You are on page 1of 569

Cilt 1

K Ü L T Ü R B A K A N L I Ğ I V E T A R İ H V A K F I ' N I N O R T A K Y A Y I N I D I R
Yıldız Sarayı Arabacılar Dairesi Barbaros Bulvarı 80700 Beşiktaş - İstanbul

Baskı: Ana Basım AŞ


istanbul 1993

© 1993 Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı


Her hakkı saklıdır. Yazılar ve görsel malzemeler, izin alınmadan tümüyle veya kısmen yayımlanamaz, kullanılamaz.
Süreli yayınlarda kısa alıntılar, kaynak gösterilerek kullanılabilir.
ISBN 975-7306-00-2 (Takım) / ISBN 975-7306-01-0 (I. Cilt)
• D Ü N D E N B U G Ü N E

ISTANBUL
A N S İ K L O P E D İ S İ

TARİH VAKFI ADINA S A H İ B İ


Prof. Dr. İlhan Tekeli

YAYIN K U R U L U
Prof. Dr. Semavi Eyice (Başkan)
Prof. Doğan Kuban (Başkan)
Nuri Akbayar, Çağatay Anadol
Ekrem Işın, Necdet Sakaoğlu
Orhan Silier, Özkan Taner
Prof. Dr. Zafer Toprak

YAYIN K O O R D İ N A T Ö R Ü
Çağatay Anadol

EDİTÖRLER
Nuri Akbayar, Ekrem Işın
Necdet Sakaoğlu, Oya Baydar
Doç. Dr. M. Baha Tanman, M. Sabri Koz
Dr. Bülent Aksoy, Prof. Dr. Afife Batur

YAYIN KOORDİNATÖRÜ YARDIMCISI


Ekrem Çakıroğlu

ARAŞTIRMA
Kafiye Abdik, Ayşe Hür

GÖRSEL KOORDİNATÖR
Elif Erim

YAYIN S E K R E T E R İ
Canset Aksel

YAZI İ Ş L E R İ MÜDÜRÜ
Kafiye Abdik

GRAFİK TASARIM
Haluk Tuncay

TEKNİK YÖNETMEN
Tamer Kayaş

DÜZELTİ
Sevil Emili, Nur Arıkan
BİLGİİŞLEM - DİZGİ - UYGULAMA
Pakize Kaya, Gülderen Rençber
Filiz Bostancı. Nalan Cevizli
Belgin Uçar, Esma Savaş

PLAN VE HARİTALAR
Prof. Doğan Kuban
Şebnem Kürşat, Zeynep Öncel

MALİ İ Ş L E R KOORDİNATÖRÜ
Mustafa Yalçın Atalay

İDARİ MÜDÜR
Sayra Öz

REKLAM - TANITIM
Hülya Üstün, Erkal Özden
MUHASEBE - TİCARET - ABONE
Pervin Mutlu, Güngör Tekgümüş
Fatma Buluç

OFİS HİZMETLERİ
Asım Uçar, Erol Uçar, Hüseyin Özcan

HARİTA BİLGİSAYAR H İ Z M E T L E R İ
Ful Ajans
İ S T A N B U L A N S İ K L O P E D İ S İ N İ S E L A M L A R K E N

İstanbul, geçmişi iki bin yıl öncesine dayanan, üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış ve 1923'ten

bu yana Türkiye Cumhuriyeti'nin ekonomik-kültürel hayatının kalbi olan benzersiz bir kent. Bu benzer-

sizliğiyle bir ansiklopediye konu olmayı hak eden dünyanın ender kentlerinden biri...

Kültür Bakanlığı olarak 1993 yılını İstanbul Yılı ve önümüzdeki on yılı İstanbul On Yılı ilan ederken

İstanbul Ansiklopedisi 'nin yayın tarihini İstanbul Yılı etkinliklerini taçlandıracak bir proje olarak

değerlendirdik ve geniş destek verdik. Bu desteği verirken Cumhuriyet öncesi dönemde çok büyük

ölçüde İstanbul mekânında oluşan tarihi ve kültürel birikimimizin İstanbul Ansiklopedisi vesilesiyle bir

kere daha ve bu kez İstanbul bakış açısından ele alınacağını ve bunun bilim yaşamımız için bir katkı

oluşturacağını düşündük.

Bakanlığımız İstanbul kentinde birikmiş olan tarihsel mirasın korunması konusuyla da çok yakından

ilgilenmekte ve bu koruma çabalarının İstanbulluların bilinçli katkısı ve sahip çıkmasıyla bir sonuç vere­

bileceğine inanmaktadır. Bu sahip çıkış ancak içinde yaşadıkları kenti iyi tanımalarıyla mümkün olabilir.

İşte İstanbul Ansiklopedisi 'nin bir başka işlevi de burada "sahip çıkabilmek için tanımak" gereğinde yat­

maktadır.

İstanbul Ansiklopedisi gibi önemli bir projenin gerçekleşmesi hiç kuşkusuz, yıllardır İstanbul'a emek

veren ve bu çabalarıyla artık kendilerini "İstanbul uzmanları" olarak tanımladığımız değerli bilim ve

meslek adamları ile çeşitli bilimsel disiplinlerden çok sayıda değerli uzmanımızın katkılarının bir araya

getirilmesini gerektiriyordu. Tarih Vakfı bu bir araya getirmeyi mükemmel bir biçimde başardı. Kutluyor

ve teşekkür ediyorum. İstanbul Ansiklopedisi 'ni ülkemizin bilim ve kültür yaşamına armağan ederken,

bu eserin ortaya çıkmasında emeği geçen herkese başta Ansiklopedi Yayın Kurulunun ortak başkanları,

değerli hocalarımız Sayın Semavi Eyice ve Doğan Kuban'a, Yayın Kurulu üyelerine, değerli

makaleleriyle ansiklopedinin yazı ailesine katılan bilim ve meslek adamlarımıza ve İstanbul

Ansiklopedisi çalışanlarına tekrar teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.

FiKRi SAĞLAR
Kültür Bakanı
İ S T A N B U L G E L E C E Ğ İ N U M U D U D U R

İstanbul dünyada insanlığın yaratıcı macerasının en yoğun yaşandığı yerlerden biridir. İstanbul bu

değerli kültürel mirasın geleceğe taşınması sorumluluğuyla yükümlüdür. İstanbul Türkiye için bir

uygarlık hazinesi olduğu kadar geleceğin de umududur. Küreselleşen dünyada ülkeler ancak ulus­

lararası metropolleri başarılı olduğunda, yarışabilirliğini sürdürebilmektedir. Ülkelerin kaderlerini büyük

ölçüde bu kentlerinin başarıları belirlemektedir.

Böyle bir uygarlık hazinesine sahip çıkabilmek, onun potansiyellerini gerçekleştirebilmek, hattâ onu

sevebilmek için bile önce onu tanımak gerekir. İstanbul hakkındaki yayınların sayısında son yıllarda

gözlenen artış böyle bir arayışın sonucu olarak yorumlanabilir. Ama yine de geniş kitlelerin kolayca

ulaşabileceği sistemli bilgi kaynaklarının üretildiği söylenemez. Bu nedenle Tarih Vakfı, Kültür

Bakanlığı'yla işbirliği içinde Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi'm yayımlama kararını vermiştir.

Kuşkusuz bir kent ansiklopedisi hazırlamanın diğer ansiklopedi türlerine göre birçok zorluğu vardır.

İstanbul gibi çok uzun bir geçmişe sahip, geniş bir mekânı kapsayan, dünyanın üç büyük imparator­

luğuna başkentlik yapmış bir kentin ansiklopedisini hazırlamanın sayılamayacak kadar çok sayıda

güçlüğü vardır. Bu zengin tarihsel ve kültürel birikimi, bu tarihle birlikte oluşan, farklılaşan

coğrafyasının ekonomik ve fiziksel özelliklerini, yerel renklerini de koruyarak, okuyucuya sistemli bir

biçimde aktarmak kolay değildir.

Tarih Vakfı, gerek kendi çevresindeki, gerek bu çevre dışındaki değerli araştırmacıların birikimlerini bir

araya getirebileceğine güvenerek bu zor göreve talip olmuştur. Kuşkusuz her zor işte olduğu gibi bu da

gönül verenlerin güç birliğiyle ve özverisiyle başarılmaya çalışılacaktır. Her ansiklopedi gibi İstanbul

Ansiklopedisi de tek tek yazarlarının ürünü olduğu kadar toplumun mevcut birikimini de yansıtacak ve

zaman içinde yeni birikimlerin eklenmesiyle gelişmeye açık kalacaktır.

İLHAN TEKELI
Tarih Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı
İ S T A N B U L A N S İ K L O P E D İ S İ N İ S U N A R K E N

Üç büyük imparatorluğun (Roma-Bizans-Osmanlı) efsanevi içerikte onlardan farklılığının da altını çizerek yayın hayatı­
başkenti; iki kıtanın, iki uygarlığın buluşma noktası; çağdaş na başlıyor. Değişik bilim ve sanat dallarından uzmanların
Türkiye'nin kalbi; birbirleriyle hem çatışan hem etkileşen titiz çalışmalarla saptadıkları tarih, coğrafya, nüfusbilim,
dinlerin, inançların, kültürlerin, halkların, toplumların zengin ekonomi, sanat, müzik, edebiyat, mimarlık, şehircilik, yöne­
mozaiği; Doğu ile Batı'nın, geçmişle geleceğin kavşağı İstan­ tim, belediye hizmetleri, kurumlar, dernekler, siyasal ve
bul, sadece bir coğrafi nokta, bir yerleşme birimi, bir kent toplumsal örgütlenmeler, kadın, folklor, eğitim, sağlık, eğ­
mekânı değildir. Beşiklik ettiği değişik kültürlerin ve toplum­ lence, dil, din, sinema, tiyatro, gündelik yaşam, çalışma ha­
ların görkemli sanat ürünlerinin, renkli törelerinin, yaşamları­ yatı, olaylar, spor, turizm, semtler, yollar, bağ ve bahçeler
nın sergilendiği evrensel bir müze; günümüzde yaşanan hız­ vb yetmiş farklı alandan seçilmiş on bini aşan sayıda madde
lı toplumsal değişmenin ve geleceğin kent, insan, kültür so­ 8 ciltte bir araya geliyor. Son ciltte yer alacak olan açıkla­
runlarının bir aynası; bir tarihin hem sahnesi hem tanığıdır. malı dizin İstanbul Ansiklopedisi 'ni tamamlıyor. Böylece Is-
Öte yandan, coğrafi konum, doğal yapı ve güzellikleriyle, tanbul Ansiklopedisi istanbul'u zaman, mekân, insan boyut­
dünyanın sayılı köşelerinden biri; 10 milyonu aşkın nüfusu­ larıyla A'dan Z'ye kapsayan ve okurun bu kapsama kolayca
nun yarattığı sorunlarla da bir şehircilik düğümüdür. ulaşabilmesini hedefleyen bir bilgi kaynağı olarak kültür ya­
şamımızdaki yerini alıyor.
İstanbul Ansiklopedisi fikri, öncelikle, kentin bu olağanüstü
özelliklerinin ürünü olmuştur. İstanbul kenti, konumuyla, Nasıl Bir Ansiklopedi?
tarihiyle, hızlı gelişmesi ve kimi özellik ve güzelliklerinin
yok olmasına yol açan sorunlarıyla, tek tek kitapların, araş­ İstanbul Ansiklopedisi biçiminden diline, madde başlıkların­
tırmaların boyutlarını aşan geniş kapsamlı bir derlemeyi, bir dan görsel malzemesine, yazar kadrosundan teknik eleman­
ansiklopediyi âdeta kendisi zorlamıştır. larına, üslubundan yazım ilkelerine, kaynaklarından imzala­
Kent tarihlerinin, monografilerinin, turistik kent rehberleri­ rına kadar titiz bir seçimin ve çalışmanın ürünüdür. Gerek
nin yaygınlığına karşın, kent ansiklopedisi alışılmış bir kav­ biçim, gerekse içerik olarak ana ilkeleri uzmanların katıldığı
ram, sık rastlanan bir ürün değildir. Bildiğimiz kadarıyla, geniş tartışmaların ışığında saptanmıştır.
Londra kenti için hazırlanmış tek ciltlik An Encyclopedia Ansiklopedi esasta alfabetik olmakla birlikte geniş tematik
of London dışında, bu alandaki pek az sayıdaki örnek yine maddelere de alfabetik sıra içinde yer vermekte; böylece,
İstanbul'a aittir. Kent ansiklopedisinin ilk önemli örneğini okurun herhangi bir konudaki özel bir madde yanında, di­
veren Reşat Ekrem Koçu (1905-1975), Türklerin İstanbul'u lediğinde o konunun toplayıcı maddesine ulaşabilmesi de
fethinden sonraki 500 yıllık bir zaman kesitini kapsayan ve sağlanmaktadır. Örneğin, İstanbul'daki tek tek saraylar alfa­
istanbul'un camilerini, tekkelerini, türbelerini, çeşmelerini, betik sırayla tekil maddeler olarak işlenirken, "S" harfinde
saraylarını, kahvehanelerini, hanlarını, hamamlarım, devlet genel ve ayrıntılı bir "Saraylar" maddesi de yer almaktadır.
adamlarını, hocalarını, dervişlerini, hattâ hırsızlarını, kumar­ Böyle bir yaklaşım bir yandan ansiklopediyi İstanbul'la ilgili
bazlarını, kentin ve çevresinin bütün güzelliklerini, yaşanan bir kitap dizisi olmaktan kurtarırken, öte yandan tek tek
ilginç ve önemli olayları, İstanbul argosunu vb folklorik madde girişleri arasındaki bütünselliğin kurulmasını da sağ­
ağırlıkta veren; fotoğraf yerine özel olarak hazırlanmış de­ layarak bilgi alanını genişletmektedir.
senler kullanan bir eser tasarlamıştı. Koçu, büyük bir özveri İstanbul Ansiklopedisi riva bir başka özelliği de bazı madde
ve kişisel çaba ile, iki kez giriştiği (1944 ve 1958) ansiklo­ metinlerinin yanında ana metinle ilişkili ek bilgilerle, anı,
pedi yayımını ö l ü m ü n e kadar sürdürdü (11 cilt; 173 deneme, öykü gibi edebi metinleri kapsayan çerçevelere
fasikül) ve ancak "Gökçınar" maddesine kadar gelebildi. yer verilmesidir. Okurun bu çerçeveler aracılığıyla değinilen
1 9 6 8 ' d e Yeni İstanbul gazetesinin Mithat Sertoğlu'na dönemin özelliklerini değişik bakış açılarından tanıması
hazırlatıp ek olarak verdiği tek ciltlik Resimli Büyük İstan­ amaçlanmıştır.
bul Ansiklopedisi bir yana bırakılırsa, ikinci büyük girişim İstanbul Ansiklopedisi, kentin binlerce yıllık tarihinde, bili­
Tercüman gazetesinin 1982 yılında başladığı, 4 ciltte min son bulgularının ve verilerinin izin verdiği kadar geriye
"Ozansoy" maddesinde kalan İstanbul Kültür ve Sanat gidebilmeyi amaçlamaktadır. Bizans ve Osmanlı dönemleri­
Ansiklopedisi oldu. Her iki girişim de barındırdıkları eksik­ nin, bu dönemlere ilişkin konu ve maddelerin ağırlığı, ken­
liklere ve yarım kalmalarına rağmen, saygıyla anılması ve tin uzun ve özel tarihinin doğal sonucudur. Gelişerek, deği­
yararlanılması gerekli kaynaklardır. şerek, büyüyerek yaşayan bir kent olan İstanbul, sadece ta­
istanbul'un sadece ulusal değil evrensel bir miras oluşu, bu­ rihle sınırianamayacağma, onun bugünü ve yarını da dünü
radaki değerlerin ve güzelliklerin yaşatılması, gelecek ku­ kadar önemli olduğuna göre, kent, ansiklopedide günü­
şaklara aktarılması gereği, yeni bir ansiklopedi girişimi için müzdeki yaşamı, kurumları, değişimi ile de yer almakta, an­
bir bakıma temel oldu. 1950'lerde başlayıp 1980'den sonra siklopedinin zamandaki sınırı geriye doğru 2 bin yıl önce­
ürkütücü boyutlara ulaşan değişme süreci ise hiç değilse sinden bugüne, efsaneler İstanbulundan 1990'ların güncel
kentin şimdiki çehresinin, uzun tarihi ve zengin kent kültü­ İstanbul'una uzanmaktadır.
rüyle bir arada saptanmasını gerektirdiğinden kentin bugün­ İstanbul Ansiklopedisi'nva mekânsal sınırları ise İstanbul
kü fotoğrafının geleceğe yansıtılması amaçlandı. metropoliten alanıdır. Mekânsal büyüme ve genişlemesi bu
Bu gereklilik ve amaç, istanbul'un dünden bugüne bütün kadar hızlı olan ve sadece yakın çevresini değil Türkiye'yi
yönleriyle işlendiği ayrı kitap ve makalelerden daha kap­ etkileyen bir kenti yansıtabilmek, onu metropoliten alanı
samlı ve bütünsel bir başvuru kaynağı fikrini doğurdu. So­ içinde kavramakla mümkündür. Ansiklopedinin gerek mad­
nuçta, İstanbullulara, İstanbul'u sevenlere, daha geniş bir de seçiminde gerekse yazımında bu ilke gözetilmiştir.
bakışla da kültür dünyasına pek çok yönden kaynak eser Zamanda ve mekânda bu kadar geniş bir alanın kapsanma-
hizmeti verecek yeni bir ansiklopedinin hazırlanması dü­ sı seçme ve sınırlama ihtiyacını da birlikte getirmiştir. Kentle
şüncesinde birleşildi. ilgili bütün konuların, kaynakların ve ipuçlarının kapsanma-
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, önceki çalışmaların si; eserin genel bir kültür, sanat, tarih ansiklopedisi değil de
birikim ve deneyimlerinden yararlanarak, ama biçimde ve özel bir ansiklopedi olması ilkesi bir kez saptandıktan son-
ra, konu ve madde seçimlerinin objektifliği büyük önem ka­ oyunları, dilenciler, giyim kuşam, düğün, hamam gelenekle­
zanmıştır. Nelerin ve kimlerin İstanbul'u doğrudan ilgilendir­ ri, kediler, köpekler, mahyacılık, ramazan âdetleri, ayaz­
diği, örneğin bir şairin dizelerinde, bir ressamın tablolarında malar ve yatırlar gibi konular da yüzlerce maddeye dağılmış
İstanbul esinleri olmasa bile, bu kentte doğduğu için ansik­ bulunmaktadır. Bütün bu konuları içeren, yarım ansiklopedi
lopediye girip girmeyeceği tartışılıp "İstanbul'u yansıtma" sütunundan on ansiklopedi sayfasına kadar çeşitli uzunluk-
koşulu öne alınmıştır. Maddi kültür ürünleri için daha kolay lardaki ansiklopedi maddelerinin ana konulara ve alanlara
olan bu seçme, kişiler söz konusu olunca bir hayli güçleş- dengeli bir dağılımı gözetilmiştir. Fiziki mekânlar, doğal ya­
miş; bu güçlük, İstanbul'u yansıtma, İstanbul'u anlatma, İs­ pı, coğrafya, ilçe, semt, cadde ve sokaklarla, camilerden
tanbul üzerinde doğrudan etkili olma, İstanbul'da kalıcı izler çeşmelere, yalılardan hisarlara, saraylardan köşklere kadar
bırakma gibi ölçütlere bağlanarak aşılmaya çalışılmıştır. uzanan yapılar, toplam madde sayısının yaklaşık yüzde
Maddelerin seçimi sırasında bir başka güçlük, bugüne kadar 45'ini meydana getirmekte; kültür alam, yani tarih, din, ede­
önemsenmemiş, ele alınmamış, yazılmamış ama İstanbul'u biyat, güzel sanatlar, müzik, basın-yaym, eğitim, folklor,
istanbul yapan kimi geleneklerin, tiplerin, olayların, artık müzeler vb ile ilgili maddelerin toplama oranı yüzde 30'u
kaybolmuş çevre ve mekânların kaynak taramalarıyla sapta­ bulmakta, geri kalan maddeler de toplumsal yapıya ilişkin
nıp k o n u alanı dengeleri bozulmadan a n s i k l o p e d i y e konular, yaşam ve biyografilerden oluşmaktadır. Tarih ve
katılması olmuştur. yapı maddelerinin gerek sayı, gerekse uzunluk olarak ağırlı­
ğı dengesiz bir dağılımın değil, kentin binlerce yıllık tarihi­
İstanbul Ansiklopedisi hin kent tarihinin ve yaşamının bütün nin ve zengin kültür ürünlerinin doğal ve kaçınılmaz sonu­
alanlarını kapsayabilme amacı, sayıları iki yüzü aşan araştır­ cudur.
macı, sanatçı ve yazarla gerçekleştirilirken farklı alanlardan
çok sayıda maddenin yazımı kimi kurallara ve tipolojilere Ansiklopedide yer alan madde ve konular, zengin görsel
bağlanmaya çalışılmıştır. Anlaşılır bir dil kullanılması; nes­ malzeme, titizlikle seçilmiş gravür, fotoğraf ve haritalarla
nellikten ayrılmmamasi; geniş kapsamlı konuların istan­ desteklenmiştir. Ansiklopedinin hacminin dörtte birine va­
bul'la ilgili yanlarıyla sınırlandırılması; biyografi, kurum ve ran görsel malzeme ile maddelerin içeriğinin ortak mesajlar
olayların genelden özele indirilerek yazılması; konuşma di­ vermesi, dünden bugüne olan değişiklikleri somutlaştırması,
linden mutfak geleneğine kadar kültürel benliğimizin en ge­ uzun tanımlar yerine resimlerle, çizimlerle göstermesi için,
lişmiş ve zengin ortamı olan istanbul'a özgü boyutların madde yazarları, editörler ve Yayın Kurulu üyeleriyle görsel
abartılara kaçmadan vurgulanması; Akdeniz uygarlıklarının koordinatörümüz ortak çalışmalar yapmışlardır.
bu eski merkezinde tarih boyunca etkin olmuş çeşitli dinle­ Bütün titiz çalışmalara rağmen eksikleri olduğunu bildiğimiz
re, kültürlere, yönetimlere ve toplumlara da aym değer öl­ bu eser, okullarımıza, kütüphanelerimize, işyerlerimize, ev­
çüleriyle bakılması istenmiştir. Bu ilkeler çerçevesinde ka­ lerimize dünden bugüne bir "İstanbul" kazandırarak kentle
lınsa da, iki yüzü aşkın imzanın varlığı bir üslup ve dil çe­ birlikte binlerce yıllık bir tarihi ve o tarihi yaratan çeşitli
şitliliğini ve renkliliğini beraberinde getirmiş; ilke olarak, kültürleri, toplumları, insanları tanıma ihtiyacına doyurucu
imzalı yazılarda genel redaksiyon dışında, üslup ve dil özel­ bir cevap verebilirse, amacına ulaşmış olacaktır. Dünden
liklerine dokunulmamıştır. Bugüne İstanbul Ansiklopedisi 'nin, gelecekte hazırlanacak
daha geniş kapsamlı ve yetkin İstanbul ansiklopedilerine bir
İstanbul Ansiklopedisi, aile yaşamından alışveriş merkezleri­
temel, bir kılavuz olması en büyük dileğimizdir.
ne, arsa spekülasyonundan bahçe sinemalarına, bankacılık
sektöründen eğlence hayatına, ekonomiden enerjiye, fabri­
kalardan gelir dağılımına, gökdelenlerden imar planlarma,
gecekondulara, işçi ve işveren örgütlerinden seyyar satıcıla­
ra, semtlerden sokaklara, yeşil alanlara değin, güncel İstan­
bul'un ve gündelik yaşamın hemen her yönüne dönük
maddeleri de içermektedir. Bunun yanında, kentin zengin
folklorunu da yansıtan, örneğin arzuhalciler, bekçi-davulcu
manileri, eski kahvehaneler, çırağan eğlenceleri, çocuk YAYIN KURULU

A N S İ K L O P E D İ N İ N DÜZENİNE İLİŞKİN AÇIKLAMALAR

• İstanbul Ansiklopedisi temel olarak imzalı maddelerden nin "Surp" sıfatları asıl adından sonraya alınarak alfabetik sı­
oluşmaktadır. Bununla birlikte bazı maddelerin İSTANBUL ralama buna göre düzenlenmiştir.
imzasıyla yer aldığı görülecektir. Bunlar editörlerce geniş • Bizans adlarının yazımında Türkçe okunuş temel alınmış,
çapta değişiklik yapılmış ve yayın kurulunca bu şekilde ya­ buna göre hazırlanan transliterasyona uyulmuştur.
yımlanması uygun bulunmuş ya da yazarlarınca imzasız • Maddelerin yazımında en çok kullanılan kaynaklar (kitap,
olarak yer alması istenmiş maddelerdir.
süreli yayın, arşiv) için kısaltmalar kullanılmıştır. Bu kısalt­
• Alfabetik sıralama sözcükler temel alınarak yapılmış; aynı maları gösteren liste (Bibliyografya Kısaltmaları) ayrıca ve­
adı taşıyan kişiler doğum tarihine göre, aym adı taşıyan yer rilmiştir.
ve yapı adları bulundukları semtlerin alfabetiğine göre sıra­ • Madde sonlarındaki bibliyografyalarda yazarlardan özel­
lanmıştır. likle monografik kaynaklara yer vermeleri istenmiştir. Arap
• Kişiler asıl adlarına, soyadı olanlar da soyadlarına göre al­ harfli kaynak eserlerin üstündeki orijinal tarihler korunmuş,
fabetik sıralamada yer almış, ancak daha çok lakapları ile bununla Hicri-Rumi tarihlerin ayırt edilememesi yüzünden
tanınanlar (örn. Karıncaezmez Şevki) için bu kural uygulan­ düşülen Miladi tarihe çevirme yanlışlarından kaçınılmak
mamıştır. amaçlanmıştır.
• Latin alfabesinin kabulünden önce yaşamış kişiler için • Bir maddede tam olarak geçen kişi, kurum, görev, yapı
Arap alfabesinin imlâsı esas alınmış, bu özellik dolayısıyla ya da yer adı ansiklopedide ayrı bir madde başlığı olarak yer
farklı dönemde yaşamış aynı adlı kişiler için iki ayrı yazım alıyorsa (->) işaretiyle ilgili maddeye gönderme yapılmıştır.
kullanılmıştır (örn. Said Paşa; Abasıyanık, Sait Faik). Madde başlığının tam olarak zikredilemediği durumlarda il­
• Rum kiliselerinin "Ayia, Ayios, Âyioi" ile Ermeni kiliseleri­ gili maddeye gönderme (bak...) biçiminde düzenlenmiştir.
G E N E L K I S A L T M A L A R

ae aynı eser Fas. Fasikül Mec. Mecmua, Mecmuası vb ve benzeri, ve başkaları


age adı geçen eser geç. geçici sonuçlar (veriler) MÖ Milattan Önce vd ve devamı
agm adı geçen makale gr gram MS Milattan Sonra vr varak
ay aym yazar H. Hicri no. numara yak. yaklaşık
bak. bakınız har. harita için bakınız ö. ölümü yap. yapılışı
bas. basım, baskı haz. hazırlayan örn. örnek, örneğin Yar. Yardımcı
Bibi. Bibliyografya hd hüküm sürdüğü dönem ös ölümünden sonra yay. yayımlayan
by basım yeri yok Hz Hazret-i Prof. Profesör yay. haz. yayıma hazırlayan
c. cilt İst. İstanbul R. Rumi yazm. yazma, yazması
cm santimetre karş. karşılaştırınız res. resim için bakınız yb yeni basımı
çev. çevirmen kg kilogram s. sayfa yık. yıkılmıştır, yıkılışı
ÇİZ. çizim için bakınız km kilometre S. sayı yük. yükseklik
d. doğumu kol. koleksiyon St. Saint yy yüzyıl
der. derleyen Ktp Kütüphanesi tab. tablo için bakınız
Doç. Doçent İt litre tah. tahmini (- ilgili maddeye
Dr. Doktor m metre ty tarih yok gönderme
Fak. Fakülte, Fakültesi mad. madde ü. ünlendiği dönem bilinmiyor

B İ B L İ Y O G R A F Y A K I S A L T M A L A R I

Ahmed Rıfat, Verdü'l-Hadaik And, Meşrutiyet Mi'mârisinde Fatih Devri, III, İstanbul,
Alımed Rıfat, Verdü'l-Hadaik, İstanbul, ty Metin And, Meşrutiyet Döneminde Türk 1973
Ahmed Rıfat, Devha Tiyatrosu, Ankara, 1971 Ayverdi, Fatih IV
Ahmed Rıfat, Devhatü 'l-Meşayih maa zeyl And, Osmanlı Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı
istanbul, ty Metin And, Osmanlı Tiyatrosu, Ankara, Mi'mârisinde Fatih Devri, IV, İstanbul,
1976 1974
Akakuş, Eyyûb Sultan
Recep Akakuş, Eyyûb Sultan ve Mukaddes And, Şenlikler Ayverdi, İstanbul Haritası
Emanetler, İstanbul, 1973 Metin And, Osmanlı Şenliklerinde Türk Ekrem Hakkı Ayverdi, 19. Asırda İstanbul
Sanatları, Ankara, 1982 Haritası, İstanbul, 1978
Aksoy, Sıbyan Mektepleri
Özgönül Aksoy, Osmanlı Devri İstanbul And, Tanzimat Ayverdi, Mahalleler
Sıbyan Mektepleri Üzerine Bir İnceleme. Metin And, Tanzimat ve İstibdat E. H. Ayverdi, Fatih Devri Sonlarında
İstanbul, 1968 Döneminde Türk Tiyatrosu, Ankara, 1972 İstanbul Mahalleleri, Şehrin İskânı ve
Arseven, Sanat Ansiklopedisi Nüfusu, Ankara, 1958
Ali Enver, Semahane
Ali Enver, Semahane-i Edeb, İstanbul, Celal Esat Arseven, Sanat Ansiklopedisi, Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları
1309 I-V, istanbul, 1975 Fransız Babinger, Osmanlı Tarih
Ali Rıza, Bir Zamanlar Anı, Hamamlar Yazarları ve Eserleri, (Çeviren: Coşkun
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Bir Kemal Ahmet Aru, Türk Hamamları Üçok), Ankara, 1982
Zamanlar İstanbul, (Yayımlayan: Niyazi Etüdü, İstanbul, 1949 Baltacı, Osmanlı Medreseleri
Ahmet Banoğlu), İstanbul, ty A UY Cahid Baltacı, XV-XVT. Asırlarda Osmanlı
(Altınay), Âlimler İstanbul Arkeoloji Müzeleri Yıllığı, İstan­ Medreseleri, İstanbul, 1976
Ahmed Refik (Altınay), Âlimler ve bul, 1934 ->
Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri
Sanatkârlar, İstanbul, 1924; İstanbul, 1980 Âsitâne Ö. L. Barkan-E. H. Ayverdi (Yayımlayan).
(Altınay), Mimarlar Âsitâne-i Aliyye ve Bilâd-ı Selâse'de Kâin İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953
Ahmed Refik (Altınay), Türk Mimarları, El'ân Mevcud ve Mubterik Olmuş (1546) Tarihli, İstanbul, 1970
(Hazırlayan: Zeki Sönmez) Tekkelerin İsim ve Şöhretleri ve Mukabele-i
Şetife Günleri Beyan Olunur, İstanbul, (Bayrı), İstanbul Argosu
İstanbul, 1977
1256 Mehmet Halit (Bayrı), İstanbul Argosu ve
(Altınay), Onaltıncı Asırda Halk Tabirleri, İstanbul, 1934
Ahmet Refik (Altınay), Onaltıncı Asırda Aslanoğlu-Evyapan, Eski Türk Bahçeleri
İstanbul Hayatı (1553-1591), İstanbul, Gönül Aslanoğlu-Evyapan, Eski Türk Bayrı, İstanbul Folkloru
1935 Bahçeleri ve Özellikle Eski İstanbul Mehmet Halit Bayrı, İstanbul Folkloru,
Bahçeleri, Ankara, 1972 İstanbul, 1947; İstanbul, 1972
(Altınay), Onbirinci Asırda Ataî, Hadaiku'l-Hakaik Bayrı, Yer Adları
Ahmet Refik (Altınay), Hicri Onbirinci Nev'izade Ataî, Hadaiku i-Hakaik fi Mehmet Halit Bayrı, Yer Adları ve Yer
Asırda İstanbul Hayatı (1000-1100), Tekmileti'ş-Şakaik, I-II, İstanbul, 1268 Adlarına Bağlı Folklor Bilgileriyle
İstanbul, 1931 İstanbul, İstanbul, ty
Aynur, Saliha Sultan
(Altınay), Onikinci Asırda Hatice Aynur, "Saliha Sultan'ın Düğün Baytop, Eczacılık
Ahmet Refik (Altınay), Hicrî Onikinci Töreni ve Şenlikleri". Tarih ve Toplum, no. Turhan Baytop, Türk Eczacılık Tarihi,
Asırda İstanbul Hayatı (1100-1200),
61 (Ocak 1989) İstanbul, 1985
İstanbul, 1930
Ayvansarayî, Hadîka Belediye İstatistikleri
(Altınay), Onüçüncii Asırda
Hüseyin Ayvansarayî. Hadîkatü'l-Cevâmi, İstanbul Belediyesi İstatistikleri, 11 cilt,
Ahmet Refik (Altınay), Hicri Onüçüncii I-II, İstanbul, 1281
Asırda İstanbul Hayatı (1200-1255), İstanbul, 1933-1957
İstanbul, 1932 Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih
Hüseyin Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, Belgeler
Altunsu, Şeyhülislamlar (Yayımlayan: F. Çetin Derin-Vahit Çabuk), Türk Tarih Kurumu, Belgeler, Ankara, 1964 —»
Abdülkadir Altunsu, Osmanlı Şeyhülislam­ İstanbul, 1985 Belin, Latinité
ları, Ankara, 1972 M. Belin, Histoire de la latinité de
Ayvansarayî, Vefeyât-ı Selâtin Constantinople, Paris, 1894
Amicis, İstanbul Hüseyin Ayvansarayî, Vefeyât-ı Selâtin ve 1301 İstatistik Cedveli
Edmondo de Amicis, İstanbul (1874), Meşâhîr-i Rical, (Yayımlayan: F. Çetin Nezaret-i Umûr-ı Dahiliye Sicill-i Nüfus
(Çeviren: Beynun Akyavaş), Ankara, 1981 Derin), İstanbul, 1978 İdare-i Umumiyesi, Dersaadet ve Bilâd-ı
AMY Ayverdi, Fatih III Selâse Nüfus-ı Umumiyesine Mahsus İsta­
Ayasofya Müzesi Yıllığı, İstanbul, 1959

* Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı tistik Cedvelidir, İstanbul, 1302

XI
Birinci Daire Derman, Namazgahlar Erdenen, Adalar
Birinci Daire-i Belediye, istanbul, 1328 Uğur Derman, "Osmanlı Devri Şehir ve Orhan Erdenen, İstanbul Adaları, İstanbul,
BOA Menzil Yollarında İstirahat ve İbadet 1962
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Yerleri Namazgahlar", Atatürk Erdenen, Boğaziçi Sahilhaneleri
Konferanstan, V, Ankara, 1975 Orhan Erdenen. Boğaziçi Sahilhaneleri, I.
Boğaziçi
Boğaziçi-Şirket-i Hayriye (Tarihçe- D e r n s c h w a m , İstanbul İstanbul, 1993
Salname), İstanbul, 1330/1914 (Türkçe- Hans Dernschwam, İstanbul ve Erdoğan, Bahçeler
Fransızca) Anadolu'ya Seyahat Günlüğü, (Çeviren: Muzaffer Erdoğan. "Osmanlı Devrinde
Yaşar Önen), Ankara, 1988 istanbul Bahçeleri". Vakıflar Dergisi, IV,
Boyar, Türk Ressamları
S. Pertev Boyar, Osmanlı İmparatorluğu ve DİA 1958
Türkiye Cumhuriyeti Devirlerinde Türk Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. Ergin, Evkaf
Ressamları, Ankara, 1948 İstanbul, 1988 Osman Nuri Ergin, Türk Tarihinde Evkaf,
BV1D Dictionary of Byzantium Belediye ve Patrikhaneler, İstanbul, 1937
Belgelerle Türk. Tarihi Dergisi. İstanbul. Alexander P. Kazhdan, Alice-Mary Talbot, Ergin, İmaret Sistemi
1967-1975, I-XTV (84 sayı) Anthony Cutler, Timothy E. Gregory, Osman Nuri Ergin, Türk Şehirlerinde
Nancy P. Sevcenko, The Oxford Dictionary İmaret Sistemi, İstanbul, 1939
BÜD
of Byzantium, I-III, New York-Oxford.
Boğaziçi Üniversitesi Dergisi-Hümaniter Ergin, İmar-İskân
1991
Bilimler, İstanbul, 1973 — * Osman Nuri Ergin, İstanbul'da Beş Asırlık
Büngül, Eski Eserler Dirimtekin, Haliç Surları İmar ve İskân Hareketleri, İstanbul, 1938
Nurettin Rüştü Büngül. Eski Eserler Feridun Dirimtekin. Fetihden Önce Haliç
Sudan. İstanbul, 1956 Ergin, Maarif Tarihi
Ansiklopedisi, İstanbul, 1939; I-II; İstanbul, ty
Osman Nuri Ergin, Türkiye Maarif Tarihi,
Cemaleddin, Âyine Dirimtekin, Marmara Surları I-V, İstanbul, 1939-1945
Karsîzade Mehmed Cemaleddin, Âyine-i Feridun Dirimtekin, Fetihden Önce
Marmara Sudan, İstanbul, 1953 (Ergin), Mecelle
Zürefâ-Osmanlı Tarih ve Müverrihleri.
Osman Nuri (Ergin), Mecelle-i Umûr-ı
İstanbul, 1314 DTCFD Belediye, I-V, istanbul. 1330-1338
Cevdet, Tezâkir Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğ'rafya
Fakültesi Dergisi, Ankara, 1942 —» Ergin, Rehber
Cevdet Paşa, Tezâkir, I-IV, Ankara, 1953-
Osman Nuri Ergin, İstanbul Şehri Rehberi,
1967 Duman, Katalog İstanbul, 1934
Cezar, Beyoğlu Hasan Duman, İstanbul Kütüphaneleri
Mustafa Cezar, XIX. Yüzyıl Beyoğlusu, Arap Harfli Süreli Yayınlar Toplu Ergin, Şehircilik
İstanbul, 1991 Katalogu. İstanbul, 1986 Osman Nuri Ergin, Türkiye'de Şehirciliğin
Tarihi İnkişafı, İstanbul, 1936
Cezar, Yangınlar Ebersolt, Monuments
Mustafa Cezar, "Osmanlı Devrinde İstanbul J. Ebersolt, Monuments d'architecture (Ergin), Şehreminler
Yapılarında Tahribat Yaşam Yangınlar ve byzantine. Paris, 1934 Osman Nuri (Ergin), İstanbul Şehreminlert,
Tabiî Afetler", Türk Sanatı Tarihi İstanbul, 1927
Ebersolt-Thiers, Eglises
Araştırma ve İncelemeleri, I, İstanbul, 1963 Ergin, Vakfiye
J. Ebersolt-A. Thiers, Les églises byzantines
CSR de Constantinople. I-II. Paris, 1913 Osman (Nuri) Ergin, Fatih İmareti
Cemaleddin Server Revııakoğlu Arşivi, Vakfiyesi, İstanbul, 1945
Egli, Sinan
Divan Edebiyatı Müzesi Kitaplığı Ergun, Antoloji
Ernst Egli, Sinan- der Baumeister
Çankaya, Mülkiye Tarihi Osmanischer Glanzzeit, Erlenbach- Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Musikisi
Ali Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Stuttgart. 1954 Antolojisi-Dini Eserler, I-II, İstanbul, 1942-
Mülkiyeliler, I-YTII, Ankara, 1968-1971 1943
Eldem, Boğaziçi Anıları
Çeçen, Halkalı (Ergun), Bektaşi
Sedad Hakkı Eldem. Boğaziçi Anıları,
Kâzım Çeçen, Halkalı Sulan, İstanbul, 1991 Sadeddin Nüzhet (Ergun), Bektaşi Şairleri,
Istanbul, 1979
İstanbul, 1930
Çeçen, Kırkçeşme Eldem, Istanbul Anıları
Kâzım Çeçen, Mimar Sinan ve Kırkçeşme Sedad Hakkı Eldem. İstanbul Anılan, Ergun, Türk Şairleri
Tesisleri, İstanbul, 1988 Istanbul, 1979 Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, I-IV
(A-Faizi), İstanbul, 1936-1946
Çeçen, Su Tesisleri Eldem, Köşkler ve Kasırlar
Kâzım Çeçen, İstanbul'da Osmanlı Sedad Hakkı Eldem. Köşkler ve Kasırlar, Esad, Harbiye
Devrindeki Su Tesisleri, İstanbul, 1984 I-II, İstanbul, 1968-1974 Mehmed Esad, Mir'at-ı Mekteb-i Harbiye,
İstanbul, 1310
Çeçen, Taksim-Hamidiye Eldem, Plan Tipleri
Kâzım Çeçen, Taksim ve Hamidiye Suları, Esad, Mühendishane
Sedad Hakkı Eldem, Türk Evi Plan Tipleri,
istanbul, Î992 Mehmed Esad, Mir'at-ı Mühendishane-i
İstanbul, 1968
Berri-i Hümâyun, İstanbul, 1312; İstanbul,
Çeçen, Üsküdar Eldem, Sa'dâbâd 1986 (Hazırlayan: Sadık Erdem)
Kâzım Çeçen, Üsküdar Sulan. İstanbul, Sedad Hakkı Eldem. Sa'dâbâd, istanbul, ty
1991 (1977) Evliya, Seyahatname, 1
Çelebi, Divan Şiirinde İstanbul Evliya Celebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi,
Eldem, Türk Bahçeleri I, İstanbul, 1314; I-II, "istanbul, 1969
Asaf Halet Çelebi, Divan Şiirinde İstanbul. Sedad Hakkı Eldem, Türk Bahçeleri, İstan­ (Yayımlayan: Zuhuri Danışman); I-II, İstan­
istanbul, 1953 bul, 1976 bul, ty (Yayımlayan: Mümin Çevik)
Çetin, Tekkeler Eldem, Türk Evi
Atilla Çetin, "İstanbul'daki Tekke, Zaviye Eyice, Bizans Mimarisi
Sedad Hakkı Eldem, Türk Evi-Osmanlı Semavi Eyice, Son Devir Bizans Mimarisi,
ve Hânkahlar Hakkında 1199 (1784) Dönemi, I-III, İstanbul, 1984-1987
Tarihli Önemli Bir Vesika". Vakıflar İstanbul, 1980
Dergisi, XIII, 1981 Eldem-Akozan, Topkapı Sarayı Eyice, Boğaziçi
Çizgen, Photography Sedad Hakkı Eidem-Feridun Akozan, Semavi Eyice, Bizans Devrinde Boğaziçi,
Engin Çizgen, Photography in the Ottoman Topkapı Sarayı, İstanbul, 1982 İstanbul, 1976
Empire 1839-1919, İstanbul, 1987 El Eyice, Haliç
Danişmend, Kronoloji The Encyclopaedia of Islam, I-V, Leiden, Semavi Eyice, "Tarihte Haliç", İTÜ İnşaat
İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı 1913-1936 Fakültesi Haliç Sempozyumu, İstanbul,
Tarihi Kronolojisi, I-V, İstanbul, 1971-1972 EP 1975
Demircanlı, Evliya Çelebi The Encyclopaedia of Islam, (new edition), Eyice, İstanbul
Yüksel Yoldaş Demircanlı, İstanbul Leiden, 1954 —• Semavi Eyice, İstanbul, Petit guide a tra­
Mimarisi İçin Kaynak Olarak Evliya Çelebi vers les monuments byzantins et turcs,
Eminönü Camileri
Seyahatnamesi, İstanbul, 1989 İstanbul, 1955
Mehmet Doğru, Yüksel Kanar, Süleyman
Demiriz, Türbeler Mollaibrahimoğlu, Mehmet Ali Arslan, Ezgi, Türk Musikisi
Yıldız Demiriz, Eyüp'de Türbeler, Ankara, Kemal Kızgın, Eminönü Camileri, İstan­ Subhi Ezgi, Nazari-Ameli Türk Musikisi,
1989 bul, 1987 I-V, İstanbul, 1933-1953

XII
Fatih Anıtları HBH Kayaboğazı, İstanbul Coğrafyası
Fotoğraflarla Fatih Anıtları, İstanbul, 1991 Halk Bilgisi Haberleri, istanbul, 1929-1947, Şeref Kayaboğazı, İstanbul ve Dolayı
Fatih Camileri (125 sayı) Coğrafyası, I-III, İstanbul, 1942-1947
A. Hâki Demir, Ramazan Çokdaş, Ahmet Hocaoğlu, Sahabe Koçu, Giyim Kuşam
Özgen, Hakkı Alcep, Hüseyin Kutlu, Mehmed Hocaoğlu, İstanbul'daki Sahabe Reşat Ekrem Koçu, Türk Giyim, Kuşam ve
Mustafa Yazıcı, Muharrem Ateş, Duran Kabirleri-Kuşatmaları-Bazı Ziyaret Süslenme Sözlüğü, Ankara, 1967
Kömürcü, Fatih Camileri ve Diğer Tarihi Mahalleri. İstanbul, 1987
Eserler, istanbul, 1991 Koçu, Topkapu Sarayı
Hocazade, Ziyaret Resad Ekrem Koçu. Topkapu Sarayı, İstan­
Gabriel, Constantinople Hocazade Ahmed Hilmi, Ziyaret-i Evliya, bul, ty ( i 9 6 0 )
Albert Gabriel, "Les Mosquées de İstanbul, 1325 Koçu, Tulumbacılar
Constantinople", Syria, VII (1926) Reşad Ekrem Koçu, İstanbul
İA
GDAAD İslam Ansiklopedisi. I-XIII. İstanbul, 1940- Tulumbacıları, İstanbul, 1981
Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, 1988 (Konyalı), Abideler
İstanbul, 1972 -» (İbrahim Hakkı Konyalı), İstanbul
thsaiyat I
Glück, Bäder 1328 Senesi İstanbul Beldesi thsaiyat Abideleri, İstanbul, ty (1940)
H. Glück, Probleme des Wölbungsbauses: Mecmuası, İstanbul. 1329 Konyalı, İstanbul Sarayları
Die Bäder Konstantinopels und ihre ibrahim Hakkı Konyalı, İstanbul
Stellung in der Baugeschichte, Wien. 1921 İhsaiyat n
1329 Senesi İstanbul Beldesi İhsaiyat Âbidelerinden İstanbul Sarayları, istanbul.
Goodwin, Ottoman Architecture Mecmuası, İstanbul, 1330 1942
G. Goodwin, A History of Ottoman Konyalı, Mimar Sinan
Architecture, London, 1971 İhsaiyat IH
1330 Senesi İstanbul Beldesi İhsaiyat İbrahim Hakkı Konyalı, Mimar Koca
Gökmen, Sinemalar Mecmuası, İstanbul, 1331 Sinan'ın Eserleri, İstanbul, 1950
Mustafa Gökmen, Eski Istanbul Konyalı, Üsküdar Tarihi
Sinemaları, Istanbul, 1991 İhsaiyat IV
1335 Senesi İstanbul Beldesi İhsaiyat İbrahim Hakkı Konyalı, Üsküdar Tarihi,
Gölpınarlı, Melâmilik Mecmuası. İstanbul, 1337 I-II, İstanbul, 1976-1977
Abdülbaki Gölpınarlı. Melâmilik ve Kömürciyan, İstanbul Tarihi
Melâmiler, istanbul. 1992 İKSA
Eremya Çelebi Kömürciyan, İstanbul
İstanbul Kültür ve Sanal Ansiklopedisi. Tarihi-XVIl. Asırda İstanbul, 1952; İstan­
Gölpınarlı, Mevlevilik
Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ 'dan Sonra I-rV (A-Ozansoy), İstanbul. 1982-1985 bul, 1988
Mevlevilik, istanbul, 1953; istanbul. 1983 İlmiye Kumbaracılar, Sebiller
Gövsa, Türk Meşhurları İlmiye Salnamesi, İstanbul, 1334 İzzet Kumbaracılar, İstanbul Sebilleri.
İbrahim Alâettin Gövsa, Türk Meşhurları, İnal, Hoş Sada İstanbul, 1938
istanbul, ty (1946) tbnülemin Mahmud Kemal inal. Hoş Sadâ-
Kuban, Barok
Son Asır Türk Musikişinasları, İstanbul.
Grabar, Sculptures Doğan Kuban. Türk Barok Mimarisi
1958
A. Grabar, Sculptures Byzantines de Hakkında Bir Deneme, İstanbul, 1954
Constantinople, Ffî-X? siècles, Paris, 1963 İnal, Son Hattatlar Kuran, Mimar Sinan
tbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Aptullah Kuran, Mimar Sinan, istanbul,
Grosvenor, Constantinople
Hattatlar, istanbul, 1955 1986
E. A. Grosvenor, Constantinople, I-II,
İnal, Son Sadrazamlar Kut, Dergehnâme
Boston, 1895
tbnülemin Mahmud Kemal İnal, Osmanlı Günay Kut-Turgut Kut, "İstanbul
Guilland, Etudes Devletinde Son Sadrazamlar, I-IV, İstan­ Tekkelerine Ait Bir Kaynak: Dergehnâme",
R. Guilland, Etudes sur la topographie de bul, 1982 Varia Turcica, IX, Türkische Miszellen-
Constantinople byzantine, I-II, Robert Anhegger Armağanı, İstanbul, 1987
Amsterdam, 1969 İnal, Türk Şairleri
tbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Kut, Sıbyan Mektepleri
Gurlitt, Konstantinopels
Türk Şairleri, I-XII, İstanbul. 1969-1971 A. Turgut Kut, "İstanbul Sıbyan
C. Gurlitt, Die Baukunst Konstantinopels. Mektepleriyle İlgili Bir Vesika", foıtrnal of
I-II, Berlin, 1907 İnciciyan, İstanbul
P. G. İnciciyan, 18. Asırda İstanbul, Turkish Studies, 2 (1978)
Güleryüz, Sinagoglar (Çeviren: H. D. Andreasyan), istanbul. 1976 Kütükoğlu, Darü'l-Hilafe
Nairn Güleryüz, İstanbul Sinagogları.
İsmet, Tekmiletü'ş-Şakaik M. Kütükoğlu. "Dârü'l-Hilâfeti'l-Aliyye
İstanbul. 1992
Fındıklık İsmet. Tekmiletü 's-Şakaik fi Medresesi ve Kuruluşu Arefesinde İstanbul
Güran, İstanbul Hanları Medreseleri". İslâm Tetkikleri Enstitüsü
hakk-ı Ehli'l-Hakaik, istanbul. 1989
Ceyhan Güran, Türk Hanlarının Gelişimi Delgisi, Vn/1-2, 1978
(Yayımlayan: Abdülkadir Özcan) (Şakaik-i
ve İstanbul Hanları Mimarisi, Ankara, 1978
Nu'maniye ve Zeylleri içinde c. V) Kütükoğlu, İstanbul Medreseleri
Gürel, İstanbul Evliyaları M. Kütükoğlu. "1869'da Faal İstanbul
Şevket Gürel, İstanbul Evliyaları ve Fetih İSTA
Reşat Ekrem Kocu. İstanbul Ansiklopedisi. Medreseleri", Tarih Enstitüsü Dergisi, 7-8,
Şehitleri, İstanbul, 1988
I-XI (A-Gökçınar), istanbul, 1958-1974 1977
Hadikatü'l-Vüzerâ
İst. Mitt. Lâmîî, Nefehât
Osmanzade Taib Ahmed, Hadikatü 7-
İstanbulerMitteilııngeıı. İstanbul, 1933 ~> Abdurrahman Cami, Nefehatü 'l-üns min
Vüzerâ, İstanbul, 1271
hadarati'l-kuds, (Çeviren: Lâmîî Çelebi),
Hafid, Sefine İşli, Sahabe istanbul. 1289
Mehmed Hafid, Sefinetü'l-Vüzera Necdet İşli. İstanbul'da Sahabe Kabir ve
(Yayımlayan: İsmet Parmaksızoğlu), İstan­ Makamları, Ankara, ty (1988) Lâtifi, Evsâf
bul, 1952 Lâtifi, Evsâfı İstanbul, (Hazırlayan:
İzzet, Harita Nermin Suner), istanbul, 1977
Halil Ethem, Camilerimiz Mehmed İzzet, Harita-i Kapudanân-ı Mahallât Esâmisi
Halil Ethem (Eldem). Camilerimiz, İstan­ Derya, İstanbul, 1285 Şehremaneti Hududu Dahilinde Bulunan
bul, 1932 Mahallât Esâmisi, İstanbul, 1329
J a n i n , Constantinople byzantine
Hammer, Constantinopolis-Bosporus Raymond Janin, Constantinople byzan­ Mamboury, Rehber
J. V. Hammer. Constantinopolis und der tine, développement urbain et repertaire Ernest Mamboury. İstanbul-Rehber-i
Bosporus, I-II, Pest-Hartleben, 1822 topographie, Paris. 1964 Seyyahin. İstanbul, 1925
Haririzade, Tibyâtı J a n i n , Eglises et monastères Mantran, Gündelik Hayat
Haririzade Kemaleddin, Tibyânu vesâ'ili'l- Raymond Janin, La géographie ecclésias­ Robert Mantran, XVL-XVLI. Yüzyılda İstan­
haka'ikfi beyanı selâsili't-tarâ'ik, I-III, tique de l'empire byzantin, L-Le Siège de bul'da Gündelik Hayat, (Çeviren: M. A.
Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih bölümü, Constantinople, LU, Les églises, les Kılıçbay), İstanbul, 1991
no. 430-432 monastères, Paris, 1969
Mantran, İstanbul
Haskan, Eyüp Tarihi Karal, Osmanlı Tarihi Robert Mantran, 17. Yüzyılın İkinci
Mehmet Nermi Haskan, Eyüp Tarihi, I-II, Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi (1789- Yarısında İstanbul. (Çeviren: M. A.
İstanbul, 1993 1908). V-VIII, Ankara, 1988 Kılıçbay, Enver Özcan), I-II, Ankara, 1990

X3II
Mathews, Early Churches Ostrogorsky, Bizans Sevengil, Tanzimat
T. F. Mathews, The Early Churches of Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Refik Ahmet Sevengil, Tanzimat Tiyatrosu,
Constantinople, Architecture and Liturgy, (Çeviren: Fikret Işıltan), Ankara, 1981 İstanbul, 1961
Pennsylvania-London, 1971 Önkal, Hanedan Türbeleri (Sevengil), Türk Tiyatrosu
Mecdî, Hadaikü'ş-Şakaik Hakkı Önkal, Osmanlı Hanedan Türbeleri, Refik Ahmet (Sevengil), Türk Tiyatrosu
Mehmed Mecdî, Hadaikü'ş-Şakaik, İstan­ Ankara, 1992 Tarihi, I-II, İstanbul, 1934
bul, 1269 (Taşköprülüzade Ahmed Ötüken, Kiliseler Schneider, Byzanz,
Isameddin'in Şakaiku 'n- Numaniye fi Yıldız Ötüken, "İstanbul Kiliselerinin A. M. Schneider, Byzanz. Vorarbeiten zur
Ulemai'd- Devleti'l-Osmaniye adlı kitabının Fetihten Sonra Yeni Görevleri, Banileri ve Topographie und Archäologie der Stadt,
tercümesi) Adlan", Hacettepe Üniversitesi Beşeri Berlin, 1936
Meiling, Voyage Bilimler Dergisi, X/2 (Haziran 1979) Schneider, Mauren
I. Meiling, Voyage pittoresque Öz, İstanbul Camileri A. M. Schneider, "Mauren und Tore am
Constantinople et des rives du bosphore, Tahsin Öz, İstanbul Camileri, I-II, Ankara, Goldenen Horn zu Konstantinopel", NGG,
Paris, 1819; (tıpkıbasımı, Istanbul, 1969) 1987 1950, 65-107
Meriç, Mimar Sinan Özavcı, Yangınlar
Rıfkı Melûl Meriç, Mimar Sinan'ın Hayatı, Schneider - Meyer, Landmauer
Tarık Özavcı, İstanbul Yangınları, İstan­ A. M. Schneider - B. Meyer - Plath, Die
Eserleri, Ankara, 1965 bul. 1965 Landmauer von Konstantinopel, II, Berlin,
Millingen, Byzantine Churches, Özbay, Asker Hekimliği 1943
A. van Millingen, Byzantine Churches in Kemal Özbay, Türk Asker Hekimliği Tarihi
Constantinople, their History and Sicitt-i Osmanî
ve Asker Hastaneleri, I-III, İstanbul. 1976-
Architecture, London, 1912 Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmanî, I-IV,
1981
Istanbul, 1308-ty (1315)
Millingen, Walls Özdamar, Namazgahlar Silahdar, Nusretname
A. van Millingen, Byzantine Mustafa Özdamar, "Namazgahlar". Vakıflar Silahdar Fındıklık Mehmed Ağa,
Constantinople. The Walls of the City and Dergisi, XX, 1988 Nusretname, (Hazırlayan: İsmet
Adjoining Historical Sites, London, 1899
Öztuna, BTMA Parmaksızoğlu), I-III, İstanbul, 1966-1969
Mordtmann, Esquisse Yılmaz Öztuna, Büyük Türk Musikisi Silahdar Tarihi
A. D. Mordtmann, Esquisse topographique Ansiklopedisi. I-II, Ankara, 1990 Silahdar Fındıklık Mehmed Ağa, Silahdar
de Constantinople, Lille, 1892 Tarihi, (Yayımlayan: Ahmed Refik
Pakahn, Maliye [Altınay]), I-II, İstanbul, 1928
Musahibzade, Istanbul Yaşayışı Mehmed Zeki Pakalın, Maliye Teşkilatı
Musahibzade Celal, Eski Istanbul Yaşayışı, Tarihi, I-IV, Ankara, 1978 Sözen, Cumhuriyet Mimarlığı
Istanbul, 1947; Istanbul, 1992 Metin Sözen, Cumhuriyet Dönemi Türk
Pakahn, Tarih Deyimleri Mimarlığı, Ankara, 1984
Müller-Wiener, Bildlexikon
Mehmet Zeki Pakahn, Osmanlı Tarih Sözen, Mimar Sinan
W. Müller-Wiener, Bildlexikon zur
Topographie Istanbuls, Tübingen, 1977 Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I-III, İstan­
Metin Sözen, Türk Mimarisinin Gelişimi ve
bul, 1983
Münib, Mecmua-i Tekâyâ Mimar Sinan, İstanbul, 1975
Pardoe, Bosphorus
Bandırmalızade Ahmed Münib. Mecmua-i Miss Pardoe, The Beauties of the STAD
Tekâyâ, Istanbul, 1308 Bosphorus, London, 1850 Sanat Tarihi Araştırmalan Dergisi, İstan­
Mür'i't-Tevarih bul, 1987 ->
Pulgher, Eglises Byzantines
Şemdanizade Fındıklık Süleyman Efendi, D. Pulgher, Les anciennes eglises Strzygowski - F o r c h h e i m e r ,
Mür'i't-Tevarih, (Yayımlayan: Münir byzantines de Constantinople. Vienne, Byzantinischen Wasserbehälter
Aktepe), I-III, istanbul, 1976-1981 1878 (tıpkıbasımı, İstanbul, 1974) J. Strzygowski - Ph. Forchheimer, Die
Müstakimzade, Tuhfe byzantinischen Wasserbehälter von
Rado, Hattatlar
Müstakimzade Süleyman Saadeddin, Konstantinopel, Wien, 1893
Şevket Rado, Türk Hattatları, İstanbul, 1984 STY
Tuhfe-i Hattatın, istanbul. 1928
Raif, Mir'at Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Nevsâl-i Osmanî Mehmed Raif, Mir'at-ı İstanbul, I. istanbul.
Ekrem Reşad-Osman Ferid (Sağlam), Sanat Tarihi Yıllığı, İstanbul, 1964 ->
1314
Musavver Nevsâl-i Osmanî, I-IV sene, Şehir Rehberi-1989
İstanbul, 1325-1328 Sakıb, Nefise İstanbul Şehir Rehberi. Cadde ve Sokak
Mustafa Sakıb, Sefine-i Nefise-i Mevleviyân, İsimleri Turistik ve Pratik Bilgiler
Nevsâl-i Servet-i Fiinûn I-III, Kahire, 1283 (Hazırlayan: istanbul Büyükşehir
Ahmed İhsan (Tokgöz), Musavver Nevsâl-i Belediyesi ve Güzel İstanbul Hizmet
Servet-i Fünûn, I-V sene, İstanbul, 1310- Salname-Devlet
Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniye, (68 Vakfı), İstanbul, 1989
1314
defa), İstanbul, 1263-1334 Şehsuvaroğlu, Boğaziçi
Nirven, İstanbul Suları Salname-Maarif Haluk Şehsuvaroğlu, Boğaziçi'ne Dair,
Saadi Nazım Nirven, İstanbul Suları, İstan­ İstanbul, 1986
Salname-i Nezaret-i Maarifi Umumiye, I-
bul, 1946
VI sene (V. yoktur), istanbul, 1316-1321 Şehsuvaroğlu, İstanbul
Nutku, Darülbedayi Haluk Şehsuvaroğlu, Asırlar Boyunca
Salname-i Servet-i Fünûn
Özdemir Nutku, Darülbedayi'nin Elli Yılı, İstanbul, İstanbul, ty (1953)
ismail Subhi (Soysallıoğlu)-Mehmed Fuad.
Ankara, 1969 Musavver Salname-i Servet-i Fünûn, I-IV
Şeyhî, Vekayiu'l-Fuzalâ
Nutku, Meddahlık sene. İstanbul, 1326-1329
Şeyhî Mehmed, Vekayiu'l-Fuzalâ, I-III,
Özdemir Nutku, Meddahlık ve Meddah Sami, Kamus İstanbul, 1989 (Yayımlayan: Abdülkadir
Hikayeleri, Ankara, ty (1976) Şemseddin Sami, Kamusü'l-A'lâm, I-VI, Özcan) (Sakaik-ı Nu'maniye ve Zeylleri
OA İstanbul, 1306-1316 içinde c. ÎII-IV)
Osmanlı Araştırmalan / The journal of Sevengil, Dram TA
Ottoman Studies, İstanbul, 1980 -» Refik Ahmet Sevengil, Eski Türklerde Türk Ansiklopedisi, I-XXXÏÏI, Ankara, 1943-
d'Ohsonn, Tableau Dram Sanatı, istanbul, 1959 1986
Mouredgea d'Ohsonn, Tableau general Sevengil, Eğlence TAD
de L'Empire Ottoman. I-V1I. Paris. Refik Ahmet Sevengil, İstanbul Nasıl Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
1791-1824 Eğleniyordu, istanbul, 1985; İstanbul, 1990 Fakültesi Tarih Araştırmalan Dergisi,
Okan, İstanbul Evliyaları Sevengil, Meşrutiyet Ankara, 1963 — •
Aysel Okan, İstanbul Evliyaları, İstanbul, Refik Ahmet Sevengil. Meşrutiyet Tahsin, Tıbbiye
ty (1964) Tiyatrosu, İstanbul, 1968 Rıza Tahsin, Mir'at-ı Mekteb-i Tıbbiye, I-II,
O s m a n Bey, Mecmua-i Cevâmi Sevengil, Opera İst, 1328-1330; Tıp Fakültesi Tarihçesi,
Hacı İsmail Beyzade Osman Bey, Refik Ahmet Sevengil, Opera Sanatı ile İlk İstanbul, 1991 (Eklerle Yayımlayan: Aykut
Mecmua-i Cevâmi, I-II, İstanbul, 1308 Kazancıgil)
Temaslarımız, İstanbul, 1969
Osmanlı Müellifleri Sevengil, Saray Tanışık, İstanbul Çeşmeleri
Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Refik Ahmet Sevengil. Saray Tiyatrosu, ibrahim Hilmi Tanışık, İstanbul Çeşmeleri,
Müellifleri, I-III, İstanbul, 1333-1342 istanbul. 1962 I-II, İstanbul, 1943-1945

XIV
Tanyu, Adak Yerleri ÎT Ünver, Muvakkithaneler
Hikmet Tanyu, Ankara ve Çevresinde Tarih ve Toplum, İstanbul, 1984 —• Süheyl Ünver, "Osmanlı Türkleri İlim
Adak ve Adak Yerleri, Ankara, 1967 Tarihinde Muvakkithaneler", Atatürk
TTEM
Tarih-i Cevdet Konferanstan, V, Ankara, 1975
Türk Tarih Encümeni Mecmuası, İstanbul,
Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, I-XII, 1923-1932, (78-101 sayı) Ünver, Mutlu Askerler
İstanbul, 1309 TTOK Belleteni Süheyl Ünver, İstanbul'un Mutlu Askerleri
Tarih-i Lutfî Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu ve Şehit Olanlar, Ankara 1976
Ahmed Lutfî, Tarih-i Lutfî, I-VTI, istanbul. Belleteni, İstanbul, 1930 -> Ünver, Sahabe Kabirleri
1290-1306; VTII, istanbul, 1328 Tuğlacı, Balyan Ailesi Süheyl Ünver, İstanbul'da Sahabe
(Yayımlayan: Abdurrahman Şeref); LX, Pars Tuğlacı, Osmanlı Mimarlığında Kabirleri, İstanbul, 1953
istanbul, 1984; X-XV, Ankara, 1988-1993 Batılılaşma Dönemi ve Balyan Ailesi, Vada, Boğaziçi
(Yayımlayan: Münir Aktepe) istanbul, 1981 A. Cabir Vada, Boğaziçi Konuşuyor ve
Tarih-i Naima Tuğlacı, Ermeni Kiliseleri Kanlıca Tarihçesi, istanbul, ty
Tarih-iNaima (Ravzatü'l-Hüseyn fi
Pars Tuğlacı, İstanbul Ermeni Kiliseleri, VD
hülasatiAhbari'l-Hafikeyn), I-VI, İstanbul
1280; I-VI, İstanbul, 1281-83; (Yayımlayan: İstanbul, 1991 Vakıflar Dergisi, Ankara, 1938 —>
Zuhuri Danışman), I-VI, İstanbul, 1968- Tuğlacı, İstanbul Adaları Vassaf, Sefine
1969 Pars Tuğlacı, Tarih Boyunca İstanbul Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliya-yı Ebrâı;
Adaları, I-II,' İstanbul, 1989-1992 I-V, Sülevmaniye Kütüphanesi, Yazma
Tarihi Peçevî
Tunaya, Siyasal Partiler Bağışlar, no. 2305-2309
İbrahim Peçevî. Tarih-i Peçevî, I-II, İstan­
bul. 1283 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Vicdanî, Tomar-Halvetiye
Partiler, I-HI, İstanbul, 1984-1989 M. Sadık Vicdanî, Tomar-ı Tumk-ı
Tarih-i Raşid
Uluçay, Padişahların Kadınları Aliyye 'den FLalvetiye Silsilenamesi, İstan-
Mehmed Rasid, Tarih-i Rasid, I-V, İstan­
M. Çağatay Uluçay, Padişahların bul, 1338
bul, 1282
Kadınları ve Kızları, Ankara, 1980 Vicdanî, Tomar-Kadiriye
Tarih-i Selânikî
Mustafa Selânikî. Tarih-i Selânikî, İstan­ Unat, Osmanlı Sefirleri M. Sadık Vicdanî, Tomar-ı Tunık-ı
bul, 1281 Faik Reşit Unat, Osmanlı Sefirleri ve Aliyye den Kadiriye Silsilenamesi, İstan-
Sefaretnameleri, Ankara, 1968 bul, 1338
Tarih-i Solakzade
Solakzade Mehmed Hemdemî, Tarih-i Uşşakizade, Zeyl-i Şakaik Vicdanî, Tomar-Melâmilik
Solakzade, İstanbul, 1297 Uşşakizade Seyyid İbrahim Hasib, Zeyl-i M. Sadık Vicdanî, Tomar-ı Tunık-ı Aliyye:
Şakaik (Yayımlavan: H. J. Kissling), Melâmilik, istanbul. 1338
Tarih-i Şânizade
Wiesbaden,' 1965' Yavuz, Mimar Kemalettin
Şânizâde Ataullah Efendi, Tarih-i
Uzunçarşılı, İlmiye Yıldırım Yavuz, Mimar Kemalettin ve
Şânizade, I-IV, istanbul, 1291
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi, Ankara,
Tarih-i Vâsıf 1981
Vâsıf Ahmed Efendi, Tarih-i Vâsıf I-II Devletinin İlmiye Teşkilatı. Ankara, 1988
Yerasimos, Voyageurs
istanbul, 1219 Uzunçarşılı, Kapıkulu Stéphane Yerasimos, Les voyageurs dans
TCTA İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti l'empire ottoman (XLV^-XVF siècles),
Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Teşkilâtından Kapıkulu Ocaktan. I-II, Ankara, 1991
Ansiklopedisi, I-VI, istanbul, 1985-1986 Ankara, 1988 Yüksel, Bâyezid-Yavuz
TD Uzunçarşılı, Merkez ve Bahriye İ. Aydın Yüksel, Osmanlı Mimarisinde IL.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ismail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Bâyezid-Yavuz Selim Devri. V, İstanbul,
Tarih Dergisi, İstanbul, 1949 —• Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, 1983
TDEA Ankara, 1989 Yüngül, Taksim Suyu
Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, I-VII Naci Yüngül, Taksim Suyu Tesisleri, İstan­
(A-Sez), İstanbul, 1977-1990 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, bul. 1957
TDED I-IV, Ankara, 1988 ' Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Uzunçarşılı, Saray Zâkir Şûkrî Efendi, Die İstanbuler
Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, İstanbul, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Derwisch-Konvente und ibre Scheiche
1946 -» Devletinin Saray Teşkilatı, Ankara, 1988 (Mecmua-i Tekâyâ), (Yayımlayan: M.
TDÜA (Ülgen), İstanbul Serhan Tayşi-Klaus Kreiser), Freiburg, 1980
Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, I-X, Ali Saim (Ülgen). İstanbul ve Eski Eserleri. Ziya, İstanbul ve Boğaziçi
İstanbul, 1983-1985 İstanbul. 1933 Mehmed Ziya, İstanbul ve Boğaziçi, I-II,
TED Unsal, Eski Eser Kaybı İstanbul, 1336 ( 1 9 2 0 M 9 2 8
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Behçet Unsal, "İstanbul'un İmarı ve Eski Ziyaoğlu, Belediye Reisleri
Tarih Enstitüsü Dergisi, İstanbul, 1970 —» Eser Kaybı", Türk Sanatı Tarihi Araştırma Rakım Ziyaoğlu, İstanbul Kadılan,
TFA ve İncelemeleri, II, İstanbul, 1969 Şehreminleri, Belediye Reisleri ve Partiler
Türk Folklor Araştırmaları, İstanbul, 1949- Unsal, Kütüphaneler Tarihi, İstanbul, 1971
1980, I-XLX (366 sayı) Behçet Unsal, "Türk-Vakfı istanbul
Kütüphanelerinin Mimari Yöntemi",
TM
Vakıflar Dergisi, XVIII, 1984
Türkiyat Mecmuası, istanbul. 1925 —• Unsal, Türbeler
TOEM Behçet Unsal, "İstanbul Türbeleri
Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası, Üzerinde Stil Araştırması", Vakıflar
istanbul, 1910-1923, (1-77 sayı) Dergisi, XVI, 1982

G Ö R S E L M A L Z E M E K A Y N A K K I S A L T M A L A R I

AAE Alman Arkeoloji FAAE Fransız Anadolu İSTAV istanbul Sanat Tanıtım TTOK Türkiye Turing ve
Enstitüsü Araştınnaları ve Araştırma Vakfı Otomobil Kurumu
CPL Celsus Picture Library Enstitüsü TETTV Türkiye Ekonomik ve YEM Yapı Endüstri
ÇEKÜL Çevre ve Kültür IRCICA islam Tarih, Sanat ve Toplumsal Tarih Vakfı Merkezi
Değerlerini Tanıtma Kültür Araştırma TİEM Türk-lslam Eserleri
ve Koruma Vakfı Merkezi Müzesi
DHKD Doğal Hayatı Koruma İAM istanbul Arkeoloji TSM Topkapı Sarayı
Derneği Müzeleri Müzesi

XV
İ S T A N B U L A N S İ K L O P E D İ S İ Y A Z A R L A R I

30 Eylül 1993 tarihine kadar İstanbul Ansiklopedisi yazı ailesine katılanlar

Panayot Abacı, Aygül Ağır, Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, Tanju Akad, Nuri Akbayar, Dr. M. Rıfat Akbulut, Fehmi Akgün,

Doç. Dr. Günkut Akın, Doç. Dr. Nur Akın, Dr. Bülent Aksoy, Irkin Aktüze, Gökhan Akçura, Dr. Semiha Akpınar, Hulki Aktunç,

Fatma Akyürek, Mehmet Ö. Alkan, Prof. Dr. Ali Alparslan, İ. Birol Alpay, Dr. Üstün Alsaç, Haşmet Altınölçek, Yener Altuntaş,

Prof. Dr. Metin And, Dr. Robert Anhegger, Prof. Dr. Ahmet Aran, Hakan Arlı, Prof. Dr. Güven Arsebük, Doç. Dr. Tülay Artan,

Cem Atabeyoğlu, Dr. Meral Avcı, Dr. Sedat Avcı, Ruhi Ayangil, Pelin Aykut, Vedat Başaran, Başar Başarır, Cengiz Bektaş,

Prof. Dr. Afife Batur, Selçuk Batur, Oya Baydar, Nedret Bayraktar, Prof. Dr. Turhan Baytop, Doç. Dr. Murat Belge,

Doç. Dr. Albrecht Berger, Ercüment Berker, Prof. Dr. Eşer Berköz, Fikret Bertuğ, İncila Bertuğ, Can Binan, Çelen Birkan,

Sula Bozis, Ali Esat Bozyiğit, Cengiz Can. Prof. Dr. Gönül Cantay, Yar. Doç. Dr. Oğuz Ceylan, Meltem Cingöz, Raşit Çavaş,

Prof. Dr. Kâzım Çeçen, Doç. Dr. Atilla Çetin, Engin Çizgen, A. Vefa Çobanoğlu, Prof. Dr. Mehmet Çubuk, Doç. Dr. Jak Deleon,

Prof. Dr. Yıldız Demiriz, Belgin Demirsar, Celil Dinçer, Ayhan Doğan, Atilla Dorsay, Prof. Dr. Emre Dölen, Seza Durudoğan,

Dr. Müfid Ekdal, Oktay Ekinci, Güldeniz Ekmen, Doç. Dr. Edhem Eldem, Orhan Erdenen. Hülya Erdoğan, Kutluay Erdoğan,

Ayten Eriş, Konur Ertop, Yar. Doç. Dr. Özkan Ertuğrul, Doç. Dr. Cengiz Eruzun, Jak Esim, Burçak Evren, Prof. Dr. Ufuk Esin,

Prof. Dr. Semavi Eyice, Ferruh G e n c e r . Dr. Sinan Genim, Dr. M. Turgay Gökçen, Şule Gökdeniz, Çelik Gülersoy,

Naim Güleryüz, Mehmet Güntekin. Yar. Doç. Dr. Murat Güvenç, Ayşe Hür, Ekrem Işın, Prof. Dr. Ekmeleddin Ihsanoğlu,

Prof. Dr. Halil İnalcık, Tuğrul İnançer. Doç. Dr. Gül İrepoğlu, Yaman İrepoğlu, Doç. Dr. Feryal İrez, Mustafa İzberk,

Aynur Kabataş, Nihal Kadıoğlu, Doç. Dr. Cemal Kafadar, Yegân Kahya, Zafer Karaca, Gündağ Kayaoğlu, Arslan Kaynardağ,

Prof. Dr. Haydar Kazgan, Prof. Dr. Ahmet Keskin, Zülal Kılıç. H a r a Koç. Dr. Orhan Koloğlu. Prof. Dr. Emre Kongar,

M. Sabri Koz, Ergun Köknar, Prof. Doğan Kuban, Ayşe Yetişkin Kubilay, Hasan Kuruyazıcı, Mehmet Zeki Kuşoğlu, Turgut Kut,

Onat Kutlar, Banu Kutun, Silva Kuyumcuyan, Prof. Dr. Önder Küçükerman, Nikiforos Metaxas, Ahmet Mülayim,

Prof. Dr. Selçuk Mülayim, Emine Naza, Dr. Nevra Neciboğlu. Dr. Eckhard Neubauer, Tarkan Okçuoğlu, Prof. Dr. İlber Ortaylı,

Prof. Dr. Ayla Ödekan, Dr. Nazan Ölçer, Yusuf Ömürlü, Prof. Dr. Ferhunde Özbay, D o ç . Dr. Mehmet Özdoğan.

