Professional Documents
Culture Documents
Nuruosmaniye caddesi
Atasaray. :206.
Cağaloğlu - istanbul
YENi ROMAN
Çeviren
Asım Bezirci
Kooperatifi
YENi ROMAN
ALAIN ROBBE-GRILLET
VE
KÜÇÜK BURJUVA AVDINI
Maurice Nadeau
Edouard Lop, Andre Sauvage
Asım Bezirci
ALAIN ROBBE-GRILLET'NiN HAYATI
Asım Bezirci
9
Express (1 966) ile Yalan Söyleyen Adam (1968) fi
limlerinin çevrilmesinda görev aldı.
Gerek bu filmleri. g�rekse sözü geçen roman, hi
kôye ve yazılarıyla b'Jsında geniş yankılar yarattı.
Aşırı övgü ve yergilere hedef oldu. Kişiliği ve ürün
leri üstüne incelemeler, kitaplar yazıldı. Eserleri ya
bancı dil.lere çevrildi.
10
YENi ROMAN VE ALAIN ROBBE-GRILLET
Maurice Nadeau
11
evrimini incelemede ya da onları ayrıcalı anlarında
(tutku bunalımları, kötü yola kaymalar, olayların ve
durumların sürükleyişi gibi anlurda) yakalayarak an
lotmoda gösterdikleri özen günden güne önemini yi
tirdi; nitekim, yüzyılımızı acan büyük öncüler bunla
rı hiç umursamadılar. Örneğin Joyce. Odysseia'nın'
kahramanının serüvenlerini Bloarn'un serüvenlerine
uydurarak, hikôyeyle eğlenir; Kafka'nın Dava'sı1 ile
Şato'sundal hemen hemen hlc entrika yoktur; kişl
lere gelince, bunlar da çoğu zaman, yazara benzeyen
ve hiç değilse olduğu gibi görüneri cok şahısli bir
tanrıya dönüşürler. Bildiri (message) sözcüğünün de.
bazı doğruları temsil ettiği için, uzun süre medası
gecmedi. Çünkü kendi 4'hikôye�si, kişilerinin hikô
yesi ve serüvenleri aracılığıyla yazar, bize kendin
den haberler göndermekteydi. Bir ara, bizi en çok
ilgilendiren de yalnızca bu haberler oldu. Sonraları
yazarlar da, okurlar da romansı buluştan gitgide da
ha az zevk aldıklarını duyurrneğe koyuldular, daha
çok romanın sakladığı ya da açıkladığı şeye bağlan
dılar: l?lr jnsgnıo dünyada kendine göre var�
çimi ne... Böylece, doğal bir evrim sonucu romani
dünya lle tutkuların ansiklope..Qik tasvirjnden bu dün
y_grun_ayrıcalıklı bir kii!Şin.ce -yazarca- ahlôk, şiir,
fels da metafizik acısından düzenlen
·
12
vurur. öznelliğin zafere ulaştığı böyle bir sınırda, tür
olarak roman, katkısız bir anlatım kazanır.
13
san ve tarih dünyasına katılınca. gereksizlikten na
sıl söz edilebilir? Ayrıca, bu dünya yerden ve zaman
dan nasıl soyulabilir, her değişime ve evı ime karşı
olduğuna nası.l Inanılabilir onun? Yoksa. Robbe ·
ALAIN ROBBE-GRILLET
14
birkoç dakkoda doldurmak Için gösterdiği çabaların
hikôyesidir. Romandaki nesneler sanki onun bütün
gücünü kullanarak oyalanması için varolmuşlardır.
Evrenin sağlamlığı ve değişmezliği sucluluğunun iz
lerini silmesine yardım eder, sorumluluktan sıyınr
onu, suçsuzluğunu bildirir. Böylece o, evrenin basit
bir birleşeni, bir bütünlayeni olmaktan çıkar; bize
gösterdiği cyüzey•iyle, yani hareketleri ve halleriyle
tanımlanabilir olmak icin dünyadan silinmek ister. A
caba, öldürme olayı da kişilerin öbür eylemleri gibi
tasvir edilseydi olmaz mıydı? Olayın bizden gizlen
mesi - yazar bakımından - basit bir yapım custa
lığı� değil midir?
15
nellik düşkünlüğü kötünün kötüsü bir özneilikle ka
rışır: Dünyayı kıskanç bir kocanın gözleriyle görürüz.
Kitap bütünüyle buna göre kurulmuştur.
16
de anıların, düşlerin ve sann ların nesnelee sayımı
nın buradaki görevi nedir, anlaşılmaz. Sanki, sahici
bir ayna oyunu seyredllmektedir. Fakat aynalar Im
geleri yansıtmakle kalırlar, yaratmazlar. Böylece,
Robbe-Grillet kuramıyle elde etmeyi tasarladığının
tam tersi bir sonuca ulaşır. Neyse ki kurarncının bu
yenligisi romancının zaferiyle kapanır. Robbe-Grillet
sonunda, nesneilikle öznelliği dünyayı kavrqyış biçi
minin birbirini tamamlayan iki üzü haline e ı
·
Yen/ Roman - F: 2 17
KÜÇÜK BURJUVA AYDINI VE YENi ROMAN
Edouard Lop -Andre Sauvage
ROMANDA YENiLiK
YENI ROMAN
GERÇEKÇiLiK
TOPLUM
21
ALAIN ROBBE-GRILLET i CiN KAYNAKCA
Asım Bezlrci
A. R. GRİLLET'NİN ESERLERİ
Romanlar:
- Les Gommes (Si/gi/er, Paris. 1953, Les Editions
de Minuit)
- Le Voyeur (Gözetleyici, Paris, 1955, Les Editions
de M inuit)
- La Jalousie (Kıskançlik/Perde, Paris, 19 57, Les
Edltions de Minuit)
- Dans le Labyrinthe (Dehlizde, Paris. 19 59, Les
Editions de M inuit)
- La Maison de rendez-vous (Buluşma Evi, Paris,
1965, Les Editions de Minuit)
- Projet pour une Revolution a New York (New
York'ta Bir Devrim Tasar�sı, Paris, 1970, Les Edi
tions de M inuit)
Senaryolar/Sinema Romanlari :
- L'Annee derniere a Marianbad (Geçen Yıl Ma
rienbad da, Paris. 1961, Les Editions de M lnuit)
'
H/köye/er:
- lnstantanes (Enstantane/er, Paris. 1963. Les Edi
tions de M lnult)
Denemeler:
- Pour un Nouveau Roman (Yen/ Roman icin, Pa
ris. 1963, Les Edltions de Minuit)
22
A. R. GRILLET ÜSTÜNE
tions de Minuit)
�4
YENi ROMAN
POUR UN NOUVEAU ROMAN
Çeviren
26
KURAMLAR NEYE YARAR?
27
edebi gazetede, cl'Expressı>te yayımlıyordum. Bu kı
sa yazılarda bana pek acık seçik gelen birtakım dü
şünceler ortaya atıyordum. Sözgelişi. cRaman biçim
leri canlı kalmak icin gelişmek zorundadır,» diyor
dum; cKatka'nın kahramanlarıyle Balzac'ın kişileri
arasında pek az ilişki vardır; toplumcu gerçekçilik
ya da Sartre'cı bağlanma. bilmem hangi sanatta ol
duğu gibi, edebiyatın kuşkulu yaşantısıyla da zor
bağdaşır.:.
Bu yazıların sonucu beklediğim gibi çıkmadı. Ger
ci çok gürültü kopardılar. ama. aşağı yukarı herkes
ce de basitlik ve cılgınlık diye yargılandılar. Çev
reyi inandırmak Isteğiyle, anlaşmazlık yaratan belli
başlı noktaları yeniden ele aldım, La Nouvefle Revue
Française'de yayımlanan daha uzun bir yazıda Işle
yip geliştirdim. Yazık ki sonuc yine iyi olmadı. An
laşılan, yeniden suç işlemiştinı. Yazım bir -ı:bildiri�
sayıldı. Ayrıca. bir roman «okulı>unun kuromeısı ola
rak karşılanmama yol açtı. Bu okuldan iyi hiçbir şey
umulmuyordu. Nereye konulacağı bilinmeyen yığın
la yazar gelişigüzel bu okula sokuluyordu. «Göz 0-
kuiu:ı>, «Nesnel Roman», «Geceyarısı Okulu, gibi de
ğişik adlandırmalar birbirini kovalıyardu. Bana ya
kıştırılan amaçlara gelince. doğrusu, baş döndürü
cü idi: insanı dünyadan kovmak. kendi yazış biçi
mimi öbür romancılara zorla kGbul ettirmek, kitap
ların kuruluş düzenini yıkmak vb...
Yeni yazılar kaleme alarak işleri düzeltmeye ca
baladım. Eleştirmenlerin gölgede bıraktığı ya da yo
lundan saptırdığı parcaları dohc çok aydınlotmaya
giriştim. Bu kez de eski düşüncelerimden dönmekle,
kendimi inkôr etmekle suclondırıldım... Böylece, ge
rek kendi kişisel araştırmalorımla, gerekse beni ce
kiştirenlerin boskısıyla, edebiyat üstüne düşündük
lerimi yıldon yıla yayımlamaya devam ettim. Işte eli
nizdeki kitap bu yazıların toplanmasından oluştu:
Elbette. bu yazılar bir roman kuramı (nazarlyesi)
ortaya atmıyorlar. Çağdaş edebiyatta bence çok ö
nemli olan birkaç evrim çizgisini ortaya çıkarmayı
deniyorlar. Eğer çoğu sayfalarda Yeni Roman de-
28
yimini kuflanıyorsam. bir okulu adlandırmak icin de
ğildir bu. aynı yolda calışan belirli bir yazarlar toplu
luğunu göstermek için de değildir; salt şunun i çin
dir: Bu deyim; yeni roman biçimleri arayan. insanla
dünya arasındaki yeni bağlantıları anlatabilen (ya
da yaratabilen) yenı bir roman bulmaya, yani yeni
bir Insan bulmaya karar veren kişileri kapsıyor, hep
sine uygun bir ad oluyor. Nitekim, onlar da biliyor
lar ki, geçmişten gelen biçimlerin düzenle tekran
yalnızca saçma ve boş bir uğraşma değildir, zarar
lıdır da: Eğer bugün dünyadaki gerçek durumumu
za göz.lerlmizi kaparsak, bu. sonunda dünyayı da,
yarının insanını da kurmamızı önler.
«Stendhal gibi:ı> yazıyor diye bir gene yazarı öv
mek, çifte bir namussuzluk olur. Çünkü. böylesi bir
ustalık, hem hayran olunmaya değmez; hem de sa
nıldığı kadar olanaksız değildir: Stendhal gibi yaz
mak icin. her şeyden önce, 1 830'da yazmak gerek
tir. Bir yazar. pek ustaca bir benzek (pastiche).
Standhal'in bile imzalıyacağı ölçüde ustaca bir ben
zek yaratsa, hatta, Charles zamanındakini andıran
sayfalar döktürse, yine de bir değeri olmaz bunla
rın. Onun icin. J. L. Borges'in «Fictions�da bu konu
da geliştirdiği düşünce aykırı sayılmamalıdır: XX.
yüzyılın romancısı Don Kişot'un' sayfası sayfasına
kopyasını cıkarsa, yine de Cervantes'inkine benze
yen bir eser yazmış olmaz.
Zaten bugün hiç kimse bir müzisyeni Beethoven'e,
bir ressamı Delecroix'ya benzediği, bir mimarı gotik
bir kilise tasarladığı icin övmeyi düşünmez. Çoğu ro
mancılar da bilir ki edebiyat gibi roman da ancak
yeni olduğu sürece canlıdır. Hem. yöresindeki her
şey son yüz elli yıldır hızla gelişirken, roman yazımı
hareketsiz, donmuş kalabilir mi? Nasıl kalabilir?
Flaubert 1 860'ın yeni romanını, Proust 1 9 1 0'un yeni
romanını yazmıştı. Yazar kendi tarihini kıvancla ka
bul etmelidir artık; bilmelidir ki, ölümsüzlük içinde
29
şaheser diye bir şey yoktur, yalnızca tarih içinde
eserler vardır; bu eserler de ancak geçmişi arkala
rında bıraktıkları ve geleceği duyurdukları ölçüde ya
şarlıdır.
Ne de olsa, eleştirmenler sanatçıların düşüncele
rini açıklamasına katlanamıyorlar. Ama ben, Iyice
açığa vurdum düşüncelerimi, sözü geçen gerçeklerı
ve başka gerçekleri anlattıktan sonra, üçüncü ro
manımı, KtskançiJk'ı çıkardım. Eserim yalnızca hoşa
gitmemekle ve edebiyata karşı garip bir suikast sa
yılmakla kalmadı, önceden tasarianarak meydana
getirildiği itiraf adildiğine göre, şu tiksinç noktanın
doğa_l (tabii) olduğunu da gösterdi: Demek ki yazar.
kendi uğraşı üstüne düşünceler taşıyabilirdi. - Ne
rezalet!
Burada bir şey daha ortaya çıkıyor. o da şu: XIX.
yüzyılın efsaneleri hôlô güçlerini sürdürüyor: Büyük
romancı, -dehô-, insanüstü bir yaratıktır; bilinç
siz. sorumsuz, uğursuz. hatta biraz da aptal bir ya
ratık; çözmeleri icin okurlara oıbildiriler:o gönderen
bir yaratık. Yazarın yargısını karartabilecek her şey
- eserinin oluşumunu kolaylaştırdığı kabul edildi
ğinden- yararlı görülüyor. Bundan olacak. içki, ilôc.
mutsuzluk. çılgınlık ve mistik tutku sanatçıların aşağı
yukarı romanlaştırılmış biyoğrafilerini dolduruyor.
Onları okuyunca, sanırsınız ki, 'mutsuz yaşama' sa
natçılar Için olağan bir zorunluktur ve yaratışla bi
linç arasında her zaman bir çatışma vardır.
Oysa, dürüst bir incelemeye dayanmayan bu dav
ranış, bir metafiziği açığa vuruyor: Buna göre, yaza
rın kendi billnmezliğini ışığa kavuşturan bu sayfalar.
bu eşsiz harikalar, bu kaybolmtJş sözler onları yaz
dıran üstün bir kuvvetin varlığını gösterir. Böylece.
artık, özel anlamda bir yaratıcı olan romancı, ölüm
lüler topluluğu ile karanlık bir kuvvet arasında salt
bir aracı. insanlığın geleceği, ölümsüz bir ruh, bir
Tanrı haline gelir.
Gerçekte Ise, geçmişin büyük eserlerindeki en ö
nem_li yanı yaratıcı bllinçle, iradeyle, dayanmayla
açıklamak Icin örneğin Kafka'nın güneesini ya da
30
Flaubert'in mektuplarını okumak yeter. Sabırlı çalış
ma. yöntemli kuruluş, kitabın bütününde olduğu gl
bi, her türncesi üzerinde uzun boylu düşünülerek
meydana getirilmiş bir mimarı bütün çağlarda hü
küm sürdü. Gide'ln Kalpazanlan'ndan2, Sartre'in Bu
lantı'sındanl ve Joyce'tan sonra insanoğlunun gittik
ce bir uyduru, bir kurgu (fiction) çağına doğru yol al
dığı görülüyor. Bu çağda romarcı yazma sorunları
nı açıkca gözden geçirecek ve eleştiri kaygıları, ya
ratışı kısırlaştırmak şöyle dursun. tersine, onu daha
cok kışkırtacaktır.
Gördüğünüz gibi, bir kurarn ortaya atmak değil
amacım. Geleceğin kitaplarını dökmek üzere uygun
bir kalıp hazırlamayı da düşünmüyorum. Her roman
cı, her roman kendi biçimini bulur, bulmak zorunda
dır. Hiçbir reçete bu durmayan araştırmanın. bu dü
şünmenin yerini tutamaz. Çünkü, yaratılmış bir kita
bın kuralları yalnız kendisi icin geçerlidir. Nitekim,
yazma eylemi coğun bu kuralları tehlikeye düşürür.
hatta başarısızlığa uğratır, çatiatıp kırar.
Her yeni kitap, değişmez biçimleri aşarak, hem
kendi yasalarını kurar, hem de onların yıkımını ha
zırlar. Bir yol eser bitmeye görsün, yazarın eleştiricl
düşünüşü hemen onunla arayı açmaya girişir, yenı
araştırmalara koyulur, yeni bir harekete başlar.
Kuramsal (teorik) görüşlerle eserler arasındaki
uyuşmazlıkları göstermeye kalkışmak hiç de ilgi çe
kici olmayacaktır. Çünkü, ikisi arasında bulunacak
bağlantılar hep diyalektik bir özellik taşıyacaktır: iki
yönlü bir uyuşmalar ve ayrışmalar oyunu. .. Onun
Için. burada okuyacağınız metinlerde, bir denemeden
ötekine geçerken, karşılaşaca!:jınız evrimler sizi şa
şırtmasın! Bunlar, dikkatsiz ya da kötü yürekli okur
ların haksız inkôrları değildir; sorunları değişik bir
planda yeniden ele alma, yeniden gözden geçirme-
31
dir, aynı düşüncenin ikinci yüzünü gösterme. bir ce
şit bütünlemedir. Bu bakımdan, bir yorum yanılgısı
na düşmekten sakınmak söz konusu değil burada.
