You are on page 1of 17

ÇAĞDAŞ TÜRK ROMANI

Çağdaşlık kavramıyla 20. yüzyıl bir bakıma özdeşleşmiş gibidir. Dünyada, bu


yüzyılda pek çok şey değişir. İmparatorlukların yıkılışı ve milliyetçiliğe bağlı
olarak ulus devletlerin kuruluşu da bu döneme rastlar. Türk toplumunun
geçirdiği siyasî ve sosyal değişimlere bağlı olarak değer yargılarıyla dünya
görüşündeki farklılaşma da çağdaşlığın gereği olarak görülmüştür. Sözü edilen
değişimlerde edebiyat ve sanat faaliyetleri, yalnız sanatçının çağına tanıklığını
değil, aynı zamanda fikrî değişimleri de ortaya koymuştur. Roman bu türlerin en
sosyal ve tabii en etkili olanıdır.
20. yüzyılın ilk çeyreği, büyük sarsıntıların yaşandığı birbirinden farklı dönemleri
ifade eder. İkinci Meşrutiyet’ten sonra, İttihat Terakki yönetimindeki yasaklara
rağmen Fransız İhtilâli’nin bazı değer yargıları yeni nesiller arasında
benimsendiği için, aydınlar arasındaki muhalif görüşler sindirilemedi. Birinci
Dünya Savaşı’nda her cephede savaşan Anadolu insanı, Mütâreke ve İstiklâl
Savaşı yıllarında, özgürlükçü görüşlere sahip aydın ve edebiyat adamlarının
yayın faaliyetleriyle desteklendi.
Tanzimat’tan Meşrutiyet’e ve Cumhuriyet’e uzanan süreçte, yalnız devlet yapısı
değil, onu yönlendiren aydın ve sanatçı zihniyeti de değişmişti.
Roman türü, Rönesans’la birlikte gelişmiş, edebî türler arasına girmiştir. Bir
bakıma modern toplum, aydınlanma düşüncesini benimsemiş romancıların
eserleridir.
“İlk dönem Türk romanları dünyayı bölük pörçük sergilemekte, o dönem
İstanbul’unun renkli yaşamını bütünüyle kapsamamaktadırlar. Başkentin dışına
pek çıkmaz roman, başkentin sınırları içinde de yalnızca yüksek sınıfın
yaşamına eğilir. Topumun dar bir kesiminin işlendiğini görürüz; romanlardaki
kentli seçkinler ya doğuştan seçkin ya da öğrenim yoluyla seçkinleşmiş
sınırdaşlarının kaleminden sunulur okura. (…) Bu romanlar, kendi görüş
alanları içinde, bütün teknik zorlamalara karşın, yer yer dokunaklı bölümleriyle,
ahlâk konusundaki karamsarlıkları ve ekonomik çöküntüye eğilişleriyle bir
bütündürler ve Osmanlı Devleti’nin alacakaranlığını tanıklık belgelerinde
izlememizi sağlarlar.”
Çağdaş Türk romanın ana ekseni, Batılılaşmayla birlikte topluma sunulmaya
çalışılan yeni değerlerin oluşturduğu ferdî ve sosyal sarsıntılar çevresinde
oluşan tartışmalardır. Bunlar da Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemlerinde ortaya
çıkan ve yeni edebiyata paralel olarak gelişen sosyal ve siyasî olaylarla çok
yakından ilgilidir. Her şey sebep-sonuç ilişkileri bakımından bir zihniyet
değişimiyle ortaya çıkmış, jakoben devlet anlayışıyla pozitivist dünya
görüşünden oldukça etkilenmiştir. Toplumun hayatını derinden etkileyen
olaylar anlatıcının arka planını oluşturur.
KUYUCAKLI YUSUF
Eser 1937 de yayımlanmıştır. Romanda 1903-1905 yılı dolaylarında o dönemlerde
Aydın’ın Nazilli kasabasına bağlı Kuyucak köyünde ve Edremit kasabasında geçen
olaylar anlatılır. Romanın merkezi kişisi Yusuf, namus meselesi yüzünden karısı dahil
pek çok kişiyi vurduktan sonra atını dağlara doğru sürüp gider. Samimi, canlı bir
kasaba hayatının anlatıldığı romanın gerçekçiliği aslında gerçek bir olaya
dayanmasından da güç almaktadır. Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf’la Aydın
Cezaevi’nde bulunduğu 1931 yılında tanışmış ve hikâyesini onun gerçek adıyla kayda
geçirmiştir. Hikâye öylesine gerçeklere bağlıdır ki Konur Ertop’un belirttiğine göre,
roman tefrika edilirken olayların yaşandığı bölgede tedirginlik yaratmıştır.

Kuyucaklı Yusuf’un 1950’li yıllarda bir çığır halini alacak olan Köy Romancılığı için öncü
bir roman olduğu söylenebilir. Berna Moran Kuyucaklı Yusuf’un “toplumsal yapıyı,
ezilen halk ya da köylü sınıfının durumunu ele alan romanların ilk örneği” olduğu
görüşündedir. Ona göre, Türk romanında daha önce ele alınmamış bir biçimde
bürokrasi ve eşrafla ezilen halk arasındaki çatışmanın ana sorunsal olarak irdelendiği
Kuyucaklı Yusuf, bu yönüyle yazarını Orhan Kemal’in, Yaşar Kemal’in ve Anadolu
romancılarının öncüsü yapar.

1937’de yayınlanan Sabahattin Ali‘nin bu romanı, Türk edebiyatında öncü bir role
sahiptir. Roman, Türkiye’nin o döneme kadar ifade edilmemiş problemlerini dile
getirmektedir. Kuyucaklı Yusuf’a kadar Türk romanının ana
konusu Batılılaşma problemidir. Kuyucaklı Yusuf’la ezilen köylü ve toplumsal
yapının aksayan yönleri ilk defa içerden bir gözle ele alınmıştır.
“Kuyucaklı Yusuf, Rousseau‘nun isyan ve doğaya dönüş felsefesinden
kaynaklanan başkaldırı temasını işleyen Türk edebiyatında ilk romandır. Diğer
yandan Anadolu’daki toplumsal düzene yönelik getirdiği eleştirilerle de öncü
sayılabilir. Bu özelliğiyle Türk romanının o döneme değin ana sorunsalı olan
Batılılaşmanın dışına çıkmış ve 1950’lerde yaygınlaşmaya başlayan köy
edebiyatına yönelişte de önemli rol oynamıştır denilebilir. Her ne kadar kasaba
yaşamını ele almışsa da Sabahattin Ali, Yaşar Kemal ve Kemal Tahir zincirinin ilk
halkası olarak kabul edilmelidir. Hatta toplumla uyuşamama temini ve uyuşamayan
bir kişiyi konu edinmesi bakımından Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’u Oğuz
Atay‘ın Tutunamayanlar‘ının da ilk halkasıdır kanımca.” (Yrd. Doç. Dr. Alâattin
KARACA

ROMANIN ÖZETİ

1903 yılının sonbaharında ve yağmurlu bir gecede Aydın’ın Nazilli ilçesinin


Kuyucak köyünü bir gece eşkıyalar basar Köyde yaşayan bir karı kocayı
öldürürler. Bu cinayetten onların tek çocukları olan Yusuf kurtulmuştur Henüz
küçük bir çocuk olan Yusuf, anne ve babasının başında nöbet tutmakta, batta
rahat uyusunlar diye onların başını yastığa koyabilecek kadar da cesaretini
korumaktadır Nazilli kaymakamı Selahattin Bey ilçenin doktoru, bir başçavuş
olay yerme geldiklerinde bu korkunç manzara karşısında donup kalırlar fakat
onları daha çok hayrete düşüren Yusuf'un cesareti, soğukkanlılığıdır Selahattin
Bey. Yusuf'la konuşup incelemeyi tamamladıktan sonra çocuğu yanına almaya,
ona babalık yapmaya karar verir Selahattin Bey’in karısı Şahinde Hanım, eve bir
köylü çocuğunun getirilmesinden hiç hoşlanmaz Yusuf’un yanında bilinen kırıcı
sözleri söylemekten hiç çekinmez Zaten mutlu bir evliliği olmayan Selahattin
Bey, çareyi Şahinde Hanıma uymamakta geç saatlere kadar arkadaşlarıyla vakit
geçirip içmekte bulur.

