. Gözlerinde mutlu bir ifade yoktu, Süheyla hanım biraz durdu. Böyle bir soru ile karĢı zlerin "Kızım onlar anlaĢmıĢ, birbirlerini seviyorlarmıĢ. Eh, ailesi için de diyecek bir sözümüz yok. Bize onların yuva kurmalarına yardımcı olmak düĢer." Hümeyra bu cevaba çok sevinmiĢti. Acaba bu, babası ile ortak alınmıĢ bir karar mıydı? Biraz daha ileriye gitmeyi deneyecekti. "Bu düĢünce tarzı ileride benim için de geçerli olacak mı? Annesi henüz ağzını açmaya fırsat bulamamıĢtı ki, Derman bey, sert ve kesin bir dille, "Tabii ki kızlar için değil. O kararı tamamen ailenin vermesi gerek." Büyük nine atıldı, "Neden? Ne farkı var?" Derman bey yüzünü dönmeden cevap verdi, "Çünkü oğlan anlaĢamazsa ayrılır. BaĢının çaresine bakar. Kız için ayrılmak iyi bir Ģey değil. Tabii her açıdan... Bu yüzden bu önemli kararı büyükler, yani daha deneyimli insanlar vermeli." Hümeyra, "Ama baba mutsuzluk, mutsuzluktur. Bunun erkeği kızı olur mu?" Derman bey sesini biraz yükseltti, "Bir genç kız, babası ile bu konuları tartıĢmamalı!" Büyüknine yine söze girdi, "Bu umumi bir mesele olarak tartıĢılıyor." Sonra gülerek Hümeyra'ya baktı, "Bu bi- ^O" raz da o kızın karakteri ve olgunluğu ile ilgili bir Ģey. Senin seçeceğin birine itiraz edilebileceğini zannetmiyorum," diyerek anlamlı ve ileriye yatırım yapan bir cümle sarf etti. Odada gergin bir sessizlik hâkimdi. Süheyla hanım bu sessizliği bozdu, "Artık giyinsek iyi olur. Vakit yaklaĢtı Hümeyra sen biraz daha gösteriĢli bir Ģey giyebilirdin. B çok sade bir kıyafet değil mi?" "Anne, bu sadece evde yapılan küçük bir merasim Ġleride inĢallah." Hümeyra ne kadar sade giyinirse giyinsin, onun çirkin olması veya göze çarpmaması imkânsızdı. Saçlarını saç örgüsü yapıp, tepesinde toplamıĢtı. Sıcak bir gündü, ensesini yakabilirdi. Bu saç modeli kuğu kadar güzel boynunu meydana çıkarmıĢtı. Boynunda büyükninenin hediyesi olan kolyeden baĢka hiçbir ziynet veya süs eĢyası takma -mıĢtı. Oldukça yorgundu ama çimen yeĢili gözleri ve eĢsiz zarafeti ile salona girer girmez dikkatleri üzerine çekmiĢti. Kız tarafı oldukça kalabalıktı. Bir isteme veya bir söz gibi değil de, bir niĢan merasimi gibi hazırlanmıĢlardı. Bir müddet sonra Suzan gözüktü. Hümeyra gülmesi mi, üzülmesi mi gerek karar verememiĢti. "Tanrım, bu ne kadar rüküĢ bir kız. Evlerinde hiç ayna yok mu? Aklı baĢında biri bunu ikaz etmiyor mu?" diye söylendi. Hümeyra Suzanı son olarak Ağustos ayında görmüĢtü. O zamandan bu zamana yine kilo almıĢtı. Üzerinde patlıcan moru kat kat Ģifon bir elbise, altında kabarık bir jüpon vardı. Küçücük kolları ve hafif bir göğüs dekoltesi olan elbise, bir baĢkasının üzerinde bu kadar çirkin olmayabilirdi. Hümeyra ile sarıldılar. Ama onların iliĢkileri asla samimi ve içten olamıyordu. Suzan, Hümeyra'yı kıskanç bakıĢlarla süzdükten sonra, "Hiç mi Ģık bir kıyafetin yoktu? Ağabeyinin niĢanına mektep kıyafeti ile mi geldin?" diye "Ben bugün döndüm. Hem haberim yoktu, he bana niĢan denmedi. Neyse, önemli olan sensin. Sen de yeterince frapansın," diye cevap verdi. Hümeyra bu kıza hiç güvenemiyordu. Ne dostluğuna, ne sevgisine, ne de samimiyetine. Abim kendine uygun bir eĢ buldu diye dü- sordu. Ģündü. Hümeyra bütün gece sıkıntıdan öldü. Hele kan Mısırlı avukat, her dakika karĢısında belirer yi hepten çekilmez hale getirdi. Abdullah Mısırlı, Iı bir genç sayılırdı. Biraz fazlaca esmerdi. Uzun boylu, siyah gözlü ve siyah saçlı, temiz giyimli otuz yaĢlarındaydı. Giyim kuĢamından hali vakti yerinde olduğu hemen anlaĢılıyordu. Bütün bunlar, Hümeyra'ya hiçbir Ģey ifade etmiyordu. Hümeyra için, Nejat'ın dıĢındaki bütün erkekler sıkıcı ve çekilmezdi. Bir ayrıntı Hümeyra'nın dikkatini çekmiĢ, bu dâ daha çok canının sıkılmasına sebep olmuĢtu. Abdullah'ın bütün gece Hümeyra'nın peĢinden dolaĢması, babası Derman beyi hiç rahatsız etmemiĢti. Hümeyra babasını birkaç kere Abdullah'a bakarken yakalamıĢtı. Gözlerinde ne öfke ne de sıkıntı yoktu. Sadece inceliyor gibiydi. Hümeyra sıkıntıdan patlamak üzere iken, annesinin "artık müsaadenizi isteyelim" sözleri, Hümeyra'yı çölde su bulan insan kadar sevindirmiĢti. Hümeyra bütün gece uyuyamadı. Bazen Nejat'ın sıcacık dudaklarını yüzünde hissedip, geçici bir mutluluk duyuyor, bazen de endiĢe ve korku içinde yatağında doğruluyordu. Zaman zaman denizi seyretmiĢ, daha fazla, Ģimdi yerinde kocaman bir otel olan Nejat'ların evine ve tam karĢısına gelen pencereye bakıp durmuĢtu. Karanlık bir geceydi ve deniz hareketsizdi. "Tıpkı benim içim" dedi. Sabah erkenden yataktan çıktı. Gündelik bir elbise giyindi. Önce büyükni-nenin odasının önünde biraz durdu. Sonra yavaĢça kapıyı açtı. Ninesi arkası kapıya dönük bir vaziyette yatıyordu. "Gel SarmaĢık Gülü, gel!" dedi. Hümeyra yatağın^^ narına oturdu. Ninenin zayıf, kuru bir tutam kemikten oluĢan ellerini ellerinin içine aldı. Büyüknine, "Hümeyra, söz nasıl geçti? Her Ģeyden önemlisi, sen niy^^u kadar sıkıntılısın?" "Nineciğim, sizin bu sezgilerinize hayranım. Arkanız dönük olduğu halde, gelenin ben olduğumu ve de içimin sıkkın olduğunu nasıl anlayabiliyorsunuz? Doğru, içim çok sıkkın. Önce söz mü, niĢan mı, ne olduğu anlaĢılamayan geceden bahsedeyim. Ben Suzan'ı pek sevemedim Çok rüküĢ bir kız. Hadi o gibi Ģeyleri geçelim. Ağabeyimin de bir çift gören gözü var. Bu gibi Ģeyler onu rahatsız etmiyorsa, beni de etmez. Müstakbel yengemin samimiyetine inanamıyorum. Beni de sevmediğini hissediyorum." Hümeyra biraz duraladı. Sonra devam etti, "Bana gelince, evet endiĢeliyim ve çok korkuyorum, nine! Çok korkuyorum. Henüz oluĢmuĢ bir Ģey de yok ama olacaklardan korkuyorum." "ġu oluĢmayan Ģeylerden bahset! Belki anlayabilirim. Bu konunun içinde Nejat var mı?" Hümeyra baĢını önüne eğip, iĢaret parmağı ile yatağın üzerinde kavisler çiz meye baĢladı. "Evet evet! Önümüzdeki pazartesi beni istemeye gelecekler. Eylül veya Ekim gibi düğün yapmayı düĢünüyorlar," dedi. Ve Nejat ile yaptıkları planı anlattı. Nine biraz durdu. "EndiĢelenmekte haklısın, ama bu kadar korkma! Biz hepimiz senin arkandayız. Baban bu konuda yalnız... Zor ama imkânsız değil." Bu cümle Hümeyra'nın yüreğine su serpmiĢ gibiydi. Hümeyra devam ediyordu, "Sonra, dün akĢam orada bir çocuk vardı. Mısır sarayından Elâziz'li îshak PaĢam"^?-nin akrabalarından. Ishak PaĢanın çocuğu yokmuĢ. Bunu evlat gibi büyütmüĢ ve galiba bütün serveti de bu çocuğa kalacakmıĢ. Bütün gece çevremdeydi. Babam bu durumun farkındaydı ama hiç rahatsız olmadı. Bu da çok tuhafıma gitti." "Hin Ģu çocuk. Evet, evlenmek için Türkiye'ye gelmiĢ Ishak PaĢa bir Türk kızı ile evlenmesinde ısrar ediyormuĢ Baban servet lafını duyunca hemen yelkenleri indirir, bi lirsin. Suzanın babasına da uzaktan akraba imiĢ... Seni göstermek gibi bir planları vardı." Hümeyra telaĢla yerinden kalktı, "Bir bu eksikti. Pürüz üstüne pürüz. Nineciğim, Nejat konusunun babama ve anneme açılması gerek. Rica etsem siz yapar mısınız? Bu durumda Abdullah mı, her neyse, onun için de planlar kurmaktan vazgeçerler inĢallah." "Tabii canım, sen üzülme!" Kahvaltıda kimse konuĢmuyordu. Herkes kafasında bir Ģeyler düĢünüyordu. Hümeyra bir ara, "acaba ne düĢünüyorlar? diye meraklandı. Sonra "bizim aile aynı Ģeyi düĢünse bile, olaya hepsi baĢka bir pencereden, baĢka bir açıdan bakar. Özellikle babam ve tabii Faruk... Her Ģeye karĢı çıkmayı ilke edinmiĢ gibiler... Tanrım ne olur! Bir kere de itirazsız, kavgasız bir sorunu çözebilsek! diye düĢündü. Hümeyranın o an çözülmesini istediği tek sorun, Nejat ile evliliğine onay verilmesi idi. Büyüknine salona giren Hümeyra'ya çıkması için iĢaret etti. Derman bey, büyüknine ile oturup, sohbet etmekten hiç hoĢlanmadığı için ayakta Süheyla hanıma hitaben, "Ben çarĢıya kadar gideceğim. Bir kumaĢ ısmarla-mıĢtım da," diye sudan bir sebep uydurmaya çalıĢıyordu. Büyüknine çok ciddi ve kararlı bir sesle, "Yarım saat ka^^" dar sonra git Derman, ciddi bir mesele var, konuĢmalıyız." Süheyla hanım da, Derman bey de ĢaĢkın bir ifade ile büyüknineye baktılar. Derman bey cevap vermeden bir koltuğa oturdu. Sokağa çıkamamak, daha doğrusu kaça-mamak canını sıkmıĢtı, "Evet, sizi dinliyorum." Nine hiçbir giriĢe gerek görmeden, "Önümüzdeki pazartesiye Hümeyrayı istemeye geleceklermiĢ. Hazırlan mamız gerek." 201 Derman bey, "Kimler?" Büyük hanım gayet doğal bir sesle, "Avukat Kenan beyin oğlu, Hekim Nejat'a." Derman bey birden yerinden fırladı. Oldukça yüksek bir sesle, "Neee? Siz ĢaĢırdınız mı? Böyle bir teklifi bana iletmek cesaretini nasıl gösterirsiniz?" Büyüknine de aynı tarzda bağırdı, "Önce haddini bil! Benimle nasıl konuĢulacağını bu kadar yıldır öğrenemedin mi? Ġkincisi neden buna cüret edilemiyor? Hangi açıdan çok sakıncalı?" "Bunu tartıĢmaya bile gerek görmüyorum. Benim kızım o ailenin gelini olamaz." Nine bastonunu yere vurdu, "Böyle bir red cevabı için geçerli sebepler göstermelisin! Ve eğer varsa açıklamak ve tartıĢmak zorundasın. Çocuklar birbirini istiyor ve de her açıdan çok uygunlar. Senin yersiz nefretin için onlara mani olamayız." "Ben yersiz nefret etmiyorum." "Peki nefretinin sebebi ne?" Derman bey uzun süre sustu. Sonra ayağa kalktı, "ġeyy, ben, benim çıkmam gerek." Nine bağırdı, "Otur Derman! Ben sana bilmediğin, daha doğrusu bilip de dile getiremediğin sebepleri söyleyeyim istersen. Birincisi Kenan bey her konuda senden baĢarılı bir kiĢilik, ikincisi bizim aile tarafından çok beğenilir ve tutulur." Derman bey tekrar bağırmaya baĢladı, "Sizin ailenin düĢüncesi umurumda bile değil! Beni ilgilendiren karım olacak kadının fikri ve davranıĢı. Yirmi sekiz senelik evliyiz. Beni sevmedi, sevemedi. Sebebi o adamdır." Süheyla hanım elindeki yün yumağım ve ĢiĢleri fırlatarak, ayağa kalktı. Kıpkırmızı olmuĢtu. Nine torununu hiç bu halde görmemiĢti, "Yeter artık Derman! Kompleksin yüzünden böyle bir durum yarattın. Adamı kafandan bir türlü atamayan sensin. Evlendiğimiz günden beri, yatakta, sokakta, bahçede, üç kiĢi dolaĢtık. Benim hiçbir hareketimin o beye bir ilgi veya sevgi ifade ettiğini söyleyemezsin. Ama senin gereksiz iftira ve tacizlerin canımdan bezdirdi. Evet, evlendiğimde sana âĢık değildim. SaklamamıĢtım. Bunu sen de biliyordun. Bile bile bu evlilikte ısrar ettin. Seni sevmemem için de hiçbir sebep yoktu. Eğer aĢkın yeĢereceği yerlerde sadece sen ve ben olsaydık olabilirdi. AĢk iki kiĢiliktir. Üçüncü kiĢi aĢkın kalitesini düĢürür, mayasını bozar ve ölüme mahkûm eder. Senin yirmi sekiz yıldır yaptığın buydu. Aramızda filizlenecek güzel bir duyguya asla ortam hazırlamadın! Olanı da yok ettin! Bir kadının bir erkeği sevmesi için önce ona güvenmesi ve saygı duyması gerekir. Ben sana karĢı bunların hiçbirini duymadım ama iffetimden de hiçbir Ģey kaybetmedim. Saygı, sevgi ve aĢk, çarĢıdan alınacak bir Ģey değildir. Kızım istiyorsa Nejat ile evlenebilir." Derman bey hızla yürüyüp, Süheyla hanımın yüzüne Ģiddetli bir tokat attı. Büyüknine bağırdı, "Defool! Bu evden defol! Torunumun yanına yaklaĢırsan, seni polisle bu evden attırırım." Derman bey hızla salonun kapısından çıktı. Kapının arkasında ağlayarak içeriyi dinleyen Hümeyra ile burun buruna geldi, "Seni koca bulman için mi Ġstanbul"iar^"yol-ladık!" DiĢlerinin arasından ıslık çalar gibi, "Alaı'u evlilik olmayacak! Hazırlıklı ol, Abdullah Mısırlı ile evlenip, Mısır'a gideceksin. O iğrenç ailedernJ^^ni de bu evde görürsem, yemin ediyorum, kız almak yerine, vücutlarına kurĢun yiyerek giderler! Ya hastaneye, ya da mezarlı- ğa! Ninenin "defolu" da hiç önemli değil. Otuz yıldır burası benim evim. Ona güvenme!" dedi ve hızla uzaklaĢtı. Bici mutfaktan koĢarak geldi. Ağlayan Hümeyra'yı kolundan tutup, mutfağa doğru sürükledi. Süheyla hanım, halının üzerine diz çökmüĢ, baĢını ellerinin arasına almıĢ, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Büyüknine bastonunu durmadan yere vuruyor, titreyen ellerini kontrol etmeye, bir taraftan da Süheyla'yı teskin etmeye çalıĢıyordu. Büyüknine, "Ağlama bu kadar Süheyla! Onun ne karakterde bir insan olduğunu artık anlamıĢ olman gerek. Olmazsa defolur gider. Senin hayatını mahvetti, Hümeyra'nınkini de mahvetmesine izin veremem." Derman bey hiçbir Ģey yokmuĢ gibi akĢamüzeri evine döndü. Elinde kocaman bir av tüfeği vardı. Galiba herkes görsün diye, önce onunla mutfağa girdi, "Makbule, yemek ne zaman hazır olur?" diye sordu. Makbule diĢlerinin arasından, "Yarım saat kadar sonra hazır. Ava mı çıkacaksınız bey?" Derman bey mütebessim bir yüzle, "Bu seferki insan avı olacak!" dedi. Ve tüfeği ile odasının yolunu tuttu. Hümeyra fakülteye baĢladığından beri, Süheyla hanım ve Derman bey odalarını ayırmıĢlardı. Süheyla hanım misafir odası olarak kullanılan mavi odaya geçmiĢti. Makbule bacı koĢarak Büyük hanımın odasına girdi. Yüzünde korku ve endiĢe vardı. "Büyükhanım, Derman bey iĢi iyice azıttı," diyerek av tüfeğini ve konuĢulanları anlattı. Büyük nine bir müddet düĢündü, sonra sakin bir sesle, "Bana H ümeyra'yı çağır! Sen de gel!" Hümeyra bitkin bir vaziyette odaya girdi. Ayakta öy lece duruyordu. Gözleri ĢiĢ, kıpkırmızı, rengi sapsarıy dı. Sabahtan beri bir lokma bir Ģey yememiĢti. Büyüknine Ģefkatle, "Gel SarmaĢık Gülü! Yanıma gel! Makbule sen de Ģu anahtarı al. Sandığımı aç! Bana tapuları getir," dedi. Makbule denileni yaptı. Elinde aĢağı yukarı kırk elli tapu senedi ile döndü ve büyüknineye uzattı. Büyüknine uzun müddet tapuları inceledi, içinden bir tanesini çekti. "Makbule, bu tapuyu al! Gizlice avukat Sabri beye götür. Daha evvel bu yeri ısrarla isteyen bir müĢteri olduğunu söylemiĢti, iyi de para veriyorlarmıĢ. Hemen ve gizlice satsın. Onda vekâletim ve resimlerim var. Parayı yine sen gidip alacaksın." Bir baĢka tapu senedini de çekerek çıkardı. "Bu, izmir Bornovada büyük bir çiftliğin tapusu... Halen üzerinde kocamın yeğenleri oturuyor. Vasiyetime göre yirmi dönümünü onlara diğer kalan elli dönümünü de ikinize verdim. Tapu ancak ben öldükten sonra olacaktı. Söyle Sabri beye yapabiliyorsa onu da halletsin. ġimdi gelelim öbür meseleye, baban bu evliliğe mani olmak için cinayeti bile göze almıĢ görünüyor. Sen artık yirmi iki yaĢında bir kızsın ve kanun karĢısında bir veliye veya vasiye ihtiyacın yok. Bir Ģekilde Nejat'a haber uçur. Bu pazartesi gelmesinler. Babanın söylediklerine rıza göstermiĢ gibi yap. Yani, Abdullah mıdır, nedir? Onunla niĢanı kabul et. Biraz zaman kazan. O arada ne yapacağımızı düĢünürüz." Hümeyra, denize düĢen yılana sarılır misali, sevinmiĢ- O ti, "ġeyy büyüknine, Ģeyy... " "Ne kızım, geveleme söyle!" "Biz Nejat ile eğer babam vermezse, bir sonraki pazartesi kaçacaktık. Bir Ģey daha var. O Abdullah denen ço- cuğa karĢı ayıp olmayacak mı? Çocuğu kullanmıĢ olmuyor muyuz?" "Tabii, hoĢ bir hareket değil. Ġki gü^^ sana âĢık olmadı elbet. Acı çekecek değil. Ayrıca aile arasında bir toplantı gibi bir Ģey... Masraf falan da yaptıracak değiliz. Ve ayrıca bir yerde elimiz mahkûm. Kaçma kararına gelince, çok acele değil mi? Her Ģeyin usulüne uygun olması için biraz daha gayret göstersek." Büyüknine biraz dura- ladı. "Hayır, hayır babanı ikna etmeye bir ömür yetmez. Kaçacak imkânı ve zamanı bulalım, yeter." Hümeyra, "Aslında Nejat hemen niĢanlanmak istiyordu. Sonbahara da düğün diye düĢünmüĢlerdi. ġimdi bu Abdullah iĢi de çıktı. Kendimi birdenbire Mısır sarayında bulabilirim." "Tamam kararlaĢtırdığınız gibi yapın. Hemen Kenan beylere gelmemelerini iletmelisin!" "Peki nineciğim, bir yolunu bulacağım. Nine, anneme bunları siz anlatır mısınız?" "Tabii kızım hemen anlatacağım. Hadi Makbule sen iĢine git! Zaman kaybetmeyelim," dedi. Babası odasındaydı. Hemen sınıf arkadaĢı Esra'nın ev telefonunu santrale yazdırdı. Bir saate kadar ancak çıkar dediler. Hümeyra pencerenin önüne oturdu. Korku ve heyecanla beklemeye baĢladı. Bir taraftan da babasının salona gelmemesi için dua ediyordu. Hümeyra güya güneĢin batıĢını seyrediyordu. Aslında bu güzel manzaranın farkında olup, olmadığı da belli değildi. Büyük bir ruhsal karmaĢa içindeydi. Birden tel efo- , sen mi- nun zili ile sıçradı. KoĢarak ahizeyi aldı, "Alo Esra sin?" "Aaa Hümeyra, tatlım, nasılsın?" "Bak-hayatım, Ģimdi sana söyleyeceklerimi iyi dinle ve Nejat'a aynısını ilet. Sonra konuĢalım. Nejat'ın annesi ve babası bu pazartesi gelmesinler. Babam av tüfeği ile bekliyor çünkü. Ama bir sonraki pazartesi Nejat ile kararlaĢtırdığımız planı uygulayacağız. Tamam mı? Bir tekrar et! "Bu pazartesi Nejat'ın ailesi size gelmeyecekler. Bir sonraki pazartesi konuĢtuğunuz planı uygulayacaksınız." "Nejat'a söyle duyacağı baĢka hiçbir Ģeye inanmasın." Tam o sırada babasının merdivenlerden inen ayak seslerini duydu. "Esra, biliyorsun, ben tam notlarımı öğrenemeden gelmiĢtim. Lütfen bana Anayasa Hukuku ve Devletlerarası Hukuk derslerimin notlarını öğrenip bildirir misin?" "Hayatım, sen öğrendin ya!" "Aa tabii bütün bu söylediklerimi öğren ve beni iki gün içinde ara! Çok merak ediyorum." Hümeyra babasının sesi ile sıçradı, "Ver o telefonu bana!" Derman bey telefonu hızla elinden çekti. O kadar bağırmıĢtı ki, Esra öbür taraftan duymuĢtu. Esra, "Tamam hayatım, iki dersin sonucunu da öğrenir, sana telefon ederim," dedi. Derman bey telefonu Hümeyra'ya uzattı. "Öyle iĢler çeviriyorsunuz ki, eğer size güvenmiyorsam sorumlusu ben değilim," diyerek mutfağa doğru yürüdü. Bu sefer de mutfaktan bağırıyordu, "Melahat nerede? Bu saatte ne cehenneme kayboldu?" Hümeyra annesinin sesini duydu, "Nineme bir ilaç ve bazı Ģeyler almaya çıkmıĢtı. Ne istiyorsan ben yapayım." "Niçin yemek hazırlanmıyor diye soracaktım." "Yemek hazır. Ve ayrıca akĢam yemeğine bir ifffîtten fazla bir zaman var." Hümeyra, benim babamın sorunu, kendi ile barıĢık olamaması. Kendi ile barıĢık olamayan insan, hayatın kendisi ile de barıĢık olamıyor. Kızmak, kavga /etmek bir nevi hayat tarzı diye düĢündü. Sonra büyükninem, annem ile konuĢtu galiba. O büyük münakaĢa sonrası bu kadar yumuĢak olamazdı... diye geçirdi aklından. AkĢam yemeğine Faruk ile Suzanda gelmiĢti. Konak sakinleri bu misafire alıĢkınlardı. Ama bu akĢam Suzan bu eve müstakbel gelin adayı olarak geliyordu. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Hümeyra mutluluk olmalı diye düĢündü. Ve devam etti, o da bir genç kız ve sevdiği insan ile niĢanlandı. Mutlu olmak hakkı... Allah bana da nasip etsin. Yemeğin ortasında Suzan birdenbire sordu, "Süheyla anne, babamın selamı var. O meseleyi konuĢmak için ne zaman gelebiliriz?" diye sordu. Hümeyra meselenin kendisi ile Abdullah'ı ilgilendirdiğini hemen anlamıĢtı. Kıpkırmızı olmuĢtu. Biber dolmasından bir parça boğazına kaçtı ve öksürmeye baĢladı. Sofradan kalkarken düĢünüyordu, bütün bu yemek dolu tabaklan Suzan'ın baĢında kırabilsem! diye düĢünüyordu. Derman bey karısına döndü, "Süheyla öbür gün akĢam uygun mu?" Süheyla hanım, konuĢulanları dinlemiyormuĢ gibi, "Ne için?" diye sordu. Derman bey, kızmamaya gayret gösteren bir ifade ile, "Dünürler Hümeyra'yı Abdullah'a istemek için gelecekler." Süheyla hanım biraz durdu, "Büyüknineme sormam gerek. Evin büyüğü o. Hemen geliyorum," diyerek ninesinin odasına koĢar adımlarla girdi. Hümeyra da arkasından... BeĢ dakika sonra ana kız sofraya dönmüĢlerdi. Süheyla hanım, "Suzan, Hümeyra yeni geldi. Biraz dinlen- kıyafet, sin. Haftaya Pazar günü olsa... Hem kızım bir iki bir Ģeyler almalı." Derman bey çok ĢaĢırmıĢtı. Bir Hümeyra'ya bir de karısına baktı. Yüzlerinde hiçbir ifade yoktu. Sanki yapılması gereken bir görevi ifa eden iki insan gibiydiler. Hümeyra yemek sonunda acele ile büyükninenin oda- Hümeyra yemek sonunda acele ile büyükninenin odasına koĢtu, "Nineciğim annem ile aldığınız karar ne ka dar doğru bilemiyorum. ġimdi Abdullah'a resmen verilmiĢ mi olacağım?" Nine güldü, "Zaman kazanmak ve daha rahat hareket edebilmek için, böyle bir Ģeye ihtiyacımız var. Bunları konuĢmuĢtuk. NiĢanı hemen istemeyiz. Sen Nejat ile meseleni halettin, değil mi?" "Zannederim. Henüz Esra aramadı ama o konuda sorun çıkmaz." Suzan getirdiği teklifin hemen kabul görmesine çok ĢaĢırmıĢtı. Kimse tarafından açıklanmamıĢ olmasına rağmen, Hümeyra ile Nejat'ın birbirlerine âĢık olduğunu ve bunun sıradan bir sevda olmadığını biliyordu. Faruk ile kendi evlerine doğru yürürken, "Faruk, Hümeyra bu niĢanlanma iĢini nasıl kabul etti? Sence oldukça tuhaf değil mi? Nejat'a ilgisini biliyorsun." "Hümeyra akıllı kızdır. Bu iĢin olamayacağına kanaat getirdi herhalde. Ayrıca böyle bir devlet kuĢu kimin baĢına konar ki? Reddedilecek bir servet değil." Suzan hafiften iç geçirdi, "Evet, o konuda haklısın," dedi. Suzan kendine dahi itiraf etmemiĢti ama eğer Abdullah böyle bir teklifi kendisine yapsaydı, bir dakika düĢünmeden kabullenir ve Faruk'u o anda bırakabilirdi... DiĢlerinin arasından "ġanslı kız!" diye fısıldadı. Hümeyra ertesi gün Esra'dan beklediği telefonu aldı. Hatta daha fazlasını da... Hümeyra Esra ile biraz konuĢtuktan sonra karĢı taraftan Nejat'ın sesini duyunca yerinde zıplamamak için kendini zor tuttu. Yüzünde güller açmıĢ, günlerdir gülmeyen yüzünde tebessüm belirmiĢti. Sevinçle ninesine döndü, "Nine, bütün derslerden geçmiĢim. Hem de iyi notlarla." Ev halkı zoraki bir hazırlık içindeydi. Bu akĢam Hümeyra'ya söz kesilecekti. Ayvalık bir anda bu muhte- Ģem haber ile çalkalanmaya baĢlamıĢtı. Herkes duyduklarına bir iki kelime ilave ediyor, hayalinde geniĢletebildiği kadar geniĢletiyor, süslüyordu. Abdullah bir paĢanın yeğeni olmaktan çıkmıĢ, Kral Faruk'un yeğenlerinden biri olmuĢtu. Belki de ileride Mısır kralı olabilecekti. Genç kızlar gıpta ve kıskançlıkla Hümeyra'nın yerinde, genç erkekler de hayranlıkla Abdullah'ın yerinde olmayı hayal ediyorlardı. Haziran ayı genellikle güzel geçerdi. Bugün de öyle günlerden biriydi. MuhteĢem bir gurup oluĢuyordu. Sofra denize bakan verandaya kuruldu. On iki kiĢi olacaklardı. Bu gece iki ailenin dıĢında Ayvalık kaymakamı ve eĢi de davetli idi. Hümeyra açık pembe, üzerinde beyaz mineler olan empirme bir elbise giyinmiĢti. Kolları kısa ve volanlı idi. Etek kısmı da yine aynı tarzda tasarlanmıĢtı. Yine saçlarını tepesinde toplamıĢ, az topuklu, beyaz bir ayakkabı giymiĢti. Çok güzel ve çok ifadesizdi. Asla bir mutluluk veya sevinç ifadesi taĢımıyordu. Sanki bu gecenin ne anlam taĢıdığının farkında değildi. Her Ģey kendi dıĢında oluĢuyordu. Hipnoz edilmiĢ veya bir baĢkası tarafından programlanmıĢ gibi davranıyordu. Abdullah çok Ģık, bej, keten bir elbise giymiĢti. Bir ara Suzan büyük bir hayranlık içinde, Paris'teki ünlü modacıların kreasyonlarından oluĢan bir gardıroba sahip olduğunu söylemiĢti. Masanın sol baĢında büyüknine oturuyordu. Abdullah zeki bir çocuktu. Derman bey ile büyükninenin pek de iyi anlaĢamadığını hissetmiĢti. Bununla birlikte Hümeyra'nın büyüknineye daha yakın olduğunu da hissetmiĢti. Bu sezgilerinden olacak, büyüknineye aĢırı bir hürmet ve yakın- 710 lık gösteriyordu. Gözlerini de Hümeyra'nın yüzünden alamıyordu, içinden bu kızda baĢka bir Ģeyler var. Acayip bir güzelliğe ve etki gücüne sahip. Mısır sosyetesinin en güzel kadını olacak diye düĢündü. Sonra ondan doğacak çocukların da çok güzel olacağını, hatta daha ileri giderek, bu çocukların nasıl oluĢacağını hayal etmeye baĢladı. Yüzü kızarmıĢ, ateĢ basmıĢtı. Ama büyük bir haz duyduğu kesindi. Kaymakam Fatih bey, "Damat çok mutlu görünüyor. Ehh kızımız kendini ağırdan satarak, duygularını belli etmemeye çalıĢıyor. BaĢarılı da oluyor," dedi. Büyüknine, "Öyle de olması gerekmez mi zaten?" diye cevapladı. Yemek sonunda verandadaki hasır koltuklara oturan misafirler kahvelerini yudumlarken, Suzan'm babası, "Evet bu ziyaretimizin sebebi malum," diye uzun bir nutuk çektikten sonra, Hümeyra'yı Abdullah'a istedi. Cevabı büyüknineye bırakmıĢlardı. Büyüknine yüzündeki o değiĢmez ifade ve kuru bir sesle, "Allah yazmıĢsa ne diyelim? Hayırlı olsun" cevabından sonra, Melahat bacı ve yardımcısı viĢne Ģerbetlerini getirdi. Abdullah ayağa kalkıp, aileye teĢekkür etti. Çok mutlu olduğunu anlattı ve gelin adayına bir armağan vermek istediğini, yarın akĢam önce .1^^ sonra Suriye'ye daha sonra da Mısır'a gitmek zorunda olduğunu, hazırlıksız olduğunu ama yine de güzeller güzeli sözlüsüne bir hediye vermek istediğini söyledi. Hümeyra'nın gözlerinin içine bakarak, fildiĢinden yapılmıĢ gibi duran elini tutup, yüzük parmağına ortasında üç kadratlık bir elmas, çevresi de zümrüt olan mekik Ģeklinde bir yüzük taktı. Bu kü- çük toplulukta, yüzüğün etkisinde kalan iki insan vardı. Derman bey bu yüzüğü damadın servetinin bir gösterge- 211 si gibi yorumlayıp sevinmiĢti. Suzan da gıpta ile bakıp, bü-yükninenin de kendisine böyle bir hediye takması düĢünmüĢtü. Hümeyra her açıdan huzursuzdu. Karakter olarak böyle bir oyun oynamaya, kendi gayesine ulaĢmak için bir baĢkasını kullanmaya alıĢık değildi ve bu asla tasvip etmediği bir yöntemdi. ġu anda her türlü korkusunun ve özleminin önüne bu duygu geçmiĢti. BaĢını kaldırdı. Gökyüzüne baktı. Birdenbire gökyüzü kararmıĢtı. Yıldızlar kaybolmuĢ gibiydi. Nejat'ın yıldızı diyerek, geceler boyu seyrettiği, dertlerini, aĢkını, özlemlerini anlattığı yıldız da yoktu. Verandaya birkaç damla düĢmeye baĢladı. Herkes acele ile salona kaçarken, Hümeyra baĢı yukarıda, gözleri dolu dolu "Gökyüzü benin için ağlıyor" diye söylendi. Abdullah'ın sesi ile irkildi, "Güzeller güzeli sözlüm, ıslanıyorsun. Hadi, içeriye girelim," dedi. Hümeyra, "Hayır gökyüzünü seyretmek istiyorum. Sizde biraz oturun lütfen. Bazı Ģeyleri konuĢmamız gerek." Abdullah, memnun bir Ģekilde en yakındaki hasır koltuğu Hümeyra'nın yanına iyice yaklaĢtırdı. Hümeyra, Abdullah'ın nefesini yüzünde hissediyordu. Birden kendini geriye çekti. Midesi bulanmıĢtı. Nejat'tan baĢka bir erkeğin nefesini yüzünde hisset- t- mekten fena halde tedirgin olmuĢtu. Bazı Ģeyleri konuĢması, en azından ima etmesi gerekti. Yoksa kendini çok suçlu ve huzursuz hissedecekti. Ġçindeki bu kuĢkuyu bir nebze olsun hafifletmesi gerekti. "Bak Abdullah, ben çok duygusal bir kızım. Servet veya mevki beni fazla etkilemez. Hayatım boyunca da âĢık olduğum insanla evlenmeyi düĢledim. Sende kabul edersin ki, sana ne sevgi, ne aĢk, ne de bir hayranlık duyuyorum. Çünkü seni yeterince tanımıyorum. Bunların oluĢ ması için zaman gerekli. Sırf babamın zoru ile bu evliliği kabul ettim. Bence sen de ben de bu konuyu ayrıyken bir kere daha gözden geçirmeliyiz." Abdullah biraz düĢündü. Sonra kendinden emin bir tavırla, "Bizdeki bütün evlilikler böyle olur. Genelde de gayet mutlu olurlar. Benimle evlenmek isteyen binlerce kız vardır ama ben seni seçtim. Senin de zaman içinde bana âĢık olacağını biliyorum. Bu söylediklerini bir genç kız kaprisi veya romantizmi olarak kabul ediyorum..." "Sizi gücendirmek istemem. Ama ben bundan o kadar emin değilim." Abdullah kendini bulunmaz bir kısmet olarak kabullenmiĢti. Bu sözler onu hiç etkilemedi. O arada annesinin sesini duydu, "Hümeyra, yağmur fazlalaĢtı. ÜĢüteceksiniz." Hümeyra salona girmek için ayağa kalkarken, Abdullah kolundan tuttu, "Güzelim, ben yarın Güneydoğuya, oradan Suriye'ye, oradan da Mısır'a geçeceğim. Suriye ile aramızda bir petrol anlaĢmazlığı var. Kral Faruk bu meseleyi acele ile halletmemi istiyor. Bir ay sonra ailem ile beraber nikâh yapmak için geliriz. Düğün hazırlığını istediğin gibi yap. Ne istersen al. Benim sevgilime dünyanın en iyi Ģeyleri laiktir. Ġstersen Paris'e git, oradan alıĢveriĢ yap." Hümeyra telaĢla, "Hiç bunlara gerek yok. Henüz ortada kati bir Ģey de yok. Bu sadece bir söz. Benim ailem de bana gerekli çeyizi verebilecek durumda. Sana yolun açık olsun dileklerimi bildireyim. Gerçekten de üĢümeye baĢladım. Artık içeri girelim!" Hümeyra taĢıyabileceği büyüklükte bir valiz alıp, içine kendisini bir hafta, on gün idare edecek kadar giyecekle nüfus kâğıdını, lise diplomasını, annesinin resmini, ninesinin resmini koydu. Birkaç dakika düĢündükten sonra, Suzan'ın söz gecesi çekilmiĢ, ailenin bir arada olduğu bir baĢka fotoğrafı da valizin altına attı. Yatağa girmeden önce yine Nejat'ın evinin yerinde yükselen otelin penceresine gözlerini dikti. Gözleri dolu doluydu. Ve içinden yarın akĢam bu saatlerde bütün bu kâbus bitmiĢ olacak. Abdullah'ın hemen yarın gidiĢi de çok iyi oldu. Gerçi sözlülük devresi uzamasın diye, biraz da bilerek ayarlamıĢlardı. Sonra durumu bildirmek, çok daha kolay olacak diye geçirdi. Yatağına girmeden, yine gökyüzüne uzun uzun baktı. Nejat'ın yıldızını aradı, yine göremedi. "Tabii, hava kapalı. Gökte hiç yıldız yok ki. Yarın yağmur yağar mı acaba?" diye düĢündü. Ġsteksiz bir tavırla yatağına doğru yürüdü. Derman bey çok mutluydu. Kızını Mısır sarayına gelin olarak vermiĢti. "Aferin Hümeyra'ya, hayırlı evlatmıĢ, beni yormadı, sözümü kırmadı" diye düĢünürken, karısının yatak odasına doğru döndü. Ġki adım attı. Yıllardır elini sürmediği tokmağı çevirmek için elini uzattı. Birkaç dakika öylece durdu. Acaba bu hareketi karısı tarafından nasıl karĢılanacaktı? Tokmağı çevirdi. Gülen bir yüzle, "Gelebilir miyim? Çocuklarımızın düğünleri hakkında konuĢmak istiyorum," dedi. Süheyla hanım birkaç saniye tereddüt geçirdikten sonra, "Gel," dedi. G° Derman bey bu gece evliliklerinin ilk yıllarındaki kadar arzu doluydu. Karısına, "Biliyor musun, ben seni çok özledim," dedi. Süheyla hanım çok ĢaĢkındı. Hiçbir cevap vermedi. Uzun süre Hümeyra'nın sözlenmesinden bahsettiler. Süheyla hanım karĢı çıkmamaya, açık vermemeye çalıĢıyordu. Derman beyin yaklaĢması ona çok itici geliyordu ama bir müddet sonra gözlerini yumdu. Ġki tutkulu âĢık gibi seviĢtiler. Sabah uyandıklarında ikisinin de yüzünde yıllardır görünmeyen bir mutluluk vardı. Ve ta- yen bii hoĢ bir yorgunluk... Süheyla hanım yataktan gerinerek kalkıp, ipek sabahlığını üzerine geçirdi. Birden irkil-di. içinden benim de karakterim bozuldu galiba, ben bütün gece bu adamla mı seviĢtim? diye düĢündü. Midesi bu-lanıyordu. KaĢlarını çatmıĢtı. Birden kendini toparladı. Bu günlerde Derman beyi mutlu etmek iĢe yarayabilirdi. "Kahvaltıya özel bir Ģey ister misin, Derman bey?" diye sordu. "Hayır, ailece güzel bir kahvaltı yapalım! Hepsi o kadar." Kahvaltı sonrası büyüknine Hümeyra'ya döndü, "Hümeyra, odama gelebilir misin?" "Tabii nineciğim." Büyükninenin koluna giren Hümeyra'nın rengi sapsarı, gözleri endiĢe ve korku doluydu. "Oda kapısını kapat, Hümeyra." Büyüknine yatağına doğru yürüdü. Yatağın ayakucu-nu kaldırdı, iki döĢek üst üsteydi. Oldukça büyük bir kese aldı. Hümeyra'ya uzatırken, "Bunun içinde yüz altın var. Düğününde biz olamayacağız. Bir kız tarafının yapması gereken harcamanın hepsini sen yap. Kalanını da bir köĢede sakla. Akıllı bir kadının bir köĢesinde, daima kimsenin