Professional Documents
Culture Documents
Toplum ve Bilim
Bu sayıda... 3
Nuray Mert
lslam'ın siyasallaşması ve İslamcılığın seyri (il):
Oryantalizm 5
Yahya Araz
1840'ların ortalarında Gerede:
Bir Anadolu kazasında kuraklık, kıtlık,
göç ve hayatta kalmak üzerine 94
Bu sayıda...
ele alıyor. Kıtlığın yol açtığı sorunları ve kıtlığı deneyimleyen insanların bu sorun
lara nasıl direnç gösterdiğini, devletin kıtlığa yaklaşımını da hesaba katarak orta
ya koyuyor. Son olarak Yasemin Yüce ve Kezban Çelik, "Orta sınıf erkeklerin ev iş
leri ve ev içi bakım emeğine 'saygıları' ne anlama gelebilir?" sorusuyla yola çıktık
ları makalelerinde, bu soruya, Samsun, Çorum, Amasya, Tokat illerinden eğitimli,
meslek sahibi ve evli kırk erkekle yaptıkları derinlemesine görüşmelerle, orta sınıf
erkeklerin ev işleri ve paylaşımına ilişkin yargılarından ve pratiklerinden yola çıka
rak yanıt arıyorlar. Kadınların çalışma hayatına daha sık dahil olmalarıyla birlikte,
ayrışmış kadın-erkek rollerinin bir nebze değiştiği doğru gibi görünse ve "orta sı
nıf erkeklerin kadının ev içi alanda harcadığı emeği görüyor oldukları, değer ver
dikleri ve saygı duydukları" gözlemlense de bu "saygı"nın, ev içi alanın "çatışmasız
'özel alan"' olduğuna dair tasarıma katkı sunduğunun da görmezden gelinemeye
ceğini ileri sürüyorlar.
AYBARS YAN I K
5
islam'ın siyasallaşması
ve İslamcılığın seyri (il):
Oryantalizm1
Nuray Mert
Özet: Bu çal ışmada, Oryanta listlerin farklı biçimlerde de olsa " Doğu" ya da " lslam
d ü nyası" adı altında yaptığı genellemeler ile Batı'yı tek bir öze indirgeyen ve anti-em
perya lizm adı a ltında Batı'yı hegemonik araçlara indirgeyen genel lemelerin aynı ek
sende toplandığını göstermeye çal ışıyoruz. Bu genel lemelerin Doğu'daki gerçek i kti
dar yapılarını görmeyi engel lediğ i n i, Batı hegemonyasına odaklandıkça hegemonya
n ı n ası l konusunu, yani ilgi li toplumun kendi içi ndeki iktidar yapılarını ve m ücadele
leri ni görünmez kıldığını öne sürüyoruz. Anti-modern ist Garpl ıların Şark hayra n l ığı
n ı n Şark'a i l işkin çarpık izlenimler ve temenni ler tarafı ndan belirlendiği ve Doğu'nun
modernleşemeyeceği, modernleşmemesi gerektiği fikrine romantik bir bağ l ı l ı k gös
termeleri, sadece Doğu'nun büyüsünün bozulacağından duyu lan endişeden kaynak
lanm ıyordu . Bu romantik tepki, Oryantal istlerin bir kariyer mekanı olarak Doğululaş
tırd ı kları Doğu'nun ortadan kalkması riski ni de içeriyordu. Modern leşmeyi, kendi top
lumuna yabancı laşma olarak değerlendiren zihniyet, 14. yüzyıldan bu yana karşıl ı k
lı etki leşimleri görmek yeri ne kendi Doğu'sun u yaratıyordu. Oysa dikkatli bakıldığın
da, Batı ve Doğu arasında siyasa l ve d üşünsel süreçleri anlamak ve açıklamak için etki
leşimlere odaklanmak gerektiği görülecektir. Bu etki leşim sadece belirli dönem lerde
yaşanan ve sonra terk edilen bir i l işki değ i l d i . Bir sürekliliğe sahipti ve modernleşme
süreciyle bitmedi. Bu nedenle söz konusu etki leşi mi "Batı'nın dayatması", "sömürge
leşme " ve "Batı taklidi" gibi tek yön l ü okumalara sıkıştı rmak yerine etkileşime odak
lanmak gerekmektedir. Bu çal ışmada, özcü ve kültürselci kavrayışlardan uzaklaşa ra k,
20. yüzyıla kadar uzanan Oryanta list bakış açıları ile Oryantalizm eleştirileri n i n bu
l uştuğu ya da kesiştiği yerlere odaklanarak, Oryantalizm'in Batı-dışı m i l l iyetçilik, yer
lici l i k ve lslamcı l ı k ideoloji lerinin zem i n ine dönüşme sürecini açıklamaya çal ışacağız.
Anahtar sözcükler: Oryantalizm, Osman l ı, lslamcı lık, Batıcılık, Batı, Doğu.
Türkçe karşılığı "Şarkiyatçılık", Osmanlı Türkçesi ile " Müsteşriklik"dir, ancak, özellikle tartışma
konusu olarak Batı dillerindeki karşılığı olan "Oryantalizm" teri mi daha geniş anlam ve yaygın
l ı k kazanmıştır, o neden le Oryantalizm ve Şarkiyatçılık terimlerini karışık olarak kullanacagız.
diplomat kimlikleri pek çok durumda birbirine karışmış haldeydi ve pek çoğu ,
"casus" (istihbaratçı) suçlamasını hak ediyordu. Ancak, Oryantalist külliyat, si
yasi kaygıların yanı sıra veya aynı zamanda merak ve hayranlık hislerinin ürü
nü idi. Bu yönleri ile, "Doğu" denilen muhayyel coğrafyanın "aydın" , yazar ve
siyasetçileri de onları önemsiyor, onlardan etkileniyor ve hatta onları seviyor
du . Aralarında, en önemli kaygısı ve görevi kendi ülkelerine hizmet olanlar da
hil Oryantalistler, önceleri ilk öncü seyyahların eserlerini okuyarak, daha son
ra kendi seyahatleri veya görevleri dolayısı ile bulundukları "Doğu"dan kültürel
manada etkilenmiş, Doğulu kıyafetlere bürünmüş, evlerini Şark tarzında tan
zim etmiş, bazen yaşamlarının bir bölümünü Doğu dedikleri ülkelerde geçir
miş, hatta bazısı ömür boyu Doğu'da yaşamayı tercih etmiştir.
Ünlü İngiliz Şarkiyatçı, yazar, siyasetçi Gertrude Bell, 1 9 1 7'de babasına "Do
ğu'yu Batı'ya tercih ediyorum, şöyle veya böyle gelecekte İngiltere'de olmak is
temiyorum, inşallah," diye yazmıştı (Winstone, 2004: 290) . Oryantalistlerin ba
zıları, kuşkusuz "Doğu"ya, özellikle de Müslüman coğrafyaya ve onun dinine
karşı husumet ve daha çok da küçümseme ile bakıyordu. Oryantalizm'in geçmi
şini, Hıristiyan Ortaçağ'ında İslam üzerine yazılanlara kadar geri götürürsek, bu
faaliyetin nedeni Batı Hıristiyan dünyasının, kapılarını zorlayan Müslüman or
duları şeklindeki "tatsız" karşılaşmaydı. Bu dönemde, Doğu ve/veya İslam kü
çümsenemeyecek kadar güçlü ve olsa olsa "barbar ve sapkın düşman" dı. Mo
dernleşme ve Batı'nın yükselişi sürecinde bu ilişkinin mahiyeti değişti, Doğu/ls
lam, "modem medeniyet" denilen ve insanlığın ilerleyişi olarak tanımlanan sü
recin dışında ve gerisinde kalanları işaret eder oldu.
Bu süreç içinde "Doğulular" da kendilerini yeniden tanımlamaya, kendileri
ne muhayyel bir kimlik ve kültür kurgulamaya ve bu kurguyu savunmaya giriş
tiler. Pek çok durumda, yerli kurgular ile "dışarıdan" üretilenler birbiri ile ör
tüştü. İslamcılık ve Türk milliyetçiliği de, bir ölçüde bu izlek ve etkileşim için
de şekillendi. Türklerin tarihi de, İslam tarihi de Oryantalist yazarlar tarafın
dan yazıldı veya onların yazdıkları önemli referanslar haline geldi. Oryantalist
ler ile en önemli ortak paydaları; "Doğu " veya "İslam Dünyası" denilen coğ
rafya ve kültürün, (bir başka kurgu olan) "Batı" dan topyekun farklı, değişmez
ve özgün olduğu fikri idi. Tam da bu nedenle, Şarkiyatçıların "Doğu" ve/veya
"İslam Dünyası"na dair çalışmalarına büyük önem atfettiler ve birçok durum
da bu çalışmaların eseri olan kategorileri farklı biçimde de olsa benimsediler.
Pek çok durumda, farkları, Şarkiyatçıların olumsuz anlam yüklediği özellikle
re olumlu anlam yüklemeleri oldu. Şarkiyatçılar, özellikleri değişmez bir "İslam
devleti"nden söz ediyorsa, İslamcıların buna itirazı, sadece bu "otantik" devlet
modelinin, bir noktada "yozlaşması" sonucu zayıfladığını, yeniden inşa edilme
si gerektiğini ileri sürmek oldu. Diğer taraftan, Şarkiyatçıların olumsuzluk ola
rak tanımladığı hususlar, İslamcılara göre, zaten aslında öyle değildi. Batı Mede
niyeti'nin kendini üstün gördüğü her şey; akılcılık, ilim, keyfi idareye karşı şu-
8 NURAY MERT
ra (yani meşrutiyet) zaten lslam dininde mevcuttu. Batı, İslam ve Osmanlı'yı öz
deş olarak görüyorsa, zaten öyleydi, dahası İslam ve Türklüğü aynı şey olarak
tanımlıyorsa zaten öyleydi.
Nitekim, pek çoğuna casus diye kuşku ile yaklaşılan Şarkiyatçıların çoğu,
"Şark"ı kendilerince seviyor, siyasal olarak destekliyor, kendi ülkelerinin siya
seti içinde onların lehinde tartışma ve çekişmelere giriyordu. Loti'nin hamisi
ve hayat boyu sıkı dostu olan Fransız entelektüel salon kadını juliette Adams,
1895'te kendisine ulaşıp, yardımını talep eden ünlü Mısır milliyetçisi Musta
fa Kamil'i, İngilizlere karşı bağımsızlık mücadelesinde destekliyordu. Dahası,
1895'te, İngilizlere karşı Fransa, Rusya ve Osmanlı devletleri arasında bir ittifa
kı zorunlu görüyordu. Adams, Mustafa Kamil'i 1902'de Pierre Loti ile tanıştırdı,
1903'te İstanbul'da tekrar bir araya geldiler. Böylece Loti, Mısır milliyetçi dava
sının ateşli bir savunucusu haline gelir (Quella-Villeger, 2002). İngiltere ile re
kabet içindeki ülkeleri Fransa ve özellikle İngilizlere büyük antipati duyan Lo
ti için bu siyasi çizgi anlaşılır olsa da, Mısır milliyetçilerinin mücadelesinin baş
destekçilerinden bir diğer Batılı dostu, İngiliz aristokrat, diplomat, Şarkiyatçı
Wilfried Scawen Blunt'tı. Adams ve Loti 9 Ekim 1906'da, Blunt'a birlikte imza
ladıkları bir mektup göndererek, kendisini "Mısır'ın dostu" olarak tebrik etti ve
"bundan sonra, Lord Cromer'in politikası ile İngilizlerin politikasını karıştırma
yacaklarını" ifade ettiler Quella-Villeger, 2002: 344). Ancak, Mustafa Kamil'in
1908'de ölmesi nedeniyle bu çalışmalar sona erer, Loti, La Mort de Philae kita
bını "Mısır'da Vatan'ın ve İslam'ın ayağa kalkması gibi hayranlık verici bir çaba
ya yenik düşen soylu ve aziz dostum Mustafa Kamil Paşa'nın anısına" ithaf eder
(346). Aslında, Loti'nin'en büyük kaygısı İngilizlerin, "dünyada İslam'ın en bü
yük ve tek gücü olmayı hedefleyen devasa ve inatçı planını yürütmesi ve Fran
sa'yı geride bırakması"dır (352).
Pek çok durumda, Şarkiyatçıların Şark'a dair romantik hayranlık ve sevgi
leri ile ülkelerinin çıkarları açısından Şark'ın ve İslam'ın önemi iç içe geçmiş
tir. Blunt da, bu açıdan benzer bir örnektir. Loti gibi ünlü bir yazar olmasa da,
Blunt da, kendi çapında bir şairdi, ancak, gerçek tutkusu, kendi deyimi ile "kah
ramanların saz şairi olmak değil, kahraman olmaktı" (Longford- ıoo7: 93>· Ömrü
boyunca, tam manası ile İngiliz siyaset sınıfı içinde rol alıp, karar verici konuma
gelememiştir, o daha ziyade Şark'a gönül vermiş, maceracı bir İngiliz aristokrat
tı. Aykırı görüşleri ile, zaman zaman tesir sahibi olmuştu, mesela genç Churchill
ile dostluğunun İngiliz siyasetçiyi çok etkilediği bilinir. Ayrıca pek çok siyasal
süreç içinde bulunmuştu, ancak İrlanda, Hindistan ve Mısır bağımsızlık davala
nnın savunucusu olarak ülkesinin siyasi çizgisi ile ters düşmüştü. Blunt, kendi
siyasi çizgisinin, İngiltere'nin çıkarlarını savunmak açısından daha doğru oldu
gunu düşünmüştü ama tarih başka yönde akmıştı. Bu arada, çoğunlukla sanıl
dığının aksine söz konusu olan bu türden şahsiyetler, Avrupalı güçlerin çıkar
larının peşinde, samimiyetsiz biçimde Doğu ülkelerine ve/veya İslam'a ilgilerini
ISlAM'IN SIYASALLAŞMASI VE ISlAMCILIC'llN SEYRi (il): ORYANTALiZM 9
2 lngilizlerin Arap atlarına ilgisine dair ilk kayıt, Do!)u'ya seyahatin erken yolcularından Voyage
to The Levant (1 636) kitabı ile ünlü Sir Henry Blount'a aittir (bkz. Bkz. Maclean, 201 7: 2 1 4).
10 NURAY M E RT
lam'ın Geleceği kitabında, Hicaz için " [H]er gün oradan bir isyan haberi bekliyo
rum ve İstanbul'un zayıflığına dair ilk işarette kesinlikle Arabistan'ın o kısmının
bağımsızlığı için savaşa katılacağım," (Blunt, 20 1 1 : 62) derken, açıkça Yunanis
tan'ın bağımsızlığı için savaşmaya giden büyük kayınpederi Byron'ın rolünü be
nimsiyordu. Diğer taraftan, İslam dinine ilgisi siyasal çerçevede gelişmesine kar
şın, tümüyle araçsal değildi, kendisi annesini takip ederek Katolik olmasına kar
şın ömrü boyunca dinsel düşünceleri hep muğlak ve karmaşık olmuştur (Bu
lut, 20 1 7) .3 1 879'da İngiltere'de İslam ve İslam siyasetine dair araştırmaya giriş
tiğinde, öncelikle Ermeni asıllı bir İranlı ve Comte'un takipçisi Mahkum Han ve
Hidiv İsmail lehine pan-İslamizm fikri doğrultusunda gazetecilik yapan, dini
ne inancını yitirmiş bir Iraklı Katolik papaz olan Lois Sabuncu'dan bazı bilgiler
edinmişti (Hourani, 200 1 : 143) . Daha sonra, Kahire'de tanıştığı ve yakın dost
luk kurduğu İslam modemistleri Efgani ve Abduh'tan ciddi biçimde etkilenmiş
olduğu da açıktır. Aynı şekilde, Arap hilafeti fikrini öncelikle İngiltere'nin dün
ya hakimiyeti açısından desteklemesine rağmen, Araplara duyduğu sempati ay
nı zamanda aristokratik bakışının da ifadesi olmuştu; ona göre İslam, Arap di
ni idi ve Araplar soylu bir ırk olarak, İslam'ın öncülüğünü yabancı unsur olan
Türklerden geri almalıydı. Ona göre, "Arapların kan bağına ve seçkin kanlara
derin saygısı" (39) vardı ve " . . . saf Sami ırkı var olduğu sürece Mekke'nin vahyi
eski geleneklere kaçınılmaz bir bağlantı olarak devam edecek" ti (78) .
Blunt, Osmanlı hilafetini kılıçla gasp edilmiş bir mevki olarak görüyor, Türk
lerin elinde İslam dininin geleneğinden uzaklaştığı gibi geleceğinin de köreltil
diğini düşünüyordu. Hilafet gerçek merkezine döndüğünde "Mekke'deki hali
fe elbette Boğaz'dakinden daha az önemli olacak, ancak dini anlamda çok daha
sağlam temele sahip olacak" tı ( 7 1 ) . Bu noktada, Blunt'ın dini tezler ileri sürerek
Osmanlı hilafetinin ve dolayısı ile İslam dünyasının gücünü kırmayı hedeflediği
düşünülebilir, zira İngiltere'nin İslam siyaseti artık bu zemine oturmuştu. An
cak Blunt, Osmanlı hilafetinin zaten gücünü çoktan yitirmiş olduğunu düşünü
yordu, İngiltere'nin çıkarlarıyla ilgili kaygısı, Müslüman dünyanın önderliğinin
Batılı rakip güçlerin eline geçmesiydi, bu nedenle bu geçişi engelleyecek tedbir
lerin alınması gerekliydi.
Doğrusu, Almanya'nın Osmanlı hilafeti ile ittifak kurarak onun nüfuzundan
yararlanmak siyaseti de aynı yaklaşımın sonucu idi, yani artık siyasi rekabet Os
manlı devleti ile değil, onun kaçınılmaz çöküşü ardından Müslüman coğrafya
nın kimin etki alanında olacağı meselesi idi. Blunt, İngiltere'yi de bu manada
3 Benim bildiğim Türkçe tek Blunt biyografisi. Kitabın başl ığını B l u nt'ın Cizvit olmasına gönder
me olarak alabiliriz, ancak bu başlıktan başlayarak kitabın konusunun hakkını vermek bir ya
na, yan ı ltıcı ölçüde sığ bir çalışma olduğunu söylemek zorundayız.
ISlAM'IN SIYASALLAŞMASI VE ISLAMCILI G I N SEYRi (il): ORYANTALiZM 11
madan ziyade fikri-siyasi buluşma idi. Diğer taraftan İngiltere'nin Arap hilafeti
ve Arap İsyanı kurgusu , Osmanlı yönetimi altındaki Arap topraklarında Kının
Harbi sonrasında gelişen Arap milliyetçiliği ve siyasal talepleri zemininde karşı
lık bulmuştu . Zaten bu dönemde, Türkler için olduğu gibi Araplar için de milli
ve dini kimlik örtüşüyordu veya en azından çatışmalı biçimde tanımlanmıyor
du. Arap milliyetçiliğinin Hıristiyan öncüleri, İslam'ı Arap medeniyet ve kültü
rünün bir parçası olarak kabul ediyordu (Antonius, 1939; Hourani, 1983) . Da
hası, ilk kuşak Arap milliyetçilerinin arasında "bir misyoner yetiştirmesi" (Bak
tıaya· 2009: 249> olmasına rağmen Osmanlıcı olan Butros El-Bustani gibi örnekler
söz konusuydu. Kısacası, Batılı güçlerin Doğu ve İslam siyasetlerinin son kerte
de Osmanlı devleti veya Arap topraklarında yaşayanlar açısından olumsuz so
nuçlar vermiş olması, bu siyasetlerin Batı'nın "aldatmacası" olmaktan ibaret ol
duğunu göstermez. İslam'ın modem anlamda yeniden siyasal olarak kurgulan
ması, siyasal, kültürel etkileşim ve hamleler çerçevesinde şekillendi. Dış baskı
lar bir yana Osmanlı devleti, modernleşerek gücünü toparlamaya çalıştığı için
reform sürecinde girdi, modem siyasal kavram ve kurumlan İslam dini ile iliş
kilendirmek ihtiyacı duydu. Batılı güçlerin, Osmanlı sınırlan dışındaki Müslü
man toplulukları idareleri altına almasına karşı oluşan tepki Osmanlı hilafetini,
daha önce olmadığı ölçüde öne çıkardı. Batılı güçler önceleri, idareleri altında
ki Müslüman toplulukların kendilerine karşı tepkilerini bertaraf etmek için Os
manlı hilafetini tüm Müslümanların ruhani otoritesi olarak tanımlamaya başla
dılar. Daha sonra, Osmanlı hilafetinin artan önemini tehdit olarak görmeye baş
ladılar. İngilizler Arap hilafeti projesine bu nedenle ön verdiler, ancak Arap vila
yetlerinde Osmanlı devletine karşı gelişen tepki ve talepler olmasaydı, böyle bir
projenin hiçbir karşılığı olamazdı. Benzer bir şekilde, Batı'nın bu politikaları
na eşlik eden Oryantalizm fikriyatı ve Oryantalistler, bir "büyük oyun"un ajan
larından ibaret olsalardı, Arap kılığında bugün Ortadoğu dediğimiz coğrafyada
seyahat edenler, yazıp çizenler, hatta misyoner mektepleri açanlar, kendini giz
lemeyi çok iyi beceren casuslardan ibaret olsalardı, o gün de, bugün de dikkate
almamızı gerektirecek hiçbir etkileri olamazdı.
Emperyalizm, Oryantalizm ve Oryantalistlere dair tartışmanın, Batılı güçle
rin ve onların ajanlarının Batı'nın çıkar ve kendi değerlerini dayatması çerçe
vesinde yoğunlaşması, bu süreçte yaşananları hakkıyla kavramamızı engelli
yor. Diğer taraftan, "İslam dünyası" ve İslamcılık konularında kavrayışımızı kı
sıtlamaya devam ediyor. Bu yaklaşım, her şeyden önce Oryantalizmin konusu
olan coğrafya ve toplumları fazlasıyla edilgin biçimde tanımlıyor, dahası siyasal
ve kültürel hegemonya meselesini derinliğine kavramamızı büyük ölçüde en
gelliyor. Oryantalizm'in kendi "Doğu"sunu tanımlayıp, bu çerçevede oluştur
duğu "dil"i dayattığını ileri sürerken aslında söz konusu olan şey "kültürel he
gemonya" . Oryantalizm eleştirisi literatürünün, kültürel hegemonya ve iktidar
ilişkisi vurgusu çok önemli olmakla birlikte, bir noktadan sonra ekonomi-poli-
ISl..A M ' I N SIYASALLAŞMASI VE ISLAMCI LIG I N SEYRi (il): ORYANTALiZM 13
şekillenen "Doğu " ve/veya lslam algılarını, mahiyet açısından farklılıkları çer
çevesinde değerlendirmek ve konuyu buradan hareketle tartışmak çok önemli
dir. Çünkü , Ortaçağ Avrupa'sında özellikle "lslamiyet"e dair ilginin daha ziya
de dini mahiyette olduğunu ve bu nedenle konunun öteki ve/veya düşmanlık,
husumet çerçevesinde şekillendiğini biliyoruz. Diğer taraftan, siyasi ve ekono
mik güç ilişkisi açısından, lslam dünyasının siyasi temsili olan Osmanlı devleti
o dönem "güçlü" olması dolayısı ile korkulan düşmandı, oysa modern Batı'nın
yükselişi ile her şeyden önce güç dengesi tersine dönmüş ve bu değişim ta
hakküm ilişkisini ve söylemini değiştirmişti. Aydınlanma dönemi sonrasında,
"Doğu"ya ve lslam'a bakış doğal olarak mahiyet değiştirmişti ve artık söz ko
nusu olan lslam'ın Hıristiyan bakış açısı ile sapkınlık olması değil, "ilerleme"yi,
"Aydınlanma"yı engelleyen bir kültür/din/medeniyet olması idi. Koloni lmpa
ratorluklannın inşası sürecinde, Batı-dışı dünyaya "medeniyet getirme" mis
yonu , artık aynı zamanda, sanayi toplumu , aklın üstünlüğüne dayalı Aydın
lanma'yı gerçekleştirerek "tarihsel üstünlük" , bir medeniyet'in, "geride kalan"
veya "durağanlığa mahkum olan" diğerlerini dönüştürmek üzere hükmetmek
fikrine dayalı hale gelmişti.
Oryantalizm tartışmaları çerçevesinde, Batı medeniyetinin üstünlüğü fikri,
sıklıkla Antik Yunan ve Roma'nın "barbarlar ve medeniler" ayrımına kadar geri
götürülür. Oysa, "uygarlık" ve "barbarlık" ayrımı ve bu temelde şekillenen üs
tünlük fikri, Antik Yunan ve Roma'ya özgü değildir, tarih boyunca yerleşik ve
merkezi devletlerin tümü, diğerlerini barbar olarak görüyor ve küçümsüyordu .
Aynı şekilde, Yeni Dünya'nın keşfi ve işgali sürecinin de Hıristiyan misyonerliği
ve onun "barbarlar"a karşı ve onları selamete ulaştırmak fikri çerçevesinde meş
rulaştırılması Okyanuslara ilk açılan Katolik ülkelere özgü değildi. lslam dev
letlerinin yayılmacı siyasetleri de cihat ve fetih kavranılan etrafında, yani ben
zer bir temelde meşrulaşıyordu . Modern emperyal siyasetlerin Aydınlanma fikri
doğrultusunda "medenileştirme" misyonları ile meşrulaştırılmasının arka planı
ise yeni ve köklü bir toplumsal değişim paradigmasıyla belirleniyordu. Mesele,
sadece farklı bir dinin, "diğerlerine" dayatılmasının yerini seküler bir medeniyet
tasavvurunun alması değildi. Bu yeni dayatma, çok daha köklü ve derinlikli bir
değişim sürecini öngörüyordu. Batı medeniyetinin dayatılması dediğimiz, ay
nı zamanda modernleşmenin kendini "dayatması" , modern devlet ve toplumun
inşası sürecinde geleneksel yapılar ile çatışması meselesi idi ve Batılı toplumla
rın kendi dönüşüm süreci de, bu açıdan sert ve sarsıntılı geçmişti.
Oysa, Edward Said'in, Oryantalizm tartışmasını eleştirel teori ve siyasetler
açısından büyük ölçüde etkileyen, 1978'de yayımladığı ünlü çalışması (Şarki
yatçılık) da, Batı'dan söz ederken modern öncesi ve sonrasını fazlasıyla devam
lılık içinde tanımlar. Pek çok takipçisi olan Said, "Batı hegemonyası"nı bir yan
dan öncelikle bir kültürel hegemonya konusu olarak değerlendirir, diğer yan
dan ise Batı'nın kültürel hegemonyasını tartışma konusu ederken, daha genel
ISlAM' I N SIYASALLAŞMASI VE ISLAMCILI G I N SEYRi (i l): ORYANTALiZM 15
çerçevede modern devlete özgü bir baskı aracı olan kültürel hegemonya konu
sunu sorun etmeye gerek görmez.
Sonuçta, sorun kaçınılmaz olarak "kültür"ler arası iktidar ilişkilerine mer
cek tutmakla sınırlanır. Bizim konumuz, Said'in yaklaşımının topyekun eleştiri
si değil, bu konuda geniş ve çok önemli bir literatür mevcut. Ancak, bizim ilgi
lendiğimiz alan olan "lslam"ın modern siyasallaşması açısından Oryantalizm'in
rolüne ilişkin Said'in yaklaşımına zaman zaman gönderme yapmak durumunda
kalacağız. Said'in kültürel hegemonya kavramının sınırlarına değinme ihtiyacı
mız bu çerçevede şekillendi. Bu konuyu biraz daha açıklığa kavuşturmak ve bi
zim ilgi alanımız ile daha yakın bir bağ kurmak üzere, Batı Oryantalizmi konu
suna bir parantez açarak, Oryantalizmlerin çoğullaşması tartışmasından bir ör
neğe öncelik verelim.
Osmanlı Oryantalizmi
Diğer taraftan, incelikli Osmanlı kültür dünyasına mensup birinin, Afrika folk
lorunu "komik" bulması, ancak bir Batılının aynı şeyi yapması kadar yadırga
tıcı bulunabilir. Oysa Findley'in altım çizdiği, Ahmet Mithat'ın "Batılılar" gibi
davranmış olmasıydı (Mert, 2000: 56-59) . Osmanlı devletinin reform sürecin
de, Batı'da yaşanan modernleşme sürecini gerçekleştirme çabalarının "Oryanta
lizm" olarak tanımlanması ile Findley'in, bir Osmanlı'nın Batılı gibi davranması
nı yadırgaması aslında benzer bir çıkış noktasına sahip. Mesele sadece Oryanta
lizm tanımlaması da değil, sorun modernleşme ile Oryantalizm'in özdeş biçim
de tanımlanması ve Batı dışındaki modernleşme süreçlerinin ya dayatma ya da
taklit olarak algılanması/algılatılması.
Zeynep Çelik de, Ahmet Mithat'ın 1 889 Paris Sergisi'ne dair yazdığı izle
nimlerin fazla "olgusal olmasını" yadırgar. "Ahmet Mithat'ın tutumu uluslara
rası fuarlara ziyaretlerini yazıya döken Türklerin tutumunun tipik bir örneği
dir. Bu kişiler bağlı oldukları kültür ile bu kültürün yurt dışında sunuluş biçi
mi arasındaki farklılıkları tahlil etmiyorlardı," (Çelik, 2004: 53) derken, Ah
met Mithat Efendi'nin o dönemde, Batı dünyasındaki Doğu temsilinden pek de
rahatsız olmadığı gerçeğini görmezden geliyor. Aslında, Batı dünyasındaki Do
ğu temsillerinde Oryantalizm sorgulaması yapan birinin, bir Osmanlı aydın ve
bürokratının Doğu temsillerine kendi kültürü içerisinden bakmasını önerme
si, en az sergilerin bakış açısı kadar Oryantalist bir tutum. Aynı şey, Osmanlı
aydın ve bürokratlarının Doğu'ya dair tahayyülünün Batılılarla pek çok konu
da örtüşmesini yadırgamak ve "tahlil" yetersizliği olarak görmek tutumu için
de geçerli.
Bu izlekten devam edersek, Osmanlı bürokratlarının , "ilerlemeci tarih
anlayışı"m benimsemesi de, Batı taklitçiliğinden ziyade o dönemin revaçta olan
fikirlerine itibar etmesi ile daha iyi anlaşılabilir. Söz konusu olan modernleş
me paradigmasıdır ve pek çok bürokratın çabası İmparatorluk idaresi altında
"ilerleme"yi gerçekleştirmektir. Adana Vilayeti Maarif Müfettişliği esnasında
bölgede seyahat eden Ahmet Faik (Günday) "Suriye ve Arabistan'da ve hatta o
zaman memleketimizin her yerinde Ortaçağ medeniyeti vardı" diye yazıyor (Be
yoğlu , 20 1 1: 52) . Osmanlı bürokratlarının pek çoğunun hatıratlarında bu tür
ifadelere rastlamak mümkün. Bu tür ifadeleri ve bu yaklaşımı "Doğu"lulardan
duyduğumuzda yadırgamak, modernleşmeci dünya görüşünün Batılılara özgü
olduğunun ve bir Osmanlı bürokrat veya aydınının bu fikir dünyasına uzak dur
ması gerektiği beklentisinin sonucu olabilir. Bu açıdan, sanki "doğal" olan, bir
"Doğulu", "Osmanlı" veya "Müslüman"ın, Batılı düşünce ve anlayışları yadırga
ması, reddetmesidir; aksi takdirde düşünsel olarak Batı'nın hegemonyası altına
girmiş, toplumuna, tarihine yabancılaşmıştır.
Bu konuda diğer önemli örnek Kavalalı Mehmet Paşa'mn başlattığı Mısır'ın
modernleşmesi sürecidir. Bu süreç Osmanlı reform süreci ile eşzamanlı olarak
ve benzer çerçevede ilerledi, hatta kültürel anlamda Osmanlı modernleşmesi-
20 N URAY M E RT
nin önüne geçtiği oldu. O kadar ki, Hidiv İsmail Paşa, "Mısır'ın artık Afrika kı
tasının değil, Avrupa'nın bir parçası olduğunu" ilan etti (Cleveland ve Bunton,
20 1 6) . Mehmet Ali Paşa ve ardılları da, güçlü bir modem devlet kurma çaba
sındaydı ve hatta Sudan'ın işgalinde gördüğümüz gibi çevresini denetim altına
alma siyaseti izlemişti.6 Bir anlamda Mısır da kendi "Doğu"sunu üretmiş, onu
denetim altına almaya ve dahası sömürgeci bir güç olmaya yeltenmişti. Siyaset,
"Doğu" veya "Batı"da iktidar ilişkilerinin tamamı olarak değerlendirildiğinde
bu gelişmeler şaşırtıcı değildir, oysa "Doğu" daki modernleşme, Oryantalizm'in
ürünü bir kolonileştirme faaliyeti olarak tanımlandığında, Oryantalizm'in Doğu
ve Batı'yı birbirinden tamamen ayn tanımlama anlayışı teyit edilmiş veya tek
rarlanmış olur.
Tam da bu nedenle, modernleşme sürecini, Doğu (veya İslam ya da başka bir
kültür havzası) ve Batı arasında kültürel çatışma zemininde değerlendirdiğimiz
ve Oryantalizm çerçevesinde tanımladığımızda, Batı dışında kalan dünyada ya
şanan sürecin mahiyetini ve bu çerçevede yaşanan yerel iktidar mücadelelerini
derinlemesine kavrama imkanımız kalmaz. Timothy Mitchell'in, akademik çev
rede çok ses getiren Mısır'ın Sömürgeleştirilmesi ( 1 99 1 ) kitabı bu konuda en iyi
örneklerden biri olarak değerlendirilebilir. Mitchell, Mehmet Ali Paşa'nın Mı
sır'da başlattığı modernleşme sürecini "Mısır'ın kolonileştirilmesi" olarak ta
nımlayarak işe başlar ve "Batılılaşma" olarak yaşanan tipik bir Batı-dışı modern
leşme örneğini anlatır. Bu süreci, modemist kurama karşı, post-modem kuram
ve özellikle Foucault'dan ödünç aldığı kavramlarla irdeliyor. Ancak, kitap bo
yunca tartışma konusu ettiği esas konu, genel olarak modernleşmenin ne mo
demistlerin iddia ettiği gibi bir özgürleşme süreci, ne de açık bir dayatma reji
mi olup hayatın her alanına sızan bir disipline etme süreci olmasıdır. Oysa, bu
yaklaşım, ne sadece Mısır'a özgü, ne de ilk kez Mitchell tarafından deşilmiş bir
konu. Nitekim Aydınlanma merkezli modemist tezlere karşı gelişen literatüre,
özellikle Foulcault, Baudrillard ve Derrida'ya sıklıkla gönderme yapma gereği
duyuyor. Diğer taraftan, Mısır'ın 1882'de İngiltere tarafından işgalinden sonra
ki dönem ile öncesi arasında, toplumun kolonileştirilmesi ve/veya modem ma
nada disipline edilmesi arasındaki çok belirgin farklardan söz edilmiyor. İngiliz
idaresi döneminde, Oryantalist yazar ve siyasetçilere yapılan göndermeler do
ğal olarak artarken, "Mısırlı modemistler"in benzer yaklaşımları ise Batı etkisi
ile açıklanıyor. Bu konuda, Batı dışında modernleşmenin ancak Batı'nın fikirle
rini benimsemenin bir sonucu olduğu şeklindeki tüm "Batılaşma" eleştirileri ile
aynı zemin paylaşılmış oluyor. Çoğunlukla milliyetçiler, yerelciler ve İslamcı
lar tarafından benimsenen bu yaklaşım aslında bir çeşit "yanlış bilinçlilik" tezi
dir ve Batı dışında yaşayanların modemist olması ancak ve ancak "kendi kültür
lerine yabancılaşma" olarak tanımlanır. Nitekim, Mitchell, Mısır'da yaygınlaşan
modernleşmeci fikirleri, İngiliz idaresi altında Oryantalistlerin düşüncelerinin
6 Bu sürece dair en iyi çalışma olarak bkz. (Fahmy, 2002).
ISlAM ' I N SIYASALLAŞMASI VE ISlAMCI U (; I N SEYRi (il): ORYANTALiZM 21
tesiri olarak izah ediyor, dahası bu etkinin "özellikle Lübnan'lı Hristiyan yazar
lar vasıtası ile dolaşıma sokulduğunu" iddia ediyor ( 1 68) .
Mitchell, bu "yabancı tesiri altında kalan" modernist milliyetçi Mısırlılara
karşı "geleneği" savunan ve zamanının saygın bir alimi olarak tanımladığı Hü
seyin al-Marsifi'nin itirazlarına odaklanıyor. Marsifi'nin Urabi isyanının hemen
ardından yayımladığı kitabı (Risalat al-halim al-thaman) , neredeyse "gerçek Mı
sır'ın sesi" gibi takdim ediyor. Nitekim, Marsifi kitabında, "gençler arasında
yaygın" olarak kullanıldığını ifade ettiği "millet, vatan, hükümet, adalet, bas
kı, politika, özgürlük ve eğitim" olmak üzere sekiz kavramı irdeliyor ve bunla
ra karşı geleneksel otorite biçimlerini ihya etmeyi savunuyor. Mitchell ise Mı
sır'ın modernleşme sürecinde kurulan Dar-ul Ulum'da hocalık yapan Marsa
fi'nin, hangi geleneğin temsilcisi olduğunu irdelemek yerine, asıl sorunun Mar
safi'nin matbaaya karşı çıkışının onun anlam haritasında nasıl temellendiğini
anlamamak olarak görüyor. Bu noktada, karşı çıktığı Oryantalistlerin yaptığı
nı tekrarlayıp Arap edebiyatı ve dilinden örnekler vererek ve bu arada lbn Hal
dun'un düşüncesinde gönderme yaparak, Marsafi'nin anlam dünyasını çözme
ye girişiyor ( 1 3 1 - 1 54) .