Ayrıca, şurası da açıktır ki, düşünceler eseriere
göre daha kısa ömürlüdür, hiçbir şey eserlerin yeri
ni alamaz. Romanın salt bir kuralı resmeden bir gra
mere benzerneye kalkışması -bunu eşsiz bir biçimde
de yapsa- yararsızdır: Kuralın anlatımı yeter. Ya
ratışındaki beceriden ötürü yazara hakkını verirken
ve araştırmasındaki bilinciilikten ötürü yazarın uyan
dırdığı ilgiye parmak basarken, biliyoruz ki, bu araş
tırma özellikle yazış düzeyinde oluşmaktadır ve ka
rar anında her şey apocık degildir. Bu yüzden, ro
mancı eleştirmen!erin epey ke\'fini kaçırır. Ama, ta
sarladığı edebiyat üstüne konu�urken, aynı eleştir
menler ona şunu sorunca bozuluverir: «Öyleyse, a
cıklayın bakalım, niçin yazdınız bu kitabı? Kitabınız
neyi anlatıyor? Ne yapmak istediniz onunla? Falan
sözcüğü hangi amaçla kullandınız. filan tümceyi ne
den bu biçimde kurdunuz? ..$
Bu türlü sorular karşısında artık zekôsı da ona
yardım edemez. Yapmak istediği tek şey, bu kitabı
yazmaktı, işte yazmıştır. Elbette, bu demek değildir
ki, yazdığı kitap her zaman memnun edecektir onu.
Belki memnun etmeyecektir, ama kitabı tasarısının
her zaman için geeerli tek ve en iyi anlatımı olarak
kalacaktır. Zaten, onun daha basit bir tanımını cı
ka;mak ya da iki üç yüz sayfayı acık bir bildiriye in
dirmek, eserin sözcük sözcük kuruluşunu göstermek
elinden gelseydi, kitak yazmak ihtiyacını da duy
mazdı. Çünkü, sanatın görevi, önceden bilinen bir
doğruyu anlatmak ya da bir soruyu çözmek değildir;
ortaya henüz bilinmeyen sorylgr gtmqktır !ya do,
sonuçta. ceygplgr getjrmektjrl.
Romancının eleştiricl billnci kendisine ancak see
meler düzeyinde yararlı olabilir, seemalerin doğru
lanması, haklı kılınması düzeyinde değil! Romancı
şu biçimi kullanmak, şu sıfatı atmak. şu parçayı şu
yolda düzenlemek gereğini duyar. Bütün gücünü en
uygun sözcüğün aranmasına ve yerine konulmasına
32
harcar. Fakat. sözü geçen gereklllik. hiçbir daya
nak doğurmaz. Romancı kendisine inanılmasını. gü
venilmesini bekler durur. Kitabını niçin yazdığı so
rulunca, vereceği bir tek karşılık vardır: eNeden yaz
mak isteğini duyduğumu onlamak için!�
«Roman nereye gidiyor?� sorusuna gelince, elbet
te, kimse kesinlikle cevaplandıramaz bunu. Çünkü.
roman icin, her zaman çeşitli yollar vardır. Bununla
birlikte, oralarından biri öbürlerinden daha çok göze
batar. Flaubert'den Kafka'ya kadar bir oluş. bir zin
cirlenma kendini gösterir. ikisini de canlandıran bu
yazma tutkusu, bugünkü yeni romanda bulunmak
tadır. Birinin doğalcılığı ile ötekinin doğa ötesi düş
çülüğü dışında, görülmedik biçimde bir gerçekçi ya
zışın ilk öğeleri belirmektedir. Bu öğeler artık gün
ışığına çıkmak üzeredir.
işte. elinizdeki derleme, bu yeni gerçekçiliğin bazı
yanlarını göstermeye çalışacaktır.
Yen/ Roman- F: 3 33
GELECEGIN ROMANINA
GiDEN VOL
34
parcalarını yeniden kopya edebiliyorlar; öyleyken,
yazdıklarını oburca yutan geniş okur kitlesinde hiç
bir kuşku uyanmıyor. Kimse, bazı biçimleri değiştir
mek ya da bazı kuruluşları kırmak, yeni bir sözcü
ğün, cesurca bir imgenin, düşürülmüş bir türncenin
yardımıyla özel bir deyiş sağlamak zahmetine kat
lanmıyor. Hepsi de, yazarlık anlayışlarının yüzyıllar
dır süregeldiğini korkusuzca itiraf ediyor, bunda hiç
bir aykırılık görmüyorlar.. .
«Şaşılacak ne var bunda?�> deniliyor. Gereç
-yani Fransız dili- üç yüz yıldır pek az değişme
ye uğradı. Belki toplum yavaş vavaş başkalaştı. sa
nayi teknikleri önemli gelişmeler geçirdi, fakat ka
fa uygarlığımız olduğu gibi kaldı. Nitekim ahlôk, din,
beslenme, cinsiyet, sağlık, aile vb. alanlarda hôlô
aynı alışkanlıklarla, aynı yasaklarla yaşıyoruz . cin
. .
35
Ne olursa olsun, bu türlü sarsıntıların güçlüklerini
de küçümsememak gerekiyor. Önemli güçlüklerdir
bunlar. Çünkü, yayımcıdon en alçakgönüllü okura ve
kitapçıdan eleştirmene kadar uzanan edebiyat ör
gütü, kendini kabul ettirmeye yeltenen bllinmedik.
alışılmadık biçimlere hep karşı koyar, onlarla sa
vaşmaktan başka bir şey yapamaz. O kadar ki, zo
runlu bir değişiklik düşüncesine en yatkın zekölar,
bir araştırmanın değerini tanımaya en hazırlıklı kim
seler dahi, her şeye karşın, geleneğin mirascısı ol
maktan kurtulamazlar. Bu yüzden, her yeni biçim.
-kutsal soyılan biçimlere göre ve bilinesizce yar
gılandığından -, oldum olası bir «biçim yoksunluğu�
gibi görülür. En ün.lü ansiklopedik sözlüklerin birin
de, Schönberg maddesinde şunu okursunuz: <ı.Hic
kural tasası çekmeyen, gözü pek eserlerin yazart:t>/
Kuşkusuz, bu kısa yargı, bir müzik uzmanınca kale
me alınmıştır!
Bir bebek mınidanmaya başlarsa cok yadırgonır.
Görmüş geçirmiş kimseler bile cocukcağıza bir «hil
kat garibesi» gözüyle bakarlar. Öyledir. insanoğlu ge
leceği hep merakla. ilgiyle, ihtiyatla karşılar. Yürek
ten gelen övgülerini de, coğunca, değişen zamanın
kalıntılarına adar. Okuduğu yeni eserin geemişten
büsbütün koparamadığı bağlantılardan hoşlanır, ese
ri umutsuzca geriye çeken bu bağlantılara ilgi gös
terir.
Çünkü, geçmişin düzgüleri (normes). şimdiyi de
ğerlendirmeye olduğu kadar, kurmaya da yardım e
der. Özgürlük yolundaki çabasına, bağımsızlık iste
mine karşın. yazar. geçmişten gelen bir düşünce uy
garlığı içinde, bir edebiyat dünyası içinde bulunur.
var olur. Icinden çıktığı bu geleneklerden çarçabuk
sıyrılamaz. Hatta, kıyasıya carpıştığı öğeler (unsur
lar) bazan daha cok serpilmiş, kesin bir darbe indir
meyi tasarlarken. tersine, eserinde daha çok geliş
miş görünebilir! Ve yazar, sözü geçen geleneksel
öğeleri, böyle bir çabayla geliştirdiğinden ötürü kul
lanabilir!
36
Onun icin. romonla uğraşan kimseler (yani roman
cılar. eleştirmenler ve titiz okurları eski düzenden
kaparken epey zahmet çekerler.
Koşullara en az bağlı bir gözlemci bile. kendisini
çevreleyen dünyayı özgür gözlerle göremez. Hemen
belirtelim ki. (öznel) ruhun cözümleyicilerini güldü
ren uydurma. alıkca bir nesnellik söz konusu değil
burada. Alışılan anlamıyla nesnellik - bakışın tü
müyle kişiliksiz oluşu - bir hayaldir. Gelgelelim, var
olması gereken, ama olamayan özgürlük de bir ha
yaldir. Kültür sacakları (ruhbilim, ahlôk, metafizik
vb.) her an eşyaya eklenlr, onlara daha az yabancı
bir görünüş, daha anlaşılır, daha güvenilir bir yön
verirler. Arada bir, tam bir örtme görülür: Yapmacık
eaşkulara kapılırız; bu coşkufor doğuracakları hore
keti zihnimizden silerler, bir görünümün yalnızca
«durgunluğu:ıı ve «duruluğu» kalır kafamızda; belli
başlı öğelerini. hatta tek bir çizgisini bile hatıriayıp
söyleyemeyiz. Kalkar, «edebiyat yaptığımızı�> düşü
nürüz, ama bir türlü başkaldırmaya do girişemeyiz.
Alışmışız: Edebiyatın (bu söz de boyağılaştı artık),
değişik renkte cam_larla kaplanmış. algı (idrak) ala
nımızı birbirine benzer küçük korelere bölen bir de
mir parmaklık gibi kullanılmasını yadırgamıyoruz.
37
yöremizde bulunurlar, orada vardırlar. Yü zeyleri acık
ve düzdür. el değmemiş, karanlıksız, saydam. . . Ya
zık ki, bütün edebiyatımız şimdiyedek bu nesnelerin
hiçbir köşesine dokunamamış, hiçbir çizgisini düzel
tememiştir.
O ysa, perdelerimizi dolduran, filme çekilmi ş sayı
sız roman -istersek- bize bu meraklı denemeyi ya
şamak fırsatını verebi,lir. Gelgelelim, romandaki ruh
bilimci ve doğalcı geleneğin mirascısı olan sinema.
cokluk, bir hikôyeyi lmgelerle canladırmaktan öteye
gitmiyor: Okurun gönlünce yorumladığı sözleri, iyi
seçilmiş birkoc sahnenin aracılığıyla, seyirciye zorla
kabul ettirmekten başka bir amac gütmü yor. Bunun
sonucu, filme alınmış hikôye bazan huzurumuzu ka
çırıyor, romanda ya da senaryoda bulunmayan bir
kuvvetle bizi önümüze koyduğu dünyaya doğru çe
kiyor.
Yapılan değişikliğin niteliğini herkes görebilir. Es
ki romanda entrikayı destekleyen nesneler ve hare
ketler iyice sillnir, yerlerini salt Imlerneye (significa
tion) bırakırlardı: örneğin, boş iskemle yokluk ya da
bekleyiş demektl, omuza konulan el yakınlık ya da
içtenlik demekti, pencerenin demirleri dışarı cıkama
mak demekti . . . Şimdi ise yalnızca iskemle görünü
yor, yalnızca elin hareketi ve demirlerin biçimleri göz
önüne konuyor. Açık imierne var gene, ama dikka
timizi eelecek kadar değil, daha çok bir veri olarak.
Cünkü bize ulaşan, anımızda yerleşen, zihnin kav
ram dalgaları önünde bozulmadan kalan yine bu ha
reketler, yine bu nesnelerdir; anıarın dolayiarı ve yer
değiştirmeleridir. i şte, imge bütün bunların gercek
liğini bir cırpıda (hem de Istemedeni belirtiverir.
38
larımızdan sıyrı.lmamıza yardım eder. Fotoğrafla yan
sıtılan dünyanın -az da olsa- alışılmamış görünü
mü. bize, çevremizdeki dünyanın da altŞtlmamtş ya
nını gösterir: Bu yan, kavrayış alışkanlıklanmıza ve
kurduğumuz düzene uymadığı ölçüde alışılmamış sa
yılır.
Bundan dolayı, bu toplumsal, ruhbilimsel. işlevsel
(fonctionelle) imlerneler evreni yerine, daha sağlam.
daha aracsız, daha dolaysız bir dünya kurmaya ça
lışmak zorundayız. Öyle bir dünya ki, artık nesneler,
hareketler orada bulunuşlarıyla kendilerini kabul et
tlrsinler. ve bu bulunuş, onları herhangi bir sistem
içine kapamaya kalkışen bütün açıklayıcı kuramiarın
(duygucu, toplumbilimci, Freud'cu, metafizikci ya da
başka kuramiarını üstünde egemenliğini sürdürsün.
Geleceğin roman yapısında hareketler ve nesne
ler «bir şey� olmazdan önce, cva� olacaklardır. Hem
orada katı, değişmez bir biçimde sonsuza değin var
olacak, hem de kendilerini geçici birer avadanlık gi
bi kullanmaya çabalayan anlayışla eğlenerek var
olacaklardır. . .
Böylece, nesneler yavaş yavaş değişmezlikten kur
tulacak. sırlarını yitirecek. sahte esrarından ve bir
denemeelnin «eşyanın romantik yüreği� dediği o kuş
kulu içsellikten vazgeçecek, giderek, kahramanın
belirsiz ruhunun belirsiz yansıtı (aksi) , uğradığı acı
ların bir Imgesi ya da isteklerinin bir gölgesi olmak
tan cıkacaklardır. Eğer, nesneler bir an için insan tut
kularına dayanak olurlarsa bu da uzun sürmeyecek
tir. Eğer, nesneler imiemelerin boyunduruğunu bir
an icin kabul ederlerse bu, ancak görünüşte -olay
olsun diye- yapılacaı< ve onların Insana ne denli
yabancı kaldıklarını daha iyi göstermeye yarayacak
tır.
Roman kahramaniarına gelince. onlar da. sayısız
yorumlario zenginleşebilecek; herbiri, kendi kaygı
Ianno göre, ruhbilimseL toplumsal, siyasal ya da din
sel açıklamalara yer sağlayabilecektir. Ama, kah -
39
ramanların bu sözde zenginliklere nasıl ilgisiz kal
dıkları çok çabuk anlaşılacaktır. Yazarın öne sürdü
ğü bu yorumlario aralıksız izlenen, güdülen ve yıkı
Jan geleneksel kahraman. kaypek ve madde dışı bir
dünyaya, gitgide daha uzak ve daha silik bir yere
doğru itilecektir. Buna karşılık. geleceğin roman kah
ramanı olduğu yerde kalacaktır. Yorumlar dışa atı
lacaktır. Neden derseniz. kahramanın söz götürmez
varlığı önünde yorumlar artık yararsız. gereksiz, hat
ta zararlı görünecektir de ondan. ..
Bir polis dramındaki suç ·i elilleri, bu durumun
-ters yönden- oldukça doğru bir tasvirini vermek
tedir. M üfettişierin topladığı belgeler -suç yerinde
bırakılmış bir eşya, fotoğrafla tespit edilmiş bir ha
reket. tanıklarca duyulmuş bir söz- her şeyden ön
ce bir açıklama getirir. Belgeleri aşan bir olayda an
cak onların yardımıyla elde edilen bir açıklamadır bu.
i şte, kuramler burada belirmeye başlar: Sorgu yar
gıcı veriler arasında zorunlu ve mantıklı bir bağ kur
maya uğraşır. Beyilk birtakım nedenler ve sonuçlar.
amaclar ve rasıantılar örgüsüyle her şeyin çözüle
ceği sanılır.
Gelgelelim, evdeki hesap çarşıya uymaz, hiköye
üzücü bir biçimde büyümeye koyulur: Bakarsınız,
tanıkların sözleri birbirini tutmaz, suçun işlendiği sı
rada sanığın başka yerde olduğu ö ğrenilir, önceden
hesaba katılmayan yeni belgeler ortaya cıkar. .. Bu
lunan i puçlarını durmadan gözden geçirmek gerekir:
Bir mobilyanın gerçek durumu. bir izin biçimi ve ola
ğanlığı, bir mektupta yazılı bir söz vb... insan gitgl
de her şeyin doğru olduğu izlerıimine kapılır. Çünkü.
her şey bir sırrı gizleyebildlği kadar çözebilir de. Var
sayımiara yol açan bütün belgeler ciddi ve belirli bir
tek özellik taşırlar: Var olmak.
40
aldanışı aştıkça daha açık, gerçeğe daha yakın bir
durum kazanır, yoksa romandaki dünya yavaş yavaş
canlılığını yitirir. Madem ki gerçekliği varoluşunda
bulunuyor, öyleyse, şimdi bu varoluşu anlatan bir
edebiyat kurmak söz konusudur.
Evrenle kurduğumuz ilişkilerde değişen, -hem de
bütünlükle ve kesinlikle değişen- bir şeyler bulun
mazsa. bütün bunlar belki de cok kuramsal ve düş
sel görünecektir. Öyle olmadığı icindir ki, şu alaylı
soruya verilecek karşılığı sezeblliyoruz: «Niçin şim
di?» Çünkü, «şimdi� yeni bir öğe doğdu. Bu öğe bi
zi Gide'den. La Fayette'ien olduğu gibi, Balzoc'tan
da iyice ayırıyor: Eskinin 4"derinlikı> efsaneleri art:k
yıkılıyor.
Oysa. bilindiği gibi, geçmişte roman sanatı bu ef
sanelerin, salt onları n üstüne kurulmuştu. Vazarın
görevi, gittikçe daha gizli tabakalara ulaşmak ve so
nunda, şaşırtıcı bir sırrın kırıntılarını bulmak onıocıy
lo, geleneğe dayanorak Doğayı kazmak, orada de
rinleşmekti. insan tutkularının ucurumuna indikten
sonra, görünüşte (yüzeyde) durgun olan dünyaya,
parmaklarıyla dakunduğu sırları belirten zafer bil
dirileri gönderiyordu. Bunun üzerine okuru bulantı
ve bunaltı yerine kutsal bir başdönmesi sarıyor. yer
yüzündeki egemenlik gücü pekişiyordu. Gerci. derin
ucurumlar da vardı, ama gözüpek dalgıçlar onların
do dibine inebil irlerdi.
Onun icin, bu koşullar altında, edebiyatın tom an
lamıyla nesne.lerin bütün gizli ruhunu, bütün iç öze l
liklerini bir araya getinneye çalışmaktan öteye ge
cememesine. tek ve büyük bir sıfat Içinde takılıp kal
masına şaşılmomalıdır.
