You are on page 1of 458

J .M .

DA R HOW ER
J. M. Darhower

RUHUMDAKİ
CANAVAR

Çeviren
Arzu Altmamt
Kalplerini vermeleri gereken en son kişiye âşık olan herkes...

Bu kitap sizin için...


GİRİŞ

Sırlar tuhaf şeylerdir. Kendinize saklarsınız; başka kimse­


nin duym adığı gizli düşüncelerdir. Ruhunuzun en derin
kısım larını kendinize saklayıp insanların sadece yüzeyi
görm esine izin verdiğinizde diğer kişilerin size yaklaşma­
sı, sizi yakından tanıması zordur.
Yine de bazı sırların açığa vurulmadan kalması daha
iyidir bence.
Bazı sırların öldürme gücü vardır. İmha etme gücü. Her
birim iz içim izde nükleer silahlar barındırırız; parmakları­
mız ateş etmeye hazır bir halde tetiğin üzerindedir. Çoğu­
muz o tetiği çekeriz. Bazılarımız ise çekmez.
Keşke kendim e hâkim olma becerisine sahip olsaydım.
Etraflarındaki herkesi bir kol mesafesi uzaklıkta tutan
insanlara imreniyorum.
Ben zayıfım.
Çok zayıf.
Bana çok yaklaşmasına izin verdim .
Uzun zaman önce şöyle bir şey du ym u ştu m ve asla
unutmadım: Lİç kişi sır saklayabilir am a eğ er ikisi ölüyse. Ha­
yatım boyunca çok sayıda sırrı açığa vu rd u m ; hepsi bin­
lerinin ölümüyle sonuçlandı. Bazen b en im yüzümden,
bazen ise... Şey... Her durumda ben im yü züm d en. Geceleri
yatağıma uzandığımda onları dü şün ürdü m ; gözlerim i ka­
pattığımda yüzlerini görür, tetiği çekiş ve etrafım daki her
şeyin çöküş arılarım yeniden yaşardım .
Ben lanetli bir adamdım.
Etrafımı karanlık kuşatıyordu.
Mecazen...
Kelimenin tam anlamıyla...
Karanlık.
Nefes aldığında ciğerlerinizin sıkıştığını hissettiğiniz,
yavaş yavaş sizi boğan türden ağır bir karanlıktı bu. Bu ka­
ranlıkta ferahlık yoktu... Sadece daha fazla işkence vardı.
Yaz mevsiminin yapış yapış nem i, bir p arça rahatlamayı
bile imkânsız kılarken bedenim in her yam m ter basmıştı-
Huzursuz, yarı uyur yarı uyanık bir halde yatakta dönüp
duruyor; saniyeleri, dakikaları, saatleri sayıyordum .
Yatak odasındaki saat her baktığım da farklı bir şey gös­
teriyordu; parlak kırmızı sayılar benim le alay ediyorlardı.
23.43
00.11
1.45
2.09
Sırtüstü döndüm, lanet olası saate bakm am ak için ken­
dimi zorlayarak gözlerimi sımsıkı kapatıp kolum la yüzü­
mü örttüm. Saat benim hayatımı belirliyordu ve ben bun­
dan nefret ediyordum. Bundan deli gibi nefret ediyordum-

10
Sessizlik huzursuz ediciydi; kulaklarım eski evden artarak
gelen seslerle doldu. Bu, huzur veren bir şey değildi.
Bir çatırtı daha.
Ahşap döşeme gıcırdadı.
Yatak birden oynadı.
Kolumu kaldırdım ve gözlerimi açıp şaşırmış bir halde
bakışlarım ı tavana diktim. Tepemde karanlıktan başka bir
şey yoktu; göz ucuyla saatten yayılan parlaklığı gördüm.
Yavaşça başım ı çevirip bir kez daha saate baktım.
2.45
Bir ses daha.
Yüksek bir klik sesi.
Kalbim kısa bir süre için duracak gibi oldu, sonra deli
gibi atmaya başladı.
Bu sesi tanıyordum.
Norm al bir ses değildi.
Doğal değildi.
Bir silahın emniyet kilidiydi.
Doğrulup oturdum ve gözlerimi hızla kırpıştırarak ça­
resizlik içinde karanlıktaki şeyi görmeye çalıştım ama göz­
lerimin karanlığa alışması çok uzun sürdü. Olamaz, onun
gözleri benimkilerden önce alışmıştı... O, avcıyı gördü.
Avın biz olduğunu fark etti.
"N az!" Sesi korku dolu bir çığlıktı. "Aman Tannm,
N az!"
Donakaldım. Sadece bir saniyeydi. Gözlerim karanlığa
alışana kadar geçen bir saniye. Tamdık o yüze baküm... Bir
saat önce aramızda sevgiden başka hiçbir şey yokmuşçası­
na bana gülümseyen o yüze. Sırlarla dolu bir adama ait ol­
duğunu fark ettiğim o yüze. Aslmda tanımamış olduğum
o adama.
En iyi arkadaşımın yüzüne.
Sadece bir saniyeydi ama çok uzun bir saniye.

11
Sevdiğim her şeyi benden alan ve geçm ek bilm eyen bir
saniye.
BAM!
Silah aniden parlayan bir ışık gibi patlayıp beni titrete­
rek kendime getirdi. Karanlıktan bir kez daha boğulmuş
bir halde dimdik oturdum. N efes alm aya çalıştım ; yüzümü
ter bastı. Gözlerimi hızlı hızlı kırptım . G özlerim i her ka­
pattığımda aynı görüntü beni tekrar tekrar selam ladı.
Kırptım.
Kırptım.
Kırptım.
Lanet olsun.
Ne kadar çabalarsam çabalayayım unutam ıyorum .
Onu görmeme engel olam ıyorum .
Tekrar tekrar yaşam am a engel olam ıyorum .
Yanımdaki yatak oynadı ve bir an için kend im i bunun
gerçek olmadığına ikna ettim. Sadece hayal gördüm . O ka­
dar.
Gerçekte böyle bir şey olm adı.
Ben iyiyim.
O ölmedi.
Ama dikkatle inceleyince gördüm ki; bana bakan
Maria'nın gözleri, gördüğüm onun yüzü değildi ve gerçek
bir kez daha üzerime çöktü.
Bu bir kâbus değildi.
Hayır, değildi. Sadece bir anıydı.
Karissa dikkatle bana bakıyordu am a h içbir şey söyle­
medi. Ne teselli etmeye çalıştı ne de ne olduğunu sordu.
Buna gerek yoktu.
Muhtemelen biliyordu zaten.
Beni tanıyordu.
İç çekerek gerçeği kabullenirken bakışlarım ı ondan ka-
çınp içgüdüsel olarak yatağımın yanındaki kom odine bak-

12
tim. Bir saat arıyordum. Oysa yirmi yıldır saatim yoktu. O
an saatin kaç olduğunu... bunun başka birinin umurunda
olup olmadığım merak ettim.
Zaman, o gün 2.45'te durmuştu.
O günden beri karanlığa sıkışıp kalmıştım.
Sana bir sır vereceğim.
Kimseye anlatmadığım bir sır.
Ben, Ignazio Vitale, karanlıktan hep korktum.
Bundan birine söz edersen seni öldürürüm.

13
1 BÖLÜM

Hayatım tam bir açgözlülük örneğiydi.


Eğer bu konuda herhangi bir özür bekliyorsanız başka
tarafta aramanız gerekiyor. Asla pişman değilim. Her şeyi
uçlarda yaşadım; sahip olduğum her şey ihtiyacımdan faz­
lasıydı.
Ne diyebilirim ki? Hiçbir konuda ne olduğumu inkâr
etmiyorum.
Hayatım boyunca bir düzineden fazla insan öldürdüm.
Hatta madem dürüst davranıyoruz iki düzineden fazla.
Uzun süre önce saymayı bıraktım. Öldürdüm, yaraladım
ama yakm zamana kadar sadece bir kez gerçekten âşık ol­
dum.
Maria Angelo.

15
Aradığım kadının o olduğunu düşünüyordum . Bana
ulaşabilecek, üzerimdeki yıpranmış zırhı söküp atabilecek
tek kadın oydu. Sevme becerimin onunla sona erdiğine
inanıyordum ve bu, benim için sorun değildi. U çlarda bir
hayat yaşıyordum, beni tatmin eden buydu. D iğer taraftan
aşk, lanet olası biçimde can yakıcıydı.
Biliyordum.
İnanın biliyordum.
Nefesim kesilerek, yaşamın bahşetmeyeceği son bir ne­
fes için mücadele ederek aşkın gözlerimin önünde ölüşü­
nü izledim. O an bunu tekrar hissetmektense ölm eyi tercih
ederdim.
Ama sonra o karşıma çıktı.
Mutfağın kapısmda durup ahşap pervaza dayanmış
bir halde Karissa'nın yemek yapmasını seyrediyordum.
Yemek yapmaya çalışmasını demek daha doğru olurdu.
Ocaktaki tavadan sağa sola yağ sıçrıyordu. Kızarttığı ta-
vuklann bir kısmının dışı tanınmayacak kadar kararmıştı.
Arka tarafta bir tencere kaynıyor, taşan su yüzünden ocak­
tan ıslık çalar gibi bir ses çıkıyor, fırının içinden duman
yükseliyordu.
Kulağındaki pembe kulaklıkları aniden çıkarıp boy­
nuna dolarken, "Siktir, siktir, siktir," dedi. Kapıyı ardına
kadar açıp, kaptığı iki mutfak havlusuyla dum anı dışarı
savurmaya çalıştı. Duman çevresindeki havayı hızla tüket­
ti ve aynı anda mutfakta yüksek bir bip sesi duyulmaya
başladı.
Yanındaki duman detektörüne kızgın bir bakış attı, son­
ra fırından tepsiyi çıkarıp ne olduğu anlaşılmayan bir dizi
küfür daha sıralayarak tezgâha fırlattı. Bir bok öbeğine
benziyor olsalar da tahminimce kurabiyeydi bunlar.
İştah açıcıydı.

)
16
Yanına giderek duman detektörünü çekip açüm ve sesi
durdurmak için pilini çıkardım. Karissa, tek kelime etme­
den yarım yamalak çekingen bir gülümsemeyle bana baktı.
Bugünlerde kelimeler ender alınan bir armağandı. Beni
önce acı dolu kelime yağmuruna tutmuştu, ardından yağ­
mur dinmişti ve kuraklık mevsimine girmiştik.
Sabırla bekliyordum ama sessizliği sağır ediciydi.
Sinir bozucuydu.
Bazı günler apaçık bir işkenceydi.
Kulağında kulaklıklarla bangır bangır müzik sesi onu
tüm dünyadan koparmış bir halde etrafta dolanıyordu.
Beni duym ayınca orada yokmuşum gibi davranabiliyor­
du. Beni duyamaymca konuşmaya çabalayarak nefesimi
harcamayacağımı düşünüyordu.
Tekrar ocağa, yanmış yemeğe döndü. Yemek yapma
konusunda genellikle bundan iyiydi ama bir şey onu yor­
muştu. Bunun ne olduğundan emin değildim.
"H er şey yolunda mı Karissa?"
İki ocağı da kapatırken, "Lanet olası derecede mükem­
mel," diye mırıldandı.
Ses tonu çenemin kasılmasına neden oldu. Tepki ver­
memek için kendimi zor tuttum. Saygısızlıktan hiç hoşlan-
mazdım ama bazı günler sanki bunun eksikliğini duyu-
yormuşum gibi fazlasıyla saygısız davranıyordu.
Lanet olsun, belki de duyuyordum.
Belki de bunu hak etmiştim.
Ama hoşuma gitmiyordu.
Hem de hiç.
Bir cevap vermesi, daha düzgün bir cevap vermesi için
onu zorlamak yerine onu yemeyeceğimi bildiği yeme­
ği kurtarma çabasıyla baş başa bırakıp mutfaktan çıktım.
Bunu artık her gün yapıyordu, öyle ki bu yaz hiç aksatma­
dığı günlük programının bir parçası haline gelmişti.

17
Duygularını bana belli etmemeye çalıştığı için neredey­
se duygusuz bir robotmuş gibi davranmaya başlamış olsa
da ne yapacağı önceden kestirilebiliyordu. Sanki her gün
sabahtan akşama kadar aynı şeyi yaparsa ona olan ilgimi
kaybedip onun varlığına aldırmamaya başlayacağımı dü­
şünüyordu. Onu unutacağımı. Sanki kurtulmanın anahtan
buymuş gibi. Benim de insanları bu şekilde avladığımın far­
kında değildi. Onlar keşmekeşin içinde gözden kaybolduk­
larını düşünürken benim daha çok dikkatimi çekerlerdi.
Korkunç yemekler hazırlayarak ve günlük alışkanlık­
larım sürdürerek zihnini başka şeylerle m eşgul ediyordu
ama bu beni, onu düşünmekten alıkoymuyordu. Fazla dü­
şünmekten. Gergin sessizlik en aksi düşünceleri ateşler.
Biliyorum. İnanın biliyorum. Ve bu her şeyi daha da kötü
yapar.
Saatli bomba gibiydi.
Tik tak.
Tik tak.
Tik tak.
Yanlış kabloyu kesmem ve patlaması an meselesiydi.
Çalışma odasma giderek masama oturdum ve civardaki
bir Çin restoranım aramak için cep telefonumu çıkardım.
Günün özel yemeğinden ve Karissa'nm en sevdiği Çin ye­
meği olan sebzesiz, biftekli Lo Mein'dan ısmarladım.
Dolap kapaklarım çarparak, elindekileri sağa sola fırla­
tarak mutfakta dolandığım duyabiliyordum. Arkama yas­
landım ve çıkardığı karmaşayı dinledim. Sanki bütün İŞ>
yumruklanyla yapıyormuş gibiydi.
Ona âşık olmak için yola çıkmamıştım.
Hatta ondan hoşlanmayı bile planlamamıştım.
Ama öyle olmuştu... İkimiz için de... Ve hâlâ b u n u n la
nasıl başa çıkacağımı bulmaya çalışıyordum.

18
Siparişi getiren çocuk otuz dakikadan kısa bir süre
içinde geldi. Çocuğu tanımıyordum, çünkü ne zaman dı­
şarıdan bir şey ısmarlasam farklı bir yerden ısmarlıyor­
dum, böylece o gün nereden yemek yiyeceğimi kimse tah­
min edemiyordu. Bu, tam anlamıyla güvenli değildi ama
Karissa'nın yaptıklarını yemekten daha güvenli olduğu
kesinlikle kanıtlanmıştı.
Yemeğin ücretini ödedikten sonra merak içinde yemek
odasma gittim. Işık yanmıyordu; Karissa masada tek başı­
na oturuyordu. Mutfaktan süzülen ışık, önünde bir tabak
olduğunu ortaya çıkarıyordu. Yine kulaklıklarım takmış
çatalıyla önündeki yemekle oynuyor, yemiyordu.
Şaşırmadım.
Günlük alışkanlıklarından biri de yenilgiyi kabul etme-
mesiydi.
Tek kelime etmeden biftekli Lo Mein'ı paketten çıkar­
dım, masaya koydum ve huzur içinde ne isterse yemesi
için parçalanmış onuruyla onu baş başa bırakıp çalışma
odasma geçtim.

İnsanlarla baş etmek.


Bir şeyleri bulmak.
Benim uzmanlık alanlarım.
Çalışma masama oturdum ve deri sandalyeme yaslana­
rak ayaklarımı masaya uzatıp yemeğimi yemeye başladım.
Gözlerim dizüstü bilgisayarımın ekranında akan borsayı
takip ediyordu. Paramın bir kısmını yüksek kâr getiren
ve beni hükümetin radarından koruyan çeşitli yasal işlere
yatırmıştım ama o an dikkatim, kimsenin umursamadığı,
varlıklarını zar zor sürdüren küçük hisselerdeydi.
Onlara kelepir hisse derler.

19
Bir tane bulursunuz, paranızı yatırırsınız ve birkaç ki­
şiyi dolandırıp çok kazandıracağına ikna ederek onların
da paralarım koymasını sağlarsınız ve hisseler yükseldiği
anda paranızı geri çekersiniz. O hisse zaten boktan oldu­
ğundan anında değeri düşer ve herkes kaybeder ama siz,
enayilere teşekkürlerinizi sunarak oldukça büyük bir kârla
yürür gidersiniz.
Yasal değildir ve kişisel olarak yaptığım bir şey değildir
ama durumum gereği olmazsa olmaz bir olaydır.
Bir şeyleri bulmak.
Entrikaları yönetmekte, bir şeyleri elde etme yolları
bulmakta, para kazanmakta hep iyiydim ama Ray ile çalış­
maya başladıktan sonra becerilerim daha da gelişti. Artık
tüm dünya ile bağlantım vardı. Birinin herhangi bir şeye
ihtiyacı olursa, istenen ne olursa bulacak kişiyi ya da bunu
sağlayacak herhangi birini bilen kişiyi tanıyordum. Konu
insanlarla baş etmeye geldiğinde bu ikisi birbirlerini ta­
mamlıyordu. İnsanlar sizden, neler yapabileceğinizden
korktuklarında ne sizinle ters düşerler ne de size sırt çevi­
rirlerdi.
Bu özel becerim kendime yarattığım dünya yerle bir
olup beni acımasız bir kabuk haline getirene kadar keşfe­
dilmedi. İçinizde karanlıktan başka hiçbir şey kalmadığın­
da başka birinin ışığını söndürmek kolaylaşırdı.
İşte ben buydum. Ne istersem yapar, ne istersem elde
ederdim ve bunların hiçbiri için özür dilemezdim. Sonuçta
ben böyle doğmadım. Dünya beni böyle yaptı ve bu hatası­
nın bedelini her gün ödüyordu. Şimdiye dek bundan paça­
sını kurtaran, bundan sıyrılan, yıllarca benden saklanacak
kadar zeki olan tek bir kişi oldu.
/'■ Carmela Rita.
Johnny'i bulmak kolaydı. O da şu an Karissa'nın gittiği
yoldan gitti. Bir hiç olursa yakalanmayacağını umarak bir
yere yerleşti, bir ev aldı ve dokuz-beş mesaisi olan boktan

20
bir işte çalıştı. Yani saman altından su yürüttü. Gerçekten
bir hiç olduğu için buna uyum sağladı.
Diğer taraftan Carmela yolunu değiştirip karmakanşık,
değişken bir hayat yaşadı. Ne zaman ona yaklaşsam taktik
değiştirip kaçıyor ve başka bir yere taşımyordu.
Sanırım bana çok benziyordu.
Zeki biri.
Ama ben daha zekiyim.
Bunun sona ermediğini, Johnny'i öldürmenin hiçbir
şeyin sonu olmadığını böyle anladım. Keşke tekrar kaçsa,
başka bir yaşamda gözden kaybolsa, başka bir yerde yeni
bir kimlik yaratsa ve asla geri dönüp bakmasa. Ama bunu
yapmayacaktı.
Bunu biliyordum, çünkü ben de böyle yapmazdım.
Carmela da karanlık doluydu. Hayatmın tek ışığı artık
benim evimi aydınlatıyordu ve onun için gelecekti. Karissa
için gelecekti.
Bunu yaptığında Tanrı yardımcısı olsun.
Karissa hemen hemen hiç ses çıkarmadan çalışma oda­
sına girip kumandayı eline alarak kanepeye kıvrıldığında
gözlerim dizüstü bilgisayarımdan ona kaydı. Televizyonu
açü, sesini kısık tutarak doğrudan Food Network' kanalına
bash.
Kucağında bir defter, elinde ise ekrana bakarken dalgın
dalgın salladığı bir kalem vardı.
Sanki çok önemliymiş gibi not alıyordu.
Sanki fikre ihtiyacı varmış gibi yemek tariflerini yazı­
yordu.
Ve sanki sonunda bir smav varmış, sanki Bobby Flay,
Rachel Ray" ya da o gün izlediği berbat konuk her kimse
onunla boy ölçüşecekmiş gibi günün yarısı deftere gömülü
bir halde bunları çalışarak geçiriyor... çalışıyor... çalışıyordu.

* Yemek pişirme ve yiyecekler hakkında yayın yapan televizyon kanalı -çn


Amerika’nın ünlü şefleri -çn

21
Dizüstü bilgisayarım ı kapattım , yem eğim i bitirdim,
artık tüm dikkatim K arissa'daydı. O n u n ekranda pişen
yem eğe baktığı dikkatle ona bakarak ve defterine yazdı­
ğı m alzem eler gibi küçük parçalara b ö lerek onu izlemeye
başladım .
Bunu kaç kez yapüğım ın, onu kaç kez incelediğimin,
içini dışını ne kadar iyi b ildiğim in farkm d a olu p olmadığı­
nı m erak ettim. İç çekişlerini, gü lü m sem elerin i, sesindeki
kırgınlığı ve tenindeki tüylerin ü rp erişin i biliyordum . Sa­
dece gözlerindeki parıltıya ve ad ım ların d aki canlılığa ba­
karak ne zam an m utlu, ne zam an üzgün , n e zam an öfkeli
olduğunu söyleyebilirdim . A klın d an geçen leri okumak
çok kolaydı. Enerjik ve güçlü b ir kad m d ı ve duygularını
ne kadar saklam aya çalışırsa çalışsın b en im hakkım da ne
düşündüğünü biliyordum .
Bend en nefret ettiğinin farkm d ayd ım .
Bunu görebiliyor, hissed eb iliyo rd u m .
K aslan n m gerginliğinden, yan ınd a o ld u ğ u m d a kendini
kapatm asından ve ona dokun m aya h er cesa ret ettiğimde
bed eninin kızarm asından belli o lu yo rd u bu . A m a beni sev­
diğini de biliyordum . Ç ünkü teninin altın d a sönm eyen bir
yangın vardı ve bunu körükleyen tek şey ö fk e değildi.
Ara sıra beni hor görm esi, beni sev m em esi g e re k tiğ in i

unutacaktı.
Bir canavar oldu ğum u u n utacaktı.
Ve o an tek hatırladığı, tek bild iği, tek ö n em verdiği/ be­
nim onu seven ve onu incitm ey eceğin e an t içm iş, çok sıkın­
tılar çekm iş bir erkek o ldu ğum o lacak tı. Ve b u n a inanmak
için kendine izin verecekti. K ötü ad am o ld u ğ u m u u n u ta ­
cak, kahram an oldu ğum u d ü şü n d ü ğü za m a n la rd a ne his
settiğini hatırlayacaktı.
O batm asın diye bo ğu lm ayı göze ala ca k kişi olduğn
m u...

22
Sımsıkı tutunduğum şey buydu.
Onu incelerken aradığım pırıltı buydu.
Ve o pırıltı bugün yoktu.
Suratı asık, bedeninin her hücresi gergin, çenesi kenet­
liydi. Ona baktığım ın farkmdaydı ama öylesine farkında
değilmiş gibi davranıyordu ki sanki varlığımdan bile bi­
haberdi.
Gülüm seyerek onu izliyordum.
Beni incitm eye çalışıyordu. Oysa benim tek düşünebil­
diğim sinirliyken ne kadar güzel göründüğüydü.
Cep telefonum un zil sesi beni o andan uzaklaştırdı.
Kimin aradığına bakm aya gerek bile duymadan telefonu
m asam dan aldım. Zil sesinden kim olduğunu biliyordum
zaten. "E fen d im ."
"Ign azio!"
Ray halihazırda zil zum a sarhoştu. Sesi bunu açığa vur­
m uyordu; her zam anki gibi güçlü ve sakindi ama bana ilk
adımla hitap etm işti. Aklı başm dayken bunu yapmazdı.
O turduğum yerde doğrulup bacaklarım ı masadan indi­
rerek bir kez daha, "E fen dim ," dedim.
"C o b alt'tay ız," dedi. "U ğraşana."
A yağa kalkarak, "Tam am , olur," diye cevap verdim.
Telefonu kapatarak siyah pantolonum un cebine sok­
tum. Ona hayır diyebilirdim ... Ciddi sonuçlar doğurmadan
davetini geri çevirebilecek tek kişi bendim muhtemelen...
Ama evdeki hava orada kalam ayacağım kadar boğucuy­
du. K arissa'yı bugün böylesi üzen şey her neyse, onu atlat­
ması için yalnız kalm aya ihtiyacı vardı. Geri döndüğümde
burada olacağını biliyordum .
Burada olacaktı, çünkü eğer olm azsa izini bulup sürük-
leye sürükleye onu geri getireceğim i biliyordu.
A yakkabılarım ı ayağım a geçirerek kravatım ı düzelttik­
ten sonra sandalyede duran ceketim i aldım. D üğm elerimi

23
ilikleyerek kapıya doğru yürümeye başladım . "Yapacak
işlerim var."
Karissa bir şey söylemedi; başını kaldırıp bana bakmadı
bile ama duydu. Yanağının iç kısmım ısırırken kıpırdayan
yüzü bunu belli etmişti.
Kanepeye yaklaşıp tam yanında durarak, "G eç kalabili­
rim," dedim. "Belki de kalmam."
Bir kıpırtı daha ve daha fazla sessizlik.
Bir süre ne yapacağımı düşünerek orada dikildim , ar­
dından eğilip başından öptüm. Karşı koym adı, h iç yap­
mazdı zaten. Ama bugün karşılığında hiçbir şey almaya­
caktım.
"Eğer bana ihtiyacın olursa ara."
Sanki söylemek istediklerini zar zor bastırıyor ve sadece
rahatsızlığını belli ediyormuşçasına hafif ve gırtlaktan ge­
len bir homurtu duyuldu. Bana asla ihtiyacı olm ayacağını
düşünmemi gerektirecek bir rahatsızlık m ıydı bu? Yoksa
yüreğinin derinlerinde halihazırda bana ihtiyacı olduğu­
nun farkında olmasının verdiği bir rahatsızlık m ıydı?
Hangisi olursa olsun tekrar gülümsedim ve kendi ken­
dime gülerek dışarı çıktım.

Cobalt Room, Manhattan'ın göbeğinde, NYU kampüsün-


den fazla uzak olmayan bir yerde bulunan lüks bir gece
kulübüydü. Bir tarih dergisinin sayfalarından fırlamış gibi
görünen, insanlann dışarıdan hayran hayran seyrettiği
ama çok azının kapısından içeri girebildiği türden büyük
eski bir yapıydı. Sadece davetiye ile işleyen bir üyelik ge­
rektiriyordu ve buraya üye olmanın yolu da bugünlerde
Ray'den geçiyordu.
Sahibi o değildi ama kontrol kesinlikle ondaydı. İşleri­
nin çoğunu gösterişli barlann arkasına ve havalı eğlence

24
mekânlarına gizlenmiş olarak geri plandan yürütürdü. Ön
tarafta dolanır, kim olduğunu saklamaya bile gerek gör­
meden sağa sola em irler yağdırırdı. Arka tarafa çekilirse­
niz kıyam etin kopacağım bilirdiniz.
İçeri girerken kimliğimi çıkarıp göstermeye gerek bile
duymadım. Kapıdaki görevli Kelvin beni tanıyordu... So­
nuçta bizden biriydi. Çoğu öğleden sonra Ray adma bu­
rada çalışıyor, ek olarak da birkaç sokak ötede küçük bir
kulüp olan Tim bers'ta görev yapıyordu. Karissa'nm arka­
daşıyla oraya gittiği gece, yani harekete geçmeye karar ver­
diğim gece oranın kapısındaydı.
O gece Karissa'yı görür görmez bana haber veren
Kelvin'di. Onu tammış ve hedefim olan kişi olduğunu fark
etmişti. Açık söylem ek gerekirse hepsi biliyordu... Ray'in
adamlarının hepsi Karissa'm n kim olduğunu çok iyi bili­
yorlardı.
Yanından geçerken Kelvin bakışlarım yere çevirerek
başını salladı. Bunun sebebi saygıdan ziyade adamlarm
hiçbirinin gözlerim in içine bakmaktan hoşlanmıyor olma­
larıydı.
Çok az insan gözlerimin içine bakardı.
Yalan söyleyen, aldatan, öldüren, çalan acımasız gang­
sterler, sokak çeteleri bundan kaçımrken fiziksel güce sahip
olmayan, benim yarım kadar Karissa, sanki tek bir bakışla
ruhumu okuyormuşçasma gözlerimin içine bakmaktan hiç
çekinmedi. Başta gerçeği, yani ne olduğumu görmediğini
düşünüyordum ama bir süre sonra gördüğünü fark ettim...
Sadece aldırmıyordu.
Dünyadaki her zerre ışığı yok etmeye yetecek kadar yo­
ğun olan içimdeki karanlığı umursamıyordu.
Kimse bana böylesi açık, böylesi güven ve sevgi dolu
bakmıyordu.
Ray bile.

25
Sadece sarhoş olduğu zaman belki. Ve bu gece sarhoştu.
Bann özel kısmında ona yaklaşırken beni görünce sırıttı.
Sanki kendisi Cheshire kedisiymiş* ve becerecek bir Alice
bulmuş gibi bir sıntıştı bu. "Naz!"
Bana böyle hitap ettiğinde neredeyse yumruk yemiş
gibi hissettim. Anında kendini toparladı ama özür dile­
medi. Sadece omuz silkip, adeta "Lanet olsun! Ağzımdan
kaçırdım," diyen bir ifadeyle yüzünü buruşturdu. Tek
kelime etmeden elini sallayarak yanındaki rahat deri kol­
tukta oturmakta olan adama kalkmasını söyledi. O kalkar
kalmaz ben oturdum. Garsona her zamankinden, kapağı
açılmamış bir şişe soğuk bira getirmesini işaret ettim. Sor­
gulamadan, tereddüt etmeden getirdi ve anahtarlığımdaki
şişe açacağım kullanarak şişeyi açtım.
Ray, koltuğunda yayılarak, "Bu sabah donmuş gıda
hisselerini nakde çevirdik," dedi. "Hemen hemen çeyrek
milyon kâr."
Koltuğuma yerleşerek, "Bu harika," diye karşılık ver­
dim. "Yani bu gece içkiler senden."
Ray içinde buzlu viski bulunan kadehini kaldırıp hafif­
çe şişeme vurarak, "Elbette," dedi. "Sen böyle devam et,
ben de sana bütün bira fabrikasını satın alayım."
Bir kahkaha atıp biramdan bir yudum aldım. "Bunu ha-
tırlatınm."
"Hatırlatacağını biliyorum."
Keyifler yerindeydi, alkol su gibi akıyordu. Ray gülü­
yor, şakalar yapıyordu. Ruh hali bulaşıcıydı. Gülümsüyor,
rahatlamaya ve zihnimdeki her şeyi geri plana atmaya ça­
lışarak ona ayak uyduruyordum ama Karissa ile ilgili dü­
şünceler sinsi sinsi geri geliyordu.
Dışandan bakıldığında sanki sadece takılıyormuşuz
gibi görünüyordu ama bu, bizim gibi adamlar için işti-
’ Alice Harikalar Diyarı'run sürekli gülen kedisi. -~çn
Kumpas kurmak, dolap çevirmek, konuşmak, sosyalleş­
mek... İşin nefret ettiğim kısmıydı. Genel olarak insan­
lardan nefret ediyordum gibi anlaşılmasın. Etmiyordum.
Tam anlamıyla değil. Sadece çevremde olmadıklarında
daha mutlu oluyordum.
Onun dışındakilerin.
Lanet olası Karissa.
Bugünlerde tek istisnam oydu.
Asla öyle olmamalıydı.
Kadmlar geldiğinde gece yarışım geçmişti. Genellikle
davet edilmezlerdi; Cobalt'a girmelerine izin yoktur. Ama
Ray ne zaman bir şey kutlamak için yanıp tutuşsa herkes
onu şımartırdı.
Fahişeler. Onlar kendilerine eskort kızlar diyorlardı.
Ben ise orospular. Çoğu aşırı makyajlı, beyinsiz bir kızdan
öte değildi.
Ray'in her işe burnunu sokan sanşm kız arkadaşı
Brandy çıkageldi ve koltukta onun yarana sıkışıp kucağı­
na uzanarak burnunu boynuna soktu. Bir zamanlar o da
diğerleri gibi kendini satıyordu ama Ray ondan hoşlanmış
ve onu kendine saklamıştı.
Küçük oyuncak bebeğim, diyordu ona.
Herkes gevşemişti. Oysa benim tüm kaslarım gerilmiş­
ti. Aldığım alkol huzursuzluğumu yok etmiyor, aksine git­
gide artmasına sebep oluyordu.
Bu, Brandy'nin küçük arkadaşının koltuğumun koluna
tünemesini engellemedi. Kızın yeni olduğu ve buraya ilk
kez geldiği açıkça belli oluyordu. Gülümseyerek bana bak­
tı; gözbebekleri siyah mermer gibiydi. Kafası iyiydi. "Hey,
yakışıklı. Bu gece bir partiye var mısın?"
Bacağını bacağıma sürter ve ayağıyla baldınmı okşar­
ken boş bir ifadeyle dik dik ona baktım. Brandy durumu
fark etmişti. Sarhoşluktan peltek peltek konuşarak arkada­
şını durdurmaya çalışıyordu ama Ray eliyle ağzını kapatıp
onu susturdu. Bakışları bana kilitlenmiş, yüzündeki sırıtış
geri dönmüştü.
Tepkimi görmek istiyordu.
Bu adam bazen kendimi onun oyuncaklarından biriy­
miş gibi hissetmeme neden oluyordu.
Dördüncü şişe biramı bitirdim ve boş şişeyi yanımdaki
sehpaya koydum. Ayağa kalkarak kıza yaklaşmasını işaret
ettim. Estetikle şişirilmiş dudaklarını öpeceğim i düşüne­
rek baştan çıkancı bir gülümsemeyle eğildi am a ben ağzı­
mı kulağına götürdüm. "Eğer bana bir daha dokunursan
boğazını keserim."
Ray'in çılgınca kahkaha atmasına bakılırsa yüzünde
dehşete düşmüş bir ifade olmalıydı. Um urum da değildi.
Ayağa kalktım ve dönüp arkama bakm adan çıkışa doğru
yürümeye başladım. "Görüşürüz, Ray."
"Hoşça kal, Naz."
Bu kez yumruk yemiş gibi hissetmedim.
Beni rahatsız eden ismin kendisi değildi. Her zaman
Ignazio'ya tercih ettiğim bir isimdi bu. Ama onu duymak
bana bir zamanlar olduğum adamı, eski halim i hatırlatı­
yordu. Naz'ın umudu vardı. Naz sevgi doluydu.
Naz acımasız bir ölüme kurban gitti.
Karissa'ya bana Naz diye hitap etmesini söylemiştim.
Bir anlık zayıflıkla söylenmişti bu, çünkü gözlerinde öyle
bir ışık, yüzünde öyle masum bir ifadeyle bana bakmıştı
ki o an eski benin yansıması olabileceğini düşünmüştüm.
Mutluluk veren bir cehalet.
O zamanlar yolumu kaybetmiş, kim olduğumu unut­
muştum ve nasıl geri döneceğimi hâlâ bilmiyordum.
Eve vardığımda saat biri geçmişti. Ev karanlık ve sessiz­
di. Kapıdan girer girmez ceketimi çıkardım ve iç ç e k e r e k

28
kravatımı gevşettim. Çalışma odası boş, televizyon kapa­
lıydı ve uzaktan kumanda sehpada, Karissa'mn defterinin
üzerinde duruyordu. Uzaktan kumandayı itip defteri al­
dım ve en ön sayfadaki yazıyı okudum. Bir çeşit patates
yemeği tarifiydi; altında notlar vardı: Mükemmel biftek
nasıl pişirilir.
Defteri yerine koyarken içinden bir zarfın ucu çıktı. Me­
rakla çekip aldığımda NYU'dan Karissa'ya gelmiş bir mek­
tup olduğunu gördüm.
Yapmamam gerektiğini biliyorum ama zarfı açtım,
mektubu çıkarıp okudum.
Sevgili Bayan Reed, falan filan, falan filan, burs hakkınızı kay­
bettiniz, bu yüzden tarafımıza ödeme yapmanız gerekmektedir.
Yaklaşık yirmi beş bin dolarlık lanet olası bir fatura.
Mektubu zarfa geri koyup defterin içinde bulduğum
yere yerleştirirken ağzımdan alçak sesle bir ıslık çıktı.
Moralinin bozuk olmasma şaşırmamalı.

29
2. BÖLÜM

"Ne dersin...?"
"Hayır."
Sorunun ortasında kalakaldım ve kucağında defteriyle
kanepede oturmuş bir yemek programı daha seyretmekte
olan Karissa'ya baktım. Aynı boktan durum, farklı bir gün.
O an onunla konuşmamı imkânsız kılan boynuna dolan­
mış kulaklıklardan sızan müzik sesini duyabiliyordum.
"Cevap vermeden önce en azmdan sorumu bitirmemi
bekleyemez misin?"
Bir şey söylemedi. Yine ben yokmuşum gibi davranarak
defterine ekranda gördüğü bir şeyi yazıyordu.
Derin bir nefes alıp, "Benimle...?" diye sordum.
"Hayır."
Öfkemi bastırmaya çalıştım ama sıkıntıyla inlememe
engel olamadım.
Bu kadın, insanı inanılmaz derecede çileden çıkarıyor­
du.
Üçüncü kez sormaya kalkışmadan başımı iki yana salla­
yarak çalışma odasını terk ettim. Anahtarlarımı alıp evden
çıktım ve kapıyı çarparak kapattım.
Beni uyuz ediyordu.
Ona bu fırsatı vermemeye çalışıyordum.
Sakinliğimi korumaya, kendime hâkim olmaya çalışı­
yordum. Duygularımı belli etmeme konusunda eğitimliy­
dim. Ama Karissa damarıma nasıl basacağım biliyordu.
Bir kez daha benim istisnam olmuştu.
Her zaman lanet olası istisnamdı.
Manhattan yolu bu öğlen sonra çok yavaş ilerliyordu.
Sıkışık trafikte beklerken parmaklarımı ve boynumu kü-
türdeterek bedenimi gevşetmeye, her geçen gün artan
gerginliği azaltmaya çalışıyordum. Her şey daha iyi olaca­
ğına, her şey yoluna gireceğine, başlangıç çizgisinde sapla­
nıp kalmış gibiydik.
Sabır her zaman güçlü yanım olmuştu... Hemen hemen
yirmi yılımı Carmela'nın izini sürerek, Johnny'den intikam
almayı bekleyerek geçirmiştim. Ama şu an kızlan sabır sı­
nırlarımı zorluyordu.
Arabayı Washington Meydanı civannda bir otoparka
bırakarak Greenwich Village'e doğru yöneldim ve caddeyi
dönüp binanın giriş katındaki NYU öğrenci işlerine gittim.
Harç Bürosu.
Yaz dönemi olmasına rağmen bina ışıl ışıl aydınlatıl­
mıştı ve şaşırtıcı biçimde kalabalıktı. Birkaç dakika benim­
le ilgilenilmesini bekledikten sonra ofisin giriş bölümün­
de büyük bir masada oturmakta olan orta yaşlı bir kadına
yaklaştım.

32
"Okul ücretini ödeme konusunda kiminle görüşebili­
rim?" diye sordum.
Kadm, alışılmış laf kalabalığıyla öğrencilerin internet­
ten nasıl ödeme yapacaklarını anlatmaya koyuldu ama
sözünü kestim. "Hayır, ödeme yapmam gerek ve hepsini
ödemek istiyorum. Bugün."
Bir saat sonra en üstte Karissa'nın adının yazdığı ve
yanında "Tamamı ödendi" damgası basılmış bilgisayar
çıktısı bir faturayla birlikte yirmi beş bin dolar daha fakir
olarak dışarı çıktım.
Brooklyn'e vanp arabayı park ettiğimde hava kararmak
üzereydi. İçeri doğru yöneldim. Daha kapıyı açmadan beni
yüksek müzik sesi karşıladı. Birkaç adım atıp antreye gir­
diğimde Karissa'ya seslendim. Şamatanın arasında neşeli
bir kahkaha koptu.
Bu bir kadın sesiydi, tanıdıktı ama Karissa'nın değildi.
Melody.
Nabzım hızlandı; içimde aniden kabaran öfke yüzün­
den parmak uçlarım karıncalandı. Elimi yumruk yapıp
bunu yok etmeye çalıştım ama pek işe yaramadı. O kahka­
hayı boğarak yaşamına son vermek, bu rahatsız edici cızır­
tıyı yok etmek istiyordum.
Beni çok rahatsız etmiş ve kulağımı tırmalamıştı.
Ses çalışma odasından geliyordu, kendimi en çok evim­
de hissettiğim odadan. Güvende hissettiğim tek yerden.
Evime birini davet etmek, birinin yemeğime dokunma­
sına ya da bana içki koymasma izin vermek gibiydi. Birine
bu derece güvenmek söz konusu bile olamazdı. Daha önce
dinleme cihazı yerleştirilmiş, telefon konuşmalanm din­
lenmişti ve burnumun dibinde dahi olsa bunu gözden ka­
çırmam çok kolaydı. Başkalarının hayatıma girmesine izin
vermezdim ve Karissa, sığınağımı çok az tanıdığım birine
açmıştı.
Melody Carmichael. Babası Wall Street'te çalışıyordu
Annesi ev hanımıydı ve bir kitap kulübü işletiyordu. Bu
mükemmel aüe fotoğrafıydı ama benim güvenmediğim
bir görüntüydü. Görünenin altında, daha derinlerde her
zaman başka bir hikâye, benim gibi bir adamın gün yüzü­
ne nasıl çıkaracağım bildiği gömülü sırlar vardır.
Her şeyin kötü bir yönü, herkesin karanlık bir tarafı var­
dır ve karanlıkta yürümeyi göze alan kişiler, sadece güneş
ışığım tanıyan kişilerden çok daha inandırıcıdırlar.
En yakın arkadaşım beni göğsümden vurdu ama en
azından bunu yaparken gözlerimin içine bakma lütfunda
bulundu.
Çalışma odasından uzak durup sinirlerimi yatıştıracak
güçlü bir içki bulmak için mutfağa yöneldim ama içeri gir­
diğim anda kalakaldım. İçerisi bomba atılmış gibiydi. Her
yer tabak ve çöp doluydu; yemek artıkları yapışmış ten­
cereler hâlâ ocağm üzerindeydi. Tuhaf bir yanık kokusu
vardı. Başansız olmuş bir yemek yapma girişimi daha. Bu
seferki girişim tezgâhın üzerindeki yanmış pisliğin yaran­
da duran yarısı dolu bir pizza kutusuyla son bulmuştu.
Öfkeden delirdiğimi hissedebiliyordum; çenem kaskatı
kesilmişti. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alarak öfke­
mi bastırmaya çalıştım. Sakin ol. Kafana takma. Sakinleşmek
için ona kadar saydım ama anlamsızdı. Çünkü gözlerim1
tekrar açtığım ve karmaşayı gördüğüm anda görüşüm bu­
lanıklaştı ve sakinliğimi kaybetmemek için verdiğim çaba­
nın tümü yok oldu.
Sabrım tükenmişti.
Ocağın üzerindeki tencereleri alıp içlerindeki yemek ar­
tıklarını çöp kutusuna boşalttım ve ardından mermer mut'
fak tezgâhına çarparken çıkardıkları sesi umursamadan
fırlattım.

34
Lavaboyu doldurdum; buhar yükselen kaynar su ne­
redeyse taşacak kadar baloncuk dolmuştu. Tabaklan içine
attım. Ceketimi yırtarcasına çıkarıp kollarımı dirseklerime
kadar sıvarken kafamm içinde karanlık düşünceler uçuşu­
yordu.
Ovaladım, ovaladım, ovaladım. Aşırı sıcak su tenimi
kavuruyordu. Dişlerimi sıkıyor, onun verdiği acıyla dik­
katimi dağıtmaya, sakinleşmek için bu acıya odaklanma­
ya çalışıyordum ama ters tepiyordu. Her kahkaha, her iç
çekiş, çalışma odasından kulağa ulaşan her hece yeniden
başlat tuşuna basıyor, kızgınlığım artarak tekrarlanıyordu.
Çok küstahtı.
Etrafımdaki dünya bulanıklaşmıştı, ellerim kendiliğin­
den hareket ediyordu. Görünürdeki her şeyi ellerim yara
olana kadar ovaladım. İntikam dolu karanlık düşünceleri
zihnimden söküp atma çabasıyla her şeyi ovalarken bula­
şık telini öyle sert bastırmıştım ki parmaklarım kamyordu.
Ama kafamdaki tek şey hâlâ onlardı.
Ben onlardan böyle kurtulmaya çalışırken onlar beni yi­
yip bitiriyorlardı.
Sinirden öylesine kendimi kaybetmiş, öfkeden öylesine
tükenmiştim ki, Karissa'nın ayak seslerini duymadım ve
tavandaki lamba yanana kadar varlığını hissetmedim. Ay­
dınlık, bir an için durmama neden oldu. Elimdeki bardağı
o kadar sıkı tutmuştum ki kızarmış elimin eklem yerleri
kokain kadar beyaz olmuştu.
Bardak kırılmadığı için lanet olası derecede şanslıydım.
Neredeyse kırılmış olmasını diledim.
Böylece elimi kesip lanet olası bir damarımı koparabi­
lirdim.
"Naz?"

35
Sesi o kadar yakındı ki adımı söylemesi azgın alevlere
benzin fırlatmak gibiydi. Deli gibi titrediğimi hissederek
başımı eğdim.
Bu ne küstahlık.
"Git buradan Karissa. Şu an bunu yapmak istemezsin."
"Ne yapmak istemem?"
Cevap vermedim ve o gitmedi.
Gitmedi, hatta daha da yaklaştı; dikkatli adımlarla mut­
fağı geçip bana doğru ilerlemeye başladığında nihayet
ayak sesleri duyuluyordu. Yere hafifçe basıyordu ama yak­
laşırken duyulan ayak sesleri kulaklarımda uğursuz bir
uğuldamaydı. Tepki vermemek için mümkün olduğunca
hareketsiz durarak derin bir nefes aldım. Tekrar konuşma­
ya başladığında gözlerimi kapattım.
"Ignazio?"
Eli sırtımdaydı; dokunuşu çekingendi ama beni tetikle-
meye yetti. Hızla ona doğru dönerken bardak elimden ka­
yıp köpüklü suya düştü. Karissa hazırlıksız yakalanmıştı.
Geri çekilmeye yeltendi ama bileğinden yakalayıp sımsıkı
tuttum ve birden kendime doğru çektim.
Sırtını tezgâha dayayıp onu kıpırdayamaz hale getirdi­
ğimde korkudan gözleri kocaman açılmıştı.
"İsteğin bu mu? Ha?" Ona doğru eğilip daha da yaklaşa­
rak gözlerimi koyu renk gözlerinin içine diktim. "Benimle
eğlenmek mi istiyorsun? Beni tahrik etmek mi istiyorsun?"
"Ne?" Sesi titriyordu. "Neden söz ediyorsun?"
"Yaptığın şeyden söz ediyorum," dedim. "Bana yaptı­
ğın şeyden."
"Ben sana bir şey yapmıyorum."
Gözleri sulandı. Canını yakıyor olma ihtimaline karşı
bileğini kavrayan elimi gevşetecek kadar aklım yerindeydi
ama bir şey değişmedi. Gözlerini gözlerimden ayırmadan
bakarken yanaklanndan bir damla yaş süzüldü. Bana bu

36
kadar yakın olmaktan dolayı nefesini tutuyormuşçasına
vücudu gerilmişti.
Bana.
Yakınımda olmaya tahammül edemiyordu.
Ona açık olmak için kendimi paralamış, zayıf noktala­
rımı, başka kimsenin göremeyeceği taraflarımı keşfetme­
sine izin vermiştim. Bunu kabul etmişti. Kabul etmiş ve
sevmişti ama anlamamıştı. Sonunda her şeyi; nasıl kurban
edilmiş olduğumu, canımın nasıl yandığım, hayatımın na­
sıl altüst olduğunu anlattığımda hatalı olan benmişim gibi
davranmıştı.
"Seni kendi haline bırakıyorum Karissa. İçimdeki her
şey bunu yapmamamı söylüyor olsa da seni kendi haline
bırakıyorum, çünkü istediğin bu. Seni kendi haline bıra­
kıyorum ve sen böyle mi karşılık veriyorsun? Beni kışkır­
tarak, bana hiç sormadan insanları evime, benim alanıma
davet ederek. Yalmz kalmak mı istiyorsun? O zaman bana
da bu hakkı ver ve buna saygısızlık etmeyi bırak."
"Etmedim..."
Sözünü keserek, "Ettin," dedim. "O masum tavırlann
bana sökmez... Artık işe yaramıyor. Her şeyi bilerek yapı­
yorsun. Masum falan değilsin. Bunun beni nasıl etkiledi­
ğini biliyorsun, yine de yapmaya devam ediyorsun. Sana
izin verdim, çünkü zamana ihtiyacın vardı. Sabırlı davran­
mam gerekiyordu ama artık süren doldu Karissa, çünkü
sabrım kalmadı. Oynamak istediğin oyun bu mu? Bir tep­
ki alana kadar benimle uğraşmak mı istiyorsun? Tamam.
Sana istediğini vereceğim."
Üzerine abandım. O, elimden kurtulmaya çalışırken
burnumu onun burnuna sürtmeye başladım. Ona doğru
daha da eğildim ve dudaklarım onunkilerden sadece bir
nefes uzakta durdum.
Onu öpmek istiyordum.

37
Öpücüğüme karşılık vermesini sağlamak için her şeyi­
mi verirdim.
Karissa, "Bırak gideyim," diye fısıldarken hissettiğim
buydu.
"Kendin kurtul. Hadi bakalım."
Serbest olan eliyle beni iterek kollarımın arasından öyle
hızlı çıktı ki tepki vermeye zor zaman buldum. Bileğini
bir saniye kadar geç bıraktığım için kolu bükülünce acıy­
la yüzünü buruşturdu. Geri geri giderken başını iki yana
sallayarak bileğini ovuşturuyor ve yanaklarmdan yaşlar
süzülüyordu.
"Sen normal biri değilsin," diye o kadar yüksek sesle
bağırdı ki Melody çalışma odasmdan duyup iyi olup olma­
dığım sordu. "Sen... sen hastasın."
"Bana bilmediğim bir şey söyle."
"Senden nefret ediyorum."
"Tekrar söylüyorum. Bana bilmediğim bir şey söyle."
Melody, "Karissa," diye seslenerek mutfağa girdi. Dur­
du ve bir ona bir bana baktı. Bakışları kuşku doluydu.
"Her şey yolunda mı?"
Tek kaşımı kaldırıp Karissa'ya bakarak cevap vermesini
bekledim. Şu an, ruh halim böyleyken arkadaşıyla benim
konuşmam hiç hoşuna gitmezdi.
Karissa bileğini ovuşturarak hafifçe başını salladı.
"Evet, yolunda. Yine de., şey... sen gitsen iyi olur. N azla
ben... şey..."
Melody anında önemsemez bir edayla elini sallayarak,
"Anladım," dedi. "Sevgili kavgası; hepsi bu. Şey... Hafta içi
görüşürüz, değil mi? Kafe programı hâlâ geçerli, değil mi?”
Karissa zorla gülümseyerek, "Elbette," dedi. "Orada
görüşürüz."
Melody koşar adımlarla uzaklaşmadan önce el salla­
dı. Ön kapı açılıp kapanarak Melody'nin gerçekten gitmiş

38
olduğu haberini verir vermez Karissa tekrar bana döndü.
Gözlerindeki korku gitmişti, öfke de. Son birkaç haftadır
buna alışmıştım. Şu an beni selamlayan tek şey üzüntüydü.
Kalp kırıklığı.
Bileğini tutmuş ovuşturup duruyordu. Öfkenin yerini
yavaş yavaş endişe aldı. Ona doğru birkaç adım atıp kolu­
na uzandım. "İyi m isin?"
Daha ben dokunmadan aniden geri çekilerek aramıza
biraz daha mesafe koydu. "Sanki umurunda."
"Umurumda tabii," dedim. "Eğer canını yaktıysam..."
Dudak büktü. "Tek yaptığın canımı yakmak."
Bunun aksini kanıtlamak için bir şeyler söylemek iste­
dim ama yapamadım.
Karissa bir süre sessiz kaldı, ardından başını kaldmp
bana baktı; sesi fısıltı gibi çıkıyordu. "Hayatımın en kötü
günü hangisiydi biliyor musun Naz?"
Duraksamadım bile. "Babam öldürdüğüm gün."
Bu sözler üzerine geri çekildi. Kollarmı göğsünde ka­
vuştururken başmı iki yana salladı. "Hayatımın en kötü
günü, yurt odamdaki o gün. Senden uzak durmam için
beni uyarmıştın... Ama ben seni dinlemedim. Eğer o an
çekip gitmezsen bir daha asla gitmeyeceğini söylemiştin...
Bunu da dinlemedim. Şimdi gerçekten ciddi olduğunu an­
lıyorum. Gerçekten ciddiydin." Sesi çatlak çatlak çıkıyor­
du. "Hata yaptım. Asla kalmanı istememeliydim."
O an tezgâhtan bir bıçak alıp göğsüme saplayabilirdi
ve bu, söyledikleri kadar beni rahatsız etmez, canımı yak­
mazdı.
Az önce söylediklerini duymaktansa vurularak öldü­
rülmeyi tercih ederdim.
O, bunu zaten biliyordu.
Ve belki bunları inanarak söylüyordu.
Belki hayatının en kötü günü oydu.

39
Ama bu, benim için avuntu değildi.
Canımı yakıyordu.
Tek kelime etmeden tezgâhtan uzaklaşıp kendimi zorla­
yarak ona doğru birkaç adım attım. Ben yavaş yavaş yanı­
na giderken Karissa hiç hareket etmedi ve gözlerimi dikip
ona baktığımda bana bakmayı reddetti.
Yarımda durdum ve dudaklarımı kulağma yaklaştıra­
cak biçimde eğildim. Sakin bir tonla, "Ama istedin," de­
dim. "Kalmamı istedin, o yüzden buna alışsan iyi olur, aş­
kım. Çünkü hiçbir yere gitmiyorum."

Teni yumuşacıktı. Kusursuzdu. Çok az dokunulmuştu.


Karissa'nın gözleri kapalı, bedeni tamamen hareketsiz
olduğu halde uyanık olduğunu biliyordum. Yatakta yanı­
na uzandığımda boğazmdan kaçan hafif inlemeden ve tit­
rek nefes alıp vermesinden anlayabiliyordum bunu. Üze­
rinde ince siyah bir tişört ve külot vardı.
Her zaman yan çıplak yatardı.
Ben daha da çıplak yatardım.
Çırılçıplak uyurdum. Bundan hiç rahatsız olmazdım.
Bir centilmen olmaya, anlayışlı davranmaya ve ellerimi
kendime saklamaya çalışıyordum ama bu çok zordu.
Aşın zordu.
Özellikle böyle anlarda.
Uyanık olduğumu, yanında olduğumun farkında ol­
duğunu bildiğim ve çok yakın ama bir o kadar da uzak
olduğum anlar... Bu, bütün kaslarımda kurtulması zor bir
ağnya neden oluyordu. Kendimi ona dokunurken yaka­
ladım; parmak uçlarım teninin açık kalan her yerinde ge­
ziniyordu. Karissa hareketsiz duruyordu ama titrediğini/
dokunduğum yerlerde tüylerinin diken diken olduğunu
hissediyordum.

40
Bu, çok fazlaydı.
Asla yetmiyordu.
Daha fazlasını istiyordum. Daha fazlasına ihtiyacım
vardı. Açgözlüydüm ve onun her şeyini istiyordum. Onu
sevmek, ona sarılmak, tekrar içinde olmak istiyordum.
Onu acımasızca becermek istiyordum.
Bunu en son yaptığım ânı zar zor hatırlıyordum.
Bana ilaç vermişti ve beni terk etmeyi düşünüyordu. Bir
ay olmuştu... Onunla temas etmeden geçen uzun, acı dolu
bir ay. Elimi kumaşın altına sokup onu çırılçıplak bırak­
mak ve ona sımsıkı sarılmak istiyordum.
Ama bunu yapmaya kalkarsam Kırmızı kelimesini kul­
lanacaktı.
O lanet olası dilini koparıp onun yaptığı gibi bedenim­
de kullanmak istiyordum.
İç çekerek ondan uzaklaştım ve arkamı döndüm. Canı­
mı ne kadar yakarsa yaksm bu gece ona dokunmayacak­
tım. Üzgündü ve işleri şu an olduğundan daha kötü hale
getirmek istemiyordum.
Bu durumu nasıl atlatacağımızı bilmiyordum.
Bir adım öne, altı adım geriye...
Uykum hafiftir; çevremdeki her şeyi hissederim. Yatak­
ta her hareket ettiğinde, döndüğünde, bacaklarını uzattı­
ğında, kıvrılıp yastığına daha sıkı sarıldığında sıçrayarak
uyanırım ve tekrar uykuya dalmak çok zordur.
Biriyle uyumak, onunla aynı odayı paylaşmak, en özel
alanlarınıza girmesine ve en zayıf anlarınızı görmesine izin
vermek büyük güven ister. Güçlüyiim ve hızlıyım ama be­
yinsiz bir herif bile uyuyan birinin uyanmasına fırsat ver­
meden boğazını kesip işini bitirebilir.
Sadece birkaç saniyelik bir iş.
Biliyordum.

41
3. BÖLÜM

"Şu herif var ya..."


Ray ile uzun sohbetlerin tamamı böyle başlardı. Bu dört
kelimeyi her duyduğumda bir dolar kazansaydım...
Aslmda her seferinde birkaç bin dolar kazandığımdan
emindim.
Ne zaman hazır olursa o zaman anlatmaya başlayaca­
ğım bildiğim için kayıtsız bir ifadeyle, "Hangi herif?" diye
sordum. Ray'in olayları dramatik hale sokma konusunda
doğuştan gelen bir yeteneği vardı.
"Benim için birkaç iş yapan şu herif," dedi. "Biliyorsun
işte... Araba işindeki. Tamirhanesi olan. Birkaç arabanın
boyasmı söken herif. Haddini aştı ve ayrılmaya karar verdi
ama senin de bildiğin gibi bu işte ayrılmak yok. Ahmak he­
rif bu yüzden şikâyette bulunmuş. Onu taciz ediyormuşuz.
İnanabiliyor musun? Ona yardıma olacaklarını düşünerek
polisi aramış."
Evet, inanabiliyordum.
İnsanlar polisin kendilerine gerçekten yardım etmek
için orada olduğunu düşünürler.
Ben de öyle düşünüyordum.
Gerçeği öğrenmeden önce.
Göz ucuyla Ray'e baküm. Henüz öğlen bile olmamasına
rağmen Cobalt'm arkasmdaki ofiste oturmuş içkilerimizi
yudumluyorduk. Brandy duvara dayalı deri koltukta derin
uykudaydı. Geceyi burada geçirip geçirmediklerini merak
ettim. Sabahın bu kadar erken saatinde onu hiç Cobalt'ta
görmemiştim.
"Ee, ne yapacaksm? Ona bir ders mi vermek istiyor­
sun?"
"Hayır. Halihazırda iki bacağına da kurşun sıktık,"
dedi Ray. "Ama işinin bitirilmiş olmasını tercih ederdim."
"Anladım, tamam," dedim. "Ben hallederim."
Ray çabucak adamm adım ve bazı belirleyici detayları
verdi. Adı Josh Donizetti'ydi. Kırklı yaşlarm sonunda, sa-
nşm bir adamdı. Diz kapaklarma yediği kurşunlar yüzün­
den topallayarak yürüyordu. Tamirhanesi Brooklyn'de ya­
şadığım yere fazla uzak değildi. Bu bilgiler yeterliydi ama
Ray yine de çalışma masasma uzandı ve adamın kartvizi­
tini alıp bana verdi.
Ben biramı bitirirken Ray konuyu değiştirmiş ve uzun
uzun başka bir şeylerden konuşmaya başlamıştı. Ne oldu-
n ğunu bilmiyordum. Benimle konuşmuyordu. Tam olarak
değil. Sadece konuşuyordu. Benin aksime Ray sessizlikten
hiç hoşlanmazdı.
Şişe boşaldığında kenara koydum, ayağa kalkıp ceketi­
mi üzerime geçirerek elimi uzattım.

44
Ray, içten bir gülümsemeyle elimi sıktı. "Sensiz ne ya­
pardım bilmiyorum Vitale."
Bensiz daha yoksul, daha güçsüz ve hatta muhtemelen
ölü olurdu. Bana dile getirdiğinden... diğer adamlarının
bildiğinden çok daha fazla güveniyordu. Diğerleri patron­
larının şehirdeki en güçlü, en etkili adam olduğunu dü­
şünüyorlardı. Yüzeyde görünen buydu. Benim yaptığım
işlerin çoğuna kendi admı da katıp övgüler almıştı.
Umurumda değildi.
Bunu şöhret için yapmıyordum.
Övgüye ihtiyacım yoktu.
İnsanların sürekli bana dalkavukluk yapmalarım iste­
miyordum.
"İş biter bitmez seni ararım," dedim.
Bütün öğleden sonrayı Brooklyn'de tamirhaneyi bulup
gözlemleyerek ve günün adamım iş yerinde topallayarak
dolaşırken gözetleyerek geçirdim. Aşağılık herif muhte­
melen cezasını yeterince çekmişti; iki bacağı da mahvol­
muştu. Bu durumda yürüyebildiği için şanslıydı.
Ama adam, polise gitmekle ölümcül bir hata yapmış­
tı. Bu, bizim dünyamızda affedilemezdi; kimse bundan
sağ kurtulamazdı. Kim olursan ol, ne yaparsan yap ya da
kimin tarafından sevilirsen sevil... Bu affetmeyeceğimiz
ölümcül bir günahtı.
İlk öldürdüğüm kişi Joseph Manchetti adında bir adam­
dı. Temiz ve kolay bir iş olmuştu; başının arkasından bir
kurşunla... Tetiği çekerken ellerim titriyordu. Yolun kena­
rcıda iki büklüm olup midemdeki her şeyi çıkarmadan
°nce ancak caddenin köşesine kadar gidebilmiştim.
Sebep ölmüş olması değildi; kabul ettiği tek ödeme tarzı
Su adamın ölümü olan bir gangstere ciddi miktarda borç­
lanmış olan evli bir erkeğin, bir babanın yaşamına son ver-
mi$ °lmam da değildi.

45
Bunun onunla hiçbir ilgisi yoktu.
Mesele adrenalindi.
Hayatım benden çalındığından beri dam arlarımda his­
settiğim ilk yaşam kıvılcımıydı; ilk kez kendim i normal
hissetmiştim. Birinin son nefesinin kontrolünün elinizde
olmasının verdiği haz başka hiçbir haza benzemiyordu.
Kalbim, artık var olup olmadığından em in olm adığım kal­
bim, deli gibi çarpıyordu.
Hayatımın insanlıktan en uzak ânı, bana bir zamanlar
benim de insan olduğumu hatırlatmışü.
Tekrar yaşadığımı hissetmiştim.
Bu duyguya bağımlı hale geldim.
Zaman içinde birini öldürdükten sonra m idem bulan­
mamaya başladı. Haz eskisi kadar büyük, adrenalin o ka­
dar güçlü hissedilmez oldu. Her bağım lı gibi tatm in olmak
için gitgide daha fazlasına ihtiyaç duyar oldum . Temiz ve
kolay, karmaşıklığa ve acı vermeye dönüştü. Duygular
ölümden sonrasına tanıklık edince coşmaya başladı. En az
riskle en fazla heyecanı duyma yollarmı arayarak işi geliş­
tirdim.
Ben bu duygulan yaşadığım sürece onların ne hissettiği
umurumda değildi.
Yolun karşısında arabamda oturup adam m dükkan
içinde dolanmasını izlerken parmaklarım beklenti içinde
karıncalanmaya başladı. Elimdeki kartvizitiyle oyalanıyor
parmak uçlanmı pürüzlü kenarlarmda dolandırarak vak­
timin gelmesini bekliyordum ama çekim çok güçlüydü-
Buna bir tür orgazm demeleri ilginçti.
Çünkü gerçekten öyleydi.
Bir tür orgazm.
Şiddetli bir orgazm.
Ve bunun için can atıyordum.
Hava kararana, ortalık sakinleşene, işini bitirm ek iÇ,n

46
burada olduğum o adam dışında tamirhanedeki herkes
gidene kadar bekledim. Büyük bir Amerikan arabasının
altına uzanmış çalışıyordu.
Kartviziti arabanın konsoluna bırakıp temkinli bir hal­
de arabadan indim ve karşıya geçerken siyah eldivenleri­
mi taktım. Sessizce tamirhaneden içeri girdim; ayak ses­
lerim neredeyse duyulmuyordu. Adam beni ne gördü ne
de duydu. Artık çok geç olana kadar orada olduğumu fark
etmedi bile.
Eski krikoya bir tekme attığım anda araba öyle hızla
aşağıya indi ki aşağılık herifin kenara kaçacak zamanı ol­
madı. İki ton metal hızla göğsüne çarptığında hareket ede­
medi, sadece çığlık atabildi.
Susunca bacaklarını sağa sola savurmaya başladı; vücu­
du deli gibi titriyordu.
Bir süre oyalanarak onu izledim.
Ölümde büyüleyici bir şeyler vardı. Samnm huzur ve­
riyordu. Yaşamın acısı, işkencesi, mücadelesi önemli değil­
di. Nasıl olsa her şey sona ermek üzereydi.
Hepimiz ölmek için doğarız. Durum bundan ibaretti.
Ben de bir gün, bir biçimde ölecektim ve bundan kork­
muyordum. Ölüm, benim için kurtuluş olacaktı. O güne
kadar diğer insanların kabullenme noktasına gelmelerini,
fazladan bir nefes daha almak için mücadele etmelerini
izleyecek ve onların korkularmdan beslenerek yaşamıma
devam edecektim.
Ben yakınlarındayken hayat onlara asla yaşama hakkı
lütfetmeyecekti.
Tıpkı bana başka şans vermediği gibi.
Bazen bunun benim lanetim olduğunu düşünüyordum.
Bu, içimdeki şeytanları zar zor yatıştıran, kendi kendime
verdiğim bir cezaydı. Ama sadece geçici bir boşalmaydı.
Bu beni dengesizleştiriyordu.

47
Adamın kasları hâlâ seğirirken oradan ayrıldım ve ba­
şım önde karşıya geçip arabama bindim. Bir kez daha dö­
nüp tamirhaneye bakmadan uzaklaştım. Telefonumu çıka­
rıp Ray'i aradım ve açar açmaz sadece, "İş tam am ," deyip
kapattım. Hemen eve gitmedim. Kafamı boşaltmak, adre­
nalinden annmak için bir süre sokaklarda dolandım.
Bu haldeyken Karissa ile karşılaşmak tehlikeli olurdu.

Gümüş renkli ve siyah makine mutfak tezgâhının dörtte


birini kaplıyor, el değmemiş aksesuarları pencereden sü­
zülen sabahın ilk saatlerinin güneşi altında parlıyordu. Üst
katta Karissa'nm kalktığım ve koridoru geçerek merdiven­
leri inmeye başlayan ayak seslerini duyunca mutfağın di­
ğer tarafındaki tezgâha yaslandım.
Mutfağa girer girmez bakışlarımı ona diktim. Parlak
tepe lambasını yaktığında gözlerimi kısıp karanlıkta giz­
lenmiş olduğumu fark edip duraksamasını izledim. Beni
selamlayan korku içimin düğüm düğüm olmasına, vücu­
dumun gerilmesine neden oldu. Öyle bir baktı ki sanki mi­
deme yumruk yemişim gibi nefesim kesildi.
Kaç kez onun canını yakmayacağıma söz vermiş olur­
sam olayım fark etmiyor, o her seferinde bunu unutuyor­
du. Ve bu, bir ardık bir duygu bile olsa çok ağır geliyordu.
"Günaydın," dedim.
Gözlerini dikip bana baktığında yüzündeki panik her
zamanki iç çatışmasının gölgesinde yok oldu. Karşılık ver­
medi. Bakışlan benden uzaklaştı ve tezgâhın üzerinde du­
ran makineyi görünce kaşları çatıldı.
"Tezgâh üstü kahve makinesi," diye açıkladım. ŞaŞır'
mış bir ifadeyle aniden bana baktı. Omuz silkerek tezgâhta
yanımda duran kullanma kılavuzunu alıp ona uzattım-

48
"Kahve için canını vereceğini söylemiştin."
Tekrar dönüp makineye bakmadan önce kullanma kı­
lavuzunu elimden alarak, "Makineyi bu yüzden mi getir­
din?" diye sordu. "D aha basit bir şey alamaz mıydm? Nasıl
çalıştığını öğrenmek için roman okumayı gerektirmeyecek
bir şey?" Tam cevap veriyordum ki, "Elbette alamazdın,"
diye homurdanarak sözümü kesti.
Kısa bir süre kullanma kılavuzunun kapağına baktıktan
sonra tezgâhın üzerine fırlattı ve arkasım döndü. Dolaptan
bir kâse alıp dolap kapaklarını ve çekmeceleri çarparak her
sabah yediği mısır gevreğini hazırladı. Buzdolabından süt
almak için hafifçe bana değerek yanımdan geçerken bir şey
söylemeden ona baktım. Sütü kâseye boşaltırken bir kısmı
sağa sola sıçradı; temizlemekle uğraşmadı bile.
Sırtı bana dönük ayakta durup pencereden dışarı baka­
rak bir lokma aldı.
Hâlâ çok öfkeli...
Yavaşça ona doğru yürüdüm ve tam arkasında durdum.
O kadar yakındım ki kravatım sırtına değiyordu. Üzerimde
hâlâ dünkü kıyafet vardı. Yanında uyumadığımı, kimsenin
sokaklarda olmadığı saatlerde eve döndüğümü ve gün do­
ğana kadar o kahve içebilsin diye lanet makineyi kurmakla
uğraştığımı fark edip etmediğini ya da bunu umursayıp
umursamadığını bilmiyordum. O sırada benim varlığımı
özleyip özlemediğini de bilmiyordum ama şu an varlığımı
hissettiğinin farkındaydım.
Farkındaydım, çünkü ona doğru eğildiğimde titremeye
başlamıştı ve camdaki yansımasından gözlerinin hafifçe
kapandığını görüyordum. Dudaklarımı kulağına yaklaş­
tırdım ve alçak sesle, "Bulmaya çalıştığın kelimeler, teşek­
kür ederim, sanırım," dedim.

49
4. BÖLÜM

İnanç.
Güven.
Peri Tozu.
Kalın, altın sa rısı y a z ılm ış b u kelim eler, rengârenk eski
poster ü ze rin d e p a rlıy o rd u . B u n u dah a önce de birkaç kez
görm üştüm ; K a r is s a 'n m y u rt o d asın d ak i d u van n d a asılıy­
dı ama o b u ray a ta şın d ığ ın d a n beri h iç görm em iştim .
Şu ana k a d a r h iç.
Küçük sarışın p e rin in k o ca m a n gözleri artık yatak oda­
sının rap tiyelerle ra sg ele tu ttu ru larak asılm ış olduğu du­
varından b an a b a k ıy o rd u . P o ster kırış kırıştı ve sağ alt kö-
Şesi yırtıktı.
Yatağımın yanına asılm aktan ziyade çöp tenekesinde
°lması gerekiyorm u ş gibi görü nüyordu.

51
Görüntüsü tüylerimi diken diken etti. Onu yırtıp at­
mak... ya da lanet olsun, en azından düzgün asmak, kırı­
şıklığı düzeltip daha iyi görünmesini sağlam ak istedim.
Ama yapmadım. Rahatsız olmuş bir halde kapıda dikilip
loş ışıkta o lanet olası şeye bakmaktan başka bir şey yap­
madım.
Başımı iki yana sallayarak arkamı dönüp merdivenlere
yöneldim. Şu an aniden ortaya çıkan bu şeyle uğraşamaya-
cak kadar bitkindim. Bütün öğleden sonra Ray'in işleriyle
uğraşmış, kendi işlerimle ilgilenmiştim ve tek istediğim bi­
raz gevşemek, her şeyi geride bırakıp rahatlamaktı.
Evdeki tek ışık çalışma odasındaydı. O tarafa doğru yü­
rürken televizyonun sesi duyulmaya başladı. Sam rım yine
yemek programı seyrediliyordu. Her zaman lanet olası
Food Network kanalı. Kapıdan içeri adım atar atmaz ek­
randa beni karşılayan üst kattaki küçük sarışım görünce
şaşkınlık içinde donakaldım.
Tinker Bell.
Ha?
Karissa üzerinde pijamaları, ayaklarını altına toplamış
bir halde kanepede oturuyordu. Yanına gidip kendimi ka­
nepeye attım. O kadar yakındım ki kalçam bacağına deği­
yordu.
Gerildi; vücudu sertleşti ama bana bakmadı. Onun ye­
rine gözlerini televizyona sabitledi. Kravatımı gevşetirken
bir süre onu izledim, ardından ayakkabılarımı çıkarıp tele­
vizyona döndüm.
Peter Pan.
Bu beni şaşırtıyordu.
Onun hakkında birçok şey biliyordum ama bu filmi ne­
den bu kadar sevdiğini anlayamıyordum. Daha önce de
bunu düşünmüş, ölçüp biçmiştim ve genç olduğunu bili'
yordum. Yine de böylesi olgun biri için bu film çok çocuk-
çaydı.

52
"Biliyor m usun?" dedim, "bazıları Peter Pan'in aslında
bir korku filmi olduğunu düşünüyor."
Göz ucuyla şaşkın bir ifadeyle alnım kırıştırdığım gör­
düm. Benden tarafa inanmaz bir bakış attı.
Gözlerinin içine bakarak, "Ciddiyim ," dedim. "Peter
Pan'in ölüm m eleği, Var Olmayan Ülke'nin ise Araf oldu­
ğu yönünde teoriler var. Bu yüzden orada yaşlanmadıklan
iddia ediliyor." Bir şey söylemeden bana bakmaya devam
etti. Henüz başm ı çevirm em iş olmasım devam etmek için
bir fırsat olarak değerlendirdim . "Elbette başka teoriler de
var. Kayıp Çocuklar yaşlanmıyor, çünkü yaşlanmalarına
fırsat vermeden Peter onları öldürüyor. Kitapta bir cümle
var. Okudun m u bilm iyorum . Şöyle diyor: Büyümeye başla­
dıklarında ki bu kurallara aykırıydı, Peter onları yok ediyordu.
Son derece açık. Sence de öyle değil mi?"
İki parmağımı boynum a sürterek boğazımı kesiyormuş
gibi yaptım.
Karissa bana baktı.
Ve bana bakü.
Ve biraz daha bana baktı.
Yüzü ifadesizdi ama gözleri alev saçıyordu. Eğer bakış­
larıyla beni yakabilecek olsaydı yapardı. Bir süre sonra ba­
şmı çevirdi, kumandayı alarak kapatma düğmesine bastı.
Televizyon kapandı ve ayağa kalkıp kumandayı kanepeye
fırlattı.
"Her şeyi mahvetmek zorundasın, değil mi?" diye ho­
murdandı ve cevap vermeme fırsat vermeden odadan çıktı.
Bir kez daha gitmişti. Başımı arkaya doğru eğip kanepe­
ye yasladım ve gözlerimi kapattım.
Bu, kaybedilmiş bir davaydı.
Bence bu çok açıktı ama kabul edilemezdi. Konu o ol­
duğunda elimden hiçbir şey gelmiyordu. Eminim bütün
gücün benim elimde olduğunu, benim insafıma kaldığını

53
düşünüyordu. Ama bunun nedeni sadece kontrolü elimde
tutuyormuş gibi görünmek için gece gündüz savaşıyor ol-
marndı.
Çünkü bunu yapmazsam... onu tam am en kaybedeceği-
mi biliyordum.
Ya onu kaybedersem?
Muhtemelen ikimiz de ölürdük.
Tekrar ayağa kalktım ve eşyalarımı oldukları yerde bı­
rakıp çalışma odasından çıktım. Bugün düzeni koruyama­
yacak kadar bitaptım. Yarın hallederdim; yarın çevremde
paramparça olmuş görünen ne varsa hallederdim . Ama bu
gece sadece onunla ilgilenecek enerjim vardı.
Ama onunla diğerleriyle ilgilendiğim gibi ilgilenemi-
yordum. Diğerlerinin boynuna bıçak ya da kafalarımn ar­
kasına bir kurşun yetiyordu. Onun için elim de olan tek şey
kelimelerdi ve onlar, en iyi ihtimalle yetersiz görünüyor­
lardı.
Ne kadar iyi davranırsam davranayım umurunda de-
ğildi.
Verdiğim sözlerin tek kelimesine inanmıyordu.
Machiavelli korkulmanın sevilmekten daha iyi oldu­
ğuna inanırdı, çünkü sevgi kolayca terk edilebilir oysa
cezalandırılma korkusu asla yok olmaz. Ben onu korku­
tuyordum. Biliyordum, onu korkutuyordum. Ama bana
olan aşkının eriyip gittiğini hissederken onu nasıl kendime
âşık tutacağımı bilmiyordum. Sanki onunla her konuşma­
ya çalıştığımda ağzımdan çıkan her kelimede bana karşı
kullanacağı, benim bir canavar olduğum inancmı kendine
kanıtlayacağı bir şeyler bulmak için çaba sarf ediyordu.
Belki de içimde bir canavar vardı.
Boş versene. Olduğunu biliyordum.
Bazen o çirkin kafasını kaldırdığını hissediyordum. Ka'
ranlık çöktüğünde bedenimi yiyip bitirdiğini, düşüncele­

54
rimi zehirlediğini hissediyordum. İçim kapkaranlık ama
kalbim hâlâ atıyordu.
Hâlâ atıyordu.
Ve lanet olsun ki onun için atıyordu.
Yani içimde bir canavar vardı, evet. Ama her şeyimi ele
geçiremedi.
Ayrıca herkesin içinde bir canavar yok muydu?
Üst katın ışıkları kapalıydı. Dışarıda güneş tamamen
batmış olduğundan yatak odası karanlığa gömülmüştü.
Yıllarca her tür ortama uyum sağlamaları için eğittiğim
gözlerim karanlığa kolayca alıştı ve gözüme ilk çarpan
poster oldu.
Orada değildi.
Boş duvara baktım. Raptiyeler, posterin yırtılmış köşe­
lerine saplanmış halde hâlâ duvarda duruyorlardı.
Söküp almıştı.
Gözlerim hızla odayı taradı. Ortadan yırtılmış ve iki
parçası da buruşturulm uş bir halde yatağm yarımda du­
ruyordu.
Kapıda durup bir süre paramparça olmuş postere bak­
tım. O sırada kulağıma hafif bir ses çalındı. Neredeyse du­
yamayacağım kadar alçak bir inleme.
Bu sesi tanıyordum. Hem de çok iyi tamyordum. Hiç
aklımdan çıkmayan bir sesti bu.
Siktir.
Sanki deli gibi ihtiyaç duyduğu havayı can havliyle so­
lumaya çalışır gibi aldığı derin bir nefes sesi.
Bunun anısıyla her günüm işkence içinde geçiyordu.
Gözlerimi yatağın sağ tarafına, Karissa'nın kendini dış
dünyadan korumak istercesine battaniyeye dolanmış yat­
tığı yöne çevirdim. Yüzünü göremiyordum, vücudunun
Şeklinden fazla bir şey anlayamıyordum ama odada yan­
kılanan o sesi tanıyordum.

55
Ağladığını biliyordum.
Benim yüzümden ağlıyordu.
Kalbim yerinden sökülüyormuş gibi geldi; üzüntüsü
taşınamayacak kadar ağır bir yüktü. Bütün suç bende de­
ğildi ama her ne kadar kabul etmek istemesem de üzülme­
sinde payım vardı.
Onu üzmemeye çalışmıştım.
Yemin ederim buna çaba harcadım.
Ama onu üzdüm.
Sanırım bazen buna engel olamıyorduk. Düzenli olarak
nefes alırcasına kolay bir biçimde işleri berbat ediyorduk.
Yanlış adım attığım tek an kontrolün bende olmadığı an,
kaderin engellenemez cilveleriydi. Yine de o durumda bile
dengemi korumayı başarıyordum.
Ama onun yanında dengemi kaybediyordum.
Tökezliyordum.
O sesi bir kez daha çıkanrsa dizlerim boşalacaktı.
Parmak ucunda yavaşça onun yattığı tarafa doğru yü­
rüdüm. Yanında durduğumda bedeninin gerildiğini gö­
rebiliyordum. Gölgem pencereden süzülen hafif ay ışığını
engellemişti. Başımı eğip ona bakınca gözlerinin açık ol­
duğunu ve kızarmış yanaklarından yaşların süzüldüğünü
gördüm. Tek kelime etmeden uzanıp önce elimle gözyaş­
larını sildim ardından saçını yüzünden çekip kulağının ar­
kasına sıkıştırdım.
İfadesiz gözlerle boşluğa bakıyordu. Ne bana baktı ne
de varlığımı fark etti. Eğilip sıcaklığının tadını çıkaran göz­
yaşlarının tuzunu hissederek yanağına bir öpücük kon­
durdum. Dudaklanm tenine değer değmez yine aynı şeyi
yaptı; o sesi çıkardı. İçime işleyen, kaskatı kemiklerime
yerleşen o derin çaresizlik nefesinin sesini.
Yanında diz çökerek bana bakmaya, beni görmeye zorla­
dım onu. O bu durumdayken, bu gece uyumam, gevşemem
mümkün değildi. "Senin için ne yapabilirim Karissa?"

56
Alçak sesle sorulmuş bir soruydu bu ama sanki ona ba­
ğırmışım gibi geri çekildi. Dudakları küçümser bir ifadeyle
büküldü, bakışları nefret doldu. "Cehenneme git!”
Kelimeler o güne kadar ağzından çıkan an acı sözlermiş
gibi boğazına dizildi. Bu öfke tahrik olmama neden oldu.
Bundan etkilenmek belki de yanlıştı ama lanet olsun ki bu
düşmanca tavrı, içimde ilkel ve hastalıklı bir şeylerin uyan­
masına sebep oldu. Aletimi sertleştiren ve bedenime ateş
basmasına neden olan iç gıcıklayıcı, sıcak bir şeyler...
Bu duygulan hissetmek tehlikeliydi.
Elimi yüzünde dolaştırıp biraz daha gözyaşmı sildim.
"Çok uzun süredir oraya doğru gidiyorum zaten aşkım."
Kelimeler ağzımdan henüz çıkmıştı ki hızlı ve sert bir
biçimde itildim, nerdeyse sırtüstü yere düşüyordum. Ka-
rissa battaniyenin altından çıkıp oturarak kollarını göğ­
sünde kavuştururken son anda ona tutundum. Artık ağla­
mıyordu, kini gözyaşlarını kurutmuştu.
Öfke ile baş edebilirdim... ama kalp kırgınlığıyla baş et­
mem imkânsızdı.
Onun tek kelime etmesine, tepki göstermesine fırsat
vermeden tekrar doğruldum ve ellerimle onu iki yarımdan
tutmuş bir halde yatağa doğru eğildim. O kadar yaklaş­
mıştım ki burunlarımız birbirine değiyordu.
Bu kez şaşkınlıktan derin bir nefes aldı.
"Dikkatli ol," diye fısıldadım. Sesim bastırılmış duygu­
lar yüzünden alçak ve kaba çıkmıştı. "Mücadele etmenin
hoşuma gittiğini biliyorsun."
"Siktir git."
Dudaklarımı dudaklarına bastırıp sert bir biçimde onu
öptüm,
Karşılık vermedi.
Birkaç saniye geçmeden beni göğsümden iterek aramız­
da bana vuracak kadar bir mesafe kalmasmı sağladı.

57
Sertti.
Tam ağzımın orta yerine bir tane çaktı. Yum ruk atma­
sını hiç beklemiyordum, gafil avlandım. Acıdan yüzümü
buruşturdum ve tam bir kez daha vurmaya yeltenmişti ki
bileğinden tuttum. Parmaklarını açtı ve geri çekilerek bana
dik dik bakmaya başladı. Öfkeden titriyor, burnundan
adeta ateş fışkırıyordu.
Altdudağımı yaladığımda kanın kekremsi tadı dilimi
kapladı ve dişlerim ufak bir yarığa takıldı. Yara yanıyor,
halihazırda deli gibi çarpan kalbimi şaha kaldırıyordu.
Birinin bana yumruk atmaya cesaret etmesi sık görünen
bir şey değildi. Daha da ender görüneni o yumruğun bana
isabet edeceği kadar gafil avlanmamdı.
Bir dakika önce itilmiş olma hissi beni iyice kudurtmuş,
tepemi artırmıştı; güçlükle tuttuğum her şey patlamaya
başlamıştı. Onu tekrar yatağa çekip üzerine çıktım. Bağı­
rarak bir şeyler söyledi ama sesi zar zor duyulan bir fısıl­
tıdan, içimdeki canavarın kükremesi tarafından yutulan
cansız bir mırıltıdan fazla çıkmamıştı.
Bu bulanıklık içinde beni etkileyebilecek tek bir kelime
vardı.
Kırmızı.
Kırmızı, öfkenin rengi, nefretin rengi, hayatımı doğru
düzgün düşünemediğim bir noktaya getiren renk. Kırmız1/
ahşap zemin tarafından emilen yoğun ve kumaşa işleyen,
bir kez akmca çıkarılması güç olan kanın rengi. Kırmız1,
tıpkı kızarmış yanakları ve bir kez daha dudaklarımla
buluşmak için yalvaran kıvrılmış dudaklan gibi. Kırmız1,
kollarımda, göğsümde, boynumda ve yüzümde bıraktığ1
tırnak izleri gibi. Mücadele ediyordu ama beni itmiyor, ak­
sine kendine çekiyor ve sımsıkı tutarak mahvediyordu.
Kırmızı.
Kırmızı.
Kırmızı.

58
Onu bir kez daha çok sert biçimde öptüm. Patlak duda­
ğımın acısı daha da derinlere işliyor, beni ateşliyordu. Kan
akıtacak kadar olmasa da benim hissettiğimi hissetmesini
sağlamaya yetecek kadar ısırdım onu.
Onu altımda ezerken, "Hadi, söyle," diye homurdan­
dım. Çok serttim; öylesi serttim ki canı yanıyordu. "Keli­
meyi söyle."
Söylemesini istiyordum.
Söylemesine ihtiyacım vardı.
Çünkü eğer söylemezse, ciğerleri sökülene kadar çığlık
atmadıkça ve sanki zehir tükürürmüş gibi bana tükürme­
dikçe durmam mümkün olmayacaktı.
Tek gördüğüm kırmızıydı; onun dışındaki her şey bula­
nıktı ve bunu yok edecek tek şey "kırmızT'ydı.
"Hadi, söyle," diye tekrarladım. Dudaklarım dudakla­
rına o kadar yakındı ki hızlı hızlı nefes alışını hissedebili­
yorum. "Ama kastettiğin gerçekten bu ise."
Bana daha önce onda görmediğim kadar öfkeli bakıyor­
du. Küçük yavru kedim acımasız bir canavara, beni par­
çalama becerisine sahip aç bir dişi aslana dönüşmüştü. Ve
öyle de yapacaktı. Beni paramparça edecekti.
Tek yapması gereken o kelimeyi söylemekti ve o an pa­
ramparça olacaktım.
Azarlar bir tonla, "Söyle şunu," dedim. "Lanet olası şu
kelimeyi söyle."
Dudakları aralandı. Bekledim. Kulaklanmda çınlayacak
o kelimeyi beklerken bedenimin her hücresi kasıldı, geril-
di, göğsüm sıkıştı ama tek duyduğum zayıf bir nefesti. Bir
hirıltı gibi çıktı ve ses bir saniyeden kısa süre havada asılı
kaldı. Ardından başını kaldırıp dudaklanma yapıştı,
ye ben mahvoldum.
Üzerimizdekileri parçalayarak ve vücutlarımızı hırpa-
*ayarak bizi birbirimizden ayıran bütün kumaş parçalannı
akardık. Yumuşaklık ve şefkatten eser yoktu.
Bu aşk değildi.
Nefretti.
Gerçek nefret.
Benden nefret ediyordu ve sanırım bu, onun acısını din­
diriyor, kalp kınklığmı yatıştırıyor, bana duyduğu öfkeyi
dışa atmasına fırsat veriyordu.
Umursamadım.
Memnuniyetle karşıladım.
Bana vurabilir, işkence edebilir, beni dövebilirdi. Hep­
sine razıydım. Yumruklarının etkisini ve kelimelerindeki
öfkeyi mutlulukla karşılayacaktım. Tüm kinini kusabilir,
kendini kaybedebilirdi. Bunun için asla onu engellemeye­
cektim.
Çünkü bu duyguyu biliyordum.
Öfkeyi, nefreti ve acıyı biliyordum.
Bana bakmak için kısa bir an dudaklarımdan uzaklaştı­
ğında ona bakmak yeniden aynaya bakmak gibiydi... kırık,
sivri parçalar halindeki cam kendi ruhumu bana yansıtı­
yordu.
Bu kez karanlık yarımdı.
O da aynı benim gibi berbat haldeydi.
Ve belki bunu ona ben yapmıştım.
Belki bu, benim yüzümdendi.
Ama lanet olsun ki bu iyi hissettiriyordu.
Tekrar tekrar yanaklanm, çenesini, boynunu öptüm.
Onu iyice yatağa çekip bacaklarmm arasına yerleşirken
dişlerimi tenine geçirdim. Anında ıslanmıştı. Teni kıpkır­
mızıydı ve beklenti içinde her hücresi alev alev yanıyordu.
Bacaklannı tutup iki yana ayırdım. Dudaklarım bir kez
daha dudaklanyla buluşurken dizlerini göğsüne doğru
kıvırdım. Sertçe içine girip daha da derine bastırdım. Ağ'
zımın içine doğru bir çığlık attı ve hırıltı halinde tek bir
kelime duyuldu. "Siktir."
Dudaklarım dudaklarına dayalı bir halde, "Yapaca­
ğım," dedim. "Seni öyle bir becereceğim ki içinde ne var
ne yoksa boşalacak." Kendimi dışarı çekip anında bir kez
daha ileri ittim. Yine bir çığlıkla karşılık verdi. "Durmam
için yalvarana kadar becereceğim seni." Bir itiş daha. Bir
çığlık daha. "Yine de beni durdurmak için o kelimeyi söy­
leyene kadar durmayacağım." Geri çekilip yüzüne baktım
ve bu kez daha da derine tekrar içine girdim. Nefesi kesil­
di. "Sen onu söyleyene... gerçekten kastederek söyleyene
kadar durmayacağım."
Dik başlı ve küstah bir ifadeyle bana bakıyor, tek kelime
etmiyordu. Bu, bir irade savaşıydı; onun asla kazanamaya­
cağı bir savaş.
Kalbim durana kadar onu becerecektim.
Lanet olsun ki Karissa olmadan zaten ona ihtiyacım
yoktu.
Hiçbir şey söylemedi. Söylemesine gerek yoktu, zaten
ona fazla şans tanımamıştım. O kadar sert içine girip çı­
kıyordum ki her seferinde yatağa daha da gömülüyordu.
Sessiz kalmak için elinden gelenden fazlasını yapıyor, yü­
zünü buruşturuyor, ses çıkarmamak için çenesini sıkıyor­
du. Ama içgüdüsel inlemelerini duyabiliyor; her parçamla
kendimi ona verip boynunun her yanını yalar, emer ve ısı­
rırken yuttuğu çığlıkları hissedebiliyordum.
Kendime hâkim olmaya çalışmıyordum.
Söz konusu o olduğunda kendime hâkim olmaktan bık­
mıştım.
Kim olduğumu biliyordu.
Neler yapabileceğimi biliyordu.
Artık yumuşak davranmak yoktu.
Dakikalar geçti. On. On beş. Yirmi.
Belki de yanm saat.
Varım gün de olabilir.

61
Gitmesine izin verm eyerek onu olm aktan çok hoşlandı­
ğım bildiğim bir bez bebek gibi sağa sola çevirirken odanın
zifiri karanlığına rağmen yüzündeki gergin ifad eyi sezebi­
liyordum. Bir süre her şeyi olduğu gibi kabul etti am a son­
ra çok fazla gelmeye başladı, iniltileri daha acı dolu, kaslan
daha gergin bir hale geldi, daha güçlü ve dah a kısa aralık­
larla orgazm olmaya başladı. Bütün b ed en i tükenm işti.
Bacaklarının titrediğini, tenim de dolaşan ellerin in daha
yırtıcı olduğunu hissedebiliyordum . Sırtım d a tırnaklarının
çizdiği yerler zonkluyor, üzerlerinden akan ter yüzünden
yanıyordu. Kırık bir tırnakla çenem i keserek dah a da kan
akıttı. Yine de kılımı bile kıpırdatm adım .
Beni paramparça edebilirdi.
Her yanımı yara bere içinde b ırakabilird i.
Bana istediğini yapabilirdi.
Altımdaki bedeninin gerildiğini, birbiri ard m a orgazm
olduğunu hissedebiliyordum . C iğerlerin den kelim e olarak
dökülen derin bir nefes aldı. "Y eter."
"N e dedin?" diye sordum . "D u y m a d ım ."
Göğsümden iterek, "Y eter," dedi. "A rtık..." N efesi kesil­
mişti. "Artık... dayanam ıyorum ." Bü tü n b ed en i kasılarak
boşalırken kelimeler boğuk boğuk çıkm ıştı. G özü nü n ke­
narında bir damla yaş akarak bana sım sıkı sarıld ı. Durma­
yacağımın farkındaydı. Ben onu dizg in lem eye çalışırken
tekrar mücadele etmeye, bana vurm aya, n erem i yakalarsa
ısırmaya başladı.
Sınırını, nereye çizgi çektiğini keşfetm iş olduğumu*1
farkında olarak, "Söyle," dedim bir kez daha. "Kelimey1
söyle."
Tek istediğim yenilgiyi kabul etm esiydi.
Bu öfkeli dönemden çıkm asıydı.
Bileklerini ellerimin içine alıp onu yatağa m ıhladığ1111
da gözlerimin içine baktı. D udakları titriyord u. Onla*1
ısırm am ak için kendim le savaşmam gerekti. Çok kısa bir
süre sonra derin bir nefes aldı. Beklenti içinde gözlerimi
kapattım. O rgazm olm am ın yaklaştığım, bütün bedenimin
kasıldığını hissedebiliyordum .
Tehlikeli bir b içim d e yaklaşm ıştım .
Sesi o kad ar alçaktı ki terli tene vurulan şaplak sesi onun
sesini n eredeyse b astırm ıştı. Fısıltıdan biraz daha yüksek
tek bir kelim e du yuld u. "S a rı."
Anında gözlerim açıldı. Tamam en içgüdüseldi. Kendi­
mi tutup g özlerim i on a dikerek yavaş yavaş hareket etme­
ye başladım .
Bir kez dah a "S a r ı," dedi tekdüze bir ses tonuyla. Ne­
redeyse d u racak k ad ar yavaşladım am a o, durmadan aynı
kelimeyi söylü yord u .
Sarı.
Sarı.
Sarı.
Bunu u m u rsa m a z lık ed em eyeceğim i biliyordu.
Boşalırken sırtım h afifçe ürperdi am a hiç zevk alma­
dım. Tam an lam ıy la so n a erm ed en içinden çıküm, bilekle­
rini bırakıp yan ın d a n u zak laştım . D izlerim kıvrık bir halde
sırtüstü u zan d ım , ellerim i saçlarım a sokup bukleleri sım­
sıkı tutarak k ara n lık ta g ö z lerim i tavana diktim. Penisim
sızlıyor, b aşım z o n k lu y o rd u . D erin derin nefes alırken ta­
vandaki p erv an en in te k ra r tekrar dönüşünü izleyerek ona
kadar saydım .
Siktiğimin sarısını kullanm ıştı.
Bu yolla ikim iz de k azan am azd ık.
Bir felakettik, ö n le n e m e z b ir felaket ve gittiğimiz yol
hiç de güzel bir yere çık m ıy o rd u . O kırılm az olm aya çalışı­
yordu, ben ise sa rsılm a z d ım . O deliriyord u, ben ise çoktan
kabayı yem iştim . B en d en u z a ğ a uçam asın diye hapishane
uŞunun k an atların ı k ırm ıştım ve şim di onu neden yük-
Seklere uçu ram ad ığım ı m era k ed iyord um .

63
O tamdık ses odanın içinde bir kez daha yankılandı. Sa­
kin havayı içine çekiyor ama hâlâ nefes alam ıyor gibiydi.
Başımı eğip gözlerimle onu bulm aya çalışırken ağlamaya
başladı. Bu kez kendini tutmaya, gözyaşlarını içine göm­
meye çalışmıyordu. Gözyaşları bir duygu seli gibi akıyor­
lardı. Zaman ayarlı bomba sonunda patlam ıştı.
Patlamayı hissedebiliyordum.
Durum tam anlamıyla buydu.
BUM!
O kadar şiddetli hıçkırıyordu ki norm alden hızlı nefes
alıp veriyordu. Yanma uzandım, kollarım ı ona doladım ve
kendime çektim. Başını göğsüme yasladı. Beni itmesini,
tekrar saldırmasını bekliyordum ama büzülm üş ve tüm
ağırlığıyla bana yaslanmış bir halde öylece uzanm aya de­
vam etti.
O kelimeyi söylememişti ama söylemeliydi.
içinden geçen oydu.
Saçlarının arasından, "N efes al," diye fısıldadım. "De­
rin derin nefes almaya devam et. Her şey yoluna girecek.”

64
5. BÖLÜM

Ertesi sabah aynada beni selam layan adam paramparça ol­


muştu.
Göğsümden boynum a kadar çıkan, kollarımdan aşağıya
inen kırmızı çizikler ve tırnak izleri vardı. Yolunu kaybet­
miş birkaçı da yanaklarım ı yara içinde bırakmıştı. Altdu-
dağım şişmişti, küçük y an k zar zor görülüyordu. Rengim
soluktu. Uykusuzluktan gözlerim in altı torbalanmışta, kas-
lanm gergindi ve farkında olm adan dişlerimi sıktığım için
Çenem kenetlenmişti.
Parmak uçlarımı boynum la omzumun birleştiği yerde
oluŞan morlukta gezdirdim . Deride hafif diş izleri vardı.
Ellerimden başka hiçbir şey ku llanm adan bir sürü adam
öldürmüş ve çok az sıyrıkla o rad an uzaklaşm ıştım .

65
Iç çekerek musluğu açtım ve yü zü m e so ğ u k su çarpıp
ellerimle saçlarımı düzelttim. A rdından m u slu ğ u kapatıp
banyodan çıktım. Üzerimde çekm eceden çek ip ald ığım bir
eşofman altı dışmda bir şey olm aksızın p a rm a k ucunda
merdivenlere yönelerek alt kata inm eye b a şla d ım .
Karissa uyanmıştı... Hatta çoktan a y ak tay d ı. O n u n da
fazla uyuduğunu sanm ıyordum . Eğer o d a uyum adıysa
ikimiz de bütün gece yatakta uzanıp k a ra n lık ta düşünce­
lere dalmıştık.
Sessizlikle sarılmış bir halde.
Acı gerçekte boğulm uş bir halde.
Mutfak buram buram kahve ko k u yo rd u . B u m akineyi
eve getireli neredeyse iki hafta, up u zu n o n ik i sab ah ol­
muştu.
Nihayet kullanmaya başlam ıştı.
Karissa, üzerinde beyaz gö m leklerim d en b irin in örttü­
ğü külotuyla arkası bana dönük tezgâh ın y a n ın d a duru­
yordu. Görünüşünün tadını çıkarm ak için m u tfa k kapısın­
da bir süre durdum. Yandan görebild iğim y ü z ü n d e dingin
bir ifade vardı. Elinde o güne kadar h iç ku llanm adığım
porselenlerin olduğu dolapta arayıp b u ld u ğ u n u tahmin
ettiğim beyaz bir fincan tutuyordu. Ü zerin d en h a fif b ir du­
man çıkan fincanı önce üfledi, ardından k ü çü k b ir yudum
aldı.
Sonra bir tane daha.
Ve bir tane daha.
"Günaydın."
Sesimi duyunca döndü. Gözleri hızla b en im o ld u ğUIT1
yere kaydığında donakaldı. Bakışları, eserine h a yran lık'3
bakarak önce yüzümde dolandı, sonra gö ğ sü m e indi. Yü­
rüyüp gitmesini, her sohbet başlatm aya çalıştığım d a yaP'
tığı gibi yokmuşum gibi davranm asını b ekledim am a bana
doğru ilerlemeye başladı.

66
Birkaç adım sonra yavaşladı ve aramızda sadece bir
adımlık m esafe kalınca tam karşımda durdu. Hiçbir şey
söylemeden fincanını bana doğru uzatıp kahvesinden ik­
ram ettiğinde sessizliğim i ve sabrımı korumaya devam et­
tim.
Göğsüm sıkıştı.
Bunun bir zeytin dalı olduğunun farkındaydım ama ka­
bul edem ezdim .
Kahvesinden bir yudum aldı. Bu durumda bir sorun
olmamalıydı am a en son böyle düşündüğümde başıma ge­
lenleri gayet n et hatırlıyordum .
Çok kısa bir süre sonra kahveye dokunmayacağımı fark
edip iç çekti ve fincanı geri çekerek yanımdan uzaklaştı.
"Kahve m akinesi için teşekkürler Naz," dedi alçak bir
tonla. "Çok m akbule geçti."

Ray gülmemeye çalışıyordu.


Ben ise onun yü zün e yum ruk atmamak için büyük bir
çaba harcıyordum .
Akşam vakti C obalt'taki siyah deri koltuğa yayılmış otu­
ruyor, alkolün yıpranm ış sinirlerim e iyi gelmesini umarak
biramı yudum luyordum . Am a Ray'in bana bön bön bakan
bakışları karşısında bu işe yaramıyordu. Dudaklannm ke-
nan alaycı bir ifad eyle kıvrıldığında gözlerimi ona dikip
sessiz bir başkaldırı ifadesiyle kaşımı kaldırdım.
İfadesiz bir y ü z tak ın m a konusunda zaten berbattı ve
bugün ne k ad ar eğ len d iğ in i kesinlikle saklayamıyordu.
Duyguları sanki g ö z le rin d e dan s ediyordu.
Bundan büyük keyif alıyordu.
Bir süre sonra savaşı tam amen kaybetti ve yüzünü koca
k'r sırıtış kaplarken hafifçe kıkırdamasına engel olamadı.
"Nasılsın Vitale?"

67
En azından sarhoş değildi.
Ya yüzünde o ifade varken bana Naz diye hitap etseydi?
Kesinlikle yumruğu yerdi.
Bunun olası sonuçlarını düşünmek bile istemedim .
Biramdan bir yudum alarak, "İyi," diye karşılık verdim.
Sanki tadı biraz daha keskindi ya da ben o tür bir ruh hali
içindeydim. Karissa, tam anlamıyla beni çılgına döndür­
müştü. Ne yapacağımızı bilmiyordum.
Elindeki viski bardağını çevirerek, "İy i," diye tekrarla­
dı. İçkisini bana doğru salladığında bardağa çarpan buzla­
rın tıkırtısı duyuldu. "Eğer bu iyi halinse diğer halini gör­
meyi hiç istemem."
Bilgi almaya çalışıyordu; anlatmaya hevesli olmadığımı
bildiği bilgileri. Aptal değildi, hem de hiç. Beni bu şekilde
haklayan kişinin herhangi bir herif olduğuna inansa endi­
şelenirdi. Bu çizikler aşağılanan bir kadının, bende bu iz­
leri bırakıp buna rağmen hâlâ hayatta olacak tek kadının
duygulannı dışa vurmasının işaretiydi.
Ray bunu biliyordu ama anlamıyordu.
Karissa'nm neden hâlâ nefes alıyor olduğunu anlamı­
yordu.
Onu neden hâlâ öldürmediğimi... Neden öldürm eyece­
ğimi... Neden öldüremeyeceğitni.
Tekrar güldü. Bu kez gülüşünde bir ima vardı. İçkisin­
den bir yudum alarak, "N e büyük kayıp," dedi.
Kaçan fırsattan söz ettiğini, beni hedef alan bir aşağıla-
ma olmadığını umarak ona baktım.
Etrafında tuttuğu diğer adamların aksine ben burada
olmak için hiçbir zaman söz vermedim. Bu örgütün resmi
bir parçası olmadım, yaptıkları şeylere hayatım ı adam a'
dım. Tamam, birçok şey yaptım. Diğer adam ların çoğun­
dan daha fazlasını hem de. Ama bunu, tetiği çekm eyi pe^
de kolay kılmayan karşılıklı anlayış ve saygı çerçevesinde
yaptım.
1
Bunu yaptım, çünkü o benim için bir baba gibiydi.
Bunu yaptım, çünkü öyle istedim.
Bunu yaptım, çünkü uzun bir süre önce tam olarak bu­
nun için yaratıldığıma karar verdim.
Bu yüzden sadık olduğum ve Ray bunu bildiği sürece
bana diğer adamlara davrandığı gibi davranamazdı. Sade­
ce beni zorlayabilirdi. Birbirimizi arkadan bıçaklamazdık
ama bir gün önden bıçaklamamızı engelleyen hiçbir şey
yoktu.
Kimse tam olarak güvende değildi.
En yakın arkadaşım bunu kanıtlamıştı.
Gerçek şuydu ki Johnny'nin ölmesini sadece ben iste­
memiştim.
Ray de istemişti.
Rita'nın soyunun yok olm asını istemişti.
Onları çiğneyip tükürm ek istemişti.
Onun gibi acı çekm elerini istemişti.
Bizim gibi.
Bugüne kadar ona vaat ettiğim tek şey tam olarak bunu
yapacağım olmuştu.
Onlan m ahvedecektim .
Adalet yerini bulacaktı.
Karissa'yı canlı tutan, R ay'i bunu dışandan birine yap­
tırmaktan ve onun ölüm ünü em retmemekten alıkoyan
tek şey benimle olan bağlarını koparm ak istememesiydi.
Bu kişiseldi ve şu an için her tür işten daha ağır basıyordu
ama ben aptal değildim .
Sonuna kadar böyle gitm eyebilirdi.
Onu benimle kalm aya zorladığım için Karissa'nın bir
canavar olduğumu düşündüğünden emindim. Belki de
8erçekten öyleydim. Belki de lanet olası aşağılık herifin te­
ld im . Kesinlikle iyi b ir adam değildim . Yine de hâlâ bu
^yede nefes aldığın m farkında değildi. Bu sayede benden
nefret edeceği yeni bir güne uyandığım bilmiyordu.

69
Hâlâ canlıydı, çünkü kendimi onu öldürmeye ikna ede­
memiştim ve hiç kimse bunu yaparak beni karşısına alacak
kadar aptal değildi.
"Kayıp, öyle mi?" Biramdan bir yudum aldım ve göz­
lerimi şişeye dikip içinde kalan sıvıyı çevirmeye başladım.
"Bana sorarsan hepsi kayıp. Hiçbiri yaşanmamalıydı."
"Ama yaşandı," diye karşılık verdi. "Bunu ancak bir ap­
tal görmezden gelir."
İşte bu bir aşağılamaydı. Yine de sakinliğimi koruyup
kalan biramı bitirdim. "Yani... Neyse ki aptal değilim. Hiç­
bir şeyi görmezden gelmiyorum."
Boş şişeyi kenara koydum ve ayağa kalkarak ceketim­
deki kınşıklıkları düzelttim. Vedalaşmaya gerek görme­
dim; yanından geçerken Ray'in omzuna dokunup sıktım
sadece.
Karanlığın her zamankinden daha yoğun, ciğerlerimde­
ki havanın daha ağır hissedildiği; nefes almaya çalışırken
göğsümün sıkıştığı bunaltım bir geceydi. Böyle gecelerden
nefret ediyordum. Maria'nın son nefesini boğan türden bir
hava vardı. Bu uğursuz duygu, yavaş yavaş tüm bedenimi
ele geçiriyordu. Sıcak havada hissedilen bir ürperti; beni
içine çekmeye çalışan bir girdap gibiydi ama buna izin ver­
meyecektim.
Asla izin vermeyecektim.
Arabam Cobalt'm arkasında, kulüp binasınm yanında
uzanan geçidin alt kısmındaki özel park yerindeydi. Yavaş
yavaş, Karissa'yı görünce ne yapacağımı ya da ne diyeceği­
mi bilmez bir halde oraya doğru yürüdüm.
Park yerine vardım ve kapıları açmak için anahtarda­
ki düğmeye basarak parlak bir sokak lambasının altında
park etmiş arabama doğru ilerlemeye başladım. O sırada
arkamdan gelen bir ses duydum. Gevşek mıcıra basıldı­
ğında çıkan, var olmayan bir rüzgârın hışırtısına benzer,

70
çok alçak, saklanm aya çalışılan bir sesti bu. Tüylerim diken
diken oldu, sırtım dikleşti ve bedenimin her hücresi dikkat
kesildi.
Orada biri vardı.
Olabilecekleri düşününce kalbim deli gibi çarpmaya,
zihnim hızla ne yapacağım ı planlam aya başladı. İhtiyacım
olacağını düşünm ediğim sürece üzerim de silah taşımıyor­
dum. NYPD‘ tarafından ölüm cül silah sayılmasa da şehre
giderken yanım a çakı bile alm ıyordum . Karanlıkta etrafa
göz gezdirip kendim i savunacak bir şey aradım ama görü­
nürde hiçbir şey yoktu.
Sanırım ellerim i ku llan m ak zorundaydım.
Neyse ki sert yu m ruklarım vardı.
Ellerim olduğu sürece savunm asız değildim.
Ses, daha da yaklaşm ıştı; en fazla on adım arkamdaydı.
Kendimi hazırladım ve karşım dakinin hareket etmesine
fırsat vermeden saldırabileceğim şekilde hızla döndüğüm­
de bir yüzle karşılaştım . O çok iyi tanıdığım iri kahverengi
gözler bir an beni gafil avladı. Çok kısa bir an için dona­
kaldım ama bu süre tam göğsüm e nişan alınmış bir silahın
tetiğinin çekilm esine yetecek kadar uzundu.
Carmela Rita.
Sokak lam basının ışığı durduğu yere kadar ulaşmıyor­
du. Küçük kalibre silah tutan eli titriyordu; parmağı tetik­
teydi. Ani hareket yapıp zam anından önce tetiği çekmesini
engellemek için olduğum yerde donakaldım .
Çünkü ateş edecekti.
Ateş edeceğini biliyordum .
Gözlerindeki bakış bunu yapacağını gösteriyordu.
Sakin ve güçlü bir ses tonuyla, "M erhaba, Carmela,"
% e onu selamladım. "Sen i tekrar görm ek ne güzel."

^evv York Polis D e p artm an ı

71
Dişlerinin arasından, "Sakın... sakın benimle böyle ko­
nuşma," dedi. Sesi titriyordu. "Sanki arkadaşmışız gibi ko­
nuşma benimle."
Artık silahı hâlâ zangır zangır titreyen ellerinin ikisiy­
le birden sımsıkı tutuyordu. Çıldırmış gibiydi; daha önce
kimseyi bu kadar çıldırmış görmemiştim. Bir köşeye sin­
miş lanet olası yüzümü tırmalamak için fırsat kollayan
vahşi bir kedi gibiydi.
Zavallı kadm, kızı ondan önce davranmıştı.
Ona zarar vermeyi düşünmediğimi belli etmek için elle­
rimi yavaşça havaya kaldırdım. En azından şimdi değildi.
Bugün onun canım yakmak gibi bir niyetim yoktu.
"Öyle olsun," dedim. "Neden buradasın?"
"Onu öldürdün," dedi. "Johnny'yi öldürdün. Her şe­
yimi elimden aldın ve onu geri istiyorum. Buna ihtiyacım
var; onu bana geri vereceksin."
Karissa, diye düşündüm. Karissa'yı istiyordu.
Ama onu alamayacaktı.
Onun gitmesine izin vermeyecektim.
Bunu yapamazdım.
ikimizin arasındaki bir meselede Karissa'mn zarar gör­
mesine izin veremezdim.
Beynim deli gibi çalışıyordu. Ona söyleyecek bir şeyler,
dikkatini dağıtacak bir yol, üstünlüğü ele almaya yetecek
kadar bir süre onu şaşırtacak bir şeyler bulmaya çalışıyor­
dum. Nerede yaşadığımı bildiğim sanmıyordum. Elbette
bağlantılan kopmadan önce Karissa söylemediyse. Çok az
kişi evimin nerede olduğunu bilirdi. "İstediğin..."
"Kızımı istiyorum," diye sözümü kesti. "Ama şu an pa­
raya ihtiyacım var."
Kaşlanm çatıldı. "Para mı?"
"Beni ayakta tutan Johnny'ydi. O olmadan gidecek ye­
rim yok. Hiçbir şeyim kalmadı. Bana para lazım. B u n u

72
çözmek için bir yol bulmam gerek ve onu sen vereceksin
bana."
Bir adım daha yaklaşarak ışığa çıktı. İlk başta düşündü­
ğümden daha berbat durumdaydı. Leş gibi ve dengesizdi.
Son birkaç haftadır Johnny olmadan nasıl ayakta durdu­
ğunu merak ettim. Belli ki kenarda neyi var neyi yoksa bit­
mişti. Yoksa bana gözdağı vermeye kalkışmazdı.
"Üzerimde hiç para yok. Gidip almam gerek."
"Yalancı!" Silahı yüzüme doğru salladı. "Cüzdanım ver
bana."
Çok kısa bir an tereddüt ettikten sonra arka cebimden
cüzdanımı almak için bir kolumu yavaşça indirdim. Cüz­
danı çekip çıkardım ve kendi arzumla biraz para vermenin
onu yatıştıracağına karar vererek açtım. Ama bu ona yet­
medi.
"Ne var ne yoksa sökül/' dedi emreder bir tonla. "Ve
sakın şüphe uyandıracak bir şey yapmaya kalma, Vitale.
Yoksa seni vururum."
Siktir.
Cüzdanı ona doğru fırlattım. Ayağının birkaç santim
ötesine düştü. Parmağı tetikte, silah hâlâ bana doğrultul­
muş bir halde dikkatle eğilip onu aldı. Silahı benden ayır­
mamak için çaba harcayarak açtı ve yalan söylediğimi sap­
tamaya yetecek kadar kısa bir an içine baktı.
Bin dolardan fazla vardı.
Parayı alıp cüzdanı bir kenara atacağım umuyordum
ama olduğu gibi cebine sokup tekrar tüm dikkatim bana
verdi. "Şimdi anahtarlarım ver."
''Anahtarlanmı m ı? "
"Evet."
"Arabamı da mı çalıyorsun Carmela? Daha zeki oldu­
ğ u sanıyordum. Biliyorsun ki arabalarda GPS var. Fazla
Uza8a gidemezsin."