Günler böyle geçerken Yusuf da Selahattin Bey’e iyice alışmaya başlar. Küçük bir
kız çocuğu olan -kardeşi- Muazzez’le ilgilenir, onu oynatır olmuştur. Bu
durumdan Şahinde de mutlu olmaya başlamış, bu sayede o da komşu
gezmelerinin tadını çıkarmaya başlamıştır.

Yusuf’u bu arada okula kaydettiren Selahattin Bey, onun iyi bir eğitim almasını,
güzel bir işinin olmasını çok arzulamaktadır Ancak Yusuf'un okumaya yüzü hiç
yoktur. Okulda, okuma ve yazmayı şöyle böyle öğrendikten sonra okuldan
kaçmıştır. Bu duruma Selahattin Bey çok üzülse de onun ne kadar asi ve kararlı
bir çocuk olduğunu bildiği için Yusuf’a başka söz söylememiştir.

Yusuf Edremit’e geldiğinden beri iyice içine kapanmış, Ali ve İhsan gibi birkaç
arkadaş edinmiştir. Bu arada Muazzez de büyümekte, güzel bir genç kız
olmaktadır. Kasabada Hilmi Bey adında bir fabrikatör, Şakir adında da onun oğlu
vardır. Hilmi Bey çok zengindir, bu nedenle oğlu da bu zenginliğin verdiği
rahatlığın tadını çıkarmakta, ipe sapa gelmez, kötü huyları kendine miras
edinmektedir. Bir bayram sabahı Muazzez'i gören Şakir, her istediğini elde
etmenin verdiği şımarıklıkla kafayı Muazzez'e takar. Muazzez’i normal yollarla
alamayacağını anlayan Şakir, babasından yardım ister. Şakir ve Hilmi Bey’in tüm
pis işlerinde kullandıkları Hacı Etem adındaki kişi devreye girer. Yusuf’un
zeytinliklerinde çalışmak üzere dul bir kadını ve kızını onlara musallat eder
Kadın ve kızı, Yusuf’un iyi yürekliliği karşısında vicdan azabı duyarlar Yusuf,
onlara bir gece yiyecek getirmek için geldiğinde Hacı Etem tarafından bıçaklanır
Bacağından yaralanan Yusuf, kazayı ucuz atlatır. Diğer taraftan Hilmi Bey de
Selahattin Bey'i kumarda borçlandırır. “Üç yüz yirmi lira"lık borca karşılık
kaymakama senet imzalattırmışlardır. Köşeye sıkışan Selahattin Bey istemese de
Muazzez’i Şakir'e vermeye Karar vermiştir. Bu duruma canı sıkılan Yusuf bir çare
arar ve arkadaşı Ali’ye durumu açar Ali de zengin anneannesinden parayı alır
ama Muazzez’le kendisi evlenmek ister En azından Şakır ile evlenmesinden
daha iyidir diye Yusuf da biraz rahatlamıştır.

Bir gün Muazzez Yusuf’u yakalar ve Ali'yle de evlenmek istemediğini söyler.


Yusuf’un kimi istiyorsun sorusuna Kimi islediğimi anla diye yanıt vermiştir Yusuf
da bu durum karşısında şaşırmış Selahattin Bey'e duyduğu saygıdan.
Muazzez’den uzak durmaya hatta eve uğramamaya başlamıştır Bir gün
Edremit'te bir düğün olmuş Şakır ve Ali de düğüne katılmış Şakır silahını çıkarıp
Ali'yi vurarak öldürmüştür 8abasının parası sayesinde Şakir yalnızca bir hafta
yatıp çıkmıştır Şahinde Hanım bu durumu fırsat bilip yeniden Hilmi Beylere
yakınlık göstermeye sık sık evlerine gidip gelmeye başlamıştır Yine bir gün
Muazzez’i de yanına alarak Hilmi Beylerin bağındaki evlerine gitmişlerdir Yusuf
bağa gelir Muazzez'i alıp uzaklara kaçar Birkaç gün onlardan haber alınamamış
Yusuf'un gönderdiği haberci Selahattin Bey'e durumu bildirmiştir Selahattin Bey
de gidip çocukları eve getirmiş, güzel bir düğün yapmıştır Bu duruma Şahinde
hiç razı olmasa da sesini çıkaramamıştır.

Günler böyle geçerken Selahattin Bey Yusuf’u yanma almış kâtiplik öğrenmesi
için diğer memurlardan Yusuf’a yardım etmelerini istemiştir. Selahattin Bey in
bir anda kalp rahatsızlığı baş göstermiş ve ölmüştür. Bundan sonrası herkes için
çok zor olacaktır Selahattin Bey’in yerine yeni bir kaymakam atanmıştır. Hilmi
Beylerin daha ilk günden pençesine düşen kaymakam. Yusuf’u Kâtiplikten
alarak tahsildarlığa atamıştır. Bu iş hem çok zordur hem de günlerce evinden
uzakta kalmayı gerektirmektedir. Tahsildarlık maaşı da çok azdır İyiden iyiye
geçim sıkıntısı çekmeye başlayan Şahinde, çareyi gece gezmelerinde bulmuş.
Muazzez’i de yanında götürmeye başlamıştır Eve çok az uğrayan Yusuf’un olan
bitenden haberi ancak bir gün eve erken geldiğinde olur. Muazzez i öğleye
kadar uyur görür Alkolün etkisiyle karısı bir türlü kendine gelememektedir fakat
ne çare ki göreve gitmek zorundadır. Yine böyle bir akşam görevden dönen
Yusuf, evinde cümbüş yapıldığını görür. Muazzez bir kenarda sarhoş durmakta
jandarma çavuşu Muazzez'i öpmeye çalışmakta. Şakir'le Etem avluda sigara
içmekte, sazlar çalınıp insanlar eğlenmektedir. Kendini kaybeden Yusuf bir nara
atar. O sırada Şakir tabancasını çıkarır ve ateş eder. Karanlıkta oldukları için bir
şey göremeyen Yusuf, Muazzez’in “Beni buralardan götür." sesine cevap verir.
Muazzez’i alır ve atlarını sürer Muazzez, yoldayken vurulduğunu söyler. Bir
ağacın altında can veren Muazzez'i sabah gömer ve Edremit'e doğru intikamla
bakıp atını sürer.

Kişiler, Kişilerin Fiziksel ve Ruhsal Özellikleri:


 Ana karakter Kuyucaklı Yusuf’tur.
 Yardımcı karakterler ise kaza kaymakamı, Şahande Hanım, Muazzez, Şakir’dir.
Roman Kuyucak köyünde ve şehirde geçmektedir.

Romanın Geçtiği Zaman:


 Roman 1937’de yayınlandığı için o dönemin zaman olayları kullanılmıştır.

Yazar hakkında:

 Sabahattin Ali eserlerinde kendi siyasi fikirlerini de yansıttığı için birçok


sosyalistin kitaplığında yerini almış ve kitaplığının olmazsa
olmazlarındandır. Sabahattin Ali düşünce ve fikirlerini Kuyucaklı Yusuf
romanında, köylünün ezilmesini anlatırken işlemiştir.

