You are on page 1of 424

Naşide Gökbudak _ Hümeyra

Ayvalık'm o güzelim sahillerinden Ġstanbul'a


uzanan, zaman içerisinde filizlenen bir aĢk
hikâyesi...
Hümeyra koltuğun arkasına yaslanmıĢ, gözlerini
kapamıĢtı. Emirgân'a ne zaman geldiklerini fark
etmedi bile. Aslında uzun bir yol değildi.
Uyumuyor, arada bir hissettiği ıhlamur ve iğde
çiçeklerinin kokusunu içine çekiyor, Nejat ile
yaĢayacağı bir ömrü tahayyül etmeye çalıĢıyordu,
"Tâbii ki çok güzel olacak. Hatta muhteĢem
olacak. Ben aĢkların en güzelini yaĢıyorum. Bizi
ayırmaya kimsenin gücü yetmez! Babamın bile,"
diye düĢündü.
Nejat arabayı durdurmuĢ, öylece Hümeyra'ya *
bakıyordu, "SarmaĢık Gülü, inelim mi?" '
(
Asırlık bir ailenin birbirinden farklı kadınları
ve onların yaĢantıları... Khodonia'dan günümüze
bir ailenin ' çatıĢmaları, sevgileri, tutkuları
ve düĢ kınkliklan... Ve j hepsinin gölgesinde
Ayvaiık'ın o güzelim sahülerinden " Ġstanbul'a
uzanan, zaman içerisinde filizlenen bir aĢk 1
hikâyesi...
" 1
NaĢide Gökbudak'ın kaleminden bu kez Hümeyra'yı,
Ege'nin kalbinde yeĢeren bu tutku dolu hikâyeyi,
heyecan içerisinde okurken; kendi ailenizden,
sevgilerinizden,
dostluklarınızdan ve tutkularınızdan akisler
bulacak, Ege sahillerinden esen ılık rüzgarları
yüreğinizde hissedeceksiniz.
Hümeyra Yazar: NaĢide Gökbudak
(c) NaĢide Gökbudak / Neden Kitap
Genel Yayın Yönetmeni: Tanıl YaĢar Ġç Tasarım:
Adem ġenel Kapak Tasarım: Deniz Karatağ
Baskı-Cilt: Kilim Matbaası
I. Baskı / Ağustos 2007
5. Baskı / Ekim 2008 6. Baskı / Temmuz 2009
Yayıncı Sertifika No: 11389 ISBN
978-975-254-306-5
Kilim Matbaası: Lıtros Yolu Fatih Sanayi Sitesi
K.2 DavutpaĢa / istanbul Tel:02l2 612 95 59
YAYĠNC Ġ
NEDEN KĠTAP
www.nedenkitap.com
info@nedenkitap.com
GENEL DAĞĠTĠM
GNC Dağıtım Pazarlama Hizmetleri Turgutreis Mah.
Giyimkent Sitesi B. 106/23 Esenler/ĠSTANBUL
Tel: 0212 438 47 70 (pbx) Fax: 0212 438 47 73
Hümeyra
NaĢide Gökbu dak
Neden
Yazar Hakkında
NaĢide Gökbudak, Elâzığ'ın Akçakiraz Perçenç
köyünde doğdu. Liseyi orada bitirdi. Ankara
Hukuk Fakültesine baĢladı. EĢi ile beraber
istanbul'a yerleĢmesinin ardından Ankara Hukuk
Fakültesi'ni bırakmak zorunda kaldı. Selda ve
Serhan adında iki kızı, Kayacan,
Kayacan Güven, Burcu Güven ve Onat Cner adında
üç torunu vardır. Yazmaya oldukça geç baĢladı.
Hızla bu açığı kapatmaya çalıĢan yazarımız,
gerçek hikâyeleri, devrin tarihi ve sosyal
bilgileriyle beraber aktarıyor. Ġlk romanı
"Sıdıka Hanım" büyük ses getirdi. Sırası ile
"Asıl Adı Atiye", "Miralayın Kızı Süreyya", "Ben
EĢkıya Değilim", "ġelâlenin Bez Bebeği",
"Perina'nın Hikâyesi" adlı romanlarıyla da aynı
çizgiyi koruyan yazarımızın "Hüzünlerden
Uçurtma Yaptım" ve "Bana Allahaısmarladık
Deme.'" adlı iki Ģiir kitabı vardır.
Romanlarında ve Ģiirlerinde, açık ve akıcı
anlatımı ile dikkati çekmektedir.
Bu romanımı çok kıymetli Cahide Dalokay
Özdemir'e
edebiyat derslerinde, romanı Ģöyle tanımlardık:
"OlmuĢ veya olması mümkün olan hikâyelerin bir
plan içinde ve ayrıntıları ile anlatımı." Bazen
hayatta öyle olaylarla, öyle kiĢilerle
karĢılaĢırız ki, hayal mahsulü, yani bugünkü
deyimi ile kurgu romanlar, bunların yanında çok
daha gerçekçi kalır. Bu hikâye de, o tip
hikâyelerden biri. Bir çekirdeği var, yaĢanmıĢ
bir çekirdek veya romanın omurgası diyebilirim.
Tabii bunun üzerinde iĢlenmiĢ, oturtulmuĢ bir
kurgu... Umarım ötekiler kadar beğenir ve zevkle
okursunuz.
Gerçekten aĢk diye bir Ģey var mı? Evet, bana göre
var. AĢkın uzun ömürlü veya ölümsüz olması için,
o aĢkın platonik olarak kalması gerekli. Yani
duygularda kalmalı.
Bedene inmemeli. Aksi halde, biz insanlar zaman
içinde her türlü güzelliği yok ettiğimiz gibi,
onu da yok edebiliyoruz. Burada tüm hayatımız
boyunca, doğruluğunu sap- O tayamayacağımız iki
tercihten birini seçmemiz gerekiyor: Sonunu
düĢünmeden, çılgınca yaĢayıp, "Ben aĢkı yaĢadım
ve bitirdim" demek mi? Yoksa o güzel duyguları,
kalp çarpıntılarını, acıları ve mutlulukları
ömür boyu hissetmek, hasret ve heyecan içinde
yaĢamak mı? Eğer seçme gücümüz varsa, birinci yol
hep tercih edilmektedir. Ġkincisi ancak
engellemeler ve zorlamalarla yaĢanıyor. Bence
güzel olanı da bu...
AĢk iki kiĢiliktir. Doğal olarak, insanın kendi
kendine âĢık olması diye bir Ģey olamaz. Bu,
ancak ruhsal bir dengesizlik belirtisidir.
Ġkiden fazla kiĢi ile aĢk hiç olmaz. Üçüncü
kiĢiler aĢkın üzerinde kara birer gölgedir ve
aĢkın kimyasını, mayasını ve kalitesini
bozarlar. Her yerde, her zaman olduğu gibi aĢkta
da kalite çok önemlidir. Zannederim bu
romanımda, açıkça olmasa da bu konuyu iĢlemiĢ
oluyorum.
Birinci Bölüm
|^:aruk, Ayvalık meydanındaki kalabalığın
içinde kız
kardeĢi Hümeyra'yı aramaktaydı. Bugün
cumhuriyetin kuruluĢunun 15. yılı kutlanıyordu.
Ne yazık ki her zamanki coĢku ve mutluluk yoktu.
Çünkü bu ideal ve çağdaĢ idare Ģeklini milletine
armağan eden Atatürk çok hastaydı. Yine de
olağanüstü bir kalabalık ve hareket vardı.
Ayvalık'ın küçük
meydanı doluydu. Tören biter bitmez, herkes ayrı
bir yöne doğru hareket edince karıĢıklık daha da
çok artmıĢtı. Faruk bu karmaĢa içinde bir o
tarafa, bir bu tarafa yürüyor, daha doğrusu
sürükleniyordu. Bir taraftan da kendi kendine
söyleniyordu. "Ağabey olmak ne zor iĢmiĢ,
kızların mektepte iĢi ne? Hem ille de okusun diye
sokağa salıyorlar, hem de benim korumamı
istiyorlar... " Hümeyra aniden yanında belirdi.
"Abi, beni mi arıyorsun? Bak! Buradayım."
"Görüyorum ama ben seni kollamaktan sıkıldım."
"Ama abi, öyle deme! Ben seni hiç üzmüyorum ki.
Merasim biter bitmez yanma geldim. Sen beni
bekl^^^-ğin yerde değildin. Hem beni beklemeni
de istemiyorum. ArkadaĢlarımla gelebilirim.
Nah, evimiz Ģur acıkta!" diyerek eli ile iki yüz,
üç yüz metre ötedeki, yüksek duvarlarla çevrili
büyük bir bahçe içinde yükselen kırmızı binayı
iĢaret ediyordu. Faruk, "Tabii dediğim yerde
olamam, çünkü kalabalığın ortasında kaldım ve
sürüklendim." Hümeyra
arada bir sekerek ve elindeki bayrağı
sallayarak, konuĢuyordu.
"Neyse, bak yanındayım. Beni yine babama Ģikâyet
etme!"
Faruk birden kardeĢine fazla yüklendiğini
düĢündü. Yanına yaklaĢıp, saçlarını okĢadı.
"Tamam canım, tamam. Sen iyi bir kızsın. Bana
bakma, dün riyaziyeden zayıf aldım da
ondan canım sıkkın. Babam yine çok kızacak."
Hümeyra üzülmüĢtü.
"Abiciğim çalıĢır, yaparsın. Biz iki kardeĢ de
zekiyiz. Öyle diyorlar, değil mi?"
Ġki kardeĢ konuĢarak, denize paralel olan ana
caddeyi geçtiler. Cadde kalabalıktı. Daha çok
merasime katılan talebeler, onları seyre gelen
anne-babalar, arada bir geçen faytonlar, birkaç
da otomobil vardı. Faruk ile Hümeyra'nm evleri
denizin tam kenarında çok görkemli bir bina idi.
On sekizinci yüz yılda inĢa edilen bu binanın
ağızdan ağıza dolaĢan ve yüzyıllar içinde Ģekil
değiĢtiren hikâyesi, daha doğrusu hikâyeleri
vardı. Zira herkes kendi isteğine göre bazı
Ģeyler ekleyip, çıkarıyor veya ufak
değiĢiklikler yapıyordu. Bu durum ilgi çekici
hikâyelerin hepsi için geçerliydi. Bu yüzden
anlatılanların ne kadarı gerçek, ne kadarı
değil, bilmek mümkün değildi.
Duvarları yüksek, büyük bir bahçenin içinde
olan, batısı denize açık kocaman bir köĢk veya
yalı, her iki Ģekilde de adlandırılabilinirdi.
Bu koca binanın tarzı da değiĢikti. Hem Osmanlı
mimarisini, hem de Bizan^^^ya Rum izlerini
taĢıyordu. Tıpkı hikâyesi gibi...
Faruk bahçeye inen birkaç taĢ merdiveni atladı
Hümeyra da onu takip ediyordu.
Görkemli binanın bahçeye açılan arka kapısının
önünde büyük bir veranda vardı. Verandanın dört
bir yanında asma güller, hanımelileri hâlâ
üzerlerinde çiçekleri ile bahçeyi süslüyor,
geniĢ verandaya da müthiĢ
bir güzellik ve cazibe veriyordu. Veranda üst
kattaki balkona altı sütun ile bağlıydı.
Üzerleri iĢli bu sütunların arasına koyu yeĢil
Ġznik çinileri ile süslemeler yapılmıĢtı. Aynı
tip süslemeler evin birçok yerinde göze
çarpıyordu. Bu yeĢil çiniler, bahçedeki çeĢitli
tondaki yeĢiller ile uyum içindeydi. Çatı
katının dört tarafında kemerlerle süslenmiĢ
balkonlar vardı. Dört balkon da, verandadaki
aynı sütunlarla süslenmiĢ ve desteklenmiĢti.
Gerçi çiniler zaman içinde kırılmıĢ, renkleri
yer yer solmuĢtu ama yine de dikkatli bakan bir
göz, bu binanın fevkalade güzel bir sanat eseri
olduğunu anlayabilirdi. Binanın esas giriĢi sağ
taraftandı. Hilâl kabartmalı masif kapının üst
tarafındaki mermerde eski Türkçe olarak "1776
TeĢrinievvel" yazılmıĢtı.
Verandanın kapısı açıldı. Uzun boylu, kıvırcık
siyah saçlı, koyu tenli, kırk, kırk beĢ
yaĢlarında bir kadın çıktı.
"Küçük Bey, SarmaĢık Gülü, hadi, oyalanmadan
gelin! Yemeğe bekleniyorsunuz," diyerek oldukça
yüksek bir ses tonu ile çocukları çağırdı.
Hümeyra, "Geliyoruz Bici! Hemen kızma!" diye
kar-
Faruk kız kardeĢine, tuhaf tuhaf bakarak, "Hala,
demenin ne anlamı var? Artık Makbule bacı
diyebilirsin, herhalde dilin dönüyordun"
Hümeyra omuzlarını silkti.
"Ama Bici öyle dememi istiyor. HoĢuna
gidiyormuĢ. Benim bebekliğimi hatırlayarak
mutlu oluyormuĢ."
Faruk, Makbule Bacının Hümeyr^a daha fazla ilgi
Ģılık verdi.
göstermesini hep kıskanmıĢtı,
omuzlarını silkti.
"Aman iyi, ne dersen del'üiyerek hızla eve girdi.
Makbule bacı alıĢılmıĢ Arap dadılarının aksine
zayıf ve uzun boyluydu. Sağlam, sırım gibi tabir
edilen sert bir görünümü vardı. Bu fiziki
görünüĢünün altında yumuĢacık, sevecen bir
mizaca sahipti. Evin genç hanımını da o
büyütmüĢtü. Yani Faruk ve Hümeyra'nın annesi
Süheyla hanımı...
Hümeyra yemekten sonra, bahçenin bir köĢesinde
kocaman kulübesinde yaĢayan kurt köpeği Zalim
ile bir müddet oynadı. Sonra elini yüzünü
yıkayıp, orta kattaki odasına doğru yürüdü.
Odasına gitmek için, annesi ile babasının yatak
odalarının önünden geçmesi gerekiyordu.
Babasının sinirli sesi yine koridora taĢıyordu.
"Senin bu kendini beğenmiĢ hallerinden bıktım.
Sanki PadiĢah sarayından çıkmıĢ gibi." Süheyla
hanım daha sakin, daha sessiz konuĢuyordu.
AnlaĢılan bu münakaĢaların ev halkı tarafından
duyulmasını istemiyordu.
"Derman bey nasıl böyle konuĢabilirsin? Hangi
hareketim veya sözüm ile sizde böyle-bir izlenim
bırakıyorum?"
Derman bey bir iki dakika cevap vermedi. Sanki
bu soruya bir cevap hazırlıyor gibiydi. Sonra
daha yüksek bir ses tonu ile, "ĠĢte bu
tavırlarınla! Normal bir kadın gibi kavga bile
etmiyorsun. Çünkü kavga etmek asaletine
yakıĢmaz. Sen ölçülü, zarif ve iyi terbiye almıĢ
bir paĢa torunusun değil mi?"
"Derman bey, bunlar benim geçmiĢim,
değiĢtiremem. Ayrıca baĢkaları tarafından
meziyet diye adlandırılan bu durumlar, sizin
nazarınızda neden suç oluyor?"
"BakHĢte görüyor musun? Torundan toruna geçen
adlar. Hümeyra birkaç sene sonra evlenip de bir
kızı olsa, ta eğil mi Ne güze
bii ki adı Süheyla olacak değil mi? Ve bir evde,
affedersin konakta, üç Süheyla olur. Ne gü^el
değil mi?"
Hümeyra dinlemeye devam ediyordu. Annesinin
hafiften gülen bir ses tonu ile, "Derman bey, bu
biraz tuhaf olmuyor mu? Henüz on bir yaĢında bir
çocuk evlenip de çocuğu olursa, evde üç Süheyla
olurmuĢ. Olsa ne olur? Ayrıca yetmiĢ beĢ yaĢında
anneannemin, o zamana kadar yaĢayacağını nereden
biliyorsun? YaĢasa da ne mahsuru var? Bunlardan
kavga mı çıkar? Yine içinde neler kurdun da
bahaneler arıyorsun? Lütfen biraz daha düĢünceli
olmaya çalıĢ. Ben bu yersiz münakaĢalardan hiç
hoĢlanmıyorum. Evliliğimiz de çocuklarımız da
zarar görüyor." Derman bey gittikçe ses tonunu
yükseltiyordu.
"Bak! ġimdi de beni düĢüncesizlikle
suçluyorsun."
Süheyla ne söylerse söylesin, bu münakaĢayı
kesmesinin imkânsız olduğunu anlamıĢtı. Acele
ile oda kapısını açtı ve koridora fırladı.
Hümeyra annesi ile burun buruna gelince çok
korkmuĢ ve utanmıĢtı.
"Anneciğim, inan ki sizi dinlemiyordum. Elbisemi
değiĢtirmek için odama giderken sesinizi
duydum."
Hümeyra boynunu bükmüĢ, ellerini de iki yana
açmıĢ, devam ediyordu. "Ehh, merak ettim babamın
niçin bağırdığını... Yine sana mı kızıyordu?
"Hayır yavrum, hayır. Sen üzülme. Babanın
konuĢma tarzı öyle."
"Anne, babam kızmasın. Ġstemezse ben çocuğumun
adını Süheyla koymam. Hatta çocuk bile doğurmam.
Hatta evlenmem. Büyüknine babama bir Ģey mi
yaptı?"
"Hayır çocuğum, hadi sen dersini çalıĢ. Bir Ģey
yok yavrum." Hümeyra gitmiyordu.
"Peki, neden sizin ailede annelerin çoğu
Süheyla?" Annesi bir an durdu.
"Bu konuyu sana büyükninen anlatsın. Ġçimizde en
iyi bilen o. Tabii, derslerini bi^^önce. AkĢam
yemeğin-
den sonra, nineniz de kabul ederse..." Hümeyra
heyecanlanmıĢtı.
"Bunun hikâyesi mi var?"
"Evet kızım, hem de bayağı uzun ve güzel bir
hikaye"
Hümeyra koĢarak alt kattaki, büyükninenin
odasının kapısını çaldı, içerden titrek bir ses,
"Giriniz!" diye cevap verince, Hümeyra kapıyı
açtı. Heyecanla ninesine doğru koĢtu, iki
yanağından öptü. Ninesi sallanan koltuğunda,
gözlerini kapamıĢ, müzik dinliyordu. Göz
kapaklarını açmadan,
"SarmaĢık Gülü, sen misin?"
"Evet nineciğim."
"Makbule sana ne güzel de bir isim koydu. Hem
davranıĢ Ģekline uyuyor, hem de güzelliğine."
"Nine ben size benziyormuĢum, değil mi?"
"Evet kızım, ikimiz de ilk ninemize, yani ilk
Süheyla'ya benziyoruz. Yani öyleymiĢ. Benim
ninem anlatırdı. Tabii o ilk ninemizi ve dillere
destan güzelliğini bizzat görmüĢtü."
"Nineciğim, derslerimi bitirirsem ve de uslu bir
kız olursam bana o hikâyeyi anlatır mısın?"
"Sen hep uslu kız oldun. Derslerini bitir.
Faruk'u da al. Belki geçmiĢini o da bilmek
isteyecektir. Zira geçmiĢini bilmeyenler,
geleceğe doğru yoldan yürüyemez, doğru kararlar
alamazlar."
"Neyi bileceğiz nine?"
"Nereden gelip, nereye gittiğimizi... Yani
gideceğimiz cihetin seçimini doğru yapmayı."
Hümeyra pek anlayama-
<5"
mıĢtı.
"Cihet ne büyük nine?" "Yön. Hangi yöne
gittiğimizi bilmek... "
"Nine pusula var ya, yönümüzü kolayca
bulabiliriz." Büyük nine güldü.
"Öyle yön değil yavrum. Gelecekleri hakkında
doğru karar vermek, kiĢiliklerimizin doğru
geliĢmesini sağlamak için."
Büyük nine yorulmuĢ gibiydi. Derin bir nefes
aldı.
"Tamam SarmaĢık Gülü, bu kadar soru yeter. Beni
Ģimdiden yorma!"
Hümeyra anladığı kadarı ile yetinmek zorundaydı.
Ġtiraz etmeden, kapıya doğru yürürken, neĢe
içinde;
"Nineciğim, akĢam yemeğinden sonra görüĢürüz,"
dedi.
"Tamam yavrum."
Büyüknine, bu yaĢına rağmen hala güzel ve zarif
bir kadındı. Osmanlı kültürü ile donanmıĢ bir
Avrupalı gibiydi.
Büyüknine yine sallanan koltuğuna oturmuĢtu.
Faruk ile Hümeyra ise pencerenin önündeki 16.
yüzyıldan kalma koyu mor berjer koltuklara
oturmuĢ, dikkatle ninelerine bakıyorlardı.
Hümeyra dayanamadı:
"Nineciğim, sizi bekliyoruz."
Büyüknine koltuğuna iyice yaslandı. Bir müddet
düĢündü. Nereden baĢlaması gerektiğine karar
vermeye çalıĢıyordu. Bu hikâyeyi anlatma iĢi,
büyüknineyi bayağı heyecanlandırmıĢ ve mutlu
etmiĢti. Yalnızlığa mahkûm olan bütün yaĢlılar
gibi, kendini heyecanla dinleyecek birilerini
bulmanın mutluluğunu yaĢıyordu. Derin bir nefes
aldı.
"Ben üçüncü kuĢaktan, anneniz Süheyla, yani
benim torunum da beĢinci kuĢaktan Cezayirli
Hasan PaĢanın (sonradan Kaptan-ı Derya ve
sadrazam olmuĢtur) ve Ayvalık'ta çok sevilen
papaz Ġkomo'nun yeğeninin torunlarıyız. Yani Rum
ve Osmanlı karıĢımı bir kökenimiz var. Bundan iki
yüz yıl evvel, Kedonia, yani Ayvalık ve
çevresindeki adalar, Bizans Ġmparatorluğuna
bağlıydı. O dönemde korsanların baskısı ve
saldırıları altında kalmıĢ halk, bu yöreleri
boĢaltarak göç etmiĢti. Osmanlılar buraya
yerleĢtikten sonra, ilk önce korsan sorununu
çözerek, halkın Ayvalık'a ve adalara geri
dönmesini sağlamıĢtı. Ayvalık'ta, hem Müslüman
halk, hem de Hıristiyanlar huzur içinde ve
emniyette yaĢamaya baĢlamıĢ, Osmanlı yönetimine
sevgi ve bağlılık duymuĢlardır. Müslüman
olmadığı halde, her iki cemaat tarafından
sevilen, sayılan bir insan vardı; herkese sevgi
gösteren, dertlerine derman olan Papaz Ġkomo.
Papaz Ġkomo, Ayvahk'ın geliĢmesinde büyük rol
oynamıĢ. Rivayete göre Ġkomo'nun kız kardeĢi ve
ailesi korsanlar tarafından öldürülmüĢ, beĢ
kiĢilik aileden sadece üç yaĢında bir kız çocuğu
kurtulmuĢtu. îkomo bu küçük kızın, yani
yeğeninin bakımını üstüne almıĢ, onu eğitmiĢ,
büyütmüĢtü. Güzelliği dillere destan olan Helena
yirmi bir yaĢına gelmiĢti. Hâlâ dayısı ile
beraber yaĢamakta, onu bir baba gibi
sevmekteydi. O da kendisini dayısı gibi dine
adamayı, bir manastıra kapanmayı düĢünüyordu."
Hümeyra bu söylenenlerin bir kısmını
anlamıyordu. Yine de hikâyeyi merak ediyor,
sabırla dinliyordu.
Büyüknine gözlerini pencereye doğru dikmiĢti.
Çocuklara bakmıyordu. Ġçinde yakamozlar oluĢmuĢ
Ege denizine dalmıĢtı. Neredeyse bir asır önceki
bu olayları anlatmıyor, adeta yaĢıyor gibiydi.
Nine heyecanla devam etti.
"Ġkomo'nun ç"k güzel bir çiftliği vardı. .
^^zılarına göre Ayvalık'tan Sarımsaklıya doğru
giderken sol tarafta denizden iki üç kilometre
içeride; bazı kimselere göre de Kozak yaylası ile
Gömeç arasında. Belki de her iki yerde de. Biz
Çamlık tarafındakini görebildik. Ġkomo, yeğeni
Helena ve birkaç yardımcısı ile bu çiftlikte
yaĢarmıĢ.
1770 yılı Mart ayının on dördüncü günüydü.
Ayvalık ve yöresi çok kuvvetli bir rüzgâr ve
sağanak yağmur altındaydı. Rüzgâr, Ġkomonun
çiftlik evindeki kapalı panjurları yerinden
sökecek kadar sarsıyordu. Çiftlikteki ağaçlar
sanki yere kadar yatıp kalkıyordu. Gökten yağan
yağmur damlaları değil de, binlerce kovadan
boĢaltılan su gibiydi. Rüzgârın uğultusu,
yağmurun sesi ürpertici bir gürültü çıkarıyordu.
Ayvalık yöresinin yağmurları asla sakin olmaz.
Rüzgârı da öyle... Bir baĢladı mı, günlerce devam
eder. Çiftlik evinin içinde ise hayat çok daha
sakin görünüyordu. Herkes uyuyordu.
Geceyarısını çoktan geçmiĢti. Çiftliğin bekçisi
Yorgi, Ġkomonun yatak odasının kapısını ısrarla
vurmaya baĢladı. Ġkomo, baĢında beyaz takkesi ve
uzun beyaz geceliği ile yatağından fırladı.
"Ne oluyor Yorgi? Ne var? Helena'ya mı bir Ģey
oldu7"
"Hayır Peder, hayır. Üç atlı geldi. Birisi
yaralıymıĢ. Geceyi burada geçirmek için sizden
izin istiyorlar," dedi. Ġkomo biraz düĢündü.
"Yorgi, al onları içeri. Bir insan ve de bir din
adamı olarak, bizden yardım isteyen kim olursa
olsun geri çevirenleyiz, değil mi?"
Yorgi cevabın böyle olacağını biliyordu ama yine
de yüzünü buruĢturdu. Böyle her önüne gelen
yabancının içeriye alınması tehlikeliydi. Hem
kim bilir niye yaralanmıĢtı? Belki soyguncuydu.
Belki katildi. Bunları düĢüne düĢüne adamların
yanma yaklaĢtı.
"Buyurun, Peder sizi misafir etmeyi kabul etti."
Ġki adam hemen attan atlayıp, yaralı
arkadaĢlarını yere indirdiler. Zifiri
karanlıkta hareketleri zor fark ediliyordu.
Hemen evin kapısından girdiler. Ġkomo beyaz
geceliğini çıkarıp, papaz kıyafetini giymiĢ ve
misafirleri karĢılamak için evin giriĢine
çıkmıĢtı.
"Buyurun efendiler. Sizi Ģu sıcak odaya alalım.
Yorgi, sen de sobaya yeni kütükler at.
Misafirlerimize giyecek bir Ģeyler bulmalısın!
Ve tabii yiyecek de getirin. Bak sırılsıklam
olmuĢlar. Marta'ya da söyle ıhlamur kaynatsın."
Odada sobanın baĢına geçen adamlardan biri,
ayakta durmakta zorlanıyordu. Uzun sedirin
köĢesine yığılırcası-na oturdu. Gözleri
kapanmak üzere idi. Ġkomo büyük bir dikkatle
adamları inceliyordu.
"Yaralı olan sizsiniz galiba?"
Adam zorlukla "Evet," dedi. Ve sedire boylu
boyunca yattı.
Ġkomo kucağında odunlarla odaya giren Yorgi'ye
döndü.
"Yorgi! Ben odunları sobaya atarım, sen
Heiena'yı uyandır. Misafirimizin biri yaralı.
Gereken malzemeleri alıp, gelsin." Yorgi yine
ağzının içinde bir Ģeyler söyleyerek odadan
çıktı. Ġkomo Yorgi'nin bu söylenmelerine
alıĢkındı. Söylense de görevini iyi yapan bir
hizmetkârdı ve yıllardır kendisine büyük bir
bağlılıkla hizmet ediyordu.
Helena da yataktan büyük bir ĢaĢkınlık içinde
kalkmıĢ, acele ile sırtına kapalı ve eteği uzun
bir elbise geçirmiĢti. Odanın sağ duvarında
asılı olan ve üzerinde haç resmi
bulunan tahta kutunun kapağını açtı. Ġçinden iki
ĢiĢe, biraz pamuk ve beyaz, ince uzun bezler
aldı. Yorgi'nin arka-
sından, oturma odası diye kullandıkları büyük
oday
rüdü. Odadan içeriye girdiğinde, dayısı sedirde
yatan adamın baĢında Ġncil'den bir Ģeyler
okuyordu. Adamın gözleri yarı kapalıydı. Hızla
sedire yaklaĢtı.
meye fırsat bulamadan, sobanın çevresinde
ısınmaya çalı-
"Yarası neresinde dayı?"diye
dedi.
Ģan adamlardan kısa boylusu "sol
Helena elindekileri dayısına uzattı. Yabancı
adamın mintanının düğmelerini çözdü. Adam
kendinde değildi. Hiçbir tepki vermiyordu. Sol
omzunun altı mora kaçan kırmızı renkteydi. AteĢ
gibi yanıyordu ve ĢiĢmiĢti. Neredeyse patlayacak
kadar ĢiĢti. Yara iltihaplanmıĢ ve oldukça geniĢ
bir bölgeye yayılmıĢtı. Üzerinde küçük bir nohut
büyüklüğünde açık san renkte bir baĢ oluĢmuĢtu.
Helena "Esas yara yeri burası olmalı" diye
düĢündü. DehĢet içinde, sobanın baĢındaki
adamlara döndü.
"Bu zavallı, bu hali ile buralara kadar nasıl,
nereden geldi? Ve bu yara neden bu kadar ihmal
edildi?" Helena cevabı beklemeden dayısına
bakarak, "Dayı, bu benim iĢim değil. Hekim
gerek," dedi. Ġkomo pencereden dıĢarı baktı.
"Kızım Ģu havaya bak! Kim dıĢarı çıkabilir?
Ġhtiyar hekimimiz bu havada buraya nasıl
gelebilir? Sen elinden geleni yap! Sabaha
inĢallah hava durulur. Hekim de getirti-rız.
Helena Yorgi'ye döndü.
"Yorgi Marta'ya söyle ince bir bıçağın ucunu
iyice yaksın. Büyük cezvelerden birine taze
kurutulmuĢ kekikten bolca koyarak kaynatsın. Ve
bana çok temiz bezlerle beraber tütün kolonyası
da alarak getirsin." Sonra dayısına O döndü.
"Dayı, eczacı Spiro'nun yaptığı toz ilaçtan var
mı?" Ġkomo kapıya doğru hareket ederken,
"Olacak," dedi.
Marta istenilenleri bir tepsinin içine koymuĢ,
getirmiĢti. Helena,
"Marta onları yakınıma getir! Sen de bana yardım
et!
"Ben, ben yapamam Helena! Korkarım, yaraya hiç
ba kamam." Ġkomo atıldı:
<5"
"Tamam, Marta sen bir çorba ve ıhlamur hazırla!
Ben yardım ederim."
Sobanın baĢındaki iki adam, söylenenleri
dikkatle dinliyor ama hiçbir Ģey
söylemiyorlardı.
Helena temiz bez üzerine döktüğü tütün kolonyası
ile yarayı ve çevresini birkaç defa sildi. Sonra
yaranın üzerine kekik suyunu döktü. AteĢte
yanmıĢ bıçağı aldı ve yaranın uç kısmını bıçağın
ucu ile kaldırdı. Adam derinden inliyordu.
Ġnilti sesi de kesildi. BayılmıĢtı. Helena adama
hiç bakmıyordu. Yüzündeki acıyı görürse, iĢine
devam edemeyeceğini düĢünüyordu. Temiz bir bezi
yaranın üzerine örttü ve iki elinin
baĢparmakları ile yarayı sıkıĢtırdı. Bir müddet
sonra cerahat, bezi ıslatmıĢtı. Bu hareketi
birkaç defa tekrar etti. Sonra yine tütün
kolonyası ve kekik suyu ile sildi. Temiz bir bezi
birkaç kat katlayıp, yaranın üzerine koydu. Ve
sımsıkı bağladı. Adam öylece yatıyordu. Helena,
"Bana bir tatlı kaĢığı verin!" dedi. Yorgi
koĢarak, mutfaktan bir tatlı kaĢığı getirdi.
Helena yarım çay bardağı kadar kalmıĢ olan kekik
suyuna, eczacı Spiro'nun toz ilacından koydu.
Helena yaralı adama ilacı kaĢık ile içirmeye
uğraĢıyordu ama boĢuna... Çünkü ağzını açmıyor-^
du, tkomo zorla adamın
ağzını açtı. Helena da kaĢık kaĢık ilaçlı kekik
suyunu içirdi. Sonra dayısına dönerek,
"Dayı bu kekik suyunu beĢ, altı saatte bir
içirmeliyiz. Yani kahvaltıdan sonra, ben veririm
yine. Marta sen biraz daha kekik suyu hazırla!
Mutfakta dursun."
Odanın içi mis gibi kekik kokmuĢtu. Ikomo, "Diğer
misafirlerimize de yer yatağı yapın,"dedi.
Sonra hâlâ sobanın çevresinden ayrılamayan
adamla ra dönerek,
"ArkadaĢınız büyük bir ihtimalle sabaha kadar
uyanmayacaktır. Siz de birer kâse sıcak çorba
için sonra uyuyun. Aç acına uyunmaz. Aksi bir Ģey
olursa, Yorgi ile Marta'nın odası hemen mutfağın
karĢısında. Onlara haber verin. Onlar gerekeni
yaparlar. Hadi bakalım geceniz hayrolsun!"
Sonra ayakta konuĢmasının bitmesini bekleyen
Helena'ya dönerek, "Sağ ol, kızım. Sen olmasan
ben ne yapardım? Hadi artık odana git ve uyu."
Helena "Ġyi geceler," diyerek odadan çıktı.
Misafirler günlerdir çektikleri sıkıntıdan
sonra baygın bir halde uyumuĢlardı. Ama
Ġkomo'nun çiftliğindeki insanlar, uzun süre o
gece yaĢananları düĢündüler. Hele Helena yaralı
adamın kim olduğunu çok merak etmiĢti. YaĢı belli
olmayan bu adam oldukça yakıĢıklı ve tuhaftı ama
o hali ile bile üst tabakadan biri gibi
görünüyordu. Kimdiler? Niye yaralanmıĢtı?
Nereden gelip, nereye gidiyorlardı?
Helena gün ıĢırken uyuya kalmıĢtı. Birden
sıçradı. Acaba ne kadar uyumuĢtu? Yaralı adama
kekik suyu içir-meli ve durumuna bakmalıydı.
Perdenin ucunu kaldırdı. Her taraf aydınlıktı.
GüneĢ pırıl pırıldı. Rüzgâr hafif- Q^ lemiĢti.
Manzara o kadar güzeldi ki, "KeĢke iĢim olmasaydı
da biraz seyretseydim" diye düĢündü. Yağmur suyu
ile yıkanan ağaçlar, çiçekler daha koyu renkte
ve parlak gözüküyordu. Çevre tertemizdi. Birden
içinde bir ferahlama hissetti. GüneĢ onun
kalbine de doğmuĢtu. "Eğer hasta iyi değilse,
bugün hekim de getirebiliriz," diye düĢündü.
-Dolabını açtı. Uzun, ayak bilekler^ne^oğru
geniĢleyen bir etek, üzerine de yeĢil, dik
yakalı, kapalı bir buluz seçti. Derli toplu
olmalıydı. Neticede tedavi etmeye ça-
lıĢtığı genç bir adamdı ve Müslüman'dı. Acele ile
giyindi. Bir an "saçlarımı toplasam," diye
düĢündü. Sonra vazgeçti. Çünkü çok zaman
kaybedecekti. Saçları çok gürdü, hafif
dalgalarla beline kadar iniyordu. Açık kumral
renkteydi. GüneĢ ıĢığı altında, yer yer saman
sarısı gibi duruyordu. Üzerindeki bluzun koyu
yeĢili, açık yeĢil gözleri ile tuhaf bir uyum
oluĢturuyor ve kızın yüzüne bir cazibe, bir gizem
katıyordu. Teni açık renk ve parlaktı. Dudakları
dolgun, boyanmıĢ kadar renkliydi. Sağ yanağında
derin bir gamze vardı. Uzun kirpikleri ve henüz
el değmediği halde kusursuz muntazam kaĢları ile
Helena gerçekten çok güzeldi. Gerçek demek
galiba
yanlıĢ oluyordu. Gerçekten ziyade hayal gibiydi.
Orta boyluydu ve çok muntazam hatlı, dipdiri,
taze bir vücuda sahipti. Önce hızla mutfağa
girdi. Marta kuzinenin baĢında bir Ģeyler
yapıyordu.
"iyi sabahlar, Marta! Kekik suyu nerede?" Marta
Helena'ya yüzünü döndü.
"Bak, Ģu tencerenin yanında. Niye bu kadar
telaĢlı ve bu kadar güzelsin?" Helena güldü.
"TelaĢlı olduğum kesin ama güzel miyim
bilmiyorum. Çünkü henüz aynaya bakmadım."
Marta'ya cevap verirken mutfaktan çıkmıĢtı.
Oturma odasının kapısını hafifçe vurdu, içeriden
dayısı cevap verdi
"Girebilirsiniz."
Helena içeriye girdiğinde, yaralı adamın
arkadaĢları yere oturmuĢ, Martanın tepsi içinde
getirdiğ kahvaltılıkları yiyorlardı. Helena,
"iyi sabahlar!" dedi ve hastasına doğru döndü.
Bir çift siyaha yakın yeĢil göz kendisine b
kıyordu. Helena bir an durakladı. Öylece adama
bakıyor du. Adam hafifçe gülümsedi. Sonra yavaĢ,
yavaĢ gülümse mesi kayboldu.
a-
"iyi sabahlar, küçük hanım," dedi ve devam etti.
"Dün geceki kurtarıcım sizdiniz demek." Helena
hâlâ öylece duruyordu, tkomo araya girdi.
"Helena buradaki birçok insanın kurtarıcısıdır.
KeĢke memleketimizde kızlar için de tahsil yapma
imkânı olsaydı da Helena'ya tıp tahsili
yaptırabilseydim. Çok yetenekli," dedi.
"Demek güzel yeğeninizin adı Helena. Küçükhanım
tekrar tekrar size minnettar olduğumu
söylemeliyim. Hayatımı kurtardınız," dedi adam.
Helena hala konuĢmuyordu. Elleri titremeye
baĢlamıĢtı. Adamın yanına yaklaĢıp, elindeki
gripin karıĢtırılmıĢ kekik suyunu uzattı.
"Bunu içmelisinizl'dedi. Gözleri yaralı adamın
gözlerine takılmıĢtı sanki. Adamın gözlerinde
büyük bir hayranlık vardı. Bu güne kadar bu kadar
güzel bir kadın görmemiĢti. Bir yandan da "Sanki
çok kadın gördüm de... Anam, bacım bir de yüzünü
dahi görmeden evlendirildiğim zevcem." diye
düĢünüyordu. Sonra Helena'ya döndü:
"Güzel hekimim ne derse onu yapacağım. Bir gecede
mucizeler yaratan bir hekimin sözü nasıl
dinlenmez?"
Helena elinde boĢ bardakla, acele içinde odadan
çıkıp, mutfağa doğru yürüdü, içinde tuhaf
kıpırdanmalar, yü-
zünde ateĢ vardı. "Hastalanıyor muyum? Hemen bir
Ģeyler yiyip, bir gripin de ben almalıyım" diye
düĢündü.
O gün misafirlerinin geldiğinin üçüncü günüydü.
Yaralı adam gittikçe iyileĢiyordu. Helena
pansumanını ya-
ların da olduğunu gördü. Adam ile mümkün olduğu
kadar az konuĢuyordu. Ama her seferinde
heyecanlanıyor, içindeki o kıpırdanmalar
baĢlıyor, vücut ısısı yükseliyordu.
parken, vücudunda baĢka
Mutfakta dayısı tkomo ile beraber öğlen yemeği
yiyen Helena sordu;
"Dayı bunlar neyin nesi imiĢ? Adamın vücudunda
baĢka yara izleri de var. Bu, bir tek kurĢun
yarası değil" dedi. Ġkomo baĢını sallayarak,
"Haklısın, bunlar Ġzmir yakınlarında balıkçılık
yapıyorlarmıĢ. Biliyorsun korsan konusu tam
olarak halledilemedi. Korsanların baskınına
uğramıĢlar. Tekneleri devrilmiĢ. Kayalara
çarpmıĢlar, bu arada da bir kurĢun yarası almıĢ.
Öteki adamların da ufak tefek yaraları var."
Helena düĢünüyordu. Sonra dayısının gözlerinin
içine bakarak: "Dayı, yaralanma Ģekli böyle
olabilir ama bu adam asla bir balıkçı olamaz.
Diğerleri belki."
Ġkomo endiĢeli bir ses ile, "Bence de öyle.
Bakalım, zaman içinde çözümlenmeyen bir Ģey
yoktur. Doğrusu neyse öğreneceğiz" dedi.
Aradan on beĢ gün geçmesine rağmen, adamlarda
gitmek ile ilgili ne bir hareket, ne de bir söz
vardı. Helena adamı her görüĢünde daha çok
heyecanlanmaya, iyice etkisi altında kalmaya
baĢlamıĢtı. Doğru dürüst yüzüne bakamıyor,
yanından hemen uzaklaĢıyordu. Ama beĢ dakika
geçmeden yine adamın yanında olabilmek için bir
bahane yaratıyordu. Adamlar hakkında
bildikleri, ilk günlerde
Ġkomo ile adının Süleyman olduğunu söyleyen
yaralı adam, sık sık uzun sohbetler yapıyordu.
Helena'nın dikkatini çeken bir Ģey daha vardı.
Süleyman Ağanın yanındaki
adamlar, ona asla bir balıkçı veya aynı seviyede
bir arkadaĢ gibi davranmıyorlardı. Süleyman
Ağaya, maiyetindeki iki insanmıĢ gibi hürmet
ediyorlar, isteklerini emir telakki
ediyorlardı.
öğrendikleri ile sınırlıydı.
Süleyman Ağa, Türk kahvesini yudumlarken sordu:
"Peder, bizim Müslüman olduğumuz aĢikâr.
Günlerdir evinde misafir ediyorsun. Sadece
anlattıklarımızla yetinip, baĢka sual
sormuyorsun. Bu kadar büyük yürekli nasıl
olabiliyorsun?"
"Bak Süleyman Ağa, ben Katolik bir din adamıyım.
Bütün dinlerin kutsallığına inanırım. Sadece
doğruya varıĢ yolları ayrı ayrıdır.
Peygamberlerin geliĢ tarihine ve çıktıkları
toplumun özelliklerine göre, Tanrı tarafından
buyruklar gönderilmiĢtir. En son gönderilen din
Müslümanlık olduğuna göre, en çağdaĢ olanı da o
olmalı. Ama Katolikler Katolik doğar, Katolik
ölür. Ayrıca bu topraklar Osmanlı'ya geçtikten
sonra, birçok sorunla beraber, korsan sorunu da
çözülmüĢ, buraları terk eden herkes toprağına
dönmüĢ, huzur içinde bir arada yaĢamaya
baĢlamıĢtır. Ben ve halkım, Osmanlılardan bir
kötülük görmedik. Zaten baĢtaki krallar,
kraliçeler veya devlet büyükleri olmasa, bütün
dünya insanları birbiriyle daha kardeĢçe
iliĢkiler içinde olacak. Siyaset denen Ģey,
iğrenç bir yapıya sahip. Ben Müslümanları da
kendi halkım kadar severim ve yardımlarına
koĢarım. Yeter ki iyi, insan gibi insan
olsunlar."
"Peki bizim insan gibi insan olduğumuzu nereden
bi-
"Ben gördüğüm, bana ihtiyacı olan her insanı, iyi
kabul eder, yardım ederim. Sonunda iyi çıkmazsa,
bu da onun sorunudur. Ġleride hesabını Tanrıya
kendiûjvere-cektir. Ama insanların vicdanlı
olması ve ilk hesabı vicdanlarına karĢı vermesi
tercihimdir. O zaman fazla yanlıĢ
Süleyman ağa uzun süre düĢündü. Sonra Ġkomo'nun
gözlerinin içine bakarak: "ġimdoArbu kadar
çeĢitli insa-
liyorsunuz?"
yapmazlar. Bile bile kötülüğü ise
nın sana neden bu kadar güvendiğini çok daha iyi
anlıyorum. Ayrıca yeğeninizi de çok iyi
büyütmüĢsünüz. Bu güne kadar bu kadar terbiyeli,
becerikli ve de, itiraf etmeliyim, güzel bir genç
kız görmemiĢtim" dedi ve ilave etti, "Muhterem
peder, evinizde biraz daha kalmamız gerekebilir.
Sonra verdiğimiz zararı fazlası ile telafi
ederiz. Bana inanabilirsiniz. ġimdi biraz
uzanmak istiyorum, müsaadenizle" diyerek ayağa
kalktı.
Ġkomo arkasından uzun süre baktı "Bu kesinlikle
balıkçı falan değil" diyerek, baĢım iki tarafa
salladı. "Bakalım arkasından ne çıkacak? Allah
sonunu hayır etsin" deyip, odasına doğru yürüdü.
Bir sabah Helena oturma odasına girdiğinde,
Süleyman ağa yalnızdı. Sedirde oturmuĢ, derin
düĢüncelere dalmıĢtı. Helena, "Ġyi
sabahlar" dedi. Süleyman Ağa yerinden kalktı.
"Buyurun güzel hekimim. Beni kontrol mü
edeceksiniz?"
Helena gülümsedi, "Artık kontrol etmeme gerek
yok. Hiçbir Ģeyiniz kalmadı."
Süleyman ağanın yüzünden bir keder bulutu geçti.
<5"
"Yani bana iki yol gözüktü. Ya çekip gitmeliyim,
ya da ye- Q>
rbciirhi
niden bir kurĢun yarası almalıyım. Ben ikinci
yolu terci ederim. Ne yazık ki buralarda bana
kurĢun sıkacak biri
yok."
Helena kıpkırmızı olmuĢtu. Ġki yol da kabul
edilir gibi değildi. Yabancının yaralanması da,
gitmesi de Helena'yı çok üzecekti. BaĢka bir
ihtimal de yoktu. Helena ikinci yol ile kendisine
anlatılmak isteneni anlamıĢtı. EndiĢe dolu
gözlerini, Süleyman ağadan kaçırarak, "Acele
gitmeliyim. Mutfakta iĢlerim var" diyerek odadan
çıktı. Kalbi yerinden
çıkacakmıĢ gibi çarpıyordu. Hızla mutfağa girdi.
Duvara yaslanarak sağ eli ile kalbine bastırdı.
AkĢam yemeğinden sonra Süleyman Ağa, Peder
Ġkomo'ya hususi görüĢmek isteğinde bulundu.
Oturma odasında yalnızdılar. ĠVlarta'nın
getirdiği kahveleri içiyorlardı. Süleyman ağa,
"Sevgili Peder, sizinle açık konuĢmanın zamanı
geldi de geçti bile. Böyle sahte bir
kiĢilik içinde dolaĢmak beni fazlası ile
muzdarip ediyor."
Peder hiçbir Ģey söylemeden, dikkatle
dinliyordu. Süleyman ağa devam etti, "Ben ne
balıkçıyım, ne de adım Süleyman. Adım Hasan. Bir
Osmanlı paĢasıyım. Belki duymuĢsunuzdur.
Cezayir'li Hasan PaĢa." Peder hemen ayağa
kalktı.
"Balıkçı olmadığınızı biliyordum ama bir Osmanlı
paĢası olacağınızı da hiç düĢünmemiĢtim. Bir
kusurumuz olduysa affola paĢam," dedi. Hasan
PaĢa gülerek, "Af dileyecek olan biziz. Sizi
yorduk ve tereddütler içinde kalmanıza sebep
olduk. Peder, ben ÇeĢme yakınlarındaki koyun
adası civarında Rus gemileri ile çarpıĢıyordum.
Hem onların, hem bizim gemilerimiz alev aldı.
Alabora olduk. ÇarpıĢma içindeydik. O arada
göğsüme de bir kurĢun yemiĢtim. Denizin
derinliklerine gömüldük. Suyun yüzüne çıkacak
gücüm yoktu. Neyse sonuçta gördüğünüz bu iki adam
tarafından kurtarıldım. Leventlerimin hemen
hepsi Ģehit düĢmüĢler, Ege'nin sularına
gömülmüĢlerdi... Rus gemileri çarpıĢamayacak
durumda olmalılar ki hemen uzaklaĢmıĢlardı. Bu
çarpıĢmadan sonraki görevim, Çanakkale'de idi.
En geç yaz ortalarında orada olmam gerekli. Ama
bu adamlardan baĢka tek levendim yok. Sizden bana
yardımcı olmanızı ve yeniden leventler bularak,
beni Çanakkale'ye ulaĢtırmanızı rica ediyorum."
Peder îkomo çok ĢaĢkındı. Bir Osmanlı paĢasına
asker toplamak ve savaĢması için
Çanakkale'ye gitmesinde yardımcı olmak... Ayağa
kalktı. Çok düĢünceliydi.
"PaĢam biraz zaman rica edebilir miyim?
DüĢünmeliyim. Emrinizi yerine getirecek gücümün
olup olmadığını tartınalıyım."
Hasan PaĢa gülerek, "Bunlar asla emir değildi.
Güvenilir bir dosttan yardım talebi diye telakki
ediniz. Tabii istediğiniz kadar
düĢünebilirsiniz. Ricamın kolay bir Ģey
olmadığını biliyorum," dedi.
Hasan PaĢa bütün endiĢelerine rağmen,
rahatlamıĢtı. Ekmeğini yediği bu misafirperver
insanları aldatmak, dürüst karakterine ters
düĢüyordu. Yüreğinde ise buruk bir acı vardı. Bu
konuĢma, burada kalıĢ süresinin sonlanma-ya
baĢladığı andı. O güzeller güzeli Helena'yı
bırakıp gidecekti. Her gece saatlerce onu
düĢünüyor, yatağından fırlayıp, "Seni çılgınca
seviyorum. Benimle evlen ve Ġstanbul'a gel!"
dememek için kendini zor tutuyordu. Çünkü sadece
benimle evlen demesi doğru değildi. Bu teklifin
doğrusu "Senden oldukça yaĢlıyım ve evliyim.
Bütün bunlara rağmen, benim ikinci karım olur
musun?"olmalıydı. Bir Katoliğin ikinci kadın
olması imkânsızdı. O, bunu kabul edemezdi.
Bunları düĢünerek oturma odasına girdi. Ġki le-
lar. PaĢa eli ile oturmalarını iĢaret etti.
"Nihayet söyledim."
vent odada konuĢuyorlardı. PaĢayı görünce ayağa
kalktı
Uzun boylu olanı telaĢla sordu, "Peki kabul etti
mi?" "Biraz düĢünmesi gerektiğini
söyledi." Adam bozulmuĢtu."Ne demek! Sizin gibi
bir PaĢanın emirlerini yerine getirmek için
düĢünmek de ne oluyormuĢ?"
"Bre Kemal! Adamdan bir kilo pirinç istemiyoruz.
SavaĢmak için yanımıza adam istiyoruz. Ölüme
gelmeyi kabul edecekler. Kolay mı zannedersin?"
dedi Hasan PaĢa.
Uzun boylu pos bıyıklı adamda yerinden
kalkmıĢtı. Bir an öylece durdu. Bir Ģey söylemek
istiyordu ama vazgeçti.
"PaĢam, biz Ayvalık'a kadar bir inelim. Nabız da
yok-lamıĢ oluruz.
"Tamam Hakkı, ben de biraz istirahat etmeliyim."
Hasan PaĢa dinlenmek yerine odada bir aĢağı bir
yukarı dolaĢıyordu. Kafasını önündeki
muharebeye ve bulması gereken leventlere vermek
istiyordu ama bir türlü Helena'yı düĢünmekten
kendini alamıyordu. Bir ara gözü duvarda asılı
aynaya iliĢti. Uzun süre baktı. YaĢını hiç
göstermiyordu. Dinç ve yakıĢıklı bir adam
sayılırdı. "KeĢke beni paĢa kıyafetlerimle
görseydi" diye düĢündü. Sonra yüzünü buruĢturdu.
"Utan be! Koskoca paĢa olacaksın. Toy oğlanlar
gibi âĢık olmak sana yakıĢıyor mu?"
Sonra elini kalbinin üzerine koydu. "PaĢa ol!
PadiĢah ol! Bu merede söz geçmiyor ki" dedi.
Aslında Peder îkomo çok daha zor durumda idi.
Birincisi o kadar levendi bir araya getirmek çok
zor, hatta imkânsız bir iĢti. Ġkincisi ve en zoru
da bu insanlar, muhakkak ki Hıristiyanlara karĢı
savaĢacağı
gerçeğiydi. Bunlar, ilk etapta Ruslardı. Bundan
sonrası ise her türlü Hıristiyan millet
olabilirdi. Çevresinde yaĢayan ve kendisine
saygı duyan, inanan Hıristiyanlar bu durumu
kabullenmekte çok zorlanacaklardı. Kendileri
bir Osmanlı tandaĢı da olsa, bu vatanı savunmak
kendi görevleri de yılsa, gene de zor bir
teklifle karĢı karĢıya idi.
<5"
Peder kendi odasında Ayvalık'ın eĢsiz gurubuna
gözlerini dikmiĢ, düĢünüyordu. Aslında gurubu
falan gördüğü yoktu. Helena'nın içeriye
girdiğini bile fark etmemiĢti.
"Çok güzel değil mi? Gerçekten Ģahane bir tablo
gibi. Kırmızıdan baĢlamıĢ, pembe ve eflâtunun
bütün tonlarına boyanmıĢ bir gökyüzü. Ben baĢka
bir memleket görmedim ama, Ayvalık'taki gibi bir
gurubun hiçbir yerde olmadığını söylüyorlar."
Ġkomo yavaĢ yavaĢ yeğenine döndü. Yüzünde, ne
söylediğini anlamıyorum, der gibi bir ifade
vardı. Helena, "Guruptan bahsediyorum, ama siz
çok düĢünceli görünüyorsunuz. Canınızı sıkan bir
Ģey mi oldu?"
"Otur kızım! Otur da biraz konuĢalım."
Helena yüzünde büyük bir merakla dayısının yanma
oturdu. Ġkomo nasıl baĢlayacağını düĢünüyordu.
Nihayet, "Helena, balıkçı Süleyman aslında bir
Osmanlı paĢasıy-mıĢ." diyebildi.
Helena "Neee!"diye ayağa kalktı.
"Otur kızım, dahası var," diyerek Cezayir'i!
Hasan PaĢa ile arasında geçen konuĢmayı
anlatmaya baĢladı. Fakat Helena onu
dinlemiyordu. Gözleri dolu doluydu. Bir noktaya
bakıyor ve konuĢmuyordu. Kafasında çınlayan tek
bir ses vardı. "Yakında gidecek! Yakında
gidecek! Bir Osmanlı paĢası asla burada daha
fazla kalamaz," diye tekrarlayıp duruyordu. Yüzü
sapsarı olmuĢtu. Eli ile de eteğinin bir ucunu
kavramıĢ, sıkıĢtırıp duruyordu.
"Helena, hasta mısın? Sapsarı oldun kızım."
Helgna ayağa kalktı. "Biraz midem bulanıyor,
dayı, gidip kendime bir nane limon yapayım.
ĠĢimiz çok zor, Allah yardımcımız olsun."
Ġkomo güzel yeğeninin arkasından bakarak bu hali
sa dece iĢimizin.zor olmasından mı
kaynaklanıyor? Yoksa baĢ
ka bir durum mu var? diye geçirdi içinden, ikomo
Ģimdi çok daha üzgündü. Eğer düĢündükleri
doğruysa, çok daha büyük bir çıkmazın içine
girmiĢlerdi.
Helena mutfakta epeyce oyalandı. Marta'ya akĢam
yemeği yemeyeceğini söyleyerek mutfaktan çıktı.
Hızlı adımlarla odasına doğru yürüdü. Kimse ile
karĢılaĢmak, konuĢmak istemiyordu. Özellikle de
PaĢa ile. Yatağının baĢucunda duran 16.
yüzyıldan kalma konsolun üzerindeki bordo renkli
lambayı yaktı. Ġyice kıstı. DıĢarıdan vuran
dolunay, lambadan çok daha fazla ıĢık veriyordu.
Tekrar lambanın yanma gelip, kuvvetlice üfledi.
Yatağının üzerine yüzükoyun yattı. Gözlerinden
yaĢlar birer çizgi halinde akıyor, annesinden
kalma yatak örtüsünü ıslatıyordu. Ne kadar bu
Ģekilde
yattı, gözlerinden ne kadar yaĢ aktı,
bilmiyordu. Bir insanın gözlerinde bu kadar yaĢ
olabilir miydi? Onu da bilmiyordu. Kapısının
hafifçe vurulduğunu duydu. Birden ayağa fırladı.
Saatin kaç olduğunu bilmiyordu ama çok zaman
geçtiğinin farkındaydı. Kapının arkasına kadar
geldi. Kısık bir sesle,
"Kim o?" diye sordu.
"Benim matmazel Helena. Ben, Hasan PaĢa"
Helena'nın bacakları birbirine çarpmaya, kalbi
büyük bir gürültü ile atmaya baĢladı. Yine
göğsünü sıkıca bastırarak, "Hayrola paĢam, hasta
mısınız?" deyiverdi.
PaĢa zor anlaĢılacak kadar kısık bir sesle
konuĢuyordu. "Eh bir nevi öyle sayılırım.
Matmazel, rica ediyorum kapıyı açın. Benden size
zarar gelmez. Size bir sor
oru sorup,
cevabını bizzat almam gerek. Yoksa bir ömür boyu
bunun için üzüntü ve piĢmanlık duyabilirim."
Helena yavaĢça kapıyı araladı. "Girin paĢam"
diyerek
k_ /
Pencereden vuran dolunayın ıĢığı altında,
vücutlarının bir kısmı aydınlık, bir kısmı
karanlıktı. OynaĢan ay ıĢığının altında tam
olarak seçilemeyen bu iki bedenin, iki âĢık
olduğu anlaĢılıyordu. Nasıl mı? Bunu anlamak
zordu. Bu da aĢkın çözümlenemeyen tılsımlarından
biriydi galiba. PaĢa Helena'ye doğru yaklaĢtı,
elini uzatıp, Helena'nın fil-diĢinden yapılmıĢ
kadar güzel
ve pürüzsüz, pamuk kadar yumuĢak ellerini
sıcacık ellerinin içine aldı.
"Helena, ben dest-i izdivacınıza talibim. Böyle
bir evlenme teklifi, bizim ananelerimize hiç
uygun değildir. Hele bir paĢa olarak bana hiç
uygun düĢmüyor. Ben böyle bir sevda yaĢamadım.
Seni tanıdıktan sonra, sensiz bir hayata
dayanamayacağımı anladım. Bu teklifi yapmam
Ģarttı. Yoksa cevabını bilemediğim bu soru beni
ömür boyu huzursuz edecekti." Helena biraz
durdu. PaĢanın ilk cümlesini kavrayamamıĢtı ama,
sonraki cümlelerinden bunun bir evlenme teklifi
olduğunu anlamıĢtı. DüĢünüyordu. PaĢa genç
değildi. YakıĢıklıydı, ünlüydü. Evli olmaması
garipti.
"PaĢam siz evli değilsiniz, değil mi?"
Hasan PaĢa baĢını önüne eğdi. "Ne yazık ki
evliyim. Bir Osmanlı paĢası olarak da bu evliliği
asla bozamam. YaĢadığım bu aĢk ne kadar
dayanılmaz olursa olsun, karımı boĢayamam.
Zevcem padiĢah sülalesine yakın bir aile-
nin kızı. Ve bir eĢ olarak hiçbir suçu yok. Ancak
san a hissettiğim bu yakıcı, kavurucu duyguların
binde birini bile ona duymadım. Bu duyguları
yaĢadıktan sonra, nasıl arkamı dönüp
gidebilirim? Bu gücü kendimde bulamıyo rum. "^V,
ak i
Helena çok üzgündü. Ağlamamak için kendini zor
tutuyordu."Yani bana ikinci kadın olmamı mı
teklif ediyorsunuz?"
"Hayır, sen ebediyen kalbimin sultanı, baĢımın
tacı olacaksın. Benimle izdivacı kabul et veya
etme! Sultanım ve gönlümün tek kadını olarak
kalacaksın."
"PaĢam beni yanında Ġstanbul'a götürebilecek
misin? Saraya, çevrene zevcem diye takdim
edebilecek misin? Hem ben bir Katoliğim, bizde
bir tek evlilik olur. Tanrı ayırıncaya kadar...
Tanrının bu nikâhı geçersiz sayma, ayrılığa izin
verme yolu ise sadece ölümdür."
PaĢa düĢünüyordu. Birkaç dakika öylece geçti.
Bunlar bir asır kadar uzun dakikalardı.
"Seni Payitahta götürürüm. Sultanlar gibi de
yaĢatırım. PadiĢah'ın, Sultanın huzuruna
çıkarmak veya baĢka durumlar için söz veremem.
Bu Sarayımızda uygulanan bir adet değildir.
Helena ellerini hızla PaĢanın avuçlarından
çekti. "PaĢam, bu konuĢmayı olmamıĢ sayalım.
Bana bu iyiliği bahĢeder misiniz?"
PaĢa kapıya doğru ilerlerken, "Bu gece aldığım
yara, yaraların en öldürücüsü oldu Helena" dedi
ve hızla uzaklaĢtı.
PaĢa ve Peder Ikomo büyük bir faaliyet içinde
idiler... Hasan PaĢanın iki adamı, Ġkomo'nun
oldukça kalabalık
sayıdaki adamları, Ayvalık, Gömeç, Edremit,
Balıkesir,
Bursa hatta EskiĢehir'e kadar yayılmıĢ, Hasan
PaĢa için
ker toplamaya çalıĢıyorlardı. îkomo hem bedenen
he
ruhen çok meĢguldü. Bu yüzden Helena ile doğru
dürüst bir araya gelemiyor, sohbet edemiyordu.
Helena'nın içler acısı durumunu ilk fark eden
Marta oldu. Helena'nın ne annesi ne kız kardeĢi
ne de sırlarını, dertlerini, endiĢe ve
hayallerini paylaĢacak arkadaĢları vardı. Yakın
olduğu, kadın olmanın en basit kurallarını
öğrendiği tek kiĢi
Marta idi. Marta'nın da kadınlığı ne kadar
bildiği veya ne kadar yaĢadığı tartıĢılırdı. Hiç
evlenmemiĢti. Çocuğu yoktu. Dünyanın en
geliĢmiĢ, en derin duygusu olan anneliği
bilmiyordu, tatmamıĢtı. Bütün bu eksiklilere
rağmen, Marta yine de bir kadındı. Bir kadının
duygularını, bir erkekten çok daha iyi
anlayabilirdi. Ve öyle de olmuĢtu. Konuyu
Helena'ya açmaya, neler olduğunu öğrenmeye karar
vermiĢti.
Helena mutfakta oturmuĢ, mutfağın bahçeye bakan
penceresine gözlerini dikmiĢ, yeĢeren ağaçlara
bakıyordu. Ama Marta onun hiçbir Ģey
görmediğinden emindi. Ocaktaki tencerenin
kapağını araladı. Sonra mutfağın kapısına doğru
yürüyüp, kapıyı kapattı. Helena'nın yanındaki
tahta sandalyeye oturdu. Elini omzuna attı.
Helena baĢını yavaĢ yavaĢ Marta'ya doğru
çevirdi. Gözleri yaĢlarla doluydu. O güzel yeĢil
gözleri yüzünde ıslak iki taze yaprak gibi
duruyordu. Marta, "Neyin var yavrum?" diye
okĢadı saçlarını. Helena baĢını yine bahçeye
doğru çevirdi, "Hiç. Bir Ģeyim olduğunu nereden
çıkarıyorsun Marta?"
"Bir yerden çıkarmıyorum. Açıkta duruyor.
Yüzünde, gözlerinin içinde... Öyle sarih ki..."
Marta devam etti, "Bak kızım, seninle kedi fare
oyunu oynamayacağım. Bir Ģeyinin olduğu kesin.
Az çok tahmin de ediyorum. Seni üç yaĢından beri
büyüten, sıkıntılarını,
sevinçlerini paylaĢan, bebeklikten çocukluğa,
çocukluktan genç kızlığa geçiĢini gören benim.
Ama hala bana sıkıntılarını, baĢka bir deyiĢle
kalbini açamayacak kadar güvenmiyorsan, bir daha
sormayacağım," dedi. Ayağa kalkmak için
sandalyesini geriye doğru iterken, Helena
kolundan tuttu.
"Otur Marta! Otur anlatacağım," diyerek Hasan
PaĢa ile arasında geçen konuĢmaları anlattı.
Marta can kulağı
ile dinlemiĢti. Sonra derin bir nefes aldı.
Helena'nın elini tuttu ve yine Helena'nın
kalbinin üzerine koydu, "Sen bana buradaki
durumu anlat! Senin anlattığın Ģeyler her zaman
her yerde olur. Çözümü de çok basittir. Birisi
evlenme teklif etti diye ağlanmaz. Bu paĢa da
olabilir, hamal da... Gereken cevabı verirsin
olur biter."
Helena ellerini yüzüne kapatıp, hıçkırarak
ağlamaya baĢladı. "Evet Marta, evet haklısın.
Beni periĢan eden buradaki durum... Ben de PaĢaya
aĢığım. Her Ģeyi feda edecek kadar. Günlerdir
düĢünüyorum, onun kollarında yaĢayacağım bir
gece için bir ömür verirdim."
Marta, Helena'nın çok sağlam karekterli bir kız
olduğunu, eğer bütün gücü ile âĢık
değilse, böyle bir cümleyi asla sarf
etmeyeceğini ve bu kadar çaresiz olamayacağını
bilirdi.
"O zaman, kabul et!"
"Nasıl yani?"
"PaĢa nasıl olacağını düĢünmüĢtür. Yalnız Ģöyle
bir durum var. Müslüman bir Osmanlı paĢası, dini
nikâh kıymadan seni helali sayamaz. Dini nikâh
kıyması için önce senin Müslüman olman gerek."
"Müslüman olmak bana ters düĢmez. Birçok
Müslüman tanıdım. Hepsi iyi insanlardı. Dayıma
göre de en son din olduğu için, en çok tekâmül
etmiĢ din imiĢ. Önemli olan Allah'ı bilmek... Ġyi
bir insan olmak... Ben p^py^arı-ta gidip, ikinci
bir kadın olarak yaĢamaktan korkuyorum.
DüĢünebiliyor musun belki paĢa üç gün onda, iki
gün ben-
de veya dört gün onda, üç gün bende. Pencereye
oturup,
PaĢanın ayak seslerini duymaya çalıĢacağım.
Karısı ile ne-
ler yaptığını düĢüneceğim. Kavga bile ediyor
olsalar ben
onları bir yatakta seviĢiyor diye hayal
edeceğim."
"Ama onunla bir gece yaĢamak için bir ömür
verirdim, dedin. O zaman evlen, dört aylık bir
zaman var. Yani yüz yirmi, ömre bedel gün. Bence
aĢk, arkanı dönüp gidilecek bir duygu değildir.
Ya yaĢayacaksın, ya yaĢamadığın için bir ömür
boyu piĢmanlık ve acı duyacaksın! Dayın
anlayıĢlı bir insandır. Onun dinler ve insanlar
hakkındaki
fikirlerini bilirsin. Hele bir Osmanlı paĢasına
asla karĢı çıkmayacaktır."
"Dört ay sonra ne olacak?"
"Yine pencerenin önünde, Osmanlı paĢasının
atının nal seslerini duymaya çalıĢacaksın. En
azından aĢkı ve tutkuyu yaĢamıĢ olacaksın. Hem
PaĢa da seni bu kadar seviyorsa yeni bir çıkıĢ
yolu bulacaktır."
"Sağ ol Marta! Bu söylediklerini düĢüneceğim.
Göz önünde tutacağım. ġimdi odama gidip, sakin
kafa ile bunları tekrar düĢünmek istiyorum."
Helena o gün, ertesi gün ve daha sonraki günler
bu konuyu düĢündü durdu. Ama bir türlü uygun bir
yol bulamıyordu. En sonunda PaĢanın evlenme
teklifini reddetmeye karar verdi. Kaç gündür
PaĢa'yı da göremiyordu. Aslında onu çok
özlemiĢti. Daha Ģimdiden atının nal seslerini
duymak için pencerenin önünde saatlerce
oturuyor, Bazen nal seslerini duyup, yatağına
giriyor, duyamadığı geceler de
• A'
sandalyede sabahlıyordu.
Helena mutfağa girdiğinde, Marta kahvaltı
sofrasını toplamıĢ, masayı siliyordu. "Ġyi
sabahlar Marta."
"Ġyi sabahlar Helena. Neden kah^^ıya gelmedin?
PaĢa kaç gündür gözleri ile seni arıyordu. Bu gün
dayanamad sordu. Matmazel hasta mı?
HÇ^öremiyorum da diyerek."
Helena hafiften gülümsedi. PaĢa tarafından
sorulmak hoĢuna gitmiĢti.
"Marta, ben Ayvalık'a inmek istiyorum. Benimle
gelir misin?"
"Tabii gelirim. Bir Ģey mi alacaktın?" "Hayır,
kiliseye gideceğim."
Yorgi atlan faytona koĢtu. Marta ve Helena
faytonun kapalı olan tarafına oturdular. Yorgi
arkasını dönerek sordu: "Hangi kiliseye?
Biliyorsun on bir tane kilise ve manastır var."
"Cundadaki Aya Nicola kilisesine."
"Neden orası? Kayıkla geçmemiz gerekecek."
"Ben o kiliseyi çok severim, orası beni hep
etkilemiĢtir."
Yorgi, Ayvalık'ta kayıkların durduğu iskeleye
yanaĢtı. Papazların ve rahibelerin kullandığı
büyük kayık, kıyıya çekildi. Helena içine
atladı. Marta hem kilosundan hem de yaĢından
dolayı artık kayıklara zorlanarak inip,
biniyordu. Yorgi yardım etmek için elini uzattı.
Marta Yorgi'nin elini itip, "Yorgi, ben binemez
miyim de yardım edersin?" dedi. Helena yıllardır
bunların çekiĢmesine alıĢmıĢtı. Aslında
aralarında duygusal bir bağ vardı. Helena'nın
tahminine göre, Yorgi evlenme teklif etmiĢti.
Ama Marta kendini dine adayıp, dünya nimetlerine
çoktan sırtını döndüğünü söyleyerek onu
reddetmiĢti. Helena birden Marta ile konuĢmasını
hatırladı. "Evlen Helena! Bir ömür piĢmanlık
duyacağına evlen!" Demek ki Marta piĢmanlık
duymuĢtu!
Kayıktan inmiĢ, kiliseye doğru yürüyorlardı.
Ada, baharın o eĢsiz güzelliği ile Ģahane
manzarasına doyulmaz görüntüler eklemiĢti.
ġahane mimar^î^il^ manastırlar, evler ve
yemyeĢil ağaçlar; çatılara'ĠMlelere vuran
denizde-
35
<5"
ki güneĢ ıĢınlarının yansıması ile muhteĢem bir
hal almıĢtı. Bu görüntü gerçek olamazdı. Sanki
cennetin ortasında yol alıyorlardı.
Kilise ise gerçekten çok güzeldi. Mimarisi ve
freskleri birer sanat eseriydi.
Üçü de içeriye girdiler. Ġsa'nın ve Meryem Ananın
önünde mum yakıp, dua ettiler. Marta ayağa
kalktı, "Hadi Helena çıkalım. Bildiğim bütün
duaları okudum," dedi.
Helena, "Marta, lütfen siz çıkın, ben biraz
yalnız kalmak istiyorum" diye cevap verince
Marta ve Yorgi sessizce çıktılar. Yorgi kendi
kendine söyleniyordu, "Helena'ya bir Ģeyler
oldu. Eski neĢesini ve canlılığını kaybetti."
Marta duymuĢtu ama duymazlıktan geldi.
Helena diz çöktü. Bir mum daha yaktı. Uzun
masanın üzerinde duran Ġncil'i aldı. Ġçinden
birkaç pasaj okudu. Ġncil'i kapayıp yerine
koydu. Oldukça yüksek bir ses ile, "Büyük Tanrım!
Kutsal Ġsa! BağıĢlayıcı Meryem Ana! içinde
bulunduğum durumu biliyorsunuz. Size anlatmama
gerek yok. Ne yapmam gerektiğini bilemiyorum.
Eğer kalbimin sesini dinlersem size ihanet etmiĢ
olacağım. Kalbimin sesini dinlemezsem de
yaĢayamayacağım."
Helena hıçkırarak ağlıyordu. BaĢını mumların
yandığı masanın kenarına dayadı. Gözlerini
kapadı, uzun s üre ağlamaya devam etti. O
sırada yakınında bir ses duydu; "Kalbinin sesini
dinle Helena. Sevgi, Allah'ın lütfettiği en
güzel duygulardan biridir. Kalbinin sesini
dinle! Hem burada yaĢayan bütün insanlara yardım
etmiĢ olacaksın! Kalbinin sesini dinle!"
Helena hızla baĢını kaldırdı. Çevresine bakındı.
Sanki bir siluet, papazın günah çıkardığı
kulübenin arkası na doğru uçmuĢtu. Ama bu gerçek
bir insan gibi değil
di. Havada uçuyor gibiydi. Helena ürperdi.
"Hastalanıyor muyum acaba? Bu kadar acı, bu kadar
büyük bir aĢk, gecelerce uykusuzluk, ruhsal
sağlığımı mı bozdu?" diye düĢündü. Ama sesi çok
net bir Ģekilde duymuĢ ve bir siluetin uçuĢtuğunu
görmüĢtü. Geri geri giderken istavroz çıkarmaya
baĢladı, "Beni affedin! Kutsal Ġsa ve Meryem!
Sizin için son istavroz çıkarıĢım. Beni affedin"
diyerek kiliseden hızla çıktı.
Marta ve Yorgi endiĢelenmiĢlerdi. Marta,"Ne
oldu Helena hasta mısın? Rengin sapsarı," dedi.
"Hayır, hayır, bir Ģeyim yok."
Kayığa doğru yürürken hiç konuĢmadılar. Beyaz
bir kedi, denizin kenarında yiyecek bulmaya
çalıĢan küçük bir martı sürüsünün yanma kadar
yaklaĢtı. Birinin üzerine doğru sıçrarken, hepsi
birden kanat çırpıp uçmaya baĢladılar. Bayağı
bir gürültü kopmuĢtu. Helena çok dalgın olduğu
için ne kediyi ne de martıları görememiĢti.
Korkudan sıçradı. Marta söyleniyordu:
"Kör olası kedi, nasıl da saldırdı."
Kedinin memeleri sallanıyordu. Helena kediye
dikkatlice baktı, "Bu hayvanın yavruları var ve
aç. Tabii bu durumda yavruları da aç. Açlık
canlılara her Ģeyi yaptırır. Zavallı kedi,
zavallı martılar. Hangisine acıyıp, hangisine
kızmalıyız?"
•Ay
Kayıktan indiler ama Helena faytonun olduğu yere
değil de ters istikamete yürüyordu. Yorgi
sesledi, "Helefflane-
reye?
"Camiye" dedi Helena. Marta ve
Yorgi<"^Ģı^mıĢlardı. Özellikle Yorgi. /i^>
"Hangi camiye Helena? Camide iĢimiz ne?" diye
sordu. Helena kızgın bir sesle, "Ayvalıkta bir
tane cami var, Yorgi. AĢağı ÇeĢme Mahallesindeki
Hamidiye Camine."
"Peki, orada ne yapacağız?" "Hiiç sadece merak
ettim."
Marta bu cami merakının altında ne yattığını
sezmiĢti. Sesini çıkarmadı. Helena öyle hızlı
gidiyordu ki, Marta nefes nefese kaldı.
"Kızım, kalbim duracak. Biraz yavaĢ ol" diye
sesledi. Helena elini güneĢ ıĢınlarına siper
ederek, arkasına döndü, "Özür dilerim Marta,"
diyerek beklemeye baĢladı.
Öğlen namazı yeni bitmiĢti. Camiden çıkan birkaç
insanın da uzaklaĢmasını beklediler. Son çıkan
üç kiĢiden ortadaki, yanındaki aksakallı yaĢlıca
adamı dürterek, "ġu genç hatun papaz Ġkomo'nun
yeğeni değil mi? Burada ne arar ki?" diye sordu.
Sağındaki adam Helena ve yanında-kilerine
bakarak,
"Evet, yanındakiler de yardımcıları. Kim bilir?
Belki birini bekliyorlar. Burası Allah için
ibadet edilen bir yer, herkes girebilir."
Birkaç dakika sonra da namaz kıldıran imam
Hüsamettin Efendi göründü. Helena imamın yanına
yaklaĢtı.
"Ġmam efendi, camiye girebilir miyim?"
Ġmam bir an durdu. "Tabii kızım, tabii
girebilirsin."
Helena bir iki dakika öylece durdu. Ġmamda
bekliyordu. Helena tereddüt içindeydi. Birden
sordu, "Ġmam efendi, Müslüman nasıl olunur?"
Ġmam Hüsamettin önce ĢaĢırdı. Bu soruyu herhangi
bir insan sorsa ĢaĢırmazdı ama bu Peder Ġkomo'nun
yeğeniydi. Çok koyu Katolik'ti. Ömrü kilise ve
manastırlarda geçiyor, çeĢitli Hıristiyan
derneklerinde çalıĢıyordu. Katolikler üzerinde,
Peder Ikomo kadar etkisi vardıVSmam bir müddet
düĢündü. Sonra elini kalbinin üzerine koyarak,
"Çok kolaydır. Önce Ģurada hissetmek gerek.
Ġnsanın yüreğini, inancını tartması gerek.
Sonrası çok kolay... Birkaç salâvat
getirip, ibadet Ģekillerini ve Müslümanlığın
icaplarını öğrenmek yeterli... "
Sonra bu soruya ĢaĢırmıĢ bir halde, "Kim Müslüman
olacak?" diye sordu.
Helena biraz duraladı, "Sadece merak ettim."
Helena caminin içine girdi. Ġlk defa bir cami
görüyordu. Kendi kilise ve manastırları gibi
resimlerle süslü değildi. Ama çini
süslemeler ve caminin mimarisi çok etkileyici
idi. Mihrabın önünde durup, biraz düĢündü. Tuhaf
bir ruh hali içindeydi. Aslında hemen Müslüman
olmak istiyordu. Sonra baĢını sallayarak dayımla
görüĢmeliyim diye düĢündü. Ve devam etti. "Ben
paĢa ile evlensem de evlen-mesem de Müslüman
olacağım. Ama bunu biraz ertelemem ve önce dayıma
bildirmem gerek."
imama döndü, "Beni içeriye soktuğunuz için
minnettarım. Sağ olun."
Hızlı hızlı camiden çıktı. Sanki birkaç dakika
daha durursa, imama "Ne olur beni hemen Ģimdi
Müslüman yap" diyecekti.
Çiftliğe döndüklerinde, Peder Ikomo ve
misafirleri kamelyanın altında çay içiyorlardı.
Helena, Hasan PaĢa ile göz göze geldi. FildiĢi
kadar duru ve beyaz olan teni bir *v anda pespembe
olmuĢtu. Yüzüne ateĢ basmıĢtı ve bacakları
titriyordu. Gözlerini baĢka tarafa çevirdi.
Ġkomo telaĢy, O lı görünüyordu.
"Neredesiniz Helena? Sen haber vermeden bir yere
girmezdin."
Marta atıldı. "Hava çok güzeldi. Ayvalık'a kadar
indik."
Ġkomo, memnuniyetsiz bir ifade ile devam etti,
"Yarın çok erkenden Dikili, Bergama taraflarına
gideceğiz. Birkaç gün gelemeyebiliriz. ġimdiden
söyleyeyim de, Marta bize gerekli Ģeyleri
hazırla!"
39
Helena hızla odasına doğru yürüdü. Sedirin
üzerine oturup, ellerini baĢının arasına
aldı. Bu vaziyette saatlerce kalmıĢ olmalı ki,
birden odanın zifiri karanlık olduğunu ve
Marta'nın kendisini çağırdığını duydu.
Helena beĢ gündür hiç uyumamıĢtı. Ġkomo
dayısının, daha doğrusu Hasan PaĢanın yolunu
gözetliyordu. "Ben PaĢanın yokluğuna nasıl
dayanacağım. Ruhum ve bedenimin her zerresi onu
özlüyor" diye düĢünüyordu. Geceyarısını biraz
geçe, nal sesleri duydu. Yorgi kapıyı açmıĢtı.
Helena'nın içine bir sevinç doldu. Henüz PaĢanın
yüzünü görmemiĢti ama aynı çatı altında idiler.
Yatağa uzandı. Sabaha karĢı nihayet uyuya
kalmıĢtı.
Helena çok büyük bir odanın içinde idi. Oda çok
güzel döĢenmiĢti. Helena büyük, kristal bir
aynanın önünde oturuyordu. Arkasında çok genç ve
güzel bir kadın, gümüĢ bir tarakla Helena'nın
saçlarını tarıyordu. Helena ĢaĢkınlıkla genç
kadına bakıyordu. Çok güzeldi ve kendisine çok
benziyordu.
Helena'nın kendisine ĢaĢkınlıkla baktığını
gören güzel kadın, hafifçe gülümsedi, "Ben senin
annenim, Helena. Ama haklısın, ben cennete
gittiğimde çok küçüktün. Hatırlayamıyorsun,
değil mi?"
Helena çok heyecanlanmıĢtı, "Anne, daha evvel ni
ye gelmedin? Seni senelerdir bekliyorum."
"Çünkü çok uzaktaydım. Ve birkaç gündür senin zor
günler yaĢadığını hissettim. Galiba bana her
zamankinden cok ihtiyacın var. ġimdi de fazla
kalamayacağım. Hemen döneceğim Süheyla! HoĢça
kal kızım."
Helena ĢaĢkın, "Süheyla kim anne? Burada baĢka
kimse yok."
Annesi gülümsüyordu, "Sen artık Süheyla oldun."
>^
Annesi birden bire yok olmuĢtu. Helena yataktan
fırlayıp çevresine bakındı. Kimsecikler yoktu.
TerlemiĢti ve nefes nefese idi. Ġçinden
"Süheyla! Süheyla! Süheyla!" diye tekrarladı.
Süheyla bir Müslüman ismi diye düĢündü. Sonra
acele ile sedirin üzerinde duran Ģalını aldı.
Odasından çıktı. KoĢar adımlarla PaĢanın odasına
doğru yürüdü. Misafirinin bir paĢa olduğunu
anladıktan sonra, Ġkomo ona ayrı bir oda
hazırlatmıĢtı. Bu, çiftliğin en güzel ve en geniĢ
odalarından biriydi. Helena kapıyı yavaĢça
tıkırdattı. Bir müddet bekledi. Bir cevap
alamamıĢtı. Bir daha kapıya vurdu. Hasan PaĢa
ĢaĢkın bir Ģekilde kapıyı açtı. Helena,
"Özür dilerim PaĢam, rahatsız ettim. Odanıza
girebilir miyim?"
PaĢa, Helena'yı yavaĢça kolundan tutup içeriye
girmesine yardımcı oldu. Helena pencereye doğru
gitti. Perdeyi araladı. PaĢanın yüz ifadesini
görmek istiyordu. Yıldızlı, aydınlık bir
geceydi. PaĢanın gözlerinin içine bakarak,
"PaĢam, hâlâ bana yaptığınız izdivaç teklifiniz
geçerli ise, kabul ediyorum. Hemen evlenelim.
Ben payitahta gelmeyeceğim. Siz ne kadar imkân
bulur da beni görmeye gelebilirseniz, onunla
yetineceğim. Belki ileride her Ģey değiĢebilir."
PaĢanın gözleri parlamıĢ, yüzünü aydınlık bir
gülümseme almıĢtı. Helena'nın çenesini tutup,
yukarıya doğru kaldırdı.
"Kayısı çiçeğim, beni hiçbir Ģey bu kadar
bahtiyar kılamazdı. Bu benim hayatım boyunca
kazandığım en büyük zafer oldu. Helena, "Yalnız
rica ediyorum, dayımla görüĢün. Önce'onunla
görüĢüyormuĢ gibi... "
Yine yüzü yanmaya baĢlamıĢtı. Sonra aniden
arkasını dönüp odadan koĢarak çıktı. Hasan PaĢa
da, Helenada
o gün kahvaltı saatine kadar odalarının içinde
dolaĢtılar. PaĢa saadetinden dolayı uçuyor
gibiydi. Arada bir kendi kendini ikaz ediyor,
sonra devam ediyordu. "Ne yazık ki, ister paĢa
ol ister padiĢah, gönüle hükmetmek mümkün
değil."
Helena ise hem mutluydu, hem de korkuyordu. Bu,
sonu pek belli olmayan bir macera idi. Birkaç
aylık mutluluk için hayatını bilemediği, tahmin
edemediği bir maceraya atmıĢ, tabiri caizse
ipotek altına almıĢtı. Ne yazık ki o da içinde
yaĢadığı büyük çatıĢmalardan sonra bu karara
varmıĢtı. Ya hayatının küçük bir bölümünü
PaĢanın eĢi olarak, mutluluğu tadarak
yaĢayacaktı, ya da ömür boyu piĢmanlık ve acı
duyacaktı. Helena birinci yolu, yani aĢkı
seçmiĢti.
Hasan PaĢa Ikomo'nun odasına doğru yürüyordu ama
söze nasıl baĢlayacağım, neler demesi
gerektiğini, en uygun kelimelerin ne olacağını
bilemiyordu. Peder Ġkomo'yu bir defa müĢkül bir
iĢin içine sokmuĢtu. Bu
durum ise, hiçbir Ģey ile kıyaslanamayacak kadar
zordu.
Hem Ġkomo'nun kendisi açısından, hem de ona bağlı
olan cemaat açısından...
Ġkomo'nun çalıĢma odası diye kullandığı odanın
önünde bir müddet durdu. Sonra bütün cesaretini
topla yarak, kapıyı tıkırdattı. îkomo, "Sen
misin Helena?"
PaĢa yumuĢak bir sesle, "Benim peder.
Rahats^'etmez-sem girebilir miyim?"
Ġkömo hemen kapıyı açtı, "Ne demek PaĢa'm,
buyurun."
îkomo gözlüklerini çıkardı. Elindeki incili
masanın
üzerine koydu, "Marta bize bir^^îhve yapsın mı?"
PaĢa sağ elini havaya kaldırarak, "Hayır hayır,
sizinle çok özel bir Ģey konuĢacağım. Rahatsız
edilmemek en iyisi..."
Ġkomo tuhaf bir merak ve biraz da korku duymuĢtu.
"Bu seferki nasıl bir istek acaba?" diye düĢündü.
"Buyurun PaĢam, sizi dinliyorum," dedi.
PaĢa birkaç defa derin derin nefes aldı. Ve
birdenbire, "Yeğeniniz Matmazel Helena'nm
zevcem olmasını istiyorum. Eğer sizce de
uygunsa?.. "
îkomo ayağa, sanki kendi isteği ile değil de,
sandalye onu fırlatmıĢçasına kalktı.
"PaĢam yanlıĢ anlamadıysam, zatı âliniz Helena
ile izdivaç düĢünmekteler, öyle mi?"
"Hayır peder! DüĢünme safhasını çoktan geçtim.
Onsuz yapamayacağımı anladım. Zevcem olmasını
istiyorum."
"Ama biliyorsunuz, o bir Katolik. Siz bir
Müslüman ve Osmanlı paĢasısınız. Bu durumu
devlet-i âliniz ve çevreniz nasıl
karĢılayacaklar?"
PaĢa bıyıklarını düzeltti, "Sevgili Peder.
PadiĢahların padiĢahı, Sultan Süleyman'ın
kıymetli zevcesi, gönlünün sahibi ve veliahdın
anası da Rus asıllıydı. Yıllarca o sultanlık
görevini bir Osmanlı kadını gibi yaptı. Kanuni
ise
o
ilk günkü heyecan ile Hürrem Sultanı sevdi. Bizim
tarihimizde bunun örnekleri çoktur. Belki de
bilinçli yapılmıĢtır. Bir dünya kültür karıĢımı,
insanları sadece insan gibi görme isteği,
bilemiyorum. Ama ben itiraf etmeliyim ki,
benimki sadece aĢk ve büyük bir hayranlık sonucu
alınmıĢ bir karardır."
Ġkomo "Nasılsa Helena kabul etmeyecektir. Her
Ģeyden önce dinini değiĢtirmez. Ben boĢuna kötü
kiĢi olmamalıyım" diye düĢünüyordu.
43
"PaĢam! Bu konuyu bana açmak ve fikrimi almak
Ģerefini bahĢettiğiniz için size minnettarım.
Zira siz bir Osmanlı paĢası olarak, yeğenini
zevcem olarak alıyorum da diyebilirdiniz. Sağ
olun! Nezaket gösterdiniz, minnettarım. Sizden
bir ricam var. Yeğenimin ne düĢündüğünü soralım
ve eğer mümkünse onun da kararını nazar-ı itibara
alalım."
"ġüphesiz Peder. Benimle evlenecek hanımın da bu
fikri paylaĢması gerek. Biz
Osmanlılar, eĢlerimize ve analarımıza çok kıymet
veririz. Her ne kadar Avrupalılar bu fikirde
olmasa da."
"Estağfurullah PaĢa'm, ne haddimize... "
PaĢa, konuĢmanın bittiğini bildirmek istermiĢ
gibi ayağa kalktı, "Evet Peder, cevabınız ne
olursa olsun, dostluğumuz ve dayanıĢmamız baki
kalacak. Ancak bir an evvel bir cevap beklerim.
Sağlıcakla kalın."
Büyüknine sallanan koltuğunda gerinir gibi bir
hareket yaptı. Gözlerini açmadan, "Çocuklar,
arkasını da yarın anlatsam olmaz mı? Çok yoruldum
da."
Hümeyra hızla ayağa kalkıp, ninenin yanma koĢtu,
"Nineciğim, ne olur anlat! O kadar heyecanlı ki.
Ben sonunu düĢünmekten ne ders dinleyebilirim,
ne de çalıĢabilirim."
Nine kurtulamayacağını anlamıĢtı. Hümeyra
hiçbir zaman yarım bir Ģeyi kabullenmezdi. Küçük
kızın sarı ipek saçlarım okĢadı, "Tamam, acaba
Faruk da i^^y^r mu?"
u b en ona anla-
Büyüknine elini havada çevirdi, "ĠĢte tam bir
erkek du yarsızlığı. Hepsi demiyorum ama çoğu
böyle."
"Faruk çoktan gitti nineciğim. Sonunu ben ona anl
tacağım."
"Nine çok yorulduysan yatağına uzan. Ben de senin
yanına uzanayım, olmaz mı? Hatta bu gece senin
yanında yatsam..."
Nine memnundu. "SarmaĢık Gülü, sabah dadın ve
annen seni yatağında bulamazlarsa çok
ĢaĢırırlar."
"Tamam nine, hikâye bitince giderim söz. Ne olur
anlatmaya baĢla!"
"Evet nerede kalmıĢtık? PaĢa cevap bekliyordu,
değil mi?"
"Evet nine."
Peder çok sıkıntılı idi. Bu iĢin çok zorlu
yanları vardı. Helena'nın bu evliliği asla
istemeyeceğinden emindi, ama acaba PaĢa bu
cevabı sükûnetle kabul edecek miydi? Aksini ise
hiç düĢünmek istemiyordu. Bütün cemaati
karĢısında olacaktı. PaĢaya asker topladığı
lafı, bütün gizliliğine rağmen ağızdan ağıza
yayılmıĢ, Ģimdiden muhalif sesler yükselmeye
baĢlamıĢtı. PaĢa orada olduğu için fazla tepki
vermeye korkuyorlardı. PaĢa gittikten sonra bu
muhalefet çok daha güçlü olacaktı. Ġkomo,.hemen
hemen öğlene kadar odasında bu düĢüncelerle
boğuĢarak, kâh yürüdü, kâh pencereden dıĢarıya
baktı. Sonra birden bir husus dikkatini çekti.
Vakit öğleni bulduğu halde, Helena kendisini
merak edip, odasına gelmemiĢti. Hâlbuki böyle
durumlarda, hemen yanına gelir "Dayı, hasta
değilsin diye endiĢeli gözlerle sorardı. Yoksa
Helena'nın d nudan haberi var mıydı?
fazla k
a bu ko
fazla
Acele ile çıkıp, mutfağa doğru yürüdü. "Marta!
Helena nerede?
"Odasında olmalı Peder. Kahvaltıdan sonra görme
dim."
Ġkomo bu sefer de aynı hızla Helena'nın odasına
doğru yürüdü. Kapıyı sabırsızca
vurdu. Helena zayıf bir sesle, "Girin lütfen,"
dedi
Ġkomo hızla içeriye daldı. Helena ayaktaydı.
"Buyur dayı," dedi. "Sana ellerimle bir kahve
yapayım mı?"
Helena dayısının yüz ifadesinden, PaĢa ile
konuĢtuğunu anlamıĢtı. Bir Ģey daha anlamıĢtı.
Galiba dayısı bu evliliğe beklediğinden çok daha
fazla tepki verecekti. Sert ve sabırsız bir
tarzda; "Otur! Kahve falan istemiyorum. Seninle
çok ciddi bir mevzuda konuĢmam gerek. PaĢa
seninle evlenmek istiyor," dedi.
Helena ĢaĢırmıĢ gibi yapmaya çalıĢtı. Ne çare ki
asla sahte hareketlerde bulunamayan, yalan
söyleyemeyen, çok sağlam bir karaktere sahipti.
Öylece duruyordu. Ġkomo devam etti, "Sen bu
konuya vakıfsın. Evet, evet, tavırlarından öyle
anlaĢılıyor. O halde hemen sorayım.
Reddedeceksin, değil mi?"
Helena bu sorunun karĢısında gözlerini yere
indirdi. Yine cevap vermiyordu. Ġkomo devam
etti, "Helena yüzüme bak! Bu, susmakla
halledilecek bir konu değil. Bu izdivaç tahakkuk
ederse, bizim burada durumumuz ne olur, düĢündün
mü? Etmezsek ne olur onu da bilemiyorum ya..."
Helena yine öylece duruyordu. Ġkomo bu sefer
sesini yükselterek, "KonuĢ kızım! Bizden acele
cevap bekliyor."
Helena ağır ağır baĢını kaldırdı. Gözleri dolu
doluydu.
"Dayı ben bu izdivaç teklifini kabul
ediyor-u(c). Bu bizim cemaatimizin de lehine
olacak, eminim. Annem bile bu evliliği tasvip
ediyor."
Ġkomo ĢaĢırdı, "Annen mi?"
"Evet. Yıllar sonra rüyama gu*d^ Müslüman olmamı
söyledi. Bana Süheyla diye hitap etti."
Ikomo çok ĢaĢkındı. Helena asla yalan
söylemezdi. Biraz durdu.
"Peki, soruyu Ģöyle sormalıyım, anneni, cemaati
hatta beni bir tarafa bırak. Sen PaĢa ile
evlenmek istiyor musun?"
Helena ağlıyordu. "Evet dayı. Bu güne kadar
hiçbir Ģeyi bu kadar istememiĢtim."
îkomo bu cevap üzerine elleri ile dizlerini
kavradı ve en yakın sandalyeye oturdu. Uzun süre
öylece kaldı. Helena da dayısının karĢısında
baĢı önünde öylece duruyordu. Oda kapısı yavaĢça
vuruluyordu. îkomo sinirli bir sesle bağırdı,
"Kim o? Ne istiyorsunuz?"
Kapının arkasından Marta fısıltı halinde cevap
verdi, "Peder, benim. Aya Nikola kilisesinin
papazı sizinle bir konuyu görüĢecekmiĢ. ÇalıĢma
odasında sizi bekliyor."
"Tamam geliyorum," derken zorla ayağa kalktı.
îkomo sanki on yaĢ yaĢlanmıĢtı. Sonra Helena'ya
döndü, "Yarın bu saate kadar tekrar düĢün. Eğer
odama gelip de bu evlilikten vazgeçtim demez
isen, PaĢaya teklifini kabul ettiğimizi
bildireceğim."
Helena dayısının yüzüne bakmadan "Peki dayı,"
dedi.
Ertesi gün öğlen saatini çoktan geçmesine
rağmen.
O
Helena dayısının odasına gitmedi. îkomo gözleri
ĢiĢ, içi keder dolu bir vaziyette koltuğun
kenarına tutunarak ayağa kalktı. Peder, aslında
Helena'nın gelip, "bu evlil^ğ^Skabul etmiyorum"
demesi de bu durumdan daha az. z&jolmaya-caktı
diye düĢündü. Ancak iĢin zorluğu bir tarafa,
yeğeninin din ve memleket değiĢtirmesine de
gönlü razı olmuyordu... PaĢa da yirmi dört
saattir o dasınd an sadece yemek saatlerinde
çıkmıĢtı. Adamları PaĢanın hasta olup ol
madığını merak ediyorlardı ama sormaya cesaret
edemi yorlardı. Çok sinirli bir hali vardı.
PaĢa Ġkomo'ya dikkatle baktı. Cevabını tahmin
etmek istiyordu. Ne yazık ki Ġkomo'nun yüzünden
bir Ģey anlamak pek mümkün değildi. Ikomo içinden
bu iĢi bir an önce bitirmeliyim diye
geçiriyordu...