Yapılan devrim geniştir: Artık dünyayı yalnızca ih
tiyaç ve hlzmetlerimizde kullandığımız bir özel mül
kiyet -yani kendi malımız- gibi görümüyoruz. git
gida onun derinliğine de inanmaz oluyoruz. insanın
özcü anlayışı yıkıldıkca, « doğa» düşüncesinin yerini
«durum� düşüncesi alıyor; nesnelerin qyüzey•i artı!< .
41
bizim için, onları n yüreğini örten bir maske olmaktan
çıkıyor. (Çünkü, yürek yani duygu, oldum bittim. me
tafizik •ötet-lere kapı açmıştır.)
Bundan ötürü, bütün edebiyat dilinin değişmesi
gerekmektedir ve değişmektedir. ice dokunan. ben
zetmeye yaslanan, büyüleyen sözcükler karşısında
bilineli kimselerin duyduğu tiksinme günden güne
artıyor. Buna karşılık; ölcmekten, yerleştirmekten.
sınırlandırmaktan. belirlemekten hoşlanan tasvir edi
ci. ortaya koyucu sıfatlar yeni bir roman sanatı nı n
yürüyeceği güç yolu gösteriyor.
42
YENi ROMAN.
YENi iNSAN
43
dan. yalnızca uzmanlara sesleniyor.
Bu tümeelerden herbirinin tam tersini söylemek
daha akıllıca olacaktır:
45
ve öbürl eri- ;.ızun süredir kuşkulu bölgelere itiliyor
ve sözü geçen genel evrim inkôr ediliyordu.
Yirmi yıldanberi evrimin hızlandığı su götürmez.
oma hızl anma yalnız sanat alanında olmadı, bunu
herkes biliyor. Okur arada bir kendini yeni romanın
içinde bulmaktan tedirginlik duyuyorsa, aynı şekil
de, yaşadığı dünyada da arada bir kendini kaybe
diyor. çünkü o zaman, çevresindeki eskimiş düzgü
l er (nc rmes) ve yıpranmış kuruluşlar çökmüş oluyor.
47
kendi tutkularıyla koşullanmış. sizin gibi, benim gi
bi bir insan. Kitap bu insanın ancak sınırlı. belirsiz
yaşantısını aktarır, öteye gidemez. O Ise buronın.
şimdinin insanıdır. kısacası, kendi kendinin onlatı
cısıdır.
Hayatta olduğu gibi edebiyatta da kalıplaşmış dü
şüncelerden kurtulmaya yönelen herkes, kitapları
mızın bütün okurıcra seslendiğini anla yabilir. Bu
açık gerçeği görmek icin gözlerini kopomaması ye
Ler.
50
GÜNÜNÜ DOLDURMU:;:i
BiRKAÇ KAVRAM
51
ilerdedir ve onun yazış biçimi yarın birçoklarınca
uygulanacaktır. Gelgelelim, okur böyle düşünmez.
Gülümseyerek, göz ucuyle şöyle bir yokladıktan
sonra. şunu düşünür: Öncü denen birtakım geneler
s ı r f gürültü koparmak ya da burjuvaları şaşırmak
amacıyla Akademi'nin koltukları altına kestane fi
şekleri yerleştirecekler. Pek ciddi bildiğimiz Henri
Clevard bile. onlar icin, «Bindiğimiz dalı kesrnek is
tiyorlar,,. diye yazar.
Oysa, sözü edi_l en dal, zamanla ölü bir dal haline
gelmiştir. Elbette, bu dalın çürümeye yüz tutması bi
zim kabahatimiz değildir. Nitekim, gözler bir kez
ağacın tepesine cevrilse, orada yeni dalların boy
attığı, yeşil, kuvvetli, canlı daliann nicedir büyüyüp
serplldiği hemen görülecektir. Onları görmek için.
çürüyen dala takılmış umutsuz gözlerin bir kez yu
karı bakması yetecektir. Joyce'un Ulysses'i ve Kof
ka'nın Şato'su' yayımlanalı otuz yılı aşıyor. Faulkner'
ın Ses Ve Öfke'siz Fransızcaya cevrileli yirmi yıl olu
yor. Daha birçok kitaplar onları izieye geldi. Öyley
ken, bizim eleştirmenlerimiz. onları görmemek Icin
her seferinde büyülü sözcüklerinden birkocını yu
varlıyorlar: «Öncü�. « laboratua � . «roman dışı�.
«karşı roman� ... Bu sözcükler şu a n lama geliyor:
<Gözlerimizi yumr:ılım ve Fransız geleneğinin sağlam
değerlerine dönelim!�
ROMAN KiŞiLERi
32
düşüremedi. Birer mumyaya dönmüşler şimdi, öy
leyken geleneksel eleştirinin baştacı ettiği değerler
arasında -geçici de olsa-saltanat sürüyorlar. Ge
leneksel eleştiri cgerçek� romancı deyince hôlô eki
şiler yaratan� kimselerı anlıyor.
Bu görüşü dağrulomak üzere alışılmış bir düşün
ceden yararlanılır: c Balzac Goriot Baba'yı bıraktı bi
ze,:ı> denir, cDostoyevski Karamazov Kardeş/er'i' ışı
ğa çıkardı. Roman ancak böyle yazılabilir: Edebiyat
tarihini oluşturan portreler galerisine yeni yüzler ek
leyerek.�
« K işi:r> ne demektir, herkes bilir bunu. Fiille belir
tilen bir eylemin basit bi r öznesi değildir o, silik ve
adsız herhangi bir kimse de değildir. !(işi, özel adı
olması. elden geliyorsa çift adı (soyadı ve adı) ol
ması gereken bir kimsedir. Anası babası, soyu sopu
olması gereken bir kimse... Bu kimsenin bir de mes
Jeği olacaktır. Malı mülkü olması yeğ tutulacaktır.
Belki bir «karakter» i olacak ve bu, yüzünde yansı
yacaktır. Karakterine ve çehresine uygun bir geç
mişi bulunacaktır. Karakteri ha reketlerini güdecek,
her olayda belirli biçimde etkisini gösterecektir. O
kur bu karaktere bakarak kişiyi yargılayacak, seve
cek, tiksinecektir. Bu karaktere dayanarak, bir gün
adını vaftiz edilmeyi bekl eyen bir insan tipine vere
cektir.
Çünkü kişinin hem biricik olması . hem de bir ka
tegorinin en yüksek yerinde oturması gerekmekte
dir. Ayrıca, yerine başkası konulomıyacak kada r
özelliği ve evrensel olabilecek kadar do genelliği bu
lunacaktır. Biraz değişiklik olsun, biraz özgürlük iz
Jenimi versin diye bu kurallarden birine karşı gelmiş
gibi görünen şöyle bi r kahraman seçilecektir: Örne
ğin bir işsiz. bir kacık. bir pi c, belirsiz karakteriyle
53
az buçuk bizi şaşırtan bir ln::ıan. . . Gelgelelim. bu
yolda pek aşırı da gidilmeyecektir. Neyse ki. cağı
mızın büyük eserlerinden hiçbiri. gerçekte. gelenel<
sel eleştirinin bu ölçülerine uymaz. Sözgelişi. Bu
lantı'daki' ya da Yabancı'daki' eniatıemın adını kaç
okur hatırlar? Bu kitaplarda insan tipleri var mı? Bu
kitapları birer karakter incelemesi gibi görmek. sac
malamak olmaz mı? Geline'in Gecenin Sonuna Yol
culuk u herhangi bir kişiyi tasvir ediyor mu? Bu ü ç
'
54
her türiLi araştırmanın hem aracı, hem de sonucu
idi.
Oysa. bugün bizim dünyamız, daha az güven du
yuyor kendine; kişinin sonsuz gücüne bel bağlama
dığı için belki daha alçak gönüllü, ama «öte:ı>ye
baktığı için de daha tutkulu davranıyor. <�:insancıl�
olana gösterilen derin saygı daha geniş bir billnç
lenmeye yo) a çtı, ama insanı her şeyin merkezi ya
pan görüşe de daha az bağlanır oldu. Roman, vak
ti yle yaslandığı en iyi dayanağı -kahramanı- yitir
diğinden dolayı sarsılmış görünüyor. Artık ona (kah
ramana, k i şiye) güvenemiyorsa, bunun sebebi, ha
yatını şimdi iyice değişen bir dünyanın hayatına bağ
lamış olmasıdır. Tersine, ona güvenebiliyorsa. bu
nun sebebi, önünde yeni buluşlar vaad eden yeni bir
yolun açılmış olmasıdır.
H i KAYE ANLATMA
55
l{ita;:ı h ep bunlara göre yargılanır. Yazış biçimi as
la söz konusu edilmez. Eğer romancı doğru bir dil.
tatlı, renkli. coşku_lu bir onlatım kulianmışsa övülür.
Yazış biçimine, böylece, ancak bir araç, bir tarz olo
rck bakılır. Romanın özü. varoluş sebebi, icindeki
şeyler hep anlatılan h ikôyeye indirgenir.
O kadar ki, bazı ciddi kimselerden (edebiyatın ba
sit bir eğlence olmaması gerektiğini kabul eden kim
selerden) amotörlere varıncaya kadar hemen hemen
herkes romanda bir hikôye, bir olay arıyor. Çünkü
duygusal, polislik ya da ekzotik en berbat saçma
lık.lorda bile özel bir nitelik bulmaya olışmış. Romo
nın eğlenceli, çarpıcı ya do olağanüstü olması yet
miyor; insancıl bir gerçeğin ağırlığını taşıması icin
onlattığı serüveniere okuru inandırobilmesi de gere
kiyor. Ayrıca, bu serüveni erin gercek kişllerin ba
şından geçmiş olması ve romancının tanık olduğu
olayları onlatmokle sınırlanması da gerekiyor. Böy
lece, okur iJe yazar arasında kendiliğinden bir on
laşma oluşuyor: Yazar anlattığı şeye okuru inandır
mış gibi görünecek, okur da anlatılanların uydurma
olduğunu unutacak, kendini bir belgeyle. bir biogra
fiyle. yaşanmış bir hikôyeyle karşılaşmış gibi gös
terecektir. Bu bakımdan, iyi anlatmak (hikôye et
mek) demek, yazılan şeyi insanların alıştığı -Önce
den kurulmuş- şı;ımalara benzetmek, yanı hayat
tan edindikleri basmaka_lıp düşüncelere uydurmak
demektir.
Bundan ötürü. beklenmedik durumlarla, kazalarla,
umulmadık olaylarla korşıfaşsa bile, anlatının ak
samadan, olduğu gibi akması, insanı hemen uyuş
maya zorlayon bu önlenmez otılımla birlikte yürü
mesi gerekecektir. Okur en küçük bir tereddüt ge
cirmeyecek, en küçük bir yabancılık (sözgefişi, bir
biriyle çelişen ya do iyi bağlanmayan iki parça do
layısıyla) cekmeyecektir. Yoksa, romandaki dalga
lonma okurun sürükfenmesini önler; okur kendisine
anlatılanların h lkôye olup olmadığını sormaya ko
yufur; gerçeğe benzerliğinden kuşkulanmıyacoğı
56
şeyler Için d a h i sah i ci tanıklar aramak gereğini du
yar. Çünkü burada eğlendirmekten çok inandırmak
söz konusudur.
Romancı gözbağıcılığını tamamlamak isterse, ken
dini. hep söylediğinden daha fazlasını bili yormuş gi
bi gösterir. « Hayattan alınma�> kavramı da zaten ro ·
mancının olup bitenler üstüne taşıdığı sanılan bilgi
lerin genişliğini ortaya koyar. Öyle ki, hikôye eder
ken bile o. yalnızca temel olanı beli rtmakle yetindi
ği, ama oku rlar dilerse çok daha fazlasını anlatabi
lecek güçte olduğu izlenimini (intlbaını) uyandınr.
Bu yüzden, gerçekliğin imgesi olarak, roman mad
desi okura tükenmez görünür.
Anlatılan hikôye gerçeğe benzer. sı nırsız. kendi ·
liğinden, sözün kısası, «doğal» olmalıdır. Yazık ki,
insanla dünyanın ili şkilerinde bazı 4;doğal� şeyler
bulunduğu kabul edilse bile, her sanat türü gibi ya
zış biçimi de bir çeşit karışmadır yine de, araya gir
medir. Romaneıyı güçlü kılan şey, bulduğu. model
siz olarak tam bir özgürlük içinde uydurduğu şey
dir. Zaten, modern anlatının dikkate değer yanı da
budur: Modern aniatı bu özelliği bile bile benimser;
öyle ki. sonuçta. buluş ve imgelem (muhayyile) ki
tabın konusu olur.
57
Anlatının bütün teknik öğeleri -yani «dı'lı geçmiş�
kipinin ve üçüncü şahsın özenle kullanımı. kronolo
jik akışa bağlılık, entrika örgüsü, tutkuların düzgün
eğrisi. her eklentinin belli bir sonuca göre ayarlan
ması vb.- bunların hepsi şimdiyedek durgun. tu
tarlı, sürekli, tek anlamlı, açılıp çözülebilir bir evren
imgesini bize zorla kabul ettirmeye yarıyordu. Dün ·
yanın anlaşılması gibi hikôye edilmesi de hiçbir so
run doğurmuyordu. Böy)ece, roman yazış biçimi saf
kalabiliyordu.
58
yok değildir, cmG bunlar durmaksızın inkôr edilmek,
kuşku yaratmak, yıkılmak üzeredirler; o kadar ki, ay
nı türnce hem bir tasdiki, hem de onun dalaylı inkô ·
rını kapsayabilir. Sözün kısası, kusur sayılan h i kôye
değildir burada, onun kesinliği, doğruluğu. katkısız
lığı ve durgunluğudur.
Adı geçen bu öncülerden sonra kendi eserlerim
den de söz cemama Izin verilirse , şunu belirtmek is
terim: Sifgiler gibi Gözetleyici'de de kolayca sezile
bilen ve genellikle dramatik sayılabilecek öğelerin
artışıyl e zenginleşen bir <entrika,, bir «eylem" bu
lunur. Eğer bu, kimi okurıc ra başlangıçta olta atma
gibi göründüyse, bunun sebebi, eserlerimdeki yazış
hareketinin tutkular ile sucların hareketinden daha
ön emli oluşu değil midir? Gelgelelim, öyle sanıyo ·
rum ki, on yıla değin -belki de daha önce- bu ya
zış biçimi de sindirilecek, akademik olma yoluna gi
rerek, sessizce sı rasını savacaktır. O zaman. gene
romancılar icin bir başka şey bulmak söz konusu
olacak. ve eleştiri. bu romancıların kitaplarında da
gene h içbir şey geçmediğini öne sürecek, hayal gü
cünün eksikliğinden yakınacak, onlara eserlerimizi
örnek göstererek: « Bakın, diyecek, 1 950 yıllarında
hi kôyeler uydurması nı ne kadar iyi biliyorlardı!<>
BAGLANMA
59
maşıktır. herkes ondan bir şeyler öğrenebilir. Her
hangi bir şeyi ispatlamek (sözgeJişi. Tanrısız insa
nın düşkünlüğünü göstermek, kadın kalbini acıkle
mak ya da sınıf bilinci aşılama kl söz konusu olun
ca. uydurulan hikôyenin yeniden haklarına kavuş
ması gerekecektir: Böylece, güya , daha inandıncı
olacaktırl Oysa, kimseyi inandırmaz artık; roma nsal
lık saliantıva girince, psikoloji, din ve sosyalist ahlôk
da değerini yitirme tehlikesiyle karşılaşır. Onun için,
bu disiplinlerle ilgilenen kimselere denemeler oku
ması salık verilir. Edebiycıt artık havaiyattan sayılır.
Bunun sonucu olarak, tezli roman çabucak gözden
düşer. Ama birkaç: yıl sonra. yeni giysilere bürüne
rek, soldan tekrar ortoya çıkar: Şimdi «bağlanma�
(engagement) adını almıştır. Doğuda ise daha say
dam renklerle anılma ktadır: «Sosyalist gerçekçili k».
Gerçi, bir sanatsal yenilenme ile bir politik- ekono
mik devrim orasında bir bağlantı k urma düşüncesi
akla pek yatkın görünen düşü ncelerden biridir. il
kin, duygusal ba kımdan insanı çeken bu düşünce.
sonra mantık alanında da kendisine açık bir destek
bul ur. Ama. bu ba!)lantının getirdiği sorunlar ağır.
güc. belki de çözülemez sorunlardır.
Başlangıçta. aradaki ilişki basit görünür. Halk)a
rın tarihinde birbirini izleyen sanatsal biçimler şu ya
do bu toplum tipine, şu ya da bu sınıfın gücüne, bir
baskının uygulanmasına ya da özgürlüğün varoluşu
na bağlı imiş gibi gelir bize. Örneği n Fransa'da, ede
biyat alanında. Rocine tra jedisiyle saray aristokra
sinin gelişimi arasında ya da Bolzac romanı ile bur
j uvazinin yükselişi arasında sıkı bir bağ kurulduğu
nu görmek sebepsiz değil dir. Ayrıca . tutucularımız bi
le çağdaş büyük sana tçıların, yazarların ya da res
samların çokluk ilerici topluluklara bağlandığını ko
layca l<abul ederler. Hatta, şöyle bir de şemo çizilir:
Sanat ile devrim el e! e yürür. aynı ülkü uğruna sa
vaşır, aynı denemeleri geçirir, aynı tehlikelerle kar
şılaşır. azar azar aynı kozanelara kavuşur, sonunda
da aynı yüceliğe vorırlar.