 Bu da sosyalistlerin fikirlerini güçlendirerek onların fikirlerine yol gösterici


olmuştur. Kuyucaklı Yusuf romanı ile Sabahattin Ali köylünün nasıl
ezildiğini ve köydeki halkın ne kadar çaresiz kalabildiğine değinerek
toplumsal bir soruna değinmiştir.

YAPI UNSURLARI
Kişiler
Yusuf (Romanın başkahramanı):
 Romanın başında 1903′te “on yaşlarında” (s.17) dır, bittiğinde ise I. Dünya
Savaşı başlamış, seferberlik ilân edilmiş olduğuna göre yirmi bir yaşında
Yusuf. Yazar, dış görünüşü üzerinde fazla durmaz onun, başlangıçta “Sarı
benizli, nahif, fakat kuvvetli ve dayanıklı bir çocuktu.” (S. 17) diye tasvir
eder kısaca. Şakir’le kavga ettiği bayram gününde de “…koyu yeşil şeytan
bezinden elbisesi, basık ökçeli tulumbacı pabuçları ve arkaya doğru atılan
fesi ile.” (s.31) bir delikanlı olarak çıkar karşımıza. Kaymakamlıkta
memuriyete başladığında ise “… başına kalpak yerine kırmızı bir fes,
ayaklarına tulumbacı pabucu yerine yanları lastikli bir potin giydi. Hâki
kilotonu da ütüsüz, lacivert ve düz bir pantolonla değiştirdi. Artık kılık
kıyafeti bir efendiden farksızdı.” (S. 160) diye tanıtılır. Bir de yüz hatları
üzerinde duruluyor 161. sayfada.
 Dış görünüşü değil önemli olan Yusuf’un; mizacı, garip tabiatı, yalnızlığı,
kasaba hayatından sıkılması, yabanlığı, toplumsal düzene uyum
sağlayamaması, masumiyeti, doğallığı, haksızlığa tahammül edememesi…
Bütün bu özellikleriyle J.J. Rousseau’nun “soylu vahşi” diye nitelendirdiği
romantik felsefenin özüne uygun bir kişi o. Sabahattin Ali de bilinçli olarak
hep bu yönlerine vurgu yapar Yusuf’un. Daha çocukken soğuk davranışlarıyla
(s. 16) dikkat çeker, hemen hiç “hissi tezahür” (s. 16) göstermez. Anne ve
babasının ölüsünün yanı başındayken, parmağı kopukken bile duyduğu acıyı
göstermez.
 Kasabada hep yalnız ve yabandır. Etrafına daima bir yabancı gözüyle bakmış,
hiçbir yere bağlanmak arzusu duymamıştır. Bunalır kasabadaki toplumsal
yaşamdan, girmez pek insanların içine, sıkılıp kaçmak ister toplumdan, bir
süre okula giderse de kısa süre sonra bırakır bu nedenle, okulda öğretilen
bilgileri önemsemez, aynı tavır kaymakamlıkta memuriyete atıldığı ilk gün de
değişik biçimde ortaya konur, çalışma odasında kendini bilmediği bir dinin
mabedine giren bir adam gibi görür, tedirgin ve huzursuzdur. Toplumda
kendine yer arar Yusuf; ancak toplumsal düzenin öngördüğü yükümlülük ve
ödevleri yerine getiremediğinden toplumla uyum sağlayamaz ve içten içe
huzursuz olur.
 Romantik felsefenin çizdiği tiplere uygun olarak kasabada bunalan, huzursuz
olan bu genç, doğaya sığınır sık sık, doğadır kendini rahat, mutlu hissettiği
yer. Ancak bir gün hiç de beklenmedik bir olay, onu kasabadaki toplumsal
yaşamla karşı karşıya getirir. Yusuf’un Şakir’le kapıştığı gündür bu. “Soylu
vahşi”, istemediği hâlde, kasabanın acımasız, kirli çarkının dişlileri arasında
buluverir kendini. Eşraf ve bürokratları, kasabanın tanrılarını kızdırmıştır;
tehdit, kumar, kadın, para, rüşvet gibi hiç tanımadığı araçlarla yürürler
üzerine onun. Direnmeye çalışır Yusuf kendi yöntemince, bildiğince, ancak
içinde bulunduğu ve yabancısı olduğu toplumsal düzende savunamaz kendini;
eşini içki sofralarına düşürürler, ailesi yıkılır. Delikanlı, kasabanın eşraf ve
bürokratlarına kurşun yağdırır romanın sonunda, kinini kusar kasabadaki
toplumsal düzene; ancak eşini yitirmiş, tutunamamıştır kent yaşamında.
Yapıtın sonunda yıkılmış bir durumda, “ömrünün en korkunç senelerinin
geçtiği bu kasabaya yumruğunu uzatıp tehdit eder gibi salladıktan sonra,
atını ileriye, dağlara doğru.. “(s.240) sürüp gider. Romanın sonunda kendisini
ezen eşraf ve bürokrata kurşun yağdırması ve atını dağlara sürmesi, Yusuf’un
başkaldırısını gösterir. Bir anlamda o, Türk romanında daha sonra Yaşar
Kemal’in İnce Memed (1955) adlı yapıtında en tanınmış örneği görülmeye
başlanan, Halk edebiyatımızda ise Köroğlu, Çakıcı Efe vb. ile yıllardan beri
tanınan eşkıya tipinin Türk romanındaki prototipidir.
 Yusuf bir yabandır; ancak Yakup Kadri’nin, Yaban’ındaki Ahmet Celal, Hâlide
Edip’in Vurun Kahpeye’sindeki Aliye, R. Nuri’nin Yeşil Gece’sindeki Şahin
Bey’den farklıdır. Diğerleri aydındırlar, Anadolu’ya dışarıdan gelen uygarlık
ve bilim misyonerleridir, amaçları bilim ve uygarlığı yaymak, geriliği ortadan
kaldırmaktır. Bunun için dinsel ve töresel hurafelerle çatışır ve yaban
görülürler. Doğa insanı değil kent adamıdırlar, eleştirileri geriliğe ve
yobazlığadır. Oysa Yusuf, en başta içerden biridir, köylüdür, aydın değildir,
bilime de pek değer vermez, dinsel ve töresel hurafelerle de hiç ilgilenmez.
Tam anlamıyla bir doğa insanı, soylu vahşidir o, bu nedenle toplumsal
yaşantıya uyum sağlayamaz, çatışır ve başkaldırır.
 Bir yönüyle Yusuf, çeşitli nedenlerle köyden kente göç eden, kentteki toplumsal
düzene ayak uyduramayan, bu çarkın içinde ezilen köylü tiplerinin de habercisi,
örneğin Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde (1954) adlı romanındaki
Pehlivan Ali’nin bir prototipi. Peşinden gelen evrede bunlar da toplumsal düzene
başkaldıran ideolojik militan tiplere, en son aşamada ise toplumsal yaşama uyum
sağlayamayan, varoluşçu aydın tutunamayanlara dönüşecektir.