73
"Yine yalan söylüyorsun," dedi. "E ğer arabası takip
edilemeyecek biri varsa o da sensin. Kim senin seni takip
etmesine izin vermezsin."
Zekice.
Neredeyse etkilenmiştim.
"Aynca arabanı istem iyorum ," dedi. "Sad ece peşimden
gelmeyeceğinde emin olm alıyım ."
Kabul ediyorum ki zekiydi.
Yavaş hareketlerle M ercedes'in anahtarını anahtarlıktan
çıkarmaya başlamıştım ki başım iki yana sallayarak bana
doğru bir adım daha attı. "Hepsini ver. Beni kandıramaz­
sın."
Fazlasıyla zeki.
Ama beni hafife almıştı.
Yedek anahtan arabada tutuyordum.
İsteksizce anahtarları fırlattım ve onları yerden alırken
ters ters ona baktım. Geri çekilm eye başladığında içim i bir
korku kapladı. Onu durduracak, oyalayacak bir yol bul­
malıydım. Öylece gitmesine izin verem ezdim .
Adım söylemek üzere ağzımı açarak ona doğru bir
adım attım. "Car..."
Kulübün arka kapısı açıldı ve park yeri yü ksek seslerle
doldu. Onlann varlığı, elektrik tellerindeki kıvılcım g ^ ’
Carmela'yı tetikledi. Bunu yüzünde gördüm am a tepk1
vermek, dikkatini dağıtmak için çok geç kaldım .
Patlama beklenmedik bir anda geldi; patlayan silah ara'
mızdaki boşluğu çok kısa bir an aydınlattı ve sonra her ya
mmı acı kapladı. Göğsüm alevler tarafından y u tu lu r k e n

sol yanımı kaplayan yanma hissi hissizliğe dönüşürken


daklanmdan keskin bir nefesle birlikte bir küfür döküldü-
Siktir.
Siktir.
Siktir.

74
Nefes alam ıyordum .
İkinci silah sesi karanlığı yararak arabamın kapışma
çarpıp yankılanır ve sekip sürücü tarafındaki cama çar­
parken yüzümü buruşturarak yaralı yanımı tuttum. Dizle­
rim çözüldü ve Carm ela, bana doğru birbiri ardına rasge­
le kurşun sıkıp silahını boşaltırken arabanın yaranda küt
diye yere düştüm. Kıl payı yanımdan geçip arabaya çarpan
kurşunları hissedebiliyordum .
Üst üste tetiği çekiyordu.
Klik.
Klik.
Klik.
Farklı bir klik sesi duyduğum da başımı kaldırdım.
Gömleğim kan içinde kalm ıştı. Carmela'nın kurşunu bit­
mişti. Derin derin nefes alıyordum ; adrenalin tüm bede­
nimi kaplamıştı. Sanki biri beni sıcak demirle şişliyormuş
gibi acı içime işliyordu. Kurşunun sıyırıp geçmiş olduğu­
nu ümit ediyordum am a acısı ağzıma sıçıyordu.
Carmela telaş içinde birkaç adım geri çekildi. Dışan çık­
mış olanlar silah sesi yüzünden korkup kaçmışlardı ama
kısa süre sonra başkaları gelecekti ve o bunu biliyordu.
Binlerinin geleceğinin, kendisinin savunmasız olduğunun
ve benim ölm ediğim in farkındaydı. Ya ben çok şanslı bir
0rospu çocuğuydum ya da Carmela kötü bir nişaneydi.
Badece birkaç saniye, gözlerindeki katıksız korkunun tadı-
nı Çıkardığım birkaç saniye birbirim ize baktık.
ve sonra gitti.
Göz açıp kapayana kadar koşarak karanlıkta yok ol-
muŞtu. Çenem acıdan kasılm ış bir halde nefesimi kontrol
^bna almaya çalışarak kendim i ayağa kalkmaya zorladım.
lr süre ayakta kım ıldam adan durdum. Kan kaybediyor­
dum.

75
Bunu hissedebiliyordum.
Burada kalamazdım.
Polis çok uzakta olamazdı; kimsenin rapor etmediği çok
sayıda silah sesi duyulmuştu. İnsanların kulüpten dışarı
fırladıklarım duydum ama kim olduklarını görmek için
durmadım. Arabama atlayarak torpido gözünü açtım ve
yedek anahtarları buldum. Sol elimle yaranın üzerine bas­
tırıp sadece sağ kolumu kullanarak bunu yapm ak zordu.
Yine de kimse yamma gelmeden arabayı çalıştırmayı ba­
şardım.
Hızla oradan uzaklaşırken her şey bulanıktı.
Görüşüm azalmış, başım zonkluyordu.
Eve vanp varamayacağımdan emin değildim.
Evimin önüne gelip arabayı park yerine çekene kadar
tehlikede olduğum duygusu devam etti. Motoru kapat­
makla uğraşmadan zar zor eve doğru ilerlemeye başladım.
İçeri girmeliydim. Hastaneye gitmem gerektiğini biliyor­
dum ama bunu yapamazdım.
Çok soru sorarlardı.
Hiçbirine verecek cevabım yoktu.
Sonunda eve vardığımda kapı kilitli değildi. Kapıyı ki­
litlemediği zaman genellikle Karissa'ya çok kızardım ama
bu kez Tann'ya şükrettim. Kapıyı iterek açmaya çalışırken
elim kanla kaplandı. Arkamdan çarparak kapattım ve yü­
zümü buruşturarak sırtımı yasladım.
Kapıdan uzaklaşıp sendeleye sendeleye antreyi geçer­
ken merdivenlerden aşağıya inen ayak seslerini duydum-
Karissa.
Beni gördüğü anda korkudan gözleri kocaman açıldı ve
panik olmuş bir ses tonuyla, "Naz?" dedi. Kulaklıklarım
hızla çekip çıkararak koşarak yanıma gelip gömleğime ya'
pişti. "Aman Tannm! Her yanın kan içinde. Her yanın fam
içinde."

76
Sesindeki dehşetten büyülenmiş bir halde ona baktım.
Bu kez benim yüzüm den değil, benim için korkmuştu. Be­
nim için mi korkmuştu?
"Ne oldu sana?" diye sordu. "Tanrım! Her yer kan için­
de."
Dişlerimin arasından, "Vuruldum ," dedim. "Sanırım
sadece bir kez."
"Vuruldun mu? Biri seni vurdu mu yani?"
Elleri telaş içinde vücudumda dolanmaya başladı. Ba­
ğırmamak için dişlerim i sıkarak acıyla yüzümü buruştur­
dum. Ağzımdan bir küfür kaçtı.
"Aman Tanrım! Özür dilerim ." Hızla geri çekildi. Avuç-
lan kan içinde kalm ıştı. Telefonunu çıkarmaya çalışırken
elleri titriyordu. Çatlam ış ekrandaki bir düğmeye basabi­
lecek hale gelene kadar lanet olası şeyi bir kez... iki kez dü­
şürdü.
O ve lanet olası telefonu.
"Sakin ol... D ayan," dedi, "Dayan, tamam mı? Şimdi
yardım çağıracağım."
911'i çevirmeye başladı ama son numaraya basmadan
önce başımı iki yana sallayarak telefona uzanıp onu dur­
durdum. "Hayır! Polis yok."
"Ne?" Şok olm uş bir halde bana baktı. "Naz, yaralısın.
Çok kötü bir yaraya benziyor. Ambulansa ihtiyacın var.
H astaneye gitmen gerek."
"Carter," diye m ırıldandım . "CarterT ara."
"Carter kim?"
Doktor," dedim. "Telefon numarası... ıhh... üç, dört,
yedi' *hh... sekiz, beş, üç... ıhh... bir..."
Duraksayınca "Bir... N e?" diye sordu. "Devamı ne?"
Başımı iki yana salladım. Siktir. Her şey bulanıktı. Sal­
ıyordum . "Telefonum... Numara telefonumda... Carter
dlyeara."

77
Kendi telefonunu bıraktı ve ellerini pantolonumun
ceplerine sokup benimkini çıkardı. Karşı çıkm alarını duy­
mazdan gelerek sendeleye sendeleye yanından geçerken
numarayı çevirdi. Yara çok kötü kanıyordu ama kurşunun
hayati yerlerden birine isabet ettiğini sanmıyordum.
Şahdamanma saplanmış olsaydı şimdiye dek ölmüş
olurdum.
Karissa'yı duyabiliyordum; sesi sanki su altından geli­
yor gibiydi. Telefonda telaşla bir şeyler söyledikten sonra
bana seslendi. "Naz, bekle... Hareket etmemeni, olduğun
yerde kalmanı söylüyor."
Cevap vermeme fırsat vermeden beni sım sıkı tutarak
çalışma odasına gitmeme yardım a olmak için elinden ge­
len çabayı gösterdi. Gözlerimi açık tutmaya çalışarak ka­
nepeye çöktüm. Kanamayı durdurmanın bir yolunu bul­
malıydım.
"Acele etmesini söyle," diye mırıldandım.
"Yola çıktı," dedi ve cümlesini tamamlamadan telefo­
numu hızla bıraktı. "N e yapabilirim? Ne yapmam gereki­
yor?"
"Yaraya bastır," dedim. Bunu yapamayacak kadar güç­
süzdüm. A a o kadar fazlaydı ki kendimi daha fazla zorla-
yamıyordum. İşte kendini koruyamamanın sonu!
"Nasıl?"
"Bir... havlu ya da onun gibi bir şey al. Ne bulursan onu
kullan."
Yaraya bastıracak bir şey bulmak için etrafına bakındı-
Sonra ani bir kararla tişörtünü çıkardı. Her şey göz açıp
kapayana kadar gerçekleşmişti. Bir saniye önce orada öy­
lece oturuyordu, şimdi ise beyaz tişörtünü yumruğuna do­
lamış, üzerinde sutyeninden başka bir şey olmadan nere­
deyse tepemdeydi.
Gidip bir havlu bulamaz mıydı?

78
1
Elimi çekip kumaşı sertçe yaraya bastırdı. Boğazım ya­
nıp kavrulurken inleyerek yüzümü buruşturdum.
"Lanet olsun Karissa," diye homurdandım. "Zaten ya­
ralıyım ve sen soyunmaya başladın. Beni öldürmeye mi
çalışıyorsun?"
"Hiç komik değil/' dedi. Sesinde hafif bir titreme vardı;
ses tonu çok ciddiydi. Söylediğimi hiç komik bulmamış­
tı. Gözlerimi açmak için kendimi zorlayarak dikkatle ona
baktım. Görüşüm bulanıktı ama sessizce yanaklarından
süzülen yaşlan görebildim.
Bu, anında aklımı başım a getirdi.
Ona doğru uzanarak metanetli bir ses tonuyla, "Hey,"
dedim ve yüzüne çizgiler halinde kan bulaştmyor olmama
aldırmadan elimin tersiyle yanaklarmı sildim. "Ağlama,
iyileşeceğim."
Gözlerime bakmadı. Bakışları yan tarafıma dikilmiş bir
halde tüm gücüyle yaraya basünyordu. Gözyaşlan hâlâ
akıyordu. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Kusacakmışım
gibi hissetmeme neden olan kan kaybı mıydı, yoksa onu
bir kez daha üzmüş olduğumu fark etmem miydi bilmi­
yorum ama bulantı o kadar yoğundu ki boğazım yanıyor­
du. Her şey pusluydu. Sanki göğsüm parçalanacakmış gibi
hissediyordum.
Böyle giderse kalbim gerçekten durabilirdi.
Başımın dönmesi gitgide artıyor, görüşüm azalıyordu.
Bütün alnımı kaplamış olan ter yüzümün iki yanından akı­
yordu ve ben uyanık kalmak için büyük bir çaba harcıyor­
dum.
Alçak sesle, "Nereden biliyorsun?" diye sordu. "İyileşe-
Ceğini nereden biliyorsun?"
Gözkapaklarım öylesine ağırlaşmışta, başım öylesine
Yuyordu ki daha fazla mücadele edemedim ve girdap

79
beni içine aldı, gözlerim kapandı. Gücüm ün son parçasıyla
cevap vermeye çabaladım; kelimelerim zar zor duyulan bir
fısıltı halinde çıktı.
"Çünkü benden bu kadar kolay kurtulam ayacaksın."

"Naz! Aman Tanrım! Naz!"


Uykuyla uyanıklık arasmda bir yerdeydim . D ünya bu­
lanık, ağır çekim, inanılması güç bir düşten ibaretti. Gerçek
değildi. Olamazdı. Böyle bir şey yaşanıyor olam azdı. Sesi
korku dolu bir çığlıktı. Kemiklerimi takırdatan, nefes al­
mamı engelleyen bir sesti.
"Naz!"
Bir kez daha bağırdı. Adım sağır edici bir haykırışa dö­
nüşmüştü. Yoğun karanlıktaki o kısacık anda bir zamanlar
bana sıcacık bakan o yüzün ne denli soğuk ve m esafeli ol­
duğunu gördüm.
Derler ki hayat seni ters köşeye yatırdığında bun a sebep
olan genelde bir dostun olur.
Bu kişinin o olacağım asla düşünm em iştim .
Silahtan çıkan kurşun, kaburgam da infilak eden bir
maytap gibi göğsüme saplanmadan önce odayı aydınlat­
mıştı. Acı yayılarak, patlayarak içimi param parça ederken
konuşamıyor, tepki veremiyordum.
Siktir, ben ölüydüm.
Ölüyordum.
Sırtüstü yatağa düştüm.
Acıdan görüşüm kararmaya başlam ıştı. Altım daki be­
yaz çarşaf kandan kıpkırmızı olmuştu. Karanlıkta simsi'
yah görünüyor ve sanki farkında olmadan beni içine çek'
mekle tehdit ediyordu.
Hâlâ çığlık atıyordu.

80
Çığlık çığlığa adım ı söylüyordu.
Tekrar tekrar.
Naz.
Naz.
Naz.
Odada bir silah sesi daha yankılandığında bu isim du­
daklarında can verdi. Sesi yüksek bir iç çekiş tarafından
yutuldu. Nefes alm ak, bir nefes daha almak, bir şans daha
elde etmek için bir iç çekişti bu... En derin hücreme kadar
beni sarsan bir iç çekiş; ta içim de hissettiğim, beni göğsüm­
deki kurşundan daha çok etkileyen, patlayana kadar kalbi­
mi sıkan bir acıydı.
Çok kısa bir an ve adam gitti. Etrafımda karanlıktan
başka bir şey kalm adı. O da tamamen sessizleşmişti.
Çok kısa bir an daha ve kendim i hareket etmeye zorla­
yıp doğanın kanunlarına m eydan okuyarak onu kollarıma
aldım. Hâlâ nefes alıyor; çaresizce konuşmaya çabalıyor­
du. Dudaklarını kıpırdatıp çaresizlik içinde adımı söyle­
meye çalışıyordu am a ardından gelen bir ses yoktu. Ona
sımsıkı sanlıp savaştım ... savaştım... savaştım ama artık
onun için dünyada savaşacak bir şey kalmamıştı.
Çok kısa bir an daha ve o da gitti.

81
6. BÖLÜM

Yoğun k a r a n lığ ın i ç in d e h is s e ttiğ im b elirsiz antiseptik ko­


kusu b u r n u m u n k a ş ın m a s ın a n e d e n o ld u . Titriyordum ;
beni saran h a fif b a tt a n iy e s e r t v e in c e b ir b u z tabakası gibi
soğuktu. Y u k a r ıd a n b i r y e r d e n ü z e rim e h a v a geliyordu.
G ö z le rim i a ç m a y a b ile g e r e k g ö rm e d e n n ered e olduğu­
mu b iliy o rd u m . D a h a ö n c e d e b u r a d a bu lu nm u ştu m . İlk
kez bu şe k ild e u y a n m ıy o r d u m .
B u rad a s o n b u lu n d u ğ u m d a c e h e n n e m d e olduğum u
san m ıştım .
Hastane.
Beni saran hava buz gibiydi. Ölümcül bir sessizlik vardı
arna uzaktaki karmaşayı duyabiliyordum. Makinelerden
gelen bip sesleri, koşturan ayak sesleri, fısıltıyla yapılan
^°nuşmalar... Gözlerimi açmak için kendimi zorladığımda
Lr>i karanlığın karşılamasına şaşırmadım.

83
Hâlâ geceydi.
Elbette hâlâ aynı günse...
Görüşüm bulanıktı, kafam dum anlıydı. Damarlarımda
o kadar yoğun ilaç dolanıyordu ki kendim i sarhoş gibi his­
sediyordum. Yine de acıyı hafifletm e konusunda pek işe
yaramıyordu.
Hareket etmek istem iyordum .
Lanet olası göz kırpm ak bile can yakıyordu.
Yine de acıyı um ursam ayarak pozisyonum u değiş­
tirdim. Başarısızlıkla sonuçlanan yatakta oturm a çabam
sırasında acıdan çenem kenetlendi. Parm ak uçlarım sızlı­
yordu. Ağzım kupkuruydu. Birden m idem den bir bulantı
yükseldi.
Başım çatlayacakm ış gibi ağnyordu.
Kaderine boyun eğm iş bir iç çekişle gerisingeri yatağa
uzandım. Ellerimle bedenim i yoklayarak durum um u an­
lamaya çalıştım. A cının büyük bir kısm ının kaynağı olan
sol tarafımda büyük bir bandaj vardı. Sağ kolum da, da­
marlarıma berrak bir şeyler pom palayan m akineye bağlı
bir hortum takılıydı.
Bu her neyse istem iyordum .
Yüzüm ü buruşturarak hortum u kolum d an çekip çıkar­
dım ve m inik yaradan akarak yere dam layan kanı umur­
samadan bir kenara fırlattım . İğneleri çekerek bana bağlı
bütün kabloları çıkanp m akine ile olan bağlantım ı kestim.
Bulanık gözlerim karanlıkta odayı taradı. Yalnızdım.
Şaşırm adım ama o an göğsüm deki sızı sadece yaralarım
yüzünden olm amn ötesine geçti. N e kadar m antıksız olur­
sa olsun bir yanım onun burada olacağını, gözüm ü açtı­
ğım da onu yanım da bulacağım ı düşünm üştü.
Am a etrafta Karissa'dan iz yoktu.
Fırsatım buldu ve onu takip edem eyecek durum da olduğu1*
anda kaçm a şansını değerlendirdi. A rtık senden kurtuldu.

84
Kendime geldikten çok kısa bir süre sonra odanın kapı­
sı açıldı. Gözlerim o yöne doğru kaydı. Bakışlanm içgüdü­
sel olarak onu aradı. Aptalca bir umutla gelenin o olmasını
bekledim.
Ama onun yerine iyi tanıdığım bir adam gelmişti.
Doktor M ichael Carter.
Kabul, Carter o tür bir doktor değildi aslında.
Veteriner hekim di.
Yani ikimiz de buraya ait değildik.
Hastane dem ek kay ıt dem ekti ki bu zorunlu rapor anla­
mına geliyordu. Yani polisin kapıyı çalması an meselesiy-
di. Carter'a gitm e sebebim çabucak ve kimseye duyurma­
dan yaramı dikm esi içindi am a bu durum, ne çabuktu ne
de kimseye duyurm adan olacaktı.
Adamın en azından odadaki ışıklan kapalı tutacak sağ­
duyusu vardı. G ergin bir biçim de yarı tebessüm ederek te­
dirginlik içinde yanım a yaklaştı.
Selamına karşılık verm edim .
Gülümsemeyi gerektirecek bir durum yoktu.
"Neden b uradayım ?" diye sorarken sesim çatlaktı.
Bir an duraksadı, ard ınd an alarm verip başka birilerini
daha odaya getirm esin diye tüm bağlantılan söküp attığım
makineyi kapattı. A yakucum a ilişti. "Seçeneğim yoktu Vi-
tale. Oldukça çok kan kay betm iştin ."
"Umurumda değil," dedim. "Beni buraya getireceğine
Kızıl Haç'ı soysaydın daha iyi olurdu."
Ualgın bir ifadeyle h içbir şey söylemeden benim dışım-
da her yana bakındı. H ata yaptığını biliyordu. Bakışlan
°danın diğer tarafındaki boş koltuğa takıldı. Ziyaretçiler
W konmuş ama benim için kim senin oturmadığı koltuğa.
Kimse o kadar da um u rsam ıyor diye düşündüm.
Cerrahla konuştum ... Kendisi arkadaşım. İyi adamdır.

85
Söylediğine göre kurşun yan tarafına saplanmış. Kanama­
yı durdurdular ve yarayı tedavi ettiler."
"Bir kez daha soruyorum," dedim. "N e bok yemeye bu­
radayım?"
Başım iki yana salladı. "Arayan kadın çok endişeliydi."
Bakışlarım boş koltuğa kaydı. "O kadar endişeli değil­
miş."
Zoraki bir kahkaha attı. "Eve geldiğimde perişan hal­
deydi. Aklım kaybetmişti. Zavallının üzerinde sende ol­
duğundan daha çok kan vardı. Sen baygındın ama nefesin
düzgündü. Nabzın zayıftı ama istikrarlı atıyordu. Yine de
sana kalp masajı yapmaya çalışıyor, göğsüne vuruyor, ci­
ğerlerine hava üflüyordu. Faydadan çok zarar veriyordu
yani. Göğsüne her bastırdığında daha çok kan fışkırıyordu.
Seni hayatta tutmaya çalışırken neredeyse öldürecekti."
Kendimi tutamayıp gülümsedim. Tam Karissa'ya uy­
gun davranıştı; kasıt olmadan, hatta bana ne yaptığını fark
etmeden hayatımın içine etmek...
"Yani seni bu yüzden hastaneye getirttim," dedi. "Bura­
nın gelinecek en son yer olduğunu biliyorum Vitale. Ama
senin durumun... Kadının durumu... Bunlar göz önüne alı­
nınca tek çare bu gibi geldi bana."
"Rapor ettiler mi?"
İç çekti. "Biliyorsun, yapmak zorundalar."
Beni buraya getirmekle neden olacağı ortada olan so
run yüzünden bu adama deli gibi kızmak istiyordum a013
içimden gelmiyordu. Yan tarafım böylesi şiddetli a cırk e n
ve sadece Karissa'ya kafayı takmış haldeyken s i n i r l e n m e k
için kendimi zorlayamayacaktım.
Kaltak annesi beni vurmuştu ve benim e n d iŞ el11
Karissa'ydı. Anla anlayabilirsen.
Carter tekrar ayağa kalktığında pozisyonumu değiŞ^1
rirken saplanan acıyla yüzümü buruşturdum.
“Biraz dinlen, tam am m ı?" Yere fırlatıp attığım hor­
tumlara baktı ve başım iki yana salladı. "Burada... ya da
herhangi bir yerde senin üzerinde bir yetkim olmadığım
biliyorum... Yine de um arım kararıma güvenirsin. Seni 48
saat gözetim altında tutm ak isteyeceklerdir."
"48 saat m i?"
"Evet ama seni tanıyorum Vitale. Bu yüzden umanm
en azından yarısına izin verirsin. Ölümcül olmaması ciddi
olmadığı anlamına gelm ez, biliyorsun."
Biliyordum ama hiçbir şey söylemedim. Kaderine bo­
yun eğmiş bir ifadeyle iç çekip ani acı saplanmalarım önle­
mek için hareketsiz durm aya çalışarak gözlerimi kapattım.
Birinin hayatına son verip ortadan kaybolmanın böy-
lesi kolay olduğu bir yerde tedbiri elden bırakamayacak
kadar paranoyak olduğum dan gecenin geri kalanında
uyumamak için m ücadele ettim. Yanlış bir ilaç vermek ye­
terli olurdu. Herkes bunun bir kaza olduğunu düşünürdü.
Ama söz konusu ben olursam bu kaza olmazdı.
Hemşire geldi, hayati bulgularımı kontrol etti ve hor­
tumları geri takarak ağrı kesici vermeye çalıştı ama karşı
çıkarak ve her şeyi reddederek onu geri gönderdim. Da­
marlarımda dolanan her neyse etkisi azalmca ağrı daha da
kötüleşti ve şiddetli acıyla birlikte içimi şiddetli bir öfke
kaplamaya başladı.
Bir kez daha lanet olası hastanede olacağıma morgda
olmayı tercih ederdim.
Dışarıda güneş yükselip yeni bir günü aydınlatmaya
başladığında çekilmez, dayanılmaz bir hale gelmiştim;
ağzımdan çıkan kelimelere yansıyan öfkemi dizginleye-
miyor, yanıma yaklaşmaya cesaret eden herkese öfke dolu
gözlerle bakıyordum.
Bu lanet olası yataktan çıkmalıydım.
Bu lanet olası yerden de.

87
Bu hayattan, bu berbat durumdan, lanet olası bu yaşam
biçiminden kurtulmalıydım.
Ani bir kararla üzerimdeki battaniyeyi fırlatıp doğrul­
dum. Mideme bıçak gibi saplanan acı içimi dağladı. Kapı
açılıp içeri sesler dolduğunda ayağa kalkmak için kendimi
zorluyordum. Seslerden birini anında tamdım. Kollarım­
daki tüylerin diken diken olmasına, her hücremin buz kes­
mesine neden olan bir sesti bu.
Mavi. Belki de beni kırmızıdan daha çok etkileyen tek
renk buydu. Kırmızı ihtiras doluydu, mavi ise ihtiras yok
olduğunda gerçekleşen şeydi. Hiçbir şey hissetmiyordum.
İçimden taşan ve kanımı donduran ve damarlarımda do­
landıkça her hücremi buz gibi yapan katıksız bir nefret dı­
şında hiçbir şey. İçi sadece su katılmamış öfkeyle dolu bir
kabuktan ibarettim ve bundan rahatsız değildim.
Mavi ile sarılıp sarmalandığımda yaptığım hiçbir şeyden
rahatsız değildim.
Hastane odasınm kapısına doğru baktığımda parlak al­
tın rengi rozet ve ufak isim kartları takılı, cılız kollarında
NYPD arması işli mavi üniforma giymiş iki adam gözüme
çarptı. Bu ikilinin tam ortasında üzerinde mat gri bir takım
elbise olan bir adam vardı. Kendimi lanet olası bir buzula,
onu ise buz kırıcıya benzetmeme sebep olan kulak tırma­
layıcı ses ona aitti.
Dedektif Jameson.
Bu adamla ilk karşılaştığımda yine böyle bir odada kı­
rık kaburgalarla ve parçaları bir araya getirilecek yarım bir
hayatla uyanmıştım. O gün beni soru yağmuruna tutmuş,
neler olduğu hakkında sorular sormuştu ve ben dürüst ce­
vaplar vermiştim.
Hiçbir şeyi gizleyemeyecek kadar yıkılmış bir haldey'
dim.
Johnny Rita'nın karım ı öldürdüğünü söylemiştim ona.
O da bana adaletin yerini bulacağını söylemişti.
Ama asla bulm adı.
Bu adam bana yalan söylemişti.
Bir katile ya da bir hırsıza saygı duyabilirdim ama yü­
züme baka baka yalan söyleyen birine asla saygı duymaz­
dım. Yapabileceğin şeyi söyle ve söylediğin şeyi yap ya da
hiçbir şey söyleme.
Hayat, lafı dolandırıp gerçekleri allayıp pullayacak ka­
dar uzun değildi.
Dedektif Jam eson, arkasında genç ortağı ve yüzünde
kocaman yapmacık bir gülüm sem eyle odaya girdi. Dedek­
tif Andrew ile kişisel olarak fazla bir paylaşımım olma­
mıştı ama lafı gevelem eyen, zoraki gülümsemeyen ya da
olmadığı biriymiş gibi davranm ayan bir adamdı. Tam bir
pislikti ve az da olsa ondan hoşlanmamın sebebi buydu.
Az da olsa.
Dedektif Jam eson yatağa doğru yürürken, "Bay Vitale,"
dedi. "Başınıza gelenlere üzüldüm ."
"Eminim öyledir."
"Öyle. Ayağa kalkm anıza sevindim. Henüz...?" Durak­
sayarak abartılı bir tavırla etrafına bakındı. "Henüz bir
Yere gitmiyorsunuz, değil m i?"
Kendimi zorlayarak tekrar yatağa yerleşirken cevap
vermeye tenezzül etmedim. Şu an ayağa kalkamazdım,
bele hepsi odadayken. M uhtemelen yüzükoyun yere ka-
Paklanırdım ve onlara bu zevki vermek istemiyordum.
Üzerimde arkası açık bir hastane önlüğü olduğundan
s°z etmeye gerek bile yoktu. Üstelik kıyafetlerim görünür­
de bir yerlerde değildi.
Nereye gideceğim ki?" diye sordum.
hmeson, odada kalmak için izin bile istemeden siyah
koltuğa yerleşirken, "Güzel soru," dedi. Ortağı ise yanın­
daki duvara yaslanmıştı. Üniformalı m emurlar fazla yak­
laşmadan koridorda dolanıyorlardı. Sadece destek için bu­
radaydılar.
Neye destek? Bilmiyordum.
Her yer ışıl ışılken hastanenin orta yerinde içlerinden
birine zarar verecek değildim herhalde.
Elbette hayır. Onun yerine hava karardıktan sonra giz­
lice evlerine girerdim.
Dedektif, ceketinin cebinden ufak bir not defteri ve bir
kalem çıkararak, "Dün gece olan olayla ilgili birkaç soru
sormak istiyoruz," diye devam etti. İlk boş sayfayı açtı ve
bana bakmadan, "Sizi kimin vurduğunu söyleyebilir misi­
niz?" diye sordu.
Anında cevap verdim. "Evet."
Odada çok kısa bir sessizlik oldu, ardından dedektif tek
kaşını kaldırarak gözlerimin içine baktı. "E ee?"
"Ne?"
"Söyleyecek misiniz?"
"Hayır."
Kaşlan çatıldı. "Hayır mı?"
"Siz bana söyleyebilir misin, diye sordunuz; s ö y le y e ce k

misin, diye değil," diye açıklama getirdim. "Size herhangi


bir şey anlatmaya hiç niyetim yok."
Andrews boğazını temizleyerek lafa karıştı. "Eğer bir
misillemeden çekiniyorsanız..."
Öyle yoğun bir kahkaha attım ki göğsüm sarsıldı. Yü­
zümü buruşturdum; akıtmamak için büyük çaba harcadı­
ğım yaşlar gözlerime batıyordu; sarsılmanın neden olduğu
a a adeta damarlanma elektrik verilmiş gibi tüm bedenin11
kapladı. Bakışlanmı adamlardan uzaklaştırıp bu duyguyü
uzaklaştırmak için çenemi sıkıp gözlerimi kapadım.
Gözlerimi te k ra r a ç tığ ım d a bakışlarım kapıya takıldı.
Beklenmedik b ir g ö r ü n tü k arşısın d a donakaldım . Karissa,
sessizce kapının p e rv a z ın a d a y a n m ış öylece duruyordu.
Üzerinde çok b ü y ü k s iy a h b ir tişö rt ve eşofm an altı var­
dı ve sanki y a ta k ta n y en i çık m ış gibi görü nü yordu. Saçlan
öylesine kıvrılıp d a ğ ın ık b ir to p u z la tepesinde toplanmıştı
ve topuzdan çık an b u k le le r y o r g u n y ü zü n e dökülüyordu.
Yanaklarındaki ç iz g ile r v e ten in d ek i yol yol kırmızılık az
önce deli gibi a ğ la m ış o ld u ğ u n u belli ediyordu.
Param parça o lm u ş g ö r ü n ü y o r d u a m a lanet olası dere­
cede güzeldi.
Onun kırık parçalarını tekrar birleştirmek istedim.
Onu daha da parçalamak istedim.
Gözleri gözlerimle buluştu. Derinlere gizlenmiş tehlike­
yi fark edince göğsüm sıkıştı. Üzüntü vardı, evet ama daha
da ötesi korkuyu gördüm.
Benden hâlâ korkuyor muydu?
O zaman neden buradaydı?
İç çekerek gözlerimi ondan uzaklaştınp tekrar dedek­
tife çevirdim. Aşırı yorgun, aşağılanmış ve bu saçmalıkla
uğraşamayacak kadar acı içindeydim. Jameson yine ko­
nuşmaya başladı ve aynı zırvalıkları tekrarlayıp durdu. Bu
kahrolası şehirdeki en berbat suçlulardan biri olduğumu
bile bile sokakların güvenliğini sağlamaktan söz etti. Bunu
ikimiz de biliyorduk ama kanıtlayamıyordu. Bu yüzden
yanm ağızla çektiği nutuk bir kulağımdan girip diğerin­
den çıkıyordu. Bu konuşma, güçlü olma özlemiyle yanıp
tutuşan ama ölüm saçan adi bir herifi bile yakalamaktan
aciz, hiçbir boktan anlamayan bir adamın narsisizm mas­
türbasyonundan öte bir şey değildi.
Su, onu yakıp kül ediyordu.
bir gün evini ateşe verip onu gerçekten yakıp kül etmek
'sterdim.

91
Lafını keserek, "Beni kimin vurduğunu mu öğrenmek
istiyorsun?" diye sordum. Jameson not defterini sımsıkı
kavrarken ikisi de gözlerini kocaman açıp üm it dolu bir
ifadeyle bana baktı. "En iyisi kodlayayım. Senin için daha
kolay olur. Yanlış yazmanı istemem."
Jam eson kalemini bana doğru salladı. "H azırım ."
"Hm m ... Adı S-İ-K-T-İ-R. Soyadı G-İ-T. Yazabildin mi?
Yoksa tekrar kodlamamı ister m isin?"
Son kelime ağzımdan çıkmadan Jam eson defterini ka­
pattı ve ayağa kalkarak cebine soktu. Bunun işe yarama­
yacağının farkındaydı. Benden en ufak bir bilgi dahi ala­
mayacaktı. Kapıya yöneldi. Jam eson oyalanınca Andrew
sanki söyleyeceği başka bir şeyler varm ışçasına garip bir
ifadeyle bana bakarak kapıya doğru yürüm eye başladı.
Söyleyeceği her neyse boşuna nefesini harcam ış olacak­
tı. Dikkatli kullanması gereken nefesini... Soluğunun ne za­
man kesileceğini kim bilebilirdi ki? Bunu o da düşünmüş
olmalı ki bir süre sonra başım iki yana sallayarak uzaklaştı.
Karissa'mn başı öne eğikti. Sırtım odanın hem en giri­
şindeki duvara dayamış, gözlerini yere dikm iş bir halde
onlara yol verdi. Andrew yüzü asık bir halde yarımdan
geçip dışarı çıktı. Ama Jam eson durdu ve içten bir gülüm­
semeyle, "Sizi tekrar gördüğüme sevindim , Bayan Reed,
dedi.
"Ben de."
Sesi alçaktı; o yavan sözcükler ağzından zar zor duyu­
lan bir fısıltı halinde çıkmıştı. Jam eson odadan çıktı. Üni­
formalı memurlar da onu takip ederek ikim izi yalnız bı­
raktılar.
Gerçekten burada olduğuna inanam ıyordum .
Koridordan gelen sesler dışında odada ölüm sessizüğ1
hâkimdi. Karissa bir süre daha olduğu yerde durdu, ar­
dından sanki hızla kapıdan çıkmayı düşünüyorm uşçaSirıa

92
o yana doğru baktı. Onun gideceği ihtimalini düşünmek
midemin düğüm düğüm olmasına neden oldu ama bu
duyguyu uzaklaştırdım ve sessizliği bozacak kişinin o ol­
mayacağını bilerek boğazım ı temizledim.
"Buradasın."
Hemen cevap vermedi. Bakışları bir süre eski püskü li­
nolyum zeminde gezindi, sonra bana çevrildi. "Neden ol­
mayayım?"
Çünkü benden nefret ediyorsun.
Çünkü babanı öldürdüm.
Çünkü sırada annen var ve gözlerindeki ifadeden bunu bildi­
ğini fark ediyorum.
"Çünkü sabah uyandığım da burada değildin."
"Ha." Duvardan uzaklaşarak yorgun argm odada yürü­
dü ve bütün gece boyunca boş duran siyah koltuğa çöktü.
Parmak arası terlikleri ayağından fırlatıp attı ve kirli ayak­
larını yukarı çekip altına alarak yerleşti. "Akrabalık bağı­
mız yok. Gece sadece aileden birilerinin kalmasına izin
veriyorlar, bu yüzden..."
"Yani buraya gelm ene izin verm ediler."
"Evet."
İçim öfkeyle doldu. O nun gelm em iş olması başka bir
Şeydi, diğerlerinin ona izin verm em iş olması başka bir şey.
Bu durum ne kadar canım ı yakarsa yaksın onu suçlaya­
mazdım ama diğerlerinden bunun hesabını kesinlikle so­
racaktım. "Kim olduğunu söyledin m i?"
Hayır." O an sesi daha da alçaktı. "Sen kendinde değil­
im, bu yüzden sorun olm ayacaktı. Uyandığın söylenene
tadar aşağıdaki beklem e odasında oturdum ."
Bütün gece orada m iydin ?"
Elleriyle oyn ayıp tırn ak ların ı k u rcalayarak hafifçe başı-
nı alladı. Bakışlarım o v alam ak tan aşınm ış ve pembeleş-
ellerine kaydı. Kanım ı tem izlem ek için ellerini kaç kez

93
yıkadığını merak ettim. Alyansı yoktu; bu beni şaşırtmadı.
Zaten bir daha hiç takmamıştı.
Belki de bir tür isyan göstergesiydi bu.
Kontrol dışma çıkmış bir durumun kontrol altında ol­
duğunu göstermenin bir yoluydu.
Ya da artık benimle evlenmekle ilgili hiçbir şey istemi­
yordu.
Bu konuyu ona sormadım, o da hiç açmadı. Gözlerini
kucağına dikmiş bir halde sessizce orada oturmaya devam
etti. Bir süre sonra iç çekti. "Öleceğini sandım ."
Ses tonu o kadar ifadesizdi ki ne hissettiğini anlayama­
mıştım, bu yüzden ödümü kopartan o soruyu sordum.
"Ölmemiş olmam seni hayal kırıklığına mı uğrattı?"
Bir anda yüzünü öfke bürüdü, başını çevirip kısılmış
gözlerle bana baktı. Akmak üzere olan gözyaşları gözpı-
narlannda birikmişti. Bana öylesi düşmanca bakıyordu ki,
bu kadar ağır yaralı olmasam bu bakışlardan kaçardım.
Bu kadm bir canavar olduğumu söylüyordu am a onun da
içinde zaman zaman serbest bıraktığı küçük bir canavar
vardı.
Belki de onu bu kadar sevmemem gerekiyordu.
"Öyle olmam gerekirdi," dedi. Gözyaşlarını tutmaya
çalışırken sesi titriyordu. "Ölmeni istemem gerekirdi. Tan-
n biliyor ki bunu hak ettin. Aslında senden nefret ediyor
olmalıyım... Senden gerçekten nefret ediyorum. Bazı günler
uyandığımda ortadan kaybolmuş olmanı istiyordum. Böy-
lece bir daha yüzünü görmek zorunda kalmazdım... Ama
sonra bunun olabileceğini düşündüm. Bir gün gerçekten
ölebileceğim düşündüm. Ölmek üzere olduğunu sandım-
Sustu, bir damla gözyaşı aktı. Acı dolu hafif bir kahkaha
atıp bakışlarını benden kaçırarak parmak ucuyla sildi om1
"Bir daha yüzünü asla göremeyeceğimi, yalan dolu sesin 1

94
asla duyamayacağımı düşündüm ve bu, tahmin ettiğim­
den daha fazla canımı yaktı."
Bir damla gözyaşını daha silerken onu izledim... ardın­
dan bir tane daha... Sonra cevap verdim. "Sana hiç yalan
söylemedim."
"Sürekli bunu söylüyorsun," dedi. Sanki beni ölü gör­
mekten hoşlanmayacağını itiraf etmiş olmak omuzların­
dan bir yük kaldırmış gibi ses tonu az önceden çok az daha
yüksek, daha güçlüydü. "Bence işin en üzücü yanı buna
gerçekten inanıyor olm an."
"İnanıyorum," dedim. "Sana asla yalan söylemedim."
"Senin yaşadığm dünyada belki de bu doğrudur ama
gerçek dünyada bir şeyleri saklamak da yalan söylemektir
ve bu da diğeri kadar can yakar. Beni aldattın. Beni kan­
dırdın. Benimle oyun oynadın. Birlikte olduğumuz süre
içinde neden ben ? diye m erak edip durdum. Şimdi nedenini
biliyomm. Beni çıkarların doğrultusunda kullanıyordun.
Yani, belki yüzüme karşı yalan söylemedin ama asla dü­
rüst olmadın. Gerçek olmadın. Sanki beni seviyormuş gibi
davranıp gülümseyerek hayatımı mahvettin. Hem böyle
davranıp hem de hâlâ sana güvenmemi bekleyemezsin
Naz."
Sanki beni seviyormuş gibi davranıp gülümseyerek hayatımı
mahvettin. Bu sözler karşısında mideme yumruk yemiş gibi
oldum. Bir zamanlar başka biri bana aynı şeyi yapmıştı ve
°nu kesinlikle affetmemiştim.
"Asla başka biri olmaya çalışmadım," diye cevap ver-
dlm- "Belki bütün kartlar açık oynamadım ama kendi oyu­
nunda seni asla yanlış yönlendirmedim."
Bunun bir oyun olması gerekmiyor."
İŞte bunda yanılıyorsun," dedim. "Dünya bir oyun Ka-
Hayatta kazananlar ve kaybedenler vardır. Asla kay­
men olmamak için elimden gelen her şeyi yaptım ve bun-
an sonra da yapacağım. Belki bazen hile yapmak zorunda

95
kalıyorum ve oyunu her zaman kurallarına göre oynamı­
yorum ama bunu yapamam. Eğer hayatta kalmak istiyor­
sam, yapamam. Bunun için benden nefret edebilirsin ama
bu seni korumama engel olmayacak. Senin de kazananlar­
dan olacağım garanti altına almama engel olamayacak."
"Ya yapamazsan?" Nihayet yine gözlerimin içine baktı.
Her şeyi önüme seriyordu, içinde ne var ne yoksa söylü­
yor, sıkıntısını içinde saklamak yerine dile getiriyordu. "Ya
ikimiz de kazanamazsak?"
"O zaman ne olacağını söylemiştim sana."
"Ne?"
"Kalası sana veririm."
Ne dediğimi anlaması biraz zaman aldı. Kameades
Prensibi. Sadece birimiz sağ kalabileceksek bu kim olur­
du? Bazı insanlar kendi hayatım kurtarmak söz konusu
olduğunda cinayetin meşru olduğuna inanır. Başka birinin
hayatım elinden almaya karşı olanlardan biri olmasam da
ölmelerine göz yumamayacağım belli insanlar vardır.
Onun gibi insanlar.
Sadece o.
Çünkü içinde onun olmadığı bir dünyanın yaşanmaya
değer bir dünya olduğunu düşünmüyordum. Şimdiye dek
karanlıklar içinde, üzerimde yıllarca güneşin parlamadığı
bir hayatım oldu. Nihayet gün ışığını tekrar gördüm. Ve
ona sırtımı dönebileceğimi sanmıyorum.
Gözlerinden ip gibi akan gözyaşlarını silmeye gerek
görmeden bana bakıyordu. Ona söylediğim şeye inanmi'
yormuşçasına başını iki yana sallarken gözyaşları yanakla­
rından süzülüp kucağına damlıyordu.
Cevap vermedi, konuyu uzatmadı. Koltukta kıvrıldı ve
sert yüzeyini eğreti bir yastık gibi kullanarak başım kol­
tuğun koluna yasladı. Birkaç dakikalığına odayı boğuco
bir sessizlik kapladı. İkimiz de ne konuşuyor ne de hare

96
ket ediyorduk. Karissa'nm gözleri yavaş yavaş kapanırken
gözlerimi dikmiş onu seyrediyordum.
Saatler geçti. Saatin her vuruşu işkence gibiydi. Gergin,
yorgun, huzursuz ve acı içindeydim. Bu lanet olası oda dı­
şında bir yerde olmak istiyordum.
İnsanlar beni kendi halim e bırakmışlardı. Kapının eşiği­
ne kadar geliyor, içeri bakıyor ama benimle hiç konuşma­
dan uzaklaşıyorlardı. Karissa, o koltukta uyumuş olmak­
tan dolayı rahatsız olduğu açıkça belli bir halde gerinerek
ve esneyerek uyandığında akşamüstüydü.
0 evde olmalıydı.
ikimiz de evde olm alıydık.
"Buraya gelirken üzerim de olan giysilerin nerede oldu­
ğunu bilme ihtimalin yok, değil m i?"
Karissa'nm bakışları benden yana döndü. "Perişan hal­
deydiler."
"Sen giyecek yeni bir şeyler getirm edin mi?"
"Hayır," dedi. "N ed en ?"
"Çünkü bu kahrolası yerden çıkm ak istiyorum."
"Gitmek mi istiyorsun? H em en m i?"
"Buraya hiç gelm em eliydim ."
Oturduğu yerde doğrulup inanam az bir ifadeyle, "Ya­
ralıydın," dedi. "Ciddi anlam da yaralı. Olman gereken tek
yer burası."
“Benim için yapabilecekleri bir şey yok," dedim. "Ne
°nlann verdiği yemeği yerim ne ilaçları alırım ne de ta-
mmadığım bunca insan etrafım da dolanırken bu yatakta
uyurum. Şu an bana iyi gelecek tek şey dinlenmek ve onu
burada yapmayacağım."
’Ama..."
Bak, eğer iş o noktaya gelirse bu kılıkta çıkar giderim,"
e ‘ra kendimi işaret ederek. "Ama buna gerek kalmama-
sını tercih ederim."

97
V
İnanmaz gözlerle bana baktı. "Bu kılıkta m ı?"
"Evet."
"Bu hastane önlüğüyle mi?"
"Evet."
Yüzündeki ifade hafif bir gülüm sem eyle değişti ama
anında kendini toparladı. Yine de yeteri kadar hızlı değil­
di. O gülüşü yakaladım ve göğsümdeki baskıyı azaltmak
için ihtiyacım olan tek şey oydu.
Başını iki yana sallayarak bacaklarım öne doğru uzatıp
gerdi ve sonra ayağa kalktı. "Bakalım ne yapabilirim ."
Beni odada tek başıma bırakarak odadan çıktı. Yalnız
kalır kalmaz dişlerimi sıkarak vücudum u kaydırdım ve
bacaklarımı yataktan sarkıtarak oturm aya çalıştım . Yara­
mın üzerindeki bandaja hafifçe bastırarak derin derin, dü­
zenli nefes alıp vererek acıyı yok etmeye çabaladım .
Karissa'nın bir süre dönmeyeceğini tahm in ediyordum
ve deli gibi çişim vardı. Bu yüzden ayağa kalkm ak için
kendimi zorladım ve yatağın kenarına sım sıkı tutunarak
dengemi sağlamaya çalıştım.
Ayaklanmı sürüye sürüye odayı geçerek yanındaki kü­
çük banyoya gidip kendimi içeri atarken görüşüm bula­
nıktı ve bedenim alev alev yanıyordu.
Bir elimle lavaboya sımsıkı tutunmuş, diğer elimle yarl
nişan alarak kendimi rahatlatmak için çabalarken bütün
klozet çiş içinde kaldı. Ellerimi yıkayıp ayaklarım ı sürüye
sürüye dışarı çıktım ve odaya girer girm ez duyduğum ses
karşısında irkildim.
Kapının h em en girişin d e d u rm a k ta o la n K ariss3'
"Vayyy, ayağa k a lm ışsın ," d ed i.
"Geri döndün."
"Evet," diyerek e tra fım d a d o la n d ı. Yüzü k ız a rd ı, dü
d ak lan n d a yine o g ü lü ş b elird i. "Al b a k a lım . B u n la rı
d u m ."
Bir topak lacivert k ıyafet u z a ttı b a n a . D o k to rla r ın art1^

98
Iiyatta giydikleri ördüklerdendi. "B un ları bir doktordan mı
aldın?"
"Birinden ald ım ," dedi. "D o ktorların birinci kattaki so­
yunma odasında b u ld u m ."
"Çaldın mı y a n i?"
"Ödünç ald ım ."
Başımı iki yana sallay arak tu h af tuhaf baktım onlara.
Temizdiler ve tam b en im b ed en im d i. Yatağın yanma dön­
düm ve yandaki m etal b o ru ya tu tu narak dengem i sağlayıp
önlüğü çıkarıp yere attım .
Karissa şok olm u ş b ir h a ld e yü zün ü kapatarak, "Bura­
da mı yapacaksın bu iş i? "
Hafifçe kıkırdadım ; g ü lm e k acım ı daha da tetikledi.
"Evet. Ne olacak ki? D a h a ö n ce görm ed iğin bir şey değil."
"Olabilir am a şim d i b ü tü n dü ny a göreb ilir."
"Hiç utanm am ," diyerek yatağın kenarına oturup pan­
tolonu giymeye çalıştım am a bu pek m üm kün değildi.
Bacaklarımdan yu karı çekebilecek kadar eğilemiyordum.
Sessizce bir süre m ü cad ele ettim . A cıd an gözlerim yaşardı.
Ardından Karissa eğilip hiçbir şey söylem eden giyinmeme
yardım etti.
Uzanabileceğim yüksekliğe çıktığında işi devraldım ve
tam yanımdan u zak laşm ay a çalışırken Karissa'yı kolun­
dan yakaladım. Y üzü kıpkırm ızıydı, utanm ıştı. Onu ken­
dime doğru çekerken g ö zlerim e bakam ıyordu.
Utanma," dedim . "B e n k e sin lik le utanm ıyorum . Ayrı-
Cadün gece üzerin dekini çık a rd ığ ın ı u n u tm ad ım ."
Kan kaybediyordun. Y araya b astıra ca k bir şey gerek-
llydi.

. ^anımdan u zak la şm a sın a iz in verirk en, "K en d ini buna


^ ar>dırmaya ça lışıy o rsu n ," d ed im . "A m a biliyorum ki az
a °lsa teşhircilik yan ın v a r."
°2lerini devirdi am a in k â r etm ed i.

99
Tişörtü giymek pantolondan çok daha kolaydı. Ken­
dimi inceledim ve artık açık saçık bir yerim in kalmadığı
konusunda tatmin oldum. "B en im için kıyafet yürüttüğün
için teşekkür ederim ."
Üzerine basa basa bir kez daha, "Ö d ü n ç ald ım ," dedi.
Tek kaşımı kaldırarak ona bakıp, "S e n ne diyorsan öyle
olsun, hapishane kuşu," dedim . "B u rad an çıkm aya hazır
m ısın?"
Sanki sorumu değerlendiriyorm uş gibi hem en cevap
vermedi ama sonunda, "N e halin varsa gör, h ad i gidelim,"
dercesine om uz silkti. O nun peşinden o d ad an çıküm ve
kalabalık koridorda ilerlem eye b aşladım . B ir kaplumbağa
hızıyla yürüyordum . H er adım acı veriyordu am a kendimi
zorluyordum. Çıplak ayaklarım leş gibi lan et olası zemin­
de şap şap ses çıkarıyordu.
A sansörlere doğru giderken, "B u arad a, buraya nasıl
geldik?" diye sordum .
"Am bulansla."
"Ü zerinde para var m ı?"
"H ım m . Hayır. San m ıy oru m ."
A sansörün kapısında d u rd uğu m u zda iç çektim . "Eve
gitmenin bir yolunu bulm am ız gerek ."
Bunu söyler söylem ez başım ı kald ırd ım ve hem şire ban­
kosunun önünde duran R ay'i gö rd ü ğ ü m d e donakaldım.
Benim onu fark ettiğim anda görevli h em şire de benim ol'
duğum yönü işaret etti. Ray döndü ve anınd a beni gördü.
Ray bize doğru gelirken K arissa b an a yaklaşarak ya'
m m da durdu. Korum a içgüdüsüyle, aslınd a daha ziya<^e
| dayanm ak için kolum u ona doladım .
* Dengem i sağlayam ıyordum .
Ray, tam karşım ızda du rd uğu nd a b ir an Karissa y0^
m uş gibi davranarak tüm dikkatini bana verdi. " A y r d ı y ° r
m usun, V itale?"

100
"Evet," dedim. "B u rad a ne işin var?"
"Sana bakmaya gelm iştim ," diye karşılık verdi. "Dün
gece hızla çıkıp gittin. N e olduğunu anlamadım ama sonra
vurulduğunu duydum ."
"Sadece bir sıyrık," dedim . "D aha kötüsünü de yaşa­
mıştım."
Başını sallayarak, "B iliy o ru m ," dedi. "Hadi, seni eve
götüreyim."
Tam karşı çıkacaktım ki aklım a başka çarem olmadığı
geldi. Ne diyebilirdim ki? B aşka çıkar yolumuz yoktu. Ya­
nımda Karissa'yla sendeleye sendeleye asansöre bindim ve
üçümüz birlikte d ireksiyon daki şoför ile beklemekte olan
limuzine doğru yürüd ük.
Brooklyn'e gidiş yolu gergin geçti. Fazlasıyla abartılı
araçta Ray'in hem en karşısın d a oturuyordum . Karissa ya­
nımdaydı. Kim se kon u şm u yord u . K im se ne söyleyeceğini
bilmiyordu. Aklım karm ak arışık, bedenim ıstırap doluydu
ve çektiğim acıdan do lay ı göğ süm sıkışıyordu.
Evimin önünde d u rd u ğu m u zd a R ay boğazını temizle­
di- "Bir dakikanı alabilir m iyim , V itale?"
Tereddüt ederek ark am a yaslan dım ve Karissa'ya doğ­
adan eve girm esini işa ret ettim . A rabadan inerek kapıyı
kapattı. Bir süre ko n u şm a d a n oturduk. Cam dan dışan
taktım, gözlerim park y erin d ek i arabam a kaydı. Yan tarafı
S u n delikleriyle dolu yd u .
kay endişeli g ö rü n ü yo rd u . B akışlarını benden ayırıp
Tark yerindeki arabam a çevird i. "B u n u kim yaptı?"
Talan dilimin u cun a k ad ar geld i. Y utm aya çalıştım ama
iv e rd i. "Bilm iy o ru m ."
jtaha önce Ray'e h iç yalan söylem em iştim .
Bilmiyor m usu n?"

101
"Bilmiyorum," dedim. "Beni gafil avladılar, cüzdanımı
ve anahtarlarımı çaldılar. Sonra korkup beni vurdular."
"Ve sen kim olduklarını bilmiyorsun, öyle m i?"
"Hayır," dedim. "Bilm iyorum ."
Bakışlarını tekrar gözlerime dikerek dikkatle baktı. San­
ki her şeyi tekrar değerlendiriyormuş gibi bir hali vardı.
Bana inanmamıştı. Bunu gözlerindeki ifadede görmüştüm
ama o da ona asla yalan söylemediğimi biliyordu. Aramız­
da bazı şeylerin değiştiğini düşünmek istemiyordu. Bunu
ben de istemiyordum ama hissediyordum.
O henüz dile getirmemiş olsa da değişim i hissediyor­
dum.
"Yumuşuyorsun Vitale. Birinin sana ateş etmesine izin
verdin. Seni soyup bu işten paçayı sıyırm alarına izin ver­
din."
"Dün akşam paçayı sıyırmış olm aları bundan kurtul­
dukları anlamına gelm ez," dedim. "H er zam an intikamımı
alırım."
Ray, "İntikam ," diyerek kuru bir kahkaha attı. "Bunun­
la ilgili farklı tanımlarımız olduğunu düşünm eye başlıyo­
rum. Bence intikam geri ödemedir, adalettir, göze göz dişe
diştir... Aileye karşılık ailedir... İşin kolayına kaçmak de­
ğildir."
Kolayına. Başımı iki yana salladım. "Farklı olduğumuz
nokta burası Ray. Sanırım yaptığım şeyin benim içiu
lay olduğunu, neredeyse yirmi yıldır planladığım şeyde*1
vazgeçmenin kolay olduğunu düşünüyorsun. Ama ya
nılıyorsun, çünkü hiç kolay değil. Hâlâ başaram adığı1111'
Maria'nın intikamını alamadığımı hissediyorum ."
Duygusuz bir ifadeyle, "Başaram adın," dedi. Bu soZ
göğsüm ebirbıçaksaplanm ışgibiiçim eişledi."C arm ela
yaşamasına izin vererek kızımın anısının içine ettin.'
"Evet, belki. Ama bu geçici."
Dün geceden sonra kaçış yoktu.
Bana yaptığı şeyden sonra Carmela'nın sokaklarda do­
laşmaya devam etm esine izin veremezdim. Karissa'nın ha­
tırına kaçıp gitmesi için ona bir şans vermiştim ama artık
çok geçti.
Ölümcül bir hata yapmıştı.
Ray, dönüp bana bakarak, "Ya çocukları?" dedi. Ondan
tarafa bakmıyordum am a göz ucuyla yüzündeki ciddi ifa­
deyi görebiliyordum. "Ya Karissa?"
"Ona ne olm uş?"
"Yaşamasına izin vereceksin, öyle m i?" dedi. "Nefes
almaya devam etm esine, kızım ın yaşıyor olması gereken
evde yaşamasına, senin yatağında uyumasına, seninle uyu­
masına izin vereceksin ve ona kızım ın sahip olması gere­
ken yaşamı, ölm eseydi sahip olacağı yaşamı sunacaksm.
Ona tüm bunları sunacaksın, öyle mi? Ona!"
Ağzından çıkan her kelim e bıçak gibi saplanıyor, iç or­
ganlarımı çürüterek yavaş yavaş yok ediyor, her hece beni
paramparça ediyordu. Benim birçok kez düşündüğümden
farklı şeyler söylem iyordu. O na yalan söylemiş olma hissi
beni halihazırda yiyip bitiriyordu ama kullandığı suçlayım
fon bunun daha da coşm asına neden oldu.
Bayılacakmışım gibi hissettim.
Kızımın katilinin kızı," diye mırıldandı. "Seçtiğin,
°nun yerine koyduğun kişi bu ."
İçimi dolduran yoğun duygular yüzünden kelimeler
a82'mdan güçlükle çıkarak, "O nun yerini kimse doldura-
maz' dedim. "K im senin yerini doldurmaya çalışmıyorum
ama Karissa'ya karşı hissettiklerim e de engel olamıyo­
rum."

Sanırım bu konuda da farklı düşünüyoruz," dedi Ray.


nj^ u engelleyebilirdin. Senden beklendiği gibi o fahişe-
°ğazını kesseydin bunların hepsini engelleyebilirdin.

________________ ım_________________
Söylediğin bu değil m iydi V itale? Onu yaratan pis kanda bo­
ğacağım onu."
Bunu söylediğinde nerdeyse ürktüm ; sesindeki öfke, bu
kelim eleri tam olarak bu biçim de ilk söylediğim de benim
sesim deki öfkenin yankısıydı. Bu sözler benim ağzımdan
sadece birkaç ay önce çıkm ıştı; son birkaç hafta içinde ta­
nım adığım birine dönüşm üştüm . R a y 'in kafa karışıklığım
anlıyordum . Hâlâ kabullenm eye çalıştığım şeyin ne ol­
duğunu nasıl anlayabilirdi? Yaklaşık yirm i lanet olası yıl
boyunca tek bir dam la bile kalm ayana kad ar her birinin
kanını akıtm a hayaliyle yanıp tu tu şm u ştu m . Şim di çok ya­
kınım daydı ve ben tereddüt ed iyord um .
Hayır, tereddüt etm iyordum .
Fikrimi değiştirm iştim .
Sırf Karissa yüzünden bir gecede yü z seksen derecelik
dönüş yapm ışüm.
Sadece tenim e işlem em iş; b ü tün organlarım a nüfus et­
miş, bir hastalık gibi her bir h ücrem i sarıp sarmalamışti-
"Sadece anlam aya çalışıyorum V itale," dedi Ray. "Sa‘
dece o kızla aynı havayı solum aya n asıl dayandığım ve
onun yerine bu havayı soluyan kişin in ben im kızım ol­
ması gerektiğini nasıl h iç d ü şün m ediğin i anlamaya Ça^1'
şıyorum. Bu kişinin Joh n ny 'nin kızı değil, kendi kızın ya
da oğlun olm ası gerektiğini nasıl düşünm üyorsun? Nasıl
oluyor da onunla birlikte olabiliyor, onu becerebiliy°r ve
bir zam anlar benim kızım la yaptığın şeyleri şim di onunla
yapabiliyorsun ve bu adaletsizliği öd etm ek için onun lanet
olası boğazım kesm eyi hâlâ istem iy orsu n ?"
Ne diyeceğim i, buna nasıl cevap vereceğim i bilmiy°r
dum. Kım ıldam adan, cam dan dışarı bakm aya devam e ^e
rek bir süre daha oturdum . "O , asıl planın bir parçası
ğildi."
"Planlar değişir."
"K esinlikle," dedim. "V e bir kez daha değişti-

104
öldürmek beni Johnny'den daha iyi yapmayacak ve se­
nin kızın öyle bir adamı sevmezdi. Karissa'yı öldürmek
Maria'nın intikamını alm ak olmayacak. Onu öldürmek sa­
dece her şeyi daha da kötü yapacak."
Sonra bizi eve kadar bıraktığı için ona teşekkür etme­
ye gerek duym adan arabadan indim. Tam kapıyı kapatı­
yordum ki sesini duydum . "Farklı düşündüğümüz bir şey
daha."
Kaldırımda durup lim uzinin caddede uzaklaşarak göz­
den kaybolmasını izledim . Başım ı iki yana sallayarak eve
doğru döndüm ve sendeleye sendeleye o yöne yürüdüm.
Eve girdiğim anda ilk gözüm e çarpan, bakışlarımın ilk
takıldığı şey çıplak ayaklarım m çevresini kaplayan kuru­
muş kan lekeleri oldu.
Kızgın bir ifadeyle iç çekerek dik dik koyu kırmızı şerit­
lere bakarken Karissa antreye gelip karşımda durdu.
Gözlerimi kapattım.
Derin derin nefes al.
Nefes al.
Nefes ver.
Bunu şu an temizleyemem.
Sonra yaparım.
Kafana takma.
Gözlerimi tekrar açtığım da Karissa tam karşımda du­
ruyordu. O, etrafımdan dolanıp kilitleri kontrol ederken
ilerimi yüzümde gezdirdim .
Bu, muhtemelen mantıksızdı.
Carmela'nın nerede yaşadığım ı bilip bilmediğinden
emin değildim. Ruhsatta adres yazm ıyordu. Ama eğer bi-
tyorsa, eğer bulduysa artık içeri girecek bir anahtarı vardı.
* * °lduğunu biliyordum ; korkusuz olduğunu ve öldü-
olabileceğini de kanıtlanm ıştı.
$anki yeteri kadar paranoyak değilm işim gibi.

105
Ü st kata çıkarken Karissa elinden geld iğince bana yar­
d ım a olm aya çalıştı. Bacaklanm yatağm kenarından aşa­
ğıya sallanır bir halde sırtüstü yatağa çöktüm . Gözlerim
kapanıyordu. U yum ak istem iyordum . Bu riski göze ala­
m azdım ama kendim e engel olam ıyordu m . Karissa bir
şeyler söyledi. Sesi yum uşacıktı. D arm adağın ık saçlarımda
dolanan parm aklan da... Am a ne dediğini anlam adım .
Uyku onunla savaşam ayacağım kad ar b ü y ü k bir güçle
beni içine çekiyordu.

106
7. BÖLÜM

Olmak istediğin gibi görün.


Derin derin uyudum, uzun saatler boşlukta kaybol­
dum, zaman akıp geçti. N ihayet kendime geldim. Karan­
lıkta uzanmış, tavana bakıyor ve hızlı hızlı gözlerimi kır­
pıştırarak ayılmaya çalışıyordum.
Odada yalnızdım.
Başım çatlıyor, vücudum sanki alev alev yanıyordu.
Henüz kımıldamaya cesaret edemiyordum. Bakışlarım
tavanda dönüp duran ve terli yüzüme serin hava üfleyen
Pervaneyi takip ediyordu.
Ç°k güçsüzdüm. Öyle güçsüzdüm ki gözlerimi kırp­
makbile canımı yakıyor, nefes almak için sakladığım bütün
enerİinıi alıp götürüyordu. Bugün birinin beni öldürmesi
^ °laydı. Güçsüzdüm, savunmasızdım ve hâlâ yaşıyor-
H1-Ama tek ayağım çukurda gibi hissediyordum.

107
Aslında uzun süredir böyle hissediyordum.
Diğer ayağın ne zaman ilkinin yanma ineceğini merak
ediyordum.
Hâlâ yorgundum ama uyanık kalmak zorundaydım.
Bu yüzden biraz güç kazanmak için gözlerimi kapadım
ve dişlerimi sıkarak kendimi yataktan çıkmaya zorladım.
Zaman kimseyi beklemezdi. Dünya tersine dönüp onu ya­
kalamazdı. Onunla başa çıkmak, kendimi toparlamak ve
gidebildiğim mesafeye kadar gitmek zorundaydım.
Güçsüz olma şansım yoktu.
Güçlü olmak zorundaydım.
Merdivenlerden alt kata inerken bacaklarım ağırlaşmış
gibi hissediyordum ama adımlarım hafif, yavaş ve dikkat­
liydi. Mutfağa yöneldim. Oranın ışığı yanıyordu. Ağzım
kupkuru, boğazım sanki derisi soyulmuşçasına hassas­
tı. Kapıdan içeri bir adım attım ve lavabonun yarımdaki
tezgâhta durmuş sebzeleri aceleyle doğrayıp ocaktaki ten­
cereye atan Karissa'yı görünce duraksadım.
Sağa sola parçalar saçarak havuçları yamuk yumuk,
katledercesine doğrarken adeta bıçakla kavga ediyordu.
Marazi denebilecek bir keyifle onu izleyip başımı iki yana
sallayarak ağır adımlarla mutfakta ilerledim. "Kimse sana
nasıl bıçak kullanılacağını öğretmedi m i?"
Sessizlikte sesim olduğundan yüksek çıkmış gibiydi-
Karissa sıçradı; hazırlıksız yakalanmıştı. Tam havucu kese­
cekti ki bıçak kaydı ve işaret parmağı kesildi. Küfrederek
bıçağı bıraktı. Bıçak tangırtıyla yere düştü.
Sıçrayarak kendi etrafında dönüp, "H assiktir!" diye ba
ğırdı. "Lanet olsun, Naz. Beni korkuttun."
Hiçbir şey söylemeden yanında durup bileğini yaka
ladım ve kesiğe bakmak için elini kendime doğru çektin1
Görmeme fırsat vermeden hızla elini çekip kesik parmağ1
m ağzına soktu ve asık bir yüzle yaladı.

108
İçim kalktı. Neredeyse kartın tadını almıştım. İğrenç.
Hafifçe ona sürtünerek yanından geçip buzdolabına
yakın olan çekmeceyi açtım. Ivır zıvır doluydu; mutfakta
asla boş kalmayan tek çekmeceydi. İçini kanştırıp küçük
bir yara bandı buldum.
Elini tekrar tutup dudaklarının arasından çekip çıkar­
dım. Kısa bir süre üzerinde bir damla kan olan küçük ke­
siğe baktım. Kesik derin değildi; dikişe gerek yoktu ama
yüzündeki ifadeden canını yaküğı açıkça belli oluyordu.
Yıllarca bu kanın peşinden koşmuştum. Akıtmak, onu
pompalayan kalbi durdurmak ve dünyayı bu rezil soydan
kurtarmak için izini sürmüştüm. Ufacık tek bir damlanın
böylesi bir etkisi olacağım, ne kadar önemsiz olursa olsun
onun acısını ta içimde duyacağımı aklıma bile getirmemiş­
tim.
Karissa karşı koymadı. Yara bandım açarken sessizce
beni izledi. "Biliyorsun, aynı gün içinde sadece birimizin
kan akıtmasına ilişkin bir kural var."
"Gece yarısmı geçti," diye fısıldadı. "Sen bugün henüz
kan akıtmadın."
Henüz.
Kum bir kahkaha atarak yara bandım parmağına sarıp
kesiği kapattım. Parmağını dudaklarıma götürüp küçük
bir öpücük kondurdum ve elini bıraktım. "Yemek yapmak
’Çinoldukça geç bir saat."
'Şey... doktorun uğradı ve reçete getirdi ve bazı tali­
matlar verdi... Bilinen şeyler... Dinlensin, sıvı ve o tür şey­
ler tüketsin. Bir şeyler yemen gerektiğini de söyledi ama
muhtemelen henüz ağır bir şeyler yiyemezsin. O yüzden
üşündüm ki..."
besi alçaldı. Hâlâ sorumu cevaplamamıştı. "Ne düşün­
dün?''
Sana tavuk suyuna çorba yapmayı düşündüm."

109
"Tavuk suyuna çorba mı?"
"Evet. Sanırım daha çok sebze çorbasına benziyor, çün­
kü içinde tavuk, havuç, kereviz ve..." Tenceredeki şeyi ka-
nştırmak için benden uzaklaşırken ses tonu azaldı. Kısa bir
süre sonra bakışlarım benden tarafa çevirdi ve yüzümdeki
ifadeyi görünce kaşlarım çattı. "O tür şeyler işte ve biraz su
ile baharat. Hepsi bu. Başka bir şey yok."
Ona inanmak istiyordum.
Bunu gerçekten istiyordum.
"Dolapta tavuk suyu yok mu? Bir yerlerde bir kutu gör­
müştüm sanırım."
Yüzünü buruşturdu. "Asla hazırmı kullanm am an gere­
ken bazı şeyler var. Tavuk suyu da bunlardan biri."
Tezgâha yaslanarak, "Diğeri de şarap sanırım , değil
mi?" diye sordum.
"Kutu şarabı severim," dedi. "H em ucuzdur hem de işe
yarar."
Omuz silkip tezgâhtan uzaklaşırken, "B enim için de
hazır tavuk suyu kullanmanın bir sakıncası yok," dedim-
"Şimdiye dek beni öldürmedi."
Dışarı çıkarken sesini duydum. Alçak bir tonla, "Ben de
seni öldürmem," diye mırıldandı.
Daha fazla oyalanmadım. Ayaklanm ı sürüye sürüye
çalışma odasına gittim. Kapıdan içeri adım atar atma2
burnuma çamaşır suyu kokusu geldi. Zem ine ve kanepe*
ye göz atarak etrafı kolaçan ettikten sonra bakışlarım °n
kapıya doğru kaydı.
Bütün kan temizlenmişti.
Her şey ovalanmış, temizlenmiş, eski haline getirilmiş0'
Ben üst katta uyurken burada olan biteni hatırlatacak hef
şey yok edilmişti. İçimde bir duygu kıpırtısı hissettim ve l<>
güdüsel olarak bastırmaya çalıştım. Ama numara yapa013
yacak kadar yorgun, maske takamayacak kadar bitkindi111

ııo
Minnettarlık.
Neden olduğum bütün karışıklığı temizlemiş, annesi­
nin ellerinin akıttığı kanı silm işti. Bunu yapmak zorunda
değildi. Yine de yapmıştı.
İç çekerek çalışma odasına girip kanepeye oturdum ve
başımı arkaya yaslayıp aniden saplanan acıyı bastırmak
için gözlerimi kapatıp derin derin nefes aldım. Yatağa geri
dönmem gerekiyordu am a üst katla bağlantım kesilmiş
gibi hissediyordum. Zam anın olm adığı bir boşlukta sıkışıp
kalmıştım sanki.
Daha oturalı birkaç dakika olm adan tekrar kendim­
den geçmeye başlam ıştım ve üzerim e bir şeyler örtüldü-
ğünü algıladığımda bedenim kendini kapatmak üzerey­
di. Kumaş, yumuşaktı am a ürkütücü bir biçimde tenime
değdi. Gözlerim anında açıldı ve bana bir battaniye örten
Karissa'yı gördüm.
Minnettarlık hissi tekrar kabardı ama hemen bastırdım.
"Bunu neden yapıyorsun?"
Kanepenin hem en önündeki küçük sehpaya yavaşça
oturmadan önce battaniyeyi düzeltti. O kadar yakındı ki
dizleri dizlerime değiyordu. H erhangi bir yerinin herhangi
bir yerime değmemesi için elinden geleni yaptığı bu oda-
daki son günümüz düşünüldüğünde bu çok şaşırtıcı bir
değişiklikti. Saatler haftalar, günler sonsuzluk gibi geçmiş­
ti ama sadece kırk sekiz saat önceydi,
iki gün ve böylesi büyük bir değişiklik.
Tüylerin diken diken olm uştu," dedi sakin bir tonla.
Üşüdüğünü tahmin ettim ."
Sadece battaniyeden söz etmiyorum. Bütün bunları
neden yapıyorsun?"
Çünkü yaralısın. Kurşun yedin, Naz. Hem de dün. He-
hastanede olman gerek. Sanki iyiym işsin gibi ortalıkta
olaŞmaya çalışman değil."

111
"Ama öyleyim," dedim. "İyiyim , Karissa. Bu, ilk kez ba­
şıma gelmedi."
"Biliyorum ."
"Ve muhtemelen son da olm ayacak," diye devam ettim.
"Kendime bakabilirim. Ben kendim e bakm aya başladığım­
da sen henüz doğmam ıştın bile. Sırf yaralı olduğum için
umurundaymışım gibi davranm ana gerek yok. Çünkü ya­
kında iyileşeceğim, aşkım. Sen şefkat göstersen de göster­
mesen de eskisinden iyi olacağım ."
Elini çekti. Yüzünde yoğun bir öfkeye dönüşen incinmiş
bir ifade belirdi. Ellerini kucağında yum ruk halinde sıkar­
ken gözlerini kıstı. "Bu kadar aşağılık davranm ak zorunda
mısın? Sadece yardım etmeye çalışıyorum ."
"N eden?"
"Çünkü yaralısın," dedi bir kez daha. "V e ne düşünür­
sen düşün bu, sana acıma ya da h er ne ad veriyorsan o
duygu değil. Kimseye ihtiyacın olm adığını düşünebilirsin.
Belki de öyle düşünm üyorsun... Bilm iyorum ... Ama bu,
birinin seninle ilgilenmesi gerekm iyor anlam ına gelmez. Şu
an yalnız kalmaman ve sana bakabilecek biri varken ken­
dine bakıyor olmaman gerekiyor."
"Bunu neden sen yapasın? Neden bana yardım edesin-
"Çünkü yapılması gereken bu ."
Bu sözlerin ne anlama geldiğini düşünerek ona baktım-
Kısa bir süre bakışlarım a karşılık verdi, sonra başını &
yana sallayarak başka yöne baktı. Ayağa kalkm ak üzerey
di ki pes etmiş bir ifadeyle iç çektim. Bir çıkmazdaydık v
birimiz vazgeçmezsek bu işten sıynlam ayacaktık.
Birimiz, ben demekti.
O, elinden geldiğince fedakârlık yapıyordu.
Sakin bir tonla, "Bu, senin suçun değil," dedim- ^
diklerim dikkatinin tekrar bana yönelm esine neden
Ben konuşmaya devam ederken o kaşlarını çatmış

112
dinliyordu. Beni kimin vurduğunu ona söylememiştim.
Kimseye söylememiştim. Yine de ondan taşan utana his­
sedebiliyordum. "E ğer bunu bir tür suçluluk duygusuyla
yapıyorsan, eğer bana borçlu olduğunu düşünerek böyle
davranıyorsan..."
Telaşla, "Sebep bu değil," dedi. Ama ses tonundan az
da olsa sebeplerden birinin bu olduğu açıkça belliydi.
"Seni ölürken izlediğim i düşündüm Naz. Bu, bir kez daha
yaşamak istediğim bir şey değil. Ve bana güvenmediğini
biliyorum. Tekrar bana güvenip güvenmeyeceğin hakkın­
da en ufak bir fikrim yok ama seni kandırmaya çalışmıyo­
rum. Sana zarar verm eye ya da yardım etmek dışmda bir
şey yapmaya da çalışm ıyorum . Sadece yardım etmek isti­
yorum. Hepsi bu. Benin hakkım daki şüphelerinden kurtu­
lamaz mısın?"
Ona güvenmemek, söylediği tek bir kelimeye bile inan­
mamak için en az yarım düzine sebebim vardı. Söz konusu
bu aile olduğunda geçm iş kesinlikle benden yanaydı. Ama
az önce bunun onun suçu olm adığını söylemiştim. Şimdi
bunu ona karşı kullanm ak beni olmaya çalıştığım... olmak
istediğim adamdan daha eksik biri yapacaktı.
Başımı tekrar geriye yaslayıp gözlerimi kapatarak sa­
dece birkaç gün önce kahve m akinesi için sarf ettiği keli­
meleri kullandım. "Battaniye için teşekkürler Karissa. Çok
makbule geçti."
Azlaşma, diye hatırlattım kendime. Uzlaşma olmak zo­
runda.
k Rica ederim." Ses tonu sakindi. Bacaklarının benimki-
s re Eğdiğini hissettim ve bana doğru yaklaşıp saniyeler
^ , 1rayuiîluŞak dudaklarını yanağım a dokundururken mis
^ u Parfümünün kokusunu duydum. "Tatlı rüyalar."
aHl Ayalar. Ne güzel bir dilek.
ma Ayalarım asla tatlı değildi.

113
Sadece kâbuslar görüyordum.
Anıları.
Tekrar tekrar aynı şeyi.
Acıyı.
Istırabı.
Silah seslerini.
Bam.
BAM...
Tekrar kanepede uykuya daldım ve gecenin geri ka­
lanını rahat etmek için pozisyon değiştirm eye çalışarak
yarı uyur yan uyanık geçirdim. Ama hiçbir biçim de rahat
olamadım. Gün doğarken bir şey beni uyandırdı. Sabahın
erken ışıklan pencereden içeri süzülerek ahşap zemini ay­
dınlatmış, etrafımdaki her şeyi altın sarısı bir renge bürün­
dürmüştü. Tir tir titriyordum, kalbim deli gibi çarpıyordu,
tepeden tırnağa tüm bedenimi soğuk ter basm ıştı.
Duşa ihtiyacım vardı.
Ve lanet olası bir tıraşa.
Herhangi bir şeye.
Beni rahatsız eden şeyin ne olduğunu anlam ak için ku­
laklarımı dört açmış bir halde tamamen hareketsiz uzan­
dım ve sebebin sokak kapısı olduğunu fark edince içimde
kabaran bulantıyı bastırmaya çalıştım.
Kilit tıngırdayarak kapı açıldı ve kapandı. Hafif ayak
sesleri evde yankılandı. Sanki birisi gizlice oturm a odasın
dan mutfağa geçmeye çalışıyormuş gibiydi. Ardından bır
şeyler sessizce sağa sola kaydırıldı çekm eceler açıldı.
Yan tarafımdaki sanlı yarayı kavrayıp sanki kendimi ^
bütün olarak tutmaya çalışıyormuşçasına bastırarak aya$
kalmak için kendimi zorladım. Tetikte, görüşüm bulan
başım dumanlı bir halde yavaş yavaş çalışma odasın
çıktım.

114
Tam anlamıyla dağılmıştım.
Eğer şu an b iri b a n a s a ld ır m a y a çalışsa beni kolayca de­
virirdi. K aran lık y ü z ü n d e n g ö z k ırp m a la rım artm ış, tepki­
lerim yavaşlam ıştı.
Sessizce mutfağa doğru ilerledim ve kapıda durdum.
İçeridekinin Karissa olduğunu görünce bütün bedenimi
bir rahatlık kapladı. Sadece Karissa. Üzerinde kesilerek kı­
saltılmış, güzel poposunu zar zor örten bir kot şort ve ke­
sinlikle baştan çıkarıcı beyaz bir tişört vardı.
Yorgun bacaklarım tüm ağırlığımı taşıyamadığı için ka­
pının pervazına dayanıp onu izledim. Enerjimi toplamam
gerekiyordu. Hem de acilen. Sallanarak burada dikilmek
bile tüm enerjimi yok etmişti. Yerde birkaç alışveriş torbası
vardı ve Karissa onları boşaltıp yerleştiriyordu. Kulaklık-
lan kulağındaydı; hafif müzik sesi bana kadar ulaşıyordu.
Ne dinlediğini merak ediyordum ama asla sormuyor­
dum.
Bir kutu Cocoa Puffs çıkardı ve yukandaki bir dolaba
koymak için parmak uçlarında yükseldi. Bunu yaparken
tişörtü yukarı sıyrıldı; gözlerim çıplak tenine takıldı. Vü­
cudu konusunda bazen utangaç olabiliyordu. Özellikle de
Beni kendisini seyrederken yakaladığında. Üzerindekini
Çekiştirerek görmemi istemediği yerleri kapatıyordu. Oysa
Bu çok anlamsızdı, çünkü onun vücudunun her santimini
Biliyordum.
Her kıvnmı, her kavisi, tenindeki her yara izini ve her
Pzgiyi ezberlemiştim. Sırtının alt kısmındaki gamzeler, ge-
Bfl’P dümdüz olduğunda göğüs kafesindeki çıkıntı, bana
Suusıkı sarıldığında parm aklarının gerilmesi, zevkten in­
çken ayak parmaklarının kıvrılması unutulacak şeyler
eğildi. Sırtını kaplayan ve kızarmış yanaklarında yayılan
berine kadar tüm kusurlarıyla mükemmeldi.
®en*m ‘Çin onun her hali güzeldi.

115
Hatta surat astığında, sinirli ve nefret dolu olduğunda
bile. Ağladığında, acı içinde kıvrandığında da güzeldi, gü­
lümsediğinde ve bana kahkahalarla güldüğünde de. Ama
en güzel hali hiçbir şey yapmadığı anlardı. Kimsenin ona
bakmadığını, yalnız olduğunu düşündüğü anlar. Duvarla­
rının inik olduğu; savunmasız, gerçek Karissa'm n ışıl ışıl
parladığı anlar. Dalgın ve kendi halindeydi. Fırtınanın or­
tasında bana huzur veren bir m eltemdi. Kafasının içinde
bir yerlerde kaybolmuştu ve fazla düşünm esinden ne ka­
dar nefret edersem edeyim bu haliyle çok ama çok güzeldi.
Eğer ona neden âşık olduğumu açıklam am için bana
baskı yapılsa cevabım bu olurdu. Çünkü çok güzel. Bunu
söylerken dış görünüşü kast etmiyordum. Onu bir dergi­
nin kapağında göremezdiniz. Daha çok bir müzede, bir
tabloda ya da edebi bir eserde bulabileceğiniz türden bir
güzelliği vardı. Ruhundan gelen bir güzellik.
Ondaki bu güzellik ikimize de yetecek kadar çoktu.
Ayaklarının üzerine indi ve torbalara geri dönerken
beni orada dikilirken görünce sıçradı. Kulaklıklarını çekip
çıkardı. Müziğin sesi biraz daha yüksek duyulm aya başla­
dı. Soluk soluğa bir halde, "Tanrım! H em hastasın hem de
sinsice yanıma geliyorsun."
"Hasta m ı?" Tek kaşımı kaldırarak ona baktım. "Ser1
bana işe yaramaz mı diyorsun?"
"Şey..." Bana doğru bir adım atarken m uzır bir ifadeyi
gülümsedi. "Yarası olan gocunur."
"Yaralıyım."
Yan tarafımı göstererek, "Ö ylesin," dedi. Bana yaklaş
tıkça yüz ifadesi endişeli bir hal aldı. D ingin ifadesi gi®'
yüzünü telaşlı bir ifade kapladı. Tam karşım da durarak
uzanıp yanaklanm ı avuçlarının arasına aldı. "D eli gibi ter
liyorsun Naz. Burada dikilmiş ne yapıyorsun?"
"N e kadar güzel olduğunu düşünüyorum ."

116
Bu doğruydu.
Yaptığım tam olarak buydu.
Bunu ona yeterince söylediğimi sanmıyordum.
Gözlerini devirdi. Alnıma dokunmak için yükselirken
yanakları gitgide kızarıyordu. "Senin ateşin var galiba."
Bileğinden tutup elini benden uzaklaştırdım ve başımı
iki yana salladım. "Ben iyiyim ."
"Durmadan bunu söylüyorsun." Geri çekildi ve
tezgâhta duran çantasına doğru yürümeye başlamadan
bir an duraksadı. Ardm dan çantasına uzanıp bir süre ka-
nştırdı ve iki adet turuncu ilaç kutusu çıkarıp tekrar bana
döndü. "Gidip ilaçlarını hazırlattım . Onları beklerken ufak
tefek birkaç şey aldım. Ne tür bir sağlık sigortan olduğunu
bilmiyorum..."
"Sağlık sigortam yok."
Gerçekten şaşırmış görünüyordu. "Yok mu?"
"Yok."
"Yaptırman gerek."
"Senin sağlık sigortan var m ı?"
Yoktu. Olmadığım biliyordum. Başını iki yana sallaması
beni hiç şaşırtmadı. Sigorta kayıt demekti ki bu da evrak
takip eden herhangi birinin doğrudan seni bulabilmesi an-
tamma geliyordu.
Benim de ihtiyacım y o k ," dedim . "Doktorum nakit
ödeme alıyor."
Karissa, ilaç şişelerini kaldırırken cümlemi duymazdan
§elip, "Her neyse," dedi. "Gittim ve herhangi bir sigortan
°*UP R ad ığın ı bilmediğim ve seni uyandırmak istemedi-
için hepsinin bütün ücretini ödedim.
Ia ^^nettarım ama yapm ana gerek yoktu," dedim. "On-
an kullanmaya hiç niyetim yok."
aklŞİarı ilaçlarla benim aram da gelirken yüzü asıldı.
^endişeleniyorsan... yani onlara bir şey karıştırdığımı

117
V
düşünüyorsan yemin ederim yap m ad ım . Hapları sayabi
lirsin... kontrol edebilirsin. G öreceksin."
"Mesele bu değil."
"Ne o zaman?"
"İlaç kullanmayı sevm iyorum ."
"Ama kullanman gerek," dedi ilaç kutu su nu bana doğ­
ru sallayarak. "Biri antibiyotik. D aha kötü olmamak için
alman gerek. Diğeri ise ağrı kesici. A ğrın olduğundan emi­
nim."
"Ben iyiyim."
Sesini yükselterek, "H ayır, değilsin," dedi. Son keli­
meyi dişlerini sıkarak söylediği için sesi biraz çatlak çıktı.
Bulunduğum yerden kenarları akıtm adığı gözyaşlanyla
dolu olan gözlerindeki parıltıyı göreb iliyordum . "İnatçılık
yapıyorsun. Çorbamı içmiyorsun, ilacını alm ıyorsun, din­
lenmiyorsun... Kahrolası battaniyeyi kabullendirmek için
bile seninle mücadele etmem gerekti. H er şeyi fa z la düşün­
düğümü söyleyip duruyorsun. Bir de kendine bak. Benden
betersin."
Bana bağırıyordu.
Bağırıyordu.
Bağınrken de çok güzeldi.
Yüzümde hafif bir gülüm seme belirdi am a bu onu sa
kinleştirmeye yetmedi. Hatta daha da sinirlendirdi. Omuz
lannı dikleştirip dik dik suratıma bakarak beni incele
"Neye gülüyorsun?"
"Sana," diye itiraf ettim. "H âlâ çok gü zelsin." ^
Tekrar bana doğru bir adım atarken çok ciddi bir
tonuyla, "Lanet olası bir delisin sen," dedi ve ilaç ku
rını göğsüme hızla bastırdı. Bana vurunca acıyla y ^ zU.y.
buruşturdum ve geriye doğru sendelerken kısık sesle s ^
lendim; bu ani darbe yaramın alev alev yanm asına ne ^
olmuştu. Yüz ifadesi sanki suratına bir kova buzlu su
mışçasına bir anda değişti; gözleri pişmanlıktan kocaman
oldu. "Özür dilerim. A f..."
Şişeleri sımsıkı tutarak, "Ö zür dileme," dedim. "Acı
çektiğimi görm ek senin hoşuna gidiyor, bunu anladım."
"Evet, tabii. Am a yanlış anladın," dedi. "İster inan ister
inanma ben o tür biri değilim. Başkalan çırpınırken onlan
seyretmekten zevk alan m anyak bir sadist değilim."
Benden bir adım uzaklaşırken ona dikkatle baktım. Bu­
gün onda daha öncekilerden çok daha güçlü bir yangın
vardı ama isteyerek acım asız davrandığını düşünmüyor­
dum. "Benim gibi mi dem ek istiyorsun?"
"Ne?"
İki kutuyu da sol elim e aldım ve sağ elimi ona uzattım.
Parmak uçlarımı boynunda gezdirerek tam boğazına getir­
diğimde irkildi. "Başkaları çırpınırken onları seyretmekten
zevk alan manyak bir sadist."
"Bunu kastetm em iştim . Sana..."
Henüz cümlesini bitirm eden elimi ondan çekip ilaç ku­
tularını sallayarak ondan uzaklaştım . "Antibiyotiği kullan­
mayı bir kez daha d ü şüneceğim ."
"Ya ağrı kesiciyi?"
"Ağrıyı yok etm ek istem iyoru m ," dedim. "Eğer ağn his­
setmezsem unutabilirim ."
"Yaralı olduğunu m u unutm aktan söz ediyorsun?"
"Birinin beni yaraladığını unutm aktan söz ediyorum."
Buna cevap verm edi. Ben, uyuşturucuyu çöpe atıp an­
tibiyotikleri tezgâha koyarken o hareketsiz duruyordu.
Ayaklanmı sürüye sürüye buzdolabına gidip bir şişe su
bardım ve kapağını açıp bir yudum aldım.
Karissa, "M azoşist," diye m ırıldandı. "Sen busun."
Badece iki ay önce ilk güvenlik kelimesini kullanan biri
'Çin fazlasıyla güçlü kelim eler bunlar."

119
Gözlerini devirerek çöp kutusunun en üzerinde duran
ağrı kesiciyi alıp tezgâha, diğerinin yanına koydu. "İkisin;
de almayı bir kez daha düşün, olur mu? Bence yeterince
ıstırabın oldu. Kendine işkence etm enin alemi yok. Tann
biliyor ki bana yapüğın işkence ikim ize de yeter."
Mutfaktan çıkmak üzere kapıya doğru yürümeye başla­
dığında tekrar buzdolabının yanındaki tezgâha yaslandım.
"Bana yine sadist diyorsun gibi geldi."
"Nasıl düşünürsen. Daha önce de söylediğim gibi, yara­
sı olan gocunur..."
O dışarı çıkar çıkmaz kendi kendim e güldüm. Birkaç
yudum daha su içerek orada biraz oyalandım. Susuzlu­
ğum bastırılacak gibi değildi; zihin bulanıklığı devam
ederken yaram acıyor, midem parçalamyordu. Bir süre
sonra tezgâhtan uzaklaştım ve yalpalaya yalpalaya dışarı
çıkıp ağır adımlarla üst kata çıktım.
Acilen duş almam gerekiyordu.
Yatak odasının önünden geçtim. Karissa tamamen gi­
yinik bir halde sırtüstü yatağa uzanm ış kolunu gözlerinin
üzerine koymuştu. Sanırım son iki gündür benden az uyu­
muştu. Dinlenmeye çalışırken onu rahatsız etmek isteme­
dim. Doğrudan banyoya gittim ve aynaya baktığım anda
yüzümü buruşturdum.
Daha önce de kurşun yemiştim ama hiç bu kadar kötü
görünmemiştim.
O zamanlar daha genç, daha dayanıklıydım... ya da bel­
ki kendimi bu kadar önemsemiyordum. Bugün asıl önemi'
olan hâlâ burada olmamken o zamanlar dünya kaybert1'
ğim şeylerin etrafında dönüyordu. Kolum kanadım kırık0«
kendimi berbat hissediyordum ama yaşıyor ve nefes ab
yordum.
Ve biri bunun bedelini ödeyecekti.

120
Hâlâ üzerimdeki terleten, çalmtı doktor önlüğünü bü­
yük bir uğraş sonucu çıkararak yerdeki yığma bıraktım.
Duşu açıp suyun ısınmasını beklerken göğsümdeki beyaz
bandajı inceledim. Ameliyatta kullanılan bandı tutup çeke­
rek tenimden çıkarmaya başladım. Yarısına kadar çıkardı­
ğımda banyo kapısı hafifçe çalındı ve açılmadan önce alçak
bir tonla adım söylendi.
Göz ucuyla beni orada çırılçıplak dikilirken gören
Karissa'nın duraksadığım gördüm. Ama bu, sadece bir sa­
niye sürdü. Hâlâ bandı tutmuş inleyerek tenimden sökme­
ye çalışırken yanıma geldi ve ellerimi itti.
"Bırak ben yapayım ," diyerek hafifçe tutup çekti ve sar­
gı bezini çöp kutusuna atarken yüzünü buruşturdu. Ay­
naya bakıp yarayı inceledim. Öndeki yara küçüktü; kurşu­
nun vücuda girdiği yerde düzgün, ufak bir daire vardı ama
arka taraf sanki kurşun içimde patlamış gibi görünüyordu.
Pütürlü, şekilsiz delik rastgele dikilerek kapatılmıştı.
Karissa, "Aman Tanrım ," diye fısıldadı. "Korkunç gö­
rünüyor."
"O kadar kötü değil," dedim. "Çabucak iyileşir. Tama­
men iyileşecek. Birkaç gün sonra hiçbir sıkıntım kalmaya­
cak. Bir ya da iki hafta sonra ise sadece birkaç yara izi ka­
lacak."
Arkamı dönüp duşa girdim. Perdeyi kapatmakla uğ­
raşmadan, her yeri su içinde bırakmayı umursamadan
yıkanmaya başladım. Bugün herhangi bir şeyi kafama ta-
kamayacak kadar yorgundum. Karissa'nın kapıdan çıkıp
gitmesini ve beni rahat bırakmasını bekliyordum ama ak­
sine duşa iyice yaklaştı. "Yardım edebilir miyim?"
Bilmiyorum," dedim. "Edebilir misin?"
Bir an tereddüt ederek duraksadı, ardından tişörtünün
^narından tutup çıkardı ve yerde duran kıyafetlerimin

121
üzerine attı. Gözlerimi kapatarak başımı çevirdim ve Ka-
rissa yanı başımda soyunurken derin bir iç çektim. Bakma­
dım; bakamazdım. Duşa girip arkam a yanaştı ve anında
ellerini sırtımda dolandırmaya başlayarak tüm bedenimin
titremesine neden oldu.
Bu, ıstırap vericiydi.
Birinin benimle ilgilenm esine alışık değildim . Ne olur­
sa olsun kendimi başka birinin ellerine teslim etmezdim.
Ama o, duş perdesini çekerek kapatıp ikim izi de yarı ka­
ranlıkta bıraktığında ellerinin tem ası, yanım daki varlığı
içimde bir şeyleri değiştirdi.
Ben orada öylece dururken beni yıkadı, canım ı daha
fazla yakmamaya özen göstererek yu m u şak b ir sabunluk­
la hafif hafif yaramın çevresindeki kam tem izledi. Bir süre
duşun altında durarak suyun yağmur gibi akıp gitmesine
izin verdim ama sonra başım dayanam ayacağım kadar
dönmeye başladı. Ondan uzaklaşıp küvetin kenarına otur­
dum ve başımı fayansa dayadım.
Akan suyun altında bana doğru bir adım atarak dik­
katle bakmaya başladı. Ona bakm am ak için ne kadar çaba
harcarsam harcayayım gözlerimi vücudundan alamıyor­
dum. Bakışlarım onunkilerle buluşm adan önce bedeninin
her santimini inceledim.
Hiçbir şey söylemedi.
Ben de ne demem gerektiğini bilmiyordum.
Bu yüzden kollarımı ona dolayıp kendim e çektim ve
başımı kamına yasladım. Ellerini okşayarak saçlarımda
gezdirirken gözlerimi kapatıp kendimi ânı yaşamaya bı­
raktım.
Doya doya yaşamaya.
Her saniyesini.
Engellediğim, geri ittiğim ve yok saydığım her şeyi-
Asla âşık olmamam gereken bir kadına âşıktım.

122
İkimiz geliyorum diyen bir faciaydık. Oynadığımız sa­
vaş oyunu ikim izi de m ahvederek son bulacaktı, çünkü
onun karakterinde teslim iyet yoktu ve ben işi oluruna bı-
rakamıyordum.
Onda sevdiğim şeylerden biriydi bu.
Savaşçı bir ruhu vardı.
Ama bu, ikim izin de çöküşü olacak bir savaştı.
Çünkü benim de savaşçı bir ruhum vardı.
Hâlâ konuşm uyorduk. Su soğum aya başlayıp havanın
serinliği onu ürpertene kad ar ona sarılm ış bir halde dur­
dum. Sonra kollarım ın arasından sıyrılarak benden uzak­
laştı ve duştan çıktı. Ben biraz daha orada oturup onun
banyodan çıkışım dinledim ve sonra uzanıp suyu kapat­
tım.
8. BÖLÜM

Kendime bir gün daha verdim.


Hepsi bu kadar.
Paranoya iyice artıp daha fazla öylece yalamayacak du­
ruma gelmeden önce sadece bir gün daha.
Cesur bir yüz ifadesi takınıp kendimi ayağa kalkmaya
zorladım. Attığım her küçük adım berbat bir acı veriyordu;
buna rağmen yürümeye devam ettim.
Midemin içinde sanki aktif bir yanardağ vardı.
Dişlerimi sıktım ve görüşüm bulanıklaştığında, başım
döndüğünde, acıdan iki büklüm yere çökmek istediğimde
Dde belli etmemeye çalıştım.
Karissa yatak odasında değildi.
Sanırım güneş batmak üzereydi, belki de doğmak...
m'n Eğildim, Tek bildiğim evin karanlık olduğuydu.

125
Çok karanlık. Saatlerd ir k e n d im d e değild im . Çok uzun
saatler... Beni ko ru m asız ve s a v u n m a s ız bırakan saatler
Rahatsız edici bir d u y g u p eşim i b ırak m ıyord u , o yokken
sessizlik sağır ediciydi.
İlk başta gittiğini d ü şü n d ü m a m a ban yod an sızan ışık
bu düşünceyi zih nim den u zak la ştırd ı. Banyonun kapısı
hafif aralıktı. İterek açıp içeri bak tım .
Karissa küvetteydi.
Kapı pervazına yaslan ıp bir sü re o n u izledim . Köpüklü
su bedeninin en m ah rem yerlerin i k a p a tıy o rd u ama hayal
gücüm ü harekete g eçirm ey e y e te ce k k a d a rım görebiliyor­
dum .
Bir kez daha güzelliği k arşısın d a b ü yü lend im .
Onun varlığının verd iği h u z u r acıyı biraz hafifletti, en
azından geçici bir süre... Son g ü n le rd e hayatım ın içine öy­
lesine girm iş, kalbim e öylesine ye rle şm işti ki sanırım onu
öldürm ek benim de ö lü m ü m olacak tı.
Aşk, en son beni p a ra m p a rça ettiğin d e yaşam ayı başar­
mıştım.
Tekrar bunu başarabilir m iyd im bilm iyord u m .
Ve bence R ay'in an lam ad ığı d a b u y d u .
Ray, artık sevgiyi a n lam ıyord u . Bir karısı, bir metres'
ve her an em rine am ad e yü z le rce ad a m ı vard ı ama hayat1
boyunca kızı dışında biri tarafın d an sevildiğini sanmıy°f
dum. Sevgi, o gün onu da yok etm işti ve bir daha topar*a
nam am ıştı.
Benim n asıl to p arlan ab ild iğim i an la m ıy o rd u .
K arissa, çok iyi bild iğim eski b ir kita p oku yord u; bir
kışta tanıdığım bir kitap. Prens. O k a d a r ço k okumuş^1
ki, kelim esi kelim esine alıntı ya p a b ilird im . K itaba g° ziet[
ni dikm iş bakarken, alnını kırıştırm a sın d a n ve d u d a k la ^

b üzm esinden onun kitaptan, benim k a d a r h o şla n m a d ı


anlayabiliyordum .
Yine de okuyordu.
Hakkını verm eliyim .
"Prens."
Çıt çıkm ayan banyodan sesim adeta yankılanmıştı. O
âna kadar orada olduğum u fark etmediğinden irkilerek
sıçradı. Kitap elin den kayıp suya düştü. Tamamen suya
gömülmeden yakaladı ve bana korku dolu bir bakış attı.
"Siktir. Özür dilerim . İstem eden..."
Onu susturm ak için ellerim i kaldırdım. "Özür dileme."
Kitabı silkeleyerek, "Am a kitabın ıslandı," dedi.
Omuz silkerek ona doğru birkaç adım attım. "Alt tarafı
bir kitap."
"En sevdiğin kita p ," dedi. "E n azından yarısının altı­
nın çizilmiş, işaretlen m iş ve her boş kenara bir şeyler ka­
ralanmış olduğu göz önüne alındığından, öyle olduğunu
tahmin ediyorum . Uff! Ve ben onu mahvettim... Gerçekten
özür dilerim. İstem eden oldu ama beni korkuttun. Her se­
ferinde bunu yapm ayı nasıl başarıyorsun? Şimdiye kadar
alışmış olmam g erek ird i."
"Evet, öyle," dedim . "Am a sezgilerin yetersiz."
Gözlerini devirdi. "Yo, hayır. Aslında sezgilerim çok
kuvvetli, arada bir h atlar karışıyor sadece. Annemden mi­
ras."
Duraksayarak kısa bir an düşündüm, sonra yavaş ya­
vaş ona doğru yürüdüm . Bıçak gibi saplanan acıdan dola­
yı dişlerimi sıkıp küvetin kenarına oturdum. Oturunca acı
azaldı. "Neden böyle söylü yorsu n?"
'Her zaman paranoyaktı. İnsanların onu izlediğini dü­
şünürdü ve duruma bakılırsa sanırım izliyorlardı..." Bana
keskin bir bakış attı. "B en de sürekli aynı şeyi hissediyo­
rum."
B irin in s e n i i z l e d i ğ i n i m i ? "
"Evet. Dün markete gittiğimde, bugün park yerine çık-
tığımda da aynı şeyi hissettim. Biliyorum en fazla on adım
ama yine de..." Ses tonu azaldı ve kaşları çatıldı. "B aşına
gelenlerden sonra sinirlerim gerildi sanırım ."
Paranoya değil, diye düşündüm. Am a bunu ona söyle­
medim.
Takip ediliyor, gözleniyor olması beni hiç şaşırtmazdı.
Bu, diken üstünde olmama neden oluyordu.
"Neyse... Sen ne yapıyorsun," diyerek konuyu değiştir­
di. "N eden yatakta değilsin?"
"Yapacak işlerim var."
Kuşkulu bir ifadeyle, "Yaa, tabii," dedi. "Uyumak, din­
lenmek ve iyileşmek gibi."
"Sadece bir sıyrık," dedim. "D oğru dürüst acımıyor
bile."
Gözlerini devirdi ama benim le tartışm adı. Dikkatini
tekrar kitaba verdi. "K itabım ıslattığım için gerçekten özür
dilerim."
"Sorun değil," dedim. "Yenisini alabilirim ."
İç çekerek kitabı kapattı. Yanakları hafifçe pembeleşti.
"Ama bütün notların gitti."
"Önem li değil." Şakağım a dokundum. "H epsi burada
kayıtlı."
Kitabı bana doğru uzatırken, "E m in im ," dedi. Aldığı^1'
da kapağının sırılsıklam olduğunu hissettim. Eski ve an­
tikaydı. Kesinlikle mahvolmuştu. "Senin beynini okuyor-
muşum gibi hissettiriyordu."
"N asıl bir duygu bu?"
"Karm aşık."
Çekinerek hafifçe güldüm. Lanet olsun, bu bile canirt”
yakıyordu. "Bu iyi mi, kötü m ü?"
Hafifçe omuz silkerek suyun içinde kendini yukarı
kip dizlerini kırdı ve kollarını bacaklarına doladı. Vüc11

128
dunun belli bölgelerini, görmemi istemediği bölgelerini
Örtmeye çalışırken rahatsız olduğunu hissettim.
Her yanını ne kadar iyi tanıdığım düşünüldüğünde ge­
bir utangaçlık sergiliyordu.
reksiz

"Haa." Sanki ondan söz ediyormuşçasma elimdeki ki­


taba baktım. "İnsanlar ellerinden ziyade gözleriyle hüküm
verirler, çünkü herkes görebilir ama sadece çok az kişi sana
dokunabilir."
"Sen..." Parmağını suda döndürdü. "Beni okşamak ya
da öyle bir şeyler istediğini mi söylüyorsun?"
Başımı iki yana sallayarak tekrar ayağa kalktım. "Senin
bana dokunduğunu söylüyorum Karissa. Başkalarının sa­
dece görebileceğinden çok daha fazla yaklaştın bana. Bu
yüzden karmaşık."
Daha fazla rahatsız olm asım istemediğimden dışan çı­
kıp onu kendi haline bıraktım.
Sabun içindeki kitabı yatak odasındaki şifoniyerin üze­
rine bırakıp gardıroba gittim ve askıdan bir takım çekip
aldım. Karissa'nın koridorda sessizce yürüyüp doğrudan
yatak odasına geldiğini duydum . İçeri girer girmez durdu.
Dönüp ona bir bakış attım. Bembeyaz bir havluya sarılmış
halde dikkatle bana bakıyordu.
Askıdan gömleği aldım ve gözlerimi ondan ayırarak
giymeye başladım. Sadece birkaç saniye içinde tam kar­
şımda durdu ve ellerimi uzaklaştırıp gömleğimi bana giy­
dirmeye başladı. "Yani... bu durumda... beni okşamak iste­
ndiğini mi söylüyorsun?"
Ses tonundaki işveli tını beni gülümsetti. Bunu yeniden
duymak güzeldi. "Bunu dile getirdiğim i duyacağını hiç
Sanmam."
Geriye doğru bir adım atarak yatağın kenarına oturdum
^Pantolonumu giydim. Ardından tekrar ona baktım. Ba­
krım gözlerine kaymadan önce loş ay ışığı yansıyan

129
çıplak teninde dolandı. Kaşları hafifçe çatılmış merakla
beni izliyordu.
Kollarım kendine dolamış bir halde bana yaklaşırken
alçak sesle, "İyi olduğuna emin misin Naz?" diye sordu.
"Keşke bu kadar acele etmesen."
Başımı kaldırıp ona baktım ve yüzündeki ifadenin her
zerresini keyifle seyrederek onu inceledim. Benim için ger­
çekten endişeleniyor gibi görünüyordu. Yavaş yavaş elle­
rimi ona uzattım, dizlerinden başlayıp kalçalarına doğru
çıkıp havlunun altından çıplak poposunu avuçladım. Onu
kendime çekip bacaklanmm arasına aldım ve başımı kar­
ıtma yasladım.
Ne gerildi ne de beni itti.
Bir kez daha hiçbir şey söylemeden parmaklarım saçla­
rımda gezdirmeye başladı.
Gözlerimi kapatırken, "İyi olacağım," diye mırıldan­
dım. "Her şey yoluna girdiğinde rahatlayacağım."
"Ne yoluna girdiğinde?"
Cevap vermeden bir süre öylece oturup ona dokunma­
nın tadım çıkardım. Ona tekrar benden uzaklaşma şansı
vermedim. Bu kez, ben onun gitmesine izin verdim.
Karissa'mn arka tarafına doğru bakarak saatimi arar­
ken, "Saat kaç?" diye sordum. Ne saatimin ne de telefonu­
mun nerede olduğu konusunda en ufak bir fikrim yoktu-
Dünya ile ilişkim bu derece kesilmişti.
"Hırtm... Sanırım yedi."
"Sabah mı, akşam mı?"
İnanmaz bir ifadeyle bana baktı. "Akşam."
"Telefonumun nerede olduğunu biliyor musun?'
"Alt katta," dedi. "Çalışma odasmdaki masanın üzerin
de."
Başımı sallayarak tekrar ayağa kalktım, kemerimi sı
tim ve Karissa'mn yanından geçip ayakkabılarımı a ra d ım -

130
"Ne yoluna girdiğinde?" diye sordu tekrar. "Nereye gi­
diyorsun?"
Yine cevap vermedim.
Bir süre bana baktı, ardından arkasını dönüp giyecek
bir şeyler aldı ve hızla odadan çıktı. Paldır küldür merdi­
venlerden indiğini, eşyalara vurduğunu ve kapıları çarptı­
ğını duydum.
Sinirliydi.
Ne değişm işti?
9. BÖLÜM

Gece herkes yatağındayken evler gıcırdar, kayar ve yer­


leşir. Bu evi aldığım da yepyeniydi; doğram alara son çivi
henüz çakılmıştı. K arissa aylar önce buraya taşmana kadar
hu odaları işgal eden, karanlıkta bu koridorlarda gezinen
veya gündüzleri çalışma odasında kestiren tek kişi bendim.
®ir kez daha baştan başlam ıştım .
sert z e m i n d e h i ç b i r a n ı d o l a n m a m ı ş , b u ç ı p l a k d u -

vadara hiçbir hikây e s ı z m a m ı ş t ı a m a e v , g e c e l e r i h â l â s e s


f arıy°r, sanki asla o l m a y a c a ğ ı b i r ş e y i ç i n y a s t u t a r c a s ı n a
Gediyordu.
m ^ ep d u v a d a r v e ç a t ı m ı y d ı ? O n la r b ir e v i y u v a y a p -

hirtiç *n d * 8 e r y a k a s m d a , e n s e v d i ğ i m p iz z a c ıy a y ü -

esafe s in d e , y u v a m o ld u ğ u n u d ü ş ü n d ü ğ ü m küçük

133
bir ev vardı. Tek katlıydı. Bir yatak odası vardı ve o güne
kadar gördüğüm en küçük mutfağa sahipti ama bana ait
olduğunu hissettiğim ilk yerdi.
Kendimi güvende hissettiğim ilk yerdi.
Mutluluğu bulduğum ilk yerdi.
Âşık olduğumu hissettiğim ilk yerdi.
Ama bunun oradaki binayla hiçbir ilgisi yoktu. Öyle
hissetmemi sağlayan duvarların içinde var olan şeydi.
Orada bir yıldan kısa bir süre yaşadım... Yuvam sal­
dırıya uğramadan önce bir yıldan kısa bir süre... Ama bu
evde geçirdiğim on dokuz yıl orada sahip olduğum şeyin
yanına bile yaklaşamadı. Karissa, onun için yuva diye bir
şey olmadığını söylediğinde onu anlam ıştım , çünkü benim
için de yoktu.
O gün Johnny yuvamı elim den almıştı.
Sonrasında o evi yakmıştım.
"Sanırım söylenen doğru."
Karissa'nın sesi dikkatimi çekti. Döndüğümde onu
bakışları arkamdaki sokak kapısında dikilm iş bir şekilde
merdivenlerin dibinde dikilirken gördüm . Sabahın erken
saatlerindeki güneş etrafı yum uşak turuncu bir ışıkla bo­
yamış, kapılardaki yepyeni kilitlerin parıl parıl parlama­
sına neden olmuştu. Bütün geceyi evi sağlamlaştırmakla
geçirmiş, daha güvenli bir yer haline getirm ek için elimden
geleni yapmıştım.
Carmela'nın buraya gelm esini önleyem ezdim ama eğ#
gelirse içeri girmesini engelleyecektim.
"Söylenen tam olarak ne?"
Karissa'nın bakışları kapıdan bana kaydı. Saçları dar­
madağınık, pijaması karman çorm andı. Belli ki derin ve
huzurlu bir uykudan az önce uyanm ıştı. Oysa ben son
birkaç saati paranoyayla boğulm uş bir halde geçirmiş^111
Ev her gıcırdadığında yolmak isterm işçesine tırnakların11
kendi tenime geçiriyordum.

134
"Tarihte o la y la r, ilk in d e tra je d i İk in c is in d e kom edi ola­
rak tekerrür e d e r," d e d i.
Karl M a rx . A lın tıy ı ta n ım ış tım .
Bunu ona D an iel S a n tin o ö ğ r e tm iş olm alıyd ı.
H ık
Elimi ön kapıya doğru salladım. "Burada sana komik
gelen bir şey mi var?"
"Tam olarak komik denem ez," dedi yavaşça yaklaşa­
rak. "Daha ziyade biraz garip. Bütün hayatımı kilitli kapı­
lar arkasında hapsedilm iş geçirdim ve şimdi yine aynı şey
oluyor. Annem ne zam an fazladan kilit alsa ve pencereleri
çivilemeye başlasa bir şeyler döndüğünü fark ediyordum.
Senin de aynı şeyi yaptığım görmek bir tür dejavu."
Bir an duraksadıktan sonra elimi cebime sokup anah­
tarları çıkardım ve hiçbir şey söylemeden ona doğru fır­
lattım. Tıngırdayarak ayağının dibine düştüler. Karissa,
merak dolu gözlerle bana bakarak eğilip onları aldı.
"Burada hapis değilsin, K arissa."
Anahtarları avucunun içine soktu, tek kaşım kaldırıp
alev gibi gözlerle bana baktı. Bir süre hiçbir şey söylemedi,
ardından, "Değil m iyim ?" diye sordu.
"Hayır, değilsin. N e zam an istersen dışarı çıkabilirsin."
"Çıkabilir m iyim ?"
"Elbette," dedim. "Ama bu seni takip etmeyeceğim an­
lamına gelmez."
Kısa bir süre bana baktıktan sonra bakışlarını kapıda
s*ra sıra duran kilitlere çevirdi. "G eri alıyorum."
"Neyi geri alıyorsun?"
'Komikmiş," dedi ama sesinde eğleniyorm uş gibi bir ifa-
de yoktu. "Kilitli kapılar arkasında büyümemin tek sebebi
Sens'n ve şimdi tekrar sırf senin yüzünden kilitli kapılar
^tasındayım. Sence de ironik değil m i?"

