Professional Documents
Culture Documents
1. basım: 2005
5. basım: Haziran 2012
Bu kitabın 5. baskısı 1000 adet yapılmıştır.
ISBN 978-975-07-0142-9
ROMAN
En zoru yalnızlıktı.
Ama yazmayla ilgili sorunlarının da çözülmesi gereki‐
yordu. Bulgakov, ilkeler uyarınca eserleri geri çevrilen işsiz
bir yazar durumundaydı. O zaman kesin bir yol seçti:
Hükümete mektup yazdı. İçtenlikle kaleme alınmış, namuslu
bir mektuptu bu. Yazar olarak düşünmeye ve her şeyi kendi
gözüyle görmeye hakkı olduğunu belirtiyordu mektubunda.
Bu yapılamazsa yazmanın hiçbir anlamı kalmazdı. Stalin,
Bulgakov’a telefon etti, o günden sonra da telefonu durmadan
çalmaya başladı. Tiyatrodan çağrıldı. Yönetmen yardımcısı ve
edebi danışman olarak tiyatroya alındı.
Böylece kişisel sorunları çözülmüş oldu.
Bulgakov'un özel hayatı hakkında, ancak kendi sözlerini
aktararak bilgi verebilirim. Usta ile Margarita romanının bu
bölümünü otobiyografik bir itiraf saymamak gerek. Yine de
buraya aldığım metinde, Bulgakov’un yaşadıkları uzaktan
uzağa seziliyor sanki:
Karanlık bir sokağın köşesinde bir anda
bitiveren bir katil gibi, aşk önümüze dikildi;
ikimizi de bir vuruşta devirdi! Yıldırımda böyle
çarpar adamı, hançer de böyle saplanır!
Sonraları o, böyle olmadığını, çok uzun süredir,
birbirimizi hiç tanımazken kendisinin başka bir
erkekle yaşadığını ve birbirimizi hiç
görmediğimiz halde ezelden beri seviştiğimizi
söyledi...
BEN : Nasıl?
BEN: Hayır.
SERGEY YERMOLİNSKİ
BİRİNCİ BÖLÜM
GOETHE, Faust
1
Pontius Pilatus
Yedinci kanıt
İzleme
Korovyev’in muziplikleri
Yalta’dan haberler
Lihodeyev
Lihodeyev
Lihodeyev
Horoza övgü
İnfaz
Biraz ötede:
Güneş batacak, ölüm yok ortada.
Ormanda aç canavar
Ona dokunmadı,
Avcıların kuşları da
Bir yerine değmedi.
Küple biter bitmez, ilk olarak kıza birkaç damla sa‐
kinleştirici verildi. Sonra doktor, genel sekreterle memurlara
götürdü ilacı.
Genç kıza dönen Vasiliy Stepanoviç, birden, “Özür dilerim
yurttaş,” dedi. “Burada bir kedi, kara bir kedi gördünüz mü?”
Genç kız kızgınlıkla, "Kedi mi? Ne kedisi?” diye sordu.
"Burada bir eşek var. Duysa da vız gelir, her şeyi an‐
latacağım.”
Gerçekten de olup bitenleri anlattı.
Genç kızın deyimiyle, “şubenin bütün işleri”ni altüst
ettikten sonra, buranın müdürü, olur olmaz zamanlarda
birtakım toplantılar düzenleme âdeti çıkarmıştı.
“Şeflerin gözünü boyamak için!” bağırıyordu genç kız. Bir
yıl içinde, memurlar arasında çeşitli topluluklar kurdurmuştu.
Bunlardan biri Lermontov’un eserleriyle ilgileniyor, bir
başkası satranç, biri de maçakızı meraklılarını topluyordu.
Ayrıca pinponla ve binicilikle ilgilenenler için de ayrı
topluluklar vardı. Yaz olduğunda, nehirde kano yapacaklarını,
bir de dağcılık şubesi kurulacağını söylüyordu... Ve o gün,
müdür, yemek sırasında kantine girmişti.