Selahattin Bey
 Belki de Yusuf’un hemen yanı başında yer alabilecek roman kişisidir
Selahattin Bey. Çünkü o da kasabanın kirli çemberine girmez pek, kenarda
kalır; hatta bilinçli olarak yapar bunu. Ancak bu kenarda kalış, hiçbir zaman
Yusuf’unki gibi değildir, kendince dostları vardır; içer onlarla, hatta bir gece
kumar oynar Hilmi Bey’le, şöyle ya da böyle kasabanın kirli yüzünü de tanır.
Zaten gençliğinde epey deneyim kazanmış, güngörmüş biridir.
 Romanın ilk sayfalarında 35 yaşında, başında kara kalpağı, yağmurlu bir
günde, at üstünde Kuyucak Köyü’ne giderken görürüz onu. Saçlarının beyaz
olduğunu öğreniriz bir yerde (s. 15), Hilmi Bey’le kumar oynarken ise yüz
hatları çizilir (s.51). Sabahattin Ali onun da dış görünüşü üzerinde durmaz
pek. Şahinde’yle yaptığı yanlış evlilik üzerinde uzunca durur. Gençliğini deli
gibi geçiren bu taşra bürokratı, yorulduğunu anlayınca evlenmeye karar verir
ve kendisiyle hiçbir ortak yönü olmayan, on beş yaş daha küçük, eğitimsiz,
ihtiraslı yer yer sinir saralarına tutulan bir kızla evlenir. Bu yanlış evlilik onu
daha da içine kapatır, mutsuz eder. Eşinin davranışlarından ve
konuşmalarından bunaldıkça kimi zaman içkiye sarılır (s. 14), kimi zaman da
doğaya kaçar nefes alabilmek için (s. 112-113). Evde otoriter değil, yılgındır;
Şahinde ’ye söz geçiremez, yorgundur çünkü (s. 19).
 Deneyimlidir; Anadolu kasabalarındaki düzeni, eşrafın gücünü iyi bilir.
Memleketi asıl idare edenlerin eşraf olduğunun, memurların ise onların
işlerine engel olmaya başlayınca tüydürüldüğünün farkındadır. Hem namuslu
kalmak hem de karşı karşıya gelmemek için onlardan uzak durur. Bu yönüyle
o, kendi hâlinde, yorgun, iyi yürekli, deneyimli bir taşra bürokratıdır. Eşrafın
gücünü, kasabadaki kirli, çarpık düzeni bilir bilmesine de bunu değiştirmek,
düzeltmek için mücadeleye girmez, kaçar hep çatışmadan; evde Şahinde’nin
saldırgan davranışları, kasabada eşrafın kurnazlıkları ve haksızlıkları
karşısında tavrı kaçmaktır.
 Onun kaçış, hatta boyun eğiş felsefesinde, deneyimlerinin yanında kendisini
sarsan hastalığının da payı var kuşkusuz. Kendisinde kalp hastalığı başlamıştır
(s. 112). Ölümün yaklaştığını sezer sanki Selahattin Bey. Bu psikoloji onu
kaderci bir anlayışa götürür. Ona göre insanın bir şeyi değiştirmeye gücü
yoktur, mutlu olmak için hayatı olduğu gibi kabul etmelidir, akıllı bir insan
olanları gülümseyerek seyretmeli sırasını beklemelidir (s. 123 ve 170). Bu
kendi hâlinde taşra bürokratı, hayat felsefesine uygun biçimde bekler sırasını
ve zamanı gelince de öte dünyaya göçer; öldüğünde yaşı 46′dır.
 Toplumdan uzak durmaya çalışması, evdeki, kasabadaki sıkıntılı havadan
bunalması, yer yer doğaya kaçmasıyla Yusuf’a benzer Selahattin Bey. Roman
boyunca Yusuf’un yanındadır; kimi zaman bir baba kimi zaman bir arkadaş
gibi. Aslında birbirlerini tamamlarlar onlar; Selahattin Bey duygularıyla
hareket eden Yusuf’u dizginler bazen, Yusuf ise gözüpekliği, kararlılığı ve
otoriter davranışlarıyla Selahattin Bey’e güven verir. Sonuç olarak o,
romanda Yusuf’a yardım eden güçler arasında ilk sırada yer alan, temiz,
deneyimli, kasabanın içinde ancak bilinçli olarak kenarda kalmayı yeğleyen,
yalnız bir taşra bürokratıdır.
Muazzez
 Romanda, Yusuf ile eşraf ve bürokrat arasındaki çatışmanın görünürdeki
nedeni Muazzez. Tüm aşk öykülerinde görülen, ulaşılmak istenen, korunan,
uğrunda çatışmaya girilen sevgili. Romanda, olayların başlaması ve
gelişmesindeki en önemli kişi.
 Kaymakam 30 yaşında evlenmiş, bir yıl sonra da Muazzez doğmuş, Selahattin
Bey Yusuf’u alıp kazaya döndüğünde 35 yaşında olduğuna göre, Muazzez 4
yaşında bir çocuktur Yusuf eve geldiğinde. Küçük yaşlarda Yusuf ilgilenir,
oynatır, korur onu. Muazzez’in de evde en çok sevdiği, sözünü dinlediği kişi
Yusuf’tur.
 Çoğu kasaba kızları gibi, “dört sınıflı iptidaîyi” (s. 29) bitirir, dikiş-nakış
öğrenir. On üç yaşına bastığında dış görünüşüyle şöyle betimlenir: “Sırtında
mor atlastan ve güneşin altında pırıltısı gözleri alan bir elbise, ayağında iri
tokalı rugan iskarpinler, iki örgü arkaya bırakılan saçlarının ucunda geniş,
kırmızı kurdeleler vardı.”(s.31)
 Zamanla ilgi duyar, sever Yusuf’u; ancak bu gizliden gizliyedir başta. Önce
kıskanır Kübra’dan onu (s.57). Ali ile evlendirilmesi söz konusu olunca karşı
çıkar buna, aşkını duyurur Yusuf’a (s.87). Ancak nedense genelde edilgen,
kendi başına hareket edemeyen biridir Muazzez. Ali ile evlenmeye karşı
çıktığında, Yusuf “Sus kızım bunun böyle olması lâzım!” (s.93) dediğinde
susar ve tepki göstermez pek.
 Ali öldürüldükten sonra da annesi Şahinde’ye uyup, gezmelere, hatta
Şakir’lerin bağına gider. Kaçarlar; aslında kaçırılır (edilgendir yine), sonra da
evlenirler Yusuf’la. Babanın ölümü, Yusuf’un sürekli iş nedeniyle dışarıda
olması, en önemlisi yoksulluk ve annesi Şahinde’nin de ısrarlarıyla eşraf ve
bürokratların davetlerine katılır, içki sofralarına oturur. Değişmiştir Muazzez.
 Romanın sonunda da ölüyor Muazzez. Özetlersek, aşk öyküsünün kadın
kahramanı, başlarda romantik, içine kapanık, sonuna değin de kendi
olamayan, edilgen, silik ve tutuk bir roman kişisi.