135
"Bu, Alanis Morissette* şarkısındaki gibi hissetmene mi
neden oldu?"
Kaşları çatıldı. "K im ?"
Başımı iki yana sallayarak ona doğru yürüdüm. "Boş
ver. Bazen ne kadar genç olduğunu unutuyorum ."
Gözleri bir kez daha benimkilerle buluştu. "Ben genç
değilim. Sen yaşlısın."
"Yaa." Tam karşısmda durdum. "B ir zamanlar, üstelik
fazla uzun bir süre önce de değil, benim yaşlı olmadığımı
iddia ettiğini hatırlıyorum. Ama bu aynı zamanda kalma­
mı istediğin geceydi ve sonra buna ne kadar pişman ol­
duğunu gayet net dile getirdin. Sanırım söylediğin şeyleri
geri aldığında şaşırmamam gerekir."
Birkaç saniye dik dik bana baktı, ardından gözlerini
kapatıp başım çevirdi. Daha fazla oyalanm adan ayaklan-
mı sürüyerek yanından geçip çalışma odasına yöneldim.
Bitkindim, hayal kırıklığına uğram ıştım ve kendimi yata­
ğa atıp kesintisiz uyumaktan başka bir şey istemiyordum.
Ama hâlâ yapacak çok şey vardı.
Kendimde olmadan yeterince uzun zam an geçirmiştim.
Karissa geldiğinde masamda oturm uş elim de American
Express kartımla telefonda konuşuyordum. Kanepeye otu­
rup televizyonu açacağım ve her zam an ne yapıyorsa onu
yapacağım sandım. Ama masaya yaklaşarak beni şaşırttı.
Ben sandalyeme yaslamrken o da m asamn bir köşesine tü­
nedi.
Telefondaki kişiye, "Kartım ı iptal ettirmek ve yeni bir
kart almak istiyorum," dedim. "Ayrıca bu kartın son g**n
lerde kullanılıp kullanılmadığını öğrenmek istiyorum-
Kadm, kart geçmişimi kontrol ederken kullanım tarih*
ve güvenlik konusunda her zamanki laf kalabalığın* yaPti

K anadaiı şark ın, şarkı sözü yazan ve sinem a o yu ncusu, -çn

136
En son, çalındığı gece şehrin kuzeyindeki bir benzin istas­
yonunda kullanılmıştı. Hah!
Her şey çözümlendikten sonra telefonu kapattım ve
arkam daki geniş pencereden dışarıya bakan Karissa'yı iz­
lemeye devam ettim. Benim yüzümden günlük rutini de­
ğiştiriyordu ama aslmda pek fazla bir şey değişmemişti.
Tam anlamıyla bir değişim yoktu. Kendini bir mahkûm
gibi hissetmesini istemiyordum ama hapsedilmiş hissettiği
aşikârdı.
Hatta kendini buna ikna etmişti.
"Sana vermem gereken bir şey var/' dedim.
"Hiçbir..."
"Benden hiçbir şey istemiyorsun," diyerek cümlesini
tamamladım. "Benden hiçbir şey istemiyorsun. Bunu an­
ladım."
"Aslmda hiçbir şeye ihtiyacım olmadığmı söyleyecek­
tim."
"Anladım ama sanırım bunu istersin."
Masamın üst çekmecesini açarak NYU'den aldığım fatu­
rayı çıkanp ona uzattım. Ben tekrar çekmeceyi kapatırken
kâğıdı alıp yavaşça açtı. Sımsıkı tutarak gözlerini faturaya
Çevirdi. Bakışları uçarcasına kâğıtta gezinerek yazılanları
okudu. "Okul ücretimi mi ödedin?"
"Evet."
"Ama nereden biliyordun? Yani nasıl...?" Başım iki yana
allayarak bir an sustu. "Boş ver. Söz konusu ben oldu­
ğumda bilmediğin ne var ki?"
Sanırım fazla bir şey yoktu; olanı da eninde sonunda
^enirdim.
Kâğıdı tekrar katlarken bana bakarak, "Bunu yapmana
^ k yoktu," diye devam etti. "Senden böyle bir şey iste­
m e k tim ."

137
"Biliyorum," dedim. "Ama NYU'ya gelmek için çok şeyi
riske attın. Madem okul senin için bu kadar önemli, devam
etmelisin."
Söyleyecek kelime bulamıyormuş gibi görünüyordu.
Ağzı birkaç kez açılıp kapandı. Cevap vermek için yaptığı
birkaç girişimden sonra o an için konuşmaya çalışmaktan
vazgeçip başını çevirdi.
Minnettar olduğunu biliyordum, o bunu söylemese de.
İç çekerek sandalyemi geri ittim ve biraz sallanarak tek­
rar ayağa kalktım. Masaya dayandım; gözlerimi kapatıp
dengemi sağlamak için birkaç derin nefes aldım. Gözleri­
mi tekrar açtığımda beni seyrettiğini gördüm. Daha fazla
oyalanmadım. Benim için endişelenmesini istemiyordum.
Başka bir şey söylemeden çalışma odasmdan çıktım.
Üst kata çıkıp duşa girdim ve beni kendime getireceğini
umarak buz gibi suyun altında bir süre durdum. Ardın­
dan üzerimi değiştirmek için yatak odasına geçtim. Dalgın
bir halde takım elbiselerimden birini daha çekip çıkarırken
sersem gibiydim. Siyah kravatımı bağlarken az da olsa
dikkatimi toplamam gerekti. Elimde ayakkabılarımla yata­
ğın kenarma oturduğumda kapıya doğru bir göz attım ve
Karissa'nm geldiğini gördüm. Tam karşımda durup kapı­
nın pervazına yaslandı.
Hâlâ söyleyecek bir şeyi vardı.
Sanırım sonunda doğru kelimeleri bulmuştu.
"Dün gece uyumadın."
G ö z ucuyla ona baktım. "Fark etmiş olmana ş a ş ır d ım
"Her zaman fark ediyorum."
"O zaman umursuyor olmana şaşırdım."
"Her zaman umursuyorum."
A y a k k a b ıla r ım ı a y a ğ ım a g e ç ir ir k e n , " E v e t , b e lk i de
ö y le ," d iy e m ır ıld a n d ım v e s o n r a h a f if b ir k a h k a h a attım-
" B a z e n b e n i b u r a d a is t e m e d iğ in iç i n u m u r s u y o r s u n ."

138
\
Buna cevap vermedi. Ceketim i almak için dikkatlice
tekrar ayağa kalkarken abartılı bir biçim de iç çekti. "Yine
bir yere mi gidiyorsun?"
"Arabamla ilg ili h a lle t m e m g e re k e n iş le r v a r," de d im .
"Aynca e h liy e tim i y e n ile m e m v e c ü z d a n ım la b irlik te g i­
denlerle ilg ile n m e m g e r e k ."
"Bekleyemez m i? "
"Hayır," dedim. "Bekleyem ez."
"Yani bir süre burada olm ayacaksın, öyle mi?"
Bu som ona tuhaf tuhaf bakm am a neden oldu. Ceketi­
mi giyerken, "Belli olm az," dedim.
"Hımm."
"Yokluğumda çılgın bir parti vermeyi mi planlıyor­
sun?"
Ben çıkar çıkmaz kaçmayı mı planlıyorsun?
"Elbette hayır," dedi sakin bir tonla. "Sadece belki se­
ninle gelebilirim diye düşündüm ."
Düğmelerimi iliklerken kalakaldım. "Benim le mi gel­
mek istiyorsun?"
"Senin için bir sakıncası yoksa... yani eğer yapacak...
işte..."
"Kanun dışı bir işim yoksa," diye fikir yürüttüm. Onay­
lamasına başım salladığında, "Ç ok sıkıcı ve yasal işler. Bu­
gün pis işler yok, hapishane kuşu. İzci sözü."
Hafifçe gülümsedi. "Sen izci m iydin?"
Ceketimi düzeltirken "E vet," dedim. "Liseye kadar."
“Gerçekten mi?"
"Evet."
Örgütlere katılmaktan hoşlanıyor olmalısın."
Bu lafm karşısında kahkaha atmama engel olamadım.
hakkında konuşamamak, organize suçlar dünyasında
angi bir rolüm olup olmadığı konusunda bilgi verme-
e ilgili bir kuralım vardı ama Karissa aptal değildi ve
IITI olduğumu saklamaktan yorulmuştum.

139
İçimi okuyordu.
Biliyordu.
"Evet, karşılıklı yararlan olduğunu düşünmek hoşuma
gidiyor," dedim. "O nlar bana bilmemi istedikleri şeyleri
öğrettiler ve ben de öğrendiklerimi elim den geldiğince on­
lara yardım etmek için kullanıyorum ."
"İzciler sana neler öğretti?"
"Temel şeyler," dedim. "D üğüm atma, avcılık, hedefi
vurma, ateş yakma... Hayatta kalma."
"Ya diğer... Hımm, diğer örgüt?"
Bir süre düşündüm. "H em en hem en aynı şeyleri."
Dikkatle bana baktı. "Bu kadar eğitim den sonra çok iyi
olm alısın."
Ona doğru birkaç adım attım ve tam karşısmda dur­
dum. O kadar yakındım ki ayakkabılarımın uçlan par-
maklanna değiyordu. Başım kaldırıp bana baktı. Yüzünde
istekli bir ifade vardı, yanağının içini ısırıyordu. Elimin
tersini çenesinde gezdirdim ; dudakları kıpırdandı. "Bu tür
sorular sorma konusunda sana ne dem iştim ?"
"Soru sorarken dikkatli olmam gerektiğini, cevapların
her zaman güzel olm ayabileceğini," dedi, alçak bir ses to­
nuyla.
"Aynen."
"Ama soru sormuyorum ki," dedi. "Bu soru değildi."
Bu kadar eğitimden sonra çok iyi olmalısın.
Hayır, soru değildi.
"Gözlemleyerek, anlatılandan daha çok şey öğrenilir
deyişini duydun mu hiç?" diye sordum. Başım iki yana
salladı. Daha da eğildim ve sesimi iyice alçaltarak, "Etra­
fındaki dünyayı gözlemleyerek birinin sana öğretebile^"
ğinden çok daha fazla şey öğrenebilirsin," diye fısıldadın1'
"Evet, iyiyim ama bunun eğitimle hiçbir ilgisi yok. İyiy1111'
çünkü dünya bana nasıl öyle olunacağım gösterdi. En bu

140
yük becerilerime çok az kişi şahit olmuştur, Karissa... Ve
çok daha azı bunları hatırlayacak kadar yaşadı."
Tüm bedeni gerildi... İstediği kadar hareketsiz durmaya
çalışsın, kaslarının gerildiğini görebiliyordum. Söyledikle­
rimonu ürpertmişti. Geri çekildim ve arkamı dönüp kapı­
ya yöneldim.
"Aşağıda olacağım," dedim. "Eğer benimle gelmek isti­
yorsan hazırlan. Sana bağlı."
Gerçekten geleceğ in i, b e n e v d e n çık m a d a n y ü z ü n ü g ö s­
tereceğini san m ıy o rd u m .
Çalışma odasmdaki kasadan biraz nakit para aldıktan,
yedek anahtarlarımı bulduktan ve kimlik olarak kullan­
mak üzere pasaportumla sosyal güvenlik kartımı çıkardık­
tan sonra sokak kapışma doğru yürüdüm ve park yerine
gidip arabamı incelemeye başladım.
Şoför kapışırım sağında solunda birkaç göçük vardı
ama Mercedes S-Guard'm zırhlı gövdesine 22 kalibrelik
bir kurşunun girmesi söz konusu değildi. Bu arabayı, pi­
yasadaki en güvenli araba olduğu kanıtlanmış olduğu için
almıştım. Kurşun geçirmez değildi, aslmda hiçbir şey kur­
şun geçirmez değildi. Yeteri kadar güçlü bir silah en iyi
kurşun geçirmez yeleği bile delebilir, en sağlam yapıyı bile
tahrip edebilirdi ama benim yoluma çıkacak herhangi bir
Şeye karşı dayanıklıydı. En kötü durumda olan yan cam-
köşesindeki bir çatlak, örümcek ağı görüntüsünde kalın
«ma yayılmıştı.
Kapı koluna uzanıp kapıyı açtım ve içeri göz attığım
anda donakaldım. Deride yol yol kan lekeleri vardı ama
sadece... leke.
Araba tertemiz yapılmıştı.
Arabanın içine bakarken arkamda bir ses duydum ve
a döndüm. Öyle hızla döndüm ki aniden saplanan acı
ünden neredeyse tepe taklak düşüyordum. Kapıya

141
sımsıkı yapıştım ve etrafım daki dünyanın dönmesini en­
gellem ek için tekrar gözlerim i kapattım .
Gözlerim i yeniden açtığım da K arissa'nın orada durdu­
ğunu gördüm .
Ü zerinde kot pantolon ve dar siyah bir tişört vardı.
Siyah çizm eler giym iş, pem be bir fular takmıştı. Yandan
toplanm ış saçları gevşek bukleler halinde omuzlarına dö­
külüyordu. Yüzünde çok hafif m akyaj vardı. İlk karşılaştı­
ğım da beni büyüleyen kadına çok benziyordu.
Beni bir kez daha yanıltm ıştı.
A rabanın içini işaret ederek, “Kan lekelerini çıkarmaya
uğraştım am a uzun süre kaldıkları için ne kullanacağımı
bilem edim ," dedi. "D üşündüm ki... yani... bu konuda ben­
den daha deneyim li olduğun aklım a geld i."
Bu cüm lede en ufak bir im a yoktu.
Sonuçta doğruydu.
"B unu yapm ana gerek yoktu."
Om uz silkti. "H iç değilse bunu yapayım ."
Hayır, gerçekten gerek yoktu.
İç çekerek arabaya döndüm ve lekeleri umursamadan
direksiyona geçtim. K arissa'nın da yerleşm esini bekledim,
ardından m otoru çalıştırıp hareket ettim.
Bütün şehri dolaşıp işlerim i hallederken de, ehliyetimi
yenilem ek için Trafik Şubesi'nde kahredici derecede uzun
bir süre harcadığım da da Karissa sessizce bekledi. Peş'111
den oradan oraya sürüklendi, bütün bu süre içinde yarum
dan ayrılmadı. Sesi çıkm asa da varlığı muhteşemdi.
Nihayet, "Son bir yerde daha du racağız," dedim-
baya baktırm am gerek."
Bakışları çatlak camda dolandı. "D onizetti'nin tam iri
nesine mi gidiyoruz?"
Kaşlarım çatıldı. "N e dedin?"

142
Bana bakmadan önce bir kez daha, "Donizetti'nın ye­
rine mi?" dedi. "Sanırım adı buydu. Kartviziti buldum..."
Torpido gözüne doğru uzandı. Neden söz ettiğini fark
edince midem sıkıştı. Siktir. Kartviziti çıkarmasına fırsat
vermeden torpido gözünün kapağım tekrar kapattım ve
başımı iki yana sallayarak, "Arabamla ilgili bütün işleri
yetkili servise yaptırırım ," dedim.
"Anladım." Tekrar koltuğa yerleşti. "Ben de o ilgileni­
yor sanmıştım."
Buna cevap vermedim.
Konuyu kurcalamadığına memnun olmuştum.
Şehir merkezinin doğusundaki Mercedes yetkili servi­
sine vardığımızda akşamüstüydü. Bekleme salonu sakin­
di. Satış temsilcileri ile konuşan ya da arabalarını bekleyen
birkaç kişi vardı sadece. Bankoya yaslanmış bir halde gö­
revlinin beni araya sokacağı bir saat bulmasını beklediğim
danışma masasının etrafında garip, mavi bir ışıltı vardı.
Danışmadaki kadın, parlak kırmızı dudaklarıyla bana
gülümseyip anlatılamayacak kadar beyaz dişlerini ortaya
Çıkararak, "Sadece birkaç dakika sürer, Bay Vitale," dedi.
Bu satın alman ve bedeli ödenen türden zoraki ve yapma­
ca bir gülüştü. İnsanların ipleri yozlaşmışlığın elindeki bir
kuklaymış gibi amaçsızca gülümsemelerinden nefret edi­
yordum. "Lütfen oturun. Az sonra biri sizinle ilgilenecek."
Yedek anahtarımı aldı ve seke seke uzaklaştı. İç çeke-
rek danışmadan uzaklaşhm . Karissa bekleme odasında
televizyonun tam karşısındaki mavi sandalyede oturuyor,
§aŞkın bir halde kıpırdanıp duruyordu. Yanından geçip ke-
narda duran Dean & D eLuca’ tezgâhına gittim ve iki esp-
^so alıp Karissa'nın yanma döndüm. Birini ona uzatırken
‘k^atle bana baktı.
^ ^ 1 ' dedim. "Bir süre buradayız sanırım."

^teyaca ünlü gurme restoran zinciri, -çn

143
Her zaman saatler süren iş için dakikalardan söz eder- |
lerdi. !
Sakin bir tonla, "Teşekkür ederim ," deyip hafifçe gü­
lümseyerek küçük kâğıt bardağı aldı. Bu, sadece birkaç da­
kika önceki gülümsemeden farklıydı; içtendi.
Bu gülümsemeyi seviyordum.
Özlüyordum.
"Rica ederim," diyerek yanındaki sandalyeye oturdum
ve bacaklanmı uzatarak espressodan bir yudum aldım.
Her zamankinden daha koyu, biraz daha acıydı. Ağzı­
mın içinde buruk bir tat bıraktı. Yüzüm ü buruşturdum.
Karissa'ya baktığımda o da aynı şeyi yapıyordu.
Burnunu kırıştırdı. "Berbat bir kahve."
"Espresso."
Dudak bükerek bir yudum daha aldı. "Aynı şey."
"Aynı şey mi? Gerçekten m i?" Başımı iki yana salladım.
"İtalyanların yüz karasısın."
Bir kahkaha attı. "N eyse ki gerçek İtalyan değilim."
"Yaa. Ama öylesin," dedim. "Baban İtalyan vatandaşıy­
dı, bu durumda sen de İtalyan oluyorsun."
Bir an duraksayıp bir yudum daha aldı. "Annem de İtal­
yan vatandaşı mı?"
Sandalyeme yaslanıp dikkatle ona bakarak, "Hayır, de­
ğil," diye karşılık verdim. "Annesiyle babası... yani senin
anneannenle büyükbaban oluyorlar... ikinci ya da üçüncü
kuşaktılar."
Karissa'mn gözleri kocaman oldu. "Anneannem ve bu
yükbabam mı?"
"Evet," dedim. "Bir anneannen ve bir büyükbaban var-
Bilirsin, herkesin vardır."
Yüzündeki ifadeden bu konuyu hiç düşünmediği, da
kalabalık bir ailesi olduğu gerçeğinin hiç aklına gelme
açıkça anlaşılıyordu.

144
"Ama yaşamıyorlar, değil m i?" Sesi sakindi. "Ben bü­
yürken annem kendi anne babasının öldüğünü söylerdi
hep."
"Evet. Trafik kazasında öldüler."
"Neyse en azından bu konuda yalan söylememiş."
Parmaklarımı sandalyenin koluna tempo tutar gibi vu­
rarak, "Sanırım şunu da unutm am alısın," dedim. "Carme-
latek ebeveynin değil. Johnny'nin annesi hâlâ sağ."
"Gerçekten mi?"
"Evet, Harlem'de yaşıyor. Cadalozun tekidir. Babam on
altısını doldurur doldurmaz kıçına tekmeyi vurup evden
atmış ama hâlâ buralarda. Adı Janice."
Karissa, "Janice," diye m ırıldandı. "İlginç."
Orada oturmuş espressoyu yudum larken ön bürodaki
kadın, yüzünde hâlâ o sahte gülümsemeyle seke seke ya­
rama geldi. "Bay Vitale, yanınızda herhangi bir kimlik var
rai? Ana merkeze yeni anahtar siparişi verebilmemiz için
aracın sahibinin siz olduğunu doğrulamamız gerekiyor."
"Elbette." Ceketimin cebinden Trafik Şubesi'nin yeni
ehliyetim gelene kadar verdiği geçici belgeyi çıkardım ve
fotoğrafa da ihtiyacı olabilir diye pasaportumla birlikte
ozattım. İkisini de alarak uzaklaştı. Çok kısa bir süre sonra
8eh gelerek onları bana teslim etti.
ikisini de tam cebime sokuyordum ki Karissa sessizliği
b°zdu. "Görebilir m iyim ?"
Göz ucuyla ona baktım. "N eyi?"
Pasaportunu."
P'r an tereddüt ettim ama ona bakmasına izin verme-
111111bir zararı yoktu. Pasaportum dan öğrenecekleri benim
^yleyeceğim dışında şeyler olmayacaktı. O da eğer sorar-
a' ^zattım. Espressosunu sehpaya koyup pasaportu aldı.
en kahvemi yudumlamaya devam ettim.

145
Karissa pasaportun sayfalarını çevirdi ve birden kah­
kahalarla gülmeye başladı. Kahkaha sesi ta içime işleyip
kaslarım daki gerginliği azalttı. O daha söylemeden neye
güldüğünü kesinlikle biliyordum . "M ichele mi? İkinci
adın M ichele m i?"
Am erikalıların çoğu gibi telaffuz ediyordu. Kadınsı ve
yumuşak. Tekrarladıkça kahkahası artıyordu. Michele.
"M iş-hel değil," diyerek onu düzelttim . Büyürken bu
sözleri ne çok tekrarlam ıştım . "M i-ke-le. Michael'm İtal­
yanca söylenişi."
"Sen İtalyan m ısın?"
"Tabii ki."
"H ayır, onu sorm adım . Yani babam ... şey... Johnny gibi
İtalyan vatandaşı m ısın? Seninki gibi ism i olan birinin öyle
olması gerektiğini düşünüyorum am a A m erikan pasapor­
tun var. Yani..."
"H aa. Hayır. D oğm a büyüm e N ew Yorkluyum ."
"O zam an tek sebep anne ve b ab an ın geleneksel isim­
leri sevmesi, öyle m i?" diye sordu, geleneksel kelimesinin
üzerine basarak ve altındaki şakayı saklam aya çalışarak.
"M ichele gibi isim leri."
Bu kez daha yüksek bir kahkaha daha attı. İsmimi kasten
yanlış telaffuz etmişti. Pasaportu elinden çekm ek için uza­
nıp sımsıkı kavradım ama o daha da sıkı tutup verm em ek

için mücadele etti. "H ayır, bekle. H enüz işim bitmedi.


Elimden hızla çekip alarak hafifçe geri çekildi. Ulaşa^3'
ğım mesafenin dışına çıkm ıştı. Savaşm aktan vazgeçtim ve
başım ı iki yana sallayarak sandalyeye yaslandım . Kari®53
kendi kendine kıkırdarken kızm ak ya da öfkelenmek İÇ101
den gelmiyordu. Benim le alay etm ek cesaret isterdi-
olduğum u, neler yapabileceğim i biliyordu am a tepkim^0
korkmuyordu.
Ö zünde benden korkm uyordu.

146
Sanırım yine unutm uştu. Benden nefret etmesi gerek­
tiğini unutmuştu. Ne tür bir canavar olabileceğimi unut­
muştu.
Bu durum karşısında zerre kadar üzülemezdim.
Faturası bana çıkacak olsa da beni gülümsetti.
"Yani gerçekten neden bu kadar pornografik bir İtalyan
ismi koymuşlar?"
"Annemle babam a sorm an g e rek /' dedim. "Bu konuyla
benim hiçbir ilgim yo k ."
"Onların adları n e?"
"Babamın adı G iuseppe."
"Ya annenin?"
Tekrar bir kahkaha atacağım bilerek duraksadım ama
gözlerini bana dikm iş bir hald e cevabım ı beklediğini hisse­
debiliyordum. Sessizce esp ressom u bitirdiğim de aracımla
her zaman ilgilenen tem silci beklem e salonundan içeri gir­
di ve bakışlarıyla etrafı taradı, beni görünce durdu.
"Michelle," d ed im k ad ın ism i biçim in d e telaffuz ede­
rek. "Annemin adı M ich elle."
Karissa tam beklediğim gibi kahkahalarla gülerken aya­
ğa kalkıp bardağımı çöp kutusuna attım. Adım, tamamen
erkeksi bir isim olan M ich ael'in İtalyanca karşılığı olabilir­
di ama annemin adını alm ış olduğum inkâr edilemezdi. O
kahkahalarla gülmeye devam ederken yanına yaklaştım ve
dikkatlice eğilip ellerim i sandalyesinin iki yanma koydum.
Başmı kaldırıp bana baktı; hızlı hızlı nefes alarak zorla
kahkahasını bastırdı.
^vaşça ona daha da yaklaştım . Yüz ifadem çok cid­
diydi.
Gözlerinin içine bakarak, "G ü l bakalım ," dedim. Bur-
nuıtlu burnuna sürtüp kulağına eğilerek, "B ir dahaki sefe-
*ni çığlık çığlığa bağırttığım da adımı ne kadar komik
uğunu göreceğiz," diye fısıldadım.

147
Gözleri kocaman oldu; yüzündeki neşeli ifade anınd a

yok oldu, yanakları kıpkırmızı kesildi. Ondan uzaklaşa­


rak temsilciye döndüm. Elindeki evrakı, faturayı ve yedek

anahtarımı bana uzatırken sırıtarak bana bakıyordu; bu­


rada sürekli karşılaştığım sahte, zoraki gülüşlerden biri
daha.
"Yeni bir anahtar ısmarladım ama bir iki haftadan önce
gelmez," dedi. "Bu anahtar şimdilik işinizi görür. Çalman
anahtarı devre dışı bıraktım, böylece arabayı çalıştırama­
yacak. Ama kapıları ve bagajı açabilir. Böyle bir şey olursa
alarm devreye girecek ve sizin anahtarınız dışında hiçbir
şey onu susturamayacak. Arzu ederseniz elle açılan kilitle­
rin değiştirilmesi için randevu ayarlayabiliriz."
Başımı sallayarak, "Bunu düşüneceğim ," dedim ve on­
dan uzaklaştım. "Teşekkür ederim."
Karissa'ya doğru yürümeye başlam ıştım ki temsilci
bana seslendi. "Bay Vitale, hasara gelince. Yani... şey... kur­
şun deliklerine."
Adam bunu söylediğinde Karissa'nın bakışları bana
döndü. Ona arkamı dönüp tekrar adama baktım. "Ne ol­
muş onlara?"
"Tamir etmemizi ister misiniz?" diye sordu. "S -G u a rd
olduğundan içinde hasar yok elbette... Şükürler olsun ki,
değil mi? Yine de kaportacı bunları halledebilir."
"Belki başka bir zaman."
Vezneye gittim ve cüzdanımın kaybolmuş olm asına
söylenerek cebimden nakit para çıkarıp faturayı ödedim
Ardında Karissa'nın yanına doğru yürümeye b aşlad m 1'
Tek kelime etmeden peşimden gelmesini işaret ettim ve
birlikte dışan çıkıp arabamın park halinde durmakta o
duğu servis kapısına gittik. Karissa'nın binmesi için yo*011
kapısını açtım. Bir an durarak dikkatle bana baktı. Gö
rindeki merakı görebiliyordum ve bu dünyadaki tüm s0-

148
rulara verecek cevabım vardı am a o, hiçbir zaman doğru
soruyu sormuyordu.
Bir yorumda bulunm adan arabaya binip kapıyı kapat­
mamı bekledi. D ireksiyona geçip m otoru çalıştırdım ve
amnda Manhattan trafiğine karıştım .
Hâlâ pasaportum elinde, serin deri koltukta oturuyor­
du. Ben arabayı kullanırken onu tekrar açtı ve yüzünde
düşünceli bir ifadeyle sayfalara göz attı. "İtalya yok."
"Anlam adım ."
Pasaportu kaldırdı. "B u rad a İtalya'ya giriş çıkış mührü
yok."
"Aaa evet. Mühür basm akla uğraşm azlar."
"Neden?"
"Bilmiyorum." Hiç kafam a takm am ıştım . Roma'ya her
indiğimde el sallayarak doğrudan geçiş yapm aktan mem­
nundum. "Bu neden önem li?"
"Çünkü bana İtalya'ya gittiğini sö y led in ."
Kırmızı ışıkta d u rd u ğ u m d a sesin deki suçlayıcı tona şa-
şırmış bir halde ona d ö n d ü m . "G ittim ."
İnanıp inanmamak a rasın d a k alm ış gibi g örün üyordu
ve o an bunun neden bu k ad ar önem li o lduğun u fark et­
tim. Benden şüphelenm ek, b en den nefret etm ek için bir
gerekçe bulmak için hâlâ bir ned en arıy o r ve beni sevm e-
mesi gerektiğine kendini ikna etm eye çalışm ak için kuşku
bulabilecek en ufak bir olaya sım sıkı sarılıyordu.
Beni sevmek is te m iy o r d u ,
su çlay am azd ım .
Ama gerçek şuydu ki sev iy ord u .
Beni seviyordu,
muhtemelen bu gerçekten benden nefret ettiğinden
eahaa Çok nefret e d iy o rd u .
^'k yeşile dönünce bakışlarım ı ondan uzaklaştırdım.
Bir"'
an söylediğime inanm aya k arar verm iş gibi göründü.

V
149
Tekrar pasaporta bakarak gittiğim yerlerdeki giriş
mühürlerine göz attı ve ardından kapattı.
Ön konsola fırlattı ve kapıya yaslanacak biçimde ka­
yarak koltuğa gömülüp camdan dışarı bakm aya başladı.
"Annenle baban hâlâ New York'ta mı yaşıyorlar?"
"Evet."
"Burada, şehirde m i?"
"Evet."
"Ve sen onları görmüyorsun, öyle m i?"
"H ayır."
"Neden?"
Bir kırmızı ışıkta daha dururken iç çektim . Bugün trafik
yoğundu. Bu hızla Brooklyn'e dönm ek biraz zaman ala­
caktı. Bitkin bir haldeydim, m idem bulanıyordu ve bütün
vücudum acı içindeydi.
Yan gözle ona baktığımda yüzündeki m eraklı ifadeyi
gördüm. "Hayatımla ilgili bir kitap yazm adığına emin mi­
sin?"
Gözlerini devirdi. "Sadece kim olduğunu anlamaya ça­
lışıyorum."
"Kim olduğumu biliyorsun."
"Hayır, bilmiyorum." Sesinde sert bir ton, tenime iğ"
neler batmasına neden olan hafif bir öfke belirtisi vardı.
"Bana göre sen bir eskiz gibisin, Naz... Sadece dış hatları
olan bir adam, belli belirsiz çizilmiş bir insansın ve ben res
min geri kalanını doldurmaya, bütün siyah çizgilerin iÇınl
renklendirmeye çalışıyorum. Üstelik bunu nasıl yapacağı
mı, ağızmdan laf almadan gerçek seni nasıl tanıyacağı111'
bilmiyorum."
"N e öğrenmek istiyorsun?"
"Her şeyi," dedi. "Senin hakkında her şeyi öğrenme
istiyorum. Cevapların hoşuma gitmeyeceğini söylem 'Ş^
Bunu biliyorum ama umurumda değil. Şu an yaşadığ»11

150
şeyi sürdürmek ve birlikte bir şeyler kurm ak için bir şansa
sahip olacaksak öncelikle bu cevapları bu kadar kötü kılan
şeyin ne olduğunu an lam ak zoru nd ayım ."
Sessizce oturup ön cam d an parlak kırm ızı ışığa bakarak
bir süre düşündüm. Işık yeşile döner dönm ez diğer araçla­
rın önünü kesip bangır b an g ır çalan kom alarını duymaz­
dan gelerek beklenm edik bir dönüş yaptım ve soldaki ilk
sokağa saptım.
Bizi geldiğimiz yöne geri çeviren bir sola dönüş daha
yapıp Brooklyn'den uzak laşm ay a başladım .
Karissa'ya bakarak, "Aç m ısın ?" diye sordum.
İnanmaz gözlerle b an a baktı. G özlerinden fışkıran hid­
deti, kulak asılmamış olm anın, sorusunun duymazdan ge­
linmesinin neden olduğu öfkeyi görebiliyordum . Yerle bir
ettiğim duvarlar yeniden inşa ediliyor, yeniden kalesine
çekiliyor ve kapılarım kapatıyord u.
0 an için buna m e m n u n o lm u ştu m .
Muhtemelen ihtiyacı olacaktı.
Cevap vermeyince, "B u g ü n h içbir şey yemedin," de­
dim.
"Evet, ne olmuş? Sen de h em en hem en bir haftadır hiç-
bir şey yemedin."
Abartıyordu am a b u g ü n d e bir şey y em eğ e niyetim ol­
madığı düşünüldüğünde b u n u n bir önem i yoktu.
Aç olmalısın," dedim . "San a yiyecek bir şeyler bula­
lım."
Sadece başını iki y an a sallay arak bakışlarını başka yöne
Evirdi. M anhattan'dan g eçip k u zeye d o ğ ru yol alırken bir
'kha konuşmadım. Trafik d u rd u ğ u n d a gizlice arabanın
, tarafına bir bakış a tıy o r ve y ü z ifadesinin sertleştiği-
1( öfkesinin hâlâ dev am ettiğini, hatta kafasının karışıklı-
'y a birlikte gitgide dah a da arttığını g örüyordum .

151
N ereye gittiğim izi sorm am ak, onu nereye götürdüğü­
m ü söylem em i istem em ek için kendini z o r tutuyordu.
H ell's Kitchen'daki* hazır yem ek dü kkânı, kasap ve kö­
şedeki küçük bakkal arasına sıkışm ış, eski bir apartmanın
altına soku ştu rulm uş soluk renkli tu ğla bir binaydı. Hafif
boyalı cam ların çoğu gereksiz bir b içim d e dem ir parmak­
lıklarla kaplıydı; onların üzerin de bin a boyu nca uzanan
yeşil bir tente vardı. Tuğlanın ü zerin d e kalın harflerle İtal­
yan Şarküteri yazıyordu. D ükkânın asıl adı artık yerinde
değildi; bir zam anlar asılı o ldu ğu üst, ön ortadaki çevre­
sinde binam n geri kalanına göre so lgu n olan izi hâlâ duru­
yor olsa da yıllardır orada değildi.
Am a bu hiç önem li değildi.
Adı olsun ya da olm asın bu d ü kkân b ir sim geydi.
Tek bir sandviçini yem ek, taze m o zzarellasın m lezzetini
tatm ak, füm e jam bon un dan alm ak için insanlar şehir dı­
şından gelirlerdi. Bu dükkânı ister d aracık b ir sokağa taşı­
sınlar ya da bir kam yonetin kasasın d an satış yapsınlar yine
de herkes bu yolu göze alırdı.
H erkes, tanınm ayı zerre kad ar um ursam am asının, yıl­
lar önce yapılan tadilat sonrası tab elay ı yerine koym akla
uğraşm am asım n sahibinin a lçakgö n ü llü ğ ü n ü n bir işareti
olduğunu düşünürdü. İnsanlar sord u ğ u n d a, önemli olan
yemekler, derdi. Buraya yem ek yem eğe g eld iğ in iz sürece adının
ne olduğu kimin umurunda?
Ama bunun alçakgönüllülük olm ad ığın ı biliyordum'
Pişm anlıktı.
Sadece artık ism i um ursam ıyordu.
Arabayı sokağın aşağısında bulab ild iğim en yakın nok
taya park ettim. İndikten sonra p arkm etreye biraz bozuk
luk attım. Ben bunu yaparken K arissa sanki benimle ge

* M a n h a tta n civ an n d a ço ğ u n lu ğu ço k esk i v e a sa n sö rsü z bin alan 11^


lu n d u ğ u b ir bö lg e, -ç tı

152
meye niyeti yokm uş gibi oturuyordu. Ama bir süre sonra
arabadan indi. Yüz ifadesi değişmemişti.
"Eğer is te m iy o r s a n k a l m a k z o r u n d a d e ğ iliz ," dedim .
"Seni hem en e v e g ö t ü r ü r ü m ."
Bir yanım bu teklifi kabul etm esini istiyordu.
Bu hafta yeteri kadar berbat şeye katlanmıştım. Üzerine
bir de bunu çekecek durum da değildim.
Ama böyle bir şansım yoktu.
Eliyle etrafı işaret ed erek "Yoo, madem buradayız, kala­
biliriz," dedi. Buranın neresi olduğu hakkında en ufak bir
fikri yoktu.
"Emin m isin?"
"Eminim."
Keşke ben de em in olabilseydim .
Elimi sırtına bastırıp sokak boyunca onu yönlendirdim
ve tanıdık dükkâna yaklaşınca yavaşladım . Bakışlanm dik­
katle dış cephede gezindi; içgüdüsel olarak son geldiğim­
den bu yana değişen bir şey var mı, diye bakıyordum. Her
Şey hatırladığım gibiydi.
Kapıya uzan arak çek ip a çtım ; K arissa'ya içeri girmesini
işaret ederken tep ed ek i ça n iğ re n ç bir sesle çıngırdadı.
Sinirim e d o k u n d u .

içerisi son derece sadeydi. Kare taşlı bir zemin, bir düzine
ahşap masa, loş aydınlatm a ve uzun, kavisli tezgâhlardan
°IuŞuyordu. Kasanın yan tarafındaki tezgâhın yarısmı et
Ve peynir dolu cam kavanozlar kaplıyordu. El yazısıyla
^durulmuş bir m enü tahtası öylesine üzerlerine konul­
muştu.
B‘r delikanlı tek başına kasa ile ilgileniyor, sırada bek-
Jenlere yardım ed iyor;.on un birkaç adım ötesindeki bir
I^anrı arkası m üşterilere dönük bir halde durmadan et
^ Slyordu. Yapılı, neredeyse iki m etrelik bir kas yığınıydı
e derisi kösele gibiydi. K arm an çorm an siyah saçlarında
tyer 8h teller vardı.
Yaşına rağmen seri hareket ediyordu.
Sakin.
Kendinden emin.
Bu dükkânın sahibiydi.
Çalışırken, sanki Pamuk Prenses m asalından fırlamış
aşırı büyük bir cüce gibi yüksek sesle ıslık çalıyordu. Bu
detone ezgi, konuşmalar dışında m ekândaki tek sesti. Ne
televizyon ne müzik ne de W I-FI vardı.
Var olan tek şey Johnnie Ray'in "Ju st W alking in the
Rain" adlı şarkısını ıslıkla çalan bir adam dı.
Bu şarkıyı yıllardır duymamıştım.
Karissa sallana sallana yürüyüp sıranın en arkasına
geçti. Ona katıldım ve gelişigüzel çalm an ıslık kulaklarımı
tırmalarken hiçbir şey söylem eden b eklem eye başladım.
Geçen her saniye bacaklarımı daha da güçsüzleştirdi, gö­
rüşümü bulanıklaştırdı, başım ı zonklatan ağrıyı arttırdı.
Terliyordum.
Ağrı içindeydim.
Ellerimi ceplerime soktum.
Bu kötü bir fikirdi.
Çok kötü bir fikir.
Beklerken ikimiz de konuşm uyorduk. Karissa menuy»
okuyor, yavaş yavaş öne doğru ilerlerken seçenekleri g°z
den geçiriyordu.
Bu, sadece birkaç dakika sürdü.
Önümüzdeki herkes gitmiş, sadece arkam ızda bekleyen
iki ya da üç kişi kalmıştı. Kasadaki delikanlı başını kaldınp
bize baktı. Karissa'dan fazla büyük olam azdı ve onu g°
züne kestirmiş gibi görünüyordu. Aşırı coşkulu bir to
"Size nasıl yardımcı olabilirim ?" diye sorarken surat»1
önce onu akşam yemeğine götürm ek, ardından da tatlı»
yetine onu yemek istermiş gibi bir sırıtış vardı.

154
Tezgâhın ü z e rin d en u z a n ıp b o ğ a z ın a yapışm ak istedim
ve sadece onunla k o n u ş m u ş o lm ası bile gırtlağını sökm em
için yeterli bir seb epti.
Başka bir yerde b u n u yapabilird im .
Başka bir zam anda m u h tem elen yapardım .
Onunla flört etm eyi d ü şü n m eye cesaret etmesi bile ba­
ğırsaklarını deşm em için yeterliy d i.
Ama şu anki d u ru m u m d a bu kü çük, sinir bozucu serse­
ri beni muhtemelen yere sererd i.
Açması.
Karissa onun g ü lü m sem esin e karşılık verdikten sonra
soruya cevap verm em i b ek le y erek b an a baktı. Delikanlıya
gözlerimi dikip b an a d ö n d ü ğ ü n d e yüz ifadesinin değiş­
mesini izledim ve so n ra b o ğ a z ım ı tem izleyip Karissa'ya
döndüm.
Ahumdaki teri sildim . H ad i bakalım . "N e istersen ısmar­
la, aşkım."
Dükkânı sessizlik k ap la d ığ ın d a , et kesm ekte olan adam
di havada kalakald ığınd a, ıslık m elod in in ortasında ke­
sildiğinde kelim elerin h ep si h en ü z ağzım dan çıkmamıştı.
Havadaki ani d eğişikliği h issed eb iliyo rd u m . Sanki gü-
neŞ kalın bulutların a rd ın d a k a lm ış da dünya, benim gibi
adamlann yaşadığı tü rd en g ö lg e lerle kaplanm ış gibi ör­
teni bir anda buz kesm işti.
Ürperdim.
Bakışları üzerim de h issed iy o rd u m . D urm akta oldu­
ğum yerden ayrılm adım , sa d ece b akışlarım ı tezgâha dik-
B*1'- Birkaç saniye ö n ce co şk u y la ıslık çalan dudaklar şimdi
^Çümseme dolu in ce b ir çizgi h a lin d e bastırılm ıştı. Sanki
adam Bir şey söylem em ek için on ları sım sıkı birbirine bas-
hrnil$ gibiydi.
^ rhk arkası bana d ö n ü k değild i.

155
Ne düşündüğünü hayal edebiliyordum . Bakışları sert
ve eleştireldi. Gözlerinden beni tanıdığı anlaşılıyordu ama
bakışlannda en ufak bir duygu yoktu.
Karissa her şeyden habersiz sipariş vermeye başlamıştı,
Kendisi için bir İtalyan sandviçi ısm arlayıp bana seslendi,
"Naz, sen ne yiyorsun?"
Kasadaki delikanlıya dönm eden uzun bir süre adama
dik dik bakarak, "Hiçbir şey," dedim . "B en bir şey istemi­
yorum. Sadece bir İtalyan sandviçi."
Delikanlı siparişi aldı. Hızla parayı ödedim, üzerini
almayı beklemedim. Tezgâha bir yirm ilik fırlatıp arkamı
döndüm ve ayaklarımı sürüye sürüye gidip dükkânın or­
tasındaki boş masanm sandalyesine çöktüm. Karissa da
bana katıldı ve sandviçi hazırlanıp önüne konana kadar
hiçbir şey söylemedi.
Bakışlan şaşkın bir ifadeyle benim le sandviç arasında
gidip geldi. "Sen bir şey istemiyor m usun?"
"Hayır."
Sandviçinden bir ısırık alarak, "N eden ?" diye sordu. Bir
yandan çiğnerken neredeyse homurdanarak, "Aman Tan
rım, bu gerçekten muhteşem," dedi.
Ona inanıyordum.
Buranın yemeği her zaman öyleydi.
Ama şu an yiyemezdim; özellikle de burada.
"İnsanların beni zehirleyebilecekleri konusunda ne
dar paranoyak olduğumu biliyorsun, değil mi?" ^ ^
"Tam anlamıyla paranoyak diyem em ," dedi,
evet..."
"İşte, bunu gerçekten yapacak biri varsa bu adam 0
ğu konusunda her türlü iddiaya girerim ."
Başımla tezgâhı işaret ettim. Gözleri kocaman 0
Gözleri korkuyla benden yemeğine doğru kaydı- An
hastalanmıştı sanki.
Bu tepkisi karşısınd a h afif b ir kahkaha atarak, "Sakin
ol," dedim. "S e n in yem eğ in d e sorun yok. Seninle uğraş­
maz."
"Nereden b iliy o rsu n ?"
"Bunu yapm ası için b ir n ed en y o k ," dedim. "O nu kü­
çük düşürmedin?"
"Ya sen? Sen d ü şü rd ü n m ü ?"
"Evet."
"Nasıl?"
Ne cevap vereceğ im i d ü şü n erek ona baktım . "D aha çok
varlığımla."
Sanki anlam ış gibi b a şın ı sallayarak yem eye devam etti.
Oysa anlamamıştı. Tam o la ra k değil. H enüz değil. Ama
adam beni görm enin şo k u n u atlatacak, özenle takındığı o
neşeli çalışırken-ıslık-çal ifa d esi silin ecek ve çözülm eye baş­
layacaktı. İşte o zam an an lay acak tı.
İnsanların çoğu b en im g ib i adam ları görm ezden gelir
ya da kaçınılması gerek en k ö tü ad am lar olarak görürdü.
Bu yüzden yolum u za çık m a k ta n sakım r ve bizden uzak
dururdu. Ama bu ad am ço k in a tçı çıkm ıştı. Gereksiz dü­
rüstlük sevdası çen esini k a p a tıp kend i işine bakam ayacak
kadar kanma işlem işti.
Buraya gelm ek k e sin lik le b ir h atayd ı.
Bunu en b a şta n b e ri b iliy o rd u m .
Ama Karissa bazı şey leri öğ ren m ek istem işti... Sadece
ulatarak anlam asını sa ğlay am ay acağ ım şeyleri... Bütün
öğleden so n ra g ö k y ü z ü n ü n m a v i o ld u ğ u n u h ay k ırab i­
ldim ama kendi b a k m a d a n n e to n o ld u ğ u n u asla an lay a­
n d ı . Koyu m a v i d e o lab ilird i, ço k açık m a v i de.
Ve söz konusu bu ad am ın b en im için hissettikleri oldu-
^ d a , gökyüzü gece yarısı kad ar siyahtı.
pükkâna yankılanan sesi d u yd u ğu m d a K arissa'nm ye-
megi neredeyse bitm işti. K elim eleri kibardı am a ses tonu

157
h er zam an küstahtı. Ö yle ki sadece sesiyle bir insanın ya
rasıru kazıyabilir, derisini soyup kem iklerini ortaya çıkara
bilirdi. Bu yeni bir şey değildi; her gün, eline geçen her fır.
şatta m üşterilerini selam lıyor, yem eğin iyi olduğundan ve
m üşterilerin burada bulunm aktan keyif aldığından emin
olm ak için gerekeni yapıyordu.
M asam ız tam ortadaydı am a çevrem izde geniş bir daire
çizm iş ve bizi en sona bırakm ıştı. D iğerleri onun gülümse­
m esine karşılık verir ve onunla b irlikte kahkahalar atarken
K arissa m erak içinde onu izliyordu. D oğru bir toplulukla
m izah anlayışı bulaşıcı olabilirdi am a ben onun hedef se­
yirci kitlesinden değildim .
Bu yüzden Karissa da olm ayacaktı.
N ihayet bizim m asaya geldi. K arissa başını kaldırıp
dikkatle ona baktı, yüzü asıldı. Tereddüt içinde bana dön­
dü. K orkudan kalbinin göğsünden çıkacak gibi attığını ne­
redeyse görebiliyordum .
Bu m asaya sıcak bir karşılam a yoktu.
N e gülüm sem e ne de kahkaha.
Öfkeli görünüyordu.
Avuçlarını m asaya dayadı ve yüzü benimkinden sade

ce birkaç santim uzak kalana kadar eğildi. Ondan yayılan

sıcaklığı hissedebiliyor; bir daha asla içim e çekmesem Ç°k


m utlu olacağım , hafif tütün ve tuz kokan terinin kokusunu

alabiliyordum . ^
Bakışlarım bir gün içinde ikinci kez onunla b u lu ştu -
kin ve rahat görünm eye çalışıyordum am a içim bükülm^
bir yay gibi gergindi. ^
Alçak sesle, "G idebileceğin başka yer yok mu?
sordu. Nefesi, sigara kokusunu bastırm ak için
çubuklar gibi tarçın kokuyordu. "Y em ek yiyebileceği ^
ka bir yer yok mu? Bu şehirde binlerce restoran var, g
zio. Binlerce. Neden buraya geliyorsun?"

158
"Y e m e k le r g ü z e l ."

Alay eder bir tonla, "Yemekler güzelmiş," dedi. ''Hiçbir


şey ıs m a r la m a d ın ."
"Güvenlik endişem vardı."
Bu sözleri bir hakaret olarak alıp öfke dolu gözlerini
kısarak bana baktı. "Senin yemeğine bir şeyler karıştıra­
cağımı düşünüyorsun, değil mi? Seni hasta etmeye çalışa­
cağımı, muhatap olduğun diğer aşağılık herifler gibi seni
zehirleyeceğimi düşünüyorsun, öyle mi?"
"Bence bu m üm kün."
"Kendini bir bok sanıyorsun. Hep öyleydin. Ama bunu
asla yapmam. Asla. Bu benim hayatım... ve yemeklerim be­
nim her şeyim... Sen buna değmezsin. Ne yemeğimi yiye­
cek ne de zamanımı alacak kadar değerlisin. Senin gibiler
için adımı lekeleyemem."
Sesi yavaş yavaş beni sinirlendiriyor, parçalara ayın-
yordu. Sert sert ona bakarken göz ucuyla Karissa'nın yü­
zündeki afallamış ifadeyi gördüm. Dönüp ona bakmadım.
Adamın söylediği, Karissa'nın da duyduğunu bildiğim her
kelimeyi sindirerek parm aklarımla masada tempo tutmak
dışında hiçbir şey yapmadım.
Güzel.

Böylece belki istediklerini öğrenebilecekti.


Tasdik e tm e .

Benden nefret eden sad ece o değildi.


Dışarıda benden, onun b ütün hayatı boyunca edebilece-
8mden çok daha fazla nefret eden insanlar vardı.
0/ bu adamların taşıdığı nefreti taşıma becerisine sahip
Eğildi.
k Adam, "Sen bir pisliksin," diye devam etti. "Benim kötü
^ adam olduğumu düşünüyorsun. Senin uğruna yemek-
r6rin)ln ününe leke süreceğimi, sevdiğim şeylere zarar ve-
Ce8inıi düşünüyorsun. Asıl sen öylesin Ignazio. Sen! Ben
bfer şeyj mahveden sensin."

159
Ses onundu ama kelim eler Karissa'm ndı... Karissa'mn
sadece birkaç gün önce bana söylediği kelimelerdi. Her şeyi
mahvetmek zorunda mısın?
Elini cebine soktu ve yirm i dolar çıkararak sertçe ma­
sanın üzerine, önüm e koydu. Bakışları hâlâ yüzüme sabit­
lenmişti. "N e seni ne kanlı paranı istiyorum burada. Paranı
al ve defol. Benim için uzun zam an önce öldün ve buna
m emnunum. Artık buraya gelm eni istemiyorum . Seni gör­
m ek istemiyorum. D önüştüğün bu şeytanı görmek istemi­
yorum. Ölü kalm an daha iyi. Tanrı biliyor ki şu an öyle
görünüyorsun." Bir adım geri atarak dikkatini Karissa'ya
yöneltti. "Kaç, kızım. Bu adam dan uzağa kaç."
Uzun adımlarla dükkânı boydan boya geçerek arka ta­
rafa doğru yöneldi; çift kanatlı kapının arkasında gözden
kaybolana kadar gözlerimle onu takip ettim. Bir yandan
sakinliğimi korumak için kendi kendim i telkin ederken,
diğer yandan kendime hâkim olm ak ve sandalyeden fır­
lamamak için derin, düzenli nefes alıp vererek dik dik ka­
pıya baktım. O sözleriyle beni topa tutarken dükkân ölüm
sessizliğine bürünmüştü. Söylediği her şeyi duyan tek kişi­
nin Karissa olmadığma emindim.
Karissa, "N az?" diye fısıldadı. Sesi titriyordu. Parm ak­
larımla masada tempo tutmaya devam ederken arkasın­
dan oraya girip girmemeyi düşünerek hâlâ sa lla n a n ka­
pıya dik dik bakıyordum. Bir süre sonra Karissa uzandı
parmaklarımı durdurmak için elini elimin üzerine koydu
"Ignazio?"
Bakışlarım kapıdan elime, daha doğrusu elimin üze
rinde duran ve tırnakları, hafif bronzlaşmış teniyle ters
düşecek kadar açık pembe ojeli olan onun eline, ardında*1
gözlerine kaydı. Travma sonrası şokunu yaşıyormuş g1*-”
görünüyordu. Birçok kez gördüğüm bir ifadeydi bu. Şahlt
olmaması gereken bir şeye şahit olduğunun farkında ola*1

160
s
birinin ifadesiydi... Benim vereceğim tepkiden endişelenen
birinin ifadesi.
Sesim in kesinlikle iyi çıkm ayacağım bildiğimden önce
boğazımı temizledim, ardından, "B en iyiyim ," dedim. "Ye­
meğin bitti m i?"
Sanki böyle bir anda yem ekten söz ettiğime inanamı-
yormuş gibi kaşlarım çatarak tabağmda kalanlara baktı.
"Şey... Evet..."
"Emin misin?"
Başım salladı. "D o y d u m ."
"O zaman buradan çıkalım ."
Elimi çekip sandalyem i geri ittim ve ayağa kalktım.
Karissa'nın kalkm asını beklerken ceketimi düzelttim ve
parayı masada bırakıp diğer m üşterilere hiç bakmadan
onu kapıya doğru yönelttim . İsterse lanet olası çöp kutusu­
na atabilirdi; hiç um urum da değildi. Karissa'nın çıkması
için kapıyı açüm ve tepem deki çamn sesi karşısında gözle­
rimi kapatıp dişlerimi sıkarak onu takip ettim.
Karissa tam dükkânın önünde kaldırımda durdu. "Az
önce ne oldu?" diye sordu. Onu yürütmeye çalıştığımda
kımıldamadı. "O lanet h erif kim olduğunu sanıyor? Senin­
lenasıl böyle konuşabilir?"
Tek kaşını kaldırmış bir cevap bekleyerek dikkatle bana
bakıyordu. Ne söylememi beklediğini bilmiyordum. Bence
her Şey ortadaydı.
Sevdiği biri değilim ."
Eliyle binayı işaret ederek, "B u açıkça belli," dedi. "Se-
nmb‘r lokma bile bir şey yiyemeyeceğin bir yere yemek
^meye gelmemizin ne anlamı vardı? Neden buraya gel-
1 •Bile bile beni neden buraya getirdin?"
bağırarak konuşuyordu. Az önce içeride katlanmak zo-
a kaldığımızdan farklı bir görüntü değildi bu. Yaru-
I 3118eÇenler neden böyle bağırdığını merak eder göz-
er e bir ona bir bana bakıyorlardı.

161
O na doğru bir adım attım . "B a n a b ir soru sormuştun"
"San a bir sürü soru sord um . S en in için u y gun o lm ay an

hiçbirini cevap lam ak iste m e d in ."


"U y gu n m u ?" Bu kelim eyi k u lla n m ış o lm ası beni sinir­
lendirdi. Kolay... U ygun... N ed en in s a n la r bu tür şeylerin
beni rahatsız etm ed iğin i d ü şü n ü y o rla rd ı? "B u n u n benim
için uygun oldu ğunu m u d ü şü n ü y o rsu n , K arissa? O kadar
insanın ön ün de h akarete u ğ ra m a k ta n hoşland ığım ı, her­
kesin içinde beni bu şek ild e k ü çü k d ü şü rm ü ş olmasından
keyif aldığım ı mı san ıyo rsu n? S e n ce b u n u eğlence olsun,
şam ata olsun diye m i yap tım ? Ö y le d ü şü n ü y o rsa n yanılı­
yorsun. Bir san iyesin d en b ile k e y if a lm a d ım . A m a sen bir
soru sorm uş, beni tan ım ak iste d iğ in i sö y lem iştin ; ben de
sana gösterd im ."
"N eyi gösterd in ?"
"A ilem le niye g ö rü şm ed iğ im i."
Yüzündeki öfke yo k o lup şa şk ın b ir ifa d ey le bana bak­
m aya başladı. N ed en b u raya g e ld iğ im iz le ilgili parçaları
b irleştirirken zihn in in ça rk la n d u rm a k sız ın çalışıyordu-
H er şey ortadayd ı; h er za m a n ö y ley d i. T ek yapm ası gere
ken o lanet olası gö zlerini a çm a k v e d ik k a t etmekti. G°z
lem leyerek, anlatılandan daha çok şey ö ğ ren ilir. A m a kahrol^1
bu m ahallede herk es b izi iz lerk en ö y lec e dik ilecek ve çap
içindeki bu kırık d ö k ü k k a ld ırım d a o ya la n a ra k sa
onun kendini to p arlam asın ı b ek le y e c e k h a ld e değildim-
• iHueün1
Sokağın aşağı tarafın d a ara b a y ı p a rk etm iş oı
yeri işaret ettim .
"B en düşüp b ayılm ad an g id eb ilir m iy iz , yoksa bana
raz daha bağırm ak m ı iste rsin ?"
Y üzünde kısa bir an su çlu lu k ifad esi b elird i, ar ,n
b aşım öne eğip yü rüm eye b a şla d ı. İç ç ek e rek baŞlir"
yana salladım . Bakışlarım b ir kez d ah a dü kkân ın mS
gezindi; bir zam anlar tab elan ın durduğu soluk yere takıl­
dı. Düşüncelerim, sa h ib in in b ir zam anlar gururla taşıdığı
adının ben lekelem eden ö n ce on un için bir anlam ifade et­
tiği günlere kaydı.
Vitale'nin Yeri
Arabaya biner b in m ez K arissa b an a döndü ve ben he­
nüz motoru çalıştırm ad an k ek eley erek konuşm aya başla­
dı. "Özür dilerim. Fark etm e d im ..."
"Özür dilem e."
"Ama üzgünüm . G erçek ten . O ad am ın söyledikleri..."
Daha fazla u za tm a sın a fırsa t v erm ed en sözünü kesip,
"Hepsi doğru," d ed im . "B e n iyi b ir adam değilim , Karis­
sa. Bunu sana sö y lem iştim . A n n e n le b aban da söylemişti.
Şimdi benim kilerden d e d u y d u n . B u n u n için benden özür
dileme, çünkü b en sen d e n d ilem ey eceğ im . Böyle biri ol­
duğum için üzgün d e ğ ilim . S e n ö ğ ren m ek istedin, ben de
sana gösterdim. Bu k a d a r. S ö y le n e ce k b aşka bir şey yok."
Söylediklerim o n u su stu rd u . B aşın ı çevirdi, bakışlan
benden uzağa d o ğ ru k a y d ı v e B ro o k ly n 'e gidene kadar
camdan dışarı baktı. E v e v a rd ığ ım ız d a gü n eş batm ak üze­
reydi ve henüz y ap m a m g e re k e n h e r şeyi bitirm em iştim .
Stfre uyku ile k oştu ru p d u rm u ştu m , h em zihnen hem be­
denen bitkin d u ru m d a y d ım ve d u y g u sa l olarak tam am en
Çökmüştüm.
Darmadumandım.
Bitkin bir h ald e a ra b a y ı e v in ö n ü n e çektim ve m otoru
aPattım ama h arek et e tm e d e n otu rm ay a devam ettim.
Dizlerim dikiz ay n asın a k a y d ı; k a ld ırım kenarın a park et-
tanıdık gelen bir ara b a vard ı. S o k a ğ a g irer girm ez onu
3rk d iş t im .
Dedektif Jameson.
ek kelime ile m ükem m el.

163
A rab ad an indim . G izlen m iş du ran arabanın kapısı açı
lıp çok iyi tan ıdığım iki adam inerken duraksadım. Ortağı
ark asm d a du rm u ş etrafı ko laçan ed erk en Dedektif Jame-
son bana doğru yü rü m ey e başladı.
B irkaç adım ötede çim lerin ü zerin d e durduğunda
"M erh ab a, D ed e k tif," dedim . "N e d e n burada olduğunuzu
ö ğ ren eb ilir m iy im ?"
"N a sıl o ld u ğu n u gö rm ek için b ir uğrayayım dedim,"
d iye k arşılık verdi. "A yağa k a lk tığ ın ı du yd um . Cobalt'taki
o lay sen i yık m ad ı sa n ırım ."
H içb ir şey sö ylem ed en sa d ece b aktım . R ahat ve konuş­
m aya h evesli gö rü n ü y o rd u am a b en aptal değildim.
K arissa arab ad an in d iğ in d e d e d ek tifin dikkati ona yö­
n eld i. "M erh ab a , Bayan R eed s. Sizi te k ra r gördüğüme se­
v in d im ."
K arissa k orkm u ş g ö rü n ü y o rd u ; h içb ir şey söylemedi.
Jam eso n g özlerin i o n d a n u z a k la ştırıp tekrar bana döne­
rek, "B ir b a k a lım ," dedi ve a ra b a n ın y an tarafına göz gez­
d irerek h asarı ko n tro l etti. "A rab a için b ü y ü k şansızlık."
"G ö rü n d ü ğ ü k ad ar kötü d e ğ il."
"B u arad a bu n u ta m ir e d e b ilecek b ir ad am tanıyorum.
A slın d a sen d e ta n ıy o r o la b ilirsin . A d ı Jo sh Donizetti.'
H akk ınd a ko n u ştu ğ u k işiy i ta n ıd ığ ım ı belli etmemi
b ek lercesin e tek kaşın ı k a ld ıra ra k su stu . Elbette ta n ıy °r
d um ve o tan ıd ığ ım ı b iliy o rd u .
Bu nu g ö zlerin d e g ö rü y o rd u m .
"N e y se , b u ra d a n fazla u z a k o lm a y a n b ir tamirhane*1
var. Em in im san a u y g u n b ir fiyat verir. G en eld e senin g1
a d am larla ç a lışır." Ja m eso n , sa n k i g id iy o rm u ş gibi arkas1
m d ön d ü am a d u rd u ve ab artılı b ir b içim d e iç çekerek pj^
m ağ ın ı şaklattı. "D o ğ ru ya... U n u t g itsin ... A dam ın kısa
sü re ön ce ö lm ü ş o ld u ğ u ta m a m en a k lım d a n çıkmış- v
ü zü cü . Elbette kaza. Ü z erin e a rab a d ü şm ü ş. Bu konuda

164
b i lg in yoktur, değil m i?"
Dikkatle tekrar bana baktı.
Biliyordu.
Nasıl öğrenmişti b ilm iyorum am a biliyordu.
Bu, hiç iyi değil.
"Elbette yok," dedim . "E n ufak bir bilgim yok."
Dedektif onaylarcasına başım sallayarak bakışlannı
Karissa'ya çevirdi. B aşın ı eğ ip onu tekrar selamladı. "Hoş­
ça kalın, Bayan R eed s."
Orada hareket etm ed en öylece dikilip adam ın uzaklaş­
masını ve arabanın g ö zd en kaybolm asım izledim. Onlar
gider gitmez eve girip a lt katta h iç oyalanm adan doğrudan
yatak odasına çıktım . C ek etim i çıkardım ; yatağın kenarına
oturup ayakkabılarımı fırla tıp attım .
Karissa'mn ark am d an içeri gird iğini, kapıdaki bütün
yeni kilitlerin zin cirlerin i tak tığım , dikkatli adımlarla yu-
kan gelirken çıkan ayak sesle rin i duydum .
Kravatımı çö z e rk e n g e ld iğ in i fark ed ip k ap ıya göz at­
tım.

İçeri girer girm ez, "Y a n ılıy o rsu n ," dedi.


Kravatı çekip ç ık a rd ım v e y a ta ğ ın ü zerin e fırlattım.
Bundan k u şk u lu y u m ."
Dudakları çok h a fif k ım ıld a d ı; cevabım karşısında belli
Belirsiz gülümsedi. "A m a ö y le ."
Bir yandan g ö m le ğ im in m a n ş e tle rin i a çıp d iğ er yandan
°nuyu nereye v a rd ıra c a ğ ın ı m e ra k e d e re k o n u izlerken,
® *' dedim. "T a m o la ra k h a n g i k o n u d a y an ılıy o ru m ?"
Bir zam anlar s ö y le y e c e k b ir ş e y k alm ad ığ ın ı söylem iş-
^ var. H er z a m a n v a r ."
le . evaP i r m e y e bile te n e z z ü l e tm e d e n k ızg ın bir ifadey-
W ^ erek g ö m le ğ im in d ü ğ m e le r in i a ç m a y a başladım ,
sövi ^ 'Çin s ö y le y e c e k b ir şe y i v a rs a h iç sü slem ed en
d e ğ in d e n e m in d im .

165
"İyi bir insan olm ayabilirsin..."
"D eğilim ."
Ben sözünü kesince bir an durup düşüncelerini t
dı. "Tamam. Yine de bu senin kötü bir insan olduğun anla
mma gelmez, N az."
Gömleğimi çıkarıp bir kenara fırlattım , ardından başımı
kaldırıp ona baktım . "N e o luyorum o zam an?"
"İnsan," dedi. "Sad ece in san ."
Söylediklerine inanabilm eyi çok isterdim . Yine de bun­
ları söylemesi güzeldi. "İy i ya da kötü diye bir şey yoktur;
bunları düşüncelerim iz yaratır."
Hafifçe gülüm sedi. H am let'ten alıntı yaptığımı fark et­
mişti. Zekiydi. Ne yaptığım ı b iliyordu . "Yani kötü bir in­
san olduğunu düşünüyorsun, öyle m i?"
Bir süre sessizce ona baktım . "E v e t."
"Hımm... Bence kötü bir insan b öyle düşünmez," dedi
"Gerçekten kötü olan bir insan yaptığı hiçbir şeyin kötii
olduğunu düşünmez. K endini h aklı bulur. P iş m a n lık duy­
maz."
Cevap vermek için ağzım ı açtım . Kelimeler dilin®
uçundaydı ama yüzündeki sam im i ifade onları yutmam3

neden oldu. Yanılıyordu; h em de çok, çok yanılıyor^


Kendimi kesinlikle haklı bulu yord um . Pişmanlık duyı®
yordum. Yanlış bir şey yaptığım ı düşünmüyordum- Ne)
sem oydum. Yine de onun söyled iklerine böylesi inanır
ması, kötü bir insan olduğum u düşünm em eyi böylesi’^
istemesi sevindiriciydi. Am a kendim i tanıyordum:
farkında olmak gerçeği değiştirm ezdi.
Olduğu gibi kabul ediyordum . . fl(.
Ama o bunu yapam ıyordu ve onu bu yüzden se
dum. Bu lanet kadını sevm em için bir neden daha- ^
ğımı bildiği her şeye ve çoğunlukla benden nefret e
olmasına rağmen, umut etm ekten vazgeçemiyor' bir

166
içim de bir yerlerde iyi bir insan olduğunu düşünmeye de­
vam ediyordu. O na beni değiştirem eyeceğini söylemiştim
ama bir an bile buna inanam adı. Keşke... ah keşke... onu
haklı çıkaracak bir yön üm olsaydı.
Tartışmak yerine gü lüm sem esin e karşılık verdim. Öyle­
si yanılıyordu ki. Y ine de onu takdir ettim ve bu düşünce­
ye dört elle sarılm asına izin verdim . Onun bu bozulmamış
yanını elimden geld iğince korum ak için mücadele etmeye
kararlıydım. "T eşekkü r ed erim ."
"Ne için?"
"Böyle dü şündü ğün için ."
Gülümsemesi biraz dah a arttı; om uzları gevşedi. Onu
haklı çıkardığımı d ü şü n ü y o rd u am a m innettarlık kini sile­
mezdi; tıpkı suyun ellerim d ek i kanı m ucizevi bir biçimde
temizleyemeyeceği gibi. G örem eyebilird iniz ama oradaydı
ve hep orada olacaktı.
Bir anlık istekle y a k laşm asm ı işaret ettim ; geri çevrilme­
yi bekliyordum am a h em en yanım a geldi. Kollarım ı beline
dolayıp ellerimi k alçasın ın kıvrım larım d a dolaştırdım ve
ardından tişörtünün altın a soku p belinin arkasına koy­
dum.
Teni sıcacıktı.
Ona dokunm ayı çok sev iyo rd u m .
Başımı kaldırıp ona b a k a ra k alçak sesle, "Seni seviyo­
rum, biliyorsun," d edim . "N e olursa olsun. Gerçekten se­
viyorum."
Duraksadı; sanki d oğru kelim eleri bulm aya çalışıyor­
muş gibi ağzı açılıp kapan d ı. Beni sevdiğini söylem ek yeri-
ne Sadece, "B iliy o ru m ," d iye fısıldadı.

167
10. BÖLÜM

Uykusuzluk tu h a f b ir ş e y .

Yorgunluk ö y le b ir n o k ta y a u l a ş ı y o r k i a r tık kendini


yorgun h i s s e t m e z o l u y o r s u n . U y u ş u k l u k y o k o lu y o r . T a­

mamen u y a n ık o lu y o r s u n . T e tik te . Y o r g u n lu ğ u n neden


olduğu b u la n ık lık o r t a d a n k a l k ı y o r v e y e r i n i ş a ş ır tıc ı bir
uyanıklığa b ı r a k ı y o r .
Buna ö lü m i y i l i ğ i d e r l e r .

Ö lü m â n ı n d a g e n e l l i k l e y a ş a n a n ş e y d e b u . . . y a n i d o ğ a l

| ölüm de. D a h a f a z l a n e f e s a l a m a y a c a k l a r ı m d ü ş ü n d ü k le r i

bir n o k t a y a g e l d i k l e r i n d e i ç l e r i n d e b i r ş e y u y a m r v e o s o n

an b a ş l a n g ı ç m ı ş g i b i h i s s e d i l i r .

H ayat u m u t s u z l a r ı n çoğu n u hem en a r d ı n d a n e l le r i n ­

den ç e k ip a l a c a ğ ı b i r p a r ç a u m u t l a k a n d ı r m a y a ç a l ış ır .

169
Bunun gerçekleştiğine hiç tanık olm adım ; hiç doğal bir
biçim de ölen birinin yanında bulunm adım ama bu taktiği
kullandım . İşi tem iz ve çabuk bitirm eye çalıştım. Bir de-
neyim değil, bir infaz olm ası için çaba harcadım. Yine de
bazen süre biraz daha uzuyordu. Bir um utla, sadece ufacık
bir um utla başarabileceklerini düşündüklerinde içlerinde
kabarıp bedenlerinde açığa çıkan, gözlerini ışıldatan rahat­
lam ayı izlem ek büyüleyiciydi.
Belki yaşayacaklardı.
Belki kurtulacaklardı.
Asla yapam adılar.
O nlarla bu b içim de alay etm em yanlış mı, yoksa bana
teşekkür etm eleri gereken bir şey m i diye merak ediyorum.
N asıl hissetm iş oldu klarını sad ece hayal edebiliyorum.
Rahatlam ayı, m innettarlığı ve hayata duydukları saygıyı
Acaba kaç tanesi o saniyelerde Tanrı'yı buldu? Vücutların­
da depolanm ış olan adrenalin, dop am in ve hoş duygular
uyandıran benzer her tür şey, dam arlarında akan kanla
birlikte yoğun bir sel olarak açığa çıkarken kaç tanesi sıra­
dan yaşam larında ilk kez Tanrı'yı hissetti?
Bam!
En düşük fiyata en yü ksek kalite. Belki de bunun bir
hediye; yaşam boyu karşılarına bir kez çıkabilecek, kaçın
m ayacak bir fırsat olduğunu düşünüyorlardı... Ya da zaü111
bir tuzaktan başka bir şey değildi.
Emin değilim .
Hangisini tercih ederdim bilm iyorum .
Gece yatağım a uzandığım zam an yorgunluk sim
ötesine geçm iş ve ölüm iyiliği denen duyguya kapüm'S
halde karanlıkta gözlerim i tavana dikip d ü şü n d ü ğü m ^
lerdi bunlar. Kaç gün olm uştu? İki m i? En son kırk s
saat önce gözlerimi kapatıp uykuya dalm ıştım .

170
Ancak öldüğüm zaman uyuyacağım. Bu, babamın söyledi­
ği bir şeydi. Annem çok çalıştığı konusunda onu her azar­
ladığında bunu söylerdi. O da hiç uyumaz, her gün ölüm­
süz ölüm iyiliğini yaşardı.
Hayat kısadır; hatta bazılarım ız için göz açıp kapayana
kadar sona erer.
0 zaman neden yarısını gözlerim iz kapalı harcayalım?
Ancak öldüğüm zam an uyuyacağım.
Belki de çoktan öldüm ...
İç çekerek bakışlarım ı tavandan ayırdım ve başımı
çevirip yatağın diğer tarafına baktım. Karissa yüzüstü
uzanmış, yüzü bana dönük, bacağı bacağınım üzerinde
bir halde derin uykudaydı. Yüzü bana o kadar yakındı ki
burnunun üzerine serpiştirilm iş, son zamanlarda güneş
yüzünden daha da belirginleşm iş olan çillerini karanlıkta
bile görebiliyordum. H uzurlu görünüyordu. Acaba rüya
görüyor muydu?
Ölümü ne sıklıkla düşünüyordu acaba?
Acıdan dişlerimi sıkıp onu rahatsız etmemeye çalışarak
yaralı olmayan tarafım a doğru döndüm. Uzanıp bir tutam
saçı yüzünden çekerek kulağının arkasma soktum. Ardın­
dan elimi kızarmış yanağm da gezdirdim .
Ben onun ölüm ünü h er gün düşünüyordum.
Eğilip alnına bir öpü cü k kondurdum ve çok kısa bir
süre daha oyalanıp yataktan çıktım . Karanlıkta sessizce gi­
yindim ve bir kez daha ona bakm adan yatak odasından
flkhm. Alt kata indim . M utfağa gidip bir şişe su aldım ve
8°zümü tezgâhın üzerinde duran ilaç kutularına diktim.
İlaçları hâlâ k u llan m am ışt ım .
Evden çıktım ; kapıyı kilitleyip kilitlem ediğim i kontrol
eWm ve dış kapının ışığı altın d a saatim e baktım.
Sabahın beşiydi.

171
Nereye gideceğimi, ne yapacağım ı bilmiyordum ama
Karissa'nın yanında öylece tavana bakarak yatamaz ve
ölümü daha fazla düşünem ezdim . Karanlığın beni yutma­
sına, sessizliğin sanp sarm alam asına izin vererek bir süre
arabayla dolaştım. Güneş doğarken nasıl olduysa kendimi
Hell's Kitchen'da buldum.
Gökyüzü belli belirsiz güneş ışığıyla hafifçe aydınlan­
mıştı; hava bu saatte bile sıcaktı... Boğucu bir gün olacaktı.
Son yirmi dört saat içinde ikinci kez tanıdık hazır ye­
mek dükkânının yakınma park ettim. Kapıları kilitledik­
ten sonra mekâna doğru yürüm eye başladım. İçerisi boştu;
sandalyeler masalarının üzerine ters çevrilmişti ama çift
kanatlı kapının ardından sızan hafif bir ışık vardı.
İçeride olduğunu biliyordum.
Bu saatte hep burada olurdu.
Kapı kilitliydi; ittiğimde kım ıldam adı bile. Bazen sırf
benim yüzümden arkasına çubuklar koyup koymadı­
ğım merak ediyordum. Ben henüz küçük bir çocukken

Vitale'nin Yeri tabelasının görünür bir biçimde asılı, pen­


cerelerin parmaklıksız, açık ve davetkâr olduğu, buranın
ilk açıldığı günleri hatırladım.
O zamanlar kapı herkese açıktı.
Babamın beni oradan kovup bir daha geri d ö n m em em i
bu kapının benim gibi insanlara açık olmadığını s ö y le d iğ i
gün henüz on sekiz yaşındaydım.
Parmaklıklar bir hafta sonra takıldı.
O günden beri uzak duruyordum.
Köşeyi döndüm ve binaların arkasında uzanan dar sm
kakta ilerledim. Grafiti kaplı duvarlar boyunca çöp kuw
lan diziliydi. Çöp ve çiş kokusundan burnumun direği kı
rıldı. Dükkânın arka kapısı içeriden aydınlatılmıştı. Ney8*1
ki bu kapı önüne konan bir tuğla sayesinde hafif aralıktı
Babam, içeride, uzun metal bir tezgâhın önünde arka81

172
kapıya dönük bir vaziyette ayakta durmuş sebze doğru-
yordu. İçeri girdiğimi duyunca omuzlarım dikleştirerek
durdu ama arkasını dönmedi.
Beş... On... On beş saniye boyunca öylece dikildim. Son­
ra babam elindeki işe geri döndü.
Yüzüme bakmadan "B ir günde iki kez, Ignazio," dedi.
Büyük bir ustalıkla sebzeleri doğrarken kesme tahtasına
çarpan bıçağın sesi yükselm işti. Bunun nasıl yapılacağım,
sanki vücudumun bir parçasıym ış gibi nasıl bıçak kullana­
cağımı ondan öğrenmiştim.
Sadece ben farklı biçim de kullamyordum.
Ellerimi cebime sokup kapının yamndaki duvara yas­
lanarak "Neredeyse sabah oldu," dedim. "Yeni bir gün."
Bir demet marulu doğramayı bitirip İkincisine geçti.
"Teknik olarak son ziyaretinden beri on iki saat geçti. Bu
da yarım gün demek."
"Hmm. Haklısın. Ne diyebilirim? Her zaman o kadar
misafirperversin ki fazla uzak kalamıyorum."
Ben öylece dururken hiçbir şey söylemeden işine devam
etti ve ikinci marul demetim de kolayca doğradı. Nihayet
bıçağı bırakıp bana doğru döndü. Ellerim eski ve lekeli be­
yaz önlüğüne sildikten sonra avuçlarıyla yüzünü sıvazla­
yıp kızgın bir ifadeyle iç çekti.
Metal tezgâha yaslandığı sırada beni karşılayan yorgun
gözleri sorgulayıcı ve yargılayıcıydı.
Giuseppe Vitale benim tanıdığım en korkusuz adamdı.
Şimdiye dek onun kimseden korktuğuna şahit olmamış-
b' Ne polisten, ne ondan para sızdırmaya çalışan kurnaz
liflerden, ne de benden. Yüksek standartlara ve düşük
l°leransa sahipti ve ben hiçbir zaman onun beklentilerine
uygun biri olmadım. Konuşmaya başladığım andan itiba-
*n adamı hayal kırıklığına uğrattım ve o, eleştirileriyle
to her gün daha çok kendinden uzaklaştırdı.

173
Asla anlamayacaktık. Ray için çalışmaya başladığa
gün beni silmişti ve Ray, benim için Giuseppe'nin asla ol
mayacağı biçimde bir baba gibi olmuştu. Ama gerçek de­
ğişmezdi; bana hayat veren karşımda duran adamdı.
Bunun için ona minnettardım.
Ve saygı duyuyordum.
Bu karşılıklı olmasa da.
Kalın kollarım geniş göğsünde birleştirerek "O kimdi?"
diye sordu.
"Kim?"
"Buraya getirdiğin kız."
Meraklı gözlerle ona baktım. "Sana tanıdık gelmedi
mi?"
"Geldi," diye karşılık verdi. "O yüzden soruyorum.

Öyle bir yüzü var ki asla unutulmayacak türden. Her gün


okuldan sonra dükkândan içeri girer, annenin kurabiyele­

rinden arardı. Ne tatlı bir yüz... Senin yüzünden uzun sü­


redir böylesi bir güzellikten mahrum kaldım."
Elbette beni suçluyordu.
Her şeyi ben başlatmış ve sonunda yıkılacak dominolan
ben yerleştirmiştim.
O gün Ray'in dükkânında hırsızlık yapmasaydım t>ana
o işi teklif etmeyecek; Johnny ve Carmela'yla yollan^
muhtemelen kesişmeyecekti. Maria ile on altı yaşın a ^
basının evine ilk girdiğimde karşılaşmıştım ve gen
rayla benim aracılığım ile tanışmıştı.
Her şeyin merkezi bendim ve babam bunu biliy°r
Karakterim bozuktu. ^
Babam her zaman başka biriyle birlikte olmak İÇ111
zayıf olduğuma inandı. ^
Kanmın cenazesinde yanıma gelmiş, ellerimi sırr^
tutmuş, ifadesiz gözlerle gözlerimin içine bakmış ve
tan gemiyi ilk olarak fareler terk eder, Ignazio," demi?

174
İlk başta bunun şefkat göstergesi olduğunu düşünmüş­
tüm. Arkadaşımdan kazık yediğim için bana acıdığını san­
mıştım. Dönüştüğüm insana bir gönderme olduğunu anla­
mam uzun sürmedi.
Batan gemi bendim.
Kaçıp hayatını kurtardığı için Johnny'yi suçlamıyordu.
Gemiden atladıkları için onları suçlamıyordu.
Battığım için beni suçluyordu.
"Onların kızı/' dedim. "Johnny ve Carmela'nın."
"Senin kim olduğunu biliyor mu?"
"E v e t."
"0 zaman neden yanında?"
Bu lanet olası derecede iyi bir soruydu. Nasıl cevap ve­
receğimi bilmiyordum. Benimle olma nedenini açıklayacak
onlarca sebep sayabilirdim ama bunlarm hiçbiri yeterli ol­
mazdı. Sonuçta benimleydi, çünkü öyle olmak zorunday­
dı. Bununla kıyaslandığında geri kalanın bir anlamı yoktu.
Uzun süre önce gidebilseydi giderdi ve bence fırsat bul­
duğu anda hâlâ gitme ihtimali vardı.
Sessizliğim karşısında başını iki yana sallayarak ar­
kasını döndü ve bıçağı tekrar eline alıp işine devam etti.
Keşke şaşırdığımı, bu kızı da kendi pisliğine bulaştırmış
olmana hayret ettiğimi söyleyebilseydim ama şaşırmadım.
Annen... Her şeye rağmen annen yıkılırdı. Hayal kınklığı-
na uğrardı. Tiksinirdi. İstersen kendini mahvet. Umurum-
dadeğil. Seni umursamayı çoktan bıraktım. Kendine adam
^yen ama bir haydut gibi yaşayan o aşağılık heriflerden
kiri olmak istiyorsan ol. Ama bunu benden ve annenden
“Zakta yap. Ve özellikle de masum, küçük kızlardan uzak
dur."
®ana bakmıyor olmasına sevinmiştim, çünkü seçtiği ke-
e er yüzümü buruşturmama neden olmuştu. "O, küçük
r hz d eğ il."

175
"Öyle mi? Kaç yaşında?"
"On dokuz."
Bir kahkaha attı. Kahkaha attı. "O yaştayken seni hatır­
lıyorum da... Sokaklarda dolanıyor, kendini erkek sanı­
yordun... Kocaman bir erkek... Oysa erkek falan değildin.
Elinde silah olan, kin dolu, her şeyi bildiğini sanan küçük
bir çocuktun. Ama inan hiçbir şeyden haberin yoktu. Hâlâ
da yok. Asla büyümedin. Kendine bir bak. Şu haline bak!''
Bana bakmıyordu ama bakıyor olsaydı ne göreceğini hayal
edebiliyordum. Yaralı tarafıma bastırmış bir halde durur­
ken beni ayakta tutan şeyin duvar olduğunu görecekti. Ya­
ram zonkluyordu. "Yine vurulduğunu duydum. Komşula­
rımızdan biri duyup annene söylemiş. Kalp krizi geçirecek
sandım."
"Önemli bir şey değil," dedim. "İyiyim ."
Son hafta içinde bunu yüzlerce kez söylemişim gibi his­
sediyordum.
"Azrail gibi görünüyorsun," dedi. "Kendini yine dibe
çekiyorsun. Batıyorsun ve dikkatli olmazsan o kızı da ba­
tıracaksın. Ve bu, seni kesinlikle erkek yapmaz, Ignazio.'
Daha önce söylediklerinden farklı bir şey s ö y l e m i y o r d u
ama onu o kadar erken bir saatte yakalamıştım ki henüz
acımasızlaşamamıştı. Ses tonunda şu an tek d u y d u ğ u n 1
yorgunluk ve biraz endişeydi.
Karissa için duyduğu endişe.
Benden kesinlikle bıkmıştı.
"Nutuk dinlemeye gelmediğimi biliyorsun."
"Aslında buraya hiç gelmemeliydin," dedi. "İstenme 1
ğini söylemiştim sana. Şu an haneye tecavüz ediyorsun-
"Polisi mi arayacaksın? Oğlunu tutuklatmak için?
Duygusuz bir ifadeyle, "Benim oğlum öldü," dedi- ^ ^
nüz bir çocukken sokaklarda öldü. Şu an neden geldıg1
neden burada olduğunu bilmiyorum."

176
"Evet," diye m ırıldandım. "Ben de bilmiyorum."
A rkasın ı dönüp bıçağı bana doğrulttuğunda tam da ora­
dan ayrılmayı düşünüyordum. Bu hareketinde tehditkâr
bir şey yoktu. Sadece değinm ek istediği bir konu vardı ve
dikkatimi çekmeye çalışıyordu. "O kızı önemsiyor mu­
sun?"
"Evet."
"Son kez birini önem sediğinde neler olduğunu unut­
ma."
Tekrar bana arkasını döndü. Söyleyeceği her şeyi söyle­
miş olduğunun farkmdaydım. Eğer şimdi bu kapıdan çı­
kıp gitmezsem polis çağıracaktı. Bunu yapacaktı.
Ve durumun bu kadar ileri gitmesine izin veremezdim.
Anneme bunu yapamazdım.
Babam benden uzun süre önce vazgeçmişti.
Annem ise tamamen ümitsiz olmadığımı gösteren, belli
belirsiz tek umudumdu.

Enfeksiyon kapmış."
kolumu gözlerimin üzerinden kaldırdım ve tepemde
dikilen adama baktım. Dr. Carter'a. Evimde birilerinin ol­
asından hoşlanmazdım. Evime kimseyi davet etmezdim.
Ama işte bu adam bir kez daha çalışma odamda dikiliyor­
du.
Gömleğimi çıkarmış kanepede yatıyordum. Bakışlanmı
adamdan ayırıp yarama çevirdim. Yan tarafım ateş gibiydi,
^ a d a n iltih ap sızıyordu. Zonkluyor, her yanım alev alev
^yor, en ufak bir dokunuş acı veriyordu.
j^eksiyon kapmış. H ayda!
Pusunu bile alabiliyordum.

177
G özlerim i tekrar doktora çevirdim am a bir şey söyle
m edim . O, bir ödün; verm ek zoru nd a kaldığım bir tavizdi
Karissa h astaneye geri d önm em gerektiği konusunda ısrar
etm işti am a ben iyi oldu ğum u söylem iştim . Bu yüzden Ka­
rissa da onu çağırm ıştı.
O nu yanım dan sep etlem em e çok az kalmıştı.
Carter, elinde ilaç çantasıyla yaram ı inceledikten sonra
boğazım tem izledi. "D o k to ru n verdiği ilaçları aldın mı?"
Kapı boşluğundan "H a y ır," diye bir ses geldi. "Almadı."
Karissa.
İç çekerek kolum la gö zlerim i tekrar kapattım. Bununla
uğraşacak durum da değildim .
Carter, beni sorgulam anın işe yaram ayacağım bilecek
kadar benim le m uhatap olm uştu , bu yü zden başka bir şey
sorm aya kalkışm adı. L ateks eld iv en leri takıp tenimi yok- j
lam aya başladığında gözlerim i açm ad an çenemi sıktım. !
Yarayı açıp sterilize etti ve sonra tem iz bir sargı beziyle ka­
pattı.
Kanepenin karşısınd aki sehpaya tünercesine oturduğu­
nu hissettim .
"Anlaşıldı, V itale," dedi. "E ğ er b u acıyı çekmek istiyor­
san devam et. A cının seni öldü rm eyeceğini ikimiz de bili
yoruz. Am a enfeksiyon farklı. D ikkatli olm azsan öldürür
Antibiyotiğini al, yarayı tem iz tut ve Tann aşkına ayaga
kalkm a."
Konuşm am ızı dinlem ekte olan Karissa, "Ne a
süre?" diye sordu. "N e kad ar süre yataktan çıkmaması g
rekiyor?" .
Bu m eseleyi bu kadar büyüttüğü için ona söyle
istiyordum am a gerçek şuydu ki istesem de şu an ay ^
kalkıp dolanam azdım . K endim i çok fazla zorlamiŞtl11’
henüz tam olarak iyileşem eden dibe vurmuştum- ^
Carter, "İyileşene kad ar," dedi. "D inlenm esi ve uyu
sı gerek."

178
"Ancak ö ld ü ğ ü m d e u y u y a c a ğ ım ," diye m ırıldandım .
"Evet, öyle. Bu hızla gidersen fazla uzun sürmeyecek."
Adam odadan çıktı. Sokak kapısına doğru ilerken çı­
kardığı ayak seslerini dinledim. Karissa da onu uğurlamak
için arkasından gitti. Oturm a odasında konuştuklarını du­
yabiliyordum. Ne olduğunu çıkaramadığım fısıltı halinde
kelimelerdi bunlar. Ardından sokak kapısı açıldı ve ka­
pandı. Carter gider gitm ez kaslarımdaki gerginlik gevşedi.
Kilitlerin takırtılarını duydum . Karissa kapıyı kilitliyordu.
Ayak seslerini duym adım .
Hem de hiç. Çok sessizdi.
Kanepe sallanana kadar orada olduğunu fark etmedim.
Kenara oturduğunda irkildim . Kolumu kaldırıp ona baktı­
ğımda turuncu ilaç kutusunu tutmuş yüzüme doğru sallı­
yordu.
"Antibiyotik," dedi. "Adam ı duydun."
Kelimeler dilim in ucuna kadar geldi.
Ben kimseden emir almam.
Neredeyse ağzım dan kaçıyordu ama son anda yutup
doğrulmak için kendim i zorladım . Tek elimle yaranın üze­
rindeki sargı bezine bastırıp yüzümü buruşturarak diğer
elimle ilaç kutusunu ondan aldım. Etikete bakıp kullanma
talimatını okudum.
^di gün boyunca günde dört tane.
Tek kelime etmeden kutuyu açıp bir hap çıkarttım ve
ağzıma atıp kuru kuru yuttum. Kutuyu önümdeki sehpaya
Irlattıktan sonra sırt üstü uzanarak gözlerimi kapattım.
'Tok kama alman gerekiyor."
'Aç değilim."
En azında su getirm em e izin ver."
Ben iyiyim, Karissa," dedim. "Zımba gibiyim.
Hayal görüyorsun."
Sanınm yakışıklısın dem ek istedin."

179
Dudak büktü. "Bugün değil. Berbat görünüyorsun."
Bunu söyleyince kolumu çektim. Bakışlarım onun ba­
kışlarıyla buluştuğu an gözlerini yuvarlayarak arkasını
döndü. "Her neyse. Hâlâ yakışıklı sayılırsın, Azrail seni
becermiş gibi görünüyor olsan bile."
Bu kelimeler bir kahkaha atmama neden oldu. Canım
çok acıdı ama dudaklarında hafifçe beliren gülümsemeyi
görünce buna değdiğini düşündüm. Ona uzatıp parmak
uçlarımla yanağına dokundum, ardından dudaklarını ok­
şadım. "Son günlerde fazla cesur konuşmaya başladın."
Elimi çekerken "Bunun nedeni beni çilden çıkarman,"
dedi. "Çok inatçısın. Hayatında kimseye ihtiyacın olmadı­
ğım biliyorum ama ben buradayım. Yani sana..."
Ses tonu düştüğünde "Yardım edebilirsin," dedim.
"Evet."
Bunu kısa bir süre düşündüm, ardından kaderine bo­
yun eğmiş bir ifadeyle iç çektim. Zayıf görünmek benim
kurallanma aykırıydı. Bu duvarların dışında zafiyet gös­
termek çok tehlikeliydi ama sadece ikimizken, evin için­
deyken belki de bunun bir zararı olmazdı.
"Tamam," dedim. "Bana yardım mı etmek istiyorsun?
"Evet."
"Bu evden içeri kimsenin adım atmasına izin verme.
Hafifçe gülümsedi. "Bunu yapabilirim."
Bir hafta.
Bu kez kendime bir hafta verdim. Dinlenmek ve sağlığ1'
ma kavuşmak için tam yedi gün. Antibiyotiğimi tam zama­
nında aldım ve Karissa'yı rahat bıraktım. Yedinci gün artık
eskisi gibi hissetmeye başlamıştım; gücüm yerine geliy°r'
du, enfeksiyon geçmişti. Hareket ettiği zaman yara hâb
hafif acıyordu ama gitgide iyileşiyordu. Kısa süre sonra
belli belirsiz görünür oldu.

180
Ama şu an h â lâ h a t ır l ı y o r u m
Henüz u n u tm a d ım .
0 yarayı n asıl a ld ığ ım ı a s la u n u tm a y a c a ğ ım .
Ne yapmam gerektiğini unutmayacağım.
11. BÖLÜM

İÜ-izlenim için tek şansm vardır.


Ben çocukken babam sürekli bunu vurgulardı. Dik dur.
Kambur durma. Başını dik tut. Kaşlarını çatma. İnsanlar
bir saniyeden kısa sürede hakkında karar verirler. Tek bir
bakışla. Göz açıp kapayana kadar.
Büyürken hiç aklım dan çıkmayan bir şeydi bu. İnsan*
larbeni nasıl görmelerini istiyorsam öyle görürler. Ama ilk
izlenim yaratmak kadar önemli olan bir şey daha var;ben­
ce son izlenim çok daha önemli. İnsanlar sizinle ilgili ilk
^ düşündüklerini hatırlamayabilirler. Duygular değişir.
İnsanlar fikir değiştirir. Am a son ardan asla unutmazlar,
sonsuza kadar kalır.
Son kelimeler.
Al Capone ölüm döşeğindeyken Jim m y Clark'uı haya '
letine onu rahat bırakm ası için yalvardığı söylenir. Capo. i
ne, geçmişi tarafından lanetlenm iş, yıllar önce bir garajda
katledilmesini emrettiği adam ın anılarının işkence ettiği
sorunlu bir adamdı.
Acaba ben de böyle mi olacaktım ?
Acaba bir gün her şey yakam a yapışacak mıydı?
Sonunda beni yaralayan bir şey yüzünden özenle kont­
rolüm altında tuttuğum dünyam param parça olacak mıydı?
Umanm Capone'nin adam larından on dört kurşun ye­
miş halde hastanede yatan Frank G usenberg gibi olurdum.
Polis memuru, "Seni kim vu rd u ?" diye sormuş.
"Kimse vurmadı," dedikten sonra son nefesini vermiş.
Bunu çok düşünüyordum.
Kelimelerimi dikkatle seçiyordum .
İnanarak söylemediğin şeyleri söyleme.
Ağzından çıkan son kelim elerin ne olacağım asla bile­
mezsin.
Queens'in köhne bir m ahallesinin en diplerinde olan
eski mezbaha terkedilmişti. Ray, buraya dalga geçer bir
edayla Beş Numaralı Katliam Evi derdi. Burası, savaştaki
bir askerden daha çok ölüm görmüştü. Dış yapısı hâlâ sağ­
lam, tuğlalannın hepsi yerinde olsa da içi tam bir viraneydi'
İşe geri dönmüştüm.
Adamın biri, kalasa tutturulmuş bir et kancasına bilek­
lerinden zincirlerle asılmıştı. Yere o kadar yakın sallanıp
duruyordu ki ayakkabıları beton zem ine sürtüyordu. Fena
hırpalanmıştı; her yanı kanıyordu. Berbat bir haldeydi ve
salya sümük içindeydi. Adını bilm iyordum . Buraya gelme'
yi hak edecek ne yaptığını bile bilmiyordum. Ama bu^
daydı ve onunla işimiz bittiğinde dışarı çıkacağı tek bir y°
vardı.
Bir ceset torbasında.

184
"Son bir sözün var m ı?" diye sordum .
Adam sanki u yuşturu cu alm ış gibi yavaş yavaş gözle­
rini kırpıştırdı. O ysa kanınd a o tür hiçbir şey olmadığını
biliyordum. Yoktu, sad ece ruhunu teslim etmek üzereydi.
Kim bilir ne kadar süred ir oradaydı. Bu sabah Ray beni
aramış ve adamın acısına son verm em i istemişti.
Ve işte adam karşım daydı.
Bana sanki karşısınd aki A zrail'm iş gibi bakıyordu. Sa­
nırımbir bakıma öyleydim .
Günahlarının b ed eli olarak hayatım alacaktım.
Eldivenli elim i cebim e soktum ve önceden doldurul­
muş, kesinlikle benim adım a kayıtlı olm ayan 22 kalibrelik
ucuz bir tabanca çıkarttım . N ew York eyaletinin kayıtları­
na bakarsanız hiç silahım olm adığını görürsünüz.
Tabancayı ona doğrultup b ir şeyler söylemesi için ona
zaman tanıdım.
Sessizliği sağır ediciydi.
"Son şansın," dedim ona. "İy i ku llan ."
Yere kanla karışık b ir tü kürük fırlattı ve ardmdan "Sik­
tir git!" diye m ırıldandı.
Biraz klişe olsa da h ayran lık uyandıran türden bir son
kelime. Bu kelime bana ilk kez söylenm iyordu. Nişan al­
dım ve tetiği çektim. Silah büyük bir yankılanmayla pat­
ladı ve kurşun kafatasm a saplanarak onu anında öldür­
dü. Vücudu aldığı kurşun darbesinin etkisiyle sallanırken
ayakları pis zemine sürtünüyordu.
Tabancayı fırlattım ve orada bırakıp dışarı çıktım. Bu ta­
bancayla beni bulam azlardı. O rada olduğum u bile kimse
öğrenemeyecekti.
Bunu daha önce de söylemiştim.
Tekrar söylüyorum .
Ben iyi bir adam d eğilim .
Asla olmayacağım.

185
Brooklvn'e geri dönm eden önce adrenalini damarla
nm dan atmak için arabayla bir süre dolandım. Hâlâ ç0ı<
erkendi, bu yüzden K arissa'yı duş alm ış ve giyinmiş bir
halde evin içinde dolaşırken bulunca şaşırdım.
Üzerinde kısa bir kot şort vardı; boyundan bağladığı
parlak pembe bikini üstünün üzerine beyaz atletlerimden
birini giymişti. Saçları gevşek bir biçim de atkuyruğu yapıl-
mıştı. Yüzünde hiç m akyaj yoktu. Buzdolabınm yarunda
durmuş küçük, portatif bir buz çantasına su şişeleri yerleş­
tiriyordu.
"B ir yere mi gidiyorsun?" diye sordum .
Yüzünde kocam an bir gülüm sem eyle bana döndü.
"Şey... Evet... Bugün aym dördü."
"D ördü m ü?"
"Evet. Yani... 4 Temmuz. H aydi, özgürlük çanlan çal­
sın."
Ah. Buna dikkat etm em iştim . Genelde dikkat etmezdim
zaten. Benim için tatillerin diğer günlerden farkı yoktu. Bir
unvan ya da ulusal bir bildirge onlara bir anlam katmazdı.
Ama Karissa heyecanlı görünüyordu. "H a."
Tepkimi görünce yüzü asıldı. "Sorun olmaz, değil mi?
Yani artık iyisin. Bana ihtiyacın olm ayacağını düşündüm
Hele bu sabah dışarı çıkınca. M elody aradı, ben de..."
Bir şeyler geveliyordu.
Gergindi.
Şehrin bir yerlerinde büyük bir kalabalığın içine kanşıp
sonsuza dek ortadan kaybolm a ihtim ali düşünüldüğün^
ne hissettiğimden tam anlamıyla em in olmasam da "Son>n
değil," dedim. Son birkaç haftadır birden fazla kez san^
biri onu izliyormuş gibi hissettiğinden söz etmişti. Onu g0-
zetleyen kişinin adım atmaya karar vermesi an mesele51?
di. "Sadece... dikkatli ol."
Bir süre dikkatle bana baktı. "O lurum ."

186
"T am am . Tek başına olduğunda başına bela açmaya faz­
la sıy s a eğilimlisin."
Tam anlamıyla şaka yapm ıyordum , yine de hoşuna git-
nûşbir ifadeyle gülüm sedi. "N e yapayım? Bu bir yetenek."
Başımı sallayarak bir süre ona baktım. Ardmdan yaptığı
işin bitirmesine fırsat verm ek için arkamı döndüm.
"Naz?" diye seslendi. "Sen de gelm ek ister misin?"
Bu davet beni şaşırtm ıştı. "B en almayayım."
Kapıya doğru yürürken tekrar sesini duydum. "Bugün
beni takip edecek m isin?"
Bu som karşısında olduğum yerde kalakaldım. Sanki
cevabı gerçekten m erak ediyorm uş gibi görünse de aslında
sakin bir tonla ona göz kulak olm amı söylüyordu. Bunu
yapmamın üzerinden uzun bir süre geçmişti... Benden kaç­
tığı o günden beri onu takip etmemiştim... Ama bu düşün­
cenin aklımdan geçtiğini inkâr edemem.
Tereddütlü bir biçim de ona döndüm. "Takip edersem
ne olur?"
Buzdolabından aldığı buzları küçük buz çantasına dol­
dururken omuz silkerek, "O zam an sen de gelmiş olursun,"
dedi. "Uzaktan beni gözlüyor olm an biraz tüyler ürpertici.
Bunu bana güvenmiyorsun olarak alıyorum. Sinsice izlen­
mek sadece Edward Cullen yaptığm da güzel."
Edward Cullen... Kim olduğunu çıkaramamıştım. "Ed­
ward Cullen mı?"
'Evet. Şu vampiri bilm iyor m usun? Alacakaranlık’taki. "
damamı bekleyen gözlerle bana baktı ama anında umur­
samaz bir edayla konuşm aya devam etti. "Önemli değil.
bUnu 0 da yaptığında tüyler ürpertici. Mesele şu ki eğer
3113 göz kulak olmak, iyi olduğum dan emin olmak isti­
yorsan tek yapman gereken benim le gelmek."
nu Urum hakkında bu kadar sıradan bir şeymiş gibi ko-
b j ^ sı ^ana tuhaf geldi ama söylediği bir şey bam telime
Mesele sana güvenm em em değil."

187
"Yani g ü v en iy o r m u su n ? " d iy e so rd u . "B an a güveniy0r
m u su n ?"
"H a y ır."
C evabım karşısın d a b ir k a h k a h a attı.
"Am a sebep bu d e ğ il," d ed im . "G ü v e n d e olduğunu bil­
m ek için seni takip e d iy o ru m ."
"K en d i g ü v en liğ im i sa ğ la m a b e c e risin e fazlasıyla sahi­
b im ."
"G erçek ten b ö y le m i d ü şü n ü y o rsu n , K a rissa ?"
"E v e t."
"O zam an yan lış d ü şü n ü y o rsu n ," d ed im . "Sen gözü­
nün ön ü n d ek i teh lik ey i b ile g ö re m iy o rsu n , aşkım ."
G erçek tehlike silah g e re k tirm e z . V a h şet ve öfke içinde
sana sald ırm az. İn s a n la r te h lik e y i g ö rd ü k lerin d e umur­
sam az ve d u y g u la rıy la h a re k e t e d e rle r, b u yüzden bütün
kabloları açıkta o lan b ir sa a tli b o m b a y ı patlatm ak saklı
gizli olana n isp eten ço k d ah a k o la y d ır. E n büy ü k tehlike­
lerin yü zlerin d e g ü lü m sem e, d u d a k la rın d a tatlı kelimeler
vardır. N e teh d it ed erler n e d e b a sk ı y a p a rla r... Tatlılıkla
kan d ırırlar. İn an m a n ız ı iste d ik le ri h e r şey e inanmanızı
sağlay acak g ü ce sa h ip le rd ir v e b u n u c a z ib e le ri yoluyla et­
kileyerek yaparlar.
Ve K arissa b u n u n fa rk ın d a b ile o lm u y o rd u .
Bunu b iliy o rd u m , çü n k ü a yn ı şey i y a p m ıştım ve bana
â şık olm ası çok k o lay o lm u ştu .
K olların ı g ö ğ sü n d e k a v u ştu rd u . A z ö n ce söylediği111
şey için sav u n m a y a g eçm işti. B ir sü re g ö z lerin i dikip bana
baktı. A rd ın d an b u ta rtışm a y ı d a h a fa z la uzatm am aya ka
rar v erm iş b ir ifa d ey le b a şın ı iki y a n a sa lla d ı. "H er ney^-
Sad ece m ad em o ra la rd a o la ca k sın , b e n im le gelsen daha ıy1
o lu r d iye d ü şü n d ü m ."
"S e n in p lan la rın ı b o z m a y a y ım ."
"B e n dav et ettiy sem b o z u y o r o lm a z sın ."
"Beni neden davet ettin ?"
"Çünkü gelm eni istiyo ru m ."
Tek kaşımı kaldırdım . "G elm em i mi istiyorsun?"
"Elbette." O m uz silkti. "Aksi takdirde yine biri beni
gözlüyor diye dü şünerek bütün günü paranoyak bir halde
geçireceğim."
"Planınız ne?"
"Köprünün yanınd aki parka gidip havai fişekleri bek­
lerken mangal yapacağız, birlikte vakit geçireceğiz ve
’ yüzeceğiz. M elody erk ek arkadaşıyla gelecek. Birkaç kişi
daha olacak... M elo d y 'n in arkadaşları. Başkalarının... ko­
nuşacak başka birilerin in olm ası güzel. Ayrıca kim bilir?
Belki de eğlenirsin."
Hiç mümkün değil, diye düşündüm ama bunu söyle-
j medim. Bıraktım isted iğin e inansın. Onu reddedecek, tek-
| lifini geri çevirecektim am a söyledikleri beni rahatsız et­
miş, ağzımdan ret cevab ın ın çıkm asm ı neredeyse imkânsız
kılmıştı.
"Peki," dedim. "T a m a m ."
Yüzünden anlık b ir şa şk ın lık ifadesi geçti, ardından ye­
rini gülümsemeye bıraktı. "Ç o k hevesli görünüyorsun."
"Mangal yapm ak ve b irileriy le birlikte vakit geçirmek
bana göre değil," d iy erek itira f ettim . "E ve servisi ve yal­
a ğ ı tercih ed erim ."
Eve vardığımda y ap tığ ı işe geri dönüp buzlann üzeri-
■ nebirkaç şişe soda koy arken , "B u n u fark ettim ," dedi. "Ya
ynzme? Yüzme kon u su nd a b ir şey söylem edin."
Yüzemem de on d an ."
^ Hızla bana doğru d ö n erk en elin d ek i soda şişesini nere­
mse düşürüyordu. Bu kez şaşkın lığını gizlem eye uğraş-
adı. Dalga geçiyo rsu n ."
"Dalga geçiyor gibi m i gö rü n ü y o ru m ?"
*5®» iki yana sallarken d ik k atle yüzüm ü inceliyordu.

1QO
"Bu, kalası bana verm ene yepyeni b ir anlam katıyor."
Kapı pervazına gelişigü zel yaslan arak "P ek sayılmaz"
dedim. "H er iki biçim de de son un da boğulacağım . Yüze-
bilsem de yüzem esem d e."
"Evet, am a yüzebilsen en azınd an kurtulm a umudun
olacak."
"U m u dunun olm am ası b azen daha iyid ir."
Dudak büktü. "Saçm a. Eğer suya gireceksem en azın­
dan bir şansım olduğunu b ilm ek iste rim ."
"B oş bir um ut olsa bile m i?"
"K esinlikle." A ğzın a kad ar d o ld u rd u ktan sonra buz
çantasının kapağını yerleştirdi ve kapattı. "E n baştan pes
etm ektense m ücadele etm ek için b ir n ed en im olmasını ter­
cih ederim . U m ud un bo ş olup o lm am ası um urum da değil.
Kaçınılm az olanı geciktiriyoru m sad ece... E n azından sım­
sıkı yapışacağım bir şey veriyoru m kend im e. Sadece tek
bir şeyin olm ası bile h içb ir şeyin o lm am asın d an her zaman
daha iyidir."
Buzdolabının yanınd aki tezgâh a yaslan d ı ve kollarını
göğsünde kavuşturd u. Bana b ak ark en yü zün den garip bir
ifade geçti. A nnesini, kan d ırılm ış olm asın ı, çirkin gerçeği
yarı-m ünasip bir yalana d ö n ü ştü rerek an nesinin onun ya­
şam ına sokm aya çalıştığı u m u t k ırın tısın ı düşündüğünü
anlayacak kadar iyi tanıyordum on u... B enim paramparça
ettiğim bir yalan, benim elin d en ald ığım b ir umut... Hayal
dünyasını gerçekle m ahvetm iştim .
Bulutların içinde yaşam aktan m u tlu yd u am a onu ayak
lann d an tutm uş ve yerde sürü k lem iştim .
K arissa'nın ölüm iyiliğini tercih ettiğin i fark ettin1
Ölüm , kapıyı çalıp kaçınılm az b ir b içim d e onu almay3
gelse bile kalm a şansı olduğuna inan m aktan başka bir
istem eyecekti.
Bir süre sonra, "G erçekten geliy o r m u su n ?" diye sor

190
"Evet."
"O zaman M elody'i arayayım. Paul ile birlikte beni al­
maya geleceklerdi am a m aden sen geliyorsun buna gerek
yok."
"Tamam."
Telefonunu çıkarm ış am a henüz kullanmamıştı. Sanki
söylemek istediği bir şeyler daha varmış gibi hâlâ bana
bakıyor, beni inceliyordu. Bakışları tekrar bakışlarımla bu­
luşmadan önce beni tepeden tırnağa süzdü. "Üstünü değiş­
tireceksin, değil m i?"
İçgüdüsel olarak takım elbisem e göz attım. "Değiştir­
meyi düşünmüyorum."
"Bugün 4 Tem m uz," dedi üzerine basa basa. "Yönetim
kumlu toplantısı ya da bu takım lar içinde her ne yapıyor­
san onu yapmayacağız, m angal yapacağız."
Bu dile getirme biçim i beni güldürdü. "Ben her şeyi bu
takımlarla yaparım... Sosyalleşm e, yemek, iş... Hatta bir za­
manlar bunu çıkarm adan düzüşm em le meşhurdum."
Yanaklarındaki kızarıklık ve bastırmaya çalıştığı muzip
sırıtış bunu çok net hatırladığım açıkça belli ediyordu. "Sa­
dece söylüyorum. Sen bilirsin... Benim giydiğim tarzda bir
Şeyle daha rahat olab ilirsin ."
Ne demek istediğini vu rgu lam ak için eliyle kendini işa­
ret ettiğinde bakışlarım içgüd üsel olarak vücudunda ge-
zindi. Arzu dolu gözlerle ona açık açık bakıyor olmama
bir bahane bulmuş o lm aktan dolayı çok mutlu olmuş bir
halde, "İçimden bir ses senin üzerindeki kıyafetin bana bu
^dar yakışmayacağını sö ylü yo r," dedim.
inaklarındaki kızarıklık artarken gözlerini devirdi,
^kastettiğim i biliy o rsu n ."
Eyet, biliyorum," dedim . "M ad em seni mutlu edecek,
p iştiririm ."
iş e k k ü r e d e r im ."

191
Sonunda spor yaparken giydiğim kıyafetleri üzerine \
geçirdim; siyah bir şort, beyaz tişört ve dolabım ın dibinden I
arayıp bulduğum siyah spor ayakkabılar... Karissa kafamı !
meşgul ettiği için ve bazı öğlenden sonraları uzun süre
yürümemi zorlaştıran yaram yüzünden giyinmem biraz
uzun sürdü.
Üzerimi değiştirdikten sonra alt kata yöneldiğimde
Karissa'run telefonda konuştuğunu duydum .
"Evet, em inim ," dedi. "Sizin le orada buluşuruz."
Ben içeri girerken telefonu kapatıp arka cebine soktu ve j

kapıya doğru döndü. Gözleri kocam an oldu; ağzı bir karış


açıldı. Bana o kadar sert bakıyordu ki bir an duraksadım.
Kıyafetime bakarak "Şim di ne var?" diye sordum.
Silkelenip gözlerini kaçırarak "Şey... H içbir şey," dedi.
Ha. "Daha önce bu tarz bir şey giyd iğini hiç görmedim.
Yakışmış... Gerçekten yakışm ış."
Yanaklan tekrar kızardı.
"Bana asılıyor musun, K arissa?"
"Ne? Hayır! Elbette asılm ıyorum . Sad ece diyorum ki-
"Yakıştığını söylüyorsun."
"Evet."
Başımı iki yana sallayarak bir kahkaha attım ve yapması
gereken şeyi bitirmesini bekledim . Birkaç dakika geçme­
den omuzunda içinde ona ait eşyaların dolu olduğu koca­
man kanvas bir çanta ile bana döndü ve gülüm sedi. Bu ifa
desinden hazır olduğunu anladım ve buzlu ğu alıp başımfa
kapıya doğru yürümeye başlam asını işaret ettim.
Buzluğu arabanın bagajına yerleştirdim , Karissa da o
laya puflaya çantasını yanma koydu. "U ff, bugün hava Ç°
sıcak."
Bagajı kapatırken, "Gitm ek istediğine em in mis»1'
diye sordum. "Daha da ısınacak."
Dudak büktü. "Sıcakla baş edebilirim ."

192
Brooklyn Bridge Park, şehrin yukarı doğu yakasında,
East River'ın kenarında b oylu boyunca uzanıyordu. Cad­
dede yer bulam ayacağım ı b ildiğim den arabayı dört yüz
metre uzaktaki bir oto p arka park ettim ve Karissa çantasını
yeniden omuzuna tak arken bagajd an buzluğu aldım.
Beşinci iskele h ın ca h ın ç dolu ydu . Piknik masalarının
çoğu kapılmış, birkaç m a n g a l çoktan yakılm ıştı. Çim yem­
yeşildi, suya bu kad ar yak ın o lm aktan dolayı havaya tuz
kokusu sinmişti. Su ya y ak laşırk en Karissa başını arkaya
eğip dudaklarında b ir g ü lü m sem eyle derin derin nefes
aldı. "Bu kokuya b a y ılıy o ru m ."
Bayılıyorm uş.
Gel de anla.
Benim burnum u tırm a lıy o rd u .
Oraya vardığım ız a n d a gru b u gördüm . Bir m asa­
nın etrafına top lanm ış altı kişi. Ç oğu nu tanım ıyordum
ve Karissa'nm a d ım la rın ın yavaşlam asın dan , çekinerek
yaklaşmasından on u n d a ço k iyi tan ım adığın ı fark ettim.
Melody Carmichael k a la b a lığ ın tam ortasında, diğer iki
delikanlıyla m asada o tu rm a k ta o lan erkek arkadaşının ar­
kasında ayakta d u ru yo rd u . D iğ er ikisi, tıpkı M elody gibi
bronz tenli, ufak tefek g ü z el sarışın lard ı.
Çift olduklarını fark ettim . Ü ç çift.
Karissa'nm neden y aln ız g e lm ek istem ediği ortadaydı.
Bakışlarım gruba y a k la şıp h em en M elo d y 'i kucakla­
yan Karissa'ya kay m ad an ö n ce d iğ erlerin i taradı. Buzluğu
faklarımın dibine k o y u p sessiz c e arkada beklem eye baş-
a ım ve selam laşm alar sü rer, tan ıştırılm alar yapılırken
j'arı izledim. M elo d y 'n in lised e n en yakın arkadaşları
Jack^ Ve ^ on*ca o n la n n erk ek arkadaşları Scott ve

na^ elody' Paul'u en so n a b ıra k tı. K olu nu ona dolayıp ya-


rarak',0ar^aSlni °*önclüğ ü anc*a silin en b ir öpücük kondu-
Paul'u tan ıy o rsu n u z , "d ed i.
Karissa, ondan yana kısa bir bakış atıp tedirgin bir ton ı
la, "Evet," diye karşılık verdi. "E lb e tte ." !
Sesindeki değişikliği, P au l'u n varlığ ına verdiği tepkinin
hiç de coşkulu olm adığını kim se fark etm em iş görünü-
yordu. Ama ben, sessiz çığlıklarım duyabiliyordum. San­
ki kocaman, kırm ızı bir bayrak sallıyo r gibiydi. İnceleyen
ve değerlendiren gözlerle d elikanlıya baktım . Karissa'yı
uzaktan gözlediğim günlerde onu görm üştüm . Timbers'ta-
ki gece Melody ile bardan ayrılırken de görmüştüm... Yani
Karissa'nın içkisine ilaç karıştırıldığı ve sokağa yığıldığı
gece.
Hah.
İşte hu bir hata.
Bu gerçekle o kadar sarıp sarm alanm ış, gizemi çözmeye
öylesi dalmıştım ki bir el göğsüm e b astırana kadar bana j
hitap edildiğini fark etm edim . Bak ışlarım hızla o ele, faz- j
lasıyla uzun, parlak kırm ızı ojeli tırnakları olan o ele ve
ardından kolu takip ederek bana dokunm am ası gereken
kişinin bedenine kaydı.
Melody7nin gözleriyle karşılaştım .
Şakacı bir tonla, "İyi görünüyorsun, N az," dedi. Açık
mavi gözleri zevk dolu pırıltılar saçıyordu. "Seni daha
önce takım elbisesiz görm emiştim. H oşu m a gitti."
Tekrar başımı eğip çekene kadar izinsiz bana dokunan
eline baktım. Nihayet. "Sizi tekrar gördüğüm e memnun ol
dum, Bayan Carmichael."
Ses tonum karşısında kızardı; sanki onunla flört e
tiğimi düşünüyor gibi görünüyordu am a tek yaptığ1^ 1
Karissa'nın arkadaşını üzm ekten kaçınm aya çalışmak ^
Ters ters bakmamak için gülüm süyor, rencide etmen1
için kibar kelimeler kullanıyordum. Yapm acık tavırdan ^
kadar nefret edersem edeyim zorunlu olduğumda oy1111
kurallanna göre oynamasını bilirdim.

