Klişe sözlerle dolduracağım bu yazıya hayatın bitmeyen bir yol
olduğundan bahsederek başlamak istiyorum. Her motivasyon hesabının
paylaştığı o meşhur resmi görmeyeniniz yoktur eminim ki: Dağa tırmanmakta olan okul çağındaki bir genç ve henüz görünmeyen önündeki çok daha dik ve zorlu dağlar. Verilmek istenen mesaj oldukça açıktır: Bitti sandığın o anda çok daha beteriyle karşılar hayat seni. İlkokul dönemlerimizde tek derdimiz fazladan bir saat daha oyun oynayabilmekken bu dert lise çağına doğru zamanla sınav ve gelecek kaygısına doğru şekil değiştirir. Basit bir gelecek kaygısından bahsetmiyorum burada aksine gençlerin o küçücük canına mal olan bir kaygıdan bahsediyorum. Haberlerde karşılaştığımız sınav kaygısı temelli intiharlar destekliyor bu sözümü. Sınav kaygısı, kimine göre ne basit ve önemsiz bir şey aslında öyle değil mi? Peki ya nasıl oluyor da kimine göre böylesine önemsiz olan şey kiminin de canına mal olabiliyor? Bu uçurum büyüklüğündeki farkı yaratan şey nedir, kimdir? Cevabı çok basit aslında bunların hepsinin sebebi sensin, benim, sana sevginin başarı demek olduğunu öğreten öğretmenin, sınav sonucun düşük geldi diye günlerce yüzüne bakmayan annen, yüksek notu bir övgü haline getiren arkadaşın; kısaca toplum. Bir kişinin karakterini her ne kadar yüksek oranda çevre belirlese de o bireyin 10 yaşına kadarki zaman dilimin çoğunu ailesiyle geçirdiğini düşünecek olursak aile ve çevreyi bir tutmamız çokta yanlış olmayacaktır. Aile eğitimin başladığı yerdir, verdiğimiz her kararı kendimiz veriyormuş gibi düşünsekte aslında hiçbirine biz karar vermedik. Hepsi bir koşullandırmadan ibaretti. Tıpkı meşhur ‘’Pavlov deneyi’’nde olduğu gibi. Bu noktada konumuz felsefi bir noktaya dönüşüyor: özgürlüğün varlığı ve yokluğu tartışması. Ben determinist bir insanım. Evrende gerçekleşen olayların çeşitli bilimsel yasalarla belirlenmiş olduğunu ve bu belirlenmiş olayların gerçekleşmelerinin zorunlu olduğunu savunuyorum. Bu insan yaşamı için de aynı şekilde geçerlidir. Yapmakta olduğumuz çoğu şeyi yapmamız gerektiği için yaparız. Daha çocuksun sen çık sokağa oyun oyna, sınavların başlıyor sadece derslerine odaklan, üniversiteye gideceksin aileni mutlu edecek bir bölüm yaz, yaşın geçiyor aman evde kalırsın hemen evlenecek bir eş bul, üstüne bir kaç tane de çocuk yapmadan olmaz, yıllarca çalıştın artık emekli olma zamanı geldi, emekli günlerinde ise yılda bir bayramlarda ziyaretine gelen çocukların dışında kimseyi görme sonra da bir gün bir anda kabristan. Biliyorum zaten olması gereken şey bu gibi geliyor size. Yıllarınızı veriyorsunuz bu klişe hayata, yıllarınızı veriyorsunuz zevksiz günlere; rahatça söyleyebiliyorum ki göz göre göre hayatınızı karartıyorsunuz. Hep bir yarış ve sınavla kavrulup gidiyor bu hayat hatta öyle ki sanılanın aksine daha iyisi ya da farklısı olmak için değil aynı standartlara sahip aynı hayatları yaşayabilmek için yarışıyorsunuz. Övünüyorsunuz sonra aynılıklarınızla, gurur duyuluyorsunuz etkinizin dahi olmadığı kararlar için; acındırıyorsunuz kendinizi, farkında dahi olmadan. Konuyu felsefeye bağlayarak geldik buraya öyleyse biraz daha derinleştirelim. Sert söylemleri olan biriyim hatta belki acımasız politikalara sahip olan biri. Bir yanım Machiavellism akımıyla öylesine örtüşüyor ki, o bilindik sözüyle anlatmak istiyorum bu yanımı. ‘’Amaç uğruna her yol mübahtır.’’ İlk bakışta masum ve mantıklı gelecektir bu söz size de ancak bunu hayata ve yönetimine uyarladığınızda görünüşteki masumiyet yerini belki de bir canavarlığa bırakacaktır. Bu akıma günlük hayattan ufak örnekler vermek istiyorum canavardan kastımı daha rahat anlayabilmeniz için: Kendi zevklerim için herkesin zevkini heba edebilirim, kendi başarım için herkesin başarısızlığına sebep olabilirim, kendi hayalim için herkesin hayallerini yıkabilirim, kendi sevgim için herkesi nefrete boğabilirim, kendi amaçlarım için her yolu kullanabilirim bu yolda karşıma kimin ya da neyin çıkacağının öneminin olmadığı gibi nelerin feda edilip edilemeyeceğinin de hiçbir önemi yoktur. Egoizm ile karıştırılmaması gereken bir düşünce akımıdır. Ego, cehaletle kaplı benliklerin kendi değerlerini arttırma çabasıyla oluşturdukları bir maskedir ancak bahsettiğim olayda maskeler değil hedefler sahnededir. Ortada bir sınav varsa bu aynı şey için değil çok daha farklı, tahmin edilmeyen belki de cesaret edilemeyen bir şey uğruna olmalıdır. Acımasız gelicektir belki bu sözlerim size ancak bu zaten karşı olduğum bir görüş değil, öyle ki hayatta kalabilmek için acımasız olunması gerektiği taraftarıyım. İlk ve asıl amaç ise her zaman kendinin en üst versiyonuna, Nietzsche’nin tanımıyla ise ‘’üstinsan’’a ulaşmaktır. Nietzsche; evet, işte diğer yarımın da ne olduğunu öğrendiniz. İki acımasız filozof, iki uçuk görüş ve tek bir insan. Üstinsan kavramını anlatarak konudan daha da uzaklaşmak istemem şimdilik bu şartlarda ulaşılması akıl ötesi bir konum olduğunu bilmeniz yeterli. Yanlış anlamayın ulaşılması akıl ötesi derken o monoton hayatların anlatıldığı ardı ardına yükselen dağlardan bahsetmiyorum. Kişisel gelişim adı altında motivasyon konuşmaları yapan o şahısların dilinden düşmeyen ‘’farkındalık’’ kavramından da bahsetmiyorum. Benim bahsettiğim şeye de bu klişe örnekler gibi bi betimleme yapmak gerekirse bunu ancak ‘’yeniden doğuş’’ diye ifade edebilirim. Kendi kendi yeniden doğurmak ve tekrardan bir çocuk merakına sahip olmak. Merak günümüz dünyasında bizi ergenlik dönemlerine yakın bir süreçte terk ediyor ne yazık ki. Her şeyin kolaylaştığı ve her geçen gün sizin yerinize bütün kararların verildiği bu dünyada meraka ve uğraşa ne gerek var öyle değil mi? Meraksız bir dünyada da dört duvara sığdırılmış o küçük hayallerinizi dahi yaşayamadan var olur gidersiniz bu kadar basit. İntiharalara sebebiyet veren asıl olay ise bu dört duvarın size bir sahil kıyısıymışçasına kurnazlıkla pazarlanıyor olması. Çalışan sınıfa her dönemde olduğu gibi günümüzde de ihtiyaç vardır ve bu işçi sınıfına sahte hayaller vadedip gazlamak bu yolda oldukça kabul edilebilir sayılacaktır. Gelişim adına çıkılan bu yolda illa ki birkaç küçük can kayıpları, bunalımlar, kaybedişler ve çok daha beterli olacaktır. Bırakın olsun soran olursa zaten yaşasaydı da özgür olmayacaktı dersiniz sanki kendiniz kararlarınızı tek başına veriyormuşsunuz gibi. Anlaşılmadığımı ve anlaşılamayacağımı hissediyorum o nedenle bir yaşam klavuzu misali başlayan bu yazımı bir hakaret misali sonlandırıyorum. ‘’Eines Tages wirst du mich für jeden Juden verfluchen, den ich nicht getötet habe!’’