“İğrenç bir orospu çocuğuyla kol kolaydı,” diyordu genç
kız. “Nereden çıktığı belli olmayan, pis kareli pantolonlu,
kırık camlı kelebekgözlüklü, kötü suratlı bir herif!” Yine genç
kızın anlattığına göre, yanındakini, yemek yiyen memurlara,
koro kurup yönetmekte uzman sayılan biri olarak tanıtmıştı.
Müstakbel dağcıların yüzü asıldı ama müdür, herkesten
biraz sabırlı olmasını istedi. Uzmana gelince; şakalaştı, espri
yaptı, bu işin çok az zamanlarını alacağını söyledi, üstelik
hepsine bir araba yarar sağlayacağına yeminler etti.
"Tabii,” diyordu genç kız, “şubenin iki yağcısı Fanov ila
Kosarçuk, ilk yazılan memurlardı. Öteki memurlar da
korodan kurtulamayacaklarını anlayarak, bu yeni topluluğa
katılmak zorunda kaldılar. Geri kalan zaman Lermontov,
maçakızı ve öbür etkinliklerle dolu olduğundan koro
çalışmalarının yemek paydosunda yapılması kararlaştırıldı.
Örnek olmak niyetiyle, müdür, sesinin tenor olduğunu
açıkladı.”
Daha sonra olup bitenler bir kâbusu andırıyordu. Kareli
pantolonlu koro uzmanı, bağıra bağıra şarkıya başladı: “Do,
mi, sol, do!..”
Derken sustu, korodan kaçmak niyetiyle dolabın ardına
gizlenen birkaç utangaç memurun foyasını ortaya çıkardı.
Kosarçuk’un eşsiz bir kulağı olduğunu söyledi, inledi,
kükredi, herkesten eski bir kilise korosu şefi ve şarkıcısına
saygı göstermelerini istedi. Elini bir yerlere çarptı,
memurlardan, “Ey Kutsal Deniz” şarkısına başlamalarını rica
etti.
Şarkı başladı, hem de büyük başarıyla başladı. Kareli
elbiseli adamın işini iyi bildiği bir gerçekti. İlk dörtlük
söylendiğinde, koro şefi özür diledi. “Bir dakika sonra ge‐
liyorum,” deyip ortadan kayboldu. Gerçekten bir dakika sonra
geleceğini sanıp beklediler. Ama on dakika geçti, gelen giden
yoktu. Bütün memurlar sevindi; adam tüymüş, şarkı
söylemekten kurtulmuşlardı.
Tam o anda kendiliklerinden, ikinci dörtlüğü söylemeye
başladılar. Hepsini, belki de kulağı söylendiği kadar iyi
olmayan, ama fena sayılmayacak hafif bir tenor sese sahip
Kosarçuk yönetiyordu. Şarkı bitti. Kilise şarkıcısı yine
görünürde yoktu. Hepsi işlerinin başına döndüler ama
oturacak fırsat bulamadılar. Hiç istemedikleri halde yeniden
şarkıya başladılar. Susmak söz konusu değildi. O andan beri
de değişen şey yoktu; bir şarkının ardından üç dakika susuyor,
sonra yeni bir şarkıya başlıyor, susuyor ve yine şarkı
söylüyorlardı. İşte o an, başlarına gelen felaketin
büyüklüğünü anladılar. Müdür, utançtan odasına kapandı.
Yine o sırada, genç kızın hikâyesi yarıda kaldı. Sa‐
kinleştirici bir işe yaramamıştı.
On beş dakika sonra, üç kamyon, Vaganski Yolu’ndaki
parmaklıklı kapıdan içeri giriyordu. Başta müdür, şubede
çalışanların hepsi kamyonlara dolduruldu. Avluda hoplayıp
duran kamyonlardan ilki sokağa yönelirken, kasasının içinde
omuz omuza ayakta duran memurlar aynı anda ağızlarını
açtılar. Ünlü bir halk şarkısı bütün sokağı çınlattı. İkinci,
derken üçüncü kamyondakiler de, bir ağızdan şarkıya
katıldılar. Yol boyu şarkılar sürdü gitti. Bir an önce işlerine
yetişmeye çalışan yayalar hiçbir şaşkınlık belirtisi
göstermeden, kamyonlara bir göz atmakla yetiniyorlardı.
