You are on page 1of 14

Bir Karşı Eleştiri: Troçkizm Üzerine

Haziran ayında sol yayınlar arasına "teorik" ağırlıklı bir dergi daha katıldı. Sınıf Bilinci'nin ilk sayı
sında bir çalışma "GELENEK'in Marksizmi: Stalinist Bir Sürekli Devrim Teorisi" başlığını, ve Sun
gur Savran'ın imzasını taşıyor. Gelenek'de daha önce Hikmet Seçkinoğlu, Savran'ın bir
konuşmasında "Gelenek'in Troçkist olmamasını çelişki saymasına" değinmiş, sözkonusu
sataşmayı reddettikten sonra da, Troçkistlerin çelişki bulmakta oldukça yeteneksiz kaldıklarını
belirtmişti 1 Ben de buradan devam etmek istiyorum.

Çelişki Bulmak

Savran'ın yeni yazısı, ana çıkar sayması ve sergilediği aynı yeteneksizlik açışından aslında yenilik
taşımıyor. Söylenen, sonuç olarak, Gelenek'in ya sosyalist devrimciliği bırakıp "soy Stalinist" ya
da sosyalist sisteme yakınlığını terkedip Troçkist olması gerektiği... Savran'ın bu davetini
reddetmek durumundayım. Sadece reddetmekle yetinmek de istemiyorum. Bundan böyle bir
Troçkistin ya da başkasının davetler ve tavsiyelerde bulunmadan önce biraz daha
düşünebilmesi için kendilerine yeni ve net malzemeler de sunmak istiyorum.

Düşünmeyi öğrenmeleri mümkün; ama, gerçekten, "çelişki" bulma sorunlarını çözmek için
elimden ne gelebileceğini kestiremiyorum. Savran'ı ciddi bir akademisyen bir iktisatçı olarak
tanıyorum. Çalışmalarının Türkçe ya da yabancı dilde izleyebildiklerimden kişisel olarak
yararlandığımı söylemekte de beis görmüyorum. Ama Gelenek'te keşfettiği son çelişki
karşısında duyduğu neşeyi bu ciddiyetle asla bağdaştıramıyorum. Sözünü edeceğim nokta
Gelenek yazarları arasındaki bir "çelişki"...

Savran, dizinin 15. kitabındaki Seçkinoğlu'nun çalışması ile diğer yazarları karşı karşıya getirmeyi
deniyor. Sorunu kısaca hatırlatmak gerekebilir: Seçkinoğlu, Lenin'in 1917 öncesi demokratik
diktatörlük tezlerinin bugün anladığımız içeriğiyle bir "aşama" olmadığını, Lenin'in formülünün
rejim ya da düzen adlandırması değil bir "savaş organı"nı tanımladığını öne sürüyordu2 Savran,
Giritli ve Uygur'dan yaptığı alıntılarla, bu iki yazarın ise Lenin'in 17 öncesi aşamacı olduğunu ve
Nisan Tezleri'nin bir dönüşümü ifade ettiğini savunduklarını gösteriyor.

Birinci olarak Seçkinoğlu'nun Lenin yorumu ile Gelenek'in diğer yazarları arasında bir uçurum
olmadığını söyleyeceğim. Savran'ı tatmin eden tek yöntem, alıntıların çarpıştırılması olduğu için,
şu pasajlara gözatmayı öneriyorum: "Dar bir açıdan bakıldığında Bolşeviklerin Menşevikler ve
legal Marksistlerle bir benzerlikleri düşünülebilir: Her üç akımın öncelik verdiği 'iş' demokratik
devrimin misyonlarıydı. Ancak Bolşevizmin iki ayırdedici özelliği var: "İktidar ve Örgüt" 3 Bu
değerlendirme Seçkinoğlu'nun tartışılan yazısıyla aynı kitapda yer almıştı. Az aşağısında şu ifade
var: "Lenin'in 'proletarya ile köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü' formülü bir açıdan
daha ilginç. Adı itibariyle aşamacılığı çağrıştıran bir ifade, asıl Menşevik aşamacılıktan çok uzak,

1 / 14
neredeyse bir sosyalist devrim görüşüyle özdeş olabiliyor. Lenin'in 'demokratik diktatörlüğü',
proleter devrim içeriğiyle burjuvaziden bir kopuşu, burjuvaziye devrimcilik atfetmeyi reddi,
Menşevizm ve legal Marksizmle araya bir sınır çizmeyi anlatıyor, anlatabiliyor4

Bir başka yazıdan, Savran'ın yaptığı alıntının hemen devamını aktarıyorum: "Sosyalist Devrim
programına yolu açacak olan teorinin Nisan 1917'de olgunlaştığı söylenebilir. Ama daha
1900'ün başlarında solun iki ana kesimi, Menşevikler ve Bolşeviklerin yolları birinin demokratik
devrimde sol muhalif kanat (olmayı), diğerinin iktidarı hedef seçmeleri ile ayrılmıştı bile."5

Yine Savran'ın "çarpıştırdığı" alıntılardan bir diğerinin hemen öncesi: "İki Taktik iktidara yakınlığın
sola, uzaklığın ise sağa çekici güçler barındırdığını sergiledi. Aşamalı devrim, daha ilerki
versiyonlarından çok farklı olarak, önderlik sorununu gözardı etmemesine, iktidar perspektifine
sahip çıkmasına rağmen sonradan sağa itici formülasyonlara kavuşturdu". 6

Diğer okuyucularımızı sıkmak pahasına, Savran ve Savran'ın yazısına hak verenlerce anlaşılmak
için devam ediyorum: "Aralarında uzun bir zaman da olsa Nisan Tezleri, daha önceki bir
çalışmanın, Ne Yapmalı'nın doğrudan ve doğal uzantısıdır. Lenin Ne Yapmalı’da sınıf bilinç
ilişkilerine getirdiği açıklığı, 1917 Nisan Tezleri ile devrim iktidar sorunlarına taşımıştır." 7
Çulhaoğlu'nun bu değerlendirmesiyle paralel görüşleri Gelenek'in Seçkinoğlu ile çeliştiği
söylenen diğer yazarlarında bulmak zor değil. Sungur Savran'ın en azından başlığı nedeniyle
"Trotskiy, Troçkizm ve Eşitsiz Gelişme" yazısını okuduğundan kuşku duymuyorum. Bu yazıda
Lenin için Nisan'ın "kopuş" olmadığı söyleniyor. Tam da Troçkist yorumun, değişimi ve Nisan'ın
yeniliklerini abartmasının nedenlerine değiniliyor 8

Seçkinoğlu, demokratik diktatörlük formülünün öne sürülmesinin, sosyal-demokratların "iktidarı


alabilecek durumda" olmadıkları bir döneme denk düştüğünü söylüyordu 9 Yukarıda geçen
"iktidara uzaklık" değerlendirmesi ise Giritli ve Uygur'un ortak yazılarında yeralıyordu...