"PaĢam bu izdivaçtan Ģeref duyacağız. Ancak
benim cemaatimden çok tepki alacağım hakikatini
de göz ardı edemeyiz. Belki can güvenliğimiz bile
tehlikede olacak. Bunu nasıl halledeceğiz?"
PaĢa o kadar sevinmiĢti ki, utanmasa kalkıp
hopla-yacak, Helena'nın yanına koĢup, boynuna
sarılacaktı. Gözlerinin içi gülerek, "Bak Peder,
o mevzuat benim sorumluluğumda. Sizi her türlü
tehlikeden uzak tutacağım. Bir müddet sonra da
Ayvalık ve civan, size minnet duyacak, bu
izdivacı
gerçekleĢtirdiğiniz için teĢekkür
edeceklerdir."
Ikomo bunun nasıl olabileceğini pek
anlayamamıĢtı ama, "Sağ ol! PaĢam" diyerek ayağa
kalktı. PaĢa, "Otur Peder, evliliğin
teferruatını konuĢmamız gerekmiyor mu?" dedi.
Hasan PaĢa, Helena, Ikomo, PaĢa'nın adamı Kemâl,
Marta, Yorgi ve Hamidiye Caminin imamı ile
hocası, tahrirat katibi Feridun bey ve zevcesi
Gülnaz hanım, Ayvalık'ın tahrirat katibinin
denize bakan büyük salonun-daydılar. PaĢanın
diğer adamı Hakkı, günlerdir ortalarda
görünmüyordu. Peder Ikomo, merak edip, PaĢaya
sorduğunda, "Mühim bir görevi icra için uzağa
gönderdim" cevabını vermiĢ, baĢka da bir
açıklama yapmamıĢtı.
Hüsamettin Hoca, PaĢanın yanına yaklaĢıp, "PaĢam
baĢlayabilir miyiz?" diye sordu. Helena baĢını,
Gülnaz hanımın hediye ettiği, pembe ipekten,
çevresi nefis oyalarla süslenmiĢ bir namaz
örtüsü ile kapatmıĢtı. Uzun bir etek üzerine
kapalı bir bluz giyinmiĢti. Elinde oyalı bir
men/.8
dil vardı. Kıyafeti açık pembe tonlarmdaydı.
Helena'ya çok yakıĢmıĢtı. Güzel gelin çok
heyecanlıydı. Durmadan mendili buruĢturup
duruyordu.
Hüsamettin Hoca gereken birkaç duayı okuduktan
sonra, Helena'ye üç kere Ģahadet getirtti.
Helena gayet düzgün bir dille denileni tekrar
etti. Hüsamettin Hoca, yine
PaĢaya döndü, "Adı PaĢam, muhterem niĢanlınızın
adı ne olacak?"
PaĢa Helena'ya baktı.
"Pembeler içinde, pembe yanaklı bu güzel ve zarif
genç kıza Süheyla ismi çok yakıĢacaktır. Tabii
kendisi de kabul ederse."
Süheyla elindeki mendili yere düĢürmüĢ, kendisi
de heyecan ile ayağa kalkmıĢtı. Yüzünde çok ĢaĢkm
bir ifade vardı. Hemen hemen aynı ĢaĢkınlık Peder
Ġkomo'nun da yüzünde vardı. Bir müddet sessizlik
oldu. PaĢa, Helena'ya doğru döndü,
"Beğenmediyseniz baĢka bir isim bulabiliriz,"
dedi. Helena, "Çok uygun paĢam, ĢaĢkınlığım
baĢka bir husustandır" dedi. Hoca yine PaĢa'nm
yanına yaklaĢtı. "PaĢam, müstakbel zevceniz bir
vekil tayin ettikten sonra, hanımlar bitiĢik
odaya geçmeliler. Malûmunuz dinimizde nikâh
kaideleri böyledir."
Süheyla vekil olarak, tahrirat kâtibi Feridun
beyi seçti. Dini nikâh kıyılırken, imam
Hüsamettin Hoca, Peder Ġkomo'ya sordu, "Peder
yeğeniniz için ne kadar mihr- müeccel
istersiniz?"
Ikomo, "Elli Osmanlı altım," dedi.
PaĢa gülerek, "Süheyla için elli Osmanlı altını
çok değersiz kalır. BeĢ bin altın yaz."
Odadakilerin hepsi ĢaĢkınlıkla Hasan PaĢaya
bakıyorlardı. Bu çok büyük bir servetti.
Tahrirat kâtibi hemen içinden bir hesap yaptı.
Ayvalık ve çevresinin bir yıllık masrafı veya
geliri bunun çok çok
altındaydı. Acaba PaĢa latife mi yapıyordu? PaĢa
kesin bir ses tonu ile, "Ne duruyorsunuz,
kaydedin," dedi.
Gülnaz hanımın yardımcısı, misafirlere, gümüĢ
bir tepsi içinde nikâh Ģerbetlerini sundu.
ġerbeti içen herkes, hemen hemen aynı temenni de
bulundular.
"Hayatınız bu Ģerbet kadar tatlı geçsin."
PaĢa nikâh gecesi, gerdeğe girmemeyi istemiĢti.
Bu isteğinin nedenini hiç kimse anlayamamıĢtı.
PaĢaya bu konuda herhangi bir soru da
soramamıĢlardı. Zira hem konu çok hassas ve
özeldi hem de o bir Osmanlı paĢasıydı. Böyle bir
soru sormaya kimse cesaret edemezdi. Süheyla ise
biraz alınmıĢ gibiydi. PaĢanın bu kavuĢmayı,
sabırsızlıkla ve büyük bir ihtirasla beklediğini
sanıyordu. Çünkü kendisi bu duygular içinde
yanıp, tutuĢmaktaydı.
"Acaba beni yeterince sevmiyor mu?" diye
düĢünüyordu.
PaĢa birkaç günden beri tahrirat kâtibinin
görkemli konağında misafirdi. Süheyla'nın bu eve
gelin gelmesi planlanmıĢtı. Süheyla ise
tkomo'nun çiftliğinde, dayısı ile beraber
kalıyor, Marta ile çok az olan çeyizini toplamaya
çalıĢıyordu. Aslında Süheyla'nın çeyiz diye bir
Ģeyi yoktu. Çünkü evlenmeyi düĢünmüyordu.
Kendisini dine adamıĢ gibiydi. Toplanan Ģeyler
annesinin kullanamadan öldüğü çeyizleriydi.
Nikâhtan dört gün sonra, Feridun bey ile eĢi,
PaĢanın yarın gelini almaya geleceğini
bildirdiler. Bu da
Osmanlı adetlerinin dıĢında bir durumdu. PaĢa bu
hare-
keti ile Süheyla'ya ne derece kıymet verdiğini
ve sevgisinin büyüklüğünü anlatmaya
çalıĢıyordu.
A*
Ertesi gün Gülnaz han^m^eline kendi düğün
kıyafetini giydirmiĢ, daha evvel kâğıtlarla
sardığı san ipek saç
larını çözüp, fırçalamıĢ, yine kendi kokusundan
kokular sürmüĢ, dudaklarını ve yanağını hafiften
boyamıĢtı. Sonra dikkatle yüzüne bakarak,
"Biliyor musun, Süheyla? Bu yaptıklarım sana
hiçbir Ģey katmadı. O kadar güzelsin ki, daha
fazla güzel olman mümkün değil. Sendeki tuhaf bir
güzellik, insanın içine iĢliyor."
Süheyla utanmıĢtı. Yüzünü bir mutluluk kaplamıĢ,
pembe yanaklarında Ģahane gamzesi belirmiĢti.
AkĢamüstü çiftliğin önünde nal sesleri duyuldu.
Marta pencerenin perdesini açtı. Çok güzel bir
Arap atının üzerinde, PaĢa üniformasını
giyinmiĢ, vakur bir Ģekilde duruyordu. PaĢa
ikinci bir atın yularını tutuyordu. Atın boynuna
kurdele ile altınlar takılmıĢtı. Hemen arkasında
bir sürü deve belirdi. Develer ağır yüklerin
altında yorgun görünüyorlardı. Ve neredeyse
Ayvalık'taki tüm çocuklar bu deve kafilesinin
peĢine düĢmüĢ, büyük bir neĢe içinde
bağrıĢıyorlardı. Marta bağırdı,
"Süheyla, koĢ! PaĢa geldi. Arkasında da bir sürü
yüklü deve var."
Süheyla da ĢaĢkın ĢaĢkın bakıyordu. "Marta
bunlar kaç tane ve nereden geliyor?"
"Sayamadım, çok fazla. Zannederim PaĢanın düğün
hediyesi. Bak! Bak! Arkadaki atın üzerinde,
PaĢanın günlerdir ortada gözükmeyen adamı var,"
dedi.
Marta ile Süheyla develeri sayamamıĢlardı ama
rivayet edilir ki kırk yüklü deve vardı. (Süheyla
senelerce^"2Kırk develi gelin" diye anıldı.
Ayvalık'taki bütün fakirlere düğün hediyesi diye
yüklü bahĢiĢler verildi. Ayvalık meydanında kırk
kazan günlerce yemek piĢirip, dağıttı. Daha
Ģimdiden bu evlilikten memnun olanlar çıkmaya
baĢlamıĢtı.)
51
Tam o sırada, PaĢanın adamı, iki elinin üzerinde
tuttuğu sırmalı bir bohçayı çiftliğe doğru
getiriyordu. Bohça Süheyla'nın odasına
getirildi. Marta bohçayı açtı. Ġçinden açık
leylak rengi ile pembe arası, uzun etekleri olan
ve her tarafı altın iĢlemeli Ģahane bir elbise
ile ince ipek, çevresi oyalı baĢörtüsü çıktı.
Ayrıca iki kutu daha vardı. Birinde yine kıyafete
uygun bir çift ayakkabı, diğerinde ise, paha
biçilmez elmaslarla iĢli bir gerdanlık, bir taç,
küpeler ve bir yüzük. Gülnaz hanım ĢaĢkınlıkla
bohçadan çıkanlara bakıyordu. Bir müddet öylece
baktılar. Sonra Gülnaz hanım ayağa kalktı,
"Süheyla, üstündekileri çıkar, bunları giymen
gerek," dedi.
Süheyla çiftliğin kapısından çıktığı anda,
kalabalık içinde bir kaynaĢma olmuĢtu. Herkes
birbirine "bu kadar güzel bir gelin
görmediklerini" söyleyip, duruyordu. Adeta
büyülenmiĢlerdi. PaĢanın da onlardan pek farkı
yoktu. Sonra keselerle altını kalabalığa doğru
atmaya baĢladı. Süheyla'nın baĢına gelmemesi
için dikkat ediyordu. Altınları atma iĢi bitince
PaĢa Süheyla'ya doğru kırmızı gonca bir gül attı.
Süheyla mutluluktan uçarcasına gülü yakaladı.
PaĢa odaya girdiğinde, Süheyla ayakta bütün
güzelliği ve heyecanı ile onu bekliyordu. Hasan
PaĢa yavaĢ yavaĢ Süheyla'nın yanına yaklaĢtı.
Yüzünü açmak içilmelini
mün sultanı yüz görümlüğünü vermeyi unuttum"
diyerek, geniĢ pirinç karyolanın yanındaki
konsolun gözünü çekti. Kocaman bir kese ile,
birkaç kağıt çıkardı. Süheyla'ya uzattı. Kese
oldukça ağırdı. Süheyla'nın eli aĢağıya doğru
sarktı.
uzattı. Sonra birden elini çekti,
PaĢa ağır ağır duvak gibi takılan oyalı örtüyü
açıp, tacının üstünden arkaya doğru attı. Öylece
bakakaldı. Ellerini havaya açıp, "Ya Rabbim, bu
güzelliği nasıl yarattın?" diye sordu. Süheyla
elindeki ağır torba ve kâğıtlarla duruyordu.
PaĢa, "Onlar senin yüz görümlüğün. Bu kesede üç
bin altın var. Bu da, bu yörenin en güzel
yerlerinde, elli bin dönüm arazi. Ġçinden
beğendiğin bir tanesine, bizim için güzel bir
konak yaptır. Ġçinde sana hizmet eden bir sürü
halayık olsun."
Süheyla baĢını ağır ağır kaldırdı. "PaĢam, ben
ne servet için ne de unvan için size vardım. Ben
sizinle aynı duyguları paylaĢıyorum," dedi. PaĢa
Süheyla'yı kucaklayarak karyolanın üzerine
oturttu. Üzerindekileri bir bir okĢayarak,
öperek çıkartmaya baĢladı. Süheyla'mn
vücudunda, PaĢanın değdiği her yer ateĢ alıp,
yanıyordu. Süheyla içinden yanmanın bu kadar
güzel, bu kadar zevk veren bir Ģey olduğunu
bilemezdim diye düĢündü. PaĢa'nın karĢısında
çırılçıplaktı. Ve asla utanmıyordu. Çünkü PaĢa
onun için bir yabancı değildi. Ruhu ile bedeni
ile var olduğundan beri hasretini çektiği,
canından çok sevdiği erkeğiydi, eĢiydi. Bedenini
ve ruhunu tamamlayan insandı. PaĢa ise bu
güzellik karĢısında büyülenmiĢ, ne olduğunu, kim
olduğunu unutmuĢtu. O Ģimdi sadece arzu ve
ihtiras ile kıvranan sağlıklı bir erkekti.
Yatağındaki de dünya yüzünde baĢka bir benzeri
olamayacak kadar güzel, Ģahane bir kadındı.
Bütün arzularına zevkle, ihtirasla cevap
veriyordu. PaĢa keĢke bu anı durdurmak
gibi bir gücüm olsaydı diye
düĢündü. Bu gece hiç bitmemeliydi.
;4>
PaĢa ile Süheyla üç ay yirmi iki gün, ilk geceki
arzu ve
aĢk ile seviĢtiler. CoĢkuları azalmıyor,
artıyordu.
Büyüknine birden duraladı. Bu son cümleleri, bu
çocuğa söylememeliydim. Ne de olsa o bir
çocuk. Yine kendimi hikâyenin büyüsüne
kaptırdım, diye düĢündü.
PaĢa burada iken, Süheyla'ya yaptıracağı konağın
inĢaatı baĢlamıĢtı, ilci adamı durmadan
Ġstanbul'a gidip geliyorlardı. O zamanın meĢhur
mimarlarından biri, konağın planını yapmıĢtı.
Malzemelerin çoğu Ġtalya'dan deniz yolu ile
getirtiliyordu. PaĢa sadece büyük aĢkına değil,
onun yaĢadığı çevreye de çok cömert
davranıyordu. Peder Ġkomoda Süheylada her iki
cemaate de yakın davranıyor, dertleri ile
ilgileniyor, ihtiyaçlarını karĢılıyordu. Peder
Ġkomo'ya karĢı çıkanlar, yavaĢ yavaĢ onun
yanında yer almaya, kendisine ve Süheyla'ya
saygı ve sevgi duymaya baĢlamıĢlardı.
Evliliklerinin ikinci ayından sonra, Süheyla'da
hafif baĢ dönmeleri ve mide bulantıları
baĢlamıĢtı. Acaba hamile miyim? diye düĢündü.
Ama kesin bir Ģey olmadan ne çevresindekilere,
ne de PaĢaya bir Ģey söylememeye kararlıydı.
Sonra bir gece sabaha karĢı PaĢa ve adamları
kıyıya yanaĢan bir kadırga ile uzaklaĢtılar.
Süheyla kıyıdaki kayanın üzerinde saatlerce
oturdu. Gökyüzü ıĢıl ısıldı. Uzun süre
arkalarından baktı. PaĢada kadırganın ucunda bir
I eli ile direğe tutunmuĢ vaziyette Süheyla'ya
bakıyordu. Artık birbirlerini görmelerine imkân
yoktu. Birkaç burun dönmüĢ, çok uzaklaĢmıĢlardı.
Ama onlar gönül gözleri ile birbirlerini
görebiliyorlardı. Yüzlerindeki hüznü bile fark
edebiliyorlardı. Süheyla'nın gözlerinden o
kadar yaĢ aktı ki, Ayvalık halkı, yıllarca bu
yaĢlardan, denizin sularının yükseldiğini
söyleyip durdular. PaĢa ise aynı yaĢlan içine
akıtıyordu. Kalbine ayrılık ateĢi Ģimdiden düĢ-
müĢtü. Bu alev her gün biraz daha yakıcı
olacaktı. Peder Ġkomo, yeğeninin omzuna dokundu,
"Kalk artık yavrum. Bu kadar zayıf olma. Sen bir
Osmanlı paĢasının zevcesisin. Deniz
muharebelerinde ömrü geçmiĢ bir adamın eve
bağlanıp kalmasına imkân yok O zaman da onu ruhen
öldürmüĢ olursun. Sen daima güçlü ve vakur
olmalısın. Çünkü sen bir yere kadar, Osmanlı
Ġmparatorluğunun buradaki uzantısı sayılırsın."
Süheyla bu sözler üzerine ayağa kalktı. BaĢını
dik tutmaya çalıĢıyordu.
PaĢanın bir daha gelip, gelmediği bilinmiyor.
Bazılarına göre birkaç defa kayıkla ve tebdili
kıyafetle gelmiĢti. Bazılarına göre hiç
gelememiĢti. Süheyla, sekiz ay kadar sonra, bir
kız, bir erkek çocuğu dünyaya getirdi. Erkek
çocuğun adını Hasan, kızın adını da Hümeyra
koydular.
Cezayirli Hasan PaĢanın çocuklarından haberi
olup olmadığı da tam olarak belli değil.
Bazılarına göre PaĢa gelmediği için, Süheyla
kırılmıĢ ve çocukları haber vermemiĢti. Bunun
altında, PaĢanın çocuklarını Ġstanbul'a
götürmek isteyeceği korkusu da varmıĢ tabii.
Hasan PaĢa, zaferden zafere koĢuyordu.
Denizlerdeki baĢarısını, devlet idaresinde de
gösteriyordu. PadiĢah 2. Mustafa'nın
güvenini ve takdirini kazanmıĢtı. Bundan birkaç
yıl sonra, Hasan PaĢa, Kaptan-ı Derya ve sadrazam
olmuĢtu. Peder Ġkomo Ġstanbul'a kadar gidip,
huzuruna kabul edildi. Ġkomo'nun Ayvalık için
büyükjplanları vardı. Burası mümbit bir
araziydi. Deniz ile iç içeydi. DıĢ ticarete
müsaitti. Önce PaĢadan Ayvalık için özerklik
istedi ve aldı. Zaten Ayvalık bu izdivaçtan sonra
hep geliĢti. PaĢa
<5"
tarafından hep kollandı. PaĢa cömert ve çok
zengin bir insandı. Gerçekten Süheyla'yı da çok
sevmiĢti. Ne yazık ki o kaptan-ı Derya ve
sadrazamdı. Herhangi biri gibi istediği zaman,
istediği yere gidemezdi. 1774 de yapılan
Kaynarca AntlaĢmasından sonra, Ayvalık'a
konsolosluk da açıldı. DıĢ ticaret geliĢti.
Ayvalık büyümeye, Süheyla ve Ikomo'da halk
tarafından sevilmeye devam ediyordu. Ayvalık
halkı Süheyla'ya sultanlarıymıĢ gibi
davranıyorlardı. O da her hali ile bunu hak
ediyordu.
1790 tarihinde PaĢa ġumnu'da vefat etti.
Arkasında hasretle ve aĢkla yanan bir kalp,
sayısız zaferler, baĢarılarla dolu tarih
sayfaları bırakarak... Süheyla, PaĢa'nın
ölümünden sonra aylarca, yıllarca ağladı.
Yemedi, içmedi. Peder Ġkomo'nun içi sızlıyordu.
Bir gün dayanamadı, "Yavrum sana böyle olacağını
söylemiĢtim," dedi. Süheyla yüzünde bir
gülümseme ile, "Dayı Ģu anda o güne dönsek, PaĢa
aynı teklifi yapsa, hemen kabul ederim. Ben üç
ayda yüz yıllık
mutluluğu yaĢadım. Ayvalık ve halkı için
yapılanları ise tarih anlatacaktır," dedi...
Süheyla beĢ altı yıl sonra dayısını da kaybetti.
Çok üzüldü. Bu kayıp, onu sadece üzmekle
kalmamıĢtı. Onun geçmiĢi ile tek bağını da
koparmıĢtı. ġimdi kendini kökü olmayan bir suda
yüzen nilüfer çiçeklerine benzetiyordu. Peder
Ġkomo'nun ölümüne, sadece Süheyl*5ueğil,
Müslüman ve Hıristiyan halk beraberce gözyaĢı
döktü. Süheyla'mn çocukları büyümüĢtü. Oğlu
Hasan çok yakıĢıklıydı ve Ayvalık akademisini
bitirmiĢti. Kızı Hümeyra ise çok güzeldi.
PaĢadan ve Süheyla'dan güzel olan her Ģeyi
almıĢtı. Her ikisi de evlenmiĢ, Süheyla'ya üç
torun vermiĢlerdi. Süheyla'mn yıllarca
hasretten, Ģimdi de acıdan ya
b6
<5"
nan kalbini sevimli torunları ısıtabiliyor,
zaman zaman da olsa, yüzünde bir tebessüm
yaratıp, güzel gamzelerini meydana
çıkarabiliyorlardı.
Birkaç günden beri Süheyla torunlarıyla bile
meĢgul değildi. Üzerinde gözle görülür bir
halsizlik, bir keyifsizlik, bir durgunluk vardı.
Kendisi buradaydı ama ruhu çok uzaklarda
gibiydi.
Ayvalıkta yine nefis bir güz akĢamı yaĢanıyordu.
Gökyüzü muhteĢem bir görünüm almıĢtı. Süheyla,
denize bakan pencereyi açtı, saatlerce baktı.
Öylece duruyordu. AkĢamın hüzünlü karanlığı her
tarafı kaplamıĢtı. Birdenbire odada kitap okuyan
oğluna döndü, "Hümeyra'yı da çağır, beni deniz
kenarına indirin."
Hasan ĢaĢırmıĢtı, "Bu saatte mi anne? Yarın sabah
indirelim."
"Hayır, Ģimdi. Bana birkaç dakika müsaade edin
giyineceğim," dedi.
Hasan odadan çıktı. Hümeyra'yı çağırdı, ikisi de
ĢaĢkın ĢaĢkın annelerinin odası önünde beklemeye
baĢladılar.
Süheyla üzeri gerçek sedef kakmalı sandığını
açtı. içinden ipek üzeri sırmalarla iĢli bohçayı
çıkardı. Bohçanın içinden evlendiği gece
giydiği, PaĢanın hediyesi olan, altın iĢlemeli
muhteĢem elbiseyi ve baĢının örtüsünü çıkardı.
Elbisenin katları arasından, üzerinde Arap
harfleri ile bir Ģeyler yazılı, sararmıĢ bir
kâğıt yere düĢtü. Süheyla eğilip kâğıdı aldı.
Büyük bir itina ile açtı. Hasan PaĢa ayrılmadan
önce, nikâh akdinin yazılı olduğu kâğıt ile
beraber bunu da vermiĢti. Süheyla bu kâğıtta
yazılı olanları kimseye okutmamıĢ ve o günden
sonra esk^Türkçe ile okuma yazmayı öğrenmiĢti.
Sonra PaĢanın bıraktığı bu yazı-
<5"
yı bizzat kendisi okumuĢtu. O günü hiç
unutamamıĢtı.
Bir
gece sabaha kadar, belki yüz kere okumuĢ, öpmüĢ,
sonra da göğsüne sokarak uyumuĢtu. Yıllarca
PaĢanın yastığına sarılıp uyuduğu gibi... Yine
büyük bir dikkatle adeta ok-Ģarcasına kâğıdı
açtı.
Süheyla 'ma,
Bir dilber-i sultan buldum, sevdasıyla
kül oldum. Deryalara hükmettim,
kapısında kul oldum. Durgun bir yaz
gibiydim. Poyraz oldum, sel oldum.
Canım sen, cananım sen, tüm kâinata
el oldum.
Süheylanın gözleri yaĢlarla dolmuĢtu. Son
dörtlüğü okuyamadı. SararmıĢ kâğıdı katlayıp,
göğsüne soktu.
Kızı ve oğlu merak içinde bekliyorlardı. Bir
müddet sonra kapı açıldı. Süheyla üzerine
evlendiği gün giydiği, altın iĢlemeli elbisesini
giymiĢ, baĢına o gün duvak diye taktığı oyalı
örtüyü iliĢtirmiĢti. Kırk sekiz veya elli
yaĢlarında idi. Hâlâ çok güzel ve çok
etkileyiciydi. O eĢsiz güzelliğine biraz gizem,
biraz da hüzün eklenmiĢ, daha efsunkâr bir
görünüm kazanmıĢtı. Çocuklar ĢaĢkın, ikisi bir
ağızdan, "Anne bu ne hal? Deniz kenarına inmek
için bu kadar süs niye?" diye bağırdılar.
Süheyla dudaklarını parmaklarına götürüp, sus
iĢareti yaptı. Süzülürcesine merdivenlerden
indi. Konağın batıya bakan cephesinden bahçeye
çıktı. Hasan PaĢayı gönderdiği gece saatlerce
oturup ağladığı kayanın üzerine oturdu. Bir
müddet öylece durdu. Çocuklar gözlerini dikmiĢ,
annelerine bakıyorlardı. Arada bir de
birbirlerine bakıp, neler olduğunu anlamaya
çalıĢıyorlardı. Süheylanın gözleri kapalıydı.
Sonra baĢını yavaĢ yavaĢ onlara doğru çevir di,
"Siz yukarıya çıkın!
Odalarınıza! *Yalnız kalmak istiyo rum," dedi.
Hümeyra atıldı, "Anne üĢüyeceksin."
Süheyla elini havaya kaldırarak, isteğinin kesin
olduğunu anlatmak ister gibi bir hareket yaptı.
Çocuklarının yüzüne bir müddet baktı, "Yanıma
yaklaĢın!" dedi. Çocuklar yanına yaklaĢtı. Önce
oğlunu, sonra kızını öptü.
"Siz ünlü bir Osmanlı paĢasının çocuklarısınız.
Bunu biliyorsunuz. Ben bunu hiçbir zaman
unutmamanızı istiyorum. Gururlu, cesur, cömert
ve sevgi dolu olmalısınız! Tıpkı Ģanlı babanız
gibi. Bence iyi bir insan olmanın Ģartları
bunlardır. Hadi bakalım, odalarınıza çıkın!"
Hümeyra, "Anne bunları yukarıda konuĢamaz mıyız?
ÜĢüyeceksin."
Süheylanın sesi çok güçsüzdü. Nefes nefese
konuĢuyordu, "Ne bileyim yavrum, Ģimdi aklıma
geldi. Hadi artık gidin," dedi.
Hasan ve Hümeyra ister istemez, konağa döndüler.
Hasan yine kitabını eline aldı. Hümeyra
pencereden annesini seyrediyordu. Zira annesi bu
gece alıĢmadıkları bir tavır sergiliyordu...
Süheyla denize öyle dikkatle bakıyordu ki, sanki
oradan bir Ģey çıkmasını bekliyordu. Birden
Hasan PaĢanın o gür, davudi sesini duydu,
"Süheylaaaa! Süheylaaa! Gel!" diye bağırıyordu.
Ses yankı yapıp, Cunda Adasının yeĢil tepelerine
çarparak geri dönüyordu.
Süheyla aniden yerinden kalktı. KoĢarak denize
doğru gitti ve hızla suya atladı.
Pencereden bakan Hümeyra oda kapısına doğru ko-
Ģarken bağırıyordu, "Annem! Annem! Annem,
kendini denize attı."
Hasan elindeki kitabı fırlatarak, uçarcasına
merdi venlerden inmiĢ, o hızla üzerindekilerle
denize atlamıĢ tı. Çok kısa bir zaman içinde
bütün ev ve Ayvalık halkı Süheylanın bahçesinde
toplanmıĢ, yörenin ünlü yüzü
cüleri denize dalmıĢlardı. Bütün aramalara
rağmen, ne o
b9
gün, ne de sonra Süheyla bulunamadı. Sanki
birileri ona kanat takarak göğe çıkarmıĢtı.
Hasan, Hümeyra ve bütün Ayvalık halkı günlerce
Süheyla'yı arayıp gözyaĢı döktüler ama boĢuna.
O artık bir ömür hasretini çektiği büyük aĢkının,
PaĢasının yanındaydı.
Cezayirli Hasan PaĢanın oğlundan olan üçüncü
göbek torunu Aslan bey, Birinci Dünya SavaĢında,
gösterdiği kahramanlıklardan sonra Ģehit düĢtü.
ġehit düĢen Aslan beyin kardeĢleri Fransa'ya
yerleĢtiler. Ama kızı Hümeyra'dan olan çocuklar,
Süheyla için yapılan konakta hayatlarına devam
ettiler. Ailede bir gelenek vardı. Süheyla ile
Hümeyra ismi nesilden nesile geçiyordu. Tıpkı
miras gibi... ĠĢte biz de bu iki muhteĢem insanın
torunlarıyız. Bu konak da, PaĢanın Süheyla'ya
yaptırdığı konak yavrum... Bu konakta tarih
sayfalarına geçmemiĢ, muhteĢem bir hikâye gizli.
Artık Ayvalık halkının çoğu bu hikâyeyi
hatırlamıyor. Ancak bu ailenin nereden
geldiğini, nasıl olduğunu bilmediği halde,
aileye yani bizlere karĢı saygı ve sevgileri
devam etmekte... Bu konak, yılların yorgunluğunu
üzerinde taĢısa da, Ayvalık'ın en görkemli
birkaç binasından biri... Birinci Cihan SavaĢını
yaĢamıĢ, Osmanlı Ġmparatorluğunun büyük
çatısının nasıl çöktüğüne Ģahit olmuĢ, birçok
aĢkla, birçok acıyla sahne olmuĢtu. Bugün ise,
yüz elli yıllık tarih kokan bu konak, Atatürk'ün
kurduğu cumhuriyetin on beĢinci yıl dönümü
kutlamalarınızı- j nık oluyor."
Büyüknine biraz durdu. Hümeyranın hiç sesi
çıkmıyordu.
"SarmaĢık Gülü, uyudun mu?" "Hayır nine."
Hümeyra'nın sesi titriyordu. Nine karanlıkta
göremi-yordu ama galiba küçük kız ağlıyordu. Onu
göğsüne doğru çekti. Saçlarını okĢadı.
"Yavrum, ağlanacak bir Ģey yok. Bu, gurur
duyulacak güzel bir hikâye."
"Nineciğim, babam istemese de ben kızımın adım
Süheyla koyacağım."
Nine duraladı, "Baban istemiyor mu?"
"Evet, bu gün annem ile münakaĢa ederlerken
duydum. Bu ne kadar Süheyla? Siz hanedan mısınız?
diye anneme kızıyordu."
Büyüknine baĢını dikti.
"Evet biz hanedanız. Baban hala oralarda mı
geziyor?" "Nerede geziyor büyüknine?"
Büyükninenin gergin yüzü, yumuĢamıĢtı. Çocukluk
ne güzel Ģey diye düĢündü.
"Hiç, hiç öylesine söyledim. Hadi bakalım, çok
geç oldu. Sessizce yatağına."
Hümeyra tekrar büyüknineyi öptü ve usulca
yataktan indi.
Terliklerini eline almıĢ, gürültü etmeden annesi
ile babasının odasının önünden geçmeye
çalıĢıyordu. Vakit çok geçti. Eğer yakalanırsa
azar iĢiteceğini biliyordu. Özellikle de babası
tarafından. Odadan yine babasının sesi
geliyordu. Yine kızgındı ve yine annesine
bağırıyordu. Hümeyra içinden, offbe qff, acaba
bütün babalar böyle mi? diye düĢündü. Hızla
odasına koĢtu. Çok merak etse bile dinlemekten
korkmuĢtu. Zira her an yakalanabilirdi. Derman
bey, son günlerde çok daha menfi ve saldırgan bir
hal almıĢtı. Tabii en fazla da yakının da ola n
Ģahsı, eĢini, yani Süheyla hanımı hırpalıyordu.
61
Süheyla hanım, iyi terbiye almıĢ, kendisini
kontrol edebilen, olayları tarafsız bir gözle
inceleyip, karar verebilen, dürüst, güzel ve
cazibeli bir kadındı. Derman bey ise yakıĢıklı,
dıĢ görünüĢü ile insanlar üzerinde çok iyi etki
bırakan bir fiziğe sahipti. Ne yazık ki bunlar
sadece dıĢ görünüĢünün yarattığı bir kandırmaca
idi. Prensipleri olmayan, her türlü hatası ve
yanlıĢı için çevresini suçluyan, kıskanç,
rahatına fazla kıyamayan, lüksü seven ama bunu
elde etmek için çaba sarf etmeyen, dıĢ
görünüĢünün aksine kiĢiliği tam oturmamıĢ
biriydi.
Süheyla o sıralarda on sekiz yaĢında, güzel bir
kızdı. Liseyi bitirmiĢti. Yine Ayvalık'ın
tanınmıĢ ailelerinden,
OdabaĢı'ların oğlu Kenan'a karĢı ilgi duyuyor,
hatta seviyordu. Kenanda Süheylada on üç on dört
yaĢlarından beri âĢıktı. Kenan bir an evvel
Süheyla ile evlenebilmek için, gecesini
gündüzüne katıp çalıĢıyordu. Hukuk fakültesini
derece ile bitirip, avukatlık stajını acele ile
yapmıĢtı. Hemen Ayvalık'ta bir büro açmıĢ ve ilk
olarak da ailesini Süheyla'nın ailesine
göndermiĢti. Bunu duyan Firuz beyler, acele ile
araya girmiĢ, diĢçilik okulunun dördüncü
sınıfında olan küçük oğulları Dermana Süheyla'yı
istemiĢlerdi. Süheyla'nın ve annesinin
itirazları boĢuna gitmiĢ, babası Aslan bey
kızına askeri liseden arkadaĢı olan Firuz bey'in
oğlunu damat diye seçmiĢti. Süheyla aklı ve gönlü
Kenan'da olmasına rağmen babasına boyun eğmiĢ,
Derman bey ile evlenmiĢti. Derman bey diĢçilik
okulunu bitirememiĢ, Ayvalık'a dönmüĢ, çeĢitli
iĢler denemiĢ ama hiçbirinde baĢarılı
olamamıĢtı. Kenan bey ise sadece Ayvalık'ın
değil, o yörenin çok ünlü bir avukatı olmuĢ ve
çok iyi servet yapmıĢtı. ġimdi Derman beylerin
bitiĢiğindeki modern lüks evlerinde eĢi Sevgi,
kızı Leyla ve oğulla rı Nejat ile yaĢıyorlardı.
Kenan bey kibar ve efendi bir bey
di. Bir daha Süheyla hanıma dönüp bakmamıĢtı.
Ġçindeki sevgi asla kaybolmamıĢtı ama onurlu bir
erkek böyle davranmalıydı. Aynı duygular içinde
olan Süheylada bir hanımefendi gibi davranmıĢ,
kendini kocasına ve çocuklarına adamıĢtı. Ne
yazık ki Derman bey bu olgunluğu gösteremiyor,
Süheyla'ya, Kenan bey ve ailesi ile görüĢmeyi
yasaklıyordu. O aileye karĢı düĢmanlığı her gün
biraz daha artıyordu. Sadece Süheyla'ya değil,
çocuklarına bile o ailenin çocukları ile
konuĢmama yasağı koymuĢtu. Faruk bunu severek
yapıyordu. Karakter olarak babasına benziyor, o
da Kenan beyin oğlu Nejat'ın mektepteki
baĢarısını kıskanıyordu. Ne Kenan beyin
çocukları, ne de Hümeyra bu yersiz yasağı
anlayamıyorlar. Nasıl davranacaklarını
bilemeden, bocalayıp duruyorlardı.
Hümeyra yatağında bir müddet döndü. "Acaba
büyük-nineme haber versem mi?" diye düĢündü.
Sonra vazgeçti. "Belki de adet böyledir. Bütün
anne babalar kavga ediyordur. Yârın
arkadaĢlarıma sormalıyım," diye karar verip, bir
müddet sonra uyudu.
Hümeyra, mektebe doğru yürürken pek keyifsiz ve
is-
teksizdi. Çünkü gerektiği kadar uyuyamamıĢ, her
zaman- -Q ki gibi annesi ile babasının bu
durumuna canı sıkılmıĢtı. Birinci dersin
teneffüsünde sırada beraber oturduğu en yakın
arkadaĢı Canana sordu. f&j
"Canan, anneler babalar hep kavga eder mi?" Canan
biraz düĢündü, "Bilmem, ben bizimkilerden
hiç duymadım. Bazen bir konuda tartıĢırlar ama
kavga gibi değil."
O sırada yanlarına gelen Sumru, "Kim, kim
tartıĢıyor-muĢ?"
63
Canan atıldı, "Anneler, babalar."
"Aa, evet, bizim komĢularımız da çok
tartıĢıyor."
ArkadaĢlarına doğru eğildi. Sesini alçaltarak,
"Biliyor musunuz? Bazen adam karısı Suzan
Teyzeyi dövüyor bile."
Hümeyra kıpkırmızı olmuĢtu. Ġçinden "Acaba babam
da böyle bir Ģey yapıyor mu?" diye geçirdi. Çok
üzgündü. Canan, "Sen niye böyle bir soru
soruyorsun ki Hümeyra?" dedi.
Hümeyra telaĢlanmıĢtı, "Hiiç, Faruk ağabeyime
bir arkadaĢı anlatmıĢ da. Annesi babası çok kavga
ediyormuĢ. Çocuk da çok üzgünmüĢ."
Sumru bu konudan sıkılmıĢtı, "Amaaan!
Bize ne? Bizimkiler etmiyor ya. Hadi sek sek
oynayalım."
O günden sonra Hümeyra içinde bir korku ile
yaĢamaya baĢlamıĢtı. Babasına karĢı mesafeli
duruyor, annesine bir Ģey soramıyordu. Hümeyra
çok duygusal ve hassas bir kızdı. YaĢının
üzerinde gösteriyordu. Büyüknineye göre, ilk
nineleri PaĢanın hanımı Süheyladan sonra
ailedeki en güzel kadın olacaktı. Hümeyra uzun
boyluydu. Çimen rengi hafif çekik gözleriyle ve
güneĢin renklerini taĢıyan muhteĢem saçlarıyla
görenleri kendine hayran bırakıyordu. YaĢının
üstünde gösteriyordu. Zekiydi. Ne ya- ,<^S zık
ki çok kırılgandı ve olayları duygularının
etkisinde yorumluyor ve çözümlemeye
çalıĢıyordu. Bu konu özellikle büyüknineyi
üzüyordu. Torununu çok seviyordu ama
mantığını kullanamayan, duygularının etkisinde
fazlaca kalan insanların yanlıĢ kararlar
alacağını ve çok acı çekeceğini biliyordu.
Yapabileceği pek bir Ģey yoktu. Ancak karĢısına
iyi insanların çıkması için dua ediyor, yeri
geldikçe, onun anlayabileceği tarzda nasihatler
vermeye çalıĢıyordu. Büyüknine bunları
düĢünürken kapısı büyük bir hızla açıldı.
Hümeyra koĢarak büyükninenin yanına geldi
"Nine, beni sakla! Babam bulamasın, ne olur? Yine
anneme bağırıyordu. Ben de kapının önünden
geçiyordum, duydum. Ne yapayım duyunca merak
ediyorum, dinliyorum. Çünkü annemi döver diye
korkuyorum."
Hümeyra sözünü bitirmemiĢti ki, Derman beyin
gür-leyen sesi duyuldu. Hümeyra hemen kaçıp,
büyüknine-nin elbise dolabına girdi. Derman bey
açık kapıdan içeri eğilerek, "Hümeyra nerede?
Büyükhanım?" diye sordu. Büyükhanım sert bir
ifade ile, "Ne yapacaksın Hümeyra'yı?" diye
cevap verdi. Derman bey, kendinden gayet emin bir
tarzda, "Onun biraz terbiye edilmesi gerekiyor.
Kapı dinlemenin çok ayıp olduğunu hâlâ
öğrenemedi" demesiyle Büyükhanım bastonunu yere
vurdu, "Ġçeri gir! Kapıyı da kapat! Konakta
çalıĢanların diline düĢmeyelim."
Derman bey ve arkasında yarı gizlenmiĢ gibi duran
eĢi Süheyla hanım odaya girdiler. Büyüknine,
"Hümeyradan önce bu evde terbiye edilmesi
gereken, haddini aĢan büyükler var. Önce onlar
gerektiği gibi davranmasını
öğrenmeliler ki, çocuklarından bunu istemek
hakkına sahip olsunlar."
Derman bey kıpkırmızı olmuĢtu. Süheyla hanım da
titriyordu. Hem utancından, hem de hırsından.
Derman bey, "Bu ne demek oluyor, Ģimdi?" dedi.
"Bu, Ģu demek oluyor. Her dakika olur olmaz
sebepler yaratarak, kendi noksanlarını ve
baĢarısızlıklarını, edepsizlik ederek üste
çıkma metodu ile örtmeye çalıĢan, eĢini sebepsiz
Ģekilde hırpalayan, çocuklarına sevgi değil,
korku veren bir babanın yanında büy üyen
çocuklardan hiç kimse fazla bir Ģey bekleyemez.
Eğer çekirdekleri çok sağlam olmasaydı, çok daha
asi, hatta terbiyesiz olabilirler
c
<5"
di. ġükret ki sağlam bir çekirdeğe sahipler. En
azından bir kısmı ile."
Süheyla hanım gözlerini ninesinin gardırobunun
önüne dikmiĢ, öylece bakıyordu. Dolabın
kapağının altından su sızmakta idi. Birden
kavradı. Hümeyra orada saklanmıĢtı. Çocuk
korkusundan küçük abdestini yapıyordu. Hemen
gardırobun önüne doğru yürüdü, ıslaklığı
kapatmaya çalıĢır Ģekilde durdu. Derman bey,
"Yani torununuz hanımefendinin hiç mi suçu yok?"
"Seni bu kadar küstahlaĢtıracak, saldırgan
yapacak kadar bir suçu olduğunu zannetmiyorum.
O iyi terbiye almıĢ bir genç kadındır. Eğer
varsa, hemen Ģimdi söyle! O
konuda da gerekeni yapabileceğimi biliyorsun."
Derman bey düĢünüyordu. Galiba Süheyla hanıma
bir suç bulmaya çalıĢıyordu. Büyüknine
tekrarladı, "Cevabını bekliyorum. Torunumun
suçu ne?"
Derman bey önüne bakarak, "Mesela bitiĢik
komĢularla görüĢmemesini, hatta selamlaĢmamasım
istiyorum. Ama yine bahçede Sevgi hanımla
konuĢuyordu."
Büyüknine bastonunu hızla vurarak, ayağa kalktı,
"Bana bak, damat! Beni de çileden çıkarmayı
baĢarıyor-sun ya, bravo. Neden onlarla
görüĢmeyecek? Sevgi hanım hafifmeĢrep bir kadın
mı? Kocası saygısız bir adam mı? Ahlaksızlar mı?
Kötü bir alıĢkanlıkları mı var?"
Derman bey susuyordu. Ağzının içinde bir Ģeyler
geveledi. Büyük nine devam ediyordu.
"Ben sana sebebini söyleyeyim. Sen fakülteyi
bitireme-din. Kenan bey bitirdi. ĠĢinde ve
evliliğinde baĢarılı oldu. Ġyi yetiĢen iki
çocuğa ve hanımefendi bir eĢe sahip. Seni çileden
çıkaran bunlar. Ġnsan kendi eksiklerini,
baĢkalarına kusur yüklemekle, saldırganlıkla
kapatmaya çalıĢırsa, asla ileri gidemez. Her gün
bir Ģeyler kaybetmek zorunda ka-
Ur. Ya kendine gel! Yahut ta kendine baĢka bir
hayat tarzı çiz! Hadi odamdan çık!"
Derman bey odadan çıkarken ağzının içinde
mırıldanıyordu, "Ben enayi miyim, seni mezara
koymadan baĢka bir yol çizeceğim? Bu kadar
senedir bekledim."
Sonra biraz daha yüksek bir sesle, "O Hümeyra'ya
da gösteririm" diye söylendi.
Büyüknine arkasından bağırdı, "Hümeyra'ya en
ufak bir Ģey yaparsan karĢında beni bulursun!"
Derman bey irkilmiĢti, "Acaba önceden
söylediklerimi duydu mu?" diye düĢündü. Sonra
"Hayır, hayır, zannetmem. Duysaydı tepkisi bu
kadar hafif olamazdı" diyerek, hızla
merdivenleri indi.
Süheyla hanım gardırobun kapağım açtı. Hümeyra
tir tir titriyordu. Sapsarı olmuĢtu. Ayakları ve
gardırobun içi ıslanmıĢtı.
"Canım yavrum, çok mu korktun? Ben Züleyha'ya
sesleyeyim de burayı temizlesin ve sana yeni
kıyafetler getirsin."
Hümeyra ağlayarak, "Ne olur anneciğim, onlar
bunu görmesin," derken bacaklarını iĢaret
ediyordu.
"Peki yavrum, ben yaparım," diyen Süheyla hanım
oda kapısına doğru giderken büyüknine seslendi,
"ĠĢini bitir- • O dikten sonra seninle de
konuĢacağım."
"Tamam nineciğim. Hümeyra'yı mektebe
göndereyim, gelirim."
Nr
Nine ve torun sade kahvelerini yudumlarken,
sohbete de baĢlamıĢlardı. Bu, sohbetten ziyade,
büyükninenin Süheyla'ya yapacağı bir ikazdı.
Büyüknine, "Kızım sana kocana saygılı olmanı,
her olayda kavga çıkarmamanı öğ-
rettik. Bir kadın zarif ve akıllı olmalı dedik.
Bunu kendi mutluluğu için ve
çocukları için yapmalı dedik. Ama saygıdan
anlamayan bir insana gösterilen saygı, onu daha
edepsiz ve daha saldırgan yapar. Dermanda olduğu
gibi... Kendini ezdirmek ile onu yola
getiremezsin. Asla, edepsiz ol, kocan ile kavga
et, demiyorum. Ona karĢı kararlı dav ranıĢlar
sergile. Örneğin, ya sana kibar ve saygılı davran
masını, ya da çekip gitmesini söyle! Çünkü böyle
bir bab ile büyüyen çocuk, babasız büyüyenden çok
daha Ģanssız sayılır. Eğer bir suçun olsa idi
sana düzelmeni söylerdim. Bütün zorlamalarıma
rağmen seni suçlayamadı. Bu da ne kadar haksız
olduğunu gösteriyor. Hümeyra'mın halini
görmedin mi? O çocuk bu baskının ve korkunun
altında ruh hastası olacak."
Süheyla içinden Allah korusun diye geçirdi.
" Nine yani bana ayrıl mı diyorsun?"
"Evet, bu tutumunu devam ettirirse, evet... "
"Ama çocuklarım, çevrem ne düĢünür?"
"Hiç kimse hayatını birileri ne düĢünür diye
harcama hakkına sahip değildir. Sen ayakta
durabilmelisin ki, çocuklarının dayanacak bir
duvarı olsun. Ġki yıkık duvar hiç iĢe yaramaz."
"Ama bizim ailede böyle bir Ģey yoktur."
"Evet, olmamasını temenni ederdim. Ama her Ģeyin
bir ilki vardır. En azından kocan bunu
yapabileceğine inanmalı. O bu servetten
vazgeçemez üzülme! Belki biraz yola gelir."
Büyükhanım hem ailenin en büyüğü idi hem de Ģu
andaki mevcut servetin çok önemli bir
bölümünün sahibi. Süheyla hanımın annesi, yani
büyükhanımın kızı, kendi sinden önce vefat
ettiği için, servet ona intikal etmemiĢti
Sadece damadı Aslan beyden kalan miras, torunu
Süheyla hanıma intikal etmiĢti. O serveti de
Derman bey, beceriksizliği ile kısa zamanda yok
etmiĢti. Bu konağın geçimi, tamamen büyükhanım
tarafından, yani Cezayirli Hasan PaĢadan ve
eĢinden kalan malların geliri ile idare
ediliyordu. Hâlâ çok büyük bir servet sayılırdı.
Derman beyin bü-yükhanıma karĢı gelememesinin ve
hatta bu evliliği bitirmeyi düĢünememesinin tek
sebebi, büyükhanımın cazip servetiydi.
Büyükhanım da bunun farkındaydı. Nasıl bir çare
bulabileceğini bilmiyordu. Zaman zaman bu konuyu
düĢünür ama içinden çıkamazdı. Son çare olarak
"ĠnĢallah Hümeyra'nın on sekiz yaĢma girdiğini
görür, büyük bir kısmını ona tapularım" diye dua
ediyordu. Çünkü torunu Süheyla hanıma geçecek
her türlü malın mülkün Derman beye yem olacağının
farkındaydı.
Konakta bu kıĢ tatsız bir hava vardı. Büyükhanım
halsizdi. Yıllar hükmünü iĢliyordu. Süheyla
hanım ise son derece mutsuzdu. Faruk, pek bir
Ģeyin farkında değildi. Çocukluktan gençliğe
geçiyordu. Sesi kalınlaĢmıĢ, bıyıkları
çıkmıĢtı. Bedenindeki bu değiĢildik, ruhuna da
aksediyordu. KarĢı cinse karĢı aĢırı ilgi
duymaya, derslerini iyice asmaya baĢlamıĢtı.
Babaları Derman bey, hiçbir Ģey ile meĢgul
değildi. Sanki dünyadaki tek iĢi, güzel eĢine bir
suç yüklemeye çalıĢmakmıĢ gibi durmadan olay
çıkarıyor, yoktan bahanelerle yaĢamını çekilmez
hale getiriyordu.
Gerçi büyük nineden iĢittiği azardan sonra, daha
dikkatli davranıyor, sesini yükseltmemeye
çalıĢıyordu ama yine de evdeki gergin hava hep
devam ediyordu. Bahar yavaĢ yavaĢ kendini
hissettiriyordu. Bu, Ege kıyılarında ve
özellikle de Ayvalık ve çevresinde çok daha
belirgin oluyordu.
69
Hümeyra da abisi gibi bir geçiĢ dönemi yaĢıyordu.
Kızlar bu dönemi, erkeklere göre daha erken
yaĢadıkları için, hemen hemen ikisi de aynı
zamanda ergenlik çağına girmiĢlerdi. Tabii
Hümeyrada az da olsa, asabi ve belirsizlik içinde
idi. Karakterini oturtmak için mücadele
veriyordu. Kısacası konağın içinde, aynı yerde,
aynı zaman dilimini yaĢayan çok değiĢik
karakterler vardı. Bu da hayatlarını
zorlaĢtırıyordu. Hümeyra bu yıl çok uzamıĢtı.
Boyu annesini geçmiĢ, göğüslerinde sertlikler
hissetmeye baĢlamıĢtı. Çok asık bir surat ile
bahçeye girdi. Yalnızdı. Faruk onu sık sık ekmeye
baĢlamıĢtı. Sınıfındaki Suzan'a âĢık olmuĢtu.
Her mektep çıkıĢında, Suzan'ın arkasından Çamlık
mevkiine kadar yürüyor, Suzan evine girdikten
sonra geri geliyordu. Her defasında da yalanlar
uyduruyordu ama Hümeyra onun ne yaptığım
biliyordu. Aslında Hümeyra, mektebe yalnız gidip
gelmekten memnundu. Abisi ile hiçbir ortak yanı
yoktu.
Bir bekçiye ise hiç ihtiyacı yoktu. Ayvalık
halkından ne Hümeyra'ya ne de ailesine bir zarar
gelmezdi.
Hümeyra bahçede yeni tomurcuklanan beyaz güllere
baktı. Sonra adını aldığı koyu kırmızı sarmaĢık
gülünün yanında durdu. Üzerinde çok tomurcuk
vardı ama
henüz
küçüklerdi. Biraz daha zamana ve güneĢe
ihtiyaçları var dı. Bir ses duydu. Kenan beylerin
bahçesine doğru döndü. Bahçe duvarı, oymalı
demirlerle çevriliydi. Demirler beyaz
boyalıydı. Ve dantel gibi duruyorlardı. Onlara
sarılmıĢ bir sürü rengârenk gül vardı. ġeftali
ağacı ise nefis çiçeklerle bezenmiĢti. Kenan
beyin oğlu Nejat, Hümeyra'ya sesleniyordu,
"Küçük kız! Küçük kız! Lütfen topumu verir
misin?"
Hümeyra çevresine bakındı. Nejat, "Bak, nar
ağacının kökünde," dedi.
Hümeyra topu aldı. Nejat'a kadar getirdi. Nejat,
"Küçük kız, neden bu kadar surat asıyorsun? Altı
üstü birkaç adım fazla attın."
Hümeyra sinirlenmiĢti, "Fazla adım attığım için
sinirlenmedim. Ben küçük kız değilim. Ve bir adım
var!"
Nejat gülümsedi, "Biliyorum, hatta iki adın var.
ikisi de çok güzel. Hümeyra ve SarmaĢık Gülü...
Ama küçük kıza da kızmamaksın! Küçük olmak ayıp
mı?"
Hümeyra daha sert ve yüksek bir sesle, "Ama ben
küçük bir kız değilim!"
Nejat açıktan açığa gülüyordu, "SarmaĢık Gülü,
kızınca çok güzelleĢiyorsun. Özellikle
gözlerin, farkında mısın?
Hümeyra, hâlâ elinde tuttuğu topu hızla Nejat'a
attı. Arkasını dönerek, konağa doğru yürümeye
baĢladı. Nejat öylece arkasından bakıyordu,
içinden "gerçekten çok güzel bir kız olacak"
dedi.
Hümeyra da kendi kendine söylenerek merdivenlere
doğru giderken, Makbule bacı ile karĢılaĢtı.
"Ne oluyor SarmaĢık Gülü, neye söyleniyorsun
böyle?
"KomĢunun sevimsiz oğluna."
"Neden?"
"Bana küçük kız dedi."
Makbule bacı güldü, "Sen büyük kız mı oldun
SarmaĢık Gülü? Büyük kız ne zaman olursun biliyor
musun?" "Ne zaman Bici?"
"Sana küçük kız dendiğinde kızmadığın zaman."
Hümeyra biraz düĢündü, "Yani ne zaman?"
"Bilemem. Onu sen fark edece ksin. Hadi üstünü
değiĢtir de yemeğe gel. Herkes yemek odasında."
"Ben büyükninem ile yemek istiyorum. Tabağımı
alıp, çıkabilir miyim?"
"Bence çok iyi olur. Büyüknine artık pek sofraya
inemiyor.. Arada bir ona arkadaĢlık et. Ben
yemeğinizi Züleyha ile gönderirim."
Hümeyra çabucak mektep formasını çıkardı.
Kırmızı bir elbise giyip, saçlarını dağınık
bıraktı. Ellerini yıkayıp, bahçeye koĢtu. Beyaz
bir gonca gül çıkarıp, büyükninesi-nin odasına
doğru hızla yürüdü. Züleyha da tam o
sırada elinde büyük bir tepsi ile odaya
giriyordu. Büyükhanım önce Züleyha'nın elindeki
tepsinin içine baktı.
"Bu ne kadar yemek Züleyha?" diye sordu. Hümeyra
hemen atıldı, "Nineciğim, ben de sizinle
yiyeceğim."
Büyükninenin yüzü aydınlanmıĢtı, "Ne güzel,"
dedi. Ama hemen piĢman olmuĢ gibi, "Yavrum
ailenle beraber aĢağıda yemek varken benim gibi
bir ihtiyar ile zamanını harcama!"
"Nineciğim ben, herkesten çok, seninle olmaktan
zevk alıyorum. Orada olmak beni sıkıyor."
"Neden?"
Hümeyra biraz durdu. Elindeki goncayı ninesine
uzattı. Züleyha'nın odadan çıkmasını bekledi.
Sesini biraz alçaltarak, "Sanırım babamdan
tedirgin oluyorum."
Nine ilk defa ne diyeceğini bilemiyordu, "Ama o
senin baban. Her Ģeye rağmen onu sevmen ve sayman
gerek."
"Biliyorum ama beni korkutuyor. Yanında rahat
olamıyorum? Saygı gösteriyorum nineciğim. Ama
sevip sevmediğimden emin değilim. Mesela
ölmesini istemem, ama benden uzakta bir yerde
olsa memnun olurum. Bak annem ve bici ile yalnız
olsam belki orada olmaktan da
sam b
mutlu olacağım. Ama yine de en çok sizinle olmayı
seviyorum."
Büyük hanım ĢaĢırmıĢtı. Çocuk duygularını ne
güzel ifade etmiĢti ölmesini istemem ama benden
uzakta olsa diyerek.
Büyüknine gülerek, "Ben de yavrum. Ben de seninle
olmaktan çok mutluyum. Sen hayatımın bu tatsız
dönemine ıĢık veren, renk katan tek varlıksın."
Büyükninenin dikkatini çeken baĢka bir Ģey daha
vardı. Faruk'tan hiç bahsetmemiĢti. Demek ki
onun hakkındaki duygularından emin değildi. Veya
üzerinde hiçbir etkisi yoktu. Yazık, iki kardeĢ
keĢke daha bağlı olabilseler diye düĢündü.
"Peki istersen bu konuyu bırakalım. Mektep ile
aran nasıl?"
"Mektebi seviyorum. Derslerim de çok iyi."
"Biliyor musun, bu sene çok geliĢtin, büyüdün ve
de güzelleĢtin. Tahminimde yanılmadım. Sen
ailenin en güzel ikinci kadını olacaksın.
PaĢanın hanımı Süheyla'dan sonra... "
"Bana hâlâ küçük kız diyen aptallar var." "KimmiĢ
onlar?"
"KomĢu Kenan beyin ukalâ oğlu... " Nine gülmeye
baĢlamıĢtı.
"Üzülme, çok geçmeden büyüdüğünü o da kabul
edecektir."
o
Aralarında yarım asırdan fazla bir zaman farkı
olan bu iki insan , bir arada olmaktan çok mutlu
görünüyorlardı. KonuĢacak konuları,
birbirlerine gösterecek sevgileri vardı. Galiba
bu ikisi, insanları birbirine yaklaĢtıran en
etkin
ne ya duygulardı.
73
Derman bey, Hümeyra'nın büyüknine ile yemek yeme
isteğine bozulmuĢtu ama sesini çıkaramadı. Artık
daha "dikkatli davranıp, olay çıkarmamaya
çalıĢıyordu. Ne yazık ki ne eĢi ne de çocukları
ile bir sevgi bağı kalmamıĢtı. Zaten baĢından
beri de bu bağı kuramamıĢtı. Aile, duygusal
açıdan dağılıyordu. Herkes kendi dünyasında,
kendi mutsuzluğu ile baĢ baĢaydı. Faruk'un
mutsuzluğunun aile bireyleri ile fazla bir
ilgisi yoktu. Daha baĢka sebeplere dayanıyordu.
KomĢu Kenan beyler hususi otomobil almıĢlardı.
Bütün Ayvalık'ta iki tane hususi otomabil vardı.
Onlarınki ile üç olmuĢtu. Ara sıra babası Nejat'ı
okula araba ile bırakıyordu. Bu, Faruk'un
sinirlerini geriyordu. Ayrıca bir buçuk yıldan
fazla bir zamandır Suzahı takip ediyor,
konuĢmaya çalıĢıyor ama bir türlü
baĢaramı-yordu. Arada bir gözlerini üzerinde
hissediyordu. Hatta bazen gülümsediğini
zannediyordu. Hepsi bu kadardı. Bu da Faruk'a
yetmiyordu.
Hümeyra her gün biraz daha içine kapanıyor
gibiydi. Sadece büyükninesinin yanında huzurlu
olabiliyordu. Anlayamadığı bir Ģey daha vardı.
Canan bir üst sınıftaki ismail'e, Sumru da sınıf
mümessili Ahmet'e ilgi duyuyordu. Her gün
saatlerce bu çocuklarla ilgili Ģeyler anlatıp
duruyorlardı. Hümeyra hiç kimseye böyle bir
yakınlık hissetmiyordu. Yakınlık hissetmek
Ģöyle dursun, b azılarına, özellikle de Kenan
beyin oğlu Nejat'a çok sinir oluyordu. Çocuk ile
ne zaman nerede karĢılaĢsa, hemen
kaçmaya çalıĢıyor, yüzüne ateĢler basıyordu. Dün
sabah evden çıkarken, arkasından seslenen
Bici'ye dönüp bakmıĢ, aynı zamanda da yürümeye
devam etmiĢti. Nejat ile çarpıĢmıĢtı. Çocuk
bileklerinden tutmuĢ, gülerek, "Dikkatli ol,
SarmaĢık Gülü," demiĢti. Bu söz bile Hümeyra'yı
çi leden çıkarmaya yetmiĢ, akĢama kadar gergin
bir Ģekil
de dolaĢmıĢtı. Sonra kendi kendine Ģöyle bir
karara vardı. Babasının devamlı bu aile hakkında
kötü konuĢması, kendisini etkilemiĢ olabilirdi.
Zira çocuk onu bu kadar kızdıracak bir Ģey
yapmamıĢtı.
Haftanın iki, üç günü büyüknine ile yemek yemeyi
alıĢkanlık haline getirmiĢti. Ninesi ile
sohbetten çok büyük haz alıyor, onun yanındayken
ne düĢündüğünü, ne istediğini rahatça ifade
edebiliyordu.
Mektebin son günleriydi. Bazı talebeler için bu,
sevinilecek bir durumdu. Bazıları ise her sene
sonunda gözyaĢı dökerlerdi. Canan Ġsmail ile
ilgilenmekten vazgeçmiĢ, lise son sınıftaki
Murat ile arkadaĢlık etmeye baĢlamıĢtı.
ArkadaĢlıkları birkaç günde bir kitap arasında
mektup alıp vermek veya gülümsemekten ibaretti.
Ama bu bile bütün hayatlarını doldurmuĢtu.
Cananın daha önemli bir endiĢesi vardı. Eğer
Murat imtihanlarda baĢarılı olup da liseyi
bitirirse üniversiteye baĢlamak için büyük bir
Ģehre gidecekti. Sumru ise hala Ahmet için yanıp
tutuĢuyordu. Ġkisi de mektebin kapanacağına
değil, sevgililerinden ayrı kalacaklarına
üzülüyorlardı. Hümeyra ise gerçekten mektebin
kapanacağına üzgündü. Onun üzgün olma sebebi çok
ayrıydı. Mektepte olmak, evdeki sıkıcı havadan
uzak olmak demekti. Ayrıca baĢarılı bir talebe
idi. Ġyi not almak, öğretmenleri tarafından
sevilmek, ona gurur ve moral veriyordu. En
önemlisi babası ile daha az karĢılaĢıyordu.
ġimdi bütün yaz beraber olacaklardı. Sıkıcı bir
durumdu
Ayvalık ve yöresi yeni bir değiĢimin içine
girmiĢti. Ġnsanlar sahil Ģehirlerini sayfiye
yeri olarak kullanmaya baĢlamıĢlardı. Ayvalık
gibi deniz kenarında olan yerleĢim yerlerine
oteller yapılmaya, baĢlanmıĢtı. Zaman içinde bu
konunun daha geniĢleyeceği, hatta yabancı
memleketler-
den de buralara gelip, denize girmek isteyecek
insanlar olacağı konuĢuluyordu. Bu, sahil
kentleri için yeni bir gelir kaynağı idi. Böyle
güzel bir konu bile konakta münakaĢa sebebi
olabiliyordu. Tabii Derman bey, konağın yerine
otel ve daha bir çok ticari yerin
yapılabileceğini, bunun bir kısmını ailenin
iĢletebileceğini, bir kısmının satılarak büyük
bir gelir elde edilebileceğini söylüyor ama
büyükhanım tarafından reddediliyordu.
Büyükhanım bu konu açılır açılmaz, bastonunu
yere vurarak "Ben bu konakta öleceğim. Bu kadar!"
deyip, meseleyi kapatıyordu. Derman bey de her
zamanki gibi haksız olduğunu bile bile eĢine
yükleniyor, ninesinden kendine düĢeni istemesi
için zorluyordu.
Derman bey'in taraftarı olan Faruk ise, konuya
hemen baĢka bir yerinden giriyordu.
"Tabii babam haklı... Millet ne güzel sefa
sürüyor. Baba biz de hemen bir otomobil alırız,
değil mi?"
Derman bey bu soruya açık seçik bir cevap
vermiyordu ama, en pahalısından bir otomobilin
hayalini kurduğu kesindi.
Hümeyra elinde karnesi neĢe içinde
arkadaĢlarından ayrılmıĢ, mutlu bir yüz ifadesi
ile evine doğru yollanmıĢtı. Arkasında bir ayak
sesi vardı. Sanki kendisini aynı mesafeden takip
ediyordu. Dayanamadı, dönüp baktı. Gelen
Nejat'tı. Hümeyra'mn döndüğünü görünce güldü.
"SarmaĢık Gülü, çok neĢelisin, karnen çok mu
güzel?"
"Öyle sayılır. Bir tek sekizim var."
"Aa, hangi dersten?"
"Jimnastik." vNS "Hayret vücudun spora çok
uygun, nasıl oluyor da on
almıyorsun?" "Bilmem ki."
"Ben biliyorum galiba. Utanıyor, rahat hareket
edemiyorsun. Ama bu karne de fevkalade güzel
sayılır."
Elinde kırmızı bir gül goncası vardı. Onu
Hümeyra'ya doğru uzattı, "Sana Ģimdilik güzel
karne armağanı olarak bunu verebilir miyim?"
Hümeyra bir müddet tereddüt etti. Yine yüzünü
ateĢ basmıĢtı. Sonra birden elini uzatıp,
kırmızı gülü acele ile aldı. Bir taraftan da
korku ile çevresine bakıyordu. Çok kısık bir
sesle, "TeĢekkür ederim,"
diyerek bahçe kapısına doğru koĢar adımlarla
yürüdü. Nejat muzip bir ses tonu ile, "Neden
kaçıyorsun küçük kız? Ben umacı mıyım?" diye
seslendi.
Hümeyra sinirden kıpkırmızı olmuĢtu. Geriye
dönüp sert sert Nejat'ın yüzüne baktı, "Evet
umacısın!" diyerek kırmızı gülü hırsla yere
attı. Bütün sevinci kaybolmuĢ, mutluluğu
uçmuĢtu. Gözleri dolu doluydu. Bir taraftan da
söyleniyordu. "Bu sevimsiz oğlandan kurtulmanın
bir yolu yok mu acaba?"
Nejat bir müddet öylece baktı. "Bu sahiden çok
çocuk. Ne olur sanki biraz çabuk büyüse... "
diyerek, kendi evlerine doğru yürüdü.
Bu yaz Hümeyra'nın korktuğu baĢına gelmemiĢti.
Birkaç gün sonra Ankara'da müfettiĢ olan amcası
Fuat bey, eĢi Sema hanım, kızları Hayal ve
oğulları Suat ile Ayvalık'ı gezmeye, hasret
gidermeye geldiler. BeĢ yıldan daha uzun
Ģık bir adamdı. Sema hanım ise fazla iddiası
olmayan, iyi niyetli, konuĢkan bir hanımdı.
Hayal güzel bir kızdı. Ve Hümeyra'den iki yaĢ
kadar büyüktü. Belki çok güzel de-
bir süredir iki aile görüĢmemiĢti.
Hümeyra amcası ve ailesine aksine amcası sakin,
sevecen, k
ğildi ama çok havalıydı. Ġnsan bazen gerçekten
bir hayal olup olmadığını düĢünüyordu. Suat ise
Faruk'tan biraz büyüktü. GeniĢ omuzlu, koyu
kumral saçlı, atletik vücutlu, güler yüzlü bir
çocuktu. Çok Ģakacıydı ve Hümeyra'yı çok
güldürüyordu. Tuhaf ve güzel olan bir Ģey daha
vardı. Babası birdenbire değiĢivermiĢti. Sanki
ağabeyini taklit ediyormuĢ gibi sakin görünmeye,
çocukları ve eĢi ile ilgilenmeye, her dakika
mesele çıkarmamaya çalıĢıyordu. Bu durumdan
herkes memnundu. Büyük hanım ise Derman beye daha
fazla sinirleniyordu. Hümeyra büyükninenin
annesine Ģöyle dediğini duymuĢtu, "Madem insan
olmayı beceriyor, neden bize hayatı zindan
ediyor? Ağabeyinin ve ailesinin hoĢça vakit
geçirebilmesi için, iyi baba, iyi koca kisvesine
büründü." Hümeyra, annesinin cevabını
duya-madan uzaklaĢmıĢtı.
Hümeyra ve annesi senelerdir olmadıkları kadar
huzurluydular. Sebebi ne olursa olsun, böyle bir
huzura, sakin bir hayata ihtiyaçları vardı.
Derman bey o kadar iyiydi ki, yeğenlerinin, hatta
Faruk'un bitiĢik komĢu çocukları ile sohbet
etmelerine bile kızmıyordu. Bu sefer de
komĢularla sohbete yanaĢmayan Hümeyra'ydı.
Kırmızı gülü fırlattığı günden beri Nejat ile göz
göze gelmemeye, konuĢmak
Ģanslısınız böyle bir komĢunun olması çok büyük
bir nimet. Bütün aile çok iyiler. Sevgi hanım
bizi bu akĢam çaya davet etti. BeĢ gibi falan,
gideriz değil mi?"
ti? Tabii Derman beyi kızdırmaktan korkuyordu.
Derman bey hemen atıldı, "Tabii gidin canım,
Sevgi hanım iyi bir
mecburiyetinde kalmamaya dikkat ediyordu.
O akĢam yemekte Sema hanım, "Süheyla ne
Süheyla hanım cevap
hanım."
Hayal hemen atıldı, "Ben de gelebilir miyim?"
Sema hanım, "Tabii kızım, siz de gelin. Leyla ile
de iyi anlaĢtınız."
Hayal, "Oğullan da çok centilmen ve saygılı bir
çocuk."
Hümeyra hiç söze karıĢmıyordu, içinden nasıl bir
mazeret bulsam da gitmesem diye
düĢünüyordu.
Hayal devam etti, "Hümeyra, gideriz, değil mi?"
"Aaa, çok üzgünüm, ben gelemem. Büyüknineme
kitap okumak için söz vermiĢtim. Kaç kere
erteledim. Artık bu gün okumalıyım. Ninemi
gücendirmek istemem."
Derman bey atıldı, "Hümeyra'nın en kıymetli
varlığı ninesidir. Bizler sonra geliriz."
Fuat bey, "Aferin bu yaĢta büyüklere bu kadar
saygı ve bağlılık, çok güzel bir Ģey. Zamanın
gençliğinde bu duygular gittikçe zayıflıyor,"
dedi. Bu takdirkâr cümleden sonra hiç kimse fikir
yürütemedi.
AkĢamüstü ev halkı Kenan beylere, Hümeyra da
eline bir kitap alıp ninesinin odasına gitti.
Büyükhanım, "Hayrola SarmaĢık Gülü, bana ders mi
çalıĢtıracaksın?"
Hümeyra ufak bir tereddütten sonra, öğlen
yemeğindeki konuĢmaları, kendinin de kaçmak için
bu yolu bulduğunu anlattı. Büyüknine sessizce
dinlemiĢti. "Ama neden?" diye sordu. "Gitmek
istememenin sebebi ne?"
"O çocuğa gıcık oluyorum, inadına bana "küçük
kız" demeye devam ediyor."
Büyüknine Hümeyra'nın çok karmaĢık duygular
içinde olduğunu, henüz duygularını
çözümleyemediğini, herhangi bir yorum yapıp,
aklına bir Ģey sokmamak gerektiğini düĢündü.
"Bana pek akıllıca bir tepki gibi gelmedi ama sen
bilirsin. Hiç kimse zorla sevilmez. Aksi de
olamaz. Yani nefret etmek de zorla olamaz."
79
<5"
Hümeyra'mn aklına takılan bir Ģey vardı. Hayal
ora ya giderken çok süslenmiĢti ve bayağı
heyecanlıydı. Kendi kendine söylenir gibi "Bu
beni niye rahatsız etsin ki? Bana ne?" dedi.
Sonra birden konuyu değiĢtirdi, "Nine ben ke man
dersi almak istiyorum."
Nine ĢaĢırmıĢtı, "Allah Allah, o nereden çıktı?
Kemanı ben de çok severim. Bence çok iyi olur.
Sana da çok yakıĢır. Müzik hocası Kamuran beyden
rica edelim, Ġstanbul'; gidecek biri ile bize bir
keman, nota kitabı falan aldırsın."
"Peki kimden öğreneceğim? Kim ders verecek?"
"Kamuran bey verir herhalde. Benim hatırımı
kırmaz."
Kamuran beyin öğretmen olmasında bu ailenin,
özellikle büyük hanımın çok yardımı olmuĢtu.
"Peki, babam? Ona sormayacak mıyız?"
"Sorarız tabii. Her iĢte olduğu gibi, önce itiraz
edecek tir. Sonra da kabul... Güzel çalmaya
baĢladığın zaman da "Ben istemiĢtim" diye
övünecektir. Sen amcanın yanında? bu konuyu aç.
Baban itirazsız kabul edecektir."
"Tamam canım nineciğim. ġimdi odama çıkabilir mi
yim?"
"Tabii SarmaĢık Gülü... "
Hümeyra'mn aklı komĢu bahçedeydi. Arada bir kah
kaha sesleri geliyordu. Hümeyra'mn odasının yan
penceresinden komĢu bahçenin kamelyası
görünüyordu, Evin denize bakan tarafındaki geniĢ
balkon, yan taraflara da kıvrılıyordu. Aslında
Nejat'ın odası ile karĢı karĢı ya idi. Onun
odasının yan camı da Hümeyra'mn odası na
bakıyordu. Hümeyra birkaç dakika bakmakla
bakmamak arasında tereddüt etti. Sonra
pencerenin kenarına gi dip, perdenin aralık
yerinden onları gözetlemeye baĢladı Üç hanım çay
içiyordu. Suat, Hayal, Leyla ve Nejat bahçe
ııin öteki tarafında kayısı ağacının altında
konuĢuyorlardı. Nejat durmadan Hayale bakarak
bir Ģeyler anlatıyordu. Hayal birden neĢe ile el
çırpmaya baĢladı. Sonra annelerinin yanına gelip
bir Ģeyler konuĢtular. Hepsi birden sokak
kapısına doğru koĢtular. Hümeyra sessiz film
seyreder gibiydi. Kenan beyin arabasının motoru
çalıĢmıĢtı. Nihayet bir ses duymuĢtu ama bu ses
canını sıkmıĢtı. Acaba Hayal kimin yanına
oturdu? Herhalde Suat öne oturmuĢtur diye
düĢündü. Sonra "Off aman bana ne!" dedi. Gözleri
nem-lenmiĢti ve ağlamak istiyordu.
Annesi ve yengesi eve döndükten epeyce sonra,
Hayal ile Suat geldiler. Çok mutlu ve neĢeli
idiler. Özellikle Hayal. Neredeyse kanat takıp
uçacaktı. Biraz sonra Hümeyranın
kapısı çalındı. Gelen Suat'tı. Hümeyra, "Gel
Suat abi!" diye seslendi. Suat dikkatle
Hümeyranın yüzüne baktı.
"Sen ağladın mı Hümeyra?" diye sordu.
"Hayır hayır, fazla kitap okumaktan olacak. Ġyi
eğlendiniz mi?"
"Ben pek eğlendim diyemem. Senin olmaman keyfimi
kaçırdı. Ama Hayal hayatından çok memnundu."
"Bayağı geciktiniz."
"Nejat bizi bir tepeye çıkardı. Gün batımmı
seyrettik. MuhteĢemdi. GüneĢ birkaç yerden
Ģahane bir renk cümbüĢü içinde battı," dedi.
"Aaa evet Ģeytan sofrası denen yer. Ayvalıklılar
orayı yeni keĢfetti" dedi.
Bir ay sonra Fuat bey ile Sema hanım Ankara'ye
döndüler. Suat ile Hayal burada kalmak için diren
miĢlerdi. Derman beyin de ısrarı ile çocukların
yazı amcalarının evinde geçirmelerine izin
verilmiĢti .Hüm eyra Suat'ın burada olmasından
memnundu. Ama nedense Hayale karĢı
ilk günlerdeki sıcaklığı gösteremiyordu.
Sebebini kendisi de pek bilemiyordu.
Faruk aynı Faruk'tu. Kendi dünyasında, kendi
zevklerinin peĢinde dönüp duruyordu. Günün büyük
bir kısmında ortalarda gözükmüyordu. Hümeyra
onun yine Suzan'ın evi önünde nöbet tuttuğunu
zannediyordu. Hayal, Leyla ve Nejat buluĢarak
Ayvalık'ı gezmeye devam ediyorlardı. Suat da
arada bir katılıyor, genelde Hümeyra ile vakit
geçirmeyi tercih ediyordu.
Temmuz ayı bitmek üzereydi. Nejat onları Cunda
adasına götürmeyi teklif etmiĢti.
Hayal en azından üç dört defa bu daveti dile
getirmiĢti. En sonunda dayanamayıp, Hümeyra'ya
sordu.
"Hümeyra sen de gelirsin, değil mi?" Hümeyra
ağzında bir Ģeyler geveliyordu. Yine bahane
bulmaya çalıĢıyordu. Derman bey sinirli bir
Ģekilde, "Hümeyra! Misafirlerimize ayıp olmuyor
mu? Sizin görevinizi komĢular yüklendi. Ne Faruk
ne de sen yanlarında değilsiniz. Yoksa bilmediği
bazı sebepler mi var?" deyince Hümeyra
telaĢlandı.
"Hayır baba, ne sebebi olacak? O aileyle daha
önce hi iliĢkimiz olmamıĢtı da. Birdenbire bu
samimiyeti yadırg
yorum."
"Kuzenlerine karĢı ayıp oluyor. Eğer ortada
geçerli b sebebin yoksa?
Hümeyra çaresiz, "Peki giderim. Ama bu iĢi benden
çok sık istemeyin lütfen. Yakında keman
derslerine baĢlayacağım. Okul açılmadan biraz
olsun ilerlemek istiyorum."
Büyük ninenin tavsiyesi üzerine, Derman beyden
ke man dersleri almak için izni, amcasının
yanında istemi ve dileği hiç itirazsız kabul
edilmiĢti. Tıpkı tahmin ettik
leri gibi... Çünkü amca, Hümeyra bu konuyu açar
açmaz, "Aaa, ne güzel. Suat da ud çalıyor. Hayal
için de bir müzik aleti düĢünüyordum ama onun hiç
mi hiç hevesi yok. Bu iĢte heves ve yetenek ile
olur," demiĢti. Suatüa çok sevinmiĢ, "Ben sana
notaları okumanda yardımcı olurum. Keman
bilmesem de
nota konusunda epeyce bir Ģeyler biliyorum,"
demiĢti.
Gençler öğlen yemeğinden sonra buluĢacaklardı.
Nejat üç defa korna çalacak, onlar da kapının
önünde duran arabaya gideceklerdi.
Hümeyra öğlen yemeğini yer yemez odasına
koĢmuĢtu. Bütün elbiselerini yatağının üzerine
döktü. Tek tek hepsini giyip çıkarıyordu. Her
biri için bir kusur buluyordu. Sonra birden
yatağın üzerine oturdu. "Bana ne oluyor?" dedi.
"Bu kadar itinaya ne gerek var?" Böyle söyleniyor
ama, bir taraftan da elbise seçmeye devam
ediyordu. Arabayı bir yerde bırakıp, Cundaya
motor ile geçeceklerdi. Motora inip binerken
rahat olmasını da düĢünmeliydi. Uzun ve bol bir
etek seçti. Açık mavi üzerine lacivert
pu-antiyeli... Üzerine de lacivert bir bluz
giydi. Yarım kollu, v yakalı ipekten bir bluz.
incecik belinde açık mavi, deri bir kemer vardı.
Saçlarını atkuyruğu yapmıĢtı. Gerçi kızıl
ıĢıklar saçan saçlarının güzelliği ve havası
kaybolmuĢtu ama yüzünün muhteĢem hatları, uzun
siyah kirpikleri ve Ģahane gözleri ile çok
güzeldi ve yaĢının üstünde gözüküyordu. Ayağına
lacivert bantlı sandaletler geçirdi. Boy
aynasının karĢısında sağa sola dönerek kendini
seyretti. Gördüklerinden memnundu. Yüzünde mu
tlu bir ifade ile bahçeye indi. Hayal kırmızı,
dar, eteğinde yırtmacı olan, vücudunun
güzelliğini meydana çıkaran bir
elbise giymiĢti. Galiba belli belirsiz de ruj
sürmüĢtü. O da güzeldi.
83
Hümeyra biraz üzülmüĢ gibiydi. Hayal," Bu ne
Ģıklık böyle Hümeyra? Daha mütevazı bir Ģey
giyseydin ya!" dedi.
Suat, "Bence çok uygun, geniĢ etekleri var. Rahat
eder. Ayrıca da fevkalade yakıĢmıĢ. O güneĢ
ıĢınlarından oluĢan saçlarım da dökseydin,
muhteĢem olurdun Hümeyra." dedi.
"Çok sıcak Suat abi, rahatsız ediyor."
Tam o sırada korna sesi duyuldu. Çocuklar bahçe
kapısından çıkıp arabaya yürürken, Nejat onlara
doğru bakıyordu. Birden arabadan atladı.
"Ooo, SarmaĢık Gülü, bu ne hoĢ sürpriz böyle.
Seni Ģeref misafiri olarak öne alabilir miyim?"
diyerek arabanın kapısını açtı. Nejat devam
etti, "Ġki kardeĢ arkaya otursunlar. Leyla'nın
yanına."
Hayal kıpkırmızı olmuĢtu. Hızla arabaya bindi.
Hümeyra önde oturmuĢ, baĢını sağ tarafa
çevirmiĢ, çevresini seyrediyordu. Daha doğrusu
öyle gözükmeye çalıĢıyordu. Nejat'ın elleri
direksiyondaydı ama sık sık göz ucü ile
Hümeyra'ya bakıyordu. Dayanamadı, "SarmaĢık
Gülü, elbisen çok yakıĢmıĢ."
Hümeyra baĢını çevirmeden, "TeĢekkür ederim"
dedi
Çamlık denen mevkide arabayı park ettiler.
Kıyıda üç
motor vardı. En yakındaki seslendi.
"Cundaya mı gençler?" Nejat yanına yaklaĢtı,
"Evet," dedi. "AkĢamüstü de mak Ģartı ile."
"Tamam küçük bey, dediğiniz gibi olsun."
Hümeyra bu küçük bey lafını pek beğenmiĢti.
Hafifçe güldü. Sonra birdenbire ciddileĢti.
Nejat'a baktı. Nejat hiç oralı değildi. Bu hitap
Ģekline hiç kızmamıĢtı. Birden Bici'yi
hatırladı. "Sana küçük kız dediklerinde kızmaz
isen, büyüdün demektir." Nejat gerçekten büyümüĢ
müydü?
Nejat motora atlarken, Hümeyra ya yaklaĢtı,
"Elini bana ver, SarmaĢık Gülü!"
Sonra Hayale doğru döndü, "Sizinle Suat meĢgul
olduğu için, ben Hümeyra ile ilgileniyorum,"
diye izah etmek gereğini duydu. Hayal
saklayamadığı bir gerginlikle, "Önemli değil"
dedi.
Cunda yemyeĢildi. Hava çok güzel olduğundan,
iskelede bayağı bir kalabalık vardı. Kalabalığın
büyük bir kısmı Cundada ikâmeti tercih eden Rum
asıllı Türk vatandaĢlarıydı. Nejat, Suat'a
bakarak, "ġu tepede küçük bir bahçemiz ve evimiz
var. içinde bir aile oturuyor. Oranın bakımı ile
ilgileniyorlar. Sabahat teyzenin gözlemeleri
çok meĢhurdur. Gidelim mi?" Suat bir an düĢündü,
"Biz gideriz de, genç kızlarımız tırmanabilir
mi?"
Nejat, "Bence tırmanırlar" diye cevap verdi.
Bunu söylerken Hümeyra'nın kıyafetine
bakıyordu. "Ayrıca çok yakında güzel bir
manastır var. ilgi duyuyorsanız, gezebili-rız.
Hümeyra, "Memnuniyetle, ben yürüyüĢü severim.
Tarihi yapılara da ilgi duyarım," dedi. Hayal bu
teklife memnun olmamıĢtı ama itiraz da etmedi.
Nejat bütün gün Hümeyra ile meĢgul oldu. Hümeyra
aslında bu ilgiden memnundu. Ama nedense önems
yormuĢ, pek farkında değilmiĢ gibi görünmeyi
tercih ediyordu, isteyerek gelmemiĢti ama, dönüĢ
saati yaklaĢtıkça da üzülmekten kendini
alamıyordu. Suat azıcık sinirli gözüküyordu.
Galiba Nejat'ın Hümeyra'ya gösterdiği aĢırı
ilgiye bozuluyordu. Hayal ise çok s ıkılmıĢ,
iyice somurt-muĢtu.
c
s'
<5"
Gün batınımı manastırın önünden seyrettiler.
Ayvalık'ta güneĢ bambaĢka batıyordu. Hava
kararmak üzere iken, evlerine gelmiĢlerdi.
Arabadan inip, Nejat'a teĢekkür ettiler. Nejat,
"Benim için büyük bir zevkti. SarmaĢık Gülü, seni
artık aramızda görürüz inĢallah" deyince
Hümeyra,
"Tabii, imkân bulursam gelirim. Yakında keman
derslerine baĢlayacağım da. Mektep açılmadan bir
Ģeyler öğrenmek istiyorum. Davetin için teĢekkür
ederim, sağ ol!" diyerek yürüdü. Hayal önden
koĢar adımlarla eve girmiĢti bile.
Hümeyra'nın yanında yürüyen Suat, "Senin bizimle
gelmek istememeni Ģimdi daha iyi anlıyorum,"
dedi. "Nejat seni velayeti
altına alıyor. Her Ģeyin fazlası sıkıcı oluyor
değil mi? Demek ki bundan sıkılıyordun?"
Hümeyra, "Hayır, ben daha evvel Nejat'larla bir
arada olmamıĢtım ki. Ne yapacağım nereden
bilebilirim?" dedi.
Suat ĢaĢırmıĢtı, "Peki niye gelmek
istemiyordun?"
"Bilmem, belki de babamın etkisindeydim. Babam
siz gelinceye kadar onlarla görüĢmemize izin
vermezdi."
"Ama neden?"
"Bilmiyorum."
Suat kaĢlarını çatarak bir an düĢündü, "Hümeyra
senin babanın etkisinde bu kadar kalacağım
zannetmiyorum. Bak Faruk dese inanırım. O,
karakter olarak amcama daha çok benziyor."
Hümeyra içinden, aferin Suat'a. Kısa bir zamanda
karakterlerimizi nasıl da tahlil etmiĢ diye
düĢündü. Ama bu konunun uzamasını istemiyormuĢ
gibi, "Demek ki kalmı-
Ģım. BaĢka bir sebep olmadığına göre... "
;4>
Hümeyra bir daha onlarla beraber gezmeye çıkmadı
Kemanı gelmiĢ ve acele ile derslere baĢlamıĢtı.
Suat da ke
man derslerine katılıyordu. Suat müzik konusunda
oldukça kabiliyetli idi. Söylenenleri
Hümeyradan önce kavrıyor, hoca gittikten sonra
Hümeyra'nın çalıĢmalarında yardımcı oluyordu.
Hayal'in eski neĢesi kalmamıĢtı. Ağustosun
ortalarıydı. Kahvaltıda Suat'a dönerek, "Abi,
biz de artık gitsek," dedi.
Suat, "Daha tatilimiz var. Burası da çok güzel.
Niye gidelim?"
"Ben artık sıkıldım. Biraz da Ankara'daki
arkadaĢlarımla vakit geçiririm. Hem babam da
artık dönmemizi istiyor."
"Ne zaman istedi ki?
"Geçenlerde iĢte."
Süheyla hanım ve Derman bey, kalmaları için
gereken ısrarı yapsalar da, Hayal gitmekte
kararlıydı. Suatda onu yalnız gönderemeyecekti.
Bir hafta sonrası için, dönmeye karar verdiler.
Hümeyra Suat ile yalnız kalınca, "Suat abi senin
gideceğine üzülüyorum," dedi.
Suat'ın yüzü aydınlanmıĢtı, "Ciddi misin,
SarmaĢık
Gülü?"
Hümeyra, "Evet. Neden ciddi olmayayım ki?"
"Evet sen rol yapmazsın, öyle olsa Hayal için de
üzülüyorum derdin. Onunla pek anlaĢamadınız,
değil mi?"
"Bilmem, galiba yaradılıĢlarımız ve zevklerimiz
biraz farklı," dedi.
"Hayal valizini hazırlamıĢ, yol kıyafetini
giyinmiĢ, bahçedeki kamelyanın altında Suat'ı
bekliyordu. "Suat beĢ dakika otur, geliyorum"
demiĢti ama yirmi dakikayı geçti ortalarda
gözükmüyordu. Yengesi Süheyla hanım ile sohbet
etmekten sıkılmıĢtı. Yengesi sıkıcı bir insan
değildi ama
c
<5"
Hayal'in aklı baĢka yerdeydi. Onları otobüse
Nejat götürecekti. Amcası "Ben orada olurum"
demiĢti. Ev halkından kimin kendilerini
uğurlayacağını bilmiyordu. ĠnĢallah Hümeyra
gelmez diye düĢünüyordu. Çünkü onun olması
Nejat'ın bütün ilgisini üzerine çekmesi demekti.
Suat Hümeyra'nm kapısını sanki korkuyormuĢçasma
yavaĢça tıkırdattı. Hümeyra, "Hemen geliyorum,
dedi."
Suat, "Ġçeriye gelebilir miyim, SarmaĢık Gülü?"
"Aa, tabii, gir!" cevabını alan Suat acele ile
odaya girdi.
"Hümeyra, sana bir Ģey söylemek istiyorum."
Hümeyra gülerek, "Tamam söyle."
"Biraz oturamaz mısın? Bu ciddi bir Ģey... "
Hümeyra da birden ciddileĢti. Ne olabilir ki?
diye düĢündü. Ama hiçbir fikri yoktu. Sandalyeye
iliĢti.
"Hümeyra, biliyorum henüz zamanı değil ama ben
seni bir daha ne zaman görebilirim bilmiyorum.
Bu yüzden söylemeye karar verdim. Ben sana âĢık
oldum."
Hümeyra gözlerini kocaman kocaman açmıĢ, "Neee!"
diye bağırmıĢtı. Suat iĢaret parmağım
dudaklarının üzerine götürerek, sus iĢareti
yaptı.
"Evet, bu bir gerçek. Söyleyip söylemekte çok
tereddüt geçirdim. Ġleride piĢman olmamak için
acele etmeliyim diye karar verdim. Lütfen beni
bekler misin? Ġyi anlaĢıyoruz. Zevklerimiz,
hayata bakıĢ
açımız birbirine çok uygun. Hangi mesleği
istersen onu da seçebilirim."
Hümeyra dilini yutmuĢ gibiydi. Öylece
dinliyordu. Ġki üç dakika sessizlik oldu. Suat,
"Evet bana herhangi bir Ģey demeyecek misin?"
Hümeyra, "ġeyy, ne diyebilirim Jtiî^'aha ben on
dört yaĢındayım ve seni abim gibi seviyorum.
Ayrıca çok yakın akrabayız. Hiçbir zaman baĢka
türlü düĢünmedim. Aslında hiç kimse için bir Ģey
düĢünmedim. Böyle bir Ģey
duyduğuma da pek sevinmedim. Sen çok iyi bir
çocuksun. Evet iyi de anlaĢıyoruz ama abim gibi
kalmanı tercih ederim. Faruk'tan çok
güvenebileceğim bir abim. Bu beni çok
rahatlatırdı."
Suat üzgündü, yüzü kızarmıĢtı. Ayağa kalktı,
"Peki Hümeyra, bu konuyu hiç açmamıĢ kabul et!
Bana her zaman güven, yanındayım ve arkandayım.
Hep de öyle olacağım. Ġstersen bizi göndermeye
gelme! Bu ruh hali ile hiç kaldıramam."
"Hayale ve babama ne söyleyeceksin?"
"ġimdi sen yatağına uzan. Tam odadan çıkacakken
ayağını burktu derim. HoĢça kal!"
Hızla odadan çıktı. Merdiveni ikiĢer üçer
atlayarak, bir anda bahçeye indi. BeĢ dakika
sonra Nejat'ların arabasının motoru çalıĢmıĢtı.
Hemen arkasından Hümeyra'nm oda kapısı açıldı.
Bici'nin elinde içinde sıcak su olan bir leğen,
annesinin elinde de bir havlu, bir kalıp saf
zeytinyağından yapılmıĢ
sabun ve bir topak yağlı hamur odaya girdiler.
Suat'ın yalanım fazlaca ciddiye almıĢlardı.
Hümeyra yatağının üzerinde doğruldu.
"Yavrum ne oldu. Çok acıyor mu? Hangi ayağın?"
diye arka arkaya telaĢla sorular soran annesine,
"Sağ sağ ayağım, diyerek ayağını sıcak suyun
içine soktu."
ak zo-
Ayak burkma oyununu iki gün kadar oynam
ı
runda kalmıĢtı. Sık sık Suat'ın sözleri aklına
takılıyordu. Bu konuĢma gururunu okĢamıĢtı. Buna
rağmen bunları hiç duymamıĢ olmayı veya
kendisinin de aynı duygular içinde olmasını
tercih ederdi. Böyle bir itiraftan sonra arkadaĢ
veya kuzen olarak iliĢkilerini sürdürmek ne
kadar mümkün olabilecekti acaba? Suat'ı
kaybetmek istemezdi.
Camın önünde bunları düĢünürken kapısı çalındı.
Gelen Bici idi.
"SarmaĢık Gülü, keman hocan geldi," dedi.
"Tamam Bici, iniyorum," derken bir taraftan da
nota defterini arıyordu. Sonra birden hatırladı.
Keman onu kılıfının içine yerleĢtirmiĢti. Acaba
hala ayağım burkulmuĢ gibi yapmalı mıyım? diye
düĢündü. Sonra normal adımlarla yürümeye
baĢladı.
'.ÜLCĠ JBcfuürv
p
lylülün ortalarına doğru mektepler açılmıĢtı...
Eğede ¦Eylül ayı genellikle çok sıcak geçer. Yine
böyle sıcak bir \ylül ayı
yaĢanıyordu. Sıcak bir havada ders takibi ise
bayağı zordu. Hümeyra bu sene ortaokul üçüncü
sınıfta, Faruk ile Leyla lise ikinci sınıfta,
Nejat da son sınıfta idi. Hümeyra'mn ve ailesinin
hayatında yeni bir Ģey yoktu. Suat arada bir
Hümeyraya kısa mektuplar yazıyordu. Bu mektuplar
dostça, samimi, aynı zamanda mesafeliydi. Suat
bu duygusal yoğunluk içinde böylesine uygun bir
üslubu nasıl bulabiliyordu? Hümeyra bunu
anlamakta zorlanıyordu. Ne çok uzak, ne de çok
yakın... Ama güvenilir bir akraba ve bir dost.
Son anda yaptığı konuĢmayı hatırlatacak hiçbir
imada bulunmamıĢtı. Hümeyra kendi kendine
"Böylesi daha iyi" diyordu ama gönlünün bir kısmı
da çok beğendiği bu gençten daha fazla ilgi ve
sevgi bekliyordu. Hayalden ise kupkuru selamlar
geliyordu. Hümeyra bu selamların haberi olmadan
Suat tarafından gönderildiğinden emindi.
Nejat ile sık sık karĢılaĢıyor, bazen bir kuru
selam verip geçiyor, çokça da görmemezliğe
gelip, hatta yolunu bile değiĢtiriyordu. Ne
yaparsa yapsın bu çocuğu görünce yüzüne ateĢ
basmasını, içten içe kızgınlık
duymasın^^^yemi-yordu. Bütün bu duygusal
karmaĢanın içinde onu rahatlatan tek Ģey vardı.
Keman dersleri. Büyük bir zevk alıyor ve
beklenmedik bir baĢarı gösteriyordu. Keman
hocası, nine-
si ve Bici çok memnunlardı. Ġlgi gösteriyorlar,
teĢvik ediyorlardı. Hümeyra'nın babası ve Faruk
için keman
öğrenmek, boĢa zaman harcamaktı. KarĢılığında
para kazanılmayan veya yaĢamlarına lüks katmayan
her Ģey gereksiz ve saçmaydı. Anne Süheyla hanım
ise, kendi ağır sorunlarının altında kaybolmuĢ
gibiydi. Aslında çok ince ruhlu olan bu genç
kadın, hayata küsmüĢ gibiydi. Hümeyra gerçekten
bu konuda baĢarılıydı. ġimdiden birçok parçayı
kusursuz denebilecek kadar düzgün çalıyordu.
Canan ve Sumru ile arkadaĢlıkları devam
ediyordu. Sınıflarına yeni bir arkadaĢ gelmiĢti.
Marika'nın ailesi Yunanistanda yaĢıyordu.
Marika aslen Ġtalyan ve Katolik olduğunu
söylüyordu. Cunda adasında yaĢayan
akrabalarının yanında kalıyordu. Neden
ailesinden ayrılıp, Türkiye'ye gelmiĢti
bilinmiyordu. GörünüĢte sakin, akıllı ve dürüst
bir kızdı. Dersleri de iyiydi. Ve hemen Hümeyra
ile yakınlaĢmıĢtı. O yaĢtaki çocuklar, yani
gençlik ve çocukluk arasında bocalayıp, henüz
kiĢiliklerini tam olarak bulamamıĢ çocuklar,
birçok Ģeyi paylaĢmaktan çekinirler. Bu
devrelerinde daha içine kapanık ve güvensiz
olurlar. Canan ve Sumru ise Hümeyra'yı Marika ile
paylaĢmaktan hoĢnut değillerdi. Her vesile ile
Hümeyra'ya sitem ediyorlardı. Hümeyra ise
karakter olarak Marika'ya yakındı. Ağır baĢlı,
az konuĢan, yaĢlarından daha olgun hareket eden
bu iki genç kız adayı, birbirlerini çekiyordu.