 Bunların dışında Yusuf’a yardım eden dört kişi daha var romanda sözü
edilebilecek: Bunlardan ilki arkadaşı Ali. O, Selahattin Bey’in kumar borcunu
vererek Şakir’in Muazzez’e sahip olmasına engel olur. Bir bakıma Yusuf ile
Muazzez arasındaki aşk öyküsünün sürmesine olanak sağlar. Ali, Yusuf’un
çocukluk arkadaşıdır. Okulda öğrendiklerini Yusuf’a aktarır, yaşça büyüktür
Yusuf’tan ancak Yusuf korur onu. Bir dükkanları vardır kasabada, bakkal Şerif
Efendi’nin oğludur.
 Muazzez’e ilgi duyar; bu duygusal ilgi bayram günü sezdirilir okuyucuya
(s.32-33). Ali de sevmez Şakir ve takımını, o da bir anlamda çemberin
dışındadır. Birçok yönüyle çocuk gibidir hâlâ (s.89), parayı verdikten sonra
Yusuf’a, kendince Muazzez’le birlikte olma hayalleri kurar, tam
evlenecekken sevdiğiyle Şakir tarafından öldürülür. Muazzez’i seven
rakiplerden biri de işlevini yerine getirdikten sonra saf dışı edilir böylece.
Romanda, açıkladığımız işlevi yerine getirmek için konulmuş gibidir Ali.
 Kübra ile annesini de kasabadaki kirli çemberin dışında değerlendirmek
gerekir. Hilmi Bey’le oğlu Şakir’in tecavüzüne uğramış bir genç kızdır Kübra.
Ana kız onların baskısıyla Yusuf’a tuzak kurarlar; ancak Kübra dayanamaz
buna ve itiraf eder her şeyi (s.41). Annenin anlattıklarına göre kocaları bir
başka kadınla kaçınca, Hilmi Beylerin evinde çalışmaya başlarlar. Bir süre
sonra Kübra’ya tecavüz eder baba oğul. Bundan sonra Selahattin Bey’in
evinde kalırlar. Kübra da gizliden gizliye sever Yusuf’u; ancak aşkına karşılık
göremeyeceğini anlayınca bırakıp gider annesiyle. Kübra, Muazzez’e göre,
yaşamın daha bir içinde, gerçekçi, canlı ve kendi olabilmiş bir genç kız;
kararlı, tepkisini yeri geldiğinde gösterebilir.
 Sözü edilebilecek bir başka kişi Selahattin Bey’in arkadaşı Avukat Hulusi
Bey. Babacan, gün görmüş, kasabadaki çarkın farkında, dürüst biri o da. Pek
çok yönüyle Selahattin Bey’in aynı. Kaymakamın ölümünden ve İzzet Bey’in
atanmasından sonra başına gelecekleri sezer Yusuf’un. Öğüt verir
delikanlıya, dikkatli olmasını söyler (s. 190-191). Kendi hâlinde, dürüst,
temiz bir kasaba avukatı tipi çizilir onunla romanda.
 Bu saydıklarımız romandaki olumlu kişilerdir, şöyle ya da böyle kasabadaki
kirli düzenin farkındadırlar, yer yer eşraf ve bürokratın haksızlıklarına
uğrarlar. Onların karşısında ise kasabanın kirli çemberi içinde yer alan eşraf,
adamları ve bürokratlar vardır...
Hilmi Bey ve oğlu Şakir
 Romanda eşrafı Hilmi Bey ve oğlu temsil eder. Bütün eşraf takımı gibi
dayandıkları tek güç paradır. İlk kez Avukat Hulusi Bey’in evinde görünür
Hilmi Bey. Tanıtıldığına göre, Edremit’in eski eşraf ailelerinden birine
mensup, kibarca bir adamdır. Midilli İdadisi’nde okumuştur. Halk ona büyük
servetinden dolayı saygı gösterir. Hilmi Bey bu gücü kullanır sürekli;
Muazzez’i oğluna almak istediğinde Selahattin Bey’i kumarda borçlandırarak
yapar bunu ilkin, Şakir Ali’yi öldürdüğünde de rüşvet verir karakol çavuşuna;
yalancı tanıklar tutar ve onun serbest kalmasını sağlar. Kirli işleri vardır,
hatta oğluyla beraber Kübra’ya tecavüz eder. Muazzez’in içki sofralarına
düşürülmesinde Şakir’le beraber onun da payı vardır.
 Hilmi Bey, kasabadaki bürokratları da elde eder para gücüyle. Yeni atanan
Kaymakam İzzet Bey’in Yusuf’u “süvari tahsildarı”olarak kasabadan
uzaklaştırmasında o rol oynar. Bürokratlarla olan kirli çıkar ilişkileri,
güçsüzleri ezmesi vb. pek çok yönüyle kapitalizmin metaya ve çıkara dayalı
anlayışının Anadolu’daki tipik temsilcisidir eşraftan Hilmi Bey. Kimi kez para,
kimi kez kadın, kimi kez de bürokrasiyi yanına alarak Yusuf’u alt etmeye,
ezmeye çalışır. Doğallığın, masumiyetin karşısındaki kirli, bozulmuş, yapay
yüzdür o. Olayların gerisinde, ancak oldukça etkilidir.
 Oğul Şakir, Yusuf’un karşısındaki güç; olaylarda ön planda. Kavga
ettiklerinde bayram günü, yaşı on sekizden fazla değildir. Lacivert elbiseli,
yeleğinde yarım okkalık gümüş bir köstek takılı, fesinin çevresinde sarılmış
oyalı bir yemeni (s.33) ile karşısına çıkar okuyucunun ilk kez. Daha sonra
Hacı Rifat’ın İhsan’ın düğününde görürüz onu; her zamanki gibi sarhoştur.
Ahlâk dışı işlere bulaşmıştır o da; Kübra’ya tecavüz eder; orospularla, İzmirli
oğlanlarla yatıp kalkar. Dayandığı tek güçse paradır; Ali’yi öldürür, para
sayesinde ceza almaktan kurtulur, seferberlik ilân edilir, askere gitmez.
Romanda, Muazzez’i elde etmek isteyen rakiptir; ancak aşkı temiz değil,
elde etme tutkusuna dayanır. Kasabadaki kirli, yapay, çıkara ve adaletsizliğe
dayalı yüzü yansıtır o.
 Yazar genel olarak eşrafın bu tür özelliklerinden uzun uzun söz eder yapıtta:
Yönetimin bunlara karışmadığı, para gücüyle her şeyi yaptırdıkları, aileler
arasında çok etkili oldukları, isteklerinin sürekli yapıldığı, istedikleri genç