Özetliyorum: Gelenek'in hiçbir yazarı 1905'in Lenin'i hakkında "MDD'ci" ya da "SD'ci" demek
basitliğine düşmedi. 1917 öncesi Lenin'in konumunu "aşamacı" olarak nitelendirirken, ben,
Lenin'in demokratik devrim tezine verdiği içeriğin aslında "sosyalist ve aşamasız" bir tanıma
uyduğunu da yazdım 10 Lenin'in demokratik diktatörlüğüne anti-kapitalist görevler yüklediğini
de 11 Lenin'in şu görüşlerinin başka türlü hakkıyla yorumlanabileceğini sanmıyorum: "Burjuvazi
tutarsızdır ve durmaksızın bizi devrimin kazanımlarından yoksun bırakmaya çalışacaktır. İşçi
yoldaşlar, işte bundan ötürü kavga için daha etkin hazırlıklar yapın! Silahlanın, köylülüğü
yanınıza kazanın. Devrimin kazanımlarını burjuvaziye bir savaşım vermeksizin teslim
etmeyeceğiz12 Seçkinoğlu ise 1905 formülünün aşama sayılamayacağını yazarken hiç de Nisan
Tezleri'nin getirdiği değişimi yoksaymaya kalkışmadı.

Tüm bunlardan sonra ben ortada öyle "keskin" (Savran'ın deyimi) çelişme görmüyorum. Hele
"aşamacıların Lenin'in 1917 öncesi eylem ve teorisine referansla güç" kazanacaklarına13 hiç
inanmıyorum. Aşamacılar Lenin'i kullanmaya çalışıyorlar, bu doğru; Gelenek'te neredeyse iki
yıldır bununla hesaplaşıyoruz. Troçkizm de kullanmayı deniyor. Onunla da hesaplaşmayı
2 / 14
sürdüreceğiz...

Bu konuyu ele alırken iki noktaya değineceğimi söylemiştim. İkinciye geliyorum. Seçkinoğlu,
Giritli, Uygur ve diğer Gelenek yazarları arasında hiç mi farklılık yok? Kendi payıma, ben böyle bir
iddia taşımıyorum. Tartıştığımız konuda da, örneğin Seçkinoğlu'nun "Lenin hiçbir zaman
aşamacı perspektifte olmamıştır" değerlendirmesiyle tam tamına örtüşmeyen tezleri önceki
yazımda bulmak mümkün... Ama, çok-seslilik açık artırmasında ihaleyi kimseye kaptırmamaya
çalışan Troçkistlerin, başkalarında yorumlar ve çelişkiler bulma merakını gülünç buluyorum.
Troçkizmin tarihinde aynı örgütün içinden, örnek olsun, Afganistan'daki Sovyet askerlerinin
varlıklarının son bulmasını ve sürmesini savunanların çıkabildiği biliniyor 14 Bunlar, hiçbir şey
olmamış gibi örgüt içi özgürlük ve çoksesliliğin tadını çıkartırlar. Savran, "onlar beni
ilgilendirmez" derse, lütfen yazarı olduğu Sınıf Bilinci'nin sayfalarını bir de bu gözle karıştırsın:
Metin Kalkan'ın Yeni Çözüm'ü eleştiren yazısında SBKP'deki "sapmanın" sınıf köken lerinden15
söz etmesi bir kalem sürçmesi mi, yoksa Kalkan Troçkist yelpazesinin "Sovyetler Birliği'ndeki
bürokrasiyi sınıf sayan" kanadında mı yer alıyor? Haydi bu sorunun muhtemel yanıtları mevcut,
diyelim; ya koskoca Trotskiy'in şu sözlerine ne demeli: "Hollandalı Gorter ve Pannekoek, Alman
Spartakistler ve İtalyan Bradiacılar bolşevizmden bağımsızlıklarını, yalnızca onun özelliklerinden
birini yapay bir biçimde abartıp, diğerlerinin karşısına çıkartarak göstermişlerdir. Bu 'solcu'
eğilimlerden geriye; ne pratikte ne de teoride hiçbir şey kalmadı..."16 Trotskiy'in, her "devrimci
Marksist" dergi gibi Sınıf Bilinci’nin de sürekli yazarı olacağı su götürmez. Bir diğer sürekli yazar
R. Tura, sanırım, Trotskiy ile bazı konularda anlaşamayacak. R. Tura Marksizmin gelişiminde bir
dönüm noktası olarak sunduğu "evrimci objektivist pozitivist anlayışın aşılmasında" Rosa
Luxemburg'a büyük değer biçiyor.17 Yoksa Tura'nın bilim felsefesi alanına sıkıştırmak için
zorlayıp durduğu ve Luxemburg'la başlattığı dönüşüm ile Trotskiy'in bolşevikleşme vurgusu
dolayısıyla aynı Rosa'yı karşı safa yerleştirmesi arasında bir çelişki yok da, ben mi yanlış
anlıyorum?

Bu bölümü kapatıyorum. Ama bitirmeden şu "tutarsızlıklar" öyküsünün nasıl yazılması


gerektiğini söyleyeyim. Tutarlı siyasal mesajlar vermeyi hedefleyen bir yayın organının
homojenliğinin test edileceği alan ayrıntı tarih yorumları değildir; bu yorumlardan çıkarsanan
siyasal sonuçlar, güncel politik önermelerdir. Kendi payıma Gelenek'te yalnızca sözettiğimiz
"Lenin" farklılığını değil, örneğin sosyal demokrasi konusundaki yazıları da zenginleştirici
tartışmalar olarak görüyorum. Zenginleşme tartışmaların derinleşerek çözüme kavuşması, ya
da yeni ve daha gelişkin boyutlarda sürmesi anlamına gelir... Troçkistler de kendi dergilerinde
kendilerince zengin tartışmalar yapabilirler, ciddi çelişmelere de düşebilirler. Buna itirazım yok.
Ama homojenlik konusunda lütfen başkalarına ders vermesinler...

Trotskiy'den Troçkistlere Bir Kötü Miras: Narsisizm

Sungur Savran'ın yazısı, herhalde tahrik edici olacağı düşünülerek yazılan, ama yalnızca acı acı
gülümseten bir cümleyle başlıyor: "Türkiye solunun belirli çevrelerini son dönemde ciddi
biçimde uğraştıran bir akım var: Devrimci Marksizm"18 Bu kadar değil; Savran daha birinci
sayfada "sol Stalinistlerin", "sabık Maocuların", "merkezicilerin", "küçük burjuva solcularının
kısaca kendine solcu devrimci diyen istisnasız herkesin, kendileriyle ya da "gelenekleri" ile
uğraştığını anlatıyor. Bu saptamanın kanıtları olarak örneğin Gelenek’ten, devrimci
3 / 14
demokratlardaki arayışın yeni solcu ve Troçkist sızıntılara kapıyı araladığı görüşüne
göndermeler yapıyor. Bununla da yetinmiyor ve Gelenek'te Troçkizme kaç kez değinildiğinin de
hesabını çıkartıyor. En sonunda "kısaca" Gelenek'in Troçkizm tarafından büyülenmişe
benzediğini söylüyor.

İlk akla genel şunlar: Herhangi bir hareketin sıradan bir sempatizanı, dünyaya kendi öznel
sempatisini merkez alarak bakabilir, dahası hareketini dünyanın merkezi sayabilir. Ama Sungur
Savran sıradan bir sempatizan olmanın hem yaşını hem de çapını çoktan gerilerde bırakmış
olmalı. Peki bu çocuksu öznelliğin kaynağı ne olabilir? Bu soruyu sorduktan sonra Savran
çapında bir araştırmacının bir yazısını anlamak için, pedagojik yaklaşımlara yönelme zorunda
kalmaktan üzüntü duydum; ve ilk sorunun yanıtını başka bir alanda aramaya karar verdim.
Bulmak zor olmadı.

Savran Gelenek'te öne sürülen çağdaş Troçkizmin Trotskiy'i bağlayamayacağı görüşüne karşı
çıkıyor. Arada ciddi ilişkiler olduğunu daha önceki bir yazıda işlemeye çalışmıştım. O yazıda
çağdaş Troçkizmin Trotskiy'den devraldıklarından sözederken bıraktığım bir eksiği şimdi
tamamlamak istiyorum.