Hümeyra kırıcı bir tip değildi. Annesine
çekmiĢti. Hiç kimseyi gücendirmek veya üzmek
istemezdi. Bu sebeple Canan ve
Sumru ile de arkadaĢlığını sürdürmeye
çalıĢıyordu
Cumartesi okul yarım gündü. Son dersleri
Ġngilizceydi. Canan ile Sumru durmadan
fısıldaĢıyor, Fransızca hocasından azar
iĢitiyorlardı. Zil çalar çalmaz Hümeyra'nın
yanına yaklaĢıp, Marika'nın uzaklaĢması
nı beklediler. Marika anlayıĢlı bir kızdı. Hemen
bahçeye doğru yürüdü. Sumru, "Bak Hümeyra, yazın
son günleri. Hava çok güzel. Biz birkaç arkadaĢ
Çamlıkta piknik yapacağız. Senin de gelmeni
istiyoruz. Tabii sevgili arkadaĢını
bırakabilirsen?"
"Peki, onu neden bırakıyorum?"
"Çünkü yeterince samimi değiliz. Karakterini
bilmiyoruz ve onun yanında rahat hareket
edemiyoruz." "Birkaç arkadaĢ kim oluyor?"
"Öteki Ģubeden Aysel ve Sevim olacak. Saat tam
ikide Çamlıktan sağa giden yolun kenarındaki
büyük çınar ağacının altında."
"Hani kayıklar bağlı durduğu yerin yakınında,
öyle mi?"
"Evet."
"Peki, gelmeye çalıĢırım."
Hümeyra, annesinden ve büyülenmesinden çabucak
izin almıĢtı. Züleyha'ya birkaç yumurta
kaynatmasını söyledi. Piknik sepetine, bir gün
evvel yapılan kol böreğinden beĢ altı parça
koymasını da tembih etti. Züleyha sepete,
domates, salatalık ve kiraz da koymuĢtu. Ġsmail
"Küçük hanım sizi fayton ile götürebilirim,"
dedi ama Hümeyra havanın çok güzel olduğunu,
yürümek istediğini söyledi.
man-
Ayvalık koylarının bir özelliği vardı. Koylar
birer göl gibi görünüyorlardı. Açık deniz ile
bağlantıları olduğu zor anlaĢılırdı. Deniz
mavinin bütün tonlarına, bazı yerlerde de yeĢil
ve camgöbeğine bürünmüĢtü. Çok hafif bir rüzgâr
vardı. Zaten Ege kıyılarının bu rüz^(tm)
olmasaydı, sıcağına dayanmak oldukça zor
olacaktı. Hümeyra bu deği-
93
<5"
Gerçekten hava çok güzeldi. On, on beĢ adımda bir
manzara değiĢiyor gibiydi.
Ģen manzaraları büyük bir hayranlıkla
seyrederek, Çamlık mevkiine gelmiĢti bile.
Canan ve Sumru ağacın altındaydı. Yere bir kilim
sermiĢ, üzerine birkaç minder atmıĢlardı. Bu
eĢyaları Sumru'nun evinden almıĢlardı. Ayvalık,
Çamlıka doğru geliĢiyor, yeni yeni gösteriĢli
evler yapılıyordu. Hümeyra yanlarına yaklaĢtı,
"Öteki kızlar gelmedi mi?"
Canan, "Gelirler herhalde," dedi.
Kızlar deniz kenarından beĢ taĢ toplayıp,
oynamaya baĢladılar. On on beĢ dakika sonra,
Hümeyra yaklaĢan ayak sesleri duydu. Hümeyra
"Aysel ve Sevim olmalı," diye düĢündü. Arkasına
döndüğünde, Sumru ile Cananın erkek
arkadaĢlarını gördü. Yanlarında bir baĢka genç
daha vardı.
Ahmet gülerek yanlarına yaklaĢtı, "Abim Mehmet,
tanıyorsunuz tabii," dedi.
Sumru ve Canan, "Aaa, tanıyoruz tabii," dediler.
Hümeyra tanımamıĢtı. Ahmet devam etti.
"Hümeyra sen de tanıyorsundur değil mi? Lise
ikinci sınıfta."
Hümeyra kayıtsız, "Hayır, hatırlamıyorum," diye
mırıldandı.
Ahmet, "Abim hatırlanmayacak biri değildir.
Baksana ne kadar yakıĢıklı... Hem seninle
tanıĢmayı çok istiyordu."
Mehmet gerçekten yakıĢıklıydı. Hümeyra, yine
aynı kayıtsızlıkla, "TanıĢtık iĢte," dedi ve
baĢını denize çevirdi. Tedirgin ve kızgın bir
hali vardı. Öylece sabit bir yere bakıyordu.
Aslında nasıl yapsam da buradan uzaklaĢsam
düĢüncesi ile meĢguldü. Uzun bir müddet öylece
durdu Mehmet, "Bak, arkadaĢların yürüyüĢe çıktı.
Ne güzel eğleniyorlar. Hadi biz de yürüyelim,"
dedi.
Hümeyra çevresine bakındı. Hayret, nasıl da
sessizce uzaklaĢmıĢlardı. Hiç kimse yoktu. Hızla
ayağa kalktı, "Benim keman dersim vardı. Kusura
bakma! Hemen eve gitmeliyim," dedi. Mehmet bir
adımda önüne geçip, kolundan yakalamıĢtı.
"Keman dersin falan yoktur. Naz yapıyorsun."
Hümeyra sinirlenmiĢti, "Ne nazı? Neler
söylüyorsun
sen?
"Hadi canım, sen de beni beğeniyorsundur,
kendini ağırdan satıyorsun."
Hümeyra gerçekten sinirlenmiĢti. Bu ne küstah
bir davranıĢtı! Tekrar çevresine
bakındı. ArkadaĢlarından yardım isteyip, bu
sırnaĢık gencin elinden kurtulmak isliyordu.
Zira bayağı korkmaya baĢlamıĢtı. Ama yakınlarda
hiç kimse yoktu.
"Saçmalama! Kolumu bırak!" diye bağırdı.
Mehmet'in buna hiç niyeti yoktu. Aksine
Hümeyra'yı ağaçların arasına doğru çekiĢtirmeye
baĢladı. Hümeyra çaresiz bir halde çırpınmaya
çalıĢırken hemen arkasından biri bağırdı.
"Bırak kızın bileğini! Türkçe anlamıyor musun?
Gelmek istemiyor."
Hümeyra bu sesi tanıyordu. Ama pek de emin
değildi. Mehmet, "Neyi isteyip, istemediğini sen
nereden bileceksin? Bütün kızlar böyledir. Hem
sen kim oluyorsun da bana karıĢıyorsun?"
Hümeyra korkusundan arkasına bakamıyordu.
"O benim komĢum, nasıl bir kız olduğunu biliy
orum."
Hümeyra artık emindi. Hızla baĢını çev^dl. Nejat
ar-kasındaydı ve öfkeden kıpkırmızı olmuĢtu.
Nejat devam ediyordu, "Hem tanıyıp, tanımamam da
önemli değil. ġerefli bir erkek olarak, çaresiz
b^fr^enç kızı senin gibi itlerin elinden
kurtarmak bir görevdir," dedi. Mehmet sır-
naĢık bir Ģekilde gülüyordu, "Ooo, karĢımızda on
altın cı yüzyıldan kalma bir Ģövalye var, öyle
mi?" Nejat birden öne doğru fırlayıp, bütün gücü
ile Mehmet'in yüzünün sağ tarafına bir yumruk
indirdi. Mehmet yere yu varlanmıĢtı. Nejat yere
eğilip, Mehmet'i yakasından tut rak
doğrulttu. Sonra bütün gücü ile sol tarafına
güçlü bi yumruk indirdi.
"Simetrik olsun da o çok güvendiğin
yakıĢıklılığın bo zulmasın!" dedi.
Mehmet'in, ağzının kenarından kan
sızıyord' Hümeyra öylece bakıyordu. Bacakları
titremeye, mid si bulanmaya baĢlamıĢtı. Rengi
sapsarıydı. Ve ayrıca ço utanmıĢtı. Ayakta
sallanır gibi oldu. Nejat Hümeyra'nın yanına
koĢup, kolundan tuttu.
"Tamam, sakin ol! Geçti, hepsi geçti." Hümeyra
bir Ģeyler söylemeye çalıĢıyordu, "Ben, ina~ ki,
ben, bilmiyordum."
Nejat parmağını ağzına götürüp, "Susss" iĢareti
yaptı. "Biliyorum, senin hiçbir suçun yok.
Deminden beri istemeden sizi dinledim. Kıyıda
kayığımı bağlıyordum. He Ģeyi duydum. Hadi
arabam yolun kenarında, yürüyelim seni evine
bırakayım" dedi.
Mehmet hâlâ yerden kalkmamıĢtı. Yattığı yerde
ağzı-^^ nın kenarından akan kanları silmeye
çalıĢıyordu.
Nejat arabanın sağ tarafına geçerek, kapıyı
açtı. Arabanın arkasına doğru yönelen
Hümeyra'ya, "Hümeyra böyle gel" dedi. Hümeyra
sesini çıkarmadan, arabanın önüne oturdu. Hala
ağlıyor ve içini çekiyordu. Nejat, arabayı
çalıĢtırmadan bir müddet Hümeyra'ya baktı.
"Bak, bu halinle çok kötü görünüyorsun. Ġstersen
seni biraz gezdireyim, sakinleĢ. So^^ eve
bırakırım."
Hümeyra bir an düĢündü. Gerçekten eve gidecek
durumda değildi ama Nejat ile bir arabada gezmeye
çıkması nasıl karĢılanırdı?
"Peki, fazla uzaklaĢmayalım." Hâlâ ağlamaktan
konu-Ģamıyordu.
Nejat arabayı kumsalları ile meĢhur olmaya,
baĢlayan Sarımsaklı'ya doğru hareket ettirdi.
Ayvalıkın merkezinden epeyce uzaklaĢmıĢlardı.
Hümeyra korkmaya baĢlamıĢtı. Ġçinden "Bir
beladan zor kurtuldum, ikincisine düĢmeyeyim"
diye geçiriyordu. Uzun zamandır
konuĢmuyorlardı. Nejat, içinden geçenleri
anlamıĢ gibi, "Sakinlediysen dönelim mi?"
Hümeyra acele ile, "Evet evet, iyi olur" diye
cevap verdi.
Yine ağlamaya baĢlamıĢtı. Nejat arabayı
durdurdu, "Bak Hümeyra! Senin bu iĢte hiçbir
suçun yok. Sadece beklemediğin bir anda çirkin
bir davranıĢ ile karĢılaĢ-lın. "Gitmemeliydim"
diye düĢünüyorsun. Haklısın! Ama iki samimi
arkadaĢının böyle bir tuzak kuracağını nereden
bilebilirdin? Aslında bu olaydan birçok ders
çıkarabilirsin. Çok iyi tanımadığın insanlarla
gezmemek, kalabalık yerlerden uzaklaĢmamak
gibi... Sana küçük kız dediğimde kızıyorsun ama
bazı Ģeyleri göremeyecek kadar da küçüksün. Bir
Ģey daha söylemeliyim. Bu olayı ailenden
gizleme! Hatta hiçbir olayı... Güvendiğin biri
ile paylaĢ. Onların sana verecek öğütleri
vardır. Mesela annenjp^
Hümeyra atıldı, "Hayır, hayır. Büyüknineme veya
Bici'ye söyleyeceğim."
Nejat ĢaĢırmıĢtı, "Neden annen değil? Ben
kızların anneleri ile her Ģeylerini paylaĢtığını
zannederdim."
Hümeyra buna nasıl bir cevap vermeliyim? diye
düĢünüyordu. Annesi kendi problemlerini bile
halledemiyor-du, sorunları çok fazla diyemezdi.
97
"Büyük ninemin görüĢleri daha kuvvetlidir. Ne de
olsa tecrübesi fazla ve akıllı bir kadın."
"Tamam, çok iyi. Yani evin en büyüğü ile en küçüğü
iyi arkadaĢlar, öyle mi?"
"Evet öyle."
"Bak, sen çok güzel, çok çekici bir kız
oluyorsun. Bu gibi olaylarla karĢılaĢabilirsin.
Güçlü ve dikkatli ol lütfen."
Eve yaklaĢıyorlardı. Hümeyra, "Ben burada
inmeliyim! Sana nasıl teĢekkür edeceğimi
bilemiyorum. Gelmeseydin ne yapardım? DüĢünmek
bile beni feci Ģekilde korkutuyor," diyerek
hızla uzaklaĢtı.
Nejat arkasından, "Yok canım, o kadar da abartma!
Sadece dikkatli ol!" gibi Ģeyler söylüyordu ama
bunların büyük bir kısmını Hümeyra duymamıĢtı.
Aslında Nejat'ın böyle bir olaya Ģahit olması,
onu her Ģeyden çok üzmüĢtü. Fakat Nejat'ın
gelmemesi daha kötü sonuçlar doğurabilirdi.
Mehmet'in tuttuğu koluna baktı. Hâlâ kızarıktı
ve kirlenmiĢ gibi görünüyordu. Merdivenleri
ikiĢer ikiĢer çıktı. Arkasından seslenen Bici'yi
duymamıĢ gibi yaparak, hızla odasına girdi. Yine
annesi ile babası münakaĢa ediyorlardı. Bir an
"KeĢke sevimsiz Hayale rağmen, amcamlar bizimle
olsaydı. Babam daha sakin, daha anlayıĢlı
oluyordu, i Hem belki de Nejat'ın yerine beni
Suat bugünkü durumdan kurtarırdı" diye geçirdi
aklından, Suat'ı düĢünmek bile Hümeyra'yı
rahatlatmıĢtı. Gene hemen kendi içinde bulunduğu
sıkıcı duruma döndü. Bir an evvel elini yüzünü
ve Mehmet'in tuttuğu kolunu yıkamalıydı.
Banyoda dakikalarca uğraĢtı. Bileğini ovmaktan
dolayı iyice teni kızartmıĢtı. Saçını taradı.
Saatini koluna takarken, "Eyvah!" diye bağırdı.
"Bir saat sonra keman hocam gelecek. Bazı
parçaları çalıĢmam gerek." dedi. Acele ile ke
inanını ve yayını eline aldı. Uzun süre kendini
müziğe veremedi. Sonra bütün ruhunu müziğin
notalarından oluĢan dünyasının içine bıraktı.
Aslında sadece yedi notaydı ama yarattığı dünya
hayal ötesi bir enginliğe sahipti. Ġnsan ruhunun
etkilenmemesi, içinde kaybolmaması mümkün
değildi. ġimdi kendini daha iyi hissediyordu.
Sabah kahvaltısı ile durduğunu fark etti. Piknik
sepetini öylece orada bırakmıĢtı. Acaba bu
Ģartlarda yiyebildiler mi? diye düĢündü. Hemen
arkasından "zıkkım yesinler" dedi. Ve hafiften
gülümsedi. "Bu kadar korkudan sonra düĢündüğüm
saçmalıklara bak! Ġnsan beyni ne garip
çalıĢıyor" diye söylenirken, mutfak kapısından
girdi.
"Bici ben büyükninem ile yiyeceğim," dedi.
Büyüknine sallanan koltuğunu pencereye, daha
doğrusu denize doğru çevirmiĢ, gurubu seyretmeye
hazırlanıyordu. Hümeyra kapıyı fazla ses
çıkarmamaya özen göstererek birkaç kere kapıya
vurdu. Büyük nine, "Gel SarmaĢık Gülü!" diye
seslenince, odaya girdi. Büyükninenin yanında
olmak, Hümeyra için güven içinde olmak demekti.
Bu, kendini bildi bileli böyle olmuĢtu. Sebebini
tam olarak bilmiyordu. Aslında böyle hissetmeye
baĢladığı an, bir Ģeyin nedenini niçinini tahlil
edemeyecek kadar küçüktü. Yani üç dört yaĢlarda
falan olmalıydı. Birden hafiflemiĢti. Gülerek
büyükninenin yanına yaklaĢıp, yanağından öptü.
"Nineciğim, benim olduğumu nereden biNĠyorsun?"
Ninenin yüzünde acı bir tebessüm belirmiĢti, "Aa
yavrum, beni senden baĢka arayan mı var? Züleyha
yemek saatlerinden aĢağı yukarı yarım saat evvel
gelir. Yemek lis tesini sayar, neyi istediğimi
öğrenir ve gider. Makbule ö len yemeği
hazırlanmaya baĢlamadan gelir. Fazladan bir
Ģey istiyor muyum diye sorar. Eh haftada bir iki
defa da "Büyükhanım nasılsın?" diye uğradığı
olur. Annen yanı ma gelmekten çekinir oldu. Çünkü
yüzündeki acıyı sakla yamayacak kadar mutsuz ve
dürüst. Soru sormamam, bu adamı bırak dememem
için mümkün olduğu kadar az ya nıma uğramaya
çalıĢıyor. Aklının bende olduğunu biliyo rum.
Baban kendi âleminde, baĢka bitkileri görmemez
likten gelerek, ormandaki bütün suyu emip
yaĢamaya ça lıĢan büyük bir okaliptüs ağacı gibi.
Bu kadar su emme nin kendisine ve çevresine zarar
verdiğinin farkında de ğil. Sürekli daha fazla
su istiyor. Suyun kaynağı da ben ol duğuma göre,
bunu da benden bekliyor. Vermediğim için de bana
kızgın. Vermeye vereceğim ama ötekiler gibi boĢa
akıtacak. Herkes susuz kalacak. Bundan dolayı
baban beni sormaya değil, yok etmeye gelebilir."
Hümeyra'nın kafası karıĢmıĢtı, "Su mu?" diye
sordu. Büyüknine gülmeye baĢlamıĢtı, "SarmaĢık
Gülü, sen olmasan ben gülmeyi de unutacağım.
Babanın suyu pa radır. Bizim ailede bol para
görünce sapıttı. Kaynağını ku rutmadan rahat
edemeyecek. Gelelim Faruk'a, o da yetiĢ mek üzere
olan bir okaliptüs. Yanılmayı çok isterim ama
ikinci bir Derman bey büyüyor."
Hümeyra uzun süre sustu. Sonra annesi ile babası
nın münakaĢaları aklına geldi. Birçoğunun içinde
satmak para kelimeleri geçiyordu. Diğer
cümleleri de annesini duygularından dolayı
suçlayan, Hümeyra'nın pek anlaya madiği, imalı
sözlerle dolu oluyordu.
"Ne düĢünüyorsun Hümeyra?" "Yine haklı olduğunu
nineciğim."
"Bana yaklaĢ bakayım." Hümeyra ninesine iyice
yak "Senin gözlerin neden kanlanmıĢ?"
üme
laĢtı.
anla
Hümeyra biraz durdu. Nejat'ın "ailenle paylaĢ!"
sözlerini hatırladı.
"Büyüknine bu gün baĢıma hoĢ olmayan bir Ģey
geldi!"
Nine endiĢelenmiĢti, "Ne gibi bir Ģey?" diye
sordu. Sesi sabırsız ve telaĢlıydı.
"Daha doğrusu gelmek üzereydi. Birisi yardımıma
yetiĢti."
"SarmaĢık Gülü! Geveleme de söyle! Ne oldu?"
Hümeyra olup biteni anlattı. Büyüknine "Seni
kurtaran kahraman, Ģu sana "küçük kız" diyen
çocuk mu?" "Evet, evet, adı Nejat."
"Önce o Nejat'a bir aferin demeliyim. Efendi
çocukmuĢ. O avukat Kenan'ın oğluydu değil mi?"
"Evet büyüknine."
"Armut dibine düĢer. Babası da çok karakter
sahibi bir çocuktu. Bak SarmaĢık Gülü, eskiden
beri söylenen çok güzel bir söz vardır. Söyle
arkadaĢını! Söyleyeyim ne olduğunu! insanlar
birçok Ģeyi arkadaĢlarından öğrenirler. Bu
Ģeylerin içinde kötü olanlar çok daha fazladır,
maalesef. Çünkü insan ruhu zevk veren, heyecan
veren Ģeylere karĢı ilgi duyar, zayıftır. Hele
belli yaĢ dönemlerinde. Mesela sigara içmeyi,
esrar çekmeyi, daha zamanı gelmeden karĢı cinsle
arkadaĢlık kurmayı, hatta iliĢkiye girmeyi ve
bunun gibi yanlıĢ Ģeyleri hep arkadaĢlar
öğretir.Hiç evladına sigara içmesini söyleyen,
mektebi asıp baĢka Ģeylerle vakit geçirmesini
öğütleyen, bir ana, baba veya öğretmen gördün mü?
Bu tip arkadaĢlar, yakınında olanları da
kendilerine uydurmaya
çalıĢırlar. Çünkü yaptıklarının yanlıĢ olduğunu
bilirler ama zayıf oldukları için yapmaktan
vazgeçemezler. Eğer arkadaĢları uygun değilse,
yani kendi yaptıklarını yapmıyorsa, bir yere
kadar zevk almaları da kısıtlanır. Ondan gizli
veya onunla olmadıkları zamanları
seçmeleri gerekir. Hem de arkadaĢları onların
yanında erdemli ve beğenilir kiĢi olarak kalır.
Bu da hiç iĢlerine gelmez. Herkesin aynı yanlıĢı
yapmaları, bu tip insanlara rahatlık verir. Ne
yani filan da, falan da içiyor. Bir tek biz miyiz?
gibi. Senin o arkadaĢlarının da yaptığı bu. Bu
gibilerle düĢman olmak da iyi değildir dost olmak
da. Ne fazla yakınında ne de karĢılarında
olmalılar... Bence mektebinde bu konuyu hiç
kimseye açma. Onlara da fazla çıkıĢma
Yaptıklarının ne denli tehlikeli olduğunu tam
kavramıĢ gibi davranma ama yakın olmamaya,
bilhassa mektep dı Ģında buluĢmamaya çalıĢ. Bu
iyice tanımadığın herkes için geçerlidir. Fazla
üzülme! Çok güzel bir kız oluyorsun. Bu gibi
Ģeylerle karĢılaĢacaksın. Kendini korumayı bil
yeter!" "Aaa, o da aynı Ģeyi söylemiĢti."
"O kim, komĢu oğlu mu?" diye soran
büyüknine Hümeyra'nın cevabını beklemeden devam
etti; "O çocu ğa gelince, dedim ya, babası gibi
sağlam karakterli galiba. Ġçinden seni de
beğeniyor diyecekti ki, vazgeçti. Ve de vam
etti, "Tabii fazla tanımıyorum. Ona karĢı da
fazla yakın olma!"
"Yoook, yok büyük nine. Öyle bir Ģey olamaz.
Babam da çok kızar."
Büyüknine "Babanı geç" diyecekti ama ondan da vaz
geçti. Bu yaĢtaki bir çocuğu, babaya
itaatsizliğe teĢvik et memeliydi.
"Peki bu konuda sen ne düĢünüyorsun? Ve^^ıe isti
yorsun? Yani elinde olsaydı, Nejat ile daha sık
görüĢmek
Hümeyra bir an duraladı. Yine heyecanlanmıĢtı.
Acele
ister miydin?"
ile, "Hayır asla!" dedi. "Ben Nejat abiden hiç
hoĢlanmam Bu gün böyle bir Ģey oldu diye ona
hayran olacak değilim Zaten defalarca teĢekkür
etti*m^
Büyüknine birden konuyu değiĢtirdi, "Bak
SarmaĢık Gülü, odanın içi kıpkırmızı oldu. Bu gün
gurup Ģahane, biraz sonra da pembenin ve leylak
renginin tonlarına dönüĢecek."
O sırada kapı açıldı. Gelen Züleyha idi. Elindeki
büyük tepsinin içinden sıcak yemeklerin buharı
çıkıyordu. Galiba yaprak sarması vardı.
Büyüknine de Hümeyra tütüyordu yaprak sarmasını
çok severdi. Züleyha sürmelerini çekmiĢ,
dudağını hafif boyamıĢtı. Büyüknine içinden
Allah bilir ya, bu kırmızı renkgrapon kâğıdı
iledir. Bu kız hiç hoĢuma gitmiyor diye düĢündü.
Züleyha çıkınca, "SarmaĢık Gülü, sen bu
Züleyhayı seviyor musun? Daha doğrusu güveniyor
musun? Mesela Bici'ye güvendiğin gibi..."
Hümeyra biraz duraladı. "Bu soru da nereden
çıktı?" der gibi bakıyordu. Ama büyüknine
soruyorsa vardır bir sebebi diye karar verdi.
"Nineciğim, hiç düĢünmemiĢtim. Ama sizden baĢka
hiç kimseye Bici'ye güvendiğim gibi güvenemem ve
sevemem. Niçin sordun?"
Büyüknine önemsemezmiĢ gibi dudağını büktü,
"Hiiç, konuyu değiĢtirmek için," dedi. Hümeyra
odasına gitmek için ayağa kalkarken, bir
taraftan da ninesinin boĢuna konuĢmayacağını
düĢünüyordu. Gerçekten oldukça sakinle-miĢ,
konudan uzaklaĢmıĢtı.
Pazartesi sabahı Hümeyra yine sinirli ve
heyecanlıydı. ġimdi Sumru, Canan ve Ahmet ile
karĢılaĢacaktı. Kendisi her Ģeye rağmen konuyu
açmamaya kararlıydı ama onların açması
kaçınılmazdı.
Mektebin bahçesinde ilk defa Sevi m ile
karĢılaĢtı. Birbirlerine "Günaydın" dedikten
sonra, Hümeyra sordu, "Cumartesi niçin
gelmediniz?"
Kız ĢaĢkın bir ifade ile Hümeyra'nın yüzüne
baktı, "Nereye? YaĢ günü falan mı vardı?"
"Hayır, hayır ben karıĢtırdım galiba," diyerek
yürüdü. Ġçinden "Zavallıların haberi bile
yokmuĢ. O olay gerçekten bir tuzakmıĢ" dedi.
Sınıfa girer girmez, Ahmet ile Canan
fısıldaĢma-larmı kesip, karĢısına dikildiler.
Büyük bir piĢkinlikle, "Cumartesi günü
çıkardığınız o rezalet neydi?"
Hümeyra ĢaĢırmıĢtı, "Rezaleti biz mi çıkarttık?"
Canan, "Tabii, en azından saman altından su
yürütüp, bizden saklamamalıydın. Bizde sana
arkadaĢ bulmaya çalıĢmazdık."
Hümeyra daha da çok ĢaĢkın bir hal almıĢtı, "Neyi
sakladım?" diye sordu.
Canan, Ahmet'e dönerek, "ArkadaĢın rol
kabiliyeti de iyiymiĢ."
Hümeyra sinirli bir sesle, "Lütfen hem suçlu, hem
güçlü olmayın. BaĢıma bela sarıp, uzaklaĢtınız.
ġimdi de beni mi suçluyorsunuz?"
Canan, "Biz ne bilelim senin gizliden gizliye bir
sevgilin olduğunu," dedi.
Hümeyra elini havaya kaldırdı. Cananın yüzüne
bir
tokat indirecekti ki, ninesinin sözlerini
hatırladı. O tiplerin düĢmanlığı da, dostluğu da
çok tehlikelidir, elini indirdi. Sakin olmaya
çalıĢarak, "Canan! Benim erkek arkadaĢım falan
yok. Olsaydı saklamazdım. Nejat abiyi
kastediyorsan, o bizim komĢumuz ve tesadüfen or
adaydı. Ġyi ki de oradaymıĢ. Kayığını
bağlıyormuĢ. O çocuk, adı Mehmet miydi, neydi,
her ne ise, aĢırı yüzsüzlük yaptı. Kolumdan
tutup, çekiĢtirmeye baĢladı. Hiçbiriniz yanımda
yoktunuz. Sizin bunu bilerek yapmadığınızın
farkındayım. Ama Nejat abi haklıydı," dedi.
Ahmet, "Benim abim yüzsüzlük yapmaz. Ġki tane
diĢi kırılmıĢ. Sizi mahkemeye vereceğiz. Daha
doğrusu Nejat denen o Ģövalye bozuntusunu."
Hümeyra iyice sinirlenmiĢti, "Galiba
bilmiyorsunuz, Nejat'ın babası Ayyalık'ın en
ünlü avukatı. Ayrıca sizlerin orada bulunmanızı
ve ne yaptığınızı nasıl izah edeceksiniz? On beĢ
yaĢında bir kızın fingirdemek istemedi diye
mahkemeye verildiğini hiç duymadım. Mektepten
atılmayı istemiyorsanız, kendi iyiliğiniz için
bu olayı irdelemeyin. Baskın çıkmaya da
çalıĢmayın," dedi. Bunları birden nasıl düĢünüp
de söylemiĢti? Kendisi de anlayamamıĢtı ama
söyledikleri etkisini hemen göstermiĢti. Ġkisi
de susmuĢlardı. Sonra sıralarına doğru
yürüdüler. Marika uzaktan olanları
seyrediyordu. Hümeyra oturur oturmaz sordu,
"Kötü bir Ģey mi var?"
"Evet ama sonra anlatırım," dedi. Ġçinden
Marika'ya anlatmaya karar vermiĢti. Ona
güveniyordu. Ve yanında bu olayı bilen bir
dostunun olması iyi olacaktı.
Bu olaydan sonra pek kayda değer bir Ģey
yaĢanmamıĢtı. Hümeyra yine Nejat'ı görünce ya
görmemezlikten geliyor ya da yolunu
değiĢtiriyordu. Birkaç defa selamlaĢ-ımĢlar,
Hümeyra'nın acele ile uzaklaĢmasından dolayı
ko-ııuĢamamıĢlardı. Marika ile iyiden iyiye
herĢeylerini paylaĢan iki arkadaĢ olmuĢlardı.
Ġkisi de derslerinde ba*a^ lı idiler. Marika
zaman zaman Hümeyra'larda kalıyordu. Henüz
Hümeyra'ya Marika'nın yaĢadığı evde kalmasına
izin verilmemiĢti. Gerçi Marika'da bu
konu&Qsrarcı değildi. Ġki genç kız orta son sınıf
bitirme imkanlarına hazırlanıyorlardı. Uzun
süre çalıĢtıktan son(c), havanın güzelliğinden
istifade ederek, denize karĢı verandaya çay içme
ye
çıkmıĢlardı. Ayvalık yine güzel günlerinden
birini ya
Ģıyordu. iki arkadaĢ uzun süre denize bakıp,
güneĢin da gaların üzerindeki oynaĢmasını
seyrettiler, ikisi de dalgın dı. Hümeyra bu
sessizliği bozdu, "Marika yarında geleceksin,
değil mi?"
Marika mahcup bir Ģekilde, "Evet gelirim," ded
Cevabında bir tereddüt, bir çekingenlik vardı.
Hümeyra me raklandı, "Bir mani mi vardı? Biraz
tuhaf "evet" dedin de."
Marika bir müddet düĢündü, "Benim gelmemde bir
mani yok. Ama seni davet etmemde maniler var. Ben
de vamlı size geliyorum ve utanıyorum. Ne olur
anla! Ora benim evim değil. Bana bakanlar annem
babam değil."
Marikanın gözleri dolmuĢtu. Dudakları titreme ye
baĢladı. Hümeyra iĢaret parmağını Marikanın
titreyen dudaklarının üzerine koydu, "HiĢĢt,
sakın bunun için bir rahatsızlık duyma! Beni
bırakacakları zaten Ģüpheli.. Hem bak evimiz
kocaman. Bu evde herkes seni seviyor.' Marikanın
dudakları hâlâ titriyordu, gözlerindeki yaĢlar
da yanaklarından akmaya baĢlamıĢtı. Hümeyra
devam etti, "Bu, hiç de ağlanacak bir Ģey değil
Marika!"
Marika içini çekerek, "Benim hayatımın tümü ağla
nacak bir Ģey. Bir çocuğun anne babasından
uzakta, on sevmediğini bildiği insanların
yanında, sığıntı olarak ya Ģaması çok zor...
Neden büyütemeyecekleri, maddi
manevi destekten yoksun bırakacakları bir çocuğu
doğururlar? Hiç anlayamıyorum."
Hümeyra'nın de gözleri dolmuĢtu. Ayağa kalkıp,
arkadaĢının boynuna sarıldı. Bir taraftan da
kendi gözyaĢların Marika!ya göstermeden silmeye
çalıĢıyordu.
Hümeyra birden, "Bak, istersen bizde devamlı
kalab lirsin!"
Kendi teklifine, kendisi de ĢaĢırmıĢtı. Hiç
kimseye sor madan, böyle bir teklifte
bulunmamalıydım diye düĢündü
Marika kesin bir dille, "Sağ ol! Ona da asla
müsaade ilmezler. Sana henüz hikâyemi tam
anlatmıĢ değilim. Bir i:ün kendimi daha güçlü
hissettiğim bir zaman anlatacağım," dedi.
Hümeyra ben galiba annemle babamın kavgalarını
fazla büyütüyorum. Beterin beteri
varmıĢ diye düĢünüyordu.
O günden sonra Marika, Sertoğlu ailesinin ikinci
kızı konumundaydı. Haftanın birkaç günü konakta
kalıyordu. Ev halkı bu durumdan çok memnundu.
Özellikle
I lümeyra ve ninesi... Duygularını dile
getirmese de annesi de memnun görünüyordu.
Derman beyin ne düĢündüğü pek belli değildi.
Belki de bu konuda hiçbir Ģey düĢünmüyordu.
Yaz yine gelmiĢti. Her taraf yeĢermiĢ, havalar
ısınmıĢ-
II . Büyüknine hastaydı. Grip geçirmiĢ ama bir
türlü atlata-mamıĢtı. Nefes almakta
zorlanıyordu. Hümeyra ve Marika boĢ zamanlarının
çoğunu büyükninenin odasında geçiriyordu.
Hümeyra, ninesinin saçlarını
taramaya çalıĢıyordu. YaĢlı kadının yüzüne
batmak üzere olan güneĢin ıĢınları vurmuĢ,
yüzündeki derin çizgileri daha da
belirgin-leĢtirmiĢti.
Hümeyra, "Nineciğim, bu günlerde çok zayıfladın,
hiçbir Ģey yemiyorsun," dedi.
Büyüknine içini çekti, "Yüzümdeki çizgilerden do
ve senelerin yorgunluğunun izleri kızım. Her
Ģeyi tadında
mı böyle düĢünüyorsun? Onlar
korusun!"
bırakmak güzel olur. Ne daha fazla lazla çizgi
istiyorum."
Hümeyra heyecanla atıldı, "O da
Nine gülümsüyordu, "Bak sana ne diyeceğim,
insanlar aslında sadece bir yıl yaĢıyorlar,
ilkbahar, yaz, sonbahar, kıĢ... Diğer bütün
yıllar bunun tekrarı. Yani ben seksen ilkbahar,
seksen yaz, seksen sonbahar ve seksen kıĢ gördüm.
Bunların sayısı seksen beĢ veya seksen dokuz
olmuĢ, ne fark eder? Sadece bir iĢim var. Onu
yapamadan ölmeme liyim."
iki kız birden yine bağrıĢtı. Hümeyra ağlamak
üzereydi, "Allah korusun, nine!"
Tam o sırada kapı çalındı. Gelen Züleyha'ydı.
"Büyükhanım, iğneciniz geldi. Mutfakta iğneyi
kayna tıyor," dedi.
Nine duymamıĢ gibi, dikkatle Züleyha'nın yine
grapon kâğıdı ile boyanmıĢ olan dudaklarına
bakıyordu. Züleyha çıktıktan
sonra fısıltı halinde konuĢtu, "Bu kadın
sinirime dokunuyor. Neden kovmadım ki?"
Hümeyra ninesinin neden Züleyha'ya taktığını
anlayamamıĢtı. Ama bir Ģey de sormadı.
Büyüknine hâlâ yatakta idi. Torunu Süheyla hani"
ile konuĢmak istemiĢti. Hümeyra bunu annesine
iletti. Süheyla hanım duygularını kolaylıkla
belli eden bir yaradılıĢa sahip değildi.
Ninesini çok sevdiği halde fazla gösteremiyordu.
Zaman zaman bunun üzüntüsünü çekerdi. Çok
telaĢlanmıĢtı. Acele ile büyülenmenin yanma
indi. Hümeyra odasına gider gitmez kemanını
eline almıĢ, ninesinin öğrenmesini istediği,
Dede Efendinin "Yine bir gülnihal aldı bu
gönlümü" adlı klasik eseri çalıĢmaya baĢlamıĢtı.
Büyüknine hastaydı. Onu mutlu etmeye
çalıĢıyordu. Bu Ģarkıyı çabucak öğrenmeli,
büyüknineye dinlet meliydi. Hümeyra bir türlü
kendini müziğe veremiyor du. Koridorda
fısıltılar, daha doğrusu gülüĢmeler vardı
MeraklanmıĢtı. Bu konuĢmalar annesi ile babası
arasında olamazdı. Zira onların böyle
gülüĢtüğünü hiç duymamıĢtı. Ancak kavga
ederlerdi. Kemanı çalmayı bırakmadan, gözünü
kapının anahtar deliğine getirdi. Yatak odasının
açıldığı uzun koridor boydan boya görünüyor
gibiydi. Bir ileri, bir geri hareket eden, gülen,
daha doğrusu basit bir tarzda fingirdeyen bir
kadındı bu. Ama annesi değildi. KarĢısında
konuĢtuğu erkeğin sesi babasına benziyordu.
Hümeyra biraz daha seyretti. Anahtar deliğinden
ikisini de içine alan alam göremiyordu. Kapıyı
hafifçe
araladı. Evet yanılmamıĢtı. Babası Züleyha'yı
yatak odasına çekmeye çalıĢıyor, o da çeĢitli
cilvelerle girmemeye çabalıyordu. Hümeyra o
kadar sinirlenmiĢti ki, kapıyı birden sonuna
kadar açtı. Babasının eli Züleyha'mn yanağım
okĢuyordu, "Hadi kız, beĢ dakika ... "
Cümlenin sonunu tamamlayamadı. Ġkisi de donmuĢ
gibi durdular. Züleyha bir müddet ifadesiz bir
yüzle Hümeyra'ya baktıktan sonra, koĢarak
aĢağıya indi. Babası öylece duruyordu.
Birden hızla Hümeyra'nm yanma yaklaĢtı. Yüksek
bir sesle, "Ne o, bizi mi gözetliyordun?" diye
gürledi.
Hümeyra, baĢını havaya kaldırdı. Babasının
gözlerinin içine bakarak, ilk defa korkmadan,
"Hem suçlu, hem güçlü sözü bu durumlarda
kullanılıyor galiba'dedi. Hızla içeriye girip
oda kapısını kapattı. Yatağın üzerine oturdu.
Hâlâ elinde tuttuğu kemanı ile yayım bir tarafa
bıraktı. Gözlerinden yaĢlar iniyordu. Aslında ne
den ağladığını pek bilmiyordu. Annesi ile
babasının bir sevgiyi paylaĢmadıklarım,
birbirlerine tahammül edemediklerini artık
anlamıĢtı. Hümeyrayı yaralayan babasının bu
denli küçülmesi, evdeki çalıĢanına böyle bir
tacizde bulunması, onu annesi ile paylaĢtığı
yatak odasına davet ede-
109
cek kadar cüretkâr olmasıydı. Eğer annem ile
mutsuzsa, bunu ona açıklayıp ayrılması gerekmez
miydi? diye düĢündü. Ne yazık ki,
büyükninenin dedikleri iyice doğrulanı yordu.
Babası annesinin parası yüzünden bu evliliği
bi-tirmiyordu. Annesi ise sadece çocuklarım
mutsuz olur, el alem ne der? düĢüncesindeydi.
Acaba bu durumda çocukları ne kadar mutlu
olabiliyordu? Bunun hesabını hiçbirisi
yapamıyordu. Hümeyra Ģu anda baĢka bir zor durum
ile de karĢı karĢıya idi. Bu gördüklerini
birisine söylemeli miydi? Bu kim olmalıydı?
Yoksa iĢler daha fazla mı kötüye giderd? Hümeyra
yemek saatine kadar bu düĢüncelerle ile savaĢtı.
Bir karara yaramıyordu. Söylememek bu çirkin
davranıĢı kabullenip, oturmak demekti. Söylemek
ise nelere sebep olacaktı kestiremiyordu.
Bici'nin kendisini çağıran sesini duydu. AkĢam
yemeği hazırdı. Nasıl babam ile bir masaya
oturabilirim? diye düĢünüyordu. Ninesinin
yanına da çıkmak istemiyordu. Zira her zamanki
gibi bü-yüknine garip bir durum olduğunu
anlayacaktı. Ondan hiçbir Ģey saklanamazdı.
Hümeyra ise henüz anlatmaya hazır değildi.
Neyse ki babası yemekte yoktu. Güya yeni açılan
Ģehir kulübünde arkadaĢları ile buluĢacakmıĢ.
Züleyha ise, baĢının ağrıdığını bahane etmiĢ,
sofra hizmetini Bici'ye bırakmıĢtı.
Hümeyra, ikisinin de olmayıĢından çok memnundu.
"Bici; sana yardım edeyim," diyerek s ofradaki
eksikleri tamamlamaya baĢladı.
iĢe gelmedi. Dör
Bundan sonraki üç gün Züleyha iĢe gelmedi.
Dördüncü günün sabahında, Ġsmail üzgün bir
tavırla, kahvaltı sofrasının baĢında durdu,
"Süheyla hanım, Züleyha artık gelemeyecek. Hep
baĢı ağrıyor." Sonra biraz duraladı. Yüzünde
bir mutluluk ve gülümseme vardı, "Hem de midesi
bulanı-yor. ÇalıĢamayacak. Kusura kalmayın,"
dedi.
Derman bey çatalına taktığı peyniri ağzına atmak
üzereyken bir müddet öylece durdu. Hümeyra'nm
kendisine baktığını görünce, peyniri ağzına
acele ile atıp, masadan kalktı, "Sigaramı alıp,
geleyim" dedi. Süheyla hanım üzgün bir ifade ile,
"Ġsmail, hekime gittiniz mi? Nesi varmıĢ vah vah"
gibi bir Ģeyler söylüyordu. ÜzülmüĢtü. Bici
öylece bakıyor, bir yorum getirmiyordu. Hiç de
ĢaĢırmıĢ veya üzülmüĢ gibi bir ifadesi yoktu.
Hümeyra içinden "Demek ki o da bazı Ģeylerin
farkında" diye düĢündü. Süheyla hanım dönmesi
için ısrar edince Ġsmail sıkılarak, "Sağ ol,
Süheyla hanım, Züleyha iki canlı da, çalıĢmak zor
olacak," dedi.
Züleyha ile Ġsmail yedi senedir evliydi.
Çocukları olmuyordu. Hümeyra bunun bir yalan
olduğunu düĢündü. Daha da çok sinirlenmiĢti.
Ahlak düĢkünü kadın, zavallı kocasını en zayıf
olduğu yerden kandırıyor, ümitlendiriyordu.
Hümeyra daha fazla dayanamadı, "Anne, neden
ısrar ediyorsun? Onlar koca insanlar. Bence en
doğru kararı vermiĢler."
Babası içeriye girmiĢti. Birden bağırdı, "Sen
sus! Bu günlerde her Ģeyin içindesin."
Hümeyra yine baĢını dikleĢtirdi, "Nasıl yani?
Görmemem gerekeni görüyor, söylememem gerekeni
söylüyorum, öyle mi?"
Babasının yüzü kıpkırmızıydı. Hümeyra babasının
yüzüne dikkatle baktı. Bu yüz ona hiçbir Ģey
ifade etmiyordu. Duyduğu sevgi ve saygı
kırıntıları da kaybolmuĢtu. Bundan böyle asla
baba kız gibi olamayacaklarını hissediyordu.
Zaten bu güne kadar da yakın olamamıĢlardı.
Hümeyra farkında olmasa da, bir gün babası ile
kaynaĢacaklarını hayal ediyordu. Ġçinde hep o
ümidi taĢımıĢtı.
Birdenbire tuhaf bir burukluk hissetti. Sanki
sırtını dayadığı duvarın bir kısmı çökmüĢ
gibi... Ayağa kalktı. Gözleri dolu doluydu.
Hızla üst katın merdivenlerinden çıktı.
Hümeyra kendini bildi bileli babası ile bağları
güçlü değildi. Ama yine de onun babasıydı. Belli
duyguları, çok güçlü olmasa da taĢıyordu. Saygı
gibi, sevgi gibi, güven gibi... Bütün bunların
hepten yok olması, on beĢ yaĢındaki bir kız için
çok büyük bir kayıptı. Ġçinde doldurulmayacak
bir boĢluk hissediyordu.
Süheyla hanım, Hümeyra'nın bu tavrına çok
ĢaĢırmıĢ, babası ile arasında bir Ģeylerin
geçtiğini anlamıĢtı. Konuyu daha fazla uzatmadı.
"Peki Ġsmail, ne diyelim? Allah tamamına
erdirsin."
Ismailin ağzı kulaklarında, "Sağ olun, Süheyla
hanım," diyerek yemek masasından uzaklaĢtı.
Hümeyra Züleyha'nın evden uzaklaĢmasına
sevinmiĢti. Hâlâ annesine söyleyip söylememek
arasında bocalıyordu. Önce Marika ile
konuĢmalıyım! Sonra gerekirse bü-yükninem ile
konuĢurum diye karar verdi.
Ertesi günü Marika'ya bütün olanları anlattı.
Marika onu can kulağı ile dinledi. Marika'nın
gözleri dolmuĢtu. Hümeyra kendisinin ağlamadığı
bir olaya, Marika'nın ağlamaklı oluĢunu pek
anlayamadı. Marika baĢından sonuna kadar sözünü
kesmeden dinledi. Birkaç dakika durduktan sonra,
"ġimdi de sen beni dinle!" dedi. Deri^J^ nefes
aldı. "Annem ile babam, bundan on yedi, on sekiz
yıl önce
çok havalı bir kadınmıĢ, yani öyle derler. Ben
hayal meyal hatırlıyorum. Ġtalyan asıllı, cana
yakınlığı, sıcaklığı ile tam bir Akdeniz insanı.
Ve tabii Katolik... Babam yunan asıllı
Protestan, anneme göre, daha az hareketli ve
ağırbaĢlı
Ġtalya'da tanıĢmıĢlar. AĢk
.una görünüĢü ile karakteri tam bir tezat teĢkil
eden bir erkek. Yunanistan'ın köklü, bir o kadar
da yozlaĢmıĢ bir ailesinden geliyor. Hemen
birbirlerine âĢık olmuĢlar. Kısa bir /aman sonra
da bir Katolik kilisesinde evlenmiĢler. Sonra
ben dünyaya gelmiĢim. Babam iki, üç sene sonra
anneme ihanet etmeye baĢlamıĢ. Belki de daha
önce... Annem anı ak o zaman fark edebilmiĢ
de olabilir. Bu iĢi o kadar ileri götürmüĢ ki...
Açıktan açığa kadınları eve getirir, gözünün
önünde flört edermiĢ. Hatta annemin yatağında
kadınlarla seviĢirmiĢ. Annem itiraz ettiğinde de
dayak yermiĢ, ürkekler ne kadar garip ve bencil
değil mi? YanlıĢ da olsa, yaptıklarına mani
olamaz gibi bir duyguya sahipler. Yeter ki onlar
zevk duysun. KarĢıdakinin acısı, yıkılan gururu
onlara hiçbir Ģey ifade etmiyor. Bu da yetmezmiĢ
gibi, zor ve Ģiddet kullanabiliyorlar. Annem bir
tekstil fabrikasında stilist olarak
çalıĢıyormuĢ. Fabrikanın sahibi anneme
hay-ranmıĢ. Birkaç defa annemi yüzü gözü yaralar
içinde görmüĢ. Durumu anlayınca "Bırak o adamı!
Ben seninle evlenmeye hazırım" demiĢ. Ama annem
beni babasız bırakmamak için bu iĢkenceye iki
sene kadar katlanmıĢ. Sonra bir gün, yine bir
dayak olayından sonra benim elimden tutarak
patronunun evine gitmiĢ. Ben de hayal meyal
hatırlıyorum. Annem ile patronu Carlos Benadit
evlenemedi. Çünkü annem Katolikti. Ve bir
Katolik kilisesinde evlenmiĢti. Katolik dinine
göre insanlar bir kere evlenir ve Tanrı onları
ayırıncaya kadar, yani birinden biri ölünceye
kadar boĢanamazlar. Annemin evden uzaklaĢması,
babamı çılgına çevirmiĢ. Babam pek de inanmadığı
Katolik kilisesini ve toplum kurallarını kendi
yanma almıĢ. Bu kurallardan çıkarılan sonuca
göre, babamın yaptıkları doğal, annemin ki gayri
meĢru sayılıyor. Ve böylece annem ahlak ve dini
kuralları çiğneyen bir kadın ve bir metres
konumuna
m
düĢmüĢ. Hiçbir Ģeyi hatırlamasam da, annemin
sabahla ra kadar ağladığını hatırlayabiliyorum.
Çok acı çekiyordu Mahkeme beni babama verdi. Bir
kız çocuğu ahlaken düĢük bir kadının yanında
yaĢamamalıydı. Carlos güçlüydü. Annemi hapse
girmekten ve aforoz edilmekten bir Ģekilde
kurtarmıĢ, ama beni yanlarında tutmayı
baĢaramamıĢt Babam beni istediği için değil,
sırf anneme iĢkence olsr. diye aldı. Bunu Ģimdi
çok daha iyi anlıyorum. Bu kin v hırsla, benim
duygularımı hiçe sayarak, Yunanistandaki
ailesinin yanına getirdi. Orada büyüdüm. Annemin
yüzünü bile unuttum. Her gece yatağa yattığımda
uzun süre gözlerimi kapatır, annemin yüzünü
hatırlamaya çalıĢırım. Bazen bulutlar arkasında
güzel bir yüz görürüm am o kadar çabuk kaybolur
ki. Tanrıya yakarının, Merye Ana'ya yakarının bu
sisler içindeki hayali biraz daha uzu süre
görebileyim diye. Ama mümkün olmuyor."
Marika bir müddet sustu. Ağlıyordu. Sonra
gözlerini silip devam etti, "Babam iyice
sefalete dalmıĢtı, içki, kumar ve kadın... Altı
ay bir yerde, bir yıl baĢka bir yerde... Ve her
milletten, her cinsten kadınlarla... Kendi Ģahsi
servetini tüketmiĢti, içki içmekten çalıĢmaya da
vakit bulamıyordu. Akrabalarımın maddi
durumları iyiydi. Babaannem yaĢadığı sürece,
rahatım
fena değildi. Tabii annesiz büyüyen bir kızın
rahatı ve mutluluğu ne kada olabilirse.
Babaannemi de kaybettikten sonra, halam v
kızları beni asla kabullenemediler. Marika diye
seslendik
lerini bile hatırlamıyorum. Adım hep "Or....nun
kızıydı."
Aynı mekânda nefes almamız bile onları mutsuz
ediyor du. Nihayet beni buradaki akrabalarımızın
yanına göndermeye karar verdiler. Bana
duydukları bu büyük nefretin sebebini hiç
anlayamadım. Benim olan bitenlerle hiç bir
iliĢkim olamazdı. Bu dünyaya da isteyerek
gelmemiĢ
TU
tim. Acım herkesten büyüktü. Maddi, manevi
yoksulluğum da... Ben annesiz ve sevgisiz bir
çocuk olarak yaĢamak zorundaydım. Babam ise
iyice alkolik ve sefil olmuĢtu. Beni tanımakta
bile zorlanıyordu. Annemin bütün teĢebbüsleri
boĢa çıkmıĢ, benimle iliĢki kuramamıĢtı. Tabii
ben de onunla."
Yine sustu. Ağlamaya devam ediyordu, "Ben burada
da or.... nun kızı olmaktan baĢka bir Ģey
değilim. Oradaki
gibi yüzüme karĢı, açıkça söylemiyorlar. Ama
bakıĢlarıyla, imalarıyla, dudak kıvırmalanyla
bunu pek güzel anlatıyorlar. Ġstenmeyen, maddi
menfaatleri icabı birkaç kuruĢ hatırına
barındırılan bir sığıntı... "
Sessiz sessiz ağlayan Hümeyra da hıçkırmaya
baĢlamıĢtı. Uzanıp Marika'nın boynuna sarıldı.
Marika devam ediyordu, "ĠĢte bu yüzden anneni
anlamaya çalıĢ! Onu gurursuzlukla, güçsüzlükle
suçlama. Evladını kötülüklerden korumak,
zannediyorum ki bir annenin içgüdüsel ve asla
vazgeçmemesi gereken bir yanı. Doğrusu da o.
Annesiz çocuk, dalsız bir çiçek, damsız bir ev
gibidir. ġartları ne olursa olsun, solmaya
mahkûmdur. Ürkektir, bir dakika sonrasından hep
korkar. Dar bir sokakta, sağanak yağmur altında
yaĢamaya çalıĢan bir kedi yavrusu gibidir."
Hümeyra gözlerini sildi. Marika'yı acılarından
uzaklaĢtırmak ister gibi, konuyu değiĢtirmek
istiyordu, "Yani olanları anneme söylememem
gerektiğini mi anlatmaya çalıĢıyorsun?"
"Birçok Ģeyi anlatmaya çalıĢıyorum. Birincisi
annen belki de bunun farkında. Dile getirip,
gururu ile oynamayın. Ġkincisi senin bana göre
ve daha birçok insana göre durumun çok daha iyi.
Bunlar için Ģükretmelisin!"
Hümeyra arkadaĢını güzel, esmer yüzüne sevgi ile
baktı. "Galiba haklısın!" Sonra birden, çok
büyük bir keĢifte bulunmuĢ gibi bağırdı, "Biz
seninle kan kardeĢi olalım mı?"
Marika da gözündeki yaĢ damlacıkları ile
gülümsemeye baĢladı, "Evet! Evet! Her zaman ve
her güçlükte birbirimizin yanında olalım!"
Hümeyra merdivenlere doğru koĢtu. BeĢ dakika
sonra elinde bir meyve bıçağı ve bir tabakta iki
elma ile geldi. Marika ĢaĢkın, "Kan kardeĢi olmak
için elma da gerekli mi?"
Bu sefer de Hümeyra gülmeye baĢlamıĢtı, "Hayır
hayatım! Kan kardeĢi olmak için değil, bıçağı
almam için bir sebep gerekliydi. Yoksa Bici'nin
soruları ile karĢılaĢabilirdim."
Biraz sonra ikisi de küçük parmaklarının
üzerinde bir parça pamuk ile gülümsüyorlardı.
Açmak üzere olan iki gonca gül gibiydiler. Bütün
olumsuzluklara rağmen genç bedenlerinden ve
dimağlarından hayat fıĢkırıyordu. Kan kardeĢi
olmak onlara bir güç, geleceğe dönük bir güven
vermiĢti sanki. Bu çağlarda, küçük olaylardan
büyük mutluluklar, küçük olumsuzluklardan da
büyük acılar yaĢanabilirdi. Zira henüz ne
ruhları ne de genç bedenleri nasır tutmamıĢtı.
Hümeyra lambasını yakmamıĢtı. Hilal Ģeklinde bir
ay vardı, az da olsa çevreyi aydınlatıyordu.
Artık mektep kapanmıĢ, dersler bitmiĢti. Beraber
ders çalıĢma bahanesi ortadan kalkmıĢ oluyordu.
Marika, Hümeyra'lara daha az gelmeye baĢlamıĢtı.
Hümeyra Marikanın yokluğunu çok fazla
hissediyordu. Kemanı da olmasa kendisini çok yal
nız ve mutsuz hissedecekti. Sadece büyükninenin
yanın
(la yalnızlığı kayboluyordu. Yine Nejat'ın
sözünü hatırladı. "Evin en küçüğü ile en büyüğü
iyi dostlar, öyle mi?" gibi bir laf etmiĢti
galiba, içinde bir hüzün vardı.
Pencereye yaklaĢtı. Güya denizi seyretmek
istiyordu. Ne yazık ki Nejat'ın penceresinden
gözlerini alamıyordu. Sonra birden fark etti.
içindeki hüzün sadece Marika'yı az görmesinden
değildi. Nejat liseyi bitirmiĢti. Hem de fen
bölümünü "pekiyi" derece ile... Bu Ģu anlama
geliyordu: Nejat istediği fakülteye imtihansız
girecekti. Yani çok az bir zaman sonra, kendisine
"küçük kız" diyen o sinir çocuk uzaklaĢacaktı.
Buna sevinmesi gerekmez miydi? Neden bunu
hatırladıkça hüzünleniyordu?
iki hafta sonra lise son sınıfların diploma
törenleri vardı. AkĢama da yeni açılan Ayvalık
otelinde bir balo verilecekti. Ne yazık ki
Yakınlarından hiç kimse baloya gidemeyecekti.
Çünkü son sınıfta bir yakınları yoktu. Birden
aklına Nejat'ın bu baloda kiminle dans edeceği
sorusu geldi. Farkında olmadan pembe dudaklarını
kıvırmıĢtı. Hâlâ Nejat'ın penceresine
bakıyordu. Perdenin kıpırdadığını gördü. Nejat
da kendisine bakıyordu galiba. Hemen camın
önünden uzaklaĢtı. Kemanını eline alıp,
büyüknine-sinin istediği "Yine bir gül nihai"
adlı Ģarkıyı çalmaya baĢladı. ġarkıyı
bitirdiğinde mutluydu. Müzik hocasının tabiri
ile kusursuz bir tarzda icra etmiĢti, içinden
hemen yarın büyüknineme Ģarkısını çalmalıyım.
Acaba bu Ģarkının ne gibi bir hikâyesi vardı?
diye düĢündü.
Hava birdenbire soğumuĢtu. Ayvalık'ın Deli Memet
Rüzgârı bütün hızı ile esiyor,
bahçedeki ağaçlar yine yere yatıp, kalkıyordu.
Kahvaltıdan sonra, Derman be-
lardı, ismail Ģömineyi yakmıĢtı. Bici
Büyüknineyi de sa
yin dıĢında herkes alt kattaki büyük salonda
toplanmıĢ
sa
117
lona kadar getirmiĢti. Birdenbire sağanak yağmur
baĢladı. Yağmur taneleri o kadar büyüktü ki, cama
düĢenler acayip gürültü çıkarıyordu. Rüzgârın
gürültüsü de karıĢınca, korku filmlerindeki fon
müziğini andırıyordu. Büyük nine, "Makbule bana
sade bir kahve yap! ġu SarmaĢık Gülüne de bak!
Odasında üĢür, buraya insin" diyordu ki, o sırada
Hümeyra elinde kemanı ile salona girdi,
"Buradayım nineciğim."
"Ne o? Müzik dersin mi var?"
"Hayır size bir sürprizim var. Kahveniz gelsin,
sonra."
Makbule bacı, elinde küçük bir tepsi, içinde iki
fincan ile salona girdi. Birini büyük nineye,
ötekini de Süheyla hanıma verdi. Hümeyra, "Bici
sen de otur lütfen," dedi ve eline kemanını aldı,
baĢladı çalmaya.
Yine bir gül nihai, Aldı bu gönlümü, Sim
ten, gonca fem Bi bedel ol güzel. AteĢin
ruhteri, Yaktı bu gönlümü Pür eda, pür
cefa, Pek küçük, pek güzel...
Hümeyra sadece çalmıyor, Ģarkıyı çok hafif bir
sesle söylüyordu da.
Hümeyra kemanını omzundan indirdi. Büyüknineye
baktı. Ninenin gözlerinden akan yaĢlar yüzünün
çizgile-
rinde deltalar oluĢturmuĢtu. Hümeyra
ĢaĢırmıĢtı. Ninesini hiç ağlarken görmemiĢti. O,
çok güçlü bir kadındı. Bazı kimseler onu duygusuz
zannedebilirdi. Ama Hümeyra onun ne kadar
duygulu olduğunu biliyordu. Yine de Ģa-
ĢırmıĢtı. Bu evde yaĢanan acılar, çaresizlikler,
nineyi ağlat -mamıĢtı ama bir Ģarkı, onu altmıĢ
beĢ yıl evveline götürmüĢ, kaybettikleri için,
kaçırdığı mutluluk için, mücadele edemediği aĢkı
için ağlamıĢtı. BaĢını yavaĢ yavaĢ kaldırdı.
"SarmaĢık Gülü! Bir daha çal! Senin sesin de çok
güzelmiĢ. Ağlayacağım, kimse ĢaĢırmasın! Ve
müdahale etmesin. Yıllardır dökemediğim yaĢlan
akıtmak istiyorum. Benim de her insan gibi
ağlamaya ihtiyacım var," dedi.
Salondakilerin hepsinin gözleri dolu doluydu.
Ilümeyra kemanını omzuna koydu. O da
büyüknine-yi ağlar görünce duygulanmıĢtı.
Gözlerindeki yaĢtan dolayı notaları
göremiyordu. Gözlerini elinin tersi ile sildi.
Çalmaya baĢladı. Bu sefer notalara daha duygu
dolu basıyordu galiba. ġarkı çok daha etkileyici
hale gelmiĢti. Bu sefer daha yüksek sesle
söylüyordu. ġarkı bittiğinde odada derin bir
sessizlik oluĢtu. DıĢ kapının tokmağı hızla
vurulmaya baĢladı. Makbule kapıya doğru
koĢarken, Süheyla hanım, "Yeni bir yardımcı
bulmak gerek. Makbule bacı tek basma bu evi
çeviremez,"
dedi. Büyük nine, "Tabii, arayın. Ama Züleyha
gibi hafifmeĢrep birisi olmasın," dedi. Süheyla
hanım kızarmıĢtı. Hiç cevap vermedi. Hümeyra
annesinin yüzünün kızarmasına ĢaĢırmıĢtı.
"Acaba annesi bazı Ģeylerin farkındaydı da, önem
vermiyormuĢ gibi mi görünmeye çalıĢıyordu?"
Hümeyra annesine döndü, "Anneciğim, senin
istediğin bir Ģarkı veya türkü yok mu? Onu da
öğrenip, çalayım."
Süheyla hanım gözlerini bahçeye, daha doğrusu
Kenan beyin köĢküne dikmiĢti. Uzun süre baktı.
"Hayır kızım, sağ ol!" dedi.
Hümeyra ve büyüknine bu hayırz inanmamıĢlardı
ama kabullenmiĢ göründüler. Genç kadının
gözlerinde büyük bir acı, piĢmanlık ve
çaresizlik vardı.
119
Evin üç neslini temsil eden hanımları, duygusal
bir yoğunluk içindeydiler ve herkes kendi
dünyasına gömülmüĢtü. O sırada Melahat bacı
salona girdi, "SarmaĢık Gülü, bugün öğleden
sonra ikide, müzik hocan mektepte seni
bekliyormuĢ."
Hümeyra ĢaĢırmıĢtı, "Mektep açık değil ki?"
"Galiba özel ders verdiği bütün öğrencileri
çağırmıĢ."
"Pek anlayamadım ama gideceğim tabii. Bu yağmur
da da zor olacak."
Büyüknine, "Hava açmazsa Ġsmail seni faytonla
götürür," dedi.
"Benim tatlı ninem, bu üç adım yere mi?
ArkadaĢlarım "çıtkırıldım" diyerek benimle alay
ederler," dedi ve hızl salondan çıktı.
Büyüknine Hümeyra'nın merdivenlerde çıkardığı
ayak seslerini dinlerken "YaĢlılığa geçtiğim ilk
yıllarda özendiğim tek Ģey, hızla ve kolaylıkla
merdivenleri çıkan insanlar olmuĢtu. ġimdi ise
gençlerin her hareketine imreniyorum" diye
düĢündü.
Yağmur, hâlâ bardaktan boĢanırcasına yağıyordu.
Hümeyra ve sekiz talebe, müzik salonunda
toplanmıĢ, I müzik hocası Kâmuran beyi
bekliyorlardı. Kâmuran bey her zamanki güler
yüzü ile salona girdi. Çocuklar büyük bir saygı
ile ayağa kalktılar. Müzik hocası eli ile
oturmalarını iĢaret etti.
"Çocuklar, umarım tatiliniz iyi geçiyordu n Ne
yazık ki tatilinizi böleceğim. Size bir teklifim
var. Okul müdürü benden rica etti. Ben de sizden
rica ediyorum. Çünkü böyle bir çalıĢmayı
istemeye hakkım yok. Eğer sizde arzu
ediyorsanız... "
Çocuklar meraklanmıĢtı. Her biri ağzının içinde
bir Ģeyler mırıldandı. Kâmuran bey devam
ediyordu, Biliyorsunuz bu cumartesi değil, öteki
cumartesiye, son sınıfların veda balosu var.
Bizden onlara bir müzik ziyafe-(i çekmemizi
istediler. Dans etmek için gramofon ve plakları
varmıĢ ama bizim kendi müziğimizi dinlemek
istiyorlar. Ve tabii gece, önce bir fasılla
baĢlayacak."
Çocuklar çok sevinmiĢti. Hep bir ağızdan, "Aaa,
ne î',üzel!" diye bağrıĢtılar. Hümeyra öylece
duruyordu. Sevinmesi mi gerekti?
Üzülmesi mi? Aslında o baloda olmayı çok
istiyordu. Ama o kadar insanın karĢısında keman
çalmak onu korkutuyordu. Tabii hiçbir itirazda
bulunamadı.
Müzik hocası önce fasılda çalacakları dört
Ģarkıyı, sonra da sesi güzel birkaç çocuğun
söyleyeceği Ģarkılara eĢlik edecek kiĢileri
seçti. Onlara Ģarkılarının notalarını verdi.
Kâmuran bey, "Bu notaları evinizde
çalıĢacaksınız. Ġki gün sonra hepiniz bu saatte
burada olun. Hep beraber icra etmemiz gerek.
Müzikte uyum çok önemlidir. Aslında her Ģeyde
uyum çok önemlidir ya," dedi.
Hümeyra sarı yağmurluğunu giydi. KapüĢonunu
baĢına geçirdi. Hocasının verdiği nota yazılı
kâğıtları ıslanmaması için, yağmurluğunun içine
koltuk altına soktu. Mektepten çıkıp, koĢar
adımlarla eve doğru yürümeye baĢladı. BeĢ altı
adım atmıĢtı ki, Nejat ile burun buruna geldi.
"Merhaba SarmaĢık Gülü... "
Hümeyra'nın ayakları birbirine dolaĢmıĢtı.
Koltuğunun altındaki kâğıtları unuttu. Kolunu
kaldırıp kapüĢonunu düzeltmek isterken,
kâğıtlar yere, suların içine düĢtü. Bir kısmı da
rüzgârın önünde uçuĢuyordu. Nejat, "Bir dakika
Hümeyra, ben hepsini toplarım," dedi. Nejat
koĢuĢa-
rak, kâğıtları topluyordu. Çamurlu su dolu
çukurlardan kâğıtları alıyor, sonra bir baĢka
tarafa koĢuyordu. Hali çok komikti. Ama
Hümeyranın bunu görecek durumu yoktu. Bu çocuğu
gördüğü her an, tuhaf duygular içinde oluyordu.
Kendi kendine kızmakla meĢguldü.
Kâğıtları toparlayan Nejat, cebinden çıkardığı
beyaz mendili ile ıslaklıklarım almaya
çalıĢıyordu. Onu da tamamladıktan sonra, gülerek
Hümeyra'ya uzattı, "Al bakalım SarmaĢık Gülü,
Bunlar bizim baloda çalacağınız notalar mı?"
Hümeyra o muhteĢem yeĢil gözlerini açarak,
ĢaĢkın ĢaĢkın Nejat'ın yüzüne baktı.
"Evet ama sen nereden biliyorsun? Müzik hocamız
bunu henüz bize bildirdi."
Nejat güldü, "O geceyi düzenleyen ekibin baĢkanı
benim. Neler olacağını bilmem normal değil mi?"
Hümeyra bu soruya cevap vermedi. Yağmur hâlâ
bütün hızı ile yağıyordu. Hümeyranın üzerinde
yağmurluğu ve kapüĢonu vardı ama Nejat takım
elbisesinin içinde sırılsıklam olmuĢtu.
Saçlarından ve yüzünden sular akıyor du. Hava
fazla soğuk değildi, ancak rüzgâr ve ıslak
elbiseler hasta olmasına sebep olabilirdi.
Hümeyra büyük bir telaĢ içinde, "Nejat abi,
sırılsıklam oldun, hastalanacaksın. Notalarımı
kurtardığın için teĢekkür ederim. Beni hep zo
durumlardan kurtarıyorsun. Sana çok
borçlandım."
Nejat hâlâ mutlu bir yüzle gülümsüyordu yağmurun
ne de rüzgârın farkında değildi.
"Ġstersen sana bu borcu ödeme fırsatı
VMe!bilirim."
Hümeyra yine ĢaĢırmıĢtı, "Nasıl yani?"
Nejat ceketinin cebinden sular içinde bir kâğıt
çıkar dı, "Bunu benim için mezuniyet balomuzda
çalar mısın?
Hümeyra biraz düĢündü, "Ġyi ama bunun için ben
ka
rar veremem. Hocamız icra edilecek eserleri
seçmiĢ. Eğer içlerinde Varsa çalmaya gayret
ederim."
Nejat dikkatle baktı, "Neyse imkân bulur da
çalarsan çok seVinirim. SarmaĢık Gülü,
üĢüyorsun. Haydi, eVine git" dedi.
Hümeyra hemen koĢmaya baĢlamıĢtı bile. Nejat
hâlâ öylece duruyor Ve Hümeyra'nın arkasından
bakıyordu. Çok değiĢik bir kız. Bir hoĢça kal
bile demeden gitti diye düĢündü. "Bu kız hala
çocuk. Off be, niye biraz çabuk büyümüyor ki?"
diye yüksek sesle ilaVe etti. O da hızla tekrar
mektebe doğru yürüdü.
Hümeyra üzerinden sular süzülerek konağa girdi.
Bici hayretle bağırdı, "SarmaĢık Gülü! Bu halin
ne? Bu sağanak altında gelmen Ģart mıydı?
Mektepte biraz bekleseydin ya!" diye
söyleniyordu. Hümeyra hiçbir ceVap Vermeden
doğru salona, yanan Ģöminenin karĢısına koĢtu.
Galiba büyüknine de söylenmeye baĢlamıĢtı.
Hümeyra pek dinlemiyordu. Acele ile bir sürü
ıslak kâğıt çıkardı. Ġcra edilecek eserlerin
listesine baktı. Ne yazık ki Nejat'ın istediği
Ģarkı yoktu. Buna üzüldü ama o kadar mutluydu ki,
nerede ise Ģarkı söyleyip, dans edecekti.
Büyüknine dikkatle Hümeyra'ya bakıyordu.
"SarmaĢık Gülü, çok mutlu görünüyorsun, mektepte
neler oldu?"
.Ajr
Hümeyra heyecanla olanları anlattı. Bir taraftan
da üzerindeki ıslak elbiselerini çıkarıyordu. Ve
ilaVe etti. Elindeki nota yazılı kâğıdı ninesine
uzatarak, "Ama ben bu Ģarkıyı da çalmak
istiyordum. Ne yazık ki listede yok,"
dedi.
"Hangi ĢarkıymıĢ o? Ben okuyamam ki, sen söyle."
Hümeyra ıslak kâğıdı açtı. Notalar Ve yazılar zor
okunuyordu.
123
Mani oluyor halimi takrire hicabım, diye
baĢlayan hicazkâr Ģarkı. Nine güldü.
"MuhteĢem bir eserdir. Tatyos efendinin güzel
bestelerinden biri. Ama bu Ģarkı senin için biraz
ağır değil mi? Sözlerini anlayabiliyor musun?"
Hümeyra biraz düĢündü, "ġeyy, pek düĢünmedim ama
sözlerinden çok müziği hoĢuma gidiyor." Nine
gözlerini kısarak Hümeyra'ya bir süre baktı.
Sonra da uzun bir "hımm" dedi. Hümeyra
büyükninesinin bu açıklamaya pek inanmadığını
anlamıĢtı. Ġçinden, nineme hiçbir konuda yalan
söylememeli. Nasılsa yutmuyor. Ama bunu da
açıklayamazdım ki diye düĢündü.
"Nineciğim bu Ģarkıları çalıĢmam gerek. Odama
çıkacağım."
O ana kadar Ģöminenin sağ tarafındaki koltukta
kırmızı bir yün ile bir Ģeyler ören Süheyla
hanım, "Kızım odan soğuktur, burada çalıĢ,"
dedi. Hümeyra annesini yeni fark etmiĢ gibi
baktı, "Hayır anne, yalnız çok daha iyi
çalıĢıyorum."
Hümeyra odasına çıktı. Bir müddet öylece
çeVresine bakındı. Yine gözlerini Nejat'ın
penceresine dikmiĢti ama bu sefer kimse yoktu.
Sonra ıslak notaları çıkardı. Zor okunuyorlardı.
Önce Nejat'ın Verdiği nota kâğıdını açtı. Sonra
acele ile onu en alta koydu. Kâmuran beyin
Verdiği notaları çıkardı. Birkaç saniye durdu.
Tekrar Nejat'ın Verdiği notayı en üste koydu.
Sonra da kendi kendine söylenmeye baĢladı.
"Neden bu çocukla ilgili her Ģey, beni ĢaĢkına
çeViriyor? ÇalıĢmayacağım da, çalmayacağım da."
Yine durdu "Peki neden ona bu kadar kızıyorum?
Bana iyilikten baĢka ne yaptı? Küçük kız
demesinin dıĢında" diyerek kemanını Ve yayını
eline aldı.
Hümeyra bu gün büyük bir telaĢ içindeydi. Annesi
Ve Marika ile terziye gidecek, sonra yeni açılan
kadın berberi Nuran hanıma saçlarını
yaptıracaklardı. Mektep yönetimi, baloda
göreVli talebelere de dört kiĢilik daVetiye
VermiĢti. Bu daVetiyeler para karĢılığında
değildi ama hali Vakti yerinde aileler, bağıĢta
bulunabilirlerdi. Tabii ki büyükni-ne bunlar
için oldukça yüksek bir bağıĢta bulundu. Zaten
mektebin birçok iĢini yaptırır, yakacak için
yardımda bulunurdu. Büyük nine yardımı Ve
gerekli yerde para harcamayı seVerdi. Ama
lüzumsuz, sırf gösteriĢ için para harcayan
insanların hep karĢısında olurdu...
Hümeyranın annesi ile babası bu baloya
gitmeyeceklerdi. Üzerinde konuĢmamıĢlardı bile.
Aile Faruk ile Hümeyranın gitmesine
karar VermiĢti. Ama Faruk, eğer Suzanı da daVet
ederse, kendisini baloya götüreceğini söylemiĢ
Ve dediğini de yaptırmıĢtı. Hümeyra da Marika'yı
çağırmıĢtı. Büyük Nine, terziye iki kız için
elbise ısmarlamıĢ-tı. Bugün beraberce
hazırlanacak Ve gideceklerdi. Ġki genç kız da çok
heyecanlıydı. Marika ilk defa böyle bir
topluluğun içine, özel kıyafetleri ile
gidecekti. Hümeyranın heyecanı ise çok karmaĢık
nedenlere dayanıyordu. Kendine bile itiraf
edemediği çok değiĢik duygular Ve heyecanlar
yaĢıyordu.
Hümeyra Ve Marika, Hümeyranın odasında
saatlerdir
hazırlanıyorlardı. Faruk aĢağı kattan seslenip,
duruyo
Suzan lise son sınıfta olan komĢusu Mualla'nın
ailesi ile birlikte baloya gelecek, kapıda
Hümeyra'larla buluĢacaktı. Faruk'un telaĢı da,
Suzanı bekletmemekti.
Ġki kız boy aynasının önünde son bir defa
durdular. Gerçekten çok güzel olmuĢlardı. Marika
da esmer güzeli bir kızdı. Açık sarı elbisesi ile
tezat olan simsiyah saçları
dalga dalga omuzlarına dökülmüĢtü. Ġri kömür
gibi
gözleri ilk bakıĢta dikkati çekiyordu. Ġlk
görünüĢte kendisini beğenen Marika, Hümeyra'ya
bakınca yüzündeki gülümseme kayboldu.
"Hayatım, senin yanında bütün güzellikler sönük
kalıyor. Yanında hiç kimsenin fazla
Ģansı yok. Biraz daha az güzel olamaz miydin? Ne
olurdu sanki?"
Hümeyra, "Ben de senin için aynı Ģeyi
düĢünüyorum," dedi ama bu sözünün gerçeği pek
yansıtmadığının farkındaydı.
Hümeyra çok açık yeĢil, tafta bir elbise
giyinmiĢti. Yakası hafif açık, küçücük kolları
vardı. Birkaç ton koyu yeĢilden incecik beline
sarılan kemeri, arkada büyük bir fiyonk
oluĢturuyordu. BaĢının üzerinde, belindeki
kumaĢtan yapılmıĢ, örgü Ģeklinde bir bant,
tepesinde toplanan koyu kumral saçlarını
tutuyor, kemeri ve gözleri ile uyum sağlıyordu.
Topuzun yanlarından birkaç tutam saç alnına ve
boynuna doğru düĢmüĢtü. Tam anlamı ile
muhteĢemdi.
Hümeyra, "Hadi artık inelim. Faruk'u
çıldırtmayalım, sonra bizi bırakır gider" dedi.
Ev halkı salonda akĢam kahvelerini içiyordu. Bu
gün nasılsa Derman beyde evdeydi ve onlarla
birlikteydi. Kızları görür görmez, Faruk uzunca
bir ıslık çaldı. Sonra hemen ilave etti.
"Çok güzelsiniz ama ancak salonun ikinci
güzelleri olabilirsiniz."
Hümeyra ne demek istediğini anlamıĢtı. Yani
birinci güzel Suzarı'dı. Tabii Faruk'a göre.
Suzan çok açık tenli bir kızdı. Hafif kilolu.
Belki çirkin bir kız sayılmazdı ama silik
ve az da olsa hantal bir görünüĢü va rdı. H ümeyra
abisinin bu kıza neden bu kadar hayran olduğunu
ise hiç mi hiç
anlayamıyordu. Sesini çıkarmadı. Zaten güzellik
konusuN
nu fazla da önemseyen bir tip değildi. Ona göre
fiziki güzellik, ancak manevi güzellikle bir
arada olursa bir Ģey ifade ederdi. Tabii bütün
bu düĢünceler, büyüknine tarafından zihnine
kazınmıĢtı.
Yeni açılan otel oldukça lüks ve güzeldi. Balonun
verildiği salon çok geniĢti. Yere kadar olan
camlarından deniz gözüküyordu. Bugün dolunay
vardı ve ay erkenden kendini göstermiĢti.
Denizin üzerinde ıĢıktan hareler çiziyor, nefis
bir manzaranın oluĢmasını sağlıyordu. Uzakta
Cunda adasının tek tük sönük ıĢıkları denize
vurmuĢ, yakamozlar oluĢturmuĢtu. Hümeyra uzun
süre bu güzel manzaraya baktı. Galiba baĢka kimse
bu görüntü ile ilgili değildi. Hanımlar
kendilerinden Ģık birinin olup olmadığına,
beyler de güzel kadınlara bakıyorlardı. Son
sınıf talebelerinin velileri, Ayvalık'ın seçkin
birkaç ailesi salonu doldurmak üzere idi. Ġlk
bakıĢta Ģıklık ve zenginlik göze batıyordu.
Suzan kilosuna bakmadan tam daire eteği olan
kırmızı bir elbise giymiĢti. Hem cüssesinin
iriliğinden hem kırmızı rengin çarpıcılığından,
ilk önce gözler ona kayıyor, hemen arkasından
Marika'ya dönüyordu. Hümeyra salona
girmemiĢti. Büyük bir son provalarını
yapıyorlar-
dı. AçılıĢ konuĢmasından hemen sonra fasıl
baĢlayacaktı.
Mektep müdürünün konuĢması bir türlü bitmek
bilmiyordu. Salondaki misafirler de, konser
verecek^çö^uk-lar da sıkılmıĢlardı. Hümeyra
yine büyükninenin sözünü hatırladı, "Biz
milletçe çok konuĢmayı, nuftuk~aımayı severiz.
Çok laf, az iĢ demektir. Bunu hiçbir^aman
kavrayamadık" derdi. Salondan cılız bir alkıĢ
sesi duyuldu. Müdür bey kürsüden muzaffer bir eda
ile indi. Kâmuran bey de
salonun kapısında belirmiĢti. Korodakiler
birkaç basamak
0**
yüksek olan sahneye çıktılar. Müzik hocası,
"Haydi bakalım çocuklar! Önce fasıl yapacağız,
biliyorsunuz," dedi.
Hümeyra'nın bacakları titriyordu. Dudakları
hafif kıpırdıyor, hata yapmaması için dua
ediyordu. Salonda, içten bir alkıĢ yükseldi. Bir
müddet sonra bütün misafirler ve müzisyenler
kendini müziğin akıĢına bırakmıĢlardı. Hümeyra
bir taraftan kemanını çalıyor, bir taraftan da
gözleri ile bütün salonu tarıyordu. Notaları
kaçırmaması gerekti. Ama hâlâ Nejat'ı
görememiĢti.
Fasıl "Cana rakibi handan edersin" Ģarkısı ile
baĢladı. "Bülbülü Ģeydaya döndüm" ve "Hastasın
zannım sevda mahsunusun" ile bitti. Kâmuran bey
mikrofonu eline aldı, "GeçiĢ taksimini kemanı
ile Hümeyra Sertoğlu yapacak," dedi. Hümeyra iki
adım öne çıktı. Hâlâ gözleri ile çevresini
tarıyordu. Sağ tarafında fısıltı halinde bir ses
duydu, "SarmaĢık Gülü, buradayım." Hümeyra
hafifçe
döndü. Nejat ile göz göze geldiler. Hümeyra acele
ile, "Seni aramamıĢtım ki," dedi. Kâmuran bey,
"Hadi Hümeyra!" diye ikaz edince yayını çekmeye
baĢladı. Fena halde bozulmuĢ ve sıkılmıĢtı. Bu
çocuk kendini ne zannediyor? diye düĢündü.
Neredeyse yanlıĢ notaya basacaktı. Farkına vardı
ve bütün gücü ile kendini müziğe vermeye
çalıĢtı... Bitirdiğinde salonda müthiĢ bir alkıĢ
kopmuĢtu.
Son sınıftan Murat udu ile "Gelse o Ģuh meclise"
Ģarkısını, arkasından lise ikinci sınıftan
Semiha, "Nihansın didemde ey mesti nazım, bana
sensiz cihanda can ne lazım" Ģarkısını söyledi.
Yine Hümeyra iki adın^öne çıkmıĢtı. "Kırmızı
gülün âli var, bugün ağlasam da yeri var" adlı
Rumeli türküsünü hem çalıp, hem söylemeye
baĢladı. Sesi çok etkileyiciydi. GörünüĢü bir
periye benziyordu. Temiz ifadesi ve zarafeti de
eklenince, seyreden herkesin gözün de hayranlık,
genç kızların bazılarında ise gıpta ile kıs
n b
kançlık uyandırıyordu. Öyle müthiĢ bir alkıĢ
koptu ki, sokaktan geçenler bile ĢaĢkın ĢaĢkın
çevrelerine bakarak, neler olduğunu anlamaya
çalıĢtılar. Hümeyra hiçbir Ģey görmüyordu. Büyük
bir gürültü ve birbirine karıĢmıĢ insan
siluetleri. Bir ara Nejat'ın ayakta
alkıĢladığını, birçok kiĢinin de onun gibi
yaptığını görür gibi oldu. Sevinmesi gerekirken
utanmıĢtı ve kaçacak bir yer arıyordu. Müzisyen
arkadaĢlarının her biri
ya ailelerinin yanına, ya da arkadaĢlarının
yanına oturmuĢtu. Hümeyra öylece bakıyordu.
Kâmuran bey onu kolundan tuttu, "Kızım neden bu
kadar ĢaĢkınsın? Çok beğenildin, hepsi bu. Hadi
seni Faruk'un yanına götüreyim," diyerek onu
Marika ve Suzan'ın da olduğu masaya oturttu.
Anında çevresinde insanlar oluĢtu. Nejat,
"SarmaĢık Gülü, muhteĢemdin," dedi. "Ne güzel
sesin varmıĢ. Allah her Ģeyi bir arada vermiĢ
tabiri senin için söylenmiĢ olmalı!"
Hümeyra sadece ĢaĢkın ĢaĢkın bakıyordu. Nejat,
"Hümeyra, hasta mısın? Seni eve bırakabilirim,"
dedi. Faruk sinirlenmiĢti. "Ben de
bırakabilirim. Böyle bir tezahürata alıĢkın
değil, ondan olmalı. Biraz yalnız bırakın,
lütfen," dedi.
Çevresindekiler birer birer çekilmiĢlerdi.
Marika önündeki limonata ve kuru pastayı,
Hümeyra'ya uzattı, "AkĢam yemeği de yememiĢtin.
Bir iki tane pasta ye."
Hümeyra uykudan uyanıyormuĢ gibi, "Yalnız
limonatayı içerim. Ağzım kurudu. Biliyor musun,
arkadaĢlarıma ayıp oldu," dedi.
Marika, "Ne ayıbı? Kime?"
"Müzisyen arkadaĢlarıma. Onlar da çok güzel
çaldı ve söylediler. Bana neden böyle yapıldı?
Anlayamadım."
129
Marika gülmeye baĢladı, "Kızım seni yakından
tam-masam saf diye adlandıracağım. Bu kadar da
tevazu ve iyi niyet olmaz ki. Saçmalama da bu
günün mutluluğunu yaĢa! Mutluluğu
bulduğun anda sonuna kadar yaĢamalısın! Çünkü
çok nadir bulunan bir Ģey," dedi.
Mutluluğu henüz tadamamıĢ olan Marika zaman
zaman bir filozof gibi konuĢuyordu.
Dans müziği çalmaya baĢlamıĢtı. Faruk hemen
Suzan'ı dansa kaldırdı. Marika'yı da sınıf
arkadaĢlarından Bülent dansa kaldırmıĢtı. Bu
çocuk Marika'ya karĢı hep ilgiliydi. Ama asla
terbiye sınırlarını aĢmıyordu. Piknik olayı
sınıfta duyulmuĢ olmalı ki, kimse Hümeyra'yı
dansa kaldırmaya cesaret edemiyordu. Hümeyra
halinden memnundu. Biraz sakinleĢmeye, kendine
gelmeye baĢlamıĢtı ki Mehmet karĢısına dikildi,
"Bu dansı bana lütfeder misiniz, prenses?"
Hümeyra baĢını kaldırdı. Bir müddet karĢısında
tiksinti duyulacak bir manzara varmıĢ gibi
baktı. Sonra baĢını baĢka tarafa çevirdi. Mehmet
bu sefer de o tarafa geçmiĢti. Aynı cümleyi
tekrarladı. Hümeyra, "Sen ne..." Sözünü
tamamlayamadan Nejat belirdi, "SarmaĢık Gülü,
yeterince dinlendin. Yoksa ilk dansını benimle
yapacağını unuttun mu?" diyerek kolundan tuttu.
Mehmet diĢlerinin arasından bütün kini ile
homurdanıyordu, "Ben sana gösteririm sahte
Donjuan!"
Nejat cevap vermedi. Çünkü bu çocuğun
anlaya-
cağı tek cevap, ağzını dağıtacak bir yumruk
olabilirdi. Onu da burada yapmak mümkün değil
diye düĢünmüĢtü. Hümeyra önde, o arkada piste
yürü düler. Birden müzik değiĢti. Tuna dalgaları
çalmaya baĢlamıĢtı. Bu sahan" müziğin ritmine
uyarak dönmeye
baĢlamıĢlardı. Hümeyr heyecanlı ve mutluydu.
Hepsinden önemlisi, kendini b" çocuğun yanında
emniyette hissediyordu. Tıpkı büyükni
nesinin yanında hissettiği gibi... Yanakları
pembeleĢmiĢ, yüzünde bir gülümseme belirmiĢti.
Ne süreyle döndüklerini bilmiyordu. Zaten
dönmüyor, uçuyorlardı. Hiç konuĢmuyorlardı. Ne
yazık ki müzik durmuĢtu. Nejat, "Ben pazartesi
sabahı Ġstanbul Tıp Fakültesine gidiyorum. Ne
olur çabuk büyü ve beni bekle!"
Hümeyra bir an tereddüt etti, "Nerede ve niçin
seni bekleyeceğim?"
Nejat'ın yüzünde tuhaf bir gülümseme belirdi,
"Öff be, SarmaĢık Gülü! Çok yavaĢ büyüyorsun."
Sonra Hümeyra'nın kolundan okĢarcasına tutup,
masasına doğru yürümeye baĢladı. Masaya
geldiklerinde Nejat, Faruk'un gözlerindeki
kızgınlığı görünce, Hümeyra'nın kolunu
istemeden bıraktı. Nejat bütün cesaretini
toplayarak tekrar fısıldadı. "Çabuk büyü! Ve
beni bekle!" Sonra Faruk'un hiç farkında
değilmiĢ gibi masadan uzaklaĢtı. Faruk oldukça
yüksek bir sesle, "Ne diye o çocukla dansa
kalktın?"
Marika, Hümeyra'dan önce atıldı, "Ne yapsın,
ağabeyi tarafından bir kere dansa kaldırılmadı.
Ağabeyden sonraki en yakın insan da komĢu çocuğu
olur, değil mi?"
Bu haklı serzeniĢe hiç kimse cevap verememiĢti.
c
Hümeyra ve Marika gün ıĢıyıncaya kadar baloyu
konuĢmuĢlardı. Suzan'ın kıyafetine gülmüĢ,
sonra da üzül-
c&
Allah öyle yaratmıĢ, ne yapsın?"
fta, eteği
Allah giydirmedi ya."
Bu söze daha çok güldüler. Ancak sabaha karĢı
uyumuĢlardı. Tabii öğlene doğru da uyandılar.
Öğlen yemeğinden sonra Marika acele ile evinin
yolunu tuttu.
<5"
müĢlerdi. Hümeyra, "Biz de amma kötü olduk yani.
Kızı Marika gülerek, "Kırmızı tafta, eteği kloĢ
elbiseyi de
ele i
Hümeyra da tekrar odasına çıktı. Pencerenin
önüne geldi. Bir müddet Nejat'ın penceresine
baktı. Henüz bir hareket yoktu. Demek ki o da
uyanamamıĢtı. Yarın sabah gideceği aklına geldi.
îçini bir hüzün kapladı. Sonra omzunu silkip,
"Amaan, bana ne?" diyerek camdan uzaklaĢtı.
Hümeyra ilgilenmiyormuĢ tavrına rağmen, o gün
akĢama kadar Nejat'ı görmek için gayret sarf
etti. Ama göremedi. Saat on gibi odasına çıktı.
Koltuğunu pencerenin önüne çekti. Uzun süre
oturdu. Balıkçı tekneleri pata pata pata sesleri
çıkararak geçiyorlardı. Arada bir lüks
ıĢıklarının aksi, Nejat'ın camına vuruyordu. Ama
pencerenin arkasında kimse yoktu.
Hümeyra üzgün bir Ģekilde kalktı. Açık pembe
geceliğini giydi. Saçlarını çözüp,
fırçaladı. Tam yatağa girmek üzere iken,
yerinden acele ile fırladı. Kemanını ve yayını
aldı. Açık camın önüne geçti. BaĢladı çalmaya ve
söylemeye;
Mani oluyor, halimi takrire hicabım,
Üzme! YetiĢir üzme! Firakınla harabım.
Mahvoldu sükûnum beni mahveyledi mahım, Üzme
yetiĢir üzme! Firakınla harabım...
Nejat'ın balkon kapısı yavaĢça açılmıĢ, Nejat
balkona çıkmıĢtı. Tam o sırada bir balıkçı
teknesinin lüks ıĢığı Nejat'ın üzerine vurdu.
Gözleri pırıl pırıld^C^Yüzünde çok tuhaf bir
ifade vardı. Çoktandır aradığı kıymetli bir Ģeye
kavuĢup da, tekrar kaybetmekle karĢı karĢıya
olan bir
insanın korkusu gibi. Bu korkuya aĢk ve Ģimdiden
özlem de eklenmiĢti. Hümeyra bunları tahlil
edememiĢti ama bu bakıĢları Ģimdiye kadar baĢka
hiç kimsenin gözlerinde görmemiĢti.
Göremeyeceğinden de emindi. Nejat bal
konundaki büyük saksıya eğildi. Gonca halindeki
kırmızı gülü kopardı. Bütün gücü ile Hümeyra'nın
balkonuna doğru fırlattı. Ne yazık ki gül
balkonun oymalı korkuluğuna çarpıp, bahçeye
düĢtü. Hümeyra hiç düĢünmeden aĢağıya indi.
Mutfaktan bir kutu kibrit alıp, bahçeye çıktı.
Gülü buluncaya kadar aradı. Gülü alıp, kokladı,
kokladı... Ġçeriye girmek için dönerken,
Nejat'ın sesini duydu. O da bahçeye inmiĢ, bahçe
duvarının üzerinden kendisine bakıyordu,
"SarmaĢık Gülü, biraz yaklaĢ."
Hümeyra konağa doğru dikkatlice baktı. Kimseler
yoktu. Ayaklarının ucuna basarak, Nejat'ın
olduğu duvarın önüne geldi. Nejat, "TeĢekkür
ederim SarmaĢık Gülü! Bin kere milyon kere
teĢekkür ederim. Beni mutlu gönderiyorsun. Ne
olur çabuk büyü ve beni bekle! ġimdi nerede nasıl
bekleyeceğini biliyorsun, değil mi?"
Hümeyra biraz mahcup bir ifade ile güldü, "Evet,
evet! Anladım galiba!"
"HoĢça kal, SarmaĢık Gülü!"
"Güle güle! Yolun açık olsun"
Nejat abi diyecekti ama vazgeçti. Bu heyecan, bu
duygular, onu ele geçirmiĢti.
Büyüknine sesleri duymasa da bütün bu olanları
seyretmiĢti. Yüzünde öfkeden eser yoktu. Aksine
bir rahatlama ve mutluluk vardı. O devirde, o
yaĢta bir insanın, böyle bir durumda göstereceği
tepkiyle hiç bağdaĢmayan bir davranıĢtı bu. Ama
büyüknine akıllı bir kadındı. Muhakkak ki
düĢündüğü ve inandığı bir Ģey vardı.
Marika eve döndüğünde yenge diye hitap ettiği
Heleni ve kızı Rosita mutfakta zeytinyağlı dolma
yapmakla meĢguldü. Heleni Marika'yı görür görmez
bağırdı, "Acele et! Yeter sürttüğün! Gel Ģu
bulaĢıkları yıka!" dedi.
133
"Peki yenge, hemen geliyorum."
KoĢa koĢa üst kata çıkan Marika elindeki paketi
yatağın üzerine koydu. Acele ile soyunmaya
baĢladı. Rosita elinin unlarını
eteğine sile sile arkasından çıkmıĢtı, "Elbiseni
göreyim."
Marika henüz cevap vermeden koĢarak paketi açtı.
Unlu elleri ile elbiseyi omuzlarından tutup,
baktı, "Çok güzel olmuĢ. Bunu ben alıyorum. Sen
nasılsa giyindin."
Marika ĢaĢkın, "Ama o bir hediye. Bana
Hümeyra'nın ailesi hediye etti."
"Olsun giyindin iĢte."
"Ayıp olur. Gerekecek bir yer olursa veririm,
giyersin." "Hayır, bu elbise benim olmalı.
Gerekirse ben sana veririm."
Marika ĢaĢkın bir vaziyette, "Rosita ben senin
hiçbir Ģeyini alıyor muyum? Kaç senedir ilk defa
güzel bir Ģeyim oldu."
Heleni yenge de arkalarından çıkmıĢtı, "Ne
oluyor? Ne var? Eve girer girmez huzursuzluğa
baĢladın Marika!"
"Yenge ben bir Ģey yapmadım. Rosita elbisemi
almak istiyor."
"Ġstiyorsa ver. Seni besliyoruz. Senelerdir
çatımızın al-
"Ne olmuĢ hediye ise, nankör köpek!" diye
bağırdı. Marika bu hakareti hiç mi hiç hak
etmemiĢti. Artık ana kızın iĢkencesi çekilir
olmaktan çıkmıĢtı. Elbiseyi Rosita'nın
bakmanızı istemedim. Siz de zaten Yunanistandan
gönderilen drahmilerin hatırına bu iĢi
yapıyorsunuz. Ayrıca ben her iĢini kendi
yapabilen, hatta evin bütün iĢlerini de üstlenen
bir kızım."
tına sığındın. Bir elbise çok mu?" "Yenge, elbise
bana hediye."
elinden hırsla çekip, karĢı duvara
Marika sözünü bitirmemiĢti ki yüzüne çok
Ģiddetli bir lokat indi. Onu baĢkaları takip
etti. Yengesi, sakinleĢince-vc kadar Marika'nın
yüzüne ardı ardına Ģamarları indirdikten sonra
ana kız hızla uzaklaĢıp kapıyı çektiler. Heleni
yenge bağırıyordu, "Sana yirmi dört saat ne ekmek
ne su yok. Terbiyeni takınıncaya kadar bu böyle
devam edecek."
Marika yatağın üzerine kapandı. Kaç saat bu
Ģekilde .ıf;ladı bilemiyordu. Sonra uyuyakaldı.
Hümeyra çok geç uyumasına rağmen erkenden
uyanmıĢtı. Hemen pencereye koĢtu. Ne yazık ki tam
o sırada Nejat'ların arabasının sesi duyuldu.