kızları aldıkları, hovardalıkları, kirli işleri anlatılır. Eşraf, kirli işlerini
kendileri yapmaz genelde; adamları vardır. Bunların en önde gelenleri Hacı
Etem ve Avukat Hami Bey’dir.
 Hacı Etem, tanıtıldığına göre 24 yaşında, kurnaz ve güzel bir delikanlıdır.
Küçük yaşta anası ve babasıyla hacca gittiği için kendisine bu ad takılmış,
parasal durumu iyi olmamasına karşın iyi giyinir, paralı gezer. Paraların
kaynağı ise Şakir ve İhsan’dır. Bu zengin çocuklara iki cinsten insanlar bulur,
dalkavukluk eder. Selahattin Bey’i kumarda borçlandıran, Şakir’in kurtulması
için rüşvet verip yalancı tanıklar bulan, Kübra’nın tecavüzünde dışarıda
nöbet bekleyen Hacı Etem’dir. Hatta Yusuf’u bıçaklar da Kübraların evinde.
O, para karşılığı eşrafın kirli işlerini yapan bir kişidir.
 Avukat Hami Bey’i ise, Ali’nin öldürülmesinden sonra görüyoruz. Oldukça
zengin ve Hilmi Bey’in uzaktan akrabasıdır. Kasabada en çok iş yapan
avukattır. Davayı kazanmak için kirli yollara başvurmakta sakınca görmez.
Şakir’in davasını da üstlenir ve sorunu çözer. O da eşrafın işini gören
adamlardan biri olarak kirli çemberde yerini alır.
 Kasabadaki adaletsiz düzenin bir başka ayağı bürokratlar. Eşrafla çıkar
ilişkileri kurmuş, onlarla dayanışma hâlinde. Bunların en tipik örneği yeni
atanan Kaymakam İzzet Bey, Jandarma Bölük Komutanı Kadir, Karakol
Çavuşu Cemal’dir.
Kaymakam İzzet Bey
 Selahattin Bey’in ölümünden sonra kasabaya atanır İzzet Bey. Dış görünüşü
hakkında kısa bilgiler yer alır romanda. Sıska, kirli sarı saçlı, donuk mavi
gözlü, koyu bıyıkları ve kaşları olan otuz beş yaşlarında biridir (s. 186). Bir
başka yerde içki sofrasında “çıyan suratlı, sarı dişli”(s.211) biri olarak
betimlenir. Yeni kaymakam daha geldiğinin ikinci gecesi eşrafla kafa kafaya
verip Çınarlı Han’da içer.
 Selahattin Bey’in tam tersidir o, kasabadaki kirli çarka uyar çabucak; eşrafla
sıkı fıkı olur. Yusuf’a karşı tavır alır Hilmi Bey’in etkisiyle, değişik bir iş
vererek onu kasabadan uzaklaştırır. Muazzez’e sarkıntılık eder içki
sofralarında, toplumun sorunlarıyla hiç ilgisi yoktur; savaş ve kıtlık yılları
olmasına karşın eşrafla beraber davetlerde geçirir günlerini. Kısacası İzzet
Bey, kasabadaki kirli düzende diğer ayağı oluşturan bürokrasiyi temsil eden
olumsuz bir tiptir.
Jandarma Bölük Komutanı Kadir ve Karakol Çavuşu Cemal
 Kasabadaki kirli çember içinde kaymakamla beraber bulunan diğer
bürokratlardan biri Jandarma Bölük Komutanı Kadir Bey’dir. Eşraf ve diğer
bürokratlarla bir içki sofrasında Muazzez’e sarkıntılık eder (s. 233). Karakol
Çavuşu Cemal ise genç ve meslekte yeni olmasına karşın Ali’nin
öldürülmesinde rüşvet alarak Şakir’i hapse girmekten kurtarır (s. 104).
Şahinde
 Kaymakam Selahattin Bey’in karısı Şahinde, eşraf ve bürokrattan değil;
ancak parayı, lüks yaşamı tek amaç edinmesi, bunun için kirli ilişkilere
girmeyi bile göze alması nedeniyle, onu da kasabadaki yapay, bozulmuş, kirli
toplumsal çevre içinde; eşraf ve bürokratın hemen yanında değerlendirmek
gerekir. Bir reji ambar memurunun kızı Şahinde, iyi bir kısmet bulmak için
allanıp pullanmış; ancak kültür bakımından boş yetiştirilmiştir. Kapalı bir
biçimde, doğal arzularını içine hapsederek büyüdüğü için “…genç kız tabiî
olarak, sinirli ve manen bozuk…” (s. 13) biridir. Böyle bir ortamda yetiştikten
sonra Selahattin Bey’le evlenir ve bu yanlış evlilik mizaç, yaşam felsefesi ve
eğitim düzeyi bakımından hiç de birbirine uymayan bu çifti -özellikle
Selahattin Bey’i- mutsuzluğa sürükler.
 Şahinde’nin tek amacı rahat yaşamaktır; benlik ve ahlâk kaygısı yoktur.
Günlerini eğlence ve gezmeyle geçirir; eviyle, kocası ve çocuğuyla
ilgilenmez. Tek düşüncesi, büyüyen kızını zengin bir kocaya vermektir;
tasarladığı kişi de Şakir’dir. Ancak başarılı olamaz bunda. Yusuf’la Muazzez
evlenir.
 Şahinde asıl bundan sonra olayların gelişiminde önemli bir rol oynamaya
başlar. Selahattin Bey’in ölümü, Yusuf’un iş gereği sürekli dışarıda olması ve
yoksulluk, onu harekete geçirir; ahlâki kaygıları da bir yana bırakarak, rahat
yaşamak uğruna kızını peşkeş çeker âdeta; içki sofralarına sürükler kendisiyle
birlikte. Üstelik Hilmi Bey’in karısıyla da sapık bir ilişkisi vardır. Özellikle
romanın son bölümünde, Muazzez’i eşraf ve bürokratın içki sofralarına
düşürmesi, Yusuf’un bunu öğrenerek onlara kurşun yağdırması ve Muazzez’in
ölümüne yol açması bakımından olayların gelişiminde önemli bir yeri vardır.
Söz konusu rolüyle romanda, sevgilileri çeşitli entrikalarla birbirinden
ayırmaya çalışan, kurnaz, muhteris kadın tipidir Şahinde. Tutkuları,
kurnazlığı, hırçınlığı, rahat yaşama düşkünlüğü, basitliği, taşra
bürokratlarının kadınlarının çoğuna özgü davranışlarıyla canlı bir roman
kişisidir Şahinde.