bilmediği bir parası olmalıdır. Öyle durumlar olabi- lir ki, kocandan para isteyemezsin. ĠĢte öyle zamanlar için ve tabii Ģimdilik. Ben sana maddi açıdan her türlü imkânı sağlamaya çalıĢtım. Ama takdir Allah'tan, inĢallah sizin için mutlu bir hayat yazmıĢtır. Nejat da, ailesi de çok kaliteli insanlardır. Onlara saygıda kusur etme! Gel bakalım sana bir güzel sarılayım! Seninle geçirebileceğim birkaç saatim kaldı." "O nasıl söz, büyüknine? Ġlk fırsatta seni yanıma cağım." Büyüknine hafiften güldü. "Ben bu konakta doğdum. Burada öleceğim. Sen mutlu ol, yeter, yavrum," dedi. Hümeyra ile büyüknine birbirlerine sarılmıĢ vaziyette birkaç dakika durdular. Sessizce ağlıyorlardı. Birden balkonun penceresine bir Ģey çarptı. Ġkisi de irkildi. Hümeyra balkona doğru koĢtu. Balkon kapısını açıp çıktı. Ve ağlayarak bağırmaya baĢladı, "Nine! Nineciğim! Kargam, kargam yaralı, ölmek üzere." Nine de telaĢlanmıĢtı. Bastonunu ararken cevap verdi, "Odaya getir!" Hümeyra'nın eli ayağı titriyordu, "Bu çok kötü, nine! Bu çok kötü! Her Ģey kötü! Kargam ölüyor. Bu zavallı kargadan kim ne ister? Bir canlıyı öldürmek, nasıl bir zevk olabilir?" diye söyleniyor, bir taraftan da ağlıyordu. Karga sapanla vurulmuĢ gibiydi. TaĢın darbesi çok Ģiddetli olmuĢtu. Hayvan çırpınıyor, yalvaran gözlerle Hümeyra'ya bakıyordu. Hümeyra tentürdiyotlar sürdü. Merhemlerle ovdu. Kargaya su içirmeye çalıĢtı. Ama boĢuna! Karganın küçücük baĢı sağ tarafa düĢmüĢ, gözleri kapanmıĢtı. Hümeyra'nın ağlamasına koĢan annesi ve Bici, bir Ģeyler söylemeye, Hümeyra'yı teselli etmeye çalıĢıyorlardı. Ama Hümeyra'yı teskin etmek imkânsız gibiydi. Büyüknine bunların Hümeyra'yı etkilemediğini görünce bağırdı, "Yeter SarmaĢık Gülü! Eceli ıkeOlen bir kuĢ var mıdır, bilemiyorum. Ama senin kargan uzun zamandır yaĢıyor. Birçok hayvandan daha Ģanslıydı. Her kuĢ gibi öldü. Tamam, üzül! Ama bundan tuhaf sonuçlar çıkarma! Sen çağdaĢ Türkiye'nin çağdaĢ bir k ızısın! Bu tip karabasanlar yaratmak sana hiç mi hiç yakıĢmıyor. Her olayın bir sebebi, sonucu olmalı değil mi? Hayatımızın akıĢını kar galara, serçelere göre düzenleyenleyiz." Hümeyra bu az dan sonra biraz toparlanmıĢtı. Bu gece hayatının dönüm noktasıydı. BaĢka hiçbir Ģeyle vakit kaybedecek durumda değildi. Daha sakin bir sesle, "Ben bu kuĢu bahçeye gömeyim," dedi. Oldukça derin bir çukur kazdı. Kargayı gömdü. Zalim'in yavrusu dikkatle izliyordu. Önce karganın kendisine verilmesi için Hümeyra'ya yaltaklandı. Kuyruğunu salladı. Sonra da ilgilenmiyormuĢ tavrı ile çömelip, Hümeyra'nın hareketlerini takip etmeye baĢladı. Hümeyra hâlâ ağlıyordu. Ama daha sakin bir hali vardı. Kocaman bir taĢı yuvarlayarak kargayı gömdüğü yerin üzerine koydu. Zalim'in yavrusunun iyi planları olmadığını o da sezmiĢti. Sonra köpeğin yanına geldi, "Sakın ha! Beni üzecek bir Ģey yapma, Fındık! Sonra seninle bozuĢuruz" dedi. Köpek Hümeyra'nın yüzüne dikkatle baktı. Sonra anlamıĢ gibi tekrar kuyruğunu sallamaya baĢladı. Hümeyra köpeğin baĢını okĢadı. Hafifçe eğilerek, "Fındık seni de çok özleyeceğim. Bilmiyorum bu konağa tekrar dönebilir miyim?" Çevresine bakındı. "Aslında her Ģeyi özleyeceğim. Bu toprakta yeĢerdim, burada büyüdüm. Her santiminde bir hatıram gizli," dedi. Fındık hâlâ Hümeyra'yı ciddiyetle dinliyor ve kuyruğunu sallamaya devam ediyordu. Konağın kapısından girerken, Bici seslendi, "Mezarı olan ilk karga, bu olmalı," dedi. Hümeyra cevap vermeden odasına doğru yürüdü. Bu Ģakadan pek hoĢlanmamıĢtı. Ne olursa olsun bir canlının ölümü Ģaka konusu olmamalı, hafife alınmamalıydı. -A} AkĢam saatleri yaklaĢtıkça DerrmaObey ve Ġsmail hariç bütün ev halkı sıkıntılı ve tedirgin bir hal almaya baĢlamıĢtı. Hümeyra yemek saatinde evden çıkacaktı. Babası ev halkı yemekteyken... Bici öğlen yemeğinden sonra faytonların beklediği durağa giderek, yabancı bir faytoncuya akĢam sekiz buçuk gibi Ziraat Bankasının önüne gelip, orada beklemesini tembihledi. Sofra kurulmuĢ, ev halkı yerlerini almıĢlardı. Hümeyra karnını tutarak, "Midem çok bulanıyor ve karnım ağrıyor. Ben biraz geç yemek yesem, olmaz mı?" Hemen Derman bey atıldı. Gayet yumuĢak bir sesle, "Tabii kızım, nasıl istersen." Hümeyra hızla merdivenleri çıktı. Üzerindeki keten elbisenin üstüne, Bici'nin seneler evvel giydiği, uzun keten pardösüyü geçirdi. Saçlarını toplayıp, baĢını eĢarpla bağladı. Topuksuz ayakkabıları ayağına geçirdi. Valizini ve eski el çantasını alarak, merdivenlerden yavaĢça indi. Bir an du-raladı. Büyükninesini son bir defa daha görmek istiyordu. Sonra vazgeçti. Bu, tehlikeli olabilirdi. Hızla bahçeye çıktı. Bu kıyafette onu tanımayan Fındık, birkaç defa havlayarak kendisine doğru koĢtu. YaklaĢınca kokusunu almıĢ olmalı ki, susup kuyruğunu sallamaya baĢladı. Hümeyra, sokak kapısına kadar arkasından yürüyen Fındıka, "Sen gelemezsin Fındık! Geri dön!" dedi. Fındık geri dönmedi ama eĢikte durup, arkasından ĢaĢkın ĢaĢkın bakmaya devam etti. Hayvan bir gariplik olduğunu anlamıĢtı. Ama neydi? Hümeyra hafifçe çiseleyen yağmurun altında hızla yürüyerek, faytona bindi. "Beni Sofra zeytinyağı fabrikasının önüne götür," dedi. Hümeyra tuhaf duygular içindeydi. Çevr^ı^^ dikkatle bakıyor, buraları en azından uzun bir süre için terk ettiğini düĢünüyordu. Arabacının atlara verdiği "dur" anlamına gelen o tuhaf sesi duyunca, cüzdanından elli kuruĢ çıkarıp arabacıya uzattı. Acele ile arabadan indi. Zeytinyağı imalathanesinin kapısına kadar koĢar adımlarla yürüdü. Sol elindeki el çantasını da sağ eline aldı. Sol eli ile burnunu kapatmaya çalıĢırken, bir taraftan da söyleniyordu, "Bu kadar faydalı bir ürün neden böyle çirkin kokar ki?" Yine midesi bulanmaya baĢlamıĢtı. Yağmur hızını artırmıĢtı. Hümeyra imalathanenin önünden uzaklaĢınca, doğrudan yağmurun altında kalıyordu. Kapının önüne doğru gelince midesi altüst oluyordu. Bu gel git hareketini defalarca tekrarladı. Ne kadar zamandır beklediğini bilmiyordu. Artık hava iyice kararmıĢtı. Kolundaki saati de göremiyordu. Üzerinden sular süzülüyor, bacakları titriyordu. Bütün bunların üzerinde, büyük bir korku yaĢıyordu. "Nejat gelmemezlik eder mi?" Bu soruya Ģiddetle karĢı çıkıyor, "Asla" diyerek cevabını kendisi veriyordu. Ne yazık ki saatler geçtiği halde ortalarda hiç kimse yoktu. Birden Ayvalık tarafından gelen bir arabanın ıĢıklarını gördü. "Nejat kendini göremeyip de Ayvalık'ın içine gitmiĢ olmalıydı. Acele ile ve çok güçlükle arabaya doğru yürüyüp, el sallamaya baĢladı. Araba önünde durdu. Ġçinden genç bir erkek indi. Hümeyra gücünün yettiğince yüksek bir sesle bağırıyordu, "Nejat nerede kaldın hayatım? Çok üĢüdüm ve korktum!" Genç adam yanına kadar geldi, "Hümeyra sen misin? Burada ne arıyorsun? Kime sesleniyorsun?" diye arka arkaya bir sürü sual soran genç adamın sesi tanıdıktı. Hümeyra baĢını kaldırdı. Bu Abdullah Mısırlı idi. Hümeyra'nın baĢı birdenbire dönmeye baĢlamıĢtı. Ayaklarının üzerinde du-ramıyordu. Arabanın far ıĢıkları baĢının üzerinde kavisler çizerek dönüyordu. ġimdi de her taraf zifiri karanlığa gömülmüĢtü... Çamurların içine yığıldı. Abdullah hâlâ ĢaĢkın, yerde ^y^n Hümeyra'ya, elindeki valize ve üzerindeki kıyafete bakıyordu. Birden ara- ba dururken Hümeyra'nın söylediği ismi düĢündü. Ne olduğunu hatırlayamadı ama kesin Abdullah değildi. Fısıltı halinde "Bu kız kaçıyordu. Ġsmini söylediği çocuk kim ise onunla olmalı" dedi... "Ailesinin baskısından ve tabii benden" diye ilave etti. Bir an onu öylece bırakıp, gitmeyi düĢündü. Sonra vazgeçti. Ailesinin de durumu bilmeye hakkı vardı. Ayrıca hiçbir insan ve hiçbir Müslüman, yardıma ihtiyacı olan birine arkasını dönmemeliydi. Ġshak paĢa bunu hep söylerdi. Üzerinden çamurlu sular süzülen Hümeyra'yı kucaklayıp, arabanın arkasına uzattı. Valizini ve el çantasını da koltuğun önüne koydu. Saat geceyarısına yaklaĢıyordu. Abdullah, Hümeyra'yı kucaklayıp bahçe kapısından içeriye girdi. Konağın giriĢ kapısını hırsla tekmeledi. Fındık kulübesinden çıkmıĢ, havlayarak Abdullah'ın pantolon paçasına yapıĢmıĢtı. Kapıyı ilk açan Melahat bacı olmuĢtu. "Ne oluyor, ne var?" diye sorarken pijama ile karısının odasından fırlayan Derman bey, arkasında da Süheyla hanım belirdi. Abdullah, "Ben mert ve asil bir insan olduğum için, bu aĢifteyi sokak ortasında bırakamadım. Alın emanetinizi," diyerek Hümeyra'yı antreye bıraktı. Bici acele ile Hümeyra'yı yarı sürükler vaziyette büyükninenin odasına taĢırken, Derman bey ĢaĢkın, "Sen ne diyorsun, * f\ * Abdullah bey? Hümeyra odasında yatıyor. Zaten hastaydı. O getirdiğin acayip kıyafetli kadını tanımıyorum," dedi. "Her açıdan hasta olduğu kesin. Sizden ve beğenmediği benden kaçıyordu. Zannederim dostu ile. Ve büyük bir ihtimalle ekilmiĢ. Ehh, böyle kızların soıjujh^p budur," diyerek arkasını dönüp, hızla uzaklaĢtı. Hem Derman bey, hem de Süheyla hanım, donmuĢ gibiydiler. Abdullah'ın her sözü bir Ģamar gibiydi. Onlar, özellikle Derman bey, olanları kavramakta çok zorlanıyordu. Birden hızla merdivenlere koĢtu. Ġki dakika geçmemiĢti ki elinde av tüfeği ile koĢarak geldi. Melahat bacıya bakarak, "O aĢifteyi nereye soktun?" Hâlâ öylece duran Süheyla hanım, "Derman bey, bir de kızımızı dinleyelim. Hiç tanımadığımız bir adamın sözü ile bu kadar infial olmaz. Allah da kanunlar da yargısız infaza karĢıdır," dedi. Derman bey bunları hiç duymuyordu. Elinde tüfek ile büyükninenin odasının kapısına yaklaĢtı. Ve tekme ile vurmaya baĢladı. Büyük nine içeriden titreyen sesi ile bağırıyordu, "Bütün bu olanların sorumlusu sensin. Bu odaya adım atarsan, seni ömür boyu süründürürüm. Sefalet ile sokaklarda ölürsün!" Melahat bacı göğsüne bastırdığı Hümeyra'nın giyecekleri ile öylece bakıyordu. Nine bağırmaya devam ediyordu, "Belki de ölmüĢ. Ġstersen açayım kapıyı da bir daha öldür. Hem bütün Ayvalık'a rezil ol hem de hapishanelerde çürü. Kızın suçu ne? Tanımadığı, sevmediği bir adamla evlenmek istemiyor. Büyük bir ihtimalle Ġstanbul'daki evimize gidiyordu. BaĢka nereye gidebilir?" Derman bey biraz durakladı, "Tamam, kendine gelinceye kadar bekleyeceğim." sonra yapacağı ilk hatada hiçbir güç beni durduramaz. Onu gözümü kırpmadan gebertirim. Süheyla, Melahat bacı, dikkat edin. Eğer bu evden adımını atarsa siz ikiniz sorumlusunuz. Yapamayacaksanız kapının önüne iki kiĢi dikeyim." Tüfeği elinde merdivenlere doğru Bir taraftan da düĢünüyordu, miydi? Tuhaf bir korkuya kapıldı. Bu du? Üzüntü mü? Pek anlayamıyordı Hem Süheyla hanım, hem de Melahat bacı ikisi bir ağızdan, "Tamam, asla dıĢarıya çıkmasına izin vermeyiz," dediler. Derman bey odasına doğru giderken, Melahat bacı ve Süheyla hanım, büyükninenin odasına girdiler. Sapsarı bir yüzle, çamura bulanmıĢ elbiselerin içinde yatan Hümeyra'yı soymaya ve üstünü değiĢtirmeye baĢladılar. Cansız gibiydi. Büyüknine bağırdı, "O yeni alman Ģey neydi? Onu getirip yakın! Bir ıhlamur kaynatın!" Melahat bacı koĢuĢturup duruyordu. Büyükhanımın yeni alınan Ģey dediği Türkiye'de henüz kullanmaya baĢlayan elektrik sobasıydı. Büyükhanımın odasında sallanan bir koltuk, bir kanepe, bir de geniĢ, iki kiĢilik pirinç karyola vardı. Temiz çamaĢır ve temiz bir gecelik giydirilen Hümeyra'yı kanepeye yatırıp, üzerine bir battaniye örttüler. Süheyla hanım elindeki limon kolonyası ile elleriyle baĢını ovuyor, arada bir kolonyayı burnunun önüne sürüyordu. Hümeyra'nın rengi biraz düzelmiĢ gibiydi. Ama henüz gözlerini açamamıĢtı. Büyüknine, "Hekimi çağıralım. Gözümün önünde gülümün solmasına dayanamam," dedi. Süheyla hanım, duvardaki çalar saate baktı, "Nineciğim yarı geceyi geçti. Hekim beyi bu saatte uyan- _ dırmayalım. Neler olduğunu biliyoruz. Sabaha kadar gö-Q^ zünü açmazsa, çağırırız," dedi. Gün ıĢıyıncaya kadar Hümeyra cansız gibi yatmaya devam etti. Büyüknine, Süheyla hanım ve Bici baĢında gözyaĢı dökerek beklediler. Büyüknine arada bir bildiği bütün duaları okuyor, Allah'a çok sevdiği torununu kendisine bağıĢlaması için yakarıyor, Derman beye lanetler yağdırıyordu. Birden hepsi Hümeyra'nın baĢına toplandı. Göz kapaklarını oynatmaya, bir Ģeyler mırıldanmaya baĢlamıĢtı. Süheyla ha nım kulağını Hümeyra' nın dudaklarına yaklaĢtırdı. y?2 "Nejat geldin mi? Nejat geldin mi? Nejat geldin mi?" diye tekrarlıyordu. Süheyla hanım elini soğuk suya batırıp, Hümeyra'nın yüzünü ıslattı. Bunu uzun süre devam ettirdi. Hümeyra yavaĢ yavaĢ güzel gözlerini açtı. "Anne, anne, sen misin? Ben neredeyim?" Süheyla hanım kızının elinde tuttuğu ellerini öperek, "Yavrum evindesin. Korkma!" Hümeyra'nın en korktuğu Ģey bu olaylardan sonra, evinde, daha doğrusu babasının yakınında olmaktı. Arkasını duvara doğru dönmeye çalıĢırken, "Nejat? Peki Nejat nerede? Beni eve o mu bıraktı? "Yavrum Nejat'ı görmedik. Bunları sonra konuĢuruz. Hadi uyu," dedi. Büyüknine Hümeyra'nın yanına oturup, saçlarını okĢamaya baĢladı. Bir taraftan da Tanrıya Ģükrediyordu. Hümeyra üç gündür hemen hemen aynı vaziyette yatıyor, her çalan telefona, kapı tıkırtısına kulaklarını dikiyor, Nejat'ı veya Nejat'tan gelebilecek bir haberi bekliyordu. Bu müddet zarfında, annesinin kolunda birkaç defa tuvalete gitmiĢti. Hiçbir Ģey yemediği gibi sık sık da kusuyordu. Büyüknine bu sabah yine kusmak için Melahat bacının kolunda tuvalete giden Hümeyra'ya gülerek baktı. Gayesi biraz Ģaka yapıp onu güldürmekti, "A yavrum, senin yerinde baĢkası olsa bebek mi bekliyorsun diye sorardım. Bu ne hal böyle? Hiçbir Ģey yemeden devamlı çıkarıyorsun? Nane limon da fayda etmedi," dedi. Hümeyra birdenbire ayakta donmuĢ gibi-durdu. Göz bebekleri büyümüĢ gibiydi. Elini karnının üzerine getirdi. "Aman Allahım, ben geçen ay adet görmedim," dedi. Birdenbire hıçkırarak kendini yatağa attı. Odadakiler donmuĢ gibiydi. Nine endiĢelenmeye baĢlamıĢtı. "Acaba böyle bi^^y olabilir miydi?" Melahat bacı ile Süheyla'ya döndü, "Siz dıĢarı çıkın!" dedi Sonra Hümeyra'nın yanma yaklaĢtı. 2 "Bak kızım, senden asla böyle bir hareket beklemiyorum. Ama eğer yaptıysan, hemen gerçeği söyle! Söyle ki, Ayvalık'ta rezil olmadan, baban bir çılgınlık yapmadan bu iĢe bir çözüm bulalım." Hümeyra ninesinin yüzüne bakamıyordu. Gözlerini yerdeki halıya dikerek, "KeĢke ölsey-dim de sizi bu duruma sokmasaydım." Nine panik içinde, "Yani, yani, yaptım mı, diyorsun? Beni sükûtu hayale uğrattın Hümeyra..." Hümeyra cevap vermedi. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Nine bastonuna dayanarak zorla ayağa kalktı. Seksen yılın düĢüremediği omuzlar çökmüĢ, beli iyice bükülmüĢtü. "Bu iĢte benim de hatam var. Gencecik bedenlerin ihtiraslarını kontrol altına alamayacaklarını düĢünmeliydim. Bir iliĢkiye bu kadar destek vermemeliydim" diye düĢündü. Yatağının üzerine kendini zorlukla attı. Gözlerini kapatıp, düĢünmeye baĢladı. Bu rezalet nasıl halledilebilirdi? Nejat nerelerdeydi? Bu kadar kaypak olabilir miydi? Ya baĢına bir Ģey geldi ya da karaktersiz çıktı. Ġki durumda da bizim tarafımızdan aranması gereksiz olur. Ondan bir hareket gelmeli! Peki Ģu anda biz ne yapabiliriz? Derman bey bu müddet zarfında tüfeğini hep elinin yakınında tutmaya, evden ayrılmamaya ve konağın çıkıĢını görebilecek yerlerde oturmaya dikkat ediyordu. Yine salonda oturmuĢ, kapıyı da açık bırakarak, büyükninenin odasına girip çıkanları gözaltında tutmaya çalıĢıyordu. Salondaki telefon ısrarla çalmaya baĢlamıĢtı. Derman bey yerinden bile kalkmıyordu. Çünkü onu arayan hiç kim- se olamazdı. Ona göre çevresindekiler, sevimsiz ve kıymet bilmezlerdi. Hatta konuĢmaya değmeyen, basit ve kaba insanlardı. Derman bey hiçbir gün "nisanlar ektiklerini biçer" sözünü dikkate almamıĢ, üzerinde düĢünmeye gerek görmemiĢti. Telefon hâlâ çalmaya devam ediyordu. Derman bey söylene söylene kalktı. Telefon ahizesini eline aldı. Sinirli bir sesle, -Aloo," dedi. KarĢıdan santral memuresinin sesi, "Bir Ankara bağlıyorum efendim," diye cevap verdi. Hemen arkasından yeğeni Suat'ın sesini duydu. Suat ağlıyordu, "Amca, amca, babam kalp krizi geçirdi. Durumu ağır. Numune Hastanesinde. Seni istiyor," dedi. Derman bey, "Peki oğlum," diye cevap verdi ama bu evi bu Ģekilde kime emanet edecekti? Faruk da Suzan ve ailesi ile Antalya'ya gidecek zamanı buldu" diye söylendi. Salonun içinde dolaĢmaya baĢladı. Kendince çeĢitli planlar kurup, sonra vazgeçiyordu. Sonra "Bu hali ile nereye gidecek ki? Zibidi kendisini ekti. Abdullah da burada değil. Olsa da artık onu istemeyeceği kesin" diye karar verdi. Tam o sırada salona Süheyla hanım girmiĢti, "Ne oluyor Derman bey? Ne dolaĢıp duruyorsun?" Derman bey durumu anlattı. Süheyla hanım çok üzülmüĢtü, "Ne duruyorsun? Hemen gitmelisin! Ben nineme bir kahve yapayım, gelip valizini hazırlarım." "Neden Makbule veya Hacer yapmıyor?" "Makbule yemek hazırlıyor. Hacer'in kahvesini de beğenmiyor. Süheyla elinde kahve tepsisi ile ninesinin odasına girdiğinde Hümeyra yine hıçkırarak ağlıyordu. Süheyla hanım merak içinde, "Ne oldu? Yine ne var?" diye so^^. Hemen büyüknine atıldı, "Hiç, hiçbir Ģey yok. Henüz Ģoku atlatmıĢ değil. Zaman zaman bu krizleri yaĢayacak," dedi. Süheyla hanım Derman beyin Ankara'ya gideceğini anlattı. Büyüknine, "Senin de gitmen gerek. Kayınbiraderin iyi insandır. Evde olman gerekmiyor," dedy Büyüknine kafasında tasarladığı planı uygularken, Süh eyla'nın evde olmamasının çok daha iyi olacağını düĢünmüĢtü. Hem kızının 225 V babasız bir bebek beklediğinden haberi olmamalıydı hem de Derman beyin baskılarından kurtulmalıydı. Derman bey ve Süheyla hanım, akĢamüstü Ankara'ya gidecek bir otobüse yetiĢmek için acele ediyorlardı. Süheyla hanım kendisi ve kocası için birkaç günlük ihtiyaçlarını karĢılayacak bir valiz hazırladı. Sonra ev halkına "Allahaısmarladık" diyerek, kızını defalarca öptü. Derman bey ev halkının hemen hemen tümü ile dargın olduğu için kimseye veda etmemiĢti. Ġsmail acele ile onları otobüse bırakıp dönmüĢtü. Çünkü Derman bey, bekçilik görevini Ġsmail'e devretmiĢti. Büyüknine birkaç gün evvel avukat Sabri beyin gönderdiği tapuları ve büyük bir kesenin içinde sakladığı paraları aldı. Bu kesenin içindekiler neredeyse bir servet sayılırdı. Hümeyra öylece ninesini gözetliyordu. Melahat bacı tepsi ile getirdiği yemeği, büyükhanımın önüne çektiği sehpanın üzerine koymaya çalıĢırken, "Hümeyra seriin-kini de getireyim," diyerek kapıya doğru yürümeye baĢladı. Büyüknine seslendi, "Melahat, buraya gel! Siz ikiniz yarın sabah gidiyorsunuz... Ġzmir'e, Narlıdere'ye. Bunlar tapularınız. Kocamın yeğenlerine Hümeyra'yı kendi kızın olarak tanıtacaksın. Damadın yedek subaylığını yaparken, talim atıĢı sırasında Ģehit düĢmüĢ olsun. Eğer doğru dürüst bir doktor ayarlayabilirsehiz bebeği aldırın. Tabii iki ay içinde Nejat'tan bir haber .gelmez ise. Onlara senin hizmetinden çok memnun kaldığım için bu araziyi sana ve kızına verdiğimi, kendilerine de büyükçe bir pay ayırdığımı, söylersin. Kırk yıldır o arazinin gelirini de zaten onlara bırakmıĢtım. Size iyi davranacaklarını zannediyorum. O arazinin içinde çok kocaman bir ev ve ayrıca büyük bir müĢtemilat vardı. Bu anlattıklarım kırk yıl evveline ait bilgiler. ġimdi ne durumdadır bilmiyorum. Ama bu para size yeni bir ev yapar da artar da. Arazinin geliri ise zaten sizi çok rahat geçindirir. Eğer Nejat veya ondan haber getiren biri gelirse yerinizi bildiririm. Yoksa annene dahi söylemeyeceğim. Dayanamaz, yanınıza gelmeye kalkar. Veya baban onu zorla konuĢturur. Baban ile Ankara'ya gitmesi için ısrar ediĢimin sebebi de buydu. Ha Melahat, bana birkaç çeĢit yemek yap. O kızın yemekleri yenmiyor. Süheyla gelinceye kadar idare ederim. Öyle zor Ģeyler değil. Yiyebileyim yeter. Yarın sabah sizi otobüse götürmesi için yine tanımadık bir faytoncu bul. Yol kıyafetlerinizi de ona göre seçin." Hümeyra bu habere sevinmiĢ miydi, üzülmüĢ müydü? Pek belli olmuyordu. Sonra elini karnının üzerinde okĢar-casına gezdirdi. Fısıltı halinde, "Korkma bebeğim! Seni asla öldürmem! Kimseye de izin vermem. Sen Nejat'ımın kanını taĢıyorsun!" dedi. Sabah alacakaranlıkta, Melahat bacı ve Hümeyra, iki büyük bavul ve acayip kıyafetlerle, yine Ziraat Bankasının önünde bekleyen faytona binmek için bahçeye çıktılar. Hümeyra, önce Fındık'a doğru yürüdü, baĢını okĢadı. "Fındık, beni unutma emi?" dedi. Hayvan Hümeyra'nın Q> yüzüne çok tuhaf bakıyordu. Sonra zıplayarak üzerindeki pardösüye tırnaklarını geçirdi. Yüzünde ağlamaklı bir ifade vardı. Adeta Hümeyra'nın gitmesine mani olmaya çalıĢıyordu. Hümeyra ĢaĢırmıĢtı. "Fındık, bırak beni! Gitmem gerek. Buna mecburum," dedi. AmarFndık hiç de bırakmak niyetinde değildi. Melahat bacı kızgın bir sesle, "Haydi oyalanma! ismail veya Hacer çıkabilir." Hümeyra dolu gözlerle çevresine bakındı. Sonra Fındık'ın pardösüsüne geçirdiği tırnaklarını çıkarıp, baĢı- nı okĢadı. Ġki adım attı. Birden geri dönüp, Fındık'ı kucakladı. Melahat bacı, "ġaĢırdın mı? Ne yapıyorsun?" "Fındık'ı da alacağım." "Aman Allah'ım! Tilki giremediği yuvasına, bir deste de çalı sokmaya uğraĢırmıĢ," diye söylenirken, Hümeyra bir elinde valizi, kucağında da Fındık olduğu halde hızla bahçe kapısından çıkıp, iki yüz metre ileride Ziraat Bankasının önünde duran faytona koĢar adımlarla yürüdü. Sokaktaki birkaç baĢıboĢ köpek, Hümeyra'nın kucağındaki Fındık'ı görünce havlamaya baĢlamıĢlardı. Fındık da cılız sesi ile onlara cevap veriyordu. Hümeyra içinden, "Yalnız bizimkileri değil, bütün sokağı uyandıracağız" diyerek koĢmaya baĢladı. Hümeyra faytonun arka tarafına yerleĢti. Fındık havlamayı bırakmıĢ, uslu uslu oturuyordu. Hümeyra kucağındaki köpeği kendisi ile Bici'nin arasına bıraktı. Gözleri dolu dolu çevresine bakmıyordu. Sabahın ilk ıĢıkları altında Ayvalık bir baĢka güzel gözüküyordu. Her yer ve her Ģey yavaĢ yavaĢ canlanıyordu. Aslında Hümeyra bu güzelliklerin pek farkında değildi. Hayatında bir dönemin kapandığını, bundan sonraki dönemin de, bundan daha güzel olamayacağını biliyordu. Köklerini, hayallerini, aĢkını ve hiçbir ıĢık göremediği geleceğini buraya gömüp gidiyordu. Ve tabii hayatında çok önemli bîr yeri olan büyük ninesini ve annesini... Fındık'a doğru baktı, "Ġyi ki benimle gelmekte ısrar ettin Fındık!" dedi. Hayvan daracık yerinde kuyruğunu sallamaya çalıĢıp, Hümeyra'ya biraz daha sokuldu. Nejat, annesi Sevgi hanım ve babası Kenan bey, Nejat'ın bitirme imtihanları sona erer ermez, büyük bir heyecanla alıĢveriĢ yapmaya baĢlamıĢlardı. Hümeyradan "Gelmeyin" haberini aldıktan sonra da heveslerini yitirmemiĢ, daha büyük bir hız ve heyecanla hazırlıklara devam etmiĢlerdi. Çünkü artık sadece niĢan yapmayacak, gelin getireceklerdi. Üçüncü kattaki büyük oda, gelin odası olarak hazırlanmıĢ, en kaliteli mobilyalarla döĢenmiĢti. Sevgili gelinleri çok daha erken gelecekti. Odanın önündeki büyük terasın çevresine, kocaman saksılar içinde çeĢit çeĢit sarmaĢık gülleri yerleĢtirilmiĢti. Terasın tam ortasındaki kamelya yenilenmiĢ, çok moda olan hasır masa ve koltuklar konmuĢtu. Nikâh memuru ayarlanmıĢ, Ortaköy'deki Havuzlu Lido restoranda, yüz kiĢiden oluĢan bir davetli grubu önünde yapılacak nikâh töreni için gereken her Ģey özenle hazırlanmıĢtı. Gelinliği istanbul'un en ünlü terzisine ısmarlanmıĢ, elmas takılar alınmıĢtı. Gelinliği geniĢ bordo Çin iğnesi yatak örtüsünün üzerine itina ile konmuĢtu. Hazırlanan diğer kıyafetler, ayakkabılar, terlikler, gecelikler gardrobuna yerleĢtirilmiĢti. Bütün bu kıyafetler, Leyla'ya dar gelecek Ģekilde hazırlanmıĢtı. Çünkü Hümeyra'nın ölçüsünü tam olarak bilmiyorlardı. Takriben Leyla'dan bir beden daha inceydi. Pazartesi sabah, Nejat arabaya atladığında, "ġu anda benden daha mutlu bir insan olamaz" diye düĢünüyordu. On sekiz yıldır âĢık olduğu, bebekliğini, çocukluğunu, genç kızlığa geçiĢini hayranlıkla ve hasret ile seyrettiği büyük aĢkına kavuĢacaktı. Ailesindeki fertler de onunka^^^ likte bu mutluluğu ve heyecanı paylaĢıyordu. "Ben bu konuda da çok Ģanslıyım" diye karar verdi. Annesi arkasından su dökerek dua etti. Araba vapurundan çıkınca, ıslık- • AY la çaldığı " Mani oluyor, halimi takriKjhcabım'' adlı Ģarkı dilinde, sevgilisinin çimen yeĢili gözleri hayalinde, yoluna devam etti. Mutluydu, umut^ydu ve âĢıktı. Deniz ke- narında bir yerde durarak ızgara ve salatadan oluĢan öğlen yemeğini yemiĢti, gene ıslık çalarak arabasına binmiĢti. Bu yörelerin güzelliğine doyum olmuyordu. YeĢil Bursa görünmüĢtü. Gerçekten yemyeĢildi. Nejat, Hümeyra ile yaĢadığı o muhteĢem geceyi düĢünüyordu. Ġçinden "Kim bilir daha ne muhteĢem gecelerimiz olacaktır" diye geçirdi. Tam o sırada büyük bir gürültü koptu. Arkadan gelen bir kamyon, Nejat'ın arabasına çarpmıĢtı. Hızla sürükleniyordu. Uçuruma doğru gidiyordu. Birden direksiyonu kırdı. Ters yönden gelen bir baĢka kamyonun altına girdi. Araba durmuĢtu ama yarıya kadar kamyonun altında idi. Arabanın üstü iyice çökmüĢ, Nejat içinde iki büklüm kalmıĢtı. Hareket etmek Ģöyle dursun, kıpırdayamıyordu. Yüzünün sağ tarafından ılık bir Ģeyler akıyordu. Ne elini kıpırdatabiliyor, ne de dönebiliyordu. Acaba akan kan mıydı? Rehavet çökmeye baĢlamıĢtı. Uyumak istiyordu. Birden ür-perdi. Ne oluyorum? Ölüyor muyum? diye düĢündü. "Hayır! Hayır! Ben ölemem! Ölmemeliyim! SarmaĢık Gülü bekliyor. Kurtulmam gerek! Gitmem gerek!" diye söylenirken büyük bir patlama oldu. KoĢuĢmalar bağrıĢmalar duyuyordu. Birisi "Ġçindeki genci çıkaralım! Ambulansı bekleyemeyiz. Araba alev aldı" diye bağırdı. Sesler boğuklaĢmıĢ, birbirine karıĢmaya baĢlamıĢtı. KonuĢmaları anlayamıyordu. Gittikçe yavaĢlayan bir uğultu vardı. Nejat "Beni bırakıp gidiyorlar!" diye ürperdi. Bağırmak istiyordu.ama sesi çıkmıyordu. Uğultu da kesilmiĢti. Uykusu vardı ama uyumama-lıydı. Hümeyra bekliyordu. Kıpırdamaya uğraĢıyordu, parmağını bile kıpırdatamıyordu. Uyumak üzereydi. Artık ne ses ne de korku vardı. Büyük bir boĢluk ve karanlık içindeydi. Sanki uçuyordu. Sevgi hanım ile Kenan bey sabah erkenden uyanmıĢ denize karĢı verandada nefis bir kahvaltı sofrası hazırlat efis b mıĢ, oğullan genç doktor ile güzeller güzeli gelinlerinin gelmesini bekliyorlardı. Hiçbir aile gelinlerini böyle istekle, böyle sabırsızlıkla ve böyle mutlulukla beklemiĢ olamazdı. Yalnız Nejat değil, ailenin tümü Hümeyra'ya hayrandı. Sevgi hanım, "Kenan, gelmiĢ olmaları gerekmez miydi?" diye sordu. Kenan bey mutlu bir yüzle, "Hayatım onların ne devirleri? Kim bilir kaç yerde, kaç kere durup el ele, göz göze birbirlerine aĢklarını anlatmıĢlardır. Belki de çok yorulup, bir yerde, bir otelde kalmıĢ, biraz dinlenmiĢlerdir," dedi. Sevgi hanım bu cevabın oldukça mantıklı olduğunu kabul ediyordu ama içindeki bu huzursuzluk neydi? Neden bu kadar korkuyordu? Ġkindi vakti gelmiĢti. Artık üç dört saat sonra düğün yemeği baĢlayacak, misafirler gelecekti. Sevgi hanım ile Kenan bey bir aĢağı bir yukarı dolaĢıyorlar, ne yapmaları gerektiğini bilemiyorlardı. Kenan bey ayağa kalktı, "Sevgi, ben Lido'ya kadar gideyim. Nikâhın ertelendiği, misafirlerin benim davetlim olduğunu, bu gece isteyenlerin Lido'da bir gece geçirebileceklerini söyleyeyim. Hayırlısı ile gelsinler de birkaç gün sonra yeniden, daha güzel bir düğün yaparız," dedi. Kenan bey karısının cevabını beklemeden, acele ile sokağa çıkıp, bir taksi çevirerek bindi. Sevgi hanım artık da- yanamıyordu. Ağlamaya baĢladı. Leyla limon kolonyası ile annesinin Ģakaklarını ovmaya baĢladı. O da en az annesi kadar endiĢeliydi. YatıĢtırmak için bir Ģeyler bulmakta zorlanıyordu. Bu, normal bir gecikme olamazdı. Nejat akĢama nikâhın olduğunu biliyordu. Bu gün Haziranın yirmidördü idi. OdabaĢı ailesi üç gündür uyumamıĢ, Kenan bey telefon ile karayollarının her noktasından haber almaya çalıĢmıĢ, Ġstanbul-Ayvalık arası her yerleĢim yerindeki otelleri ve hastaneleri ara- iniĢti. Birkaç kere, her Ģeyi göze alıp, Hümeyra'nın evini aratmıĢlardı. Santrale Hümeyra'nın fakülteden arkadaĢı, Ksra adını yazdırmıĢlardı. Evdeki genç hizmetçi çıkmıĢ, Hümeyra hanımın evlenerek Mısır'a gittiğini söylemiĢti. Bu habere aileden hiç kimse inanmamıĢtı. Belki de Nejat ile kaçıĢını böyle kapatmaya çalıĢıyorlardı. Ama Mısır nereden çıkmıĢtı? Kenan bey avukat Sabri'yi aramıĢtı. Onun da hiçbir fikri yoktu. Derman bey ve Süheyla hanım Ankara'da idi. Hümeyra hanımın da bir ara rahatsız olduğunu duymuĢtu. Bir de saçma sapan bir dedikodu dolaĢıyordu. Hümeyra Mısırlı bir adama kaçmıĢtı. "Ġsterseniz bir bahane bulup, büyük hanımı ziyarete gidebilirim," demiĢti. Kenan bey ile eĢi, "Hümeyra'dan önce oğlumuzu bulmalıyız. Eğer beraber değillerse o zaman yeniden haberleĢmeye çalıĢırız" diye karar verdiler. Kenan bey, "Bu böyle olmayacak Sevgi, bizzat gidip, oğlumu aramam gerek. Büroma uğrayıp, geleceğim. Sen birkaç Ģey hazırla!" dedi. Kenan bey önce yazıhanesine uğrayıp yardımcısı Bakinin arabasını aldı. Sonra bankadan yüklü bir para çekti. Eve döndüğünde, Sevgi hanımı iki küçük valizle antrede kendisini beklerken buldu. Sevgi hanım, "Ben de gele- ceğim Kenan, burada elim kolum bağlı duramam." e bir C" Yola çıkalı on iki saat olmuĢtu. Bir iki kilometrede bir duruyor, bir kahve, bir trafik polisi veya sohbet eden b kaç kiĢiden, "Bu birkaç gün içinde buralarda bir kaza oldu mu?" gibi sorular soruyorlardı. Artık tek ihtimal bir kazaya kurban gitmiĢ olmalarıydı. Hümeyra hakkında da çeliĢkili haberler almaya devam ediyorlardı. Avukat Sabri son olarak, Kenan beyin otelindeki çalıĢanlardan birinin, bitiĢik evin kızının bir gün evvel sabahın erken saatlerinde bahçede köpeği sevdiğini gördüğünü söylemiĢti. Yani yir görd mi üç Haziranda olmalı. Bu durumda Nejat ile buluĢamamıĢ oluyor. Bunları düĢündükçe Sevgi hanım ve Kenan bey kahroluyor, böyle bir plana ortak olup, teĢvik ettikleri için kendilerini suçluyorlardı. En çekilmez ve en ağır duygulardan biri de büyük acılara suçluluk duygusunun karıĢması ile oluĢuyordu. Bu, taĢınması en ağır yüktü. Geceyarısını geçiyordu. Ancak körfezi yeni dolanmıĢ ve Yalova'ya gelmiĢlerdi. Otobüs garajının yakınındaki bir otele indiler. Bir gecelik bir oda isteyip, acele ile yataklarına uzandılar. Uyumaları mümkün değildi. Ancak dinlenmeye çalıĢıyorlardı. Gün ağarır ağarmaz yerlerinden kalkıp, ellerini yüzlerini yıkadılar. Kenan bey, "Sevgi, birer çay içelim," dedi. AĢağıya indiklerinde danıĢma memuru gözlerini ovuĢturarak, kendilerini karĢıladı, "Bu kadar erken mi, bey? Nereye yetiĢeceksiniz?" Kenan bey, "Çok acele bir iĢimiz vardı. Bize birer çay ver de, gidelim." "Bey, kurban olayım bu aceleden vazgeçin! Yolda acele olmaz. Hele bu Ģeytan icadına binmiĢseniz... Geçenlerde aslanlar gibi bir delikanlı, girdiği kamyonun altından zor kurtarıldı. Aslında kurtarıldı demek de yanlıĢ. Belki de ölmüĢtür. Hemen arkasından araba patladı ve cayır cayır yandı." Sevgi hanım tahta sandalyeye yığılır