Prof. Dr. Metin Özek, Ahmet Özel, Prof. Dr. Nazmiye Ö z g ü ç , B u r c u Özgüven, Mevlüt Özhan, G ö n ü l P a ç a c ı ,

Kevork Pamukciyan, Alpay Pasinli, Yar. Doç. Dr. Sacit Pekak. Erol Pekcan, Ersu Pekin, Faruk Pekin, Brigitte Pitarakis,

Dr. Eugenia Popescu-Judetz, Raffi Portakal, Prof. Dr. Günsel Renda, Mustafa Saka, A. Selçuk Sakaoğlu, Necdet Sakaoğlu,

Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, Fatih Salgar, Yıldız Salman. Turgut Saner. Giovanni Scognamillo, Vağarşag Seropyan,

Prof. Dr. Yıldız Sey, Lütfü Seymen, Ziya Nur Sezen, Prof. Dr. Haluk Sezgin, Prof. Dr. Frederick Shorter, Orhan Silier,

Selim Somçağ, Prof. Dr. Hande Süher, Hilmi Zafer Şahin, Yüksel Şahin, Süleyman Şenel, Prof. Dr. Celal Şengör,

Ömer Faruk Şerifoğlu, ilhan Şimşek, Ayten Şan Şölen, Doç. Dr. M. Baha Tanman, Prof. Dr. Mete Tapan, Cinuçen Tanrıkorur,

Dr. Gülsün Tanyeli, Dr. Uğur Tanyeli, Prof. Dr. İlhan Tekeli, Doç. Dr. Şirin Tekeli, Dr. Hülya Tezcan, Aksel Tibet,

Prof. Dr. Taner Timur, Veysel Tolun, Prof. Dr. Zafer Toprak, Doç. Dr. Mete Tuncay, Eser Tutel, Prof. Dr. Erol Tümertekin,

Reşat Uca, Esin Uluğ, Süha Umur, Cemal Ünlü, Ali Suat Ürgüplü, Behzat Üsdiken, Asnü Bilban Yalçın, Prof. Dr. Faik Yaltırık,

Doğan Yavaş, Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça, Doç. Dr. Yıldırım Yavuz, Hasan Yelmen, Prof. Dr. Filiz Yenişehirlioğlu,

Prof. Dr. Stefanos Yerasimos. Nilay Yeşiltepe, Doç. Dr. Nuran Yıldırım. Prof. Dr. Ahmet Y ı l d ı z a , Hulusi Yücebıyık,

Prof. Dr. Atilla Yücel, Dr. İ. Aydın Yüksel, Dr. Thierry Zarcone

XVI
1 ÂB ÂLEMİ

Eğlenenler hemen yer sofrasının üstüne ğinde sürmekteydi. Âb âlemlerine din­


bir seccade örtüp namaza dururlar, fa­ dar ve içkiden uzak kalmayı yeğleyen
kat secdeye gidemezler. Hoşgörülü pa­ devlet adamları da ilgi duymaktaydılar.
dişah "âlemlerinde olsunlar!" diyerek Örneğin, tarihçi, fıkıh bilgini ve devlet
oradan uzaklaşır. Bu padişahın döne­ adamı Ahmed Cevdet Paşa bile arada
minde İstanbul'a gelen Melling, Boğazi­ bu akıma ayak uydurur, yalısında en
çi ve Haliç resimlerinin birçoğuna âb yakın dostlarıyla âb âlemi düzenlermiş.
âlemi betimleri de işlemiştir. I I . Mah- Onun şu dizeleri buna kanıt gösterilir:
mud (1808-1839) ile oğlu Abdülmecid Bezm-i meyde kusura bakma sakın /
(1839-1861) içkiye düşkün oldukları gi­ Âlem-i âb başka âlemdir / Mey-i ikbâli
bi, dönemlerinin önde gelen yöneticile­ hazmeden amma / Mezhebimce sahih
ri ve aydınları da bu konuda daha öz­ âdemdir.
gürdüler. Ama, gerek topluma duyulan Âb âlemlerinin en çok dedikoduya
saygıdan, gerekse şeriata karşı çekin­ neden olardan, I. Meşrutiyetin ilan edil­
genlikten, içki, şarap, içkili meclis de­ diği günlerde (1876-1877) Midhat Pa-
mek yerine, âb âlemi ya da âlem-i âb şa'nın konağındaki içkili toplantılardı.
deyimleri tercih edilmekteydi. Böylece, Ahmed Midhat Efendi, Namık Kemal gi­
mecazlarla yüklü İstanbul Türkçesi zen­ bi aydınların da katıldığı bu oturumlar­
gin anlamlı bir deyim daha kazandı. Âb
ÂB ÂLEMİ da siyasal konular tartışılır, hattâ bazen,
âlemi, su kenarında yapılan piknik an­ uluorta konuşmalar bile olurdu. Bir âb
Âlem-i âb, âb meclisi, bezm-i tarab da lamında yorumlanabileceği gibi, içkili
denmiştir. âleminde "Niçin Âl-i Osman olur da Âl-i
toplantı ve eğlence anlamını da ver­ Midhat olmaz?" denmesi, ertesi gün sa­
İstanbul'da, 19. yy'm ikinci yarışma mekteydi. raya kadar ulaştırılmıştı.
doğru yaygınlaşan içkili toplantılar. Me­
sirelerde, meyhanelerde tertip edilen âb Âb âlemleri, bir yandan, mirasyedile­ Âb âlemlerinin hemen her gün dü­
âlemleri sazlı sözlü ve daha serbest rin, eğlence düşkünlerinin, sanat ve zenlendiği bir başka yer, Abdülaziz dö­
olurken rical konak ve yalılarındaki bir edebiyat meraklılarının tutkularıyla, bir neminde ( 1 8 6 1 - 1 8 7 6 ) Veliaht Murad
tür yarı resmi havada olurdu. Daha es­ yandan da yönetici sınıfın giderek yo­ Efendinin Kurbağalıdere'deki köşküy­
kilerde âb âlemlerine "bezm-i işret" ğunlaşan siyasal ortamda içkili toplantı­ dü. Burada Yeni Osmanlılar'ın liderleri
(içki toplantısı), "bezm-i âlem" (eğlenti ları yeğlemeleriyle hemen her çevreye şehzadeyle birlikte dönemin ünlü sa­
toplantısı) deniyordu. yayıldı. zende ve hanendelerini de alarak âb
Farsça bir sözcük olan "âb" akarsu Bu tutku, Abdülmecid dönemindeki âlemleri yaparlar ve siyaset konuşurlar­
anlamında olmakla beraber, edebiyatı­ hızını, II. Abdülhamid dönemine (1876- dı. I I . Abdülhamid d ö n e m i n d e ise
mızda ve özellikle de İstanbul'da, gü­ 1909) doğru bir oranda yitirmekle bir­ (1876-1909) âb âlemleri kentin uzağm-
zellik, canlılık, parlaklık, içki anlamları­ likte 20. yy'a kadar sürdü. Tanzimat dö­ daki kırlara, Alemdağ, Akbaba, Sarıyer,
nı karşılayıcı bir dizi tamlamada yer al­ nemi (1839-1876) devlet adamlarından Büyükdere gibi yörelere kaymış ve eski
dı: âb-ı revân (akarsu), âb-ı şirin (tatlı Âli, Fuad, Midhat paşaların konakların­ canlılığını bir ölçüde yitirmiş bulunu­
su), âb-ı şûr (tuzlu su), âb ü tâb (güzel­ da ve sahilhanelerinde düzenlenen âb yordu. Bu dönemde, hafiyelerin izleme­
lik, canlılık), âb-yar (sulayıcı, saki), âb- âlemleri ya siyasal gündemli iç kabine sinden korkanlar, âb âlemlerine "frenk-
gine (içki şişesi), âb-gir (gölcük), vb. toplantıları havasında ya da nükte ve vari" giyinip başlarına şapka geçirerek
Şarap ve içki anlamına gelen âb'lı de­ mizahtan ülke sorunlarına ve müziğe katılırlardı.
yimler, İstanbul yaşamında ve edebiya­ değin uzayan, dönemin renkli kişileri­ İstanbul'a özgü âb âlemleri edebiya­
tında daha çok kullanıldı: âb-ı âteş- nin de katıldığı gece eğlenceleri niteli­ ta ve müzik dünyasına dâ yansımıştır.
renk, âb-ı âteş-nâk, âb-ı âteşpâre, âb-ı
âteş-nümâ, âb-ı âteş-furûş, âb-ı engûr,
âb-ı erguvanı, âb-ı haram, âb-ı hara­
bat, âb-ı zer, âb-ı tarab, âb-ı yakut vb.
Kuşkusuz bu zenginlik, İstanbul'un do­
ğası ve kültürü ile çok yönlü beslene-
geldi.
Boğaziçi'nin ve Halic'in eğlenmeye
elverişli koyları, kent çevresindeki su
kaynakları ve mesireler, küçük toplu­
lukların günübirlik ya da mehtaplı
gecelerde mutluluk arayışlarına olanak
veriyordu. Bununla birlikte 19- yy'a ge­
linceye kadar, su kıyılarında, çayırlarda
ve havuz başlarında, meyhane görünü­
mü veren içkili eğlenceler ancak gözler­
den uzak olmak koşulu ile yapılabili­
yordu. Şer'î kurallar bakımından âb
âlemlerini açıkta yapmak olanaksızdı.
Bu nedenle âb meclisleri meyhane or­
tamlarından ve konaklardan dışarıya
pek fazla taşmıyordu. Bunda, 18. yy bo­
yunca Osmanlı tahtına oturan padişah­
ların içkiden uzak duruşlarının da etkisi
vardır.
III. Selim (1789-1807) bir gün Boğa­
ziçi'nden saltanat kayığıyla dönerken Kandilli sırtlarında çeşitli topluluklara mensup kişilerin katıldığı bir âb âlemi. Melling'in bir
deseninden gravür, aynnti; 18. yy.
kıyıya yakın oturmuş bir grubun âb âle­ Ara Güler
mi yaptıklarını görerek dümen kırdırır.
ÂB ÂLEMİ 2
Isfahan makamından "Âlem-i âb içre
Göksu'dan olub zevrak-süvar / Kıl Ka­ R E Z Â İ L - İ Â L E M İ Â B ' A D A İ R
lender Bağçeşin tâ subha-dek çây-ı ka­
rar" âb âlemleriyle ilgili, saptanabilen - Vay efendim!
en eski şarkılardandır, ilk akla gelen - Va...y beyim!
dizeler ise, günümüzde de söylenen - Maşallah! Böyle olmalı. Nenlesiniz ayol?
"Gidelim Göksu'ya bir âlem-i âb eyle- - Buralardayız... Fäkal biraz hastayım.
yelim"dir. Bunun gibi, güftesi Osman - Vah vah! Geçmiş olsun. Neniz var?
Nevres'in, bestesi Hacı Arif Bey'in "Kor­ - Mide.
karım tevbe-i âbe düşürürsün zâhid / - lîvet, bendeniz de muztaribim... - Garson!
Hele hengâm-ı çemen, mevsim-i işret -A..ma..n, af buyurun... Midem!..
gelsin" şarkısı veya "Devr-i lâlinde baş - Bir İane efendim!..
eğmem bâde-i gül-fâme ben / Sâye-i - Ama..n, müsaade buyurun... Ölüyorum!..
pir-i muganda minnet etmem câme - Etme Alahı seversen!.. Bir taneden ne olur?
ben" dizelerinde eski âb âlemlerinin - Vallahi dokunuyor... Gecen akşam iyi eder diye iki konyak...
anıları vardır. Lale Devri'nden (1718- Nah! Konyak midevîdir...
1730) beri söylenen "Mutrîb duracak - Nasıl midevî efendim... Berbat etli. bıraktı...
zaman değildir fevt etmeyelim şebâbı / - Ne konyağı idi?
Hengâme-i zevk u şevki kerem et ver - Yunan.
- İşte ondan. Bundan fena konyak olmaz. İhlamur suyiyle ispirto...
meclise âb ü tâbi /Âb ile şarabı mecz et
- Garson!
birbirine çeng ile rebâbı" dizeleri ise,
- Aman, rica ederim.
19. yy'da da Galata balozlarından Gök­ - Dur efendim! Burada bir Fransız konyağı var... İksir... - Garson! Beyefendiye
su Çayırı'na kadar her içki meclisinde sabahlan benim içtiğim o konyaktan bir tane getir.
yineleniyordu. Hacı Arif Bey (ö. 1885) - Hâtır-ı âliniz için... Yoksa... kaabil değil!..
âb âlemlerini konu alan iki uşşak şarkı -Efendim, şerefinize!..
bestelemiştir: "Meyhane mi bu, bezm-i - Size tuhaf bir şey arzedeyim... Bir zaman... daha sizinle teşerrüf etmemiştik...
tarabhâne-i cem mi?/ Peymâne mi bu, merhum Arif bey... zavallı şimdi hastadır, Sadık bey... damadı rahmetli Abdi
efser-i dârât ü haşem mi? / Sâki mi bu, bey... filân her akşam birleşir... saat yedilere kadar çakarız... Efendim, şerefinize!..
nev-bâve-i bostan-ı cemâli / Reşk-i çe- - Afiyet olsun!
menistan-ı hıyâban-ı İrem mi? /Mir'at-ı - Fakat nasıl çakarız?.. -Garson! bir konyak daha.
musaffa mı değil, câm-ı şarabın / İç - Çok olur efendim.
gör ki safâsı ne imiş âlem-i âbın". Di­ - Âdam, bir iki konyaktan ne olur?.. Sürahilerle içerdim... Hem de fıçı
ğeri: "Meyhane değil, meclis-i rindâne-i konyağı!.. Bir sabah kalktım... Fakat ne haldeyim?.. Beynimin içi oğulduyor...
cemdir / Peymâne değil, dâfi-i endûh-i kalbim vuruyor... göğsüm yanıyor... gözlerim ateş gibi... dil parça parça... el ayak
elemdir / Sakiler beğim suret-i insanda titrer... midem bulamr... dizlerim tutmaz... boğazım kuru... yürümek kaabil
görünmüş / Amma bir iki dilber-i hû- değil... yatmak müteassir [güçleşmiş]... Baktım ki hal fena... Gideceğim... O
bân-ı İremdir / Çek sâgarını durma zaman da gençlik...
Hafid bâde-i nâbın / Te 'şirini anla ney­ - Aman efendim! Şimdi ihtiyar mısınız? Otuz beş var mısınız?
miş bir yudum âbın". Şevki Bey'in bir -Var yok... Fakat biz aksineyiz... Gönüllerimiz kocadı... Ah!.. Afiyete
hüzzam şarkısında da âb âlemi vurgu­ efendim... Mezeden buyurun... Sahi! Konyakla şeker gider... - Garson!.. Şeker
lanmıştır: " Gam-dîdeleriz sâki sun bir getir. Konyak getir. Dimitri, bu akşam sana ne oldu?.. - Ne arzediyordum?.. Evet,
dolu kab olsun / Bir tas arak. yâhud bir gençlik... Karşıda, Galavani sokağında bir kız severdim... Sever değil, âdeta
çıldırırdım... Hınzır kız!.. Yine hatırıma geldi... Adam!.. Bu akşam da benim için
kâse şarab olsun / Sen ver de peyâpey
rahatsız ol... Ne olur?.. Allah aşkına çak!
dil mest ü harab olsun / Devr eyle ki
- İçiyorum efendim.
keyfimce bir âlem-i âb olsun". Güftesi
- Afiyete!.. Doğrudur, "geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer" derler... -
Ahmet Refik Altmay'ın, bestesi Nasibin Garson! Şişemi doldur. Beye de ver.
Mehmet Yürü'nün olan hicaz makamın­ - Aman, konyak bozacak.
daki "kederden mi neden böyle sarar­ - Düz için.
mış reng-i ruhsârın" diye başlayan ün­ - Konyağın üstüne bilmem nasıl olur?
lü şarkıda da "firakın zehreder billah -Pekâlâ olur!.. - Garson! gel gel! Bir boş kadeh daha getir. - Derken...
bana her âlem-i âbı" dizesi vardır. efendime söylevim... bizim Arif bey geldi... Rahmetli mutlaka yanında taşırdı.
Yassı bir şişeciği vardı... Doldurur, arka cebine yerleştirirdi... Allah rahmet
Yazar ve b e s t e k â r Ahmed Rasim eylesin... Çok zarif, nazik, kadirşinas bir zattı... Beni yatakta görür görmez
( 1 8 6 5 - 1 9 3 2 ) istanbul âb âlemlerinin, gülümsedi. Derhal şişeyi çıkardı, ağzıma verdi. "Aman içemenı, çıkarırım,
Andelib, Nuri Şeyda gibi en renkli kişi- fenayım!" dedimse de kim dinler?.. Hatırmdan da çıkılmaz... Ikına sıkına birkaç
lerindendi; Şehir Mektupları'udi, "Rezâ- yudum içtim... Şişeyi çeker çekmez yine yanaştırdı... Bir yudum daha... Afiyete!..
il-i âlem-i âb'a dair" başlığı altında, ra­ Ha babam ha!.. Elhasıl yarıladım... Kafa döndü... mide ısındı... Şöyle bir doğrul­
hatsızlığı nedeniyle içmemeye karar ve­ dum... baktım ki biraz kuvvet gelmiş... Anladım... Birkaç tane daha çekersem
ren bir İstanbullunun ertesi akşam bir bütün bütün kalkacağım... Dedim ki: "Aman şu dolabı aç. Benim akşam aldığım
başka âb âlemine nasıl düştüğünü mu­ şişe oradadır." Elhasıl bir tane... bir tane daha... Yataktan kalkamıyan Esat turp
havere tekniğiyle anlatır. Başka bir yazı­ gibi oldu.
sında da "sulu ayyaşîn takımı"nın, dü­ - Öyledir... İnsan düştüğü yerden kalkar... Fakat bu mide ağrısı bizi korkuttu...
zeysiz âlem-i âblarını eleştirir. - Keyfine bak. Çak. Afiyet olsun!
Âb âlemi geleneği, 20. yy başında, il­ - Evet, doğrudur. Biz içmezsek edemeyiz.
kin II. Abdülhamid'in İstanbul genelin­ - Garson! gel şu şişeyi tazele.
de uyandırdığı korku yüzünden giderek - Şaka değil, buranın rakısı da iyiymiş.
sönükleşmiş, II. Meşrutiyet'te siyasal - iyidir. Bu gazinocu meraklıdır. Hem iyi heriftir.
tansiyonun yükselmesi, savaşlar, yok­ - Olmayıp ne yapacak? Biz olmasak bunlar aç kalır.
- Hay hay!.. Fakat bazıları da...
sulluk ve eski hayat tarzının değişmesi
- Âfiyel-i... â...linize!..
gibi nedenlerle yaklaşık yüz yıl boyun­
- Teşekkür ederim...
ca kazandığı incelikleri ve kuralları ile
Ahmed Rasim, Şehir Mektupları, c. II. s. 88 vd
birlikte yavaş yavaş unutulmuştur.
NECDET SAKAOĞLU
3 ABANİ

ABACILIK Bu tür kumaşların yapımında dink ve


aba dolabı çalıştırmak için çok miktarda
Yünden gevşek bir biçimde dokunduk­
su gerektiğinden İstanbul'daki imalatha­
tan sonra uzun süre su ile dövülerek
neler Beyazıt, Eyüp, Yenikapı ve Samat-
imal edilen bir tür kaba kumaş olan
ya semtlerinde toplanmıştı. Sonraları
aba, bu kumaştan yapılan palto ve sako
Feshane'de(->) üretilen kaliteli aba "Fes­
cinsinden bir kışlık giysiye de ad ol­
hane abası" adıyla anılmıştır.
muştur. Dervişler, ilmiye sınıfı mensup­
ları ve medrese talebesi de bir tür aba İstanbul'da abadan giysi ve eşya imal
giymekle birlikte bu üstlük, zengin ve eden, bunlar üzerine çeşitli motifler işle­
kibar çevrelerde yoksulluk belirtisi sayı­ yen zanaatkarlarla bu tür eşyaları satan-'
lırdı. Abanın kumaş olarak bilinmesi ve lar genellikle Kapalıçarşı'da toplanmışlar­
giysi yapımında kullanılması eski ol­ dı. Eski narh defterlerinde ve esnaf ni­
makla birlikte İstanbul yaşamına yaygın zamnamelerinde öteki zanaatlarda oldu­
bir biçimde girişi yeniçeri yağmurlukları ğu gibi abacı esnafı için de bazı kurallar
ve denizcilere özgü su geçirmeyen üst­ konulmuş, sıkı ve iyi aba işleyip satmak
lüklerle olmuştur. zorunda oldukları buyıırulmuştur.
Evliya Çelebi'nin yazdığına göre aba­ Günümüzde, Gaziantep'te imal edilip İstan­
bul'da satılan abani taklidi örtü.
cılar, Kapalıçarşı ve Eski Bedesten'in dış Nazım Timuroğlu
esnafından sayılmakta, şehrin çeşitli yer­
lerinde bulunanlarla birlikte 300 dük­
kânda 700 usta ve kalfa çalışmaktaydı. vb kimlikleri simgeleyen ensiz dolama.
İstanbul'un değişik semtlerindeki sokak­ Çözgüsü pamuk-keten karışımı iplik, at­
larda toplanmış birkaç Abacılar Çarşısı kıları ve çiçekleri sarı ipek olan abani,
vardı. Bunların toplandığı sokaklara İstanbul ve Bursa'da dokunmaktaydı. En
"abacılık" ya da "abacılarla ilgili adlar eski abaniler ise Halep, Bağdat ve Hin­
verilmişti. 19. yy'da Eminönü Zindanka- distan tezgâhlarında imal edilmiş açık
pısı ile Odunkapısı arasında toplanan sarı dokuma üstüne daha koyu, safrani
abacı esnafından dolayı Zindankapısı (saman sarısı) dallarla desenli ağır bir
Caddesi'ne halk arasında yakın zaman­ kumaş türüydü. Bundan yapılan sarıkla­
lara kadar "Abacılar Caddesi'' de denilir­ ra da abani deniyordu. Üzeri sim sırma
di. Fatih, Eminönü, Beyoğlu ve Beşiktaş işlemeli abaniler de vardı.
ilçelerinde bazı usta abacıların ya da bu Sözcüğün, "ak-mişe" gibi, "ak-banî"
mesleğin anısını yaşatmak için konul­ imlasının bozulmasıyla abani olduğu ve
muş "Abacılar Sokağı'', "Abacı Halim "ban akı" (prens beyazı) anlamına gel­
Sokağı'', "Abacı Latif Sokağı", "Abacı diği sanılıyor. Rivayete göre abaniyi İs­
Mahmut Sokağı" gibi sokak adları günü­ tanbul'a ilk getirenler Eflâk ve Boğdan
müzde de yaşamaktadır. beyleri oldu. Bunlar, başkentteki tören­
Bibi. Evliya, Seyahatname. I, 616; (Ergin), lere ipekten dokunmuş beyaz üstüne
Mecelle, İ, 406; ay. Rehber. 1; Emruliah, safran renginde dallarla bezeli kaftan­
"Aba", Yeni Muhîtü'l-Maarif. I, İst., 1328- larla katılmaktaydılar. Padişaha, sadra­
I. Dünya Savaşı sırasında Feshane abasından 1330. 95 - 97; M. F. Köprülü, "Aba", Türk zama sundukları hediyeler arasında da
üniforma giydirilmiş iki çocuğu gösteren bir Halkedebiyatı Ansiklopedisi, Fas. I, İst., 1935,
kartpostal. s. 1; M. Ş. Ülkütaşır, "Aba", Türk. Folklor ve Et­ bu değerli kumaşlar bulunuyordu. İs­
A. Selçuk Sakaoğlu nografya Sözlüğü Üzerine Bir Kalem Tecrübe­ tanbul ve Bursa dokumacıları, ellerine
si, Fas. I, İst.. 1 9 3 7 ; av. "Aba ve Abacılık". geçen parçalan örnek edinerek yeni bir
HBH. S. 119 (Eylül 1941). s. 275-277; ay, kumaş türü üretmeye başladılar. Buna,
Abadan ayrıca sako, şalvar, çakşır, "Aba", İslâm-Türk Ansiklopedisi, II, İst., 1944, kaynağından dolayı ak-banı/ağ-banı
potur, cepken, salta, yelek, cüppe, yağ­ 36-38; İSTA, I. 1-2; Koçu. Giyim. Kuşam. 7-8;
dendi. Giderek halk arasında abani ol­
İKSA, I, 3-4; DİA. I, 4-5; Şehir Rehberi-1989,
murluk, terlik, kukuleta yapıldığı gibi at du. Abani, İstanbul yaşamında uzun za­
78; E. Dölen. Tekstil Tarihi, İst.. 1992. 378.
donanımında ya da yük taşımada kulla­ 381. 539. man, kuşaklık, sarıldık, perde, yorgan
nılan yardımcı eşya yapımında da yarar­ M. SABRİ KOZ yüzü, başörtüsü, bohça olarak kullanıldı
lanılmıştır. 18. yy'dan başlayarak Os­ ve taşraya da satıldı. Buna karşılık, Bur-
manlı ordusunda asker giyim kuşamı ABANİ sa'dan, Halep, Bağdat ve hattâ Hindis­
için aba türü kumaşlar da kullanılmıştır. Ağbani, Abaniye de denir. 19. yy'da fe­ tan'dan İstanbul'a çeşitli kalite ve de­
Özellikle Alemdar Mustafa Paşa'mn sad­ sin tek başlık olarak kabul edilmesinden sende abaniler geliyordu. Bunlar, Hint
razamlığı sırasında (1808) kurulan Sek- soma, üstüne sarılan, ağa, efendi, hacı abanisi, Halep işi abani vb adlarla satılı­
ban-ı Cedid Ocağı'nda askerler için yordu. 17. y y ' m ortalarında, İstanbul'da
abadan dizlik ve tozluk yaptmimıştı. "ağabanu destar" (sarık) kullanıldığı
İstanbul'da halk arasında da aba türü narh defterlerinden anlaşılmaktadır.
kumaşlar yaygın biçimde kullanılmak­ 1830'larda İstanbul'da başlayan fes
taydı. Ancak İstanbul'a özgü bir aba tü­ modası, II. Mahmud'un bir fermanı ve
rü ve tekniği saptanamamıştır. Abanın yayımlanan bir nizamname ile yaygınla-
hammaddesi olan yünün taşrada ve kü­ şınca abani, eski sarığın bir simgesi gibi
çükbaş hayvan yetiştiriciliğinin yaygın ve bir bant halinde fese dolandı.
olduğu yörelerde elde edilmesi dokuma Tarih-i Lûtfî 'de fesin kabulünden
işinin de buna bağlı olarak taşrada oluş­ sonra Babıâli'deki "hulefâ ve hâcegân"
masına elverdiğinden İstanbul'da satılan sınıfından kalem şeflerinin, bir süre fes­
abanın büyük bölümü başka yerlerden lerine şal sardıkları, fakat şalın pahalılığı
getirtiliyordu. İstanbul'a aba gönderen yanında festen kayması nedeniyle be­
şehirler arasında Halep, Gaziantep, Kah­ Bir bostancı yaz tülbent ve abani sarmaya başladık­
ramanmaraş, Antakya ve Balıkesir ön sı­ baratasına sarılı abani. Jean Brindesi'nin ları yazılıdır. Daha sonra II. Mahmud'un
rada yer alıyordu. Bununla birlikte İs­ bir resminden ayrıntı; 19- yy. bir iradesiyle buna da bir düzen getiril­
Ara Güler
tanbul'da da aba imalathaneleri vardı. diği görülmektedir. Buna göre feslerin
ABANOZ SOKAĞI 4

çevresine "Ahmediye" (beyaz sarık, bu­ istediyse de İstanbul'daki yabancı uy­ iki muayenehane ile Altıncı Daire-i Bele­
gün de imamların kullandığı form) ve ruklu kesim, bu konuda alınacak sağlık diye Nisa Hastahanesi açıldı.
abani sarılması yasalaşmış oldu. Ahme- tedbirlerinden ötürü kişisel hak ve öz­ Kapitülasyonların kaldırılmasından (8
diyeyi, ilmiye sınıfından müderrisler, gürlüklerinin kısıtlanacağını ileri sürüp Eylül 1914) kısa bir süre sonra da, yurt
müftüler, kadılar benimserken İstan­ Kapitülasyon hükümlerine sığınarak, çapında 17 Zilhicce 1333/18 Ekim 1915
bul'un yaşlı, dindar, hacca gitmiş Müs­ herhangi bir kanun ya da nizamname tarihli "Emrâz-ı Zühreviyenin Men'-i Si­
lümanları ve çarşı esnafı da abaniyi ter­ çıkartılmasını engelledi. rayeti Hakkında Nizamname" (Takvim-i
cih ettiler. Kısa zamanda fes abanisi, İs­ 1860'ta Galata ve Beyoğlu'nda adli ve Vekâyi, no. 2328) ile zührevi hastalıkla­
tanbul'dan taşraya da yayıldı. Deneti­ tıbbi denetimden uzak olarak, çalışan rın yayılmasını önlemek üzere özel bir
min söz konusu olmadığı Anadolu ka­ 2.000 kadının varlığı tahmin ediliyor. teşkilat kuruldu. Bu teşkilat, İstanbul'da
saba ve köylerinde eşraf, gayrimüslim, 1879'da, Misel (Michele) adlı bir he­ Polis Müdüriyet-i Umumiyesi'ne bağlan­
rençper ve esnaf zümreleri kimliklerini kim ile Dr. Agop Handanyan, Altıncı Da- dı. Teşkilatın çalışma tarzı ve görevleri
feslerine doladıkları yemeni, puşi, sarık ire-i Belediye Başkanı Edouard Blac- ayrı bir talimatname ile belirlendi. Be­
tülbendi vb ile dışa vururlarken yörele­ que'a, genelevlerin denetim altına alın­ yoğlu'nda dağınık halde bulunan gene­
rin zengin ve saygın kişileri de abani ması, bunları denetleyecek tıbbi heyet levler sınıflandırılarak belirli sokaklarda
sarmaktaydılar. İstanbul'da ise abaniyi, ve hastanenin kurulması için bir rapor toplandı. 1920'de birinci sınıf genelevler
çarşı esnafının yaşlıcaları, hayriye tüc­ ile nizamname taslağı hazırladılar. Bu ra­ Abanoz Sokağı'na taşındı. Ayrıca civa­
carları, mahallelerin ileri gelenleri, hacı­ porda genel sağlığın temininin hüküme­ rındaki Küçükyazıcı, Kilit, Lale (bugün
lar, muhtarlar, bu kimlikleri için uygun tin esas görevlerinden biri olduğu belirti­ Topraklüle), Fıçıcı (bugün Fıçıcı Apti)
buldular. Birçok Yahudi esnafı da taşra­ liyordu. Edouard Blacque da bunları Ba­ ve Karnavula (bugün Karakurum) so­
dan alışverişe gelenlere "hacıbaba" ha­ bıâli'ye sundu. Şûra-yı Devlet'in kararı kaklarında da genelevler vardı. Ancak
vasında güven verebilmek için, tıpkı üzerine, 24 Ocak 1295/6 Şubat 1879'dan bu sokaklardaki genelevler 1964 yılın­
Müslüman meslektaşları gibi feslerine 1884 yılma kadar beş yıllık deneme sü­ dan çok önce kapatılmışlardı.
abani dolamaktaydılar. resinden sonra, 14 Şubat 1299/27 Şubat Abanoz Sokağında 1951-1956 yılları
1924-1925 tarihli Türk Ticaret Salna­ 1884'te "Altıncı Daire-i Belediye Dahilin­ arasında ev sayısı 45'e, bu evlerde çalı­
mesi 'ndeki bilgilere göre bu tarihe kadar de Bulunan Bazı Hususi Hanelerin Hide- şan kadın sayısı da 500'e ulaşmıştı. Bu
İstanbul'da önemli bir yeri olan abanici- mat-ı Sıhhiyesine Dair Talimatname" ya­ yıllardaki genelevler Hanife Gülten (no.
lik, Dağıstanlı bir esnaf kesiminin elin­ yımlandı. Biri Galata'da biri Beyoğlu'nda 2), Belgüzar İnci (no. 4), Hamide Kara-
deydi. Çakmakçılar'daki başlıca altı Da­
ğıstanlı abanicinin birer dokuma atölyele­
ri de vardı. Bu el tezgâhlarında ipekli ve
pamuklu olmak üzere iki tip abani üreti­
lirken Avrupa'dan da abani taklidi doku­
malar ithal ediliyordu. İthal abaniler daha
ucuzdu ve Anadolu'ya satılmaktaydı.
İstanbul'daki abani dokumacılığı ve
kullanımı 1925'te, fesle birlikte tüm eski
serpuşları yasaklayan Şapka İktisası Ka-
nunu'nun yürürlüğe girmesine kadar
sürdü. Bu tarihten sonra abani başka
alanlar için ve az miktarda üretilmiştir.
NECDET SAKAOĞLU

ABANOZ SOKAĞI
(Bugün Halas Sokağı.) Bir dönem gene-
levleriyle ünlü sokak. Beyoğlu ilçesi
merkez bucağına bağlı Hüseyinağa Ma­
hallesinde, Sakızağacı Caddesi ile Balo
Sokağı arasındadır. Bu sokaktaki evler
genellikle cumbalı olup, üç ya da dört
katlıdır. Kimisinin altında ayrıca dükkân
vardır.
1882'de Abanoz Sokağı'nda tespit
edilen 32 evde iki hekim (M. Raphael-
yan ve G. Saib), Pera Telgrafhanesi di­
rektörü (J. Antoniadis), Romanya sefa­
retinden bir tercüman (G. Konstantini-
di) ve bazı tüccarlar oturmaktaydı.
1890'a gelindiğinde, ev sayısı 36'ya yük­
selmişti. Bunlardan on kadarında bekâr­
lara oda kiralanmaktaydı.
Tanzimat'tan (1839) ve özellikle 1855
Kırım Savaşı'ndan sonra, Türkiye Avru­
palıların hücumuna uğradı. Yabancı uy­
rukluların zorlamalarıyla, açılmasına hü­
kümetçe göz yumulan genelevler, git­
tikçe çoğalıp halk sağlığım bozmaya
başladı.
Hükümet ve belediye, bu gibi evler­
de çalışan kadınların bir sağlık kurumu
tarafından denetim altında tutulmasını
5" ABASIYANIK, SAİT FAİK

göz (no. 6), Gülizar Belen (no. 10), Sira- tin görünümlerini, yaşamını, insanlarını
nuş Şerbetçioğlu (no. 12), Rukiye Gök yansıtır. Anlatılanlar Adalar ve İstanbul
(no. 14), Maryam Camcıyan (no. 16), semtleri olmak üzere iki-ana alanı kap­
Eleni Branti (no. 20), Aleksi Garip (no. sar. Adalara giden vapurlar, yazarın bu
26), Kılio Sakali (no. 28), Makbule Aksu yolculuklarda karşılaştığı kişiler birçok
(no. 30), Naciye Akerçin (no. 32), Eftelya öyküde yer almıştır (Alt Kamara, Pro-
Yerapulo (no. 34), Kleopatra Kaçi (no. jektörcü, Yandan Çarklı). Asıl gözlem
38), Nimet Perin (no. 1), Sabahat Külah­ çevresi Burgaz'dır. Çevre adalar da türlü
sız (no. 3), Münevver Uygun (no. 5), Fik­ öyküleri besler (Kınalıadada Bir Ev-,
riye Ergemici (no. 7), Suzan Çekemem Kaşık Adasında-, Sivriada Geceleri; Siv-
(no. 9), Leyla Toydemir (no. 15), Nimet riada Sabahı). Burgaz günün farklı sa­
Güler (no. 17), Takuhi Çamci (no. 19), atlerinde, farklı mevsimlerdeki görünüş­
Annik Sarmaşık (no. 21), Fotiko Balıkçı leriyle anlatılmıştır (Bir Kıyının Dört Hi­
(no. 23), Fatma Demir (no. 25), israil Er- kâyesi). Canlandırılan insanlar genellik­
gül (no. 27), İhsan Tezcan (no. 29), Hati­ le balıkçılar, emekleriyle kıtı kıtına geçi­
ce Akbal (no. 3D, Nermin Işıl (no. 33), nen kimselerdir: Balıkçı Cemal (Kayıp
Fatma Kapıcı (no. 35), Cemil Gürakan Aranıyor), Ermeni Balıkçı (Ermeni Ba­
(no. 37), Kadir Büyükdoğan (no. 39), lıkçı ile Topal Marti), Stelyanos Hriso-
Atina Elpeze (no. 41), Matild Harikliyan pulos (Stelyanos Hrisopulos Gemisi),
(no. 43) tarafından işletilmekteydi. Birtakım İnsanlafdaki Berber Kir Di-
1957-1958 yıllarında istanbul'un uğra­ mitro, Bulgar Sütçü Pandeli, Kondos di­
Sait Faik ye adlandırılan Ali Rıza gibi.
dığı yoğun imar değişikliği sırasında Tak- Ara Güler
sim-Aksaray arası araç trafiği bu sokak­ Doğa, insanlar, onların birbirleriyle
tan geçirildi. 1960'tan sonra ise kimlik ilişkileri karşısında yazar bazen sadece
kontrolünü sağlamak için sokağın her iki ABASI YANIK. SAİT FAİK bir gözlemcidir (Kendi Kendime). Ya­
ucuna duvar örülerek birer kapı kondu. şam güçlüklerini, yaşamlarından türlü
(23 Kasım 1906, Adapazarı -11 Mayıs görünüşlerini anlatır: Tepedeki bir evde
25 Şubat 1964 gecesi, II Zührevi Has­ 1954, İstanbul) İstanbul'u, özellikle de
talıklar ve Fuhuşla Mücadele Komisyo- karlı bir günde ölen adamın intihar
Burgaz Adası'nı, Rum balıkçıları, halktan eden karısı (Kimkime), gurbetçi Çankı-
nu'nun 17 Ocak 1963 tarihinde almış insanları, denizi anlatan yapıtlarıyla tanı­
olduğu kararın Damştay tarafından tas­ rılı Mehmet oğlu Mehmet (Şeytan Mina­
nan hikayeci. İstanbul Erkek Lisesi'nde resi), doğallık, güzellik, sevgi temalarını
dik edilmesi üzerine Galata dışında tüm başlayan lise öğrenimini Bursa Erkek Li­
genelevler kapatıldı. eskiçağ tarihinden gelen çizgilerle bir­
sesi'nde tamamladı. Üç yıl İstanbul Üni­ leştiren İmrozlu Todori (Dondurmacı­
Beyoğlu'nun 45 yıllık mazisi olan ki­ versitesi Edebiyat Fakültesi'nde, üç yıl
ralık kızlar sokağı Abanoz'daki kadınlar, nın Çırağı) gibi. Türk ve Rum kökenli
kadar da Fransa'da Grenoble Üniversite- balıkçılar (Bizim Köy Bir Balıkçı Köyü­
son günlerini matem günü olarak ilan si'nde okudu. Bir süre babasının işyerin­
edip, odalarına müşteri almayarak zil dür de Koço, Ahmet, Muharrem, İstel-
de ticaretle uğraştı. Daha sonra kendini yo, İbram, Hıristo, Hüseyin, Barba Ni-
zurna sarhoş oluncaya kadar içtiler. Ge­ edebiyatla ilgili çalışmalarına verdi. Bur­
nelev kadınları, Vali Niyazi Akı ve Em­ ko, Karavokini) birlikte çalışır, güçlük­
gaz Adası'nda, ölümünden sonra müze lere birlikte göğüs gererler. Ancak hak
niyet Müdürü Haydar Özkın ile Fuhuşla olan evindeki yaşamı ona ada insanlan-
Mücadele Komisyonu'ndan evlerini Sa­ ettikleri "pay"ı, emeklerinin karşılığını
nı, balıkçıların yaşamını, doğayı yakın­ alamazlar (Pay ; Yaşayacak; Haritada
nayi Sitesi arkası, Ihlamurderesi, Paşa- dan tanıma olanağı sağladı. Beyoğ­
bakkal Sokak, Çöplük ya da Aynalıçeş- Bir Nokta). Adanın mevsimlik ziyaretçi­
lu'nun arka sokaklarında, kentin kenar leri, buraya iş için belli zamanlarda ge­
me arkasında açmak için izin istediler. mahallelerinde tanıdığı insanları konu
Ancak istekleri uygun görülmedi. Aba­ lenler vardır: Çirozcular (Beyaz Panto­
edindi. Başlıca teması insan sevgisidir. lon), kıyıya putrel çakanlar (Şahmer­
noz Sokağı'ndaki evlerin kimisi gizli ola­ İnsanoğluna değer verir, doğal çevreyle
rak 1974'e kadar çalıştı. Ayrıca Kadillak dan), inşaat işçileri (Türk Ülkesi) gibi.
uyumlu yaşamın koşullarını araştırır. İç Yazın plajları dolduranlar (Plaj İnsanla­
Nermin (Nazire Nevzat), Beyoğlu Ayva dökmeyi andıran, rahat, çekici konuşma
Sokağı'nda Kadın Satış İstasyonu adı al­ rı), çamlıkta sevişenleri gözleyen deli­
dilini kullanır. Öyküleri Semaver, 1936; kanlı (Hayvanca Gülen Adam), doğaya
tında gizli bir ev açtı, ama uzun ömürlü Sarnıç, 1939; Şahmerdan, 1940; Lüzum­
olmadı. Bugün yeni adıyla Halas Soka­ zarar verenler (Son Kuşlar) olumsuz
suz Adam, 1948; Mahalle Kahvesi, 1950; tiplerdir.
ğı'ndaki evlerin kimisi konut olarak kul­ Son Kuşlar, 1951; Kumpanya, 1951; Ha­
lanılmakta kimisi de boş durmaktadır. vuz Başı, 1952 gibi kitaplarmdadır. Sağ­ İstanbul semtlerim konu edinen öy­
Dükkânlar ise genellikle kundura levazı- lığında yayımlanan son yapıtı Alem- küler geniş bir alana yayılır. Silivrika-
matı satmakta, kimisi de değişik amaçlı dağ'da Var Bir Yılan (1954), bilinçaltı­ pı'dan Topkapı'ya doğru yapılmış bir
depo olarak kullanılmaktadır. na, serbest çağrışımlara, gerçeküstü öğe­ yürüyüşün tanıklıkları bölgeye ait bir­
lere yer veren ürünleri kapsar. Roman çok özelliği tanıtır. Yedikule ile Silivri-
Bibi. Journal de Constantinople, 30 Ağustos kapı arasını incirlikler kaplar. Dutçular
I860; 1301 İstatistik Cedveli; Raphael C. Cer- (Medarı Maişet Motoru, 1940; Havada
vati, L'Indicateur Ottoman. Illustré. Annuai- Bulut, 1951; Kayıp Aranıyor, 1953), şiir Şehit Nizam bahçelerinden, Kozluk dut­
re-Almanach du Commerce, de l'Industrie, de (Şimdi Sevişme Vakti, 1953), röportaj luklarından dut getirir. Elekçi Baba,
l'Administration et de la Magistrature 1882- (Mahkeme Kapısı, 1956) türünde de ya­ Bağdadi Baba, isyancı Arnavut beyleri
Hégire 1299, (3. bas.) İst., 1882; Raphael C. pıtları vardır. olan Yedişehitler, sur kapısında Fatih
Cervati, Annuaire Oriental du Commerce, de ordusundan İdris'in gürzü, zincirle bağlı
l'Industrie, de l'Administration et de la Ma­
gistrature 1889-90 Hégire 1306, (9. bas.) 1st., İlk öykülerinde Sakarya, Bursa gibi devasa balık kemikleri, 12 yaşındaki
1890; (Ergin), Mecelle, V; Clarance R. John­ çocukluğunu, ilk gençliğini geçirdiği araba ressamı Hasan, eski külhanbeyi
son, Constantinople To-day or the Pathfinder çevreleri konu ediniyordu. Fransa'daki Mehmet Reis anlatıyı zenginleştirir (Sur
of Constantinople, New York, 1922; Reklâm­ yaşamıyla ilgili olarak Marsilya, Paris, Dışında Hayat). İş kazasında sakat ka­
cılık ve Hususi İlânlar Bürosu, İstanbul Umu­ Grenoble çevrelerini anlatan öyküleri lan Hüseyin ile bir çingene kızını konu
mi Adres Kitabı, İst., 1951; İstanbul Telefon de vardır. İlerki yıllarda zaman zaman edinen öykünün çevresi Kocamustafa-
Rehberi 1953 (29. bas.), İst., 1953; İstanbul
Telefon Rehberi 1955-56(30. bas.), İst., 1956; bu temalara döndüğü oldu. Fakat onun paşa'daki Sümbüllü Kahve'dir (Mürüv­
Z. Toprak "İstanbul'da Fuhuş ve Zührevi yapıtında ağırlık İstanbul kentine aittir. vet). Çingenelerin yaşadığı mahallelere
Hastalıklar 1914-1933", TT, S. 39, Mart 1987. Sait F a i k ' i n yapıtı 1 9 3 0 ' l a r d a n ait tasvirlere sık sık yer verilir {Kaça­
1950'lere kadar uzanan dönemde ken­ mak; Papağan-Karabiber, Kalorifer ve
TURGUT KUT
ABAZA HASAN PAŞA OLAYI 6

ni bu görevden uzaklaştırdılar. Bunun


üzerine Hasan Ağa İstanbul'a geldi.
Başvurduğu yetkililerden olumlu bir ce­
vap alamadı. Kubbealtı'nda vezirazam
ve vezirlerle tartıştı, istanbul'u terk et­
mesi istendi. Üsküdar'a geçti. Öteden
beri, asi sipahilerin de kaçıp sığındıkları
Üsküdar'da uygun bir ortam buldu.
Ulufelerini alamamış ve eylemler yap­
mış olan zorba sipahileri çevresine top­
ladı. Üsküdar'ı haraca kesti. Çevreyi
Sait Faik'in yağmalamaya başladı. Paşakapısı'na
bugün müze adam gönderip defterdarın ve Yeniçeri
olan Ocağı önderlerinden Sarı Kâtip ile Deli
Burgaz Biraderin başlarım istedi. "Üsküdar, At
Adasîndaki Meydanı değildir. Bundan sonra aramız­
evi.
daki sorunu kılıç çözer!" gibi tehditler
Erkin Emiroğlu.
1993
savurdu. Ocak ağaları, kubbe vezirlerini
Üsküdar'a geçmeye ve Abaza Hasanla
Bahar; Dolapdere). Beyazıt Meydanı ve çirkinliklerine karşı bir masal çevresi­ görüşmeye zorladılar. Hasan, voyvoda­
(Havuz Bası), Küllük Kahvesi, Gülhane ni andıran Alemdağ (Alemdağ'da Var lığı onaylanmaz ve borçları ödenmezse
Parkı (Park, Parkların Sabahı. Akşamı, Bir Yılan) kente ait peysajı tamamlar. bir yere gitmeyeceğini bildirdi. Kendisi­
Gecesi) ve Şehzadebaşı kahveleri (Kriz) ne 30 kese akçe gönderildi. Bu kez
Sait Faik'in öykülerinde canlandırılan "Ben böyle üzgün ve mağdur geri dö­
konu edinilen yerler arasındadır. kent insanları arasında üreten, birbirleri nersem vilayetlerin hali ne olur, acımaz
Yazarın bir şiirine de konu olan için özveri gösteren kişiler ön plandadır. mısınız?" dedi. Başkentin güvenliği dı­
Köprü, birçok hikâyenin mekânıdır. İz­ Arabacı Bayram yedi yıldır uğramadığı şında bir şey düşünmeyen yetkililer
mirli Çımacı işten çıkarılıp Paşabahçe evinde sevecenlik ve hoşgörüyle karşıla­ "Bundan kalkıp gitsin de, ne isterse
Cam Fabrikası'na girince oda arkadaşı nır (Menekşeli Vadi). Çalılıkları temizle­ yapsın, Anadolu'yu ateşe yaksın!" dedi­
Sivaslı işçiyle burada vedalaşır (Mavna­ yerek toprağı işleyen Kör Mustafa (Ka­ ler. Hasan Ağa, arkasındaki gözü dön­
lar). Yazar, Karaköy İskelesi'nde, bira­ ranfiller ve Dometes Suyu), çalışkan, do­ müş eşkıya ile Üsküdar'dan kalktı. Yol­
hanede, Haydarpaşa Garı'nda karşılaştı­ ğaya uyum sağlamış Papaz Aleksandros da rastladığı, ulufe alamamış bölük hal­
ğı kişileri öykülerinde anlatır (Biraha­ (PapazEfendi), 80lik duvarcı Barba An- kını da yanına kattı. İznik'e yöneldi.
nedeki Adam; Balıkçısını Bulan Olta; timos (Barba Anttmos), ıstakoz avında Burada başkaldırdı. Üzerine gönderilen
Hikâye Peşinde). Bu çevreden Beyoğ- boğulan 75'lik Apostol Efendi (Ağıt), iş­ Katırcıoğlu'nu bozguna uğrattıktan son­
lu'na uzanan Yüksekkaldırım ve Tünel lemeli boyacı sandıklarını yapan Bakır- ra İbşir Paşa ile birleşip İstanbul'a yürü­
anlatılan yerlerdendir (Yüksekkaldırım; köylü Mercan Usta birer destan kişisi gi­ dü. Boynueğri Mehmed Paşanın baş­
Bacakları Olsaydı; Tüneldeki Çocuk). bi canlandırılmıştır. Öykücü her gün kanlığında bir öğütçü heyeti Eskişe­
Beyoğlu, buradan Dolapdere'ye inen karşılaşılan sıradan insanlarda sevgi hir'de Abaza'yı caydırdı ve Türkmen
sokaklar, kahveler, meyhaneler, serseri­ uyandıran yanları bulup ortaya çıkarır, ağalığı ile Yeni-İl'e (Kangal) gitmeye ra­
ler, orospular birçok öykünün konusu okurlarına insanoğlunu sevdirir (Kame- zı etti.
olmuştur (Havada Bulut vb). Bir öykü­ riyeli Mezar; Projektörcü; Çöpçü Ahmet;
de şarap fıçıları odalar kadar büyük bir Hallaç). Bunlar arasında külhanbeyler l653'te sipahilerle İstanbul'a geleceği
meyhaneden söz edilir (Şehrâyin). Hı- (Bir Külhanbey Hikâyesi), kumarbazlar haberinin duyulması halkta korku uyan­
ristaki Pasajı hareketli yaşamın canlı (Kumarbaz Hayri Efendi), gurbetçiler dırdı. Abaza Hasan, küçük bir grupla
çerçevelerindendir (İzmir'e). En çok sö­ (Biriakım İnsanlar), kente renk kazan­ geldi. Vezirazam Derviş Mehmed Pa-
zü edilen yerlerden biri kahvehaneler­ dıran kimi kişiler (Şöhrete Dair ; Uzun şa'mn himayesine girdi. Birkaç ay kal­
dir (Bilmem Neden Böyle Yapıyorum; Ömer) ve bazı meslekler de bulunmak­ dıktan sonra Yeni-İl'e döndü. l654'te
Mahalle Kahvesi; Cezayir Hurmaları). tadır (Ketenhelvaci). İbşir Paşa vezirazam iken adamlarıyla
Bir öykünün geçtiği yer Anadolu Pasa- gelip Üsküdar'a yerleşti. İbşir Paşa 11
jı'ndaki küçük bir kahvedir (Diş Ağrısı Bibi. T. Alangu (haz.), Sait Faik İçin, ist.,
1956; M. Uyguner, Sait Faik'in Hayatı, Anka­
Mayıs l 6 5 5 ' t e idam edilince ayaklan­
Nedir Bilmeyen Adam). Genç edebiyat­ ra, 1959; M. Kutlu, Sait Faik'in Hikâye Dün­ mak amacıyla Anadolu'ya geçti. Vezirlik
çıların toplandığı Asmalımescit'teki kah­ yası, İst., 1968; A. Miskioğlu, Ana Temleriyle rütbesi verilerek eylemi önlenmeye çalı­
ve (Genç Edebiyatçılar), Taksim Mey­ Sait Faik ve Yeni Türk Edebiyatı, İst., 1979; şıldı ise de başarılamadı. IV. Mehmed'e,
danı'na bakan kahve (Eftaltkus'un Kah­ F. Taş, Sait Faik, Ankara, 1988; F. Naci, Bir "Rumeli ve İstanbul senin, Anadolu bi­
vesi), sokak çocuklarının uyukladığı sa­ Hikayeci Sait Faik, Bir Romancı Yaşar Ke­ zim olsun!" diyecek kadar ileri gitti.
mal, İst., 1990.
bahçı kahvesi (Gece İşi) kentteki yaşa­ Ayaklanması Köprülü Mehmed Paşa'nın
mın türlü görüntülerine sahne olur. Ya­ KONUR ERTOP
iktidara gelişine ( 1 6 5 6 ) kadar sürdü.
zarın "Korkunç Pastahane" diye adlan­ Cephe görevine gitmediği gibi, kendi­
dırdığı yer ise haraççıların, jigoloların, ABAZA HASAN PAŞA OLAYI sinden hesap sorulacağından da çekin­
fahişelerin, eroincilerin, bobstillerin, sa­ Türkmen Ağası Abaza Hasan Ağa'nın mekteydi. Köprülü Mehmed Paşa sefer­
natçıların, kadın bulmaya çıkanların bir­ (Paşa) (ö. 1659) 1652'de Üsküdar'ı yağ­ de iken silahlı adamlarıyla bir kez daha
leştiği yerdir. malayıp İstanbul'u tehdit etmesi olayı. Üsküdar'a geldi. Saray ağalarından gizli
Sait Faik'in canlandırdığı semtlerden Abaza Vakası olarak da anılır. destek sağladıktan sonra Köprülü Meh­
biri de Şişli'de Bomonti durağına yakın İsparta mütesellimi Abaza Hasan med Paşa'nın idamım istedi. Sadrazamın
evinin çevresidir (Lüzumsuz Adam). Da­ Ağa, Göller Yöresi'ne saldıran Celâli ordu ile İstanbul'a gelmekte olduğu ha­
ha ötedeki Mecidiyeköy gazinoları (Ha­ Haydaroğlu'nu yakaladığı için Yeni-İl beri üzerine Üsküdar'dan uzaklaştı. Bu
vada Bulut), Ortaköy'e doğru inen ya­ (Kangal) Türkmen Ağalığı verilerek kez de defter çalığı eski sipahileri af di­
maçların arasında bir dünya cenneti gibi ödüllendirilmişti. Fakat bu yeni görevi leme bahanesiyle Üsküdar'a gönderdi.
canlandırılmış Menekşeli Vadi, Atika- için, vezirazama, ocak ağalarına rüşvet Mehmed Paşa bunun bir komplo hazır­
li'den Atatürk Köprüsü'ne doğru uzanan ve hediyeler göndermişti. Dağıttıklarını lığı olduğunu sezerek Üsküdar'da yaka­
bir gece serüveninin mekânı olan mahal­ Türkmen ağalığı gelirleriyle toplamayı lattığı 1.300 kadar sipahiyi ve Abaza
leler (Öyle Bir Hikâye), kentin kötülük tasarlıyordu. Fakat ocak ağaları kendisi­ yandaşını idam ettirdi. Abaza'nın üzeri-
7 ABBAS AĞA CAMİİ

ne de Murtaza Paşa'yı sevk etti. Ilgın or­ Abaza kılıcı moda oldu. Bu akımı el al­ taş'ın büyük bir bölümünü kapsayan Ab-
dugâhında baskına uğrayan Osmanlı tından İstanbul'un birtakım esnafı, piya­ basağa Mahallesi de bu zatın adını taşı­
kuvvetleri on bin kayıp verdi. Abaza sayı canlandırmak için teşvik etmektey­ maktadır.
Hasan Paşa, 17 Şubat l659'da Halep'te diler. Abaza modasına kapılanların biri­ Abbas Ağa Camii Hadîkatü'l-Cevâ-
hile ile yakalanıp öldürüldü. cik düşünceleri ise, bu tür giysi ve do­ mfye göre 1665-1666'da inşa edilmiştir.
Abaza Hasan Paşa olayı, Köprülü­ nanımların kendilerine yakışıp yakışma­ II. Mahmud tarafından 1834-1835'te ye­
lerin iktidara gelmesinden önceki genel dığına bakmaktan çok, kimseden geri niden yaptırıldığı bilinmektedir. İlk inşa­
durum için bir göstergedir. Abaza Hasan kalmamaktı. Abaza modası, birtakım sında camiin yanında bir sıbyan mektebi
ve yandaşları Üsküdar ile çevresini ay­ değişikliklerle 17. yy'ın sonlarına değin ile bir çeşmenin tasarlandığı, yapının bir
larca yağmalamışlar, halktan vergi ve sürdü. hünkâr mahfili ile donatıldığı tespit edil­
haraç toplamışlar, evlerde oturmuşlar fa­ NECDET SAKAOĞLU mektedir. Sıbyan mektebi günümüze
kat istanbul'daki yönetim ve güvenlik ulaşmamıştır.
güçleri hiçbir önlem alamamıştır. Bu, ABBAS AĞA CAMÜ Camiin etrafı, bir konağı hatırlatacak
başkentin devam edegelen ekonomik bak. SELÇUK SULTAN CAMİİ şekilde yüksek duvarlarla kuşatılmıştır.
bunalımını ve yiyecek yetersizliği sıkın­ Çevre duvarının kuzey yönünde, biri
tısını bir kat daha artırmış, Üsküdarlılar ABBAS AĞA CAMÜ ana girişe diğeri de halen imam meşru­
yoksul düşmüşlerdir. tası olarak kullanılan hünkâr mahfiline
Beşiktaş'ta, Sinanpaşa Mahallesinde,
NECDET SAKAOĞLU geçit veren iki kapı bulunur. Cümle ka­
Selamlık Caddesi ile Abbas Ağa Camii
pısı ile cami arasındaki alan, ahşap bir
Sokağı'nın kavşağında yer almaktadır.
ABAZA PAŞA MODASI sakıfın altına alınmıştır. Cami, kapalı
B a n i s i Darüssaade Ağası Abbas son cemaat yeri, enine dikdörtgen ha-
İstanbul'da l630'lu yıllardaki erkek mo­ Ağa'dır (ö. 1672'den sonra). Abbas ibn rim, harime batı yönünde bitişen hün­
dasıdır. Giyim kuşamı silah kuşanma ve Abdürrezzak adıyla da bilinir. Osmanlı kâr kasrı ve minareden oluşur. Duvarlar
eyer takımlarını etkilemiştir. Salt giyim sarayının ünlü darüssaade ağalarından- moloz taş ve tuğla ile örülerek ahşap
modasına "Abaza kesimi" denmiştir. dır. IV. Mehmed'in padişahlığı (1648- bir çatı ile örtülmüş, duvarlara iki sıra
Abaza M e h m e d Paşa ( ö . 1 6 3 4 ) 1687) döneminde, saray hareminin ve halinde dikdörtgen pencereler dizilmiş­
l620'de Rumeli Beylerbeyi iken İstan­ haremağalarının etkinlik kazandığı yıllar­ tir. Hünkâr kasrı ise ahşap olarak tasar­
bul'a geldi. Daha o zaman kıyafeti, atı da darüssaade ağası (1668-1671) oldu. lanmıştır. Aslında ahşap direkler üzerin­
ve silahları ile ilgi ve hayranlık uyandır­ Edindiği servetle İstanbul'un birçok de oturduğu anlaşılan bu kasrın altı
dı. Anadolu'daki uzun süren ayaklan­ semtine okul, cami, hamam ve çeşmeler sonradan doldurularak imam meşrutası
m a s ı n d a n s o n r a suçu b a ğ ı ş l a n ı p yaptırdı. l672'de darüssaade ağalığından na dönüştürülmüştür. Son cemaat yeri­
1628'de ikinci gelişinde de Bosna valili­ azledilerek Mısır'a sürüldü, orada öldü. nin batı kenarında bağımsız bir girişle
ğine gidinceye değin hem giyim kuşamı Kahire'de İmam Şâfi Türbesi Haziresi'ne donatılmış olan hünkâr kasrı ise II. Ab-
hem fiziği ile ayrıca isyan sonrası erişti­ gömüldü. dülhamid devri onarımında elden geçi­
ği şöhretle herkesin ilgisini çekmişti. rilmiş olmalıdır.
Abbas Ağa'nın İstanbul'da yaptırdığı
Son olarak Vidin valiliğinden azledilip
okul, sebil, çeşme ve hamamların bazıla­
l63Tde İstanbul'a çağrıldığında da baş­ Harimde bulunan fevkani mahfil, do­
rı günümüze ulaşmıştır. En büyük eser­
ta IV. Murad (hd 1623-1640) olmak üze­ ğuda ve batıda duvarların yarısına ka­
lerinden olan, Koska'daki Kızlarağası
re yöneticiler, giyim kuşamının uygun­ dar, kuzeyde ise derinliğine gelişerek
Çifte Hamamı sanat değeri açısından da
luğuna hayran kalmışlardı. Abaza Meh­ son cemaat yerinin üstünü kaplar. Pe­
önemliyken cadde genişletmeleri sırasın­
med Paşa, kırk yaşlarında, kahraman ta­ tek kısmı prizmatik üçgenlerden oluşan
da yıkılmıştır. Aynı şekilde, Sirkecideki
vırlı, uzun boylu, herkesi büyüleyen silindir gövdeli minare, son cemaat yeri
Küçükağa Hamamı adını taşıyan eseri de
alımlı bir fiziğe sahipti. Bu nedenle de ile hünkâr mahfilinin birleştiği köşede,
1979'da yerine iş hanı yapılmak üzere
üzerindeki her şey, olduğundan daha kare bir kaide üzerinde yükselmektedir.
yıkılmıştır. Cerrahpaşa semtindeki üçün­
güzel ve anlamlı gözüküyordu. Kendi Söz konusu mahfilin cephelerinde, baş­
cü hamamı ise Safilere mahsustu. Beşik-
destarını özel bir form vererek sarıyor, lıklarında küçük oyma gülçeler bulunan
özgün buluşlarla giysilerini sıradanlık- ahşap pilastrlar vardır. Küçük bir mihra­
tan kurtarıyordu. Atma da kahramanlığı­ bı olan son cemaat yeri ile ana mekân
na yaraşır görünümler vermekteydi. Ta­ ahşap bir duvarla ayrılmıştır.
rihçi Naima'nın deyimiyle "Kendüyü ve
Harim tavanmdaki ahşap işçilik dik­
atlarını pehlivan-vâri tezyin etmeğe"
kat çekicidir. Tam ortadaki avize, altın
eğilimi vardı.
yaldızlı beyzi bir göbeğe asılmıştır. Ta­
IV. Murad'la Abaza Mehmed Paşa'nm van yüzeyi, kalın çıtalarla oluşturulmuş
dostluğu ve birlikteliği uzun sürmedi. sekiz köşeli yıldızlar, kenarları yumuşa­
Padişah, silahtarının etkilemesi sonucu, tılmış dikdörtgenler ve çeşitli geometrik
sözde onun İstanbullu Rumlarla Ermeni­ şekillerle düzenlenmiştir. Tavan korniş­
ler arasındaki "Kızıl Yumurta Günü" an­ lerinde yelpaze şeklinde ajurlu konsol­
laşmazlığından ötürü Ermenilerden elli lar, mukarnası andıran sarkıtlı süsleme­
bin kuruş rüşvet aldığı söylentisine ler ve perde motifleri görülmektedir.
inandı. Anadolu Hisarı'ndaki gece âle­ Mahfil kare kesitli ahşap sütunlara otur­
minden, yanında ünlü Bostancıbaşı Du- tulmuş, mihrap eksenindeki sütun açık­
çe Mehmed olduğu halde ansızın ayrılıp lığı, eğri çizgilerden oluşan bir alınlıkla
İstanbul'a gelerek Çinili Köşk'te Abaza taçlandırılmıştır. Mahfilin kuzey ve do­
Mehmed Paşa'yı boğdurttu. Bu beklen­ ğu kanatları çıtadan mamul kafeslerle,
medik olay, İstanbul halkının giderek insan boyunu aşacak yükseklikte kapa­
daha fazla korktuğu ve kinlendiği IV. tılmıştır. Hünkâr mahfili niteliğindeki
Murad'a karşı bir tür tepkinin doğması­ batı kanadı özel bir oda olarak ayrılmış,
na yol açtı. Herkes, Abaza'nın anısını dışarıdan aplike, renkli ahşap süsleme
yaşatmak için, onunkine benzer kavuk, öğeleri ile kapatılan küçük kare mekâ­
sarık, kaftan, eyer giymeye ve kullan­ nın üzeri bağdadi bir kubbe ile örtülü­
maya başladı. Abaza tarzı raht (eyer), Abbas Ağa Camii'nin batıdan görünümü. dür. Bu kubbenin içi yağlıboya akantus
Abazalı kavuk, Abaza kesimi kaftan, Tarkan Okçuoğlu, 1993 yapraklı bir süsleme ile bezenmiştir. Ka-
ABBAS AĞA ÇEŞMESİ 8

reden kubbeye geçişte köşelerde beli­ ABBAS HALİM PAŞA KÖŞKLERİ Kagir bir bodrumun üzerinde yükse­
ren üçgen alanlar, altın yaldızlı ışınsal len ahşap köşk iki esas kat ile kısmi bir
Heybeliada ! nın, Burgaz Adası'na bakan
süslemelerle kaplanmıştır. I I . Mahmud çatı katından meydana gelmektedir. De­
ve "Abbas Paşa Mahallesi" olarak tanınan
devrinin özelliği olan söz konusu me­ niz yönüne (kuzeybatıya) bakan giriş,
kuzeybatı kesiminde bulunmaktadır.
kânda tavana kadar devam eden bir giriş cephesi ile yan cephelerdeki taşkın
Kavalalı Mehmet Ali Paşa'mn torun­
mihrap tasarlanmıştır. Ana mekânın, be­ kısımlar, Eski Mısır mimarisinin en ka­
larından ve I I . Meşrutiyet devri ricalin­
yaz yağlıboya ile boyanmış olan mihra­ rakteristik unsurlarından olup özellikle
den Prens Abbas Halim Paşa (1866-
bı ile ahşap minberi oldukça basittir. tapmak cephelerinde kullanılan pilonlar
1 9 3 5 ) 19. yy sonlarında ( 1 8 9 7 - 1 8 9 9 )
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 102-103; Os­ Heybeliada'mn bu kesiminde üç köşk şeklinde tasarlanmıştır. Yukarıya doğru
man Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 45, no. 187: inşa ettirmiştir. Paşaya ait olan, yaklaşık hafifçe daralan, kesik piramit biçimin­
Raif, Mir'at, 2 9 8 - 2 9 9 ; İSTA, I, 9; Evliya, deki bu pilonlar helezoni şerit kabart­
üç dönüm genişliğindeki arazi doğuda
Seyahatname, I; Semavi Eyice, "İstanbul'un malarıyla bezeli kaval silmelerle çerçe­
Ortadan Kalkan Tarihi Eserleri", İÜ Edebiyat Abbas Paşa Sokağı'ndan başlayarak ba­
tıda deniz kıyısına kadar, güney-kuzey velenmiştir. Giriş cephesinde, çift kollu
Fak. Tarih Dergisi, S. 27, İst., 1973, s. 131-
178; Öz, İstanbul Camileri, II, 1; İKSA, I, 19- doğrultusunda da Refah Şehitleri Cad­ olarak başlayıp yapının eksenindeki bir
20. desi'nden Ortodoks Ruhban Mekte- sahanlıktan sonra bir tek kol halinde
TARKAN OKÇUOĞLU bi'nin bulunduğu tepenin eteklerine ka­ devam eden merdivenler pitonların ara­
dar uzanmaktaydı. Bu geniş arazi içinde sındaki giriş sahanlığına ulaşmaktadır.
AB BAS AĞA ÇEŞMESİ dağılmış olan köşkler, devrin ünlü mi­ Merdivenlerin bitiminde yükselen, üzeri
marlarından, Abbas Halim Paşa ailesi hiyerogliflerle süslü, lotus biçiminde
Çapa ile Kocamustafapaşa semtleri
başta olmak üzere, Mısır hanedanının başlıklarla donatılmış iki adet sütun, üst
arasında, Menderes Caddesi'nden Eski
birçok binasına imzasını atan Hovsep katta pilonların arasında yer alan balko­
Vezir Sokağı'na girerken hemen solda
Aznavur tarafından tasarlanmış, söz ko­ nu taşımaktadır. Zemin katta da, piton­
bir ahşap evin bahçe duvarına bağlıdır.
nusu mimar, o zamanlar revaçta olan ların önünde, giriş merdivenini yanlar­
Yapı kesme taştan, klasik Osmanlı üs­
eklektik zevke uygun olarak her üç dan kuşatan, simetrik konumda birer
lubunda yapılmış olup, haznesizdir. Altı
köşkte de tamamen farklı mimari üslup­ balkon bulunmaktadır. Aznavur'un 1897
beyit halindeki kitabe mermerdir ve çeş­
lar kullanmıştır. tarihli cephe çiziminde bu balkonların
menin 1032/1622 tarihinde inşa edildiği­
köşelerindeki korkuluk babalarının üze­
ni belirtir. Yapı Sultan II. Osman zama­ Harem Köşkü: Abbas Paşa Sokağı ile
rinde sfenks heykelleri görülmekte fa­
nında sarayda önemli görevlerde bulu­ Yeni İskele Yolu'nun kavşağında, ağaç­
kat sonradan bunlardan vazgeçildiği an­
nan Abbas Ağa adlı bir zatın hayratıdır. larla dolu bir bahçe içinde yer alan, Ab­
laşılmaktadır. Cephelerdeki bütün açık­
Yol kotlarının yükselmiş olması ne­ bas Halim Paşa ailesinin ikamet ettiği
lıklar dikdörtgen olarak tasarlanmış, gi­
deniyle çeşme, zeminden bir metre ka­ harem niteliğindeki asıl köşk paşanın
riş cephesindeki pencere grupları ile
dar çukurda olup, beş basamaklı bir vefatından sonra kızlarından Prenses
balkon alınlıkları, kobraların ve akbaba
merdiven ile inilir. Ayna nişi bu devir Zeynep Hammefendi'ye intikal etmiş ve
kanatlarının kuşattığı güneş diskleri ile
çeşmelerinin genel özelliklerine uygun 1945'te yıktırılarak arsası satılmıştır. Mi­
taçlandırılmıştır. Köşkün dış görünümü­
olarak düzenlenmiştir. Sivri kemerli mar Aznavur bu köşkün cephe tasarı­
ne bir Eski Mısır tapmağı havası katan
olan niş, sade ve az derindir. Mermer mında, mimari ayrıntılarında ve süsleme
bütün bu plastik unsurların çeşitli renk­
kitabe, aynataşı ve bunun iki yanındaki programında, Eski Mısır mimarisinden
lere boyanmış olduğu bilinmektedir. Gi­
kaş kemerli maşrapalıklar dışında süsle­ mülhem olan ve Batı'da "egyptian revi-
riş cephesinde bu havayı güçlendiren
me yoktur. Aynataşı yüzeysel süslemeli- val" olarak adlandırılan üslubu tercih
diğer bir ayrıntı da pitonların üst kata
dir ve 17. yy Osmanlı süsleme sanatının etmiştir. Muhakkak ki, bu tercihte Ab­
ait kesiminde, pencerelerin yanlarında
tipik bir örneğidir. Sivri kemerin ayakla- bas Halim Paşa'mn Mısır hanedanına
yükselen ikişer bayrak direğidir. Harem
n köşeli ve kademeli olarak derinleşen mensubiyeti belirleyici olmuştur. Bu
Köşkü'nün önemli bir özelliği de, proje­
silmeler halindeki sütunçelere oturur. köşk, Batı ülkelerinde, Napoleon'un Mı­
ye göre önceden hazırlanan ahşap mal­
Yapıyı üç yönde yine derin bir silme sır seferini müteakip aristokrasi, yüksek
zemenin birbirine vidalanması suretiyle
kuşağı çevreler. Kemer tepesinden sa­ burjuvazi ve aydınlar arasında Eski Mı­
inşa edilmiş olmasıydı ve bu yüzden
çağa kadar olan bölüm cephe boyunca sır'a duyulan ilginin giderek artmasına
halk arasında "Vidalı Köşk" olarak tanı­
bir yalancı kitabelik halinde düzenlen­ ve egiptolojinin gelişmesine paralel ola­
nırdı. Mimar Aznavur, Fener'de tasarla­
miştir. Böylece cephede basit de olsa rak yaygınlaşan, mimarinin yanı sıra kü­
dığı Bulgar Kilisesinde aynı tekniği bu
bir hareketlilik sağlanmaya çalışılmıştır. çük sanatlarda ve çeşitli zanaat dalların­
sefer madeni malzemeyle uygulamıştır.
Yuvarlak silmeli ve sığ bir saçağa sahip da etkileri görülen egyptian revival üs­
olan çatı örtüsü kesme taştan üçgen lubunun -Şişli yöresindeki Ermeni ve Harem Köşkü'nün cephelerinde, İs­
prizma şeklindedir. Rum mezarlıklarındaki bir iki mezar ya­ tanbul'un mimari mirasına tamamen ya­
pısı ile beraber- istanbul'daki nadir ör­ bancı bir üslubun egemen kılınmış ol­
Kitabe, yazısı itibariyle 15-16. yy ki- neklerinden birini teşkil etmekteydi. masına karşılık mekânların tasarımında
tabelerindeki üslubu yansıtır. Yazı ka­
setlerinin birleşme yerleri inceltilerek
aralarına stilize rozet halinde bitkisel
süsleme yapılmıştır. Kitabe yazarı belli
değildir.
Topkapı ile Yedikule arasındaki böl­
geyi Halkalı su şebekesinin beslediği
bilindiğine göre, bu çeşme de suyunu
aynı tesisten alırdı. Ancak, Kâzım Çeçen
1930'lu yıllarda bu şebekenin tahrip ol­
duğunu ve çeşmelerin kuruduğunu be­
lirtir. Bugün çeşmenin suyu şehir şebe­
kesinden gelmekte ve çeşme çukurlu­
ğuna yandan bağlanmış olan bir mus­
luktan akmaktadır. Abbas
Halim P a ş a
Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 168; Çe­ Köşkleri
çen, Su Tesisleri, 253. Harem Köşkü
ZİYA NUR SEZEN Nimet Ceialoğlu
9 ABBAS VESİM