194
ye ne yazık ki bunu çok sık yapm ak zorundaydım.
Bu tipleri tanıyordum . Fazla kolay gülümserler, fazla
sıcak karşılarlardı; erkek arkadaşları bacaklarının arasın­
da gidip gelirken çıkard ık ları iniltiler ne kadar sahteyse
kullandıkları kelim eler de o kadar sahteydi. Varlıklı ailele­
rin çocuklarıydılar ve h erh an gi bir şey elde etmek için hiç
mücadele etm em işlerdi. A cı çekm enin, bir sabah uyanıp
hayat hakkında bild iğin i düşündüğü her şeyin lanet olası
bir yalan olduğunu fark etm enin nasıl bir duygu olduğunu
bilmiyorlardı.
Onlar bilm iyordu am a b en biliyordum . Karissa da bili­
yordu.
Karissa, onlar için fazla iyiydi.
Bu ortam ona göre olm asa da Karissa rahat görünüyor,
sanki oraya aitm iş gibi davranıyordu. Belki de öyle düşü­
nüyordu... Belki de öyle o lsu n istiyordu... Ama ben çok iyi
biliyordum.
Karissa, hayatı b o yu n ca m ücadele etmiş ve ayakta kal­
mayı başarmıştı.
Hiçbir şey önüne h a z ır konm am ıştı.
Paul ve diğer ço cu klar m angalı hazırlamak için hızla
masadan ayrıldılar. K arissa onlardan boşalan bir yeri ka­
parken Melody ben im yam m a oturdu ve ikisi havadan su­
dan konuşmaya başladı. B ir süre onları dinledikten sonra
sohbetle ilgilenmeyi b ırakıp dikkatim i yeniden Paul'a ver­
dim. O ve arkadaşları, m angalın içine beceriksizce döke
SaÇa kömürü yerleştirdiler. Sonra Paul cebinden küçük bir
?akmak çıkarıp çakarak m inicik bir ateş yaktı,
bakıcı hiçbir m adde ku llanm adan alev alacağı beklenti-
'Çjnde yanmamış köm ürleri üzerine koydu.
er*dimi tutam ayıp bir an için Karissa'nın ses tonunun
^n esin e neden olacak kadar yüksek sesle kahkaha at-
Su .^ma ^ önüp nedenini sorm adı. Mangal yakma konu-
a 'Çbir bok bilm iyordum am a ateş yakmak başkaydı.

195
Çok kolaydı. Bilim olduğu kad ar sanattı da. Onlan izlerken
böyle bir beceriye asla sahip olm adıklarını açıkça görebilj
yordum.
Kendilerini aptal yerine koym aların a, bu işin altından
nasıl kalkacaklarını tartışm alarına, diğer ikisinin yanİ!ş
kömür almış olduğu, tu tuştu ru cu gaz alm ayı unuttuğu ve
hiçbir boktan anlam adığı için Paul'a söylenmelerine kısa
bir süre daha izin verdim . Y u m ru k yum ruğa kavga etmek
üzereydiler ki sinirli bir ifadeyle iç çekerek bir yumruk atıl­
madan yanlarına gittim.
Tek kelime etmedim, sad ece tartışm akta olan gençlerin
araşma karışıp m alzem elerine b ir göz attım. Kullanacak
yeterli bir şeyleri yoktu am a eld ekiler de işe yarardı. Tek
ihtiyacım, birkaç kâğıt peçete ve PA M yağ spreyinden bir
kez sıkmaktı. Peçeteleri eşit olarak dağıtarak yerleştirdik­
ten sonra Paul'a döndüm.
Şaşkın şaşkın bana bakıyordu.
"Çakmak?" Elimi uzattım ve Paul soru sormadan çak­
mağı avucuma koydu. Çakm ağı çakıp parmaklanmı ya­
layan alevlerin verdiği hissi um ursam adan peçetelerin

uçlannı yaktım. Kâğıdın tutuşm asını izledim , ardından

çakmağı geri fırlatıp arkamı döndüm . "B ir şey değil "


Bana teşekkür etmedi.
Aptal herif bir süre daha şaşkın şaşkın baktı sadece.

Karissa'ya doğru yürüm eye başladım . Melody, d'8er


arkadaşlanyla sohbet etmeye başladığından konuşmak
n sona ermişti. Karissa beni izliyordu. Tam ö n ü n d e dur

duğumda sırtım piknik m asasına yaslam ış, yüzü ne^re


dönük oturuyordu. Buradan M anhattan siluetini, ŞeiırU1
nehrin karşı kıyısındaki canlılığını çok net g ö re b iliri12
Bakışlanyla beni süzdü, sonra başını arkaya attı. Kaşla0111
kaldınp bana baktı.
"Bu işte iyisin," dedi.
"Hangi işte?"
"Az önce yaptığın işte."
M angala kısa bir bakış attım. Kömürü kora çeviren alev­
ler öyle yoğun ki gençler birkaç adım geri kaçtı.
Karissa'ya dönüp h afifçe omuz silktim. "Hepimizin
kendine has becerileri var."
Kuşku dolu bir ifad eyle gözlerini kısmış, sanki bir şey­
ler çıkarmaya çalışıyorm uş gibi sessizce yüzümü inceli­
yordu. İfadesiz bir yüz takm dım . Bir süre sonra öne doğm
eğilip bana bakm ak için b aşım daha da kaldırdı. "Ateşle
oynamak," dedi. Sesi zor duyulan bir fısıltı gibiydi. "Senin
uzmanlık alanın, değil m i?"
Kaşlarımı çattım.
"Bir kez bunu söyled iğin i duym uştum ," dedi. "Çalışma
odasında telefonla kon u şu yord u n ."
Az önce söylediği şey onu gerginleştirmişçesine yoğun
bir biçimde yutkundu. B akışlarım boynunun kıvrımlarına
kaydı. Boyun kaslarının kasılışım seyretmek çok güzel bir
Şeydi. Aletimi em diği zam an nasıl hissettiğimi, onun pü­
rüzsüz boğazından içeri kayıyorm uş gibi hissederken tüm
bedenimi saran sıcaklığı, tatlı ürpertiyi, içimin gıcıklanma­
sını hatırlattı bana.
Bundan ne kadar hoşlanırsam hoşlanayım uzun süre
tatlanamamıştım. O nu becerm ek başka bir şeydi. İçm­
eyken, her hücresi sanki benim m iş gibi hissederken ona,
denine ruhuna sahip oluyordum . Ama beni ağzına al­
ığında, bacaklarımın arasından gizlice bana baktığında
ferin d ek i dürüstlük katlanılam ayacak kadar fazlaydı.
U' 0nun bana sahip olduğu andı.
Uâdınla kıyaslandığında ben bir pisliktim.
12 eri üzerinde olm ası gereken bendim.
Bu düşünce beni gü ldürdü. U zanıp parmaklanmı b0
nundan aşağıya kaydırarak gırtlağına, kolye ucunun dur
duğu oyuğa ind irdiğim d e yü zü n d e şaşkm bir ifade belir­
di. Ona aldığım kolyeyi takıyord u. A lyansını takmıyordu
ama bunu hiç çıkarm ıyordu.
Kolye ucunu kaldırıp parm ak u çlarım ı yuvarlak takıda
dolandırarak üzerine kazın m ış olan kelim eleri okudum.
Carpe Diem. Bir zam anlar yok etm eyi istediğin bir şeye bu
kadar değer verm ek sanırım kom ik b ir histi. Kahkahalarla
gülünecek tarzda kom ik değil, "b u ne lanet olası bir şaka"
dedirtecek türden kom ik.
Tekrar gözlerinin içine baktım . "Y aptığım her şeyden
kuşku mu duyacaksın?"
"E vet."
Sesi nefes kadar alçaktı.
Bir kez daha güldüm am a bu, bir şaka değildi. Dürüst­
lüğünü takdir ediyordum yine de b u lanet olası cevap hiç
hoşuma gitmemişti.
"Tıpkı senin benden her zam an ku şku duyacağm gibi,”

diye devam etti. "B elki bir gün sen tekrar bana güvenirsen,

ben de şüphe ile yaklaşm ayabilirim ."


Eğilip dudaklanm ı kulağına dayayarak "Belki," diye
fısıldadım. "Ama m uhtem elen bun u yapm an gerekmeye­
cek."
Kolyesini bırakıp doğrulduğum anda M elody bize doğ­
ru dönerek tekrar Karissa ile çene çalm aya başladı. Koca
man açılmış gözlerinde yalvaran bakışlar vardı. "Ee, bk
kez daha düşündün m ü?" diye sorarken ses tonu bu bakış
larla uyum içindeydi.
Karissa ona baktı. "N eyi düşündüm m ü?"
Melody, "Benim le o derse girm eyi," dedi. "Ahlak ve
Toplum"
Karissa'm n yüz ifadesi değişti; burnunu kırıştırdı-
sinlikle hayır."

198
Melody, öfke krizi geçiren bir bebek gibi onu koluna ya­
pışıp çekiştirerek, "Y aa, hadi am a!" dedi. "Lütfen. Felsefe
dersine sensiz girem em . Bu hiç adil değil. Tannm, bunu
hakaret kabul ed erim ."
"O zaman o dersi alm a."
"Ama istiyorum ve senin neden istemediğini anlamıyo­
rum."
Masaya yaklaşm akta olan Paul, "N eyi istemediğini?"
diye sorarak konuşm aya katıldı. "N eler oluyor?"
"Karissa benim le o derse girm ek istemiyor."
Paul kahkaha attı. "F elsefe dersine mi? O dersten kal­
mamış mıydı?"
Karissa, "Kalmadım ," dedi. "Sad ece umduğum kadar iyi
bir not alamadım."
Melody, "Ç ü nkü Santino, aşağılık herifin tekiydi," dedi.
"0 dersten A alm an gerekirdi. Ç ok iyiydin. Gün boyu ol­
mak ya da olmamak, orm anda bir ağaç osursa ve etrafta kimse
yoksa koku da yoktur kafasınd a takılan birisin sen, Kissim-
mee."
Diğerleri kahkaha ile güldüler. M elody'nin hakkını ver­
mek lazımdı... K esinlikle kom ik bir kızdı... Ama benim tek
fark ettiğim şey bu lakabı duyunca Karissa'nın irkilmesiy-
di. Bunun altında yatan derin anlam ı, anne ve babasıyla
benim Kissimmee'deki geçm işim i bilip bilmediğini merak
ettim.
Acaba on a s ö y le m e li m i y d i m ?
Annesiyle babasının hayatım ı mahvettikten sonra kaç­
aklan yerin orası oldu ğunu söylem eli miydim? Bunun
kurtuluşları olduğu nu düşündüklerini söylemeli miydim?
klerini sürüp onları K issim m ee, Florida'da küçük bir evde

f i n a l i "Ormanda b ir ağaç d e vril irse ve bu nu kim se duymazsa, o ağaç


^Çıkarmış olur mu o lm a z m ı? " o lan ve "d o ğ r u " ile "gerçeklik" arasın-
8•farka işaret eden ün lü b ir felse fe so ru su .
199
m ükem m el aile tablosu g ö rü n tü sü n d e yaşarken buld
ğum u söylem eli m iydim ? Jo h n n y , C arm ela'yı gönderi
benim le yüzleşm ek için geri d ö n m ed en önce birlikte yaşa
dıklan son yer orasıydı. Bir zam an lar on u n "Kissimmee'miz
her zam an olacak," d ediğin i du ym u ştu m .
Bir tepsi içinde kend in i b an a su n arsa karışım rahat bı­
rakacağım ı düşünm üştü am a b e n ko lay lokm a peşinde de­
ğildim.
Eşit adalet istiyordum .
A rkadaşlanndan biri seslenin ce Paul yanım ızdan ayn-
lıp m angalı kontrol etm eye gitti. A lev ler biraz azalmıştı,
böylece bulunduğum yerden on ları n et olarak görebiliyor­
dum.
"Ahlak ve T o plum ," d iyerek so h b ete katıldım . "Sanırım
bu, tartışm aya açık sosyal kon u larla ilgili bir ders. Kulağa
çok ilginç geliyor."
"G ördün m ü?" M elody eliyle b en i işaret etti. "Naz, an­
ladı. Ve yazdığımız cinayet ödevini h atırlıyo r musun? On­
dan A almıştın. Bu tam senin kalem in. C inayet tam senlik
bir olay."
Bu söz üzerine kahkaham ı zor b astırdım .
Karissa'nın cinayet hakkında yazd ığı ödevi okumuş­
tum. Sınıfta ona davranışı h akkın da kend isiyle ilk kez yüz­
leşirken D aniel'ın m asasının üzerinde görm üştüm .
Berbattı.
Kalmayı hak etmişti.
Ama elbette yine de geçm esini sağlam ıştım .
Melody, "H adi am a," diyerek onu pohpohlamaya de
vam etti. "K oca bir bölüm cinsel ahlaka ayrılm ış. Bu der
si almalısın. Diğer her şey zırvalık am a bu önemli. Biliy°r
musun, son zamanlarda herkes sanki söyleyecek bir ş e y lerl
varmış gibi konuşmak istiyor? Ama ağızlarını açınca HıÇ'
bir şey çıkmıyor. Bu çok tuhaf. Böyle zevk veren bir sohbet1
başka nerede bulacaksın?"
Bu kızın neler zırv alad ığı hakkında en ufak bir fik­
rim yoktu ama h er ne old u ysa Karissa'nın dudaklan-
jun kıvrılmasma ve h a fifçe gülüm sem esine neden oldu.
"Eminem'den."
Melody, dram atik b ir h arek etle göğsünü kavrayıp ba­
şına geriye attı. "T an rım , keşke. K eşke bu adam bütün bir
gece bana zevk verse. A m a b u rad a değil, oysa sen burada­
sın. Bu yüzden o dersi k esin lik le b irlikte almalıyız."
Paul, mangalm ü z erin e m etal ızgarayı koyarken, "Üste­
lik bu sene Santiona için end işelenm en e gerek yok," diye
seslendi. "Biri senin y erin e icabm a baktı."
Karissa'nın bakışları an ın d a b an a döndü. O sırada Me­
lody dikkatini b aşka y ö n e verm iş, profesörün ölümünü
bu kadar hafife aldığı için erk ek arkadaşını azarlamaya
başlamıştı. Bana d ik ilen b a k ışla rd a sadece şüphe vardı.
Biliyordu. Bildiğinin farkın d ayd ım . Bunu dile getirmemiş
ve bana sormamıştı. P olis tarafm d an sorguya çekildikten
sonraki sohbetimizde b ile b u ko n u y u açm am ıştı ama bunu
düşündüğünü gözlerind en anlayabiliyordum .
Bana sormak istiyordu .
Umarım asla sorm azd ı.
Çünkü eğer vicdan azab ı d u ym am ya da bir tür mantık-
haçıklama getirm em i b ek liy o rsa istediği şeyi benden asla
alamayacaktı. Yaptığım şey d en dolayı bir an bile pişman-
lıkduymamıştım. O ad am b u n u h ak etm işti.
0 lanet olası işaret çu b u ğ u n u tam kalbine saplamıştım.
Uaha önce kim seyi k alb in d en bıçaklayarak öldürme-
rnıştim' Çok canice ve kişiseld i. Profesyonelce davranmayı
g e d e r d im . Am a beni ço k kızd ırm ış ve rencide etmişti.
en yüzüme b akm asın ı istiyordum . Bu işin çabucak
^Çİanmasını bekliyordu m am a m ücadele ettik. Savaştı,
„..^ya Çalıştı. Ayağa kalktığınd a o lanet olası çubuk hâlâ
dündeydi.
O gün bir ders aldım .
Bunu bir daha asla yapm ayacaktım .
Johnny'nin kalbine bıçak saplam adan önce boğaZlrn
kesm em in nedeni de buydu.
Gözlerim i Karissa'ya dikerek başın ı çevirip başka tarafa
bakm asını bekledim am a öyle yapm adı.
D ik dik baktı.
Ve baktı.
Ve baktı.
Bana böyle baktığında sanki ruhum u kazıyordu.
Sanki karanlığın bir bölüm ün ü kazıyarak, altında kal­
mış olabilecek şeyi kurtarm aya çalışıyordu. Acaba her
parçam ın bozuk olduğunu, içim deki iyinin bile olması ge­
rektiği kadar iyi olm adığını görünce hayal kırıklığına uğ­
rayacak mıydı?
Bir süre sonra M elody tekrar ona dönerek Karissa'nın
dikkatini benden uzaklaştırdı. "E e? En azından düşünecek
m isin?"
Karissa sinirli bir biçim de iç çekti. "O lu r."
"D üşünecek m isin yani?"
"O kahrolası dersi alacağım ."
Melody, bu kez heyecan içinde bir kez daha onun ko­
luna yapışarak ciyak ciyak bağırm aya başladı. Dikkatinin

dağılması fazla uzun sürm edi. D iğer arkadaşlarını da soh­


bete dahil edip konuyu değiştirdiğinde kızlardan biri lafa
karışarak o önemli soruyu sordu. "Santino denen adam
kim ?"
Melody, en baştan, Karissa'nın felsefe dersine g’r $
ilk günden başlayarak hevesle bütün hikâyeyi anlatmay
başladı. ^
Gayet olağan bir şeyden söz ediyormuşÇaS ^
"Karissa'ya bir bakış attı ve burun kıvırdı," dedi.
bepsiz yere ondan nefret ediyordu. T a m bir s a ç m a l ı k * 1.

202
Saçmalıktı belki. A m a bir sebebi vardı ve bu kesinlikle
ondan nefret ettiği için değildi. O gün Karissa'yı görmemiş­
ti bile. Onu bir kez bile gerçekten gördüğünü sanmıyorum.
Ona bakarken tek gördüğü, henüz genç bir adamken âşık
olduğu kızdı; D aniel San tin o'nu n kalbinin tek sahibine
çok benzeyen genç bir kızdı. Am a o, bu kalbi parçalamış,
yok etmişti. C arm ela'yı h er zam an arzu etmiş, bir köpek
yavrusu gibi peşinde dolanm ış, ona en ufak bir ilgi gös­
terdiğinde koşarak gelm iş, önüne attığı her kemiği yalayıp
yutmuştu. Carmela ise onun bu sinir bozucu tutkusuyla
eğlenmiş, hatta birkaç kez onunla çıkmıştı.
Bunu acıdığı için yaptığım söylerdi.
İyi bir düzüşmeyi h ak ettiğini söylerdi.
Fakat sonunda kötü bir alışkanlığı bırakır gibi onu bı­
raktı ve yerine daha kötüsü nü seçti: Johnny'yi.
Karissa o gün sınıfa girdiğinde ona baktı ama yeni öğ­
rencisini görmedi. Eski aşkım gördü. Elinden kaçanı gör­
dü. Ama onun yüzünü tekrar gördüğü için sinirlenmedi.
Sinir değildi; K arissa'nın onda yarattığı his korkuydu.
Çünkü Santino, peşin d e olduğum yüzün bu olduğunu
diliyordu.
Ve onu bulduğumda planladığım şeyi kesinlikle yapaca­
ğımı biliyordu. M elody, hikâyesinde dönem ortalarma, be-
nimde işin içine girdiğim kısm a gelm işti. Kımıldanıp dur­
masından, kimsenin yü züne bakm am asından Karissa'nın
mhatsız olduğu açıkça belliydi. Paul, etleri mangala koyar­
ken yemekten söz etm eye başlayarak lafa karışınca mutlu
°^um. Karissa'nın da rahat bir nefes aldığını gördüm.
Kendini neden bu durum a soktuğunu bilmiyordum.
Zorunlu olmadıkça başkalarıyla birlikte zaman geçir­
d im .
d , akşamüstüne dönüştü. İçeri girerken yanından
8'miz "Parkta alkol içilm ez" tabelasına rağmen ortaya
bir buzluk çıkartıp kutuları açtılar. Karissa pes etmiş bir
halde diğerleriyle birlikte içerken b en onun getirdiği bir
şişe suyu yudum luyordum .
Aşırı sıcaktı.
Grup sıkıcıydı.
Ter içindeydim ; tam anlam ıyla perişan bir haldeydim
ama hiçbir şey söylem iyor, yem eğe hiç niyetim in olmadığı
fazla pişmiş ham burgeri p arçalıyord um . Masanın kena­
rında, Karissa'ran yanında otu ru yord um . O kadar yakın­
dık ki ikim izden biri hareket ettiğinde kollarım ız birbirine
sürtüyordu. Karissa dışında h iç kim se ne yaptığıma dikkat
etmiyordu. Karissa düzenli aralıklarla beni inceliyordu. İl­
gilenmiyor gibi görünm eye çalışıyordu am a bakışları me­
rak doluydu. Birkaç kez çaktırm ad an ban a baktıktan sonra
sonunda bakışlarım yakaladım . Y akalanm ış olduğunu fark
edince donakaldı.
Ufak bir ısırık alıp zorla çiğnem eye başladım. Karissa
dikkatle beni izlerken b oğazım a takılan kurumuş etin ne­
den olduğu öğürm e dürtüsünü bastırm aya çalıştım.
Bir süre sonra bana doğru eğildi. "Ya zehirliyse?" diye
fısıldadığında sadece benim duyabileceğim kadar yakındı
Masadan bir peçete kaptım ve ağzım daki her şeyi içütf
tükürdüm. İğrençti. Peçeteyi tabağım a fırlattım ve tabağı
kenara ittim.
Bu boktan şeyle işim bitm işti.
Karissa'nın gözleri kocam an oldu. "B unu yapm an İÇ111
söylemedim."
Şişedeki sudan bir yudum alıp, "Sen in yüzünden &
ğil," dedim. "Zorunda olsam da yutam azdım zaten.
I Gözlerini benden tabağına, henüz dokunmadığı ha111
burgerine çevirdi. Ardından tekrar bana baktı. Hiçbk ^
söylemeden tabağını alıp ayağa kalktı; bir an t e r e d d ü t
tikten sonra benimkini de aldı. O nları çöp kutusuna at&
tan sonra kalan b irasın ı bir dikişte bitirip kutuyu çöpe fır­
lattı ve buzluktan b ir ku tu bira daha çıkardı.
A k şa m ü stü akşam ın erken saatlerine dönüştü. Yüzmek
için su kenarına gitm eye karar verilince her şey toplandı;
çoğu atıldı, gerisi b u zlu kların yanında koyuldu.
Havuzun kenarm d aki kü çü k yuvarlak bir masaya otur­
dum; başımın ü zerin d e devasa m avi bir şemsiye vardı.
Ufacık alan h ıncahınç doluydu; Karissa'yı süzebilecek en
az yüz çift göz vardı am a o, üzerindekileri çıkararak ma­
sada benim yanım a b ırak ıp bron z tenini pırıl pırıl gösteren
parlak pembe bikin isiy le orad a dikilirken hiç umursamı-
yormuş gibi görünüyordu.
Parlak kumaş en m ah rem yerlerini örtüyordu; bakmaya
cesaret eden bir erkeği ö ldü receğim yerlerini... Diğer taraf­
tan hayal gücüne çok az yer kalıyordu. Kıvrımları gururla
sergileniyor; her gam zesi, h er çukuru, her kavisi, her kıv­
rımı, teninin karanlıkta yan ım da yatarken beni çağıran her
noktası...
Bu, günaha davetti.
Bu, dayanılmazdı.
Bu görüntüyle yan ım d an uzaklaşm asına izin vermek
>çin sahip olduğum tüm irad eyi son damlasma kadar kul­
landım.
Saçlarım dağınık bir topuz halinde toplayarak havuzun
^narına doğru yürüdü. G özlerim i zorla ondan uzaklaştır­
dımve sinirli bir biçim d e iç çekerek ellerimi terli yüzümde
Sezdirip gözlerimi kapad ım . Gözlerim i tekrar açtığımda
‘lk Sürdüğüm havuzun diğ er kenannda, Karissa'nın tam
arŞisında dikilmiş ve vücudunda dolandırdığı gözleri
d a m a sı gereken tehlikeli yerlere çok yaklaşmış olan
"aul'du.
Kinci hata.
Tenim karıncalandı. Ruhumu savaşamayacağım kad
sıkı sanp sarmalamadan içimde düğüm düğüm olan
rilimi boşaltmaya çalıştım. Karissa suya atladı ve anında
dibe dalıp gözden kayboldu.
Delikanlı ancak o zaman gözlerini ondan ayırdı.
Ardından o da atladı ve kız arkadaşına doğru yüzdü
Yanına varır varmaz Melody'yi tutup kaldırdı ve tekrar
suya attı. Kız ciyak ciyak bağırarak kahkahalar attı.
Suda şakalaşıyor, oynuyor, yüzüyor ve birbirlerine su
atıyorlardı. Karissa'yı böyle görmek tuhaftı. Başkalarının
yarımda bu kadar rahat, bu kadar huzurlu ve mutluydu.
Sanki iki ay önce bir tokat gibi yüzüne çarptığım gerçek
unutulup gitmiş, burada yarattığı yaşamın gerisinde kal­
mıştı. O zamandan beri onu bu kadar mutlu görmemiş­
tim... İncindiğinden beri yani.
Güneş gökyüzündeki konumunu değiştirip batıya doğ­
ru iyice yaklaştığında hava kararmaya başladı. Karissa ni­
hayet havuzdan çıktı, kollarını göğsünde kavuşturmuş bir
halde su damlata damlata bana doğru yürüdü.
Saçlarını kurulamak için çantasından havlu çıkardı
Onu seyrettiğimi fark edince havluya sarımp u tan gaç bir
ifadeyle gülümseyerek vücudunu örttü.
"Bunu neden yapıyorsun?" diye sordum.
Tek kaşını kaldırdı. "Neyi?"
"Kendini benden saklıyorsun," dedim. " H a v u z d a k i bu
kadar inşam umursamıyorsun. Sanki onların bakması
hiç rahatsız değilmişsin gibi davranıyorsun."
"Bakmıyorlardı."
"Bakabilirlerdi." |((
"Bakmıyorlardı," dedi ısrarla. "Yani bakmış ola
ama öylesine. Oysa sen..." s0f.
Sözünü yarım bırakınca "Ne olmuş bana?" diye
anm
"Sen bana gözlerin i dikiyorsun."
"Bu bir sorun m u ?"
İç çekti ve h avlu y u daha da sıkı sararak sanki yanımdan
uzaklaşıyormuş gib i arkasını döndü. Eski kafalı bir tavır
içindeymişim gibi g ö rü n d ü ğ ü m ü biliyordum. Lanet olsun,
belki de öyleydim am a onu kızdırmaya çalışmıyordum.
Yine de aram ızd ak i duvarların yükseldiğini görebili­
yordum.
Fazla u zak laşam ad an uzan ıp kolunu yakalayarak onu
durdurdum. M asaya d o ğ ru geri çektiğimde tüm bedeni
gerildi.
Onu çekip yan ım d a k i sandalyeye oturturken, "Sorun
çıkarmaya ça lışm ıy o ru m ," dedim . "Sadece anlamaya çalı­
şıyorum."
Bana doğru y ak laştı am a vücudu hâlâ örtülüydü. "Bi­
liyor musun?" dedi. "B e n im hakkım da her şeyi bilen biri
olarak hiçbir şey a n la m ıy o r gibi görünüyorsun."
Ses tonu sertti, h atta n ered ey se düşmancaydı.
Onu kızdırm ıştım .
Elini havuza d o ğ ru sallayarak, "Bu insanları mı kast
ediyorsun?" diye d evam etti. "İstedikleri kadar bakabilir­
ler. Baktıklarım fark etm e m bile, çünkü ne düşündükleri
umurumda değil. A rtık değil. Eskiden... Önceden diğer
iusanlar tarafından k ab u l görm ek, normal biri olmak ister­
dim. Zaman zam an h âlâ öyle hissediyorum ; çaba harcar­
ım öyle olabilirm işim gibi. Am a öyle değilim. Annemle
tabam katil ve yalan cı. Sen ise..." Kuru bir kahkaha attı.
'se neysen osun . Bu yü zden evet, bu insanlar ne ka-
d^r bakarlarsa b aksın lar, asla gerçek beni göremezler ve
8°rdükleri şey h akkın d a ne düşündükleri hiç umurumda
Jğil- Ama sen bana bakıyo rsu n . Hem de gerçekten ba-
^ rsun- İçimi g ö rd ü ğ ü n ü biliyorum . Ve belki de, Naz...
1de ne dü şün dü ğün ü um ursuyorum dur."
Cevap vermeye fırsat bulamadan diğerleri de havuzd
çıkıp bize doğru yürümeye başladılar. Karissa'yı bıraktı^
Tekrar ayağa kalktı ve şortuyla tişörtünü üzerine geçirecek
kadar kısa bir süre için havlusunu indirdi.
"Bir şeyler içmem gerek," diye mırıldandı.
Melody, kolunu Karissa'nın omzuna atarak, "Aynen
bebek," dedi. "İşte bu! Bardakları dolduralım ve kafayıbu-
lalım."
12. BÖLÜM

Parkın ön tarafın d aki b irin ci iskeleyi çevreleyen çim alana


doğru ilerledik. A la n h ın ca h ın ç doluydu ama kalabalığın
ortasında boş bir y e r bu ld u la r. Ö rtüleri yere serip sanki ev­
lerindeymiş gibi y a y ıld ıla r. Ben ise örtülerden birinin ke­
narına tek başım a otu rd u m .
Biraz daha içtiler.
Hiç konuşm adan K a rissa 'n ın söylediklerini düşünüyor­
dum.
Şakalaşıyor, g ü lü şü y o r, oyu nlar oynuyor, sanki ergenli­
ğe yeni girmiş ço cu k la r gib i davranıyorlardı.
Ben ise dü şü n celerim in arasında kaybolmuştum.
Nihayet güneş b a tıp karan lık alanı kapladığında Karis-
** zil zuma sarh oştu. Sıcak lık ve kam ının aç olduğu dü­
şünüldüğünde başka şan sı olam azdı zaten. Nehrin karşı
kıyısında yükselen M anhattan siluetine gözlerimi diknv
hiç uyumayan bu şehrin ışıklarını hayranlıkla seyrediyor
ve elimden geldiğince K arissa'ya göz kulak oluyordun,
Sonunda arkadaşlarının yan ınd an ayrıldı ve oturduğum
yere gelerek tam karşım da durdu. "B urad a ne yapıy0r
sun?"
Gözlerimi ona çevirip karanlıkta süzdüm onu. "Manza­

ranın tadım çıkartıyorum ."


"H a." Arkasına baktı. "E n g elliy o r m uyum ?"
"H ayır," dedim. "M an zara sen sin ."
Gözlerini devirdi. Tam yana doğru bir adım atıyordu
ki onu sımsıkı tuttum. G afil avlanm ıştı. Damarlannda do­
lanan alkol yüzünden refleksleri yavaşlam ış, dirend azal­
mıştı. Onu tutup örtünün üzerin e doğru çektim. Dengesini
kaybedip tam yam m a dü şerken korku dolu bir çığlık attı,
ardından kahkahalarla gülm eye b aşladı. Dizleri kaşıklan­
ma çarptığında acıyla inledim . P enisim in üzerine inmesine
ramak kalmıştı. Yaram sızladı am a o kıkırdıyordu... Dalga
geçercesine kıkırdıyordu. Sinirlenm em eliydim . "Sarhoşsun,
hapishane kuşu."
Parmaklarım neredeyse b u rnu m u sıkacak kadar yüzü­
me yakın tutarak birkaç santim açıp, "B ira z ," dedi.
"İçm eden önce bir şeyler yem eliydin."
"Evet, haklısın," diye geveledi. "O herifin dokunduğu
hiçbir şeyi yemem."
"O herif kim ?"
"Paul."
Ha!
Üçüncü hata.
"Gidip bir şeyler alabilirdim . Boş m ideyle içki içmek t)’1
değil." r
Önemsemez bir tonla ufladı. "Sik tir et! Zaten ne iyi ^
Dağınık saçlannı yüzünden çekerek, "Sen," ded|tn

210
Yüzdükten sonra topuzu açılm ıştı ve şu an darmadağınık
bir haldeki bukleler her yana dökülüyordu. "Sen hâlâ iyi­

sin."
Sanki o âna kadar duyduğu en komik şey buymuş gibi
bir kahkaha daha attı. A yağa kalkm asını ve sallana sallana
uzaklaşmasını bekliyordu m am a olduğu yerde döndü ba­
caklarımın arasına sokulup bana yaslandı. Sırtını göğsüme
dayadı; başım çenem in tam altına koydu. Klor ve ter koku­
yordu, teni pürüzsüz ve ışıl ışıldı, omuzlarında ve yanak­
larındaki çiller artm ıştı.
Bugün güneş ona dokunm uştu.
Burnu bile kızarm ıştı.
"Söyle bakalım ," dedi. "İy i biri senin gibi birine âşık
olur mu?"
Doğru, hatta belki de b iraz zalim bir soruydu ama son
zamanlarda beni sevdiğin i itiraf etmeye en yaklaştığı an
buydu. Çenemi b aşın a dayayıp bir an düşündüm. "Muh­
temelen hayır."
Bir süre hiçbir şey sö ylem eden öylece oturdu. Kollanmı
dolayıp onu kendim e çektim . Sıcaklığım hissediyordum.
Havai fişekler atılm aya başlayıp köprüden yükselerek ka­
ranlık gökyüzünü d old uran a kadar hiç konuşmadı.
Arkadaşları çığlık çığlığa tezahürat yapıp yanımızda
yaygara koparırken n ihayet, "Ç o k güzel," diye fısıldadı.
Ses tonundaki şaşkınlığa gülüm seyerek arka arkaya pat­
layan fişeklerin gü rültüsü nü dinledim ve farklı renklerin
'Şiltısırun tenindeki yansım alarım seyrettim.
Havai fişekleri her zam an sevm işim dir," dedim. "Ba-
rut< kimyasallar ve yakıt dikkatli bir biçimde ayarlanarak
?°k güçlü, ölümcül am a böylesi zararsız görünen bir şey
eHe edilir. En m ükem m el anda patlamalarım sağlamak
^ nasıl kontrol ed ileceğinin, ne kadar ısı ve ne kadar
^ ‘ gerektiğini bilm ek gerek... Büyüleyici."

211
Başmı eğdi ve hafifçe kay ıp beni daha rahat görebil
için doğruldu. Bakışlarını h issed in ce gözlerinin için u^
tim. Gecenin karanlığında siy ah görünüyorlardı
“Böyle konuştuğunda g ö z lerin p arlıyo r."
Omuz silkerek yü zün ü in cele d im . Işık parça parça
zünü aydınlatıyordu; geri k a la n k ısım la r ise gölgeler içjn
deydi. "Bazı şeyleri y eterin ce g ü z el yaparsan, insanlar
onun ne kadar zarar v e receğ in i d ü şü n m ezler."
Tekrar dikkatle bana b aktı.
O bakış.
Derimi tırm alıyorm uş, d a h a iç le re girebilm ek için teni­
mi parçalıyormuş hissi v e ren o b a k ış. Sanırım az öncene
demek istediğini şim di a n la m ıştım .
Çünkü kim se bana o n u n g ib i b a k m ıy o rd u .
Teslim olm ayarak b a k ışla rın a k a r ş ılık verdim . Geri adım
atmasını, bakışlan k açıran k işin in ilk o olm asm ı bekledim
ama diğerlerini sin d ird iğ im g ib i o n u sindirem ezdim . Bunu
asla yapamamıştım.
Bu kahrolası k o rk u su z lu k d o ğ a s m d a m ı vardı, genleri­
ne mi kodlanmıştı, kan ı b o z u k so y u n u n on a bir armağanı
mıydı yoksa yaşam ın on a ö ğ re ttiğ i, fa r k etm eden yaşadığı
kaçak hayatın b içim len d ird iğ i b ir ş e y m iy d i bilmiyordum
Acaba bu özelliğini b a b a sm d a n m ı a lm ıştı, yoksa benden
mi cesaret alıyordu?
Yavaşça uzandı ve b ir sü re d u ru p d ü şü n d ü . Gözlen «
daklanma öyle belli b elirsiz k a y d ı k i n ere d ey se ^
dum. Derin bir nefes aldı v e k a r a rlı b ir ifa d ey le gen ver
Ardından gözlerini kap atıp y o lu n a d e v a m etti.
Cesur, yürekli kad ınım b e n i ö p ü y o r d u . ^
Yumuşacıktı. Ç ek ing end i. T a tlıy d ı. N efesi ^ tre^ ta.
daldan hafif aralıktı am a y in e d e b ir ö p ü c ü k tü v e ^a ^ ^
dini çıkarmak düştü. H er şe y b e r b a t o ld u k ta n s° n^ ^ e
öpüşmemiz değildi bu. H atta o n u n b a ş la ttığ ı ilk op
de değildi ama bu, farklıydı. Arzudan ziyade acı hissi veri­
yordu. Sanki susuzluğunu bastırmak için nasıl su içildiğini
h a t ı r l a m a y a çalışıyormuş gibiydi.

Ufak yudumlar.
Aldığı sadece bu kadardı.
Dudaklarıma küçük öpücükler kondurdu ve sonra geri
çekildi.
Tekrar bana baktı.
Beş... On... On beş saniye.
Ve sonra arkasım döndü.
Yeniden kollarım ın arasına yerleşip bacaklarımın ara­
sındaki örtüye yayıldı ve tek kelime etmeden başım yukan
kaldınp bana bakarken gördüğüm aynı korkusuz ifadeyle
havai fişekleri izlem eye başladı.
Sanınm ikim iz arasında tek ateşle oynamayı bilen ben
değildim... Ve b un dan keyif alan da tek ben değildim.
"Sana bakarken ne düşündüğüm ü bilmek ister misin,
Karissa?"
"Ne?"
"Bu dünyada b ir b en zerin daha olmadığım düşünüyo­
rum."
Havai fişek gösterisi sanki sonsuza kadar devam etti.
Karissa başka h içb ir şey söylemedi.
Ne parkta, ne arabay a yürürken, ne de eve dönerken.
Genellikle h er k on u şm ad ığ ınd a olduğu gibi gergin bir
sessizlik değildi bu. H em en yanım daydı, tamamen gevşe-
nuş durumdaydı. B en d en n efret ettiğini hatırlamayacak
tadar sarhoş o ld u ğ u n d an m ı, yoksa nihayet bunu unuttu­
ğundan mı böyleydi b ilm iyo ru m .
Eve vardığım ızda elim i sırtına koyup onu ön kapıya ka-
dar götürdüm. Ben d o ğ ru anahtarı bulm aya çalışırken kü-
verandada b en i b ek led i. Yeni kilitlerle uğraşmam biraz
*aman aldı. Sırtım ı y av aş yavaş tuhaf bir duygu kapladı,
^ köküm karın calan d ı.

">11
Ensemdeki tüyler dikildi.
Anahtarı yarısına kadar deliğe sokmuştum ki beni ■
bitiren bu duyguyla donakaldım. Tüm bedenim g^'J
kulaklarım dikildi. Yakınlarda biri vardı. Yavaş yavaşb '
mı çevirdim ve gözlerimi dört açıp etrafımızdaki karanl •'
inceledim. Hem bakıyor hem de dinliyordum ama hiçbf
şey görmedim.
Karanlıktan başka hiçbir şey yoktu.
Ama aptal değildim. Karanlık beni kandıramazdı. Sırf
görmüyor olmam, orada olmadığı anlamına gelmezdi
Hissediyordum; tenimde dolandığını hissediyordum.
Biri bizi gözetliyordu.
Biri beni gözetliyordu.
Biri onu gözetliyordu.
Bir şey olmasını, karanlıktan birinin çıkmasını bekle­
yerek etrafa tekrar göz attım ve biri bana dokunduğunda
deli gibi sıçradım. Bakışlarım hızla kolumdaki ele çevrildi,
ardından Karissa'ya baktım ve bakışlarında tuhaf bir ifa­
deyle gözlerini bana dikmiş olduğunu gördüm. "B ir sorun
mu var, Naz?"
Evet, sanırım.
Kesinlikle yanlış bir şey vardı.
Burada biri vardı.
Bir kez daha arkama dönüp caddeye son bir bakış ti
tim. Sonra Karissa'ya döndüm ve onu korkutmamak ıç^
hafifçe gülümsedim. Sanırım şu an bunu hissedemeyetf
kadar sarhoştu. "Bir şey yok."
Anahtarı çevirdim, son kilidi de açtım ve kapıy1ilt1^
Beni deli eden izleniyor olma hissini bastırmaya
Önümden içeri girmesini işaret ettim. Ama beni dinlen1 ^
Verandada bir süre daha oyalandı, sonra neredeyse
dayanana kadar yaklaştı. Başımı eğip ona baktım ve ha ^
dudaklarını yalayışım izledim.
Parm ak uçlarına basarak yükseldi am a yüzünü avuçla­
rımın içine alıp onu durdurdum . Dudaklan benimkilerden
sadece birkaç san tim uzakta öylece tutup koyu gözlerine
dikkatle baktım . E m in olm adığını gösteren bir işaret an-
yordum.
Ciddi bir ifad eyle, "Sarh o şsu n ," dedim. "Ne yaptığının
farkında değilsin."
"Kesinlikle fa rk ın d a y ım ," diye fısıldadı. "Biraz sarho­
şum sadece. A p tal d eğilim . Kim olduğunu... ne olduğunu
biliyorum. N e y ap tığın ı da. Ve benim ne yaptığımın da far­
kındayım. N e isted iğ im i biliyorum ."
"Peki, neym iş b u ? N e istiyorsun?"
Uzanıp b ilek lerim i tuttu ve ellerimi yüzünden çekti.
Onlan yü zünden çek m em için beni zorlayacak kadar güç­
lü değildi am a ona karşı koym adım . Tekrar parmak uçlan-
mn üzerinde y ü k seld i ve gözlerini kapatarak dudaklannı
dudaklarıma b astırd ı.
Öpücüğüne k a rşılık verdim ancak gözlerimi kapatma­
dım.
O duygu g e çm iy o r, uzaklaşm ıyordu. İçimde gitgide
artıyordu. P aran o y ak laşm ıştım , açlıktan ölüyordum ve
bununla u ğ raşam a y a ca k kad ar yorgundum. Karissa'mn
dudaklanndan u z a k la şm a y a çalıştığım anda kollannı boy­
numa dolayıp b en i açık kapıd an içeri doğru itip antreye
soktu. Sonunda ö p ü şm e y i kesip tekrar dışan çıktım ve
kuşkuyla cad d ey e b ir kez daha göz attım.
Göz ucuyla bir gölgenin hareket ettiğini gördüm.
Belki de hayal görmüştüm.
Belki uykuya ihtiyacım vardı.
Başımı o tarafa doğru çevirdim ama karanlıkta hiçbir şey
görmedim. Ağaçlar, çim alanlar, arabalar ve posta kutulan
dışında hiçbir şey yoktu. Uzakta patlayan havai fişeklerin
^leri, Karissa beni öptükçe iyileşen yaralan açan silahses-
*erininkine benzer çatırtılarla havayı dolduruyordu.
Siktir et.
Kapıyı çarparak kapattım , bütün kilitleri tek tek kiliti
dim ve her birinin sıkıca kapandığından emin oldum ve ar
dmdan tüm ilgimi Karissa'ya verdim . Dışandaki şey, ¡ster
dost ister düşman, ister gölge ister rüzgâr, ne olursa olsun
içeri girmeyecek ve burada sahip olduğum şeye zarar ver­
meyecekti.
Dudakları dudaklarım a yapışm ış, kolları boynuma do­
lalı bir halde, ne acele ederek ne de oyalanarak üst kata yö­
neldik. Onu tutkuyla öpüyordum ; arzum her saniye artı­
yordu. Ellerimi kalçalarına götürdüm ve parmak uçlanmla
tişörtünün eteğinin altından çıplak tenini okşadım.
Tişörtünü çıkaracak kadar bir süre öpüşmeye ara ver­
dim. Kollarını havaya kaldırıp ben onu soyarken kendini
tamamen bana teslim etti. A m acım her âmn tadını çıkara­
rak onu yavaş yavaş soym ak olsa da giysileri hızla kenara
atıldı.
Onu yatağa çekerek tam am en giyinik halde üzerine
çıktım. Dudaklarım ağzından boynuna, oradan çenesine,
ardından boynuna indi. Elleri tişörtüm ün altında sırtımda
dolanırken öpüyor, ısırıyor, tuzlu tenini yalıyordum.
Dudaklarım göğüslerini bulm adan önce doğruldum ve
tişörtümü çıkardım. Dilim le m em e ucunda daireler çizdik­
ten sonra hassas meme ucunu dudaklarım ın arasına alıp
emmeye başladım. Elleriyle saçlarım ı avuçlayarak inleyip
sırtını yay gibi gerdi.
Ayakkabılarımı ayaklarımla itip çıkararak yatağın dibi
ne atarken aynı dikkati vererek diğer meme ucuna geÇ0
ğimde, "Lütfen," diye yalvardı. "Lütfen, Naz."
Dudaklarımı yeniden dudaklarına götürüp yalvarış 1
01
bastırmadan önce boynunu öptüm. Şortumu indirip öpu?'
meye ara vermeden el yordamıyla çıkardım ve bacakla0 '

216
jun arasına girdim. Yaydığı ısı tüm bedenimi titretti. Tenine
sinen güneş kokusunu hâlâ alabiliyordum. İçine girerken
öyle derin nefes aldım ki koku başımı döndürdü.
Kollan ve bacaklarıyla bana dolanmışken öyle iyi his­
settiriyordu ki. O kadar iyiydi ki böyle bir şeyin kötü ola­
bileceğine inanmak çok zordu. Onun için yanlış kişi ola­
bileceğime inanmak çok zordu. Ama ben öyle olduğumu
biliyordum... Kendini verm esi gereken son insandım ben...
Ama bu gibi anlar; yani sanki soluksuz kalmış ve aniden
şaşırarak birbirimize ne kadar uyumlu olduğumuzu an­
lamış, bir parçasını kaybetm işken bulmuş ve yeniden bir
bütün olduğunu fark etm iş gibi derin bir nefes aldığı za­
manlar bana um ut veriyordu.
Bu, yanlış bir şey olsa bile bir biçimde her şeyi düzelt­
mek için bir yol bulabileceğim umudunu veriyordu.
Dilimi kulak m em esinde gezdirirken, "Söyle," diye fı­
sıldadım. "Ne yapm am ı istiyorsun söyle bana. Benden is­
tediğin ne var?"
Ona her şeyi verirdim.
Eğer isterse şu lanet olası göğsümü çıplak ellerimle yır­
tarak açar, kalbimi yerinden söker ve ona verirdim.
Söylemesi yeterdi.
İstemesi yeterdi.
Avaz avaz m ilyonlarca istekte bulunabilirdi ve hepsinin
^çekleşmesi için ölüm ü bile göze alırdım. Ama o sadece,
®eni sevmeni istiyorum ," diye fısıldadı.

Chu seviyordum.
Her seferinde daha derine girip, her santimimle onu
Urmaya çalışarak dudaklarımı teninden hiç çekmeden
kzl 6 Teni kızarana, ter içinde kalana, daha
asıru vermem için bana tekrar yalvarmaya başlayana
ek^ Ş tim onunla.

217
Daha sert.
Daha derin.
Daha çok.
Daha çok.
Daha çok.
Göğüsleri göğ sü m e sü rtü n ü y o rd u . Daha fazla sürtün
mek istercesine bana ya sla d ığ ı m em e uçları sertleşmişti
Elleri tırm alarcasm a sırtım d a d olan ıyor ama tırnaklan
tenime batm ıyor, kan ak ıtm ıy o rd u . Yine de boydan boya
uzanan, ku rtu lam ad ığım b ir sızı h alin d e bıraktıkları izleri
hissedebiliyordum . H ızlı h ız lı ve kesik kesik nefes alarak
yüzümü boynuna gö m d ü m . D u d ak larım la kulak memesi­
ni tutup em m eye b a şla m a d a n ö n ce dilim le terli tenini yala­
dım. Tekrar saçlarım ı a v u ç la y a ra k çığlık attı.
Her hareketim de k lito risin e sü rtecek kadar onu ken­
dime yakın tu tm uştum , iç in d e g id ip gelirken vücudunun
gerildiğini h issed eb iliy o rd u m . S a d ece biraz daha derine
girmek ve daha sert b a stıra b ilm e k için hızım ı düşürdüm.
Başım geri attı ve a ğ z ın d a n b o ğ u k b ir inilti çıktı. Beden:
hafif sarsılm alarla k ıv ra n a ra k b o şa lırk e n zevk çığlıkla®
dinleye dinleye o m zu n u ısırd ım . B e n im de orgazm olmak
üzere olduğum u h issed e b iliy o rd u m . Boşalm a arzusun?®
1
de gitgide artıyordu. K e n d im i d a h a fazla tutabilecek, daha
fazla geciktirebilecek en erjim y o k tu .
Onun orgazmının etkisi a z a lm a y a başladığı anda 1$
nuna gömülmüş bir halde in leyerek ve titreyerek İÇ®
şaldım. Birkaç kez daha gid ip gelerek haz denizinde
tim. Ardından hareketsiz bir h ald e üzerin e uzan<^irti ^
Uzaklaşmadım; onun da u zak laşm asın a izin ver® ^
Ona sımsıkı sarılmış bir h ald e kesik kesik nefes ahŞ®1
leyerek ve deli gibi çarp an kalbini hissederek için<^e
madan öylece durdum .
G ö zle rim i kapatıp, bundan dolayı pişm an olma, diye
düşündüm. Kendini bana verdiğin için pişman olduğum söy­
leme.
Sakın p iş m a n o lm a .
N e y a p a rsa m y a p a y ım .

"Naz, ben..."
Henüz söylem ek istediği şeyi söyleyemeden ani bir ses
duyuldu. Üst kattaki yatak odasından bile aşın yüksek du­
yulan kötü bir sesti bu.
Ne olduğunu algılam am sadece bir saniye sürdü.
Arabam.
Telaş içinde Karissa'dan uzaklaştım. Ayağa fırlayarak
yerde duran şortum u kapıp üzerime geçirdim.
Soru sorm asına fırsat verm eden koşarak dışarı çıkar­
ken, "Burada kal," dedim . Hızla alt kata indim ve anah­
tarları eve geld iğim izd e bıraktığım yerden alarak sokak
kapısına yöneldim .
Çalışma odasına gird im ve parmaklarımı kitap ciltle­
rinin sırtlarına hızla sürterek kitaplığı boydan boya geçip
Savaş ve Barış'ı buld um . H âlâ olması gereken yerdeydi.
Neyse ki K arissa onu okum aya kalkışmamışü.
Kitabı raftan çekip aldım ve açtım. Sayfalar kesilerek
oyulmuş, tam ortada bir boşluk bırakılmış ve içine gümüş
rengi bir tabanca yerleştirilm işti. Silahı alıp kitabı masaya
fırlattım. Hâlâ dolu o lup olm adığını kontrol ederek ön ka-
P’ya koştum.
Alarm o kadar yü k sek sesle çalıyordu ki zemin nere
deyse titreşiyordu. Yedek anahtarım daki düğmeye bastım
Ve alarm duvarların gerisin d en susunca rahatladım. Ku­
lla n ım dört açıp sessizliği dinledikten sonra kilitleri açıp
Yavaşça kapıyı aralad ım . Elim de silahı sımsıkı tutmuş, her
hazır bir h ald e g ö z lerim le boşluğu tararken kalbim
irinden çıkacakm ış gib i atıyordu.
Etraf sessiz ve h areketsizd i. Ç ev red e hiç kimse kil
de kayıp anahtarlarım ın salland ığı sürücü kapls| So* ^
kadar açık arabam dışında h içb ir şey yoktu. Bir süre ^
tarlara baktıktan sonra araban ın y an ına gittim ve içeri hızi
bir bakış attım. A rdından onları çekip alarak kapıyı kapa
dım.
Gözlerimi karanlığa dik m iş b a k a rk en arkamda bir gıa[
tı duydum. İçim deki her şey b ir an lığ ın a donakaldı; ardın­
dan adrenalinle dolarak son h ız la çalışm aya başladı. Hızla
arkamı dönerek silahım ı h a rek et ed en şeye doğrulttum.
Parmağım tam tetiği çekiyordu k i on u gördüm.
Karissa.
Doğrudan yüzüne n işan alm ıştım .
Evin kapısında donakaldı. H afifçe inleyerek hemen sila­
hı indirip ona zarar verm eye çalışm ad ığ ım ı göstermek için
ellerimi kaldırdım.
"Lanet olsun, Karissa. İn san lara gizlice yaklaşma. Başı­
nı belaya sokacaksın. Sana o ld u ğ u n yerde kalmanı söyle­
miştim."
Ben silahın em niyetini k ap atıp b elim e sokarken o, ne
olduğunu anlamaya çalışan telaşlı bakışlarla etrafa göz a*1
yordu.
"Neler oluyor?" diye sordu. "Y an i o neydi?"
"Sadece araba alarm ı."
Bakışlan hâlâ silahım da gezin iyo r olsa da cevabımon
biraz sakinleştirdi. "N eden çalm ış?"
"Endişelenme," dedim. "H a llettim ." ^
Daha soru sormak istiyordu am a b en arabayı yo
çekmek için düğmeye basınca kalkm aya başlayan garaİ ^
pisinin gürültüsü onu engelledi. Bu, kendim i topa^arıl_
için bana süre kazandırdı. D erin derin nefes a la ra k ^
yüzümde dolaştırdım.
Ortalık tekrar sakinleşince, "Sakin ol," dedim. "Sadece
bir rakun olabilir."
"Rakun m u ? "
"Evet."
Başını iki yana salladı. "B ana yalan söylemezsin sanı­
yordum."
"Söylemiyorum."
Dışarı çıkıp bana yaklaşırken bakışları kuşku, hatta ne­
redeyse öfke doluydu. İnanm am ıştı.
"Rakun olabilir dedim . O labilirdi."
"Ama değildi."
"Hayır," diye itiraf ettim . "D eğildi."
"Kimdi?"
"Eğer bir tahm inde bulu nm ak zorundaysam, beni so­
yan kişiyle aynı kişi oldu ğunu söyleyebilirim."
Dikkatle bana baktı. "N ered en biliyorsun? Onlan gör­
dün mü?"
Geri gelmiş olan an ahtarları kaldırıp sallayarak "Hayır,
kimseyi görm edim ," dedim . "Sadece deneyime dayalı bir
tahmin."
Önce anahtarlara, ard ınd an bana baktı. "Kim olduğunu
biliyor musun?"
Onaylayan bir ifadeyle başımı salladım.
Duraksadı. "B en tanıyor m uyum ?"
Yine bir baş sallam ası. Bu kez tereddütlü bir ifadeyle.
Korktuğum soruyu sorm asım bekleyerek dikkatle ona
baktım.
Annen o lu p o l m a d ı ğ ı m s o r m a .

fana b u n u s o r m a ...

- hmm?" K aşlarını çatarak bakışlarını benden ka-


Çlrdl' Düşüncelerini toparlam aya çalışıyordu. "Bu, güvenli
mi?"
U zandım ve p a rm a k la rım ı çen esin d e gezdirip y ü ^ .
avuçlarım ın için e ald ım . B aşın ı ark aya doğru yatırarak tek
rar yü züm e b ak m a sın ı sa ğ la d ım . Endişeli görünüyordu
Bu yüzden ona g ü lü m sed im . E n dişelerin i gidermek
yapılan belli b elirsiz b ir g ü lü m sem ey d i bu. Güvenli miydi?
Kesinlikle h ayır. Bu k e lim e b en im dünyam da hiçbir zaman
olm am ıştı ve asla o lm ay acak tı.
Ö lüm sinsi sinsi h er y e rd e d o la şıy o r, izliyor ve bekliyor­
du ve benim için b ir gü n te k ra r gelecekti.
Başparm ağım ı y u m u şa k a lt du dağında gezdirerek,
"Sana hiçbir şey o lm a y a ca k ," d ed im . "B u n u n için her şeyi
yapacağım ."
G ülüm sem em e k arşılık verd i. B an a inanıp inanmadığı­
nı bilm iyordum am a in a n m a k isted iğ in i söyleyebilirdim.
Bana olan güvenini yavaş yavaş, azar azar tekrar kazanı­
yordu.
13. BÖLÜM

"İyi ki doğdun."
Bu kelimeler çınladığın da düz beyaz gömleğim yukan
doğru toplanm ış ve çenem in altm a sıkıştırılmış bir halde
çalışma odasındaki kan epede oturm uş yaramı inceliyor­
dum.
İyi ki doğdun.
Bakışlarım tam karşım d a dikilen Karissa'ya kaydı. "An­
lamadım."
Elinde küçük bir kap puding ve bir kaşıkla çekimser bir
ifadeyle gülüm seyerek bir kez daha "İyi ki doğdun," dedi.
Senin için."
Gömleğimi indirip belim i yeniden kapatırken temkinli
Bir ifadeyle ona göz attım. O kadar uzun süre öylece dur­
dum ki yüzündeki gülüm sem e silindi ve yerini belli be­
lirsiz bir endişe aldı. D iğer elinde kendi kabıyla yamma

223
otururken yavaşça p u d in g kabına uzanıp aldım , o

dininkini önceden açm ıştı ve ben henüz ne söyleyec -


bile dü şünem ed en b ir kaşık aldı.
Pudingin jelatin in i açarken, "N ered en biliyorsun?" d
sordum . A slında h iç aç d eğild im ve bunu bana neden v«
diğini bilm iyordum .
"P asaportun da y a z ıy o rd u ."
"H aa."
"San a pasta y a p a ca k tım ," dedi. "Ya da hazır bir tane
alacaktım am a için e siyan ür konm uştur diye yemeyece­
ğini düşündüm ." P u d in gin d en bir kaşık daha alırken göz
ucuyla bana baktı. "B a llı çörek de alabilirdim ama buzdo­
labında puding vardı. Bu y ü z d en ..."
"O zam an puding y iy o ru z ," diye mırıldanıp bir parça
aldım ve ardm dan kaşığım ı ona doğru sallayarak. "Her­
hangi bir şey beklem iyord u m ."
"Bundan hiç söz etm ed iğin i göz önüne alınca... dedi,
"Anladım."
Ben daha fazla yem eden pu dingim i sehpaya koyarken
o, kendisininkirıi bir çırpıda bitird i; hatta tüm çikolatayı
temizlemek için kapağını bile yaladı Gömleğimi tekrar yu
karı çekerken beni izliyordu.
Boş kabı benim kinin yanm a koyarken, "Daha iyi gorU
nüyor," dedi. Uzandı ve parm aklarını yaramın e t r a f ı n d a k i
deride gezdirdi. Dokunuşu öyle hafifti ki içimi tatlı bir ur
perti kapladı. Şekillenm eye başlayan yara izi çok kötuy
ama iyileşiyordu; artık çok az sızlıyordu.
İç çekerek tekrar kanepeye yaslandım ve onun dokunu
şunun tadını çıkardım. "D aha iyi zaten."
Eli, yaramdan uzaklaşıp tenimi okşayarak karnıma doğ
ru inmeye başladı. Bana sokulurken eli karın kasların1111
çıkıntılarında dolanıp göğüs kıllarım ı takip ederek yukar
doğru çıktı.

224
Bana doğru eğildiğinde gözlerimi kapattım. Kamımdan
başlayıp göğsüme doğru öperek çıkan dudaklarını hisset­
tim. Eliyle kasıklarımı okşuyor, pantolonumun üzerinden
aletimi ovuşturuyordu. Avucunun altındaki penisim can­
lanmıştı; sadece basit bir dokunuşu bile onu sertleştirmeye
yetiyordu.
Elini kumaşın altına sokup aletimi sımsıkı kavradı ve
pantolonumdan çıkarırken birkaç kez sıvazladı. Pozisyo­
nunu değiştirip başını kasıklarım a doğru eğdiği anda göz­
lerimi açtım.
"Karissa..."
Bana bir bakış attı am a durm adı. Hatta bir an bile du­
raksamadan penisim i ağzına aldı. Nemli sıcaklık beni sa­
kinleştirdi. Karşı koym ak istiyordum . Karşı koymam gere­
kiyordu ama çok güzeldi.
Lanet olası derecede güzel.
Ellerimi başım n üzerine koyup yavaş yavaş saçlarını
okşadım. Dişlerini sürterek ve diliyle hafif darbeler atarak
başım dönmeye başlayıp patlam ak üzere olduğumu hisse­
dene kadar emdi... em di... ve emdi.
Onu uyarmalıydım.
Onu durdurmalıydım.
Buna bir son verm eliydim am a güçsüzdüm.
Lanet olası derecede güçsüz.
Gücümü tekrar kazanıyordum ama bu kadm hâlâ beni
tüketme gücüne sahipti.
Bedenim gerilerek, içim i acı kaplayarak çok güçlü bir
Biçimde boşaldım. Canım yandı. Ama bu acı, yıllardır his­
settiğim her şeyden daha iyiydi. O, yalayıp yutarken saçla-
nna yapıştım ve aletim i ağzından çıkarana kadar bırakma­
dım. Derin derin nefes alarak gözlerimi kapattım. "Sana
Bunu yapmamanı söylem iştim ..."

225
D oğru lu p b a k ışla rın ı y ü z ü m e dikerek, "Hayır h
da diz çök m em em i sö y lem iştin . Dizlerim in üzerinde/111
lim ," diye itiraz etti. O n a b a k tığ ım d a gözlerinde bir
vardı. Keyif. "B iliy o rsu n k a st ettiğin şeyi tam olarak söy|J
m elisin."
U zaklaşm aya ka lk ıştı am a onu yakalayıp kucağıma çek
tim. Ata b iner gibi k u ca ğ ım a otu rd uğu nd a acıyla inledin,
Dizi yaram a çarp m ış v e y a ra m b ıçak saplanmışçasına aa-
mıştı.
Y üzüm ü b u ru ştu ru n ca p an ik oldu ve "Lanet olsun.
Özür d ilerim ," dedi. A m a ö zrü n ü duym azdan gelerek kal­
çalarından sım sıkı tu tu p gitm e sin e izin vermedim.
Dişlerim i sıkarak, "B e n im h a ta m d ı," dedim. "D üşün­
mem gerekirdi."
Ellerimi kalçalarından sırtın a doğru kaydırırken dikkat­
le ona baktım . En sesin d en kav rayıp onu kendime doğru
çektim ve öpm eye başlad ım . O anda odada zil sesi yankı­
landı. Telefonum. D aha y o ğ u n öpm eye çalışırken Karissa
geri çekildi. "C evap verm en gerekm iyor m u?"
Başımı iki yana sallayarak onu tekrar tekrar öperken
ağzımm içine, "E n azından... kim olduğuna... b a k m a y a ca k
mısın?" diye fısıldadı.
"Kim olduğunu b iliyorum ."
"K i m ? "
"A n n e m ."
T a m a m e n g e ri çe k ild i v e b a k ış la r ı k ıs a b ir a n odanındı
ğ er tara fın d a d u r a n te le f o n u m a k a y d ı. O a n telefon sustu
"N e re d e n b iliy o r s u n ? "
"B u g ü n d o ğ u m g ü n ü m ."
T ek rar o n u ö p m e y e ç a lış tım a m a a v u ç la rın ı gÖğsö|I'e
b astırarak en g elled i.
"A nnen d e b ab an k a d a r c a n a y a k ın m ı? " „
"Ç o k az in san G iu s e p p e V ita le k a d a r c a n a yakınd'r

226
Başım ı iki yana salladım . "A nnem çok iyi bir kadın. Tanı­
yabileceğin en iyi in sa n ."
"0 zaman niye o n u n la h iç görüşm üyorsun?" diye sor­
du. "Neden telefonuna cevap verm edin."
"Çünkü ben olm ad an dah a rah at," dedim. "Birini sevi­
yorsan onun için en iyisin i istersin ve bazen onun için en
iyisi sen değilsindir."
"Bir zamanlar aynı şeyi ben im için de söylemiştin,"
dedi. "Beni sevdiğini, b en im için en iyisini istediğini söyle­
miştin. Oysa benim için en iyinin sen olmadığını düşünü­
yordun."
"Bu doğruydu," dedim . "S a n a âşığım ama aynı zaman­
da bencil orospu çocu ğu n u n tekiyim . Yanlıştı ama seni
istiyordum... Seni istiyorum , bu yüzden yanımda tutuyo­
rum."
Kum bir kahkaha attı. "Y anında mı tutuyorsun?"
"Evet."
"Annenin de seni yanınd a tutm ak isteyebileceği hiç ak­
ima gelmedi m i?" diye sordu. "Taş atmak anlamında söy­
lemiyorum bunu... Birinin bizim için iyi olmaması o kişiyi
artık hayatımızda görm ek istem ediğim iz anlamına gelmez
demek istiyorum sadece. Senin için her şeyden vazgeçme­
ye gönüllüydüm."
"Gönüllüydün."
"Evet."
"Geçmiş zam an."
Kaşlarını çattı. "A nlam adım ."
"Gönüllüydüm dedin," diye karşılık verdim. "Gönüllü­
yüm demedin."
Kucağımdan kalkarken bir süre düşündü. "Evet, yani
sanırım hâlâ karar aşam asındayım ."
"Neyin kararı?"
"Seni yanımda tutmak isteyip istemediğimin.

227
Karissa, sehpaya bıraktığım ız puding kaplanın ah»
için alırken telefonum yeniden çalmaya başladı.
"Buna cevap verm elisin," dedi. "Annenle konuş."
Onu düzeltm edim . O dadan çıktı. Bu kez arayan annen,
değildi. Zil sesi farklıydı. A radaki fark belli belirsizdi zar
zor fark edilebilirdi am a farklı bir zil sesiydi. Ray.
İç çekerek ayağa kalktım , yavaş bir şekilde odayı boylu
boyunca geçerek çalışm a m asasm dan telefonu aldım. Bir
süre ekrana baktıktan sonra sessize almak için tuşa bastım.
Annemden farklı olarak doğum günümü kutlamak için
aramıyordu. M uhtem elen bugün doğum günüm olduğu­
nun bile fakında değildi.
Karissa'nın m utfakta dolandığım duyunca, "Hadi bir
şeyler yapalım ," diye seslendim . "Ö ğle yemeği falan yiye­
biliriz."
Kapıda belirdi. "Ö yle m i istiyorsun?"
"Evet."
Telefonum, Ray'in zil sesiyle tekrar çalmaya başladı.
Karissa meraklı gözlerle bana bakarken başımı iki yana
salladım. "Önem li bir şey değil."

"Cobalt ne?"
Bu soruyu sorunca bakışlarım Karissa'ya çevrildi. He­
nüz bizim caddeden bile ayrılmamıştım ve o, durup du
rarken bu soruyu sormuştu. "C obalt m ı?"
"Evet, Cobalt."
"Bunu nereden duydun?"
2
" O d e d e k tifte n ," d e d i. "C o b a l t't a n s ö z ettiğini, vurulm
olayının o ra d a o ld u ğ u n u s ö y le d iğ in i d u y d u m . Biliyoru1’1'
bu h aftalar ö n cey d i a m a ş u a n a k lım a g e ld i ve... Kısaca
ned ir o ? "

228
"Kimyasal bir elem ent," dedim. "Ve mavi renkte."
"Yaa, evet. Aynı zam anda Chevy'nin bir modelinin
adı," diye karşılık verdi. "Ama bunlar vurulduğun yer ola­
ra k bir anlam ifade etm iyor."

Ses tonundaki sertliğe gülmemek için kendimi zor tut­


"Bana nerede vurulduğum u sormadm ki."
tu m .

"Tamam o zam an," dedi "Vurulduğun yer neresi?"


"Yan tarafım."
"N az..."
Konuyu kapatmayacağını bildiğimden, "Greenvvich
Village'da," dedim. "C obalt özel bir kulüp."
Tek kaşını kaldırarak bana bakü. "Özel kulüp mü?"
"Evet."
"Özel bir kulübe mi üyesin?"
"E vet."
"Bu erkeklerin gittiği türden bir kulüp için kullanılan
kibar ifade tarzı m ı?"
"Yoo, hayır. Striptizciler yok. Arada bir kuralları esnet-
seler de genellikle hiç kadın yok. Daha ziyade içeri girmek
için üyelik gerektiren özel bir mekân."
"Orada ne yapıyorsun?"
"Arkadaşlarla takılıyorum ve içiyorum," dedim.
İşleri yürütüyorum.
Gizli planlar yapıyorum.
"Yani şu özel kulüplerden biri," diye tekrarladı. "İçki
içtiğin ve senin gibi erkeklerle takıldığın."
"Temelde evet."
"Bunun kulağa eşcinsel barı gibi geldiğinin farkında
mısın?"
Bir kahkaha atarak yan gözle ona baktım. "Böyle söyle­
m inde, sanırım haklısın. Ancak kulağa nasıl geldiği umu­
rumda değil. Neyse o."

229
O m uz silkerek b a k ışla rın ı ben d en uzaklaştın
dışarı baktı. "G ö re b ilir m iy im ? " ^ Canit^
"N e y i?"
"C o b a lt'ı."
"H m m ... Sö y led iğ im g ib i gen ellikle kadınlar gireme2„
"İçeri girm ek iste m iy o ru m ," dedi. "Sadece senin nere,
de... Bu olayın n ered e o ld u ğ u n u görm ek istiyorum."
Buna verecek b ir cev ab ım yoktu.
Bunun neden ö n em li o ld u ğ u n d a n em in değildim.
Şehre kadar ikim iz de b aşka bir şey konuşmadık. Niha­
yet telefonunu çıkard ı ve k ü çü k yeşil domuzcuklara renk­
li kuşlar fırlatm ak için p arm ağ ım çatlak ekrana sürmeye
başladı.
Yeni bir telefona ihtiyacı vardı. Bunun daha ne kadar
dayanabileceğinden em in değildim . Ne kadar sık düşür­
düğü düşünüldüğünde h âlâ çalışıyor olm ası şaşırtıcıydı.
Bunu neden yaptığım ı bilm iyord u m ama onun merakı­
nı gidermek için doğrud an C obalt'a gittim. Sokaktan geçip
arkadaki park yerine gird im ve arabayı döndürüp durdum
ve vitesi boşa aldım . D ışarıda tabela yoktu; binanın ne ol­
duğunu belli eden hiçbir şey yoktu. "İşte Cobalt."
Karissa'nm kaşları çatıldı. G özlerini binadan ayırıp yan
camdan dışarı bakarken sorm ak istediği sorular olduğunu
görebiliyordum. "Yani burada mı o ldu ?"
"N e ? "
"Vurulduğun yer burası m ı?"
" H a a ." E trafa b ir g ö z a ttım . " E v e t , o r a d a k i lambanın ya
n ın d a."
Başını sallad ı. B ir s ü r e la m b a y a b a k tık ta n sonra tekrar
bana d ö n ü p hafifçe g ü lü m s e d i. " T e ş e k k ü r e d e rim ."
D aha fazla o y a la n m a d ım . Y o la ç ık m a k ü z e re arabay 1
vitese taktım . P ark y e r in d e n a y r ıld ım v e so k a ğ ın sonuna
vard ığım d a frene a sıld ım . T am tra fiğ e g iriy o rd u m ki gös
teriş'i siyah bir lim uzin san ki yanım a yanaşacakmış gibi
birdenbire döndü am a o n u n yerine girişte durup çıkmamı
engelledi.
Onu görünce direksiyon a sım sıkı yapıştım. Midem sı­
kıştı, iç organlarım sanki b irb irin e girdi.
Ray.
L im u z in in arka kapısın d an inip arkasından inmekte
olan Brandy için kapıyı tuttu. Belli ki yine peşine takıl­
mıştı. Brandy indikten sonra R ay kapıyı kapadı. Bakışları
benden tarafa döndü; gözlerim iz buluştu. Onu ekmiş ol­
duğum gerçeğini yü züm e vu rm ak isterm işçesine yürüyüp
g idecekm iş gibi davrandı. A rdm dan yolcu tarafındaki kol­
tuğa bir göz attı ve yüz ifadesi değişti.
Siktir.
Ray, kolunu Brandy'ye dolam ış bir halde bir an durak­
sadı. Dikkati K arissa'dan bana kaydı. Eğilip kız arkadaşı­
nın kulağına bir şeyler fısıldadı. Arabama bakınca kızın
yüzü ışıldadı. H eyecan içinde deli gibi el sallamaya baş­
ladı. Göz ucuyla K arissa'nın da ona hafifçe el sallayarak
karşılık verdiğini gördüm .
Sarışının ihtiyacı olan davetiye buydu.
Brandy koşar adım larla arabamın yanına gelip
Karissa'ya camı indirm esini işaret etti ama Karissa kımıl­
damadı. İsteksizce camı onun yerine indirdim. Bakışlanm
ağır adımlarla kız arkadaşının yanma gelmekte olan Ray'e
odaklanmıştı.
Brandy, bitm ek tükenmez, saçma sapan laf kalabalığına
başladı. Merhaba. Ne var ne yok? Nasılsın? Nereye gidiyorsun?
Rarissa, elinden geldiğince az bilgi vermeye çalışarak ve
bildiği azıcık şeyi geveleyerek cevap verirken Ray başıyla
sertçe beni selamladı. "Vitale."
Hiçbir şey söylemeden selamına karşılık verdim.

231
Brandy, "R ay 1e bir şeyler yiyeceğiz," dedi. "Hadi •
bize katılın. Ne d ersin iz?" İkim iz de cevap vermeye^6
bulam adan yü zünde um u t dolu bir ifadeyle Ray'e
kolunu sım sıkı tuttu. "N e dersin, R ay?" P
"Bilm iyorum , b eb eğ im ." Derin derin iç çekti, bakış]an
doğrudan yüzüm e dikilm işti. "Em inim Vitale'nin bugün
yapacağı daha iyi şeyler vard ır."
Hâlâ susuyordum .
Bu bir sınavdı. Bundan em indim . Bu adama önem verip
verm ediğim i; benim için bir baba gibi olan bir adamı, beni
varlıklı bir adam yapan bir örgütü, birçok kez hayatımı
kurtaran bir aileyi hayatım daki h er şeyin üzerinde bir yere
koyup koym ayacağım ı sınayan bir sınav.
Bunu yapm ak istiyordum .
Yapmam gerekiyordu.
Hiçbir şeyim in olm adığı, iyi olan her şeyin paramparça
olarak beni karanlık bir boşlukta bıraktığı anlarda bile tek
bir şeyi korudum: sadakatim i. Benden geri kalan her şeyi,
varlığımın en son parçasını ailesinin onurunu korumak,
onlann uğradıkları haksızlıkları düzeltm ek için karşımda
duran bu adama adadım.
Arabayı hemen park edip inm em ve dibe vurduğumda
tutup beni kaldıran, yaşam ak için bana bir amaç veren bu
adamla öğle yemeği yemem gerekirdi. Kiliseye gitmem,
Tanrı'ya inanıp inanm adığım ı bile bilmiyorum fakat Ray-
mond Angelo'ya hep inandım.
O, benim kurtarıcımdı.
Ama şimdi ona olan inancımı da kaybetmeye başlamış­
tım.
Yanımdaki şeytan, ilk günahım... yasak meyvem beni
baştan çıkarmıştı. Büyük bir arzuyla ondan bir ısırık almış
ve dünya beni neye inanmaya zorlamış olursa olsun içinin
çürük olmadığını fark etmiştim. Ray, onu bir köşeye fırlat-

232
bir kenara atmamı, olm ası gereken yer olan toprak
İlanda çürümeye bırakm am ı istiyordu am a ben, herhangi
başka bir şeyin beni ayakta tutup tutam ayacağından emin
değildim.
Kutsal Kâse'den içm iştim .
Bunu elimden alamazdı.
Bakışlanm Ray'den ellerini dizlerinin üzerinde birleş­
tirmiş bir halde yammda sessizce oturan Karissa'ya kaydı.
Angelo ailesine ne kadar derinden bağlı olursam olayım
içimde ondan daha derin bir şeyler uyanmıştı; öylesine
güçlüydü ki kısa bir an beni ürkütm üştü.
Bu kadma duyduğum aşk.
Nihayet bana ilgi gösterm eye başlayan bir kadına.
Tekrar Ray'e baktım . H âlâ hiçbir şey söylememiştim.
Söylemek zorunda da değildim . Bakışlarımdan anlamıştı.
Anladığını biliyordum, çünkü bunu ben de onun gözle­
rinde görmüştüm. Hissetm eye başladığı ihanete uğramış
olma duygusunu, bağım ızın yavaş yavaş parçalandığını
görüyordum.
Ray, itiraz etmesine fırsat vermeden Brandy'yi de çeke­
rek geri adım atarken, "Öyleyse başka sefere," dedi. "Ne
yapman gerekirse onu yap, "V itale."
Nihayet arkasını dönmeden önce kısa bir süre ciddi ba-
kışları bana dikili bir halde uzaklaşırken onu izledim. Bu
görüşmeyi aklımdan çıkarmak istercesine başımı iki yana
sallarken derin derin iç çekerek gözlerimi kapattım. Bütün
Edenimin gerildiğini hissedebiliyordum ve onun uzaklaş-
mış olması gerginliğimi azaltmıyordu.
Onunla gitmeliydim.
Bağlılığı seçmeliydim.
Ama bu kez yapamadım.
Bu sınavda başarısız oldum.

233
Gözlerim i açarak Karissa'ya, "Nereye gidelim?"
sordum. "B ir önerin var m ı?" ^
İç çekerek yavaşça cam ını kapattı. "İkimizi de kimseni,,
tanımadığı bir yere ne d ersin ?"
"Tahm inen N ew Y ork'ta b öyle bir yer bulmakta çokZOr.
lanacağız."

Borsa haberleri dizüstü bilgisayarım ın ekranının üst kıs­


mında akarken m üsvedd e b ir kâğıda bazı fikirleri not alı­
yordum. D ikkatim i toplayıp işe yarayacak yeni bir plan
yaparak Ray'i sakinleştirm e yöntem leri bulmaya çalışıyor­
dum ama göz ucum daki hareketlilik sürekli dikkatimi da­
ğıtıyordu.
Karissa, yanı başım daki rafları kurcalamaya karar vere­
rek çalışma odasında her zam an oturduğu yeri terk etmiş­
ti. Kitapları çıkarıyor, kapaklarına göz atıyor, sayfalarını
şöyle bir çeviriyor, sonra tekrar yerlerine koyuyordu. Ba­
zen aynı yere bazen de nereye uyuyorlarsa oraya.
Ben hepsini alfabetik sırayla yerleştirmiştim.
Bunun beni rahatsız etm esine fırsat vermemeye çalışı­
yordum.
Bakışlarım hafifçe ona kaydı ve Savaş ve Barış'a dokun­
madan geçtiğini görünce rahat bir nefes aldım. Sonunda
benden uzaktaki bir şeyde karar kıldı ve onu göğsüne bas­
tırarak kitaplıktan uzaklaştı. Ona baktığımı fark edince gü­
lümsedi. Yanımdan geçerken bakışları bilgisayar e k r a n ı n a
takıldı.
Aslında ilgilenmezdi ama birazını gördüğü şey kesin
likle görmeyi beklediği şey değildi.
Adımları yavaşladı ve dönüp bana baktı. "Bir portfö­
yün var mı?"

234
"Bir portföy m ü ? "
"Evet. Bilirsin işte. Yatırım portföyü. Böyle deniyordu,
değil mi? Hisse senedi gibi şeyler alırken kullandığın?"
"Ha. Evet. Öyle deniyor. Bunu Melody'den mi öğren­
din?"
"Uff, hayır. O böyle şeyleri nereden bilecek?"
"Babası yatırım bankacısı değil m i?"
Sorumun cevabım düşünürken gözlerini birkaç kez kır­
pıştırarak dikkatle bana baktı am a karşılık vermedi. Buna
gerek yoktu.
Cevabmı zaten biliyordum .
Odanm diğer tarafına geçerken, "Biliyor musun, baş­
kaları hakkmda bu kadar çok şey bilmen beni delirtiyor,"
dedi. "Ve bilgin olsun diye söylüyorum; portföy konusunu
reklamlardaki E-Trade bebeğinden* öğrendim."
Bunu söylerken çok ciddiydi. Başımı iki yana sallayarak
bir kahkaha attım ve ekrana dönüp tekrar odaklanmaya
çalıştım.
Ama işe yaramadı.
Odanın öbür köşesindeyken bile dikkatimi dağıtıyordu.
İç çekerek dizüstü bilgisayanm ı kapatıp ayağa kalktım
ve onun yanma gittim. Kitaplıktan aldığı kitap kucağında
açık bir halde oturuyordu. Hangi kitabı seçtiğini merak
ederek yanına oturdum.
J M. Barrie'nin Peter Patı'i.
Ha? "Daha önce okumadın m ı?"
"Hayır," dedi. "Alıntı yaptığına göre kitap sende vardır
diye düşündüm."
"Evet, güzel bir kitaptır. Klasiklerin çoğu var."
"Fark ettim." Bir süre kitaba baktıktan sonra gözlerini
bana çevirdi. "Bir şey sorabilir miyim?"

Online brokerlik yapan bir A m erikan firması. Reklamlarında bir


i’ebek kullanır, -çn

235
"G erçekten sorm an gerekiyorsa sor."
Güldü. "E vet, g erek iy o r."
"O zam an d in liyo ru m ."
"B ir sürü kitabın, bir sürü film in ve muazzam bir
nem a sistem in var. A m a h iç m üzik yok."
Sustu ve az önce söyled iğin e bir açıklama beklercesine
bana bakm aya başladı.
"B u bir gö zlem d i," dedim . "B ir soru değil."
G özlerini devirdi. "N ed en , N az?"
"N eden evim de m üzik yo k diye mi soruyorsun?"
"E vet," dedi. "Y ani rad yon ya da o tür herhangi bir şe­
yin yok... Arabada da m üzik dinlemiyorsun. NeMp3var,
ne CD, ne de kaset ya da sen henüz çocukken dönüp duran
gramofon türü bir şey ."
"G ram ofon m u? Kaç yaşm da olduğum u sanıyorsun?"
Gözlerini devirdi. "N ered eyse antika. Saçında beyaz
teller görm eye başladım b ile."
Dalga geçiyordu am a yaşadığım stres düşünüldüğünde
bu beni şaşırtm azdı. O nunla uğraştığım kahredici her sani­
ye yaşlanıyordum . "Ö ncelikle, eğer saçlanm beyazlıyor»
sebebi sensin. Beni deli ediyorsun. İkincisi, müzikle ilgü
hiçbir şey yok, çünkü bunu gereksiz buluyorum."
Şaşkın şaşkm bana baktı.
Sanki katil olduğum u itiraf etm işim gibi şaşkın şaşkın-
Boş versene, bir katil olduğum u fark ettiği zaman boyte"
si endişeli görünmüyordu.
"Nasıl olur da müziği gereksiz bulursun?"
"Çünkü sesten başka bir şey değil," dedim. "Sessizli?1
doldurmak dışında bir am aca hizm et etmiyor. Oysa
sen ben sessizlikten hoşlanıyorum ."
Ben konuştukça o daha da dehşete düşmüş görünüy°r
du. "Benimle dalga mı geçiyorsun?"
"Hayır," dedim. "Ama sana..."

236
"D alm ak isterdin," diyerek sözümü kesti. Aklımdan
geçenleri dile getiriyordu. Gitgide daha öngörülebilir olu­
yordum. "İstediğini biliyorum . Ama ben sadece... Vayyy.
Gerçekten mi, Naz? Şu an hayretler içindeyim. Bir insan
nasll o lu r da müzik sevm ez?"
Tek kaşımı kaldırıp kanepenin kolunda karman çorman
bir halde duran kulaklıkları göstererek, "Sen neden müzik
dinliyorsun?" diye sordum . "N eden sürekli bunlar kula­
ğında dolaşıyorsun? Seninle konuşm a çabalarımı engelle­
mek dışında bir neden söyle."
Sanki şimdiye dek duyduğu en saçma suçlamaymış gibi
gözlerini devirirken yanakları hafif pembeleşti. Bu pem­
beleşme bana haklı olduğum u gösteriyordu. "Her neyse.
İçinde çok fazla duygu barındırdığı için müzik dinliyorum.
Ruhumun başka bir kısm ıyla bağlantı kuruyormuşum, ev­
renin bir kısmı beni gerçekten anlıyormuş gibi hissettiri­
yor. Canlı hissettiriyor. Dinlerken müziği tam anlamıyla
hissedebiliyormuşum gibi geliyor. Senin böyle hissetmeni
sağlamıyor mu?"
Başımı iki yana salladım . "B en hiçbir şey hissetmiyo­
rum."
Rahatsızlık dışmda hiçbir şey... Çünkü düzgün düşüne­
miyorum.
Ve bazen ona eşlik eden deli gibi bir baş ağrısı dışmda
hiçbir şey.
Acımaya benzeyen anlaşılm az bir bakışla bana baktı.
Karissa Reed... Karissa Rita... Bana acıyordu.
İnanılmaz.
"Ama... Dur bir dakika... Machiavelli hakkında konu­
şurken yaptığım Tupac göndermesini anlam ışta. Anladı­
ğına yemin edebilirim."
"Müzikten hoşlanmıyor olmam onun hakkında hiçbir
Şey bilmediğim anlamına gelmez. Benim zamanımdaki
Şu dönüp duran gramofon günlerinde de Tupac vardı."

237
Küçümser bir bakış attım . Bir kahkaha atarak, "He
bir moruk olm anın suçlusu ben değilim ," dercesine
silkti. "Aslında senin onu tanım ana şaşırdım. Yaklaşık^'1
nin doğduğun yıllarda ö ld ü ."
"Evet, ama gerçek m üziğin m odası geçmez, özelük-
le de Tupac'm ," dedi gülüm seyerek. "Bu arada bunu
Melody'den öğrenm iştim . 9 0 la rın bütün rap şarkılarının
sözlerini bilir am a babası ne iş yapıyor olursa olsun okızın
yatırım portföyü denen şeyi b ildiğin i hiç sanmıyorum."
Karissa, bunu söyledikten sonra tüm dikkatini eski ki­
taba vererek okum aya geri döndü. Merakım galip gelene
kadar onun sayfaları çevirm esini izledim. "Neden bu ka­
dar çok seviyorsun?"
"Müziği m i?"
"Hayır. Peter Pan'i"
"Haa... Hmm... Her zam an favorim olmuştur. Sürekli
oradan oraya taşındığım ız için gerçek anlamda fazla ar­
kadaşım, konuşacak kim sem olm adı. Ne zaman biriyle
yakınlaşsam annem çılgına dönüyordu... Sanırım gerçek
kimliğimizi açık edeceğim i düşünüyordu. Oysa ben de
bilmiyordum... ama arıladığım kadarıyla senin bizi yakala­
mandan korkuyordu."
Bunlan öfkeli bir tonla söylem em işti. Üzgün bir ton da
değildi. Sadece bir gerçeği kabul etme noktasına gelmiş
gibi konuşuyordu.
"Ve kaçma, asla büyüm em e ya da hiçbir sorumluluk al­
mama düşüncesinde büyülü bir şeyler var," diye devam
etti. "Küçük bir çocukken tüm bunların gerçek olduğunu
ve orada bir yerlerde annemin beni uzak tuttuğu böyle bir
dünya olduğunu sanırdım. Geceleri yatak odamın pençe-
resini açar, her ihtimale karşı sonuna kadar açık bırakır-
dım." Dalgın bir ifadeyle gülümsedi; bakışları hâlâ kitaba
dikiliydi ama artık okumuyordu. "Fakat annem beni yak3'

238
ladı ve bunu yapm aktan vazgeçmemi söyledi. Tabii ki onu
dinlemedim."
"Elbette."
"İşte o günden sonra pencereleri kapalı tutmak için çivi­
lemeye başladı," dedi. "H er seferinde çivileri söküp çıkar­
dım. Hatta bir keresinde çok sinirlenip avaz avaz bağırarak
Peter Pan'i dışarıya kilitlediği için ondan ne kadar nefret et­
tiğimi söylediğimi hatırlıyorum . Bana saçmaladığımı, eğer
herhangi bir şey pencerem den içeri girecek olursa bunun
bir masaldan çıkıp gelen bir şey olmayacağını söyledi."
Dönüp bana baktı. "B en im hayatımı psikolojik açıdan
analiz ettik. Şimdi sen söyle bakalım , en sevdiğin film ne­
den On İki Kızgın Adam?"
"Hmm... Ne yazık ki bu kadar etkileyici bir açıklaması
yok. Ortaya attığın bir fikrin diğerleri tarafından nasıl sa­
hiplenileceğini görmek bana ilginç geliyor. İnsanları inan­
malarını istediğin şeye inandırm ak hiç zor değil."
"Yani beni Beyaz Atlı Prens olduğuna ikna ettiğin gibi
mi?"
"Ben böyle bir şey yapm adım . Açık açık iyi bir adam ol­
madığımı söyledim sana. Ve ondan sonra da bunu sayısız
kez dile getirdim."
"Ters psikoloji," dedi. "N e düşünmemi bekliyordun?"
"Söylediğime inanm anı bekliyordum."
"Evet, ama hareketler sözlerden daha etkilidir," diye
cevap verdi. "Söylediğin ile yaptığın birbirinden farklı.
Ve sanırım söylediklerinden ziyade yaptıklarına inandım.
®en, ayaklarımı yerden kesen, onun için özelmişim gibi
davranan adama âşık oldum ."
"Öyleydin," dedim. "Benim için özelsin."
Biliyorum," dedi. Ses tonu tekdüzeydi. "Ben bir
Rita'yım "

239
Bunu söylem iş old u ğu n a şaşırm ış bir halde dik dik
baktım . O, bir R ita'yd ı; bu ink âr edilemeyecek bir ' ^
am a benim için b u n d an çok daha fazlasını ifade^di^
du. Bunca zam and an sonra, konu her açıldığında
dile getirm iş o ldu ğum göz önüne alındığında, bu ger^
kavram ış olm asını b eklerd im am a şimdi niye öyle düşün
m ediğini sanırım an lıyordu m . Söylediğim hiçbir şey asla
onun için yaptığın h erh an gi bir şeyden daha fazla anlam
ifade etm eyecekti. O da b en im gibi izliyordu. Benim gibi
dokunuyordu. D in leyerek değil, görerek öğreniyordu.
Uzanıp çenesini avcu m u n içine aldım ve göz göze ge­
lene kadar başını geri ittim . "H ad i, bir yerlere gidelim. Bu
evden... bu şehirden çıkalım ."
Şüphelenm iş görünüyordu. "N ereye gidelim?"
Om uz silktim. "S e n nereye istersen ."
Bu fikir, ona bana olduğu kad ar cazip gelmemiş gibiydi.
"Bilm iyorum ."
"H adi am a." Başparm ağım ı alt dudağında gezdirdim.

"Birlikte biraz zam an geçiririz. D ikkat dağıtan her şeyden,


endişeden uzak... Sadece sen ve ben. Ne kadar özel oldu
ğunu gösteririm sana."
"Bunu düşüneceğim ."
Bunu söyledikten sonra gözlerini benden kaçırdı v
elimden kurtularak tekrar kucağm daki kitaba döndü. S°
bet sonlanmıştı.
Bitmişti.
Sona ermişti.

Karissa teklifimi kabul etti.


Fazla dil dökmem gerekmemişti.
Tek yaptığım sihirli kelimeyi söylemek olmuştu: /W H
jfci gün sonra bizi havaalanına götürmekte olan ara­
banın arka koltuğunda oturuyorduk. Valizlerimiz bagaj­
daydı- Sabahın erken saatleri olduğundan gökyüzü hâlâ
karanlıktı. Karissa cam dan dışarı bakıyordu. New Jersey'e
Hoş geldiniz tabelasının yanm dan geçerken kendi kendine
güldü. "Biliyor m uydun?"
Soru sorar b ir if a d e y le te k k a ş ım ı k a ld ırıp o n a baktım .
"Neyi biliyor m u y d u m ? "
"Geçen sefer havaalanına gelirken New Jersey'de ne ol­
duğunu sorduğumda b an a saçm a sapan cevaplar vermiş­
tin," dedi. "Annem ile babam m burada olduklarım biliyor
muydun? O zam anlar N ew Jersey'de ne olduğunu gerçek­
ten bilmiyor m uydun?"
"Yoo, hayır," dedim . "E n ufak bir fikrim yoktu."
"Gerçekten m i?" diye sordu. "Çünkü o gün sana nerede
olduğumu söylediğim de evin tam nerede olduğunu bili­
yor gibiydin... Onları tam olarak nerede bulacağını."
"Adresi tanıdım ."
"Nasıl?"
"Daha önce oraya gitm iştim ," dedim. Devam edip et­
memek konusunda em in olm ayarak bir an duraksadım.
Ama yüz ifadesinden anladığım kadanyla eğer konuyu
kapatırsam soru sormaya devam edecekti. "Üç yıl önce ba­
bam takip etmiştim."
"Ne oldu peki? Yani onu bulduğunda..."
"Fazla bir şey olm adı," dedim. "Annen onu yeni terk
etmişti ve henüz onu öldürm eye hazır değildim. Benim
ektiğim gibi acı çekm esini istiyordum. Annen o şehirden
diğerine dolanırken baban kendi küçük köy yaşantısını
kurdu. "
'Annemi tekrar bulabildin mi? Bizi buldun mu?"
"Evet," diye cevap verdim. "Ama her seferinde geç kal­
kıştım. Ben ortaya çıktığımda siz gitmiş oluyordunuz.

741
A n nenin gerid e b ıra k tığ ı b irk a ç şeyi, saklamayı unuttu-
izleri bu lu yo rd u m . A m a za m a n geçtikçe daha başarıp
m aya b aşladı. D aha zeki. Ü ç yıl önce, Syracuse'dan soıu
sında izini kay b ettim ve sen şeh ird e ortaya çıkana kadar
bir daha b u la m a d ım ."
K on u ştu ğ u m sü re b o y u n ca K arissa bakışlarını hiç ayır.
m adan don uk g ö z lerle b an a bakü.
B eklenti için d e b an a b a k ü ğ ı sessiz birkaç dakikadan
sonra, "F ik rin i n e za m a n d eğ iştird in ?" diye sordu.
Bir açıklam a, b an a olan gü ven in i haklı çıkaracak bir tür
itiraf bekliyordu. D eğişm iş b ir adam olduğuma, sevdiği
kişinin korktu ğu canav arla aynı kişi olmadığına inanmak
istiyordu am a ona su n acağ ım bu tür bir itiraf yoktu. Ney­
sem oydum ; ne yap ıy o rsam onu yapıyordum ve bunun
için özür dileyem ezdim .
Am a lanet olsun ki gö zlerin d eki o bakış, bunu yapabil­
m eyi arzu etm em e n eden oldu.
K eşke daha iyi bir adam olabilseydim .
Keşke onun için bunu yapabilseydim .
Ama değildim ve olam azdım , çünkü o, kahredid dere
cede inatçıydı ve ben, herh an gi bir konuda değişemeyecek

kadar boktan durum daydım .


Arzu etm ek aptallar içindir.
Bu, hiçbir şeyi değiştirm ez.
"N e konuda fikrimi değiştirdim , Karissa?"
"Annemi öldürm ek kon usu nd a," diye fısıldadı. Bepl
öldürmek konusunda."
Sesi alçak olsa da titrem iyordu. İçimden, " F i k r i m i de
ğiştirdiğimi düşünm ene neden olan n e?" diye so rm a k g ^
ti. Ama öyle korkusuz konuşuyordu ki benden k o rk m a y 2
başlamasını istemedim.
Onu öldürmeyecektim.
Yapamazdım.

242
Diğer taraftan, annesi bam başka bir hikâyeydi.
"Emin değilim," dedim . "N e zam an olduğunu bilmiyo­

rum."
"Hadi oradan."
Açık sözlülüğü karşısm da hayranlık duydum ve o an
gülmenin onu inciteceğini bildiğim den gülmemek için
kendimi zor tuttum. Bu konunun kom ik bir yanı yoktu.
"Bilinçli bir tercih olduğunu söyleyemem. Seni gördüm,
seninle konuştum, seni evim e götürdüm... yatağıma al­
dım... ve bu süre içinde bir yerlerde sana âşık oldum. Planı­
mı uygulama zam anı geldiğinde ise yapamadım. Yapmak
istemediğimi fark ettim. Bu, belki daha sonra gerçekleşti bel­
ki de seni ilk gözüme kestirdiğim de. Bilmiyorum, Karissa.
Tek bildiğim gerçekleşm iş olduğu. İşte gerçek bu."
Bir süre daha gözlerim in içine baktı, ardından başını
eğerek bakışlarını kaçırdı ve camdan dışarı bakmak üzere
döndü. Bundan sonra konuşm adan yola devam ettik; ha­
vaalanına gidene kadar ikim iz de tek kelime etmedik. Ara­
badan indiğimizde de benim le konuşmadı, valizlerimiz
indirilirken de tek kelim e etmedi, hatta uçağa binerken de
hiç konuşmadı. Vegas gezim iz sırasında Ray'in kiraladı­
ğından daha küçük bir uçaktı ama bu kez sadece ikimiz-
dik, bu yüzden fazla abartılı bir şeye gerek yoktu.
Karissa içeri girer girm ez kendini kenardaki tek kişilik
koltuğa attı. Onu üzüp üzmediğimi merak ederek durak-
sadım, ardından aramızda biraz boşluk bırakacak biçimde
karşısındaki koltuğa oturdum.
Bana bakmıyordu. Dirseğini koltuğun koluna dayamış,
^nesini avucuna yaslamış bir halde gözlerini camdan dı­
şarı dikmişti. Benden böylesi uzaklaşmasından nefret edi­
yordum. Kaybolmuş görünüyordu ve onu bulup ait oldu-
80 yere geri getirebilmeyi arzu ediyordum.

243
Pilotla biraz konuştum ; birkaç dakika sonra
»avaday.
dik. Koltuğum a yayılarak bacaklarım ı uzattım,
uçuş olacaktı... Ç ok u zu n bir uçuş.
Uzunbir
Bir alandan diğerine sekiz saatten uzun bir uçuş.
Sabahın erken saatlerindeki gökyüzünü seyreden
Karissa'yı izliyordum . Dışarısı aydınlanmaya başlamışh
ama kabin içi ışıkları loştu ve onun üzerinde yumuşak göl­
geler yapıyordu.
On dakika geçti.
Yirmi.
Yanm saat.
Zaman yavaşça aktı gitti.
Tekrar onun sesini d u yd u ğu m d a bir saat kadar süre
geçmişti.
Sakin bir tonla, "Pişman m ısın?" diye sordu. "Beni sev- j
diğine pişman mısın?"
Cevap vermedim. Hemen değil. Bakışlarımı ona diktim
ve nihayet o da başını çevirip gözlerini daha fazla benden
kaçıramayana kadar ona baktım. Gözlerinde, cevabım ın
onun beni kırmızı kelimesiyle param parça etiği gibi onu yı­
kabileceğini belli eden türden bir kaygı gördüm.
Nihayet, "Hiçbir pişmanlığım yok," dedim.
Kaşlarım çattı. "Hiç mi?"
"Hiç."
"Yaptığın bunca şeyden sonra h içb ir şeyden pişman de
ğil misin?" diye sordu. "B u nasıl o lab ilir?"
"Çünkü geri dönüp bir zam anlar yaptıklarını değiŞti
remezsin. Geçmişi yeniden yazam azsın. Bunu düşünmek
farklı neler yapılabileceğini sorgulam ak, mükemmel bir
dünyada işlerin nasıl olabileceğini m erak etmek sadece
zaman kaybı. Çünkü bu dünya m ükem m el değil; yaşa111
mükemmel değil ve asla da olm ayacak. Ben sadece bir in
sanım ve sadece tek bir hayatım var. Bu yüzden kararların1

244
"zünden pişmanlık duyarak ve asla değişemeyecek şeyle­
ri değiştirme şansımın olup olm adığını merak ederek har-
cayamam onu. İstemek seni bir yere götürm ez, aşkım. İnan
bana, bunu biliyorum. İstersin, istersin ve istersin ama bu
e n u f a k bir fark yaratmaz. Yaşam ım bir anda altüst oldu ve

yüzyıllık pişmanlık bile bunu asla geri veremez. Bu yüz­


den hayır, Karissa. Hiçbir şeyden dolayı pişman değilim."

Gözlerinde bir şey vardı; görm eyi beklemediğim bir


şey: Ü züntü. Az önce ağzım dan dökülen kelimelerin biri­
ne bile in an ıp inanmadığını bilmiyordum ama söylediğim
şey onu e tk ile m iş ti. Ağzını açtı am a bir an duraksadı. A r­
dından, "Hiç yas tuttun m u ?" diye fısıldadı.
"Elbette yas tuttum. Yirmi yılımı yas içinde geçirdim."
Başını iki yana sallayarak, "H ayır," dedi. "Yirmi yılım
intikam almayı planlayarak geçirdin. Bu aynı şey değil.
Öfke, üzüntünün ufak bir parçasıdır. Sadece öfkelenip
onunla yetinemezsin. Gerçekten yasta olman gerek, Naz.
Yoksa asla kabullenemezsin."
Kollarımdaki tüylerin diken diken olduğunu hissettim.
Derimi soyup içime giriyordu.
"Hiçbir şeyden pişmanlık duymadığını söylüyorsun. Bu
doğru olabilir. Ama eğer öyleyse? Senin için üzülürüm."
Bu sö zler k a r ş ıs m d a m i d e m e y u m r u k y e m iş g ib i o l ­
dum. İfad em s e r tle ş ti, k a s l a r ım g e r ild i. " B a n a a c ım a n g e ­
rekmez."
"Bu, a cım a d e ğ il," d e d i. " B u , a n la m a . A c ı ç e k m e k te n
hoşlanm ıyorsun, o n u n y e r in e b a ş k a l a r ın a a c ı v e r iy o r s u n .
Ama acı ç e k m e k s e n in b i t i r e b il e c e ğ i n b i r ş e y d e ğ il; b a ş ı y a
da sonu y ok . Ö z ü m s e m e n , k a b u lle n m e n g e r e k e n b ir ş e y .
Yine onunla y a ş a m a y ı ö ğ r e n m e k iç in o n u n la y a ş a m a k z o ­
rundasın."
"Y aşıy o ru m ."
"K a çıy o rsu n ," d e d i. " Y ö n ü n ü d e ğ iş tir iy o r s u n ."
O konuştukça dah a çok sinirleniyordum. Psikanal
davi istesem lanet olası bir psikiyatriste para öderdin^
B ir kez dah a b aşın ı çev irip cam dan dışarı bakmayab
layarak kon u y u kap attı.
B ir saat ge çm işti; katla n ılm a sı gereken yedi saat dah
vardı.
U çu şu n geri kalan ı ö fk em i bastırmaya, yumruklar®]
g evşetecek k ad ar k e n d im i sakinleştirm eye çalışarak geçir-
dim . K arissa uy ud u . B en ise söylediklerini düşünerek onu
izledim .
T ekerlekler yere d eğip u ça k du ru r durmaz yerimden
kalktım . K arissa da h iç b eklem ed i. Yepyeni pasaportunu
sım sıkı tu tarak a rk am d an u çak tan indi.
O na bu p asaportu alm ak için araya birkaç kişi sokmak
zorunda kalm ıştım .
G ü m rüğe girip p asap o rtlarım ızı gösterdik; görevli eliy­
le geçm em izi işaret etti.
A m a Karissa durdu.
K ım ıldam adan du ru yor, arkadan gelenleri engelliyor­
du. H âlâ pasaportunu u zatarak tek kaşını kaldırmış bir
halde h içbir şey sö ylem eden görevliye bakıyordu.
A dam onu boğm ak ister gibi duruyordu.
Deli edecek kad ar inatçıydı. Bunu çok iyi biliyordum,
çünkü o benim inatçı kad ınım dı ve onun boğazını saracak
tek el benim kilerdi.
Görevlinin dikkatini çeken sert bir tonla, "Timbrare H
passaporto," dedim . P asaportuna m ühür bas. Suratını asarak
çekm ecesini karıştırdı ve küçük bir m ühür çıkarttı. İlk ^
faya basarak pasaportunu Karissa'ya geri verdi.
Karissa, tatmin olm uş bir ifadeyle, "Teşekkür ederim,
diye fısıldayarak oradan ayrıldı. Başım ı sallayarak teşek­
kür ettim; aynı biçim de bana karşılık verdikten sonra arka-
mızdaki diğer insanlara döndü.

246
Elini sallayarak h erkesin geçm esini işaret etti.
Havaalanının önünde, şoförünün Vitale yazan bir lev­
ha tutmakta olduğu bir araba bizi bekliyordu. Roma'mn
tammerkezinde, fazla odası olm ayan, sadece birkaç katlı,
küçük ama lüks bir otelde kalacaktık. Hem mahremiyetin
korunabileceği hem de istenen her türlü imkâna sahip bir
yerdi burası.
Evden uzak bir evdi.
Otele girer girm ez sıcak gülüm sem eler ve nazik İtal­
yanca kelimelerle karşılandım . D ikkatim dağmık olması­
na, Karissa'ya kaym asm a rağm en söylenenlerin çoğunu
anladım.
Hayran kalm ış görünüyordu.
Merak ve dikkat içinde kocam an açılmış gözleriyle çev­
resinde ne var ne yoksa yudum yudum içine çekiyordu. En
üst kattaki süit odam ıza çıkartıldık. Onların misafirperver
tutumlarına saygısızlık etm em ek için hoşnutsuzluğumu
bastırmaya çalışıyordum am a çok gergin ve yorgundum.
Şu an tek isteğim yalnız bırakılm aktı.
Elimden geldiğince kibar bir biçim de görevlilerin defo­
lup gitmelerini ve kapıyı arkalarından kapatmalanm söy­
ledim.
Mekânın gösterişsizliği göz önüne alındığında oda ol­
dukça büyüktü. Kanepeleri ve sandalyeleri olan geniş bir
oturma odası, bir şöm ine, bir televizyon, karşısında ufak
bir mutfak, büyük m erm er bir banyo, en büyük boy ikiz
yatak ve özel terasa bir çıkışı olan bir yatak odası.
Ben doğrudan yatak odasına gidip eşyalanmı küçük
gömme dolaba yerleştirirken Karissa etrafı keşfediyordu.
Belli bir düzen kurup etrafımdaki her şeyin kontrolüm
âtında olduğuna karar verince biraz daha iyi hissetmeye
Başladım. Karissa odaya girdiğinde son takımımı askıya
Rıyordum.

247
K ap ın ın g irişin d e d u rd u ve duvara yaslanıp dolab
göz atıp b an a b a k tı. Yan g ö z le ona baktığımda göz V '
geld ik. 2e
"S e n i ü zm ek is te m e d im /' dedi.
D udak b ü k erek ta k ım ı askıya asmadan önce koyu renk
ku m aşı dü zelttim . "E v et, iste d in ."
"A m a..."
D olap tan u zak laşıp o n a doğru yürürken, "Söylediğin
h er kelim e g erçek d ü şü n cen d i," dedim. "İnanarak söyle­
diğin h içb ir şeyi geri alm a. Eğer gerçekten inandığın bir
şeyden söz ed iyorsan , sırf beni m em nun etmek için yüzü­
m e baka baka yalan söylem end en se bilerek beni kırmanı
tercih ederim . Sö y led iğin şey hoşum a gitmeyebilir. Yine
de bunu söylediği için saygı duyacağım ender insanlardan
birisin. Söylediklerini geri alarak bunu mahvetme. Nede-
diysen sahip çık. En azınd an bana bu kadar saygı göster."
"Tam am ."
Hepsi bu kadardı.
Bu konuda söylediği tek şey buydu.
Tamam.
Hâlâ bana bakıyordu.
Sinirim hâlâ azalm am ıştı.
Tam arkamı dönüp uzaklaşm ak üzereydim ki bıkkın bir
ifadeyle iç çekti. "K ızgınlığın ne kadar sürecek?"
"Kızgın olduğum u kim söyledi?"
"B en ," dedi. "Ben söylüyorum ."
Bu konuyu uzatm asına, açmam ası gerektiğini çok >y
bildiği konulan açmaya çalışm asına şaşırmış bir halde ye
niden ona döndüm. "Bunu şimdi yapmak istediğine emin
misin? Bu konuşmayı şimdi yapmak istediğine emin m*
sin?"
"Evet."
Hiç tereddüt etmemişti.

248
İkinci kez düşünm em işti bile.
Bir açıklama bekleyerek b an a bakıyordu.
Öyle olsun. Ona istediğini verecektim .
“Kızgın olduğum sürece bu h alim sürecek," dedim. "Ve
hayat beni sinirlendirm eye devam ettiği sürece sinirlene­
ceğim."
"Kaybettiğin şeye yas tutm ak için kendine izin verdiğin
zaman her şeye sinirlenm ekten kurtulabilirsin."
"Ben yas tuttum."
"Bana yalan söylem em elisin."
Suçlayıcı tonu beni delirtti. Y alan a olduğumu mu düşü­
nüyordu? Ona yalan söylediğim i mi? Benim hakkımdaki
düşüncesi bu m uydu? Bütün günü bıçak sırtmda geçirmiş­
tim ve Karissa beni fazla zorluyor, fazla ileri gidiyordu.
Tepki vermesine fırsat verm eden onu sımsıkı yakalayıp
duvara yapıştırdım ve tüm ağırlığım la üzerine abanarak
ellerimi boğazına doladım. Yüksek sesle nefes alıyordu;
korkmuştu. K esik kesik solum ası içimi ürpertti, aletimi ha­
rekete geçirdi.
Sertleşmiştim. Anında.
Parmaklarımı gırtlağına koyup sıkarak bana bakmaya
zorladım onu. Nabzını hissedebiliyordum. Kalbi deli gibi
çarpıyordu. Hareket etmesine izin vermeyecek biçimde
bastırarak başımı eğip ona baktım. Burnunun ucu burnu­
mun ucuna değiyordu. Göğsü kalkıp iniyordu; kollanmı
sımsıkı tutan elleri titriyordu.
Korkmuş muydu, yoksa tahrik mi olmuştu merak edi­
yordum.
Eğer isteseydi kaçabilirdi, fazla çaba harcamadan elle­
rimden kurtulabilirdi ama kımıldamadı. Beklenti içinde
dikkatle bana bakan gözleri parlıyordu; kocaman ve tetik­
teydiler.
Umutla bana bakıyordu.