Balkona fırladı. Arabanın sokaktan kayboluĢunu
izledi. Uzun süre öylece baktı. Gözleri, Kenan
beylerin yalısına takıldı. Hayret bu kadar
beğendiğim yalı, hiç de o kadar görkemli değilmiĢ
diye düĢündü. Denize döndü. Denizin renkleri
solmuĢtu. Mavi ve lacivert yok gibiydi. Her taraf
gri gözüküyordu. 'Martılar ne kadar da neĢesiz
uçuyor" dedi. Sonra aniden fark etmiĢ gibi
"Deniz, bahçe, çiçekler ve de bütün Ayvalık
Nejat'ın varlığı ile güzelmiĢ galiba?..
Birdenbire her Ģey heyecanını ve güzelliğini
kaybetti." KoĢarak yatağına uzanıp, baĢını
yastığın altına gömdü. Sessiz sessiz ağlamaya
baĢladı.
Hümeyra sabah kahvaltıya inemedi.
Büyüknine Makbule bacının getirdiği kahveyi
alırken, "SarmaĢık Gülü nerede?" diye sordu.
<5"
"Odasından henüz çıkmadı büyükhanım." "iyi çıkar
çıkmaz odama gelsin."
"Olur hemen söylerim. Büyükhanım, Gömeç
tarafından bir kız geldi. Eli yüzü temiz biri.
ÇalıĢmak istiyormuĢ, getireyim mi?
"Melahat, Süheyla'ya söyle! O konuĢsun. Bu evin
hani' mı o. Bazı iĢleri üzerine almalı artık,"
dedi. "Peki büyükhanım."
Hümeyra gözleri ĢiĢ içinde, saçı baĢı dağınık bir
halde, merdivenlerden inerken, Melahat bacı ile
yeni iĢe alınan Hacer de mutfağa doğru
gidiyorlardı. Melahat bacı, "SarmaĢık Gülü o
halin ne? Seni büyükhanım görmek istiyor," dedi.
"Çok mu kötüyüm Bici?"
"Ehh pek de iyi gözükmüyorsun, hasta mısın?"
"Hayır, yorgun ve uykusuzum."
Hümeyra sözünü tamamlamadan odasına geri döndü.
Ġçinden bu Ģekilde nineme gözükmemeliyim.
Kendime biraz çekidüzen vereyim diye
düĢünüyordu.
Büyüknine gizliden gizliye Hümeyra'yı
inceliyordu. Hümeyra'nın bütün gayretine
rağmen, daha ilk bakıĢta periĢan hali göze
çarpıyordu. Nine sebebini bildiği bu durumu
görmemezlikten geldi. Nejat ile devamlılık
gösterecek bir iliĢkinin olmasını, Hümeyra'nın
geleceğinde Nejat'ın olmasını istiyordu. Derman
Sertoğlu, damatla olduğundan beri her gün, Kenan
beye Süheyla'yı ^^1^-dikleri, babasının sözünü
dinledikleri için piĢman olmuĢlardı. Nejat da
babasına benziyordu. Ondan Hümeyra'ya asla zarar
gelmezdi. Bütün bu olumlu
düĢüncelere rağmen, bu yaĢta bir kızın zamansız
aĢkım kabul edip, meĢru saymak da istemiyordu.
Hem Ģimdi aklında çok daha önemli bir konu vardı.
Kaç gündür kalbi onu çok sıkıĢtı ı iyordu. Kalp
çarpıntısından doğru dürüst uyuyamıyordu I
[ekimin verdiği dilaltı ilacı da pek etkili
olamamaya baĢ
lamıĢtı. Hümeyra yorgun bir sesle, "Nineciğim,
beni görmek istemiĢsiniz."
"Evet Hümeyra, seninle bir yere kadar gideceğiz.
I lemen çık üzerine bir Ģeyler giyin. Melahat'ı
da bana gönder."
Hümeyra çok yorgundu ama hiç itiraz etmedi. Ninem
kırk yılda bir sokağa çıkacak. Önemli bir sebebi
vardır diye düĢündü. Acele ile Bici'yi ninesinin
odasına gönderip, kendisi de üst kata çıktı.
Nine, "Makbule, Ģu sandığı aç. Oradaki tapuları
bana getir," dedi. Makbule bacı soru sormadan
denileni yaptı, ı "ldukça çok tapu senedi vardı.
Bunların bir kısmı Arap harfleri ile yazılmıĢtı.
"Bunları oradaki büyük zarfın içine yerleĢtir.
Nüfus kâğıdımı da içine koy! Hümeyra'ya da söyle
nüfus kâğıdını ve mektebe kaydolurken çektirdiği
vesikalıklardan sekiz on tane alsın. Benim de
orada birkaç resmim olacaktı."
Makbule bacı dayanamadı, "Neler oluyor,
büyükha-nım?"
"Hiç, hiçbir Ģey olmuyor. ġimdi burada hiçbir Ģey
olmuyor. Sadece Ģunu bil! Senden baĢka da hiç
kimsenin bilmesine gerek yok. Hümeyra'yı
korumam, güvence altına ılmam
gerek. Süheyla'nın zayıflığı, baba ile oğlun
bencilliği beni korkutuyor."
Makbule bacı bu habere sevinmiĢti, "Çok iyi
düĢünmüĢsünüz büyükhanım."
"Ġsmail arabayı hazırlasın."
"Tamam."
Ġsmail Ayvalık'ın dar sokaklarında^ tbirine
girdiy-
di, ikinci bir arabanın geçmesine imkân
vermeyecek ka dar dardı. Ana caddeye dik
iniyordu. Ġki yüz üç yüz metre sonra büyük nine
bağırdı, "ismail, burada ineceğiz, çarĢıda biraz
oyalanacağız. Sen bir saat sonra bizi buradan
al!" dedi.
"Peki büyükhanım."
ÇarĢının içine girdiler. Büyüknine Hümeyra'nın
ko na girmiĢti.
"Hangi dükkâna gireceğiz?"
"Daha sonra. ġimdi dava vekili Kenan OdabaĢı'nın
yazıhanesine gideceğiz."
Hümeyra'nın kalbi çarpmaya baĢlamıĢtı.
Ninesinin Kenan bey ile ne iĢi olabilirdi? Niçin
kendisi ile gelmiĢti? Aman Allah'ım inĢallah
benim ile Nejat hakkında konuĢmaz! Çok ayıp olur
diye geçirdi içinden.
"Nine, orada ne iĢimiz olabilir?"
"Senin değil, benim iĢim var."
Üzerinde, dava vekili Kenan OdabaĢı yazan kapıyı
vurdular. Kapı hemen açıldı. Genç, temiz yüzlü
bir bey, "Buyurun efendim," dedi. Nine, "Kenan
bey yok mu?"
"içeride efendim, buyurun. Kim diyeyim?"
"KomĢunuz, büyüknine deyiverin."
Girdikleri yer geniĢ bir holdü. Hemen hemen
büyükçe bir oda kadardı. Buraya birkaç kapı
açılıyordu. Ġki kanepe, iki koltuk, masa,
sandalye ve üzerinde de bir telefon vardı.
Telefonun olması o yerin hayat seviyesinin
oldukça
eriydi am
yüksek olduğuna iĢaretti. Gerçi burası iĢ
yeriydi ama, he
nüz bir çok iĢyerinde telefon yoktu.
nüz bir çok iĢyerinde telefon yoktu.
Onları karĢılayan genç adam, masanın yanındaki
ka-
pıdan içeriye girdi, iki dakika geçmemiĢti ki,
Kenan bey hızla çıktı. Büyükninenin önüne geldi.
Eğilip elini öptü, "Lütfen odama buyurun," dedi.
Sonra Hümeyra'ya döndü
"SarmaĢık Gülü, sen ne kadar büyümüĢsün. Çok da
güzel olmuĢsun. Gerçi küçükken de güzeldin."
Hümeyra ĢaĢırmıĢtı. Bir kere bile kendileriyle
görüĢmemiĢ bu insan nasıl bu kadar ilgili ve
bilgili olabiliyordu?
Kenan beyin odası bayağı konforluydu. Deri
koltuklar, kadife perdeler, Ģık bir masa, yerde
güzel bir halı. Hümeyra hâlâ endiĢeliydi.
Büyüknine, "Kenan bey, ben servetim ile ilgili
bazı düzenlemeler yaptırmak istiyorum."
"Ne gibi büyükhanım? BağıĢ, vasiyet veya
doğrudan tapu mu?"
"Hepsi olabilir. Siz hangisini uygun ve
emniyetli görürseniz... "
"Büyükhanım, damadınızın bana karĢı tavrını ve
düĢüncelerini biliyorsunuz. Bu iĢi benim size
telkin ettiğimi düĢünmesin."
Büyüknine birden hatırlamıĢ gibi, Hümeyra'ya
döndü, "Hümeyra sen dıĢarıda otur. Bu
konuĢmaları da hiç duymadın, tamam mı?"
"Peki, büyüknine."
Hümeyra dıĢarıdaki odaya çıktı. Koltuğun birine
oturdu. Sehpanın üzerinde Akbaba adlı bir mizah
dergisi vardı. Onu alıp, karıĢtırmaya baĢladı.
Aslında okuyamıyordu. Kafası Kenan bey ile
ninesinin konuĢmasındaydı. Acaba babası neden
Kenan beye karĢı olumsuz düĢüncelere sahipti?
Kim kime ne yapmıĢtı? Bunu bir türlü çözemiyordu.
Çözmesi de çok zordu. Zira kendi dünyaya gelmeden
yaĢanmıĢ bir Ģeyler olmalıydı. Akbabayı okur
gibi yapıyor, baĢını kaldırmıyordu. Zira
kendilerine kapıyı açan genç çocuk, Hümeyra'yı
göz hapsine almıĢtı. Hümeyra fena halde rahatsız
oluyordu. Bir müddet sonra gözlerini Hümeyra'ya
dikmiĢ olan genç dıĢarıya çıktı. Hümeyra rahat
bir nefes aldı. Ama rahatlığı uzun sürmedi.
Tahminen
139
on, on beĢ dakika sonra genç adam, yanında üç bey
ile geri döndü. Bunlardan biri, hekim Süreyya
beydi. Hastanenin ruh ve sinir hastalıkları
mütehassısı ve baĢhekimi idi...
Hümeyra neredeyse uyumak üzere idi. O genç bir
iki defa daha sokağa çıkıp, geri dönmüĢtü...
Hümeyra, genci, her sokağa çıkıĢında
rahatlıyordu. Zira genç, orada
old~ ğu sürece gözünü hiç kırpmadan Hümeyra'ya
bakıyordu. Hümeyra içinden "KeĢke Nejat burada
olsa da, Ģunun da çenesine bir yumruk indirse!"
diye geçirdi. Hemen arkasından "Acaba böyle bir
Ģey yapmaya, babasının yanında cesaret edebilir
miydi?" sorusunu geçirdi. Bu sorunun cevabını
pek bilemiyordu "Yumruk indirmese de, bu genç
adamı kendine getirecek bir Ģeyler yapardı" diye
karar verdi.
Kenan bey'in kapısı açıldı. Önden büyük nine,
arkasından da odadaki tüm beyler çıktılar.
Hümeyra ayağa kalktı, "Gidiyor muyuz nineciğim?"
Kenan bey bir iki hızlı adım atıp, Hümeyra'nın
yanın yaklaĢtı. Saçlarını Ģefkatle okĢayarak,
"Güzel kız derslerinde çok iyiymiĢ. Hadi bakalım
Nejat'ı yolladık. Sağ salim gidip yerleĢmiĢ.
Darısı sana." Kenan bey biraz duraladı. Sonradan
hatırlamıĢ gibi devam etti. Faruk'a ve Leyla'ya
da tabii... Üniversiteye gideceksin değil mi?"
Nine atıldı, "Eğer ben yaĢıyor olursam
kesinlikle gid<^" cektir. Olmazsam da Hümeyra'yı
korumak belki de sizlere düĢecektir."
Kenan bey Hümeyra'nın yüzüne tuhaf bir ifade ile
baktı. Bu bakıĢta hayranlık ve daha birçok Ģey
vardı, "Bun büyük bir zevk ile yapacağımdan emin
olabilirsiniz. Bana bu kadar güvendiğiniz için
size minnettarım. Bu güveni keĢke yirmi sene önce
de gösterseydiniz, bu gün her Ģey
çok baĢka olurdu."
Büyüknine gözlerinde acı ve piĢmanlıkla Kenan
beye baktı, "Göstermedim mi zannediyorsun
oğlum?" dedi.
Hümeyra da dâhil orada bulunanlar bu
konuĢmalardan pek bir Ģey anlamamıĢtı.
Kenan OdabaĢı'mn yazıhanesinden çıktıkları an,
bü-yüknine de Hümeyra da rahatlamıĢlardı.
Hümeyra, Nejat'ın babasının yazıhanesinde
bulunmaktan ve tabii kâtip tarafından göz
hapsinde tutulmaktan kurtulduğu için, büyüknine
de yıllardır yapmak istediği bu iĢi yapmıĢ
olmaktan dolayı rahattı. Bu iĢ için Hümeyra'nın
on sekiz yaĢını bitirmesini istemiĢti ama son
günlerde bunun pek de mümkün olamayacağı hissine
kapılmıĢtı. Neyse nihayet olmuĢtu ya, büyüknine,
"Hadi bakalım SarmaĢık Gülü, ne istersen al! Hem
de epeyce çok al ki, bu uzun gaybubetimizi
geçerli bir sebebe bağlamıĢ olalım."
Hümeyra sevinçle, "Nineciğim bir bot, bir de
mantoluk kumaĢ, bir iki tane eteklik kumaĢ ve
annemin örmesi için yünler istiyorum. Nineciğim,
bot ve mantoluk kumaĢtan Marika'ya da alabilir
miyiz?"
Nine mutlu bir Ģekilde güldü, "Bugün ne istersen
alabilirsin. Sarraftan dahi istediğini
alabilirsin."
Hümeyra hemen sağ taraftaki büyük ayakkabı
mağazasına girdi. Vitrinde gördüğü üstü tüylü
botu iĢaret ederek,
"Bundan iki çift istiyorum. Bir 37, diğeri 36
olsun^ Mağazanın sahibi büyükninenin
altına bir sandalye vermiĢ, bir kahve alıp
almayacağını soruyordu. Ayakkabıcı, "Küçük
hanım, Ģimdiden kıĢ hazırlığı mı?"
"Aa evet, bir de Ģu beyaz sandaletlerden iki çift
verin,"
dedi.
Ayakkabıcıdan hemen çıktılar. Bu seferde
kumaĢçıya girdiler. Büyüknine her gittiği yerde
önce oturacak bir
sandalye buluyordu. Daha doğrusu dükkân
sahipleri büyük bir hürmet ve memnuniyetle
oturtup, bir Ģeyler ikram etmeye çalıĢıyorlardı.
Hümeyra Ġngiliz kumaĢından biri açık yeĢil, biri
de sütlü kahve iki mantoluk kestirdi. Birkaç tane
de eteklik kumaĢ aldı. Üzerine de empinne ve
poplin, bluzluk kumaĢlar seçti. Nine yorulmuĢtu.
Cebinden bir sürü kâğıt para çıkardı.
"Yünlerini de sonra al! Hatta bir ara annenle
çık. O bu iĢlerden daha çok anlar," dedi.
Ġsmail, sokağın köĢesinde ellerini ovuĢturarak
onları bekliyordu. Adam yorulmuĢ ve sıkılmıĢtı.
Nine, "Oğlum bende akıl olsa on beĢ yaĢında bir
kız ile çarĢıya çıkar mıyım? Bir ayakkabı seçmesi
bir saat sürdü. Ona göre hesapla!" dedi. Hümeyra
ĢaĢkın ĢaĢkın bakıyordu. Ayakkabıcıda beĢ dakika
bile durmamıĢlardı. Nine gülerek göz kırptı.
Hümeyra o zaman büyükninenin geçen zamanı ört bas
etmeye çalıĢtığını anladı. Çünkü bu günkü iĢ her
ne idiyse kimseye anlatılmayacaktı.
Hümeyra, elindeki paketlerle koĢar adım mutfakta
Bici'ye akĢam yemeği için yapacaklarını anlatan
annesinin yanına koĢtu. Paketleri açmaya
baĢladı. Süheyla ha-^O nım, "Kızım bu ne telaĢ,
leke falan olur. Burası mutfak, on lan salona
götür, ben de geliyorum," dedi.
Hümeyra, "Anne bunları terziye
götürelim. Am Marika'nın da gelmesi gerek. Sahi
o neden hiç görünmedi? Ne olur Ġsmail ile beraber
gidip, bir yoklayabilir miyim?"
Süheyla hanım biraz düĢündü, "Git tabii, hep
kızcağı geliyor," dedi.
Ġkindiye doğru, Hümeyra ile Ġsmail Cuntaya
gitmeye karar verdiler. Havanın biraz
serinlemesini beklemiĢlerdi
Marika'nın yaĢadığı eve gitmek için kısa ama dik
bir yokuĢtan tırmanmaları gerekiyordu. Eski,
tarihi kiliseye bakan, iki katlı tipik Rum evinin
kapısını çaldılar. Genç bir Rum kızı kapıyı açtı.
"Buyurun," dedi.
"Ben Hümeyra, Marika'nın arkadaĢıyım. Onu
ziyarete gelmiĢtim," dedi.
Kız bir an tereddüt geçirdi. Sonra mutfağa doğru
sesledi.
"Mama, Marika'nın arkadaĢı Hümeyra hanım
gelmiĢ."
Mutfaktan telaĢla çıkan Heleni, "Buyurasınız.
Kız, küçük hanımı ne bekletirsin? Al odaya!
Marika'ya da haber ver. Yeterdir uyuduğu."
On dakika sonra Marika aĢağıya indi. Bitkindi.
Rengi sapsarı, gözleri kıpkırmızıydı. Ayakta
zorlukla
durabiliyordu. Hümeyra ayağa kalkıp arkadaĢına
doğru hızlı adımlarla yürüdü
"Bu halin ne?"
Heleni atıldı, "Bilirsin ya, kadın hali iĢte.
Onun ki ağır geçer," dedi.
Hümeyra, "Çok bitkin görünüyor. Ġzin verirseniz
onu bize götürmeye gelmiĢtim. Gelebilirse
tabii." "Görürsün halini, bitkindir."
•As
Hümeyra üsteledi. Marika acele ile,
"Gelebilirim, gelebilirim" dedi. Yüzünde endiĢe
ve sanki "Beni almadan gitme!" der gibi bir ifade
vardı. Hümeyra bunun normal kadın hastalığından
öte bir Ģey olduğunu hissetmiĢti.
"Hasta olduğu için istiyorum ya, bir hekime
gösteri riz belki."
Heleni biraz tedirgindi. Sonunda isteksiz bir
tavırla "Peki, olur," dedi.
Hümeyra ve Marika evden çıkarlarken, Heleni'nin
kızı bağırıyordu, "Mama, neden izin verdin?
ġimdi olanları anlatırsa..."
"Ġzin vermesek de bir gün anlatacaktır. Hem o
aile çok güçlü bir ailedir. KarĢımıza alamayız,"
dedi.
Hümeyra, Marika yı biraz neĢelendirmek için
hemen odasına çıkarıp, aldıklarını gösterdi.
Marika sadece teĢekkür etti. Eline alıp bakmadı
bile. Hümeyra, "Marika, bu malum hastalıktan
baĢka bir Ģey galiba. Neler oldu anla tır mısın?"
Marika ağlamaya baĢladı. Ağlaya ağlaya bir gün
ev vel elbise yüzünden yaĢadıklarını
anlattı. Hümeyra çok si nirlenmiĢti. Uzun süre
odada bir aĢağı, bir yukarı dolaĢ tı. Marika da
onu gözleri ile takip ediyordu. Sonra aklı na
birden bire bir Ģey gelmiĢ gibi, "Marika'ya
hiçbir Ģey söylemeden, koĢa koĢa ninesinin
yanına indi. Büyüknine Hümeyra'nın gözlerini
yaĢlı görünce, "Ne oldu Hümeyra? Yine baban mı?"
diye sordu.
"Hayır, hayır nineciğim, Marika için ağlıyorum,"
diyerek olanları anlattı.
Ve telaĢla devam etti, "Ne olur nineciğim, lütfen
Marika'yı bize alalım. Büyüknine biraz düĢündü,
"Tamam kızım, ben de isterim ama vermezler ki."
"Nine Yunanistan'dan gönderilen parayı onlara
bira kırsak belki olur."
"Tamam deneyelim."
Birkaç gün sonra, Bici ile Ġsmail, Heleni'nin
evine giderek, büyükninenin isteğini
bildirdiler. Heleni bu iĢe çok sevinmiĢti. Hem
para onlarda kalacak, hem de kızının da
kendisinin de hiç sevmediği, o....nun kızı
evlerinden
uzaklaĢacaktı. Onun için sarf edilen yemek içmek
parası da kendilerine kalacaktı. Acele ile
Marika'nın bütün eĢyalarını toplayıp, iki çuvala
doldurdular. Tam kapıdan çıkmak üzere iken,
Ġsmail cebinden bir kâğıt çıkartıp, uzattı.
"Büyükhanım bunu imzalamanı istedi. Ġleride
herhangi çirkin bir durum olmasını önlemek
için," dedi. Heleni bundan pek hoĢlanmamıĢtı.
Ama bu teklifi de kaçıra-mazdı. Acele ile
imzalayıp, geri uzattı.
Kâğıtta Marika'ya Sertoğlu ailesi ile birlikte
yaĢaması için izin verdiklerini, asla bu konuda
bir Ģikâyetleri veya istekleri olamayacağını
yazıyordu. Heleni birdenbire, "Siz Marika'nın
anlattıklarına bakmayın. O yavrucuk iki ruhlu
gibi. Biz aslında onu severiz. Ama orada çok daha
mutlu gözüküyor diye izin verdik. Büyükhanıma
bunları iletin lütfen," dedi.
Artık Marika resmen olmasa da fiilen o evin
ikinci kızı olmuĢtu. Marika da, ev halkı da
hallerinden Ģikâyetçi değillerdi. Marika'nın
yüzüne renk gelmiĢ, mutlu bir ifadeye
bürünmüĢtü. Bir haftadır terziye gitmek, yeni
Ģeyler almakla meĢgullerdi. O kadar çok
alıĢveriĢ ettiler ki, Süheyla hanım, ninesine
çıkıĢtı, "Nineciğim Hümeyra'yı çok Ģımartmıyor
musun? Ġleride bu kadar bol imkân olabilir mi,
bilmiyorum."
Nine, "Sen hiç Hümeyra'da Ģımarık bir hal gördün
mü? Ġleride de hiçbir sıkıntısı olmayacaktır,
korkma! Aferin, sende değiĢiklikler görüyorum.
Çocuklarınla ilgilenmeye, o sülük kocanın
etkisinden kurtulmaya baĢladın galiba?"
Süheyla hanım bu ağır tenkide içerlemiĢti,
"Nine, ben hep çocuklarımla ilgiliyim. Sizin de
dediğiniz gibi, Hümeyra ölçülü, sevecen ve
mesuliyetini bilen bir çocuk. Oğluma gelince,
babasının karakterinin aynı... "
Nine sözünü kesti, "Yani kıymet bilmeyen bencil,
mesuliyetini müdrik olmayan biri."
Süheyla içini çekti, "Ne yazık ki öyle. Ama ona
karĢı çıkıp, her dakika tenkit etmekle
daha çok kaybım olacak. Hepten babasının yanında
yer alacak. Babası da bunun farkında ve onu
yanında tutabilmek için gereken gayreti
gösteriyor. Faruk'u aĢırı Ģekilde Ģımartıp,
hediyelere boğuyor. Çünkü bana karĢı en geçerli
silahı Faruk. Doğrusu ile yanlıĢı ile o benim
evladım ve asla ondan vazgeçmemem, bu bir yerde
Dermandan da vaz geçemem anlamına geliyor. Yani
baĢka bir deyiĢle, Faruk, Dermanın bana karĢı
kullanabileceği tek etkili silahı. Yoksa her
Ģeyin farkındayım, ihanetinin bile, ama ben onu
koca diye görmüyorum. Oğlumun hatırına burada
kalan biri... Kıskanmıyorum, çünkü sevmiyorum.
Evin müstahdemi ile iliĢki içinde oluyor. Bunu
bildiğimi de biliyor. Ama hiç üzerinde
durmuyorum. Ona Ģunu anlatmaya çalıĢıyorum. Ben
sana zaten fazlayım, ilgi gösterdiklerin sana
çok daha uygun. Sen onlara layıksın.. Sadece
ailemin dağılmasını, çocuklarımın zarar
görmesini istemiyorum. Aslında ona yapılacak en
büyük hakaret de bu. Daha doğrusu bir kadının
kocasına yapacağı en büyük hakaret bu... Hiçbir
değeri olmadığını bilerek yaĢamak... Bunları
yapmamak, bu duruma düĢmemek için çok uğraĢtım.
Ne yazık ki, yalanları, mesuliyetsizliği,
gurursuzluğu ile beni kendinden hep
uzaklaĢtırdı. Benim için bu hayatın kolay
olduğunu mu zannedi-
yorsun? Dermanın elleri Hümeyra'nın doğumunun
ikinci yılından beri bana değmedi. Bunları
bilmeni istemedim. Sana mutsuzluğumu bütün
çıplaklığı ile göstermek istemedim.
Ama görüyorum ki beni zayıflık ve az da olsa
gu-rursuzlukla itham ediyor gibisin."
Nine ağlıyordu. Titreyen bir sesle, "Affet
kızım, çok üzgünüm. Hem senin durumun için, hem
benim bu derece yanlıĢ yorumum için," dedi.
Tam o sırada kızlar kıkırdayarak içeriye
girdiler. îkisi de yeni empirme elbiselerini
giymiĢti. Hümeyra, annesinin ve ninesinin
gözlerindeki yaĢı hemen fark etmiĢti, "Ne
oluyor? Ne var büyüknine?"
"Bir Ģey yok kızım. Anneannenden bahsediyorduk,
duygulandık. Ehh, onun annesi benim de kızım. Çok
genç yaĢta kaybettik," dedi. Hümeyra inanmıĢtı.
Ağlamak için çok geçerli bir sebepti.
Haziranın on beĢi gelmiĢti bile. Havalar çok
sıcaktı. Ayvalıkta Haziran ve Eylül aylan,
genellikle çok güzel ama bir o kadar da sıcak
geçerdi. Marika ve Hümeyra Ġstanbuldan sipariĢ
üzere getirtilen etekli mayoları ile akĢama
kadar denize girmiĢlerdi. ġimdi de deniz
kenarında oturmuĢ, ayaklarını suya sokmuĢ, arada
bir birbirlerine su atarak ĢakalaĢıyorlardı. DıĢ
kapıdan birileri girmiĢti. Ama oturdukları
yerden kim oldukları görünmüyordu. Arkalarında
bir erkek sesi duydular. Hümeyra hızla döndü.
Gelen Suat'tı. Hümeyra, hemen ayağa fırlayıp
ıslak ıslak Suat'ın boynuna sarıldı.
"Ayy, Suat abi, ne kadar sevindim. Amcam da geldi
mi?"
"Evet, SarmaĢık Gülü. Ailece buradayız."
"Aaa, Hayalde mi?"
"Evet tabii. O da amcanın kızı değil mi?"
"ġüphesiz, hepinizin geliĢine çok memnun oldum."
Marika'da ayağa kalkmıĢ, havlusuna sarınmaya
çalıĢıyordu. Hümeyra birden fark etmiĢ gibi,
"Bak, sana mektuplarımda bahsettiğim arkadaĢım,
Marika. Pardon artık arkadaĢım değil, kardeĢim
Marika."
Suat gülerek Marika'nın yanına yaklaĢtı, "Desene
iki kuzenim var. ikisi de birbirinden güzel. Uslu
olun, yoksa sizi korumakta zorlanacağım."
Hümeyra, "Siz konuĢmaya devam edin, ben bir
amcamı göreyim," diyerek köĢke doğru koĢtu.
Amcası ile babası ön verandada oturmuĢlardı.
Hayal ile yengesi misafir yatak odalarına
yerleĢmeye çalıĢıyorlardı. Hümeyra üzerinden
sular akarak amcasına doğru koĢtu.
"HoĢ geldin amcacığım. Çok sevindim," dedi.
Derman bey sert bir sesle, "Bu ne hâl? Sular
süzüle süzüle misafir karĢısına çıkılır mı?
Annen, ninen sana hiç mi adab-ı muaĢeret
öğretmedi?"
Hümeyra çok üzülmüĢ ve mahcup olmuĢtu. Fısıldar
gibi, "Ama o misafir değil ki, benim amcam."
Fuat bey kahkahalarla gülmeye baĢladı. Sonra
Derman beye dönerek, "Aldın mı cevabını? Çocuğun
sevincini ve samimiyetini kursağında koydun.
Sana ne kadar yerinde bir cevap verdi."
Hümeyra'ya bakarak, "Sen ona bakma! Herkese, her
Ģeye bir kusur bulmakta özel bir yeteneği vardır.
Adını Bay Ġtiraz koymalıymıĢız. Gel bakayım seni
bir güzel
kucaklayayım. Çok güzel bir kız oluyorsun.
GörünüĢün kadar ruhun da güzel yavrum... Allah
Ģansından güldürsün. Ama hemen git giyin! Yoksa
üĢüteceksin."
"Peki amca."
Derman bey ağabeyinin bu tavrına sinirlenmiĢti,
"Abi bu kızı Ģımartmakta hepiniz el birliği
ettiniz galiba?"
"Hayır oğlum, sen herkesi karĢına almakta özel
bir çaba gösteriyorsun. EĢsiz bir karın var.
Güzel, asil, görgülü. Evine ve çocuklarına
bağlı. Onu kendinden uzaklaĢırdın. ġahane bir
kızın var. Ġçi de dıĢı da^siz güzellikte.
Hürmetli, sevgi dolu, tertemiz... Ve de ayrıca
baĢarılı. Farkında değilsin veya değilmiĢ gibi
davranmakta direniyorsun. Büyük hanım ise,
sadece yakından tanıyanla rın değil, bütün
Ayvalık ve yöresinin saygısını kazanmıĢ
muhterem bir hanımefendi. Bir tek oğlunla
sorunun yok gibi, Ģimdilik tabii. O da sana çok
benziyor, ondan olmalı."
Derman bey kıpkırmızı olmuĢtu, "Ama abi, bu,
çocukların yanında konuĢulacak konu değil," diye
baĢladı.
Fuat bey, "Burada çocuk yok. Bence hemen itiraz
etme. Sakin bir yerde ve sakin bir kafa ile düĢün!
Kendine "Neden herkesle kavgalıyım?" sorusunu
sor. Ben, eğer bir insan üç kiĢi ile benzer
sorunlar içinde ise, kendinde bazı hataların
olduğunu kabul etmelidir, ne olduğunu nerede
yanlıĢ yaptığını aramalıdır diye düĢünüyorum.
Eğer
bu Ģekilde bir düĢünce içinde olamazsan,
bencilliğinin ve hatalarının kölesi olursun.
Hayal, Kenan beylerin köĢkünü gözetleyip,
duruyordu. Kimseye bir Ģey sormaya cesaret
edemiyordu. Hümeyra durumu fark etmiĢti. Herkes
kamelyenin altındaki masada oturmuĢ, bir Ģeyler
yiyip çay içiyordu ama Hayal bitiĢik bahçeyi
gözetlemekten hiçbir Ģeyin tadını
çıkaramı-yordu. BekleyiĢi uzun sürmedi. Leyla
bahçeye çıktı. Hayal hemen fırladı.
"Leyla! Leyla!"
Leyla bu bahçeden adının çağrılmasına pek
alıĢkın değildi. BaĢını hızla ve ĢaĢkınlıkla
çevirdi. "Aaa Hayal, ne zaman geldiniz?"
Hayal duvarın önüne gitmiĢti bile. Leyla da iyice
yanaĢmıĢ, bir Ģeyler konuĢuyorlardı. Biraz sonra
döndü. Yüzünden düĢen bin parça oluyordu. Hayal
uzun süre o durumda oturdu. Sonra Hümeyra'ya
döndü "Nejat Ġstanbul'a gitmiĢ, biliyordun
tabii."
Hümeyra kayıtsız bir tarzda, "Bilmem, farkında
değilim. Ama gitmesi çok normal değil mi? Liseyi
bitirdi. Herhalde bir üniversiteye kaydını
yaptırmıĢtır."
Bu haberi alan Hayal o akĢam, annesini
sıkıĢtırmaya baĢladı, "Anne biz tatile
çıkacaktık. Artık gidelim."
"Kızım daha yeni geldik. Acelen ne? Hem burası
da tatil iĢte... "
"Ben görmediğimiz yerleri görmek istiyorum."
"Orası da görmediğiniz bir yer değil ki.
Teyzenizin bahçesi. Sadece birkaç senedir
görmedik." Süheyla hanım atıldı, "Aa, burada
kalmayacak mısınız?"
"Bir hafta on gün diye düĢünmüĢtük ama baksana
mızıldanmaya baĢladılar. Anamur'a ablamlara
gitmek istiyordum. Ablamı senelerdir görmedim.
Çok güzel bir muz bahçesi yetiĢtirmiĢler. Bu
çocukların iĢine akıl sır ermiyor. Geçen sefer
bizimle dönmeyip kaldılar. ġimdi ise hemen
gitmek istiyorlar" dedi.
Suat, "Ben değil, kızın mızmızlamyor. Ġsterseniz
be burada bırakabilirsiniz."
Ve sessizce fısıldadı, "Sonsuza dek."
Hümeyra duymazlıktan geldi. Leyla Fransızca
okuyordu. Diğerleri de zaten Ġngilizce
bilmiyorlardı. Hayal'in bütün ısrarlarına
rağmen, Fuat bey ve ailesi misafirliklerini
devam ettiriyorlardı. Hayale rağmen eve bir
canlılık gelmiĢti. Suat çok neĢeli ve esprili bir
çocuktu.
Bu gün kayıkla Cunda adasına geçeceklerdi.
Gençler Makbule bacının piknik sepetini
hazırlamasını bekliyorlardı. Hümeyra birden
neĢesizleĢti. Ġlci sene evvel yine aynı gurupla
Cunda adasına gitmiĢlerdi. O zaman Nejat da
yanlarında idi. Surat asıp oturmuĢ olmasına
rağmen o günü hasretle anıyordu. Ġçinden "KeĢke,
keĢke gene olsaydı" diye geçirdi.
Sepet hazırlanmıĢtı. Süheyla hanım kendi
kayıkları ile gitmelerine izin vermemiĢti.
Çocukların emniyeti açısından daha büyük bir
kayık veya motor olmasını istemiĢti.
Çamlık'a doğru yürürken sağda daima tekneler
bulunurdu. Bunlardan birini kiralayabilirlerdi.
Kayıkçı YaĢar'ın motoruna binmek üzere iken,
genç bir çift kayıkçıya yanaĢtı. Bir Ģeyler
anlatmaya çalıĢıyorlardı, ama konuĢtukları dil,
Ġngilizce de, Fransızca da, Türkçe de değildi.
Aslında bu genç çift tip olarak Türkleri
andırıyordu. Motorun sahibi ile pek anlaĢacağa
benzemiyorlardı. Marika birden atıldı, "Aaa,
bunlar Ġtalyanca konuĢuyor."
Hümeyra ĢaĢkın, "Sen Ġtalyanca biliyor musun?"
"Biraz, aslında gayet iyi konuĢuyordum ama
unuttum. Ayrıldığımda ancak dört buçuk, beĢ
yaĢındaydım."
Marika kayıkçının yanına doğru yürüdü, "Bir
dakika, ben konuĢabilir miyim? Belki anlaĢırım,"
dedi. Kayıkçı, "Buyur küçükhanım."
Marika zor da olsa, çiftin ne istediğini
anlamıĢtı. Cuntaya gitmek istiyorlarmıĢ,
gezeceklermiĢ. Ama sonra nasıl dönebiliriz diye
soruyorlarmıĢ. Hümeyra telaĢla, "Bizimle
dönerler. Söyle onlara, saat altı gibi aynı motor
ile döneceğiz. Onları da alırız."
Çift bu habere çok sevinmiĢti. Hemen motora
atladılar.
Marika söylediklerini zor da olsa anlatabilmiĢ
olmanın
• A/
sevinci ile Ġtalyan kızm yanına yaklaĢtı.
KonuĢmaya baĢladılar. Gerçi zorlanıyorlardı
ama yine de anlaĢıyorlardı. Marika'nın yüzünde
nadir görülebilen bir mutluluk vardı: Cunda'ya
vardıklarında Ġtalyan çift ile Hümeyra'ların
küçük grup iyice kaynaĢmıĢlardı. Marika,
"Hümeyra Silvia'lar da bizimle gezmek istiyor,
ne dersiniz?"
Önce Suat atıldı, "Sor bakalım Ġtalyancadan
baĢka bir dil biliyorlar mı?" Marika bir Ģeyler
konuĢtu.
151
"Evet pek iyi olmasa da Ġngilizce
konuĢabilirlermiĢ. " "O zaman, memnuniyetle."
Cundanın altını üstüne getirmiĢler, iyice
yorulmuĢlardı. Deniz kenarında kırık dökük
sandalyeleri olan bir çay bahçesine oturdular.
Bu zaman zarfında Ġtalyan çift ile Ġngilizce,
Fransızca, Ġtalyancadan oluĢan yeni bir dil
yaratarak anlaĢıyorlar, hatta espri bile
yapıyorlardı. Silvia birden Marika'ya döndü,
"Sahi, sen îtalyancayı nereden biliyorsun?"
Marika bir an duraladı. Sonra sakin bir sesle
"annem orada yaĢıyor" dedi.
"Aaa, o zaman Ġtalya'ya sık sık geliyorsundur."
Marika'nın siyah gözlerinde acı belirmiĢti, "Ne
yazık ki, hayır. Yıllardır annemi görmüyorum.
Haber alamıyorum," diyerek durumunu fazla
teferruata girmeden özetledi. Silvia çok
üzülmüĢtü, "Annenin adresini ver, gidip onu
bulayım."
"Adresini bilmiyorum. Tek bildiğim Ģey bir
tekstil fab rikasının patronu Carlos Benadit ile
beraber olduğu idi."
Silvia gözlerini kocaman kocaman açarak, "Aaa,
Ģ~ meĢhur Benadit mi ? Dünyaca ünlü iç
çamaĢırları üreten firmanın sahibi."
"MeĢhur mu bilmiyorum ama, evet yaptıkları iç
çamaĢırıydı galiba."
"Hayatım, onlar beĢ altı yıl evvel evlendiler.
Sosyete sayfalarında düğünleri hakkında birçok
yazı çıktı. Üvey baban Ģimdi çok ünlü. Marika
içinden "Demek ki meseleyi çözmüĢler" diye
geçirdi. Silvia devam ediyordu. Sen bana bir
mektup yaz, ver. Ben gidince anneni bulacağım.
Söz veriyorum. YaĢadığım yer Roma'ya oldukça
uzak ama yine de bulacağım."
Marika çok sevinmiĢti. Büyük bir coĢku ile
Silvia'ya sarıldı. "YaĢasın! YaĢasın!" diyerek
el çırpmaya baĢladı. Hümeyra da ĢaĢkın ĢaĢkın
Marika'ya bakıyordu. Marika duygularını kontrol
etmesini bilen, ölçülü bir kızdı. Ama Ģu anda üç
dört yaĢındaki çocuğun coĢkusunu yaĢıyordu.
Ġçinden "Haklı ne de olsa o da bir çocuk. En
kıymetli varlığına kavuĢma ümidi doğdu." Hümeyra
birden içinin bu-rulduğunu hissetti. Ya Marika
sahiden giderse? Sonra kendi kendine kızdı "Bu
kadar bencil olmamalıyım!"
Nejat, Hümeyra'ya yazdığı mektupları Marika'nın
adına gönderiyordu. Güya NiĢantaĢı'nda oturan
bir arkadaĢı varmıĢ gibi. Lusi adını
kullanıyordu. Postacı geldiğinde, eğer
yanlarında ev halkından
biri yoksa Marika pek yerinden kalkmazdı.
Hümeyra büyük bir coĢku ile kapıya koĢar, sonra
mektubu Marika'ya uzatırdı. Marika okuyacak-mıĢ
gibi odalarına çıkar, Hümeyra da bir iki dakika
kendini zor tutar, hemen peĢinden giderdi.
Nejat'ın mektupları öylesine duygu yüklüydü,
öylesine hasret ve aĢk kokuyordu ki, iki arkadaĢ
önce sevinir, sonra da gözleri dolu dolu
Nejat'tan konuĢmaya baĢlarlardı. Bu aĢk her
geçen gün daha çok büyüyor, daha çok kavurucu
oluyordu. Mesela bir tanesinde;
"SarmaĢık Gülüm, güllerin en güzeli," diye
baĢlamıĢ, fra^^* hatır sorduktan sonra,
aĢağıdaki cümlelerle bitirmiĢti.
"Biliyor musun, SarmaĢık Gülü? Geçen gece
rfuSğımda kalbimin atmadığını hissettim. Acaba
ölüyor muyum diye endiĢelendim. Sonra birden
fark ettim ki, benim kalbim yok. Senin yanında
bırakıp, gelmiĢim. Duygularım, coĢkularım,
sevincim, mutluluğum ve hüznüm, hepsi senin
yanında. Ben burada, bulunmaması
gereken yerde yaĢayan bir ay-
153
vık olundan farksızım. Eğer daha çok susuz, yani
sensiz kalırsam, kuruyacağım. Ayrık
otları da kururmuĢ, bir tanem."
Bir baĢka mektubunda, "Sevgilim, Ġstanbul'un
eĢsiz, ro- I
mantik ve âĢıklar için bulunmaz bir yer olduğunu
söylerlerdi. Bence çok çirkin bir yer.
Ayvalık'taki güneĢ, mehtap, denizin
pırıltısı, kuĢların cıvıltısı, burada yok.
Duyamıyorum, göremiyorum. Birden fark ettim.
Onlara o güzelliği, o zarafeti, o cazibeyi veren
sendin. Sensiz hiçbir yer güzel olamaz!
Cennet bile"
Bütün bunların içinde Hümeyra'nın çok sevdiği
bir mektup daha vardı. Gerçi hepsini defalarca
okuyor, öpüyordu ama bazıları çok, çok
etkileyiciydi. Sanki yüreğinden kopan küçücük
parçacıkları kâğıda dizip yollamıĢtı. Nejat
mektubunda, uzun uzun hasretinden, acısından
bahsetmiĢ, sonra da eklemiĢti;
"SarmaĢık Gülüm! Güllerin en güzeli! Gönül
bahçemde büyüttüğüm, su yerine sevgi, toprak
yerine gönlümü verdiğim aĢkım. Çok düĢündüğüm
bir konu daha var. Ben sana ne zaman âĢık oldum?
Bazen doğduğum gün diye düĢünüyorum. ÂĢık
olarak mı doğdum? Onu bilemiyorum.
Zaten
sen dünyada değildin. Üç veya dört yıl sonra
dünyaya geldin. Tam ne zaman bilemiyorum ama âĢık
olduğumu kesin olarak anladığım günü biliyorum.
Senin dördüncü yaĢ günün kutlanıyordu. Bizim
aile davetli değildi. Aramızdaki soğukluğun
sebebini bir türlü anlayamadım. Ne yazık ki
anlaĢabilen o komĢular
olamadığımız kesindi. Ben, gizlice
seni dar güz
Sarı kıvırcık saçlarının altından muhteĢem
gözlerin görü nüyordu. Davetliler
hediyelerini veriyorlardı. O güzel
göz
senin doğum günü partini, daha
doğrusu seni gözetliyor
rusu
dum. Pembe kısacık elbisenin içinde
o kadar güzeldin ki
lıiinden mutluluk akıyordu. Ben sana hediye
alamamıĢtım. Akam da veremezdim ki. Bizim
Heybetli doğurmuĢtu. Üç iıine güzel yavrusu
vardı. Babam üçünü de ahbaplarına söz vermiĢti.
Cins köpek olduklarından isteyen çoktu. Ama ben
lıcmen en güzelini seçip, sizin bahçeye
bıraktım. Minik köpek poposunu sallaya sallaya
size doğru geldi. Zira yiyecek kokuları almıĢtı.
Önce senin pembe, beyaz ayaklarını yaladı. Bir
anda korkup "Ayy!" diye bağırmıĢtın. Sonra yav-ı
ıı köpeği görünce sevinç çığlıkları attın. "Anne
bu köpek benim olsun! Bak yaĢ günümü kutlamaya
geldi" diye bağırı-yordun. Köpek sizin olmuĢtu.
Ne yazık ki ona Zalim adını koydunuz. AĢk, Sevgi
veya Tutku olabilirdi. Meğerse babam lıeni
gözetliyormuĢ. Elini omzuma koydu.
"Hümeyra'yt çok beğeniyorsun galiba?" diye
sordu. UtanmıĢtım.
"O daha çocuk. Sadece sevindirmek istedim" diye
yanıtladım.
"Eminim öyledir. Üzülme sakın, çabuk büyüyecek
ve {ok güzel bir kız olacak tıpkı... " dedi ve
sonra birden sustu, sonunu getirmemiĢti. O zaman
ne demek istediğini anlayamamıĢtım. ġimdi de
emin değilim ama bazı sezgilerim var. Evet, evet
galiba o gündü. Sana âĢık olduğumu anladığım
gün. Sen o köpeği okĢadığında,
oynadığında hep beni
okĢuyormuĢsun gibi gelirdi. Tuhaf bir mutluluk
duyardım.
Bazen de bundan utanırdım."
Mektup biter bitmez, Hümeyra,
Zalim'injkulübesine koĢmuĢtu. O günden sonra
onunla kadar çok ilgilenmeye baĢladı ki,
yanından ayrılmaz oldu. Köpek de zaten sevdiği
Hümeyra'ya aĢırı bir bağlılık göstermeye,
kimseyi yanına yaklaĢtırmamaya baĢlamıĢtı.
155
Ġki arkadaĢ bu cümleleri defalarca okur, aĢkın
büyül denizinde yüzerlerdi. Marika bir gün
kendisinin de böyle bir aĢk yaĢaması için,
Hümeyra da bir an evvel aĢkına kavuĢması için dua
ederlerdi.
Ġtalyan çift ile tanıĢtıktan sonra, postacının
sesiw ni duyan Marika günlerce ve hatta aylarca,
Hümeyradan çok önce dıĢ kapıya koĢmaya baĢladı.
Mektupların Nejat'tan olduğunu anlayınca, büyük
bir hayal kırıklığı ile Hümeyra'ya uzatıp
saatlerce konuĢmadan dolaĢıyordu. Bu durum altı
ay, hatta bir yıla kadar devam etti. Sonra
ümidini iyice kaybetti. Ne kapıya koĢuyor, ne de
Nejat'tan gelen mektuplarda ne yazdığını merak
ediyordu.
Bu kıĢ Ayvalık'a yıllardan beri yağmayan kar
yağmıĢ, her taraf bembeyaz olmuĢtu. Hümeyra
iyice halsiz olan büyükninenin yanındaydı.
"Nineciğim, Marika'yı alıp bahçede kartopu
oynamak istiyorum. Bizi pencereden seyret, olmaz
mı?"
"Olur kızım. ArkadaĢını yalnız bırakma! Gittikçe
daha mutsuz görüyorum onu."
"Evet, farkındayım, ama ne yapabilirim,
bilemiyorum."
"KonuĢmaya çalıĢ!"
Ninesini öpen Hümeyra, "Peki, deneyeyim," dedi.
Odaya girdiğinde, Marika'yı yatağına uzanmıĢ,
baĢını yastığa gömmüĢ, hıçkırarak ağlarken
buldu. Yanma koĢtu, "Marika, neden kendini bu
kadar harap ediyorsun? Altı ay evvelki
durumundan daha kötü bir durum mu var sanki? Sana
yeterince sahip çıkamıyor muyuz?" Marika yatağın
içinde doğruldu. Gözleri kıpkırmızı ve ĢiĢmiĢti.
"Siz, yani bu aile, bana hiç kimsenin
yapmadığını, kimsenin kimseye yapamayacağım
yaptınız ve yapıyorsunuz. Allah sizden razı
olsun. Her kiliseye gittiğimde Tanrıdan
asını
ilk önce sizin aileyi korumasını istiyorum. Ama
altı ay
velki durumumla bugünkü durumum arasında çok
fark var. Altı ay evvel, bir gün annemi bulacağım
ve bana muhakkak sahip çıkacağı ümidini
taĢıyordum. ĠĢte o ümidimi kaybettim.
Ġnsanoğlunun en büyük zenginliklerinden biri,
bazı ümitlerinin olmasıdır. Altı ay önce hiçbir
Ģeyim yoktu. Ama ümitlerim vardı. ġimdi onları
da yitirdim."
Hümeyra da çok üzülmüĢtü. Acaba ne söylemeliydi?
Biraz durdu, "Bak Marika, sen güçlü bir kızsın.
Artık ne anneye ne de babaya fazlaca ihtiyacın
olmadığı bir döneme girdin. Bir buçuk yıl sonra
fakülteye gideceğiz. Zannediyor musun ki sadece
senin bize ihtiyacın var? Benim ve ailemin de
sana ihtiyacı var. Sen olmasaydın, belki de beni
fakülteye göndermeyeceklerdi. Bir ev alınacak.
Bu evde bir hayat olması için gereken her Ģey
yapılacak. Sadece sofraya bir tabak fazla
konacak. Bu ise bizim aileye hiç dokunmaz. Bana
vereceğin desteğin ve arkadaĢlığın yanında bu,
denizde damla gibi bir Ģey. Fakülteyi bilir. O
zaman git, annenin karĢısına dikil. Biraz canım
acıt! Buna hakkın var bence. Senin canını çok
acıttılar. Yalnız Ģunu da göz ardı etme! Belki
de o Ġtalyanlar verdiği sözü unuttu. Mektubunu
kaybetti veya bir Ģekilde kulak ardı etti. Hemen
anneni de suçlamayalım, değil mi? Biz ise hep
Hümeyra bu konuĢtuklarına kendisi de ĢaĢırmıĢtı.
Sanki on altı, on yedi yaĢında genç bir kız değil
de, tecrübeleri olan olgun bir kadındı. Ġçinden
"^^j büyükni-ııe! Beni vaktinden çok evvel
olgunlaĢtırdın" dedi. Aslında büyük annenin rolü
çoktu. Ama Hümeyra'yı bu hale getiren, yaĢadığı
aĢktı. Sonra yatağa eğildi. Marika'yı kolun-
dan tuttu. "DıĢarıya bak. Bu manzarayı
Ayvalık'ta görmen
beraber olacağız. Göreceksin, çok mutlu
günlerimiz olacak. GeçmiĢteki acıları
raflara kaldır! Hatta at! Ki geleceğini
etkilemesin."
pek kolay değil. Haydi bakalım, bahçeye kar topu
oynama ya!" Bir taraftan da annesinin ördüğü
eldivenleri güzel el lerine geçirmeye
çalıĢıyordu.
a
1
Hümeyra ve Marika liseyi bitirmiĢlerdi.
Özellikle bü-yüknine çok mutluydu. Mutlu
olmasının birçok sebebi vardı. Hümeyra artık on
sekiz yaĢını bitirmiĢti. Yani kendi kararlarını
kendisi verebilecekti. En azından kanun
karĢısında... Nejat ile aralarında büyük ve
temiz bir aĢk vardı. Onlar, her Ģeye rağmen
birleĢecek ve mutlu olacaklardı. Derman bey
biraz daha durulmuĢ, sakinlemiĢ gibiydi. Nine
bunu birçok sebebe bağlıyordu. Ağabeyinin
etkisi, Süheyla'nın biraz daha güçlü bir kiĢilik
sergilemesi... Ve kırkını çoktan devirmiĢ
olması. Bu Ģu demek oluyordu. Derman bey ne kadar
çırpınırsa çırpınsın, bundan daha iyi bir hayat
kurmasının mümkün olamayacağını anlamıĢtı.
Artık bu durumu kabullenmiĢ gibiydi. Kavgalar ve
hırçınlıklar azalmıĢtı. Tabii sevgileri ve
saygıları yok ettikten sonra. Büyükninenin
dediği gibi, "Saygı ve sevgi, saklanması en zor
emanetlerdir. Çok itina ve emek ister."
Faruk iki yıldır Ankara Ziraat Fakültesinde
okuyordu. Suzan ile iliĢkisi devam ediyordu. Bu
aĢkın belkemiği ise galiba yine maddiyattı.
Çünkü Suzan da Ayvalık'ın zengin
ailelerinden biriydi. Çamlık tarafındaki
arsaların çoğu onun dedesinin malıydı. Suzan da
Ankarada oku-
mayı tercih etmiĢti. Ama baĢarılı değildi.
Fakülteyi bitire-bilecek gibi görünmüyordu.
Uygun olanfÇn bariz tarafları, her ikisinin de
paraya düĢkünlükleri ve bencillikleriydi.
Amcaoğlu Suat hâlâ arada sırada JHümeyra'ya
mektup yazıyor ve onunla ilgileniyordu. Artık
Hümeyradan aĢk beklemiyordu. Köklü bir dostluk
ve akrabalık bağını koruma
ya çalıĢıyor, bunu da baĢarıyordu. Büyükninenin
yatakta geçirdiği zaman biraz daha artmıĢtı. Bu
durum, onu da, 1 lümeyrayı da çok üzüyordu.
Büyükninenin esas üzüntüsü Hümeyra'nın yanından
ayrılıp, fakülteye gidecek olmasıydı. Buna
rağmen okuması için büyük bir destek veriyordu.
iki yıl evvel, Kenan bey ilk defa büyüknineyi
ziyarete gelmiĢ, yıllardır adım atmadığı konağa
girmiĢti. Hümeyra o anı hiç unutamıyordu. Babası
evde yoktu. Kenan bey ile annesi bahçede
karĢılaĢmıĢlardı. Süheyla hanım sapsarı olmuĢ,
kekelemeye baĢlamıĢtı. Kenan bey ise söyleyeceği
sözleri unutmuĢ, birkaç dakika sadece Süheyla
hanımın yüzüne bakmıĢtı. Sonra gözlerini yere
dikerek, "Biz tstanbul'a taĢınıyoruz.
Davalarımın çoğu orada... Leyla da fakülteye
baĢlayacak. Artık burada durmamızın pek bir
gerekçesi yok. Büyükhanıma "Allahaısmarladık"
demeye geldim" demiĢti.
Hümeyra atıldı, "Kenan amca, ben haber vereyim,"
dedi. Hümeyra için bu haber yeni
değildi. Nejat geçen yaz, babasının Bebek'te bir
yalı aldığını, seneye oraya taĢınacaklarını,
asla üzülmemesini, Hümeyra burada olduğu sürece,
her yaz buraya geleceğini söylemiĢti. Hümeyra
yine de içinde bir burukluk hissetti. Süheyla
hanım ise dolan gözlerini göstermemek için,
baĢını Kenan beyin konağına çevirdi, "Burayı ne
yapacaksınız?" diye saçma birJ^ru sordu. Kenan
bey de soruyu çok saçma bulmuĢtu, içinden "sanki
en önemli konu buymuĢ" diye geçirdi. Y^^id^ o
yumuĢak ve sevecen sesi ile cevap verdi,
"ġimr^^^hiçbir Ģey. Çocuklar gelip, gitmek
istiyorlar. Biliyorsunuz Ayvalık çok geliĢiyor.
Otel yapmak için sıkıĢtırıpViuruyorlar ama henüz
niyetimiz yok."
Hümeyra göründü, "Kenan amca, ninem sizi
görmekten çok memnun olacağını söyledi.
Buyurun," dedi. Büydk hanım Kenan bey'i gülerek
karĢıladı, "Hayrola Kenan bey oğlum, yirmi
yıldan sonra ilk defa bu konağa geliyorsunuz,
değil mi?"
"Ne yazık ki öyle büyük hanım. Böyle olsun
istemezdim, biliyorsunuz. ġimdi de
Allahaısmarladık demeye geldim."
Büyüknine üzülmüĢtü. Yarım saat kadar sohbet
ettikten sonra, Kenan bey müsaade istedi.
Kapıdan çıkmadan, "Büyük hanım, sizin evrak emin
ellerde, sakın endiĢelenmeyin!" dedi. Bahçeden
geçerken, çevresine bakıp duruyordu. Süheyla
hanımı bir kere daha görebilme çabası içindeydi.
Süheyla hanım ise, odasındaki pencerenin
perdesinin
arkasından Kenan beyin gidiĢini yaĢlı gözlerle
seyrediyordu...
Hümeyra uzun süre Zalim'i sevdikten sonra,
denize doğru yürüdü. Annesi deniz kenarındaki
büyükçe bir taĢın üzerine oturmuĢ, ayaklarını
suya sokmuĢ, öylece Cunda adasına doğru
bakıyordu. Gözleri ıslaktı. Hümeyra birden
annesine büyük bir acıma hissi duyduğunu
hissetti. Bu genç ve güzel kadın, sevmediği,
bencil ve asla kendini anlayamayan bir adamın
koynunda, kavuĢamadığı ve bütün varlığı ile
sevdiği bir adamı özleyerek geçirmiĢ, ahlak
kurallarını çiğnememiĢ, görevlerini ihmal
etmemiĢ ve sevdiği adamın bir baĢka kadınla
paylaĢtığı ha-
yatın her anını seyretmek zorunda kalmıĢtı. Bu
ne büyük acıydı Yarabbi! Herhalde ben Nejat'ı
baĢkası ile görsem çıldırırım diye düĢündü.
Hızla koĢup, annesinin boynuna sarıldı ve
yanaklarından öpmeye baĢladı. Süheyla hanım çok
ĢaĢkındı. Yüzündeki zoraki tebessümle, "Neler
oluyor
l/.ll
SarmaĢık Gülü?" diye sordu. Hümeyra biraz da
mahcup, "Galiba, seni hayatım boyunca yeterince
öpmediğimi düĢündüm. O açığı kapatmak istedim,"
dedi. Süheyla hanım kolları ile kızım sımsıkı
sardı. Ġkisinin de yanakları ıslaktı. Uzun süre
öylece kaldıktan sonra Hümeyra, "Anne, çok mu
sevdin?"
Süheyla hanım, ĢaĢkındı. Artık Hümeyradan bir
Ģeylerin saklanamayacağını anlamıĢtı.
Zira o da âĢık bir genç kızdı. "Evet," dedi. ġu
muhteĢem güllerin, toprağı, suyu ve güneĢi
sevdiği kadar... "
Hümeyra bu cümleyi birkaç dakika düĢündü. Yani
annesi yaĢamak için gerekli olan üç Ģeyden mahrum
kalmıĢtı. Doğruydu. Zavallı annesi bedenen
hayattaydı. Manen ölmüĢ gibiydi.
Annesinin elini tuttu, "Anne, ben de çok
seviyorum. Ya kavuĢamazsam?"
Süheyla hanım, kızının ipek saçlarını okĢadı,
"Artık devir değiĢti. Gençler Ģimdi daha özgür.
Eh senin arkanda ben ile büyüknine de var. Eminim
benim yaĢadıklarımı yaĢamayacaksın!" Hümeyra
birden konuyu değiĢtirmek istedi. Çünkü bu
konuyu konuĢtukça annesi daha çok üzülecekti.
Zira yirmi dört saattir en duygusal dönemini
yaĢıyordu.
"Anne, sen hiç Ģiir yazdın mı?"
"Dün akĢamüstü, ilk defa..."
Hümeyra hemen anlamıĢtı. Kenan bey gittik.^^
sonra yazılmıĢtı.
"Ne olur oku!"
* As
"Canım, benimki çok sıradan bir Ģey, diyorum ya
ilk
defa."
"Olsun lütfen oku!"
161
Süheyla hanım yine Cunta adasına doğru döndü.
Fısıltı halinde Ģiirini okumaya baĢladı.
Cennete Çağrı
Saygı değer büyükler,
Büyük âĢıkların yeri, cennettir
derler.
Ben önden giderim.
Seni orda beklerim.
Sakın fazla gecikme'.
Nisan, Mayıs, Eylül olsun
Ama asla Mart deme!
Mart deyince gelmiyorsun,
Ve benim her günü Marttan sayıp, Seni
ölesiye beklediğimi bilmiyorsun. Görünce
beni hemen,
"Benimle evlenir misin?" de lütfen.
Eğer orda da değilse eĢit, Havva ile
Adem, Ben sana yine aĢkımı söyleyemem!
ikinci dünyaya fit oldum. Amma üçüncüyü
de bekleyemem!
Hümeyra ĢaĢırmıĢtı. Annesinden böyle bir Ģey
bekle-
miyordu. Hem de çok çağdaĢ bir dille yazılmıĢtı.
Ellerini çırptı.
"Anne! Bu muhteĢem bir Ģiir," dedi. Annesi ^^den
muhteĢem olan benim aĢkımdı. ġiir o büyük aĢkın
ne kadarını ifade eder ki? diye geçiriyordu Ve
birden ayağa kalktı.
"Bir Hâcer'e bakmam gerek. Yemek.^Osinde
zorlanı-yordur," dedi. Hümeyra annesinin
arkasından bakarken, tuhaf bir hisse kapıldı.
Galiba anı^^bu konuĢmadan biraz piĢmandı veya
utanmıĢ gibiydi.
Zaman o kadar çabuk akıp gidiyordu ki, bir nehrin
akıĢ hızı bile ondan çok daha yavaĢtı. YaĢarken
fark edilmeyen bu akıĢ, bir müddet sonra geriye
dönüp bakıldığında,
ĢaĢkınlık çok kere de acı bir burukluk
yaratıyordu. Kenan bey'in veda ediĢinin
üzerinden tahminen iki yıl geçmiĢti. Bu sene
Hümeyra ve Marika da liseyi bitirdiler.
Ġki yıla yakın bir zamandır görüĢemedikleri ama
ailenin büyük bir bölümünün hayatında önemli
yeri olan komĢuları yoktu. Süheyla hanım hiçbir
konuda duygularını açığa vuran bir insan
değildi. Hümeyra ile deniz kenarında yaĢadığı o
andan sonra, bu konulara hiçbir Ģekilde
girilmemiĢti. O, yine zırhına bürünmüĢtü. Ne
yazık ki Hümeyra Nejat'ı çok özlüyor, kemanı
elinde "Mani oluyor halimi takrire hicabım"
Ģarkısını çalıp, Nejat'ın ıĢığı yanmayan boĢ
penceresine dolu gözlerle bakıp duruyordu. Bu da
ona çok acı veriyordu. Nejat gerçekten sözünde
durmuĢ, üç günlük bayram tatillerinde bile
Ayvalık'a gelmiĢti. Bu yıl ise artık hasret
bitecek, Hümeyra da üniversite okumak için büyük
bir ihtimalle Ġstanbul'a gidecekti. Gerçi babası
ve amcası Ankara'ya gitmesini istiyorlardı ama
Hümeyra bütün gücü ile direniyordu. Büyükninenin
ve annesinin de desteğini arkasına almıĢtı. ġu
sıralar bu
Marika tam eski haline dönmese de o melankolik
halini üzerinden atmıĢ, hayata yeniden
bağlanmıĢtı. Ġki genç kız Ģimdi de, büyük bir
heves ile kendi mezuniyet balolarına
hazırlanıyorlardı. Hümeyra çok üzgündü. Çünkü
tam bu günlerde Nejat'ın imtihanları vardı. Eğer
aynı güne im-
konuları düĢünmek için fazlaca vakit de
bulamamıĢlardı. Bu sebepten nereye gideceği
kesinlik kazanamamıĢtı. Zira
bitirme imtihanları bütün
tihan konmuĢsa gelemeyecekti. Yoksa söz vermiĢti
çekti. Büyük bir merak içinde Nejat'ı
bekliyordu. Bu sefer ki konserde de ısrarla "Mani
oluyor halimi takrire hicabım" Ģarkısını çalmak
ve söylemek istemiĢ, Kâmuran beye kabul
ettirememiĢti. Hocanın bu Ģarkıya karĢı alerjisi
vardı galiba. Hümeyra bu yüzden de çok üzgündü.
Sonra omuzlarını silkti "Aman nasılsa Nejat da
ortalarda yok. Bu konunun üzerinde durmam için
bir sebep yok" dedi.
Hümeyra bu sefer saman sarısı, Marika da çok açık
mavi birer tuvalet diktirmiĢlerdi.
Marika göğsünün altından bollaĢarak inen eteği,
küçük karpuz kolu ve açık yakası olan tuvaletinin
içinde, gerçekten çok güzeldi. Hümeyra ise saman
sarısı, beli oturan, eteği kabarık, omuzları
açıkta kalan tuvaleti ile muhteĢemdi. Hümeyra
aynanın önünde saçlarına Ģekil vermeye
çalıĢıyordu. NeĢesizdi. Bir taraftan
hazırlanıyor, bir taraftan da söyleniyordu,
"Güzel olsam ne olacak? Çirkin olsam ne olacak?
Beni Ģövalyem görmedikten sonra." Tam o sırada
camın önünde bir hıĢırtı oldu. Hümeyra hızla cama
baktı. Çirkin karga gelmiĢti. Hümeyra'nın yüz
ifadesi birden değiĢti, "Bak Marika, çirkin
kargam geldi," dedi. Ve devam etti, "Bu demektir
ki Nejat bugün gelecek".
Marika gülerek, "Hâlâ kargalara göre sonuç
çıkarıyorsun. ĠnĢallah gelir. Ama sakın kargaya
güvenip, sonrada sükûtu hayale uğrama!"
Hümeyra dudağını kıvırarak, "Ne kötüsün Marika,
bu karga beni ne zaman yanılttı ki?"
"Tamam tamam, inĢallah dediğin gibi olur."
Hümeyra, Nejat'ın Ġstanbul'a gittiği günden
beri, balkonuna konan çirkin kapkara bir karga
ile alacağı haberler arasında bir iliĢki kurmaya
baĢlamıĢ, karganın geliĢini hep alacağı iyi
haberlerin öncüsü olarak kabul etmiĢti. Bu tuhaf
yorum zaman içinde daha da etkili olmaya baĢladı
Marika bu durumdan endiĢeleniyordu. Bunun bir
saplantı olmasından korkuyordu. Ancak memnun
olduğu tek Ģey, Hümeyra'nın karganın gelmeyiĢini
kötüye yormamasıydı. Eğer böyle bir duyguya
kapılırsa, günlerinin çoğunu mutsuz bir Ģekilde
geçirecekti.
Hümeyra tuvalet masasının üzerinde duran, küçük
cam kavanozdan bir avuç dan alıp karganın önüne
attı. Gerçekten tuhaf bir durumdu. Karga
Hümeyradan kaçmıyordu. Aralarında kimsenin
anlayamayacağı bir bağ oluĢmuĢ gibiydi.
Hümeyra ve Marika arka arkaya koridora çıktılar.
Süheyla hanımın sesi geliyordu, "Bak Derman bey!
Ġster gel, ister gelme! Ben kızımın mezuniyetine
gideceğim. Ayvalık'ta orada yalnız olduğum için
çeĢitli dedikodular mı üretilirmiĢ? Beni
ilgilendirmez. O senin sorunun." Hümeyra
ĢaĢırmıĢtı. Ġçinden "Bravo, annem artık bir
Ģahsiyet olduğunu göstermeye baĢlamıĢ. Belki de
babamın yola gelmesinin sebebi buydu" diye
geçirdi. Sonra "Aman, annem gelsin de" dedi...
Büyüknine fersiz gözleri ile kızlara baktı,
baktı. Hafifçe gülerek, "Siz cennetten gelme
huriler misiniz?" diye sordu. Kızlar gülüĢerek,
teĢekkür edip nineyi öptüler. Sonra ikisini de
yatağının yanına çağırdı. Hafifçe doğrulup,
elini yastığının altında gezdirdi. Ġki küçük
kadife torba çıkardı. Her birini bir kıza uzattı,
"Bunlar sizin mezuniyet hediyeleriniz," dedi.
Kızlar acele ile kadife torbanın ibriĢim ile
bağlanmıĢ ağzını açtılar. Ġçinden birer kalp
kolye çıktı. Kalbin tam ortasında bir pırlanta
vardı. Kızlar çok sevinmiĢlerdi. Önce Marika
büyük nine^^boynuna sarılıp, defalarca öptü.
Sonra da yatağın kenarına oturup, ağlamaya
baĢladı. Nine, "Ben sizi sevindirmek istemiĢtim,
ama ağlattım, üzgünüm" dedi. Marika içini
çekerek,
m
"Çok sevindiğimden ağlıyorum. Kendimi çok
Ģanssız hissederdim. Ama sizin gibi bir aileyi
tanımak, kaç kiĢiye na- | sip olmuĢtur? Beni
senelerdir öz kızınızdan ayırmadınız. Ġlgi,
sevgi ve güvenin ne olduğunu tattırdınız. ġimdi
bütün endiĢem, bu aldıklarımın karĢısında bir
Ģeyler yapabilme imkânı bulup,
bulamayacağımdır. Siz gerçekten asil
insanlarsınız."
Ninenin de Hümeyra'nın da gözleri dolmuĢtu.
Sonra Hümeyra neĢeli görünmeye çalıĢarak, "Hadi
bakalım, yü^ i züne gözüne yeniden bak! Ağlayarak
kendini çirkinleĢtir- 1 din," dedi.
Lise Müdürü Niyazi bey konuĢma yapmak için
mikrofonu eline aldı. Niyazi beyin konuĢması
herkesi canından bezdiriyordu. Marika ile
Hümeyra masalarında yalnızdılar. Bazı
hazırlıklar için mektebe erken gelmiĢlerdi.
Henüz ne annesi ne de babası ortalarda yoktu. Ve
en önemlisi, Nejat da yoktu. Hümeyra birden
annesinin sesi ile daldığı düĢüncelerden uyandı.
"SarmaĢık Gülü, biz geldik! Hümeyra da Marika da
ayağa kalktılar. Babası Derman bey de gelmiĢti.
Hümeyra çok üzgün olmasına rağmen buna oldukça
sevinmiĢti. Onları yan yana görmeyeli yıllar
olmuĢtu. Aslında dıĢ görünüĢ olarak,
birbirlerine çok yakıĢan bir çifttiler.
Müdür hala konuĢuyordu. Marika, "Müdür bey iyi
bir insan. Biraz da az konuĢsa, bıkkınlık
veriyor."
Süheyla hanım atıldı, "Biz millet olarak
konuĢmayı çok severiz. Bu sebepten olacak, iĢ
yapmaya vakit bulamıyoruz."
ġimdi de liseyi derece ile bitiren talebelere
ödül veriliyordu. Ġlk on içinde Marika
ikinciliği, Hümeyrada dördüncülüğü almıĢtı.
Hümeyra devamlı salonun giriĢ kapısını
gözetliyordu. Ne ödül ne de salonda olanlar onu
pek ilgilendirmiyordu.
Programa göre Ģimdi de müzik kolu konser
verecekti. On iki kiĢilik gurup yerini aldı. Sol
baĢta ve ön sırada Hümeyra vardı. O kadar çarpıcı
bir güzelliği vardı ki, salondakiler baĢka
kimseye bakmıyorlardı. Tıpkı, güneĢin parlak
ıĢıkları altında yıldızların kaybolması gibi..
Hümeyra son solistti. Bu sefer ġevki Bey'in "Dil
yâresini andıracak yâre bulunmaz" Ģarkısını
kemanı ile çalıp, söylemeye baĢladı. Müzik
grubundan Müfit ona udu ile eĢlik ediyordu.
Hümeyra yine salonu büyülemiĢti. Ama onun
gözleri hala salonun giriĢ kapısındaydı.
ġarkısı bitmiĢ, salonda yine müthiĢ bir alkıĢ
kopmuĢtu. Çocuklar salonu selamlıyorlardı.
Artık sahneden ayrılma zamanı gelmiĢti. Tam o
sırada kapıda nefes nefese kalmıĢ Nejat belirdi.
Hümeyra sahnenin ilk basamağına adımını atmıĢtı.
Birden geri döndü. Gitmek için ayağa kalkan
Müfit'in önüne geçti, "Ne olur Müfit? Bana bir
Ģarkıda eĢlik et."
"Program bitti Hümeyra. Nasıl olur? Hocamız
kızar."
"Lütfen Müfit, lütfen... Artık bu okulun
talebeleri değiliz. Kızarsa da gönlünü alırız.
Nihayetinde bir Ģarkı fazla çalacağız. Suçumuz
bu olsun. Benim için çok önemli."
Müfit'in cevabım beklemeden sahneye dönüp, çok
zarif bir selam verdi. Müfit de acele ile udunu
kucağına yerleĢtirdi ve çalmaya baĢladı. Hümeyra
ise hiç kimseyi görmüyor
gibiydi. Nejat'ın gözlerinin içine bakarak "Mani
oluyor halimi takrire hicabım" Ģarkısını
söylemeye baĢladı. Nejat da olduğu yerde kalmıĢ,
öylece Hümeyra'ya bakıyordu. Sanki herkes
büyülenmiĢti. Salondaki ler nefes almıyor
gibiydiler. ġarkı bittiğinde yine üç yıl evvelki
alkıĢ ve tezahürat baĢlamıĢtı. Nejat uykudan
yeni uyanmıĢ gibi Hümeyra'ya doğru yürüyordu ki,
Marika masadan fırlayıp, önüne geçti.
<5"
"Nejat, Derman bey burada, sakın Hümeyra'ya
yalda ma!" dedi.
Derman bey sinirli bir sesle, karısına bakarak,
"Bu bidi burada ne arıyor?" diye sordu. Süheyla
hanım çevr sine bakındı, "Kimden
bahsediyorsunuz?"
Aslında kimden bahsettiğini anlamıĢtı, "ġu
zibididen, komĢunun zibidi oğlundan."
"Derman bey, o çocuk saygın bir ailenin tek oğlu.
Efendiliği ve dürüstlüğü ve de baĢarısı dillerde
dolaĢıyor. Eğer zibidilik buysa, keĢke Faruk da
biraz zibidi olsaydı diyeceğim geliyor." Derman
bey müthiĢ sinirlenmiĢti. Hızla masadan kalktı.
Kapıya doğru yürüdü.
Süheyla hanım farkında değilmiĢ gibi dans
edenleri seyretmeye baĢladı. O arada masaya
oturmuĢ olan Hümeyra, Marika'ya göz kırparak,
masadan kalktı. Pistin öteki tarafında, bir
arkadaĢının masasında oturdu. Babasının salona
dönmediğini görünce, kendisini gözetleyen
Nejat'a doğru yürüdü. Nejat, Hümeyra'nın
kendisine doğru geldiğini
görünce koĢar gibi Hümeyra'yı karĢıladı.
Hümeyra, "HoĢ geldin, ġövalyem," dedi. Ġlk defa
Nejat'a bu kadar candan hitap ediyordu. Nejat
kolunu Hümeyra'nın ince beline doladı, "Hadi bir
tanem, Ģu güzel müzik bitmeden dans edelim, yoksa
dikkati çekeceğiz," dedi. Artık hiçbir Ģey
düĢünemiyorlardı. Sanki bedenleri birer kokulu
mumdu ve birbirlerinin ateĢinde eriyorlardı.
Süheyla ha mm, Hümeyra'yı ve Nejat'ı görmüĢtü.
Bir an hayranlıkla baktı. Sonra gözlerini baĢka
tarafa çevirip, farkında değilmiĢ gibi yapmayı
tercih etti.
Bu gece gençlerin balo salonunu terk etmeye hiç
mi hiç niyetleri yoktu. Hümeyra ve Nejat içinse
zaman diye bir mefhum kalmamıĢtı. Daha doğrusu
aĢktan baĢka her Ģey kaybolmuĢtu.
Salonda çok az kiĢi kalmıĢtı. Marika yanlarına
yaklaĢtı, "Hümeyra, annen huzursuzlanıyor,
gitmemiz gerek!" dedi.
Hümeyra uykudan uyanır gibi, "Doğru ya,"
diyebilmiĢti. Nejat'ın kollarından zorla
ayrıldı. Ġstemeye istemeye masaya doğru yürüdü.
Annesinin yüz ifadesi hiç de kızmıĢ gibi
görünmüyordu. Galiba sadece endiĢeliydi.
Nejat imtihandan çıkıp, arabası ile gelmiĢti.
Ertesi sabah da gidecekti. Ne Hümeyra ne de Nejat
sabaha kadar uyumadılar. Hümeyra açık camın
önünde bildiği bütün aĢk Ģarkılarını çaldı.
Nejat'da dinledi. Marika'da uyuyamıyordu.
Nihayet dayanamadı, "Hümeyra! Nejat yarın
sabah yola çıkacak. Hem de araba ile ve tek
baĢına! Bırak da biraz uyusun!"
Hümeyra bunu nasıl da düĢünememiĢti?
"Haklısın canım," dedi. Açık pencerenin önüne
iyice yaklaĢtı. Nejat'a uyuması gerektiğini
iĢaretlerle anlatmaya çalıĢıyordu. Ve de
anlatmıĢtı. Nejat bir öpücük gönderdi. Ve gece
lambasını kapattı.
Kızların Ġstanbul'da okumaları için izin
çıkmıĢtı. Tabii Büyüknine'nin diretmesi ve
Süheyla hanımın, kızların orada oturması için
istedikleri gibi bir ev alacağım, Makbule bacıyı
da onlarla göndereceğini söylemesi üzerine.
• As
Hümeyra ve Marika büyük bir zevk ile
hazırlanıyo^V"^ lardı. Bu yolculukta Derman bey
ve Süheyla hanım da olacaktı. Evi alıp,
döĢemeleri ve kızları yerleĢtirmeleri
gerekiyordu. Sonra onlar dönecek, Makbule bacı
gidecekti.
Hümeyra, Marika, Süheyla hanım ve binbir
zorlukla bahçedeki kamelyanın altına kadar
getirilen büyükhanım akĢam çayını içiyorlardı.
Yine Ayvalım doyulmaz gurubu vardı. Marika, "ġu
manzaraya bakın lütfen! Bize nis-
<5"
pet yapıyor gibi. Bana Ģöyle diyor. "Nereye
gidersen git! Buradan güzel bir yer bulamazsın.
Ġstanbul dahi olsa... "
Süheyla hanım güldü, "Eh yalan değil. Sana ne
diyor, Hümeyra?"
Hümeyra biraz düĢündü. O Ģimdi manzara falan
düĢünecek durumda değildi. Aklı fikri
Nejat'taydı. Onun olduğu her yer, dünyanın en
güzel yeriydi.
"Ben daha çok ninemden, Ģey yani sizden
ayrılacağım için üzgünüm. Anne, nineme iyi bak,
ne olur!"
Süheyla hanım biraz kırgın bir Ģekilde, "Evet
anlıyorum. Ninen senin için her zaman hepimizden
önce gelir. Tabii ki bakacağım. Unutma o benim
de ninem."
Süheyla hanım sözüne devam edecekti ama, bahçe
kapısı vurulmaya baĢladı. Hümeyra hemen ayağa
kalktı, "Ben bakarım."
Kapının önünde çok Ģık bir hanım, siyah bir araba
ve yanında da resmi kıyafeti ile Ģoför gibi
gözüken birisi duruyordu. Kadın çok güzeldi.
Kızıl saçları dalga dalga omuzlarına iniyordu.
BaĢında çevresi tül ile kaplı bej bir Ģapka, yine
aynı renkten ayakkabı ve çantası vardı. Hümeyra
ĢaĢkın, "Bir istediğiniz mi vardı?" diye sordu.
Kadın önce anlamadığı dilden bir Ģeyler söyledi.
Hümeyra'nın ĢaĢkın ĢaĢkın baktığını görünce,
Ġngilizce konuĢmayı denemeye baĢladı.
"I look for Marika. She is my daughter."
Hümeyjja^bir an sevinmesi mi gerek, üzülmesi mi
anlayamadı. Kenara çekildi. (Güzel kadın Marika
ismindeki kızını arıyordu.)
"Please come in. I think, she is her e." (L ütfen
içeri buyurun, zannederim aradığınız burada.)
Hümeyra, Marika'ya doğru sesledi, "Marika, seni
arıyorlar."
Marika Cundadaki akrabaları zannederek,
yerinden dahi kalkmak istemedi. Sonra içeriye
giren güzel kadı
17(1
gördü. Bu kadını tanıyordu. Acaba rüyalarında mı
görmüĢtü? Annesi olabilir miydi? Ġçinde uyuttuğu
acı yine sızlamaya baĢlamıĢtı. YavaĢlatılmıĢ
film gibi ayağa kalkıp, kadına doğru yürüdü.
Ġyice yaklaĢınca çığlık çığlığa bağırdı, "Mama!
Mama! Mama!" Bir anda birbirlerine öyle bir
sarılmıĢlardı ki, tek vücut gibi görünüyorlardı.
Ġkisinin gözlerinden akan yaĢ boyunlarına doğru
süzülüyordu. Sanki gözlerindeki yaĢ değil,
sağanak yağmurdu. Bahçedeki herkes ağlıyordu ve
ĢaĢkındı. Süheyla hanım ayağa kalkıp, genç ve
güzel kadının yanına doğru geldi, "Buyurun,
beraber çay içelim. Orada konuĢursunuz," dedi.
Marika yine çat pat Ġtalyancası ile tercüme etti
"Rahatsız etmeyelim, bir otele gidebiliriz."
Süheyla hanım atıldı, "O ne demek, Marika bu evin
kızı. Siz de onun annesisiniz.
Sophie, "Tony benim Ģoförüm ve koruyucum. Bir aya
yakın bir zamandır Marika'yı bulmak için
dolaĢıyoruz."
Marika, "Mama, ben sana yazmıĢtım. Yoksa seni
aramadılar mı?"
"AramıĢlar yavrucuğum, aramıĢlar ama ben ve
Carlos Amerikadaydık. Carlos bir çocuk sahibi
olmak istiyordu. Tedavi gördüm. Sonra da yeni
buldukları henüz hiç de yaygın olmayan bir
yöntemi uyguladılar. Hamile
kaldım. DüĢük korkusu ile bebeklerim doğup da
birkaç aylık
z kar-
oluncaya kadar Amerikada yaĢadım. Yani senin
ikiz k deĢlerin var."
Sophie bunları söylerken, bir taraftan da
Marika'nın yüz ifadesini inceliyordu.
KardeĢleri olduğunu duyması, ifadesini
değiĢtirmemiĢti. Bu duruma biraz sıkıldı.
Geldiğimde benim eski sekreterim iĢten
atılmıĢtı. Yenisinin de böyle bir Ģeyden haberi
olmamıĢ. Ancak iki ay evvel, o sevimli genç kadın
Silvia yine geldi. Korumalar
içeri almak istememiĢler. Özellikle ofisimin
önünde büyük bir gürültü koparmıĢ. Arada bir de
"Marika! Marika!" diye bağırıyordu. Senin adını
duyunca, önce sen geldin zannettim. Acele ile
ofisten çıkıp, Silvia'yı içeriye aldım. ĠĢte o
zaman durumu öğrendim. Silvia da tam adresini
bilemiyordu. Eski sekreterime verdiği mektup
ortada yoktu. O da isimlerin çoğunu unutmuĢtu.
Ancak tarif ile anlatmaya çalıĢtı, iĢte
gördüğünüz gibi, bugün ancak gelebildik. Gene de
Meryem Anaya minnet borçluyum. Dualarımı kabul
etti diye. "Sonra Süheyla hanıma döndü, "Kızım
size yeterince ağırlık olmuĢ. Hakkınızı ödemek
çok zor ama maddi kaybınızı ödeyebilirim."
Marika istemeden tercüme etti. Büyüknine birden
ayağa kalktı, "Kızım, maddi olarak ihtiyacımız
olsa böyle bir Ģeye kalkmazdık. Biz ona aile,
yani anne baba olmaya, sıcak bir yuva vermeye
çalıĢtık. Bunun da
karĢılığı olmaz ve ödenemez zaten. Beni odama
götürün!" dedi.
Sophie ne dediğini anlamasa bile, büyük ninenin
kızdığını anlamıĢtı. ġaĢkın ĢaĢkın bakıyordu.
Niyeti kimseyi kızdırmak değildi. Hele böyle bir
aileyi...
Marika ile Hümeyra, büyüknineyi odasına
götürdüler.
O
Marika ninenin karĢısına geçti, "Annemin adına
özür lerim. Biz yabancılar asla Türkler kadar
bonkör ve iWyk-sever olamıyoruz. Yani insanların
bu kadar iyi o^^ece-ğini düĢünemiyoruz,
anlayamıyoruz bile. Ne olur, kusura bakmayın,"
dedi.
Nine ağır ağır baĢını kaldırdı. Gözlerinde yaĢ
vardı. Sesi titriyordu, "Kızım, sen bana bakma!
B enim sıkıntım annenin sözlerinden çok senin
gidecek olmanda. Biz sana çok alıĢtık. Hele
Hümeyra, ne yapacak? Bilemiyorum. O ana kadar
sakin gibi görünen Hümeyra, Marika'ya sımsı
ki sarılarak ağlamaya baĢladı, "Ne olur gitme
Marika! Ne olur gitme! Hiç değilse fakülteyi
beraber bitirelim."
Marika da ağlıyordu. Kendisine neler olduğunu
anla-yamıyordu. BeĢ yaĢından beri annesini
bulmak ümidi ile yaĢayan kıza ne olmuĢtu?
"Deneyeceğim. Bunca yıl sonra annemi
gücendirmeyi göze alamam ama inan ki bunu bende
istiyorum ve deneyeceğim," dedi.
Marika denedi de. Ne yazık ki annesi "Senelerdir
senin hasretinle kavruldum. Artık senden ayrı
yaĢayamam. Ġstediğin
fakülteyi Ġtalyada okursun. Sen buraya, Hümeyra
da Ġtalya'ya gelir gidersiniz. Bana artık bu
cehennem hayatını yaĢatma! Lütfen! Ben bir
anneyim ve yıllardır evlat hasreti çekiyorum,"
dedi. Marika bu sözler üzerine, ısrar etmenin
doğru olmadığına ve zorla bulduğu annesini
kaybetmeyi göze alamayacağına karar vermiĢti.
Hümeyra da, Marika da o gece sabaha kadar
uyuya-madılar. Hümeyra, "Herhalde bundan daha
büyük bir acı olamaz," diye düĢünüyordu. Marika,
"Allah korusun hayatım. Ne acılar var.
Ġstanbul'da Nejat seni beldiyor. Kim bilir ne
güzel, ne heyecanlı günler yaĢayacaksınız," gibi
cevaplar vermesine rağmen, kendi içinde de bir
yerlerin acıdığını hissediyordu.
Ertesi sabah Sophie'nin arabası ile
yola çıktılar.
Konaktan ağlama sesleri yükseliyordu. Ġki kızın
da gözleri
Arkada dört hanım rahat rahat oturmuĢ, Derman bey
de
Marika Ayvalık'tan çıkarken bir daha geriye
döndü baktı. Ġçinden "On sekiz
yaĢındayım.^^^tımın üç mutlu yılını Ayvalık'ta
ve bu konakta yaĢadım. Ömrüm boyunca buradaki her
Ģeyi kalbimde yaĢatacağım" diye düĢündü.
kıpkırmızı idi. Sophie'nin arabası
Ģoförün yanma geçmiĢti.
Hümeyra'ya biraz daha sokuldu. Balıkesir'e
geldiklerinde sabaha kadar uyumayan, zaman zaman
gözyaĢı döken iki genç kız
birbirlerine dayanarak uyumuĢlardı. Yüzlerinde
üzüntü vardı ve arada bir iç geçiriyorlardı.
Sophie kızını inceleyip, duruyordu, içinden
"Güzel bir kız ama benim kadar çarpıcı değil"
diye geçirdi. Sonra hafiften gülümsedi. "Benim
kadar bakımlı olursa eminim çok daha güzel
olacaktır" diye karar verdi. Sonra Hümeyra'ya
baktı. "Evet, benim kızım güzel ama bu Türk kızı,
dünyada gördüğüm en güzel kız. Buna Hollywood
aktrisleri de dâhil" diye karar verdi.
(üç t/d s fi/ıra J
Jlkbahar Hümeyra için, daha doğrusu birçok insan
için, yeniden hayata baĢlangıç gibidir. Hümeyra
da kendini daha zinde, daha mutlu ve daha taze
hissediyordu. Tıpkı tabiat gibi... Hele Nejat da
yanında ise... Onun sıcaklığını duyuyorsa... Bu
mutluğu birkaç misline çıkar, ümitlerinin ve
hayallerinin tümü bir gün gerçek olacakmıĢ gibi
hissederdi. Bugün de iĢte öyle bir gündü. Nisan
ayının sonuydu. Günlerdir îstanbulda yağan
yağmurlar nihayet durmuĢ, parlak bir güneĢ
yüzünü göstermiĢti. Yağmurdan sonra güneĢin
açması ile tabiat tertemiz yüzünü gösterir, tüm
renkler daha koyu ve canlı olur, evrenin her
noktasından hayat fıĢkırırdı. Bu üç yıl içinde,
Hümeyrahın güzelliğine güzellik eklenmiĢ
gibiydi. Yüzündeki çocuksu ifade kaybolmuĢ, daha
kadınımsı ve daha cezbedici bir görü-
dı. Saçlarını dümdüz taramıĢ, atkuyruğu Ģeklinde
bağlamıĢtı. Bu Ģekildeki sade saç
modelleri Hümeyra'ya çok daha fazla yakıĢıyordu.
Çünkü yüz hatları iyice meydana çıkıyor,
muhteĢem gözleri hemen dikkati çekiyordu. Gerçi
Hümeyrahın dikkati çekmek veya güzel görünmek
gibi
nüm kazanmıĢtı. Ama o duru yüz ifa den hiçbir Ģey
kaybetmemiĢti.
Hümeyrahın üzerinde açık mavi
bir gayesi yoktu. O, aĢkın en güzelini yaĢıyordu.
Sevdiği insan ise, Hümeyra'nın hem fizik, hem
ruh, hem de ahlâk olarak ne kadar güzel ne kadar
özel olduğunun farkındaydı. Bunu baĢkalarının
fark etmesi, faydadan ziyade zarar veriyordu. Üç
yıldır kendisi ve Nejat yapıĢkan tiplerle
uğraĢmak zorunda kalmıĢlardı. Gökyüzü Ģu anda
pırıl pırıldı ama Nisan yağmurlarının ne zaman
bitip, ne zaman baĢlayacağı belli olmadığı için,
Hümeyra elinde küçük bir Ģemsiye taĢıyordu.
Hümeyra sabırsızlanmaya baĢlamıĢtı...
ġemsiyesini hafif hafif kaldırım taĢına vuruyor,
tık, tık diye bir ses çıkarıyordu. Yanında otobüs
bekleyen yakıĢıklı bir genç, bu sesten rahatsız
olmuĢtu. Sinirli bir Ģekilde Hümeyra'ya doğru
döndü. Maksadı tıkırtıyı kesmesini söylemekti.
Bir an Hümeyra'ya öylece baktı. Sonra yüz hatları
yumuĢadı. Hümeyra'nın güzelliği karĢısında ne
diyeceğini unuttu. Hümeyra'yı incelemeye
baĢladı. Hümeyra çevresi ile pek ilgilenmezdi.
ġu anda ise aklı fikri Nejat'taydı... Nejat
kendisini hiç bekletmezdi. Acaba ters bir Ģeyler
mi
olmuĢtu? Yoksa hasta mıydı? Kalbi hızlı hızlı
çarpmaya baĢladı. Saatine daha sık, daha
sabırsız bir Ģekilde bakıyordu. O arada önünde
bir taksi durdu ve Nejat içinden acele ile indi.
"SarmaĢık Gülü, seni beklettim biliyorum ama
p^*"
ama pro
ramda olmayan bir toplantı çıktı ve de uzadı.
Anatomi profesörü ve rektör son sınıf
öğrencileri ile konuĢmak istemiĢ, ihtisas yapmak
istedikleri branĢlar hakkında. Böyle bir
toplantıyı kaçıramazdım, beni affet canım."
Hümeyra gülerek, "Tabii Ģövalyem, bu gibi Ģeyler
ikimizin de hayatını ilgilendiriyor," dedi.
Sonra kastettiği Ģeyden utanmıĢ gibi kızardı.
Nejat coĢku ile devam ediyordu, "Evet" Ģimdi sana
daha güz^P^ir haberim var. Üniversite
her sene birkaç baĢarılı talebeyi Amerika'ya
ihtisasa gönderiyor. Rektör ve profesörlerin
tümü bu yıl beni de seçmiĢler, ilk sırada ismim
var. Amerika'daki istediğim üniversiteyi ve
branĢı seçme hakkına da sahibim."
Hümeyra hem sevinmiĢ hem de üzülmüĢtü. Nejat
dikkatle Hümeyra'in yüzüne baktı.
"Ne o, sen pek sevinmiĢe benzemiyorsun?"
"Yoo, sevindim."
"SarmaĢık Gülü, ben seni doğduğun günden beri
tanıyorum. Dört yaĢından beri de göz hapsinde
tutuyorum. Sen hiçbir duygunu
saklayamayacak kadar dürüstsündür. Söyle
bakalım! Neden üzüldün?"
"Ben bu yıl son sınıfa geçiyorum, istanbul'da
sensiz mi yaĢayacağım?"
Nejat uzanıp elini tuttu, "Bir tanem, ben ancak
gelecek senenin ortalarına doğru, yani yarıyıl
tatilinden sonra gi-debilirmiĢim. Hemen planımı
yaptım, imtihanlarımız bitsin. Sen Ayvalık'a
döndükten birkaç gün sonra, annem ile babamı
göndereceğim. Seni resmen istemeleri için. Bu
yaz sonu düğünümüzü yaparız. Yarıyıl tatiline
kadar annemlerle yaĢarız. Ev çok büyük... Annem,
babam ve Leyla seninle olmaktan büyük mutluluk
duyacaklardır. Bunu biliyorsun. Sonra seni
onların yanma bırakırım. Altı üstü üç dört ay.
Fakülte bitince de hemen yanıma gelirsin. Zate
avukatlık pek de istediğin bir meslek değildi.
Orada birkaç sene kalır, ( Nejat sesini hafifçe
alçaltıp, Hümeyra'inkula-ğına doğru eğildi) ilk
bebeğimizi orada dünyaya getiririz. Döndükten
sonra istersen avukatlık stajı yaparsın."
Hümeyra bebek yapma sözünden son derece utanmıĢ,
kıpkırmızı olmuĢtu. Nejat'ın söylediklerini can
kulağı ile dinliyordu. Gülerek baktı, "Sen her
Ģeyi programlamıĢsın, ne diyebilirim ki?"
n nç
"Yoo, SarmaĢık Gülü! Senin arzu etmediğin hiçbir
Ģeyi yapmam ve yaptırmam. Benim tek önceliğim
var. Seninle beraber ve seninle
mutlu olmak... Ġstemiyorsan Amerika'ya da
gitmem."
Hümeyra güldü, "Tabii ki gideriz hayatım. Ben
planını beğenmediğimi söylemedim ki. Ġçinde
yerim olan her plan bana mutluluk verir. Bilakis
hoĢuma gitti."
KonuĢarak otobüs durağına kadar gelmiĢlerdi.
Nejat, "Bak! Eminönü otobüsü geldi. Haydi
atlayalım." Otobüs oldukça kalabalıktı. Hümeyra
otobüsün arka tarafına doğru yürüdü. Sırtını
otobüsün arkasına dayadı. Nejat da her zaman
yaptığı gibi, Hümeyra'yı kalabalıktan korumak
için, kollarını iki yandan uzatarak, Hümeyra'yı
ablukaya aldı. Bu kadar yakın olmak, ikisini de
heyecanlandırıyordu. Vücutlarını ateĢ basıyor,
konuĢmakta zorlanıyorlardı. Nejat düĢünüyordu,
bu nasıl aĢk Yarabbi? Sanki içimde büyük bir
boĢluk var. Oraya ancak Hümeyrayı sokabilirsem
rahatlayacağım. Yaz sonu bir gelse, bu enfes
sevgilimi kollarımın arasına bir
alabilsem...
Hümeyra da ona yakın düĢünceler içinde idi. Uzun
süre böyle devam ettiler. Nejat kendini bu aĢk
sarhoĢluğundan kurtarmak için büyük çaba sarf
ediyordu. Her yakınlaĢmada bu duyguya kapılıyor,
böyle hissetmekten hem korkuyor, hem de büyük bir
zevk alıyordu. Nejat Hümeyra'ya doğru iyice
sokulmuĢtu. Gerçi bunu bilinçli yapmıyordu.
Kalabalığın itmesi ile, Hümeyra'in nefesini
yüzünde hissedecek kadar yakındı. Nejat zorla
konuĢuyormuĢ gibi, boğuk bir sesle,
"AĢkım bize gidelim mi? Anneme Ayvalık'tan kabak
çiçeği göndermiĢler, dolmasını yapacaktı.
Gelinimi de ge liı diye tembihledi."
"Nejat, Bici evde beni bekler. Bu akĢam
annemlerin de arama günü. Sevgi teyzeye teĢekkür
ettiğimi söyle. BaĢka hir gün... "
Nejat bu cevaba üzülmüĢtü ama Hümeyra haklıydı.
Derman beyi de kızdırmamak gerekti. Her Ģey
tersine dönebilirdi.
Ġstanbulda yaĢamak, koĢuĢturmak demekti.
Eminönü otobüs durağında inmeye çalıĢırken,
Eminönü'nden kalkan, boğazın iki yakasına da
uğrayarak giden vapurun kalkıĢ düdüğü ötmeye
baĢlamıĢtı. Nejat, önden atladı ve adeta
Hümeyra'yı kucaklayarak indirdi. KoĢmaya
baĢladılar, iskele memurunun gönlü bu güzel
çifti orada koymaya razı olmadı. Vapura binmek
için konan sürgü iskeleyi, çekerken geri itti.
Arkalarından hayranlıkla bakıyordu. Yüksek
sesle mırıldandı, "Oğlum bu ahunun elini hiç
bırakma! Kıymetini bil! Bir yastıkta kocayın
inĢallah."