ğu gibi, kapı ve pencerelerinde Orta Av­


rupa şalelerinden mülhem ayrıntıların
görüldüğü bu yapı aslında tek bir köşk
olmayıp, birbirleriyle bağlantılı müstakil
dairelerden meydana gelmektedir. Fet­
tah Sokağı üzerinde, ufak saçaklarla do­
natılmış üç adet kapı sıralanmakta, yan
kapılardan çeşitli dairelere, orta kapıdan
ise küçük bir avluya girilmektedir. Yan
kanatlar, avlunun üzerinden geçen bir
koridorla irtibatlandırılmıştır.
Abbas Halim Paşa köşklerinin ta­
mamlayıcı unsurları arasında, Bendegân
Köşkü'ne bitişik olan, tek katlı kagir bir
trafo binası bulunmakta, bu binanın ka­
pısı üzerinde talik hatlı bir besmele gö­
ze çarpmaktadır. Ayrıca Yeni İskele Yo­
lu'nun denize ulaştığı yerde, "Abbas Pa­
şa İskelesi" olarak bilinen ve yalnızca
köşklerin sakinlerine hizmet eden bir
iskele ile kayıkhanelerin var olduğu bi­
linmektedir.
Bibi. N. Gülen, Heybeliada, İst., 1982, s.
123-125: Tuğlacı, İstanbul Adaları, I, s. 60-
Abbas Halim P a ş a Köşkleri 72.
Selamlık Köşkü M. BAHA TANMAN
M. Baha Tartman, 1993

ABBAS VESİM
Osmanlı sivil mimari geleneklerinin ya- kânlı bir taşlığa, buradan da derinliğine (?, ? - 1760, İstanbul) Döneminde İstan­
şatıldıgı gözlenmektedir. Nitekim zemin yapıyı kat eden zülvecheyn sofaya ge­ bul'un en tanınmış hekimlerindendi.
katta, "zülvecheyn" denilen türde bir çilmektedir. Ahenkli oranları ile dikkati Tabip Abbas Efendi, Derviş Abbas Efen­
sofa yapıyı boydan boya kat etmekte, çeken sofa, kemerli büyük pencerelerle di adlarıyla da tanınırdı. Bedensel özrü
yanlara simetrik biçimde dağıtılmış olan arka bahçeye açılmakta, yanlarda irili nedeniyle halk arasındaki şöhreti Kam­
salonlar ve odalar bu sofaya açılmakta, ufaklı odalar sıralanmaktadır. Selamlık bur Vesim'di.
üst katta da aşağı yukarı aynı düzenin Köşkü cepheleriyle olduğu kadar iç tak­
Çok yönlü bir öğrenim gördü. Döne­
geçerli olduğu anlaşılmaktadır. simatı ile de, geç devre ait bir ada köş­
min ünlü hekimleri; Sinoplu Ömer, Şi-
Günümüze Harem Köşkü'nden, Ab­ künden ziyade eski bir Boğaz yalısını
faî, Bursalı Ali Münşî ve Reisü'l-etibba
bas Paşa Sokağı ile kısmen Yeni İskele andırmakta ve Osmanlı ampir üslubu­
Kâtipzade Mehmed Refi' Efendi'den tıp,
Yolu boyunca devam ve köşkle aynı nun izlerini yansıtmaktadır.
Müneccimbaşı Yanyalı Esad Efendi'den
üslubu paylaşan, kesme maltataşmdan Devrinin edebiyatçılarına ve sanatçı­ hikmet (fizik), edebiyat ve Farsça, tarih­
örülmüş parmaklık dikmeleri ile cümle larına yakın ilgi gösteren, içlerinden bir­ çi Ahmet Mısrî'den de hey'et (astrono­
kapısı payeleri intikal edebilmiştir. Ab­ çoğunu himaye eden Abbas Halim Pa- mi) dersleri aldı. Arapça da biliyordu.
bas Paşa Sokağı üzerindeki cümle kapı­ şa'nm bu Selamlık Köşkü'nde özellikle Ayrıca o dönemde İstanbul'da yaşayan
sını kuşatan payeler lotus ve kobra ka­ hafta sonlarında verdiği ziyafetler, tertip yabancı hekimlerle dostluk kurmuş ve
bartmalarıyla süslüdür. Lotuslara tırma­ ettiği sohbet toplantıları İstanbul'da ün bu sayede biraz Fransızca ile Latince de
nan kobralar Aşağı Mısır'ı (Delta bölge­ salmıştı. Mehmed Akif Ersoy, Recaizade öğrenmişti. Onların Yunanca, Latince ve
sini) temsil eden kırmızı tacı taşımakta­ Mahmud Ekrem Bey, Abdülhak Hamid İtalyanca'dan çevirdiği tıp kitaplarından
dır. Parmaklık dikmelerindeki kabart­ Tarhan, İbnülemin Mahmud Kemal İnal, da yararlanmıştır. Bir aralık tahsil mak­
malarda da, ortada birer lotus, yanlarda, ressamlardan Halil Paşa, Hoca Ali Rıza sadıyla Mekke, Medine, Şam ve Mısır'a
Eski Mısır tanrılarından Ptah'ın atribüle- ve Feyhaman Duran bu toplantıların gitmiştir.
rinden çoban asaları görülmektedir. Bü­ müdavimleri arasındaydı. Selamlık Köş­
tün bu unsurlar yatay kaval silmeler ve kü'nde Abbas Halim Paşa'nın vefatım Halk arasında sevilen ve çok tutulan
çubuklu içbükey saçaklarla son bul­ müteakip kızlarından Prenses Emine bir hekimdi. Fatih'teki Sultan Selim Ca­
makta, kabartmalardaki boyaların izleri Hanımefendi 1941'e kadar ikamet etmiş mii civarındaki hekim dükkânında (mu­
hâlâ seçilebilmektedir. ve babasının devrindeki sohbet gelene­ ayenehane) hasta bakardı. Hassa (sa­
Selamlık Köşkü: Refah Şehitleri Cad­ ğini devam ettirmiştir. Yahya Kemal Be- ray) hekimliğine de yükselmişti.
desi ile Fettah Sokağı'nm köşesinde bu­ yatlı ile Ahmed Hamdi Tanpmar pren­ Abbas Vesim geleneksel İslam tıbbı
lunan, günümüzde tahini boyalı olan sesin yakın dostları ve selamlığın misa­ yanında Batı tıbbmdan da yararlanan
köşk selamlık olarak tasarlanmıştır. Me­ firleri arasında bulunmaktaydı. bir hekimdi. Ünlü eseri Düstûrü'l-Vesim
yilli bir arsada yer alan ahşap köşk, ana Bendegân Köşkü: Fettah Sokağı ile fi Tıbbi'l-Cedid ve'l-Kadim'de bu hususu
girişin bulunduğu Refah Şehitleri Cad­ Yeni İskele Yolu'nun kavşağında yer açık olarak görmek mümkündür. Yazı­
desi tarafından bakıldığında iki katlıdır. alan ve zamanında "agavat dairesi" ola­ mı 1758'de tamamlanan bu iki ciltlik ki­
Ayrıca çukurda kalan arka bahçeden gi- rak adlandırılan üç katlı ahşap yapıda tap dört ana bölüme ayrılır. Birinci bö­
rilebilen kısmi bir bodrum katı mevcut­ Abbas Halim Paşa'nın kalabalık bende- lümde geleneksel olarak baş bölgesin­
tur. Son derecede hareketli bir kitleye gâm ikamet etmekteydi. Günümüzde den ayağa kadar sırasıyla organların
sahip olan ve dışarıdan bakıldığında ol­ aşı boyalı olan bu yapı, II. Meşrutiyet hastalıkları, ikinci bölümde kadın ve ço­
duğundan küçük duran Selamlık Köş- devrinde kısa bir müddet "Sebilürreşad cuk hastalıkları, üçüncü bölümde şişler
kü'nün zemin katı, bahçe yönünde, ah­ Rüşdiyesi" olarak kullanılmış, paşanın ve ülserler, dördüncü bölümde de basit
şap dikmelere oturan büyük bir çıkma vefatından sonra kızlarından Prenses ve bileşik ilaçlar yer alır. Son bölümü
teşkil etmekte, üst kat ise zemin kata Nimet Hanımefendi'ye intikal etmiş ve ise Hipokrat yemini ile hekimlerin mes­
göre geriye çekilmiş bulunmaktadır. 1938'de satılmıştır. leklerini yaparken uymaları gereken de­
Cadde üzerindeki ana girişten came­ Birçok geç devir ada köşkünde oldu­ ontoloji kurallarına ayrılmıştı.
ABBASAĞA MEZARLIĞI 10

Vesiletü'l-Metâlib fi İlmi't-Terâkib
adını taşıyan, 1735'te tamamladığı diğer
eseri bir akrabadindir. Giriş b ö l ü m ü n d e
h e k i m l e r i n d e n Y o r g i y o s ' u n akrabadini-
ni P e t r o adındaki filozof h e k i m ile i n c e ­
l e y e r e k ö z e t olarak çevirdiklerini ve üs­
tadı Ali el-Brusî'nin (Bursalı Ali M ü n ş î )
d e n e y i p kullandığı yararlı terkipleri ek­
l e y e r e k b u k i t a b ı h a z ı r l a d ı ğ ı n ı bildir­
mektedir, îki makaleden ibaret olan
eserin birinci m a k a l e s i n d e hastalık isim­
leri a l f a b e t i k o l a r a k s ı r a l a n m ı ş v e b u
hastalıklarda k u l l a n ı l a c a k basit droglar
verilmiştir. İ k i n c i m a k a l e d e ise b i l e ş i k
ilaçların terkipleri ve yapılışları yine al­
fabetik olarak sıralanmaktadır.
A b b a s Vesim, m a t e m a t i k ve astrono­
mi alanında da eserler vermiştir. Ti­
mur'un torunu Uluğ B e y adına yazılan
Z i c ' i ( y ı l d ı z c e t v e l i ) Nehcü'l-Buluğ fi
Şerh-i Zic-i Uluğ adıyla 1745'te açıkla­
malı olarak T ü r k ç e ' y e çevirmiştir.
Ö n s ö z ü n d e el-Hac A b b a s V e s i m tarafın­ Abbasağa Parkı, 1 9 4 3
dan Mevlânâ Şeyh A h m e d Mısrî'nin Güzelleşen İstanbul, (İstanbulBelediyesi Yaymı)'1943

h i m m e t i y l e hazırlanmış o l d u ğ u kayıtlı­
dır. Y i n e a s t r o n o m i ile ilgili Risale-i
makamda bulunarak, istanbul'da biri arsası da park olarak düzenlenmiştir.
Rü 'yet-i Hilâl adında bir eseri daha var­
Laleli'de Kızlarağası Hamamı olmak 1941'de açılan park doğu yönünde Ak­
dır. 1740'ta y a z ı l a n bu A r a p ç a e s e r d e
üzere üç hamam ile pek ç o k ç e ş m e doğan Sokağı, batıda Maşuklar Sokağı
ayın görünüşlerinin çizgileri ve tarifleri
yaptırmış, bu arada da Beşiktaş'taki ca­ arasındadır; toplam alanı 12 bin m2'dir.
v e r i l m e k t e d i r . K a y n a k l a r d a , Tıbb-ı Ce-
mii inşa ve vakfetmiştir. Mezarlık bu ca­ Mezarlık kaldırılırken kesilen servilerin
did-i Kimyevî've Risâletü'l-Vefk adında
mi çevresinde kurulup, gelişmiş ve ol­ yerine çam, mazı, taflan, atkestanesi
iki eseri daha olduğu belirtilmektedir.
dukça geniş bir sahaya yayılmıştı. Yeri, ağaçları dikilmiştir. Bugün parkta çınar,
A b b a s V e s i m aynı z a m a n d a hattat ve İstanbul Şehremaneti'nce Necip Bey ta­ akasya, sedir, atkestanesi, mazı ve defne
şairdi. Ta'lik yazıyı Reisü'l-etibba Kâtip- rafından 1340'ta yayımlanan şehir plan­ türleri bulunmaktadır. Parkta bir basket­
z a d e M e h m e d Refi' E f e n d i d e n ö ğ r e n ­ larının Beyoğlu bölümünde görülebilir. bol sahası, çocuk oyun alanı, tarihi bir
mişti. Şiirlerini de bir divanda toplamış­ çeşme ve seyir terasları vardır.
Servi ağaçları ile kaplı olan bu me­
tır (yazm. T o p k a p ı Sarayı Ktp, Hazine,
zarlıkta 17. yy'dan itibaren buraya gö­ İSTANBUL
n o . 961).
mülmüş, birçok tarihi kişinin kabir taşla­
Bibi. İbrahim, "Mefâhir-i Tıbbiye-i Osmâni-
yemizden 1100 Tarih-i Hicrîsinde Osmanlı­ rı bulunuyordu. 1939da bu mezarlığın ABDAL YAKUB TEKKESİ
larda Tababet", Hamidiye Etfal Hastahane-i bütün ağaçları kesilmiş, mezar taşları da
Fatih îlçesi'nde, Davutpaşa-Kocamustafa-
Alisinin İstatistik Mecmua-i Tıbbiyesi, sene 5 sökülerek, kırılmış ve yok edümiştir.
paşa arasında, Davutpaşa Mahallesi'nde,
(1320-1322/1904) 14-36; Osmanlı Müellifleri. Hiçbir izi kalmayan Abbasağa Mezarlığı
III, 342; Osman Şevki, Beşbuçuk Asırlık Türk. Hekimoğlu Ali Paşa Caddesi, Esekapısı
Tababeti Tarihi, İst., 1925, 58-73; A. Süheyl Sokağı ve Davutpaşa Değirmeni Sokağı'-
Ünver: "Hekim Vesim Abbas Efendiyi Ruhen nın kuşattığı arsa üzerinde, Hekimoğlu
Yetiştiren Kimdir?", Dirim, c. 22, no. 3 Ali Paşa Külliyesi içinde yer almaktadır.
(1947) 1-2; F. Nafiz Uzluk, "Ölümünden 9
Kaynaklarda "Abdal Yakub Dede" "Aşa­
Yıl Sonra Ordu Hekimbaşısı Yapılan Bir Ta­
bibimiz", Dirim, c. 26, no. 1-2 (1951) 18-25; ri", "Cedid Ali Paşa", "Hekimbaşı Nuh
Sırrı Akıncı, "Hekim Abbas Vesim Efendi", Efendizade Ali Paşa", "Hekimoğlu Ali
İst. Tıp Fak. Mec., c. 24, no. 4 (1961) 695- Paşa", "Hekimzade" ve "Hekimzade Ali
700; ay, "Kitâb-ı Düstûr-ı Vesim fi't-Tıbbi'l- Paşa" adlarıyla da mezkûrdur.
Cedîd ve'l-Kadîm'in İncelenmesinden Ortaya
Çıkan Sonuçlar", Yeni Tıp Alemi, c. 14, no. Hayatı ve kişiliği hakkında pek az şey
146 (1964) 131-142; ay, "18. yy ikinci Yarısı bilinen Abdal Yakub Dede tarafından,
Başlarında İstanbul Hekimleri". Hayat Tarih yaklaşık 18. yy ortalarında, daha sonra
Mec, no. 3 (1972) 29-32; Muammer Dizer, yerine inşa edilen Hekimoğlu Ali Paşa
Kandilli Rasathanesi Kitaplığı Yazma Eserler Camii'nin avlusunda, şadırvanın bulun­
Katalogu, I, İst., 1973, 53; Nil Akdeniz, Os­
manlılarda Hekim ve Deontolojisi, İst., 1977; duğu yerde tesis edilmiştir. Sadrazam
A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, H e k i m o ğ l u Ali Paşa ° ( 1 6 8 9 - 1 7 5 8 )
(haz. A. Kazancıgil-S. Tekeli) İst., 1982. 187, 1147/1734'te burada cami ve külliyesini
189-196; Bedi N. Şehsuvaroğlu-A. E. Demir- inşa ettirirken, mimari özellikleri bilin­
han-G. C. Güreşsever, Türk Tıp Tarihi, Bur­ m e y e n bu ilk t e k k e y i yıktırmış ve
sa, 1984, 117-118; Türkiye Kütüphaneleri Is-
ll6l/1748'de, hemen yakınında, bugün­
lâmî Tıp Yazmaları Katalogu, (yay. Ekme-
leddin İhsanoğlu), İst., 1984, 387. kü yerinde ihya etmiştir. Bu arada, biri
ilk tekkenin naziresinde gömülü olan
NURAN YILDIRIM Abdal Yakup Dede ile haleflerine, diğeri
ise paşa ile aile efradına tahsis edilen iki
ABBASAĞA MEZARLIĞI bölümlü bir türbe inşa edilmiştir. Muhte­
VE PARKI melen küçük kapsamlı fakat bağımsız
B e ş i k t a ş sırtlarında o l a n A b b a s a ğ a M e ­ Abdal Yakub Tekkesi bir kuruluş olan ilk tekkeden farklı ola­
zarlığı, admı civarındaki A b b a s Ağa Ca- Mutfak ve hamam binasının planı; rak, yeni inşa edilen ve bundan böyle
1. Hamam, 2. Ocak-külhan, 3. Mutfak. ikinci banisinin adı ile de anılır olan tek­
m i i ' n d e n ( - > ) almıştı. D a r ü s s a a d e Ağası
M. Baha Tanman, 1982 ke, Hekimoğlu Ali Paşa Külliyesinin bir
A b b a s Ağa 1668-1671 yılları arasında bu
11 ABDÎ

parçası durumundadır. Nitekim derviş bir mekân yer alır. Doğrudan ahşap çatı mayan bu mutfak-hamam bağlantısı
hücreleri, harem, selamlık, mutfak ve ile örtülü olan bu bölümün, meydan şüphesiz Abdal Yakub Tekkesi'nin en
hamam bölümlerini içerdiği halde, ba­ odası, taamhane veya mihmanhane ola­ ilginç yanını oluşturmaktadır.
ğımsız tevhidhanesi olmayıp, ayinler, rak kullanıldığı düşünülebilir. Pencere­ Bibi. Çetin, Tekkeler, 586; Kut, Dergehname,
külliyenin merkezini oluşturan camide ler, ocaklar ve dolap hücreleri ile dona­ 219-220; Ayvansarayî, Hadîka, I, 81-85; Âsi-
icra edilmekteydi. Geçen yüzyılın ikinci tılmış olan bütün bu mekânların kuzey tâne, 3; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I,
yarısı içinde, ahşap olan harem ve se­ cephesi boyunca, zemini arnavutkaldırı- 44-45, no. 52; Münib. Mecmua-i Tekâyâ, 4;
lamlık bölümlerinin yenilendikleri anla­ İhsaiyat, 20; Vassaf, Sefine, V, 272; İSTA, I,
mı döşeli, ahşap direklere oturan bir
16-17; Öz, İstanbul Camileri, I, 69-70; Zâkir,
şılmaktadır. Bütün unsurları ile günümü­ sundurma uzanmakta, kapılar bu sun­ Mecmua-i Tekâyâ, 10; Kut, Dergehname,
ze intikal edebilmiş olan Abdal Yakub durmaya açılmaktadır. Hücrelerin doğu 213-236; Aynur, Saliha Sultan, 30-39; Fatih
Tekkesinde, metruk ve harap olan mut- ucunda ise. planı, üst yapısı ve cepheleri Camileri, 269; M. B. Tanman. "Abdal Yakup
-
fak-hamam grubu dışında kalan kısımlar ile. alelade bir ahşap mesken niteliğinde Tekkesi' , DİA, I, 66.
mesken olarak kullanılmaktadır. olan iki katlı harem ve selamlık bölümle­ M. BAHA TANMAN
Başlangıçta hangi tarikata bağlı oldu­ ri bulunmaktadır. Söz konusu bölümlerle
ğu şüpheli ise de, üçüncü şeyhin posta derviş hücrelerinde R. 1301/1885-86 yı­ ABDÎ (Derviş)
geçmesiyle Halvetîliğin Cihangirîlik ko­ lında, beşi erkek dokuzu kadın olmak (?, Buhara - 1647, Medine)'Talik hatta­
luna, 1122/1710'dan itibaren de Kadirîli­ üzere toplam on dört kişinin ikamet etti­ tı. Asıl adı Seyyid Abdullah'tır. Mevlevi
ğe intikal ettiği tespit edilebilmektedir. ği Dahiliye Nezareti'nce hazırlanmış bir tarikatına bağlı olduğu için Derviş Abdî-
Tekkenin ilk şeyhi Abdal Yakub De- istatistikte belirtilmektedir. i Mevlevi diye anılır. Hattatlar arasında
de'den sonra posta, halifesi Üveys Dede Avlunun kuzey kesiminde, birbirine ise Derviş Abdî olarak tanınmıştır. Talik
geçmiş, bu zatı, Halvetî-Cihangiri piri bitişik olarak tasarlanmış bulunan mut­ yazıyı, İsfahan'da İ r a n l ı ünlü hattat
Cihangirli Şeyh Hasan Burhaneddin fak ile hamam bağımsız bir kitle oluş­ İmâd el-Hasenî'den (ö. 1615) öğrendi.
Efendi (ö. 1663) halifelerinden Şeyh Enfî turmaktadır. Maliye N e z a r e t i ' n i n IV. Murad döneminde (1623-1640) İs­
İbrahim Vehbi Efendi (ö. 1710) izlemiş­ 1325/1910 tarihli İstanbul Tekkeleri Ta- tanbul'a geldi. Padişahın ve vezirazam
tir. Tekkenin dördüncü postnişini, bu amiye ve Tahsisat Defteri'nde, Abdal Mehmed Paşa'nın iltifatlarına mazhar ol­
zatın oğlu olan. Kadiri tarikatına men­ Yakub Tekkesinin günde bir okka iki du. Yenikapı Mevlevihanesi'ne kapıla­
sup Şeyh Mehmed Rıza Efendi'dir (ö. yüz dirhem et istihkakı olduğu kayde­ narak kendini yazıya verdi. Birkaç yıl
1749). Kendisinden sonra oğlu İbrahim dilmiştir. Kare planlı mutfağın duvarları, sonra hocasını görmek için İsfahan'a
Edhem Efendi şeyh olmuş, 22 Cemazi­ almaşık olarak bir sıra kesme taş ve iki vardığında Imâd'ın öldürüldüğünü duy­
yülâhır 1206/1792'de vefat ettiğinde oğ­ sıra tuğla ile örülmüş, mekânın üstü, du ve üzüntüler içinde hocasının evine
lu Mehmed Nasreddin Efendi henüz altı içerden sivri tromplara, dışarıdan sekiz­ gitti. Ev halkından, hocasının yazılarına
yaşında bulunduğundan, Şeyh Mehmed gen kasnağa oturan, kurşun kaplı bir Şah Abbas tarafından el konduğunu ve
Rıza Efendi'nin halifesi Abdülkadir Efen­ kubbe ile örtülmüştür. Doğu duvarında, vasiyetnamesinde kendisine bir zir-
di (ö. 1808) vekâleten meşihatı üstlen­ tuğla örgülü, yuvarlak kemerli geniş bir meşk (yazı altlığı) bıraktığını öğrendi.
miş, Şeyh Mehmed Nasreddin Efendi (ö. kapı ile bir pencere, kuzey duvarında Yazı altlığım kalınca bulan Abdî, kena­
1856) elli yıla yakın bir müddet bu gö­ aynı tür kemerlere sahip daha dar bir rından aralayıp bakınca kâğıtlar arasın­
revi yürüttükten sonra yerini. Sünbül kapı ile, sonradan iptal edilmiş diğer bir da İmâd'ın on adet kıta (tek sayfalık ya­
Efendi türbedarı olan damadı Şeyh Sa- pencere. sağır olan batı duvarında da zı) yerleştirmiş olduğunu gördü. Bu kı­
deddin İsmail Efendiye (ö. 1913) bırak­ iki adet niş bulunmaktadır. Mutfağın talar, İstanbul'da "altlık kıtaları" adıyla
mıştır. Son şeyhin Müfid Efendi adında güneybatı köşesinde, geniş yuvarlak ke­ tanındı ve İmâd tarafından mükemmel-
bir zat olduğu, ayinlerin cuma günleri meri ile göze çarpan ocağın dışa taşkın leştirilen İran taliki bu yolla Osmanlı
icra edildiği bilinmektedir. kitlesinin yanma, tek birimli ufak bir ülkesinde de yaygınlaşmaya başladi.
hamam yerleştirilmiştir. Tek sıra tuğlay­ Türk hattatları, Yesârîzade Mustafa İzzet
Tekkeyi oluşturan unsurlardan beş tarafından 19. yy'da Türk talik okulu
la örülmüş ince duvarları ve üstünü ör­
adet derviş hücresi doğu-batı doğrultu­ kuruluncaya kadar bu üslubu takip etti­
ten beşik tonozu ile küçük bir halvet
sunda uzanan bir kitle içinde sıralan­ ler ve İmâd derecesinde yazmayı başar­
niteliğindeki bu hamam ile mutfak oca­
maktadır. Duvarları moloz taş ve tuğla dılar. Başka bir deyişle, talik, yerleşmiş
ğının arasmda, su kazanının bulunduğu
ile örülmüş, üstleri, aym doğrultuda de­ kurallarıyla İran'da İmâd, Türkiye'de de
bölme yer almakta, başka bir deyimle
vam eden ve ahşap çatı altında gizlenmiş Abdî ile başlamıştır.
ocağın aynı zamanda hamam külhanı
olan bir beşik tonozla örtülmüştür. Hüc­
olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Türk
re dizisinin batı ucunda, sonradan eklen­ Abdi'nin ustalığını gören Sadrazam
mimarisinde benzeri hemen hiç bulun-
miş olması muhtemel, nispeten büyükçe Mehmed Paşa, ona bir Şehname yazdır­
mış, kâğıt, tezhip, altın ve yazma parası
olarak on sekiz kese akçe sarf etmişti.
Derviş Abdî hac farizasını ifa etmek için
gittiği Mekke'den sonra Medine'ye ge­
çerek ölünceye kadar Hz Muhammed'in
türbesi civarında yaşadı. Eserlerinin bir
kısmı Türk ve İslam Eserleri Müze-
si'ndedir. En meşhur öğrencisi Topha­
neli Mahmud'dur.
ALİ ALPARSLAN

ABDÎ
(18. yy) Pek çok şiirinde İstanbul sevgi­
sini ve özlemini dile getiren âşık.
Doğum ve ölüm yeri ve tarihleri bi­
Abdal Yakub linmeyen Abdî, "kalem şuarası" adı veri­
Tekkesi len ve şiirlerini doğaçlamayla değil de
Derviş yazarak oluşturan âşıklar zümresinden-
hücreleri dir. Aruz ve hece ile yazdığı şiirlerin bir­
Af. Baha Tanman çoğunda ayrı düştüğü İstanbul'dan öz-
ABDÎ 12

lemle söz eder. "Destan" başlığı taşıyan Efendi'dir. "Çilingir", "Sankiyedim", "Ye- örneği de burada karşımıza çıkmaktadır.
aruzla yazılmış bir şiirindeki "Bu bin dimiçtim" gibi adlarla da anılmaktadır. Yapının cepheleri pilastrlarla bölünmüş,
yüz altmış altıda mücavir Mekke'de Ab- Mimar Sinan tarafından 940/1533 tari­ alt ve üst pencerelerin arasına yatay bir
dî" mısraından H. 1166 (1752) tarihinde hinde inşa edilen ilk yapı dolma bir set silme yerleştirilmiştir. Alt pencereler ba­
Mekke'de bulunduğu, "Üç senedir lûtf-i üzerinde yükselmekte, dört fil ayağına sık, üst pencereler ise yuvarlak kemerli­
Hakla Beyt'e sürdüm yüzümü" mısraın­ bir kubbe oturtulmak suretiyle tasarlan­ dir. Üst pencerelerden cephe ekseninde
dan da üç yıl burada yaşayıp çok sevdi­ mış bulunmaktaydı. Geçen yüzyılın son­ bulunanlar yükseltilerek saçak kornişin­
ği İstanbul'a döndüğü anlaşılıyor. larında çok harap durumda olan cami, den yukarıya taşırılmıştır. Birkaç istisna
Şiirde Nabî'den etkilendiğini belirt­ devrin seraskeri Rıza Paşa'nm (1844- dışında Osmanlı yapılarında görülmeyen,
mekle birlikte Abdî'yi bir divan şairi 1920) delaletiyle, masrafı Hazine-i Has­ buna karşılık Bizans dini mimarisinde
saymak mümkün değildir. Bir âşık ola­ sa'dan ödenmek suretiyle yeniden inşa çokça kullanılan, Osmanlı dönemi Rum
rak şiirlerinde Âşık Ömer(->) ve Gevheri ettirilmiş, Mimar Sinan'ın tasarladığı ilk kiliselerinde de sürdürülen bu saçak ay­
etkisi açıkça görülmektedir. Abdi'nin şi­ camiden tamamen farklı, eklektik üslup­ rıntısı, Abdî Çelebi Camii'nin Rum kö­
irlerinde İstanbul iki yönlü olarak yer ta bir yapı ortaya çıkmıştır. İstanbul'da kenli ustaların elinden çıkmış olabilece­
alır. Birincisi şehrin doğal güzelliklerine 1896'da vuku bulan Ermeni olaylarından ğini düşündürmektedir. Yapının dört kö­
duyulan özlem ve övgüdür. İkincisi ise sonra, camiin çevresindeki Ermeni ma­ şesinde yükselen ağırlık kuleleri sekiz­
şehir hayatının çeşitli yönlerini, semtle­ hallesinde bir karakolun inşa ettirilmesi, gen, üst kısımları da soğan kubbelidir.
rini, mesire yerlerini, giyim kuşamını, camiin yenilenmesine vesile olmuştur. Cami kiremit kaplı ahşap çatıyla örtül­
halkın ve seçkin sınıfın geleneklerini Osmanlı devrinin son yıllarında ba­ müştür. Minaresi kuzeybatı köşesindedir.
sergilemesidir. kımsız kalan Abdî Çelebi Camii 1933'te Kapalı son cemaat yerinin üst katı
Bibi. Naci Kum, "Şair Abdî ve Güzel İstanbul", Süeda Hanım adında bir hayırsever tara­ kadınlar mahfili olarak değerlendirilmiş­
Yeni Türk, no. 38, 1936, s. 70; Ergun, Türk Şa­ fından esaslı bir onanma tabi tutulmuş, tir. Fevkani mahfilden harime açılan üç
irleri, I, 203-206; M. F. Köprülü, Türk Sazşair- bu arada önüne imam meşrutası eklen­ adet kemerin içinde mahfil zemini ka­
leri, III, Ankara, 1962, 400-401; TDEA, I, 10.'
miştir. Şu anda (Haziran 1993) camide visli çıkmalarla genişletilmiş, bu çıkma­
M. SABRİ KOZ onarım çalışmaları yapılmaktadır. 1991- lardan ortadaki daha geniş tutulmuştur.
1992 yıllarında yapının kuzey kesimine Kare planlı harimin tavanı köşede, pan­
ABDÎ dernek binası, tuvalet ve aptes yerleri dantif görünümlü ahşap dolgularla ku­
bak. ABDÜRREZZAK EFENDİ eklenmiştir. Ayrıca fevkani mahfilde ku­ şatılmış, böylece elde edilen sekizgen
zeye bakan pencerelerden biri kapıya yüzeyin merkezine alçıdan yuvarlak bir
ABDÎ ÇELEBİ CAMÜ çevrilerek minareye ve mahfile dışarıdan göbek oturtulmuştur. Son devrin önde
Fatih İlçesi'nde, Kocamustafapaşa Ma- giriş sağlanmıştır. Bu yeni ekler cami ile gelen hattatlarından Tuğrakeş İsmail
hallesi'nde, Müdafaaimilliye Caddesi ile son derecede uyumsuz bir görünüm Hakkı Altunbezer'in(->) eseri olan, yal­
Marmara Caddesi'nin kesiştiği yerdedir. oluşturmaktadır. Son yıllarda yapıların dızla yazılmış sülüs hatlı Nur ayeti, alçı
B a n i s i Kanuni dönemi ileri gelenle­ tarihi özellikleri düşünülmeden gerçek­ göbeği kuşatmaktadır. Mihrabı çevrele­
rinden R u z n a m e c i Ç e l e b i Abdullah leştirilen sağlıksız onarım ve tadillerin bir yen ve 1933 onarımına ait olduğu anla­
şılan çini kuşakta mavi zemin üzerine
beyaz renkle celi sülüs olarak yazılmış,
Kâmil Akdik(-») imzalı İhlas suresi bu­
lunmaktadır. Mihrap nişinde, son dö­
nem özelliklerini yansıtan kalem işi per­
de motifleri görülür. Başlangıçta mescit
olarak faaliyet gösteren yapının minbe­
rini 1756'da Mahmud Ağa'nın koydur­
duğu bilinmektedir. Halen görülen ah­
şap minber ise, yapının mimarisi gibi
eklektik özellikler göstermektedir. 19.
yy'ın sonundaki y e n i l e m e sırasında
konduğu anlaşılan bu minberin köşk
kısmı dilimli kemerlerle donatılmış, so­
ğan kubbeli bir külahla taçlandırılmıştır.
Bibi. Ayvansarayî; Hadîka, I, 77; İSTA, I, 24;
Öz, İstanbul Camileri, I, 42; Kuran, Mimar
Sinan, 135; Fatih Camileri, 48.
EMİNE NAZA

ABDİ İBRAHİM
bak. BARUT, ABDİ İBRAHİM

ABDİ İPEKÇİ SPOR SALONU


Zeytinburnu ilçesinin Kazlıçeşme sem­
tinde İstanbul Belediyesi tarafından
yaptırılan spor salonu. Salona bir su­
ikasta kurban giden gazeteci Abdi İpek-
çi'nin adı verildi. Temeli 1979'da atılan
yapının inşaatı duraksamalarla on yıl
kadar sürdü. Salon 1990'da ünlü Har-
lem Globetrotters basketbol takımının
gösterisiyle hizmete girdi.
Açılışından bu yana basketbol, gü­
reş, voleybol, halter gibi spor dallarında
çeşitli uluslararası şampiyonalara ve
13 ABDULLAH

nıfı üzerinde yoğunlaşmıştır. Sarı Abdul­ Bunlar arasında Neşatî Ahmed Dede
lah'ın mürşidi İdris-i Muhtefî(->) bu kola ile Çevri İbrahim Çelebi gibi Mevleviler
mensup olup, aralarında Sadrazam Halil ve La'lîzade Abdülbâki(->) gibi Nakşîler
Paşa ve Şeyhülislam Ebu'l-meyâmin ilk anda dikkati çekerler. Gelibolu ve
Mustafa Efendi'nin de (ö. 1606) bulun­ Beşiktaş Mevlevîhaneleri şeyhi Ağazade
duğu Osmanlı bürokrasisini kendine Mehmed Dede'nin müritlerinden olup
bağlamış, ayrıca Kırkçeşme'deki Peşta- daha sonra Edirne Mevlevîhanesi post-
malcılar Hanı'nda esnaf zümresini ör­ nişinliğini üstlenen Neşatî Ahmed Dede
gütlemiştir. Sarı Abdullah, Melamîliğe (ö. 1674), Sarı Abdullah'ın kesedarlığını
bu handa yapılan dini bir törenle girmiş yapmış, ondan aldığı Melamî neşeyi
ve yaşadığı dönemde esnaf ile iktidar Mevlevî kültürüyle bütünleştirerek 17.
Abdi İpekçi S p o r Salonu arasındaki sosyokültürel ilişkinin tarikat yy divan şiirinin seçkin örneklerini ver­
Nazım Timuroğlu, 1993 adma düzenleyicisi olmuştur. miştir. Cevrî İbrahim Çelebi (ö. 1654)
Sarı Abdullah, Melamîliğin 17. yy İs­ ise, Sarı Abdullah'a bağlanan bir diğer
tanbul hayatındaki siyasi ve dini rolü büyük Mevlevî şairi ve hattatıdır. Galata
spor etkinliklerine sahne olduğu gibi Mevlevîhanesi postnişini İsmail Rüsuhî
konserler için de kullanıldı. 1991 Avru­ üzerinde etkili olmuş bir mutasavvıftır.
Diğer tarikatlarla kurduğu yakın ilişki, Dede'nin dervişi olan Cevrî, Melamîlik
pa Şampiyon Kulüpler Basketbol Tur­ ile Mevlevîlik arasındaki kültürel ilişki­
nuvası Finalleri ile en büyük sportif or­ siyasi ve mistik kişiliğinin derin izlerini
taşır. İsmail Maşukî(->) ve Hamza Bâlî nin, 17. yy'daki başlıca odak noktaların­
ganizasyonlarından birini verdi. 7.000 dan birisi sayılmaktadır. Sarı Abdullah'ın
seyirci kapasiteli salon her tür uluslara­ (ö. 1561) gibi Melamî şeyhlerinin İstan­
bul'da katledilmeleri üzerine gizlilik tasavvuf alanındaki asıl etkisi, torunu
rası spor organizasyonuna elverişli olup Şeyh La'lî Mehmed Efendi (ö. 1707) ara­
ayrıca antrenman salonlarına da sahip esasma dayalı bir örgütlenme modelini
benimseyen Melamîlik, onun aracılığıy­ cılığıyla, 18. yy'ın önemli Nakşî muta­
bulunmaktadır. savvıflarından La'lîzade Abdülbâki üze­
CEM ATABEYOĞLU la hem siyasi kadrolar içinde hem de
diğer tarikatlarm koruyucu şemsiyesi al­ rinde olmuştur. Sergüzeşt adlı eserinde
Sarı Abdullah ve çevresini anlatan La'lî­
ABDULLAH ( S a n ) tında gelişebilme olanağı bulmuştur.
Söz konusu bu tarikatlar, Melamîliğin zade kendi kurduğu kalenderhane ile
(1584, İstanbul - 1660, İstanbul) Tasav­
İstanbul'daki bir çeşit resmi örgütü olan bağlandığı Murad Buharî'nin (ö. 1719)
vuf tarihinde "Sarı" veya "Şârih-i Mesne­
Bayramîlik(^) ile ondan ayrılarak farklı Eyüp'teki tekkesinde şekillenen Melamî-
vi" olarak tanınan reisülküttab, hattat,
bir kimlik kazanan Celvetîlik'tir(->). Ce- meşrep Nakşîliğin, İstanbul'daki başlıca
çiçekçi ve Bayramî Melamîliğine men­
vâhir-i Bevâhir-i Mesnevi adlı eserinde temsilcisidir. İkinci devre Melamîlerinin
sup mutasavvıf.
kendisini Bayramî olarak gösteren Sarı Sarı Abdullah aracılığıyla Nakşîlik üze­
Babası, Magrib şehzadelerinden Sey- rinde kurdukları bu yoğun etki, Şeyh
yid Muhammed, annesi Sadrazam Halil Abdullah, ayrıca Sadrazam Halil Pa­
şa'nın da bağlı bulunduğu Celvetîliğe Murad Tekkesi postnişini Abdülkadir
Paşa'nm kardeşi Beylerbeyi Mehmed Belhî'nin(->) kişiliğinde, Cumhuriyet dö­
Paşa'nın kızıdır. Eğitimini İstanbul'da ta­ intisap ederek, IV. Murad'm yakm des­
teğini alan bu tarikatların saray halkı nemine kadar uzanmıştır.
mamladı. Halil Paşa'nın (ö. 1630) birinci
sadaretinde (1616-1619) devlet hizmeti­ üzerindeki nüfuzlarını, Melamîlere uy­ Şiirlerinde "Abdî" mahlasını kullanan
ne girerek İran seferine katıldı. Paşanın gulanan siyasi baskıyı azaltacak yönde Sarı Abdullah'ın eserleri, İstanbul'daki
ikinci sadaretinde (1626-1628) ise, önce kullanabilme başarısını göstermiştir. Melamî/Hamzavîlerin kültürel dünyala­
tezkireci ve ardından l627'de Mehmed l628'de Abaza Mehmed Paşa'ya karşı rını göstermeleri açısından önemlidirler.
Efendi'nin yerine reisülküttab oldu. Bu düzenlenen seferin başarısızlığa uğra­ I625-I63I yılları arasında Mesnevinin
sırada Doğu'da Abaza Mehmed Paşa masıyla görevlerinden uzaklaştırılan Ha­ birinci cildine yaptığı Cevâhir-i Bevâhir-i
üzerine gönderilen Halil Paşa, başarı lil Paşa ile Abdullah Efendi'nin, Celvetî Mesnevi (bas. 1288, 5 c.) başlıklı şerhi,
sağlayamayınca her ikisi de görevlerin­ şeyhi Aziz Mahmud Hüdaî(->) tarafın­ onun Mevlevîlik ile kurduğu yakın iliş­
den uzaklaştırıldılar. l630'da Halil Pa­ dan IV. Murad'a bağışlatılmaları, bu açı­ kinin bir ürünü olup, IV. Murad'a su­
şa'nın ölümüyle inzivaya çekilen Abdul­ dan tipik bir örnektir. nulmuştur. Aslında Bayramî olan Mevle­
lah Efendi, l638'de İsmail Efendi'nin vî şeyhi İsmail Rüsuhî Dede ile yaptığı
İstanbul'un 17. yy mistik hayatında tasavvuf sohbetlerinin çeşitli tarikat sil­
yerine tekrar reisülküttaplığa atanarak San'Abdullah'ın tasavvuf anlayışını be­
IV. Murad'm Bağdat seferine katıldı. sileleri eklenerek genişletilmesi sonucu
nimseyip sürdüren pek çok ünlü şair ve ortaya çıkan 1624 tarihli Semerâtü'l-Fu-
1640'ta Anadolu muhasebecisi, l650'de mutasavvıf vardır.
piyade mukabelecisi oldu ve l654'te âd fi'l-Mebde-i ve'l-Meâd (bas. 1288),
mensuh mukataacılığma atandı. Bu son Bayramî Melamîliğinin mistik kökeni ve
resmi görevinden bir süre sonra ayrılan gelişimi üzerinde duran temel bir kay­
Abdullah Efendi, ölümüne kadar Koca- naktır. Bu kitaptaki tasavvuf konularını,
mustafapaşa'daki evinde tasavvufla uğ­ Bayramî şeyhlerine ait menkıbelerle
raştı. Mezarı, Topkapı'da kendi adıyla zenginleştirerek l639'da kaleme aldığı
anılan sofasındadır. Cevheretü 'l-Bidâye ve Dürretü 'n-Nihâye
ise, tarikatın toplumsal tarihini yakından
Gençlik yıllarında Hacı Hüseyin Ağa ilgilendirir. l660'ta yazdığı Mir'âtü'l-As-
(ö. 1630) aracılığıyla Melamî kutbu İd- fiyâ ft Sıfât-ı Melâmîyyeti'l-Ahfiyâ, Muh-
ris-i Muhtefî'ye (ö. 1615) intisap etmiş, yieddin Arabi'nin Fütühâtü'l-Mekkiy-
onun ölümünden sonra da yerine geçen jye'sindeki Melamîlikle ilgili bölümlerin
Hacı Bayram Kabayî (ö. 1627) ve Sütçü şerhi olup, aynı zamanda da son eseri­
Beşir Ağa'ya (ö. 1662) bağlanmıştır. dir. Arapça yazdığı Risale fi Merâtibi'l-
16. yy başlarında "Oğlan Şeyh" la­ Vücûd ile Türkçe Meslekü'l-Uşşâk adlı
kaplı İsmail Maşukî (ö. 1529) tarafından San 105 beyitlik kasidesi, tasavvuf ve tarikat
İstanbul'a getirilen Melamîlik(->), önce Abdullah'ın adabının genel konularına değinir. Mes­
Anadolu kökenli şeyhler tarafından Hel- Topkapı- lekü'l-Uşşâk^ La'lîzade Abdülbâki ve
vaî Tekkesi'nde(->) örgütlenmiş ise de Maltepe'de Habeşîzade Rahimî gibi Melamiler tara­
bulunan fından ayrıca zeyiller yazılmıştır.
17. yy'dan itibaren tarikatın bu yöndeki mezar taşı.
faaliyetleri Rumeli Melamîlerinin deneti­ Ekrem Işm. Sarı Abdullah, mutasavvıf kişiliğinin
mine geçerek saray çevresi ile ilmiye sı­ 1992 yanısıra çiçekçiliği ve hattatlığı ile de İs-
ABDULLAH 14

tanbul kültürüne renk katmıştır. Yedi ay­ Söylentinin doğru olduğu anlaşılınca dır. Kaybolduğu sanılan kitabesi ise
rı zerrin lale türü yetiştirmesinden dolayı hokkanın ağzı altınla kapatılıp kıymetli yaptığımız araştırma sonucunda, yakla­
I. İbrahim tarafından İ642'de "serşükûfe- hediyelerle hattata geri gönderilmiştir. şık 1 km ilerideki Gül Baba Türbesi bi­
ci" tayin edildiğini Müstakimzade kay­ Yedikuleli Abdullah'ın hat sanatında­ tişiğinde yer alan ve II. Mahmud'un
detmektedir. Hat sanatındaki başarısını ki ustalığım gösteren bir başka fıkra da miralemine ait çeşmenin üzerinde bu­
ise, yazmış olduğu Abdülmecid Sivasî şudur: Bir gün devrin ileri gelenlerin­ lunmuştur. Sülüs hatlı kitabe, Hazine-i
Tekkesi'ne ait vakfiyede göstermiştir. den birinin sorması üzerine Hafız Os­ Hümayun Başhademesi Nazif Mehmed
Bibi. Uşşakizade, Zeyl-i Şakaik, 346-347; Ta- man. Yedikuleli'yi göstererek "Seyyid Efendiye ait olup, tarih mısraı şöyledir:
rih-i Naima, VI, 121; Ayvansarayî, Hadîka, Çelebi budur, benden güzel yazar" de­ Ayn-ı carî kıldı dârü 's-sa 'âde ağası lüle­
II, 202; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 190; miştir. Hafız Osman o zamana kadar den (1253/1837).
Müstakimzade, Tuh/e, 280-281; La'lîzâde Ab- kimse hakkında böyle söylememişti. Bibi. Sicill-i Osmanî, III, 397; Tanışık, İstan­
dülbâkî, Menakıb-ı Melâmîye-i Bayramîye,
Yedikuleli Abdullah'ın sülüs ve nesih bul Çeşmeleri, II, 434-436.
İst., ty; Sami, Kamus, IV, 2916; Sicill-i Osnıa-
ra, III, 367-368; Osmanlı Müellifleri, I, 100; yazılarını Hafız Osman'mkilerden ayır­ DOĞAN YAVAŞ
Gölpınarlı, Melâmilik, Y51-\A2; Ergun, Türk mak zordur. Yazdığı yirmi dört Ku­
Şairleri, I, 194-203; Ö. F. Akün. "San Abdul­ ran'dan ikisi III. Ahmed'in emri ile yazıl­ ABDULLAH BEY (Muhsinzade)
lah", İA, X, 216-220. mıştır. Osmanzade Taib Ahmed'in Meşâ- (1832, İstanbul - 20 Ağustos 1899, İs­
EKREM IŞIN nk-t Şerif Tercümesini de gene sultanın tanbul) Sülüs, nesih hattatı. II. Mah­
emri üzerine yazmıştır. Ayrıca yazdığı mud'un Istabl-ı Âmire müdürü Mehmed
ABDULLAH (Yedikuleli) bin kadar enam, evrad, murakka (yazı Bey'in oğludur. Beşiktaş'ta Kapıağası
(?, İstanbul -1731- İstanbul) Sülüs, nesih albümü), kıta ve hilyenin çoğu Nuruos- Mektebinde okurken hocası Hafız Meh­
hattatı. Yedikule'de doğduğu için hattat­ maniye Kütüphanesi'ne vakfedilmiştir. med Efendi'den yazı yazarak icazetna­
lar arasında, Yedikuleli veya Yedikuleli Bibi. Müstakimzade, Tuhfe. 269-271; Rado, me aldı. Sonra ünlü hattat Kazasker
Seyyid Abdullah olarak anılır. Babası Hattatlar, 136-137. Mustafa İzzet Efendiye devam etmeye
Seyyid Hasan el-Hâşimi. Yedikule Kapısı ALİ ALPARSLAN başladı ve ölümüne kadar onun yanın­
içindeki İmrahor Camii'nin imamıydı ve dan ayrılmadı.
hattattı. Abdullah da babasının ölümün­ ABDULLAH AĞA CAMÜ
Abdullah Bey bir süre Sadaret Mek-
den sonra bu camiin imamlığını yaptı. bak. İSTAVROZ CAMİİ
tubi Kalemi'nde çalıştı, 1887'de Menşe-i
Yedikuleli büyük sülüs ve nesih hat­ Küttab-ı Askeriye'nin hat hocalığına ta­
tatı Hafız Osman'dan l686'da yazı meşk
ABDULLAH AĞA ÇEŞMESİ yin edildi. Bu arada II. Abdülhamid ta­
etmeye başladı ve l690'da icazetname Beylerbeyi'nde, Beylerbeyi Camii karşı­ rafından Reisülhattatin (hattatların reisi)
aldı. Kendisi de hattat III. Ahmed'in tak­ sında, Abdullah Ağa Çeşmesi Soka- unvanıyla ödüllendirildi.
dir ettiği Yedikuleli. Sakazade Mustafa ğı'ndadır. Paşaçırağı lakabıyla tanınan, Abdullah Bey, Şefik Bey ile birlikte
Efendi'den boşalan Topkapı Sarayı'nın saraydan yetişme Abdullah Ağa yaptır­ Kazasker Mustafa izzet Efendi'nin en ba­
hat hocalığına tayin edildi. Bu sırada mıştır. Abdullah Ağa. başmusahip, hazi­ şarılı öğrencisidir. Hat sanatında Hafız
kullandığı mürekkebin çok temiz ve ne vekili ve hazinedarlık görevlerinde Osman üslubunu sürdürmüştür. Mah-
akıcı olduğu duyulunca padişahın, bu­ bulunduktan sonra darüssaade ağası ol­ mutpaşa Yokuşu'nun alt başında bulu­
nun doğru olup olmadığını öğrenmek muş ve 1256/1840'ta vefat etmiştir. nan Hacı Köçek Camii'nin dış kapısında­
için bir adamını Yedikuleli'nin ders ver­ Kaynaklarda son derece sade bir tez­ ki beyit ile kapıya bitişik çeşmenin man­
diği yere gönderdiği, giden kişinin ders yinata sahip olduğu belirtilen çeşme, zum kitabesi en güzel eserlerindendir.
alacakmış gibi yere çömeldiği ve ne günümüzde harap durumdadır. Hora­ Nesih eserleri hususi koleksiyonlardadır.
maksatla geldiğini söyledikten sonra san harçlı su haznesinden sadece 50 Bibi. İnal, Son Hattatlar, 20-23; Rado, Hat­
hokkayı onun mührüyle mühürleterek cm'lik bir kısım kalmıştır. Oval teknesi tatlar, 230-231.
padişaha takdim ettiği hikâyesi ünlüdür. de toprak seviyesinin bir karış altında­ ALİ ALPARSLAN

ABDULLAH BİRADERLER
19. yy ın son çeyreğinde İstanbul'un ün­
lü fotoğrafçıları. Abdullah Biraderlerin
dedeleri Astvazadur Hürmüzyan,
lölO'da Kayseri'den İstanbul'a göç eden
Aliksan'ın soyundan geliyordu. Astvaza­
dur Hürmüzyan. Abdülmecid'in (1839-
1861) sarayında mübayaacıbaşı olarak
görev yapmış, alçakgönüllülüğü, ahlakı
ve üstün zekâsıyla çok sevilen ve sayı­
lan kişiydi. Sarayın ileri gelenleri bu
yüzden ona Müslüman olmasını teklif
ettiler. Astvazadur ise bu teklifi; "Adım
Astvazadur. Yani Allah'ın oğlu. Bundan
böyle bana Abdullah diyebilirsiniz. Böy­
lece hem sizi memnun etmiş olurum,
hem de gönlüm rahat eder" diye yanıt­
ladı. Aile o günden sonra Hürmüzyan
yerine, Abdullah adıyla anılır oldu.
Abdullah Biraderler'in babası Apra-
ham Abdullah, 1792'de İstanbul'da doğ­
du. Küçük yaşta Kazaz Artin'in yanına
girdi ve uzun zaman ipek işleri ile uğra­
şarak onun dostu ve meslektaşı oldu.
Anneleri Roza ise, Bağlıyan ailesine
mensuptu. Apraham Abdullah, 1875'te
öldüğünde, 3 kızı ve 5 erkek çocuğu
15 ABDULLAH BİRADERLER

1867'de Paris'te açılan sanat sergisinde,


Türk pavyonunda sergilenen İstanbul
fotoğrafları büyük bir ilgi gördü.
Osmanlı İmparatorluğu başkentinde
bulunan değerli tüm eserler, bu yete­
nekli kişiler tarafından fotoğraflanarak,
a l b ü m l e r haline getirildi. Abdullah
kardeşler özellikle Kevork'uh kuvvetli
iradesi, sanata olan tutkusu, ince zevki
ve sanat dalında edindiği bilgileri ile
mükemmelliğe ulaştılar. Bu başarının en
büyük sırrı ise, gölgelerin inceliklerinde,
renklerin ahengi ve onlara gösterdikleri
özen nedeniyle uzun zaman bozulma­
dan dayanabilmelerinde, birkaç yıl önce
çekilmiş fotoğrafların, daha dün çekil-
mişçesine canlı ve taze durmalarındaydı.
Fotoğraflardaki üstünlüğün nedenini, Er­
menice yayınlanan Teotik Labcinciyan
(1912) adlı yıllıkta, Kevork Abdullah,
collodion isimli mayiin hazırlanmasında­
ki titizliklerine ve kompozisyonlara çok
dikkat etmelerine bağlıyor. Bu dikkatin
sonucunda fotoğrafların güzel bir rölyef­
le ışık ve gölgelerde ahenkli bir geçiş
Abdullah Biraderler'in çektiği bir İstanbul sokağı, 1870 yılları.
Engin Çizgen
kazandığını belirtiyor.
1 8 6 8 ' d e İngiltere Veliahtı Galler
Prensi Edward (daha sonra Kral VII. Ed­
vardı. Oğullarından Viçhen, Hovsep ve ler. Bir ay sonra yeni bilgilerle dolu ola­ ward) 20 kişilik maiyetiyle İstanbul'a
Kevork güzel sanatlarla uğraştılar. Ke- rak İstanbul'a döndüler ve tüm sanat geldiğinde, Abdullahlar, veliahtın eşi
vork 1839'da İstanbul'da Ortaköy'de yeteneklerini göstererek çalışmaya baş­ Alexandra ve maiyetiyle birlikte fotoğ­
doğdu. Bu semt Ermeni fikir adamlarının ladılar. Abdullah Biraderler'in çektikleri rafını çekerler. Kevork prensin hayranlı­
ve asilzadelerinin buluşma merkezi sayı­ fotoğraflarda bir başka canlılık vardı. ğından yararlanarak, Londra'da fotoğ­
lırdı. Gözde okullardan biri olan ve üs­ Abdullah Frères adlı stüdyonun ünü rafhanenin bir şubesini açmak istediğini
tün yetenekli öğretmen kadrosuna sahip gün geçtikçe artıyordu. 1867'de Beya­ söyler, ancak daha sonra bunu gerçek­
Lusavoriçyan okulu da bu semtteydi. Ke­ zıt'taki stüdyoyu Andreomenos'a devre­ leştiremezler. Ama Galler Prensi ile olan
vork Abdullah daha 10-12 yaşmdayken, derek Beyoğlu 'na (o dönemdeki adıyla ilişkileri onlara, 1890'da "Kraliyet Fotoğ­
çalışkanlığıyla örnek bir öğrenci olarak Pera) taşındılar. rafçısı" unvanını kazandırır.
herkes tarafından sevilip sayılıyordu. Ke- İstanbul'un batıya dönük yaşam tarzı­ Abdülaziz, 1860'lı yıllarda Beyoğ-
vork'un gitmeyi hedeflediği Venedik'teki na en yakın yeri olan Beyoğlu, bir yeni­ lu'nda çalışan Dérain adlı Fransız fotoğ­
Murad-Raphaelyan Okulu imparatorlu­ lik olarak fotoğrafçılığa hemen kapıları­ rafçıya bir portresini çektirir. Ama ne
ğun çeşitli yerlerinde yaşayan Ermeni ai­ nı açtı. Buradaki yeni yerlerinde başarılı padişah, ne de saray erkânı sonuçtan
lelerin çocuklarını sanat öğrenmeye gön­ çalışmalar yapan Abdullah Biraderler'in hoşnut kalır. Sadrazam Fuad Paşa, padi­
derdikleri bir kurumdu. Kevork, 1852'de şaha Abdullah Biraderler'den söz eder.
kendi yaşıtlarından oluşan on iki kişilik Sultan, 1863'te Abdullah Biraderler'i İz­
bir grupla birlikte İstanbul'dan Vene­ mit'teki av köşküne davet ederek onla­
dik'teki Murad Raphaelyan Okulu'na git­ ra portresini çektirir. Sonuç olağanüstü­
mek üzere yola çıktı. Daha sonra ilk se­ dür. Sultan, yüzünün ve asıl görüntüsü­
nesinde büyük bir heves ve kararlılıkla nün, Abdullah Biraderler'in çektiği fo­
başladığı bu okuldan 1857'de mezun ol­ toğraftaki gibi olduğunu söyleyerek,
du. Yağlıboya fotoğrafçılığı dalında gös­ bundan böyle yalnızca onların çektiği
terdiği başarı nedeniyle, mezunlar içinde fotoğrafının resmi fotoğraf olarak tanın­
ödül alan altı kişiden biriydi. masını ve böyle kabul edilerek her tara­
Ağabeyi Viçhen Abdullah, birinci sınıf fa dağıtılmasını emreder. Sultanı profil­
ressam olarak İstanbul'da ün yapmıştı. den gösteren bu fotoğraf daha sonra
Sedef ve fildişi üzerine yaptığı minyatür­ İmparatoriçe Augusta'nın hazırlattığı bir
lere en zor beğenen sanatseverler ve madalyonda kullanılır. Sultan verdiği bir
ressamlar bile büyük bir hayranlık duyu­ başka buyrukla da onları "Ressam-ı
yorlardı. Abdülmecid'in ve daha sonra Hazret-i Şehriyarî" unvanı ile ödüllendi­
da Abdülaziz'in ve birkaç ünlü paşanın rir. Ayrıca 4 Temmuz 1873 tarihli Mec-
resmini hazırladı. Ayrıca, 1856'da İstan­ mua-i Maarif'in 11. sayısında ve Şark
bul Beyazıt'da bir fotoğraf stüdyosu açan gazetesinin 182. sayısında, bu fotoğraf­
ve bu stüdyoda daguerreotype ile uğra­ çıların başkaları tarafından taklit edile­
şan Alman kimyager Rabach'ın yanında meyeceği bir padişah buyruğu olarak
rötuşçu olarak çalıştı. 1858'de Vene­ yayımlanır.
dik'ten dönen Kevork, ağabeyi Viçhen Abdullah Biraderler'in albümleri kısa
ve diğer kardeşi Hovsep ile birlikte Ra­ zamanda dünyaya imparatorluk başken­
bach'ın stüdyosunu devraldı. ti İstanbul'u tanıtmaya başlar. Londra,
Fotoğrafçılık alanında yeteneklerini Paris, Petersburg, Moskova gibi birçok
daha geliştirmek ve başarılı olabilmek Abdullah Biraderler'in kullandığı bir fotoğraf şehirde bu değerli fotoğraflar herkesin
için, Viçhen ve Kevork, sanat dalında kartı arkası. takdir ve hayranlığım kazanır.
Engin Çizgen
araştırmalar yapmak üzere Paris'e gitti­ 18701i yılların başında Rus dükü Ni-
ABDULLAH EFENDİ LOKANTASI 16

kola İstanbul'a gelerek Abdullah Birader­ yük beğenisini kazanır. Bir süre sonra seniyesi" ile sahibinin adını aldı, Abdul­
ler'in atölyesini ziyaret edip, fotoğrafları­ da Bogos Tarkulyan, "Saray Fotoğrafçı­ lah Efendi Lokantası oldu. Harem-se-
nı çektirir. Dük Nikola çekilen bu fotoğ­ lığı" unvanı ile ödüllendirilir. Basil Kar- lamlık biçiminde olan lokanta, saraya
rafları görünce, sanatçılara karşı büyük gopoulos, Guillaume Berggren, Nikolai yakın olanların ve Meclis-i Mebusan
bir hayranlık duyduğunu belirtir. Daha Andreomenos, Pascal Sebah gibi ünlü mensuplarının yemek yediği bir yer ha­
sonra, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, fotoğrafhaneler de kaliteli işler yaratma­ line geldi. 1920'de Beyoğlu'na Rumeli
Osmanlıların yenilgisiyle sonuçlanınca, ya başlarlar. Sonunda Abdullah Birader­ Hanı pasajının içine taşındı; yönetimi
Rus ordusu Ayastefanos'a (Yeşilköy) ka­ ler stüdyolarını, borçlarını ödeyebilmek de Abdullah Efendinin oğlu Hikmet Ab-
dar gelir (26 Şubat 1878). Arakel Dadyan için bütün aletleriyle birlikte, 1.200 Os­ dullahoğlu'na geçti. 13 yaşından beri
Bey'in konağında ikamet eden Dük Ni­ manlı Lirası karşılığında 1899'da Sebah babasının yanında "çekirdekten yetişen"
kola, ikinci kez Kevork Abdullah'ı yanı­ & Joaillier'e devrederler. Daha sonraki Hikmet Bey'in, lokantanın gelişmesinde
na çağırtarak fotoğraflarını çektirir. yıllarda da üçüncü sınıf bir fotoğrafhane ve efsanevi ününe kavuşmasında büyük
Kevork'un bu yeni ilişkisi, II. Abdül- olarak kalırlar. katkıları oldu.
hamid tarafından, müessesenin üzerin­ Sanatta olduğu kadar sosyal hayatta Hikmet Abdullahoğlu 1 9 6 0 ' l a r d a
deki padişah tuğrası geri alınarak ceza­ da aktif olan Kevork Abdullah, bozulan Emirgân'da geniş bir arazi aldı, burasını
landırılır. Fakat daha sonra İgnatiyefin sağlığına yeniden kavuşmak amacıyla lokantanın besin maddelerinin üretildiği
müdahalesi ve Dük Nikola'nın sadraza­ 1912 yazında İngiltere'de bulunan bir bir çiftlik olarak kullanmaya başladı.
ma yaptığı başvurularla bu olay kapanır akrabasının yanma gider. Daha sonra Burada bir de küçük lokanta açıldı.
ve tuğranın iade edileceğine dair söz İstanbul'a dönen Kevork Abdullah'ın, 4 1968'de o dönemlerde başlayan yozlaş­
verilir ve bu söz 1890'da yerine getirilir. Nisan 1918 tarihli 6545 sayılı Püzantion manın da etkisiyle Beyoğlu'ndaki yer
Abdullah Biraderler, stüdyolarında gazetesinde çıkan bir ilanla, 2 Nisan boşaltıldı, lokanta tümüyle Emirgân'a
pek çok öğrenci de yetiştirirler. Kısa za­ 1918'de sabah saat 2'de İstanbul'da öl­ geçti. 1972'de, Hikmet Abdullahoğlu
manda bu küçük dükkân gelişmiş bir düğü ve 4 Nisan 1918 günü cenaze me­ beyin kanamasından ölünce, kuruluşun
işyeri haline gelir. Fotoğrafçılık gittikçe rasiminin yapılacağı bildirilmektedir'. yönetimini yeğeni Abdullah Ongan üst­
yaşantının bir parçası ve geçerli bir sa­ Yedikule Ermeni Hastanesi'nin 1892 lendi. Asıl mesleği dişçilik olan Abdul­
nat olarak İstanbul halkı tarafından ka­ yılı salnamesinde Viçhen Abdullah'ın lah Ongan, burasını turizme de açtı ve
bul edilir. Abdullah Biraderler portreler­ adı "Salise ve Kapucubaşı" rütbesini ha­ lokanta, 1970'lerde en parlak dönemle­
den başka İstanbul ve çevresinde bulu­ iz Ermeni asıllı devlet görevlileri arasın­ rinden birini yaşadı. Ancak daha sonra
nan saray, köşk, kasır, cami, çeşme, se­ da Saray-ı Hümayun Fotoğrafçısı olarak aynı düzeyi koruyamadı, İstanbul'da
bil, kilise, bent, su kemeri, fabrika, kış­ geçmektedir. Ayrıca 4. sınıf Osmanî ve birbiri ardına açılan lokantalarla rekabet
la, hastane vb yapıların iç ve dış görün­ 3. sınıf Mecidî nişanlarının olduğu belir­ karşısında yavaş yavaş müşterisini yitir­
tülerini, çeşitli İstanbul manzaralarını, tilmektedir. 1898 yılı salnamesinde de di ve 1993 yılı içinde lokanta kapandı.
yerli ve yabancı halk giysilerinin fotoğ­ aynı bilgiler olduğu halde 1899 yılı sal­ Abdullah Lokantası, özellikle Beyoğ­
raflarını çekerler. Dönemin seyahat reh­ namesinde ismi geçmemektedir. Bun­ lu'na geçtikten sonra kentin politika, sa­
berlerinde, İstanbul'a giden herkesin, dan Viçhen Abdullah'ın o yıl Müslüman nat ve basın çevrelerinin sık sık geldiği,
Boğaziçi, Ayasofya ve diğer yerlerle bir­ olduğu çıkarsanabilir. Abdullah Şükrü masa başında saatler süren söyleşilerin
likte, Abdullah Biraderler stüdyosunu adını alan Viçhen Abdullah, Müslüman yapıldığı bir yer oldu. Yahya Kemal Be-
da ziyaret etmeleri tavsiye edilir. olduktan kısa bir süre sonra İstanbul'da yatlı'nm en sevdiği yerlerden biriydi
ölür ve Maçka Mezarlığı'na gömülür. Abdullah. Ayrıca Ahmet Hamdi Tanpı-
Mısır Hıdivi Tevfik Paşa'mn çağrısı
Sonraları mezarlığın büyük bölümü or­ nar, Behçet Kemal Çağlar, Gönül Yazar
üzerine, 1886'da Kevork ve Hovsep Mı­
tadan kalktığı gibi Abdullah Şükrü'nün gibi ünlüler, Adnan Menderes, Fuat
sır'a gittiler ve Kahire'de bir stüdyo açtı­
mezarı da kaybolmuştur. Öbür kardeş­ Köprülü, Lütfi Kırdar gibi politikacılar
lar. Abdullah Biraderler Tevfik Paşa'mn
leri Hovsep Abdullah da 14 Temmuz da çok sık gelirdi.
1887'de Yukarı Mısır'a yaptığı geziye
1902'de İstanbul'da ölmüştür.
katılarak, Mısır'ın fotoğraflarını çektiler. Abdullah Efendi Lokantası, baştan
Kahire'ye dönüşlerinde Kevork Abdul­ ENGİN ÇİZGEN beri tipik Türk yemekleri sunan bir
lah, çektiği yerlerin fotoğraflarını bir al­ "tencere lokantası" oldu. Abdullah On­
büm halinde Hıdiv Tevfik Paşa ve eşi ABDULLAH EFENDİ LOKANTASI gan, 1978'de bir röportajında, lokanta­
Emine Hanım'a hediye etti. Fotoğrafha­ İstanbul'un bilinen en eski lokantaların­ nın özelliğinin, Türk mutfağının klasik
nenin Kahire'deki şubesi dokuz sene dan biri. 1888'de İnebolulu aşçı Ahmet yemeklerini mümkün olduğu kadar has
boyunca parlak ve verimli bir dönem Efendinin oğlu Abdullah Efendi tarafın­ ve öz malzemeyle yapmayı sürdürmek,
yaşadıktan sonra 1895'te kapandı. dan Karaköy'de Viktorya adıyla açıldı. bulunan malzemenin, etin, tereyağının,
Abdullah Biraderler'in İstanbul'da, İki yıl sonra II. Abdülhamid'in "irade-i zeytinyağının en iyisini kullanmak oldu-
Eski Rus Sarayı'ndaki (bugünkü Nar-
manlı Yurdu) stüdyosu, aynı zamanda
resim sergilerinin de açıldığı bir galeri,
şehrin entelektüellerinin bir araya geldi­
ği yerlerden biriydi. Abdullah Birader­
ler'in fotoğraf kartlarının arkasındaki
düzenleme ve kufi yazı da dönemin ün­
lü gazetecisi Ebüzziya Tevfik tarafından
hazırlanmıştı.
Abdullah Biraderler fotoğrafçılık fa­
aliyetlerini uzun yıllar büyük bir başarı
ile sürdürürler. Ancak, 19. yyin son yıl­
larında fotoğrafhane ekonomik güçlük­
lerle karşılaşır. Gittikçe sayıları artan fo­
toğraf stüdyoları acımasız bir rekabet
ortamını yaratırlar. Özellikle Foto Phe-
bus'un sahibi Bogos Tarkulyan'ın ilk
kez boyama yoluyla ustaca renklendir­ 1 9 2 0 l e r d e Abdullah Efendi Lokantası
Abdullah Ongan
diği fotoğraflar, II. Abdülhamid'in bü­
17 ABDURRAHMAN ABDÎ PAŞA