gibi oturmuĢtu. Kenan bey ĢaĢkın adamın yakasına yapıĢtı, "Hangi gündü? Genç miydi? Adı neydi? Arabası hangi marka idi?" Orta yaĢlı adam hepten ĢaĢkın bir hal almıĢtı. Elini Kenan beyin omzuna attı, "Bey, hele bir otur. Sana bildiklerimi anlatayım. Ama bildiğim fazla bir Ģey de yok. Çok genç ve yakıĢıklıymıĢ. Ceketini de çıkarttığı için, üzerinde kimliği ile ilgili hiçbir Ģey bulunamamıĢ. Araba ise zaten 233 yanmıĢ. O arada kimin aklına gelir ki arabanın markasına bakmak? Yolda duran birkaç hayırsever ve altına girdiği kamyonun Ģoförü, uzun uğraĢlardan sonra Bursa Devlet Hastanesinden bir ambulans getirtmiĢ, oraya götürmüĢler. Sonu ne oldu bilemiyorum. Ne yazık ki görgü Ģahitlerine göre gencin hayatta kalması imkânsız gibiymiĢ." Kenan bey ve Sevgi hanım adamın son kelimelerini duymamıĢtı bile. Acele ile otelin önünde duran arabalarına atladılar. Yarım saat geçmemiĢti ki Bursa Devlet Hastanesinin danıĢmasının önünde, bankonun öteki tarafında duran genç kadını soru yağmuruna tutmuĢlardı. Kadın " Bu tarife uygun bir hasta olmadığını" söyleyip, duruyordu. Sonra bu acı içinde kıvranan anne babaya yardımcı olmaya karar verdi. "Bir dakika, ambulans servisine soralım. Belki onlar bir Ģey biliyorlardır." BeĢ dakika sonra iri kıyım bir adam geldi. DanıĢmadaki memur durumu anlattı. Adam düĢündü, düĢündü, "Ben o gün nöbetçi değildim," dedi. Kenan bey atıldı, "KardeĢim sizin bir kaydınız kuydunuz yok mudur? Bu konular bu kadar hafife alınacak Ģeyler mi?" Adam hafiften çıkmıĢ sakallarını karıĢtırarak, "Ben size o gün nöbetçi olan arkadaĢı bulayım. Bugün onun tekrar nöbetçi olması lazım. Birazcık Ģu bankta oturun. ġimdi nerdeyse gelir." BeĢ dakika bu durumlarda beĢ yıl kadar uzun bir süreydi. Bankta oturmak Ģöyle dursun, yerlerinde bile duramıyor, hastaneye her giren insanı ambulans Ģoförü sanıp, ona doğru hamle yapıyorlardı. Nihayet deminki kirli sakallı adam yanında uzun boylu, genç biri ile gözüktü. vv Genç adam, Kenan beye hitaben, "Evet, ambulansta ben vardım. ArkadaĢın söylediğine göre, sizin aradığınız gençti. Ama çok periĢan durumdaydı. Burada nöroĢuri mi ne? Her neyse beyin hastalıkları bölümü tam donanımlı değil diye acele ile Ġzmir Devlet Hastanesine naklettik. Oraya da ben götürdüm. O zamana kadar yaĢıyordu ama Ģimdi için ümitli değilim." Kenan bey ve eĢi, yine kapıya doğru koĢmaya baĢlamıĢlardı. Bir an önce oğullarına yetiĢmeliydiler. Kenan bey eski arabayı sürmüyor, uçuruyordu. Birkaç kere direksiyon hâkimiyetini kaybetmek durumu ile karĢı karĢıya geldi. AkĢamın altısına doğru izmir Devlet Hastanesinin kapısından içeriye girmiĢlerdi. Doğru nöbetçi hemĢirenin odasına dalıp durumu anlattılar. "Aaa, evet, çok genç bir delikanlı. Hekim Suphi beyin hastası... " HemĢire hemen ayağa kalktı, "Suphi bey hastaneden çıkmadan yakalayalım," dedi. Suphi bey orta yaĢlı, uzun boylu bir adamdı. HemĢire, "Hocam bunlar isimsiz hastanın anne ve babası." Suphi beyin gözlerinde bir endiĢe belirdi, "Yaa... Hastanız yoğun bakımda. Ancak dıĢarıdan görebilirsiniz. O arada size gereken bilgiyi de verebilirim." Nejat tanınmayacak bir haldeydi. Vücudunun her tarafında bir sargı vardı. Sağ yanağı, kulağını içine alacak Ģe- kilde sarılmıĢtı. Sol tarafı morluklar içindeydi. Hareketsiz bir Ģekilde birçok alete bağlı olarak yatıyordu. Sevgi ha- nım ağlamaya baĢladı, "Yavrum! Yavrum! Damatlığın rünüĢü değil! Oğlum yaĢayacak mı? Hekim bey?" Suphi bey bu soruya nasıl cevap vereceğini bilemiyordu, "Bakın, ben hiçbir hastama ömür biçmem, biçemem. Bugüne kadar iki beyin ameliyatı geçirdi. Görünürde bir bekliyordu. Bu hallere mi düĢecektin Kenan bey, "Sevgi, biraz sakin ol! Ģey kalmadı ama beyin ne gibi hasar görmüĢ? Onu Ģimdiden kestirmek kolay değil. Ayrıca iç kanaması vardı. Onu da durdurduk. Omurilikte bir Ģey bulamadık ama kırıklar da çok fazla. Yüzündeki sargılardan korkmayın. ĠnĢallah hayata dönsün de onlar zaman içinde kaybolabi-lecek Ģeyler," dedi. Kenan bey, "Peki, Ģöyle sorayım, yaĢama ihtimali var mı?" "Maalesef çok, çok az. Bir mucize gerek, inanın elimden geleni yapıyorum. Tabii önemli olan sağlıklı, kendi kendine yetecek bir durumda yaĢaması. Bu vaziyette yatağa bağlı yaĢamak sayılıyorsa, uzun süre böyle kalabilir. Bu durumdan çıkarabilmek için her türlü çabayı gösteriyoruz." Sonra hemĢireye döndü, "Gül hemĢire, hasta hakkındaki kimlik bilgilerini kaydedin. Benim çıkmam gerek. Yarın sabah görüĢürüz," dedi. HemĢire Gül, Kenan beye hitaben, "Lütfen benimle gelebilir misiniz? Hanımefendi siz de Ģu banka oturun, düĢeceksiniz. Önce sizin tansiyonunuza bakmam gerek. Bir de teskin edici vereyim," dedi. Hümeyra eski otobüsün en ufak bir kasiste zıplaması ile hemen elini karnına götürüyor, karnındaki bebeği tutmaya çalıĢıyordu. O, Nejat ile kendisinin bebeğiydi. Bir ömür yaĢanacak bir aĢkı, sadece bir geceye sığdırmıĢ, meyvesini de almıĢlardı. Hümeyra için baĢka bir hayat olamazdı. O artık bebeğini büyütecek ve ömrünün sonuna kadar Nejat'ı bekleyecekti. Bunu düĢ^^^^en içindeki bir yerin yanmaya baĢladığını hissediyordu. "Benim aĢkımın baĢına muhakkak kötü bir Ģey geldi. O, beni asla bu vaziyette bırakmazdı. Bırakamazdı" diye düĢündü. Kendi iç dünyası ile o kadar meĢgul, o kadar doluydu ki, beĢ altı saatlik yolu nasıl geldiğinin, nerelerden geçtiğinin farkın da bile değildi. Nejat yanında olmadıktan sonra, yerin, zamanın hatta yaĢamanın ne önemi vardı ki? Bu düĢüncelere fısıldayarak cevap verdi, "Ama ben yaĢamak zorundayım. Ġçimdeki Nejat'ı büyütmek için" dedi. Narlıdere yeĢilliklerle kaplı bir yerdi. Tek tük apartman denen zamanın moda binaları vardı. Henüz yerleĢim yeri özelliklerini taĢımıyordu. Bağlar ve bahçelerle doluydu. Hümeyra da Bicide buna ĢaĢırmadılar. Zaten gidecekleri yer, uçsuz bucaksız bir çiftlik olacaktı. Hümeyra, "Daha iyi, gözlerden uzak çocuğumu büyütürüm. Tanıdık bir çift göz, onu çok rahatsız edecekti. Taa ki Nejat beni buluncaya kadar" diye düĢündü. Bici elindeki adres yazılı kâğıdı çıkardı. Narlıdere, sahil yolundan üç yüz metre ilerideydi. Sonra sola doğru giden dar, ağaçlıklı yola sapılacaktı. Büyük bir çiftlik kapısı ile karĢılaĢmaları gerekiyordu. Burada ne duvar ne de kapıya benzer bir Ģey yoktu. Sadece büyük bir bahçe, çevresinde de ara ara yıkık duvar kalıntıları vardı. Duvar olmayınca bir kapı da söz konusu olamazdı. Otobüs garajından bindikleri eski taksinin Ģoförü indi, "Abla ben Ģu içerideki eve bir sorayım," dedi. ġoför on dakika sonra yanında uzun boylu ve uzun bı- Q^ yıklı çekirdek gibi iki küçük siyah gözü olan, otuz, otuz beĢ yaĢlarında biri ile geldi. Adam itici bir görünüĢe sahipti. Ġnsana itimat telkin etmiyordu. Küçük gözlerinde Ģeytani bir bakıĢ vardı. O böcek gibi gözler durmadan Hümeyra'ya doğru kayıyordu. Adam yolcuları inceledikten sonra, "Adres burası ama biz kimseyi Bee^emiyorduk," dedi. Bici arabadan valizleri almaya uğraĢırken, "Evet, çok acele yola çıktık. Büyükhanım size haber veremedi." "Büyük hanım kim?" "Süheyla hanımefendi. Sizin büyük amcanızın eĢi..." Adam hiç de memnun kalmamıĢtı. Uzun bir "haaa " çektikten sonra, "Buyurun, buyurun," dedi. Büyük ve bir zamanlar görkemli bir bina olan, ama senelerin verdiği tahribat ile çökmeye yüz tutmuĢ bir eve doğru yürüyorlardı. Çevrede meyve ağaçları vardı. Bir iki kilometre uzakta da üzüm bağları gözüküyordu. Adının ġevket olduğunu söyleyen genç adam, hoĢnutsuz bir sesle bağırdı, "Kız Raziye, misafirlerimiz var. Gel Ģu valizleri al. Orta kattaki büyük odaya götür." Sonra birden Hümeyra'ya döndü, "O iti bahçedeki bir kulübeye bıraksak, ama bizim itler parçalar." Hümeyra kucağındaki köpeğe daha sıkı sarıldı, "Hayır! Hayır! Bırakamam!" dedi Adam yanlarına yaklaĢan ĢiĢman, kısa boylu kadına, "Raziye, bu valizleri yukarıya çıkar. O odadaki balkona da eski bir minder atın. Büyükçe de bir ambalaj kutusu koyun. Bu it orada kalsın. Misafirlerimiz kaldığı sürece idare edeceğiz, ne yapalım?" Bici sinirlenmiĢti, "Biz misafir olarak gelmedik. Artık burada yaĢayacağız," dedi. Adam kıpkırmızı olmuĢtu. "Neee?" diye bağırdı. Sonra devam etti, "Bize hiç sormadan, fikrimizi almadan, böyle bir kararı nasıl alırsınız?" Bici bu adam ile ters düĢmek istemiyordu ama eğer baĢını eğerse, iĢlerinin ve yaĢamlarının zor olacağını hissediyordu. BaĢını havaya kaldırdı, "Bu, büyükhanımın kararı. Zannedersem bu çiftliğin sahibi de o. Kimd en izi n alması gerekiyor? Anlayamadım," diyerek mer^^ç^eri çıkmaya baĢladı. Hümeyra'da arkasından Bici'yi ta kip ediyordu. Büyük, aydınlık bir odaydı. Ö: nünde geniĢ bir balkonu vardı. Balkonun önündeki kocaman elma ağacının bü yük bir dalı balkonun içine kadar girmiĢ, doğal bir göl gelik ve güzel bir görünüm oluĢturmuĢtu. Hümeyra ne odayı, ne çevreyi, ne de baĢka Ģeyi düĢünecek durumda değildi. Balkona çıkıp, çevresini incelemesinin tek sebebi, Fındık'ın orada yaĢayıp yaĢayamayacağını anlamaktı. Yaz olduğu için havalar sıcaktı. Yarın sabah, elma ağacının gölgesinde barınıp, barınamayacağına bakabilirdi. On onbeĢ dakika sonra, evin yardımcısı Raziye yanında beyaz, uzun kıvırcık kirpikleri olan, altı yedi yaĢlarında bir erkek çocuğu ile geldi, "Bu, ġevket beyin en küçük oğlu Turan, köpeği merak etti de. Bunlar da köpeğin su ve yemek kabı." Hümeyra zorlama bir gülümseme ile, "Gel canım, sevebilirsin, ama dikkat et! Yabancılık çekebilir." Raziye ve çocuk gittikten sonra, Melahat Hümeyra'ya döndü, "Adam bizim geliĢimizden hiç mi hiç hoĢlanmadı. Kendi hakkı olmasa bile, senelerdir tümünü kullandığı araziyi bölüĢmek istemez tabii, iĢimiz biraz zor olacak. Büyükhanım için "yaĢamıyor artık" diyelim." Hümeyra korku ile bağırdı, "Hayır, asla, ninem için öldü diyemem." "Kızım, Allah'ın verdiği ömrü ne söylersen söyle, değiĢtiremezsin. Oralara gitmeye kalkar. Ve hemen burada oj^^ olduğumuz meydana çıkar. Niçin buralara geldiğimizi biliyoruz. Artık duygusallığı biraz bıraksan iyi olur. Hayat katı insanlara çok daha iyi davranıyor. Bu aileye karĢı da güçlü görünmeye çalıĢ. O bize lütfetmeyecek. Senin büyük ninen onlara lütfetmiĢ ve de ediyor. Bunu unutma! Yoksa eziliriz." Haziranın otuzu gelmiĢti... Derman bey ve Süheyla hanım Ankara'dan dönüyorlardı. Büyüknine büyük bir sa- vaĢa hazırlanan kumandan gibi, Derman ile nasıl bir ko nuĢma yapması gerektiğini düĢünüyor, yeni cümleler ekleyip, çıkarıyor, konuya baĢka türlü girmeye uğraĢıyordu. Dün avukat Sabri bey uğramıĢ, Nejat'ın baĢına gelenleri anlatmıĢtı. Büyüknine bu habere çok üzülmüĢtü ama Hümeyra'nın yerini de söylemek istememiĢti. Hümeyra bu faciayı duyarsa hem çok üzülecek, hem de ne pahasına olsun Nejat'ın baĢına gidecekti. Sabri beyin anlattıklarına göre yaĢama ümidi ancak binde birdi. Bir mucize gerekiyordu. Bu yaĢarsa büyük bir ihtimalle, beyin özürlü, yani ağır felçli olacaktı. O zaman Hümeyra'nın yerini söylemek de Hümeyra'ya haber vermek de çok gereksiz ve yanlıĢ olurdu. Eğer binde bir ihtimal bir mucize olursa, "Nejat'a nasılsa bir haber uçururum," diye karar verdi. Bahçe kapısından elinde iki valiz, yüzünde üzgün bir ifade ile giren Derman beyi ismail karĢıladı. Elinden valizleri aldı, "Bey baĢınız sağ olsun. Ağabeyiniz, çok iyi bir insandı," dedi. Derman bey gerçekten üzgün görünüyordu. Çevresine bakınırken, "Evet öyleydi, ismail. Sağ ol! Evdekiler nasıl? iĢler yolunda mı?" diye sordu, ismail cevap vermiyordu. Derman bey pirelendi, "Evdekiler nasıl? diye sordum!" ismail kekelemeye baĢladı, "ġeyy, efendim, iyiler. Büyükhanım durumu anlatacak size!" Derman beyin yüz ifadesi birden değiĢti. Muhakkak kötü bir Ģey vardı. O yaĢlı cadının anlatacağı iyi bir Ģey olamazdı. Ayakkabılarını bile çıkarmadan, doğru b^^ük-ninenin odasına girdi. Arkasından da koĢar adımlarla Süheyla hanım gelmiĢti. "Evde ne gibi Ģeyler oldu? Anlat bakalım." Büyüknine bastonunu yere vurdu, *\^Önce bir "iyi akĢamlar" desen nasıl olur?" "Nezaket oyunu oynayamayacağım. Evde neler oldu?" yacağ "Neler olduğunu ben de bilmiyorum. BeĢ altı gün evveldi. Sabah uyandık ki, Melahat ve Hümeyra yok." Derman bey gökgürültüsü gibi gürlemeye baĢladı. Gözlerinden ĢimĢek çakıyordu. Büyükninenin üzerine doğru yürüdü, "Senin yardımın olmadan onlar bu iĢi yapamazlar! Bunu yapmak için maddi, manevi güçleri yoktur," diye bağırırken, iki eli ile büyükninenin boğazını sıkmaya baĢladı. Bir taraftan da söyleniyordu. Seni daha evvel yok etmeliydim!" Derman beyin ağzından köpükler taĢıyor gibiydi. Süheyla hanımın rengi sapsarı olmuĢtu. Eli ayağı titriyor, durmadan kocasına yalvarıyordu. Ağlayarak, "Ne olur Derman? Yapma! Çok yaĢlı, elinde kalacak! Sen de katil olup, ömrünün sonuna kadar hapishanelerde çürüyeceksin!" diye sızlanıyordu. Ġsmail ve Hacer de, büyük-hanımı elinden almaya uğraĢıyorlardı. Derman bey birden ellerini gevĢetti. Büyük hanımı yatağın üzerine doğru itti. Hızla yatağın üzerine düĢen büyükninenin baĢı duvara çarpmıĢtı. Yüzü morarmıĢ, gözleri büyümüĢtü. Hemen Pembe ile Süheyla hanım onu yatağına uzattılar. Süheyla hanım ağlayarak bağırıyordu, "Ġsmail koĢ! KoĢ! Hekim getir!" Ġsmail hızla bahçeye fırlamıĢtı. Derman bey burnundan soluyarak, ikinci kata odasına çıktı. Yarım saat içinde dönen Ġsmail, yanında dâhiliye mütehassısı olduğu halde, büyük hanımın odasına girdi. Hekim bey, "Nedir? Ne oldu? Olayı anlatın!" Süheyla hanım bir iki yutkundu, "Biz Ankara 'da idik. Kayınbiraderimi kaybettik. Yarım saat evvel döndük. Beni görünce kalkıp, sarılmak istedi. Ve düĢtü. Kafası duvara çarptı." Hekim bey bir taraftan Süheyla hanımı dinliyor, bir taraftan da büyükhanımın kalp elektrosunu çekmek için hazırlık yapıyordu. Elektroyu takip eden hekimin yüzü değiĢiyordu. KaĢlarını çattı, "Süheyla hanım, büyük- hanım ciddi bir kalp krizi geçiriyor. Hemen hastaneye, yoğun bakıma almalıyız, eh yaĢını da hesaba katarsak, durum oldukça ciddi. Ambulans çağırmalıyız." Süheyla hanım Hacere döndü, "Hacer çabuk bir çanta al. Bana ve nineme gerekli Ģeyleri koy." Hacer hiçbir zaman Melahat bacı kadar becerikli olamamıĢtı, "Ne gibi Ģeyler?" diye sordu. Süheyla hanım ağzını açmadan, hekim cevap verdi, "Hanımefendi, büyük-hanım yoğun bakımda olacak. Sizi de oraya almazlar. Bu gece için bize emanet edin de, yarın normal bir odaya alındığında siz de gelirsiniz." Süheyla hanım, "Ben Ģimdi de geleceğim. DıĢarıda beklerim," dedi. Süheyla hanım giyinmek için odasına giderken, koridorda bir aĢağı, bir yukarı yürüyen Derman bey önüne geçti, "Nesi varmıĢ?" Süheyla hanım bütün nefreti ile bakarak, "Bir de soruyor musun? Nihayet büyükninemi ölüme göndermeyi basardın," dedi. Derman bey önce irkildi. Sonra merhameti olmayan hırslı insanların psikolojisi ile "Suçlu oydu. Kızımın evden kaçmasına yardım etti" diye düĢündü. DüĢünemediği ve düĢünmek istemediği bir gerçek vardı"; Kızı neden doğup ( büyüdüğü yuvasını, hayallerini, geleceğini bırakarak kaçmak zorunda kalmıĢtı? Bunun sorumlusu kimdi?" Derman beyin için için düĢünerek memnun olduğu ama itiraf çdemediği bir Ģey daha vardı. Artık bu servetin de keyfi sürülme^^dl. Ġhtiyar, cimri, yaĢlı bir kadının eline bakmaktan usanmıĢ, yorulmuĢtu. Süheyla hanım uzun süre, yanında Hacer olduğu halde, yoğun bakımın önünde dolaĢıp, durdu. Bir müddet - sonra, hekim bey yoğun bakımdan çıkarak, Süheyla hanımın yanma yaklaĢtı, "Bakın hanımefendi, bu böyle birkaç saatte halledilecek bir iĢ değil. BitiĢik oda boĢ. Lütfen oraya geçin. BaĢhekim özellikle rahatınızın temini için elimizden geleni yapmamızı istedi. Zaten gerek olursa veya görüĢme imkânı çıkarsa, sizi hemen haberdar ederiz." Geceyarısını çoktan geçmiĢti. Süheyla hanım uyu-mamıĢtı ama bitkindi. HemĢire içeriye girerek, "Süheyla hanım, galiba büyükhanım size bir Ģey söylemek istiyor. Hareketleri ile bu konuda ısrar ediyor." Süheyla hanım hemen yerinden fırladı. Hekim yoğun bakımın kapısında bekliyordu. "Hanımefendi lütfen, çok yormayınız," dedi. Büyüknine bitkindi. Torununu karĢısında görünce rahatladı. Süheyla hanım iyice sokulup, "Nasılsın nineciğim?" diye sordu. Büyük nine, "Hü, Hü, Hü... " diye heceleyip duruyor, sonunu getiremiyordu. Süheyla hanım, "Hümeyra mı demek istiyorsun?" Büyüknine fersiz göz kapaklarını indirerek, "evet" iĢaretini verdi. "Peki söyle sonunu söyle." "Nal, Nal... " Büyükninenin dili iyice ağırlaĢmıĢtı. Galiba Hümeyra'nın yerini söylemeye çalıĢıyordu. Sühe^la^hanım üzerine daha çok eğildi, "Söyle! Nineciğim, nfvfcur? Söyle! Kızımı bulmam gerek." Nine yine "Nal, nal," deyip duruyordu. Birden ağzından köpükler gelmeye baĢladı. Gözleri bir noktaya dikildi. Süheyla hanım, avazı çıktığı kadar bağırarak, "Hekim bey! 243 Ninem, ninem fena!" diye bağırdı. Bir sürü koĢuĢmadan sonra Süheyla hanımı birisi tutarak, dıĢarıya çıkarmıĢtı. "ġok uygulayacağız, ama fazla bir Ģey beklemeyin!" dedi. O uzun gecenin sabahında, öğlen namazı yaklaĢırken hemen hemen bütün Ayvalık halk eski camiye akın etmiĢti. Büyüknine, ailesi, davranıĢı, aklı ve yardımseverliği ile bir Osmanlı hanımefendisi idi. Hatta Ayvalık ve yöresinin son Osmanlı hanımefendisi idi. Caminin hocası, büyük hanımın kiĢiliği ve insanlığı hakkında uzun bir konuĢma yaptı. Sonra namazı kıldırıp, duasını okudu. Kalabalık cemaat mezarlığa doğru yürürken, Ayvalık kaymakamı, yanındaki avukat Sabri beye, "Biliyor musunuz, bence büyük hanım bir tarihti. Ayvalık'ta ondan öncesi, ondan sonrası diye konuĢulmalı! Üç güne kalmaz o karaktersiz damat konağı yıktırır, yerine mimari özellikten ve estetikten yoksun bir otel diktirir," dedi. Sabri bey tek kelime ile cevap verdi, "Maalesef öyle!" ĠB zmir Türkiye'nin ılıman iklime sahip illerinden biridir. Bazı kıĢlar kar düĢmeden geçer. Bu yıl da öyle yıllardan biriydi. Kasım ayı sıcak bir bahar ayı gibiydi. Ne yazık ki havanın rutubetli oluĢu nefes almakta sorunları olanların, yaĢlıların ve çocukların yaĢamını zorlaĢtırıyordu. Bu kategoriye acı çekenler ve ümitsiz bekleyiĢ içinde olanlarda dâhildi. Kenan bey ve Sevgi hanım gibi. Artık öyle bir hale gelmiĢlerdi ki, her soluk alıĢın çok daha zor, daha bunaltıcı olduğunu hissediyorlardı. ElveriĢsiz koĢullara, sonu belli olmayan bir bekleyiĢin korkusu ve bir de ümitsizlik ekleniyordu. Bu ümitsiz ve sonu gelmeyen bekleyiĢin, otel ve hastane odalarında devam edemeyeceğini anlayan aile, hastane yakınlarında küçük bir ev tutmuĢ, içini de basit bir Ģekilde döĢemiĢlerdi. Yaz süresince Leylada Ġzmir'e gelmiĢti. Ekim baĢlarında fakültenin açılması ile Leyla, Ġstanbul'a dönmüĢtü. Zaten iki sene kaybı vardı. Bu seneyi de boĢa harcamaması gerekiyordu. Sonra üniversite tahsiline hepten veda etmesi gerekebilirdi. Evdeki yardımcı ve eĢi ile bir müddet idare edeceklerdi. Kenan beyin iĢlerini, bürodaki genç avukatlar baĢarı ile sürdürüyorlardı. Bu konuda bir sıkıntıları yoktu. Zaten kimsenin iĢ güç düĢündüğü de yoktu. Onların aklı fikri, cansız bir Ģekilde yatan Nejat'taydı ve tabii, hiçbir haber alınamayan Hümeyra'da... Kenan bey zaman zaman Derman beyin kızını öldürmüĢ olabileceğini bile düĢünüyor, dehĢete kapılıyordu. Sonra kendi kendini teselli etmek ister gibi, "Hayır! Bu mümkün değil! Evet pek dengeli bir adam değil ama kızını da böyle saçma sapan bir Ģey için öldürmez!" diye karar veriyordu. Bu zaman içinde Ayvalık'tan iki defa avukat Sabri bey gelmiĢ, birçok konuda haberler getirmiĢti ama bunların içinde Hümeyra ile ilgili hiçbir Ģey yoktu. Büyük hanımın Ģaibeli ölümünü, henüz kırkı çıkmadan vasiyetini açmakta ısrar ettiklerini, vasiyetin açılması ile de büyük bir sükût-u hayale uğradıklarını anlattı. Çünkü büyükhanım malının çoğunu, tarihi konak da dâhil, Hümeyra'ya bırakmıĢtı. Büyük bir servetin yeni sahibi olan Hümeyra ise ortalarda yoktu. Konağın yerine otel yaptırmak için henüz büyük-hanımın kırkı çıkmadan müteahhitlerle görüĢen Derman bey iyice zıvanadan çıkmıĢtı. Önüne gelen herkes ile kavga edip, suçluyormuĢ. Bu sefer eĢi hedef tahtası olmaktan kurtulmuĢmuĢ. Çünkü Derman bey ve Süheyla hanım Ankara'dayken, Hümeyra ortadan kaybolmuĢ. Makbule bacı ile beraber olduğu ve bu kaçıĢın büyükhanım tarafından planlandığı tahmin ediliyormuĢ. Derman beyin en büyük korkusu ise, eĢinin kızıpda büyük hanımın kocası tarafından öldürüldüğünü söyleme ihtimaliydi. Bu yüzden Süheyla hanıma karĢı hiç olmadığı kadar nazik ve sevecen davranmaya çalıĢıyordu. Derman bey bozuk karakterine rağmen, içgüdüsel olarak kendini emniyete almasını çok iyi bilirdi. Bütün kötü insanların bildiği gibi... Büyükhanımın ise neden böyle bir Ģey yaptığı ve Hümeyra ile Makbule bacının nerede oldukları ise bir sırdı. Bu sır büyükhanım ile beraber toprağa gömülmüĢ. Ancak patavatsız gelinleri Suzana göre, Hümeyra'nın Abdullah ile Mısır'a gittiği, Melahat bacının da onunla gönderildiği yö- nünde. Bu dedikodu pek mantıklı değil. Mantık sahibi hiç kimse bu fikre rağbet edemezdi. Evlenme imkânı mevcutken, Hümeyranın kaçmaya kalkması çok saçma bir hareket olurdu. Kenan bey ve Sevgi hanım büyükhanımın bu Ģekilde vefatına, özellikle Hümeyra'dan haber alınamamasına çok üzülmüĢlerdi. Kenan bey zaman zaman Hümeyra'yı aramak için çeĢitli yollar düĢünüyordu. Fakat her seferinde, " Oğlumuz böyle cansız yatarken, Hümeyra'yı niçin bulalım? Ve ona ne diyelim?" diyerek bu iĢten vazgeçmiĢlerdi. Karı koca yoğun bakıma bitiĢik odada, gözleri oğullarına takılı, konuĢmadan oturuyorlardı. Hastane personeli ile yakın dost olmuĢlardı. BaĢka türlü bu büyük sıkıntıya nasıl göğüs gerebilirlerdi ki? Gül hemĢire elinde bir reçete ile yanlarına yaklaĢtı, "Kenan bey, bu serumları ve bu ilaçlan almanız gerek. Gece bulmak çok zor olacak. Bence hemen Ģimdi bakabilirseniz iyi olur," dedi. Kenan bey cevap bile vermeden askıdaki gri paltosunu alarak çıktı. Gül hemĢire, Sevgi hanım ile birkaç kelime konuĢmak istediyse de, Sevgi hanımın isteksiz ve içine kapalı tavrı karĢısında, o da uzaklaĢtı. Sevgi hanımın ümidi kayboldukça, yaĢama isteği ve buna bağlı olarak canlılığı da kayboluyordu. Evladının ölü gibi yattığını gören her anne gibi... mak, istiyordu. Sonra bunların asla çare olmadığını düĢünüp, yine ümitsiz dünyasına dönüyordu. Birden ayağa kalktı ve hızla yoğun bakıma girdi. Nejat'ın yanına yaklaĢıp, zayıflıktan kemik yığını haline gelmiĢ ellerini, avuçlarının içine aldı, sıkmaya baĢladı. Bir taraftan da konuĢuyordu. Sevgi hanım bugün gerçekten ç hiye içindeydi. Bazen bağırmak, isy ra hıçkıra ağlamak, bazen de çıkıp "Oğlum! Yavrum! Delikanlı yavrum! Aç artık gözlerini. Sensiz hayat devam edemiyor. Ben ve baban yaĢayan iki ölü gibiyiz. Hümeyra ne durumda, kimse bilmiyor. Eminim o da sensiz olan bir dünyada yaĢamak istemeyecektir. Ne olur? Ne olur? Gayret et! Hayatı ve bizleri bırakma!" Sevgi hanım ağlayarak ve yüksek sesle konuĢuyordu. Böyle ne kadar konuĢtu? Bilmiyordu. Bir ara Nejat'ın kirpiklerinin kıpırdadığını zannetti. Sustu, bütün dikkati ile Nejat'ın gözlerine bakıyordu. Sonra yine ağlamaya ve bağırmaya baĢladı, "Hayal görüyorum iĢte! Delirmeye baĢladım. Yavrum ne olur? Gözlerini aç!" ġimdi de omuzlarından tutmuĢ sallıyordu. Nejat'ın kirpikleri yine kıpırdıyordu. Dudakları da kıpırdıyor gibiydi. Sevgi hanım iyice eğildi. Nejat zor anlaĢılır, güçsüz bir sesle, "Hü... Hü.. " deyip duruyordu. Galiba "Hümeyra" demeye çalıĢıyordu. Sevgi hanım yeniden konuĢmaya baĢladı. Nejat'ın gözleri yavaĢ yavaĢ aralanıyordu... Fısıltı halinde, "Anne!" dedi. Sevgi hanım öylece kaldı. Artık konuĢamıyordu. Tam o sırada içeriye doktor girdi. ġaĢkın bir Ģekilde bağırmaya baĢladı, "Sevgi hanım! Siz çıldırdınız mı? Yoğun bakıma ayakkabılarınızla, maskesiz girmiĢsiniz. Oğlunuzu daha beter çıkmaza sokacaksınız!" Sevgi hanım iĢaret parmağı ile Nejat'ı iĢaret etti. Doktor, Nejat'a dönünce, hayretler içinde bir müddet öylece durdu. Deminki çıkıĢından piĢmanlık duymuĢtu. Sesini iyice yumuĢatarak, "Sevgi hanım, ne yaptınız? Bu beklenmedik bir olay! Gerçek bir mucize! Ġlmin yalamadığını ana sevgisi yaptı," diyerek bağırmağa baĢladı. Doktor gözlerini sonuna kadar açmıĢ, hayretler içinde bir Nejat'a bir Sevgi hanıma bakıyordu. Sevgi hanım ise hem sevinçten, hem de >^ ĢaĢkınlıktan donmuĢ gibiydi. O kadar ĢaĢkındı ki, ne ağlayabiliyor, ne gülebiliyordu. Elinde ilaç torbası ile, yoğun bakımın yanındaki odaya giren Kenan bey ise, Nejat'ın odasından gelen doktorun yüksek tondaki sesi ile irkilmiĢ, kötü bir Ģeyler olduğu düĢüncesine kapılmıĢtı. Ve de çok korkmuĢtu. Elindeki ilaç torbasını tahta bankın üzerine doğru fırlatan Kenan bey, hızla yoğun bakım odasına girdi, "Doktor neler oluyor?" diye bağırdı. Doktor eli ile Nejat'ı göstererek, "Bakın nasıl bir mucize gerçekleĢtiğini siz de görün!" dedi. Nejat gözleri ile çevresini taramaya çalıĢıyor, dudakları kıpırdıyordu. Babası yanına yaklaĢtı. Üzerine doğru eğildi. Nejat, "Hümeyra! Hümeyra!" diyerek, durmadan çevresine bakmıyordu. Kenan bey de, Sevgi hanım da nasıl bir cevap vereceklerini bilemiyorlardı. Bu altı ay zarfında öncelikle düĢündükleri ve temenni ettikleri Ģey, oğullarının hayata dönmesi idi. Döndüğü anda neyi hasıl konuĢacaklarını hatırlarına bile getirmemiĢlerdi. Kenan bey, oğlunun elini ellerinin arasına alarak, "Yavrum, Hümeyra buraya nasıl gelsin ki? Çılgın babasını unuttun mu? Kızcağız dört beĢ defa korkular içinde telefon etti. Ben arada bir arıyorum. Tabii Hümeyra'dan baĢkası çıkarsa konuĢamıyorum. Sen bir iyileĢ, o konuyu sonra halledeceğiz, üzülme!" dedi. Nejat babasını dinlerken, bir taraftan da doğrulmaya çalıĢıyordu. Ne yazık ki çok güçsüzdü. Hemen geri yatmak zorunda kaldı. Bu hareketi birkaç kere tekrarladı. Ne yazık ki iyice yorulup, yatağına uzandı. Doktor yatağın yanına yaklaĢarak, "YakıĢıklı, boĢuna çabalama! Altı aydır sırf serum ile besleniyorsun. Seni te- peden tırnağa elden geçirmemiz ve bünyeni kuvvetlendir memiz gerek. ġimdi seni rahat bir odaya alacağız. Ve hemen tetkiklerimize baĢlayacağız." Doktor, Kenan beye doğru dönerek, "Hastamızı fazla yorduk. Sizlerde evinize gidip, bu mucize için Allah'a dua mı edeceksiniz, ne yapacaksanız yapın! En azından altı aydır hasret kaldığınız rahat bir uyku çekin! Yarın oğlunuzla daha fazla kalabilirsiniz." Kenan bey, "Doktor, hiç değilse oğlumuz yeni odasına yerleĢsin, sonra gidelim," dedi. Sevgi hanım ve Nejat bey bu gece de uyuyamamıĢlardı. YaĢam tuhaf bir Ģeydi, insanlar zaman zaman üzüntüde de, sevinçte de aynı tepkiyi veriyordu. Ağlamak gibi, uyu-yamamak gibi... Ayrıca onları ve yeniden hayata dönen oğullarını bekleyen çok büyük bir sorun vardı. Hümeyra'yı bulmak! Kenan bey çok iyi biliyordu ki, Nejat, Hümeyra'yı asla unutamayacak. Bütün ömrünü onu sevmek ve onu aramakla geçirecek. Tıpkı kendisi gibi... Kenan bey bir ömür Süheyla hanımı sevmeye devam etmiĢti. Bir ömür nerede, nasıl olduğunu merak etmemek için de, evlerinin yanına bir villa yaptırmıĢtı. Gerçi bu yakınlık onu rahatlatmamıĢ, aksine baĢka sorunları ve acıları yaĢamasına sebep olmuĢ, zaman zaman keĢke nerede, ne yapıyor merak <fS O etseydim de, bu dengesiz adamın yanında yaĢadığı kupkuru, sevgisiz, hayatı izjemeseydim. Benim için çok daha kolay olurdu diye düĢünmüĢ, hemen bütün acıları Süheyla ile beraber kendi yüreğinde hissetmiĢti. Evliliğinin dengeli bir Ģekilde, sorunsuz gibi geçmesini ise, güçlü kiĢiliğine ve eĢinin'iyi niyetli, kusursuz bir insan olmasına borçluydu. Bütün bu fikir gelgitleri arası nda dol aĢan Kenan bey, sonuç olarak oğlunun Hümeyra'sız bir hayat yaĢayamaya- a'sız b cağı kararına varmıĢtı. Yine uykusuz bir sabah geçirmiĢlerdi ama mutluydular. Birçok sorun halledilebilirdi. Yeter ki oğulları hayatta olsun... Nejat Ayvalık'ta ki eski villalarının yerinde yükselen otelde, aĢağı yukarı kendi odasının yerindeki süit dairede oturuyordu. Günlerdir aynı Ģeyi yapmakta idi. Yani Hümeyra'nın penceresine gözlerini dikerek, birdenbire Hümeyra'nın balkona çıkmasını hayal ediyordu. Ne yazık ki Hümeyra'nın o narin siluetinin yerinde Suzan'ın Ģekilsiz, hantal gölgesini görüyordu. Bu, onu daha da periĢan ediyordu. AkĢam karanlığı Ayvalık'ı örtmekteydi. GüneĢin son ıĢıkları, denizin mavi suları ile cilveleĢiyor, renk ve ıĢık oyunlarıyla dayanılmaz güzellikler sergiliyordu. Nejat bunların hiçbiri ile ilgilenmiyordu, görmüyordu. Onun için dünyada her türlü güzellik, Hümeyra ile beraberken var olabilirdi. Suzan yine pencerenin arkasınday-dı. Pembe geniĢ elbisesinin içinde, daha da heybetli gözüküyordu. Nejat yüzünü göremiyordu. Ama onun kendisini gördüğünü, çektiği bu acıdan zevk duyduğunu hissediyordu. Hatta emindi. On beĢ yirmi gündür Ayvalık'taydı. Ġlk bir haftasını babası ile beraber geçirmiĢti. Sonra Kenan beyin Ġstanbul'a iĢinin baĢına dönmesi gerekmiĢti. Nejat -Q dönmemekte ısrar etmiĢti ama bütün çırpınmalarına rağmen hiçbir bilgi elde edememiĢti. ġu anda emin olduğu tek Ģey, hiç kimsenin bir Ģey bilmediğiydi... Söylentilerin hepsi, kiĢilerin kendi karakterlerine uygun yorumları veya hayal güçlerinin geniĢliğine göre yarattıkları hikâyelerdi. Birden kapısı vuruldu. Nejat ayağa kalkıp, kapıyı açtı. Gelen Sabri beydi. Sabri bey ile balkona akĢam yemek-^ lerini yerken, bir taraftan da neler yapabileceklerini düĢünüyorlardı. Sabri bey, "Bak Nejat, bu Ģekilde bir yere va- ramayacağız. Bence Hümeyra Mısır veya baĢka bir yere kaçmadı. Bir kaza falan da geçirmedi. Ama saklanıyor. Niye? Kimden? Bunu bilemiyorum. Çünkü Derman bey ve Faruk da köĢe bucak onu arıyorlar. Tabii onların arama sebebi farklı. Merak ettiklerini zannetmiyorum. Bir baba ve bir kardeĢ için bunu söylemek çok acı ama ne yazık ki öyle. Bir yolunu bulup, malı Hümeyra'nm elinden almaya çalıĢacaklar. Hümeyra kendisi bulunmak istemezse zor bulunur. Sen Ġstanbul'a dön ve Amerika'ya gitmek için son hazırlıklarını yap. Baban bu iĢi bırakmayacaktır. Söz veriyorum ben de öyle. Özel bir hafiye veya baĢka bir yolla, her ne gerekirse yapacağız. Orada olabileceğini düĢünmediğimiz halde, baban ile ben, Mısır'a bile birini göndermeyi planlıyoruz. Eğer en ufak bir ipucu bulursak ya hemen seni çağırırız ya da baĢarabilirsek Hümeyra'yı oraya göndeririz. DeğiĢik bir ortam ve sıkı bir çalıĢma, bu Ģartlarda sana da iyi gelebilir. Bir gayen, bir uğraĢın olur. Acını biraz daha kolay yaĢarsın." Nejat'ın gözleri dolmuĢtu, "Bu acı kolay yaĢanacak bir acı değil. Ama söylediklerinin hepsi doğru... Galiba baĢka bir seçeneğim de yok," dedi. Nejat omuzları düĢük, baĢı geriye hafifçe dönük bir vaziyette dev Pan American uçağının merdivenlerinden çıkarken, bir ara durdu. Arkasına dikkatle baktı, dönsem mi? diye düĢünüyordu. Üst basamağın yanında bekleyen hostes ona bakıyordu. "Are you ok?" (Ġyi misiniz?) diye sordu. Nejat tekrar merdivenleri çıkmaya baĢladı. Hala verdiği kararın doğru olup olmadığını