Mitchell'in çalışması ile ilgili sorunlar bunlardan ibaret değil, ancak burada
bizi öncelikle ilgilendiren, modernleşme ve Oryantalizm'in özdeş tanımlanma
sı ve değerlendirilmesidir. Bu çerçevede, Oryantalizm eleştirilerinin ve Batı dı
şındaki modernleşme süreçlerinin, Batı Oryantalizm'ini taklit diye tanımlama
sı. Oysa Batı'da olanın "Doğu"da beklenmeyecek bir şey olması gibi değerlen
dirme ve bir adım sonra yine Batı ve Doğu (veya lslam dünyası) arasında aşıla
mayacak bir sınır çizme anlayışından beslenir. Tabii daha önemlisi, böylesi bir
yaklaşım Oryantalizm ve sömürgecilik veya emperyalizm arasındaki ilişkiyi sor
gulamak için, Batı hegemonyasının baskıladığı yerlerdeki mevcut iktidar ilişki
lerini sorgulama alanı dışına itmeye neden olur. Nitekim, gerek Makdisi, gerek
se Mitchell çalışmalarında, Arap vilayetlerindeki yerel iktidar yapılarını ve mü
cadelelerini göz ardı ediyor. Ancak bu zaaf sadece onlara mahsus değil, Oryan
talizm eleştirilerinin hemen tümünün, sadece Batı hegemonyasına yoğunlaşma
anlayışlarının bir sonucu. Daha önemlisi, Oryantalizm eleştirileri, bu noktada
İslamcı, milliyetçi, yerlici ideolojiler ile buluşuyor, tıpkı onlar gibi yerel hiyerar
şik yapılan ve iktidar ilişkilerini ıskalayacak bir zeminden hareket etmiş oluyor.
Bir diğer örtüşme, modernleşmeyi Doğu'ya yabancı ve modernistleri kendi kül
türlerine yabancılaşmış unsurlar olarak tanımlama şeklinde karşımıza çıkıyor.
Bu noktada, Oryantalizm eleştirileri sıklıkla, Oryantalist bakış açılan ile örtüşü
yor, zira Oryantalizm ve Oryantalist siyasetleri "modernleşme dayatması" ola
rak tanımlıyor. Oysa, klasik Oryantalist bakış açılan pek çok durumda, modern
leşme dayatması bir yana, Batı dışındaki dünyanın modernleşmeye veya modern
kurum ve siyasal süreçlere hazır olmadığı fikrini benimsiyordu. Diğer pek çok
durumda ise, Batı dünyasında modernleşmeye karşı gelişen başta romantik ve/
22 N U RAY M E RT
Oryantalizm ve Oryantalistler
fından yazılmış akademik metinler de konumuzun sınınnı çok aşıyor. Biz Or
yantalizm' e daha ziyade, şimdiye kadar ihmal edildiğini düşündüğümüz bir si
yasal tartışmaya not düşmek üzere gönderme yapıyoruz.
O halde, Ortaçağ Avrupa'sında "Korkunç, Barbar Türk" imajının, Avrupa sı
nırlılannı zorlayan Osmanlı askeri üstünlüğü, Hıristiyan ilahiyatçıların İslam'a
dair karalayıcı polemikleri, din olarak İslam'ın "sapkınlık" olarak görülmesinin
sonucu olduğunu bir kez daha hatırlayalım. Ancak 1 6 . ve 1 7 . yüzyılda Osmanlı
(veya Avrupalıların adlandırması ile Türkiye) , Batılı tarihçiler için yenilmez bir
gücün timsali olarak hayranlık uyandınyordu (Searight, 1979: 78) . Machiavel
li, ünlü eseri Prens'te, siyasi güç konusunda Roma İmparatorluğu'nun yanı sıra
Osmanlı İmparatorluğu'ndan örnekler veriyordu. Avrupa siyasal yazınında, 1 6 .
ve 1 7 . yüzyıllarda Osmanlı, pek çok yazar tarafından güçlü idare örneği olarak
söz konusu ediliyordu (İnalcık, 20 1 7: 226-239) . Kısacası, o dönemlerde Batı'nın
Doğu/lslam ilgisi hegemonya arayışlarının sonucu değildi.
Doğu'ya seyahat izlenimlerini yazdığı Voyage to the Levant ( 1 636) kitabında,
Henry Blount Osmanlı İmparatorluğu için "kuvvet, bereket ve emtia hususun
da, hiçbir mekan onunla kıyas kabul etmez, hem cihanın neredeyse ortasında
dır . . . . birçok memleket üzerinde hakimiyet kuracak kudreti haizdir. . . . uzak or
duların ve sair sevkiyatın idaresindeki zorluğu halledebilmek, merkezden baş
layıp daire istikametinde bir matematik dehası lüzum eder" diyordu (Maclean,
2006: 1 70) . Bu izlenim sadece ona mahsus değil, 1 9 . yüzyıla kadar, özellikle İm
paratorluğun başşehri İstanbul'u ziyaret eden Batılıların pek çoğunun seyahat
namelerinde dile getirdiği bir kanaatti. 1 790'larda Fransız Konvansiyon heye
ti ile İstanbul'a gelen Olivier, İstanbul'un sadece doğal güzelliklerini değil, şe
hir planlamasını övüyordu (Olivier, 1 977) . Oysa, yüz yıldan az bir zaman son
ra, 1874'te İstanbul'a seyahat eden ltalyan yazar Edmondo de Amicis, o zama
na kadar pek çok övgüye mazhar olmuş şehre vardığında hayal kınklığına uğra
yacaktı. Ancak, o da bu hayal kınklığını "Şark'a dair kitapları okumuş" olduğu
için, içine girdiği beklenti ile izah eder (de Amicis, 1 9 8 1 : 2-3) . 19. yüzyılın ikin
ci yansından itibaren, İstanbul'u ziyaret eden seyyahların şehre ve ülkeye bakı
şının değişimi kuşkusuz güçlü Osmanlı imajının çökmesi ve modernleşmiş Ba
tılı şehirler ile kıyaslama sonucuydu (Mert, 20 1 4: 5 1 3-526) .
18. yüzyılda Avrupa'da Türk modasının (Turquerie) yükselişi de, Oryantalist
sanat ve Chinoiserie gibi, küçük görmeden ziyade kültürel etkileşim çerçevesin
de gelişmişti (Avcıoğlu , 20 14: 2 1 ; Williams, 20 1 4) . "Avrupa ile Osmanlı İmpa
ratorluğu arasındaki temas ve etkileşim konusunu değil, bunları iki ayn varlık
olarak betimleme ve tarihleri arasında özselleştirici zıtlıklar kurma yaklaşımını
gözden geçirme gereği" Oryantalizm değerlendirmeleri açısından da son derece
önemli. Bu konuya ilk dikkat çekenlerden biri olan tarihçi Cemal Kafadar, Os
manlı ve Avrupa tarihi arasında kurulan özcü karşıtlık fikrine karşı çıkarak, bu
nun yerini "karşılıklı etkileşim" perspektifinin almasının daha anlamlı olacağı-
ISlAM'IN SIYASALLAŞMASI VE ISLAMCILIG I N SEYRi (il): ORYANTALiZM 25
7 Örne!ji n Rönesans dönemi nde karşılıklı etkileşimi vurgulayan makalelerden oluşan Re-Orien
ting the Renassaince isimli derleme bu türe örnek olarak görülebilecek çal ışmalardan biri ola
rak de!jerlend irilebilir. Ayrıntıl ı bilgi için bkz. (Maclean, 2005).
26 NURAY M E RT
laşma" olarak damgalanmaya başladı. Bir tür zorlama, taklit, dayatma olarak ta
nımlanmaya başlandı. Bu durum, siyasal süreç açısından da benzer bir çerçeve
de algılandı ve Osmanlı reform sürecinin itici gücünün Osmanlı saray ve bü
rokratlarından ziyade Batılı devletler, siyasetler, diplomatlar olduğu düşünül
dü. Doğu'yu küçümseyen Oryantalist siyasetçi ve yazarlar ile Osmanlı reform
ve modernleşme sürecine itiraz eden çevreler, Osmanlı reform ve modernleşme
sürecini, dış baskılar veya iç taklitçilerin eseri olarak görme konusunda ilginç
bir buluşma içindedir.
Osmanlı reform sürecinin itici gücü olarak tanınan İngiliz sefiri Stratford
Canning'in rolünün abartılması bu konuda iyi bir örnektir. İngiliz seyyah yazar
Kinglake ve onu referans gösteren pek çok yazar, Canning'i "Osmanlılar üzerin
de neredeyse mistik bir güce sahip olarak onları Kırım Savaşına sokacak den
li etkili biri olarak tanımlarken" kendisine "büyükelçi" denmesini buna işaret
olarak görmüştü . Oysa büyükelçi veya sefir-i azam tüm elçiler için kullanılan
bir tabirdi (Richmond, 20 14: 16-1 7) . Canning'in Osmanlı misyonunu irdeleyen
Richmond, bu soruna isabetle işaret ederek, " Osmanlı reformunun, Canning'in
icadı veya başarısı değil, III. Selim ile başlayan ve içerden desteklenen bir süreç
olduğunu, İngiltere'nin bu süreci Rusya karşısında Osmanlı devletinin güçlü ol
masını tercih ettiği için desteklediğini" hatırlatıyor ve Canning'in Türkiye'nin
reformcusu değil, Türkiye'nin Canning'i reform ettiğini söylüyor (232, 235 ) .
Oysa, Canning de, diğer pek çok Avrupalı diplomat da, etkileri bakımından sa
dece kendi ülkelerinde değil, modernleşme sürecine kuşkuyla bakan çevreler
tarafından da fazlasıyla abartılmışlardır. Diğer taraftan, Batı dışında ve özellikle
Müslüman dünyada, modernleşme ile Batılılaşmayı özdeş olarak tanımlayan ve
"yabancılayarak" itiraz eden çevreler, Batı dünyasında modernleşme karşıtı ro
mantik ve kültürselci fikirlerden de fazlasıyla etkilenmiştir.
1 6 . yüzyıldan itibaren, özellikle İngiliz Oryantalistler için, Doğu, Müslüman
Doğu' dan ziyade, Müslümanların da yaşadığı ancak başka bir medeniyet dünya
sı olarak görülen Hindistan'dı. Hatta, bugün Ortadoğu dediğimiz coğrafya, Hin
distan'a giden yolun güvenliği açısından önemliydi. Napolyon'un Mısır seferi
nin en önemli hedefi İngiltere'nin Hindistan sömürgesine giden yollarını tut
mak, oradan Hindistan'a yönelmekti. Bu esnada, Hindistan sömürge yöneti
mi kendi başına bir kariyer ve yaşam tarzı haline gelmişti. Bunun ötesinde, bir
yandan sanayi devrimine eşlik eden "dünyayı tanıma/tanımlama" bir meslek ve
şöhret alanı oldu. Diğer yandan bunu mümkün kılan ulaşım teknolojisindeki
gelişim tüm Avrupa'da farklı yerleri keşif ve seyahat statü sembolü haline gel
di. Bu çerçevede, dini misyonerler ve maceracı yazar ve bilim adamları bir yana,
aristokratların Doğu serüvenleri başladı. Hatta bu Turquerie'nin bir türü, öncü
leri diğerleri için bir rol model haline geldi.
İngiltere Başbakanı William Pitt'in yeğeni Lady Hester Stanhope'un Doğu se
yahati bu konudaki en iyi örneklerden biridir. Kendisi de ünlü bir seyyah-yazar
28 N U RAY M E RT
Yurdumuz Avrupa vardı, biz vardık. Önemli olan yakamızı ondan kurtarmaktı. Baş
ka diyarlarda güçle, erdemle ve topraklarımızda bilgeliklerle dolu kıtalar vardı. Di
ğer her şey Avrupa'dan, hem de Avrupa'nın tamamından üstündü . . . Şairlerin sabır
lı suç ortakları olan profesörler bile onun gerilediğini söylüyor, filozoflar Batı'nın çö
küşünü dile getiriyor . . . Vardığımız sonuç beş para etmezdi, çünkü Doğıı'yu Batı'nın
tersi olarak düşünmeye alışmıştık. Mademki, Avrupa'nın düşüşü ve çürümesi ke
sinlikle apaçık ve bariz bir gerçekti, o halde Doğu'nun yeniden doğuşu ve çiçekleni
şi de tartışılmaz bir hakikatti. Doğu, Avrupalılara yeni hayat ve kurtuluş vaat ediyor
du (2003 : 64-65) .
yatı, Aydınlanma düşüncesinin sonuçlarından biri ve ona karşı tepki olarak, sa
dece Oryantalist düşünce çerçevesinde değil, siyaset kuramı açısından da izinin
sürülmesini gerektirecek önemli bir konudur.
KAYNAKÇA
Akçura, Y. (20 1 6) Suriye ve Filistin Mektupları, Ötü ken, lstanbul.
Antoniıus, G . ( 1 939) The Arab Awakening, Simon Publications.
Avcıo!)lu, N . (20 1 4) Turquerie ve Temsil Politikası 1 728- 1 876, Koç Üniversitesi Yayınları, lstanbul.
Babanzade, 1 . (2002) Irak Mektupları, Büke Yayınları, lstanbul.
Baktıaya, A. (2009) Osmanlı Suriyesi'nde Arapçılığın Doğuşu, Bengi Yayınları, lstanbu l .
Beyo{l lu, S. (201 1 ) iki Devir Bir insan: Ahmet Faik Günday ve Hatıraları, Bengi Yayınları, lstanbul.
Blunch, L. ( 1 966) The Wilder Shores o f Love, John M urray, Londra.
Blunt, W. S. ([1 882] 201 1 ) lslam'ın Geleceği, Ayrıntı, lstanbul.
Bulut, M . H . (20 1 7) Siyah Papa 'nın Casusu: WS. Blunt v e lslamda Reform, IQ yayınları, lstanbul.
Cavaliero, R. (20 1 0) Ottomania: The Romantics a n d the Myth of the Jslamic Orient, Tauris, New York.
Cleveland, W. L. ve Bunton, M. (20 1 6) A History of the Modern Middle East, Routledge, New York.
Çelik, Z. (2004) Şark'ın Sergilenişi: 19. Yüzyıl Dünya Fuarlarında lslam Mimarisi, Tarih Vakfı Yayın-
ları, lstanbul.
de Amicis, E. ( 1 98 1 ) lstanbul 1 874, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.
de Lamartine, A. ( 1 9 7 1 ) Alphonse de Lamartine ve lstanbul Yazıları, çev. Çelik Gülersoy ve Nurullah
Berk, Yeni l i k Basımevi, lstanbul.
Deringil, S. (20 1 4) iktidarın Sembolleri ve ideoloji, Do!)an, lstanbul.
Eldem, E. (2003) " l ra k'ta Osmanlı Sömürgecili!)inin bir Tan ı !) ı " , Toplumsal Tarih, 1 1 4: 92-97.
Erden, A. F. (2003) Birinci Dünya Harbinde Suriye Hatıraları, iş Bankası, lstanbul.
Fahmy, K. (2002) Ali the Pasha's Men, The American U n iversity in Cairo Press, New York.
Findley, C. V. ( 1 999) Ahmet Mithat Efendi Avrupa'da, Tarih Vakfı Yayınları, lstanbul.
Finkel, C. (2005) "The Trecherous Cleverness of H indsight: Myths of Ottoman Decline" G . Mclean
(ed.) Re-Orienting The Renassaince: Cultural Exchanges with the East, Palgrave, Londra.
Gellner, E. ( 1 993) "The M igtier pen? Edward Said and the double standards of inside colonialism",
Times Literary Supplement, 1 9 Şubat.
Gen iesse, J. F. ( 1 999) Passionate Nomad: The Life of Freya Stark, Random House, New York.
Gibb, L. (2005) Lady Hester: Queen of the East, Faber and Faber, Londra.
Hisar, A. Ş. ( 1 958) lstanbul ve Pierre Loti, lstanbul Fetih Cemiyeti, lstanbul Enstitüsü Yayınları, ls
tanbul.
Hourani, A. ([1 980] 200 1 ) Avrupa ve Ortadoğu, Yöneliş, lstanbul.
Hourani, A. ( 1 983) Arabic Thought i n the Liberal A g e 1 798- 1 939, Cambridge University Press, Camb
ridge, U K .
inalcık, H . (20 1 7) "The Ottoman Political System Discussed b y European Political Writers", The Otto
man Empire and Europe içinde, Kronik, lstanbul, 226-239.
Kabbani, R. ( 1 993) Avrupa'nın Doğu imajı, Ba{llam, lstanbul.
Kafadar, C. ( 1 994) "The Ottomans and Europe" A. Brady Jr, H . A. Oberman, J. Tracy (ed.) Handbo
ok of European History 1400- 1 600 Late Middle Ages, Renaissance and Reformation içinde, Brill,
Leiden.
Kedourie, E . ( 1 970) " l ntroduction " Nationalism in Asia and Africa içinde, Frank Cass, Londra.
Lawrence, T. E. ([1 926] 2000) Seven Pillars of Wisdom, Peng u i n, Londra.
Longford, E. ((1 979] 2007) A Pilgrimage of Passion The Life of Wilfrıd Scawen Blunt, Tauris, Londra.
Loti, P. ( 1 967) Aziyade, H üseyin Hilmi Kitabevi, lstanbul.
Maclean, G . ((2006] 201 7) Doğu'ya Yolculuğun Yükselişi: Osmanlı lmparatorluğu'nun lngiliz Konuk
ları (1 580- 1 720), YKY, lstanbul.
34 •
Özet: Kırsal alanda piyasa laşma süreci ve tarım sektöründeki dönüşümün neol iberal
bağ lamı içerisinde küçük tarım üreticisinin borçl uluğuna odaklanan bu çal ışmada kü
çük ölçekl i üretimin/üretici liğin sürekliliğinin giderek imkansız hale geldiğinin/gele
ceğ i n i n emarelerine d ikkat çeki lmektedir. Küçük üretici ler tarafı ndan, piyasa koşu lla
rında tarım üreticiliğini sürdürebil mek a macıyla gel iştirilen borçlanma pratikleri, ağ
ları ile stratej i leri ve borçlanmanın ürettiğ i sosyoekonomik içerikli sorunlar Antalya i l i
n i n üç köyünde (Aşağı karaman, Akdamlar ve Geyikbayırı) 18 (on sekiz) küçük üretici
ile gerçekleşen derinlemesine görüşmelerden elde edilen verilerle ilişki li analiz edil
mektedir. Neoliberal politikalar çerçevesinde tarımda devlet desteklerinin azaltıl ma
sı, tarım g ü m rüklerinin düşürülmesi ile tarımda şi rketleşmenin ve küresel serbest pi
yasa koşu llarının önünün açılması ve tohumdan g übreye tarım girdilerinin hızla me
talaştı rılması küçük ü reticileri, küresel rekabet koşul larında sermaye güçleri karşısın
da ya lnız bırakmakta ve küçük üretici liğin deva m l ı l ığı noktasında önem li riskler ya
ratmaktadır. B ütün tarımsa l girdiler meta laşırken, küresel düzeyde bel i rlenen fiyat
dengesi küçük ölçekli üreticilerin gelirlerini hızla aşağı çekmektedir. Bu sürece, kır
salda finansal araçların etkin hale getiril mesiyle azalan devlet destekleri nin yerin i ta
rım kred ilerinin aldığı ve ayrıca tarımda desteklemeden borçlan(dır)maya doğru ev
rim leşen bir dönüşüm eşl ik etmektedir. Küçük ölçekl i üreticiler açısı ndan küçük öl
çekl i ü reti m i n/üretici liğin deva m l ı l ı ğ ı n ı mümkün kılan bir strateji olarak bel i rg i n le
şen borçlan(dır)ma küçük ölçekl i üreticilerin borç ağları içerisinde yer alan aktörlerle
(bankalar, tarım kredi kooperatifi, komisyoncular g i bi) kurdukları il işkilerden kayna k
lanan kırsalda yeni tahakküm biçimleri ve sosyoekonomik sorunları görünür kılmak
tadır. B i rbiriyle ilişki li bir şekilde büyüyen bu sorunlar, küçük ölçekli üretimin uzun va
deli tasfiye sürecini hızlandırmaktadır.
Anahtar sözcükler: Neoliberal izm, tarımda piyasalaşma, borçlanma, küçük üretici.
(*) Arş. Gör. Kastamonu Ün iversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, ozgur.oztu rk09@
hotmail.com
(**) Doç. Dr. Akdeniz Ü niversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, el ifekart@hotma i l.com
Giriş
Losch, 20 1 0 ; Smith, 2009 ; Diaz-Bonilla vd. 2006; Ingco ve Nash, 2004; Good
man ve Watts, 1 997; Lawrence vd. 20 1 0 ; Wright ve Middendorf, 2008) .
Küçük üreticiliğin tasfiyesinin hızlandığı bu süreç içerisinde, küçük üretici
lerin sürdürebilirliklerini sağlama konusunda maruz kaldığı güçlükler küçük
üreticinin/üreticiliğin sürekliliğini mümkün kılacak zeminin giderek kaygan
hale gelmesini, hatta bu zeminin giderek ortadan kalkma riskini beraberinde ge
tirmiştir. Risk, bankaların tanın kredi uygulamalarını yaygınlaştırması ve üre
timde, destekten borçlanmaya doğru evrilen bir süreç ile beslenerek artmakta
dır. Devletin küçük üreticilere sağladığı tanın desteklerindeki azalma ve küresel
göstergelerin esas alınarak oluşturulduğu ürün fiyatları, özellikle taban fiyat uy
gulamasından vazgeçilmesi ürünlerin fiyatlarının maliyetlerinin altında kalma
sının önünü açmakta ve üreticiler açısından gelir/gider dengesini bozan belirsiz
liğin hakim olduğu koşullan yaratmaktadır. Üreticiler açısından gelir/gider den
gesinin bozulduğu her durum, üretimin sürekliliği için ihtiyaç duyulan girdinin
(tohum, gübre, ilaç gibi) sağlanmasında borçlanmayı bir zorunluluk haline ge
tirmektedir. Borçluluk, sermaye lehine devlet, piyasa ve toplum arasındaki iliş
kinin yeniden düzenlenmesi ile tanın ve üretici açısından yeni tasfiye süreçleri
nin hızlanma süreçlerini gündeme taşımaktadır. Neoliberal politikaların banka
cılık ve finans sistemlerinin entegrasyonunu öngören ve borç rasyonalitesi üze
rinden kendini yeniden üreten zemininde üretim ve tüketim ilişkilerinin içeriği,
niteliği ve sürecin aktörleri ile kırsal alandaki ilişki biçimleri değişime uğradığı
gibi, küçük üreticinin toprakla olan ilişkisi dahi değişmektedir. Formel (banka
lar, finans kurumları gibi) ve enformel (komisyoncular gibi) borç ağlarıyla iliş
kilenme ve özellikle borcun geri ödemelerinin yapılamamasından kaynaklı aşın
borçluluk durumları üretilebilecek toprağın araziye/arsaya dönüştürülme, kredi
borçlarına karşılık bankanın/bankaların üretim aracına (özellikle topraklarına
ve tanın makinelerine) el koyma, üretim aracının el değiştirmesi gibi sonuçlan
ile üreticiliğin tasfiye sürecini hızlandırmaktadır. Meseleye bu bağlamıyla bakıl
dığında; kırsal yaşamın içerisinden geçtiği sürecin; Korkut Boratav'ın (2009: 22)
da vurguladığı üzere, sadece iktisadi bir değişime değil, toplumsal bir dönüşü
me işaret ettiği ve kırsalın sosyolojik bir bakış açısıyla ele almayı zorunlu kıldı
ğı görülür. Bu açıdan, küçük üreticinin piyasa koşullarına dahil olma ve dışlan
ma süreçlerini doğrudan etkileyen ve küçük üreticiliğin ve üreticinin sürdürü
lebilirliğinin bir stratejisi haline gelen borçlan(dır)manın küçük üreticinin, pi
yasa koşullarında varlığını sürdürebilmek amacıyla geliştirdiği borçlanma ağla
n ve stratejileri, yaşama tutunabilme ve piyasalaşma karşısında direnç sergile
mek amacıyla geliştirdiği/geliştirebileceği kendine özgü işleyişi ile borçlanma
nın ürettiği sosyoekonomik içerikli sorunlar ve olası çıktılarının birlikte düşü
nülmesi önem arz etmektedir.
Neoliberal politikalar bağlamında kırsal alanda piyasalaşma süreçleri ve borç
luluk, özellikle küçük tanın üreticilerinin borçluluğunu tartışmanın, belirtilen
38 ÖZG Ü R ÔZTÜRK ELiFE KART
-
Bu çalışmada verilerin analizi daha çok kırsalda küçük tarım üretici lerinin borçluluk halleri ve
borçlanma üzerinden neoliberal içeri lmenin kırsaldaki görü n ü m lerine yo!)un laşarak yürütül
müştür. Bununla birlikte, 201 6 yı lında tamamlanan " Neoliberal Küresel leşme, Kırsal Dönüşüm
ve Mülksüzleştirme Rej i mleri" isimli yayınlanmamış yüksek l isans tezinin kuramsal tartışmala
rından da faydalanılmıştır. Bu çal ışmada, tez kapsamında yürütü len ve derinlemesine görüşme
tekni!)i ile elde edilen veriler, "borçlanma" teması üzerinden yeniden derinleştirilmiş analizi ve
tartışmaları içermekted ir. Aynı zamanda yüksek l isans tezi için mülakatlardan elde edilen bazı
veriler, 29-30 Kasım 20 1 7 ve 1 Aralık 20 1 7 tarihlerinde gerçekleştirilmiş olan 1 5. Ulusal Sosyal
Bilimler Kongresi'nde bildiri olarak sunulmuştur.
BORÇLU LUG U N KÜÇÜK ÜRETiCi ÜZERi NDEKi TEZA H Ü RLERi 39
sal ve kentsel alanda yaşanan köklü değişimler söz konusudur. Özellikle 2000'li
yıllar, Türkiye'de kriz sonrası IMF'in Yapısal Uyum Paketleri'nin uygulamaya
konulduğu ve tanın sektörünün neoliberal politikalann yoğunlaştığı yıllar ol
muş tanının piyasalaşması hızlanmıştır. Yapısal Uyum Paketleri kapsamında ta
nın sektörüne ilişkin olarak ARIP5 yürürlüğe konulmuş ve devlet kırsala iliş
kin güvencelerden hızla geri çekilmeye başlamıştır. Bu bağlamda öncelikle TE
KEL, ÇAYKUR, Şeker Fabrikalan A. Ş. gibi kamu iktisadi teşekkülleri özelleş-
5 Agricultural Reform lmp/ementatıon Project.
BORÇLU LUG U N KÜÇÜK ÜRETiCi ÜZERiNDEKi TEZA H Ü R LERi 43
çileşme süreçleri, kırsalda değişen demografik yapı ve kırsal alanla kentsel ala
nın birbirine sirayet etme biçimlerinin getirdiği yeni sosyallikler ve kırsalda ta
rımsal arazilerin arsalaşma süreçlerinde borçlanma, hem neden hem de mevcut
sorunları yeniden üreten bir yapısal unsur olarak belirginleşmektedir. Borçlan
ma ekseninde belirtilen bu sorun alanlarında küçük üreticilerle7 ( 1 8 katılımcı
ile) gerçekleştirilen görüşmeler konuyu, küçük üreticilerin kendi bakış açılarıy
la borçlanma pratiklerini, ağlarını ve borçlanma karşısında geliştirdiği strateji
leri, ayakta kalabilme yöntemlerini ve ortaya çıkan yeni ilişki biçimlerini ortaya
koymaktır. Elde edilen veriler, küçük üreticilerin süreci nasıl deneyimledikleri
ne ilişkin ve içerisinde bulundukları sosyal gerçekliğin anlaşılmasına katkı su
nabilmektedir. Derinlemesine görüşme, kırsal alanda ortaya çıkan ilişki biçim
lerinin farklılık gösteren boyutlarına dair yeni bilgiler edinmesini sağladığı için
hem yeni ilişki biçimlerinin pek çok boyutu üzerinde düşünmek hem de borç
lanmaya maruz kalan küçük üreticiler açısından ifade ettiği anlamlara ulaşmak
noktasında işlevseldir. Zira Berg'in de ifade ettiği şekilde "belli deneyimler, ra
kamlarla ifade edilemezler" (200 1 : 3). Katılımcıların örnek anlatımları; tarımın
piyasalaşmasının göstergeleri olan borçluluk, üretimin sürdürülemezliği, tarım
sal alanların terki, işçileşme, göç gibi sorunların, aktörlerin (köylüler/küçük ve
orta ölçekli üreticiler) gündelik yaşam pratiklerine nasıl yansıdığı, sorunların
genel bir eğilimin mikro düzeydeki tezahürleri mi yoksa buralara ait özel sü
reçlerin bir sonucu mu olduğunu kavrama konusunda nispeten önemli bilgi
ler içermektedir. Küçük üreticilerin borçlanma deneyimlerine odaklanan bu ça
lışmada, borçluluğun ürettiği sorunların analizinde küresel ve yerel düzeylerin
rek belediyelere ba!) lanmışlardır) gerçekleşti rilmiştir. Bu köylerin bel i rgin özellikleri, engebeli
yapıları nedeni ile büyük tarım alanlarına sahip olmamalarıdır. Dolayısıyla köylerde büyük top
rak sahipleri bulunmamakla birlikte, en fazla topra!)a sahip olan kişiler 25-30 dönümlük arazi
lere sahiptir. Köylerin bu n itelikleri neoliberal politikaların ve piyasalaşma süreçlerinin bir so
nucu olarak, küçük üretici li!)in tasfiye olma e!) ilimine girip g i rmedi klerini ya da mevcut şartla
ra kendilerini nasıl uyarlayabildiklerini, küçük üretici ler açısından borçlanmanın mevcut koşu l
lara uyum sa!)lamadaki işlevi ni anlamada yapı lacak bir anal izi mümkün kılmaktadır. Söz konu
su köylerde dikkat çeken kentleşme emareleri ve tarım arazilerinin arsalaştırılması süreçlerinin
yo!)un bir şekilde gözlenmesi örneklemi, tarımın neoliberal dönüşümünün ve üreticilerin borç
lulu!)unun yarattı!) ı son uçların görünürlü!)ü noktasında öneml i kılmaktad ır.
7 Bu çalışmada küçük ü reticili!)e odaklanılmasının temel nedeni, dü nya tarımının büyük bölü
münün hala küçük ü reticiler el iyle gerçekleştirilirken aynı zamanda küçük üretici li!)in neol ibe
ral tarım politikaları el iyle tasfiye sürecine girmiş olmasıdı r. Öze l l i kle kırsalda küçük üreticili
!)i tasfiye süreçlerine sokan ve tarımda şirketleşmenin ön ü n ü açan politikaların küresel çapta
ki olumsuz sonuçları, küçük ü reticili!)in dünyadaki işsizlik, yoksul l u k ve açlık sorunlarına i l işkin
çözümüne ilişkin tartışmalardaki vurguyu artt ı rmaktadır. Öyle ki BM'nin 20 1 4 yılını "Aile Çift
çili!)i Yılı" ilan etmesi kırsalda küçük üretici li!)in hem önemine hem gelece!)ine i lişkin mevcut
durumun vahameti ne işaret etmektedir. Bu çalışmada da vurgulanan mevcut sorunlar ba!)la
mında yola çıkılmış olup, örneklem tarımsal üretimin aile ü retici li!)i/küçük üreticiler eliyle ger
çekleştirildi!)i köylerden seçilmiştir. Bu nedenlerle görüşmeler, çal ışmada ele al ınan tartışmalar
ba!) lamında tarımsal ü retime devam eden sınırlı sayıdaki ü reticiler içerisinden 1B katılımcı (ai
le) ile gerçekleştirilebilmiştir. N itel araştırmanın bulguları, sadece Antalya kenti nde ve görüşü
len on sekiz ( 1 8) katıl ı mcı ile sınırlı tutu lması, genelleme yapmak açısından bir sınırlılık gibi de
!)erlendirilebilir. Ancak n itel araştırmaya dayalı bulgular, küçük ü reticilerin borçlu l u!)unu kav
ramada daha deri n bilgiye ulaşmayı mümkün kılmaktadır.
BORÇLU LUC';U N KÜÇÜK ÜRETiCi ÜZERiNDEKi TEZA H Ü R LERi 45
birbiri ile ilişkisi içerisinde kırsal dönüşümü tetikleyen ve ulusal sınırlan aşan
küresel etkilerin varlığı dikkate alınmaktadır. Çalışmada elde edilen veriler şöy
le sınıflandırılarak tartışılmaktadır: Türkiye Kırsalında Piyasalaşma: Üretimin
Sürdürebilirlilik Sorunu Karşısında Küçük Üreticiler; Küçük Üreticilerin Borç
lanma Nedenleri; Borçluluk Ağları ve Borçlan(dır)manın Aktörleri; Borçlanma
Stratejileri ve Borçluluğun Tezahürleri.
9
. . . Yok destek almıyoruz zaten 5 dönüm yer var alsak neye yarayacak. .. (G l 4)
. . . Kooperatiflere kayıt olanlara, üç yüz lira beş yüz lira veriliyor ama zenginlere o iş.
Arazisi bol olan parayı alıyor. Temsil ben üç dönümle iki yüz lira alıyorsam adamın
on dönümü var bin beş yüz alıyor . . . (G5) 1 1
. . . Şimdiki teşvik dönüm başına veriliyor. Yeterli olması mümkün değil. Dönüm başı
na 10 TL destek veriyor. Antalya'ya o para için gidip gelmem bile otuz kırk lira tutu
yor zaten. Bize destek değil bu . . . (G l3) 1 2
. . . Bizim arazilerimiz büyük değil, herkeste 3 dönüm 5 dönüm arazi var. Dönüm ba
şına verdiği para bizi kurtarmıyor. O desteklemeye girmiyor. Adam uğraşmıyor o pa
ra için. Sadece ziraat odasını kalkındırıyoruz. Niye? Her yıl 45 lira para alıyor bizden
kayıt için . . . ( G 1 4)
. . . Depolarda mazot yok. Biz üç tonluk tanker yaptırdık. Eskiden mazotla doldurur
duk. Şimdi bir traktörı\n deposu 50 TL ile doluyor . . . Şu köyde arayalım deposunda
10 TL'lik mazottan fazla olanı bulamayız. 100 traktörün deposunu açalım yirmi tane
sinin deposu ya doludur ya değildir . . . (G3)
. . . Gübresi atarsak, bakarsak mahsul veriyor ama sebze para etmediğinden atamıyo
ruz. On senedir portakal 500 kuruş, hep aynı . . . (G6) 1 3
... Camekanı mı da sattım, zaten bir geliri de yoktu. Beş senedir 5 milyarı geçireme-
·
12 52 yaşında. Erkek. 1 5 dönüm topra!:)a sahip. Ortaoku l mezunu, Ba!:)kur emeklisi. Akdamlar Kö
yü'nde yaşıyor.
13 52 yaşında. Erkek. 3,5 dönüm topra!:)a sahip. ilkokul mezunu. Sosyal g üvencesi yok. Aşa!:)ıkara
man Köyü'nde yaşıyor.
14 61 yaşında. Erkek. 1 0 dönüm topra!:)a sahip. ilkokul mezun u . Ba!:)kur emeklisi. Aşa!:)ıkaraman
Köyü'nde yaşıyor.
BORÇLU LUC'i U N KÜÇÜK Ü R ETiCi ÜZERiNDEKi TEZA H Ü RLERi 47
Yalla ben 4 7 yaşındayım. Babamdan 1 999, 2000'de aynldım. Seralan yaptırdım, se
ralan yaptırdım yaptıralı devlete kredi ödüyorum. Daha hala 200 milyar borcum var.
Yevmiyeci, ilaççıya, herkese var. Şimdi kurbana mal satacağız da seranın masrafını
ödeyeceğiz. Geriye karnımızı doyuracak kadar kalırsa iyi. Biz 3-4 senedir bu halde
yiz . . . (G2)
48 ÖZGÜR ÔZTÜRK - ELiFE KART
. . . Şimdi bir traktörün deposu 50 TL, şu köyde arayalım 10 TL den fazla olanı bula
mayız. 700 traktörün deposunu açalım 20 tanesinin deposu ya doludur ya değildir.
Depolarda mazot yok. .. (G3)
. . . Gübre (fiyatları) uçtu . Üç beş senedir fide (fiyatı) felaket gitti . . . Sebzenin fide
si felaket oldu . Fide için (tanesi) iki liradan atmış altı milyar fidan parası vermem la
zım . . . (G2) 1 6
. . . [borç) Alıyoruz tabii, sene içinde harçlık, ilaç, gübre için para alıyoruz. Sekiz mil
yar kömüre fidana verilecek. Hesap belli kitap belli. Ama işte sezona bağlı, domates
ne kadar edecek belli değil, bir lira oldu mu zaten zarar ettin demektir. Şimdi (kre
di) çektin mi sadece 20'-30 milyar faiz ödeyeceksin. Az para mı? Sezon para etmezse
ne yapacaksın . . . (G8)
. . . Para yok ki gerçek söylüyorum ben bunu. Paran peşin olsa bir başka olur veresiye
olunca başka olur . . . (GS)
15 52 yaşında. Erkek. 8 dönüm topra!)a sahip. ilkokul mezunu. Sosyal güvencesi yok. Aşa!)ıkara
man Köyü'nde yaşıyor.
16 47 Yaşında. Erkek. 20 dön ü m topra!)a sahip. i lkokul mezunu. Çiftçi, Ba!)kur'u var. Aşa!)ıkara
man Köyü'nde yaşıyor.
BORÇLU LU(; U N KÜÇÜK ÜRETiCi ÜZERiNDEKi TEZA H Ü RLERi 49
. . . Para olmadığı için peşin alamıyoruz. Bin liralık ilacı, 6 ay vadeyle 3 bin liraya alı
yoruz. Haçlar vadeli, fide vadeli, kömür vadeli. . . ( G4) 1 7
. . . ama para nakit olsa daha ucuza gübre, ilaç bulunur. Para peşin olunca her şey ucuz.
Para her kapıyı açıyor, 5 lira 10 lira kar edersin mal başına . . . (GS)
. . . [ maliyet) Üç beş fazla oluyor biraz. Çuval başına beş lira kadar fark oluyor. .. (Gl4) .
. . . Sekiz tane bankaya kredim var. Bu seraların fidan bedeli 45 bin tuttu, 50 bin çek
tim. Soğuk başlayınca 30 bin liralık kömür lazım oldu, yine 40 bin lira çektim . . . (G9) 1 8
. . . On dönüm için soba yakacağım bir gecede atmış yetmiş torba kömür, bir gecede bir
buçuk milyar para. Domatesin fiyatı bir lira. Ben nasıl kazanacağım bu parayı? (G2)
. . . lki dönüm yere on iki milyar para ödüyorum. Hep kredi ile. Beş milyar ödeyeceğim
yerde faizle altı milyar ödüyorum. . . ( G 1 0) 1 9
17 47 Yaşında. Erkek. 1 0 dönüm topra{la sahip. i l kokul mezunu. Sosyal güvencesi yok. Aşa{lıkara
man Köyü'nde yaşıyor.
18 50 yaşında. E rkek. 1 5 dönüm topra{la sahip. i l kokul mezunu. Ba{lkur emeklisi. Aşa{lıkaraman
Köyü'nde yaşıyor.
19 64 yaşında. Erkek. 10 dönüm topra{la sahip. ilkokul mezunu. SSK emeklisi. Akdamlar Köyü'nde
yaşıyor.