ROMAN ANALİZLERİ

ANALİZ 1:

Sabahattin Ali, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında gerçekçi edebiyat akımının öncüsü
olmuştur.1931 yılında Aydın'da cezaevinde yatarken tanıştığı Yusuf'un hayatından ve
yaşadıklarından yola çıkarak 1937'de "Kuyucaklı Yusuf" romanını yazmıştır. Gerçekçi
Türk romanının en özgün örneklerinden biri olan eser yazarın ilk romanı ve Türk
edebiyatının en önemli örneklerindendir. Aydın'ın Kuyucak ilçesinde 9 yaşındaki
Yusuf'un annesi ve babasının eşkıyalar tarafından gözleri önünde öldürülmesi; olayı
soruşturmaya giden Nazilli Kaymakamı Salahattin Bey'in Yusuf'u evlatlık alıp eve
götürmesiyle başlar. Salahattin Bey kendisinden on beş yaş küçük olan Şahinde Hanım
ile evlidir. Muazzez adında bir çocuğu vardır. Aralarındaki yaş farkı sebebiyle fikir ve
mizaç uyuşmazlıkları yaşadıkları yetmiyormuş gibi ilişkileri de pek iyi gitmemektedir.
Salahattin Bey'in Yusuf'u evlat edinmesi ve eve getirmesi ise her şeyi çığırından
çıkartır. Şahinde Hanım, Yusuf'u asla benimsemez. Yusuf ve Muazzez, eşler arasındaki
tartışmalar ve huzursuzluklar arasında büyürler. Yusuf'un eve gelişinden bir yıl sonra
Salahattin Bey, Nazilli'den Edremit'e atanır. Huzursuzluklara ve tartışmalara rağmen
Yusuf, Edremit'te mutlu bir çocukluk geçirir. Salahattin Bey, Yusuf’u okula gönderir.
Kızı Muazzez'den ayırt etmez fakat Yusuf her zaman o yetimlik ve daha acı olan
evlatlık duygusunu unutamaz. Acı olan Yusuf'a göre yetim kalmanın yanı sıra evlatlık
olmaktır. Bunun sebebini, özgürlüğünün kısıtlanması ve yaşamının denetlenmesi
olarak görür. Yusuf baskıdan uzak olmak, dilediğini yapmak ve özgür olmak ister fakat
bağımlı olmaya ve baskı altında yaşamaya göz yumar. Sabahattin Ali, Yusuf üzerinden
halka “Özgürlükçü Düşünceye” dair bir mesaj verir fakat farklı iktidar ilişkileriyle karşı
karşıya gelir. On dokuz yaşına gelen Yusuf, bir bayram günü, fabrikatör, Hilmi Bey’in
oğlu Şakir’in Muazzez’e sataşması üzerine Şakir ile kavga eder. Bu olaydan sonra
kasabanın en zengin insanı olan ve bu sebepten ötürü gücü elinde bulunduran Hilmi
Bey’i karşısına almış olur. Şakir bu olaydan önce Kübra adındaki kıza tecavüz etmiştir.
Şakir, bu olayı babası ve Hacı Ethem Bey’in tertibi ile Yusuf’un üstüne atmaya çalışmış
ancak Kübra ve annesinin olayları anlatması sonucunda başarısız olmuştur. Kübra ve
annesi Yusuf tarafından korunur ve kaymakamın zeytinliğinde çalışmaya başlarlar.
Şakir’in Yusuf’a olan kinini artıran bu olay sonucunda bu ikilinin mücadelesi daha yeni
başlayacaktır. Yusuf’un haklının yanında olup haksızın karşısında durduğu tavır ise
baskılara dayanamamasından kaynaklanır. Kendi özgürlüğü bir noktada kısıtlanmıştır
yine de haksızlığa uğrayan diğer insanların yanında olmaya çalışır. Şakir, Yusuf ile
kavgasından sonra Muazzez’le evlenmek ister. Fabrikatör Hilmi Bey, kaymakamı ikna
edebilmek için bir plan yapar. Salahattin Bey’i hileli bir kumar oyununa davet eder ve
borçlanmasını sağlar. İmzalattığı senetler sayesinde Muazzez’i Şakir’e ister. Şahinde
Hanım bu duruma sevinir, sebebi ise ortadır. Hilmi Bey’in mal varlığı yaşanan kötü
olayları unutturacak kadar fazladır. Salahattin Bey ise bu olaya razı değildir. Yusuf ve
Kübra arasında yaşananlar ise gariptir. Kitabın bu kısmında Yusuf ile Kübra arasında
çözülemeyen bir gizem vardır. Aralarında yaşanan bana göre doğru kişi fakat yanlış
zaman düşüncesidir. Tüm bunlar yaşanırken Salahattin Bey, Şakir’in Kübra’ya tecavüz
ettiğini öğrenir ve borcunu ödemenin yollarını arar. Bu çaresizliğin farkında olan
Yusuf, esnaf arkadaşı Ali’den para alır; bu şekilde borç kapanacaktır. Fakat artık işler
Yusuf için zorlaşmaya başlar. Yusuf bu borcun karşılığında Muazzez’i Ali ile
evlendirmeyi düşünür. Muazzez ise içten içe Yusuf’u sevdiği için bu evliliğe yanaşmaz.
Muazzez’in düşündüğü şey ise Kübra ile Yusuf arasında yaşanan olaylardır. Yusuf,
Ali’ye Muazzez’in onunla evlenmek istemediğini bir türlü söyleyemez ve zeytinliğe
kapanır. Evlilik hazırlıklarına başlayan Ali’yi bir arkadaşlarının düğününde Şakir, bütün
kasabanın gözü önünde öldürür. Fakat her dönemde olduğu gibi güçlüden-zenginden-
yana olan kasaba halkı bu cinayetin üstünü kapatır. Ne yazıktır ki zengin olmanın
sağladığı imkanlar vardır gücü elinde bulundurmak, son sözü söylemek ve hatta gözle
görülen bariz durumları unutturmak gibi. Ali’nin ölümü üzerine, Şahinde Hanım
sayesinde Şakir’in Muazzez ile evlenme isteği yeniden canlanır. Bu olaylar yaşanırken
Muazzez ve Yusuf arasında olanları anlayan Kübra dayanamaz ve annesi ile evi terk
eder. Şahinde Hanım’ın planlarını anlayan Yusuf özgürce isteyemediği Muazzez’i
kaçırıp evlenirler. İçten içe o evlatlık duygusunu içinde barındıran Yusuf sevdiği insanı
bile özgürce isteyememiştir. Yusuf olayların akışıyla Muazzez’i kaçırınca Salahattin Bey
evlenmelerine razı olur. Yusuf tahribat kâtibi olarak kaymakamlıkta işe girer. Bu olay
yaşandıktan sonra Yusuf’un anlaması gereken bir durum vardır; ne olursa olsun
hayatının geri kalanında başkalarının gücünü üstünde hissedecek, bağımlı olduğunu
anlayacaktır. Kısa süre sonra kalbinden rahatsızlanan Salahattin Bey vefat eder. Her
şeye rağmen Yusuf ve Muazzez birbirine kenetlenmiş zorlukların üstesinden gelmeye
çalışır. Fakat yeni atanan Kaymakam İzzet Bey, Hilmi Bey’in ve Şakir’in kuklası gibidir.
Onların isteği üzerine Yusuf’u masa başı işten alıp süvari tahsildarı yaparlar. O köy köy
gezerken, Muazzez annesinin ısrarları ve paranın cazibesi sonucu bürokratların
evlerindeki içki alemlerine katılır; alkole alışır. Hatta kendi evlerinde içki alemleri
düzenler. Durumdan şüphelenen Yusuf, bir gece habersiz çıkıp gelir. Gördüğü durum
karşısında çılgına dönerek, her yana gelişigüzel ateş eder. Muazzez’i alır ve oradan
ayrılır. Yusuf’un sinirden gözü dönmüş biraz ilerledikten sonra önünde uzanan hiç
kımıldamayan bu vücuda bakıyor, dokunmaya korkuyordu. Sevdiği insanı kazdığı
çukura yerleştirdikten sonra hayvanına atladı ve bir kere geriye dönüp baktı.
Edremit’te başlarda güzel günler geçiren Yusuf böyle kötü biteceğini tahmin bile
edemezdi. “İçindeki bütün yıkıntılara, bütün kederlere rağmen başını yere eğmek
istemiyordu. Matemini ortaya vurmadan tek başına yüklenecek ve yeni bir hayata
doğru yürüyecekti.” Ölümle başlayan bu roman gariptir ki yine ölümle bitmiştir. Ölüm
ağırlıklı olan bu sonun sebebi ise biten yaşamlar olmasına rağmen mücadeleyi
bırakmamayı öğretmelidir. Bize ölümün sebebini gösteren ileti, Muazzez’in ölüsüdür.
Suçluyu o işaret eder. Asıl suçlu ekonomik, toplumsal, siyasal gücü elinde bulunduran
egemenlik sağlamış kişilerdir. Kübra karakteri ise yaşayamayacaklarımızı göstermiştir.
Yusuf artık özgürdür tabii bu yaşanılan acılardan sonra özgürlük hala umurunda ise…

ANALİZ 2:

ÇEVRE (MEKAN İNCELEMESİ)


Romanda olaylar, Anadolu’da, Nazilli yakınlarındaki Kuyucak Köyü’nde başlar, kısa
süre Nazilli’de devam eder ve büyük bir bölümü de Edremit’te geçer. Kuyucak Köyü
ve Nazilli’nin yapıtta fazla bir önemi yok, olayların geçtiği asıl çevre Edremit
kasabası.
Sabahattin Ali, yeri düştükçe kasabanın dışını; doğayı, yeri geldikçe de içini; evleri,
değirmeni, Çınarlı çeşmeyi, şadırvanı ve yaşlı çınarıyla kasaba meydanını, kahveyi,
bayram yerini betimliyor. Böylece tipik bir Anadolu kasabası çiziyor romanda. Bütün
bunlar Anadolu’daki yerel yaşamın tipik mekânları ve güçlü bir gözlemin ürünü
olarak romanda yerlerini alıyorlar ve kuşkusuz kasaba yaşamını daha gerçekçi
kılıyorlar.
Bunlar bir yana, Kuyucaklı Yusuf‘ta çevreyi de romantik felsefeye uygun olarak
doğal ve yapay çevre diye ikiye ayırmalı: Kasabanın içi evleri, kahvehanesi,
toplumsal kurumlarıyla yapay çevreyi; dışı ise zeytinlikleri, bahçeleriyle doğal
çevreyi oluşturmaktadır. Daha önce de değindiğimiz gibi doğa, temizliğin,
masumiyetin, özgürlüğün ve huzurun; kasaba ise kirliliğin, bozulmuşluğun, ölümün,
eşitsizliğin, kulluğun simgesi.
Bir başka dikkat çeken nokta da yapıttaki bütün öldürme ve yaralama olaylarının
hep kasabanın içinde, bu kirli yapay çevrede meydana gelmesi: Yusuf’un anne ve
babasının öldürülmesi, Ali’nin vurulması, Yusuf’un yaralanması, Selahattin Bey’in
ölümü, Yusuf’un eşraf ve bürokrata kurşun yağdırması hep bu çember içinde olur.
Bunlardan ancak Muazzez evde yaralanmasına karşın, doğanın kucağında can verir.
Üstelik Yusuf onu kasabanın dışında, doğada kendi elleriyle toprağa gömer.
ZAMAN
Kuyucaklı Yusuf‘ta olaylar 1903′te yağmurlu bir sonbahar gününde başlar ve
seferberliğin ilânı(1914)ndan hemen sonra biter. Buna göre romanda 11 yıllık bir
zaman dilimi söz konusudur. Tarihsel anlamda Meşrutiyet’in ilânı, Balkan Savaşı ve
seferberlikten romanda kısaca söz edilir ve bunların Anadolu’daki yansımaları
üzerinde durulur.
Romanda dikkati çeken bir başka nokta çoğu kötü olayın sonbahar ya da kış
mevsiminde ve genelde de akşam geçmesi: Yusuf’un anne ve babası sonbaharda bir
gece öldürülür; Yusuf, bir kış akşamı yaralanır Kübraların evinde(s. 37); Selahattin
Bey, bir kış gecesi kumarda kaybeder (s. 48); Ali öldürüldüğünde bahar
yaklaşmaktadır (s. 97); Yusuf, eşraf ve bürokrata bir kış gecesi kurşun yağdırır ve
Muazzez de karlarla kaplı bir kış gecesi ölmüştür (s. 231). Bütün bunlardan yazarın
kötü olaylar için genelde sonbahar ve kış mevsimini ve karanlığın bastığı vakitleri
seçtiği söylenebilir. Belki de romantik anlayıştan kaynaklanır bu seçim.