Kamyonların içinde şarkı söyleyenlerin, bir kır gezisine
çıktıklarını sanıyordu herkes doğal olarak. Gerçekten de kıra,
şehir dışına doğru gidiyorlardı, ama gezinti değildi amaçları.
Kamyonlar, Profesör Stravinski’nin akıl hastanesinin yolunu
tutmuştu.
Muhasebe Memuru’na gelince; onun da iyiden iyiye aklı
başından gitmişti. Bir çeyrek saat sonra, devletin parasını
teslim etmeye kararlı olarak, mali işler bürosuna vardı. Başına
gelenlerden ders aldığı için önce uzun salona, üzeri yaldızlı
yazılarla dolu, ardında memurların çalıştığı boyalı camlara bir
göz attı. Hiçbir kargaşa ya da rezalet belirtisi göremedi.
Saygıdeğer bir binada olması gereken sessizlik burada da
hüküm sürüyordu.
Vasiliy Stepanoviç, üzerinde “Vezne” yazılı delikten başını
uzattı ve ilk kez gördüğü memuru selamladıktan sonra
terbiyelice, bir para yatırma kâğıdı istedi.
"Ne yapacaksınız?” diye sordu memur.
Muhasebeci şaşırdı.
"Para yatıracağım canım. Varyete Tiyatrosu’ndanım ben...”
“Bir dakika,” dedi memur. Hemen vezneyi kapadı. “Amma
da garip iş...” diye düşündü Vasiliy Stepanoviç. Şaşkınlığı çok
doğaldı. Hayatında ilk kez başına böyle bir iş geliyordu.
Herkes, para almanın ne güç iş olduğunu, bu alanda her
zaman çeşitli engelleri aşmak gerektiğini bilir. Ama otuz
yıllık muhasebecilik hayatında, Vasiliy Stepanoviç, para
almak için güçlük çıkarana rastlamamıştı.
Sonunda vezne açıldı, muhasebe memuru yine kafasını
delikten uzattı.
"Büyük bir para mı?” diye sordu veznedar.
"21.711 ruble.”
Veznedar, alaycı bir sesle, “Ohhoooo!” dedi.
Sonra Muhasebe Memuru’na yeşil bir kâğıt uzattı. İşlemin
nasıl yapıldığını iyi bilen memur, göz açıp kapayıncaya kadar
kâğıdı doldurup çantasındaki paketin ipini çözdü. Gazete
kâğıdını açtı. O an gözleri karardı, bir çeşit aah inilti
koyuverdi.
Gözlerinin önüne bir yığın yabancı para serilivermişti:
Kanada dolarları, İngiliz sterlinleri, Hollanda guldenleri,
Letonya latları, Estonya kronları...
Dünyası yıkılan Muhasebe Memuru’ nun tepesinde sert bir
ses, “İşte o!” dedi. “Varyete Tiyatrosu’ndaki dolandırıcılardan
biri!”
Ve Vasiliy Stepanoviç oracıkta tutuklanıverdi.
18
Talihsiz konuklar
Berlioz
Margarita
Azazello’nun kremi
Margarita
Ruhu iyice rahatlamış olan Margarita hızla odasına
uçuverdi. Kolları giysilerle dolu olan Nataşa da peşinden içeri
daldı. Bir anda, taşıdıkları ne varsa -tahta askılara geçirilmiş
yığınla elbise, dantel şallar, içinde kalıplarıyla mavi saten
pabuçlar, kemerler- yere yayıldı. Nataşa iki elini kavuşturdu.
“Ne dersiniz, güzel olmuş muyum?” diye sordu Margarita
Nikolayevna boğuk bir sesle.
“Güzel mi? Tanrım!” dedi Nataşa gerileyerek. “Bunu nasıl
yaptınız Margarita Nikolayevna?"
“Krem sayesinde! Krem, krem!” diye cevap verdi
Margarita aynanın önünde dönüp parmağıyla pırıl pırıl altın
kutuyu göstererek.
Nataşa yerlerde sürünen buruşmuş giysileri unutarak
aynanın önüne koştu, ihtirasla yanan gözleriyle uzun uzun
kreme baktı. Dudaklarından anlaşılmaz mırıltılar döküldü!