249
B an a d ay a n ıp g ö ğ sü y le beni itm esi bir karşı aiasH. :
di. H ay ır, bu b ir d av etti. ^ j
R e d d etm e y eceğ im b ir davet.
B aşm ı d ah a da y u k a rı kald ırıp parmak uçlarına bas.
m aya z o rlay a ra k o n u tek rar sertçe duvara yapıştırdın,
D u d ak larım la d u d a k la rın ı adeta ezercesine sertçe öptüm
Elleri k o llarım a yap ışm ış, tırnakları derime geçmişti. Ama
bu, sad ece g ö sterm elik ti. H em benim le mücadele ediyor
h em de ben i o rad a tu tu yord u . Öpüşüm e karşılık verirken
öylesi sıkı k av ram ıştı ki uzaklaşm am mümkün değildi.
Teped en tırnağa h er yan ım ı uyuşturan, ikimizin arasın­
daki pen isim i sızlatan dalg a dalga bir ürperti sardı içimi.
N abzım , p arm ak larım ın ucund a atan kalbinin ritmini ya­
kalam ıştı.
G üm güm .
G üm güm.
G üm güm.
Lanet olsun.
Boşta olan elim le üzerindekileri yırtarak çıkardım. Diş­
lerim i tenine geçiriyor, çenesini ısırıyor, yalıyordum. İçim­
de bir öfke kabardı. M uhtem elen yirm i saniye sürdü. Ama
yirm i dakika gibi geldi. Onun içinde olmamak lanet olası
bir sonsuzluk gibiydi.
Boynunu bırakıp beni sım sıkı tutan ellerinden kurtul­
dum. U zaklaşm am ı engellem ek için gömleğime yapışü-
Oysa bırakm aya hiç niyetim yoktu. Şortunu kavrayıp kü­
lotuyla birlikte aşağı indirdim. Daha fazlasını yapma zah­
m etine bile girm eden pantolonumun kemerini çö z e rk e n
Karissa bacaklarını sallayarak şortuyla külotunu çıkarıp
attı.
Daha fazlasını yapmak çok süre alacaktı.
Kalçalarını avuçlayıp onu yukarı ittim. Bacaklarını be­
lime dolayıp tekrar beni öpmeye başladı. Sırtını duvara

250
rak içine girip en dibine kad ar onu doldurduğum da
dudaklarından bir inlem e döküldü.
Kollarını boynuma dolayıp saçlarım a yapışıp az önce
benim o n a yaptığım gibi çekerken, "Sik tir," diye homur­
dandı.
Siktir.
Onu becerdim.
Onu çok sert becerdim ; içim deki her şeyle becerdim;
tenim ter içinde kalana, bacaklarım güçsüzleşene kadar
becerdim; başım çatlayana, bedenim infilâk edecekmiş
gibi olana kadar... G öğsüm ün her yeri sanki tekrar tekrar
kurşunlanıyormuş gibi hissedene kadar becerdim. Onu
duvara bastırarak içine girip çıkarken elektrik düğmesi sır­
tına batıyordu. Basürm am n gücüyle ışık yanıp sönüyordu.
Ama o farkındaymış gibi görünmüyordu. Ben de umursa­
madım.
Gözleri sımsıkı kapalıydı; alt dudağmı dişlerinin arası­
na sıkıştırmış, çığlıklarını bastırmaya çalışıyordu.
Pozisyon değiştirerek elimi ikimizin arasına sokmaya
çalıştım ama çok yakındık ve Karissa, onu tutabilmem için
bana yaslanmıştı. N eredeyse kayıp düşecekken sızlanınca
kalçalarından sımsıkı tutup onu duvardan uzaklaştırdım.
Yalpalayarak odayı boydan boya geçtim ve Karissa'yı yata­
ğa attım. Vücudu, loş ışıkta hâlâ bozulmamış duran temiz
çarşafa çarptı. Üzerine çıkıp bacaklarının araşma girerken
gözlerini açtı. Alt dudağında dişlediği hassas deride bir
damla kan vardı. Dilini çıkardı ve dikkatle bana bakarak
yavaşça onu yaladı.
Onu izlemek damarlarımdaki yangını tetikledi.
Kontrol altına alınam ayacak bir yangındı bu.
Sertçe bir kez daha içine girdim. Öyle güçlü ittim ki bas­
kının gücünden kalçaları birbirinden ayrıldı. Parmak uç­
larım klitorisini buldu ve daireler çizerek okşamaya başla­
dı. Bir yandan da o kadar derine giriyordum ki kelimenin

251
tam a n la m ıy la o n u d e liy o rd u m . Artık çığlıklarına h*
o lam ıy o rd u , ö n ce k i g ib i bastıram ıyordu . B o ğ u k çıği^
d u v arlard a ö y le y ü k se k yan kılan ıy ord u ki yeri sars ^
o ld u k ların a şa şırd ım . r
K ısa sü re so n ra y a k la ş a n org azm yüzünden bedeni kas
katı oldu , tü m k a sla rı g e rild i.
İçini p arça la y a ra k g e lm e k te olan orgazmı hisseder his.
setm ez d u d a k la rın d a n a y rıld ım . D erin bir nefes alarak ci­
ğerlerin i d o ld u rd u k ta n so n ra ellerim i bir kez daha boğazı­
na dolad ım .
Şaşk ın lık için d e n efesin i verdi.
Bu kez sıktım .
G ırtlağına b astırıp kan akışın ı azaltınca ve nefes alma­
şım en gelley in ce y ü z ü n ü n reng i soldu, gözleri büyüdü.
D am arlarınd an sad ece ko rk u akm aya başladı. Bunun far-
km daydım , çünkü g ö zlerin d e görüyordum . Hatta bu kez
ilk seferkinden dah a yoğ un d u. G eçen sefer aklı karışmıştı
ve bunda h aklıydı am a bu kez ona ne yaptığımı biliyordu.
Ona ne yapm ak istediğim i.
Biliyordu ve h issediyordu . Elleriyle ellerimi gevşetme­
ye çalışıyor, m ücadele ed erken tırnaklarını bileklerime
batırıyor, kalçalarıyla beni iterek elim den, ağırlığımdan
kurtulmaya çabalıyordu. Yanakları tekrar hafifçe renklen­
di. Bu kez bütün bedeni kızarm ıştı. Beni durdurmaya çak?'
maktan vazgeçmiş, onun yerine karşı koymaya başlamış^
Elleri önce göm leğim i yırttı, ardından kravatımı yakalayıp
başımı geri çekerek nefesim i kesm eye çalıştı. Bu yararsızdı,
boşuna savaşıyordu. Kım ıldam adım bile.
Sadece birkaç saniye sürdü. Birkaç saniye sonra gözlen
kararmaya, ağzı hareket etmeye başladı ama sesi çıkmıy°r'
du. Belimdeki bacakları titriyordu. Sırtını yay gibi gerdi'
ğinde bedeninin her santimi kaskatı oldu ve gözlerini bir
kez daha sımsıkı kapattı. Ellerimi gevşettiğim anda bütün
gedeni zevk içinde infilak etti. Y üksek sesle soluyor, deli
eibi özlemini çektiği n efesi ciğerlerine dolduruyordu.
genim bahşettiğim n efesi.
Neredeyse kesilen nefesi.
Çığlık attı; bana çarp tığ ınd a kem iklerim i takırdatan bir
haykınştı bu. Bedeni sarsıld ı. D udaklarından dökülen an­
laşılabilir tek kelim e adım dı. "N a z !"
Bu haykırış m idem e inm iş bir yum ruk gibiydi. Kontro­
lümü kaybettim. T ü m b ed en im titrerken boşaldım. O ka­
dar güçlüydü ki bir an lığ ın a b en i felç etti. Hareket edemi­
yordum.
Kendimi kontrol ed ebilm eye başladığım anda geri çe­
kildim ve başımı eğip K arissa'ya baktım . Gözleri sımsıkı
kapalıydı. Hızlı h ızlı n efes alıyordu. Çaresizlik içindeki be­
deni alabileceği bütün h avayı büyük bir açlıkla içine çek­
meye çalışıyordu. Sanki b ü tün organları çalışmayı durdur-
muşçasma bir santim bile kım ıldam adan öylece yatmaya
devam etti. Tek yaşam belirtisi kalkıp inen göğsüydü.
Nefes alıp verm esi yavaşladıktan sonra gözlerini arala­
dı ve anında benim bakışlarım la karşılaştı. Korku gitmiş,
yerini rahatlama alm ıştı. Bu görüntü, sırtımın ürpermesine
neden oldu. Yeniden doğmak, yeni bir dünyaya uyanmak
gibiydi. Yaşama saygı, daha önce var olmayan her nefes
■Çin minnet duymaktı. Kim se, yaşıyor olduğuna öleceğini
sanmış birinden daha çok m innettar olmazdı.
İkinci bir şans.
ikinci şans, insanın karşısına kolay çıkmaz. Çoğu insan
bu şansı yakalayamaz. İnsanların çoğu ölümün eşiğinden
dönmenin ne olduğunu bilmez.
Bu, insanları değiştirir.
Beni kesinlikle değiştirdi.

253
14. BÖLÜM

Roma, geceleri sakin di.


Bütün şeh ir, y o ğ u n k a r a n lık ta g ö rü n en tek şey olan bi
nalardan sü z ü le n b ir ışıltıy la k ap lıy d ı. Balkondaki sandal­
yede o tu ru rk en k ilo m e tr e le rc e ö tey i görebiliyordum ama
bu kadar g eç b ir sa a tte b a k ıla c a k fazla b ir şey yoktu.
Sabahın ü çü , b e lk i d e d ö rd ü y d ü . K arissa uykuya
ğmdan b eri sa a tle rd ir b u ra d a y d ım . U ykusuzluk, kar
Çökünce g izlice b a n a so k u la n , ortam a h uzur katma
huzursuzluk v e ren b ir fa h işey d i. ^
Çoğu g ece ölü g ib i h issed iy o rd u m . Bir zom ı g1 '
fark h afif d e o lsa a ta n b ir k a lb im ve nabzım ° ^ as1^
faz tam am en b o şa ltılm ışk en h âlâ canlı, nasıl üş
Cağını u n u tm u şk e n g e rçek old u ğu n u zu hissetm e
M uh tem elen b u n u h ak etm iştim .

255
Bu saatte so k ak ta o lan tek canlı, makineli tüfekle'
sallayarak so k a k la rı k o la ça n eden İtalyan polisiye ^
g örü n ü y ord u ; yan i C arabin ieri denilen jandarmalar. Bud'
ru m un sin irlerim i b o z a ca ğ ın ı düşünebilirsiniz ama burada
N ew Y ork'ta o ld u ğ u m d a n dah a rahat hissediyordum.
Burada k im se ben i v u rm aya çalışmazdı.
A rk am d aki o d a n ın k a p ıla rı açıktı, hafif bir esinti terli
tenim i belli b elirsiz o k şa y a ra k usulca içeri süzülüyordu.
H âlâ giyin iktim . G ö m leğ im in kolları dirseklerime kadar
sıvanm ış, d ü ğm eleri yarıy a k a d a r açılmış, kravat çıkanlıp
atılm ıştı. Tam b a ca k la rım ı ö n e doğru uzatıp ayaklarımı üst
üste koy m u ştu m ki o d ad a bir h arek et hissettim.
K arissa, san ki ö zellik le p arm ak ucunda yürüyormuş
gibi sessiz ad ım larla b alko n a doğru geliyordu. Arkamda
belirdi; gölgesi ü zerim e düştü. D olanarak önüme geçti ve
dışarıya bakm ak için b alko n u n kenarına yaklaştı. Üzerin­
de sadece bir tişört ve kü lotu vardı. Beyaz kumaş karanlık­
ta ışıldıyordu.
Şehre bir göz atıp m anzarayı seyretti. "Fazlasıyla... tu­
runcu."
Bu garip tanım lam a beni gülüm setti.
"Ö y le," dedim . "B u p arıltı bana alevleri ça ğ r ış tın y o r ,

sanki tüm şehir yanıyorm uş g ib i."


Dönüp bana baktı. Balkonun duvarına yaslanıp kollan
m kavuşturdu. "R o m a bir kez yan d ı."
"Evet, yandı."
"İm parator'un yaptığım duydum ... Kendi istediği gib
yeniden inşa edebilmek için bütün şehri yakmış. Üstelik şe­
hir yanarken o aşağılık herifin kem an çaldığını s ö y l ü y o r l a r .
"Söyledikleri bu m u?"
"Evet."
"Hmm."
Gözlerini kıstı. "D oğru değil m i?"
"D eğ il-"
"N ered en biliyorsun?" dedi. "B urad a değildin ki."
"K em an da burada d eğild i," diye karşılık verdim. "H e­
nüz icat edilmemişti bile. K endi şehrini kül etmiş olabile­
ceğine ihtimal versem de yangm da sarayını da kaybettiği
göz önüne alındığında, bu pek m antıklı gelmiyor."
"Başka bir tane yapm ış."
"Ama eski sarayından kurtarabildiği kadar şeyi kurtar­
mış," dedim. "K en di yuvasını yakıp kül edebilecek kadar
çaresiz bir adam geçm işe bir sünger çekm ek ister... Hiçbir
şeyi taşımaz."
Karissa, "Belki de işler çığırından çıktı," dedi. "Belki
kontrolü kaybetti."
"Mümkün değil."
"Bu konuda çok şey biliyorsun gibi geliyor bana."
Buna nasıl cevap vereceğim i düşündüm. Soru olmadı­
ğına göre şakaya mı vurm alıydım ?
"Yeteri kadar biliy oru m ," dedim . "B ir zamanlar o dere­
ce çaresizdim."
Bir süre bana baktı, ardından kollarını çözüp duvardan
uzaklaştı. Hiçbir şey söylem eden bana doğru yürüdü ve
sandalyenin bir köşesine sıkıştı, ardından kucağıma kıv­
rılıp kollarımın arasına yerleşerek beni şaşırttı. Ona biraz
daha yer açmak için kım ıldanıp onu kendime çektim ve
başına bir öpücük kondurdum .
Benim gibi kokuyordu.
Her yamna ter ve parfüm kokusu sinmişti.
Huzur içinde bir kez daha şehrin ışıklarına bakü. Başı­
mı eğip ona bakarak om uzlarına dökülen saçlarını arkaya
■ttiğimde boyundaki belli belirsiz parmak izlerini gördüm.
Zar zor görünüyorlardı ve muhtemelen sabaha kadar yok
olacaklardı ama parlak neon ışıkları gibi gözlerimi alıyor­
lardı. Başparmağımı bir tanesinin üzerinde gezdirdiğimde
gerildi.

257
"Acıyor m u ?" diye sordum .
"Artık a cım ıyo r," diye cevap verdi.
"Ama o anda acıdı, değil m i?"
Bir an tered düt etti. "E m in değilim ."
Kaşlarım çatıldı. N asıl em in olmayabilirdi?
N eredeyse içim i okum uş gibi iç çekerek omuz silkti
"Yani... evet, acıdı am a acı m ıydı yoksa korku muydu
fırlam ak zor. Bu yü zden gerçekten canımı yaktm mı, yoksa
yakma ihtim alinden m i korktum bilmiyorum."
"Bunu canm ı yakm ak için yapmıyorum."
Başmı eğip bana baktı. "N ed en yapıyorsun?"
Zor bir soruydu.
Nasıl cevap vereceğim den tam olarak emin değildim.
"H oşuna gidiyor, değil m i?" diye sordum. "Nefes ala- ,
m am anın verdiği baş dönm esi hiçbir şeye benzemez." J
Bedeninin kıvrandığım görm üştüm . Zevk öylesi yoğun |

oluyordu ki bazen haykırm aya başlıyordu. Yoğunluğunu

sadece hayal edebiliyordum .


"Benim için öyle olabilir am a ya senin için?" diye sordu.
"Sen bundan ne elde ed iyorsu n?"
Daha da zor bir soruydu.
Buna cevap verm ek istem iyordum .
Ama öylesi savunm asız ve içten bakıyordu ki gözlerin­
den her şeyi okuyabiliyordum . Bazen benden nefret ediyor
olabilirdi. Yine de bu, beni tekrar içeri almaşım engellen11'
yordu. Karşılığında ona bu kadarını borçluydum; göreceği
gerçek, güzel olmasa bile.
Gerçek çirkindi.
Lanet olası derecede kötüydü.
Tıpkı benim gibi.
"Karım öldü."
"Bunu biliyorum."

258
"Bildiğin gib i," d iy e d e v a m e ttim , " o n u n ö lü m ü n ü izle­
dim. Onu k ollarım ın a r a ş m a a ld ım , y ü z ü n e baktım v e son
nefesini verişini i z le d im ."

"Evet."
"Onun için yapabileceğim bir şey yoktu... Onu kurtar­
manın bir yolu yoktu... Tekrar nefes almasını sağlamanın
bir yolu yoktu. Ben de ölm ek üzereydim ama umurumda
değildi. Onun nefes alm asını sağlayabildiğim sürece orada
kan kaybediyor olmayı umursamıyordum. Ama ne yaptıy­
samişe yaramadı."
Başparmağımla boynundaki belli belirsiz noktayı okşa­
maya devam ederek ona baktığımda hiçbir şey söylemedi.
"Bundan ne mi elde ediyorum, Karissa? Nefes alışım iz­
liyorum. Nefes almanı sağlıyorum. Ölümden dönmüşsün
gibi hissediyorum ve bunu görmek çok güzel bir şey. Belki
hastalıklı bir durum. Ruhen sağlıklı olmadığımı biliyorum.
Ama bu, benim de başım ı döndürüyor."
Tekrar kollarımın arasına yerleşerek başka yöne bak­
tı ve, "Bu hastalıklı değil," dedi. "Yaptığın birçok şeyden
daha mantıklı."
Güldüm. "Yaptığım her şey mantıklı."
"Öyle m i? O z a m a n n e d e n b e n im le s in ."
"Neden...?"
Ben daha sözümü bitirmeden, "Olmasın," diye kesti.
"Neden olmasın? Hep aynı cevabı verdiğinin farkında mı­
sın? Her seferinde. Ama bu bir cevap değil ve hiçbir anlam
ifade etmiyor."
Başka cevabım yoktu.
Karissa da başka bir cevap vermem için zorlamadı.
Onun yerine iç çekerek gözlerini kapadı ve kollarımda
uykuya daldı. Karissa horlamaya başladığında çenemi ba­
şına dayayıp ışıl ışıl şehri seyrettim.
Benim hiç uykum yoktu.

259
Neden onunla birlikteydim ? Bilmiyordum. Ger
bilm iyordum .
Sadece onunla b irlikte olm ak için onunlaydım c
buna ihtiyacım vardı. Ç ünkü onun bana ihtiyacı vardı Dj
rüst olm am gerekirse, sanırım benim de aynı dereced
ihtiyacım vardı.

"İtalya." Şaşkınlıktan sesi nefes nefese çıkıyordu. Bu keli­


meye hafif bir kahkaha eşlik etti. "Kahrolası İtalya."
Başta telefonla konuştuğunu, Amerika'dan birini ara­
dığım düşündüm am a pem be kaplı, çatlak telefonunun
yatağın ortasında durduğunu gördüm . O ise balkondaydı.
Odada dikilmiş boxerım ı giyerken saçlarım hâlâ ıslaktı ve
göğsüme su dam lıyordu.
Sessizce balkona çıkan kapıya doğru yürüdüğümde
onu duvara yaslanm ış şehri seyrederken buldum. Güneş
henüz doğmuştu. Turistlerin sokaklarında gezinmeye, ara-
balann caddelerini doldurm aya başladığı Roma yeniden
canlanıyordu. Karissa'nın üzerinde pijaması vardı; saçlan
darmadağınıktı. Yataktan yeni çıkmıştı.
Alçak bir sesle, "Buna inanam ıyorum ," dedi. K e n d i
kendine konuştuğunu fark ettim. "Gerçekten kahrolası
İtalya'dayım."
"Öylesin."
Sesimi duyunca ürküp sıçradı ve elini kalbinin üzerine
koyup hızla geri döndü. Yüzü kızardı. Bana bakarken du-
daklarının kenarında hafif bir gülümseme belirdi. Baştan
aşağı beni süzdüğü, bakışlarının bir süre çıplak karn»11^
oyalanıp ardından boxerıma kaydığı dikkatimden kaçı*13'
dı.
"Geldiğini fark etmedim."
Hiçbir za m a n fa rk e tm iy o r d u .
Ellerimi nem li s a ç la r ı m d a g e z d irip o n u n y a n m a balko­
na çıktım. "İlg in ç b ir s o h b e tin o r ta s m d a y d m ."
Yüzü kızararak bakışlarım benden kaçırdı ve alt du­
dağını ısırdı. Ardından tekrar dönüp tekrar şehre baktı.
"Bu... inanılmaz bir şey. Bir gün İtalya'da olacağımı asla
düşünmemiştim. Buraya gelmeyi hep çok istemiştim." Ben
yanında durunca yan gözle bana baktı. "Sen bunu zaten
biliyordun."
Cevap vermek yerine gülümsedim. Vegas'taki o öğle­
densonraya kadar buraya gelmek için yanıp tutuştuğunun
farkında değildim. Bunu bilm em mümkün değildi. Bu ka­
dınhakkında ne kadar şey biliyor olursam olayım, ona has
özellikleri, geçmişini ne kadar bilirsem bileyim en derinde­
ki arzuları benim için hâlâ bir sırdı.
Ceketimin cebinde ağırlık yapan yüzük kutusuyla dü­
şünceler arasında kaybolm uş bir halde bahçedeki o masa­
da oturmuş, ona evlenm e teklif etmenin doğru bir karar
olup olmadığını sorguluyordum. Yıllar önce her şey çö­
zümlenmiş, tüm geleceğim çizilmişken mükemmel haya­
tımyanıp kül olmuş, hikâye kitabm ortasmda bitmiş, diğer
sayfalar boş kalmış ve artık tamamen tek başıma kaldığım
ve hep öyle kalacağım acı gerçeğiyle her şey silinmişti.
Ya da öyle kalacağımı düşünmüştüm.
Bunu tekrar tekrar düşünmüştüm. Onu seviyordum,
onu yanımda tutmak istiyordum ama bunu yapmanın
haksızlık olduğunun farkındaydım. Doğru yapmak istedi­
ğim bir şey kahredici bir biçimde yanlıştı; benim kendimi
hir bütün olarak hissetmemi sağlayacak şey onun parça­
lanmasına neden olacaktı. Aptal değildim. Salak değildim.
Gerçeğin Karissa'ya ne yapacağını biliyordum ve ona ev­
lenme teklif etmenin bunu daha kötüleştireceğinin farkın-
daydım.

261
Neredeyse bunu y a p m ıy o rd u m . N eredeyse gerj
liyordum. Sana bağlanm asına izin verm e, diye düşünd^'
Onu bir kafese kapatm a. M a ria 'y a d a ir d ü şünceler, başına111"
len şeyin anıları, b en im le asla b irlik te olam ayacak o kacf
benimle birlikte yaşay am ay acağ ı h a y a t o âna sızıy0rdu
Bunu Karissa'ya y ap am azd ım . O n u h iç tanımadığı birine
bağlayamaz, onu tam am en y u tm a k iste y en bir dünyaya çe
kemezdim. M aria asla an ne o lm a m ıştı. H atta tam anlamıy-
la karım bile olm am ıştı. O n u b a la y m a h iç götürmemiştim
"Hayatım boyunca İtalya'ya g itm ek iste d im ."
"Biliyorum."
Alçak bir sesle, dalgın b ir b içim d e cevap vermiştim. Ka-
rissa başını çevirip bana b a k a ra k b e n i zamanından önce
sona ermiş geçm işten çıkarıp o â n a geri çekene kadar ne
yaptığımın farkmda bile d eğild im .
Sonunda Karissa'm n sö y led iğ i b ir şey yüzünden bana
engel olan her şeyi bir ken ara b ıra k ıp yüzüğü cebimden |
çıkarmıştım. "Senden ay rılm ak istem iy oru m . Asla gitmeyece- ,
ğim." ;
Bunun doğru olduğuna y e m in etm işti.
Hâlâ ona inanmaya çalışıy o rd u m .
Bakışlanmı K arissa'm n y ü z ü n d en ayırıp eline baktım.
Gözlerim bir süre boş p arm ağ ın a ta k ıld ık ta n sonra dönüp
Roma siluetine baküm.
"Hadi, giyinip şehri keşfe ç ık a lım ," dedim . j

"Gerçekten mi?"
"Evet."
"Keşke bir fotoğraf m akin esi o lsa y d ı," dedi etrafına ba
karak. "Öyle güzel ki hep gö z ü m ü n ö n ü n d e olsun istıy0" •
mm." j
Elimle odayı işaret ederek, "G it d u ş a l," dedim. &
ter içinde bıraktım."

262
Banyodan su sesi gelm eye başladığı anda üzerime bir
kot pantolon ve beyaz bir tişört geçirip kapıya yöneldim.
Karissa'ya bir şey söylem eden gizlice dışan çıktım ve yir­
mi dakika sonra elim de caddenin aşağısındaki bir mağa­
zanın paketiyle geri döndüm . Odaya girdiğimde Karissa
Üzerinde sadece havluyla valizinden çıkartılmış ve yatağın
üzerine yayılmış giysi yığınına bakarak odada dikiliyordu.
Bir an duraksadım, ardından paketi eşyalarının üzeri­
ne bırakıp, "Bu sen in ," dedim. Kaşlarmı çatarak paketi açtı
ve bir an nefesi kesildi. Fotoğraf makineleri hakkında fazla
bügim yoktu... Rengi siyahtı ve Canon markaydı. Mağaza­
daki adam bunun en iyisi olduğunu söylemişti; fiyatı da
kesinlikle bunu yansıüyordu.
Makineyi paketten çıkarıp kaldırarak, "Aman Tanrım!
Naz! Bunu yapm ana gerek yoktu," dedi. "Şu kullan-at mo­
dellerden birini alabilirdik... En fazla beş dolar. Bu..."
"Roma'ya layık," dedim . O an cebimdeki telefonum tit­
remeye, o bildik zil sesi çalmaya başladı. "Pili şarj et de
çıkalım."
Telefonu cebim den çıkararak rahat konuşmak için bal­
kona çıktım. Ray. Burada telefonum bu adamla uzun uzun
sohbet etmeye yetecek kadar iyi çekiyordu ama cevap ve­
ripvermemekte kararsızdım .
Birkaç saniye içinde telefon sustu. Boş ekrana bakarken
anında tekrar çalmaya başladığında hiç şaşırmadım. Şez-
longun kenarına otururken telefona cevap verdim. "Efen­
dim."
Yaşıyor m usun?"
Sesinde alay eder bir ton yoktu.
ima da yoktu.
İçim sıkıştı.
CerÇek bir soruydu.
ideden yaşamıyor olayım ki?" diye sordum.

263
"Bir süredir görünmüyorsun. Başma bir şey gekr
düşündüm. Bu kadar uzak kalmak senin tarzın değil
"Sadece meşguldüm."
"Öyle mi?"
"Evet."
Ray, "Seni tanımasam benden kaçıyorsun derdim"
dedi. "Benden kaçmıyorsun, değil mi?"
"Elbette hayır."
"Bunu duyduğuma sevindim," dedi. "Cobalt'tayn,
Hadi gelip benimle bir şeyler iç. Sohbet ederiz."
"Yapabilecek olsam gelirdim," diye cevap verdim. "Şç.
hir dışındayım."
"Ya? Neredesin?"
"Roma."
"Roma," diye tekrarladı. "Bu, şehir dışında olmaktan
ötesi, Vitale. Tamamen farklı bir ülke. Beklenmedik bir şey
mi oldu?"
"Hayır. İş gezisi değil," dedim. "Tatil."
Hiçbir şey söylemedi. O kadar sessizdi ki arkada kulü­
bün şamatası olmasa telefonu kapattığım düşünürdüm.
Sessizce oturarak konuşmaya başlamasını bekledim. "Rita
kızım İtalya'ya mı götürdün?"
"Evet."
Yeniden sessizleşti ama bu kez uzun sürmedi. "Önü­
müzdeki hafta sonu kızlar bir akşam yemeği veriyor. Cu­
martesi. Meşgul olduğunu biliyorum ama eğer z a m a n bu­
lup gelebilirsen sevinirim."
"Orada olacağım."
"Güzel," dedi. "Kızı da getir."
Ben buna verecek bir cevap bulamadan telefon kapar1
dı. İç çekip sessizliğin tadım çıkararak ve kısacık dahi olsa
huzur dolu bir an yaşamak için kendime zaman tanıyarali
kısa bir süre orada öylece oturdum. Dirseklerimi dizleri

264
dayamış, telefonu iki elimle sımsıkı tutmuş bir halde boş
boş bakarak zihnimi boşaltmaya çalıştım.
Bir süre sonra odayla balkonu ayıran sürmeli cam kapı
açıldı. Arkamı dönüp baktığımda Karissa, üzerinde diz hi­
zasında, kolsuz, çiçekli bir elbiseyle kapıda duruyordu.
Elindeki kullanma kılavuzuna göz atarak, "Şu zımbır­
tının yeşile dönmesini beklemek zorundayız," dedi. Ona
aldığım kahve makinesinin kullanma kılavuzundan daha
kaimdi ama Karissa, onu incelemeye başlamak için bir an
bile zaman kaybetmemişti.
"Zımbırtının yeşile dönmesini beklemek zorundayız,"
diye tekrar ettim.
"Aynen." Bana baktı. "Çok uzun sürmez, değil mi?"
"Ben de senin kadar biliyorum."
İki saat sonra şarj ışığı hâlâ sarıydı. Karissa bir şeylerle
oyalandı. Saçım düzeltti, makyaj yaptı, altı-yedi kez ayak­
kabı değiştirdi ve tüm bu süre içinde dışarı çıkmamızı
geciktirdiği için özür dileyip durdu. Uzun süre buna kat­
landıktan sonra odayı girdim ve tam yanımdan geçerken
kalçasma yapışıp onu olduğu yerde durdurdum. "Özür
dileyip durmayı bırak."
"Ama..."
Konuşmak için ağzım açar açmaz şarj aletindeki ışık
titreşerek yeşile döndü. Onu işaret ederek "Gördün mü?
Hazır/' dedim.
On dakika sonra nihayet odadan çıktık. Karissa'nın
elinde fotoğraf makinesi, ayağında ilk denediği ayakkabı-
Hr vardı. Saat hâlâ erkendi. Sokağa çıktığımızda henüz on
kınamıştı.
"Nereye gidiyoruz?" diye sordu.
"Nereye gitmek istersin?"
Omuz silkerek, "Fark etmez," dedi.
"Ha?"

265
"N e oldu?"
"İtalya'ya gelm e düşü ku ran biri için fazlasıyla b
sızsın " rar-
Gözlerini devirdi. "P eki, tam am . Doğru cevap her
olacaktı. Her şeyi görm ek istiyorum , yani beni götüre ^
her yere giderim . O ldu m u ? " ^
"O ldu."
Alışılmış turistik y erlere gittik. M üzeler, Panteon dada
hil olmak üzere kiliseler, P iazza N avona ve İspanyol Mer­
divenleri. Heyecan için d e b ir sürü fotoğraf çekti. Onun
coşkusunu hayranlıkla sey rettim . K üçük bir kafede hafif
bir şeyler atıştırdıktan so n ra K olezyum 'a gittik. Kuyruk
saçma sapan bir d ereced e u z u n d u am a orayı gördüğünde
Karissa'nın yüzü ışıldadı. Yani k açm an ın bir yolu yoktu.
Sıranın en arkasına geçip b ek lem ey e başladık. Karissa
dışarıdan birkaç foto ğraf çekti. M an zaran ın tadını çıkaran,
fotoğraf makinesi suratına y a p ışm ış ufak tefek bir turistten
farksızdı. Sanki ben orad a y o k tu m am a o an için bu sorun
değildi. Kalkanları inm iş, sa v u n m a sı zayıflamıştı.
Burada olm anın tek n ed en i bu y d u . Orada değilmişim
gibi davranıyor olsa da ön em li değild i.
O mutlu olduğu sürece...
Yaklaşık yarım saat so n ra n ih a y e t sıranın en önün
deydik. İki bilet aldım ve d o la m b a çlı patikadan g e ç e re k

Kolezyum'a girdik. İçerisin in m an z a ra sın ı gördüğü an a


gözleri parladı. Tarihi am fitiyatro n u n bazı kısımları pa^
lanmış ve yok olm uştu. Y ine d e b eto n ve taştan yap1
heybetli bir canavar oldu ğun u b en b ile kabul etmek zorun
daydım.
İçeride dolaşırken Karissa b irk a ç fo to ğraf daha
dından fotoğraf m akinesini in d irip etrafı daha iyi
«Çağlayan parmaklıklara yaslan dı.
Navona Meydanı -çn

266
Ortaya çıkmış yeraltı tünellerine bakarak alçak sesle,
»Muhteşem," dedi. "Keşke o zamanlar burada olup bozul­
mamış halini görebilseydim."
Kendime hâkim olmadım. Ses tonundaki derin saygı­
y a kahkahalarla güldüm. Bu, alay etmek değildi ama bana
attığı bakış kulağa öyle gelmediğini düşünmeme neden
oldu. "Evet, eğer öyle bir şeye şahit olmak istiyorsan bence
de iyi olurdu."
"Nasıl bir şeye?"
"Toplu bir katliama."
Gözleri büyüdü.
Tekrar güldüm.
Ne kadar da masum.
"Sence Romalılar burayı ne olarak kullanıyorlardı, Ka-
rissa?"
"Bilmiyorum," dedi. "Tiyatro gösterileri, şovlar, spor
gösterileri ya da festival gibi şeyler için."
"Aaa evet, bir tür festivaldi. Doğru," dedim. "Fazlasıyla
kan akıtılan türden."
Ben parmaklıklara gidip onun yanında durduğumda,
"Yani, gladyatörler olduğunu biliyordum," dedi. "İnsanla­
rın onları ölümüne dövüşürken seyrettiklerini biliyordum.
Ama onlar savaşçıydı."
Ne kadar da saf.
O zamanlar bir günde binlerce insanı idam ederler-
miş, dedim. "Ve bu konuda kesinlikle acımalan yokmuş.
0 kadar çok kan akarm ış ki kanı emsin diye zemine kum
derlermiş. Silahsız insanların üzerine aslanları salarlar-
IrılŞ ve elli bin kişi burada oturup onların parçalanmasını
gederm iş. Buradaki oturaklardan birinde bir dakikadan
azla kalamazdın, Karissa. Vegas'taki boks maçında bile
sörlerden biri yum ruk yediğinde gözlerini kapatıyor-

267
Büyülenmeyle iğrenm e arasın d a kalm ış gibiydi
çek bir katliam m eclisine gireb ilm ek için mi yarmı F
kuyrukta bekledik? N ed en ?" Sâat
"Çünkü senin de dediğin gibi, m u h teşem ."
"Ölüm m ü?"
Parmaklıklara yaslanıp g arip b ir ifadeyle ona bakarak
"Ben Kolezyum'u kast etm iştim am a ölüm ün de öyle ol­
duğuna em inim ," dedim . "Ö lü m , y aşam ın bir parçası. Ba-
zılanmız diğerlerinden uzun y a şa m a şansına sahibiz ama
doğan her şey sonunda ölür. H içb irim iz ölüm süz değiliz,"
Tekrar etrafına bakarak, "Ç o k iç k a ra rtıcı," dedi. "Artık
başka bir yere gidebilir m iyiz? T ercih en spor için insanla­
rın öldürülmediği bir y ere."
"Trevi Çeşmesi'ne ne d e rsin ?" d ed im . "Para atıp bir di­
lekte bulunabilirsin."
"Ölümsüzlük dileyebilir m iy im ? "
"Elbette," dedim. "V atikan'a g id erse n bunun için daha
fazla şansın olur. Orası m u ciz elerin gerçekleştiği yer."
"Aaa. Oraya girebilir m iy iz ?" d iy e sord u heyecanla.
"Yani sen Vatikan'a girebilir m isin ? "
Bir kahkaha atarak, "E v e t," d ed im . Ö zellikle beni kast
edip etmediğinden em in değild im . "A lev alev yanmayaca­
ğımdan oldukça eminim. A m a u z u n b ir yürüyüş yolu ve
kuyruk çok uzun olur. İstersen b a şk a b ir gü n e bırakalım.
Gülümseyerek, "Tam am ," dedi. " O zam an Trevi ÇeS
mesi. Orada kimse ölmedi, değil m i? "
"İnşaatı sırasında birileri ö lm ü ş o la b ilir ama onun
şında sanmıyorum."
Şaka yaptığımı düşünerek gü ld ü . O y sa şaka yapnuy°r
dum.
insanlar her yerde ölürler.
Attığınız her adımda, d u rd u ğu n u z h er yerde aya
nruzın altındaki zemin öyle ya da b ö y le ölüm le lekele

268
,niştir. Bu, kaçınılamaz bir gerçek. Ölümün dokunmadığı
h iç b irşey yok. H içbir şey.
Çeşmenin çevresindeki alan çok kalabalıktı. Öğlenden
sonranın geç saatleriydi; gün akşama kanşıyordu ve turist­
le r sürüler halinde dolaşıyorlardı. Cebimden bir bozukluk

çıkarıp Karissa'ya verdim . Geride durarak onun kalabalığa


karışmasını izledim. Kolayca kendine yol açıp öne geçti ve
bir süre orada durduktan sonra gözlerini kapatıp parayı
attı.Sonra yeniden gözlerini açtı, birkaç saniye suya baktı
ve kalabalığı yararak yanım a geldi.
"Ölümsüzlük m ü diled in?"
Güldü. "H ayır."
"Ne diledin p ek i?"
Saçlarını bir kırbaç gibi öne arkaya atarak başım iki
yana salladı. "Söy lem em ."
"Neden?"
"Söylersem gerçekleşm ez."
"Kim demiş b u n u ?"
"Herkes bilir. K ural b u ."
"Hadi am a," diyerek uzam p onu kendime çektim.
"Bana söyleyebilirsin. Ben istisnayım ."
"Seni bu kadar özel kılan n e?"
Sıntarak, "Ö yleyim işte ," dedim. Gözlerini devirdi.
Uzanıp çenesini avu cum un içine aldım ve başparmağımla
alt dudağını okşadım . "V e ayrıca senin bütün dileklerini
pekleştireceğim . O yü zden bana söyleyebilirsin. Ne di-
'ersen yaparım. N e olursa olsun. Söyle yeter."
Düşünceli bir ifad eyle bana baktı. "Bunu değerlendire­
n in ."
Eğilip hafifçe onu öptüm . "B u bir başlangıç."
Oradan ayrılm adan Karissa birkaç fotoğraf daha çekti,
kından aklımızda bir h ed ef olm aksızın sokaklarda do-
Birkaç m ağazaya girdik, ona İtalyan dondurması

269
aldım ve ilk lokmayı alışını keyifle izledim. Z evkt ı

köşe olmuş bir halde kaşığı yeniden küçük kâseye !


kahve tonlanndaki dondurm adan biraz daha aldı ^ '
Kaşığı bana doğru uzatarak, "A lsana," dedi "T^
• 'aaına
bak.
Bir an durduktan sonra başım ı iki yana salladım. Fındık
lı Çikolata. "Hayır, teşekkür ed erim ."
Umursamaz bir edayla bir lokm a daha aldı.
Ve bir tane daha.
Ve bir tane daha. ,
Gün yavaş yavaş biterken biraz daha yürüdük ve so­
nunda şehir merkezinde, büyük bir park olan Villa
Borghese'ye vardık. Gölün yanındaki patika yola yöneldik.
Çok zaman geçmeden K arissa'nın adım ları yavaşladı. Ha­
fifçe beni dürtmeden önce etrafa b ir göz attı. "Biraz otura­
bilir miyiz?"
Ona doğru yaklaşarak, "N asıl istersen. Ben peşinde­
yim."
Hiç beklemeden patikadan ayrılıp yemyeşil çimlerde
yürümeye başladı. Kendini herkesten uzak yaşlı bir ağacın
gölgesine attı. Yanına oturarak ona katıldım . Serin çimene
sırtüstü yayıldı ve anında ayakkabılarım çıkarıp attı. "Oh,
şimdi rahatım."
"Eminim."
Dirseklerinin üzerinde doğrulup bana bakarak, "Ee, na­
sıl bir duygu?" diye sordu.
"Ne nasıl bir duygu?"
"Halktan biri olmak," dedi. "B ü tü n gün hiç özel mu
amele görmeden dolaştm... Masa boşalm asını beklen^
kuyrukta dikilmek zorunda kaldın, ihtiyaçların karşılan
madı, gitmek istediğin yere taşınm adın. Senin içim bir ¡5
kence olmalı. Yani sana sıradan davram lm ası..."
Başımı iki yana sallayarak bacaklarım ı öne doğru ^

270
\

t)in. "Kimliğimin bilinm em esi hoşuma gider. Kimin beni


gözlediği/ kimin ayağım a çelme takacağı, bana doğrultul­
m u ş bir silah ya da bir sonraki köşede kurulmuş bir pusu

olup olmadığı konusunda endişe duymamak güzel bir şey.


New York'tayken sırtım da bir hedef tahtasıyla yaşıyorum.
Elbette yüzüm onlara dönükken bana iyi davranıyorlar
ama arkamı döndüğüm anda ne planladıklarını tahmin
etmek mümkün değil. Am a burada farklı. Burada beni tu­
zağa düşürmek için bekleyen kimse yok."
"Ya ben?" diye sordu. "Sana neler yapabileceğim konu­
sunda endişelenmiyor m usun?"
"Hem de hiç."
Sanki onu bir tehdit olarak görmemi bekliyormuşçasına
gerçekten şaşırmış görünüyordu. Bu kadar saçma olmasa
bir kahkaha daha atardım .
"Yanlış anlamışsın, hapishane kuşu," dedim. "Yeme­
ğime ilaç koyduğun için kızm ış olduğumu düşünmüş
gibisin ama olay bu değil... Kendini tehlikeye attığın için
kızdım. Bunun için hâlâ kızgınım . Beni kımıldayamaz hale
getirdin ve seni koruyam ayacak durumdayken gecenin bir
yansı kaçıp gittin."
"Ben iyiydim."
"Neyse ki öyleydin am a olmayabilirdin. Dışarıdaki tek
tehlikeli şey ben değilim , biliyorsun. Hatta en tehlikelisi
ben değilim."
Karissa bir süre sessiz kaldı. Gözleri benim dışımdaki
ber yere bakarak dalgın dalgın yanındaki çimleri kopan-
yordu. Nihayet iç geçirdi ve alçak sesle konuşmaya başla-
dl "Bu garip, değil m i?"
Garip olan nedir?"
Annem senden korkuyordu ama bir kez bile senden
^ etınedi. Ne bana fotoğrafını gösterdi ne de adını ağzı­
naaldı."

271
"Ben buna garip demezdim. Her şey orada oldu*
korkularını haklı çıkarmak kolaydır. Ray bile ort
herkes adını bilir. Ama benim durumum farklı S
annen benden söz etmeyi, adımı kafana sokmayı daha t ^
likeli buldu. Ayrıca bir zamanlar arkadaştık; annen veb«,
Ve intikam almak için geri döneceğimden endişelere de
senin gerçekten tehlikede olduğunu düşündüğünü zannet
miyorum. Masum birini öldüreceğimi düşünmüyordu." i-
çekerek bacaklarına uzadım, yakalayıp kendime çektim ve
ayaklarım kucağıma koydum. O sırada Karissa kahkaha­
larla gülerek çığlık atıyordu. "Beni olduğumdan daha iyi
bir adam sanıyordu."
Ayaklarım ovmaya başladığımda parmaklarını bükerek
hafifçe inledi. "Oh!" diyerek yüzünde bir gülümsemeyle
çimlere uzandı. "Sen harika bir adam sın."
Ovalamayı kesip kuşkulu bir ifadeyle ona baktım.
Tek gözünü aralayıp bana bakarken, "Yoo, hayır, hayır,
durma," dedi. Başımı iki yana sallayarak tekrar tüm dik­
katimi ayaklarına verdiğimde bir kahkaha attı. "Ve bana
öyle bakma. Bugün daha önce hiç görmediğim bir yanını
gördüm. Sabırlısın ve gerçekten kibarsın."
"Ne yani? Önceden kibar değil miydim? Sabırlı değil
miydim?" diye sordum. "Bir fark yaratarak patates kızart­
ması ve o güne kadar adım attığım en küçük, en dağınık
odada tatsız bir noodle yediğimi hatırlıyorum. En azından
bunun için biraz övgü hak ediyorum sanırım."
"Ediyorsun," diye karşılık verdi. "Ama sadece... Nasıl
ifade edeyim... Garip. Seni nasıl değerlendireceğimi,ar
tık ne düşüneceğimi gerçekten bilmiyorum; özellikle de
bana bakarken. Bazen yüzünde şu anki ifade oluyor ve0
zamanlar beni öpmek mi, yoksa öldürmek mi is t iy o r s u n
emin olamıyorum."
"Bunun sebebi muhtemelen benim de emin olam3'
mam."

272
Bir kez daha gözlerini açıp bana baktı. Ona gülümse­
dim; bir süre gözlerini gözlerimden ayırmadan çekinerek
karşılık verdi. "Sen tuhaf bir adamsın, Ignazio Michele Vi-
tale-"
Aynı şeyi tekrar yapmış, adımı annemin adı, yani kadın
adı gibi haliyle telaffuz etmişti. Parmağımı ayak tabanmda
dolaştırdım. Kahkahalar atarak kıvranıp benden uzaklaş­
maya çalıştı ama ayağını sımsıkı tutup onu gıdıklamaya
b a ş la d ım .

"Naz!" Doğrulup oturdu ve deli gibi gülerek beni itip


ayağımgeri çekmeye çalıştı. "Dur!"
Gıdıklamayı b ıra k ıp , "D ur!" diyerek onu taklit ettim.
Ama bacağını çekmesine izin vermedim. "'Durma'ya ne
oldu?"
"Fikrimi değiştirdim."
"Tam sana göre."
Elimi gevşetir gevşetmez beni tekrar itip ayağım çekti.
Ama uzaklaşmak yerine dönüp başını kucağıma koydu.
Başımı eğip ona bakarak yayılmış duran saçlanm okşadım.
Gözlerini kapattı ve dudaklarmda hafif bir gülümseme be­
lirdi.
Fazla konuşmadık.
Söyleyecek başka ne kalmıştı ki?
Onun için her şeyi ortaya sermiştim ve o da üstünde
durmamıştı.
Bunca şeyden sonra belki de bizim için hâlâ bir şans
vardı.
Bir süre sonra, "H ad i," dedim. "Akşam olmak üzere."
İÇçekerek ayağa kalktı. "Otel ne kadar uzaklıkta?"
Yaklaşık bir buçuk kilom etre."
Uff!" Suratını buruşturarak ayakkabılarını çimin üze­
nden aldı. "Çok uzak."
Arkamı dönüp sırtıma hafifçe vurdum. "Atla. Seni taşı­
yayım."

273
Gözleri kocaman oldu. "Sırtın da m ı taşıyacaksın?"
"Evet. Neden olm asın?"
"Bunun için fazla büyüğüm ."
"Kaç kilosun? Kırk falan m ı? Yoksa kırk beş mi?"
İnanmaz bir ifadeyle gülerken ayakkabılarım giydi. Sır
tıma tırmanmak yerine elim i tutup parmaklarım parmak­
lanma geçirdi ve ardından kolum a asıldı. "A z önce tekrar
kanıtladın, Naz."
"Neyi kanıtladım?"
"Ne olursa olsun içinde iyilik var."

274
15. BÖLÜM

"Eğlenmek ister m isin?"


Alçak sesle konuşuyordum . Kelimeler ağzımdan zor­
la çıkarken sesim alçak ve boğuktu. Vicdanım bu soruyu
sormamamı, bu gece onu zorlamamamı söylüyordu ama
penisim sertleşmişti ve kalbim sonuna kadar açıktı. Bu ka­
dının elde edebileceğim her parçasını elde etmek istiyor­
dum.
Karissa, ellerini cam a dayamış balkon kapısından dışa­
rı bakıyordu. Sorum u duyunca başım çevirdi ve dikkatle
bana baktı.
Hayır diyeceğini düşündüm .
Hmef olsun! Lütfen hayır deme...
Bir süre sonra arkasım döndü ve sırtım serin cama yas­
ayarak yüzüme bakm aya başladı. Dudaklan aralanmıştı.
Addedilmeyi, ağzım ın payının verilmesini bekliyordum
aıtla °/ "Olur," diye fısıldadı.

275
"Olur mu?"
Biraz daha yüksek sesle tekrarlayarak başım s „
"Olur." '■
Ellerim cebimde kayıtsız bir ifadeyle yamna gitm
önce bir süre ona baktım. O nu sım sıkı tutup elbisesini ^
kan sıyırmamak ve en yakın yere domaltarak canını çık^'
tana kadar becermemek için kendim i zor tutuyordum
Bütün gece.
Sabaha kadar.
Artık dayanamayacak hale gelene kadar becer onu.
Ama halihazırda ondan yeterince fazla şey almıştım ve
ölüm bizi ayırana dek alm aya devam edecektim. Bu gece
onun gecesiydi; bir zam anlar beni ne kadar sevdiğini hatır­
lamasını sağlama gecesiydi. Tenim e işlem işti ve onun içine
girip huzur bulmak istiyordum .
Onun da bundan bir şeyler, kendini iyi hissedecek bir
şeyler elde etmesine ihtiyacım vardı. Benim için özel oldu­
ğunu, konunun kamndan öte b ir şey olduğunu fark etme­
sine ihtiyacım vardı.
Bakışlarım adeta parçalarcasm a vücudunu taradı.
Bu elbiseyle çok güzel görünüyordu.
O çıkınca daha da güzel görünecekti.
Tam karşısında durup, "Söyle bakalım ," dedim. "Enbü-
yük fantezin ne?"
Gözleri kocaman oldu. "N e ?"
Elimin tersini yavaşça kolunda dolaştırarak, "Fante'
zin," diye tekrarladım. Koluna çok hafif dokunuyordun1
ama bu temas bile onu titretm eye yetti. "N e olursa olsun
fark etmez. Ne kadar sıradan ya da garip görünürse görün
sün önemli değil."
"Hmm... Bilmiyorum."
Vücudumu onunkine dayayarak, "H adi ama, hepin11
zin tuhaflıkları vardır," diye karşı çıktım. Onu cama f
pıştınp yanağımı yanağına dayayarak "Seni neyin tahhk
ettiğini, tek başına kendine dokunurken ne düşündüğünü
bilmek istiyorum," diye fısıldadım.
Elimi aramıza sokup bedeninde dolaştırarak o elbise-
jyHiçindeki kamını ve göğüslerini okşadığımda derin bir
nefes aldı. Dilimi kulak memesinde gezdirerek bir cevap
bulması için ona zam an verdim.
"Hmm. Ben..." Sesi titriyordu. "Emin değilim."
Gergindi.
Onu rahatlatmak istiyordum ama diğer yanım onu so­
nuna kadar zorlam ak ve kalbinin derinliklerinde gömülü
ne varsa ortaya çıkarm ak taraftarıydı. Yine de onun ken­
di arzusuyla içini dökm esini sağlamam gerekiyordu ve o
buna gönüllü değildi.
İnatçı kadm.
Kahrolası güzel, inatçı kadm.
Bu kadm, benim sonum olacaktı..
0 bir şey söylem eyince, "Sana bir sır vermemi ister mi­
sin?" diye sordum. "B en i neyin tahrik ettiğini öğrenmek
ister misin?"
Başım salladı.
"İç çekişini duym aktan daha seksi bir şey yok," diye iti­
raf ettim. "Özellikle de ilk içine girdiğim andaki... Nefesin
kesiliyor ve sanki penisim in içinde olmasının bu kadar iyi
hissettirdiğine inanam ıyorm uşçasına iç geçiriyorsun."
Utangaç bir ifadeyle başım eğip yoğun kirpiklerinin
arasından bana bakarak, "İnanam ıyorum ," diye karşılık
verdi. "Bu, benim günahkâr hazım ."
Günahkâr haz.
Bundan zevk aldığın için utanıyor musun?"
"Her seferinde."
Beni sevdiğin için u ta n ıy o r m usu n?"
Ç°k kısa bir an tereddüt etti, ardından, "Bazen," diye
fısıldadı.

Sanki duymamdan ürker bir tonla söylemişti bunu.

277
Sanki tepkimden korkuyordu.
Ama gerçek şu ki ne hissettiğini biliyordum.
Utancı ve iç çalkantıları biliyordum.
Sevmemen gereken birini sevm enin nasıl bir du
duğunu biliyordum. ^ °*
Ona âşık olmuştum.
Ve bu, en kötü kâbusumdu.
Ama bazen kâbusları tetikleyen sadece korkudur An
lamadığımız bir şeyin korkusu. Bir palyaço makyajım çı
kardığında korkutucu değildir. Bir canavar ışığı açtığında 1
o kadar da korkunç görünmez. Onun iç dünyasını görene
ve hiç de farklı olmadığımızı fark edene kadar benim düş­
manım benim düşmanımdı.
Bana pişmanlıktan söz ediyordu ama sonunda beni 1
mahvetse bile sahip olduğumuz şeyi asla silip atmak is- i
temeyeceğimin farkında değildi. Bunun bir ânını bile geri |
almak istemiyordum.
Kalpsiz değildim; geri kalan her yerim bir boşluktan iba­
retken sadece kalbim taş kesmişti. Ama o, uzun süre önce
yaşamaya uğraşmaktan vazgeçmiş şeye hayat veriyordu.
O, oksijendi ve o olmadan ben ölüydüm.
Başı daha da eğildi ve bakışları yere dikildi. Elimi yu­
karı çıkarıp çenesini tuttum ve başını kaldırıp gözlerinin
içine baktım. "Ne hissettiğini biliyorum ."
"Biliyor musun?"
"Daha önce de söyledim... Seni seviyorum ve bu, benim
için bir sorun."
"Bu soruna bir çözüm buldun m u?"
Başparmağımla hafifçe yüzünü okşayarak güu
dim. "Buldum."
Çok kısa bir an sessiz kaldı, ardından fısıldayarak
dir?" diye sordu.
Seninle evlenmek."
Bir anda yüz ifadesi değişti; gözlerini yuvarladı-

278
nasıl bir çözüm oluyor?"
"O zaman artık Rita olmayacaksın."
Bunu söyler söylemez beni hazırlıksız yakalayıp göğ­
sümden iterek benden uzaklaştı. Uzandım ve bileğinden
tutup onu durdurdum. Kızgın bir ifadeyle iç çekerek dö­
nüp bana baktı.
Kendime engel olamıyordum.
Bu sesi duyduğum anda penisim harekete geçti.
"Ben neysem o olarak kalacağım, Ignazio," dedi ciddi
bir tonla. Bana bu isimle hitap etmesinden nefret ediyor­
dum ama penisim bir kez daha seğirdi. Öfkeden deliye
dönmüştü. Ya bu hali? Buna da bayılıyordum. "Damarla­
rımdaki kanın her damlasını akıtabilirsin ama bu hiçbir
şeyi değiştirmez. Bu, benim hücrelerime sinmiş. Bedeni­
me. İçime, her parçam a."
Kolunu hızla çekip elimden kurtuldu. Ama yerinden kı­
mıldamadı, yanımdan ayrılmadı.
"Bir Rita olduğum için seninle evlenmeyeceğim. Çözüm
bu değil. Eğer benimle sırf bu yüzden evlenmek istiyor­
san... eğer yaşamıma son vermemek için bulduğun aptalca
çözüm buysa hem en şimdi beni öldürmeni tercih ederim.
Seninle evlendiğimde bu her şeye rağmen olacak; tıpkı her
şeye rağmen şu an burada seninle birlikte olduğum gibi."
Kızgındı, söylenip duruyor, verip veriştiriyordu. Ama
ben birkaç saniye önce söylediği bir şeye takılıp kalmıştım.
Seninle evlendiğimde...
Evlenirsem değil.
Evlendiğimde.
Kendimi gülümserken yakaladım, o da bunu yakala­
t t ı . Kaşlarını çatıp gözlerini kısarak sert bir tonla öfkesi-
ni kustu. "Bu kadar komik olan şey ne?"
Gülerek, "Sen," dedim ve benden uzaklaşmaya çalışır­
ın onu durdurdum. "Ah, böyle yapma. Aslında bu senin
SuÇun, çünkü kızgınken çok güzel oluyorsun."

279
"Sen delisin."
"Öyleyim," dedim. "B en i sen böyle yaptın."
Bunun tartışılacak bir yanı yoktu.
Sadece bana baktı.
"Gel buraya," diyerek onu kend im e doğru çektim X

neyin tahrik ettiğini öğrenm ek istiyorum . Farklı rollereJ**


rünmek mi?" ü'
Başım yavaşça iki yana salladı.
"Üçlü seks m i?"
Burnunu kırıştırdı. Şükürler olsun. Bu kadını başka bi­
riyle paylaşabileceğimden em in değildim .
"Açık saçık konuşm a m ı?"
Yanakları kızarırken tek om zun u yarım yamalak kaldır­
dı. Bunu "evet" olarak aldım .
"İzlenmek m i?" :
Beklediğim tepki buydu; b o yn un a kadar kıpkırmızı |
oldu, bakışlarım kaçırırken d u dakları seğirdi.
İşte bu.
İşte bu.
İşte bu.
Onu çektim. Bu kez karşı koym ad an elini tutmama ve
onu balkona çıkarmama izin verdi. Hava kararmak üze­
reydi. Gökyüzü, karanlıkta yavaş yavaş gözden kaybolan,
capcanlı pembe ve turuncu renklerden oluşmuş bir girdap
gibiydi. Balkonda durup b akışlarım ı bedeninde yırtarcası
na gezdirerek onu seyrettim.
Eğlenceli olacaktı. k
Onu bırakıp bir adım geri attım ve ellerimi kal
arkamdan gelmesini engelledim. Kaşlarını çattı ama soz
mü dinledi. Bir adım daha geri atıp bacalarım ı uzataca
hâlâ boş yer kalacak kadar uzun ve geniş şezlonga otu
ken dikkatle bana bakıyordu. . arlp
Yerleşip geriye yaslandım ve ayakkabılarımı Çi
tekrar ona baktım.
Gergin bir biçimde kıpırdanıp duruyordu. Güzel-

280
"S oyun."
Bu kelime yanaklarının alev alev yanmasına, yanakla­
r ı n kıpkırmızı olm asına ve şaşkınlıktan gözlerinin koca­
man açılmasına neden oldu. "N e?"
Bir kez daha, "So y u n ," dedim. "Üzerindekileri çıkar."
Bir milim bile kım ıldam adı. "Eğlenmek istediğini sanı­
y ordum ; istediğinin..." Bakışları hızla cam balkon kapışma
kaydı. "Yani sanıyordum ki..."
"Hep ben eğlenecek değilim ya. Dün gece sana sert dav­
randım. Bu gece farklı bir şey deneyeceğiz."

"Yaa."
Ağzmdan çık an tek kelim e bu yd u; sanki şiddet içer­
meyen bir sev işm e yaşayabileceğim izi hiç düşünmemiş
gibiydi.
Başımla onu işaret ederek aynı kelimeyi üçüncü kez
tekrarladım. "So y u n ."
Bu kez sorgulam adı.
Eğilip elbisesinin eteğini tutup hızla başından çekip çı­
kararak yere attı. A skısız siyah sutyeni ve ona uyan tangası
ile kaldı. Ayakkabılarını çıkarıp durdu ve som soran göz­
lerle bana baktı.
Devam etmesi için onu cesaretlendiren bir ifadeyle ba­
şımı salladım.
Sutyen birkaç saniye içinde taş zemine düştü, sonra par­
maklarım tangasm ın iki yanm a geçirip derin bir nefes aldı
ve gözlerini kapatıp onu hızla aşağıya indirdi. Ardmdan
! Ç'nlçıplak bir halde orada öylece durdu. Kolları vücudunu
j örtmeye hazırmış gibi duruyordu.
I Görmeme izin v erd iğ i h er kıvrımının tadını çıkararak
°nu izledim.
^öylesi utan m az bir bakış karşısında daha da kıpırdan­
m a başladı.
Ee? Şimdi m utlu m usu n?" dedi kelimelerin üzerine
asa basa.

281
V
Ha. Savunma amaçlı.
Hoşuma gitti.
"Çok," diye itiraf ettim . "Am a striptiz yapma bç
biraz geliştirmen gerekiyor."
"Yaa, ne demezsin? Benim le dalga mı geçiyorsun? Sa
dece üzerimdekileri çıkarm am ı söyledin... Def Leppard
şarkısı açıp şov yapm am gerektiğin i bilmiyordum."
"Bir sonraki sefer için artık biliy orsu n."
Gözlerini devirdi. Kahkaha atm am a engel olamadım
"Yani bugünkü eğlencemiz bu m u? Beni utandırmak mı?''
"Hayır, ama utanm ış olm an b iraz kafam ı karıştırdı. İz­
lenmenin seni tahrik ettiğini düşünüyordum ."
"Bu farklı."
"Nasıl farklı?"
Hayal kırıklığı içinde h om u rd and ı. "Farklı işte. Gözleri­
ni dikmiş bana bakıyorsun; h içb ir şey söylemiyorsun."
"Ne söylememi istersin?"
"Bilmiyorum." Vücudunu örtm eye çalıştığım unutarak
sinirli bir halde ellerini yukarı kald ırdı. "N e olursa.
Elimle yaklaşmasını işaret ettim ; istediğim i yapıp tam
tepemde durdu. Yeterince yaklaşır yaklaşm az kalçalarına
yapışıp onu şezlonga çektim. Elleri bacaklarınm arasında
ata biner gibi kucağıma oturdu.
"Her santimine bayılıyorum ," dedim . "Vücudunun seni
utandıran her yeri bana büyük b ir haz veriyor. En ufak bit
kusur görmüyorum; ne utanm ana ne de küçük düşmene
neden olacak hiçbir şey... Benden saklam an gereken hiçır
şey yok. Halihazırda her şeyi gördüm ve bu görüntüye
yılıyorum. Muhteşemsin, bebeğim ."
Yüz ifadesi yumuşadı, om uzları gevşedi. "İlk kez
böyle hitap ediyorsun."
"Nasıl?"
Alçak sesle, "Bebeğim," dedi. "D ah a önce hiç böyk
tap etmemiştin."
"Bu seni rahatsız mı etti?"
"Yoo. Elbette h ayır." Kafası gerçekten kanşmış görünü-
ordu. "Neden rahatsız etsin ki?"
' «gazı kadınlar bunu aşağılayıcı bulur."
"Ben değil. Bana şey gibi hissettirdi..." Sesi alçaldı, ha­
fifç egülümsedi. "Yani... Anlarsın işte."
Merakla, "N e gibi hissettirdi?"diye sordum.
"S a n k i özelm işim g ib i," dedi. "Bana değer veriyor, beni
gibi."
s e v iy o r m u ş s u n

"Öyle zaten," diyerek ellerim i kalçalarından göğsüne


k aydırdım ve başparm aklarım la sertleşmiş göğüs uçlan-
nı okşarken parm ak uçlarım ı göğüslerinde dolandırdım.
"Sana âşığım, b ebeğim ."
Bunu yeniden söylediğim de yüzüne kocaman bir gülü­
cük oturmasını engellem ek için alt dudağım ısırarak gü­
lümsedi. Bu kelim enin onu bu kadar etkileyeceğini bilsey­
dim çok önce kullanırdım .
Ve tekrar tekrar söylerdim ... tekrar tekrar.
Onu hafifçe öperek m em e uçlarını sıktığımda kıvra­
narak bana dayandı. D udaklarım ı dudaklarından ayırıp
boynunu öptükten sonra kulağına, "Kendine dokun," diye
fısıldadım.
Ben geri çekilip şezlonga uzandığım da kocaman gözler­
lebana bakıyordu. "C id d i m isin?"
Ellerim yeniden kalçalarına kayarken başımı salladım.
Seyretmek istiyorum ."
“Şey... hmm ." Yine gerilm işti. "Bilmiyorum."
'Sadece sırtüstü uzan ve gözlerini kapat," dedim. "Ken­
ene nasıl zevke verdiğini göster bana."
Fazla dil dökm em e gerek kalmadan bacaklanmın ara­
mda başı ayağıma denk gelecek biçimde sırtüstü şezlonga
J*Zandı. Kayarak biraz yaklaştı. Önce kadınlığını avuçlayıp
^ süre öylece durdu, arkasından yavaş yavaş kendine do­
l a y a başladı. Başta gergindi, endişe onu yiyip bitiriyor
gibiydi. Hareketleri sabitti. A m a kendini okşadıkça k
gevşedi. Klitorisin etrafında daireler çizmeye başla(j,
caklanru iyice açıp bana daha iyi bir görüntü sergiledi *•^
bakışlanm parlak pem be üzerindeki kırmızı ojeli tır n ^
rina kaydı. a"
Penisim o kadar sertleşm işti ki artık acıyor, seğirdikçe
pantolonumu geriyordu. O nu dışarı çıkarıp çok ihtiyacıln
olan o rahatlamayı yaşam ak için hızlı hızlı ovuşturmaya
can atıyordum. Ama donakalm ış bir halde hayranlıkla onu
seyrediyordum. Ellerim dizleriyle kalçaları arasında yavaş
yavaş gidip geliyor, tenini okşuyord um .
Daha hızlı ve daha sert okşam aya başladı. Kıvranıyor,
inliyordu. Boşalmak üzereydi. Bu sesin ölümüme sebep
olacağını düşündüm.
Orgazm yüzünden ölüm... Ve kendi orgazmım bile değil. .
Yanılmıştım. En güzel olduğu anm hiçbir şey yapmadı­
ğı zaman olduğunu düşünüyordum am a başka hiçbir an
bunun yanına bile yaklaşam azdı. Ban a güvendiğini fark
ettim. Kendini bırakacak, kim senin görm ediği onu, sadece
yalnız olduğu andaki onu b an a gösterecek kadar güveni­
yordu.
Bu, sadece Karissa'nm bildiği "o" idi.
İnlemeleri çığlıklara dönüştü. Sırtı yay gibi kıvrıldı. Or­
gazm içini parçalarcasma onu ele geçirm ek ü z e re y k e n ba

caklanndaki kasların kasıldığını, dizlerinin kilitlendiğü1'


ve ayak parmaklarının kıvrıldığını hissettim .
"Oh,Tannm," diye inledi. "O h h h , N az!"
Gözleri kapalı bir halde bu zevki kendi kendine yaŞ30
yor ve benim adımı haykırıyordu. Benim. Neredeyse p311
tolonuma boşalmak üzereydim. Ellerim i kasıklarının a
kısmına koyup zevkten titrerken onu sım sıkı kavradığı
da bir iniltiyle göğsüm titredi. Sad ece birkaç saniye son'
^dini okşamayı bırakıp sırtüstü şezlonga yığıldı-
Bana bakmadı. Nefes almaya çalışarak kadınlığını yeni­
den avuçlanuş bir halde öylece yaüyordu. Kalçalarını tu­
ta n ellerimi gevşetip dizlerine koydum. Başparmaklanmla

hafifçe diz kapaklarm ı okşadım. Birkaç saniye geçmeden


jalcırdamaya başladı.
G ıd ık la n ıy o rd u .
Gözlerini a r a la y ın c a g ö z g ö z e geld ik . Hâlâ gergin oldu­
ğu belliydi a m a s a n k i r a h a t la m ı ş gibi gülü m sü yord u .
"Bunun sona erdiğine sevindim ," dedi.
"Öyle mi? Am a yanılıyorsun," diye cevap verdim. "Bu
sadece başlangıçtı."
Yavaşça şezlongdan kalktım ve elinden tutup çekerek
onu da ayağa kaldırdım . O nu sürükleyerek balkonda boy­
lu boyunca yürütürken bacakları titriyordu.
"Dur! Nereye gidiyoruz? Ne yapıyoruz? Bekle!"
Cevap vermedim. Cevap vermek anlamsızdı. Onu bal­
konu çevreleyen duvara sürüklediğim de ne yaptığımın ke­
sinlikle farkındaydı. D uvarın yüksekliği sadece birkaç san­
timetre; vücudunun yarışm a kadar geliyordu. Onu önüme
aldım, sırtını göğsüm e dayadım ve duvara yapıştırdım.
Anında elleriyle göğüslerini kapattı. Aşağıdaki birinin
onu net görebilmesinin m üm kün olmayacağı kadar yerden
yüksekteydik. Sokaktan bakıldığında karanlıkta asılı du­
ran bir gölgeden başka bir şey değildi. Ama çevremizde
yüksek binalar ve bize bakan sonuna kadar açık pencereler
vardı.
Karissa'nın Rom a şehrine bahşettiği muhteşem görün­
tüyü değerlendirecek çok sayıda meraklı için bulunmaz
bir fırsattı bu.
Penisimi kavrayıp dışarı çıkm aya yetecek kadar bir yer
^rnak için kem erim i çözerken tıslamasına, "Naz," dedi.
e yaptığını sanıyorsun?"
birkaç kez sıvaladıktan sonra dizlerimi bükerek penisi-
na dayadım. Bacaklarım la bacaklarını itip açarak başım

285
kadınlığının girişine sürttüm . Sürekli adımı tekra
cevap vermem için baskı yapıyordu. Kelimeleri ba ^
koyuyor olsa da vücudu h er hareketim e karşılık veri* ^
Poposunu daha dışa çıkarm ak için içgüdüsel o la ra k ^ '
yay gibi geriyor, içine girebilm em için parmak uçla™
yükseliyordu. a
"Naz! Lanet olsun. Sen d e lisin ."
Kendimi yavaşça içine d oğru iterken, "Bunu söylemiş,
tin zaten," diye hom urdandım . "Ş u an kendini tekrar edi
yorsun."
Karissa hep sıkıydı am a b u açıd an içine girmesi daha da
zordu. Kayarak tam hedefe gird iğim d e vücudu benimkine
yapıştı. Bir kez daha adım ı söyled i. N az. Ama bu kez itiraz
ifadesi değildi. Serin betona y ığ ılıp büyük bir hazla beni
içine alırken teslim olm uşluğun ifad esi bir iç çekiş, zevk
ifadesi bir inleme döküldü du daklarınd an.
Bir kolum beline dolanm ış onu orad a tutup içine girer­
ken diğer elim göğüslerinin arasın d an kayıp boynunun
altına yerleşti ve daha fazla saklan m aya çalışmasını engel­
lemek için onu doğrulm aya zorlad ı. Koluma yapıştı ama
mücadele etmedi. Sanki onu d en g ed e tutuyormuşum gibi
sımsıkı sanldı.
Yavaş hareket ediyordum . Ö yle yapm ak zorundaydım
Açı berbattı, boylanmız uym u yord u, evren aleyhimize
lışıyordu ama yine de idare ed iyord uk. Mesele düzüşme
değildi, hissetmekti. Zevk alacağını bildiğim şeyi °na v
mekti. Ağırlığını bana yaslam asından ve onu sınası ı ^
yor olamama karşı koym am asından tam olarak ulaşm3
istediğim noktaya ulaştığını görebiliyordum .
Beyaz bayrak sallamak üzereydi.
Benimdi.
Saçlarının arasından /'B eb e ğ im ," diye fısıldadık
beğim, bebeğim, bebeğim..."
Titriyordu. Kollanmın arasında bedeninin sarsı
hissedebiliyordum. Tıpkı aramızdaki buzların eridiğini
ve bu kelimeyi duyunca içinin eridiğini hissettiğim gibi,
gelindeki elimi içine giriş çıkışımın ritminde klitorisine
dokunmaya yetecek kadar aşağıya kaydırdım. Kıvranma­
ya, kesik kesik nefes alm aya başladı. Daha da rahatladı ve
kendini bıraktı. Tüm bedeni diken diken oldu. Eğilip omu­
zuna öpücükler kondururken kollarından başlayıp boynu­
na doğru çıkan ürperişi hissedebiliyordum. Bütün bedeni
o rgazm a teslim olurken neredeyse düşüyordu; bütün ağır­
lığını bana vererek daha da sıkı sanldı ve tımaklannı hafif­
çe tenime geçirdi. İçinde gelip giderken onu dikleştirerek
dengesini sağlam asm a ya rd ım a oldum. Adımı söylemeye
çalışarak çığlık atm asına bayılıyordum.
Bu sesleri duym ak arafta kalm ak gibiydi. Korkunç bir
ihtiyacı körükleyen m uhteşem bir işkence.
Tek başına ayakta durabileceğinden emin olduğum
anda içinden çıkıp onu bıraktım . Yüzünü bana döndür­
dükten sonra kalçalarından yakalayıp kaldırarak duvarın
tam kenarına oturttuğum da gerildi, şaşırdı ve dudakların­
dan dökülmek üzere olan kelim eler yarım kaldı. Nefesi ke­
sildi. Korku dolu bir çığlık atarak sımsıkı bana sarıldı.
Gülerek, "Sak in o l," dedim . "Yüksekten korkmuyor­
sun, değil m i?"
"Hayır, am a..."
Korkmuş yüz ifad esi karşısında tek kaşımı kaldınp göz­
lerinin içine bakarak "B e n yanındayım ," dedim. "Bana gü­
ven, Karissa. Sana bir şey olm asına izin vermem."
Korku ifadesinin yerini tereddüt aldı. Sanki söyledik-
'erime inanmakla gözlerinin kenarlarında biriken yaşlarla
birlikte hareketsiz duruşunu da bırakıp elimden kurtulma-
ya Çalışmak arasında gid ip geliyordu. Neden ağlamak üze-
rebu ğ u n d an em in değildim ama öyle olduğu kesindi.
Yanlışını biraz gevşetip nefes almama fırsat verdi ve ke-
enrr|iŞ dişlerinin arasından, "Yemin ederim ki, Ignazio,"

287
dedi. "Eğer ölümüme sebep olursan uyamk olduğun h
hayaletimi görürsün ve seni ellerim le öldürürüm"
Seçtiği kelim elerdeki gad darlık gülümsememe ned
oldu. Tek kolumu sım sıkı bir biçim d e ona d o la d ım 6**
ğer elimin tersiyle kızarm ış yanağını okşadım. "Yapals^
biliyorum."
"Ciddiyim."
"Farkındayım."
"Ben ölürsem sen de ö lü rsü n ."
"Bundan en ufak bir şüp hem y o k ."
İç çekerek, "G ü zel," dedi ve kollarını omuzlanma ko­
yup parmaklarını ensem de gezdirm eye başladı. "Şimdi
fikrimi değiştirmeden becer b e n i."
Hafif bir kahkaha atarak için e girdim . Bu pozisyon daha
da derine girmemi sağladı. Biraz yükselm em gerekiyordu
ama bu, eğilmekten daha kolayd ı. O nu daha kenara, daha
yakınıma çekip hızımı artırarak öncekinden daha sert gi­
dip gelmeye başladım.
Karissa, başta gergindi am a b ir süre sonra kendini ta­
mamen bıraktı. Karanlık bizi çevrelerk en bastırılmış inle­
meleri yüksek çığlıklara dönüştü. Civardaki tek ışık arka­
mızdaki odadan süzülüyordu. D u var üzerinde dans eden
gölgelerden başka bir şey değildik. Karanlık ona cesaret
vermişti.
Off, hem de ne cesaret.
Onu gitgide daha sert ve daha h ızlı becerirken düşme­
sini engelleyeceğimden em in b ir h ald e gözlerini kapattı ve
başım geri attı. Vücutların ahenkli birbirine çarpma sesi,
onun inlemeleri ve çığlıklarına karışarak sessizlikte y&M
lanıyordu.
Boştaki elimi saçlarında dolandırdıktan so n ra bir tu*3^
sımsıkı tutup onu bağırtacak kadar sert bir biçimde Çe ^
rek boynunu ortaya çıkarırken, "B u hoşuna gidiyor, değ1
mi? dedim. Dilimi gezdirip terinin tadını alarak boplun
öptüm ve sonra çenesinin tam altına dişlerimi geçirdim,
»gert davranmam hoşuna gidiyor."
Nefese n e fe s e , "Bayılıyorum ," dedi.
"Çünkü sen i k o r u y a c a ğ ı m k o n u s u n d a b an a hâlâ güve­
niyorsun. S an a z a r a r v e r m e y e c e ğ im i biliyorsu n ."
"Sana güveniyorum ."
Dudağımı kulağm a yaklaşürıp, "Çünkü senin için
önemliyim," dedim. "B en i seviyorsun."
"Evet," dedi. "Tanrı bana yardım etsin, seni seviyorum."
Başını sertçe geriye bastırdığım da henüz lafım bitirme­
mişti. Ürkmüş bir halde gözlerini açtığı an dudaklanmı
dudaklanna bastırıp parçalarcasm a onu öpmeye başla­
dım. Bir saniye geçm ed en öpüşüme karşılık verdi. Saçını
bırakıp kalçasmı avuçladım ve onu kendime doğru çektim.
Duvardan aşağıya, tam karşım a doğru kaydı. Vücudumla
onubetona yapıştırdım . Sert bir biçimde gidip gelmeye, in­
leyerek tüm benliğim le onu becerm eye başladım. Kaslanm
gerildi, içimdeki baskı arttı.
Kahretsin, b oşalm ak üzereydim .
Derin bir nefes alm ak için dudaklarından uzaklaştım.
Gözlerim omuzu üzerin den caddenin tam karşısındaki bi­
naya kaydı. Ne yaptığım ızı tam olarak görebilecek kadar
yakın bir balkonda, yü zü bize dönük biri duruyordu. O an
dudaklarım kıvrıldı ve b ir kahkaha attım. "Bir seyircimiz
var, aşkım."
Karissa gerildi. "Şa k a yapıyorsun."
"Hayır," dedim . "A dam ın biri şovumuzu seyretmek
‘Çinbalkona çıkm ış."
Aman Tanrım!" Bunu söylediği anda onu duvara ya-
P'Ştırıp elimi kalçasından çektim ve ikimizin araşma soka­
l ı Üitorisini okşam aya başladım . Kelimeler bir inilti ha-
e tekrar ağzından çıkm adan önce nefes almaya ancak
arr|an bulabildi. "Am an Tanrım !"

289
T ekrar b o şa lm a s ı u z u n s ü r m e d i. Bacakları titriv
deni sarsılıy o r, b a s tır a m a d ığ ı ç ığ lık la rı göğsünü titreti ^
du. Bu, ben i ta iç im e k a d a r e le g e ç ire n , içim de bir y e J '
patlayan k a h re d ic i b ir h a z fe ry a d ıy d ı. D aha fazla kendif
tutm adım . O n u b e to n a ç a r p a c a k k a d a r sert gidip
inleyerek için e b o ş a ld ım .
Birkaç kez d a h a g ir ip ç ık tık ta n so n ra daha fazla daya
nam ayıp geri ç e k ilm e k v e iç in d e n ç ık m a k zorunda kaldın,
Penisim i h em en p a n to lo n u m a s o k u p K arissa yere basar­
ken sen d eley ip d ü ş m e s in d iy e k a lç a la rın d a n tuttum. Ya­
nım dan g eçip k o ş a r a k iç e r i g ir m e s in i ya da birkaç adım
ötedeki k ıy a fe tle rin i k a p m a s ın ı b e k le rk e n kollarını dola­
yıp başını g ö ğ sü m e y a s la y a r a k s ım s ık ı b a n a sarıldı. Ben de
ona sarılıp k o lla rım ın a r a s ın a a ld ım v e başına bir öpücük
kondurdum .
C ad denin k a r ş ıs ın d a n y a n k ıla n a n y ü k sek bir ıslık ka­
ranlığı yararak b iz e u la ş tı. O y ö n e b a k tığ ım d a adamın al­
kışladığını g ö rd ü m . " B r a v o ."
Karissa, "A m a n T a n r ım !" d iy e h o m u rd a n d ı. "Ben..."
K ollarım ın a ra sın d a s ıy r ılıp k ıy a fe tle r in i çıkardığı yer­
de bırakarak h ız la o d a y a d o ğ r u k o ş tu . "S e n ne?" diye ses­
lendim am a h en ü z ilk k e lim e b ile a ğ z ım d a n çıkmadan o

içeri girm işti. C a d d e n in k a r ş ı ta r a fın d a k i adam bağırarak

bir şeyler daha s ö y le d i a m a K a r is s a 'n ın odada dolanan

gölgesini izlerken b u k a d a r a k ıc ı v e h ız lı k o n u ş u la n İtal-


yancayı algılayam ad ım .
Gülerek adam a el s a lla d ım v e iç e r i y ö n eld im . 1
16. BÖLÜM

"Ne dersin..."
"Hayır."
Karissa, soru m u b itirm em e izin vermeden yansmda sö­
zümü kesince içim i b u z gibi b ir korku dalgası kapladı. Otel
odasının ortasında kalakald ım .
Dejavu.
Bu saçm alıkları so n lan d ırd ık sanıyordum. Dün, o güne
| ^ a r yaşananların en gü zeliydi. Dün gece vücutlanmız
| basında hiçbir k u m aş parçası, artık bizi ayıran en ufak bir
sır olmadan ona sa rılm ış yatakta uzanırken kendimi ona
ta; olmadığı kad ar y a k ın hissetm iştim .
Yeni bir güne uy an acağım ı, yepyeni bir başlangıç yapa-
Câgımı sanmıştım am a o b ö yle davranıyordu.

291
Karissa, ü zerinde sad ece otelin verdiği büyük be
bornozla, saçlan h âlâ ıslak olarak yatakta uzanmıştı fc
nallara göz atıyordu. Sad ece birkaç kanal vardı ve *
İtalyancaydı. P rogram ların hiçbirinde ne olup bittiğini an­
lam ıyor olsa da tüm dikkati oradaydı.
Bu hoşum a gitm edi.
Televizyona bir yu m ruk atm am ak için kendimi zor tut­
tum.
Fark etm eden yu m ruklarım ı sıktım. Karissa, sanki bunu
fark etm iş gibi kanallardan birinde durdu, uzaktan ku­
mandayı fırlatıp attı ve dikkatini bana verdi. Duruşumun
ne anlama geldiğini kavram aya çalışarak kaşlarını çatıp
bana baktı, ardından gülüm sedi. "E ğer istediğin yürümeyi
gerektiren bir şeyse kesinlikle olmaz. Dünden sonra kolu­
mu kıpırdatacak halim yok. A ncak beni taşırsan bir yerlere
giderim."
"D ün seni taşım ayı önerdim ama sen reddettin."
"Evet, öyle. Am a aynı şey bugün geçerli değil," diye­
rek yastıklara yaslanıp gözlerini tekrar televizyona dikti-
"Beni bu yataktan çıkarabilm enin tek yolu kucağına alıp
kaldırmak."
"Peki, o zaman. Şanslısın. Bütün günü yataktan kalkma
dan geçirmenin bir sürü yolunu biliyorum," dedim yanın®
o tu ra ra k . "VTVe OU1IU
san a O
s oU1r m aik\ ü
Al ia z e r e o ld u ğ u m soru
UİUV1V, - kahvaltı
.

istey ip iste m e d iğ in d i. O d a s e rv is in i a ra y ıp sipariş vere


tim ."
"H a a , o z a m a n g e ri a lıy o ru m ... harika olur. Pastırrn
y u m u rta la rı v a r m ı? H a a , b ir d e F ra n s ız T o s tu . Y°ks^
n u n A v ru p a'd ak i tek eli s a d e c e F ra n sız la rın elinde mı-
"A slın d a F r e n c h T o a st’ u ic a t e d e n Fran sızlar değil,
cevap v erd im . "M u h te m e le n E sk i R om alılar."
"Y an i b u ra d a b u lab ilir m iy im ? "

* B ir tü r y u m u rta lı e k m e k . G e n e llik le ta rçın v e şek er katılarak yap1'

292
"Hayır."
Dramatik bir ifadeyle surat astı. Komodinin üzerindeki
telefonu alıp resepsiyon tuşuna bastım ve espresso ile cor-
neito göndermelerini rica ettim. Sadece birkaç dakika son­
rakapı çalındı. Kapıyı açıp servis arabasım iten adamı içe­
ri aldım. Adam odadan ayrıldıktan sonra servis arabasını
Karissa'nın yanma getirip espressoyu eline verdim, tepsiyi
de ayaklarının yanma koydum .
"Ciddi misin? Kruvasan m ı?" diyerek birini aldı ve ben
yanma otururken gözlerini dikip bana baktı. "İşte bunun
Fransız olduğunu biliyorum ."
"Bildiğim kadarıyla Avusturya kökenli."
"Tanrı aşkına, Naz. Şim di de pizzanın İtalyan olmadığı­
nı söyleyeceksin."
"Yoo, pizza kesinlikle İtalyan, sadece pepperoni pizza
değil. Burada pizza ısm arladığında üzerinde ondan olsun
istersen peperotıi koyarlar. Tek 'p ' ile yani."
"Farkı ne?"
"Onlar tatlı biber."
Burnunu kırıştırdı. "Fanteziyi katletmenin yolu."
"Bu konuda iyiyimdir. Yani bir çok iyi olduğum şeyden
biri bu."
Cevap vermesine fırsat vermeden uzatıp ellerimi ka­
sıklarında gezdirmeye başladım. Kıpırdanarak espresso-
sundan bir yudum aldı ve elim çıplak kadınlığına değdiği
ar,da inledi. Hafif dokunuşlarla klitorisini okşamaya baş­
ladım. Kahvesini yudumlamaya devam etti; yutkunurken
boyun kasları kasılıyordu. Bornozun altından onu okşa-
yip, daireler çizerek biraz daha sert sıvazlamaya başladı­
ğımda iniltileri yükseldi, boğuk haz çığlıkları atmaya baş­
ladı. Yaptığım şeyi göremiyordum ama onun vücudunu
kendiminkinden iyi tanıyordum.
* Kruvasanm İta ly a 'd a k i a d ı. - y h n

293
Gözlerim bağlı bile olsa zevkten onu uçurabilirim
Kendi kahvem i kenara ko y u p tepsiyi kaldırdım veya-
tağa çıkarak b acaklarının araşm a girdim . Dizlerinden baş­
layıp bornozunu yu karı doğru sıyıra sıyıra öperek kasıkla­
rına çıkıp ellerim i kalçalarına koyduğum da bir milim bile
kımıldamadı.
Ağzımı kadınlığına yak laştın p dilim i yarığında boydan
boya gezdirdim, ardından klitorisini yalamaya başladım.
Bir çığlık attı; hâlâ o kahrolası kahveyi içiyor olduğundan
sesi boğuk çıkmıştı. Kalanını bir dikişte bitirdi ve sanki bir
parça çöpmüş gibi fırlatıp attı. Küçük kahve fincanı odanın
diğer ucuna uçtu ve bir şeye çarparak yere düştü.
"Aman Tanrım!" diye inleyerek ellerini başıma koydu.
"İşte bu."
Kasıklannm iç kısm ını hafif hafif ısırarak yalıyor, emi­
yordum. İki parmağımı, g-noktasm a baskı yapabilmek için
bükmüş bir halde içine sokup çıkarıyordum. Ç abu cak ve
kolaylıkla doruğa ulaştı. Saçlanm a yapıştı; bacaklan titri­
yordu. Orgazm yavaş yavaş bütün bedenine yayılırken sırtı
yay gibi gerildi. Zevkten kadınlığının kasıldığını hissede­
biliyordum. Vücudu daha fazlası için adeta yalvarıyordu-
O henüz tam olarak boşalm adan üzerine çıktım ve bo-
xerımı içine girmeme yetecek kadar aşağıya indirip peruS1
mi çıkarırken dizlerimle bacaklarını iki yana ayırdım-
larmı bana doladı. Yanakları kızarmış, dudakları muzip bu
gülümsemeyle kıvırılmıştı. Sırıtarak dilimi diline dolayıp
onu öptüm.
Dudaklarımda kendi tadını alacağını biliyordum aır<a
onda espresso tadı vardı.
"İyi miydi?" diye fısıldadım.
"Şu ana dek içtiğim en iyi kahveydi," diye m ır ıld a n d ı-

294
Karissa yine oradan oraya koşturuyordu.
Hızla odadan odaya gidiyor, kıvırcık saçlarıyla uğra­
şıyor, bol bol parfüm sürüyor, takılarını takıyor ve en az
onuncu kez ayakkabılarım değiştiriyordu.
Benise telefonum elimde balkonda durmuş onu izliyor­
dum.Geçmişte onu yemeğe her davet ettiğimde ya da uğ­
rayacağım ı söylediğimde böyle davranıp davranmadığını

merakediyordum.
Budurum beni eğlendiriyordu.
Öyle gergin görünüyordu ki.
Sanki ben onu g e r iy o r m u ş u m g ib i.
Diğerlerinden alışk ın o ld u ğ u m tü r d e n d e ğ ild i. O n d a n
yayılan ve beni b a ş ta n a ş a ğ ı s ırıls ık la m e d e n tü r d e n g e r g in
bir enerjiydi bu. O n u g ö rü n c e g ö ğ s ü m ü n s ık ış m a s ın a n e ­
den olan türden bir enerji. G ü z e l o lm a y a ç a b a h a r c a m a s ın a
gerek yoktu. D o ğ asın d a v a rd ı.
Yine de çaba h a rc ıy o rd u .
Benim için çaba h a r c ıy o rd u .
Balkona açılan c a m k a p ı a ç ıld ı. E lle r in i o v u ş tu r m a k ta
°lan Karissa görü n d ü .
'Kötü oldu, d e ğ il m i? " d iy e s o rd u . " B u e lb is e fa z la
abartılı. Bunu a lm a m a lıy d ım ."
Daha erken sa a tle rd e o n u d ış a r ı g ö n d e r m iş tim ; o te lin
nezaket gösterip y a n ın a v e rd iğ i b ir ç e v ir m e n le e lb e tte . Bu
8ece için bir elb ise a lm a sın ı, b iz im iç in b ir p la n y a p tığ ım ı
Eylemiş ve ne y a p a ca ğ ıy la ilg ile n m iy o r m u ş g ib i d a v r a n ­
ı ş t ım . Oysa ilg ilen iy o rd u m . A slın d a o n u n la g itm e y i te r­
cih ederdim am a y a p a ca k b ir işim v a rd ı,
kay tarafından zo rla b a n a y ık ılm ış b ir iş.
Sicilyalı b a ğ l a n t ı l a r ı m ı z d a n b i r i ö ğ l e d e n s o n r a R o m a 'd a
olacaktı v e R a y b a z ı d o s y a l a r a l m a k iç i n o n u n l a b u l u ş m a -
mı İstem işti. N e o l d u ğ u n u b i l m i y o r d u m , u m u r u m d a d a
değildi.

295
Beni ilgilendirm ezd i.
H iç ilgilendirm ezdi.
H er ne kadar K arissa'yı yalnız bırakmak istemesemde
o adam ların arasına sokm am ayı tercih ettim. Amerika'da
acım asız olabilirdik am a buradakiler tam anlamıyla gad
dardı.
Ray'e ulaşm aya ve işin halledildiğini söylemeye çalış­
m ıştım am a cevap verm em işti.
"Ç ok güzel g ö rü n ü y o rsu n /' dedim. "Hiç de abartılı de­
ğil."
"G erçekten mi? H oşuna gitti m i?"
"H oşum a giden sen sin ."
Gülüm seyerek başını eğip kendine baktı. "Peki ya elbi­
se?"
İç çekerek telefonum u cebim e koydum. "S a n a bir sır ve­
reyim, aşkım ."
Çok ilgisini çekm iş bir ifadeyle bana baktı. "Ne?
"Ben de dahil, erkeklerin çoğu kıyafetlere dikkat etmez
ler. Sadece onun içinde nasıl göründüğünüze dikkat e e-
riz. Paket değil, içindeki önemlidir. O yüzden bu elbisenin
benim için bir önemi yok. Pem be..."
" M o r ."
"V e b ir tü r s a te n ."
"İ p e k ." el_
" İş te d e d iğ im i k a n ıtlıy o r b u ," d e d im . "A lt taraf '1 ^
b ise. A m a sen ? Sen ç o k g ü z e ls in . Elbiseli ya da e x ^
H a tta ta m a m e n ç ıp lak k en . H e r h a lin le güzelsin . •üz
b o şa lırk e n ."
Y an ak ları k ızard ı. "T e ş e k k ü r e d e r im ." -vliiy0'
"T eşek k ü r e tm e n e g e re k y o k . S a d e ce d oğ ru y u so
ru m .
B aşm ı eğ ip elb isesin e b a k a ra k kendi etrafın a _ . ja.
S on ra b an a baktı. R o m a 'y a g e ld iğ im iz d e n beri, yanı

296
şd cbir haftadır, ilk kez siyah takım elbise giymiştim. Takım
elbisenin içinde rahatsızdım ; bu öğleden sonra günlerdir
olduğumdan farklı bir insanm ışım gibi hissediyordum.
Tekrar o adam olm ak nasıl hissettirecekti bilmiyordum.
"Yakışıklı görünüyorsun," dedi.
"Her zamanki gibi görünüyorum ."
"Biliyorum. Yakışıklı yani."
Gülümseyerek ona yaklaştım ve kalçasım avuçlayıp ön­
den yürümesini işaret ettim.
Aşağıda bekleyen bir araba vardı; pırıl pırıl, siyah bir
Mercedes Limuzin. Karissa, arabaya tuhaf bir bakış attık­
tan sonra şoförün bizim için açmış olduğu kapıdan arka
koltuğa geçti. Adam, onu İtalyanca selamladı. Karissa, ce­
vap vermekten kaçınarak tatlı bir ifadeyle gülümsedi. Ben,
selamına karşılık vererek Karissa'nm arkasından arabaya
binip koltuğa yerleştim ve yola çıktık.
"Nereye gittiğimizi söyleyecek misin?"
La B oh èm e," d iy e c e v a p v e r d im . " T ea tro d ell'O p era di
Roma. "
"Ne dedin?"
La Bohèm 'e'i iz le m e y e R o m a O p e ra B in a s ı'n a ."
"Italyan o p erası m ı? "
"Evet."
Gözleri h ey ecan la p a rla d ı. "K o n u s u n e ? "
Trajik bir aşk hik âyesi. Ç o ğ u gib i."
"G üzel m i?"
Öyle old u ğu sö y len iy o r. A m a b en izlem edim . Bu yüz-
den 8 idiP g ö receğ iz."
Şoför bizi, yazın g ö sterilerin sahnelendiği açık hava
tiyatrosu olan C aracalla B an y o ları'n a g ö tü rd ü . G üzel bir
geceydi, karanlık g ö k y ü zü n d e tek bir bulut dahi yoktu,
üzerimizde yıldızlar p arıld ıy o rd u . Eski harabeler, sahne­
nin etrafında kule gibi y ü k seliyord u . A rab ad an iner inm ez

297
Karissa yanımda durup elim i tuttu. Bana doğru sokulu
ken ona bir bakış attım ve yüzündeki utangaç gülümse
yi gördüm.
Koltuklarımız önde ve tam ortadaydı; dümdüz bir açık
hava gösteri mekânı için olabilecek en iyi yerde. Yerleri­
mize oturduk. Karissa, elini bırakmaya kalkıştığımda karşı
çıktı. Koltuğa mümkün olduğunca yayılarak kolumu om­
zuna atıp onu kendime doğru çektim.
Opera parçalarının tümü Italyancaydı ama bu, Karissa'yı
hiçbir şekilde etkilememişti. İlk notadan itibaren mest ol­
muş bir halde gözlerini huşu içinde sahneye dikmişti. El­
bisesinin kumaşıyla dalgın dalgın oynarken teninin baştan
aşağı ürperdiğini görebiliyordum.
Oyunun yansında cebimdeki telefonun titrediğini his­
settim.
Belli aralıklarla duruyor, sonra tekrar başlıyordu. Zil
sesi kapalı olduğu için çalan tonu duyamıyordum ama
onu hissetmek beni çileden çıkarıyordu. Sakinliğimi kay­
betmek üzereydim ki nihayet durdu.
Rahat bir nefes aldım.
Gösteriyi yanm yamalak izliyordum. A k l ı m d a n bir
sürü şey geçiyordu. O sırada Karissa burnunu çe k e re k
bana yaslandı. Ona baktığımda ağladığını görüp şaşırdım-
Endişeyle, "İyi misin?" diye sordum.
"H a y ır."
O tu rd u ğu m y erd e ona d o ğ ru d ö n ü p çenesini tuttum-
"N e oldu?"
Suratı asıktı; bir şey onu çok etkilem iş olm alıydı. Y a nak
larm dan süzülen yaşlara rağ m en gü ld ü . "Ç ok acıklı, Naz-
Kadın ölüyor."
Başımı çevirip sahneye, ölüm döşeğindeki kadına bak
tim. Müzik rahatsız ediciydi. H a.
Karissa gözlerini devirerek başını çevirdi.

298
Kısa süre sonra opera sona erdi. Sa lo n d a b ir an d a b ir
alkış koptu- Karissa ayağa kalkm ış, d iğ erlerin d en dah a da
yüksek sesle heyecan içinde tezah ü rat yap ıy o rd u . C o şk u su
beni gülümsetti. Ayağa kalkıp b irk a ç kez alkışlad ım , so n ra
onu dirseğinden tutup çıkışa yön len d ird im . G itm ek iste ­
miyor görünüyordu, kendini o âna fazlasıyla kap tırm ıştı.
Yine de karşı çıkmadı ve elim i tu tarak çıkışa doğru y ü rü ­
meye başladı.
Dışan çıkarken telefonum u çıkarıp araç kiralam a servi­
sini aradım. Telefona cevap veren adam y a n m saat sürece-
i ğini söyledi. Kapatıp cevapsız çağrılara göz attım ve R ay 'in
oniki kez aradığını gördüm,
i Telefonumu tekrar cebime sokarak Karissa'ya döndüm ,
j "Yanm saat sürermiş," dedim.
I RayTe sonra ilgilenecektim.
Karissa etrafına bakınarak, "Y ürüyem ez m iyiz?" diye
sordu.
"Yürümekten bıküğıru düşünüyordum ."
"O iki gün ö n c e y d i," d e d i. "A r tık i y iy im ."
"Üç kilom etre v a r ."
"Sorun değil. G ü zel b ir g e c e ."
Omuz silkerek elin d en ç e k tim v e y ü r ü y e r e k o p e r a b i­
nasından uzaklaştık. B u s a a tte s o k a k la r o ld u k ç a s a k in d i;
turistlerin çoğu gecey i g e ç irm e k için içe rile re çe k ilm iş le rd i.
Karissa, "S en ce acık lı b ir h ik â y e d e ğ il m iy d i? " d iy e s o r ­
du.
"Çok dikkatli iz le m iy o rd u m ," d iy e itira f e ttim .
Bir süre sessiz kaldı, ard ın d a n , "İ y i m is in ? " d iy e s o rd u .
Gözleri üzerim d eyd i. B ak ışların ı h isse d e b iliy o rd u m a m a
dönüp ona b akm adım . "S an k i b iraz... b o z u k g ö r ü n ü y o r ­
sun."
"N e b ak ım d an ?"

299
"Bilmiyorum," dedi. "Açıklamak zor. Carun sıkkın d
yeceğim ama tam olarak o değil. Üzgün de değilsin. Sade
ce... burada değil gibisin."
"Düşünüyorum."
"Düşünüyor m usun?" İç çekip, sahte bir korku ifade­
siyle elini göğsüne götürdü. "Sen? Yani Bay Az Düşün Çok
Hisset düşünüyor, öyle m i?"
Bu şakasına gülüm sedim . Onu bu kadar rahat görmek
çok hoştu ama tavrım daki değişikliği fark etmiş olması si- i
nirimi bozmuştu. Bütün gün m oralim bozuktu. Tekrarözü- 1
me ve eski alışkanlıklarıma geri dönmek, eski arzularıma
boyun eğmek için kendim e izin vermiştim; bulunduğum
yer ve zaman benim için önem ini yitirmişti ama gerçek,
küçük baloncuğumuzun sonsuza kadar var olamayacağı, j
Amerika'ya ayak bastığım ız anda patlamadan kalamaya- j
cağıydı. Orada bu adam olam az, bu adam olarak seçmiş i
olduğum yaşamda hayatta kalamazdım. Karanlıkta ikimiz
yalnızken Karissa'ya gün ışığında tutması zor olan sözler
vermiştim.
Bir süre konuşm adan sadece yürüdük.
Ne düşündüğümü sorm asım bekledim ama konuyuka­
pattı.
Adımlan yavaşladığında daha bir buçuk kilometre yo­
lumuz vardı. Yorulduğundan, ayaklarının acımaya başla
dığmdan emindim. Durup onu sırtıma almayı teklif ettim
Bu sefer kabul etti.
Çığlık çığlığa sırtıma zıpladı, kollarını sıkıca boy11^
doladı, ellerini göğsümde birleştirdi ve bacaklarım ^
sardı. Kalçası tam yaramın üzerindeydi ama çok az r
sizlik veriyordu, çok hafif bir ağrıydı sadece. Ben °n^
şırken başım başım ın yanına dayadı. Çok hafifti ve
böylesi yapışmış olması çok iyi hissettiriyordu.

300
9u kadını sonsuza kadar taşıyabileceğimi düşündüm.
Kulağım ın dibinde gülerken ılık nefesini hissediyor­
dum. Bir süre sonra fısıldayarak, "Sence burada evlenebilir
miyiz?" diye sordu.
Az kalsın onu düşürüyordum.
Birden bacağı elimden kaydı ama o kadar sıkı tutun­
muştu ki düşmekten kurtuldu. Onu tekrar tutup yukarı
çektim ve dengesini sağladım. Ne söyleyeceğime karar
vermeye çalışırken o konuşmaya devam etti.
"Hemen, şimdi demiyorum, bir gün."
Kelimelerimi özenle seçerek, "Eğer istediğin buysa,"
dedim.
Yolun geri kalanında onu sırtımda taşıdım ve otelin gi­
riş kapışma varana kadar yere indirmedim. Kahkahalarla
gülerek aşağıya indi.
Sonbir haftadır daha önce hiç gülmediği kadar gülmüş­
tü. Mutluydu; şimdiye dek onu gördüğümden çok daha
mutlu. Her şeye rağmen, benim nasıl bir adam olduğumu,
nasıl biri olma potansiyeline sahip olduğumu bilmesine
rağmen kalbinde benimle mutlu olma arzusu vardı.
Bu, asla kaybetmek istemediğim bir şeydi.
Asla mahvetmek istemediğim bir şey.
Ama içimde, eve geri döndüğümüzde mutluluğunun
ümit ettiğim kadar sürmeyeceğine dair bir his vardı.
Ve daha sonra, Karissa uyuduktan sonra, balkona çıkıp
i Ray'in numarasmı çevirip ilk çalışta cevap veren sesini
duyduğumda bundan emin oldum.
Bu kızın seni dönüştürdüğü kişi hiç hoşuma gitmiyor,
Vitale."

i merhaba vardı.
! sıcak bir sela m la m a .
Mutlu d eğ ild i.

; BelRi de h ak lıy d ı.

301
Ama artık farkındaydım ki ne yaparsam yapayım iki
sinden birini kaybedecektim. Ya beni seven, bana yeniden
hayat veren kadmı üzecektim ya da bana gerçekten bir fır.
sat tanıyan dünyadaki tek adamı.
Korkanm ki her iki durum da benim sonum olacaktı.

302
17. BÖLÜM

Bütün takımlarım benim bedenim e göre ısmarlama dikilir


ve hepsi üzerime tam otururdu.
Her biri siyah tonlarında elli takımım vardı. Gardıro­
buma bakan çoğu kişi hepsinin aynı olduğunu düşünebi­
lirdi ama ben, farklarım söyleyebilirdim. Kimi yazlık, kimi
kışlık, farklı ağırlıkta, farklı kumaştan yapılmış, bir kaçı
yelekli, çoğu üç, geri kalanı iki düğmeli ceketli elli takım.
Onları dönüşümlü olarak giyiyordum. Bir ay içinde aynı
takımı iki kez çok ender giyerdim.
Yıllardır sağlam duruyorlardı.
Bazıları onlarca yıldır duruyordu.
İlk siyah takımı yaklaşık yirm i yıl önce aldım. O güne
kadar Hell's Kitchen'daki herhangi bir genç gibi giyiniyor­
dum. Kot pantolon, tişört ve spor ayakkabı. Üzerine para
verseler kravat takmazdım.

303
Ama katılmam gereken bir cenaze oldu.
Bir takıma ihtiyacım vardı.
Kumaşı ağırdı. Belki de ağır olan sadece yüreğimdi
Çok daralmış hissediyordum ; üzerim de sanki vücudum
betondanmış gibi bir ağırlık vardı. İç organlarım, dünya­
nın yavaş yavaş parçaladığı beton bloklar gibiydi. Boğu­
luyordum ama siyah giym enin güven verici bir yanı da
vardı. Siyah, ağır bir takım giym ekte rahatlatıcı bir şeyler
vardı. Dünyanın ruhum dan daha fazla bir şeyler çalmasını
engelleyen bir zırh gibiydi.
Onu, o gün üzerime geçirdim ve ondan sonra hemen
hemen hiç çıkarmadım.
En azından uzun bir süre.
İlk aldığım takımı yeniden giyiyordum. Göğüs kısmı
hafif dardı ama hâlâ o günlerdeki gibi tam üzerime oturu­
yordu. Kendimi tamamen farklı bir insan gibi hissederken j
fiziksel olarak fazla değişmemiş olduğumu fark etmek ga- j
ripti. Bu kez zırh giymişim hissi vermek yerine beni yontar ;
gibi canımı yakıyor, uzun süredir saklı tuttuğum yönlerimi j
ortaya çıkarıyordu. j
Cobalt'ın kapısında Kelvin görevliydi. İçeri girerken 1
beni başıyla selamladı ve anında gözlerini kaçırdı. Yanın­
dan geçip bar bölümüne doğru yürüdüm. i

Ray, her zamanki koltuğunda tek başına oturmuş viski


kadehini döndürüp duruyordu.
Tek kelime etm ed en o n a y ak laşıp y an ın d ak i koltuğa dik- ,
katlice o turdum . G arson b an a bir b akış attı ve sorm aya dahi ı
gerek duym adan kapağı a çılm am ış şişe biram ı getirdi. j
"Bugün yalnız m ısın ?" d iy e s o rd u m . R ay'in yanında
ona eşlik eden biri o lm am ası, e n d e r g ö rü n e n bir durumdu
Bana bakarak, "A rtık d e ğ ilim ," ded i. "A dam lar... Boş
ver... O yuncak bebeğin ise yap m ası gerek en işler vardı. j
Elimi cebime sokup an ah tarlarım ı çık ardım ve şişenin j

304
kapağını açıp bir k e n a ra fırla ttım .
Ray, tek kaşı k alk ık b ir h a ld e b e n i iz liy o r d u . “G ö r ü y o ­
rum k i anahtarlarını b u lm u ş s u n ."
"Evet, ortaya ç ık tıla r."
İçkisinden bir y u d u m a la r a k " B u ç o k g a r ip ," d e d i. "T a m
birşeyi kaybettiğini d ü ş ü n ü r k e n ..."
Umursamaz b ir e d a y la o m u z s ilk ip o k o n u ş m a s ın ı b iti­
rince biradan bir y u d u m a ld ım . "A lt ta r a fı a n a h ta r ."
Oysa artık a n a h ta rla rd a n sö z e tm iy o r d u v e ik im iz d e
bunun farkındaydık. S e s s iz c e o tu ru p iç k ile rim iz i y u d u m ­
ladık. Ortamda şim d iy e d e k a ra m ız d a y a ş a n a n h e r tü rlü
gerginlikten daha g e rg in b ir h a v a v a rd ı. B u h a v a y ı n a sıl
dağıtacağımdan em in d e ğ ild im . O n u n n e iste d iğ in i b ilm i­
yordum. Bir özür m ü? B ir a ç ık la m a m ı? İk isin i d e a la m a y a ­
caktı. ikisinden birin i b e k le d iğ in i d e sa n m ıy o rd u m .
Bu, benim yapacağım b ir d a v ra n ış d eğ ild i.
Zaten o da bunu k ab u l e tm e y ecek ti.
"Demek yuvaya d ö n d ü n ," d ed i. "K ü ç ü k p ro b lem in n e
durumda?"
"Hangi problem im ?"
"Carmela'run h âlâ n efes a lıy o r o ld u ğ u g e rç e ğ i."
Lafı dolandırmamıştı.
Doğrudan konuya girm işti.
"Halletmeye çalışıy o ru m ."
Uzun süredir h a lle tm e y e ç a lış ıy o rs u n , V itale. O k a d a r
u*un bir süre ki ç ö z ü m için b a ş k a y o lla r a r a m a k z o ru n d a
k alab ilirim ."
Midem sıkıştı.
Bu, üstü örtülü bir tehd itti.
Bana ihtiyacı olm ad ığın ı sö y lü y o rd u .
Bu iş benim işim haline g elm işti, çü n k ü h er ş ey e rağ m en
Çözmem gereken kişisel kan d a v a m d ı. S o n u çta ara m ız d a n
herhangi biri yapabilirdi.

305
M antıklı düşünüldüğünde belki de bu daha iyi 0lUrd
Carm ela'm n karşısında görm eyi beklediği kişi bendim ve
şu aralar bu yük om uzlarım dan alınırsa çok mutlu olacak
tim. Ama sözünden dönm ek, pes etmekle eş anlamlıydı ve
konu Ray olduğunda pes edem ezdin.
Pes edersen Ray seni ortadan kaldırırdı.
Zaten Karissa yüzünden ince bir çizgide yürüyordum.
Belki bunu oluruna bırakabilirdi.
Belki... Eğer K arissa'nın m asum olduğuna onu ikna
edebilirsem.
Ama Carmela konusunda pazarlık edilemezdi.
"Gerek yok," dedim. "O işle ben ilgilenirim."
"Bundan em in m isin?"
"K esinlikle."
"Ya kız?"
Duraksadım. "O n a ne olm uş?"
"Planladığın şeyi nasıl kabul edecek?"
Bu, genelde sorduğundan farklı bir soruydu.
Belki yelkenleri suya indiriyordu.
Belki.
"Neden öğrenmesi gereksin ki?"
"Ondan sır mı saklıyorsun?"
Omuz silktim. "Bazı şeyler söylenmese daha iyi.
Ray viskisinin geri kalanını bir dikişte bitirip ayağa
kalktı. Bardağı bıraktı ve bana yaklaşıp koltuğumun ya
mnda durdu. İri eliyle omzumu tutup sıktı.
"Benim oğlum gibisin," dedi. "Bu yüzden üstüne var
mıyorum. Ayrıca kızım seni sevmişti, sende bir şe y le r gor
müştü; ilk karşılaştığımızda benim gördüğüm şeyi.
korkup geri adım atmadın, Vitale. Asla korkak olmadı*1’
Şimdi de bunu yapma. Korkma."
Ses tonu kızgın değildi.
Bıkkındı.

306
Anladığımı belirtmek için u zan ıp h içbir şey söylem e­
d e n k ıs a bir süre elimi onu elinin üzerin e koydum . O ya­
n ım d an ay rılıp beni tek başım a b ıraktığınd a biram a geri
döndüm .
İçkimi bitirip çıkışa doğru yürüdüm . K elvin artık kapı­
dadeğildi, yerinde adını b ilm ediğim b ir adam vardı. Çok
kısa bir an gözlerimiz buluştu, hem en ardından başını
eğdi.
Dışan, akşamüstü güneşine çıktım . Arkam a bir araba­
nınyanaştığım duyduğumda b inanın etrafından dolanan
geçitteydim. O kadar yavaş sürüyorlardı ki çakıl taşları acı
dolu iniltilerle çatırdıyordu. A dım larım ı yavaşlattım; sır­
tımkötü bir şeyler olacağı hissiyle ürperdi, elim yarama
kaydı.
Kalbim deli gibi çarpıyordu am a renkli ışıklar binaya
yansıyıp arkamda yüksek bir siren sesi duyduğumda sa­
kinleştim.
Polis.
Onlarla karşılaştığımda rahatlayacağım kimin aklına
gelirdi? Ama gizlice peşim de dolamp beni tuzağa düşür-
meye çalışan insanlar sıralamasmda şu an polis en alt şi­
falardaydı.
Olduğum yerde durup arkamı dönmeden ellerimi kal­
dırdım. Kapıların açıldığını, hızla yaklaşan ayak seslerini
duydum. Ardından arkamda durup üzerimi yoklayan el-
leri hissettim. Hepimizin bulamayacaklarım bildiği silahla-
rı arıyorlardı. Bir kısmı önüme geçti. Dedektif Jameson'm
tanıdık yüzü, buzu aratmayacak kadar sıcak bir gülümse­
m e beni selamladı. "Merhaba, Bay Vitale."
"Merhaba, D e d e k tif," d iy e karşılık v e rd im . O s ıra d a or-
tağ' da yanına geldi. "B u o n u ru n e y e b o rç lu y u m ? "
hen bun u sö y ler sö y le m e z ü z e rim i a ra y a n m e m u r kaba
k'r biçim de k asık larım a yap ıştı. H o m u rd a n a ra k tepki v e r­
memek için g ö zlerim i k ap attım . A ş a ğ ılık p iç k u r u s u .

307
Jam eson, "B u civ arlard ayd ık /' diye kaçamak bir Cev
verirken m em ur ceketim in arkasını tutup hızla çekti Se^
deledim ve yum ruklarım ı sıktım . Jameson'ın gülümsem ■
dondu. O m uzlarım ın üzerinden arkaya bir bakış attı "Sa
mrım bu kadar yeter. Tem iz."
Kollarım ı indirirken, "H e r zam anki gibi," dedim.
Jam eson, "Asla em in olam ayız," dedi. "Bu arada geçen
hafta ülke dışında olduğunu duydum... İtalya, değil mi?
Tatil sana yaram ış. D aha... dinçleşm iş görünüyorsun. Birkaç
hafta önceki Vegas seyahatin sonrasında olduğundan daha
iyisin. Daha da kötü olabilirdi, değil mi? Duyduğuma göre
o seyahatinde bir arkadaşm ı kaybetm işsin."
Tek kaşım ı kaldırarak ona baktım . "Saçmalamayı kesip
ne istediğini söylem eye ne dersin? Yoluma gitmek istiyo­
rum ."
"Tüh, ben de belki biraz sohbet ederiz diye düşünmüş­
tüm ."
"Sohbet m i?"
"Evet."
"Erkek erkeğe mi? Yoksa dedektif ve tanık so h b e ti mi?
A rkam daki m em u r bir kah kaha attı. "Şüpheli desek
daha iyi."
Dedektif Jam eson onu su stu ran bir bakış attı. Gerginlik
arttı. Şüpheli.
"E ğ e r bana sorularınız v arsa avukatım la görüşün," de­
dim. "O nun dışm da hiçbir şey söylem em ."
U zaklaşm aya çalıştım am a Jam eson önümü kesip ora­
dan ayrılm am ı engelledi. O kad ar sinirlenmiştim ki haka­
ret etm ek üzereydim am a Jam eson üniformalı m em urlara
işaret edince sustum . Aniden biri beni kıskıvrak tuttu, elle
rimi zorla arkam a çekti. Karşı koym am a rağm en beni gen
ye doğru sürükleyip bir polis aracının kaportasına yüzüstü
yapıştırdılar ve bileklerime kelepçe taktılar.

308
Yan tarafım parçalanırcasma acıdı, yü zü m ü b uruştur-

Andrew yanıma gelip g ö z h iz a m a k a d a r eğ ilerek , "Y o o .


Yoo," dedi. "D irenm em en g erek tiğ in i b iliy o rs u n ."
Kelepçe takıldıktan so n ra çek ilerek te k ra r d o ğ ru ltu l­

dum.
Jameson, "Sessiz k alm a h a k k ın a sa h ip sin ," ded i. T ek d ü ­
zebir ses tonuyla k o n u şu y o r, k elim eler a ğ z ın d a n m ırıltı
I halinde dökülüyordu. "S ö y le d iğ in h e r şey m a h k em ed e
aleyhine delil olarak kullanılabilir. A v u k at tu tm a hak kın
var, eğer avukat tu tacak p a ra n y o k sa m a h k e m e san a bir
avukat tayin edecektir. H ak ların ı a n lad ın m ı?"
Cevabımı beklemedi.
Polis aracının arkasın a so k u ld u m , po lis m erk ezin e g ö ­
türüldüm ve d o ğru dan so rg u o d a sm a alınıp o ra d a bırakıl-
| dım.
j Bir saat geçti. Belki d e iki.
Kapı tekrar açılıp ark aların d a av u k atım la dedektifler
■Çeri girdiğinde sanki yıllar g eçm iş gibi h issediyord um .
Avukat beni selam lam adı. B u n a g erek yok tu. İşini y ap m ak
içinburadaydı ve d o ğ ru d an k o n u ya girdi.
"Müvekkilim ne ile su çlan ıy o r?"
Jameson karşım daki san dalyeye otu ru p u m u rsam az bir
ifadeyle, "H enüz bir şeyle su çlan m ıyo r," dedi. "C inayet
Şüphesiyle gözaltında."
"Hangi cinayet?"
| Avukatımın bunu dile getirm e biçim ine neredeyse kah­
y a la r la gülecektim. Hafifçe gülüm sem em e engel olam a-
üun. Jameson inanm az gözlerle bana bir bakış attı. "N e ci-
nayeti" dememişti, sanki birden fazlası varm ış gibi "hangi
cinayet" demişti.
O la b ilird i d e .