60
Yazık ki, iş uygulamaya dökülünce, bu şema bo
zulur. Nitekim, bugün pek az kimse böyle bir şey
söyleyebilir. Çünkü. sorunun verileri sanıldığı gibi
basit değildir. Sevgi ile us arasında kurulmak iste
nen olağanüstü evlenmanin gerçekleşmesi yolunda
yapılan bütün girişimiere elli yıldır ket vuran ve vur
moktc devam eden komedileri, d ramları herkes ta
nıyor. Birbirini izleyen boşeğmelerle elcekmeleri. gü
rültülü darılmoları, afarozları, zehirlemelerl, intihar
ları nasıl unutabillriz? Devrimin zafere ulaştığı ül
kelerde resmin d üştüğü durumu nasr_l görmezlikten
gelebiliriz? Çağdaş sanatton soyılan her şeye karşı
aşırı d evrimci çabaların yönelttiği cryozloşmaı>, (bi
cimcilik:& , �gereksizlik:& , gibi gelişigüzel suclamola
ro bakıp da nasıl güiümsemeyebil i riz? Bir gün aynı
ağa bizim de hapsolacağımızı düşünerek nasıl kork
maya biliriz?
Kötü önderleri. bürokratik düzeni. Stalin'in kül
türsüzlüğünü, Fransız Komünist Pa rtisi'nin becerik
sizliğini kınamamak cok kolaydır. Falanca politika
cının yanında, filonco ilerici örgütün icinde sanat
davasını savunmanın ne kadar nazik bir iş olduğu
nu deneyimle biliyotuz. Nobronco itiraf edelim: Sos
yol�st Devrim, Devrimci Sanat'tan kuşkulonıyor; üs
telik, bunda haksız olduğu da belli değil.
Gerçekte, devrimci görüşle. her şey son amaca
doğru gitmelidir: işçi sınıfının kurtuluşuno doğru. . .
Edebiyat do, resim de, her şey buna yönelmelidir.
Gelgelelim, sımsıkı sarıldığı siyasal inançlarına kar
şın, hatta üiküsü uğrunda savaşma Isteğine karşın.
sanatçı icin sanat en haklı, en eaşturucu bir dava
nın dahi a racı durumuno lndirilemez. Sanatçı hicblr
şeyi calışmasının üstüne crkormoz ve ancak hiç icin
yarotabildiğini çabucak kavrar. Dışardan gelecek en
küçük buyruk bile onu kötürümleştirir, en küçük öğ
reticilik ya do onlomiondırmo, imleme koygusu bile
onu sıkor. Bağlandığı soylu parti ya da düşünce ne
olursa olsun, yaratma eylemi onu yalnızca kendi
sonatının sorunlarına götürür. götürebilir.
61
Tutalım ki sanat ve toplum birbirine benzer geliş
meler geçirdikten sonra, birbirine paralel bu nalım
lar da geçirsinler. Öyleyken. her birinin doğurduğu
sorunlar aynı yoldan çözülemez. Elbette. daha son
ra, birtakım toplumbilimciler çözümlemelerini yapar
ken yeni benzerlikler bulacaklardır. Ama biz, her ne
olursa olsun, şunu açıkça, dürüstçe belirtmek zorun
dayız: Bu iki kavga birbirinin aynı değildir; her za
man olduğu gibi şimdi de bu iki görüş arasında bir
çatışma vardır.
Ya sanat hiçtir; ve bu durumda resim. edebiyat.
heyl<el, müzik ancak devrim ülküsünün hizmetinde
bir rol oynayabilirler; motorlu silôhlar. makineler,
tarım traktörleri gibi salt birer aractırlar; değerleri
doğrudan doğruya yaptıkları etkiyle ölçülür; ya da
sanat ancak sanat olarak vardır. varolmakta devam
edecektir; bu durumda hiç olmazsa sanatçı için o,
dünyadaki en önemli şey olarak kalacaktır. Belki
politik eylem karşısında sanat hep boş. yararsız,
hatta gerici bir uğraş gibi gözükecektir. Ama biz,
halkları n tarihinde belki de yalnızca onun, yalnızca
sanatın işçi sendikaları lle barikatların yanında ken
diliğinden yer aldığını ve alacağını biliyoruz.
Bir romanın. bir tablonun, bir heykelin sanki gün
lük hayatta bir grevle, bir ba:;; kaldırıyla. cellôtlarını
ele veren bir kurbanın bağırışıyla aynı ağırlığı ·t:aşı
yormuşcasına konuşmasını beklemek -bu soylu,
ama hayelci davranış- sonunda hem sanata, hem
de devrime zarar verir. Sosyalist gerçekçilik adına
son yıllarda böylesi karıştırıcı davranışlar çok gö
rüldü. Bu d evranışe dört elle sarılan eserlerin sa
natca yoksulluğu bir rastlantının sonucu değildir.
sebepsiz değildir: Bunun sebebi, bir eserin yalntzca
toplumsal, ah laksal, politik, ekonomik vb. bir içeriği,
bir özü belirtmek icin yaratılacağına inanmaktır. ( . .. )
Hakçası. 4Sosyalist gerçekçilik� denen bu Sovyet
kuramında deneyöncesi her şey kötülenmiyordu. ör
neğin edebiyatta, şiirden romana kadar, sonunda her
62
şeyi istilö eden sözde telseteye l<arşı çıkmak bahis
konusu değildi. Öyleyken. Sosyalist gerçekçilik. do
ğaötesi (metafizik) alegerilere karşı koyarak ve dün
yaötesi soyutlamalarla olduğu kadar nesnesiz sayık
lamalarla ve tutkuların duyguculukla donanmış dal
galarıyla da savaşarak sağlam bir etki yaratabili
yordu.
63
nicheisme'ine ( * ) düşerse, özlerle görünüşlerin iki
ye bölünmesinden kurtulmak icin ne yapabilir?
Bundan da ağın var: Daha az yapmacık ani atılar
da bile. karmaşık ve duyarlıkil bir dünyoda yaşoyan
gerçeğe benzer insanlarla karşılaşınca. her şeye kar
şın. bu dünyanın da, bu insanl arın do -bir yoruma
göre kurulduğunu h emen farkederiz. Zaten anlatı
ların yazarları da gizlemezler bunu: Onlar için söz
konusu olan -her şeyden önce-- toplumsal. tarih
sel, po_litik, ekonomik hareketleri ellerinden geldiğin
ce apaçık resmetmektir.
Oysa, ekonomik gercekler de, artık-değer ve sö
mürüyle ilgili kurarnlar da edebiyat acısından bakı
lırsa birer art-dünyadır. Eğer ilerici romanlar yalnız
ca görünen dünyanın bu önceden hazırlanmış, de
nenmiş, tanınmış açıklamalarına göre gerceklik ka
zanırsa, sözü geçen romanlardaki buluş ve yaratış
gücü iyi belirmez. Üstelik bu, b;zi dünyayı ve onun
en güvenilir niteliğini --orada varoluşunu- yeni bir
biçimde bir daha reddetmekten öteye götürmez.
Hongisi olursa olsun, acıklanıu, ancak nesnelerin
karşısında varlaşabilir. Nesnelerin toplumsal işle
viyle ilgili her kurarn --eğer onların tasvirini yönet
rneğe kalkarsa- deseni karıştırmaktan, eski ahlôk
ve ruhbilim kuramiarı gibi ya da a_legori simgeclliği
gibi eşyayı bozmaktan başka bir şey yapamaz.
BiÇiM VE iÇERiK
Yeni Roman - F: 5 65
Batının akademik edebiyatı ile Doğunun edebiyatı
arasında yalnızca öğretim ayrılığı vardır. ileri sür
dükleri kadar bir ayrım yoktur. An latılan hikôye, h er
iki edebiyat görüşü (ortak bir görüştür bu) için de
önemini sürdürmektedir. Onlara göre, iyi romancı
güzel hikôyeler uyduran ve anlatan kimsedir; Batıda
olduğu gibi Doğuda da, büyük -troman, , anlamı hi
kôyeslni geride bırakan ve derin bir insancıl gerçe
ğe, bir ahlôka ya da metafiziğe doğru onu aşan ro
mandır.
Bu durumda, «biçimcilik� suclamasının. her iki
yanın da sansürcüleri ağzında en ağır suclamalar
dan birine dönüşmesi olağan karşılanmalıdır. Her
ne kadar birbirlerine kızıyariarsa da roman sözcüğü
üzerinde sistemli bir karar birliği var aralarında. Do
ğal görünüşü altında bu sistem en kötü soyutlama
ları bağrında saklıyor. -hem de en kötü sacmalık
ları gizlemek icin! öte yandan. bu sistemin aslında
edebiyatı açıkca hor gördüğü de ortaya cıkanlabilir.
Ve bu, onun resmi savunucuları -sanatın ve gele
neğin tutucuları- kadar. kitleleri kültürle bir savaş
atı haline getirenleri de şaşırtabilir.
Gerçekte, ne anlıyorlar blcimcilikten? Şunu: Hi
kôyenin ve anlamın zararına olarak biçime -açıkca
söylersek, roman tekniğine- aşırı önem vermek ...
iyi ama. bu dibi delinmiş köhne gemi -okulda bel
J etilen bu biçim ve içerik karşıtlığıyla- hôlô batmadı
mı?
Durumun tam tersine olduğu ve bu yerleşmiş dü
şünüşün her zamankinden daha azgınca ortalığı ka ·
sıp kavurduğu söylenecek. Eğer biçimcilik suçlama
sı. birbirine kıyasıya düşman ama burada uzlaşmış
kişilerin (edebiyat heveslileri ile Jdanov'un yardak
cılarının) kalemiyle yeniden ortaya konuyarsa bu,
elbette, bir rasiantı değildir. Çünkü onlar h i ç olmaz
sa şu temel nokta üzerinde aniaşmış bulunuyorlar:
Sanata. başlıca varoluş koşulunu -özgürlüğü- ta
nımamak. içlerinden bazıları devrimin hizmetinde bir
66
araeton başka bir şey görmek istemiyorlar edebi
yatta; bazıları -artık çökmekte olan bir toplumun
son savunucuları- ise bu geekin toplumun güzel
günlerini yansıtan belirsiz bir insancıliğı dile getir ·
mesini bekliyorlar edebiyattan.
Görüldüğü gibi, her iki durumda da, romanın. dı
şındaki bir imlemeye, anlamiandırmaya indirgenme
si söz konusu. Romanı. kendisini aşan bir değere.
ruhsol ya da dünyasal bir «öte»ye, gelecek Mutlu
luk'a ya da ölümsüz Doğruluk'o ulaşmak için bir araç
yapmak söz konusu . . .
Vergiyle donanmış bi r Rus deseni vardır: Bir su
aygın öbür su aygırına çalılar arasındaki yaban eşe
ğini gösterir: «Bak, der, işte biçimcilik budur!» Bir
sanat eserinin varlığı, ağırlığı çevreleri birbiriyle ca
kışen ya da cakışmayan yorum çizgilerine bağlı de
ğildir. Dünya gibi, sanat eseri de, canlı bir bicimdir:
Vardtr, ve haklı kılınmaya (doğrulanmayo) ihtiyacı
yoktur. Yaban eşeği gerçektir, sırtındaki çizgiler hiç
bir anlam taşımasa da, onu inkôr etmek usa aykı
rıdır. Bir senfoni. bir roman icin de durum aynıdır:
Gerceklikleri bicimlerindedir, biçimlerine bağlıdır.
Sosyalist gerçekçilerimiz şuna dikkat etmelidir:
Kendilerinin anlamı da, «derin imlem:ıı i, yani Içeriği
de biçimlerinde bulunur. Bir yazar icin aynı kitabı
iki biçimde yazmak olası değildir. Yazar, gelecek
bir romanı düşündüğü zaman, ilkin yazış biçimi zih
nini kurcalar ve elini calıştırır. Romancının kafasın
da sözcükler. türnce hareketleri. yapılar, gramer ku
ruluşları bulunur; tıpkı ressamın kafasında da cizgi
lerle renklerin bulunması gibi. Kitapta geçecek olon
şey, yazışten sızmışcasına. sonradan gelir. Ve, eser
bir kez sona erince, okuru çekip çarpacak olan, yine
bu biclmdir; sözüm ono hor görülen bu biçim. .. Okur
çokluk kesinlikle cıkaramaz bu biçimin anlamını,
ama onun yazarın özel dünyasını oluşturduğunu se
zer.
Bunu. edebiyatımızın bilmem hangi önemli eseri
67
üstünde deneyelim . Örneğ in, Camus'nü n Yabanc1'ını
ele a l a l ı m . Fiilierin zama n ı n ı değiştirmek, h i köyede
al ışmad ı ğ ı m ı z ö l çüde yaygınca kullanılan � d ı ' l ı gee
miş� birinci şahıs kipini alışığı olduğ umuz ü çü n cü
şalısa çevirmek Cam us'n ü n evrenini çabucak göz
den sil meye ve kitabın Ilg isini dağıtmaya yeter. N o
sıl ki. Madame B ovary'de' sözcü klerin düzenienişini
değiştirince Flaubert'den de geriye hiçbir şey k a l
rn ı yorsa . . .
68
dar ki. kend i nden başka h içbir şeyi onlatmadığı söy
lensa veri d i r. O . kendi dengesini kendi yaratır, ken
disi için a n l a m ı n ı kendisi oluşturur. Yaban eşeği g i b i
tek başına aya kta durur ya d a yere düşer.
69
g ü çleşir ve sözcü klerin a l ı ş ı l m ış o n la m da k u l l a n ı l
nıasında i k i rcime (tereddüde) düşü l ü r. Böylece. � b i
çimcilik» teri m i sa l l o nmoya, s i l i n meye başlar. B a
yağı a n la m ıyla a l ı nd ı ğ ı nda bicimci liğin, gerçekte
-Nath alie Sarraute'un da belirttiği gibi- ancak
« i ceri k»e çok d üşkün roma ncılara uygula nması ge
re kirdi. Ç ü n k ü b u romancılar içeriği en iyi biçimde
a n latmak icin hoşa gitmeme ya da şaşk ı n l ı k uyan
d ı rma teh l i kesini yaratacak her türlü yazı ş a ra ştır
malarından sevi nçle uzaklaşı rl a r: Bilgilerinı göste
recek b i r biçim -bir kalıp- secerler; fakat bu, b ü
tün g ü c ü n ü , ca n l ı l ığ ı n ı yitirmiş b i r kalıptır . . . B u n d a n
ötürü, b i ç i m c i d i r o n l a r; bir formülden öteye geçme
yen, donup katılaşmış, olup bitmiş bir biçimi kabul
ederler, bu etsiz iskelete yapış ı p ka l ı rlar.
70
B U G Ü N Ü N A N LAT I S I N DA
ZAMAN VE TASViR
71
Bu yüzden, eleştirmen çel işkili bir d u rumda b u l u
nur: Çağdaş eserleri, onlara uymayan eski ölçütle
re göre yarg ı l a m a k zorunda l<a l ı r! Bun dan ötü rü , sa
natçı eleştirmenden hoşnut kolmamo kta h a k l ı d ı r,
oma onu kötü niyetli ya do budala sanma kta h a k
sızdır. Y e n i bir d ü nya yaratan v e yeni ölçüler ortaya
koyan sanete ı n ı n da kabul etmesi gerekir ki, kendi
sini değerlendirmek, kusurlarını ve erdenılerini gös
termek -olanaksız ol masa bile- çok g ü çtür.
72
yandan edebiyatın sayfalar boyunca a n latmaya ça
boladığı şeyi b i rkoc san iyede gösterecek; b i r yan·
dan d o gereksiz ayrı ntı l a rı n cok yer kapla masını ön
leyecek, sözgelişi döşemedeki bir elma çekirdeği
nin sahnedeki bütün dekoru doldurmasına meydan
vermiyecek imiş . . .
73
şı aynıyle lzlenebil iyord u . Yalnızca roma n ı n bir bö
l ü m ü nden öbürü ne geçişte değ i l . ilk sayfalarda b i l e .
e n önemsiz eşyada kullanma n ı n yarattığ ı yı pranma
ve en küçük yüz çizgisinde za m a n ı n doğ u rd u ğ u
k ı r ı ş ı k l ı k kola yca görülebiliyordu.
74
doğarlar; giderek. ondan cizgiler. planlar c ı karırlar.
başlı başına b i r m i mari yaratı rl o ı . işin tuhafı, bu ya
ratışo tom bel bağladığımız sı rada, b i rdenbire celiş
melerle. tekrarlario k a rşılaşı rız; tasvir aynı noktaya
döner. yeniden koliara ayrı l ı r . . . Öyleyken. bazı şey
leri hayal meyal görmeye başlarız; bu şeylerin g i t
gide belirli b i r h a l alacağ ı n ı sanırız. Fakat. resmin
çizgileri üst üste yığı l ı r. birbirini siler, yer değiştirir
ler. O kadar ki, görüntü meydana cıktıkca. kuşku
doğ u rur. Birkoc paragraf sonra tasvir bitince, geri
sinde ayakta bir şey b ı ra k madığı a n laşılır: Tasvir ön
ce yaratma k . son ra da yarattı ğ ı n ı silmek gibi iki
yanlı bir h a reket içinde oluşur. Üste l i k , b u i k i l i k k i
t a b ı n b ü t ü n düzeylerinde v e özel l i k l e genel k u r u l u
ş u n d a d a kendini gösterir. i şte, b u g ü n ü n eserlerini
okuyanların uğra d ı ğ ı hayal k ı rı k l ı ğ ı , umduğunu b u
l a m a m a duygusu da b u radan gelir.