Margarita’ya döndü, büyük bir hayranlıkla, “Ya teniniz?"
dedi. “Söylesenize Margarita Nikolayevna, teniniz pırıl pırıl
olmuş.”
O an kendini topladı, koşup elbiselerden birini yerden
kaldırdı ve kırışıklarını düzeltmek için silkelemeye koyuldu.
“Bırakın! Bırakın!” diye bağırdı Margarita ona. “Hepsinin
canı cehenneme! Yok, yok, hepsini kendinize saklayın, beni
hatırlarsınız. Evet: Hepsi size hatıram olsun. Odada ne varsa
götürün.”
Nataşa, şaşkınlıktan felce uğramış gibi bir süre
Margarita’ya baktı, sonra boynuna atılıp onu öperek haykırdı:
“İpek gibi! İpek gibi yumuşacık ve parlak! Ya kaşlar, ya
kaşlar!”
“Bütün bu giysileri alın, kokuları da alın, odanıza götürüp
bir sandığa saklayın,” diye bağırdı Margarita. “Ama değerli
şeyleri bırakın, sonra sizi hırsızlıkla suçlarlar!”
Nataşa, canını dişine takarak eline her geçeni -elbise,
pabuç, çorap, çamaşır- bir bohça yapıp içine doldurdu,
koşarak odadan dışarı fırladı.
Tam o anda, sokağın karşı sırasındaki açık bir pencereden
delice bir valsin gürültülü ezgileri dışarı akıverdi. Aynı anda
da, bahçeyi çeviren tellerin hemen yanında duran bir
otomobilin homurtusu duyuldu.
Sokağa dalga dalga yayılan ezgileri dinlerken, “Şimdi
Azazello telefon edecek!” diye bağırdı Margarita. “Azazello
telefon edecek! Yabancı da tehlikeli biri değil, evet, biliyorum
şimdi, tehlikeli değil.”
Araba bir motor gürültüsü içinde uzaklaştı. Bahçe kapısı
vuruldu, taş döşeli yolda ayak sesleri duyuldu.
“Gelen Nikolay İvanoviç, ayak seslerinden tanıdım,” diye
düşündü Margarita. “Veda niyetine ona bir şey yapayım,
ilginç ve güldürücü bir şey.”
Margarita hemen perdeyi açtı, pencerenin pervazına yan
oturup ellerini dizlerinde kavuşturdu. Ay ışığı sağ yanım
yalıyordu. Yüzünü aya doğru kaldırdı; düşünceli, şairane bir
edaya büründü. Bahçede ayak sesleri iki kere daha çınladı,
sonra birden kesiliverdi. Ayı bir an daha hayran hayran
seyreden, görüntüyü tamamlamak için de derinden iç geçiren
Margarita, başını bahçeye doğru çevirdi ve gerçekten de
büyük evin birinci katında oturan Nikolay İvanoviç’i gördü.
Ay ışığı adamı olduğu gibi aydınlatıyordu. Nikolay İvanoviç
bahçedeki banklardan birinde oturuyordu, ama kendini oraya
birdenbire, istemeden bıraktığı belliydi. Kelebekgözlüğü
çarpılmıştı, evrak çantasını kollarında sıkıyordu.
“Ah, nasılsınız Nikolay İvanoviç?” diye sordu Margarita
hüzünlü bir sesle. “İyi akşamlar! Bir toplantıdan mı
geliyorsunuz?”
Nikolay İvanoviç cevap vermedi.
Bahçeye doğru biraz daha eğilen Margarita, “Ben,” dedi,
“gördüğünüz gibi yapayalnızım. Canım sıkılıyor. Aya bakıyor,
şu valsi dinliyorum...”
Margarita, saçının bir perçemini düzeltmek için elini sol
şakağında gezdirdi, sonra öfkeli bir sesle, “Hiç de kibar
değilsiniz Nikolay İvanoviç!” dedi. “Ne olursa olsun, ben bir
kadınım! Biri sizinle konuşurken karşılık vermemek, büyük
kabalıktır.”