düĢünüyordu. Aslında kararın doğru olup olmamasından çok, yapacak bir Ģeyin olmamasından dolayı, Amerika'ya gitmeyi kabullenmiĢti. Uçak baĢını havaya dikmiĢ yükselirken, Nejat'ın da yanaklarından yaĢlar akmaya baĢlamıĢtı. Yarabbi, sevmek bu kadar güzel bir duygu iken, bu kadar acı çekmek reva mı? diye düĢündü. Uçak Madrid'de ikmal yaptıktan sonra tekrar havalandı. Nejat'ın kafasında hep aynı düĢünceler dönüp duruyordu. Gözlerinde ise, Hümeyra'nın Ayvalık'a giderken, otobüsün penceresinden o eĢsiz gözleri ile kendisine bakıĢı vardı. Galiba o, son görüĢmemiz olduğunu hissetmiĢti diye düĢündü. Detroit hava alanına indiklerinde kendisini sudan çıkmıĢ balık gibi hissediyordu. Ruhu ve duyguları Türkiye'de kalmıĢtı. Sadece bedeni buradaydı. Nefes alamıyordu. Ne yapacağını bilemiyordu. Nejat bir haftadır elinde resmi kâğıtlarla oradan oraya dolaĢıyordu. Neyse ki derdini anlatacak kadar îngilizcesi vardı. Bütün iĢlemler güya Türkiye'de tamamlanmıĢtı. Ne gezer? Oradan oraya gönderip duruyorlardı. Görevlilerin kendisine biraz da kuĢku ve ĢaĢkınlıkla baktığını hissetmiĢti. Türk deyince karĢılarında fesli ve uzun etekli insanlar bekliyorlardı. Bunların henüz Büyük Atatürk'ün kurduğu çağdaĢ Türkiye Cumhuriyetinden haberleri yoktu. Nejat bazen bağırmamak için kendini zor tutuyordu. ġaĢırdıkları bir baĢka konu da, bir Türk gencinin böyle bir kurumda Brain & Behavior (Beyin ve davranıĢ) bölümünde ihtisas yapmaya hak kazanmasıydı. Nejat hem koĢuĢturmaktan hem de içinde esmeye devam eden fırtınadan dolayı, çevresinde ne var ne yok pek farkına varamamıĢtı. Üniversite Detroite, dolayısı ile göller bölgesine yakın bir yerdeydi. Yani yeĢilin ve mavinin bol olduğu bir yeryüzü parçasında idi. Büyük bir kampustu. Bina on doku- zuncu yüz yılsonlannda yapılmıĢtı. Pek modem değildi. Ve tabii yirminci yüz yılın tekniği kullanılamamıĢtı. Ama bu noksanlığı gidermeye çalıĢıyorlardı. Mimarisini değiĢtirmeden çağdaĢlaĢtırmaya gayret gösterilmesi bile, binanın görünümünü ve insanlar üzerindeki ağır etkisini değiĢtirmemiĢti. Bir yıl kadar sırf lisan öğrenecekti. Yani seneye ġubata kadar... Nejat çok özlediği halde tatilde Türkiye'ye gitmedi. Yazın verilen hızlandırılmıĢ dil eğitimini alıp, ders yılı baĢında ihtisasa baĢlamak, bir an evvel bitirmek istiyordu. Hümeyra'dan hiçbir haber alınamamıĢtı. Avukat Sabri bey, sözünde durmuĢ, Mısıra kadar bir yardımcısını göndermiĢ, bizzat Abdullah Mısırlı ile görüĢtürmüĢtü. Abdullah Mısırlı "Bu çok mantıksız bir fikir. Ben zaten onunla söz-lenmiĢtim. Bir mesele yüzünden onu terk eden ben oldum. Mısır'a geldikten bir müddet sonra da eniĢtem îshak PaĢayı kaybettik. Zaten yaĢadığım o olaydan sonra kendi memleketimden evlenmeye karar vermiĢtim. ġimdi kral Faruk'un yeğenlerinden biri ile evliyim. Buyurun evime götüreyim, bir çayımızı için. Fazıla da çok memnun olur" demiĢti. Adam, Abdullah'a gerçekten inanmıĢ, Nejat içinden "Yalan söylemesi için gerçekten bir sebep yoktu. Eğer Hümeyra ile evlenmiĢ ise, kim ne yapabilir ki?" diye düĢündü. Babası Kenan bey ve Hümeyra ile kendisinin ortak arkadaĢları, özellikle Esra büyük bir titizlikle bu konunun üzerinde duruyorlardı. Aksatmadan Nejat'a mektup yazı- ümitsizlik getiriyordu. Hümeyra'yı bulma ümidi azaldıkça, çalıĢma temposu artıyordu. Gayesi iyi bir cerrah olup insanlığa faydalı olmaktı. Belki bu yolla kendini daha rahat hissedebilecekti. Zira hayattan baĢka bir beklentisi kal- yorlardı. Ne yazık ki gelen her mamıĢtı. Nejat Amerika'ya geleli iki yıl olmuĢtu. YakıĢıklılığı ve üstün baĢarısı ile bütün dikkatleri üzerinde topluyordu. Özellikle karĢı cinsten asistanlar ve öğrenciler arasında adı "YakıĢıklı Türk," diye anılıyordu. Her zaman çevresinde dolaĢan hayranları mevcuttu. Nejat ise hiçbiri ile ilgilenmiyor, ne yaparsa yapsın Hümeyra'yı aklından çıka-ramıyordu. Bazen Hümeyra'ya benzer birini görüp arkasından koĢuyor, sonra baĢını ellerinin arasına alıp ya ağlıyor ya da saatlerce Hümeyra'yı hayal ediyordu. Türkiye burnunda tüttüğü halde yaz tatillerine bile gitmemiĢti. Türkiye'ye gidiĢte, Hümeyra'yı görememek onu çok daha ümitsiz hale getirecekti. Hem çalıĢması, çok çalıĢması gerekti. Amerika'dan hoĢlanmamıĢtı. însanları kendini çok beğenmiĢti. Aslında ne övünülecek bir tarihleri ne de belli bir ırktan soyları vardı. Hepsi dünyanın bir köĢesinden gelmiĢ insanlar, birden Amerikalı olmuĢlardı. Hayattaki öncelikleri bizlerden çok farklıydı. Örneğin seks, hayatlarında fazlaca önemli bir yer tutuyordu. Bir baĢka tehlikeli konu da gençliği yavaĢ yavaĢ saran uyuĢturucu alıĢkanlığıydı. Amerika belki ekonomi ve endüstride ve hatta ilimde ileri olabilirdi. Ama bir milletin ulus olması için, bazı ortak değerlere sahip olması ve ortak bir tarihi olması gerekirdi. Nejat'a göre Amerika halkında bu yoktu ve olamazdı. Bu sebeple Türkiye Cumhurreisi Sayın Celal Bayar, "Türkiye'yi yakında, küçük Amerika yapacağız" sözü yerine, "Türkiye'yi ekonomik, endüstriyel açıdan donatmak, yani Türkiye'yi büyük Türkiye yapmak" gibi bi r cümle sarf etseydi, çok daha isabetli olurdu. Amerika'ya benzemek, toplumsal değerlerimiz açısından hiç de hoĢ bir durum değildi. Biz bize benzemeliydik. DahaN^ye gitmek, çağdaĢ olmak Ģarttı. Ama asla baĢkalarına benzememeliydik. Nejat, bütün bu yoğun çalıĢmaları arasında Türkiye'deki geliĢmeler ile de ilgileniyordu. Türkiye'deki siyasi geliĢmelere çok üzülüyordu. Üniversite öğrencilerinin bu denli siyasetin içinde olmaları kendi açılarından zararlıydı. Tabii ki memleketlerinin her yönü ile ilgileneceklerdi ama sokağa dökülmeden, tahsil hayatlarını tehlikeye atmadan. Nejat'ın ihtisasını tamamlamasına sadece üç sömestri kalmıĢtı. Yani bir buçuk yıl kadar. Bugün üniversitelerinin 77. kuruluĢ yıldönümüydü. Her yıl yapıldığı gibi bu yıl da göller bölgesindeki bir otelde bir eğlence düzenlenmiĢti. ÇeĢitli yarıĢmalar, piknikler ve son gece de otelin salonunda bir balo yapılacaktı. Bu gibi kutlamalara daha ziyade öğrenciler, genç asistanlar rağbet ediyordu. Hocalardan pek az sayıda katılım olurdu. Nejat her eğlenceye iĢtirak etmiyordu. Gölde yelken yarıĢı ve satranç karĢılaĢmalarını severdi. Hemen hemen her yıl iyi bir derece alıyordu. Bu gibi Ģeyler Nejat için fazla bir Ģey ifade etmiyordu. Sporu severdi ama hiçbir Ģeyden yeterince zevk alamıyor, neĢele-nemiyordu. Gölün manzarası ve çevre bir doğa harikasıy-dı. Bu kadar değiĢik yeĢili ve bitki örtüsünü bir arada görebilmek zordu. Adını bilmediği, kocaman bir ağacın gövdesine sırtını dayamıĢ, gölü seyrediyordu. Göl çevresindeki bitki örtüsünün akisleri ile gölün suyu sanki çeĢitli tondaki yeĢille mavinin karıĢmasından oluĢmuĢtu. GüneĢ ıĢınları sık ağaçların arasından çizgiler halinde gölün üzerine vuruyor, kırmızı ile yeĢilin karıĢımından çok daha değiĢik renkler meydana geliyordu. Gölün hafif dalgalanması ile de, muhteĢem bir görünüĢe bürünüyordu. AkĢamın bu vakti hep büyüleyici olurdu. Nejat gözlerini kapadı. "Bu güzelliğin bile eksik tarafı var. Eğer yanımda Hümeyra ol saydı ve çimen yeĢili gözleri ile arada bir bana baksaydı her Ģey çok daha güzel olurdu" diye düĢündü. Yanına yaklaĢan ayak sesleri ile gözlerini açtı. Yüzünde çok ĢaĢkın bir ifade belirmiĢti. "Aman Allah'ım bu Hümeyra! Bu onun gözleri. Çimen yeĢili gözleri!" dedi. KarĢısındaki genç kıza öylece bakıyordu. Genç kız yarattığı ĢaĢkınlıktan memnun, yüzünde Ģeytani bir gülüĢle Nejat'a yaklaĢtı. Nejat ayağa kalkmak istedi. Kız elini omzuna koyarak, "Lütfen otur, YakıĢıklı Türk!" dedi. Kız konuĢmaya devam ediyordu, "Ben de sizin bölümde asistanım. Aslen Ġspanyol'um. Ama ailem ben küçükken Amerika'ya, Detroit'e yerleĢmiĢ. Adım Rebeca." Nejat kızın söylediklerini pek duymuyordu. Buğulu bir sesi vardı. Etkileyici idi. Ama Hümeyra'nın sesi değildi. GörünüĢ olarak Hümeyra'ya çok benziyor olmasına rağmen arada çok fark vardı. Bu farklar hemen hissediliyordu. "Ben de Nejat, Türk'üm." "Biliyorum. Eksik söylediniz, YakıĢıklı Türk. Fakültede ve hastanede sizi bilmeyen bir genç kız yok. Sizin bildiğiniz bir genç kız da yok zannederim," dedi. Nejat ne diyeceğini ĢaĢırmıĢtı. "O kadar değil. Birçok arkadaĢım var. Ders çalıĢıyoruz, sohbet ediyoruz. Güncel konulan tartıĢıyoruz." "Ben özel bir arkadaĢlıktan bahsetmiĢtim." Nejat baĢını kaldırdı. Rebeka'nın yüzüne dikkatle baktı. Gerçekten Hümeyra'ya çok benziyordu. Tabii davranıĢ biçimi dıĢında... Yine de o çok özlediği çimen yeĢili gözlere bakmaktan kendini alamıyordu. BirdenSöylece ba- kakaldığını fark etti. Genç kız bu durumdan memnundu. YakıĢıklı Türk'ün dikkatini çekebilmiĢti. Nejat, "Adınız Rebeca'ydı değil mi?" Genç kız Ģimdi de biraz bozulmuĢtu. ġimdiye kadar hiçbir genç erkek Rebeca'nın adını unutmamıĢtı. Hatta tanıĢmadan önce öğrenmiĢ olurlardı. "Evet Rebeca'ydı. Gerçekten unuttun mu? Yoksa bu da gizemli olmanın bir gereği iniydi?" Nejat ĢaĢkındı, "Gizemli olmak mı? Benim böyle bir görünüĢüm mü var?" Rebeca gülerek, "Neyse, enteresan bir çocuksun!" derken, Nejat'ın yanına oturdu. Ġyice de sokuldu. YeĢil çimlerin arasında minik sarı bir çiçeği kopardı. Elinde döndürürken, tekrar konuĢmaya baĢladı, "Zannederim seninle değiĢik bir arkadaĢlık yaĢayacağız." Nejat bu kızın yanında olmaktan tuhaf bir mutluluk duymuĢtu. Ama biraz fazlaca pervasız gibiydi. ArkadaĢlıktan öteye geçmek isterse, istemediğim bir durumla karĢılaĢabilirim. Sade ve dürüst bir arkadaĢlığa evet, ama özel bir arkadaĢlığa hayır diye düĢündü. Nejat'ın tek özeli, tek güzeli vardı. O da Hümeyra'ydı. Rebeca Nejat'ın yanında uzun süre oturdu. Cüretkâr bir kızdı. Bir yolunu bulup, Nejat'ın özel hayatına girmeye çalıĢıyordu. Nejat keĢke hiç konuĢmasa, sadece arada bir gözlerine baksam diye düĢündü. Aslında bu buluĢma bir yere kadar isabetli olmuĢtu. Nejat akĢamki balo için yine damsızdı. GeçmiĢ senelerde, arkadaĢlarının damları ile iki dans etmiĢ, sonra bir köĢede öylece oturmuĢtu... Bu sene yanında kendisi istemezse asla yanından ayrılmayacak bir dama sahipti. Rebeca akĢam yemeğine hazırlanmak için iki kız arkadaĢı ile paylaĢtığı odasına çıkarken, Nejatda giyinmek için kendi odasına çıktı. Rebeca odaya girer girmez, kızlar hazırladıkları yirmiĢer doları Rebeca'ya uzattılar. "Al bakalım, basardın! YakıĢıklı Türk ile bu kadar uzun bir zaman geçiren ilk genç kız oldun," dediler. Suzan heyecan içinde, "Sohbeti nasıl? insan sıkılıyor mu? Kendini beğenmiĢ değil mi? Sevgilisi var mıymıĢ?" "Kızlar teker teker sorun lütfen. Sıkıcı değil, gerçekten gizemli, bir o kadar da mesafeli. Özel hayatı konusunda çok ketum... Ama ben onu konuĢturacağım. Bana güvenin." Rita atıldı, "Ya bu gence aĢık olursan?" Rebeca bir an düĢündü. ġimdiye kadar çok erkek arkadaĢı olmuĢtu. Hiç birine bağlanmamıĢ, iliĢki tatsızlaĢınca bırakmıĢtı, içinden aman sen de, buna niye olayım ki7, diye düĢündü. Kendinden emin bir Ģekilde, "Ben âĢık olmam kızlar. Bana âĢık olunur,"dedi. iki kız birden, "Vavvv" diye bağırdılar. Nejat salona erken gelmiĢti. Aslında pek erken de değildi. Her yere zamanında gitmeyi severdi. Tam sekizde salondaydı. Yanında arkadaĢı Tony vardı. Yarım saate yakın bir zamandır sohbet ediyorlardı. Tony kapıyı gözetliyordu, italyan asıllı, etine dolgun kız arkadaĢı Gina gecikmiĢti. "Bu kızlar neden hiçbir yere zamanında gelemezler?" dedi. Nejat, "Bilmem, pek farkında değilim," diye cevap verdi. Ama kendisi de Tony kadar olmasa bile kapıya b maya baĢlamıĢtı. Kapıda Rebeca ve oda arkadaĢları gözüktü. Rebeca ateĢ kırmızısı dar bir elbise giyinmi Ģti. Nejat'ın yanına yaklaĢtı, "ArkadaĢım Suzan ve Rita." Sonra kızlara dönüp gülümseyerek, "Bu bey ile tanıĢtırılmamıĢ olabilirsiniz ama hepinizin onu tanıdığına eminim. YakıĢıklı Türk Nejat," dedi. Nejat elinde olmadan Rebeca'yı inceliyordu. Kırmızı elbise çok yakıĢmıĢtı. Boyu Hümeyra'dan biraz uzundu. Dudakları daha dolgundu. Vücudu muntazamdı ama kemikli gibiydi, Hümeyra'nın kadınsı, yuvarlak hatları yoktu. Gözlerinin çevresine sürdüğü açık yeĢil far, gözlerinin güzelliğini ve yeĢilini daha çok meydana çıkarıyordu. Nejat birden irkildi. Bugün tanımıĢ olduğu bu pervasız kızı neden Hümeyra ile kıyaslıyordu? Hümeyra'nın eline kimse su dökemezdi ki. Gençler, ellerinde kolalar ve tabaklarında çeĢitli aperatifler ile sohbet ediyorlardı. Çok güzel bir slow parça çalınıyordu. Rebeca birden elindeki tabağı yanındaki masanın üzerine koydu. Sonra Nejat'ın elindeki tabağı kaparca-sına aldı, kendi tabağının yanına koydu. Nejat'ın elini tutup, piste doğru sürükledi. Bu hareketi o kadar ani yapmıĢtı ki, Nejat itiraz etmeye vakit bulamamıĢtı. Ġçinden itiraz etmek ayıp olurdu diye düĢündü. Rebeca'nın boyu ayağındaki yüksek topuklu pabuçlar ile Nejat'a yakın gibiydi. Vücudunu yavaĢ yavaĢ Nejat'ın vücuduna yapıĢtırıyordu. Nejat bir an kendini Hümeyra'nın kollarında düĢündü. En son kendisi için tasarladıkları erken mezuniyet kutlamasında danset-miĢlerdi. O geceyi hatırlayınca bütün vücudunu ateĢ bastı. Sonra ĢaĢkın bakıĢları ile Rebeca'ya baktı. Sanki tanımı-yormuĢ gibi bakıyordu. Rebeca'yı kendinden uzaklaĢtırdı. Rebeca ĢaĢkın, "Ne oldu? Ne var?" diye sordu. "BaĢım dönüyor, bir parça oturalım," dedi. t'ın yanında ot DönüĢ yolunda da Rebeca Nejat'ın yanında oturmuĢtu. O akĢamdan sonra Nejat çok daha mesafeli olmak için dikkat sarf ediyordu. Rebeca sıkça Nejat'ın bu tuhaf davranıĢlarını düĢünüyor, sağlıklı bir yorum yapamıyordu Kendisi de bu ana kadar sergilemediği bir tarz içindeydi. Evet Nejat'a yaklaĢmak, onun ilgisini çekebilmek için kız arkadaĢları ile iddiaya girmiĢti. Ve de baĢarmıĢtı. ġimdi bu tuhaf çocuğun anlaĢılması güç hallerine katlanmak zorunda değildi. Ġtiraf etmekten korksa da, o da Nejat'ın çekim alanı içine girmiĢti. Nejat'ın yanında olmak tuhaf bir mutluluk ve hatta tat veriyordu. Erkek arkadaĢlarının yanında çok çeĢitli duygular yaĢamıĢ, onları arzu etmiĢti. Ama bu çok daha değiĢikti. Tam tahlilini yapamıyordu. Otobüste yan yana oturuyorlardı. Pek konuĢtukları söylenemezdi. Ġkisi de doğanın muhteĢem güzelliğini seyrediyordu. Burası NakkaĢtepe'den inerken on metrede bir değiĢen eĢsiz tabloları ile Ġstanbul boğazını hatırlatıyordu. Orası kadar muhteĢem olmasa da güzeldi. Hatta çok güzeldi. Nejat birden memleketini, ailesini, herkesi, özellikle de Hümeyra'yı çok özlediğini düĢündü. Hümeyra'yı her hatırlayıĢında, yanındaki genç kız onun suçluluk duymasına sebep oluyor ve "git yanımdan!" dememek için kendini zor tutuyordu. Nejat son altı aydır hastane odasında, ameliyathanede, amfide, hatta sokakta, kafede, nerede olursa olsun Rebeca'yı yanında görmeye alıĢmıĢtı. Hatta nadiren yalnız kaldığı zamanlarda bir eksiklik hisseder gibiydi. Hümeyra'ya olan tutkusunda bir azalma yoktu. Aksine hasret, içinde her geçen gün kapanması zor bir yara açıyordu. Fakülte hastanesinde yedi sekiz ayı kalmıĢtı. BeĢ yıl evveline döndüğünde, sadece çalıĢmakla geçen, acı dolu seneler görüyordu. Rebeca'yı tanıdığından beri arada sı- rada tebessüm etmeye baĢlamıĢtı. Bu, Nejat için iyi bir geliĢmeydi. Ne yazık ki değiĢimler tuhaf bir suçluluk duygusu hissetmesine sebep oluyordu. Hocası ünlü George Brown, Nejat'ı çok beğeniyor ve güveniyordu. Son ame- liyat ile beraber, yedi sekiz önemli beyin ameliyatını sırf Nejat'a yaptırmıĢ, kendisi sadece gözlemci olarak bulunmuĢtu. Nejat'a Ģimdiden Amerika'daki çeĢitli üniversitelerden çeĢitli teklifler gelmeye baĢlamıĢtı. Bu tekliflerin hepsi, Nejat'ın Amerika'da kalmasını amaçlayan, reddedilmesi zor, cazip imkânlardı. Nejat hepsini reddediyordu. O, beĢ yıldır görmediği memleketine koĢacak, nerede olursa olsun Hümeyra'yı bulacak ve kendi vatandaĢlarına hizmet verecekti. Bugün asistan arkadaĢları ile Detroit'e gitmeyi planlamıĢlardı. Ġki günü gezerek geçirecekler, boĢa zaman harcama lüksünü yaĢayacaklardı. Nejat beĢ yıla yakın bir zamandır Amerika'da olduğu halde, hiçbir yeri gezmemiĢ, çalıĢmanın dıĢında hiçbir Ģeye zaman harcamamıĢtı. Tabii Hümeyra'yı düĢündüğü zamanların dıĢında... Bu, belki de yirmi dört saatin en büyük dilimi oluyordu. Rebeca'yı tanıdıktan sonra biraz rahatlamaya, çevresine bakmaya, arada bir eğlenmek içinde zaman ayırmaya baĢlamıĢtı. Bu, kiĢiliği açısından çok iyiydi. Ne yazık ki Nejat bu durumdan üzüntü duyuyor, Hümeyra'ya ihanet ediyormuĢ gibi yorumluyordu. Yani bu mesafeli arkadaĢlık (ki mesafeli ol^^S ması için Nejat büyük bir çaba sarf ediyordu) Nejat'ı döndürmeye, Rebeca'yı da daha durgun, daha ölçülü yaĢamaya alıĢtırmıĢtı. Rebeca'nın bütün arkadaĢları ĢaĢkındı. Bu uçarı ve Ģımarık kız nasıl böyle hareket edebiliyordu? Onlara göre Rebeca sırılsıklam âĢık^^ORebeca'ya göre ise, doğru olanı ancak Nejat'ı tanıdıktan sonra kavramıĢtı. Eh, artık deli gençlik yaĢını da geçirmiĢti. Artı iyi Ģeyler alabileceği arkadaĢlıkları tercih ediyordu. Rebeca çevresine bu arkadaĢlığı böyle izah etse de, aslında öyle olmadığı nı, gerçekten Nejat'ı çok arzu ettiğini, her gece yatmadan kendisini onun kollarında hayal ettiğini, ne yazık ki Nejat'ı kurallarının dıĢına çıkaramadığını, bunun için fırsat kolladığını biliyordu. Detroit'e Rebeca'nın arabası ile gideceklerdi. Rebeca arabayı kendi kullanmak istememiĢ, direksiyona Tony'nin geçmesini, yanına da kız arkadaĢı Rita'nın oturmasını istemiĢti. Kendisi Nejat ile beraber arkaya oturmuĢ, yanlarına da melez bir zenci olan Suzan'ı almıĢtı. Rebeca ortada idi. Tabii iyice Nejat'a yaklaĢmıĢtı. Sürdüğü Ģahane parfüm ve vücudunun ılıklığı ile Nejat'ın baĢını döndürmeye çalıĢıyordu. Nejat gerçekten etkilenmiĢti. Hafif bir sarhoĢluk içindeydi. Sonra kendi kendine kızdı. Pencereye doğru hafifçe çekildi. Manzarayı seyretmeye baĢladı. Önde Tony ve Rita bu geceyi nerede geçirebileceklerini konuĢuyorlardı. Rebeca atıldı, "Bizim evde kalabiliriz. Ailem Ģu anda Ġspanya'da... Babamın iĢleri varmıĢ. Ev geniĢ, hepimizi alır." Bu teklifi herkes çok beğenmiĢti. Nejat'ın içindeyse bir korku vardı. Her gün biraz daha zayıflayan iradesine gü-venemiyordu. Açıktan açığa itiraz etmek için geçerli sebebi de yoktu. Bütün günü dolaĢarak, alıĢveriĢ yaparak geçirdi- çoğunu zümrüt taĢlarla süslü bir takı setine yatır tı. Hümeyra'sını bulduğu zaman elleri ile takacaktı. Tam gözlerinin rengindeydi. Rebeca ilk önce bu takıyı kendisi için seçtiğini zannetmiĢ, büyük bir mutluluk duymuĢtu. Nejat'a yaklaĢarak, "Bu özel birine mu^?" diye sormuĢ, ler. Nejat belki bir daha Detroit'e gelemem düĢüncesi ile Ġstanbul'daki yakınlarına hediyeler bile almıĢtı. Parasının Nejat uzaklara bakarak "Evet çok özel" diye cevaplamıĢtı. Rebeca o zaman takının ona alınmadığını anlamıĢ ve üzerine bir durgunluk çökmüĢtü. AkĢam yemeğini bir Fransız lokantasında yiyip nefis Chardonnay Ģarabı içerek geç saatlere kadar dans ettiler. Gecenin sonuna doğru, Nejat, kollarının arasındaki Rebeca'yı zaman zaman Hümeyra zannetmeye baĢlamıĢtı. O anlarda onu kendine doğru çekiyor, saçlarını kokluyor-du. Sonra birden durumun farkına varıp geri çekiliyordu. Rebeca'nın ev dediği bir malikâne idi. Dönümlerle bahçenin içinde kocaman görkemli bir bina, içinde ise hizmetkârlar ordusu vardı. Yatak odaları hazırlanmıĢtı. Zenci, ĢiĢman bir hizmetçi herkese odasını gösterdi. Nejat, odanın, yatağın güzelliğini görecek durumda değildi. Üzerindekileri acele ile çıkarıp en yakın koltuğun üzerine attı. Yatağa uzandı. Gözünün önünde kırmızı elbisesi ile Hümeyra vardı. Kırmızı elbisesi ve Ģahane vücudu ile Nejat'ın kollarındaydı, dans ediyorlardı. Nejat'ın yüzünde öyle mutlu bir ifade vardı ki, o geceyi yeniden yaĢamaya baĢlamıĢtı. Tam o sırada kapı hafifçe açıldı. Rebeca Ģifon, ateĢ rengi, dekoltesi oldukça fazla bir gecelikle Nejat'ın yatağına doğru geldi. Önce eğilip, Nejat'ı dudaklarından Ģehvetle öptü. Nejat Rebeca'yı kendine doğru çekti, "Hümeyra'm, seni çok özledim," gibi bir Ģeyler söylüyor, bir taraftan da Rebeca'nın üzerindekileri çıkarıyordu. Rebeca ne dediğini anlayamıyordu. Ġçinden herhalde seni çok istiyordum, çok seviyorum gibi Ģeylerdir, diye düĢündü. Aslında Nejat'ın söyledikleri değil, yaptıkları çok önemliydi. Bütün vücudunu öpüyor, göğsüne öyle sıkı bastırıyordu ki, bir daha gitmesini istemiyormuĢ gibiydi. Rebeca'nın canı yanmıĢtı. Ama bu, zevk veren bir acıydı. Boğuk bir sesle ve tabii Ġngilizce olarak, "Sevgilim her gece yatakta, seninle bu anı yaĢamayı, senin olmayı hayal ediyordum," dedi. Nejat yarı kapalı gözlerini açtı. Evet bu Hümeyra'nın gözleri, Hümeyra'nın yüzüydü. Ama bu ses onun değildi. Bu gözlerde Hümeyra'ya büyük bir aĢkın sonundaki masum teslimiyet, saflık, ilk yaĢanan bir gecenin ürkekliği yoktu. Bu kollarında tuttuğu diĢinin gözlerinde, yıllardır erkek yüzü görmemiĢ, diĢi bir aslanın cinsel açlığı vardı. Bu gördüğü, aĢk, hasret değil; pervasızlık ve cinsellikti... Birdenbire Rebeca'yı itti, "Lütfen, lütfen beni affet! Yapamam! Yapmam imkânsız!" Elleri ile de yüzünü kapatıp, arkasını dönmüĢtü. Rebeca hem kızgın hem ĢaĢkındı. ġehvetin doruğundayken bir erkekten böyle bir hareket çok aĢağılayıcı idi. Aklına baĢka Ģeyler takılmaya baĢlamıĢtı, "Yoksa gay misin?" Nejat sinirli ve tedirgin bir halde, "Ne münasebet?" dedi. Rebeca'da kızmıĢtı, "Öyle bir seviĢmeden sonra bu hareket baĢka nasıl izah edilebilir? Hasta mısın?" "Hayır, hiç biri değil. Bu çok özel bir durum... Belki ileride, eğer arkadaĢlığımız devam ederse, yani belli bir çerçeve içinde belki sonra sana hikâyemi anlatırım." Rebeca çok daha fazla kızmıĢtı. Eğer hasta veya cinsel tercihi baĢka olsaydı, bir yere kadar anlayıĢ gösterir, doğrudan kendine hakaret olarak algılamazdı. Yerdeki geceliğini ve iç çamaĢırını alarak kapıya doğru yürürken, "Canın cehenneme salak! Bunun intikamını alacağım senden," dedi. Nejat ile Rebeca o günden sonra bir iki ay kadar birbirlerine soğuk ve mesafeli durdular. Ancak Rebeca gerçek ten âĢık olmuĢtu. Çok Ģiddetli bir Ģekilde Nejat'ı arzu edi yordu. Reddedilmek de fena halde onuruna dokunmuĢ tu. Ayrıca bunun intikamını da alması gerekti. Gururu paramparça olmuĢtu. Çok zor bir ameliyata beraber girmiĢlerdi. Nejat'ın morali çok bozuktu. Hemen müdahale etmesi gereken bir yerde duraklamıĢ, öylece kalmıĢtı. Rebeca, "Nejat, çabuk hareket et!" dedi. Ameliyat hemĢiresinin elinden bisturiyi alarak, Nejat'ın eline tutuĢturdu. Nejat birden irkildi, hemen ameliyata devam etti. Sonuç baĢarılıydı. O günden sonra yine yavaĢ yavaĢ birbirlerine yaklaĢmaya baĢladılar. Ancak Nejat bir ay sonra Türkiye'ye dönecekti. Burada olduğu sürece, verdiği tedirginliğe rağmen Rebeca ile arkadaĢlık etmek ona tuhaf bir rahatlık vermiĢti. Ama ayrılacağına da sevinmiyor değildi. Rebeca, Hümeyra'ya duydjı,T ğu büyük aĢk için saatli bir bomba kadar tehlikeliydi. Çok görkemli bir tören ile ihtisas belgelerini almıĢlardı. Fakültenin dekanı Nejat'ı çağırmıĢ, "YakıĢıklı Türk! Hastanemizde kalmanız bizi mutlu edecektir. Biliyorsun burada her türlü imkân sana sunulacaktır. Sadece öğrendiklerinle kalmazsın. Sendeki bu deha ile fakültede araĢtırmalarına devam edebilir, kendi branĢında harikalar yaratabilirsin. Ġstediğin bütün Ģartlar yerine getirilecek. Ve ödül olarak da sana dünya seyahati veriyoruz, ..^S biraz dinlenmen ve güç toplaman için," dedi. Hiç düĢünmeden ve biraz da sert bir sesle, "Çok teĢekkür ediyorum. Memleketim benden hizmet bekliyor. Vatanıma döneceğim. Bu lütufkârlığınızı da asla unutmayacağım," dedi. "Dünya turunu da yapacak zamanım yok gal^b^^ Dekan biraz düĢündü, "Bu teklifler b^e^mu kızdırdı" yorumunu yaptı. "Burada kalma iĢini hemen re ddetme! Ödül için baĢka tercihlerin de olabilir. Yapılması mümkün olan bir Ģey ise hemen yaparız," dedi. Nejat gururla, "Bizim fakültenin çatısında üç gün Türk bayrağı asılı dursun. Tabii mümkünse." Dekan sivri sakalını sıvazladı, "AnlaĢıldı," dedi. "Böyle bir ödül isteyen bir çocuktan burada kalmasını bekleyemeyiz. Türkiye seninle gurur duymalı. Tabii Amerika olarak, senin gibi birini kaybettiğimiz için üzülmeliyiz." Nejat, Ġstanbul'un en iyi hastanesine müracaat etmiĢ hemen kabul edilmiĢti. Rebeca Nejat'ı kaybedeceği için çok üzgündü. Aslında hemen peĢine takılacaktı ama kadınların kapalı, erkeklerin fes ile dolaĢtığı bir yerde nasıl bir yaĢamı olabilirdi? Gerçi bu konu hakkında Nejat ile hiç konuĢmamıĢtı. Rebeca, Nejat'ın kendisinden uzaklaĢmak istediğinin de farkındaydı. Böyle bir tekliften pek hoĢlanmayacaktı. Rebeca bu iĢi yapmadan önce, Türkiye hakkında bilgi edinmeliydi. Nejat Dekanın yanından çıkar çıkmaz, Rebeca heyecan ile yanına yaklaĢtı. Ġçinden kim bilir, belki de burada kalmayı kabullenmiĢtir diye geçirdi "YakıĢıklı Türk! Dekan ile ne konuĢtunuz?" "Tahmin ettiğimiz gibi. Burada kalmam için çeĢitli alternatifler sundular." "Peki sonuç?" "Bu iĢin sonucu değiĢmez. Ben memleketime dönece- ğim. Biliyor musun? Sokağımızdaki ıhlamur ağacını, fakültenin önündeki boyacı çocuğu bile özledim." Rebeca "En çok kimi?"diye soracaktı. Vazgeçti^Nejat özeline girilmesinden hoĢlanmıyordu. Hem bu konuĢmanın gayesi de baĢkaydı. "Ġyi de buradaki çalıĢma Ģartları orada olmayacak. Burada alıĢtığın modern hayatı devam ettiremeyeceksin. Sokakta fesli insanlar, yüzü kapalı kadınlar görmek, böyle bir hayattan sonra seni tatmin edecek mi?" Nejat birden durup, oldukça kaba bir tarzda, "Biliyor musunuz? Siz Amerikalılar kendinizden baĢka hiç kimse ile ilgili değilsiniz! Genel kültürünüz de çok zayıf. Hala Arabistan ile Atatürk'ün kurduğu modern Türkiye Cumhuriyetini karıĢtırıyorsunuz. Güya dost ülkeyiz. Benim memleketimin buradan hiç farkı yok. Sadece insanlarımız daha ölçülü ve daha duygusaldırlar. Her konuda ölçüleri vardır." Rebeca cevaptan memnundu, "Yani bir kız arkadaĢınla bir restoranda yemek yiyebilirsin. Kadınlar benim gibi modern giyinebiliyorlar öyle mi demek istiyorsun?" "Evet! Tamamen öyle. Artık bunu siz ve bütün dünya anlasa iyi olur." Rebeca gülerek, "Kızma, YakıĢıklı Türk! Galiba haklısın. Aslında seni tanıdıktan sonra Türkiye'yi çok görmek isterim," dedi. Nejat hiçbir yorumda bulunmadı. Rebeca, "Benim de dekan ile konuĢmam gereken bir konu var. Seni kafede bulurum," dedi. Dekan her kapısını çalan ile görüĢmezdi ama Rebeca'nın özel bir durumu vardı. Babası üniversite yönetimindeydi ve çok yardım yapan biriydi. Dekan, "Gel bakalım Rebeca," dedi. Rebeca ne istediğini anlattı. Dekan yine sakalını sıvazlıyordu. Sonra isteksiz isteksiz, "YakıĢıklı Türk'ten sonra seni de mi kaybedeceğiz? Babanın bu isteğinden haberi var mı?" diye ilave etti. "Hayır! O konuyu ben hallederim. Siz benim T^Ç^^e'ye ve Ġstanbul Çapa Tıp Fakültesi hastanesine gitmemi temin ederseniz çek mutlu olacağım," diye cevapladı. Nejat daha bir canlı, daha bir mutlu görünüyordu. Hiç yapmadığı espriler yapıyor, herkes ile yakından ilgileniyordu. Taa derinlerde bir yerd^(tm) da olsa bir sızı da duy- muyor değildi. Rebeca'ya çok alıĢmıĢtı. Belli etmek, onu ümitlendirmek istemiyordu. Çünkü Rebeca'nın sadece arkadaĢ olarak kalması mümkün değildi. Saklamaya, kendisini kontrol altında tutmaya çalıĢsa da bu, gayet net bir Ģekilde hissediliyordu. Aslında kendinden de korkmuyor değildi. Bir zayıf anında; Rebeca'nın duygularına ve arzularına cevap verebilirdi. Çünkü zaman zaman onu Hümeyra ile özdeĢleĢtiriyordu. Altı yıla yaklaĢan hasret, zihninde ve kalbinde tuhaf karıĢıklıklara sebep olabiliyordu. Rebeca, elinde bir kahve fincanı ile kafede cam kenarında hülyalara dalmıĢ olan Nejat'ın yanına yaklaĢtı, "Al bakalım yakıĢıklı Türk! Bir fincan neskafe ile daha iyi hayal kurulur." Biraz duraladı sonra devam etti. "Biliyor musun Nejat? Hayallerinin kahramanını hep bilmek istedim. "Belki bir gün anlatırım" demiĢtin ama. Hiç oralı olmadın. ġu kadarını olsun söyleyemez misin? Seni orada bekleyen biri var mı?" Nejat iĢi baĢka yöne kaydırmak istiyordu, "Tabii, annem, babam, kız kardeĢim ve bir sürü arkadaĢım. Ve tabii çok sevdiğim vatanım." "Nejat benimle oynama! Ne demek istediğimi anladın." Nejat'ın yüzünü endiĢe bulutları kaplamıĢtı, "Bunu ben de bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. ĠnĢallah vary. o dır. Galiba sana özet de olsa anlatmam gerek. Bu kadar arkadaĢlığın ve gösterdiğin dostluğun hatırına... Ben yedi yaĢından beri âĢığım..." Nejat o günlere dönmüĢtü. Uzaklara b akarak anlattı, anlattı, anlattı. Gözlen dolu doluydu. Rebeca hiç sesini çıkarmadan, hatta nefes almaya bile korkarak, dinledi. Sonra elini uzatıp, Nejat'ın elinin üzerine koydu, "Ben böyle bir aĢk hikâyesi hiç yaĢamadım. YaĢayanı da görme- dim. Çok üzgünüm. Gerçekten çok üzgünüm. Kendim için de." Nejat bu son cümleyi anlayamamıĢtı. Özellikle "Kendim için de!" nin buradaki yeri neydi? Sonra çözdü. Rebeca "Bu kadar büyük bir aĢkın içinde olmasaydın, belki benim de bir Ģansım olabilirdi" demek istemiĢti. Nejat bunu da uzun uzun düĢündü. Ve Ģu sonuca vardı; Gerçekten Rebecanın Ģansı olabilirdi. Sonra bu düĢündüğünden utanmıĢ gibi, baĢını baĢka tarafa çevirdi. Uzun süre konuĢmadı. Sonra birden ayağa kalktı, "Benim biraz iĢim var Rebeca, gitmem gerek," diyerek hızla kalkıp, uzaklaĢtı. Rebeca da Rita ile buluĢup, dinlediği bu hikâyeyi anlatmak için sabırsızlanıyordu. Rita duygusal konularda kendinden çok daha tecrübeliydi. Bakalım bu hikâyenin içinde kendine yer olabilir miydi? Nejat Amerika'dan ayrılırken çok tuhaf duygular içindeydi. Çok sevindiği kesindi. Ama bu mutluluğun üzerinde az da olsa gölge düĢmüĢtü. Rebeca ağlamıĢtı. Nejat herkes gibi onu da iki yanağından öpmüĢtü. Sadece göğsünde biraz daha tutmuĢ, biraz daha kendine çekmiĢti. Bu zor hissedilir hareket bile Rebeca'yı mutlu etmiĢti. Nejat YeĢilköy Havaalanına inip, valizlerini alıp çıkın- Gümrük kontrolünde çok uzun bir kuyruk vardı. Bütün valizleri didik didik arıyorlardı. Nejat içinden bu ne kadar kuĢku? Ne kadar güvensizlik? diye düĢündü. Neyse zor bela çıkmıĢtı. Hemen kapıda annesi, babası, Leyla ve Sabri bey ile karĢılaĢtı. Gözü Esra^j*Sar^mıĢtı ama yoktu. caya kadar, sanki yıllar geçmiĢti. Her biri birkaç defa Nejat'a sarıldı. Sabri bey day "Bu turlara evde devam etsek, yolu kapatıyoruz." Annesi devamlı ağlıyordu. Nejat dayanamadı, "Anne ayrılırken de ağladın, geldiğimde de ağlıyorsun. Ne zaman güleceksin?" Sevgi hanım gözlerinden yaĢlar akarken gülmeye baĢladı, "Yavrum insanlar çok üzülünce de, çok sevinince de ağlarlar, bilmiyor musun?" Sofrada yirmi kiĢiyi doyuracak yemek vardı. Nejat'ın sevdiği bütün yemekler. Gözü kabak çiçeğinden yapılmıĢ zeytinyağlı dolmaya kaydı. Bir müddet baktı. Hümeyra, Sevgi hanımın yaptığı kabak çiçeği dolmasını çok severdi. NeĢesi kaçmıĢtı. Dayanamadı, sordu, "Hümeyra'dan hiç haber yok mu?" Sabri bey dudağını hafif kıvırarak, "Haber denebilir mi, bilmiyorum. Üç ay kadar önce Melahat bacı aradı." Nejat birden ayağa fırladı. Çorba kâsesini devirdi, "Nee? Üç aydır bunu bana nasıl bildirmediniz!" Kenan bey, "Sakin ol Nejat. Bu haber bile değil. Sonunu dinle." Sabri bey devam etti, "Hümeyra Melahat bacı ile beraber, büyükninenin daha evvel onlara verdiği, Ġzmir Narlıdere'deki çiftliğine kaçmıĢ. Orası büyükninenin kocasından kalmaymıĢ ve kimse bilmiyormuĢ." Nejat dayanamadı, "Ama neden?" "Nedenini tam anlayamadım. Açık seçik anladığım tek Ģey babasının kendisini öldürmesinden, elâleme rezil olmaktan korkuyormuĢ." Nejat sofradan fırladı. Sevgi hanım, "Nereye oğlum?" "Ġzmir'e" Sabri bey, "Dur oğlum sonunu dinle! A ay ev- vel bana Melahat bacı telefon etti. Hümeyra yedi sekiz ay evvel ortadan kaybolmuĢ. Kaçtı mı? Kaçırıldı mı? Bilinmiyor. Galiba kendi isteği ile kaçmıĢ. Çünkü çocuğu nu da yanında götürmüĢ." Nejat, "Çocuk mu? Ne çocuğu? Bir çocuğu mu varmıĢ?" "Galiba öyle söyledi." "Bu galibalar nedir? Niye hiçbir Ģey net değil?" "Çünkü Melahat bacı bir felç geçirmiĢ. KonuĢamıyor. Zor anlaĢılıyor." "Ġyi ya bırakın gideyim. Orada felç geçirmeyen birini bulabilirim herhalde." "Tamam git! O çiftliğin adresini bulalım. Benim bürodaki kayıtlarda olabilir." "Nasıl?" "Seneler evvel tapu iĢlemlerini ben yaptırmıĢtım." Nejat yine yerinden fırladı, "Eh, aĢk olsun sana. Bütün bu teferruatı o zaman niye anlatmadın?" "Tapu iĢlemini de unutmuĢtum. Büyükhanım o zaman birçok malını Hümeyra'ya bırakmıĢtı. ÇeĢitli bağıĢlarda bulunmuĢtu. Kaçmayı onunla nasıl bağdaĢtırabilirdim ki? Bu olaylarla da iliĢkisi olabileceğini hiç düĢünemezdim." Nejat çok sinirlenmiĢti. Ama beĢ yıldır hasret kaldığı bu insanları ilk geceden kızdırmak veya üzmek istemiyordu. Hepsinin bu konuda kendisi kadar üzgün ve iyi niyetli olduğunu biliyordu. Biraz sakinleĢtikten sonra, "Neyse öbür gün hemen giderim." Sabri beye döndü, "Siz hemen ç>^. yarın adresi buldurabilir misiniz?" "Tabii, hemen, sabah erkenden... " Hiçbir söze karıĢmayan Leyla, "Abi bana biraz Amerika'yı anlat! Kızları güzel mi?" "Kızların, farkında değilim. Sen onlardan çok güzelsin hayatım. Ama hâlâ niye evde oturuyorsun?" "AĢk olsun ilk geceden fazla mı geldim?" Nejat kabak çiçeği dolması hariç, bütün yemeklerden bol bol yedi. Sofradan kalkarken, "Dünyanın en lezzetli yemeği benim annemin mutfağında yapılıyor. Eline sağlık anacığım.