50 ÖZG Ü R ÖZTÜ RK ELiFE KART
-
Kırsaldaki borçluluk konusunda dikkat çeken bir diğer unsur ise, devletin
yeniden dağıtım üzerindeki etkin rolüdür. Bu bağlamda 2B 20 arazisi meselesi
önem arz etmektedir:
. . . [kredi] Çekiyorum çünkü benim bütün arazilerim 2B arazisi. Yerin fiyatları üze
rinde yapılan üretime göre değil ki. Burada topraktan para kazanan insanların bir dö
nüm yer alması mümkün değil ki ödeyebilsin bu borçlan. 2B fiyatları, hayatını zor
sürdüren çiftçinin ödemesi mümkün değil. Yılda kırk bin ödemem lazım, mümkün
değil bu parayı ödeyebilmem toprakta çalışarak. . . ( G 13)
... Zaten bir 2B olayı var, anamızı ağlattı. lki dönüm yere on iki milyar para ödüyo
rum. Hep kredi ile. Beş milyar ödeyeceğim yerde faizle altı milyar ödüyorum . . . ( G 14) .
20 Burada ça l ışma kapsa m ı n a Akdamlar ve Geyikbayırı köyleri örnek veri lebil i r. Bu köylerdeki
borçlanma nedenleri arasında 2B arazisi meselesi gelmektedi r. 2B kanunu ve köylülerin borç
lanması arası ndaki i l işki ele a l ı ndıgında görülmektedir ki, devlet ve birikim rejimleri arasında
ki bag çok güçlü bir biçimde devam etmektedir. Bu baglamda, Bernstein, küçük üretici li!)in de
vam l ı l ıgı tartışma l a rı içerisinde toprak reformu üzeri nden yaptıgı anal izinde, " kapitalizmde
küçük ölçekli çiftçili!)in 'sürmesinin' siyasi dinami!)inin ne kadar önem l i oldugunu" (201 4: 1 26)
ortaya koymaktadır. Benzer bir şeki lde Akşit de 1 967 yılında Antalya'nın köylerinde yaptıgı ça
lışmalarda buralarda köylü l ü!)ün tasfiye olacagı sonucuna varmış fakat 1 979 yılına gelindigin
de beklenen tasfiyenin gerçekleşmedi!)ini görmüştür. Akşit bunun nedeninin bölgede tarım ı
ve üreticiyi destekleyen devlet politikalarının oldugu sonucuna varmış ve köylülü!)ün devam
lılıgının siyasi dinamiklerle dogrudan i l işkil i oldugunu göstermiştir (Akşit, 1 999: 1 BO; 1 985: 82-
86; 1 987: 1 1 ). 2B meselesi, anlatılardan anlaşıldıgı üzere, siyasi erkin verdigi kararlar köyler ve
köylüler üzerinde dogrudan etki göstermeye devam etmektedir. Bernstein ve Akşit'in göster
digi gibi siyasi erk, sermaye birikim rejiminin gereklerine uyg u n olarak, küçük üreticilerin de
vamlılıgı açısından olumlu bir etki gösterebilirken, 2B uygulamasında oldugu gibi küçük üreti
ciyi borç sarmal ı içerisine sürükleyebilmekte, mülksüzleşti rme rejimlerinin önünü açabilmekte
ve birikimin yönüne ve şiddetini dogrudan etkileyebilmektedir.
BORÇLU LUC'l U N KÜÇÜK Ü RETiCi ÜZERiNDEKi TEZA H ÜRLERi 51
. . . Kredisiz yaşama imkanı var mı? Bankaya var, tanın krediye var, ilaççıya var, güb
reciye var, 2B var. Borç olmaz mı? Hele şu üç kalem hiç eksik olmuyor: Tanın kredi,
vergi dairesi, birde ilaççı, bunlar hiç eksik olmaz . . (G lO)
.
. . . Olmaz mı ya. Şu köyde gördüğün bütün evler hep borçlu. Adam kredi çekiyor, ya
tıramıyor . . ( G l 5) 22
.
21 20 yaşında. Erkek. 10 dönüm topra9a sahip. Lise mezu n u . BaQkur sigortalısı. Akdamlar Kö
yü'nde yaşıyor.
22 80 yaşında. Erkek. 35 dönüm topraQa sahip. Tahsil yok. BaQkur Emeklisi. Geyikbayırı Köyü'nde
yaşıyor.
52 ÖZGÜ R ÖZTÜRK ELiFE KART
-
. . . Özel (banka) garibana daha çok (kredi) veriyor. Beş dönüm yer yedi yüz bin ya
par, sana 200 bin veriyor. Ama devlet vermiyor. Beş tane kefil istiyor. Özel bankalar
ise kol atıyor (köylerde geziyor) köyde; devlet bankalan yüzümüze bakmıyor. .. (G6)
. . . Özel bankalarda faiz yüzde yirmiye kadar vanyor, reklamlardaki gibi değil . . . ( G 13)
... Özel bankalara emekli olanlar gidiyor. ihtiyacını oradan karşılıyor . . . Yaşlı kesim
kooperatiften almıyor. Onlar emekli olduğu bankalardan emekliliğini gösterip alı
yor . . . ( G l 5)
... Vakıfbank. Emekli maaşım orada, oradan alıyorum. 500 tane imza attınyor ba
na . . . (G lO)
. . . Bak ben geçen sene iki yüz litrelik ilaçlama makinesi aldım. Halk bankası, devletin
bankasıdır. Orada biraz da param var, ben emekliyim. 1 . 500 liralık makineyi almak
için, yedi sülalemi yazdı oraya (kefil) , parama da ipotek koydu. 3 bin lirama el koy
du, yüzde 1 7 faiz yazmış . . . ( G 1 ) 23
23 60 yaşında. Erkek. 6 dönüm topra!)a sahip. Tahsil i yok. Ba!)kur Emeklisi. Aşa!)ıkaraman Kö
yü'nde yaşıyor.
BORÇLU LUGUN KÜÇÜK ÜRETiCi ÜZERi NDEKi TEZA H Ü RLERi 53
. . . Kooperatif tapulu yerine göre veriyor, (toprağı) ipotek ediyor. lki de kefil istiyor
yanına. Ödemediğinde (parayı) kefillerden alıyor. (Orada) Gübre, ilaç, mazot her şey
var orada ama geriye ödeyemiyoruz. Faiziyle birlikte sene sonunda geri ödüyoruz. Al
dığın borcu yılbaşına kadar yatırman lazım yoksa ya kırmızı kalem yiyorsun ya da faiz
ödüyorsun. Kırmızı şeridi yediğinde bir daha kredi alamazsın oradan. . . ( G 1 5 )
. . . Ziraat Bankası yüzümüzü tanımıyor u fa k isek. Ama zenginsek, onlara çaylar geli
yor. Ama garibanın yüzüne bakmıyor. Devlet bankası garibanın yanında olacak, zen
ginin yanında değil. O devlet bankası, bize devlet bakacak. .. (G6)
. . . Benim bakaya 100 bin lira borcum var şimdi. Bankadan para çekemedim, ağus
tos ayı, kimsede de para yok. Fidan almam lazım, komisyoncu bana aracı oluyor. 30
yıldır aynı komisyona gidiyoruz, akraba gibi olduk. Param yok dediğin zaman senin
500- 1 .000 lira harçlığını verir. Sene içinde ilacını vs. almana da yardımcı olur. Koo
peratifler daha beter ama. Para lazım olsa bir sürü işlem, ama komisyoncu sıkmıyor
bizi. . . (G9)
Komisyoncu ile kurulan ilişkinin niteliğinde " tanıdık olmak" ve "güven duy
mak" duygusu önem arz etmektedir. Borç, daha çok söze dayalı enformel bir bi
çimde, sezon sonunda hasat döneminde geri ödemek üzere verilmektedir. Ko
misyoncuların üreticileri kendi ifadeleriyle "sıkmıyor" olmaları, onların piyasa
daki en önemli işlevi olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü tarımsal üretimin hem
piyasaya hem de doğa koşullarına ilişkin olarak içerdiği riskler, öngörülemez
likler ve elde edilecek gelirin bu koşullardan doğrudan etkilenmesi, enformel
borçlanma pratiklerini gündeme getirmektedir. Komisyoncuların işlevleri, bel
li bir faiz eklemesine karşın, ödenemeyen borçların ertelenmesi konusunda da
ha esnek davranabilmesi, "üzeri çizilen" (etiketlenen/damgalanan) üreticiler
için üretimde kalma fırsatı yaratması ve finans kurumlarının aksine borç verme
prosedürlerinin zaman kaybına neden olmaması konusunda belirginleşmekte
dir. Ancak komisyoncudan borçlanma, faiz ödemenin yanında başka yükümlü
lükler altına girmeyi de beraberinde getirmektedir; borcunu çeviremeyen üreti
ciler, ürettikleri ürünü komisyoncuya götürmek zorunda kalmakta, onlara gir
di temin eden komisyoncunun girdi üzerinden yüzde almasına sessiz kalmak
tadırlar:
. . . Şimdi şöyle oluyor kardeş, bu millet malını komisyoncuya götürüyor. Serasını di
kecek fidan lazım, komisyoncu getiriyor, fiyatını sen de bilmiyorsun. Kömür ihtiya
cın 4 ton, kömürcü veriyor onun imzasıyla. Sezon sonunda mal getirilince, komis
yoncu gel otur diyor parasını almak için . . . ( G 1 )
. . . Birçok kişi b u ş�kilde komisyoncu üzerinden alım yapıyor. O benim gibi olan bir
kaç kişinin de borcunu birleştirir, diyelim yirmi kişi fidancıdan fidan almış ve tuta
n iki yüz bin lira. Komisyoncu, bu borcu dörde bölerek adama (firmaya) çek veriyor.
Bize kefil oluyor, bir bakıma banka finansörlüğünü sağlamış oluyor. Bana fidanı alı
yor, ekim yapmamı sağlıyor . . (G9)
.
. . . Komisyoncu yüz tane çiftçiye fidan alıyor. O peşin alıyor, çek veriyor; biz vade
li ödüyoruz . . ( G 14)
.
nnını borcunu ödeyecek bir biçimde organize etmesi bir zorunluluktur. Borç
döngüsü içerisinde olan üretici için piyasa avantajlarının hiçbir anlamı yoktur
çünkü borçlandıkları aktörlerin kararlarına uymakla yükümlüdürler. Borç on
ları bir yandan üretim ve tüketim alanlarında disipline ederken diğer yandan bu
süreçlerin bütün aşamalarında gelirlerinin aşındırıldığı, mülksüzleştirildikle
ri koşullan kabul etmeye mecbur bırakmaktadır. Üreticilerin örnek ifadelerin
de de piyasa koşullan içerisinde neoliberal söylemin tersine, özgür karar veri
ciler olarak hareket edemedikleri ve hangi girdiyi nereden alacaklarına dair se
çim imkanlarını kaybettikleri gözlenmektedir. Öte yandan komisyoncu ve kü
çük üretici arasındaki borç ve zorunluluk üzerine kurulu ilişki, komisyoncu ve
sermaye (girdi tedarikçileri) açısından işlevsel bir ittifaka işaret eder. Komis
yoncunun finanse ettiği küçük üreticilerin ihtiyaç duyduğu girdiyi tek kalem
de birleştirerek tamamını sermayenin zorunlu müşterisi haline getirmektedir.
Başka bir ifadeyle enformel borçluluk ilişkisi küçük üretici, komisyoncu ve ser
mayeyi birbirine bağlayan bir ilişki biçimi olarak tezahür etmektedir. Bu zincir
de sermaye küçük üreticileri kendine bağımlı hale getirirken, komisyoncu hem
üreticiden hem de sermayeden aldığı pay ile bu süreci mümkün kılan aracı ko
numuyla belirginleşir. Bu durumda küçük üretici içerisinden bulunduğu koşul
lar neticesinde hem piyasadaki farklı tedarikçiler arasında seçim yapma şansını
kaybetmekte, aracı komisyonlar ve borç faizleriyle piyasa fiyatlarının üzerinde
girdi maliyetlerine maruz kalmaktadır. Türkiye'nin başka bölgelerinde gerçek
leştirilen pek çok çalışma bu durumu destekler niteliktedir (Aydın, 200 1 : 26;
Sönmez, 200 1 : 86-87; Yiğit ve Demiriz, 20 1 3 ) . Hatta Aydın'ın (200 1 : 26) Tum
burgazı'da gerçekleştiği çalışmada sürecin temel tüketim maddelerinin temini
ne kadar uzandığı, "köydeki birkaç bakkaldan piyasa fiyatının üstünde satın al
dıkları temel ihtiyaç maddeleri ile borçlandıkları" görülmektedir. Bu bağlam
da borçluluğun, gündelik yaşamın en küçük hücresine kadar sızan ve sonuç
lan bakımından farklı biçimlerde mağduriyetleri görünür kılan bir olgu oldu
ğu belirtilebilir.
Borç "öngörülemez olan bir gelecekte geri ödeme sözü" (Lazzarato, 20 14: 43)
üzerine kuruludur. Kırsaldaki borçluluk ilişkisi, kırılgan bir zeminde hem üre
tici hem de küçük tanın üreticiliğinin sürdürebilirliği açısından belirsiz bir ge
leceğe dair verilmiş bir taahhüttür:
. . . Çiftçinin yeni senesi vardır. Bu sene olmaz, inşallah seneye der. Halbuki daha da
kötüye gider sonra başlar yer satmaya . . . (G6)
. . . Öyle bir düzen var ki, bu köyde tarımdan para kazanamazsın. Karşılığını alamadı
ğın işe gider misin? " (Gl6) 2 5
. . . Borcum bitmiyor. Ben 47 yaşındayım, daha kaç sene daha borç ödeyeceğim de ken
di hayatımı, çoluğumu çocuğumu yaşatacağım? Yerimi yurdumu satıp aç kalacağım,
başka çare yok. . . (G2)
risklerle (iklim şartlan, girdi fiyatları, ürünlerin satış fiyatları, hangi ürünün da
ha iyi gelir getireceği, gündelik giderlerin maliyeti gibi) doludur ve riskler öngö
rülemezdir. Dolayısıyla hem piyasa şartlan hem de "üretimin doğal şartlan üze
rinde denetim eksikliğinden" (Sönmez, 200 1 : 87) kaynaklı öngörülemez koşul
lar içerisinden seçimler yapmak zorunda kalan kırsaldaki üreticiler, Keyder ve
Yenal'ın da ifade ettiği gibi aslında bir tür "kumarhane piyasası" (20 1 3 : 67) içe
risinde kumar oynamaktadır.
Riskin, belirsizliğin ve güvencesizliğin zemininde yaşamı sürdürebilmenin
bir aracı haline gelen borç, bir denetim ve disiplin aracı olarak, tanın üreticisi
ni sermaye birikim süreçlerinde üretimde kalmaya ve mevcut şartlan yeniden
üretmeye zorlar ya da üretim araçlarından mülksüzleştirerek işçileşmelerine ne
den olur. Üretimde kalabilmek güvencesizlik temelinde geleceğe dair hiçbir ga
rantisi olmayan bir gelir üzerinden sürekli yeniden borçlanmayı gerektirmekte
dir. Piyasalaşma ile kırsalda "artan borçlanma, özellikle daha az toprağı olan ve
sermayesi kısıtlı üreticiler için üretim risklerini artırarak pazara olan bağımlılı
ğını daha da derinleştirmektedir" (Keyder ve Yenal, 20 1 3 : 156) . Bu derinleşme
neticesinde "yeniden borçlanma" ve "borçlarını borçla kapatma" en yaygın stra
teji olarak ortaya çıkmaktadır ve bu aynı zamanda "aşın borçluluk" durumları
m görünür kılmaktadır:
24 55 yaşında. 5 dönüm toprağa sahip. ilkokul mezunu. Bağkur mmeklisi. Geyikbayırı Köyü'nde
yaşıyor.
25 75 yaşında. Erkek. 8 dönüm toprağa sahip. ilkokul mezun u . Bağkur emeklisi. Geyikbayırı Kö
yü'nde yaşıyor.
26 46 yaşında. Kad ı n . 10 dönüm toprağa sahip. Okula g itmemiş. Bağkur emeklisi. Akdamlar Kö
yü'nde yaşıyor.
BORÇLU LUC'>UN KÜÇÜK Ü R ETiCi ÜZERiNDEKi TEZA H Ü RLERi 57
. . . [Borçlanmızı] ödeyemiyoruz. Bir tanesini çekip diğerini ödüyoruz, birini sezon dö
nemine denk getiriyoruz. Beş kredinin ikisini kendimiz ödüyoruz, üçünü bankadan
çekerek ödüyoruz. Herkes çiftçiliği bırakmak zorunda kalıyor. . . (G9)
. . . [Bankalar] günlerini belirliyor ama günü geldiğinde biz onu ödeyemezsek ipotek
olmayan bir yerimizi satıp ödüyoruz. Daha hiç çektiği krediyi, ürettiğiyle ödeyen bir
Allah'ın kulu bulamazsın bu memlekette. Herkes ipotek edilmemiş bir yeri satıp öyle
ödüyor. Tek tek bu evleri gezebilirsin, herkes aynı. . . (G2)
. . . Krediyi, kredi ile kapatarak gidiyoruz, ne zaman gümleyeceğimiz belli değil. So
run o. Şu anda bir tıkanıklık yaşamıyorum, krediyle kapatıyorum ama tıkanınca yer
leri satacağım . . . (Gl3)
. . . Sebzemi sattım 20 milyar borçlu kaldım. Bankadan para çektim borcumu ödedim.
Evde yatsaydım 20 milyar kardaydım . . . (G2)
. . . Bütün gübre, tohum, ilaç peşin ödedim, yıl sonunda aldığımı verdiğimi bir hesap
ladım, bin lira zarar etmişim. Aldığım maaşla geçiniyorum, oğlan sağ olsun destekli
yor. Burada tanmdan bir şey kazanacağım diyen çok yanlış düşünür. Ettiğimiz mas-
27 Yigit ve Demiriz de (20 1 3: 427) çal ışmalarında, benzer sonuçlara ulaşmışlardır. Yaptıkları ça
l ışma esnasında görüştükleri köylüler borçlarını tarım yaparak ödeme imkanları n ı n olmadıgı,
borçlarını tekrar borçlanarak ödeme egi l i m i nde olduklarını ve borçları sadece erteleyebildikle
rini ifade etmektedirler. Yigit ve Demiriz'in belirtt i kleri üzere, devletin sosyal yan ı n ı n zayıfla
ması ve piyasalaşma koşulları içerisinde g iderek yoksul laşan köylülerin borçlulugu giderek art
makta ve ancak " borca takla attırarak" ü retimleri n i sürdürebilmektedir.
58 ÖZG ÜR ÖZTÜRK ELiFE KART
-
rafı bile karşılayamıyoruz ki. Buğday ekiyorsun, mazotun litresi 5 lira, traktör vesaire
buluyorsun. Eee, ektiğini ele çalışmış oluyorsun. Masrafı karşılamadığı gibi, bedenen
çalıştığın emeğin bile karşılığını alamıyorsun. 300 liraya bir sürü buğday satın aldım.
Kendi ettiğim masraf bile 500 lira tuttu. Hazır alsan daha ucuz . . (Gl6)
.
. . . Burada camekanlık işi, tahminen durumu iyi olanlar bir iki sene daha yapar ama
ondan sonra bu iş biter . . " (G3)
.
. . . Beş sene sonra burada köy kalmaz. Tek kelimeyle biz son kullanma tarihiyiz çift
çinin . . . " (G2)
. . . Biz öldüğümüz zaman artık çiftçi kalmayacak. O zaman kıymetimiz anlaşılacak. Bir
on yıl kalmadı artık. .. (G9)
. . . Köyde gelir durumu azalmış, çoluğu çocuğu evlenecek yaşa gelmiş köylülerin sat
tığı yerler. Dışandan parası olan geldi yaptı. . . ( G 1 7 ) 2 8
. . . Adamın biraz arsası var, satayım da kurtulayım, belki bir iki daire alır kira ile geçi
nirim diyor. Haklı mı? Bence haklı. Toprağı bırakma karannı aldı çoğu, burayı yann
imara sokup seraları sökün derlerse, inan sevinirim . . (G9)
.
28 28 yaşında. Erkek. 5 dönüm topra{la sahip. Üniversite mezun u . Sosyal güvencesi yok. Geyikba
yırı Köyü'nde yaşıyor.
BORÇLU LUC'l U N KÜÇÜK ÜRETiCi ÜZERiNDEKi TEZA H Ü R LERi 59
piyasaya girmesi ile Maltalı üreticilerin gelirleri ciddi oranda düşüş göstermiş,
bu şartlarda üretime devam edemeyen üreticiler portakal ağaçlarını kesip, por
takal üretimini terk etmeye başlamışlardır ( Choudhary vd. 20 1 5 : 5 ) . Araştırma
kapsamında görüşülen üreticilerin ifade ettiklerinden de benzer durumlar or
taya çıkmaktadır: Katılımcılar (küçük üreticiler) , artık para kazanamadıkları
nı, üretim yaptıkça borçlandıkları gerekçeleriyle tanın yapmaktan vazgeçtikle
rini, portakal ağaçlarını kurumaya bıraktıklarını ve belediyenin köylerini ima
ra açmasını beklediklerini ifade etmektedirler. Beklentilerin ise, en azından top
raklarını satarak borçlarından kurtulmak, borçsuz bir yaşama başlayabilmek et
rafında şekillendiği görülmektedir. Görülmektedir ki üreticiler açısından tarım
sal üretim borçların ödenebileceği, gündelik yaşamın yeniden üretilebileceği ve
geleceğin tahayyülüne imkan verecek rasyonel bir stratejisi olmaktan giderek
uzaklaşmaktadır.
Sonuç
KAYNAKÇA
Akşit, B. (1 985) Köy, Kasaba ve Kentlerde Toplumsal Değişme: Toplum, Siyaset ve Kültür Dönüşüm
ler Üzerine Araştırmalar, Turhan, Ankara.
Akşit, B. (1 987) " K ı rsal Dönüşüm ve Köy Araştırmaları (1 960- 1 980)", 1 1 . Tez Kitap Dizisi içinde, 1 1 -29.
Akşit, B. (1 999) "Cumhuriyet Dönem inde Türkiye Köylerindeki Dönüşümler" O. Baydar (der.) 75 Yıl-
da Köylerden Şehirlere içinde, Tarih Vakfı Yayınları, lstanbul, 1 73- 1 87.
Aydın, Z. (2001 ) "Yapısal Uyum Politikaları ve Köylünün Beka Stratejileri", Toplum ve Bilim, 88: 1 1 -32.
Aydın, Z. (201 8) Çağdaş Tarım Sorunu, imge, Ankara.
Barker, D. (2007) The Rise And Predictable Fall Of Globalized lndustrial Agriculture, lnternational
Forum on G lobal ization (IFG), San Francisco.
Bazoğulu, N. (1 987) " lşçileşmeye Karşı Köyl ülüğün Devam ı Tartışması ve Düşündürdükleri ", 1 1 . Tez
Kitap Dizisi içinde, 30-35.
Berg, B. L. (200 1 ) Qualitative Research Methods fo r the Social Sciences, Al lyn ve Bacon, Amerika B i r
leşik Devletleri.
Bernstein, H . (201 4) Tarımsal Değişimin Sınıfsal Dinamikleri, çev. O. Köymen, Yordam Kitap, lstanbul.
BORÇLU LUG U N KÜÇÜK ÜRETiCi ÜZERiNDEKi TEZA H Ü R LERi 61
Berthelot. J (2004) "Dünya Ticaret Örgütü: Güney Ü l kelerine Başlıca Tuzaklar" çev. F. Başkaya, Öz-
gür Üniversite Forumu 28 içinde, 26-42.
Boratav, K. ( 1 980) Tarımsal Yapılar ve Kapitalizm, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara.
Boratav, K. (2009) "Tarımsal Fiyatlar, istihdam Ve Köylülü!)ün Kaderi", Mülkiye Dergisi, 262: 9-25.
Brookfield, H . ve Parsons, H . (2007) Family Farms: Survival and Prospect, Routledge Publishi ng,
Oxon.
Charles, D . ( 1 8 Şu bat 2 0 1 3) " Fa rmer's F i g ht With Monsanto Reaches The Su preme C o u rt " ,
3 Ş u bat 2 0 1 6 t a ri h i n d e, Nation a l P u b l i c R a d io, N PR, http://www . n p r . org/secti o n s/the
salt/201 3/02/1 8/1 7 1 8963 1 1 /farmers-fight-with-monsanto-reaches-the-supreme-court
Chayanov, A. ( 1 99 1 ) The Theory of Peasant Co-operatives: Columbus, Ohio State University Press.
Choudhary, D., Kunwar, M. S. ve Rasul, G. (20 1 5) " From Farmers to Entrepreneurs-Strengthening
Malta Orange Val ue Chains Through lnstitutional Development in Uttarakhand, lndia", Moun-
tain Research and Development, 35(1 ): 4-1 5.
Cloke, P. ve Little, J. (1 997) Contested Countryside Cultures - Otherness, Marginalisation and Rura
lity, Routledge Publishing, New York.
Çelik, C. (20 1 7) " Kı rsal Dönüşüm ve Metalaşan Yaşamlar: Soma Havzası'nda işçileşme Süreçleri ve Sı-
nıf i l işkileri", Praksis, 43: 785-81 1 .
De!) irmenci, E . (20 1 7) "Türkiye Tarımında Neol iberal Dönüşüm ve Metalaşma", Praksis, 43: 765-785.
Diaz-Bonil la, E. vd . (2006) WTO Negotiations and Agricultural Trade Liberalization, CABI, Oxon.
Ecevit, M ., Karkıner, N . ve Büke, A. (2009) " Köy Sosyolojisinin Dara ltılmış Kapsamından, Tarım-Gıda-
Köylü l ü k i l işkilerine Yönelik Bazı De!)erlend i rmeler", Mülkiye Dergisi, 33(262): 41 -63.
Eraktan, G., Abay, C., Miran, B. ve Olhan, E. (2004) Türkiye'de Tarımın Teşvikinde Doğrudan Gelir
Desteği Sistemi Ve Sonuçları, lstanbul Ticaret Odası, lstanbul.
Eren, Z. C. (20 1 7) " Köylülü!)ün itibar Kaybı: Bakırçay Da!) Havzası Köylerinden Kadınların Anlatıları
ve Kırsal Dönüşü m", Praksis, 43: 81 1 -838.
Goodman, D. ve Watts, M . (1 997) Globalising Food, Agrarian Questions and Global Restructuring,
Routledge, Londra.
Harvey, D. (20 1 1 ) Umut Mekanları, çev. Z. Gambetti, Metis, lstanbul.
Harvey, D. (20 1 5a) Neoliberalizmin Kısa Tarihi, çev. A. Onocak, Sel, lstanbul.
Harvey, O. (201 Sb) On Yedi Çelişki ve Kapitalizmin Sonu, çev. E. So!)ancı lar, Sel, lstanbul.
Holloway, J . (2007) " Küresel Sermaye ve U lusal Devlet" W. Bonefeld ve J. Holloway (der.) Küreselleş
me Çağında Para ve Sınıf Mücadelesi içinde, çev. S. Mercan, Otonom Yayıncılık, lstanbul, 1 33-1 63.
Huddell, A. (201 0) " Effects of Neoliberal Reforms on Small-scale Agriculture in Brazil", Global Majo
rity E-Journal, 1 (2): 74-84.
lngco, M. D. ve Nash, J. D. (2004) Agriculture and the WTO, Creating a Trading System for Develop
ment, The World Bank, Washington.
Karaçimen, E. (20 1 5) "Tüketici Kred isinin Ekonomi Pol iti!)i: Türkiye Üzerine Bir De!)erlendirme",
Praksis, 38: 7 1 -99.
Kart, E. (20 1 5) "Yoksul l u!)un Mekanlarında Borçlulu!)un ve 'Borçlu'nun Üreti lişi", Praksis, 38: 1 55-
1 79.
Kautsky, K. (1 988) The Agrarian Question, Zwan Publications, Londra.
Kend ir, H. (20 1 2) " Küreselleşen Tarım ve Türkiye'de Tarım Reformu", Praksis, 9: 277-300.
Keyder, Ç. ( 1 993) Ulusal Kalkınmacılığın iflası, Metis, lstanbul.
Keyder, Ç. ve Yenal, Z. (201 3) Bildiğimiz Tarımın Sonu: Küresel iktidar ve Köylüler, iletişim, lstanbul.
Khor, M . (2006) " Overview" Globalization, Liberalization, Protectionalism: lmpact O n Poor Rural
Producers in Developing Countries içinde, TWN - Th i rd World Network, Malezya, 1 3-5 1 .
Lawrence, G . vd. (201 0) Food Security, Nutrition and Sustainability, Earthscan, Londra.
Lazzarato, M. (201 4) Borçlandırılmış insanın imali: Neoliberal Durum Üzerine Deneme, çev. M. Er
şen, Açıl ı m Yayınları, lstanbul.
Lazzarato, M . (201 5) Borçla Yönetmek, çev. Ş. Çiltaş, Otonom Yayıncıl ı k, lstanbul.
Losch, B . (20 1 0) " Beyond Trade: Economic Transition, Globalization and Prospects" J. A. Cook (der.)
Vulnerable Places, Vulnerable People: Trade Liberalization, Rural Poverty and the Environment
içinde, Edward Elgar Publishing, Cheltenham, 1 98-2 1 1 .
62 •
Ma, M. (201 2) "Anticipating and Reducing the Unfairness of Monsanto's lnadvertent lnfringement
Lawsuits: A Proposal to lmport Copyright Law's Notice-and-Takedown Regime into the Seed Pa
tent Context", California Law Review, 3: 691 -720.
Milbourne, P. (2004) Rural Poverty: Marginalisation and Exclusion in Britain and the United States,
Routledge Publishing, New York.
Moss, C. B. ve Taylor, T. G . (2002) " lntroduction" Agricultural Globalization, Trade, and the Environ
ment: lntroduction içinde, Springer, 1 - 1 0.
Olhan, E. (201 3). "Türkiye'de Son On Yılda Tarımsal Destekler. Küresel Krizin Eşiğinde Tarım Son
On Yılda Tarımsal G i rd iler Ve Destekler", Tarım Haftası 2012, TMMOB Ziraat Mühendisleri Oda
sı, Ankara, 63-70.
Oyan, O. (2004). "Tarımsal Politikalardan Politikasız Bir Tarıma Doğru" N . Balkan, ve S. Savran (der.)
Neoliberalizmin Tahribatı: Türkiye'de Ekonomi, Toplum ve Cinsiyet içinde, Metis, lstanbul, 44-
68.
Öztürk, M. (201 2). Agriculture, Peasantry And Poverty in Turkey in The Neo-Liberal Age, Wagenin
gen Academic Publishers, Wageningen.
Perkin, H . C. (2006) " Commod ification: Re-resourcing Rural Areas" P. Cloke, T. Marsden, ve P. Moo
ney (der.) Handbook of Rural Studies içinde, SAGE, Londra, 243-258.
Potter, C. ve Bu rney, J. (2002). "Agricu ltural Multifunctionality in The WTO - Legitimate Non-Trade
Concern Or Disguised Protectionism?", Journal of Rural Studies, 1 8: 35-47.
Quintina R. D., Borquez L. C. ve Gargia M. T. (200 1 ) " Bölgesel ve tarımsal haklar: Meksika'da 18 yıl
lık neo-liberal politikalar sonrası toprak hareketliliği ve toprak pazarı", çev. S. Gölbaşı, Toplum
ve Bilim, 88: 1 22- 1 43 .
SAPRIN. (2004) Structural Adjustment: The Policy Roots Of Economic Crisis, Poverty And lnequalty,
Zed Books, Malezya.
Sh iva, V. (2006) Çalınmış Hasat Küresel Gıda Soygunu, çev. A. K. Saysel, BGST, lstanbul.
Sm ith, F. (2009) Agriculture and the WTO, Towards a New Theory of lnternational Agricultural Tra
de Regulation, Edward Elgar Publishing, Cheltenham.
Sönmez, A. (2001 ) " Doğu Karaden iz Bölgesi fındık üreti m kuşağında toprak ağalığı, köylülük ve kır-
sal dönüşüm", Toplum ve Bilim, 88: 69-1 05.
Standing, G . (20 1 5) Prekarya: Yeni Tehlikeli Sınıf, çev. E. B u l ut, iletişim Yayınları, lstanbul.
Stedile, J. P. (2009) " Çokuluslu Şirketlerin Tarıma Karşı Saldırısı", Mülkiye Dergisi, 33(262): 99- 1 07.
Steger, M. B . (20 1 3) Küreseneşme, çev. A. Ersoy, Dost, Ankara.
Suiçmez, B. R. (2002) "Tarım Alanındaki Özelleştirmeler", Tarım Haftası 2002 Sempozyum: Küresel
leşme ve Türkiye Tarımı, TM MOB Ziraat Mühendisleri Odası, Ankara, 74- 1 2 1 .
UNCTAD. (201 6) "World lnvestment Report 201 6, lnvestor National ity: Policy Challenges", United
Nations Publication, Cenevre.
Yiğit, E. ve Demiriz, G. (201 3) " Paraya Takla Attırmak: Türkiye'de Kırın Piyasalaşan Yapısı ve Yoksul
luk Halleri " M . Tuna (ed.) VI/. Ulusal Sosyoloji Kongresi Yeni Toplumsal Yapılanmalar: Geçişler,
Kesişmeler ve Sapmalar Bildiri Kitabı il içinde, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Muğla, 41 7-435.
Wright, W. ve M iddendorf, G . (2008) The Fight Over Food, The Pennsylvania State University Press,
Pennsylvania.
63
Özet: Türkiye'de neoliberal politika ların uygulanmasıyla birlikte tütün ve fındık gibi
pek çok tarı msal üründe tasfiye olarak n itelendirilebi lecek gelişmeler yaşanırken çay
da devlet koruması devam etmektedir. Bu çal ışma, çay tarı mında gözlenen bu farklı
laşmayı bir meta olarak çayın özgünlükleri üzerinden ele almaktadır. Rize'de yapılan
bir saha araştı rmasına dayanan çal ışmada çay metası etrafındaki toplumsal il işkilerin
kapital ist gelişmeyle birlikte nası l şeki llendi{li ve bu süreçte devletin nası l bir rol oyna
dı{lı üzeri nde durul maktadır. 1 950'1 i yı llardan itibaren çay tarımının yayg ın laşmasıy
la Do{lu Karadeniz'de geçimlik üretim yapan köyl ü, yerini aile içi eme{lin kullanıldı{lı
küçük meta ü reticisine bırakmış; bugü n itibarıyla ise artık çay tarımında ücretli göç
men işçi kullanımı ve yarıcı lık gibi işletme biçim leri giderek yayg ınlaşmıştır. Bu süreçte
monokültür bir bitki olan çayın bir geçim kayna{lı olma özel li{li büyük ölçüde ortadan
kalkmıştır. B u gelişmede, hem çay arazilerinin miras yoluyla bölünmesi hem de çay
ü retici leri n i n yeniden üretimleri n i n g iderek meta laşması rol oynam ıştır. Süreç içeri
sinde çay bir geçim kayna{lı olma özel li{lini yiti rirken bir yandan da çay bahçesi sah i p
leri tarı mla giderek daha az i lgilenir olmuş, topraklarına ve ürettikleri ürüne yabancı
laşmıştır. Tüm bunlara ra{lmen çay tarı m ı n ı n küçük mülkiyet düzeni içerisi nde devam
edebi l mesi n i n en öneml i nedeni çayda devlet deste{linin sürüyor olmasıdır. Çaya yö
nelik devlet deste{li iktidar(lar)ın bir yandan çay ü retici lerinin oylarını kaybetmeme
öte yandan çay imalatında piyasa payı n ı n yarısına sahip sermayenin çıkarlarını gözet
me sa ikı ile şeki llendi{li kadarıyla iktidar(lar) için bir yeniden üretim aracına dönüş
m üştür. Bu çal ışma bölgede göç e{li l i m i n i önlemek ve köylüye geçim kayna{lı sunabil
mek üzere yo{lun devlet deste{liyle tarımı yaygı n laşan çayın bu işlevlerin i tamamlamış
oldu{lunu ve artık çözümsüz bir yapı içinde varl ı{lını sürdürdü{lünü öne sürmektedir.
Anahtar sözcükler: Tarımın ekonomi politi{li, meta anal izi, çay, Rize.
Giriş
Son yıllarda Türkiye'nin gıdada kendine yetebilen ender ülkelerden biri ol
duğuna dair anlatının sonuna geldik. Esasında Türkiye tarımsal yapıların
da bugün gözlemlediğimiz olgular, 200 1 yılından itibaren uygulamaya konu
lan IMF-Dünya Bankası programının yıkıcı sonuçlarıdır. Bu programlar ve ku
rallar aracılığıyla Türkiye'nin tarımsal yapıları dünya kapitalizminin gerekle
ri doğrultusunda yeniden yapılandırılmakta, köylünün hangi ürünü, ne kadar
ve nasıl üretmesi gerektiği belirlenmektedir (Aydın, 200 1 ) . 2000'li yılların he
nüz başında milli gelirin % 1 0'u tarım sektöründe üretilirken 20 18 yılı sonu iti
barıyla tarımın payı neredeyse yan yarıya azalmıştır (%5 ,8) . Tarımsal hasılanın
payının küçülmesine tarımsal istihdamda 1 950'li yıllar ile mukayese edilebile
cek bir daralma da eşlik etmiştir. 2000 yılında %48 olan tarımsal istihdam da,
20 18 yılı itibarıyla % 1 8,4 olmuştur. 2002 yılından itibaren Türkiye ekonomisi
yıllık ortalama %5,7 büyürken tarımdaki büyüme ortalama olarak %3 , l 'de kal
mıştır. Ne var ki Türkiye'de bir yandan tarımsal yapılarda bir çözülme gözlem
lenirken diğer yandan çelişkili bir şekilde tarımsal destekler çok çeşitli kalem
ler altında sürdürülmektedir (Gürel vd. 20 1 9 ; Keyder ve Yenal, 20 1 1 ; Kocabı
çak, 20 1 8) . Bunlar alan bazlı destekler, biyolojik ve biyoteknik mücadele ile il
gili destekler, hayvancılığa ilişkin fark ödemesi gibi başlıklar altında toplulaş
tırılmış çok sayıda destekleme kalemini içermektedir. Hem verilen bu destek
lerin içeriklerine hem de her bir tarım ürününün uluslararası piyasalara nasıl
açıldığına bağlı olarak Türkiye tarımında ürün bazında farklı eğilimler görül
mektedir. Örneğin tütünde kalıcı bir tasfiye denebilecek gelişmeler yaşanırken
( Çelik, 20 1 7 ; Yaman ve Ertürk-Keskin, 20 1 3 ) , şeker pancarında son özelleştir
me sürecine kadar tasfiye olarak adlandırılabilecek bir süreç daha yavaş ilerle
miştir. Çayda ise çay ithalatına yönelik % 145 gümrük duvarı ve ÇAYKUR ara
cılığıyla devletin çay üreticisine desteği devam etmektedir. 1 Bu gözlemler Tür
kiye kapitalizminin uluslararası piyasaya açılmasının genel sonuçlarını ana
liz etmenin yanı sıra ürün bazında tarımda yaşanan gelişmeleri de ele almanın
önemini açığa çıkarıyor.