Trotskiy'e göre dünya gerçekten kendi etrafında dönüyordu. Bunun rahatlığıyla örgütü ciddiye
almadı bunun temelsiz özgüveniyle karşıt akımlar arasında çöpçatanlığa soyundu, aynı
rehavetle politikada zamanlamanın önemli yerini teorinin saflığıyla doldurmaya yöneldi...
Trotskiy çaplı bir Marksist, güçlü bir teorisyendi. Çaplı Marksist ve güçlü teorisyenlerin bir
ölçüde kendilerine "hayran" olmaları mazur görülebilir. Trotskiy saydığım büyük yanılgılarının
yanısıra yakaladığı sağlam doğrulara da aynı psikolojiyi yaşayarak ulaştı. Mazur görülebilirler:
Yalnızdırlar, motivasyonlarının bir bölümünü narsisizmden alabilirler. Ama bu öznelliğin
geleneği, mirası olmaz.

Çağdaş Troçkizm, Trotskiy'in bir yanı güdük kalmış, ters yöne uzamış bir karikatürüdür.
Motivasyonlarını artık kısmen değil, büyük çapta kendi sektlerinin öznelliğinden devşiriyorlar.
Eğer yaşa dıkları ülke müzmin muhalifliğe örgüt düşmanlığına aydın klüp çülüğüne uvriyerizme
pek bir zemin sunmuyorsa öznel beslenme kanal ları kurumuyor tersine birkaç kat daha
artıyor. Bu patolojik bir dur um sayılmalıdır. Sungur Savran'ın "benmerkezciliği" kendi siyasal de
neyimsizlik ya da öngörüsüzlüğünü değil bu sekt kısır döngüsünü yansıtıyor.

Aynı yöntemi Sınıf Bilinci'nin diğer yazılarında da gözlemek mümkün. Derginin içeriği anlatılacak:
"Öte yandan devrimci Marksizme yönelik saldırılar da yoğunlaşmış durumda"19 Derginin
çıkarılma gerekçelerinden söz edilecek: "Bugün cezaevlerinden yurtdışına kadar, çok çeşitli
çizgilerden gelen kadrolar, reformist, bürokratik ve/veya ikameci sosyalizmin Türkiye'de ve
dünyada yaşadığı bunalım karşısında devrimci Marksizmin gerçek bir seçenek olduğunu seziyor
ve hatta kavrıyor"20 Yeni Çözüm dergisi mi değerlendirilecek, temel özelliği anti-Troçkist olmak...
Başka kaynaklara da bakılabilir. Örneğin sekiz buçuk yıl öncesine dönebiliriz: Ne Yapmalı'nın
yayımına öngelen günlerde sosyalist hareketin oldukça özgün iki farklı kesiminde devrimci
Marksist yaklaşımlara bir ilgi ve giderek kısmen belli tahlil ve pozisyonlarda kabuller sözkonusu
oldu"21 Yine aynı dergi 4. sayısının yansını bu "Stalinizm ile Troçkizm arasında bocalayan"
4 / 14
hareketlere "yüklenmeye" ayırıyor. Hatırlıyorum, bir zamanlar Kurtuluş Sosyalist Dergi
çevresinden birilerinin Daniel Guerin'in Faşizm ve Büyük Sermaye kitabını eğitim çalışması
programına dahil etmeleri bile kimi Troçkistler için "çok önemli" bir veri sayılabiliyordu. Oysa
Guerin'in kendisi bile yaşamının büyük bir bölümünde Troçkistlik iddiasında bulunmamıştı...
Gelişigüzel hatırladıklarım bunlar. Anlaşılan Türkiye solunun üzerinde bir Troçkizm heyulası
dolaşıyor. Gerçek olan "hayalet" mi yoksa Troçkistlere özgü bir narsisizm mi, kararı okuyucuya
bırakıyorum.

Her ne olursa olsun, Sungur Savran'ın, Gelenek'i, kendilerinden sözedilip edilmediğini anlamak
temel kaygusuyla okuduğu anlaşılıyor. Savran'a kalsa, Trotskiy'den alıntı yapmak da Troçkistlerin
imtiyazı olmalı. Peki, başkalarına gelince böyle de, kendileri için de aynı bakış geçerli mi? Elbette
hayır. Kendileri için, artık "kitap ve tez imtiyaz yasası" kalkıyor, yerini dizginlerinden boşanmış bir
"genişlik" alıyor. Sınıf Bilinci Daniel Guerin'i Ian Birchall'dan bir çeviriyle anıyor. Birchall'la birlikte
Türkiye'li Troçkistler de, anarşizmi sosyalizme içsel sayan bir "liberter komünisti", "kendi
geleneklerine ait sayarak, bir yoldaş olarak" anıyorlar 22 Mutlaka anmak isteniyorsa -itirazım
Guerin'in ya da bir başkasının anılmasına değil- anılacak kişiyi, kendi geleneğine dahil etmek mi
gerekiyor? Ama dahil edilmesiyle birlikte, o gelenek hakkında kimi soru işaretlerinin doğması da
normal karşılanmalıdır. Böylesi bir gelenek, en başta ya "Marksist" olmayı önemli saymıyor
demektir, ya da "liberter komünistler" de Marksist sayılıyordur. Her iki olasılığı da çok tehlikeli
buluyorum. Böylesi bir gelenek gelenekten, ziyade kapısında "reel sosyalizme küfretmeyen
giremez" levhası asılı bir kulubü andırır. Kendi payıma, benim mezhebim bu denli geniş değil;
ama Trotskiy'den de, başka geleneksel sol dışı kaynaklardan da yararlanma hakkımdan
vazgeçecek değilim; bu hakkımı kullanırken de herhangi bir kompleks duymadığıma Savran'ın
inanmasını dilerim.

Şimdi biraz geriye dönmek ve "Troçkist büyüsü"ne ve kaç kez Troçkizmi eleştirdiğimizin
hesabına değinmek istiyorum. Savran Gelenek'te yaklaşık bir buçuk yılda en az 10 yazının
tümünde ya da bir bölümünde Troçkizm eleştirisi saptamış. Benim için hesaplamak daha kolay
oldu. Sınıf Bilinci'nin tek bir sayısında, yanılmıyorsam Filistin devrimi konulu çalışma dışındaki
bütün yazılarda Stalin ile hesa plaşılıyor... Gelenek’e atfedilen eleştiri rekortmenliğini, Sınıf Bilinci
Stalin'le kıracağa benziyor, üstelik 10 yazılık derecemizi geçmeleri için öyle uzun zamana da
ihtiyaç yok, ikinci sayının yayınlanması yeterli olacak.

Bu arada, şaka bir yana, Gelenek yazarlarının bütün işlerinin Trotskiy ile uğraşmak olduğu
suçlamasını reddediyorum. Gelenek'deki konu ağırlıklarını doğru saptamak için kişinin direkt
olarak kendi üzerine alınmadığı konuları da dikkate alabilecek kadar nesnel olması yeterli.
Savran bu nesnellik derecesinden uzak görünüyor.

Yoksa Gelenek yazarlarının Sınıf Bilinci sayfalarında kaç kez eleştirildiklerini ya da referans
gösterildiklerini hesaplayıp, kimin kimi büyülediği kavgasına girmeleri mi isteniyor? Kimse
alınmasın, bu düzeysizlikte tartışmaya yanaşmayız!...