75
m a l ı d ı r. Yazarları ilg ilendiren, kameranın nesnelliği
değildir, i mge ve öznel l i k ala nı nda sağladığı olana k
l a rd ı r. Sinemayı yazarlar b i r anlatım a racı değil , bir
araştırma a racı o l a ra k ele a l ı rlar. B u yüzden onda en
çok d i k ktlerini çeken, edebiyat ı n gücü d ı şı nda ka
l a n şeylerdir: Yani görüntüden ço k ses ( i nsan ses
leri, çevre sesleri, g ü rültü ler, müzik parça l a rı ) ; aynı
zamanda i k i duyuyu birden. hem gözü hem kulağı et
kileme gücü; seste olduğu gibi görüntüde d e nes
nelllğe hiç toz kond u rmada n , an ı.ları, hayalleri . kısa
cası bütün imgelemi (muhayyileyi) canlandı rma ola
nağı . . .
76
Bu üç türlü yergi asl ında tek şeye daya n ı r: Filmin
ya pısı, eşya n ı n nesnel gerçekliğine pek dokunmaz.
Bu konuda iki nokta kendini zorla kabul ettirir: B i
rincisi; pro i eksiyonla b i r uctan bir u c a gösteri len is
ta nbul gerçekten bir şehirdir, perde canlandırı
lan kahraman gerçekten bir kad ı n d ı r. i kincisi;
h i kôye ed i_len şeyler doğru değildir: Fi l m çevri
li rken ne oyuncu ö l ü r, ne de köpek . . . «Gerçekci l i k�e
düşkün okurl a rı burada şaşırtan. a rt ı k , kendilerinin
hiçbir şeye i n o nd ı rı l moyo col ışılmomosı, hatta, tersi
bir yol tutu l mosıdı r. . . Doğru, yanliş ve inandtrma
aşağı yu karı h e r modern eserin konusud u r. G ü nü
müzün eserleri a rtık gercekliğin sözde b i r parcasını
sunmuyorlor, gerce k l i k (ya do bir parça geree k i i k i
üzerine b i r düşün meyi geliştiriyorlar. «Yaşa n m ı ş b i r
h i kôye» o n l atıyormuş gibi görünseler de yolancı l ı k
tan k u rtulamadı klorını gizlerneye ça l ı şmıyorlar. B u
yüzden, si nema anlatımı, tasvirin edebiyotto yaptı
ğına benzer bir görev yükleniyor: Sesle, dekorla, çe
kimle. oyu nc u l a rl a i l işki leri dolayısıyla görüntü be
l i rttiği şeye inanmavı önl üyor. nasıl k i tasvir d e gös
terdiği şeyin görü nmesini ö n l üyorso . . .
77
l a n ı n ) kurul uşun u n . mimarisinin temelidir. Aynı d u
ru m sinemoda d a apocık görü l mektedir: Modern her
sinema eseri i nsanoğlunun a n ı l a n . salla ntı ları . sap
lantı ları, d ramları vb. üstüne bir düşü n me, b i r ya n
sımadır.
78
darda gelişleri. bu sayısız el bise değiştirmeler, b u n
ca k ı s a bir s ü reye sığdırılamayacak olan b ü t ü n bu
şeyler neyi gösteriyor? Doğrusu, işler burada karı
şıyor. Artık. özne l . kişisel. zihi nsel b i r oluş. bir a k ı ş
söz kon usu değ i l . B u şeylerin b i r kimsenin kofasın
do geemiş ol ması gerekir. iyi ama. kimin kafasında?
Anlata n erkeğ in mi. uyutul a n kadının m ı ? Yoksa .
a ral arındaki görüntü a l ı şverişi dolayısıyla. her i k i
sinin de m i ? Sanıyorum, onları n d ışında b i r çözüm
yol u bulmak daha uygun olaca k : Nasıl ki b u rada
önemli olan zaman yaln ızca tilmin sayrediliş za ma
n ı ise. önemli olan kişi de yalnızca filmi seyreden ki
şidir. Çünkü bütün h i kôye onun kofasında geçme k
te, o n u n tara fı ndan tasarlanmaktodır.
79
çekleşmiyor. a ncak görül meyen b i r anla tıcının. ya ni
yazarın ya da okurun kafasında o l u şuyor.
80
-ya ni geleneksel a n lamıyla bir 4< h i kôye•- meyda
na getirmeksizin tekra rlanan, coğa l a n . değişen, çe
l işen bu varoluş. evet bütün bunlar. -a ncak b u n
l a r- okuru ( y a d a seyirciyi) a l ışmadığı türde b i r ka ·
tıl maya cağ ı ra b i l irler. Okur, cağ ı n ı n eserlerini -ya
ni kendisine doğrudan doğruya seslenen eserleri
a rasıra mahkum etmeye yöneliyorsa. yazarla rca ara
sıra hor görü l m üş. kenara itilmiş, yüzüstü b ı ra k ı l m ı ş
olmaktan yakın ıyorsa. bunun biricik sebebi, öteden
beri önüne sürü lenden ayrı bir iletişim ceşid i n i a ra
rnokta direnmesidir.
Çünkü g ü n ü m üzde yazar okuru b i r yana itmek.
umursamamak şöyle d u rsun. tersine, mutlaka o n u n
l a b u l uşmak ihtiyacını d uyuyor, hem d e bu buluşma
n ı n etki l i , bilineli ve yaratıcı o l ması n ı bekliyor. O ku r
dan i sted i ğ i ; kapanmış. bitmiş, dolmuş b i r d ü nyayı
kabul etmesi değil, yaratışa onun da katı l ması. sıra
sında eseri -ve d ü nyayı- onun da doğurması. kur
ması. böylece öz hayat ı n ı kendisinin doğurup kur
mayı öğrenmesidir.
81
DOGA, i N SAN CILIK
VE TRAJ EDi
Roland Barthes
Derinlik Efsanesi
82
na varan b i r k ı s ı r u m utsuzlu k görmekte a n l a şıyor
lard ı . Bu da olağan karşılanıyordu. Çünkü. b i rçok
bakıml ardan aynı çizgide bir)eşen maddecilerin d u
rum u onlarınkinden daha şaşırtıcı. daha tasala n d ı rı
cı i d i : Girişimimi ya rg ı lamak icin. h ristiya n l ı ğ ı n gele
neksel değerleri n i andıran «değerlerı-e başvu ruyor
lardı. Yine de onlar için körü körü ne Inanca daya
nan b i r seçme. b i r taraf tutma söz konusu değ ildi.
Ama. onlar g i b i bunlar da. zihnimizle d ü n ya a rasın
da sars ı l maz b i r dayanışma, bir bağlaşma bulundu
ğunu ve sanatın «doğal� görevinin de i kisi n i n a racr
l ı ğ ı n ı ya pmak o)d u ğ u n u güvenle ileri s ü rüyorlar, b e
ni .ı:insancı l» o l mamakla suçl uyorlard ı . S o n u n d a . sö
zü geçen deri n l i ğ i inkôra ka l kı ştığı rndan dolayı, çok
saf olduğum bile söylendi: Kitaplarım ancak bil mez
l i ğ i m i d i l e getirdikleri ölçüde. -bu ölçü b i l e tartış
ma konusud u r- i)gi çekebilir, okunabill rd i . . .
Gerçi, şimdiye değ in basılan ü ç romanım ile ge
leceğin romanına değ inen kuramsal görüşlerlm a ra
sında oldukça gevşek b i r paralellik var, b u n u bil iyo
rum. Ama, iki üç yüz sayfa l ı k b i r kitabın on sayfa l ı k
b i r yazıdan d a h a karmaşık olduğunu da bil iyorum.
Öte yandan, ister tikel (cüz'i) isterse tümel ( k ü l li)
olsun. yen i b i r yolu göstermenin onu başarısızlığa
düşmeksizin izlemekten daha kolay olduğunu d a bi
l iyorum.
Ayrıca, ş u n u da eklemel iyim: H rıstiyan olsun ya
da olmasın. i nsancılığın ( h ü manizma n ı n ) özü , ken
disine s ı n ı r çizmeye kal kışan. hatta bütü n l ü ğ ü Için
de kendisini reddeden her şeyi kucaklama ktır. Çün
kü insancı l ı ğ ı n i şleyişinde en güvenilir yaylardan b i
r i b u ha rekette gizlidi r.
Her ne pahasına o l u rsa o)sun. kendimi h a k l ı çı
karmak istemiyorum; tasam bu değ i l . Durumu apo
c ı k görmeye ça l ı şıyorum. o kadar. Yukarda sözü ed i
len d u rumların verileri d e bana b u konuda epey y a r
dım ediyor. Benim bugün yapmaya g i rişti ğ i m şey. •
insanct/tk (humanisme)
84
kimse onların « i nsancıl l ı ktan uzak� o l d u ğ u n u söyle
yemez. -Hatta, roma n ı n kahramanı y ı rtıcı bir deli.
bir suc işleme hastası bile olsa, onun da cinsancıl
l ı ktan uza k� olduğunu söyleyemez.
işte bir insan ki, gevşemeyen bir d i kkatle gözü
nesnelere çevri lmiş: Onları gÖ(Üyor. ama s a h i p ç ı k
maya yeltenmiyor. onlarla kuşkulu b i r a n laşmaya,
bir s u c orta k l ı ğ ı na girişmeyi reddediyor, onlardan
hiçbir şey istemiyor. onları n adına h i çbir uyuşmayı
ya d a bozuşmayı denemeye kalkm ıyor. Oysa. bakı
şıyle yaptı ğ ı g i bi . tutku l a rına gelişigüzel b i r daya
nak bulabil ird i ; b u l m uyor. Bakışı. yaln ızca nesnele
rin d ı ş ölçüleri n i a l m a ktan sevine duyuyor; tutku su.
yaln ızca nesnelerin yüzeyinde dolaşı yor. icine gir
meyi istemiyor. Ç ü n k ü nesnelerin Içinde b i r şey bu
l u nmadığını. orada en küçük b i r çağrıya bile rastla
mayaca ğ ı n ı . b i r karşı l ı k al mayaca ğ ı n ı bil iyor.
Böyle bir insanı sah neye koyan bir romanı insan
cıllık adına mahkum etmek, aslı nda. c i nsancıl» gö
rüş acısı n ı kabul etmektir. Nitekim, bu açıya göre.
insanı b u l u n d u ğ u yerde göstermek yetmez: I ns a n ı n
her yerde b u l u n d u ğ u n u bel irtmek de gerekir. insa
n ı n d ü nya üstüne ancak öznel bir bilgi edinebilece
ğ i n i bahane ederek insancılık, her şeyi dağruloyan
(haklı kılan) bir varl ı k diye seçıyor I n sa n ı . Oysa. i n
sanla nesneler a rasına atılmış gerçek b i r r u h köp
rüsü olan insa n cı l ı ğ ı n bakışı, her şeyden önce. b i r
dayanışmanın güvencesi olmalıdır.
Benzeştirme 1 Antştırma
85
yutlar vb. gibi beli rtmeler. Gelgelelim, basit de olsa,
benzeştirlci 1 a n ı ştırıcı (ima l ı , analogiq ue) sözcükle
ri n seçilmesi salt fizik verileri belirtmanin ötesi nde
bir şey yapar, hem de tek başına güzel yazma sa
natıyla açıklanamayacak bir Ş3y . . . ister istemez, da
ğın yüksekliği tinseJ (manevi) bir değer kazan ı r, g ü
neşin sıca k l ı ğı bi r i radenin son ucu ol u r . . . Çağdaş
edebiyat ı m ızda, aşağı yukarı, bütün bu Insanbiçimsel
benzeştirmeler doğaötesi b i r düzeni açığa vurmamak
I çi n daha b i r d i rençle, daha bir tutarl ı k l e tekrarla
n ı r.
Evrenle orada oturan varl ı k arasında s ü rekli bir
i l işki k u rmak, az ya d a çok bilinçli o l a ra k , a n cak
yaklaşık b i r deyimler düze n i kullanan yaza rlar icin
söz konusu olabilir. Böylece, d ü nya ile a l ı şverişin
den insa n ı n duyguları doğacak ve b u duygular do
ğal karş ı l ı ğ ı n ı o rada b u lacaktır.
B i r a rtdüşü nceye dayanma ksızın herhangi bir kar
şılaştırmayı bel i rttiği kabul edilen eğretileme, g e r
çekte, gizli b i r iletişi m i Içerir; varo l uşuna y o l a ç a n
b i r hoşlanma ( y a da tiksin me) h a reketini d e bera
berinde getirir. Ç ü n k ü , karşılaştırma olarak k a l d ı k
ca o. hemen hemen h e r zaman y a ra rsızd ı r, üstel i k ,
tasvire d e y e n i b i r ş e y kazandırmaz. Sözgelişi so
ral ı m : Köy, vad i n i n y a rığına «büzül müş'> d eğ i l de,
vadlde � k urulmuş" olsaydı n e yitirirdi? «Büzülmüş,
sözcüğü bütün ley_ ici ne bilgi veriyor bize? H i ç. Oku
ru (yazarın a rd ı ndan) sözüm ona köyün ru h u n a gö
türüyormu ş ! «Büzül m ü ş'> sözcüğ ü n ü beni msersem,
seyirci ol maktan cıkarmışım a rtık, türnce boyunca
ben de köy o l u rmuşum ve vad i n i n yarı ğ ı , d a l ı p kay
bolmayı özled i ğ i m bir çukur yerine gecermiş!
Bu katı lışa, bu birleşmeye daya n a ra k , eğretile
menin savun u cuları . onun şöyle b i r yararı olduğunu
öne s ü rerler: Eğretileme, duyarlı o l mayan b i r öğe
yi duyarlı k ı larmış. Ö rneğin, köyleşen okur köy ü n
d u rumuna katı l ı r, onu d a h a i y i a n larmış. Dağ i c i n
d e a y n ı şeyi söylerler: «Yüce o l d u ğ u n u yazı n c a . d a
ğ ı d a h a iyi göstermiş, yükse k l i ğ i n i kendi bakışı mı
za göre daha çok a rt ı rmış ol urmuşuz. . . Kimi kez
86
doğrudur b u , a m a çoğu kez tam tersi görü l ü r: Bizi
esra rl ı bir b i rleşme kavramına götürd ü ğ ü ne göre bu,
gerçekte sahte ve ca n s ı k ıcı bir kaynaşmadır.
Öte ya ndan, ş u n u da eklemek gerek: B u rada tas
vlrin değeri n i n a rtışı. aslında, bir aldanışt ı r. Eğreti
lemen i n gerçek heves l i l erin i n amacı, bir i letişim d ü
şüncesini zorla bize k a b u l ettirmektir. örneğ in, cbü •
87
cektim. Fakat bu yeni eğretilemeler ve yakıştırma
lar gözden geçirdiğim nesneler üstüne dişe gelir b i l
giler vermeyece kti; tersine. z i h n i m nesneler d ü nya
sına öylesine b u laşaca ktı ki, a rtık bu dü nya, fa l a n
coşkuya ya da f i l a n kara kter (kişilik) çizg isine pek
yatkın bir duygusal durum alacaktı.
Nerdeyse üzüntüyü çeken, yalnızlığı duyan varl ı
ğ ı n ben. sa l t ben olduğumu un utaca ktım. B u duygu
sal öğeler gitgide maddesel evrenin derin gercekfiği
gibi görünece k . i l g ime değer -sözü m ona- tek ger
cek l i k sayı lacakt ı .
B u rada, nesnelerı gereç (ma lzeme) g i b i k u l l a n a
rak b i l i ncimizi tasvir etmek söz konusudur daha cok;
tıpkı, odun kütüklerini kullanara k b i r k u l ü be yap
mak gibi. Bir görü n ü me ya kışt ı rd ı ğ ı m üzünc i le kendi
üzüntümü böyle bi rbirine karıştı rmak ve bu yüzey
deki bağ iantıyı yüzeysel değ i l m i ş gibi kabul etmek,
şimdi ki yaşayışıma bel l i bir a l ı nyazısı çizmeye yol
acar: bu g ö rü n ü m benden önce de vard ı ; üzüntülü
olduğu gerçek ise. demek ki benden önce d e üzü n
tülü i d i ; şimdi onun biçimi ile kendi ruhsa l d u ru m u m
a rasında d u yduğ u m b u uyg u n l uk demek k i doğu
şumdan çok önce beni bekliyord u ; bu üzüntü da
ha o za mandan c i n ı m a yazı l m ı ştı . . .
Insan Doğas1
'i nsan doğası' d ü şüncesinin hangi noktada ben
zeştlrme 1 örneksema sözcüğüne bağ lanabileceğ i
b u rada ortaya c ı ka r. Bütün insa n l a rda ortak olan
bu söz götürmez ve sön ü p gitmez doğa'n ı n düşün
ceyi kurması icin b i r Tan rıya ihtiyacı kalmaz artık.
Üçüncü zamandanberi Blanc dağı n ı n Alpler'in bağ
rında hem beni, hem de beni mle birli kte bütün yü
cel i k ve safl ı k düşü nceleri m i beklediğini b i l me k ye
teri
Hem bu doğa yaln ızca insana özgü d e değild ir.
Ç ü n k ü o, insanla zilınl a rasında bir bağ kurar: i n a n
maya çağrı l d ı ğ ı m ı z b ü t ü n (yaratıŞ?I icin o rt a k b i r ö z
taşır. Sa n ki . evren i l e benim b i r t e k ruhumuz, b i r
tek sırrımız vard ı r.
88
Böylece, doğaya inanış -sözcüğün a l ı ş ı l m ı ş a n l a
mıyla- her çeşit insancı l l ığ ı n kaynağı o l u r. Niteki m
madensel, bitkise l . hayvonsal doğa n ı n başl a n g ı çta
insansol bir sözl ü k hazi nesiyle dona n m ı ş b u l u n ma
s ı rastlantı değ i l d i r. B u Doğa (dağ. deniz, orm a n , çöl,
vad i ) hem bizim nıodel l m iz, hem de yüreğimizdir. O ,
a y n ı zamanda, içim izde v e korşı mızdad ı r. Ne geçici
d i r. ne de zorunsuzdur. Bizi taşlaştı rır. yarg ı l a r. kur
tarır.