DİL ve ANLATIM (ÜSLUP)


Romanda olaylar, bu olayların tanığı üçüncü tekil kişi ağzından anlatılıyor. Anlatıcı
kimi kez, “…evvelce de söylediğimiz gibi..” (s.47), “…anlatacağımız gecenin ertesi
günü…” (s.88), “İleride anlatacağımız hâller yüzünden…” (s.109), “Bundan sonra
anlatacağımız şeyler…” (s.232) gibi deyişlerle kendini açığa vuruyor. Hatta
kendince yorumlarda bulunuyor; en çarpıcı örnekse evlilikle ilgili düşünceleri
aktardığı bölümler (s. 12-14).
Anlatıcı, eşrafın zorbalığı altında ezilen halktan yana olduğunu saklamıyor ve
kullandığı anlatıcı stratejisiyle okurda acıma, sevgi, nefret ve isyan duyguları
uyandırarak onun da aynı görüşleri ve tutumu paylaşmasını amaçlıyor. Başka bir
deyişle anlatıcı ile okur arasında bir özdeşleşme söz konusu. Beri yandan anlatıcı,
romanın bildirisini somutlaştıran bir de olumlu kahraman sunuyor okura: haksızlığa
ve zülme isyan eden, yoksul, dürüst bir genç.
Romanda yazar, dönemine göre sade bir Türkçe kullanmış, cümleler düz
çoğunlukla. Bir bütün olarak bakıldığında diyalogların fazla olmadığı, konuşmaların
kısa cümlelerden oluştuğu, romanın genelde anlatma ve betimlemelerle örüldüğü
dikkati çekiyor.
Bir anlatım özelliği olmamakla beraber kimi konuşmalarda, Ege yöresine özgü bir
ağız kullanıldığı görülüyor. Örneğin bir köylünün, Yusuf ile Kübra’nın kaçtıklarını
kaymakama söylerken “Candarmaya hacet yok beyim, zati ben de… “(s.155),
“Yerimi nideceksin, bey?..” (s. 155), “Bunu diyivermek için., “(s. 155) şeklinde
konuşması gibi.
YUSUF KARAKTERİNİN PSİKANALİTİK DEĞERLENDİRMESİ

Ölüm hepimizin hayatındaki nihai sondur. Fakat erken yaşta yaşanan kayıpların çocuğun
hayatına etkisi daha fazladır. Yusuf’un annesinin ve babasının cesetlerini görünce küçük
yaşına rağmen ağlamaması hatta cesetlerin üstünü örtmesi soğukkanlılık olarak ifade
etmekten ötedir. Erken yaşta yaşanan yas süreci ile çocuk bir çok beceriden yoksun
şekilde büyür. Bağlanma Kuramına göre: ebeveyn ile bağ kuran çocuk onu güvenli
sığınağı olarak görür ve bu bağlanma süreci ebeveynin sağlıklı bakım veren olma süreci
ile devam eder. İnsan yavrusu tek başına hayatta kalma becerisine sahip değildir. Bu
yüzden ebeveynin çocuğa bakım vermesinin yanında bu bakımın süresi, kalitesi de
bağlanma figürüyle etkileşimini etkiler. Anne, babasını (bağlanma figürlerini) kaybeden
Yusuf, sadece fiziksel olarak onlardan kopmaz. Bağlanma figürleri hayatımızın ilerleyen
zamanlarında bize: birini nasıl seveceğimizi, öz yeterliliğimizi nasıl kazanacağımı,
duygularımızı kontrol etmeyi, çevreye uyumu ve olumsuz durumlardan nasıl çıkacağımızı
öğretir. Bağlanma figürlerinden ayrılan Yusuf’un yetişkinlikte onların eksiklerini derinden
hissedeceği kaçınılmaz olacaktır.

Yusuf’un kaymakam tarafından evlat edinilmesi bir çok konudan (eğitim, maddi kaygı
taşımamak, aile ortamı) faydalı olsa bile üvey annesi ile anlaşamaması hatta Yusuf’un
geldiği ilk gün ona “köylü piçi” demesi Yusuf’un duygusal yönüne dokunur. Sevgi
yoksunluğu yaşan Yusuf burada evlat edinilmiş durumunda olduğu için birey olarak
kendilik bilinci zarar görür. En temel ihtiyaçlarımızdan biri olan sevgi, sadece anne
babadan gelmesiyle bizi beslemez aynı zamanda bireyin “ben bu sevgiye layığım, ben
sevilmeye layığım” bilincine erişmesine ve kendisiyle arasının da yapıcı olmasını sağlar.
Bağlanma figürlerinden düzenli ilgi ve sevgi gören çocukların ileride daha güvenilir kişiler
olmalarının yanında hayatlarındaki pozitif olayları daha çok andıkları görülmüştür. Bu ilgi
ve sevgiden yoksun olan çocuklar sevgiyi nasıl ifade edeceğini, ilişkilerini nasıl dengede
tutacaklarını bilemezler.

Yusuf’un Muazzez’e olan aşkını ifade edememesi aslında sevgiyi nasıl aktaracağını
bilemesinden kaynaklıdır. Güvenli bir ilişki yerine Yusuf’un daha sert bir şekilde Muazzez’e
davranması, onu aşırı kıskanması aslında çocukluğunda yaşadığı kaybın izlerinden
kaynaklanır.

Cinayetle başlayan romanın gene bir cinayet ile bitmesi, erken yaşta yaşanan kayıpların
çocuğu suça meyilli etmesinin bir sonucudur. Sevgi eksikliği, yalnızlık hissi, terk edilmişlik
duygusu çocuğun duygularını öfke ile yansıtmasına sebebiyet verir. Bu öfke yerini
saldırganlığa ve saldırganlıkta suça eğim kazandırır. Fakat Yusuf bu kaybı yaşamasaydı ve
gene eşini uygunsuz bir ortamda görseydi elbette aynı son yaşanabilirdi. Olayın geçtiği
yer kırsal bir yer olduğu için ve zaman olarak çok eski bir yıldan bahsedildiği için Yusuf’un
ateş etmesini sadece anne babasını kaybetmesine bağlayamayız. Çevresel faktörler,
çocuğun doğduğu kültür, nasıl yetiştirildiği hepsi kararlarında etkili olacaktır. Kader,
Yusuf’u gene bir kayıpla sınayacaktır.

You might also like