Sürekli mi Sosyalist mi?

5 / 14
Yazının bu bölümünde Savran'ın teorik eleştirilerini, artık öznel kaynaklarını bir tarafa koyarak
tartışmak istiyorum. Elbette, bu, Savran'ın eleştirisinde birbirinden ayrılabilir öznel ve teorik
departmanlar bulunduğu anlamına gelmiyor; yazıda tartışılabilir teorik tez bulmak için bu
ayrıştırmayı ben yapmak durumundayım. Yoksa, örneğin Gelenek'te savunulan sosyalist devrim
görüşünün Trotskiy'in sürekli devrimiyle özdeş olduğu önermesi yukarıda değindiğim narsisit
perspektiften ayrı düşünülemez; daha doğrusu, böyle bir tez yalnızca ileri derecede sekt
narsisizmi ile sakatlanmış bir bakışın ürünü olabilir... Ayırıyorum ve bu noktadan sürdürüyorum.

1)Demokratik Görevler

"Demokratik aşama ve görevleri görmezlikten gelmeyen, ama eşitsiz ve bileşik gelişme


sonucunda, iki aşamanın birleşeceğini ileri süren sürekli devrim teorisi (Demokratik görevlerin
belirleyici ağırlığı, bu teorinin geri kapitalist ülkelerde geçerli olduğunu gösterir. Gelişmiş
kapitalist ülkelerde ise doğrudan doğruya sosyalist devrim sözkonusudur. Bu iki kavramın
farklılığı, Gelenek'in 'sosyalist devrim' demekle birlikte aslında Türkiye ve benzeri ülkeler için
sürekli devrimi savunduğunu ortaya koyar.)"23

Birincisi, Gelenek'te. Türkiye için demokratik görevlerin ağırlıklı olduğu bir model hiç çizilmedi.
Savran bu noktada yanılıyor. Eğer Türkiye'de bir sosyalist iktidarın hangi sorunlarla yüzyüze
kalacağı soruluyorsa, gündeme girecek demokratik görevlerin "geçerken çözüleceğini"
düşündüğümü açıklıkla tekrar etmek isterim. Yusuf Barman'ın Sınıf Bilinci'ndeki yazısında
Türkiye'nin gündeminde burjuva demokratik karakterli toprak ve ulusal bağımsızlık sorunlarının
bulunmadığı ve demokrasi sorununun doğrudan sosyalizme bağlandığı görüşlerine katılıyorum
24
Sosyalizme organik olarak bağlı ve yalnızca işçi sınıfının iktidarında çözüme kavuşması
olanaklı sorunlar, bir devrimi "demokratik görevler"in ağırlığı altına sokmaz25

Daha önemlisi, Gelenek, sosyalist devrim görüşünü, yanızca Türkiye'nin gündemindeki


sorunlara anti-kapitalist çözümler gerektiği için ya da sorunları çözme perspektifine yalnızca işçi
sınıfı sahip olabileceği için, savunmuyor. Gelenek, sosyalist bir hareket için iktidar perspektifine
sahip olmayı "olmazsa olmaz" saydığı için; işçi sınıfını ve öncüsü sosyalistleri iktidara getiren bir
devrimin salt bu niteliğiyle sosyalist devrim olarak tanımlanabileceğine inandığı için de bu
görüşü savunuyor.

Böyle bir savunu ise, Trotsiky'e değil, Lenin'e dayandırılabilir: "Sosyal demokrasi tarafından
'iktidarın ele geçirilmesi' sosyalist devrimin ta kendisidir"26 Lenin'de devrim teorisine ilişkin
ölçütlerin öznellik ile ilişki-lendirilmesi üstüne ipuçları bol bol mevcuttur. Seçkinoğlu'nun
yazısında yeralan 1905 ve 1917 formülleri arasındaki farka, birincide sınıf öncülüğünü henüz
kanıtlamamış partinin, ancak "proletarya ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü" için
yeterli güce sahip görünmesinden, ikincideyse iktidarın somut güncelliğinin hissedilmesinden
kalkarak yaklaşma önerisini çok önemli buluyorum. Öte yandan, Sungur Savran'ın sürekli
devrimini anlatırken öznelliğe, örgüte, örgüt teorisine değinmek gerekmiyor...

2) Devrim ve Örgüt
6 / 14
Aynı konudan sürdürebilmek için bir kez daha Savran'ı dinlemekte fayda var: ("Gelenek'in
Trotskiy'i dışlama çabasının gerekçelerinin) önemli bölümü, Troçki'nin başka konularda yanılmış
olduğu iddiasına dayanır: Tek ülkede sosyalizmin reddi ve dünya devriminin savunusu, parti
sorunu, (...) eşitsiz gelişme yasasını kavrayamaması (...)" 27

Dikkatleri özellikle parti sorununun "başka konu" sayılmasına çekmek istiyorum. Şimdi Yusuf
Barman'a gözatmak gerekiyor: "Troçki'nin üçüncü bir saptaması da, (ilk ikisi, işçi-köylü ittifakı ve
köylülüğün rolüne, bu rolün sınırlarına ilişkin ,A.G.), işçi sınıfının bir kez iktidara gelip, önce-likli
olarak demokratik devrimin sorunlarının çözümüne giriştiğinde, kaçınılmaz olarak burjuva
ilişkilerin ötesine geçmek zorunluluğuyla karşı karşıya kalacağına ilişkindi. Böylece demokratik
devrim gelişerek sosyalist devrime dönüşecek ve dolayısıyla da süreklilik kazanacaktı" 28

Savran'ın "başka konu" dediği "parti sorunu", yani örgüt ve yön lendirme Barman'ın Trotskiy'e
da 79 yanarak çizdiği mekanizmada da yer almıyor. Barman'ın yazısında Ön derlik Sorunu
arabaşlığını taşıyan son bir sayfada ise öncüden, Lenin ist örgütten değil, sınıfın kitlesel
örgütlenmesinden sözediliyor ...

Barman'ın yazısında yer verilmeyen Savran'ın başka konu saydığı ama devrimin gelişme
mekanizmasını çalıştıracak tek etken tam da budur: Bolşevik örgüt...

Sınıf Bilinci yazarları bu eksik analizlerinde gerçekten Trotskiy'e dayanıyorlar. Bir örnek
verebilirim: Trotskiy 1917 sonrasında devrim ateşini Avrupa'ya sıçratmanın olanaklı olduğu
düşüncesine varırken, "azınlığın çoğunluğa dönüşmesi" olgusundan sözediyor. Avrupa'da
devrimci-bolşevik partilerin mevcut olmadığını bile bile, Rusya'da azınlıktaki Bolşeviklerin
çoğunluğu kazanmaları gibi bir sıçramanın batıda da yaşana-bileceğini tasarlıyor 29 Hep aynı
yanılgı; sıçramalar örgütlü önder-likler olmadan, salt sınıf kitlesinin hareketliliğiyle yaşanmaz. Bu,
atlanıyor. Atlanan, Leninizmin özüdür.

Toplumsal dönüşümlerde nesne denilince üretim ilişkilerini özne denilince de bir sosyal sınıfı
anlayan perspektif, Leninizm çağında çoktan aşılmış bulunuyor. Öncü örgüt, öyle "varlığı
varsayılan" ya da sınıfsal hareketliliğin "kendiliğinden ürettiği" bir etken değildir. Devrim gibi
kritik bir anda Merkez Komitesinde bir oylamanın ne denli önemli olduğunu Troçkistler yalnızca
"eski Bolşevikler"i aşağılamak istediklerinde hatırlıyorlar.