Ġzin verirseniz, odama çıkacağım. Çok yorgunum," dedi. Oda kapısından çıkarken döndü. "Leyla, Esra beni iki yıldan fazla bir zamandır aramadı. Sen görüĢüyor musun? Bugün de gözüm onu aradı" diye sordu. Leyla, "Aman abi, o bir vahĢi ile evlendi. Kıza hapis hayatı yaĢatıyor. Hastalık derecesinde kıskanç... " "Yazık, iyi bir kızdı." Nejat hemen sonra merdivenlere doğru gitti. Gerçekten çok yorgundu. Bir duĢ alıp, yatağa uzandı. Aldığı bu son habere sevinmeli miydi? Tam bilemiyordu. Aslında kesin olarak öğrendiği tek Ģey, Hümeyra'nın yaĢıyor olmasıydı. Gerçi o konudan hiçbir zaman endiĢe duymamıĢtı. Onunla aynı dünyayı paylaĢtığını biliyordu, hissediyordu. Bu haberin baĢka da bir artısı olmamıĢtı. Yine de öbür gün sabah hemen Ġzmir'e gidecekti. Bütün bu yorgunluğa rağmen pek uyu-yamadı. Zaman zaman odada dolaĢtı. Hümeyra ile yaĢadıklarını, hatta yaĢayamadıklarını hayal etti. Ertesi gün akĢama doğru, avukat Sabri beyin kâtibi telefon ederek, büyük hanımın Hümeyra'ya ve Melahat bacıya verdiği çiftliğin yerini, yani tapudaki adresini bildirdi. Nejat adres elinde dolaĢırken, zaman zaman ümitleniyor, zaman zaman da, Hümeyra orada olmadıktan sonra, bu adresin ne önemi var ki? diye düĢünüyordu. Ama gitmeliydi. Bir yerden bir Ģekilde baĢlaması gerekliydi. Böyle boĢlukta gibi, acılar içinde yaĢayamazdı. Bugün hava çok güzeldi. AkĢam yemeğini verandada hazırlamıĢlardı... Kenan bey elinde rakı kadehi ile oğluna yaklaĢtı, "Benimle bir iki kadeh içer misin?" "Hayır babacığım, teĢekkür ederim." 27 "Ben müsaade ediyorum. GeliĢini kutlayalım. Dün yorgundun, teklif etmedim." "Hayır baba! Konu o değil. Unuttun mu? Ben bir doktorum. Hem de beyin cerrahı. Hem ben içkinin neden içildiğini de anlamıĢ değilim. Ġnsan her Ģeyini ayık kafa ile bilinçli bir Ģekilde yaĢamalı. Ama size eĢlik etmek için bir kadeh kırmızı Ģarap alabilirim," dedi. Aslında boğaza karĢı bir kadeh kırmızı Ģarap iyi gelmiĢti. Nejat'ı biraz daha iyimser yapmıĢ ve dinlendirmiĢti. Nejat babasının arabasında ilerlerken büyük dikkat sarf ediyordu. Bir anda meydana gelen talihsiz bir olay, kaç kiĢinin hayatını altüst etmiĢti. Bu gidiĢ ile etmeye de devam edecekti. Ġzmir'e saat beĢ sularında girdi. Gördüğü ilk trafik polisine Narlıdere'yi sordu. Yol hiç güzel değildi. Burası yeni imara açılmıĢ, Ģantiye sahası gibiydi. Sokakların adları bile karıĢıktı. Arabasını kenarda bırakıp, enginar satan bir adamın yanına yaklaĢtı. Elindeki adresi gösterdi. Adam, "Bey bak Ģu inĢaatın arkasında büyük yeĢillik bir saha var. Yüksek duvarları olan yer. Kapıda da kocaman bir köpek vardır. Sahibi gibi vahĢi bir köpek... Dikkatli olun!" "Sahibi ġevket bey mi?" Ben, yaĢlı bir kadın ile yanın-^^ da genç ve güzel bir kız olacaktı. Onları arıyorum." *\^* Adam Nejat'a dikkatlice baktı, "Haa Ģunlar mı? O genç kadın kaçmıĢ. YaĢlı kadında iki kere nüzul indirdi... Hemen o çiftliğin bitiĢiği. ġimdi ġevket beyin kızı Hicran yanında kalıyor. Bir de bakıcı tuttular. Niye ararsın bilemem ama pek bir Ģey bulacağını zannetmem." Nejat duyduklarına çok üzülmüĢtü. Ġçinden "Benim tanıdığım Hümeyra, aklı baĢınd a bir kızdı. Oradan kaçmak da ne demek oluyor?" diye söylendi. Çiftliğin kapısından içeriye girer girmez, köpekten ziyade bir ayıya benzeyen kocaman bir hayvan, sesi çıktığı kadar havlamaya baĢladı. Neyse ki bağlıydı. Köpeğin havlamasına on sekiz, on dokuz yaĢlarında bir delikanlı koĢarak geldi. "Kimi aradın abi?" Nejat birkaç dakika tereddüt geçirdikten sonra, "ġevket bey ile görüĢecektim," dedi. Genç, temiz yüzlü bir çocuktu. "Buyur abi, kendisi babamdır," dedi. Nejat, yeni bitmiĢ geniĢ ve güzel bir evin misafir odasına alındı. BeĢ dakika geçmeden, uzun boylu, küçük simsiyah gözlü bir adam, içeriye girdi." "Beni arıyormuĢsunuz galiba." "Evet, öyle sayılır. Aradığım Melahat hanım," biraz du-raladı. NiĢanlım diyecekti ama vaz geçti. O zaman adamın doğru bilgi vermeyeceğini düĢünmüĢtü. "Ve onun kızı." . Adam kuĢkulu bir Ģekilde, "Haa, Ģu mesele. Ne yapacaksın onları?" "Çok eski dostumuzdur. YaĢım kadar. Bir sorayım," dedim. Adam yüzünü çarpıtarak güldü, "Melahat hanıma bir sözüm yok. Belki duymuĢunuzdur. ġimdi hasta ve konuĢamıyor." "Evet enginar satan adam anlattı. Siz bir Ģey söylüyordunuz." "O kız, daha doğrusu kız falan değil. Anasının kızı yanında piçi ile dolaĢıyordu. Bu muhitte hepimizin yüzünü yere getirdi." Nejat yerinden kalkacak gibi bir hareket yaptı, adamın tam burnuna bir yumruk indirmek çok yzevkli olurdu diye düĢündü. Sonra sessizce oturdu. Bir hata yapmamalıydı. "Bir çocuk mu vardı?" "Evet cılız bir erkek çocuk. Buraya geldikten epeyce sonra doğurdu. Güya bir üsteğmen ile evliymiĢ de, adam talim sırasında Ģehit olmuĢ falan feĢmekân, yersen yani." Nejat'ın elleri titremeye baĢlamıĢtı. Adam devam ediyordu, "Bence o çocuk piçti. Buraya saklanmaya gelmiĢlerdi." Nejat iyice sinirlenmiĢti. Adama da ters çıkmak istemiyordu. Çünkü Melahat bacı onlara muhtaçtı. Bu durumda Nejat'ın da yapacağı fazla bir Ģey yoktu. Sert bir Ģekilde, "Sonra?" diye sordu. "Sonrası malûm, alıĢmıĢ kudurmuĢtan beterdir. BaĢladı bana kuyruk sallamaya. En yakınında ben vardım. Eh Allah için, göze çarpan da bir erkeğim. Param pulum da yerinde." Nejat yine yerinden kalktı. Sonra tekrar "Ya sabır" diyerek oturdu. Adam devam ediyordu. "Kız, Allah için iyi bir parçaydı. Ama ben evli barklı bir insanım. Sonra bize sığınmıĢ iki eksik etek, erkeklik ölmedi ya? Anlayacağın karıyı memnun edemedim. O da bana düĢman oldu. Her hareketim battı. Hakkımda bir sürü yalan uydurmaya ve iftira atmaya baĢladı. Sonra burada at oynatamayacağını anlayınca bir gün piçini de alıp kaçtı." "Nereye, nasıl gittiğinden haberiniz var mı?" "Bizim çiftlikte tütün toplayan genç bir kadın onu Basmahane garında trene binerken görmüĢ. Ona göre Ankara'ya giden bir trenmiĢ. BaĢka da bir bilgi edinemedik. Edinmek de istemem. Yüzünü Ģeytan görsün." "Melahat teyzeyi görebilir miyim?" "Bir çayımızı içseydin, sonra görürdün." "Hayır acelem var. Dönmem ge^^" Adam sıtma görmemiĢ sesi ^^bağırdı, "Turan! Beyi Melahat hanıma götür." Melahat bacı bir divanda, üzerinde beyaz bir çarĢaf yatıyordu. Ev bakımlı ve temizdi. Galiba maddi sıkıntısı yoktu. Bakıcı kız Melahat bacının yanına yaklaĢtı, "Bak! Bir misafirin var," dedi. Melahat bacı baĢını zorla çevirdi. Vücudunun her tarafı titriyordu Nejat'ı görünce, bir Ģeyler yapmak için çabalama-ya baĢladı. Ama nafile. Gözlerinden yaĢlar akıyordu. Titremesi iyice artmıĢtı. Sanki Ģehir cereyanına tutulmuĢ gibiydi. Nejat'ın da gözleri yaĢla dolmuĢtu. Bu gördüğü o güçlü kadın mıydı? Koca konağı yöneten, dimdik ayakta dolaĢan kadın. Nejat içinden Allah'ım insanları neden böyle harabeye çeviriyorsun? Bunun baĢka bir Ģekli yok mu? diye geçirdi. "Nasılsın Melahat teyze?" Melahat bacı sadece titriyor ve ağlıyordu. Nejat, "Hümeyra nereye gitti?" Melahat bacı daha çok ağlamaya baĢladı. Kendisi ile beraber üzerinde yattığı somya da titremeye baĢlamıĢtı. Bakıcı yaklaĢtı, "Bey, fazla yormayın. Hiç konuĢamıyor. Hele Hümeyra hanımın lafı açılınca çok kötü oluyor ve günlerce kendine gelemiyor. Zaten onun gidiĢinden sonra arka arkaya iki inme indi ve bu hale geldi." Nejat ayağa kalktı, "Peki sizin Hümeyra hakkında hiçbir fikriniz yok mu?" "Hayır! Sadece Basmahane garında, Ankara treninde görmüĢler güya." Nejat tekrar Melahat bacıya döndü, "Bir müddet sonra seni gelip alacağım. Belki tedavi edebilirim Bici. Sen ilaçlarını iç. Ve üzülme! Hümeyra madem ki bu dünya yüzünde, onu bulacağım. Korkma!" Artık karanlık iyice bastırmıĢtı. Nejat Ankara'ya hemen mi gitmeliydi? Yoksa yarını beklemeli miydi? Uzun 277 süre düĢündü. Geçirdiği kaza büyük acıların yaĢanmasına sebep olmuĢtu. Dinlenmesi çok daha mantıklıydı. Sonra iyi bir otelde bir gece sabahlayıp, erkenden yola çıkmaya karar verdi. Konak meydanına geldi. O zamanın ünlü otellerinden Ankara Palasa girdi. Denize karĢı bir oda tuttu. Önce bir banyo alıp, restorana indi. Odasına hemen uyumak niyeti ile çıkmıĢtı ama dolaĢıp duruyordu. Adamın sözleri balyoz gibi kafasına vuruyordu. Sonra yatağına uzandı. Çok kızgındı. Bir o kadar da yorgun, yarı geceden sonra sızmıĢtı... Aslında Ankara'da Hümeyra'yı nerede, nasıl arayacağını da bilmiyordu. Bütün ümidi, Hümeyra'nın amcasının oğlu Suat'ı bulmaktı. Suat'ın Hümeyra'ya olan sevgisini ve bağlılığını biliyordu. Hümeyra, belki onunla bir iliĢki kurmuĢ olabilirdi. Suat'ın kendisinde eski bir telefonu vardı. Ama hem yanında değildi, hem de telefon numaralarına birer rakam daha eklenmiĢ ve bazı semflerinki değiĢikliğe uğramıĢtı. Henüz ortalık aydınlıktı ama akĢam da fazla uzak değildi. Acele ile Ulus'taki büyük postaneye girdi. Ankara telefon rehberini aldı. Suat ismi ne kadar da çoktu! Neyse ki Suat Sertoğlu sadece iki taneydi. Bankodaki memura yaklaĢıp, derdini anlattı. Memur telefonu önüne uzattı, "Al bakalım. Fazla uzun konuĢma!" dedi. îlk numara yabancı birine aitti. Ġkincide bir kad^Ççık-tı. Biraz kaba ve sert bir ses tonu ile, "Suaat!" diy^ağırdı. Bir dakika sonra Suat'ın yumuĢak sesi duyuldu, "Aloo ben Nejat, Ayvalık'tan." ıktın? A nu duymuĢtum. Ne zaman döndün?" "Nereden duymuĢtun Suat?" "Ooo, arkadaĢım, nereden çıktın? Amerika'da olduğu ün?" "Birkaç ay evvel, Hayal'in kocasının bir arkadaĢı söylemiĢ. Tıbbı beraber okumuĢsunuz." Bankodaki memur dik dik bakmaya baĢlamıĢtı. Nejat hemen toparlamaya çalıĢtı, "Suat bu akĢam görüĢebilir miyiz?" "Kalmayacak mısın?" "Hayır. Sen bir yer söyle! Orada buluĢalım." "Tamam, Kızılay'da YVasington Restorant'da. Saat sekizde orada olalım." vVasington Restorant bayağı lüks bir yerdi. Ġçinde Ankara'nın kalburüstü takımı vardı. Bunların çoğu meclis erkânı idi. Ama hepsinin yüzünde sıkıntı vardı. Siyasi hayat çok gergindi. Demokrat Parti, ilk dört senedeki baĢarıyı gösterememiĢ, büyük bir oy kaybına uğramıĢ, halk cephelere bölünmüĢtü. Herkesin yüzünde endiĢe ve korku vardı. Gençler sokaklardaydı. Ayrıca bir askeri darbe korkusu yaĢanıyordu. Ama Nejat'ın kendi sıkıntısı her Ģeyin önüne geçmiĢti. O sevimsiz ve küstah adamın sözleri, beynini oyuyordu. Ġnanmasa da, asla olmaz dese de, içine kurtlar düĢmüĢtü. Bu Ģekilde kuĢku duymaksa insanı çok periĢan ediyordu. Zaman zaman duyduğu kuĢkudan dolayı suçluluk duyuyor, Hümeyra'ya karĢı büyük bir haksızlık ettiğini düĢünüyordu. KapıdakarĢılayan Ģıkgiyimligarson, "Rezervasyonunuz var mı?" diye soru. "Hayır, ama sadece iki kiĢiyiz. Burada buluĢacaktık. Lütfen bir yer ayarlayın!" diyerek adamın elin^yüklüce bir bahĢiĢ bıraktı. Garson, "Tamam abi, buralı olmadığınız belli. Yoksa VVasington'a rezervasyonsuz gelinemeyeceğini bilirdiniz. Size bir yer ayarlayayım." Nejat koltuğuna yerleĢmiĢti ki, Suat'ta kapıdan girdi Birkaç hoĢbeĢten sonra, Nejat artık dayanamadı, sordu: "Hümeyra'dan haberin var mı?" Suat birden duraladı. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Nejat korkmuĢtu, "Suat ne var? Hümeyra'nın baĢına bir Ģey mi geldi?" "Bilmiyorum." "Peki bu endiĢeli yüz neden? "Suçluluk duygusundan, vicdan azabından. Bundan beĢ altı ay önce, saat altı sularında eve bir telefon geldi. Telefonu Semiha açıp bana uzattı. Ahizeyi aldığımda ĢaĢkınlıktan dilimi yutacaktım. KarĢımdaki beĢ yıldır tek bir haber alamadığımız Hümeyra'ydı. Ankara'da olduğunu, Gençlik Parkı'ndaki havuzun kenarındaki Güney Çay Bahçesinde oturduğunu, mümkünse birkaç gün misafirim olmak istediğini bildirdi. Çok sevinmiĢtim. "Hemen geliyorum, Hümeyra," dedim. Karım ayağa kalktı ve önüme dikildi. "Kim aradı Suat?" diye sordu. Ben sevinç içinde, "Kuzenim Hümeyra," dedim. "Nereye gidiyorsun? Burası benim de evim. Bana sormadan kimseyi eve getiremezsin. Evinden kaçan, kaç yıldır ne herze yediğini bilmediğimiz, genç bir kadını eve alamam. Sana da izin vermem," dedi. Aslında derdinin bu olmadığım biliyordum. Geveze Hayal, benim gençliğimde Hümeyra'ya âĢık olduğumu, onun bana yüz vermediğini anlatmıĢ. Bu durumda kendisi ikinci tercih oluyor. Bu da kadınların asla affedemeyeceği bir durum. Hele benimkinin asla! Bu yüzden Hümeyra'ya karĢı müthiĢ bir kin duyuyordu. Büyük bir kavga baĢladı. O kadar büyüdü ki, beni çocukları alıp, evden gitmekle tehdit etti. Yine de kapıya doğru yürüdüm. Semiha bir anda yere yığıldı, nefes alamıyordu. Çocuklar ağlamaya baĢladı. Ne yapacağımı ĢaĢırmıĢtım. Arabaya atıp, Numune Hastanesine götürdJümrT Üç çocuğu alt kattaki komĢuya bırakarak... Hastanede gözlerini açtığında saat on buçuk falandı. Onu eve bırakıp, Gençlik Parkına koĢtum. Eve getiremeyeceğim kesindi. Annem de Hayal'in yanında Fransa'daydı. En azından ne durumda olduğunu öğrenip, bir otele yerleĢtirebilirdim. Sonra da hayatına bir yön vermesinde yardımcı olabilirdim." Nejat hırsla, "Yapabilirdim, olabilirdi yi bırak. Bu dirayeti gösterememiĢsin. OlmamıĢ iĢte. Sonra ne oldu?" "Ġki üç ay sonra Maltepe pazarında elinde dolu bir file ile Hümeyra'yı karĢımda gördüm. Belki biliyorsundur ben de Bahçelievler'de oturuyorum. Genellikle Maltepe pazarına gideriz. Bu bir mucize idi. Hemen yanına koĢtum, "Hümeyra! Seni gökte ararken yerde buldum. Çok özür dilerim," diyerek o gece yaĢananları anlattım. Tabii karımın kendisine karĢı çıkmasından hiç bahsetmedim. Hümeyra çok kibar ve anlayıĢlı bir kızdır, bilirsin. Hemen sözümü kesti, ben zaten bir arkadaĢımın çağrısı üzerine Ankara'ya gelmiĢtim. ÇalıĢmak istiyordum. Seni görmek, ailemden ve... dedi durakladı. Galiba seni soracaktı. Vazgeçti, yani hepinizden haber almak istiyordum. ġimdi rahatım. Lütfen babama ve Faruk'a hatta hiç kimseye benden bahsetme'. Sana güvendiğim için aradım. Sana çalıĢtığım yerin telefonunu vereyim. Ama sık sık arama ve sakın gelme'. Biraz tutucu bir yer. Bir genç erkeğin misafi- Çj* rim olmasını istemezler. HoĢça kal Suat abi, dedi ve acele • 4/' ile uzaklaĢtı. Arkasından öylece baktım. KarĢı tarafa geçmiĢti. Anıt Kabir'e doğru yürüyordu. Ani bir kararla ^h£zra koĢup, takip etmeye baĢladım. Gençlik Caddesinde Anıt Kabir'e bakan güzel bir eve girdi. Oradan ileriye gidemedim tabii." Nejat yerinden fırladı, "Nihayet! Nihayet! Buldum onu, hadi kalk o eve gidelim, hemen gidelim," diye çığlık atıyordu. Yüzleri asık meclis üyel^^ ve Ankara'nın kalan- torları Nejat'ı ĢaĢkın bakıĢlarla süzüyorlardı. BitiĢik masada oturan genç bir kadın gülerek, "Niye bu kadar sevindi ki? Ondan önce ArĢimet bulmuĢtu zaten," dedi. Hepsi birden gülüĢtüler. Nejat bunları fark edecek durumda değildi. Fark etse de aldıracak durumda değildi. Suat ceketinin eteğini tutarak onu oturtmaya çalıĢtı. "Otur Nejat! O eve gitmenin hiçbir faydası yok. Oradan da gitmiĢ. Evdeki yaĢlı kadın küstah ve terbiyesiz... Sana hiçbir bilgi de veremez. Zira ben gittim, sinirlerim bozuldu, geri döndüm." "Ne açıdan?" "Kadın saçma sapan laflar etti." Suat bu gidiĢi önleyemeyeceğini anlamıĢtı. Acele ile garsonu çağırıp, hesabı istedi. Garson el değmemiĢ tabaklara bakarak, "Beğenmediniz mi efendim?" diye sordu. "Hayır! Hayır! Acele kalkmamız gerekti de." BitiĢik masadaki genç kadın, nedense Nejat'larla pek ilgiliydi. ArkadaĢının kulağına eğilip, "ArĢimet gidiyor," dedi. Daha yaĢlısı Nejat'ın yüzüne dikkatle baktı, "Süheyla, bu geçen gün Hürriyet gazetesinde resmi çıkan doktor değil mi? Türk bayrağını Amerika'daki üniversitenin çatısına astıran genç... " ġu ana kadar espri ile karıĢık dalga geçen genç kız^a-' dileĢti, "Neden daha evvel fark etmedin ki?" "Ne yapacaktın?" Genç kız biraz durdu, "Çok yakıĢıklıydı, değil mi ha- dı, d Maltepe Nokta durağından sola doğru döndüler. lacığım?'Medi. Oldukça dik bir sokaktan Gençlik Caddesine çıktılar. Sağa dönüp, üç dört ev geçtikten sonra, bahçe içinde, mermer kaplı güzelce bir evin önünde durdular. Suat çok isteksiz bir Ģekilde kapıyı çaldı. Bir müddet sonra yüzü çilli genç bir kız kapıyı açtı, "Buyurun, kimi aramıĢtınız?" "Evin hanımı ile görüĢecektik." Yüzü çilli kız dikkatle baktı, "Kim diyeyim?" "Bu evde çalıĢan Hümeyra hanımın yeğenleri, deyin." Uzun bir beklemeden sonra kız tekrar göründü. Asık bir surat ile, "Buyurun balkonda oturun, Ģimdi hanımefendi inecek," dedi. Hemen akabinde uzun boylu, kilolu, geniĢ omuzlu, çirkin ve çok sert görünüĢlü bir kadın balkona gelmiĢti. Merhaba bile demeden, "Kızı defettim ama yeğenim diyen buraya geliyor. Bu kadar sahibi vardı da niye ortaya salmıĢtınız?" Hem Nejat hem de Suat kadını dövmemek için diĢlerini ve yumruklarını sıkıyorlardı. Suat, "Hanımefendi, Nejat Amerika'daydı. Bütün bu yaĢananlardan haberi yok. Ben anlatmaya çalıĢtım ama bizzat duymak istedi. Belki bir ipucu yakalar Hümeyra hanımı buluruz diye." Kadın kahkaha ile güldü, "Allah hanım eylesin." Nejat artık dayanamadı. Ayağa kalıp, kadının önünde durdu, "Bakın sabrımı taĢırmayın! Hümeyra'nın sizden çok daha değerli bir hanımefendi olduğu kesin. Ama hayat bazen acımasız oluyor. Dadılar ve hizmetçilerle büyüyen kız sizin gibi birine muhtaç olabiliyor. Size birkaç soru soracağım. Sorularıma doğru ve edepli bir Ģekilde cevap dan b verirseniz, elimden bir kaza çıkmadan buradan çıkabili rim," dedi. "Ne öğrenmek istiyorsunuz?" "Hümeyra senin evine nasıl geldi?" "Bir öğlenden sonra Gençlik Parkı'ndaki Güney Çay Bahçesine gitmiĢtik. Geç vakte kadar oturduk. Neredeyse bahçe boĢalmıĢtı. Kenarda bir masada genç bir kadın dört beĢ yaĢlarında bir çocuğa sarılmıĢ ağlıyordu. Yanına yaklaĢtım, niye ağladığını sordum. Bir iĢ için anlaĢmıĢ, Ankara'ya gelmiĢtim. Bu saate kadar bekledim, kimse gelmedi. Kimseyi de tanımıyorum, dedi. "Ne iĢ yaparsın?" diye sordum, "Her iĢi yapmaya hazırım, çocuğuma ve bana baĢımı sokacak bir yer gerek" dedi. Eli yüzü temiz bir kızdı ve benim de hizmetçim yeni çıkmıĢtı." Nejat, "Peki sonra?" diye atıldı. "Aldım, eve getirdim. Eli yüzü temiz bir kızdı. Nereden bilirim ki?" "Neyi ?" "Önceleri gayet iyiydi. ĠĢi ile gücü ile meĢguldü." "Sonra?" "Sonra Engine asılmaya baĢladı." "Engin kim?" "Benim yüksek mühendis oğlum. Hem öyle ufak tefek fingirdeseler, neyse. Eve gelin olmaya niyetlendi. Ben de hemen kovdum." "Peki nereye gittiğini biliyor musun?" "Nereye giderse gitsin! Ne bileyim? Merak etme- Tam a sırada bahçe kapısından genç bir adam girdi. Yalpalayarak yürüyordu. Kendinden evvel içki kokusu gelmiĢti. Kadın acele ile, "Hadi çabuk defolun evimden. Oğlum geldi. Onun yanında da bu tip sözler sarf ederseniz, sizi evden sağ çıkarmaz," decd^Nejat oğlum dediği ay- dim, canı cehenneme kaltağın" Kadının gözlerinin içine bakara sın! Söylediklerinin hiçbirine in yaĢa bir daha baktı. Bahçede ancak iki adım ilerleyebil-miĢti. "Bu mu?" diye dudağını kıvırarak sordu. Ve ilave etti, "Eh böyle anaya böyle oğul." Nejat ve Suat bahçe kapısına giderken, gelen genç hafif yana çekilip, yol vermek istedi. Neredeyse düĢüyordu. Erik ağacının gövdesine zor tutunup, birkaç kez sallandı. Arabayı birkaç ev ileride park etmiĢlerdi. BaĢları önlerinde yürürken, çilli kız arkalarından koĢtu, "Abi! Abi ! Bir dakika. Siz o cadının sözlerine bakmayın! Buradaki komĢular o kızın, yani sizin sorduğunuz kızın, çok hanım, çok kibar bir kız olduğunu söylüyorlar. Bu çalıĢtırdığı bütün iĢçilere bir kulp takar parasını vermeden kovarmıĢ. Ne kendi, ne oğlu beĢ para etmez. Ne yapalım mecburiyetten çalıĢıyoruz iĢte. O kızı bulursanız sakın kızmayın!" Nejat tuhaf bir rahatlama duymuĢtu. Hümeyra hakkında ilk defa bir iki iyi söz duymuĢtu. Ġçinde yanan alevin yanında bir de sızı duymaya baĢlamıĢtı. Bu çok derinde ve çok acı vericiydi. Benim SarmaĢık Gülüm, ne hallere düĢmüĢ. Bunun sebebi istemeden de olsa benim diye düĢündü. Ne yazık ki Hümeyra'yı bulma konusunda yine baĢladığı yere dönmüĢtü. Çilli kız tekrar koĢarak geldi, "Haa, ben size baĢka bir Ģey söyleyecektim. BitiĢikte yüzbaĢılar otu- ruyordu. Onun hanımı Hümeyra'nın Ġstanbul'a gidip, ora/^l da bir iĢ bulmalıyım dediğini anlatmıĢtı." Nejat hemen heyecanlandı, "O hanım nerede görüĢebilir miyiz?" "Geçen Ağustos'ta Ģarka tayin oldular. ,f(c)ten fazlada bir Ģey bilmiyordu. Allah yardımcınız olsun!" Nejat elini cebine attı. Bir onluk banknotu kıza uzattı. Kız elini yanacakmıĢ gibi geri çekti. "Ben sadece size yardımcı olmak istedim. Bir Ģey istemem," diyerek hızla uzaklaĢtı. Suat direksiyona, Nejat da yanına oturdu. Hiç konuĢmuyorlardı. Suat, "Nejat geç oldu. Bir Ģey de yeme-din. Hadi bize gidelim. Bu geceyi bizde geçir," dedi. Nejat, "Biliyor musun? En son geleceğim yer sizin ev olabilir. Eğer karın biraz daha insani duygulara sahip olsaydı, bugün Hümeyra'nm nerede olduğunu, ne yaptığını bilirdik." Suat, "Haklısın ama ne yapabilirdim ki? Biri dört, biri iki yaĢında iki çocukla ayrılsa mıydım?" Nejat, "Tabii ki hayır... Ama bir Ģekilde Hümeyra'ya ulaĢmalıydın." "Nasıl?" "Hiçbir Ģey yapamazsan bir arkadaĢına telefon edip, Hümeyra'yı alıp bir otele yerleĢtirmesini söyleyebilirdin." Suat öyle bir ĢaĢırmıĢtı ki, "Evet! Evet olabilirdi. Ama o anda hiçbir Ģey düĢünemedim. Nasıl bu kadar aptalca davrandım. Özür dilerim. Çok özür dilerim. Hep gidebilirim, yetiĢebilirim zannettim." Nejat, "Neyse, beni doğru dürüst bir otele bırak! Dinlenmeden yola çıkmak istemiyorum," dedi. Otel, Ulus'tan havaalanına giderken hemen sağday- yodan baĢka bir Ģey istemiyordu. Kafası meĢguldü. Gönlü yaralı ve kırıktı. Odanın daracık balkonuna çıktı. Yan taraftan ana cadde görünüyordu. Gürültüden baĢka hiçbir Ģey yoktu. Ankara belki on, on beĢ yıl sonra güzel bir Ģehir olacaktı. Planlıydı. Caddeleri geniĢtirJ^^azık ki, ye- bir, "baĢladığım yerdeyim" deyip duruyordu. Sonra birden yüzünde bir tebessüm belirdi. "Hayır! Hayır! Hiç de baĢ- dı. Yeni yapılmıĢtı. Nejat temiz bir Ģili ve mavisi olmayan bir yerdi. ladığım yerde değilim. YaĢadığını biliyorum. Ġstanbul'da olduğunu biliyorum. Tüm dünyada aramaktansa sadece Ġstanbul'da aramak çok daha iyi" dedi. Yine yüzü asıldı, "Ġstanbul'da aramak mı? Bunun nesi iyi? Sadece bedenlerin değil, ruhların da kaybolmaya baĢladığı Ġstanbul'da birini bulmak! Hiçbir ipucuna ve hiçbir fikre sahip olmadan... Milli piyangodan büyük ikramiye çıkması çok daha olası" diye düĢündü. BaĢını balkonun demirlerine dayadı. Kana kana, doya doya ağladı. Nasılsa onu görecek veya tanıyacak bir kimse yoktu... Sabah erkenden bir iki çay içerek yola koyuldu.Türki-ye'nin baĢ Ģehri Ankara ile, dünyaca ünlü Ġstanbul'u bağlayan yolun uzunluğu dört yüz elli veya beĢ yüz kilometre olmasına rağmen, yedi sekiz saatten evvel gidilemiyordu. O Kargasekmezi ve Bolu dağını geçmek ise cambazlık isteyen bir iĢti. Kamyonların kendi Ģeritlerinden gitmemeleri, yolun yerleĢim merkezlerinden geçmesi, iĢi daha da zor-laĢtırıyordu. Bunlar önemli değildi. Bir an evvel Ġstanbul'a varmalıydı. Kim bilir? Belki kader onu hemen karĢısına çıkaracaktı. Bir aylık bir izni vardı. Çok çabuk bitti. Bu bir ay ĠçĠ"- o de Ġstanbul'un her semtini dolaĢmaya çalıĢmıĢ, bir iki genç kadını Hümeyra diye yakalamıĢ, bazısından azar, bazısından hakaret iĢitmiĢti. Ne yazık ki her günün arkasından omuzları çökük, baĢı önünde eve girmiĢti. O gün Çapa'da ilk günüydü. Özenle giyindi. Babasının arabasına atladı. Kenan bey yakında oğluna, beğendiği bir ara- <5" bayı alacaktı. Tabii Nejat araba seçmek için bir zaman ayırabilirse... Çapa Tıp Fakültesi Hastanesinde çok büyük bir tezahüratla karĢılanmıĢtı. En değerli hocalar, "hoĢ geldin" diyerek elini sıkmıĢ, onunla gurur duyduklarını bildirmiĢlerdi. Dekan elini Nejat'ın omzuna koyarak, "Ben yaĢlıyım YakıĢıklı Türk, hastanene müdürümüz sana çevreyi tanıtsın. Sonra size katılacağım. Burada Nöroloji servisini tam anlamı ile sen kuracaksın. Bunun için dıĢarıdan baĢarılı bir doktoru da kadromuza aldık." Nejat bu labirent gibi hastane binasından pek hoĢlanmamıĢtı. Ama memleketinin imkânları buydu. Bunları daha iyi hale getirmek de kendi neslinin görevi olmalıydı. Dekan ona YakıĢıklı Türk diye hitap etmiĢti. Bu ne büyük tesadüftü böyle. Ġhtisas diplomasına YakıĢıklı Türk diye yazmıĢ olamazlardı ya. Tam o sırada karĢıdan iki genç hemĢire geliyordu. Nejat bir an duraladı. YeĢil gözlü, saçlarını baĢında topuz yapmıĢ hemĢireye dikkatle bakıyordu. Hastane müdürü de ĢaĢırmıĢtı, "Doktor bey hemĢirelerle bu kadar açıktan açığa ilgilenmeyin. Biliyorsunuz yasaktır." Nejat onu duymuyordu. Kız yaklaĢınca Nejat üzgün bir tavırla döndü. "O değilmiĢ" dedi. Amerika'ya ilk gittiği günlerde de, birçok insanı benzetmiĢ, her seferinde büyük bir hayal kırıklığına uğramıĢtı. Ġçinden yine baĢladım diye düĢündü. Tekrar dekanın makamına döndüklerine, dekanın karĢısında genç bir kadını otururken buldular. Arkası dönüktü. Saçlarını büyük bir örgü yapıp baĢında dolayarak toplamıĢtı. Üzerinde yarım kollu lacivert keten bir döpiyes vardı. Dekan, "Gel bakalım medarı iftiharımız, seni yardımcın ile tanıĢtırayım." Nejat dekanın masasına doğru ilerlerken, genç kız birden ayağa kalkıp, Nejat'a doğru döndü. "Sürpriz, YakıĢıklı Türk!" Nejat öylece kalakalmıĢtı. Sevinmeli miydi, üzülmeli miydi; kestiremiyordu. "Sen ha Rebeca! Burada ne arıyorsun?" Rebeca gülerek Nejat'a doğru ilerledi. Kucaklamak istiyordu. Nejat'ı çok özlemiĢti. Buraya gelir gelmez hastaneye koĢmuĢ, Nejat'ı bulamayınca da çok üzülmüĢtü. Nejat elini uzatınca, Rebeca biraz bozulur gibi oldu. Kısık bir sesle ve Ġngilizce, "Daha sıcak bir karĢılama isterdim," dedi. Nejat ile Rebeca yan yana olan odalarına doğru yürürken Rebeca, "Nejat, geliĢim seni rahatsız mı etti?" diye sordu. "Hayır, hayır! Ama hocalarımızın ve de personelin yanında daima ölçülü hareket etmemiz gerekir. Bizim ananelerimiz bunu icap ettirir," dedi. Ve devam etti, "Sana bir Ģey sorabilir miyim? Yani cevabını samimiyetle vermen gereken bir soru." Rebeca'nın gözlerinden bir endiĢe bulutu geçti. Sonra baĢını kaldırarak, "Sor tabii. Bilirsin ben açık sözlü, açık yürekli bir kadınım." "Buraya neden geldin? Gayen ne?" Rebeca yine tereddüt geçirdi, "Senin yakınında olmak istedim. Birini delice sevdiğini, onu arayacağını biliyorum. Ama Ģayet bulamazsan -ki böyle bir Ģeyi temenni ettiğimi zannetme! - belki bir Ģansım olabilir diye düĢünüyo-. o rum. Ayrıca seni tanıdıktan sonra Türkiye'yi de merak etmeye baĢlamıĢtım. Ġstediğimi yapmak için de hiçbir engelim yok. Ben her açıdan özgür ve bir bağı olmay^pinsa-nım. ġimdi ben sana bir soru sorayım, geliĢimden rahatsız mı oldun? Az da olsa memnun olmanı beklerdim." Nejat, "Ben de gerçeği söyleyeyim. Bilemiyorum. Her iki sorunun da cevabını net olarak bilemiyorum. Eğer senin için bir anlamı varsa, Ģunu da ilave etmek isterim. <5" Benim böyle bir bağlılığım olmasa idi seni yanımda görmek beni mutlu ederdi." Rebeca'nm yüzünü mutluluk kaplamıĢtı, "TeĢekkür ederim, Ģimdilik bu bana yeter," dedi. "Her ikimize de baĢarılı çalıĢmalar diliyorum. Nejat ayağa kalkarak, "Ben de! Hadi bakalım iĢ baĢı, bu kadar sohbet yeter. Yanımda çalıĢtığını unutmamalısın! ÇalıĢma konusunda fikirlerimi bilirsin," dedi. Sonra gülerek, "Aa Ģimdi bir iĢim daha var. Sana Ġstanbul'u gezdirmek. Bu akĢamdan baĢlayabiliriz. Önce benim ailemle tanıĢ. Bu akĢam yemeğini bizde yiyelim." Rebeca çok mutlu görünüyordu, "Memnuniyetle," dedi. Nejat'ın ailesi, Rebeca'yı karĢılarında görünce çok ĢaĢırdılar. Sanki ikinci bir Hümeyra gelmiĢti. Kenan bey biraz buruldu. Leyla ile Sevgi hanım ise ĢaĢkındı. Verandada denize karĢı, zengin bir sofranın çevresinde Ģaraplarını yudumlayan aile fertleri, hem Nejat'ı hem Rebeca'yı incelemekle meĢgul idiler. Radyo da Müzeyyen Senar'ın konseri vardı. Nejat dalmıĢ, onu dinliyordu. Rebeca boğazın muhteĢem manzarası, evin ve ailenin güzelliği karĢısında ĢaĢkına dönmüĢtü. Ġçinden bu nasıl bir çocuk? Böyle bir ailenin çocuğu olduğu, böyle bir evde yaĢadığı hiçbir halinden belli değildi. Her konuda mütevazı ve mükemmel diye * düĢünüyordu. nser n kon mıĢ, çok eskilere gitmiĢti. Müzeyyen Senar "Kırmızı gülün âli var" Ģarkısını okuyordu. Nejat kendi mezuniyet gecesini hatırladı. Yarabbi, benim SarmaĢık Gülüm ne kadar da güzeldi. Henüz gonca bir gül, hayır, hayır, tomurcuk beyaz bir gül gibiydi. Titreyerek bu Ģarkıyı okumuĢtu... Salondaki Ģünüyordu. Nejat ise tamamen Müzeyyen Senar'ın konserine dal- alkıĢ sesleri kulaklarındaydı. Gözleri dolu doluydu. Birden ayağa kalkıp, banyoya gitti. Elini yüzünü yıkadı. ġimdi de "Dönülmez akĢamın ufkundayım, vakit çok geç" Ģarkısını söylüyordu. Nejat alafranga tuvaletin üzerine oturup, lavabonun kenarına kollarını koydu. BaĢını da kollarının üzerine... Hayatının bomboĢ olduğunu, bütün çabaların ve baĢarıların hiçbir Ģey ifade etmediğini düĢünüyordu. Amaca ulaĢılmadıktan sonra araçların veya teferruatın ne önemi vardı? Onun yedi yaĢından beri tek amacı vardı. KomĢunun pembe topuklu, çimen gözlü kızı ile evlenmek. Doktor olmak, baĢarılı olmak; bunların hepsi çimen gözlü kız için değil miydi? Bu kadar çaba hiçbir Ģeye yaramamıĢtı. Nejat burada ne kadar oturdu? Bilemiyordu. Kenan bey kapıyı vuruyordu, "Nejat, iyi misin? Oğlum, misafirini yalnız bıraktın. Ayıp oluyor." Nejat lavaboya dayanarak kalkıp, yüzünü yıkadı ve banyonun kapısını açıp çıktı. "Hayır baba, iyi değilim. Hem de hiç iyi değilim." Tuhaftı ama Kenan bey bu cevaptan bir rahatlık duymuĢtu, "iyi" dedi. "Ben de zannettim ki aslını bulamayınca kopyasını kabullendin." "Asla baba, ömrümün sonuna kadar arayacağım!" Nejat'a ve yardımcısı durumundaki Rebec Türk basını çok ilgi gösteriyordu. Bazı ciddi gazeteler Amerika'da gösterdiği baĢarı ve özellikle Türk bayrağını üniversitenin çatısına diktirmesi olayıyla, bazıları birçok ümitsiz hastanın Ģimdiden ümidi olmasıyla, bazıları da daha ziyade çok güzel bir kadın olan ve Nejat'a ilgi duyduğunu gizlemeyen Rebeca ile aralarındaki iliĢkinin mahiyetiyle alakadardılar. 