You are on page 1of 1

Pied-noir

Tetiği çekti. Patlama yok. Bana uzattı. Beklemeden aldım ve sağ şakağıma dayadım. Tetiği çektim. Patlama
yok. Elden ele vermek istemedim, ortamızdaki ahşap masaya bıraktım. Anladı ve aldı. Bir an göz göze geldik.
İlk defa yüzüne baktım. Çirkin ve terliydi. Hırlar gibi nefes alıyordu. Hepsi bu. Basit bir yeraltı domuzu.
Iskalanmış bir hayat ama bir anti-kahraman gibi değil, estetik değil. Mahallenizi seçerken dikkat ettiğiniz
tiplerden. Bir kitapta okurken hoşunuza giden, başucu ettiğiniz ama sokakta, toplu taşımada karşılaşınca ölsün
ya da en azından hadım edilsin istediğiniz tiplerden. Haklı ya da haksızsınız demiyorum. Konu bu değil. Kitapta
okumaya benzemez işte. Şakaya gelmez. Çünkü karşımdaki domuz bir şaka değildi. Çirkin ve terliydi. Elinde
tuttuğu altı patlar iki sefer boş geçmiş ve şimdi üçüncü turda, sıra kendisinde olduğu için durmadan
terliyordu. Şakağına dayadı. Haznede tek kurşun: belki şu an namluda, domuzun şakağına otuz iki sarı dişiyle
gülüyor… Bu kez ağzından, derin nefes aldı. Yutkundu. Etrafına baktı. Benimle beraber sekiz kişi vardık. Beş
Lübnanlı, bir Fransız, ben ve domuz. Bekliyorduk. Namludan çıkacak sesi. Patlama ya da soğuk bir klik.
Masadaki paralara baktı sonra. Masanın yanında, yerdeki çantaya da. Özellikle ona. Bütün bunları birkaç
saniyede yaptı ve en son tekrar göz göze geldik. Her şey o anda oldu. Göz göze geldiğimiz anda. Şakağına
bakan namluyu yıldırım hızında bana doğrulttu ve tetiği çekti. Soğuk klik. Donakaldık. Ne olduğunu
anlamadan bir daha çekti tetiği, yine patlamadı. Üçüncüye fırsat vermeden sağımdaki Lübnanlı kemerinden
çektiği silahla beklenilen patlamayı sonunda yaptı. Domuzu vurdu. İki adım geriye topalladı ve duvara dayandı
domuz. Birkaç saniye ayakta kalmaya çalıştıysa da başaramadı. Duvara dayanarak, duvara sürtünerek ve
kanıyla duvarı boyayarak yere çöktü. Acı içinde hırlamaya başlayınca yaklaşıp bir daha vurdu Lübnanlı. Ses
kesildi. Az sonra sessizliği bozan anlamadığım bir dilde fısıltılar oldu. Bir süre böyle devam etti. Ben de o
sırada yerdeki altıpatlara eğildim ve hazneyi açtım. Kurşun yoktu. Kafamı kaldırdığımda Fransız tepemdeydi.
Konuşmalar bitmiş, birkaç Lübnanlı cesedi taşıyordu. Diğerleri de ortalığı temizliyor, bulunduğumuz deponun
çevresini kolaçan ediyordu. Ayağa kalktım. Fransız cebinden kurşunu çıkartıp uzattı. Altıpatların içinde olması
gereken kurşunu. “Basit bir numara, gözünün önünde olmadığı sürece anlaması zor” dedi. Neden, diye
sordum. Neden yaptın bunu? Sonra Fransız yaşlanmaya başladı. Gözümün önünde buruşmaya başladı. Silahı
yerden bu kez o aldı ve tekrar etti, “gözünün önünde olmadığı sürece anlaması zordur, çok zordur”. Merakım
artmıştı. Bana da göstersin, öğretsin istiyordum. Etrafıma baktım. Lübnanlılar yoktu. Fransız yaşlanmaya
devam ediyordu. Ben de tersi yönde, merak çocuksu bir dokunuş katıyor olmalıydı, küçülüyordum. İzle, dedi.
Altıpatları açtı ve içine kurşunu koydu. Yoksa koymadı mı? Gülümsedi Fransız. Anladım. Yine yaptı numarayı.
Kurşun falan yoktu içinde. Adam bir harikaydı. Hazneyi çevirdi ve dönerken kapattı. Bana uzattı. Titreyen
elleriyle uzatırken düşürecek sandım. Beklemeden aldım ve sağ şakağıma dayadım. Tetiği çektim. Patlama
yok. Tetiği çektim. Patlama yok. Tetiği çektim…

You might also like