ğunu söylemiş; sunuşa da çok dikkat tılmış, ahşap sandukanın yerine aynı bi­ tüvvet geleneklerini benimseyen, dola­
ettiklerini, mutfağa salon kadar önem çimde betondan bir lahit yapılmıştır. So­ yısıyla birinci devre Melamîliğine yakın
verdiklerini eklemiştir. kak üzerindeki iki pencerenin arasında, bir tasavvuf anlayışını sürdüren bu
Ancak, 1980'lerden itibaren dışarıda sülüs hatla istifli olarak yazılmış şu kita­ akım, bir yandan İstanbul'un esnaf ta­
yemek yemeğe çıkan "hali vakti yerin­ be yer almaktadır: Ashâb-ı güzînden bakası üzerinde etkili olmuş, diğer yan­
de" kesimde, bizim yemeklerimize olan Abdullah el-Hudrî radiyallahü anh / ta- dan da Sıddıkî silsilesinden ötürü ulema
ilginin azalması, soslu, alafranga isimli, rih-i hicret 46. kesimince rağbet görmüştür.
cicili bicili Batı yemeklerinin burjuvazi­ Bibi. Ziya. İstanbul ve Boğaziçi, I. 350; Ün- Eserlerinde Horasan kökenli gelenek­
mizin gözdesi olması, bir anlamda Ab­ ver, Sahabe Kabirleri. 11-12; ÎKSA, I, 76-77; sel Nakşîliğin aşk, vecd ve vahdet-i vü-
dullah'ın da sonunu getiren ana öğe ol­ İşli, Sahabe, 55-57; Aynur, Saliha Sultan, 30- cud anlayışına tamamen sadık kalan İla­
39; Fatih Camileri, 333. hî, dervişlerin Kalenderi ve Melamî neşe­
du. Daha 1970'lerde, mönülerde Türk
mutfağı, nerdeyse yarı yarıya temsil edi­ M. BAHA TANMAN ye sahip bulunmaları gerektiğini ileri sü­
liyordu. Giderek bu oran, Türk yemek­ rer. Gezginci dervişlik ile esnaf ahlakının
lerinin aleyhine olarak azaldı. Kurumun ABDULLAH İLAHÎ tasavvuf hayatı içinde bütünleşmesi an­
bir özelliği de, çok az aşçı değiştirme- (?, Simav - 1491, Vardar Yenicesi [bu­ lamına gelen bu düşünce sistemi onun,
siydi; Necati Özgen usta, 40 yıla yakın, gün Yunanistan'da YiannitsaJ) İstanbul'daki erken dönem Nakşî kültü­
Zülfer Yılmaz 30 yıla yakın burada ye­ Nakşibendî tarikatını, 15. yy sonlarında rüne kazandırdığı en belirgin özelliktir.
mek pişirmişlerdi. Lokanta, yıllar boyu İstanbul'un gündelik hayatına sokan mu­ Bu mistik anlayışının çerçevesini
Dışişleri Bakanlığı'nın da "yarı-resmi" tasavvıf. Tasavvuf tarihinde Molla İlahî Türkçe yazdığı Esrâmâme ve Meslekü't-
yerlerinden biri olmuş, önemli konuklar veya Abdullah Simavî olarak da tanınır. Tâlibîn ve'l-Vâsılîn ile Arapça Risâle-i
burada ağırlanmıştı. Bu gibi durumlar­ Eğitimine Simav'da başladı. Daha Vücûd adlı eserlerinde ana hatlarıyla
da, mönüler bakanlıkla lokanta yöneti­ sonra İstanbul'a gelerek Zeyrek Medre- çizmiş, tasavvuf terminolojisini ise Zâ-
mi tarafından ortak olarak saptanırdı. sesi'ne devam etti. Burada hocası Alaed- dü 'l-Müştâkîn ve Farsça Risâle-i Ahadiy-
ATİLLÂ DORSAY din Tusî'nin (ö. 1482) dikkatini çekti ve _ye'sinde açıklamıştır. Rûzbihân-ı Bak-
onunla birlikte Horasan, Semerkant ve lî'nin Risâle-i Kudsüne Farsça yazdığı
ABDULLAH el-HUDRÎ TÜRBESİ Buhara'yı kapsayan uzun bir yolculuğa Menâzilü'l-Kulûb adlı şerhi hariç tutu­
çıktı. Semerkant'ta Ubeydullah Ahrar (ö. lursa, tasavvuf kültürüne kazandırdığı
Fatih llçesi'nde, Eğrikapı-Ayvansaray 1490) ile tanışarak Nakşibendîliğe inti­ temel eseri, Şeyh Bedreddin'in Vari­
arasında, Atik Mustafa Paşa Mahallesin­ sap etmesi, sonradan halife sıfatıyla İs­ datına yaptığı Keşfü'l-Vâridât li-Tâlibi'l-
de, Kandilli Türbe Sokağı'nda bulunan tanbul'da yürüteceği tarikat faaliyetlerini Kemâlât ve Gayeti 'd-Derecât başlıklı
ve ashaptan Abdullah el-Hudrî'ye atfe­ belirleyen bir dönüm noktasıdır. Arapça şerhtir. Vâridât'm aynı zamanda
dilen bir makam türbesidir. ilk şerhi sayılan bu eser, Attar, Mevlana
Abdullah İlahînin bir Nakşibendî şey­
İnşa tarihi tespit edilememekte, an­ hi olarak ilk faaliyetleri, Ahrar tarafından ve İbnü'l-Arabî'nin onun tasavvuf anla­
cak İstanbul'daki sahabe türbelerinin Ahmed Buharı (ö. 1516) ile birlikte tari­ yışı üzerindeki etkilerini sergilemesi açı­
büyük çoğunluğu gibi II. Mahmud tara-, katı yaygınlaştırmak için Anadolu'ya gön­ sından da önem taşır. Şeyh Bedreddin'i
fından 1826 tarihli Vaka-i Hayriye'yi derilmesiyle başlamıştır. Önce Simav'da "kutup" sayan İlahî, özellikle Balkanlar­
müteakip ihdas veya ihya edilmiş olma­ kendi adına bir tekke kurmuş ve kısa sü­ daki Bedreddinî zümrelerle kendi temsil
sı muhtemel görünmektedir. Başbakan­ rede etrafına kalabalık bir derviş zümresi ettiği Nakşîlik arasında ortak bir düşün­
lık Arşivi'nde bulunan 1246/1830 tarihli toplamıştır. II. Mehmed'in onu İstanbul'a ce zemini oluşturmuş ve bu kültürel bi­
bir belgede "Abdullah el-Hudrî meşhed- davet etmesi bu ilk faaliyet dönemine leşim İstanbul'da halifeleri Ahmed Bu-
leri" olarak zikredilen türbenin bu tarih­ rastlar. Gerçekte bu davet, merkezi otori­ harî ile Mevlana soyuna mensup Âbid
ten önce var olduğu anlaşılmaktadır. te karşısındaki yerel güç odaklarını de­ Çelebi'nin kurduğu tekkelerde yaşatıl-
Diğer taraftan, II. Mahmud'un kızı Sali- netleme amacına yönelik olduğundan di­ mıştır. Ancak bu özgün Nakşîlik, tarika­
ha Sultan ile Tophane Müşiri Halil Rıfat ğer tarikat şeyhleri gibi Abdullah İlahî de tın 18. yy'da Müceddidiye ve 19. yy'da
Paşa'mn 21 Zilhicce 1249/1833 tarihli bunu ihtiyatla karşılamış ve halifesi Ah­ Halidiye kolları tarafından şehrin günde­
düğünlerine davet edilen tarikat şeyhle­ med Buharî'nin(-0 ikazlarını dikkate ala­ lik hayatında geri plana itilmiş ise de
ri arasında, Halvetîliğin, Şabanîlik kolu­ rak İstanbul'a gitmemiştir. II. Bayezid dö­ varlığını mücerret (bekâr) dervişlerin ba­
na mensup şeyhlerin listesinde "Abdul­ neminde (1481-1512), derviş zümreleri rındığı kalenderhanelerde sürdürmüş,
lah el-Hudrî türbedarı Ahmed Efendi" üzerindeki bu denetimci politikanın terk üçüncü devre Melamîliğinin kurucusu
adında bir şahsın adı geçmekte, bu ka­ edilmesiyle İstanbul'a gelebilen Abdullah Seyyid Muhammed Nur tarafından yeni­
yıttan dolayı söz konusu tesisin bir tür- İlahî, padişahın desteğini de alarak den yorumlanarak günümüzde Balkan­
be-tekke olma ihtimali doğmaktadır. Ni­ Nakşibendîliğin) ancak 15. yy sonlarına lar merkez olmak üzere İstanbul'da da
tekim gerek İstanbul'da gerekse de taş­ doğru şehrin gündelik hayatı içinde ku­ önemini koruyan bir düşünce ve yaşa­
rada, meşihatı bir türbedar-şeyhin tasar­ ru mlaştırabilmiştir. ma biçimine dönüştürülmüştür.
rufunda bulunan, tarikat ayinlerinin biz­
Nakşîliğin İstanbul'daki ilk büyük ör­ Bibi. Lâmîî, Nefehât, 453-454; Mecdî, Hadâ-
zat türbenin içinde, sandukanın çevre­
gütlenme merkezi, İlahî'nin daha önce İkti'ş-Şakaik, 262-265; Ataî, Hadaiku'l-Haka-
sinde halka teşkil etmek suretiyle icra
öğrencilik yaptığı Zeyrek Medresesi'dir. ik. I. 6l: Osmanlı Müellifleri, I, 91-92; Vassaf,
edildiği türbe-tekkelerin pek çok örne­ Sefine, I. 29-30; K. Kufralı, "Molla ilahî ve
Burada verdiği dersler ve sohbetleriyle,
ğine rastlanmaktadır. Kendisinden Sonraki Nakşbendiye Muhiti",
aralarında Kazasker Muhyieddin Çele-
TDED, III/1-2 ( 1 9 4 8 ) , 1 2 9 - 1 5 1 ; M. Kara,
Günümüzde Abdullah el-Hudrî Tür­ bi'nin de bulunduğu ulema tabakasını "Molla îlahî'ye Dair", OA, VII-VIII ( 1 9 8 8 ) ,
besi, üstü açık dikdörtgen bir alanı ku­ kendisine bağlamış, ayrıca Ayasofya Ca- 365-390; H. Algar, "A Brief History of the
şatan kagir duvarlar ile bu alanın mer­ mii'ndeki vaazlarıyla da Nakşîliğin halk Naqshbandi Order", Naqshbandis, İstanbul-
kezinde yer alan kagir bir lahitten iba­ katında yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bir Paris, 1990, 17-18; H. L. Şuşud, İslâm Tasav­
rettir. Aslında üzerinin ahşap çatı ile ör­ süre sonra yerine halifesi Ahmed Buha- vufunda Hâcegân Hanedanı, İst., 1992,
s. 99-100.
tülü olduğu, 1952 yılında çatının çök­ rî'yi b ı r a k a n Abdullah İlahî, İstan­
müş bulunduğu, ahşap sandukanın da bul'dan ayrılarak Vardar Yenicesi'nde EKREM IŞIN
harap olduğu bilinmektedir. Daha son­ Evrenoszade Ahmed Bey'in yaptırdığı
raki onarımda ahşap çatıdan vazgeçile­ tekkeye yerleşmiş ve ölümüne kadar fa­ ABDURRAHMAN ABDÎ PAŞA
rek açık türbe tasarımına gidilmiş, de­ aliyetlerini burada sürdürmüştür. (1628, İstanbul - Mart 1692, Sakız Ada­
mir parmaklıklı dikdörtgen pencerelerin İstanbul'da Abdullah İlahî tarafından sı [bugün Yunanistan'da]) Abdî Paşa,
bulunduğu, içerden ve dışarıdan sıvalı temsil edilen Nakşîlik, tarikatın Horasan kısaca Abdî olarak da bilinir. Yaşadığı
duvarlar, profilli bir harpuşta ile dona­ kökenli Hacegân koluna bağlıdır. Fü- dönemin tarihini, Osmanlı sarayı proto-
ABDURRAHMAN AĞA CAMÖ 18

derek azalan kültürlü devlet adamları­


ÂSİ I ANL-İ SAADET ( İ S T A N B U L ) KAYMAKAMI KANUNU nın da sonuncularındandır.
Abdurrahman Abdî, İstanbul yaşamı­
İstanbul'da sadrazam kaymakamı (vekili) olan vekil-i mutlaktır. Bütün mem­ nı her yönüyle gözlemlemiş, düzeyine
lekete şeriat ve kanun üzere tuğralı hükümler verir. Gerektiğinde kadı tayin uygun toplantılara, eğlencelere, av parti­
eder ve davalara baktırır. Hükümet işlerini, şer'î ve örfî tayinleri de eskiden lerine, gezilere katılmış, Köprülüler dö­
beri nasıl yapılagelmişse öyle yürütür. neminin olaylarını izleme olanağı bul­
Kaymakam oian, divan günlerinde Divan-ı Hümayun'a devam eder. Kendi muştur. İstanbul'da kendi adına bazı va­
hanesinde dahi çarşamba ve cuma günleri ikindi vakitlerinde divan eyler, dava kıflar kurduğu da bilinmektedir. Kısaca
dinler ve kadılara dahi dinletir. Vekayiname ya da Abdî Tarihi denen
Divan-ı Hümayun'a İstanbul Kadısı ve Defterdarlar ve Nişancı Vekili ve sair eserinin özgün adı Târih-i Sultan Meh-
hâcegân varırlar. Amma Çarşamba Divam'na İstanbul Kadısîndan gayri Galata, med-i Râbi 'dir. Bu eserini günlük tekni­
Üsküdar, Havass-ı Kostantiniyye (Eyüp) kadıları da gelirler. Sekbanbaşı dahi ğiyle hazırladığı için, kendisine ilk vaka­
gelir. Çok eğlenmeyip gider. Cuma Divam'na bu sözü edilen efendiler gelirler. nüvis denmiştir. Hicri 1054-1093 (Miladi
Lâkin Sekbanbaşı gelmez. Amma kanun gereği o günlerde İstanbul Kadısı mut­ 1648-1682) dönemi olaylarını kapsayan
laka bulunur. eserinde, başkent İstanbul'da yaşanan
Kaymakam olan, zaman zaman kol dolaşıp narh ahvalini yoklayıp bazan olaylar çokça yer tutar. Bu nedenle Ab­
Tersane'ye de gider. Sözün kısası, halkın işleriyle ilgilenmekten bir an uzak dî Tarihi, istanbul için birincil kaynak­
kalmaz. Her yönden sadrazamın yapması gerekenleri yapar. lardandır. İkinci önemli eseri Tevkiî Ab­
Lâkin ecnebi tüccarların Ahidnâme-i Hümayun (Kapitülasyon) hükümlerine durrahman Paşa Kanunnamesi adıyla
ve Rikâb-ı Hümayundan (Padişahlıkça) verilen beratlara dayalı imtiyazlarına tanınır. Bu eser Osmanlı sarayında ge­
karışmaz. Bu gibi beratlar veremez. Amma, ayrıntıya girmeksizin hepsi için çerli kuralları ve saray protokolünü
geçerli tamimler verebilir. Meselâ Balyoslar, kaymakamdan mektup isteseler, açıklar. Abdî bu değerli eserini Merzi­
'Ahidnâme-i Hümayun gereği kendilerine güçlük çıkartılmaması icap -eder' fonlu Kara Mustafa Paşa'ya ithaf etmiştir.
yollu kadılara mektup yazabilir ve gemileri için giriş çıkış izni verebilir. IV. Mehmed'in oğullarının sünnet töreni
Diğer dinî, siyasî ve örfî (törensel) hususlarda da her türlü buyruğu verir ve için kaleme aldığı Surname-i Hümayun,
icra ettirir. Pendname-i Attar, Divan-ı Arabî şerhle­
(TevkiîAbdurrahman Paşa Kanunnamesi 'nden sadeleştirilmiştir.) ri, Arap şair Kâ'b'm Kaside-i Lâmiye'sine
Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnamesi 1087 (1676), yazdığı şerh ve aynı eserin manzum çe­
Ankara, 1935, ayrıbasım, s. 126-128. virisi, döneminin tanınmış kişileri, devlet
adamları ve padişah için yazdığı kaside­
ler, nazireler bilinen diğer eserleridir.

kolünü yazan, ilk resmi vakanüvis, şair çok yönlülüğün seçkin bir temsilcisiydi. Bibi. Tarih-i Raşid, I, 163; Sicill-i Osmanî,
ve devlet adamı. Saray görgüsünün tüm inceliklerini III, 408; Osmanlı Müellifleri, III, 98; Ergun,
özümsediği, dil, edebiyat, söyleşi alan­ Türk Şairleri, I, 179; C. Huart, "Abdi", İA, I;
Sicill-i Osmanî'de Anadoluhisarlı ol­ Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları, 250-251;
duğu belirtilen Abdurrahman Abdî'yi, larında uzmanlaştığı bilinir. Tarih-i Ra- DİA, I, 74-75; TDEA, I, 11.
başka kaynaklar devşirme kökenli gös­ şid 'de değinildiği üzere, Nişancı Cafer NECDET SAKAOĞLU
terir. Abdurrahman adı ve sonradan şiir­ Paşa'mn ölümüyle boşalan tevkiiliğe sı­
lerinde kullandığı Abdî mahlası da bu­ nırsız bilgisi ve y e t e n e ğ i nedeniyle
ABDURRAHMAN AĞA CAMÜ
nu doğrular. Abdurrahman Ağa, içoğla- atanmıştı. Enderun ortamında ilgi duyu­
bak. PAŞALİMANI CAMİİ
nı olarak Enderun'a girdi. Seferli Koğu- lan tüm bilimlerle uğraşmış, Doğu ede­
şu'nda iken Sultan İbrahim'e (hd 1640- biyatının klasik eserlerini okumuş ve in­
ABDURRAHMAN ÇELEBİ CAMÜ
1648) peşkir gulâmı oldu. Bu görevini celemişti. Arapça ve Farsça biliyordu.
IV. Mehmed'in (hd 1648-1687) ilk salta­ Bu açıdan Abdurrahman Abdî, henüz VE TÜRBESİ
nat yıllarında da sürdürdü. Terfi ederek bozulma sürecine girmemiş bulunan Kazasker Camii olarak da anılan bu ca­
l 6 5 0 ' d e Has Oda'ya geçti. Yazısının Enderun'un yetiştirdiği son aydınlardan mi Fatih İlçesi, Çapa semti Ördek Kasap
düzgünlüğü ve ifade yeteneğiyle çocuk kabul edilir. Yine o, devletin üst düzey Mahallesi'nde, Millet Caddesi ile Selim
yaştaki padişaha bir tür danışmanlık, la­ kadrolarındaki sayıları ve ağırlıkları gi­ Sabit Sokağı'nın kavşağında, Çapa Kız
lalık etmek üzere sır kâtibi oldu. Has
Oda'nm dördüncü büyük amirliği olan
rikabdarlığa yükseldi. Uzun süren saray
hizmetinden sonra l669'da vezirlik rüt­
besi verilerek dış göreve çıktı ve nişan­
cılığa atandı. Bu tarihten başlayarak
Tevkiî Abdurrahman Paşa sanıyla anıldı.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'mn sadra­
zamlığı sırasında Iö78-l679'da bir yıl İs­
tanbul kaymakamlığı yaptı. l 6 7 9 ' d a
Bosna Beylerbeyi olarak ilk kez İstan­
bul'dan ayrıldı. Ertesi yıl, ikinci kez ni­
şancılığa, bir yıl sonra kubbe vezirliğine
atandı. Merzifonlu Kara Mustafa Pa­
şa'mn idamından ( 1 6 8 3 ) sonra İstan­
bul'dan uzaklaştırıldı. Basra (1683), Mı­
sır ( 1 6 8 7 ) , Rumeli ( 1 6 8 8 ) , Kandiye
( 1 6 8 9 ) b e y l e r b e y l i k l e r i n d e n sonra
l690'tâ Boğazhisarı Muhafızı, l691'de
Sakız Muhafızı oldu ve orada öldü. Abdurrahman
Çelebi
Abdurrahman Abdî Paşa, İstanbul Camii'nin
kültüründe özel bir yeri olan Ende­ planı.
run'da yetişti. Bu kurumda kazanılan Behçet Unsal
19 ABDURRAHMAN ŞAMÎ TEKKESİ

Öğretmen Okulu (Darülmuallimat) bi­ ABDURRAHMAN NAFİZ PAŞA sekizgen planlı ve kubbelidir. Her cep­
nasının yakınında yer almaktaydı. KÜTÜPHANESİ hesinde altlı üstlü iki sıra pencere, dik­
Mimar Koca Sinan'ın eserlerinden bak. YENİKAPI MEVLEVİHANESÎ dörtgen silmelerle çevrilmiştir. Dikdört­
olan cami Kanuni devri kazaskerlerin­ gen açıklıklı olan alttaki p e n c e r e l e r
den Amasyalı Kızıl Abdurrahman Çelebi ABDURRAHMAN NAFİZ PAŞA mermer sövelerle kuşatılmış, sivri ke­
tarafından 962/1554 yılında yaptırılmış­ TÜRBESİ merli olan tepe pencereleri alçı revzen-
tır. Üst yapısı ve minaresi 1908 tarihli bak. YENİKAPI MEVLEVİHANESİ lerle donatılmıştır. Saçak hattı taşkın
Çırçır yangınında harap olmuş, harabesi bir silme şeklindedir. Kubbeye geçiş
uzun müddet kereste deposu olarak ABDURRAHMAN PAŞA TÜRBESİ pandantiflerle sağlanmıştır. Örtü siste­
kullanıldıktan sonra 1951-1953 arasında minin içini süsleyen naturalist bitki
Eyüp'te, Camiikebir Caddesi üzerinde,
çevre halkının girişimleri sonucunda as­ motifli kalem işleri de tamir sırasında
Ferhad Paşa Türbesi karşısmdadır.
lına uygun olarak ihya edilmiş, ancak yenilenmiştir.
Türbeyi Sultan İbrahim'in başmusa-
1957'de açılmakta olan Millet Caddesi'- Abdurahman Paşa Türbesi, yıllarca
hibesı Şekerpare Kadın, kendisi için
nin güzergâhı üzerinde kaldığı sanılarak marangoz atölyesi olarak kullanıldıktan
yaptırmış, fakat gözden düşünce, padi­
yıktırılmıştır. Günümüzde yerinde apart­ sonra 1957 yılında Vakıflar Genel Mü­
şahın kızı tarafmdan Abdurrahman Paşa
manlar bulunmaktadır. dürlüğünce restore ettirilmiş, bu sırada
ile Hazine-i Hassa ağalarından Hasan
Abdurrahman Çelebi Camii Koca Si­ Ağa'ya satılmıştır. Bu durum Cevrî'ye ait yola bakan cephesindeki sebil kaldırıl­
nan'ın kagir duvarlı ve ahşap çatılı ca- sülüs hatlı ve 1058/1648 tarihli kitabede mıştır.
milerindendir. Duvarlar bir sıra kesme belirtilmiştir. Bibi. Akakuş, Eyyûb Sultan, 1.61-163; Unsal,
küfeki taşı ve üç sıra tuğla ile almaşık Türbeler, 77-120; Demiriz, Türbeler, 12-14.
düzende örülmüştür. Cami, her ikisi de YILDIZ DEMİRİZ
enine dikdörtgen planlı olan, kapalı bir
son cemaat yeri ile bir harimden mey­ ABDURRAHMAN ŞAMÎ TEKKESİ
dana gelmektedir. Söz konusu mekân­ Eminönü ilçesi, Cankurtaran Mahalle-
ların kapıları mihrap eksenindedir. Son si'nde, Sultanahmet Meydanı yakınında,
cemaat yeri, dördü kuzeye, biri batıya Kabasakal Caddesi ile Tevkifhane Soka­
diğeri de doğuya bakan toplam altı adet ğının kavşağında, TTOK'ye ait Yeşil Ev
pencere ile aydınlatılmış, harimi ayıran Oteli'nin bitişiğinde bulunmaktadır.
duvara da dört tane pencere ile iki kü­
çük mihrap yerleştirilmiştir. Son cemaat Bünyesinde ashabdan Abdurrahman
yerinin üzerine fevkani mahfil olarak Sami'nin makam türbesini barındıran bu
değerlendirilmiş, batı duvarına yaslanan tekke kaynaklarda "Alemdar", "Sancak­
bir merdivenle mahfile geçit sağlanmış­ tar" ve "Sancaktar Baba" adlarıyla da
tır. Harim ile son cemaat yerini ayıran anılmaktadır. Tekkeye adını veren Ab­
hat üzerinde, batı yönünde yer alan mi­ durrahman Sami'nin, Arapların 668-669
nare, cepheden taşkın kare kesitli .bir yılında İstanbul'u kuşattıkları sırada şe­
kaide ve prizmatik üçgenlerden müte­ hit düşen sahabelerden olduğu ve Ebu
şekkil bir pabuç üzerinde yükselmekte, Eyüb el-Ensârî'nin sancaktarlığını yaptı­
kapısı, mahfil merdiveninin sahanlığına ğı rivayet edilir. İstanbul'daki diğer sa­
Abdurrahman P a ş a Türbesi habe kabir ve türbelerinin büyük ço­
açılmaktadır. Yıldız Demiriz
ğunluğu gibi, fetihten sonra ihdas edil­
Harim duvarlarındaki p e n c e r e l e r , miş olması muhtemel bu makamın,
klasik Osmanlı üslubunun prensiplerine uzun süre mütevazı bir ziyaretgâh ola­
uygun olarak, iki sıra halinde tasarlan­ Babüssaade ağalarından Abdurrah­
man Paşa, bir süre vezirlik ve Mısır Va­ rak kaldıktan sonra I. Abdülhamid (hd
mış, batı ve doğu duvarlarına ikişer, 1774-1789) tarafından ihya ve kendi
mihrap duvarına da dört çift pencere liliği yapmış, 11 Recep 1062/18 Haziran
l652'de sarayda katledilerek bu türbeye vakfına tescil ettirildiği anlaşılmaktadır.
açılmıştır. Alt sıradakiler dikdörtgen Tekkenin kurulması ise Rufai tarikatına
açıklıklı, kesme taş söveli ve sivri tahfif defnolunmuştur. Türbedeki iki sandu­
kanın adı geçen ağalara ait olduğu an­ mensup türbedar Şeyh Mehmed Raşid
kemerli, tepe pencereleri ise sivri ke­ Efendi'nin (ö. 1296/1878-79) türbeye
merli ve revzenlidir. Camiin, dört meyil­ laşılmaktadır. Ancak, üzerlerinde isimle­
rini belirten yazı veya levha yoktur. meşihat koydurması suretiyle olmuştur.
li ve kurşun kaplı ahşap çatı ile örtülü Kapatılışına (1925) kadar Rufaîliğe hiz-
olduğu, harimin ortasında, çatı altında Kesme taştan inşa edilmiş olan türbe
gizlenen bir ahşap kubbenin bulundu­
ğu bilinmektedir.
HadîkdĞA baninin, Fatih'te Emir Bu­
har! Türbesi'nin karşısında inşa ettirdiği
mektebin bahçesinde gömülü olduğu
bildiriliyorsa da Tuhfetü'l-Mimarîriâe
geçen "türbesi ana (camie) karîb" kaydı
gerçeğe daha yakın görünmektedir. Her
halükârda Abdurrahman Efendi'nin tür­
besi tamamen ortadan kalkmış olup,
mimari özellikleri bilinememektedir.
Ufak boyutlu bir açık türbe olduğu tah­
min edilebilir.
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, s. 214; Ayvan-
sarayî, Hadîka, I, 167; Osman Bey, Mecmua-
i Cevâmi, I, 84-85, no. 340; Konyalı, Mimar
Sinan, 151; Öz, İstanbul Camileri, I, 87; Me­
riç, Mimar Sinan, 27, 76; Unsal, Eski Eser Abdurrahman
Kaybı, 6-61; Kuran, Mimar Sinan. 251. 258, Şamî Tekkesi
271, 319; Fatih Anıtları, 148-149. M. Baha Tanman,
M. BAHA TANMAN 1993
ABDURRAHMAN ŞEREF 20

met eden tekkenin postunda, 1307/ ğından Otakçılar Camii müezzin mahfi­
1889-90 yılında, baniden sonra ikinci linde gördü. Eyüp Rüştiyesi'nde okudu.
şeyh olması muhtemel, Ragıb Efendi 1868'de açılan Mekteb-i Sultanî'ye (bu­
adında bir şahsın bulunduğu, ayin gü­ gün Galatasaray Lisesi) yazılan ilk öğ­
nünün de cuma olduğu bilinmektedir. rencilerdendir. 1873'te, aynı okulun ilk
Kapatıldıktan sonra bakımsızlıktan mezunları arasında yer aldı. Böylece,
harap olan Abdurrahman Şamî Tekkesi, geleneksel ve ilkel mahalle mektebin­
1985'te TTOK tarafından Vakıflar Genel den, öğretim dili Fransızca olan modern
Müdürlüğü'nden kiralanmış ve onarıl­ Mekteb-i Sultanî'ye kadar uzayan kendi
mış, tevhidhane ile türbe özgün biçim­ eğitim sürecinde, İstanbul'un birbirin­
leri korunarak küçük bir müzeye dö­ den çok farklı kültür yaklaşımlarını
nüştürülmüş, harem ve selamlık bölüm­ doğrudan gözlemledi ve yaşadı. Bu ge­
leri de Yeşil Ev Oteli'nin kullanımına lişim, sentezci ve yorumcu bir aydın ta­
tahsis edilmiştir. Otel olan Şehremaneti rihçi oluşunu da hazırladı.
Muhasebecisi Reşad Efendi Konağı'nm Abdurrahman Şeref, 1873'te yetiştiği
Serkurenâ Osman Bey tarafından, tek­ Mahrec-i Aklam-ı Şahane'de tarih ve
kenin selamlığı olarak kullanılmak üze­ coğrafya okuttu. Buradan Mekteb-i Mül-
Abdurrahman
re tamir ettirildiği ve 1303/1885 yılının Şeref
kiye'ye geçti. 1877-1894 arasında bu
sefer ayında açılış töreninin icra edildiği Nazım Timuroğîu okulda aralıksız öğretmenlik ve müdür­
bilinmektedir. Türbe kapısı üzerindeki, lük yaptı. Mekteb-i Sultanî'de, Darülmu-
Abdurrahman Şamî'nin kimliğini belir­ allimin'de de derslere girdi. 1894'te
ABDURRAHMAN ŞEREF
ten, hattat Mehmed İzzet Efendi'nin Mekteb-i Sultanî Müdürlüğüne atandı.
( 1 8 4 1 - 1 9 0 3 ) sülüs hattıyla yazılmış (20 Ağustos 1853, İstanbul - 18 Şubat Bu görevi 1908'e değin sürdü. Bu dö­
1302/1884 tarihli mensur kitabesinin de 1925, İstanbul) Tarihçi ve eğitimci. 'Os­ nem, Galatasaray'ın en parlak ve verim­
bu onarım sırasında konmuş olması manlı Devleti'nin son vakanüvisidir. li yıllarını kapsar. Okuttuğu lisan-ı Os-
kuvvetle muhtemeldir. Mekteb-i Mülkiye'de ve Mekteb-i Sulta­ mani, tarih-i devlet-i Osmaniye, coğraf-
nide otuz yılı aşkın yöneticilik ve öğ­ ya-yı umumi, istatistik, ahlak derslerin­
Mimari programı ve boyutları asgari retmenlik yapmış, eğitimci ve tarih ya­ de öğrencilere bilgi aktarmaktan çok,
ölçülerde tutulmuş mütevazı bir zaviye zarı olarak İstanbul'un kültür yaşamında o n l a r ı n d ü ş ü n c e ufuklarını a ç m a y ı
olan Abdurrahman Şamî Tekkesi, doğu­ iz bırakmıştır. amaçladı. Özellikle tarih olaylarından
da türbe ve tevhidhaneden oluşan tek
Abdurrahman Şerefin soyu Safran- ve-ünlü kişilerden hareketle eleştirel
katlı kagir bir bölüm ile batıda buna bi­
boluludur. Babası Hasan Efendi, Topha- bakışlara, yorumlara önem vererek ay­
tişen, içinde harem ve selamlığın bulun­
ne-i Amire'de mümeyyizdi. Abdurrah­ dınlanma yolundaki gençlere, tarihi bir
duğu iki katlı ahşap bir kanattan mey­
man Şeref, ilköğrenimini, Otakçılar Ma­ menkıbe gibi görmemelerini öğütledi.
dana gelmektedir. Yapının kuzeydoğu
hallesinde bir okul binası bulunmadı­ Aralarında Tevfik Fikret, Hamdullah
köşesinde, kavşakta bulunan türbenin
kuzey cephesinde bir kapı ile geniş bir
niyaz penceresi yer alır. Bileşik kemer­
lerle taçlandırılmış ve kesme taştan sö-
A B D U R R A H M A N Ş E R E F İ N M A H A L L E M E K T E B İ ANILARI
velerle çerçevelenmiş olan bu iki açık­
lıktan kapının üzerine kitabe yerleştiril­ Mahallemizde mektep yoktu. Çocuklar diğer mahalledeki uzak mektebe gider­
miştir. Doğu duvarında, diğeri ile aynı lerdi. Mahallemiz ahalisi bir mektep yapmağa teşebbüs ettiler ve mektep yapı­
biçimde, ancak daha dar bir pencere, lıncaya kadar cami-i şerifin müezzin mahfelinde tedris etmek üzere imam efen­
batı duvarında selamlığa açılan bir kapı, diyi memur kıldılar, İşte bizim mektep, Otakçılar Camii -Edirnekapı haricinde­
tevhidhane ile ortak olan güney duva­ dir- oldu. Bu cami küçüktür. Fakat kafesle bölünmüş fevkanî bir mahfeli vardı
rında da bir kapı ile iki pencere vardır. ve yanında kafessiz bir de büyücek müezzin mahfeli mevcuttu. Yaz günleri
Türbenin cephelerinde ampir üslubun­ pek ferah isek de kışın üşür ve titrerdik. Rüzgâr cami binasının bir tarafından
da ufak konsolların sıralandığı bir saçak girer öbür tarafından çıkardı. O zamamn kışları şimdikinden çok şiddetliydi.
silmesi dolaşmaktadır. Perşembeden gayri günler iki azad olmak yani öğleyin çocuklar mektebe gelip
bâ'de't-taam (yemekten sonra) yine mektebe gitmek âdet ise de fena havalarda
Dikdörtgen planlı ufak tevhidhane-
haneleri uzak olanlar iki defa gidip gelmemek için yemeklerini küçük sefertas-
nin güney duvarının eksenine, sepet
ları veya sepetler yahut mendiller derûnunda mektebe getirir ve öğleyin mek­
kulpu kemerli basit bir mihrap yerleşti­
tepte kalırlardı.
rilmiş, bu mekân, ikisi mihrabın yanla­
rında, ikisi de batı duvarında yer alan Mektepte kalma bir iyi cünbüştü. Çünkü hoca efendi taam etmek üzere ha­
basık kemerli dört pencere ile aydınla­ nesine gitmekle biz başıbozuk kalır ve istediğimizi yapardık. Minder döğüşü ke-
sirü'l-vuku (sıkça olan) idi. Çünkü çocuklar minderde oturur ve kendi küçük
tılmıştır.
minderim hanesinden getirirdi. Soğuğun şiddetine minder silahıyla kavgaya tu­
Türbe gibi tevhidhane de kiremit
tuşurduk. Birkaç darbeden sonra minderlerden çıkan toz, caminin içini gök du­
kaplı bir ahşap çatı ile donatılmıştır.
man ile doldurup öksürmeğe başlar ve boğulsak dahi o neş'eden kolaylıkla
Alelade bir ahşap mesken niteliğinde
vazgeçmezdik. Amma hocanın bazan erken gelip ve hali görüp falaka ve değ­
olan batı kanadının, büyük bir ihtimalle
neği yağlamak tehlikesi vardı. Falaka işlediği esnada madrup (dayak yiyen) ço­
zemin katı selamlığa, üst katı hareme
cuğun sesi hariçten fark olunmamak için hoca efendi diğer çocuklara -okuyun
tahsis edilmişti. Bu bölümün kuzeyinde,
dersiniz! diye emreder ve çocuklar yüksek sadâ ile mırıldanmaya başlayıp dayak
müstakil bir kapıyla arka bahçeye ba­
yiyenin feryadı gürültüye giderdi.
kan birçok pencere bulunmaktadır.
Bibi. Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 52- Falaka değneğinden maada, hoca efendinin yanında bir uzun değnek de
53, no. 76; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 4; Ün-
ver, Sahabe Kabirleri, 12; Ayverdi, Fatih, IV, bulunurdu. Ve bu değnek ekseriya kamıştan olurdu. Lâkırdı edenleri uzakdan
756; Ünver, Mutlu Askerler 100; Hasırcızade, dürterdi. Bir de değnekler tükenince yeniden değnek getiren çocuğu ibtidâ o
İstanbul'da Sahabe ve Evliya Kabirleri, İstan­ değnekle döğmek bâzı muallimlerce mutaddı. Bizim hoca Hafız Mehmed Efen­
bul, 1987, 79-80; İşli, Sahabe, 91-94; M. B. di'nin bu âdeti yoktu. Kurra ve huffaz-ı muteberedendi (saygın hafızlardan).
Tanman, "Abdurrahman Şâmî Tekkesi", DİA, Halid Fahri, Edebî Kıraat Numuneleri, I, İstanbul, 1926, 53-56
I, 174.
M. BAHA TANMAN
27 ABDÜLAl IAD NURİ

Suphi Tanrıöver, Ahmet Haşim, İzzet rahman Şeref Bey, bir süre açıkta kal­ şehir hayatına giren Şemsîlik, bu tarika­
Melih Devrim, Reşit Safvet Atabinen'in mış, 1923'teki seçimlerde İstanbul me­ tın ana kollarından olup, Abdülmecid
bulunduğu Galatasaraylı ve Mülkiyeli busu seçilerek Ankara'ya gitmiştir. Has­ Sivasî'nin (ö. 1639) faaliyetleriyle yay­
gençler bundan çokça yararlanmışlardır. talanınca İstanbul'a dönmüş ve burada gınlaşmış ve önceleri Şemseddin Efen­
II. Abdülhamid'in baskıcı rejimine kar­ ölmüştür. Eyüp'te Nişancı Mustafa Paşa di'nin doğum yerine nispetle Sivasîlik
şın, ülkenin gelecekteki yöneticilerine Mahallesi'nde Çömlekçiler-Otakçılar şeklinde adlandırılmıştır. Daha sonra ise
ve aydınlarına hürriyet tutkusunu, çalış­ arasındaki bir caddeye adı verilmiştir. Abdülahad Nuri'nin bu koldan ayırarak
kanlığı, dürüstlüğü, kibar ve sevecen Bibi. Cemaleddin, Âyine, 153; Efdaleddin (Te­ kurduğu tarikata Sivasîlik denildiği için,
olmayı aşıladı. Halid Ziya Uşakhgil, kirler), Abdurrahman Şeref Efendi. Tercüme-i Şemseddin Efendi'nin tarikatı kendi adı­
onun herkesçe sevilmiş olduğunu, dö­ Hâli, Hayat-ı Resmiyye ve Hususiyyesi, ist., na izafeten Şemsîlik olarak anılmıştır.
neminin türlü nazik işlerinde bulun­ 1927; Mükrimin Halil (Ymanç), "Abdurrahman Abdülahad Nuri'nin Sivasîlik adına
Şeref Efendi", TTEM, no. 9 (86); Babinger, Os­
makla beraber namus bağlarının gevşe­ İstanbul'da yürüttüğü faaliyetleri, dayısı
manlı Tarih Yazarları, 439-431; Halid Ziya
mediğini vurgular. Uşakhgil, Kırk Yıl, c. V, İst., 1936, s. 98. Abdülmecid Sivasî'ye(->) bağlı Şemsîli-
Abdurrahman Şeref 1907'de kısa bir NECDET SAKAOĞLU ğin mirasına sahip çıkan bir örgütlenme
süre Maarif Nazırlığı yaptı. 16 Aralık çabası olarak dikkati çeker. Bu amaçla
1908'de, Meclis-i Ayan üyeliğine atandı. daha önce Abdülmecid Sivasî'nin İstan­
1909'da kısa süreli Kâmil Paşa, Hüseyin
ABDÜLAHAD NURİ bul'daki Bayramîlerle kurduğu yakın
Hilmi Paşa, Tevfik Paşa kabinelerinde (1594, Sivas - 1651, İstanbul) Halvetîli- ilişkiyi geliştirmiş ve bu tarikatın Tennu-
maarif nazırıydı. Aynı yıl, 1922'ye değin ğin Şemsîlik kolundan ayırdığı Sivas! ta­ rî koluna ait bazı önemli tekkeleri de­
sürecek olan vakanüvislik görevine rikatının kurucusu olan mutasavvıf. netimine alarak, yetiştirdiği halifeleri
atandı. Arada defter-i hakanî, evkaf, Aile kökeni, Halvetîliğin ana kolla­ aracılığıyla Sivasîliğin şehir hayatındaki
posta ve telgraf, maarif nazırlıkları, Şûra­ rından Şemsîliği kuran Şemseddin Ah- etkisini 18. yy sonlarına kadar güçlü kıl­
yı Devlet reisliği, Hilal-i Ahmer Cemiyeti med Sivasî'ye (ö. 1597) dayamr. Babası mayı başarmıştır.
(Kızılay) reisliği görevlerinde de kısa sü­ Mustafa Safa! Efendi, Şemseddin Siva- İstanbul'da Abdülahad Nuri'nin tari­
relerle bulundu. Fakat, asıl ününü son sî'nin küçük kardeşi İsmail Efendi'nin kat faaliyetlerine sahne olan ilk merkez,
Osmanlı vakanüvisi sanıyla kazanmıştır. oğlu; annesi Safâ Hatun ise, büyük kar­ daha önce Abdülmecid Sivasî'nin de
II. Meşrutiyet döneminde üstlendiği deşi Muharrem Efendi'nin kızıdır. şeyhlik yaptığı Mehmed Ağa Tekkesi'dir
her görevde ve katıldığı toplantılarda III. Mehmed döneminde (1595-1603) (bak. Mehmed Ağa Külliyesi). Kendisin­
sağduyuyu, serinkanlılığı temsil eden dayısı Şemsî şeyhi Abdülmecid Sivas! ile den sonra oğlu Mustafa Çelebi (ö. 1690),
Abdurrahman Şeref, Osmanlı toplumu, birlikte İstanbul'a geldi. Eğitimini burada halifesi Esircizade Hüseyin Efendi (ö.
düzen ve yönetim konularında objektif tamamlayarak Halvet! hilafeti aldı. Daha 1693) ve bu şeyhin oğulları Yahya Efen­
tanılarda ve yorumlarda bulunmuş, bu sonra Abdülmecid Sivas! tarafından gön­ di (ö. 1740) ile Çelebi Mehmed Efendi
görüşlerini daha çok makalelerinde işle­ derildiği Midilli'de tarikat faaliyetlerini (ö. 1751) tarafından burada sürdürülen
miştir. 27 Kasım 1909'da kurulan Tarih-i sürdürdü. l620'de İstanbul'a döndü ve Sivasî meşihati, 17. yyin sonlarında İs­
Osman! Encümeni'nin ilk başkanı olmuş Şeyhülislam Esad Efendi'nin girişimiyle tanbul'a giren Bayramîliğin güçlü kolu
ve bu kuruluşun yayın organı olan Ta­ Çarşamba'daki Mehmed Ağa Tekkesi Himmetîliğin denetimine geçmiştir.
rih-i OsmanîEncümeni Mecmuasında. postnişinliğine atandı. l 6 3 1 ' d e Fatih. Sivasîliğin İstanbul'daki ikinci önemli
örneğin "İstanbul'da Su Müzayakası" gi­ l64l'de Bayezid, ardından da Ayasofya merkezi, Şehremini'ndeki Yavaşça Meh­
bi, kenti ilgilendiren önemli birçok yazı­ Camii kürsü şeyhliği görevlerini üstlenen med Ağa Tekkesi'dir. Şeyh İbrahim
sı çıkmıştır. Bu kurulun başkanı, yazarı Abdülahad Nuri, l651'de vefat ederek Efendi'nin (ö. 1630) Sivasî merkezi ola­
ve vakanüvis olarak Topkapı Sarayînı Eyüp Nişancasındaki kendi adıyla anılan rak kurduğu bu tekkede, Abdülahad
ve Harem Dairesi'ni özel izinle incele­ tekkenin türbesine defnedildi. Nuri'nin ünlü halifesi Mehmed Nazmî
miş, eski Osmanlı harem mekânını tanı­ Abdülahad Nuri, kurduğu Sivas! tari­ Efendi (ö. 1701) postnişinlik yapmış ve
tan uzun bir yazı hazırlamıştır. İstan­ katıyla İstanbul'daki Halvet! örgütlen­ yerine geçen oğulları Abdurrahman Re-
bul'da çıkan Sabah ve Vakit gazetelerin­ mesini geniş bir toplumsal z e m i n e fi'a (ö. 1719) ile Abdülmecid Efendi'den
de "Musahabe-i Tarihiye" başlığı altında oturtmuş ve bu sayede taşra kökenli (ö. 1730) sonra meşihat makamı, Bayra­
yayımlanan yazıları 1923'te Tarih Musa­ şeyh ailelerinin 17. yy şehir hayatında mîliğin Himmetî kolu tarafından doldu­
habeleri adıyla basılmıştır. Bu eseriyle kazandıkları nüfuzun başlıca temsilcile­ rulmuştur.
biyografi türüne yenilikler getirmiş, kişi­ rinden birisi durumuna gelmiştir. Abdülahad Nuri'nin Abdülmecid Si­
leri yaşadıkları ortam ve koşullarla öne Halvetîlik(-») 16. yy sonlarından iti­ vasî ile birlikte faaliyetlerini sürdürdük­
çıkartmayı amaçlamıştır. Bu bakımdan baren İstanbul'un mistik hayatında çe­ leri bir diğer dergâh da, Bayramîliğin İs­
Tarih Musahabeleri, son dönem Os­ şitli kol ve şubeleriyle belirleyici bir rol tanbul'daki ilk örgütlenme merkezi sa­
manlı tarihi ve İstanbul yaşamı açıların­ oynamıştır. Şemseddin Sivasî ile birlikte yılan Yavsî Baba Tekkesi'dir(-0. Baş-
dan değerli bir kaynak sayılır. Bu eserde
36 ayrı başlıkta Tanzimat ve Meşrutiyet
dönemlerinin devlet adamları, yönetim
tarzları, yenilikler, ekonomik durum,
Yeni Osmanlılar, kamu yönetimi ve un­
vanlar, Babıâli, Boğazlar sorunu gibi bi­
rincil konular, İstanbul'un tarihini ve
kent yaşamını ilgilendiren bakışlarla ve
ilginç anekdotlarla ele alınmıştır. Kendi­
sinden önceki vakanüvis Lutfî Efendi'nin
Tarih-i Lutfî adıyla bilinen eserinin VIII.
cildini uzun notlarla tamamlamış,
1912'de yayımlamıştır. Fakat kendi va-
kanüvisliğiyle ilgili olarak kaleme aldığı
1908-1918 dönemini anlatan Vekayinâ- Abdülahad
me adlı eseri basılmamıştır. Diğer eserle­ Nuri'nin
ri, ders kitabı niteliğindedir. Eyüp
Nişancasindaki
1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırıl­ türbesi.
ması ile vakanüvisliği sona eren Abdur­ Ekrem İşın, 1992
ABDÜLAHAD NURİ TEKKESİ 22

langıçta Bayramîliğe bağlı bir Tennurî ö l ü m ü n ü n ardından T o p k a p ı Sara-


merkezi olan bu tekkede Cerrahzade yindaki geleneksel cülus töreniyle tahta
Musliheddin Efendi (ö. 1576) ve Abdül­ çıktı. İstanbul halkı, babacan tavırlı, al­
mecid Sivasî ile önce Şemsî, ardından çakgönüllü, güreşe, ortaoyununa düş­
Sivasî tarikatları faaliyet göstermiş, Şeyh kün yeni padişahı sevdi. Padişahlığının
Abdülbâki Efendi'den (ö. 1798) sonra 1871'e kadarki ilk döneminde, Âli, Fu-
da tekke, Halvetîliğin Sünbülî koluna ad, Yusuf Kâmil, Mütercim Rüşdî paşa­
bağlanmıştır. ları kısa aralıklarla sadrazamlık mevki­
Eyüp Nişancası'nda Abdülahad Nu­ ine getiren ve devlet işlerini bu dene­
ri'nin adıyla anılan tekke ise, Sivasîliğin yimli v e z i r l e r e b ı r a k a n Abdülaziz,
İstanbul'daki asıl merkezi olma özelliği­ 1871'den sonra müstebit bir hükümdar
ni Cumhuriyet dönemine kadar koru­ tavrıyla hareket etti. Tahta çıktığı sırada
muştur. Reisülküttab La'lî Efendi'nin Ab­ başlıca dış sorunlar Karadağ, Eflâk-Boğ-
dülmecid Sivasî'ye hediye ettiği bahçe­ dan, Sırbistan ayaklanmalarıydı. Bunları
ye, önce Abdülmecid Sivasî ve Abdüla­ Girit sorunu izledi. Balkanlar'da pansla-
had Nuri'nin türbeleri inşa edilmiş, daha vizm akımı yaygınlaştı. Mısır'da yarı ba­
sonra da ahşap bir tekke binası yaptırıl­ ğımsız "hıdivlik" yönetimi kuruldu. Ali
mıştır. Türbeler dışında tekkeye ait diğer ve Fuad paşaların, büyük Avrupa dev­
yapılar günümüze gelememiştir. letleri ile dengeli dostluk ilişkileri sür­
Abdülahad Nuri, yalnızca bir tarikat dürme politikalarına karşılık, 1871'den
kurucusu değil, aynı zamanda yaşadığı sonra Rusya'ya yakınlaşma söz konusu
dönemde şehir hayatını felce uğratan Abdülaziz'in Abdullah Biraderler tarafından oldu. Kamu harcamalarının artması ve
dini taassuba da karşı çıkmış güçlü bir çekilmiş bir fotoğrafından ayrıntı, 1868. saray israfı sonucu dış ve iç borçlanma­
mutasavvıftır. 17. yy İstanbul'unu derin­ Engin Çizgen da en yüksek düzeye ulaşıldı. Saltanatı­
den etkileyen, tarikat mensupları ile nın son iki yılında Bosna Hersek'te, ar­
ulema sınıfı arasında çatışmalara yol dından Bulgaristan'da bağımsızlık ayak­
yim modaları doğmuş, kimi kuruluşlar
açan Kadızadeliler zümresine karşı mü­ lanmalarının başlaması, içeride hayat
ve yerler de bu adı almıştır. Tanzimat
cadele etmiş, eserlerinde bu katı din pahalılığının artması, İstanbul'da günde­
döneminin (1839-1876) ikinci evresini
anlayışının sözcülerini şiddetle eleştir­ me gelen yasaklamalar ve sansür, baş­
oluşturan saltanatında Osmanlı devleti
miştir (bak. Kadızadeliler-Sivasîler). Bir- langıçtaki halk güveninden ve sempati­
önemli dış sorunlar ve ekonomik buna­
givî Mehmed Efendi'nin Tarikat-ı Mu- sinden Abdülaziz'i yoksun bıraktı. Batılı
lımlarla çalkanırken İstanbul, hızlı bir
hammediye adlı eserine dayanarak ta­ devletlerin Osmanlı hükümetine ağır
kentsel değişim yaşamıştır. Bu değişim
savvuf erbabına cephe alan, devran ve koşulları içeren bir memorandum ver­
ve gelişim özellikle Halic'in kuzey yaka­
sema gibi tarikat ritüellerini bid'at saya­ melerinin ardından İstanbul'da durum
sında, Galata-Beyoğlu-Beşiktaş semtle­
rak İslamiyetle bağdaşmadıkları için ya­ gerginleşti ve Abdülaziz'in tahttan indi-
riyle Boğaziçi'nde belirginleşmişti.
saklanmalarını isteyen bu aşırı dinci ke­ rilmesiyle sonuçlanan olaylar yaşandı.
sime karşı Abdülmecid Sivasî'nin başlat­ Abdülaziz, babası II. Mahmud öldü­
tığı mücadele, Abdülahad Nuri tarafın­ ğü zaman (1839) henüz çocuktu. Ağa­ Abdülaziz tahta çıktığı 1 8 6 l ' d e bir
dan sürdürülmüştür. Eserlerinin bir kıs­ beyi Abdülmecid (1839-1861) kendisine irade yayımlayarak İstanbullular için
mı, bu mücadeleyi desteklemek ama­ eski kafes hapsini uygulamakla birlikte mülk (emlak) vergisi koydu. Yüzyıllar
cıyla kaleme alınmıştır. Risale fi Cevâzi sistemli bir eğitim almasına da olanak boyunca birçok yükümlülükten muaf
Devrâni's-Sûfiye ile Risâletü's-Semâyi- tanımadı. Bu nedenle Abdülaziz, saray olagelen İstanbul halkı buna tepki gös­
eti'n-Nûriye adlı kitaplarında, tekkeler­ ortamında yarı Doğulu, yarı Batılı, din terdi ve özellikle mülk zenginlerinin
de icra edilen devran ve semain İslami- eğitimi ağırlıklı, yazı, müzik, spor, resim baskısı sonucu bu iradenin uygulanması
yete aykırı düşmediğini, tasavvuf musi­ çalışmalarını da içeren düzensiz bir öğ­ 1874'e değin ertelendi. Abdülmecid dö­
kisinin ise dini duyguları yüceltici bir renim gördü. Abdülmecid'in genç yaşta neminde başlayan dış borçlanmalara
sanat olduğunu savunur. Şiirlerini, ayrı­
ca Divân'mda toplamıştır.
Bibi. Mehmed Nazmî, Hediyetüİ İhvan, Sü-
leymaniye Ktp, Reşid Efendi, no. 495, vr
147a; Şeyhî, Vekayiu'l-Fuzalâ, I, 547-549;
Uşşakizade, Zeyl-i Şakaik, 539-540; Ayvansa-
rayî, MecmuâA Tevârih, 212; Sicill-i Osmanî,
III, 294; Osmanlı Müellifleri, I, 121-122; Ho-
cazade, Ziyaret, 88-90; Vicdanî, Tomar-Hal-
vetiye, 116-117; Vassaf, Sefine, III, 358-370;
Ergun, Antoloji, i; 55, 87, 103, 107; İSTA, I,
56-57; İKSA, I, 88; A. Uçman, "Abdülahad
Nuri", DİA, I. 178-179.
EKREM IŞIN

ABDÜLAHAD NURİ TEKKESİ


bak. SİVASÎ TEKKESİ

ABDÜLAZİZ
(9 Şubat 1830, İstanbul - 4 Haziran
1876, İstanbul) Osmanlı padişahı (25
Haziran 1861 - 30 Mayıs 1876).
Halk arasında Sultan Aziz olarak Ön­
lenmiştir. II. Mahmud ile Pertevniyal
Valide Sultan'm oğludur. "Sultan Aziz
Zamanı" diye bilinen kısa saltanat dö­ Abdülaziz döneminde, 1863'te Sultanahmet Meydanı'nda açılmış olan Sergi-i Umumi-i Osmanî.
Ceisus Picture Library
neminde, "Aziziye" adı verilen fes ve gi-
23 ABDÜLAZİZ

yenileri eklendi ve bunlar İstanbul yaşa­


mını etkiledi. Borçlanmalara aracı olan­ SUL TAN ABDÜLAZİZ'İN KENT İÇİ G EZİLERİ
lar zenginleşirken kenar halkı ve esnaf,
kamu çalışanları pahalılıktan ezildi. Di­ Padişah hemen hemen her gün sokağa çıkardı. Saray deyimince her gün Teşrif-i
ğer yandan, Tanzimat'ın gerektirdiği şahane olurdu. Atla veya arabada uzun gezintiler yapardı. Hekimbaşı çiftliği,
birçok kuralın ve yeniliğin askıda tutu­ Maslak, Kâğıthane, Beykoz ormanları ile Bebek, İstinye, Büyükdere, Emirgân
lup uygulanmaması, Slav-Ortodoks ör­ sırtlan sevdiği yerlerdi. Buralarda kır âlemleri yapar, pehlivan güreştirir, at koş­
gütlenmelerinin İstanbul'a kadar yay­ turur, kuzular çevirttirir ve maiyyetine ziyafetler verip eğlenirdi. Çok titiz tabiatlı
gınlaştırdıkları eylemler, Batılı devletle­ olduğu için, mevkib-i hümayun (tören alayı) pırıl pırıl parlar, göz kamaştırırdı.
rin ve sermaye çevrelerinin artan nüfuz­ Arabaların en görkemlisi, güzel atların en şahanesi, yaverlerin ve mabeyncilerin
ları ve müdahaleleri, borçlanmalardan en yakışıklıları, yemeklerin enfesi, Sultan Abdülaziz'in arkasında dolaşırdı. Sa­
doğan sıkıntıları daha da artırdı. Buna raydan çıkarken gideceği yeri kimse bilmezdi. Bu yüzden bütün saraylar ve sa-
karşın İstanbul, bir önceki Abdülmecid raycıklar hemen hemen her gün hazır, tertemiz tutulurdu. Bunun bir faydası
ve bir sonraki II. Abdülhamid dönemle­ vardı. İstanbul'un kent içi ve civar yolları, şoseler sık sık tamir görür, yeni yollar
rine oranla daha renkli, kültür ve eğlen­ açılır, ağaçlar dikilir ve bol bol sulanırdı. Zincirlikuyu, Boğaziçi yolları, Hacıos-
ce olanakları geniş bir kent olmuştur. man Bayırı, İstinye ve Tarabya şoseleri... Hep o zaman yapılmıştı. Sultan Aziz'in
Buna bağlı olarak toplum da önceki dö­ bu dolaşmaları halkın da hoşuna gidiyor ve bazan da unutulmayacak hatıralar
nemlere göre daha özgür bir görünüm doğuyordu. Bir seferinde Bektaşi Remzi Baba, padişahın önüne atılmış ve atının
verir. Ancak bu ortam, elde ettikleri ay­ dizginlerini yakalayıp şu dizeleri söyleyerek bahşiş almıştı: Ey Padişahım bir
rıcalıklar giderek artan gayrimüslim ce­ dur/Dervişi ferah-nâk et/Mir'at-ı zamîrinden/Jeng-i kederi pâk et/Bir hafta senin
maatler ile Levantenlerin ve yabancı uy­ harem/On yıl bana kâfidir/On yıl beni rahat kıl/Bir hafta sen i m s a k et!
rukluların İstanbul'un ticaret hayatına, Saltanat kayıklarıyla gezinti, cuma günleri yapılırdı. Çünkü padişah, Beyler­
sosyal, kültürel ve bir ölçüde de mimari beyi, Ortaköy, Emirgân camilerine kayıkla gider, Cuma namazını bu camilerde
gelişimine egemen olmalarına da ola­ kılardı. Namazdan sonra Boğaziçi'nde Göksu gibi derelerde veya Kâğıthane de­
nak vermiştir. resinde gezinirdi. Bunun da İstanbul'a hizmeti olurdu. Çünkü dereler sık sık ta­
27 Şubat 1863'te Sultanahmet Meyda- raklanır, temizlenirdi. Tuhaftır, kendisi yaptırdığı halde Sultan Aziz'in en az uğ­
nı'nda açılan Sergi-i Umumi-i Osma- radığı saraylar Beylerbeyi ve Çırağan idi. Bunlardan korktuğu söylenirdi. Daima
nî(->), ilk Türk fuarı olarak özel bir Dolmabahçe'de oturur, yangmdan korktuğu için de bütün lambaları ve mum­
önem taşır. Abdülaziz'in isteğiyle kuru­ lan büyük fenerler içinde yaktırır, mangallara kapak koydurturdu. Bunları sık
lan Islah-ı Sanayi Komisyonu da aynı yıl sık da kontrol ederdi.
çalışmaya başladı. Komisyonun görevi, Semih Mümtaz S., Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler'den,
ithalat baskısı, sermaye ve teknoloji ye­ Hilmi Kitabevi, İst., ty, s. 9-10
tersizliği gibi nedenlerle durmaya yüz
tutan sanayi tezgâhlarının canlandırıl­
ması önlemlerini almaktı. Loncalar kal­
dırıldığından İstanbul esnafının şirket­ Rejim muhalifi kimi aydınlar da (örne­ imal edecek düzeyde genişletilmesine,
leşmeye, seri üretim olanaklarına gerek­ ğin, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi) demiryolu yapımına, devlet yönetimin­
sinimi vardı. Komisyonun önerileri doğ- bunlardan destek almaktaydılar. de reorganizasyona, yeni eğitim, bilim
mltusunda Hazine-i Hassa'dan Simkeş- Abdülaziz, İstanbul'un siyasal açıdan ve kültür kurumlarının açılmasına da
hane esnafına, kılabdancılara, dökmeci, hareketlendiği bir sırada 21 Haziran çaba gösterdi. İlköğretim İstanbul ço­
saraç, kumaşçı, demirci kesimlerine kre­ 1867'de Avrupa seyahatine çıktı. Sadra­ cukları için zorunlu kılındı, Mekteb-i
di verildi ve şirketleşmeler teşvik edildi. zam Âli Paşa İstanbul'da "Saltanat Naibi" Sultanî, İstanbul'da ilk Sanayi Mektebi,
sanıyla padişahın yetkilerini kullandı. Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye 1867-1868
Abdülaziz'in görkemli Mısır seyahati
Fransa, İngiltere. Prusya ve Avusturya'yı yıllarında açıldı. 1869'da Darülfünun-ı
de 1863 yılındadır. İlk yıllarda İstanbul­
ziyaret ettikten sonra İstanbul'a dönen Osmanî'nin hizmete girişi, o yıl Fransa
luların sevgisini çeken padişah için Mı­
padişah için üç gün üç gece donanma İmparatoriçesi Eugenie'nin Abdülaziz'in
sır dönüşü yapılan karşılama töreni, res­
yapıldı. Kent semaları geceleri havai fi­ ziyaretine karşılık vermek amacıyla İs­
mi organizasyondan çok, halkın içten
şeklerle aydınlatıldı. Abdülaziz, bu uzun tanbul'a gelişi, kent yaşamına unutul­
sevgisiyle renklenmiş ve bir hafta sür­
gezide gördüklerinden etkilenmişti. İs­ maz anılar kattı. Bu ziyaret vesilesiyle
müştü. Abdülaziz, her kesimden ve ce­
tanbul'un çehresini değiştirmek gibi bir İstanbul'da günlerce törenler, ziyafetler
maatten başkent halkı temsilcilerini Kâ­
emele kapıldı. Hayran kaldığı Paris, düzenlendi. Batı kamuoyuna karşı siya­
ğıthane Sarayı'nda kabul etti. Cisr-i Ce­
Londra, Viyana'yı besleyen ve geliştiren sal amaçlı programlara ağırlık verildi.
dit adı verilen, Galata ile Eminönü ara­
olanakları düşünmeksizin, daha fazla Abdülaziz'le İmparatoriçe arasındaki
sındaki yeni köprünün yapılması ve ilk
borçlanarak birtakım yatırımlara girişti. dostluk abartılı biçimde öne çıkarıldı.
Darülfünun'un açılması da bu yıldadır.
Sarayları için çok kalabalık kadrolar Y a b a n c ı uyruklara mülk e d i n m e
1864'te ülke genelinde ve İstanbul'da
oluşturdu ve lüks Avrupa eşyasma önem hakkının yürürlüğe konmasının ardın­
nüfus sayımı yapıldı. 1866'da Romanya
verdi. Törenler, eğlenceler de önceye dan 1869'da Tabiiyet Kanunu çıkartıldı.
Prensi Kari von Hohenzollern İstanbul'a
oranla daha zengin programlara bağlan­ Bununla, çoğunluğu İstanbul'da yaşa­
geldi ve Abdülaziz tarafından kabul
dı. Abdülaziz'in bu yeni yaklaşımı, Mısır­ yan ve muhtelif yabancı devletlerin hi­
edildi. Prens, Göksu Kasrı'nda misafir
lıların getirdiği esintiler, halkı da etkile­ mayesini gören "yerli yabancılar" (Le­
kaldı. Abdülaziz'in Mısır Valisi İsmail
di. Devletin ileri gelenlerinden sıradan vantenler, konsoloslar, mümessil ve
Paşa'ya 1866'da bir fermanla hıdiv un­
insanlara değin moda tutkuları aldı yürü­ ajanlar, konsoloshane personeli vd) Os­
vanını vermesi ve hıdivliğin babadan
dü. Paşa konakları ve sahilhaneleri, yüz­ manlı uyruğuna alınmak istendi. Bu, iç­
oğla geçmesi esasını koyması, Kavalalı
lerce kişinin yer aldığı hizmet kadroları te ve dışta tepkilere yol açtı. Yine o yıl
soyundan birçok prensin, Mısır'ın yöne­
ile doldu. Boğaziçi'nin tüm koylarına ye­ Pasaport ve Mürur Tezkiresi Nizamna­
timinde veraset haklarını yitirmelerine
ni yalı ve sahilhaneler yapıldı. Bunlar, o mesi yayımlandı. Başta İstanbul olmak
neden oldu. Bunlardan bazıları İstan­
dönemin mimari üsluplarında 20-30, da­ üzere büyük kent ve limanlara girişler
bul'a yerleşerek Mustafa Fazıl Paşa'nm
ha büyükleri 80-100 odalı saraylardı. Fa­ vizeye bağlandı. 1870'te Abdülaziz'in
önderliğinde bir muhalefet başlattılar.
kat müspet işler de yapılmıyor değildi. bir fermanıyla İstanbul'da Rum Patrik­
Bunlar, Abdülmecid döneminde gelen
ve İstanbul'da "Mısırlılar" olarak anılan Bir donanma âşığı olan Abdülaziz, hanesinden ayrı Bulgar Eksarhanesi(-*)
çok zengin zümre ile kentte lüks ve is­ Tersane'nin, Tophane'nin modernleş­ kuruldu. İstanbul'daki Bulgarlar cemaat
raf düşkünlüğüne de öncülük ettiler. mesine, Feshane'nin(->) çuha ve şayak hukuku elde ettiler.
ABDÜLAZİZ 24

Abdülaziz'in
son
cuma
selamlığı
The Graphic
27 Mayıs 1876
Celsus Piotare
Library

Abdülaziz döneminde merkezi yöne­ değil mi? Bırakın, memleketin içinden yalı bir para piyasası oluşudur. Abdül-
tim örgütleri yeni bazı meclisler ve ne­ geçsin de isterse göğsümden geçsin!" m e c i d d ö n e m i n d e n kalan toplam
zaretler oluşturularak genişletildi. Mec- dediği rivayet edilir. Bu hattın ve Hay- 16.540.700 liralık borç, 1862-1873 döne­
lis-i Âli-i Hazain (1864), Divan-ı Muha­ darpaşa-İzmit hattının yapımında İstan­ minde 97.708.820 liraya yükselmiş, bu­
sebat (1863), Bahriye Nezareti (1867), bul'un tarihsel dokusunun büyük zarar na karşılık yıllık kamusal gelir toplamı
Şûra-yı Devlet (1868), Adliye Nezareti gördüğü bilinmektedir. Dubalar üstüne 25 milyon lira düzeyinde kalmıştı. Bu
(1870), yalnız İstanbul'a özgü olan Pos- oturtulan ve yapımı Tersane-i Âmire'ce olumsuz tablo, İstanbul'da Galata ban­
tahane-i Âmire'nin yerini alan Posta ve gerçekleştirilen yeni Galata Köprüsü, at­ kerlerinin ve sarrafların yönlendirdiği,
Telgraf Nezareti (1871), Meclis-i Emanet lı tramvay işletmesi, Boğaziçi'nde Şir- aracılık, nemalandırma, faiz ve kefalet
( 1 8 7 0 ) , Meclis-i Tedkikat-ı Seriye ket-i Hayriye'den ayrı olarak İdare-i işlemlerine dayalı yeni bir piyasanın
(1873), Meclis-i İdare-i Emval-i Eytam Aziziye adlı vapur işletmesinin faaliyete doğmasına neden olmuştu. İstanbul'un
(1874), Meclis-i İcraat (1875), en büyük geçişi, donanmanın yenilenmesi, ordu ekonomisi ve kamu maliyesi bu dö­
yargı mercii olarak önceki Meclis-i Vâ- örgütünün düzenlenmesi, donanmaya nemde tamamıyla Galata bankerlerinin
lâ'nm devamı sayılan Divan-ı Ahkâm-ı ve orduya malzeme üreten fabrikaların kontrolüne geçmiş bulunuyordu. Ancak
Adliye (1868) bunlardandır. Aynı dö­ açılması, kentte iş hayatının yaygınlaş­ devletin giderek sıkışması ve daha fazla
nemde kentsel düzenlemelere, imar ça­ masına ve işçi nüfusunun artmasına ola­ borç yükü altına girmesi, 1875'te İkinci
lışmalarına da önem verilmiştir. İlk kez nak vermiştir. 1872'de Hasköy Tersane­ Ramazan Kararnamesi'nin yayımlanma­
"mebani-i emriye" adı verilerek kamu si, 1873'te Kasımpaşa Tersanesi işçileri­ sına yol açınca İstanbul, tarihinde gö­
yapıları kavramı benimsenmiş, bir bölü­ nin ilk grevleri g e r ç e k l e ş t i r m e l e r i , rülmedik ekonomik ve siyasal bunalıma
mü dış borçlanmalarla sağlanan finans 1875'te tüm tersane işçilerinin grevi bu düştü ve bu, ertesi yıl Abdülaziz'in taht­
olanakları bunların yapımına ve onarı­ gelişimin sonuçlarıdır. tan indirilmesine değin sürdü.
mına ayrılmıştır. İstanbul'un muhtelif 1870'teki büyük Beyoğlu yangını ile Abdülaziz'in saltanat yıllarında İstan­
semtlerine postaneler, Tophane, muzıka 1872'deki Kuzguncuk yangını ardından, bul'da Yeni Osmanlılarin örgütlenmesi­
kışlaları, Maçka Silahhanesi, Harbiye k a g i r yapılaşmaya gidildiği, yangınları nin yanında Mason cemiyetlerinin de
Nezareti, Pangaltı Harbiye Mektebi bi­ önleyici bir dizi önlemlerin alındığı gö­ oluştuğu görülmektedir. Asker-sivil ko­
naları, Avrupa hükümdarlarının yaşam­ rülür. Şehremaneti ile bağlı belediye da­ mutan ve yöneticiler arasındaki iktidar
ları örnek alınarak projelendirilen Çıra- irelerinin de kentin temizliği, iaşe temi­ mücadelesi, medreselilerin modern eği­
ğan Sarayı ile, Beylerbeyi Sarayı, Ayaza- ni, esnaf denetimi, sokakların aydınlatıl­ tim ve kültür kurumlarına savaş açmala­
ğa, T o k a t b a h ç e s i , Alemdağ, İcadiye ması, yapı kontrolleri, yol ve kaldırım rı, gerici çevrelerle Yeni Osmanlılar ara­
köşkleri, İstanbul-Edirne-Rumeli demir­ yapımı işlerine öncelik verdikleri sapta­ sındaki gizli mücadele de İstanbul'da
yolu, Karaköy-Beyoğlu Tüneli, bu cüm­ nır. Kentin imarı ve temizliği konusun­ yoğunlaşmıştı.
ledendir. da, İstanbul'u ziyaret eden yabancı ko­ Abdülaziz'in 1871'de Âli Paşa'nın
İşletme hakkını Baron Hirsch'in aldı­ nukların da etkili oldukları kuşkusuz­ ölümüne değin siyasal kararlarla fazla
ğı demiryolunun yapımı sırasında İstan­ dur. 1870'te Franz J o s e f in, 1873'te İran ilgilenmediği, saray yaşamına, İstan­
bul'daki birçok tarihsel yapının zarar Şahı Nâsıreddin'in, 1874'te Prens Mi- bul'un imarına önem verdiği saptanır­
görmesi, bu arada Topkapı Sarayı kıyı lanin gelişleri bu açıdan önemlidir. ken bu tarihten sonra siyasal kararları
köşklerinin yıkılması söz konusu oldu­ Abdülaziz dönemi İstanbul'unun bir doğrudan almaya yöneldiği, kent yaşa­
ğunda Abdülaziz'in "Geçen şimendifer özelliği de dış ve iç borçlanmalara da­ mını kontrol çabasına kalkıştığı ve bu
ABDÜLAZİZ