Tarımsal her bir meta ait olduğu ürünün özelliklerine göre birbirinden ayrı
lır. Bir tanın ürünü olarak çayın etrafındaki toplumsal ilişkilerin belirlenmesin
de rol oynayan en temel etmen çay tarımının emek yoğun bir iş olmasıdır. Bu
durum çayda toplumsal cinsiyete ve etnik farklılıklara dayalı işbölümünü da
ha görünür hale getirir. Hindistan'ın Assam dağlarında, Vietnam'ın kuzeyinde
ki yamaçlarda ve Sri Lanka'da kadınların ve etnik azınlıkların yoğun emekleriy-
Yıldan yıla ve sürgünden sürgüne de{!işmekle birlikte, 201 9 i l k sürgün itibarıyla ÇAYKUR çay
bahçesi sah i plerine dönüm başına 500 kilogram a l ı m garantisi vermekte ve yaş çay yapra{!ı n ı n
kilosunu 3 . 0 3 l i radan almaktadır. Çaylık sahipleri g e r i k a l a n çaylarını özel sektöre, firmaların
belirledi{!i fiyattan satma ktadır.
DOG U KARADE N IZ'DE ÇAY TARIMININ ÇELiŞKiLi SÜREKLILIGI 65
le toplanır çay. Aynca çay bitkisinin oldukça hassas olması, yapraklannın hızlı
ca işlenmesini gerektirdiğinden çay fabrikalannın çayın yetiştiği bölgede kurul
ması gerekir. Çayın meta zincirinin küreselleştiği örneklerde bile ancak işlen
miş çayın paketlenmesi başka bir coğrafyada yapılabilir. Bu durum çayın, yetiş
tiği bölgedeki toplumsal yapıyı hem tanın hem imalat sektörü üzerinden etki
lemesine neden olur.
Tanmsal metalar biyolojik özelliklerine göre birbirlerinden ayrıştığı gibi, her
biri kendi içinde de yetiştiği coğrafyaya ve içinde bulunduğu sosyo-ekonomik,
politik ve kültürel bağlama göre farklılık gösterir.2 Çay çoğunlukla Doğu Asya'yı
içeren tropik ve sub-tropik bölgelerde, yani sınırlı bir coğrafyada yetişir. Aynca
sömürgecilik döneminde kolonyal ülkeler tarafından üretimi başlatıldığından
geleneksel olarak çay tanını plantasyonlarda yapılır. Güney Asya'da plantasyon
larda çay üreticiliğine başlanması önceden kabile halinde yaşayan ya da geçim
lik üretim yapan köylülerin yaşam alanlanna çoğu zaman zorla el konulması ve
ücretli emek haline getirilmeleri pahasına gerçekleşmiştir (Hann, 1 990b) . Doğu
Karadeniz Bölgesi'ndeki çay tanını ise kimi yönleriyle dünyanın diğer coğrafya
lanndaki çay tanmıyla benzeşse de pek çok açıdan farklılık gösterir.
Doğu Karadeniz Bölgesi çayla Cumhuriyet'in ilk yıllarında tanıştırılmış
tır. Arazinin engebeli olduğu ve sürekli olarak dışa göç veren bir bölgede kü
çük mülkiyet düzeni içerisinde yetişmeye uygun ve emek yoğun bir sınai gir
di olan çayın üretilmesi, bu bölgenin toplumsal yapısında köklü bir dönüşü
me neden olmuştur. Bu dönüşümün en önemli ayağı, bölgede daha önce ken
di temel ihtiyaçlannı karşılamak için geçimlik tanmla uğraşan köylülerin doğ
rudan bir meta olarak çayı üretmeye başlamalarıdır. Ne var ki bu sürecin do
ğal bir sonucu olarak çay üreticilerinin yeniden üretimlerinin giderek meta
laşması, köylünün parasal ihtiyaçlarını arttırmıştır. Ayrıca 1 970'lerin sonun
daki yüksek enflasyon dönemi çaydan elde edilen geliri iyice eritmiş ve son
raki süreçte arazilerin de miras yoluyla giderek küçülmesiyle monokültür bir
bitki o lan çay giderek bir geçim kaynağı olma özelliğini yitirmiştir. Buna rağ
men çay tarımı küçük mülkiyet düzeni içerisinde, üretici sayısı ve üretim ala
nı artarak devam etmektedir. Bunda 2000'li yıllarda çay üreticisinin hem enf
lasyon karşısında korunmuş olması, hem de dünya çay fiyatlarına kıyasla Tür
kiye' de yaş çay fiyatının yüksek tutulması önemli rol oynamıştır. Bu çalışma
da Türkiye'de toplam çay üretiminin %65'inin gerçekleştiği Rize'de yaptığı
mız saha araştırmasından hareketle çay tarımında yaşanan dönüşümü , bunun
toplumsal yapıya etkisini ve devam eden devlet korumasının neden ve sonuç
larını ele alıyoruz.
Çalışmanın saha araştırmasını Rize'nin merkezi ve 8 ilçesine bağlı köyler
de üreticilerle yaptığımız anketler ve çay üretimiyle ilgili pek çok kişiyle (baş-
2 Çay metasının kendi içinde, dünyanın farklı bölgelerinde nasıl farklılaştı!;jına dair bir analiz için
bkz. (De!;ji rmenci ve Karaçimen, 201 9).
66 ELiF KARAÇIMEN - EKiN DEGIRMENCI
ta çay üreticileri olmak üzere, eksperler, ziraat mühendisleri, özel çay fabrika
sı sahipleri ve ÇAYKUR yetkilileri gibi) yaptığımız mülakatlar oluşturmaktadır.
Saha araştırmasından elde ettiğimiz gözlemler sezonluk bir ürün olan çayın yıl
boyunca bakım gerektirmemesinin ve çay arazilerinin bölünmüş olmasının çay
da ideal küçük meta üreticisi formunu ortadan kaldırmış olduğu yönündeydi.
Üreticilerin pek çoğu göç etmiş olmalarına rağmen yazın geldikleri köylerinde
çay tarımını farklı emek biçimleri kullanarak sürdürebilmektedir. Bu bağlam
da çay tarımında ücretli işçi kullanımı ve yancılık gibi işletme biçimleri giderek
yaygınlaşmış ve çay bahçesi sahipleri tarımla giderek daha az ilgilenir olmuş
tur. Buna rağmen çay tarımını tamamen terk etmiyor olmalarında temel bir ge
lir güvencesi sağlamasa da devlet koruması sayesinde çayın garantili bir ek ge
lir kaynağı oluşturması önemli rol oynamaktadır. Bu ek gelir kaynağını koru
yabilme ve arttırabilme motivasyonuna birim alandan elde edilen çay yaprağını
arttırmak için kontrolsüz bir biçimde kimyasal gübre kullanımı eşlik etmekte
dir. Bu durum ilgili yazında "metabolik yarılma" olarak adlandırılan, toprağa ve
ürüne yabancılaşma sürecinin çay tarımında da yaşandığına göstermesi açısın
dan ilgi çekicidir. Aşın kimyasal gübre kullanımının toprakta ve yeraltı suların
da yarattığı tahribat çay tarımıyla ilgili tüm kesimler tarafından sıkça dile getiril
se de sınırlı bir alanda organik çay tanınma geçiş teşebbüsleri dışında bu soru
na yönelik sistemli bir çözüm arayışı bulunmamaktadır. Bunun temel nedeni si
yasal iktidar(lar) ın çay politikasında önceliklerini Karadeniz halkının desteğini
kaybetmemek üzerine şekillendirmeleridir. Bu bağlamda devletin çay tarımın
daki hakim rolünün, çay bahçesi sahiplerinin iktidara politik olarak eklemlen
mesi amacı üzerinden devam ettiğini söylemek mümkündür. Öte yandan piya
sa mantığının giderek yaygınlaştığı bir ortamda çay politikalarının belirlenme
sinde sermayenin çıkarlarının giderek daha çok korunur olması çay sektörün
deki çelişkileri de arttırmaktadır. Saha araştırması esnasında çay tarımındaki en
önemli politika araçları arasında olan kota ve kontenjan uygulamalarının özel
sektör lehine belirlendiği pek çok görüşmecinin dile getirdiği bir tespitti. So
nuç olarak araştırmadan edindiğimiz genel izlenim çay tarımının, fiyatların sü
rekli olarak tüketici aleyhine bozulduğu, üretimi arttırmak uğruna yeraltı sula
rının kirletildiği ve çayın kalitesinin giderek düştüğü bir yapı ile devam etmek
te olduğu yönündeydi.
Çalışmanın ilk bölümünde tarımın ekonomi politiği ve meta analizi yak
laşımlarından yararlanarak bir yandan çalışmada kullandığımız kavram set
lerinin nereye dayandığını açıklarken diğer yandan çay tarımındaki dönüşü
mü açıklamak için bir analitik çerçeve sunacağız. Tarımsal bir meta olarak ça
yın özgünlüklerinin değerlendirilmesi çalışmanın ikinci bölümünü oluştura
cak. Türkiye'de çay tarımının örgütlenme biçimi, geç kapitalistleşmiş ülkeler
de tarımsal yapıların dönüşümünde devletin belirleyici rolünün tartışılmasını
gerektirdiğinden üçüncü bölümü devletin çay tarımındaki yeri ve belirleyicili-
DOGU KARADE N IZ'DE ÇAY TARIMININ ÇELiŞKiLi SÜRE KLILIGI 67
Her bir meta tarihsel koşullara bağlı olarak şekillenmiş olan ve metanın üretimi
ve dağıtımında rol oynayan toplumsal ilişkileri barındırır. Kapitalizm, genelleş
miş meta üretiminin kendisini hakim kıldığı ve daha önce meta ilişkileri dışın
da kalmış alanların metalaşma sürecine dahil edildiği bir üretim tarzıdır (Bag
gethun ve Perez, 20 1 1 ) . Kapitalist sistemde insanlar malların üretimi ve dolaşı
mı için doğrudan birbirleriyle değil, ayn ayn bireyler olarak piyasayla ilişki için
de olurlar (Fridell, 2007) . Piyasa sistemine birey olarak dahil olduklarında mal
ların üretim sürecine dair herhangi bir bilgiye sahip olmazlar. Dolayısıyla ka
pitalist sistemde piyasa, üretim sürecindeki toplumsal ilişkileri görünmez kılar.
Görünür olan şey dolaşım alanında var olan metadır. Marx, analizine kapitalist
üretim tarzının inceleme birimi olan metayı ele almakla başlar. Emeğin toplum
sal karakteri sanki emeğin ürününün nesnel bir özelliğiymiş gibi göründüğün
den meta gizemli (fetiş) bir hal alır (Marx, 1 976) . 3 Meta fetişizmi kavramından
yola çıkarak yapılan analizler metanın sömürüye dayalı toplumsal ilişkileri na
sıl gizlediğini ve kapitalizmi meşrulaştırmak için nasıl bir işlev gördüğünü or
taya koymayı amaçlar.
Me�alaşma sürecinin tarımsal üretimin bütün aşamalarına sirayet ettiği bir
dönemde tanının ekonomi politiğine yönelik araştırma ve tartışmaların önem
li bir odak noktasını tarımsal metaların oluşturması kaçınılmaz olmuştur (But
tel, 200 1 ) . Esasında meta analizi özellikle tanın ürünlerinin incelenmesinde artı
birtakım avantaj lar sunar; çünkü her bir tanın ürünü organik özellikleri nede
niyle birbirinden farklılaşır. Meta analizi bu farklılaşmanın metayı üreten eme
ğin toplumsal karakterine nasıl yansıdığını inceleme imkanı sunar. Aslında ta
nın ürünlerinin biyolojik karakterine, emek ve üretim süreçlerindeki farklılık
lara meta analizlerinden önce de erken dönem tanının ekonomi politiği yazının
da dikkat çekilmiştir (Guthman, 2009) . Kautsky ( 1 988) henüz 19. yüzyılın so
nunda sanayide küçük meta üretimi ile tanmda köylü üretimini karşılaştırırken
tanmla uğraşan köylünün içinde bulunduğu yapısal koşulların farklılığına vur
gu yapar. Aynca Marx'ın ( 1 973) tanının özgünlüğünü tartışırken belirttiği gi
bi, tanmda üretim sürecinin tamamlanması doğa koşullan nedeniyle kesintiye
uğrar ve bu durum emek zamanında duraklamalara neden olur. Dolayısıyla ta
rımda üretim ve emek zamanı farklılık gösterir. Üretim zamanı tüm üretim dön
güsüne karşılık gelirken, emek zamanı bu süre içinde sadece işgücünün kulla-
3 Metanın gizeminin ve kerameti nin emek ürününün deger biçimi olmasından kaynaklandıgına
dair derinlikli bir analiz için bkz. (Yaman ve Öztürk, 201 9).
68 ELiF KARAÇIMEN - EKiN DEGIRMENCI
nıldığı dönemi kapsar. Üretim ve emek zamanlan arasındaki farkın çok olduğu
alanlar, kapitalist yatının için cazip olmadığından bu alanlar çoğunlukla küçük
meta üreticilerinin elinde kalır. Dolayısıyla bir üretim ilişkisi olarak küçük meta
üreticiliği (budanması, gübrelenmesi ve toplanması için yılın birkaç ayının ye
terli olduğu çay üretiminde olduğu gibi) varlığını korur.
Öte yandan kapitalist gelişmenin tarımsal yapılarda izlediği yol sanayide izle
diği yoldan farklı olduğundan zaman içinde küçük meta üreticiliği kendi için
de farklılaşır (Bemstein vd. 20 1 8) .4 Sermaye kapitalizm öncesi tarımsal yapılan
emek gücünün maliyetini düşürücü bir etmen olarak görür ve içselleştirir (Ay
dın, 1986) . Tek bir köylü hanesinin bile kiracılık, yancılık ve tarım işçiliği gi
bi farklı işletme biçimlerinin bir kısmını ya da tamamını aynı anda barındırabil
mesi mümkündür; fakat bu durum farklı işletme biçimlerinin tek bir üretim iliş
kisi olarak küçük meta üreticiliğine karşılık geldiği gerçeğini değiştirmez (Bo
ratav, 2004) . Hakim olan yapı, aile içi (hane) emeği kullanarak kısmen veya ta
mamıyla piyasa için; fakat birikim yapmadan üretim yapan, dolayısıyla küçük
meta üreticisi olarak tanımlanan tarımsal üreticilerdir. Küçük meta üreticisi ha
ne içinde, emek kullanımının ve meta ilişkilerine dahil olmanın getirdiği gelir
ve gider akımını nasıl düzenlediği ise büyük oranda cinsiyete dayalı işbölümü
ne bağlı olarak şekillenir (Bemstein, 1979) .
Tarımsal metanın toplumsal karakterinin nasıl şekillendiğini belirleyen
önemli bir etmen de devletin küçük meta üreticilerine yönelik tutumudur. Ta
rımsal üretimde sermayenin tahakkümü, küçük meta üreticisi hanenin yeniden
üretiminin metalaşması ve hane emeğinin değersizleşmesi doğrultusunda iler
ler. Ne var ki bu süreçte kamusal kaynakların tarımdaki küçük meta üreticileri
ni desteklemeye ayrılması, çeşitli fiyat mekanizmalarıyla üreticilerin korunma
sı ve piyasa ve meta ilişkileri dışında alanların yaratılması gibi etmenler bu doğ
rultuyu yavaşlatabilir (Özuğurlu, 20 1 5 ) . Bunun temel nedeni devlet ve küçük
meta üreticisi arasındaki ilişkinin çatışmalı bir alana karşılık gelmesidir. Bu du
rum aynı zamanda metanın bir toplumsal ilişki olduğu kadar politik örgütlen
menin de bir aracı olduğuna işaret eder. Kapitalist çiftçi küçük meta üreticisi
nin sömürülmesi üzerinden büyür. Devlet bir yandan bu şekilde büyüyen kapi
talist çiftçinin çıkarlarını gözetmek için küçük meta üreticisinin sömürülmesine
göz yumarken diğer yandan da (aile emeğini kullanarak emek gücü maliyetini
azaltma potansiyeli taşıyan) küçük meta üreticisini destekler (Das, 2007) . Buna
ilaveten küçük meta üreticileri özel mülkiyetin meşruiyetinin göstergesi olma
ları, istediklerinde geçimlik üretime geri dönme potansiyeli taşımaları ve nüfu
sun önemli bir kısmını oluşturmaları itibarıyla da siyasi rejime bir tehdit oluş
turabilirler. Dolayısıyla çıkarlarının göz ardı edilmesi tercih edilmeyeceğinden,
4 Pek çok küçük meta üreticisini, çözümleme birimi olarak hanelerin içinde yaşadıkları daha ge
niş yapıları almak suretiyle, kır-kent ayrımı ötesinde tanımlamak gerekti!) ine dair Türkiye üze
rine derinlikli bir çal ışma için bkz. (Ôztürk vd. 201 8).
oo(;u KARADE N IZ'DE ÇAY TARIMININ ÇELiŞKi Li SÜREKLILl(;I 69
Sınai üretimden farklı olarak doğa ve iklim koşullarına bağlı olan tarımsal ürün
lerin biyolojik karakterleri ait oldukları metanın üretim süreçlerinin şekillen
mesinde son derece önemli rol oynar. Aynca her tarımsal meta da kendi içinde
yetiştiği coğrafyanın doğa ve iklim koşullarına göre farklı emek ve üretim süreç
lerine karşılık gelir. Bu bağlamda çayın bir tanın ürünü olarak özgünlüklerini
ve Türkiye'de yetiştiği coğrafyanın emek ve üretim süreçlerine nasıl etki ettiği
ni tarihsel bir bağlamda ele almak önemlidir.
Öncelikle Türkiye'nin iklim ve doğa koşullarının, bir meta olarak çayı diğer
coğrafyalarda yetişen çaydan nasıl ayrıştırdığı ile başlayalım. Türkiye'de Kafkas
Dağlan'nın bir uzantısı olan Kaçkar Dağları'nın siper oluşturmasıyla meydana
gelen ılıman ve bol yağışlı iklim, Doğu Karadeniz'i çay üretimi için elverişli bir
coğrafya haline getirir (Zihnioğlu, 2008) . Ne var ki kalitesi iklimsel özelliklere
ve coğrafi koşullara göre oldukça farklılık gösteren çayın yetişmesi için bu böl
ge ideal koşulları sağlayamaz. Yoğun çay tarımının yapıldığı Çin, Hindistan, Sri
Lanka gibi Asya ülkelerinde ekvatoral iklim çay için hem Muson yağmurları
hem de güneşli hava gibi uygun koşulları bir arada sunar.5 3.000 yıl önce Çin'de
keşfedilen çayın yetiştirilmesi Asya' dan Afrika'ya elli ülkeye yayılmış olsa da çay
üretiminin büyük bölümü Asya'nın doğusunda gerçekleşir. 20 1 6 yılı itibarıy
la Çin ve Hindistan dünya toplam çay üretiminin dörtte üçünü karşılamaktadır
(FAO , 20 1 6 ) . Dünya çay üretiminde Türkiye'nin payı ise %5 (FAO, 20 1 8) , çay
ihracatı içindeki payı binde 7, ithalatı içindeki payı ise binde 3 kadardır (FAOS
TAT) . Çayın ideal olarak yetiştiği ekvatoral bölgelerin çoğunda çay yıl boyunca
sürgün verir. Oysa ki Doğu Karadeniz'de çay, mayıs ve ekim ayları arasında üç
ya da dört sürgün olarak toplanır. Daha sonra bahsedeceğimiz gibi bu durum,
çay tarımı ve imalatının sezonluk bir iş olması üzerinden toplumsal ilişkileri be
lirlemede önemli rol oynar. Ayrıca çayın üretim zamanı ile üretimi için gerekli
emek zaman arasındaki farkın fazla olması çay üretimine kapitalist üretim iliş
kilerinin hakim olmasını zorlaştırır.
Her ne kadar Doğu Karadeniz Bölgesi çayın yetişmesi için ideal koşulla
rı sağlamasa da bu bölgede yetiştirilen çayın dünyadaki rakiplerine kıyasla
önemli bir avantajı vardır. Çayın yetiştiği diğer coğrafyalarda sermayenin ta-
5 Saha araştırması esnasında görüştü!)ümüz ziraat mühendislerinden biri ÇAYKUR'a ait Tirebolu
42 çayının di!)erlerine göre daha kal iteli olmasın ı Tirebolu'nun Rize ve çevresine göre daha faz
la güneş alması ve güneşin bitkiye nişasta sa!)lamasıyla açıkladı .
70 ELiF KARAÇI MEN - EKiN DEGIRME NCI
6 Goodman ve Redclift ( 1 99 1 ) sermayenin tarıma iki temel müdahale biçimi oldu!)unu söyler. Bun
lardan birini do!)al süreçlerin kimyasal gübre, tarım ilaçları ve benzerleri yoluyla temellük edilmesi
(appropriationism), di!)erini ise tarımsal ürünlerin işlenmesi sürecinde do!)al girdilerin yerini sen
tetik hammadde, tatlandırıcı ve aroma gibi girdilerle ikame edilmesi (substitutionism) kavramla
rıyla açıklar. Bu yöntemlerle tarımda do!)a koşullarından kaynaklanan belirsizliklerin en aza indi
rilmesi ve böylelikle tarımsal üretim süreci üzerinde sermayenin denetiminin kurulması beklen ir.
7 Çayın genç yaprakları, çaya kendine özgü aromasın ı veren pol ifenol maddesini daha fazla içe
rir. Bu genç yaprakların elle toplanması halinde en kaliteli çay yapra!)ı elde ed ilebilir. Çay yap
raklarının mekanik makaslar ile toplanması verimi artırsa da çayı n kalitesini azaltır (Nei lson ve
Pritchard, 2009).
D O C'; U KARAD E N IZ'D E ÇAY TARI MININ ÇELiŞKiLi SÜRE KLILIC';I 71
Daha önce belirttiğimiz gibi dünyanın çay yetiştirilen pek çok bölgesinin ak
sine, Doğu Karadeniz'de çay bir ihraç ürünü olarak değil, ithal ikameci bir ürün
olarak yetiştirilmeye başlamıştır. 20 1 6 yılı itibarıyla kişi başına çay tüketimi sı
ralamasında yıllık 4 kilogram ile Türkiye birinci sırada gelirken ülkede üretilen
çayın çoğu iç piyasada tüketilmekte; ancak %2 kadarı ihraç edilmektedir (FAO ,
20 1 8) Çayın uluslararası piyasaya yönelik olarak üretilmemesi, Türkiye' de çay
..
8 Ayrıca devletin çay tarımını örgütlemesindeki bir başka önem l i motivasyon da Doğu Karade
niz Bölgesi' n i n i ktisadi ve kültürel olarak u l us-devlete entegrasyonunu sağlamaktır (Toprak,
1 988). Doğu Karadeniz Bölgesi coğrafi, iktisadi ve kültürel bakımdan Gürcistan ve Ermenistan
ile bütünleşmiş i ken Cumhuriyet'in kurulması ile birlikte bu bölgeler arasındaki işbirliği Türkiye
ve Sovyetler Birliği arasında imzalanan anlaşmalar neticesinde neredeyse bitme noktasına gel
miş, dolayısıyla bölgenin yeni ulus-devletin iktisadi yapısına entegre edilmesi gerekmiştir (Bir-
72 ELiF KARAÇI MEN - EKiN DE�IRMENCI
hiçbir zaman Giresun'un senede milyondan fazla varidat getiren fındıklarına veyahut
Eskişehir'in vasi buğday ovalarına veyahut Adana'nın herhangi vasi pirinç sahalarına
. . . veyahut pamuk sahalarına her ne ise malik değildir. Geçenlerde muhterem arka
daşımız Celal Beyefendi buyurdular ki, "ben lzmir mebusu olduğum halde lzmir için
böyle bir şey teklif etmek hatırımdan geçmedi. " Çünkü lzmir halkının buna ihtiyacı
yoktur ve bu pek aşikardır ki hiçbir İzmirlinin hatırından orada bulunan bir ağacı sö
kerek yerine diğer bir şey dikmek geçmez. Çünkü ahali refah içerisindedir. Fakat Ri
ze böyle değildir (TBMM Tutanakları, i: 95, 04.02 . 1 340, c:2, ss: 574) .
yol, 201 2; Genç, 20 1 6). Taşkın (201 6) Türkiye'de Rize'nin Pazar ilçesinden Gürcistan sınırına ka
dar olan co!)rafyada yo!)unluklu olarak yaşayan Laz halkının vatandaş hal ine getirilmesinde çay
tarımının desteklenmesinin öneml i rol oynadı!)ını belirtmektedir. Çay başta Lazlar olmak üzere
Gürcü ve Hemşi n l i ler gibi farklı halkların da yeni kurulan modern devletle olan ba!)larının g üç
lenmesi açısından işlev görmüş ve böylelikle bölgenin politik örgütlenmesinin de aracı olmuştur.
9 Esasında çay bitkisin i n Türkiye co!)rafyasına gelişi ve yetiştiri lme denemeleri Cumhuriyet'in ku
ruluşunun öncesine dayan ır. Zihnio!)lu Bir Yeşilin Peşinde (2008) isimli çalışmasında çay bitkisi
nin bu topraklardaki serüvenini an latır.
DOC'l U KARADE N IZ'DE ÇAY TARIMININ ÇELiŞKi Li SÜREKLILIC'll 73
10 ilk Çay Kanunu'nun çıkarıldı!)ı 1 924 yılından ÇAYKUR'un kuruldu!)u 1 971 yılına kadar çay üreti
minin örgütlenmesi devletin farklı kurumlarının güdümünde olmuştur. 1 938-1 948 yılları arasın
da yetkili kurum Devlet Zirai işletmeleri iken 1 942 yılında TEKEL idaresi; 1 949 sonrasında ise TE
KEL Genel Müdürlü!)ü ve Tarım Bakanlı!)ı'nın işbirli!)i ile çay üretimi düzenlenmiştir (Genç, 201 O).
11 1 984 yılında kabul edilen 3092 sayıl ı Çay Kanunu ile çay alım sistemi ve çay üreticileri ve özel
sektöre verilen teşvikler açısından getirdi!)i de!)işikliklere dair bkz. (Genç, 201 O).
74 ELiF KARAÇI M E N - EKiN DE� I R M ENCI
ŞEKiL 1
201 7 Yılı itibarıyla Çay Sektöründe ÇAYK U R ve Özel Şirketlerin Pazar Payları
'
Yıldız Holding . . .
Doğadan
%5
-�--- ÇAYKUR
%49
12 Bu bağlamda, Rize için özel bir isim olan Mesut Yılmaz'ın çayı özel sektöre açan kanun teklifini
verenler arasında olması ve Rize halkı tarafından ÇAYKUR'un özelleştirilmesinin şevkle destek
lenmesi devletin tarımsal sınıflarla kurduğu ilişki bakımından özel bir örnek teşkil eder. Devlet ve
tarımsal sınıflar arasındaki ilişkinin fındık üzerinden derinlikli bir anal izi için bkz. (Akşin, 201 4).
ooGu KARADE N IZ'DE ÇAY TARIMININ ÇELiŞKiLi SÜREKLILIGI 75
ŞEKiL 2
Yaş Çay Üretimi Miktarı, Üretici Sayısı ve Çaylık Alanların Değişimi
(2002-201 7)
1 .600.000 220.000
1 .400.000
2 1 5.000
.,,,. .
,
1 .200.000 .
2 1 0.000
1 .000.000 -
.. .. : -
,_
800.000 -- -
. • 205.000
iıl!-
.
.. ..
�
-
1 95.000
200.000 ...... - - - - - - ...... ...... - ...... ...... ...... - -
o 1 90.000
2002 2004 2006 2008 20 1 0 20 1 2 20 1 4 201 6
- Çaylık alan (da) - Çay üretimi (ton} - - Üretici sayısı (sa!) eksen)
ŞEKIL 3
Yaş Çay Göreli Fiyat Hareketi Karşılaştırma
1 80,0
1 60,0
�
-
1 40,0
1 20,0
------
1 00,0
... ... ... ... _
--
80,0 -- - - ..
.. .. _ _ _ _ -- - ... ... ..
60,0
40,0
20,0
0,0
2005 2006 2007 2008 2009 201 0 201 1 201 2 20 1 3 20 1 4 20 1 5 201 6 20 1 7 20 1 8
- - Fındık Çay
200
1 80
1 60
1 40
1 20
1 00
80
60
2003 2005 2007 2009 201 1 20 1 3 20 1 5 201 7
- Yaş çay/ÜFE
Kaynak ve notlar: Çay ve fındıgın göreli fiyatlarının hesaplanmasında TÜI K istatistik Göstergeler Kitabı 1 923-
201 3, 9.26 no'lu tabloda yer alan tartı l ı aritmetik ortalama fiyatlardan faydalanıldı. Yaş çay birim fiyatı ÇAY
KUR ve özel sektör kotaları ile a!)ırlıklandınlarak endekse çevrildi. Yaş çay fiyatı TR90, fındık fiyatı ise TR83 alt
bölgelerine özgü TÜFE 2005= 1 00 serisi ile deflate edildi. ikinci şekilde bir önceki şekildeki yöntemle elde edilen
yaş çay fiyat endeksi YIÜFE 2003= 1 00 serisi ile deflate edildi.
ooC'l u KARADENIZ'DE ÇAY TARI M I N I N ÇELiŞKiLi SÜRE KLILIC'll 77
ŞEKIL 4
Farklı Ülke le rde Yaş Çay Üretici Fiyat Endeksi
(2004-2006=100)
400
350
300
250
200
1 50
1 00
50
l - -- - - - - - - - - - - - - - - - - -
o
'� - - - - -
Kaynak: FAO.
ki diğer üretici fiyatlarına karşı avantajlı konumda olmuştur (Şekil 3-b) . Ulusla
rarası bir karşılaştırma yaptığımızda Türkiye'de yüksek gümrük duvarıyla dış re
kabetten korunan çay üreticisinin kilogram başına yaş çaydan elde ettiği kazancın
diğer ülkelerdeki çay üreticilerinin eline geçenden yüksek seyrettiğini görmekte
yiz (Şekil 4) . Yani Türkiye'de devlet özellikle son yıllarda çay üreticilerine dünya
fiyatlarının üzerinde fiyat vermiştir. 1 3
Şunu da belirtmek gerekir ki, çay üreticisi devlet desteğiyle korunuyor ol
sa da bir sonraki bölümde saha araştırması sonuçlarının da işaret ettiği gibi,
çay 2000'li yıllarda hane geçimini sağlayacak bir ürün olma özelliğini nere
deyse tamamen yitirmiştir. Bu süreç 1 970'lerin sonundan beri devam etse de
2000'li yıllan farklı kılan şey, çay üreticisinin enflasyon karşısında korunma
sına rağmen geçimini çaydan sağlayamıyor olmasıdır. Bunda tüketim alışkan
lıklarının hızla değişmesinin yanı sıra arazilerin miras yoluyla bölünmesi de
önemli rol oynamıştır. Ne var ki arazi bölünmesinin sonuçlarını resmi istatis
tiklerden görmek oldukça güçtür; çünkü Rize'de tarım arazilerinin mülkiyeti
oldukça sorunlu bir yapıya sahiptir. Zaman içerisinde yasal mirasçıların inti
kal işlemlerini yapmamaları, bölgede tapu sorununu içinden çıkılmaz bir hale
sokmuştur. İntikal işlemlerinin yapılmamasının en önemli nedeni aile içi ara
zi paylaşımında ataerkil kodların hakim olmasıdır. Rize ve çevresinde arazi er
kek kardeşler arasında eşit bölünürken, kadınların eşlerinin kendi ailelerinden
13 Boratav (1 977) gel işmekte olan ülkelerde üretilen i l ksel metalarda üreticinin bölüşümden aldı
{!ı payın nasıl hesaplanabilece{!ine dair son derece yol gösterici kavramsal ve yöntemsel bir çer
çeve sunmaktadır. Bu çerçeve çayın meta zinciri boyu nca bölüşüm i lişkileri ele almak için de yol
göstericidir. Ne var ki veri yetersizli{!i böyle bir çalışma yapmamıza engel olmuştur.
78 ELiF KARAÇIM E N - EKiN DEGIRMENCI
TABLO 1
Çay Üretici Sayısı ve Çaylık Alanların Yıllara Göre Da!)ıhmı
(1998-2016)
Söz konusu verilerle ilgili dikkat çekici bir nokta, 1 998 ve 20 18 yılları ara
sında 5 dönümden küçük arazide çay tarımı yapan üreticilerin sayısı ve çaylık
arazi alanı azalırken, 5 dönümden büyük çaylıklarda bir yoğunlaşma olması
dır. Arazi alım satımının neredeyse hiç olmadığı veri iken, küçük meta üreticisi
olanlar konumlarını korumuş, ama büyük ölçekli denecek üretimde yoğunlaş
ma başlamıştır. Bu durumu ormanlık arazilerin tasfiyesiyle üretime açılan yeni
çaylık alanlardan büyük arazi sahiplerinin istifade etmelerinin bir işareti olarak
yorumladık. Yine de belirtmek gerekir ki çay tarımında arazi yapısına bağlı ola
rak bir yoğunlaşma gözlense de yakın vadede küçük mülkiyetin hakim yapısı
nın değişmesi olası görülmemektedir.
Dağınık bir yerleşim düzeni içerisinde küçük mülkiyet yapısı altında devam
eden çay tarımı, mekanizasyona elverişli olmaması ve yüksek gümrük duvarıy
la korunması gibi etmenlere bağlı olarak Türkiye' de diğer tarım ürünlerine göre
farklı bir yapı sergilemektedir. Bu farklı yapının farklı emek kullanım biçimleri,
kapitalist gelişmenin tarıma nüfuzu ve devletin sektöre müdahalesi bağlamında
bugün nasıl bir hal aldığını bir sonraki bölümde saha araştırmasından elde etti
ğimiz gözlemler ışığında değerlendireceğiz.
DOGU KARAD E N IZ'DE ÇAY TARI M I N I N ÇELiŞKiLi SÜRE KLILIGI 79
Çay üzerine bir çalışmaya yapmaya olan merakımızın temelinde hem Doğu
Karadeniz Bölgesi ile uzun süredir yakın temas içinde olmamız nedeniyle çev
remizde gözlemlediklerimizin akademik merakımızı uyandırması hem de ta
nın konusuyla uzun zamandır ilgili olmamız yatıyordu. Bu amaçla 20 1 7 yılının
Temmuz ve Ağustos aylarında Rize'de bir pilot saha araştırması yaptık. Araştır
ma için böylesi bir hazırlık yapmak hem çay gibi Türkiye tanmının genel gidi
şatına aykırı denebilecek özellikler sergileyen, hem de bir meta olarak kendine
has özellikleri olan bir tanın ürünüyle ilgili doğru sorulan sorabilmemiz açısın
dan oldukça faydalı oldu. Pilot saha araştırmasında hem üreticilerle görüştük
hem de ÇAYKUR Genel Müdürlüğü, ÇAYKUR Cumhuriyet Çay Fabrikası, Rize
Ticaret Borsası ve Güneysu'da özel bir çay fabrikasında çeşitli yetkililerle müla
katlar gerçekleştirdik.
Araştırmada niteliksel yöntem kullanmayı tercih ettik. Bu amaçla hem anket
hem de mülakatlara dayalı bir saha araştırması yürüttük. Saha araştırmasının
ana kısmını 20 1 8 yılının çayda birinci ve ikinci sürgün dönemlerine denk gelen
Haziran ve Temmuz aylarında Rize merkez ve Ardeşen, Çayeli, Derepazarı, Fın
dıklı, Güneysu , Hemşin, İkizdere, Kalkandere, Kendirli ve Pazar ilçelerinde ger
çekleştirdik. Bu ilçelere bağlı köylerde 78'i kadın 1 58'i erkek olmak üzere top
lam 236 anket yaptık.
Çay tanını toplumsal cinsiyet rollerine dayalı olarak daha çok kadınlar tara
fından yapılıyor. Buna rağmen anket katılımcılarının çoğunluğunu erkeklerin
oluşturması, anket yapmak üzere köylere gittiğimizde sokaklarda karşılaştıkla
rımızın çoğunlukla erkek olmalarından kaynaklandı. Doğu Karadeniz'de kadın
lar her ne kadar bahçede çalışmaları nedeniyle evin dışına çıkmış olarak görülse
de aslında halen kamusal alanlarda o kadar da görünür değillerdi. Bu durumun
araştırma sonuçlarım etkilemesini önlemek için mülakatlarda evlere giderek ça
yın öyküsünü kadın görüşmecilerden dinlemeye aynca özen gösterdik. Anket
ler katılımcıların demografik ve ekonomik özellikleri, göç durumları, çay üre
timleri, organik tanın yapıp yapmadıkları, toprak kullanma biçimleri ve verim
lilikleri, emek kullanma biçimleri, tarımsal girdi kullanımları, mülksüzleşme ve
borçlanma eğilimleri ve çay politikalarına dair görüşleri hakkında bilgi almak
üzere tasarlandı. Pilot saha araştırması esnasında bir anket formundan okuya
rak sorulan cevaplandırmalarını istediğimizde üreticilerin ankete ilgi gösterme
diklerini fark edince, esas saha araştırması kısmında üreticilerle sohbet ederken
araştırmamızı açıklayıp sorularımızı sormayı ve notlar almayı tercih ettik. An
ketlerin analizi SPSS programında yapıldı.
Çalışmanın mülakat kısmını yaşam öyküleri ve yan-yapılandırılmış mülakat
80 ELiF KARAÇIMEN - EKiN DEGIRMENCI
Önceden geçim için tarımsal üretim yapan ve sınırlı olarak ürettiklerini pa
,
zarda satan Rize ve çevresindeki köylülerin, 1 940'lardan itibaren devlet deste
ğiyle çay üretimine başlamalarıyla küçük meta üreticisi konumuna geldiğin
den bahsetmiştik. Bu sürece çay üreticilerinin yeniden üretimlerinin giderek
metalaşması ve dolayısıyla piyasa ilişkilerinin köy yaşamına nüfuz etmesi eş
lik etmiştir. Diğer bir deyişle çayın bir meta olarak üretilmeye başlaması, için
de yer aldığı toplumsal yapıyı ve üretim ilişkilerini radikal bir şekilde değiştir
miştir. O döneme tanıklık eden kadınlar yaşadıkları dönüşümü şu şekilde ifa
de etmektedir:
Patates, mısır, kabak, lahana ederdik, bir de ineğimiz olurdu. Başka hiçbir şey bu
memlekette olmazdı. Şimdiki gibi çay parası çay satma rahatlığı yok. Tuz bile gelmez
di bu Karadeniz bölgesine. Annem rahmetli, denizden tuz alırdı . . . Menderes Güney
su'ya ofis açtı. 20 kuruşa bize esmer buğday unu verdiler. 30 kuruşa da beyaz unun
kilosunu verdiler. Eskiden 7 kişi toplanıp bir çuval un alırlardı.