Ay ışığında, gri yeleğinin düğmelerinden sivri sakalının
kıllarına kadar her şeyi seçilen Nikolay İvanoviç, birden garip
bir kahkaha koyuverdi. Sonra yerinden kalktı, şaşkınlık içinde
ne yaptığını bilemeden şapkasını çıkaracak yerde evrak
çantasını salladı ve bir Rus dansı yapar gibi dizlerini kırdı.
“Amma da sıkıcısınız Nikolay İvanoviç!” diye devam etti
Margarita. “Hem hepinizden ne kadar bıktım, anlatamam!
Sizden ayrıldığım için, bilseniz nasıl mutluyum! Cehenneme
kadar yolunuz var.”
Aynı anda, yatak odasında, Margarita’nın arkasında telefon
çaldı. Margarita pencere pervazından yere atladı. Nikolay
İvanoviç’i tamamen aklından çıkararak ahizeyi kaptı.
“Ben Azazello!” dedi telefondaki ses.
“Sevgili, sevgili Azazello!” diye bağırdı Margarita. “Vakit
tamam. Artık uçun,” dedi Azazello, Margarita’nın içten
sevinci karşısında memnuniyet duyduğunu ortaya koyan bir
sesle. “Bahçeyi çevreleyen tellerin üzerinden geçerken
‘görünmez’ diye bağıracaksınız. Sonra, alışmak için şehrin
üzerinde bir dolaşın, ardından güneye, şehrin dışına, doğru
ırmağa gelin. Orada sizi bekliyorlar!” Margarita telefonu
kapadı, aynı anda, yan odada tahtadan bir bacağa benzer bir
şey takırdadı, gelip kapının kanadına çarptı. Margarita hemen
kapıyı açtı. Fırçası havaya dikilmiş bir süpürge, dans ederek
odaya girdi. Sapının ucuyla yere birkaç kere vurduktan sonra
pencereye doğru atıldı. Margarita hayranlık dolu bir çığlık
attı, bir sıçrayışta süpürgenin üstüne biniverdi. Ancak son
anda, o kargaşada giyinmeyi hepten unuttuğunu hatırladı.
Yatağına koştuğu gibi rastladığı ilk şeyi kaptı -gök mavisi bir
kombinezon-. Kombinezonu bayrak gibi sallayarak
pencereden uçtu. Bahçede vals sesi iyiden iyiye yükselmişti.
Margarita, pencereden yere doğru süzüldü, hâlâ bankta
oturan Nikolay İvanoviç’i gördü. Nikolay Ivanoviç taş
kesilmiş, üst kat komşularının ışıklı odasından taşan çığlıklar
ve gürültülerle sersemlemişti.
“Elveda Nikolay İvanoviç!” diye bağırdı Margarita onun
önünde dans edercesine uçuşarak.
Nikolay İvanoviç, “Oh!” diyebildi, evrak çantasını
düşürdü, iki eliyle arkalığa yapışıp bankın üzerinde kaymaya
başladı.
"Sonsuza kadar elveda! Uçuyorum!” diye bağırdı Margarita
sesiyle müziği bastırarak.
O an gök mavisi kombinezona ihtiyacı olmadığını
anlayarak vahşi bir gülüşle bunu Nikolay İvanoviç’in başına
doladı. Gözleri kapanan adam sıradan kaydı ve gürültüyle
yoldaki taşların üzerine devrildi.
Margarita, bunca zamandır içinde acı çektiği evi son kez
görmek için döndü, baktı. Işıl ışıl pencerede, Nataşa’nın
şaşkınlıktan allak bullak olmuş yüzünü gördü.
“Elveda Nataşa!” diye bağırdı Margarita ve süpürgesini
doğrulttu.
Sesini daha da yükselterek, “Görünmez! Görünmez!" diye
bağırdı.
Yüzünü hafifçe kamçılayan akçaağacın dalları arasından
bahçeyi çevreleyen tellere vardı, üzerlerinden aşıp sokağa
uçtu. Ardından, valsin çılgınca, baş döndürücü sesi göklere
yükseldi.
21
Uçuş
Mum ışığında
Evet, karanlıklar...
25
Cenaze
Vorobyoviye Gori'de[52]
SONSÖZ