309
Jameson, bir ona bir bana bakarak "Elbette Daniel Santi
no cinayeti," dedi. "İlgilenm emiz gereken bir cinayet daha
mı var?"
Avukat, "Elbette yok," diye karşılık verdi. "Aynca Da­
niel Santino öldüğünden beri bir sürü sorunuza cevap ver­
dik ve cevaplar değişm edi. Bay Vitale'nin o adama zarar
vermesi için hiçbir neden yok. İkisinin arasında herhangi
bir husumet yoktu. Bir neden ya da kanıt olmadan boş atıp
dolu tutmaya çalışıyorsunuz. Ve bunu uzun bir süredir ya­
pıyorsunuz."
Andrew, dikkat kesilm iş bir ifadeyle sandalyesinde dik­
leşip, "Ama bir sebebim iz var," diye söze karıştı. "Yanılı­
yorsam beni düzeltin, Bay Vitale ama öldürüldüğü sırada
nişanlınız onun öğrencisi, değil m iydi?"
"Yani?"
"Kaynaklarım ız nişanlınızın onun dersinde bazı sorun­
lar yaşadığını ve sizin de bu konuda bir şeyler yaptığınızı
söylüyorlar."
Merakla, "Kaynaklar m ı?" diyerek lafa karıştım. Bu ke­
limeden nefret ediyordum. Kaynaklarmış. Onlara ispiyoncu
denir. "Peki, bu kaynaklarm ız tam olarak kimler?"
Jameson, "Bunu size söyleyem eyiz," dedi. "M uhbirim iz
güvenilir."
Muhbir. İspiyoncu ile eş anlamlı başka bir kelime daha.
Avukat, "Şunu açıklığa kavuşturalım," dedi. " M e ç h u l
bir kaynak size Bay Vitale'nin uzun yıllardır tanıdığı birim
bir üniversite sınıfındaki anlaşmazlık yüzünden öldürdü­
ğünü söyledi. Gerekçeniz kötü not mu yani?"
Jameson, "Mesele kötü nottan biraz daha derin," dedi.
"Santino, ona takmıştı."
Avukat, "Bununla ilgili bir kayıt var mı? Yönetime
şikâyet edilmiş mi? Herhangi bir şikâyet dilekçesi verilmiş
mi? Başka bir sınıfa nakil talep edilmiş mi? H a n ı m e f e n d i -

310
çaba harcadığına dair b ir k an ıt var mı? H ayır, elbette
^ ve siz meçhul kaynaklardan gelen ku laktan dolm a
hikâyelere itibar ediyorsunuz. Size şunu söylem eliyim ki,
dedektif, Pinokyo'nun ifadesinde b ile daha doğru bilgiler
olur."
Bu açıklama iki dedektifi de m em nu n etm edi ama ben
oldukça komik buldum. Az önce söylediği şeyden b u ka­
dar rahatsız olmasaydım kah kahalarla gidebilirdim . Bir
süredir bundan şüpheleniyordum am a b u öğleden sonra
j her şey teyit edilmiş oldu.
| Biri boşboğazlık yapm ıştı. Çenesini tekrar kapatacak-
j tun.
| Dedektif, "Söz uzun yıllardır tanışıyor olm aktan açıl­
mışkenJohn Rita hakkında konuşm ak isterim ," dedi.
| "O zaman konuş," dedim . "Am a dinleyeceğime söz ve­
remem."
Avukatım bana susm am ı söyleyen bir bakış daha attı.
Bukez onu dinledim.
Jameson dikkatle bana baktı. "H er tür felaketin sizin
Çevrenizdeki insanların başm a gelmesi ilginç. Hiç çocuk­
luk arkadaşınız kaldı mı, Bay V itale?"
; Ben omuz silkerken avukat araya girerek asıl konuya
j ölmeyecekse bu sohbeti sonlandıracağı konusunda de-
j dektifi tehdit etti.
j "Mesele şu ki, hayatta kalan tek kişi kendisi görünüyor,
^aria Angelo... Daniel Santino... John Rita..." Durup bana
Baktı. "Son zamanlarda Carmela Rita'yı görmediniz, değil
mi?"
Bir şe y s ö y l e m e d i m .
U zun bir süre aynı anlam sız sorulan sorup durdu. Hiç­
birine cevap verm edim . H er zam anki gibi özgür bir adam
°larak polis m erkezinden çıktığım da hava kararmıştı. Beni
buraya defalarca kelepçeleyip getirm iş am a ne sicilime

311
işleyebilm iş ne de beni yargıç karşısına çık arab ilm iş
Sadece şüpheden yola çıkarak suçun üzerimde kalmas
sağlanam azdı am a bu kez daha önce sahip olmadıkları bir
şey vardı; aleyhim e delil olarak kullanabilecekleri bir şeye
daha da yaklaşm ışlardı.
Bilgiye.
Arabam ı alıp eve doğru yola çıkmam bir saatimi aldı.
Brooklyn'e vardığım da evin ışıkları yanıyor, dışarı yüksek
sesle konuşm alar ve kadm kahkahaları taşıyordu ki bu
beni daha da gerdi.
Yine K arissa'nın arkadaşları gelm işti.
Kapıyı açıp içeri girer girm ez üçünü de gördüm. Karis-
sa, oturma odasındaki kanepede bir yanında Melody diğer
yanında beni hayrete düşüren biriyle birlikte oturuyordu.
Orada olm asından şaşkına düşm üş bir halde sarışın misa­
fire bir süre bakakaldım . Brandy.
Ray'in kız arkadaşı.
Sanırım bugün Karissa'yla arkadaş olmak Rayle ilgilen­
mekten daha önemli bir görev haline gelmişti.
Karissa, "M erhaba," diye karşıladı beni. Ses tonu tedir­
gindi. "Bak bugün kim inle karşılaştım ."
Benim tepkimden çekindiğinden dolayı gergin miydi,
yoksa misafirinden dolayı mı rahatsızdı emin değildim
ama endişeli olduğu belliydi. Bunu sorgulamak yerine
yapmacık bir gülüm sem eyle karşılık verdim. "Merhaba.
Brandy dönüp bana bakarak, "V itale," dedi. " E v i n i z gü­
zelmiş."
Ona karşılık vermeme fırsat kalmadan Melody ayağa
fırlayarak araya girdi. "Şey... Epey geç oldu. Gitsem ip
olur." Bana doğru geldi ve karşımda durdu. "İyi g ö r ü n ü ­
yorsun, Ignazio. Penguen kılığıyla nasıl olacağını g ö r m e k
için sabırsızlanıyorum."

312
Hafifçe göğsüme vurup elini cek etim in kıv rım ların d a
d ia ş tın rk e n dik dik ona baktım . K arissa, h o m u rd an arak
arkadaşına bunu yapm aktan vazg eçm esin i söyled i am a
Melody aldırmadı.
Brandy, ayağa kalkarak, "B en de gitsem iyi o lu r," dedi,
yüzüm e bakmaktan kaçınarak yanım d an geçip M elo d y 'n in
arkasından kapıya yöneldi. "M an h attan 'a taksi ile gidelim ,
Mel."
Melody, dönüp bize bir gü lücük atarak, "K esin lik le,"
diye cevap verdi. "U slu durun, çocuklar. Yaram azlık yap­
mayın, tamam mı?"
Dik dik onlara bakarak dışarı çıkm alarım izledim . O n­
largider gitmez Karissa ayağa kalktı ve gidip arkalarından
kapıyı kilitledi.
Ceketimi çıkarırken, "B a z en bu kızla aynı dili konuşup
konuşmadığımdan em in olam ıyorum ," dedim . "Şifreli ko­
nuşuyormuş gibi geliyor."
Karissa çe k im se r b ir if a d e y le g ü l ü m s e d i . "Ç oğu z a m a n
Melody'nin n e d e d iğ in in f a r k ın d a o l d u ğ u n u s a n m ıy o ­
rum."
Gömleğimin m anşetlerini açtım. "Penguen kılığında
nu? D ü şü n d ü ğü m şeyden m i s ö z ediyordu?"
"Evet, biz... Şey..." Yanakları kızardı. "D üğünü sordu­
lar."
"Tarih verdin mi?"
"Hayır."
Başımı sa lla y a ra k y a n ın d a n g e ç ip ç a lış m a o d a s m a g it-
fim. A yakkabılarım ı k a p ı g iriş in d e ç ık a rıp a ttım . C e k e tim i
kanepenin k o lu n a fırlatıp m in d e r e ç ö k tü m v e b a ş ım ı g e ri­
ye yaslayıp b a c a k la rım ı ö n e d o ğ r u u z a ttım . Ş a k a k la rım d a
saatler sü ren s o rg u la n m a s tre s in d e n k a y n a k lı b a ş ağ rısın ın
habercisi hafifi bir sızı v a rd ı.
K arissa a rk a m d a n g elerek , "İ y i m is in ? " d iy e so rd u .

313
Yanıma otururken ona bakıp, "Biraz b aşım ağny0 »
diye cevap verdim . "U zu n bir gündü."
Bacaklarını yukarı çekip altına aldı ve bana dönük bir
biçim de oturdu. "E m in im ," dedi. "D aha erken evde olaca
ğını düşünm üştüm am a sanırım ... çalışıyordun... Yani öyle
olduğunu tahm in ettim ."
Çalışıyordun. Bu kelim eyi çekinerek söylemişti; fısıldar
gibi çıkmıştı. Sanki sorm ak istediği sorular varmış ama ce­
vabım duym ak isteyip istem ediğinden emin değilmiş gibi
kısarak gözlerini yüzüm e dikti.
Saatlerim i nasıl doldurduğum la ilgili zor soruyu sor­
mayacağını um arak, "Ö ğleden sonra Ray ile içki içtim,"
dedim. "Aslında saatler önce evde olacaktım ama ufak bir
badire atlattım ."
"N e tür bir badire?"
"H ukuk uygulam ası denebilir."
Gözleri hafifçe açıldı am a daha fazla açıklama yapmam
için zorlamadı. Onun yerine oturm a pozisyonunu değişti­
rip bana yaslandı ve kolum un altına girerek başını göğsü­
me dayadı. İç çekerek onu kendim e çekip başına bir öpü­
cük kondurdum ve gözlerim i kapadım.
Alçak sesle, "U m arım arkadaşlarım ın gelmesinden ra­
hatsız olm amışsındır," dedi. "Çalışm a odasına... ya da
başka bir yere kesinlikle sokm adım . Gerçekten oturdukları
yerden kımıldamadılar."
"Sorun değil," dedim. "Sadece Brandy'nin burada ol
masına şaşırdım. Arkadaşın olduğunu bilmiyordum.
"Değil zaten... Arkadaşım değil. M elody ile birlikteyken
kafede karşılaştık. M elody ile onun bir sürü ortak tanıdığ1
ortaya çıktı. Hatta çok tuhaf ama Melody'nin babasını da
tanıyormuş, bir iş için yıllar önce tanışmışlar. Sanırım Wall
Street camiasıyla çalışmış ya da öyle bir şey. Para kazan­
mak için ne yaptığı konusunda en ufak bir fikrim yok."

314
"Kay >■
Başını kaldırdığını hissettim . T ek gözü m ü araladığım da
şaşkınbir ifadeyle bana bakıyordu.
" R a y 'i m i ? "

»Para k azanm ak iç in R a y 'i b e c e r i y o r ."


Kısa bir sessizlik oldu. Söy led iklerim onu etkilem iş gö­
rü n ü y o rd u . Şok olmuş b ir h ald e b a n a sokuldu. "G erçekten
mi?"
Gülerek omuz silktim. "F atu ralarım R ay ödüyor ve her
arzusunu yerine getirm eye h a z ır olm ası karşılığında belli
bir miktar para da veriyor. Ç alışm ası gerekm iyor, çünkü
ona Ray bakıyor. Ve R ay'den önce başka adam lar da var­
dı... Samnm biri de Bay C arm ichaerd i."
"Yani... sen... onun bir... h m m ..."
Kelimeyi bile söyleyem em işti.
En kibar kelim eyi seçm eye çalışarak, "Profesyonel
kız arkadaş," dedim. O na genellikle fahişe derdim ama
Karissa'mn olası arkadaşım rencide etm ek işim e gelmemiş­
ti. Brandy'ye kişisel bir tavrım yoktu. Onu çok az tanıyor­
dum, tanıyıp taram am ak da um urum da değildi ama Ray,
anlaşılamayan bir nedenden dolayı bu kıza güveniyordu,
bu yüzden çok kötü b iri olm ayabilirdi. Her şeyden önem­
lisi bu yaşamın içinden biriyle arkadaş olmak Karissa'ya
yardıma olabilir ve hatta bilinen konuda Ray'in benden
taraf olmasını sağlayabilirdi. Ray, oyuncak bebeğine bayı-
lıyordu. Brandy, Karissa'dan hoşlanırsa Ray de büyük d a ­
mlıkla kendiliğinden ona ısınırdı.
Karissa çok şaşırmış bir ifadeyle, "Ama çok... tatlı gö-
rünüyor," dedi. "Yani... Ray ile birlikte olduğunu biliyor­
dum. Ray'in... Yani onun Ray'in olduğunu da... Yine de
balarındaki şeyin gerçek olduğunu sanıyordum."
"Öyle zaten," diye cevap verdim. "Yaşamak için ne
yapmak zorundaysak onu yaparız, Karissa. Ray onunla

315
evlenm eyecek am a bu, ona güzel bir yaşam sağlamayaca
ğı anlam ına gelm ez. Ve yalnız değiller. Ray gibi adamlar
eşlerini zorunluluk olarak görürler. Eşleri mülkleri gibidir
O nlara iş gibi davranırlar; onlara bakmak işleriymiş gibi
Ray, karısını m uhtem elen ayda bir beceriyordur ama her
gece Brandy ile birlikte. Çünkü Brandy, onun olmak istedi­
ği yerde. Bir zorunluluk değil. Onun mutluluğu."
"K arısıyla m utlu olam az m ı?"
"R ay mi? Hayır. Em inim başta bu olasılık vardı ama ar­
tık yok. Birbirlerinden hoşlanm ıyorlar bile."
"Sen böyle değilsin, değil m i?" Sen bunu..."
"H ayır, yapm am . Sana daha önce de söyledim... Başka
kimseyle ilgilenm iyorum ."
"Ama bir gün ilgilenebilirsin," dedi. "Ya bir sabah uya­
nır ve artık benden hoşlanm ıyor olursan?"
"Bilm iyorum , Karissa. Sen söyle." Göz ucuyla ona bir
bakış attım. "H oşlanm adığın biriyle kalmak zorunda kal­
san nasıl hissedersin?"
Bana baktı. "Bunu bilem em ."
"Bilemez m isin?"
"Ben senden hoşlanıyorum ," dedikten sonra bir an su­
sup, "çoğunlukla," diye ekledi.
"Bunu duymak güzel." Onu tekrar kendime çektim.
"Ve benim senden hoşlanmamam olası değil, Karissa. Ba­
zen sinir bozucu olduğun bir gerçek ama hayatı ilginç kıl­
dığın kesin."
İç çekerek rahatlayıp bana yaslandı. "Bu benim için çok
tuhaf. Melody'nin babası da mı böyle yani? Oysa çok başa­
rılı bir işadamı. Üstelik Melody'nin söylediğine göre anne­
siyle babası mükemmel bir çift."
"Mükemmel diye bir şey yok," diye cevap verdim. "Çir'
kin gerçekleri saklamak için insanların taktığı bir maske o.
Sürekli yüzüne gülen birine asla inanma."

316
Çok kısa bir an sessiz kaldı. "R a y sürekli y ü zü m e gü-

1U>Başma bir öpücük kondurdum . "K esin lik le ."

"Sıradaki!"
Ses yü k sek ve sabırsızdı, bu tür b ir yerde duym ak is­
tenen tü rd e n samimi bir m üşteri hizm etleri tonu değildi.
Bankoya yaklaştığımda ku sm uk yeşili bir önlük takm ış
olanoğlan ın sinirli olduğunu gördüm . Başım eğm iş kasa­
yab akıyordu. Orada olduğum u hissedince, "N e istiyorsu­
nuz?" d iye homurdandı.
"Bana ne verebileceğine bağlı."
Daha da sinirlenmiş bir ifadeyle başım kaldırdı ve be­
nimle göz göze gelince donakaldı. Sadece bir kez karşılaş­
tığımız düşünüldüğünde beni tanıyıp tanım ayacağından
emin değildim ama kocam an açılan gözleri tanıdığım belli
etti. "Hmm, Merhaba... Ignazio'ydu, değil m i?"
"Evet."
Paul beni dikkatle süzdükten sonra boğazım temizleyip
yeniden kasaya döndü. "E e ne istiyorsun?"
"N işanlım a v e r d iğ in ş e y d e n is t i y o r u m ."
Duraksadı, b a k ışla rı te k r a r b a n a k a y d ı. Y ü z ü n d e k i en -
dişeyi g ö reb iliy o rd u m ; b a n a is te d iğ im b ü tü n ce v a p la rı v e ­
ren bir ifad eydi b u . B u r a y a s o n b ir k a ç a y d ır k a rş ım a çık an
Ve kuşku u y a n d ıra n k ü ç ü k ip u ç la rın ı d e ğ e rle n d ire re k bir
önseziyle g elm iştim . E k sik o la n tek ş e y b ilg iy d i... O n u d a
32önce g ö zlerin d ek i ifad e v e rm iş ti.
Karissa fazla u z u n o lm a y a n b ir sü re ö n c e y e m e ğ im e ilaç
koymuştu. B ir y e rd e n b u ld u ğ u k ü ç ü k bir şişe to z ku llan ­
mıştı. H ay atım a gird iğ i g ü n d e n b eri on u dik k atle iz liy o r­
dum. A lışkanlıklarını b iliy o rd u m . K o n u ştu ğ u , g ö rü ştü ğ ü
herkesi biliyordum. Böylesi etkili bir ilaç bulabilme •
çok fazla yolu yoktu, bunu ona sağlayabilecek sadeceb"1
kaç kişi vardı.
Liste tek bir kişiye kadar inmişti... Bir bakışla ken d in i
kolayca ele veren tek bir kişiye kadar. Üçüncü hata. Oy^
dışındaydı.
“Ben... hmm. Ne dediğini anlamıyorum. Karissa sana
ne anlattı bilmiyorum ama ben ona bir şey vermedim."
Terlediğini çok net görebiliyordum. İnkâr ederken sesi
alçalmış ve çatallaşmıştı. İnsanları okuyabilmek çok kolay­
dı, özellikle de kötü birer yalancıysalar.
Tek kaşımı kaldırarak, "Ona hiç servis yapmadın mı?"
diye sordum. "Kız arkadaşmla birlikte sürekli buraya ge­
liyorlar."
"Haa! Evet. Elbette." Fark etmeden alnını sildi, sonra
rahatlamış bir gülümsemeyle bana baktı. "Naneli sıcak çi­
kolata."
"Evet," dedim. "Ondan istiyorum."
Paul siparişi aldı. Yirmi dolar uzatarak, "Üstü kalsın,"
dedim. İçeceğim hazırlanırken gözlerimi Paul'dan ayırma­
dan kenarda bekledim.
Artık sakindi. Ses tonu alçak, kullandığı kelimeler ki­
bardı.
Onu epeyce sarsmıştım.
İçeceğim hazırlandığında Paul'u başımla selamlayıp dı­
şarı çıktım. Köşeyi dönüp arabamı park ettiğim yere doğru j
yürümeye başladım. İçecekten bir yudum aldım, iğrençti. ;
Anında çöp kutusuna fırlatıp attım.
Birkaç dakika sonra Paul dışarı çıktı. Kafenin arkasın- *
daki dar sokakta, Paul'un arabasının yanında, sırtımı tuğla ■
duvara dayamış bekliyordum. Park yeri için para ödeme­
yecek kadar cimri olduğundan arabasını çöp kutusuna ya­
kın bir yerde doğru dürüst park etmeden bırakmıştı. Tele

318
kulağına yapışmış bir h ald e b iriy le g ev ez e lik ed e ed e
,0nU'yordu, bana dikkat b ile etm ed i. A n a h ta rla rı elin d e
dönüparabasına doğru ilerlem eye b a şla d ığ ın d a ben i g ö r­
dü ve öyle korktu ki soluğu kesild i. T elefo n elin d en kay ıp
yeredüştü.
‘ o eğilip almadan duvardan u zak laşıp telefo n u n u n ü z e­
rinebastım ve ayakkabımın altın da ez erek kırd ım . G özleri
kocam an açıldı, bakışları korku doluydu.
Kaçmaya fırsat bulam adan onu k ısk ıv rak yakaladım .
Kollarımı doladım ve eldivenli elim le b oğazın a yapışıp
parmaklanmı doğrudan gırtlağına götürdüm .
On saniye.
Hepsi buydu.
Değersiz on saniye ve vücudu gevşeyerek baygm bir
halde kollanma düştü. Karissa bile yatakta daha çok m ü­
cadele ediyordu. Onu çöp kutusuna doğru çektim ; arabam
bagajı açık bir halde hazırdı. P aul'u kaldırıp bagaja tıktım
ve koli bandını aldım. Açıp el ve ayak bileklerini bantla-
dım. Sonra başına dolayıp ağzını ve burnunu kapadım.
Oksijen yetersizliğinden birkaç dakika içinde ölecekti,
bagaj kapağım hızla kapatarak koli bandını çöp kutusu­
na attım ve arabama binip sokaktan çıktım.
Kolay ve temiz bir iş olmuştu. D iğerlerine nazaran acı­
mdı. Ama bunun benim için fazla önemi yoktu. Onun ölü-
münü izlemeyecek, ölüm hazzının tadını çıkarmayacaktım
ama yapabilseydim yapardım. İmkânım olsaydı, yavaş ya­
vaş ve işkence ederek yapardım ama zamanım kısıtlıydı.
Gitmem gereken başka bir yer vardı.
Saatime b ak ın ca iç çek tim .
H alihazırda g eç k a lıy o rd u m .
O trafikte Brooklyn'e dönm ek yaklaşık bir saatimi aldı.
Arabayı park edip doğrudan eve yöneldim . Sokak kapısını
aÇtığımda Karissa üzerinde kırmızı bir elbise, ayaklarında

319
yüksek topuklu ayakkabılarla oturma odasında ayakta d
ruyordu. Saçları açık ve hafifçe dalgalıydı. Makyaj yapmış
tı... Çok koyu bir makyaj. Dudakları elbisesi gibi kankır
mızı renkteydi. Telefonu kulağm daydı. Benimki cebimi
çalmaya başlayınca bana doğru döndü.
Beni arıyordu.
"N erede olduğunu m erak ettim /' dedi.
Kapıyı kapatırken, "H alletm em gereken bir şey vardı,"
diye cevap verdim ve onu baştan aşağı süzdüm. "Çok gü­
zel görünüyorsun."
Elbisesini hafif çekiştirdi. "Senin en sevdiğin elbisem."
Şaşkın bir ifadeyle tek kaşım ı kaldırdım. "Öyle mi?"
"E vet." Kuşkulu gözlerle bana baktı. "Öyle olduğunu
sen söylemiştin. V egas'ta giydiğim elbise."
"H aa, o zam an kesinlikle en sevdiğim ." Ne giydiğine
dikkat etmiyordum ama o gün kesinlikle en sevdiklerim­
den biriydi. "Ee, hazır m ısın?"
"H ayır." Ses tonu kararlıydı. Bunu söylerken başını sert
bir biçimde iki yana sallamıştı.
"Hayır m ı?"
Bir kez daha, "H ayır," dedi. "Ben gitmiyorum."
"Gitmiyor m usun?"
"Hayır, gitm iyorum ," dedi. "Bu, bana göre bir şey değil.
Neden gitmek zorunda olduğumu arılamıyorum."
"Neden gitmek zorunda olduğunu anlamıyor m u su n ?
"Anlamıyorum, o yüzden de reddediyorum. Davetini
geri çevirdiğimi söyle ona."
Bir süre dikkatle ona baktım. Tedirgin olduğu çok bel­
liydi. Ben ise onun gerginliği ile uğraşamayacak k ad ar hu­
zursuzdum. "Raymond Angelo'ya onun davetini reddetti­
ğini mi söylememi istiyorsun?"
"Evet," dedi. Devam etmeden bir süre duraksadı.
"Yani... Hayır... Başka bir şey söyleyemez misin?"

320
»Nasıl bir ş e y ? "
»Bilmiyorum." Bezgin bir ifad eyle e llen n ı ıkı yana açtı.
»Hasta olduğumu söyle. G rip ya da öyle bir şey. Kusup
durduğumu söyle."
Keşke yapabilseydim. M ü m kü n o lsayd ı yapardım am a
Rayaptal değildi. Gelm em esi kişisel b ir h akaret olarak alı­
nacaktı. Üstelik tam da R ay'i on u n varlığının geçici olm a­
dığını anlama noktasma getirm ek üzereyken.
Tekrar saatime baktım . Y em ek on b eş dakika içinde baş­
layacaktı.
"Çok kalmayız," diyerek onu ikna etm eye çalıştım.
“Adamı mutlu etmek için biraz takılıp çıkarız."
Burnunu kırışürdı am a tarüşm adı. Yanım dan geçip dı­
şarı çıktı. Arkasından çıkıp kapıları kilitledim ve arabaya
doğru yürürken bagaja bir bakış attım. Ben arabaya bin­
diğimde Karissa çoktan yerini alm ıştı. H iç oyalanmadan
motoru çalıştırdım ve yola çıktım .
Yolculuk sırasında dikkatim dağınıktı; sürekli dikiz
aynasından arkaya bakıyor, bagajdan gelen herhangi bir
ses olup olmadığını duym ak için kulak kabartıyordum,
karissa'nın anlamsız gevezeliği dışm da her şey sessiz ve
sakindi.
bugün çen esi d ü ş m ü ş tü .
Gergin, diye d ü ş ü n d ü m . A m a o n u n g e v e z e liğ i b e n im
gerginliğimi g e ç irm iy o r d u . K a r is s a 'n m se s to n u y ü k se lip
neredeyse h ırlar gibi ç ık tığ ın d a k ırm ız ı ışık ta d u rm u ş , el­
divenli p a rm a k la rım ı d ir e k s iy o n a v u r a r a k d ik k atle s a ğ a
sola b akm aya d e v a m e d iy o r d u m . " I g n a z io !"
Panikle o n a d ö n d ü m . "S o r u n n e ? "
"Ben d e b u n u m e ra k e d iy o r u m ," d ed i. "S o n y irm i d ak i­
kadır seninle k o n u ş u y o ru m a m a sö y le d iğ im tek bir keli­
meyi dahi d u y d u ğ u n u s a n m ıy o r u m ."
"Ç ü n k ü d in lem ey e d e ğ e r h içb ir şey sö y le m e d in ."

321
K aşları ça tıld ı, hayal kırıklığı gerçek bir endişeye dö-
nüştü. "Sorun n e?"
Işık yeşile döner dönm ez bir kez daha dikiz aynasına
bakıp, "H içb ir şey ," dedim . "Şim di seni dinliyorum. Ne
söylüyord un?"
"E llerin üşüyor m u diye sormuştum."
"H ayır. N ed en ?"
Bu cevap hiç düşünm eden ağzımdan çıktı. Gözlerimdi­
reksiyonu kavram ış olan ellerim e, hâlâ takmakta olduğum
deri eldivenlere kaydı.
Karissa cevap verm edi; cevap vermesine gerek olmadı­
ğının farkındaydı.
Eldivenlere baktığım ı gördü.
Ona yapacak bir açıklam am yoktu.
Bir sonraki kırm ızı ışıkta eldivenleri çıkarıp konsolun
üzerine attım.
Karissa başını iki yana sallayarak beni izliyordu. "Böy­
le olduğunda endişeleniyorum . Son kez dikkatin bu kadar
dağınık bir halde beni aldığında bana kızgın olduğunu dü­
şünmüştüm. Bütün yol boyunca yüzüme bile bakmamış­
tın, program ımızı iptal edip doğrudan evine gitmiştik."
Hangi günden söz ettiğini kesinlikle biliyordum.
O gün de bagajda bir ceset vardı.
Gerçek bir cevap yerine, "Sana kızgın değilim," dedim
"Bunu duyduğuma sevindim ama seni kızdıran bir şey
var."
Yolun geri kalanında başka bir şey söylemedi. Rayın
evine vardığımızda on beş dakika geç kalmıştık. Evin
önünde ve çevresinde arabalar park edilmişti. Caddenin
karşısında bir yer bulup park ettim ve kontağı kapatıp zih­
nimi boşaltmak için bir süre öylece oturdum. Karissa, ön
camdan dışarıya bakarak endişeli bir halde yanağının içinl
ısırıyordu.

322
Elimi cebime sokup bir nane şekeri çıkardım ve "Alsa-
na/' diyerek ona uzattım.
Şek eri almadan önce bir an tereddüt etti. "Nefesimin

koktuğunu mu ima ediyorsun?"


"İlgisi yok." Bir tane de ben alıp ağzıma attım. "Öğren­
diğimküçük bir hile. Seni geren bir durum olduğunda tek
yapm an gereken sert bir şekeri emmek. Psikolojik etkisi
var. Beynin eğer tehlikede olsaydm bir şey yiyor olmayaca­
ğını düşünür, böylece gayet iyi olduğun sonucunu çıkarır."
Aynca çenesini kapalı tutmasını sağlayacaktı.
Nane şekerini ağzına attı. "D aha önce nane şekeri yedi­
ğini hiç görmemiştim."
"Çok az şey beni gerer."
"Ama şu an gerginsin."
Bir soru değildi.
Umanm bu, endişemin açıkça belli olduğu anlamına
gelmiyordu.
"Evet, aslında ben de en az senin kadar burada olmayı
istemiyorum, aşkım."
indikten sonra arabayı kilitledim. Arkamı dönmeden
önce gözlerim istem dışı olarak bagaja kaydı. Yanımda kı­
mıldanıp duran Karissa'ya gülümseyerek uzanıp elini tut­
tum.
Parm aklarım ı p a r m a k la rın a geçirip hafifçe sıktım ve di­
limi ağzım daki n an e şek erin d e g ezd ird im .
Karissa a d ım la n m a ay a k u y d u rd u . V erandaya vardı­
ğımızda tırnaklarını elim e geçird i. K apıyı çaldım , anında
aÜİdı ve neşeli sesler d ışarı taştı. Bizi K elvin karşıladı. Co-
balt'taki işinden çıkıp evinin kapısın da durm ası için Ray in
ona ne k ad ar p a ra öd ed iğin i m erak ettim .
"V itale," diyerek beni selam ladıktan sonra bakışlannı
anında yere indirip k en ara çekildi. "Sizi bekliyorlar."

323
Hiçbir şey söylemeden Karissa'yi içeri çektim. Kelvin
arkamızdan kapıyı kapattı. Karissa, ona kısa bir bakış attı
gözleri kocaman açıldı. Ardından hızla bana sokuldu.
Zar zor duyulur bir sesle, "O nu tanıyorum," dedi.
"Bir zamanlar sık sık gittiğin barm fedaisi," diyerek ka­
fasındaki sorulara yanıt verdim. "Aynı zamanda Cobalt'ta
çalışıyor."
Şaşkın bir halde bir ona bir bana baktı, sonra bakışlarını
yüzüme dikip, "Beni ona mı izlettirdin?"
"Hayır, o ilk gece tesadüfen tanıdı seni."
inanmış görünmüyordu ama başka türlü onu ikna etme
şansım yoktu. İkimiz de başka bir şey söylemeden önce
herkesin bir arada olduğu çalışma odasından Ray'in sesi
duyuldu. "Vitale!"
Derin bir nefes alarak rahatlatıcı bir tavırla Karissa'nın
elini sıkıp o tarafa yönlendirdim. Odada sohbet edip içki
içerek yemeğin başlamasını bekleyen yaklaşık iki düzine
insan vardı. Yanımda Karissa ile doğrudan Ray'in yanma
gittim ve başımla kibarca onu selamladım. "Ray."
"Gelebilmenize sevindim ," dedi. "Saat sekize gelirken
sizden hâlâ bir ses çıkmayınca endişelenmeye başlamış­
tım."
"İşim biraz uzun sürdü," diye açıkladım. "Bana hiçbir
şey bu geceyi kaçırtamazdı."
"Güzel, güzel." Ray omzuma hafifçe dokunup sırtımı
sıvazladı. Sonra ilgisini Karissa'ya yöneltti. Karissa en ufak
bir tepki veremeden boştaki elini yakaladı. "Bize k a t ı la b i l
menize çok sevindim, Bayan Rita."
Bu ismin kasti kullanılmış olması beni gerdi. Rita. Karış
sa, kendisine bu şekilde hitap edildiğinin fa rk ın d a değı
miş gibi davrandı. Onun sessizliği karşısında Ray gülüm
seyerek elini dudaklarına götürdü ve öptü.
Karissa alçak sesle, "Beni davet ettiğiniz için t e ş e k k ü r
ederim," dedi.

324
“Elbette davet edeceğim." Ray, elin i b ırak tı ve b ir süre
dikkatle ona baktı. Sonra bana döndü. "G e l V itale... H a­
nımlar gevezelik yaparken beylere m erh aba de."
Karissa, bana panik dolu b ir bakış attı am a karşı çıkm a­
mafırsat kalmadan Ray dans eder adım larla yanım ızdan
uzaklaştı. Karissa'ya eğilip dudaklarının kenarın a b ir öpü­
cükkondurdum ve "M erak etm e. Birkaç dakika sürer,"
diyefısıldadım.
Ray'in özel ofisinin kapısında durm uş, bizi izleyerek
onakatılmamı beklediğini görünce elim i zorla çektim. Ya­
nından geçip içeri girdim; arkam dan on da içeri süzülüp
kapıyı kapattı. İçeride birkaç erkek vardı. Örgütün bazı
kodamanlan oturmuş viskilerini yudum layarak iş konu­
şuyorlardı.
Ray, bana içki teklifinde bulunm a zahmetine girmedi.
Kabul etmeyeceğimi biliyordu. Ray, çalışma masasının
sandalyesine oturdu, ben de odanın yan tarafında bir yere
tüneyerek onları incelemeye başladım . Ben sessizce otu­
rurken diğerleri havadan sudan... planlardan ve entrika­
lardan konuşuyorlar, Ray ise benim tepkimi izliyordu.
Sanki beni lanet olası bir mikroskopun altına koymuş
İnceliyordu.
On dakika g eçti... Y irm i... O tu z ... B u işin b ir a n ö n c e b it­
mesini isteyerek sık sık s a a tim e b a k ıy o rd u m . K ırk b e ş d a ­
kika sonra d ah a fazla d a y a n a m a y a ra k a y a ğ a k alk tım . D ik­
kat Çekmeden sıv ışm a y a ça lış ıy o rd u m ki R a y ç a k tırm a d a n
gitmeme izin v erm ed i.
"Gitmen g erek en b ir y e r m i var, V itale ?"
"Sadece K arissa n asıl d iy e bir k on trol e d e c e ğ im ."
Ray, "O iy i," dedi.
"Haklı o ld u ğ u n a em in im yin e d e bir b ak m ak istiyo­
rum."
Bir an d u r a k s a d ı, ard ın d an ilgisiz bir edayla gitm em i
İŞaret etti.

325
Ofisten çıkıp çalışma odasına girdim. İnsanlar evin her
yanına dağılm ış olduklarından burası öncesinden dah
tenhaydı. Etrafa hızlı bir bakış attığımda Karissa'nm orada
olmadığını gördüm. Göğsüm sıkıştı. Biri benimle konuş,
maya çalıştığında izin isteyerek yanından uzaklaştım ve
evi dolaşarak onu aram aya başladım. Oturma odasına yö­
neldim. İçeri bakıp kıpkırm ızı elbiseyi gördüğümde adım­
larım yavaşladı.
Kapı girişinde durdum. Karissa tek başınaydı. Oda ses­
siz ve loştu. Şöm inenin üzerindeki rafa bakıyordu. Bir süre
onu seyrettim, sonra yavaşça ona doğru yaklaştım. Bakma­
ma gerek bile yoktu. Orada ne gördüğünü biliyordum.
"K arissa."
Sesimi duyunca sıçradı. Yüzünde korku dolu bir ifadey­
le bana döndü. "Ben... şey... tuvalete gidiyordum ve şey..."
"Anladım."
Hemen arkasında durduğumda tekrar dönüp bakışla­
rını rafta duran fotoğrafa çevirdi. Fotoğraf nerdeyse yirmi
yıllıktı ama çerçevede olduğundan sanki dün çekilmiş gibi
iyi korunmuştu.
Dün... Sanki dünmüş gibi geliyordu. O sıkıcı smokini
giymiş ve o kabarık beyaz elbisenin içinde neredeyse kay­
bolmuş gibi yanımda duran Maria'ya sarılmış v a z iy e tte
o fotoğrafçının karşısında durduğum gün sanki dünmüş
gibi geliyordu. Her şey fazla abartılıydı, ikimizin de tar­
zı değildi ama onun çocukluğundan beri hayali tıpkı a n n e
babasının düğünü gibi bir düğündü.
Ben de hayalini gerçekleştirmiştim.
Karissa, "Çok mutlu görünüyorsun," diye f ı s ı l d a d ı .
"Mutluydum," diye itiraf ettim. Eski fotoğrafa bakar j
ken göğsüm sıkıştı. "Çok mutluydum." '
"Ya..." Bir an sustu. "Ya şimdi mutlu musun?"
Gözlerinin üzerimde olduğunu h is s e d e b iliy o rd u m - Ba ,

326
lalanmı ona çevirdim, gözlerimiz buluştu. Endişesini çok
net görebiliyordum, çünkü gergin bir halde bir kez daha
yanağını ısırıyordu.
Busoruya nasıl cevap vereceğim i bilmiyordum. Bir ya­
nım, tüm endişelerini yok etm ek için "evet" demeye can
atıyordu, çünkü duymak istediği buydu. Ama diğer yaram
onayalan söyleyemiyordu.
"0 zamanlar olduğum gibi değil," diye cevap verdim.
Endişesinin üzüntüye dönüştüğünü fark ettim. "O zaman­
larsaftım, Karissa. M ükem melin var olduğunu ve onu bul­
duğumu düşünüyordum. Dokunulmaz olduğuma, sahip
olduğum şeyi hiçbir şeyin ve hiç kimsenin elimden alama­
yacağına inanıyordum. Mutluydum, çünkü aptalm tekiy­
dim. O günlerden sonra hayatımın dersini aldım, zor bir
dersti ve artık aynı kişi olamam. Ve artık o kadar mutlu
olmam mümkün değil."
Başını eğip gözlerini kaçırdı. Uzanıp çenesini tutarak
tekrar bana bakması için başmı kaldırdım. Bunu yanlış
anlamasını, söylemediğim bir şeyi söylediğimi düşünerek
îekip gitmesini istemiyordum.
"Artık saf d e ğ ilim ," d e d im o n a. "A m a b u , senin beni
mutlu etm ed iğin a n la m ın a g elm ez; aksine ediyorsu n ...
Kendi tarzm la. Seninle y a ş a d ığ ım şey ceh aletten kaynaklı
b>r mutluluk değil. G erçek v e h er z a m a n iyi o lam az. İyi ol­
duğunda ise g erçek ten iyid ir. Yani k ısaca evet, m utluy um ,
Karissa. Farklı tü r bir m u tlu lu k . B u b enim son u m olsa bile
Ki olabilir, b u n a d eğ ecek tü rd e n bir m u tlu lu k ."
G ülümsedi, hafif bir gü lü m sem ey d i bu ve kollarım ın
arasına girip b u rn u n u g ö ğ sü m e soktu. Ç enem i başına d a­
yayıp sırtını ok şadım . O sırad a kapı girişinde birinin boğa­
zım tem izlediğini d u y d u m . B aşım ı kaldırınca delercesine
Bize bakan k oyu renk, bon cu k gibi bir çift gözle karşılaştım.
M artina A ngelo.

327
Nazik bir tonla, "Bayan A ngelo," dedim. "Sizi gördüğü
me sevindim ."
Bir şey söylem eden bakışlarım benden uzaklaştırıp
Karissa'ya çevirdi. Yargılayan bir ifadeyle tek kaşım kaldı-
rıp bakışıyla param parça edercesine onu baştan aşağı süz­
dü. Bir süre sonra tekrar bana baktı. "Yemek hazır. Ray seni
anyordu. N işan...." Küçüm ser bir el hareketiyle Karissayı
işaret etti. "Onun yanma gittiğini söyledi."
Martina uzaklaşarak bizi yalnız bıraktı. Karissa başını
kaldırıp soru soran gözlerle bana baktı. "Ray'in kansı mı?"
"Evet."
Başım iki yana salladı. "Brandy'yi çok daha fazla sevi­
yorum ."
Yemek odaları çok büyüktü, her iki taraf da ağzına ka­
dar sandalye ile doluydu. Ray'in yeri olan masanın baş
tarafına en yakm iki sandalye boştu. Durdum ve odaya
bir göz atarak diğerlerim inceledim. Ardından Karissa'yı
boş sandalyelere yönlendirip birini çektim ve fısıldayarak
oturmasını söyledim.
Aşın tereddütlü bir biçim de söylediğimi yaptı.
Sandalyesini ittim ve başımla Ray'i kibarca selamlaya­
rak Karissa ile Ray'in arasındaki sandalyede yerimi aldım.
Arada kalmıştım...
Yemek gergin geçiyordu. Etrafımı saran, ellerini boğa­
zıma dolayıp beni boğan gerginliği hissedebiliyordum. Di­
ğerleri iştahla yemeklerini yiyor, burada olmaktan dolayı
mutlu bir halde gülüyor ve içiyorlardı. Birkaç ay önce ben
de aynı duygular içindeydim.
Ama bir şeyler değişmişti.
Ben değişmiştim.
Ve bunun iyi yönde olup olmadığına emin değildim.
Yan gözle Karissa'ya bakınca çatalıyla yemeğini karış­
tırıp durduğunu gördüm. Bir lokma dahi aldığını sanmı­
yordum.

328
»ende almamıştım.
Edilipkulağına fısıldadım. “Aç değil m isin?"
Bana daha da sokuldu, sadece b en im duyabileceğim
kadar yüksek bir sesle "Sen de yem iyorsun ," dedi. " O yüz­
den b e n i m için de güvenli olm ayabileceğini düşündüm ."
Karissa yan gözle bana b aktığınd a om uz silkerek bir
kahkaha attım, onun da dudakları kıvrılarak hafifçe gü­
lümsedi. Onun gülümsemesi de kahkahaya dönüştüğünde
Ray yanımızda boğazım tem izleyerek dikkatim izi o yöne
çekti. "Anlaşılan komik bir durum var. Bizim le de paylaş­
mak ister misiniz?"
Karissa anında sustu. Ben Ray'e dönüp, "Aramızdaki
bir şaka," diye cevap verdim.
Mutlu olmuş görünmüyordu.
Bir süre yakıcı bakışlarla bana baktıktan sonra ilgisini
Karissa'ya yöneltti. "Ee, Bayan Rita..."
Karissa, "Reed," diye lafım kesti. "Adım Karissa Reed...
Rita değil."
Bütün odayı bir anda sessizlik kapladı. Çatalların tm-
grrtısı o kadar yüksekti ki Karissa’ran bu beklenmedik ses
Aşısında irkildiğim gördüm. Kimse patronu düzeltmez-
di ya da ona cevap vermezdi. Buradakilerden birine lanet
°lası Benedict Amorld* diye hitap etse bile diğerleri düzeni
bozmamak için bunu duymazdan gelirdi.
Ama düzeni bozmak Karissa'ran doğasında vardı.
Bu, annesinin boğucu korumasının yan etkisiydi.
Ray, "Reed,” diye devam etti. Ses tonu tersti. "Yanılıyor­
sambeni düzeltin, babanız Johnny Rita, değil mi?"

1779'a k a d a r y u r tse v e r b ir su b a y o la r a k A m e rik a n B a ğ ım sız lık


S avaşı' nd a A m e rik a n K ıta O rd u s u 'n d a h iz m e t e ttik te n so n ra B ritan y a
Ordusu sa fın a g eçen ve bu n e d e n le A B D 'd e ad ı h a in lik le e ş an la m a g e­
len subay, -ç n

329
Odadaki herkes bir anda nefesini tuttu. Bu isim, kin^
nin içine çekm ek istem ediği bir zehir gibiydi. Karissa etra
fına bir göz attıktan sonra boğazını temizleyip Ray'e ^
dü. "Bana sorarsanız bir babam yok. Adım kendimi bildim
bileli Karissa R eed ."
Ray bana baktı ve bir kahkaha patlattı. Soğuk, havayı
buz gibi yapan bir kahkahaydı bu. "Gerçekten artık bir ba­
bası yok, değil mi, V itale?"
Genellikle bu tür şeyleri herkesin içinde tartışacak
bir adam değildi am a bir şeyi kanıtlamaya çalışıyordu;
Karissa'nın bariz bir biçim de gerilm esine neden olan bir
şeyi. Başımı iki yana sallayarak tabağım a baktım. "Hayır,
yok."
Ray, "Bu da hiç yoktan iyid ir," dedi. "Bir Rita'mn ek­
silmesi, dünyadan bir hainin eksilm esi demek. Haksız mı­
yım?"
Doğrudan bana bakıyordu. Yakıcı bakışlarının içime iş­
lediğini hissedebiliyordum . Parm ak uçlarım karıncalandı,
onun yanında bana bu soruları sorduğu için boğazını sık­
mak istiyordum. Ama cevap verm ekten başka seçeneğim
yoktu. Üstelik onun duym ak istediği cevabı vermekten
başka.
"Haklısın," dedim. "B ir hain eksik demek."
Ray, zar zor duyacağımız yükseklikte bir kahkaha daha
attı. "Yani sırada birkaç tane daha var."
Yemek öncesinde gergin olmasa bile artık tam anlamı)"
la bir işkenceye dönüşmüştü. Herkes bu konuşma hiç ol­
mamış gibi davranarak yemeğe geri döndü ve Ray sanki az
önce Karissa ile sohbete başlamak üzere değilmiş gibi ko
nuyu değiştirdi. Buradaki işi bitmişti, amacına ulaşmiŞfl-
Beni zor durumda bırakmak, Karissa'ya iplerin kimin elin
de olduğunu göstermek istemişti. O da bunu görmüştü.
Bedeni hâlâ oradaydı ama ruhu çoktan gitmişti.

330
Tatlı geldi; yoğun çikolatalı k u ra b iy e ve kahve servisi
İdi K a r is s a 'n ın buna b a y ıld ığ ın ı b iliy o rd u m am a o,
^sada d u ran şeyin farkm da b ile d eğildi. D iğ er h erkes gü­
lüyordu am a o, ağlamak ü zerey d i. K u cağ ınd a duran elle­
rinintitred iğ ini, duygularına h â k im o lm ak için m ücadele
ettiğini görebiliyordum. A m a artık dayanam ayacaktı.
P e ç e te m i kucağımdan alıp m asaya attım ve ayağa kalk­
tım. Ray'e doğru eğilip, "B iz g id iy o ru z," diye fısıldadım .
B a n a baktı. "Bu kadar erken m i?"
Cevap vermeme gerek yoktu. Z aten bana bu fırsatı ver­
medi. Karissa ile aym anda ayağa kalkıp elini ona uzattı.
Karissa ellerini çekm eye fırsat bulam adan iki elini de tuttu.
"Gelmenize çok sevind im ," diyerek bir kez daha elini
öptü. "Bu benim için bir zevk, Bayan Rita. Büyük bir zevk."
Karissa cevap verm eden ellerini çekip hızla odadan çık­
tı. Ray bana döndü, elini om uzum a koyarak sıktı ve tekrar
yerine oturdu.
Ağzıma bir lokma bile atm adığım ı biliyor olmasına rağ-
men, "Yemek için teşekkür ederim ," dedim.
Her zaman başım ın üstünde yerin var, Vitale," dedi.
Konuştuğumuz konuyla ilgili iletişim halinde ol. Onu
hallettikten sonra kız konusunu konuşuruz."
Dışarı çıktığımda Karissa bagaja yaslanmış bir halde
arabanın yanmda bekliyordu. Adımlarım geri geri gidiyor­
du, bütün kaslarım gerilmişti. Kapıyı açtığımda arabadan
uzaklaşıp yolcu tarafına yürüdü.
Eve dönerken yol boyunca hiçbir şey söylemedi.
Eve vardığımızda da hiçbir şey söylemedi.
Arabayı garaja çektim, kontağı kapattım ve bir süre
issizce orada oturdum. Karissa arabadan indi ve kendi
anahtarlarını kullanarak bensiz içeri girdi. Arkasından git­
meden önce birkaç dakika bekledim. İçeri girdiğimde onu
yatakta, battaniye başına kadar çekilmiş bir halde buldum.

331
Onu rahatsız etmeden bir süre baktım. Sonra odadan
dışan çıktım. Çalışma odasına gidip bir süre karanlıkta
oturdum. Kafamda bir sürü düşünce vardı. Sonra anahtar­
ları alıp evden çıktım.
Yapacak bir işim vardı.
Karissa'ya ne söyleyeceğimi bilmiyordum.
Şehir dışına çıktım ve daha önce onlarca kez geçtiğim
tanıdık yollan takip ederek kuzeydeki küçük bir kasaba­
ya gittim. Ağaçlıklı bir alanın kenarındaki bir kulübenin
önünde durdum. Gecenin ileri saatleriydi ve bütün pen­
cereler karanlıktı ama ön tarafta park etmiş olan tanıdık
Chevy Suburban görmem gereken kişinin içeride olduğu­
nu söylüyordu.
Sabırsızca kapıyı yumrukladım ve içeride bir tıkırtı olup
olmadığını duymak için kulak kabarttım. Kısa süre sonra
kilitler tıkırdadı ve kapı açıldı. Kapıdaki adamın üzerinde
gösterişli bir ipek pijama vardı, ayaklan çıplaktı ve kırlaş­
mış saçlan, sanki Einstein'ı zorla uyandırmışım gibi kar­
man çormandı. Gözlerini ovuşturarak dışan baktı. Benim
orada dikildiğimi görünce yüz ifadesi ciddileşti.
Doktor Carter.
"Vitale," dedi. Ses tonu ciddiydi. "Şey.. Seni beklemi­
yordum."
Selamlaşma faslmı atlayarak, "Yine işim düştü," dedim.
"Tesisleri kullanmam gerek."
O ve ben yıllar ö n ce bir tü r an laşm a yapm ıştık. Ben ona
cöm ert bir öd em e y a p ıy o rd u m , o d a b ana arka ta ra fta k i

küçük k rem ato ry u m u n an a h ta n n ı veriyord u . Hayvanlar


için kullanılıyordu. D u y g u sal evcil h ayvan sahipleri için
am a benim de işim e y a n y o rd u . D oktoru n elleri kirlenmi­
yordu... Tabii diğer işine n azaran ... Tek yapm ası gerek en

başka yöne bakm aktı.

332
gr an duraksadı, sonra d ö n ü p u z a k la ş tı. D o k to r a n a h ­
tarı getirdiğinde etrafa b a k ın a r a k iç e r i g ir d im . B a ş ım ı
ekidir eder bir ifadeyle sa lla y ıp te k r a r d ış a r ı ç ık tım v e
arabama binip kulübenin a rk a sın a g ittim .
Üç saat.
Fırının ısınması ve P a u l'u n y e r y ü z ü n d e n y o k o lm a s ı s a ­
dece bu kadar sürdü. İşim b ittiğ in d e ş e h r e d ö n e r k e n a r a ­
banımcamından dağılan to z d a n , r ü z g â r d a y o k e ttiğ im b ir
pisliktenöte bir şey d eğildi.
Eve vanp arabayı garaja ç e k e re k k a p ıy ı a rk a m d a n k a ­
pattığımda saat sabahın b e ş i o lm u ştu . Iş ığ ı y a k ıp b a g a jı
açtım. Her köşesine sp rey sık ıp ö z e n le s ü p ü re re k o n d a n
kalanher DNA kırıntısını o rta d a n k a ld ırd ım .
İşim bittikten sonra b a şım ı k a ld ırıp ev e a ç ıla n k a p ın ın
olduğu tarafa göz attığım d a d o n a k a ld ım . K a rissa , ü z e rin ­
de sadece uzun bir tişö rtle k a p ıd a d u ru y o rd u . G ö z le rim
çıplakbacaklarında g ezin d ik ten so n ra m era k lı b a k ışla rıy la
buluştu. Gözleri kan çanağ ı gib iy d i, y ü z ü y o rg u n lu k ta n
Çökmüştü. Uyum am ış gibi gö rü n ü y o rd u .
Kollarını göğsünde k a v u ştu ra ra k , "N e y a p ıy o rsu n ? "
d>ye sordu.
Uyuyamadım," dedim . "O yü z d en arab ay ı te m iz lem e­
yekarar verdim."
Zaten temiz değil m iyd i?"
beteri kadar değildi."
bir süre dikkatle beni süzdükten sonra yaklaşıp araba-
rüJı çevresini ve açık bagajı dikkatle inceledi. H içbir şey
y°ktu. En ufak bir şey bile.
O baktıktan sonra bagajı kapattım ve arabaya yaslana-
rak gülümsedim. Gözlerim yine vücudunda gezindi, ken ­
dimi engelleyemiyordum. Tişört boldu, yakası gevşem işti.
Omuzlarından sarkıyor, köprücük kem iklerini açıkta b i­
rikiyordu. Uzanıp parmak uçlarım ı boyunun çevresinde

333
dolandırdım, ardından elim le boynunu okşayarak çenesini
tuttum. Gözlerinin içine bakıp orada gördüğüm korkunun
tadını çıkardım.
"Bu gece nereye gittin?"
"D ışarı."
"N e yaptın?"
Başparmağımla dudaklarını okşayarak teskin edici bir
tonla, "Sen bunları kafana takm a," dedim ve sonra eğilip
onu öptüm. "K orkm an için en ufak bir sebep yok. Sana za­
rar vermeyeceğim... Hiç kim se vermeyecek."
Bir süre bana dikkatle baktıktan sonra elini kaldırıp eli­
min üzerine koydu. "N asıl em in olabilirsin?"
"Çünkü izin verm eyeceğim ," dedim. "Bu kadar basit."

334
18. BÖLÜM

NYU'da derslerin ilk günüydü.


Greenwich Village'deki binanın dışında arabamda otur­
muş Karissa'nin yepyeni ders kitabını göğsüne bastırmış
bir halde içeri girişini izliyordum. Metroyla gelmek konu­
sunda çok kararlıydı ama bugün onu arabayla bırakmaya
ikna etmek için bu civarda bir işim olduğunu söylemiştim.
İsteksizce kabul etmiş ama eve metroyla dönme ko­
nusunda ısrar etmişti. Bu, geçici bir anlaşmaydı; uymayı
Planlamadığım bir anlaşma.
Öğleden sonra okuldan çıktığında burada olacaktım.
Ders programını ezberlemiştim, hatta ondan önce. Gü­
nün ilk dersi alıp almama konusunda tereddüt ettiği ders­
li'- Ahlak ve Toplum. Daniel'in dersine girdiği sınıfın aynı­
sıydı. Yazın tadilat yapmışlardı.

335
Anlaşılan epey zarar verm iştim ve zeminin yenilenmesi
gerekmişti.
Bu dersten sonra İngilizce ve Matematik dersleri vardı
Sonrasında saat tam ikide dersleri bitiyordu.
Bir kez daha saatim e göz attım. Sabahın dokuzuydu
Bu, bana biraz çalışmak için tam beş saat veriyordu.
Hareket etmek için K arissa'nm gözden kaybolmasını
bekledim. Ardından birkaç blok ötedeki Cobalt'a gittimve
arabayı arkadaki park yerine park edip içeri kapıya yönel­
dim. Kapıda yine Kelvin vardı ve içeri girdiğimde meraklı
gözlerle bana baktı. Bu kez başım eğmedi, ben tuhaf bir
ifadeyle ona bakana kadar bakışlarını kaçırmadı.
"Vitale," diye mırıldandı.
Oradan uzaklaşıp doğrudan içeri girdim ve bara yönel­
dim. Ray'in sesi duyulduğunda henüz birkaç adım atmış­
tım. "Vay, kimler gelm iş!"
O tarafa doğru döndüm ve Brandy'nin koltukta kuca­
ğına uzanmış olduğunu görünce duraksadım. Kız, tıpkı
sehpaların üzerindeki çirkin ve gereksiz lambalar gibi bu
mekânın demirbaşı haline gelmeye başlamıştı. Oysa o la­
net olası şeylerin içinde ampul bile yoktu.
Başımla selamlayarak, "Seni gördüğüme sevindim,

Ray," dedim.
"Ben de," diye karşılık vererek kızı tam anlamıyla yere
atıp ayağa kalktı. Uzanıp elimi tuttu ve beni kendine doğnı
çekerek yarım yamalak sarıldı. "Bugün çok erken ayakta­
sın. Saat kaç? Sabahın dördü mü, yoksa beşi mi?"
"Dokuz," diye cevap vererek o sırada yanımdan geç­
mekte olan garsona bana bir içki getirmesini işaret ettim
Evet, erkendi ama bir bira için asla çok erken değildi.
"Dokuz mu?" dedi inanamamış bir ses tonuyla. Gözle­
rini kısarak saatine baktı. Sarhoştu. Çok sarhoş. Bir o yana
bir bu yana sallanıp dururken içki kokusunu alabiliy°r"

336
dum B ü tü n geceyi b u r a d a g e ç i r m i ş o l m a l ı y d ı l a r . " S i k t i r !
Karım beni öld ü recek. B u s a b a h ş u ş e y i ç in r a n d e v u m u z
vardı... hmm... şu şey iş te ... B i l i y o r s u n ." N e d e n s ö z e t t i ğ i n i
bilmem g e rek iy o rm u şça sın a e l i n i s a l l a d ı . " K a h r e t s i n , h a ­
tırlamıyorum bile. S a n ır ım ö n e m li b i r ş e y d e ğ i l d i ."
"Sanırım değildi," diye cevap verdim. "Önemli olsaydı
Martina arardı."
Ray, bir kah k ah a a ta r a k , " E v e t y a d a ç ık ıp b u r a y a g e ­
lirdi," dedi. "İy i k i k a d ın la r ın g i r m e s in e i z i n y o k d iy e b i ­
liyor."
Bakışlanm, d in le d iğ i a ç ık ç a b e l l i o la n v e b i r i s t is n a o l d u ­
ğunun farkında b ir ifa d e y le g ü lü m s e y e n B r a n d y 'y e k a y d ı.
Sanınm h e p im iz in k u r a lla r ı e s n e t tiğ i d u r u m l a r v a r .
İstisnalar.
Bir zam anlar b e n d e R a y 'i n is tis n a s ıy d ım .
Garson b ira m ı g e tir d iğ in d e R a y , " E e , b u r a d a n e iş in
var?" diye sord u. A n a h ta r lığ ım d a k i ş iş e a ç a c a ğ ıy la k a p a ğ ı
açtım ve b ü y ü k b ir y u d u m a la r a k s in ir le r im i y a t ış tır m a y a
Çalıştım. Ray, te k ra r y e r in e o tu r d u . V e B r a n d y y in e o n u n
Ocağına y ay ılırk en R a y , y a n ın d a k i k o lt u ğ a o tu r m a m ı iş a ­
ret etti.
Buraya so sy a lleşm e k y a d a R a y 'i g ö r m e k iç in g e lm e m iş ­
tim ama onu re d d e tm e k şu a n a k ıllıc a o lm a z d ı, b u y ü z d e n
°turdum.
Bir yu dum d a h a a la ra k , " B ir k a ç iş im v a r ," d iy e c e v a p
verdim.
Meraklı b ir ifa d ey le te k k a ş ın ı k a ld ır a ra k , " G e ç e n g e c e
akşam yem eğin d en ö n ce u ğ ra ştığ ın iş m i? " d iy e s o rd u .
"Senin bir davete geç k a lm a n g ö r ü lm ü ş şey d e ğ il. B u k a d a r
önemli olan şeyi m e ra k ettim d o ğ ru s u ."
"İlgilenm em g e rek en b ir a d a m v a r d ı," d e d im . "Ö n e m li
bir şey değil."
"H angi adam ? N e y a p tı?"

337
"Karissa'yı tehlikeye attı."
Gülümsedi, hatta hafif bir kahkaha attı. "Karissa'yı teh
likeye attı."
"Evet."
Ray, "Onu kendi ellerinle öldürmek isterken ona zarar
veren birini öldürmek isteme konumuna gelmen ne tuhaf"
dedi. "Kim m iş bu adam? Tanıdığım biri mi?"
"H ayır," dedim. "Karissa'nm arkadaşlarından birinin
erkek arkadaşı sadece."
"Onu tehlikeye attı diye arkadaşlarından birinin erkek
arkadaşım mı hallettin yani?"
"Evet."
"N e kahram anlık," diye mırıldandı. "Kızımın seni sev­
me nedenlerinden biri de buydu diyebilirim. Maria sürek­
li senin davranışlarından söz ederdi. Kapısını açtığından,
sandalyesini çektiğinden, üşüdüğü zaman ceketini verdi­
ğinden... Her zaman içinde bir kahraman olduğunu söy­
lerdi."
Biramın geri kalanını bir dikişte bitirip boş şişeyi ya­
nımdaki sehpaya koyarken başımı iki yana salladım. Ne
kadar içersen içeyim bu sohbetin tatsızlığını azaltmaya­
caktı. "Ben kimsenin kahramanı değilim."
"Karissa'nın olmaya çalışıyorsun."
"Hayır. Sadece onun canisi olmak istemiyorum."
"Ha kahraman ha cani... Ne fark var? Bu g ü n l e r d e aşk
uğruna çocukları öldürmek birinin ıstırabına son v e r m e k ­
ten daha onurlu. Dünya tersine dönüyor."
"Belki de sen yanlış yerden bakıyorsun."
R ay, "B elki d e ," d iy e kab u llen d i. "Y a da artık sen gör­
m ü y o rsu n . Belki d e bun u g ö re m e y e ce k kadar körsün.
"Y a d a sen ö y lesin ."
R ay o m u z silkti. "İk im izd en birinin öyle olduğu kesin.
M u h tem elen ik im izden birinin kesinlikle çıkmayacağ1

338
.,knıazdaydık. Bakışlarım Ray'den bana merakla bakan
kı2aricadaşına kaydı. Tek bir kelim e dahi etmemişti ama
hâlâ dinliyordu.
"Bunu yalnız konuşsak daha iyi olur sanırım," dedim.
R a y , eliyle mekânı göstererek kaba bir ifadeyle, "Gerek

y o k . B u r a d a hepimiz arkadaşız," diye karşılık verdi.

Benim arkadaşım yoktu. Ailem vardı. Ve bu aralar ya­


nsına güvenmiyordum. Ama Ray neye inanmak istiyorsa
onainanıyordu ve aksini ispat etmek için ne kadar tatlı dil
dökülürse dökülsün fikri değişmeyecekti.
İç çekerek ayağa kalktım ve Ray'in yanındaki yönetim
ofisine doğru ilerledim. Bu, çok uzun süredir olduğu gibi
bıraktığım bir işti ama daha fazla geciktiremezdim. Ray'in
sabırsızlığı artıyordu; özellikle de evindeki gösteriden son­
ra. Bu yüzden buna bir son vermeliydim, böylece ikimiz de
yolumuza devam edebilir ve geriye ne kaldıysa onu kurta­
rabilirdik.
Carmela'yı bulmam gerekiyordu.
Müdür, içeride, masasında oturuyordu. Beni tamr tanı­
maz ayağa kalktı. "Bay Vitale. Sizin için ne yapabilirim?"
"Birkaç hafta önceki dış kamera kayıtlarını görmem ge­
rek," dedim. "Haziran başı gibi. Arkadaki park yerinde bir
°lay oldu."
"Haa, evet. Şu olay."
"Neden söz ettiğimi biliyor musunuz?"
Tekrar yerine oturdu ve masasının üzerindeki bir şeyle­
rin yerlerini değiştirdi. "Bay Angelo'nun sorduğu olay mı?
Sizin vurulmanız?"
Gerildim. "Ray bu olayı mı sordu?"
Müdür, "E lb ette," diye cevap verdi. "O layın olduğu
gece. K aydı seyretti."
Midem sıkıştı. R ay g örm ü ştü . O gece kimin ateş ettiğini
biliyordu. O na yalan söylediğim i biliyordu. En baştan beri
biliyordu am a bana bundan söz etm em işti.

339
N eden?
"B en im için kayıtların kopyalarını almanızı istiyorum»
dedim . "B u olaydan önceki hafta ve olayın ertesi günü dı
şan sın ın her açıdan kaydedilm iş görüntüsü gerekli."
K aşlarını kald ırarak bana baktı. "Bu yüzlerce saat de­
m ek. Ö zel bir şey arıyorsanız elim den..."
"N e arad ığım ı boş v e r/' diyerek sözünü kestim. "Neis-
tiyorsam onu yap ve acele et."
"Peki, efendim . Bu öğleden sonra hazır olur."
M üdürün odasından çıktığım da bar bomboştu. Ray ve
kız arkadaşı gitm işlerdi. Büyük bir olasılıkla Kelvin deon­
larla çıktığından kapıda kim se yoktu. Kendimi deri koltu­
ğa attım ve garsona bir bira daha getirmesini işaret ettim.
Belki bunu keyifle içebilirdim ...
Birkaç saat sonra kayıt hazırdı. Müdürden CDleri alıp
başım ı sallayarak teşekkür ettim ve Cobalt'tan aynldım.
K arissa'nın dersi bitm eden yakmdaki küçük kafede durup
naneli sıcak çikolata siparişi verecek kadar zamanım kal­
mıştı sadece. Kafe tam bir keşmekeşti. Anlaşılan çalışanla­
rından biri birkaç gündür ortada yoktu, dolayısıyla eleman
eksikliği vardı.
Bak şu işe.
Saat iki olduğunda m atem atik sınıfının önünde park
etmiştim. Arabam da oturup kalabalık içinde Karissa'nın
bugün giydiği pem be süveteri görmeye çalışarak a k ı n akın
dışarı çıkan öğrencileri izledim. Ama hiçbir yerde görün­
müyordu. Kalabalık azaldı, dakikalar geçti.
Orada değildi.
Onu aramak için telefonumu çıkarırken midem sıkıştı-
Doğrudan sesli mesaja bağlandı. Etrafa bir kez daha göz
attım, bir kez daha doğru yerde olup olmadığımı kontrol
ettim ve arabayı çalıştırdım. Hızla eve giderken te k rar onu
aramayı denedim ama ulaşılamıyordu.

340
Cevap verm iyordu.
Hatta çalm ıyordu b ile.
Eve varınca arabayı park edip koşarak giriş kapısına
gittim. Kapının koluna yapışıp anında çevirdim. Kilitli de­
ğildi. Kapıyı iterek açtığım anda titrek bir nefes, az ileriden
gelen bir ağlama sesi kulağım a çarptı. Ayaklarım yere ça­
kılı kaldı, içim buz kesildi. "K arissa?"
Hıçkıra hıçkıra ağlam a devam ediyordu ama Karissa'nm
sakin sesi onu bastırarak içeriden seslendi. "Buradayım ."
Çalışma odasındaydı.
0 tarafa gidip kapıda durdum. Karissa kanepede otur­
muş omzunda ağlayan M elody'ye sarılmıştı. Endişem ha­
fif bir rahatlama hissiyle biraz azaldı ama tamamen yok
olmadı.
Sıkıntılı bir ifadeyle bir Karissa'ya bir Melody'ye bak­
tım. "Ne oldu?" Kim ağlıyor olursa olsun ağlanmasından
nefret ediyordum.
Karissa, dikkatli bir tonla, "M esele Paul," dedi ve bu
ismi duyunca daha çok ağlamaya başlayan arkadaşına se­
vecen bir bakış attı.
"Haa." Paul. "Bir şey mi oldu?"
Karissa, bir an duraksadı, ardından iç çekerek, "Evet,"
dedi. "Daha doğrusu bilmiyoruz. Bir anda... yok oldu."
Aynen öyle oldu.
Puf.
Gitti.
Rüzgârla bir yerlere taşındı.
"Yok oldu," diye tekrar ettim.
"Evet," dedi Karissa. "Günlerdir kimse onu görmemiş
ve ondan haber almamış. Polis, cinayet olduğunu gösteren
bir delil olmadığını söylüyor ama arabası iş yerinin önün­
de bırakılmış ve telefonu sokakta paramparça bulunmuş.
Nasıl cinayet olmadığını söylerler anlamıyorum. Kaçıp git­
mediği çok açık."

341
M elo d y , h ıçk ırık la rın ı bastırm ay a çalışarak ve bum
çekerek, "K a ç m a d ı," d iy e lafa karıştı. "Kaçması için birse-
bep yoktu. İşi vardı... O ku lu da... Bir de ben vardım Tan
rım ! N ed en b iri on a z a ra r verm ek istesin ki? "
N ed en ? M ilyo n d o larlık soru.
Bu na cevap v ereb ilird im am a bu, onun duymak istediği
cevap olm azdı.
M elody yenid en ağlam aya başladı. Bunu izin istemek
için bir fırsat o larak ku llan d ım . Ceketim in cebinden CDleri
çıkardım ve odan ın d iğ er tarafındaki çalışma masama gi­
dip o ikisini yaln ız bıraktım .
İlk C D yi sürücüye yerleştirdim ve yüklenmesini bek­
ledim . C ob alt'ın dışına altı kam era yerleştirilmişti. İkisi
öne, ikisi arkaya, ikisi de geçide. Hem binanın hem de onu
çevreleyen sokakların tam am ını kapsıyorlardı. Ekran kare­
lere ayrılm ıştı ve h er açıdan alm an görüntüler eş zamanlı
olarak ekrana yansıyordu. N e aradığımdan ya da göre­
ceğim şeyin işim e yarayıp yaramayacağından tam olarak
em in değildim am a Carm ela'yı tanıyordum. O gece anlık
bir kararla bana saldırm ış olam azdı. Binayı kolaçan etmiş,
detaylı bir plan yapm ış ve tekrar tekrar üzerinden geçmiş
olmalıydı.
Çaresizlik, Carm ela'da açıkça var olan hayatta kalma
konusundaki doğal yeteneğini tamamen yok edemezdi.
Hiçbir şey olm ayan saatleri ileri sararak bir süre görün­
tüleri izledim; Cobalt'a geliş gidişleri seyrederek ilgiff>>
çekecek bir şey yakalam aya çalıştım. Karissa ve Melody
odamn diğer köşesinde aralarında konuşurken iki günlük
görüntüye hızla göz attım. Ağlama sesi sinirlerimi bozu­
yordu, parmaklarımla tempo tutar gibi koltuğun koluna
vurup duruyordum. Patlamak üzereydim.
Sessizlik ve huzur istiyordum.
Bu işin bitmesini istiyordum.
I Bu işi sonlandırmam g e rek iy o rd u .
| ua/atma devanı etmem g erekiy ord u .
Melody kendini to p arlayıp ay ağ a kalktığın d a üçüncü
I gö rü n tülerindeydim. "G its e m iy i olur. G eç old u ."
Evet, öyle oldu.
Hava kararmak ü zereydi.
Saatlerdir b u r a d a y d ı.
. Karissa, "Emin m isin ?" diye sordu. "G itm ek zorunda
değilsin. İstediğin kad ar k alab ilirsin . M isafir için odamız
i var."
j Dizüstü bilgisayarım ın ü zerin d en Karissa'ya bir bakış
, fırlattım, göz göze geldik. D aha ağzım ı açam adan 'saçm a­
lama' dercesine beni susturan b ir bakış attı. Bu konuda be­
nimle didişecekti. Bunu yapardı. Ve eğer müdahale eder­
semolay çirkinleşir di.
Melody, Karissa'ya sarılarak, "E m in im ," dedi. "Bugün
yanımda olduğun için teşekkür ederim . Derslerini kaçır­
mana neden olduğum için özür dilerim ."
Karissa anında, "Ö n em li değil," diye cevap verdi. "Neye
ihtiyacın olursa haber verm en yeter. Ben buradayım."
Melody, belli belirsiz gülümseyerek, "Bunu aklımda tu­
tacağım," dedi ve sonra bana döndü. "Kanepede ağlama­
ma izin verdiğin için teşekkür ederim, Ignazio."
"Bunun için Karissa'ya teşekkür et," diye karşılık ver­
dim. "Davet eden o, ben değilim."
Karissa homurdandı. "'R ica ederim, ne zaman istersen
gel,' demek istiyor," dedi.
K arissa a rk a d a ş ıy la o d a d a n ç ık a rk e n b a k ışla rım ı y e n i­
den b ilg is a y a rım a ç e v ird im . E k r a n d a ö ğ le d e n so n ra g ö ­
rüntüleri a k ıy o r d u . M e lo d y g ittik te n so n ra K arissa geri
döndü v e k a p ıd a d u rd u . Y ak ıcı b a k ış la rla b a n a b a k tığ ın ı
h is se d e b iliy o rd u m .
B a şım ı k a ld ır m a d a n , " İlk g ü n d en o ku lu m u e k tin ? "
diye sord u m .

343
"Bana ihtiyacı vardı."
"N e için? Yapabileceğin bir şey yok."
Cevap vermedi.
Hâlâ bana baktığını hissedebiliyordum.
Başım ı kaldırdım , göz göze geldik. Çok sert bakıyordu
"Ya sen ?" diye sordu. "Sen herhangi bir şey yapabilir
m iydin?"
"N e gibi?"
"Bilm iyorum ... Elinden ne gelirse. İnsanlarla ilgilenmek
ve bir şeyleri bulm ak uzm anlık alanların değil mi? Bana
böyle söylem iştin. O zam an insanları da bulabilirsin, değil
mi? Beni buldun m esela."
Görüntüyü dondurup ona bakarak, "Aslında sen beni
buldun," dedim. "Tesadüfen karşıma çıktın."
"Eninde sonunda beni bulacaktın zaten," dedi. "Anne­
mi arıyordun... Belki hâlâ arıyorsun. Bilmiyorum."
Durup dikkatle bana bakü. Kurduğu cümle bir soru de­
ğildi ama gözlerindeki soru işaretlerini görebiliyordum.
Yine de buna cevap vermeyecektim. Bence o da cevap ver­
memi beklemiyordu ki konuşm aya devam etti.
"D em ek istediğim... Bir şeyler yapıyorsun... O tür şey­
ler... Bu yüzden onu bulabileceğini düşündüm. Melody
için. Benim için."
"Senin için."
"Evet," dedi. "H atırım için."
Arkama yaslanıp dikkatle ona baktım. Bir kapı açıyor­
du ama oradan girmeye hazır olduğundan emin değildim.
"Söylesene, Karissa."
Ciddi ses tonum karşısında duraksadı. "Neyi?"
"Yemeğime zehir koyduğunda ilacı nereden almıştın?
Yanakları kıpkırmızı oldu. Gözlerinde hafif bir korku
ifadesi vardı. Bakışlarını kaçırdı. "Yemeğine zehir koyma­
dım. Sana zarar vermek istemedim."

344
-Soruya cevap verm iyorsun."
-Buönemli değil."
Benim içir» önemli," dedim .
Başım iki yana sallayarak gözlerini masamm yanma,
vete dikti. "Bunun olanlarla ilgisi ne? Özür dilerim, tamam
uı? Bunu mu duymak istiyorsun? Yemeğine ilaç koydu­
ğumiçin özür dilerim. G ecenin bir yansı kaçıp gittiğim için
özür dilerim. Annemle babam ı bulm ana neden olduğum

içinüzgünüm. Babamın ölüm üne sebep olduğum için üz­


günüm."
"Baban olmadığım saruyordum."
"Yok." Ses tonu çok gergindi. "Sadece şunu diyorum..."
0 sözünü bitirmeyince, "Ü zgünüm diyorsun," diye lafa
kanşhm. "Ama şunu söylemiyorsun... Söylemekten kaçı­
nıyorsun... Her şeyi tetikleyen ilacı sana Paul'un verdiğini
söyleyemiyorsun."
Buna verecek bir cevabı yoktu.
Sadece dik dik bana baktı.
"Kötü insanların başm a kötü şeyler gelir, Karissa."
"Paul kötü değildi."
"Seni tehlikeye attı, değil mi?"
"Evet, ama sen de beni öldürecektin."
"Evet, öldürecektim," diye karşılık verdim. "Ama ben
asla iyi biriymişim gibi davranmadım."
"Ne söylemeye çalışıyorsun, N az? H a?"
"Tam olarak söylediğim şu: Eğer onu aramamı istersen
Vaparım ama bulam am . Kimse bulam az."
"Nereden biliyorsun?"
"Eğer bulunacak olsaydı şimdiye dek bulunurdu.
Karissa kapı pervazına dayanıp söylediklerim üzerine
düşündü. Bilgisayarımı kapatıp ayağa kalktım ve ceketimi
düzelttim.
"Hadi, dışarı çıkıp bir şeyler yiyelim ve okulunun ilk
gününü kutlayalım."

345
"O k ulu ektim, unuttun m u ?" dedi. "Kutlayacak bir
y ok ." ^
"Saçm a. İster orada ol ister olm a bugün ok u lu n ilk gü
nüydü. Bundan çıkarılacak bir ders var aslında. H ayat sen
siz de devam ed iyo r."
"Seni anlıyorum , P lato."
Bu im alı konuşm asına gülüm seyerek yanma gidip tam
karşısında durdum . "P lau tu s'u n ’ sözlerini tercih ederim."
Yanağını avucum un içine alıp başparmağımla sıcak tenini
okşadım . "Bırakın şarap ve tatlı sözlerle kutlayalım.”
"P lautu s'u b ilm iyorum ."
"H a!" Eğilip dudağım n kenarına bir öpücük kondur­
dum. "En güzel günlerin keyfini sürecek olanlar zor zamanlar­
da bir erkek g ibi ayakta kalabilenlerdir, de demiş."
Onu tekrar öptüğüm de yum uşak bir ifadeyle gülümse­
di. "Bu ne dem ek?"
"N asıl anlam ak istersen."
“Sen nasıl anlam ak istiyorsun?"
Üçüncü kez onu öptüm ve geri çekilirken alt dudağını
hafifçe ısırdım. "E ve döndüğüm üzde gösteririm belki."

Lanet olası naneli sıcak çikolatayı tamamen unutmuştum.


Ağzına kadar dolu bardak, hâlâ arabada, onu okuldan
almaya giderken koyduğum iki koltuğun arasın d ak i bar-
daklıkta duruyordu. Saatlerdir orada durmaktan bozul­
muş içecek yüzünden içeriye garip bir koku sinmişti.
Burnumu kırıştırdım.
Şehre doğru yol alırken Karissa bardağa bakıp duruyor­
du. Neden orada olduğunu sormasını bekledim ama tek ke­
lime bile etmedi. Beyninin arkalarında oluşmaya başlaya11

* A n tik R o m a lı, ü n lü k o m e d y a y a z a n , - ç n
^yüzünden gerginliğin arttığım hissedebiliyordum .
^0 henüz bundan söz etm eden, "S e n in için alm ıştım ,"
¡üye açıkladım. "Bu öğleden sonra seni okuldan almaya
gelmiştim."
Cevap verirken sesi titriyordu. "G elip beni alman ge­
r e k m e d iğ in i söylemiştim."
"Bu beni daha önce de h iç durdurm adı," dedim. "Ama
okulda değildin. Telefon ettim ."
"Ha, evet." Nihayet bakışlarım bardaktan uzaklaştırıp
bana çevirdi. "Telefonum çalışm ıyor."
"Ona ne yaptın?"
Gözlerini kıstı. "Benim bir şey yaptığım nereden çıktı?"
Savunur gibi konuşm a tarzına gülümsedim. "Çünkü
seni tanıyorum. O telefonu son derece hor kullanıyorsun."
Gözlerini devirdi. "Tam am , haklısın. Onu düşürdüm.
Ekran karardı ve şimdi açılmıyor. Ama bu, onu benim boz­
duğumanlamına gelmez. Bunun düşürmüş olmamla ilgisi
olmayabilir. Belki de sadece zamanı dolmuştur."
"Bu pek mümkün değil."
"Her neyse."
"Zaten sana yenisini alacaktım. Yeni bir numarayla.
Bunu bir an önce halledeceğim."
"Ne kadar da... evcimensin."
"Sonuçta karım olacaksın, değil mi?"
Duraksadı.
D uraksadı.
Kendi ru h sağ lığ ım için b u kez so ru cüm lesi kurm adan,
"kanm o lacak sın ," d e d im . "B en im olan her şey şenindir.
Bu arada bilesin d iy e s ö y lü y o ru m , bu da Plautus'un söz­
lerinden biri: Ç ü n k ü s e n in olan h e r şey b en im d ir, benim kiler
d esen in ."
Bir süre sessiz kaldı. Son ra boğazını temizledi. "Ö yle
olacak."

347
"Ne olacak?"
"Karın olacağım," dedi. "Bir gün."
"Yakın bir gün," diyerek düzelttim onu.
"O kadar yakın değil."
"Yeterince yakın."
"Her neyse."
"H er neyse," diyerek onu taklit ettim. Bu kahrol
limeyi fazlasıyla sevmeye başlamıştı. "Konu a çıl^
tarihe karar verdin mi? Düğün konusunu hiç düşünü
mü?" ^
"Hayır."
Bu kez hiç duraksamamıştı.
Sinir bozucu kadm.
"Hayır," diye tekrarladım.
"İste m e d iğ im d e n d e ğ il," dedi. "Sanırım istiyorum."
"Sanırsın istiyorsun."
Yüksek sesle homurdandı. "Şunu yapmaktan vazgeçer
misin?"
"Neyi yapmaktan vazgeçer miyim?"
" İş te b u n u ! Sö y led iğim h er şeyi bu tonla tekrar etmek­
te n ."
"B u ton la söyled iğin h er şeyi tekrar etmekten mi?"
"Naz!"
Bu adı bağırarak söylediğinde içimde kabaran gerginli­
ği bastırm ak için derin bir nefes aldım. Şikâyet ettiği şeyi
yaptığım ın farkında bile değildim. Onun söylediklerini
tekrarlam ak duygularım ı açığa vurmamama, ona inanma­
m a ve söylediğini yanlış yorumlamamama yardım cı olu
yordu.
O nun düşüncelerini toparlamasını sağlamaya çalışarak,
"İstediğini sandığını söylüyorsun," dedim. "Devam
Seni dinliyorum ."
" S a n ır ım is tiy o r u m . B a n a e v le n m e teklif ettiğin gün
h is te rim d e ğ iş m e d i. A s lın d a tek lif e tm em iş olsan da "

348
"Teklif e t m e d im m i ? "
Yan gözle dik d ik b a n a b aktı ama söylediğini tekrar et-
¡jüş olmamdan d olay ı söylenm edi. "Teklif etmedin. 'Evlen
benim le/ dedin. B u b ir teklif değil."
"Haa."
Bir şeyler daha söylem ek ister gibi bana baktı ama buna
nasıl cevap vereceğim i bilm iyordum .
Bir süre sonra kelim en in üzerine basarak, "Neyse,"
dedi. "Asıl m esele şu ki, evet sanırım istiyorum ama bu
düğün olayı çok ürkütücü. Ben... Ben sadece bilmiyorum...
Bunun ne önem i var ki? Beni sana teslim edecek kimse ol­
madığından değil. L an et olsun! Davet edecek kimsem bile
ı yok. Sanırım sadece M elody... Annemi de davet ederdim
ama düğünümün cinayet mahalline dönüşmesini iste­
mem. Taht Oyunları tarzı. Zaten gelmez. Melody ise kendi
| derdiyle uğraşıyor. Eski kayınvalidenle kayınpederini da-
| vet edebiliriz sanırım . Em inim onlar da hepsinin benden
i nefret ettiği açıkça belli olan ailenin geri kalanı gibi sevinç­
ten deliye dönerler. Yem ek işini de baban üstlenir."
Kelimelerinin can yakıcı bir yanı vardı.
Yine de gülm em e engel olamadım.
"Babam senden nefret etmiyor."
"Pek hoşlanmadığı çok belli."
"B e n im le b irlik te o ld u ğ u n için senin adına üzülüyor sa­
dece."
"Kimsenin bana acıması gerekmez."
Bu s ö ze g ü lü m s e d im . "D ü n y a m a hoş geldin."

"K atil."
Ç alışm a o d a s ın d a b u tek kelim e yankılanıyordu. Başı­
mı elim deki işten k a ld ırıp kucağında defteriyle kanepede

349
oturm akta olan Karissa'ya baktım. Tuhaf bir dejavu du
gusu yaşadım. Karissa, yemek programı izlemeye ve not
almaya geri dönm üştü.
Bir süre sessizce onu izledim.
Başım kaldırıp kaşlarını çatarak bana baktı.
"K atil," diye tekrar ettim.
Katil.
"E vet," dedi. "K atil."
Neden söz ettiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
Bana katil mi diyordu? Bilmemesi gereken bir şey mi bi­
liyordu?
Bir süre sonra yüz ifadesi yumuşadı, dudaklarında hafif
bir gülüm sem e belirdi. "N eden söz ettiğim konusunda en
ufak bir fikrin yok, değil m i?"
"K atilden."
"E vet," dedi. "K atil'i özlediğimi söyledim."
Ne dediğini anlayıp lanet olası köpekten söz ettiğini
fark etmem biraz uzun sürdü. VVatertovvn'daki eve gittiği­
mizde ondan söz ettiğini ve sonradan aylar önce babasının
evinde o itle karşılaştığımı hatırlıyordum.
"H aa," dedim. "Köpeğinden söz ediyorsun."
"Evet, onu özlüyorum ." Dalgın bir ifadeyle kaşlarını
çattı. "Bu tuhaf mı? Bu kadar şey oluyor, bir sürü şey ya­
şandı ama sanırım beni en çok endişelendiren o köpek.
"Evet, bu biraz tuhaf."
Kendi kendine güldü ve deftere geri dönüp sayfanın
kenanna dalgın dalgın bir şeyler karalamaya başladı. Ka­
fasının karışık olduğu ve hiçbir şeyle ilgilenmediği açık'
ça belliydi. "Ben... Bilmiyorum. Tüm b u y aşananlarda tek
masum olanın o olduğunu düşünüyorum b a z e n ."
H â l â aynı şeyden söz ettiğimizden emin olm ak iça1,
"Köpek mi?" diye sordum.
Bir kez daha güldü. "Evet."

350
»Kendininmasum olduğunu düşünm üyor musun?"
»5en mi?" diye sordu inanam am ış bir tonla. "Artık de­
ğilim. İçimdeki masumiyeti becerdin. Kelimenin tam anla­
mıyİ«'"
"Ben ciddiyim, Karissa."
"Ben de. Bir zamanlar masumdum. Bilmiyorum, ama
artıkdeğilim."
"Buna gerçekten inamyor m usun?"
"Evet."
"Neden?"
"Çünkü seninle birlikteyim ."
Bunu inanarak söylemişti. Ses tonundan bu açıkça bel­
liydi. Suçlu taraflardan biri olduğunu, olup biten her şeyde
parmağı olduğunu düşünüyordu.
"Ailemi öldürmek isteyen bir adamla sevişirken nasıl
gerçekten masum olabilirim?" diye sordu. "Bana... Bana
dk kez Maria'dan ve bebekten söz ettiğinde, onlara ne ol­
duğunu anlattığında, adalet istediğini söylediğinde ne de­
mek istediğini anlamıştım. Kan akıtmak için dışarıda oldu­
ğunu biliyordum. Ve bunu bana anlattığın gece seni daha
Çoksevdim. Sana saygı duydum. Kana susamış olman beni
rahatsız etmedi. İntikam almak için aradığın kişinin ben
olduğunu... ailem olduğunu fark edene kadar da etmedi...
O zaman bundan rahatsız oldum."
Belki m ilyon u n cu kez, "S an a za ra r verm eyeceğim ," de­
dim.
Sakin bir tonla, "B iliy o ru m ," diye karşılık verdi. "Artık
buna inanıyorum . Belki d e h ep inandım . A m a başkalarına
zarar veriyorsun. B en ap tal değilim . N eler yapabileceğini
biliyorum. Bunu g ö rd ü m . Yine de köpek ve ona olanlar
konusunda endişelen iyor olsam da hâlâ buradayım . Ve
annem... A nnem m etanetlidir. O nun için de endişeleni­
yorum . A m a ben... bilm iyorum . Onu nasıl savunabilirim

351
ki? N eler yapabileceğini bilm iyorum bile. Ama köpek
kötü hiçbir şey yapm adı. Bunca şeyin içinde ona neolaa
diye kaygılanıyorum ."
Eğer bir psikiyatrist olsaydım yansıtmadan, korkulany
la yüzleşm ekten korktuğu için onları nasıl başka bir canlı-
ya yönelttiğinden falan söz ederdim ama duymak istediği
nin bu olm adığına em indim .
Yıllar önce bir hastanede onlardan birine yönlendiril­
m iş olduğum için bunları biliyordum. Bana teşhis koyma­
ya çalıştığında neredeyse ciğerini sökecektim.
Kişilik bozukluğuymuş. Kıçım ın kenarı.
Hayır, Karissa lanet olası köpekten söz etmek istiyordu,
bu yüzden onun hakkında konuştum.
"M erak etm e," dedim. "K atil iyi olacak."
"Buna gerçekten inanıyor m usun?"
"Kesinlikle."
Söylediklerim hiçbir anlam ifade etmese de onu rahat­
latmış gibi gülümsedi. Böyle bir şeyi nereden bilebilirdim
ki? Defterine bir şeyler karalamaya geri döndü, bakışları
televizyonla defter arasında gidip gelerek not alıyordu.
Gözlerimi yeniden bilgisayarıma çevirdim. Ekrana bak­
tığım anda bütün vücudum buz kesti. İşte oradaydı, üst
sağ köşede, Cobalt'm yanındaki geçidi gösteren kamerada.
Eski bir Jeep VVaggoner. j
K arissa dik k atim i d ağ ıttığ ı için n ere d e y se kaçınyordum-
A m a o ara b a y ı b iliy o rd u m . T an ıyo rd u m . Carm ela nın kaç
tığı sü re b o y u n ca k u llan d ığı araçtı. Plaka s a h te y d i, izini
sü rm ek im k ân sızd ı. D u ra k la tm a tuşuna bastım, o kareyi ,
ayırd ım ve b ü y ü ttü m . B in g o . T ek rar oyn at a bastım ve gö­
rü n tü yü y avaş h ızla ilerlettim . A rab ad a bir kişi vardı ama
arka koltukta bir şey d ah a h arek et ediyordu.
Katil.

35 2
Karissa, odanın diğer ta ra fın d a n h âlâ aynı konuya de-
ederek, "Biliyor m usu n geceleri b en im le uy urd u,"
dedi "En yakın arkadaşım gibiyd i. N e zam an üzgün olsam
da y a l n ı z hissetsem anlar ve b a n a ark ad aşlık etm ek için
elinden geleni yapardı. Ve evet, saçm a olduğunu biliyo­
rumama bana yalan söylem eyen tek canlı oydu san ınm ."
"Ben de sana hiç yalan sö ylem ed im ."
"Eğer yalan konusunda b ir deneyim in varsa bunun la­
net olası bir yalan olduğundan em in im ," diye hom urdan­
dı. "Sen yalancının kralısın."
"Yalan söylemekle inşam yanıltm ak arasında fark var­
dır."
"Sana göre öyle olabilir, benim için öyle değil."
Ne kadar faydası olacağım bilm esem de plakayı not al­
dımve görüntüyü norm al hıza döndürdüm. Bütün kame­
ra açılarına tekrar baktım ve arabanın kulüp çevresini do­
lanıp hızla uzaklaşmasım seyrettim. Geçidin sonuna kadar
gidip sağa döndü ve şehrin güneyine yöneldi.
Sandalyede arkama yaslandım. Gözlerim bir kez daha
kalemini deftere vurup duran Karissa'ya kaydı. Artık te-
evizyon seyretmiyordu. Gözlerini boşluğa dikmiş öylece
Şakıyordu.
bir kez d a h a g ü z e lliğ i k a rşısın d a etkilendim . Fiziksel
°larak annesiyle b a b asın ın k arışım ıy d ı am a on a b aktığında
artık C arm ela v e Jo h n n y 'y i g ö rm ü y o rd u m . N e Johnn y'nin
Çillerini g ö rü y o rd u m n e d e C a rm e la 'n ın yü zü n ü . G ördü-
SÜHa tek şey y ü re ğ iy d i. A rtık öyle olm adığ ına inanıyor
°lsa bile içindeki m asu m iy eti gö rü y o rd u m ... Bu, öylesine
8ÜÇİÜ parlıyo rd u ki benim gibi bir ad am la sevişiyor olm ası
bile bu ışığı asla yok ed em ezd i.
İÇ ç e k e r e k b il g is a y a r ım ı k a p a tt ım , ç a lış m a m a s a s ın ın
ü z e r in d e d u r a n t e le f o n u m u a ld ım . " Y a p m a m g e r e k e n b ir ­
k aç t e le fo n g ö r ü ş m e s i v a r ."

353
Onunla konuşunca başını kaldırıp bana baktı "n,
çıkmamı ister m isin?" n
Ayağa kalkarak, "H ayır," dedim. "Sen ne yapıy0rsaj
devam et. Birkaç dakikaya dönerim."
Yan kapıyı kullanarak boş garaja girdim. Arkamdan
kapının kapanmış olduğundan emin oldum. Beton zemi­
ni adımlayarak birkaç bağlantımı aradım. Bu arada garajın
ortasındaki bir yağ lekesini parmağımla yoklayarak onu
neyin çıkarabileceğini düşündüm. Bir Jeep VVaggoneri
aradığım bilgisini verdim. Arabamn teyidi için yardıma
olursa diye plaka numarasmı ilettim.
"Elli bin dolar," dedim. Teklifim karşısmda ağızları­
nın suları aktı. Ödül olarak çok yüksek bir miktardı ama
yarımdan geçtikleri her arabayı dikkatle incelemeye ikna
edeceğini umuyordum. "Kim se karşısına çıkmayacak,
Kimse ona dokunmayacak. Elli bin dolar sadece adres için.
Gerisini kendim halledeceğim ."
Bu bilgiyi yaklaşık bir düzine ağır topa, iş yapılırken çe­
neleri kapalı tutacakları konusunda geçmişte güvendiğim
insanlara verdim. Otuz dakika sonra son görüşmemi de
bitirdim ve telefonu cebime koyup içeri girdim. Deterjan
almak için doğrudan çamaşır odasına gittim.
Tide
Yaklaşık bir lanet olası saat boyunca ellerimin ve diz­
lerimin üzerinde garajdaki lekeyi ovaladım. Tam am en
temizlenene kadar durmadım. Ellerim sıyrıldı ve betona
sürtmekten yara olup kanadı. İşim bitince içeri girdim ve
duş almak, günün pisliğinden kurtulmak için üst kata çık
tim.
Temizlendikten sonra sadece gri bir eşofman altı gıye
rek alt kata indim. Mutfaktan gelen tava, tencere gürültü
sünü duydum.

B ir ça m a şır d ete rja n ı m a rk a sı, - ç n

354
Karissa yemek yapıyordu.
Kapıda durdum ve pervaza yaslanıp onu izlemeye baş­
ladım . Artık öncesinden daha kendine güvenli görünü­
yordu. Meşhur kulaklıkları kulağında oradan oraya dola­
n ıy o rd u . Tezgâh malzeme doluydu, ocakta kaynayan bir
tencere vardı ve yaranda döküm bir tava duruyordu.
Buzdolabına gitmek için döndüğünde bana doğru
kısa bir bakış attı. Buzdolabından biraz tereyağı çıkanp
tezgâhın üzerine koydu ve bir kez daha benden yana dö­
nerek hafifçe gülümsedi. Çekingen ve tereddüt dolu bir
gülümsemeydi bu. Kulaklıklarını çıkanp boynundan aşağı
sallandırdı.
Ağzı açılıp kapandı; ardından bir kez daha açıldı.
"Sen... Lmm...?" Tereddüt etti. Ocağa doğru yürürken
yüzünde umut dolu bir ifade vardı. "Aç olma ihtimalin
yok, değil mi?"
Bir an tereddüt ederek, "Olabilirim," dedim.
"Şey... Bir şeyler hazırlamayı... Yani bir şeyler hazırla-
sam... iyi olur diye düşündüm."
Bakışlarım te z g â h ü zerin d e yarattığı k arm aşaya döndü.
"Görüyorum."
Cesaret edip d o ğ ru d a n sorm ad ı.
Aslma b ak arsan ız h içbir şey söylem edi.
Arkasını d ö n ü p y ap m ak ta old u ğu işe devam etti ama
kulaklıktan tak m ad ı, yani söylem em gereken bir şey olur­
sa beni duyabilecekti. K üp küp kesilm iş patatesleri kay­
nar suya atark en, tavaya yağ dökerken onu bir süre daha
seyrettim. O cak ta yapm ası gereken iş bittikten sonra buz­
dolabından iceb erg m arul aldı ve tezgâhta durm akta olan
kesme tahtasının üzerine koydu. Tırtıklı, küçük bir bıçak
ahp m arulu n köküne batırdı. Sonra öyle hızla geri çekti ki
ürküp başım ı iki yana sallayarak kapıdan uzaklaştım. Yeni
bir taktik deneyerek yandan kesm eye çalıştı ama az kalsın
kendini kesecekti.

355
Yanma gidip p arm ağını koparm adan bıçağı elinden
çekip alırken, "O m arula ne yapıyorsun?" diye sordum
"Yani açıkça katlediyor olm an dışında."
Bana bakarak bıçağı elim den almaya çalıştı ama ulaşa-
m ayacağı kadar kaldırıp lavaboya fırlattım.
Tezgâhtan büyük b ir kâse alıp ne demek istediğini an­
latm aya çalışırcasına bana doğru sallayarak, "Salata yapı-
yorum ," dedi. "Ya da yapm aya çalışıyorum. Her neyse."
"Ç alışm ak doğru kelim e," diye karşılık verdim ve ya­
rımdan uzanıp büyük bir şef bıçağı aldım. "Kullanman ge­
reken bıçak b u ."
M arulun kökünü çevirip kenarlarım kestim, sonra dış
yapraklarmı koparıp çöp kutusuna attım. Kalanı önce orta­
dan ikiye, ardından dörde ayırdım. Hızlı bir biçimde daha
küçük parçalar halinde doğradım ve kâseye koydum. Bir
dakikadan kısa sürede bitm işti. Sonra Karissa'ya döndüm
ve tek kaşım ı kaldırarak, "B aşka neyin var?" diye sordum.
Öylece durm uş beni seyrediyordu. Cevap vermesi biraz
zaman aldı. "Şey... İşte."
Birkaç dom ates alıp önüm e koydu.
Ç a b u c a k o n la r ı d a d o ğ r a d ı m , fa z la suyunu ve çekir­
d e k le rin i ç ık a rıp k a la n ın ı k â s e y e attım . Bir şey söylememe
fırsa t k a lm a d a n K a ris s a ö n ü m e salatalık ları koydu. Sala­
ta lık la ra d ik k a tle b a k tık ta n s o n r a y a n gözle ona bir bakış
a ttım . O ca k ta k i t e n c e re ile ilg ile n m e k ü z e re dönerken du­
d a k la rın d a h afif b ir g ü lü m s e m e v a rd ı. Salata hazır olana
k a d a r m a lz e m e le ri ö n ü m e k o y m a y a d ev am etti. Soğan, ye­
şil bib er, ta z e kek ik v e m e rc a n k ö ş k , kısaca pişirdiği şey id11
ih tiyacı o lan n e v a r s a ...
H e p si b itin ce te z g â h a b ir k alıp p e y n ir koydu. Düzgun
k ü p le r h alin d e k e s m e d e n ö n c e tu h a f tuhaf baktım .' FeyWr
n e için ?"

356
Y a n ım d a n uzanarak bir p a rça p ey n ir alıp ağzına a ta r­
ken " B ilm iy o r u m ," dedi. "S ad ece b u n u yap ark en seni sey­
r e k hoşuma gidiyor."
Bir kahkaha atıp kesm em için b a şk a b ir şey çıkarm asın a
nrsat vermeden bıçağı lavab oya attım . "H e n ü z b ir ço cu k­
kenbabambana nasıl b ıçak k u lla n ıla ca ğ ın ı ö ğretm işti. Yaz­
lanonunla birlikte dü kkân ın ark a ta ra fın d a geçirird im ."
Karissa, "Bu, çok hoş," dedi.
"Bunun tek nedeni m aaş alm ad an çalışıy or olm am dı.
Herhangi birini işe alm ayacak k ad ar cim riy d i."
| 'Yine de eminim bab an la vakit geçirm ek güzeldir."
I Tezgâhın üzerini silip döküntü lerim i temizlerken,
"Evet, öyleydi," diye karşılık verdim . "B en im iyi oldu­
ğumu düşündüğü tek an oydu. G enellikle 'Beni hayal kı­
rlığına uğrattın, Ig n azio / ya da 'Ignazio, erkek o l/ tarzı
bindeler kurardı am a o günlerde bana bakar ve, 'Ignazio,
oğlum, bugün çok iyi iş çıkardın,' derdi. Bunu duymak gü­
zeldi."
Yani sana yemek yapm ayı öğretti, öyle m i?"
"Evet."
O zam an n e d e n y a p m ı y o r s u n ? " d iy e s o rd u . "H e rk e s in
z e h irlem esin d en k o r k u y o r s a n n e d e n ken d i y e m e ğ in i
kendin y a p m ıy o r s u n ? "
"Güzel soru," dedim. "B e lk i de ölüm arzum vardır."
Cevap v e rm e s in e fırsat v e r m e d e n o n a g ü lü m s e y ip y a ­
dından u z a k la ştım . "H e r h a n g i b ir ş ey e ih tiy a cm o lu rsa ben
alışm a o d a s ın d a y ım , K a ris s a ."
Beni durdurm adı.
Buna m e m n u n o ld u m .
Birkaç dak ik a g eçti. B eş, belki d e on... K üfrettiğini d u y ­
dum. Saniyeler son ra b u rn u m a hafif bir d u m a n kokusu
geldi. İç çekerek a rk a m a y aslan d ım , ellerim i e n sem d e bir­
leştirerek gözlerim i kap ad ım .

357
Ne olduğunu bilmiyordum ama eminim baş edebilip
Eğer edemezse nerede olduğumu biliyordu.
Nihayet küfürler kesildi ve ortalık sakinleşti. Bir süre
huzur içinde oturduktan sonra onun sesini duydum
"Naz?"
Gözlerimi açıp kapıya doğru baktım. Çekingen ifade
geri gelmişti. "Efendim ?"
"Eğer açsan yemek hazır."
Cezalandırılmayı bekleyen gergin bir çocuk gibi kımıl­
danıp duruyordu. Anladığım ı belli eden bir ifadeyle başı­
mı salladım. "H em en geliyorum ."
Bu benim için küçük bir ödündü ama Karissa için çok
anlam ifade ediyordu. Yüzü ışıldadı, gözleri pırıl pınl
oldu. Karissa odadan çıkarken onun mutluluk saçan gülü­
şünü görmek endişelerim i hafifletti.
Ona tekrar güvendiğim i belli etmiştim.
Yemek odasına girdiğim de benimle ya da b e n s i z yemek
yerken her zaman oturduğu sandalyede oturuyordu. Kar­
şısındaki sandalyeye oturup temkinli bir ifadeyle tabakla­
rımıza baktım. Patates püresi ile kaplanmış biftek ve bir
kâse salata.
Karissa telaşla, "İstersen tabakları değiştirebiliri2'

dedi. "Ya da böyle kalsın. İkisi de olur. Hatta yarım yanl11


bile yiyebiliriz... Yani... paylaşabiliriz."
Doğamda olan paranoyayı bir kenara bırakıp, S001
değil," dedim. "Biftek yapm ışsın." i
"En sevdiğin yem ek," dedi. "Ö yle söylediğini hattf, j
rum."
"Ö yle." ,f
Çatal ve bıçağı alıp hem en bifteği kestim. Dış1 .
zel mühürlenmişti, içi ise koyu pembeydi, yani az
smırındaydı. .stol-
"Nasıl sevdiğinden em in değildim. A slın d a

358
mak gerekirse istenilen b içim de pişirebileceğim i de san­
ıy oru m . Bütün o notlan aldım am a iş yapm aya gelince
tavaya atıp en iyisini um m aktan başka çare yok."
Ufak bir parça kesip ağzım a attım.
0 anda göründüğünden daha m utlu görünebileceğini
hiç sanmıyorum. Karissa da kendi yem eğinden bir lokma
aldı ve gülümsemesini zar zor zapt ederek çiğnedi. Gü­
lümsemesinde şeytani bir ifade yoktu.
Normal şeyler yapan norm al çiftler gibi yemek yedik ve
sohbet ettik. Şahsen ben dünya çapm da isim yapmış şefle­
rinhazırladığı yem ekleri yem iştim am a hiçbiri şu an taba­
ğımda olan kadar anlam ifade etm em işti. Yemeğe ruhunu
katmış ve öyle sunm uştu. M ükem m el değildi ama benim
için hazırlanmıştı.
Bir lokmasını bile ziyan etmedim .
Ardından bir şişe şarap açtım ve iştahla içtik. Alkol
Karissa'yı gevşetmiş ve çenesinin düşmesine neden ol­
muştu. Her şeyden konuşuyordu. Şişe bittiğinde kafayı ol­
dukça bulmuştu. Yemek odasının ışıklan altında parlayan
gözlerinde görebiliyordum bunu.
Tabakları toplam ak için kalktı ama uzanıp bileğini tuta­
rak onlan götürmesine fırsat vermeden onu durdurdum.
Kirli tabakları elinden alıp masaya koydum ve inandırıcı
olmayan karşı koymalarına aldırmayarak onu kucağıma
Çektim. Ata biner gibi oturdu, eteği yukarı sıyrıldı, kolları­
nı boynuma doladı. Ellerim dizlerinde dolandıktan sonra
Yukarıya doğru kaydı ve eteğinin kumaşının hemen altın­
da durdu. Eğilip onu yumuşakça öptüm.
Dudaklarında, tıpkı içtiği şarap gibi acımsı bir tat vardı.
Bana fısıldayarak söylediği kelimeler çok tatlıydı.
"Seni seviyorum, Naz," dedi. Bu cümle büyük bir açlık­
la içime çektiğim zor alman bir nefes gibiydi. "Bunun için
Tanrı yardımcım olsun ama öyle. Seni seviyorum."

359
Aylardır bunu ilk kez söylüyordu.
Sağ elim le kasıklarının arasındaki noktayı okşayj^
kumaşın altından klitorisine doğru çıkarken sol elimonu
olduğu yerde sım sıkı tutm ak için kalçalanna kaydı. İnleye,
rek dudaklarım a yapıştı ve ellerini saçlanmda dolaştırarak
büyük bir açlıkla beni öpm eye başladı. Sıcacık ve ıslaktı
Bir süre onu okşadıktan sonra parmaklarımı içine kaydır­
dım. Daha fazla sürtünm e için kendini kucağıma yapıştı­
rıp kalçalarını oynatm aya başladı. İstediğini zevkle verdim
ona.
Her hareket ettiğinde başparmağım klitorisine çarparak
parmaklarımla onu becerirken, "İşte bu," dedim. "Benden
ne istiyorsan al."
İnleyerek gözleri kapalı bir halde daha hızlı hareket et­
meye başladı. "Daha fazla."
Dudaklarımı boynuna götürüp, "Ne daha fazla?" diye
sordum. "N e istiyorsan söyle bana."
"Seni," diye fısıldadı. Ses tonu gergindi. "Seni istiyo­
rum."
"N erem i?"
"H er yerini."
D u d a k la rım te n in d e g ü lü m s e d im v e başını geriye doğ­
ru e ğ d iğ in d e h afifçe b o y n u n u ısırd ım . "B en buradayım,
b eb eğ im v e n e iste rse n v e re c e ğ im . Tek yapm an gereken ne
istediğini s ö y le m e k ."
B a şp a rm a ğ ım la d a h a s e rt bastırıp daha hızlı okşama­
y a b a şla d ığ ım d a nefesi kesildi. N ere d e y se orgazm olmak
ü z e rey d i. Bu k a d ın d a b asm ak ta u zm a n olduğum düğme­
ler vard ı sanki. E llerim v ü c u d u n u n her noktasıyla uyum
için d ey m iş gib iyd i. B ü tü n b ed en in e geri dönüşü olmaya11
bir zev k d algasın ın y ay ılm ası için birkaç dokunuş yettl
B edeni gerildi, z ev k ten y ü z ü bu ru ştu , adım ı sayıklamaya
başladı.

360
A y ağa kalkıp onu da yukarı çektim ve masarun üzerine
oturtup iterek sırtüstü yatırdım. Hiç direnmedi. Külotunu
¡y iy a n ın d a n tutup çıkarırken gözlerini açıp gözlerimin içi­
ne baktı. Külotu yere fırlattım ve sandalyeyi geri iterek diz­
lerimin üzerine çöktüm. Dudaklarım kadınlığıyla buluştu,
dilim içine girip her hücresini tatmadan önce yangında
dolandı.
Cennete gibiydim.
Ellerini göğüslerine götürüp sanki can havliyle tutar­
mışçasına kavrarken kalçasım sıktı. Dokunarak, okşaya­
rak, yalayarak ve emerek onu dilimle becerip bir kez daha
tamzevkin doruğuna çıkardım.
ikinci orgazmını da olur olmaz ayağa kalkıp ona bak­
tım. Masada yayılmış halde yatıyordu. Eğilip dudakların­
dan öptüm. Dili dudaklarımda gezinmeye başladığında
gülümsememe engel olamadım.
Ellerim kalçasında dolanırken, "Yemek için teşekkür­
ler," dedim. "Özellikle tatlıya bayıldım."
Tam uzaklaşmak üzereydim ki beni sımsıkı tutup kolla­
rını boynuma doladı. "Seni istiyorum."
"Bunu az önce duydum."
Yanakları kızararak, "Seni içimde istiyorum," dedi.
Her şeyini istiyorum ama şu an beni becermeni istiyo­
rum."
Sıntarak d u d ak ların a hafif öp ü cü k ler kondururken elle­
rini boynum dan çektim . "H an ım efen d i nasıl arzu ederse."
Onu orad a, m asan ın ü zerin d e becerdim . Sırtüstü, yü ­
züstü, yan y atırıp b ecerd im . Ö nce öyle sert becerdim ki
haykırışları çığlıklara d ön üştü. A rd ınd a işkence edercesi­
ne yavaş h areketlerde en derine girerek becerdim. Yanım­
da, altım da, üzerim d e param p arça oldu; onu bir arada
tutan minik p arçacıklar dağılarak en derinlerine kadar çı­
rılçıplak bıraktı. Yasaksız, kendinden geçm iş bir haldeydi
ve dokunuşlarım karşısında savunm asızdı.

361
Daha önce hiç becerm ediğim gibi becerdim onu
Ve sonra üst kata çıkarıp biraz daha becerdim
Her şey bittikten sonra üzerim izde bizi örten en ufakb
kumaş parçası olm aksızın vücudu vücuduma dolanmış bi
halde yatakta uzandık. Tenlerimiz, pencereden sü z ü le n al­
ışığının parıltısı altında terden ve tatminden ışıld ıy o rd u
O, başı göğsümde horuldayarak uyurken parmak uçlannu
dalgın dalgın çıplak sırtında gezdiriyor, sırtını kaplayan
çilleri birleştirerek görm eden şekiller çiziyordum. Yanım-
1 daki komodinin üzerinde duran telefonum çalmaya başla­
dığında kımıldamadı bile. Biri arıyordu.
Dikkatle uzanıp telefonu aldım ve ekrana baktım. Bilin­
meyen Numara. Merakla açmadan önce bir an duraksadım.
"Efendim ."
Az çok tanıdığım bir ses duyulmadan önce kısa bir ses­
sizlik oldu. Arayan, New York'un kuzeyinde mekân işle­
ten bir adamdı. "B ir konu için aramıştın ya."
"Evet."
"Onu buldum ," dedi. "O araba şu an tam karşım da.
Bir an durup Karissa'ya bakarak h â l â derin uykuda ol­
duğundan emin oldum. Sadece birkaç saat. C arm ela nın
bulunması sadece birkaç saat sürmüştü. Y ılla rca paçay1
kurtarmıştı ama artık benden kaçmıyordu.
Kocasını öldürmüştüm.
Kızını elinden almıştım.
Hayatını altüst etmiştim.
"Adresi mesaj at." .
Adam, "Elbette," dedi. "Ya., şey konusu? Ödül mese
si?" Arı.
"İstediğimi elde ettiğim anda istediğini alacak sın

laşıldı mı?"
"Anlaşıldı."
T e le fo n u kapatıp kom od in in ü zerin e k o ydum . Mesaj
Id ie in i bildiren sesi d u y d u ğ u m d a b ak m ad ım . Şu an
ö ğ ren m ek istem iyordum. B u g ü n değil. Sadece bir geceye
daha ihtiyacım vardı. Y ap m ak zo ru n d a o lduğum şeyi yap­
makz o r u n d a değilm işim gibi d avranabileceğim bir geceye
daha. Vicdanımın tem iz o ld u ğ u bir geceye daha. Çünkü
güneş yeniden doğup gerçekle y ü zleşm ek zorunda kaldı­
ğımda yapmayacağıma sö z v erd iğim şeyi yapm ak zorun­
dakalacağımı biliyordum .
Bile bile Karissa'yı üzm ek zoru ndaydım .
Annesini öldürm ek zoru n d ayd ım .
Saçlarını toplayıp yü zü n d en çekerek onu uyandırm aya
çalıştım. Yatakta dönü p, "K arissa," diye fısıldayarak hafif­
çe sarstım. "U yan, aşkım ."
Uyanıp gözlerini açtı. Birkaç kez göz kırparak bana bak­
tı. Dudaklarında uykulu bir gülüm sem e belirdi, yüzü mut­
lulukla kaplandı. C ehaletin m utluluğu. Bunun nasıl bir his
olduğunu biliyordum . Ve şu an ona imreniyordum.
Kendim için de tekrar aynı şeyi istiyordum.
Uykudan çatallaşm ış bir ses tonuyla, "Sorun ne?" diye
sordu. Güzel vücudunun tadını çıkarabilmek için onu ha­
fifçe kaydırarak, "H içbir şey," dedim. "Kesinlikle bir sorun
y°k. Nasıl olabilir ki? Sen varsın."
bunun m ü m k ü n o ld u ğ u n u d ü şü n m em iştim am a bir-
den ışıl ışd g ü lü m sed i. K ollarını b an a d olayıp öpm ek için
kendine d o ğ ru çek erk en bacak larm ın araşm a girdim .
Halihazırda sertleşm iştim . Bir kez dah a.
N efes alışını d u y acak k ad ar sım sıkı sarılarak yavaşça
içine girdim . T ü m b eden im i bir haz dalgası kapladı ve tit­
reyerek bu rn u m u ılık boy n u n a soktum .
Bu kez onu becerm ed im .
Yap am ad ım .
Y apm ak istem edim .

363
Bu öğleden sonra onun yaptığı gibi içimdeki her şeyj
serbest bırakarak onunla seviştim. Uzanabildiğim her yere
yumuşak öpücükler kondurdum, onu ne kadar sevdiğimi
fısıldadım, hafif dokunuşlarla tenini okşadım. Burnumu
buruna dayayıp gözlerinin içine bakarak masumiyetini içi­
me çektim.
"Sende bir şey var/' dedim alçak bir sesle. "Uzun za­
mandır aradığım bir şey."
Gülümsemesi azaldı, yüzünde üzüntülü bir ifade belir­
di. "Bu sözleri daha önce de duydum."
"Duyduğunu biliyorum." Yurttaki odasında geçirdiği­
miz gece aynı şeyleri söylemiştim. "Ama artık bunun ne
olduğunu buldum, Karissa. Ve yok olmasına izin verebile­
ceğimden emin değilim."
Uzandı ve alnıma düşen bir tutam saçı okşadı, sonra
yüzümü tuttu. "O zaman verme."
19. BÖLÜM

Eğer bir adama zarar verilecekse bu öyle şiddetli yapılmalıdır ki,


sonradan intikamından korkmak gerekmesin.
Prens'te n b ir a lın tı o l a n b u s ö z h e r z a m a n e n s e v d i k ­
lerimden biri o ld u . K e n d im i b i l d im b ile li b ü t ü n h a y a t ı m
boyunca bu d o ğ r u ltu d a y a ş a d ı m . B u , d e n e y i m l e , k a n a s u ­
samışlıkla v e k a n d ö k m e ile ö ğ r e n i l m i ş b ir d e r s t i . B u , b e n i
sağ tutan, b irço k k işiy i ise ö l ü m e g ö t ü r e n b i r d e r s t i .
Eğer birine z a r a r v e r e c e k s e n ö lü m c ü l o ls u n .
Y a r a la m a . Ö l d ü r .
Y ü rü y ü p g itm e le rin e iz in v e r m e .
Bu, ana v a ta n ım d a k i in s a n la rın h a y a tta k a lm a la r ın ı s a ğ ­
layan bir k a n u n d u ... B ir a d a m ı ö l d ü r ü r s e n b ü tü n a ile s in i
de öldür. Ö k sü z k alm ış o ğ la n ç o c u k la r ı b ü y ü d ü k l e r in d e
intikam peşinde k o şan a d a m la r o lu r la r. D u l k a lm ış k o c a l a r
eninde sonunda kan a k ıtm a k için g e lirle r.