Nejat açıktan, Hümeyrada içinden "amin" diyerek
vapurun salonuna doğru yürüdüler. Hava kararmak
üzereydi. Denizin üzerinde yer yer güneĢ
ıĢıkları oynaĢıyordu. Hümeyra dikkatle denizi
inceliyordu. Vapur hareket ederken, denizin
üzerinde çıkardığı köpüklerin kar beyazı rengine
bakıyordu. Masmavi su nasıl da böyle beyaz
oluyordu? Martılar daire çizerek
havalanıyorlar, vapurun dıĢın-
da oturan yolcuların attıkları simit
kırıntılarını havada ka-
• As
pıyorlardı. Hümeyra, "Nejat, biliyor musun bu
martılaHn yaptığı Ģey büyük bir denge iĢi. Havada
uçarken kırıntıyı yakalamak oldukça zor olsa
gerek. Ayrıca çok da hoĢ bir görünüm
sergiliyorlar."
Nejat gülümseyerek, "SarmaĢık Gülü, sen ne
değiĢik bir kızsın! Nelere dikkat ediyorsun?"
"Tabiat ve canlılar beni hep ilgilendirmiĢtir.
Bir küçük kır çiçeğini dakikalarca incelediğim
olur."
179
Nejat yine sesini alçaltıp, Hümeyra'nın kulağına
eğildi, "Sevgilim, ben de tabiattaki bir
canlıyım, beni ne zaman inceleyeceksin?" diye
sordu. Hümeyra bu soruya, Nejat'a biraz daha
yaklaĢarak cevap vermiĢ oldu.
Nejat, Hümeyra'yı Ortaköy'ün sırtlarmdaki yeni
yapılmıĢ dört katlı bir apartmanın ikinci katma
kadar çıkardı, "Bana bu iĢkenceyi niye
çektiriyorsun? Niye bize geliniyorsun? Ben senin
kokunu almadan, yüzünü görmeden geçen saatleri
yaĢanmıĢ saymıyorum. Yani böylece ömrümün yarısı
yok oluyor demektir."
Hümeyra güldü, "Nejat, ben de aynı duygular
içindeyim. Ne yapalım sevgilim? Çoğu gitti, azı
kaldı."
"HoĢça kal, tatlım."
Nejat "hoĢça kal" demiĢti ama Hümeyra'nın elini
bı-rakamadığı için Hümeyra eve giremiyordu.
Hümeyra bir an bütün gücü ile Nejat'ın boynuna
sarılmak istedi. Sonra kendini tuttu. Kapının
ziline bastı. Nejat da ister istemez,
merdivenlere doğru yürüdü.
Hümeyra yemekten sonra Bici ile biraz sohbet
etmiĢ, sonra da eline kalın hukuk kitaplarından
Roma Hukukunu almıĢtı. Sayfaları açıp kapıyor,
bir türlü kendini derse veremiyordu.
meĢguldü. Yine de Hümeyra'nın bu hali gözünden
kaçm mıĢtı.
Bici elindeki kendisi için ördüğü gri renkte bir
Ģalla
guldü. Yine de Hümeyra'nın bu hali gözünden
kaçma-
"SarmaĢık Gülü, kafana takılan bir Ģey mi var?(£/
Hümeyra kendisi de pek farkında değilmiĢ gibi bir
tavırla, "Evet, galiba," dedi. Sonra da özet
olarak Nejat'ın söylediklerini Bici'ye aktardı.
Bici biraz düĢündü. Sonra daha ciddi ve endiĢeli
bir tavır takınarak, "Bak SarmaĢık Gülü,
bunlarda üzülecek veya kaygılanacak hiçbir Ģey
yok" dedi ama sonra durdu.
"Bence sizin kaygılanmanız gereken tek Ģey,
babanın tavrı olacak. O hiçbir Ģekilde seni gönül
rızası ile Nejat'a vermeyecektir. Büyük gürültü
kopacak."
Hümeyra birkaç dakika cevap vermedi. Sonra
kararlı bir Ģekilde, "Bize hiç kimse mani olamaz!
Allahtan baĢka," dedi.
Bici konuyu değiĢtirmek istercesine, "Aaa,
unuttum. Marika'dan sana mektup var."
Hümeyra yerinden fırladı. Sevinçle, "Hınzır,
beni hatırladı demek. Üç aydır hiçbir ses yok.
Bakalım ne yapıyormuĢ? Bici, mektup nerede?"
"Odanda yatağının üzerinde."
Hümeyra acele ile zarfı yırtıp, yatağının
üzerine oturdu. IĢık pek iyi değildi ama o kadar
sabırsızlanıyordu ki, gece lambasını bile
yakmadan okumaya baĢladı.
SarmaĢık Gülü,
Biliyorum bana kızgınsın ve merak içindesin.
ġimdi anlatacaklarımı iyi dinle. Ben âĢık oldum.
Carlosun ilk karısından olan ikiz oğullarından
bahsetmiĢtim. Büyüğü Roberto ünlü aktörlerden
daha yakıĢıklı ve karizmatik. Ġyi bir öğrenim
görmüĢ, tabii bu servetin varislerinden.
Babasının da en büyük yardımcısı... Annem iki
üvey oğlunu da çok sever. Ben buraya geldiğimde
Roberto niĢanlıydı. BeĢ altı ay sonra
niĢanlısından ayrıldı. Benimle de fazla bir
ilgisi yok gibiydi. Veya ben
anlayamıyordum. Ama za-
man zaman hayaller kurmuyor değildim. Belki
duymuĢundur, Ġtalyan kızları çok güzel ve cana
yakın oluyorlar. Eh bunun da çevresinde göz
kamaĢtıran mankenler^ zengin aile kızları vardı.
Birkaç defa beni toplantılara götürmek istemiĢti
Bir "ahane Mup, Annem bu halime çok kızmıĢtı.
181
"Bu malikâne de yaĢıyorsun ve benim ktzımstn.
Burada toplantılar çok olur. ġu sıra fazla
olmuyor. Çünü Ġkinci Dünya SavaĢının ve
Mussolini'nin ektiği acılar ve sıkıntılar henüz
giderilemedi. Bundan böyle ĢaĢalı bir yaĢamın
içinde olacaksın!" diye söylenip duruyordu.
Neyse üç sene böyle geçti. Tatlım be, üç senedir
biz birbirimizi göremedik, değil mi? Ġkimize de
ayıp. Neyse uzatmayalım, geçenlerde yine bir
toplantıya gidilecekti. Benim kardeĢlerim yani
küçük ikizler kaba kulaktı. Ne annem ne de Carlos
onları bırakıp, gitmek istemediler. Kendilerini
temsilen Robertonun ve benim gitmemi istediler.
Bunu reddedemezdim. Bir görevdi. Sana orada
çekilmiĢ bir resmimizi gönderiyorum. Evet henüz
yemek bitmemiĢti. Roberto bana doğru eğildi,
"Marika, bu otelin bahçesi ve manzarası çok
güzeldir. Yemekten sonra sana gezdirebilirim,
tabii istersen" dedi. Ben zaten bunalmıĢtım.
Herkesin gözü benim üzerimdeydi. Özellikle genç
kızların... Gözde bekâr Robertonun yanındaki kim
diyerek inceliyorlardı beni. Bu kalabalığın
içinden çıkmak için, neresi olursa olsun
gitmekte tereddüt etmezdim. Roberto ile gitmek
ise iĢin güzel yanı olacaktı.
Bahçe gerçekten muhteĢemdi. Bazı çiftler
kuytulara çekilmiĢ, birbirlerine
sokulmuĢlardı. Bazıları dudak duda-
ğa idiler. Burası Türkiye gibi değil. Ahlak
anlayıĢı çok değiĢik... Annemi aforoz etmeye
kalkan kilise, o görüĢü paylaĢan halk,
neredeyse ayakta seks yapan insanların durumunu
doğal karĢılıyordu. Bence Avrupa her konuda
çifte standart uygulayan ülkelerle dolu... Neyse
konu muz bu değildi. Roberto birden kolumu tuttu,
"Bak Marika! NiĢanlımdan senin için ayrıldım. Üç
yıldır yakınlaĢmaya çalıĢıyorum ama koyduğun
mesafeyi hiç mi hiç kısaltamadım. Bu da
hayranlığımın daha çok artmasına sebep oldu.
Kısacası sana aĢığım ve eĢim o^m^m
istiyorum!' Çok ĢaĢırmıĢtım.
Yüzüne birkaç dakika öylece baktım. Sonra,
"Benimle mi?" diye çok saçma bir sual sordum.
Roberto gülmeye baĢladı. Yaslandığım erguvan
ağacını iĢaret ederek, "Hayır onunla" dedi.
Ġkimiz birden gülmeye baĢladık. Ve sonuçta o gece
sabaha karĢı eve parmaklarımızda birer yüzük ile
döndük. Roberto geceyarısı ailenin alıĢveriĢ
ettiği kuyumcuyu açtırdı bana nefis bir tek taĢlı
yüzük ve alyanslar aldı. Çok mutluyum. Hatta
mutluluktan uçuyorum. Bu mutluluğumu beraber
yaĢamak istediğim tek insan da sensin. Ne olur?
Sonbahara, yani ekim gibi falan, düğünümüze gel!
Sensiz evlenmeyi düĢünemem. Sakın yine beni
atlatma! Her yaz söz verip de neden gelmediğini
biliyorum. Nejat'tan ayrıla-mıyorsun. Bu sefer
o da gelsin. Kim nereden bilecek? Burada haber
verecek kimse yok. Dünya güzeli kardeĢim, sana
her Ģeyin en güzelini diliyorum.
Marika...
Hümeyra resmi eline aldı. Renkli bir resimdi.
Marika'nın üzerinde lila rengi
Ģifon bir elbise vardı. Gerçekten Marika çok
güzeldi. Zaten güzel bir kızdı ama bu güzelliğine
zarafet ve kendinden emin bir hal de eklenmiĢti.
Roberto ise cidden çok yakıĢıklıydı. Hollywood
aktörlerinden birine benziyordu. Hümeyra baktı
baktı ama adım çıkaramadı. Sonra mektubu yeniden
okudu. O sırada Bici'nin sesini duydu, "Hümeyra,
uyudun mu? Ne pıyorsun?"
Hümeyra elinde mektup, gülerek çıktı, "Bak sana
neler okuyacağım Bici. Bugün sürprizleri bol bir
gün," dedi.
Hümeyra kitabını yine eline aldı. Ne yazık ki
akĢamdan beri kitabı eline kaçıncı alıĢı,
kaçıncı bırakıĢıydı. Henüz bir sayfa bile
okuyamamıĢtı. Kafasında uçuĢan dü-
Ģünceler, endiĢeler ve anlam veremediği bir
sıkıntı vardı. Galiba Bici'nin babası hakkında
yaptığı uyarı bu karmaĢayı baĢlatmıĢ, daha
doğrusu var olan kuĢkuları, biraz daha belirgin
hale getirmiĢti.
Biraz da Marika'ya bozulmuĢ gibiydi. "Ben
Marika'ya aĢkımı, özlemimi, korkularımı, nefes
alıĢımı bile anlatıyorum da, o böyle bir duygu
beslediğini, daha doğrusu âĢık olduğunu hiçbir
Ģekilde ima dahi etmedi. Marika tipinde bir genç
kız, âĢık olmadığı bir erkeğin evlenme
teklifini, böyle alelacele kabul etmez."
Sonra üzerinde durmamaya çalıĢıyormuĢ gibi,
"Amaan, o mutlu olsunda. Çok zor Ģartlarda bu
günlere geldi" dedi ve ayağa kalkarak, "Bici ben
yatıyorum. Allah rahatlık versin."
Sonra birden döndü, "Bici benim çirkin kargaya
bakı-yorlardır, değil mi?"
"Hiç endiĢelenme! Hiç kimse bakmasa, büyükhanım
o hali ile bakar. Seni mutlu edecek hiçbir Ģeyi
ihmal etmez."
Hümeyra yüksek sesle mırıldandı, "Canım
büyükannem, biraz daha yaĢa, ne olur? Sana çok
ihtiyacım var."
Hümeyra'nın canı asla uyumak istemiyordu.
"Galiba yaĢadığım zamanı uzatmak istiyorum" diye
düĢündü. Sonra eline kâğıdı kalemi aldı. Masanın
baĢına geçti.
an
"Vefasız ve biraz da güvensiz arkadaĢım"... Bu
hitapta: sonra biraz düĢündü. "O bunu hak etti
ama bugünlerde çok mutlu. Tadını kaçırmayayım
diyerek mektup kâğıdını yırtıp yeni bir tane
aldı.
Canım arkadaĢım, ^"0^ Önce seni çok,
çok, çok özlediğimi söylemekle
baĢlayacağım. Mutluluğun beni de mutlu
etti. ĠnĢallah bir ömür, dünyanın en
mutlu çifti olursunuz. ^Pardon bu
dereceyi bizim Yani
le beraber paylaĢmalısınız. Yani
dünyanın en mutlu iki çifti
olacağız. Robertoyu çok beğendim. Sana zaten
hayrandım. Yılların sana pozitif Ģeyler
eklediğini gördüm, daha çok hayran oldum. Ekimde
büyük bir ihtimalle biz de evlenmiĢ oluruz.
Belki de düğününe balayı olarak
geliriz...
Hümeyra o gün Nejat ile konuĢtuklarını, coĢkulu
bazen de tedirgin bir tarzda kaleme aldı.
Mektubun sonunu Ģöyle bağladı:
Aslında mutluluktan havalanıp, uçmam gerek. Ama
kalbimin veya beynimin bir köĢesinde bir endiĢe
taĢıyorum. Bu, babamın içinde olması gereken her
konuda böyle oluyordu. Ve hâlâ aynı tedirginliği
duyuyorum. Artık yirmi bir yaĢındayım. Kanun
nazarında reĢit sayılıyorum. Büyük önder
sayesinde kadınların da erkekler kadar kendi
kaderini seçme hakkı var. Ama iĢ aile olunca ne
kanun ne kural insanı bağlamıyor. KeĢke her
Ģeyden, herkesten emin bu güzel aĢkı yaĢama
fırsatım olsaydı. Yüreğimdeki bu gölgeler
olmasaydı. Ah tatlım, yine seni dertlerimle
sıktım. Mutluluğunu bütün derinliği ile yasal
Bana bakma hayatım. Benim böylesine açılacağım
baĢka kimsem yok. Büyükninem hem uzakta, hem de
artık çok yaĢlandı. Yani sen gideli, SarmaĢık
Gülünün bir dalı boĢlukta
sallanıyor, tutunacak senin ka-
dar emin bir yer bulamadı. Seni defalarca
öpüyorum, canım arkadaĢım.
zaman "Acaba ben çok mutluyum, ondan mı zamanı
bu kadar hızla tüketiyorum veya
farkında^o^amıyorum?" diye düĢünüyordu. Tabii
ki bu görüĢünde gerçek payı vardı ama zaman, iyi
veya kötü, çabuk akıyordu. Özellikle çalı-
Günler ne kadar çabuk
Ģan ve zamanını
Hümeyra bugün son imtihanına girmiĢti, Hukuk
Fakültesinin son sınıfına geçmiĢti. Çok
mutluydu. Gözlerinin içi pırıl pırıldı. Daha
Nejat'ın iki imtihanı vardı ama o nasılsa
bitirirdi. Zira çok baĢarılı bir çocuktu. Tıbbı
da çok seviyordu. Arada bir "Benim mesleğim en
kutsal meslek. Ġhtisas yapmıĢ bir doktor olayım,
bir günümü fakirlere bakmakla geçireceğim"
diyordu. Hümeyra emindi, bunu ve daha fazlasını
da yapacaktı.
Nejat imtihanlarını bitirmeden, Hümeyra
Ayvalık'a dönecek, birkaç gün sonra da Kenan bey
ile Sevgi hanım Hümeyra'yı istemeye
geleceklerdi. Kenan bey ve eĢi Ģu anda
Ankara'daydılar. Kenan beyin Ankara'da bir
favası vardı.
Hümeyra gerinerek gözlerini açtı. "Bayağı
-uyumuĢum" dedi. Sonra kol saatine bakıp,
yataktan fırladı. "Biraz sonra Nejat beni almaya
gelir. Hazır değilim. Bugün çok, ama çok güzel
olmalıyım" diye düĢündü.
Bici, el ele merdivenlerden inen Nejat ile
Hümeyra'nm arkasından bakarak, bildiği bütün
duaları okudu. Tanrıdan bu çocukları korumasını,
ömür boyu mutluluk vermesini istedi. Sonra
vazifesini tamamlamıĢ bir insanın mutlu yüz
ifadesi ile içeriye girdi.
Nejat sevgi dolu bakıĢlarla Hümeyra'yı iyice
inceledikten sonra, "Hayatım neden bu kadar
güzelsin? Sana bakmaya kıyamıyorum. Dokunmaya
kıyamıyorum. Sensizliğe dayanamıyorum. Ben bu
aĢk ile ne yapacağım? Bir ömür sevmek bana az
gelecek. Bu, birkaç ömürlük bir aĢk... "
Hümeyra gülerek, "Hayatım, yetmiĢ y^Sev yeter,"
dedi ve hemen ilave etti, "ġövalyem, beni nereye
götüreceksin?"
"Birkaç seçenek var. KarĢıda bir iki yer, burada
da Ġlham Gencer'in program yaptığı Çatı diye bir
yer varmıĢ Sen hangisini istersin?"
"Bu yakada olalım."
Çatı fazla lüks bir yer değildi. Ġlham Gencer,
piyanosu ile moda olan çeĢitli dans müziklerini
çalıyor, arada bir ortaya bir tartıĢma konusu
atıyordu. Böylece salondakiler kendini daha
samimi bir ortamda hissediyorlardı.
Ġlham Gencer, birdenbire müziği kesip sordu,
"Sizce aĢk nedir?"
Genç, sarıĢın bir hanım atıldı, "Ġçinde
kaybolmaktan büyük zevk alınan bir okyanus."
Hanımın bulunduğu masadakiler, "vaavv, offf,"
gibi sesler çıkardı. Orta yaĢlı bir bey, "Hiç
zannetmiyorum!" diye bağırdı. "AĢk, pamuk
Ģekerine benzer. Ağzına aldığın anda "puff" diye
söner."
Daha buna benzer benzetmeler, espriler yapıldı.
Ġlham Gencer, gülerek "Bence aĢk, elma Ģekerine
benzer. ġekerli elmayı yedikten sonra, elinde
kalan tek Ģey kazığıdır."
Salondakiler buna çok daha fazla güldü. Hümeyra
gü-lememiĢti. Ġçinden "Bu kadar güzel bir
duyguyu, kazığa benzetmemeliydi" diye geçirdi.
Hümeyrahın suskunluğu Nejat'ın dikkatini
çekmiĢti.
"Ne düĢünüyorsun?"
Hümeyra baĢını çevirip, Nejat'ın gözlerinin
içine bakarak, "AĢk bunlar değil! Değil mi?"
Nejat yaklaĢıp, yanağına bir öpücük kondurdu.
Dudakları alev alev yanıyordu, "Onlar sıradan
aĢklar, bir tanem. Kimse benim gibi yedi yaĢında
âĢık olmamıĢtır. Bu yetmiĢ yaĢında da yüz yetmiĢ
yaĢında da böyle olacaktır,
göreHceükmsieny."r a bugün ilk defa bir bardak
kırmızı Ģarap iç-
Hümeyra bugün ilk defa bir bardak kırmızı Ģarap
içmeyi kabul etmiĢti. Ayvalık'a, Nejat mezun
olmadan dönecekti. Bu gün onu ve niĢanlılık
kararlarını kutlamak isti-
<5"
187
yorlardı. ġarabın da tesiri ile Hümeyra baĢını
Nejat'ın omzuna koydu. Fısıltı halinde, "Hadi,
dans edelim," dedi.
Nejat, kolunu Hümeyra'nın incecik beline dolayıp
dönmeye baĢlar baĢlamaz, genç bedenlerin, genç
damarlarındaki kanın sıcaklığı birden bire
yükselmiĢti. Sanki kalplerinin üzerinde bir
yangın baĢlamıĢtı. Nejat durmadan Hümeyra'yı
kendine çekiyor, o da itiraz etmeden kendini
Nejat'ın kollarına bırakıyordu. Bir ara ilham
Gencer'in sesini duydular, "En iyisi ben çalmaya
devam edeyim. Bu güzel çift gerçi müziksiz de
dans ediyor ama biz yine de eĢlik edelim. Genç
haklı! Bu kadar güzel bir kıza böyle sarılmasın
da ne yapsın? Henüz Ģekerli elmayı yemeye
baĢlamıĢlar," dedi. Hümeyra
birden durdu, "Nejat, oturalım! Müzik çoktan
susmuĢ galiba. Herkes bize bakıyor," dedi.
Hümeyra bu durumdan çok utanmıĢtı. Salondakiler
gülen yüzlerle kendilerine bakıyorlardı.
Hümeyra sıkılarak, "Hadi, artık gidelim!" dedi.
"Bu kadar erken mi? Bu saatte katiyen seni
bırakmam. Bir yerde bir kahve içelim. Daha saat
on bir."
"Tamam."
Nejat arabanın kapısını açtı, "Buyur güzelim,
artık bu araba sana yakıĢmamaya baĢladı.'dedi.
Hümeyra güldü, "Ben halimden memnunum."
Nejat, "Niye baĢka yer arıyoruz? Daha rahat
olabileceğimiz bir yere, yani bize gidelim.
Biliyorsun ev boĢ."
Hümeyra Ģimdiye kadar Nejat ile yalnız baĢına
kalmamıĢtı. ġarabın ve bu geceki yakınlaĢmanın
etkisi ile
"Tamam, ruye olmasın?" dedi.
Hümeyra koltuğun arkasına yaslanmıĢ gözlerini
kapamıĢtı. Emirgân'a ne zaman geldikl erini fark
etmedi bile. Aslında uzak bir mesafe değildi.
Uyumuyor, arada
bir hissettiği ıhlamur ve iğde çiçeklerinin
kokusunu içine çekiyor, Nejat ile yaĢayacağı bir
ömrü tahayyül etmeye çalıĢıyordu."Tabii ki çok
güzel olacak. Hatta muhteĢem olacak. Ben
aĢkların en güzelini yaĢıyorum. Bizi ayırmaya
kimsenin gücü yetmez! Babamın bile" diye
düĢündü.
Nejat arabayı durdurmuĢ, öylece Hümeyra'ya
bakıyordu, "SarmaĢık Gülü, inelim mi?"
Hümeyra ĢaĢkın ĢaĢkın baĢını kaldırdı, "Aaa,
geldik mi?" derken bir taraftan da arabadan
inmeye çalıĢıyordu. Bu akĢam giydiği topuklu
pabuçlarla pek rahat değildi. Nejat yardımına
koĢup elini tuttu.
Nejat'ların evi bir bir yıkılmaya baĢlanan eski
yalılardan biriydi. Kenan bey burayı aldıktan
sonra, büyük bir itina ile restore ettirmiĢ.
Yalının birçok yerini yeniden yıktırıp
yaptırmıĢtı. Hümeyra, Sevgi hanımın davetlisi
olarak birkaç defa bu yalıya gelmiĢ, çok da
beğenmiĢti. Gece görünüĢü ve manzarası çok daha
muhteĢemdi. Çok güzel bir dolunay vardı. Boğazın
hareket halindeki suları üzerinde ay ıĢıkları
ile deniz seviĢiyor gibiydi. Küçük dalgaların
sesi, yalının önündeki üzerinde asma gülleri
olan duvara çarpıyor, bu geceyi doyulmaz hale
getiren bir fon müziği oluĢturuyordu. Hümeyra
ayakta donmuĢ gibi bu enfes manzarayı
seyrediyordu. Nejat elini Hümeyra'nın omzuna
attı. Kendine doğru çekerken, "Tatlım salonda da
aynı manzara var. ÜĢüyeceksin. Hadi içeriye
girelim," dedi. Hü^^yTa cevap vermeden yalının
kapısına doğru yürüdü.
Salonda camlar yere kadardı. Bordo kadife
perdeler, pencere kenarına toplanmıĢtı.
Gerçekten de demin seyredilen manzaranın aynısı,
daha doğrusu hemen hemen aynısı, burada da vardı.
Çünkü boğazda üç metrede bir manzara değiĢirdi.
Tıpkı değiĢ'k kartpostallara bakıyor-
muĢ gibi. Nejat elektrik düğmesini çevirdi.
Salon birdenbire aydınlanınca, Hümeyra güzel
gözlerini kırpıĢtırmaya baĢladı.
"Hiç açmasan Nejat?"
"ġömineyi tutuĢturacağım."
"O kadar soğuk değil ki."
"Soğuk için değil bir tanem, romantik olsun diye.
ġömine beni her zaman etkilemiĢtir. En basit bir
odada yansa, oraya bir Ģıklık, bir gizem katıyor
gibi."
On beĢ dakika sonra Ģömineden alevler yükselmeye
baĢlamıĢtı. Nejat elektrik düğmesini yeniden
çevirdi. Hümeyra'nın elinden tutup, Ģöminenin
önündeki büyük postun üzerine oturttu.
Sonra ellerini ellerinin içine aldı, "Benimle
evlenir misin Hümeyra?" diye sordu. Hümeyra
ĢaĢkın,"NiĢan ve evlenme planları yapan biz
değil miydik Ģövalyem?"
"Evet ama ben sana bu Ģekilde bir evlenme teklifi
hiç yapmadım."
Hümeyra iyice Nejat'a yaklaĢtı, "DüĢünmem
gerek," dedi.
Nejat Hümeyra'yı kollarından tutup kendine doğru
çekti. Kulağına eğilip, "Sıcaklığımı duymazsan,
reddedebilirsin. Evet deyinceye kadar
kollarımın arasında olacaksın.
• As
"Bu, uzun sürebilir."
"Çok memnun olurum," derken dud
Hümeyra'nın dudaklarının üzerine kapattı. Üç
yıldır hemen her gün buluĢtukları halde,
Hümeyra' defa dudaklarından öpüyordu.
Hümeyra, "Hayatım, lütfen yapma!" gibi Ģeyler
mırıldanıyor ama bir taraftan da Nejat'a
sokuluyordu. Bir müddet sonra kendilerini
Ģöminenin içinde yanıyorlar gibi
hissetmeye baĢladılar. Nejat'ın dudakları
Hümeyra'nın vücudunun her noktasına değmiĢti.
Değdiği her yerde bir ateĢ yakıyordu. Zaman
anlamını yitirmiĢti. Onlar nerede, ne
yaptıklarını unutmuĢlardı. Birbirlerinin
bedenlerinde kaybolmuĢ, erimiĢlerdi. Saatler
sonra Hümeyra gözlerini açtığında kendini ve
Nejat'ı çırılçıplak postun üzerinde uzanmıĢ
buldu. BaĢı Nejat'ın kolu üzerinde idi. Nejat
hayranlıkla Hümeyra'nın Ģahane vücuduna
bakıyordu. Hümeyra birden sıçradı, tki elini
önce göğüslerinin üzerinde kavuĢturmaya
çalıĢtı. Sonra hemen sağ eli ile baĢka
taraflarını kapatmaya çalıĢtı. Nejat,
"Sevgilim, sakın benden çekinme ve bu olanlardan
dolayı korkma! Yoksa piĢman mısın?" diye sordu.
Hümeyra tedirgin bir halde çıplak vücudunu
örtmeye çalıĢıyordu. Yüzünde ĢaĢkın bir ifade
vardı. Nejat sağ yana fırlattıkları Hümeyra'nın
elbisesine uzanıp aldı. Hümeyra'ya uzatırken,
"Cevabını bekliyorum."
Hümeyra üzgün müydü? Mutlu muydu? Korkuyor
muydu? Aslında bunların hepsini bir anda
yaĢıyordu. Fısıltı halinde bir sesle, "Böyle bir
gecenin sonunda hangi kadın piĢman olabilir ki?"
Nejat yeniden kollarını Hümeyra'nın vücuduna
do-kdı, "ĠĢte bu Ģahane gece senin ve herkesin
evliliğimize. O "hayır "demesini de
önleyecek," dedi. Ve ilave etti, "Ne S^S zık ki
sesinde bir burukluk, bir tuhaflık var. Biz
yaĢamamız kaçınılmaz olan bir geceyi, sadece üç
ay evvel yaĢadık. Hepsi bu. EndiĢelenme! Dediğim
gibi bu gecenin olumlu tarafı var. Baban artık
itiraz edemez. Sen benim kadınım oldun ve
çocuklarımın annesi olacaksın! Yemin ediyorum ki
senin yerini hiçbir kadın dolduramayacak.
Ebediyen!"
Hümeyra bu sözlerde doğruluk payı olduğunu
biliyordu ama yine de yanaklarından yaĢlar
akmaya baĢlamıĢtı.
"Ben her Ģeyin usulüne uygun olmasını isterdim."
"Zaten usulüne uygundu. Bence birbirini bu kadar
isteyen, bu kadar seven bir çift böyle bir
seviĢmeyi hak etmiĢtir."
Hümeyra, "Nejat ne olur? BaĢını baĢka tarafa
çevir, elbiselerimi giyineyim."
Nejat bu muhteĢem görüntüye nasıl baĢım
çevirebilirdi? Bunu hiçbir erkek ve hiçbir irade
baĢaramazdı.
Sabahın dördüydü. Hümeyra korku içinde anahtarı
sokup, ses çıkarmamaya çalıĢarak çevirdi. Kapı
hemen açılmıĢtı. Antreye ıĢık sızıyordu. Demek
ki Bici uyanıktı ve Hümeyra'yı bekliyordu.
Hümeyra kapıdan içeriye girdi. Arkasına dönüp,
Nejat'a el salladı. Bir an durdu. Birden içinden
bağırmak geldi "Ne olur, ġövalyem! Beni de götür.
Burada bırakma!" demek istiyordu. Bici'nin
sesini duydu, "Sabahın dördü. Hala birbirinize
doyamadınız mı?"
Hümeyra baĢım yavaĢ yavaĢ çevirdi, "Hayır,
hayır, nedense doyabileceğimizi de
zannetmiyorum."
Bici gözlerini kısarak Hümeyra'ya bakıyordu,
içinden "Bu kızda bir tuhaflık var. Her zamanki
Hümeyra değil. Sanki birisi değiĢtirmiĢ veya on
yıl daha olgunlaĢmıĢ gibi" diye düĢündü.
"Hasta mısın Hümeyra?"
Hümeyra fısıltı halinde, "Hayır, sadece
yorgunum. Hemen yatacağım," diyerek acele ile
yatak odasına yürüdü. Aslında iyi bir banyoya
ihtiyacı vardı ama bu saatte banyo yapamazdı. Hem
Nejat'ın sıcaklığı, güzel vücudunu biraz daha
ısıtsın istedi.
A-
Bici otobüse binmiĢti. Hümeyra'nın elleri
Nejat'ın ellerinin içinde, çimen gözleri de
gözlerinin içinde hapis
olduğu için, otobüse binemiyordu. Nejat kulağına
eğildi, "Bak SarmaĢık Gülü! Tekrarlayalım da bir
yanlıĢlık olmasın. Bu gün Pazartesi, Haziranın
yedisi... Babamlar Haziranın on dördünde, yine
Pazartesi gecesi seni istemeye gelecekler. Eğer
baban her Ģeye rağmen diretirse, ben ondan
sonraki Pazartesi, yani Haziranın yirmi birinde,
en uzun gecede, yine Pazartesi akĢamüstü saat
dokuzda seni Ayvalık'tan ana yola dönen
kavĢaktan, yani Cunda ile ana yolun ayrıldığı
yerdeki zeytinyağı imalathanesinin önünden
alacağım. Hep Pazartesileri ayarladım bir
karıĢıklık olmasın diye. Sakın korkma! Bizi
ancak ölüm ayırır."
Uzun, simsiyah bıyıklı Ģoför muavini Hümeyra'nın
yanına yaklaĢtı, "Hadi abla, otobüs hareket
edecek. Yolcular sabırsızlanıyor."
Hümeyra zorla elini Nejat'ın ellerinin içinden
çekti. Arkasından birisi itiyormuĢ gibi,
istemeyerek otobüse bindi. Camın önüne oturdu.
Nejat ile gözleri yine kilitlenmiĢti. Ġkisinin
de gözleri daha parlak gözüküyordu. Çünkü yaĢ
doluydu. Otobüs gözden kayboluncaya kadar öylece
duran Nejat, bir korna sesi ile yerinden hopladı.
Artık ne otobüs ne de Hümeyra vardı. "Burada niye
duruyorum? Eve gitmeliyim! Yarın son imtihanım.
Sonra
genç bir doktor oluyorum. Bir hafta sonra da
niĢanlı bir doktor olacağım. Ve tabii dünyanın
en mutlu doktoru
mıĢ,
mıĢ,
Nejat'ı bıraktığı noktaya doğru bakıyordu.
Birden ayağa kalktı. Bici ĢaĢkın, "Ne var
SarmaĢık Gülü? Ne oluyor?" diye sordu. Hümeyra
bir yandan elini otobüsün küçük bagajlar konan
üst kısmına uzatıp, kemanını almaya çalıĢırken,
bir yandan da, "Otobüsü durdurun! Ben ineceğim!"
diye bağırıyordu. Bici çok ĢaĢırmıĢtı.
Hümeyra'yı eteğin-
olacağım, " dedi.
Hümeyra da yüzünü otobüsün camına
dayam
den tutup, aĢağıya doğru çekiĢtirirken, "Kızım
deli misin? Nereye iniyorsun?"
"Bici, babam beni vermeyecektir. Ben Nejat'tan
ayrılmaya dayanamam!"
"Korkma otur! Herkes bize bakıyor. Büyük hanım
halleder. Sen artık yirmi üçüne bastın. Kanun
önünde hürsün! Sen bir Atatürk ve Cumhuriyet
kızısın! Bizim gibi körü körüne her Ģeye itaat
etmeye mecbur değilsin."
Hümeyra birden kendine bakan insanları fark
etti. Kemanını tekrar yerine koyarak yavaĢça
oturdu. Gözlerini kapayıp, arkasına yaslandı.
Ayvalık'a kadar tek kelime konuĢmadı. Tek lokma
yemedi. Bici, Burhaniye'yi geçtikten sonra, "Bak
Hümeyra geldik. Güzel memleketimize kavuĢtuk"
dedi. Hümeyra yine aynı vaziyette duruyordu.
Bici devam etti, "Nedir bu halin? Ne oluyorsun?
Biraz kendine gel!"
Hümeyra yavaĢ yavaĢ baĢını kaldırdı. Çimen
gözleri kıpkırmızıydı. AnlaĢılan, yol boyu
ağlamıĢtı. Titrek bir sesle, "Korkuyorum Bici,
korkuyorum! DüĢünüyorum da, ben hep korkulardan
örülmüĢ duvarlar arasında yaĢadım. Önce ya annem
ya babam beni terk edecek diye korktum. Sonra
büyüknineme sığındım. Çok yaĢlı, ölecek, yalnız
bi âĢık c" k diye ko
kuyorum."
Bici sağ kolunu uzatıp, Hümeyra'yı kendine doğru
çekti, "Korkma kızım, bir çaresi bulunacaktır,
ninen hala hayatta, unutma!" dedi. Ne yazık ki,
Bici'nin sesinde de endiĢeler gizliydi.
Hümeyra'nın geliĢi evde büyük bir canlılık ve
neĢe ya Ģanmasına sebep olmuĢtu. Derman bey bile
kızını öpmü
kalacağım diye korktum. ġimdi Nejat'a deli gibi
âĢ ık oldum. Babam bu evliliğe bir Ģekilde mani
olacak diye kor
saçlarını okĢamıĢtı. Hümeyra babasının
kendisini en son ne zaman öptüğünü hatırlamaya
çalıĢmıĢ, ne yazık ki ha-tırlayamamıĢtı.
Tabii bu mutluluk ve sevinç en fazla büyük
ninenin yüzünde tezahür etmiĢti. Büyüknine,
Hümeyra'ya sarılarak defalarca öpmüĢ, hatta
yatağından çıkarak salona kadar gelmiĢti.
Bugün evde daha baĢka bir hareket vardı. Büyük
salondaki masanın üzerinde Ģık kutular, güzel
bir çiçek, hatta mücevher kutuları vardı.
Hümeyra elbisesini ütüleme-ye çalıĢan annesinin
yanına yaklaĢarak, "Ne oluyor anne?" Eli ile
masanın üstündekileri iĢaret ederek, "Bunlar ne
böyle?" diye sordu.
Annesi bu soruyu yadırgamıĢ gibi, "Yavrum, bu
akĢam Suzan'ı istemeye daha doğrusu bir söz
yüzüğü takmaya gideceğiz ya, unuttun mu?" diye
cevap verdi.
Hümeyra bir an düĢündü, "Hayır anne, bana böyle
bir Ģey söylenmedi."
"Nasıl olur? Senin geliĢine göre ayarladık."
"îyi de ben çok yorgunum. Neden yarın veya daha
sonra değil? Benim gelmem Ģart mı?"
Süheyla hanım bu soruya cevap vermeden, Derman
bey atıldı, "Saçmalama Hümeyra.
Ağabeyine söz kesilecek ve sen bulunmayacaksın,
öyle mi?"
Hümeyra sesini çıkarmadı, içinden "ġefkat
göste^^^ si beĢ saniye sürdü" diye geçirdi. Üst
kata, odasına doğru yöneldi. Annesi arkasından
sesleniyordu, "SarımaĢkGülü, ne giyeceğini
seç!"
Hümeyra ne giyinmeliyim diye
düĢünerek valizi-
ne yaklaĢtı. Valizin içinde oraya giyeceğim bir
Ģey yok zaten diye düĢündü. Gardırobunu açtı.
Hepsini gözden geçirdi. Birkaç abiye kıyafet
vardı. Lise mezuniyetinde giy-
eliği elbise ve Nejat'ların mezuniyet
gecesindeki konserlerinde giydiği elbise öylece
duruyordu. Bunlar böyle bir gece için fazla
frapan kaçar, diye karar verdi. Yine valizinin
baĢına oturdu. Ġçinden lacivert, keten, dar
etekli ve yarım kollu bir döpiyes seçti. Ġçine
beyaz, fisto bluz giyecekti. Lacivert, mevsimlik
bir ayakkabı ve çanta ile kıyafetini
tamamlayacaktı. Döpiyesi kolunun üzerine alarak
aĢağıya salona indi. "Annem ütü masasını
kaldırmamıĢtır inĢallah. Bu döpiyesi hemen
ütüleyip, biraz da dinlenmeliyim," diye
söyleniyordu. Evet, annesi hâlâ ütü masasının
baĢındaydı. Ama çok az iĢi kalmıĢtı. Ninesi
ıhlamur içiyordu. Babası da döner koltuğunu
denize doğru çevirmiĢ, sigara içiyordu. Babası
pek onlarla oturmaz, hemen bir bahane bulur, ya
kütüphaneye, ya da odasına, zaman zaman da kulübe
kaçardı. Ya babası ev halkı ile uyum sağlamaya
baĢlamıĢtı ve ya da bu gün çok
mutlu olmalıydı. Ġkisi de mümkündü. Hümeyra'ya
göre her ikisi de pozitif bir geliĢme sayılırdı.
Hümeyra büyükninenin yanına yaklaĢıp, boynuna
sarıldı, "Nineciğim, siz de geleceksiniz, değil
mi?" diye sordu.
"Hayır SarmaĢık Gülü, ben böyle merasimler için
fazla yaĢlıyım," dedi. Hümeyra kulağına doğru
eğilerek, "Nineciğim, beni ilgilendiren her
merasimde bulunmalısın! Yoksa mutluluğum tam
olmaz!
Nine bu ilgiden memnun olmuĢtu. Gülümseyerek,
Hümeyra'yı öptü, "Tamam, ayakta durabilecek
gücüm olursa söz," dedi.
Hümeyra ütünün baĢına giderken, "Anne gelin
adayı için ne düĢünüyorsun? Beğenerek, içine
sinerek mi isteyeceksiniz?"
laĢmayı beklemiyordu. Gözlerinde mutlu bir ifade
yoktu,
Süheyla hanım biraz durdu. Böyle bir soru ile
karĢı
zlerin
"Kızım onlar anlaĢmıĢ, birbirlerini
seviyorlarmıĢ. Eh, ailesi için de diyecek bir
sözümüz yok. Bize onların yuva kurmalarına
yardımcı olmak düĢer."
Hümeyra bu cevaba çok sevinmiĢti. Acaba bu,
babası ile ortak alınmıĢ bir karar mıydı? Biraz
daha ileriye gitmeyi deneyecekti.
"Bu düĢünce tarzı ileride benim için de geçerli
olacak
mı?
Annesi henüz ağzını açmaya fırsat bulamamıĢtı
ki, Derman bey, sert ve kesin
bir dille, "Tabii ki kızlar için değil. O kararı
tamamen ailenin vermesi gerek."
Büyük nine atıldı, "Neden? Ne farkı var?"
Derman bey yüzünü dönmeden cevap verdi, "Çünkü
oğlan anlaĢamazsa ayrılır. BaĢının çaresine
bakar. Kız için ayrılmak iyi bir Ģey değil. Tabii
her açıdan... Bu yüzden bu önemli kararı
büyükler, yani daha deneyimli insanlar vermeli."
Hümeyra, "Ama baba mutsuzluk, mutsuzluktur.
Bunun erkeği kızı olur mu?"
Derman bey sesini biraz yükseltti, "Bir genç kız,
babası ile bu konuları tartıĢmamalı!"
Büyüknine yine söze girdi, "Bu umumi bir mesele
olarak tartıĢılıyor." Sonra gülerek Hümeyra'ya
baktı, "Bu bi- ^O"
raz da o kızın karakteri ve olgunluğu ile ilgili
bir Ģey. Senin seçeceğin birine itiraz
edilebileceğini zannetmiyorum," diyerek anlamlı
ve ileriye yatırım yapan bir cümle sarf etti.
Odada gergin bir sessizlik hâkimdi. Süheyla
hanım
bu sessizliği bozdu, "Artık giyinsek iyi olur.
Vakit yaklaĢtı Hümeyra sen biraz daha gösteriĢli
bir Ģey giyebilirdin. B çok sade bir kıyafet
değil mi?"
"Anne, bu sadece evde yapılan küçük bir merasim
Ġleride inĢallah."
Hümeyra ne kadar sade giyinirse giyinsin, onun
çirkin olması veya göze çarpmaması imkânsızdı.
Saçlarını saç örgüsü yapıp, tepesinde
toplamıĢtı. Sıcak bir gündü, ensesini
yakabilirdi. Bu saç modeli kuğu
kadar güzel boynunu meydana çıkarmıĢtı. Boynunda
büyükninenin hediyesi olan kolyeden baĢka hiçbir
ziynet veya süs eĢyası takma -mıĢtı. Oldukça
yorgundu ama çimen yeĢili gözleri ve eĢsiz
zarafeti ile salona girer girmez dikkatleri
üzerine çekmiĢti. Kız tarafı oldukça
kalabalıktı. Bir isteme veya bir söz gibi değil
de, bir niĢan merasimi gibi hazırlanmıĢlardı.
Bir müddet sonra Suzan gözüktü. Hümeyra gülmesi
mi, üzülmesi mi gerek karar verememiĢti.
"Tanrım, bu ne kadar rüküĢ bir kız. Evlerinde hiç
ayna yok mu? Aklı baĢında biri bunu ikaz etmiyor
mu?" diye söylendi.
Hümeyra Suzanı son olarak Ağustos ayında
görmüĢtü. O zamandan bu zamana yine kilo almıĢtı.
Üzerinde patlıcan moru kat kat Ģifon bir elbise,
altında kabarık bir jüpon vardı. Küçücük kolları
ve hafif bir göğüs dekoltesi olan elbise, bir
baĢkasının üzerinde bu kadar çirkin
olmayabilirdi. Hümeyra ile sarıldılar. Ama
onların iliĢkileri asla samimi ve içten
olamıyordu. Suzan, Hümeyra'yı kıskanç
bakıĢlarla süzdükten sonra, "Hiç mi Ģık bir
kıyafetin yoktu?
Ağabeyinin niĢanına mektep kıyafeti ile mi
geldin?" diye
"Ben bugün döndüm. Hem haberim yoktu, he
bana niĢan denmedi. Neyse, önemli olan sensin.
Sen de yeterince frapansın," diye cevap verdi.
Hümeyra bu kıza hiç güvenemiyordu. Ne
dostluğuna, ne sevgisine,
ne de samimiyetine. Abim kendine uygun bir eĢ
buldu diye dü-
sordu.
Ģündü. Hümeyra bütün gece sıkıntıdan öldü. Hele
kan Mısırlı avukat, her dakika karĢısında
belirer yi hepten çekilmez hale getirdi.
Abdullah Mısırlı,
Iı bir genç sayılırdı. Biraz fazlaca esmerdi.
Uzun boylu, siyah gözlü ve siyah saçlı, temiz
giyimli otuz yaĢlarındaydı. Giyim kuĢamından
hali vakti yerinde olduğu hemen anlaĢılıyordu.
Bütün bunlar, Hümeyra'ya hiçbir Ģey ifade
etmiyordu. Hümeyra için, Nejat'ın dıĢındaki
bütün erkekler sıkıcı ve çekilmezdi. Bir ayrıntı
Hümeyra'nın dikkatini çekmiĢ, bu dâ daha çok
canının sıkılmasına sebep olmuĢtu. Abdullah'ın
bütün gece Hümeyra'nın peĢinden dolaĢması,
babası Derman beyi hiç rahatsız etmemiĢti.
Hümeyra babasını birkaç kere Abdullah'a bakarken
yakalamıĢtı. Gözlerinde ne öfke ne de sıkıntı
yoktu. Sadece inceliyor gibiydi. Hümeyra
sıkıntıdan patlamak üzere iken, annesinin "artık
müsaadenizi isteyelim" sözleri, Hümeyra'yı
çölde su bulan insan kadar sevindirmiĢti.
Hümeyra bütün gece uyuyamadı. Bazen Nejat'ın
sıcacık dudaklarını yüzünde hissedip, geçici bir
mutluluk duyuyor, bazen de endiĢe ve korku içinde
yatağında doğruluyordu. Zaman zaman denizi
seyretmiĢ, daha fazla, Ģimdi yerinde kocaman bir
otel olan Nejat'ların evine ve tam karĢısına
gelen pencereye bakıp durmuĢtu. Karanlık bir
geceydi ve deniz
hareketsizdi. "Tıpkı benim içim" dedi. Sabah
erkenden yataktan çıktı. Gündelik bir elbise
giyindi. Önce büyükni-nenin odasının önünde
biraz durdu. Sonra yavaĢça kapıyı açtı. Ninesi
arkası kapıya dönük bir vaziyette yatıyordu.
"Gel SarmaĢık Gülü, gel!" dedi. Hümeyra
yatağın^^ narına oturdu. Ninenin zayıf, kuru bir
tutam kemikten oluĢan ellerini ellerinin içine
aldı. Büyüknine, "Hümeyra, söz nasıl geçti? Her
Ģeyden önemlisi, sen niy^^u kadar sıkıntılısın?"
"Nineciğim, sizin bu sezgilerinize hayranım.
Arkanız dönük olduğu halde, gelenin ben olduğumu
ve de içimin sıkkın olduğunu nasıl
anlayabiliyorsunuz? Doğru, içim
çok sıkkın. Önce söz mü, niĢan mı, ne olduğu
anlaĢılamayan geceden bahsedeyim. Ben Suzan'ı
pek sevemedim Çok rüküĢ bir kız. Hadi o gibi
Ģeyleri geçelim. Ağabeyimin de bir çift gören
gözü var. Bu gibi Ģeyler onu rahatsız etmiyorsa,
beni de etmez. Müstakbel yengemin samimiyetine
inanamıyorum. Beni de sevmediğini
hissediyorum."
Hümeyra biraz duraladı. Sonra devam etti, "Bana
gelince, evet endiĢeliyim ve çok korkuyorum,
nine! Çok korkuyorum. Henüz oluĢmuĢ bir Ģey de
yok ama olacaklardan korkuyorum."
"ġu oluĢmayan Ģeylerden bahset! Belki
anlayabilirim. Bu konunun içinde Nejat var mı?"
Hümeyra baĢını önüne eğip, iĢaret parmağı ile
yatağın üzerinde kavisler çiz meye baĢladı.
"Evet evet! Önümüzdeki pazartesi beni istemeye
gelecekler. Eylül veya Ekim gibi düğün yapmayı
düĢünüyorlar," dedi. Ve Nejat ile yaptıkları
planı anlattı. Nine biraz durdu.
"EndiĢelenmekte haklısın, ama bu kadar korkma!
Biz hepimiz senin arkandayız. Baban bu konuda
yalnız... Zor ama imkânsız değil."
Bu cümle Hümeyra'nın yüreğine su serpmiĢ
gibiydi. Hümeyra devam ediyordu, "Sonra, dün
akĢam orada bir çocuk vardı. Mısır sarayından
Elâziz'li îshak PaĢam"^?-nin akrabalarından.
Ishak PaĢanın çocuğu yokmuĢ. Bunu evlat gibi
büyütmüĢ ve galiba bütün serveti de bu çocuğa
kalacakmıĢ. Bütün gece çevremdeydi. Babam bu
durumun farkındaydı ama hiç rahatsız olmadı. Bu
da çok tuhafıma gitti."
"Hin Ģu çocuk. Evet, evlenmek için Türkiye'ye
gelmiĢ Ishak PaĢa bir Türk kızı ile evlenmesinde
ısrar ediyormuĢ Baban servet lafını duyunca
hemen yelkenleri indirir, bi
lirsin. Suzanın babasına da uzaktan akraba
imiĢ... Seni göstermek gibi bir planları vardı."
Hümeyra telaĢla yerinden kalktı, "Bir bu
eksikti. Pürüz üstüne pürüz. Nineciğim, Nejat
konusunun babama ve anneme açılması gerek. Rica
etsem siz yapar mısınız? Bu durumda Abdullah mı,
her neyse, onun için de planlar kurmaktan
vazgeçerler inĢallah."
"Tabii canım, sen üzülme!"
Kahvaltıda kimse konuĢmuyordu. Herkes kafasında
bir Ģeyler düĢünüyordu. Hümeyra bir ara, "acaba
ne düĢünüyorlar? diye meraklandı. Sonra "bizim
aile aynı Ģeyi düĢünse bile, olaya hepsi baĢka
bir pencereden, baĢka bir açıdan bakar.
Özellikle babam ve tabii Faruk... Her Ģeye karĢı
çıkmayı ilke edinmiĢ gibiler... Tanrım ne olur!
Bir kere de itirazsız, kavgasız bir sorunu
çözebilsek! diye düĢündü. Hümeyranın o an
çözülmesini istediği tek sorun, Nejat ile
evliliğine onay verilmesi idi.
Büyüknine salona giren Hümeyra'ya çıkması için
iĢaret etti. Derman bey, büyüknine ile oturup,
sohbet etmekten hiç hoĢlanmadığı için ayakta
Süheyla hanıma hitaben, "Ben çarĢıya kadar
gideceğim. Bir kumaĢ ısmarla-mıĢtım da," diye
sudan bir sebep uydurmaya çalıĢıyordu. Büyüknine
çok ciddi ve kararlı bir sesle, "Yarım saat ka^^"
dar sonra git Derman, ciddi bir mesele var,
konuĢmalıyız."
Süheyla hanım da, Derman bey de ĢaĢkın bir ifade
ile büyüknineye baktılar. Derman bey cevap
vermeden bir koltuğa oturdu. Sokağa çıkamamak,
daha doğrusu kaça-mamak canını sıkmıĢtı, "Evet,
sizi dinliyorum."
Nine hiçbir giriĢe gerek görmeden, "Önümüzdeki
pazartesiye Hümeyrayı istemeye geleceklermiĢ.
Hazırlan mamız gerek."
201
Derman bey, "Kimler?"
Büyük hanım gayet doğal bir sesle, "Avukat Kenan
beyin oğlu, Hekim Nejat'a."
Derman bey birden yerinden fırladı. Oldukça
yüksek bir sesle, "Neee? Siz ĢaĢırdınız mı? Böyle
bir teklifi bana iletmek cesaretini nasıl
gösterirsiniz?"
Büyüknine de aynı tarzda bağırdı, "Önce haddini
bil! Benimle nasıl konuĢulacağını bu kadar
yıldır öğrenemedin mi? Ġkincisi neden buna cüret
edilemiyor? Hangi açıdan çok sakıncalı?"
"Bunu tartıĢmaya bile gerek görmüyorum. Benim
kızım o ailenin gelini olamaz."
Nine bastonunu yere vurdu, "Böyle bir red cevabı
için geçerli sebepler göstermelisin! Ve eğer
varsa açıklamak ve tartıĢmak zorundasın.
Çocuklar birbirini istiyor ve de her açıdan çok
uygunlar. Senin yersiz nefretin için onlara mani
olamayız."
"Ben yersiz nefret etmiyorum."
"Peki nefretinin sebebi ne?"
Derman bey uzun süre sustu. Sonra ayağa kalktı,
"ġeyy, ben, benim çıkmam gerek."
Nine bağırdı, "Otur Derman! Ben sana bilmediğin,
daha doğrusu bilip de dile getiremediğin
sebepleri söyleyeyim istersen. Birincisi Kenan
bey her konuda senden baĢarılı bir kiĢilik,
ikincisi bizim aile tarafından çok beğenilir ve
tutulur."
Derman bey tekrar bağırmaya baĢladı, "Sizin
ailenin düĢüncesi umurumda bile değil! Beni
ilgilendiren karım olacak kadının fikri ve
davranıĢı. Yirmi sekiz senelik evliyiz. Beni
sevmedi, sevemedi. Sebebi o adamdır."
Süheyla hanım elindeki yün yumağım ve ĢiĢleri
fırlatarak, ayağa kalktı. Kıpkırmızı olmuĢtu.
Nine torununu hiç
bu halde görmemiĢti, "Yeter artık Derman!
Kompleksin yüzünden böyle bir durum yarattın.
Adamı kafandan bir türlü atamayan sensin.
Evlendiğimiz günden beri, yatakta, sokakta,
bahçede, üç kiĢi dolaĢtık. Benim hiçbir
hareketimin o beye bir ilgi veya sevgi ifade
ettiğini söyleyemezsin. Ama senin gereksiz
iftira ve tacizlerin canımdan bezdirdi. Evet,
evlendiğimde sana âĢık değildim. SaklamamıĢtım.
Bunu sen de biliyordun. Bile bile bu evlilikte
ısrar ettin. Seni sevmemem için de hiçbir sebep
yoktu. Eğer aĢkın yeĢereceği yerlerde sadece sen
ve ben olsaydık olabilirdi. AĢk iki kiĢiliktir.
Üçüncü kiĢi aĢkın kalitesini düĢürür, mayasını
bozar ve ölüme mahkûm eder. Senin yirmi sekiz
yıldır yaptığın buydu. Aramızda filizlenecek
güzel bir duyguya asla ortam hazırlamadın! Olanı
da yok ettin! Bir kadının bir erkeği sevmesi için
önce ona güvenmesi ve saygı duyması gerekir. Ben
sana karĢı bunların hiçbirini duymadım ama
iffetimden de hiçbir Ģey kaybetmedim. Saygı,
sevgi ve aĢk, çarĢıdan alınacak bir Ģey değildir.
Kızım istiyorsa Nejat ile evlenebilir."
Derman bey hızla yürüyüp, Süheyla hanımın yüzüne
Ģiddetli bir tokat attı. Büyüknine bağırdı,
"Defool! Bu evden defol! Torunumun yanına
yaklaĢırsan, seni polisle bu evden attırırım."
Derman bey hızla salonun kapısından çıktı.
Kapının arkasında ağlayarak içeriyi dinleyen
Hümeyra ile burun buruna geldi, "Seni koca bulman
için mi Ġstanbul"iar^"yol-ladık!" DiĢlerinin
arasından ıslık çalar gibi, "Alaı'u evlilik
olmayacak! Hazırlıklı ol, Abdullah Mısırlı ile
evlenip, Mısır'a gideceksin. O iğrenç
ailedernJ^^ni de bu evde görürsem, yemin
ediyorum, kız almak yerine, vücutlarına kurĢun
yiyerek giderler! Ya hastaneye, ya da mezarlı-
ğa! Ninenin "defolu" da hiç önemli değil. Otuz
yıldır burası benim evim. Ona güvenme!" dedi ve
hızla uzaklaĢtı.
Bici mutfaktan koĢarak geldi. Ağlayan Hümeyra'yı
kolundan tutup, mutfağa doğru sürükledi. Süheyla
hanım, halının üzerine diz çökmüĢ, baĢını
ellerinin arasına almıĢ, hıçkıra hıçkıra
ağlıyordu. Büyüknine bastonunu durmadan yere
vuruyor, titreyen ellerini kontrol etmeye, bir
taraftan da Süheyla'yı teskin etmeye
çalıĢıyordu. Büyüknine, "Ağlama bu kadar
Süheyla! Onun ne karakterde bir insan olduğunu
artık anlamıĢ olman gerek. Olmazsa defolur
gider. Senin hayatını mahvetti, Hümeyra'nınkini
de mahvetmesine izin veremem."
Derman bey hiçbir Ģey yokmuĢ gibi akĢamüzeri
evine döndü. Elinde kocaman bir av tüfeği vardı.
Galiba herkes görsün diye, önce onunla mutfağa
girdi, "Makbule, yemek ne zaman hazır olur?" diye
sordu. Makbule diĢlerinin arasından, "Yarım saat
kadar sonra hazır. Ava mı çıkacaksınız bey?"
Derman bey mütebessim bir yüzle, "Bu seferki
insan avı olacak!" dedi. Ve tüfeği ile odasının
yolunu tuttu.
Hümeyra fakülteye baĢladığından beri, Süheyla
hanım ve Derman bey odalarını ayırmıĢlardı.
Süheyla hanım misafir odası olarak kullanılan
mavi odaya geçmiĢti. Makbule bacı koĢarak Büyük
hanımın odasına girdi. Yüzünde korku ve endiĢe
vardı.
"Büyükhanım, Derman bey iĢi iyice azıttı,"
diyerek av tüfeğini ve konuĢulanları anlattı.
Büyük nine bir müddet
düĢündü, sonra sakin bir sesle, "Bana H ümeyra'yı
çağır!
Sen de gel!"
Hümeyra bitkin bir vaziyette odaya girdi. Ayakta
öy lece duruyordu. Gözleri ĢiĢ, kıpkırmızı,
rengi sapsarıy dı. Sabahtan beri bir lokma bir
Ģey yememiĢti. Büyüknine
Ģefkatle, "Gel SarmaĢık Gülü! Yanıma gel!
Makbule sen de Ģu anahtarı al. Sandığımı aç! Bana
tapuları getir," dedi.
Makbule denileni yaptı. Elinde aĢağı yukarı kırk
elli tapu senedi ile döndü ve büyüknineye uzattı.
Büyüknine uzun müddet tapuları inceledi, içinden
bir tanesini çekti.
"Makbule, bu tapuyu al! Gizlice avukat Sabri beye
götür. Daha evvel bu yeri ısrarla isteyen bir
müĢteri olduğunu söylemiĢti, iyi de para
veriyorlarmıĢ. Hemen ve gizlice satsın. Onda
vekâletim ve resimlerim var. Parayı yine sen
gidip alacaksın." Bir baĢka tapu senedini de
çekerek çıkardı. "Bu, izmir
Bornovada büyük bir çiftliğin tapusu... Halen
üzerinde kocamın yeğenleri oturuyor. Vasiyetime
göre yirmi dönümünü onlara diğer kalan elli
dönümünü de ikinize verdim. Tapu ancak ben
öldükten sonra olacaktı. Söyle Sabri beye
yapabiliyorsa onu da halletsin. ġimdi gelelim
öbür meseleye, baban bu evliliğe mani olmak için
cinayeti bile göze almıĢ görünüyor. Sen artık
yirmi iki yaĢında bir kızsın ve kanun karĢısında
bir veliye veya vasiye ihtiyacın yok. Bir Ģekilde
Nejat'a haber uçur. Bu pazartesi gelmesinler.
Babanın söylediklerine rıza göstermiĢ gibi yap.
Yani, Abdullah mıdır, nedir? Onunla niĢanı kabul
et. Biraz zaman kazan. O arada ne yapacağımızı
düĢünürüz."
Hümeyra, denize düĢen yılana sarılır misali,
sevinmiĢ-
O
ti, "ġeyy büyüknine, Ģeyy... " "Ne kızım,
geveleme söyle!"
"Biz Nejat ile eğer babam vermezse, bir sonraki
pazartesi kaçacaktık. Bir Ģey daha var. O
Abdullah denen ço-
cuğa karĢı ayıp olmayacak mı? Çocuğu kullanmıĢ
olmuyor muyuz?"
"Tabii, hoĢ bir hareket değil. Ġki gü^^ sana âĢık
olmadı elbet. Acı çekecek değil. Ayrıca aile
arasında bir toplantı gibi bir Ģey... Masraf
falan da yaptıracak değiliz. Ve
ayrıca bir yerde elimiz mahkûm. Kaçma kararına
gelince, çok acele değil mi? Her Ģeyin usulüne
uygun olması için biraz daha gayret göstersek."
Büyüknine biraz dura-
ladı. "Hayır, hayır babanı ikna etmeye bir ömür
yetmez. Kaçacak imkânı ve zamanı bulalım,
yeter."
Hümeyra, "Aslında Nejat hemen niĢanlanmak
istiyordu. Sonbahara da düğün diye
düĢünmüĢlerdi. ġimdi bu Abdullah iĢi de çıktı.
Kendimi birdenbire Mısır sarayında
bulabilirim."
"Tamam kararlaĢtırdığınız gibi yapın. Hemen
Kenan beylere gelmemelerini iletmelisin!"
"Peki nineciğim, bir yolunu bulacağım. Nine,
anneme bunları siz anlatır mısınız?"
"Tabii kızım hemen anlatacağım. Hadi Makbule sen
iĢine git! Zaman kaybetmeyelim," dedi.
Babası odasındaydı. Hemen sınıf arkadaĢı
Esra'nın ev telefonunu santrale yazdırdı.
Bir saate kadar ancak çıkar dediler. Hümeyra
pencerenin önüne oturdu. Korku ve heyecanla
beklemeye baĢladı. Bir taraftan da babasının
salona gelmemesi için dua ediyordu.
Hümeyra güya güneĢin batıĢını seyrediyordu.
Aslında
bu güzel manzaranın farkında olup, olmadığı da
belli değildi. Büyük bir ruhsal karmaĢa
içindeydi. Birden tel efo-
, sen mi-
nun zili ile sıçradı. KoĢarak ahizeyi aldı, "Alo
Esra
sin?"
"Aaa Hümeyra, tatlım, nasılsın?"
"Bak-hayatım, Ģimdi sana söyleyeceklerimi iyi
dinle ve Nejat'a aynısını ilet. Sonra konuĢalım.
Nejat'ın annesi ve babası bu pazartesi
gelmesinler. Babam av tüfeği ile
bekliyor çünkü. Ama bir sonraki pazartesi Nejat
ile kararlaĢtırdığımız planı uygulayacağız.
Tamam mı? Bir tekrar et!
"Bu pazartesi Nejat'ın ailesi size
gelmeyecekler. Bir sonraki pazartesi
konuĢtuğunuz planı uygulayacaksınız."
"Nejat'a söyle duyacağı baĢka hiçbir Ģeye
inanmasın."
Tam o sırada babasının merdivenlerden inen ayak
seslerini duydu.
"Esra, biliyorsun, ben tam notlarımı öğrenemeden
gelmiĢtim. Lütfen bana Anayasa Hukuku ve
Devletlerarası Hukuk derslerimin notlarını
öğrenip bildirir misin?"
"Hayatım, sen öğrendin ya!"
"Aa tabii bütün bu söylediklerimi öğren ve beni
iki gün içinde ara! Çok merak ediyorum."
Hümeyra babasının sesi ile sıçradı, "Ver o
telefonu bana!"
Derman bey telefonu hızla elinden çekti. O kadar
bağırmıĢtı ki, Esra öbür taraftan duymuĢtu.
Esra, "Tamam hayatım, iki dersin sonucunu da
öğrenir, sana telefon ederim," dedi. Derman bey
telefonu Hümeyra'ya uzattı.
"Öyle iĢler çeviriyorsunuz ki, eğer size
güvenmiyorsam sorumlusu ben değilim," diyerek
mutfağa doğru yürüdü. Bu sefer de mutfaktan
bağırıyordu, "Melahat nerede? Bu saatte ne
cehenneme kayboldu?"
Hümeyra annesinin sesini duydu, "Nineme bir ilaç
ve bazı Ģeyler almaya çıkmıĢtı. Ne istiyorsan ben
yapayım."
"Niçin yemek hazırlanmıyor diye soracaktım."
"Yemek hazır. Ve ayrıca akĢam yemeğine bir
ifffîtten fazla bir zaman var."
Hümeyra, benim babamın sorunu, kendi ile barıĢık
olamaması. Kendi ile barıĢık olamayan insan,
hayatın kendisi ile de barıĢık olamıyor. Kızmak,
kavga /etmek bir nevi hayat tarzı diye düĢündü.
Sonra büyükninem, annem ile konuĢtu galiba. O
büyük münakaĢa sonrası bu kadar yumuĢak
olamazdı... diye geçirdi aklından.
AkĢam yemeğine Faruk ile Suzanda gelmiĢti. Konak
sakinleri bu misafire alıĢkınlardı. Ama bu akĢam
Suzan bu eve müstakbel gelin adayı olarak
geliyordu. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı.
Hümeyra mutluluk olmalı diye düĢündü. Ve devam
etti, o da bir genç kız ve sevdiği insan ile
niĢanlandı. Mutlu olmak hakkı... Allah
bana da nasip etsin.
Yemeğin ortasında Suzan birdenbire sordu,
"Süheyla anne, babamın selamı var. O meseleyi
konuĢmak için ne zaman gelebiliriz?" diye sordu.
Hümeyra meselenin kendisi ile Abdullah'ı
ilgilendirdiğini hemen anlamıĢtı. Kıpkırmızı
olmuĢtu. Biber dolmasından bir parça boğazına
kaçtı ve öksürmeye baĢladı. Sofradan kalkarken
düĢünüyordu, bütün bu yemek dolu tabaklan
Suzan'ın baĢında kırabilsem! diye
düĢünüyordu.
Derman bey karısına döndü, "Süheyla öbür gün
akĢam uygun mu?"
Süheyla hanım, konuĢulanları dinlemiyormuĢ
gibi, "Ne için?" diye sordu. Derman bey,
kızmamaya gayret gösteren bir ifade ile,
"Dünürler Hümeyra'yı Abdullah'a istemek için
gelecekler."
Süheyla hanım biraz durdu, "Büyüknineme sormam
gerek. Evin büyüğü o. Hemen geliyorum," diyerek
ninesinin odasına koĢar adımlarla girdi. Hümeyra
da arkasından... BeĢ dakika sonra ana kız sofraya
dönmüĢlerdi. Süheyla hanım, "Suzan, Hümeyra yeni
geldi. Biraz dinlen-
kıyafet,
sin. Haftaya Pazar günü olsa... Hem kızım bir iki
bir Ģeyler almalı."
Derman bey çok ĢaĢırmıĢtı. Bir Hümeyra'ya bir de
karısına baktı. Yüzlerinde hiçbir ifade yoktu.
Sanki yapılması gereken bir görevi ifa eden iki
insan gibiydiler.
Hümeyra yemek sonunda acele ile büyükninenin
oda-
Hümeyra yemek sonunda acele ile büyükninenin
odasına koĢtu, "Nineciğim annem ile aldığınız
karar ne ka
dar doğru bilemiyorum. ġimdi Abdullah'a resmen
verilmiĢ mi olacağım?"
Nine güldü, "Zaman kazanmak ve daha rahat hareket
edebilmek için, böyle bir Ģeye ihtiyacımız var.
Bunları konuĢmuĢtuk. NiĢanı hemen istemeyiz. Sen
Nejat ile meseleni halettin, değil mi?"
"Zannederim. Henüz Esra aramadı ama o konuda
sorun çıkmaz."
Suzan getirdiği teklifin hemen kabul görmesine
çok ĢaĢırmıĢtı. Kimse tarafından açıklanmamıĢ
olmasına rağmen, Hümeyra ile Nejat'ın
birbirlerine âĢık olduğunu ve bunun
sıradan bir sevda olmadığını biliyordu. Faruk
ile kendi evlerine doğru yürürken, "Faruk,
Hümeyra bu niĢanlanma iĢini nasıl kabul etti?
Sence oldukça tuhaf değil mi? Nejat'a ilgisini
biliyorsun."
"Hümeyra akıllı kızdır. Bu iĢin olamayacağına
kanaat getirdi herhalde. Ayrıca böyle bir devlet
kuĢu kimin baĢına konar ki? Reddedilecek bir
servet değil."
Suzan hafiften iç geçirdi, "Evet, o konuda
haklısın," dedi. Suzan kendine dahi itiraf
etmemiĢti ama eğer Abdullah böyle bir teklifi
kendisine yapsaydı, bir dakika düĢünmeden
kabullenir ve Faruk'u o anda bırakabilirdi...
DiĢlerinin arasından "ġanslı kız!" diye
fısıldadı.
Hümeyra ertesi gün Esra'dan beklediği telefonu
aldı. Hatta daha fazlasını da... Hümeyra Esra ile
biraz konuĢtuktan sonra karĢı taraftan Nejat'ın
sesini duyunca yerinde zıplamamak için kendini
zor tuttu. Yüzünde güller açmıĢ, günlerdir
gülmeyen yüzünde tebessüm belirmiĢti. Sevinçle
ninesine döndü, "Nine, bütün derslerden
geçmiĢim. Hem de iyi notlarla."
Ev halkı zoraki bir hazırlık içindeydi. Bu akĢam
Hümeyra'ya söz kesilecekti. Ayvalık bir anda bu
muhte-
Ģem haber ile çalkalanmaya baĢlamıĢtı. Herkes
duyduklarına bir iki kelime ilave ediyor,
hayalinde geniĢletebildiği kadar geniĢletiyor,
süslüyordu. Abdullah bir paĢanın yeğeni olmaktan
çıkmıĢ, Kral Faruk'un yeğenlerinden biri
olmuĢtu. Belki
de ileride Mısır kralı olabilecekti. Genç kızlar
gıpta ve kıskançlıkla Hümeyra'nın yerinde, genç
erkekler de hayranlıkla Abdullah'ın yerinde
olmayı hayal ediyorlardı.
Haziran ayı genellikle güzel geçerdi. Bugün de
öyle günlerden biriydi. MuhteĢem bir gurup
oluĢuyordu. Sofra denize bakan verandaya
kuruldu. On iki kiĢi olacaklardı. Bu gece iki
ailenin dıĢında Ayvalık kaymakamı ve eĢi de
davetli idi.
Hümeyra açık pembe, üzerinde beyaz mineler olan
empirme bir elbise giyinmiĢti. Kolları kısa ve
volanlı idi. Etek kısmı da yine aynı tarzda
tasarlanmıĢtı. Yine saçlarını tepesinde
toplamıĢ, az topuklu, beyaz bir ayakkabı
giymiĢti. Çok güzel ve çok ifadesizdi. Asla bir
mutluluk veya sevinç ifadesi taĢımıyordu. Sanki
bu gecenin ne anlam taĢıdığının farkında
değildi. Her Ģey kendi dıĢında oluĢuyordu.
Hipnoz edilmiĢ veya bir baĢkası tarafından
programlanmıĢ gibi davranıyordu.
Abdullah çok Ģık, bej, keten bir elbise giymiĢti.
Bir ara Suzan büyük bir hayranlık içinde,
Paris'teki ünlü modacıların kreasyonlarından
oluĢan bir gardıroba sahip olduğunu söylemiĢti.
Masanın sol baĢında büyüknine oturuyordu.
Abdullah zeki bir çocuktu. Derman bey ile
büyükninenin pek de iyi anlaĢamadığını
hissetmiĢti. Bununla birlikte Hümeyra'nın
büyüknineye daha yakın olduğunu da
hissetmiĢti. Bu sezgilerinden olacak,
büyüknineye aĢırı bir hürmet ve yakın-
710
lık gösteriyordu. Gözlerini de Hümeyra'nın
yüzünden alamıyordu, içinden bu kızda baĢka bir
Ģeyler var. Acayip bir güzelliğe ve etki gücüne
sahip. Mısır sosyetesinin en güzel kadını olacak
diye düĢündü. Sonra ondan doğacak çocukların da
çok güzel olacağını, hatta daha ileri giderek,
bu çocukların nasıl oluĢacağını hayal etmeye
baĢladı. Yüzü kızarmıĢ, ateĢ basmıĢtı. Ama büyük
bir haz duyduğu kesindi. Kaymakam Fatih bey,
"Damat çok mutlu görünüyor. Ehh kızımız kendini
ağırdan satarak, duygularını belli etmemeye
çalıĢıyor. BaĢarılı da oluyor," dedi.
Büyüknine, "Öyle de olması gerekmez mi zaten?"
diye cevapladı.
Yemek sonunda verandadaki hasır koltuklara
oturan misafirler kahvelerini yudumlarken,
Suzan'm babası, "Evet bu ziyaretimizin sebebi
malum," diye uzun bir nutuk çektikten sonra,
Hümeyra'yı Abdullah'a istedi. Cevabı
büyüknineye bırakmıĢlardı. Büyüknine yüzündeki
o değiĢmez ifade ve kuru bir sesle, "Allah
yazmıĢsa ne diyelim? Hayırlı olsun" cevabından
sonra, Melahat bacı ve yardımcısı viĢne
Ģerbetlerini getirdi.
Abdullah ayağa kalkıp, aileye teĢekkür etti. Çok
mutlu olduğunu anlattı ve gelin adayına bir
armağan vermek istediğini, yarın akĢam önce .1^^
sonra Suriye'ye daha sonra da Mısır'a gitmek
zorunda olduğunu, hazırlıksız olduğunu ama yine
de güzeller güzeli
sözlüsüne bir hediye vermek istediğini söyledi.
Hümeyra'nın gözlerinin içine bakarak,
fildiĢinden yapılmıĢ gibi duran elini tutup,
yüzük parmağına ortasında üç kadratlık bir
elmas, çevresi de zümrüt olan mekik Ģeklinde bir
yüzük taktı. Bu kü-
çük toplulukta, yüzüğün etkisinde kalan iki
insan vardı. Derman bey bu yüzüğü damadın
servetinin bir gösterge-
211
si gibi yorumlayıp sevinmiĢti. Suzan da gıpta ile
bakıp, bü-yükninenin de kendisine böyle bir
hediye takması düĢünmüĢtü.
Hümeyra her açıdan huzursuzdu. Karakter olarak
böyle bir oyun oynamaya, kendi gayesine ulaĢmak
için bir baĢkasını kullanmaya alıĢık değildi ve
bu asla tasvip etmediği bir yöntemdi. ġu anda her
türlü korkusunun ve özleminin önüne bu duygu
geçmiĢti. BaĢını kaldırdı. Gökyüzüne baktı.
Birdenbire gökyüzü kararmıĢtı. Yıldızlar
kaybolmuĢ gibiydi. Nejat'ın yıldızı diyerek,
geceler boyu seyrettiği, dertlerini, aĢkını,
özlemlerini anlattığı yıldız da yoktu. Verandaya
birkaç damla düĢmeye baĢladı. Herkes acele ile
salona kaçarken, Hümeyra baĢı yukarıda, gözleri
dolu dolu "Gökyüzü benin için ağlıyor" diye
söylendi. Abdullah'ın sesi ile irkildi,
"Güzeller güzeli sözlüm, ıslanıyorsun. Hadi,
içeriye girelim," dedi. Hümeyra, "Hayır
gökyüzünü seyretmek istiyorum. Sizde biraz
oturun lütfen. Bazı Ģeyleri konuĢmamız gerek."
Abdullah, memnun bir Ģekilde en yakındaki
hasır koltuğu Hümeyra'nın yanına iyice
yaklaĢtırdı. Hümeyra, Abdullah'ın nefesini
yüzünde hissediyordu. Birden kendini geriye
çekti. Midesi bulanmıĢtı. Nejat'tan baĢka bir
erkeğin nefesini yüzünde hisset-
t-
mekten fena halde tedirgin olmuĢtu. Bazı Ģeyleri
konuĢması, en azından ima etmesi gerekti. Yoksa
kendini çok suçlu ve huzursuz hissedecekti.
Ġçindeki bu kuĢkuyu bir nebze olsun hafifletmesi
gerekti.
"Bak Abdullah, ben çok duygusal bir kızım. Servet
veya mevki beni fazla etkilemez. Hayatım boyunca
da âĢık olduğum insanla evlenmeyi düĢledim.
Sende kabul edersin ki, sana ne sevgi, ne aĢk,
ne de bir hayranlık duyuyorum. Çünkü seni
yeterince tanımıyorum. Bunların oluĢ
ması için zaman gerekli. Sırf babamın zoru ile
bu evliliği kabul ettim. Bence sen de ben de bu
konuyu ayrıyken bir kere daha gözden
geçirmeliyiz."
Abdullah biraz düĢündü. Sonra kendinden emin bir
tavırla, "Bizdeki bütün evlilikler böyle olur.
Genelde de gayet mutlu olurlar. Benimle evlenmek
isteyen binlerce kız vardır ama ben seni seçtim.
Senin de zaman içinde bana âĢık olacağını
biliyorum. Bu söylediklerini bir genç kız
kaprisi veya romantizmi olarak kabul
ediyorum..."
"Sizi gücendirmek istemem. Ama ben bundan o kadar
emin değilim."
Abdullah kendini bulunmaz bir kısmet olarak
kabullenmiĢti. Bu sözler onu hiç etkilemedi.
O arada annesinin sesini duydu, "Hümeyra, yağmur
fazlalaĢtı. ÜĢüteceksiniz."
Hümeyra salona girmek için ayağa kalkarken,
Abdullah kolundan tuttu, "Güzelim, ben yarın
Güneydoğuya, oradan Suriye'ye, oradan da Mısır'a
geçeceğim. Suriye ile aramızda bir petrol
anlaĢmazlığı var. Kral Faruk bu meseleyi acele
ile halletmemi istiyor. Bir ay sonra ailem ile
beraber nikâh yapmak için geliriz. Düğün
hazırlığını istediğin gibi yap. Ne istersen al.
Benim sevgilime dünyanın en iyi Ģeyleri laiktir.
Ġstersen Paris'e git, oradan alıĢveriĢ yap."
Hümeyra telaĢla, "Hiç bunlara gerek yok. Henüz
ortada kati bir Ģey de yok. Bu sadece bir söz.
Benim ailem de bana gerekli çeyizi verebilecek
durumda. Sana yolun açık olsun dileklerimi
bildireyim. Gerçekten de üĢümeye baĢladım. Artık
içeri girelim!"
Hümeyra taĢıyabileceği büyüklükte bir valiz
alıp, içine kendisini bir hafta, on gün idare
edecek kadar giyecekle nüfus kâğıdını, lise
diplomasını, annesinin resmini, ninesinin
resmini koydu. Birkaç dakika düĢündükten sonra,
Suzan'ın söz gecesi çekilmiĢ, ailenin bir arada
olduğu bir
baĢka fotoğrafı da valizin altına attı. Yatağa
girmeden önce yine Nejat'ın evinin yerinde
yükselen otelin penceresine gözlerini dikti.
Gözleri dolu doluydu. Ve içinden yarın akĢam bu
saatlerde bütün bu kâbus bitmiĢ olacak.
Abdullah'ın hemen yarın gidiĢi de çok iyi oldu.
Gerçi sözlülük devresi uzamasın diye, biraz da
bilerek
ayarlamıĢlardı. Sonra durumu bildirmek, çok daha
kolay olacak diye geçirdi. Yatağına girmeden,
yine gökyüzüne uzun uzun baktı. Nejat'ın
yıldızını aradı, yine göremedi. "Tabii, hava
kapalı. Gökte hiç yıldız yok ki. Yarın yağmur
yağar mı acaba?" diye düĢündü. Ġsteksiz bir
tavırla yatağına doğru yürüdü.
Derman bey çok mutluydu. Kızını Mısır sarayına
gelin olarak vermiĢti. "Aferin Hümeyra'ya,
hayırlı evlatmıĢ, beni yormadı, sözümü kırmadı"
diye düĢünürken, karısının yatak odasına doğru
döndü. Ġki adım attı. Yıllardır elini sürmediği
tokmağı çevirmek için elini uzattı. Birkaç
dakika öylece durdu. Acaba bu hareketi karısı
tarafından nasıl karĢılanacaktı? Tokmağı
çevirdi. Gülen bir yüzle, "Gelebilir miyim?
Çocuklarımızın düğünleri hakkında konuĢmak
istiyorum," dedi. Süheyla hanım birkaç saniye
tereddüt geçirdikten sonra, "Gel," dedi.

Derman bey bu gece evliliklerinin ilk
yıllarındaki kadar arzu doluydu. Karısına,
"Biliyor musun, ben seni çok özledim," dedi.
Süheyla hanım çok ĢaĢkındı. Hiçbir cevap
vermedi. Uzun süre Hümeyra'nın sözlenmesinden
bahsettiler. Süheyla hanım karĢı çıkmamaya, açık
vermemeye çalıĢıyordu. Derman beyin yaklaĢması
ona çok itici geliyordu ama bir müddet sonra
gözlerini yumdu. Ġki tutkulu âĢık gibi
seviĢtiler. Sabah uyandıklarında ikisinin de
yüzünde
yıllardır görünmeyen bir mutluluk vardı. Ve ta-
yen
bii hoĢ bir yorgunluk... Süheyla hanım yataktan
gerinerek kalkıp, ipek sabahlığını üzerine
geçirdi. Birden irkil-di. içinden benim de
karakterim bozuldu galiba, ben bütün gece bu
adamla mı seviĢtim? diye düĢündü. Midesi
bu-lanıyordu. KaĢlarını çatmıĢtı. Birden
kendini toparladı. Bu günlerde Derman beyi mutlu
etmek iĢe yarayabilirdi.
"Kahvaltıya özel bir Ģey ister misin, Derman
bey?" diye sordu.
"Hayır, ailece güzel bir kahvaltı yapalım! Hepsi
o kadar."
Kahvaltı sonrası büyüknine Hümeyra'ya
döndü, "Hümeyra, odama gelebilir misin?" "Tabii
nineciğim."
Büyükninenin koluna giren Hümeyra'nın rengi
sapsarı, gözleri endiĢe ve korku doluydu. "Oda
kapısını kapat, Hümeyra."
Büyüknine yatağına doğru yürüdü. Yatağın
ayakucu-nu kaldırdı, iki döĢek üst üsteydi.
Oldukça büyük bir kese aldı. Hümeyra'ya
uzatırken, "Bunun içinde yüz altın var.
Düğününde biz olamayacağız. Bir kız tarafının
yapması gereken harcamanın hepsini sen yap.
Kalanını da bir köĢede sakla. Akıllı bir kadının
bir köĢesinde, daima kimsenin bilmediği bir
parası olmalıdır. Öyle durumlar olabi-
lir ki, kocandan para isteyemezsin. ĠĢte öyle
zamanlar için ve tabii Ģimdilik. Ben
sana maddi açıdan her türlü imkânı sağlamaya
çalıĢtım. Ama takdir Allah'tan, inĢallah sizin
için mutlu bir hayat yazmıĢtır. Nejat da, ailesi
de çok kaliteli insanlardır. Onlara saygıda
kusur etme! Gel bakalım sana bir güzel sarılayım!
Seninle geçirebileceğim birkaç saatim kaldı."
"O nasıl söz, büyüknine? Ġlk fırsatta seni yanıma
cağım."
Büyüknine hafiften güldü.
"Ben bu konakta doğdum. Burada öleceğim. Sen
mutlu ol, yeter, yavrum," dedi.
Hümeyra ile büyüknine birbirlerine sarılmıĢ
vaziyette birkaç dakika durdular. Sessizce
ağlıyorlardı. Birden balkonun penceresine bir
Ģey çarptı. Ġkisi de irkildi. Hümeyra balkona
doğru koĢtu. Balkon kapısını açıp çıktı. Ve
ağlayarak bağırmaya baĢladı, "Nine! Nineciğim!
Kargam, kargam yaralı, ölmek üzere."
Nine de telaĢlanmıĢtı. Bastonunu ararken cevap
verdi, "Odaya getir!"
Hümeyra'nın eli ayağı titriyordu, "Bu çok kötü,
nine! Bu çok kötü! Her Ģey kötü! Kargam ölüyor.
Bu zavallı kargadan kim ne ister? Bir canlıyı
öldürmek, nasıl bir zevk olabilir?" diye
söyleniyor, bir taraftan da ağlıyordu.
Karga sapanla vurulmuĢ gibiydi. TaĢın darbesi
çok Ģiddetli olmuĢtu. Hayvan çırpınıyor,
yalvaran gözlerle Hümeyra'ya bakıyordu. Hümeyra
tentürdiyotlar sürdü. Merhemlerle ovdu. Kargaya
su içirmeye çalıĢtı. Ama boĢuna! Karganın
küçücük baĢı
sağ tarafa düĢmüĢ, gözleri kapanmıĢtı.
Hümeyra'nın ağlamasına koĢan annesi ve Bici, bir
Ģeyler söylemeye, Hümeyra'yı teselli etmeye
çalıĢıyorlardı. Ama Hümeyra'yı teskin etmek
imkânsız gibiydi. Büyüknine bunların Hümeyra'yı
etkilemediğini görünce bağırdı, "Yeter SarmaĢık
Gülü! Eceli ıkeOlen bir kuĢ var mıdır,
bilemiyorum. Ama senin kargan uzun zamandır
yaĢıyor. Birçok hayvandan daha Ģanslıydı. Her
kuĢ gibi öldü. Tamam, üzül! Ama bundan tuhaf
sonuçlar çıkarma! Sen çağdaĢ Türkiye'nin çağdaĢ
bir k ızısın! Bu tip karabasanlar yaratmak sana
hiç mi hiç yakıĢmıyor. Her olayın bir sebebi,
sonucu olmalı değil mi? Hayatımızın akıĢını kar
galara, serçelere göre düzenleyenleyiz."
Hümeyra bu az
dan sonra biraz toparlanmıĢtı. Bu gece hayatının
dönüm noktasıydı. BaĢka hiçbir Ģeyle vakit
kaybedecek durumda değildi. Daha sakin bir
sesle,
"Ben bu kuĢu bahçeye gömeyim," dedi.
Oldukça derin bir çukur kazdı. Kargayı gömdü.
Zalim'in yavrusu dikkatle izliyordu. Önce
karganın kendisine verilmesi için Hümeyra'ya
yaltaklandı. Kuyruğunu salladı. Sonra da
ilgilenmiyormuĢ tavrı ile çömelip, Hümeyra'nın
hareketlerini takip etmeye baĢladı.
Hümeyra hâlâ ağlıyordu. Ama daha sakin bir hali
vardı. Kocaman bir taĢı yuvarlayarak kargayı
gömdüğü yerin üzerine koydu. Zalim'in yavrusunun
iyi planları olmadığını o da sezmiĢti. Sonra
köpeğin yanına geldi,
"Sakın ha! Beni üzecek bir Ģey yapma, Fındık!
Sonra seninle bozuĢuruz" dedi. Köpek Hümeyra'nın
yüzüne dikkatle baktı. Sonra anlamıĢ gibi tekrar
kuyruğunu sallamaya baĢladı. Hümeyra köpeğin
baĢını okĢadı. Hafifçe eğilerek, "Fındık seni de
çok özleyeceğim. Bilmiyorum bu konağa tekrar
dönebilir miyim?"
Çevresine bakındı. "Aslında her Ģeyi
özleyeceğim. Bu toprakta yeĢerdim, burada
büyüdüm. Her santiminde bir hatıram gizli,"
dedi. Fındık hâlâ Hümeyra'yı ciddiyetle dinliyor
ve kuyruğunu sallamaya devam ediyordu. Konağın
kapısından girerken, Bici seslendi, "Mezarı olan
ilk karga, bu olmalı," dedi. Hümeyra cevap
vermeden odasına doğru yürüdü.
Bu Ģakadan pek hoĢlanmamıĢtı. Ne olursa olsun bir
canlının ölümü Ģaka konusu olmamalı, hafife
alınmamalıydı. -A}
AkĢam saatleri yaklaĢtıkça DerrmaObey ve Ġsmail
hariç bütün ev halkı sıkıntılı ve tedirgin bir
hal almaya baĢlamıĢtı. Hümeyra yemek saatinde
evden çıkacaktı. Babası
ev halkı yemekteyken... Bici öğlen yemeğinden
sonra faytonların beklediği durağa giderek,
yabancı bir faytoncuya akĢam sekiz buçuk gibi
Ziraat Bankasının önüne gelip, orada beklemesini
tembihledi.
Sofra kurulmuĢ, ev halkı yerlerini almıĢlardı.
Hümeyra karnını tutarak, "Midem çok bulanıyor ve
karnım ağrıyor. Ben biraz geç yemek yesem, olmaz
mı?"
Hemen Derman bey atıldı. Gayet yumuĢak bir sesle,
"Tabii kızım, nasıl istersen."
Hümeyra hızla merdivenleri çıktı. Üzerindeki
keten elbisenin üstüne, Bici'nin seneler evvel
giydiği, uzun keten pardösüyü geçirdi. Saçlarını
toplayıp, baĢını eĢarpla bağladı. Topuksuz
ayakkabıları ayağına geçirdi. Valizini ve eski
el çantasını alarak, merdivenlerden yavaĢça
indi. Bir an du-raladı. Büyükninesini son bir
defa daha görmek istiyordu. Sonra vazgeçti. Bu,
tehlikeli olabilirdi. Hızla bahçeye çıktı. Bu
kıyafette onu tanımayan Fındık, birkaç defa
havlayarak kendisine doğru koĢtu. YaklaĢınca
kokusunu almıĢ olmalı ki, susup kuyruğunu
sallamaya baĢladı. Hümeyra, sokak kapısına kadar
arkasından yürüyen Fındıka, "Sen gelemezsin
Fındık! Geri dön!" dedi. Fındık geri dönmedi ama
eĢikte durup, arkasından ĢaĢkın ĢaĢkın bakmaya
devam etti. Hayvan bir gariplik olduğunu
anlamıĢtı. Ama neydi?
Hümeyra hafifçe çiseleyen yağmurun altında hızla
yürüyerek, faytona bindi.
"Beni Sofra zeytinyağı fabrikasının önüne
götür," dedi.
Hümeyra tuhaf duygular içindeydi. Çevr^ı^^
dikkatle bakıyor, buraları en azından uzun bir
süre için terk ettiğini düĢünüyordu.
Arabacının atlara verdiği "dur" anlamına gelen
o tuhaf sesi duyunca, cüzdanından elli kuruĢ
çıkarıp arabacıya uzattı. Acele ile arabadan
indi.
Zeytinyağı imalathanesinin kapısına kadar koĢar
adımlarla yürüdü. Sol elindeki el çantasını da
sağ eline aldı. Sol eli ile burnunu kapatmaya
çalıĢırken, bir taraftan da söyleniyordu, "Bu
kadar faydalı bir ürün neden böyle çirkin kokar
ki?" Yine midesi bulanmaya baĢlamıĢtı.
Yağmur hızını artırmıĢtı. Hümeyra imalathanenin
önünden uzaklaĢınca, doğrudan yağmurun altında
kalıyordu. Kapının önüne doğru gelince midesi
altüst oluyordu. Bu gel git hareketini defalarca
tekrarladı. Ne kadar zamandır beklediğini
bilmiyordu. Artık hava iyice kararmıĢtı.
Kolundaki saati de göremiyordu. Üzerinden sular
süzülüyor, bacakları titriyordu. Bütün bunların
üzerinde, büyük bir korku yaĢıyordu. "Nejat
gelmemezlik eder mi?" Bu soruya Ģiddetle karĢı
çıkıyor, "Asla" diyerek cevabını kendisi
veriyordu. Ne yazık ki saatler geçtiği halde
ortalarda hiç kimse yoktu. Birden Ayvalık
tarafından gelen bir arabanın ıĢıklarını gördü.
"Nejat kendini göremeyip de Ayvalık'ın içine
gitmiĢ olmalıydı. Acele ile ve çok güçlükle
arabaya doğru yürüyüp, el sallamaya baĢladı.
Araba önünde durdu. Ġçinden genç bir erkek indi.
Hümeyra gücünün yettiğince yüksek bir sesle
bağırıyordu, "Nejat nerede kaldın hayatım? Çok
üĢüdüm ve korktum!"
Genç adam yanına kadar geldi, "Hümeyra sen misin?
Burada ne arıyorsun? Kime sesleniyorsun?" diye
arka arkaya bir sürü sual soran genç adamın sesi
tanıdıktı.
Hümeyra baĢını kaldırdı. Bu Abdullah Mısırlı
idi. Hümeyra'nın baĢı birdenbire dönmeye
baĢlamıĢtı. Ayaklarının üzerinde du-ramıyordu.
Arabanın far ıĢıkları baĢının üzerinde kavisler
çizerek dönüyordu. ġimdi de her taraf zifiri
karanlığa gömülmüĢtü... Çamurların içine
yığıldı.
Abdullah hâlâ ĢaĢkın, yerde ^y^n Hümeyra'ya,
elindeki valize ve üzerindeki kıyafete
bakıyordu. Birden ara-
ba dururken Hümeyra'nın söylediği ismi düĢündü.
Ne olduğunu hatırlayamadı ama kesin Abdullah
değildi. Fısıltı halinde "Bu kız kaçıyordu.
Ġsmini söylediği çocuk kim ise onunla olmalı"
dedi... "Ailesinin baskısından ve tabii benden"
diye ilave etti. Bir an onu öylece bırakıp,
gitmeyi düĢündü. Sonra vazgeçti. Ailesinin de
durumu bilmeye hakkı vardı. Ayrıca hiçbir insan
ve hiçbir Müslüman, yardıma ihtiyacı olan birine
arkasını dönmemeliydi. Ġshak paĢa bunu hep
söylerdi.
Üzerinden çamurlu sular süzülen Hümeyra'yı
kucaklayıp, arabanın arkasına uzattı. Valizini
ve el çantasını da koltuğun önüne koydu. Saat
geceyarısına yaklaĢıyordu.
Abdullah, Hümeyra'yı kucaklayıp bahçe
kapısından içeriye girdi. Konağın giriĢ kapısını
hırsla tekmeledi. Fındık kulübesinden çıkmıĢ,
havlayarak Abdullah'ın pantolon paçasına
yapıĢmıĢtı. Kapıyı ilk açan Melahat bacı
olmuĢtu.
"Ne oluyor, ne var?" diye sorarken pijama ile
karısının odasından fırlayan Derman bey,
arkasında da Süheyla hanım belirdi. Abdullah,
"Ben mert ve asil bir insan olduğum için, bu
aĢifteyi sokak ortasında bırakamadım. Alın
emanetinizi," diyerek Hümeyra'yı antreye
bıraktı. Bici acele ile Hümeyra'yı yarı sürükler
vaziyette büyükninenin
odasına taĢırken, Derman bey ĢaĢkın, "Sen ne
diyorsun,
* f\ *
Abdullah bey? Hümeyra odasında yatıyor. Zaten
hastaydı. O getirdiğin acayip kıyafetli kadını
tanımıyorum," dedi.
"Her açıdan hasta olduğu kesin. Sizden ve
beğenmediği benden kaçıyordu. Zannederim dostu
ile. Ve büyük bir ihtimalle ekilmiĢ. Ehh, böyle
kızların soıjujh^p budur," diyerek arkasını
dönüp, hızla uzaklaĢtı. Hem Derman bey, hem de
Süheyla hanım, donmuĢ gibiydiler. Abdullah'ın
her sözü bir Ģamar gibiydi. Onlar, özellikle
Derman bey,
olanları kavramakta çok zorlanıyordu. Birden
hızla merdivenlere koĢtu. Ġki dakika geçmemiĢti
ki elinde av tüfeği ile koĢarak geldi. Melahat
bacıya bakarak, "O aĢifteyi nereye soktun?"
Hâlâ öylece duran Süheyla hanım, "Derman bey, bir
de kızımızı dinleyelim. Hiç tanımadığımız bir
adamın sözü ile bu kadar infial olmaz. Allah da
kanunlar da yargısız infaza karĢıdır," dedi.
Derman bey bunları hiç duymuyordu. Elinde tüfek
ile büyükninenin odasının kapısına yaklaĢtı. Ve
tekme ile vurmaya baĢladı.
Büyük nine içeriden titreyen sesi ile
bağırıyordu, "Bütün bu olanların sorumlusu
sensin. Bu odaya adım atarsan, seni ömür boyu
süründürürüm. Sefalet ile sokaklarda ölürsün!"
Melahat bacı göğsüne bastırdığı Hümeyra'nın
giyecekleri ile öylece bakıyordu. Nine bağırmaya
devam ediyordu, "Belki de ölmüĢ. Ġstersen açayım
kapıyı da bir daha öldür. Hem bütün Ayvalık'a
rezil ol hem de hapishanelerde çürü. Kızın suçu
ne? Tanımadığı, sevmediği bir adamla evlenmek
istemiyor. Büyük bir ihtimalle Ġstanbul'daki
evimize gidiyordu. BaĢka nereye gidebilir?"
Derman bey biraz durakladı, "Tamam, kendine
gelinceye kadar bekleyeceğim."
sonra yapacağı ilk hatada hiçbir güç beni
durduramaz. Onu gözümü kırpmadan gebertirim.
Süheyla, Melahat bacı, dikkat edin. Eğer bu evden
adımını atarsa siz ikiniz sorumlusunuz.
Yapamayacaksanız kapının önüne iki kiĢi
dikeyim."