Yukarıdaki anlatı geçimlik üretim yapan köylünün hayatına bir meta ola
rak çayın girmesiyle birlikte geçimi (basit yeniden üretimi) sağlama biçimleri
nin değiştiğini ve piyasa ile ilişkilenmenin bir mecburiyet haline geldiğini orta-
DOGU KARADE N IZ'DE ÇAY TARIMININ ÇELiŞKiLi SÜREKLILIGI 81
60'da ihtilalde, aşağıda bir çeşme vardı, ihtilal oldu dediler, nerden biliyorsunuz de
dim, duyduk, bana dediler ki eve çık da, bir Grundig radyosu vardı, batarya, babam
getirmişti, radyo yok piyasada, onu dediler indir. Onu indirdim de ihtilalin ne oldu
ğunu öğrendik. Şimdi benim eve gir, en fakiri benim buranın, 5 tane cep telefonu var.
En fakiri benim, gerisini hesap et.
Yine çayın geçim kaynağı olma özelliği yitirmesinde önemli bir etmen de kü
çük arazi mülkiyeti yapısının yaygın olduğu bir coğrafyada zaman içerisinde
arazilerin miras yoluyla giderek bölünmesidir. Çay bahçelerinin giderek küçül
mesiyle hane başına çaydan elde edilen gelir azalmıştır. Örneğin ÇAYKUR'da
kadrolu memur olarak çalışan 50'li yaşlarında bir çay üreticisi bu durumu ba
basının tamamen çaydan geçindiği, kendisi için çayın önemli bir ek gelir oldu
ğunu ama arazi bölündükçe oğlu için çay gelirinin önemini daha da yitireceği
ni söyleyerek ifade etmektedir.
Türkiye tanın alanlarının bölünmesi için bir çözüm olarak sunulan arazi top-
14 ôrnegin an ket sonuçları Kalkandere'de ücretli işçi kullanımının diger ilçelere göre daha düşük
oldugunu, yarıcı lıgın ise hiç olmadıgını göstermektedir.
82 ELiF KARAÇIM E N - EKiN DE(; I R M ENCI
Arazi toplulaştırması yok ama şimdi Bakanlığın çok büyük bir projesi var. . . "Üretim
Pazarlama Toplulaştırma Projesi". Büyükköy, Ballıdere'de. Karali organik sertifikalı
üretim yapacak. Üretici etliye sütlüye karışmayacak. Bu projede toprak yerinde kalı
yor. Arazi toplulaştırmasında toprağının yeri değişiyor. Senin arazilerinin işletmesini
alacağım. Önceden 7 ton çay için 7 bin masraf edip 14 bin mi kazanıyordun. Ben sa
na 7 bin temiz para vereceğim. Sen toprakla uğraşmayacaksın.
Arazi büyüklüğüne dair anket verilerinden elde ettiğimiz sonuçlara göre ça
lışmaya katılan her üç haneden biri 5 dönüm ve altında çaylığa sahiptir. 0- 1 0
dönüm çaylığa sahip aileler toplam hanelerin yüzde 70'ini oluşturmaktadır. 5
dönüm araziye sahip katılımcılann yüzde olarak resmi istatistiklerdekine göre
düşük çıkmasını görüştüğümüz kişilerin bir kısmının birden fazla ruhsat sahibi
olmasıyla ilgili olabileceği şeklinde yorumladık.
Miras yoluyla bölünen araziler ve yeniden üretimin giderek metalaşması
çay tanmının hanelerin çoğunluğu açısından asli geçim faaliyeti olma özelliği
ni yitirmesine neden olduğu kadanyla bölgeden göçü de hızlandırmıştır. Gö
rüşme yaptığımız pek çok köyde kışın köyde kalan hane sayısının çok azaldı
ğı belirtildi. Araştırmaya katılan hanelerin %66'sı başka il ve ilçelere göç eden
lerden oluşuyordu . Monokültür bir tanın ürününe bağlı olmanın Doğu Kara
deniz köylerinden göçü her daim gündemde tutmasına rağmen son yıllardaki
göç eğiliminde taşımalı eğitimin kaldırılmış olmasının da rol oynadığı yine gö
rüşmeler esnasında belirtilen noktalar arasındaydı. Ne var ki diğer tanın ürün
lerinin aksine çayda hanenin tamamının veya bazı üyelerinin göç etmiş olması
çay üretimini terk etmeyi gerektirmemektedir. Sezonluk bir ürün olan çay için
hasat zamanında köyüne gelen Rizeliler, sonrasında çoğunlukla büyük kentler
de olan asıl işlerine dönmektedir. Örneğin sahil yolundan 40 kilometre içeri
de olan ve genelde Ankara'ya göç veren lkizdere'nin Güneyce Köyü'ne sadece
çay sezonuna özgü olmak üzere özel bir firma Ankara'dan doğrudan sefer dü
zenlemektedir.
Ankara'dan bir otobüs dolusu geliyor . . . İniyorlar, kahvaltıya değil, çaylığa gidiyor
lar. 2-3 gün içinde çayını bitirecek, çocuklar orada işte okul zamanı birinci sürgün
de. Üçüncü sürgünde okula başlayacak. lkinci sürgünde eşi inşaatta akşam eve yor
gun geliyor.
ooGu KARADE N IZ'DE ÇAY TARIM I N I N ÇELiŞKiLi SÜREKLILIGI 83
dece ek gelir gözüyle bakan pek çok kişi için bu sorun önemli bir kaygı unsu
ru değildi. Buna rağmen Gürcü işçilerinin çay tamisinin yarısını kestiği üzerin
den meşrulaştırılan bir ötekileştime ve ayrıştırıcı bakış açısıyla pek çok yerde
karşılaştık.
Ücretli işçi kullanımının oldukça yaygınlaştığına dair genel gözlemimizi bir
kenarda tutmak kaydıyla Rize'nin ilçeleri arasında bu anlamda önemli farklar
gördüğümüzü de belirtmemiz gerekiyor. Örneğin Güneysu ve Kalkandere gibi
ilçelerde çay tarımında ücretli işçi kullanımı %32 civarındayken Ardeşen ve Ça
yeli ilçelerinde bu oran % 75'in üzerine çıkmaktadır. Bu ilçeler arasında bu den
li fark görülmesindeki en önemli etmen daha az göç veren ve piyasa ilişkileri
nin görece daha az yaygınlaştığı özellikle dağlık ve yamaç kesimlerde köy ha
yatının devam ediyor olması ve çay üreticisinin toprağıyla bizzat ilgilenmesidir.
Ne var ki meta ilişkilerinin giderek yaygınlaştığı bir süreçte toprakla bağını ko
ruyan köylünün de ne kadar direnebileceği şüphelidir. Çayın makasla toplan
masına ve suni gübre kullanımına da direnen köylü bir süre sonra ayakta kala
bilmek için genel gidişata uyum sağlamak zorunda hissetmiştir.
Biz çok eskiden hiç Avrupa gübresi vurmazdık, yoktu. Hep inek gübresi verirdik, bü
tün ormanlann yaprağını çöpünü taşırdık ahırlara sererdik, o gübre olurdu (ineğin
dışkısı ile birlikte) , onu sonra çayın diplerine koyardık. Avrupa gübresi sonradan çık
tı, çıktığında da biz hemen kullanmadık, sonradan kullandık. Eşim razı olmadı, ma
kas vurdurmadı çaya . . . Makas çayı sıklaştmyordu, sürgüsünü yok ediyordu. Avru
pa gübresi de çaya veriyorsun, mahsüle veriyorsun. insana dokunuyor, zarardır da. O
yüzden razı olmadı (beyim) . Sonradan da biz de diğer milletlere (komşulara) uyduk.
Gübre de verdik, makasla çay da kestik.
lşçi tonu 600 TL'ye çay topluyor. Şimdi yancı 1 .800 lira, 50 lira da kesinti var. 1 . 750
liraya çay sattığı zaman ne kalır ona, 875 lira. 600 işçiye verdi. Gübre. yemek, ben
zin . . . lkinci sürgün millet sırf çay bahçede kalmasın diye topluyor. Şimdi düzelecek
sonra düzelecek hesabıyla gidiyor. lkinci sürgün üretici hiçbir şey kazanmıyor.
15 Rize d ışından geçimini sağlamak amacıyla gelen yarıcı ve mevsimlik işçilere yönelik hoşn utsuz
lukla burada da karşılaştık. Ordu'dan Fındıklı'ya gelen yarıcı lar ve Giresun'dan Pazar'a gelen
yarıcı lar farklı geri l i mlere konu oluyor. Gürcü işçiler söz konusu olduğunda da tezahür eden
benzer davranışlar, bölgede her düzeyde açığa çıkan m ikro m i l l iyetçilik ile yakından ilgilidir.
86 ELiF KARAÇIMEN - EKiN DEGIRMENCI
dar azalacağı coğrafyaya, çay bitkisinin türüne ve çay toplama şekline göre de
ğişir (Kamau , 2008) . Örneğin çayın iki buçuk yaprağından fazla kısmının top
lanması topraktaki azotun daha fazla azalmasına neden olur. Bir sonraki hasat
ta aynı verimde ürün almak için topraktan alınan minerallerin yerine konma
sı gerekir. Sertleşen toprağa atılan kimyasal gübre yağmur sularıyla yıkandığın
dan üretici giderek daha fazla kimyasal gübre kullanma ihtiyacı hisseder. Alan
araştırması esnasındaki gözlemlerimiz çayda verimi artırmak için aşırı kimya
sal gübre kullanımının üretici tarafından son derece normalleştirilmiş olduğu
yönündeydi. ÇAYKUR yetkililerinin dönüm başına kullanılması gereken gübre
miktarının 50-60 kilogram arasında olması gerektiğini belirtmesine rağmen, an
kete katılan üreticilerin neredeyse tamamı 1 50-200 kilogram gübre kullandığını
ifade etti. Yoğun miktarda kimyasal gübre kullanımı kısa vadede alınan mahsu
lü arttırsa da bunun daha uzun bir vadede toprağın sertleşmesine, taşlaşmasına
neden olduğu biliniyor. Sertleşen toprak gübreyi alamadığından çaylık sahiple
ri yıllar içinde giderek daha fazla gübre kullanmak durumunda kaldıklarını be
lirtti. Sonuç olarak toprağın zamanla yeniden üretim özelliğini yitirmekte oldu
ğu görüştüğümüz hemen herkesin malumuydu . Görüşmecilerden birinin de be
lirttiği gibi bu durum yöre insanının toprakla bağının giderek kopmasına para
lel bir şekilde ilerliyordu:
Attığınız gübrenin %70'i, 80'i yıkanarak gidiyordur. Toprak katılaşmış. Tarımsal kül
türel tedbirler almıyoruz, artık toprağa bakmıyoruz. Eskiden benim çocukluğumda
bizim annelerimiz çapalar ve toprağı gübre atardı. Herkesin bir hayvanı vardı. Hay
vansal gübre atardı.
Verimi arttırmak için kullanılan aşırı kimyasal gübre bir yandan toprağın bi
yolojik temellerinden kopmasını, diğer yandan insanın doğaya yabancılaşma
sını beraberinde getirdiği kadarıyla "metabolik yarılma"ya işaret etmektedir.
Marx'ın doğa ve insan ilişkisi üzerine geliştirdiği "metabolik yarılma" kavramı
tarımda sınai yöntemlerin uygulanmasıyla tarımın biyolojik temellerinden ay
rıldığına dikkat çeker. 1 6 Bu süreçte kapitalist ilişkilerin tarımı giderek daha çok
tahakküm altına almasıyla kent ve kır arasında da bir yarılma meydana gelir. Sü
recin doğa üzerindeki en önemli etkisi ise azotun yeraltı sularında çözünerek
nitrat haline geçmesi ve doğal kaynakları kirletmesidir.
Aşırı kimyasal gübre kullanımının doğaya verdiği zarar ve çayın uluslararası
piyasalarda yer bulamaması gibi etmenler son yıllarda çay tarımındaki sorun
ları aşmak üzere organik üretime geçişi gündeme getirmiştir. Tarımının gene
linde organik sertifikalı ürün üretme ya da iyi tarım uygulamaları kullanma gi
bi girişimler, küçük meta üreticilerinin basit yeniden üretim süreçleri üzerin
deki metalaşma baskısına karşı çeşitli direnç mekanizmaları olarak ortaya çı-
16 Kavram ile i l g i l i daha detaylı bir inceleme için bkz. (Foster, 2000).
DOG U KARADEN IZ' D E ÇAY TARI M I N I N ÇELiŞKi Li S Ü R E KLILIGI 87
kabilmektedir. Ne var ki Rize ve çevresinde organik tarım girişimleri bir iki is
tisna dışında devlet eliyle yürütülmektedir. Pilot saha araştırmasına başlama
dan bir süre önce Tarım Bakanı Fakıbaba tüm Rize'nin organik tarıma geçece
ğini kamuoyuna duyurmuştu (Bakan Fakıbaba , 20 1 8) . Ne var ki saha araştır
ması esnasındaki gözlemlerimiz böyle bir şeyin olabilirliğine ne müstahsille
rin ne de ÇAYKUR yetkililerinin ihtimal verdiği yönündeydi. Siyasi söylemle
rin ÇAYKUR'un kısa vadede uygulamalarının sıkça değişmesine neden olduğu
çok sık dile getirildi. Organik tarım alanlarının genişletilmesi saha araştırma
mız esnasında durdurulmuştu . 1 7 Zaten bu tarz bir girişimin çaydaki mevcut so
runlara çözüm getirmesi olası görülmemektedir. Bunun temel sebebi bir sonra
ki bölümde değerlendireceğimiz gibi devletin çay sektöründe nasıl bir rol oy
nadığı ile yakından ilgilidir.
17 201 7 yılı itibarıyla 1 1 bin 943 kişi, 38 bin dönüm alanda organik çay üretmekted ir (ÇAYKUR
Sektör Raporu, 201 7). Bu alan, çay eki l i arazilerin %4,6'sına karşılık gelmektedir.
88 ELiF KARAÇIMEN - EKiN DE(;IRMENCI
cisi arasında sürekli bir gerilime neden olduğunu gözlemledik. Aynca saha araş
tırmamızın tam da seçim sonrası ikinci sürgüne denk gelmesi, bize siyasi kay
gıların çayda kota belirlenmesinde önemli bir rol oynadığını göstermesi açısın
dan çarpıcı bir fırsat sundu. Daha önce belirttiğimiz gibi 20 1 7 yılı ÇAYKUR'un
toplam yaş çay üretiminden aldığı payın %48 ile en düşük seviyesine geriledi
ği ve bununla birlikte kurumun Varlık Fonu'na devredildiği ve dolayısıyla özel
leştirilmesinin yakın olduğu yönündeki kanının güçlendiği bir seneydi. Ne var
ki 20 18 yılında birinci sürgün öncesine denk gelen seçimler ÇAYKUR'un piya
sadaki ağırlığının tekrar ön plana çıkmasına neden oldu. 20 1 7 ilk sürgününde
400 kilogram olan kota 20 1 8 yılı ilk sürgününde 5 70 kilogram gibi rekor bir se
viyeye yükseltilirken yaş çay alım fiyatı da kilogram başına 2,32 TL olarak yıllık
fiyat artışının üzerinde belirlendi. Seçimin hemen öncesinde gerçekleşen bu du
rum siyasi kaygıların çay politikalarının belirlenmesindeki önemini yansıtmak
tadır. ÇAYKUR'un kota artırımı nedeniyle, yaş çay alım fiyatlarını yüksek be
lirlemek zorunda kalan özel sektör de 20 1 8 yılı ilk sürgününde yaş çayı ÇAY
KUR'un kilogram başına verdiği fiyattan peşin olarak aldı. Ne var ki seçimin ar
dından gelen ikinci sürgünde ÇAYKUR kotasının dönüm başına 500 kilograma
inmesi ve sık sık değişen kontenjan uygulaması özel sektörün de fiyat düşürme
sini beraberinde getirdi.
Özel sektörün yaş çay alım fiyatlarını belirlemesinde iktidarla kuvvetli bağla
ra sahip ve piyasada ağırlık sahibi bir sermaye grubu olan Doğuşçay'ın etkili ol
duğu görüşmeler sırasında sıkça dile getirilen bir konuydu .
Şu anda Doğu Karadeniz Bölgesi'nde çay fiyatlannı belirleyen kuruluş Doğuş'tur. Bu
nu herkes biliyor . . . Artık bürokrasiyle daha yakın diyaloğa mı giriyor. Nedense . . Kon
tenjanlar erken düştüğü zaman halk denize düşen yılana sanlır, bir tarafa sanlacak. O
yönden ne yapıyor. Bugün en büyük firma bu. Yöresel özellerin içinde. Lipton'u ka
nştırmayalım. Söz hakkı yok zaten şu anda. En büyük firma bu. En büyük firma olu
şundan dolayı ne oluyor. Kardeşim ben l .800'den alıyorum diyor. Şimdi yeni bir şey
uyguladı. Seneye Ağustos'ta devlet fiyatı.
lecek çay parasına karşılık mobilya satan dükkanlar bunu göstermesi açısından
ilgi çekicidir.
Çayda devlet korumasının önemi çay yaprağının kolay bozulabilir bir tanın
ürünü olmasıyla da yakından ilgilidir. Çayın toplandıktan kısa bir süre sonra iş
lenmesi gerekliliği çay üreticisini her daim çayı işleyecek firmalara bağımlı kı
lar; çünkü çay üreticisinin tercih yapmak için çayı elinde bekletme lüksü yok
tur. Bu nedenle belirlenen randevu gününde çayının tamamını ÇAYKUR'a vere
meyen müstahsil aynı gün içinde çaya başka bir alıcı bulmak zorundadır. Saha
araştırması esnasında kontenjanın çok sık değişmesinin, hatta kimi zaman aynı
gün içerisinde değişmesinin, üreticilerin "özel sektörün kucağına itilmesi" anla
mına geldiği sıkça vurgulanan noktalardandı.
Bu sene özele vermek zorunda kaldık. Benim dönüm başına hakkım 15 kilogram. Ya
ni günde 1 50 kilogram verebilirim. Haftanın bir günü tatil. 2 gün randevu hakkım
var. 3 günlük kontenjan hakkımı bir günde vermem lazım. Ben geçen gittim çay alım
yerine, 800 kilo çayım vardı. 250 kilosunu almadı eksper. Okutuyor kartını. Bugün
şu kadar hakkın var diyor. Evi aradım ne yapayım diye. Bizim dükkana gelen Oku
muşlar var Doğrulan Çay ın sahibi. Babam aradı onu. Onlara götürdüm kalan çayı. Ve
'
recek yer bulmak zorundasın. O gün cumartesiydi. Benim bir dahaki randevu zama
nım perşembe. Çayı yol kenarına sersem kurur kilosu düşer, ayrıca yanabilir.
Şimdi bu buranın vazgeçilmez bir kaynağı, geliri. Ama bu çayın geleceği nedir biliyor
musun? Şimdi rüzgar esiyor, ağaçtan dökülen yapraklar, sürüyor oraya, o taraftan es
ti mi sürüyor buraya, oynuyorlar bu çayla. Geleceği garantili olsa devlet buna bir ka
nun yapar. Kanun bile yok bunun üzerine. Yani normal bir özel sektör gibi bir şey.
Çözüm, iş yapabiliyorsan gidip yapacaksın, bir işe gireceksin. Öyle yani, bu çaya gü
venip de olmaz.
Sonuç yerine
KAYNAKÇA
Aksu, C. (201 8) "Çaylar demli . . . Ü retici de . . . ", Gazete Duvar, 27 N isan 201 8, https://www.gazetedu
var.eom.tr/ekonomi/201 8/04/27/caylar-demli-uretici-de/, erişim tari hi: 20 Kasım 201 9.
Akşin, H. D. (20 1 4) Structural Adjustment and Peasant Producers: The Political Economy ofa Turkish
Export Crop, Yayı mlanmamış Doktora Tezi, Erasmus University of Rotterdam.
Amin, S. (1 997) Emperyalizm ve Eşitsiz Gelişme, çev. Semih Lim, Kaynak, lstanbul.
Aydın, z: (1 986) " Ka pital izm, Tarım Sorunu ve Azgelişmiş Ü l keler (I)", 1 1. Tez, 3: 1 26-1 56.
Aydın, Z. (200 1 ) "Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratej i lerinin Özelleştirilmesi: Sö
ke'nin Tuzburgazı ve Sivrihisar'ın Kınık Köyleri Örne!) i " , Toplum ve Bilim, 88: 1 1 -3 1 .
Bakan Fakıbaba (201 8) " Bakan Fakıbaba: Çayda Organik Tarıma Geçece!)iz", https://www. haber
ler.com/bakan-fakibaba-cayda-organik-tarima-gececegiz-1 042 1 646-haberi, erişim tarihi: 24 Ma
yıs 201 9.
Banaji, J. (2002) "The metamorphoses of agrarian capita l ism", Journal of Agrarian Change, 2 ( 1 ) :
96-1 1 9.
Beller-Hann, 1. ve C. Hann (201 2) iki Buçuk Yaprak Çay: Doğu Karadeniz'de Devlet, Piyasa, Kimlik,
çev. Pınar ôztamur, i letişim, lstanbul.
Bernstein, H . (1 979) "African peasantries: A theoretical framework", The Journal of Peasant Studi
es, 6(4): 42 1 -443.
Bernstein, H. (20 1 6) "Agrarian political economy and modern world capital ism: the contributions of
food regime analysis", The Journal of Peasant Studies, 43(3): 6 1 1 -647.
Serristein, H., H. Friedmann, J. Douwe van der Ploeg, T. Shan i n ve Ben White (201 8) " Foru m : Fifty
years of debate on peasantries, 1 966-201 6", The Journal of Peasant Studies, 45(4): 689-7 1 4.
Besky, S. (20 1 7) "Tea as Hero Crop? Embodied Algorithms and lndustrial Reform in lndia", Science
as Cu/ture, 26( 1 ) : 1 1 -3 1 .
Biryol, U . (201 2) " Çayın Tarihsel Yolculugu, Karadeniz'e Getirilişi ve Şimdiki Ahvali Üzerine" U!)ur
Biryol (der.) Karardı Karadeniz içinde, iletişim, lstanbul, 77-96.
Boratav, K. (1 977) "Categories of lncome Distribution i n Primary Commodities Exported by Develo
ping Countries: Some Conceptual and Methodologica l Problems", The Turkish Yearbook of ln
ternational Relations, 1 7: 28-47.
Boratav, K. (2004) Tarımsal Yapılar ve Kapitalizm, i mge, Ankara.
92
Buttel, F. H. (200 1 ) "Some reflections on late twentieth century agrarian political economy", Soci
ologia Ruralis, 41 (2): 1 65- 1 B 1 .
Ciğerci Ulukan, N. ve U. U lukan. (20 1 8) "Çay Tarımı ve Göçmen Emeği: Doğu Karadeniz'de Gürcü iş
çiler" Şahin, Çağatay Edgücan ve Arzu Özsoy Özmen (der.) Current Debates in Labor Economics
and lndustrial Relations içinde, IJOPEC, 1 0 1 - 1 1 4.
ÇAYKUR. (2008) " Çay Sektörü Raporu", http://biriz.biz/cay/CaySektoruRaporu2008.pdf, erişim tari
hi: 20 Mayıs 201 9.
ÇAYKUR. (201 8) " Çay Sektörü Raporu ", http://www . caykur.gov.tr/Pages/Yayinlar/SektorelRaporlar.
aspx, erişim tarihi: 20 Mayıs 201 9.
ÇAYKUR. "Faaliyet Raporları", çeşitli yıllar, http://www .caykur.gov.tr/Pages/Yayinlar/FaaliyetRapor
lari.aspx, erişim tarihi: 20 Mayıs 2019.
Çelik, C. (20 1 7) " Kı rsal Dönüşüm ve Metalaşan Yaşamlar: Soma H avzası'nda işçileşme Süreçleri ve Sı
nıf ilişkileri", Praksis, 43: 785-8 1 0.
Das, R. J. (2007) " lntroduction: Peasant, state and class", The Journal of Peasant Studies, 34(3-4):
351 -370.
Değ irmenci, E. ve Karaçimen, E. (201 9) "Bir Bardak Çayın Serüveni: Meta Zinciri Analizinden Hare
ketle Çayın Ekonomi Politiği", Mülkiye Dergisi, 43( 1 ) : 1 39- 1 73.
DPT (Devlet ve Planlama Teşkilatı). (1 977) "Dördüncü Beş Y ı l l ı k Kalkınma Planı Yaş Çay ve Çay Sana
yii Özel i htisas Komisyonu Raporu ", Ankara.
DPT (Devlet ve Planlama Teşkilatı). (200 1 ) "Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı G ıda Sanayii özel ih
tisas Komisyonu Çay Sanayii Alt komisyonu Raporu ", Ankara.
Euromonitor l nternationa l . (20 1 7) "Tea Market in Turkey", http://slemb.org.sa/wp-content/u plo
ads/201 8/1 2/Annex-A-B-C-MENA.pdf, erişim tarihi: 1 5 Mayıs 201 9.
FAO. (20 1 6) "Committee on Commod ity Problems lntergovernmental Group on Tea ", http://www.
fao.org/3/a-mr 1 1 8e.pdf, erişim tarihi: 1 3 Mart 201 8.
FAO. (201 7) " lntergovernmental Group on Tea Report of the Working Group on Smal lholders",
http://www.fao.org/economidest/est-commodities/tea/tea-meetings/intersessionaltea201 7/en/,
erişim tarihi: 1 9 Mart 2018.
FAO. (201 8) " lntergovernmental G roup on Tea Report, Emerging Trends in Tea Consumption: ln
forming a Generic Promotion Process", http://www . fao.org/3/MW522EN/mw522en.pdf, erişim
tarihi: 29 N isan 201 9.
Foster, J. B. (2000) Marx's Ecology: Materialism and Nature, Monthly Review Press, New York.
Genç, F. (20 1 0) Türkiye'de Çay Üretimi ve Değişen Sosyal ilişkiler, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Te
zi, Marmara Ü niversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, lstanbul.
Genç, F. (201 6) " Neoliberal Dönüşümün Çay Evresi " Yıldırım Deniz ve Evren Haspolat (der.) Değişen
Karadeniz'i Anlamak içinde, Phoenix, Ankara, 257-280.
Goodman, D. ve Redcl ift, M. ( 1 9 9 1 ) Refashioning Nature: Food, Ecology and Culture, Routledge,
Londra.
Guthman, J. (2009) " U nveiling the U nveiling: Commodity Chains, Commodity Fetishism, and the
'Value' of Voluntary, Ethical Food Labels" J. Bair (der.) Frontiers of Commodity Chain Research
içinde, Standford U niversity Press, CA, 1 90-206.
Gürel, B., Küçük, B. ve Taş, S. (201 9) "The rural roots of the rise of the Justice and Development
Party in Turkey", The Journal of Peasant Studies, 46(3): 459-479.
Hann, C. M. (1 990a) Tea and the Domestication of the Turkish State, Eothen Press, Huntingdon, SO
AS Occasional Papers in Modern Turkish Studies No. 1 .
Hann, C. M . ( 1 990b) "Second Thoughts on Smallholders: Tea Production, The State, and Social Dif
ferentiation in the Rize Region", New Perspectives on Turkey, 4: 57-79.
Harriss, J . (1 982) " l ntroduction" J . Harriss (der.) Rural Development: Theories of peasant economy
and agrarian change içinde, Routledge, Londra.
Herath, D. ve Weersink, A. (2009) " From Plantations to Smal lholder Production: the Role of Poli
cy in the Reorganization of the Sri Lankan Tea Sector", World Development, 37(1 1 ) : 1 759- 1 772.
Kamau, D. M . (2008) Productivity and resource use in ageing tea plantations, Yayımlanmamış Dok
tora Tezi, Wageningen U n iversity, Wageni ngen, Hollanda.
Kautsky, K. (1 988) The Agrarian Question, Zwan, Londra.
Keyder, Ç. ve Yenal, Z. (201 1 ) Agrarian Change under Globalization : Markets and lnsecurity in Tur
•
Özet: Bu makale 1845 Orta Anadolu kuraklı!)ının, kıtl ı!)ının orta büyüklükte bir kaza
da nası l yaşandı!)ını ve insanların yaşamları üzerindeki etki leri ni anlamaya çal ışmak
tadır. Makaleye konu olan Gerede kuraklıktan etkilenen bölgen in kuzeydeki sınırı
nı ol uştu ran merkezlerden bi riydi. Bununla birlikte konu üzerinde yapılmış sınırlı sa
yıdaki ça l ışmada ihmal edilmiş olmasına karşın kuraklıktan ve kıtl ı ktan en çok etki le
nen yerler arasındayd ı . Kuraklık ve onu takip eden kıtl ı k Orta Anadolu ve çevre böl
gelerde insa n ların (ve hayvanların) yaşamları üzeri nde yı l lara yayı lan traj ik etkiler bı
raktı. Takip eden birkaç yıl boyunca etki lenen yerlerdeki insan ların yaşamları kuraklı
!)ın ve kıtl ı!)ın yarattı!)ı sorunlar etrafında şekillendi. Kırsal kesimlerin boşalması, ver
gi lerin ödenememesi, hayvan ve tohum kıtl ı!)ı bu sorun ların sadece birkaç tanesiyd i .
Makale bu sorunları Geredeli lerin gündel ik yaşam ları v e devletin geliştirdi!)i tepkiler
üzerinden ele almaktadır. Makalede Geredelilerin kurakl ı!)a ve kıtlı!)a karşı güçlü bir
direnç gösterdikleri ve el lerindeki araçları en iyi şekilde kullanmaya çal ıştıkları iddia
edi lmektedir. Geredeli ler bu zor dönemde lstanbul'daki akraba l ı k ve hemşehri l i k a!)
larından etkili bir şekilde yararlanacaktır.
Anahtar sözcükler: 1845 Orta Anadolu kıtlı!)ı, Gerede, göç, lstanbul, çocuklar, akraba
lık ve hemşehri l i k a!)ları.
Giriş
( * ) Çalışman ı n araştırma destegi "Osmanlı lstanbul'unda Çocuk Emegi: Eviçi Hizmetlerde istihdam
Edilen Çocuklar üzerine Bir Araştırma" adlı proje çerçevesinde TÜBITAK (proje no: 1 1 4KB62)
tarafından saglanmıştır. Makale 1 845 Orta Anadolu kuraklıgı ve kıtl ıgı üzerine devam eden
araştırmalarım ı n ilk sonuçlarına dayanmaktadır. Bu vesi leyle katkıları için Alp Yücel Kaya, irfan
Kokdaş, Sem i h Çel i k, Sinan Çetin ve makalenin hakemlerine m üteşekkirim.
( ** ) Dokuz Eylü l Ü n iversitesi Buca E!)itim Fakültesi.
kısmı diğerlerine göre daha geniş alanlan etkileyen doğal afetlerle yaygın bir şekil
de yüzleşmek zorunda kaldığını ortaya koymuştur. 1 Bununla birlikte, yıkıcı etki
lerinin yanında, yağmur dualarından destanlara kadar zengin bir folklorun, çeşit
li türlerden anlatıların ve inançların üretilmesine yol açan afetlerin2 Osmanlı tarih
yazımında yeterli düzeyde ilgi gördüğünü iddia etmek mümkün değildir.3 Mesela
dönem boyunca coğrafyayı en çok etkilediği anlaşılan, ilki 1840'lann ortalarında
ikincisi ise 1 870'lerin ilk yarısında yaşanan iki kıtlıkla ilgili olarak bilinenlerin az
lığı şaşırtıcı boyutlardadır. Her iki kıtlık da hemen hemen aynı bölgede, Orta Ana
dolu ve çevre kentlerde etkili olmuştu.4 Ancak var olan literatür çok sayıda insanın
canına mal olan, kırsal kesimlerin boşalmasına ve tarımsal üretimin gerilemesine,
hatta bazı yerlerde tamamen durmasına sebep olan her iki kıtlığın nereyi nasıl et
kilediği sorularına ayrıntılı cevaplar verebilmekten halen çok uzaktır.
Konuya yönelik araştırmaların ya da ilginin azlığını, sorulacak birçok soruya
tatmin edici cevaplar vermekten uzak olmalarına karşın, kaynakların yetersizli
ğiyle ilişkilendirmek son derece basit bir açıklama olacaktır. Zira Osmanlı tarih
çileri sahip oldukları kaynakların İmparatorluğun son dönemlerinde yaşanmış
doğal afetler hakkında hangi imkanlara sahip olduklarını henüz etraflıca değer
lendirmiş olmaktan uzaktır. Bu ilgisizlik ya da görmezden gelme, kaynak kısıt
lılığından ziyade, Osmanlı tarihyazımına hakim olan eğilimlerle/önceliklerle ya
kından ilgilidir. Büyük kitleleri etkilemiş olmalarına karşın doğal afetler tarihya
zımında modernleşme, milliyetçilik, etnik ve dini çatışmalar, bürokrasinin yeni
den yapılandırılması, savaş ve kitlesel göçler gibi daha popüler ve "önemli" görü
len konuların gölgesinde kalmıştır.5 Örneğin kitlesel göç genellikle Kafkaslar' dan
ve Rumeli'den Osmanlı topraklarına yönelen Müslüman topluluklarla birlikte
anılmıştır (Herzog, 20 1 1 : 1 29- 130) . Oysa doğal afetler, bu büyüklükte olmasa
da, İmparatorluğun son dönemlerinde kitlesel hareketlere, göçlere ve insani kriz
lere yol açacaktır. Anadolu ve merkez-taşra ilişkileri üzerine yapılan çalışmalar,
Osmanlı tarihyazımına hakim eğilimleri takip ederek daha çok devletin taşrada
yeniden örgütlenmesi, reformların uygulanması, vergi düzenlemeleri, yol çalış
maları ve tarımsal üretimin dış pazarlara açılması gibi konularla ilgilenmiştir.6
Osman l ı lmparatorlu�u'nda 1 800-1 880 yılları arasında meydana gelen doğal afetler hakkında
genel bir değerlendirme için bkz. (Erler, 201 2). imparatorluğun son dönemlerinde kıtlıklara de
ğinen birkaç çal ışma için bkz. (Al-Qattan, 20 1 4: 7 1 9-736; Çiçek, 201 4: 232-257; Tanielian, 20 1 7;
Özkan, 20 1 6: 2 1 7-245). Daha erken dönemleri ele alan çal ışmalar için bkz. (Ayalon, 201 5; Zac
hariadou, 200 1 ; Wh ite, 201 3; Karademir, 201 4).
2 Bkz. (Göcen, 201 8: 38-48; Aykut, 2018: 1 89-2 1 8). Kıtlık destanları için bkz. (Ôztelli, 1 976: 609-623).
3 Son yıllarda yapılan ve yer yer kuraklık ve kıtl ıklara da değinen "çevre tarihi" kapsamındaki ça
lışmaların hakkı yen memelidir (Mikhail, 201 1 ; inal ve Köse, 20 1 9). Çevre tarihi ve konunun Os
manlı tarihyazım ı ndaki yeri hakkında çerçeve bir yazı için bkz. (inal, 201 1 : 1 -25).
4 Bu iki kıtl ığı ele alan çalışmalar için bkz. (Bayar, 201 3; Çel ik, 20 1 0; Ertem, 201 2).
5 Konuyla ilgili bir değerlendi rme ve kıtlıkla ilgili tarihyazımına karşılaştırmalı bir yaklaşım için
bkz. (Ertem, 201 7: 1 5 1 - 1 72).
6 Bu çerçevede kıymetli birkaç çalışma için bkz. (Ortaylı, 201 1 ; Çadırcı, 201 3; Avcı, 201 7; Pam u k,
1 994; Kırmızı, 201 6).
96 YAHYA ARAZ
HARiTA
Orta Anadolu Kuraklığı ve Kıtlığının Etki Sahası
-1 k <1
e ,, ı z
<"".!O}:85�,' 1
170
1 1 1 !
340
' 1 ' ! ' !
510 KM
1
Not: Haritayı 1 845 kuraklı!)ı ve kıtlı!)ının etkiledi!)i sahaya dair deneysel bir girişim olarak görmekte yarar var
dır. Yeni belgeler ve araştırmalar kuraklık ve kıtlı!)ın etkiledi!)i sahanın daha detaylı (ve eksiksiz) haritaları n ı n
yapılmasını sa!)layacaktır.
Kaynak: Esri, USGS, NOAA.
7 Bu bag lamda yeni bakış açıları sunan şu çal ışmaya bakılabilir (Aykut, ileri ve Artvinli, 201 9).
8 Gerede'de kurulan bir çekirge komisyonu için bkz. (Bolu Vilayeti Salnamesi 134 111925, 2008:
377). Ayrıca Anadolu ile i l işkil i olmamasına karşın bkz. (Et-Tercüman, 201 2).
9 Bkz. ( 1267 Tarihlerinde Anadolu Müfettişliğinde Bulunan Bir Zatın Raporları: 20a-23a). 1 9. yüz
yılın ortalarında Anadolu'da yagmur yagdırma ritüelleri üzeri ne, konuyla ilgili l iteratürü de
özetleyen ve tartışan, sıradışı bir çalışma için bkz. (Aykut, 20 1 8: 1 89-2 1 8).