Sungur Savran, 'in Trotskiy eleştirisinde önemsediği bir noktanın örgüt olduğunu doğru olarak
saptıyor. Bu konu devrim perspektifine dışsal değildir. Örgüt devrimin güncelliği-iktidar
perspektifi bağlantıları üzerine kitap dizimizin önceki sayılarında açıcı yazılar yeraldı,
tekrarlamıyorum.

3) Tek Ülke ve Eşitsiz Gelişme Yasası

7 / 14
"Başka konular" arasında tek ülkede sosyalizm de sayılıyor. Bense bunu bir dil ya da kalem
sürçmesi sayıyorum. Troçkist sürekli devrim görüşünü tek ülkede sosyalizmin reddinden
ayırmanın mümkün olmadığını, sanırım, Savran da kabul edecektir. Ayrıca bugün sosyalist
sisteme bakışın olumlu ya da olumsuz olmasının devrim ve iktidar konularında çok şeyi
değiştireceğini de, Savran herhalde reddetmeyecektir.

Eşitsiz gelişme yasasının kavranması konusu da,direkt olarak örgüt ve tek ülkede sosyalizme ışık
tutan bir nokta olduğu için, bunu "başka" addetmeyi kabul etmiyorum36 Savran'ın yazısından bu
talihsiz ifadeler çekilip çıkartıldığında "Gelenek’in Troçkist sürekli devrim teorisine angaje
olduğu" iddiası da yıkılacaktır. Eğer Trotskiy ve troçkistlerden farklı olarak tek ülkede sosyalizmi
savunan, öncü örgütü vurgulayan, sosyalist sistemi müttefik gören tezlerle örülmüş bir sosyalist
devrim teorisinin, yine de Troçkizmden esinlendiğinde ısrar edilecekse, benim söyleyecek pek
birşeyim kalmaz. Sosyalist teori ve politika adına yapılan bu pişkinlikle mücadele etmek
gerçekten çok güçtür...

4) Örgüt teorisini kabul (?) etmek

Sungur Savran yazısında zamanında Trotskiy'in başvurduğu bir diğer manipülasyona el atıyor.
"1917'de Lenin ve Trotskiy, örgüt ve devrim teorilerini birbirlerinden devralıp birleşiyorlar.
Sorun çözülüyor. Ayrılık bitiyor..." Yeniden Lenin'in devrim teorisinin içsel gelişimine dönmek
istemiyorum; bunu ilk bölümde tartıştık. Şimdi üzerinde durmak istediğim, Trotskiy'in örgüt
teorisini kabul etmesi.

Nasıl ki, Bolşevik Parti Merkez Komitesi üyesi olmak sosyalist devrim teorisini, iktidar
perspektifini vb. başkalarıyla eşdüzeyli olarak kavramak anlamına gelmiyorsa (eski Bolşeviklerin,
Şubat-Nisan arasında çoğu, Ekim'in arifesinde birkaçı bu konuda ciddi zaaf gösterdiler), Bolşevik
Partiye katılmak da, teorik sistematiğine örgüt anlayışını entegre etmekle özdeş değildir. Bir
yandan, Trotskiy'den çok daha uzun süre parti yöneticiliği yapan Stalin'in Leninizmden de
Marksizmden de uzak düştüğü iddia edilirken, Trotskiy'in sistemini örgüt teorisi ile
bütünleştirmesi için partiye girmesi nasıl yeterli kanıt olur? Haydi Trotskiy, 1924'de aleyhinde
açılan kampanya karşısında kendini Lenin'e yakın bir yerde tanımlamak için bunu iddia etti; 60
yılı aşkın süre sonra biz bu savununun içeriğine gözü kapalı nasıl katılırız?... Üstelik burada sözü
edilen bir militanın genel politika doğrultusunda mücadele etmesi, ya da mücadelesinin rotasını
yenilemesi değil. Bu anlamıyla sosyalist devrim'in ve örgüt'ün pratiği yapılır. Bizim tartıştığımız
örgüte üyelik formu değil, örgüt'ün teorisi. Öyleyse Trotskiy'in Lenin'in örgüt teorisini kabul
etmesinin kanıtları da teorik sitmeninin içinden alınıp gösterilmeli.

Böylesi bir kanıtlamayı Trotskiy'in kendisi yapmamıştı. Savran da bu alana girmekten kaçınarak,
bir ampirik destek daha çıkartıyor: Trotskiy'in IV. Enternasyonal'i kurması... Artık pişkinlik had
safhaya vardı. IV. Enternasyonal denilen, reel politika düşmanlarını, sosyalist inşa görevini
benimsemeyenleri, entellektüel kulüpçüleri bağrında toplayan yapının Leninist örgütle hiçbir
ilişkisi olmadığını anlamak için, Ne Yapmalı'dan başlayarak Lenin'i yeniden okumak faydalı
olabilir. Lenin'in yapıtlarına ek olarak Troçkist yazar Mandel'in Leninist Örgüt Teorisi adlı
çalışmasını da incelemek gerek. Bu kitabın da, politik zorlamalarla malul bölümleri hariç, örgüt
8 / 14
teorisi açısından yararlı olacağına kesinlikle ve samimi olarak inanıyorum. Bir Troçkistin üstün
bir performans göstererek Leninist örgütün önemli ögelerini yakalayabilmesi mümkün
olabiliyor. Savran'ın yazısından bu performansın uzağında olduğu anlaşılıyor.

5) Eşzamanlılığın Anlamı

Sungur Savran, terminolojik değil ama sözcükler düzeyinde, Trotskiy'in sürekli devriminde
eşzamanlılık ögesinin bulunmadığını söylerken haklıdır30 Doğrudur, Trotskiy hiçbir yerde tek tek
ulusal devrimlerin aynı anda olması gerektiğini yazmadı. Bu, zaten oldukça gülünç bir tez olmaz
mıydı?

Gelenek'de ne Trotskiy'in böyle birşey yazdığı söylendi, ne de "eşzamanlılık" kavramına


sözcüklerin çağrıştırabileceği, boyutsuzluğa kadar daraltılmış zaman aralığı (noktası) gibi bir
anlam yüklendi. Kendi payıma, ben bunları yapmış değilim. Açıkçası daha önceki yazılarda
Trotskiy'e atfen kullandığım eşzamanlı devrim beklentisi vb. tamlamalar bir yorumdur. İşin içine
Stalin'in aynı terimden ne anladığını vb. karıştırmak -artık iç bayıltıcı olmaya başladığı için-
istemiyorum. Kendi kastettiğimi açabilirim.

İster tek ülkede kuruluş olasılığını kabul ederek yola çıkılsın, ister reddederek, iktidarın birden
fazla önemli ülkede aynı anda alınması yalnızca bir dilektir. İyimserden öte hayalci, ve dediğim
gibi gülünç bir dilek... Şöyle bir senaryo düşünelim: İktidar bir ülkede işçi sınıfı tarafından ele
geçiriliyor. Bu iktidar "bir süre yalnız" kalıyor. Bir süre sonra bu konumdan kurtulmayı ve diğer
ülke proletaryalarının iktidar destekleriyle bütünleşmeyi umuyor. Bu arada, hem dünya
devriminin çıkarlarını gözetmeye, hem de ülke içindeki, "ulusal" temeldeki iktidarını iktisadi
olarak güçlendirmeye çalışıyor. Özel mülkiyetin, kapitalist üretim ilişkilerinin, burjuva yönetim
aygıtlarının, burjuva ideolojisinin üzerine gidiliyor...