Tüfeği elinde merdivenlere doğru
Bir taraftan da düĢünüyordu, miydi? Tuhaf bir
korkuya kapıldı. Bu du? Üzüntü mü? Pek
anlayamıyordı
Hem Süheyla hanım, hem de Melahat bacı ikisi bir
ağızdan, "Tamam, asla dıĢarıya çıkmasına izin
vermeyiz," dediler.
Derman bey odasına doğru giderken, Melahat bacı
ve Süheyla hanım, büyükninenin odasına girdiler.
Sapsarı bir yüzle, çamura bulanmıĢ elbiselerin
içinde yatan Hümeyra'yı soymaya ve üstünü
değiĢtirmeye baĢladılar. Cansız
gibiydi. Büyüknine bağırdı, "O yeni alman Ģey
neydi? Onu getirip yakın! Bir ıhlamur kaynatın!"
Melahat bacı koĢuĢturup duruyordu. Büyükhanımın
yeni alınan Ģey dediği Türkiye'de henüz
kullanmaya baĢlayan elektrik sobasıydı.
Büyükhanımın odasında sallanan bir koltuk, bir
kanepe, bir de geniĢ, iki kiĢilik pirinç karyola
vardı. Temiz çamaĢır ve temiz bir gecelik
giydirilen Hümeyra'yı kanepeye yatırıp, üzerine
bir battaniye örttüler. Süheyla hanım elindeki
limon kolonyası ile elleriyle baĢını ovuyor,
arada bir kolonyayı burnunun önüne sürüyordu.
Hümeyra'nın rengi biraz düzelmiĢ gibiydi. Ama
henüz gözlerini açamamıĢtı. Büyüknine, "Hekimi
çağıralım. Gözümün önünde gülümün solmasına
dayanamam," dedi. Süheyla hanım, duvardaki çalar
saate baktı, "Nineciğim yarı geceyi geçti. Hekim
beyi bu saatte uyan- _ dırmayalım. Neler olduğunu
biliyoruz. Sabaha kadar gö-Q^ zünü açmazsa,
çağırırız," dedi.
Gün ıĢıyıncaya kadar Hümeyra cansız gibi yatmaya
devam etti. Büyüknine, Süheyla hanım ve Bici
baĢında gözyaĢı dökerek beklediler. Büyüknine
arada bir bildiği bütün duaları okuyor, Allah'a
çok sevdiği torununu kendisine bağıĢlaması için
yakarıyor, Derman beye lanetler yağdırıyordu.
Birden hepsi Hümeyra'nın baĢına toplandı. Göz
kapaklarını oynatmaya, bir Ģeyler mırıldanmaya
baĢlamıĢtı. Süheyla ha nım kulağını Hümeyra' nın
dudaklarına yaklaĢtırdı.
y?2
"Nejat geldin mi? Nejat geldin mi? Nejat geldin
mi?" diye tekrarlıyordu. Süheyla hanım elini
soğuk suya batırıp, Hümeyra'nın yüzünü ıslattı.
Bunu uzun süre devam ettirdi. Hümeyra yavaĢ yavaĢ
güzel gözlerini açtı.
"Anne, anne, sen misin? Ben neredeyim?"
Süheyla hanım kızının elinde tuttuğu ellerini
öperek, "Yavrum evindesin. Korkma!" Hümeyra'nın
en korktuğu Ģey bu olaylardan sonra, evinde, daha
doğrusu babasının yakınında olmaktı. Arkasını
duvara doğru dönmeye çalıĢırken, "Nejat? Peki
Nejat nerede? Beni eve o mu bıraktı?
"Yavrum Nejat'ı görmedik. Bunları sonra
konuĢuruz. Hadi uyu," dedi.
Büyüknine Hümeyra'nın yanına oturup, saçlarını
okĢamaya baĢladı. Bir taraftan da Tanrıya
Ģükrediyordu.
Hümeyra üç gündür hemen hemen aynı vaziyette
yatıyor, her çalan telefona, kapı tıkırtısına
kulaklarını dikiyor, Nejat'ı veya Nejat'tan
gelebilecek bir haberi bekliyordu. Bu müddet
zarfında, annesinin kolunda birkaç defa tuvalete
gitmiĢti. Hiçbir Ģey yemediği gibi sık sık da
kusuyordu. Büyüknine bu sabah yine kusmak için
Melahat bacının kolunda tuvalete giden
Hümeyra'ya gülerek baktı. Gayesi biraz Ģaka
yapıp onu güldürmekti, "A yavrum, senin yerinde
baĢkası olsa bebek mi bekliyorsun diye sorardım.
Bu ne hal böyle? Hiçbir Ģey yemeden devamlı
çıkarıyorsun? Nane limon da
fayda etmedi," dedi. Hümeyra birdenbire ayakta
donmuĢ gibi-durdu. Göz bebekleri büyümüĢ
gibiydi. Elini karnının üzerine getirdi. "Aman
Allahım, ben geçen ay adet görmedim," dedi.
Birdenbire hıçkırarak kendini yatağa attı.
Odadakiler donmuĢ gibiydi. Nine endiĢelenmeye
baĢlamıĢtı. "Acaba böyle bi^^y olabilir miydi?"
Melahat bacı ile Süheyla'ya döndü, "Siz dıĢarı
çıkın!" dedi Sonra Hümeyra'nın yanma yaklaĢtı.
2
"Bak kızım, senden asla böyle bir hareket
beklemiyorum. Ama eğer yaptıysan, hemen gerçeği
söyle! Söyle ki, Ayvalık'ta rezil olmadan, baban
bir çılgınlık yapmadan bu iĢe bir çözüm bulalım."
Hümeyra ninesinin yüzüne bakamıyordu. Gözlerini
yerdeki halıya dikerek, "KeĢke ölsey-dim de sizi
bu duruma sokmasaydım."
Nine panik içinde, "Yani, yani, yaptım mı,
diyorsun? Beni sükûtu hayale uğrattın
Hümeyra..." Hümeyra cevap vermedi. Hıçkıra
hıçkıra ağlıyordu. Nine bastonuna dayanarak
zorla ayağa kalktı. Seksen yılın düĢüremediği
omuzlar çökmüĢ, beli iyice bükülmüĢtü. "Bu iĢte
benim de hatam var. Gencecik bedenlerin
ihtiraslarını kontrol altına alamayacaklarını
düĢünmeliydim. Bir iliĢkiye bu kadar destek
vermemeliydim" diye düĢündü. Yatağının üzerine
kendini zorlukla attı. Gözlerini kapatıp,
düĢünmeye baĢladı. Bu rezalet nasıl
halledilebilirdi? Nejat nerelerdeydi? Bu kadar
kaypak olabilir
miydi? Ya baĢına bir Ģey geldi ya da karaktersiz
çıktı. Ġki durumda da bizim tarafımızdan
aranması gereksiz olur. Ondan bir hareket
gelmeli! Peki Ģu anda biz ne yapabiliriz?
Derman bey bu müddet zarfında tüfeğini hep elinin
yakınında tutmaya, evden ayrılmamaya ve konağın
çıkıĢını görebilecek yerlerde oturmaya dikkat
ediyordu. Yine salonda oturmuĢ, kapıyı da açık
bırakarak, büyükninenin odasına girip çıkanları
gözaltında tutmaya çalıĢıyordu. Salondaki
telefon ısrarla çalmaya baĢlamıĢtı. Derman bey
yerinden bile kalkmıyordu. Çünkü onu arayan hiç
kim-
se olamazdı. Ona göre çevresindekiler, sevimsiz
ve kıymet bilmezlerdi. Hatta konuĢmaya değmeyen,
basit ve kaba insanlardı. Derman bey hiçbir gün
"nisanlar ektiklerini biçer" sözünü dikkate
almamıĢ, üzerinde düĢünmeye gerek görmemiĢti.
Telefon hâlâ çalmaya devam ediyordu.
Derman bey söylene söylene kalktı. Telefon
ahizesini eline aldı. Sinirli bir sesle,
-Aloo," dedi. KarĢıdan santral memuresinin sesi,
"Bir Ankara bağlıyorum efendim," diye cevap
verdi. Hemen arkasından yeğeni Suat'ın sesini
duydu. Suat ağlıyordu, "Amca, amca, babam kalp
krizi geçirdi. Durumu ağır. Numune Hastanesinde.
Seni istiyor," dedi. Derman bey, "Peki oğlum,"
diye cevap verdi ama bu evi bu Ģekilde kime emanet
edecekti? Faruk da Suzan ve ailesi ile Antalya'ya
gidecek zamanı buldu" diye söylendi. Salonun
içinde dolaĢmaya baĢladı. Kendince çeĢitli
planlar kurup, sonra vazgeçiyordu. Sonra "Bu
hali ile nereye gidecek ki? Zibidi kendisini
ekti. Abdullah da burada değil. Olsa da artık onu
istemeyeceği kesin" diye karar verdi. Tam o
sırada salona Süheyla hanım girmiĢti, "Ne oluyor
Derman bey? Ne dolaĢıp duruyorsun?"
Derman bey durumu anlattı. Süheyla hanım çok
üzülmüĢtü, "Ne duruyorsun? Hemen gitmelisin! Ben
nineme bir kahve yapayım, gelip valizini
hazırlarım."
"Neden Makbule veya Hacer yapmıyor?"
"Makbule yemek hazırlıyor. Hacer'in kahvesini de
beğenmiyor.
Süheyla elinde kahve tepsisi ile ninesinin
odasına girdiğinde Hümeyra yine hıçkırarak
ağlıyordu. Süheyla hanım merak içinde, "Ne oldu?
Yine ne var?" diye so^^. Hemen büyüknine atıldı,
"Hiç, hiçbir Ģey yok. Henüz Ģoku atlatmıĢ değil.
Zaman zaman bu krizleri yaĢayacak," dedi.
Süheyla hanım Derman beyin Ankara'ya gideceğini
anlattı. Büyüknine, "Senin de gitmen gerek.
Kayınbiraderin iyi insandır. Evde olman
gerekmiyor," dedy Büyüknine kafasında
tasarladığı planı uygularken, Süh eyla'nın evde
olmamasının çok daha iyi olacağını düĢünmüĢtü.
Hem kızının
225
V
babasız bir bebek beklediğinden haberi
olmamalıydı hem de Derman beyin baskılarından
kurtulmalıydı.
Derman bey ve Süheyla hanım, akĢamüstü Ankara'ya
gidecek bir otobüse yetiĢmek için acele
ediyorlardı. Süheyla hanım kendisi ve kocası
için birkaç günlük ihtiyaçlarını karĢılayacak
bir valiz hazırladı. Sonra ev halkına
"Allahaısmarladık" diyerek, kızını defalarca
öptü. Derman bey ev halkının hemen hemen tümü ile
dargın olduğu için kimseye veda etmemiĢti.
Ġsmail acele ile onları otobüse bırakıp
dönmüĢtü. Çünkü Derman bey, bekçilik görevini
Ġsmail'e devretmiĢti.
Büyüknine birkaç gün evvel avukat Sabri beyin
gönderdiği tapuları ve büyük bir kesenin içinde
sakladığı paraları aldı. Bu kesenin içindekiler
neredeyse bir servet sayılırdı.
Hümeyra öylece ninesini gözetliyordu. Melahat
bacı tepsi ile getirdiği yemeği, büyükhanımın
önüne çektiği sehpanın üzerine koymaya
çalıĢırken, "Hümeyra seriin-kini de getireyim,"
diyerek kapıya doğru yürümeye baĢladı. Büyüknine
seslendi, "Melahat, buraya gel! Siz ikiniz yarın
sabah gidiyorsunuz... Ġzmir'e, Narlıdere'ye.
Bunlar tapularınız. Kocamın yeğenlerine
Hümeyra'yı kendi kızın olarak tanıtacaksın.
Damadın yedek subaylığını yaparken, talim atıĢı
sırasında Ģehit düĢmüĢ olsun. Eğer doğru dürüst
bir doktor ayarlayabilirsehiz bebeği aldırın.
Tabii iki ay içinde Nejat'tan bir haber .gelmez
ise. Onlara senin hizmetinden çok memnun
kaldığım için bu araziyi sana ve kızına
verdiğimi, kendilerine de büyükçe bir pay
ayırdığımı,
söylersin. Kırk yıldır o arazinin gelirini de
zaten onlara bırakmıĢtım. Size iyi
davranacaklarını zannediyorum. O arazinin
içinde çok kocaman bir
ev ve ayrıca büyük bir müĢtemilat vardı. Bu
anlattıklarım kırk yıl evveline ait bilgiler.
ġimdi ne durumdadır bilmiyorum. Ama bu para size
yeni bir ev yapar da artar da. Arazinin geliri
ise zaten sizi çok rahat geçindirir. Eğer Nejat
veya ondan haber getiren biri gelirse yerinizi
bildiririm. Yoksa annene dahi söylemeyeceğim.
Dayanamaz, yanınıza gelmeye kalkar. Veya baban
onu zorla konuĢturur. Baban ile Ankara'ya
gitmesi için ısrar ediĢimin sebebi de buydu. Ha
Melahat, bana birkaç çeĢit yemek yap. O kızın
yemekleri yenmiyor. Süheyla gelinceye kadar
idare ederim. Öyle zor Ģeyler değil. Yiyebileyim
yeter. Yarın sabah sizi otobüse götürmesi için
yine tanımadık bir faytoncu bul. Yol
kıyafetlerinizi de ona göre seçin."
Hümeyra bu habere sevinmiĢ miydi, üzülmüĢ müydü?
Pek belli olmuyordu. Sonra elini karnının
üzerinde okĢar-casına gezdirdi. Fısıltı
halinde, "Korkma bebeğim! Seni asla öldürmem!
Kimseye de izin vermem. Sen Nejat'ımın kanını
taĢıyorsun!" dedi.
Sabah alacakaranlıkta, Melahat bacı ve Hümeyra,
iki büyük bavul ve acayip kıyafetlerle, yine
Ziraat Bankasının önünde bekleyen faytona binmek
için bahçeye çıktılar. Hümeyra, önce Fındık'a
doğru yürüdü, baĢını okĢadı. "Fındık, beni
unutma emi?" dedi. Hayvan Hümeyra'nın Q> yüzüne
çok
tuhaf bakıyordu. Sonra zıplayarak üzerindeki
pardösüye tırnaklarını geçirdi. Yüzünde
ağlamaklı bir ifade vardı. Adeta Hümeyra'nın
gitmesine mani olmaya çalıĢıyordu. Hümeyra
ĢaĢırmıĢtı. "Fındık, bırak beni! Gitmem gerek.
Buna mecburum," dedi. AmarFndık hiç de bırakmak
niyetinde değildi. Melahat bacı kızgın bir
sesle, "Haydi oyalanma! ismail veya Hacer
çıkabilir."
Hümeyra dolu gözlerle çevresine bakındı. Sonra
Fındık'ın pardösüsüne geçirdiği tırnaklarını
çıkarıp, baĢı-
nı okĢadı. Ġki adım attı. Birden geri dönüp,
Fındık'ı kucakladı. Melahat bacı,
"ġaĢırdın mı? Ne yapıyorsun?"
"Fındık'ı da alacağım."
"Aman Allah'ım! Tilki giremediği yuvasına, bir
deste de çalı sokmaya uğraĢırmıĢ," diye
söylenirken, Hümeyra bir elinde valizi,
kucağında da Fındık olduğu halde hızla bahçe
kapısından çıkıp, iki yüz metre ileride Ziraat
Bankasının önünde duran faytona koĢar adımlarla
yürüdü.
Sokaktaki birkaç baĢıboĢ köpek, Hümeyra'nın
kucağındaki Fındık'ı görünce havlamaya
baĢlamıĢlardı. Fındık da cılız sesi ile onlara
cevap veriyordu. Hümeyra içinden, "Yalnız
bizimkileri değil, bütün sokağı uyandıracağız"
diyerek koĢmaya baĢladı.
Hümeyra faytonun arka tarafına yerleĢti. Fındık
havlamayı bırakmıĢ, uslu uslu oturuyordu.
Hümeyra kucağındaki köpeği kendisi ile Bici'nin
arasına bıraktı. Gözleri dolu dolu çevresine
bakmıyordu.
Sabahın ilk ıĢıkları altında Ayvalık bir baĢka
güzel gözüküyordu. Her yer ve her Ģey yavaĢ yavaĢ
canlanıyordu. Aslında Hümeyra bu güzelliklerin
pek farkında değildi. Hayatında bir dönemin
kapandığını, bundan sonraki dönemin de, bundan
daha güzel olamayacağını biliyordu. Köklerini,
hayallerini, aĢkını ve hiçbir ıĢık göremediği
geleceğini buraya gömüp gidiyordu. Ve tabii
hayatında çok önemli bîr yeri olan büyük ninesini
ve annesini...
Fındık'a doğru baktı, "Ġyi ki benimle gelmekte
ısrar ettin Fındık!" dedi. Hayvan daracık
yerinde kuyruğunu sallamaya çalıĢıp, Hümeyra'ya
biraz daha sokuldu.
Nejat, annesi Sevgi hanım ve babası Kenan bey,
Nejat'ın bitirme imtihanları sona erer ermez,
büyük bir heyecanla
alıĢveriĢ yapmaya baĢlamıĢlardı. Hümeyradan
"Gelmeyin" haberini aldıktan sonra da
heveslerini yitirmemiĢ, daha büyük bir hız ve
heyecanla hazırlıklara devam etmiĢlerdi. Çünkü
artık sadece niĢan yapmayacak, gelin
getireceklerdi. Üçüncü kattaki büyük oda, gelin
odası olarak hazırlanmıĢ, en kaliteli
mobilyalarla döĢenmiĢti. Sevgili gelinleri çok
daha erken gelecekti. Odanın önündeki büyük
terasın çevresine, kocaman saksılar içinde çeĢit
çeĢit sarmaĢık gülleri yerleĢtirilmiĢti.
Terasın tam ortasındaki kamelya yenilenmiĢ, çok
moda olan hasır masa ve koltuklar konmuĢtu. Nikâh
memuru ayarlanmıĢ, Ortaköy'deki Havuzlu Lido
restoranda, yüz kiĢiden oluĢan bir davetli
grubu önünde yapılacak nikâh töreni için gereken
her Ģey özenle hazırlanmıĢtı. Gelinliği
istanbul'un en ünlü terzisine ısmarlanmıĢ, elmas
takılar alınmıĢtı. Gelinliği geniĢ bordo Çin
iğnesi yatak örtüsünün üzerine itina ile
konmuĢtu. Hazırlanan diğer kıyafetler,
ayakkabılar, terlikler, gecelikler gardrobuna
yerleĢtirilmiĢti. Bütün bu kıyafetler, Leyla'ya
dar gelecek Ģekilde hazırlanmıĢtı. Çünkü
Hümeyra'nın ölçüsünü tam olarak bilmiyorlardı.
Takriben Leyla'dan bir beden daha inceydi.
Pazartesi sabah, Nejat arabaya atladığında, "ġu
anda benden daha mutlu bir insan olamaz" diye
düĢünüyordu. On sekiz yıldır âĢık olduğu,
bebekliğini, çocukluğunu, genç kızlığa geçiĢini
hayranlıkla ve hasret ile seyrettiği büyük
aĢkına kavuĢacaktı. Ailesindeki fertler de
onunka^^^ likte bu mutluluğu ve heyecanı
paylaĢıyordu. "Ben bu konuda da çok Ģanslıyım"
diye karar verdi. Annesi arkasından su dökerek
dua etti. Araba vapurundan çıkınca, ıslık-
• AY
la çaldığı " Mani oluyor, halimi takriKjhcabım''
adlı Ģarkı dilinde, sevgilisinin çimen yeĢili
gözleri hayalinde, yoluna devam etti. Mutluydu,
umut^ydu ve âĢıktı. Deniz ke-
narında bir yerde durarak ızgara ve salatadan
oluĢan öğlen yemeğini yemiĢti, gene ıslık
çalarak arabasına binmiĢti. Bu yörelerin
güzelliğine doyum olmuyordu. YeĢil
Bursa görünmüĢtü. Gerçekten yemyeĢildi. Nejat,
Hümeyra ile yaĢadığı o muhteĢem geceyi
düĢünüyordu. Ġçinden "Kim bilir daha ne muhteĢem
gecelerimiz olacaktır" diye geçirdi. Tam o
sırada büyük bir gürültü koptu. Arkadan gelen bir
kamyon, Nejat'ın arabasına çarpmıĢtı. Hızla
sürükleniyordu. Uçuruma doğru gidiyordu. Birden
direksiyonu kırdı. Ters yönden gelen bir baĢka
kamyonun altına girdi. Araba durmuĢtu ama yarıya
kadar kamyonun altında idi. Arabanın üstü iyice
çökmüĢ, Nejat içinde iki büklüm kalmıĢtı.
Hareket etmek Ģöyle dursun, kıpırdayamıyordu.
Yüzünün sağ tarafından ılık bir Ģeyler akıyordu.
Ne elini kıpırdatabiliyor, ne de dönebiliyordu.
Acaba akan kan mıydı? Rehavet çökmeye
baĢlamıĢtı. Uyumak istiyordu. Birden ür-perdi.
Ne oluyorum? Ölüyor muyum? diye düĢündü. "Hayır!
Hayır! Ben ölemem! Ölmemeliyim! SarmaĢık Gülü
bekliyor. Kurtulmam gerek! Gitmem gerek!" diye
söylenirken büyük bir patlama oldu. KoĢuĢmalar
bağrıĢmalar duyuyordu. Birisi "Ġçindeki genci
çıkaralım! Ambulansı bekleyemeyiz. Araba alev
aldı" diye bağırdı. Sesler boğuklaĢmıĢ,
birbirine karıĢmaya baĢlamıĢtı. KonuĢmaları
anlayamıyordu. Gittikçe yavaĢlayan bir uğultu
vardı. Nejat "Beni bırakıp gidiyorlar!" diye
ürperdi. Bağırmak istiyordu.ama sesi
çıkmıyordu. Uğultu da kesilmiĢti. Uykusu vardı
ama uyumama-lıydı. Hümeyra bekliyordu.
Kıpırdamaya uğraĢıyordu, parmağını bile
kıpırdatamıyordu. Uyumak
üzereydi. Artık ne ses ne de korku vardı. Büyük
bir boĢluk ve karanlık içindeydi. Sanki
uçuyordu.
Sevgi hanım ile Kenan bey sabah erkenden uyanmıĢ
denize karĢı verandada nefis bir kahvaltı
sofrası hazırlat
efis b
mıĢ, oğullan genç doktor ile güzeller güzeli
gelinlerinin gelmesini bekliyorlardı. Hiçbir
aile gelinlerini böyle istekle, böyle
sabırsızlıkla ve böyle mutlulukla beklemiĢ
olamazdı. Yalnız Nejat değil, ailenin tümü
Hümeyra'ya hayrandı. Sevgi hanım,
"Kenan, gelmiĢ olmaları gerekmez miydi?" diye
sordu. Kenan bey mutlu bir yüzle, "Hayatım
onların ne devirleri? Kim bilir kaç yerde, kaç
kere durup el ele, göz göze birbirlerine
aĢklarını anlatmıĢlardır. Belki de çok yorulup,
bir yerde, bir otelde kalmıĢ, biraz
dinlenmiĢlerdir," dedi. Sevgi hanım bu cevabın
oldukça mantıklı olduğunu kabul ediyordu ama
içindeki bu huzursuzluk neydi? Neden bu kadar
korkuyordu? Ġkindi vakti gelmiĢti. Artık üç dört
saat sonra düğün yemeği baĢlayacak, misafirler
gelecekti. Sevgi hanım ile Kenan bey bir aĢağı
bir yukarı dolaĢıyorlar, ne yapmaları
gerektiğini bilemiyorlardı. Kenan bey ayağa
kalktı, "Sevgi, ben Lido'ya kadar gideyim.
Nikâhın ertelendiği, misafirlerin benim
davetlim olduğunu, bu gece isteyenlerin Lido'da
bir gece geçirebileceklerini söyleyeyim.
Hayırlısı ile gelsinler de
birkaç gün sonra yeniden, daha güzel bir düğün
yaparız," dedi.
Kenan bey karısının cevabını beklemeden, acele
ile sokağa çıkıp, bir taksi çevirerek bindi.
Sevgi hanım artık da-
yanamıyordu. Ağlamaya baĢladı. Leyla limon
kolonyası ile annesinin Ģakaklarını ovmaya
baĢladı. O da en az annesi kadar endiĢeliydi.
YatıĢtırmak için bir Ģeyler bulmakta
zorlanıyordu. Bu, normal bir gecikme olamazdı.
Nejat akĢama nikâhın olduğunu biliyordu.
Bu gün Haziranın yirmidördü idi. OdabaĢı ailesi
üç gündür uyumamıĢ, Kenan bey telefon ile
karayollarının her noktasından haber almaya
çalıĢmıĢ, Ġstanbul-Ayvalık
arası her yerleĢim yerindeki otelleri ve
hastaneleri ara-
iniĢti. Birkaç kere, her Ģeyi göze alıp,
Hümeyra'nın evini aratmıĢlardı. Santrale
Hümeyra'nın fakülteden arkadaĢı, Ksra adını
yazdırmıĢlardı. Evdeki genç hizmetçi çıkmıĢ,
Hümeyra hanımın evlenerek Mısır'a gittiğini
söylemiĢti. Bu habere aileden hiç kimse
inanmamıĢtı. Belki de Nejat ile kaçıĢını böyle
kapatmaya çalıĢıyorlardı. Ama Mısır nereden
çıkmıĢtı? Kenan bey avukat Sabri'yi aramıĢtı.
Onun da hiçbir fikri yoktu. Derman bey ve Süheyla
hanım Ankara'da idi. Hümeyra hanımın da bir ara
rahatsız olduğunu duymuĢtu. Bir de saçma sapan
bir dedikodu dolaĢıyordu. Hümeyra Mısırlı bir
adama kaçmıĢtı. "Ġsterseniz bir bahane bulup,
büyük hanımı ziyarete gidebilirim," demiĢti.
Kenan bey ile eĢi, "Hümeyra'dan önce oğlumuzu
bulmalıyız. Eğer beraber değillerse o zaman
yeniden haberleĢmeye çalıĢırız" diye karar
verdiler. Kenan bey, "Bu böyle olmayacak Sevgi,
bizzat gidip, oğlumu aramam gerek. Büroma
uğrayıp, geleceğim. Sen birkaç Ģey hazırla!"
dedi.
Kenan bey önce yazıhanesine uğrayıp yardımcısı
Bakinin arabasını aldı. Sonra bankadan yüklü bir
para çekti. Eve döndüğünde, Sevgi hanımı iki
küçük valizle antrede kendisini beklerken buldu.
Sevgi hanım, "Ben de gele-
ceğim Kenan, burada elim kolum bağlı duramam."
e bir
C"
Yola çıkalı on iki saat olmuĢtu. Bir iki
kilometrede bir
duruyor, bir kahve, bir trafik polisi veya sohbet
eden b kaç kiĢiden, "Bu birkaç gün içinde
buralarda bir kaza oldu mu?" gibi sorular
soruyorlardı. Artık tek ihtimal bir kazaya
kurban gitmiĢ olmalarıydı. Hümeyra hakkında da
çeliĢkili haberler almaya devam ediyorlardı.
Avukat Sabri son olarak, Kenan beyin otelindeki
çalıĢanlardan birinin, bitiĢik evin kızının bir
gün evvel sabahın erken saatlerinde bahçede
köpeği sevdiğini gördüğünü söylemiĢti. Yani
yir
görd
mi üç Haziranda olmalı. Bu durumda Nejat ile
buluĢamamıĢ oluyor. Bunları düĢündükçe Sevgi
hanım ve Kenan bey kahroluyor, böyle bir
plana ortak olup, teĢvik ettikleri için
kendilerini suçluyorlardı. En çekilmez ve en
ağır duygulardan biri de büyük acılara suçluluk
duygusunun karıĢması ile oluĢuyordu. Bu,
taĢınması en ağır yüktü.
Geceyarısını geçiyordu. Ancak körfezi yeni
dolanmıĢ ve Yalova'ya gelmiĢlerdi. Otobüs
garajının yakınındaki bir otele indiler. Bir
gecelik bir oda isteyip, acele ile yataklarına
uzandılar. Uyumaları mümkün değildi. Ancak
dinlenmeye çalıĢıyorlardı.
Gün ağarır ağarmaz yerlerinden kalkıp, ellerini
yüzlerini yıkadılar. Kenan bey, "Sevgi, birer
çay içelim," dedi.
AĢağıya indiklerinde danıĢma memuru gözlerini
ovuĢturarak, kendilerini karĢıladı, "Bu kadar
erken mi, bey? Nereye yetiĢeceksiniz?"
Kenan bey, "Çok acele bir iĢimiz vardı. Bize
birer çay ver de, gidelim."
"Bey, kurban olayım bu aceleden vazgeçin! Yolda
acele olmaz. Hele bu Ģeytan icadına
binmiĢseniz... Geçenlerde aslanlar gibi bir
delikanlı, girdiği kamyonun altından zor
kurtarıldı. Aslında kurtarıldı demek de yanlıĢ.
Belki de ölmüĢtür. Hemen arkasından araba
patladı ve cayır cayır
yandı."
Sevgi hanım tahta sandalyeye yığılır gibi
oturmuĢtu. Kenan bey ĢaĢkın adamın yakasına
yapıĢtı, "Hangi gündü? Genç miydi? Adı neydi?
Arabası hangi marka idi?"
Orta yaĢlı adam hepten ĢaĢkın bir hal almıĢtı.
Elini Kenan beyin omzuna attı,
"Bey, hele bir otur. Sana bildiklerimi
anlatayım. Ama bildiğim fazla bir Ģey de yok. Çok
genç ve yakıĢıklıymıĢ. Ceketini de çıkarttığı
için, üzerinde kimliği ile ilgili hiçbir Ģey
bulunamamıĢ. Araba ise zaten
233
yanmıĢ. O arada kimin aklına gelir ki arabanın
markasına bakmak? Yolda duran birkaç hayırsever
ve altına girdiği kamyonun Ģoförü, uzun
uğraĢlardan sonra Bursa Devlet Hastanesinden bir
ambulans getirtmiĢ, oraya götürmüĢler. Sonu ne
oldu bilemiyorum. Ne yazık ki görgü Ģahitlerine
göre gencin hayatta kalması imkânsız gibiymiĢ."
Kenan bey ve Sevgi hanım adamın son kelimelerini
duymamıĢtı bile. Acele ile otelin önünde duran
arabalarına atladılar. Yarım saat geçmemiĢti ki
Bursa Devlet Hastanesinin danıĢmasının önünde,
bankonun öteki tarafında duran genç kadını soru
yağmuruna tutmuĢlardı. Kadın " Bu tarife uygun
bir hasta olmadığını" söyleyip, duruyordu. Sonra
bu acı içinde kıvranan anne babaya yardımcı
olmaya karar verdi. "Bir dakika, ambulans
servisine soralım. Belki onlar bir Ģey
biliyorlardır."
BeĢ dakika sonra iri kıyım bir adam geldi.
DanıĢmadaki memur durumu anlattı. Adam düĢündü,
düĢündü, "Ben o gün nöbetçi değildim," dedi.
Kenan bey atıldı, "KardeĢim sizin bir kaydınız
kuydunuz yok mudur? Bu konular bu kadar hafife
alınacak Ģeyler mi?"
Adam hafiften çıkmıĢ sakallarını karıĢtırarak,
"Ben size o gün nöbetçi olan
arkadaĢı bulayım. Bugün onun tekrar nöbetçi
olması lazım. Birazcık Ģu bankta oturun. ġimdi
nerdeyse gelir."
BeĢ dakika bu durumlarda beĢ yıl kadar uzun bir
süreydi. Bankta oturmak Ģöyle dursun, yerlerinde
bile duramıyor, hastaneye her giren insanı
ambulans Ģoförü sanıp, ona doğru hamle
yapıyorlardı. Nihayet deminki kirli sakallı adam
yanında uzun boylu, genç biri ile gözüktü.
vv
Genç adam, Kenan beye hitaben, "Evet, ambulansta
ben vardım. ArkadaĢın söylediğine göre, sizin
aradığınız gençti. Ama çok periĢan durumdaydı.
Burada nöroĢuri mi ne?
Her neyse beyin hastalıkları bölümü tam
donanımlı değil diye acele ile Ġzmir Devlet
Hastanesine naklettik. Oraya da ben götürdüm. O
zamana kadar yaĢıyordu ama Ģimdi için ümitli
değilim."
Kenan bey ve eĢi, yine kapıya doğru koĢmaya
baĢlamıĢlardı. Bir an önce oğullarına
yetiĢmeliydiler.
Kenan bey eski arabayı sürmüyor, uçuruyordu.
Birkaç kere direksiyon hâkimiyetini kaybetmek
durumu ile karĢı karĢıya geldi. AkĢamın altısına
doğru izmir Devlet Hastanesinin kapısından
içeriye girmiĢlerdi. Doğru nöbetçi hemĢirenin
odasına dalıp durumu anlattılar.
"Aaa, evet, çok genç bir delikanlı. Hekim Suphi
beyin hastası... "
HemĢire hemen ayağa kalktı, "Suphi bey
hastaneden çıkmadan yakalayalım," dedi.
Suphi bey orta yaĢlı, uzun boylu bir adamdı.
HemĢire, "Hocam bunlar isimsiz hastanın anne ve
babası."
Suphi beyin gözlerinde bir endiĢe belirdi,
"Yaa... Hastanız yoğun bakımda. Ancak dıĢarıdan
görebilirsiniz. O arada size gereken bilgiyi de
verebilirim."
Nejat tanınmayacak bir haldeydi. Vücudunun her
tarafında bir sargı vardı. Sağ yanağı, kulağını
içine alacak Ģe-
kilde sarılmıĢtı. Sol tarafı morluklar
içindeydi. Hareketsiz bir Ģekilde birçok alete
bağlı olarak yatıyordu. Sevgi ha-
nım ağlamaya baĢladı, "Yavrum! Yavrum!
Damatlığın
rünüĢü değil! Oğlum yaĢayacak mı? Hekim bey?"
Suphi bey bu soruya nasıl cevap vereceğini
bilemiyordu, "Bakın, ben hiçbir hastama ömür
biçmem, biçemem. Bugüne kadar iki beyin
ameliyatı geçirdi. Görünürde bir
bekliyordu. Bu hallere mi düĢecektin Kenan bey,
"Sevgi, biraz sakin ol!
Ģey kalmadı ama beyin ne gibi
hasar görmüĢ? Onu
Ģimdiden kestirmek kolay değil. Ayrıca iç
kanaması vardı. Onu da durdurduk. Omurilikte bir
Ģey bulamadık ama kırıklar da çok fazla.
Yüzündeki sargılardan korkmayın. ĠnĢallah
hayata dönsün de onlar zaman içinde
kaybolabi-lecek Ģeyler," dedi.
Kenan bey, "Peki, Ģöyle sorayım, yaĢama ihtimali
var mı?"
"Maalesef çok, çok az. Bir mucize gerek, inanın
elimden geleni yapıyorum. Tabii önemli olan
sağlıklı, kendi kendine yetecek bir durumda
yaĢaması. Bu vaziyette yatağa bağlı yaĢamak
sayılıyorsa, uzun süre böyle kalabilir. Bu
durumdan çıkarabilmek için her türlü çabayı
gösteriyoruz."
Sonra hemĢireye döndü, "Gül hemĢire, hasta
hakkındaki kimlik bilgilerini kaydedin. Benim
çıkmam gerek. Yarın sabah görüĢürüz," dedi.
HemĢire Gül, Kenan beye hitaben, "Lütfen benimle
gelebilir misiniz? Hanımefendi siz de Ģu banka
oturun, düĢeceksiniz. Önce sizin tansiyonunuza
bakmam gerek. Bir de teskin edici vereyim," dedi.
Hümeyra eski otobüsün en ufak bir kasiste
zıplaması ile hemen elini karnına götürüyor,
karnındaki bebeği tutmaya çalıĢıyordu. O, Nejat
ile kendisinin bebeğiydi. Bir ömür yaĢanacak bir
aĢkı, sadece bir geceye sığdırmıĢ, meyvesini de
almıĢlardı. Hümeyra için baĢka bir hayat
olamazdı. O artık bebeğini büyütecek ve ömrünün
sonuna kadar Nejat'ı bekleyecekti. Bunu
düĢ^^^^en içindeki bir yerin yanmaya baĢladığını
hissediyordu. "Benim aĢkımın baĢına muhakkak
kötü bir Ģey geldi. O, beni asla bu vaziyette
bırakmazdı. Bırakamazdı" diye düĢündü. Kendi iç
dünyası ile o kadar meĢgul, o kadar doluydu ki,
beĢ altı saatlik yolu nasıl geldiğinin,
nerelerden geçtiğinin farkın
da bile değildi. Nejat yanında olmadıktan sonra,
yerin, zamanın hatta yaĢamanın ne önemi vardı ki?
Bu düĢüncelere fısıldayarak cevap verdi, "Ama
ben yaĢamak zorundayım. Ġçimdeki Nejat'ı
büyütmek için" dedi.
Narlıdere yeĢilliklerle kaplı bir yerdi. Tek tük
apartman denen zamanın moda binaları vardı.
Henüz yerleĢim yeri özelliklerini taĢımıyordu.
Bağlar ve bahçelerle doluydu. Hümeyra da Bicide
buna ĢaĢırmadılar. Zaten gidecekleri yer, uçsuz
bucaksız bir çiftlik olacaktı. Hümeyra, "Daha
iyi, gözlerden uzak çocuğumu büyütürüm. Tanıdık
bir çift göz, onu çok rahatsız edecekti. Taa ki
Nejat beni buluncaya kadar" diye düĢündü.
Bici elindeki adres yazılı kâğıdı çıkardı.
Narlıdere, sahil yolundan üç yüz metre
ilerideydi. Sonra sola doğru giden dar,
ağaçlıklı yola sapılacaktı. Büyük bir çiftlik
kapısı ile karĢılaĢmaları gerekiyordu. Burada ne
duvar ne de kapıya benzer bir Ģey yoktu. Sadece
büyük bir bahçe, çevresinde de ara ara yıkık
duvar kalıntıları vardı. Duvar olmayınca bir
kapı da söz konusu olamazdı. Otobüs garajından
bindikleri eski taksinin Ģoförü indi, "Abla ben
Ģu içerideki eve bir sorayım," dedi.
ġoför on dakika sonra yanında uzun boylu ve uzun
bı- Q^ yıklı çekirdek gibi iki küçük siyah gözü
olan, otuz, otuz beĢ yaĢlarında biri ile geldi.
Adam itici bir görünüĢe sahipti. Ġnsana itimat
telkin etmiyordu. Küçük gözlerinde Ģeytani bir
bakıĢ vardı. O böcek gibi gözler durmadan
Hümeyra'ya doğru
kayıyordu. Adam yolcuları inceledikten sonra,
"Adres burası ama biz kimseyi Bee^emiyorduk,"
dedi.
Bici arabadan valizleri almaya uğraĢırken,
"Evet, çok acele yola çıktık. Büyükhanım size
haber veremedi."
"Büyük hanım kim?"
"Süheyla hanımefendi. Sizin büyük amcanızın
eĢi..." Adam hiç de memnun kalmamıĢtı.
Uzun bir "haaa " çektikten sonra, "Buyurun,
buyurun," dedi.
Büyük ve bir zamanlar görkemli bir bina olan, ama
senelerin verdiği tahribat ile çökmeye yüz
tutmuĢ bir eve doğru yürüyorlardı. Çevrede meyve
ağaçları vardı. Bir iki kilometre uzakta da üzüm
bağları gözüküyordu. Adının ġevket olduğunu
söyleyen genç adam, hoĢnutsuz bir sesle bağırdı,
"Kız Raziye, misafirlerimiz var. Gel Ģu
valizleri al. Orta kattaki büyük odaya götür."
Sonra birden Hümeyra'ya döndü, "O iti bahçedeki
bir kulübeye bıraksak, ama bizim itler
parçalar." Hümeyra kucağındaki köpeğe daha sıkı
sarıldı, "Hayır! Hayır! Bırakamam!" dedi Adam
yanlarına yaklaĢan ĢiĢman, kısa boylu kadına,
"Raziye, bu valizleri yukarıya çıkar. O odadaki
balkona da eski bir minder atın. Büyükçe de bir
ambalaj kutusu koyun. Bu it orada kalsın.
Misafirlerimiz kaldığı sürece idare edeceğiz, ne
yapalım?"
Bici sinirlenmiĢti, "Biz misafir olarak
gelmedik. Artık burada yaĢayacağız," dedi. Adam
kıpkırmızı olmuĢtu.
"Neee?" diye bağırdı. Sonra devam etti, "Bize hiç
sormadan, fikrimizi almadan, böyle bir kararı
nasıl alırsınız?" Bici bu adam ile ters düĢmek
istemiyordu ama eğer baĢını eğerse, iĢlerinin ve
yaĢamlarının zor olacağını hissediyordu. BaĢını
havaya kaldırdı, "Bu, büyükhanımın kararı.
Zannedersem bu çiftliğin sahibi de o. Kimd en izi
n alması gerekiyor? Anlayamadım," diyerek
mer^^ç^eri çıkmaya baĢladı. Hümeyra'da
arkasından Bici'yi ta kip ediyordu.
Büyük, aydınlık bir odaydı. Ö: nünde geniĢ bir
balkonu vardı. Balkonun önündeki kocaman elma
ağacının bü yük bir dalı balkonun içine kadar
girmiĢ, doğal bir göl
gelik ve güzel bir görünüm oluĢturmuĢtu. Hümeyra
ne odayı, ne çevreyi, ne de baĢka Ģeyi düĢünecek
durumda değildi. Balkona çıkıp, çevresini
incelemesinin tek sebebi, Fındık'ın orada
yaĢayıp yaĢayamayacağını anlamaktı. Yaz olduğu
için havalar sıcaktı. Yarın sabah, elma ağacının
gölgesinde barınıp, barınamayacağına
bakabilirdi. On onbeĢ dakika sonra, evin
yardımcısı Raziye yanında beyaz, uzun kıvırcık
kirpikleri olan, altı yedi yaĢlarında bir erkek
çocuğu ile geldi, "Bu, ġevket beyin en küçük oğlu
Turan, köpeği merak etti de. Bunlar da köpeğin
su ve yemek kabı."
Hümeyra zorlama bir gülümseme ile, "Gel canım,
sevebilirsin, ama dikkat et! Yabancılık
çekebilir."
Raziye ve çocuk gittikten sonra, Melahat
Hümeyra'ya döndü, "Adam bizim geliĢimizden hiç
mi hiç hoĢlanmadı. Kendi hakkı olmasa bile,
senelerdir tümünü kullandığı araziyi bölüĢmek
istemez tabii, iĢimiz biraz zor olacak.
Büyükhanım için "yaĢamıyor artık" diyelim."
Hümeyra korku ile bağırdı, "Hayır, asla, ninem
için öldü diyemem."
"Kızım, Allah'ın verdiği ömrü ne söylersen
söyle, değiĢtiremezsin. Oralara gitmeye kalkar.
Ve hemen burada oj^^ olduğumuz meydana çıkar.
Niçin buralara geldiğimizi biliyoruz. Artık
duygusallığı biraz bıraksan iyi olur. Hayat katı
insanlara çok daha iyi davranıyor. Bu aileye
karĢı da güçlü görünmeye çalıĢ. O bize
lütfetmeyecek. Senin büyük ninen onlara
lütfetmiĢ ve de ediyor. Bunu unutma! Yoksa
eziliriz."
Haziranın otuzu gelmiĢti... Derman bey ve
Süheyla hanım Ankara'dan dönüyorlardı.
Büyüknine büyük bir sa-
vaĢa hazırlanan kumandan gibi, Derman ile nasıl
bir ko
nuĢma yapması gerektiğini düĢünüyor, yeni
cümleler ekleyip, çıkarıyor, konuya baĢka türlü
girmeye uğraĢıyordu. Dün avukat Sabri bey
uğramıĢ, Nejat'ın baĢına gelenleri anlatmıĢtı.
Büyüknine bu habere çok üzülmüĢtü ama
Hümeyra'nın yerini de söylemek istememiĢti.
Hümeyra bu faciayı duyarsa hem çok üzülecek, hem
de ne pahasına olsun Nejat'ın baĢına gidecekti.
Sabri beyin anlattıklarına göre yaĢama ümidi
ancak binde
birdi. Bir mucize gerekiyordu. Bu yaĢarsa büyük
bir ihtimalle, beyin özürlü, yani ağır felçli
olacaktı. O zaman Hümeyra'nın yerini söylemek de
Hümeyra'ya haber vermek de çok gereksiz ve yanlıĢ
olurdu. Eğer binde bir ihtimal bir mucize olursa,
"Nejat'a nasılsa bir haber uçururum," diye karar
verdi.
Bahçe kapısından elinde iki valiz, yüzünde üzgün
bir ifade ile giren Derman beyi ismail karĢıladı.
Elinden valizleri aldı, "Bey baĢınız sağ olsun.
Ağabeyiniz, çok iyi bir insandı," dedi. Derman
bey gerçekten üzgün görünüyordu. Çevresine
bakınırken, "Evet öyleydi, ismail. Sağ ol!
Evdekiler nasıl? iĢler yolunda mı?" diye sordu,
ismail cevap vermiyordu. Derman bey pirelendi,
"Evdekiler nasıl? diye sordum!" ismail
kekelemeye baĢladı, "ġeyy, efendim, iyiler.
Büyükhanım durumu anlatacak size!"
Derman beyin yüz ifadesi birden değiĢti.
Muhakkak kötü bir Ģey vardı. O yaĢlı cadının
anlatacağı iyi bir Ģey olamazdı. Ayakkabılarını
bile çıkarmadan, doğru b^^ük-ninenin odasına
girdi. Arkasından da koĢar adımlarla Süheyla
hanım gelmiĢti.
"Evde ne gibi Ģeyler oldu? Anlat bakalım."
Büyüknine bastonunu yere vurdu, *\^Önce bir "iyi
akĢamlar" desen nasıl olur?"
"Nezaket oyunu oynayamayacağım. Evde neler
oldu?"
yacağ
"Neler olduğunu ben de bilmiyorum. BeĢ altı gün
evveldi. Sabah uyandık ki, Melahat ve Hümeyra
yok."
Derman bey gökgürültüsü gibi gürlemeye baĢladı.
Gözlerinden ĢimĢek çakıyordu. Büyükninenin
üzerine doğru yürüdü, "Senin yardımın olmadan
onlar bu iĢi yapamazlar! Bunu yapmak için maddi,
manevi güçleri yoktur," diye bağırırken, iki eli
ile büyükninenin boğazını sıkmaya baĢladı. Bir
taraftan da söyleniyordu. Seni daha evvel yok
etmeliydim!" Derman beyin ağzından köpükler
taĢıyor gibiydi. Süheyla hanımın rengi sapsarı
olmuĢtu. Eli ayağı titriyor, durmadan kocasına
yalvarıyordu. Ağlayarak, "Ne olur Derman? Yapma!
Çok yaĢlı, elinde kalacak! Sen de katil olup,
ömrünün sonuna kadar hapishanelerde
çürüyeceksin!" diye sızlanıyordu. Ġsmail ve
Hacer de, büyük-hanımı elinden almaya
uğraĢıyorlardı. Derman bey birden ellerini
gevĢetti. Büyük hanımı yatağın üzerine doğru
itti. Hızla yatağın üzerine düĢen büyükninenin
baĢı duvara çarpmıĢtı. Yüzü morarmıĢ, gözleri
büyümüĢtü. Hemen Pembe ile Süheyla hanım onu
yatağına uzattılar. Süheyla hanım ağlayarak
bağırıyordu, "Ġsmail koĢ! KoĢ! Hekim getir!"
Ġsmail hızla bahçeye fırlamıĢtı. Derman bey
burnundan soluyarak, ikinci kata odasına çıktı.
Yarım saat içinde dönen Ġsmail, yanında dâhiliye
mütehassısı olduğu halde, büyük hanımın odasına
girdi. Hekim bey, "Nedir? Ne oldu? Olayı
anlatın!"
Süheyla hanım bir iki yutkundu, "Biz Ankara 'da
idik. Kayınbiraderimi kaybettik. Yarım saat
evvel döndük. Beni görünce kalkıp,
sarılmak istedi. Ve düĢtü. Kafası duvara
çarptı." Hekim bey bir taraftan Süheyla hanımı
dinliyor, bir taraftan da büyükhanımın kalp
elektrosunu çekmek için hazırlık yapıyordu.
Elektroyu takip eden hekimin yüzü değiĢiyordu.
KaĢlarını çattı, "Süheyla hanım, büyük-
hanım ciddi bir kalp krizi geçiriyor. Hemen
hastaneye, yoğun bakıma almalıyız, eh yaĢını da
hesaba katarsak, durum oldukça ciddi. Ambulans
çağırmalıyız."
Süheyla hanım Hacere döndü, "Hacer çabuk bir
çanta al. Bana ve nineme gerekli Ģeyleri koy."
Hacer hiçbir zaman Melahat bacı kadar becerikli
olamamıĢtı, "Ne gibi Ģeyler?" diye sordu.
Süheyla hanım ağzını açmadan, hekim cevap verdi,
"Hanımefendi, büyük-hanım yoğun bakımda olacak.
Sizi de oraya almazlar. Bu gece için bize emanet
edin de, yarın normal bir odaya alındığında siz
de gelirsiniz."
Süheyla hanım, "Ben Ģimdi de geleceğim. DıĢarıda
beklerim," dedi.
Süheyla hanım giyinmek için odasına giderken,
koridorda bir aĢağı, bir yukarı yürüyen Derman
bey önüne geçti, "Nesi varmıĢ?"
Süheyla hanım bütün nefreti ile bakarak, "Bir de
soruyor musun? Nihayet büyükninemi ölüme
göndermeyi basardın," dedi.
Derman bey önce irkildi. Sonra merhameti olmayan
hırslı insanların psikolojisi ile "Suçlu oydu.
Kızımın evden kaçmasına yardım etti" diye
düĢündü. DüĢünemediği ve düĢünmek
istemediği bir gerçek vardı"; Kızı neden doğup
( büyüdüğü yuvasını, hayallerini, geleceğini
bırakarak kaçmak zorunda kalmıĢtı? Bunun
sorumlusu kimdi?"
Derman beyin için için düĢünerek memnun olduğu
ama itiraf çdemediği bir Ģey daha vardı.
Artık bu servetin de keyfi sürülme^^dl. Ġhtiyar,
cimri, yaĢlı bir kadının eline bakmaktan
usanmıĢ, yorulmuĢtu.
Süheyla hanım uzun süre, yanında Hacer olduğu
halde, yoğun bakımın önünde dolaĢıp, durdu. Bir
müddet
-
sonra, hekim bey yoğun bakımdan çıkarak, Süheyla
hanımın yanma yaklaĢtı, "Bakın hanımefendi, bu
böyle birkaç saatte halledilecek bir iĢ değil.
BitiĢik oda boĢ. Lütfen oraya geçin. BaĢhekim
özellikle rahatınızın temini için elimizden
geleni yapmamızı istedi. Zaten gerek olursa veya
görüĢme imkânı çıkarsa, sizi hemen haberdar
ederiz."
Geceyarısını çoktan geçmiĢti. Süheyla hanım
uyu-mamıĢtı ama bitkindi. HemĢire içeriye
girerek, "Süheyla hanım, galiba büyükhanım size
bir Ģey söylemek istiyor. Hareketleri ile bu
konuda ısrar ediyor."
Süheyla hanım hemen yerinden fırladı. Hekim
yoğun bakımın kapısında bekliyordu.
"Hanımefendi lütfen, çok yormayınız," dedi.
Büyüknine bitkindi. Torununu karĢısında görünce
rahatladı. Süheyla hanım iyice sokulup,
"Nasılsın nineciğim?" diye sordu.
Büyük nine, "Hü, Hü, Hü... " diye heceleyip
duruyor, sonunu getiremiyordu.
Süheyla hanım, "Hümeyra mı demek istiyorsun?"
Büyüknine fersiz göz kapaklarını indirerek,
"evet" iĢaretini verdi.
"Peki söyle sonunu söyle."
"Nal, Nal... "
Büyükninenin dili iyice ağırlaĢmıĢtı. Galiba
Hümeyra'nın yerini söylemeye çalıĢıyordu.
Sühe^la^hanım üzerine daha çok eğildi, "Söyle!
Nineciğim, nfvfcur? Söyle! Kızımı bulmam gerek."
Nine yine "Nal, nal," deyip duruyordu. Birden
ağzından köpükler gelmeye baĢladı. Gözleri bir
noktaya dikildi. Süheyla hanım, avazı çıktığı
kadar bağırarak, "Hekim bey!
243
Ninem, ninem fena!" diye bağırdı. Bir sürü
koĢuĢmadan sonra Süheyla hanımı birisi tutarak,
dıĢarıya çıkarmıĢtı.
"ġok uygulayacağız, ama fazla bir Ģey
beklemeyin!" dedi.
O uzun gecenin sabahında, öğlen namazı
yaklaĢırken hemen hemen bütün Ayvalık halk eski
camiye akın etmiĢti. Büyüknine, ailesi,
davranıĢı, aklı ve yardımseverliği ile bir
Osmanlı hanımefendisi idi. Hatta Ayvalık ve
yöresinin son Osmanlı hanımefendisi idi.
Caminin hocası, büyük hanımın kiĢiliği ve
insanlığı hakkında uzun bir konuĢma yaptı. Sonra
namazı kıldırıp, duasını okudu. Kalabalık cemaat
mezarlığa doğru yürürken,
Ayvalık kaymakamı, yanındaki avukat Sabri beye,
"Biliyor musunuz, bence büyük hanım bir tarihti.
Ayvalık'ta ondan öncesi, ondan sonrası diye
konuĢulmalı! Üç güne kalmaz o karaktersiz damat
konağı yıktırır, yerine mimari özellikten ve
estetikten yoksun bir otel diktirir," dedi.
Sabri bey tek kelime ile cevap verdi, "Maalesef
öyle!"
ĠB
zmir Türkiye'nin ılıman iklime sahip illerinden
biridir. Bazı kıĢlar kar düĢmeden geçer. Bu yıl
da öyle yıllardan biriydi. Kasım ayı sıcak bir
bahar ayı gibiydi. Ne yazık ki havanın rutubetli
oluĢu nefes almakta sorunları olanların,
yaĢlıların ve çocukların yaĢamını
zorlaĢtırıyordu. Bu kategoriye acı çekenler ve
ümitsiz bekleyiĢ içinde olanlarda dâhildi. Kenan
bey ve Sevgi hanım gibi. Artık öyle bir hale
gelmiĢlerdi ki, her soluk alıĢın çok daha zor,
daha bunaltıcı olduğunu hissediyorlardı.
ElveriĢsiz koĢullara, sonu belli olmayan bir
bekleyiĢin korkusu ve bir de ümitsizlik
ekleniyordu.
Bu ümitsiz ve sonu gelmeyen bekleyiĢin, otel ve
hastane odalarında devam edemeyeceğini anlayan
aile, hastane yakınlarında küçük bir ev tutmuĢ,
içini de basit bir Ģekilde döĢemiĢlerdi. Yaz
süresince Leylada Ġzmir'e gelmiĢti. Ekim
baĢlarında fakültenin açılması ile Leyla,
Ġstanbul'a dönmüĢtü. Zaten iki sene kaybı vardı.
Bu seneyi de boĢa harcamaması gerekiyordu. Sonra
üniversite tahsiline hepten veda etmesi
gerekebilirdi. Evdeki yardımcı ve eĢi ile bir
müddet idare edeceklerdi. Kenan beyin iĢlerini,
bürodaki genç avukatlar baĢarı ile
sürdürüyorlardı. Bu konuda bir sıkıntıları
yoktu. Zaten kimsenin iĢ güç düĢündüğü de yoktu.
Onların aklı fikri, cansız bir Ģekilde yatan
Nejat'taydı ve tabii, hiçbir haber alınamayan
Hümeyra'da...
Kenan bey zaman zaman Derman beyin kızını
öldürmüĢ olabileceğini bile düĢünüyor, dehĢete
kapılıyordu. Sonra kendi kendini teselli etmek
ister gibi, "Hayır! Bu mümkün değil! Evet pek
dengeli bir adam değil ama kızını da böyle saçma
sapan bir Ģey için öldürmez!" diye karar
veriyordu.
Bu zaman içinde Ayvalık'tan iki defa avukat Sabri
bey gelmiĢ, birçok konuda haberler getirmiĢti
ama bunların içinde Hümeyra ile ilgili hiçbir Ģey
yoktu. Büyük hanımın Ģaibeli ölümünü, henüz
kırkı çıkmadan vasiyetini açmakta ısrar
ettiklerini, vasiyetin açılması ile de büyük bir
sükût-u hayale uğradıklarını anlattı. Çünkü
büyükhanım malının çoğunu, tarihi konak da
dâhil, Hümeyra'ya bırakmıĢtı. Büyük bir servetin
yeni sahibi olan Hümeyra ise ortalarda yoktu.
Konağın yerine otel yaptırmak için henüz
büyük-hanımın kırkı çıkmadan müteahhitlerle
görüĢen Derman bey iyice zıvanadan çıkmıĢtı.
Önüne gelen herkes ile kavga edip, suçluyormuĢ.
Bu sefer eĢi hedef tahtası olmaktan
kurtulmuĢmuĢ. Çünkü Derman bey ve Süheyla hanım
Ankara'dayken, Hümeyra ortadan kaybolmuĢ.
Makbule bacı ile
beraber olduğu ve bu kaçıĢın büyükhanım
tarafından planlandığı tahmin ediliyormuĢ.
Derman beyin en büyük korkusu ise, eĢinin kızıpda
büyük hanımın kocası tarafından öldürüldüğünü
söyleme ihtimaliydi. Bu yüzden Süheyla hanıma
karĢı hiç olmadığı kadar nazik ve sevecen
davranmaya çalıĢıyordu. Derman bey bozuk
karakterine rağmen, içgüdüsel olarak kendini
emniyete almasını çok iyi bilirdi. Bütün kötü
insanların bildiği gibi... Büyükhanımın ise
neden böyle bir Ģey yaptığı ve Hümeyra ile
Makbule bacının nerede oldukları ise bir sırdı.
Bu sır büyükhanım ile beraber toprağa gömülmüĢ.
Ancak patavatsız gelinleri Suzana göre,
Hümeyra'nın Abdullah ile Mısır'a gittiği,
Melahat bacının da onunla gönderildiği yö-
nünde. Bu dedikodu pek mantıklı değil. Mantık
sahibi hiç kimse bu fikre rağbet edemezdi.
Evlenme imkânı mevcutken, Hümeyranın kaçmaya
kalkması çok saçma bir hareket olurdu.
Kenan bey ve Sevgi hanım büyükhanımın bu Ģekilde
vefatına, özellikle Hümeyra'dan haber
alınamamasına çok üzülmüĢlerdi. Kenan bey zaman
zaman Hümeyra'yı aramak için çeĢitli yollar
düĢünüyordu. Fakat her seferinde, " Oğlumuz
böyle cansız yatarken, Hümeyra'yı niçin bulalım?
Ve ona ne diyelim?" diyerek bu iĢten
vazgeçmiĢlerdi.
Karı koca yoğun bakıma bitiĢik odada, gözleri
oğullarına takılı, konuĢmadan oturuyorlardı.
Hastane personeli ile yakın dost olmuĢlardı.
BaĢka türlü bu büyük
sıkıntıya nasıl göğüs gerebilirlerdi ki? Gül
hemĢire elinde bir reçete ile yanlarına
yaklaĢtı, "Kenan bey, bu serumları ve bu ilaçlan
almanız gerek. Gece bulmak çok zor olacak. Bence
hemen Ģimdi bakabilirseniz iyi olur," dedi.
Kenan bey cevap bile vermeden askıdaki gri
paltosunu alarak çıktı. Gül hemĢire, Sevgi hanım
ile birkaç kelime konuĢmak istediyse de, Sevgi
hanımın isteksiz ve içine kapalı tavrı
karĢısında, o da uzaklaĢtı. Sevgi hanımın ümidi
kayboldukça, yaĢama isteği ve buna bağlı olarak
canlılığı da kayboluyordu. Evladının ölü gibi
yattığını gören her anne gibi...
mak, istiyordu. Sonra bunların asla çare
olmadığını düĢünüp, yine ümitsiz dünyasına
dönüyordu. Birden ayağa kalktı ve hızla yoğun
bakıma girdi. Nejat'ın yanına yaklaĢıp,
zayıflıktan kemik yığını haline gelmiĢ ellerini,
avuçlarının içine aldı, sıkmaya baĢladı. Bir
taraftan da konuĢuyordu.
Sevgi hanım bugün gerçekten ç hiye içindeydi.
Bazen bağırmak, isy ra hıçkıra ağlamak, bazen de
çıkıp
"Oğlum! Yavrum! Delikanlı yavrum! Aç artık
gözlerini. Sensiz hayat devam edemiyor. Ben ve
baban yaĢayan iki ölü gibiyiz. Hümeyra ne
durumda, kimse bilmiyor. Eminim o da sensiz olan
bir dünyada yaĢamak istemeyecektir. Ne olur? Ne
olur? Gayret et! Hayatı ve bizleri bırakma!"
Sevgi hanım ağlayarak ve yüksek sesle
konuĢuyordu. Böyle ne kadar konuĢtu? Bilmiyordu.
Bir ara Nejat'ın kirpiklerinin
kıpırdadığını zannetti. Sustu, bütün dikkati ile
Nejat'ın gözlerine bakıyordu. Sonra yine
ağlamaya ve bağırmaya baĢladı, "Hayal görüyorum
iĢte! Delirmeye baĢladım. Yavrum ne olur?
Gözlerini aç!"
ġimdi de omuzlarından tutmuĢ sallıyordu.
Nejat'ın kirpikleri yine kıpırdıyordu.
Dudakları da kıpırdıyor gibiydi. Sevgi hanım
iyice eğildi. Nejat zor anlaĢılır, güçsüz bir
sesle, "Hü... Hü.. " deyip duruyordu. Galiba
"Hümeyra" demeye çalıĢıyordu. Sevgi hanım
yeniden konuĢmaya baĢladı. Nejat'ın gözleri
yavaĢ yavaĢ aralanıyordu... Fısıltı halinde,
"Anne!" dedi.
Sevgi hanım öylece kaldı. Artık konuĢamıyordu.
Tam o sırada içeriye doktor girdi. ġaĢkın bir
Ģekilde bağırmaya baĢladı, "Sevgi hanım! Siz
çıldırdınız mı? Yoğun bakıma ayakkabılarınızla,
maskesiz girmiĢsiniz. Oğlunuzu daha beter
çıkmaza sokacaksınız!"
Sevgi hanım iĢaret parmağı ile Nejat'ı iĢaret
etti. Doktor,
Nejat'a dönünce, hayretler içinde bir müddet
öylece durdu. Deminki çıkıĢından piĢmanlık
duymuĢtu. Sesini iyice yumuĢatarak, "Sevgi
hanım, ne yaptınız? Bu beklenmedik bir olay!
Gerçek bir mucize! Ġlmin yalamadığını ana
sevgisi yaptı," diyerek bağırmağa baĢladı.
Doktor gözlerini sonuna kadar açmıĢ, hayretler
içinde bir Nejat'a bir Sevgi hanıma bakıyordu.
Sevgi hanım ise hem sevinçten, hem de >^
ĢaĢkınlıktan donmuĢ gibiydi. O kadar ĢaĢkındı
ki, ne ağlayabiliyor, ne gülebiliyordu.
Elinde ilaç torbası ile, yoğun bakımın yanındaki
odaya giren Kenan bey ise, Nejat'ın odasından
gelen doktorun yüksek tondaki sesi ile irkilmiĢ,
kötü bir Ģeyler olduğu düĢüncesine kapılmıĢtı.
Ve de çok korkmuĢtu. Elindeki ilaç torbasını
tahta bankın üzerine doğru fırlatan Kenan bey,
hızla yoğun bakım odasına girdi, "Doktor neler
oluyor?" diye bağırdı. Doktor eli ile Nejat'ı
göstererek, "Bakın nasıl bir mucize
gerçekleĢtiğini siz de görün!" dedi.
Nejat gözleri ile çevresini taramaya çalıĢıyor,
dudakları kıpırdıyordu. Babası yanına yaklaĢtı.
Üzerine doğru eğildi. Nejat, "Hümeyra! Hümeyra!"
diyerek, durmadan çevresine bakmıyordu. Kenan
bey de, Sevgi hanım da nasıl bir cevap
vereceklerini bilemiyorlardı. Bu altı ay
zarfında öncelikle düĢündükleri ve temenni
ettikleri Ģey, oğullarının hayata dönmesi idi.
Döndüğü anda neyi hasıl konuĢacaklarını
hatırlarına bile getirmemiĢlerdi. Kenan bey,
oğlunun elini ellerinin arasına alarak, "Yavrum,
Hümeyra buraya nasıl gelsin ki? Çılgın babasını
unuttun mu? Kızcağız dört beĢ defa korkular
içinde telefon etti. Ben arada bir arıyorum.
Tabii Hümeyra'dan baĢkası çıkarsa
konuĢamıyorum. Sen bir iyileĢ, o konuyu sonra
halledeceğiz, üzülme!" dedi.
Nejat babasını dinlerken, bir taraftan da
doğrulmaya çalıĢıyordu. Ne yazık ki çok
güçsüzdü. Hemen geri yatmak zorunda kaldı. Bu
hareketi birkaç kere tekrarladı. Ne yazık ki
iyice yorulup, yatağına uzandı.
Doktor yatağın yanına yaklaĢarak, "YakıĢıklı,
boĢuna çabalama! Altı aydır sırf serum ile
besleniyorsun. Seni te-
peden tırnağa elden geçirmemiz ve bünyeni
kuvvetlendir
memiz gerek. ġimdi seni rahat bir odaya alacağız.
Ve hemen tetkiklerimize baĢlayacağız."
Doktor, Kenan beye doğru dönerek, "Hastamızı
fazla yorduk. Sizlerde evinize gidip, bu mucize
için Allah'a dua mı edeceksiniz, ne yapacaksanız
yapın! En azından altı aydır hasret kaldığınız
rahat bir uyku çekin! Yarın oğlunuzla daha fazla
kalabilirsiniz."
Kenan bey, "Doktor, hiç değilse oğlumuz yeni
odasına yerleĢsin, sonra gidelim," dedi.
Sevgi hanım ve Nejat bey bu gece de
uyuyamamıĢlardı. YaĢam tuhaf bir Ģeydi, insanlar
zaman zaman üzüntüde de, sevinçte de aynı tepkiyi
veriyordu. Ağlamak gibi, uyu-yamamak gibi...
Ayrıca onları ve yeniden hayata dönen oğullarını
bekleyen çok büyük bir sorun vardı. Hümeyra'yı
bulmak! Kenan bey çok iyi biliyordu ki, Nejat,
Hümeyra'yı asla unutamayacak. Bütün ömrünü onu
sevmek ve onu aramakla geçirecek. Tıpkı kendisi
gibi... Kenan bey bir ömür Süheyla hanımı sevmeye
devam etmiĢti. Bir ömür nerede, nasıl olduğunu
merak etmemek için de, evlerinin yanına bir villa
yaptırmıĢtı. Gerçi bu yakınlık onu
rahatlatmamıĢ, aksine
baĢka sorunları ve acıları yaĢamasına sebep
olmuĢ, zaman zaman keĢke nerede,
ne yapıyor merak <fS
O
etseydim de, bu dengesiz adamın yanında yaĢadığı
kupkuru, sevgisiz, hayatı izjemeseydim. Benim
için çok daha kolay olurdu diye düĢünmüĢ, hemen
bütün acıları Süheyla ile beraber kendi
yüreğinde hissetmiĢti. Evliliğinin dengeli bir
Ģekilde, sorunsuz gibi geçmesini ise, güçlü
kiĢiliğine ve eĢinin'iyi niyetli, kusursuz bir
insan olmasına borçluydu. Bütün bu fikir
gelgitleri arası nda dol aĢan Kenan bey, sonuç
olarak oğlunun Hümeyra'sız bir hayat yaĢayamaya-
a'sız b
cağı kararına varmıĢtı.
Yine uykusuz bir sabah geçirmiĢlerdi ama
mutluydular. Birçok sorun halledilebilirdi.
Yeter ki oğulları hayatta olsun...
Nejat Ayvalık'ta ki eski villalarının yerinde
yükselen otelde, aĢağı yukarı kendi odasının
yerindeki süit dairede oturuyordu. Günlerdir
aynı Ģeyi yapmakta idi. Yani Hümeyra'nın
penceresine gözlerini dikerek, birdenbire
Hümeyra'nın balkona çıkmasını hayal ediyordu. Ne
yazık ki Hümeyra'nın o narin siluetinin yerinde
Suzan'ın Ģekilsiz, hantal gölgesini görüyordu.
Bu, onu daha da periĢan ediyordu. AkĢam karanlığı
Ayvalık'ı örtmekteydi. GüneĢin son ıĢıkları,
denizin mavi suları ile cilveleĢiyor, renk ve
ıĢık oyunlarıyla dayanılmaz güzellikler
sergiliyordu. Nejat bunların hiçbiri ile
ilgilenmiyordu, görmüyordu. Onun için dünyada
her türlü güzellik, Hümeyra ile beraberken var
olabilirdi. Suzan yine pencerenin
arkasınday-dı. Pembe geniĢ elbisesinin içinde,
daha da heybetli gözüküyordu. Nejat yüzünü
göremiyordu. Ama onun kendisini gördüğünü,
çektiği bu acıdan zevk duyduğunu hissediyordu.
Hatta emindi. On beĢ yirmi gündür Ayvalık'taydı.
Ġlk bir haftasını babası ile beraber geçirmiĢti.
Sonra Kenan beyin Ġstanbul'a iĢinin baĢına
dönmesi gerekmiĢti. Nejat -Q dönmemekte ısrar
etmiĢti ama bütün çırpınmalarına rağmen hiçbir
bilgi elde edememiĢti. ġu anda emin olduğu tek
Ģey, hiç kimsenin bir Ģey bilmediğiydi...
Söylentilerin hepsi, kiĢilerin kendi
karakterlerine uygun yorumları veya hayal
güçlerinin geniĢliğine göre yarattıkları
hikâyelerdi. Birden kapısı vuruldu. Nejat ayağa
kalkıp, kapıyı açtı. Gelen Sabri beydi. Sabri bey
ile balkona akĢam yemek-^ lerini yerken, bir
taraftan da neler yapabileceklerini
düĢünüyorlardı. Sabri bey, "Bak Nejat, bu
Ģekilde bir yere va-
ramayacağız. Bence Hümeyra Mısır veya baĢka bir
yere kaçmadı. Bir kaza falan da geçirmedi. Ama
saklanıyor. Niye? Kimden? Bunu bilemiyorum.
Çünkü Derman bey ve Faruk da köĢe bucak onu
arıyorlar. Tabii onların arama sebebi farklı.
Merak ettiklerini zannetmiyorum. Bir baba ve bir
kardeĢ için bunu söylemek çok acı ama ne yazık
ki öyle.
Bir yolunu bulup, malı Hümeyra'nm elinden almaya
çalıĢacaklar. Hümeyra kendisi bulunmak
istemezse zor bulunur. Sen Ġstanbul'a dön ve
Amerika'ya gitmek için son hazırlıklarını yap.
Baban bu iĢi bırakmayacaktır. Söz veriyorum ben
de öyle. Özel bir hafiye veya baĢka bir yolla,
her ne gerekirse yapacağız. Orada olabileceğini
düĢünmediğimiz halde, baban ile ben, Mısır'a
bile birini göndermeyi planlıyoruz. Eğer en ufak
bir ipucu bulursak ya hemen seni çağırırız ya da
baĢarabilirsek Hümeyra'yı oraya göndeririz.
DeğiĢik bir ortam ve sıkı bir çalıĢma, bu
Ģartlarda sana da iyi gelebilir. Bir gayen, bir
uğraĢın olur. Acını biraz daha kolay yaĢarsın."
Nejat'ın gözleri dolmuĢtu, "Bu acı kolay
yaĢanacak bir acı değil. Ama söylediklerinin
hepsi doğru... Galiba baĢka bir seçeneğim de
yok," dedi.
Nejat omuzları düĢük, baĢı geriye hafifçe dönük
bir vaziyette dev Pan American uçağının
merdivenlerinden çıkarken, bir ara durdu.
Arkasına dikkatle baktı, dönsem mi? diye
düĢünüyordu. Üst basamağın yanında bekleyen
hostes ona bakıyordu.
"Are you ok?" (Ġyi misiniz?) diye sordu. Nejat
tekrar merdivenleri çıkmaya baĢladı.
Hala verdiği kararın doğru olup olmadığını
düĢünüyordu. Aslında kararın doğru olup
olmamasından çok, yapacak bir Ģeyin olmamasından
dolayı, Amerika'ya gitmeyi kabullenmiĢti.
Uçak baĢını havaya dikmiĢ yükselirken, Nejat'ın
da yanaklarından yaĢlar akmaya baĢlamıĢtı.
Yarabbi, sevmek bu kadar güzel bir duygu iken,
bu kadar acı çekmek reva mı? diye düĢündü.
Uçak Madrid'de ikmal yaptıktan sonra tekrar
havalandı. Nejat'ın kafasında hep aynı
düĢünceler dönüp duruyordu. Gözlerinde ise,
Hümeyra'nın Ayvalık'a giderken, otobüsün
penceresinden o eĢsiz gözleri ile kendisine
bakıĢı vardı. Galiba o, son görüĢmemiz olduğunu
hissetmiĢti diye düĢündü.
Detroit hava alanına indiklerinde kendisini
sudan çıkmıĢ balık gibi hissediyordu. Ruhu ve
duyguları Türkiye'de kalmıĢtı. Sadece bedeni
buradaydı. Nefes alamıyordu. Ne yapacağını
bilemiyordu.
Nejat bir haftadır elinde resmi kâğıtlarla
oradan oraya dolaĢıyordu. Neyse ki derdini
anlatacak kadar îngilizcesi vardı. Bütün
iĢlemler güya Türkiye'de tamamlanmıĢtı. Ne
gezer? Oradan oraya gönderip duruyorlardı.
Görevlilerin kendisine biraz da kuĢku ve
ĢaĢkınlıkla baktığını hissetmiĢti. Türk deyince
karĢılarında fesli ve uzun etekli insanlar
bekliyorlardı. Bunların henüz Büyük Atatürk'ün
kurduğu çağdaĢ Türkiye Cumhuriyetinden
haberleri yoktu. Nejat bazen bağırmamak için
kendini zor tutuyordu. ġaĢırdıkları bir baĢka
konu da, bir Türk gencinin böyle bir kurumda
Brain & Behavior (Beyin ve davranıĢ) bölümünde
ihtisas yapmaya hak kazanmasıydı. Nejat hem
koĢuĢturmaktan hem de içinde esmeye devam eden
fırtınadan dolayı, çevresinde ne var ne yok pek
farkına varamamıĢtı.
Üniversite Detroite, dolayısı ile göller
bölgesine yakın bir yerdeydi. Yani yeĢilin ve
mavinin bol olduğu bir yeryüzü parçasında idi.
Büyük bir kampustu. Bina on doku-
zuncu yüz yılsonlannda yapılmıĢtı. Pek modem
değildi. Ve tabii yirminci yüz yılın tekniği
kullanılamamıĢtı. Ama bu noksanlığı gidermeye
çalıĢıyorlardı. Mimarisini değiĢtirmeden
çağdaĢlaĢtırmaya gayret gösterilmesi bile,
binanın görünümünü ve insanlar üzerindeki ağır
etkisini değiĢtirmemiĢti. Bir yıl kadar sırf
lisan öğrenecekti. Yani seneye ġubata kadar...
Nejat çok özlediği halde tatilde Türkiye'ye
gitmedi. Yazın verilen hızlandırılmıĢ dil
eğitimini alıp, ders yılı baĢında ihtisasa
baĢlamak, bir an evvel bitirmek istiyordu.
Hümeyra'dan hiçbir haber alınamamıĢtı. Avukat
Sabri bey, sözünde durmuĢ, Mısıra kadar bir
yardımcısını göndermiĢ, bizzat Abdullah Mısırlı
ile görüĢtürmüĢtü. Abdullah Mısırlı "Bu çok
mantıksız bir fikir. Ben zaten onunla
söz-lenmiĢtim. Bir mesele yüzünden onu terk eden
ben oldum. Mısır'a geldikten bir müddet sonra da
eniĢtem îshak PaĢayı kaybettik. Zaten yaĢadığım
o olaydan sonra kendi memleketimden evlenmeye
karar vermiĢtim. ġimdi kral Faruk'un
yeğenlerinden biri ile evliyim. Buyurun evime
götüreyim, bir çayımızı için. Fazıla da çok
memnun olur" demiĢti. Adam, Abdullah'a gerçekten
inanmıĢ, Nejat içinden "Yalan söylemesi için
gerçekten bir sebep yoktu. Eğer
Hümeyra ile evlenmiĢ ise, kim ne yapabilir ki?"
diye düĢündü. Babası Kenan bey ve Hümeyra ile
kendisinin ortak arkadaĢları, özellikle Esra
büyük bir titizlikle bu konunun
üzerinde duruyorlardı. Aksatmadan Nejat'a
mektup yazı-
ümitsizlik getiriyordu. Hümeyra'yı bulma ümidi
azaldıkça, çalıĢma temposu artıyordu. Gayesi iyi
bir cerrah olup insanlığa faydalı olmaktı. Belki
bu yolla kendini daha rahat hissedebilecekti.
Zira hayattan baĢka bir beklentisi kal-
yorlardı. Ne yazık ki gelen her
mamıĢtı.
Nejat Amerika'ya geleli iki yıl olmuĢtu.
YakıĢıklılığı ve üstün baĢarısı ile bütün
dikkatleri üzerinde topluyordu. Özellikle karĢı
cinsten asistanlar ve öğrenciler arasında adı
"YakıĢıklı Türk," diye anılıyordu. Her zaman
çevresinde dolaĢan hayranları mevcuttu. Nejat
ise hiçbiri ile ilgilenmiyor, ne yaparsa yapsın
Hümeyra'yı aklından çıka-ramıyordu. Bazen
Hümeyra'ya benzer birini görüp arkasından
koĢuyor, sonra baĢını ellerinin arasına alıp ya
ağlıyor ya da saatlerce Hümeyra'yı hayal
ediyordu. Türkiye burnunda tüttüğü halde yaz
tatillerine bile gitmemiĢti. Türkiye'ye
gidiĢte, Hümeyra'yı görememek onu çok daha
ümitsiz hale getirecekti. Hem çalıĢması, çok
çalıĢması gerekti. Amerika'dan
hoĢlanmamıĢtı. însanları kendini çok
beğenmiĢti. Aslında ne övünülecek bir tarihleri
ne de belli bir ırktan soyları vardı. Hepsi
dünyanın bir köĢesinden gelmiĢ insanlar, birden
Amerikalı olmuĢlardı. Hayattaki öncelikleri
bizlerden çok farklıydı. Örneğin seks,
hayatlarında fazlaca önemli bir yer tutuyordu.
Bir baĢka tehlikeli konu da gençliği yavaĢ yavaĢ
saran uyuĢturucu alıĢkanlığıydı. Amerika belki
ekonomi ve endüstride ve hatta ilimde ileri
olabilirdi. Ama bir milletin ulus olması için,
bazı ortak değerlere sahip olması ve ortak bir
tarihi olması gerekirdi. Nejat'a göre Amerika
halkında bu yoktu ve olamazdı. Bu sebeple Türkiye
Cumhurreisi Sayın Celal Bayar, "Türkiye'yi
yakında, küçük Amerika yapacağız" sözü yerine,
"Türkiye'yi ekonomik, endüstriyel açıdan
donatmak, yani Türkiye'yi büyük Türkiye yapmak"
gibi bi r cümle sarf etseydi, çok daha isabetli
olurdu. Amerika'ya benzemek, toplumsal
değerlerimiz açısından hiç de hoĢ bir durum
değildi. Biz bize benzemeliydik. DahaN^ye
gitmek, çağdaĢ olmak Ģarttı. Ama asla
baĢkalarına benzememeliydik.
Nejat, bütün bu yoğun çalıĢmaları arasında
Türkiye'deki geliĢmeler ile de ilgileniyordu.
Türkiye'deki siyasi geliĢmelere çok üzülüyordu.
Üniversite öğrencilerinin bu denli siyasetin
içinde olmaları kendi açılarından zararlıydı.
Tabii ki memleketlerinin her yönü ile
ilgileneceklerdi ama sokağa dökülmeden, tahsil
hayatlarını tehlikeye atmadan.
Nejat'ın ihtisasını tamamlamasına sadece üç
sömestri kalmıĢtı. Yani bir buçuk yıl kadar.
Bugün üniversitelerinin 77. kuruluĢ
yıldönümüydü. Her yıl yapıldığı gibi bu yıl da
göller bölgesindeki bir otelde bir eğlence
düzenlenmiĢti. ÇeĢitli yarıĢmalar, piknikler ve
son gece de otelin salonunda bir balo
yapılacaktı. Bu gibi kutlamalara daha ziyade
öğrenciler, genç asistanlar rağbet ediyordu.
Hocalardan pek az sayıda katılım olurdu. Nejat
her eğlenceye iĢtirak etmiyordu. Gölde yelken
yarıĢı ve satranç karĢılaĢmalarını severdi.
Hemen hemen her yıl iyi bir derece alıyordu. Bu
gibi Ģeyler Nejat için fazla bir Ģey ifade
etmiyordu. Sporu severdi ama hiçbir Ģeyden
yeterince zevk alamıyor, neĢele-nemiyordu.
Gölün manzarası ve çevre bir doğa harikasıy-dı.
Bu kadar değiĢik yeĢili ve bitki örtüsünü bir
arada görebilmek zordu. Adını bilmediği, kocaman
bir ağacın gövdesine sırtını dayamıĢ, gölü
seyrediyordu. Göl çevresindeki bitki örtüsünün
akisleri ile gölün suyu sanki çeĢitli tondaki
yeĢille mavinin karıĢmasından oluĢmuĢtu. GüneĢ
ıĢınları sık ağaçların arasından çizgiler
halinde gölün üzerine vuruyor, kırmızı ile
yeĢilin karıĢımından çok daha değiĢik renkler
meydana geliyordu. Gölün hafif dalgalanması ile
de, muhteĢem bir görünüĢe bürünüyordu. AkĢamın
bu vakti hep büyüleyici olurdu. Nejat gözlerini
kapadı. "Bu güzelliğin bile
eksik tarafı var. Eğer yanımda Hümeyra ol saydı
ve çimen yeĢili gözleri ile arada bir bana
baksaydı her Ģey çok daha güzel olurdu" diye
düĢündü.
Yanına yaklaĢan ayak sesleri ile gözlerini açtı.
Yüzünde çok ĢaĢkın bir ifade belirmiĢti. "Aman
Allah'ım bu Hümeyra! Bu onun gözleri. Çimen
yeĢili gözleri!" dedi. KarĢısındaki genç kıza
öylece bakıyordu. Genç kız yarattığı
ĢaĢkınlıktan memnun, yüzünde Ģeytani bir gülüĢle
Nejat'a yaklaĢtı. Nejat ayağa kalkmak istedi.
Kız elini omzuna koyarak, "Lütfen otur,
YakıĢıklı Türk!" dedi. Kız konuĢmaya devam
ediyordu, "Ben de sizin bölümde asistanım.
Aslen Ġspanyol'um. Ama ailem ben küçükken
Amerika'ya, Detroit'e yerleĢmiĢ. Adım Rebeca."
Nejat kızın söylediklerini pek duymuyordu.
Buğulu bir sesi vardı. Etkileyici idi. Ama
Hümeyra'nın sesi değildi. GörünüĢ olarak
Hümeyra'ya çok benziyor olmasına rağmen arada
çok fark vardı. Bu farklar hemen hissediliyordu.
"Ben de Nejat, Türk'üm."
"Biliyorum. Eksik söylediniz, YakıĢıklı Türk.
Fakültede ve hastanede sizi bilmeyen bir genç kız
yok. Sizin bildiğiniz bir genç kız da yok
zannederim," dedi. Nejat ne diyeceğini
ĢaĢırmıĢtı.
"O kadar değil. Birçok arkadaĢım var. Ders
çalıĢıyoruz, sohbet ediyoruz. Güncel konulan
tartıĢıyoruz." "Ben özel bir arkadaĢlıktan
bahsetmiĢtim." Nejat baĢını kaldırdı.
Rebeka'nın yüzüne dikkatle baktı. Gerçekten
Hümeyra'ya çok benziyordu. Tabii davranıĢ biçimi
dıĢında... Yine de o çok özlediği çimen yeĢili
gözlere bakmaktan kendini alamıyordu.
BirdenSöylece ba-
kakaldığını fark etti. Genç kız bu durumdan
memnundu. YakıĢıklı Türk'ün dikkatini
çekebilmiĢti. Nejat, "Adınız Rebeca'ydı değil
mi?"
Genç kız Ģimdi de biraz bozulmuĢtu. ġimdiye kadar
hiçbir genç erkek Rebeca'nın adını unutmamıĢtı.
Hatta tanıĢmadan önce öğrenmiĢ olurlardı.
"Evet Rebeca'ydı. Gerçekten unuttun mu? Yoksa bu
da gizemli olmanın bir gereği iniydi?" Nejat
ĢaĢkındı, "Gizemli olmak mı? Benim böyle bir
görünüĢüm mü var?"
Rebeca gülerek, "Neyse, enteresan bir çocuksun!"
derken, Nejat'ın yanına oturdu. Ġyice de
sokuldu. YeĢil çimlerin arasında minik sarı bir
çiçeği kopardı. Elinde döndürürken, tekrar
konuĢmaya baĢladı, "Zannederim seninle değiĢik
bir arkadaĢlık yaĢayacağız."
Nejat bu kızın yanında olmaktan tuhaf bir
mutluluk duymuĢtu. Ama biraz fazlaca pervasız
gibiydi. ArkadaĢlıktan öteye geçmek isterse,
istemediğim bir durumla karĢılaĢabilirim. Sade
ve dürüst bir arkadaĢlığa evet, ama özel bir
arkadaĢlığa hayır diye düĢündü. Nejat'ın tek
özeli, tek güzeli vardı. O da Hümeyra'ydı.
Rebeca Nejat'ın yanında uzun süre oturdu.
Cüretkâr bir kızdı. Bir yolunu bulup,
Nejat'ın özel hayatına girmeye çalıĢıyordu.
Nejat keĢke hiç konuĢmasa, sadece arada bir
gözlerine baksam diye düĢündü. Aslında bu
buluĢma bir yere kadar isabetli olmuĢtu. Nejat
akĢamki balo için yine damsızdı. GeçmiĢ
senelerde, arkadaĢlarının damları ile iki dans
etmiĢ, sonra bir köĢede öylece oturmuĢtu... Bu
sene yanında kendisi istemezse asla yanından
ayrılmayacak bir dama sahipti.
Rebeca akĢam yemeğine hazırlanmak için iki kız
arkadaĢı ile paylaĢtığı odasına çıkarken,
Nejatda giyinmek için kendi odasına çıktı.
Rebeca odaya girer girmez, kızlar hazırladıkları
yirmiĢer doları Rebeca'ya uzattılar.
"Al bakalım, basardın! YakıĢıklı Türk ile bu
kadar uzun bir zaman geçiren ilk genç kız oldun,"
dediler.
Suzan heyecan içinde, "Sohbeti nasıl? insan
sıkılıyor mu? Kendini beğenmiĢ değil mi?
Sevgilisi var mıymıĢ?"
"Kızlar teker teker sorun lütfen. Sıkıcı değil,
gerçekten gizemli, bir o kadar da mesafeli. Özel
hayatı konusunda çok ketum... Ama ben onu
konuĢturacağım. Bana güvenin."
Rita atıldı, "Ya bu gence aĢık olursan?"
Rebeca bir an düĢündü. ġimdiye kadar çok erkek
arkadaĢı olmuĢtu. Hiç birine bağlanmamıĢ, iliĢki
tatsızlaĢınca bırakmıĢtı, içinden aman sen de,
buna niye olayım ki7, diye düĢündü. Kendinden
emin bir Ģekilde, "Ben âĢık olmam kızlar. Bana
âĢık olunur,"dedi. iki kız birden,
"Vavvv" diye bağırdılar.
Nejat salona erken gelmiĢti. Aslında pek erken
de değildi. Her yere zamanında gitmeyi severdi.
Tam sekizde salondaydı. Yanında arkadaĢı Tony
vardı. Yarım saate yakın bir zamandır sohbet
ediyorlardı. Tony kapıyı gözetliyordu, italyan
asıllı, etine dolgun kız arkadaĢı Gina
gecikmiĢti.
"Bu kızlar neden hiçbir yere zamanında
gelemezler?" dedi. Nejat, "Bilmem, pek farkında
değilim," diye cevap
verdi. Ama kendisi de Tony kadar olmasa bile
kapıya b maya baĢlamıĢtı. Kapıda Rebeca ve oda
arkadaĢları gözüktü. Rebeca ateĢ kırmızısı dar
bir elbise giyinmi Ģti. Nejat'ın yanına
yaklaĢtı, "ArkadaĢım Suzan ve Rita." Sonra
kızlara dönüp gülümseyerek, "Bu bey ile
tanıĢtırılmamıĢ olabilirsiniz ama hepinizin onu
tanıdığına eminim. YakıĢıklı
Türk Nejat," dedi.
Nejat elinde olmadan Rebeca'yı inceliyordu.
Kırmızı elbise çok yakıĢmıĢtı. Boyu Hümeyra'dan
biraz uzundu. Dudakları daha dolgundu. Vücudu
muntazamdı ama kemikli gibiydi, Hümeyra'nın
kadınsı, yuvarlak hatları yoktu. Gözlerinin
çevresine sürdüğü açık yeĢil far, gözlerinin
güzelliğini ve yeĢilini daha çok meydana
çıkarıyordu. Nejat birden irkildi. Bugün tanımıĢ
olduğu bu pervasız kızı neden Hümeyra ile
kıyaslıyordu? Hümeyra'nın eline kimse su
dökemezdi ki.
Gençler, ellerinde kolalar ve tabaklarında
çeĢitli aperatifler ile sohbet ediyorlardı. Çok
güzel bir slow parça çalınıyordu. Rebeca birden
elindeki tabağı yanındaki masanın üzerine koydu.
Sonra Nejat'ın elindeki tabağı kaparca-sına
aldı, kendi tabağının yanına koydu. Nejat'ın
elini tutup, piste doğru sürükledi. Bu hareketi
o kadar ani yapmıĢtı ki, Nejat itiraz etmeye
vakit bulamamıĢtı. Ġçinden itiraz etmek ayıp
olurdu diye düĢündü. Rebeca'nın boyu ayağındaki
yüksek topuklu pabuçlar ile Nejat'a yakın
gibiydi. Vücudunu yavaĢ yavaĢ Nejat'ın vücuduna
yapıĢtırıyordu. Nejat bir an kendini Hümeyra'nın
kollarında düĢündü. En son kendisi için
tasarladıkları erken mezuniyet kutlamasında
danset-miĢlerdi. O geceyi hatırlayınca bütün
vücudunu ateĢ bastı. Sonra ĢaĢkın bakıĢları ile
Rebeca'ya baktı. Sanki tanımı-yormuĢ gibi
bakıyordu. Rebeca'yı kendinden uzaklaĢtırdı.
Rebeca ĢaĢkın, "Ne oldu? Ne var?" diye sordu.
"BaĢım dönüyor, bir parça oturalım," dedi.
t'ın yanında ot
DönüĢ yolunda da Rebeca Nejat'ın yanında
oturmuĢtu. O akĢamdan sonra Nejat çok daha
mesafeli olmak için dikkat sarf ediyordu. Rebeca
sıkça Nejat'ın bu tuhaf davranıĢlarını
düĢünüyor, sağlıklı bir yorum yapamıyordu
Kendisi de bu ana kadar sergilemediği bir tarz
içindeydi. Evet Nejat'a yaklaĢmak, onun ilgisini
çekebilmek için kız arkadaĢları ile iddiaya
girmiĢti. Ve de baĢarmıĢtı. ġimdi bu
tuhaf çocuğun anlaĢılması güç hallerine
katlanmak zorunda değildi. Ġtiraf etmekten
korksa da, o da Nejat'ın çekim alanı içine
girmiĢti. Nejat'ın yanında olmak tuhaf bir
mutluluk ve hatta tat veriyordu. Erkek
arkadaĢlarının yanında çok çeĢitli duygular
yaĢamıĢ, onları arzu etmiĢti. Ama bu çok daha
değiĢikti. Tam tahlilini yapamıyordu.
Otobüste yan yana oturuyorlardı. Pek
konuĢtukları söylenemezdi. Ġkisi de doğanın
muhteĢem güzelliğini seyrediyordu. Burası
NakkaĢtepe'den inerken on metrede bir değiĢen
eĢsiz tabloları ile Ġstanbul boğazını
hatırlatıyordu. Orası kadar muhteĢem olmasa da
güzeldi. Hatta çok güzeldi. Nejat birden
memleketini, ailesini, herkesi, özellikle de
Hümeyra'yı çok özlediğini düĢündü. Hümeyra'yı
her hatırlayıĢında, yanındaki genç kız onun
suçluluk duymasına sebep oluyor ve "git
yanımdan!" dememek için kendini zor tutuyordu.
Nejat son altı aydır hastane odasında,
ameliyathanede, amfide, hatta sokakta, kafede,
nerede olursa olsun Rebeca'yı yanında görmeye
alıĢmıĢtı. Hatta nadiren yalnız kaldığı
zamanlarda bir eksiklik hisseder gibiydi.
Hümeyra'ya olan tutkusunda bir azalma yoktu.
Aksine hasret, içinde her geçen gün kapanması zor
bir yara açıyordu. Fakülte hastanesinde yedi
sekiz ayı kalmıĢtı. BeĢ yıl evveline döndüğünde,
sadece çalıĢmakla geçen, acı dolu seneler
görüyordu. Rebeca'yı tanıdığından beri arada
sı-
rada tebessüm etmeye baĢlamıĢtı. Bu, Nejat için
iyi bir geliĢmeydi. Ne yazık ki değiĢimler tuhaf
bir suçluluk duygusu hissetmesine sebep
oluyordu. Hocası ünlü George Brown, Nejat'ı çok
beğeniyor ve güveniyordu. Son ame-
liyat ile beraber, yedi sekiz önemli beyin
ameliyatını sırf Nejat'a yaptırmıĢ, kendisi
sadece gözlemci olarak bulunmuĢtu. Nejat'a
Ģimdiden Amerika'daki çeĢitli üniversitelerden
çeĢitli teklifler gelmeye baĢlamıĢtı. Bu
tekliflerin hepsi, Nejat'ın Amerika'da
kalmasını amaçlayan, reddedilmesi zor, cazip
imkânlardı. Nejat hepsini reddediyordu. O, beĢ
yıldır görmediği memleketine koĢacak, nerede
olursa olsun Hümeyra'yı bulacak ve kendi
vatandaĢlarına hizmet verecekti.
Bugün asistan arkadaĢları ile Detroit'e gitmeyi
planlamıĢlardı. Ġki günü gezerek geçirecekler,
boĢa zaman harcama lüksünü yaĢayacaklardı. Nejat
beĢ yıla yakın bir zamandır Amerika'da olduğu
halde, hiçbir yeri gezmemiĢ, çalıĢmanın dıĢında
hiçbir Ģeye zaman harcamamıĢtı. Tabii Hümeyra'yı
düĢündüğü zamanların dıĢında... Bu, belki de
yirmi dört saatin en büyük dilimi oluyordu.
Rebeca'yı tanıdıktan sonra biraz rahatlamaya,
çevresine bakmaya, arada bir eğlenmek içinde
zaman ayırmaya baĢlamıĢtı. Bu, kiĢiliği
açısından çok iyiydi. Ne yazık ki Nejat bu
durumdan üzüntü duyuyor,
Hümeyra'ya ihanet ediyormuĢ gibi yorumluyordu.
Yani bu mesafeli arkadaĢlık (ki mesafeli ol^^S
ması için Nejat büyük bir çaba sarf ediyordu)
Nejat'ı döndürmeye, Rebeca'yı da daha durgun,
daha ölçülü yaĢamaya alıĢtırmıĢtı. Rebeca'nın
bütün arkadaĢları ĢaĢkındı. Bu uçarı ve Ģımarık
kız nasıl böyle hareket edebiliyordu? Onlara
göre Rebeca sırılsıklam âĢık^^ORebeca'ya göre
ise, doğru olanı ancak Nejat'ı tanıdıktan sonra
kavramıĢtı. Eh, artık deli gençlik yaĢını da
geçirmiĢti. Artı iyi Ģeyler alabileceği
arkadaĢlıkları tercih ediyordu. Rebeca
çevresine bu arkadaĢlığı böyle izah etse de,
aslında öyle olmadığı nı, gerçekten Nejat'ı çok
arzu ettiğini, her gece yatmadan
kendisini onun kollarında hayal ettiğini, ne
yazık ki Nejat'ı kurallarının dıĢına
çıkaramadığını, bunun için fırsat kolladığını
biliyordu.
Detroit'e Rebeca'nın arabası ile gideceklerdi.
Rebeca arabayı kendi kullanmak istememiĢ,
direksiyona Tony'nin geçmesini, yanına da kız
arkadaĢı Rita'nın oturmasını istemiĢti. Kendisi
Nejat ile beraber arkaya oturmuĢ, yanlarına da
melez bir zenci olan Suzan'ı almıĢtı. Rebeca
ortada idi. Tabii iyice Nejat'a yaklaĢmıĢtı.
Sürdüğü Ģahane parfüm ve vücudunun ılıklığı ile
Nejat'ın baĢını döndürmeye çalıĢıyordu. Nejat
gerçekten etkilenmiĢti. Hafif bir sarhoĢluk
içindeydi. Sonra kendi kendine kızdı.