Abdülaziz'in
cenaze töreni
Le Monde Illustré
Celsus Picture
Library

amaçla bir hafiye örgütü kurduğu ve Yahudi kızları, döneme özgü kantolarla ni eğitim kurumunun açılması, İstan­
sansür uyguladığı görülmektedir. İstan­ sahneye çıkmaktadırlar. Beri tarafta Di- bul'un kültür hayatını ve yaşam tarzını
bul'un Müslüman olmayan halkı, Tanzi­ reklerarası(->) ve Gedikpaşa semtleri or- çok yönlü etkilemiştir. Dil konularının
mat ve Islahat fermanlarının sağladığı taoyunundan modern tiyatroya değin tartışmaya açılması, yeni edebiyat akım­
haklarla, Müslüman İstanbulluları eko­ çok renkli bir temaşa dünyası oluştur­ larının gelişi, roman, hikâye, tiyatro tür­
nomik ve kültürel açıdan geride bırak­ maktadır. İlk kez Türkçülük tezi de Ah- lerinin İstanbul aydınlarmca işlenmeye
tıkları gibi, sansür ve jurnal baskısından med Vefik , Mahmud Celâleddin ve başlanması, gazete sayısının artması,
da uzak kalmışlardır. Artık, kentin en Mustafa Fâzıl paşaların öncülüğünde yi­ Takvim-i Vekayi ile Ceride-i Havadisin
yüksek sosyal sınıfını onlar oluşturmak­ ne bu dönemde ve İstanbul'da yeşer­ yanısıra Basiret, Vakit, İstikbal, Sada­
ta, Beyoğlu ve Galata semtleriyle Boğa­ miştir. Bu tezin yanında Osmanlılık ve kat, Sabah, Hayat, Ceride-i Askeriye,
ziçi'nde Avrupa standartlarında yaşam İslamcılık, hürriyet ve demokrasi dü­ Ceride-i Tıbbiye-i Askeriye, Cihan vb
sürdürmektedirler. Buna karşılık Müslü­ şünceleri de yine İstanbul'da çevreler gazetelerin yayın hayatına girmesi de
man halk ise Balkan göçleri nedeniyle bulmuştur. Kentte güzel sanatlara karşı aynı dönemdedir.
daha dar mekânlarda, daha kıt kanaat ilgi uyanmıştır. Abdülaziz'in Ayvazovs- Olumlu ve olumsuz tüm gelişmelerin
geçinmeye razı olmuş durumdadırlar. ki,' Chlebowski gibi sanatçıları saray res­ ortak bir sonucu İstanbul'un, Abdüla­
Padişah, saraylarındaki 1.200 kadın, samı olarak görevlendirmesi, resim ça­ ziz'in 30 Mayıs 1876'da tahttan indiril­
350 aşçı ve yamak, 400 seyis, 400 ham- lışmaları için bir başlangıç gösterilebilir. mesinden, ilk Meclis-i Mebusan'ın açıl­
lacı-kayıkçı, 400 hademe-i hassa, 300 Sanayi-i Nefise Mektebi'nin açılışına ka­ masına ve Meşrutiyet'in ilanına kadar
yaver-kâtip ve mabeyncisi ile İstan­ dar uzayacak ve konularını İstanbul'dan uzayacak bir dizi, heyecan dolu olaylar
bul'un ve devletin taşıyamayacağı bir seçen resim tutkusunu başlatan Abdüla- yaşaması olmuştur. 11 Mayıs 1876'da
savurganlığı temsil etmektedir. Basının ziz olmuştur. Eğitim alanında İstan­ Bayezid, Fatih ve Süleymaniye Medre­
tutucu kesimi, ahlaksızlığın her türlüsü­ bul'un gerçek bir başkent kimliği ka­ selerinde okuyan ve "talebe-i ulûm" de­
nün ülkeye İstanbul'dan yayıldığını ya­ zanması da yine bu dönemdedir. So- nen öğrencilerin "dersten kalkarak"
zarken ilk kez kadın hakları da yine bu ğukçeşme, Beşiktaş, Fatih, Kocamusta- (boykot) "Müslümanlar, Hıristiyanların
dönemin basınında yer almıştır. Kimi fapaşa, Paşakapısı askeri rüştiyeleri, ilk hakaretine uğruyor, böyle zamanda
yazarlar, moda olan dar düdük erkek idadi (1873), harbiye ve bahriye mek­ ders yapılmaz" diye yürüyüşe geçmele­
giysilerini, kadınların var mı yok mu teplerinin yapıları, programları ve öğre­ riyle başlayan eylemler, Veliaht Mu-
belirsiz yaşmaklarını ve peçelerini eleş­ tim kadroları ile yenilenmesi Mekteb-i rad'ın, sarrafı Hıristaki'nin parasal deste­
tirmektedirler. Boğaziçi'ndeki mehtap Sultanî, Mekteb-i Mülkiye, Darüşşafaka, ğiyle yaygınlaşmış, softalar kıyamı de­
gezilerine, Beyoğlu'nda alışverişe çıkan Darülfünun girişimleri, 1867'de Beya­ nen bu ilk hareket, başıbozukları ve tu­
kadın artık yadırganmamaktadır. Ancak zıt'ta ilk halk mektebinin açılması, ka­ tucuları da yanına çekebilmiştir.
bu yenilikleri kimi devlet adamları bile mu yönetiminin ihtiyacı olan çeşitli
alanlara eleman yetiştirmek için Mek­ Abdülaziz'i indirmeye kararlı gözü­
İstanbul'da zenperestliğin ve muaşaka­ ken Hüseyin Avni Paşa, Midhat Paşa,
nın artması olarak nitelendirirler. teb-i Mahrec-i Aklâm, Elsine Mektebi,
Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye, E c z a c ı Mütercim Rüşdî Paşa, Kayserili Ahmed
Galata ciheti, meyhaneleri, balozları, Mektebi, Kaptan Mektebi, Darülmualli- Paşa ve Süleyman Paşa ise, müdahale
İranlı esnafın işlettiği kahvehaneleri, mat, erkek ve kız sanayi mektepleri, için İstanbullular arasında padişaha kar­
çayhaneleri, tütüncü dükkânları ile tam Turuk ve Muabir Mektebi vb birçok ye­ şı "nefret-i amme" (genel hoşnutsuzluk)
bir tüketim merkezidir. Rum, Ermeni ve doğmasını beklemişler ve hazırlıklarını
ABDÜLAZİZ AV KÖŞKÜ 26

tamamlamışlardır. Fakat Abdülaziz'in tırıp yerine bir saray yaptırmıştı. Tiyat­ Cepheler ayrımsız olarak aynı düzen­
tahttan indirilmesi ve üç gün sonra inti­ royu sevmeyen Abdülaziz'in köçek oy­ lemeye sahiptir. Cephenin iç ve dış yüz­
har etmesi, ters tepki doğurmuş, bu kez natıp, horoz dövüşü, Karagöz seyretme­ leri dikdörtgenlerden meydana gelmiş
"devr-i Aziz" için türküler yakılmaya, si, Batı yanlılarınca eleştirilmiştir. Alaf­ bir çerçeveleme sistemi ile bölümlen-
eski günler aranmaya başlamıştır. " Uyan rangaya ilgi duymayan Abdülaziz, doğu miştir. Pencere grupları bu çerçeveler
Sultan Aziz uyan / Kan ağlıyor şimdi esintili üslupları tercih etmiştir. Bu ne­ içinde yer almaktadır. Alt ve üst pence­
cihan" ağıtı, o günkü duyguların anısını denle saltanatı sırasında yapılan anıtsal releri ayıran çerçeveler, sürekli bir çer­
taşır. yapılarda ve saraylarda Batıdan gelme çeve bandı oluşturur ve geometrik mo­
4 Haziran 1876'da Çırağan Sarayı'mn etkileri bir oranda bastıran Doğu üslup­ tifli bir bezeme ile süslenmiştir. Alt pen­
Feriye dairesinde intihar eden Abdüla- ları gözlenir. Abdülaziz heykeli yapılan cereler arasındaki çerçeveler ise ortası
ziz, babası I I . Mahmud'un Divanyo- tek padişahtır. İstanbul'da Beylerbeyi madalyonlu panolar olarak bezenmiştir.
lu'ndaki türbesine gömülmüştür. Sarayı önüne dikilmek üzere dökülen at Saçak altları, giriş ve havuz cephe­
Abdülaziz, sade giyinmeyi sever, bol üzerindeki Abdülaziz heykeli, sonradan sinde yıldız, yanlarda ise baklavalı mo­
biçimli giysileri tercih ederdi. Onun is­ Topkapı Sarayı'na, oradan oğlu Abdül- tifler yapan çıtalı ahşap kaplamadır. Sa­
teğiyle hazırlanan ve Doğu giyim tarzı­ mecid Efendi tarafından Bağlarbaşı Köş­ lon üç kenarında yer alan geniş pence­
na uyarlanan, ölçüleri bol tutulmuş, küne, oradan ikinci kez Beylerbeyi Sa­ releri ile aydınlık bir mekândır. Üst
pantolonu eski dar şalvarları hatırlatan rayı'na, en son Topkapı Sarayı'na götü­ pencerelerde kesişen dairelerde ise olu­
erkek kostümüne alaturka setre adı ve­ rülmüştür. şan sade renkli cam bezeme vardır. Alt
rilmiştir. Tipine uygun tabla fes, "azizi- Bibi. Cevdet, Tezâkir, II-IV; Cevdet Paşa, pencerelerde ise renkli camlar, çapraz
ye" adı ile o zaman moda olmuştu. Pro­ Mâruzât, (yay. Y. Halaçoğlu) İst., 1980; Hü­ karelerden oluşan bir şerit meydana ge­
t o k o l d e n hoşlanmayan Abdülaziz'in seyin Hıfzı, Sultan Aziz Devri, İst., 1326: tirmektedir. Duvarlarda, çerçeveleme
Mevlevîliğe eğilimi vardı. Yaz geceleri İnal, Son Sadrazamlar, I; A. Kemalî Aksüt, sistemi içindeki panolar çini kaplıdır.
Sultan Aziz'in Mısır ve Avrupa Seyahati, İst.,
saray hareminin pencerelerini açıp ney Mavi ve pembe tonlanndaki çiniler, se­
1944; Haluk Şehsüvaroğlu, Sultan Aziz, Hu­
üflerdi. Lavta çaldığı da bilinir. Hicaz susî, Siyasi Hayatı, Devri ve Ölümü. İst., kiz köşeli yıldız ve asma yapraklı de­
sirto, şevkefza bir şarkı, muhayyer bir 1949; Amicis, İstanbul; Karal, Osmanlı Tari­ senlidir. Döşeme karolarında da çinilere
başka şarkı bestelemiştir. hi. VII. benzer biçimde Osmanlı olmayan mal­
Abdülaziz'in güreşe merakı ve "hu­ NECDET SAKAOĞLU zeme kullanılmış görünmektedir.
zur güreşleri" yaptırması, valilerden, Cepheye egemen olan çerçeveleme
bölgelerinin namlı pehlivanlarını İstan­ ABDÜLAZİZ AV KÖŞKÜ sisteminin oranları, bölümlemedeki ri­
bul'a göndermelerini istemesi, kendisi­ Validebağı'ndaki Âdile Sultan Kasrı bah­ tim, alt ve üst pencere düzeni ve bütü­
nin de bir pehlivan olduğu ve güreştiği çesinde bulunan ve Sultan Abdülaziz nün verdiği yüzey etkisi, geleneksel Os­
söylentilerine neden olmuşsa da buna için 1856'da Sarkis Balyan'a yaptırılan manlı mimarlığından alınmış, ama yeni­
ilişkin bir kanıt yoktur. Döneminde ça­ küçük av köşküdür. Tavla Köşkü ya da den kompoze edilmiş örüntülerdir. Ör­
yırlarda ve mesirelerde sık sık karaku­ Çinili Köşk olarak da bilinir. Tasarım neğin, çini kaplama düzeninin ve çerçe­
cak ve yağlı güreş müsabakaları düzen­ konsepti ve plan şeması bakımından veleme sisteminin her cephede yeniden
leniyordu. Halk arasında Abdülaziz'in Ayazağa'daki Av Köşkü'nün benzeridir. tekrarlanışı hem geçmişe referans veren,
bir oturuşta bir kuzuyu yediği söylene- Köşk, iki yanında küçük servis ha­ hem de yeni olan bir öneridir. Saçak, bir
gelmiştir. Hemen her gün sokağa çıkıp cimleri bulunan bir giriş bölümü ile başka referans öğesidir; ama kullanılan
halk arasında dolaşır, güreşleri izler, kır yaklaşık 7x7 m boyutunda bir salondan eliböğründelerin hem büyüklüğü hem
âlemleri düzenletir, sarayında güreş ibarettir. Dört cephesinde, ahşap kolon­ de kafes biçimi dokusu ve uçlarının tor­
yaptırtır, horoz dövüştürürdü. Binişleri­ larla desteklenen geniş saçakların örttü­ na ile profillendirilmesi yepyenidir. Üste­
ni daha çok Zincirlikuyu, Hacıosman ğü revaklarla çevrilidir. Ancak bu re- lik bu eliböğründeler, torna ile biçimlen­
Bayırı, Tarabya cihetlerine yaptığından vaktaki kolonlar ve üst kısmındaki çatkı dirilmiş, bilezikli, taşıyıcı olmayan deko­
bu uzak semtlere o zaman bakımlı şo­ sistemi, yapının öteki kısımlarının bi­ ratif sütuncuklarla birlikte düzenlenmiş­
seler açılmıştı. Göksu ve Kâğıthane me­ çimlenişinden çok farklıdır ve çok geniş tir. Bu sütuncuklar, o narin kesitli kafes
sirelerine gidişi, halkın eğlenmesini izle­ tutulmuş olan saçakları desteklemek dokulu eliböğründelerle birlikte alabildi­
mesi, bazen bir kır kahvesinin önünde amacıyla sonradan yapılmış olduklarını ğine maniyerist, hattâ özentili bir görü­
oturup gelip geçenin selamını alması, düşündürmektedir. nüm kazanmaktadır. Kuşkusuz, rüstik ol­
halk arasında kendisine sempati uyan­ masına çalışıldığı halde, yapının âdeta
Bu küçük yapı, basit ve yalın planına
dırmıştı. Fakat saray ve harem yaşamı, hiç boş alan bırakılmadan işlenmişlik
karşın son derece özgün bir kompozis­
kaba eğlenceler eklenerek anlatıldığın­ görüntüsüne sahip oluşunda bu maniye-
yon ürünüdür. Balyan atölyesinin neo-
dan kentin tutucu ve kibar kesimlerince rizmin payı olmalıdır.
ottoman bir üslup arayışını simgeleyen
sevilmiyordu. Edmondo de Amicis, Ab-
bir deneme olarak değerlendirilebilir. Salonun giriş köşelerinin birinde bir
dülaziz'i bir cuma selamlığında izlemiş;
şişman, ablak çehreli, ak düşmüş çem­
ber sakallı, ona hayranlıkla bakanlara
karşı ilgisiz, başında sade bir fes, sırtın­
da çenesine kadar düğmeli koyu renk
uzun bir palto, ayağında açık renk bir
pantolon ve deri çizmeler bulunduğunu
vb uzunca anlatmıştır.
Ortaoyununun altın çağı, Abdülaziz
dönemidir. Padişah, Rıza Efendi'yi Kara-
gözcübaşı yapmış, hayal ve ortaoyunu-
nu teşvik etmişti. İstanbul'un geleneksel
mesiresi olan Kâğıthane, Abdülaziz'in
özel ilgisiyle son bir kez canlanmıştı.
Tahta çıktığı yıllarda cuma selamlıkları­
nı buradaki camide yapmıştı. İlkbahar­ Abdülaziz Av
da, Kâğıthane çayırında, mevkib-i hü­ Köşkü
mayunda görevli askerlere kuzu ziyafeti Nazım Timuroğlu,
veriliyordu. Buradaki eski sarayı da yık­ 1993
27 ABDÜIAZİZ EFENDİ

ri sırasında Vezir Kenan Paşa'nın kendi­


sini aşağılaması, başkalarına da cesaret
verince, şeyhülislamlık payesi geri alın­
dı. Ama Mayıs l651'de, Bahai Efendi'nin
tütün içmenin günah olmadığına dair
fetvası ve İngiliz elçisine karşı sert dav­
ranışı yüzünden azledilmesi üzerine,
Kösem Sultan'a rağmen şeyhülislam ol­
du. Bu olay dolayısıyla, padişahın anne­
si Turhan Sultan(-0 ile iktidar mücade­
lesinde yalnız kalmak istemeyen Kösem
Sultan Abdülaziz Efendi ile barıştı.
Abdülaziz Efendi beş ay kalabildiği
bu görevinde unutulan bazı törenleri
canlandırdı, arpalık kullanım kurallarını,
vakıfların yönetim koşulları ile ilgili ye­
ni uygulamalar başlattı. Eylül l651'de,
yeniçeri ocağı ağaları ile ittifak yapan
saray erkânının baskısından yılan esna­
fın ayaklanması sırasında halkı yatıştır­
mak için olaylarda taraf oldu. IV. Meh­
med'in olayları bastırmak üzere, Vezira­
zam Melek Ahmed Paşa'yı azlederek ye­
Abdülaziz Av Köşkü'nün içinden bir görünüm. rine Siyavuş Paşa'yı geçirmesi ve ocak
Erkin Emiroğlu. 1993 ağalarını cezalandırmayı sonraya bırak­
masını fırsat bilen Abdülaziz Efendi, Kö­
sem Sultan ile birlikte padişah aleyhine
kahve ocağı, diğerinde ise küçük bir dildi ve İstanbul'a döndü. l648'e kadar komploya katıldı. Bunları duyan Turhan
çeşme vardır. Değişik renk ve motifte kendisine görev verilmedi. IV. Murad'm Sultanin padişahı uyarması üzerine plan
(yabancı kökenli) çini ile kaplı olan son yılları ile İbrahim (Deli) dönemi uygulanamadı ve Kösem Sultan boğdu­
ocağın minyatür bir çadır örtüsü görü­ ( 1 6 4 0 - 1 6 4 8 ) boyunca Samatya'daki ruldu (Eylül 1651). Abdülaziz Efendi ise
nümü veren oryantalist tüteklik örtüsü evinde inzivaya çekildi. Aileden kalma eski müttefiki olan ocak ağalarının ya­
vardır. Öteki köşeye yerleştirilmiş olan mülkleri ve kendisine bağlanan Dime- nında yer aldı. Ama kendilerine bağlı
çeşme yalağının ampir ayaklığı ilginç toka arpalığının geliri ile geçinerek, askerler tarafından bile desteklenmeyen
bir parçadır. Arapça ve Farsçadan tercümeler yaptı, ağaların gücünü fazla abarttığından yan­
Salonun açıldığı bahçede, küçük fıs­ şiirler ve tarih kitapları yazdı. lış tarafı seçmenin bedelini şeyhülislam­
kiyeli bir havuz ve önde girişe yakın ro­ Ağustos 1648'de yeniçeri ağalarının lıktan azledilerek ödedi.
koko oymalı küçük bir çeşme de vardır. önderliğinde sarayı basarak Sultan ibra­ Ayaklanmanın kan dökülmeden bas­
Bibi. Konyalı. Üsküdar Tarihi, II. 158-160; him'i tahttan indiren ulemanın başında tırılmasından hoşnut olan padişahın
Eldem, Türk Evi, I, 208-209; İKSA, I, 112. yer aldı (bak. At Meydanı Olayı). Altı hoşgörüsü sayesinde hayatını kurtaran
AFİFE BATUR yaşındaki Şehzade Mehmed'e IV. Meh- Abdülaziz Efendi Sakız Adasina sürül­
med (hd 1648-1687) diye biat eden ilk dü. l652'de, Çanakkale Boğazimn Ve­
ABDÜLAZİZ EFENDİ kişi oldu. İbrahim'in öldürülmesindeki nedikliler tarafından ablukaya alınması
(Karaçelebizade) rolü ve yeni padişaha karşı takındığı alı­ üzerine, Bursa'ya nakledildi. Bu yıllarda
şılmışın dışındaki tavır yüzünden, İbra­ kendisine ait Sakız arpalığını, Mudanya
(1591, İstanbul - 11 Ocak 1658, Bursa)
him'in annesi Kösem Sultanin(->) düş­ ile değiştirerek aşağılamak isteyen Şey­
Osmanlı şeyhülislamı, şair ve tarihçi.
manlığını kazandı. hülislam Hocazade Mesud Efendi'nin
Ulema yetiştiren Bursalı Karaçelebiza­
de ailesindendir. Babası Rumeli Kazas­ Abdülaziz Efendi, IV. Mehmed'in cü­ düşmanlığını ustaca savuşturdu. Ömrü­
keri Hüsameddin Hüseyin Efendi, ağa­ lusundan hemen sonra Rumeli Kazaske­ nün son altı yılını, Bursa'da Setbaşı'nda-
beyi ise yine kazasker Mahmud Efen­ ri oldu ve Vezirazam Sofu Mehmed Pa­ ki konağmda geçirdi. Şehre, bugün de
didir. Abdülaziz Efendi ağabeyinden ve şa'nın şiddete dayalı politikalarını des­ Müftüsuyu diye anılan suyu getirdi.
Şeyhülislam Sunullah Efendi'den aldığı tekledi. Çocuk padişah üzerindeki etki­ Kırk kadar çeşme, Büyük Cami'de iki
özel derslerle yetişti. 1612de Bursa Hay- sini sınırlamak için Kösem Sultan'ı Eski sofa, Setbaşinda bir cami yaptırdı. Da­
reddin Paşa Camii'nde müderris oldu. Saray'a göndermek için uğraştıysa da ha sonra kısa bir süre için Mudanya ve
Edirne medreselerinde ders verdikten başarılı olamadı. Vezirazam Sofu Meh­ Gelibolu kadılıklarında bulunan Karaçe­
sonra, l6l9'da İstanbul Süleymaniye med Paşa'nın azli üzerine yerine geçen lebizade Abdülaziz Efendi, Bursa'da ve­
Medresesi'ne geçti. 1623'te istanbul'daki Kara Murad Paşa'ya kendisini şikâyet fat etti. Mezan Bursa'da Şeyh Mehmed
ulema ayaklanmasına katıldığı için, Bur- eden Kösem Sultanin gazabından kur­ Deveci Mezarlığindadır.
sa'ya sürgün edildi. l624'te affedilerek tulmak için. yeniçeri ağaları ile birlikte Abdî mahlası ile şiirler yazmış olan
Yenişehir'e, 1629'da da Mekke'ye kadı yeni sadrazama sığındı. Abdülaziz Efendi'nin en önemli eseri ya­
olarak tayin oldu. l627'de İstanbul'a geri Şeyhülislam Abdürrahim Efendi'- radılıştan, 1646'ya kadar gelen Ravzatü'l-
döndü. l634'te İstanbul kadısı oldu. nin(->) azli üzerine, en büyük hayali Ebrâr (bas. 1248) adlı dört bölümlük ta­
İran seferi hazırlıkları (1634) sırasın­ olan şeyhülislamlık makamım elde ede­ rih kitabıdır. Dördüncü bölümü Osmanlı
da baş gösteren yağ sıkıntısı sırasındaki ceğini sandıysa da. Kösem Sultan yü­ tarihinden söz eden bu kitaba, 1646'dan
karar ve uygulamalan ile halkın tepkisi­ zünden bu arzusuna kavuşamadı. Şey­ l657'ye kadar olan dönemi anlatan bir
ni çekti. Bunun üzerine dönemin padi­ hülislamlık Bahai Efendi'ye verilince, ek yazmıştır. Zeyl-i Ravzatü'l-Ebrâr adlı
şahı IV. Murad'm gazabına uğradı ve Abdülaziz Efendi'nin tepkisini yatıştır­ bu ek İstanbul'un o yıllardaki siyasal ya­
boğdurulmak üzere Büyükada'ya yol- mak isteyen Vezirazam Kara Murad Pa­ şamına ışık tutan önemli bir kaynaktır.
landıysa da, son anda Vezirazam Bay­ şa, o güne dek görülmemiş bir şey ya­ Diğer eserleri ise, Kanuni Süleyman'ın
ram Paşa'nın araya girmesiyle bağışlan­ parak Abdülaziz Efendi'ye şeyhülislam­ hayatının ve seferlerinin anlatıldığı Süley-
dı ve Kıbrıs'a sürgüne gönderildi. Bir lık payesi verdirdi. Bu durum saray çev­ mayıname (bas. 1248), Bağdat ve Revan
buçuk yıl sonra padişah tarafmdan affe­ resinde rahatsızlık varanı. Kabul törenle­ fetihlerini anlatan Zafername, peygam-
ABDÜLBÂKİ 28

herlerden söz eden Mir'atü's-Safa'âvc. ardından Sadrazam Şehit Ali Paşa'ya inti­ yazan La'lîzade'nin bu alandaki başlıca
Ayrıca ahlak, fıkıh, tefsir ve siyer alanla­ sap ederek Melamîlerin Lale Devri'nde eserleri, Sarı Abdullah'ın 105 beyitlik
rında risaleleri vardır. oluşturdukları dışa kapalı seçkinci gru­ Meslekü'l-Uşşak kasidesine 17l6'da Lim-
Bibi. Tarih-i Naima, IV-VI; Ahmed Rıfat, bun üyeleri arasına girmiştir. Bu grubun ni'de sürgün iken yazdığı Hediyetü'l-
Devha, 57-62; (Altınay), Âlimler, 151; İlmiye, içinde Reisülküttab Mustafa Efendi, Ah­ Müştâk fî Şerh-i Mesleki'l-Uşşak başlıklı
461; Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları, 224; med Arifî Paşa, Defterdar Sarı Mehmed şerhi ile, yine aynı kasideye 47 beyit ek­
Altunsu, Şeyhülislamlar, 76; İSTA, I, 69-76. Paşa gibi devlet adamları ile Mehmed leyerek Sadrazam Şehit Ali Paşa'ya ka-
AYŞE HÜR Raşid, Mustafa Sami, Osmanzade Tâib, darki Melamî kutuplarını bildirdiği Zeyl-i
Habeşîzade Rahimî ve Nedim gibi döne­ Meslekü'l-Uşşak adını taşıyan zeylidir.
ABDÜLBÂKİ (La'lîzade) min ünlü tarihçi ve şairleri de vardır. Bibi. Müstakimzade, Menâkıb-ı Melâmiye-i
(?, İstanbul - 1746, İstanbul) İstanbul Kendilerini dışarıya karşı Nakşî ola­ Şuttariye-i Bayramîye, Süleymaniye Ktp, Ab­
Kadısı ve Nakşibendî tarikatına mensup rak gösteren bu aydın çevre La'lîza- durrahman Nafiz Paşa, no. 1164; Ayvansara-
de'nin Melamîlik(-0 temeline dayalı ta­ yî, Hadîka, I, 277-278; Ayvansarayî, Mec-
mutasavvıf.
mua-i Tevârih, 268-269; Sicill-i Osmanî, III,
Aile kökeni, babası La'lî Mehmed savvuf anlayışına bağlanmış, grubu hi­ 298-299; Osmanlı Müellifleri, I, 159; Gölpı-
Efendi (ö. 1707) tarafından, Melamî mu­ maye eden ve dönemin Melamî kutbu narlı, Melâmilik, 153-155; Ergun, Türk Şairle­
tasavvıf Sarı Abdullah'a dayanır. Medre­ sayılan Sadrazam Ali Paşa bile, onun bu ri, I, 219-221; Ergin, İmaret Sistemi, 28-32.
se eğitimi gördü. Sadrazam Şehit Ali Pa- güçlü mistik kişiliği karşısında geri EKREM IŞIN
şa'ya hocalık yaptı ve onunla birlikte planda kalmayı tercih etmiştir. Ali Pa­
ABDÜLBÂKİ ARİF EFENDİ
Avusturya seferine katıldı. Ordunun Va- şa'nın Varadin'de şehit düşmesiyle bazı
radin'de bozguna uğraması ve Ali Pa- Melamîlerce "kutup" olarak tanınmak (1633 ?, İstanbul - 28 Ekim 1713, İstan­
şa'nm şehit düşmesi üzerine 1 7 l 6 ' d a istenmiş ise de o, böyle bir teklifi red­ bul) Hattat, şair ve âlim. Kasımpaşa'da
Limni'ye sürüldü. Daha sonra Nakşiben­ detmiş ve sürgün gittiği Limni'den İstan­ doğdu. Tersane-i Âmire kâtiplerinden
dî şeyhi Murad Buharî'nin aracılığıyla bul'a döndükten sonra faaliyetlerini bu Ammizade Mehmed Efendi'dir. Medre­
I I I . Ahmed tarafından bağışlanarak İs­ defa, kendisi de bir Melamî olan Sadra­ sede okudu. İstanbul'da çeşitli medrese­
tanbul'a döndü. Lale Devri'ni sona erdi­ zam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın lerde müderrislik y a p t ı k t a n s o n r a
ren Patrona Halil ayaklanmasında I I I . (ö. 1730) himayesinde sürdürmüştür. l 6 8 1 ' d e Selanik kadısı oldu. Ancak
Ahmed'e yakınlığı nedeniyle bir süre 1740'ta devlet hizmetinden ayrılan zevk ve sefaya düşkünlüğü yüzünden
gizlenmek zorunda kaldı. Ayaklanmayı La'lîzade Abdülbâki, Eyüp'te Kalender- saraya şikâyet edildiğinden, IV. Meh-
izleyen yıllarda devlet yönetiminde gö­ hane(->) olarak anılan tekkesine çekile­ med'in emriyle adı kadılık defterinden
rev almayıp, ortalığın yatışmasından rek burasını İstanbul'un önde gelen Me- silindi. Boşta kaldığı yıllarında hayatını
sonra 1737'de I. Mahmud tarafından İs­ lamî/Nakşî merkezlerinden birisi duru­ hattatlık yaparak kazandı. Bir müddet
tanbul Kadılığı'na atandı. Anadolu Ka- muna getirmiştir. Hazire duvarı üstün­ sonra affedilerek tekrar kadılığa döndü.
zaskerliği'ne kadar yükselen La'lîzade deki kitabede yer alan ibn-i riyâzü'l- 1698'de İstanbul kadısı oldu. 1702'de
Abdülbâki, 1740'ta devlet hizmetinden cenne terkibi, ebced hesabıyla 1153/ Anadolu, 1706'da Rumeli kazaskerliğine
ayrılarak Eyüp'te yaptırdığı Kalenderha- 1740 tarihini vermekte olup, La'lîza- yükseldi. Sonra tekrar gözden düşünce
ne'ye yerleşti ve ölümüne kadar burada de'nin vefatını değil, tekkeye yerleştiği Bursa'ya sürgüne gönderildi. Affedilince
tasavvufla uğraştı. Mezarı, inşa ettirdiği yılı belirtmektedir. Diğer yandan tekke­ İstanbul'a döndü ve burada öldü. Kabri
tekkenin bahçesindedir. yi kimin yaptırdığı konusunda, birbirle­ Eyüp'tedir.
Aslen Melamî olan La'lîzade Abdül­ riyle çelişen bilgiler mevcuttur. Genel­ Çok yönlü bir kişiliği olan Abdülbâki
bâki, Şeyh Murad Buharî'ye (ö. 1719) likle tekkeyi Abdülbâki Efendi'nin inşa Arif Efendi'nin dini konularda Arapça
intisap ederek Nakşibendîliğe de girmiş­ ettirdiği kabul edilmekle birlikte, Hadî- ve Türkçe kitapları ve risaleleri vardır.
tir. Melamîlerin 17. yy sonlarında, özel­ ka'da. banisinin babası Şeyh Mehmed Türkçe ve Farsça divan sahibi bir şair­
likle Sarı Abdullah'ın kişiliğinde, İstan­ Efendi olduğu kayıtlıdır. dir. Türk dini edebiyatının en tanınmış
bul'daki Nakşî zümreyi derinden etkile­ La'lîzade, kurduğu tekkeyi "kutup" eserlerinden olan Mi'racname'si beste-
meleri, aralarında Murad Buharî'nin de ya da "şeyh" sıfatıyla yönetmemiş, dü­ lenmiştir. Bazı kaynaklarda adı bestekâr
bulunduğu pek çok Nakşî şeyhinin Me- zenlettiği vakfiyede idaresini, mücerret olarak da geçer. Hat sanatında da seç­
lamî-meşrep bir tasavvuf anlayışı geliş­ (bekâr) olmak kaydıyla Melamî-meşrep kin bir yeri vardır. Usta bir talik hattatı
tirmelerine yol açmıştır. Bu mistik etki­ Nakşî şeyhlerine bırakmıştır. Bu şeyh­ olarak tanınır. Tuhfe-i Hattatın onun
nin yanı sıra, Melamîlerin devlet bürok­ lerden en önemlisi, daha La'lîzade ha­ Mehemmed-i Tebrîzi adlı bir hattattan
rasisi içinde örgütlenmeye başlamaları, yatta iken Kalenderhane meşihatini üst­ yazdığını söylerse de bunun doğruluğu­
hem tarikatın yönetici kadrosundaki kla­ lenen Abdullah Kaşgarî'dir (ö. 1760). nu tahkik etmek mümkün olamamıştır.
sik mutasavvıf tipinin değişmesine ne­ Fakat evlenerek mücerretlik erkânını Devhatü 'l-Küttâb ise önceleri Siyahi Ah­
den olmuş hem de ilmiye sınıfının din bozduğu için tekkeden ayrılmak zorun­ med Efendi ile yazı hakkında müzake­
yorumunu temsil eden Nakşîlik ile siyasi da kalmış ve Eyüp İdrisköşkü'ndeki relerde bulunduğunu; sonra İranlı hat­
düzlemde ilişki kurmalarını zorunlu hale kendi adıyla anılan Kaşgarî T e k k e - tat Mir Ali Herevî ve İmâd'ın yazılarını
getirmiştir. Bu dönemdeki Melamî ku­ si'ne(->) postnişin olmuştur. La'lîza- elde ederek sanatında geliştiğini, çok
tuplarından Paşmakçızade Ali Efendi'nin de'nin Kalenderhane'de yetiştirdiği mü­ güzel yazdığını, hattâ kendisine talikin
(ö. 1712) şeyhülislam, Şehit Ali Paşa'nın ritleri arasında özellikle Müstakimzade ikinci kurucusu denmesinin yerinde
da (ö. 1716) sadrazam olarak bürokrasi­ Süleyman Sadeddin Efendi (ö. 1787), olacağını bildirir.
de görev almaları, bu değişmenin ve her kaleme aldığı eserleriyle İstanbul'daki Yazısı hakikaten güzeldir. Eserleri
iki tarikat arasındaki ilişkinin çarpıcı bi­ Melamîlerin tarihini aydınlatmada birin­ müze, kütüphane ve özel koleksiyon­
rer göstergesidir. 17. yy'da Sarı Abdul­ ci derecede rol oynamıştır. larda olan Abdülbâki Arif Efendi İran
lah'ın kişiliğinde somutlaşan bu devlet La'lîzade Abdülbâki'nin genel tasav­ okulunun takipçilerindendir.
adamı/mutasavvıf tipinin 18. yy'daki vuf konularına değinen çeviri ve telif Bibi. Şeyhî, Vekayiu'l-Fuzalâ, 358-360; Müs­
temsilcisi ise, La'lîzade Abdülbâki'dir. eserlerinin dışında, özellikle Melamîle­ takimzade, Tuhfe, 669-670; Sicill-i Osmanî,
Yaşadığı dönem, İstanbul hayatında rin Sarı Abdullah'tan sonraki tarihlerini III, 297-298; Osmanlı Müellifleri, I, 362-363;
kültürel ve siyasi açıdan derin bir iz bı­ ele alan ve daha çok Sergüzeşt adıyla Suyolcuzade Mehmed Necib, Devhatü'l-Küt-
tab, 1st., 1942, s. 92-93; 1. H. Uzunçarşılı,
rakan Lale Devri'dir. Sütçü Beşir Ağa'nın tanınan Menâkıb-ı Melâmîye-î Bayramî-
"Değerli Türk Alimi ve Güzel Sanatlar Üstadı
(ö. 1662) katledilmesiyle yerine geçen ye 'si, İstanbul'un mistik tarihi açısından Abdülbâki Arif Efendi", Belleten, no. 85,
Bursalı Seyyid Hâşim'e (ö. 1677) küçük büyük önem taşır. Mebde'ü Meâd de ise 1958; Rado, Hattatlar, 121; DİA, I, 195-198;
yaşta bağlanan La'lîzade, daha sonra Nakşîlik erkânı üzerinde durmuştur. TDEA , I, 155.
Şeyhülislam Paşmakçızade Ali Efendi ve "Yetim" mahlasıyla tasavvufi şiirler de ALİ ALPARSLAN
29 ABDÜLEZEL PAŞA CADDESİ

ABDÜLBAKİ EFENDİ TEKKESİ yarım altıgen biçiminde bir çıkmayla


genişletildiği bilinmektedir.
Kadıköy tlçesi'nde, Kuşdili mevkiinde,
Bu kanadın arkasında, iki kat yük­
Zühtüpaşa Mahallesi'nde, Tahtaköprü
sekliğindeki tevhidhane yer almaktaydı.
Caddesi üzerinde bulunmaktaydı.
Ufak boyutlu, dikdörtgen planlı ve kır­
Tekkenin ilk banisi ve kuruluş tarihi ma ahşap çatılı olan tevhidhane iki ka­
kesin olarak tespit edilememektedir. pıyla donatılmıştı. Bunlardan birisi doğu
Adını taşıdığı ilk postnişinin Şeyh Ab- duvarında bulunmakta ve harem-selam-
dülbâki Efendi ( ö . 2 1 M u h a r r e m lık bölümleriyle bağlantıyı sağlamakta,
1223/1808) tarafından 18. yy son çeyre­ kuzey duvarında, mihrabın karşısında
ği içinde veya 19. yy başlarında inşa et­ bulunan diğer kapı ise doğrudan avluya
tirilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. açılmaktaydı. İki katlı mahfillerle dona­
Sa'dî tarikatından olan Şeyh Abdül- tılmış olan tevhidhane mekânı, ikisi gü­
baki Efendi'nin vefatından sonra yerine neye, ikisi kuzeye, üçü de batıya bakan
önce oğlu Şeyh İsmail Efendi (ö. 7 Se­ yedi adet pencere ile aydınlanmaktaydı.
fer 1264/1848), daha sonra da torunları Bibi. Aynur, Saliha Sultan, 34, no. 4; Asitâ-
ne, 10; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II,
olan Şeyh Ahmed Hayri Efendi (ö. 11
74-75, no. 132; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 7;
Cemaziyülevvel 1274/1857) ile Şeyh el-
Raif, Mir'at, 26; Vassaf, Sefine, V, 271; Zâkir,
Hac Şerif Mehmed Efendi (ö. 1 Zilhicce
Abdülbâki Efendi Tekkesi'nin yaklaşık Mecmua-i Tekâyâ, 74; S. N. Ergun, Bektaşî-
1275/1859) geçmiştir. Zâkir Şükrü Efen­ Kızılbaş-Alevî Şairleri ve Nefesleri, III, İst.,
di'nin Mecmua-i Tekâyâ'smdaki şeyhler durum krokisi.
M. Baha Tartman, 1993 1956, 311-315; A. B. Turnalı - E. Tumalı,
listesi burada kesilmekte, Abdülbâki "Celvetilik ile Bektaşîliği birleştiren ilgi çekici
Efendi Tekkesi'nin sahipsiz kalarak ha­ bir dal: Hâşimîyye kolu ve Üsküdar'da Ban­
rap olduğu ve bir müddet sonra orta­ bulmuştur. Ayrıca tasavvufa ilişkin birta­ dırmak Tekkesi", Türk Dünyası Araştırmala­
dan kalktığı anlaşılmaktadır. Nitekim kım risale ve makaleleri de bulunmak­ rı Dergisi, 66 (Haziran 1990), 111-120.
aynı arsa üzerinde, Hasırcıbaşı Hacı Ha­ tadır. Vefatmda Bandırmalızade Tekke­ M. BAHA TANMAN
lil'in eşi Ayşe Sıdıka Hanım tarafından si'nin yakınma gömülmüştür. Tekkele­
19. yy'nin üçüncü çeyreği içinde (1859- rin kapatılmasından sonra Abdülbâki ABDÜLEZEL PAŞA CADDESİ
1885 arasında) yeniden bir tekke inşa Efendi (Mecidiye) Tekkesi'nin harem
İstanbul'un önemli caddelerindendir.
ettirilmiştir. A. Sıdıka Hanım 550 Os­ dairesinde Y. Fahir Baba, ailesi ile bir
Atatürk Köprüsü'nün U n k a p a n ı ' n d a
manlı lirası harcayarak ihya ettiği bu te­ müddet ikamet etmiş, daha sonra bura­
Atatürk Bulvarı ile birleştiği noktadan
sisi "Mecidiye Tekkesi" olarak adlandır­ sını, malikleri olan Ayşe Sıdıka Ha­
başlar, Fener vapur iskelesine kadar
mış, postuna da yine Sa'dî tarikatından, nımın varislerine terk etmiştir. Bakım­
uzanır. Cumhuriyet öncesinde Cibali,
Eyüp'teki Taşlıburun Tekkesi mensupla­ sızlıktan harap olan tevhidhane 1944 yı­
Ayakapı ve Fener caddelerinden oluşan
rından Şeyh H o c a T a h s i n Efendi'yi lında çökmüş, 1979'da da tekkenin ha­
bu yola, Abdülezel Paşa Caddesi adı
oturtmuştur. remini, selamlığını ve diğer bölümlerini
cumhuriyet döneminde verilmiştir. Fe­
Abdülbâki Efendi Tekkesi'nin ikinci barındıran kanat, ayrıca çevre duvarı ile
ner vapur İskelesine gelmeden ikiye ay­
kuruluşundan sonra bazı kaynaklarda cümle kapısı yıktırılmış, böylece tama­
rılır: Kuzeyde, Mürsel Paşa Caddesi ola­
"Hamidiye Tekkesi" olarak da adlandı- men ortadan kalkan tekkenin yerine
rak devam eder; güneyde, Bulgar Kili­
rıldığı görülmektedir. Muhtemelen bu apartmanlar inşa edilmiştir.
sesi önünde yine Mürsel Paşa Caddesi
ad, söz konusu ihyanın II. Abdülhamid Abdülbâki Efendi Tekkesi'nin mimari adını alır. Eyüp'e doğru, iki yol birleşe­
devrinin başlarında gerçekleşmiş olma­ özelliklerini aydınlığa kavuşturacak, çi­ rek önce Demirhisar, devamında da Ay-
sından veya adı g e ç e n hükümdarın, zim ve fotoğraf türünden herhangi bir vansaray caddeleri olarak uzanır.
tekkenin inşasına yardımda bulunmuş belge elde edilememiştir. Ancak tekke Bedrettin Dalanın belediye başkanlı­
olmasından kaynaklanmaktadır. Hoca binalarını hatırlayan, ikinci bani Ayşe ğı döneminde (1984-1989) Haliç kıyıla­
Tahsin Efendiden sonra tekkenin pos­ Sıdıka Hanım'ın torunlarından Melek rındaki yapılar yıkılıp yöre yeşil alan ha­
tuna, Celvetîliğin, Bektaşî etkileriyle te­ Erten ile Prof. Dr. Semavi Eyice'den alı­ line getirildikten sonra, Tepebaşindan
şekkül etmiş olan Haşimî koluna bağlı nan bilgilerle binaların konumu ve ana bakıldığında bütün caddeyi açık seçik
Bandırmalızade Şeyh Ahmed' Münib hatları tespit edilebilmiştir. Yaklaşık 600 görmek mümkündür. 1960'larda verilen
Efendi geçmiştir. Haşimî kolunun kuru­ m2 genişliğindeki tekke arsasının doğu plansız imar izinleri ve bilhassa 19801er-
cusu Bandırmak Şeyh Seyyid Haşim Ba­ yönünde bulunan kitabeli avlu kapısı, deki yıkım dolayısıyla hem caddenin ku­
ba Efendi'nin (1718-1783) neslinden ge­ çeyrek daire biçimindeki iki duvar par­ zey (sağ) tarafındaki eski eserlerin bazı­
len A. Münib Efendi, İstanbul tekkeleri­ çası ile kuşatılarak çevre duvarından ları ortadan kaldırılmış, hem de güney
nin, ayin günlerine göre tasnif edilmiş geriye çekilmişti. Söz konusu kavisli (sol) taraftaki bazı tipik ahşap yapılar
bir dökümünü içeren 1307/1889-90 ta­ duvar parçalarında birer pencere yer al­ çirkin bir biçimde betonlaşmıştır. Cadde­
rihli Mecmua-i Tekâyâ'mn müellifidir. makta, bunlardan sağdaki A. Sıdıka Ha­ nin çehresi 1980'lerdeki bu yıkımdan
Üsküdar'ın İnadiye semtinde bulunan nimin kabrine açılan bir niyaz pencere­ sonra değişmiş; Gazi Meydanindan Ci-
Bandırmalızade Tekkesi'nin türbesinde si niteliği taşımaktaydı. Avlu kapısından bali'ye kadar birbirini izleyen keresteci­
gömülü olduğu bilinmektedir. Tekkenin 25-30 m kadar geride bulunan ahşap ler, kereste depoları, bıçkı atölyeleri,
son postnişini, A. Münib Efendi'nin oğ­ tekke binası iki kanatlı tek bir kitle ha­ imalathaneler, değirmenler, ticarethane­
lu olan Şeyh Yusuf Fahir Babadır (Ata- linde tasarlanmıştı. Önde, harem daire­ ler ortadan kalkmış; yoğun imalat ve ti­
er) (1301/1884-1967). Celvetî-Haşimîli- sini, selamlık birimlerini (şeyh odası, caret merkezi görünümü kaybolmuştur.
ğin yanısıra Bektaşîliğe de intisabı olan meydan odası, derviş hücreleri vb),
Bugün, Abdülezel Paşa Caddesi ile
Y. Fahir Baba aynı zamanda, Haşimî mutfağı ve buna bağlı bölümleri barın­
güneyden kesişen sokaklar, sırasıyla,
kolunun merkezi (asitanesi ve pirevi) dıran, iki katlı kanat, kıble doğrultusun­
köprüye yakın Cemalettin Efendi So­
olan Bandırmalızade Tekkesi'nin de son da uzanan ince uzun bir dikdörtgen
kağı, Cibali Tütün Fabrikasindan sonra
postnişinidir. Son devir tekke edebiyatı­ alana yayılmıştı. Zemin katta, avlu kapı­
Sivrikoz Sokağı ve Odun İskelesi So-
nın tanınmış simalarından olan Y. Fahir sının aşağı yukarı karşısına gelen yerde
kağı'dır. Fener İskelesi'ne gelmeden
Baba'nm naat, kaside, nefes vb türlerde cümle kapısının bulunduğu, üst katta,
Haraççıbaşı Sokağı, Ayakapı Caddesi ve
aaız ve hece vezinleriyle kaleme aldığı bir koridor üzerinde beş-altı adet mekâ­
Miralay Nazım Bey Caddesi, üçü birden
birçok manzumesi bestelenmiş ve İstan­ nın sıralandığı, Kıble yönünde bulunan
bu caddeye açılır, hareketli bir çarşı ve
bul tekkelerinin son günlerinde revaç ve şeyh odası olduğu anlaşılan mekânın
meydan oluştururlar.
ABDÜLFETTAH EFENDİ 30
önemli yapılardır. Paralel olan Mürsel Efendi, bu görevleri dolayısıyla 1879'da
Paşa Caddesi ile Abdülezel Paşa Cadde­ birinci rütbe Mecidi ve birinci rütbe Os-
si arasındaki binalar hemen tamamen mani nişanlarını aldı.
yıkıldığından, dar bir yeşil alan iki yolu Abdülfettah Efendi sülüs ve nesihi
birbirine bağlar görünümdedir. Abdüle­ Şakir Efendi'den öğrendi ve 1832'de
zel Paşa Caddesi'nin kuzey yanındaki i c a z e t n a m e aldı, ta'lik yazıdan da
önemli yapılar, yıkımdan sonra sayıları 1846'da Yesârîzade Mustafa İzzet Efen­
iyice azalan eski konaklardır. Çoğu 16- di'den icazet almayı başardı.
17. yüzyıldan kalma bu yapılar Fenerli Yazıları çoktur. 1855 Bursa depremin­
Rum beylerinin konaklarıdır. Bu civar­ de Ulucami'de harap olan yazıları tamir
da, I. Dünya Savaşinda değirmen ola­ için oraya gittiğinde hem mevcut levha­
rak kullanılmış bir binanın Türk musiki­ ları hem de duvarlarda sıva üstüne yazıl­
si ile ilgili çalışmalarıyla da ünlü Kante- mış olanları tamir ettiği gibi ayrıca bü­
miroğlünun(-0 olduğu; oğlu Antiok- yük boyda yazılar yazdı. "Besmele", "Al­
hosün da (1709-1744) bu konakta doğ­ lah hu", "Huve Kur'anı Mecîd" levhaları
duğu söylenmekle birlikte, bu konuda bunlardan birkaçıdır. Abdülfettah Efendi
kesinleşmiş bilgi yoktur. 19. yüzyılda bu levhaları tahtadan yaptığı geniş ağızlı
inşa edilen Bulgar Kilisesi de(->) bu ta­ kalemle yazmıştı. Ulucami'in yazılarının
raftadır. Bundan sonra Tur-ı Sina Ma­ tamiri sona erince bu geniş ağızlı kalem
nastırı Temsilciliği ile İoannes Prodro- camiin mihrabının yanına asıldı. Son yıl­
mos Kilisesi(-0 yer alır. lara kadar orada asılı durmaktaydı.
Caddeye adı verilen Abdülezel Paşa, Diğer önemli eserleri arasında, Kas­
Osmanlı askeri tarihinin en ilginç ko­ tamonu'da Şabân-ı Veli'nin kabri üstün­
mutanlarından biridir. 1831'de Kon­ deki örtüleri ile etrafında yatanların ör-
ya'nın Hadim îlçesi'nin bir köyünde tülerindeki kelime-i tevhit. İstanbul'da
doğmuş, 1853-1856 Kırım, 1876 Sırp, Süleymaniye Camii'nin eski tarzda yazıl­
1877-1878 Osmanlı-Rus savaşlarında mış yazıları, Abdülmecid'in yaptırdığı
bulunmuş: er olarak girdiği orduda ge­ binalardaki yazılar, Abdülaziz'in tamir
n e r a l l i ğ e kadar yükselmiş, Nisan ettirdiği Fatih Türbesinin örtüsü ile et­
1897'de Osmanlı-Yunan Savaşımda Pı- rafındaki yazılar, Aksaray'da Pertevniyal
nartepe'de şehit düşmüş ve Alasonya'ya Valide Sultan Camii'nin dış kapısındaki
gömülmüştür. ç e ş m e n i n yazıları, B e y l e r b e y i Sara-
İLBER ORTAYLI yindaki ayet, kaside ve kıtalar, Yıldız
Hamidiye Camii ile Beşiktaş Ertuğrul
ABDÜLFETTAH EFENDİ Camiindeki levhalar ve çeşme kitabele­
(1814, Sakız Adası [bugün Yunanis­ ri, Talimhane'de yapılmış olan büyük
tan'da] - 16 Ekim 1896, İstanbul) Sülüs,
nesih, ta'lik, divani ve rıka hattatı.
Aslen Rumdur. Gençliğinde Müslü­
man olmuş ve Sadrazam Husrev Paşa
tarafından yetiştirilmiş ve okutulmuştur.
Eskiden köleler ve mühtedilerden çoğu­
nun babalarına Abdullah adı verilirdi.
Nitekim kendisinin nüfus tezkeresinde
babasınm adı Abdullah olarak yazılıdır.
Husrev Paşa'nın seraskerliği zama­
nında Daire-i Askeriye'ye kaydettirilerek
burada devrin bilgileri arasında geomet­
ri, hesap, Arapça, Farsça okudu, ayrıca
hat dersleri aldı. Bu daireyi bitirdikten
sonra çeşitli devlet işlerinde görev ya­
pan Abdülfettah Efendi, önce Husrev
Paşa'nın hizmetinde bulunduktan sonra
1831'de kurulan Sıbyan Alayı öğretmen­
liğine getirildi. Burada tabur kâtiplerine
günlük yazışmalarda kullanılan rıka ya­
zısını öğretti. 1839'da Sadaret Mektubi
kalemine girdi. 1845'te Eyüp ve 1846'da
Şehzade Camii'nin vakıf işleriyle meşgul
oldu. Daha sonra Sivas, Amasya ve Ay­
dın evkaf müdürlüğü ile Saruhan ve
Kastamonu mal müdürlüğü yaptı. Üç ay
Abdülezel Paşa Caddesi Kastamonu vali vekilliğinde bulunduk­
İstanbul Ansiklopedisi tan sonra Selanik vilayeti meclis reisliği­
ne ve mal m ü d ü r l ü ğ ü n e getirildi.
1857'de ser-sikkeken (madeni para res­
Abdülezel Paşa Caddesi'nin güney
samlarının ve para kalıpları yapanların
kesiminde Bulgar Kilisesi'nin vakfı olan
başı) oldu. 1860'ta filigran yapımını öğ­
bitişik nizam kagir evler; eski İstan­
renmek için Viyana ve Paris'e gitti. Abdülfettah
bul'un ilk yoksul apartman örnekleri sa­ Efendi
yılan ve Yahudhane denilen bir iki yük­ 1878'de İmha-yı Kavâim Komisyo­ Malumat, 1896
sek ahşap bina ile Aya Nikolaos Kilisesi numda da vazife gören Abdülfettah Nuri Akbavar
31 ABDÜLHAMİD I

şadırvanın yazıları, İngiltere'de İslam vanı verilen Abdülhak Molla İlmiye sını­ Bibi. Mecmua-i Fevâid, Millet Ktp., no. Yz
Cemiyeti ile Girit'teki camie hediye edi­ fında da sırasıyla Selanik Mollası (1827), (A) 2064, 28b; Rıza Tahsin, Mir'ât-ı Mekteb-i
Tıbbiye, Birinci Kitap, ist., 1327, s. 5, 8; İkin­
len levhalar, o tarihlerde Girit mahke­ Mekke Kadısı ( 1 8 2 9 ) . İstanbul Payesi
ci Kitap, ist., 1320, s. 306; Abdülhak Hamid,
meleri için yazdığı 44 tuğra, Bursa'da (1832), Anadolu Payesi (1836), Anadolu "Üstâd-ı Azam Abdülhak Hamid'in Hayat ve
Osman Gazi Türbesi'nin örtüsü üstün­ Kazaskerliği (1839) ile 1842 ve 1848de Hatıraları", İkdam. 21 Cemaziyülâhır
deki yazılar sayılabilir. Bunların dışında iki kez Rumeli Kazaskerliğime yüksel­ 1342/1923; İnal, Türk Şairleri, I; İzzet, He-
müzelerde ve hususi koleksiyonlarda mişti. Ayrıca 1848'de Meclis-i Maarif Re­ kim-başı Odası, İlk Eczane, Baş-Lala Kulesi,
yazıları vardır. ist., 1933, s. 26; R. Ekrem Koçu, "Hekimbaşı
isliği yapmıştı. Abdülhak Mollanın Hatıraları". Yeni Sabah,
Sülüs ve nesihte Hafız Osman; celi Abdülhak Molla 14 Mart 1827'de açı­ 14 Şubat 1941-28 Şubat 1941; A. Süheyl Ün-
sülüste Mustafa Rakım; talikte Yesârîza- lan Tıphane-i Amire'nin bir süre sonra ver, "Abdülhak Molla", Tedavi Kliniği ve La-
de Mustafa İzzet ekolüne bağlıdır. Diva­ Avrupa'daki okulların gerisinde kaldığını boratuvarı Mec, c. X (1941) s. 2; F. Nafiz
ni ve rıka yazılarında ise Divan-ı Hüma­ Uzluk: "Sultan Mahmut-u A(d)li'nin Vefatı
fark etmişti. Nazırlık görevi sırasında
yunda takip edilen üslup yolundadır. Hakkında Hekimbaşımn Raporu", tbni Sina,
okulun hocalarından İstefenaki Karate- Yıl 1, S. 1 (Şubat-Mart 1950), s. 5662; F. Na­
Bibi. Habib, Hat ve Hattatan. İst., 1306, s. odori ile birlikte II. Mahmudün dikkatini fiz Uzluk, Hekimbaşı Mustafa Behçet, Anka­
180; İnal, Son Hattatlar, 24-28; Malumat, no. okulun öğretim düzeyinin yükseltilmesi ra (1954), s. 105; F. N. Uzluk: "Abdülhak
63 (19 Kânunuevvel 1312), s. 296-298; Sicill-i için Avrupa'dan hoca getirilmesi gereği­ Molla'nın Tıp Terimleri", Dirim, S. 11-12
Osmant, IV, 862; Rado, Hattatlar, 230; DİA, (1967), s. 278-279; N. Uzluk, "Hekimbaşı Ya­
I, 203; İSTA, I, 80-81. ne çekmişlerdi. Bunun üzerine Avustur­
lısı", VD, IX (Ankara 1971), s. 251-259; A.
ALİ ALPARSLAN ya'dan Dr. C. A. Bernard davet edilmiş Adnan Adıvar. Osmanlı Türklerinde İlim
ve okul 1839'da yemden yapılandırılarak (haz. A. Kazancıgil-S. Tekeli) ist., 1982, s.
modernize edilmiştir. C. A. Bernardin 217-218; Arslan Terzioğlu, "Hekimbaşı Ab­
Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane'de dülhak Molla" Bifaskop, Yıl 5, S. 14 (Eylül
uygulamaya koyduğu yeniliklerde o dö­ 1984), s. 13-17; Bedi N. Şehsuvaroğlu-A. E.
Demirhan-G. C. Güreşsever, Türk Tıp Tari­
nemde nazır olan, Abdülhak Molla'nın
hi, Bursa, 1984, s. 154; Rengin Dramur, "Ab­
büyük payı vardır. Ayrıca nazırlığı döne­ dülhak Molla'nın Sultan II. Mahmud'a Yazdı­
minde karantina teşkilatı kurulmuş ve çi­ ğı Reçeteler". Tıp Dünyası, c. 59, S. 3 (1986),
çek aşısının yapımı zorunlu hale getiril­ s. 61-78.
miş ve hasta müşahedelerinin çok iyi tu­ NURAN YILDIRIM
tulmasını emretmiştir.
Bebek'teki yalısında (bak. Hekimbaşı ABDÜLHALİM EFENDİ TEKKESİ
Behçet Efendi Yalısı) ağabeyi Mustafa
bak. KOZYATAĞI TEKKESİ
Behçet Efendi'nin kurduğu bir botanik
bahçesi vardı. Abdülhak Molla'nın yalı­
daki eczanesinin giriş kapısında yazılı ABDÜLHAMİD I
"Ne ararsan bulunur derde devadan (20 Mart 1725, İstanbul - 7 Nisan 1789,
gayri " mısraı ünlüdür. Saray eczanesi­ İstanbul) Osmanlı padişahı. Sultan Ab-
nin kapısmda ise şu beytin yazılı oldu­ dülhamid Han-ı evvel, Hamid-i evvel
Ana Yayıncılık Arşivi ğu bir levha asılıydı: Çâresâz olsa he- adlarıyla da bilinir. III. Ahmed ile Şermî
kîm-i mutlak / Bula her derde deva Ab­ Râbia Kadın'ın oğludur. Oğlu II. Mah-
ABDÜLHAK MOLLA dülhak. mud'dan başlayarak Osmanlı hanedanı
(22 Aralık 1786. İstanbul - 19 Mayıs Ağabeyi Mustafa Behçet Efendi halk I. Abdülhamid'in soyundan yürümüştür.
1854, İstanbul) İstanbul'un hekimbaşılı- hekimliğine ait bazı ilkel tedavi yön­ Abdülhamid, babası III. Ahmed taht­
ğa kadar yükselmiş ünlü hekimlerin- temleri ve inanışlarını, Hezâr Esrar adı tan indirildiği zaman (1730) henüz beş
dendir. Divan-ı Hümayundan Mehmed altında madde madde toplamaya başla­ yaşındaydı. Topkapı Sarayı'mn Kafes
Emin Şükûhi Efendi ile Hekimbaşı Bü­ mıştı. Ölümünden sonra 850. sırdan iti­
yük Hayrullah Efendimin kızı Nefise Ha­ baren Abdülhak Molla'nın devam ettir­
nimin oğlu, Hekimbaşı Mustafa Behçet diği bu eser oğlu Hekimbaşı Küçük
Efendi'nin kardeşi, Hekimbaşı Küçük Hayrullah Efendi tarafından 1862'de ta­
Hayrullah Efendi'nin babası ve şair Ab- mamlanmış ve daha sonra da yayımlan­
dülhak Hamit Tarhan'm dedesidir. mıştır (İstanbul, 1283). Eser günümüzde
Türkçe ilk tıbbi folklor denemesi olarak
Önce dini bilimler sonra da Süleyma- kabul edilmektedir.
niye Medresesi'nde tıp tahsil ederek Hekimliği yanında güzel şiirler de
1801'de müderris oldu ve Eski Saray'da yazan Abdülhak Molla ne yazık ki şiir­
hassa (saray) hekimi olarak görevlendi­ lerini bir divanda toplamamıştır. Kalen­
rildi. Dönemin nüfuzlu kişilerinden Sa­ der Kasrinda II. Mahmudün tavuğun
daret Kethüdası Halet Efendi hakkındaki nasıl pişirildiği sorusu üzerine padişaha
olumsuz sözleri nedeniyle ağabeyi Mus­ takdim ettiği kaside ilginçtir.
tafa Behçet Efendi ile birlikte İ821'de Asakir-i Hassa hekimbaşısı olduğu sı­
Keşan'a sürüldü. Keşan'da bir yıl kaldık­ rada, II. Mahmudün 1828'de ordusu ile
tan sonra küçük kardeşi Hızır İlyas Rami Kışlası ve Tarabya'ya gittikleri ta­
Efendi sayesinde affedilerek İstanbul'a rihten İstanbul'a dönünceye kadar ge­
döndü. Abdülhak Molla önce Saray-ı çen zaman içindeki olayları günü günü­
Cedide-i Amire (Yeni Saray, Topkapı Sa­ ne yazmıştır. Tarih-i Liva adım taşıyan
rayı) hekimliğine getirildi, daha sonra bu eseri R. Ekrem Koçu tarafından sa­
da Asakir-i Hassa hekimbaşılığma atan­ deleştirilerek tefrika edilmiştir.
dı. Ağabeyi Mustafa Behçet Efendi'nin
II. Mahmudün ölümü ile ilgili olarak
ölümü üzerine 1834'te hekimbaşı ve
hazırladığı rapor da Feridun Nafiz Uz­
Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Nazırı oldu.
luk tarafından yayımlanmıştır. Abdülhak
1836'da hekimbaşılık görevinden azle­
Molla, II. Mahmud'a duyduğu bağlılık
dildi. 1839-1845 arasında ikinci ve 1848-
nedeniyle Abdülmecid'in iradesiyle II. I. Abdülhamid'in Young Albümünde yer
1849 yıllarında da üçüncü defa hekim­ alan portresi. Londra, 1808
Mahmud türbesinin avlusuna defnedi­
başılık yaptı. 1852'de reisül-ulema un­ Galen Alfa
len ilk kişidir.
ABDÜLHAMİD I 32

I. Abdülhamid, sadaret makamına,


Halil Hamid Paşa dışında bilgisi yetersiz,
İstanbul'un ve ülkenin sorunlarını kavra­
maktan uzak kişileri getirdi. Başkentteki
en güçlü ve yetkin devlet adamı Ceza­
yirli Gazi Hasan Paşa idi. Fakat Hasan
Paşa, sadaret görevini kabul etmeyerek
kaptan-ı derya olarak kaldı. Kişisel giri­
şimleriyle İstanbul'un su ve savunma so­
runlarına el attı. Kasımpaşa'da ve Boğaz
semtlerinde birçok çeşmeler yaptırdı.
Kasımpaşa ve Galata'daki bekâr odala­
rında barınan sefil ve disiplinsiz kalyon­
cular için Tersane içinde bir kışla inşa
ettirdi. İstanbul Boğazı'mn güvenliği için
Karadeniz çıkışında, Anadolu yakasında
P o y r a c ı k , Poyraz Limanı, Rumeli
yakasmda Cedid Fener kaleleri berkitil­
di. Buralara dizdarlar ve mustahfızlar
yerleştirildi. "Kavak" d e n e n b o ğ a z
istihkâmları onartıldı. Kavak nazırı,
bostancı ustaları atandı. Kavak muhafız­
larına barut ve işaret fişeklerinin kullanı­
mı öğretildi.
I. Abdülhamid'in Topkapı Sarayindaki yatak odası. Sadrazam Silahtar (Kara Vezir) Meh­
7SnVArşivi med Paşa, 1779'da göreve geldiğinde
İstanbul'un önceki yangınlarda harap
olmuş semtlerinin imarına çaba göster­
Kasrindaki bir dairede gözetim altmda mıştı. Ayrıca, Rusya'ya, Boğazlar'dan ge­ di. Öte yandan, Küçük Kaynarca Antlaş­
büyüdü ve yüzeysel bir öğrenim gördü. çiş hakkı, İstanbul'da ve diğer limanlar­ ması ile bağımsız olan Kırım'daki iktidar
Saraydaki tutukluluğu tahta çıkıncaya da her türlü emtiayı pazarlama olanağı. mücadelesine Rusya'nın ve Babıâli'nin
kadar 44. yıl sürdü. Bu bakımdan, dün­ İngiltere'ye ve Fransa'ya daha önceki müdahaleleri yeni bir savaş olasılığı do­
ya görüşü kıttı, istanbul'u da yeterince anlaşmalarla tanınan tüm ticari haklar ğurdu. Rusya, 1777'de Şahin Girayin
tanımıyordu. Ağabeyi III. Mustafa'nın da veriliyordu. Galata cihetinde "Beyoğ­ han olmasını desteklemişti. I. Abdülha­
ölümü (21 Ocak 1774) ardından saray­ lu" denen mahallenin yolunda, Rusya mid ise İstanbul'da oturan Selim Giray'ı
da yapılan cülus töreniyle tahta oturdu. Devletimin bir kilise yaptırması da ant­ han ilan edip Kırım'a gönderdi. Selim
27 Ocak 1774'te Eyüp Sultan'da kılıç laşmada yer almıştı. Koşullara göre bu Giray, Şahin Giray'a yenilerek İstanbul'a
kuşandı. O sırada Osmanlı-Rus cephe kilise halka açık olacak, Russo-Greque döndü. Gerginleşen Rusya-Osmanlı iliş­
savaşları devam ettiği, ordunun seferde Kilisesi adıyla anılacak, İstanbul'daki kisi, Fransa elçisinin arabuluculuğu ile
olduğu, İstanbul'da ise iaşe sıkıntısı çe­ Rus elçilerinin koruması altmda, müda­ düzeldi ve 1779'da İstanbul'da Aynalı
kildiği gerekçe gösterilerek cülus bahşi­ haleden uzak olarak güvenlik altında tu­ Kavak Tenkihnamesi imzalandı. Bunun­
şi dağıtılmadı. tulacaktı. Antlaşma ile Osmanlı Padişahı la Osmanlı padişahının tüm Müslüman­
I. Abdülhamid, hassas, sevecen, yar­ (Abdülhamid) "Müminlerin İmamı ve ların halifesi olduğu bir kez daha vur­
dımsever olmasına, kamu işleriyle ilgi­ Müslümanların Halifesi" sanlarıyla anıl­ gulanmıştır. Rusya'nın ve İstanbul'daki
lenme isteğine karşılık, hiçbir sorunu maktaydı. İstanbul'daki yabancı gözlem­ Ortodoks Patrikhanesi'nin baskısı sonu­
çözebilecek fikir donanımına ve dene­ cilerin ve Avusturya Büyükelçisi Baron cu, Katolik Ermenilerin İstanbul'da ayrı
yime sahip değildi. Sadrazam ve Serdar- de Thugutün yorumuna göre, Küçük bir patrik seçmeleri de yasaklandı.
ı Ekrem Muhsinzade Mehmed Paşa'nın Kaynarca Antlaşması, Rusya'nın, başkent
Sadrazam Halil Hamid Paşa, iki yıl­
Ruslara yenik düşüp geri çekilmesi Kü­ İstanbul'u ve Osmanlı devletinin her ül­
dan fazla süren görevinde (1782-1785)
çük Kaynarca Antlaşması'nm imzalan­ kesini, her an ele geçirebileceğinin bir
300 mevcutlu sürat topçularının 2.000
ması (21 Temmuz 1774), Avusturya ve belgesiydi. Buna karşılık İstanbul'daki
kişilik büyük bir birlik olarak yeni bir
İran'ın da Osmanlı Devleti'ne savaş aç­ ve cephedeki Türk yönetici ve diplo­
düzene bağlanmalarını sağladı ve eği­
maları, onun ilk saltanat yılındaki en matlar, bunu sezebilmekten uzaktılar.
timlerine önem verdi. İstanbul'un iaşe
önemli olaylardır. İstanbul'da ve tüm Diğer yandan, sanki ordu bir zaferden
sorununa eğildi. Kıtlıkları önlemek için
ülkede de ekonomik bunalım yaşanı­ dönüyormuş gibi, I. Abdülhamid, gör­
zahire stoklamaya çalıştı. İstanbul'daki
yordu. Dağılan ordudan kaçan askerler­ kemli bir alayla saraydan Davutpaşa or­
ulufeli askerlerin tam bir yoklamasını
den 7-8 bin atlı, çapul yaparak Balkan- dugâhına giderek Şumnu'dan getirilen
gerçekleştirdi ve kapıkulu mevcutlarını
lar'a, oradan da İstanbul'a doldular. Fın­ Sancak-ı Şerifi karşıladı. O günlerde İs­
dondurmayı amaçladı. Kentte ulufe alım
dıklık Süleyman Ağa bunların "Beşiktaş tanbul, anlamsız bir coşku yaşadı.
ve satımını yasakladı. Kayırılmış kişiler­
iskelesine geldiklerinde ahaliyi dehşet Antlaşmanın sağladığı 13 yıllık barış le çarşı esnafının "iratçı" adı altında kul
alub Üsküdar'a uburdan ( g e ç i ş t e n ) devresi boyunca İstanbul'da ileriki tehli­ ulufesi almalarını kaldırdı. Tüm bu kök­
men' edülüb ekmek vefâ etmeyecek keyi önleyici hiçbir hazırlık yapılmadı. lü girişimleri sonucu karşıtları bir iftira
(yetişmeyince) kasabayı ateşe yakarız!" Gücünü ve etkinliğini yitirmiş Kapıkulu kampanyası başlattılar. I. Abdülhamid,
dediklerini ve Üsküdar'a geçirildiklerini Ocaklarımın yanısıra geleneksel kurum­ Halil Hamid Paşa'nın kendisini tahttan
yazar. lar da olanca yetersizlikleri ile korundu. indirip Selim'i (III) padişah yapmaya
Küçük Kaynarca Antlaşması, Rus­ Savaş ve önemli bir iç sorun olmadığı hazırlandığı iddiasına inandı ve onu
ya'nın İstanbul'da ortaelçi düzeyinde ve halde Abdülhamid sık sık sadrazam de­ idam ettirdi.
yetkili bir temsilci bulundurmasını ve bu ğiştirerek icraat yaptığını sanmaktaydı. İstanbul'daki Rus elçisi Potemkin,
elçinin devlet törenlerinde öteki elçilerin Örneğin, Sadrazam İzzet Mehmed Paşa Babıâli'yi yeni ödünler beklentisiyle sı­
sırasında yer almasını da öngörmektey­ 1775'te, Kırım elçisine Dolmabahçe Ça- kıştırdıkça yeni bir savaş da kaçınılmaz
di. Bunun yanında, Rus elçisinin bütün yırinda verilen resmi ziyafette şeyhülis­ olmaktaydı. İngiltere ve Prusya ise ken­
tercümanlarına da dokunulmazlık tanın­ lamla tartıştığı için hemen azledilmişti. di çıkarları açısmdan Osmanlı yönetimi-
33 ABDÜLHAMİD I

ni buna teşvik etmekteydiler. Yaşlı ve canıyor ve İstanbul'a kesik başlar gel­ lardan para kazanmaya doymuyordu.
öngörüden yoksun I. Abdülhamid yine dikçe seviniliyordu. Herkes onun eleştirisinden çekinerek
de bir savaşın getireceği sıkıntıları dü­ I. Abdülhamid döneminde yakalanıp yanma değerli hediyelerle gidiyorlardı.
şünebilmekte "İbadullah ayaklar altında idam edilerek başları İstanbul'a gönde­ Bu adam, Cezayirli Gazi Hasan Paşa'ya
çiğnenecekse ben öleyim, daha iyi!" de­ rilen ünlüler arasında Müderris Osman da dalkavukluk ederdi. Lâleli vaizlerinin
mekteydi. İstanbullular arasında ise Ab- Paşa, Bolu Voyvodası Araboğlu, ser-eş- bir görevleri de Enderun'da vaaz et­
dülhamid'in k e r a m e t i n e inanmayan kıya Muslu, Sağmcalı Veli, Yahya, Ba­ mekti. O, bu görevinde de ileri geri ko­
yoktu. Oysa, şeyhülislam konağında ve yındır Voyvodası İvaz Mehmed Ağa, nuşur, Hasan Paşa'yı göklere çıkarır,
Babıâli'de yapılan meşveretlerden sonra Bağdat Valisi Ömer Paşa, Boğdan Voy­ başka herkesi kötülerdi. Kendisi her
savaş kararı çıktı ve padişah, "Moskof vodası Ligor, Sivas Valisi Ali Paşa da hafta yeni bir "avret alup cerrarlık etti­
gemileri Sarayburnu'nda bekliyor!" de­ vardı. İstanbul'da İse ribahor denen te­ ği" ayıbını görmezdi. Din kurallarını an­
nilerek kandırıldı. feciler türemişti. Bunların en tanınmışı latmak gerekirken kürsüde siyaset ya­
Sadrazam ve Serdar-ı Ekrem Yusuf Sultan Selim Camii'nin imamıydı. Bu pardı. Sonunda Mardin'e sürüldü.
Paşa komutasındaki Ordu, Mart 1786'da adam, Aziz Mahmud Hüdaî Asitane- İstanbul Kadısı Hayatizade Mehmed
İstanbul'dan tuğ ve sancak çıkartma tö­ si'ne mürit olmuş, şeyhe hediyeler vere­ Said Efendi, muhtekirleri cezalandırma­
renleri yapılarak uğurlandı. 1787'de Rus­ rek faizle edindiği serveti tekkenin bir dığı, kentteki zahire kıtlığına çare bula­
ya'ya ve Avusturya'ya savaş ilanı, İstan­ hücresine saklamıştı. Olay ortaya çıkın­ madığı, gelen malların toptancıdan pe­
bul'da öncekilere oranla daha ağır bir ca şeyhle birlikte sürgüne gönderildi. rakendeciye el değiştirip pahalanmasına
buhranın doğmasına yol açtı. Cepheler­ Din adamı görüntüsünde bir başka tip göz yumduğu için 1775'te azledilmişti.
den gelen bozgun haberleri ise kentteki Lâleli Camii Selâtin Vaizi Mardinî Mısır'a ve başka üretim bölgelerine be­
sıkıntıları unutturacak düzeydeydi. I. Şeyh'ti. Bu adam servete, türlü kaynak­ cerikli mübaşirler gönderilerek ürün
Abdülhamid üzüntüler içinde 7 Nisan
1789'da öldü. Yerine yeğeni III. Selim
tahta çıktı.
I. Abdülhamid, on beş yıllık saltanatı
I. A B D Ü L H A M İ D D Ö N E M İ İSTANBUL'UNDAN ANILAR
boyunca İstanbul'u tanımaya çalıştı. Bu 22 Şubat 1776 günü Vezir Kethüdası Mustafa Efendi Eyüb'deki Valide
amaçla kentin her semtine ya biniş dü­ Yalısinda Moskof Elçisine ziyafet verdi. 29 Şubat günü Yeniçeri Ağası Bahariye
zenler ya da değişik kıyafetlere girerek Yalısinda, 7 Mart günü de Defterdar Recaî Efendi Kâğıthane'de yine adı geçen
tebdil çıkardı. Kendisini tamyan bir risa­ elçiye ziyafetler verdiler. Dördüncü ziyafet, Reis (Dışişleri Bakanı) İsmail
le yazarı, I. Abdülhamid!, kılıç alayın­ Beyefendi 14 Mart günü Küçüksu'da tertip etti.
dan 40-50 gün sonra At Meydam'nda
Çünkü, ziyafet olunan Büyükelçi misafir (geçici) olup ayrılmak üzereydi.
ulema kavuğu üzerine yeşil destar sar­
Âsitâne'de (İstanbul'da) oturacak Orta-elçi rütbeli İstekfi acili general bu esnada
mış olarak gördüğünü, oradakilerce ta­
gelmişti. 19 Mart 1776 Salı günü Divân-ı Hümayun'da nâmesini (güven mek­
nındığını, peşinden gittiğini; kulluk (ka­
tubu) İslâm Padişahına (Abdülhamid) sundu.
rakol) yeniçerilerine altınlar dağıttığına
9 Nisan 1776'da kar yağdı. Kıştan bu güne kadar kar ve don eksik
tanık olduğunu anlatır. O, böyle şerif,
seyyid, derviş kıyafetleri ile çarşriarı, pa­ olmadığından, bu sene meyve hiç olmayacak denebilir. Üzümden gayrisi ateş
zar yerlerini dolaşır, çeşmeleri, sokakla­ pahasınadır.
rı, iskeleleri denetler, saraya dönünce Tersane emini, kalyon amelelerinin icâre denen üç aylık toplu ücretlerini
gördüğü aksaklıkları, sadrazama veya veremediğinden, Tersâne'de yapılmakta olan kalyonun ameleleri 14 Nisan
sadaret kaymakamına yazardı. Şeyhülis­ günü toplandılar:
lamın, sadrazamın davetlerini kabul -Tersane emini icâre vermiyor, hele sayla-sa!.. diyerek ileri geri sözler ettiler.
ederek konaklarına gider, yemek yer, Emin, kalabalığın dağıtılması için zabitler gönderince kavga çıktı. Hemen o saat
hokkabaz, canbaz, lubiyat, tuluat izler­ Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Pasa erişti. Olası ayaklanmayı bastırdı ve
di. Örneğin, Beykoz'da İshakağa Bah­ Paşakapısı'na bildirdi. Tersane emini Selim Efendi azledildi. Yerine Serdarlar
çesinde Gümrükçü İsmail Ağa'nın da­ Kâtibi Mustafa Efendi getirildi.
vetine gidecek kadar alçakgönüllü olan 15 Nisan Pazar gecesi gayrimüslimlerin paskalya gecesi idi. O gün öylesine
padişah, 1776'da sadrazamın verdiği zi­ bir sıcak ve baskın hava oklu ki eyyam-ı bahurda görülmemiştir. Ama bundan
yafette "mah-peyker, rânâ, dilber çengi­ sonra yine kış günleri yaşandı. 24 Nisan 1776'da Moskof Elçisi Röbnin mem­
lerin, lâtife ile lâtif cünbüşlerini" izleyip leketine dönerken yüzden fazla hademesi Müslümanlığı kabul edip burada
neşeleniyordu. Bu sırada, İstanbul'un kaldı.
bir başka semtinde, Rûz-i Hızır'da atlar
çayıra bırakılırken, Mir-âhûr-ı Evvel Ağa Laleli Camiinde vaiz olan Mardinî es-Seyyid eş-Şeyh Mehmed Efendi, pek
da, Mirahor Köşkü'nde Enderun halkına çok kapılardan servet ve ücret edinmişti. Onun dilinden ve ithamından korkan­
"âdet-i kadim üzere tablalar ile peynir lar, sözde duasmı almaya giderlerken atiyyeler, hediyyeler götürüp gönlünü
ve yoğurt" döşetip ikramlarda bulunu­ hoş etmeye çalışırlardı. Kendisi Kaptan Paşa'ya (Cezayirli Gazi Hasan Paşa)
yordu. yardakçılık edip o İstanbul'da iken yanından ayrılmamaya dikkat ederdi. Lâleli
I. Abdülhamid, aşırı dindarlığından Camii vaizinin cuma geceleri Enderun'da vaaz vermesi usûl olduğundan
şeyhlere, hocalara güveni sonsuzdu. Mardinî Efendi de orada, diğer kürsülerdeki gibi uluorta bazan halkın
Şeyhülislamın salık vermesi üzerine, gidişatına, bazan ileri gelenlerin yaşayışlarına, hattâ devlet işlerine atıp tutar; -
Bursa'daki Kadirî Dergâhı şeyhini İstan­ Kaptan Gazi Hasan Paşa gibi vezir varken sadrazamlık mührü ehliyetsiz ve
bul'a getirtmiş, keramet sahibidir diye alçak kimselere verilir mi? İyiyi kötüyü fark eden çengi oğlanı, iş ve siyaset
Berat gecesi huzurunda vaaz verdirtmiş, bilene tercih ediliyor!.. Demekten çekinmezdi. Oysa haftada bir avret almak,
nasihatim dinlemiş ve memleket için kapı kapı para dilenmek gibi kendi ayıplarım görmezlikten gelirdi. Vaizlerin
dua ettirmişti. Fakat, ne İstanbul'da, ne vazifesi, din, ahlâk ve fazilet dersleri vermek iken o, halkı fitneye kışkırtan
de ülkede huzurdan eser vardı. Anado­ sözler söylerdi. 30 Temmuz 1776'da bir Hatt-ı hümayun (padişah buyruğu) ile
lu ve Rumeli, soyguncu eşkıya grupları­ evinden alınıp Mardin'e sürgün edildi. İkibin akçalık gündeliği imtihan ile hak
nın, kendi bölgelerini haraca kesen ve edenlere tevcih olundu. Borçlularında ve Bezazistan'da altmış kese akçası çıktı.
angaryaya koşan ayanların, taşra vezir­ Bu paraya ve evindeki eşyasına el konuldu
lerinin baskısı altındaydı. Valiler sık sık
MürTt-Tevarih, III, haz. M. M. Aktepe, İst., 1981, s. 38-39, 41-42
ayaklanmaktaydılar. Olanaklar elverdi­
ğince bunların tepelenmesine çaba har­
ABDÜLHAMİD I