36 5
W atertow n 'a sad ece birkaç kilometre uzaktaki Dexter-ln
bu küçük kasabasında bir kez daha arabada oturuyordUrn
M achiavelli'nin klasik kitabı kucağımda açık duruyordu
karanlıkta su dan etkilenm iş ve bükülmüş sayfalan çevj
riyordum . Bu sabah telefonum a bakıp Watertwon'daki ç
çekçi dükkânının bildik adresini gördüğümde gözlerime
inanam am ıştım .
G örünen o ki C arm ela yuvaya geri dönmüştü.
N edenini m erak ediyord um . Aslmda birkaç teorimvar­
dı. Ya K arissa'm n annesini arayacağı tek yer burası oldu­
ğundan ya da C arm ela'n ın gidecek başka bir yeri olmadı­
ğından bu raya gelm iş olabilirdi. Am a bence sebep biraz
daha karm aşıktı. Belki de başm a ne geleceğini biliyor ve
bu olduğun da kendi koşullarında olmak istiyordu.
Burada avantaj ondaydı.
Ya da o öyle sanıyordu.
A ğaçların arasınd an evi görebiliyordum. Jeep VVaggo-
eer, bütün kapılan kilitli bir halde kasabadaki dükkânda
terk edilmişti. Buraya dönüp dönmeyeceğinden emin de
ğildim am a bu civarda bir yerlerdeydi ve gece başka nere­
ye gidebileceğini bilm iyordum .
Parası yoktu.
H iç arkadaşı yoktu.
Onu çoktan bu rad an kaçırmış olduğumdan dolay
m uhtem elen buraya bakma zahmetine girm eyeceğim i dü­
şünüyordu.
Bir süre daha oyalandım . Bir yandan kitabın kapağa
vurup bir yandan evi gözleyerek biraz daha zaman geç>r'
dim. H er yer sessiz ve karanlıktı; terk edilmiş görünüyor
du. Tam ikinci kez değerlendirm eye başlıyordum ki bahç«"
de bir hareket gördüm . Gölgeler kımıldadı, otlar sallandı
ve saniyeler sonra hafif bir havlama sessizliği bozdu.
K atil.

366
Evin ön kapısı çok hafifçe aralanıp kü çük köpek hızla
dalarken dikkatle izledim . H er yer tekrar sessizleşti-
^nde bir so n raki adımımın ne olacağını ölçüp biçerek bir
5Üredaha kapıya bakmaya d evam ettim .
Torpido gözüne uzanıp k ü çük kalibreli tabancayı çıkar­
d ım . İkinci kez kontrol edip dolu o lduğun dan emin oldum .
Arabamdan inip etrafım ı kolaçan ederek ağaçların ara­
sında yürümeye başladığım da neredeyse gece yarısıydı.
Köpek tetiklemediğine göre dışarıda sensörlü lam ba yok­
tu. Hatta bence evde elektrik bile yoktu.
Bu, işimi zorlaştırıyordu.
İnsanlar onları çevreleyen sesleri kanıksalar. O kadar
doğal hale gelmişlerdir ki duym ayız bile. Hatta kesildik­
lerinde eksikliklerini hissederiz. Bilinmezi gizlerler ve bu
koruma olmadan her gıcırtı, her uğultu tehlikeli ve garip
gelir.
Eve yaklaşıp yan tarafına doğru yöneldim. Daha önce
Karissa ile gelmiş olduğum dan konumunu hatırlıyordum,
kısa bir süre önce anlattığı hikâyeyi anımsayarak eski ya­
tak odası penceresinin olduğu tarafa doğru yürüdüm. An­
nesinin pencereleri çivileme alışkanlığı vardı ama Karissa
buna karşı çıkmış ve kendi odasındakilerin çivilerini çıkar­
mıştı.
C arm ela'nın b u n u fark etm em iş olm asını um arak pen-
cereyi açm ayı denedim . Ç ok az bir çıtırtıyla kolayca açıldı,
kendimi yuk arı doğru çekip dikkatle içeri girdim . Ayakla-
rım ahşap zem ine çarptı. Bir süre durup gözlerim in boğu­
cu karardığa alışm asını bekledim .
Ö lüm sessizliği vardı.
Gözlerim karanlığa alışır alışm az ayağa kalktım ve ta­
bancayı sımsıkı tutarak kapıya doğru yürüdüm . Kapalı de­
ğildi. H atırladım . Karissa'nın yatak odasının mandalı her
zam an bozuktu.

367
Carm ela'm n yatak odasına doğru ilerledim. 0 lyj
yavaş adım atıyordum ki çıt çıkmıyordu. Kapı kapalıya
Tokmağı tutup çevirdim.
Kilitli değildi.
Sakinleşmek için derin bir nefes aldım. Acaba Johj^
de böyle mi yapmış, gece yarısı evime girdiğinde ve kanniı
öldürdüğünde böyle mi hissetmişti? Yatak odasının kapı-
smda duraksamış m ıydı? Bir an için bile olsa vazgeçmeyi
düşünmüş m üydü?
Yoksa içeri girip o silahı ateşleyerek hayatımı mahvet­
mek onun için çok m u kolay olmuştu?
Bu düşünceleri kafam dan uzaklaştırıp tokmağı çevir­
dim ve iterek kapıyı açüm . Berbat bir gıcırtı çıkardı. Ben
ışık hızında hareket ederken etrafımdaki dünya ağır çe­
kimmiş gibi görünüyordu. Ses yankılandı, beni çevreleyen
her şey berraklaştı.
Bir köpek hırladı, yatak kımıldadı.
Carmela dimdik oturdu.
Bir saniye geçti.
O tanıdık yüze, korku dolu gözlere baktım.
Bütün yaşanmışlıklar gözlerimizin önünden geçti. Anı­
lar ve bütün o kaçan fırsatlar... Neler olabileceğine dair dü­
şünce seli.
Olabilirdi ama asla olmayacaktı, çünkü çok geçti.
Fırsat kaçmıştı.
Tabancamı kaldırdım.
Bir saniye daha.
Tetiği çektim.
BAM
Tek bir kurşun Carm ela'm n kafatasım delip geÇd ve
onu anında yere yığdı. Onun hissettiğinden daha uzui1
süre duraksamıştım.

368
H ırlam a öfkeli bir havlam aya dönü ştü. Silahı çevirip
^peğe nişan aldım. Kulaklarını geriye yatırarak dişlerini
vahşi« çıkardı ve koruyucu bir tavırla ban a doğru gelm e­
yebaşladı. Eldivenli parm ağım tetikteydi.
D e n e d im .
D e n e d im .
Bunu yapmayı, o lanet olası tetiği çekm eyi gerçekten de­
ttim Ama yapamadım.
Yapamıyordum.
Silahı düşürünce, "Siktir," diye kendi kendime küfret­
tim. Metalin zemine çarparken çıkardığı tangırtı köpeğin
kısa bir an sinmesine neden oldu. Hafifçe sızlandı, sonra
korkmuş ama koruyucu bir halde tekrar hırlayarak ön ka­
pıya doğru yöneldiğimde peşim den geldi. Kilidin zincirini
Çikanp kapıyı açtım; köpek dışarı koşsun diye açık tuttum
ama o geri çeküerek antrede kaldı.
Onu orada bırakmayı düşündüm .
Neredeyse öyle y a p ıy o rd u m .
Ama yapamadım.
Bir kez daha yapam adım .
Kafamın içinde Karissa'nın sesi yankılandı.
Karissa, bu h ayvan ı seviyord u .
O masumdu.
Ani bir kararla eğilip köp eği yak alad ım ve benim le dı-
şan çıkması için sü rükledim . H avlıyor, kıpırdanıp d u ru ­
yor, çıldırmış bir hald e elim den kurtulm aya çalışıyordu.
Tutuşumu gevşettiğim anda dişlerini göstererek kelimenin
lam anlam ıyla şaha kalktı ve kolum un ön tarafım ısırdı.
Acı bütün kolum a yayıldı ve içgüdüsel olarak onu bı­
raktım. K ahretsin. K öpek yere çarptı. Koşmasını, kaçm a­
sını bekledim am a öylece durup daha fazla hırlam aya baş­
ladı.

369
Başımı sallayıp acıyı g örm ezd en gelerek yapman, gere.
keni yaptım . Bir anda harekete geçip evin verandasını ate-
şe verdim . Yangının yayılm asını seyrettim. Düşüncelerin,
o radan o raya sürükleniyordu. İçimi garip bir duygusu^
kaplamıştı.
Ö lüm ü izlem enin etkisi saatlerce sürer, parmak uçlar®
karıncalanır, kalbim deli gibi çarpar, sakinleşmeye çalışır-
ken bütün kaslarım seğirirdi. A m a bugün hiçbir şey yoktu
Coşku yoktu.
Adrenalin yoktu.
Hiçbir şey.
Kalbim deli gibi atm ıyo rd u . İçim de hayat yoktu.
Karissa benim hakkım da haklıydı.
Şu an tek h issettiğim kolum daki zonklama ve açık yara­
dan akan kandı.
O köpeğin beni ısırdığına inanamıyordum.
Onun hayatım k u rtarm ıştım . Bana böyle mi teşekkür
etmişti?
Alevler bütün evi k ap layan a k adar bekledim, sonra ora­
dan uzaklaştım . K öpek hırlayarak ve gözdağı vererek ara­
baya kadar arkam dan geldi. Oyalanacak, kaybedecek za­
manım yoktu. Biri alevleri g örü p yardım çağıracaktı. Onlar
geldiğinde bu rad a o lm am am gerekiyordu.
Bu civardaki kim senin benim varlığımdan haberi olma
malıydı.
A rka kapıyı açarak köpeği yakalayıp beni ısırması112
fırsat verm eden arka koltuğa attım.

Dr. Carter yine y an uykuluydu. Ön kapıda durmu ^


lerini hızlı hızlı kırparak verandadaki loş ışıkta ban
yordu. "B ir tane daha m ı?"

370
Sesi çatal çataldı, in a n a m a z b ir to n v a rd ı.
Beni bu kadar kısa sü red e görm eyi beklemiyordu.
L eş sayımın arttığını d ü şünü yordu .
Öyle olduğu kesindi am a bu seferki için ona ihtiyacım
yoktu. Tıpkı Johnny'yi öld ü rd ü ğü m zam an ihtiyacım ol­
madığı gibi. Ray kanıt isterdi; adaletin yerini bulduğuna
dair somut bir karat.
Carmela'ran b u lu n m a s ın ı isterd i.
Başımı iki yana sallayarak göm leğim in kolunu yuka-
n çekip ona ısırığı gösterdim . K an kolum dan akıyordu.
Gömleğime sızdığını, bem beyaz göm leği koyu kırmızıyla
lekelediğini hissedebiliyordum .
Doktor, eliyle girm em i işaret ederek, "İçeri gir," dedi.
Telaş içinde etrafa baktıktan sonra kapıyı kapattı. Yere kan
damlatmamaya çalışarak peşinden koridoru geçip mutfa­
ğa girdim.
Bu onun eşyalarını um ursadığım dan değildi.
Arkamda kendimle ilgili bırakmak zorunda olduğum­
dan fazlasını bırakmak istemediğimdendi.
İlk kez yaram ı dikmiyordu ve son da olmayacaktı. O
tepe lambasını açıp işiyle ilgilenmeye başladığında mutfak
kasasının sandalyelerinden birine oturdum. İhtiyaç olanın
oı azını, yani sadece bir iğne ve biraz iplik alarak malze­
melerini topladı.
Kendim de yapardım am a dikmeyi beceremiyordum.
Biliyordum.
Denemiştim.
"B ir m ik tar anestetik alm am g erek ," diye h om u rd an a­
rak kapıya yöneldi am a u zanıp kolunu tutarak onu du r­
durdum . Telaşlı bakışları ön ce onu tuttuğu m yere indi, ar­
dından gözlerim in içine baktı.
"B oş v er," diyerek onu bıraktım . "Elindekilerle yap."
" E m i n m is in ? "

371
"O lm a sa m sö y le m e z d im ."
Başım sallay arak kanı tem izledi ve yarayı dezenfekte
etti. Oksijenli su d aire biçim ind eki yarayı çevreleyen kii
çük y arık lara sızd ığ ın d a çok kötü yaktı. Diş izlerini göre-
b iliy o rd u m , ten im d e tanıd ık biçim de anında morarmıştı.
V eteriner, işe k o y u lm a d a n ö n ce yarayı dikkatle inceledi,
İğn e b attığım n ered ey se fark etm edim .
İlk dişi atark en , "B u g ece b ir köpekle mi kapıştın?" diye
sordu.
"B u n u n ü z e rin e v azife old u ğ u n u sanmıyorum."
"H ak lısın , d e ğ il," diye m ırıld andı.
E n b ü yü k y a rığ a d a birkaç dikiş attı ve işini bitirip da­
ğınıklığı to p lam ak için m a sa d a n uzaklaştı. "En son ne za­
m an tetan o s aşısı old u n , V itale?"
"S en b en den d ah a iyi bilirsin."
D urup bir sü re d ü şü n d ü . "Bağışıklık güçlendirin bir
şey alsan iyi olur. Sad ece korunm ak için."
"H iç u m u ru m d a d eğ il."
"O lm ası gerek. T etan o s..."
"Ş u anki en kü çük so ru n u m ."
"Peki, en azınd an sana antibiyotik vermeme izin ver."
"B o ş v e r," dedim . "N asıl olsa içmeyeceğim."
Başını iki yana sallayarak bana döndü. Artık tamamen
uyanıktı. H uzu rlu bir uyku şansını kaybettiğinin farkın­
daydı. "H â lâ hayatta olm an bir m ucize. Biliyorsun, değil
m i?"
"B iliyorum ," diyerek ayağa kalktım. "Şimdi gitmem ge-
rek."
Daha fazla gereksiz özen göstermesine fırsat verm eden
oradan ayrılıp arabam a doğru yürüdüm . Arka k oltu k ta k i

köpeğin hâlâ bana hırladığını görünce durdum.


Bakışlarım Carteriın durm uş beni izlemekte o ld u ğ u ka­
pıya çevrildi. Elimle arka koltuğu göstererek, "B u n u n la il

372
gili y a p a b ile c e ğ in bir şey v ar m ı?" dedim.
Gözleri kocam an açıldı. "K öpekle mi?"

"Evet."
"Kast ettiğin..." D ön üp arka bahçeye baktı. "Bunu yap­
mamı istemiyorsun... değil m i?"
Kekelemesi bir kahkaha atm am a neden oldu.
"Onu öldürm eni söylem iyorum /' dedim. "Sadece bir
şey yapabilir m isin diye soruyorum . Ben her şeyi ayarlaya-
j na kadar arkaya bağla. Geçici bir süre."
I Arka kapıyı açıp köpeği saldım. Carter'm herhangi bir
j şey söylemesini, hatta onunla ilgilenmeyi kabul etmesini
j bile beklemedim. Bir kez daha dönüp bakmadan oradan
j aynlmak üzere arabaya bindim.
| Brooklyn civarına vardığımda güneş doğmak üzereydi.
| Ufukta hafif bir ışık boylu boyunca uzanıyordu. Çok yor-
| Sun ve gergindim. Keşke bir şeyler daha hissedebilseydim.
| Uk işimin onu temizlemek olacağını bilerek arabayı ga-
j ra)a Çektim ve gereken malzemeyi almak için içeri girdim.
I bir havlu, çam aşır suyu ve köpek tüylerinden kurtulmaya
| yarayacak bir şey. Anıları temizleyecek bir şey.
bu iş bittikten sonra rahatlayacağımı düşünüyordum,
i Omuzlarımdaki yükün kalkmış olduğunu hissetmeyi
bekliyordum
Ama eve girip mutfaktaki endişeli Karissa ile yüz yüze
gelince hissettiğim tek şey üzerime daha da ağır bir yükün
Çökmesi oldu. Gözlerindeki endişeyi... nerede olduğum
endişesini... dün gece ne yapmış olabileceğim endişesini
görünce göğsümün sıkıştığım hissettim.
Hayal bile edemezdi...
"Dönmüşsün," dedi. Sesi aslında kendi kendine konu­
şuyormuş gibi alçak çıkmıştı.
Yine de cevap verdim. "Sen de erken kalkmışsın."
"U yuyam adım ."
"B en d e."
Yanağına fazla o y a la n m a m a n ed en olm ayacak biçimde
hafif bir öpücük k o n d u rd u m v e ü s t kata çıktım. Kıyafet­
lerimi çıkardım v e K arissa b u lm a d a n gömleğimi atmayı
zihnime kazıyarak hep sini kirlilerin arasın a koydum. Ban­
yoya gidip du ş ald ım v e ü z e rim e tem iz bir şeyler geçirip
aşağıya indim.
Sadece birkaç dakika sü rm ü ş tü .
Karissa hâlâ m u tfak tay d ı.
M akinede dem len en k ah v en in koku su mutfağı kapla­
mıştı. Yarandan geçip b u z d o la b ın d a n bir şişe su aldım.
"E ğ er b ana ihtiyacın o lu rsa g a ra jd a olacağım ," dedim.
"N e y apacak sın?"
"Arabayı tem izley eceğ im ."
"D aha yeni te m izled in ."
Ne söyleyeceğim i b ilm ed iğ im d en cevap vermeye ça­
lışmadan garaja d ö n d ü m . B ir y a ra m beni takip edeceğini
söylüyordu am a y ap m ad ı.
Kendi rahatlığım d an ted irg in o ld u m . Onun etrafımda
olmasını ne k ad ar sev iy or o lsam d a gözlerine baktığımda
bu zam ana kad ar h issetm ed iğ im b ir şey hissediyordum .
Çok uzun süredir h issetm ed iğ im bir şey...
Pişmanlık.
Şimdiye dek hiçbir şey için pişm an lık duymamışım.
Ve bundan sonra d a d u y m ak istem iyordum .
20. BÖLÜM

Dexter, N ew Y o rk 'ta on yıldan uzu n süredir cinayet işlen­


memişti. N e bir ku ndaklam a olm uştu ne de bir saldın. Bu
küçük toplum un g örd ü ğü tek su ç hırsızlıktı am a bir gece
ben her şeyi altüst ettim .
Olay, Watertown Daily Times'm ön sayfasındaydı.
Kasaba sakinleri yaşanan vahşet karşısında şok olm uş-
•ardı.
İki gün sonra elim de gazeteyle Cobalt'a gittim. Kelvin,
yanından geçerken başım eğm eye gerek duym adan me-
raklı gözlerle bana baktı. Ray'in yüksek ve öfkeli sesinin
kulüpte yankılandığım duydum . Bir şey onu çok kızdır­
mıştı.
Sanınm çok ama çok mutlu olmak üzereydi.

375
Bağırış arkadaki ofisten geliyordu. Barda durup sakin-
leşmek için bir bira aldım ve bir fırt çektikten sonra ofise
yöneldim. Kapıyı çaldım , sesi du yu nca homurdanması
kesildi ve ardından sinirli bir ifadeyle, "Biri geldi. Gelenle
ilgilendikten sonra seni a ray acağ ım ," dedi.
Açıkça belli olan öfkesi karşısında istemsiz olarak mi­
dem sıkıştı am a dıştan en ufak bir sıkıntı belli etmiyordum.
Odayı boydan boya geçip kapıya doğru gelişini duydum.
Sinirli bir şekilde, "G eçerli bir sebebin yoksa yandın," diye
bağırarak kapıyı hızla ardına k ad ar açıtı.
Karşısmda beni g örü n ce y ü zü n d e şaşırmış bir ifade be­
lirdi. Beni görm eyi bek lem iyord u.
"Vitale," dedi. "B en d en istediğin bir şey mi var?"
Gazeteyle geniş g öğsü ne hafifçe vurarak, "Hayır," de
dim. "Ama senin benden istediğin bir şey vardı."
Bu davranışım dan rah atsız olduğu açıkça belliydi yine
de kendini dizginledi ve g azeteyi alarak ön sayfaya bakh.
Davet beklemeden yanınd an geçip içeri girdim ve masası­
nın karşısmdaki koltuklardan birine oturdum.
Kapıyı kapatıp arkam da dolanarak, "Perdio!"' diye ba­
ğırdı. "Sen yaptın, değil m i?"
Trafikte beklerken haberi okum uştum . Ne yazdığım
tam olarak biliyordum . Polis, vurulm uş ve 06x16^ ^
eski evde yanm ış bulunan kadın cesedinin kimliğini araş-
tm yordu. Haberin hiçbir yerinde adı geçmiyordu ama kim
olduğunu bulmaları an m eselesiydi.
Yanımdan geçip kendini koltuğuna atarken hayrat
dolu bir sesle bir kez daha, "S en yaptın," dedi. Gazeteye
bir göz attı, sonra gözlerim in içine baktı. "G erçekten -
yaptın."
Cevap verm edim .
Gerek yoktu.

* Aman Tanrım! -çn

376
I
|
M utluluk dolu kahkahası hiçbir söze gerek olmadığını
açıkça belli ediyordu. G azeteyi m asasının üzerine fırlatıp
arkasına yaslandı ve gözlerini bana dikti.
"D ü rü st d avranacağım , V itale," dedi. "Bunu yapacağını
san m ıy o rd u m . Artık yum uşad ığın ı, bu işi halledemeyecek
kadar zayıf biri haline geldiğini düşünüyordum gerçekten.
Okız senin içine işledi. Seni bozduğunu düşünüyordum...
Kim olduğunu, ned en b u rad a olduğum uzu... O ailenin ne
yaptığını unuttuğunu san ıyordum . Senden ne çaldıklarını
da. O kızın sana bunları un utturduğunu sanmıştım ama
şimdi düşünüyorum d a belki de hiçbir zam an unutma­
dın."
"Asla unutm adım ."
Ray bir kez daha gazeteye baktı. "Ve affetmedin de."
"Elbette affetm edim ," dedim . "Olanlarda affedilecek
bir şey yok. İhanetlerinin bedelini ödediler, böylece artık
bu iş bitti. Hallettim. Bitti."
Söylediklerime cevap verm eden dikkatle bana baktı.
Endişeden m idem sıkıştı. Bir süre sonra bakışlan yeniden
gazeteye kaydı, parm aklarını eski ahşap masaya vurmaya
başladı.
"Biliyorsun kısa süre önce şu dedektifle sorun yaşa­
dım," dedi. "Jam eson denen şu pislikle."
"Ben de. D urm adan soru soruyor."
"Evet, ama bu kez bir şeyler biliyor. Bilmemesi gereken
Şeyler. Birleştirmesi m üm kün olamayan noktalan birleştir­
di- Belki sen farkında değilsin ama birinin çenesi düştü ve
bu hoşuma gitmiyor. Rahatsız edilmek hiç hoşuma gitmi­
yor. Sana güvenmemin nedenlerinden biri de bu, Vitale.
Sen her zaman onlan benden uzak tuttun. Ama artık işe
yaramıyor. İşe yaram ıyor, çünkü aramızda bir köstebek
var."
"Kim olduğu hakkında fikrin var mı?"

377
Sert bir ifadeyle bana b aktı. "B irk aç ay önce senin sevgi­
lini aldılar, değil m i? O nlarla polis m erkezine gitti."
Bütün vü cu d u m a ben zin d ö k m ü ş ve karşım da bir kibrit
yakm ış gibi hissettim . B ed en im i saran buz gibi gerginlik
kalbimin sıkışm asına n ed en o ld u . Ö fkeden midem kayna,
m aya başladı. Söylediklerini k afam ın içinde tekrar tekrar
çevirerek dik dik o n a b ak tım . A ğ z m d a n çıkanlara inana-
m ıyordum .
İma ettiği şeye in a n a m ıy o rd u m .
O m uzlarım ı d ik leştirip o tu rd u m ve bu konuşmanın git­
tiği yerden h o şn u t o lm a y a n b ir ifad ey le biramı ona dognı
kaldırdım . "G erçek ten k ast e tm e d iğ in şeyleri söyleme.’
Bir yudu m alıp g ü çlü k le y u ttu m . "B a z ı şeyler geri alına­
m az, Ray. Bu y ü z d e n seni u y a rıy o ru m ..."
"B eni u y a rıy o r m u s u n ? "
Bir kez d a h a ," Seni u y a r ıy o r u m ," dedim . "Gerçekten
kast etm ediğin şeyleri s ö y le m e ."
Sustu.
O dad a g ergin, b o ğ u cu b ir sessizlik hâkimdi.
Bir süre so n ra başını çe v irip çalışm a masasının çekme­
cesini açtı ve b ü y ü k s a n b ir z a r f çık ard ı. Zarfı açmadan
önce bir an d u rak sad ı. İçin e b ak tı, so n ra içindekileri çıkanp
görebileceğim b içim d e k ald ırd ı. B ak ışlan m gösterdiği
kaydı ve fotoğrafı g ö rü n c e g e rild im ... Karissa'nın yanında
D edektif Jam eson ile p o lis m erk e z in in dışında durduğunU
gösteren fotoğrafı.
H ayır.
Asla m ü m k ü n değil.
Bunu y a p m a m ıştır.
O nlarla k o n u şm am ıştır.
N e herhan gi bir şey h ak k ın d a.
N e de benim h ak k ım d a.
İmkânı yok.
Ray, o fotoğrafı m a s a y a atıp bir tane daha d

378
5onra bir tane daha... Ve bir tane daha. H er birini bir ön­
ekinin üzerine atarak d evam etti. Bir düzine, belki daha
da fazla. Saymayı bıraktım . Bakm ayı bıraktım. Gözlerim
Ray'inkilerle buluştu. H alinden m em nun görünmüyordu.
En ufak bir tatm in d u yg u su sezm edim .
Aksine bakışlarında acım a dolu bir ifade vardı.
Acıma.
Siktir et acım asını.
"O böyle bir şey y ap m az," dedim. "Bir yanlış anlama
var."
Ray hiçbir şey söylem eden telefonu kaldırıp bir numara
çevirdi. Karşıdaki cevap v erir verm ez, "Bir dakika buraya
gelir misin?" diye m ırıldandı.
Kısa bir süre sonra kapı çalındı. Açıldı ve içeri Kelvin
girdi. Gergin bir ifadeyle bir bana bir Ray'e baktı, sonra ba-
kışlannı patronuna çevirdi. "B uyurun."
Ray fotoğrafları işaret etti. "Bu bir yanlış anlamama
mı?"
Kelvin, hiç tereddü t etm eden, "H ayır, efendim," dedi.
Onu evden polis m erkezine kadar takip ettim... Orada
otuz ya da kırk dakika kaldı, sonra dedektifle birlikte dışa-
n Çıktı. Binanın önünde bir süre durdular, yanılmıyorsam
**Ş dakika kadar. Konuştuklarının çoğunu duyamadım
atr|a dedektif yeni bir şeyler öğrenirse tekrar gelmesini
söyledi."
Kelvin konuşm asını bitirir bitirmez Ray kapıyı işaret
etti ve Kelvin anında dışan çıkıp bizi yalnız bıraktı.
"O nu takip ettirdin," dedim. "Bu adamı peşine taktın."
Ray, "Senin yapm am ış olmana şaşırdım," diye karşılık
yerdi. Ses tonunda en ufak bir pişmanlık duygusu yoktu.
'Birine bu kadar güvenmek sana göre değil. Neyse ki ben
°Vuna gelmedim. Bu kızın damarlarında Rita kanı dolanı­
yor. Sana söylediği şeylere nasıl inanabiliyorsun? Armut
dibine düşer, Vitale."

379
Başımı iki yana salladım . Buna inanmıyordum. İnana
mazdım. Karissa beni sırtım dan vurm azdı. Beni ele ver­
mezdi.
Bunu yapm azdı.
Beni seviyordu.
Ray, fotoğrafları topladı v e zarfa geri koyup benim önü­
m e doğru itti. "Al, sende kalsın. H ediye olarak kabul et.
Bana artık lazım değiller."
Dönüp onlara b ak m ad ım . G öz tem asım bozmadan, "Ne
yapm am ı bek liyorsun ?" diye so rd u m .
Ray, arkasm a yaslanarak, "H içb ir şey," diye cevap ver­
di. "O nu ister sev ister terk et. U m u ru m d a değil. Artık
bir önem i yok. Bu işin bittiğini söylem edin mi? 0 zaman
bitmiştir. Sana onu ö ld ü rm en i söylemeyeceğim . Bundan
sonra olacaklar san a kalm ış. Senin sorunun. Ne yapman
gerekiyorsa onu y a p ."
Zarfı m asad an alıp a y ağ a kalktım ve başka hiçbir şey
söylem eden dışarı çıktım . G arso n u n y arandan geçerken şi­
şeyi elindeki tepsiye k o y d u m . K elvin, Cobalt'm girişindey-
di, ona d o ğ ru yaklaşırken m e ra k do lu gözlerle bana baktı.
H içbir şey sö y lem ed en y an ın d an geçip gideceğimi düşü­
nü yordu. Bu y ü z d en y ak asın a yapışıp onu duvara bız'a
çarptığım da hazırlıksız y ak alan d ı. Bir an nefesi kesil*
Sonra gözleri korku için d e hızlı hızlı nefes almaya başa
"Sakın ona y a k laşm a," d ed im . Sesim alçak bir hırıltı
çıkıyordu. "B ir kez d ah a o n a y aklaştığını görmeyeceğ”11
"A m a ben... Y ani... B u n u y a p m a m ı o emretti.
"U m u ru m d a d eğ il," d ed im . "O n u takip etm ed ig *^
isterse seni ö ld ü rsü n . A m a e ğ e r seni Karissa'nın bü
m etre yakınm da g ö rü rse m g eb ertirim . Anlaşıldı mı-
"E v et, e fen d im ." Sesi titriy o rd u . "Anlaşıldı-

380
i
| Karissa m utfaktaydı.
i Tıpkı bir heykel gibi h a re k e ts iz bir şekilde kapı eşiğinde
dikildim. Yine y em ek y a p ıy o rd u . Y em eğin kokusu o kadar
! yoğundu ki m idem in çalk alan d ığ ın ı hissettim .
Bu, açlıktan değildi.
Bulantıdandı.
İçeri girdiğim i d u y m a m ıştı, o ra d a dikildiğim i henüz
fark etmemişti. B u , o n u g özlem lem ek için bana zam an
kazandırdı. R a h a t g ö rü n ü y o rd u . H atta m utlu. Y üzünde
gülümseme, elind e b ir ısp atu lay la ocağ ın önünde dolanıp
duruyordu. Sahip o ld u ğ u m u z , y aratm ak ta olduğum uz
Şeyden gurur m u d u y u y o rd u y o k sa sırf ben ortalıkta ol­
madığım için şu a n m u tlu m u y d u bilm iyordum .
içindeki delile in an m ak istem ed iğ im zarfı sımsıkı tu tu ­
yordum. O na b a k ark en ken d im i ikiye bölünm üş, sadaka­
time ihanet e d ilm iş gibi h issed iy o rd u m . Köstebekler ölür.
Bu, her zam an b ö y le o lm u ştu r. Bu tü r gevşek ağızlar gem i­
den atılm adan ö n ce ağ ız la n sım sıkı dikilir.
Bu sefer d e h içb ir istisn a yoktu.
Olam azdı.
0 neden hep benim istisnaîn oluyordu?
Bu fotoğraflardaki görüntülerin çok daha azı yü zü n ­
ü n bir sü rü insan ö ld ü rd ü m . Sırf polise ötm e ihtim alleri
yüzünde u y k u la n n d a boğazlarm ı kestim . A m a onu öldür-
me' hatta o n a ufacık bir zarar verm e düşüncesi bile canım ı
yakmaya y etiyo rd u . Bıçağı kendi g öğsü m e bile saplayabi-
lir/ ellerim le kalbim i söküp çıkarabilir ve son atışım sey re­
debilirdim. U zu n sü redir ona bağland ığım k ad ar kim seye
^ağlanm am ıştım . Bu bağlılık, geçen sefer beni d u yg u sal
°'arak öld ü rm ü ştü . Bu kez sonuç fiziksel ölüm olabilirdi.
Çünkü R ay'in sınavından kalm ak kötü no t alm ak anla­
mına gelm iyordu.
Kesin ölüm dem ekti.

381
Johnny Rita beni öldürem ezdi am a bence Ray öldüre
bilirdi.
Ray, bütün dünyayı üzerim e yıkabilirdi.
Ve bunu yapacaktı.
Ya Karissa'nm hayatı ya da benim.
Bu, bir emirden daha zalim di.
Beni seçim yapm aya zorluyordu.
Karissa'nm ölümü benim hatam , benim tercihim, sa­
dece benim karanm olacaktı ve öm rüm ün sonuna kadar
her gün bununla yaşam ak zoru nda kalacaktım. Sabahla-
n uyandığımda orada olacaktı ve geceleri uyumaya çalı­
şırken de hâlâ orada olacaktı. Ben bir katildim. Bu etiketi
süsleyip püslemeye çalışm ıyordum . Gururla taşıyordum.
Ama bu?
Bu intihardı.
Karissa arkasını dönüp beni orad a dikilirken görünce
irkildi. Elini göğsüne bastırıp derin derin nefes almaya ça­
lıştı ve şaşkınlıktan ıspatulayı düşürdü. Bana bakakaldı;
gözlerindeki korkuyu görebiliyordum . Yüzüne bir gülü­
cük koyarak bastırmaya çalıştığı korkuyu... Zorlama bir
gülücüktü bu. Artık m utluluk ifadesi yoktu.
"Naz?" dedi. "İyi m isin?"
"Neden iyi olmayayım, K arissa?"
"Şey... Bilmiyorum." Eğilip ıspatulayı yerden a
"Sanki... hmm."
"Sanki ne?"
"Sanki keyfin kaçık gibi görünüyorsun."
Keyfin kaçık.
Bu çok kibar bir ifadeydi.
İç dünyam tam anlamıyla bomboktu. ^dav^’
"İyiyim," diye yalan söyledim. Oysa her şey 0
İyi olmadığımın farkındaydı. "Sen nasılsın? 7 gir şef
"İyi." Dikkatle bana baktı. "Gerçekten iyi misın'
mi oldu?"

382
B ir şey mi oldu? Evet, bir şey oldu. Başım ı iki yana sal­
layarak bakışlarımı zarfa k aydırdım . "B an a güveniyor m u­
sun, Karissa?"
"Hu..." Bir an d u rak sayıp ıspatulayı lavaboya koydu.
"B u n a çabalıyorum. Bana za ra r verm eyeceğin konusunda
güveniyorum. Eğer kast ettiğin buysa. A m a sana tam anla­
mıyla güvenmek konusunda... Bilm iyorum . Sanırım güve­
niyorum. Neden?"
"Sadece merak ettim ," diyerek m utfağa girdim . "Peki,
sence sana güvenm eli m iyim ?"
"Elbette."
"Çünkü güvenm eye başladım ," dedim. "Ve bu, benim
içinkolay değildi. Sana yeniden güvenm ek benim için çok
zor oldu."
"Biliyorum," diye karşılık verdi. Ses tonu sakindi. "Bana
güvenebilirsin."
"Yani bana söylem ek istediğin herhangi bir şey yok, öyle
mi?" diye sordum . "İtiraf edeceğin hiçbir şey yok m u?"
Arka arkaya sorduğum sorular karşısında kaşlarmı çat-
ü- "Hayır."
"Hiçbir şey, öyle m i?"
"Hiçbir şey." Y üz ifadesi karman çormandı. "Bunun an-
bmı ne. N az?"
Tek kelim e etm e d e n dikkatle on a baktım ve son ra zarfı
aöp elimi içine sok tu m . E n üsteki fotoğrafı çık an p onu n
görebileceği m esafey e k ad ar kaldırd ım . K ısa bir an boş
gözlerle b aktıktan sonra ne olduğu nu fark etti ve gözleri
kocaman açıldı. B ak ışlan aniden bana d ön dü. Panik için­
deydi, korku geri dön ü yord u .
G öğsüm deki bıçak g itgide daha d a derine saplanıyordu.
"B unu n ereden b u ld u n ?" diye sordu. "K im çekti?"
"K elvin. K elvin'i hatırlıyorsun, değil m i? Kulüpteki
fedai. Yanılm ıyorsam o sıralar izlendiğini hissediyordun.
Gerçekten de izleniyordun."

383
Gözleri daha da açıldı. "P eşim e birini m i taktın? Yapma
dığıru söylemiştin. Bana yalan sö y led in ."
Fotoğrafı onun y ü zü n e d o ğ ru u zatıp sallayarak duy.
duklanm a inanam am ış bir ifadeyle, "S ana yalan mı söy­
ledim?" diye sordum . "S an a güvenebileceğim i söyleyen
şendin."
"G üvenebilirsin," dedi. "G ö rü n d ü ğ ü gibi değil. Sana ne
anlattı bilm iyorum am a g ö rü n d ü ğ ü gibi değil."
"Değil mi? Ç ünkü ban a bir p olisle konuşurken yakalan­
mışsın gibi görün üyor, K arissa."
“Yakalanmadım. Öyle d eğ il."
"Değil m i? Ç ünkü ban a b u n d an sö z ettiğini hatırlamı­
yorum. Bu konuyla ilgili b an a geldiğini hatırlamıyorum."
Ocağı söndürüp ne pişiriy o rsa y arım bıraktı ve başını
iki yana sallayarak, "Ç ü n k ü y aralıy d ın ," dedi. "Tanrı aşkı­
na, Naz, yeni v urulm uştun . B aşm d a yeterince dert vardı.
Güçlü olmaya çalışıyordum ... H e m senin için hem de ken­
dim için... Bizim için. Ç aba h arcıy o rd u m , tamam mı? Ve
evden her çıktığım da, h er bir y ere gittiğim de bu dedektif­
ler etrafta oluyorlardı. Bu y ü z d e n onlarla konuştum."
"Onlarla konuştun."
"Evet, sen yaralıyken."
"Ben yaralıyken onlarla k o n u ştu n ," dedim.
"Uff, kes şunu!" diye h o m u rd an d ı. "Benim söyledikle
rimi tekrar edip du rm a. O raya gittim , çünkü bizi rahat h
rakmayacaklardı. O raya gittim çü nkü sen y aralıydın, Naz-
Vurulmuştun ve bu k onu da ne yaptıklannı öğrenm ek 15
tedim. Bunu onlara sordum , onlar da sana yardım eWe
isteyip istemediğimi sordular. Ben de ne biliy orsam an a
tim."
Öfke, bazen yakıcı d ereced e soğuktur.
Bu, alev alev bir hiddetten daha acım asızdır.
Hüzün vardır.

384
"Bildiğin her şeyi an lattın m ı?"
"Seni kimin v u rd u ğ u n u sö y led im ."
Ona doğru gidip zarfı o cağ ın yanına fırlattım ve karşısı­
na dikilerek onu te z g â h a y apıştırdım . "Beni kimin vurdu­
ğunu bilmiyorsun."
"Biliyorum," ded i. Sesi titriyordu. Kendini zor tutuğu­
nun farkmdaydım. "A p tal değilim . Senin bana bir şeyler
anlatmıyor olm an d o ğ ru la rı kendi başım a bulamam anla­
mına gelmez. Seni k im in v u rd u ğ u n u biliyorum ."
"Ve onlara sö y led in ."
"Evet," dedi. "S öy led im çünkü bu, diğer seçenekten
! daha iyiydi."
Ona bakarak, "D iğ er seçenek tam olarak neydi, Karis-
sa?" diye sordum . "B u n u gerçekten neden yaptığını söyle.
Polisle neden k o n u ştu ğ u n u anlat."
"Nedenini sana az önce söyledim ," diye karşılık ver­
di. "Eğer bu iş biraz dah a ileri gitseydi ikinizden birinin
ölümüyle sonuçlanacaktı. Ö ylece durup bunun olmasmı
bekleyemezdim. Bu y ü zd en seni annemin vurduğunu söy­
ledim onlara. O nu polise ihbar ettim, çünkü mezarda ola­
cağına hapiste olm asını tercih ederim ."
Duymak istediğim kelim eler bunlar değildi.
inkâr etm esini um m uştum .
Dört elle sarılabileceğim ufacık bir inkâr.
Duymaya ihtiyacım olan şey bunun bir yanlış anlama
olduğunu söylemesiydi.
Polisle h iç k o n u ş m a d ığ ın ı söylem esiydi.
A m a en b ü y ü k k o rk u la rım d a n birini pekiştiriyordu.
"Ya diğer zırvalık?" dedim. "Onu neden anlattın?"
"Diğer zırvalık m ı?"
"Yapma, Karissa... Az önce aptal olmadığım söyledin.
Şimdi hiçbir şeyden haberin yokmuş gibi davranma. Bir
sürü şey biliyorlar... Birisi onlara anlatmamış olsaydı asla

385
öğrenemeyecekleri bir sürü şey. Yaptıklarım ı. Belki bunları
sana açık açık anlatm adım am a senin de söylediğin gibi
anlatmama gerek yok. Parçaları tek başına birleştirebilir­
sin. O yüzden söyle bana, aşkım , onlara ne kadar canavar
olduğumdan söz ettin m i? Babanı nasıl öldürdüğümden
Profesörünü nasıl ö ld ü rd ü ğü m d en ."
Yüzünün rengi soldu.
Bunu benim yaptığımı biliyord u am a açık açık itiraf et­
memiştim.
"Bir şey söylem edim ."
"Yani onlara ailenin peşinde olduğum u söyleme
din, öyle mi? Tam irhanedeki ad am d an da söz etmedin,
Vegas'tan bizimle dönm eyen ad am d an da. Öyle mi?"
"Söz etm edim ," diye fısıldadı. "Y em in ederim."
"Ve sana inanmamı bekliyorsun, öyle m i?"
"Evet."
"Neden inanayım ?"
"Çünkü doğruyu sö y lü y o ru m ."
Daha fazlası olm adığına, h er pis detayı anlatmadığına
inanmak istiyordum am a elim deki h er kanıt ona karşıydı
ve halihazırda bir kısmını itiraf etm işti. O na inanmak isti­
yordum.
Ama bunu yapabileceğim den em in değildim.
"Ben yapm adım ," dedi. "B ild ikleri her neyse benden
duymadılar. Onlara senin hak kında hiçbir şey anlatma­
dım. Sadece seni annem in v u rd u ğ u n u söyledim. Heps
bu. Yemin ederim. Bütün bu nlar so n a ersin istedim. Baş
ka birinin daha ölmesini istem edim . Annem i tutuklarla^
güvende olacağını d ü şünd üm . İkinizin de hayatını kurtar
maya çalışıyordum."
Geriye doğru bir adım atıp acı acı gülerek, "Ve bu sür*-
te bir kez daha kendi hayatını tehlikeye attın," dedim
almak, düşünmek için biraz yalnız kalm am g e re k iv o

386
Ellerimi saçlarım da g e z d ir ip h ü s r a n için d e h o m u rd a n a ra k
içimde kabaran s a ld ır g a n lığ ı b a s tır m a y a çalıştım . "K ö s te -
beklik yapan in s a n la ra n e o ld u ğ u n u b iliy o r m u su n ? O n ­
lara ne y ap tığ ım ızd an h a b e r in v a r m ı? K ah retsin . A v u k at
istemen g erek ird i... Y a p m a n g e re k e n b u y d u . A ğ zım sıkı
tutsaydın bir sü re s o n r a se n i r a h a t b ıra k ırla rd ı. O ad am
var ya? Jam eson . B e n u m u r u n d a d e ğ ilim . N e ann eni ne
de seni u m u rsu y o r. H iç b ir ş e y u m u r u n d a d eğ il. Y ap tığ ın
tek şey onun ş ü p h e le rin i d o ğ r u la m a k o ld u . D ev am etm ek
isteyeceği bir g e re k ç e v e r d i n o n a . Y a rd ım ın d o k u n an tek
adam o."
"Amacım b u d e ğ ild i..."
"Bunun h iç ö n e m i y o k ," d iy e r e k sö z ü n ü k estim . "İn a n ­
madığın şey leri s ö y le m e . K a ç k e z sö y le d im b u n u san a?
Ha? Am a sen s ö y le d in v e ş im d i s o n u ç la n n a k atlan m ak z o ­
rundasın. Ve b e n d e ..."
Sorarken sesi titr iy o r d u . " S e n d e n e ? "
Sorusuna c e v a p v e r m e d e n a rk a m ı d ö n ü p k ap ıya y ön el­
dim.
Ne d iy e b ilird im ki?
Şimdi bu y üzd en başka kim in ölm esi gerektiğine karar vermek
Z(>rundayım m ı?

387
21. BÖLÜM

Tek b a şın a o lm a k ta n dah a kötü şeyler vard ır.


Tek b a ş ın a d eğ ilk en yalnız olmak.
B ir o d a d a a y n ı havayı soluduğun biri v ark en ken dini
k ilo m e tre le rce u zak hissetm ek bir işkencedir. İletişim k u ­
ra m a d ığ ın b iriy le aynı yatağı paylaşırken h issed ilen y al­
nızlıkla b a ş a çıkılam az. Bazı insanlara sek s a m a çlı birlik­
telik y e te r, fiziksel hazzın tadını çık arırlar am a b u , b en im
için a sla y eterli olmadı. K arım ö ld ü ğ ü n d en b eri b irk aç
k a d m la birlikte oldum ; başladıkları gibi b iten k ısa sü reli

birlikteliklerdi.
Bana hiçbir şey katm adı.
H e bittikten sonra v u cu d u seks so n rası ışıltı, ter v e
h e r tü rlü vücu t sıvısıyla kaplı o kad ın ın y a ra n d a y a ta rk e n
hissettiğim tek W y a l"12''1* - Ç aresizlik k o k u y o rd u .

389
H ay atım ın en yalnız günleriydi bunlar.
Şu ana k ad ar.
K arissa y atak ta y an ım d a yatıyordu, ikimiz de tama­
m en uyanıktık. İstesem u zatıp ona dokunabilir, parmak
u çlarım ı y u m u şak b ed eninin kıvam ların da dolaştırabilir-
dim am a a rzu y a d iren em em ek teslim olmakla eşdeğerdi
O nunla seks h er z a m a n tu tk u doluydu ; aşkla nefret arasın­
daki ince çizg id e y ü rü m ek gibiydi. Bu gece ona dokunmak
tehlikeli o lu rd u . O nu n e k ad ar kolay affedebileceksem o
k ad ar k o lay m ah k û m edebilir, ellerimi boğazma dolayıp
g evşetm ey i un u tab ilird im .
Sinirli bir iç çekişle d o ğ ru lu p ayaklarımı yere indirerek
o tu rd u m . Ellerim le y ü z ü m ü sıvazladım . Hem fiziksel hem
de zihinsel b ak ım d an b itap tım am a uyuyamayacaktım.
A y a ğ a kalk tığım an d a ban a seslendi. "Ignazio?"
N a z değil, Ignazio.
Ben ce b u n u n beni sinirlendirdiğini biliyordu.
"Ş u an değil, K a riss a ," diyerek gardıroba doğru yürü­
d ü m . "Ş u an b u n u y a p a m a m ."
Bir şey d ah a söyledi am a d u ym aya çaba harcamadım.
Bir takım elbise alıp dışarı çıktım . Giyindim ve kendime
çeki dü zen v erip aşağ ıy a indim . Sadece birkaç dakika sür­
dü. Ç alışm a o d asın d a ayakkabılarım ı giydim ve anahtarla­
rım ı alarak dışarı çıküm .
A rk a m d a n kap ıyı kilitledim .
Yalnız kalm ay a ihtiyacım vardı.
Bazı cev ap lara ihtiyacım vardı.
F azlasıyla düşünm eye ihtiyacım vardı.
Saat sabahın beşiydi ve caddelerde fa z la araç yoktu
Şehrin ken ar m ahallelerinde biraz d o la n ıp M an h attan a yö­
neldim . N ereye gittiğim den ve hatta ne y a p tığ ım d a n emin
değildim . G üneş d o ğ m ad an k e n d i m i Hell's Kitchemh
bu ldum . Eski m ah allem d e; büyürken k o ştu ğ u m sokaklar

390
, birSüre arabayla dolaştım . Jo h n n y R it a 'm n e n y a k ın a r -
Jjaşım, C a m ia n ın kız k a rd e ş im g ib i o ld u ğ u , M a r ia 'y a
ajikolduğum sokaklarda...
Aıük hepsi ölüydü.

Üçü de.
Kimin sorduğuna b a ğ lı o l a r a k e l l e r i m e ü ç ü n ü n k a r u d a
bulaştı denebilir.
Arabayı sokakta bir y ere p a rk e d ip in d im a m a p a r k m e t­
reye para atmadım. Ü z e rim d e b o z u k lu k y o k tu . K a ld ırım ­
dailerleyip garip bir b içim d e ay n ı a la n d a k i d iğ e r e v le rd e n
daha açık renkli tu ğ lad an y a p ılm ış esk i e v e d o ğ ru y ü r ü ­
düm.
Ev karanlıktı, hiç ışık y o k tu a m a ö n em li d eğ ild i.
İçeri girmeye niyetli d eğ ild im .
Önünde durup y er y er b o y a sı d ö k ü lm ü ş siy ah k ap ıy a
haktim. Ardından k ap ıya u z a n a n k m k d ö k ü k m erd iv e n le ­
re oturdum. Dış lam banın lo ş ışığı altın d a o tu ra ra k etrafı
seyrettim.
Birkaç dakika so n ra ark am d ak i kap ı b ek len m ed ik bir
hiçimde açıldı. A rkam ı d ö n m ed im , d ö n ü p b ak m a z a h m e ­
tine girmedim. B aşım m arkasın daki delici bakışları hisse­
debiliyordum. M erdivenleri inen ve kald ırım da tam k ar­
şımda duran kişinin ayak seslerini d u yd u m .
Gözlerimi yavaşça kaldırdım ve bab am ın sert bakışla­
rıyla karşılaştım.
“Bu yaz seni son birkaç yılm toplam ından dah a sık g ö r­
düm," dedi.
"Seni görm eye gelm edim ," diye karşılık verdim . Ç ok­
tan işe gitmiş olacağını dü şündüm ."
"O zaman neden geldin? Annen için m i?"
Sorusundaki öfkeyi duyabiliyordum .
"H ayır, onu rahatsız etm eyeceğim ."
"O zaman neden buradasın?"

391
D ürüst olup o lm a m a a ra s m d a g id ip gelerek bir Süre
sustum . "B ilm iy o ru m ."
Sert y ü z ifadesi y u m u şa d ı. Sanki bilm iyor olmam onun
için çok an lam ifade e d iy o rm u ş gibi b aşm ı salladı. Ellerini
üzerind e y ılların çalışm a lek elerin i taşıy an bej pantolonun
ceplerine soktu. O y a la n ıy o r o lm a s ın a şaşırm ış bir halde
m erak la o na bak tım . B u n u b e n im le z a m a n geçirmekten ke­
yif aldığı için y ap m ad ığ ın ı b iliy o rd u m . Muhtemelen zorla
içeri g irm e m d e n k o rk u y o rd u .
"K aran lık tan h e r z a m a n k o rk tu ğ u n düşünüldüğünde
seni b u rad a, k aran lık ta se s siz ce d o la m rk e n görmek ilginç."
B u nu sö y lerk en tak ın d ığ ı d u y g u s u z tavır tüylerimi di­
ken diken yaptı. "A rtık k a ra n lık ta n korkm uyorum ."
"Tabii ki k o rk m a z sın ," d ed i. "Ü rk ü tü c ü olan karanlık
değil, o ra d a k a rşın a çık m a ih tim ali o lan şey. Artık karan­
lıktan k o rk m u y o rsu n , Ig n a z io , ç ü n k ü karanlık sensin. Ka­
ranlıkta ü rk ü tü cü o lan se n sin ."
En ufak bir k o rk u d u y m a d a n sö y lü y o rd u bunlan.
O nu k o rk u tm u y o rd u m .
O nun için b en k a ra n lık ta u y u y am ad ığ ım d an gece lam­
bası kullanan k ü çü k ç o c u k ta n g e riy e kalandım . Kutsanma-
ya d eğ m eyecek b ir cesettim .
"S an a bir şey so rab ilir m iy im ? " d ed im . Hiçbir şey söyle­
m edi am a d eğ işm ey en y ü z ifad esi b u n a izin verdiğini gös­
teriyordu. "B en im h a k k ım d a p o lisle h iç konuştun mu?
"K o n u ştu m ."
N e lafı geveled i.
N e de inkâr etti. ,,
Başım ı iki y an a sallay ıp k en d i ken dim e acı acı guere
bakışlarım ı başka y ö n e çe v ird im . ^ ar3
"A rada bir u ğ ra y ıp so ru la r so ru y o rla r," dedi-
hiçbir şey bilm ed iğ im izi sö y lü y o ru m . Namını bi ıy ^ ^
Ignazio am a d u y d u k la n m ı sö y lem ek benim üzenm

r
■fedeğil- O, seninle se n i y a ra ta n kişi arasındaki mesele."
«geni yaratan se n sin ."
Dudak büktü. " N e k a s t ettiğ im i biliyorsun."
Dirseklerimin ü z e r in d e g eriy e d o ğ ru yaslanarak, "Bi-
| üyorum," diye m ırıld a n d ım . "Y an i beni ihbar etmeyi hiç
j düşünmedin, öyle m i? B irk a ç k ez tehdit etmiştin de."
"Seni asla ih b ar etm e k le teh d it etm edim ," diye karşı
çıktı. "Ben sad ece b e n im o lan ı koru y o ru m . Ben korkak de­
ğilim, Ignazio. B e n im se v d iğ im bir şeye zarar veremezsin.
Ama gerisi san a k a lm ış. B en im le hiç ilgisi yok. Bela aramı­
yorum. Bu y ü z d e n b iz d e n u zak d u rm am istiyorum."
Başımı sa lla y arak o tu rd u ğ u m basamaktan kalktım.
"Muhtemelen b u ra d a o lm a m a m gerekiyor."
M erdivenleri in d im v e b ab am ın karşısında durdum.
"Bunu istem en in b ir n ed eni v ar m ı?"
Oradan u z a k la şm a y ı d ü şü n d ü m am a sonra ne olacaksa
olsun ded im . İçim d ek ileri söylem em gerekiyordu. Bunu
yapmam on u n b en im hakkım daki şu ankinden daha kötü
düşünmesine n e d en olm ayacak tı nasılsa. Babam geri adım
atmayacaktı ve b en ce belki de ihtiyacım olan acımasız bir
dürüstlüktü.
"K arissa, o g ü n yanım daki kadın..."
"Johnny ve C arm ela'n m kızı m ı?"
"E v e t," ded im . "P o lise gitm iş."
"Seni isp iyonlam ış m ı?"
"İspiyonlam adığına yem in etti."
"Ve sen o na inanm ıyorsun, değil mi?"
"B ilm iy o ru m ."
Bir süre dah a ayakta durduktan sonra benim kalktığım
basam ağa o turdu. "Şim di bana bir cevap ver, Ignazio... Bu
kızın senin ne tür bir adam olduğunu bildiğini söylüyor­
sun, değil mi? Anne ve babasıyla senin geçmişini bildiğini
söylüyorsun, doğru m u?"

J 393
"Evet."
"Ve seni isp iyonlam adığına y e m in ed iy o r, öyle mi?"
"E vet."
"N eden?"
Bu soru beni sendeletti. " N e n e d e n ? "
"N eden seni isp iy o n lam ad ı?" d iy e so rd u . "Görünen o
ki bunun için her tü r sebebi v ar. H e p im iz sevdiğimiz şeyi
koruruz. O yüzden n ed en seni isp iy o n lam ad ı?"
"Bu güzel bir so ru ."
"N eden onlarla k o n u şm u ş? N e açık lam a getirdi?"
"Bana C arm ela'n m sald ırd ığ ın ı sö y lem iş."
Gözleri şaşkınlıkla k o ca m a n açıld ı. "Annesini mi ispi­
yonlamış?"
"Söylediği b u ," diye ce v a p v e rd im . "H epim izi güvende
tutmak için en iyi çö z ü m ü n b u o ld u ğ u n u düşündüğünü
söyledi am a bunu y a p a ra k k en d in i riske attı. Şimdi m
kim koruyacak?"
"Sen," dedi hiç te re d d ü t e tm e d e n . "Söylediğim gibi,
sevdiğimiz şeyleri k o ru ru z ."
"Bunu y apabileceğim den em in d eğ ilim ."
"Yapma, Ignazio. B ir sü rü k ö tü y an ın var, hiç hoşuma
gitmeyen yönlerin am a ce s aretin le h e r zam an gurur duy­
dum. Benim d ü rü stlü ğ ü m ü a lm a m ışsın am a cesaretimi al­
mışsın. Bana öyle g eliyo r ki e ğ e r o n u koruyacak biri varsa
o da sensin."
"Ama R ay..."
O güne kadar d u y d u ğ u m en acı dolu bir kahkaha
sözümü kesti. Kalbim i sık ıştıran tü rd e n bir kahkaha ile-
Başım iki yana sallay arak , "R a y m o n d Angelo, dedi. ^
adamı hiçbir zam an sev m ed im . N e kişiliğini sevdim n
seni dönüştürdüğü bu şey tan i şe y i."
"Beni hiçbir şeye d ö n ü ştü rm e d i." ^
"Dönüştürmedi mi?" diye karşı çıktı. "Bana g°
şeytanı o y a ra ttı... Y a r a t t ı v e o n u b u k a d a r k o n tr o lü a ltın ­
da tutma b içim in e b a k ı l ı r s a o n d a n k o r k u y o r d a . A m a o n a
hiçbir şey b o rç lu d e ğ il s in . A n g e l o 'n u n n e d ü ş ü n d ü ğ ü n ü n
ya da istediğinin ö n e m i y o k . B u p is liğ e o k ızı se n ç e k tin ."
! "Ç ek m ed im ..."
Sert bir to n la , " Ç e k t i n ," d e d i. " S e n o l m a s a y d ın b u d u -
! rumda o lm a y a c a k tı. S u ç u n b i r k ıs m ı d a se n in . Ve e ğ e r
onun başm a b ir ş e y g e l i r s e b u n d a s e n in d e s u ç u n o la ca k .
Seni bir e rk e k o l a r a k y e t i ş t i r d i m . B ir erkek. B ö y le d e ğ il."
Söylediğini i s p a t l a m a k is t e r c e s i n e elin i b a n a d o ğ ru s a l­
ladı.
"Ama k u r a lla r v a r ," d e d i m . " U y m a k z o r u n d a o ld u ğ u ­
muz k u ra lla r."
"S a çm a lık ," d e d i. " R a y m o n d A n g e l o g ib i b irin in k u ra l­
lara saygı g ö s t e r d i ğ in i m i s a n ı y o r s u n ? H e p s in i k en d i çık a­
rma nasıl u y a r s a ö y le d ü z e n l i y o r . Ç ü n k ü tek u m u r s a d ığ ı
bu: kendisi. N e b u m a h a ll e y i n e d e b u in s a n la rı u m u r s u -
ı yor. Seni d e u m u r s a m ı y o r . S e n c e b u p o lisle r u m u r u n d a
j mı? Ç e v r e d e k ile re iy i c e b ir b a k , ç ü n k ü o n la r d a u m u r u n d a
! değil."

A y lar ö n c e s i o ls a y d ı R a y 'i s a v u n m a y a g e ç e rd im am a
artık bu is te ğ im y o k t u . S e s s iz liğ im , a y a ğ a k alk ark en k en di
kendine g ü le n b a b a m ın d ik k a tin d e n k a ç m a d ı. V e d a la şm a ­
dan u z a k la ş m a y a b a ş la d ı, b ir k a ç a d ım attık tan so n ra tek ­
rar b an a d ö n d ü .
"B ir ta v s iy e is te r m is in , I g n a z io ? "
T e re d d ü t iç in d e b a ş ım ı s a lla d ım .
"İn s a n la r h a ta y a p a r la r . B a z e n h o şu n a g itm ey en , sen in
y a p m a y a c a ğ ın ş e y le r y a p a r la r . A m a bu o n la rd a n v a z g e ç ­
m en, o in s a n la rı h a y a tın d a n ç ık a rm a n g e re k iy o r a n la m ı­
na g e lm e z . Ç ü n k ü n e fe s ald ığ ı s ü re c e h erk es için h âlâ bir
u m u t v a rd ır."
"G ü z e l ta v s iy e ."

395
"B u, ann enin y ılla rd ır sö y led iğ i b ir şe y ," dedi. "Ben bir
türlü din lem ed im a m a belki sen b e n d e n iyi bir insan oldu­
ğu n u k a n ıtlarsın ."
"M ü m k ü n d e ğ il."
Bir kah k ah a attı. " E v e t, h ak lısın . A m a n e diyeceğim, bi­
liy or m u su n ? K endi se ç im in i y a p , R ay 'in k in i değil. Çünkü
R ay 'in seçim in in s a d e c e o n u n y a ra r ın a o lacağını garanti
e d e rim ."
O ra d a ö y lece d u ru p g ö z d e n k a y b o la n a k ad ar onu iz­
ledim . B a b a m g id e r g itm e z a n n e m u y a n m a d a n oradan
u z a k la şm a k a r z u s u y la a r a b a m a y ö n e ld im . Babam ın söyle­
diklerini d ü ş ü n e re k B r o o k ly n 'e g e r i d ö n d ü m .
M a d e m bu benim se ç im in d i, o z a m a n n e yapacaktım?
K a riss a 'y ı m u tlu e tm e k iç in e lim d e n g elen her şeyi ya­
p a rd ım . A te ş ü z e r in d e y ü r ü r , y ık ılm ış b ü tü n köprüleri ya­
k a r v e o k a d ın a h a k e ttiğ i ş e y i v e r m e k için bozuk her bağ­
lantıyı k o p a n r d ım . O n d a n d ü n y a y ı a lm a z , bü tün dünyayı
o n a v e rird im . H a y a tın ı s o n la n d ır m a z , k o ru rd u m .
E ğ e r b e n im s e ç im im o ls a y d ı R a y 'e sik tir olup gitmesini
sö y le rd im .
K u ra lla rım alsın .
P la n la rım alsın .
Sik tir o lu p g itsin .
E v e y a k la ş tığ ım d a g ü n e ş d o ğ m a y a b aşlam ıştı. İçimi ga
rip b ir k a ra rlılık k a p la m ış tı. S a n k i k a r a r verm em e gemk
k a lm a d a n s e ç im y a p ılm ış g ib i h is s e d iy o r d u m .
H a tta sa n k i y a p ılm a s ı g e r e k e n b ir s e ç im yokm uş g'^1
K ab u l e tm e k h iç h o ş u m a g i t m e s e d e b a b a m hakliyi'
R a h a tla m ış h is s e ttim a m a b u u z u n sü rm e d i. Evimi g

d ü ğ ü m a n d a m id e m k a s ıld ı, i ç i m sık ış tı.


P o lis o r a d a y d ı. ^ vef.
E v im in g iriş in d e , a r a b a m ı h e r z a m a n p ark ettiğ1*1”b
d e b ir a ra b a d u r u y o r d u , b ir t a n e s i d e k ald ırım ken
y0l ortasında d u r u y o r d u . H ız la ev in önün e d oğru dön­
düm. Az kalsın ü z e r in d e te k b ir çizik o lm ay an araca çarpı­
yordum . A rkası c a d d e d e k a la c a k b içim d e M ercedes'i park
ettim. Telaşla in d im v e k o ş a r a k e v e gittim . K albim deli gibi
çarpıyordu.

Bu, iyi değildi.


Hiç iyi değ ild i.
Hem de h iç iy i d e ğ ild i.
Ön kapı kilitli d e ğ ild i, to k m a k k o la y ca dönd ü. Kapıyı
iterek açar a ç m a z n e r e d e y s e b ir a d a m ın sırtına çarpıyor­
dum.
Tek bir k e lim e e tm e m e , h a tta çe v re m e göz atm am a fır­
sat bile k a lm a d a n b ir in in k e n d in i k ay b etm iş bir biçim de
hıçkıra h ıçk ıra a ğ la d ığ ın ı d u y d u m . Bak ışlarım ı sesin gel­
diği yöne çe v ir in c e K a r is s a 'y ı g ö r d ü m . Ellerini yüzüne ka­
patmış bir h a ld e k a n e p e d e o tu r m u ş ağ lıy o rd u . Yanında da
tanıdık bir a d a m o t u r m a k t a y d ı .
Jameson.
Benim evim de.
Benim kanepem de.
K arissa ile.
"Burada neler oluyor?"
Bu s ö z le r a ğ z ım d a n d ö k ü lü r d ö k ü lm ez K arissa boğu­
l m a s ın a a ğ la m a y a b a ş la d ı. B aşın ı k ald ırıp gözlerim in içi­
ne baktı. G ö z le ri k a n ç a n a ğ ı g ib iy d i, g özy aşları yüzün de
Çizgi çiz g i le k e le r b ır a k m ış tı, ü z ü n tü d e n o m u zlan çök­
m üştü. A ğ z ın ı a çtı, k e lim e le r d u d a k la n n d a n güçlükle dö­
külürken sesi ça tla k tı. "A n n e m ," d e d i ağlayarak . "Ö lm ü ş."
İçim d e k a b a ra n ö fk e y i b a s tırm a y a çalışarak kısa bir
| süre tepk i v e rm e d im . Ö fk e, b ek len m ed ik bir pişmanlık
d a lg a sıy la k a r ış a r a k m id e m i sık ıştırd ı. O n a hab er verm eye
g elm işle rd i. P a r ç a la r ı b irle ştirm iş le rd i.

397
M em urlara b ak arak , " E v im d e n ç ık ın ," dedim . "{-}e
m en."
İtiraz etm eye k alk ıştılar a m a o n la r ı su stu rd u m .
"K ibar bir b içim d e e v im i te r k e tm e n iz i rica ediyorum "
dedim. "Sizi dışarı a tm a k b e n im y a s a l h a k k ım ."
D iğerleri dışarı ç ık a rk e n J a m e s o n a y a ğ a kalktı ve, "Bizi
dışan atm ak m ı?" d iy e s o r d u . " B u b ir te h d it m i, Bay Vita-
le?"
"H ay ır, g e rçe k ."
"Ö yle m i?"
"Ö yle."
Başmı sallay arak b a n a d o ğ r u g e ld i v e tam karşımda
durdu. Y ü zü n d e en u fa k b ir k a y g ı ifa d e s i olm aksızın göz­
lerini k açırm ad an v e k ır p m a d a n b u z g ib i bakışlarla bana
baktı. Bu kez beni ele g e ç ir d iğ in i d ü ş ü n ü y o r d u . Her şey
ortaya çıkm ış, beni y a k a la m ış tı. A m a b e n i tan ıy o r olduğu­
na inanıyor olsa d a a slın d a h iç ta n ım ıy o r d u , aksi takdirde
onun gibi bir a d a m ta r a fın d a n a lt e d ilm e m in mümkün ol­
m adığını bilirdi. Biz d ü ş m a n d ık .
Ya benim gibi a d a m la r ?
Bizim so n u m u z b ir d o s tu n e lin d e n o lu rd u .
"N e d ü şü n d ü ğ ü m ü b ilm e k is te r m is in iz ? " diye sordu.
Ne cevap v erd im n e d e y e r im d e n k ım ıld ad ım . Ne dü­
şündüğü u m u ru m d a d e ğ ild i.
H erhangi bir k arşılığ a g e re k g ö r m e d e n , "Bence hiç Ş3
şırm am ış g ö rü n m en iz ilg in ç ," d iy e d e v a m etti. "Birlikte
bü yü düğün üz bir k a d ın , n iş a n lın ız ın a n n e si ölmüş v eslZ
hiç şaşırm adınız. D eğil m i ? "
Yine hiçbir şey sö y le m e d im .
Bir kez dah a, "İ lg in ç ," d e d i. "S a n k i biliyordunuz.
Yanım dan geçti. K a p ıd a n d ış a n çık ıp arkasından M?
kapatana k ad ar on u iz le d im . A ğ la m a sesi k esilm işi _
gergin bir sessizlik k a p lıy o rd u . Y a ln ız k alır kalm az k a n j
ye doğru d ö n d ü m v e K a r is s a 'n ın b a k ışla n y la karşıla?0
Korku d o lu g ö z l e r d i k k a t l e b a n a b a k ı y o r d u .
Dedektifin s ö y l e d i k l e r i n i d u y m u ş t u .
"B iliyordun." K e n d i n i t u t m a y a ç a l ı ş ı y o r o lm a s ın a r a ğ -
men alt d u d a ğ ı t i t r i y o r d u . Ç ö k m e k ü z e r e y d i . K e n d i a ğ ır ­
lığı altında y ı k ı l m a k ü z e r e o l a n d e r m e ç a t m a b ir b in a g i­
biydi. Tek b ir n e f e s , y a n l ı ş k u l l a n ı l a c a k b i r k a ç k e lim e o n u
vıkmaya y e te c e k ti. " S e n ... A m a n T a n r ı m ... H a y ı r ... S e n y a p ­
madın... Y a p m a d ı ğ ı n ı s ö y l e ."
G özyaşları s e l g ib i a k ı y o r d u , y a n a k l a r ı s ır ıls ık la m d ı.
Ona y a k la ştığ ım z a m a n g e r i ç e k i l m e s i n i g ö r m e z d e n g e lip
tek kelim e e t m e d e n y a n m a g i t t i m . K a n e p e y e o t u r u p o n u
kollanmm a r a s ı n a ç e k t i m v e b e n i i t m e y e ç a lış m a s ı n a r a ğ ­
men b ır a k m a d ım . B e n , o n u s ı m s ı k ı t u t m u ş s a k in le ş tir m e ­
ye çalışırken s e s s i z g ö z y a ş l a r ı ç ı l g ı n h ıç k ı r ık la r a d ö n ü ş tü .
Bir y a n d a n a ğ l a y a r a k b i r y a n d a n k o l l a r ı m d a n k u r tu l­
mak için ç ı r p ı n a r a k , " S e n i n y a p m a d ı ğ ı n ı s ö y l e ," d e d i. "S e n
olmadığını s ö y l e ."
S a ç la n n ın a r a s ı n d a n , " Ş ş ş t ! " d i y e f ıs ıld a d ım . " H e r şe y
yoluna g i r e c e k ."
Ü z e rin e b a s a b a s a , " H a y ı r ! " d i y e b a ğ ır d ı. "S ö y le ! B u n u
^ n in y a p m a d ı ğ ı m , b ö y l e b i r ş e y y a p m a y a ca ğın ı s ö y le ! Y a ş a ­
dığım ız b u n c a ş e y d e n , y a ş a d ığ ım b u n c a ş e y d e n s o n r a b ö y le
bir şey y a p m a y a c a ğ ı n ı s ö y l e !"
Aslında b u n u sö y le m e m i b eklem iyo rd u .
Kalbinin d e rin lik le rin d e b u n u yap am ayacağım ı bili­
yordu.
Yalan sö ylem ek istem iyord u m . O ise gerçeği duym ak
istemiyordu.
S e s siz lik o n u n h ıç k ır ı k la r ıy l a d o ld u . M ü c a d e le e tm e y i
b ıraktı, y e rin i y ık ılm ış lık a ld ı. K o lla r ım ın a r a s ın d a k i b e­
deni d e li g ib i s a r s ı l a r a k g ö ğ s ü m e y a s la n m ış a ğ lıy o r d u . Te­
selli e t m e y e ç a l ı ş ı y o r d u m a m a s ö y le d ik le r im s a d e c e d a h a
k ö tü le ş m e s in e n e d e n o l u y o r d u .

iae
Suçluluk d u y g u su beni ö ylesin e yiyip bitiriyordu ki
güçlü kle nefes alm ay a b aşlad ım . O nu sarıp sarmalayan ac,
sanki benim içim e sızıy o rd u .
B unu ben y ap m ıştım .
B u n d an kaçış y o k tu .
B una ben seb ep o lm u ştu m .
"Ö z ü r d ile rim ," d iy e fısıld ad ım . "Ç ok üzgünüm
K a rissa ."
Bu sö z le r y en id en ö fk elen m esin e, öfkeden kudurması­
na ned en old u . B an a v u r m a y a , ben i itm eye başladı ve sal­
dırganlığı k a rşısın d a b ir a n d o n ak alm ış olmamı fırsat bi­
lip k o llarım d an k u rtu ld u . A ğ la m a y a dev am ederek ayağa
kalktı. Ç ıld ırm ış gibi b a k ıy o rd u , y ü z ü kıpkırmızıydı.
"Ü z g ü n m ü s ü n ? " Sesi titriy o rd u . "Ü zgü nsün , öylemi?"
Bu kelim enin b en im için n e k a d a r ço k şey ifade ettiğine
şaşırm ış b ir h a ld e, "E v e t, ü z g ü n ü m ," diye karşılık verdim.
"S eni asla ..."
Ellerini k ald ırıp acısın ı g ö z le rin d e n alev alev fışkıran
öfkenin altına g izleyerek , "B e n i asla üzm ek istemedin,
dedi. "Ona z a ra r v e rd iğ in için ü z g ü n değilsin, değil mi?
O nu ö ld ü rd ü ğ ü n , h a y a tın a so n v erd iğin , onu benden aldı­
ğı için de ü z g ü n d eğ ilsin , değ il m i? H ay ır, değilsin! Hem
de h iç d eğilsin."
"A nnen m a su m d e ğ ild i."
"D eğil m iyd i? H içb irim iz m a su m değiliz. Annem *
talar y ap tı, m ü k em m el b iri d eğ ild i am a benim annel”
Benim ... ben im ... annem . Ve sen o n u öldürdün, onu
aldın ve tek sö y leyeb ild iğ in o n u n m asum olmadığ1-
mi? Derdin ne senin ?"
Ç ok fazla, diye d ü şü n d ü m .
İkim izin de asla an la y a m a y a c a ğ ı k ad ar fazla. ^
K arissa, y alv arırcasın a, "B a n a bu n u n pis ^
du ğunu söyle," diye d e v a m etti. D uy gu lan öy eS
! değişiyordu ki g ü çlü k le y etişeb iliy o rd u m . "Bunun gerçek
olmadığını söyle. A n n e m in ölm ed iğin i söyle. O gün bana
eğer seninle g e lirsem , e ğ e r o n u uyand ırm azsam yaşam a­
sına izin vereceğini sö y lem iştin . Ve ben bunu yaptım... Se­
ninle geldim. Senin y a rım d a kald ım . O nu kurtarmak için
yapabileceğim h e r şey i y ap tım . O nu n yaşam asını istiyor­
dum. Hatta on u p o lise bile ih b ar ettim . Tüm bunlann bir
hiç uğruna o lm ad ığın ı söyle. Lütfen. Bunun gerçek olma­
dığını, annemin ö lm ed iğ in i sö y le."
0 konuştukça su çlu lu k d u y g u su beni yiyip bitiriyor­
du. İçim buz k esm iş, b ü tü n kaslarım donm uş bir halde
karşımda zan g ır z a n g ır titrey en bu tükenm iş kadına bakı­
yordum. Bu y ü z d e n m i y a n ım d a kalm ıştı? Bu yüzden mi
yeniden benim le b irlik te o lm u ştu ? Sadece annesini kur­
tarmak için m i?
Bunun benim le h iç ilgisi y o k m u y d u ? Bizimle?
Kafamın içind e so ru lar u çu şu y o r, ağzım dan kaçmama­
sı için büyük çab a h arca d ığ ım acım asız düşünceleri tetik-
liyordu. İhanete u ğ ra m ış o lm a hissi öylesine soğuktu ki
cevapların bir d e p rem gibi beni yıkm asından, içime koca­
man bir yarık a çm asın d an endişeleniyordum .
Sanki k en d in i b ir a r a d a tu tm a y a çalışıyorm u şçasın a
kollarını g ö ğ s ü n e k a v u ş t u r u p , " L ü t f e n ," dedi. "B a n a bu ­
nun g e rçek o lm a d ığ ım s ö y le ."
İç çe k erek b a k ış la r ım ı o n d a n k a ç ırd ım . "Ü z g ü n ü m ."
Son h e c e a ğ z ı m d a n ç ık m a d a n K arissa y e re yığıldı. Ba­
cakları o n u d a h a fa z la ta ş ıy a m a m ış tı. Ç ığlık lan oday ı sarsı­
yor, lan et o lası b e y n im d e z o n k lu y o rd u . G özlerim i kapatıp
ellerim i s a ç la rım a g ö tü r d ü m v e b ir tu ta m tu tu p onun bana
hissettirdiği acıy la z ih n im d e n sö k ü p a tm a k istercesine hız­
la çektim . Y aşlar iğ n e gibi g ö z le rim e b atıy ord u . Dökm ek
istem ed iğim y a ş la r... H is s e tm e k istem ed iğ im yaşlar. Bunu
istem iy o rd u m . B u n la rın hiçb irin i istem iyord u m .

401
Adalet istiyord um .
Derler ki intikam p e ş in d e y se n iki m e z a r kaz; biri ken­
din için, diğeri intikam a la c a ğ ın kişi için . H ep sin i gömmüş
cesetleri yok etm iş ve y a n m ış k a lın tıla rın izini geride bı­
rakmıştım am a geri b ırak ılan h e r ş e y şim d i benim kendi
m ezanm dı. Ve onu kesinlikle b e n k a z m ış tım ... O kadar de­
rin kazm ıştım ki geri d ö n ü ş ü y o k tu .
Bundan kaçış y o k tu v e b e n im le b irlik te sev d iğ im kadını
da bir kez daha o ray a s ü rü k le m e m e r a m a k kalm ıştı.
"G it." Bir kez d ah a d ü ş ü n m e d e n b u k elim e dudakla­
rım dan döküldü. B ö y le b ir şe y i ik in ci k e z düşünemezdim.
D üşünseydim içim deki b e n cil c a n a v a r , b u zayıflık anma
son vererek beni d u rd u ra c a k tı. " G it. H e m e n . Bir kez daha
gitmene izin v e rem ey ecek d u r u m a g e lm e d e n g it."
"N e?"
Sesi ağlam aklı ve şaşk ın lık d o lu y d u . G ö zlerim i açıp ona
baktım. Ü zgün g ö rü n tü sü c a n ım ı y a k ıy o r d u .
Başka tarafa b ak m ak z o r u n d a k a ld ım .
"İstiyorsan git. E ğ er g itm e k is tiy o r s a n g it, peşinden gel­
m eyeceğim ."
"G elm eyecek m isin ?"
Sorusunda d u y d u ğ u m u m u t y ü z ü n d e n incinmemeye
çaba harcadım .
Denedim ve b aşarısız o ld u m .
Bu, lanet olası b içim d e c a n ım ı a c ıü y o r d u .
Ne dediğim i an la m a y a ç a lış ıy o r m u ş ç a s m a ifadesiz bir
yüzle bana baktı.
"Gitm eni iste m iy o ru m ," d e d im . K elim eler ağzım^an
dökülüyordu. Sesim z a r z o r ç ık ıy o r d u . H ay atım boyunca
hiç bu kadar sa v u n m asız h is s e tm e m iş tim ; kendimi ona
m amen açıyord um . "Ç ık ıp g itm e n e izin verm ek ^elU ^
dürecek. O y ü zd en k alm an ı ric a e d iy o ru m ... Yanım^3
Şimdi kal dem e sırası b e n d e . A m a se n bilirsin. Bu seÇ
ben y a p a m a m . S e n in y a p m a n gerek . Kal ya da git."
Y a v a şça a y a ğ a k a lk ıp g e riy e d oğru bir adım attı. Bir
adım. S a d e c e b u k a d a r . Y ü r e ğ im parçalandı.
"A sla g e r i d ö n m e / ' d e d im . "B ir daha gelme. 0 kapıdan
çıkarsan, i k i m i z i n d e iy iliğ i için bir dah a geri dönm e."
Duraksadı.
Bir.
İki.
Ü ç s a n iy e .
Ve sonra arkasını döndü.
O k a p ı d a n ç ı k a r ç ık m a z g özlerim i yakan yaşlar akmaya
başladı.
Yirmi yıldır ilk kez ağlıyordum.
Demek ki yas tutmak böyle bir şeydi.

Oöğleden sonra Cobalt sakindi.


K a p ıd a h e r z a m a n k i gibi K elvin görevliydi. Ben yanın­
dan g e ç e r k e n te k r a r g ö z le rin i kaçırm aya başlamıştı. Onu
g ö r m e z d e n g e li p k u lü b e g irerek do ğ ru d an Ray'in birkaç
i ş i y l e b ir lik te o tu r m a k ta o ld u ğ u y ere gittim. Oraya yak­
laşırken h e r k e s b a ş ım k ald ırıp ban a baktı, hepsi sus pus
o lm u ştu . R a y 'i n s o lu n d a o tu ran ad am hiçbir söze gerek
k a lm a d a n d e r i k o ltu ğ u boşalttı. Tek kelim e etmeden otur­
d u m , y ü z i f a d e m m e ta n e tliy d i.
R a y , b o ğ a z ı m tem iz le y ip , "B e y le r," dedi. "Beni dama­
dım la y a l n ı z b ır a k ır m ısın ız ?"
U z u n y ılla r g e ç m iş olm asın a rağm en bana hâlâ böyle
hitap e d i y o r d u .
b u , b iz i b ir aile y a p ıy o rd u . D iğer aşağılıklara göre daha
hir a ile ... A m a s o n u ç ta bu fazla bir fark yaratm ıyordu.
T e rsin e b e n i d iğ erlerin d en daha fazla kullanıyordu.

403
Şim diye kad ar öyle yapm ıştı.
A d am lar kendi aralarm d a m ırıld anarak dağılırken bu
günlerde sürekli bu rad a olan B ran d y, R ay'in yanında otur­
m aya devam etti. O sırada elinde bir şişe birayla garson
bize d oğru yaklaştı am a elim i kaldırıp geri çevirdim.
"D uble viski," ded im . "S ek ."
G arson tered d ü t etti. "B en im ... Benim koymamı mı isti­
y orsu n u z?"
"B u n u n hâlâ barm en in işi old u ğ u n u tahmin ediyorum
am a bu ndan zevk alacak san sen koy, aşkım ."
Çok kısa bir sü re alık alık b an a baktı, sonra başını sal­
layarak elinde b irayla g ö zd en kayboldu . Bakışlarımı bana
dikkatle bak m ak ta o lan R ay'e çev ird im . Brandy bile, sanki
y aptığım h erhan gi bir şey e h a y re t edecek kadar beni tanı­
y orm u ş gibi çok şaşırm ış g ö rü n ü y o rd u .
R ay, "V iski," dedi. "B ir çılgınlık yapıyorsun, öyle mi?
Benim içkim den içm ek... Bir sonraki adım tekrar karımın
yem eğini yem eye b aşlam ak olabilir."
R ay'in karısınd an b ah setm esi üzerine suratım asan
B rand y'ye bak arak , "O lab ilir," ded im . "Laf açılmışken,
M artina ile en son n e za m a n vakit geçirdin? Artık seni ne
zam an görsem onunlasın."
B rand y'nin y ü z ifadesi yine b ozuld u. Bu kez bariz bir
öfkeyle dik dik ban a b ak ıyo rd u . R ay yan gözle ona baktı ve
om u z silkerek içkisinden bir y u d u m aldı. "İnsanlar kendi­
lerini m utlu eden şeyi y a p a rla r."
"H ay ır, ne y ap m aları g erek iyo rsa onu yaparlar, diye
karşı çıktım. O sırada g arson içkim i getirdi. Bardağı alara
bir m iktar içtim . Bitkin d am arlarım a sızan bir ateş gibiy 1
"Ya da en azınd an b ize ö ğretilen o. Yapm ak z o ru n d a ol
ğum uz şeyi yaparız, isted iğ im iz şeyi değil."
R ay, bana dikkatle b ak arak içkisini tazeley en
bizi yalm z bırakm asm ı söyledi. Garson yan ım ızd an u ;

404
ktan sonra bana d ö n d ü . "K o n u ş m a k isted iğ in bir şey
\ v£ir( Vitale? Şu... h m m . Şu m eseley le ilgili bir şey m i

oldu?"
İçimdeki d u y g u lan y ak ıp k ü l etm ek istercesin e biraz
daha içtim ve "K a riss a artık so ru n o lm a y a ca k ," dedim .
“Gitti."
"Nereye g itti?"
İçkiden bir y u d u m alarak y a n g özle o n a bak tım . M erak
ettiği çok barizdi. Ö lü p ö lm ed iğin i ö ğren m ek istiyordu
ama bunu sorup m erak ım b elli etm ek istem iyordu .
Buz gibi bir sesle, "H iç ö n em i y o k ," ded im . "D iğerleri
gibi gitti."

Parmaklarını b a rd ağ ın ın ken arın a sü rterek bir saniye


kadar düşündü. "B u n a sebep olan n e?"
"Dün eve geldim ve polis o ra d a y d ı," dedim . "Jam eson
benim evim deydi... E vim in içinde."
"Yani bu işi h allettin."
"Hallettim."
Bu, teknik olarak y alan değildi.
Söylediğimi yanlış y oru m lam ası benim hatam değildi.
Ray, du daklarında hafif bir gülüm sem e ve kendini be­
ğenmiş bir ifadeyle başım sallayarak, "H a, anladım. Bili­
yordum," dedi. "S on unda sen de anladın."
Evet, sonunda ben de arıladım.
Sonunda ne kadar kendini beğenm iş, aşağılık bir herif
olduğunu anladım.
S o n u n d a n e k a d a r te h lik e li o la b ile c e ğ in i a n la d ım .
Sonunda b a b a m ın h a k lı o ld u ğ u n u , R aym ond
A n g e lo 'n u n sa y g ı d u y u la c a k b ir i o lm a d ığ ın ı, b e n i ö y le b ir
a d am o lm a m iç in y e tiş tir m e d iğ in i a n la d ım .
E llerim asla tem izlen m eyecek ti. Yap tıklarım ı asla sile-
m eyecektim ve b un u istem iy o rd u m . E ğ e r ben d en h âlâ bir
ö z ü r bekliyorsanız bu n u alam ay acak sın ız. Tek p işm anlığım

405
K a riss a ... Ç e k m e sin e n e d e n o ld u ğ u m acı, yapm ayacağa
k o n u su n d a sö z v e rm iş o lm a m a ra ğ m e n onun canıru acıt­
m ış o lm a m . K im se n in b e n d e n d u y am ay acağ ı özrü sadece
o d u y d u . A m a a rtık gitti v e v e re c e k hiçbir şeyim kalmadı.
İçk im i b itirip s e h p a y a k o y d u k ta n so n ra, "Sonunda an­
la d ım ," d e d im . "V e b ır a k ıy o r u m ."
A y a ğ a k a lk tım . R a y , şa ş k m b ir ifad ey le bana baktı. "Bı­
ra k ıy o r m u s u n ? "
" B u işte n e ld e e d e b ile c e ğ im h e r şeyi elde ettim, Ray.
Y a p m a m g e re k e n h e r şe y i y a p tım v e artık benim için bir
ş e y k a lm a d ı. B a ş la d ığ ım , y a p m a m ı beklediğin... yapmam
g e re k e n işi b itird im ... B e n d e n b u k a d a r."
" Ö y le c e çık ıp g id e b ile ce ğ in i m i san ıy o rsu n ?"
" S a n m ıy o r u m ," d e d im . " G id iy o r u m ."
T o k a la şm a k için elim i u z a ttım . B ir sü re sert bir ifadeyle
elim e , s o n ra g ö z le rim in için e bak tı. E lim i tutup neredeyse
a cıta ca k k a d a r sıkı k a v ra d ı.
A m a bu b en i k o r k u tm a d ı.
İste rse k a fa m a k u rş u n sık sın, g eri ad ım atmayacaktım.
" K a ris s a sen i m a h v e tti," d ed i.
" O beni m a h v e tm e d i," d iy e ce v a p v erd im . " S a d e c e ben­
d e n g e riy e b ir ş e y k a lm a m ış o ld u ğ u n u görm em i sağladı.
B en sen in k ızın la b irlik te ö ld ü m , R ay m o n d . Artık yürüyen
bir ö lü y ü m v e b ir ca n a v a rı k im se sev m ez. Hiç kimse."
Elim i a v u c u n d a n çek tim . B ak ışlarım B ra n d /e kaydı.
M erak la beni iz liy o rd u . O n u b aştan aşağı süzdüm. Vücu­
d u n u n b ü y ü k kısm ı o rta d a y d ı.
B aşım ı iki y a n a sa lla y a ra k yen id en Ray'e döndüm-
"H â lâ o n a sa h ip k en elin d ek in in değ erin i bil. Tanrı biliyor
ki ben sah ip o ld u ğ u n şeyi k ay b etm ek istemezdim.
V e d a la şm a y a g e re k d u y m a d a n o rad an uzaklaşıp dışafl
çık tım .
B u n u n so n o lm ad ığ ın ı b iliy o rd u m .
I 5on kafaya sıkılacak b ir k u r ş u n o l a c a k t ı .
Kimse çekip g id em ezd i a m a b en g id iy o rd u m .
Belki bir g ü n ü m k a l m ı ş t ı .
Bir hafta.
Bir ay.
Ama bunun bir ö n e m i y o k tu . E n in d e s o n u n d a b u so n
i gelecekti. G öğsüm e b a ğ la n m ış , k a la n s a n iy e le r im i s a y a n
bir saatli bomba ile y a ş ıy o r d u m .
Zaten yıllardır b ö y le y a ş ıy o r d u m .
Eve geri d ö n m ey e h a z ır d e ğ ild im , b ir s ü re a r a b a y la d o ­
laştım. Karissa b en i te rk e ttiğ in d e n , a rk a s ın a b a k m a d a n
ı 0 kapıdan çıkıp g ittiğ in d e n b e r i e v e g irm e m iş tim . H e n ü z
bir gün bile o lm a m ıştı a m a b a n a s o n s u z lu k gibi g e liy o rd u .
Çantası dışında h içb ir şe y a lm a m ış tı. K ıy afetlerin i v e tele­
fonunu bırakm ıştı. K e şk e n e r e y e g ittiğin i, n e y ap tığ m ı bil­
seydim, ancak b ö y lece g ü v e n d e o ld u ğ u n u b ilecek tim am a
söz, sözdü.
Karissa d ay an ık lıyd ı, k en d in i çab u k to p arlard ı.
Bir saat so n ra k en d im i H e ll's K itch en 'd a an n em le b a­
bamın evinin ö n ü n d e b u ld u m . Y av aşça kap ıya v u rm ad an
önce bir süre bek led im , a rd ın d a n eski ah şap kapıyı çaldım .
İçeriden ann em in "g e liy o r u m " diye seslendiğini du yd u m .
Tırabzana d a y an ıp kollarım ı g ö ğ sü m d e k av u ştu rarak bek­
ledim.
K ıs a s ü r e s o n r a k a p ı a ç ıld ı v e a n n e m g ö r ü n d ü . M ic h e l­
le V ita le g ü z e l b ir k a d ın d ı, a lt m ış y a ş ın d a n ç o k d a h a g e n ç
g ö s te r iy o r d u v e b u n u n iç in ç a b a s a r f e tm e d iğ in i b iliy o r ­
d u m . Y ılla r s ü r e n k o ş u ls u z s e v g i v e s tr e s te n u z a k o lm a n ın
v e rd iğ i tü r b ir g ü z e llik ti. B u r a d a n u z a k d u rm a m b u n u o n a
s a ğ la m ış tı. B e n i ö z lü y o r v e s e v iy o r o la b ilird i a m a b e n im
h a y a tım ın g e r ç e k le r in d e n u z a k o lm a s ı o n u n için e n iy is iy d i.
B u n u n f a rk ın d a y d ım v e k e s in lik le b a b a m d a fa rk ın d a y d ı.
B u y ü z d e n a n n e m d e n u z a k d u rm a m ı is tiy o rd u .

407
Am a bugün kendim e engel olam adım .
H ayatın çirkinliklerinin tek tedavisi bir annenin güie
yüzüydü.
Beni g ördü ğü nde gözlerinin içi parladı, şaşkınlıktan
nefesi kesildi. A nında beni kendine çekip sarıldı. Sımsık
sarıldı. Ben de ona sarıldım .
"Ig n azio ," dedi. "N e güzel bir sürpriz!"
"M erhaba an n e," diyerek yanağına bir öpücük kondur­
dum . "H e r zam anki gibi çok güzel görünüyorsun."
Y üzü kızardı. G ö ğsüm e hafifçe vurarak, "Yağ çekme­
yi bırak," dedi. "H a d i içeri gir. Tam da yemek hazırlıyor­
d u m ."
Bir an tered d ü t ettikten so n ra içeri girdim. Arkamdan
kapıyı kapattı ve kilitlem eyi d e ihm al etmedi. Ben çocuk­
ken bunu asla y ap m azlar, asla kapıyı kilitlemekle uğraş­
m azlardı. Tıpkı dü k k ân m güvenliği konusunda en ufak
bir endişe du ym ad ık ları gibi. A cab a devir değiştiği için mi
böyle bir alışkanlık geliştirm işlerdi, yoksa babam benden
korunm aya m ı çalışıy o rd u ?
A nnem in p eşinden m u tfağ a gittim ve küçük yemek ma­
sasının san d aly elerin d en b irin e çöktü m .
A n nem , beni son g ö rd ü ğ ü n d e n beri sanki bu kadar
uzun süre g eçm em iş gibi cıvıl cıvıl sohbet ediyor, dediko­
du y ap ıy or; sanki h er ö ğ len ö ğle yem eğine geliyormuşum
gibi d av ran ıy o rd u . Sanki ait o ld u ğ u m yer orasıymış gibi
dav ran ıy ord u .
Bunu özlem iştim .
Bir yere ait hissetmeyi.
M utlu bir şekilde o n u d in liy o rd u m . Sesi beni rahat
tıyordu . O bir şeyler so rd u ğ u n d a lafa karışıyordum
onun dışında sad ece d in liy o rd u m . Birkaç dakika
çalan telefon on u n sö zü n ü kesti. C evap vermek İÇ'n

408
dunlarla oturma o d asın a gitti. B ir s ü re se s siz ce o tu r u p e t­
rafıma bakındım. H er şey h â lâ y ıllar ö n ce s in d e k i gibi g ö ­
rünüyordu.
Geri döndüğünde ta b ak lara sp a g e tti k o y u p g ü lü m s e y e ­
re k bana döndü. "U m a rım a çs m d ır ."
Tabağı önüm e k o y u p k en d i ta b a ğ ım d a a la ra k m a s a y a
oturduğunda g ü lü m sem esin e k arşılık v e rd im . D u a e tm e y e
başladığında içg ü d ü sel o la ra k b aşım ı e ğ d im v e a r d m d a n
çatalımı alıp m a k arn ay a sap lad ım .
İştahla ağzım a atark en , "İçin d e z e h ir y o k , d eğ il m i? "
diye sordum.
Gülerek m asanın ü zerin d e n u zan ıp k o lu m a b ir şa p la k
attı. "Bunu en iyi sen bilirsin, Ign azio . K im b en im o ğ lu m u
spagetti ile zehirlem eye k alk ışab ilir?"
Omuz silktim. "B ilsen ağ zın b ir k arış açık k a lırd ı."
Dedikoduya geri d ö n d ü . O n u n la birlikte o lm an ın v e e v
yemeği yem enin tad ım çık arıy o rd u m . Y em eği ta m a n la ­
mıyla yalayıp y u ttu m ve so n ra tab ağ ım ı itip a rk a m a y a s ­
landım. Tam ona teşek kür etm ek ü z e re y d im ki so k ak k a­
pısının çalınm asıyla kelim eler dilim in u c u n d a k alak ald ı.
Annem abartılı bir iç çekişle ay ağa k alk m ak için s a n d a ly e ­
sini iterken b ü tün kaslarım gerildi.
Gözlerini devirerek, "B ab an o lm alı," d ed i. "A n a h ta rla -
nnı hep u n u tu r."
"O nu yem eğe bekliyor m u y d u n ?" diye so rd u m .
"H ayır, am a geldiyse şaşırm am ," ded i. "A z ö n ce a r a ­
yan oyd u... Burada olduğun u sö y led iğ im d e b iraz şaşırd ı.
Onunla dalga geçtiğim i sandı. B u rad a o ld u ğ u n a in a n a m a -
dığmı söyledi."
A n n e m b u n la rı s ö y le d iğ in d e y ü r e ğ im s ık ış t ı.
O, babamın şaşkınlığının iyi bir şey o lduğun u san ıyo rd u .
Ben ö yle o lm a d ığ ın ı b iliy o r d u m .

409
San dalyem i itip a y ağ a kalktım . Kapıyı açar açm az 0
tanıdık sesi d u y u n ca p eşin d e gittim . Gelen babam değil-
di a m a b aşka birini g ön d erm işti. Bu kadarını beklemiyor-
du m .
"Ig n a z io V itale b u ra d a m ı, hanım efendi?"
Jam eson .
A n n e m telaşlan m ıştı. "Ş e y ... Evet... Burada." Bana ses­
lenm ek için arkasın ı d ö n d ü am a ben halihazırda oraday­
dım . G özlerim Ja m e s o n 'ın zev k le parıldayan gözleriyle
bu luştu.
"S an ırım seni b ab am arad ı, değil m i?"
Ja m e so n başını sallad ı.
"Ö n e m siz b ir h an ey e teca v ü z ü n senin yetki alanın ol­
d u ğ u n u b ilm iy o rd u m ."
"S ize b irk aç so ru m u z d a v a r."
"E lb e tte v a rd ır."
A n n em , "H a n e y e te c a v ü z m ü ? " diye sordu. "Haneye
te ca v ü z ed en k im ?"
"B e n ," d iy erek eğilip an n em in yanağını öptüm. "Yemek
için teşek kür ed erim , an n e. Seni g örm ek çok güzeldi."
V erand aya çık tığ ım d a m e m u r kelepçeyi çıkarıyordu.
"B u işi an n em g ö rm e d e n yapabilir misin?" diye sor­
d u m . "O n a h ü rm e te n ."
Bu so ru m d u y m a z d a n gelindi ve tam beklenildiği gib
tırab zan a itilip ellerim zo rla arkaya alındı. Bir kez daha
kelep çelenm iştim . Y akın daki bir arabaya doğru sürüklen
dim . H âlâ k ap ıd a d u rm a k ta olan anneme bir bakış attıoj"
D ehşete d ü şm ü ştü . G ö zleri k o cam an açılmıştı. OanÇ°
d ah a yaşlı g ö rü n ü y o rd u . B irdenbire yaşlanmıştı sanki.
O raya g itm em eliy d im .
Polis m erk ezin e g id erk en hiç konuşmadım.
O raya v ard ığ ım ızd a d a ağzım ı açmadım. ^
Beni so rg u y a çek m ey e çalışm alarına rağ m en

410
gnld gibi avukatım gelen e k a d a r b ek led im . K ü çü k , k ö h ­
ne sorgulam a odasında k o llarım ı g ö ğ s ü m d e k a v u ş tu rm u ş
oturuyordum. Jam eson, o rta ğ ı v e A n d re w s d a k a rşım d a y -

dtlar.
Avukatım, "N e d e n b u ra d a y ız ? " d iy e so rd u . "U m a rım
daha önce so rduğun uz so ru la rın ay n ıların ı so rm a k için
değildir. M üvekkilim, D aniel S an tino cin ayeti h ak k ın d a
hiçbir şey bilm iyor."
"Ya John Rita... ve Jo h n 'u n k arısı C a rm e la cin ayetleri
hakkında? Onlar h ak kında d a bir şey b ilm iy or, değil m i?"
"Eminim m üvekkilim in b u n lar h ak k ın d a bir bilgisi ol­
saydı size gelirdi. A m a sırf bir z am an lar birbirlerini tan ıy o r
olmalan, onlara ne old u ğ u n u biliyor anlam ına g elm ez."
Jameson, bu z gibi bak ışlarla y ü zü m e bak arak , "Y a kız­
lan Karissa?" diye so rd u . "O n u n hakkında bilgisi v ar m ı?"
Avukatım, "O n a ne o lm u ş?" diye sordu.
"Kayıp olduğun u dü şü n m em ize neden olan veriler
var."
"Kayıp m ı?" Bu kelim e bir anda ağzım d an çıkmıştı.
Avukatım her zam anki gibi bana sessiz olm am ı söyleyen
bir bakış attı am a kendim e engel olam ıyordum . Konu bu
olunca m üm kün değildi. "O nu n kayıp olduğun u dü şün­
menize sebep olan ne?"
"Bu yönde bir bilgi..."
Sözünü kesip "B ir bilgi," dedim . "Biri kayıp ihbannda
mı bulundu? Çünkü yirmi dört saatten daha kısa bir süre
önce onu kendi gözlerinizle gördünüz, dedektif. Bu y ü z­
den polisin henüz dün akşam görülm üş olan bir yetişkinle
ilgili bir ihbarı değerlendireceğinizden pek emin değilim ."
Bir an durup dikkatle bana baktı. "Bilgiyi bir kaynaktan
aldık."
"B ir kayn ak m ı?"
"E v e t, bir kaynak."

411
"Peki, bu kaynağın tam olarak ne söyledi?" diye sor
d u m . "Ç ü n k ü seni tem in ederim ki o kayıp değil ve böyle
dü şünü lm esini gerek tiren bir sebep yok."
Jam eson , "Y an i sizin evinizde m i?" diye sordu. "Bu sa
b ah o ra y a gittik am a kim se yoktu. Bugün derse de girme­
m iş."
"G itti."
Jam eson , "G itti," diye tekrarladı ve o anda söyledikleri­
ni tek rar ettiğ im d e K arissa'n m neden sinirlendiğini anla­
dım . Sesindeki k ü çü m ser ton ona tokat atma arzusu duy­
m a m a n e d en o ld u . "N e re y e g itti?"
"B u n u o na so rm an ız lazım ."
"O n a nasıl ulaşabiliriz? N ered e bulabiliriz?"
"D ed ek tif sen sin ," ded im . "A raştır."
B an a öylesi n efret d o lu baktı ki neredeyse gülüyordum.
Neredeyse. M asan ın ü zerin d en ban a doğru eğildi. " 0 öldü
m ü , B ay V itale? O nu ö ld ü rd ü n ü z m ü ?"
"B u n u ned en y a p a y ım ? "
"Ç ü n k ü d ü n evinize girm em em ize izin verdi," dedi.
"Belki bu b ard ağ ı taşıran so n dam la olmuştur."
O nu n yaptığını y ap ıp öne d o ğ ru eğilerek, "Seninle ko­
n u ştu ğ u için onu ö ld ü receğ im i mi düşünüyorsun?" diye
sordum . A vuk atım araya girerek beni susturmaya çalışı­
y ord u am a onu d u y m a z d a n geldim . "Eğer sebep buysa,
onu uzu n zam an önce seninle ilk konuştuğunda öldürmüş
olm am gerekm ez m iy d i?"
Kaşlarım çattı. Y ü zü n d e gerçekten aklı karışmış gibi bir
ifade vardı. K arissa'n m kendisiyle ne zaman konuştuğun11
h atırlam aya çalışıyordu. O an Karissa'nm doğruyu soy
diğini fark ettim . E ğ er Jam eson 'ın kaynağı o olsaydı yu
nü özellikle ifadesiz tu tard ı. k
"G erçek şu ki, dedektif, K arissa yaşıyor. O yüz e
nağının sana söylediği şey zırv a."
on, "Yani polisle k o n u şm a sın ı u m u r s a m a d ın ız ,
ffjle mi?" diye sordu. "R a y m o n d A n g e lo o n d a n k u r tu la ­
n a çalışmadı mı?"
"Raymond Angelo ben im p a tr o n u m d e ğ il."
"Aa, evet. Siz işi bıraktınız."
Jamesonbunu söylediği a n d a b e y n im d e b ir a m p u l çak tı.
Busabahki konuşmamı k elim esi k elim esin e te k ra rlıy o rd u .
İçeriye bir böcek yerleştirm işlerdi a m a b u , elek tro n ik b ir
böcekdeğildi. Ray, her gü n b ö cek o lu p o lm a d ığ ın ı k o n tro l
ettiriyordu, içeri giren çıkanı dik katle in c e liy o rd u . H a y ır,
içerideki böcek köstebek k ılığ m d ay d ı. Ja m e s o n 'ın k ay n ağ ı.
Orada bunu y apacak bir tek kişi v ard ı.
Her zaman orada olan bir kişi.
Brandy.
"Söyleyecek başka bir şey im y o k ." A rk am a yaslanıp
avukatıma döndüm . "B u n u n la sen ilgilenir m isin ?"
Dişlerinin arasından, "B en de o nu y ap m ay a çalışıyo-
i mm," diye cevap verdi. D edektifin soru ların a karşılık v e r­
miş olmamdan dolayı sinirlenm iş old u ğ u açık ça belliydi
■ ama bunu yapm ak bana istediğim şeyi verm işti. A vukat
her zamanki sözlerini tekrarladı: Ya tutuklayın ya serbest
bırakın; müvekkilimi rahatsız etm ekten vazgeçin, yoksa
| sizi dava ederim . A rdından sorgulam a o dasın dan çıkarıl­
dım.
Buraya birçok kez kelepçelerle sürüklenerek getirildi­
ğim zamanlar da dahil, hayatım da ilk kez sistem e kayde­
dildim.
İkinci D er e c e d e n H a n e y e T ec a v ü z S u ç lu s u .
Parm ak izim i alırlark en , "B u k a d a n b ira z fazla d eğil
m i?" diye so rd u m . H afif bir su ç. "B en i a n n e m d a v e t e tti."
"B ab an ız o rad an u zak d u rm a k k o n u su n d a b irk a ç kez
uyarıldığınızı söyledi."
"Yani şikâyetçi."

413
"Ö yle."
K en d im i tutm a y ıp b ir k ah k a ha attım .
Bak şu işe.
Babam sicilim e b ir kara le k e işlenm esini sağlamıştı
z a m ıy o rd u m bile.
H e m d e h iç.
Beni uyarm ıştı.
Defalarca.
22. BÖLÜM

Görüntü normal hızıyla akıyordu. Gece olduğu için ekra­


nın çoğu karanlıktı ama arka park yerindeki o bölümde ne
olup bittiğini kolayca fark etmeye yetecek kadar ışık vardı.
Cobalt'ın arkasında sadece birkaç metre ötemdeki titrek
bir silahtan üzerime yağan kurşunlan ve yere çöküşümü
izliyordum. Bu belli belirsiz video kaydında bile onun yü­
zünü seçmek, o gece bana saldıranın kimliğini tespit etmek
zor değildi.
C a rm e la s o n k u r ş u n u s ık a r s ı k m a z k o ş a r a k u z a k l a ş ı ­
y o rd u . K a y d ı b a ş a s a r ı p y e n id e n i z l e d i m .
O ld u k ç a u z u n g e le n b ir s ü r e d i r b u r a d a o t u r u y o r d u m .
Ç o k u z u n . B elk i s a a tl e r d ir . B i l m i y o r u m . S a n k i b i r ş e y l e r
d e ğ iş e c e k m iş , sa n k i y a ln ız lık d ış ın d a b a ş k a b i r ş e y l e r h i s ­
se tm e m i s a ğ l a y a c a k m ı ş g ib i k a y d ın a y n ı b ö l ü m ü n ü t e k r a r

415
tekrar izliyordu m . Sanki pişm anlığım uçup gidecekmiş ve
yeniden haklı o ld u ğ u m u hissedecekm işim gibi.
İşe y a ram ıy o rd u .
K arissa'n m y ü zü n ü zihn im d en atamıyordum.
Bitkin bir b içim de iç çekip çalışm a odamdaki koltuğa
yaslanarak gözlerim i k ap adım . Ellerim le yüzümü ovuştur­
du m . İçim p a ra m p a rça o lm ad an bu lanet olası gerginlikten
ve sald ırganlıktan k u rtu lm am gerekiyordu. Evim sessizdi
fazla sessiz. Bir zam an lar b u rad ak i sessizlikten keyif alır­
dım . A m a b u g ü n sessizlik h u zu rd an ziyade pişmanlık his­
setm em e ned en o lu y o rd u . Bu sessizlik bir armağan değil­
di. Bir cezaydı.
G özlerim i açıp tek rar bilgisayarım a baktığımda Carme-
la korku içinde k açm ay a çalışıyordu. Tam uzanıp tekrar
baştan sey retm ek için b irk aç dakika öncesine saracaktım
ki gözü m e bir şey çarp tı. Z a r zo r arabam a binmeye çalışı­
y ord u m . Bakışlarım ekranın köşesindeki Carmela'ya kaydı
v e kaçark en y ere d ü şen p arlak bir şeye odaklandı.
Bir şey d ü şü rm ü ştü .
Biraz başa sa n p y en id en o yn atm ay a başladım ve o âna
gelince ekranı d o n d u ru p g örü n tü y ü büyüttüm. Elinden
düşen şeyin an ah tarlarım old u ğ u n u görünce midem ka­
sıldı, g öğsü m sıkıştı. C arm ela durm uyor, onları almadan
karanlıkta g özd en kay b o lu y o rd u .
Yoo.
Bu d o ğ ru değil.
O lam az.
Geri m i dönd ü?
Sırf anah tarlar için geri m i döndü?
O noktaya gözlerim i dikip hızla ileri sarmaya başladım
Park yerinde patlak v eren karm aşayı, insanlann ne o
ğ unu anlam aya çalışarak olay yerinde koşuşturmalarım
izledim . Z am an akıp geçti. Bir saat, hatta neredeyse iki-
hayet biri eğilip anah tarlarım ı aldı.

416
Bir erkekti.
Tekrar oynat d ü ğm esin e basıp y ü zü n ü kam eraya dön­
mesini bekledim.
Kelvin.
Kelvin anahtarları başka birine, arkası bana dönük biri­
ne verdiğinde gözlerim e inanam adım . Ray'i tanım am için
yüzünü görm em e gerek yoktu. A nahtarları bir süre avu­
cunda tuttu, ard m d an cebine atıp orad an uzaklaşü.
Durdur düğm esine bastım . Ekran karardı ve çalışma
odası tam anlam ıyla karanlığa göm üldü.
Tüm bu süre içinde anahtarlarım Ray'deymiş.
O orospu çocu ğu benimle oyun oynamış.
Bütün bunlar hakkında ne yapacağım ı düşünerek
Karissa'nın m asad a du ran telefonuna uzanıp aldım. Ona
yeni bir tane alm aya zam an ayırm am ış olmanın suçluluk
duygusuyla başparm ağım ı ekranın ortasındaki çatlakta
dolandırdım.
Çok kötü bir erkek arkadaştım.
Berbat bir nişanlıydım.
Ve daha da kötü bir koca olacaktım.
Ben, iyi bir adam değildim. Bunu tekrar tekrar... birçok
kez kanıtlamıştım.
Ü stteki d ü ğ m ey e b astım ve telefon açılınca rah atlad ım .
Bu telefon u n k ed id en d ah a fazla can a sahip o ld u ğu n a
yem in edebilirdim . Telefon rehberini açıp isim leri y u k a n
d oğru k ayd ırd ım . B ran d y'n in kayd m ı g ö rü n ce hiç şaşır­
m ad ım .
B u kızın K arissa ile neden ark ad aş o lm aya çalıştığını a r­
tık b iliyordu m .
B ana ulaşm aya çalışıyordu.
R ay'in bilip bilm ediğini dü şü n m ek ten kendim i a la m a ­
dım . K östebeğin aslında kim old u ğu n u biliyor m u yd u ?
H er şeyi o planlam ış, B ran dy'yi b un un için getirm iş ve her

417
şeyin kendi istediği gibi sonlan m ası için onu kullanmış
mıydı? G ördüğüm şeyden sonra bunu yapm ış olması beni
şaşırtmazdı.
Eğer artık onun işine y aram ıy o rsam varmak istediği
noktaya ulaşm ak için o rtad an k ald ırm aya bir an bile tered­
düt etm eyeceği bir ayak bağı, bir engelden başka bir şey
değildim. Duygusallık bir yere kadardı.
Ne saygısızlığı kabul ed erd im n e de çıkarlar için kul­
lanılmayı. O nun oyu n cak ların d an biri değildim. Madem
bu oyunu oynam ak istiyord u, ona eşlik etmekten keyif
alacaktım. O yunun nasıl oyn an d ığ ım büyük bir memnuni­
yetle gösterecektim ona.
Brandy, M anhattan'da, kap ısında bir görevli bulunan
ve paranın satın alabileceği en iyi güvenliğe sahip, çok kat­
lı, lüks bir binanın çatı k atın da y aşıyordu . Elbette faturaları
Ray ödüyordu. H er şeyi o ö d ü y o rd u . Bu yüzden Brandy'ye
ulaşmak neredeyse im kânsızdı. G örünm eden içeri girip
çıkmak m üm kün değildi. Beni endişelendiren yakalanmak
değildi. Sadece d u rd u ru lm ak istem iyordum .
Ben ona gidem ediğim e g öre o bana gelecekti.
Aram a düğm esine b astım ve telefonun tekrar tekrar
çalmasını dinledim . Tam kap atıp yeniden deneyecektim ki
açıldı. "K arissa?"
Sakin bir tonla, "B ra n d y ," dedim . "B en Ignazio Vitale.
"Aa, hm m ... Vitale. M erhaba. Senin için... hmm... senin
için ne yapabilirim ?"
"Aslında benim senin için yapabileceğim bir şey oldu­
ğunu dü şü n ü y ord u m ," dedim . "E v i temizliyordum. Bi­
lirsin bir sürü ıvır zıvır... K arissa'nın bir sürü eşyası var.»
Artık ihtiyacı olm ayacağı şeyler. İstediğin herhangi bir şey
var mı diye göz atm ak hoşu na gider diye düşündüm.
Bir an duraksadı. "H m m ... Bilm em ."

418
«Son b irk aç g ü n z o r d u . B ir in in se n i p o lis e is p iy o n la d ı-
m öğrenm ek h iç k o la y d e ğ il. O y ü z d e n b u n u y a p m a m
e re k . Y a ş a n a n la r ın ... b ir a n la m ı o ld u ğ u n a in a n m a m g e r e ­

kiyor. Bunların h iç b irin in ç ö p e g itm e s in i is t e m i y o r u m ."