Pencereye doğru hafifçe çekildi. Manzarayı
seyretmeye baĢladı.
Önde Tony ve Rita bu geceyi nerede
geçirebileceklerini konuĢuyorlardı. Rebeca
atıldı, "Bizim evde kalabiliriz. Ailem Ģu anda
Ġspanya'da... Babamın iĢleri varmıĢ. Ev geniĢ,
hepimizi alır."
Bu teklifi herkes çok beğenmiĢti. Nejat'ın
içindeyse bir korku vardı. Her gün biraz daha
zayıflayan iradesine gü-venemiyordu. Açıktan
açığa itiraz etmek için geçerli sebebi de yoktu.
Bütün günü dolaĢarak, alıĢveriĢ yaparak
geçirdi-
çoğunu zümrüt taĢlarla süslü bir takı setine
yatır
tı. Hümeyra'sını bulduğu zaman elleri ile
takacaktı. Tam gözlerinin rengindeydi. Rebeca
ilk önce bu takıyı kendisi için seçtiğini
zannetmiĢ, büyük bir mutluluk duymuĢtu. Nejat'a
yaklaĢarak, "Bu özel birine mu^?" diye sormuĢ,
ler. Nejat belki bir daha Detroit'e gelemem
düĢüncesi ile Ġstanbul'daki yakınlarına
hediyeler bile almıĢtı. Parasının
Nejat uzaklara bakarak "Evet çok özel" diye
cevaplamıĢtı. Rebeca o zaman takının ona
alınmadığını anlamıĢ ve üzerine bir durgunluk
çökmüĢtü.
AkĢam yemeğini bir Fransız lokantasında yiyip
nefis Chardonnay Ģarabı içerek geç saatlere
kadar dans ettiler. Gecenin sonuna doğru, Nejat,
kollarının arasındaki Rebeca'yı zaman zaman
Hümeyra zannetmeye
baĢlamıĢtı. O anlarda onu kendine doğru çekiyor,
saçlarını kokluyor-du. Sonra birden durumun
farkına varıp geri çekiliyordu.
Rebeca'nın ev dediği bir malikâne idi.
Dönümlerle bahçenin içinde kocaman görkemli bir
bina, içinde ise hizmetkârlar ordusu vardı.
Yatak odaları hazırlanmıĢtı. Zenci, ĢiĢman bir
hizmetçi herkese odasını gösterdi. Nejat,
odanın, yatağın güzelliğini görecek durumda
değildi. Üzerindekileri acele ile çıkarıp en
yakın koltuğun üzerine attı. Yatağa uzandı.
Gözünün önünde kırmızı elbisesi ile Hümeyra
vardı. Kırmızı elbisesi ve Ģahane vücudu ile
Nejat'ın kollarındaydı, dans ediyorlardı.
Nejat'ın yüzünde öyle mutlu bir ifade vardı ki,
o geceyi yeniden yaĢamaya baĢlamıĢtı. Tam o
sırada kapı hafifçe açıldı. Rebeca Ģifon, ateĢ
rengi, dekoltesi oldukça fazla bir gecelikle
Nejat'ın yatağına doğru geldi. Önce eğilip,
Nejat'ı dudaklarından Ģehvetle öptü. Nejat
Rebeca'yı kendine doğru çekti, "Hümeyra'm, seni
çok özledim," gibi bir Ģeyler söylüyor, bir
taraftan da Rebeca'nın üzerindekileri
çıkarıyordu. Rebeca ne dediğini anlayamıyordu.
Ġçinden herhalde seni çok istiyordum, çok
seviyorum gibi Ģeylerdir, diye düĢündü. Aslında
Nejat'ın söyledikleri değil, yaptıkları çok
önemliydi. Bütün vücudunu öpüyor, göğsüne öyle
sıkı bastırıyordu ki, bir daha gitmesini
istemiyormuĢ gibiydi. Rebeca'nın canı yanmıĢtı.
Ama bu, zevk veren bir acıydı. Boğuk bir sesle
ve tabii Ġngilizce olarak,
"Sevgilim her gece yatakta, seninle bu anı
yaĢamayı, senin olmayı hayal ediyordum," dedi.
Nejat yarı kapalı gözlerini açtı. Evet bu
Hümeyra'nın gözleri, Hümeyra'nın yüzüydü. Ama bu
ses onun değildi. Bu gözlerde Hümeyra'ya büyük
bir aĢkın sonundaki masum teslimiyet, saflık,
ilk yaĢanan bir gecenin ürkekliği yoktu. Bu
kollarında tuttuğu diĢinin gözlerinde,
yıllardır erkek yüzü görmemiĢ, diĢi bir aslanın
cinsel açlığı vardı. Bu gördüğü, aĢk, hasret
değil; pervasızlık ve cinsellikti... Birdenbire
Rebeca'yı itti, "Lütfen, lütfen beni affet!
Yapamam! Yapmam imkânsız!"
Elleri ile de yüzünü kapatıp, arkasını dönmüĢtü.
Rebeca hem kızgın hem ĢaĢkındı. ġehvetin
doruğundayken bir erkekten böyle bir hareket çok
aĢağılayıcı idi. Aklına baĢka Ģeyler takılmaya
baĢlamıĢtı, "Yoksa gay misin?"
Nejat sinirli ve tedirgin bir halde, "Ne
münasebet?" dedi.
Rebeca'da kızmıĢtı, "Öyle bir seviĢmeden sonra
bu hareket baĢka nasıl izah edilebilir? Hasta
mısın?"
"Hayır, hiç biri değil. Bu çok özel bir durum...
Belki ileride, eğer arkadaĢlığımız devam ederse,
yani belli bir çerçeve içinde belki sonra sana
hikâyemi anlatırım."
Rebeca çok daha fazla kızmıĢtı. Eğer hasta veya
cinsel tercihi baĢka olsaydı, bir yere kadar
anlayıĢ gösterir, doğrudan kendine hakaret
olarak algılamazdı. Yerdeki
geceliğini ve iç çamaĢırını alarak kapıya doğru
yürürken, "Canın cehenneme salak! Bunun
intikamını alacağım senden," dedi.
Nejat ile Rebeca o günden sonra bir iki ay kadar
birbirlerine soğuk ve mesafeli durdular. Ancak
Rebeca gerçek ten âĢık olmuĢtu. Çok Ģiddetli bir
Ģekilde Nejat'ı arzu edi yordu. Reddedilmek de
fena halde onuruna dokunmuĢ
tu. Ayrıca bunun intikamını da alması gerekti.
Gururu paramparça olmuĢtu.
Çok zor bir ameliyata beraber girmiĢlerdi.
Nejat'ın morali çok bozuktu. Hemen müdahale
etmesi gereken bir yerde duraklamıĢ, öylece
kalmıĢtı. Rebeca, "Nejat, çabuk hareket et!"
dedi. Ameliyat hemĢiresinin elinden bisturiyi
alarak, Nejat'ın eline tutuĢturdu. Nejat birden
irkildi, hemen ameliyata devam etti. Sonuç
baĢarılıydı. O günden sonra yine yavaĢ yavaĢ
birbirlerine yaklaĢmaya baĢladılar. Ancak Nejat
bir ay sonra Türkiye'ye dönecekti. Burada olduğu
sürece, verdiği tedirginliğe rağmen Rebeca ile
arkadaĢlık etmek ona tuhaf bir rahatlık
vermiĢti. Ama ayrılacağına da sevinmiyor
değildi. Rebeca, Hümeyra'ya duydjı,T ğu büyük
aĢk için saatli bir bomba kadar tehlikeliydi.
Çok görkemli bir tören ile ihtisas belgelerini
almıĢlardı. Fakültenin dekanı Nejat'ı çağırmıĢ,
"YakıĢıklı Türk! Hastanemizde kalmanız bizi
mutlu edecektir. Biliyorsun burada her türlü
imkân sana sunulacaktır. Sadece öğrendiklerinle
kalmazsın. Sendeki bu deha ile fakültede
araĢtırmalarına devam edebilir, kendi branĢında
harikalar yaratabilirsin. Ġstediğin bütün
Ģartlar yerine getirilecek. Ve ödül olarak da
sana dünya seyahati veriyoruz, ..^S biraz
dinlenmen ve güç toplaman için," dedi. Hiç
düĢünmeden ve biraz da sert bir sesle, "Çok
teĢekkür ediyorum. Memleketim benden hizmet
bekliyor. Vatanıma döneceğim. Bu
lütufkârlığınızı da asla unutmayacağım," dedi.
"Dünya turunu da yapacak zamanım yok gal^b^^
Dekan biraz düĢündü, "Bu teklifler b^e^mu
kızdırdı" yorumunu yaptı.
"Burada kalma iĢini hemen re ddetme! Ödül için
baĢka tercihlerin de olabilir. Yapılması mümkün
olan bir Ģey ise hemen yaparız," dedi.
Nejat gururla, "Bizim fakültenin çatısında üç
gün Türk bayrağı asılı dursun. Tabii mümkünse."
Dekan sivri sakalını sıvazladı, "AnlaĢıldı,"
dedi. "Böyle bir ödül isteyen bir çocuktan burada
kalmasını bekleyemeyiz. Türkiye seninle gurur
duymalı. Tabii Amerika olarak, senin gibi birini
kaybettiğimiz için üzülmeliyiz."
Nejat, Ġstanbul'un en iyi hastanesine müracaat
etmiĢ hemen kabul edilmiĢti. Rebeca Nejat'ı
kaybedeceği için çok üzgündü. Aslında hemen
peĢine takılacaktı ama kadınların kapalı,
erkeklerin fes ile dolaĢtığı bir yerde nasıl bir
yaĢamı olabilirdi? Gerçi bu konu hakkında Nejat
ile
hiç konuĢmamıĢtı. Rebeca, Nejat'ın kendisinden
uzaklaĢmak istediğinin de farkındaydı. Böyle bir
tekliften pek hoĢlanmayacaktı. Rebeca bu iĢi
yapmadan önce, Türkiye hakkında bilgi
edinmeliydi.
Nejat Dekanın yanından çıkar çıkmaz, Rebeca
heyecan ile yanına yaklaĢtı. Ġçinden kim bilir,
belki de burada kalmayı kabullenmiĢtir diye
geçirdi
"YakıĢıklı Türk! Dekan ile ne konuĢtunuz?"
"Tahmin ettiğimiz gibi. Burada kalmam için
çeĢitli alternatifler sundular."
"Peki sonuç?"
"Bu iĢin sonucu değiĢmez. Ben memleketime
dönece-
ğim. Biliyor musun? Sokağımızdaki ıhlamur
ağacını, fakültenin önündeki boyacı çocuğu bile
özledim."
Rebeca "En çok kimi?"diye soracaktı.
Vazgeçti^Nejat özeline girilmesinden
hoĢlanmıyordu. Hem bu konuĢmanın gayesi de
baĢkaydı.
"Ġyi de buradaki çalıĢma Ģartları orada
olmayacak. Burada alıĢtığın modern hayatı devam
ettiremeyeceksin. Sokakta fesli insanlar, yüzü
kapalı kadınlar görmek, böyle bir hayattan sonra
seni tatmin edecek mi?"
Nejat birden durup, oldukça kaba bir tarzda,
"Biliyor musunuz? Siz Amerikalılar kendinizden
baĢka hiç kimse ile ilgili değilsiniz! Genel
kültürünüz de çok zayıf. Hala Arabistan ile
Atatürk'ün kurduğu modern Türkiye Cumhuriyetini
karıĢtırıyorsunuz. Güya dost ülkeyiz. Benim
memleketimin
buradan hiç farkı yok. Sadece insanlarımız daha
ölçülü ve daha duygusaldırlar. Her konuda
ölçüleri vardır."
Rebeca cevaptan memnundu, "Yani bir kız
arkadaĢınla bir restoranda yemek yiyebilirsin.
Kadınlar benim gibi modern giyinebiliyorlar öyle
mi demek istiyorsun?"
"Evet! Tamamen öyle. Artık bunu siz ve bütün
dünya anlasa iyi olur."
Rebeca gülerek, "Kızma, YakıĢıklı Türk! Galiba
haklısın. Aslında seni tanıdıktan sonra
Türkiye'yi çok görmek isterim," dedi. Nejat
hiçbir yorumda bulunmadı. Rebeca,
"Benim de dekan ile konuĢmam gereken bir konu
var. Seni kafede bulurum," dedi.
Dekan her kapısını çalan ile görüĢmezdi ama
Rebeca'nın özel bir durumu vardı. Babası
üniversite yönetimindeydi ve çok yardım yapan
biriydi. Dekan, "Gel bakalım Rebeca," dedi.
Rebeca ne istediğini anlattı. Dekan yine
sakalını sıvazlıyordu. Sonra isteksiz isteksiz,
"YakıĢıklı Türk'ten sonra seni de mi
kaybedeceğiz? Babanın bu isteğinden haberi var
mı?" diye ilave etti.
"Hayır! O konuyu ben hallederim. Siz benim
T^Ç^^e'ye ve Ġstanbul Çapa Tıp Fakültesi
hastanesine gitmemi temin ederseniz çek mutlu
olacağım," diye cevapladı.
Nejat daha bir canlı, daha bir mutlu görünüyordu.
Hiç yapmadığı espriler yapıyor, herkes ile
yakından ilgileniyordu. Taa derinlerde bir
yerd^(tm) da olsa bir sızı da duy-
muyor değildi. Rebeca'ya çok alıĢmıĢtı. Belli
etmek, onu ümitlendirmek istemiyordu. Çünkü
Rebeca'nın sadece arkadaĢ olarak kalması mümkün
değildi. Saklamaya, kendisini kontrol altında
tutmaya çalıĢsa da bu, gayet net bir Ģekilde
hissediliyordu. Aslında kendinden de korkmuyor
değildi. Bir zayıf anında; Rebeca'nın
duygularına ve arzularına cevap verebilirdi.
Çünkü zaman zaman onu Hümeyra ile
özdeĢleĢtiriyordu. Altı yıla yaklaĢan hasret,
zihninde ve kalbinde tuhaf karıĢıklıklara sebep
olabiliyordu.
Rebeca, elinde bir kahve fincanı ile kafede cam
kenarında hülyalara dalmıĢ olan Nejat'ın yanına
yaklaĢtı, "Al bakalım yakıĢıklı Türk! Bir fincan
neskafe ile daha iyi hayal kurulur." Biraz
duraladı sonra devam etti. "Biliyor musun Nejat?
Hayallerinin kahramanını hep bilmek istedim.
"Belki bir gün anlatırım" demiĢtin ama. Hiç oralı
olmadın. ġu kadarını olsun söyleyemez misin?
Seni orada bekleyen biri var mı?"
Nejat iĢi baĢka yöne kaydırmak istiyordu,
"Tabii, annem, babam, kız kardeĢim ve bir sürü
arkadaĢım. Ve tabii çok sevdiğim vatanım."
"Nejat benimle oynama! Ne demek istediğimi
anladın."
Nejat'ın yüzünü endiĢe bulutları kaplamıĢtı,
"Bunu ben de bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum.
ĠnĢallah vary. o dır. Galiba sana özet de olsa
anlatmam gerek. Bu kadar arkadaĢlığın ve
gösterdiğin dostluğun
hatırına... Ben yedi yaĢından beri âĢığım..."
Nejat o günlere dönmüĢtü. Uzaklara b akarak
anlattı, anlattı, anlattı. Gözlen dolu doluydu.
Rebeca hiç sesini çıkarmadan, hatta nefes almaya
bile korkarak, dinledi. Sonra elini uzatıp,
Nejat'ın elinin üzerine koydu, "Ben böyle bir aĢk
hikâyesi hiç yaĢamadım. YaĢayanı da görme-
dim. Çok üzgünüm. Gerçekten çok üzgünüm. Kendim
için de."
Nejat bu son cümleyi anlayamamıĢtı. Özellikle
"Kendim için de!" nin buradaki yeri neydi? Sonra
çözdü. Rebeca "Bu kadar büyük bir aĢkın içinde
olmasaydın, belki benim de bir Ģansım
olabilirdi" demek istemiĢti. Nejat bunu da uzun
uzun düĢündü. Ve Ģu sonuca vardı; Gerçekten
Rebecanın Ģansı olabilirdi. Sonra bu
düĢündüğünden utanmıĢ gibi, baĢını baĢka tarafa
çevirdi. Uzun süre konuĢmadı. Sonra birden ayağa
kalktı, "Benim biraz iĢim var Rebeca, gitmem
gerek," diyerek hızla kalkıp, uzaklaĢtı.
Rebeca da Rita ile buluĢup, dinlediği bu hikâyeyi
anlatmak için sabırsızlanıyordu. Rita duygusal
konularda kendinden çok daha tecrübeliydi.
Bakalım bu hikâyenin içinde kendine yer olabilir
miydi?
Nejat Amerika'dan ayrılırken çok tuhaf duygular
içindeydi. Çok sevindiği kesindi. Ama bu
mutluluğun üzerinde az da olsa gölge düĢmüĢtü.
Rebeca ağlamıĢtı. Nejat herkes gibi onu da iki
yanağından öpmüĢtü. Sadece göğsünde biraz daha
tutmuĢ, biraz daha
kendine çekmiĢti. Bu zor hissedilir hareket bile
Rebeca'yı mutlu etmiĢti.
Nejat YeĢilköy Havaalanına inip, valizlerini
alıp çıkın-
Gümrük kontrolünde çok uzun bir kuyruk vardı.
Bütün valizleri didik didik arıyorlardı. Nejat
içinden bu ne
kadar kuĢku? Ne kadar güvensizlik? diye düĢündü.
Neyse zor bela çıkmıĢtı. Hemen kapıda annesi,
babası, Leyla ve Sabri bey ile karĢılaĢtı. Gözü
Esra^j*Sar^mıĢtı ama yoktu.
caya kadar, sanki yıllar geçmiĢti.
Her biri birkaç defa Nejat'a sarıldı. Sabri bey
day "Bu turlara evde devam etsek, yolu
kapatıyoruz."
Annesi devamlı ağlıyordu. Nejat dayanamadı,
"Anne ayrılırken de ağladın, geldiğimde de
ağlıyorsun. Ne zaman güleceksin?"
Sevgi hanım gözlerinden yaĢlar akarken gülmeye
baĢladı, "Yavrum insanlar çok üzülünce de, çok
sevinince de ağlarlar, bilmiyor musun?"
Sofrada yirmi kiĢiyi doyuracak yemek vardı.
Nejat'ın sevdiği bütün yemekler. Gözü kabak
çiçeğinden yapılmıĢ zeytinyağlı dolmaya kaydı.
Bir müddet baktı. Hümeyra, Sevgi hanımın yaptığı
kabak çiçeği dolmasını çok severdi. NeĢesi
kaçmıĢtı. Dayanamadı, sordu, "Hümeyra'dan hiç
haber yok mu?"
Sabri bey dudağını hafif kıvırarak, "Haber
denebilir mi, bilmiyorum. Üç ay kadar önce
Melahat bacı aradı."
Nejat birden ayağa fırladı. Çorba kâsesini
devirdi, "Nee? Üç aydır bunu bana nasıl
bildirmediniz!"
Kenan bey, "Sakin ol Nejat. Bu haber bile değil.
Sonunu dinle."
Sabri bey devam etti, "Hümeyra Melahat bacı ile
beraber, büyükninenin daha evvel onlara verdiği,
Ġzmir Narlıdere'deki çiftliğine kaçmıĢ. Orası
büyükninenin kocasından kalmaymıĢ ve kimse
bilmiyormuĢ."
Nejat dayanamadı, "Ama neden?"
"Nedenini tam anlayamadım. Açık seçik anladığım
tek Ģey babasının kendisini öldürmesinden,
elâleme rezil olmaktan korkuyormuĢ."
Nejat sofradan fırladı. Sevgi hanım, "Nereye
oğlum?"
"Ġzmir'e"
Sabri bey, "Dur oğlum sonunu dinle! A ay ev-
vel bana Melahat bacı telefon etti. Hümeyra yedi
sekiz ay evvel ortadan kaybolmuĢ. Kaçtı mı?
Kaçırıldı mı? Bilinmiyor. Galiba kendi isteği
ile kaçmıĢ. Çünkü çocuğu nu da yanında götürmüĢ."
Nejat, "Çocuk mu? Ne çocuğu? Bir çocuğu mu
varmıĢ?"
"Galiba öyle söyledi."
"Bu galibalar nedir? Niye hiçbir Ģey net değil?"
"Çünkü Melahat bacı bir felç geçirmiĢ.
KonuĢamıyor. Zor anlaĢılıyor."
"Ġyi ya bırakın gideyim. Orada felç geçirmeyen
birini bulabilirim herhalde."
"Tamam git! O çiftliğin adresini bulalım. Benim
bürodaki kayıtlarda olabilir."
"Nasıl?"
"Seneler evvel tapu iĢlemlerini ben
yaptırmıĢtım."
Nejat yine yerinden fırladı, "Eh, aĢk olsun sana.
Bütün bu teferruatı o zaman niye anlatmadın?"
"Tapu iĢlemini de unutmuĢtum. Büyükhanım o zaman
birçok malını Hümeyra'ya bırakmıĢtı. ÇeĢitli
bağıĢlarda bulunmuĢtu. Kaçmayı onunla nasıl
bağdaĢtırabilirdim ki? Bu olaylarla da iliĢkisi
olabileceğini hiç düĢünemezdim."
Nejat çok sinirlenmiĢti. Ama beĢ yıldır hasret
kaldığı bu insanları ilk geceden kızdırmak veya
üzmek istemiyordu. Hepsinin bu konuda kendisi
kadar üzgün ve iyi niyetli olduğunu biliyordu.
Biraz sakinleĢtikten sonra, "Neyse öbür gün
hemen giderim." Sabri beye döndü, "Siz hemen ç>^.
yarın adresi buldurabilir misiniz?"
"Tabii, hemen, sabah erkenden... "
Hiçbir söze karıĢmayan Leyla, "Abi bana biraz
Amerika'yı anlat! Kızları güzel mi?"
"Kızların, farkında değilim. Sen onlardan çok
güzelsin hayatım. Ama hâlâ niye evde
oturuyorsun?"
"AĢk olsun ilk geceden fazla mı geldim?"
Nejat kabak çiçeği dolması hariç, bütün
yemeklerden bol bol yedi. Sofradan kalkarken,
"Dünyanın en lezzetli
yemeği benim annemin mutfağında yapılıyor. Eline
sağlık anacığım.Ġzin verirseniz, odama
çıkacağım. Çok yorgunum," dedi. Oda kapısından
çıkarken döndü.
"Leyla, Esra beni iki yıldan fazla bir zamandır
aramadı. Sen görüĢüyor musun? Bugün de gözüm onu
aradı" diye sordu. Leyla, "Aman abi, o bir vahĢi
ile evlendi. Kıza hapis hayatı yaĢatıyor.
Hastalık derecesinde kıskanç... "
"Yazık, iyi bir kızdı." Nejat hemen sonra
merdivenlere doğru gitti. Gerçekten çok
yorgundu.
Bir duĢ alıp, yatağa uzandı. Aldığı bu son habere
sevinmeli miydi? Tam bilemiyordu. Aslında kesin
olarak öğrendiği tek Ģey, Hümeyra'nın yaĢıyor
olmasıydı. Gerçi o konudan hiçbir zaman endiĢe
duymamıĢtı. Onunla aynı dünyayı paylaĢtığını
biliyordu, hissediyordu. Bu haberin baĢka da bir
artısı olmamıĢtı. Yine de öbür gün sabah hemen
Ġzmir'e gidecekti. Bütün bu yorgunluğa rağmen
pek uyu-yamadı. Zaman zaman odada dolaĢtı.
Hümeyra ile yaĢadıklarını, hatta
yaĢayamadıklarını hayal etti.
Ertesi gün akĢama doğru, avukat Sabri beyin
kâtibi telefon ederek, büyük hanımın Hümeyra'ya
ve Melahat bacıya verdiği çiftliğin yerini, yani
tapudaki adresini bildirdi. Nejat adres elinde
dolaĢırken, zaman zaman ümitleniyor, zaman zaman
da, Hümeyra orada olmadıktan sonra, bu adresin
ne önemi var ki? diye düĢünüyordu. Ama
gitmeliydi. Bir yerden bir Ģekilde baĢlaması
gerekliydi. Böyle boĢlukta gibi, acılar içinde
yaĢayamazdı.
Bugün hava çok güzeldi. AkĢam yemeğini verandada
hazırlamıĢlardı... Kenan bey elinde rakı kadehi
ile oğluna yaklaĢtı, "Benimle bir iki kadeh içer
misin?"
"Hayır babacığım, teĢekkür ederim."
27
"Ben müsaade ediyorum. GeliĢini kutlayalım. Dün
yorgundun, teklif etmedim."
"Hayır baba! Konu o değil. Unuttun mu? Ben bir
doktorum. Hem de beyin cerrahı. Hem ben içkinin
neden içildiğini de anlamıĢ değilim. Ġnsan her
Ģeyini ayık kafa ile bilinçli bir Ģekilde
yaĢamalı. Ama size eĢlik etmek için bir kadeh
kırmızı Ģarap alabilirim," dedi. Aslında boğaza
karĢı bir kadeh kırmızı Ģarap iyi gelmiĢti.
Nejat'ı biraz daha iyimser yapmıĢ ve
dinlendirmiĢti.
Nejat babasının arabasında ilerlerken büyük
dikkat sarf ediyordu. Bir anda meydana gelen
talihsiz bir olay, kaç kiĢinin hayatını altüst
etmiĢti. Bu gidiĢ ile etmeye de devam edecekti.
Ġzmir'e saat beĢ sularında girdi. Gördüğü ilk
trafik polisine Narlıdere'yi sordu. Yol hiç
güzel değildi. Burası yeni imara açılmıĢ,
Ģantiye sahası gibiydi. Sokakların adları bile
karıĢıktı.
Arabasını kenarda bırakıp, enginar satan bir
adamın yanına yaklaĢtı. Elindeki adresi
gösterdi. Adam, "Bey bak Ģu inĢaatın arkasında
büyük yeĢillik bir saha var. Yüksek duvarları
olan yer. Kapıda da kocaman bir köpek vardır.
Sahibi gibi vahĢi bir köpek... Dikkatli olun!"
"Sahibi ġevket bey mi?" Ben, yaĢlı bir kadın ile
yanın-^^ da genç ve güzel bir kız olacaktı.
Onları arıyorum." *\^*
Adam Nejat'a dikkatlice baktı, "Haa Ģunlar mı?
O genç kadın kaçmıĢ. YaĢlı kadında iki kere nüzul
indirdi... Hemen o çiftliğin bitiĢiği. ġimdi
ġevket beyin kızı Hicran yanında kalıyor. Bir de
bakıcı tuttular. Niye ararsın bilemem ama pek bir
Ģey bulacağını zannetmem."
Nejat duyduklarına çok üzülmüĢtü. Ġçinden "Benim
tanıdığım Hümeyra, aklı baĢınd a bir kızdı.
Oradan kaçmak da ne demek oluyor?" diye söylendi.
Çiftliğin kapısından içeriye girer girmez,
köpekten ziyade bir ayıya benzeyen kocaman bir
hayvan, sesi çıktığı kadar havlamaya baĢladı.
Neyse ki bağlıydı. Köpeğin havlamasına on sekiz,
on dokuz yaĢlarında bir delikanlı koĢarak geldi.
"Kimi aradın abi?"
Nejat birkaç dakika tereddüt geçirdikten sonra,
"ġevket bey ile görüĢecektim," dedi. Genç, temiz
yüzlü bir çocuktu. "Buyur abi, kendisi
babamdır," dedi.
Nejat, yeni bitmiĢ geniĢ ve güzel bir evin
misafir odasına alındı. BeĢ dakika geçmeden,
uzun boylu, küçük simsiyah gözlü bir adam,
içeriye girdi."
"Beni arıyormuĢsunuz galiba."
"Evet, öyle sayılır. Aradığım Melahat hanım,"
biraz du-raladı. NiĢanlım diyecekti ama vaz
geçti. O zaman adamın doğru bilgi vermeyeceğini
düĢünmüĢtü. "Ve onun kızı."
. Adam kuĢkulu bir Ģekilde, "Haa, Ģu mesele. Ne
yapacaksın onları?"
"Çok eski dostumuzdur. YaĢım kadar. Bir
sorayım," dedim.
Adam yüzünü çarpıtarak güldü, "Melahat hanıma
bir sözüm yok. Belki duymuĢunuzdur. ġimdi hasta
ve konuĢamıyor."
"Evet enginar satan adam anlattı. Siz bir Ģey
söylüyordunuz."
"O kız, daha doğrusu kız falan değil. Anasının
kızı yanında piçi ile dolaĢıyordu. Bu muhitte
hepimizin yüzünü yere getirdi."
Nejat yerinden kalkacak gibi bir hareket yaptı,
adamın tam burnuna bir yumruk indirmek çok
yzevkli olurdu diye düĢündü. Sonra sessizce
oturdu. Bir hata yapmamalıydı.
"Bir çocuk mu vardı?"
"Evet cılız bir erkek çocuk. Buraya geldikten
epeyce sonra doğurdu. Güya bir üsteğmen ile
evliymiĢ de, adam talim sırasında Ģehit olmuĢ
falan feĢmekân, yersen yani."
Nejat'ın elleri titremeye baĢlamıĢtı. Adam devam
ediyordu, "Bence o çocuk piçti. Buraya
saklanmaya gelmiĢlerdi." Nejat iyice
sinirlenmiĢti. Adama da ters çıkmak istemiyordu.
Çünkü Melahat bacı onlara muhtaçtı. Bu durumda
Nejat'ın da yapacağı fazla bir Ģey yoktu. Sert
bir Ģekilde, "Sonra?" diye sordu.
"Sonrası malûm, alıĢmıĢ kudurmuĢtan beterdir.
BaĢladı bana kuyruk sallamaya. En
yakınında ben vardım. Eh Allah için, göze çarpan
da bir erkeğim. Param pulum da yerinde."
Nejat yine yerinden kalktı. Sonra tekrar "Ya
sabır" diyerek oturdu. Adam devam ediyordu.
"Kız, Allah için iyi bir parçaydı. Ama ben evli
barklı bir insanım. Sonra bize sığınmıĢ iki eksik
etek, erkeklik ölmedi ya? Anlayacağın karıyı
memnun edemedim. O da bana düĢman oldu. Her
hareketim battı. Hakkımda bir sürü yalan
uydurmaya ve iftira atmaya baĢladı. Sonra burada
at oynatamayacağını anlayınca bir gün piçini de
alıp kaçtı."
"Nereye, nasıl gittiğinden haberiniz var mı?"
"Bizim çiftlikte tütün toplayan genç bir kadın
onu Basmahane garında trene binerken görmüĢ. Ona
göre Ankara'ya giden bir trenmiĢ. BaĢka da bir
bilgi edinemedik. Edinmek de istemem. Yüzünü
Ģeytan görsün."
"Melahat teyzeyi görebilir miyim?"
"Bir çayımızı içseydin, sonra görürdün."
"Hayır acelem var. Dönmem ge^^"
Adam sıtma görmemiĢ sesi ^^bağırdı, "Turan! Beyi
Melahat hanıma götür."
Melahat bacı bir divanda, üzerinde beyaz bir
çarĢaf yatıyordu. Ev bakımlı ve temizdi. Galiba
maddi sıkıntısı yoktu. Bakıcı kız Melahat
bacının yanına yaklaĢtı, "Bak! Bir misafirin
var," dedi. Melahat bacı baĢını zorla çevirdi.
Vücudunun her tarafı titriyordu
Nejat'ı görünce, bir Ģeyler yapmak için
çabalama-ya baĢladı. Ama nafile. Gözlerinden
yaĢlar akıyordu. Titremesi iyice artmıĢtı. Sanki
Ģehir cereyanına tutulmuĢ gibiydi. Nejat'ın da
gözleri yaĢla dolmuĢtu. Bu gördüğü o güçlü kadın
mıydı? Koca konağı yöneten, dimdik ayakta
dolaĢan kadın. Nejat içinden Allah'ım insanları
neden böyle harabeye çeviriyorsun? Bunun baĢka
bir Ģekli yok mu? diye geçirdi.
"Nasılsın Melahat teyze?"
Melahat bacı sadece titriyor ve ağlıyordu.
Nejat, "Hümeyra nereye gitti?"
Melahat bacı daha çok ağlamaya baĢladı. Kendisi
ile beraber üzerinde yattığı somya da titremeye
baĢlamıĢtı. Bakıcı yaklaĢtı, "Bey, fazla
yormayın. Hiç konuĢamıyor. Hele Hümeyra hanımın
lafı açılınca çok kötü oluyor ve günlerce kendine
gelemiyor. Zaten onun gidiĢinden sonra arka
arkaya iki inme indi ve bu hale geldi."
Nejat ayağa kalktı, "Peki sizin Hümeyra hakkında
hiçbir fikriniz yok mu?"
"Hayır! Sadece Basmahane garında, Ankara
treninde görmüĢler güya."
Nejat tekrar Melahat bacıya döndü, "Bir müddet
sonra seni gelip alacağım. Belki tedavi
edebilirim Bici. Sen ilaçlarını iç. Ve üzülme!
Hümeyra madem ki bu dünya yüzünde, onu bulacağım.
Korkma!"
Artık karanlık iyice bastırmıĢtı. Nejat
Ankara'ya hemen mi gitmeliydi? Yoksa yarını
beklemeli miydi? Uzun
277
süre düĢündü. Geçirdiği kaza büyük acıların
yaĢanmasına sebep olmuĢtu. Dinlenmesi çok daha
mantıklıydı. Sonra iyi bir otelde bir gece
sabahlayıp, erkenden yola çıkmaya karar verdi.
Konak meydanına geldi. O zamanın ünlü
otellerinden Ankara Palasa girdi. Denize karĢı
bir oda tuttu. Önce bir banyo alıp, restorana
indi. Odasına hemen uyumak niyeti ile çıkmıĢtı
ama dolaĢıp duruyordu. Adamın sözleri balyoz
gibi kafasına vuruyordu. Sonra yatağına uzandı.
Çok kızgındı. Bir o kadar da yorgun, yarı geceden
sonra sızmıĢtı... Aslında Ankara'da Hümeyra'yı
nerede, nasıl arayacağını da bilmiyordu. Bütün
ümidi, Hümeyra'nın amcasının oğlu Suat'ı
bulmaktı. Suat'ın Hümeyra'ya olan sevgisini ve
bağlılığını biliyordu. Hümeyra, belki onunla bir
iliĢki kurmuĢ olabilirdi.
Suat'ın kendisinde eski bir telefonu vardı. Ama
hem yanında değildi, hem de telefon numaralarına
birer rakam daha eklenmiĢ ve bazı semflerinki
değiĢikliğe uğramıĢtı. Henüz ortalık aydınlıktı
ama akĢam da fazla uzak değildi. Acele ile
Ulus'taki büyük postaneye girdi. Ankara telefon
rehberini aldı. Suat ismi ne kadar da çoktu!
Neyse ki Suat Sertoğlu sadece iki taneydi.
Bankodaki memura yaklaĢıp, derdini anlattı.
Memur telefonu önüne uzattı, "Al bakalım. Fazla
uzun konuĢma!" dedi.
îlk numara yabancı birine aitti. Ġkincide bir
kad^Ççık-tı. Biraz kaba ve sert bir ses tonu ile,
"Suaat!" diy^ağırdı. Bir dakika
sonra Suat'ın yumuĢak sesi duyuldu, "Aloo ben
Nejat, Ayvalık'tan."
ıktın? A
nu duymuĢtum. Ne zaman döndün?" "Nereden
duymuĢtun Suat?"
"Ooo, arkadaĢım, nereden çıktın? Amerika'da
olduğu
ün?"
"Birkaç ay evvel, Hayal'in kocasının bir
arkadaĢı söylemiĢ. Tıbbı beraber okumuĢsunuz."
Bankodaki memur dik dik bakmaya baĢlamıĢtı.
Nejat hemen toparlamaya çalıĢtı, "Suat bu akĢam
görüĢebilir miyiz?"
"Kalmayacak mısın?"
"Hayır. Sen bir yer söyle! Orada buluĢalım."
"Tamam, Kızılay'da YVasington Restorant'da.
Saat sekizde orada olalım."
vVasington Restorant bayağı lüks bir yerdi.
Ġçinde Ankara'nın kalburüstü takımı vardı.
Bunların çoğu meclis erkânı idi. Ama hepsinin
yüzünde sıkıntı vardı. Siyasi hayat çok
gergindi. Demokrat Parti, ilk dört senedeki
baĢarıyı gösterememiĢ, büyük bir oy kaybına
uğramıĢ, halk cephelere bölünmüĢtü. Herkesin
yüzünde endiĢe ve korku vardı. Gençler
sokaklardaydı. Ayrıca bir askeri darbe korkusu
yaĢanıyordu. Ama Nejat'ın kendi sıkıntısı her
Ģeyin önüne geçmiĢti. O sevimsiz ve küstah adamın
sözleri, beynini oyuyordu. Ġnanmasa da, asla
olmaz dese de, içine kurtlar düĢmüĢtü. Bu Ģekilde
kuĢku duymaksa insanı çok periĢan ediyordu.
Zaman zaman duyduğu kuĢkudan dolayı suçluluk
duyuyor, Hümeyra'ya karĢı büyük bir haksızlık
ettiğini düĢünüyordu.
KapıdakarĢılayan Ģıkgiyimligarson,
"Rezervasyonunuz var mı?" diye soru.
"Hayır, ama sadece iki kiĢiyiz. Burada
buluĢacaktık. Lütfen bir yer ayarlayın!" diyerek
adamın elin^yüklüce bir bahĢiĢ bıraktı. Garson,
"Tamam abi, buralı olmadığınız belli. Yoksa
VVasington'a rezervasyonsuz gelinemeyeceğini
bilirdiniz. Size bir yer ayarlayayım."
Nejat koltuğuna yerleĢmiĢti ki, Suat'ta kapıdan
girdi Birkaç hoĢbeĢten sonra,
Nejat artık dayanamadı, sordu: "Hümeyra'dan
haberin var mı?" Suat birden duraladı. Yüzünde
tuhaf bir ifade vardı. Nejat korkmuĢtu, "Suat ne
var? Hümeyra'nın baĢına bir Ģey mi geldi?"
"Bilmiyorum."
"Peki bu endiĢeli yüz neden?
"Suçluluk duygusundan, vicdan azabından. Bundan
beĢ altı ay önce, saat altı sularında eve bir
telefon geldi. Telefonu Semiha açıp bana uzattı.
Ahizeyi aldığımda ĢaĢkınlıktan dilimi
yutacaktım. KarĢımdaki beĢ yıldır tek bir haber
alamadığımız Hümeyra'ydı. Ankara'da olduğunu,
Gençlik Parkı'ndaki havuzun kenarındaki Güney
Çay Bahçesinde oturduğunu, mümkünse birkaç gün
misafirim olmak istediğini bildirdi. Çok
sevinmiĢtim. "Hemen geliyorum, Hümeyra," dedim.
Karım ayağa kalktı ve önüme dikildi. "Kim aradı
Suat?" diye sordu. Ben sevinç içinde, "Kuzenim
Hümeyra," dedim. "Nereye
gidiyorsun? Burası benim de evim. Bana sormadan
kimseyi eve getiremezsin. Evinden kaçan, kaç
yıldır ne herze yediğini bilmediğimiz, genç bir
kadını eve alamam. Sana da izin vermem," dedi.
Aslında derdinin bu olmadığım biliyordum. Geveze
Hayal, benim gençliğimde Hümeyra'ya âĢık
olduğumu, onun bana yüz vermediğini anlatmıĢ. Bu
durumda kendisi ikinci tercih oluyor. Bu da
kadınların asla affedemeyeceği bir durum. Hele
benimkinin asla! Bu yüzden Hümeyra'ya karĢı
müthiĢ bir kin duyuyordu. Büyük bir kavga
baĢladı. O kadar büyüdü ki, beni çocukları alıp,
evden gitmekle tehdit etti. Yine de kapıya doğru
yürüdüm. Semiha bir anda yere yığıldı, nefes
alamıyordu. Çocuklar ağlamaya baĢladı. Ne
yapacağımı ĢaĢırmıĢtım. Arabaya atıp, Numune
Hastanesine götürdJümrT Üç çocuğu alt kattaki
komĢuya bırakarak... Hastanede gözlerini
açtığında
saat on buçuk falandı. Onu eve bırakıp, Gençlik
Parkına koĢtum. Eve getiremeyeceğim kesindi.
Annem de Hayal'in yanında Fransa'daydı. En
azından ne durumda olduğunu öğrenip, bir otele
yerleĢtirebilirdim. Sonra da hayatına bir yön
vermesinde yardımcı olabilirdim."
Nejat hırsla, "Yapabilirdim, olabilirdi yi
bırak. Bu dirayeti gösterememiĢsin. OlmamıĢ
iĢte. Sonra ne oldu?"
"Ġki üç ay sonra Maltepe pazarında elinde dolu
bir file ile Hümeyra'yı karĢımda gördüm. Belki
biliyorsundur ben de
Bahçelievler'de oturuyorum. Genellikle Maltepe
pazarına gideriz. Bu bir mucize idi. Hemen yanına
koĢtum, "Hümeyra! Seni gökte ararken yerde
buldum. Çok özür dilerim," diyerek o gece
yaĢananları anlattım. Tabii karımın kendisine
karĢı çıkmasından hiç bahsetmedim. Hümeyra çok
kibar ve anlayıĢlı bir kızdır, bilirsin.
Hemen sözümü kesti, ben zaten bir arkadaĢımın
çağrısı üzerine Ankara'ya gelmiĢtim. ÇalıĢmak
istiyordum. Seni görmek, ailemden ve... dedi
durakladı. Galiba seni soracaktı. Vazgeçti, yani
hepinizden haber almak istiyordum. ġimdi
rahatım. Lütfen babama ve Faruk'a hatta hiç
kimseye benden bahsetme'. Sana güvendiğim için
aradım. Sana çalıĢtığım yerin telefonunu
vereyim. Ama sık sık arama ve sakın gelme'. Biraz
tutucu bir yer. Bir genç erkeğin misafi- Çj* rim
olmasını istemezler. HoĢça kal Suat abi,
dedi ve acele
• 4/'
ile uzaklaĢtı. Arkasından öylece baktım. KarĢı
tarafa geçmiĢti. Anıt Kabir'e doğru yürüyordu.
Ani bir kararla ^h£zra koĢup, takip etmeye
baĢladım. Gençlik Caddesinde Anıt Kabir'e bakan
güzel bir eve girdi. Oradan ileriye gidemedim
tabii."
Nejat yerinden fırladı, "Nihayet! Nihayet!
Buldum onu, hadi kalk o eve gidelim, hemen
gidelim," diye çığlık atıyordu. Yüzleri asık
meclis üyel^^ ve Ankara'nın kalan-
torları Nejat'ı ĢaĢkın bakıĢlarla süzüyorlardı.
BitiĢik masada oturan genç bir
kadın gülerek, "Niye bu kadar sevindi ki? Ondan
önce ArĢimet bulmuĢtu zaten," dedi. Hepsi birden
gülüĢtüler.
Nejat bunları fark edecek durumda değildi. Fark
etse de aldıracak durumda değildi. Suat
ceketinin eteğini tutarak onu oturtmaya çalıĢtı.
"Otur Nejat! O eve gitmenin hiçbir faydası yok.
Oradan da gitmiĢ. Evdeki yaĢlı kadın küstah ve
terbiyesiz... Sana hiçbir bilgi de veremez. Zira
ben gittim, sinirlerim bozuldu, geri döndüm."
"Ne açıdan?"
"Kadın saçma sapan laflar etti."
Suat bu gidiĢi önleyemeyeceğini anlamıĢtı. Acele
ile garsonu çağırıp, hesabı istedi. Garson el
değmemiĢ tabaklara bakarak, "Beğenmediniz mi
efendim?" diye sordu.
"Hayır! Hayır! Acele kalkmamız gerekti de."
BitiĢik masadaki genç kadın, nedense Nejat'larla
pek ilgiliydi. ArkadaĢının kulağına eğilip,
"ArĢimet gidiyor," dedi. Daha yaĢlısı Nejat'ın
yüzüne dikkatle baktı, "Süheyla, bu geçen gün
Hürriyet gazetesinde resmi çıkan doktor değil
mi? Türk bayrağını Amerika'daki üniversitenin
çatısına astıran genç... "
ġu ana kadar espri ile karıĢık dalga geçen genç
kız^a-' dileĢti, "Neden daha evvel fark etmedin
ki?"
"Ne yapacaktın?"
Genç kız biraz durdu, "Çok yakıĢıklıydı, değil
mi ha-
dı, d
Maltepe Nokta durağından sola doğru
döndüler.
lacığım?'Medi.
Oldukça dik bir sokaktan Gençlik Caddesine
çıktılar. Sağa dönüp, üç dört ev geçtikten sonra,
bahçe içinde, mermer
kaplı güzelce bir evin önünde durdular. Suat çok
isteksiz bir Ģekilde kapıyı çaldı. Bir müddet
sonra yüzü çilli genç bir kız kapıyı açtı,
"Buyurun, kimi aramıĢtınız?"
"Evin hanımı ile görüĢecektik."
Yüzü çilli kız dikkatle baktı, "Kim diyeyim?"
"Bu evde çalıĢan Hümeyra hanımın yeğenleri,
deyin."
Uzun bir beklemeden sonra kız tekrar göründü.
Asık bir surat ile, "Buyurun balkonda oturun,
Ģimdi hanımefendi inecek," dedi.
Hemen akabinde uzun boylu, kilolu, geniĢ omuzlu,
çirkin ve çok sert görünüĢlü bir kadın balkona
gelmiĢti. Merhaba bile demeden, "Kızı defettim
ama yeğenim diyen buraya geliyor. Bu kadar sahibi
vardı da niye ortaya salmıĢtınız?"
Hem Nejat hem de Suat kadını dövmemek için
diĢlerini ve yumruklarını sıkıyorlardı. Suat,
"Hanımefendi, Nejat Amerika'daydı. Bütün bu
yaĢananlardan haberi yok. Ben anlatmaya çalıĢtım
ama bizzat duymak istedi. Belki bir ipucu yakalar
Hümeyra hanımı buluruz diye."
Kadın kahkaha ile güldü, "Allah hanım eylesin."
Nejat artık dayanamadı. Ayağa kalıp, kadının
önünde durdu, "Bakın sabrımı taĢırmayın!
Hümeyra'nın sizden çok daha değerli bir
hanımefendi olduğu kesin. Ama hayat bazen
acımasız oluyor. Dadılar ve hizmetçilerle
büyüyen kız sizin gibi birine muhtaç olabiliyor.
Size birkaç soru soracağım. Sorularıma doğru ve
edepli bir Ģekilde cevap
dan b
verirseniz, elimden bir kaza çıkmadan buradan
çıkabili rim," dedi.
"Ne öğrenmek istiyorsunuz?" "Hümeyra senin evine
nasıl geldi?"
"Bir öğlenden sonra Gençlik Parkı'ndaki Güney
Çay Bahçesine gitmiĢtik. Geç vakte kadar
oturduk. Neredeyse bahçe boĢalmıĢtı. Kenarda bir
masada genç bir kadın dört beĢ yaĢlarında bir
çocuğa sarılmıĢ ağlıyordu. Yanına yaklaĢtım,
niye ağladığını sordum. Bir iĢ için anlaĢmıĢ,
Ankara'ya gelmiĢtim. Bu saate kadar bekledim,
kimse gelmedi. Kimseyi de tanımıyorum,
dedi.
"Ne iĢ yaparsın?" diye sordum, "Her iĢi yapmaya
hazırım, çocuğuma ve bana baĢımı sokacak bir yer
gerek" dedi. Eli yüzü temiz bir kızdı ve benim
de hizmetçim yeni çıkmıĢtı."
Nejat, "Peki sonra?" diye atıldı.
"Aldım, eve getirdim. Eli yüzü temiz bir kızdı.
Nereden bilirim ki?"
"Neyi ?"
"Önceleri gayet iyiydi. ĠĢi ile gücü ile
meĢguldü." "Sonra?"
"Sonra Engine asılmaya baĢladı." "Engin kim?"
"Benim yüksek mühendis oğlum. Hem öyle ufak tefek
fingirdeseler, neyse. Eve gelin olmaya
niyetlendi. Ben de hemen kovdum."
"Peki nereye gittiğini biliyor musun?"
"Nereye giderse gitsin! Ne bileyim? Merak
etme-
Tam a sırada bahçe kapısından genç bir adam
girdi. Yalpalayarak yürüyordu. Kendinden evvel
içki kokusu gelmiĢti. Kadın acele ile, "Hadi
çabuk defolun evimden. Oğlum geldi. Onun yanında
da bu tip sözler sarf ederseniz, sizi evden sağ
çıkarmaz," decd^Nejat oğlum dediği ay-
dim, canı cehenneme kaltağın" Kadının gözlerinin
içine bakara sın! Söylediklerinin hiçbirine in
yaĢa bir daha baktı. Bahçede ancak iki adım
ilerleyebil-miĢti. "Bu mu?" diye dudağını
kıvırarak sordu. Ve ilave etti, "Eh böyle anaya
böyle oğul."
Nejat ve Suat bahçe kapısına giderken, gelen genç
hafif yana çekilip, yol vermek istedi. Neredeyse
düĢüyordu. Erik ağacının gövdesine zor tutunup,
birkaç kez sallandı.
Arabayı birkaç ev ileride park etmiĢlerdi.
BaĢları önlerinde yürürken, çilli kız
arkalarından koĢtu, "Abi! Abi ! Bir dakika. Siz
o cadının sözlerine bakmayın! Buradaki komĢular
o kızın, yani sizin sorduğunuz kızın, çok hanım,
çok kibar bir kız olduğunu söylüyorlar. Bu
çalıĢtırdığı bütün iĢçilere bir kulp takar
parasını vermeden kovarmıĢ.
Ne kendi, ne oğlu beĢ para etmez. Ne yapalım
mecburiyetten çalıĢıyoruz iĢte. O kızı
bulursanız sakın kızmayın!"
Nejat tuhaf bir rahatlama duymuĢtu. Hümeyra
hakkında ilk defa bir iki iyi söz duymuĢtu.
Ġçinde yanan alevin yanında bir de sızı duymaya
baĢlamıĢtı. Bu çok derinde ve çok acı vericiydi.
Benim SarmaĢık Gülüm, ne hallere düĢmüĢ. Bunun
sebebi istemeden de olsa benim diye düĢündü. Ne
yazık ki Hümeyra'yı bulma konusunda yine
baĢladığı yere dönmüĢtü. Çilli kız tekrar
koĢarak geldi, "Haa, ben size baĢka bir Ģey
söyleyecektim. BitiĢikte yüzbaĢılar otu-
ruyordu. Onun hanımı Hümeyra'nın Ġstanbul'a
gidip, ora/^l
da bir iĢ bulmalıyım dediğini anlatmıĢtı."
Nejat hemen heyecanlandı, "O hanım nerede
görüĢebilir miyiz?"
"Geçen Ağustos'ta Ģarka tayin oldular. ,f(c)ten
fazlada bir Ģey bilmiyordu. Allah yardımcınız
olsun!"
Nejat elini cebine attı. Bir onluk banknotu kıza
uzattı.
Kız elini yanacakmıĢ gibi geri çekti.
"Ben sadece size yardımcı olmak istedim. Bir Ģey
istemem," diyerek hızla uzaklaĢtı.
Suat direksiyona, Nejat da yanına oturdu. Hiç
konuĢmuyorlardı. Suat, "Nejat geç oldu. Bir Ģey
de yeme-din. Hadi bize gidelim. Bu geceyi bizde
geçir," dedi. Nejat, "Biliyor musun? En son
geleceğim yer sizin ev olabilir. Eğer karın biraz
daha insani
duygulara sahip olsaydı, bugün Hümeyra'nm nerede
olduğunu, ne yaptığını bilirdik."
Suat, "Haklısın ama ne yapabilirdim ki? Biri
dört, biri iki yaĢında iki çocukla ayrılsa
mıydım?"
Nejat, "Tabii ki hayır... Ama bir Ģekilde
Hümeyra'ya ulaĢmalıydın."
"Nasıl?"
"Hiçbir Ģey yapamazsan bir arkadaĢına telefon
edip, Hümeyra'yı alıp bir otele yerleĢtirmesini
söyleyebilirdin."
Suat öyle bir ĢaĢırmıĢtı ki, "Evet! Evet
olabilirdi. Ama o anda hiçbir Ģey düĢünemedim.
Nasıl bu kadar aptalca davrandım. Özür dilerim.
Çok özür dilerim. Hep gidebilirim, yetiĢebilirim
zannettim."
Nejat, "Neyse, beni doğru dürüst bir otele bırak!
Dinlenmeden yola çıkmak istemiyorum," dedi.
Otel, Ulus'tan havaalanına giderken hemen
sağday-
yodan baĢka bir Ģey istemiyordu. Kafası
meĢguldü. Gönlü yaralı ve kırıktı. Odanın
daracık balkonuna çıktı. Yan taraftan ana cadde
görünüyordu. Gürültüden baĢka hiçbir Ģey yoktu.
Ankara belki on, on beĢ yıl sonra güzel bir Ģehir
olacaktı. Planlıydı. Caddeleri geniĢtirJ^^azık
ki, ye-
bir, "baĢladığım yerdeyim" deyip duruyordu.
Sonra birden yüzünde bir tebessüm belirdi.
"Hayır! Hayır! Hiç de baĢ-
dı. Yeni yapılmıĢtı. Nejat temiz bir
Ģili ve mavisi olmayan bir yerdi.
ladığım yerde değilim. YaĢadığını biliyorum.
Ġstanbul'da olduğunu biliyorum. Tüm dünyada
aramaktansa sadece Ġstanbul'da aramak çok daha
iyi" dedi. Yine yüzü asıldı, "Ġstanbul'da aramak
mı? Bunun nesi iyi? Sadece bedenlerin değil,
ruhların da kaybolmaya baĢladığı Ġstanbul'da
birini bulmak! Hiçbir ipucuna ve hiçbir fikre
sahip olmadan... Milli piyangodan büyük ikramiye
çıkması çok daha olası" diye düĢündü. BaĢını
balkonun demirlerine dayadı. Kana kana, doya
doya ağladı. Nasılsa onu görecek veya tanıyacak
bir kimse yoktu...
Sabah erkenden bir iki çay içerek yola
koyuldu.Türki-ye'nin baĢ Ģehri Ankara ile,
dünyaca ünlü Ġstanbul'u bağlayan yolun uzunluğu
dört yüz elli veya beĢ yüz kilometre olmasına
rağmen, yedi sekiz saatten evvel gidilemiyordu.
O Kargasekmezi ve Bolu dağını geçmek ise
cambazlık isteyen bir iĢti. Kamyonların kendi
Ģeritlerinden gitmemeleri, yolun yerleĢim
merkezlerinden geçmesi, iĢi daha da
zor-laĢtırıyordu. Bunlar önemli değildi. Bir an
evvel Ġstanbul'a varmalıydı. Kim bilir? Belki
kader onu hemen karĢısına çıkaracaktı.
Bir aylık bir izni vardı. Çok çabuk bitti. Bu bir
ay ĠçĠ"- o de Ġstanbul'un her semtini dolaĢmaya
çalıĢmıĢ, bir iki genç kadını Hümeyra diye
yakalamıĢ, bazısından azar, bazısından hakaret
iĢitmiĢti. Ne yazık ki her günün arkasından
omuzları çökük, baĢı önünde eve girmiĢti. O gün
Çapa'da ilk günüydü. Özenle giyindi. Babasının
arabasına
atladı. Kenan bey yakında oğluna, beğendiği bir
ara-
<5"
bayı alacaktı. Tabii Nejat araba seçmek için bir
zaman ayırabilirse...
Çapa Tıp Fakültesi Hastanesinde çok büyük bir
tezahüratla karĢılanmıĢtı. En değerli hocalar,
"hoĢ geldin" diyerek elini sıkmıĢ, onunla gurur
duyduklarını bildirmiĢlerdi. Dekan elini
Nejat'ın omzuna koyarak, "Ben yaĢlıyım YakıĢıklı
Türk, hastanene müdürümüz sana çevreyi tanıtsın.
Sonra size katılacağım. Burada Nöroloji
servisini tam anlamı ile sen kuracaksın. Bunun
için dıĢarıdan baĢarılı bir doktoru da kadromuza
aldık."
Nejat bu labirent gibi hastane binasından pek
hoĢlanmamıĢtı. Ama memleketinin imkânları
buydu. Bunları daha iyi hale getirmek de kendi
neslinin görevi olmalıydı. Dekan ona YakıĢıklı
Türk diye hitap etmiĢti. Bu ne büyük tesadüftü
böyle. Ġhtisas diplomasına YakıĢıklı Türk diye
yazmıĢ olamazlardı ya. Tam o sırada karĢıdan iki
genç hemĢire geliyordu. Nejat bir an duraladı.
YeĢil gözlü, saçlarını baĢında topuz yapmıĢ
hemĢireye dikkatle bakıyordu. Hastane müdürü de
ĢaĢırmıĢtı, "Doktor bey hemĢirelerle bu kadar
açıktan açığa ilgilenmeyin. Biliyorsunuz
yasaktır."
Nejat onu duymuyordu. Kız yaklaĢınca Nejat üzgün
bir tavırla döndü. "O değilmiĢ" dedi.
Amerika'ya ilk gittiği günlerde de, birçok
insanı benzetmiĢ, her seferinde büyük bir
hayal kırıklığına uğramıĢtı. Ġçinden yine
baĢladım diye düĢündü. Tekrar dekanın makamına
döndüklerine, dekanın karĢısında genç bir kadını
otururken buldular. Arkası dönüktü. Saçlarını
büyük bir örgü yapıp baĢında dolayarak
toplamıĢtı. Üzerinde yarım kollu lacivert keten
bir döpiyes vardı. Dekan, "Gel bakalım medarı
iftiharımız, seni yardımcın ile tanıĢtırayım."
Nejat dekanın masasına doğru ilerlerken, genç
kız birden ayağa kalkıp, Nejat'a doğru döndü.
"Sürpriz, YakıĢıklı Türk!"
Nejat öylece kalakalmıĢtı. Sevinmeli miydi,
üzülmeli miydi; kestiremiyordu.
"Sen ha Rebeca! Burada ne arıyorsun?"
Rebeca gülerek Nejat'a doğru ilerledi.
Kucaklamak istiyordu. Nejat'ı çok özlemiĢti.
Buraya gelir gelmez hastaneye koĢmuĢ, Nejat'ı
bulamayınca da çok üzülmüĢtü. Nejat elini
uzatınca, Rebeca biraz bozulur gibi oldu. Kısık
bir sesle ve Ġngilizce, "Daha sıcak bir karĢılama
isterdim," dedi.
Nejat ile Rebeca yan yana olan odalarına doğru
yürürken Rebeca, "Nejat, geliĢim seni rahatsız
mı etti?" diye sordu.
"Hayır, hayır! Ama hocalarımızın ve de
personelin yanında daima ölçülü hareket etmemiz
gerekir. Bizim ananelerimiz bunu icap ettirir,"
dedi. Ve devam etti, "Sana bir Ģey sorabilir
miyim? Yani cevabını samimiyetle vermen gereken
bir soru."
Rebeca'nın gözlerinden bir endiĢe bulutu geçti.
Sonra baĢını kaldırarak, "Sor tabii.
Bilirsin ben açık sözlü, açık yürekli bir
kadınım."
"Buraya neden geldin? Gayen ne?"
Rebeca yine tereddüt geçirdi, "Senin yakınında
olmak istedim. Birini delice sevdiğini, onu
arayacağını biliyorum. Ama Ģayet bulamazsan -ki
böyle bir Ģeyi temenni ettiğimi zannetme! - belki
bir Ģansım olabilir diye düĢünüyo-. o rum. Ayrıca
seni tanıdıktan sonra Türkiye'yi de merak etmeye
baĢlamıĢtım. Ġstediğimi yapmak için de hiçbir
engelim yok. Ben her açıdan özgür ve bir bağı
olmay^pinsa-nım. ġimdi ben sana bir soru
sorayım, geliĢimden rahatsız mı oldun? Az da olsa
memnun olmanı beklerdim."
Nejat, "Ben de gerçeği söyleyeyim. Bilemiyorum.
Her iki sorunun da cevabını net olarak
bilemiyorum. Eğer senin için bir anlamı varsa,
Ģunu da ilave etmek isterim.
<5"
Benim böyle bir bağlılığım olmasa idi seni
yanımda görmek beni mutlu ederdi."
Rebeca'nm yüzünü mutluluk kaplamıĢtı, "TeĢekkür
ederim, Ģimdilik bu bana yeter," dedi. "Her
ikimize de baĢarılı çalıĢmalar diliyorum.
Nejat ayağa kalkarak, "Ben de! Hadi bakalım iĢ
baĢı, bu kadar sohbet yeter. Yanımda çalıĢtığını
unutmamalısın! ÇalıĢma konusunda fikirlerimi
bilirsin," dedi. Sonra gülerek, "Aa Ģimdi bir
iĢim daha var. Sana Ġstanbul'u gezdirmek. Bu
akĢamdan baĢlayabiliriz. Önce benim ailemle
tanıĢ. Bu akĢam yemeğini bizde yiyelim."
Rebeca çok mutlu görünüyordu, "Memnuniyetle,"
dedi.
Nejat'ın ailesi, Rebeca'yı karĢılarında görünce
çok ĢaĢırdılar. Sanki ikinci bir Hümeyra
gelmiĢti. Kenan bey biraz buruldu. Leyla ile
Sevgi hanım ise ĢaĢkındı. Verandada denize
karĢı, zengin bir sofranın çevresinde
Ģaraplarını yudumlayan aile fertleri, hem
Nejat'ı hem Rebeca'yı incelemekle meĢgul idiler.
Radyo da Müzeyyen Senar'ın konseri vardı. Nejat
dalmıĢ, onu dinliyordu. Rebeca boğazın muhteĢem
manzarası, evin ve ailenin güzelliği karĢısında
ĢaĢkına dönmüĢtü. Ġçinden bu nasıl bir çocuk?
Böyle bir ailenin çocuğu olduğu, böyle bir evde
yaĢadığı hiçbir halinden belli değildi. Her
konuda mütevazı ve mükemmel diye * düĢünüyordu.
nser
n kon
mıĢ, çok eskilere gitmiĢti. Müzeyyen Senar
"Kırmızı gülün âli var" Ģarkısını okuyordu.
Nejat kendi mezuniyet gecesini hatırladı.
Yarabbi, benim SarmaĢık Gülüm ne kadar da
güzeldi. Henüz gonca bir gül, hayır, hayır,
tomurcuk beyaz bir gül gibiydi. Titreyerek
bu Ģarkıyı okumuĢtu... Salondaki
Ģünüyordu.
Nejat ise tamamen Müzeyyen Senar'ın konserine
dal-
alkıĢ sesleri kulaklarındaydı. Gözleri dolu
doluydu. Birden ayağa kalkıp, banyoya gitti.
Elini yüzünü yıkadı. ġimdi de "Dönülmez akĢamın
ufkundayım, vakit çok geç" Ģarkısını
söylüyordu. Nejat alafranga tuvaletin üzerine
oturup, lavabonun kenarına kollarını koydu.
BaĢını da kollarının üzerine... Hayatının bomboĢ
olduğunu, bütün çabaların ve baĢarıların hiçbir
Ģey ifade etmediğini düĢünüyordu. Amaca
ulaĢılmadıktan sonra araçların veya teferruatın
ne önemi vardı? Onun yedi yaĢından beri tek amacı
vardı. KomĢunun pembe topuklu, çimen gözlü kızı
ile evlenmek. Doktor olmak, baĢarılı olmak;
bunların hepsi çimen gözlü kız için değil miydi?
Bu kadar çaba hiçbir Ģeye yaramamıĢtı. Nejat
burada ne kadar oturdu? Bilemiyordu. Kenan bey
kapıyı vuruyordu, "Nejat, iyi misin? Oğlum,
misafirini yalnız bıraktın. Ayıp oluyor."
Nejat lavaboya dayanarak kalkıp, yüzünü yıkadı
ve banyonun kapısını açıp çıktı.
"Hayır baba, iyi değilim. Hem de hiç iyi
değilim."
Tuhaftı ama Kenan bey bu cevaptan bir rahatlık
duymuĢtu, "iyi" dedi. "Ben de zannettim ki aslını
bulamayınca kopyasını kabullendin."
"Asla baba, ömrümün sonuna kadar arayacağım!"
Nejat'a ve yardımcısı durumundaki Rebec Türk
basını çok ilgi gösteriyordu. Bazı ciddi
gazeteler Amerika'da gösterdiği baĢarı ve
özellikle Türk bayrağını üniversitenin çatısına
diktirmesi olayıyla, bazıları birçok ümitsiz
hastanın Ģimdiden ümidi olmasıyla, bazıları da
daha ziyade çok güzel bir kadın olan ve Nejat'a
ilgi duyduğunu
gizlemeyen Rebeca ile aralarındaki iliĢkinin
mahiyetiyle alakadardılar.
291
a
Nejat için zor günlerdi. ĠĢi çok fazlaydı. Yeni
bir bölüm kurmak, mevcut olmayan alet
edevatlarla, zor ameliyatlar gerçekleĢtirmek
gerekiyordu. Hasta sayısı çok fazlaydı.
Türkiye'nin her köĢesinden beyni ile sorunu olan
veya öyle zanneden birçok hasta, Amerika'dan
gelen genç doktora muayene olabilmek için
günlerce hastanenin banklarında uyuyorlardı.
Nejat ve Rebeca bütün güçleri ile çalıĢmalarına
rağmen bu tıkanıklığı önleyemiyorlardı. AkĢam
geç saatlere kadar hastanede kalıyorlardı. Bütün
bu yorgunluğa rağmen, Nejat Rebeca'yı gezdirmeye
çalıĢıyordu. Bu gezintilerin altındaki esas
gaye, belki bir gün, olmadık bir yerde Hümeyra'ya
rastlamaktı. Nejat bazen oturup, saatlerce
düĢünüyordu. Gazetelerde ismi, resmi çıkıyordu.
Hümeyra, nasıl bir yerde, ne durumdaydı ki
bunların hiçbirini görmüyordu? Görüyorsa niçin
aramıyor, niçin gelmiyordu?
Hastanedeki düzeni yerine oturttuktan hemen
sonra, rehabilitasyon merkezinin bölüm baĢkanı
Doktor Rıfat Akça ile görüĢmüĢ, Melahat bacının
durumunu anlatmıĢtı. Dr. Rıfat bey, emekliliği
yaklaĢmıĢ, tecrübeli bir doktordu.
"Nejat bey, hastayı buralara getirmek çok
riskli. Ġzmir Devlet Hastanesinde benim bir
öğrencim var. Çok baĢa^ı^ lıdır. Doktor Suphi
bey, bence ona götürmeli."
Nejat birden hatırladı, "Ben genç yaĢta bunadım
hocam. Dr. Suphi beyi çok iyi tanırım. Ben hayata
onun sayesinde döndüm... "
Nejat'ın Ģu sıralar hastaneden ayrılması
imkânsız gibiydi. "Avukat Sabri beye bu görevi
vermeliyim. Bana karĢı mahcup bir durumda. Seve
seve yapacaktır" diye karar verdi.
Gerçekten de avukat Sabri bey hemen kabul edip,
yola çıkmıĢtı. Zaten Ayvalık ile Ġzmir'in arası
en fazla yüz altmıĢ, yüz yetmiĢ kilometre idi.
Sabri bey sadece gidip, Melahat hanımı alıp,
hastaneye yerleĢtirmek ile kalmadı, hemen hemen
her haftasonu ziyaretine gidip, Nejat'a
hastalığın seyrini de bildirdi. BeĢ altı aylık
bir tedaviden sonra, Melahat bacı bazı gerekli
ihtiyaçlarını kendisi karĢılayacak duruma
gelmiĢti. KonuĢmanın dıĢında. Bir Ģeyler
söylemeye çalıĢıyor ama hiçbir kelimesi
anlaĢılamıyor-du. Okuma yazma bilmediği için,
yazarak anlatma Ģansına da sahip değildi. En
azından yaĢamına daha kolay devam edebiliyordu.
Türkiye'ye döneli bir yılı geçmiĢti. Çapa
Üniversitesi Tıp Bölümü, büyük bir seminere ev
sahipliği yapacaktı. Dünyanın dört bir
tarafından gelen nöroloji uzmanı doktorlar, yeni
tezlerini, yeni ilaçları ve ameliyat
yöntemlerini tartıĢacaktı. Bu organizasyonun
baĢında Nejat ve yardımcısı Rebeca vardı.
Hürriyet gazetesi bu konu ile ilgili geniĢ bir
haber yapmıĢ, Nejat ve Rebeca'nın resimlerini
yayımlayarak, seminerin yapılacağı Hilton oteli
büyük salonuna, bu konuyla ilgilenen
vatandaĢların da davetli olduğunu yazmıĢtı.
Üsküdar'ın Doğancılar semtinde, küçük bir bahçe
içindeki ahĢapları arasından ıĢık gözüken iki
katlı bir evin alt katında, genç bir anne ve altı
yaĢlarında çok zayıf, uzun boylu, yeĢil gözlü
altı yaĢlarında bir erkek çocuk, zeytin, peynir,
ekmekten oluĢan kahvaltılarını yeni
bitirmiĢlerdi. Genç kadının üzerinde soluk
renkli, yeĢilli bir entari vardı. Yanındaki
çocuğun baĢını okĢayarak, "ymut^sen Ģu sütünü
bitir. Ben Elmas nineye çorbasını yedirip,
ilacını vereyim," dedi.
<5"
"Peki anne. Anne ben ne zaman mektebe
baĢlayaca-gım?
Genç kadın köhne merdivenin basamağına attığı
ilk adımla kala kaldı. Bir müddet ne diyeceğini
bilemedi, "Biraz daha büyü ve geliĢ, sonra,"
dedi.
"Ama anne benden çok zayıf ve küçük çocuklar
mektebe gidiyor."
"Bu sonbahara düĢüneceğiz yavrum. Sen zaten çok
akıllısın. Okuyorsun. Hem de okula gidenlerden
daha iyi."
Çocuk bu cevabı nasıl algılayacağını pek
kestiremedi, "Yani okuyorum diye, mektebe
gitmeyecek miyim? Bak bu amca gibi doktor olmak
istiyorum," dedi.
"Hangi amca?"
"Sabah ekmek almıĢtım ya, bakkal Dursun elim
yanmasın diye ekmeği sarmıĢtı."
"Yavrum, Elmas nineye kahvaltısını yedireyim,
geliyorum. Sohbetimize devam ederiz,"dedi.
Üst katta iki küçük oda vardı. Genç kadın,
elindeki tepsi ile sağdaki odaya girdi. Temiz ama
eski bir yatakta, kanaviçe iĢli yastıkta yatan
Elmas nine, "Yine ne diyor ymut?" diye sordu.
Genç kadının gözleri dolu doluydu, "Aynı konu.
Mektebe gitmek istiyor. ġu kanunu bir
çıkar-salar da, çocuğa bir nüfus kâğıdı
çıkartıp, mektebe gön-
o
dersem... Yavrum geç kalıyor." Elmas nine de
üzülmüĢtü. Bu konu açıldığında hep üzülürdü,
"Allah Ģu baĢtakilere bir akıl verse de, koltuk
kavgasından vazgeçip, biraz milletin
ihtiyaçları ile uğraĢsalar. Ama vazgeçecekleri
yok."
Genç kadın ağlamaklı, "Evet iĢimiz olsa ile
bulsaya kaldı. Beklemekten baĢka çare yok."
Elmas nine bu evin sahibi idi. Bu eski evden
ve KurtuluĢ SavaĢında Ģehit düĢen altı aylık
üsteğmen ko
sından aldığı üç kuruĢluk Ģehit maaĢından baĢka
ne geliri, ne de kapısını çalacak bir yakını
yoktu. Bir gün elinde çocuğu ile çamurlara
bulanmıĢ bir genç kadın, kapısını çalıp kiralık
ev soruncaya kadar... Nine kadına ve çocuğa uzun
uzun baktı. Ne kadar temiz yüzlü insanlardı!
Yarabbi, ne kadar güzel bir kadındı! Bir an
düĢündü. Bunlardan
kira alma ihtimali çok azdı ama bu kadının ve bu
çocuğun çok zor durumda olduğu kesindi. Bu
güzellikte genç bir kadını Ġstanbul'da sokağa
salmak, cinayet iĢlemekten daha günah olmalı
diye düĢündü.
"Var kızım," dedi, ve devam etti, "Ben yalnızım.
Üstte iki oda var. Altta da bir büyük oda bir
mutfak, bir küçük banyo. Tuvalet arkadaki küçük
bahçenin sonunda. Odam ayrı olacak ama, evin
diğer bölümlerini beraber kullanacağız. Kabul
ederseniz, tamam... "
Genç kadın sevinçten ne yapacağını ĢaĢırmıĢ,
Elmas ninenin boynuna sarılmıĢtı. Çocuk iĢin ne
kadar farkındaydı bilinmez ama, ev aramaktan
yorgun düĢen zayıf bedenini, alt kattaki geniĢ
taĢ holde duran eski koltuğun üzerine atmıĢ,
derin bir oh çekmiĢti. Elmas nine, "EĢyalarınız
varsa, bu eskileri kaldırabilirsiniz."
Genç kadın utanarak, "Hiçbir Ģeyimiz yok. Bu
valiz-
den baĢka... Size iki üç aylık kira... " sonra
birden durdu, "Sahi bu evin kirası ne kadar?"
"Ne kadar verebilirsen? ĠĢin var mı?"
Genç kadın yine boynunu bükmüĢtü, "Hayır, hayır
ama yakında bulurum inĢallah."
"Peki kızım, üst kattaki büyük oda sizin olsun.
Oğlun
"
da var. Büyük odaya siz yerleĢebilirsiniz."
izin olsun.
Çocuk ve genç kadın üst kata çıkmaya çalıĢırken,
kadın seslendi, "Kızım senin adın neydi?" Genç
kadın bir an tereddüt geçirdi. Sonra bu
nineden insana asla zarar gelmez.
Birilerine güvenmek zorundayım diye düĢündü.
Güvenmek rahat bir yaĢam için Ģart olan olmazsa
olmazlardan biriydi. BaĢını kaldırmıĢ,
"Hümeyra, efendim," demiĢti.
O günden sonra Hümeyra birkaç iĢ denemiĢ,
maalesef hüsran ile son bulmuĢtu. Hümeyra'yı iĢe
almak isteyenler, yeĢil gözleri ve çok muntazam
vücudu ve de özellikle dul oluĢu ile
ilgileniyorlardı. Hümeyra her seferinde
ağlayarak dönmüĢ, zaman zaman "KeĢke biraz
çirkin olsaydım" demiĢti. Çirkinlerin güzel,
güzellerin de çirkin olmak istedikleri bu
dünyanın kuralları, çeliĢkilerle doluydu. Güzel
olmak, dürüst olmak, doğruyu söylemek, birer
meziyet olmaktan çıkıp, insanların aleyhine
iĢleyebiliyordu. Tabii bu çeliĢkiler ve
haksızlıklar, kilit noktasındaki insanların
nerede, neyi aramaları gerektiğini anlama
bilincine varıncaya kadar sürecekti galiba.
Elmas nine ile kiracıları kısa bir zaman içinde,
bir aile olmuĢtu. Gerçek bir aile... Birbirine
güvenen, acıyı, sevinci, varlığı ve yokluğu
paylaĢan bir aile. Zaten aile demek de bu
olmalıydı. Kan bağının zaman zaman hiçbir Ģey
ifade etmediği ortadaydı. Bunu Hümeyra en acı
Ģekilde yaĢıyordu. Suat'tan ninesinin öldüğünü
de öğrendikten
sonra, güvenebileceği, sığınabileceği hiç kimse
kalmamıĢtı. Babası ile
O
Faruk, kendisini arıyorlarmıĢ, tabii yok etmek
için. Yanında babasız bir çocuk da olduğuna göre,
bu iĢlem onların ve birçoklarının ahlak
anlayıĢına uygun da düĢecekti. Saklanmak
zorundaydı. En azından çocuğu için.
Hümeyra bu düĢünceler içinde Elmas nineye
çorbasını içirmeye çalıĢırken, Umut koĢarak
merdivenleri çıkmaya baĢlamıĢtı. Bir taraftan da
bağırıyordu, "Anne! Sen bu doktoru tanıyor
musun?" "Aı
"Hayır oğlum."
"O zaman niçin yanına gitmiĢtin? Hasta mısın?"
"Yavrum ben hiçbir yere gitmedim. Neden
bahsettiğini anlayamıyorum. Getir Ģu gazeteyi
bir bakayım."
Çocuk yanına gelmiĢti zaten. Gazeteyi uzattı.
Parmağı ile de resimdeki kadını gösteriyordu.
Elinde çorba kâsesi ile resme bakan Hümeyra'nın
rengi sapsarı olmuĢtu. Bir an öylece kaldı. Sonra
hafiften eli titremeye baĢladı. Elmas nine, "Ġyi
misin kızım? Rengin çok soldu, elinde titriyor.
Çorba kâsesini tepsiye koy. Zaten doymuĢtum,"
dedi.
Hümeyra gözleri gazetede el yordamı ile kâseyi
tepsinin içine koydu. Resimdeki Nejat'tı.
Yanındaki kadın da neredeyse tıpatıp kendisiydi.
Oğlu haklıydı. Ağlamak,
hıçkırarak ağlamak, gazeteyi yırtmak, bulduğu
her Ģeyi savurmak istiyordu. KoĢmak, koĢmak,
bağırmak istiyordu. Ama hiçbirini yapamadı. Her
zamanki üzüntüsünü, isyanını ve yok olan
ümitlerinin bıraktığı boĢluğu yine içine
gömmeye, gözyaĢları ile doldurmaya çalıĢacaktı.
Umut annesine bakarak, "ĠĢte böyle doktor olmak
istiyorum," dedi... Hümeyra hızla gazeteyi
fırlattı, "Doktor olmana evet, ama böyle
aĢağılık olma! Sakın," dedi. Umut'da, Elmas nine
de ĢaĢırmıĢtı.
Hümeyra tepsiyi Umut'un eline tutuĢturup, "Bunu
aĢağıya indirir misin lütfen?" dedi. Çocuk
tepsiyi eline aldı. O kadar cılızdı ki, sanki
tepsiyi kaldırmakta zorlanıyordu. Elmas nine,
<5"
"Kızım bu, o adam mı?" Hümeyra ĢaĢırmıĢtı, "Hangi
adam?"
"Gece sabahlara kadar ağlayarak, mektup yazdığın
"Gece sabahlara kadar ağlayarak, mektup
yazdığın
ama gönderemediğin adam... Tek çocuğunun
babası... "
Hümeyra öyle ĢaĢırmıĢtı ki. BaĢını önüne eğdi,
"Evet, evet ne yazık ki o. Galiba bütün erkekler
böyle, Hümeyra kaybolduysa olsun! Niyesi, niçini
önemli mi? YaĢasın diğer Hümeyra'lar veya
benzerleri!"
Gözlerinden yaĢlar sessiz sessiz iniyordu. Eli
ile gazeteyi iyice buruĢturdu. Sonra hırsla yere
attı. Bir müddet buruĢuk
gazeteye baktı. Sonra kalkıp, gazeteyi yerden
alıp, ihtimamla düzeltmeye baĢladı.
AĢağıya indi elini yüzünü yıkadı. Gazeteyi
tekrar eline aldı. Dikkatle okudu. Bahsedilen
seminer, o gün akĢamüstü, saat dörtte ve Hilton
otelindeydi. GiriĢ serbestti. Kolundaki eski
saatine baktı. Neredeyse on bire geliyordu.
Ninenin bakır güğümünde biraz su ısıtıp banyo
yapmalıyım, diye düĢündü. Birden hatırladı.
Öğlene yemek yapmalıydı. Umut'a bu gün birkaç
köfte yedirse iyi olacaktı. Dün gece iĢten
döndüğünde Hamza, patronun verdiği haftalığı
Hümeyra'ya vermiĢti.
"Umut! Umut!" diye seslendi. Çocuk elinde birkaç
bilye ile koĢarak geldi.
"Efendim anne?"
"Yavrum bu parayı al! Kasap Mahmut amcaya git.
Ne kadar kıyma geliyorsa versin. Annem bana köfte
yapacak, dersin."
Hümeyra öğlen Umut'un ve Elmas ninenin yem verip,
sofrayı kaldırdı. Elmas nineye bir aspirin verdi
"Elmas Nine Umut'u bu öğlenden sonra yanına
bırakıp, sokağa çıkabilir miyim? Kendini nasıl
hissediyorsun?"
Elmas nine uzun uzun Hümeyra'ya baktı, "Benim
kayınvalidem aynı zamanda komĢumuzdu. Akıllı ve
hoĢ sohbet bir kadındı. Onun sık sık tekrar
ettiği bir lafı vardı. Hiçbir insan
saçlarını ömür boyu uzatamaz.. Bir
yerden
meğini
meğini
di.
sonra taĢıması imkansızlaĢır, ayaklarına
dolaĢmaya baĢlar, hem de bit düĢer. ĠĢte bu hale
gelmeden kesilmelidir. Senin bu dava da öyle...
BitmiĢ bile olsa o anı muhakkak yüz yüze
yaĢamalısın! Git ve gör! Her Ģey için emin
olmalısın. Belki yeni bir hayat kurma gücünü
bulursun. Ben çocuğuna bakarım. Her zamanki
gibi... O bana asla tatmadığım torun sevgisini
tattırıyor."
Hümeyra, Elmas ninenin kuru, çatlak ellerini
tuttu, "Ben senin bu iyiliklerini nasıl öderim?"
dedi. Ve devam etti, "Bir Ģey daha isteyeceğim."
"Söyle yavrum."
"ġu parmağı ndaki alyansı, bugünlük ödünç verir
misin?"
"Vermeye veririm ama bence bu yolu seçme! Olduğun
gibi görünsen belki daha iyi... "
"O Amerika'lara gidip, sevgilisi veya niĢanlısı
ile döndü. Beni yüzüstü bıraktı. Ben hâlâ onu
beklediğimi nasıl belli edeyim? Buna kalbim
müsaade etse, gururum etmez," dedi.
Nine parmağındaki yüzüğü çıkarıp, uzattı.
Hümeyra yüzüğü alıp, odasına girdi. Yıllardır
bir kıyafet almamıĢtı. Elmas ninenin eski,
gıcırdayan dolabını açtı. Yıllar evvelinden,
izmir'e giderken yanma aldığı, birkaç keten
döpiyes, birkaç elbise duruyordu. "Neyse ki
vücudum değiĢmedi" diye düĢündü. Lacivert keten
elbisej^^ eteğini aldı. Lacivert üzerine kırmızı
çiçekli bir elbisenin altını kesti. Onu buluz
olarak
giyecekti. Saçlarını gevĢek bir topuz yaptı.
Gözüne geniĢ çerçeveli bir güneĢ gözlüğü taktı.
Öyle tuhaf hisler içindeydi ki... Hem
tanınmamaya çalıĢıyor, hem de Nejat'ın kendisini
gömmesini, fark etme-
sini, rahatsız olmasını istiyordu. Saat üçe
geliyordu.
Biraz acele etmesi gerekti. Ġmrahor'dan aĢağıya
yürüyecek, sonra BeĢiktaĢ vapuruna binecek,
oradan da Taksim dolmuĢuna, sonra da Hilton
Oteline kadar da yürümesi gerekecekti.
Hilton'un kapısından içeriye girerken,
bacakları titremeye baĢlamıĢtı. Kalbi ise, sabah
Nejat'ın resmini gördüğünden beri dıĢarıya
fırlayacakmıĢ gibi atıyordu. Bir taraftan da
yanından geçen hanımları inceliyordu. Acaba
kıyafeti çok mu demode veya eski görünüĢlüydü?
"Pek de öyle durmuyor" diye kendi kendini teselli
ediyordu.
Hiltonun geniĢ lobisinde birkaç görevli
dolaĢıyordu. Hümeyra bir tanesine yanaĢıp,
sessizce sordu, "Tıp semineri hangi salonda?"
"Havuza doğru yürüyün. Sağda göreceksiniz," dedi
görevli.
Salonda pek kimse yoktu. Birkaç gazete muhabiri,
önden üç sırada uzman doktorlar oturmuĢtu.
Hümeyra ayakları titreyerek, dördüncü sıranın
sol baĢına oturdu. Ġçinden dua ediyordu.
Yarabbi, bayılmadan, kalbim durmadan, sağ salim,
çocuğumun yanına dönebilsem] Sağ eli ile göğsünü
bastırıyor,
sol eli ile diz kapaklarının titremesine mani
olmaya çabalıyordu. Üzerinde birkaç teyp ve
çevresinde gazeteciler bulunan masaya yaklaĢan
genç bir
doktor, yurt dıĢından gelen misafirlere ve
dinley icilere hoĢ geldiniz^dedikten sonra,
"ġimdi çok kıymelUQhocam, Dr. Nejat OdabaĢı ve
yardımcısı Dr. Rebeca, size bu konudaki son
geliĢmeleri anlatmak, yeni tezler sunmak için
kürsüye gelecekler. Faydalı bir seminer olması
dileği ile sözü sayın hocama bırakıyorum... "
Nejat krem renginde keten takım elbise giymiĢti.
Hümeyra'nın midesi bulanıyordu. Yanında yürüyen
genç kadın, oldukça uzun boylu ve gerçekten güzel
bir kadındı. Uzaktan bile Nejat'a duyduğu
hayranlığı belli ediyordu. BakıĢlarıyla,
gülümsemesiyle... Bir manken edası ile masanın
baĢına yaklaĢıp, Nejat'a fısıltı ile bir Ģey
söyledi. Nejat hafif gülümsüyordu galiba...
Hümeyra bu görüntüye daha fazla tahammül
edemeyeceğini anlamıĢtı. Kalkıp kaçmak
istiyordu. Nejat'ın sesini duyuyordu. O da
misafirlere hoĢ geldiniz diyordu.Yine o içe
iĢleyen, yumuĢak, sevecen sesi ile. Bir an
kendisini görüp, SarmaĢık Gülü! diye yanına
koĢmasını hayal etti. Sonra içinden "kesinlikle
buradan gitmeliyim, dayanamayacağım" dedi.
Koltuğun yanına tutundu. Kalkmaya çalıĢıyordu.
Ve birden yere yığıldı. Salonda bir hareket
baĢladı. Nejat, "Sayın misafirlerimiz galiba bir
hastamız var, bakmalıyım. Özür dilerim. Rebeca
sen idare et!" dedi
Yerde hareketsiz yatan genç kadına doğru koĢtu.
Yanına yaklaĢtı. Yüzünü çevirdi. Gözlüğünü
çıkardı. Çevresine aldırmadan "Aman Allah'ım bu
Hümeyra!" diye bağırdı. BaĢını göğsüne koydu.
Kalbi atıyordu. Nabzı çok zor da olsa
sayılabiliyordu. Ama çok düĢüktü. Otuz
civarında. TelaĢla oradaki görevlilere döndü,
"En yakın hastaneden bir ambulans ve bir hemĢire
çağırın! Buradan bir görevli de ambulansa
binsin. Doğru Çapaya götürsünler."
Sedye çabucak gelmiĢti. Nejat sedyenin
arkasından elleri titreyerek, kalbi çarparak,
gidiyordu. TelaĢla bağırdı, "Benim odama! Hasta
odalarına değil." Seminerde görevli genç ile
ambulansa konan Hümeyra, kısa zamanda Çapaya
getirilmiĢti. Görevli genç, Dr. Nejat'ın
söylediklerini anlattı. Çapa'daki görevliler
ĢaĢırmıĢtı. Bu kadar kurallara bağlı
doktorlarına neler oluyordu? Hastayı odasına
aldırmak, doktoru ve bütün hizmeti hastanın
ayağına getirmek gibi...
Nöbetçi doktor, Hümeyra'yı kıpırdatmadan
muayene etti. Görünürde ciddi bir Ģeyi yok
gibiydi. HemĢireye döndü, "Dr Tayfun'u buraya
çağır. Ve bu anda kullanılabilecek bütün
aletleri buraya getirsinler," dedi.
Dr. Tayfun yanında hemĢire ile hemen gelmiĢti.
Nöbetçi doktor, "Ben ilk muayenemi yaptım.
Hastanın önemli bir Ģeyi yok gibi. Ama hemen
elektrosu çekilsin. Gereken her
Ģey yapılmalı. Hocamız için çok kıymetli biri
galiba... BaĢında beklenmesini, asla kalkmasına
izin verilmemesini istemiĢ! Kendisi gelinceye
kadar tutacakmıĢız... Bazı kan tahlilleri de
istemiĢ. Önce tansiyonuna bakalım. Sonra da
elektrosunu çekelim."
Dr. Tayfun ĢaĢırmıĢtı. Hocasını en ağır
vakalarda bile böyle bir davranıĢ içinde
görmemiĢti. Neler oluyordu? Bu genç kadın kimdi?
Tansiyonunu ölçen hemĢire dikkatle Hümeyra'nın
yüzüne baktı, "Bu, Dr. Rebeca'ya ne kadar da
benziyor. Onun bir Ģeysi olabilir mi?"
Dr. Tayfun, "O zaman Dr. Rebeca'nın ilgilenmesi
gerekmez miydi? Seminerde fazla bir rolü yoktu,
pekâlâ ambulans ile gelebilirdi," dedi. HemĢire
gülerek, "Doktor hanımın en büyük görevi, hocayı
yalnız bırakmamaktır, bilmiyor musunuz?"
Dr Tayfun da belli belirsiz gülümsemiĢti.
HemĢireye cevap vermedi. Bu konuda daha fazla
konuĢmak pek yakıĢık almazdı.
Hümeyra'nın tansiyonu ciddi Ģekilde düĢüktü. 62
ye 35 civarında. Yarım saat sonra Hümeyra
gözlerini açtı. Kolunda serum bağlıydı. BaĢında
bir doktor, bir hemĢire duruyorlardı. Dr. Tayfun
hemen yanma yaklaĢtı, "GeçmiĢ
olsun, hanımefendi. Bizi korkuttunuz! En çok da
hocamız korkmuĢ herhalde... "
Hümeyra ĢaĢkın ĢaĢkın çevresine bakıyordu.
Hastanedeydi ama burası bir hasta odası değildi.
Deri koltuklar ve gösteriĢli bir masa ile
döĢenmiĢ, oldukça lüks bir odaydı.
"Neredeyim?"
"Hocamın odasında."
"Hocanız kim?"
"Dr. Nejat OdabaĢı."
Hümeyra doğrulmaya çalıĢtı, "Gitmem gerek! Evde
çocuğum var ve eĢim iĢten dönüĢte beni bulamazsa
meraklanır," derken alyans takılı parmağını
özellikle göstermeye çalıĢıyordu. Gayesine de
ulaĢmıĢtı. HemĢire parma-ğındaki alyansı
görmüĢtü. Dr kolundan tutup, yatırdı.
"Hayır bırakamayız. Hocam sizi asla
bırakmamamızı söyledi. ġimdi neredeyse gelir.
Hem saat daha erken, eĢiniz iĢten dönemez."
"Selimiye'de görevli. Eve çok yakın."
Hümeyra daha da telaĢlanmıĢtı. Bu konuda ısrar
etmenin yersiz olacağını anlamıĢtı.
"Tamam, ama Ģey, tuvalete gitmem gerek," dedi.
HemĢire kolundan serumu çıkardı.
"Haklısın! Serum verilince, sonucu bu oluyor.
Doktorların tuvaletine gidin. Daha temizdir. On
beĢ metre ileride, sağda."
Hümeyra ayağa kalkarken yine baĢı dön müĢtü. Ama
gitmeliydi. Çantasını aldı. Koridora fırladı.
Tuvalete doğru yürümeye baĢladı. Arada sırada
arkasına bakıp, gözetlenip, gözetlenmediğini
anlamaya çalıĢıyordu. Hayır, arkasından kimse
bakmıyordu. Sağına solu-
303
na telaĢla baktı. DıĢarıya çıkacak bir kapı
arıyordu. Bir görevli yatak takımlarını
taĢıyordu. Yanına yaklaĢıp,
"DıĢarıya nereden çıkabilirim?" diye sordu.
"Biraz yürüyüp, sola dönün, göreceksiniz."
Hümeyra hastanenin bahçesine çıkmıĢtı.
Çevresine dikkatle bakındı. Evet ana cadde
görünüyordu. Caddeye çıkıp hızla bir taksiye
bindi.
"Beni Eminönü ndeki Kadıköy iskelesine bırabn
lütfen. Ġçinden de hesap yapıyordu, haftalığımı
da taksiye yatırıyorum. Bir hafta ne
yiyeceğiz?
Vapura binerken, son kere bu vapura Nejat ile
beraber biniĢini hatırladı. Çımacı onları
görünce çektiği sürgü iskeleyi tekrar uzatmıĢ ve
arkalarından "Delikanlı! Bu Ahuya sahip ol!
Elini hiç bırakma!" diye bağırmıĢtı.
Allah ne çımacının ne de kendisinin duasını kabul
etmemiĢti. Acaba ömür boyu huysuz ve menfi bir
insan olarak tanıdığı babası haklımıydı?
Ailesini ve hatta tüm hayatını boĢu boĢuna mı
harcamıĢtı? "Tanrım, ne büyük hata! " diye
düĢündü. Vapurun açık kısmına oturmuĢtu. Yüzüne
biraz rüzgâr vurması iyi gelecekti. Yine
martılar uçuĢuyor, yine mavi deniz suyu vapurun
yanlarında beyaz köpükler yapıyor, yine güneĢ
ıĢınları mavi sularla oynaĢıyordu. Ama
martıların rengi griye, köpükler kirli sarıya
dönmüĢ-
o
tü. GüneĢ ıĢınları da oynaĢmıyor, suları
dövüyordu. Hayat akmıyor duruyordu. Ġnsanlar
yaĢamıyor, hissetmiyor, sa-
dece nefes alıyordu. Ne yazık ki, Ģu anda
Hümeyra, o nefesi bile zor alıyordu.
Doğancılar durağında dolmuĢtan indi. Hâlâ
kendini çok kötü hissediyordu. Hemen eve
gitmemeliydi
Caddeyi büyük bir dikkatle geçti. YaĢamak onun
için fazla önemli değildi. Ama ölmek lüksüne de
sahip değildi. Küçük bir oğlu vardı. Binbir
yanlıĢ ile dünyaya getirdiği,
henüz en elzem problemlerini bile halledemediği,
Umut'u vardı. Onu kime bırakabilirdi ki? Parkta
biraz oturup, kendime geleyim dedi ve gölgede bir
bankın üzerine oturdu. BaĢka Ģeyler düĢünmek
istiyordu. Yakınında genç bir kadın iki küçük
kızı ile resim çekiyordu. Anne de çocuklar da çok
güzeldi. Mutlu bir aile tablosu çiziyorlardı.
Anne,
"Hadi artık babanızın gelme saati eve dönelim,"
dedi. Küçük kumral kız, "Hayıy biraz kayalım."
Büyük destekledi, "Evet anne, biraz
kaydıraklarda kayalım."
"Tamam, ama çok az."
Hümeyra yine ağlamaya baĢlamıĢtı. Ben hiçbir
zaman Umutuma, "haydi baban gelecek" diyemedim
ve diyemeyeceğim diye düĢündü. Küçük kız üç
yaĢlarında falandı. Birden Hümeyra'nın
ağladığını gördü. Elini güneĢe gölge yapıp,
dikkatle birkaç dakika baktı. Annesinin oturduğu
yere doğru koĢtu. Bankın üzerinden bir Ģey aldı.
Sonra, koĢarak,
Hümeyra'nın yanına yaklaĢtı. Elinde küçük bir
papatya demeti vardı. Oynarken toplamıĢ,
babasına götürmek için bir tarafa koymuĢtu.
Elindeki papatyaları Hümeyra'ya uzattı, "Abla,
niye ağlıyorsun? Hasta mısın? Bak size papatya
getirdim."
Hümeyra bu sevimli çocuğun saçlarını okĢadı.
Uzanıp, papatyaları aldı, "Evet yavrum, baĢım
çok ağrıyor."
O sırada abla yanına yaklaĢmıĢ, kardeĢini eli
nden tutmuĢ çekiĢtiriyordu, "Gel kız, ayıptır.
Herkese karıĢma"
Küçük kız bir türlü Hümeyra'nın yanından
ayrılmıyordu, "Annemde ilaç vaydıy, getiyeyim,"
diyerek annesine doğru koĢtu. Annesine bir
Ģeyler söylüyordu. Sonra elinden sürükleyerek,
yanına doğru getirdi. Ufak tefek, zarif bir
kadındı. "Gerçekten ilaç mı istediniz?" diye
sordu.
305
Hümeyra, "Hayır benim namıma sevimli kızınız
istemiĢ. Fena fikir değil doğrusu."
Anne çantasından aspirini çıkardı. Çocukları
için çantasında taĢıdığı suyu uzattı, "BaĢka
suyumuz yok," dedi. Küçük kız, ağlayan ablayı
annesine teslim etmiĢti. Hemen kaydıraklara
koĢmuĢtu. Annesi de Hümeyra'in yanına oturdu,
"Sizin derdinizin baĢ ağrısı olmadığını
hissediyorum. Ama Ģunu da biliyorum ki, hiç
kimse, özellikle de hiçbir erkek ağlamaya
değmez. Fazla fedakârlık etmeye de değmez. Zira
hiçbir zaman karĢılığını göremezsiniz. Her
problemin bir çözüm yolu vardır. Herkesten, her
Ģeyden
vazgeçilebilinir. Bırakılmayacak tek varlık
evlattır. O da karĢılığını almak veya almamaktan
değil. O büyük sevginin yanında, onları dünyaya
getirmiĢ olmanın yükümlülüğünü taĢırız da
ondan."