Gelgelelim. bizim uyd u rma insan «doğo» ı m ıza ve
onu efsaneleştiren söz l ü k hazinesine sırt çevirmek,
nesneleri salt d ıştan ve yüzeyden vermek -söylen
diği gi bi- insanı i n kar etmek değildir; geleneksel
insancı l ı kto yer alan « her şeyi insana bağlama•
düşüncesini reddetmektir. B u da, aslında , özg ü rl ü k
isteğ imi mantıksal sonuclarına doğru götürmek de
mektir. Bunun icin, yo l u n iyice temizlenmesi gere
k i r. Zaten. daha ya kından bakı l ı rsa , b u rada yaln ız
ca zih i n ve bedenle i l g i l i lnsansı benzeşti rmelerin.
a n ı ştırma l a rı n tartışma konusu olmadığı görü l ü r.
Çünkü, bütün o n ı ştırma l o r. bütün benzeşt i rmeler
teh l ikel i d i r. E n teh l i kel i olanları da. h e r h a l de, en
sinsi olonları d ı r, yanı insan adı geçmeyen o n ıştır
malar, benzeştlrmeler . . .
Gelişigüzel birkaç örnek verelim: i n san gökte b i r
at biçimi görü r de o n u basitçe tasvirle kalabilirse,
bundan bir şey çı kmaz. Fakat b i r bulutu n «dört na
lo• gidişinden ya da �tyelesi n i n» savrul uşundan söz
açarsa, durum değ i ş i r. Çünkü b i r bulutun (ya da b i r
dalga n ı n , b i r tepen i n ) e ğ e r yelesi varsa. daha öte
de atın yelesinden eğer «oklar fırl ıyorsa», eğer ok
l e rden . . . Işte. böylesi imgelarle okur biçimler evre
n i nden çıkacak, göstergeler (anlamlandırmalar) ev
renine dalacaktır. At ile dalga a rasında bölümsüz
deri n l i ğ i kavramaya cağı rılacoktır: Atılganlık. yiğ it
l i k , g ü cl ü l ü k , yaba n l l i k . . . Bir doğa düşü ncesi bütün
nesneler i c i n ortak. yani yüksek bir doğa d ü ş ü nce
sine götü recektir bizi. Bir aşağ d ı k (içsel/ik) d ü şü n
cesi hep b i r yücel i k (aşkı n l ık) düşü ncesine yönelte
cektir.
89
Ve leke gitgida yoyı lır: Yaydon oto, ottan dalgo
ya ve denizden aşka . . . Bizim Grek-hristiyon u yg o r
l ığ ı mızın b i ricik sorununo ancak ortak doğa ö l ü m sü z
b i r cevap o la b i l i r. Sphinx önümde d u ruyor, beni sor
guya çekiyor, s u n d u ğ u bllmecenln d eyimlerını a n
lamaya b i l e u ğ roşınıyoru m ; verilebilecek b i r tek ce
vap var, her şey icin yaln ızca bir cevap: i n sa n .
G ü ze l oma, kaz ı n ayağı öyle değ i l .
Sorular do va r, ceva plar do. Kendi görüş acısıyla
insa n , yaln ızca o b i r tanıkt ı r.
i nsan d ü nyaya bakıyor ve d ü nya bakışıyle o n o b i r
karş ı l ı k vermiyor. i nsan nesnelerı görüyor ve ş i m d i
şimdi anlıyor: Eskiden boşka l a rı n ı n kendisi için yap
tıkları doğaötesi antlaşmadan yon cizebilir, korku
don ve k u l l u kto n kurtu labilir. Evet. bunu ya pa b i l i r . . .
H i ç değ i lse bir g ü n yapabilecektir . . .
Bundan ötü rü, i nsan dü nya ile o l o n i l işkisini kes
m iyor; tersine, maddesel o maciari o ondan yora rl a n
maya girişiyor. Bi l iyor ki bir avodo n l ı k , öyle koldığı
sürece, h i çbir deri n l i k toşımoyocaktır. Avada n l ı k tü
müyle biçim ve maddedir, bel l i b i r iş icin yapılmış
tı r.
i nsan çekici n i (ya do seçtiği b i r taşı ) kaldırı r ve
çokmak isted iği kozığo vurur. Böyle k u l l andığı s ü
rece ç e k i ç ( y a d o taş) bir b i ç i m ve maddeden boş
ko bi r şey değ i l d i r. Ağırl ığıylo, çarpan yüzüyfe, t u
tul mayo yarayan öbür ucuyle bir bi cim ve m a d d e . . .
Sonra insa n aletini ö n ü n e bıra k ı r, i ş bitince çekiç de
öteki eşya a rasına karışır, bir nesne o l u p cıkar:
K u l l a n ı l ı ş ı n ı n dışında bir anlam! yoktur ç ü n k ü .
Üstelik, b u a n l a m yo k l u ğ u n u bugünün ( y a da ya
rı n ı n ) insanı h i ç de yadırgom ıyor. b i r eksi k , b i r y ı r
t ı k g i bi görmüyor o n u , böyle bir boşluk karşısında
şaşkı n l ı ğ a düşm üyor. Yüreğ i , Içine dalocağı bir u c u
ruma i h tiyac duymuyor. Çünkü birleşmeyi, kayrioş
mavı reddedince trojediyi d e reddetmiş o l uyqr.
Traiedl
90
bulunan uzakl ı ğ ı n kapat ı l masına kalkışma• diye ta
nıml anabil ir. Sonueta b u da b i r deneme olacaktır,
yenilginin zafer sayılacağı bir deneme. O n u n için
trajedi, h içbir şeyi elden kaçırmamak üzere, insan
cılığın son buluşu g i b i görün üyor: insa n l a nesne]er
a rasındaki uyuşma e r geç bozulduğundon, i nsoncı ,
hemen yeni bir dayanışma biçimi k u rora k impa ra
torl u ğ u n u kurtarıyor, ayrışmayı bile Kurt u l u ş icın
önem l i bir yol yoline getiriyor.
Aşağı yukarı b u da bir birleşmedir, ama acı l ı d ı r;
sürekli o ra n ı r ve d u rmadan e!jen kacırı l ı r; erişil mez
bir nite l i k taşıd ığ ı ndan etkisi de orantı l ı d ı r. isten i l e
n i n tersi'd i r, b i r tuzak. bir a l datma cad ı r . . .
Gerçekte, b u çeşit birliğin hongi noktada boz u l
dl,lğ u apocık ortada: i yi n i n a raştırmasına yönelecek
yerde o, kötü n ü n bir I O tfu olup cıkıyor. Varol uşu m u
z u n mutsuzl u k, başarı sızlık, yalnızlık, sucl u l u k , ç ı l
g ı n l ı k gibi kazalarını şen liğimizın en i y i daya nakları
diye karşılamamız isteniyor bizden. Kabul etmek de
ğil. hoş karşı l a ma k . . . Oysa, onlara karşı savaşarak
verdiğimiz kayıplario onları beslememiz söz konu
su burada. Çünkü trajedi ne gercek kabulü, ne de
gercek reddl kapsar: Troiedi, bir ayrı m ı n y ü celtil me
sidir.
Örnek olara k �yolnızlık�>ın oluşumunu a l a l ı m . Tu
ta l ı m ki sesleniyorum. çağı rıyorum. Fakat kimse ce
vap vermiyor. Yöremde kimsenin bulu nmadığı so
n ucuna varmam gerekir. (Bu da bel irli b i r yer ve za
manda ya l ı n ve katı ksız bir tespit olur. ) Öyleyken ben.
biri varm ı ş da ş u ya d a bu sebepten cevap vermi
yormuş g i bi dovra n ı rı m . Coğ rı m ı izleyen sessizlik,
bundan dolayı, gerçek bir suskunl u k ol maktan � ı k
mıştır a rt ı k ; sanki bir Içerikle, bir deri n l ikle, b i r ruh
la (hem de beni çabucak kendi ruh uma ulaştıra n b i r
ruhla) dolm uştur. O n u n i c i n bo ğ ı rı ş ı m i l e seslenilen
(belki de sağ ı r) ki mse orası ndaki uza k l ı k bir b u n a l
tı hal ine geliyor, hayatıma bir an l a m getiren u m u
d u m v e u m utsuzl u ğ u m ol uyor. Bundan böyle, b u so h
te boşl u ktan ve onun doğurduğu soru n lardan baş
ka bir şeyi u m u rsamıyorum. Daha uzun m u ba ğ ı r-
91
sa m acaba? Sesimi mi yü kseltsem? Başka sözler
m i söylesem? Yeniden başlıyorum çağı rmaya . . . B i r
den a n l ıyoru m : Kimse karş ı l ı k vermiyor, vermiyecek
de. Öyleyken, cağrı m l a yarattığım görü l mez varl ı k
bağ ı rmaya zorluyor beni, m u tsuz haykırı ş ı m ı d u r
madan sessizliğe göndermeye itiyor. Sonra, c ı k a r
d ı ğ ı m ses serse mleştirmeye başlıyor beni. Büyülen
mişcesine ye n iden çağ ı rmaya koyu l uyoru m , yen ı
den . . . Artan yalnızlığı m yoldan çıkan b i l i ncim için
-son unda- b i r zorun.l u k ve ken dime gel işim icin
bir vaat kılığına g i riyor. Ve ben, bunun gerçekleş
mesi uğruna, ö l ü n ceye kadar boşu boşuna bağ ı r
mak zoru nda kalıyorum.
Alışı l m ı ş sürece göre, ya l n ızl ı k varoluşumun ge
çici, rastlansal bir verisi değ i l d i r a rtık. Yal nızl ı k be
nim, hatta d ü nyanın. hatta bütün insanların b i r par
çası olmuştur: Bizim yaradılış ı m ızdır o. Sonu gel
mez b i r ya l n ı z l ı k . . .
B i r uza k l ı ğ ı n . bir ayrı l ı ğ ı n , b i r böl ü n üşün o l d u ğ u
yerde, b u n l a rı b i r a c ı gibi duymak ve sonra b u a c ı y ı
bir y ü c e zoru n l u k katına yü kseltmek olanağı da va r
d ı r. Meto tiziğ i n ötesine yönelen b u yol, b u d ü zme
ce zoru n l u k gerçekçi her geleceğe kapıyı kapar.
Trajedi, belki bugün Icin avutuyor. Gerçi d ı ştan s ü
rekli b i r h a reket içindeymiş g i bi görü n ü yo r a m a ,
aslında, evreni hemurdanan bir y a k ı n m a içinde
dondu ruyor. Bu yüzden, trajedi mutsuzl u ğ u m uzu bi
ze sevd i rmeye u ğ raştı ğ ı sürece, derdimize derm a n
a romayı d ü ş ü n m ü yoruz.
Bizi yanı ltmoğo yeltenen çağdaş insancı l ı ğ ı n do
lomboclı yürüyüşüyle karşılaşıyoruz burada. Nes
neye daya nmayon kurtuluş ça bası, ilk bakışta. i n
s a n l a nesneler a rası nda bir k.:ıpma olmadığını sa n
d ı rı r. Ama, biraz sonra. durumun h i ç de öyl e olma
dığı a n laşılır: Nesnelerle uyuşma gibi onlardan uza k
laşma da aynı kapıya c ı kar; .:ruh köprüsü� nesne
lerle a ra m ızda d u ra ka l ı r. Hatta, sözü geçen olay
dan sonra, daha d a güclenir.
Bundan ötü rü . 'tra j i k' düşü ncesi a radaki bu uza k
l ı k l a rı , ayrı l ı kl a rı koldırm a k amacını gütmez; tersine,
92
onları çoğaltmaktan zevk a l ı r. Gelgelel i m , insanla
öteki insa n l a r a rasındaki ayrı l ı k, i nsanla kendi a ra
s ı ndaki ayrı l ı k . i n sanla dü nya arası ndaki ayr ı l ı k de
ğ i şmeden. olduğ u gibi kalma�. h içbir şey dokunul
maz değ i ldir: Her şey y ı rt ı l ı r. catlar. böl ü n ü r, daya
naksız k a l ı r. E n az karışmış durumlar gibi en cak
bağdaşmış nesnelerde de b i r çeşit gizli ayrı l ı k b u
l u n u r. Ne var k i bu bir Ic a ynlık tı r. Gerçekte i s e a ç ı k
'
Yabanetiaşma
93
Aşağı yukarı bütün okurlar da sezmlştlr: Camus'
nün Yabancı roma n ı n ı n kahrama n ı , d ü nya lle kend i
si a rasında h ı n c v e büyülanişle (bağ lanışla) örü l m ü ş
kara n l ı k b i r sucorta k l ı ğ ı n ı sürdürür. B undan ötü rü ,
bu insanla kendisi n i çevreleyen nesneler a rasında
ki bağlantılar h i ç de suçsuz sayı l mama l ı d ı r: Çünkü
saçm a l ı k beraberinde hayal k ı rı k l ığ ı n ı , bozg u n u , baş
ka ldı rmayı getirir. Onun için. sözü geçen kahramanı
suc işlemeye kadar sürükleyen şeyin şu nesneler ol
duğunu öne s ü rmek yanlış ol maz: Gü neş. deniz, par
laya n kumsa l , ı ş ı l dayan bıçak, kaya l a r arasındaki
kaynak ve tabanca . . . Gerektiği üzere, nesneler a ra
s ı n d a k i başlıca ro l ü D o ğ a oynamaktadır.
Nitekim. kita b ı n ilk sayfaları da bizi buna inand ı
racak kadar sulandmlmış b i r d i l l e yaz ı l m ı ştır. i n san ·
cıl bi r özle dona t ı l m ı ş ve özenle tarafsızlaştırılmış
nesneler - tinsel (manevi) sebeplerle - öne sürül
müştür. (Örneğ i n , yaşlı annenin ta bulundan söz aç ı l
mış, tobutun çivileri, çivileri n biçimi v e cakı l ma de
recesi tasvir edilmiştir.) Öte yandan. cinayet saati
ya klaştığı ölçüde gittikce a rta n klasik eğreti lemeler
görü l ü r. B u n l a r i nsa n ı ya da a l ttan a l ta onun varl ı .:
ğ ı n ı ı ş ı ğ a çı karır: K ı r «gü neşle doymuş»tur, akşam
oı:acı klı bir müta reke glbi:ı>dir, yarı l m ı ş yol u n katranı
«parlayan etini» gösterir, toprak «kan rengi nde»dir.
g ü neş «göz kamaştırıcı bir sağna k» ı a nd ı rı r. gün
-.kaynayan maden denizine demir atm ı ş»tı r, ayrıca.
«tembel» d a l g a l a r «göğüs geçirmekte» , deniz -ı:so
lumakta» , g ü neşin «zil leri ça l ma kta:ı> ve sahilin bur
mı « ı m ızganmakta» d ı r. . .
Roma n ı n (Yabancı'nın) ana sahnesi acı b i r yalnı z
l ı ğ ı n eksiksiz i mgesini sunar: Azgın g ü neş hep «ay
n ı � d ı r, ışığı A ra b ı n tuttuğu b ı caktan ya nsır. kahra
manın a l n ı na <ıça rpar» , gözlerini «yoklar» , kah ra m a n
elini tabancasına götürür, gü neşi «sarsmak� ister.
dört kez tetiğ i çeker. oı işte böyle, der. mutsuzluğ u n
k a p ı s ı n a dört k e z v u rmuş g i bi . . . ,
Görü l d ü ğ ü üzere, saçma l ı k tra j i k insancı l ı ğ ı n b i r
biçimidir. I n s a n l a eşya arası ndaki ayrı l ı ğ ı n tespiti
değ i l d i r. tutkusa l bir suca götüren bir aşk kavgası-
94
d ı r. Dünya cinayetin s u c ortağ ı d ı r.
Sartre, «Durumları. da (Situatlons 1) «Yabancp n ı n
insanblci mcillğini' reddettiğ i n i yazarken, -yu ka r
daki al ı ntıların da gösterdiği gibi- eserin eksik b i r
görü n ü m ü n ü verir. El bette Sa rtre da görm ü ştü r bu
parça ları , ama «Camus I l kelerinden ayrı l ı yor, ş i i re
kacıyo, diye d ü ş ü n m ü ştür. Peki, öyleyse. bu eğre
ti lemeler kita b ı n doğrudan doğruya açıklaması sa
yılamaz m ı ? Camus insanbiçimci f i ğ i reddetmiyor,
daha bir a ğ ı rl ı k vermek icin ondan i n cel i kle, ölcü l ü
l ü kle ya rarla nıyor.
Madem ki, Sartre'in da beli rttiği gibi, -Pasca l ' ı n
söı:üne uyara k- .ı:durumum uzun doğ u rduğu doğal
mutsuz l u k:ıı u bize sunmak söz kon usudur. öyleyse
her şey iyi d ü zenlenmişti r burada. yerli yerinded i r.
Bulantı
95
ten bir coşku yaratır: Kimse bir hastan ı n bakışıyle
bir bulaşıcı hastalığa yaka l a nacağı ndan korkmaz.
Koklama ondan daha kuşkulandırıcıdır: Yabancı b i r
şeyin v ü c u d a g i rişini gösterir. Görüş a l a n ı , üste l i k,
çeşitli kavrayış özel l i kleri n i bağrında taşır: Örneğ in,
bir biçim ı ş ı kla, fon l a , bakan özneyle değişen ren k
ten genel l i k l e daha g ü ven vericidir.