"Tamam." Sesi h â lâ k a ra rsız d ı am a r e d d e tm e m iş ti.
Anında bunu k u lla n a r a k , " O z a m a n ... y a k ın d a g ö r ü ş ü ­
rüz,” dedim.
"Harika."
Yarım saat b e k le d im . K ırk b e ş d a k ik a o ld u . B ir s a a t g e ç ti
ve bir saat d a h a ... S o n ra b ir a r a b a n ın e v im in ö n ü n d e d u r ­
duğunu d u y d u m . D ışa rı ç ık tığ ım d a d ir e k s iy o n d a K e lv in 'i
görünce hiç ş a ş ır m a d ım . B r a n d y a r a ç ta n in iy o rd u . A d a m ı
telaşlandırmamak için e lle rim i c e b im e s o k u p , y ü z ü m e b ir
gülümseme y a p ış tır a r a k a r a b a y a d o ğ r u y a v a ş y a v a ş y ü r ü ­
düm. Bu h alim K e lv in 'i g e rd i. G ö z le rin d e g ö r d ü m b u n u .
Brandy'ye d ö n ü p , "İ ç e r i g ir ," d e d im . "Y a ta k o d a s ı ü s t
katta sağda. B e n d e K e lv in le b ir a z so h b e t e d e y im ."
Brandy ik ile tm ed en içe ri g ird i. G izlice e tra fı k o la ç a n
etme fırsatını k a ç ırm a z d ı. H içb ir k ö ste b e k k a ç ırm a z d ı.
O içeri g iren e k a d a r b ek le d im , s o n ra K e lv in 'e d ö n d ü m .
"Sen g it," d e d im . "O n u b en b ıra k ırım ."
"A m a..."
" G i t," d iy e t e k r a r e ttim . " B r a n d y ile y a p m a m ı z g e r e k e n
bir iş v a r . A n la r s ı n ."
" H a a . T a m a m ," d e d i. " A n l a d ı m ."
A n la d ığ ın ı s a n ı y o r d u a m a a n l a m a d ı.
K e lv in a r a b a y ı ç a lış tır ırk e n , " A n l a y ı ş ı n iç in te ş e k k ü r
e d e r im ," d e d im . " M a a ş ın ı R a y 'in ö d e d iğ i n i b i li y o r u m a m a
b en d e k a rş ın a a lm a k i s t e y e c e ğ i n b iri d e ğ i l im . N e d e m e k
iste d iğ im i a n la d ın m ı?
B a k ı ş l a r ı n ı k a ç ıra r a k , " E v e t , a n l a d ı m ," d i y e m ır ıld a n d ı.
"İy i g eceler, b a y ım ."

419
Lastikleri b ağırtarak hızla uzaklaştı. Kendi kendime gü
lerek içeri girdim . Kapıyı sessizce kapattım ve kulak kabar
tıp dinledim.
Sesin yatak o d asın d an geldiğini du yd um .
Yavaş yavaş m erd iven i tırm an d ım , çıt çıkarmadan ko­
ridoru geçtim ve açık kapının girişinde durdum . Kapına
pervazına dayanıp kollarım ı g ö ğ sü m d e kavuşturdum ve
Brandy'nin g ard ıro b u k arıştırm asını seyrettim.
Benim gard ıro b u m u .
Kıyafetlerim i k u rcalad ı, so n ra bakışları üst rafa takıl­
dı ve pü rd ikkat ayakkabı k u tu su büyüklüğündeki metal
kutuya baktı. K u tu y u aldı. A şağ ıy a çekerken hafifçe geri
çekildim. A z kalsın d ü şü rü y o rd u , içindekiler şangırdadı.
Yatağın ü zerine k o y u p k ap ağın ı açm ay a çalıştı.
Kilitli old u ğ u n u fark ettiğindeki y ü z ifadesini karan­
lıkta bile görebild im . "L a n e t o lsu n ," diye homurdandı.
"A nahtarı n ered e b u n u n ?"
Arkasını d ö n d ü v e beni o ra d a dikilirken görünce dona­
kaldı. K o rkud an g özleri k o cam an açıldı, bir an soluğu ke­
sildi, sonra derin b ir nefes aldı. A ltına kaçırm ak üzereymiş
gibi g örü n ü y ord u .
"Yanlış d o la p ."
Kesik kesik nefes alıp v eriy o rd u . "B en... şey... Ben sade
ce dü şü n d ü m ki... Y an i..."
Ellerim i ceb im d en çık ararak kapıdan uzak laştığ ım da
kekelem eye d ev am ed iy o rd u . Y anm a yaklaşınca titremeye
başladı. G özleri ellerim e g eçird iğ im eldivenlere dikilmişti-
"B iliyor m usu n, b ir k eresin d e Karissa bu kutunun için
de olduğun u so rm u ştu ," d ed im . "H içbir şey olmadığı^
söylem iştim . Elbette d o ğ ru değildi, çünkü açıkça belli
duğu gibi içinde bir şey v ar. A m a tam anlamıyla yalan
değildi. O nu ilgilendirecek bir şey değil."

420
Brandy telaşla, "B ilm iy o rd u m ," d ed i. "S a d e c e b ak ıy o r-
dumve kutuyu g ö rd ü m . B ilm iy o rd u m ."
Hiçbir m azereti y o k tu . B u n u ik im iz d e b iliy o rd u k .
Brandy sadece u m u rs a m a y a c a ğ ım ı ü m it ed iy o rd u .
"İçindene o ld u ğ u n u s o r," d ed im . "H a d i... Sor."
"İçinde ne v a r? "
"Göstermeme n e d e rsin ?"
Komodinin çek m ecesin i açıp K arissa'd an k alan saç ta ­
kalarından birini alm ak için y a n m a d o ğ ru u zan d ığ ım d a
gerildi. Tokayı b ü k ü p B ra n d y 'e d o ğ ru kaldırdım .
"Gördüğün gibi b u k u ta n ım an ah tarı yok ... Bir zam an ­
lar vardı... Ç ok u z u n bir sü re ö n ce am a on d an ku rtu ldum .
İçini görebilm enin tek y o lu zo rla açm ak ."
Kilidin dilini k u rta rm a k için d o ğ ru kom binasyonu bul­
mam gerektiğinden k ap ağı açm ak biraz süre aldı. Sonunda
kilit açıldı, k ap ağı çıkarıp y an a koydum . Brand y'nin gözle­
rinin m erakla k u tu y a kayışım ve içine baktığında kaşlarım
Çatışını izledim .
"Bu, ben im h ay atım ," dedim . Bu kutuyu yıllar önce
kilitlemiş v e on d an beri çok, çok uzun bir süredir hiç aç­
mamıştım. "Y a da bir zam anlar sahip olduğum hayatım .
Kanm ö ldükten sonra paylaştığım ız şeylerin çok az bir kıs­
k ın ı bu kutuya kilitledim ve onu kaldırdım . Geri kalaru-
da yaktım . Am ları öfke yığınının altına göm düm ve bu
adamı unutarak yolum a devam ettim ." Kutuyu işaret et­
tim. "O nu n yerine bu adam oldum ." Kendimi işaret ettim.
Dikkatle bana bakıyordu.
K u tu n u n ü zerin d ek i k âğ ıtları (evlilik cü z d a n ı, M a ria 'm n
ö lü m b elgesi, ev im izin ta p u s u ) k a ld ın p altın d ak ileri o r ta ­
y a çık ard ım . M a ria 'm n d ü ğ ü n d e ü z e rin d e b u lu n d u rd u ğ u
eski bir şey, yeni bir şey, ö d ü n ç alın m ış şey ve m a v i bir
şey; onu n için değerli, o z a m a n la r atm a y a h a z ır o lm a d ığ ım
h irkac özel eşyası. B ebek için ald ığ ım ız tek şey ... M a ria 'm n

421
bebeğinin elinde görm e şansı o lm adığı o tek şey... Bir ç^.
gırak. Fotoğraflar... Bir sürü fotoğraf. Ve nihayet en dipten
alyanslarım ızı çıkardım . M aria'n ın alyansını ona doğru
kaldırdım . Pencereden süzü len ay ışığı üzerindeki elması
pırıl p ın l parlatıyordu.
"B u yüzüğü alm ak için ne yaptım biliyor musun?" diye
sordum. "O n sekiz yaşındaki bir çocuk bu büyüklükteki
bir elm ası alabilm ek için ne yapar biliyor musun?"
Başını iki yana salladı.
"R ay'e bazı sözler verd im ," dedim . "N e istese, n ey e ihti­
yacı olsa ben oradaydım . Para için h er şeyi yapabileceğimi
söyledim ona, böylece kızına h ak ettiği yüzüğü verebile­
cektim. Ve o, benim bunun için çalışm am ı sağladı. Gece­
leri kanlı ellerle eve gelip bunun nasıl olduğu konusunda
yüzüne baka baka yalan söyledim . Ama asla birini öldür­
medim. Asla kim senin canını alm adım . Bunu benden hiç
istemedi... Ta ki yüzüğü alana kadar. Biz evlendikten sonra
ilgilenmem gereken bir köstebek olduğunu söyledi bana.
O zam anlar ne dem ek istediğini anlamamıştım. İlgilenmek.
Ama şimdi biliyorum ve em inim sen de biliyorsun."
Brandy başını sallayarak onayladı.
Tir tir titriyordu, bunları ona neden anlattığımın farkın­
daydı ve korkmuştu.
G ü z e l.
"Yüzük için verdiği para yüzünden hâlâ ona borçlu ol­
duğumu söyledi. Eğer bu işi çözersem borcum ödenmiş
olacaktı. Bu yüzden kabul ettim. O gün bana baktı ve, "Ig-
nazio, en yakın arkadaşını öldürmek zorundasın," dedi
Yapamadım. Köstebekler ortadan k a l d ı r ı l m a l ı y d ı ama dos­
tum... en yakın arkadaşım ?"
Başımı iki yana sallayarak alyansı cebime soktum ve
kutuyu kapatıp yatağın üzerinde bıraktım. Onu açtığım da
içimde uyanan duyguları bastırmaya çalışarak gözlerimi
kutuya diktim.

422
ama sanırım Johnny yapabildi. Bu-
«Ben y a p a m a d ım
vermek yirmi yılımı aldı ama sonunda yap-
k arşü ığ m ı

un, ve artık borcum ödendi. Ve o gün, hayatım boyunca


unutmayacağım çok değerli bir ders aldım."
Alçak sesle, "Ne?" diye sordu.
"Gemiden a tla m a sın a f ırs a t v e r m e d e n k ö s te b e ğ i y o k

et."
Brandy tepki g ö sterem ed en ellerim i b o ğ a z ın a d olad ım .
Onu duvara doğru ittim ve b a şım alçı d u vara öyle h ızla
çarptım ki çökük oluştu. G ö zleri p ö rtlem iş b ir h ald e b e­
nimle mücadele ed iyord u am a d u rm adım . D a m a rla n p at­
layana, kalbi durana kad ar onu sım sıkı tu tarak son n efesi­
ni de çaldım.
Cesedi bagaja koyup ağaçlar arasına gizlenm iş gü ney­
deki eve gittim. G ece yan sın d an epey sonra C arter'ı fazla­
sıyla korkutacak biçim de kapıyı yum rukladım . İnanam az
gözlerle bana baktı, ardından tek kelim e etm eden fırının
anahtarını getirip verdi ve yatağına geri döndü.
Bunu izlerim i yok etm ek ya da suçumu örtbas etmek
için yapmıyordum.
Nasıl olsa Ray anlayacaktı.
Anlamasını istiyordum.
Sadece o adama yasını tutacağı bir şey bırakmadığım­
dan emin olmak istiyordum.
O benimle oyun oynamıştı.
Ben de oyuncak bebeğini onun elinden alacaktım.

423
23. BÖLÜM

Acı yok olmaz.


iste d iğ in kad ar umursama, derinlere itmeye çalış ya da
bastır; iste d iğ in kadar yokmuş gibi davran, yine de ora­
dadır. K aranlıklara gizlenip, derinlere saklanıp, öfke ile
beslen erek orada durur ve tekrar ortaya çıkıp kontrolü ele
geçireceği günü bekler.
H ay ır, acı yok olmaz. Asla. Çünkü acı, senin bir parçan
h aline gelir.
Kan dolaşımını ele geçirip bütün bedenine kök salar.
Acı, kalbinin her atışıyla damarlarına pompalanır ve d -
se rle rin d e n verdiğin her nefesle etraftı, sarar. Ad, her göz
tarp rşm d a göz kapaklanın, arkasmda yüzer. Ağzmdan ç,-

han h e r kelimede yaşar.


A cı, lan et olası bir asalaktır.

425
Bunu biliyorum, çünkü ben acı çekiyorum.
Yıllarca onu görmezden geldim, öfkenin arkasına gj2.
ledim ama yaptığım hiçbir şey onu yok etmedi. Durup
kendimi tekrar açtığımda, kendime hissetme izni vererek
kalkanlarımı indirdiğimde acı beni sımsıkı kavradı.
Kasvetli gri gökyüzü altında daha da parlak ışıldayan
çim görülmemiş derecede canlı bir yeşildi. Toprak, su
damlacıkları yüzünden ışıl ışıldı Orada dururken nem
ayakkabılanmın içine işlemişti. Sanırım yirmi dakikadır
buradaydım. Yirmi saat. Yirmi gün. Gerçekten fark eder
miydi?
Yirmi yıldır buraya ilk kez geliyordum.
Öyle olduğunu biliyordum.
Karşısında durduğum merm er hâlâ yepyeni görünü­
yordu, Üzerine kaim harflerle isim oyulmuştu. Maria An-
gelo Vitale. Üzerinde taze çiçekler vardı. Uzun saplı pembe
güller. Sanırım en sevdiği buydu. Artık emin değildim.
Anılanm beni yüzüstü bırakıyordu. Bugün en sevdiği çi­
çekler. Yarın yüzü. Sesini çoktan unutmuştum. Çok şey
unutmuştum. Bunları neden koruyamıyordum?
Samnm hepsini öfke aldı. İntikam peşinde koşarken
kaybettim.
Ray'in söylediği gibi, onun anısına gereken değeri ver­
medim.
Bu, hepimize yapılmış bir haksızlıktı ama ö z e l l i k l e bana.
Ondan kalan saklayabileceğim kırıntıları da çalmıştı.
Bir adım daha yaklaşıp toprağa konulduğu gün durdu­
ğum yerde durdum. Üzerimde aynı takım vardı.
Bundan sonra bu takımı yakabilirdim.
"Uzun zaman oldu," dedim. "Çok, çok uzun zaman-
Sesim alçaktı ve rüzgârla uzaklara taşmıyor gibiydi-
sabah burada kimse yoktu, bu eski m e z a r l ı k t a hiç
yoktu. Bu, doğru gelmiyordu, aynı onun için s ö y l e n e n

426
ünleri rüzgârın çalıyor olması gibi. Bu beni delirtiyordu.
gu belki de mantıksızdı ama en son ne zaman mantıklı
davranmıştım ki?
Sırf doğmuş olduğu için m asum bir genç kadını öldür­
mekistemiştim.
"Neden burada olduğumu bilm iyorum ," diye itiraf et­
tim. "Eğer hâlâ buradaysan beni görmek isteyip istemedi­
ğini, beni düşünüp düşünmediğini bile bilmiyorum. Bil­
miyorum, Maria... Ama seni özlediğimi biliyorum. Lanet
olası yirmi yılı seni özleyerek, asla şansın olmamasma
öfkelenerek geçirdim... Nasıl yaşandığını unuttuğum için
deli gibi öfkeliyim. Hatırlamaya çalışıyorum ama bu, dü­
şündüğümden daha zor. Suçlu hissediyorum. Suçluyum,
çünkü kendime yeniden mutlu olmak için izin verdim.
Uzun sürmedi ama bu duyguyu yaşadım. Biliyor musun,
varlığım görmezden gelince acıyı unutmak kolay. Ama
geri geldi ve şu an çok acı çekiyorum."
Elmas yüzüğü cebimden çıkarıp kasvetli gökyüzünün
altında bir süre baktım, sonra mezara yaklaştım ve mezar
taşının üzerine çiçeklerin yamna koydum. Acaba çiçekleri
kim bırakmıştı? Annesi mi? Babası mı? Hâlâ onun hakkın­
da bir şeyler hatırlayan bir arkadaşı mı?
"Yüzüğün sende kalması gerek," dedim. "Onunla gö­
mülmen gerekirdi. O zamanlar bunu düşünecek halde de­
ğildim... Onu çıkarıp aldılar ve aklım başıma geldiğinde
çoktan toprağın altına girmiştin. Gün sona ermeden muh­
temelen biri gelip bunu çalacak ama bu, yeni bir şey değil.
Her şeyi çalıyorlar. Yine de o senin, benim değil. Sana geri
veriyorum ama bu kez hiçbir söz vermeden."
Bir adım geri attım ve bir kez d ah a çiçeklere baktım . N e ­
dense bir şey yanlış görü n ü y o rd u . Belki d e p em be old u k ­
ları içindi.
En sevdiği şeftali çiçeğiydi, diye d ü şü n d ü m .

427
"Hoşça kal, M aria," dedim . "B ir yanım seni sonsuza
dek sevecek ama artık benim için gitm e ve nihayet acımla
baş etmeye çalışma vakti."
Mezarlığa bir bakış daha aüp oradan uzaklaştım. Ağır
adımlarla nem li çim de yürüyüp kaldırım ın kenarına park
ettiğim arabam a bindim ve eve doğru yola çıktım.
Bir hafta olmuştu.
Karissa gideli tam bir hafta.
Yedi gün içinde herhangi bir yere gitmiş olabilirdi. Gü­
neyin derinliklerinde bir yere, batıd a esrarengiz bir yere ve
hatta burada olm ayan bir yere.
Uzaklarda bir yere.
Uzun bir hafta olm uştu.
Uyuyam ıyordum .
Fiziksel olarak uyuşm uş, duygusal olarak tükenmiştim.
Verecek hiçbir şeyim kalm am ıştı. Paranoya beni yiyip biti­
riyordu. A niden esen h er rü zgâr bir uyarı, hışırdayan her
yaprak bir tehditti. Yorgundum , çok yorgun. Bunun sona
erm esini istiyordum .
Eve vardığım da girişe park ettim , arabadan inip kapı­
yı kapattım . A n ahtarları çıkararak eve doğru yürüdüm ve
sokak kapısının kilidini açtım . D ikkatli bir biçimde iterek
kapıyı açüm ve çalışm a odasından gelen neşeli sesleri du­
yunca elim tokm akta donakaldım .
Televizyon.
Açıkü.
Oysa bütün bir h afta açm am ıştım .
Seyretm iyordum .
İlgim i çekm iyordu.
Buradaki hiçbir şey ilgim i çekmiyordu.
Kapı tokm ağım bırakırken bedenim k a r ı n c a l a n d ı ^
dem kaynadı. Yavaşça geriye doğru bir adım attulV .j,,.
olası televizyona o kad ar odaklanm ıştım ki ark am

428
birinin ayaklarını sürüye sürüye çim de yürürken
pardığı belli belirsiz sesi son anda duydum .
Duyduğum da yakınım daydı. Ç ok yakınım da.
Üzerimde silah yoktu.
Çok geç k a lm ış tım .
Arkamı döndüğüm de ilk gördüğüm birkaç m etre ötem ­
de kafama nişan alınm ış silahın nam lusu oldu. R ay'in elin­
deydi. Tabancayı sım sıkı tutuyordu, parm ağı tetikteydi.
Gözlerinin içim e baktım .
İstifini bozm adı.
Öfke.
Tek gördüğüm öfkeydi.
Bunu biliyordum , çünkü uzun yıllar benim de hissetti­
ğim tek şey oydu. Bu, aynada kendi yansımamla karşılaştı­
ğımda gördüğüm bakıştı.
"Evime girm işsin," dedim. "Sanırım beni arıyordun."
Başını iki yana salladı. "Ben oraya girmedim. Buna ge­
rek yoktu. Araban burada değildi. Eninde sonunda geri
geleceğini biliyordum ."
Yalan söylüyor, diye düşündüm.
Yalan söylüyor olmalı.
Biri içeri girmiş.
Ben değildim.
D ü şü n m e k için z a m a n k a z a n m a y a ç a lış a ra k sak in bir
tonla, " B u r a d a o lm a n a ş a ş ır d ım ," d ed im . "K e lv in 'in ya d a
d iğ e rlerin d en b irin m geleceğin i sa n ıy o rd u m . Ellerin i kir­
letm ek p ek senin tarzın d e ğ il."
"Evet. Yine de kişisel bir m esele olduğunda bir erkek
kendi işini kendi halletmeli."
"Yani bu, kişisel bir m esele."
"Ö y le o ld u ğ u n u b iliy o rsu n ."
Eli sabit d u ru y o rd u . T itrem iy o rd u .
B ana ateş edecekti.

429
Bunu biliyordum.
Ve ıskalamayacaktı.
Bu ne boş bir tehdit ne de mesaj vermek için yapılan bir
hareketti. Karşımda hedefine kilitlenmiş bir adam vardı ve
hedefi öldürmekti. Bir insanın sonu her zaman bir dostun
elinden olur. Benim için baba gibi olan bir adamdan da
daha azını beklememem gerekir.
Tekdüze bir tonla, "D urm a," dedim. En ufak bir kor­
ku duymuyordum. Belki de duymam gerekirdi. Ölümden
korkmayan belki de içimdeki canavardı. Yaşamak beni
daha çok korkutuyordu. Zaten bir kez ölmüştüm. "Yapa­
caksan yap. Kafama bir kurşun sık. Kızım gururlandır."
Öfkesi bir anda alevlendi. "Senin için fazla iyiydi."
"Öyleydi," diye ona katıldım. "Ama beni sevdi, her şeye
rağmen."
Ray parmağını tetiğe bastırdı, ateş etmek üzereydi. Hâlâ
dik dik gözlerinin içine bakmaya devam ediyordum. Ben­
de yanlış bir şey var, diye düşündüm. Hayatım için yal-
vanyor olmam gerekirdi. Yaşamak için yakarıyor olmam
gerekirdi. Kalbimin deli gibi çarpıyor olması gerekirdi. Ter
içinde kalmam gerekirdi. Ya da öyle bir şey. Herhangi bir
şey.
Ama hiçbir şey hissetmiyordum.
Bir kez daha en ufak bir şey hissetmiyordum.
Adımı duyana kadar hiçbir şey.
Tutuk bir sesti, arkamdaki evden geliyordu, tekrar du­
yacağımı asla düşünmediğim, zar zor duyulan tanıdık bir
fısıltıydı. Naz. Bu sadece benim kuruntum, dedim ken d i

kendime. Gerçekten duymadım.


Ama duymuştum.
Duymuştum ve bir kez daha duydum.
Bu kez Ray de duydu.
Gerçekti.

430
G ö z le r in i benden ayırıp açık sokak kapısına baktı. Ö f­
kesinin y e r i n i şaşkınlık aldı. Hızla arkamı döndüğümde
k ararsız ama hiçbir korku belirtisi taşımayan, yumuşacık
bakışlı b i r çift kahverengi gözle karşılaştım . Beni görebili­
yord u ama Ray'i görem iyordu. Yalmz olduğumu düşünü­
yo rd u . Orada tek başım a durduğum u düşünüyordu.
Bend en korkmuyordu.
Artık korkmuyordu.
Karissa.
Sessizliğimi neye yoracağından emin olmayan bir
halde bir kez daha konuşarak bana doğru bir adım attı.
"Ignazio?"
Kalbim duracak gibi oldu, ardında deli gibi çarpmaya
başladı. Beynim hızla çalışıyordu. Duygu geri dönmüştü.
Korku geri dönmüştü. Adrenalin geri dönmüştü. Beni boğa­
na kadar bütün her yerimi sardı. Ama hissettiklerim ken­
dim için değildi. Hayır, birazcık bile. Onun içindi.
Hayır.
Hayır.
Lanet olsun, hayır.
Burada olmaması gerekiyordu.
Karissa bana doğru bir adım attı.
Ray de.
B ak ışlarım çılgın gibi ikisi a r a s ın d a gid ip geliy ord u .
S ad ece san iyeler sü rd ü ; sah ip o ld u ğ u n h e r şeyi elinden
alacağını bild iğin bir silahın n am lu su n a bak ark en d ü n ya­
nın d u rd u ğ u o kısa san iyeler... Belki h ayatım ı ya da daha
kötüsü y aşam a sebebim i. A m a silahın h ed ef değiştirm esi
sad ece birkaç saniye sürd ü .
Ray, omzumun üzerinden kapıya nişan aldı. Parmağı­
nı tetiğe bastırdığında çığlık atarak üzerine atladım. Silah
ateş aldı ve kulağımı sağır eder bir gürültüyle etrafımızda­
ki havayı sarsarak patladı. Ona bir saniye geç saldırmıştım.

431
Beni çılgına çeviren o tanıdık öfkeyle onu yere serdim. Si­
lahı ele geçirmeye uğraşırken bir süre karşılıklı mücadele
ettikten sonra silahı kavradım . Silahla birlikte elini de yere
vurunca tutuşu gevşedi ve silahı alıp Ray'e çevirdim. Du­
raksamadım. Bir an bile düşünm edim .
Silahı kaldırdım.
Tetiği çektim.
Silah patladıktan bir saniye sonra şiddetli bir nefes alışı
duydum; ciğerlerinden çıkan h avayı içine çekerek çaresiz­
ce nefes almaya çalışıyordu. G özlerim yerde sırtüstü hare­
ketsiz yatan Ray'deydi. N efes alm ıyordu.
Bu ses ondan gelm iyordu.
Hayır.
Tanrım, hayır.
Aynı sesi bir kez daha du yun ca gözlerim i hızla evin ka­
pışma çevirdim. K arissa'yı görm ed im . Artık orada dikilmi­
yordu. Ama onu duyabiliyordum .
Zorla nefes alışını du yabiliyord um .
Nefes almaya çalışışm ı.
RayY bir kenara itip ayağa kalktım . Silahı yere atıp ko­
şarak içeri girdim. A n treye gird iğim d e az kalsın yere yı­
ğılıyordum. K arissa'yı çevreleyen beyaz döşeme kan içim­
deydi. Karissa, yerde sırtüstü yatm ış, göğsündeki yaraya
bastırarak kanın akm asını ö n lem eye çalışıyordu ama hızk
kan kaybediyordu. D izlerim in ü zerin e çöküp onu kaldıra­
rak kollanm ın arasına aldım ve gü çsü z elini yaradan ze*
la çektim. Tişörtünü yırtıp açarak yarayı ortaya çık a rd ım

Yara göğüs kafesine yakınd ı ve h er nefes aldığında bava.’ 1


emiyordu.
Siktir.
Elini tekrar yarasının ü zerin e koyup sıkıca bas ^
"Elini tam orada tut, tam am m ı? O radan hava g i^
durduracak bir şey alıp g eliy o ru m ."
¡Coşarak mutfağa gittim. Her şeyi fırlatarak dolapların

çj# baktım ve bir streç film rulosu buldum. Çekm eceden


^bant kaptım ve Karissa'nın yanma koştum. Şükürler ol-
5un ki bıraktığım gibiydi. Yere çöktüm, ellerini göğsünden

çekerek streç rulodan bir miktar kopardım. Yarayı kapa­

dın ve sımsıkı bantladım. Sonra elimi cebime sokup tele­

fonumu aradım.
Tek elimle yaraya bastırıp diğer elimle 911'i aradım.
Kalbimhâlâ deli gibi çarpıyordu. Karissa kan içindeki eliy­
le koluma yapışmış, beni sımsıkı tutuyordu. Yanakların­
dan sel gibi yaşlar akıyor, panik içinde zorla nefes alarak
bana bakıyordu. Gözlerinde şaşkın bir bakış vardı.
Telefonu boynumun altına sıkıştırarak, "Derin derin
nefes al, bebeğim," dedim. Sesim çatlaktı. "Sakinleşmeye
çalış. Ne kadar heyecanlanırsan kalbin o kadar hızlı kan
pompalar ve daha çok kan kaybedersin."
"912, acil durum nedir?"
"Hemen bir ambulans gerekli," dedim. "On dokuz ya-
şında, göğsüne kurşun yemiş bir kadın var."
Çabucak adresi verdim . Görevli bana talim atlar v e rm e ­
ye Çalıştıve yardım gelene kadar hatta kalm am ı sö y led i
ama kapatmadan telefonu, hem en yanım a y ere attım . Bir
elimle hâlâ yaraya bastırarak kanam ayı y av a şla tm a y a çalı­
şırken diğer elimle saçlarını yüzü nd en çektim .
"N az," diye fısıldadı. "N a z ..."
Ona bakıp saçlannı okşam aya devam ed erek , " H e r şey
yolunda," dedim. "Ben yanındayım . S adece nefes a lm ay a
devam et, olur mu? İyileşeceksin. Benim için nefes a lm ay a
devam et. Bunu yapabilirsin, değil m i?"
Hafifçe başını salladı.
Ne kadar zor olursa olsun aldığı her nefes için şü k re­
derek, Sadece nefes almaya devam et," diye fısıld ad ım .
“Nefes alm aya devam e t."

433
Çabalıyordu. Lanet olsun, çabaladığı belliydi ama aldı­
ğı her nefeste acı içinde yüzünü buruşturuyordu. Ben göz­
yaşlarını silerken acı ile haykırarak yüzünü buruşturdu
"N az..."
Başım ı iki yana sallayarak, "H a y ır," dedim. "Bunun için
gücünü harcam a. N az deyip durm a. Sadece nefes almaya
devam et. İyi olacaksın. Söz veriyorum . Bunu yapa... Seni
kaybedem em . Benim için nefes alm aya devam etmen ge­
rek, Karissa. Yardım gelm ek üzere. Benim için dayan."
İki dakika.
D ört dakika.
O n dakika.
Lanet olası bir asır.
U zaktan gelen siren seslerini duyana, evin önünde du­
ran araçlann yanıp sönen tepe lam balarının ışıklarını göre­
ne kadar ne kadar süre geçti bilm iyorum . Önce polis geldi,
hem en arkasından ilk yardım ekibi. Polis memurları ve ilk
yardım personeli eve doluştu. Biri beni tutup kaldırarak
Karissa'd an uzaklaştırdı. Ben sürüklenerek antreden çıka­
rılırken Karissa başını çevirip benden tarafa baktı. Sesini
duyam ıyordum am a adım ı söyleyen dudaklarını okuyabi­
liyordum.
Naz.
D ışarı sürüklendim . Tam bir karmaşaydı.
Bir asır daha geçti.
Belki de sadece bir dakikaydı.
Bilm iyordum .
Hiçbir şey bilm iyordum .
"N efes almaya devam et," diye fısıldadım k e n d i kend i

me. "N efes almaya devam et."


Göz açıp kapayana kadar polis memurları e tr a fım ı sar
İk in ci k e z g ö z a ç ıp k a p a d ığ ı m d a ise K arissa götüm
yord u .
Kalabalığı yarıp kend im e yol açm aya ve ona ulaşm aya
ç a lış tım ama engellendim . Ç ok fazla insan vardı. Bu kadar
insan hangi cehennem den çıkm ıştı? N e kadar bağırırsam
b a ğ ıra y ım , ne kad ar m ücadele edersem edeyim işe yara­
madı ve am bulans, b en i alm adan bangır bangır siren çala­
ra k ve trafiği yararak tüm hızıyla uzaklaştı.
Birkaç saniye sonra insanlar benim le konuşuyorlardı.
Sesleri birbirine karışıyordu. Hiçbir şey düşünemiyordum.
Sımsıkı saçlarım a yapışm ış, daire çizerek hızlı hızlı yürü­
yor ve "nefes alm aya devam et" dışında bir şey söylemi­
yordum.
Bu ne zam an oldu bilm iyorum ama birden Jameson çık­
tı ortaya. Evin etrafı sarı olay yeri bantlarıyla çevrelenmiş­
ti. Her yanım kan içinde, ellerim titreyerek girişteki merdi­
vende durdum. Yüzünde kaygılı bir ifadeyle tam karşıma
dikildi. Bulanık bir kütle gibi görünüyordu. Görüşümü
düzeltmek için gözlerimi kırptığımda ağladığımı fark et­
tim.
Deli gibi ağlıyordum.
B ir k ez d ah a.
“G itm e m g e r e k ," diyerek Ja m e so n 'ın e tra fın d a n d o la n ­
m a y a ç a lış tım . "H a s ta n e y e g itm eliy im . O ra d a o lm a lıy ım ."
Y a n ın d a y arım d ü zin e m e m u rla y o lu m u kesti. B u rn u m ­
d an so lu y a ra k dik dik on a b ak tım . G ö z y a şla rın ın g ö z le rim i
yak tığın ı hissettim . Bu, beni d ah a d a çok sin irlen d ird i.
Jam eso n 'a d o ğ ru bir ad ım ata ra k , "B e n i d u r d u rm a y a m ı
ç a lışıy o rsu n ?" ded im . "S ak ın d en em e . Şakıtıl"
A d am en ufak bir öfke belirtisi g ö s te rm e d i, en d işeli b a ­
kışlarını benden uzak laştırıp etrafa baktı. D ikkatini çim in
ü zerin d e beyaz çarşaf örtü lü k ütle çekti.
" S a d e c e n e old u ğ u n u an latın ," dedi ve so n ra b a n a d ö n ­
dü. Y ü z ü n d e içten bir ifad e vardı. "N e o ld u ? "
Bir an tereddüt ettim.

435
“Nişanlım ı vu rd u," dedim . "B iz i ö ld ü rm ek istedi."
"Siz de onu öld ü rd ü nü z."
"Ben de onu d u rd u rd u m ," d iye dü zelttim . "Adalet ye­
rini buldu, Jam eson. Senin b a n a sağlayam ayacağın adalet.
Burada işin bitti. Senin işini b en yap tım ... Bir kez daha."
Başım sallayarak kenara çekild i. "H a d i, gidin. Daha
sonra size bazı soru larım o la ca k am a şim d i hastaneye gi­
din."
Anahtarlarım ı alıp y an ın d an geçtim ve arabaya doğru
yürümeye başladım .
Andrew inanam az b ir tonla, "O n u serb est mi bırakıyor­
sun?" diye sordu. "A z ö n ce b u ad am ı öldürdüğünü itiraf
etti ve sen yürüyüp gitm esin e iz in m i veriyorsun?"
Jameson, "M eşru m ü d a fa a y d ı," diye karşılık verdi.
"Onu parm aklıklar arkasm da gö rm ey i en az senin kadar
istiyorum am a burada k ö tü ad am görüntüsü sergilemek
istemeyiz, değil m i?"
Arabaya bindim ve h ızla o ra d a n uzaklaştım . Evimi bir
sürü polisle dolu bir h ald e ta m a m en açık bırakmıştım ama
umurumda değildi. A rtık d eğildi.
İsterlerse her köşesini aray abilirlerd i.
Yakıp kül etseler bile u m u rsam azd ım .

436
24. BÖLÜM

Hastane bek lem e od a la rı A r a f 't ı r .


C e n n e t ile C e h e n n e m a r a ş m a s ık ış ıp k a l m ı ş b i r h a l d e ,
za m a n ın ız ın g e lm e s in i v e b u n d a n s o n r a g i d e c e ğ i n i z y e r i
d u y m a k iç in b e k le m e y e z o r la n d ığ ı n ı z y e r d i r . B u h i ç k e y if li
d eğ ild ir. A s lın d a ta m b ir iş k e n c e d ir . Y i n e d e o r a d a o t u r u r ,
k e n d in iz e d u r u m u n o k a d a r d a k ö tü o l m a d ı ğ ı n ı s ö y l e y e ­
rek u m u d a sım sık ı t u tu n u r s u n u z ç ü n k ü h e r z a m a n d a h a
k ö tü y e g id e b ile ce ğ in i b ilirsin iz .
Çünkü g id ebileceğ im bilirsiniz.
O d a ışıl ışıl a y d ın la tılm ış tı; te p e m d e k i f lo r e s a n l a m b a ­
la r titre şiy o r v e g ö z le rim i a c ıtıy o r d u . H e r tit r e ş t i ğ i n d e g ö z ­
lerim i y a k ıy o rd u . V ü c u d u m d a k i h e r k a s a ğ n y o r d u .
Köşede b ir ço c u k çığ lık ç ığ lığ a b a ğ ı r ı y o r , a n n e s i h ıç k ı-
ra h ıçk ıra a ğ lıy o rd u . Y aşlı b ir a d a m h a p ş ır ıp d u r u y o r , b ir

437
kadın durmadan konuşuyordu. Etrafımı sesler, kulakla­
rımdan yankılanan bulanık bir karmaşa sarmıştı ve ben
saçlanma sımsıkı yapışmış bir halde kapıya bakıyordum
Dikkatle bakıyorum.
Ve bakıyordum.
Ve gözlerimi ayırmadan bakıyordum.
Açılmasını, bana son durumu söyleyecek birinin çık­
masını bekliyordum.
Cennet ya da Cehennem.
Yaşam ya da ölüm.
Kolumda bir iğneyle bir sedyeye bağlanmış gibi his­
sediyordum. Tek fark, beni çevreleyen şey hastane odası
mıydı yoksa infaz odası mıydı bilmiyordum.
Birkaç dakika daha geçti.
Arka arkaya nefes alıp veriyor, Karissa'nın da alıyor ol­
ması için dua ediyordum. Nefes almaya devam et.
Kapı itilerek açıldı ve dışarı bir doktor çıktı. Çevrem­
deki herkes umut dolu gözlerle ona baktı ama o, gözlerini
bana dikti. Yüzü ifadesizdi. Bana doğru yürümeye başla­
madan bir süre durdu. Gergin görünüyordu.
Midem sıkıştı.
Hayır.
Hayır.
Sakın söyleme.
Onun da öldüğünü söyleme.
Son kelimesinin benim adım olduğunu söyleme.
"Bay Vitale? Yalnız konuşabilir miyiz?"
Bakışlarımı ondan uzaklaştırıp odaya bir göz attım.
Anne yeniden ağlamaya başlamıştı. Çocuk hâlâ bağırıyor­
du. Yaşlı adam sümkürüyor, kadın ise ona lanet olası ülse­
rinden söz ediyordu.
Buranın Araf değil, Cehennem olduğuna karar verdim
"Burada söyleyin," dedim. "Söyleyin ve kurtulun.
"Eğer ısrar ediyorsanız."

438
-E d iy o r u m ."

»Atlatü."
Ne dediğinin algılam am birkaç saniye sürdü. Tekrar
una baktım. "Atlattı mı?"
Başını salladı. "D urum u biraz riskliydi... Ciğerlerden
biri delinmiş, birkaç kaburga kırılm ıştı am a hasarı onar­
dık. Çok şanslıymış ki olay gerçekleştiğinde siz oraday­
mışsınız. Hızlı düşünm eniz hayatım kurtardı."
Rahatlamış olm am gerekiyordu am a öyle olmadı.
Hayatını kurtarm amıştım .
Neredeyse elinden alıyordum .
"Teşekkür ederim ," dedim . "O n u görebilir m iyim ?"
Doktor, "Bir süre sonra," dedi. "H enüz baygın ama kısa
süre sonra odaya almacak. Uygun olduğunda hem şire size
haber verir."
Bana haber verm eye geldiklerinde üç saat geçmişti.
Bunu net olarak biliyordum , çünkü kapıya bakm ak ye­
rine gözlerimi saate dikmiştim. Bu süre içinde yaşlı adam
iyi haberi aldı, geveze kadın uykuya daldı ve anneye bun­
dan sonra hayatının asla eskisi gibi olmayacağı söylendi.
Hemşire beni yoğun bakımdaki loş bir odaya götürdü.
Kapıda durup yatağa baktım. Karissa hareketsiz yatıyor­
du. Nefes alıyordu ama kendi başına değil.
Solunum cihazına bağlıydı.
H e m ş ire , "B irk a ç d a k ik an ız v a r ," d e d i. "S o n ra d ışa ­
rı çık m an ızı rica e tm e k z o ru n d a y ım . Z iy a re tçi saati so n a
erdi, b u y ü z d e n y a rın te k ra r g elm en iz g e re k iy o r."
H e m ş ire u zak laştı. K ap ıd a d u ru p o n u se y re ttim , m o n i­
tö rd e n gelen kalp atışının sesini d in led im . H em şiren in geri
dön m esin i b ek lem ed im .
Oradan ayrıldım.
Am a uzağa gitmedim, bekleme odasına geri döndüm.
Köşedeki bir sandalyeye yerleştim ve hiç uyumadım. G ece
boyunca insanlar geldi gitti. Bu durum, ertesi gün öğleden

439
sonraya kadar sürdü. Arada bir hastanede dolanıp yarı
baygın bir halde zaman geçirdim.
Karissa hastaneye getirildikten yirmi dört saat sonra
üzerimde hâlâ onun kamyla kaplı kıyafetlerle yoğun ba­
kımın yakınındaki bir duvarın dibinde dikiliyordum. Ar­
kamdan biri yaklaştığında pencereden dışarı bakarak park
yerine giren çıkan arabalan izliyordum. "Bay Vitale?"
Arkamı döndüğümde dün bana haberi veren doktorla
yüz yüze geldim. Bana dikkatle balonca bir an durdu ve
bir şeyler kekeledi. "D ünden beri burada mısınız?"
"Evet."
"Eve gitseniz iyi olur," dedi. "Biraz dinlenin."
Kendime bir göz attım ve başım ı iki yana salladım.
"Orada beni bekleyen hiçbir şey yok."
"En azından temiz bir şeyler giyin," dedi. "Size bir dok­
tor giysisi bulayım. Duşları da kullanabilirsiniz."
İtiraz etmek, reddetm ek istedim ama duş alma fikri o
an çok cazip geldi. Adam, bana lacivert bir doktor giysisi
verip duşta istediğim kadar kalabileceğim i söyledi.
Ilık duşun altında uzun süre durup, kendimi anılardan
kurtarmaya çalışarak vücudum a bulaşmış kanı temiz­
ledim. Ama yaşananlar gözüm ün önünden gitmiyordu.
Gözlerimi her kapatışım da onun solgun tenini, gözlerin­
deki şaşkın bakışı, bedeninden fışkıran kam görüyordum.
Sonunda suyu kapadım , kurulandım ve doktor giysisi­
ni üzerime geçirdim. Takımı çöp kutusuna atıp dışarı çık­
tım. Bir kez daha hastanede dolandım ve yoğun bakıma
geri döndüm. Karissa'nın odasına doğru gidip kapının dı­
şında durdum.
Kendine gelmişti.
Makineler hâlâ ötüyordu ama solunum cihazı gitmişti.
Bir hemşire yatağının yanında durmuş hayati fonksiyonla
nm kontrol ederken Karissa hafifçe döndü. Hiç sesim i p
karmadan merakla onları izledim ve hemşirenin işi biten
kadar bekledim. Kadın bana gülüm seyerek dışarı çıktı.
Ogider gitmez gözlerimi Karissa'dan ayırmadan yavaş­
çaodaya girdim. Bakışları benden tarafa kaydı. Ne söyle­
yeceğimi bilmiyordum. Dilim in ucunda özür vardı, lanet
olası bir özür daha... Ama sessizliği ilk o bozdu.
"Yine doktor giysisi m i çaldın?"
Sesi cızırtılı ve baygın çıkıyordu ama şaka yapıyordu.
Anında rahatladım, dünden beri kaslarımda taşıdığım ger­
ginlik azaldı. Bana siktir olup gitmemi söylememiş olma­
sından cesaret alarak yanma yaklaşüm. "Ödünç aldığımızı
söylemiştin, unuttun m u?"
"Unutmadım."
"Bu kılığı bir kez daha deneyeyim dedim. Siyah takım
elbise arük bana yakışmıyor."
Hafifçe gülümseyerek "Hoşuma gitti," dedi. "Dokto-
nımsu görünüyorsun."
"Doktorumsu," diye tekrar ederek yatağm yanma bir
sandalye çekip oturdum. "Bunu aklımda tutacağım."
Bana bakarken gülümsemesi biraz azaldı. Elini bana
doğru uzattı. Orada tutmaya çalışırken kolu titriyordu. İç
çekerek elini tutup iki elimin araşma aldım. Teni buz gi­
biydi.
Alçak sesle, "B en i korkuttun, aşkım," d ed im .
" Ö z ü r d ilerim ."
"Ö z ü r d ilem e ," d edim . "B e n d e n asla ö z ü r d ilem e. Bu
senin h a ta n değil... B enim h atam . E ğ e r ö z ü r d ilem esi g e re ­
k en biri v arsa b en im ."
B aşını yav aş yav aş iki yan a salladı. "D o k to r h ayatım ı
senin k u rtard ığ ın ı söyled i."
"Seni bu olaya en b aşta b en k an ştırd ım ," ded im . "O ra d a
olm am an gerekiyordu. G itm iştin ve geri d ön m em en i s ö y ­
lem iştim sana... E ğer gidersen yoluna d ev am et ve asla geri
dönm e dem iştim . N eden o rad ayd ın ? Kafanda n e v a rd ı?"
C evap verirk en sesi d aha da alçak çıktı. "S eni ö z le d im ."

441
İnanamamış bir ifadeyle gülerek, "Beni mi özledin?"
diye sordum. "G erçekten... beni mi özledin?"
"Evet."
"N eden?"
Dikkatle bana baktı. Cevap verm edi.
"Sevinm en gerekirdi. Peşinden gelmeyeceğimi söyle­
dim ve gelm edim. Ö zgür ve tem izdin."
"Sorun da bu ," diye karşılık verdi. "Peşimden gelm edi­
ğini biliyordum ."
"İstediğinin bu o ld u ğ u n u san ıy o rd u m , Karissa. Gitme­
ne izin v erm em i istedin , b en d e v e rd im ."
"Ben de bunu istediğim i sanıyordum ama istediğim şey
bir seçenekti. Bir seçeneğim olsun istiyordum. Bunu sor­
mam istiyordum ."
"Sordum ."
"H ayır, sorm adın. Kalm am ı istediğini söyledin ama
bunu isteyip istem ediğim i sorm adın. Hiç sormadın."
Bu, bana anlam sız geliyordu. Önem siz bir tartışmaydı.
Ne söylem iş olduğum un önem i yoktu... Gitmek istiyorsa
gidecekti ve gitti. Beni terk etti.
Ve neden geri geldiğini anlam ıyordum .
Ben elini okşarken, alçak bir sesle, "Seni özledim," dedi.
"B u kadar özleyeceğim i sanm ıyordum . Seninle konuş­
mayı... bana sataşm anı, bana bakm anı özledim. Yaptığın
şeylerden tiksiniyorum ... Bir yanından, bazen dönüştüğün
canavardan nefret ediyorum am a âşık olduğum adamdan

nefret etm iyorum . Ve özlediğim kişi de o."


"Ben iyi bir adam değilim , Karissa."
"Ama kötü bir adam da değilsin, Ignazio."
Aynı tartışm a yeniden başlıyordu.
"Sana bakm am dan nefret ettiğini sanıyordum.
"Ediyorum ," dedi, "am a aynı zamanda seviyorum.
Başımı iki yana sallayarak derin bir nefes verdim veeg^
elini öptüm. "Benden çok ama çok uzaklara kaçman gert’

442
"Bunu yapmam gerektiğini biliy o ru m ," dedi. "K eşke
y a p a b ils e m ."
"Y apabilirsin."
Başını iki yana sallayarak gözlerini benden u zaklaştın p
tavana dikti. G özleri ağırlaşm ıştı, yavaş yavaş kırpıyordu.
"Neden geri döndüğüm ü b ilm iyorum ," dedi. "Y aşa­
nanlara hiçbir anlam verem iyorum . Belki de buna gerek
yok. Burada olm am alıyım am a buradayım . Seni sevm em e-
liyim ama seviyorum. Sorunların var, Naz. Sende gerçekten
yanlış bir şeyler var. Belki bende de yanlış bir şeyler vardır
çünkü senden ne kadar nefret etm eye çalışırsam çalışayım,
ne kadar uzak kalm ak istersem isteyeyim yapam ıyorum .
Seni seviyorum am a bunun nedenini... neden seni sevdiği­
mi, bana bunu neden yaptığım , senin de beni sevm en bek­
lenirken beni üzecek noktaya kendini nasıl getirebildiğini
anlamıyorum."
"Bu seninle ilgili değildi."
"Bunu nasıl söyleyebilirsin?" diye sordu. Sesi biraz daha
yükselmişti ve daha güçlü çıkıyordu. "O , benim annem ."
"Bunu yapmak istemedim, Karissa," dedim. "B ir sani­
yesinden bile keyif almadım."
"Böyle hissetmenin durumu daha iyi yapmasını bekli­
yorsun, öyle mi?"
B a şım ı eğ ip a v u c u m u n içindek i elin e b a k a ra k , " H a y ı r ,"
d ed im . G ö zlerim k o lu n a tak ılm ış o la n d a m a r y o lu n a k a y d ı.
"S ö y le y e c e ğ im hiçb ir şey bu d u ru m u d a h a iyi y a p m a z , K a ­
rissa. O lan o ld u v e geri alın a m a z . B eni a ffe tm e n i b e k le m i­
y o ru m ... H a tta affetm en g e r e k t iğ in d e n bile e m in d e ğ ilim . A f­
fetm ek... Bu, kesinlikle b en im y a p a b ile ce ğ im b ir ş e y d e ğ il."
A ğ l ıy o r d u , sessizce a ğ lıy o rd u . G ö z le ri ta v a n a d ikili d u r ­
m aya d ev am ed erk en g ö z y a şla rı sicim gibi y a n a k la rın d a n
a k ıy o r d u . "A n n em b ilm iy o rd u ... O n u n n e p la n la d ığ ım , n e
y a p tığ ın ı h er şey olu p biten e k a d a r b ilm iy o rd u . B a n a b ö y le
s ö y le d i ve ona in an ıy o ru m . Ö ğ re n d iğ in d e ise ço k g e ç ti."

443
"B u doğru olabilir," diye cevap verdim . "Ama her şey
olup bittikten sonra onun ne yaptığını bile bile yıllarca ya­
şadı ve onu korudu. A nnen onu seçti. Yaptığı şeye rağmen
o adam a arkasını dönm eyi reddetti."
Karissa, "A nasına bak kızını a l," diye fısıldadı.
Başparm ağım la teninde daireler çizerek bir süre elini
okşadım . "Y aptığım şey, ben im yaptığım ı haklı çıkarır de­
m eye çalışm ıyorum . Bunu m eşrulaştırm aya çalışmıyorum.
Sadece annenin kararını verm iş olduğunu söylüyorum.
Bunun sonuçlarının ne o lacağını biliyordu. Bana ateş etti.
İkim izden biri ö lm eden bu oyu nu n bitmeyeceğinin farkın­
daydı ve ölen kişi o oldu ğu için üzgünüm , Karissa... Üzgü­
nüm ... A m a b en olm ad ığım için üzülem em ."
Gözlerini kapatırken san ki sakinleşm eye çalışıyormuş
gibi derin bir n efes verdi. "N e yapm am gerektiğini bilmi­
yorum . O nu m orgd a tu tu yorlar... Watertown'da ve gidip...
onu alabileceğim i söyled iler am a ben ne yapmam gerekti­
ğini bilm iyoru m ."
"S o n yolculuğun a u ğ u rla ."
"N ered e?"
Bir süre bu soruya n e cevap vereceğim i düşünerek ses­
siz kaldım . Sonra K a rissa 'n ın elini bıraktım . Kolu bir sani­
ye kadar öylece kaldı, ard ınd an yatağa çekip elini göğsüne
koydu.
Y üzüm ü sıvazlayarak, "B en im bir yerim var," dedim.
Başını çevirip bana baktı. "S e n in bir yerin mi var?"
"O u eens'd eki A ziz Jo h n K atolik Kilisesi'nde bir mezar
yerim var."
"G erçekten m i?"
A lçak sesle, "E v e t," dedim . "Sanırım bu annenin ho­
şuna giderdi. Jo h n ny aylar önce oraya gömüldü, böyle«*
ondan uzak olm ayacak."
Karissa h içb ir şey söylem edi ama karşı da çıkmadı. Bu
da yeterdi.
"Bütün h a z ı r lı ğ ı b e n h a l l e d e r i m ," d i y e r e k a y a ğ a k a lk ­
s ın . "Senin b ir ş e y y a p m a n a g e r e k y o k ."
Tam dışarı çıkıyord um ki arkam dan seslendi.
"Naz, neden orada b ir m ezar yerin var?"
Kapıda durup tekrar ona bakarak, "U zu n zam an önce
almıştım," dedim . "M a ria orada göm ülü."
"Ama senin..."
Soruyu sorm asına bile fırsat verm eden, "Benim ihtiya­
cım yok, "d edim . "B en oraya ait değilim. Artık değilim.
Maria'nın hayatı şiddetin izleriyle doluydu... Artık huzur
içinde yatması gerek."

iki hafta sonra Karissa hastaneden taburcu oldu.


İki hafta sonra sessiz mezarlığın nemli çimlerinde, yeni
kazılmış m ezarın üzerindeki parlak siyah tabutun karşı­
sında duruyorduk. Durumun gerçekliği, hayatın bizleri
nereye götürdüğünü hatırlatmak istercesine mezarlığı ku­
şatmıştı. Carmela, hayatını saklanarak geçirmişti ve ölümü
de aynı hissi veriyordu.
Yalnızdı.
Kimse yoktu.
Anılarını paylaşacak hiç kimse.
Veda edecek hiç kimse.
Ben, Karissa, rahip ve cenaze evinden adamlar dışında
hiç kimse. İlerideki tepede sivil bir polis aracının bekledi­
ğini görebiliyordum ama yaklaşmıyorlardı.
Sadece izliyorlardı.
Beni izliyorlardı, çünkü bütün olanlara rağmen hâlâ bir
sebepten beni tutuklamaya kararlıydılar.
Bizi kuşatan gerginlik gitgide artıyordu. Sonunda ra­
hip, "Başlayabilir miyiz?" diye sordu.
Karissa cevap vermedi. Ü zerinde siyah, sade bir elbisey­
le bana o kadar yakın duruyordu ki kolu kolum a değiyor­
du. Başı öne eğik, gözleri çim ene dikiliydi, ellerini önünde
kavuşturmuştu. Hafif sallanıyordu. A yakta olm aması ge­
rekiyordu. Ama inatçıydı... Lan et olası dereced e inatçı.
Oturacak bir yer bulm asını sö yled iğim de beni duymaz­
dan geldi.
Gözyaşlan akm ak üzereydi. Tek istediği annesini
umursayan, cenazeye gelecek b ilile rin in daha olmasıydı...
Benim dışımda birileri. A nnesinin h ayatın ın ondan başka
birleri için de değerli olduğunu görm ek istiyordu.
İç çekerek arkamı dönüp etrafa b akın dım . İleriden bize
doğru yaklaşmakta olan b irini gö rü n ce donakaldım . Şok
olmuştum.
Bu, babamdı.
Üzerinde her zam anki iş kıyafeti vardı. Bej rengi panto­
lon, beyaz gömlek... Leke için deki ö n lü ğü h âlâ belindeydi.
Dükkândan çıkıp doğrudan buraya geld iğini ve aceleden
önlüğünü çıkarmayı unuttuğunu fark ettim . Elinde bir bu­
ket çiçek vardı ve daha da yaklaştığın da bunların pembe
olduğunu gördüm.
Pembe güller.
Bakışlarım yandaki m ezara kaydı. Tahm in ettiğim gibi
yüzük uzun süre önce gitm işti am a gü ller hâlâ oradaydı-
Elbette solmuşlardı ama hâlâ orada duruyorlardı.
Ve sanınm onları M aria'ya kim in verdiğini biliyo rd um -
Babam başı eğik yürüyor, kend i kend ine mırıldanarak
yaklaşıyordu. Onun sesini duyunca Karissa aniden başım
kaldırdı. Babamı görünce gözleri kocam an açıldı. w
Belli birine hitap etm eden, "Ö z ü r dilerim, geciktim/
dedi. "Zamanın nasıl geçtiğini fark etm edim ."
Rahip, "Önem li değil," diye cevap vererek elini sı
Başka birinin daha gelm iş olm asından dolayı fazlasıyla r
hatlamış görünüyordu. "G elebilm en ize sevindik.

446
Babam başın ı sa lla d ı v e a d a m da u z a k la şıp çiçekleri m e­
zarın üzerine k o y d u . A rd ın d a n geri çekilip ellerin i ö n ü n ­
de birleştirdi. Y ü z ü m e b a k m a d a n o rad a d u ru p beklem eye
başladı.
Rahip k o n u şm a y a b a şla d ı.
Söyleyecek fa z la b ir şey yo k tu .
Carm ela'nm h a y a tın ın ça rp ıtılm ış gerçeklerind en söz
ederken kad ın ı ü ç ü m ü z ü n d e tan ım ad ığı bir karikatüre çe­
virdi. Sonra b o ğ a z m ı te m iz ley ip b ir şeyler daha söylem eye
çalıştı. "A ranızd a C a rm e la ile ilgili b ir şeyler söylem ek is­
teyen var m ı?"
"Ben v a rım ."
Babam ın sesi d ik k a tim in ona yönelm esine neden oldu.
Rahip el işare tiy le on u yan m a çağırıp yerini ona verdi.
"C arm ela'yı ço cu k lu ğ u n d a n beri tanırd ım ," dedi. Eliyle
diz h izasını g ö stererek "B o y u bu kadardı. M inicik, cesur
bir kızdı. H er gü n o ku ld an dönerken dükkâna uğrardı.
Ofia g ü nü nü n n asıl geçtiğini sorardım . Ne kadar güzel
8eÇmiş olu rsa o lsu n hep kötü şeyler anlatırdı. H er şeyden
Şikâyet ed en lerd end i. O na kurabiye verirdim , fırından yeni
akanlard an. O n a m erak etm em esini, yarım n daha güzel
°lacağm ı söylerdim . Onu son gördüğüm günün üzerinde
üzün yıllar geçti... D ükkâna en son uğradığı gün yine gü-
niinün n asıl geçtiğini sorm uştum . O da az önce bebeğinin
°lacağını öğrendiğini ve şikâyet edecek bir şey olsa dahi et­
meyeceğini söylem işti. Bir kurabiye alm ış ve gitmişti. Onu
kü daha hiç görm edim . O günden beri ne zam an tarçınlı
kurabiye yapsak onu hatırlarım . En çok onu severdi."
Karissa'nın gözyaşları sel gibi akıyordu ama gülüm se­
di. "Aynısından bana yapardı."
Ortalığı yine sessizlik kapladı. Rahip boğazını temizle­
yerek devam etti.
Başladığı kadar çabuk bitti.

447
Sonrasında babam yaklaşıp Karissa'nın elini avucunun
içine aldı. Gülümseyerek yanaklarından öpüp son karşılaş-
tıklarmdakinin aksine sıcacık selam ladı.
"Ara sıra dükkâna uğra," dedi. "Senin için kurabiyele­
rim var."
Karissa, "Teşekkür ederim ," diye karşılık verdi. "Uğra­
rım."
Babam, onun elini bırakıp başıyla beni işaret etti. "Bir
dahaki sefere bunu evde bırak."
Çok geçmeden rahip, Karissa'yı yanım ızdan uzaklaştır­
dı. Babam bana dönüp gözlerim in içine baktı. Zerre kadar
korku ifadesi olm aksızın bir süre beni baştan aşağı süzdü.
"Pembe güller," dedim.
Omuz silkti. "Annenin en sevdiği çiçek, bu yüzden yan­
lış bir seçim olm ayacağını d ü şün dü m ."
Arkasını dönüp uzaklaşm ak üzereydi ki ben seslenince
durdu. "Bir dakika..."
Elini kaldırıp beni susturdu. "K en d in e sakla, Ignazio.
Söyleyeceğin her neyse duym ak istem iyorum ." Bakışları
kısa bir an Karissa'ya kaydı, sonra dönüp bana baktı. "Se­
nin yüzünden bir kadının daha m ezarım ziyaret etmem
gerekmesin yeter."
Babam yanım dan uzaklaştı. M ezarlıkta gözden kaybo­

luşunu izlerken bunun, m uh tem elen onunla yapacağm 1

son konuşmalardan biri oldu ğunu düşündüm .


"N az?"
Karissa bana seslenince arkam ı döndüm ve anında on
kollarımın arasına çekip sım sıkı sarıldım .
"Buradan aynlm aya hazır m ısın ?"
"Evet." ^ üP
Annesinin sonsuza kad ar yatacağı yere son kez^ ^
uzun baktıktan sonra döndü. A rabaya doğru yvrt ^
bindik. Hareket ettikten sonra tepede bekleyen p°
basının bizi takip ettiğin i d ü şü n erek dikiz ayn asın a baktım
ama aksi yöne d ön dü ler.
Peşimden gelm ed iler.
Bir gün geleceklerd i am a b ugün değil.
Rahat bir n efes aldım ve uzan ıp K arissa'n ın elini tu ta ­
rak sıktım.
Eve gitm iyordum .
Karissa, n ereye gittiğim izi sorm adı.
Güneye, şeh rin dışına doğru yol aldım .
Karissa yan cam d an dışarısını seyred iyord u. Eli h âlâ
elimdeydi am a h iç konuşm uyordu. Belki de soru sorm aya
korkuyordu. B elki onu güvenli bir yere götüreceğim k o n u ­
sunda bana güveniyordu.
Bilm iyordum am a sessizliğine m innettardım .
Tahmin ettiğim den daha huzur vericiydi.
Dr. C ar ter'm yerinde ölüm sessizliği h âkim di. E trafta ne
bir araba vardı ne de bir insan. M erced es'i tam ev in ön ü n e
Çektim ve durdum . Karissa, şaşkın şaşkm b inaya b a k ıy o r­
du. Yan tarafta ufacık bir tabela vardı. Bütün dik katin i ona
vermişti.
D r. M ic h a e l C a rte r
V e te rin e r

"Yok artık!" d iy e r e k bana döndü. "O n u n d o k to r o ld u ­


ğunu s a n ı y o r d u m .
"Öyle zaten," dedim. "V eteriner d o k to r."
" Y a r a l a n m ı ş t ı n , ölm ek üzereydin ve b an a 911 y e rin e la ­

net olası bir veterineri mi arattın?"


İ n a n a m a m ı ş hali beni güldürdü am a yorum y a p m a d ım .
A r a b a n ı n k a p ı s ı n ı a ç t ı m . "H adi, gel. Sana g ö sterm ek iste ­
diğim bir şey v a r . "

A r M ^ " « ab ad an 'ndi- O ™ arka ‘ « a' a doğru g ö tü r­


düm. Köşeyi döner dönmez hırlamayı du yd um v e d u ru p

449
bana dikilm iş bon cu k gib i b ir ç ift k a h v e ren g i göze sert sert
baktım .
"K a til!"
K arissa'nın soluğ u k esild i. B e n i ite re k o n a doğru koş­
m aya başladı. K atil o n u g ö rü r g ö rm e z h ırlam asın ı kesti,
heyecanla h o p layıp z ıp la m a y a b a şla d ı. K a rissa dizlerinin
üzerine çökerek k ö p eğ e sa rıld ı v e a ğ la m a y a başladı.
K ontrolünü k a y b etm işti.
U zu n süre deli g ib i a ğ lad ı.
A cı çekiyordu .
İşkence.
Yaydığı acıyı h is se d e b iliy o rd u m .
R uh un un d e rin lik le rin d e.
Sebep k öp ek d e ğ ild i, b iliy o rd u m . H a tta an nesi bile de­
ğildi ve k esin lik le b a b a sı d a d e ğ ild i. B u a cın ın babasıyla hiç
ilgisi yoktu. S e b e p n e b e n d im n e k e n d is i n e de herhangi
başka biri. D an iel, P au l y a d a R a y d e d eğ ild i. Sebep hayattı
ve h ayaün b azen n e k a d a r a c ım a s ız o ld u ğ u gerçeğiydi.
H ayatın ne k a d a r a d a le tsiz o ld u ğ u y d u .
B u nd a h ep im iz in p a y ı v a rd ı.
N e y ap m am ız g e re k iy o rsa o n u y a p a rız , n eye katlanma­
m ız gerek iy o rsa o n a k a tla n ırız v e b a z e n incitmeyeceğimi­
ze ant içtiğ im iz in sa n la rı in c itir iz a m a yap arız. Hayat bize
b un u yaptırır.
B u rası k u rtlar so fra sı.
G erek tiğ in d e h e p im iz b ir e r c a n a v a rız .
K arissa g ö z lerim in iç in e b a k tı.
O k e lim eleri sö y led i: "T e ş e k k ü r e d e rim ."
Başım ı sa lla m a k d ışm d a h iç b ir şey yapm adım -
O n u n m in n e tta rlığ ın ı h a k e tm iy o rd u m .
A m a o, m in n e tta rlığ ın ı k im se d e n e s irg e m e y e n

b ir kad m d ı.
SÖÎSISÖZ

Bilge bir ad am ın b ir z a m a n la r b a n a sö y le d iğ i b ir şe y i sö y -
leyeceğim size: Ü rkü tücü o lan k a ra n lık d eğ il, o ra d a k arşın a
f'kma ihtim ali olan şey.
Çocukken k a ra n lık ta n k o rk a rd ım ; ca n a v a rla rın g iz lice
°dama girm esin d en k o rk a rd ım am a a rtık k o rk a c a k b ir şey
olmadığını b iliy o ru m . C a n a v a rla r v ar o lm a d ığ ın d a n d e ­
ğil. Varlar. O n ları gö rd ü m . O n larla k a rşıla ştım . B ir ta n esi
uyurken ban a saldırdı.
Sonradan ben de o n lard an b iri h a lin e geld im .
Karanlıktan ko rkacak b ir şey o lm a m a sın ın seb eb i, g e r­
çek canavarların gün ışığında da pu suda b ek liy o r o lm a la rı.
Sıradan bir görünüşün arkasına saklan ırlar. İşin sırn o n la r
seni yakalam adan senin onları bu lm an .
Ben iyi bir adam değilim .

451
Değilim.
Biliyorum.
Ama Karissa, kötü bir adam da olm adığım ı söylüyor.
Karanlıkla aydınlık arasında kolayca gidip gelen bir ada­
mım; gölgelerin yanında yürüyen bir canavarım .
Karanlıkta yatakta yanım da yatan Karissa'ya baktım.
Temkinli gözlerle bana bakıyor, gergin bir biçim de bir tep­
ki vermemi bekliyordu. K esik kesik soluyarak nefesimi
düzene sokmaya, sakinleşm eye ve anıları kafam dan uzak­
laştırmaya çalışıyordum.
Bu lanet olası kâbuslardan n efret ediyordum .
Karissa birkaç saniye kendim e gelm em i bekledi. O sıra­
da koridorda bir ses duyuldu, bir şey yatak odasım n kapı­
şım tırmaladı.
Öylesine panik oldum ki bir saniye bile düşünmeden
koruyucu bir hareketle K arissa'yı tutup arkam a geçmesi
için zorladım. Kalbim durm ak üzereydi. Gözlerim i kapıya
dikmiştim. O an kolum da bir el hissettim .
Karissa kolumu tutarak, "Sak in ol," dedi. "Sadece Katil."
Katil.
Neden bahsettiğini anlam am kısa bir zam an aldı ama
anladığımda da sakinleşm edim ; kaslarım gergin, omuzla­
nın dik kalakaldım. Karissa eğilip dudaklarım a hafif bir
öpücük kondurduğunda belli belirsiz gülümsedim.
Öpücüğüne karşılık verirken ellerini yüzüm de gezdire­
rek alnımda biriken teri sildi. H içbir şey sormadı. Onun
hayatım kurtarmıştım ve bu yüzden bana güvenmeye baş­
lamıştı. İkimiz de bunu hak etm ediğim i biliyorduk.
Asla etmeyecektim.
Ama minnettardım ve bunu ona gösteriyordum.
Üzerine çıkıp onu daha derin, daha arzulu öpmeye baş
ladım. İçgüdüsel olarak gevşedi ve bacaklarını açarak bana
yer açtı. Hemen içine girdim. O nunlayken tereddüde yer
yoktu.

452
Dersimi alm ıştım .
Artık bazen k a ra n lık ta h u z u r b u l u y o r u m . O n u n l a y k e n
huzur buluyorum. Y a ş a n a n la r ı a s l a u n u t m a y a c a ğ ı m a m a
Karissa, bunu h a tır la m a m ın s o r u n o l m a d ı ğ ı m h i s s e t m e m i
sağlıyor. Acıyı ve k o r k u y u h a t ı r l a m a k t a s o r u n y o k . K a r a n ­
lığın beni k o rk u ttu ğu n u k a b u l l e n m e k t e s o r u n y o k .
Çünkü k aranlık ta ışığ ı b u l d u m .
Onu buldum.
Kapının tırm a la n m a s ı d e v a m e d i y o r d u . K a r i s s a s e s ç ı ­
karmaya b aşlay m ca h ı r l a m a s e s i g e ld i. K a r i s s a b a n a g ü ­
veniyor olabilirdi a m a K a til k e s in lik le g ü v e n m iy o rd u .
Karissa'nın zev k in iltile rin i te h lik e iş a r e t i o l a r a k a l m ış t ı v e
bana saldırmak için k a p ıy ı k ı r m a y a ç a lı ş ıy o r d u .
İyi sır tu ttu ğ u n u z iç in s iz e b ir s ır d a h a v e r e c e ğ i m :
Çocukken k o r k tu ğ u m b ir ş e y d a h a v a r d ı.
Tek bir şey daha.
Lanet olası köpekler.

453
BONUS SAHNE

Kart??*
B a r t a m a n la m ıy la bir curcunaydı.
H e r m a s a tık lım tıklım doluydu, bütün tabureler popo­
la r t a r a f ı n d a n işg al edilm işti. Garsonlar sağa sola koşturu­
y o r , b a r m e n l e r sürekli bira dağıtıyorlardı. Naz, hâlâ yak­
la ş ık o t u z d a k ik a önce ısmarladığı birayı yudum luyordu.
A r t ı k s id ik gibi olduğun u tahmin ediyordum am a o, bunu
u m u r s u y o r m u ş gibi görünm üyordu.
H a t t a fa rk ettiğini bile sanmıyordum.
Küçük a h ş a p m a s a d a tam k arşım d a o tu r u y o r d u . Tavn
rahattı ama yüzü asıktı. Adam fiziksel o la ra k buradayd,
ama aklı ç o k , ç o k u zak lard ay d ı. N e re d e ? Bilmiyordum.
Sorardım a m a m u h te m e le n c e v a p v e r m e z d i.
Kafama ta k m a m a m ı sö y lerd i s a d e c e .
Bugünlerde ne zaman bir şey sorsam, ne zaman yine bir
şeyleri fazla düşünmeye başladığımdan emin olsa bunu
söylüyordu. Takma kafana. Takmamaya çalışıyordum ama
neler yaşadığımız, onun kim olduğu düşünüldüğünde bu
zordu.
Ya da bir zamanlar kim olduğu...
"Bıraktın mı?"
"Benim gibi bir adam ne kadar bırakabilirse o kadar. ”
"Bu ne demek?"
"Takma kafana. Ama emin ol her şey sona erdi."
Bitti.
Sona erdi.
Öyle değildi.
Geçen yıl boyunca birkaç olay olmuştu. Sessiz telefon
konuşmaları ve gecenin bir yarısı hiçbir açıklama getirme­
den ortadan kaybolmalar, bu tür gecelerden sonra nihayet
tamir edilen arabasmı saplantı derecesinde günlerce temiz­
lemeler ya da her zamankinden daha paranoyak davranış­
lar. Polisler o kadar çok gelmişti ki artık saymayı bırak­
mıştım. Naz'm en ufak bir bilgisi yokmuş gibi davrandığı
yerler ve insanlar hakkında sorular sorup durmuşlardı.
Kesinlikle bir anda bırakamamıştı.
Boğazımı temizleyerek garsonun az önce hızla geçerken
önüme koyduğu jambonlu çizburgeri aldım. Bir ısırık alıp
abartılı bir biçimde gözlerimi devirdim. Aman Tannm, ek­
mek üzerindeki cennetti bu. Çenemden akan yağı sildim-
Nasıl oluyordu da bunu çiğnerken uzakta çalan trampeti
ri duymuyordum?
Yediğim en iyi burgerdi.
"Yemin ederim her gün bunu yiyebilirim," dedim-
bah, öğlen, akşam." . {.
Naz, sesimi duyunca gözlerini bana çevirdi. O yeIIU^
du. Aç olmadığını söylemişti. "Bunun sağlığm açısm
iyi bir şey olduğunu sanmıyorum."

456
"Olabilir ama kilo alsam da beni seversin, değil mi? Me­
sela üç yüz kilo kadar."
Bana bakarken dudaklarımn kenarı gamzelerini hafifçe
ortaya çıkarmaya yetecek kadar bir gülümsemeyle kıvrıldı.
"Severim."
"O zaman sorun yok."
"Elbette damarlarm tıkanıp da ciddi bir kalp krizi ge­
çirene kadar. Zaten o kadar çok çikolata yiyorsun ki şeker
hastası olmandan korkuyorum."
Yorum yapmak yerine gözlerimi devirdim ve bir ısmk
daha aldım. Naz bir kahkaha attı. Lokmamı yutup kolamm
kalanım bir dikişte bitirdiğim an garson hızla masaya gel­
di. Kayarak durup, yüzünde gülümsemeyle boş bardağı
aldı. "Doldurayım mı, tatlım?"
"Evet, lütfen."
Naz'a döndü. "Bir bira daha?"
Naz şişeyi salladı. Boştu. "Olur."
Garson koşturarak uzaklaştı ve kısa bir süre sonra içe­
ceklerimizle geri geldi. Naz'm birasının kapağı açılmıştı
ama o, şöyle bir bakıp bir yudum aldı.
Kendimi tutamayıp gülerek dikkatle ona baktım. Tekrar
düşüncelere daldı, aklı başka yerdeydi ama umursamıyor­
dum. Hem de hiç. Bu, bana onu seyretme şansı veriyordu;
genelde onun beni seyrettiği gibi
İnsanlar bizi tanıyor olsaydı, geçmişimizi bilselerdi...
hikâyemizin aynntılan hakkında bilgileri olsaydı... şu an
nasıl olup da burada olabildiğimizi merak ederlerdi. Bu
adamın karşında, bu masada nasıl oturabildiğimi, onunla
aynı havayı nasıl soluyabildiğimi, onun bulunduğu ortam­
da nasıl bulunabildiğimi anlayamazlardı. Ölmesini isteme­
den ona nasıl bakabildiğimi algılayamazlardı.
Gerçek şu ki, bazen aynı şeyleri ben de m erak ediyo­
rum.

457
Acaba bende yanlış bir şeyler mi var? Bir tür hastalığa mı
yakalanmıştım? Delirmiş ya da hafızam ı mı kaybetmiştim?
Belki de bu, Stockholm Sendrom u ya da doğuştan gelen bir
hastalıktı. Bulaşıcı değil ama genetikti. Annem den geçmişti
bana. Kendimde onun yansım asını görüyordum. Tökezle-
ye tökezleye onun uzun süre önce kaybolduğu yolun ay­
nısını yürüyordum. Sonunun ölüm olacağı kesin olan bir
adama duyduğu ölümsüz aşkın aynısını yaşıyordum.
Kendini vermek için seçtiği adam la ondan çok şey alıp
götürecek adamın aynı kişi olduğunu fark ettiğinde o da
aynı duygulan mı hissetm işti? Benim gibi hissetmiş, benim
gördüğümü görmüş müydü? Günahkâr bir adam, işkence
çekmiş bir ruh, herkesin tam am en um utsuz bulduğu bir
yürekte umut kırıntıları. Çok m erak ediyordum ama kar­
şımda oturan adam yüzünden cevapları asla alamayacak,
bu sorulan sorma şansını asla bulamayacaktım.
Bazı günler yaptığı şey için, beni üzdüğü için hâlâ öfke
duyuyordum ama diğer günler... bugün olduğu gibi...
sessizce onu izleyip genelde sakladığı kırılganlığını gör­
düğümde hastalıklı bir biçim de rahatlıyordum. Bu, soru­
lanının cevaplarını asla alamayacak olmanın, gerçekte ne
kadar bombok durumda olduğum uzu asla öğrenmek zo­
runda kalmayacak olmanın rahatlığıydı.
Naz, gözlerini en yakmdaki televizyon ekranına dik­
miş, birasını yudumlarken yemeğimi bitirdim. T e l e v i z y o n ­
da Amerikan futbolu vardı. İnsanlar avaz avaz b a ğ ı n y o r -
lardı ama ikimizi kuşatmış olan sessizlik huzur v e r i c i y d i -
Burgerim bittikten sonra tabağımı kenara itip g ö z l e r i m 1
ekrana çevirdim. Spor hakkında hiçbir bilgim yoktu. ^
yeşil bir de mavi formalı iki takım vardı ve ç a l k a n t ı l ı
denizin dalgaları gibi birbirlerine çarpıp d u r u y o r l a r ,
birlerini eziyorlar ve sayı almak için ne g e r e k i y o r s a ,
yorlardı.

458
B ilm iy o rd u m .
A n la m ıy o r d u m .
"Bir iş bulm am gerek ."
Naz bunu söylediği anda bütün dikkatim ona döndü.
"Ne?"
Bitkin bir biçim d e iç çekerek öne doğru eğilip bakışları­
nı bana çevirdi. Bakışları sertti am a yüzü ifadesizdi.
Bir süre sonra om uz silkti.
"Bir iş," dedi bir kez daha. "N e olursa."
"Yani... Para m eselesi mi? Ben..."
Bir kahkaha ile lafım ı keserek birasından bir yudum
aldı. "Para sorunum uz yok. Çocuklarımızın da para soru­
nu olmayacak. Onların çocuklannın da ve hatta onların ço­
cuklarının çocuklarının da. Mesele para değil."
Şaşkın şaşkın suratına baktım. Günah Şehri'ne son ayak
basışımızdan beri bir aile kurma olasılığı hakkında tek ke­
lime bile etmemiş bir adamın çocuklarla ilgili bu kadar çok
varsayımda bulunması biraz tuhaftı. "Mesele para değilse,
o zaman..."
" S a d e c e b ir şe y le r y a p m a m g e re k ," diye açık ladı. A rtık
b an a b a k m ıy o rd u , b ak ışları aram ızd a k i ah şa p m a sa d a ge­
z in iy o rd u . "S e n in o k u lu n var. Bir g ü n bir şeylerin olacak,
bir k a riy e rin v e b enim hiçbir şeyim y o k ."
H iç b i r şe y im y ok derk en ne kast ettiğim tam olarak anla­
m ış o lm a m a rağ m en , "Senin çok şeyin v a r," dedim . O ysa
artık n e ilgileneceği bir şeyi ne bir hedefi ne d e b ir işi vardı.
Bu a d a m , bir yetişkin olarak bütün hayatını bir avın peşin­
d e n k oşarak geçirm iş, son u n d a onu yakalam ış ve ne yöne
gid eceğini bilm eden, atıl bir halde kalakalm ıştı.
"B ir zam an lar bana eğer her şeyim i kaybetm eseydim
h ayatım a nasıl bir y ön verm iş olacağım ı so rm u ştu n ," dedi.
"B u n u çok d ü şü n d ü m ... Johnny bana sald ırm asaydı nasıl
bir adam olu rd u m diye çok d ü şü n d ü m ."

459
"Cevabı buldun m u?"
Birasmı bitirip şişeyi masaya koyarken, "Bilmiyorum,"
dedi. "Serseri bir çocuktum. Üniversiteye gidiyordum ama
kim bilir ne kadar devam edecektim . D aha o zamanlar
Ray için tek tük iş yapmaya başladığım düşünülünce bu
biraz zor görünüyordu. Tek arzum babam ın olmadığı her
şey olmaktı... Faturaları ödeyebilm ek için ölüm üne çalış­
mak zorunda kalmak istem iyordum . Sonum un Giuseppe
Vitale gibi olmasını istem iyordum . Yani, şöyle bir dönüp
baktığımda her şeye rağm en tam olarak aynı kişi olurdum.
Johrtny, yaptığı o şeyi yapm am ış olsaydı bile bir gün muh­
temelen başka biri yapacaktı ve ben yine aynı adama dö­
nüşecektim."
Ses tonu kederliydi; bunu fark etm iş olm ak gururunu
kırmıştı sanki.
"Sence bu kader mi? Böyle biri olarak m ı doğdun?"
"Hayır." Gözlerim in içine baktı. "Söylem ek istediğim,
seçimlerimin er ya da geç beni bu yola sokacak olduğu.
Suçlayabileceğim tek kişi kendim im ve böyle bir adam ola­
rak sevdiklerime yaptıklarım dan dolayı üzgünüm ."
Bu kelimeler beni şok etti.
Milyonlarca yıl geçse de bun ları söylediğini duyacağımı
asla tahmin etmiyordum.
Ne cevap vereceğimi bilm iyordum .
"Yani kısaca..." Garsona işaret ederek hesabı istedi. "Bir
şeyler yapmam lazım ."
Parayı çıkarıp m asaya attı ve ayağa kalktı. Elini bana
doğru uzattı. Çok şaşırm ış bir halde bir süre b a k a k a ld ım -

Gerçekten bunu söylem iş m iydi?


Vay be.
Ignazio Vitale gerçekten suçunu kabul etmişti-
Sersemlemiş halim den kurtulup ayağa kalkarken ^
alçak sesle bir kahkaha attı. Parm aklarını p a r m a k l a r ı m 111
460
içine geçirip h afifçe sıktı ve birlikte kalabalık bardan ayrı­
lıp MGM G ran d k a tm a çıktık.
Son ziyaretim izd en b u kad ar kısa süre sonra buraya
tekrar geleceğim i, b u yeri tekrar göreceğim i tahmin etmi­
yordum. H en ü z cu m a akşam ım n oldukça erken saatleri
olmasına rağ m en ku m arhan e kalabalıktı. Orada takılmak
yerine çatı k atın d ak i odam ıza çıktık.
Oda da geçen seferkinin aynısıydı. Her şey çok tanıdıktı
ama aynı zam and a tam am en farklıydı. Bu kez Brandy, Ray
ve N az'm en ind e sonunda öldüreceği bir adam yoktu. (En
azından olm ad ığın ı um uyordum .) Katılması gereken bir
iş toplantısı yoktu. (Bundan emindim.) Planlanmış bir şey
yoktu. (Bana söylediği buydu.) Sadece ânı yaşamak dışın­
da hiçbir beklenti yoktu.
Birlikte olm ak dışm da hiçbir beklenti.
Böylesi çok daha fazla hoşum a gitmişti.
Odaya varıp N az kapıyı açar açmaz sehpanın üzerinde
buz kovasm a konm uş bir şişe şampanya ve çikolata kaplı
Çileklerle dolu bir tabak gördüm. Gülümseyerek sehpaya
gittim ve bir çilek alarak yaklaşmakta olan Naz'a doğru
kaldırıp salladım.
" Ş e k e r h a s ta lığ ın ın e ş iğ in d e o ld u ğ u m u d ü ş ü n e n biri
o la r a k b u ş e y le rle b en i fazla ş ım a r tıy o rs u n ."
N a z g ü lü m s e y e r e k ş a m p a n y a y ı p a tla ttı v e iki k a d e h
a lıp ik isin e d e b ir a z ş a m p a n y a k o y d u . B en çile k te n bir ısı­
rık a lırk e n birin i b a n a d o ğ r u u z a ttı. "H e r h a n g i birini h e r­
h a n g i b ir ş e y d e n m a h r u m e tm e k b e n im ü z e r im e va z ife d e ­
ğil. K e n d im i d e m a h r u m e tm iy o r u m . E m in im bu, b ir g ü n
sen i ö ld ü re c e k a m a bu k o n u d a seni y a rg ıla y a b ile ce k kişi
k e sin lik le b en d e ğ ilim . Y a p tığ ım ş e y le r bir g ü n g e lip b en ­
d e n h e s a p s o ra c a k v e o z a m a n ..." O m u z silk erek ş a m p a n ­
y a s ın d a n bir y u d u m ald ı v e şak acı bir ifad eyle g ü lü m se d i.
"E m in im ö d e n m e s i g e re k e n b ü y ü k bir b edel o la c a k ."

461
"Bizim için mi?"
"Ya da onlar için."
“Onlar kim?"
Bana doğru bir adım attı. Bir elimde şampanya kadehi,
diğer elimde yansı yenmiş çilekle duruyordum. Çenemi
tutup yüzümü kendisine doğru çekerek alt dudağımı ok­
şamaya başladığında içgüdüsel olarak gerildim. Gözleri­
min önünde yüz ifadesi değişti. Şakacı ifadesi yok olurken
gözlerine o bakış yerleşti. O bakış.
Canavar.
Bana bakıyordu.
İçindeki canavar bana bakıyordu.
Alçak bir sesle, "Onlar, yoluma çıkmaya cesaret eden
herkes," dedi. Bu kelimeler içime işledi. Titrememe engel
olamadım. Korku. Heyecan. Dehşet. Sarhoşluk. Tüm bu
duygular bedenimi kontrol altına almak için birbirleriy-
le savaşıyor, bütün iç organlarımı büküyor, bacaklanmı
güçsüzleştiriyorlardı. Bunu inanarak söylediğinden bir an
bile şüphe duymadım. Bunun kadar korkutucu olan şey
ise onun neler yapabileceğini, ne yapmak için bir an bile
tereddüt etmeyeceğini bilmekti. Hastalıklı tarafım bu kor­
kusuzluktan keyif alıyordu. Bütün dünyayı öldürür, yakıp
kül ederdi ama bir yamm beni her türlü şeye karşı koruya­
cağını söylediğinde ona inanıyordu.
Kurşungeçirmez değildi, öyle olmadığını biliyordum.
Ama artık kırılganlığa daha dirençli olduğunun farkm-
daydım. Yaşanan bunca şeyden sonra Naz kolay kınlacak
biri değildi. İster hemen yann bir kurşunla ister altmış yol
sonra yaşlılıktan olsun, bir gün öldüğünde m ücadele ede
rek gideceğini biliyordum. Hiç kimse onu tekrar yıkama
yacaktı.
Bakışları, sanki bütün hatlarımı i n c e l i y o r m u ş ç a s m a y a
vaş yavaş yüzümde gezindi ve ağzımda takılı kaldı.

462
ğuu yaladı; titrek bir n efes vererek buna karşılık verdim .
Beni yumuşacık öpm eye başlad ığın d a gözlerim i kapadım
v e beklenti içinde inledim . D aha derin öpm esini beklerken
dudaklarımın üzerinde bir kahkaha patladı.
Gözlerimi açtığım da b ir adım geri attığını gördüm . Yüz
ifadesi yine yum uşam ıştı. Canavar gitm işti. Naz kadehini
bana doğru uzatıp kalanı bir dikişte bitirdi ve yanım dan
uzaklaştı.
"Çileklerin tadım çıkar," dedi. "B en duş alacağım ."
Baş belası.
Naz gözden kaybolana kadar şaşkın şakın ona baktım.
Sonra elimdeki çüeği bitirdim . Üst katta dolaştığım, ban­
yoda suyun açıldığım duydum. Asık suratla bir süre yuka-
ndan gelen sesleri dinleyerek orada dikildim.
Burada kalmalıydım.
Kesinlikle.
Arkasından gitmemeliydim.
Onu rahatsız etmemeliydim.
Onunla gitmemi istememişti.
Beni çağırmamıştı.
B u y ü z d e n o ld u ğ u m y e r d e k a lm a lıy d ım . O n u sik tir
edip ş a m p a n y a n ın h e p sin i içm eli, çile ğ in h e p sin i y e m e liy ­
dim . B aş b elası herif.
B öyle y a p m a lıy d ım .
Y a p m a d ım .
K a d e h im d e k alan ş a m p a n y a y ı bir d ik işte b itird im , s o n ­
ra k ad eh i seh p ay a k o y d u m ve ü s t k ata çık tım . H iç se s çı­
k a rm a d a n p a rm a k u c u n d a b an y o y a d o ğ ru y ü rü d ü m . K apı
aralıktı. Ses çık arm ad an içeri g irm ek için y a v a ş ç a ittim . İçe­
risi loştu, d u ştan gelen b u h ar y ü z ü n d e n h a v a p u slu y d u ,
a y n a lar ve cam ince bir b u ğ u tab ak asıy la k ap lan m ıştı. Yine
de N az'ın d u şu n altında dikildiğini g ö re b iliy o rd u m .

463
Arkası bana dönük olarak saçını şampuanlıyordu. Bü­
tünüyle güçlü, bütünüyle erkeksi, bütünüyle Naz kokuyor­
du. Tanrım, bu adamın kokusu da görüntüsü kadar güzel­
di. Öylesine günahkârdı ki onu içine çekm ek, bir kızın avaz
avaz Hail Mary’ diye bağırma ihtiyacı duym asına yeterdi.
Zarafet dolu Hail Mary, bu adamın bu gece beni becermesine
izin ver...
"Şaşırmadım."
Sesindeki ton kaslarımın gerilm esine neden oldu. Hâlâ
arkası bana dönüktü. Benim olduğum tarafa göz ucuyla
bile bakmamıştı. Orada olduğum u nasıl anladığını merak
etmeden duramadım.
Hiçbir şey söylemedim.
Ne söyleyeceğimi bilmiyordum.
Şaşırmadım mı?
Benimle mi konuşuyordu?
Sanki tek kelime bile etm em iş gibi saçlarını gelişigüzel
duruladı. Kısa bir sessizlikten sonra arkasını döndü ve
gözlerimin içine baktı. Cam a yaklaşıp eliyle buğunun bir
kısmını sildi.
Göz temasmı korumaya çalıştım.
Gerçekten.
Buna çabaladım.
Gerçekten çok çabaladım.
Çok.
Ama hain gözlerimin kendi kafalarına göre hareket edi
yor, vücudum kendi ne isterse onu yapıyordu. Bakışla11111
göğsüne kaydı, yara izlerinde doladı ve göğüs kıllar1111
kip ederek aşağıya, penisine indi.
Oysa gerçekten çok çabalamıştım.

* M adonna'nın l'm a Sinner şark ısın a g ö n d e rm e yapılm ıŞt,r- " i

464
Öyle k e sk in b ir k a h k a h a attı k i o n u sü z e rk e n y a k a la n ­
dığımı fark e d e re k b a k ış la rım ı te k ra r g ö z lerin e çev ird im .
"Tam sen d e n b e k le n e n şe y ," d ed i. "T e şh irc ilik sen in tu ­
haflığın, h a p ish a n e k u şu , b e n im d e ğ il."
Y anaklarım ın k ız a rd ığ ın ı h issettim . C a m k a p ıy ı itip
açarak p arm ağ ım k ıv ırıp o n a y a k la şm a m ı işa re t etti. B ir an
tereddüt ettik ten so n ra o n a d o ğ ru b ir a d ım attım . D u ş u n
duvarına y a sla n d ı v e k o lla rım k a v u ştu rd u . K a şla rın ı k a l­
dırmış b ir h a ld e y ü z ü n d e cid d i b ir ifa d ey le b a n a ö y le sert
bakıyordu ki g iz lice g ö z e tlerk en y a k a la m p a z a rla n a n b ir
çocuk gibi h issettim . O ld u k ça rah atsız ed ici g ö rü n ü y o rd u .
Uff, b u b e n i n iy e d ah a ço k h ey e ca n la n d ırm ıştı?
"B en d en iste d iğ in b ir şey m i v a r?" T ıp k ı az ö n ce b e n im
yaptığım gibi b a k ışla rı v ü cu d u m d a g ezin d i. "B ir şey e m i
ihtiyacın v ar?"
Sesin d e şakacı b ir ton d ışın d a h er şey o lm a sın a ra ğ m e n
ne im a ettiği açıktı. K u llan d ığ ı k e lim eler ke sk in d i. Y en id en
gözlerim in için e b a k tığ ın d a b a k ışla rın ın k a ra rd ığ ım g ö r­
düm. C an avar geri d ö n m ü ştü ve N az gergin d i.
M an tıklı yan ım koşarak o rad an k a çm a m ı ve ad am ı
duşta rahat bırakm am ı söylü yord u am a ya p m a y a ca k tım .
Bunu b iliyordu m . N az da biliy o rd u . Tek kaşım k a ld ıra ra k
cevap verm em i bekledi.
Aklım a söyleyecek hiçbir şey gelm iyord u.
"E e ? " dedi bir süre sonra. "S o ru m a cevap v e recek m i­
sin, yoksa cevabı zorla alm am m ı lazım ?"
Bir şey, herhangi bir şey söylem ek için ağzım ı açtım . İlk
hece henüz ağzım dan çıkm adan N az ben i sım sıkı y a k a la ­
dı. Kahretsin, cevap verm em i bile beklem iyordu. T am am en
giyinik olarak beni duşa çekerken kelim eler çığlığ a d ö n ü ş­
tü. Su sıcaktı... Tanrım, tam an lam ıyla kayn ıyordu. M em e
uçlarımı yakm am asına şaşırdım .

465
Beni önüne çekerek duşun altına itti ve cam kapıyı hızla
çekti. Su giysilerimi sırılsıklam etmiş, kum aşı ağırlaştırmış,
içime işliyordu. Onu iterek elinden kurtulm aya çalıştım
ama çok güçlüydü. Vücuduyla beni itip zorla duvara ya­
pıştırdı. Kalçalarımı kavradı ve beni yukarı çekti. Şaşkın­
lıktan nefesim kesilmişti. Can havliyle kollarım ı boynuna
doladım.
"Söylediğim gibi..." Dudakları çok hafif dokunuşlarla
çenemde dolaştı ve kulağım ın dibinde durdu. "Şaşırma­
dım."
"Hiç şaşırmaz m ısın?"
"Hayır."
Beni duşun duvarına yapıştırdı. Tek kolunu sımsıkı
bana dolayarak kım ıldam am ı engelledi ve diğer eli sürü­
nerek aramıza girdi ve sırılsıklam giysilerim altında tam
noktayı buldu, ince kum aşın üzerinden beni okşamaya
başlayıp ardından elini külotum un içine sokunca mücade­
le etmeyi bıraktım.
Siktir.
Siktir.
Aman Tanrım! Siktir.
Parmaklan sert ve nasırlıydı. Hareketleri kesinlikle yu­
muşak değildi. Sert bir biçim de okşuyor, bütün bedenimin
elektriğe tutulmuş gibi sarsılm asına neden oluyordu.
"Çok ıslak," diye m ınldandı.
"Ne olmasını bekliyorsun..." Ona sımsıkı tu tu n u rk e n

tırnaklarımı ensesine geçirdim. "D uştayız."


Naz, gizem dolu bir kahkaha attı. "N e kast ettiğimi bili­
yorsun, aşkım."
Parmağını içime doğru itti, sonra birini daha ve başpar
mağı klitorisimi buldu. Sessiz kalmaya çalışarak yanağı^
ısırdım ama bir faydası olmadı. O kadar sert ısırmış1 1111

466
a ğ z ım a kan tadı geldi. N az, hangi düğm elere basacağını,
bedenimde d okunacağı her noktayı, beni zevkin doruk­
larına çıkarıp kendim i kaybettirm eyi biliyordu. Bu adam,
sadece eliyle beni duvarlara tırmandırıyor, nefes nefese
bırakıyor, kıvrandırıyor ve daha fazlası için yanıp tutuş­
turuyordu.
Daha fazlası
Daha fazlası.
Daha fazlası.
"İstediğin bu m u ?" diye sordu. "Buna mı ihtiyacın var?"
Gözlerim i kapatıp başım ı iki yana salladım ve sırtımı
duvara yasladım . Su yüzüm de çizgiler oluşturarak üzeri­
me akıyordu. A kan rimel ve dağılan makyajım yüzünden
gözlerim yanıyordu. Ama boşalmaya o kadar yalandım ki
umurumda bile değildi. "Daha fazla."
"N e kadar fazla?"
İçimde kabarmakta olan duyguyu hissederek, "Çok
daha fazla," diye mırıldandım. Bütün bedenim uyuşmuş­
tu. Sıcaklık acımasızca bana saldırıyor, içimi dışımı yakı­
yor, vücudumu kamçılıyor, kaslarımı iyice geriyordu. Naz
dudaklarım boynuma yapıştırdı ve emmeye başladı. Ku­
lağımın altındaki hassas noktayı ısırdığında nefesim kesil­
di. Ben eline sürtünürken parmaklan büvük bir tutkuyla
içime girip çıkıyordu. Yaklaşıyordum... yaklaşıyordum...
yaklaşıyordum.
D u d ak ları b o y n u m u n ö n ta ra tm a k ay a rk e n başım ı g e ­
riy e atıp , "A m an T an rım , çok y a k la ş tım ," d iye h o m u rd a n ­
d ım . S ert bir b içim d e b o ğ azım ı ısırdı. B eklen m ed ik bir a n
d a lg a sıy la g ü çlü bir çığlık attım . D u d ak lan n ın d ok u n u ­
şu yla titriy o rd u m . Parm ağın ı k ıv ın p o nok tayı b u ld u ğ u n ­
d a v ü cu d u m gerildi.
O nokta.

467
Zevk, acı, gerginlik, rahatlama, bedenim in içindeki la­
net olası her şey bacaklarım ın arasm da parlayan ateş to­
punu alevlendirdi ve boşladım. Başım ı fayansa çarptım,
acısını beynimde hissettim.
Aldığım haz henüz azalm adan N az beni bırakıp ayakla­
rımın üzerine indirdi. Dizlerim in bağı çözüldü. Hazırlıksız
yakalanmıştım. Naz, beni tuttu. N efesim i düzene sokama-
ma fırsat vermeden duşun diğer tarafına sürükleyip dön­
dürdü. Artık sırüm ona dönüktü.
Beni süit odanın birinci katm a bakan devasa cam duva­
ra yasladı. Elbisemin kumaşı cam da şap şap ses çıkarıyor,
titreyen bedenime yapıştığı gibi cam a yapışıyordu.
Külotumu aşağıya indirip içim e girm eye yetecek kadar
beni kaldırırken tek bir kelim e etm edi; ağzından tek bir
hece çıkmadı. İç çekmedi. Tenim de gezinen dudaklarından
bir fısıltı yükselmedi. İç çektim ; sesi duyunca duraksadı.
Sonra dengesini sağlayıp beni orada sabit tutarak içime gi­
rip çıkmaya başladı. Beni öyle sert, öyle acım asız becerdi
ki tarif edilemez bir haz ve acı yoğunlu ğu nd an neredeyse
ağlıyordum. Tanrım. Böylesine h azır değildim . Bir kolunu
belime sanp beni kım ıldam az hale getirirken diğer eli bo­
ğazıma gitti.
Derin bir nefes aldım ; ciğerlerim patlayacak gibi olun­
ca arka arkaya titrek nefesler verdim . Bu, işkenceydi. Bir
şeyi beklemek, onun nefesim i kestiğindeki baş döndürücü
duyguyu beklemek, parm ak uçların ı gırtlağım a bastırma­
sını beklemek tam anlam ıyla b ir işkenceydi. Kendinden
geçmiş bir halde nefesim in kesilm esini bekledim... bekle­
dim... bekledim.
Gelmedi.
Çığlık atmak istedim.
“Naz..." Sesim hırıltılı çıkıyordu. "L ü tfen ."

468
Ne için yalv ard ığım ı b ilm iy o rd u m bile. Bunu yapm asını
istiyor m uyd um ? B ilm iyo rd u m . Bilm iyordum . Tek isteğim
bu ıstırabım a son verm esiyd i. Tanrı aşkına, ya yap ya da
yapma. A m a alay ed ercesin e b öyle oynam ası çok fazlay­
dı, gırtlağım daki elin in n e yapabilecek olduğunu bilm ek
adrenalini o k ad ar ço k körü kled i ki görüşüm bulanıklaştı.
Lanet olsun, n e isted iğim i bilm iyordum .
Ama o, b iliy o r görün üyordu. Elini gırtlağım a götürüp
nefesimi kesm eye y etecek kad ar sıktı.
Birkaç saniye için de orgazm tüm bed enim i sardı ve
Naz, boğazım ı bıraktı. A dm ı bağırarak derin derin nefes
aldım. İçim e o kad ar sert gird i ki cam ın nasıl dayandığına,
nasıl olup da ikim izin ağırlığı altında kırılm adığına şaşır­
dım. Bü tü n vü cud u titriyordu.
Beni h ızla bırakıp geri çekildi. H azırlıksız yakalandım
ve gürültüyle fayansa çarptım . Yüzüm ü buruşturarak
Naz'a b aktım ve sert bir b içim de kendini sıvazlam asını ve
duş giderine b oşalm asını hayretle izledim .
Bunu yapm ayalı, kendini böyle geri çekip içim e boşal­
m ak yerine başka yere boşalm ayalı uzun zam an olm uştu.
Çok, çok uzun zaman. G özleri kapalı, ağzı aralıktı. Kesik ke­
sik nefes alarak başını geri attı. Büyüleyiciydi, buna şüphe
yoktu am a görüntüsü beni huzursuz ediyordu.
O nda yanlış bir şeyler vardı.
Bastırdığı bir şeyler.
V ücudu kendine gelince gözlerini açtı ve bana baktı.
Donuk, kafası karışık bakışı geri dönm üştü; duşun zem i­
nindeki görüntüm kaşlarının çatılm asına neden oldu. "İyi
m isin?"
Yavaşça başım ı salladım. "Sanırım kıçım ı kırdım ama
onun dışında..."
Uzanıp beni ayağa kaldırdı ve duşun altına çekti. Ağır­
laşmış, sırılsıklam olm uş giysilerim i çıkarıp duşakabinin

469
kenarına attı. Sonra ellerini vücudumda gezdirm eye baş­
ladı. Okşadı, masaj yaptı. Sonra sabunu alıp her yerimi sa­
bunlandı. Ardından saçlarımı şam puanladı.
Orada öylece durup bunu yapm asına izin verdim.
Hiç konuşmadı. Bu, daha çok bir özür gibiydi.
Her şey bittikten sonra küçük bir havlu alıp yanakları­
mı kuruladı, gözlerimin etrafını sildi. H avlunun üzerinde
makyajımın bıraktığı siyah lekeleri görebiliyordum . "Ra-
kun gibi görünüyorum, değil m i?"
Dudaklarına bir gülümseme yerleşti. "Ç o k güzelsin, be­
beğim. Endişelenme."
Gözlerimi devirdim ama tartışm a şansı verm edi. Suyu
kapadı ve duşakabinin kapısını açıp dışarı çıktı. Yandaki
duvarda duran askıdan bornozu alıp bana giydirdi, kolla-
nmı ovuşturarak alnıma bir öpücük kondurdu.
"İkimize de biraz daha şam panya koy sana," dedi. "He­
men geliyorum."
Aşağı kata indim.
Bir süre sonra peşim den geldi.
Naz, gecenin geri kalanında m esafeliydi. Fiziksel olarak
buradaydı ama aklı çok, çok uzaklardaydı. Birkaç kez iyi
olup olmadığını sordum am a o, aynı cüm leyi tekrarlayıp
durdu. Takma kafana.
Elbette takıyordum.
Takıyordum.
Takıyordum.
O gece yatağa yattığım da hâlâ takıyordum .
Rüyamda bile gördüm.
Takıyordum.
Gecenin bir yarısı bir şey beni uyandırdı. Oda karanlık­
tı, her şeyin üzerine gölgeler düşüyordu. İçeriye sızan tek
ışık, perdelerin aralığından içeriye süzülen sokak lambası
nın ışıltısıydı. Sırtüstü yatıyordum . Kendim e gelmek iÇ'n

470
gözlerim i kırp ıştırarak döndüm ve N az'm yattığı yerin boş
olduğunu görünce donakaldım .
O nun yanım da olm adığı görerek ilk kez uyanm ıyor­
dum.
H er seferinde bunun son olm asm ı um uyordum .
İç çekerek oturup gözlerim i ovuşturdum . Çalışıyor, diye
düşündüm . Sam rım iş için buradaydı. Tam ayağa kalkm ak
üzereydim ki b ir şey kıpırdandı. Ödüm koptu. Nefesim
kesilm iş bir hald e karanlıktaki bedeni fark ettim. Naz yata­
ğın kenarında oturuyordu, hâlâ çırılçıplaktı. Ellerini önün­
de birleştirm iş, başı eğik, yere bakarak oturuyordu.
Sakinleşm em , hissettiğim korkuyu bastırm am biraz za­
m an aldı. Yutkundum , adm ı söylediğim de sesim çatlak
çıktı. "Ig n azio ?"
D erin bir nefes vererek duruşunu değiştirip başını bana
çevirdi. Bu karanlıkta yüzünü net görem iyordum ama gö­
rebilseydim nasıl görüneceğini biliyordum.
Sıkıntılı.
"B en bir aptaldım, K arissa." Alçak sesle konuşuyordu;
sesi fısıltıdan biraz daha yüksek çıkıyordu. Kelimeler ağ­
zından zorla çıkıyordu. "Lanet olası bir aptal."
"N ed en ?" Sıkıntılı ses tonu yüzünden göğsüm o kadar
sıkıştı ki ağrımaya başladı. Battaniyeyi üzerime çektim.
"N e yaptın?"
İç çekerek, "H içbir şey," dedi. Sonra değiştirdi. "H er
şeyi."
Bekledim ama detay vermedi.
Hiçbir açıklama yapmadı.
"Anlam adım ."
Başını iki yana sallayarak başka tarafa baktı. "Şaşırm a­
dım ."
Naz, kucağında yumruklarını sıkmış halde duran elleri­
ne bakarak otururken kafa karışıklığım arttı, endişem daha

471
da rahatsız edici bir hal aldı. Sessizlik boğucuydu. Söyle­
necek çok şey vardı. Olduğunu biliyordum... Ama öğren­
mek istemiyordum.
Ne dememi bekliyordu?
Aklıma söyleyecek bir şey gelmeden Naz ayağa kalk­
tı. Gideceğini, burayı terk edeceğini düşündüm. Tam onu
durdurmak için adını söylemek üzereydim ki bana doğru
döndü.
Ağzımdan çıkan tek ses bir şaşkınlık nidası oldu.
Naz dizlerinin üzerine çöktü. Yoo, tek dizinin üzerine.
Sadece birinin. Tam orada, yatağın hem en yanında karan­
lıkta, çırılçıplak bir halde. Düşüncelerim öylesine yoğun
bir tipiydi ki neler olup bittiğini algılayacak kadar etrafımı
göremiyordum. Nerede durduğumun farkında değildim.
Sanki suda sürükleniyormuş, havada uçuyormuş, ayakla­
rım artık yere değmiyormuş gibi hissediyordum. Aym gün
içinde aynı adam tarafından ikinci kez aklım başımdan alı­
nıyordu.
Sesimde belli belirsiz bir korku ile "N az," dedim. "Aman
Tanrım, Naz, ne yapı—"
"Sessiz ol ve bunu yapmama izin ver, tamam mı?"
"Ama..."
"Lütfen, Karissa."
Lütfen. Bu adam lütfen demişti.
Bu kelime beni susturmaya yetti.
"Bütün gün bunu düşündüm," dedi. "Lanet olası koca
bir gün buna kafa patlattım. Yapsam mı? Yapmasam mı?
Doğru kararın ne olduğunu bilmiyordum. Hâlâ da bilmi­
yorum. Ama bu konuyu daha fazla düşünemeyeceğim. Bu
yüzden yapıyor ve doğru kararı senin biliyor olmanı umu­
yorum. Çünkü ben bilmiyorum."
Dilim tutulmuştu.
Kahretsin, dilim tutulmuştu.

472
Naz elini açtı ve avu cun d a b ir yü zük vardı. Y üzüğ ü k a ­
ranlıkta çok n et g örem iy ord u m am a çok pahalı b ir yü zük
olmadığını, bana daha ön ce verdiğin e b en zem ed iğini sö y­
leyebilirdim. O yü zük çok gö sterişli ve abartılıyd ı. Bu ise
onun seçeceği b ir yü züğe ben zem iyord u.
Daha ziyade ben im seçeceğim b ir yü züğe ben ziyord u.
"Sana son aldığım ı bir köşeye attın ," dedi sakin b ir ses­
le. "Onun gibi yü zlercesini alabilirdim . D aha büyük, daha
parlak, her biri daha pahalı yü zlerce gösterişli elm as alabi­
lirdim am a bir anlam ı olm ayacaktı. Sadece bir yü zük ola­
caktı. Asla seni karıştırm ak istem ediğim işlerden kazan dı­
ğım parayla alm m ış bir yüzük... Ö yle bir yüzükle ben de
kendimle evlenm ezdim . O yüzüğü alan bir adam la evlen-
mezdim."
"N az..."
"Lütfen... sus."
Tekrar çenem i kapadım.
"Bu yüzden babam a gittim ," diye devam etti. "Ve an­
neme verdiği yüzüğü istedim. Bunu alabilm ek için yıllar­
ca ölümüne çalışıp para biriktirdi ve bu, yıllannı aldı. Çok
uzun yıllarım. Nihayet bu yüzüğü alabilecek duruma geldi­
ğinde ben bir delikanlı olmuştum. Değerli bir yüzük değil,
en fazla bir karat ama onlar için çok değerliydi."
Midem sıkıştı. Annesinin yüzüğü. M ichelle Vitale birkaç
ay önce, beklenmedik bir anda uykusunda ölmüştü. Onun­
la tanışma şansım olmamıştı ama Naz ile birlikte cenazeye
gitmiştim... Ve uzakta durmuş, babasının yanma bir kez
bile gitmemiş ve törene katılmamış olsa da orada olmanın
onun için çok şey ifade ettiğinin farkındaydım. Bu, ona an­
nesine veda etme şansı vermişti.
Y in e d e kendini s u ç lu y o rd u .
K endini su çlad ığın ı b iliy o rd u m .

473
O gün bana, Ölüm, sevdiğim herkesi elimden alıyor, demiş­
ti. Verdiğim tek cevap Ben buradayım ve bir yere gitmiyorum,
olmuştu.
"Babama gittim ve bu yüzüğü istedim, çünkü bunun
bir anlamı var. Bu yüzük, her şeyden çok sevdiği kadma
bunu alabilmek gibi çalışan bir adam tarafından alındı.
Bu yüzük saygı, sadakat ve dürüstlük sim gesi. Dürüst bir
adam... babam gibi bir adam... onun gibi olm ak istemedi­
ğim için aptalm teki olduğumu fark ettiğim bir adam tara­
fından verilmiş bir yüzük. Hayır dem esini bekleyerek iste­
dim ama verdi. Verdi ve, 'Eğer bunu yapacaksan gerçekten
istemen lazım, o zaman doğru o lu r/ dedi. Ve istiyorum...
Taruı biliyor ki istiyorum... Ama doğru olup olmadığını
bilmiyorum."
Bir süre yüzüğe, ardından gözlerim in içine baktı.
"Ben iyi bir adam değilim ," dedi. "Am a olmaya çalışı­
yorum. Bunun için çaba harcıyorum . Sana mükemmellik
sözleri veremem. Hak ettiğin kişi olabileceğim in sözünü
veremem. Verebileceğim tek söz ölene kadar seni sevece­
ğim ve yaşadığm sürece seni m utlu etm ek için elimden
geleni yapacağımdır."
Durup yüzümü inceledi.
"Ve soruyorum..." Başını iki yana sallayıp ne yapacağı­
nı bilmez bir ifadeyle iç çekti. "B en im le evlenir misin, Ka-
rissa?"
Hayır deme ihtimalim varmış gibi bakıyordu bana.
Sanki hayır dememi bekliyor gibiydi.
Yapmam gereken oydu.
Yapmam gerekenin o olduğunu biliyordum .
Mantıksal olarak, onu reddetm em , ondan kaçmam ve
bu adamdan mümkün olduğunca uzak durmam gereki­
yordu. Ama aşkta mantığa yer yoktur. Aşk, çirkin ve kar
maşıktır. Lanet olsun ki aşk hiçbir m antığa sahip değildir-
Ve ona âşığım, bu imkânsız gibi görünse de.

474
Ona âşığım .
Bu, çok garip.
Ama hayatım ı d ü şü n d ü ğ ü m d e o n su z b ir yaşam h ayal
edemiyorum. G eleceğ im i d ü şü n d ü ğ ü m d e o h ep var. Bu
adam çırılçıplak ve sav u n m asız b ir h ald e tek d izin in ü z e ri­
ne çökm üş karşım d a d u ru y o rd u ve onu red d ed eb ilird im .
Onun b an a yaşattığı ü zü n tü n ü n b ir kısm ım on a y a şa ta b i­
lirdim am a b u n u n son un cu sad ece p işm an lık o lurdu, çü n ­
kü birlikte olm am ız doğruydu . A slın d a yan lış old u ğu n u
bilsem de b an a doğru gelen b uydu.
"E v et," diye fısıldad ım . "S e n in le ev len irim ."
Bütün yü zün ü b ir rah atlam a ifad esi kaplad ı, u zan ıp
elimi tuttu. Y üzüğü taktı; b iraz b ü y ü ktü am a san ki benim
parm ağım a aitm iş hissi veriyordu. N az, ayağa kalkıp elle­
rini iki yanım a, yatağın üzerin e koyarak b an a doğ ru eğild i
ve dudaklarını du daklarım a yapıştırdı. Sert ve yoğun bir
biçim de beni öperek üzerim e çıktı.
D udakları du daklarım d ayken, "Ş im d i," diye fısıldayıp
kollarım ı boynuna doladım . "Şim d i yapm ak istiyorum ."
D udaklarım b enim kilerden u zak laştın p çenem i öperek
boynum a indi. Tam boğazım da daha önceden bıraktığı
ısın k izini öperek tüm ağırlığıyla üzerim e uzandı. Sertleş­
mişti. "B unu m u istiyorsun, b ebeğim ?"
Titreyerek parm aklarım ı ensesindeki saçlarda gezdir­
dim. "Şey... Evet ama benim asıl kast ettiğim evlenm e m e-
selesiydi."
Geri çekilip kaşlarım kaldırdı. "Evlenm ek mi? Şim di
m i?"
"E vet," diye fısıldadım. "B u gece."
"Ama..."
Bir kahkaha atarak ağzını elim le kapatıp onu susturur­
dum. "Su s." "B ir tarih belirlem em i istiyordun, değil mi?
Tamam işte, belirledim. Bugün."

475
Şaşırmış görünüyordu ama itiraz etm edi. Dudaklarının
kenan hafif bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Sen ne istersen,
Karissa. İste yeter."
Güneş doğduktan saatler sonra, N az ve ben MGM
Grand'm küçük şapelindeydik. N e m isafir vardı ne arka­
daşlar ne de aile. Sadece yabancı şahitler ve bizi evlendir­
me yetkisi olan bir adam. Ben gelinlik giym edim . Naz da
takım elbise giymedi. Sadece o, ben ve en sade yemin.
Seni sonsuza kadar seveceğime söz veriyorum.
Adam bizi karı koca ilan ettikten sonra N az bana sım­
sıkı sarılıp kendine çekti ve alt du dağım ı ısırarak arzuy­
la öptü. Kızararak geri çekildiğim de b en i şapelin çıkışına
doğru sürüklemeye başladı.
"Hadi," dedi. "Evliliğim izi ku tlam am ız lazım ."
"Öyle mi?"
"Kesinlikle," diye cevap verdi. Sesi alçak ve çatlaktı.
"Seni Bellagio'nun dışındaki fıskiyenin önünde, yani bü­
tün dünyanın bizi görebileceği yerde b ecerm eyi düşünü­
yorum."

476

You might also like