291 a Nejat için zor günlerdi. ĠĢi çok fazlaydı. Yeni bir bölüm kurmak, mevcut olmayan alet edevatlarla, zor ameliyatlar gerçekleĢtirmek gerekiyordu. Hasta sayısı çok fazlaydı. Türkiye'nin her köĢesinden beyni ile sorunu olan veya öyle zanneden birçok hasta, Amerika'dan gelen genç doktora muayene olabilmek için günlerce hastanenin banklarında uyuyorlardı. Nejat ve Rebeca bütün güçleri ile çalıĢmalarına rağmen bu tıkanıklığı önleyemiyorlardı. AkĢam geç saatlere kadar hastanede kalıyorlardı. Bütün bu yorgunluğa rağmen, Nejat Rebeca'yı gezdirmeye çalıĢıyordu. Bu gezintilerin altındaki esas gaye, belki bir gün, olmadık bir yerde Hümeyra'ya rastlamaktı. Nejat bazen oturup, saatlerce düĢünüyordu. Gazetelerde ismi, resmi çıkıyordu. Hümeyra, nasıl bir yerde, ne durumdaydı ki bunların hiçbirini görmüyordu? Görüyorsa niçin aramıyor, niçin gelmiyordu? Hastanedeki düzeni yerine oturttuktan hemen sonra, rehabilitasyon merkezinin bölüm baĢkanı Doktor Rıfat Akça ile görüĢmüĢ, Melahat bacının durumunu anlatmıĢtı. Dr. Rıfat bey, emekliliği yaklaĢmıĢ, tecrübeli bir doktordu. "Nejat bey, hastayı buralara getirmek çok riskli. Ġzmir Devlet Hastanesinde benim bir öğrencim var. Çok baĢa^ı^ lıdır. Doktor Suphi bey, bence ona götürmeli." Nejat birden hatırladı, "Ben genç yaĢta bunadım hocam. Dr. Suphi beyi çok iyi tanırım. Ben hayata onun sayesinde döndüm... " Nejat'ın Ģu sıralar hastaneden ayrılması imkânsız gibiydi. "Avukat Sabri beye bu görevi vermeliyim. Bana karĢı mahcup bir durumda. Seve seve yapacaktır" diye karar verdi. Gerçekten de avukat Sabri bey hemen kabul edip, yola çıkmıĢtı. Zaten Ayvalık ile Ġzmir'in arası en fazla yüz altmıĢ, yüz yetmiĢ kilometre idi. Sabri bey sadece gidip, Melahat hanımı alıp, hastaneye yerleĢtirmek ile kalmadı, hemen hemen her haftasonu ziyaretine gidip, Nejat'a hastalığın seyrini de bildirdi. BeĢ altı aylık bir tedaviden sonra, Melahat bacı bazı gerekli ihtiyaçlarını kendisi karĢılayacak duruma gelmiĢti. KonuĢmanın dıĢında. Bir Ģeyler söylemeye çalıĢıyor ama hiçbir kelimesi anlaĢılamıyor-du. Okuma yazma bilmediği için, yazarak anlatma Ģansına da sahip değildi. En azından yaĢamına daha kolay devam edebiliyordu. Türkiye'ye döneli bir yılı geçmiĢti. Çapa Üniversitesi Tıp Bölümü, büyük bir seminere ev sahipliği yapacaktı. Dünyanın dört bir tarafından gelen nöroloji uzmanı doktorlar, yeni tezlerini, yeni ilaçları ve ameliyat yöntemlerini tartıĢacaktı. Bu organizasyonun baĢında Nejat ve yardımcısı Rebeca vardı. Hürriyet gazetesi bu konu ile ilgili geniĢ bir haber yapmıĢ, Nejat ve Rebeca'nın resimlerini yayımlayarak, seminerin yapılacağı Hilton oteli büyük salonuna, bu konuyla ilgilenen vatandaĢların da davetli olduğunu yazmıĢtı. Üsküdar'ın Doğancılar semtinde, küçük bir bahçe içindeki ahĢapları arasından ıĢık gözüken iki katlı bir evin alt katında, genç bir anne ve altı yaĢlarında çok zayıf, uzun boylu, yeĢil gözlü altı yaĢlarında bir erkek çocuk, zeytin, peynir, ekmekten oluĢan kahvaltılarını yeni bitirmiĢlerdi. Genç kadının üzerinde soluk renkli, yeĢilli bir entari vardı. Yanındaki çocuğun baĢını okĢayarak, "ymut^sen Ģu sütünü bitir. Ben Elmas nineye çorbasını yedirip, ilacını vereyim," dedi. <5" "Peki anne. Anne ben ne zaman mektebe baĢlayaca-gım? Genç kadın köhne merdivenin basamağına attığı ilk adımla kala kaldı. Bir müddet ne diyeceğini bilemedi, "Biraz daha büyü ve geliĢ, sonra," dedi. "Ama anne benden çok zayıf ve küçük çocuklar mektebe gidiyor." "Bu sonbahara düĢüneceğiz yavrum. Sen zaten çok akıllısın. Okuyorsun. Hem de okula gidenlerden daha iyi." Çocuk bu cevabı nasıl algılayacağını pek kestiremedi, "Yani okuyorum diye, mektebe gitmeyecek miyim? Bak bu amca gibi doktor olmak istiyorum," dedi. "Hangi amca?" "Sabah ekmek almıĢtım ya, bakkal Dursun elim yanmasın diye ekmeği sarmıĢtı." "Yavrum, Elmas nineye kahvaltısını yedireyim, geliyorum. Sohbetimize devam ederiz,"dedi. Üst katta iki küçük oda vardı. Genç kadın, elindeki tepsi ile sağdaki odaya girdi. Temiz ama eski bir yatakta, kanaviçe iĢli yastıkta yatan Elmas nine, "Yine ne diyor ymut?" diye sordu. Genç kadının gözleri dolu doluydu, "Aynı konu. Mektebe gitmek istiyor. ġu kanunu bir çıkar-salar da, çocuğa bir nüfus kâğıdı çıkartıp, mektebe gön- o dersem... Yavrum geç kalıyor." Elmas nine de üzülmüĢtü. Bu konu açıldığında hep üzülürdü, "Allah Ģu baĢtakilere bir akıl verse de, koltuk kavgasından vazgeçip, biraz milletin ihtiyaçları ile uğraĢsalar. Ama vazgeçecekleri yok." Genç kadın ağlamaklı, "Evet iĢimiz olsa ile bulsaya kaldı. Beklemekten baĢka çare yok." Elmas nine bu evin sahibi idi. Bu eski evden ve KurtuluĢ SavaĢında Ģehit düĢen altı aylık üsteğmen ko sından aldığı üç kuruĢluk Ģehit maaĢından baĢka ne geliri, ne de kapısını çalacak bir yakını yoktu. Bir gün elinde çocuğu ile çamurlara bulanmıĢ bir genç kadın, kapısını çalıp kiralık ev soruncaya kadar... Nine kadına ve çocuğa uzun uzun baktı. Ne kadar temiz yüzlü insanlardı! Yarabbi, ne kadar güzel bir kadındı! Bir an düĢündü. Bunlardan kira alma ihtimali çok azdı ama bu kadının ve bu çocuğun çok zor durumda olduğu kesindi. Bu güzellikte genç bir kadını Ġstanbul'da sokağa salmak, cinayet iĢlemekten daha günah olmalı diye düĢündü. "Var kızım," dedi, ve devam etti, "Ben yalnızım. Üstte iki oda var. Altta da bir büyük oda bir mutfak, bir küçük banyo. Tuvalet arkadaki küçük bahçenin sonunda. Odam ayrı olacak ama, evin diğer bölümlerini beraber kullanacağız. Kabul ederseniz, tamam... " Genç kadın sevinçten ne yapacağını ĢaĢırmıĢ, Elmas ninenin boynuna sarılmıĢtı. Çocuk iĢin ne kadar farkındaydı bilinmez ama, ev aramaktan yorgun düĢen zayıf bedenini, alt kattaki geniĢ taĢ holde duran eski koltuğun üzerine atmıĢ, derin bir oh çekmiĢti. Elmas nine, "EĢyalarınız varsa, bu eskileri kaldırabilirsiniz." Genç kadın utanarak, "Hiçbir Ģeyimiz yok. Bu valiz- den baĢka... Size iki üç aylık kira... " sonra birden durdu, "Sahi bu evin kirası ne kadar?" "Ne kadar verebilirsen? ĠĢin var mı?" Genç kadın yine boynunu bükmüĢtü, "Hayır, hayır ama yakında bulurum inĢallah." "Peki kızım, üst kattaki büyük oda sizin olsun. Oğlun " da var. Büyük odaya siz yerleĢebilirsiniz." izin olsun. Çocuk ve genç kadın üst kata çıkmaya çalıĢırken, kadın seslendi, "Kızım senin adın neydi?" Genç kadın bir an tereddüt geçirdi. Sonra bu nineden insana asla zarar gelmez. Birilerine güvenmek zorundayım diye düĢündü. Güvenmek rahat bir yaĢam için Ģart olan olmazsa olmazlardan biriydi. BaĢını kaldırmıĢ, "Hümeyra, efendim," demiĢti. O günden sonra Hümeyra birkaç iĢ denemiĢ, maalesef hüsran ile son bulmuĢtu. Hümeyra'yı iĢe almak isteyenler, yeĢil gözleri ve çok muntazam vücudu ve de özellikle dul oluĢu ile ilgileniyorlardı. Hümeyra her seferinde ağlayarak dönmüĢ, zaman zaman "KeĢke biraz çirkin olsaydım" demiĢti. Çirkinlerin güzel, güzellerin de çirkin olmak istedikleri bu dünyanın kuralları, çeliĢkilerle doluydu. Güzel olmak, dürüst olmak, doğruyu söylemek, birer meziyet olmaktan çıkıp, insanların aleyhine iĢleyebiliyordu. Tabii bu çeliĢkiler ve haksızlıklar, kilit noktasındaki insanların nerede, neyi aramaları gerektiğini anlama bilincine varıncaya kadar sürecekti galiba. Elmas nine ile kiracıları kısa bir zaman içinde, bir aile olmuĢtu. Gerçek bir aile... Birbirine güvenen, acıyı, sevinci, varlığı ve yokluğu paylaĢan bir aile. Zaten aile demek de bu olmalıydı. Kan bağının zaman zaman hiçbir Ģey ifade etmediği ortadaydı. Bunu Hümeyra en acı Ģekilde yaĢıyordu. Suat'tan ninesinin öldüğünü de öğrendikten sonra, güvenebileceği, sığınabileceği hiç kimse kalmamıĢtı. Babası ile O Faruk, kendisini arıyorlarmıĢ, tabii yok etmek için. Yanında babasız bir çocuk da olduğuna göre, bu iĢlem onların ve birçoklarının ahlak anlayıĢına uygun da düĢecekti. Saklanmak zorundaydı. En azından çocuğu için. Hümeyra bu düĢünceler içinde Elmas nineye çorbasını içirmeye çalıĢırken, Umut koĢarak merdivenleri çıkmaya baĢlamıĢtı. Bir taraftan da bağırıyordu, "Anne! Sen bu doktoru tanıyor musun?" "Aı "Hayır oğlum." "O zaman niçin yanına gitmiĢtin? Hasta mısın?" "Yavrum ben hiçbir yere gitmedim. Neden bahsettiğini anlayamıyorum. Getir Ģu gazeteyi bir bakayım." Çocuk yanına gelmiĢti zaten. Gazeteyi uzattı. Parmağı ile de resimdeki kadını gösteriyordu. Elinde çorba kâsesi ile resme bakan Hümeyra'nın rengi sapsarı olmuĢtu. Bir an öylece kaldı. Sonra hafiften eli titremeye baĢladı. Elmas nine, "Ġyi misin kızım? Rengin çok soldu, elinde titriyor. Çorba kâsesini tepsiye koy. Zaten doymuĢtum," dedi. Hümeyra gözleri gazetede el yordamı ile kâseyi tepsinin içine koydu. Resimdeki Nejat'tı. Yanındaki kadın da neredeyse tıpatıp kendisiydi. Oğlu haklıydı. Ağlamak, hıçkırarak ağlamak, gazeteyi yırtmak, bulduğu her Ģeyi savurmak istiyordu. KoĢmak, koĢmak, bağırmak istiyordu. Ama hiçbirini yapamadı. Her zamanki üzüntüsünü, isyanını ve yok olan ümitlerinin bıraktığı boĢluğu yine içine gömmeye, gözyaĢları ile doldurmaya çalıĢacaktı. Umut annesine bakarak, "ĠĢte böyle doktor olmak istiyorum," dedi... Hümeyra hızla gazeteyi fırlattı, "Doktor olmana evet, ama böyle aĢağılık olma! Sakın," dedi. Umut'da, Elmas nine de ĢaĢırmıĢtı. Hümeyra tepsiyi Umut'un eline tutuĢturup, "Bunu aĢağıya indirir misin lütfen?" dedi. Çocuk tepsiyi eline aldı. O kadar cılızdı ki, sanki tepsiyi kaldırmakta zorlanıyordu. Elmas nine, <5" "Kızım bu, o adam mı?" Hümeyra ĢaĢırmıĢtı, "Hangi adam?" "Gece sabahlara kadar ağlayarak, mektup yazdığın "Gece sabahlara kadar ağlayarak, mektup yazdığın ama gönderemediğin adam... Tek çocuğunun babası... " Hümeyra öyle ĢaĢırmıĢtı ki. BaĢını önüne eğdi, "Evet, evet ne yazık ki o. Galiba bütün erkekler böyle, Hümeyra kaybolduysa olsun! Niyesi, niçini önemli mi? YaĢasın diğer Hümeyra'lar veya benzerleri!" Gözlerinden yaĢlar sessiz sessiz iniyordu. Eli ile gazeteyi iyice buruĢturdu. Sonra hırsla yere attı. Bir müddet buruĢuk gazeteye baktı. Sonra kalkıp, gazeteyi yerden alıp, ihtimamla düzeltmeye baĢladı. AĢağıya indi elini yüzünü yıkadı. Gazeteyi tekrar eline aldı. Dikkatle okudu. Bahsedilen seminer, o gün akĢamüstü, saat dörtte ve Hilton otelindeydi. GiriĢ serbestti. Kolundaki eski saatine baktı. Neredeyse on bire geliyordu. Ninenin bakır güğümünde biraz su ısıtıp banyo yapmalıyım, diye düĢündü. Birden hatırladı. Öğlene yemek yapmalıydı. Umut'a bu gün birkaç köfte yedirse iyi olacaktı. Dün gece iĢten döndüğünde Hamza, patronun verdiği haftalığı Hümeyra'ya vermiĢti. "Umut! Umut!" diye seslendi. Çocuk elinde birkaç bilye ile koĢarak geldi. "Efendim anne?" "Yavrum bu parayı al! Kasap Mahmut amcaya git. Ne kadar kıyma geliyorsa versin. Annem bana köfte yapacak, dersin." Hümeyra öğlen Umut'un ve Elmas ninenin yem verip, sofrayı kaldırdı. Elmas nineye bir aspirin verdi "Elmas Nine Umut'u bu öğlenden sonra yanına bırakıp, sokağa çıkabilir miyim? Kendini nasıl hissediyorsun?" Elmas nine uzun uzun Hümeyra'ya baktı, "Benim kayınvalidem aynı zamanda komĢumuzdu. Akıllı ve hoĢ sohbet bir kadındı. Onun sık sık tekrar ettiği bir lafı vardı. Hiçbir insan saçlarını ömür boyu uzatamaz.. Bir yerden meğini meğini di. sonra taĢıması imkansızlaĢır, ayaklarına dolaĢmaya baĢlar, hem de bit düĢer. ĠĢte bu hale gelmeden kesilmelidir. Senin bu dava da öyle... BitmiĢ bile olsa o anı muhakkak yüz yüze yaĢamalısın! Git ve gör! Her Ģey için emin olmalısın. Belki yeni bir hayat kurma gücünü bulursun. Ben çocuğuna bakarım. Her zamanki gibi... O bana asla tatmadığım torun sevgisini tattırıyor." Hümeyra, Elmas ninenin kuru, çatlak ellerini tuttu, "Ben senin bu iyiliklerini nasıl öderim?" dedi. Ve devam etti, "Bir Ģey daha isteyeceğim." "Söyle yavrum." "ġu parmağı ndaki alyansı, bugünlük ödünç verir misin?" "Vermeye veririm ama bence bu yolu seçme! Olduğun gibi görünsen belki daha iyi... " "O Amerika'lara gidip, sevgilisi veya niĢanlısı ile döndü. Beni yüzüstü bıraktı. Ben hâlâ onu beklediğimi nasıl belli edeyim? Buna kalbim müsaade etse, gururum etmez," dedi. Nine parmağındaki yüzüğü çıkarıp, uzattı. Hümeyra yüzüğü alıp, odasına girdi. Yıllardır bir kıyafet almamıĢtı. Elmas ninenin eski, gıcırdayan dolabını açtı. Yıllar evvelinden, izmir'e giderken yanma aldığı, birkaç keten döpiyes, birkaç elbise duruyordu. "Neyse ki vücudum değiĢmedi" diye düĢündü. Lacivert keten elbisej^^ eteğini aldı. Lacivert üzerine kırmızı çiçekli bir elbisenin altını kesti. Onu buluz olarak giyecekti. Saçlarını gevĢek bir topuz yaptı. Gözüne geniĢ çerçeveli bir güneĢ gözlüğü taktı. Öyle tuhaf hisler içindeydi ki... Hem tanınmamaya çalıĢıyor, hem de Nejat'ın kendisini gömmesini, fark etme- sini, rahatsız olmasını istiyordu. Saat üçe geliyordu. Biraz acele etmesi gerekti. Ġmrahor'dan aĢağıya yürüyecek, sonra BeĢiktaĢ vapuruna binecek, oradan da Taksim dolmuĢuna, sonra da Hilton Oteline kadar da yürümesi gerekecekti. Hilton'un kapısından içeriye girerken, bacakları titremeye baĢlamıĢtı. Kalbi ise, sabah Nejat'ın resmini gördüğünden beri dıĢarıya fırlayacakmıĢ gibi atıyordu. Bir taraftan da yanından geçen hanımları inceliyordu. Acaba kıyafeti çok mu demode veya eski görünüĢlüydü? "Pek de öyle durmuyor" diye kendi kendini teselli ediyordu. Hiltonun geniĢ lobisinde birkaç görevli dolaĢıyordu. Hümeyra bir tanesine yanaĢıp, sessizce sordu, "Tıp semineri hangi salonda?" "Havuza doğru yürüyün. Sağda göreceksiniz," dedi görevli. Salonda pek kimse yoktu. Birkaç gazete muhabiri, önden üç sırada uzman doktorlar oturmuĢtu. Hümeyra ayakları titreyerek, dördüncü sıranın sol baĢına oturdu. Ġçinden dua ediyordu. Yarabbi, bayılmadan, kalbim durmadan, sağ salim, çocuğumun yanına dönebilsem] Sağ eli ile göğsünü bastırıyor, sol eli ile diz kapaklarının titremesine mani olmaya çabalıyordu. Üzerinde birkaç teyp ve çevresinde gazeteciler bulunan masaya yaklaĢan genç bir doktor, yurt dıĢından gelen misafirlere ve dinley icilere hoĢ geldiniz^dedikten sonra, "ġimdi çok kıymelUQhocam, Dr. Nejat OdabaĢı ve yardımcısı Dr. Rebeca, size bu konudaki son geliĢmeleri anlatmak, yeni tezler sunmak için kürsüye gelecekler. Faydalı bir seminer olması dileği ile sözü sayın hocama bırakıyorum... " Nejat krem renginde keten takım elbise giymiĢti. Hümeyra'nın midesi bulanıyordu. Yanında yürüyen genç kadın, oldukça uzun boylu ve gerçekten güzel bir kadındı. Uzaktan bile Nejat'a duyduğu hayranlığı belli ediyordu. BakıĢlarıyla, gülümsemesiyle... Bir manken edası ile masanın baĢına yaklaĢıp, Nejat'a fısıltı ile bir Ģey söyledi. Nejat hafif gülümsüyordu galiba... Hümeyra bu görüntüye daha fazla tahammül edemeyeceğini anlamıĢtı. Kalkıp kaçmak istiyordu. Nejat'ın sesini duyuyordu. O da misafirlere hoĢ geldiniz diyordu.Yine o içe iĢleyen, yumuĢak, sevecen sesi ile. Bir an kendisini görüp, SarmaĢık Gülü! diye yanına koĢmasını hayal etti. Sonra içinden "kesinlikle buradan gitmeliyim, dayanamayacağım" dedi. Koltuğun yanına tutundu. Kalkmaya çalıĢıyordu. Ve birden yere yığıldı. Salonda bir hareket baĢladı. Nejat, "Sayın misafirlerimiz galiba bir hastamız var, bakmalıyım. Özür dilerim. Rebeca sen idare et!" dedi Yerde hareketsiz yatan genç kadına doğru koĢtu. Yanına yaklaĢtı. Yüzünü çevirdi. Gözlüğünü çıkardı. Çevresine aldırmadan "Aman Allah'ım bu Hümeyra!" diye bağırdı. BaĢını göğsüne koydu. Kalbi atıyordu. Nabzı çok zor da olsa sayılabiliyordu. Ama çok düĢüktü. Otuz civarında. TelaĢla oradaki görevlilere döndü, "En yakın hastaneden bir ambulans ve bir hemĢire çağırın! Buradan bir görevli de ambulansa binsin. Doğru Çapaya götürsünler." Sedye çabucak gelmiĢti. Nejat sedyenin arkasından elleri titreyerek, kalbi çarparak, gidiyordu. TelaĢla bağırdı, "Benim odama! Hasta odalarına değil." Seminerde görevli genç ile ambulansa konan Hümeyra, kısa zamanda Çapaya getirilmiĢti. Görevli genç, Dr. Nejat'ın söylediklerini anlattı. Çapa'daki görevliler ĢaĢırmıĢtı. Bu kadar kurallara bağlı doktorlarına neler oluyordu? Hastayı odasına aldırmak, doktoru ve bütün hizmeti hastanın ayağına getirmek gibi... Nöbetçi doktor, Hümeyra'yı kıpırdatmadan muayene etti. Görünürde ciddi bir Ģeyi yok gibiydi. HemĢireye döndü, "Dr Tayfun'u buraya çağır. Ve bu anda kullanılabilecek bütün aletleri buraya getirsinler," dedi. Dr. Tayfun yanında hemĢire ile hemen gelmiĢti. Nöbetçi doktor, "Ben ilk muayenemi yaptım. Hastanın önemli bir Ģeyi yok gibi. Ama hemen elektrosu çekilsin. Gereken her Ģey yapılmalı. Hocamız için çok kıymetli biri galiba... BaĢında beklenmesini, asla kalkmasına izin verilmemesini istemiĢ! Kendisi gelinceye kadar tutacakmıĢız... Bazı kan tahlilleri de istemiĢ. Önce tansiyonuna bakalım. Sonra da elektrosunu çekelim." Dr. Tayfun ĢaĢırmıĢtı. Hocasını en ağır vakalarda bile böyle bir davranıĢ içinde görmemiĢti. Neler oluyordu? Bu genç kadın kimdi? Tansiyonunu ölçen hemĢire dikkatle Hümeyra'nın yüzüne baktı, "Bu, Dr. Rebeca'ya ne kadar da benziyor. Onun bir Ģeysi olabilir mi?" Dr. Tayfun, "O zaman Dr. Rebeca'nın ilgilenmesi gerekmez miydi? Seminerde fazla bir rolü yoktu, pekâlâ ambulans ile gelebilirdi," dedi. HemĢire gülerek, "Doktor hanımın en büyük görevi, hocayı yalnız bırakmamaktır, bilmiyor musunuz?" Dr Tayfun da belli belirsiz gülümsemiĢti. HemĢireye cevap vermedi. Bu konuda daha fazla konuĢmak pek yakıĢık almazdı. Hümeyra'nın tansiyonu ciddi Ģekilde düĢüktü. 62 ye 35 civarında. Yarım saat sonra Hümeyra gözlerini açtı. Kolunda serum bağlıydı. BaĢında bir doktor, bir hemĢire duruyorlardı. Dr. Tayfun hemen yanma yaklaĢtı, "GeçmiĢ olsun, hanımefendi. Bizi korkuttunuz! En çok da hocamız korkmuĢ herhalde... " Hümeyra ĢaĢkın ĢaĢkın çevresine bakıyordu. Hastanedeydi ama burası bir hasta odası değildi. Deri koltuklar ve gösteriĢli bir masa ile döĢenmiĢ, oldukça lüks bir odaydı. "Neredeyim?" "Hocamın odasında." "Hocanız kim?" "Dr. Nejat OdabaĢı." Hümeyra doğrulmaya çalıĢtı, "Gitmem gerek! Evde çocuğum var ve eĢim iĢten dönüĢte beni bulamazsa meraklanır," derken alyans takılı parmağını özellikle göstermeye çalıĢıyordu. Gayesine de ulaĢmıĢtı. HemĢire parma-ğındaki alyansı görmüĢtü. Dr kolundan tutup, yatırdı. "Hayır bırakamayız. Hocam sizi asla bırakmamamızı söyledi. ġimdi neredeyse gelir. Hem saat daha erken, eĢiniz iĢten dönemez." "Selimiye'de görevli. Eve çok yakın." Hümeyra daha da telaĢlanmıĢtı. Bu konuda ısrar etmenin yersiz olacağını anlamıĢtı. "Tamam, ama Ģey, tuvalete gitmem gerek," dedi. HemĢire kolundan serumu çıkardı. "Haklısın! Serum verilince, sonucu bu oluyor. Doktorların tuvaletine gidin. Daha temizdir. On beĢ metre ileride, sağda." Hümeyra ayağa kalkarken yine baĢı dön müĢtü. Ama gitmeliydi. Çantasını aldı. Koridora fırladı. Tuvalete doğru yürümeye baĢladı. Arada sırada arkasına bakıp, gözetlenip, gözetlenmediğini anlamaya çalıĢıyordu. Hayır, arkasından kimse bakmıyordu. Sağına solu- 303 na telaĢla baktı. DıĢarıya çıkacak bir kapı arıyordu. Bir görevli yatak takımlarını taĢıyordu. Yanına yaklaĢıp, "DıĢarıya nereden çıkabilirim?" diye sordu. "Biraz yürüyüp, sola dönün, göreceksiniz." Hümeyra hastanenin bahçesine çıkmıĢtı. Çevresine dikkatle bakındı. Evet ana cadde görünüyordu. Caddeye çıkıp hızla bir taksiye bindi. "Beni Eminönü ndeki Kadıköy iskelesine bırabn lütfen. Ġçinden de hesap yapıyordu, haftalığımı da taksiye yatırıyorum. Bir hafta ne yiyeceğiz? Vapura binerken, son kere bu vapura Nejat ile beraber biniĢini hatırladı. Çımacı onları görünce çektiği sürgü iskeleyi tekrar uzatmıĢ ve arkalarından "Delikanlı! Bu Ahuya sahip ol! Elini hiç bırakma!" diye bağırmıĢtı. Allah ne çımacının ne de kendisinin duasını kabul etmemiĢti. Acaba ömür boyu huysuz ve menfi bir insan olarak tanıdığı babası haklımıydı? Ailesini ve hatta tüm hayatını boĢu boĢuna mı harcamıĢtı? "Tanrım, ne büyük hata! " diye düĢündü. Vapurun açık kısmına oturmuĢtu. Yüzüne biraz rüzgâr vurması iyi gelecekti. Yine martılar uçuĢuyor, yine mavi deniz suyu vapurun yanlarında beyaz köpükler yapıyor, yine güneĢ ıĢınları mavi sularla oynaĢıyordu. Ama martıların rengi griye, köpükler kirli sarıya dönmüĢ- o tü. GüneĢ ıĢınları da oynaĢmıyor, suları dövüyordu. Hayat akmıyor duruyordu. Ġnsanlar yaĢamıyor, hissetmiyor, sa- dece nefes alıyordu. Ne yazık ki, Ģu anda Hümeyra, o nefesi bile zor alıyordu. Doğancılar durağında dolmuĢtan indi. Hâlâ kendini çok kötü hissediyordu. Hemen eve gitmemeliydi Caddeyi büyük bir dikkatle geçti. YaĢamak onun için fazla önemli değildi. Ama ölmek lüksüne de sahip değildi. Küçük bir oğlu vardı. Binbir yanlıĢ ile dünyaya getirdiği, henüz en elzem problemlerini bile halledemediği, Umut'u vardı. Onu kime bırakabilirdi ki? Parkta biraz oturup, kendime geleyim dedi ve gölgede bir bankın üzerine oturdu. BaĢka Ģeyler düĢünmek istiyordu. Yakınında genç bir kadın iki küçük kızı ile resim çekiyordu. Anne de çocuklar da çok güzeldi. Mutlu bir aile tablosu çiziyorlardı. Anne, "Hadi artık babanızın gelme saati eve dönelim," dedi. Küçük kumral kız, "Hayıy biraz kayalım." Büyük destekledi, "Evet anne, biraz kaydıraklarda kayalım." "Tamam, ama çok az." Hümeyra yine ağlamaya baĢlamıĢtı. Ben hiçbir zaman Umutuma, "haydi baban gelecek" diyemedim ve diyemeyeceğim diye düĢündü. Küçük kız üç yaĢlarında falandı. Birden Hümeyra'nın ağladığını gördü. Elini güneĢe gölge yapıp, dikkatle birkaç dakika baktı. Annesinin oturduğu yere doğru koĢtu. Bankın üzerinden bir Ģey aldı. Sonra, koĢarak, Hümeyra'nın yanına yaklaĢtı. Elinde küçük bir papatya demeti vardı. Oynarken toplamıĢ, babasına götürmek için bir tarafa koymuĢtu. Elindeki papatyaları Hümeyra'ya uzattı, "Abla, niye ağlıyorsun? Hasta mısın? Bak size papatya getirdim." Hümeyra bu sevimli çocuğun saçlarını okĢadı. Uzanıp, papatyaları aldı, "Evet yavrum, baĢım çok ağrıyor." O sırada abla yanına yaklaĢmıĢ, kardeĢini eli nden tutmuĢ çekiĢtiriyordu, "Gel kız, ayıptır. Herkese karıĢma" Küçük kız bir türlü Hümeyra'nın yanından ayrılmıyordu, "Annemde ilaç vaydıy, getiyeyim," diyerek annesine doğru koĢtu. Annesine bir Ģeyler söylüyordu. Sonra elinden sürükleyerek, yanına doğru getirdi. Ufak tefek, zarif bir kadındı. "Gerçekten ilaç mı istediniz?" diye sordu. 305 Hümeyra, "Hayır benim namıma sevimli kızınız istemiĢ. Fena fikir değil doğrusu." Anne çantasından aspirini çıkardı. Çocukları için çantasında taĢıdığı suyu uzattı, "BaĢka suyumuz yok," dedi. Küçük kız, ağlayan ablayı annesine teslim etmiĢti. Hemen kaydıraklara koĢmuĢtu. Annesi de Hümeyra'in yanına oturdu, "Sizin derdinizin baĢ ağrısı olmadığını hissediyorum. Ama Ģunu da biliyorum ki, hiç kimse, özellikle de hiçbir erkek ağlamaya değmez. Fazla fedakârlık etmeye de değmez. Zira hiçbir zaman karĢılığını göremezsiniz. Her problemin bir çözüm yolu vardır. Herkesten, her Ģeyden vazgeçilebilinir. Bırakılmayacak tek varlık evlattır. O da karĢılığını almak veya almamaktan değil. O büyük sevginin yanında, onları dünyaya getirmiĢ olmanın yükümlülüğünü taĢırız da ondan." Sonra Hümeyra'nın yüzüne dikkatle baktı, "Bırak da seni kaybeden erkekler ağlasınlar. Bana çok özel bir ka-dınmıĢsın gibi geldi. Kendini harcama! Ve harcatma!" dedi. "Biz artık gitmek zorundayız," diyerek ayağa kalktı. Kadın ayağa kalkıp, kızlarına doğru giderken, Hümeyra seslendi, "Adınız neydi? Nerede oturuyorsunuz?" "Adım Nerime. Üçüncü Selim Ġlkokulunun karĢısında oturuyorum." Bu kadın Hümeyra'ya tuhaf bir güç vermiĢti. Hüme çok güzel değildi ama zeki ve etkileyici bir konuĢması vardı. Nedense Hümeyra genç kadının, gerçek adını söylemediğini düĢündü. Ayağa kalktı. ġimdi Umut beni bekliyor- göre bu genç kadının kendisi de dur, diyerek hızlı adımlarla evine doğru yürüm Kafasında yankılar yapan bir ses vardı, "Hiçbir maya değmez. Hatta hiç kimse! Evlattan gayrı!" Nejat konuĢması biter bitmez, salondakilerden özür dilemiĢ, Rebeca'ya, "Ben boğaz gezisine katılamayacağım. AkĢam yemekte görüĢürüz. Misafirlerle ilgilenmek sana düĢüyor," dedi. Rebecada çok üzgündü. Ġçine bir kurt girmiĢ, kemiriyordu. Dayanamadı, sordu, "Nejat, o kimdi?" Nejat biraz duraladı. Önüne bakıyordu. Her ne kadar belli etmese de, Hümeyra'yı bulmanın Rebeca için hayallerinin sonu olacağını biliyordu. Bu konuda ve bu durumda yalan da söyleyemezdi. Böyle bir mecburiyeti de yoktu. Rebeca'ya hiçbir zaman ümit vermemiĢti. "Hümeyra," dedi ve hızla yürüdü. Rebeca gerçekten yıkılmıĢtı. Kendi kendine "zaten hissetmiĢtim" diye söylendi. Nejat otelin oto parkında arabasını çıkarıp, acele ile yola koyuldu. Aksi gibi her trafik ıĢığında durmak zorunda kalıyordu. Sinirlenmeye baĢlamıĢtı. "Her Ģey Hümeyra'yı bulmama karĢı sanki" diye söylendi. Arabasını acele ile Çapanın bahçesine rasgele bıraktı. Görevliye, "Bunu oto parka çek lütfen!" diyerek odasının olduğu koridora doğru koĢar adımlarla yürüdü. Nefes nefese odaya girdiğinde portatif hasta yatağını boĢ buldu. HemĢire ve Dr. Tayfun ayakta bekliyorlardı. "Merhaba çocuklar! Hastamız nerede?" HemĢire atıldı, "Tuvalete gitmek istedi ama epeyce zaman oldu." Nejat endiĢeli, "BayılmıĢ olabilir, bir yoklayın lütfen!" dedi. HemĢire telaĢla tuvalete gitti. BeĢ dakika sonra döndü. dakika "Hani, hasta nerede?" "GitmiĢ efendim." "Ne demek gitmiĢ efendim? Ben hiçbir Ģekilde gitmesine izin vermeyin diye tembihlemiĢtim!" Dr Tayfun, "Hocam hastayı zorla tutamayız ki!" HemĢire telaĢla söze karıĢtı, "Hocam, çok acele ediyordu. EĢi ve çocuğu onu beklermiĢ. Merak ederlermiĢ." Nejat merak içinde, "Evli miymiĢ?" Yine hemĢire atıldı, "Evet galiba bir subay. Selimiye'de görevliymiĢ." Nejat koltuğa çökercesine oturdu. "ĠĢte Ģimdi onu tamamen kaybettim" dedi. Öylece karĢı duvara bakıyordu. Dr Tayfun, "Hocam gidebilir miyiz? Çıkmadan evvel bakmam gereken birkaç hasta var." "Tabii, sağ olun!" Nejat bu anda her zamankinden çok yıkılmıĢtı. Yolun sonuna gelmiĢti. Ne yazık ki eli boĢ, kalbi acı doluydu. Nejat bir müddet öylece oturdu. Saatlerce renkli bir balonu yakalamaya çalıĢan bir çocuğun balonu tam yakalayacakken, söndüğünü görmesi gibi bir duygu içindeydi. Hümeyra'yı bulma ümidi bile ona yaĢama sevinci ve azmi veriyordu. Ne kadar oturdu bilemiyordu. Masadaki telefonun çalması ile yerinden sıçradı. Arayan Rebecaydı. "YakıĢıklı Türk, artık gelmen gerekiyor. Misafirlerimiz Rebeca Nejat'ı karĢısında görünce ters giden bir Ģeylerin olduğunu anlamıĢtı. Nejat duygularını hemen belli eden bir kiĢiliğe sahipti. Her konuda güçlü olduğu halde seni soruyor," diyordu. "Geliyorum," dedi. Saat yedi buçuğu geçiyordu. AkĢam ye baĢlayacaktı. Acele etmeliydi. duygusal konulardaki bu özellikle Hümeyra ile ilgili lan kapsıyordu: asla güçlü olamıyordu. Rebeca bir iki saat hiçbir Ģey sormadı. Artık dayanamıyordu. Aniden, "Nejat Hümeyra ile görüĢtün değil mi?" Nejat'ın yüzü kasıldı. "Hayır, hanımefendinin kocası ve çocuğu bekliyor-muĢ." Rebeca'nm elinden çatal düĢtü. Çok heyecanlanmıĢtı. Sevincini belli etmemeye çalıĢarak, "Yazık çok üzüldüm," dedi. Nejat yüzüne tuhaf bir ifade ile baktı, "Belli oluyor," dedi. Rebeca birkaç dakika bir tereddütten sonra, "Nejat, sen Hümeyra'yı nasıl seviyorsan, ben de seni öyle seviyorum. Benim için bir ümit ıĢığı belirdi. Sevinmem çok doğal değil mi?" Nejat'ın tüm aksiliği üstündeydi. Sanki hırsını Rebeca'dan çıkarmaya çalıĢıyordu. "Hiç kimse, kimseyi, benim Hümeyra'yı sevdiğim kadar sevemez," dedi. Rebeca sinirlenmiĢti. Kendine hâkim olmaya çalıĢıyordu ama yine de dayanamadı, "Sen benim duygularımın ne kadar güçlü olabileceğini nereden bileceksin? Tanıdığımdan beri, çölde serap gören bir insanın yanılgısı ile yarattığın hayale doğru koĢuyorsun. Onun hayal olma- ^ sı benim suçum değil ki!" Nejat biraz düĢündü. Rebeca galiba haklıydı. Onu niçin kırıyordu ki? Tabii Nejat Hümeyra'nın kendisinden kaçma sebebinin Rebeca olduğunu bilmiyordu. Sesini biraz daha yumuĢatarak, "Haklısın Rebeca! Kusura bakma! Haydi, misafirlerimizle meĢgul olalım," dedi. Bu olayın üzerinden altı yedi ay geçmiĢ, yılbaĢı yaklaĢmıĢtı. Nejat'ın hastane ve hastalarından arta kalan za 3 <5" manim geçirdiği yer Selimiye ve civan idi. Bir vesile bulup, karĢıya geçiyor, bazen parklarda, bazen okul önlerinde çok kere de Selimiye KıĢlasının yakınlarında dolaĢıyordu. Aslında bunları niçin yaptığını da bilmiyordu. Ne bulmayı, bulursa ne yapabileceğini de bilmiyordu. Belki de Hümeyra'nın kocası ile veya Hümeyranın oğlu ile karĢılaĢıyordu. Ama tanımıyordu ki. Havalar çoktan soğumuĢtu. Ġstanbul sert bir kıĢ yaĢıyordu. Nadir yaĢanan kıĢlardan biriydi. Nejat'ın Hümeyra ile karĢılaĢtığı o günden sonra, Rebeca Nejat'tan daha bir yakınlık beklemiĢti ama boĢuna. ĠliĢkilerinde samimiyet vardı, hep de olmuĢtu ama sıcaklık yoktu ve olacak gibi de görünmüyordu. Nejat ailesine Hümeyra ile karĢılaĢtığını anlatmamıĢtı. Galiba anlatması gerekiyordu. Zira babası da neredeyse kendisi kadar tedirgin ve üzüntü içindeydi. Artık olmayacak bir Ģey için, ümit beslemelerine ve gayret sarf etmelerine gerek yoktu. O akĢam hiçbir yere gitmek istemiyordu. Rebeca'ya baĢının çok ağrıdığını, eve gidip, erkence yatmak istediğini söyledi. Rebeca biraz durakladı, "Ben de sana bir Ģey söyleyecektim," dedi. "Söyle! Kapıyı kapat seni dinliyorum." "Bu ortamda ve ayaküstü söylenecek bir Ģey değil." "Aman Rebeca, ortamın ne önemi var? Seni dinliyorum." Rebeca saçlarını arkaya attı, "Benimle evlenir misin?" Nejat ĢaĢkın, ayağa kalktı, "Rebeca sen ne çılgın bir kadınsın. Bir Ģeyi