Sonra Hümeyra'nın yüzüne dikkatle baktı, "Bırak
da seni kaybeden erkekler ağlasınlar. Bana çok
özel bir ka-dınmıĢsın gibi geldi. Kendini
harcama! Ve harcatma!" dedi. "Biz artık gitmek
zorundayız," diyerek ayağa kalktı.
Kadın ayağa kalkıp, kızlarına doğru giderken,
Hümeyra seslendi, "Adınız neydi? Nerede
oturuyorsunuz?"
"Adım Nerime. Üçüncü Selim Ġlkokulunun
karĢısında oturuyorum."
Bu kadın Hümeyra'ya tuhaf bir güç vermiĢti. Hüme
çok güzel değildi ama zeki ve etkileyici bir
konuĢması vardı. Nedense Hümeyra genç kadının,
gerçek adını söylemediğini düĢündü. Ayağa
kalktı. ġimdi Umut beni bekliyor-
göre bu genç kadının kendisi de
dur, diyerek hızlı adımlarla evine doğru yürüm
Kafasında yankılar yapan bir ses vardı, "Hiçbir
maya değmez. Hatta hiç kimse! Evlattan gayrı!"
Nejat konuĢması biter bitmez, salondakilerden
özür dilemiĢ, Rebeca'ya, "Ben boğaz gezisine
katılamayacağım. AkĢam yemekte görüĢürüz.
Misafirlerle ilgilenmek sana düĢüyor," dedi.
Rebecada çok üzgündü. Ġçine bir kurt girmiĢ,
kemiriyordu. Dayanamadı, sordu, "Nejat, o
kimdi?"
Nejat biraz duraladı. Önüne bakıyordu. Her ne
kadar belli etmese de, Hümeyra'yı bulmanın
Rebeca için hayallerinin sonu olacağını
biliyordu. Bu konuda ve bu durumda yalan da
söyleyemezdi. Böyle bir mecburiyeti de yoktu.
Rebeca'ya hiçbir zaman ümit vermemiĢti.
"Hümeyra," dedi ve hızla yürüdü.
Rebeca gerçekten yıkılmıĢtı. Kendi kendine
"zaten hissetmiĢtim" diye söylendi.
Nejat otelin oto parkında arabasını çıkarıp,
acele ile yola koyuldu. Aksi gibi her trafik
ıĢığında durmak zorunda kalıyordu. Sinirlenmeye
baĢlamıĢtı. "Her Ģey Hümeyra'yı bulmama karĢı
sanki" diye söylendi. Arabasını acele ile
Çapanın bahçesine rasgele bıraktı. Görevliye,
"Bunu oto parka çek lütfen!" diyerek odasının
olduğu koridora doğru koĢar adımlarla yürüdü.
Nefes nefese odaya girdiğinde portatif hasta
yatağını boĢ buldu. HemĢire ve Dr. Tayfun ayakta
bekliyorlardı.
"Merhaba çocuklar! Hastamız nerede?"
HemĢire atıldı, "Tuvalete gitmek istedi ama
epeyce zaman oldu."
Nejat endiĢeli, "BayılmıĢ olabilir, bir yoklayın
lütfen!"
dedi.
HemĢire telaĢla tuvalete gitti. BeĢ dakika sonra
döndü.
dakika
"Hani, hasta nerede?" "GitmiĢ efendim."
"Ne demek gitmiĢ efendim? Ben hiçbir Ģekilde
gitmesine izin vermeyin diye tembihlemiĢtim!"
Dr Tayfun, "Hocam hastayı zorla tutamayız ki!"
HemĢire telaĢla söze karıĢtı, "Hocam, çok acele
ediyordu. EĢi ve çocuğu onu beklermiĢ. Merak
ederlermiĢ."
Nejat merak içinde, "Evli miymiĢ?"
Yine hemĢire atıldı, "Evet galiba bir subay.
Selimiye'de görevliymiĢ."
Nejat koltuğa çökercesine oturdu. "ĠĢte Ģimdi
onu tamamen kaybettim" dedi. Öylece karĢı duvara
bakıyordu. Dr Tayfun, "Hocam gidebilir miyiz?
Çıkmadan evvel bakmam gereken birkaç hasta var."
"Tabii, sağ olun!"
Nejat bu anda her zamankinden çok yıkılmıĢtı.
Yolun sonuna gelmiĢti. Ne yazık ki eli boĢ, kalbi
acı doluydu. Nejat bir müddet öylece oturdu.
Saatlerce renkli bir balonu yakalamaya çalıĢan
bir çocuğun balonu tam yakalayacakken, söndüğünü
görmesi gibi bir duygu içindeydi. Hümeyra'yı
bulma ümidi bile ona yaĢama sevinci ve azmi
veriyordu. Ne kadar oturdu bilemiyordu. Masadaki
telefonun çalması ile yerinden sıçradı. Arayan
Rebecaydı.
"YakıĢıklı Türk, artık gelmen gerekiyor.
Misafirlerimiz
Rebeca Nejat'ı karĢısında görünce ters giden bir
Ģeylerin olduğunu anlamıĢtı. Nejat duygularını
hemen belli eden bir kiĢiliğe sahipti. Her konuda
güçlü olduğu halde
seni soruyor," diyordu. "Geliyorum," dedi.
Saat yedi buçuğu geçiyordu. AkĢam ye
baĢlayacaktı. Acele etmeliydi.
duygusal konulardaki bu özellikle Hümeyra ile
ilgili
lan kapsıyordu: asla güçlü olamıyordu. Rebeca
bir iki saat hiçbir Ģey sormadı. Artık
dayanamıyordu. Aniden,
"Nejat Hümeyra ile görüĢtün değil mi?"
Nejat'ın yüzü kasıldı.
"Hayır, hanımefendinin kocası ve çocuğu
bekliyor-muĢ."
Rebeca'nm elinden çatal düĢtü. Çok
heyecanlanmıĢtı. Sevincini belli etmemeye
çalıĢarak, "Yazık çok üzüldüm," dedi.
Nejat yüzüne tuhaf bir ifade ile baktı, "Belli
oluyor," dedi.
Rebeca birkaç dakika bir tereddütten sonra,
"Nejat, sen Hümeyra'yı nasıl seviyorsan, ben de
seni öyle seviyorum. Benim için bir ümit ıĢığı
belirdi. Sevinmem çok doğal değil mi?"
Nejat'ın tüm aksiliği üstündeydi.
Sanki hırsını Rebeca'dan çıkarmaya çalıĢıyordu.
"Hiç kimse, kimseyi, benim Hümeyra'yı sevdiğim
kadar sevemez," dedi.
Rebeca sinirlenmiĢti. Kendine hâkim olmaya
çalıĢıyordu ama yine de dayanamadı, "Sen benim
duygularımın ne kadar güçlü olabileceğini
nereden bileceksin? Tanıdığımdan beri, çölde
serap gören bir insanın yanılgısı ile yarattığın
hayale doğru koĢuyorsun. Onun hayal olma- ^ sı
benim suçum değil ki!"
Nejat biraz düĢündü. Rebeca galiba haklıydı. Onu
niçin kırıyordu ki? Tabii Nejat Hümeyra'nın
kendisinden kaçma sebebinin Rebeca olduğunu
bilmiyordu. Sesini biraz daha yumuĢatarak,
"Haklısın Rebeca! Kusura bakma! Haydi,
misafirlerimizle meĢgul olalım," dedi.
Bu olayın üzerinden altı yedi ay geçmiĢ, yılbaĢı
yaklaĢmıĢtı. Nejat'ın hastane ve hastalarından
arta kalan za
3
<5"
manim geçirdiği yer Selimiye ve civan idi. Bir
vesile bulup, karĢıya geçiyor, bazen parklarda,
bazen okul önlerinde çok kere de Selimiye
KıĢlasının yakınlarında dolaĢıyordu. Aslında
bunları niçin yaptığını da bilmiyordu. Ne
bulmayı, bulursa ne yapabileceğini de
bilmiyordu. Belki de Hümeyra'nın kocası ile veya
Hümeyranın oğlu ile karĢılaĢıyordu. Ama
tanımıyordu ki.
Havalar çoktan soğumuĢtu. Ġstanbul sert bir kıĢ
yaĢıyordu. Nadir yaĢanan kıĢlardan biriydi.
Nejat'ın Hümeyra ile karĢılaĢtığı o günden
sonra, Rebeca Nejat'tan daha bir yakınlık
beklemiĢti ama boĢuna. ĠliĢkilerinde samimiyet
vardı, hep de olmuĢtu ama sıcaklık yoktu ve
olacak gibi de görünmüyordu. Nejat ailesine
Hümeyra ile karĢılaĢtığını anlatmamıĢtı. Galiba
anlatması gerekiyordu. Zira babası da neredeyse
kendisi kadar tedirgin ve üzüntü içindeydi.
Artık olmayacak bir Ģey için,
ümit beslemelerine ve gayret sarf etmelerine
gerek yoktu.
O akĢam hiçbir yere gitmek istemiyordu.
Rebeca'ya baĢının çok ağrıdığını, eve gidip,
erkence yatmak istediğini söyledi. Rebeca biraz
durakladı, "Ben de sana bir Ģey söyleyecektim,"
dedi.
"Söyle! Kapıyı kapat seni dinliyorum."
"Bu ortamda ve ayaküstü söylenecek bir Ģey
değil."
"Aman Rebeca, ortamın ne önemi var? Seni
dinliyorum."
Rebeca saçlarını arkaya attı, "Benimle evlenir
misin?"
Nejat ĢaĢkın, ayağa kalktı, "Rebeca sen ne çılgın
bir kadınsın. Bir Ģeyi kafana koydun mu asla
engel tanımıyorsun. Hem bizde evlenme teklifini
erkekler yapar. Bunu hiç duymamıĢ sayıyorum.
Evlenme konusuna gelince henüz düĢünmedim."
Rebeca'nın sabrı yavaĢ yavaĢ tükeniyordu. Sert
bir hareketle masanın üzerindeki çantasını alıp,
arkasını döndü ve kapıdan çıktı. Ġçinden "Bu
konuyu benim de ciddi ciddi düĢünmem gerekiyor
artık" dedi. Nejat arkasından "Ġyi akĢamlar!"
demiĢti ama duyuramamıĢtı.
Nejat, kendisinin de artık bir karar vermek
zorunda olduğunu biliyordu. Ġçinde sönen ümit
ıĢığı zaman zaman cılız bir aydınlık saçıyor,
aklına bir sürü acabalar geliyordu. Mantıklı
cevaplan olmayan acabalar. Galiba bunlar,
bilinçaltında tarafımdan uydurulan, olabilecek
değil de, olmasını hayal ettiğim
Ģeyler. Çünkü ben bir karar almaktan
çekiniyorum. Hümeyra'yı kaybettim. Büyük
ikramiyeyi kaybeden bir insanın, teselli
ikramiyesine razı olması kolay olmuyor. Onu da
kaçırmak istemiyorum ama kolaylıkla evet de
diyemiyorum. Fazla zamanım kalmadı, hatta hiç
kalmadı. Rebeca'nın da sabrı tükendi. Haksız da
sayılmaz diye düĢündü.
Mart ayının sıcak günlerinden biriydi. Emirgan
sahillerinde oltalarını alan herkes balık
tutmaya uğraĢıyordu. Onlara bakarken Ayvalık'ı
hatırladı. Evlerinin denize bakan verandasında
hem balık tutmaya uğraĢır, hem de bahçede köpekle
veya bebekle oynayan Hümeyra'yı gözetlerdi.
Hafifçe gülümsedi. Onu düĢünmek bile mu tluluk
veriyordu. Arabasını park edip içeriye girdi.
Sevgi hanım, "Bugün erkencisin Nejat. Hadi
denize karĢı bir çay içeli
Nejat biraz düĢündü, "Hayır anne, çay i çmeyeceği
Babam evde mi?"
"Evde canım."
"Evde canım."
"Babama sorar mısın, benimle sahilde bir yürüyüĢ
ya par mı?"
lim." ğim.
Sevgi hanım endiĢelendi, "Bir Ģey mi oldu?"
"Hayır! Hayır! Sadece sahilde babam ile yürümek
istiyorum."
Baba oğul sahilde konuĢmadan yürüyorlardı. Deniz
kenarına iyice yaklaĢan Nejat yerden bir taĢ
alıp, denizin üzerinde sektirerek fırlattı. Onu
bir taĢ daha, bir taĢ daha
takip etti. Kenan bey sabırla bekliyordu.
Oğlunun önemli bir konuyu tartıĢmak istediğini
anlamıĢtı. Hazır olup, baĢlamasını bekliyordu.
Ne yazık ki Nejat hiç öyle bir davranıĢta
bulunmuyor, denizde taĢ sektirmeye devam
ediyordu. Kenan bey dayanamadı, "Nejat,
sahildeki taĢların bitmesini bekliyorsan, bu
mümkün değil," dedi. Nejat baĢını kaldırdı.
Gözleri nemliydi. Aklı ise yıllar ötesinde,
Ayvalık'taki evlerinde, daha doğrusu bitiĢik
komĢunun evinde idi.
Aniden, "Baba benim bir karar almam gerek. Bana
yardımcı olursun diye düĢündüm."
"Tabii oğlum. Elimden gelen her Ģeyi yaparım."
"Baba ben Hümeyra'yı kaybettim." Nejat'ın sesi
titriyordu. Denize bakıyor ayağı ile de kumları
eĢeliyordu. "Yani özet olarak, sizin deyiminizle
aslı yok. Kopyası ile idare edeceğim. Rebeca'yı
da kaybetmek istemiyorum. Tek erkek evladınızım.
Soyunuzun devamı gerek. Bunu size borçluyum. Bir
ömür yalnız yaĢayamam. Bir hayat kurmam gerek.
Bunu da kendime borçluyum. Baba sana yedi yaĢında
bir söz vermiĢtim, tabii kendime de. Doktor
olacağım, SarmaĢık Gülü ile evleneceğim diye...
Sö zümü tu-
tamadım baba! Sözümü tutamadım."
Nejat artık gözündeki yaĢları hapsetmekte
zorlanıyordu. Kenan beyin de gözleri dolmuĢtu.
"Oğlum sen verdiğin bütün sözleri tuttun. Kader
diye bir Ģey var. Çok kere ona karĢı
durulmuyor. Kader size karĢıydı. Bana da... "
Bu söz ağzından çıkar çıkmaz piĢman olmuĢtu.
EndiĢelenmesi yersizdi. Nejat herhangi bir imayı
anlayacak durumda değildi. O kendi dünyasında
idi. Bu dünyada Hümeyra ile kendisinden
oluĢuyordu. ġimdi o dünyada üçüncü bir kiĢiyi
sokmaya karar veriyordu. Acaba sokabilecek, ona
bir yer verebilecek miydi? Yoksa onu da kendisi
ile birlikte mutsuz mu edecekti?
Kenan bey ise kendi yaĢadıklarını düĢünüyordu.
Halk arasında bir söz vardır. Anaların kaderi,
kızlara da yazdırmıĢ. Kenan bey, o söz babaların
kaderi, oğullarına da yazı-lırmıĢ Ģeklinde
düzeltilmeli, diye düĢündü.
"Bu evliliğin yürümesi, biraz da seçeceğin
insanın karakterine, anlayıĢına bağlı. Annen
gibi biri olursa, pekâlâ yürür. O büyük aĢk
seninle hep yaĢayacaktır. Bunun yanında, normal
bir evlilik hayatın, sevdiğin çocukların olur.
Burada tutkulu aĢkın yerini, saygı sevgi ve
anlayıĢ almıĢtır artık."
Nejat birden, "Baba sen bunları yaĢamıĢ gibi
konuĢuyorsun. Unutamadığın bir aĢkın mı vardı?"
Kenan bey irkildi. Duygusal konuların içine öyle
dalmıĢlardı ki, mantığı ve tedbiri unutmuĢtu.
Zaten aĢkın olduğu yerde onların sözü mü geçerdi?
"Evet," dedi. "Neyse ki annen gibi kıymetli ve
olgun bir kadına düĢtüm."
Nejat çok meraklanmıĢtı, "Kimdi baba? Ben
tanıyor muyum?"
Kenan bey çok büyük bir tereddüt içinde idi.
Oğlundan bu sırrını saklamaması, ona güvenmemesi
demekti. Ve hatta biraz da oğlunun da kendisine
güvenmeyi, sorgulayacağı ihtimalini
yaratacaktı. BaĢını kaldırdı, "Süheyla
hanımdı," dedi. "Ancak o ve ben evlendikten sonra
ikimiz de bu aĢkı içimize gömdük. Ona gölge
düĢürecek hiçbir Ģey yapmadık,"
313
Nejat çok ĢaĢkındı, "Baba seni tebrik etmem
gerek. Böyle bir aĢkı içinde saklayıp, anneme ve
bize mutlu bir yuva verebildiğin için. Hep
düĢünmüĢümdür, babama neden bu kadar hayranım
diye. Demek ki bütün bunları bilmesem de
hissetmiĢim sizin özel ve eĢsiz bir insan
olduğunuzu. Peki ben de bunu baĢarabilir miyim?"
"Sen Türk bayrağını, Amerika'nın ünlü
üniversitesinin çatısına çektiren gençsin.
Eminim bunu da baĢarırsın."
"Baba, aĢk hiçbir Ģeyle kıyaslanmıyor. Ama sen
öyle diyorsan öyledir. Yani Rebeca'ya evlenme
teklif edebilirim. Öylemi?"
Kenan bey yine baĢı önünde, acı ve çok alçak bir
sesle, "Etmelisin galiba," dedi. Ve ilave etti,
"Annen yemeğe bek-liyordur. Haa, sana söylemem
gereken bir Ģey var. Galiba Leyla da prensini
buldu. Senden sonra da onu kanatlandırıp
uçuracağız.
Sevgi hanım merak içinde sofrayı kurmuĢ,
bekliyordu. Kocası ve oğlu eve döndüğünde
ilk iĢi, onları incelemek oldu. Gayet sakin
görünüyorlardı. Demek ki üzülecek bir Ģey yoktu.
Ama, babasının görüĢünü alacak kadar da önemli
idi. Çok merak etmesine rağmen hiçbir Ģey
sormadı. Sevgi hanım bu görüĢmenin dıĢında
kaldığı için biraz da alınmıĢtı. Yemeğin
sonunda, "Katmer tatlısı yaptım. ġimdi mi
alırsınız? Daha sonra mı?" diye sordu. NejatvC'
"Anne size söylemem gereken bir konu var. ġimdi
otur, tatlıyı sonra yeriz," dedi. Sevgi hanım
sesini çıkarmadan oturdıı. Leyla'da dikkat
kesilmiĢti. Nejat birden, "Ben Rebeca ile
evlenmeye karar verdim," dedi. Sevgi hanım
sevinmiĢti, "Çok iyi etmiĢsin. Bir hayali
beklemekle ömür geçmez," diye cevapladı.
Leyla biraz üzgün gibiydi, "Abi, biraz daha
beklesen?"
3 U
Sevgi hanım atıldı, "Kızım, evliymiĢ ve bir de
çocuğu varmıĢ. Neyi bekleyecek."
Leyla, "Bu iĢin içinde baĢka Ģeyler olmalı. Benim
bildiğim Hümeyra, çok mecbur olmadan böyle bir
Ģey yapmaz."
Sevgi hanım, "YapmıĢ iĢte. Besbelli babası
mecbur etmiĢtir," dedi.
Nejat ve Kenan bey hiçbir cevap vermediler.
Verecek cevapları yoktu. Ġçlerinde derin bir
sızı hissediyorlardı. Aynı hüsrana baba oğul
otuz yıl arayla uğramıĢlardı.
Sevgi hanım koĢa koĢa üst kata çıktı. Elinde
tüyleri dökülmüĢ, kadife bir kutu ile döndü.
Kutuyu Nejat'a uzattı, "Bunu babaannen bana
takmıĢtı. Sen de karına tak!"
Nejat kutuyu açtı. Çok büyük taĢlı, Ģahane bir
elmas yüzüktü. Uzunca süre baktı, "Hayır anne
Rebeca bu yüzükten pek anlamaz. Ona modern bir
pırlanta alırız," dedi. "Hatta hemen yarın siz
alın. Leyla'nın parmağı uyar zannederim."

O gün hastane her zamankinden daha hareketliydi.
Demokrat Partinin ileri gelen siyasilerinden
birinin annesi, beyin kanaması geçirmiĢti. Nejat
ve Rebeca uzun süren bir ameliyatın sonunda
yorgun düĢmüĢ, Nejat'ın odasında kahve
içiyorlardı. Rebeca'nın Nejat'a evlenme
teklifinden sonra Nejat'ın tavrına çok
sinirlenen Rebeca, araya mesafe koymuĢtu. Zaman
zaman dönmeyi planlıyordu ama bunu da asla
kabullenemiyor, gururuna yediremiyor-du. Bir
Türk'ün arkasından gelip, yıllarca bekledikten
sonra reddedilerek geri dönmek, ateĢli Ġspanyol
kanına ve bir Amerikalı olarak ĢiĢirilmiĢ
egosuna çok ters düĢüyordu. Ne yazık ki yapacağı
bir Ģey yoktu. Nejat ansızın, "Bu gece beraber
Kulüp Park Otel'de bir yemek yiyelim mi?" diye
sordu. Rebeca ne diyeceğini bilemiyordu. Ama
hemen de yelkenleri indirmek niyetinde değildi.
"Kim olarak davet ediliyorum? Ben mi? Yoksa aslı
bulunamadığı için çağrılan sevgilinin kopyası
olarak mı?"
Nejat ne kastettiğini hemen anlamıĢtı. "Ben sana
yanımda olman için baskı yapmadım. Ve hiçbir
zaman birinin yerini doldurman için zorlamadım
ve etkilemedim. Hep açık oldum. Asla sonu
olmayacak münakaĢalara girme meliyiz. Evet
tekrar soruyorum, Rebeca benimle yemeğe
gelirmisin?"
Rebeca baĢını önüne eğdi, "Tamam. Ameliyatlı
hastaya bir bakayım, hemen geliyorum." Nejat,
"Acele etme! O kadar erken gitmemize gerek yok."
"O halde diğer hastaları da bir kontrol edeyim."
Park Otel'de zamanın ünlü siyasilerinden birinin
oğlu evleniyordu. Nikâh da salonda kıyılacaktı.
Ġstanbul sosyetesi ve Ankara'nın ünlü siyasileri
oradaydı. Nejat, salondaki kalabalığı görünce,
restoranın kapısındaki görevliye kalabalığın
sebebini ve yemek yiyip, yiyemeyeceklerini
sordu.
"Özür dilerim efendim. Bu salonumuzda düğün var.
Çok da davetli var. Sizi ancak kafeye
alabiliriz," dedi.
Nejat Rebeca'nın omzuna elini koyarak, "Biz de
baĢ-
ka bir kulübe gideriz," dedi. Tam o sırada düğün
salonuna girmek üzere olan Çapa Üniversitesinin
rektörü, "Nejat, niye dönüyorsunuz?" diye sordu.
"Efendim burada düğün varmıĢ. Biz dave tli
değiliz." Rektör Nejat'ı kolundan tuttu, "Oğlu
m bu yeğenim Sevdanın düğünü. Benim misafirim
olun. Hem Rebeca'da bir Türk
düğünü görür," dedi. Ve devam etti, "Size biraz
ürültüden rahatsız ola
bilirsiniz."
buytudab"masahazırlas^l
"Hocam teĢekkür ederiz. Rebeca ister misin?"
diye sordu. Rebeca büyük bir hevesle, "Bence çok
iyi olacak," dedi.
Rebeca nikâhı dikkatle izliyordu. Birkaç
gazeteci gelinle damadın çevresinde durmadan
resim çekiyorlar, bazıları da ilginç buldukları
insanlarla röportaj yapıyorlardı. Nikâhtan
sonra gelin ve damat vals ile düğünü açtılar.
Gelinin üzerinde muhteĢem bir gelinlik vardı.
Güzel, zarif bir kızdı. Gelinlikte çok
yakıĢmıĢtı. Rebeca, pek mümkün görünmese de
kendini o gelinliğin içinde, Nejat'ı da
karĢısında hayal etmekten kendini alamadı.
Nejat, "Dans etmek ister misin?" diye sordu.
"Elbette."
"Yani sadece iki arkadaĢ olarak mı?"
Rebeca ĢaĢkın ĢaĢkın bakıyordu. Acaba ne ima
etmek istiyordu. Nejat, söyleyip de kurtulayım,
der gibi acele ile, "Yani Ģey, îki niĢanlı olarak
da dans edebiliriz, eğer istersen?" Rebeca daha
da çok ĢaĢırmıĢtı, "Bu söylediğin Ģey, bir
evlenme teklifi mi?"
"Ġlk adımı, diyebiliriz."
Rebeca gülerek, "Bu bir Ģaka mı?"
"O zaman parmağını uzat!"
Rebeca sağ elini uzattı. Elleri kemikli ve uzun
parmaklıydı. Nejat daha evvel çıkarıp, peçetenin
altına gizlediği kadife kutuyu
açtı. Ġçinden değerli bir tek taĢ yüzük çıkarıp,
Rebeca'mn parmağına takmaya uğraĢırken bir flaĢ
patladı. KarĢılarında genç bir gazeteci, elinde
makinesi ile gülümsüyordu. Rektör de muhabirin
yanında idi ve kahkahalarla gülüyordu, "Ben
Tamer'i sizinle röportaj yapsın diye
getiriyordum. ġanslı çocukmuĢ^iört ayağının
üzerine düĢtü."
Gazeteci genç, "Evet hocam teĢekkür ederim.
Halkımız bu gibi olaylara bayağı ilgi
gösteriyor. Amerika'da olduğu gibi,
memleketimizde de boyalı basın rağbette.
YakıĢıklı doktorumuz ve Amerikalı yardımcısı ise
Ayhan IĢık ve Muhterem Nur'dan daha fazla ilgi
görüyor. Bomba bir haber yakaladım. Gerçekten
Ģanslıyım," dedi.
Rektör acele ile masaya kaliteli bir Ģampanya
ısmarladı. Üçü bu olayı Ģampanya kadehi
kaldırarak kutladılar.
Aslında Nejat'ın içinde fırtınalar esiyordu. Her
saniye, attığı bu adımın doğruluğunu
sorguluyordu. Rebeca ise Nejat'ın kendisine âĢık
olmadığını biliyordu. Bir boĢluğu doldurmak
durumunda olduğunun farkında idi. Amerika'ya
reddedilmiĢ bir kadın olarak dönmek, çok zoruna
gidecekti. Ne olursa olsun, baĢarmıĢ
gözükmeliydi. Hem onunla bir gece geçiren erkek,
kesinlikle ondan ayrılamazdı. Bu belki aĢk değil
tutku veya ihtiras olacaktı ama olsundu. Nejat
onunla bir yatağı paylaĢacak, ona soyadını
verecekti. Hem bir müddet sonra âĢık da
olabilirdi.
ġampanya kadehleri boĢalınca, Rebeca, "Hocam,
müstakbel eĢim bana dans teklifinde bulunmuĢtu.
Müsaade ederseniz? Bu romantik parçayı
kaçırmayalım," dedi.
Gerçekten ikisi de birbirine yakıĢıyordu. Rebeca
iyice sokulmuĢ, Nejat'a bir Ģeyler söylüyordu.
Nejat kısa cevaplarla geçiĢtiriyor, içinden bir
an evvel bu gecenin bitmesini istiyordu. Bunun
iki sebebi vardı. Birincisi yaptığı iĢin
doğruluğundan emin değildi, ikincisi de sağlıklı
genç bir erkek olarak, Rebeca'nın kadınsı
cazibesinden etkilenmemek mümkün değildi. AĢk
olsun veya olmasın. O bir erkekti. Ve her erkek
gibi bazı ihtiyaçları vardı. Zayıf da olsa üçüncü
bir sebep daha vardı. Rebeca'nın ona "müstakbel
eĢim" demesini çok yadırgamıĢtı. Aniden, "Rebeca
gide-
lim mi?" diye sordu. Rebeca, "Daha gecemiz yeni
baĢladı. Hem niçin gideceğiz?"
"Ben yorgunum. Yarın iki büyük ameliyatım var."
"Ġnsan iki saatlik niĢanlısından bu kadar kolay
ayrılabilir mi?"
"Rebeca bu niĢanın biraz değiĢik bir ortam içinde
oluĢtuğunu biliyorsun. Sana karĢı hep açığım.
Ben Ģu anda ikinci bir aĢka soyunmaya hazır
değilim. Benden bunu bekleme! Eğer
kabullenemeyeceksen, çok zorlanacaksan,
hayatını karartmak istemem. Sen sevilmeyi hak
eden bir kızsın. Belki zaman içinde bu da olur.
Ama bunlar öyle
konular ki, mantık ile zorlama ile olmuyor iĢte."
Rebeca yüzüne Ģiddetli bir tokat yemiĢ gibi
hissediyordu. Gerçi bunları biliyordu ama niĢan
yüzüğünü taktıktan iki saat sonra duymak, hiç de
hoĢ değildi. Bir an yüzüğü çıkarıp, salonun
ortasına fırlatmak istedi. Sonra yine ailesine
ve arkadaĢlarına karĢı ne kadar zor bir durumda
kalacağını düĢündü. Rebecanın itiraf etmekten
korktuğu bir Ģey daha vardı. Bu ısrarında,
Amerika'daki arkadaĢlarının ve ailesinin rolü
vardı ama esas nedeni içindeki saplantıydı.
Nejat ile bir ömrü paylaĢamazsa bile bir yatağı
paylaĢmak onda büyük bir saplantı haline
gelmiĢti. Seksi bir kadındı. Ama Nejat'ı
tanıdığından beri bir baĢka erkekle
yakınlaĢmamıĢtı. Her gece yatağa girip, Nejat
ile bir gün yaĢayacağı aĢk sahnelerini hayal
ediyor, vücudunu ateĢler basıyordu. Elde
edilemeyen Ģeyler çok daha cazip oluyordu.
Rebeca güzel gözlerinden ateĢ saçarak, Nejat'ın
gözlerinin içine baktı, "Bunları biliyorum. Bari
bu gece biraz daha kibar ol! Bu konuda çok
acımasızsın!" dedi.
Nejat utanmıĢtı. Rebeca haklıydı. Evlenme teklif
ettiği bir kadının yüzüne sevilmediğini
söylemek, büyük kabalıktı. Rebeca'yı kendine
çekti. Kulağına doğru eğildi,
<5"
"Özür dilerim Rebeca, gerçekten kabalık ettim.
Ama biliyor musun? Ben biraz da kendimden
korkuyorum," dedi. Rebeca bunun ne
anlama geldiğini düĢündü. Pek anlayamamıĢtı,
"Yani beni sevmekten mi?" "Hayır, seni
istemekten," dedi.
Rebeca evlenmeye karar veren bir çiftin
birbirini istemekten korkması düĢüncesini
anlayamıyordu. Türk erkekleri ne kadar
değiĢikti. Sonra içinden "Yok canım, nerede?
Yakınımda olan Türk erkeklerini görüyorum. Evli,
çocuklu olanları bile ne iĢler çeviriyorlar"
diye düĢündü. Ve "Bana cins olanı rastladı. Bir
erkeğin böyle âĢık olması, görülmüĢ Ģey değil"
dedi. Rebeca dilinin ucuna gelmesine rağmen,
"Beni istemekten korkacak ne var?" demedi.
Kendini daha fazla küçültmemeliydi. Bu kadar
geliĢme bile çok büyük baĢarıydı. Sonu muhakkak
gelecek, o gölge kadını unutturacaktı. Ayağa
kalktı, "Hadi gidelim Nejat. Gerçekten yarınki
ameliyatlar çok zor olacak," dedi.
Hümeyra, Nejat'ı gördüğü günden beri daha güçlü
görünüyor, güya bu durumu kabullenmiĢ gibi bir
tablo sergiliyordu. Ne yazık ki içindeki o cılız
ümit ıĢığı da yok olmuĢ, yaĢama sevincini tamamen
kaybetmiĢti. Artık sadece dünyaya getirdiği ve
babasız büyütmek zorunda olduğu oğlu için
yaĢayacaktı. YaĢamak mecburiyetindeydi. Aldığı
bütün kararlara, kendi kendine verdiği sözlere
rağmen, aklı yine de Nejat'ta ve o ecnebi kızla
iliĢkisinin boyutunun ne olduğundaydı. Çok az
kazandığı haftalık m aaĢla her cumartesi bir
gazete almak gibi bir alıĢkanlık edinmiĢti.
Haftasonlarmda sosyete haberleri ve tanınmıĢ
insanların hayatları
ile ilgili haberler ve resimler yayınlanıyordu.
Belki Nejat ve o kadınla ilgili de bir Ģeyler
yazılırdı. Bir taraftan Nejat diye birinin
hayatında yeri olmadığını, kendi
kendine onu artık gömdüğünü söylüyor, bir yanı
da ondan haber almak, nerede, ne yaptığını bilmek
istiyordu.
Cumartesi sabah Umut yataktan kalkar kalkmaz,
Hümeyra kendince bir bahane bulup, Umut'u hemen
bakkala gönderiyordu. Bu sabah da aynı Ģeyi
yaptı.
"Umut, oğlum hadi bakkaldan taze bir ekmek al da
gel!"
"Anne sucuk da alabilir miyim?"
Hümeyra bir an düĢündü. Cebindeki parayı hesap
ediyordu. Elmas nine dikkatle ana ile oğlu
seyrediyordu, "Umut oğlum, benim de canım sucuk
istiyor, al bu parayı. Apikoğlu sucuklarından
bir kangal al. Çok ıslak olmasın, emi?"
Hümeyra sonradan hatırlamıĢ gibi, "Bir de gazete
al! Umut!" dedi.
Umut iĢtahlı bir çocuk değildi. Daha doğrusu
yemek seçen, damak zevkine uygun olmayan bir Ģeyi
asla yemeyen bir çocuktu. Sucuk almanın sevinci
ile hızla kapıya fırladı. Hümeyra kahvaltı
sofrasını topladı. BulaĢıkları yıkamak için
mutfağa girdi. Çaydanlıktaki sıcak suyu bulaĢık
tasına dökmeden evvel, gazeteyi bir
karıĢtırayım, dedi. Hemen ilk sayfada, Yılın
Düğünü diye büyük puntolarla yazılmıĢ bir haber,
yanında da muhteĢem gelinliği ile damat ve
gelinin resimleri
vardı. Hümeyra pek böyle konularla ilgilenmezdi
ama nedense dikkatini çekmiĢti. Tabureye oturdu.
Okumaya baĢladı. Devamı dördüncü sayfa sütun
dörtte yazıyordu. Dördüncü sayfayı açtı. Ve de
öylece kaldı. Resimde Nejat, o Amerikalı kızın
parmağına yüzük takıyordu. Altına da,
"YakıĢıklı /Tük ve müthiĢ
<5"
doktor, güzel yardımcısı Amerikalı
RebeĞaj^^ nihayet yüzüğünü taktı.
Düğünün ilgi çeken sürprizlerinden de bu
sahne oldu" diye yazılmıĢtı. Hümeyra elinde
niĢan
biri gaze-
lo, bir resme bir de altındaki yazıya bakıyordu.
Ne kadar baktı? Farkında değildi. Ağlamıyordu
da, donmuĢ gibi sadece bakıyordu. Sonra Elmas
ninenin telaĢlı sesini duydu, "Hümeyra mutfakta
bir Ģey mi yanıyor? Kızım burası duman doldu."
Hümeyra gazocağına doğru baktı. Çaydanlığın alt
tarafı kor haline gelmiĢti. Üstü de simsiyahtı.
Gazeteyi attığı gibi ayağa kalktı. Hemen gaz
ocağını kapattı. Çaydanlığı bu Ģekilde
tutamazdı.
Aslında kor haline gelmiĢ bu çaydanlık da
Hümeyra'nın yüreğinde yanıyordu. Söndürülmesi
de imkânsız gibiydi.
Yüzükleri takmak Rebeca ile Nejat'ın hayatında
fazla bir Ģey değiĢtirmemiĢti. Yine iki iĢ
arkadaĢı gibiydiler. Biraz daha
geç vakitlere kadar beraber oluyorlardı. Birkaç
kere Rebeca Nejat'larda Leyla'nın odasında
kalmıĢtı. Rebeca Leyla'nın kendisinden pek
hoĢlanmadığını fark ediyordu. Gerçi kibar kızdı.
Bunu asla kabalık derecesine getirmiyordu.
Komodinin üstünde nefis bir genç kız resmi vardı.
Ġlk kaldığı gece, Rebeca kendi resmi zannetmiĢ,
hayretler içinde ve de sevinerek, "Bu ben miyim?
Böyle bir resmim yok ki?" diye sormuĢtu. Leyla
denize doğru bakarak, gözleri dolu dolu, "Hayır,
O Hümeyra," demiĢti. Onun üzerine hiçbir Ģey
konuĢmamıĢlardı. Ne yazık ki bütün gece sessiz
ve neĢesiz geçmiĢti. Evde kendisine en iyi
davranan kayınvalide adayı Sevgi hanımdı. Onun
da anne olarak bazı beklentilerine cevap verecek
olduğu için kendisini desteklediğini
düĢünüyordu. Aslında haksızlık da etmemeliydi.
Rebeca'ya ilgisiz değildi. Kenan bey asla
duygularını belli etmiyordu. Sanki sa dece etten
ve kemikten yapılmıĢtı. Oğlu ile evlenecek,
torunlarının annesi ola < .ık kız, onu hiç
ilgilendirmiyordu.
fi?
Böylece aylar geçmiĢ, ağustosun sonuna gelmiĢti.
Hümeyra gazetedeki niĢan haberinden sonra bir
ruh gibi evin içinde dolaĢıyor, uyumuyor,
sabahlara kadar gözyaĢı döküyordu. Birkaç gündür
onu derinden etkileyen baĢka bir sorun, çok
zorlayıcı bir hal almıĢtı. Umut illa da okul diye
tutturmuĢtu. Annesinin çalıĢtırması ona
yetmiyordu. Bir çocuk gibi yaĢamak, arkadaĢları
ile okula gitmek, bir Ģeyler öğrenmek, arada bir
yaramazlık yapmak onun da en tabii hakkıydı.
Dünyaya geliĢinde hiçbir rolü ve isteği olmayan
bu çocuk, bu kadar büyük bir cezayı, çocuk gibi
yaĢama hakkının elinden alınıĢını hak etmiyordu.
Eğer ortada bir suç varsa cezasını iĢleyenler
çekmeliydi. Neden günahsız bir çocuğun
omuzlarına yüklenmiĢti? Bunları her an düĢünen
Hümeyra, Sonuçta ben, ben de çekiyorum ama az da
olsa bunda benim iradesiz oluĢumun payı var. Bu
çocuğun günahı neydi? diye düĢünüyordu.
SULCI
Ġstanbul'un bahan, Ankara'nın sonbaharı çok
güzel olur derler. Sonbahardaki güzellik
dünyanın neresinde olursa olsun, hüzünle
karıĢıktır. Romantizmin ağır bastığı, aĢkın çok
daha Ģiddetli hissedildiği, hasretin ise
dayanılmaz olduğu bir zaman dilimidir. Nejat da
romantik bir yapıya sahipti. Çok büyük bir aĢk
yaĢamıĢ, derinden yaralayan bir hasretin içine
düĢmüĢtü. Yarasına merhem olsun diye denediği
Ģeyler, asla etkili olamamıĢtı. Ne yazık ki hala
olamıyordu. O gece sabaha kadar Hümeyra'yı
rüyasında görmüĢtü. Hümeyra hep ağlıyordu. Nejat
yanma yaklaĢtığında ona öyle garip, öyle kırgın
bakmıĢtı ki, sonra kaçmaya baĢlamıĢ, büyük bir
akarsuyun yanına kadar koĢmuĢtu. Nejat da
arkasından... Sonra birden yanında bir çocuk
belirdi. Çok zayıf, yüz hatları çok
güzel olan bir çocuk. BakıĢları o kadar mahzun,
o kadar çaresizdi ki, Nejat
çocuk için de çok üzülmüĢtü. Hümeyra büyük bir
telaĢ içinde uğraĢırken, yanlarına Rebeca
yaklaĢtı. Hümeyra'ya gülerek, "Bu nehri
geçebilirsin, fazla derin değil," dedi. Hümeyra
gözleri yaĢ dolu, "Çocuğum var onu tehlikeye
Nejat nefes nefese Hümeyra'nın olduğu yere
yaklaĢmıĢtı, "Geçme Hümeyra! Benimle gel!" dedi.
Rebeca atıldı, "Ona inanma Hümeyra! O beni
seviyor. NiĢanlandık
atamam" diye cevapladı.
ri geç! Öbür tarafta seni
güzel bir hayat bekliyor." Hümeyra çocuğunu
kucakladı. Çocuk da Hümeyra da o kadar zayıftı
ki... Bu nehir onları muhakkak sürükleyecekti.
Nejat Hümeyra'yı kolundan tutmaya çalıĢıyordu,
"Gitme, benimle kal!"
Hümeyra büyük bir kızgınlıkla Nejat'ın yüzüne
baktı, "AĢk iki kiĢiliktir, bunu bilmiyor musun?
Üçüncü kiĢi aĢkın içine giren bir kurt gibidir.
Mayasını bozar, kalitesini düĢürür. Ġçten içe
oyar, ölüme mahkûm eder. Bizim aĢkımız da artık
ölüme mahkûm," dedi ve hızla nehre doğru
ilerledi...
Nejat öyle Ģiddetli "Hümeyraa!" diye bağırmıĢtı
ki kendi sesine kendisi uyanmıĢtı.
ĠĢte böyle bir moral bozukluğu ile ameliyata
girmiĢti. Havaların soğuması ile daha doğrusu
tatil mevsiminin bitmesi ile hasta sayısında
büyük bir artıĢ olmuĢtu. Bu da
Nejat'ı fazlasıyla yoruyordu. Hele nikâhın
yaklaĢması, sinirlerini iyice bozuyordu.
Ameliyattan çıkar çıkmaz, arka bahçede kuytuda
bir bankın üzerine oturdu.
Dün gece gördüğü rüyanın etkisindeydi. Birden
beyninde bir ĢimĢek çakar gibi oldu. Acaba
Rebeca'nın varlığı mı Hümeyra'yı kendinden
uzaklaĢtırıyordu. Üzerine basarak söylediği AġK
ÎKÎ KĠġĠLĠKTĠR cümlesi kafasının içinde
zonkluyordu. Sonra hemen baĢka bir düĢünce ile
sarsıldı, ya kendisi? Ġlk ihanet ondan gelmiĢti.
EvlenmiĢ, çocuk sahibi bile olmuĢtu. "Beni öyle
bir vefasızlıkla nasıl suçlayabilirdi ki?" diye
söylendi. Asla Hümeyra'yı suçlamaya gönlü razı
olmuyordu. Hemen, belki de çok kötü bir durumda
kaldı. Belki de baĢka çaresi yoktu
düĢünce-
da çok severdi diye düĢündü.
sini geliĢtirerek, Hümeyra'yı kendine karĢı
müdafaa etti. Yağmur çiselemeye baĢlamıĢtı. Bu,
mevsimin ilk yağmuru idi. Toprak kokusu ne kadar
da güzel geliyordu. Hümeyra
325
HemĢire yana yakıla Dr. Nejat'ı arıyordu.
Rebeca'ya sordu. Rebeca biraz kızgın, "Arka
bahçedeki büyük çınarın arkasına bakın. Yalnız
kalmak istediği zaman oraya kaçar," dedi.
HemĢire hızlı adımlarla, Dr. Nejat'ın yanına
yaklaĢtı, "Doktor bey, bugün hastalarınız çok.
Sizi bekliyorlar," dedi.
Gerçekten de bugün hastaları çoktu. Aslında
ameliyat günleri hasta kabul etmiyordu. Ne
yazık ki hasta sayısında büyük bir artıĢ vardı.
Eğer kendinden fedakârlık etmezse, hastaları
üstün körü muayene etmesi gerekecekti. Aceleye
gelmeyen tek meslek de doktorluktu. Ġlk hastası
gençliğe yeni adım atmıĢ, güzel bir kızdı.
Samsun'dan getirilen on altı yaĢındaki bu
hastanın durumundan çok etkilenmiĢti Beynindeki
urdan dolayı gözleri görmemeye baĢlamıĢtı. Çok
güzel bir kızdı. Nejat'a durmadan, "Gözlerim,
doktor amca, gözlerim görse, derslerime
çalıĢabilsem baĢka bir Ģey istemem. Yoksa
sınıfta kalacağım."
Nejat böyle hastalardan çok etkileniyordu.
Ġçinden, "Zavallı yavrucak önce dünyada kal
yeter" diye geçirdi. Nejat bu durumda tıbbın da
çaresiz olduğunu biliyordu. Ama yine de bu çocuğu
"Sana hiçbir Ģey yapamayız" diyerek göndermek
istemiyordu. Beyin emarına dikkatle bakıyor,
tekrar, tekrar bakıyordu. Muayene odasının
kapısının önünde, yüksek sesle konuĢmalar, hatta
bağrıĢmalar vardı. Görevli ile hastalar Ģiddetli
bir münakaĢa halindeydiler. Nejat hemĢireye,
"Bir bak bakalım, dıĢarıda ne oluyor? Ġster
istemezjdikkatim dağılıyor," dedi.
HeımĢirFkapıya çıkıp, iki dakika sonra döndü,
"Hiç efendim, her zamanki Ģeyler. YaĢlı bir kadın
gelip, bütün hastaların önüne geçmiĢ, illa da
Doktor Nejat'ı göreceğim, diye. Öteki hastalar
ve görevli de mani olmak istiyor^Onlara "Ben
hasta deği-
lim. Hususi konuĢacağım" diyormuĢ. Bilirsiniz,
bunlar çarıklı erkânıharptir. Böylece öne
geçecek." Nejat biraz düĢündü, "Bu güzekkızın
muayenesi bitsin, yaĢlı nineyi içeri al, bakalım
gerçekten bir özel konu var mıymıĢ?" Sonra biraz
durakladı." Hayır! Hemen Ģimdi al! ġurada
otursun... " dedi.
Nine muzaffer bir eda ile hemĢirenin önünden
odaya girdi. Nejat'ın yüzüne tuhaf bir ifade ile
baktı. Bu bakıĢın içinde net olarak belli olan
tek Ģey kızgınlıktı. Ama baĢka Ģeyler de vardı.
Sert bir sesle, "Doktor Nejat sen misin?" diye
sordu.
"Evet nineciğim, biraz bekle! ġu güzel kızı
göndereyim konuĢuruz."
Kadın sert bir Ģekilde "Ġyi," dedi. Nejat
içinden, iyi ki içeri aldık. Bu hepimizi
dövebilirdi, diye düĢündü.
Zavallı kızı ve babasını gönderdikten sonra
ihtiyar nineye döndü, "Nine hastan mı vardı?"
Nine yüzünü buruĢturdu, "Var ya! Ama ben seninle
yalnız konuĢmak istiyorum."
Nejat iyice ĢaĢırmıĢtı, "TanıĢıyor muyuz?" "Ben
seni çok iyi tanıyorum. Sen tabii ki
tanıyamazsın."
"Bana kızgın gibisin?"
"Evet öyleyim. Kızgınlık hafif kaçar. Bunlara
söyl yalnız bıraksınlar."
le bizi
<5"
HemĢire atıldı, "Doktor bey bence çıkmayalım. Bu
teyze pek normal gibi görünmüyor."
Nine kızmıĢtı, "Kızım ağzını topla! Ben eski
toprağım ve sizin gibi gençlerden çok normalim,"
dedi. KaĢlarını iyice çatmıĢ, kırıĢ kırıĢ olan
yüzü daha da buruĢuk bir hal almıĢtı.
Nejat iyiden iyiye meraklanmıĢtı, "Bizi biraz
yalnız bırakın! DıĢarıdaki hastalan Rebeca kabul
etsin. Ben de hemen gelirim" dedi
"Evet nineciğim, seni dinliyorum. Önce adınızı
lütfeder misiniz?"
"Adımı ne yapacaksın. Sadece yaĢlı bir insanım
hem de gerçek bir insanım. Duyguları olan, üzülen
bir insan... "
Aslında Nejat'ın boĢa harcayacak zamanı yoktu
Ama altıncı hissi bu yaĢlı kadının sıradan biri
olmadığını söylüyordu.
"Peki öyle olsun! Benden ne istiyorsunuz?"
Nine cebinden bir kâğıt çıkardı, "Hemen bu akĢam,
bu yere git! Bir yemek ye! Ama on buçuk, on birden
evvel kalkma! Ondan sonra da eve gel, (Bu sefer
de neredeyse bir kitap kalınlığında bir zarf
uzattı) Otur bunları oku. Üç gün sonra bunları
senden geri alacağım," dedi. Ayağa kalktı. Nejat
kolundan tuttu, "Otur nine, ne olur? Kimsin? Ne
istiyorsun? Bir anlat."
"Hayır benden bu kadar. Gerisi senin insanlığına
kalmıĢ. Tabii varsa."
Nine bir de hakaret etmiĢti. Nejat yaĢlılığına
saydı. Ama bu sefer gitmesine mani olmadı. Nine
tam kapıdan
çıkarken, "Haa o gâvur gizini yanında götürme!
Yalnız git!
sın. Sözünde duracağını pek ümit etmiyorum ama,
yine
kıyordu, "Allah Allah! Beni kalleĢlikle de
suçladı" dedi.
Yine Rebeca'nın sesi ile kendine geldi, "Hayrola
Nejat, nerelerdesin?"
de söyleyeyim."
YaĢlı kadın hızla uzaklaĢtı. Nejat arkasından
öylece ba-
Bunları da Ģimdi değil, oradan
"Haa sen miydin? Öylece dalmı Ģım iĢte."
"Ġyi, hadi çıkalım artık. Bu gece beni Çakıl
Gazinosuna götürecektin, unuttun mu?"
Nejat, "Ah! Özür dilerim Rebeca, sözümü yerine
getiremeyeceğim. Babam biraz rahatsızmıĢ, benim
eve dönmem gerek."
"Öyle mi? Bende gelmeliyim!"
"Hayır, hayır hiç gerek yok."
Rebeca ĢaĢırmıĢtı. Nejat'ta bir tuhaflık vardı.
Birden aklına geldi, "O yaĢlı kadın ne
istiyordu?"
"Hiiç, bir hastası varmıĢ, hiç de parası yokmuĢ."
Rebeca sözünü kesti, "Nejat sen hiç yalan
söyleyemi-yorsun. Ve sana yalan asla yakıĢmıyor.
AnlaĢıldı, yine bir bunalım içindesin. Ben
çıkıyorum. Ġyi akĢamlar."
Nejat'ın canı eve bile gitmek istemiyordu.
"Ninenin verdiği Ģu adrese bir bakayım," dedi.
Küçükyalı Çamlık Gazinosu. Kadıköy tarafı
Nejat'a hep yabancı gelmiĢti. Kendini manen ve
fiziksel olarak yorgun hissediyordu ama, içinden
bir ses "mutlaka gitmelisin!"
diyordu. Arabasını KabataĢ'a doğru sürdü. Saat
henüz akĢamın yedisiydi. Gidinceye kadar sekizi
bulurdu. Gazinonun yerini de buluncaya kadar,
epeyce zaman geçmiĢ olacaktı. "Önce Salacakta
oturup, birkaç çay içip, gurubu seyredeyim.
Ġstanbul'un en güzel gurubu o sa-yi ^ hilden
seyredilirmiĢ. Sonra gazinoyu ararım" diye kar
verdi.
Çamlık, Küçükyalı'nın sahilinde küçük bir yerdi.
Çamlık, Küçükyalı'nın sahilinde küçük bir yerdi.
Denizden biraz yüksek, lüksü olmayan, orta halli
bir yer. Galiba gündüz denize girenlere hizm et
ver iyor, akĢam da yemek servisi ve içki... Cuma,
Cum^^si ve Pazar akĢamları da kendi çapında müzik
programı vardı.
Nejat kuytu ama manzarası güzel bir yere oturdu.
Hemen garson yanında belirmiĢti. "Yalnız mısınız
beyim?" "Evet,"
"Hafta sonu üç gün gazinomuz çok dolar. Bir
kiĢiye bir masa veremiyoruz."
"Üç kiĢilik say." Elindeki kâğıt parayı da
garsonun cebine soktu. Garson eğilerek, "BaĢ
üstüne efendim. Neler istersiniz?"
"Midye tava, kalamar, patlıcan kızartma ve bir
de beyaz Ģarap, iyisinden olsun."
Saat onu geçmiĢti. Üç kiĢilik bir gurup, dans
müziği yapıyordu. Gerçekten gazino dolmaya
baĢlamıĢtı. Özellikle de ondan sonra çok insan
gelmiĢti. Nejat ise sıkılmaya baĢlamıĢtı. Bir
küçük Ģarap içmiĢ, bekliyordu. Bu hesaba göre en
az onbire kadar oturması gerekiyordu.
Uzun boylu, temiz giyimli bir adam, mikrofonu
aldı. MüĢterilere hayatlarından memnun olup,
olmadıklarını sorup, hoĢ geldiniz dedikten
sonra, "ġimdi beklediğiniz an geldi. Altın sesli
ġahika, kemanı ile karĢınızda!"
Salonda müthiĢ bir alkıĢ kopmuĢtu. Nejat'ın
karĢı köĢesinde çam ağaçlarının kısmen kapattığı
kuytu yerde, uzun boylu, zayıf, sari saçlarını
arkada basit bir topuz halinde toplamıĢ, üzerine
uzun siyah bir etek ve siyah üzerine parlak mavi
küçük desenleri olan bir bluz giymiĢ, gözüne
renkli, geniĢ çerçeveli bir güneĢ gözlüğü
takmıĢ, yaĢı tam belli olmayan bir genç kadın
göründü. Ne yüzü ne de yaĢı pelcbelli olmuyordu.
Bu durum özellikle ayarlanmıĢ gibiydi. IĢığı az,
kuytu bir köĢe deimkrofonun önünde ayakta
duruyordu. BaĢı ile zarif^^^selam verip,
alkıĢlar arasında yerine oturdu. Keman^ ile çok
baĢarılı bir tak-
sim geçtikten sonra, Osman Nihat'ın son günlerde
diller
den düĢmeyen "Ne müĢkülmüĢ seni sevmek, sana yar
olmak, DilĢad olmak isterken periĢan olmak" adlı
Ģarkısına baĢladı. Çok güzel sesi vardı. Ġnsanın
içine iĢleyen bir ses... Nejat ĢaĢkındı. Bu ses,
onun hayran olduğu sesti. Bu, Hümeyra'nın
çağlayan gibi akan pürüzsüz sesiydi. Ama Hümeyra
ve bir gazino hiç mi hiç bir araya gelemeyecek
iki Ģeydi. Ama oydu iĢte. Yerinden kalktı.
ġarkıcının
yanına gitmek istiyordu. Garson yaklaĢtı, "Bir
isteğiniz mi vardı, efendim?"
"Hayır! Evet, evet, bu Ģarkı söyleyen hanımın adı
neydi?"
"ġahika hanım, efendim." "GörüĢmem mümkün mü?"
"Bu imkânsız bir Ģey. Dört veya beĢ Ģarkı okur,
sonra gider. Kimse ile konuĢmaz. Hiçbir Ģey yemez
içmez. Yanma da yaklaĢamazsınız. Bakın Ģurada
duran iri kıyım adam onun koruyucusudur. Laz
Hamza. Yanına kimseyi yaklaĢtırmaz."
"Peki rica etsem çok sevdiğim bir Ģarkıyı okur
mu?"
"Zannetmem, Ģimdiye kadar hiç istek okumadı."
"Siz yine de Ģu kâğıdı verir misiniz?"
"Ben ancak Hamza'ya verebilirim."
"Mani oluyor halimi takrire hicabım" adlı
Ģarkıyı yazdı Garsonun eline büyük bir bahĢiĢle
beraber tutuĢturdu Garson, "ġahika hanımı
tanıyor muydunuz?"
Nejat acele ile cebinden
kadar sadıktır ki."
Nejat tereddütle, "Belki, zann emin değilim,"
dedi.
"Ne olur yanına yaklaĢmayın.
"Hamza ile yakınlığı ne?"
"Hiç, hiçbir yakınlığı olduğunu zannetmiyorum.
O değiĢik bir kadın, bir muamma. Bir iliĢkisi
olduğunu zannetmem. Galiba buraya giriĢine Hamza
aracı olmuĢ. Hamza patronun yakınıdır. Kendisi
sebep olduğu için onu korumayı görev edindi...
Bir
müddet sonra sadık bir köle haline geldi. ġimdi
ise ġahika hanıma o kadar kıymet veriyor, o kadar
hayran ki öl dese ölür. Gerçi o genç kadının da
kimse yanlıĢ bir hareketini görmedi," dedi.
ġahika hanım devam ediyordu, "Gözlerin hayran
bakarmıĢ görmeyip ısrarımı... "
Garson Nejat'ın yanından ayrılmıyordu. Hem
aldığı bahĢiĢler, hem de önemsenmek hoĢuna
gitmiĢti.
"Sahnede ne kadar kalır?"
"En fazla beĢ veya altı Ģarkı söyler," dedi.
Nejat bu ikinci Ģarkı, diye düĢündü. Garson
uzaklaĢırken arkasından sesledi.
"Oğlum hesabı da getirir misin?"
ġahika hanım üçüncü Ģarkıya baĢlamıĢtı. "Kırmızı
gülün âli var.. " Nejat'ın artık Ģüphesi kalmamıĢ
gibiydi. Bu Hümeyra'ydı. Hemen arkasından hayır
olamaz! diye düĢünüyordu. Nejat durmadan fikir
değiĢtiriyordu. Ġçinden bir türlü çıkamadığı bir
fikir karmaĢası yaĢıyordu. Mantığı bu hanımın
Hümeyra olamayacağını, duyguları ise bu sesin
sevdiği kadının sesi olduğunu söylüyordu. Bu ses
Hümeyra'nın ama bu genç kadın Hümeyra olamaz.
Saçının rengi, hatta görünüĢü çok baĢka... Bir
gazinoda Ģarkı söylemek ise asla onunla
bağdaĢamayacak bir iĢ. Gerçi yüzü görünmüyor.
Çözlerini geniĢ bir gözlükle kapatmıĢ. Hayır
olamaz, o bir subay ile evli. Çocuklu. \Bir subay
eĢi buralarda nasıl Ģarkı söyler? Birden
ayağa^fTladı. Ġçinden de "Bu O, tabii O! O
olmasaydı, yaĢlı kadın beni buraya herhan-
gi bir Ģarkıcıyı dinlemem için gönderir miydi?
Peki o yaĢlı kadın kimdi?"
Garson elinde hesap pusulası ile yaklaĢtı. Hesap
iyice kabarıktı.
"Ben Hamza'ya kâğıdı verdim. ġahika hanıma
kâğıdı vereceğine dair söz verdi. Beni çok sever
de. ĠnĢallah Ģarkınızı söyler. Ama o Ģarkıyı hiç
söylemedi. Belki de bilmiyor."
Nejat garsonu dinlerken cüzdanını çıkardı.
Ġçinden paraları sayıp, hesap pusulasının
üzerine koydu. Müzik durmuĢtu. ġahika hanım
henüz üç Ģarkı söylemiĢti. Garson önünden
çekildikten sonra Nejat, Ģarkı söyleyen kadının
yerine baktı. BoĢtu. Ġçinden, "Biraz sonra
döner," dedi. Bir iki dakika sonra, müĢterilere
hoĢ geldiniz konuĢması yapan genç adam yine
mikrofonu aldı, "Sayın misafirlerimiz, ġahika
hanım hastalandı. Hepinizden özür dilememi rica
etti.. " Adam konuĢmasına devam ediyordu. Sesi
gergin ve sinirliydi. Nejat'ın adamı da kimseyi
de dinleyecek hali yoktu. Mutfak diye kullanılan
kapalı yere koĢtu. Adamın biri bulaĢıkları
yıkıyor, biri de hesap pusulalarını elden
geçiriyordu. Hesap yapan bıyıklı adam,
"Bir Ģey mi vardı bey?"
"ġahika hanımı aramıĢtım."
Tam o sırada konuĢma yapan adam kapıdan girdi.
Nejat'ın yanına yaklaĢması ile çenesine bir
yumruk atması o kadar ani oldu ki, Nejat üstü
yemek pusulaları dolu masaya zor tutundu.
"Ne oluyor? Nedir bu haliniz? Ben Dr. Nejat
OdabaĢı. Zarar verecek bir insan değilim ve kötü
bir niyetim de
yok."
Adam güldü, "Ne olursan ol! Doktorluğun
muayenehanende geçer. Sen benim en çok tutulan
Ģarkıcımı kaçırdın."
Üzerine doğru tekrar yürüdü, "Ne yazmıĢtın o
pusulaya ulan!"
Nejat burada iĢlerin böyle yürütüldüğünü
anlamıĢtı. Sakin olması gerekiyordu.
"Sadece bir Ģarkı istemiĢtim."
Adam gittikçe kızıyordu, "Kimi kandırıyorsun be!
Bir Ģarkı istedin diye ġahika hanım o hale gelir
miydi? Beti benzi sapsarıydı. Elleri
titriyordu."
Evet, artık Nejat yüzde yüz emindi. ġahika hanım
onun SarmaĢık Gülü idi. Adama yaklaĢtı, "Bana
inanmıyorsan adamına sorabilirsin", dedi. Adam,
cevabın doğruluk payını düĢünüyordu. Bundan
cesaret alan Nejat, "KardeĢim ne olur? Bana
adresini verin," dedi. Adam hepten
sinirlenmiĢti. DiĢlerini sıkarak, tekrar
Nejat'ın üzerine doğru yürüdü.
"Çabuk, elimde kalmadan gözümün önünden uzaklaĢ!
Bir daha da buralarda görmeyeyim seni! Doktor
bozuntusu," dedi ve ağzının içinde sunturlu bir
küfürle sözünü tamamladı.
Nejat bu adamdan bir Ģey öğrenemeyeceğini
anlamıĢtı. Acele ile oradan uzaklaĢtı. Arabasına
kendini zor attı. Eve hemen gitmek istemiyordu.
Burada da kalması tehlikeli ve
gereksizdi... Arabayı hızla hareket ettirdi. Bir
süre Pendik'e doğru gitti. Sonra geri döndü.
Bostancı yönün-
de ilerledi. Daha sonra Caddebostan plajının
oraya geV^"^ di. Galiba plajın yanında yeni
açılan yazlık gazinoda konser vardı. Gazinonun
her tarafında Gönül Yazar'ın-büyük
'ın büyük
v iv.
renkli afiĢleri asılıydı. Denize yakın bir yere
arabasını çekti. Gazinonun neonları ve sahne
ıĢıkları burayı aydınlatıyordu. YaĢlı kadının
verdiği büyük zarfı aldı. Ġçinde otuza yakın
mektup vardı. Hepsi de Nejat'a yazılmıĢ ama
gönderilmemiĢti. Geriye doğru gitti. Ġlk mektubu
alıp, okumaya baĢladı.
ġövalyem,
Aslında sana artık Ģövalye dememem gerek. Seni
beklerken sokaklarda bayılmak üzereyken,
Mısırlı Abdullah tarafından bulundum. Sen onun
kim olduğunu bilmiyorsun tabii. Ben Ġstanbul'dan
ayrılmadan evvel, babam tarafından, benim için
ideal damat adayı olarak ayarlanmıĢtı... Zaman
kazanmak için onunla niĢanlanmayı kabul
etmiĢtim. Kaçabilecek fırsatı bulabilmek için.
Çünkü evde hapis hayatı yaĢıyordum. Eve o
vaziyette getirilince, babam tarafından nasıl
bir iĢkenceye maruz kaldığımı tahmin etmen bile
imkânsız. Ölüme sevinilir mi? Sevindim desem
yeridir. Çok sevdiğim amcamın kaybı benim için
kurtuluĢ fırsatı yaratmıĢtı. Beni sevindiren
babamın evden uzaklaĢması idi. Bugün seninle
kaçmaya
çalıĢtığımın dördüncü günü. Dört gündür çok
hastayım. Babam doktor getirilmesine izin
vermiyor. "Ölsün daha iyi! Yüz kiri!" diye
bağırdığını bizzat duydum. Yarabbi sevmek bu
kadar büyük bir suç muydu? Neyse, babamın
Ankara'ya gitmesi ile büyükninem hemen eve
doktoru çağırdı. O anda dünyanın sonunun
geldiğini zannettim. Hamileydim. Birkaç ay sonra
karnım büyüyecek, kendim ile beraber bütün
ailemi bu sefer gerçekten rezil edecektim.
Galiba babam haklıydı. Ben yüz kiriydim. Büyük
ninem Melâhat bacı ile bana, yıllar önce
bağıĢladığı bir çiftliğe gitmemizi söyledi.
BaĢka da yapacak bir Ģeyim yoktu galiba! Çünkü
babam bu sefer haklı olarak, her türlü iĢkenceyi
yapacaktı. Belki de öldürecekti. Veya ölümü
aratacak bir hayat yaĢatacaktı. Gerçi sensiz
hayat bana hep ölümü arattı ama artık ölmeye de
hakkım yoktu... Ben ölümü hak etsem de karnımdaki
bebeği yaĢatmam gerekti. Sen hala ortalarda
yoktun. Ve bir haber de
göndermemiĢtin.
Bütün sevdiğim Ģeyleri, seni, aĢkımı,
hayallerimi ve hayatımı Ayvalık'ta
bırakıp, Zalimin torununu kucağıma
ala-
rak, faytona bindim. Hayallerimi gömdüğüm bu
Ģirin yere bir kere daha doyasıya bakmak
istiyordum ama gözlerim yaĢ ve kan içindeydi.
Bunu bile yapamadan, bütün güzellikleri arkamda
bırakarak gittim. Hamileliğimi orada da meĢru
bir zemin üzerine oturtmam gerekiyordu. Onu da
Melahat
bacı kendince halletti. Güya ben bir teğmen ile
evlenmiĢtim. Teğmen görevde topun geri tepmesi
ile Ģehit olmuĢtu. Genç yaĢta dul kalmıĢ, hayata
küsmüĢtüm. Bu çiftlikte çocuğumu büyütecektim.
Bunların içinde en doğru olanı, "Hayata
küstüğüm" sözüydü...
Yer yer gözyaĢlarının izi olan mektuba Nejat'ın
da gözyaĢları düĢüyor, yazılar birbirine
karıĢıyordu.
Nejat mektupların bazılarını atlayarak
okuyordu. Onun kafasında yer eden, yüreğinde
yaralar açan bazı haberleri netleĢtirecek Ģeyler
arıyordu.
Hain sevgilim,
Seni artık yok sayıyorum. Ne olduğunu, yaĢayıp,
yaĢamadığını, yaĢarsan da kimlerle, nerede
olduğunu bilmiyorum. Ama aĢkını yok sayamıyorum.
Çıkarıp atamıyorum. Üç gün evvel akĢama doğru
sancım tuttu. Bir ebe bulup, getirdiler.
Hastaneye gidemedim. Çocuğumun babasını
soracaklardı. Onlara "oğlumun babası yok" demek,
ölmekten bin kere beterdi. Zaten bu günlerde
senden sonra en fazla düĢündüğüm Ģey
ölmekti. Ama karnımdaki bebek,
onu na-
dım. Çok
sıl yok edebilirdim? Bu imkânsızdı.
YaĢamalıydım. bir doğum yaptım. Bir oğlum
olmuĢtu. Sanki ikimizin karması idi.
Adını "Umut" koydum. Benim
.iÇinSumutların tükendiği yerde, belki o
bir umut ıĢığı olabilirdi. Senden hiç
haber yoktu. Zaman zaman Sabri beye bir telefon
etmeyi düĢünüyor, onu da fazla
tanımıyor, ne kadar güveneceği-
mi bilemiyordum. Babama veya ağabeyime
söylerlerse, artık hem beni, hem de çocuğumu yok
etmek için ne mümkünse yaparlardı.
Ġnsan ömründe günün ortalama sekiz saati uykuyla
ge-çermiĢ. Benim sekiz saatim hilafsız ağlamakla
geçiyor. Bazı sabahlar kirpiklerim birbirine
değmeden kalkıyorum. Neyse ki Umut fazla yaramaz
değil. Bana güzel gözleri ile bakınca ne
uykusuzluğum ne de çaresizliğim kalıyor. Tabii
birkaç dakika için...
Nejat baĢka bir mektubu aldı.
Nejat'ım,
Artık sana kızmıyorum. Eğer hayatta olsan, beni
muhakkak bulurdun. Sen benim koruyucu
Ģövalyemsin. Hep öyle kalacaksın. Öldüğünü
düĢünmek çok, çok ama çok acı veriyor. Yine de
beni sevmediğini, unuttuğunu düĢünmekten daha
hafif bir iĢkence, daha hafif bir acı.
Oğlumuz üç aylık oldu. Zayıf bir çocuk ama
sağlıklı sayılır. Uzun boylu, sana benziyor. Ben
her gece saatlerce seninle dertleĢiyorum. Bazen
bana yol gösteriyorsun. Bazen sesini duyuyor
gibiyim. Aslında bütün bu çıkmazların içinde
yeni bir sorunum, hem de büyük bir sorunum var.
Büyükninemin kocasının yani büyük dedemin
yeğenleri de bu çiftliğin bir kısmında
yaĢıyorlar. Büyük yeğeni hayvan gibi biri.
Devamlı peĢimde,
beni çok huzursuz ediyor. Nejat, çok korkuyorum.
Ailem için yüz karası oldum. Bari oğlum için
lekeli bir anne olmayayım. Çaresizim,
korumasızım ve sensizim! JsS
Nejat yumruğunu direksiyonvu^üzerine vurdu.
"Alçak Herif bir de Ģereften,
namustan^ahsediyordu.
Vefasızım,
Galiba sana en iyi hitap sekli bu. Nerede olursan
ol! Beni yanına aldırmalıydın. Tabii çocuğumu
da... Bu, cehennem de olabilirdi. Yeter ki sen,
ben ve oğlumuz bir arada olalım. Oğluma
bakarak, "iĢte bu senin baban"
diyeyim.
Nejat çok zor durumdayım. ġevket denen o kudurmuĢ
köpek, iyice kudurdu. Çocuğumun yanında bana
saldırmaya baĢladı. Öyle adi, öyle aĢağılık ki!
Bana ne dedi biliyor musun?
"Senin evli olduğunu sokaktaki köpekler bile
yutmaz! Bir piç de benden peydahlasan ne olur?
Sizi iyice himayeme alırım. Hatta imam nikâhı
bile kıyarım. Raziye sesini çıkarmaz."
"Çabuk defol odamdan" dedim. Üzerime yürüdü.
Elbisemin yakasına yapıĢtı. Bütün gücü ile
kendine çekerken elbisem yırtıldı. Küçücük
Umutum çok korkmuĢtu, ikimiz de ağlıyorduk.
Umutün ağlama sesine birileri gelecek diye
korktu. Acele ile çıktı. Bu adam beni burada
yaĢatmayacak. Bilmiyorum ne yapmalıyım? Katil
olmaktan korkuyorum. Yatağımın yanında eski bir
tırmık saklıyorum. Son çare
olarak kullanabilirim, diye
düĢünüyorum.
Nejat yumruğunu önce direksiyona, sonra kendi
kafasına indirdi. "Kabahat hiç kimsede değil,
bende! Asla onu bulmadan bir yere
gitmemeliydim!" diye bağırd^. ġakaklarındaki
damarlar seğiriyordu. Bir müddet öylece durdu.
Sonra, birkaç mektuba Ģöyle bir göz attıktan
sonra, yine içlerinden bir tanesini çekti.
Sinirden titriyordu. Bir ara arabayı doğru
Ġzmir'e sürmeyi, ġevk^S^enen o iti öldürmeyi
düĢündü. Neyi çözümlemiĢ olacaktı ki? Onu
adamdan sayıp, kendisini hapse atarlardı. Ya
Hümeyra? Ya oğlu? Onlar ne olacaktı? Artık sadece
onlara ulaĢmayı dü Ģünmeliydi.
Seçtiği mektubu tekrar eline aldı.
AĢkım,
Evet, ĢaĢırma, hâlâ aĢkımsın. Sökemiyorum,
atamıyorum, biraz küllenmesini bile
Bağlayamıyorum. Ben dünyaya seni sevmek için
gelmiĢim. BaĢka bir Ģey bilmiyorum. Bilmek de
istemiyorum.
ġevket'in korkusundan aylardır Bici ile beraber
yatıyorum. Aynı odada. Oğlum üç
yaĢına geldi.
Geçen gün enginar toplayan iĢçiye "baba" dedi.
Baba demeyi kimden öğrendi bilmiyorum. Herhalde
o itin çocuklarından. Çok kötü oldum. Bu acıyı
sana anlatamam. Çocuğumu kapıp eve geldim.
BaĢımı masaya koyup ağlamaya baĢladım.
Umut yanıma yaklaĢtı.
"Anne ağlama! Sana antrebörtek vereyim mi?"
dedi. Antrebörtek, antibiyotik demekti. Umut çok
anjin olduğu için yanlıĢ olmasına rağmen, çok sık
antibiyotik vermiĢtik. Oradan öğrenmiĢ. ġimdi
hastayım diyen herkese, antrebör-tek
teklifinde bulunuyor.
Ġçimden keĢke, keĢke benim derdim de
antibiyotikle geçebilse diye düĢündüm. Oğlumu
kucaklayıp, "Tamam yavrum, ben içerim. Sonra da
beraber yatalım, olur mu?" dedim.
c
oluyor, halimi takri-
hicabım... " En güzel bununla uyuyor.
&
Onu kollarımın arasına alıp kulağına ninnisini
söyledim. Ninnisi ne biliyor musun?
"Mani oluyor, halimi takri-
dalmıĢtı ki, kapı aralandı. Gelen ġevket'ti.
Yatağın yanındaki tırmığı aldım hemen. Ayağa
fırladım. Tırmığı iki elimle tutup,
üzerine doğru yürüdüm. Bici henüz
yatmamıĢtı.
"Bir adım daha atarsan, seni delik deĢik
ederim," dedim
Ama adam, hayır o adam olamaz, hayvan bile
olamaz, kudurmuĢtu. Üzerime gelmeye
devam ediyordu. Tam o anda
re
Bici'nin sesi duyuldu aĢağıdan, "Hümeyra, beni
mi çağırdın?" diye sesleniyordu.
"Evet Bici, çabuk gel!" dedim.
O kudurmuĢ hayvan balkona çıkıp, balkonun
altındaki ot yığınlarının üzerine atladı. Bici
merdivenleri tek ayakla çıkıyordu. TelaĢla
içeriye girdi, "Ne var SarmaĢık Gülü, ne oluyor?"
diye sordu. "Seni yordum ama baĢım çok dönüyor.
Demin düĢüyordum. Acaba tansiyonum mu düĢtü?"
dedim. "Sana tuzlu ayran getireyim,"
diyerek çıktı.
Biciye söyleyemezdim. Onu sevdiklerinden,
alıĢtığı ortamdan bir kere ayırmıĢtım. Artık çok
yaĢlıydı. Yeni bir hayat kuracak zamanı
geçmiĢti. Buraya alıĢmıĢtı. Bu fedakâr kadın
hayatını hep benim hayatımın akıĢına uydurarak
yaĢamıĢtı. Artık yeterdi ve buna asla hakkım
yoktu. Yeni bir hayat için, üç kiĢi olmaktansa
iki kiĢi olmak, biraz daha kolay olur diye
düĢünüyordum. Sonunda burada kaçmaya karar
verdim...
Nejat hıçkırmaya baĢlamıĢtı. Yine yumruklarını
indirmeye baĢlamıĢtı. Bu sefer direksiyona
değil, kafasına indiriyordu. "Gitmemeliydim! Ne
Amerika'ya ne hiçbir yere! Ben belki, onu
bulabilirdim. Zavallı SarmaĢık Gülüm,
beniOanfdfeadnebsiolencreakkimimsienk?t"uplar
da kısaca nasıl kaçtığını,
Ondan sonraki mektuplarda kısaca nasıl
kaçtığını, parkta Suat'ı bekleyiĢini, çok zorda
kaldığını, gece Gençlik Parkında, çocuğu ile
yapa yalnız kalmıĢken, bir kadının yanına
yaklaĢtığını anlatıyordu.
Ondaı\sonraki üç beĢ mektup, Nejat'ın az çok
bildiği, daha doğrusu Suat'ın anlattıkları veya
tahmin ettiği Ģeylerdi. Yine birkaç
mektuba Ģöyle bir göz attı. Arasından bir
tanesini aldı.
Nejat,
Acaba bende erkekleri davet eden bir hal mi var?
Bu kadar dikkat ettiğim halde, çevremde bu tip
insanlar oluĢuyor. ġimdi de bu evin oğlu.
SarhoĢun biri. içip içip, beni rahatsız etmeye
baĢladı. Neyse, kapımı kilitleyerek yatmaya
baĢladım. Ama dün gece, kapımı yumruklamaya
baĢladı. Açmadım. Umut uyanacak diye de ödüm
kopuyordu. Sese evin hanımı geldi.
"Hümeyra kapıyı aç, bakalım. Neler oluyor,"
dedi. Neyse ben söylemeden, evin hanımı iĢin
içyüzünü öğrenmiĢ olacaktı. Herhalde oğluna bir
çeki düzen verirdi. Bu ümit ile kapıyı açtım.
Titriyordum. "Hanımefendi, görüyorsunuz iĢte!
Benim bir Ģey söylememe gerek yok" dedim. Kadın
sinirli bir Ģekilde, "Neyi görüyorum? Sanki
namus abidesi mübarek... Bakire değilsin! Ne var
yani oğlum seni istemiĢ, bununla gurur
duymalısın! Sokaktaki o.... mı
gitsin?
Hastalık falan kapar"
BaĢımdan kaynar sular dökülmüĢtü.
"Siz ne diyorsunuz böyle?" dedim.
"Dediğimi anladın. Görevin bu evdekilere
yardımcı olmak değil mi? Hem sen de mutlu
olursun. Genç kadınsın. Bir erkek arzulaman
tabii değil mi?"
"Siz ne aĢağılık insanlarsınız?" diye kapıyı
suratına çarpıp, yatağıma gittim. Bana yine
sabaha kadar ağlamak kalmıĢtı. BaĢka ne
yapabilirdim ki? Ama burada da bannama-yacağım
kesindi.
Gün ısısın oğlumu alıp,
gitmeliyim, diye karar verdim...
Nejat ne yapacağını, kime kızacağın sefer de
Suat'a kızıyordu. "Hayvan Suat! Ben de onu bir
adam zannetmiĢtim" dedi. Ama hemen büyük hayvan
benim."
ağını ĢaĢırmıĢtı. Bu uat! Ben de onu bir
devam etti, "En
341
Ondan sonraki mektupta, Ġstanbul'da neler
çektiğini, sonuçta Üsküdar Topraklı Sokakta
yaĢlı bir kadının yanma sığındığını, Elmas
ninenin çok iyi bir insan olduğunu, ama
paralarının bittiğini, çalıĢmak zorunda
olduğunu anlatıyordu.
AĢkım,
Bu gece benimle hiç bağdaĢmayacak bir iĢe
baĢlayacağım. Ġki sokak ötede Laz Hamza'lar diye
bir aile oturuyor, karısı ve üç çocuğu ile. Elmas
ninenin tanıdığı imiĢ... Onlarla konuĢurken
benim durumumdan bahsetmiĢ. O arada keman
çaldığımı, sesimin çok güzel olduğunu da
söylemiĢ. Zannederim bunları, kültürümden ve
yaĢadığım hayat tarzından bahsederken söylemiĢ.
Laz Hamza da "Yeğenimin Küçükyalı'da nezih,
mütevazı bir yeri var. Haftada üç gece orada beĢ
altı Ģarkı söylesin. Bir aylık memuriyetini iki
misli para alır. Onu ben kız kardeĢim
gibi korurum" demiĢ.
Çok düĢündüm. Çok ağırıma gitti. Ġçki masalarına
Ģarkı söylemek'. Bu benim karakterim ile hiç
bağdaĢmayacak bir Ģeydi. Daha evvel çalıĢmak
için baĢvurduğum yerlerin çoğunda da, tipik
patron ve sekreter olayları ile karĢılaĢmıĢtım.
Artık iyice korkuyorum. Yapacak bir Ģeyim de
yoktu. Elmas nineye kira vermek Ģöyle dursun,
onun üç kuruĢluk maaĢını da tüketiyoruz. Umut'a
üç gündür makarna haĢlıyordum. Dün gece
reddetti ve aç yattı.
BaĢlamak zorundayım. Elmas nine oğluma hiç
hissettirmeyeceğine söz. verdi. On buçukta evden
çıkıp, yarımda ge-lecekmiĢim. Tabii
Hamza ağabeyin refakatinde...
Gazino çoktan dağılmıĢ, ne onlar sönmüĢtü:
Nejat okumakta zorlanıyordu. Ama okumalıydı Bir
mektup daha aldı.
Nejat,
Yine çok kötü günler yaĢıyorum. Hayalin hep
yanımda ama hayaller bana yardımcı
olamıyor.
Oğlumuz mektebe gitmek istiyor. Babasız çocuk
büyütmek çok zor, çok utanç verici bir durum...
ĠĢime alıĢtığımı söyleyebilirim. Aslında sana
bir Ģey itiraf etmeliyim. Bir iĢin iyi kötü
olması, onu yönetenlerin karakterine bağlı. Bu
kadar iĢ denedim. Hiç birinde barınamadım.
Sebeplerini daha önce anlatmıĢtım. Aslında
inanılacak bir Ģey değil ama iki seneye
yaklaĢıyor, bana kimse en ufak bir rahatsızlık
vermedi. Hamza ağabey, benim kendi ağabeyimden
daha iyi
çıktı. Hep yanımda. Beni hep koruyor. Patronum
Recep de öyle, bugüne kadar beni üzecek bir
davranıĢları olmadı. ġimdi de iki büyük sorunum
var. Oğlum, Umut'um babasını sık sık sormaya
baĢladı. Ve okula gitmek istiyor. Nüfus kâğıdı
yok. Yeni kanun çıkıp, bu tip çocukları kayda
alacaklar diyorlar ama hiçbir Ģey çıktığı yok.
Oğlum artık her Ģeyi anlıyor. Ödüm kopuyor,
babasızlığın ne anlama geldiğini anlarsa diye.
Ya benim sarhoĢ masalarına Ģarkı söylediğimi de
öğrenirse? Babası yok. Anası da geceyarıları
Ģarkı söyleyerek, oğlunu büyütüyor. Ben bu
hayatı hak etmemiĢtim. Yavrum ise hiç
etmemiĢti.
c
Nejat mektubu göğsüne bastı. Arkasına yaslandı.
Gözlerini kapadı. Kapalı gözden bu kadar yaĢ akar
mıydı? Sanki gözlerinden değil de, hafifçe açık
bırakılan bir musluktan, devamlı su sızıyordu.
<5"
Bir müddet öylece kaldı. Bir mektup daha aldı.
Birtanem,
Çocuğum büyüdükçe, sorunlarım çözümsüzleĢiyor.
Sen de bu günlerde hep yanımdasın. Kaç
gündür mutfakta, ya-
343
takta, sokakta ve Ģarkı söylediğim bütün
masalarda sen varsın. Kızgınlıkla söylediğim
sözlere inanma! Sen altı yılı geçkin bir zamandır
hep yantmdasın. Ama bu günlerde sanki daha çok
yakınımdasın. Elimi uzatsam
dokunacağım gibi. Çok kere yaĢadığım bu
olumsuzluklar yok oluyor. Ve ben on dört, on beĢ
yaĢlarındaki, siyah önlüklü safkız olarak,
rüyalarımda bana evlenme teklif etmeni
bekliyorum. Etmeyince de üzülüyorum. Aynı
saflıkla, aynı aĢkı yaĢıyorum. Benim yaĢadığım
aĢk, Aslının Kereme, ġirinin Ferhat'a, Leyla'nın
Mecnuna duyduğu gibi olağanüstü bir aĢk. Onlar
masaldı, benimki gerçeğin ta kendisi. Elimi
uzatınca tutabileceğim kadar yoğun ve
gerçek.
Sevgilim sana arada bir ettiğim sitemlere bakma!
Seninle yaĢadığım hiçbir Ģey için piĢmanlık veya
üzüntü duymuyorum... Bu kadar büyük bir sevgiye
karĢı koyacak bir insan iradesi olamaz. Bu,
insanoğlunun gücünü çoktan aĢmıĢ bir duygu.
Üzüntüm ve piĢmanlığım, seninle
yaĢayamadıklarım ve oğluma iyi bir hayat
veremediğim içindir. Biliyorum ki seni hissetme
yeteneğimi kaybedinceye kadar seveceğim. Galiba
artık hasretine dayanamıyorum. Kaç gündür,
baĢımı omzuna koyup, gözlerimi kapayıp, her
Ģeyden uzak sadece seninle seni yaĢamak için
büyük bir arzu duyuyorum. Kim bilir belki de
gerçekten yanımda olsaydın, ellerini saçlarımda
gezdirir bana güzel Ģeyler söylerdin. Belki de
beraberce "Mani oluyor, halimi
takrire hicabımı" mırıldanırdık.
Seni her düĢündüğümde -bu hemen hemen hayatımın
her anı demek oluyor- kalbimin büyüdüğünü,
kabardığını, göğsüme sığmadığını hissederdim.
Hâlâ aynı hisler içindeyim.
ġimdi de duygularımın o küçücük yumruk kadar
kalbime sığmadığını, taĢtığını hissediyo rum. Ne
yapsın zavallı? Bu büyük sevgiyi nasıl
sığdırsın? Yumruk kadar bir Ģey... ġimdi
neredesin? Ne yapıyorsun? Bilmiyorum.
Bütün acıla
ra rağmen, anlatılması güç, yaĢanması güzel olan
duygular. Bu aĢkı yaĢamasaydım, yaprakların
yeĢilindeki güzelliği, yağmurun ilk toprağa
düĢüĢündeki kokuyu, güneĢin batısındaki
muhteĢem gizemi nasıl hissederdim?
Acı çekmek bu muhteĢem duyguların yanında ne
ifade eder ki? Bütün aĢklar güzeldir. Ama
tartıĢmasız benimki en güzeli, en özeli...
BaĢımı koyduğum omuz hayal de olsa!
Her Ģey gönlünce olsun! O gönülde de
hep ben olayım...
Nejat'ın yüzünde ilk defa bir mutluluk belirdi.
Yüksek sesle, "Sevgilim, SarmaĢık Gülüm!
Gönlümde hep sen vardın ve hep sen olacaksın!"
diye tekrarladı.
Nejat okumaya devam ediyordu. Hem karanlıktı,
hem de çok yorulmuĢtu. Yazılar birbirine
karıĢıyor, gözleri yanıyordu. Ama okumalıydı.
Sonraki mektuplarda, gazetedeki resmi nasıl
gördüğünü, niçin parmağına yüzük takarak
geldiğini anlatıyordu. NiĢanlanma haberini
okuduktan sonra da, bir dosya kâğıdı dolusu,
"Senden nefret ediyorum. Senden nefret ediyorum.
Senden nefret ediyorum... " yazmıĢtı. Nejat
artık öğreneceğini öğrenmiĢti. Bir sayfa dolusu
değil, kitaplar dolusu "Senden nefret ediyorum"
yazsa yine de bir Ģey ifade etmezdi.
Gün ıĢımaya baĢlamıĢtı. Bir horoz sesi duydu. Bir
an kendini Ayvalık'ta zannetti. Evdekiler merak
içindedir, diye düĢündü. Ama bugün hiçbir Ģeyin
önemi yoktu. Hümeyra'ya bu kadar yaklaĢmıĢken
kaçıramazdı. Ve tabii oğlunu da! Zarfın içindeki
Elmas ninenin ka rgacık burgacık yazısı ile
kaydettiği adrese sonra da saatine baktı. Daha
çok erken dedi. Yine de arabayı Üsküdar'a doğru
sürmeye baĢladı. Ġstanbul halkı uyanmaya
baĢlamıĢtı. Ġçinde barındırdığı bütün canlılar
ile birlikte, Kadıköy iskelesinde-ki hareket her
yerden daha çoktu. Simidini alan Kadıköy
vapuruna koĢuyordu. Martılar sürü halinde
Kadıköy iskelesinin hemen yanına
toplanmıĢlardı. Vapura binip iĢe gidenlerin
yediği hazır poğaça ve simitlerden onların
kısmetine de bir Ģeyler düĢebilirdi. Sonra Nejat
değiĢik bir hisse kapıldı."Bunlar sadece yiyecek
peĢinde değil, bir Ģey kutluyorlar gibi, acaba
bizim kavuĢmamızı mı?" diye iyimser bir yorum
yaptı. Birden aklına baĢka bir Ģey geldi. Ya
Hümeyra yine bir yerlere kaçar saklanırsa?"Acele
etmeliyim" dedi. Gaz pedalına daha sıkı bastı.
Doğancılar yokuĢunun baĢında, parkın karĢı
köĢesinde, Üsküdar kaymakamlık binası vardı.
Küçük ama Ģirin bir bina. Oradan sola döndü. Ne
tarafa gideceğini bilemiyordu. KöĢede bakkal
yanında da kasap vardı. Kasap henüz açmamıĢtı ama
bakkal gazete ve
ekmekleri teslim almakla meĢguldü. Arabayı park
etti. Birkaç gazete aldı.
"Topraklı Sokak ne tarafta?" diye sordu.
"Denize doğru inerken sağdan ikinci sokağa
sapın. Kimi aramıĢtınız?"
"Elmas ninenin evini... Biliyor musunuz?"
"Evet."
Bakkal saatine baktı. "Umut gazete almaya gelir
ama henüz çok erken. Ġsterseniz oturup,
bekleyin."
"Hayır, teĢekkür ederim. Hemen gitmem gerek."
"Nazlı Ecevit'in evini geçin. Sağdaki üçüncü ev.
Küçük ahĢap, eski bir ev."
"Ben Nazlı Ecevit'in evini de bilmiyorum."
Bakkal çırağına sesledi, "Ġhsan, bu beyi
Umut'ların evine götür."
Bakkal çırağı Nejat'ın yanma oturdu, "Biraz geri
git abi. Sağ yapıp aĢağıya döneceğiz."
Ġki dakika bile sürmemiĢti. Sağdaki küçük evi
göstere rek, "ĠĢte burası abi," dedi.
Nejat çırağın eline iki buçuk lira tutuĢturdu.
Çocuk zıplayarak geri döndü. Bir de türkü
tutturmuĢtu.
Nejat tam evin önüne yaklaĢmadı. Biraz daha
oyalan-malıyım diye düĢündü. Aldığı bütün
gazeteleri tekrar tekrar okudu. Hâlâ evde bir
hareket yoktu. Saat dokuzu geçmiĢti.
Yoksa Hümeyra gitmiĢ olabilir miydi? Daha fazla
dayanamadı. Arabadan indi. AhĢap kapının
yanındaki zile bastı. Yine ses yoktu. Kalbi
çarpmaya baĢlamıĢtı. Bu sefer daha hızlı bastı.
Birkaç dakika durdu. AhĢap merdivenden birisi
iniyordu galiba. Kapı
aralandı. Hümeyra eski bir sabahlığı acele ile
üzerine geçirmiĢ, saçları dağınık, gözleri
kıpkırmızı bir halde kapının yanında duruyordu.
Uzun süre öylece baktı.
"Hümeyra, içeriye girebilir miyim?"
"Buraya nasıl ve niye geldin?"
"Hümeyra altı yıl kapı önünde konuĢulmaz! Ġzin
ver içeriye gireyim."
Kenara çekildi, "KonuĢacak bir Ģey yok ama gel!"
dedi. "Bence niĢanlının yanında olmalıydın."
Nejat kapıyı kapadı. Hümeyra'ya doğru gitti.
Artık sab-redemiyordu. Onu kollarının arasına
almalıydı. Hümeyra birkaç adım geri attı.
Ellerini karĢı koydu, "Lütfen! Lütfen dokunma
bana!" dedi. Merdivenin baĢından Umut'un sesi
geliyordu, "Anne o amca kim? Ne istiyor?"
"YanlıĢlıkla gelmiĢ yavrum. ġimdi gidecek,"
diye^ce-vapladı Hümeyra.
Nejat merdiveni hızla çıktı. Umut'u kuc akladı.
Ve yine aynı hızla merdivenlerden indi.
Çocuk çok ĢaĢkındı. Bir annesine bir de yabancı
amcaya bakıyordu. Hümeyra, "Nejat oğlumu bırak
ve git!"
Umut Nejat'ın kucağından inmeye çalıĢıyordu.
347
"Anne, bu kötü adam mı?"
Hümeyra ne diyeceğini bilmiyordu. Çocuk babası
ile ilk defa yüz yüze gelmiĢti. Ona nasıl bir
cevap vermeliydi?
"Hayır sayılmaz. Sadece bizim için bir yabancı."
"Hümeyra ne olur beni dinle! Umut'un önünde
tartıĢmayalım."
Bu seferde merdiven baĢında Elmas nine gözüktü,
"Umut çok hastayım. Bakkala git, gazete, sucuk
ve benim için de aspirin al! Ha, taze ekmek almayı
da unutma!"
Çocuk annesini yalnız bırakmak istemiyordu,
"Annem ne olacak? Onu bu yabancı ile yalnız
bırakamam, bak korkuyor," dedi.
Elmas nine, "O yabancı değil, ben tanıyorum. Hem
ben annene sahip olurum," dedi.
Nejat Umut'un saçlarını okĢadı, "Aferin
delikanlı, benim yapamadığımı sen yapıyorsun.
Annene sahip çıkman çok hoĢuma gitti."
Çocuk bu övgüden büyük bir gurur duymuĢtu. BaĢını
biraz daha havaya kaldırdı. Elmas ninenin
uzattığı parayı almak için merdivenleri daha bir
canlı çıkmaya baĢladı. Elmas nine yine sesledi,
"Hümeyra odaya girin de öyle konuĢun!"
"KonuĢacağımız bir Ģey yok Elmas nine! Ona tek
sözüm var. AĢk iki kiĢiliktir. Üç kiĢilik bir
aĢkı kabullene-mem."
Nejat, "Hayatım benim için sadece sen oldun.
Bugüne kadar sana ihanet etmedim. Altı sene evvel
seni nasıl sonsuz bir aĢk ile seviyor duysam,
Ģimdi de öyle! Lütfen beni dinle!" dedi.
Hümeyra'yı kolundan tutarak, Elmas ninenin
gösterdiği odaya doğru yürüdü. Hümeyra deminki
tepkiyi vermemiĢ, daha uysal bir Ģekilde odaya
girmiĢti.
<5"
Bir saat sonra odadan çıktıklarında ikisinin de
gözlerinde parlak bir ıĢık, dudaklarında ise
gülümseme vardı. Umut, Elmas ninenin kucağına
yatmıĢtı. Elmas nine baĢını okĢuyordu. Gülerek,
"Umut kalk, üstünü değiĢtir! En güzelini giy!
Gidiyorsunuz," dedi. Umut ĢaĢkın ĢaĢkın bir
annesine, bir de Elmas nineye baktı, "Nereye?"
"YaĢamanız gereken yere?"
"Sen nineciğim, sen gelmeyecek misin?"
Nejat acele ile cevap verdi, "Nasılgelmez?
Mutluluğumu borçlu olduğum insanı yalnız bırakır
miyim? Çok kısa zaman sonra onu da yanımıza
alacağız."
Umut arabanın arkasına, Hümeyra da Nejat'ın
yanına oturdu. Üçünün de gözlerinden mutluluk
fıĢkırıyordu. Yalnız Umut'un gözlerinde büyük
bir ĢaĢkınlık da vardı. Nejat ve Hümeyra artık
kaybettik sandıkları o güzel aĢkı yeniden
yakalamıĢlardı. Küçük çocuğun ne aĢktan, ne de
kan bağından haberi yoktu. Ama bu yabancıyı çok
sevmiĢti. Nejat, "SarmaĢık Gülü, bir hafta
içinde düğünümüzü yapalım. Çabuk olmalı. Sonra
da Umut'a nüfus kağıdı çıkarıp, okula
kaydederiz," dedi.
"Anne, bu amca benden mi bahsediyor? Okula mı
gideceğim?"
"Evet yavrum, okula gideceksin!"
Umut çok ĢaĢkındı, "Anne, nineyi almaya
geldiğimizde, arkadaĢlarımı görebilir miyim?"
"Tabii canım, onlara Allahaısmarladık dersin.
Hangi
babam den
yal kurdu. Çocuk bu düĢünce ile çok mutlu
olmuĢtu. Neler olduğunu anlamakta zorluk
çekiyordu. Geçenlerde Annesini zorla soktuğu bir
oyuncakçıda, Alaattin'in sihirli lambasını
görmüĢ, ısrarla istemiĢti: Annesi Alaattin'in
si-
okula gittiğini bildirirsin."
Umut bu amca için de o benim babam derim
diye ha-
hirli lambasını almamıĢtı. Eğer alsaydı, Umut
bildiği bütün sihirleri deneyip, kendine bir
baba, annesine de bol para isteyecekti. Ama
sihirli lamba yerine, plastik bir kamyon,
almıĢtı. Ona bile parası zor yetmiĢti. Peki,
onların hayatım değiĢtirmeye çalıĢan bu büyücü
kimdi? Bana bir baba da gönderse bari, diye
düĢündü. . ..
Küçük çocuk, bu büyücünün ismi aĢktı. AĢkın
insanlardan aldıklarının da verdiklerinin de
sınırı yoktu.
AġK güzel Ģeydi. Ġki kiĢilik olduğu sürece!
NaĢide Gökbudak _ Hümeyra

You might also like