96
i ola
ğ i l d l , h içbir zaman saf, h i çbir zaman kendiler
rak kalm ıyorlardı.,
Gerçekte, ren kler dokunma d uyusunun verd i ğ i ne
benzer co şkular u ya n d ı rıyorlar Roquentin'de: Renk
ler b i r çağrı o n u n için, sonra bir geri çekil me, daha
sonra gene bir çağrı . . . Ad l a nd ı rı l maz izlen i m lerle
( i ntibalarla) birli kte gelen, hem uyuşmayı isteyen.
hem de ayrışmaya zorlayan 4- ka ra n l ı k, bir ilişki . . .
Bir cismin e l i n ayası na yaptığı etki neyse, b i r ren
g i n sözler üzeri ne yaptığı etki de odur: Ren k , her
şeyden önce, nesne n i n boşboğaz (ve ikili) kişi l i ğ i ni
ve b i r çeşit sıkılgan d i renişi, hem yakınma, hem mey
dan okuma, hem de inkôr biçiminde beliren b i r di
renmeyi açığa vuru r: « N esneler ( . . . ) dakun uyorlar
bana. daya n ı l ma z bir şey bu. Sanki ca n l ı birer hay
van imişler gibi nesnelerle i l i ş kiye g i rmekten kork u ·
yorum.� Renk değ işkendir, öyleyse c a n l ı d ı r. Son u n
d a Roquentin şuna ve rıyor: Kendisi gibi nesneler de
ca n l ı d ı r.
97
yara mıyacağı son u cu n u çı karıyor: -= Kutu b i r pa ralel
yüzlüdür,» demek, aslı nda. « kutu üstüne• h içbir şey
söylememektir. O n u n icin, Roquentin i nsanları 4ya
nı ltmak• üzere yeşil bir ince deriye b ü rü nerek �ya l
ta klanan� gerçek denizden söz açıyor bize. g ü neşin
«soğ u k• ı ş ı ğ ı n ı « katı b i r yargıyla, karşılaştırıyor, bir
pınarın «mutlu m ı rı l tısını:<> bel i rtiyor. Roquentin'e gö
re tramvayın kanepesi yüzen bir «ö.l ü eşek,tir, k ı r
mızı havl usunun �binl erce ayakcığı� vardır. Autodi
dacte ' ı n e l i « kocaman bir a k soluca n » d ı r vb . . . Her
nesne buna benzer b i r biçimde isteyerek sunuluyor.
Sunmanın e n yükl üsü d e kuşkusuz atkestan es l n i n
k ö k ü için ya pı l ıyor. Kök sırayla «kara tırnak•. c k ö
sele• . « kü f» , <ı:ölü yılan» , <ı:a kbaba pencesi• . « i r i h a y
v a n ayağ ı • . «fok b a l ı ğ ı deris,. i oluyor. en s o n u n d a da
«bulantı»ya dönü şüyor.
98
Nesnelerin derinlfğinde boğ u l a n insa n a rt ı k o n
ları görmüyor. O n l a r adına birtakım -insanctllaştt
fllmtş- dilek ve Izlenimleri d uymakla kal ıyor. « K ı
sacası. burada s ö z kousu o l a n , çakılta ş ı n ı gözla
mekten çok, o n u n y ü reğine g i rmek ve d ü nyayı o n u n
gözleriyle görmektir.'> Sartre, b u n l a r ı , şair Francis
Ponge'dan söz açarken yazıyor. Bulantt'n ı n kahra
manı Roquentin'e ş u n l a rı söyletiyor: «Atkestıcı nesln i n
köküydüm ben.» B u I k i konum birbiriyle i lgisiz de
ğ i ldir: Her iki d u rumda da soru n , « nesnelerle b i r
l ikte» düşünmekt i r, « n esneler üstüne'> düşünmek
değ i l . . .
Gerçekte Ponge tasvir etmek tasası cekmiyor. O
da iyice biliyor ki, geemiş uyga rlığım ızda bir sig a
ra nın ya da b u j i n i n ne old uğunu bul maya u ğ ra şa n
arkeologa yazd ığı ş i i rlerin gelecekte h içbir yararı
dokunmayacaktır. Ponge'un adı geçen nesnelerle I l
g i l i tümeeleri - b u nesnelerin g ü n l ü k kullanımda b i r
yeri yoksa- güzel. fakat a n laşıl maz ş i irler olmaktan
sıyrıla mayacaktır.
Şlirlerde, k ü ç ü k kuş kofesi n i n « kötü bir d u rumda
bulunmakta n şaşkına döndüğ ü n ü :�> , baharda ağaçla
rın «aldan makta n hoşlandı kları nıı> ve «yeş i l b i r kus
m u k b ı ra ktı kları n ı ı> , kelebeğin «tırtıldan uzun uta n
c ı n ı n öcü n ü aldığını» okuyoruz.
Acaba nesnelere gerçekten «katılmak» ve on
ları « kendi lerine özgü görüş acıla rıyla» temsil etmek
bu mudur? Doğ rusu, Ponge bu noktada ya n ı l m ıyor
Acıkca uyg u l a m a kta n geri d u rmadığı ruhsal ve zi
h i nsel bir insanbicimcilikle o, genel ve mutl a k b i r in
sa ncıl düzenin !< U ru l ması amacını g ü d üyor. Gelge
lelim, onun nesneler için, nesnelerle birlikte ve nes
nelerin yüreğinde gibi söz.l er etmesi -bu koş u l l a r
altı nda- nesnelerin gerçekl i ğ i n i v e saydam olmayan
donuk varl ı ğ ı n ı inkôr etmeye verıyor: Nesnelerle do
nanmış ş u evrende, eşya, insan icin d u rma ksızın
kendi imgesi n i yansıtan bir ayna ol uyor. B u d u rg u n .
b u evci lleşmiş nesneler insana ken d i öz bakışıyle
ba k ı yorlar.
99
Elbette, Ponge'daki bu düşünüş boşuno değ i l d i r.
lso n la o n u n doğal i k i i eşmeleri a rasındaki bu g i d iş -
geliş hareketi ken d i n i o n lamaya ve yeniden kurm o
y a istekli etk i n b i r bili ncin h o rtıketidir. i neel i k le i ş
l e n m i ş sayfa l a r boyunca en küçük cakıltaşı. en k ü
cük odun parçası dahi ona durmudan dersler verir,
gerçekleştirilecek gelişmeyi jğretir. onu a n latır ve
yarg ı l a r. Dünyanın algılan ması böylece yaşa m a n ı n .
bilgeliğin, mutl u.l u ğ u n v e öl ü m ü n ç ı ra k l ı k okulu o l u r.
Demek ki son unda bize önerilen g ü l ü mser ve be
l i rli bir uzlaşma d ı r burada. Böylece, yeniden insan
cılığın o l u m la n masına varıyoruz (ama neler pa h a
s ı na ! ) : D ü n y a i nsandır. Eğer olgun laşma n ı n tinsel
(manevi) görüş acısından uzakloşı rsak, nesnelere
katliişın h içbir yard ı m ı dokunmaz bize. Hele özgü rl ü
ğ ü bilgeliğe yeğ tutarsok, a rl\ada eskisi kadar ya
bancı dura n katı ve kuru nesneleri yeniden bulmak
ici n , Ponge'un sonatic yarattığı bütün bu aynaları
k ı rmak zorunda k a l ırız.
Tasvir
1 00
cıloştı rıcı, kavrayışı ise yalnızca bilime özgü soy
mak demektir.
Gerçi bunlard o n so n uncusu (bilim) ihmal edile
mez. Neden derseniz. çevresindeki dü nyadon ya
rarl a n ması için i nsanoğ l u n u n bulduğu en elverişli
aroc bilimdir de ondan. Ama bu ya ra rlanma , mad
desel. bir ya rarlo nmadır. Bilim, çı kario ne kadar i l
g isiz ol ursa olsun, e n i n d e so n unda yararlı tekni k
lerin kuruluşuyla doğrul a n ı r, gerceklik kaza n ı r. ( E
debiyat ise bambaşka amaclar güder.) Ancak b i l i m
nesnelerin içini ta n ı d ı ğ ı n ı i leri sürebi l i r. Po nge'un a n
lattığı çokı ltaş ı n ı n , ağacın y a d a salyangozun içi
el bette umursamaz bilimi, (ve Sartre bunu düşün
memiş görünse de) eğlenir b i l im le. Ona ba k ı l ı rsa,
bilim nesnelerin içindeki h i çbir şeyi göstermez bize,
ama insa n kendi ruhuyla oraya girebilir. Sıkıdan sı
kıya gözden geçirilmiş bu d ı ş görünüşler, Ponge'a i n
sa ncıl benzeştirmeler i l h a m eder. Bu yüzden Ponge,
bir e l i n i özensizce nesnelere dayıyarak insa nda n . hep
insandan söz açar. Onun icin. salyangozun topra ğ ı
«yememe»si y a d a k_l orofil işlevinde karbon gazı n
«sol u n ması» değil de «emilmesi» olduğu pek az
önem l id i r. Po nge'un gözü , doğa tari h i n i n a n ı l a rı ko
dar aynak ve boğsızdı. Burada tek ölçüt, b u i mge
ler düzeyinde bel i rtilen duygunun -a çı kcası, insan
cıl duygunun ve her şeyin doğası olan insancıl do
ğanın- gerçekliğid ir!
Buna karş ı l ı k maden b i l i m i , bitkibi l i m i ve hayvan
b i l i m i onları n iç y a da d ı ş dokuları n ı n , kuruluşları
n ı n , işleyişleri n i n ve doğuşların bilgisini izler. Fa kat
bu disipl i n ler kendi a l a n ları d ı şı nda h i çbir şeye ya
ramazlor, zekô mızın yalnızca soyut yo n ı n ı zeng i n
leştirmekle ka l ı rl a r. B u yüzden, çevremizdeki d ü n
y a bizi h i çbir yanıyla çekmeyen. a n lamsız. ruhsuz.
değersiz düz b i r yüzey hali ne gelir. Tıpk ı , Ihtiyacı
kalmad ı ğ ı icin çeki cini atan işçi gibi, biz de nesne
lerin karş1smda bir kez daha kendimizi bul uruz.
Öyleyse, sözü geçen yüzeyi tasvir etmek şu de
mektir: B u bağ ı m sızl ığı ve bu d ı şiaşmayı ortaya koy-
1 01
mak. Bundan ötü rü. mürekkep kutusuyla <�:birl i kte�
yerine, � ü stünde» demem belki daha uygun dü şecek.
Eğer kutunun bir pareelyüzlü olduğunu yazsayd ı m .
onu herhangi b i r özden sıyı rd ı g ı m ı öne s ü remezd i m ;
ayrıca, h ayal g ü cüyle kendine mal etmesi ve çeşit
li renklerle bezemesi için onu okura b ı ra k mayı da
düşünmezd l m ; tersine, buna engel ol mayı d i l erdim.
1 02
Bu perspektif içinde bakış ayrıcal ı kl ı ( l mtiyo z l ı )
bir duyum g i b i beliri r. Renklerden, ışıklardan, say
damlı klard o n çok çevreleyici çizgilere yönelen bakış
böyle gözükür. Görümsel (optique) tasvir, gerçekte.
ayrı l ı kları e n kolay yoldon tespit eden tasvirdlr: B o
kış, y a l ı n (so_lt) b a k ı ş olarak ko l ma k isteyince, nes
neleri yerl i yerinde b ı ra kı r.
Gelgelelim, bakış kendi teh l i kelerini de bağrında
saklar. B i rdenbire b i r ayrıntıya ta k ı l a n bakış, o n u
soyutlar. ayırır, öne sürmek ister, aykırı l ı ğ ı n ı ortaya
çıkarır, varl ı ğ ı n ı ona koptırıverir. Artık n e onu b ü s
bütün ka l d ı rmağ ı , ne de yerine koymağı başarır. . .
<rSoçmaı> n ı n gelişi uzak değ i l d i r. N i te k i m insan, her
şeyin sallonmoyo, k ı p ı rdomaya, erimeye koy u l d u ğ u
böyle b i r noktaya d a l ı p gider. Gözle «büyü len meı>
ve .,_ b u l o ntı:�> do o za man başlar.
B u n u n l a birli kte, b u teh l i keler pek büyük sayı l
maz. Sa rtre bakışın yı kayıcı gücünü ta n ı r. Bir do
ku nmayla sarsılan, kuşkulu b i r dokurıum izleriimiy
le şaşıra n Roq uentin, gözleri n i el ine kadar indiriyor:
�cak ı l dümd üz, bir yanı kuru, öbür yanı ıslak ve ça
nı u rl u. Kirlenmel<ten sokınarak, o n u parma klarının
ucuylo, kenarları ndan tutuyor.� Artık kendini eaş
turan şeyin ne olduğ u n u a n l a m ıyor. Hatta az sonra
odasına g i rerken, �ou ruverd i m , çünkü eli mde ilgimi
çoken soğ u k b i r nesnenin varl ı ğ ı n ı duydum. Avucu
m u açıp baktı m : Kapı n ı n tokmo ğ ı n ı tutuyord um .:. di
yor. Sonra, gözleri renkfare to kı lıyer ve b i r türlü k u r
tulam ıyor: « Ka ra kök silin miyordu, gözlerimda d u ra
kalm ıştı. sanki kocam a n bir pa rça bağazımda ta k ı l
mıştı. N e o n u yutabil lyor, ne de ota bil iyord u m . N e
red. ne de kabul edebil iyordum.& Daha önce de. o s
k ı l a r ı n �mor& ren g i ile b i ra bardağ ı n ı n c.bel l rsiz say
damlığı� için aynı şey o l m uştu.
Anlaşılan, kana rı n kıyının araçlarıyla etki lanme
miz gerekiyor. Ba kış. h e r şeye karşın, e n iyi silôhı
m ı z olara k kal ıyor, özel l i kle yalnızca çizg ilerle yetl n
d i ğ l , çizgilerle s ı n ı rlandığı zaman. Bakışın «öznel
lik$1ne geli nce, -bu öznel l i k d i renclnin, karşı koyu-
103
şunun başl ı ca k a n ıtıdır (del l l i d ir)-, değerinden ne
eksiltir onun? Hiç . . . Çünkü, görüşü me yön veren
böyle bir d ü nya söz konusudu r b u rada; ondan baş
ko bir dünya to m nı o m . Bokışımın görece özneliiği
dünyadaki durumumu bel i rlememe yard ı m eder. Ö y
leyken b e n bu d u ru m u b i r kölel i k h a l i n e getirmekten
koçı n ı rı m .
Traiediden Kacmmak
1 04
Gerçi kanıtım olmadığ ı n ı söyled im. Ama. yaşadı
ğım evrenin siste m l i olarak tra l l kleştirilmesinin ço k
l u k kararl ı b i r i radenin sonucu olduğunu kolayca gö
rüyorum. Bu d a , trajediyi doğal ve belirli b i r şeymiş
gibi göstermeye ça balayan her açıklamadan kuşku
lanmak için yetiyor. B i r yerde kuşku bel i rdi m i , ya
pabi leceğ i m tek iş, daha uzağa gitmek, arda n ayrı l
maktı r.
Bana diyecekler ki, bu kavga son derece trajik bir
hayaldir: Trajedi d ü ş ü ncesiyle çarpışmayı istemek,
yen i l meyi şi mdiden kabul etmek demektir, onun icin,
bu d u rumda nesneleri b i r sığınak g i bi görmeniz pek
doğald ı r . . . Bel ki öyle. Belki de değ i l ... Hele b u d u
rumda . . .
1 05
G ERÇEKCiLi KTEN
G ERCEKLiG E
1 06
d ı r. Klasi kler gerçe kl i ğ i n klasik, romanti kler roman
tik, gerçeküstücüler gerçeküstü olduğunu d ü ş ü n ü r
ler. Claudel'e g ö re gerçekliğin tanrısa l , Camus'ye gö
re saçma , güdümlü kişi lere göre ekonomik b i r n i te
liği vard ı r ve sosyal izme doğru gitmekted i r. Diyece
ğ i m , herkes dü nyayı kend inin gördüğü gibi gösterir.
ama hiçbiri aynı biçimde görmez.
1 07
şeylerle i l g i l i bilgi lerimiz (bili msel b i l g i ler, madde b i
l i mleri, insan b i l i m leri ) de buna paralel olara k büyük
değişmeler geçird i . B u yüzden, dü nyayla olan öznel
bağlarımız da büsbütü n değ işikliğ e u ğ ra d ı .
Gerçek l i kte görü len nesnel başka laşm a l a r ile fi
zik a la n ı n da k i bilgi lerimizde bel iren «gelişme»ler a h
lô k ı m ızda , felsefe v e doğa ötesi kavramları m ızda
yankılar uyandırdı, uyandırmo kta da devam ediyor.
Demek ki, roma n yalnızca gerçekliği yeniden ya
ratmakla kalsaydı , gerçekçiliğinin dayandığı temel
Ierin bu değişmelere parelel olara k geli şmemesi do
�al olmazdı. Bugünün gerçeğ ini a n l atmak için, XIX.
yüzyı l ı n romanı hiç de « iyi bir a raç» olamaz. Sovyet
eleştirisi -burjuva eleştirisinden daha büyük bir g ü
ven li kle- rom a n ı n h a l k a şimdiki d ü nyanın hasta l ı k
la rını ve bu hasta l ı kların i l ôçlarını blldirmesini, hat
ta (bize söylendiğine göre). gerekirse b i r çe kici ya
tla orağı geliştirme yol unda b i rta k ı m küçü k d ü zelt
meleri bel i rtmasi n i istiyor. Yeni Roma n ı . bundan
\ıza klaştığı için, kın ıyor. Ama bu «araç'> imgesiyle
vetinmek için, ki mse bir biçerdöveri ara ğ ı n gel işti
filmişi ve buğdayla i l g isiz bir hasatta k u l l a n ı l a n bir
makine saymaz.