kafana koydun mu asla engel tanımıyorsun. Hem bizde evlenme teklifini erkekler yapar. Bunu hiç duymamıĢ sayıyorum. Evlenme konusuna gelince henüz düĢünmedim." Rebeca'nın sabrı yavaĢ yavaĢ tükeniyordu. Sert bir hareketle masanın üzerindeki çantasını alıp, arkasını döndü ve kapıdan çıktı. Ġçinden "Bu konuyu benim de ciddi ciddi düĢünmem gerekiyor artık" dedi. Nejat arkasından "Ġyi akĢamlar!" demiĢti ama duyuramamıĢtı. Nejat, kendisinin de artık bir karar vermek zorunda olduğunu biliyordu. Ġçinde sönen ümit ıĢığı zaman zaman cılız bir aydınlık saçıyor, aklına bir sürü acabalar geliyordu. Mantıklı cevaplan olmayan acabalar. Galiba bunlar, bilinçaltında tarafımdan uydurulan, olabilecek değil de, olmasını hayal ettiğim Ģeyler. Çünkü ben bir karar almaktan çekiniyorum. Hümeyra'yı kaybettim. Büyük ikramiyeyi kaybeden bir insanın, teselli ikramiyesine razı olması kolay olmuyor. Onu da kaçırmak istemiyorum ama kolaylıkla evet de diyemiyorum. Fazla zamanım kalmadı, hatta hiç kalmadı. Rebeca'nın da sabrı tükendi. Haksız da sayılmaz diye düĢündü. Mart ayının sıcak günlerinden biriydi. Emirgan sahillerinde oltalarını alan herkes balık tutmaya uğraĢıyordu. Onlara bakarken Ayvalık'ı hatırladı. Evlerinin denize bakan verandasında hem balık tutmaya uğraĢır, hem de bahçede köpekle veya bebekle oynayan Hümeyra'yı gözetlerdi. Hafifçe gülümsedi. Onu düĢünmek bile mu tluluk veriyordu. Arabasını park edip içeriye girdi. Sevgi hanım, "Bugün erkencisin Nejat. Hadi denize karĢı bir çay içeli Nejat biraz düĢündü, "Hayır anne, çay i çmeyeceği Babam evde mi?" "Evde canım." "Evde canım." "Babama sorar mısın, benimle sahilde bir yürüyüĢ ya par mı?" lim." ğim. Sevgi hanım endiĢelendi, "Bir Ģey mi oldu?" "Hayır! Hayır! Sadece sahilde babam ile yürümek istiyorum." Baba oğul sahilde konuĢmadan yürüyorlardı. Deniz kenarına iyice yaklaĢan Nejat yerden bir taĢ alıp, denizin üzerinde sektirerek fırlattı. Onu bir taĢ daha, bir taĢ daha takip etti. Kenan bey sabırla bekliyordu. Oğlunun önemli bir konuyu tartıĢmak istediğini anlamıĢtı. Hazır olup, baĢlamasını bekliyordu. Ne yazık ki Nejat hiç öyle bir davranıĢta bulunmuyor, denizde taĢ sektirmeye devam ediyordu. Kenan bey dayanamadı, "Nejat, sahildeki taĢların bitmesini bekliyorsan, bu mümkün değil," dedi. Nejat baĢını kaldırdı. Gözleri nemliydi. Aklı ise yıllar ötesinde, Ayvalık'taki evlerinde, daha doğrusu bitiĢik komĢunun evinde idi. Aniden, "Baba benim bir karar almam gerek. Bana yardımcı olursun diye düĢündüm." "Tabii oğlum. Elimden gelen her Ģeyi yaparım." "Baba ben Hümeyra'yı kaybettim." Nejat'ın sesi titriyordu. Denize bakıyor ayağı ile de kumları eĢeliyordu. "Yani özet olarak, sizin deyiminizle aslı yok. Kopyası ile idare edeceğim. Rebeca'yı da kaybetmek istemiyorum. Tek erkek evladınızım. Soyunuzun devamı gerek. Bunu size borçluyum. Bir ömür yalnız yaĢayamam. Bir hayat kurmam gerek. Bunu da kendime borçluyum. Baba sana yedi yaĢında bir söz vermiĢtim, tabii kendime de. Doktor olacağım, SarmaĢık Gülü ile evleneceğim diye... Sö zümü tu- tamadım baba! Sözümü tutamadım." Nejat artık gözündeki yaĢları hapsetmekte zorlanıyordu. Kenan beyin de gözleri dolmuĢtu. "Oğlum sen verdiğin bütün sözleri tuttun. Kader diye bir Ģey var. Çok kere ona karĢı durulmuyor. Kader size karĢıydı. Bana da... " Bu söz ağzından çıkar çıkmaz piĢman olmuĢtu. EndiĢelenmesi yersizdi. Nejat herhangi bir imayı anlayacak durumda değildi. O kendi dünyasında idi. Bu dünyada Hümeyra ile kendisinden oluĢuyordu. ġimdi o dünyada üçüncü bir kiĢiyi sokmaya karar veriyordu. Acaba sokabilecek, ona bir yer verebilecek miydi? Yoksa onu da kendisi ile birlikte mutsuz mu edecekti? Kenan bey ise kendi yaĢadıklarını düĢünüyordu. Halk arasında bir söz vardır. Anaların kaderi, kızlara da yazdırmıĢ. Kenan bey, o söz babaların kaderi, oğullarına da yazı-lırmıĢ Ģeklinde düzeltilmeli, diye düĢündü. "Bu evliliğin yürümesi, biraz da seçeceğin insanın karakterine, anlayıĢına bağlı. Annen gibi biri olursa, pekâlâ yürür. O büyük aĢk seninle hep yaĢayacaktır. Bunun yanında, normal bir evlilik hayatın, sevdiğin çocukların olur. Burada tutkulu aĢkın yerini, saygı sevgi ve anlayıĢ almıĢtır artık." Nejat birden, "Baba sen bunları yaĢamıĢ gibi konuĢuyorsun. Unutamadığın bir aĢkın mı vardı?" Kenan bey irkildi. Duygusal konuların içine öyle dalmıĢlardı ki, mantığı ve tedbiri unutmuĢtu. Zaten aĢkın olduğu yerde onların sözü mü geçerdi? "Evet," dedi. "Neyse ki annen gibi kıymetli ve olgun bir kadına düĢtüm." Nejat çok meraklanmıĢtı, "Kimdi baba? Ben tanıyor muyum?" Kenan bey çok büyük bir tereddüt içinde idi. Oğlundan bu sırrını saklamaması, ona güvenmemesi demekti. Ve hatta biraz da oğlunun da kendisine güvenmeyi, sorgulayacağı ihtimalini yaratacaktı. BaĢını kaldırdı, "Süheyla hanımdı," dedi. "Ancak o ve ben evlendikten sonra ikimiz de bu aĢkı içimize gömdük. Ona gölge düĢürecek hiçbir Ģey yapmadık," 313 Nejat çok ĢaĢkındı, "Baba seni tebrik etmem gerek. Böyle bir aĢkı içinde saklayıp, anneme ve bize mutlu bir yuva verebildiğin için. Hep düĢünmüĢümdür, babama neden bu kadar hayranım diye. Demek ki bütün bunları bilmesem de hissetmiĢim sizin özel ve eĢsiz bir insan olduğunuzu. Peki ben de bunu baĢarabilir miyim?" "Sen Türk bayrağını, Amerika'nın ünlü üniversitesinin çatısına çektiren gençsin. Eminim bunu da baĢarırsın." "Baba, aĢk hiçbir Ģeyle kıyaslanmıyor. Ama sen öyle diyorsan öyledir. Yani Rebeca'ya evlenme teklif edebilirim. Öylemi?" Kenan bey yine baĢı önünde, acı ve çok alçak bir sesle, "Etmelisin galiba," dedi. Ve ilave etti, "Annen yemeğe bek-liyordur. Haa, sana söylemem gereken bir Ģey var. Galiba Leyla da prensini buldu. Senden sonra da onu kanatlandırıp uçuracağız. Sevgi hanım merak içinde sofrayı kurmuĢ, bekliyordu. Kocası ve oğlu eve döndüğünde ilk iĢi, onları incelemek oldu. Gayet sakin görünüyorlardı. Demek ki üzülecek bir Ģey yoktu. Ama, babasının görüĢünü alacak kadar da önemli idi. Çok merak etmesine rağmen hiçbir Ģey sormadı. Sevgi hanım bu görüĢmenin dıĢında kaldığı için biraz da alınmıĢtı. Yemeğin sonunda, "Katmer tatlısı yaptım. ġimdi mi alırsınız? Daha sonra mı?" diye sordu. NejatvC' "Anne size söylemem gereken bir konu var. ġimdi otur, tatlıyı sonra yeriz," dedi. Sevgi hanım sesini çıkarmadan oturdıı. Leyla'da dikkat kesilmiĢti. Nejat birden, "Ben Rebeca ile evlenmeye karar verdim," dedi. Sevgi hanım sevinmiĢti, "Çok iyi etmiĢsin. Bir hayali beklemekle ömür geçmez," diye cevapladı. Leyla biraz üzgün gibiydi, "Abi, biraz daha beklesen?" 3 U Sevgi hanım atıldı, "Kızım, evliymiĢ ve bir de çocuğu varmıĢ. Neyi bekleyecek." Leyla, "Bu iĢin içinde baĢka Ģeyler olmalı. Benim bildiğim Hümeyra, çok mecbur olmadan böyle bir Ģey yapmaz." Sevgi hanım, "YapmıĢ iĢte. Besbelli babası mecbur etmiĢtir," dedi. Nejat ve Kenan bey hiçbir cevap vermediler. Verecek cevapları yoktu. Ġçlerinde derin bir sızı hissediyorlardı. Aynı hüsrana baba oğul otuz yıl arayla uğramıĢlardı. Sevgi hanım koĢa koĢa üst kata çıktı. Elinde tüyleri dökülmüĢ, kadife bir kutu ile döndü. Kutuyu Nejat'a uzattı, "Bunu babaannen bana takmıĢtı. Sen de karına tak!" Nejat kutuyu açtı. Çok büyük taĢlı, Ģahane bir elmas yüzüktü. Uzunca süre baktı, "Hayır anne Rebeca bu yüzükten pek anlamaz. Ona modern bir pırlanta alırız," dedi. "Hatta hemen yarın siz alın. Leyla'nın parmağı uyar zannederim." 0° O gün hastane her zamankinden daha hareketliydi. Demokrat Partinin ileri gelen siyasilerinden birinin annesi, beyin kanaması geçirmiĢti. Nejat ve Rebeca uzun süren bir ameliyatın sonunda yorgun düĢmüĢ, Nejat'ın odasında kahve içiyorlardı. Rebeca'nın Nejat'a evlenme teklifinden sonra Nejat'ın tavrına çok sinirlenen Rebeca, araya mesafe koymuĢtu. Zaman zaman dönmeyi planlıyordu ama bunu da asla kabullenemiyor, gururuna yediremiyor-du. Bir Türk'ün arkasından gelip, yıllarca bekledikten sonra reddedilerek geri dönmek, ateĢli Ġspanyol kanına ve bir Amerikalı olarak ĢiĢirilmiĢ egosuna çok ters düĢüyordu. Ne yazık ki yapacağı bir Ģey yoktu. Nejat ansızın, "Bu gece beraber Kulüp Park Otel'de bir yemek yiyelim mi?" diye sordu. Rebeca ne diyeceğini bilemiyordu. Ama hemen de yelkenleri indirmek niyetinde değildi. "Kim olarak davet ediliyorum? Ben mi? Yoksa aslı bulunamadığı için çağrılan sevgilinin kopyası olarak mı?" Nejat ne kastettiğini hemen anlamıĢtı. "Ben sana yanımda olman için baskı yapmadım. Ve hiçbir zaman birinin yerini doldurman için zorlamadım ve etkilemedim. Hep açık oldum. Asla sonu olmayacak münakaĢalara girme meliyiz. Evet tekrar soruyorum, Rebeca benimle yemeğe gelirmisin?" Rebeca baĢını önüne eğdi, "Tamam. Ameliyatlı hastaya bir bakayım, hemen geliyorum." Nejat, "Acele etme! O kadar erken gitmemize gerek yok." "O halde diğer hastaları da bir kontrol edeyim." Park Otel'de zamanın ünlü siyasilerinden birinin oğlu evleniyordu. Nikâh da salonda kıyılacaktı. Ġstanbul sosyetesi ve Ankara'nın ünlü siyasileri oradaydı. Nejat, salondaki kalabalığı görünce, restoranın kapısındaki görevliye kalabalığın sebebini ve yemek yiyip, yiyemeyeceklerini sordu. "Özür dilerim efendim. Bu salonumuzda düğün var. Çok da davetli var. Sizi ancak kafeye alabiliriz," dedi. Nejat Rebeca'nın omzuna elini koyarak, "Biz de baĢ- ka bir kulübe gideriz," dedi. Tam o sırada düğün salonuna girmek üzere olan Çapa Üniversitesinin rektörü, "Nejat, niye dönüyorsunuz?" diye sordu. "Efendim burada düğün varmıĢ. Biz dave tli değiliz." Rektör Nejat'ı kolundan tuttu, "Oğlu m bu yeğenim Sevdanın düğünü. Benim misafirim olun. Hem Rebeca'da bir Türk düğünü görür," dedi. Ve devam etti, "Size biraz ürültüden rahatsız ola bilirsiniz." buytudab"masahazırlas^l "Hocam teĢekkür ederiz. Rebeca ister misin?" diye sordu. Rebeca büyük bir hevesle, "Bence çok iyi olacak," dedi. Rebeca nikâhı dikkatle izliyordu. Birkaç gazeteci gelinle damadın çevresinde durmadan resim çekiyorlar, bazıları da ilginç buldukları insanlarla röportaj yapıyorlardı. Nikâhtan sonra gelin ve damat vals ile düğünü açtılar. Gelinin üzerinde muhteĢem bir gelinlik vardı. Güzel, zarif bir kızdı. Gelinlikte çok yakıĢmıĢtı. Rebeca, pek mümkün görünmese de kendini o gelinliğin içinde, Nejat'ı da karĢısında hayal etmekten kendini alamadı. Nejat, "Dans etmek ister misin?" diye sordu. "Elbette." "Yani sadece iki arkadaĢ olarak mı?" Rebeca ĢaĢkın ĢaĢkın bakıyordu. Acaba ne ima etmek istiyordu. Nejat, söyleyip de kurtulayım, der gibi acele ile, "Yani Ģey, îki niĢanlı olarak da dans edebiliriz, eğer istersen?" Rebeca daha da çok ĢaĢırmıĢtı, "Bu söylediğin Ģey, bir evlenme teklifi mi?" "Ġlk adımı, diyebiliriz." Rebeca gülerek, "Bu bir Ģaka mı?" "O zaman parmağını uzat!" Rebeca sağ elini uzattı. Elleri kemikli ve uzun parmaklıydı. Nejat daha evvel çıkarıp, peçetenin altına gizlediği kadife kutuyu açtı. Ġçinden değerli bir tek taĢ yüzük çıkarıp, Rebeca'mn parmağına takmaya uğraĢırken bir flaĢ patladı. KarĢılarında genç bir gazeteci, elinde makinesi ile gülümsüyordu. Rektör de muhabirin yanında idi ve kahkahalarla gülüyordu, "Ben Tamer'i sizinle röportaj yapsın diye getiriyordum. ġanslı çocukmuĢ^iört ayağının üzerine düĢtü." Gazeteci genç, "Evet hocam teĢekkür ederim. Halkımız bu gibi olaylara bayağı ilgi gösteriyor. Amerika'da olduğu gibi, memleketimizde de boyalı basın rağbette. YakıĢıklı doktorumuz ve Amerikalı yardımcısı ise Ayhan IĢık ve Muhterem Nur'dan daha fazla ilgi görüyor. Bomba bir haber yakaladım. Gerçekten Ģanslıyım," dedi. Rektör acele ile masaya kaliteli bir Ģampanya ısmarladı. Üçü bu olayı Ģampanya kadehi kaldırarak kutladılar. Aslında Nejat'ın içinde fırtınalar esiyordu. Her saniye, attığı bu adımın doğruluğunu sorguluyordu. Rebeca ise Nejat'ın kendisine âĢık olmadığını biliyordu. Bir boĢluğu doldurmak durumunda olduğunun farkında idi. Amerika'ya reddedilmiĢ bir kadın olarak dönmek, çok zoruna gidecekti. Ne olursa olsun, baĢarmıĢ gözükmeliydi. Hem onunla bir gece geçiren erkek, kesinlikle ondan ayrılamazdı. Bu belki aĢk değil tutku veya ihtiras olacaktı ama olsundu. Nejat onunla bir yatağı paylaĢacak, ona soyadını verecekti. Hem bir müddet sonra âĢık da olabilirdi. ġampanya kadehleri boĢalınca, Rebeca, "Hocam, müstakbel eĢim bana dans teklifinde bulunmuĢtu. Müsaade ederseniz? Bu romantik parçayı kaçırmayalım," dedi. Gerçekten ikisi de birbirine yakıĢıyordu. Rebeca iyice sokulmuĢ, Nejat'a bir Ģeyler söylüyordu. Nejat kısa cevaplarla geçiĢtiriyor, içinden bir an evvel bu gecenin bitmesini istiyordu. Bunun iki sebebi vardı. Birincisi yaptığı iĢin doğruluğundan emin değildi, ikincisi de sağlıklı genç bir erkek olarak, Rebeca'nın kadınsı cazibesinden etkilenmemek mümkün değildi. AĢk olsun veya olmasın. O bir erkekti. Ve her erkek gibi bazı ihtiyaçları vardı. Zayıf da olsa üçüncü bir sebep daha vardı. Rebeca'nın ona "müstakbel eĢim" demesini çok yadırgamıĢtı. Aniden, "Rebeca gide- lim mi?" diye sordu. Rebeca, "Daha gecemiz yeni baĢladı. Hem niçin gideceğiz?" "Ben yorgunum. Yarın iki büyük ameliyatım var." "Ġnsan iki saatlik niĢanlısından bu kadar kolay ayrılabilir mi?" "Rebeca bu niĢanın biraz değiĢik bir ortam içinde oluĢtuğunu biliyorsun. Sana karĢı hep açığım. Ben Ģu anda ikinci bir aĢka soyunmaya hazır değilim. Benden bunu bekleme! Eğer kabullenemeyeceksen, çok zorlanacaksan, hayatını karartmak istemem. Sen sevilmeyi hak eden bir kızsın. Belki zaman içinde bu da olur. Ama bunlar öyle konular ki, mantık ile zorlama ile olmuyor iĢte." Rebeca yüzüne Ģiddetli bir tokat yemiĢ gibi hissediyordu. Gerçi bunları biliyordu ama niĢan yüzüğünü taktıktan iki saat sonra duymak, hiç de hoĢ değildi. Bir an yüzüğü çıkarıp, salonun ortasına fırlatmak istedi. Sonra yine ailesine ve arkadaĢlarına karĢı ne kadar zor bir durumda kalacağını düĢündü. Rebecanın itiraf etmekten korktuğu bir Ģey daha vardı. Bu ısrarında, Amerika'daki arkadaĢlarının ve ailesinin rolü vardı ama esas nedeni içindeki saplantıydı. Nejat ile bir ömrü paylaĢamazsa bile bir yatağı paylaĢmak onda büyük bir saplantı haline gelmiĢti. Seksi bir kadındı. Ama Nejat'ı tanıdığından beri bir baĢka erkekle yakınlaĢmamıĢtı. Her gece yatağa girip, Nejat ile bir gün yaĢayacağı aĢk sahnelerini hayal ediyor, vücudunu ateĢler basıyordu. Elde edilemeyen Ģeyler çok daha cazip oluyordu. Rebeca güzel gözlerinden ateĢ saçarak, Nejat'ın gözlerinin içine baktı, "Bunları biliyorum. Bari bu gece biraz daha kibar ol! Bu konuda çok acımasızsın!" dedi. Nejat utanmıĢtı. Rebeca haklıydı. Evlenme teklif ettiği bir kadının yüzüne sevilmediğini söylemek, büyük kabalıktı. Rebeca'yı kendine çekti. Kulağına doğru eğildi, <5" "Özür dilerim Rebeca, gerçekten kabalık ettim. Ama biliyor musun? Ben biraz da kendimden korkuyorum," dedi. Rebeca bunun ne anlama geldiğini düĢündü. Pek anlayamamıĢtı, "Yani beni sevmekten mi?" "Hayır, seni istemekten," dedi. Rebeca evlenmeye karar veren bir çiftin birbirini istemekten korkması düĢüncesini anlayamıyordu. Türk erkekleri ne kadar değiĢikti. Sonra içinden "Yok canım, nerede? Yakınımda olan Türk erkeklerini görüyorum. Evli, çocuklu olanları bile ne iĢler çeviriyorlar" diye düĢündü. Ve "Bana cins olanı rastladı. Bir erkeğin böyle âĢık olması, görülmüĢ Ģey değil" dedi. Rebeca dilinin ucuna gelmesine rağmen, "Beni istemekten korkacak ne var?" demedi. Kendini daha fazla küçültmemeliydi. Bu kadar geliĢme bile çok büyük baĢarıydı. Sonu muhakkak gelecek, o gölge kadını unutturacaktı. Ayağa kalktı, "Hadi gidelim Nejat. Gerçekten yarınki ameliyatlar çok zor olacak," dedi. Hümeyra, Nejat'ı gördüğü günden beri daha güçlü görünüyor, güya bu durumu kabullenmiĢ gibi bir tablo sergiliyordu. Ne yazık ki içindeki o cılız ümit ıĢığı da yok olmuĢ, yaĢama sevincini tamamen kaybetmiĢti. Artık sadece dünyaya getirdiği ve babasız büyütmek zorunda olduğu oğlu için yaĢayacaktı. YaĢamak mecburiyetindeydi. Aldığı bütün kararlara, kendi kendine verdiği sözlere rağmen, aklı yine de Nejat'ta ve o ecnebi kızla iliĢkisinin boyutunun ne olduğundaydı. Çok az kazandığı haftalık m aaĢla her cumartesi bir gazete almak gibi bir alıĢkanlık edinmiĢti. Haftasonlarmda sosyete haberleri ve tanınmıĢ insanların hayatları ile ilgili haberler ve resimler yayınlanıyordu. Belki Nejat ve o kadınla ilgili de bir Ģeyler yazılırdı. Bir taraftan Nejat diye birinin hayatında yeri olmadığını, kendi kendine onu artık gömdüğünü söylüyor, bir yanı da ondan haber almak, nerede, ne yaptığını bilmek istiyordu. Cumartesi sabah Umut yataktan kalkar kalkmaz, Hümeyra kendince bir bahane bulup, Umut'u hemen bakkala gönderiyordu. Bu sabah da aynı Ģeyi yaptı. "Umut, oğlum hadi bakkaldan taze bir ekmek al da gel!" "Anne sucuk da alabilir miyim?" Hümeyra bir an düĢündü. Cebindeki parayı hesap ediyordu. Elmas nine dikkatle ana ile oğlu seyrediyordu, "Umut oğlum, benim de canım sucuk istiyor, al bu parayı. Apikoğlu sucuklarından bir kangal al. Çok ıslak olmasın, emi?" Hümeyra sonradan hatırlamıĢ gibi, "Bir de gazete al! Umut!" dedi. Umut iĢtahlı bir çocuk değildi. Daha doğrusu yemek seçen, damak zevkine uygun olmayan bir Ģeyi asla yemeyen bir çocuktu. Sucuk almanın sevinci ile hızla kapıya fırladı. Hümeyra kahvaltı sofrasını topladı. BulaĢıkları yıkamak için mutfağa girdi. Çaydanlıktaki sıcak suyu bulaĢık tasına dökmeden evvel, gazeteyi bir karıĢtırayım, dedi. Hemen ilk sayfada, Yılın Düğünü diye büyük puntolarla yazılmıĢ bir haber, yanında da muhteĢem gelinliği ile damat ve gelinin resimleri vardı. Hümeyra pek böyle konularla ilgilenmezdi ama nedense dikkatini çekmiĢti. Tabureye oturdu. Okumaya baĢladı. Devamı dördüncü sayfa sütun dörtte yazıyordu. Dördüncü sayfayı açtı. Ve de öylece kaldı. Resimde Nejat, o Amerikalı kızın parmağına yüzük takıyordu. Altına da, "YakıĢıklı /Tük ve müthiĢ <5" doktor, güzel yardımcısı Amerikalı RebeĞaj^^ nihayet yüzüğünü taktı. Düğünün ilgi çeken sürprizlerinden de bu sahne oldu" diye yazılmıĢtı. Hümeyra elinde niĢan biri gaze- lo, bir resme bir de altındaki yazıya bakıyordu. Ne kadar baktı? Farkında değildi. Ağlamıyordu da, donmuĢ gibi sadece bakıyordu. Sonra Elmas ninenin telaĢlı sesini duydu, "Hümeyra mutfakta bir Ģey mi yanıyor? Kızım burası duman doldu." Hümeyra gazocağına doğru baktı. Çaydanlığın alt tarafı kor haline gelmiĢti. Üstü de simsiyahtı. Gazeteyi attığı gibi ayağa kalktı. Hemen gaz ocağını kapattı. Çaydanlığı bu Ģekilde tutamazdı. Aslında kor haline gelmiĢ bu çaydanlık da Hümeyra'nın yüreğinde yanıyordu. Söndürülmesi de imkânsız gibiydi. Yüzükleri takmak Rebeca ile Nejat'ın hayatında fazla bir Ģey değiĢtirmemiĢti. Yine iki iĢ arkadaĢı gibiydiler. Biraz daha geç vakitlere kadar beraber oluyorlardı. Birkaç kere Rebeca Nejat'larda Leyla'nın odasında kalmıĢtı. Rebeca Leyla'nın kendisinden pek hoĢlanmadığını fark ediyordu. Gerçi kibar kızdı. Bunu asla kabalık derecesine getirmiyordu. Komodinin üstünde nefis bir genç kız resmi vardı. Ġlk kaldığı gece, Rebeca kendi resmi zannetmiĢ, hayretler içinde ve de sevinerek, "Bu ben miyim? Böyle bir resmim yok ki?" diye sormuĢtu. Leyla denize doğru bakarak, gözleri dolu dolu, "Hayır, O Hümeyra," demiĢti. Onun üzerine hiçbir Ģey konuĢmamıĢlardı. Ne yazık ki bütün gece sessiz ve neĢesiz geçmiĢti. Evde kendisine en iyi davranan kayınvalide adayı Sevgi hanımdı. Onun da anne olarak bazı beklentilerine cevap verecek olduğu için kendisini desteklediğini düĢünüyordu. Aslında haksızlık da etmemeliydi. Rebeca'ya ilgisiz değildi. Kenan bey asla duygularını belli etmiyordu. Sanki sa dece etten ve kemikten yapılmıĢtı. Oğlu ile evlenecek, torunlarının annesi ola < .ık kız, onu hiç ilgilendirmiyordu. fi? Böylece aylar geçmiĢ, ağustosun sonuna gelmiĢti. Hümeyra gazetedeki niĢan haberinden sonra bir ruh gibi evin içinde dolaĢıyor, uyumuyor, sabahlara kadar gözyaĢı döküyordu. Birkaç gündür onu derinden etkileyen baĢka bir sorun, çok zorlayıcı bir hal almıĢtı. Umut illa da okul diye tutturmuĢtu. Annesinin çalıĢtırması ona yetmiyordu. Bir çocuk gibi yaĢamak, arkadaĢları ile okula gitmek, bir Ģeyler öğrenmek, arada bir yaramazlık yapmak onun da en tabii hakkıydı. Dünyaya geliĢinde hiçbir rolü ve isteği olmayan bu çocuk, bu kadar büyük bir cezayı, çocuk gibi yaĢama hakkının elinden alınıĢını hak etmiyordu. Eğer ortada bir suç varsa cezasını iĢleyenler çekmeliydi. Neden günahsız bir çocuğun omuzlarına yüklenmiĢti? Bunları her an düĢünen Hümeyra, Sonuçta ben, ben de çekiyorum ama az da olsa bunda benim iradesiz oluĢumun payı var. Bu çocuğun günahı neydi? diye düĢünüyordu. SULCI Ġstanbul'un bahan, Ankara'nın sonbaharı çok güzel olur derler. Sonbahardaki güzellik dünyanın neresinde olursa olsun, hüzünle karıĢıktır. Romantizmin ağır bastığı, aĢkın çok daha Ģiddetli hissedildiği, hasretin ise dayanılmaz olduğu bir zaman dilimidir. Nejat da romantik bir yapıya sahipti. Çok büyük bir aĢk yaĢamıĢ, derinden yaralayan bir hasretin içine düĢmüĢtü. Yarasına merhem olsun diye denediği Ģeyler, asla etkili olamamıĢtı. Ne yazık ki hala olamıyordu. O gece sabaha kadar Hümeyra'yı rüyasında görmüĢtü. Hümeyra hep ağlıyordu. Nejat yanma yaklaĢtığında ona öyle garip, öyle kırgın bakmıĢtı ki, sonra kaçmaya baĢlamıĢ, büyük bir akarsuyun yanına kadar koĢmuĢtu. Nejat da arkasından... Sonra birden yanında bir çocuk belirdi. Çok zayıf, yüz hatları çok güzel olan bir çocuk. BakıĢları o kadar mahzun, o kadar çaresizdi ki, Nejat çocuk için de çok üzülmüĢtü. Hümeyra büyük bir telaĢ içinde uğraĢırken, yanlarına Rebeca yaklaĢtı. Hümeyra'ya gülerek, "Bu nehri geçebilirsin, fazla derin değil," dedi. Hümeyra gözleri yaĢ dolu, "Çocuğum var onu tehlikeye Nejat nefes nefese Hümeyra'nın olduğu yere yaklaĢmıĢtı, "Geçme Hümeyra! Benimle gel!" dedi. Rebeca atıldı, "Ona inanma Hümeyra! O beni seviyor. NiĢanlandık atamam" diye cevapladı. ri geç! Öbür tarafta seni güzel bir hayat bekliyor." Hümeyra çocuğunu kucakladı. Çocuk da Hümeyra da o kadar zayıftı ki... Bu nehir onları muhakkak sürükleyecekti. Nejat Hümeyra'yı kolundan tutmaya çalıĢıyordu, "Gitme, benimle kal!" Hümeyra büyük bir kızgınlıkla Nejat'ın yüzüne baktı, "AĢk iki kiĢiliktir, bunu bilmiyor musun? Üçüncü kiĢi aĢkın içine giren bir kurt gibidir. Mayasını bozar, kalitesini düĢürür. Ġçten içe oyar, ölüme mahkûm eder. Bizim aĢkımız da artık ölüme mahkûm," dedi ve hızla nehre doğru ilerledi... Nejat öyle Ģiddetli "Hümeyraa!" diye bağırmıĢtı ki kendi sesine kendisi uyanmıĢtı. ĠĢte böyle bir moral bozukluğu ile ameliyata girmiĢti. Havaların soğuması ile daha doğrusu tatil mevsiminin bitmesi ile hasta sayısında büyük bir artıĢ olmuĢtu. Bu da Nejat'ı fazlasıyla yoruyordu. Hele nikâhın yaklaĢması, sinirlerini iyice bozuyordu. Ameliyattan çıkar çıkmaz, arka bahçede kuytuda bir bankın üzerine oturdu. Dün gece gördüğü rüyanın etkisindeydi. Birden beyninde bir ĢimĢek çakar gibi oldu. Acaba Rebeca'nın varlığı mı Hümeyra'yı kendinden uzaklaĢtırıyordu. Üzerine basarak söylediği AġK ÎKÎ KĠġĠLĠKTĠR cümlesi kafasının içinde zonkluyordu. Sonra hemen baĢka bir düĢünce ile sarsıldı, ya kendisi? Ġlk ihanet ondan gelmiĢti. EvlenmiĢ, çocuk sahibi bile olmuĢtu. "Beni öyle bir vefasızlıkla nasıl suçlayabilirdi ki?" diye söylendi. Asla Hümeyra'yı suçlamaya gönlü razı olmuyordu. Hemen, belki de çok kötü bir durumda kaldı. Belki de baĢka çaresi yoktu düĢünce- da çok severdi diye düĢündü. sini geliĢtirerek, Hümeyra'yı kendine karĢı müdafaa etti. Yağmur çiselemeye baĢlamıĢtı. Bu, mevsimin ilk yağmuru idi. Toprak kokusu ne kadar da güzel geliyordu. Hümeyra 325 HemĢire yana yakıla Dr. Nejat'ı arıyordu. Rebeca'ya sordu. Rebeca biraz kızgın, "Arka bahçedeki büyük çınarın arkasına bakın. Yalnız kalmak istediği zaman oraya kaçar," dedi. HemĢire hızlı adımlarla, Dr. Nejat'ın yanına yaklaĢtı, "Doktor bey, bugün hastalarınız çok. Sizi bekliyorlar," dedi. Gerçekten de bugün hastaları çoktu. Aslında ameliyat günleri hasta kabul etmiyordu. Ne yazık ki hasta sayısında büyük bir artıĢ vardı. Eğer kendinden fedakârlık etmezse, hastaları üstün körü muayene etmesi gerekecekti. Aceleye gelmeyen tek meslek de doktorluktu. Ġlk hastası gençliğe yeni adım atmıĢ, güzel bir kızdı. Samsun'dan getirilen on altı yaĢındaki bu hastanın durumundan çok etkilenmiĢti Beynindeki urdan dolayı gözleri görmemeye baĢlamıĢtı. Çok güzel bir kızdı. Nejat'a durmadan, "Gözlerim, doktor amca, gözlerim görse, derslerime çalıĢabilsem baĢka bir Ģey istemem. Yoksa sınıfta kalacağım." Nejat böyle hastalardan çok etkileniyordu. Ġçinden, "Zavallı yavrucak önce dünyada kal yeter" diye geçirdi. Nejat bu durumda tıbbın da çaresiz olduğunu biliyordu. Ama yine de bu çocuğu "Sana hiçbir Ģey yapamayız" diyerek göndermek istemiyordu. Beyin emarına dikkatle bakıyor, tekrar, tekrar bakıyordu. Muayene odasının kapısının önünde, yüksek sesle konuĢmalar, hatta bağrıĢmalar vardı. Görevli ile hastalar Ģiddetli bir münakaĢa halindeydiler. Nejat hemĢireye, "Bir bak bakalım, dıĢarıda ne oluyor? Ġster istemezjdikkatim dağılıyor," dedi. HeımĢirFkapıya çıkıp, iki dakika sonra döndü, "Hiç efendim, her zamanki Ģeyler. YaĢlı bir kadın gelip, bütün hastaların önüne geçmiĢ, illa da Doktor Nejat'ı göreceğim, diye. Öteki hastalar ve görevli de mani olmak istiyor^Onlara "Ben hasta deği- lim. Hususi konuĢacağım" diyormuĢ. Bilirsiniz, bunlar çarıklı erkânıharptir. Böylece öne geçecek." Nejat biraz düĢündü, "Bu güzekkızın muayenesi bitsin, yaĢlı nineyi içeri al, bakalım gerçekten bir özel konu var mıymıĢ?" Sonra biraz durakladı." Hayır! Hemen Ģimdi al! ġurada otursun... " dedi. Nine muzaffer bir eda ile hemĢirenin önünden odaya girdi. Nejat'ın yüzüne tuhaf bir ifade ile baktı. Bu bakıĢın içinde net olarak belli olan tek Ģey kızgınlıktı. Ama baĢka Ģeyler de vardı. Sert bir sesle, "Doktor Nejat sen misin?" diye sordu. "Evet nineciğim, biraz bekle! ġu güzel kızı göndereyim konuĢuruz." Kadın sert bir Ģekilde "Ġyi," dedi. Nejat içinden, iyi ki içeri aldık. Bu hepimizi dövebilirdi, diye düĢündü. Zavallı kızı ve babasını gönderdikten sonra ihtiyar nineye döndü, "Nine hastan mı vardı?" Nine yüzünü buruĢturdu, "Var ya! Ama ben seninle yalnız konuĢmak istiyorum." Nejat iyice ĢaĢırmıĢtı, "TanıĢıyor muyuz?" "Ben seni çok iyi tanıyorum. Sen tabii ki tanıyamazsın." "Bana kızgın gibisin?" "Evet öyleyim. Kızgınlık hafif kaçar. Bunlara söyl yalnız bıraksınlar." le bizi <5" HemĢire atıldı, "Doktor bey bence çıkmayalım. Bu teyze pek normal gibi görünmüyor." Nine kızmıĢtı, "Kızım ağzını topla! Ben eski toprağım ve sizin gibi gençlerden çok normalim," dedi. KaĢlarını iyice çatmıĢ, kırıĢ kırıĢ olan yüzü daha da buruĢuk bir hal almıĢtı. Nejat iyiden iyiye meraklanmıĢtı, "Bizi biraz yalnız bırakın! DıĢarıdaki hastalan Rebeca kabul etsin. Ben de hemen gelirim" dedi "Evet nineciğim, seni dinliyorum. Önce adınızı lütfeder misiniz?" "Adımı ne yapacaksın. Sadece yaĢlı bir insanım hem de gerçek bir insanım. Duyguları olan, üzülen bir insan... " Aslında Nejat'ın boĢa harcayacak zamanı yoktu Ama altıncı hissi bu yaĢlı kadının sıradan biri olmadığını söylüyordu. "Peki öyle olsun! Benden ne istiyorsunuz?" Nine cebinden bir kâğıt çıkardı, "Hemen bu akĢam, bu yere git! Bir yemek ye! Ama on buçuk, on birden evvel kalkma! Ondan sonra da eve gel, (Bu sefer de neredeyse bir kitap kalınlığında bir zarf uzattı) Otur bunları oku. Üç gün sonra bunları senden geri alacağım," dedi. Ayağa kalktı. Nejat kolundan tuttu, "Otur nine, ne olur? Kimsin? Ne istiyorsun? Bir anlat." "Hayır benden bu kadar. Gerisi senin insanlığına kalmıĢ. Tabii varsa." Nine bir de hakaret etmiĢti. Nejat yaĢlılığına saydı. Ama bu sefer gitmesine mani olmadı. Nine tam kapıdan çıkarken, "Haa o gâvur gizini yanında götürme! Yalnız git! sın. Sözünde duracağını pek ümit etmiyorum ama, yine kıyordu, "Allah Allah! Beni kalleĢlikle de suçladı" dedi. Yine Rebeca'nın sesi ile kendine geldi, "Hayrola Nejat, nerelerdesin?" de söyleyeyim." YaĢlı kadın hızla uzaklaĢtı. Nejat arkasından öylece ba- Bunları da Ģimdi değil, oradan "Haa sen miydin? Öylece dalmı Ģım iĢte." "Ġyi, hadi çıkalım artık. Bu gece beni Çakıl Gazinosuna götürecektin, unuttun mu?" Nejat, "Ah! Özür dilerim Rebeca, sözümü yerine getiremeyeceğim. Babam biraz rahatsızmıĢ, benim eve dönmem gerek." "Öyle mi? Bende gelmeliyim!" "Hayır, hayır hiç gerek yok." Rebeca ĢaĢırmıĢtı. Nejat'ta bir tuhaflık vardı. Birden aklına geldi, "O yaĢlı kadın ne istiyordu?" "Hiiç, bir hastası varmıĢ, hiç de parası yokmuĢ." Rebeca sözünü kesti, "Nejat sen hiç yalan söyleyemi-yorsun. Ve sana yalan asla yakıĢmıyor. AnlaĢıldı, yine bir bunalım içindesin. Ben çıkıyorum. Ġyi akĢamlar." Nejat'ın canı eve bile gitmek istemiyordu. "Ninenin verdiği Ģu adrese bir bakayım," dedi. Küçükyalı Çamlık Gazinosu. Kadıköy tarafı Nejat'a hep yabancı gelmiĢti. Kendini manen ve fiziksel olarak yorgun hissediyordu ama, içinden bir ses "mutlaka gitmelisin!" diyordu. Arabasını KabataĢ'a doğru sürdü. Saat henüz akĢamın yedisiydi. Gidinceye kadar sekizi bulurdu. Gazinonun yerini de buluncaya kadar, epeyce zaman geçmiĢ olacaktı. "Önce Salacakta oturup, birkaç çay içip, gurubu seyredeyim. Ġstanbul'un en güzel gurubu o sa-yi ^ hilden seyredilirmiĢ. Sonra gazinoyu ararım" diye kar verdi. Çamlık, Küçükyalı'nın sahilinde küçük bir yerdi. Çamlık, Küçükyalı'nın sahilinde küçük bir yerdi. Denizden biraz yüksek, lüksü olmayan, orta halli bir yer. Galiba gündüz denize girenlere hizm et ver iyor, akĢam da yemek servisi ve içki... Cuma, Cum^^si ve Pazar akĢamları da kendi çapında müzik programı vardı. Nejat kuytu ama manzarası güzel bir yere oturdu. Hemen garson yanında belirmiĢti. "Yalnız mısınız beyim?" "Evet," "Hafta sonu üç gün gazinomuz çok dolar. Bir kiĢiye bir masa veremiyoruz." "Üç kiĢilik say." Elindeki kâğıt parayı da garsonun cebine soktu. Garson eğilerek, "BaĢ üstüne efendim. Neler istersiniz?" "Midye tava, kalamar, patlıcan kızartma ve bir de beyaz Ģarap, iyisinden olsun." Saat onu geçmiĢti. Üç kiĢilik bir gurup, dans müziği yapıyordu. Gerçekten gazino dolmaya baĢlamıĢtı. Özellikle de ondan sonra çok insan gelmiĢti. Nejat ise sıkılmaya baĢlamıĢtı. Bir küçük Ģarap içmiĢ, bekliyordu. Bu hesaba göre en az onbire kadar oturması gerekiyordu. Uzun boylu, temiz giyimli bir adam, mikrofonu aldı. MüĢterilere hayatlarından memnun olup, olmadıklarını sorup, hoĢ geldiniz dedikten sonra, "ġimdi beklediğiniz an geldi. Altın sesli ġahika, kemanı ile karĢınızda!" Salonda müthiĢ bir alkıĢ kopmuĢtu. Nejat'ın karĢı köĢesinde çam ağaçlarının kısmen kapattığı kuytu yerde, uzun boylu, zayıf, sari saçlarını arkada basit bir topuz halinde toplamıĢ, üzerine uzun siyah bir etek ve siyah üzerine parlak mavi küçük