Peki sonra? Sonra ne olacak?

Troçkizme göre tek ülkede tecrit sürerse kaçınılmaz bir mekanizma işleyecek. Parti ve devlet
bürokratlaşacak, işçi sınıfı iktidarını yitirecek vb. vb... O halde tek kurtuluş yolu, o bürokrasi
dizginleri eline almadan önce, dünya devriminin patlak vermesi olmuyor mu?... Bir kere bu
"çözüm" değildir. Sorun yalıtılmışlıktı; çözümün yalıtılmışlığın kırılması olduğu söyleniyor. Bir
adım ileri gitmiş değiliz.

İkincisi, Troçkist sürekli devrim anlayışını Rus devrim tarihi ile birarada düşündüğümüzde
(dilerim, Sungur Savran bu ögeyi de "başka konu" saymaz), bir eşzamanlılık unsuru gerçekten
ortaya çıkar: Eşzamanlılık, iktidarın ele geçirilmesinden bürokratizasyonun tamamlanmasına
kadar geçen zaman aralığını niteliyor. Bu ögeyi Troçkist anlamda devrimin sürekliliğinin
vazgeçilmez bir parçası olarak görüyorum. Bu yorumun hiç de zorlama olmadığını, bizzat
Trotskiy'in kendisinde oldukça net yansıları olduğunu düşünüyorum. Rus devriminin bir
"kıvılcım" olması başka ne anlam taşır?
9 / 14
Peki ya kurtarıcı dünya devrimi gelmezse... O zaman ister beğenelim, ister beğenmeyelim, tek
ülkede sosyalizmin inşasına doğru ilerlemek gerekecek. Yeni sürecin, sosyalist inşanın ulusal
planda ve dış politika ekseninde gündeme getireceği yeni görevler olacak; bunlar da yerine
getirilecek. Senaryo böyle tamamlanıyor. Her senaryoda olabileceği gibi bazıları "oynamak" iste
miyor. Bu durumda da sahneyi başkalarına bırakıyorlar...

6) Tek Ülkede Sosyalizm ve Enternasyonalizm

Yeni görevlerden sözedildi. Lenin'in Sol Komünizm'de. Batılı "solları" uyararak deklare ettiği
görevler bu kategoridendir. Sürecin temel karakteristiği ise enternasyonalizmin farklı bir içerik
kazanmasıdır. "Tek ülkede sosyalizmin korunmasına angaje olan bir uluslararası hareket, artık
tek bir enternasyonal politikaya sahip değil, demektir. Ulusal birimlerin devrim hedefi dünya
devriminde bütünlük kazanırken, artık tek ülkenin savunusu, kimi yerlerde geri statükolarda
durmayı, başkalarında ise dikkatli atılımlar kollamayı gerektiriyor, bütünlük bu anlamda
bozuluyordu" 31 Ulusal birimler ve enternasyonalizmin kompozisyonu "hepimiz devrimciyiz"
ucuzluğuyla çözümlenecek bir sorun değildir. Bir kere, her dönemde bazı birimlerin diğerlerinin
önüne çıkması yaşanan birşeydir. Farklı topraklar, farklı gelişmişlik düzeyleri vb. uluslararası
perspektifle ulusal po-litikalar arasında "birebir" çakışmayı engeller, kimi dolayımlardan
geçilmesini zorunlu kılar. 1917'den bu yana önce tek ülke, sonra sistem olarak sosyalist dünya,
ön plandaki birim oldu. Uluslararası işçi sınıfı hareketinin diğer parçalarının gelişim
perspektifleri, önce 17'nin, sonra II. Savaş sonundaki dalgayla gelen kazanımlarm korunması
görevinin ağırlığını taşıyarak bir hiyerarşi kazandı. Tek ülkede sosyalizm teori ve politikası da,
sosyalist sistem kapitalist sistem çelişkisinin önemi üzerine tezler de, enternasyonalizmin eski
ve aşınmış bir biçimlenmesinin reddi üzerine kurulan, aynı enternasyonalizmin yeni, somut
biçimlenişleridir.

Sungur Savran'ın eleştirilerine karşı bu söylediklerimin iki "açık" noktası kaldı. Birincisini Savran
şöyle tarif ediyor: (Tek yol Stalin'inkiydi, demek) "Sorunu baştan yanlış anlamanın garantisi
aslında. Çünkü başka ülkelerde devrimlerin gerçekleşmeyişini, proletaryanın yenilgilerini, dünya
komünist hareketinin Stalinist önderliğinin politikasından soyutlayarak sadece nesnel etkenlere
bağlayan, tarihin özne ile nesnenin diyalektiğinin itişiyle geliştiğini unutan, siyasetin önemini
dışlayan, kaba determinist bir bakış açısı hakim bu yaklaşıma."32

Bu noktada "ip bir kez daha kopuyor". Savran artık unutturduğu bilim adamı kimliğini ezip
geçerek, gelişigüzel örnekler de sıralayabilir. Karşısına bir o kadar karşı örnek çıkartmanın ne
anlamı olacak? Bu ampirisist kanıtlama yönteminden kimseye, ama özellikle de ellerinde
tutunacakları tarihsel bir kazanımları olmayanlara bir hayır gelemeyecektir.

Ben yalnızca bir akıl yürütme ve soruyla yetineceğim.

Önce Trotskiy'e kulak verelim: "...Devrimin Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde hangi sırayı izleyerek
çıkacağı konusunda pek çok şey askeri müdahale ihtimallerine ve Sovyetler Birliği'nin o andaki
10 / 14
ekonomik ve askeri gücüne bağlı olacaktır."33

Savran'ın pek sevdiği bir metin Az Olsun Öz Olsun'da Lenin'in, ülkenin ve devlet aygıtının ne
denli güçsüz olduğunu anlattığını hatırlayalım. Sonra da Troçkizmin tek ülkede kuruluşunun
olanaksız olduğu yolundaki tezinin, yine eldeki olanakların, tecrit koşullarında yetersiz olduğunu
ima ettiğini ekleyelim. Bunlarla Trotskiy'in yukarıdaki değerlendirmesi birleştirilirse, sonuç şu
olur: Bu durumda, Trotskiy'in Avrupa devriminden vazgeçmesi, ya da Sovyetler faktöründen
başka şeyleri düşünmeye başlaması gerekir. Bir de, güçsüz Sovyetler Birliği'ni 1920'li yıllarda
Batı Avrupa'ya doğru devrim ihracı seferlerine çıkartacak bir Trotskiy iktidarını düşünün.
Güçsüzlük veri alındığında, Savran'ın dediği gibi, dünya devrimi gelişir miydi, yoksa biricik
kazanım da bir kumarda yitirilir miydi?

Troçkizm ve yeni sol, dünya devrimci süreçleri ve SSCB dış politikası sözkonusu olduğunda hep
aynı yolu seçiyor. Stalin ve SBKP, bunların günah keçisidir. Ama bu arada atlanan, tartışma
konusu ülkelerin, ve bu ülkelerdeki proleter ve sosyalist hareketlerin iç dinamikleri oluyor. Hele
Batı Avrupa'nın II. Enternasyonal geleneğinden kopamayan, Bolşevizasyonu yaşamamış
sosyalist hareketleri, ileri kapitalizmin avantajlarından yararlanan burjuvazilerin iktisadi ve
ideolojik olarak atıllaştırdığı işçi sınıfları, vb. hatırlandığında, bir de buna devrimci dalganın
sönüşü eklendiğinde, SBKP'nin günahlarından daha önemli etkenlerin varolduğu herhalde
söylenebilir34

Son açık noktaya da geliyoruz: Lenin. Eğer Lenin, gerçekten Savran'ın iddia ettiği gibi tek ülkede
sosyalizm görüşünden "bağımsız" ise ne olur? Savran'a göre, Lenin kozunu Troçkizm kapmış
olur...