Bundan daha a ğ ı rı do var: önce de belirtm e k fır
Gotını bulduğumuz g i b i , roman asla bir a ra ç d eğ i l
dir. Önceden bel i rlenmiş b i r işe yarasın diye düşü
o ü l memiştir. Roma n . kendinden önce ve kendi dı
�ında var olan şeyleri göstermeye, açıklamaya ya
ramaz. Anlatmaz o, a ra r. Ara d ı ğ ı ise kendisidir.
Doğuda olduğu gibi Batıda da a kademik eleştiri,
'gerçekçi l i k» sözcüğü n ü , yazar sahneye çıktığı sı
rada -sa n k i gercek l i k tümüyle kurulmuşmuş g i bi
rah at l ı k l a k u l l a n ı r. Böylece. yazara d ü şe n görevin,
ca ğ ı ndaki gerçek l i ğ i «aramak» ve -ıanl atmok» o l d u
ğunu sa n ı r.
Bu açıdon ba k ı l ı nca gerçe kçi l i k . roma n ı n gercek
üğe uymasından başka bi r şey istemez; yazardan
beklediği, gözlernde incel i k ve aniatışta -icte n l lğe
bağ l ı o l a ra k- a c ı k l ı ktır. Sosyo l ist gerçekçi l i ğ i n cin-
1 08
sel sapmalara ve eşierin i h a netlerine d uyd uğu a şı rı
tlksinti b i r yana b ı ra k ı l ı nca, yazara d ü şen, maddesel
hayatı n soru n l a rına ve yoksul s ı n ı fların geçlm sı k ı n
tıianna özel b i r i l g i göstererek ağır v e dokunaklı s a h
neleri apoçı k resmetmektir ( h e m d e okurları rahat
sız etmekten çekin meksizin!- Olacak iş m i? ) . Böy
lece, gerçekç i l i k açısı ndan, fabrika ve gecekondu
ayla k l ı k ve l ü ksten, tal ihsizl i k ise mutl u l u ktan daha
gerçekçi b i r kimlik kazanacaktır. Ancak bu yolla,
Emile Zola ' n ı n az çok soysuzlaştırılmış b i r form ü l ü
n e göre, dü nyaya yapmocıklı ktan k u rt u l m u ş b i r o n
l a m v e renk verilecektir. Oysa, dü nyada herkes ken
di öz gerçekliğini görü r, roman Işte bu gerçekliği ye
niden kura r; b u d u rum kavro n ı nca do bütün bunla
rın bir a n l a m ı kal maz a rtık. Çünkü, roma n ı n yozı l ı ş
sebebi tarih gibi bilgi vermek, ta n ı k l ı k etmek ve bi
l i m gibi öğretmek değ i ldir; gerçekliği yeniden k u r
maktır. N e a radığ ı n ı , ne söyleyeceğini h i ç bil mez, b i r
bul uştur (keşift i r) o, d ü nyanın v e insa n ı n buluşu.
durmadan yoklanon ve a ranon bir b u l u ş . . . Pol itika
cılar olsun, boşka ları olsun, kitaptan salt basmaka
lıp şeyler isteyen ve itirazdan korkan herkes, edebi
yattan çe kinir.
1 09
Bazen şu türden itirazlarla karş ı laşıyord u m : 4:Ha
yatta böy_le şeyler geçmez.», «Sizin Marienbad'ınız
daki g i bi otel ol maz.ıı> , «Kıska n ç bir koca Kiskançiik'
taki g i b i davranmaz, Ölümsüz Kadm daki Frensızın
'
110
cekmiyor. Şimdi o n u çeken. a nca k yazdı�ı (an lattı
ğ ı ) serüvenden sonra bulunan ve çokl u k yaniışı
meydana getiren küçük ayrıntılardır.
N itekim Kafka, g ü ncesi nde. bir gezinti s ı rasında
görd ü kleri n i a n l atırken. yalnızca önemsiz değ i l , hat
ta kendisine anlamsız görünen -ya n i doğruya, ger
çeğe benzemeyen- po rça lar üstünde duru r. Sözge
l lşi. soka k ortasında sebepsizce bıra k ı l m ı ş bir taş,
beceriksiz bir yol cunun tuhaf bir hareketi, yani be
l i rl i bir amac ya da görevi b u l u n madığı görülen şey
ler. Bütünden koparı l m ı ş, k u l l a n ı l ı şından ayrı l m ı ş
parçalar, h a reketten soyu)muş anlar. metinden ç ı
karı l m ı ş sözler, birbirine karışmış konuşmalar, ya ni
az çok yanlış görülen, doğal sa yılmayan her şey:
işte, roma ncının kulağına en doğru sesi bunlar u la ş
tırır.
Buna �sacma» deneb i l i r mi? El bette, hayır. Ç ü n k ü ,
ortak v e tüm ussal bir ö ğ e a y n ı açı k l ı kla, nedensiz
zoru n l u kla, g ü d ü süz varoluşla b i rdenbire kend i n i ka
bu! ettirir. O vardır, işte o kadar. Gelgelel i m , yazar
icin bir teh l i ke belirir b u rada: Saçma l ı k kuşkusunun
a rd ı ndan metafizik teh l i ke baş gösterir. Anlamsızl ı k,
sebepsizl ik ve boşl u k karşı konulmaz bir g ü çle d ü n
yan ı n v e doğa n ı n ötesindeki leri çekip çağ ı rı r.
Ka fka'n ı n başından geçen kötü serüvenler b u n u n
örneğidir. Tanımla maya çalıştığımız a n l a mda Kafka
gerçekçi bir yazard ı r: i m gesel görü n ü şüyle maddesel
bir dü nya yaratmıştır. B u yüzden. eserlerinin hay
ranları i .l e inceleyicileri, o n u anlamla -hem de «de
rin� anlam la- yüklü bul urlar. Halkın gözünde o, b u
dünyadaki şeyleri a n latır görünerek. bize. a s l ı n d a
dün ya ötesinin soru n l u va rlığ ı n ı göstermek isteyen
biri d i r. N ite kim. Kafka Şato adlı eserinde, yeri
(ya n l ı ş ı ) ölçmeye uğraşan inatçı kişisinin köylü ler
o rası nda çektiği sıkıntıları anlatır. ama romanı b u n
d a n çok, esrarlı b i r şatonun gelecekteki, uzakteki
hay atı n ı n haya l i y l e i lgi mizi çeker. Orada Joseph K.
adaleti arar. Yazar bize oranın türoları n ı , merdiven
lerlni. safaları n ı gösterirken bir tek amac gü der:
111
Ta n rı b i l i m sel «iyil i k� kavra m ı n ı beli rtmek . . .
B u bakımdan, Kafka ' n ı n h i kôyeleri birer a l egori d i r.
Onları açıklamak, hem de iyice özetlayerek ve içe
riğini iyice göstererek açıklamak gerekir. Ama bu
da, h i kôyenin entri kasını ol uşturan maddesel evre
n i n kökten y ı kı .l masına olanak hazırl a r. Asl ı nda ede
biyat sistemli bir biçimde ve oldum olası «başka şey
dem söz acar. Onda iki d ü nya va rd ı r: B i l i nen d ü nya
ve gercek d ü nya. B u n la rdan birincisi görülebilen
dü nyadır, i k i n cisi Ise önemli dü nyadı r. Roma ncının
görevi, a ra b u l u c u l u kt u r burada : Görünen -belki d e
tümüyle b o ş . a n lamsız olon- şeyleri tasvir ederek.
onların a rkası nda gizlenmiş cgerceklik1> i yansıtma k.
Öyleyken, etki altı n da ka) ı nmadon o k u n u rsa, Kof
ko'nın anlattığı şeyler insana m utlak bir gerçe k l i k
gibi görü n ü r. Zaten Kofka için gercek dü nya ro man
ları nda görünen dün yad ı r ve b u d ü nyan ı n gerisinde
bul unan şeyler (eğer va rs a ) . -nesnelerin , h a reket
leri n . sözlerin bel l i l iğ i karşısı nda- değersiz k a l ı r.
Üstümüzde ya rattı kları sanrı (hall ucination) etkisi.
onların s isli ya da dalgalı oluşundan değ i l , olağ a n
üstü açı k sec i k l iğ i nden, d u ru l uğundan i leri gel i r. Sö
zün kısası. h i ç b i r şey belirlili kten daha fantasti k de
ğ i l d i r. Ka fka' n ı n merdivenleri insanı başka yerlere
götürürler bel k i ; ama oradadırlar. görü l ü rler, tra b
zonları n ı n v e parmak l ı k l a rı n ı n ayrıntıl arı iz_l enerek.
basamak basa mak onl ardan çı k ı l ı r. Kafka'nın k ü l
rengi d uvarları b i r şeyler gizlerler bel k i , ama bellek
onların yer yer dökülmüş sıvaları ile çatlakları üs
tünde d u ru r. O kadar ki, a rd ı ndan gidi len k a h raman
bile gözden s i l i n i r. yalnızca hareketleri, yürüyüşl eri
kal ı r; tek gerçe k . tek duyulan şey bunlar olur. Eser
de i nsanın dü nyayla iliş kisi, simgesel (sembolik) ol
maktan uzak, dolaysız ve aracısızd ı r.
Siyasal, ruh sal, a h l ô ksal anla mJar ka dar derin do
ğa ötesi a n l a m l a r da vard ı r. Ama, bunlardan , ya l n ı z
ca bil inenleri a l ı p anlatmak. edebiyatın temel gere
kirliğine karşı çı kmaktır. Roma n ı n . yarı n ı n d ü nyası
na taşıyacağı şeylere geli nce, bu konuda yapılacak
112
en bilgece (aynı zamanda en dü rüstçe, en ustaca)
davranış, bugü nden bunun tososını çekmemektir.
Yirmi yıldon beri b i rta k ı m sözde çömezleri Kafka ' n ı n
yolunda yürüyorlar, ama eserlerinde onun evre n i n
d e n p e k a z kalı ntı var; çünkü usta l a rı n ı n doğaötesi
içeri ğ i n i tekrorlıyor, fakat gerçekçillğini u n utuyor
lar.
Derin a n l a m ı n ötede bul un ması g i b i , nesnelerin
bu dolaysız a n l a m ı d a -bu tasvir edilen, b u pa rca
c ı l , bu d u rmadan tartı şılan anlam da- kita b ı n h i
kôyes i n i n ötesinde y e r a l ı r ve geriye a n c a k o kal ı r.
Araşt ı rma ve yaratmo çabası ona yönelir. Artık on
dan kurtulmak söz konusu değ ildir. Ancak, a n latı l a n
h i kôyenin zorla üste cıkması y a da onu aşması (bo
canın dumanı yutmosı g i b i doğaötesi d e boş l u ğ u
sever) hal inde böyle b i r ş e y düşünülebilir. Neden
derseniz, dolaysız a n l a m ı n ötesinde saçma l ı k b u l u
n u r da o n d a n . Saçma l ı k i s e hem kuramsal (nazari )
a c ı d a n a n la msızl ı k demekt i r, hem d e , çok b i l i ne n
b i r doğaötesi geri dönüşle, hemen yeni b i r a ş k ı n l ı
ğa (anlam ötesi ne) y o l acar. Böylece, a n l a m ı n s o n
s u z olara k parca l a n ması y e n i b i r bütü n l ü k ol uşturur,
daha teh l i keli, daha boş bir bütünl ük. B u n u n ötesi n
de, sözcü klerin k u ru g ü rültüsünden başka b i r şey
bulu nmaz.
Fakat yukard a değ indiğimiz gibi, d i l i n değişik o n
l a m düzeyleri o rasında sayısız titreş imler, etkileşme
ler b u l u n u r. Onun icin, yeni gerçekçiliğin bu k u ra m
s o l karşıtl ı k lardon bazılarını ortadon koldıro ca ğ ı n ı
son ıyoruz. N iteki m , g ü n ü m üzün yoşoyışı, g ü n ü m ü
zün b i l i m i geemiş yüzyı l l a rı n meydana getirdiği b i r
çok karşıtl ığı aşıyor, geride bırak ıyor. Bu durumda,
her sanat gibi rom a n ı n d o d ü şünce sistemlerini lz
le meme sini, tersine, onların önü nden g i ttiğini öne
sürmesi n l olağan korşıl oma lıyız . Ayrıca, ş u kar�ıt
terimleri koynoştırmoyo g l rişmesini de olağan g ö r
m elly iz: Öz-biçim, özne l l i k- n esnell i k , a n lam-sacmo
l ı k , v apım- yıkım, geçm iş-şimdi, Imge -gerçeklik v b. . .
E n sağc ıdon en solcuyo kadar herkes. b u yeni
Y en; Ro m
an - F: 8 1 13
sanatın a h l a ka ve i nsanlığa aykırı, yoz ve kara bir
sanat olduğ u n u tekrarlıyor. Oysa, bu yarg ı n ı n a n ış
tırdığ ı (te l m i h ettiği) esen l i k öl ü m ü n esen liğidir. Ç ü n
k ü b i r ş e y ancak geçmişin verileriyle olan i l işkisine
göre geridir, yozd u r. Sözgelişi betonarme taşa göre,
sosyalizm monarşiye göre, Proust Balzac'a göre i le
ridir. Bunun g i b i , insa n icin yen i b i r hayat k u rmayı
isternek d e I n sa n l ığ a aykırı değ i l d i r. B u hayat. ancak
kendisini aydınlatan yen i g ü ze l l i kleri görmeye ça l ış
maz d a hep eski renkleri özleyerek ağlayıp d urursa,
kara görü n ü r. G ü n ümüzün sanatının o k u ra ve sey i r ·
ciye gösterd i ğ i şey, b u g ü n ü n dü nyasında yaşama ve
yarı n ı n d ü nyasını d u rmadan yaratmaya kaLı lma yo
l udur. Bunu başarmak Icin, Yeni Roman, okurl a rdan
edebiyatın gücüne yine inanmalarını ve yazarlardan
d a yaptıkları işten s ı k ı l mamalorını istiyor.
O l d u kca yayg ı n bir inanca göre, -bu inanç ba
şından beri yazı_l a n eleştirilerde ortaya konmakta
d ı r-, cYeni Romanı> geçici bir «modaı>dı r. Oysa , üs
tünde b i razcık düşünülse, b u inancın tuhafl ı ğ ı he
men anlaşı l ı r. Ç ü n k ü o, ş u ya da b u medayı benim
semeye kal ksayd ı , gitgide, yenilerini doğurmak üze
re d u rmadan birb i ri n i yıkmak isteyen moda h a reket
Ierinden b i ri h a l i n e gel ird i . ( N itekim, gerekli mi, de
ğil m i hiç d ü şü n meden a kı ntıya kapılan, hatta işle
vini a nlamadan ve zorun l u özeni göstermeden mo
dern biçimleri uyg ulamaya, kopya etmeye g i rişenle
re sık sık rastlıyoruz.) Gelgelel i m , Yeni Rom a n ' ı n
özel l i kle söyledi ğ i de b u d u r işte: Roman biçimleri ge
lip geçici d i r.
Aslında, modaların geciciliği, başka l d ı ra n l a rın u s
I a n ması, sağ l a m geleneğe d ö n ü ş gibi konular üstü
ne yapılan b u çeşit konuşmalarda şu köhne. ş u bili
nen, ş u u m utsuz düşü nce.Ieri Ispatlama ca basından
başka b i r şey görülmez: « H içbir şey değişmez:ı>,
« G üneş a l tı n da yen i h i çbir şey yokturı> . Gerçekte ise
« Herşey durmadan değişir ve her za man bir ye n i l i k
vard ı r.» B u n a karşı l ı k , a kademik eleştiri y e n i tek
n i klerin «öl ü msüz;r, romonca özü nıleneceğine. yutu-
114
lacağına ve giderek Balzac'çı l kişileri n , zamancıl
entri k a n ı n , i l erleyen lnsancı lığın ayrıntılarını gel iştir
meye yarıyacağ ı n a bizi i nandırmak ister.
Belki de o g ü n gerçekten gelebi.lir, hem de kısa
bir zamanda. Fakat Yeni Roman <bir şeye ya rama�
ya, örneğin ruhbilimsel cözümlemeye, kata l i k roma
na ya d o sosya l ist gerçekçifiğe h izmet etmeye baş
ladığı o n . keşifeller Için bu, edebiyatın dışında neye
yarıyacağı henüz b i l i nmeyen bir yeni Yeni Roman ' ı n
doğ u ş işareti soyı lacaktır.
115
İÇİNDEKİLER
ALAIN ROBBE-GRILLET
VE YENİ ROMAN
Asım Beziret :
Alaln Robbe-GrUlet'nin Hayatı 9
Maurice Nadeau :
Yenı Roman Ve Alain Robbe-Grillet ll
E. Lop A Sauvage :
�
YENİ ROMAN
Alain Robbe-Grillet :
Kuramlar Neye Yarar? 27
Geleceğin Romanına Giden Yol 34
Yeni Roman, Yeni İnsan 43
Gününü Doldurmuş Birkaç Kavram 51
Bugünün Anlatısında Zaman ve Tasvir 71
Doğa, insancıllık v e Trajedi 82
Gerçekçilikten Gerçekliğe 106
Alain Rabbe-Grillet «Yeni Roman• akımının önd�
gelen Fransız yozorlorındandır. Çevirisini
sundugumuz Y E N i ROMAN, anun bu konudaki
deneme yazılarını kapsamalttadır Ayrıca, kitabın
boşında A . R. Grlllet ve eserleri lle adı geçen okımo
lllşkin Asım Bezfrci, Maurice Nadeou. Edauord Lap
ve Andre Sauvoge'ın 'koynakca, tanıtmo ve
eleştirme yazıları yer almaktadır.
ONEMLi NOT ·
Bu kitap basılı fıyatmın ılıerinde sarılamaz.
80 Lira