sevkıyatının artırılmasına çalışılmakla yıldı. O günlerde ikinci bir yangın da dışında Topkapı, Mevlevihane Yenika-
birlikte bunda da başarılı olunamadı. Tavşantaşinda parladı. 1779'da Arabacı­ pısı, Silivri Kapısı civarları da tutuştu.
Bunun sonucunda 1782'de Rusya'dan, lar Kârhanesi yangını o civarı kül etti. Beri tarafta Haliç kıyısında Ayakapı-
İstanbul'un gereksinimi için buğday it­ Aynı günlerde ikinci bir yangın, Os­ sindan Odunkapısı'na değin semtler,
hal edildi. Başkente her yıl Eflâk'dan manlı padişahlarının uzun bir zaman­ sur içerisinde ise Ağakapısf ndan Sultan-
l 6 0 bin, Boğdan'dan 120 bin koyun dan beri oturmadıkları, yer yer çökmüş selim'e doğru yamaçlar, Hasanpaşa Ha­
gelmekte ve kasaplara dağıtılmaktaydı. ve viraneleşmiş bulunan Üsküdar'daki nı, Sakızağacı, Emir Buharı, Koska ve
Ancak bozulan ilişkiler sonucu bunda Kavak Sarayinı tutuşturdu. O çevredeki Sadîler Tekkesi civarları, Aksaray, Cer­
da aksamalar başladı. Kasapbaşı ise ce­ sırcılardan sıçrayan kıvılcımlar bu gör­ rahpaşa, Avratpazarı, Molla Gürani ve
leplerden rüşvet aldığı için 1783'te idam kemli saray harabesini tamamen yok et­ Yüksekkaldırım, Davutpaşa Camii çev­
edildi. 1787'de ordunun sefere çıkması­ meye yetti. Yine o yıl üçüncü bir yan­ resi, Y e n i o d a l a r , Heklmoğlualipaşa
nın ardından İstanbul'da görülmedik bir gın Desterecilerbaşinda bir berber dük­ semti, Kocamustafapaşa tamamen yan­
pahalılık başladı. Yiyecek kıtlığı yeni­ kânından başladı. Yirmi saat sürdü ve dı. Bilanço 20 bin evdir. Evsiz barksız
den baş gösterdi. Herkes o sıkıntı orta­ pek çok insanın ölümüne neden oldu. kalan İstanbullular, Fatih, Laleli, Sultan
mında birbirini kandırma yolunu tuttu. Kurtulanlar yol ve kül üstünde kaldılar. Selim camilerine, At Meydanina, çukur
İstanbul'a dışarıdan zahire gelmez oldu. Bir hafta sonra Kalaycılar Köşkü civa­ bostanlara taşındılar. Yangın sırasında
Etin 1 okkası 18 paraya çıktı. Bir mum rında bir yangın daha başladı. Abdülha­ mal kurtarma ve yağmalama derdine
1 paraya satılmaktaydı. Bu, fiyatların mid, devlet ileri gelenleriyle bir yangın düşen yüzlerce insan da öldü.
birkaç yıl içinde üç kat artması demekti. yerinden ötekine koşuyordu. Halkın 1784'te, yirmi yedi saat süren bir
Halk, "Halimiz nice olacak?" diyordu. inancına göre padişah gelince yangının başka yangın Edirnekapf da Kiremit ma­
Abdülhamid dedikodulardan haberdar durmasıO) gerekiyordu. Nihayet uğur­ hallesinde çıktı. Abdülhamid dönemi­
olunca İstanbul kaymakamına neredey­ suz 1779 yılının son büyük yangmı Kü- nin sonuncu yangını 1788'de Babıâli'de
se yalvarır gibi buyruklar yazdı. Kapan çükpazar'ı kasıp kavurdu. İ780'de Ni­ Kethüda Kâtibi odasında çıktı. Bu ateş,
tacirleri, Karadeniz'den zahire getirmek şancı tarafları yandı. Padişah ve vezirler, eski Paşakapısinın divanhanesini, Ket-
için savaş gemileri istediler. İstanbul'un yangın söndürenlere doğrudan buyruk­ hüdabeğ, Reis Efendi dairelerini, matba-
iaşesi, cephedeki ordudan da öncelikli, lar verdiler. hını, alt ve üst kat kalemlerini, çavuşba-
padişahı ve yöneticileri uğraştırmaktay­ İ s t a n b u l ' u n en sık y a n g ı n ç ı k a n şı ve arz odalarını, en son Havuzlu
dı. Ama İstanbul, bu kıtlıkta bile eğlen­ semtlerinden olan Cibali. bu yıl bir kez Köşk'ü yaktı. Sarıkçı odası, yatak odası,
celerden, donanmalardan yoksun kal­ daha tutuştu. Aynı gün bir yangın da hazine dairesi yangından kurtuldu. Ta­
mıyordu. Örneğin 1775'te, bir tarafta, yeniçeri kışlalarında başladı ve beş altı rihçi Cevdet Paşa'nın deyimiyle, yangın
Fransız büyükelçisi "Büyükdere Bahçe­ oda tamamen yandı. 1782 yazında Sa- Babıâli'de evrak dolaştıran hademe gibi,
sinde sair millet-i küffara ziyafet verüb, matya'da Harabatlar civarında Kereste­ girmedik kapı bırakmamıştı! Babıâli ev­
kandiller, mumlar ve fişekler ile âheng cilerde başlayan yangın yüzlerce evi rakının epeycesi yandı. Paşakapısinın
eylerken" terziler de kendi esnaf gele­ kül etti. Ardından iki gün süren Balat harem dairesi ile yangından kurtulan
nekleri uyarınca Alibeyköyü'nde üç gün yangını çıktı. Bu büyük yangın, Sultan bölümler, geçici olarak devlet çalışma­
üç gece teferrüç eylemekteydiler. O sı­ Selim'e, Hırka-i Şerife ve Karagümrük'e larına ayrıldı.
rada Hadice Sultan'ın doğumu ise kent­ kadar olan semtleri kül dağına çevirdi. I. Abdülhamid, 1776'da bir nizamna­
te yedi gün yedi gece şehir donanması, Yedi bin dolayında ev yandı. Asıl yan­ me çıkartarak yoksulların orta hallilere,
akşamları "sallar ile âteş-bâzlık ve fişek- gın yine o yılın 21 Ağustos günü Ciba- orta hallilerin zenginlere bakıp giyim
feşanlık, Tophânelü çengüler, atlu-ka- li'de başladı. Tarihlere "Harik-ı Kebir" kuşam edinmelerini, israfı önleme ge­
rmcalar, dolaplar, mehterhaneler, mâ- adıyla geçen bu felaket, Horoslu değir­ rekçesiyle yasakladı. Saray halkından
hiyyeler, top ve humbara taklitleri, ha- meni yanındaki Mavnacı Ali'nin evin­ vezirlere, sivil memurlara, askere, esna­
vayi fişenklerle" gösteriler yapılıyordu. den yayıldı. Yedikule'ye kadar genişle­ fa ve halka, başka başka kıyafetler ön­
I. Abdülhamid döneminde İstanbul yen yangın alanı, Marmara kıyısında görüldü. İkinci bir fermanla sefihane
bir dizi yangın geçirdi. Bunlardan ilki Narlıkapı, Samatya, Davutpaşa, Langa, yaşayan kimselerin hademelerini kadın
1777'de Kıztaşinda çıktı. Sağa sola ya­ Yenikapı semtlerini de içine aldı. Sur giysileri giydirip sıkma ve şeridi, yakası
35 ABDÜLHAMİD I ÇEŞMESİ

oymalı, yenleri sırmalı entarilerle dolaş­ uzun bir işlevsizlikten sonra Sadrazam
tırmaları yasaklandı. 1783'te, ö n c e k i Halil Hamid Paşa'nın teşviki ile Râşid
buyrukların yürümediği anlaşılınca aynı ve Vâsıf efendilerin yönetiminde faali­
konularda bir ferman daha çıkartıldı. yete geçmiştir.
1785'e doğru İstanbul'da tütün içimi öy­ Şam'da Havran bucağında saklanan
lesine yaygındı ki, bir toplulukta on beş Hz Muhammed'in ayak izini taşıyan
kişi varsa ancak birkaçı tütün içmiyor­ "Nakş-i kadem-i şerif" taşını İstanbul'a
du. Bir çubuk takımı beş kese akçeye getirten Abdülhamid, bunu türbesine
kadar satılmaktaydı. Kadınlar ise muras­ koydurtmuş, bu taş daha sonra Topkapı
sa ve telli paşmaklara aşırı ilgi göster­ Sarayı Mukaddes Emanetler Dairesi'ne
mekteydiler. Bunu öğrenen padişah, alınmıştır.
halkı beyhude israftan yasaklama kara­ Bibi. A. Vâsıf, Mehâsinü 'l-Âsâr ve Hakâikü '/-
rına vardı. Yeni bir fermanla "Duhan Ahbaı; (Yayımlayan: Mucteba İngürel). İst.,
çubukları imamelerini altun kakma ve 1978; Tarih-i Cevdet, I, II, IV; Zaimzade
envai cevahir taşları ile bezemeyi, bun­ Mehmed Sadık, Vak'a-i Hamidiye, ist., 1289;
ların üçer beşer yüz kuruşa alunub sa­ Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV/1-2; C. Bay-
sun, "Abdülhamid I", LA, I; Uluçay, Padişah­
tılmasını, kezalik nisvan taifesinin tahta ların Kadınları; Mür'i't-Tevarih, III.
pâbuşlarma sim kabara ve sırma işlet­ • NECDET SAKAOĞLU
melerini" yasakladı.
İleri yaşta tahta çıkan I. Abdülhamid, I. Abdülhamid Türbesi, B a h ç e k a p ı ABDÜLHAMİD I CAMÜ
harem yaşamını seviyordu. 11 kadını AH Hikmet Varlık, 1993 bak. BEYLERBEYİ CAMİİ
vardı. Bunlardan 12 sultan (kız) 8 şeh­
zade (erkek) çocuğu olmuştur. Oğulla­ ABDÜLHAMİD I ÇEŞMESİ
rından Mustafa (IV) ve Mahmud (II) ile­ Dolmabahçe'de birer çeşme tesis etmiş­ bak. MAHMUD II ÇEŞMESİ
ride tahta çıkmışlardır. Kadınlarından tir. Topkapı Sarayı Harem Dairesi'nde
Ayşe Sineperver, çeşmeler, Binnaz Ka­ adını taşıyan bir mabeyin dairesi ile ha­ ABDÜLHAMİD I ÇEŞMESİ
dın vakıf tesis etmiş, Mehtâbe Kadın ki­ remin en güzel mekânlarından kabul
taplar vakfetmiştir. II. Mahmud'un an­ Emirgân'da Muvakkithane Caddesi ile
edilen bir yatak odası vardır. Beşiktaş
nesi olan Nakşidil Sultanın Fatih'te tür­ Boğaz sahil yolunun köşesinde, Çmaral-
Sahilsarayı'na yeni köşk ve kasırlar ek­
besi, Alemdağ'da ve Sultanahmet'te tı denilen kahvehanenin bitişiğindedir.
letmiş, yanan Hırka-i Şerif Camii'ni de
çeşmeleri, Fatih'te sebili vardır. Abdül- Yolun diğer köşesinde ise I. Abdülha­
yeniden yaptırmıştır. Bebek tenezzüh-
hamid'in, başkadmı Ruhşah Hadice'ye mid'in yaptırdığı cami vardır ( b a k .
gâhmdaki kasr-ı hümayunu ( B e b e k
yazdığı aşk mektupları onun hüküm­ Emirgân Camii).
Kasrı) onartmış. Babıâli'nin Alayköşkü
darlık kişiliğiyle bağdaştırılamaz üslup­ Kitabelerine göre her İki yapı da ay­
karşısındaki ana kapısı önündeki dük­
ta, samimi duygular yansıtır. Kızlarin- nı tarihlerde inşa edilmiştir. 1197/1782
kânları kamulaştırarak bir meydan dü­
dan Esma (Küçük) Sultan, İstanbul çev­ tarihli olan çeşme günümüze, orijinal
zenlenmesini ve yolun genişletilmesini
r e s i n d e b i r ç o k çiftlikler e d i n m i ş , durumundan hiçbir şey kaybetmeden
sağlamıştır. Harap durumdaki Yediku-
Eyüp'te, Maçka'da birer saray, Boğazi­ gelmiştir.
le'nin onarılması da onun döneminde­
çi'nde Tırnakçı ve Ortaköy yalılarını dir. Yeniçeri Ocağimn ıslahı, lağımcı ve Mimarisi ve süslemesi devrinin ba-
yaptırmıştır. I. Abdülhamid'in çocukları­ humbaracı ocaklarının örgütlenmesi, rok-rokoko üslubunu yansıtır. Sekiz
na düşkün olduğu, aile yaşamına ilgi Fransa ve İngiltere'den uzmanlar getirti­ cepheli, dört musluklu ve haznelidir.
duyduğu, kadınları, kızları ve şehzade­ lerek eski kurumların modernleştirilme­ Tümüyle mermerden inşa edilmiştir. Ça­
leri ile yaz aylarını Karaağaç'ta, Beşik­ si I. Abdülhamid'in ilgi duyduğu hiz­ tı çıkıntılı ve ahşaptır. Saçaklar ahşap ve
taş Sahilsarayı'nda geçirdiği bilinmekte­ metlerdir. Cezayirli Gazi Hasan Pa- kasetli süslemeye sahiptir. Çatının orta­
dir. Kızı Esma Sultan, babasının ölü­ şa'nm, donanmayı yenileme çabasını sında sekizgen tambura oturan bir kü­
münden sonra görkemli bir yaşam sür­ desteklemiş, Mühendishane-i Bahri-i çük kubbesi vardır. Dört ana yöndeki
müş, giyim kuşamı, zevke ve eğlenceye Hümayun adı verilen ilk modern askeri musluklu, mermer yalaklı cephelerin
tutkunluğu, mesirelere kalfa ve cariye- teknik okulun açılmasına izin vermiştir. arasmda kalan ara cepheleri ise sadedir
leriyle gidişi, İstanbul hanımlarına ör­ Haliç'teki Riyaziye Mektebinde Baron ve üst seviyelerinde birer kitabe bulu­
nek olmuştur. de Tott ile Kampel Mustafa'nın dersler nur. Yalakların üst hizalarında bu cep­
v e r m e s i de o n u n d ö n e m i n d e d i r . helerde birer mermer platform (kovalık)
I. Abdülhamid'in İstanbul'a kazandır­
1776'da Tersane Mühendishanesi, yer almaktadır. Her cephedeki aynalar
dığı kurumlardan Bahçekapı-Sirkeci
1784'te İstihkâm Mektebi faaliyete geçi­ ve alınlıklar da ayrıca kitabelidir. Kita­
arasında adıyla anılan cadde üzerindeki
rilmiş, bu okullarda da İstanbul'un ünlü beler Yesarî Mehmed Esad Efendi tara­
Hamidiye İmareti sonradan yıkılarak ye­
bilgin-hocaları Gelenbevî İsmail, Kasap- fından kaleme alınmıştır. Aynataşların-
rine Dördüncü Vakıf Hanı yaptırılmıştır.
zâde İbrahim efendilerin yanında Fran­ daki kitabelikler birer ayet-i kerime ihti­
Yine, adını taşıyan Hamidiye Türbe­
sız uzman de la Fayette de dersler ver­ va eder. Doğu cephesindeki alınlıkta
sinde kendisinden başka soyundan ge­
miştir. Tophane'ye ve top dökümüne Sultan Abdülhamid'in tuğrası da yer al­
len birçok hanedan bireyi gömülüdür.
önem veren I. Abdülhamid, bütün salta­ maktadır. Cephelerin tümünde stilize
Külliyeyi b ü t ü n l e y e n sebil, Soğuk-
natı b o y u n c a bu konuyla ilgilendi. bitkisel dekor hâkimdir. Kitabe kenarla­
çeşme'ye taşınmıştır. Sıbyan mektebi,
Onun, bir seferinde, çok özel bir gele­ rı ve ayna kemerleri Osmanlı rokoko
medrese ve kütüphanesi de yıkılmıştır.
nekle ve anadan doğma çıplak yüzlerce üslubunun zarif örnekleridir. Cepheleri
Kütüphanesi'ndeki 1.500 dolayında yaz­
işçinin çabasıyla gerçekleştirilen, tüm bitiştiren kenarlar boyunca köşeli ve
ma nadir eser halen Süleymaniye Kü-
devlet erkânının katıldığı top dökümü yivli birer sütunçe yer alır.
tüphanesi'ndedir. Beylerbeyi'nde annesi
Râbia Sultan adına, eski Beylerbeyi Sa- törenine Rusya elçisi Röbnin'i yanma Çeşmenin yapıldığı dönemde suyu
rayı'nm Hırka-i Şerife Odası arsasına bir alarak gittiği bilinir. Tophane'deki yeni­ Belgrat Ormanı'nda Valide Bendi'nden
cami ile hamam ve sıbyan mektebi yap­ leştirmeler için Fransa'dan gelen Fran- alınırdı. Bu suya daha sonraları II. Mah­
tırdığı gibi, aynı yerde iskele meydanı­ çois Alexi, ekibiyle birlikte henüz çalış­ mud Bendi'nin suyu da katılmıştır. Bu
na, Çınarönü, Havuzbaşı, Araba Meyda­ maya başlamışken 1787'de yeni bir sa­ tesis Taksim su şebekesini oluşturmuş­
nı ve Kısıkliya birer çeşme, Emirgân'da vaş dönemine girilmiş ve bu ekip geri tur. Bu suyun Boğaz çeşmelerine ayrı­
bir cami ile hamam ve dükkânlar. Bo­ gitmiştir. İbrahim Müteferrika'nın kur­ lan koluna Başlısu denir. Çeşme halen
ğaziçi'nin Rumeli yakasında İstinye ve duğu İstanbul'daki devlet matbaası, akmaktadır. Orijinal suyolları bozulma-
ABDÜLHAMİD I KÜLLİYESİ 36

mış olduğundan çok lezzetli olan Başlı- ret ve sıbyan mektebi) birleşik güney tüphane, hamam gibi yapılar eklenmek­
su'dan Emirgân'a yolu düşen herkes tat­ kenarlarının Hamidiye Caddesi'ne para­ tedir. Yakınında büyük bir cami vardır,
madan geçmez. lel olduğu, diğer kenarları ile birlikte fakat onun müştemilatı değildir. Özel­
Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 128; G. pek de düzgün olmayan bir dörtgen likle mescidi diğerlerine göre daha fark­
Ertürk, İstanbul Meydan Çeşmeleri, (İ1İEF meydana getirdiği, yapının ortasında lı bir yerde planlanmıştır. Ayrıca medre­
Yayınlanmamış Lisans Tezi), İst., 1982, s. 49. bulunan revaklı avluya hücrelerin açıl­ senin oldukça düz bir araziye yerleşme­
ZİYA NUR SEZEN dığı, cephesinin barok üsluplu süsleme­ sine rağmen hücrelerinin zemininin av­
lerle kaplandığını elde kalan fotoğraf­ luya göre yüksek tutularak altta bir
ABDÜLHAMİD I KÜLLİYESİ lardan anlıyoruz. bodrum katı meydana getirilmesi de
İstanbul'un önemli ticaret merkezlerin­ Sebil ve Çeşmeler: Sıbyan mektebinin farklı bir özellik olarak görülmektedir.
den Eminönü-Sultanhamam ile Sirkeci Hocapaşa veya bugün Sirkeci denilen Medrese ve eklentileri, İstanbul'da yapı­
arasında Bahçekapı denilen yerde Ha- semte bakan köşesine 1774-1778 yılları lan ve bir padişah tarafından inşa ettiril­
midiye Caddesi kenarmdaki Dördüncü arasında yapılan çeşmeler de sebil ile miş son külliyenin günümüze kalan
Vakıf Hanı'nın güneyinde, tam karşısı­ birlikte Dördüncü Vakıf Hanı yapılacağı parçasıdır.
na isabet eden yapı adasının merkezin­ sırada Zeynep Sultan Camii'nin kuze­ Kitabenin olduğu kapıdan medrese­
dedir. yinde kalan köşeye nakledilmiştir. Bu­ ye girildiğinde önce kare şeklinde üstü
Külliyenin imaret, sıbyan mektebi, se­ gün oldukça bakımsız kalan eser, barok kapalı bir avluya varılır. 5,50x5,50 m öl­
bil ve çeşme ile meydana gelen bölümü­ üslubundadır. çülerinde olan bu mekânın üstü iç tepe
nün yerinde bugün Dördüncü Vakıf Ha- Medrese: Külliyenin günümüze kalan noktası 5,20 m gelen bir aynalı tonozla
nı(->) vardır. Medresenin bulunduğu yer­ son yapılarından olan medresenin kü­ kaplıdır. Avludan sonra karşısında ikin­
de ise sıra dükkânlar sınır teşkil eder. tüphane ve mescit ile birlikte 1780 tari­ ci bir kapıdan geçilen uzunlamasına
hinde yapıldığını Yıldız Hamamı Soka- dikdörtgen planlı medresenin iç avlusu­
Medresenin doğusunda ise türbe ve
ğina açılan cümle kapısının üzerindeki na geçilir. Avlu 16,00x31,30 m ölçüle-
haziresi yer almaktadır. Medresenin gü­
kitabesinden öğreniyoruz. Kitabe Sey- rindedir. Etrafı volütlü başlıklı 30 mer­
neyinde mescit bulunmaktadır. Mesci­
yid Yahya Tevfik Efendi tarafından mer sütunla çevrilidir. Avlunun üstü
din batısında Yıldız Baba Türbesi ve
manzum şekilde düzenlenmiştir. medreseyi kullanan İstanbul Ticaret
Yıldız Hamamı k ü t ü p h a n e y e sınır
Medresenin kuruluşu ile ilgili diğer Borsası tarafından betonarme kolonlara
oluşturur.
önemli bilgiler ise külliyenin 15 Muhar­ taşıtılan, uzun kenarlarında aydınlık fe­
Külliyeye ait imaret ve sıbyan mekte­ nerleri olan bir çatı ile kapatılmış ve
rem 1195 (11 Ocak 1781) tarihli vakfi­
bi yıktırılmış, sebil ile çeşme de, Gülha- içerisine de revakların önlerine borsa­
yesinde verilmektedir.
ne Parkı karşısındaki Zeynep Sultan Ca- nın acente odaları yaptırılmıştır.
Vakfiyede, medresede görev alacak­
mii'nin köşesine taşınmıştır. Külliyenin larda aranan özellikler, ücretleri, görev­
bugünkü mevcut yapıları, 18. yy'ın son Aslında tek katlı planlanan medrese­
leriyle öğrencilerin nasıl terfi edecekle­ de avlu, giriş katında bırakılmış, çevre­
çeyreğinden kalan Osmanlı külliye mi­ ri, nasıl ve ne zaman, hangi dersi oku­
marisinin, günümüzde görülebilen son nin yüksek yapılar ile çevreleneceği ka­
yacakları vb gibi önemli mali ve idari bul edilerek revak kotu yüksek tutul­
örneklerini meydana getirirler. yönetmelik maddeleri açıklanmaktadır.
19 Ekim 1775'te İmaret inşaatının muştur. Revakların üstleri çapraz tonoz­
Ortaçağda Anadolu medreseleri ge­ lar ile kapatılmıştır. Revaklara cümle ka­
başlaması ile külliyenin temeli atılmıştır. nelde avlulu ve kubbeli denilen iki ana
Tarih-i Cevdet 'te bu temelin atılışı anla­ pısından sonra gelen ikinci kapının iki
sınıfa yerleşirken Osmanlılar dönemin­ yanından sekiz rıhtlı merdivenler ile çı­
tılmıştır. Ayrıca Hüseyin Ayvansarayî'de de yapılan medreselerde bir tek plan ti­ kılır.
Hadîkatü l-Cevâmi adlı eserinde imare­ pine yönelim görülmektedir. Bu avlu-
tin iki yöne açılan iki ayrı kapısı ve eyvanlı medrese tipinin biraz daha geli­ 1926'da yıkılması şartı ile İstanbul
bunların dış kısımlarında birer de çeş­ şerek üç ana bölümde toplanmasıdır. Borsasimn kullanımına bırakılmış olan
meleri olduğunu anlatır ve tarihlerini Bunlar selatin külliyeleri medreseleri, medrese borsa tarafından yıktırılmamış,
1777 olarak verir. müştemilat medreseleri ve müstakil ihtiyaçlarına cevap verecek bir biçimde
Külliyenin diğer yapılarından sıbyan medreseler diye açıklanabilir. Hamidiye düzenlenerek restore edilmiştir. Günü­
mektebi 1777, medrese-kütüphane-mes- Medresesi müstakil medreselere dahil­ müzde de gayet iyi durumdadır.
cit-arasta yapı topluluğu 1780, türbe ise dir. Bu medreseler bir camie bağımlı ol­ Kütüphane: Cümle kapısından giri­
1789 yıllarında tamamlanmıştır. madan başlı başına medrese olarak inşa len avlunun güneyinde yer alan merdi­
İmaret ve Sıbyan Mektebi: Külliyenin edilmişlerdir. ven, ikinci katta üstü aynalı tonoz ile
Hamidiye Caddesi'nin kuzey bölümün­ Alt grup olarak Hamidiye Medresesi örtülü bir hole varır. Bu hol doğu ve
de kalan yapıları 1913 yılından önce ye­ küçük bir manzume meydana getiren­ batı duvarlarında açılmış birer taş söveli
rine Dördüncü Vakıf Haninin yapılması lerdendir. Bunlarda daha sonra banisi­ pencere ile aydınlatılmıştır. Merdivenin
gayesiyle yıkılmıştır. Bu yapıların (ima­ nin türbesi, imaret, sıbyan mektebi, kü- karşısında üç rıhı ile çıkılan bir koridor
yer alır. Kitap okuma salonuna bu kori­
dorun sonunda ve solunda, üstünde ki­
tabe olan bir kapıdan girilir. Kapıdan
girilince aynalı tonozla örtülü kare bir
mekâna varılır. Buradan sağa dönülün­
ce üzeri yine aynalı tonoz ile örtülü asıl
kitap okuma mekânına gelinir. Salona
holden sonra bir seki ile çıkılır. Planda
kuzey duvarı köşeleri kırk beş derecelik
açı ile kırılarak dışarıdan ikişer tane gö­
I. Abdülhamid rünen pencerelere içeriden bir pencere
Külliyesi'nin
görüntüsü sağlanmıştır. Sekinin başladı­
Dördüncü
Vakıf ğı çizgide sağda ve solda ikişer adet sü­
Hanindan tun bulunmaktadır. Bunların başlıkları
alınmış stilize edilmiş İyon tarzındadır. Sekiye
kuzeybatıdan ayakkabı ile çıkılmaması planlanmıştır.
görünümü. Kitap okuma salonunun güney duvarı­
Nazım Timuroğlu,
na açılan bir kapıdan cilthaneye geçil-
1993
37 ABDÜLHAMİD I MEDRESESİ

Arasta: Medresenin ana yapısının


kuzey duvarı ile Hamidiye Caddesi
arasında kalan sıra dükkânlar, günü­
müzde cephe özelliklerini kaybetmiştir.
Aynı şekilde ö n c e d e n t o n o z örtülü
olan üstleri bugün düz bir çatı ile
kapatılmıştır.
Türbe : I. Abdülhamid 1789'da ölün­
ce külliyenin içindeki türbeye defnedil-
miştir. Ayrıca kendinden sonra gelen
padişahlardan IV. Mustafa da aynı yer­
de gömülüdür. Türbe Aya Logütkon
Manastırı'nın yerine 1789'da yaptırılmış­
tır. Mimarı M e h m e d T a h i r Ağa'dır.
Barok stilindeki türbenin planı köşeleri
yuvarlatılmış bir karedir. Türbenin diğer
bir mimari özelliği karenin yuvarlatılmış
köşelerinde trompların olmasıdır. Tür­
benin kare duvarlarının üzerindeki kas­
nak, kubbeyi taşır. Dış görünüşü iki
katlıdır. Alt sıradaki pencereler dövme
demir, boğumlu, kare parmaklıklarla
üst sıradakiler ise petek camlıdır. Tür­
b e n i n Hamidiye C a d d e s i n e b a k a n
kuzey duvarının kesik köşelerinde ve
p e n c e r e l e r i n iki y a n ı n d a dört adet
b a r o k tarzında, m e r m e r d e n ç e ş m e
yapılmıştır. Kubbesi kurşunla kaplı olan
türbeye güneyden girilir. Haziresi ise
türbenin güneyinde ve batısında yer al­
maktadır.

Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 175-177, 240;


Evliya, Seyahatname, I, 304; Tarih-i Cevdet,
I, 46, II, 102; Ziya, İstanbul ve Boğaziçi, I,
171-176; Kumbaracılar, Sebiller, 45; Eyice, İs­
tanbul, 23; M. Cumbur, "I. Abdülhamid Vak­
fiyesi ve Hamidiye Kütüphanesi", DTCFD
(1964), 52-53; S. Eyice, "İstanbul'un Ortadan
Kalkan Bazı Tarihi Eserleri", TD, X I / 2 7
(1973), 146; Müller-Wiener, Bildlexikon, 41;
İ. Birol Alpay, " I . Sultan Abdülhamid
Külliyesi ve Hamidiye Medresesi", STY, VIII,
(1978), s. 1-22.
İ. BİROL ALPAY

ABDÜLHAMİD I MEDRESESİ
Yavuzselim'de, I. Selim Camii ile Sultan
Selim Caddesi arasındaki eski Yavuz
Selim İmareti'nin yerine, 1333/1917 tari­
hinde, Evkaf Nezareti'nce yaptırılmıştır.
Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi yapıla-
rındandır.
6 Nisan 1327/1911 tarihinde çıkartı­
lan bir kanunla İstanbul'daki imaretler
kapatılmış, bunların büyük bir bölümü
yıkılarak yerlerine gelir sağlayacak yeni
binalar yapılmıştır. Bu arada, Bahçeka-
pı'da, I. Abdülhamid Külliyesi'ndeki
medrese ile içindeki kitaplık Zahire ve
mektedir. Cilthane, bir büyük, iki kü­ me ile yapılmış bir duvar bulunur. Bu Ticaret Borsasina dönüştürüldüğünden,
çük aynalı tonoz ile örtülüdür. şekilde ortaya çıkan koridor geçidin üs­ bu bina, yine " I . Abdülhamid (Abdülha-
Mescit: Medresenin uzunlamasına tü, beşik tonoz ile örtülüdür. Geçidin mid-i Evvel) Medrese ve Kütüphanesi"
dikdörtgen planlı avlusu ve etrafını çe­ sonunda karşımıza çıkan kapıdan mes­ adı ile, 18 Eylül 1330/1914 tarihinde,
viren hücrelerinin meydana getirdiği cide girilir. İçten içe bir kenarı on met­ din konusunda ilim ve fen uzmanı ye­
ana yapısının güney kanadının orta ak­ re olan mescidin duvarlarında taş ve tiştirmek amacıyla çıkartılan kanuna uy­
sına köşeleme g e l e c e k şekilde biraz tuğla karışık kullanılmıştır. Duvarlar gun bir "medresetü'l-mütehassisin" ola­
uzağına yerleştirilen mescide, avludan 9,50 m çapında zeminden 8 m yüksek­ rak, aynı yıllarda yıktırılan I. Selim İma­
girilen bir geçitle varılır. likte bir kubbe ile örtülüdür. Dört cep­ reti'nin yerinde yeniden inşa edilmiştir.
hesinde de iki sıra halinde pencereler Kısa kenarı Halic'e bakan bir L biçimin­
Geçidin doğusunda ikisi medrese ve
olan mescit bugün iki kata bölünmüş­ de p l a n l a n m ı ş olan y e n i m e d r e s e
mescit duvarlarına yapışık dört sütun,
tür. Mihrabın yeri belli olmasına rağ­ 1 9 2 4 ' t e Cumhuriyet Kız L i s e s i ' n e ,
batısında ise arka bahçeye açılan kapı­
men tam olarak görülmemektedir. 1950'de İse Yavuz Selim Kız Enstitü-
nın bulunduğu taş tuğla karışık malze­
ABDULIIAMID I SEBİLİ 38

sü'ne dönüştürülmüş, son dönüşüm sı­ Tîrimüjgân Kadınefendi'nin oğludur. nın protokoldeki konumlarını kaldırdı.
rasında L'nin güney ucuna kısa bir ka­ Padişahlığının 1 8 7 8 - 1 9 0 9 arasındaki Üst yönetimde yeni atamalar yaptı. Mid-
nat eklenerek, plana tabanı geniş bir U otuz yılı "İstibdat Devri" olarak anılır. hat Paşa'yı sadrazamlığa getirdi. İstan­
biçimi verilmiştir. Bu dönemde, dış sorunların ağırlığını bul'da, Tersane Konferansinm açıldığı
Cami y ö n ü n d e k i ana giriş kapısı gerekçe göstererek baskıcı bir yönetim 23 Aralık 1876 günü Meşrutiyeti ilan et­
üzerine yerleştirilmiş, üç kartuşlu (çer­ sürdürmüştür. ti. Parlamentonun oluşumundan önce
çeveli) mermer kitabe üzerinde, eski Abdülhamid, babası Abdülmecid'in 18 Ocak 1877'de Babıâli'de bir Meclis-i
yazı ile, 1194/1780, Birinci Abdülhamid sarayında, Edhem Paşa. Kemal Paşa, Fevkalade toplandı. Burada Bosna-Her-
Han Medresesi, 1333/1917 kaydı görül­ Fransız Gardet, G e r d a n k ı r a n Ö m e r sek, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ
mektedir. İlk tarih B a h ç e k a p i d a k i I. Efendi, Vakanüvis Lutfî Efendi, Guatelli sorunları ile Tersane Konferansı'nın
Abdülhamid Külliyesi'nin, ikinci tarih Lombardi'den özel dersler aldı. Amcası gündemi tartışıldı. İstanbul'da her gün
ise yeni medresenin yapılış yıllarını be­ Abdülaziz'le Mısır ( 1 8 6 3 ) ve Avrupa gösteriler yapılmakta, Dolmabahçe Sa­
lirlemektedir. (1867) gezilerine çıktı. Şehzadeliği bo­ rayı ile Babıâli çevresinde yoğunlaşan
Yapının kısa kanadının üst katında yunca İstanbuldaki yaşamını, saray or­ bu toplantılarda Rusya'ya savaş açılması
yeniden faaliyete geçen Hamidiye Ki- tamından ve lüksünden uzak geçirdi. istenmekteydi. Meclis-i Fevkalade, bu
taplığindaki ünlü yazma koleksiyonu, Maslak Köşkü'nde oturdu. Tarabya'da ortamda, Tersane Konferansinm öneri­
cumhuriyetin ilk yularında çıkarılan bir da bir çiftliği vardı. Fırsat buldukça ya­ lerini geri çevirdi. Büyük devletlerin İs­
kanunla, 1924'te Çarşamba'daki Murad bancılarla görüşürdü. Namık Kemal, Zi­ tanbul'daki elçileri kentten ayrıldılar.
Molla Kitaplığı'na, 1954'te de Süleyma- ya Paşa gibi Türk aydmlarıyla da yakın­ Midhat Paşa, "Millet Askeri" adını verdi­
niye Kütüphanesi'ne devredilmiştir. lığı söz konusuydu. 1876'da, İstanbulda ği, İstanbullu gönüllülerden bir ordu
üç ay ara ile iki padişahın tahttan indi- kurma girişiminde bulundu.
Evkaf Nezareti başmimarı Ahmed
Kemaleddin Bey tarafından tasarlanmış I I . Abdülhamid, 5 Şubat 1 8 7 7 ' d e
olan yapı, II. Meşrutiyet döneminde yo­ Midhat Paşa'yı sadaretten uzaklaştırdı.
ğunlaşan Batı etkisiyle, geleneksel med­ Paşa İstanbul'dan ayrılırken "Beni gön­
rese binalarından iyice uzaklaşmış bir derirseniz, Beşikler Körfezi'ndeki düş­
biçimleme anlayışıyla gerçekleştirilmiş­ man donanması üç günde İstanbul'a ge­
tir. Taşıyıcı tuğla duvar ve demir putrelli lir!" tehdidini savurmaktan çekinmedi.
volta döşeme sistemiyle inşa edilmiş Meclis-i Mebusan'm açılış oturumu 18
olan üç katlı bina, yüksek tavanları, Mart 1877'de Dolmabahçe Sarayı mu-
heybetli görünüşü, saygınlık uyandıran ayede salonunda yapıldı ve padişah,
simetrik yüzey düzenlemeleriyle, impa­ özel olarak hazırlanan tahta oturarak
ratorluğun son döneminde ortaya atılan kendi açılış söylevinin okunmasını din­
dinde uzmanlık eğitimi için uygun ve ledi. Bu sırada halk dışarıda coşkun
gösterişli bir ortam oluşturmaktaydı. I. gösteriler yapıyordu. Meclis sonraki ça­
Ulusal Mimarlık Dönemimin biçimleme lışmalarını Ayasofya Meydanindaki Da­
ilkelerine uyum gösteren sivri kemerli rülfünun (daha sonra Adliye Sarayı) bi­
pencereleri, payandalarla taşman geniş nasında sürdürdü.
saçakları, sürekli taş silmelerine karşın, 27 Nisan 1877'de, Rusya'nın Osmanlı
I. Abdülhamid Medresesi, genel anlam­ Devletime savaş ilan etmesi İstanbul'u
da, bu yıllarda Batida geçerli olan yeni paniğe boğdu. Savaş hızla gelişince
Rönesans üslubuna uygun bir biçimde kent yaşamını doğu cephesi savaşların­
tasarlanmıştır. Eski medreselerde görü­ dan çok Tuna boyundaki ve Bulgaris­
len avlu ve revaklarm yokluğu, inşaat n. Abdülhamid tan'daki savaşları etkiledi. Ordulara
yöntemlerinin farklılığı, iç mekânlara Veliahtlık dönemi cephane, yiyecek ve elbise gönderilme­
bol ışık sağlamayı amaçlayan büyük Necdet Sakaoğlu si, asker şevki, yaralıların tedavisi, fakat
pencereler ve kubbeli tonozlu eski üst en çok sayıları on binlere varan Rumeli
örtü sistemlerinin yerine kullanılan kire­ rilmesi, Abdülaziz'in intiharı, V. Mu­ göçmenleri, İstanbul'un yaşam dengele­
mit kaplı kırma çatı, yapının 16. yyda radın çıldırması olayları yaşandı. Ab­ rini bozdu. İstanbullular, savaşın tüm sı­
gerçekleştirilmiş olan I. Selim Külliyesi dülhamid. hiç beklemediği bir zaman­ kıntıları içerisinde, Rus ordularının yak­
ile bütünleşmesini önemli ölçüde engel­ da, ağabeyi V. Murad'ın yerine tahta laşması nedeniyle korku yaşamaktaydı.
lemektedir. Son yıllarda iki yapı arasına çıktı. 31 Ağustos 1876'da Topkapı Sara- Bu ortamda, halkın moralini yükselt­
çekilen taş duvar ise ilişkiyi en aza in­ yı'ndaki cülus töreninden sonra 7 Eylül mek için Plevne savunması ve doğu
dirmiştir. günü Eyüpsultan'da kılıç kuşandı. Kılıç cephesi başarıları, büyük zaferler olarak
Alayı, Dolmabahçe Sarayı-Eyüp deniz­ duyuruldu. Destanlar, türküler yazıldı.
B i b i . Hüseyin Hüsameddin (Yasar) - Fakat göçmenlerin büyük çoğunluğu­
yolu, Eyüp-Fatih-Topkapı Sarayı kara­
Ibnülemin Mahmud Kemal (İnal), Evkaf-ı nun İstanbul'a dolması, bunların yok­
Hümâyûn Nezâreti'nin Tarihçe-i Teşkilâtı, yolu güzergâhında ve geleneksel dü­
1st., 1335; Ziya, İstanbul ve Boğaziçi, I; Er? zende yapıldı. sulluk içinde camilerde, medreselerde
gin, İmaret Sistemi, 1939; M. Cunbur, "I. Ab­ II. Abdülhamid saltanatının ilk yılın­ meydanlarda yatıp kalkmaları, çadırlar­
dülhamid Vakfiyesi ve Hamidiye Kütüphane­ da devlet adamları ve ordu komutanları dan, teneke tahta barakalardan muhacir
si", DTCFD, XXII/1-2 (1964), 17-69; Yavuz, ile yemekli toplantılar düzenledi. Gö­ mahallelerinin oluşması, İstanbulluların
Mimar Kemalettin, 227-231. belleğinde "Doksan Üç Harbi faciası"
rüşler edindi. Kâğıthane mesiresine gi­
YILDIRIM YAVUZ olarak yer etti.
dip halkın sempatisini topladı. Kışlaları
ziyaret etti. Sık sık Babıâli'ye, Bab-ı Me- II. Abdülhamid bu olumsuzluğu ve
ABDÜLHAMİD I SEBİLİ şihat'a, Tersane'ye ve Tophane'ye gide­ savaş koşullarını gerekçe göstererek 13
bak. HAMİDİYE SEBİLİ rek çalışmaları izledi. Deniz ve Boğaz Şubat 1878'de Meclis çalışmalarını süre­
gezileri yaptı. Bu başlangıç, her kesim­ siz erteletti. Bu tarih, Abdülhamid'in is­
ABDÜLHAMİD H de, halka yakın demokrat düşünceli bir tibdat yönetiminin başlangıcıdır. Rus
(21 Eylül 1842, İstanbul - 10 Şubat hükümdar olduğu kanısını uyandırdı. Orduları Başkomutanı Grandük Niko-
1918, İstanbul) Osmanlı padişahı (31 Sarayın eski düzeninde değişiklikler la'mn karargâhını Yeşilköy'e kurması
Ağustos 1876-27 Nisan 1 9 0 9 ) . Sultan gerçekleştirdi. Haremin, bir kadınlar ile 3 Mart 1878'de Ayastafanos Antlaş-
Abdülhamid Han-ı Sânî, Sultan Hamid cenneti ve haremağaları yuvası olduğu masimn imzalanması ardından kentte
olarak da bilinir. Sultan Abdülmecid ile izlenimini silmeye çalıştı. Haremağaları- yoğun biçimde güvenlik önlemleri alın-
39 ABDÜLHAMİD n

dı, göçmenlerin iskânı için çaba göste­ çok hizmet bu dönemde başarıldı. Padi­ fes, devrik yakalı kolasız gömlek, yazın
rildi. Bunların çoğu Marmara Bölge­ şahın güvenini kazanan ve uzun yıllar pike yelek, sof ceket, daireye gidenler
sine, bir bölümü de İstanbul çevresin­ görevde kalan Şehremini Rıdvan Pa~ için redingot, yollu pantolon, Yıldız Sa­
deki boş kamu arazilerine ve köylere şa(->), kent hizmetleri için direktifleri rayı mensupları için İstanbulin, soğuk
yerleştirildi. 20 Mayıs 1878'de Çırağan doğmdan Abdülhamid'den almaktaydı. havalarda pardösü ve palto, yanları es-
01ayı(->) yaşandı. Halk arasında "Üç yüz on depremi" nekli fotin-rugan kaloş, yağmurda kam-
II. Abdüİhamid, saltanatının ilk iki olarak anılan 1894 depreminde, Suriçi sele, kışın sako ve kundura lastiği mo­
yılının şokunu atlattıktan sonra Berlin İstanbul büyük zarar gördü. Kapalıçarşı daydı. Törenlerde İstanbulin ceketin
Antlaşmasinm getirdiği barış ortamında, ve çevresi en çok etkilenen bölgeydi. göğüsleri omuz ve kolları, yaka, kol,
korkutucu ve baskıcı yönetimini uygu­ Abdüİhamid, kısa sürede bu çevrenin kaşık, nişan, şerit, madalya ve kordon­
lama olanağı buldu. Sadrazam ve nazır­ yeniden imarına çaba gösterdi. Alman larla doldurulur, ayrıca göğüsler sırma
ları sık sık değiştirerek, dışarıya karşı önlemlerle İstanbul'un yangın korku­ ile işlenmiş olurdu. Tüm bunlar, ekono­
vezirleri birer kukla gibi kullanarak sundan uzak kalması da sağlandı. Narh mik istikrarla birlikte İstanbulluların
devletin ve İstanbul'un ayrıntıda kalan ve fiyat denetimleri düzenli yapılıyordu. "Devr-i Hamidî", aydınların ve muhalif­
sorunlarıyla bile doğrudan ilgilenmeye Lüks ve israfın önlenmesi, kadınların lerin ise İstibdat Devri diye adlandırdık­
başladı. 10 Mart 1879'da İstanbul'daki sokağa çıkmalarının engellenmesi de fi­ ları Sultan Abdüİhamid yıllarının dışa
inşaat amelelerinin bir tür greve gitme­ yat istikrarma bir neden gösterilir. vuran özellikleridir.
leri padişahı daha da ürküttü. Benzeri
kıpırdanmaları önlemek için, hafiyelik
ve jurnal örgütlerini kurdu. Dolmabah-
çe Sarayinı, kendisinden önceki iki pa­
dişahın burada tahttan indirilmiş olma­
ları yüzünden güvenlikli bulmuyordu.
Yıldız Kasrı'na çekildi. Burasını pavyon­
lardan ve çalışma bürolarından oluşan
çok iyi korunmaya alınmış bir saray ko­
numuna soktu. 1881'de Abdülaziz'i öl­
dürttükleri gerekçesiyle Midhat Paşa'yı
ve öteki sanıkları burada yargılattı (bak.
Yıldız Mahkemesi).
1880'li yıllarda kendisini Yıldız'a
hapseden II. Abdüİhamid, geleneksel
törenler dışında dışarı çıkmamaktaydı.
Yılda iki kez bayram namazı için Beşik­
taş'taki Sinan Paşa Camii'ne iniyor, bir
kez Ertuğrul istimbotu ile denizden
Topkapı Sarayı'na Hırka-i Şerif ziyareti­
ne gidiyordu. Cuma selamlıkları ise sa­
rayın önündeki Hamidiye Camii'nde
düzenleniyordu. Sarayından hiç çıkma­
yan padişah, İstanbul'un tüm köşe bu­
cağını hafiyeleriyle gece gündüz kont­
rol altında tutmaktaydı. Esnaftan, ileri
gelenlerden kabadayılara kadar herke­
sin nerede ne yaptığını bilir, kentin her
sorunuyla doğrudan ilgilenirdi. Dış siya­
sal konular kadar ekonomik ve askeri
konulara da doğrudan müdahale eder
fakat her konuda gerektiğinde sorumlu Bu dönemde, kadınların çarşafla çar­ Dönemin canlı ve renkli gelenekleri
tutacağı bir başkasının bulunmasına şı pazara, işlek caddelere çıkmaları ya­ ise her hafta yinelenen ve Yıldız Sarayı
dikkat ederdi. Abdülmecid (1839-1861) saktı. Kapalıçarşı kapılarında, köprü önündeki Hamidiye Camii çevresinde
ve Abdülaziz (1861-1876) dönemlerin­ başında polisler, ellerinde makas çarşaf yaşanan cuma selamlıkları ile ramazan
deki borçlanmaların ödenmeyen 252 keserlerdi. Bunun nedeni, tehlikeli kişi­ ayı boyunca her düzeyden İstanbullu­
milyon altın tutarındaki bölümü için İs­ lerin ve suikastçıların da çarşafla kendi­ nun ilgi duyduğu Direklerarası eğlence­
tanbul'da Düyun-ı Umumiye İdaresi'nin lerini saklamalarının önlenmesiydi. leri olmuştur. O gün, Beyazıt, Davutpa-
kurulması 1881'dedir. Bu yönetim, İs­ 1899'da bir irade ile yaşmak ve ferace şa ve Maltepe kışlalarından muzıka ta­
tanbul'da, II. Abdülhamid'in kontrolü de salt saray kadınlarına özgü kılındı. kımlarıyla gelen askeri birlikler, Zühaf
dışındaki tek kuruluş olmuştur. Çarşaf ve peçenin ancak mahalle arala­ ve Ertuğrul taburları yerlerini alır, devlet
Oldukça hareketsiz geçen 1880-1895 rında ve komşudan komşuya gidilirken erkânı, yüksek rütbeli subay ve komu­
ara döneminde İstanbul'un imarı ve kullanılabileceği duyuruldu. Bununla tanlar ile ilmiye ricali dizilirler, Abdüİ­
kentsel sorunların çözümü bakımından birlikte çarşafa ilgi yine bu dönemde hamid, Yıldız Sarayı ile cami arasındaki
ö n e m l i adımların atıldığı görülür. başladı ve İstanbullu hanımlar, daha birkaç yüz adımlık yolu körüklü fayto­
1877'de çıkartılan İstanbul Belediye Ka­ eskilerde kullanılmayan, Halep ve Bağ­ nunda, üzerinde boz renk kaput, karşı­
nunu, 1882 tarihli Ebniye Nizamnamesi dat işi çarşafları, Avrupa İpeklisinden sında mabeyin müşiri, yanında bir şeh­
İstanbul'un bir İmparatorluk merkezi ol­ dikilen koyu renk çarşaf ve kalın peçe­ zadesi ile geçer, alkış yapılır ve camiye
ma ötesinde, büyük bir ticaret merkezi yi, Abdüİhamid devrinde tanıyıp be­ girerdi. Halkın bu töreni izlemesi, bir
ve liman olarak da organizasyonunu nimsediler. Maşlah ve yeldirme ile kaş- dizi önlemlerle olurdu. Saray hanımları,
gündeme getirmiştir. Yangın alanlarının pusyer üstlükleri genç hanımlar ve kız- elçilik mensupları ve yabancı konuklar
ıslahı ve yeni yerleşimlere açılması, alt­ İar, çarşafı ise yaşlı hanımlar kullanma­ ise kafesli arabalar içinde ya da Mera­
yapı hizmetlerine el atılması, Terkos su ya başladılar. sim (Seyir) Köşkümden selamlık alayını
şebekesi ve Hamidiye içme suları tesisi, Aynı dönemde erkek kıyafetleri, te­ izleyebilirlerdi. Fotoğraf çekilmesi ya­
havagazınm yaygınlaştırılması gibi bir­ pesi dar, asabası geniş, uzun püsküllü saktı. Fakat Abdüİhamid, fotoğrafa ilgi
ABDÜLHAMİD n 40

içinde, yaşam düzenini bozmayan padi­


şah, yüksek duvarlarla çevrili ve kara­
kollarla korunmaya alınmış bu bölgeyi
küçük bir kasaba gibi örgütlemişti. Hü­
kümet neredeyse tüm yetkilerini saraya
bırakmış bulunuyordu. Sadrazam ve na­
zırlar, önemli ya da önemsiz her konu
Yıldız Sarayı,
Büyük
ve karar için Yıldız Sarayı Mabeyin Da­
Mabeyn iresine geliyorlar, burada çalışmak zo­
II. Abdülhamid runda kalıyorlardı. Dünyaya karşı kişi­
1878'den sel saygınlığını korumaya önem veren
1909'a kadar Abdülhamid, 1897'de Yunan Savaşinm
imparatorluğu kazanılmasından sonra, dış propagan­
ve başkent
İstanbul'u daya daha çok önem verdi. Cülus ve
buradan doğum yıldönümleri için törenler, kutla­
yönetmişti. malar düzenletti. Kendisi, İstanbul'un
Celsııs Picture hattâ Yıldız'ın dışına çıkmadığı halde
Library birçok hükümdar, prens ve devlet ada­
mı onu ziyarete geldiler. İran şahı Nâsı-
duymaktaydı, istanbul'un ve imparator­ ettiler. İstanbul'daki ilk Ermeni olayı 30 reddin, oğlu Şah Muzaffereddin, eski
luğun albümlerini hazırlatmıştı. Kendi Eylül 1895'te yaşandı. Patrik Izmirli- Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Ge­
fotoğrafının halk arasında elden ele do­ yan'm silahlandırdığı Ermeni militanlar neral Grant, Alman İmparatoru II. Wil­
laşmasına izni yoktu. Yalnızca. İstan­ Kadırga semtinde üç gün gösterilerde helm, Karadağ, Romanya, Sırbistan,
bul'un ünlü fotoğrafçısı Abdullah Bira- bulundular. Sultanahmet'e kadar yürü­ Bulgaristan Prensleri, Zengibar Sultanı
derler(->) fotoğrafını çekme izni alabil­ düler ve terör estirdiler. Abdülhamid, bunlar arasındadır. Hükümdar ziyaretle­
mişti. Ama onun, bunu çoğaltıp sattığı hafiyeleri aracılığı ile, Ermenilere karşı rinin en görkemlisi ve unutulmayanı
öğrenilince 1887'de bir irade ile padişa­ Müslüman halkı, gençliği, polisi, jandar­ İmparator Wilhelm'in ve eşinin gelişidir.
hın resimlerinin basımı ve satışı yasak­ mayı h a r e k e t e geçirdi. 26 Ağustos Aylarca önceden hazırlıklar yapılmış,
landı. 1896'da ise Ermeniler İstanbul'daki Os­ basın, sürekli Türk-Alman ilişkilerini bi­
1895 ve 1896'da İstanbul, iki "Ermeni manlı Bankasinı bastılar, bomba attılar. rinci konu olarak işlemiştir. Wilhelm,
patırtısı" yaşadı. Bu olaylar, Ermenilerin Sonraki yıllarda da Ermeni terörü baş­ uzun sürecek Yakındoğu gezisinin ilk
yoğun olduğu Doğu Anadolu yörelerin­ kentte sürdü. 21 Temmuz 1905'teki durağı İstanbul'a 18 Ekim 1898'de geldi;
deki eylemlerin başkente yansımaları­ doğrudan Abdülhamid'i h e d e f alan Topkapı Sarayını, müzeleri, surları, eşi
dır. O zamana kadar "Millet-i Sadıka" Bomba 01ayı(->) bunların en önemlisi- de Abdülhamid'in harem dairesini gez­
sayılan Ermenilerin, dış tahrikler sonucu dir. O yıl, Tabakhane işçilerinin greve diler. Sarayda, padişahla tiyatro izledi­
ve gizli örgütler aracılığı ile harekete gitmeleri. 1906'da Şehremini Rıdvan Pa- ler. 22 Ekim'de Hohenzollern yatıyla İs­
geçmeleri, Abdülhamid'i önlemlere yö­ şa'nm bir suikast sonucu öldürülmesi, tanbul'dan ayrıldılar. Wilhelm bu gezi­
neltti. Padişah, Doğu Anadolu'daki Er­ Abdülhamid'in kuruntularını büsbütün nin anısı olarak Sultanahmet'teki Alman
menilere karşı, Kürtleri silahlandırdı ve artırdı. Jurnaller sıklaştı, sansür önlem­ Çeşmesi'ni yaptırmıştır. 1901'de, tahta
Hamidiye Alayları kurulmaya başlandı. leri yoğunlaştırıldı. çıkışının 25. yıldönümü İstanbul'da ve
Ermeniler de Abdülhamid'i düşman ilan Beşiktaş sırtlarmdaki Yıldız Korusu ülkede görkemli törenlerle kutlandı.

Sultan II.
Abdülhamid'in
Yıldız
Camii'ndeki
cuma
selamlığına
katılanları
gösteren bir
kartpostal.
Güzide Erdilek
41 ABDÜLHAMİD II

Ama, 1906'daki 30. saltanat yılı için aynı


boyutta törenler yapılmadı.
Abdülhamid, 1882'den sonra İstan­ I I- A B D Ü L H A M İ D ' E Y E M E K S E R V İ S±
bul'un eğitim sorunlarına kendi düşün­ Kilercibaşı Osman B e y önde, İkinci Kilerci Hüseyin Efendi ile üçüncü ve
cesi doğrultusunda eğilmiştir. Öncelikle dördüncü kilerciler arkada olmak üzere, sepetli çantalar içine koydukları sofra
saltanata bağlı kamu yöneticileri ve su­ takımlarını alırlar ve sırma cepkenli, büyük şalvarlı Tablakârbaşı da başına
baylar yetişmesini istiyordu. Sanayiin büyük bir tabla koymuş olduğu halde hep beraber Kiler-i Hümayun'dan çıkıp
gelişmesi, tarımın modernizasyonu, sa­ yemek odasının yanındaki taşlığa gelirlerdi. Burada tablayı açılır kapanır bir
nat ve iş eğitimi de onun ilgi duyduğu masanın üstüne koyup sofrayı hazır ederlerdi. İki musahip nöbetçi kapıda bek­
alanlardır. Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i lerdi. Piyatalar, yemek tabakları porselen olup etrafları kırmızı, beyaz altın
Hukuk, Sanayi-i Nefise Mektebi, Hen- yaldızlı ve markalı idi. Su takımları da kırmızı markalı idi. Beyaz markalıları da
dese-i Mülkiye, Mekteb-i Tıbbiye-i Şa­ vardı. Bunlar Bakara mamulâtı idi. Annesi Tirimüjgân Kadınefendi'den kalma
hane öncelik verdiği okullardır. Dariil- altın tuzluk daima önüne konurdu. Onu sofrasında mutlak isterdi.
muallimin-i Âliye, Mekteb-i Fünun-ı Çatal, bıçak takımları altındı. Öğle yemekleri saray usulü üzere saat on
Maliye, Eczacı Mektebi, Hanedan ve birde, akşam yemekleri de beşte (yani şimdiki saatle 17'de) yenirdi.
soylu aile çocukları için Yıldız Sarayı Kilercibaşı, emektarlardan Sırrıcemal Kalfa'ya tablayı teslim eder, kendisi de
içinde açılan Şehzadegân Mektebi, taşra yemek müddetince nöbet odasında beklerdi.
aşiret beylerinin çocukları için öngörü­ Yemek hazır olurolmaz bir hazinedar gelip anneme: "Efendimiz istiyor,"
len Aşiret Mektebi, Ticaret Mektebi,
derdi. Annem de derhal gider, babamla beraber sofraya otururdu. Babamın
Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlisi, Hamidiye
ekseriya yediği yemekler şunlardı: Öğle yemeğinde rafadan yumurta veya
Baytar Mektebi, Ticaret-i Bahriye Mek­
tereyağda pişmiş yumurta yahut omlet; koyun külbastısı veya kotlet pane;
tebi, Orman ve Maadin Mektebi, Dilsiz
balıklardan mezid veya gelincik balığı; bazen börek; tatlılardan kaymaklı
ve Âmâ Mektebi, Kız ve Erkek Sanayi
kadayıf, sütlâç veya muhallebi, alafranga tatlılardan şarlot. Akşam yemekleri
Mektepleri, Darülfünun ile sayıları artan
daima hafifti: Et suyu, bazı çorbalar ve yemişlerden ibaretti. Yemişler arasında
rüştiye ve idadiler, Abdülhamid döne­
da çilek, kavun, karpuz ve şeftaliyi tercih ederdi.
minde İstanbul'daki yeni eğitim kurum­
larıdır. Fakat bu okulların öğretim kad­ Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid, s. 26-27
roları sıkı bir denetim altında tutulmuş,
ders kitapları Maarif Nezareti tarafın­
dan, hattâ bazen doğrudan padişahça limsel içerikli süreli yayınların çoğaldığı jurnalciliğin yasaklanması ise İstanbul'u
incelenmiştir. görülür. Tiyatroyu seven II. Abdülha­ sanki bir kâbustan uyandırmıştır. Halk,
1879-1886 döneminde açılan 17 rüş­ mid'in, Yıldız'daki saray tiyatrosunda öğrenciler, askerler sokaklara düştü.
tiyede, Arapça ve Farsça yanında Fran­ opera, operet, çeşitli yabancı oyunlar Gösteriler, mitingler her tarafa yayıldı.
sızca'nın öğretimine de yer verilmesi il­ yanında Âbdürrezzak ve öteki ünlü ko­ 31 Temmuz 1908 günü Cibali Tütün Re­
ginçtir. 1880'de Aksaray'da öğretmenler miklerin tuluat sergiledikleri bilinmek­ jisi işçileri, 28 Ağustos ve 15 Eylül'de
için ilk meslek kursu (Darülameliyat) tedir. demiryolu işçileri 22 Eylül'de Örosdi-
açılması da önemli sayılır. 1881'den II. Abdülhamid'in son on yıllık salta­ Back Mağazaları işçileri grev yaptılar. 14
sonra İstanbul'da özel okullara ilginin natı olaylarla doludur. 1889'da kurulan Eylül günü Ahrar Fırkası kuruldu. 7
arttığı görülmektedir. Küçük ortaklıklar İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin uzun bir Ekim'de İstanbul'da büyük bir mitingle
kurularak Darülfeyz, Burhan-ı Terakki, hazırlıktan sonra ilkin Rumeli'nde baş­ Yunanistan, Bulgaristan ve Avusturya
Numune-i İrfan, Şems-i İrfan vb adlarla lattığı eylemlerin İstanbul'a yansıması aleyhine gösteriler yapıldı. Basın, sınır­
açılan bu tür okulların sayısı 1885'te 10 sonucu 24 Temmuz 1908'de İkinci Meş­ sız bir özgürlük ortamında dilediğini
iken 1900'e doğru 30'u bulmuştur. İlk rutiyet İlan edilmiş ve Abdülhamid, yazmaya başladı. Yüzlerle dergi ve ga­
numune mekteplerinin açılışı da bu yıl­ otuz yıllık kişisel yönetimini noktala­ zete yayın yaşamına girdi, ama çoğu kı­
lardadır. II. Abdülhamid döneminde İs­ mak zorunda kalmıştır. Hafiyeliğin ve sa sürede kapandı.
tanbul'da 12 yüksek ve lise düzeyinde, Bu ateşli ortamda yapılan seçimler
20 erkek, 9 kız, 8 askeri, 1 Bahriye rüş­ sonunda oluşan Meclis-i Mebusan 17
tiyesi, 19 erkek 3 kız numune ilkokulu Aralık 1908 tarihinde toplandı. II. Ab­
ile 264 sıbyan mektebi, 66 Rum, 45 Er­ dülhamid, altın işlemeli saltanat arabası
meni, 9 Katolik, 34 Musevi, 3 Bulgar, ile Ayasofya'nın karşısındaki binaya ge­
11 Protestan okulu bulunduğu saptan­ lerek açılışta hazır bulundu. İzleyen
mıştır. günlerde istanbul'da bir dizi suikast
Eğitim-öğretimdeki bu gelişmeye ko­ g e r ç e k l e ş t i , grevler sürdü. İstanbul
şut olarak İstanbul kültürünün temel gümrük hamallarının grevi ( 2 0 Mart
taşları sayılan Müze-i Hümayunun (bu­ 1909) bunların en etkilisidir. Serbesti^ ga­
günkü Arkeoloji Müzeleri), B e y a z ı t zetesi başyazarı Hasan Fehmi'nin 6 Ni­
Umumi Kütüphanesi'nin, Yıldız Arşivi san 1909'da öldürülmesi tansiyonu iyice
ve Kütüphanesi'nin, Hazine-i Evrakin yükseltti. Otuz Bir Mart Olayı (13 Nisan
(bugünkü Başbakanlık Arşivi) kurulma­ 1909)(-0 bundan bir hafta sonradır. Ge­
sı büyük hizmetlerdir. Haydarpaşa'daki rici eylemleri, Hareket Ordusünun(-»)
görkemli yeni binasında hizmete giren İstanbul'a gelişine değin (24 Nisan) sür­
Tıbbiye Mektebi ve buraya bağlı hasta­ dü. Meclis-i Mebusan, Meclis-i Milli adı
neden ayrıca, II. Abdülhamid'in kendi ile çalışmalarını Yeşilköy'de devam et­
servetinden ayırdığı para ile yaptırdığı tirmek zorunda kaldı. Meclisin 27 Nisan
Etfal Hastanesi, Darülaceze günümüze günkü oturumunda II. Abdülhamid'in
kadar yaşayan kurumlardır. Sansüre ve tahttan indirilmesi kararlaştırıldı. İstan­
baskılara karşın, yayın hayatmm da ay­ bul'dan uzaklaştırılması uygun görülen
nı dönemde gelişme gösterdiği, değerli II. Abdülhamid, ailesiyle birlikte trenle
birçok yazma eserin basıldığı, yabancı Selanik'e gönderildi. Balkan Savaşı ön­
eserlerin Türkçeye çevirildiği, Babıâli II. Abdülhamid'in tahttan indirilmeden cesine değin burada kalan eski padişah,
semtinde basın kuruluşlarının etkili bir önceki son fotoğrafı. 1 Kasım 1912'de Alman Elçiliği'nin Lor-
çevre oluşturdukları ve edebi-aktüel-bi- TETTVArşivi ley yatı ile İstanbul'a getirilerek Beyler-
A B D Ü L H A M İ D II CAMÜ 42

beyi Sarayı'na yerleştirildi. 10 Şubat ABDÜLHAMİD II ÇEŞMESİ bu ikiz kemerler bulunmamaktadır. Düz
1918'de öldü ve büyükbabası II. Mah- kagir saçak, sütunların hizasında ikili
Beşiktaş ilçesinde, Barbaros Bulvarinm
mudün Divanyolu'ndaki türbesine gö­ gruplar halinde yer alan madeni kon­
doğusundaki askeri lojmanların girişin-
müldü. Ölüm haberi Meclis'te okunur­ sollara oturmaktadır. Çeşmeyi, düşey
dedir.
ken milletvekilleri ayakta dinlediler. yivlerle işlenmiş madeni bir alem taç­
Çeşme, isminden de anlaşılacağı gi­
Tahttan indirildikten sonra İstanbul dışı­ landırır.
bi, I I . Abdülhamid tarafından 1306/1888
na çıkartılan tek Osmanlı padişahıdır. Bibi. Raif, Mir'at, 313; Tanışık, İstanbul Çeş­
yılında yaptırılmıştır. Her cephedeki son
I I . Abdülhamid gerçek bir sanatkâr­ meleri, II, 221-225; Çeçen, Taksim-Hamidiye,
beyitlerin tarih mısraları ebcedle çeşme­
dı. Alman Kari Jansen'den marangozluk 167, 185; S. Eyice, "Çeşme", DİA, VIII, 277-
nin inşa tarihini vermektedir. 287.
ve oymacılık öğrenmişti. Bu alandaki
Zemini yükseltilmiş bir sofa üzerinde BELGİN DEMİRSAR
birçok eseri, halen müzayedelerde satı­
yer alan çeşmeye kuzey ve güneydeki
lır. Yıldız Hamidiye Camii'nin çifte hün­
merdivenlerle çıkılır. Batısında eski bir ABDÜLHAMİD H ÇEŞMESİ
kâr mahfillerinin gül ağacından kafesli
çınar ağacı mevcuttur. Günümüzde suyu
cumbaları da onun yapısıdır. Değerli Kâğıthane'de Cendere yolu kenarında,
akmamasma rağmen oldukça iyi durum­
eşyalara meraklıydı. Yıldız Kütüphane- Anadolu Meslek Lisesi'nin yanındaki
dadır. Sarı renkli maltataşmdan inşa edi­
si'nde topladığı on bin cilt dolayındaki parkın ortasındadır.
len çeşmenin aynataşı, yalak, sütun ve
eser, İstanbul ve imparatorluk için ha­
kitabe gibi öğeleri beyaz mermerdendir. Şair Feyzi tarafından yazılan kitabe­
zırlattığı fotoğraf albümleri, daha sonra
Kare planlı ve dört yüzlü olan bu çeş­ sinden 1310/1894 tarihinde II. Abdülha­
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nin
mede bütün cepheler birbirinin eşidir. mid tarafından yaptırıldığı anlaşılır. H.
zenginliğini oluşturmuştur. Saraydaki
Birinci Ulusal Mimarlık Üslubumun Tamşık'ın İstanbul Çeşmeleri'nde Kâğıt­
marangozhanesinde bizzat çalışırdı. Sa­
(Türk neoklasik üslubunun) erken fakat hane Çayırı ortasında olduğu belirtilen
ray'da ayrıca bir silah müzesi, bir de­
başarılı bir örneği olan bu çeşmede ikili yapı 1983'te bugünkü yerine getirilmiş­
mirhane ve bir ^örselen imalathanesi
sütun grupları ile cepheler üç eşit parça­ tir. O zamana kadar iki cepheli olduğu
vardı. Hareket Ördusu'nun İstanbul'a
ya ayrılmıştır. Sütunlarm altında ve üs­ bilinen çeşme burada dört cepheli, haz-
girişinden sonraki günlerde, Yıldız yağ­
tünde kum saatleri yer almaktadır. neli bir biçime dönüşmüştür. Lions Ku­
ması denen olay sırasında saraydaki
Cephelerde, orta bölümde dikdört­ lübü tarafından yeniden şekillendirilen
birçok eşya ile birlikte Abdülhamid ko­
gen bir aynataşı, hemen bunun üzerin­ yapının ana cephesi batı yönündedir.
leksiyonlarının, katalogların ve albüm­
de mukarnaslı bir silme, rumili bir süs­ Bu cephe ve doğuya isabet eden cephe
lerin tahrip edilmiş olması önemli bir
leme, ortası rozet şeklinde olan stilize orijinal malzemeleri ihtiva eder. Kitabe
kayıptır.
istiridye kabuğu biçiminde bir dolgu oymanın üzerinde altı satırdır. Ayna,
İstanbul'da II. Abdülhamid'in yaptır­ ampir üslubunda, stilize bitkisel süsle-
dığı ve onun adını taşıyan (örneğin Ha­ bulunmaktadır. Yanlarda ise, üç yüzlü
mihrap görünümde, mukarnas kavsaralı melidir. Doğu cephesindeki ayna da ay­
midiye Suyu) birçok çeşme, cami, kışla, nı süslemeye sahiptir. Ancak bunda ki­
okul vardır. Uzunca ve kalıplı bir fes birer niş ile bunların üzerinde enine
dikdörtgen, boş birer çerçeve görül­ tabe yoktur. Yapının ana gövdesi ve ça­
formuna da Hamidiye denmiştir. Taht­ tı betonarmedir. Üzeri tümüyle mermer
tan indirildikten sonra İstanbul basının­ mektedir. Bütün bunların üzerinde,
kum saatlerinin hizasında mukarnaslı kaplanmıştır. Bu mermerler yer yer dö­
da hakkında yüzlerce fıkra, dedikodu, külmeye yüz tutmuştur. Saçak ise alçı
iddia yayımlanmış, karikatürleri çizil­ bir silme yatay olarak uzanmakta, onun
da üzerinde, her cephede üç bölüm, kaplamadır ve kasetlidir. Doğu ve batı­
miştir. II. Abdülhamid, İstanbul yaşamı­ daki yalaklar k ö ş e l i büyük mermer
nı, kültürünü etkileyen sonuncu Os­ her bölümde bir beyitlik kitabe levhala­
rı yer almaktadır. Sadece doğuya bakan blokların birleşmesiyle oluşmuştur. Ori­
manlı padişahı kabul edilir. Beylerbeyi jinaldirler. Kuzey ve güney cepheleri
Sarayı'nda gözetim altında iken kaleme cephenin orta bölümünde kitabe yok­
tur. Burada, sonradan kazınmış bir tuğ­ sade mermer kaplıdırlar ve buradaki ya­
aldığı sanılan anıları sonradan yayım­ laklar istiridye biçiminde yekpare mer­
landığı gibi, kızları Ayşe ve Şadiye Os- ranın yer aldığı varsayılabilir. Hattın cin­
si talik olup kitabelerin, zamanında va­ merden oyulmuş kurnalardır. Bugün
manoğlu da bu döneme ilişkin anılarını çeşmenin muslukları kopartılmış oİup,
yazmışlardır. rak yaldızlı olduğu anlaşılmaktadır.
akmaz durumdadır.
Bibi. inal, Son Sadrazamlar, I-II; Daniş- Kitabelerin üzerinde dilimli kaş ke­ Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 344.
mend, Kronoloji, IV; Karal, Osmanlı Tarihi. mer şeklinde ikiz nişler sıralanır. Yal­
VIII; Said Paşa, Hatırat, I-III, 1st., 1328; Kâ­ nızca batı cephesinin orta bölümünde ZİYA NUR SEZEN
mil Paşa, Hatırat, 1st., 1329; Ali Fuad Türk-
geldi, Mesail-i Mühimme-i Siyasiye, III, An­
kara, 1966; Tahsin Paşa, Yıldız Hatıraları,
1st., 1931; Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan
Abdülhamid, İst., 1986; H. Y. Şehsüvaroğlu,
"Sultan İkinci Abdülhamid", Resimli Tarih
Mecmuası, no. 61-70, İst., 1955; Abdülha­
mid'in Hatıra Defteri, (yay. 1. Bozdağ) İst.,
1975; Nahit Sırrı Orik, Abdülhamid'in Hare­
mi, 1st., 1989; Ahmed Saib, Abdülhamid'in
Evâil-i Saltanatı, Kahire, 1326; Osman Nuri-
Ahmed Refik, Abdülhamid-i Sani ve Devr-i
Saltanatı, I-III, İst., 1327; Abdurrahman Şe-
ref-Ahmed Refik, Sultan Abdülhamid-i Sani­
ye Dair, 1st., 1337; Ali Said, Saray Hatıraları:
Abdülhamid Han'ın Hayatı, İst., 1338; Ziya
Şakir, //. Sultan Hamid, Şahsiyeti ve Hususi­
yetleri, 1st., 1943; tlber Ortaylı, //. Abdülha­
mid Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda
Alman Nüfuzu, Ankara, 1981; Sir Henry F.
Woods, Türkiye Anıları, (çev. F. Çöker) 1st.,
1976; Cemil Koçak, Abdülhamid'in Mirası, n.
İst., 1990. Abdülhamid
NECDET SAKAOĞLU Çeşmesi,
Kâğıthane
Nevsâl-i Servet-l
ABDÜLHAMİD II CAMİİ Fünûn, 1893
bak. SAHRAYICEDİD CAMİİ Nuri Akbayar
43 ABDÜLHAY EFENDİ

ABDÜLHAMİD H ÇEŞMESİ da inşa edilmesine rağmen, önünde yer ABDÜLHAMİD H ÇEŞMESİ


alması düşünülen Nusretiye Camii ile bak. SINAN PAŞA ÇEŞMESİ
Maçka'da, Maçka Silahhanesi'nin (eski
uyum sağlaması için bu üslupta tasar­
İTÜ Maden Fakültesi) karşısındadır. II.
Abdülhamid tarafından 1319/1901'de
landığı anlaşılmaktadır. ABDÜLHAMİD H ÇEŞMESİ
İtalyan mimar Raimondo d'Aronco'ya Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 229-231; bak. ERTUĞRUL TEKKESİ
yaptırılan bu çeşme, 1957 yılında yol Unsal, Eski Eser Kaybı, 6-61; Çeçen, Taksim-
Hamidiye, 171, 179-180; S. Eyice, "Çeşme", ABDÜLHAMİD II EVLADI
genişletme çalışmaları sırasında asıl yeri £»¿4, VIII, 277-287.
olan T o p h a n e ' d e k i Nusretiye Camii TÜRBESİ
BELGİN DEMİRSAR
bak. YAHYA EFENDİ TEKKESİ

ABDÜLHAY EFENDİ
(?, Edirne - 16 Kasım 1705, İstanbul)
Celvetî şeyhi ve mutasavvıf. Babası,
Aziz Mahmud Hüdaî(->) halifelerinden
Saçlı İbrahim Efendi'dir (ö. 1664). Eğiti­
mini tamamladıktan sonra babasından
Celvetî hilafeti aldı. Günümüzde Bulga­
ristan sınırları içinde bulunan Akçakı-
zanlık'taki Alâeddin Efendi Tekkesi'nde
şeyhlik yaptığı sırada babasının vefatı
üzerine Edirne'ye gelerek ondan boşa­
lan Selimiye Camii vaizliğini ve Dizdar-
zade Tekkesi meşihatini üstlendi. Bu
görevlerini İstanbul'daki Sokollu Meh-
med Paşa Tekkesine atandığı 1686'ya
kadar sürdürdü.
Sokollu Mehmed Paşa Tekkesi şeyhi
Kadızade Mustafa Efendi'nin vefatıyla
dergâh meşihatine g e ç e n Abdülhay
Efendi, 18ö7'de Yeni Cami vaizliğine
atanarak her iki görevi birlikte yürüttü.
II. Abdülhamid Çeşmesi, Maçka n. Abdülhamid Çeşmesi, Sirkeci
Daha sonra Selâmî Ali Efendi'nin yerine
Onur Dirikan, 1993 Nazım Timuroğlu. 1993 1691'den vefatına kadar Aziz Mahmud
Hüdaî Asitanesi(->) postnişinliğini üst­
lendi. Mezarı Üsküdar'da Sadrazam Ha­
önünden sökülerek bugünkü yerine ta­ ABDÜLHAMİD U ÇEŞMESİ lil Paşa Türbesi yanındadır.
şınmıştır. Abdülhay Efendi, 16. yy sonlarında
Sirkeci'de, Demirkapı civarındadır. 19.
Tamamı m e r m e r d e n inşa edilmiş Aziz Mahmud Hüdaî (ö. 1623) tarafın­
yüzyılın barok süslemelere sahip tipik
olan dört yüzlü, ufak boyutlu bir mey­ dan kurulan ve 17. yy boyunca İstan­
çeşmeleri içinde yer alır. Cephe yüzeyi
dan çeşmesidir. Çeşmenin cephelerin­ bul'daki en yaygın tarikatların başında
üçe ayrılarak orta bölüm bir niş şeklin­
den ikisi dar, ikisi geniştir. Üzerinde ka­ gelen Celvetîliğin, şehir hayatında kök­
de düzenlenmiş, yan yüzeyler ise barok
gir, kenarları dilimli, iki kademeli, kur­ leşmesini sağlamış bir mutasavvıftır.
üsluba uygun şekilde, büyük boyutta
şun kaplı geniş bir saçak vardır. Köşe­ Mensubu bulunduğu şeyh ailesi, tarika­
yüksek kabartmalarla hareketlendiril-
lerde, beyzi madalyonlu kaideler üze­ tın İstanbul'dan Balkanlar'a uzanan ör­
miştir.
rinde yükselen, üst kesiminde, düşey gütlenme ağmı kurmada büyük rol oy­
yivli bileziklerle donatılmış ve perde Çeşmenin taç kısmında dışa kıvrılmış namıştır.
motifli başlıklarla sonuçlanan ince sü­ formda, plastik değeri yüksek üç adet
Abdülhay Efendi'nin babası Saçlı ib­
tunlar yükselir. Sütunların alt ve üst hi­ iri yaprak bulunmaktadır. Bunlardan
rahim Efendi, kurucu şeyh Hüdaî tara­
zalarında, ayrıca saçak altmda yer alan soldaki süsleme, bugün mevcut değil­
fından hilafet verilerek Rumeli'ye gön­
silme grupları cepheleri yatay olarak dir. Ortadaki büyük panoda ise Osman­
derilen Dizdarzade Ahmed Efendi'den
kat eder. Gerek geniş gerekse dar cep­ lı saltanat arması ve üzerinde büyük bir
(ö. 1623) sonra gelen ikinci önemli Cel­
heler iç içe dikdörtgen çerçevelerle do­ hilal içine yerleştirilmiş olan II. Abdül-
vetî halifesidir. Dizdarzade'nin Edir­
natılmış, ortaya son derecede süslü ay­ hamid'in tuğrası vardır.
ne'de kurduğu tekkede önce kendisi
nalar, bunların altına yalaklar yerleştiril­ Yan bölümlerin alt kesimlerindeki sonra oğlu şeyhlik yapmış ve bu gele­
miştir. Sütun kaidelerinin hizasında bu­ birer adet yatık dikdörtgen pano, bakla­ nek Abdülhay Efendi'nin halifesi olup,
lunan yalaklar geniş ve dar cephelerde va motifli olup, beşer adet su deliğine Hüdaî Asitanesi postnişinliğini üstlenen
farklı tasarımlar gösterir. Cephelerin üst sahiptir. Şeyh Yusuf Efendi ( ö . 1 7 4 0 ) ile 18.
kısmında, sütun başlıklarının hizasına Çeşmenin on dört satırlık nestalik ki­ yy'da da devam etmiştir.
kabartmalı pilastrlar, pilastrların arasın­ tabesi Sikkeken Abdülfettah Efendi'ye İstanbul'un 17. yy mistik hayatını şe­
da kalan yüzeylere kitabenin birer beyti aittir. Çeşme, askerlik dairesinin bitişiği­ killendiren Halvetî, Bayramî ve Gülşenî
yerleştirilmiştir. T a l i k hatlı kitabenin ne inşa ettirildiğinden, tarih mısraı şu tarikatlarına mensup Edirneli şeyhler gi­
manzum metni Üsküdarlı Ahmed Ta­ şekildedir: "Askerine çeşme yaptırdı se- bi Abdülhay Efendi'nin de aynı kökene
lat'a (1858-1926) aittir. niy Abdülhamid (1294/1877)". bağlı bulunması Celvetîlik(->) ile söz
Beyzi madalyonlar, perde kıvrımlı Büyük boyutta bir yalak teknesi olan konusu tarikatlar arasındaki kültürel
sütun başlıkları, cephelerin çeşitli yerle­ çeşme, günümüzde Ulaştırma Birliği'nin ilişkiyi güçlendirici bir özellik olarak
rindeki S ve C kıvrımları, çiçek sepetle­ konuşlandırıldığı surlarda, Demirka- dikkati çekmektedir. Özellikle Rumeli
ri, alınlık hizasında başlayan madeni şe­ p i n m hemen solundaki burca gömül­ kökenli Halvetîler tarafından kurulan
bekeler vb tasarım ve süsleme öğeleri müş durumdadır. Suyu kesik olup, ona­ Sokollu Mehmed Paşa Tekkesi'nin gene
barok üslubun özelliklerini yansıtır. Os­ nma muhtaçtır. aynı kökenden gelen Abdülhay Efendi
manlı mimarisinde barok üslubun çok­ Bibi. Tanışık. Ìstanbul Çeşmeleri, I, 286. aracılığıyla Celvetîlerin denetimine geç­
tan terk edilmiş olduğu 20. yy başların­ DOĞAN YAVAŞ mesi, bu ilişkinin tipik bir göstergesidir.
ABDÜLKADİR BELHÎ 44