Önce şunu samimi olarak söylemek gerekirse, Lenin dahil hiç kimseye "koz" olarak
yaklaşılmasından hoşlanmıyorum. Bu tartışmaya kozu ele geçirmek için değil, bir yorum
yanlışını düzeltmek için gireceğim. Lenin'i değil, ama koz mantığını Savran'a bıraktığımın
anlaşılması için bir noktanın altını çizmek istiyorum: Eğer Lenin tek ülkede sosyalizme karşı
Trotskiy'le kol kola, Stalin'e savaş açmış olsaydı bile, sonuç yalnızca Trotskiy'in "günahına"
Lenin'in ortak çıkması olurdu. Burada savunduğum perspektiften fazla birşey eksilmezdi.

Savran, Lenin konusuna Gelenek'te yapılan bir alıntıyı beğenmeyerek başlıyor: "... Bula bula
Lenin'in 1915'de kaleme alınmış bir yazısından bir alıntı buluyor".35 Beğenmiyor! Suçumun ne
olduğunu söyleseydi, cevap vermeye çalışabilirdim; ama Savran Trotskiy'den sonra Lenin'in
eserlerinin kullanımına da ambargo koymak istiyorsa, bu isteğim yerine getirmek mümkün
olmayacak ... Savran'ın görüşüne göre, Lenin'in "sosyalizmin zaferi"nden anladığı "iktidarın
alınması, inşa sürecinin başlaması". Savran'ın teoride bile değil, basit bir mantık yürütmede bu
denli yüzeysel kalabilmesini anlamak kolay değil. Bu saçma tartışmaya girmekten gerçekten
üzüntü duyuyorum.

Şimdi düşünün az önce Savran'ın "eşzamanlı devrim" kavramını "dar zaman aralığı" olarak ele
aldığını ve bu anlamıyla Trotskiy için böyle bir yaklaşımı reddettiğini görmüştük. Burada ise
11 / 14
Lenin'in 1915'te eşzamanlı (aynı anda) devrimin olmayabileceğini uzun uzun anlattığını
söylüyor, Savran. Öyle ki Lenin hiç kimsenin ciddiye almadığı Trotskiy'in hayatı boyunca ağzına
almadığı bir garip olasılığa "aynı anda dünya devrimi"ne 1915'e kadar umut bağlamış oluyor...
Yoksa neden bu kadar dil döksün neden hesaplaşacak bir saf yokken herkesin bildiği ve kabul
ettiği bir gerçeği oldukça çekingen bir üslupla açıklamaya girişsin... Bu fanteziler Sungur
Savran'ın aynı yazı içinde sergilediği birkaç değişik standardın sonucu olarak ortaya çıkıyor. Bu
fantezileri bırakmak gerek. Ciddi olabilmek için Marx ve Engels'den gelen bir mirasın uzantısı
olarak sosyalizmin ancak uluslararası düzlemde inşa edilebileceği inancının hem uluslararası
hem de Rus sosyal demokrat hareketinde egemen olduğunu hatırlamak gerek. Lenin'e gelince
tartıştığımız pasajda Lenin'in bir hayaletle değil bu egemen inançla uğraştığını ben çok net
olarak görebiliyorum. Bu inanç atılırsa yerine konulabilecek şey yalnızca tek ülkede sosyalizmin
inşasının olanaklılığı olacaktır36

Savran'ın bir keşfi de, benim yaptığım alıntının devamında Lenin'in "işçi devletinin öteki
ülkelerde devrimi kışkırtması gerekliliğine" ilişkin değerlendirmeler yaptığı... Savran çok
önemsiyor, ben konu dışı sayıyorum. Bu bir perspektiftir. Somut politika binbir olasılık hesabı
üzerine soyut olarak değil, yaşananların zenginliğinde formüle edilebilir... Nitekim II. Dünya
Savaşı’nın sonunda Sovyetler Birliği Troçkistlerin arzuladığı modele uygun bir somut politika
yakalamış ve değerlendirmiştir. Elbette artık o deneyimlerin de Troçkistleri tatmin etmesi
mümkün değildir.

Lenin'e ilişkin bir de Az Olsun Öz Olsun makalesine değinmek gerekli. Lenin'in daha önce de
"elektrifikasyon ve Sovyet iktidarı, işte sosyalizm" formülünü ortaya attığını unutursak, Az Olsun
Öz Olsun'a getirilen Troçkist yorum gerçeğe uygun görünecektir... Lenin 1923 yılında Sovyet
iktidarının idari, sosyal, ekonomik sorunlarını tartışıyor, hem içerde hem dışarda bir atılım
çağrısı yapıyor. İçeride NEP, dışarıda durgunluk var. Lenin'in durgunluğu 1923'den daha önce
gördüğü kesindir. En azından Sol Komünizmin yeterli veri sunduğu da kabul edilmelidir. Ancak
1923'e gelindiğinde içerdeki kadroların henüz dünya devrimci dalgasından umut kesmeye,
tecrit durumunu kabullenmeye hazır oldukları kuşkuludur. 1923, atılım çağrılarında yeni
argümanların kullanılması, yani iç dinamiklerin vurgulanması için henüz erken görünüyor.

Bolşevik partinin her düzey kadrolarında "dünya devrimi olmazsa, sonumuz gelir" düşüncesini
bulmak mümkündür. Peki bu düşünce o ana kadar yaygındı, diye Bolşevik partinin, Avrupa'da
devrim olmayınca Sovyet Rusya ve dünya proletaryalarına "elveda" mı demesi gerekiyor du?
"Elveda" iki yoldan söylenebilir: İktidar kapıda bekleyen karşı devrime teslim edilir, ya da "devrim
ihracı" seferlerine çıkılır. Her iki yol da intihardır.

Tek ülkede sosyalizm politikalarının dünya devrimini engelleyen temel etken olduğu görüşünü
reddet tiğimi tekrarlıyorum. Troçkistlerin bu konuyu yönetici kadroların öznelliği boyutunda ele
almaları ciddi bir yanılgıdır. Sorun, tek ülkede sosyalizm teori ve politikaları açısından "istek"
değildir. Tek ülkede sosyalizm, katlanılan bir politikalar bütünüdür.

Sonuç Yerine Tavsiyeler

12 / 14
Yöntemle başladım, yöntemle bitirmek istiyorum. Sungur Savran'ın yönelttiği eleştirilerin tümü
ahistorik ve apolitiktir. Ahistoriktir, çünkü Savran korkunç bir rahatlıkla, tarihi, film gösterme
cihazını durdururcasına stop ettirebiliyor. Sonra, bir spekülasyonlar dizisi başlıyor. Komintern
şunu böyle değil de başka türlü yapsaydı, şu anlaşma o tarihte yapılmasaydı, parti için özgürlük
ortamı sürseydi, muhalefetin örgütlenmesi engellenmeseydi, şu ya da bu kişi tasfiye
edilmeseydi... Peki bütün bunlar neden oldu? Bu sorunun yanıtı bürokratlar, gizli polis Stalin...
Heryerde karşımıza bu hayaletler çıkartılıyor. Bu tarihsel materyalizm midir?