1 840'LAR I N ORTALAR I N DA GEREDE: KURAKLI K, KITLIK, GÖÇ VE HAYATTA KALMAK 97
Bu makale Tanzimat'ın ilanından altı yıl sonra, 1 845 tarihinde, Orta Anado
lu ve çevresinde meydana gelen kuraklığın ve bunu takip eden kıtlığın nasıl ya
şandığını ve etkilerini Gerede üzerinden anlamaya çalışmaktadır. Kuraklık ve kıt
lık İmparatorluğun merkezden taşraya yeniden yapılandırılmaya ve yeni bir dü
zenin kurulmaya çalışıldığı (Findley, 20 14; Akyıldız, 20 1 2) çok kritik bir dönem
de meydana gelmişti. Bürokratik ve kurumsal yeniden yapılanmaya paralel olarak
nüfus ve gelir kaynaklarının envanterini çıkarmak için de geniş tahrirlere girişil
mişti. 1 0 Kuraklıktan etkilenen bölgelerde 1 845'e gelindiğinde nüfus ve temettüat
sayımları büyük oranda bitirilmiş, bazı yerlerde ise halen devam ediyordu. Ne var
ki geniş kitleleri etkileyen kuraklık İmparatorluğun insani ve mali potansiyelini
tespit etmek ve daha verimli kullanmak üzere büyük bir arzu ve enerjiyle yapılan
sayımların üzerine gölge düşürecektir. Kuraklıktan etkilenen bölgeler 1846'ya ge
lindiğinde geçmiş yıllarda kayıt altına alınan nüfus ve vergi kaynaklarından daha
farklı bir gerçekliğe sahipti. Bu nedenle 1 845 kuraklığı ve kıtlığı insanlar, hayvan
lar, tarımsal üretim ve doğa üzerindeki etkilerinin yanında merkezin taşra üzerin
deki kontrolünü güçlendirmeye çalışan Tanzimat devletinin1 1 oluşturmaya çalış
tığı yeni mali ve bürokratik düzene de bir meydan okumaydı. Kuraklık ve onu ta
kip eden kıtlık emekleme aşamasında olan yeni düzenin, aşağıda kısaca değinile
ceği üzere, işlevselliğinin ve etkinliğinin test alanlarından biri olacaktır.
Kuraklık, Osmanlıların tanımlamasıyla "kalıt" , doğanın döngüsüyle ilgiliydi.
Ancak kuraklığın kıtlığa dönüşmesi ve bunun ne kadar süreceği insani bir me
seleydi (Ô Grada, 1 992) . Burada yerel ilişkilerden yöneticilerin tutumlarına ka
dar birçok husus belirleyici olabiliyordu. Yol ağının zayıflığı ve bolluk dönemle
rinde fazla ürünü depolayacak imkanların olmaması 1 845 Orta Anadolu kurak
lığının kıtlığa dönüşmesinde başat belirleyiciler olacaktır. Yedekte ürün olma
ması bir iki ay yağmur yağmadığında tahıl fiyatlarının aşın derecede yükselme
sine sebep oluyordu. Kuraklığın ve kıtlığın insanların zihinlerinde ve hafiflemiş
olmakla birlikte gündelik yaşamlarında etkisini halen devam ettirdiği 1850'lerin
başlarında teftiş memuru olarak Anadolu'ya gönderilen İsmet Paşa, birkaç yıl
önce yaşanan acılan zikretmeyi ihmal etmeden, yol ağının geliştirilmesinin ve
bolluk dönemlerinde ürünü depolayabilecek imkanların artırılmasının gerek
liliği üzerinde ısrarla duracaktır. 1 2 Elbette tüm bunlara idarecilerin olan bitene
vaktinde müdahale etmek ve yaşamın normale dönmesine yardımcı olabilecek
gerekli adımlan atmak konusundaki ihmalkarlıkları da eklenmelidir. İhmal yal
nızca ölüm kalım meselesi olan zahirenin temin edilmesi gibi acil meseleler üze
rinden düşünülmemelidir. Kuraklığı ve kıtlığı takip eden yıllarda ekecek tohum
10 Osmanlı nüfus ve temettüat sayımları için bkz. (Karal, 1 995; Karpat, 201 O; Öztürk, 2003: 287-304).
11 lmpa ratorlu!)un son dönemlerinde yapılan reformlar sayısız araştırmaya konu olmuştur. Konu
yu derli toplu bir şekilde sunan bir çal ışma için bkz. (inalcık ve Seyitdanl ıo!jlu, 201 2).
12 1267 Tarihlerinde Anadolu Müfettişliğinde Bulunan Bir Zatın Raporları: 17 a, 38b, 41 a, 49a, 54a.
Ürünün bir kısm ı n ı n ihtiyaç halinde kullanılmak üzere depolanmasının gereklili!ji ilerleyen ta
rihlerde konuşulmaya devam edecektir (Özkan, 201 6: 2 1 8).
98 YAHYA ARAZ
13 Gerede'nin co{lrafyası, iklimi, iktisadi ve sosyal gelişimi üzeri ne yapılan öncü çalışmalardan bi
ri için bkz. (Ünlü, 2000). Eserin sahibi Ali Rıza Ünlü Cumhuriyet'in erken dönemlerinde ( 1 925-
1 944 tarihleri arasında) Gerede müftü lü{lü yapmıştır.
1 840'LARIN ORTALARI N DA GEREDE: KURAKLI K, KITLI K, GÖÇ VE HAYATTA KALMAK 99
14 Bu çerçevede 1 9. yüzyı l öncesinde kıtl ıklara müdahale pratiklerini ele alan bir çalışma için bkz.
(Ayalon, 20 1 5: 64-87).
15 Anadolu için bkz. (Ertem, 20 1 2 ve Özkan, 20 1 6: 2 1 7-245). Aşa(!ıda 1 845 kuraklı(!ı ve kıtlı(!ı ba(!
lamında örnekler verilecektir.
1 00 YAHYA ARAZ
16 Bkz. (Behar, 2 0 1 4: 1 72-1 75). Aynı yerde kitlesel ve zincirleme göç arasındaki farklar üzerinde de
durulmuştur.
17 ifadeler Dursteler'den (20 1 3: 71) alınmıştır.
18 Örnekler için bkz. (Erler, 20 1 0: 1 64; The Famine in Asia Minor, 1 989: 92).
1 840'LARIN ORTALARIN DA GEREDE: KURAKLI K, KITLI K, GÖÇ VE HAYATIA KALMAK 1 01
21 BOA, Gerede Şer'iyye Sicilleri (GeŞS), defter no: 502 1 , 1 9/2, 5 Ra 1 2 59 (5 Nisan 1 843); BOA, MVL:
23/5, 9 Ca 1 264 ( 1 3 N isan 1 848). Konuyla ilgili bir çal ışmamız devam etmekted ir.
1 04 YAHYA ARAZ
26 Rapor için bkz. (BOA, A.M KT: 65/1 3, 17 S 1 263 (4 Şubat 1 847)).
27 Çankırı ahal isi (fukarası) 24 Eylül 1 847'de yazdıkları dilekçede (arz-ı mahzar) son birkaç yılda
başlarına gelen felaketler arasında tarımsal faaliyetleri sekteye u!)ratan hayvan hasta l ı klarını
da sayacaklardır (BOA, A.MKT: 1 0 1 /90).
28 BOA, l .MVL: 7811 5 1 9, 19 Mayıs 1 846. Şükrü Efendi'nin hazırladı!)ı raporda da benzer tespitler
yapılmıştır.
1 06 YAHYA ARAZ
1845 kıtlığını Konya' da bizzat yaşayan Aşık Zehri yaşananlan konu aldığı desta
nında insanlann evlerini, topraklarım terk etmek zorunda kaldıklanm şu dize
lerle anlatmıştır: "Yalın ayak uryan baş kabak donacak/Herkes vilayetden düş
dü firara" (Sadeddin Nüzhet ve Mehmed Ferid, 1926: 4 1 -43) . Zehri'nin tasvi-
29 BOA. A.MKT: 57157, 1 262 ( 1 846). Ayrıca BOA, MVL: 8132, 25 N 1 262 ( 1 6 Eylü l 1 846); (Çelik, ya
yımlanacak).
1 840'LARIN ORTALARINDA G EREDE: KURAKLIK, KITLI K, GÖÇ VE HAYATIA KALMAK 1 07
leştiği Bolu kaymakamı ile Gerede kazası müdürü arasındaki kavganın ana un
surlarından biriydi. Bu dönemde tezkere alarak yola koyulmak, Tahir Bey'in de
doğru bir şekilde tespit ettiği gibi, Geredeliler arasında oldukça yaygındı. Öyle
anlaşılıyor ki ahali tezkere alınarak yapılan göçü farklı değerlendiriyor, kuraklı
ğın ve kıtlığın zorunlu bir sonucu olarak görmüyorlardı. Dolayısıyla tezkere ala
rak göç edenler hesaba katılacak olursa rakam biraz daha yüksekti. Bu arzuhal
den birkaç ay sonra 1 846'nın sonlarında ya da 1 84 7'nin başlarında Şükrü Efen
di 400 hanenin "nakl-i mekan" ettiği notunu düşecektir. Birkaç ay içinde farklı
rakamların zikredilmiş olması bir çelişki olarak görülmemelidir. Göç edenlerin
bir kısmı Geredelilerin de Şükrü Efendi'ye anlattıkları üzere geri dönmüştü. Bu
nedenle altı aylık bir zaman diliminde göç etmiş olanların sayısında yaşanan ge
rileme Şükrü Efendi'ye anlatılanlarla uyumlu bir gelişmeydi.
Bu rakamlar Gerede nüfusunun ne kadarına tekabül ediyordu? 1840 tarih
li nüfus sayımına göre Gerede ve köylerindeki toplam hane sayısı 1 .890, 1844
tarihli temettüat sayımına göre ise 2.333'tü (Gerede Temettüat Defterleri, 20 1 5 :
39-48; Gerede Nüfus Defterleri cilt 1 1 840 {Giriş-Metin-Dizin] , 20 1 5 : 20-22 . ) . Bu
na göre tezkere alarak göç edenler, ancak sayısı bilinmeyenler hesaba katılacak
olursa nüfusun en azından beşte biri ile ikisi arasındaki bir kısmı yer değiştir
miş ya da Gerede'yi terk etmişti. Gerede dahil kıtlıktan etkilenen tüm coğrafya
da bir iki yıl içinde cereyan eden bu büyüklükteki insan hareketliliğini engelle
mek, kontrol etmek ya da kayıt altına almak, dönemin ulaşım ve iletişim imkan
larının kısıtlılığı da düşünüldüğünde, mümkün olmaktan uzaktı. Özellikle taş
ra ile İstanbul arasındaki insan hareketliliğini kontrol altında tutmak üzere uy
gulanan "mürur nizamı" (Turna, 20 13) kıtlığın yarattığı göç dalgası karşısında
işlevsiz kalacaktır. Herkesin farkında olduğu bu gerçek devlet tarafından da ka
bul ediliyordu. Osmanlı memurları itina ile muhafaza edilmesi ve uygulanma
sı gerektiğini düşündükleri mürur düzenlemelerinin kuraklık ve kıtlıkla birlik
te yaşanan göç dalgası karşısında işlevsiz kaldığını çok iyi görüyorlar ancak bu
konuda sert tedbirler almaktan da geri duruyorlardı.34 "Bila-tezkere terk-i va
tan etmek"35 kuraklığı ve kıtlığı yaşayanların içinde bulundukları duruma yay
gın bir tepkisiydi. Ölüm kalım mücadelesinin verildiği olağanüstü bir dönem
de yollara düşenlerin izin prosedürleriyle uğraşacak ne vakti ne de mecali vardı.
Ancak düzenlemelerin dışına çıkmayan, öyle anlaşılıyor ki, acelesi olmayan
Geredeliler de vardı. Bunlar kendilerine izin verilmesini bekliyor, tezkere edin
dikten sonra yola çıkıyorlardı. Kıtlığın etkisini devam ettirdiği dönemlerde tez
kere alarak yollara koyulanlar Bolu kaymakamı Tahir Bey'in Gerede' de yaşanan
ların abartıldığına yönelik düşüncelerinin gerekçelerinden birini oluşturuyor
du. O da dolaylı olarak aslında kıtlıkla yüzleşenlerin izinlerle uğraşacak vakit
leri ve mecalleri olmadığını (olmaması gerektiğini) anlatmaya çalışıyordu. An-
lar bunu yapabilmek için dilenmek dahil uğradıklan yerlerde hiçbir fırsatı ka
çırmıyorlardı. Kaynaklar 1 846 ilkbahan ve yazında kuraklığın ve kıtlığın etki
lediği bölgelerden Bursa ve İstanbul'a doğru yönelen insanlann içinde bulun
duklan sefalete tanıklık edecek aynntılar banndırmaktadır. Mehmed adındaki
bir devlet memuru Bursa' dan İstanbul'a dönerken Gerede'yi zikretmeden Anka
ra, Çankın, Ayaş ve Afyon gibi kent ve kasabalardan Gemlik ve çevresine ula
şan insanlar hakkında eşsiz gözlemlerde bulunacaktır. Hazırlayıp üst makamla
ra sunduğu raporda dilenen, sokaklarda bulduklan şeylerle kannlarını doyur
maya çalışan ve açık saçık bir şekilde yan tok yan aç dağlarda ve bağ bahçe ara
lannda yatan ailelerden bahsedecektir.39 Bunlann bir kısmı istedikleri yere, yani
İstanbul'a ulaşmak için yollanna devam ediyorlardı. Başkente ulaşanlar, devle
tin yardım çabalanna karşın, benzer şeyleri yapmaya devam ediyorlardı. Tam da
kuraklık ve kıtlık bölgelerinden göçün arttığı bir dönemde, 1 846 ilkbahannda,
başkentin sokaklannda dilenen, yaşayan ve "bazı uygunsuz hareketlerde bulu
nan" çocukların sayısında yetkililerin dikkatini çekecek şaşırtıcı bir artış yaşan
mıştı.40 Bunlann önemli bir bölümünün kuraklığın ve kıtlığın İstanbul'a sürük
lediği ya da bir şekilde etkilediği ailelerin çocuklan olduğu muhakkaktı.
Yollara düşen Geredelilerin bir kısmı aynı zorluklan yaşamış olmalıdır. Kıt
lıktan kaçıp İstanbul'a ulaşanların muhtemelen çok azının hangi mahallelere
yerleştirileceğiyle ilgili olarak 1 846 ilkbahannda hazırlanmış 167 kişilik bir lis
tede on iki Geredelinin ismi geçmektedir. Üç aileye dağılan on iki kişi geçici ola
rak Davudpaşa Mahallesi'ne yerleştirilecektir. Bunun dışında memurlar arasın
daki yazışmalar Bursa, İzmit ve İstanbul'a ulaşanlar arasında Geredelilere pek
yer vermemiştir. Oysa · Gerede kuraklık ve kıtlık sırasında göz ardı edilemeye
cek bir insan hareketliliğine sahne olmuştu. Bu hareketlilik büyük oranda batı
ya İzmit'e ve İstanbul'a doğru yönelmişti.41 Geredelilerin göç edenlerle ilgili ya
zışmalann dikkatini daha az çekmiş olmalan nasıl açıklanmalıdır? Muhtemelen
İzmit ve İstanbul'a ulaşanlara akraba ve hemşehrilerinin uzattığı yardım eli dev
letle daha az temas kurmalanna yol açıyordu. Diğer taraftan dönemin İstanbul
mahkemelerinin kayıtlan onlann başkentte artan hareketliliğine ve kente hızlı
bir şekilde uyum sağlama becerilerine ışık tutmaktadır.
Coğrafi yakınlık Geredelilere İstanbul'u yakından tanıma ve kentle sıkı iliş
kiler geliştirme imkanı veriyordu. İstanbul'daki ayakkabıcı esnafının kösele ih
tiyacının karşılanmasıyla ilgili 19. yüzyılın başlanna ait bir yazışmada Gerede
başkente yakın (civar-ı saltanat) bir kaza olarak tarif edilmiştir.42 Bununla bir
likte, sağladığı avantajlara karşın, coğrafi yakınlık kazanın başkentle geliştirdiği
39 BOA, l.MVL: 79/1 545, 1 8 B 1 262 ( 1 2 Temmuz 1 846). Kıtlıktan kaçanların yollarda ve ulaştıkları
yerlerdeki durumlarını tasvir eden birkaç kayıt için bkz. (BOA, l.MVL: 78/1 5 1 9, 9 C 1 262 (4 Hazi
ran 1 846); BOA, A.MKT. M H M : 2/1 9, 27 Ş 1 262 (20 A!)ustos 1 846)).
40 BOA, MVL: 43/26, 14 Ca 1 262 (10 Mayıs 1 846).
41 BOA, A.DVN: 1 6156, 1 B 1 262 (25 Haziran 1 846).
42 BOA. C.IKT: 9/44 1 , 19 Ca 1 2 1 6 (27 Eylül 1 80 1 ).
1 840' LARIN ORTALARINDA GEREDE: KURAKLI K, KITLI K, GÖÇ VE HAYATTA KALMAK 111
44 Hemşehrilik ilişkilerinin lstanbul'a yeni gelenler için önemi konuya e!;jilen çalışmalar sayesinde
iyi bilinmektedi r (Behar, 201 4: 1 57-203; Kırlı, 2 1 05: 72-79).
45 lstanbul Müftülü!;jü Şer'iyye Sicilleri Arşivi (IMŞSA), Mahmudpaşa Şer'iyye Sici l leri (MŞS), defter
no: 62, 29b/6, 1 Ra 1 262 (27 Şubat 1 846}; MŞS, defter no: 62, 40b/6, 4 R 1 262 (1 Nisan 1 846).
46 BOA, A.DVN: 6/84, 2 N 1 260 (1 5 Eylül 1 844); BOA, A.MKT.DV: 3/1 1 , 17 N 1 260 (30 Eylül 1 844) .
1 840'LARIN ORTALAR I N DA GEREDE: KURAKLI K, KITLI K, GÖÇ VE HAYATTA KALMAK 113
47 IMŞSA, Davudpaşa Şer'iyye Sicilleri (DŞS), defter no: 1 1 1 , 60b/4, 17 Z 1 262 (6 Aralık 1 846). Ayrı
ca bkz. (Kokdaş ve Araz, 20 1 8: 41 -68).
1 14 YAHYA A RAZ
lerde çalıştırılmak üzere İstanbullulara icar edeceklerdir. Kıtlığı takip eden ay
lar ve yıllarda çoğunluğu Gerede'den olmak üzere kıtlıktan etkilenen Çankırı,
Çerkeş, Ayaş ve Yabanabad gibi kent ve kasabalardan 10 yaşın altında ya da bi
raz üstünde çok sayıda kız çocuğu ev içi hizmetlerde istihdam edilmek üzere İs
tanbulluların evlerine gireceklerdir. Geredeliler mahkemelere genellikle bu ne
denle, yani kız çocuklannın icar işlemlerini kayıt altına almak için geliyorlardı
(Kokdaş ve Araz, 20 1 8 : 4 1 -68) .
Kıtlıktan etkilenen kent ve kasabalardan gelen çocuklann ve genç kızlann
hem başkentteki ev içi hizmetler sektörü hem de taşra ile İstanbul arasındaki
emek ilişkisi üzerinde dramatik bir etkisi olacaktır. Her şeyden önce 1845 ku
raklığı ve kıtlığı İstanbul'da ev içi hizmetlerde istihdam edilen kızlann coğrafi
arka planlannda büyük bir kırılma yaşanmasını sağlayacaktır. 1840'ların orta
lanna kadar ev içi hizmetlerde istihdam edilen çocuklann ve genç kızlann bü
yük bir kısmı ya İstanbulluydu ya da kentin yakın çevresinden geliyordu. 1 845
kuraklığı ve kıtlığıyla birlikte İstanbulluların evlerine daha yaygın bir şekilde
girmeye başlayan Anadolulu kızlar İmparatorluğun sonuna değin büyük bir ta
lep görecektir. Böylece Anadolu sadece yetişkin erkekleriyle değil, çocuklan ve
genç kızlanyla da İstanbul'un emek ihtiyacının karşılanması için seferber edile
cektir (Kokdaş ve Araz, 20 18: 4 1 -68) .
1845 kuraklığı ve kıtlığının İstanbul'da ev içi hizmetler sektöründe istihdam
edilen çocuklann ve genç kızlann profilinde yarattığı kırılma ve dönüşümde
Geredeliler başı çekecektir. Kıtlıktan önce, erkeklerin aksine, Geredeli kızla
nn İstanbul'daki varlığı istisnadan öteye geçmiyordu. 1 840- 1 845 tarihleri ara
sında sadece altı Geredeli kız çocuğu İstanbullular tarafından ev içi hizmetler
de istihdam edilmişti. Oysa yalnızca 1846'da yirmi l?ir Geredeli çocuk İstanbul
mahkemeleri aracılığıyla ev içi hizmetlerde istihdam edilmek üzere İstanbullu
lara icar edilecektir.48 Bu rakam aynı mahkemelerde icar edilen Anadolulu ço
cuklann neredeyse yansını oluşturuyordu (Araz ve Kokdaş, 2020) . Çocuklannı
İstanbullulara icar eden Geredeliler, makalenin farklı yerlerinde değinildiği üze
re, kıtlıktan aynı ölçüde etkilenmemişti. Ancak nasıl ve hangi boyutlarda etki
lendiklerinden bağımsız olarak kıtlığın tüm Geredeliler üzerinde sarsıcı bir et
ki bıraktığı ve geleceğe dair endişelere yol açtığı açıktır. Bir kısmının göç etme
dikleri halde çocuklannı icar edilmek üzere İstanbul'a göndermeleri bunun bir
yansımasıydı. 49
İstanbullularla Geredelileri çocuklar üzerinden buluşturan ve anlaşmalannı
sağlayan İstanbul'daki hemşehri ve akrabalardı. İstanbul'daki Geredelilerin iliş-
48 Anadolu'dan daha fazla çocuk gel mesine ba{llı olarak icar edilen çocuklarla ilgili bilgi lerin ka
yıtlara geçi rilmesi e{l i l i m i güçlenmiş olsa da büyük bir ihtimalle a ileler arasındaki anlaşmaların
ço{lu sözlü olarak yapılıyor, kayıtlara girmiyordu (Kokdaş ve Araz, 20 1 8: 41 -68). Dörtdivan da
hil edildi{linde sayın ı n otuza yaklaştı{lını ifade etmekte yarar vardır.
49 Örnekler için bkz. (IMŞSA, DŞS, defter no: 1 1 1 , 26b/4, 26 C 1 262 (2 1 Haziran 1 846); IMŞSA, DŞS,
defter no: 1 1 3, 1 7b/5, 4 C 1 264 (8 Mayıs 1 848)).
1 840'LARIN ORTALAR I N DA G EREDE: KURAKLI K, KITLI K, GÖÇ VE HAYATTA KALMAK 115
Geredeliler 1 846 yılının Haziran ayında yazdıkları bir arzuhalde ahaliyi ölenler,
göç edenler ve kalanlar olmak üzere üç gruba ayırmışlardır. Arzuhali yazanlar
koymak ve açığını kollayan rakiplerinden daha iyi olduğunu göstermek için kıt
lığa gücü yettiğince müdahale etme arzusu ağır basıyor olmalıydı.
Aksayarak da olsa yapılan yardımlar kıtlığın yarattığı tahribatın hafiflemesi
ne yardımcı oluyordu. Ancak yaşamın olağan mecrasına dönmesi için yardım
lardan daha fazlası gerekiyordu; toprağın işlenmesi ve bir an önce ekilip biçil
mesi lazımdı. Büyük Britanya'mn Bursa konsolosu D. Sandison60 19 Mayıs 1 846
tarihinde lstanbul'daki büyükelçisi Lord Stratford Canning'e gönderdiği rapor
da baharın gelişiyle birlikte havaların ısınmaya başladığını ve yolların açıldığı
m, bunun sonucunda da buğdayın kısmen ucuzladığını anlatacaktır. Böylece
kıtlığı yaratan sebeplerin bir nebze olsun ortadan kaldırılmasına yaklaşılmış ol
duğunu yazacaktır. Ancak ona göre yaşamın olağan akışına döndüğünü söyle
mek için henüz çok erkendi. Kıtlığın yarattığı tahribatı iyi ölçen Sandison "bu
kadar düçar-ı ızdırab ve felaket olan" yerlerin "şerait-i adiyelerine" kavuşmaları
için zaman gerektiğini anlatıyordu. Konsolos birkaç tespitte ve çözüm önerisin
de bulunuyordu . Buna göre geniş bir coğrafyayı etkileyen kuraklığın ve kıtlığın
etkilerini ortadan kaldırmak için devletin ilgisi ve yardımı şarttı. 1846 ilkbaha
rında havaların iyi gitmesi mahsulün bereketli olacağı anlamına geliyordu. Ne
var ki insanlar hayvan ve tohum yokluğundan dolayı topraklarının ancak dört
te birini ekebilmişti. Bu nedenle alınacak ürün daha önce meydana gelen "fena
lıkları" kısmen " tamir" edebilirdi. Diğer taraftan kıtlığın etkilediği yerlerde pa
rasal sıkıntılar artmış, ticaret epey zayıflamıştı.61
Havaların iyi gitmesi ve yağışların tarım yapmaya uygun ölçülerde olma
sı önemliydi ancak bu her şeyin düzeldiği anlamına gelmiyordu. 1845 kuraklı
ğının şiddetli olması bir sonraki yıl ekilecek tohumun kenara ayrılmasını zor
laştırmıştı. Zira tarlalardan ürün alınamamıştı. Bunun yanında insanların elde
avuçta ne varsa tüketmeleri tohum kıtlığını had safhaya çıkarmıştı. Tarlaların�
,
daki ürünü hasat edip bir sonraki yıl ekilecek tohumu kenara ayıranlar sonba-
har ve kış aylarında bunu tüketmek zorunda kalacaktı. Dolayısıyla havalar iyi
gitmeye başladığında Gerede'nin de içinde olduğu kuraklık ve kıtlık bölgesin
de yaşayanlar toprağa ekecek tohumlarının olmamasından yakınıyor, bunun ıs
tırabım yaşıyorlardı. Birkaç yıldır devam eden hastalıklar toprağı işleyecek hay
van nüfusunda da büyük bir azalmaya yol açmıştı.62 lnsanlar ulaşımdan tarım
sal alanlara kadar yaşamın her alanında hayvanların emeğine büyük bir ihtiyaç
duyuyorlardı. Birkaç yıldır süregelen hayvan hastalıklarına63 eklenen kuraklık
60 Konsolos için bkz. (Kocabaşo!:j l u, 2004: 56).
61 BOA, l .MVL: 7811 5 1 9 ( 1 9 Mayıs 1 846).
62 BOA, C.IKT: 26/1 292, 1 5 Ra 1 259 ( 1 5 Nisan 1 843); BOA, A.DVN: 1 6156, 1 B 1 262 (25 Haziran 1 846);
BOA, A.MKT: 101/90, 1 3 L 1 263 (24 Eylül 1 847); BOA, l.MVL: 1 04/2299, 3 N 1 263 (5 A!:justos 1 847).
63 Dönem boyunca hayvan hastalıkları oldukça yaygındı. lmparatorlu!:jun son dönemlerinde or
taya çıkan hayvan hastal ıklarının kısmi bir listesi için bkz. (Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış, 1 938:
1 87). Güran ( 1 998: 1 08) aynı bilgiyi tekrarlamıştır. Her iki çal ışmada da 1 840'1arın ilk yarısında
Orta Anadolu'da etk i l i olan hayvan hastalı!:jına dair bilgi yoktur. Oysa bu hastalık kuraklı!:jın ve
kıtlı!:)ın etkili olaca!:)ı co!:)rafyanın tümünde hissed i l mişti.
118 YAHYA ARAZ
den geri dönenlerin, aynı şekilde, ekecek tohumlan ve toprağı işleyecek hay
vanları yoktu .66
Geredelilerin ihtiyaç duyduğu öküzler nereden, hangi kaynaklarla, nasıl te
min edilecekti? Hastalıklar ve kıtlık sadece Gerede'de değil, çevredeki kent
ve kasabaların hayvan nüfusunda da ciddi bir azalmaya yol açmıştı. Kıtlık sı
rasında batı ve kuzeybatıya doğru , Bursa'dan lstanbul'a kadar geniş bir ala
na yönelenlerin memleketlerine geri gönderilmeleri onlara topraklarını işle
yebilecekleri öküzlerin nasıl temin edilebileceği meselesiyle birlikte konu
şuluyordu . Öküzlerin Bursa'nın merkezinde olduğu Hüdavendigar sancağın
dan temin edilmesi düşünülmüş ancak bu fikirden, burada da sıkıntı olduğu
gerekçesiyle, kısa bir zaman içinde vazgeçilmiştir. Öyle anlaşılıyor ki Anado
lu'nun kıtlıktan etkilenmemiş bölgelerinde de tarımsal alanlan işleyebilecek
hayvan darlığı söz konusuydu . Aynı dönemde Rumeli ismi telaffuz edilecek,
buradan uygun fiyatlarla öküz sağlanabileceği üzerinde durulacaktır.67 Gerçi
hayvan hastalıkları Rumeli'de de etkili olmuştu (Güran, 1 998: 108- 109) . Yine
de, hangi boyutlarda olduğunu tahmin etmek güç olmakla birlikte, 1 840'la
rın ikinci yansında Rumeli'den öküz tedarik edilmeye çalışıldığı anlaşılmak
tadır. 1 850'lerin başlarında Kastamonu vilayetine gönderilen, oradan da bağ
lı sancak ve kazalara dağıtılan bir sadrazam buyrultusunda (emirname-i sami)
birkaç yıl önce Rumeli'den getirilen ve Gerede'nin de dahil olduğu kazaların
ahalisine dağıtılan öküzlerin parasının tahsil edilmesinde yaşanan zorlukla
ra değinilecektir.68 Parasal sıkıntılar kıtlıktan sonraki birkaç yıl boyunca aha
linin sürekli bir şekilde yüzleşmek zorunda kaldığı gerçek bir problemdi. Bu
durumda köylüler topraklarını ekecek tohumu ve işleyecek öküzleri nasıl sa
tın alabilirlerdi?
lnsanlann ihtiyaç duydukları parayı sağlamalarının temel olarak iki yolu var
dı. Bunlardan birincisi devlet, ikincisi piyasada bulunan kreditörlerdi. Ahali
devletin kendilerine kredi açmasını talep ediyor, bunun için baskı yapıyorlar
dı. Her halükarda devlete borçlanmak birçok açıdan daha avantajlıydı. Devlet
ten sağlanan borçlar düşük faizli oluyor, hatta faizsiz olabiliyordu. Dahası bu
borçlar çoğunlukla vaktinde ödenemiyor, bu yüzden erteleniyordu. Mesela to
hum ve hayvan temininde kullanılmak üzere Gerede, Dörtdivan, Mudurnu ve
Kıbriscık ahalisine 1 846 ilkbaharında verilen 100.000 kuruşun geri ödemesin
de zorluklar yaşanacaktı. Paranın bir yıllık faizi olan 1 2.000 kuruş tahsil edil
mişti ancak anapara olduğu gibi duruyordu. Borcu olanların üzerine senet ya
pılması ya da kefalete bağlanmaları sonucu değiştirmiyordu. Söz konusu kazala
rın ahalisine verilen ancak geri ödenmesinde güçlük çekilen borç 184 7 ilkbaha-
rından itibaren iki yıllığına ertelenmişti. 69 Alınan borçların vaktinde geri öden
memesi yeni kredilerin açılmasının önüne geçebiliyordu. Devlet aynı kazalar
dan 184 7 yazında dillendirilen faizsiz (bila-güzeşte) borç isteklerine, daha önce
verilen borçların geri ödenmemiş olmasından dolayı hoş bakmıyordu.70 İnsan
lar böyle durumlarda piyasaya yönelmek zorunda kalıyorlardı.
Kredi ilişkileri hakkındaki bilgiler sınırlı olmakla birlikte İmparatorluğun
son dönemlerinde Anadolu'da kırsal kesimlerde kronikleşmiş bir borç soru
nu olduğu iyi bilinmektedir (Aytekin, 2008: 292-3 1 3 ) . Tanzimat'ın taşradaki
uygulamalarını yerinde görmek, aksaklıkları tespit etmek ve çözmek amacıy
la 1850'lerde ve 1 860'larda geniş yetkilerle Anadolu'ya gönderilen müfettişlerin
denetledikleri kent ve kasabalardan İstanbul'a gönderdikleri raporlarda tefeci
lerin eline düşmüş köylüler önemli bir yer tutuyordu (Öntuğ, 2009; Serbestoğ
lu , 20 15) .71 Devlet yazışmalarında tefeci ya da ribahor olarak adlandırılan kredi
törlere hiçbir sempati duyulmuyordu. Ürünün tarlada kaldığı, vergilerin öden
mesinde büyük güçlük çekildiği ve hayvanların telef olduğu ya da elden çıka
rıldığı kıtlık yıllarında paraya olan ihtiyaç artıyordu. Böyle dönemlerde tefecile
re yönelen insanlar kendilerine dayatılan koşullar altında yüksek faizlerle borç
para alıyor, geri ödemede güçlük çekiyorlardı. Borçlarının ertelenmesi için da
ha yüksek faizleri kabul etmek zorunda kalan köylüler topraklarını dahi kaybe
debiliyorlardı. 72
Üretimin azalması, başka bir deyişle tarlaların "boz ve hali" kalması vergi ge
lirlerinde büyük bir kayba yol açıyordu. İstenen vergilerin toplanabilmesi kırsal
kesimlerin üretip ayakta kalabilmesine bağlıydı. Oysa kıtlıktan etkilenen yerler
1 840'ların ikinci yarisında bundan çok uzaktı. Topraklarını ekemeyen, dolayı
sıyla biçemeyen Geredeliler kendilerine yetemiyor, vergilerini ödemekte zorla
nıyorlardı. Terk-i vatan edenlerin bir kısmının temel gerekçelerinden biri öde
yemedikleri vergi borçlarıydı. Vergi meselesi insanlarla devlet arasındaki ilişki
nin ana unsurlarından biriydi. İnsanlar belirlenen vergiyi tahsil etmeye çalışan
devleti, ne kadar yoksul olduklarını anlatarak ve buna inandırmaya çalışarak
kendilerine göre makul bir yere çekmeye çalışıyorlardı.
Vergiler söz konusu olduğunda ahalinin isteklerini üç başlık altında topla
mak mümkündür. Arzu edilen, vergi borçlarının belli bir süre affedilmesiydi.
Geredeliler 1 846 yazında perişan durumlarını gerekçe göstererek bu sene "ver
gi talebiyle tazyik ve rencide" edilmemeyi talep edeceklerdi.73 Vergilerin affedil
mesi mümkün değilse ertelenmesi bir sonraki istekti. Böyle bir taleple devletin
kapısını çalmak oldukça yaygındı. İnsanlar bunu taşradaki yöneticileri de arka-
Sonuç
Yardım ulaştırmayı kolaylaştıracak yol ağının yetersiz olması, olan bitene vak
tinde müdahale etmek konusundaki insani yetersizlikler ve merkezden yönlen
dirilen etkili bir devlet politikasının olmayışı 1 845 kuraklığının diğer yerlerde
olduğu gibi Gerede'de de kıtlığa dönüşmesi ve uzun bir süre devam etmesin
de önemli bir etken olacaktır. Merkezden taşraya yeniden şekillendirilmeye ça
lışılan İmparatorluk bürokrasisi 1 840'larda Orta Anadolu ve çevresindeki kent
ve kasabalarda meydana gelen hayvan hastalıklarıyla, kuraklıkla ve nihai olarak
kıtlıkla mücadele edecek bütüncül politikalar geliştirmek ve uygulamak yerine
etkilenenlerin yaptıkları kişisel ya da toplu başvurulara odaklanmayı tercih ede
cektir. Emekleme aşamasındaki merkez bürokrasisi 1 845 kuraklığı ve kıtlığıy
la mücadele etmeyi öncelikle yerel unsurlara bırakacak ve onları yönlendirmek
yerine takip edecektir. Bu yönüyle devletin tepkileri afetlerle mücadele etmeyi
yerel unsurların bir görevi kabul edip onlara bırakan 1 9 . yüzyıl öncesi pratikleri
(Ayalon, 20 1 5 : 64-87) çağrıştırmaktadır. Gerede kazası müdürü Ahmed Ağa gi-
77 Aynı dönemlerde devletin " köylü borçlulugu sorununa" yaklaşım ı pek farklı degildi (Aytekin,
2007: 1 5 1 - 1 54).
78 Oysa Büyük Britanya'nın Bursa konsolosu D. Sandison'un raporu 19 Mayıs 1 846 tarihlidir. Bu ra
por Türkçeye çevrilmiş ve i l g i l i kurumlara ileti lmiştir.
79 BOA, A.MKT: 1 67/1 3, 7 S 1 265 (2 Ocak 1 849).
1 840'LARI N ORTALARI N DA GEREDE: KURAKLI K, KITLI K, GÖÇ VE HAYATTA KALMAK 1 23
80 Genellikle ev içi hizmetlerde birkaç yıl çal ışan bu kızlar bulu{la erişmelerin i takip eden dönem
de evlen iyor ve yaşamlarına lstanbul'da devam ediyorlardı. Gerede'den (aslında Anadolu'nun
tümünden) lstanbul'a gelen/getirtilen kız çocukları nı kendileri gibi taşradan gelen yetişkin er
keklerden ayıran en önemli özellikleri buydu. Para kazanmak maksadıyla lstanbul'a gelen taş
ralı erkeklerin bir kısmı bu raya yerleşmekle birlikte, geriye kalanları kazandıklarıyla memleket
lerine geri dönüyorlard ı . Oysa kız çocuklarının çok az bir kısmı çocukluklarının erken dönem
lerini geçirdi kleri memleketlerini bir daha görme şansına erişiyordu. H izmet etmek üzere gel
dikleri lstanbul artık onların yaşamlarının geri kalanını geçirecekleri yerdi ayn ı zamanda (Kok
daş ve Araz, 20 1 8: 4 1 -68). Dönemin lstanbul'undan kız çocuklarının yaygın olarak 15 yaşından
biraz erken bir yaşta bulu{la eriştikleri kabul ed i liyordu . Meseleyi hukuki ve toplumsal ba{llamı
içinde tartışan kısa bir makale için bkz. (Araz, 20 1 6: 42-49).
1 24 YAHYA ARAZ
nüz etkili bir şekilde hissetmemiş Geredeliler de seyahat izni alarak tedbir ama
cıyla büyük oranda lstanbul'a yöneliyorlardı. Kıtlıktan kaçanlar genellikle aile
leriyle birlikte hareket ederken izin alarak seyahat edenler daha bireysel yolla
n tercih ediyorlardı. Ailenin bir kısmı Gerede' de kalırken diğer bir kısmı lstan
bul'a ulaşmak için yollara koyulabiliyordu. Gidenler bir anlamda öncü olanlar
dı ve gerektiğinde arkada kalanların da gelmelerini sağlayacak uygun koşulla
n hazırlıyorlardı.
Göç edenlerin geri dönmelerini geciktiren ve insanların endişe içinde yaşa
maya devam etmelerine sebep olan kuraklığın devam etmesi değildi. 1845'teki
şiddetli kuraklıktan sonra havalar iyi gitmiş, ekip biçmeye elverişli hale gelmiş
ti. Ne var ki kırsal kesimlerde ne ekecek tohum ne de toprağı işleyecek yeter
li hayvan vardı. Tohum ve hayvan sorunu 1 840'lann ikinci yansında kuraklı
ğın ve kıtlığın etkilediği coğrafyada yaşayan insanların en temel meselelerinden
birini oluşturuyordu . Tohumu ve hayvanı olmayan köylüler vergilerini vere
memek bir kenara gündelik gereksinimlerini karşılamakta güçlük çekiyorlardı.