Abdülhay Efendi'nin güçlü mutasav­ sik tasavvuf anlayışına bağlı kalarak 18. tırarak oluşturduğu tarikatının çatısı al­
vıf kişiliği, döneminin üstün bir müfessi- yy İstanbul'unda gelişen Müceddidîliğin tında bütün Melamîleri birleştirmek ve
ri ve şairi olmasından kaynaklanır. Bûsi- özellikle 19. yy boyunca tarikatın Hali- Abdülkadir Belhî'yi kendisine bağlaya­
rî'nin Kaside-i Bürde'sini tercüme etmiş dîlik kolu tarafından geri plana itildiği rak "gavsiyyet" makamını, temsil etmek
ve Fethü'l-Beyân li-Husûli'n-Nasrî ve'l- görülmektedir. II. Abdülhamid döne­ istemiş ise de, başarılı olamamıştır. Bu
Fethi ve'l-Emân ile Tefsir-i Ba'z-ı Suver-i minde Kürt kökenli şeyhlerin deneti­ amaçla birkaç defa İstanbul'a gelmiş,
Kur'aniye adlı eserlerinde başlıca sure­ minde yaygınlaşan ve devletin doğu misafir kaldığı Murad Buharî Tekke­
lerin tefsirini yapmıştır. Bunların yanı sı­ politikası gereği bürokrasi içinde belir­ sinde Abdülkadir Belhî ile görüşmüş,
ra Şerh-i Gazel-i Hacı Bayram-ı Velî gin bir siyasi güç odağına dönüşen Ha- fakat arzuladığı sonuca ulaşamamıştır.
başlıklı bir risalesi de vardır. Şairliği ise, lidîlik (bak. Nakşibendîlik) karşısında B ö y l e c e 19. yy'nın sonlarında İstan­
Hüdaî'nm etkisinde kalarak yazdığı ve Abdülkadir Belhî'nin temsil ettiği Mü- bul'un mistik hayatı içinde birbirinden
çeşitli yazma mecmualarda dağınık şe­ ceddidîlik, varlığım İstanbul'daki kalen- farklı iki Melamî zümresi faaliyet göster­
kilde bulunan tasavvufi şiirlerinde ken­ derhaneler ile Şeyh Murad Buharî Tek­ miştir. Bunlardan Abdülkadir Belhî'nin
dini gösterir. Bu şiirlerinden bazıları Ha­ kesinde sürdürmüştür. Söz konusu bu temsil ettiği akım, tarikatın geleneğine
fız Post ve Gülşenî şeyhi Şîrüganî Dede tekkeler, 17. yy sonlanndan itibaren Sa­ bağlı kalmış ve esnaf tabaka içinde güç­
tarafından bestelenerek İstanbul tekke­ rı Abduilah(-0 aracılığıyla başlayıp 18. lü bir örgütlenme ağı kurarak II. Meşru­
lerinde yaygın şekilde okunmuştur. yy'de Şeyh Murad Buharî ve La'lîzade tiyet sonrasında İttihat ve Terakki'nin
Abdülbâki ile devam eden Melamî-meş- canlandırmaya çalıştığı lonca sisteminin
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 199; Ayvansa-
rayî, Mecmuâ-i Tevârih, 222; Şeyhî, Veka- rep Nakşîliğin başlıca merkezleridir. Ab­ kültürel çerçevesini oluşturmuştur.
yiu'TFuzalâ, II, 414-415; Sicill-i Osmanî, III, dülkadir Belhî, Eyüp Nişancası'ndaki Eserlerinin büyük bir kısmını Mesne­
307; Salim, Tezkire, ist., 1315, s. 462-463; Os­ Murad Buharî Tekkesinde bu köklü ta­ vi tarzında kaleme alan Abdülkadir Bel­
manlı Müellifleri, I, 125-126; Hocazâde, Zi­ savvuf geleneğini babasından sonra ya­
yaret, 124; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 9, 73; hî'nin Farsça Esrarü't- Tevhîd'i (1331,
rım yüzyıla yakın bir süre devam ettir­ İst.) müritlerinden Selanik Valisi Meh-
Vassaf, Sefine, III, 21; Ergun, Türk Şairleri, I,
227-229; Ergun, Antoloji, I, 54; H. K. Yılmaz, miş ve oğlu Ahmed Muhtar Efendi (ö. med Nazım Paşa tarafından tercüme
Aziz Mahmûd Hüdâyi ve Celvetiyye Tarikatı, 1933), bu anlayışın Cumhuriyet döne­ edilmiştir. 1902 tarihli Yenâbü'l-Hikem,
İst., 1980, s. 262-263; İSTA, I, 116; N. Özcan, mindeki son temsilcisi olmuştur. 1905'te tamamladığı Künûzü'l-Ârifîn ile
"Abdülhay Celvetî", DİA, I, 227-228.
Abdülkadir Belhî, Nakşibendî tarika­ Gülşen-i Esrar başlıklı eserleri kaynak­
EKREM IŞIN larda zikredilmekle birlikte nerede ol­
tına bağlı bulunmakla birlikte İstanbul
hayatı üzerindeki asıl önemli etkisini dukları bilinmemektedir. Ayrıca tasav­
ABDÜLKADİR BELHÎ vufi şiirlerini, Divân inda toplamıştır.
Melamî/Hamzavî kutbu olarak yapmış­
(1839, Kunduz - 17 Mart 1923, İstan­ tır. 16. yy başlarında İsmail Maşukî(->) Bibi. Vassaf, Sefine, II, 227-230; Gölpmarlı,
bul) Nakşibendî tarikatına mensup mu­ tarafından İ s t a n b u l ' a getirilen ve Melâmîlik, 181-186; Ergun, Türk Şairleri, I,
tasavvıf ve Melamî/Hamzavî kutbu. 1561'de katledilen Hamza Bâlî'den son­ 229-233; İnal, Türk Şairleri, I, 7-8; N. Aza-
mat, "Abdülkadir-i Belhî", DİA, I, 231-232; T.
Asıl adı Gulâm-ı Kadir'dir. Aile köke­ ra Hamzavîlik (bak. Melamîlik) adıyla
Zarcone, "Histoire et croyances des dervic-
ni Belh'de bir süre hükümdarlık eden süren Bayramı Melamîliğinin 19. yy'deki hes Turkestanais et Indiens â istanbul", Ana-
Burhaneddin Kılıç tarafından Şah Hüse­ temsilcisi, Bekir Reşad Efendi'dir (ö. toliaModerna, II, (1991), s. 145.
yin'e dayanır. Eğitimini babası Nak- 1875). Aslen Morali olan ve Rumeli Me- EKREM IŞIN
şî/Müceddidî şeyhi Süleyman Hüseynî lamîlerinin kutup olarak tanıdıkları Re­
Efendi'nin (ö. 1877) yanmda tamamladı. şad Efendi, Abdülkadir Belhî'ye Mela­ ABDÜLKADİR BEY
1855'te B e l h ' d e baş gösteren Afgan mî/Hamzavî icazeti vermiştir. Böylece
Horosan ve Rumeli kökenli tasavvuf (23 Ekim 1785, İstanbul - Eylül 1846,
ayaklanması üzerine babasıyla birlikte
akımları, Abdülkadir Belhî'nin kişiliğin­ İstanbul) Kazasker ve hattat. Rumeli ka­
önce İran'a, ardmdan Irak yoluyla Ana­
de birleşmiş, bu akımların İstanbul'daki zaskerlerinden Emin Bey'in oğludur.
dolu'ya gelerek 1859'da Konya'ya yer­
temsilcileri de kendisini "kutup" olarak Medrese öğrenimi gördü. 1822'de Eyüp
leşti. Burada yaklaşık dört yıl boyunca
tanımışlardır. Bunlar arasında en başta mollası oldu. 1826'da Mekke payesini
Muhyieddin Arabi'nin eserlerini inceledi
Mevleviler ve Bektaşîler gelir. aldı. Mekke'de kadılıkta bulundu. İstan­
ve Mevlevîlerle kurduğu yakm ilişki sa­
bul kadılığı payesini aldı. 1829'da Ana­
yesinde Anadolu sufiliğiyle tanıştı.
Çelebilik makamını temsil eden Ab- dolu kazaskeri payesiyle Rusya ile yapı­
Abdülkadir Belhî, babası Şeyh Süley­ dülhalim Çelebi (ö. 1925) ile Yenikapı lan barış görüşmelerinde İkinci temsilci
man Efendi'nin Abdülaziz tarafından Mevlevîhahesi postnişinlerinden Meh- olarak buİundu. 1834'te fiilen Anadolu
davet, edilmesi üzerine önce Bursa'ya, med Celâleddin Dede (ö. 1908) ve Ab­ kazaskeri oldu. 1836'da Rumeli kazas­
sonra da İstanbul'a geldi. Şeyh Süley­ dülbâki Dede (ö. 1935), Galata Mevlevî- keri payesi verildi. Bir yıl sonra da Mec-
man Efendi'ye Üsküdar'da tahsis edilen hanesi postnişini Ahmed Celâleddin lis-i Vâlâ müftüsü olan Abdülkadir
konakta bir süre kaldı ve babasının Dede (ö. 1946) ve Bahariye Mevlevîha- Bey'in ölümünde, Eyüp Camii civarına
1867'de Murad Buharı Tekkesi(-*) post- nesi postnişini Hüseyin Fahreddin De­ gömüldüğü zannolunmaktadır.
nişinliğine atanmasıyla Eyüp'e taşındı. de (ö. 1911), Abdülkadir Belhî'ye bağla­ Resmi görevleri dışında talik yazı ile
Şeyh Süleyman Efendi'nin vefatıyla nan Mevlevî şeyhleridir. Ayrıca münte- uğraşan Abdülkadir Bey'in usta bir hat­
1877'de dergâh meşihatini üstlenen Ab­ sipleri arasında bulunan Sütlüce Tekke­ tat olduğu eserlerinden anlaşılmaktadır.
dülkadir Belhî, bu görevini 1923'e ka­ si şeyhi Münîr Baba ile Rumelihisarı Şe­ İlk yazı derslerini kendisi gibi usta bir
dar sürdürdü. Mezarı, Murad Buharî hitlik Tekkesi şeyhi Nafi Baba aracılı­ hattat olan babası Emin Bey'den aldı. O
Tekkesi haziresindedir. ğıyla son dönem Bektaşîleri üzerinde tarihte şöhreti gittikçe artan Yesârîzade
Abdülkadir Belhî, İstanbul'un Cum­ de önemli etkisi vardır. Mustafa İzzet'ten de ders almış olabile­
huriyet öncesi mistik hayatından derin İstanbul'daki Melamî örgütlenmesi ceği akla gelmektedir.
bir iz bırakan ve şehrin Osmanlı döne­ içinde ikinci devre Melamîlerince "ku­ Abdülkadir Bey'in yazılarında, 19- yy
mi boyunca gelişen zengin tasavvuf tup" olarak tanınan Abdülkadir Belhî, başlarına kadar etkisi sürmüş olan İran
kültürünü, mensubu bulunduğu Nakşî- çağdaşı Seyyid Muhammed Nurun ge­ t a l i k üslubunun en büyük temsilcisi
lik ve Melamîlik bünyesinde temsil liştirdiği ve üçüncü devre Melamîliği Esad Yesârî'nin tesiri görülür. Başka bir
eden bir mutasavvıf olarak dikkati çe­ olarak adlandırılan tasavvuf akımına ka­ ifade ile Abdülkadir Bey İran üslubu
ker. tılmamış, kendi bağımsız çizgisini koru­ talik yazının son temsilcilerindendir.
Nakşî/Müceddidî icazetini babası muştur. Aslen Arap olan Muhammed Eserleri yaygın değildir. Öğrencileri
Şeyh Süleyman Hüseynî Efendi'den al­ Nur (ö. 1888), Balkanlar'daki Nakşî ve çoktur.
mıştır. Nakşîliğin Horasan kökenli kla­ Melamî zümrelerini birbirleriyle kaynaş­ ALİ ALPARSLAN
45 ABDÜLMECİD

mından hassas, yönetimde hoşgörüden nelme olgusu, Osmanlı başkenti İstan­


yana, kan dökmekten nefret eden ka­ bul'un geleneksel tüm kurumlarını ve
rakteri ve özgürlüğü sevmesi sonucu, makamlarını etkiledi. Babıâli'nin ve bu­
saray çevresinde ve İstanbul'da değişik raya bağlı, ya da buranın yanında yer
bir gençlik yaşamıştı. Paris'te yayımla­ alan Meşihat, Serasker Kapısı, Nezaret­
nan, Debas gazetesi ile Illustration der­ ler, Şehremaneti örgütlerinin bulunduğu
gisine aboneydi. Çağdaş düşüncelere asıl İstanbul, mekânsal bir değişim süre­
açıktı ve kadınların serbestliğinden ya­ cine girdi.
naydı. Fakat, II. Mahmudün beklenme­ Sivil ve askeri sanayi tesisleri Haliç
dik bir zamanda ölmesi ile henüz çocuk ve Tophane semtlerinde gelişme ortamı
denebilecek bir yaşta tahta çıktı. Cülus bulurken para piyasası ve dış ekonomik
töreni Topkapı Sarayı'nda yapıldı. Eyüp ilişkiler için Galata ve Karaköy çevresi
Sultanda kılıç kuşandı. merkez oldu. Dersaadet (Suriçi İstan­
O sırada Osmanlı devleti ciddi so­ bul) ile Bilad-ı Selâse (Eyüp, Galata, Üs­
runlarla karşı karşıyaydı: Avrupa devlet­ küdar) eski düzenlerinden, yönetsel ve
lerinin ağırlaşan baskısı ve uyanan ulus­ yaşamsal pratiklerinden uzaklaşarak ye­
çuluk hareketleri devletin dağılmasını ni oluşan semtlerle bütünleştiler. Kent,
kaçınılmaz kılarken, ordu, Nizip Sava- Bakırköy'den Teşvikiye'ye, Kadıköy'den
şı'nda Kavalalı Mehmed Ali Paşa kuv­ Bostanciya, Boğaziçi'nin iki yakasında,
vetlerine yenik düşmüş, donanma, Mı­ Beykoz'a ve Sarıyer'e değin çok geniş
sır'a kaçırılmıştı. Üst yönetim kadrosun­ bir yayılma olanağına kavuştu. Eski is­
Abdülmecid daki çekişmeler, Sırbistan, Eflâk-Boğ- kân yasaları ve yasaklamaları yürürlük­
W. J. Edwardsin deseninden gravür. dan, Hicaz, Suriye bölgelerindeki ayak­ ten kalktı.
Celsus Picture Library lanma ve karışıklıklar, eyaletlerdeki kö­ Tanzimat ve Islahat fermanlarından
tü yönetimler, işsizlik ve e k o n o m i k en çok yararlanan gayrimüslim cemaat­
buhran sürüp gidiyordu. Bu nedenlerle ler, bir oranda da yabancı uyruklu yerli­
ABDÜLMECİD Abdülmecid'in 22 yıllık saltanatı, iç ve ler, getirilen mülk edinme olanakların­
(25 Nisan 1823, İstanbul - 25 Haziran dış siyaset ağırlıklı geçti. Mısır ve Bo­ dan yararlanarak bu açılış dönemi bo­
1861, İstanbul) Osmanlı padişahı (1 ğazlar sorunlarının ç ö z ü m ü ( 1 8 4 0 - yunca, Batı tarzı yapılaşmaya ve yaşa­
Temmuz 1839 - 25 Haziran 1 8 6 i ) . Sul­ 1841), Suriye olaylarının yatıştırılması maya öncülük ettiler. İstanbul, aynı yıl­
tan II. Mahmud ile Bezmiâlem Kadme- (1848) Eflâk-Boğdan sorununda geçici ların Avrupa kentlerindeki barok, roko­
fendi'nin oğludur. Tanzimat Devri ve barış sağlanması ( 1 8 4 9 ) Kırım Savaşı ko, ampir ve neogotik üslupların karışı­
Sultan Mecid Zamanı denen dönemin­ (1853-1856) bunların başlıcalarıdır. mını yansıtan seçmeci formlarda, resmi,
de, Batılılaşma süreci hızlanmış, yenilik­ 1839'da Gülhane Hatt-ı Hümayunu özel, askeri hattâ dinsel yapılarla deği­
ler en çok İstanbul'u etkilemiştir. ile açılan Tanzimat dönemi ve 1856'da şik bir görünüm almaya başladı. Abdül­
Abdülmecid, babası II. Mahmudün yayımlanan Islahat Fermanı, İstanbul'da mecid'in isteğiyle Dolmabahçe Sarayı,
öngördüğü ıslahat (reform) çabaları or­ ve bir oranda da ülkede etkili olduğu büyüklü küçüklü birçok köşk ve kasır
tamında, ilk kez Batı eğitimi alan şehza­ gibi, dışarıda da yankılar uyandırdı. Her inşa edildi. Yüksek rütbeli sivil ve aske­
de ve taht adayı olarak dikkati çeker. iki girişimin gerektirdiği yenilikler, İs­ ri erkân, gayrimüslim zenginler, yabancı
Din eğitimi de gören Abdülmecid, diğer tanbul'un yepyeni bir çehre kazanması­ devlet temsilcilikleri de görkemli ko­
yandan Avrupa prensleri gibi yetiştiril­ nı sağladı ve Avrupa'da bu kente yöne­ naklar, sahilhaneler, yalılar yaptırma ya­
miş, özel hocalardan Fransızca ve Batı lik ilgiyi arttırdı. Kurumsallaşma ve kişi­ rışına girdiler. Buna bağlı olarak iç me­
müziği dersleri almıştır. Kişiliği bakı­ sel buyrukçuluktan tüzel kararlara yö­ kânlarda ve donatımlarda da resmi da-

Abdülmecid
döneminde
Tophane
semti
Kırım Savaşı
nedeniyle
askeri merkez
konumundaki
Tophane'de
Fransız
komuta
heyeti, geri
planda
^ Tophane-i
Âmire, önde
Hünkâr Kasrı,
Nusretiye
Camii ve saat
kulesi.
Ara Güler
ABDÜLMECİD 46

irelerden başlayarak geleneksel tertipler talara değinir. Kadın erkek ilişkilerinin ci bir köprüyle bağlanması, ticaret yaşa­
ve eşya terk edildi. Lüks düşkünlüğü, geliştiğini ve doğallığına kavuşmaya mını olduğu kadar günlük yaşamı, öte­
sanatsal arayışlar, mobilyadan müziğe, başladığını, İstanbul'da, bu kente özgü den beri ayrı dünyalar olan Dersaadet
resme ve dekorasyona değin her alanda garip birtakım "muaşaka" (işaretlerle se­ ile Galata arasındaki farklılıkları da etki­
Batıya özentiyi öne çıkarttı. Tüm bun­ vişme, anlaşma) yöntemlerinin yaygın­ ledi. İlmiye sınıfı ve bir ölçüde de gele­
larda ise, doğrudan doğruya Abdülme- laştığını anlatır ve önemli bir başka hu­ neksel tezgâhları çalıştıran esnaf dışın­
cid'in yetişme tarzının, yaşam anlayışı­ susu da belirtir. Abdülmecid dönemine da, iş hayatında ve gündelik ilişkilerde
nın ve babası II. Mahmud'dan devraldı­ değin, kadınların sokağa çıkmalarına kaynaşma görüldü. 1847'de bir ferman­
ğı Batılılaşma tutkusunun payı büyüktü. son derece sınırlı izin verilegeldiğinden la köle ticaretinin yasaklanması ve Av­
Kendisi her ne kadar atalarının koydu­ bu yasaklamanın eseri sayılması gere­ rat Pazarının yıktırılması, İstanbulluları
ğu merasim kurallarına bağlı olduğunu, ken eşcinselliğin birdenbire ortadan yeni arayışlara yöneltti. Anadolu'dan ve
dışa yansıyan törenlerde vurgulamakta kalktığını itiraf eder: "Zendostlar çoğa­ Rumeli'nden gelen yanaşmalar, aile top­
idiyse de saray yaşamında köklü deği­ lıp mahbublar azaldı, Kavm-i Lût sanki luluklarına katılacak düzeyde İstan­
şiklikleri benimsedi. yere battı. İstanbul'da öteden beri deli­ bul'da İş ve barınma olanağı bulmaya
Osmanlı hanedanına yaklaşık dört kanlılar için mâ'ruf ve mu'tad olan aşk başladılar. Kentin yüzyıllardan beri baş­
yüzyıl mekânlık eden Topkapı Sarayı, u a'lâka hâl-i tabiîsi üzere kızlara mün- lıca sorunlarından olan ve işsizlikten
bu dönemde tamamen terk edildi. Kı­ takil oldu" der. Tüm bu sosyal açılım ve kaynaklanan hırsızlık olayları hemen
rım Savaşı yıllarında (1853-1856) İstan­ değişme ortamında, Kâğıthane, Lale neredeyse unutuldu. Fakat cariye edin­
bul'a gelen İngiliz, Fransız, İtalyan bir­ Devri'nden sonra yeniden rağbet buldu. me alışkanlığı daha uzun zaman kaçak
likleri ile subay ve diplomatlarının getir­ Orada veya Beyazıt'ta halk, artık kadınlı yollardan sürdü. Saray bile haremin ge­
dikleri alafranga görenekler, İstanbul'un erkekli, hıncahınç piyasadadır. İstanbul­ reksinimi olan cariyeleri kaçak olarak
orta halli ailelerini bile tüketiciliğe ve lular Boğaz'da "serv-i simin seyri" de­ ve Kafkasya'dan sağlıyordu. Bu dönem­
lükse yöneltti. İstanbullular bir süre ala­ nen, mehtapta kayıkla gezmeye merak­ de İstanbul konakları, Ermeni ayvazlar,
turka ve alafranga yaşama tarzlarını iç lıdırlar. Bu, müzik eşliğinde kadınların Çerkez, Gürcü cariyeler, Habeş bacılar
içe sürdürdüler. Örneğin, eskiden yaz da katılım ile Büyükdere koyundan Be­ ve haremağaları, Arnavut bahçıvanlar...
başlangıcında Boğaziçi'ne göçülürken bek kıyılarına, Kandilli yakasına kadar ile renkli birer dünyaydı. 19. yy ortasın­
hararlara minderler, makat örtüleri, yas­ Boğaziçi'ne yepyeni bir canlılık getir­ da kentteki bu tür insanların 40-50 bin
tıklar doldurulup pazar kayıklarına yük­ miştir. dolayında olduğu tahmin ediliyor ki, bu
lenirken artık bunların yanında koltuk, da şehir nüfusunun yüzde 10-12'si dü­
1860'a doğru. İstanbul'da sayfiye zeyindedir. Zenciler, bu oran içinde en
kanepe, konsol da götürülmeye başlan­ (yazlık) ve şitaiye (kışlık) olmak üzere
dı. Alafranga takımlar ramazanda kaldı­ az sayıyı oluşturmaktaydılar.
iki yan semtte, iki ayrı mekânda yaşa­
rılıyor, bir ay boyunca alaturka sofra mak âdet oldu. İstanbul ve Beyoğlu kış­ Öte yandan Abdülmecid dönemi İs­
düzenine dönülüyordu. lık semtlerdi. İlkbahar sonunda padişa­ tanbul'u yabancı gezgin ve araştırmacı­
1850'ye doğru, İstanbul yeni bir olgu hın göç fermam yayınlanınca, Boğaz ların uğrağı olmuştu. Gerek bunlar, ge­
yaşadı. Mısır Valisi Abbas Paşa'nm (hd yalılarına, Kadıköy'e ve Adalar'a sayfi­ rekse onlar gibi giyinen Levantenler,
1848-1854) reformlara ve Batılılaşmaya yeye çıkılıyordu. Boğazın her iki yaka­ özellikle Beyoğlu semtlerine bir Avrupa
karşı çıkışı, Mısır'ın soylu, zengin ve sında satılık ya da kiralık ev, konak, ya­ kenti havası vermekteydiler. 1850'de
Batı yanlısı elit zümresinin İstanbul'a lı bulmak oldukça zordu. Bir zamanlar Şirket-i Hayriye'nin kuruluşu ve pazar
göçmelerine neden oldu. Bunlar, bir Baltalimaninda 40 bin kuruşa satılan kayığı taşımacılığının önemini yitirmesi,
ayakları Avrupa'da ailelerdi. Cevdet Pa­ bir yalının, mevsimlik kirası aynı mikta­ 1854'te eski kent yönetimi örgütlerinin
şa, Maruzât'ta, "Mısır döküntüleri" ola­ ra çıkmıştı. Çünkü, Mısırlılar gibi, kentin yerini şehremaneti (belediye) örgütü­
rak nitelendirdiği bu gelenlerin, baş­ yerli zenginleri, gayrimüslim kuyumcu­ nün alması, Kırım Harbi sırasında İstan­
kentin ahlakım bozduklarını vurgular. lar, bankerler, kibar takım ve devlet ri­ bul'un müttefik güçler için bir üs konu­
Yüksek fiyatlarla konaklar, yalılar alma­ cali de yazın Boğaziçi'nden başka yerde munda olması, Fransa kentleri örnek
ları, bunların donatımı için lüks eşya oturmayı düşünmemekteydi. Henüz Ka­ alınmak suretiyle yeni bir yönetim siste­
getirtmeleri, sefahate dalıp bol para dıköy, Adalar, bayındır değildi. Kızıl top­ mini de gündeme getirdi. İhtisap Neza­
harcamaları ile Osmanlı yüksek zümre­ rak diye bir semt bilinmiyordu. reti kaldırıldı. Kent güvenliğinden Zap­
sini de kendileriyle yarışa sürükledikle­ tiye Nezaretinin, esnaf işlerinden Tica­
Anlatılan hızlı değişimde, Kırım Sa­
rini anlatır. Sultan Efendilerin (padişah ret Nezareti'nin sorumlu kılınması, İs­
vaşı yıllarında (1853-1856) İstanbul'da
kızları, kız kardeşleri) ise hiçbirinden tanbul'un doğrudan Babıâli ile ilgisinin
su gibi para harcayan İngiliz. Fransız
geri kalmamak için hesapsız harcamala­ azaltılması yoluna gidildi. Kentsel so­
askerlerinin de rolü oldu. Fakat, bu ka­
ra yönelmeleri, kadmefendüer arabalar­ runlar ve çözümleri için Şehremeni'nin
labalıkların çekilmesi, iç ve dış borçlan­
la dış dünyaya açılmakla kalmayarak başkanlığında bir meclis oluşturuldu.
malar sonucu devletin aylıkları ödeye­
alışveriş tutkusuna kapılmaları da bu Fakat asıl b e l e d i y e c i l i k h i z m e t l e r i
mez duruma gelmesi ardından İstanbul
dönemdedir. 1857'de belediye dairelerinin, özellikle
birdenbire ekonomik bunalıma sürük­
de Altıncı Daire-i Belediye'nin kurulma­
Abdülmecid'in kadmefendileri, ikbal­ lendi. Çünkü, İstanbul esnafının dayan­
sından sonra gündeme geldi. 1845'te
leri, kızları, arabalarda piyasaya çıkıp dığı aylıklılar sınıfı parasız kalmıştı. Ön­
oluşturulan Zaptiye Nezareti'nin başlıca
Beyoğlu kuyumcularında, mağazaların­ celeri birkaç misli yükselen fiyatlar
görevi İstanbul'un güvenliğini sağla­
da alışveriş yapacak kadar özgürlük ka­ 1860'ta ani düşüşlerle eski düzeyini da­
maktı. Yeni birçok karakol yapıldı. Ab­
zandılar. Vezir eşlerinin, yüksek sınıf ai­ hi koruyamadı. Bir yüzlük altın 160 ku­
dülmecid, Beşiktaş sırtlarındaki ıssız ve
lelerinin de onlardan kalır yanı yoktu. ruşa çıktı. Bu bunalım bir dizi olaya ne­
korkulu alanları, buraya bir cami ve ka­
Abdülmecid'in saray masraflarının dışa­ den oldu. Örneğin, saraydan alacaklı
rakol inşa ettirerek (Teşvikiye Camii ve
rıya yansıyan üç yıllık borcu üç milyon gayrimüslim esnaf, önce Babıâli'ye baş­
Karakolu) modern ve güvenlikli bir
keseyi geçmiş bulunmaktaydı. Dışalım vurdu. Geri çevrilince bir vapura dolup
semt yapmayı amaçladı. Mecidiyeköy
öylesine artmıştı ki, saraya Amerika'dan Dolmabahçe Sarayinm önüne gittiler.
de bu sırada göçmenler için, iskâna
buz getirtiliyordu. Kadınlar, eski giyim Buradan da bekledikleri cevabı alama­
açılmıştır.
alışkanlıklarını bırakarak Avrupa'dan yınca Fransa'nın, İngiltere'nin ve Rus­
gelen iç çamaşırlarını, korseleri, şemsi­ ya'nın İstanbul'daki elçiliklerine şikâyet­
Abdülmecid, saltanatı boyunca Rauf,
ye ve eldivenleri tercih etmekteydiler. te bulundular.
Mustafa Reşid, Âli paşaları yönetimin ve
Cevdet Paşa, Mâruzât'ti bu döne­ 1845'te Halic'in iki yakasının, Kara- diplomasinin başında tutarak genç ve
min İstanbul'unu anlatırken ilginç nok­ köy-Eminönü meydanları arasında ikin­ aydın bir vezirler kadrosu ile imparator-
47 ABDÜLMECİD

Abdülmecid'in
Avrupa
kentlerindeki
egemen jj
mimarı
üslupları
örnek alarak
inşa ettirdiği
Dolmabahçe
Sarayı'nın,
arkasına otel
binası
yapılmadan
önceki
görünümü.
Ara Güler

luğa, Tanzimat denen bir tür meşruti istikrarlı geçmiştir denebilir. İstanbul'da te girmesi uzayacağından 1851'de Encü-
monarşiyi yerleştirmek istemişti. Bu ül­ İngiltere Büyükelçisi sıfatıyla bulunan men-i Dâniş, ilk bilim akademisi kimli­
küsüne herkesten çok kendisi uymuş­ ve padişahla randevusuz görüşebilen ğinde çalışmaya başladı.
tur. İstanbul dışına gezi amacıyla çık­ Lord Canning de anılarındaki açıklama­ Abdülmecid, toplumu yeniliklere
ması, İzmit, Mudanya, Bursa, Çanakkale larla bu yargıyı doğrular. Canning'in özendirmek için, kurum açılışlarına,
ve Gelibolu'ya gitmesi, Silistre'ye kadar vurgulamalarına göre İstanbul, artık do­ okul sınavlarına ve derslerine, kışlalar­
Tuna yalılarım, Girit'i ziyaret etmesi, ğal güzelliği yanında insan ilişkileri ba­ daki tatbikatlara katılıyordu. İmparator­
Kavalalı Mehmed Ali Paşa'yla uzlaşıp kımından da uygar bir kent olmuştu. luk başkentine yeni bir düzen getirme
onun 1846'da İstanbul'a gelmesine ola­ Örneğin, elçiliğin sayfiye sarayındaki ve yönetsel kurumları yenileme konu­
nak tanıması, saray kapıları önünde ve­ bir baloya İstanbullu Türk gençleri ka­ sunda da önemli adımlar atıldı. 1840'ta
zirlerin ya da eşkıyanın kesik başların tılmışlar ve serbestçe dans etmişlerdi. Babıâli örgütü düzenlendi. Meclis-i Ma­
sergilenmesine son vermesi, kendisini 1845'te çiçek aşısının uygulandığı, liye ( 1 8 5 5 ) , Meclis-i Âli-yi Tanzimat
bir kamu görevlisi gibi görüp Babıâli'de 1855'te İstanbulluların ilk kez telgraf (1853), Meclis-i Ahkâm-ı Adliye ve Zira­
hazırlanan Daire-i Hümayun'a arada gi­ olanağına (Edirne-Şumnu hattı) kavuş­ at (1839), Nafıa, Maarif (1857) Nezaret­
dip çalışması, bürokratları tanıması, ki­ tuğu, padişahın annesi Bezmiâlem Vali­ leri kuruldu. İlk nizami mahkemeler
şiliği konusunda bir fikir verir. Fakat de Sultan'ın halk hizmeti için ilk vakıf açıldı. Buna karşılık ilmiye sınıfının hi­
her gün sızacak derecede içmesi, kadın­ hastanesini (1843-Vakıf Gureba Hasta­ yerarşisine, medreselerin bozulan düze­
lara düşkünlüğü, haremindeki dokuz nesi) tesis ettiği bu yıllar boyunca, kül­ nine, bir yarar sağlamayacağı gibi yeni­
kadınefendisi ve dokuz ikbalinden ayrı­ türel, sosyal, askeri, dini birçok önemli liklere de zararı dokunabileceği kaygı­
ca çok sayıdaki cariye ile ilişkisi zayıf kurumun hizmete sokulduğu saptanı­ sıyla ilişilmedi.
bünyesini kısa zamanda yıpratmıştır. Bu yor. Mekteb-i Harbiye, Ulum-ı Harbiye, 1844'te genel bir nüfus sayımı yapıl­
yıpranışta, karşılaştığı siyasal sorunların Fünun-ı İdadiye olarak ikiye ayrılarak dı ve halka, mecidiye denen ilk kimlik
da payı vardır. Tanzimat'ın getirdiği ye­ çağdaş bir askerlik eğitimi başlatılmış, belgeleri verildi. Bu uygulama İstan­
niliklerden zarar gören ya da rahatız bu büyük kurum 1847'de yeni binasına bul'dan başlayarak tüm imparatorluğa
olan kesimlerin ikide bir kayıklara sala­ taşınmış ve Fransa'dan uzman öğret­ yaygınlaştırıldı. Halk, nüfus tezkirlerine
puryalara dolup sarayı önünde gösteri­ menler getirtilmiştir. Maarif-i Umumiye fesin altında saklandığı için "kafa kâğı­
ler yapmaları, Kırım Savaşı başlarken Meclisi (1846), bundan 11 yıl sonra da dı" adını daha o zaman vermiştir. Yine,
Rus ajanların tahrik ettiği imam, vaiz, Maarif Nezareti oluşturuldu. Başkentte 1844'teki büyük para operasyonu (tas-
müderris bir kısım softanın "keferelerle bir dizi yeni okul açıldı. Erkek ve kız hih-i sikke) onluk sisteme dayalı altın
(İngiltere, Fransa, İtalya) anlaşıp ehl-i rüştiyeleri, Mülkiye Mahreç Mektebi, Zi­ ve gümüş para birimlerinin kullanımını
küffara savaş açmanın dinsizlik olduğu­ raat Mektebi, Telgraf Mektebi, Darülma- sağladı. Yeni paralara mecidiye adı ve­
nu" ileri sürüp eyleme geçmeleri, med­ arif, Darülmuallimin, Orman Mektebi ve rildi. 1854'e değin dış borçlanmaya git­
rese ortamlarında barınan ve çoğunun Ebe Mektebi bunlardandır. Abdülmecid, memekte direnen Abdülmecid, Kırım
okumakla ilgisi bulunmayan suhtelerin şehzadesi Murad'la (V) kızı Fatma Sul- Savaşı'mn getirdiği ekonomik yük ve
ikide bir "talebe-i ulum" ayaklanmaları tan'ı ellerinden tutup okula götürerek başta Dolmabahçe Sarayı'nın yapımı ol­
başlatmaları, Kuleli Olayı vb gelişmele­ öğretmene teslim edecek düzeyde ol­ mak üzere kendi adını taşıyan kışlalarla
rin de payı vardır. gunluk göstermiş ve halka örneklik et­ okulların, ordunun gereksinimi için İn­
Bununla birlikte, Abdülmecid döne­ mişti. 1845'te Darülfünun'un (üniversi­ giltere ve Fransa'dan borç alınmasına
mi İstanbul'u, halk açısından renkli ve te) temelleri atıldı. Bu kurumun hizme­ izin verdi. 1 8 5 5 , 1 8 5 8 ve 1859'daki
ABDÜLMECİD ÇEŞMESİ 48

borçlanmalarla birlikte Galata'daki ban­


kerlerden de yüksek faizlerle borç para L A M A R T İ N E V E A B D Ü L M E C İ D
alındı.
Gerçek şu ki, devlet içeride ve dışa­ Sonunda kurmay subaylarından ve maiyet askerlerinden kurulu çok geniş
rıda mali bir iflasa sürüklenirken alınan bir kortej sökün etti. Mavi gök üstüne beliren, sonra, tepenin üstünden ve
paraların tamamının harcandığı İstanbul yamaçlarından yavaş yavaş bize doğru inen bir kortejdi bu. Yelesi güneş
bundan kazançlı çıktı. Bir başka gerçek, altında ipek gibi parlayan gümüşî bir ata binmiş biri ötekilerden çok önde
İstanbulluların, Türk, Ermeni, Rum, Ya­ gidiyordu.
hudi, Levanten, ya da Müslim, gay­
Bahçivan dedi ki: "O, Padişahtır!" Uzaktan, yavaş adımlarla indiğini gördük.
rimüslim olarak birbirleriyle çok yönlü
Sonra dalların arkasında kayboldu.
kaynaşmalarıdır.
Kent ve kendilik, daha önceki dö­ Ondan önce gelen birkaç paşa bize gelerek iltifat ettiler. Padişahın selâm­
nemlerin şehrî, zimmî, Dersaadet, Gala­ larını bildirip az sonra köşkte bulunacağını söylediler.
ta vb kavramlarını bu dönemde geri Daha sonra Sadrâzam Reşit Paşa geldi, ıhlamur ağacının altında elimden
plana itmiş gözükmektedir. Buna karşı­ tuttu ve iki arkadaşımla beraber beni padişaha doğru götürdü. "Majesteleri
lık, ö z e l l i k l e I s l a h a t F e r m a n ı ' n d a n Fransızcayı pek iyi anlar ve rahatlıkla okur; ne var ki, bizim âdetlerimize göre,
(1856) sonra gayrimüslimlerle Levanten- ancak tercümanları yolu ile görüşmesi gerekir. Ama kendileri ile sizin aranızda
lerin giderek daha şımarık kimliklere ancak vezirini istedi. Bundan dolayı, sır âdet yerini bulsun diye, sözlerinizi ben
bürünmeleri, yabancı elçilerin ve en tercüme edeceğim, Majestelerinin söylediklerini de size ben nakledeceğim."
başta da "Taçsız Kral" denen Lord Can-
dedi.
ning'in saray ve Babıâli üzerinde aşırı
nüfuz kazanmaları, 1853'te İstanbul'a Padişah köşkte yalnızdı. Çıplak salonun en ışıksız bir köşesinde, pencere
gelen Rus elçisi Mençikof un tehdit edi­ ile duvar arasında h e m e n h e m e n siliniyor gibi idi. Padişahı saygı ile
ci tutumu, 1859'da ortaya çıkan ve Ab- selâmladım.
dülmecid'i tahttan indirmeye yönelik Sultan Abdülmecid yirmi altı, yirmi yedi yaşında genç bir adamdır; yaşından
Kuleli Olayı ile rüşvet ve yolsuzlukların az daha olgun görünür; uzun boylu, kıvrak, zarif ve incedir. Yunan heykel­
önlenememesi, giderek artan hayat pa­
lerinde hayranlık uyandıran tatlı yüz yuvarlaklığı, boyun uzunluğunun sağladığı
halılığı (örneğin bu dönemde İstan­
asalet ve duruş yumuşaklığı ile başının, omuzlarının üstünde vakarlı bir duruşu
bul'da odun fiyatları Paris'tekinden iki
misli yüksekti) Abdülmecid dönemi İs- vardı. Yüz çizgileri muntazam ve tatlı, alnı yüksek, gözleri mavi, kaşları,
tanbul'undaki olumsuzluklardır. Kafkaslı soylarında görüldüğü gibi yaylı, burnu, sert olmamakla beraber düz,
dudakları yarı açık, insan yüzünün karakter temeli olan çenesi yüzü ile ahenkte
Aynı zamanda iyi bir hattat olan Ab­
ve biçimli idi.
dülmecid, ünlü hattat Mahmud Celaled-
din'in en iyi çırağı olan Tahir Efen- Elbisesi sade, alçak gönüllü, ağırbaşlı, ama bununla beraber şahsı gibi
di'den sülüs, celi sülüs ve nesih yazıları­ vakarlı idi: dizlerine kadar düz, kıvrımsız inen kahverengi kumaştan, boynu
nı meşk etti ve icazetname aldı. Sonra­ açık bırakan bir setre, siyah fotinleri örten geniş bir pantalon, kabzası süssüz
dan Hafız Osman ve Rakım okullarının bir kılıç.
izleyicisi Kazasker Mustafa İzzet'ten de Beni zarif bir şekilde selâmladı ve konuşmaya davet eder gibi, başım başıma
icazetname alan Abdülmecid, yazdığı
yaklaştırdı. Aklımda iyice düşünüp tasarladığım sözleri zaten hazırlamıştım.
kıtalarını tezhip ettirip vezirlere hediye
Ona karşı durumum o kadar nazik ve ayrıntılı idi ki söylemek istediklerimin
ederdi.
ötesinde, ya da dışında kalacak beyanlarda bulunmak istemezdim. O bir
Abdülmecid, daha ziyade celi sülüs
hükümdar idi, ben ise, dünya önünde, bir cumhuriyetin kuruluşuna yardımcı
ile meşgul olmuştur. Nesihi hakkında
olmuştum; o, öz olarak, görevli olarak gelenekçi, tutucu idi, ben ise, belki de
bilgimiz olmadığı gibi rıka yazısını da
haksız olarak, bir ihtilâl çetecisi, memleketinin tahtına karşı ayaklanmış bir
kimden yazdığı bilinmiyor. Celi sülüs
yazıları cami ve müzelerdedir. Kendi adam şöhretiyle karşısına çıkıyordum; o, bir imparatorluğun başı idi, ben,
devrinde yapılan Dolmabahçe ve Orta- toprakları üstünde bana geniş haklar kazanmış minnettar bir yabancı. Bütün bu
köy camilerindeki çeharyârlar (dört ha­ nedenlerden dolayı ilk söyleyeceklerim, takınacağım tutum gibi ölçülü olmalı
lifenin isimlerini taşıyan levhalar) onun­ idi. Toplumum içindeki durumumu ve icraatımı inkâr etmemem, ama bir
dur. İstanbul Üniversitesi Kütüphane- Avrupalı ihtilâlci olarak ta tanmmamam gerekirdi. Ne nankör görünmeli idim,
si'nde de bir levhası vardır. ne de dalkavuk. Sözlerimi tercüme etmesi için Reşit Paşaya baktım ve
Abdülmecid, hat sanatında üslubun­ padişahm önünde yeniden eğilerek şunları söyledim:
da sert ve haşin bir görünüş bulunan ve "Majestenize borçlu bulunduğum minnet ve şükranı arzetmek için denizleri,
bu yüzden ayrı bir okul sahibi sayılan
beşyüz fersahlık bir mesafeyi aşarak İzmir'e gitmeden ö n c e huzurunuza
Mahmud Celâleddin yoluna bağlıdır.
geldim; D o ğ u y a olan bağlılığım, insanlarının cömert ve asil mizaçlarına
Abdülmecid 25 Haziran 186l'de Ihla­ hayranlığımdan başka, imparatorluğunuzda gördüğüm harikulade konuksever­
mur Kasrı'nda öldü. Sultan Selim Külli­
liğe hak kazandıracak hiçbir özelliğim yoktur. Ama Majesteniz hatırladı ki,
yesi Camii bahçesindeki türbesine gö­
Antik Çağlarda atalarının da göstermiş oldukları konukseverlik, kimi zaman, bir
müldü. Yerine kardeşi Abdülaziz tahta
hükümranlığa şeref vermeye yetmişti. Bu yıl, yabancılara karşı büyük koruma
çıktı.
olayları yılı olarak tarihte yaşanacaktır. Bu yılın adı, Abdülmecit'in konuksever­
Bibi. Tarih-i Lutfî, VIII; İnal, Son Sadrazam­
lar, I; Cevdet Paşa, Mâruzât, İst., 1980; Cev­ liği ve alicenaplığı yılı olarak anılacaktır!
det, Tezâkir, IV; M. Ç. Uluçay, Abdülmecid, "Tanrı'nın güneşi, padişahın ise toprağı bağışladığı bu güzel memlekete
1976; A. H. Ongunsu, "Abdülmecid", ¿4, I; S.
L. Poole, Lord Stratford Canning'in Türkiye daha önce de geldim; şanlı babanızı selâmladım ve sizi, o zaman, bir çocuk
Hatıraları, (çev. C. Yücel), Ankara, 1959; olarak yanında gördüm; imparatorlukları .gençleştiren, ihtilâlleri önleyen
Karal, Osmanlı Tarihi, VI; Ed. Engelhardt, reformları kendisinden sonra devam ettirecek oğula, bir evlâda malik olmak
Tanzimat, (çev. A. Düz), ist., 1976. ender talihine erişmiş oldu.
NECDET SAKAOĞLU Alphonse de Lamartine ve İstanbul Yazıları,
çev. Nurullah Berk, İst., 1971, s. 165-168
ABDÜLMECİD ÇEŞMESİ
bak. ZÜBEYDE HANIM ÇEŞMESİ
49 ABDÜLMECİD EFENDİ

üyesi olup döneminin Türk ressamları rarsız ve ulusal harekete düşmanca tutu­
arasında yer almıştır. Sultan Abdülaziz mu yanında, Abdülmecid, yakın çevresi­
ile Hayrânıdil Kadirim oğludur. nin de desteğiyle Milli Mücadeleyi onay­
Dolmabahçe Sarayı'nda doğan Ab­ lamış gözükmeyi, ileri düşüncelere açık
dülmecid, babası Abdülaziz öldüğü olmayı, zaman zaman Vahideddin'le ve
( 1 8 7 6 ) zaman çocuktu. II. Abdülha- İstanbul hükümetiyle ters düşmeyi tercih
mid'in, hanedan şehzadelerine uygula­ etti. Bir aralık, Anadolu'ya geçip Milli
dığı disiplin ve öngördüğü eğitim orta­ Mücadele'ye katılma eğilimi gösterince
mında yetişti ve Şehzadegân Mekte- İngilizlerin isteğiyle Dolmabahçe Sarayı
bi'nde özel tahsil gördü. Dönemin saray veliaht dairesinde gözetimde tutulmaya
geleneklerine uyarak alafranga yaşama çalışıldı. Oğlu Ömer Faruk Efendi'yi
ilgi duydu. Fransızca öğrendi. Piyano 1920'de Vahideddin'in, bir ara Mustafa
ve resim çalıştı. Gençlik yıllarında İstan­ Kemal Paşa'ya (Atatürk) verilmek iste­
Abdülmecid Çeşmesi bul'un hareketli ortamlarından uzak nen kızı Sabiha Sultanla evlendirdi. Bu
Ziya Nur Sezen, 1993 kalmayı seçti. Bağlarbaşı'ndaki, kendi tür bir evlilik hanedan üyeleri arasında
adıyla anılan köşkünde ailesiyle birlikte ilk kez oluyordu.
kapalı yaşadı. Dışarıya yansıyan davra­ 1 Kasım 1922'de saltanat ve hilafet
ABDÜLMECİD ÇEŞMESİ
nışları ise hanedan ve sosyete arasında birbirinden ayrılıp saltanat yönetimine
Yeşilköy'de Bezm-i Alem Camii bitişi­ dengesiz ya da atakça bulunurdu. son verilince Vahideddin'in sultan-padi-
ğinde, Bademli Sokağı ile Çekmece şah unvanları da kaldırılmış, Abdülme­
Caddesi köşesindedir. 1908'de İkinci Meşrutiyet ilan edilin­
ce hanedanm öteki yetişkin şehzadeleri cid Efendi'nin de saltanat veliahdı sanı
Sultan Abdülmecid tarafından 1258/ sona ermiş oldu.
1842 tarihinde yaptırılmıştır. Orijinal ha­ gibi Abdülmecid Efendi de siyasal ve
toplumsal sorunlarla ilgilenerek İstan­ Vahideddin'in 17 Kasım 1922'de İs­
linden bir şey kaybetmemiştir. Yalnızca
bul'da aktif bir kişilik sergilemeye çaba tanbul'dan kaçmasının ardından Türki­
çeşmeyi iki sokağa bakan cepheleri bo-
gösterdi. Sanat ve edebiyat çevreleriyle ye Büyük Millet Meclisi (TBMM) 19 Ka­
\~unca dolaşan sekiz adet yalak, 19601ı
ilişkiler kurdu. Birçok derneğin onursal sım günü Abdülmecid! halife seçti. Ab­
yıllarda kaldırılmıştır. Bugün ana cephe­
başkanlığını üstlendi. Oğlu Ömer Faruk dülmecid Efendi için, padişahlar için
sinde çok sade olan mermer bir yalağı
Efendiyi, önce Viyana'ya, ardından Ber­ gelenek olan cülus ve kılıç kuşanma tö­
vardır.
lin'e tahsile gönderdi. İstanbul'daki renleri düzenlenmeyerek Topkapı Sa­
Devrinin görkemli ve çok süslü yapı­
rayı hırka-i şerif odasında 24 Kasım
larına karşın, sade bir görünüşü olan bu
1922'de "biat" töreni yapıldı. Bu törene
çeşme hazneli ve köşe başı çeşmesi ol­
milli hükümetin temsilcileri olarak Refet
masına rağmen yalnızca bir cephesi
Paşa ( B e l e ) ile bazı mebuslar, İstan­
mermer kaplanarak süslenmiş, diğer
bul'daki din görevlileri, sivil ve asker
cepheler ise kesme taş duvar örgüsü ile
yöneticiler katıldılar. İstanbul camilerin­
bırakılmıştır. Cephenin süslemesi, barok
de yeni halife adına hutbeler Türkçe
yapıların kesik hatlı, yuvarlak kemerli
okunmaya başlandı. Resmi hiçbir yetki­
ışık-gölge oyunları yaratacak tarzda dü­
si ve soaımluluğu bulunmayan Abdül­
zenlenmiş cephelerini andırmakta, an­
mecid Efendi D o l m a b a h ç e Sarayı'na
cak cepheyi boyuna kesen iki sütunçe-
yerleşti. Her cuma günü İstanbul'un bü­
nin tepesinde yer alan dışa kıvrımlı iki
yük bir camiine geleneksel cuma se­
yaprak motifi dışında hiçbir bitkisel süs-
lamlıklarını hatırlatan törenlerle namaza
.emeye rastlanmamaktadır. Ayna yüzey­
gitmeye başladı. Kimi kez ata biniyor,
sel bir kemerin yukarısında saçağın al­
Fatih Sultan Mehmed'in sarığına benze­
andadır. Altı satır halinde yan yana altı
yen bir sarık sarıyor, bazen otomobile
bölüm halindeki kitabe, Muhammed Ali
bazen de saltanat arabasına biniyordu.
idlı bir şairin yazısıdır ve zarif bir süsle­
Amacı. İstanbul halkına ve basına, ön­
meye sahip kasetler halindedir. Aşağı­
ceki padişahlardan yetki ve protokol
dan yukarı uzanan ve ayna kenarındaki
bakımından hiçbir farkı olmadığını gös­
sütunçeleri, ayna kemerini ve kitabeyi
termekti. Ama. onun bu gidişlerine
iki yanda köşeli sütunçeler sınırlar.
mevkib-i hümayun, erkân-ı devlet, as­
Banların üstü dışa kıvrık "S" şeklinde
keri birlikler katılmadığı için cuma tö­
bitkisel süslemelidir. Yapı cephesinin
Abdülmecid Efendi renleri sönük geçiyordu.
iki dış kenarı da köşeli sütunçelerle sı­
Birinci Dünya Savaşı yıllarında. Abdülmecid Efendi, fırsat buldukça
fırlanmıştır. Cephe enine olarak da iki Secdet Sakaoğlıt
-yrı silme sırasıyla bölünmüştür. Mer­ gezilere de çıkarak halka yakın olmayı,
mer kaplamalı saçak, yapıya birleştiği hanedana bağlılığın soğumamasını gü­
erde üç kademeli bir kordon konsol Türkçülerin ve reform yanlılarının umut düyordu. Tüm bunlar, kaygı uyandırıcı
diriiindan taşınmaktadır. bağladıkları, en aydın ve ileri görüşlü davranışlar olarak değerlendirildiğinden
şehzade konumunu elde etti. Toplantı­ Refet Paşa Ankara'ya bir rapor sundu.
Çeşmenin suyu Halkalı su şebekesin­
lara, açılış törenlerine güven verici jest­ Abdülmecid'in İslam dünyasına hitaben
de" sağlanırdı. Ancak bu yol yok ol-
lerle katılarak halkın da sempatisini ka­ bir Arapça beyanname yayımlamak iste­
Mtşıur. Çeşme bugün suyunu şehir şe-
zandı. 19l6'da ağabeyi Veliaht Yusuf İz- diğini, kendisini Halife-i Müslimin ve
. • inden almaktadır.
zeddin Efendi intihar edince Abdüla- Hâdimül-Haremeyn unvanıyla tanıttığı­
ZİYA NUR SEZEN ziz'in hayattaki tek oğlu kaldı. 4 Tem­ nı, imzasını Abdülmecid bin Abdülaziz
muz 1918'de Vahideddin tahta çıkarken Han olarak attığını ve rahatsızlık yara­
ABDÜLMECİD EFENDİ Abdülmecid Efendi de hanedanın en tan benzeri davranışlarını bildirdi. Mus­
29 Mayıs 1868, İstanbul - 23 Ağustos yaşlı şehzadesi olarak resmen veliaht-ı tafa Kemal Paşa, Abdülmecid'in redin­
1944, Paris) Osmanlı hanedanının son saltanat ilan edildi. got giyebileceğini ve davranışlarının
veliahdı (1918-1922) ve son halifedir Veliahtlığı boyunca kendi çıkarları kontrol edilmesini istedi. TBMM'de hali­
(19 Kasım 1922 - 3 Mart 1924). Halife doğrultusunda bir siyaset güttü. İstan­ felik konusu tartışılmaya başlandı. Ger­
Abdülmecid. Mecid Efendi olarak da bul'un işgali, xAnadolüda Milli Mücade- çekte ise Abdülmecid'in halife sanı ile
anılır. Osmanlı hanedanının tek ressam le'nin başlamış olması. Vahideddin'in ka­ ne Türkiye'de ne de İslam ülkelerinde
ABDULMECID EFENDİ 50

yapabileceği bir şey vardı. İslam ülkele­


rinin birçoğuna hâkim olan İngiltere'nin
İstanbul'daki işgal kuvvetlerinden bir
subay, otomobili ile Galata Köprüsü'n-
den g e ç e n Abdülmecid'i durdurarak
ona sıradan insan işlemi uygulamış ve
trafik cezası kesmekten çekinmemişti.
Ama, cumhuriyet ilan edilince, İngiltere
ve onun adma Ağa Han, halifeliğin say­
gın bir konumda ve yetkili bir makam
olarak korunması konusunda yeni yö­
netime başvurdular.
Cumhuriyet hükümetinin ilk önlemi,
halife yanlılarını sindirmek için İstan­
bul'a bir İstiklal Mahkemesi kurulu gön­
dermek oldu. Öte yandan Abdülmecid
Efendi unvanını, cumhuriyetin ve ulusal
egemenliğin üstünde hissettirmeye, İs­
tanbul'u asıl başkent gibi göstermeye
çalışıyor, İstanbul basınında her gün bir
başka türlü ve üstü kapalı demeci çıkı­
yordu. Hükümeti küçümsediğinden,
başkâtibi ile Başvekil İsmet Paşa'dan
Halife Abdülmecid Efendi bir medrese ziyaretinden çıkarken, arkada Ankara hükümetinin ödeneğinin artırılmasını istemesi son
temsilcisi Refet Paşa (Bele) görülüyor. 1923. şanssız girişimi oldu. TBMM'deki kimi
Nuri Akbayar üyeler de "hilafet hükümettir" savını
açıkça gündeme getirmişlerdi. Mustafa
Kemal Paşa. İsmet Paşaya bir şifre ile
"halife ve bütün cihan bilmelidir ki hali­
ABDÜLMECİD E F E N D İ N İ N K E N D İ AĞZINDAN HAYATI fe ve hilafet makamının gerçekte din ve
siyaset bakımından hiçbir anlamı ve
Pederim Abdülâziz Han hazretlerinin devr-i saltanatlarında henüz dört yaşında hikmeti yoktur" mesajını ulaştırdı ve
olduğum halde topçu silk-i askerîsine dahil oldum. Evvelâ Halil Paşa, saniyen Abdülmecid Efendi'nin İstanbul'da ya­
Belçika'da tahsil görmüş Said Paşa ve Beyoğlu kışlası kumandam ve aynı za­ şaması için cumhurbaşkanı ödeneğin­
manda Avrupa'da tahsil görmüş bulunan Hüseyin Paşa... nezaretleri altında den az bir ödeneğin yeteceğini vurgula­
spor ve ata binmek tahsillerini gördüm. II. Abdülhamid devrinde, Abdülâziz za­ dı. Toplanan Halk Fırkası grubunda da
manında olduğu gibi spor âlemleri yani binicilik unutulmuş gibi idi. İşte bu de­ hilafetin kaldırılması kararlaştırıldı.
virde en iyi ata binen ve daha doğrusu yalmz ata binen, Osmanlılar içinde. İs­
3 Mart 1924'te Meclis'te kabul edilen
tanbul'da üç fert sayılabilir: Şerif Ali Haydar Bey (eski Mekke Şerifi Ali Haydar
bir yasa ile halifelik kaldırıldı. Osmanlı
Paşa). Bu zat Arap usulünde biner, ikincisi ben, üçüncüsü Halit Paşadır. He­
hanedanının ve Abdülmecid'in 24 saat
men asakir müstesna olduğu halde gençler meyamnda biz üç kişi ata binmek,
içinde yurtdışına çıkartılmaları da aynı
atta icra-yı hüner etmek bize mahsustu.
yasanın gereği olduğundan 5 Mart 1924
Mektepten (Şehzadegân mektebi) fırsat buldukça daima av ile meşgul olur­ sabahı, Osmanlı hanedanının tüm erkek
dum. Pederim gayetle kuvvetli olduğundan spor oyunlarını sever, pehlivan gü­ bireyleri ve onlardan ayrılmak isteme­
reşlerine çok rağbet eder ve evlâtlarının da gayetle kuvvetli olmasına itina edil­ yen kadın ve kızları ayrılış için hazırlan­
mesini ferman ederdi. Bu suretle evlâtları meyamnda en kuvvetlilerinden biri dılar. Bu karan Abdülmecid'e İstanbul
de bendim. Gençliğimde bütün akranlarıma faik kuvvette idim. Ve yüz kilodan Valisi Haydar Bey (Ali Haydar Yuluğ)
fazla olan insanları tek kolum üzerinde tutabilirdim. Dolmabahçe Sarayımda tebliğ etti. Ace­
le bir hazırlıktan sonra ailesiyle birlikte
Sonraları tesadüfi olarak bulduğum bir Avusturafyalı zabitten eskrim öğren­ otomobille Çatalca'ya götürüldü. Orada
dim. Birçok da eskrim yaptım. At kemal-i süratle giderken istediğim şeyi rovel- bekletilen ve diğer hanedan mensupla­
verle vururdum. Tüfenk kurşunuyla otuz kırk adım mesafeden bir iki hata ile rının binmiş olduğu özel trenle Edir­
isim yazabilirdim. Denizde yüzmeği de severdim. ne'den yurtdışına çıkartıldı.
Pederim bütün evlâtlarım sevdiği halde en ziyade büyük biraderin üzerinde Abdülmecid yaşamının son yirmi yı­
dururdu (Yusuf İzzeddin Efendi). Bunun da sebebi rahmetli büyük valide idi lını İsviçre ve Fransa'da geçirdi. 2:
(Pertevniyal Valide Sultan). Bizi sevdiği zaman daima ona göstermemeğe çalı­ Ağustos 1944'te Paris'te Bulogne Orma-
şırdı. Bir gece pederim beni huzuruna istedi. Gittim, elimden tuttu, Dolmabah- nı'na bakan villasında öldü. Tahnit edi­
çe Sarayı'nın harem dairesinden mabeyn-i hümayun kısmına giderken merdi­ len cenazesi 1954'te Paris'ten Medine'ye
ven dönemecinde büyük valideye rastgeldik: "Ne o yine koltuğunun altında götürüldü ve orada defnedildi. Abdül­
bir şeyler var, ne oluyor?'' dediler, pederim ise "Bir şey yok valideciğim" de­ mecid, Avrupa'da, İstanbullu bir Os­
mekle beraber beni de hırkasının arasına saklamıştı, bunu da böylece geçirdik, manlı beyefendisi gibi yaşadı. Fesini çı­
mabeyne geldiğimizde odasının penceresini açlırttı. lâpa lâpa kar yağıyordu, karmadı, eskiyince yenisini Suriye'den
titriyorum, pederim ise hiç fütur etmeden nöbetçi askerlere bakıyor, bir aralık getirtti. Kaloş kunduralarını Paris'teki İs­
"haydi Mecid, mabeyinci Fahri Beyle git nöbetçi askerlerimizin benim tarafım­ tanbullu bir Ermeniye yaptırıyordu. Vil­
dan hatırlarım sor, üşüyorlar mı. şu ihsanımı da ver gel" emrini verdiler vc lasındaki yaşam düzeni, İstanbul'un
benim titrediğimi gördüğünde "Ne titriyorsun Mecid denizin kenarında bek- köşk hayatına uyarlanmıştı. İstanbul'da­
liyen askerler de insandır, haydi bakayım" emri üzerine titreyerek gidip emir­ ki gibi, her cuma günü Paris Camii'nr
lerini yerine getirdim, işte hayatımdan sana bir nebze bahsettim. gidiyor, Kuzey Afrikalı Müslümanlara
namaz kılıyordu.
İ. H. Baykal, "Son Osmanlı Halifesi Abdülmecid'in Sarayında Neler Gördüm",
Abdülmecid Efendi'nin İstanbul'a öz­
Resimli Tarih Mecmuası, II, 1951
gü iki kimliği (ruhça Türk ve Müslü­
man, düşüncede Batılı) temsil edişi ve
51 ABDÜLMECİD EFENDİ KÖŞKÜ

Abdülmecid Efendi'nin bir tablosu


Yalı Önündeki Kadınlar, tuval üstüne yağlıboya, 183x254 cm. 1922. Dolmabahçe Sarayı
Nazım Timuroglu

egzotik kişiliği hayranlık uyandırmıştır. si. 1st.. 1955: K. Mısırlıoğlu. Osmauoğıtllan- o l a n yapı, b ü y ü k bir yazlık k ö ş k olarak
Ç o c u k l u ğ u n d a n başlayarak k a l e m e aldı­ nın Dramı. İst.. 1976, s. 159-196, 245-272: A. planlanan kompleksin selamlık bölü­
Osmanoğlu. Babam Sultan Abdülhamid. İst..
ğ ı " H a t ı r â t ' l m oğlu Ö m e r F a r u k E f e n ­ müdür. Ahşap h a r e m dairesi ve müşte­
1984, s. 246-253; S. Akgün. Halifeliğin Kaldı­
d i y e verdiği söylenir. İ s t a n b u l ' d a n Pa­ rılması ve Laiklik. .Ankara, ty. milat niteliğindeki bazı yapılar g ü n ü m ü ­
ris'e r e s i m eğitimi için g e l e n g e n ç l e r e ze k a d a r gelememiştir.
N E C D E T SAKAOGLU
maddi d e s t e k sağlamıştır. K ö ş k ü n g e r e k tasarımı g e r e k s e yapı­
Abdülmecid Efendi, amatör denilme­ ABDÜLMECİD EFENDİ KÖŞKÜ mı büyük bir ö z e n i yansıtmaktadır. Kü­
y e c e k düzeyde ressamdı. Türk resim sa­ ç ü k bir saray olarak n i t e l e n e b i l e c e k bu
Ü s k ü d a r B a ğ l a r b a ş ı ' n d a Kuşbakışı S o k a ­
natının İstanbul'daki gelişimine desteği k ö ş k planı, g ö r ü n ü m ü n d e k i k ö ş k karak­
ğ ı n o . 18'dedir. K ö ş k , N a k k a ş t e p e ' y e v e
olmuş, 1910da Osmanlı Ressamlar Ce­ teri ve zarafetiyle iddialı bir yapımdır.
B e y l e r b e y i n e doğru alçalan hafif meyil­
miyeti gazetesinin çıkmasına katkıda bu­ K ö ş k ü n iddiası, d a h a giriş kapısının
li ve geniş ( 1 6 0 d ö n ü m l ü k ) bir arazi
lunmuştur. Aynı z a m a n d a bu cemiyetin düzenlenişinde ve biçiminde kendini
ü z e r i n d e k i koruluğun içinde b u l u n m a k ­
b a ş k a n l ı ğ ı n ı yapmıştır. Saray y a ş a m ı n a gösterir. O s m a n l ı b a r o k uygulamalarını
tadır. Ç o k sayıda değerli a ğ a c ı da b a n n -
üişkin b i r k a ç tablosu, örneğin "Sarayda anımsatan geniş bir saçakla örtülmüş
dıran bu koruluk ve k ö ş k , y ü k s e k du­
Aile Toplantısı", s o n d ö n e m O s m a n l ı ha­ o l a n kapı, b a s ı k k e m e r i , eliböğründeleri
varlarla çevrilidir. K ö ş k ü n a n a girişi
nedan yaşamı açısından b e l g e niteliğin­ v e r e n k l i b e z e m e l e r i ile g ö r k e m l i d i r .
Kuşbakışı Sokağı'ndadır. Güneyinde,
dedir. "Sarayda B e e t h o v e n " . " H a r e m d e İhata duvarı içeri ç e k i l e r e k kapının y o l a
e s k i h a r e m k ö ş k ü için b i r girişi d a h a
G o e t h e " , "Saraylı H a n ı m " v b tabloları, g ö r e algılanışı v e perspektifi g ü ç l e n d i ­
vardır. Ayrıca b a h ç e v e s e n d s girişleri
Tevfik Fikret'in 5/5 şiirinden esinlenerek rilmiştir.
d e bulunmaktadır.
çalıştığı İ s t a n b u l ' u sis altında g ö s t e r e n
K ö ş k ü n arazisi d a h a ö n c e Hıdiv İs­ K ö ş k . kagir bir b o d r u m kat ü z e r i n e
tablosu, kendisinin, R e c a i z a d e E k r e m
mail P a ş a ' n m mülkiyetindeydi. İsmail iki katlı a h ş a p bir yapıdır. Simetrik ve
Bey'in, Yavuz Sultan Selim'in, Halil Ed-
Paşa'nın oğlu İ b r a h i m Paşa. Saray'a da­ aksiyal bir planı vardır. İki a n a e k s e n i n
h e m B e y ' i n portreleri bilinen eserlerin­
m a t olduğunda, kendisi için tasarladığı kesiştiği n o k t a d a m e r k e z i sofa bulunur.
dendir. T o p l a n a b i l e n eserleri 1986'da İs­
k ö ş k ü , s e ç i l e n yeri v e projeyi ç o k b e ğ e ­ Burada eskiden var olduğu bilinen,
tanbul'da sergilenmiştir.
n e n M e c i d Efendi'ye devretmeyi önerdi. m e r k e z i sofa motifini g ü ç l e n d i r e n ve
Bibi. S. K. Nigar, Halife II. Abdülmecid. İst. Arazi, Sultan II. A b d ü l h a m i d tarafından ç o k eski tarihi g e l e n e k l e r e b a ğ l a y a n ha­
1964; 1. Baykal, "Son Osmanlı Halifesi Abdül­ 1 8 9 5 yılında satın alınarak Ş e h z a d e Ab­ vuz, sökülmüştür. Birinci katta yanlara
mecid'in Sarayında Neler Gördüm". Resimli eyvanlarla açılarak haçvari bir şema
d ü l m e c i d Efendi'ye tahsis edildi.
Tarih Mecmuası, II, 1951; R. Yalkın. "Son
Halife Abdülmecid ve Hanedan-ı Al-i Osman K ö ş k . 1 9 0 1 ' d e d ö n e m i n tanınmış mi­ g ö s t e r e n g e l e n e k s e l m e r k e z i sofa moti­
istanbul'dan Nasıl Çıkarıldı", Tarih Dünyası, marı A l e x a n d r e V a l l a u r y ( - 0 tarafından fi, ikinci katta kapalı bir s a l o n a d ö n ü ş ­
no. 5-6, 1950: M. K. Ardakoç. Hilafet Mesele­ tasarlanıp inşa edildi. H a l e n m e v c u t müştür. K ö ş e l e r d e k i d i k d ö r t g e n planlı
ABDÜLMECİD MEYDAN ÇEŞMESİ 52

Bahçede bir kar kuyusu, bir de 36 m


derinlikte merdivenli bir kuyu olduğu
belirtilmektedir.
Bibi. Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 229-237; T.
Toros, "Yapı ve Kredi Bankası'nm Bağlarba-
şı'ndaki Mecit Efendi Köşkü", Sanat Dünya­
mız, 31 (1984), s. 2-9; Eldem, Türk Evi, I,
204-207; M. Servet Akpolat, Fransız Kökenli
Levanten Mimar Alexandre Vallaury, (Ha­
cettepe Üni., basılmamış doktora tezi), 1991,
s. 93-97.
AFİFE BATUR