Bilimsel sosyalizmin tarihsel gelişiminin değişik momentlerinde farklı modeller kurulmuş, bunlar
yeni süreçlerde kısmen aşınarak reddedilmiş, kısmen gelişerek kendilerini yenilemişlerdir.
Şimdi, bugünden tarihe bakarken bir momentte kendimizi sabitleyip, daha sonraki tüm nesnel
ve öznel gelişmeleri buna referansla değer-lendirmek korkunç derecede keyfi bir yöntemdir.
Tarihsel materyalizm, hiç değildir.

Tarihe, tarihsel kişilikleri putlaştırarak bakmamak gerekiyor. Bir zamanlar Stalin döneminde
SSCB'de yaşananları tasvir etmek için seçilen bu kavram, artık Stalin için kullanılamaz
durumdadır. Bugün her yerde Stalin döneminin başarıları ve hataları değerlendirilmeye
çalışılıyor. Ama putlaştırma uzun süredir Troçkist sektte gözlemleniyor. Trotskiy'de gerçekten
bir büyü gizlendiğine mi inanılıyor, bilemiyorum. Ama onlara göre her doğruyu Trotskiy en önce
keşfetmiştir, keşfedemediklerini fazla geri düşmeden tamamlayıverir. 1924'de düşüşe geçmese,
SSCB dış politikasının hizmetine sunacağı ihtilalci kişiliği, tek ülke izolasyonunu bile kırabilecektir
belki... Tüm bunlar kişi putlaştırması değilse nedir?

Oysa Trotskiy, Sungur Savran istediği kadar ciddiye almasın, tek ülkeyi savunmanın tek yolunun
sosyalizmin inşası olarak biçimlendiğini görmeyerek Ekim Devrimi’ne sırt çevirmiştir. Sovyetler
Birliği için önerilen "politik devrim" bu ülkedeki ve sistemin diğer ülkelerindeki kazanmaların
korunmasını olanaksız kılacak bir altüst etme önerisidir. Bu önerinin politik uygulamaya
konmasının adı ihanettir. Bugün artık sosyalist siyasete soyunan hiçkimsenin "Nikaragua
devrimini gerileten-engelleyen SSCB" öykülerini inandırıcı bulmaması gerekiyor. Tarih
fantezilerinden ve mitolojik öykülerden devrimci Marksist siyaset türetilmez.

Uzun süredir tüm Troçkistlerin en büyük siyasi ve teorik etkinlikleri sol içerisinde Trotskiy'in
itibarının iade edilmesi ekseninde dönüyordu. Artık Sovyetler Birliği'nde de Trotskiy'e daha
hoşgörülü bakmaya elveren bir olgunluk dönemine girilmiş bulunuyor. Bugüne dek taşıdıkları
"Trotskiy'i rehabilite etmek" misyonunu da bir süre sonra tamamen yitirecek olan Troçkist-lerin,
o zaman yeni soldan görüntüsel bir farkları kalacak mı?

Sungur Savran, Trotskiy'in öldürülmesi olayına karşı samimi bir duyarlılık sergiliyor. Bu duyarlılık
insanidir, sempatiyle yaklaşıyorum. Politik yönünü ise çocukça buluyorum. Yalnız Trotskiy değil
pek çok ülkede, pek çok kişinin ölümle de sonuçlanan tasfiyelerine daha ciddi, daha tarihsel
açıklamalar getirilebilir. 1988 yılında, sözcüklerin altından, 48 yıl önceki bir öldürme olayına dair
ters anlamlar çıkartmaya çalışmayı yersiz buluyorum.

13 / 14
Savran tek ülkede sosyalizm ulusal birimlere düşen sorumluluklar-enternasyonalizm üçgenini
içinden çıkılmaz bir saçmalık olarak görüyor. Savran, teorik doğruların evrensel geçerliliğinin,
siyasal gerekliliklerle hiçbir dolayım olmaksızın ve tarih-aşırı bir serbestiyle tam tamına
çakışmasını kabul edemiyor: "Bu ne biçim doğru görevlerdir ki, teorik kargaşa yaratıyor?" 37
Uluslararası sosyalist hareketin tarihi, düz ovada kuş bakışı gözlenen bir demiryolu tekdüzeliği
taşımıyor diye, böylesi sorularla tarihten şikayet etmek mi gerekiyor? Siyasal kavrayışın
uzaklarından yankılanan bu şikayetler, bilimsel sosyalistlere değil, depolitize aydınlara yakışır.

Bu sıraladığım paragraflardan arzu eden kendisine pay çıkartabilir. Söylediklerimi daha fazla
netleştirmeye ihtiyaç duymuyorum. Ama sonuç cümlelerimi çok açık yazmam gerekiyor. Önce
Savran'ın Gelenek yazarlarına çizdiği gelecek tablosunu inceleyelim: "Ya Türkiye'de işçi sınıfının
devrimci önderliğini 'geleneksel' (yani stalinist) sol içinde aramaktan vazgeçmek; ya da aşamalı
devrim programına teoride olmasa bile pratikte geri dönmek. Yanılıyorum. Bir üçüncü alternatif
var kuşkusuz: Yalnız kalmak." 38

Savran'ın bizleri getirip terkettiği bu üç yol ağzında durup baktığımda, sözü edilen birinci yolda
daha önce geçmiş kimsenin izine rastlayamıyorum. Sormam gerekiyor: Dünyanın herhangi bir
yerinde işçi sınıfının devrimci önderliğinin eninde sonunda geleneksel sol içerisinde dengeye ve
başarıya kavuşmadığı bir deneyim yaşandı mı? Ben hatırlamıyorum.

İkinci yola bakıyorum: Türkiye için önce pratikte, sonra giderek teoride, aşamalı devrime geri
dönenleler o kadar çok ki. TİP'i yaşayan ve hala hem teoride hem pratikte sosyalist devrimci ve
bilimsel sosyalist kalmış olanlar o kadar az ki... Bir de başkaları var. Teoride de, pratikte de bir
tür aşamasız devrimi savundukları kesin. Buna karşılık bilimsel sosyalizmden giderek uzak
düşüyorlar. Bunlar için aşamasız devrim de giderek anlamını yitiriyor. Tarihi olmayanların
gelecekleri de olmaz. Aşamasız ya da aşamalı, gidecek reel bir yeri olmadıktan sonra ne anlamı
var?

Sungur Savran'ın bu son kategoriye girdiğini düşünüyorum. Elbette burada bir özel isim o
kadar önem taşımıyor; bir siyasal eğilimi paylaşanların tümünden söz ediyorum. Tarihi ve
geleceği olmayan Savran'ın Gelenek için alternatif senaryolar çizme gücünü kendinde bulmasını
hayretle karşılıyorum. Sınıf Bilinci'nin ilk sayısı, bu yazıda yalnızca örneklendirebildiğim "kalem
sürçmeleri" ile dolu. Savran'ın "üç yol ağzı" fantezisini bu kalem sürçmelerinden biri olarak
görüyorum.

Fantezinin üçüncü ve son alternatifine gelindiğinde ise ipin ucu son kez olarak kaçırılmışa
benziyor. 1988 Türkiyesi’nde bir solcunun başka solcuları "yalnızlık" ile korkutması için,
kaleminin sürçmesi yetmez. Haddini bilmiyor, ya da bir hülya aleminde yaşıyor ve düşünüyor
olması gerekir.

14 / 14
Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)

You might also like