Öyle anlaşılıyor ki, kuraklık ve kıtlık dönemleri kadar olmasa da, toprağı işleye
cek büyükbaş hayvan sıkıntısı ilerleyen dönemlerde de varlığını sürdürecekti.
19. yüzyılın sonlarında kaleme alınan bir hikayede kızını ev içi hizmetlerde is
tihdam edilmek üzere lstanbul'a gönderen bir Anadolu köylüsü bunun karşılı
ğında alacağı parayla toprağını sürüp ekebileceği bir öküz almanın hayalini ku
ruyordu (Rana bint Safvet, 18 Şevval 1 3 1 3/2 Nisan 1 896: 4-5) .81
KAYNAKÇA
Gazete Yazıları
Rana bint Safvet, "Ahretlik", Hanımlara Mahsus Gazete, No. 56, 18 Şewal 1 3 1 3/ 2 1 Mart 1 3 1 2 (2 Ni
san 1 896), 4-5.
81 Ayrıca öküzün Anadolu köylüsünün yaşamındaki hayati yerine de!)inen bir roman için bkz. (Ed
hem Veysi, 1 339: 1 - 1 6) .
1 840'LARIN ORTALARIN DA GEREDE: KURAKLI K, KITLI K, GÖÇ VE HAYATTA KALMAK 125
Salnameler
Bin üç Yüz On iki Sene-i Hicriyesine Mahsus Kastamonu Salnamesi, 1 3 1 2/1 894, Vilayet Matbaası,
Kastamonu.
Bolu Vilayeti Salnamesi Rumi 134 1 Miladi 1925 (2008) H . B i rgören (haz.), Bolu Belediyesi Bolu Araş
tırmaları Merkezi Yayınları, Bolu.
Sa/name-i Sene-i 1289, 1 289/1 872, Matbaa-i Vilayet, Kastamonu.
Di!jer Kaynaklar
Akyı ldız, A. (20 1 2) Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme, i letişim Yayınları, lstanbul.
Al-Qattan, N. (20 1 4) "When Mother Ate Their Children: Wartime Memory and the Language of Fo
od in Syria and Lebanon", lnternational Journal of Middle East Studies, 46/1 : 7 1 9-736.
Araz, Y. (20 1 6) "Cinsel i lişkiye Uygundur Lakin Kendi Adına Konuşamaz! Osmanlı lstanbul'unda Ço
cukluk, Çocuk Evli l i kleri ve Cinsel l i k Yaşı Üzerine Bir De!;jerlend irme (19. Yüzyılın Başlarından lm
paratorlu!;jun Sonuna) ", Toplumsal Tarih, 274: 42-49.
Araz, Y. ve Kokdaş, 1. (2020) " i n Between Market and Charity: Child Domestic Work and Cha nging
Labor Relations in Nineteenth-Century Ottoman lstanbul", lnternational labor and Working
Class History, 97 [yayınlanacak] .
Avcı, Y. (20 1 7) Osmanlı Hükümet Konakları Tanzimat Döneminde Kent Mekanında Devletin Erki ve
Temsili, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, lstanbul.
Ayalon, Y. (201 5) Natura/ Disasters in the Ottoman Empire: Plauge, Famine, and Other Misfortunes,
Cambridge U niversity Press, U nited States of America.
Aytekin, E. A. (2008) " Cultivators, Creditors and the State: Rural lndebtedness in the N ineteenth
Century Ottoman Empire", Journal of Peasant Studies, 35(2): 292-3 1 3.
Aytekin, E. A (2007) "XIX. Yüzyılda iki Batı Anadolu Kazasında Kırsal Borçluluk", Kebikeç, 23: 1 4 1 -
1 56.
Aykut, E. (20 1 8) " Necaset, 'Gavur' Kafatasları ve 1 9. Yüzyıl Ortasında Do!;ju Anadolu'da bir Ya!;jm u r
Ritüeli", Kebikeç, 4 6 : 1 89-2 1 8.
Aykut, E., i leri, N. ve Artvin l i, F. (20 1 9) Tarihçilerden Başka Bir Hikaye, Can Yayınları, lstanbul.
Balsoy, G . E. (20 1 5) Kahraman Doktor ihtiyar Acuzeye Karşı Geç Osmanlı Doğum Politikaları, Can
Yayınları, lstanbul.
Basiretçi Ali Efendi. (200 1 ) lstanbul Mektupları, N . Sa!;jlam (yay. haz.), Kitabevi, lstanbul.
Başaran, B. (20 1 4) Selim 111, Social Control and Policing in lstanbul at the End of the Eighteenth Cen
tury, Between Crisis and Order, Brill, Leiden.
Bayar, Y. (20 1 3) 1873- 1875 Orta Anadolu Kıtlığı, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Marmara Üniver
sitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, lstanbul.
Behar, C. (20 1 4) Bir Mahallenin Doğumu ve Ölümü (1494-2008): Osmanlı lstanbul'unda Kasap //yas
Mahallesi, Yapı Kredi Yayınları, lstanbul.
Clay, C. ( 1 998) " Labour M i g ration and Economic Conditions i n N i neteenth-Century Anato l i a " ,
Middle Eastern Studies, 34(4): 1 -32.
Çadırcı, M. (20 1 3) Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, Türk Ta
rih Kurumu Yayınları, Ankara.
Çelik, S. (20 1 0) The Rich, the Poor a n d the Hungry: Social Differentiation a n d Famine in Ankara in
1845, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Bilgi Üniversitesi, lstanbul.
Çelik, S. "'No Work for Anyone in this Country of M isery': Famine and Labour Relations in M id-Ni
neteenth Century Anatolia" E. Kabadayı ve L. Papastefanaki (ed.) Working in Greece and Tur
key: A Comparative Labour History from Empires to Nation States 1840- 1 940 içinde, Berghahn
Books [yayınlanacak].
1 26 YAHYA ARAZ
Çiçek, M. T. (201 4) War and State Formation in Syria: Cemal Pasha's Governorate during the World
War l, 1914- 1 9 1 7, Routledge, Londra.
Dursteler, E. (20 1 3) Dönme Kadınlar Toplumsal Cinsiyet, Kimlik ve Sınırlar, çev. O. Koç, Koç Ün iver
sitesi Yayınları, lstanbul.
Edhem Veysi. (1 339/1 923) Besleme, Şems Matbaası, Samsun.
Erhan, K. (201 3) Gerede ilçesi'nin Coğrafyası, Yayınlanmamış doktora tezi, Atatürk Üniversitesi Sos
yal Bilimler Enstitüsü, Erzu rum.
Erler, M. Y. (20 1 0) Osmanlı Devleti'nde Kuraklık ve Kıtlık Olayları (1 800- 1880), Libra Yayı ncı l ı k ve Ki
tapçı lık, lstanbul.
Ertem, ô (20 1 7) "Considering Famine in the Late Nineteenth Century Ottoman Empire: A Compa
rative Framework and Overview", Collegium, 22: 1 5 1 - 1 72.
Ertem, ô. (201 2) Eating the last Seed: Famine, Empire, Survival and Order in Ottoman Anatolia in
the late Nineteenth Century, Yayınlanmamış doktora tezi, European University lnstitute, Flo
rence.
Et-Tercüman, 1. (20 1 2) Çekirge Yılı Kudüs 1915- 1 9 1 6, S. Temari (inceleme ve notlar), çev. A. Benli,
Klasik Yayınları, lstanbul.
Find ley, C. V. (201 4) Osmanlı lmparatorluğu'nda Bürokratik Reform Babıali, 1 789- 1922, çev. E. Er-
tü rk, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, lstanbul.
Göcen, H . (201 B) "Sığırcık Suyu Şeyhleri ", Toplumsal Tarihi, 298: 38-48.
Güran, T. (1 998) 7 9. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, Eren Yayı nları, lstanbul.
Herzog, C. (201 1 ) " M ig ration and the state: On Ottoman regulations concern ing migration since
the age of Mahmud 1 1 " U. Freitag, M. Fuhrmann, N. Lafi ve F. Riedler (edi) The City in the Otto
man Empire Migration and the Making of Urban Modernity içinde, Routledge, Londra, 1 1 7- 1 34.
inal, O. (201 1 ) " E nvironmental History as an Emerging Field i n Ottoman Studies: An Historiographi-
cal Overview", Osmanlı Araştırmaları, 38: 1 -25.
inal, O. ve Köse, Y. (20 1 9) Seeds of Power Explorations in Ottoman Environmental History, The Whi
te Horse Press, Cambridgeshire.
inalcık, H . ve Seyitdanlıoğ l u, M . (201 2) Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı imparatorluğu, Türki
ye iş Bankası Kültür Yayınları, lstanbul.
ince, ô. (20 1 2) " Kaybolan Mesleklerimiz: Şimşir Tarakçılık", Gerede, 13: 1 2- 1 3
Jackson, P . (1 984) "Women i n the 1 9th Century lrish Emigration", The lnternational Migration Re
view, 1 8(4): 1 004-1 020:
Karademir, Z. (20 1 4) imparatorluğun Açlıkla imtihanı Osmanlı Toplumunda Kıtlıklar (1560-1 660),
Kitap Yayınevi, lstanbul.
Karal, E. Z. (1 995) Osmanlı imparatorluğunda ilk Nüfus Sayımı 1 83 1, Başbaka n l ı k Devlet istatistik
Enstitüsü Matbaası, Ankara.
Karpat, K. H . (201 0) Osmanlı Nüfusu 1830- 1914, çev. B. Tırnakçı, Timaş Yayın ları, lstanbu l .
Kırlı, C. (201 5) "lstanbul'da Hemşehrilik Tabanlı Tabakalar/Yoğun laşmalar" A. B i lgin (ed.), Antik
çağ'dan XXI. Yüzyıla Büyük lstanbul Tarihi: Toplum, cilt 4 içinde, lslam Araştırmaları Merkezi-IBB
Kültür AŞ, lstanbul, 72-79.
Kırmızı, A. (201 6) Abdülhamid'in Valileri Osmanlı Vilayet idaresi 1895- 1 908, Klasik Yayınları, lstanbul.
Kocabaşoğlu, U . (2004) Majestelerinin Konsolosları: lngiliz Belgeleriyle Osmanlı lmparatorluğu'nda
ki lngiliz Konsoloslukları (1 580- 1900), i letişim Yayınları, lstanbul.
Kokdaş, 1. ve Araz, Y. (201 8) " lstanbul'da Ev içi Hizmetlerinde istihdam Edilen Kuzeybatı Anadol u
lu Kız Çocukların ı n Göç Ağları Üzerine Bir Değerlendirme ( 1 845- 1 9 1 1 )", Tarih incelemeleri Der
gisi, 33( 1 ) : 41 -68.
Konrapa, M. Z. (1 960) Bolu Tarihi, Bolu Vilayet Matbaası, Bolu.
Melville, C. (1 988) "The Persian Famine of 1 870- 1 872: Prices and Politics", Disasters, 1 2(4): 309-325.
Mikhail, A. (20 1 1 ) Nature and Empire in Ottoman Egypt: An Environmental History, Cambridge Uni-
versity Press, U nited States of America.
Mitralyöz, O. (1 970) Gerede, Ankara Basım ve Ciltevi, Ankara.
6 Grada, C. (1 992) The Great lrish Famine, Macmillan, Londra.
Ortaylı, 1. (201 1 ) Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli idareleri (1 840- 1 880), Türk Tarih Kurumu Ya
yınları, Ankara.
1 840'LARIN ORTALAR I N DA G EREDE: KURAKLI K, KITLI K, GÖÇ VE HAYATTA KALMAK 1 27
Öntuğ, M. M. (2009) Ahmed Vefik Paşa 'nın Anadolu Sağ Kol Müfettişliği, Palet Yayınları, Konya.
Özbek, N. (2002) Osmanlı lmparatorluğu'nda Sosyal Devlet: Siyaset, iktidar ve Meşruiyet 1 876- 1914,
iletişim Yayın ları, lstanbul.
Özkan, F. (20 1 6) " U nification of the Market, Fragmentation of the People: Famine and Migration
on the Tabzon-Bayezid road in the Late Ottoman Empire" S. Karahasanoğlu ve D. C. Dem ir (ed.)
History from Below: A tribute in memory of donald quataert içinde, Bilgi U niversity Press, lsta
bul, 2 1 7-245.
Öztelli, C. ( 1 976) Uyan Padişahım, M i l l iyet Yayınları.
Öztürk, S. (2003) "Türkiye'de Temettuat Çalışmaları", Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 1 ( 1 ) :
287-304.
Pamuk, Ş. ( 1 994) Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme (1820- 1913), Tarih Vakfı Yurt Yayın
ları, lstanbul.
Paspatis, A. (20 1 4) Balıklı Rum Hastanesi Kayıtlarına Göre lstanbu/'un Ordotoks Esnafı 1833- 1860,
çev. M. Yerasimos, A. Özdamar (haz.), Kitap Yayınevi, lstanbul.
Sadeddin Nüzhet ve Mehmed Ferid. (1 926) Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyatı, Vilayet Matbaa
sı, Konya.
Serbestoğ lu, 1. (20 1 5) Bir Taşra Şehrinde Tanzimat ve Modernleşme Canik Sancağı 1863-1 865, Men
güceli Yayınları, Malatya.
Şaşmaz, M. (2005) " N iğde ve Çevresinde Kıtlık (1 887- 1 892)" M. Şaşmaz (ed.) Niğde Tarihi Üzerine
içinde, Kitabevi, lstanbul, 1 8 1 -209.
Tanielian, M. S. (20 1 7) The Charity of War: Famine, Humanitarian Aid, and World War I in the Midd
le East, Stanford U niversity Press, Stanford.
The Famine in Asia Minor, lts History, Compiled From the Pages of the Levant Herald. ( 1 989) The
lsis Press, lstanbul.
Turna, N . (201 3) 1 9. YY. 'den 20. YY. Ye Osmanlı Topraklarında Seyahat, Göç ve Asayiş Belgeleri
Mürur Tezkereleri, Kaknüs Yayınları, lstanbul.
Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış ( 1 938) Birinci Köy ve Ziraat Kalkınma Kongresi Yayını.
Uygun, S. (20 1 5) Osmanlı Sularında Rekabet Mesajeri Maritim Vapur Kumpanyası. (1851-1914), Ki
tap Yayınevi, lstanbul.
Ünlü, A. R. (2000) Tarih Boyunca Gerede, H. Ö. Cevahiroğlu (sad.), A. Çevik (yay.), Ademmedya&Gerede
Yayıncılik, lstanbul.
White, S. (201 3) Osmanlı'da isyan iklimi Erken Modern Dönemde Celali isyanları, çev. N. Elhüseyni,
Alfa Yayınları, lstanbul.
Zachariadou, E. ed. (2001 ) Osmanlı lmparatorluğu'nda Doğal Afetler, çev. G . Ç. Güven ve S. Öztürk,
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, lstanbul.
1 28
Özet: B u çal ışma orta sınıf erkeklerin ev işi işlere ve çocuk bakımı konusuna i l işkin ge
leneksel olan ve olmayan pratiklerini ve algılarını konu edi nmektedir. Bu amaçla ya
pılan araştı rma, Orta Karadeniz i l lerinde (Samsun, Çorum, Amasya, Tokat) yaşamak
ta olan eQiti mli, meslek sahibi ve evl i kırk erkekle ya pılan derinlemesine görüşmele
re dayanmaktadır. Çal ışmaya katılan erkeklerin çoQunluQu kendi lerine benzer şekil
de eQiti mli, meslek sahibi, ücretli çal ışmakta olan kadı n larla evl idir. Kadının para ka
zanmaya kat ı l ı m ı n ı n a rtmasıyla geleneksel aile düzeni n i n dayanaQı olan ayrışmış ka
dı n-erkek rol lerinin, paylaşmaya dayal ı cinsiyet rol leri ile deQişmesi beklenebi l i r. An
cak yapılan çal ışma lar para kazanma işlevine i l işkin kal ı p-yargılara kıyasla, ev işleri
nin paylaşı m ı n a i l işkin ka l ı p-yargı ların daha d i rençli olduQunu göstermektedir. Bu
noktada sunulan ça l ışma orta sınıf erkeklerin ev işleri ve paylaşımına il işkin yargı ları
nı ve pratiklerin i anlamak istemiştir. Çal ışman ı n öneml i sonuçlarından bir tanesi orta
sınıf erkeklerin geleneksel olmayan bazı yaşam pratikleri içinde yaşıyor oldukları an
cak kad ın ve erkek olmayı bel irleyen geleneksel cinsiyet ideolojisini devam ettirdikle
ridir. Geleneksel cinsiyet ideolojisine sahip ve eşitl ikçi ev içi alan talep etmeyen kadın
larla evl i olmaları; ev işleri nin ücret ödenen bir başka kadına devir edi lebilmesi ve ya
kın aile üyeleri n i n desteQinin alınabiliyor ol ması erkeklerin geleneksel cinsiyet rejimi
ni sürdürmelerine yol açan temel etkenler olmaktad ır. DiQer yandan çal ışmanın işa
ret ettiQi önemli bir diQer bulgu ise orta sınıf erkeklerin kadının ev içi alanda harca
dıQı emeQi görüyor oldukları, deQer verdikleri ve saygı duyduklarıdır. Bu görme, tanı
ma ve saygı duyma hali, ev içi alanın çatışmasız "özel alan" olarak kalmasına neden
olmaktadır. Çal ışma n ı n sonunda orta sınıf erkeklerin geleneksel olmayan bazı yaşam
pratikleri n i n olduQu ancak erkek ve kadının neler yapması gerektiQini belirleyen ge
leneksel cinsiyet rej i m i n i n deQişmediQini söylemek mümkün olmuştur.
Anahtar sözcükler: Erkekl i k, ev içi işler, toplumsal cinsiyet.
(*} Doç. Dr. Ondokuz Mayıs Ü niversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, yyuce@omu.
edu.tr
(**} Prof. Dr. TED Ü n iversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloj i Bölümü, kezban.cel ik@tedu.edu.tr
Giriş
Ev ve bakını işleri
1 990'larda Hochschild'ın ( 1 989) oldukça etkili olan İkinci Vardiya kitabı, ev
deki cinsiyete dayalı işbölümünün görülmesini sağladı (Königsberg, 20 l l ) . Bu
çalışmada erkekler evdeki iş yükünü paylaşmaya isteksizdi ve bu nedenle üc
retli çalışan kadınların eve geldiklerinde ev işi ve çocuk bakımından kaynak
lı ikinci vardiyalarında harcadıkları zamanı göstermesi açısından çok önemliy
di. Diğer yandan erkelerin ev işlerine katılımı az da olsa artarken asıl artışın ço
cuk bakımına katılımda olduğu izlenmektedir. Çocuk yetiştirmeye artan katı
lım da erkeklik ile ilgili olabilir. Çocuk yetiştirme aynı zamanda sınıfsal yeniden
üretimin temel bir mekanizmasıdır. Yayımlanan az sayıdaki çalışma, işsiz ka
lan babaların "evi geçindiren baba" kimliğine sığınmak yerine "ilgili, aktif, ka
tılımcı baba" kimliğini benimseyerek çocuk bakımına katıldıklarını göstermek
tedir (Chesley, 20 l l ; Sherman ve Harris, 20 1 2) . Bu hem erkek kimliğini koru
mayı hem de aile rollerine girmeyi eşzamanlı sağlayıcı tarihsel bir imkana işa
ret ediyor olabilir.
Niceliksel çalışmalar, babaların ev işlerine ve çocuk bakımına katılımlarının;
bireysel ve aile özellikleri, kültürel normlar, devletin düzenleyici çerçeveleri
ve politika uygulamaları arasındaki karmaşık ilişkilere bağlı olduğunu göster
mektedir (Hook, 20 1 0) . Niteliksel çalışmalar ise, erkeklik kültürlerinin önemi
ni vurgulamaktadır. Ücretsiz aile işi yapmanın meslekler ve ülkeler arasında er
keklerin tavırlarına olan etkisinin ev işi ve çocuk bakımı ile ilgili fırsatlar ve kı
sıtlamalara bağlı olduğunu göstermektedir (Gerson, 20 1 0) .
Hochschild ve Machung (20 1 2: 1 5 - 1 6) erkeklerin, günlük yaşamlarında ikin
ci vardiya ile yakından ilgili toplumsal cinsiyet ideolojisi ile bağlantılı olarak üç
farklı davranış biçimi'sergilediklerini ortaya koymuştur: "geleneksel" , "geçiş sü
reci" ve "eşitlikçi" . Hochschild ve Machung (20 1 2 ) , eşlerin her ikisinin de ça
lıştığı ailelerde, erkeklerin ev işlerini paylaşımını etkileyen faktörleri irdelerken
erkeğin gelirinin yüksekliğinin, çalışma saatlerinin, annesinin ev kadını olması
nın, babasının evde az iş yapmasının açıklayıcılık gücünün belli bir noktaya ka
dar etkili olduğunu tespit etmiştir. Asıl etkili olanın ise erkeğin toplumsal cin
siyetle ilgili görüşlerini hayata geçirirken belirlediği toplumsal cinsiyet stratejisi
olduğu belirtilmektedir.
2005 yılında on ülkenin sosyal verilerini kullanarak ev işlerinin paylaşılma
durumlarının ülkeler ve ülkelerin refah modellerine göre farklılık gösterip gös
termediğinin incelendiği çalışmanın sonunda, on ülkede de ev işlerinin çoğun
luğunun kadınlar tarafından yapılmakta olduğu gösterilmiştir. Ancak ev işleri
nin paylaşım örüntülerinin değişmekte olduğu bulunmuştur. Örneğin muhafa
zakar refah devlet modeline sahip ülkelerde ev işlerinin eşit paylaşımının dü
şük, sosyal demokratik refah devletlerinde ise eşitlikçi paylaşım oranlarının
daha yüksek olduğu bulunmuştur. Liberal rejimlerin ise çok heterojen oldu
ğu ancak baskın örüntünün ev işlerinin tek sorumlusunun kadın olarak görül
me örüntüsünün olduğu bulunmuştur. Çalışmanın sonunda toplumsal cinsi-
ORTA SINIF ERKEKLERiN EV iÇi BAKIM EMEGINE " SAYG ILARI" NE ANLAMA GELEBiLiR? 1 33
yet rollerine ilişkin tutumlar, kadınların ücretli çalışma oranlan ve diğer belirle
yiciler kadar sosyal refah devlet modelinin de etkisinin olduğunu göstermiştir.
Bu anlamda siyasi iklimin ve politikaların kadın ve erkeğin ev içi alandaki işbö
lümü üzerine etkisinin olduğu söylenebilir (Geist, 2005: 38) . Kadınların ücret
li iş katılımlarının artma hızına karşı erkeklerin ev işlerine katılım oranlarının
bu hızın gerisinde kalmakta olduğu pek çok çalışmanın gösterdiği net bir so
nuçtur (O'Sullivan, 1 998; Crompton vd. 2003) . Bu genel eğilime rağmen ülke
ler arası farklılıklar olduğu da gösterilmektedir. Ülkeler arasındaki farklılıkla
rın refah devleti politikaları kadar, kabul edilir toplumsal cinsiyet rolleri ve ka
dının pozisyonuna ilişkin kabullerine gömülü olduğu söylenmektedir ( Cromp
ton vd. 2005: 2 1 3 ) .
Farklı ulusal bağlamlarda erkeğin ev geçindirici rolünün merkezi olması he
gemonik erkeklik ile ilgilidir (Connell, 1 995; Novikova vd. 2005) . Connell, Top
lumsal Cinsiyet ve iktidar adlı çalışmasında erkeklerin iktidar ilişkilerini denetle
yip nimetlerinden yararlandıkları bir cinsiyet sisteminin var olduğunu söylemiş
tir. Bu sistemin işleyişini sağlayan üç temel mekanizma vardır: Birinci mekaniz
ma, kadınların ve erkeklerin farklı işler yaparak farklı konumlar, statüler ve ge
tiriler elde etmelerine yol açan "cinsiyete dayalı işbölümü"dür. Bu işbölümü, ka
dınlan ev-aile işleriyle sınırlandırarak ücretsiz ev içi emek olarak çalıştmlmala
nna yol açar. Öte yandan erkekler, genel anlamda kamu alanlarının denetimini
ellerinde tutmalarına yol açacak biçimde özel şirketleri, ticareti, bürokrasiyi, or
duyu yöneterek bu cinsiyet rejiminin sürekliliğini olanaklı kılarlar. İkinci meka
nizma, sınıf, ırk, etnisite, bölgesel gelişmişlik farklılıklarına dayalı iktidar ilişkile
ri ile cinsiyet farklarına ilişkin toplumsal ilişki örüntülerinin iç içe geçerek, top
lumsal cinsiyet sisteminin bir iktidar ilişkileri ağı olarak işlemesine yol açan me
kanizmadır. Üçüncü mekanizma ise Connell'in "kateksis" dediği, cinselliğin ve
cinsel arzunun şekillendirdiği toplumsal ilişkilerin oynadığı roldür ( 1998) .
İktidar ilişkilerinin nimetlerinden yararlanan hegemonik bir erkekliğin mev
cut olması çeşitlenen "erkeklik hallerinin" oluşmasına yol açmaktadır. Eğer
egemen erkeklik varsa buna karşı direnen karşı-erkeklikler de olmalıdır. Sadece
direnen değil, bu çerçeveye giremeyen ve/veya daha az girebilen erkeklerin ol
ması ile de "erkeklikler" oluşmaktadır. Böylece farklı erkeklikler arasında çatış
ma dinamiklerinin yaşandığı bağlanılan, gerilim ve çatışmaların hangi biçimler
de gerçekleştiğini sorgulamak da önemli hale gelmektedir. Bu çeşitlenmeyi be
lirli kategoriler altında toplamak olası gözükmektedir. Kabaca dört başlık altın
da toplanabilecek söz konusu kategoriler "hegemonik erkeklik" , "suç ortağı er
keklik" , "marjinal erkeklik" ve "madun erkeklik" şeklindedir. Hegemonik er
kekler ataerkil yapıdan en fazla nemalanan erkekler olarak tarif edilirken, suç
ortağı erkekler hegemonik erkekler kadar aktif bir rol üstlenmemekle birlikte,
ataerkilliğe onay vererek kadınların ezilme ve ikincilleştirilmelerinden faydala
nan erkekler olarak tanımlanmaktadır. Bu grup, erkeklerin büyük çoğunluğu-
1 34 YAS E M i N YÜCE - KEZBAN ÇELiK
Türkiye'de ev işi
Çalışmanın metodu
Bu çalışma orta sınıf erkeklerin ev işi ve çocuk bakımı gibi bakım işleri konu
sunda geleneksel olan ve geleneksel olmayan pratiklerini ve algılarını konu
edinmektedir. Bu amaçla 4 Orta Karadeniz ilinde (Samsun, Amasya, Çorum,
ORTA SINIF ERKEKLERiN EV iÇi BAKIM EMEGINE " SAYG I LARI " NE ANLAMA GELEBiLiR? 1 37
Tokat) yaşayan toplam kırk eğitimli, meslek sahibi, evli, heteroseksüel erkek
le yapılan derinlemesine görüşmelere dayanmaktadır. Görüşmecilere ulaşmak
için kartopu tekniği kullanılmış, görüşmenin amacı açıklanarak bilgilendiril
miş, onaylan alınmıştır. Görüşülen kişilerin izni ile görüşmeler kayıt edilmiş
tir. Görüşmeler iki deneyimli sosyolog tarafından yürütülmüştür. Görüşmeler,
görüşülen kişilerin işyerlerinde gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler ortalama 60-90
dakika sürmüştür. Çalışmanın saha aşaması Haziran-Eylül 20 1 3 tarihleri arasın
da gerçekleştirilmiştir. Kayıt edilen tüm görüşmeler çözümlenmiş ve değerlen
dirmeler tematik analiz yöntemi kullanılarak yapılmıştır.
Bulgular
Yani, şimdi bir erkekten beklenen şey, erkek şudur bence, evini geçindiren, eşini, ço
cuklannı koruyan, onlara çok güzel rehberlik yapabilen, gerçekten bir liderlik ya
pabilen, onların ufkunu açabilen, ne bileyim eşine eşlik yapabilmek ille de üstün
lük kurabilme ya da onu ezebilme değil yani, koruyucu olabilen ( 46 yaşında, sosyal
çalışmacı) . 1
Görüşmecilerin ifadelerinde italik ile bel irtilen vurgular aksi bel irtilmedikçe yazarlara aittir.
1 38 YAS E M i N YÜCE - KEZBAN ÇELiK
Bence erkek topluluğu içerisinde, erkeklerin olduğu bir yerde "erkek " güç demek; ama
öbür türlü; bayanlarla veya bir aile, bir kalabalığın içerisinde erkek benim görüşüme
göre güç demek değil. Koruyucu gibi bir şey olabilir. Bir sahip gibi değildir. Güçlüdür;
ama orada daha bir koruyucu güçtür. Ama kendi erkek topluluğu içerisinde erkeğin güç
anlamında güç olduğunu düşünüyorum. Savunma falan değil. Her türlü saldın, savun
ma (42 yaşında, doktor) .
Şimdi, hayat müşterek dediğinde kadın, kadın işlerinde erkekten yardım alıyor. Şöy
le, yemek hazırlanması, sofranın hazırlanması, temizliğinde; kadın hayat müşterektir
ben de çalışıyorum diyor ve bunları yapmasını istiyor. Ama erkeğin işlerini kadın üst
lenmiyor. Evde diyelim bir şey bozulduğunda, ya da evi boyayacağınız zaman bir ka
dın boyamıyor. Hadi hayat müşterek, evi beraber boyayalım diyemiyorsunuz. Ya da
işte şu bankanın taksitlerini de sen yatır. Şu arabayı da bir kere sen sanayiye götür, di
y
yemiyorsunuz (36 aşında, öğretim üyesi) .
Yani kadın çalışmak zorunda değildir. Sen ona bakmak zorundasın, kadın çalışsa da bu
algı ve beklenti değişmiyor. Dolayısıyla, eve ekmek getirecek olan kişi erkektir. Top
lumda böyle bir şey var. Haliyle bu da erkekler üzerinde sosyal baskı yaratır. Bu kim
liğinden ötürü bazı erkekler, kadınların kendilerinden çok daha fazla kazanmasını is
temezler. Belki statü olarak da . . . Yani çok fazla okumasını da istemeyebilirler eşleri
nin. Burada böyle bir sıkıntı var. Yani kadın şöyle bir hakka sahiptir, toplum bakış
açısında; diyelim ki kendi isteğiyle çalışma hayatına çıkabilir. Onda herhangi bir me
suliyet yoktur, çocukları bakmak zorunda değildir. Ama erkeğil} öyle bir lüksü yok
tur. Kafasına göre, "Ben bu işi sevmedim, bir müddet işsiz kalacağım" , deme hakkı da
yoktur (31 yaşında, OKA'da uzman) .
Araştırmaya katılan orta sınıf (suç ortağı) erkeklerin çoğu genellikle bir-iki
çocuk sahibidir. Çekirdek aileler ezici çoğunluktadır. Orta sınıfın en temel ayırt
edici değerlerinden birisi olan çocuk merkeziliği tüm görüşmecilerce ifade edil
miştir. Bu ailelerde her şey çocuk içindir ve her şeyin merkezinde çocuk vardır.
Bu açıdan çocuk sahibi olmak, "baba olmak" önemli bir deneyim olarak belir
mektedir. Baba olunca sorumluluklann artıyor olması, çocuğa iyi bir model ola
bilme kaygısı da artmaktadır. Aynca baba olmaya bağlı olarak ev içi işbölümün
de küçük de olsa değişim yaşanmaktadır. Çocuk ile birlikte, en azından eşin ye
tişemediği, sağlık sorunlan yaşadığı durumlarda çocuk bakım sürecine katılma
gözlenmektedir. Ancak genel olarak babalık artan sorumluluk ile özdeşleşmek
tedir. Böylece baba olmak bir yandan sorumluluk hissetmek, diğer yandan aile
olmanın en önemli göstergesi olmakta ve sorumluluk çerçevesinde doldurulan
erkekliğin hissedildiği en önemli deneyimlerden biri haline gelmektedir. Aynca
baba olmak, cinsiyet kimliğinin gösterime açık hale geldiği bir deneyimdir. Ço
cuklar, babalanna bakarak toplumsal cinsiyet rollerini, gücü, gücün kullanımı
m öğreneceklerdir. Bu anlamda yeniden üretim için örnek olma sorumluluğu da
çocuk sahibi olmak ile artmaktadır.
Erkek denildiğinde benim öncelikle aklıma "baba olma" olgusu geliyor. Bir erkeğin
birinci görevi benim görüşüme göre baba olmaktır, İyi bir baba olmaktır. Aynı za
manda iyi bir eş olmaktır da (47 yaşında, emekli astsubay) .
Babayı daha güçlü görmek ister çocuk, işte şeydir, hani insanoğlu böyle şeydir, hani gü
cü sever, güçlünün yanında olmak ister, tabii doğal olarak çocuk da babasını güçlü
görmek istiyor. O, çocukların beklentisi olarak, beklentisini de hissettiğim için . . . Yani,
bu çocukların yanında, çocuklarla ilgili karar aldığımız zaman yani daha . . . güçlü ol
maya çalışıyorum, yani çocukların naif bir babalarının, işte kararsız bir babalarının . . .
bulunduğu gibi böyle bir tabloyla karşılaşmalarını istemiyorum ( 41 yaşında, eczacı) .
Evlat sahibi olmak inanılmaz bir şey, inanılmaz bir duygu. Sorumluluğunun arttığını
hissediyorsun, şu açıdan; yani beni en çok . . . ne değiştirdi beni diye düşününce ak
lıma şu geliyor, mesela . . . bana bir şey olursa evladım ne olur düşüncesi beni en çok
değiştiren, değiştirdiğini düşündüğüm şey ( 41 yaşında, öğretim üyesi) .
Ev içi işbölümü
dıkları görülmektedir. Bu önlemlerden bir tanesi ev işleri için bir yardımcı tu
tulması ve bunun giderlerinin erkek tarafından ödenmesi veya aile bütçesinden
ödenmesine sorun çıkarılmamasıdır. Bunu karşılamak için daha fazla kazanma
ya, dış ilişkileri daha iyi yönetmeye emek harcama erkeklerin erkeklikleri ile il
gili herhangi bir tartışmalı durum yaratmazken aynı zamanda ev içi işlerin ka
dın ve erkek arasında nasıl paylaşılacağına ilişkin bir tartışmayı da ortadan kal
dırmaktadır. Ev işleri para karşılığı bir kadına devredilerek sorun olmaktan çı
kartılmaktadır. Böylece erkek böylesi bir işgücü alımını karşıladığı veya destek
verdiği için ev işleri ile ilgili konularda "elinden geleni" yapmış sayılmaktadır.
Böylelikle toplumsal cinsiyet rollerinin değişmeden devamı için yeni bir formül
bulunmuştur. Bulunan bu formülde kadının da paylaşımcı koca talebi engellen
miş olur. Geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri içinde ev işlerini yapan, yardım
eden erkeğin "kılıbık" olduğu eleştirilerine maruz kalma ihtimali de sıfırlan
maktadır. Ancak bu tip erkeklerin ev içi emeği tanıdıklarına, çalışan veya bazen
çalışmayan eşlerinin işi olduğu düşüncesinden bir nebze uzaklaştıklarına dair
bir yorum da yapılabilir.
Evde hanımın bir yardımcısı var. Onun parasını ödedim. 1 O sene. Ama ben bunlann
hepsini, o baştan dediğim, hani bir sorumluluğum var dedim ya, onlann karşılığı ola
rak yaptım. Ama ben dağınık bir adam değilimdir. Yani çıkarttığımı kaldınnm, yedi
ğimi kaldırmayabilirim ama gereksiz hiçbir şey istemem. Bana su getir demem yani
kolay kolay (41 yaşında, avukat, 2 çocuğu var, eşi emekli) .
Eşim benden temizlik yapmamı ister ama ben yapmam. Niye? Çünkü yorgun geliyo
rum. Bir şekilde hani "sen de yapma" diyorum, çünkü çalışıyoruz çok şükür, Allah bize
maaş vermiş. Bunu bir başkasına yaptıralım, bir başkasını istihdam ederek, o yapsın di
yorum (42 yaşında, ziraat mühendisi, evli, 2 çocuğu var, eşi öğretmen).
Profesyonellik düzeyi yükseldikçe "Erkek nasıl olmalı? Erkek ne yapar? " so
rularına yanıt veren hegemonik erkek olma şansı artmaktadır. Özellikle kariyer
gerektiren meslek sahibi erkekler -doktor, avukat, kaymakam gibi- ev işlerin
de yardımcı olacak bir başka kadını istihdam etme ve onun ücretini ödeme yo
luna giderek böylesi bir paylaşım sorumluluğundan kendilerini kurtarma yolu
na gitmektedirler. Bir yandan ekonomik koşullarının bunu o lanaklı kılması di
ğer yandan da sahip oldukları kariyerden dolayı eşlerinin böylesi bir talepte bu
lunmaması gerekmektedir. Bir başka kadının emeğinin satın alınması kadının
"paylaşımcı eş" talebini ortadan kaldırmaktadır. Modernleşen orta sınıf kadın
lar, kamusal alana çıkma serbestisinin bedelini, özel alanda klasik ataerkil ilişki
lere boyun eğmeyi kabul ederek öderler (Berktay, 2003) . Böylece ev işi politik/
ideolojik bir konu haline gelmez. Orta sınıf ailelerde ev işinin daha düşük vasıf
lı ve ücretli bir kadına devredilmesi konunun tartışılmasını engeller.
ORTA SINIF ERKEKLERiN EV iÇi BAKIM EMEGINE "SAYG ILARI" N E ANLAMA GELEBiLiR? 1 4 1
Ben ev işlerine kanşmam; ama eşim de yapmaz. B i r temizlikçi bayan tuttuk, o yapıyor
işleri. Yani eşim söyler; ama kendisi pek yapmaz yani. Sadece şunu şöyle yap, bunu
böyle yap şeklinde (32 yaşında, diş hekimi, evli, 1 çocuğu var, eşi Adliye'de memur) .