desenleri olan bir bluz giymiĢ, gözüne renkli, geniĢ çerçeveli bir güneĢ gözlüğü takmıĢ, yaĢı tam belli olmayan bir genç kadın göründü. Ne yüzü ne de yaĢı pelcbelli olmuyordu. Bu durum özellikle ayarlanmıĢ gibiydi. IĢığı az, kuytu bir köĢe deimkrofonun önünde ayakta duruyordu. BaĢı ile zarif^^^selam verip, alkıĢlar arasında yerine oturdu. Keman^ ile çok baĢarılı bir tak- sim geçtikten sonra, Osman Nihat'ın son günlerde diller den düĢmeyen "Ne müĢkülmüĢ seni sevmek, sana yar olmak, DilĢad olmak isterken periĢan olmak" adlı Ģarkısına baĢladı. Çok güzel sesi vardı. Ġnsanın içine iĢleyen bir ses... Nejat ĢaĢkındı. Bu ses, onun hayran olduğu sesti. Bu, Hümeyra'nın çağlayan gibi akan pürüzsüz sesiydi. Ama Hümeyra ve bir gazino hiç mi hiç bir araya gelemeyecek iki Ģeydi. Ama oydu iĢte. Yerinden kalktı. ġarkıcının yanına gitmek istiyordu. Garson yaklaĢtı, "Bir isteğiniz mi vardı, efendim?" "Hayır! Evet, evet, bu Ģarkı söyleyen hanımın adı neydi?" "ġahika hanım, efendim." "GörüĢmem mümkün mü?" "Bu imkânsız bir Ģey. Dört veya beĢ Ģarkı okur, sonra gider. Kimse ile konuĢmaz. Hiçbir Ģey yemez içmez. Yanma da yaklaĢamazsınız. Bakın Ģurada duran iri kıyım adam onun koruyucusudur. Laz Hamza. Yanına kimseyi yaklaĢtırmaz." "Peki rica etsem çok sevdiğim bir Ģarkıyı okur mu?" "Zannetmem, Ģimdiye kadar hiç istek okumadı." "Siz yine de Ģu kâğıdı verir misiniz?" "Ben ancak Hamza'ya verebilirim." "Mani oluyor halimi takrire hicabım" adlı Ģarkıyı yazdı Garsonun eline büyük bir bahĢiĢle beraber tutuĢturdu Garson, "ġahika hanımı tanıyor muydunuz?" Nejat acele ile cebinden kadar sadıktır ki." Nejat tereddütle, "Belki, zann emin değilim," dedi. "Ne olur yanına yaklaĢmayın. "Hamza ile yakınlığı ne?" "Hiç, hiçbir yakınlığı olduğunu zannetmiyorum. O değiĢik bir kadın, bir muamma. Bir iliĢkisi olduğunu zannetmem. Galiba buraya giriĢine Hamza aracı olmuĢ. Hamza patronun yakınıdır. Kendisi sebep olduğu için onu korumayı görev edindi... Bir müddet sonra sadık bir köle haline geldi. ġimdi ise ġahika hanıma o kadar kıymet veriyor, o kadar hayran ki öl dese ölür. Gerçi o genç kadının da kimse yanlıĢ bir hareketini görmedi," dedi. ġahika hanım devam ediyordu, "Gözlerin hayran bakarmıĢ görmeyip ısrarımı... " Garson Nejat'ın yanından ayrılmıyordu. Hem aldığı bahĢiĢler, hem de önemsenmek hoĢuna gitmiĢti. "Sahnede ne kadar kalır?" "En fazla beĢ veya altı Ģarkı söyler," dedi. Nejat bu ikinci Ģarkı, diye düĢündü. Garson uzaklaĢırken arkasından sesledi. "Oğlum hesabı da getirir misin?" ġahika hanım üçüncü Ģarkıya baĢlamıĢtı. "Kırmızı gülün âli var.. " Nejat'ın artık Ģüphesi kalmamıĢ gibiydi. Bu Hümeyra'ydı. Hemen arkasından hayır olamaz! diye düĢünüyordu. Nejat durmadan fikir değiĢtiriyordu. Ġçinden bir türlü çıkamadığı bir fikir karmaĢası yaĢıyordu. Mantığı bu hanımın Hümeyra olamayacağını, duyguları ise bu sesin sevdiği kadının sesi olduğunu söylüyordu. Bu ses Hümeyra'nın ama bu genç kadın Hümeyra olamaz. Saçının rengi, hatta görünüĢü çok baĢka... Bir gazinoda Ģarkı söylemek ise asla onunla bağdaĢamayacak bir iĢ. Gerçi yüzü görünmüyor. Çözlerini geniĢ bir gözlükle kapatmıĢ. Hayır olamaz, o bir subay ile evli. Çocuklu. \Bir subay eĢi buralarda nasıl Ģarkı söyler? Birden ayağa^fTladı. Ġçinden de "Bu O, tabii O! O olmasaydı, yaĢlı kadın beni buraya herhan- gi bir Ģarkıcıyı dinlemem için gönderir miydi? Peki o yaĢlı kadın kimdi?" Garson elinde hesap pusulası ile yaklaĢtı. Hesap iyice kabarıktı. "Ben Hamza'ya kâğıdı verdim. ġahika hanıma kâğıdı vereceğine dair söz verdi. Beni çok sever de. ĠnĢallah Ģarkınızı söyler. Ama o Ģarkıyı hiç söylemedi. Belki de bilmiyor." Nejat garsonu dinlerken cüzdanını çıkardı. Ġçinden paraları sayıp, hesap pusulasının üzerine koydu. Müzik durmuĢtu. ġahika hanım henüz üç Ģarkı söylemiĢti. Garson önünden çekildikten sonra Nejat, Ģarkı söyleyen kadının yerine baktı. BoĢtu. Ġçinden, "Biraz sonra döner," dedi. Bir iki dakika sonra, müĢterilere hoĢ geldiniz konuĢması yapan genç adam yine mikrofonu aldı, "Sayın misafirlerimiz, ġahika hanım hastalandı. Hepinizden özür dilememi rica etti.. " Adam konuĢmasına devam ediyordu. Sesi gergin ve sinirliydi. Nejat'ın adamı da kimseyi de dinleyecek hali yoktu. Mutfak diye kullanılan kapalı yere koĢtu. Adamın biri bulaĢıkları yıkıyor, biri de hesap pusulalarını elden geçiriyordu. Hesap yapan bıyıklı adam, "Bir Ģey mi vardı bey?" "ġahika hanımı aramıĢtım." Tam o sırada konuĢma yapan adam kapıdan girdi. Nejat'ın yanına yaklaĢması ile çenesine bir yumruk atması o kadar ani oldu ki, Nejat üstü yemek pusulaları dolu masaya zor tutundu. "Ne oluyor? Nedir bu haliniz? Ben Dr. Nejat OdabaĢı. Zarar verecek bir insan değilim ve kötü bir niyetim de yok." Adam güldü, "Ne olursan ol! Doktorluğun muayenehanende geçer. Sen benim en çok tutulan Ģarkıcımı kaçırdın." Üzerine doğru tekrar yürüdü, "Ne yazmıĢtın o pusulaya ulan!" Nejat burada iĢlerin böyle yürütüldüğünü anlamıĢtı. Sakin olması gerekiyordu. "Sadece bir Ģarkı istemiĢtim." Adam gittikçe kızıyordu, "Kimi kandırıyorsun be! Bir Ģarkı istedin diye ġahika hanım o hale gelir miydi? Beti benzi sapsarıydı. Elleri titriyordu." Evet, artık Nejat yüzde yüz emindi. ġahika hanım onun SarmaĢık Gülü idi. Adama yaklaĢtı, "Bana inanmıyorsan adamına sorabilirsin", dedi. Adam, cevabın doğruluk payını düĢünüyordu. Bundan cesaret alan Nejat, "KardeĢim ne olur? Bana adresini verin," dedi. Adam hepten sinirlenmiĢti. DiĢlerini sıkarak, tekrar Nejat'ın üzerine doğru yürüdü. "Çabuk, elimde kalmadan gözümün önünden uzaklaĢ! Bir daha da buralarda görmeyeyim seni! Doktor bozuntusu," dedi ve ağzının içinde sunturlu bir küfürle sözünü tamamladı. Nejat bu adamdan bir Ģey öğrenemeyeceğini anlamıĢtı. Acele ile oradan uzaklaĢtı. Arabasına kendini zor attı. Eve hemen gitmek istemiyordu. Burada da kalması tehlikeli ve gereksizdi... Arabayı hızla hareket ettirdi. Bir süre Pendik'e doğru gitti. Sonra geri döndü. Bostancı yönün- de ilerledi. Daha sonra Caddebostan plajının oraya geV^"^ di. Galiba plajın yanında yeni açılan yazlık gazinoda konser vardı. Gazinonun her tarafında Gönül Yazar'ın-büyük 'ın büyük v iv. renkli afiĢleri asılıydı. Denize yakın bir yere arabasını çekti. Gazinonun neonları ve sahne ıĢıkları burayı aydınlatıyordu. YaĢlı kadının verdiği büyük zarfı aldı. Ġçinde otuza yakın mektup vardı. Hepsi de Nejat'a yazılmıĢ ama gönderilmemiĢti. Geriye doğru gitti. Ġlk mektubu alıp, okumaya baĢladı. ġövalyem, Aslında sana artık Ģövalye dememem gerek. Seni beklerken sokaklarda bayılmak üzereyken, Mısırlı Abdullah tarafından bulundum. Sen onun kim olduğunu bilmiyorsun tabii. Ben Ġstanbul'dan ayrılmadan evvel, babam tarafından, benim için ideal damat adayı olarak ayarlanmıĢtı... Zaman kazanmak için onunla niĢanlanmayı kabul etmiĢtim. Kaçabilecek fırsatı bulabilmek için. Çünkü evde hapis hayatı yaĢıyordum. Eve o vaziyette getirilince, babam tarafından nasıl bir iĢkenceye maruz kaldığımı tahmin etmen bile imkânsız. Ölüme sevinilir mi? Sevindim desem yeridir. Çok sevdiğim amcamın kaybı benim için kurtuluĢ fırsatı yaratmıĢtı. Beni sevindiren babamın evden uzaklaĢması idi. Bugün seninle kaçmaya çalıĢtığımın dördüncü günü. Dört gündür çok hastayım. Babam doktor getirilmesine izin vermiyor. "Ölsün daha iyi! Yüz kiri!" diye bağırdığını bizzat duydum. Yarabbi sevmek bu kadar büyük bir suç muydu? Neyse, babamın Ankara'ya gitmesi ile büyükninem hemen eve doktoru çağırdı. O anda dünyanın sonunun geldiğini zannettim. Hamileydim. Birkaç ay sonra karnım büyüyecek, kendim ile beraber bütün ailemi bu sefer gerçekten rezil edecektim. Galiba babam haklıydı. Ben yüz kiriydim. Büyük ninem Melâhat bacı ile bana, yıllar önce bağıĢladığı bir çiftliğe gitmemizi söyledi. BaĢka da yapacak bir Ģeyim yoktu galiba! Çünkü babam bu sefer haklı olarak, her türlü iĢkenceyi yapacaktı. Belki de öldürecekti. Veya ölümü aratacak bir hayat yaĢatacaktı. Gerçi sensiz hayat bana hep ölümü arattı ama artık ölmeye de hakkım yoktu... Ben ölümü hak etsem de karnımdaki bebeği yaĢatmam gerekti. Sen hala ortalarda yoktun. Ve bir haber de göndermemiĢtin. Bütün sevdiğim Ģeyleri, seni, aĢkımı, hayallerimi ve hayatımı Ayvalık'ta bırakıp, Zalimin torununu kucağıma ala- rak, faytona bindim. Hayallerimi gömdüğüm bu Ģirin yere bir kere daha doyasıya bakmak istiyordum ama gözlerim yaĢ ve kan içindeydi. Bunu bile yapamadan, bütün güzellikleri arkamda bırakarak gittim. Hamileliğimi orada da meĢru bir zemin üzerine oturtmam gerekiyordu. Onu da Melahat bacı kendince halletti. Güya ben bir teğmen ile evlenmiĢtim. Teğmen görevde topun geri tepmesi ile Ģehit olmuĢtu. Genç yaĢta dul kalmıĢ, hayata küsmüĢtüm. Bu çiftlikte çocuğumu büyütecektim. Bunların içinde en doğru olanı, "Hayata küstüğüm" sözüydü... Yer yer gözyaĢlarının izi olan mektuba Nejat'ın da gözyaĢları düĢüyor, yazılar birbirine karıĢıyordu. Nejat mektupların bazılarını atlayarak okuyordu. Onun kafasında yer eden, yüreğinde yaralar açan bazı haberleri netleĢtirecek Ģeyler arıyordu. Hain sevgilim, Seni artık yok sayıyorum. Ne olduğunu, yaĢayıp, yaĢamadığını, yaĢarsan da kimlerle, nerede olduğunu bilmiyorum. Ama aĢkını yok sayamıyorum. Çıkarıp atamıyorum. Üç gün evvel akĢama doğru sancım tuttu. Bir ebe bulup, getirdiler. Hastaneye gidemedim. Çocuğumun babasını soracaklardı. Onlara "oğlumun babası yok" demek, ölmekten bin kere beterdi. Zaten bu günlerde senden sonra en fazla düĢündüğüm Ģey ölmekti. Ama karnımdaki bebek, onu na- dım. Çok sıl yok edebilirdim? Bu imkânsızdı. YaĢamalıydım. bir doğum yaptım. Bir oğlum olmuĢtu. Sanki ikimizin karması idi. Adını "Umut" koydum. Benim .iÇinSumutların tükendiği yerde, belki o bir umut ıĢığı olabilirdi. Senden hiç haber yoktu. Zaman zaman Sabri beye bir telefon etmeyi düĢünüyor, onu da fazla tanımıyor, ne kadar güveneceği- mi bilemiyordum. Babama veya ağabeyime söylerlerse, artık hem beni, hem de çocuğumu yok etmek için ne mümkünse yaparlardı. Ġnsan ömründe günün ortalama sekiz saati uykuyla ge-çermiĢ. Benim sekiz saatim hilafsız ağlamakla geçiyor. Bazı sabahlar kirpiklerim birbirine değmeden kalkıyorum. Neyse ki Umut fazla yaramaz değil. Bana güzel gözleri ile bakınca ne uykusuzluğum ne de çaresizliğim kalıyor. Tabii birkaç dakika için... Nejat baĢka bir mektubu aldı. Nejat'ım, Artık sana kızmıyorum. Eğer hayatta olsan, beni muhakkak bulurdun. Sen benim koruyucu Ģövalyemsin. Hep öyle kalacaksın. Öldüğünü düĢünmek çok, çok ama çok acı veriyor. Yine de beni sevmediğini, unuttuğunu düĢünmekten daha hafif bir iĢkence, daha hafif bir acı. Oğlumuz üç aylık oldu. Zayıf bir çocuk ama sağlıklı sayılır. Uzun boylu, sana benziyor. Ben her gece saatlerce seninle dertleĢiyorum. Bazen bana yol gösteriyorsun. Bazen sesini duyuyor gibiyim. Aslında bütün bu çıkmazların içinde yeni bir sorunum, hem de büyük bir sorunum var. Büyükninemin kocasının yani büyük dedemin yeğenleri de bu çiftliğin bir kısmında yaĢıyorlar. Büyük yeğeni hayvan gibi biri. Devamlı peĢimde, beni çok huzursuz ediyor. Nejat, çok korkuyorum. Ailem için yüz karası oldum. Bari oğlum için lekeli bir anne olmayayım. Çaresizim, korumasızım ve sensizim! JsS Nejat yumruğunu direksiyonvu^üzerine vurdu. "Alçak Herif bir de Ģereften, namustan^ahsediyordu. Vefasızım, Galiba sana en iyi hitap sekli bu. Nerede olursan ol! Beni yanına aldırmalıydın. Tabii çocuğumu da... Bu, cehennem de olabilirdi. Yeter ki sen, ben ve oğlumuz bir arada olalım. Oğluma bakarak, "iĢte bu senin baban" diyeyim. Nejat çok zor durumdayım. ġevket denen o kudurmuĢ köpek, iyice kudurdu. Çocuğumun yanında bana saldırmaya baĢladı. Öyle adi, öyle aĢağılık ki! Bana ne dedi biliyor musun? "Senin evli olduğunu sokaktaki köpekler bile yutmaz! Bir piç de benden peydahlasan ne olur? Sizi iyice himayeme alırım. Hatta imam nikâhı bile kıyarım. Raziye sesini çıkarmaz." "Çabuk defol odamdan" dedim. Üzerime yürüdü. Elbisemin yakasına yapıĢtı. Bütün gücü ile kendine çekerken elbisem yırtıldı. Küçücük Umutum çok korkmuĢtu, ikimiz de ağlıyorduk. Umutün ağlama sesine birileri gelecek diye korktu. Acele ile çıktı. Bu adam beni burada yaĢatmayacak. Bilmiyorum ne yapmalıyım? Katil olmaktan korkuyorum. Yatağımın yanında eski bir tırmık saklıyorum. Son çare olarak kullanabilirim, diye düĢünüyorum. Nejat yumruğunu önce direksiyona, sonra kendi kafasına indirdi. "Kabahat hiç kimsede değil, bende! Asla onu bulmadan bir yere gitmemeliydim!" diye bağırd^. ġakaklarındaki damarlar seğiriyordu. Bir müddet öylece durdu. Sonra, birkaç mektuba Ģöyle bir göz attıktan sonra, yine içlerinden bir tanesini çekti. Sinirden titriyordu. Bir ara arabayı doğru Ġzmir'e sürmeyi, ġevk^S^enen o iti öldürmeyi düĢündü. Neyi çözümlemiĢ olacaktı ki? Onu adamdan sayıp, kendisini hapse atarlardı. Ya Hümeyra? Ya oğlu? Onlar ne olacaktı? Artık sadece onlara ulaĢmayı dü Ģünmeliydi. Seçtiği mektubu tekrar eline aldı. AĢkım, Evet, ĢaĢırma, hâlâ aĢkımsın. Sökemiyorum, atamıyorum, biraz küllenmesini bile Bağlayamıyorum. Ben dünyaya seni sevmek için gelmiĢim. BaĢka bir Ģey bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. ġevket'in korkusundan aylardır Bici ile beraber yatıyorum. Aynı odada. Oğlum üç yaĢına geldi. Geçen gün enginar toplayan iĢçiye "baba" dedi. Baba demeyi kimden öğrendi bilmiyorum. Herhalde o itin çocuklarından. Çok kötü oldum. Bu acıyı sana anlatamam. Çocuğumu kapıp eve geldim. BaĢımı masaya koyup ağlamaya baĢladım. Umut yanıma yaklaĢtı. "Anne ağlama! Sana antrebörtek vereyim mi?" dedi. Antrebörtek, antibiyotik demekti. Umut çok anjin olduğu için yanlıĢ olmasına rağmen, çok sık antibiyotik vermiĢtik. Oradan öğrenmiĢ. ġimdi hastayım diyen herkese, antrebör-tek teklifinde bulunuyor. Ġçimden keĢke, keĢke benim derdim de antibiyotikle geçebilse diye düĢündüm. Oğlumu kucaklayıp, "Tamam yavrum, ben içerim. Sonra da beraber yatalım, olur mu?" dedim. c oluyor, halimi takri- hicabım... " En güzel bununla uyuyor. & Onu kollarımın arasına alıp kulağına ninnisini söyledim. Ninnisi ne biliyor musun? "Mani oluyor, halimi takri- dalmıĢtı ki, kapı aralandı. Gelen ġevket'ti. Yatağın yanındaki tırmığı aldım hemen. Ayağa fırladım. Tırmığı iki elimle tutup, üzerine doğru yürüdüm. Bici henüz yatmamıĢtı. "Bir adım daha atarsan, seni delik deĢik ederim," dedim Ama adam, hayır o adam olamaz, hayvan bile olamaz, kudurmuĢtu. Üzerime gelmeye devam ediyordu. Tam o anda re Bici'nin sesi duyuldu aĢağıdan, "Hümeyra, beni mi çağırdın?" diye sesleniyordu. "Evet Bici, çabuk gel!" dedim. O kudurmuĢ hayvan balkona çıkıp, balkonun altındaki ot yığınlarının üzerine atladı. Bici merdivenleri tek ayakla çıkıyordu. TelaĢla içeriye girdi, "Ne var SarmaĢık Gülü, ne oluyor?" diye sordu. "Seni yordum ama baĢım çok dönüyor. Demin düĢüyordum. Acaba tansiyonum mu düĢtü?" dedim. "Sana tuzlu ayran getireyim," diyerek çıktı. Biciye söyleyemezdim. Onu sevdiklerinden, alıĢtığı ortamdan bir kere ayırmıĢtım. Artık çok yaĢlıydı. Yeni bir hayat kuracak zamanı geçmiĢti. Buraya alıĢmıĢtı. Bu fedakâr kadın hayatını hep benim hayatımın akıĢına uydurarak yaĢamıĢtı. Artık yeterdi ve buna asla hakkım yoktu. Yeni bir hayat için, üç kiĢi olmaktansa iki kiĢi olmak, biraz daha kolay olur diye düĢünüyordum. Sonunda burada kaçmaya karar verdim... Nejat hıçkırmaya baĢlamıĢtı. Yine yumruklarını indirmeye baĢlamıĢtı. Bu sefer direksiyona değil, kafasına indiriyordu. "Gitmemeliydim! Ne Amerika'ya ne hiçbir yere! Ben belki, onu bulabilirdim. Zavallı SarmaĢık Gülüm, beniOanfdfeadnebsiolencreakkimimsienk?t"uplar da kısaca nasıl kaçtığını, Ondan sonraki mektuplarda kısaca nasıl kaçtığını, parkta Suat'ı bekleyiĢini, çok zorda kaldığını, gece Gençlik Parkında, çocuğu ile yapa yalnız kalmıĢken, bir kadının yanına yaklaĢtığını anlatıyordu. Ondaı\sonraki üç beĢ mektup, Nejat'ın az çok bildiği, daha doğrusu Suat'ın anlattıkları veya tahmin ettiği Ģeylerdi. Yine birkaç mektuba Ģöyle bir göz attı. Arasından bir tanesini aldı. Nejat, Acaba bende erkekleri davet eden bir hal mi var? Bu kadar dikkat ettiğim halde, çevremde bu tip insanlar oluĢuyor. ġimdi de bu evin oğlu. SarhoĢun biri. içip içip, beni rahatsız etmeye baĢladı. Neyse, kapımı kilitleyerek yatmaya baĢladım. Ama dün gece, kapımı yumruklamaya baĢladı. Açmadım. Umut uyanacak diye de ödüm kopuyordu. Sese evin hanımı geldi. "Hümeyra kapıyı aç, bakalım. Neler oluyor," dedi. Neyse ben söylemeden, evin hanımı iĢin içyüzünü öğrenmiĢ olacaktı. Herhalde oğluna bir çeki düzen verirdi. Bu ümit ile kapıyı açtım. Titriyordum. "Hanımefendi, görüyorsunuz iĢte! Benim bir Ģey söylememe gerek yok" dedim. Kadın sinirli bir Ģekilde, "Neyi görüyorum? Sanki namus abidesi mübarek... Bakire değilsin! Ne var yani oğlum seni istemiĢ, bununla gurur duymalısın! Sokaktaki o.... mı gitsin? Hastalık falan kapar" BaĢımdan kaynar sular dökülmüĢtü. "Siz ne diyorsunuz böyle?" dedim. "Dediğimi anladın. Görevin bu evdekilere yardımcı olmak değil mi? Hem sen de mutlu olursun. Genç kadınsın. Bir erkek arzulaman tabii değil mi?" "Siz ne aĢağılık insanlarsınız?" diye kapıyı suratına çarpıp, yatağıma gittim. Bana yine sabaha kadar ağlamak kalmıĢtı. BaĢka ne yapabilirdim ki? Ama burada da bannama-yacağım kesindi. Gün ısısın oğlumu alıp, gitmeliyim, diye karar verdim... Nejat ne yapacağını, kime kızacağın sefer de Suat'a kızıyordu. "Hayvan Suat! Ben de onu bir adam zannetmiĢtim" dedi. Ama hemen büyük hayvan benim." ağını ĢaĢırmıĢtı. Bu uat! Ben de onu bir devam etti, "En 341 Ondan sonraki mektupta, Ġstanbul'da neler çektiğini, sonuçta Üsküdar Topraklı Sokakta yaĢlı bir kadının yanma sığındığını, Elmas ninenin çok iyi bir insan olduğunu, ama paralarının bittiğini, çalıĢmak zorunda olduğunu anlatıyordu. AĢkım, Bu gece benimle hiç bağdaĢmayacak bir iĢe baĢlayacağım. Ġki sokak ötede Laz Hamza'lar diye bir aile oturuyor, karısı ve üç çocuğu ile. Elmas ninenin tanıdığı imiĢ... Onlarla konuĢurken benim durumumdan bahsetmiĢ. O arada keman çaldığımı, sesimin çok güzel olduğunu da söylemiĢ. Zannederim bunları, kültürümden ve yaĢadığım hayat tarzından bahsederken söylemiĢ. Laz Hamza da "Yeğenimin Küçükyalı'da nezih, mütevazı bir yeri var. Haftada üç gece orada beĢ altı Ģarkı söylesin. Bir aylık memuriyetini iki misli para alır. Onu ben kız kardeĢim gibi korurum" demiĢ. Çok düĢündüm. Çok ağırıma gitti. Ġçki masalarına Ģarkı söylemek'. Bu benim karakterim ile hiç bağdaĢmayacak bir Ģeydi. Daha evvel çalıĢmak için baĢvurduğum yerlerin çoğunda da, tipik patron ve sekreter olayları ile karĢılaĢmıĢtım. Artık iyice korkuyorum. Yapacak bir Ģeyim de yoktu. Elmas nineye kira vermek Ģöyle dursun, onun üç kuruĢluk maaĢını da tüketiyoruz. Umut'a üç gündür makarna haĢlıyordum. Dün gece reddetti ve aç yattı. BaĢlamak zorundayım. Elmas nine oğluma hiç hissettirmeyeceğine söz. verdi. On buçukta evden çıkıp, yarımda ge-lecekmiĢim. Tabii Hamza ağabeyin refakatinde... Gazino çoktan dağılmıĢ, ne onlar sönmüĢtü: Nejat okumakta zorlanıyordu. Ama okumalıydı Bir mektup daha aldı. Nejat, Yine çok kötü günler yaĢıyorum. Hayalin hep yanımda ama hayaller bana yardımcı olamıyor. Oğlumuz mektebe gitmek istiyor. Babasız çocuk büyütmek çok zor, çok utanç verici bir durum... ĠĢime alıĢtığımı söyleyebilirim. Aslında sana bir Ģey itiraf etmeliyim. Bir iĢin iyi kötü olması, onu yönetenlerin karakterine bağlı. Bu kadar iĢ denedim. Hiç birinde barınamadım. Sebeplerini daha önce anlatmıĢtım. Aslında inanılacak bir Ģey değil ama iki seneye yaklaĢıyor, bana kimse en ufak bir rahatsızlık vermedi. Hamza ağabey, benim kendi ağabeyimden daha iyi çıktı. Hep yanımda. Beni hep koruyor. Patronum Recep de öyle, bugüne kadar beni üzecek bir davranıĢları olmadı. ġimdi de iki büyük sorunum var. Oğlum, Umut'um babasını sık sık sormaya baĢladı. Ve okula gitmek istiyor. Nüfus kâğıdı yok. Yeni kanun çıkıp, bu tip çocukları kayda alacaklar diyorlar ama hiçbir Ģey çıktığı yok. Oğlum artık her Ģeyi anlıyor. Ödüm kopuyor, babasızlığın ne anlama geldiğini anlarsa diye. Ya benim sarhoĢ masalarına Ģarkı söylediğimi de öğrenirse? Babası yok. Anası da geceyarıları Ģarkı söyleyerek, oğlunu büyütüyor. Ben bu hayatı hak etmemiĢtim. Yavrum ise hiç etmemiĢti. c Nejat mektubu göğsüne bastı. Arkasına yaslandı. Gözlerini kapadı. Kapalı gözden bu kadar yaĢ akar mıydı? Sanki gözlerinden değil de, hafifçe açık bırakılan bir musluktan, devamlı su sızıyordu. <5" Bir müddet öylece kaldı. Bir mektup daha aldı. Birtanem, Çocuğum büyüdükçe, sorunlarım çözümsüzleĢiyor. Sen de bu günlerde hep yanımdasın. Kaç gündür mutfakta, ya- 343 takta, sokakta ve Ģarkı söylediğim bütün masalarda sen varsın. Kızgınlıkla söylediğim sözlere inanma! Sen altı yılı geçkin bir zamandır hep yantmdasın. Ama bu günlerde sanki daha çok yakınımdasın. Elimi uzatsam dokunacağım gibi. Çok kere yaĢadığım bu olumsuzluklar yok oluyor. Ve ben on dört, on beĢ yaĢlarındaki, siyah önlüklü safkız olarak, rüyalarımda bana evlenme teklif etmeni bekliyorum. Etmeyince de üzülüyorum. Aynı saflıkla, aynı aĢkı yaĢıyorum. Benim yaĢadığım aĢk, Aslının Kereme, ġirinin Ferhat'a, Leyla'nın Mecnuna duyduğu gibi olağanüstü bir aĢk. Onlar masaldı, benimki gerçeğin ta kendisi. Elimi uzatınca tutabileceğim kadar yoğun ve gerçek. Sevgilim sana arada bir ettiğim sitemlere bakma! Seninle yaĢadığım hiçbir Ģey için piĢmanlık veya üzüntü duymuyorum... Bu kadar büyük bir sevgiye karĢı koyacak bir insan iradesi olamaz. Bu, insanoğlunun gücünü çoktan aĢmıĢ bir duygu. Üzüntüm ve piĢmanlığım, seninle yaĢayamadıklarım ve oğluma iyi bir hayat veremediğim içindir. Biliyorum ki seni hissetme yeteneğimi kaybedinceye kadar seveceğim. Galiba artık hasretine dayanamıyorum. Kaç gündür, baĢımı omzuna koyup, gözlerimi kapayıp, her Ģeyden uzak sadece seninle seni yaĢamak için büyük bir arzu duyuyorum. Kim bilir belki de gerçekten yanımda olsaydın, ellerini saçlarımda gezdirir bana güzel Ģeyler söylerdin. Belki de beraberce "Mani oluyor, halimi takrire hicabımı" mırıldanırdık. Seni her düĢündüğümde -bu hemen hemen hayatımın her anı demek oluyor- kalbimin büyüdüğünü, kabardığını, göğsüme sığmadığını hissederdim. Hâlâ aynı hisler içindeyim. ġimdi de duygularımın o küçücük yumruk kadar kalbime sığmadığını, taĢtığını hissediyo rum. Ne yapsın zavallı? Bu büyük sevgiyi nasıl sığdırsın? Yumruk kadar bir Ģey... ġimdi neredesin? Ne yapıyorsun? Bilmiyorum. Bütün acıla ra rağmen, anlatılması güç, yaĢanması güzel olan duygular. Bu aĢkı yaĢamasaydım, yaprakların yeĢilindeki güzelliği, yağmurun ilk toprağa düĢüĢündeki kokuyu, güneĢin batısındaki muhteĢem gizemi nasıl hissederdim? Acı çekmek bu muhteĢem duyguların yanında ne ifade eder ki? Bütün aĢklar güzeldir. Ama tartıĢmasız benimki en güzeli, en özeli... BaĢımı koyduğum omuz hayal de olsa! Her Ģey gönlünce olsun! O gönülde de hep ben olayım... Nejat'ın yüzünde ilk defa bir mutluluk belirdi. Yüksek sesle, "Sevgilim, SarmaĢık Gülüm! Gönlümde hep sen vardın ve hep sen olacaksın!" diye tekrarladı. Nejat okumaya devam ediyordu. Hem karanlıktı, hem de çok yorulmuĢtu. Yazılar birbirine karıĢıyor, gözleri yanıyordu. Ama okumalıydı. Sonraki mektuplarda, gazetedeki resmi nasıl gördüğünü, niçin parmağına yüzük takarak geldiğini anlatıyordu. NiĢanlanma haberini okuduktan sonra da, bir dosya kâğıdı dolusu, "Senden nefret ediyorum. Senden nefret ediyorum. Senden nefret ediyorum... " yazmıĢtı. Nejat artık öğreneceğini öğrenmiĢti. Bir sayfa dolusu değil, kitaplar dolusu "Senden nefret ediyorum" yazsa yine de bir Ģey ifade etmezdi. Gün ıĢımaya baĢlamıĢtı. Bir horoz sesi duydu. Bir an kendini Ayvalık'ta zannetti. Evdekiler merak içindedir, diye düĢündü. Ama bugün hiçbir Ģeyin önemi yoktu. Hümeyra'ya bu kadar yaklaĢmıĢken kaçıramazdı. Ve tabii oğlunu da! Zarfın içindeki Elmas ninenin ka rgacık burgacık yazısı ile kaydettiği adrese sonra da saatine baktı. Daha çok erken dedi. Yine de arabayı Üsküdar'a doğru sürmeye baĢladı. Ġstanbul halkı uyanmaya baĢlamıĢtı. Ġçinde barındırdığı bütün canlılar ile birlikte, Kadıköy iskelesinde-ki hareket her yerden daha çoktu. Simidini alan Kadıköy vapuruna koĢuyordu. Martılar sürü halinde Kadıköy iskelesinin hemen yanına toplanmıĢlardı. Vapura binip iĢe gidenlerin yediği hazır poğaça ve simitlerden onların kısmetine de bir Ģeyler düĢebilirdi. Sonra Nejat değiĢik bir hisse kapıldı."Bunlar sadece yiyecek peĢinde değil, bir Ģey kutluyorlar gibi, acaba bizim kavuĢmamızı mı?" diye iyimser bir yorum yaptı. Birden aklına baĢka bir Ģey geldi. Ya Hümeyra yine bir yerlere kaçar saklanırsa?"Acele etmeliyim" dedi. Gaz pedalına daha sıkı bastı. Doğancılar yokuĢunun baĢında, parkın karĢı köĢesinde, Üsküdar kaymakamlık binası vardı. Küçük ama Ģirin bir bina. Oradan sola döndü. Ne tarafa gideceğini bilemiyordu. KöĢede bakkal yanında da kasap vardı. Kasap henüz açmamıĢtı ama bakkal gazete ve ekmekleri teslim almakla meĢguldü. Arabayı park etti. Birkaç gazete aldı. "Topraklı Sokak ne tarafta?" diye sordu. "Denize doğru inerken sağdan ikinci sokağa sapın. Kimi aramıĢtınız?" "Elmas ninenin evini... Biliyor musunuz?" "Evet." Bakkal saatine baktı. "Umut gazete almaya gelir ama henüz çok erken. Ġsterseniz oturup, bekleyin." "Hayır, teĢekkür ederim. Hemen gitmem gerek." "Nazlı Ecevit'in evini geçin. Sağdaki üçüncü ev. Küçük ahĢap, eski bir ev." "Ben Nazlı Ecevit'in evini de bilmiyorum." Bakkal çırağına sesledi, "Ġhsan, bu beyi Umut'ların evine götür." Bakkal çırağı Nejat'ın yanma oturdu, "Biraz geri git abi. Sağ yapıp aĢağıya döneceğiz." Ġki dakika bile sürmemiĢti. Sağdaki küçük evi göstere rek, "ĠĢte burası abi," dedi. Nejat çırağın eline iki buçuk lira tutuĢturdu. Çocuk zıplayarak geri döndü. Bir de türkü tutturmuĢtu. Nejat tam evin önüne yaklaĢmadı. Biraz daha oyalan-malıyım diye düĢündü. Aldığı bütün gazeteleri tekrar tekrar okudu. Hâlâ evde bir hareket yoktu. Saat dokuzu geçmiĢti. Yoksa Hümeyra gitmiĢ olabilir miydi? Daha fazla dayanamadı. Arabadan indi. AhĢap kapının yanındaki zile bastı. Yine ses yoktu. Kalbi çarpmaya baĢlamıĢtı. Bu sefer daha hızlı bastı. Birkaç dakika durdu. AhĢap merdivenden birisi iniyordu galiba. Kapı aralandı. Hümeyra eski bir sabahlığı acele ile üzerine geçirmiĢ, saçları dağınık, gözleri kıpkırmızı bir halde kapının yanında duruyordu. Uzun süre öylece baktı. "Hümeyra, içeriye girebilir miyim?" "Buraya nasıl ve niye geldin?" "Hümeyra altı yıl kapı önünde konuĢulmaz! Ġzin ver içeriye gireyim." Kenara çekildi, "KonuĢacak bir Ģey yok ama gel!" dedi. "Bence niĢanlının yanında olmalıydın." Nejat kapıyı kapadı. Hümeyra'ya doğru gitti. Artık sab-redemiyordu. Onu kollarının arasına almalıydı. Hümeyra birkaç adım geri attı. Ellerini karĢı koydu, "Lütfen! Lütfen dokunma bana!" dedi. Merdivenin baĢından Umut'un sesi geliyordu, "Anne o amca kim? Ne istiyor?" "YanlıĢlıkla gelmiĢ yavrum. ġimdi gidecek," diye^ce-vapladı Hümeyra. Nejat merdiveni hızla çıktı. Umut'u kuc akladı. Ve yine aynı hızla merdivenlerden indi. Çocuk çok ĢaĢkındı. Bir annesine bir de yabancı amcaya bakıyordu. Hümeyra, "Nejat oğlumu bırak ve git!" Umut Nejat'ın kucağından inmeye çalıĢıyordu. 347 "Anne, bu kötü adam mı?" Hümeyra ne diyeceğini bilmiyordu. Çocuk babası ile ilk defa yüz yüze gelmiĢti. Ona nasıl bir cevap vermeliydi? "Hayır sayılmaz. Sadece bizim için bir yabancı." "Hümeyra ne olur beni dinle! Umut'un önünde tartıĢmayalım." Bu seferde merdiven baĢında Elmas nine gözüktü, "Umut çok hastayım. Bakkala git, gazete, sucuk ve benim için de aspirin al! Ha, taze ekmek almayı da unutma!" Çocuk annesini yalnız bırakmak istemiyordu, "Annem ne olacak? Onu bu yabancı ile yalnız bırakamam, bak korkuyor," dedi. Elmas nine, "O yabancı değil, ben tanıyorum. Hem ben annene sahip olurum," dedi. Nejat Umut'un saçlarını okĢadı, "Aferin delikanlı, benim yapamadığımı sen yapıyorsun. Annene sahip çıkman çok hoĢuma gitti." Çocuk bu övgüden büyük bir gurur duymuĢtu. BaĢını biraz daha havaya kaldırdı. Elmas ninenin uzattığı parayı almak için merdivenleri daha bir canlı çıkmaya baĢladı. Elmas nine yine sesledi, "Hümeyra odaya girin de öyle konuĢun!" "KonuĢacağımız bir Ģey yok Elmas nine! Ona tek sözüm var. AĢk iki kiĢiliktir. Üç kiĢilik bir aĢkı kabullene-mem." Nejat, "Hayatım benim için sadece sen oldun. Bugüne kadar sana ihanet etmedim. Altı sene evvel seni nasıl sonsuz bir aĢk ile seviyor duysam, Ģimdi de öyle! Lütfen beni dinle!" dedi. Hümeyra'yı kolundan tutarak, Elmas ninenin gösterdiği odaya doğru yürüdü. Hümeyra deminki tepkiyi vermemiĢ, daha uysal bir Ģekilde odaya girmiĢti. <5" Bir saat sonra odadan çıktıklarında ikisinin de gözlerinde parlak bir ıĢık, dudaklarında ise gülümseme vardı. Umut, Elmas ninenin kucağına yatmıĢtı. Elmas nine baĢını okĢuyordu. Gülerek, "Umut kalk, üstünü değiĢtir! En güzelini giy! Gidiyorsunuz," dedi. Umut ĢaĢkın ĢaĢkın bir annesine, bir de Elmas nineye baktı, "Nereye?" "YaĢamanız gereken yere?" "Sen nineciğim, sen gelmeyecek misin?" Nejat acele ile cevap verdi, "Nasılgelmez? Mutluluğumu borçlu olduğum insanı yalnız bırakır miyim? Çok kısa zaman sonra onu da yanımıza alacağız." Umut arabanın arkasına, Hümeyra da Nejat'ın yanına oturdu. Üçünün de gözlerinden mutluluk fıĢkırıyordu. Yalnız Umut'un gözlerinde büyük bir ĢaĢkınlık da vardı. Nejat ve Hümeyra artık kaybettik sandıkları o güzel aĢkı yeniden yakalamıĢlardı. Küçük çocuğun ne aĢktan, ne de kan bağından haberi yoktu. Ama bu yabancıyı çok sevmiĢti. Nejat, "SarmaĢık Gülü, bir hafta içinde düğünümüzü yapalım. Çabuk olmalı. Sonra da Umut'a nüfus kağıdı çıkarıp, okula kaydederiz," dedi. "Anne, bu amca benden mi bahsediyor? Okula mı gideceğim?" "Evet yavrum, okula gideceksin!" Umut çok ĢaĢkındı, "Anne, nineyi almaya geldiğimizde, arkadaĢlarımı görebilir miyim?" "Tabii canım, onlara Allahaısmarladık dersin. Hangi babam den yal kurdu. Çocuk bu düĢünce ile çok mutlu olmuĢtu. Neler olduğunu anlamakta zorluk çekiyordu. Geçenlerde Annesini zorla soktuğu bir oyuncakçıda, Alaattin'in sihirli lambasını görmüĢ, ısrarla istemiĢti: Annesi Alaattin'in si- okula gittiğini bildirirsin." Umut bu amca için de o benim babam derim diye ha- hirli lambasını almamıĢtı. Eğer alsaydı, Umut bildiği bütün sihirleri deneyip, kendine bir baba, annesine de bol para isteyecekti. Ama sihirli lamba yerine, plastik bir kamyon, almıĢtı. Ona bile parası zor yetmiĢti. Peki, onların hayatım değiĢtirmeye çalıĢan bu büyücü kimdi? Bana bir baba da gönderse bari, diye düĢündü. . .. Küçük çocuk, bu büyücünün ismi aĢktı. AĢkın insanlardan aldıklarının da verdiklerinin de sınırı yoktu. AġK güzel Ģeydi. Ġki kiĢilik olduğu sürece! NaĢide Gökbudak _ Hümeyra