Eşim bana bir şeyler hazırlamasından değil, eşimin bana yemek hazırlamasından ke
yif alıyorum. Hep de söylerim bu yemeğin içinde sevgi var diye. O bana daha hoş ge
liyor. Bizde şöyle bir durum var. Belki onu söylemek gerekirdi en başta. Evde eşim
var, çocuğum var. Bir de eşimin babaannesi var. O faktörü belki dikkate almak la
zım. Eşimin babaannesi belki biz evlendik evleneli var, aşağı yukarı. Çocuğum doğ
duktan bu yana, 2009'dan bu yana da hep bizimle beraber. Eşim çalıştığı için . . . On
ların evden de gelen bir alışkanlık. Bütün yeme içme işleri, evle ilgili detay işler baba
anneye terk edilmiş durumda (32 yaşında, kamuda orta düzey yönetici, evli, 1 çocu
ğu var, eşi öğretmen) .
Genel olarak orta sınıf erkekler "erkeklerle eşitlik iddiasında olmayan kadın
larla" evlenmektedirler. Bu kapsamda genel olarak onlar "kadın-erkek eşitliği
ne" inandıklarını, tam olmasa da bu konuda adil olmaya çalıştıklarını dile ge
tirmişlerdir. Kadından gelen bir rol paylaşımı, eşitlik talebi dile getirilmemek
te ancak erkekler bunun böyle olması gerektiğini düşündüklerini ifade etmek
tedirler.
Ya açıkçası evde ben pek bir iş yapmıyorum. Yani kendi dağınıklığımı toplarım, geli
rim sofranın kurulmasına falan yardım ederim; ama yemek pişirmektir, bulaşıktır. . .
özellikle bunu eşim istemiyor benden. Çünkü çok titiz bir insan. Benim yapmamı iste
miyor. Yaptığım zaman istediği gibi olmadığını düşünüyor, beni uzaklaştırıyor. Özel
likle beni mutfaktan uzaklaştım yani. Bunu açık açık söylüyorum; evdeki tüm işleri
eşim yapıyor yani (43 yaşında, öğretmen, 2 çocuğu var, eşi çalışmıyor) .
Ev işlerine yardım ettiğini ifade eden erkekleri iki gruba ayırmak mümkün
dür. tık grup, "şartlı yardım eden" grup iken ikinci grup "paylaşımcı erkek" gru
buna girmektedir.
Şartlı yardım eden erkekleri ev işlerine dahil etmeye zorlayan en önemli neden
eşin sağlık durumu ile ilişkilidir. Ev ve ev içi işler temel olarak kadının işleridir
ancak kadın bu işleri geçerli ve makul bir nedene bağlı olarak yapamadığı za
man devreye girilmesi kabul edilebilir olmaktadır.
Eşim sağlıklıyken çok fedakar değilimdir, kalkıp salata yapmam, bulaşık yıkamam.
Ama eşim rahatsızsa, iyi değilse, hiç kimseye de muhtaç etmem yani. Ütüye kadar her şe
yi kendim yapabilirim, kendimin ve onun, yani onlan çözebilirim. Genel yaklaşımım
budur yani" (34 yaşında, evli, 2 çocuğu var [birisi engelli) , muhasebeci, eşi muhase
beci ancak engelli çocuktan dolayı çalışmıyor) .
Baktım hanım hasta, ben hemen başlanın . . . Bulaşık yıkanın, yemek yapanın" (5 1 ya
şında, iş yeri sahibi, evli, 1 çocuğu var, eşi çalışmıyor) .
Baktım böyle özellikle yazın işim olmadığı zaman geceleyin çok da fazla değilse he
men yıkarız veya bulaşık makinesine koyanın. Yapanın yani onu öyle kendime şey
yapmam. Ama bir başkasının yanında da yapıyor musunuz dediği zaman da istemem ya
ni o cümlenin kullanılmasını (45 yaşında, okul müdürü, evli, 2 çocuğu var, eşi memur) .
Ben ev işlerinde çok yardım ederim eşime; ama her şeye de kanşınm yani. Benim bel
ki ev işlerine yardım ediyor olmam eşimin belki hem hoşuna gidiyordur hem de git
miyordur. Yani yemeği, şuyu huyu . . . Ben güzel yemek yapanın l,}endim. Görev gibi bir
hale getirilip "şunu yap, bunu yap" dedikleri zaman da . . . O zaman da kôpürürüm yani
(42 yaşında, doktor, evli, 2 çocuğu var, eşi öğretmen) .
Yardım etmenin bir diğer koşulu ise eşin sağlık sorunlarının ilerlemesi halin
de karşılaşılabilecek güçlükleri öncesinde bertaraf etme kaygısıdır. Şayet kadın
hastalanır, sağlık sorunları uzar ise bu koşullarda çocuk bakımı ve ev işlerinin
sürdürülmesi güçleşebileceğinden daha başlangıçta tedbir almak akıllıca görül
mekte ve böylesi durumlarda yardım edilmektedir.
ORTA SINIF ERKEKLERiN EV iÇi BAKI M EMEGINE " SAYG I LAR I " N E ANLAMA GELEBiLiR? 1 43
Ev işlerinde şimdi şöyle bir şey var; şimdi eşimin benim boyun fıtığı rahatsızlığı var
ve yani çok ağır işler yapamıyor, ben de onun farkındayım, çünkü ciddi sıkıntılar ya
şadı. Genelde evdeki ağır işleri ben yapanın, temizlik dahil. Yapanın yani; ondan her
hangi bir sıkıntım ya da gocunmam olmadı şu ana kadar. Hatta eşim istemese de ya
panın. Çünkü, yani . . . o yaptığı zaman rahatsızlanacağını, bu rahatsızlığın da hem beni
hem çocuğumu olumsuz etkileyeceğini bildiğim için, elimden geldiği kadar ağır temizlik
işlerini ben yapanın. Ona sadece işte yemek yapar, bazen ütü yapar, işte çamaşırları
yıkar, işte bulaşık makinesini yerleştirir. O genelde daha hafif işleri yaptırır, yani ütü
dahi yapanın (34 yaşında, evli, 1 çocuğu var, eczacı, eşi psikolog) .
Katılımcı/paylaşımcı erkek
İkinci grup erkek, kadının ücretli çalıştığı ve hem gelir hem de eğitim açısın
dan eşit olduğu durumda ortaya çıkmaktadır. Ailedeki işbölümünde bu erkek
ler "katılımcı erkek" olmaktadırlar. Katı cinsiyet temelli işbölümü eleştirilmek
te ve paylaşımının önemli olduğu vurgulanmaktadır.
Hafta sonu bir de işbölümü vardır. Eşim, ev temizlenecekse hiç elektrik süpürgeyle
süpürmez, hep ben süpürürüm. Cam silerim, mesela güzel cam silerim (48 yaşında, sos
yal çalışmacı, evli, 2 çocuğu var, eşi öğretmen) .
Eşim mutfaktaysa bizim ufaklıkla ben oynarım. Ben oynatırım. Ya da işte, o yemeğini
hazırlar. Ben yediririm. Çünkü çocuk diyor ki, baba yedirecek diyor. Banyosunu ço
ğu zaman ben yaptırırım. Benimle banyo yapmak ister. Parka götürülmesi. . . Çocuk
la ilgilenme şeyleri çoğu zaman bana ait. Başka ne diyebilirim? Bir temizlik yapılınca
da, atıyorum, o süpürüyorsa ben silerim. Ben siliyorsam o süpürür. Makineyi boşalt
ma, doldurma. Sofrayı kurma. Yani, bir bayanın yaptığı her işi yapıyorum. Fark etmi
yor (36 yaşında, akademisyen, evli, 1 çocuğu var, eşi memur) .
Genel olarak orta sınıf eğitimli, meslek sahibi erkekler kendilerini ev içi iş
bölümünde "katılımcı erkek" olarak tanımlama eğilimindedirler. Ev içi, kadı
nın sorumluluk alam olarak görülmekte ama yardımcı olunmaktan imtina edil
memektedir. Özellikle eşleri çalışan erkekler ütü yapma, sofrayı toplama, bula
şık makinesini boşaltma, bazen yemek yapma gibi paylaşımlara girdiklerini söy
lemektedirler. Ancak özellikle çocuk bakımı ve evin düzeni kadının alam ola
rak görülmektedir. Kadınlar çalışmadığı zaman ise bu alam kadına bırakmak ve
ona müdahale etmemek bir "meziyet" olarak sunulmaktadır. Dışan işlerini yap-
1 44 YAS E M i N YÜCE - KEZBAN ÇELi K
mak, alışverişe birlikte gitmek, "üçüncü kişilerle olan işler" denilebilecek tami
rat, faturalar, kredi ödemeleri gibi işler erkeklerce yapılmaktadır. Sobalı evlerde
kömürün taşınması, araba ve ev işlerine dair resmi işlemler de erkekler tarafın
dan yapılmakta ve bu işleri kadınlara bırakmama "sorumluluk sahibi erkek ol
manın" göstergesi olarak sunulmaktadır.
Her zaman edemiyorum; ama kısmen ediyorum. Yani her zaman edemiyorum, ediyo
rum desem yalan söylemiş olurum; ama etmem gerektiğini de biliyorum. Hani etmem
gerekir; çünkü o da sonuçta akşama kadar kızımızla uğraşıyor. Onu da bazı yükler
den kurtarmamız gerekiyor. Buna çaba gösteriyorum. Ama tabii, yani sosyal olarak
da eşimden çok daha sosyal olduğum için dışarıda iletişim kurmam gereken insanlar
oluyor, işte toplantılanm oluyor. Genelde evcil olduğum için de evden çıkarken kendi
mi suçlu hissediyorum; ama paylaşılması gereken şeyler, yani yapılması gereken şey
ler . . . Tam dört dörtlük yapmasam bile yapılması gereken şeyler (30 yaşında, makine
teknikeri, 1 engelli çocuğu var, eşi çalışmıyor) .
Çocuk bakımı ise annenin temel görevi olarak görülmektedir. Bu görev kadı
nı kutsallaştıran, annelik vasfı ile değerli kılınan bir görev olarak görülmektedir.
Çocukları zaman zaman dışan çıkarmak, sevmek, birlikte "kaliteli vakit" (ak
şamlan bir saat civarında) geçirmek "katılımcı koca/baba" olmak anlamına gel
mektedir. Çocuk her ne kadar annenin sorumluluğunda görülse de çocuğun ai
leye katılması ev içi işbölümünü yeniden gözden geçirmeye ve buna bağlı rolle
ri kısmen de olsa değiştirmeye yol açan faktör olmaktadır.
Ben belki de babamla çok iyi ilişki kuramadığım için olabilir. Eve geldiğimde çocuk
uyuyana kadar onunlayım. Mümkün olduğunca, gidip ders çalışmam veyahut da işim
varsa onun uyumasını beklerim. Mümkün olduğunca ilgilenmeye çalışıyorum. Haf
ta sonunu onunla geçirmeye çalışıyorum. Yani, önceliğim çocuk, onu söyleyebilirim.
Ondan sonra kendi ihtiyaçlarım gelir yani (3 1 yaşında, kamuda uzman, evli, 1 çocu
ğu var, eşi anaokulu öğretmeni) .
Çocuklar olmadan önce daha farklıydı. Mesela o zaman çok fazla sorunumuz, sıkın
tımız yoktu . Öyle söyleyeyim. Zaten evde kimse olmadığı için pek sıkıntı da yaşamı
yordum. Çocuklar olmadan önce bu şekilde, hani erkeklik, kadınlık, anne-baba rolü
yoktu diyeyim daha doğrusu. lki sevgili yaşadık beş yıl boyun�a. Çocuklar olduktan
sonra, evet ister istemez bir işbölümü, kendiliğinden doğan bir işbölümü çıktı. Ama şöy
le söyleyeyim; gerektiği zamanda bulaşık dahi yıkadım. Öyle söyleyeyim. Hala da yı
kıyorum eşim aktif olarak nöbet tuttuğu için. O konuda da çok fazla bi. . . Yani ken
dimde psikolojik olarak kötülük hissetmiyorum (37 yaşında, doktor, evli, 2 çocuğu
var, eşi hemşire) .
Eşin çalışıyor olması, ev ve çocuk bakımının çok zaman alıcı olması görünür
dür. Bu durumda "kıyamama" olarak ifade edilen bir acıma duygusu yardım et
meyi sağlamaktadır. Aslında bu işler yapılmak istenmemekte, hatta yapılması
ORTA SINIF ERKEKLERiN EV iÇi BAKIM EMEGINE "SAYG ILARI " NE ANLAMA GELEBiLiR? 1 4 5
"güce" gitmektedir. Ancak "vicdan" sahibi bir erkek ise "bir miktar yardım et
mesi" gerektiği düşünülmektedir.
Ev içinde işbölümü, şu ana kadar, yani dönem dönem, hani yardım ettiğimiz - yar
dım etmek zorundayız. Bunun bilincinde olduğumuz için elimizden geldiğince yar
dım ediyoruz ne kadar kabul olsa veya karşı taraf bunu yeterli görüp görmese de. O
hanımın fikri . . . Onun hakkında bir şey söylemek istemiyorum. Bazen evet, bazen ha
ni evde iş yapmak zorumuza gidiyor mu ? Gidiyor. . . Bazen oluyor bu. Ama genel anlam
da tamamen karşı tarafa kıyıp kıymamakla ilgili bir şey. Geliyorsunuz, o da işten gelmiş
yorgun, siz de gitmişsiniz yorgun, o zaman işte bir şeylere yardım edebiliyoruz; ama ba
zen de tam tersini de yapmış olabiliyoruz. O anki psikolojik bir şey olarak genel an
lamda; ama beraber fikir yürütülür, hani eve gidersiniz aman aman benim yemeğim
hazır olsun, işte şöyle olsun, böyle bi' şey olamaz, olmuyor. Onu da gördüğümüz za
man, zaten ona göre hareket etmeye başlıyorsunuz (35 yaşında, yüksek mühendis, 1
çocuğu var, eşi öğretmen) .
Üçüncü tip erkek, eşi çalışan ancak eğitim ve/veya gelir olarak kendisinden az
kazanç elde ettiği durumlarda "çok takdir eden, ev işlerinin güçlüğüne" vurgu
yapan erkeğe dönüşmektedirler. Bu noktada paylaşmayan ancak takdir eden er
kekler haline gelmektedirler. Özellikle eşleri öğretmen olan erkekler çocuk eği
timi, ev düzenini kadına bırakan, onun daha iyi yaptığını bu anlamda kendinin
"beceriksiz ve yeteneksiz olarak tanımlayan" erkekler olmaktadırlar. Kadının
yüceltilmesi, kendisinin aşağı profile yerleştirilmesi ve haklılaştırılan bir muaf
olma hali üretilmektedir.
Ama bayan olmak gerçekten çok zar. Hele ki çalışan bayan olmak çok çok daha zor. Be
nim annem çalışan bayan, ablam çalışan bayan, eşim çalışan bayan. Sadece kayınva
lidem çalışmıyor. Dolayısıyla . . . dolayısıyla, çalışan bayan olduğu zaman çalışan baya
nın hem iş sorumluluğu var, işte bayan olmanın sıkıntılarını yaşıyor. Ev sorumluluğu
var, evde bayan olmanın sorumluluklannı yaşıyor, zorluklannı yaşıyor. Çocuk sorumlu
luğu var, anne olmanın çok çok ayn bir. . . hem tadı var hem sorumlulukları var (30 ya
şında, kamuda uzman, evli, 1 çocuğu var, eşi ebe) .
Dişi kuşun yuvayı yapması için yuvada olması lazım aslında her zaman. Bu mümkün
olmuyor. Bana sorarsanız belki bu kadar laftan sonra çok çarpıcı veya size garip gele-
1 46 YASE M i N YÜCE - KEZBAN ÇELi K
cek bir şey diyeceğim, keşke mümkün olsa da bayanlar evde çok zaman geçirebilseler
ve evde kalabilseler hatta. Bunu bayan eve tıkansın demiyorum, eve kapansın demi
yorum ama işte bu part time çalışma konusu gündeme gelirse eğer, bu mümkün olabi
lecektir. Bayan ne kadar fazla evde kalırsa, aile huzuru için bu çok çok daha iyi. Bayan
lar kaldıramıyorlar. Ya bu kadar yükü erkek de kaldıramaz. lnsaf eylemek lazım, ev yü
kü, yemek, temizlik, bulaşık, çocuk ne giyecek, eşim ne giyecek, ne yenilecek. Yani o ka
dar, benim . . . eşimin zaman zaman o kadar yorulduğunu hissediyorum ki beyin dur
ma noktasına geliyor ve bu bazen gözyaşı olarak çıkıyor dışarı. Onu çok iyi anlıyo
rum ama fark etmiyor, yapamıyorsun bir şey. Yani elime aldığım süpürgeyle ancak
temizliğe faydam olabiliyor. Bir yerden sonra alıyorsun, bırak sen yapacağına ben ya
payım diyor çünkü yapamıyorsunuz, o konuda, bir . . . şeyiniz yok, öncesinden gelen
bir altyapınız yok (aynı kişi) .
Eşim şey yapar yani, bana pek fazla ev işlerini bırakmaz, bıraktırmaz. Kendisi de her
halde zevk alıyor bu yaptığı işten. Belki sofrayı kurmama yardım et veya kaldırırken
bulaşıkları işte şuraya koy gibi serzenişte bulunur. Ama çok da fazla mutfak işleridir,
evin temizlik işleridir, pek ben ilgilenmiyorum yani (42 yaşında, doktor) .
Ben kendimi eşimin yerine koyduğum zaman, empati yaptığım zaman; aslında ger
çekten adil bir paylaşım olduğuna bile inanmıyorum. Ki ben çok yardımcı oluyorum. Ye
meğin yapılması, çamaşırın yıkanması. Temizliği zaten temizlikçi geliyor o yapıyor.
Ama yine sonuçta evi çekip çeviren o (48 yaşında, ziraat mühendisi, evli, 1 çocuğu
var, eşi ziraat mühendisi) .
Yani böyle bir organizasyonumuz yok ama genel itibariyle sağ olsun eşim ev işleri
ni bana bırakmadan, çünkü benim işim yoğun biraz, mesaim fazla, ondan dolayı bana
çok bir iş bırakmadan hallediyor (40 yaşında, dershane sahibi, evli, 2 çocuğu var, eşi
avukat) .
ORTA SINIF ERKEKLERiN EV iÇi BAKIM EME�INE "SAYG I LAR I " NE ANLAMA GELEBiLiR? 1 47
Eşimin yemek yapması hiç zoruma gitmiyor mesela. Çünkü zaten o görev ona işlemiş
bir şekilde. Ama eşimin evime şey yapıp, bir. . . tornavida veya vida alıp bir şeylerle uğ
raşması benim zoruma gidiyor tabii ki (30 yaşında, kamuda uzman, evli, 1 çocuğu
var, eşi öğretmen) .
Aile, çocukluk dönemi, yakın çevre hep bu şekilde toplumsal işbölümü esas
alınarak örgütlendiği için bu işleri kadınların yapması sorun olarak görülme
mektedir. Sadece kadın ücretli çalışan olduğunda işin güçlüğünü görmezden
gelmenin zorlaştığına değinmişler ve o durumda işini hafifletmeye çalıştıkları
m ifade etmişlerdir.
Ev işi yapmıyorum, şey, erkek olduğum için yapmadığımı söylemiyorum, ben o işi
beceremiyorum. Yani, insanlann hani böyle becerdikleri ölçüde, yetenekleri ölçüde
bir işbölümü yapmalan gerektiğine inanıyorum. Ben şimdi beceremiyorum, becere
miyorsam yapmıyorum, işte kendi becerdiğim işi yapıyorum. O da tabii bunun, iş
te bütün işlerin işte, kendi üzerine yığıldığını, hani böyle yemek yapma, efendim bu
laşık yıkama . . . Aynı o küçükkenki şeyler aynen sürüyor, bir parça vardı ya ev işi ya
pıyor muydunuz, aynen devam ediyor. Yapmıyorum, çünkü yapamıyorum ama ya
ni mesela eşime falan yardımcı olmaya çalışıyorum. Böyle bazen, işte çocuğun, iş
te . . . karnını ben doyuruyorum ya da işte sofrayı ben hazırlıyorum elimden geldiği
kadar, işte kızım altını kirlettiyse ben temizliyorum. Ama bunun haricinde de baş
ka bir şey de elimden gelmiyor. Tabii bu da eşimin yine şeyine sebep oluyor, isyanı
na sebep oluyor, işte kadınlığın çok zor olduğunu diyor, ben de destekliyorum doğ
ru, bu toplumda kadın olmak çok zor bir iş yani (30 yaşında, eczacı, evli, 2 çocuğu
var, eşi öğretmen) .
Sonuç ve tartışma
Suç ortağı erkekler, ataerkil iktidardan pay alıp aynı zamanda onu değiştirme
potansiyeline de sahip olması sebebiyle diğer erkeklik kategorilerinden farklıla
şır. Bu sebeple suç ortağı erkeklerin ev içi emek ve ev işlerine yaklaşımlarım an
lamak, değiştirme potansiyeli görmek ve/veya ellerini kirletmeden ataerkil ikti
dardan nasıl nemalandıkları anlamak için önemli bulunmuştur. Suç ortağı er
keklik temsili olarak görüşülen erkeklerin çoğunun (otuz ikisinin) kansının ça
lışıyor olması kadının çalışma hayatı ve başka açılımlar bekleyen ev içi işler ko
nusunu can alıcı bir konu haline getirmiştir. Potansiyel olarak değiştirme güç
leri olan bu erkeklerin bu alanda ne gibi değişiklikler yaptıkları veya yapmadık
ları araştırmanın temel derdidir.
Ataerkil zihniyetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini meşrulaştıran en önemli
öğesinin cinsiyete dayalı işbölümü olduğu Connell tarafından toplumsal cinsi
yet ve iktidar tartışması yapılırken belirtilmiştir. Bu anlamda toplumsal cinsiyet
eşitliği konusundaki değişimler cinsiyete dayalı işbölümü olan ev içi işler ala
nında yapılacak yeni işbölümleri ile doğrudan ilgilidir. Suç ortağı erkeklerin ev
1 48 YAS E M i N YÜCE - KEZBAN ÇELiK
içi işleri geleneksel roller dışında yeniden paylaşma ve cinsiyete dayalı işbölü
münü değiştirme pratikleri ne olmuştur sorusuna verilecek yanıt bu anlamdaki
değişimin ipuçlarını verebilir.
Yapılan görüşmelerden ortaya çıkan, pratikler erkeklerin ev içi işlerin kimin
neden yapması gerektiği konusunu problemleştirmedikleridir. Bu işlerin esasın
da kadının işleri olduğu konusunda hemfikirdirler. Ancak kadınlar çalıştığı için
özellikle çocuk bakımının nasıl sağlanacağı çözülmesi gereken sorunlar arasın
da gündemin birinci sırasını almaktadır. Bu durumda profesyonel yardım almak
(bakıcı istihdamı gibi) veya aile üyelerinin (ki yine kadın üye anneanne-babaan
ne gibi) desteği ile bu sorunu çözme ve baş etme yollan olarak ortaya çıkmakta
dır. Çocuk bakımı kadının görevidir, kadının evde olmadığı zamanlar için "baş
ka bir kadından" yardım alınarak bu konu çözülmektedir. Bu çözüm bazı erkek
lerin ev işlerinde de çözüm olarak bulduğu bir yöntemdir. Ev işleri içinde yar
dımcı tutulur ve erkek bunun maddi ve manevi yükünü çekmeye razı olur. Bu
durumda ev içi işler başka türlü paylaşılmış olur ancak bu kadın ve erkek ara
sındaki işbölümünde bir değişiklik üretmeden gerçekleşir.
Görüşülen erkeklerin bir kısmı ise bu alandaki işlere "yardım ettiğini" belirt
mektedir. Ütü yapmak, alışveriş yapmak, çocukla vakit geçirmek gibi. Bu grup
erkekler de işbölümünün neden kadın ve erkek arasında bu haliyle yapıldığını
problemleştirmez. Ev işleri kadının sorumluluğunda işlerdir. Kadının sorumlu
luğunda ve kadının yapması gereken bu işlerde erkekler onlara yardımcı olabi
lirler ve bazı durumlarda da yardım etmelidirler. Bu anlayış için kadının yardım
talep etmesi ve erkekle işleri paylaşmayı düşünmesi mümkün gözükmektedir.
Bu bakış açısının toplumsal cinsiyet rollerinin değişimde bir imkan olabileceği
düşünülebilir. Ancak burada tekrar vurgulanması gereken husus, cinsiyete da
yalı işbölümünün prensip olarak hiç sorgulanmamış olması ve yeniden iş pay
laşımı değil, "yardımlaşma" ile çözülmeye çalışılmasıdır. Burada bir değişim po
tansiyelinden bahsetmek mümkün müdür? Yoksa bu "yeni durum" bir baş et
me ve baştan savma yöntemi midir?
Ev içi işleri geleneksel ataerkil iktidar yapısının devamı için görünmez kılmak
var olan eşitsizliği üreten ve devamını sağlayan önemli bir unsurdur. Suç ortağı
erkekler bu görünmez emeği görünür yapıp bu emeğe ve ev içi işlerin önemini
belirterek de var olanın dışında bir tutum takınıyor gibi gözükmektedirler. Ka
dınların çoğunun çalışmakta olduğu , suç ortağı erkeklerin aile yaşamında kadı
nın ev işlerini yapması, çocukların temel sorumluluğunu üstlenmesi, hatta eşle
rinin giyeceği, giymesi gereken kıyafetleri seçmesi kadını "yüceltmekte"dir. Ka
dınların hem iş hem de aile yaşamını bu kadar iyi idare etmeleri takdir ve say
gı görmelerine neden olmaktadır. Bu temel görevleri yapamadıkları zaman ise
anlayışla karşılanmakta, bir başka kadın emeğinin kiralanması velveya aile üye
lerinin desteğinin alınması söz konusu olmaktadır. Kadınların ev içi alana iliş
kin bazı işleri yapamadıkları, yetiştiremedikleri zaman suçlama yerine katılım
ORTA SINIF ERKEKLERiN EV iÇi BAKI M EMEGINE "SAYG I LARI " NE ANLAMA GELEBiLiR? 1 49
berci olmasa da pratik olarak kadım tanımlı rollerin dışında görebilme yetene
ğini ortaya koymaktadır.
Suç ortağı erkeklerin ellerini kirletmeden ataerkiden pay almaya devam mı
edecekleri yoksa toplumsal cinsiyet rollerini eşitlikçi yeni model için bozup
bozmayacaklan yalnızca erkeklerin karan olmayacaktır. Toplumsal değişimler,
kadın hareketlerinin etki gücü , zihniyet yapılanm değiştirecek müdahaleler de
erkeklerin hangi yolda ilerleyeceklerini etkileyecek önemli hususlar olacaktır.
KAYNAKÇA
Başak, S., Kıngır, S. ve Yaşar, Ş. (20 1 3) Kadının Görünmeyen Emeği: İkinci Vardiya, ANKA Kad ın
Araştırma Merkezi, Ankara.
Bianchi, S. M., M i lkie, M . A., Sayer, L. C. ve Robinson, J. P. (2000) " Is anyone doing the housework?
Trends in the gender d ivision of household labor", Social Forces 79( 1 ) : 1 9 1 -228.
Bianchi, S. M., Sayer, L. C., M i lkie, M . A. ve Robinson, J. P. (20 1 2) " Housework: Who did, does or will
do it, and how much does it matter?", Social Forces, 9 1 ( 1 ) : 55-63.
Bittman, M., England, P., Sayer, L., Folbre, N. ve Matheson, G . (2003) "When does gender trump mo
ney? Bargaining and time i n household work ", American Journal of Sociology, 1 09(1 ): 1 86-2 1 4.
Chesley, N. (20 1 1 ) "Stay-at-home fathers and breadwinning mothers: Gender, couple dynamics, and
social change". Gender & Society, 25(5): 642-664.
Connell, R, W. ( 1 990) "The state, gender and sexual politics: Theory and appraisal", Theory and So-
ciety, 1 9: 507-544.
Connell, R. W. ( 1 995) Masculinities, University of Californ ia Press, Los Angeles.
Connell, R. W. ( 1 998) Toplumsal Cinsiyet ve iktidar, Ayrıntı, lstanbul.
Crompton, R. (2006) Employment And The Family: The Reconfiguration Of Work And Family life in
Contemporary Societies, Cambridge U niversity Press, Cambridge, UK.
Crompton, R., Brockmann, M . ve Lyonette, C. (2005) "Attitudes, women's employment and the do
mestic division of labotır a cross-national analysis in two waves". Work, Employment & Society,
1 9(2): 2 1 3-233
Crompton, R., Brockmann, M. ve Wiggi ns, R. (2003) "A Woman's Place ... Employment and Family Li
fe for Men and Women ", A. Park, J. Curtice, K. Thomson, L. Jarvis ve C. Bromley (der.) British So
cial Attitudes: 20th Annual Report içinde, Sage, Londra.
Çarkoglu, A. ve Kalaycıoglu, E. (20 1 2) Türkiye'de Aile iş ve Toplumsal Cinsiyet, lstanbul Politi kalar
Merkezi, lstanbul.
England, P. (20 1 0) "The gender revolution: Uneven and sta l led ", Gender & Society, 24(2): 1 49-1 66.
Fortin, N. M. (2005) "Gender Role Attitudes and the Labour-Market Outcomes of Women Across
OECD Countries", Oxford Review of Economic Policy, 21 (3): 4 1 6-438.
Geist, C. (2005) "The welfare state and the home: Regime differences in the domestic division of la
bour", European Sociological Review, 2 1 (1 ) : 23-41 .
Gershuny, J. (1 992) "Are we running out of time?"; Futures, 24( 1 ) : 3-22.
Gershuny, J. (2000) Changing Times: Work and Leisure in Post-lndustrial Society, Oxford University
Press, Oxford, UK.
Gersen, K. (1 993) No Man 's Land: Men's Changing Commitments To Family And Work, Basic Bo
oks, New York.
Gerson, K. (20 1 O) The Unfinished Revolution: Coming of Age in a New Area of Gender, Work, and
Family, Oxford Press, Oxford, UK.
Greenstein, T. N . (2000) " Economic dependence, gender, and the d ivision of labor in the home: A
repl ication and extension ", Journal of Marriage and Family, 62(2): 322-335.
Hochsch ild, A. R. ve Machung, A. ( 1 989) The Second Shift, Avon, New York.
Hochshi ld, A. ve Machung A. (20 1 2) The Second Shift: Working Families and the Revolution at Ho
me, Penguin Books, New York.
ORTA SINIF ERKEKLERiN EV iÇi BAK I M EMEGINE "SAYG ILARI" N E ANLAMA GELEBiLiR? 1 51
Hook, J. L. (2006) "Care in context: Men's unpaid work in 20 cou ntries, 1 965-2003", American Soci
ological Review, 7 1 (4): 639-660.
llkkaracan, 1. (201 0) Emek Piyasasında Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Doğru iş ve Aile Yaşamını Uzlaş
tırma Politikaları, Metis, lstanbul.
lmamoğ lu, E. O. (1 994) Değişim Sürecinde Aile; Evlilik ilişkileri Bireysel Gelişim ve Demokratik De
ğerler, Aile Kuru ltayı. T. C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, Ankara.
Kand iyoti, D. (1 988) " Barging with Patriarchy", Gender and Society, 2(3) Special lssue to Honor Jes
sie Bernard: 274-290.
Konigsberg, R. D. (20 1 1 ) " Chore wars", Time, 1 78: 44-49.
Mannino, C. A. ve Deutsch, F. M. (2007) "Changing the d ivision of household labor: A negotiated
process between partners" Sex Roles, 56(5-6): 309-324.
Meissner, M., Humphreys, E. W., Meis, S. M., ve Scheu, W. J. (1 975) " N o exit for wives: Sexual divisi
on of labour and the cumu lation of household demands", Canadian Review of Sociology/Revue
canadienne de sociologie, 1 2(4): 424-439.
Mem iş, E., Öneş U. ve Kızı l ı rmak, B. A. (20 1 2) "Kadınların Ev-Kadınlaştırı lması : Ücretli ve Karşı l ı ksız
Emeğin Toplumsal Cinsiyet Temel l i Bir Ana lizi" Dedeoğ lu, S. ve Elveren, A. Y. (der.) Türkiye'de
Refah Devleti ve Kadın içinde, iletişim, lstanbul, 1 59-1 82 .
Memiş, E . , Özay, Ö. (20 1 1 ) " Ev içi uğraşlardan iktisatta karş ı l ı ksız emeğe: Türkiye üzerine yapı lan ça
lışmalara ilişkin bir değerlendirme" Sancar S. (der.) Birkaç Arpa Boyu . 2 1 . Yüzyıla Girerken Tür
..
kiye'de Feminist Çalışmalar içinde, Koç Ün iversitesi Yayın ları, lstanbul, 249-280.
Moen, P. ve Stephen, S. (2003) "Time clocks: Couples' work hour strateg ies" Moen, P. (der.) lt's
About Time: Couples and Careers içindeCornel l Un iversity Press, lthaca, New York.
Novikova, 1., Pring le, K., Hearn, J., Meul ler, U., Oleksy, E., Lattu, E., Chernova, J., Ferguson, H ., Oyste
in Gul lvag Holter, Voldemar Kolga, Eivind Olsvik, Teem u Ta l l berg ve Carmine Venti miglia. (2005)
" Men, mascu linities and 'Europe"' S. Kimmel, J. Hearn, ve R. W. Connell (der.) Handbook of Stu
dies on Men & Masculinities içinde Sage, Thousand Oaks, CA.
O'Sull ivan, C. (1 996) Alternatives to violence: an evaluation of a batterer's intervention program,
Victim Services, New York.
O'Sull ivan, C. (1 998) " Ladykil lers- Similarities and divergencies of masculinities in gang rape and wi
fe battery" L. H . Bowker (der.) Masculinities and violence içinde, Sage, USA.
Raley, S. B:, Marybeth J . M. ve Bianchi, S. M. (2006) " How dual are dual-income couples? Documen
ting change from 1 970 to 2001 ", Journal of Marriage and Family, 68(1 ): 1 1 -28.
Savran, G. (2009) Beden, Emek, Tarih: Diyalektik Bir Feminizm için, Kanat Kitap, lstanbul.
Sherman, J. ve H arris, E. (20 1 2) "Social class and parenti ng: Classic debates and new understan
dings", Sociology compass, 6(1): 60-7 1 .
T.C. Başbaka n l ı k Aile ve Sosya l Araştı rmalar Genel Müdürlüğü. (20 1 0) Türkiye'de Aile Değerleri
Araştırması, Ankara.
Thebaud, S. (20 1 0) " M ascu linity, Bargaining, and Breadwinning U nderstanding Men's Housework
in the Cultural Context of Paid Work ", Gender & Society, 24(3): 330-354.
Tichenor, V. J. (2005) Earning More and Getting Less: Why Successful Wives Can't Buy Equa/ity, Rut
gers University Press, NJ.
Toksöz, G. (20 1 2) Kalkınmada Kadın Emeği, Varl ık Yayın ları, lstanbul.
TU IK. (2006) Aile Yapısı Araştırması, Ankara.
1 52
Orientalist perspectives, dating back to the 20th century, converged and abstain
ing from culturalist and essentialist understandings.
Keywords: Orientalism, Ottoman, lslamism, Westernism, the West, the East.
*
1 54
eas from the drought and famine. The famine and drought caused tragic effects
on the lives of people (and animals) in Central Anatolia and surrounding regions
that expanded over the years. For the next few years, the lives of the people live in
the affected region shaped around the problems created by drought and famine.
The mig ration from the rural areas, the difficulty of tax payments, and the short
age of animals and seeds were just a few of these problems. This paper addresses
these problems, by focusing on daily life of Geredelis and the measurements taken
by the state. The paper claims that Geredelis showed strong resistance to the fam
ine and drought and tried to make out the best of the tools they own. in this dif
ficult period, they will effectively use their kin and fellow countrymen networks
in lstanbul.
Keywords: Central Anatolian famine of 1 845, Gerede, migration, lstanbul, chil
dren, kinship and fellow countrymen networks.
vate sphere. At the end of the study, it has been possible to say that middle-class
men have some non-traditional practices related to domestic sphere, but the tra
ditional gender regime, which determines what men and women should do, is not
changed very much.
Keywords: Masculinity, domestic work, gender.
1 57
Yazarlara not
Biçim: Makalede diğer kaynaklara yapılacak göndermeler, ana metin içinde uy
gun yerlere parantez içinde yazarın soyadı, yayın tarihi ve sayfa no belirtilerek ya
pılmalıdır. Metin içinde aynı kaynaklara tekrar gönderme yapıldığında da aynı yön
tem izlenmeli ve "age.", "agm." gibi kısaltmalar kullanılmamalıdır. Eğer yazarın
adı metnin içinde geçiyorsa, yalnızca yayın yılını parantez içinde vermek yeterlidir;
örneğin, " . . . lnalcık'ın ( 1 985) belirttiği gibi . . . ". Eğer yazarın adı metin içinde geç
miyorsa, hem yazarın adı, hem de atıfta bulunulan kaynağın yayın tarihi parantez
içinde verilmelidir; örneğin, (inalcık, 1 985). Eğer sayfa numarası vermek gerekliy
se, yazar adı ve yayın tarihinden sonra iki nokta üstüste konulmalı ve sayfa numa
raları yazılmalıdır; örneğin, (inalcık, 1 985: 23-27). Eğer atıfta bulunulan kaynak iki
yazar tarafından kaleme alınmışsa, her ikisinin de soyadları kullanılmalıdır; örne
ğin, (Lash ve Urry, 1 987: 1 25-1 28). Eğer yazarlar ikiden fazlaysa, ilk yazarın soyadın
dan sonra "vd." ibaresi kullanılmalıdır; örneğin, (inalcık vd. 1 985: 23-27). Eğer gön
derme yapılan kaynaklar birden fazlaysa, aynı parantez içinde yazarların soyadla
rı ve yayın tarihleri, aralarında noktalı virgül olacak şekilde sıralanmalıdır; örneğin,
(inalcık, 1 985; Mardin, 1 989; Poulantzas, 1 979). Buradaki sırlama yazarların soyad-
larına göre alfabetik olmalıdır. Metin içinde kaynak göstermek için dipnot kulla
nılmamalı, dipnotlar sadece ana metin içinde yer alması uygun görülmeyen notlar
için kullanılmalıdır. Dipnotlarda yapılacak göndermelerde de yine ana metin içinde
kullanılan yöntem izlenmelidir. Ana metinde ve dipnotlarda atıfta bulunulan tüm
kaynaklar, yazının sonuna eklenecek "Kaynakça" içerisinde yer almalıdır.
Kitaplar:
Harvey, D. ( 1 989) The Condition of Postmodernity, Blackwell, Oxford.
Harvey, D. ( 1 985a) The Urbanization of Capital, Blackwell, Oxford.
Harvey, D. ( 1 985b) Conciousness and Urban Experience, Blackwell, Oxford.
Derleme kitaplar:
Gregory, D. ve Urry, J. der. (1 985) Socia/ Relations and Spatial Structures, Mac
m illan, Londra.