ABDÜLMECİD MEYDAN ÇEŞMESİ


Üsküdar'da Selimiye Kışlası yakınında,
Harem İskelesi Caddesi üzerinde bulun­
maktadır.
Sekiz beyitlik uzun kitabesinden an­
laşıldığı üzere 1 2 5 7 / 1 8 4 1 yılında Abdül­
mecid tarafından yaptırılmıştır. İbrahim
Hakkı Konyalı tarafından okunan kita­
besinin yazarı Ziver'dir. Kitabedeki,
Abdülmecid Efendi Köşkü Çeşme-i mâü'l-hayât saltanat-ı Şah-ı
Erkin Emiroglu, 1993
Cihan / Hazret-i Abdülmecid Han âb-ı
rûy-ı kâinat / Buldu suyun cevher-i tâ­
odaların da ikinci katta doğrultuları de­ Yapıda kullanılan kapı, pencere, ko­ rih Zîver hâmeden / Etti carî Pâdişâh
ğiştirilmiştir. Bu küçük oynamalara kar­ lon, kemer vb mimari öğeler, genel ola­ bu suda nev aynü'l-Hayat 1257, beyit­
şın, her iki katta da, eksenler boyunca rak oryantalist eğilime özgü biçim özel­ leri bu konudaki en önemli bilgilerdir.
çıkıntı yaparak dışa uzanan orta mekân­ likleri taşır. Kuzey Afrika-İspanya İslam Tamamı hemen hemen kesme taş
lar ile dört köşedeki odalar, düzgün bir sanatında karşılaşılan türde kemerlerin, malzemeden inşa edilen yapının dört
g e o m e t r i k plana uygundurlar. Ama korniş profillerinin eliböğründelerin cephesinde üçer büyük musluk vardı.
üçüncü boyutta duvarların ileri geri alı­ abartılı biçimciliği, bu elemanlara bir Ancak bugün bunlar yoktur. Bu çeşme­
nışı ile kitlede plastik bir etki ve cephe­ dekoratif öncelik yükler. nin en önemli özelliği hem insanların
lerde son derece hareketli bir görünüm Köşkü küçük bir başyapıt yapan hem de hayvanların su içmeleri için ya­
sağlanmıştır. özellikler arasında kuşkusuz bezemesi pılmış olmasıdır. Büyük hacimli su haz­
Tasarıma ustalık katan düzenlemeler, önemli bir pay almaktadır. Bugüne ka­ nesinin üstü tonozla örtülü olup, etra­
yalnızca plandaki geometri ile cepheler­ dar bir hayli örselenmiş olmakla birlikte fında geniş bir saçak bulunmaktadır.
deki hareketliliği birleştirmekten ibaret hâlâ çok renkliliği ile gözalıcı bir görü­ Yapıyı dört bir yandan saran en alttaki
değildir. Vallaury, değişik tarihi refe­ nümü vardır. Bezemelerinin en önemli mermer dizisi yalak olarak kullanılmak­
ransları kullanarak ve en çok İstanbul özelliklerinden biri, çok renkli oluşu­ tadır. Aralarda ise kısmi bölünmeler
sivil mimarlığının geleneksel kimi motif­ dur. Dönemin oryantalist beğenisine de meydana getiren levhalar yer almakta­
lerini, örneğin şahnişin ve saçakları, be­ uyan bu çok renklilik, dışarıda ışık al­ dır. Çeşmenin üzerinde yer alan kitabe­
zeme program ve tekniklerini yenileye­ tında, yapıya canlılık ve pırıltı vermek­ nin, ortadaki tuğranın iki tarafına dizil­
rek değerlendirmiştir. tedir. Saçakların b e z e n m e s i ve ç o k diği anlaşılmaktadır. Yapı son yıllarda
Beş basamaktan sonraki sahanlıktan renklilikten pay alması ise, yapıdaki şa­ geçirdiği restorasyonla büyük değişikli­
ulaşılan revaklı giriş, üst kattaki geniş şırtıcı özeni daha da vurgular. ğe uğramıştır. Yapının büyük su topla­
balkonla birlikte, vurgulanmış bir göl­ Osmanlı mimarlığında pek de karşı­ ma havuzu ise, üstte temizlik bacalarına
geli alan yaratır. Aym eksen, üzerindeki laşılmayan dış cephe bezemesi, cephe sahiptir.
arka cephede ise yine revak vardır, ama yüzeyini geometrik olarak bölümleyen Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 438-440;
bu kez revak kesimi ileri çıkar; üstün­ dikdörtgenlerden oluşan ve pencere öl­ Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 22-23; Çeçen,
deki balkon da renkli camla bezenerek çülerini esas alan modüler bir çerçeve­ Üsküdar, 127-128.
kapanır. Yan cephede, kuzeybatıda ise, leme içinde uygulanmıştır. Oryantalist ÖZKAN ERTUĞRUL
orta mekân bir şahnişin yapmak üzere motiflerden oluşan bezeme, kalem işi
ileri çıkar. tekniğindedir. ABDÜLMECİD SİVASÎ
Saçaklar, yapıya görkem de katan Benzer bölümleme sistemi ve beze­ (1563, Zile - 1639, İstanbul) Halvetîli-
üslup öğeleri olarak değerlendirilmişler­ me programı, yapının iç bezemesinde ğin Şemsî koluna mensup şeyh ve mu­
dir. Ortada, eksenler üzerindeki mekân­ de kullanılmıştır. İçerde kalem işine ve tasavvıf.
ların örtü kotu yükseltildiği gibi saçak­ altın tezhipli nakışlara ek olarak çini 16. yy'ın ünlü Halvetî şeyhlerinden
ları da yüksek ve diğer mekânların sa­ kaplamalar da vardır. Köşke ilişkin bü­ Şemseddin Ahmed Sivasî'nin (ö. 1 5 9 7 )
çaklarından daha geniş tutulmuştur. Bu tün betimlemelerde anılan ve yapının kardeşi Muharrem Efendi'nin oğludur.
saçak hareketleri yapıya değişken pers­ yüksek tavanlı olmasını da gerektirdiği Eğitimini babasından, tarikat icazetini
pektif olanakları sağlamaktadır. belirtilen görkemli avizeler günümüzde ise amcası Şemseddin Sivasî'den aldı.
Vallaury'nin tarihi referansları arasın­ mevcut değildir. Önce Zile'deki Halvetî tekkesine, Eğri
da geleneksel baş oda düzenlemeleri de Köşkün en sofistike sanat yapıtı ise seferinde vefat eden Şeyh Pirizade Veli
vardır. İkinci katta, giriş cephesine ba­ birinci kat merdiven holünde duvara Efendi'nin yerine postnişin oldu. Daha
kan odalar, iki bölümlü ve divanhaneli fresk tekniğinde yapılmış olan "Aşk sonra l 6 0 4 ' t e amcası Receb Efendi'den
düzenlenmiştir. Divanhane, birer ince Çeşmesi" adlı tablodur. Tanınmış res­ boşalan Sivas'taki Şemsî Tekkesi meşi-
kolona bağlanan alçak korkuluklar ve sam Avni Lifij'in yapıtı olan resim, Fran­ hatini üstlendi. Bu görevini sürdürdüğü
bir basamak farkıyla oda girişinden ayrı­ sız Sembolist Ekolü'nün esinlerini yansı­ sırada III. Mehmed'in daveti üzerine
lır. Güney tarafındaki divanhane, ayrıca tan çok önemli bir yapıttır. Lifij'in imza­ Abdülahad Nuri(->) ile birlikte İstan­
çini duvar panolarının kullanıldığı beze­ sını ve 1337 Rumi / 1340 Hicri tarihleri­ bul'a geldi. Kısa bir süre Sultanahmet'te
me programı ve tekniği ile de ayrılır. ni taşımaktadır. ikamet ettikten sonra, müritlerinden Rei-
53 ABDÜLMECİD TÜRBESİ

sülküttab La'lî Efendi'nin hediye ettiği şeyhlik yapmış ve tekke 19. yy başların­ yaygın tip olan sekizgen plana sahiptir.
Eyüp Nişancası'ndaki konağa yerleşti. da Halvetîliğin Sünbülî koluna geçmiş­ İç kenarları 3,20 m uzunluğunda olan
Şeyhülislam Sunullah Efendi'nin camie tir. Şemsîliğin İstanbul'da temsil edildiği sekizgenin, giriş dışındaki her yüzünde
çevirdiği Atpazarı'ndaki Hüsam B e y son merkez ise, Taşkasap'taki Zıbm-ı üst üste ikişer pencere yer almaktadır.
Mescidi'nde başladığı cuma vaizliği gö­ Şerif Tekkesi'dir. Şeyh Mehmed Kasım 15-20 yıl öncesine kadar önünde came­
revini, sırasıyla Şehzade ve Sultan Selim Efendi (ö. 1910) ile oğlu Yusuf Ziyaed- kânlı, iki tarafı sedirli, ahşap bir sundur­
camilerinde sürdürdü. Sultan Ahmed din Efendi bu tekkede tarikat faaliyetle­ ma bulunan girişin üzerinde de bir pen­
Camii'nin açılışına "temel şeyhi" olarak rini Cumhuriyet dönemine kadar sür­ cere vardı.
katıldı ve vefatına kadar bu camide va­ dürmüşlerdir. Alçak bir subasman üzerine oturan
izlik yaptı. Vefatından iki yıl sonra, gö­ 17. yy İstanbul'unda gündelik hayatı sekizgen prizma biçimli gövdenin dış
müldüğü Eyüp Nişancası'ndaki bahçeye sarsan ve tarihe Kadızadeliler-Sivasîler köşelerinde, her biri komşu yüzeyi dü­
müritlerinden Kösem Mahpeyker Sul- çatışması olarak geçen olayda Abdül­ şeyde sınırlayarak keskin bir kenar
tan'm kâhyası Behram Ağa tarafından mecid Sivasî'nin üstlendiği rol, bu dö­ oluşturan yivsiz pilastrlar bulunur. Bu
kendi adıyla anılan türbesi inşa edildi. nemde tarikatların şehir hayatındaki pilastrlar, üstte yapıyı çepeçevre kuşa­
Abdülmecid Sivasî'nin mensubu bu­ varlıklarım sürdürebilmelerinde başlıca tan bir kornişi ve ensiz kasnakla onun
lunduğu Şemsîlik, amcası Şemseddin Si- etkenlerden birisidir. Birgivî Mehmed üzerine oturan basık kubbeyi taşırlar.
vasî tarafından kurulmuş olup, Halvetî- Efendi'nin Tarikat-ı Muhammediye''sin­ Pilastr başlıklarının silmeleri, arasındaki
liğin dört ana kolundan biridir (bak. de ileri sürülen görüşleri temel alıp, yüzeylerin üzerinde de devam eder.
Halvetîlik). Başlangıçta Şemseddin Siva­ devran ve sema gibi tarikat ritüellerini Ancak bu ara yüzeyler pilastrlara göre
sî'nin doğum yerine nispetle Sivasîlik bid'at sayarak tekkelerin kapatılmasını birkaç santim de olsa geri çekildikleri
olarak tanınan tarikat, sonradan Abdü- isteyen Kadızadelilerin karşısına, tasav­ ve iki katlı düzenlendikleri için pilastr­
lahad Nuri'nin (ö. 1651) kurduğu diğer vuf zümresini temsilen Abdülmecid Sı­ lar, subasmandan kornişe kadar süren
bir tarikatla aynı adı taşımaktan doğan vası çıkmıştır. Bazı saray ileri gelenleri kesintisiz biçimleriyle, yapı kütlesini be­
karışıklığı önlemek için Şemsîlik şeklin­ ile ulema sınıfından destek gören Kadı- lirleyici bir nitelik kazanırlar. Yatay bir
de anılmıştır. zadeliler(-0, kışkırttıkları kalabalık bir silmenin düşeyde ikiye böldüğü yan
zümreyle tekkeleri basmışlar, şeriattan yüzeylerin her iki bölümü profilsiz bir
sapmış olarak gördükleri tasavvuf ehlini kademelenmeyle geri çekilerek, pence­
böylece sindirmeye çalışmışlardır. Ab­ relerin içinde yer aldıkları dikdörtgen
dülmecid Sivasî bu karışık ortamda, yüzeyleri çerçevelerler. Alt kattaki pen­
tekkkelerde icra edilen devran, sema ve cereler düz atkılı, üsttekiler alttakilere
musikinin İslamiyete aykırı olmadığını göre daha küçük ve kaş kemerlidir. Her
cesaretle savunmuş, kendisinden soma iki pencere dizisi için de, duvardan ayrı
halifesi Abdulahad Nuri, bu mücadele­ bir söve söz konusu değildir. Gerek üst
ye devam etmiştir. pencerelerin demir doğramalı dışlıkları,
gerekse alt pencerelerin şebekeleri ge­
Abdülmecid Sivasî'nin genel tasavvuf
leneksel biçimlerden farklıdır.
konularını işleyen eserlerinin yamsıra
özellikle Mevlânâ'mn Mesnevi 'sine yap­ Abdülmecid Türbesi, dış görünü­
tığı şerh, bu alandaki en başarılı çalış­ müyle İstanbul'daki padişah türbeleri
Abdülmecid Sivasî'nin Eyüp Nişancası'ndaki malardan birisi olarak kabul edilir. Mes­ arasında en sıradan örnektir. Diğerlerin-
türbesi. nevi 'nin birinci cildinin yarısına kadar deki grimsi beyaz küfeki, mermer ve ki­
Ekrem Işın. 1992 mi kez renkli taş kullanımına karşın,
gelebilen bu şerhten başka, "Şeyhî"
mahlasıyla yazdığı tasavvufi şiirlerini burada bütünüyle alışılmadık sarı bir ki­
kapsayan bir de Divan'ı vardır. reçtaşı kullanılması, revak yerine basit
Şemsîliğin istanbul'da yaygınlaşması­
bir sundurmayla yetinilmesi ve gerek iş­
nı sağlayan en etkin kişi, Abdülmecid Bibi. Mehmed Nazmî, Hediyetü'l-lhvân, Sü-
leymaniye Ktp, Reşid Efendi, no. 495; Ay- çilik gerekse tasarım açısından dış küt­
Sivasî'dir. Tarikatın İstanbul dışında da
vansarayî, Hadîka. I, 196-197; Ayvansarayî, lede hiçbir özen bulunmaması, ona taş­
örgütlenmesi için çaba göstermiş ve bu
Mecmuâ-i Tevarih, 211; Şeyhî, Vekayiu'l-Fu- ralı bir görünüm verir. Batılılaşma dö­
amaçla halifesi Abdulahad Nuri'yi Midil­ zalâ, I, 62; Uşşakizade, Zeyl-i Şakaik. 49-54; neminde, özellikle türbelerde karşımıza
li'ye göndermiştir. Hocazade. Ziyaret. 84-87: Zâkir. Mecmua-i çıkan, tasarım kalitesindeki yükselme­
Abdülmecid Sivasî'nin İstanbul'daki Tekâyâ. 14. 60; CSR, Dosya B/23.
nin tersine, burada biçimsel açıdan ye­
faaliyetlerine sahne olan ilk merkez, EKFEM IŞIN tersiz bir yapı söz konusudur. Bu duru­
Çarşamba'daki Mehmed Ağa T e k k e - mun nedenini Cevdet Paşa'nm Tezâ-
si'dir. Darüssaade Ağası Mehmed Ağa ABDÜLMECİD TÜRBESİ fe'r'inde sözünü ettiği alçakgönüllülük­
tarafından Mimar Davud Ağa'ya yaptırı­ Çarşamba'da, Sultan Selim Camii'nin ar­ ten çok, H. Şehsuvaroğlu'nun Dahiliye
lan bu küçük külliyede önceleri Halve- kasındaki hazirede yer almaktadır. Tarihi Nazırı Damat Şerif Paşa'dan aktardığı
tîlerin denetiminde faaliyet gösteren yarımadanın beşinci tepesinde, Halic'e gibi, türbenin aslında Abdülmecid'in
tekke, Şeyh Vişnezade Mehmed Efen­ hâkim, doğal bir teras oluşturan bu hazi­ kendinden önce ölen oğulları için ya­
di'nin löOTde vefat etmesiyle Abdülme­ rede ayrıca Yavuz Selimin türbesi, 1894 pılmış olmasında aramak gerekir.
cid Sivasî'nin idaresine geçerek Şemsîli- depreminde yıkılmış olan eşi Hafsa Sul­ Türbede mermer kaideler üzerinde
ğe bağlanmıştır. Bunun gibi Yavsî Baba tan Türbesi'nin kısmen korunmuş duvar­ Abdülmecid'den başka, ikisi de 1855'te
Tekkesi de(-»), Abdülmecid Sivasî'nin ları ve Yavuz ile Kanuni'nin çocuklarına küçük yaşlarda ölen oğulları Mehmed
sultan Selim Camii vaizliği yaptığı sıra­ ait diğer bir türbe bulunmaktadır. Abdüssamed ve Osman Seyfeddin ile
da Bayramîlerin denetiminden çıkıp, Abdülmecid Türbesi'nin yapım kita­ 1876'da ölen Burhaneddin'in sanduka­
Şemsîliğe geçen tarikat merkezleri ara­ besi yoktur. Ancak dönemin tarihçileri­ ları bulunmaktadır. Köşelerde boya ile
sındadır. Cerrahzade Musliheddin Efen­ ne göre türbe, padişahın ölümünden yapılmış, kaideli ve korent başlıklı, mer­
di ile başlayan ve Abdülmecid Sivasî'nin önce 186l'de yapılmıştır. Mimarının kim mer taklidi pilastrlar, yine aynı şekilde
postnişinliği döneminde İstanbul'un en olduğu bilinmemekle birlikte, dönemin yapılmış ve her yüzeyin üst bitiminde
önemli Şemsî merkezine dönüşen bu Hassa Başmimarı Garabet Balyan'ın bulunan kaş kemerleri taşırlar. Alt pen­
tekkede, kendisinden sonra oğlu Ab- elinden çıktığını veya en azından onun cereler demir kepenklidir. Üst pencere­
dülbâki Efendi ( ö . 1 7 1 0 ) , M e h m e d sorumluluğu altında yapıldığını düşün­ ler ise mekânın pastel renklerine uyma­
Efendi (ö. 1730), Abdülmecid Efendi (ö. mek mümkündür. yan, canlı ve fazla iri parçalı vitraylara
1736) ve Abdülbâki Efendi (ö. 1798) sahiptir.
Türbe, Osmanlı mimarlığında en
ABDÜLVEDUD TEKKESİ 54

1895'te saraydaki Muzıka-i Hümayun'a


alınarak mülazmı-ı sani rütbesi verildiy-
nesine çıkması yasaklandı. II, Meşruti­
yetle birlikte yeniden sahnelere döndü.
19H'de Kavuklu Hamdi'nin ölümü üze­
rine, bir süre onun kumpanyasını yönet­
ti. Ölümüne kadar Küçük İsmail'le bir­
likte Kadıköy ve Şehzadebaşı'ndaki sah­
nelerde oyunculuğunu sürdürdüyse de,
eski parlaklığını yitirdiği görüldü. Kendi­
sine ait komik-i şehîr (ünlü komik) un­
vanını Şehzadebaşı'ndaki Fevziye Tiyat­
rosunda Naşit'e devretti.
Batı tiyatrolarmdaki soytarı tipinden
esinlenerek ilk kez Kavuklu Hamdi'nin
topluluğunda yüzünü boyayarak yarattı­
ğı ünlü "İbiş" tipi ve bu tiple gerçekleş­
tirdiği oyunlarıyla İstanbulluların uzun
Kubbe iç bezemesi, tüm yapının en îd Mehmed Efendi'nin yerine şeyhülis­ süre gözdesi olan Abdürrezzak Efendi,
özenli işçiliğini gösterir. Duvar birimin­ lam oldu. 16-İ8'de. Yezirazam Hezârpa- Meşrutiyet döneminin ünlü oyunların­
deki altın varak kaplı sekizgen kornişin re Ahmed Paşa'mn baskılarına karşı dan. Namık Kemal'in Vatan yahut Silist-
üzerinde, sarkan saçakları pilastrlarm ayaklanan Yeniçeri Ocağı ile birlikte re 'sindeki Abdullah Çavuş rolüyle de ta­
doğrultusuna gelen, sekiz dilimli bir ör­ hareket ederek. Sultan İbrahim'in taht­ nınır. Elinde tavan süpürgesi, arkasında
tü betimlenmiştir. Merkezdeki on altı tan indirilmesi ve katli için fetva verdi. rengârenk bir hırka, başında yırtık fes,
dilimli dairesel açıklık ve saçak araların­ Sert ve taviz vermez aıtumu yüzün­ kaşlarında bir karış rastığıyla, tuluatın en
daki üçgen kartuşların mavi renkli ze­ den devlet ricali arasında pek sevilme­ başarılı örneklerini veren ve iriyan cüs­
mine sahip olması, sekiz dilimli örtü­ yen Abdürrahim Efendi, Gürcü Abdün- seli gövdesine karşın, çevikliği, akroba­
nün, aralarından göğün göründüğü bir nebi ayaklanmasına karıştığı için itibarı­ tik hareketleri, yere düşüp kalkmasında-
tente veya çadır izlenimi vermesine ne­ nı kaybetti. Oğlu Mehmed Çelebi'nin ki komikliği, kendi yarattığı İbiş tipinin
den olmaktadır. Örtünün sarı renkli ze­ debdebeli yaşamı ve şımarık tavırları da giysisi ve hazırcevaplığı ile sevilen sa­
mini üzerinde, daha açık sarı, yaldız ve bahane edilerek. Vezirazam Kara Murad natçı, başta Kel Hasan Efendi(->) olmak
taba renkli, ince kıvrımlı dallar ve yap­ Paşa'mn teşviki ile l649'da azledildi. üzere çok sayıda tuluatçının yetişmesine
raklardan oluşan zarif bir bezeme var­ Mekke'ye sürgüne gönderildi. Dönü­ de katkıda bulunmuştur.
dır. Kubbe içindeki bezeme, sandukala­ şünde yeniçeri ağalarının desteği ile ön­
Bibi. A. S. Delilbaşı, "Sahne Tarihimizden
rın üzerindeki koyu vişne çürüğü kadife ce Kudüs'e, sonra da Üsküdar kadılığı­ Abdürrezzak Abdi Efendi", Ulus, 19 Şubat-18
örtülerin sırma işlemesiyle aynı üslup na atandı. Ocak ağalarının gücünün kı­ .Mart 1944; Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları
özelliğini gösterir. rılmasını takiben l651'de Belgrad'a sü­ (haz. H. K. Alpman), İst., 1977; M. X. Özen-
Abdülmecid'in dördü Osmanlı tahtı­ rüldü ve orada öldü. B. Dürder, Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, İst..
1967; M. Yesari, "Tulûatçıların Piri Abdürrez­
na oturmuş olan çok sayıda oğul ve Açıksözlü, dürüst, bilime düşkün bir zak", Yedi Gün, no. 9, İst., 1946; M. Eıtuğrul.
kızlarının türbeye verdiği değerli arma­ kişi olan AbdüiTahim Efendi, Kâtip Çe- Benden Sonra Tufan Olmasın, İst., 1989; N.
ğanlar bugün yoktur. Kristal avize Gala­ lebi'yi himayesine almıştı. Tilgen, Ortaoyunu Üstadı Kavuklu Hamdı,
ta Mevlevîhanesi'nde, sandukanın gü­ Bibi. Ahmed Rıfat, Devha, s. 54; İlmiye. a55- İst.. 1948; Ö. Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi.
müş şebekesi Topkapı Sarayımda bu­ 456; Altunsu. Şeyhülislamlar, 71-72; Tarih-i I. İst., 1985; (Sevengil) Türk Tiyatrosu, I:
Nairna, IV: Danişmend. Kronoloji, V, 124. And: Tanzimat; Sevengil, Tanzimat; S. Y.
lunmaktadır. Hereke'de dokunmuş olan
Ataman, Dümbüllü İsmail Efendi, by, tv
yollu atlas perdeler ise 1970'lerde çürü­ İSTANBUL
1 1 9 / 4 1
ğe çıkarılıp yakılmıştır. RAŞİT ÇAVAŞ
Bibi. Cevdet, Tezâkir, II, 142; Şehsuvaroğlu. ABDÜRREZZAK EFENDİ
İstanbul, 137, 140: Önkaİ, Hanedan Türbele­ (1835. İstanbul - 12 Eylül 1914. İstan­
ri, 262-264. bul) Tuluatçı ve tiyatro oyuncusu. Abdi
GÜNKUT AKIN Efendi olarak da tanınır. Çocukluğu
yoksulluk içinde geçti. Bir süre esnaf çı­
ABDÜLVEDUD TEKKESİ raklığı yaptı. Topkapı dışındaki Kavas'ın
bak. YÂVEDUD TEKKESİ Bağında Kör Mehmed'in ortaoyunlarını
izleyerek ilk tiyatro derslerini aldı. Sah­
ABDÜRRAHİM EFENDİ neye ilk kez Aksaray'daki bir mahalle ti­
(?, Adana - 6 Şubat 1656, Belgrad [bu­ yatrosunda çıktı. Asıl oyunculuğa, Şeh­
gün Yugoslavya'da]) Osmanlı şeyhülis­ zade Camii avlusunda bileyicilik yapar­
lamı. Babası Adanalı Mehmed Efen- ken Küçük İsmail Efendi(->) tarafından
di'dir. Eğitimini tamamladıktan sonra. Zuhuri Kolunu yöneten Ka\aıklu Ham-
Süleymaniye, Yenişehir ve Sultanahmet di'nin(-0 dublörü olarak başladı. Ancak
medreselerinde hocalık yaptı. Şeyhülis­ İsmail Dümbüllü onu ilk kez Güllü
lam Ebu Saîd Mehmed Efendi'nin deste­ Agop'un(-f) sahneye çıkardığını söyle­
ği ile l639'da İstanbul kadısı oldu. İki mektedir. Bir süre Küçük İsmail'le çalış­
yıl süren kadılığı sırasında artan fiyatla­ tı. Galata'daki Amerikan Alkazarı adlı ti­
ra karşı önlemler aldı, bozulan narh dü­ yatroda çalıştıktan sonra 1880'lerde Di-
zenini iyileştirmeye çalıştı. Bu yüzden reklerarası'nda kendi topluluğunu önce
de hayli düşman kazandı. l644'te Ana­ Gülünçhane Tiyatrosu adıyla kurdu, da­
dolu kazaskerliğine atandı. 1646'da az­ ha sonra bunu Hanclehane-i Osmani'ye
ledilerek Edirne'ye sürgüne gönderildi çevirdi. Tuluat yeteneğiyle kısa zaman­ Günümüzde de canlandırılan ünlü İbiş
ama kısa süre sonra affedilerek Rumeli da halkın gözdesi oldu. Fransız elçisinin tipinin yaratıcısı Abdürrezzak Efendi (ortad
Ara Gider
kazaskeri oldu. l647'de vefat eden Mu- aracılığıyla II. Abdülhamid tarafından
55 ABDÜSSELÂM TEKKESİ

ABDÜSSADIK AMİR İBN SAME Abdüsselâm Tekkesi'nin ilk postnişi- silmeler görülmektedir. Aynı türde pen­
bak. AMİR İBN SAME ni, Şeyh Süleyman Safî Efendimin hali­ cere gruplarından harim duvarlarında
fesi Şeyh Hoca İsmail Zühdü Efendi'dir. ikişer tane, son cemaat yerinin doğu
ABDÜSSELÂM CAMÜ Bu zat 1272/1855'te vefat etmiş olup ca­ duvarında da bir adet bulunmaktadır.
mi-tevhidhanenin kuzeybatısındaki set­ Son cemaat yerinin yan kısımları ince
VE TEKKESİ
te, demir parmaklıklarla çevrili kabrine duvarlarla giriş bölümünden soyutlana­
Beyoğlu İlçesi, Halıcıoğlu semti, Sütlüce gömülmüştür. Yerine posta geçmesi ge­ rak ufak odalara dönüştürülmüş, harim
Mahallesi'nde, Abdüsselâm Sokağı ile reken oğlu Mehmed Seyfeddin Efen- girişlerinin yanlarına, bu odalara açılan
Erenler Tekkesi Sokağı arasında yer al­ di'nin, bu tarihte henüz reşit olmadığı birer pencere konmuştur. Son cemaat
maktadır. ve kendisine Şeyh el-Hac Abdurrahman yerinin üstü fevkani mahfil olarak de­
Başdefterdar Abdüsselâm B e y ( ö . Hüsnü Efendimin halifesi Şeyh İsmail ğerlendirilmiş, mihrap ekseninde yarım
1526) tarafından mescit olarak tesis Efendi'nin (ö. 1870) vekâlet ettiği, Meh­ altıgen bir çıkma yapan bu mahfil batı
edilmiştir. Baninin büyük bir servete sa­ med Seyfettin Efendi'nin 1883'te vefat yönündeki bir merdivenle donatılmıştır.
hip olduğu, istanbul'dan başka Küçük- etmesini müteakip önce Şeyh Mehmed Harimin tavanı alelade ahşap kaplama
ç e k m e c e ' d e , Hafsa'da ve Belgrad'da Raif Efendi'nin (ö. 1885), sonra Şeyh ile oluşturulmuş, iki yandan pilastrların
pek çok hayır eseri yaptırdığı, Osmanlı Halid Efendi'nin posta geçtiği, son şey­ kuşattığı, yarım daire planlı mihrap sivri
Devletimin çeşitli yerlerine dağılmış hin ise Fazıl Efendi adında bir kimse ol­ kemerli sade bir kavsara ile taçlandırıl-
olan çok sayıda gayrimenkulu ile nak­ duğu tespit edilmektedir. mıştır. Mermerden mamul mihrap ayeti
dini bu hayrata vakfettiği bilinmektedir. levhasında 1965 tarihi okunmaktadır.
Halıcıoğlu'ndaki bu mescidi ne zaman Basit görünümlü ahşap minberin yan
inşa ettirdiği tespit edilememektedir. yüzeyinde geometrik taksimat görül­
Ancak vakfiyesinin 1525 tarihli olmasın­ mektedir. Eski yapıdan kalma tek unsur
dan hareketle bundan az önce yaptırıl­ olan bodur minare kuzeybatı köşesin-
dığı kabul edilebilir. Evliya Çelebi bu dedir. Kare planlı kaidesi yapı kitlesi
tesisi "Tekke-i Abdüsselâm B a h ç e s i " içinde bulunmakta, saçağa kadar devam
olarak zikretmekte ve çevresinin "hıyâ- eden pabuçtan sonra kısa gövdesi çatıyı
bân-ı İrem misali" bir gezinti yeri oldu­ delerek devam etmektedir. Kesme küfe-
ğunu belirtmektedir. Böylece, 20. yy'ın ki taşından mamul korkulukların sınırla­
başlarına kadar mesire özelliğini sürdür­ dığı şerefe üç sıra testere dişi silmeyle
müş olan Halıcıoglu'nda, mescidin yer takviye edilmiş, peteğin üzerine, kurşun
aldığı yamaçlarda Abdüsselâm Bey'e ait kaplı ahşap külah oturtulmuştur.
bir bahçenin var olduğu, burasının. Süt-
lüce'de varlıkları tespit edilen Caferabad Yapının cephe tasarımına I. Ulusal
ve Hasanabad tekkeleri gibi, klasik an­ Mimarlık Üslubu'nun egemen olmasına
lamda bir tarikat tesisi olmaktan ziyade, rağmen dikdörtgen pencerelerde görü­
bakımı dervişlere havale edilen bir tür len, eski binadan kalmış olması muhte­
"mesire-tekke" olduğu anlaşılmaktadır. mel, baklava taksimatlı demir parmak­
Söz konusu mescit, tespit edilemeyen lıklar, ayrıca köşelerde ve girişin yanla­
bir tarihte, Aşçı Hüseyin Ağa adında bir rında yükselen pilastrlar Osmanlı ampir
hayır sahibinin minber koydurması ile üslubuna bağlanmaktadır. Camiin karşı­
camie dönüşmüştür. sında yer aldığı bilinen ve kitabesinde
İstanbullu Hacı Mehmed Efendi tarafın­
Abdüsselâm Camii, 19- yy'ın birinci dan 1309/1891 yılında vakfedildiği be­
yarısında, 1840'tan önce, Hüseyin Galib lirtilen aptes teknesi, son yıllarda inşa
Efendi adında bir şahsın Kadiri tarikatın­ edilen, son derece zevksiz bir hela-şa-
dan meşihat koydurması sonucunda ca- Abdüsselâm Camii ve Tekkesi'nin dırvan grubunun içinde kalmış, camiin
mi-tekke kimliği kazanmıştır. Hüseyin bir görünümü.
çevresine de birbirinden çirkin Kuran
Af. Baha Tanınan. 1993
Galib Efendimin, ilgili vakfiye özetinde. kursu binaları inşa edilmiştir.
1.500 kuruşluk bir meblağı vakfettiği,
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 285; Âsitâne, 8;
bundan elde edilecek gelirin "Abdüsse­ Tekkelerin kapatılmasından sonra Ayvansarayî, Hadîka. I, 309; Osman Bey.
lâm Cami-i şerifinde tarikat-ı Kadiriyye Abdüsselâm Camii ve Tekkesi'nin ba­ Mecmua-i Cevâmi, II, 16-17; Münib, Mec-
ayini icra eden şeyh efendiye" ve diğer kımsızlıktan harap olduğu, 1940'lı yılla­ mua-i Tekâyâ, 8; Raif, Mir'at, 553-554; İSTA,
tekke giderlerine harcanmasını şart koş­ rın başında cami-tevhidhanenin yok ol­ I. 166-167; Öz, İstanbul Camileri, I, 18; İK-
tuğu görülmektedir. Bu devirden tekke­ SA. I. 213-214; Zâkir. Mecmua-i Tekâyâ, 32.
ma derecesine geldiği, bu arada diğer
lerin kapatılmasına (1925) kadar, tevhid- M. BAHA TANMAN
tekke bölümlerinin ortadan kalktığı bi­
hane olarak da kullanılan camiin hari- linmektedir. Yüzyılımızın ortalarında,
minde, pazar günleri Kadiri ayinleri icra adı bilinmeyen bir hayır sahibinin him­
ABDÜSSELÂM TEKKESİ
edilmiş, cami-tevhidhanenin batı ve gü­ meti ve Vakıflar İdaresinin desteğiyle Eminönü İlçesi'nde, Koska semtinde,
ney yönlerinde şeyh meşrutası (harem), cami-tevhidhane eskiden olduğu gibi Mimar Kemalettin Mahallesi'nde, Börek­
selamlık, derviş hücreleri, mutfak tülün­ kagir duvarlı ve ahşap.çatılı olarak ihya çi Ali ve Ağa Çeşmesi sokaklarının kav­
den birtakım ahşap tekke birimleri inşa edilmiştir. şağında, Koca Ragıp Paşa İlkokulu'nun
edilmiştir. Dahiliye Nezareti tarafından Günümüzde ayakta olan ve I. Ulusal yerinde bulunuyordu.
1301/1885-86 yılında hazırlanan ve İs­ Mimarlık Üslubu'nu yansıtan yapı, dik­ Kaynaklarda "Koğacı Dede", "Koğacı
tanbul ile yakın çevresindeki tekkelerde dörtgen planlı kapalı bir son cemaat ye­ Şeyh", "Sa'dî Abdüsselâm" ve "Âsitane-i
ikamet edenlerin tespit edildiği istatistik­ ri ile kareye yakın dikdörtgen planlı bir Abdüsselâm" adlarıyla da anılan bu tek­
te, Abdüsselâm Tekkesi'nde, dördü er­ harim bölümünden oluşmaktadır. kenin dahil olduğu küçük külliye, 16.
kek ikisi kadın olmak üzere toplam altı Camiin, dikdörtgen açıklıklı girişi, yy ricalinden Papasoğlu (Papaszade)
kişinin oturduğu belirtilmekte, ayrıca dıştaki sivri kemerli, içteki basık kemer­ Mustafa Paşa (Çelebi) (ö. 960/1552) ta­
1325/1910 tarihli, Maliye Nezareti-İstan- li olan iki nişin gerisine alınmış, yanlara rafından kurulmuştur. Tekkeden başka
bul Tekkeleri Taamiye ve Tahsisat Def- birer adet dikdörtgen pencere, bunların bir mescit, bir darülhadis ve bir medre­
teri'nde, Abdüsselâm Tekkesi'nin günde üzerine sivri kemerli ufak tepe pencere­ seden meydana gelen külliyenin inşa
iki çift 200 dirhem ekmek ve 200 dirhem leri yerleştirilmiştir. Sivri kemerleri üze­ tarihi kesin olarak tespit edilemiyorsa
et istihkakı olduğu kaydedilmektedir. rinde, kemer çizgisine paralel gelişen da. vakfiyesinin 949 Recebinde/Ekim
ABDÜSSEIÂM TEKKESİ 56

ce İstanbul'dan sürülmesi üzerine yeri­


ne, Samatya'da bulunan Etyemez Tek­
kesi'nin ilk şeyhi Sa'dî Karabacak (Kara-
b ı ç a k ) Şeyh Ali Hulusi Efendi'nin
(1127/1715 - Cemaziyülâhır 1197/1783)
halifesi Kolancı Şeyh İbrahim Sabri
Efendi ( ö . 11 Muharrem 1 2 2 1 / 1 8 0 6 )
postnişin olmuştur. Bu zatın vefatını
müteakip, Yusuf el-Şamî'nin halifesi Ko-
ğacı Şeyh el-Hac Mehmed Emin Efen­
di'nin (ö. 1251/1835) posta geçmesi ve
neslinden gelenlerin 1920'lere kadar bu
makamı ellerinde tutmaları Abdüsselâm
Tekkesi'nin "Koğacı Dede" veya "Koğacı
Şeyh" adlarıyla da tanınmasına sebep ol­
muştur. "Koğacızadeler olarak bilinen
ve M. Emin Efendi'den sonra üç nesil
boyunca posta oturan şeyhler Şeyh
Mehmed Galib Efendi ( ö . Ramazan
1279/1863), Şeyh Yahya Efendi (ö. 4 Re­
cep 1329/1911) ve Şeyh Sadeddin Hik­
met Efendi'dir. Bu sülalenin son şeyhini,
kısa bir müddet postnişin olduktan son­
ra, birtakım suiistimallerinden ötürü,
Abdüsselâm Tekkesi (işaretli alan) ve çevresinin Nisan 1924 tarihli Pervititch haritasındaki Meclis-i Meşayih reisi olan. Sütlüce'de
durum planı. Hasırîzade Tekkesi şeyhi Sa'dî Mehmed
Semavi Eyice Elif Efendi (1850-1927) bu makamdan
azledip yerine kendi oğlu Hasırîzade Y.
1542 hazırlanmış olmasına dayanarak, Taşlıburun Tekkesi'dir) Abdüsselâm Zahir Efendi'yi getirmiştir. Tekkenin son
bu tarihten az önce yaptırıldığı söylene­ Tekkesi İstanbul'daki Sa'dî âsitanesi ola­ şeyhi olan Hasırîzade Y. Zahir Efen­
bilir. Tekkenin yirmi, medresenin ise rak kabul edilegelmiştlr. Muhtemelen di'nin bu görevi üstlendiği sırada burası­
yirmi sekiz hücreyi barındırdığı, mesci­ bu husus Abdüsselâm Şeybanî'nin kişili­ nın, oturulamayacak kadar bakımsız ve
din, benzer nitelikteki birçok külliyede ğinden kaynaklanmaktadır. Kendisi, pis olduğu, Sütlüce'de babasının tekke­
görüldüğü gibi, aynı zamanda medrese­ Sa'dîye pirinin neslinden olmanın ya- sinde ikamet etmeye devam eden Y. Za­
nin dershanesi ve tekkenin tevhidhane- nısıra, devrinin uleması ve meşayihi hir Efendi'nin ancak ayin icrası için pa­
si olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu nezdinde itibar sahibiydi. Vaizlik yaptığı zartesi günleri Abdüsselâm Tekkesi'ne
yapıların, zaman içinde geçirmiş olduk­ Ayasofya Camii'ne pirinin adı yazılı bir geldiği bilinmektedir.
ları çeşitli onarım ve değişiklikler hak­ levhayı astıracak ve Kadir geceleri, baş­ Abdüsselâm T e k k e s i ' n i n mimari
kında kesin bilgi bulunmamaktadır. An­ ta Sa'dîler olmak üzere, hemen bütün özellikleri hakkında, Pervititch Sigorta
cak mescit ile medresenin asli konumla­ tarikat ehlinin bu camide zikir yapmala­ Şirketimin 1924 tarihli ve 9 no'lu pafta­
rını ve biçimlerini sonuna kadar az çok rına izin alacak kadar nüfuzluydu. İs­ sından bazı genel bilgiler edinilebilmek­
koruduğu, buna karşılık, başlangıçta tanbul'un tarihindeki ilk "kıyamî" tarikat tedir. Külliyenin girişi batıda, Börekçi
muhtemelen kagir olan derviş hücreleri­ şeyhi olarak bilinen Abdüsselâm Şeyba­ Ali Sokağı üzerindeydi. Arsanın kuzeyi­
nin zamanla ortadan kalktığı, tekkenin nî, şehrin ileri gelen "devranî" şeyhleri­ ni, kolları birbirine eşit olmayan "U"
ise geçen yüzyıl içinde ahşap bir binaya nin uygun görmesi üzerine Halvetî-Cer- şeklindeki, iki katlı kagir bir kitle içinde
dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Kapa­ rahî piri Şeyh Seyyid Mehmed Ntıreddin toplanmış medrese hücreleri işgal edi­
tıldıktan sonra terk edilen ve zamanla Cerrahî'nin (1678-1721) halifelerinden yordu. Avluya bakan tarafta bir revakla
harap olan tekke, 1940'larda külliyenin Sertarikzade Şeyh Mehmed Emin Efen- donatılmış olan bu yapıda, her katta on
diğer bölümleriyle beraber, Vakıflar di'ye (1686-1759) intisap ederek "teber- dörderden, toplam yirmi sekiz hücre
İdaresi tarafından enkazcıya satılmış ve rüken" Cerrahî tacı giymiştir. Cerrahîlik yer almaktaydı. Doğu yönünde bu kitle­
yıktırılmıştır. Türbe ve hazire de dahil ile olan bu bağlantının hatırasını yaşat­ ye bitişen tek katlı ahşap binanın med­
olmak üzere, en ufak bir iz bırakmadan mak üzere, Abdüsselâm Tekkesi'nin reseye ait bir müştemilat olması muhte­
ortadan kaldırılan t e k k e n i n y e r i n e türbesinde, Abdüsselâm Şeybanî'ye ait meldir. Mescit, dershane ve tevhidhane
1945'te Koca Ragıp Paşa İlkokulu inşa sandukanın yanında, raf üzerinde bir fonksiyonlarını bünyesinde toplayan,
edilmiştir. Cerrahî tacının bulundurulduğu, Rama­ yamuk planlı, kagir duvarlı, ahşap çatılı
Abdüsselâm Tekkesi'nin ilk zaman­ zan ve Kurban bayramları müddetince, yapı arsanın güneybatı köşesinde bulu­
larda hangi tarikata hizmet ettiği ve sandukanın başucundaki Sa'dî tacının nuyordu. Bunun, biri Börekçi Ali Soka-
postuna kimlerin oturmuş olduğu tespit rafa kaldırılarak yerine Cerrahî tacının ğı'na, diğeri kuzeye, medrese hücreleri­
edilememektedir. Bilindiği kadarıyla, konulduğu bilinmektedir. Aynı sebep­ nin yer aldığı avluya açılan iki tane ka­
Celvetîye'den "Şirden" lakaplı Şeyh Ab- ten dolayı, İstanbul'da Abdüsselâmîlik pısı ve her yönde ikişerden toplam se­
dülvehhab Efendi'nin 1130/1717'de ve­ koluna bağlı Sa'dî tekkelerinde taç giy­ kiz adet kemerli penceresi vardı. Mina­
fat etmesiyle, Sa'dî tarikatı piri Şeyh me (ilbas-ı tac) ve posta oturma (iclas-ı resi ise güneybatı köşesinde yüksel­
Seyyid Sadeddin Cibavî'nin neslinden post) törenlerinde, bir Cerrahî şeyhinin, mekteydi. Mescidin doğusunda, güney­
olan ve 18. yy başlarında İstanbul'a gel­ namzet olan kişiye rehberlik etmesi ve­ deki Ağa Çeşmesi Sokağıma açılan müs­
miş bulunan Şeyh Seyyid Abdüsselâm ya icabında bizzat posta oturtması gele­ takil kapısı ve kuzeyde, avludan duvar­
Şeybanî (ö. 1165/1751) tekkenin postni- nek haline gelmiştir. larla tecrit edilmiş küçük bir bahçesi
şini olmuş, böylece burası Sa'dî tarikatı­ Abdüsselâm Şeybanî'den sonra tek­ olan, iki katlı ahşap tekke binası yer al­
na intikal ederek bu zatın adıyla anıl­ kenin postuna, önce oğlu Şeyh Seyyid maktaydı. Haremi, selamlığı ve derviş
maya başlamıştır. Söz konusu tarikatın Mehmed Galib Efendi (ö. 1198/1783), hücrelerini barındırdığı anlaşılan bu ya­
İstanbul'da temsil edildiği en eski -baş­ sonra bu zatın halifesi Şeyh.Mustafa pının üst katta, sokak yönünde, cephe­
ka bir deyimle en kıdemli- tekke olma­ Haydar Efendi (ö. 1206/1791) geçmiş, sinin yarı uzunluğunda bir çıkma yaptı­
masına rağmen (en eskisi Eyüp'teki M. Haydar Efendi'nin, vefatından az ön­ ğı ve birçok geç devir tarikat yapısında
57 ÂBİD ÇELEBİ TEKKESİ

görüldüğü gibi, her bakımdan bir ahşap şibendî hilafeti bulunması sebebiyle her
mesken niteliğinde olduğu söylenebilir. iki tarikata da hizmet etmesi için kurul­
Dahiliye Nezareti'nin hazırladığı bir ista­ muş ve bu husus vakfiyesinde belirtil­
tistikte, R. 1301/1885 yılında Abdüsse- miştir. Nitekim tekkede cuma geceleri
lâm Tekkesi'nde, altı erkek ile beş kadı­ Nakşibendî, perşembe günleri de Mev­
nın barındığı tespit edilmekte, ayrıca levi ayini icra edildiği bilinmektedir. İs­
Maliye Nezaretinden senelik 432 kuruş tanbul'un en eski tekkelerden biri ol­
tahsisatı ve günde 3 okka et istihkakı manın yanısıra, Fatih Sultan Mehmed'in
olduğu öğrenilmektedir. Mevlevîlere tahsis ettiği Kalenderhane
Arsanın güneydoğu kesimi türbe ile Cami-Tekkesi'nden sonra, şehrin ikinci
hazireye tahsis edilmişti. Tekkeye biti­ mevlevîhanesi olarak bu tarikatın İstan­
şen türbenin dikdörtgen planlı, kagir bul'daki gelişmesinde önemli bir yeri
duvarlı ve ahşap çatılı bir bina olduğu vardır. "Fatih Mevlevîhanesi" olarak da
anlaşılmaktadır. Ağa Çeşmesi Sokağına anılan tekkenin vakıfları, Şeyh Âbid Çe-
bakan, demir parmaklıklı ve sivri ke­ lebi'nin vefatından sonra, içlerinde ha­
merli geniş bir niyaz penceresi, doğuya nımı Sittişah Hatun'un da bulunduğu
açılan bir kapısı ile ayrıca üç penceresi birçok kişi tarafından yapılan eklerle
bulunan türbede tekke şeyhlerinin san­ zenginleştirilmiştir.
dukaları yer almaktaydı. Abdüsselâm Âbid Çelebi'den sonra tekkenin pos­
Şeybanî'ye ait olan sandukanın koyu tuna yine Mevlânâ soyundan Mehmed
yeşil renkte puşidelerle ve kıymetli şal­ Sahib'Çelebi (ö. 979/1571-72) oturmuş
larla örtülü olduğu bilinmektedir. Ben­ ve uzun müddet irşat görevini yürüt­
zer örneklerden hareketle, Papasoğlu müştür. Daha sonraları bu görevi üst­
Mustafa Paşa Külliyesi'nin inşa edildiği lenmiş olan Şeyh Hacı Mehmed Efen­
dönemde, derviş hücreleri ile tekkeye dimin (ö. 1195/1780-81) vefatını müte-
ait diğer bölümlerin, medrese hücreleri­ akkip tekkenin postu boş kalmış, bina­
ni barındıran kitleye benzer bir kitle ları da ihmale uğrayarak harap olmuş­
içinde sıralandıkları ve avluyu kuşattık­ tur. 19. yy'ın birinci çeyreği içinde,
ları tahmin edilebilir. Abed Han'ın içinden bir gölünüm.
Nazım Timuroğlu, 1993
Mevlevîliğe bağlı devlet ricalinden ünlü
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 136- Mehmed Said Halet Efendi (1760-1823),
137; Çetin, Tekkeler, 584; Aynur, Saliha Sul­ metruk tekkenin mevlevîhane olarak ih­
tan, 34, no. 4; Âsitâne, 9; Ayvansarayî, Hadî- ya edilmesi için Sultan II. Mahmud nez-
ka, I, 58; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, dinde girişimde bulunmuşsa da 1823'te
70-71, no. 113; Münib, Mecmua-i Tekâyâ,
10; Ihsaiyat, I, 21; Zâkir. Mecmua-i Tekâyâ. katledilmesi üzerine bu girişimi yarım
48-49; Vassaf, Sefine, V, 270; İ. H. Konyalı, kalmıştır. Âbid Çelebi Tekkesi'ni kısa
"Yeni Açılan Unkapanı ve Yenikapı Güzer­ bir süre sonra (1823-1826 arasında),
gâhı / IV", İstanbul Belediye Mecmuası. 198 Sa'dî tarikatından Eyüp'teki Taşlıburun
(Şubat 1942), 4 vd; İSTA, I, 167; Öz. İstanbul Tekkesinden hilafet almış olan, ayrıca
Camileri, I, 18, 114; Baltacı, Osmanlı Medre­ Sütlüce'deki Hasırcızade Tekkesi'nin
seleri, 333; S. Eyice, "İstanbul'un Ortadan
Kalkan Bazı Tarihî Eserleri / III". TED, 10-11 damadı olan ve "Hasırcızade damadı"
(1981), 195-238; İKSA, I, 214-216; M. B. Tan­ Abed Han'ın duvarındaki eski bir levha. ya da "Deli şeyh" lakapları ile tanınan
ınan, "Abdüsselâm Tekkesi", DİA, I, 302-303. Nazım Timuroğlu, 1993 Şeyh H ü s e y i n Hamdi Efendi ( ö .
M. BAHA TANMAN 1257/1841) tekrar canlandırmıştır. Bu
tarikat değişikliğine rağmen yeni dü­
pilastr başlıkları rozas motifi ile tamam­
A B E D HAN z e n l e n e n vakfiyede, Sa'dî ayini icra
lanmıştır. Pencere denizliklerinin köşe­
edilmeden önce tekkenin şeyhi tarafın­
Karaköy'de, Necatibey Caddesi'ne çıkan lerinde yer alan ve taşıyıcı olmayan
dan Mesnevi okutulması, dolayısıyla da
Erişteci Sokağı üzerinde no. 7'dedir. konsollar, yapıya hareketlilik kazandı­
bu görevde bulunacak kişilerin icazetli
Giriş kapısı, Aksu İş Hanı arkasında, ran diğer süsleme elemanlarıdır. Bina,
mesnevîhan olmaları şart koşulmuştur.
Havyar Hanı içi aralığındadır. Bina, Ha­ cepheyi boydan boya geçen bir silme
lil Paşa Sokağında girişi bulunan Ömer ile sonlandırılmıştır. Ayin günü perşembe olan Âbid Çele­
Abed Han ile birbirine geçmiştir. Bu ha­ BANU KUTUN bi Tekkesi'nin postuna, ikinci baninin
nın merdivenlerinden çıkıldığında Abed vefatından sonra Şeyh Sadeddin Efendi
Han'a ulaşılır. Erişteci Sokağımda Kü­ ÂBİD Ç E L E B İ T E K K E S İ ( ö . 1 2 8 9 / 1 8 7 2 ) , °Şeyh Mustafa Sıdkı
çük Balıklı Han ile Karaköy Palas ara­ Efendi (ö. 1890) ve Şeyh Salahaddin
Fatih İlçesi'nde, Kadıçeşmesi ve Yeniha-
sında dar bir cephesi bulunmaktadır. B e y ( ö . 1 9 3 0 ) oturmuştur. Bu arada
mam semtlerinin sınırında, Şeyh Resmî
Yazılı kaynaklarda mimarının adına 1918'deki Fatih yangınında tekke, çev­
Mahallesi'nde, Otlukçu Yokuşu ile Hü­
rastlanmamıştır. Yapıda, kesme taş mal­ resindeki birçok hayır eseri ile birlikte
seyin Remzi Bey Sokağımın kavşağında
zeme kullanılmıştır. Üç kat halinde inşa ortadan kalkmış ve bir daha ihya edile­
bulunmaktaydı.
edilen yapının, Erişteci Sokağıma bakan memiştir. Zamanla arsası meskenler ta­
Kurucusu Mevlânâ Celâleddin Rûmî
cephesi, 19. yy neoklasik mimari anla­ rafından işgal edilmiş, geriye bazı duvar
(1207-1273) neslinden ve Nakşibendî
yışı ile oluşturulmuştur ve aynı zamanda izlerinden ve mezar taşlarından başka
büyüklerinden Şeyh Abdullah İlahî (ö.
binanın bezeme bulunan tek cephesidir. bir şey kalmamıştır.
1491) halifelerinden Şeyh Âbid Çele-
Girişin iki yanında pilastrlar bulun­ bi'dir (ö. 903/1497-98). İnşa tarihî ke­ Âbid Çelebi Tekkesi'nin gerek ilk ve
maktadır, bu pilastrların başlıkları triglif sinlikle tespit edilememekle beraber gerek ikinci safhalarındaki mimari özel­
motifleriyle oluşturulmuştur. Birinci ve vakfiye tertip tarihinin 1494 sonlarına likleri belli değildir. Ancak ilk inşa edil­
ikinci kat boyunca yükselen pilastrlar (900 Seferi'nin başları) rastlaması göz diğinde, mescit-tevhidhaneden başka
her iki katı birleştirir. Burada başlıklar, önünde tutularak, bu tarihten az önce şeyh ve ailesinin oturduğu bir harem
yatay dikdörtgen bloklar halindedir. yaptırılmış olduğu kabul edilebilir. dairesi ile dervişlere ait beş hücreden
Üçüncü kata bir silme ile geçilir. Birçok tarikat yapısı gibi, mescit-tek- ibaret mütevazı bir zaviye niteliği taşıdı­
Üçüncü katta yine. iki yanlarda pi­ ke niteliğinde olan Âbid Çelebi Tekke­ ğı, ihyasında ise daha geniş tutularak
lastrlar ile meydana getirilen cephede, si, banisinin hem Mevlevi hem de Nak­ içinde harem ve selamlık bölümlerini
ÂBİDE-İ HÜRRİYET .58

de barındıran iki kaüı büyük bir bina Konstantin Kiryakidi B e y katılmış ve yaslanmaktadır. Böylece üçgen plandan
yapıldığı bilinmektedir. Muzaffer Bey'in tasarımı birinciliği ka­ altıgene geçilmektedir. Üçgenin kenar­
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri. 285- zanmıştır. ortaylarına gelen kısımlarda kripta bölü­
286; Evliya, Seyahatname, I, 249; Aynur, Sa- Mimar Muzaffer Bey, üzerine anıtın müne gün ışığı sağlayan p e n c e r e l e r
liha Suttan, 34, no. 6; Ayvansarayî, Hadîka. oturtulacağı arazinin üçgen biçimini, çı­ açılmış ama rumî motifli mermer şebe­
I. 152; Âsitâne, 15; Osman Bey, Mecmua-i kış noktası olarak almış görünmektedir. keler konarak yüzey bütünlüğü korun­
Cevâmi, I, 70-71, no. 285; Münib, Mecmua-i
Tekâyâ, 14; Ihsaiyat, I. 21; Öz, İstanbul Ca­ Anıt, bir üçgenler geometrisi üzerine muştur.
mileri, I, 15; /SZa, I, 168; I, 218-219; kurgulanmıştır. Tematik biçim olarak Anıtın yukarıya doğru daralan altıgen
Gölpmarlı, Mevlevilik, 337-338; Yüksel, //. üçgenin ve onun bağılı olan altıgenin kesitli bir gövdesi vardır. Bu gövdenin
Bâyezid-Yavuz, 291; M. B. Tanman, "Abid kullanımı, tasarıma sıkı bir geometrik birer atlayarak üç yüzeyinde 31 Mart şe­
Çelebi Tekkesi", O/A I, 308. örgü kazandırmaktadır. Eşkenar üçge­ hitlerinin adları altıgen biçimli mühürler
M. BAHA TANMAN nin her kenarının geometrik olarak eş­ halinde taş üzerine oyularak işlenmiştir.
değerli oluşu, anıta çepeçevre bir eşde­ Gövdenin ön yüzünde V. Mehmed Re-
ÂBİDE-İ HÜRRİYET ğerli perspektif olanağı vermektedir. şad'ın tuğrası, diğerlerinde de "Tarih-i
Şişli İlçesi'nin kuzeybatı kesiminde bi­ Ama bu eşdeğerliliğe. anıt alanına giriş­ İstirdâd-ı Hürriyet, 10 Temmuz 1325 ve
rinci çevre yolu ile Şişli-Kâğıthane Cad­ ten başlayarak vurgulanan ve bir kapı Timsâl-i Meşrutiyet, 12 Temmuz 1325"
desi arasında kalan üçgen arazi parçası motifi ile işaret edilen yönlendirici aks yazılarının bulunduğu kitabeler vardır.
üzerinde bulunmaktadır. da eklenmiştir. Anıt genel çizgisi ile ge­ Altıgen gövdeden mukarnaslarla ge­
Çevre yolunun viyadüklerle yüksel­ leneksel referansları, dönemi için son çilerek dairesel bir halka oluşturulmuş;
tilmesi sonucunda anıtın bulunduğu te­ derece çağdaş olan rasyonalist bir kon- geleneksel prizmatik üçgen geçiş şeridi
pe ve çevresi özgün topografik konu­ sept ile birleştirmektedir. kullanılarak daha dar bir halkaya ulaşıl­
munu ve perspektifini kısmen yitirmiş­ Anıt. köşeleri pahlanmış bir eşkenar mış ve onun üzerine de top namlusu
tir. Oysa bu üçgen plato, kentsel bağ­ üçgen plato üzerinde yükselmektedir. biçimindeki yüksek gövde konmuştur.
lantılar açısından hemen her dönemde Pahlanmış köşelerden üç yönde açıla­ Namlu biçimli gövdenin üzerine giriş
önem taşımıştır. Örneğin, II. Mehmed'in rak inen geniş merdivenlerle yine köşe­ ekseni yönünde süngülü tüfekler, kılıç­
istanbul kuşatması sırasında otağını leri pahlı üçgen biçimli zemine ulaşıl­ lar, bir cankurtaran simidi ve diğer as­
kurduğu yerlerden biri olduğu sanıl­ maktadır. Zeminin giriş yönündeki ke­ keri figürlerin ve dalgalanan bir bayra­
maktadır. narının ortasına bir küçük taç kapı yer­ ğın metal döküm modelleri yerleştiril­
Bu üçgen biçimli ve bölgenin topog­ leştirilmiştir. Alnında "Makber-i Şühedâ-i miştir.
rafyasına birebir uyan yapı adası ve Hürriyet" kitabesi vardır. Anıtın zemin­
Anıtın çevre düzenlemesinde her ke­
çevresi, 1896'da açılması planlanan Os­ den aşağıda bulunan kriptasına giriş ve­
nara yerleştirilen ikişer kolon ve üzerle­
manlı tarım ve sanayi ürünleri büyük ren bu minyatür boyutlu taç kapı, aynı
rindeki metal döküm ışıklıklar, eşdeğer
sergisi için de düşünülen alandı. II. Ab- zamanda anıta yönlendirici bir eksen
ve çevreleyici bir görünüm sağlamakta­
dülhamid döneminin önemli girişimle­ sağlamaktadır. Bunlara ek olarak da ge­
dır. Mukarnas başlıklı kolonlar yüksek
rinden biri olan sergiden başka yine bir leneksel mimariye referans veren bir
ayaklıklar üzerindedir. Fener biçiminde­
diğer önemli proje olan bakteriyoloji anı motifidir. Çok ustaca bulunmuş ve
ki ışıklıkların üstleri minyatür kubbecik-
enstitüsünün de burada kurulması plan­ yerleştirilmiş bu taç kapının sırtında
lerle kapatılmıştır.
lanmıştı. (kriptaya inişin tonoz örtüsünün dışın­
da) b a s a m a k l a r düzenlenmiş ve bir On sekiz basamakla inilen ve üçgen
Anıt, yakın tarihimizde 31 Mart Mi­ planlı olan kripta hacmi oldukça yük­
kası olarak bilinen Meşrutiyet karşıtı minber görüntüsü ve (belki de işlevi)
sağlanmıştır. Açık hava namazgahlarını sektir. Üç büyük taşıyıcı ayağı vardır.
ayaklanmanın bastırılması sırasında Üçgenin köşelerini tutan bu taş örgülü
ölenlerin anısına yaptırılmıştır. Yapımı­ da anımsatan bu düzenlemenin çok iş-
levliliği ilgi çekicidir. ayakların üstlerine birer kitabe şeridi iş­
na 1909'da başlanılan anıt, 23 Temmuz lenmiştir. Üçgenin güneydoğu köşesine
1911'de düzenlenen bir törenle açılmış­ Yapımında tümüyle ve yer yer çok mermerden bir mihrap yerleştirilmiştir.
tır. Anıtın tasarımı, I. Ulusal Mimarlık değerli taş malzeme kullanılan anıtın ta­ Kriptanın üstü rumî motifli ve renkli
Üslubu'nun tanınmış adlarından Mimar banı üçgen biçimindedir. Üçgenin köşe­ camlı bir vitray kubbe ile örtülmüştür.
Muzaffer Bey'e aittir. Anıt için bir proje leri üsüerine konan birer büyük küre ile Ortasında bir büyük avize vardır. Vitray
yarışması açılmış, yarışmaya dönemin belirtilmiştir. Küreler, pembe renkli ve kubbe avize ile birlikte asılı durmakta­
en tanınmış mimarları, Kemaleddin cilalanmış taştandır. Küreler, üçgen ta­ dır. Mermer şebekeli pencerelerden ge­
Bey(-0, A. VallauryÇ-0, Vedat Tek(-»), banın köşelerini pahlayan pabuçluklara len gün ışığının renkli vitrayı aydınlat­
ması çok etkileyici bir mekân izlenimi
uyandırmaktadır. Ne yazık ki, vitray ve
avize yer yer çok hasarlı görünmektedir.
Üçgen biçimli arazinin tepe nokta­
sında bulunan giriş çok sade biçimlen­
miştir. Üstleri miğfer biçimli taş kapak­
larla sonlanan birer taş ayakla belirle­
nen bir büyük ve iki küçük kapı vardır.
Çevresi hayli bakımsız ve düzensiz
olan anıtın bulunduğu geniş arazi, par­
maklıkla çevrilidir. Sadrazam ve Harbi­
ye Nazırı Mahmud Şevket Paşa'mn tür-
besi(->) ile Midhat Paşa'mn ve Talat Pa-
şa'nın mezarları da aynı arazi içinde bu­
lunmaktadır.
Âbide-i
Hürriyet. Bibi. Sevsâl-i Osmani 10, 169-173; ae, IV,
Özgün fener 160-161; Salname-i Servet-i Fünûn, II, 170;
başlıklarının ae, III, 162-163; Resimli Kitap, no. 31, Hazi­
yerini bugün ran 1327; Sözen, Cumhuriyet Mimarlığı, 38-
spotlar almıştır. 39; İSTA, I, 169-171; S. Eyice. "Âbide-i Hürri­
Onur Dirikan, yet". DİA. I. 309.
1993 AFİFE BATUR
59 ABRAHAM PAŞA

ÂBİDÎN PAŞA TÜRBESİ hakkında övgü dolu ifadeler kullanır.


Ayrıca, Şehzade İzzeddin Efendi'den,
Fatih Camii haziresinde, Gazi Osman
Sanayi-i Nefise Mektebi'nden, Üskü­
Paşa Türbesi'nin Kıble yönünde, hemen
dar'daki bir tekkeden, İstanbul halkının
yanında bulunmaktadır.
giyim kuşamından, tanık olduğu Kurban
Son devir Osmanlı ricalinden, Arna­
Bayramı töreninden ve padişahtan ay­
vut asıllı D i n o z a d e Abidin Paşa'ya
rıntılı biçimde söz eder.
( 1 8 4 3 - 1 9 0 6 ) aittir. Preveze'de doğan
Abidin Paşa çeşitli valiliklerde ve nazır­ 13 Ekim 1883'te vapurla İstanbul'dan
lıklarda bulunmuş, ayrıca Mevlânâ'nın ayrılan yazar, Romanya üzerinden tren­
Mesnevi 'sini kısmen şerh ederek bastır­ le ülkesine döndü. E. About'un edebi
mıştır. Aynı türbede, yine Dinozade ai­ pek çok eseri vardır.
lesinden ve Dergâh-ı Hümayun kapıcı- İSTANBLJL
başılarmdan Veysel Paşa da (ö. R. 31
Kânunuevvel 1319/1903) gömülüdür. ABRAHAM PAŞA
Açık türbe şeklinde tasarlanmış olan (1833, İstanbul - 1918, İstanbul) Erme­
yapı, kenarları 3 m uzunluğundaki kare ni bürokrat ve diplomat. Asıl adı Abra-
bir taban üzerine oturmaktadır. Hemen ham Eramyan'dır. Eğinli büyük bir sar­
bütünüyle beyaz mermerle inşa edilmiş­ raf ailesindendi. Babası Kevork Eram-
tir. Alçak bir korkuluk duvar, doğu yö­ yan (1816-1900) ile büyükbabası Ter-
nündeki giriş açıklığı dışında kare tabanı zontz Eram Amira (1768-1835) Kavalalı
kuşatmakta, bu duvara oturan on iki Mehmed Ali Paşa'nın ve ailesinin sarraf­
adet sütun üst yapıyı taşımaktadır. Köşe­ lığım üstlenmişlerdi. Abraham Eramyan
Âbidin Paşa Türbesi Mısır diplomatı Nubar Paşa'nın da ka­
lerde yer alan sütunlar kare, diğerleri yu­ M. Baba Tanman, 1993
varlak kesitlidir. Açık turuncu renkte bir yınbiraderiydi. Mısır'da özel eğitim gör­
taştan yontulmuş olan yuvarlak kesitli dü ve Kavalalı'mn sarayında da özel ka­
sütunlar, her kenarda iki tane olmak hatla yazılmıştır. Âbidin Paşa'ya ait her lem müdürlüğü görevinde bulundu. Hı­
üzere ve ortada daha geniş bir açıklık bı­ iki şahidede, son derecede ağdalı bir div İsmail Paşa'nın (hd 1863-1879) kapı
rakacak şekilde yerleştirilmiştir. Köşeleri Osmanlıca ile kısmen manzum kısmen kâhyası olarak İstanbul'a tayin edildi.
pahlı kaidelerle ve klasik Osmanlı mima­ mensur bir metin yer almakta, bu me­ Bu görevde iken Abdülaziz'in (hd 1861-
risindeki baklavalı başlıklardan mülhem tinde paşanın, baba tarafından Dino. 1876) son zamanlarında Mısır'ın imti­
başlıklarla donatılmışlardır. Sütunların anne tarafından Çapar hanedanlarına yazlarının genişletilmesinde önemli rol
üzerindeki lento ile bunu izleyen saçak mensup olduğu belirtilmekte, üstlenmiş oynadı. II. Abdülhamid tarafından I.
kesintisiz olarak türbeyi kuşatmaktadır. olduğu görevler sayılmakta, Mesnevi sa­ Meşrutiyet'te Ayan ve 1900'de de Şûra­
Her cephede ikişer küçük çörtenle dona­ rihi olduğuna değinilmekte, sonunda da yı Devlet üyeliklerine atandı. II. Meşru­
tılmış olan saçağın altında, Antik Yunan doğum ve vefat tarihleri verilmektedir. tiyet'te (1908) birinci meclisten hayatta
ve Roma mimarilerinden alınma damlalık Âbidin Paşa Türbesi, tasarımının ana kalmış üç Ayan azasından biri olarak
frizi göze çarpar. Doğu cephesinde, orta­ hatlarıyla, Osmanlı mimarisinde köklü tekrar görevine dönmüştür.
daki sütun açıklığında korkuluk duvarı bir geleneğe sahip olan, ilk örnekleri Abraham Paşa'nın şahsiyeti ve zevk­
kesintiye uğratılarak giriş buradan sağ­ Orhan Gazi devrinde görülen açık tür­ leri dönemin İstanbul'unda her zaman
lanmıştır. Giriş cephesinin lentosunda, belere bağlanmakta, ancak, klasik Os­ büyük ilgi uyandırmıştı. Abdülaziz'le
sütun açıklıklarına isabet eden üç adet manlı, Antik Yunan. Roma ve Hint-İs­ yakın dostluğu olmuştu. İhtişam ve gös­
dikdörtgen kartuş içinde. Âbidin Pa- lam gibi birbirlerine tamamen yabancı terişe meraklı olan ve anadili gibi Türk­
şa'nın kimliğini belirten, ta'lik hatlı bir üsluplardan derlenmiş mimari unsurla­ çe, Arapça bilen, Fransızca da konuşan
kitabe bulunmaktadır: Eâzım-ı vükelâ ve rıyla, inşa edildiği dönemin eklektik Abraham Paşa'nm Beyoğlu sosyetesinde
vüzerâ-yi / saltanat-ıseniyyeden ve Ar­ zevkini yansıtmaktadır. çok faal bir rol oynadığı bilinmektedir.
navutluk hanedanından Dinozade Abi­ Atlara çok meraklıydı ve saraydakiler-
din Paşa 'nm / türbe-i şerifesidir. Bibi. M. O. Bayrak, İstanbul'da Gömülü Meş­
hur Adamlar (1453-1978), 1st., 1979, s. 89. * den çok daha güzellerine sahip olduğu
Türbeyi örten sekiz dilimli kubbe, M. BAHA TANMAN söylenirdi. Büyükdere'deki yalısında İs­
sekizgen bir kasnak aracılığı ile lentoya tanbul'un en iyi aşçılarının çalıştığı mut­
oturur. Mermerden yontulmuş bir alem­ ABOUT, EDMOND fağı meşhurdu. Ava ve özellikle lüfer
le son bulan kubbenin içinde, etek kıs­ avına meraklı olan Abraham Paşa'nm
(1828, Dieuze, Fransa - 1885, Paris,
mında, her kenarda bir tane olmak üze­ bu zevkini tatmin için üstü camekânla
Fransa) Fransız gazeteci ve romancı. İki
re, dikdörtgen kartuşlarla çerçevelen­ kapalı ve ambarındaki bir delikten olta
kez İstanbul'a geldi. İlk ziyaretini muh­
miş, sülüs hatlı ayetler, bunların üzerin­ sallandırılan bir tekne yaptırdığı anlatı­
temelen Kırım Savaşı yıllarında yaptı.
de de rumîlerden oluşan palmet kabart­ lır. Tavla ve bilardoda son derece başa­
Bununla ilgili yazılı bilgi yoktur. İkinci
maları bulunmaktadır. Kubbenin mer­ rılı olduğu bilinir, hattâ hurda yakut ve
ziyareti ise 1883 sonbaharında, yataklı
kezine sarkıt biçiminde, sekizgen bir zümrütle bezenmiş, zarları elmastan ke­
vagonlar işletmelerinin daveti üzerine
göbek oturtulmuştur. Gerek malzemesi silmiş bir tavlası olduğu rivayet edilirdi.
gerçekleşti. Çeşitli ülkelerden gelen yak­
ve tekniği, gerekse de tasarımı ile Os­ Güzel eşyaya da ilgisi vardı. Büyükde­
laşık kırk kişilik heyet, Doğu Ekspresi
manlı mimarisinin geleneklerine tama­ re'deki yalısında çok zevkli parçalar bu­
ile önce Varna'ya, buradan da vapurla
men ters düşen bu ilginç kubbenin lundurduğu aktarılmaktadır.
İstanbul'a geldiler. Beyoğlu'nda Luxem­
benzerlerine Hint-İslam mimarisinde bourg Oteli'nde kalan ziyaretçiler, Bey­ Abraham Paşa'nın İstanbul'da son
rastlanmaktadır. Abidin Paşa ile Veysel lerbeyi, Dolmabahçe, Topkapı Sarayları derece önemli emlake sahip olduğu bi­
Paşa'nın kabirleri aynı tasarımı sergile­ ile Boğaziçi'ni ve çeşitli semtleri gezdi­ linmektedir. Bunların başında Boğaz'm
mektedir. Her ikisinde de, zengin bir ler. Mihmandarları ressam Şeker Ahmed kuzeyinde iki yakada da Karadeniz'e
profilasyona sahip pehle taşları görül­ Paşa idi. About bu gezi ile ilgili izlenim­ kadar uzanan koruları gelmektedir. Di­
mekte, bunların baş ve ayak uçlarında, lerini De Pontoise â istanbul (1884) adlı ğerleri ise Beyoğlu Cadde-i Kebir'de
prizmatik üçgenlerle süslü kaideler üze­ kitabında ayrıntılı biçimde anlattı. Yedi (bugün İstiklal Caddesi) üzerinde Cerc-
rinde, alt kısımları yaprak kabartmala­ uzun makaleden oluşan kitabın 144 say­ le d'Orient Kulübümün bulunduğu bü­
rıyla süslü silindir biçiminde şahideler falık ilk bölümü 'İstanbul Seyahatname­ yük konak ile Büyükdere'deki yalıdır
yükselmektedir. Mezar kitabeleri ta'lik si'' adını taşır. E. About burada, Türkler (bak. Kocataş Yalısı).
ABRAHAM PAŞA KORUSU 60

II. Abdülhamid'in 1887'de Beykoz'­


daki arazisine el koymasından sonra.
Abraham Paşa servetinin büyük bir kıs­
mını borçlanma, borsa spekülasyonu ve
kumar sonucunda kaybetmiştir.
EDHEM ELDEM

ABRAHAM PAŞA KORUSU


Beykoz ilçesi sınırları içindedir. Boğaz'a
hâkim olan koru, Beykoz ile Paşabahçe
arasındaki sırtlardan başlayarak Karade­
niz'e, Riva'ya kadar uzanan geniş bir
alana yayılmıştır. Koruya adım veren
Abraham Paşa'nın(->) bu geniş araziyi
padişahla tavla oynarken kazandığı söy­
lenir.
Koru, 1887'de askeri önemi nedeniy­ Abud Efendi Yalısı (sağda). Yanında ise, yandığı için bugün var olmayan Ferik İsmail Paşa
le kamulaştırılarak hazineye devredil­ Yalısı, Kandilli.
miş, II. Meşrutiyet'in ilanından (1908) Erkin Emiroğlu, 1970'lerin başı
sonra, bir bölümü ''Hürriyet Bahçesi"
adı altında halkın ziyaretine açılmıştır. zır o d a l a r d a n b i r i n d e bir m i h r a p yeri
A B U D E F E N D İ YALISI
Korunun Boğaziçi'ne bakan yamaçların­ olup, b u m e k â n ı n B a r o n d e Vandeuvre
daki parkı, Abraham Paşa, Fransız bah­ Boğaz'm Anadolu yakasında, Kandil­
lidedir. Yaklaşık 1830-1855 tarihlerinde a i l e s i n c e dua odası o l a r a k kullanıldığı
çe mimarlarına düzenletmiş; bu bölüme
banker Aitunîzade Necib Bey için inşa söylenir.
köşkler, kuşhaneler, havuzlar yaptırmış;
edilmiştir. Mimarının Dolmabahçe Sara­ D e n i z ve kara c e p h e l e r i n d e , her iki
o zamana kadar Türkiye'de yetiştirilme­
yı mimarı Garabet Balyan olduğu ileri katta, selamlık ve harem sofaları arasın­
yen bitkiler, ağaçlar diktirmiştir. Abra­
sürülmektedir. İnşasından çok kısa bir da odalar yer alır. Deniz c e p h e s i n e oda­
ham Paşa Korusu'nun içinde bulunan
süre sonra yalıyı Baron de Vandeuvre ların yerleştirilmesi s o n u c u sofalar dar
küçük tiyatro, 1937'de yanmıştır.
satın almış ve 40 yıl sonra Fransa'ya dö­ cepheleriyle denize yönlendirilmiştir. Se­
H a l e n halka açık b u l u n a n koru lamlık sofasının üstüne gelen asıl kabul
nene dek ailesiyle burada yaşamıştır.
279-000 m2 alana sahiptir. Koruya giriş, salonu h a ç biçimindedir. Bu salonun de­
Yalı. 1900'lü yıllar başında, İstanbul Ti­
Boğaz yönünde Karacaburun Cadde- niz ve b a h ç e y ö n ü n d e k i kolları dar ve
caret Odası Başkanlığımda 33 yıl bulun­
si'nden, kuzey yönünde ise Kavakdere derin, karşıt yöndekiler ise geniş ve de-
muş olan, ipek ve deri tüccarı Mehmed
Caddesi'ndendir. Korunun yoğun ağaç­ rinliksizdir. Salonun deniz ve kara tarafı­
Abud Efendi (1830-1917) tarafından sa­
lık alanında yabancı kökenli sekaya, li- na b a k a n kolları ile kare planlı orta sa­
tın alınmıştır. Kızı Belkıs Abud'un 1979
bocedrus, kırmızı yapraklı karaağaç, Ja­ lon b ö l ü m ü n ü ayıran ikişer zarif sütun,
yılında ölümü üzerine yalı, ertesi yıl sa­
pon saforası gibi ağaçlar yanında, çınar, salonun üç b ö l ü m olarak algılanmasına
nayici İsmail Özdoyuran'a satılmıştır.
ıhlamur, meşe, atkestanesi ve erguvan­ n e d e n olur. Salonun orta mekânını örten
lar da sıkça görülür. İki katlı olan ahşap yalının, servis tonozlu tavanı ile kollar üzerindeki düz
Abraham Paşa Korusu içinde iki bü­ mekânları ve iki kayıkhane ile bir deniz tavanlar, friz ve duvarları, hurma dalları­
yük mağara, beş havuz, üç grot (kaya­ hamamının yer aldığı bir de kagir alt nın ağırlıklı o l d u ğ u y a ğ l ı b o y a hayali
lık) vardır. Havuzlardan birinin içindeki katı vardır. Yalının denize dik olan batı manzara resimleriyle süslüdür. K a b u l
küçük adacık ilgi çekicidir. cephesindeki girişinde selamlık sofası s a l o n u n u n giriş kapılarının c a m l a r ı n d a
yer almıştır. Girişin tam karşısında, se­ da hurma ağacı motifleri yer alır.
Koruda iki kır kahvesi, bir restoran,
lamlık sofasının doğu kenarmda, daire­ Bibi. Fidem, Boğaziçi Anıları, 304; M. C.
iki tuvalet, iki sera, iki otopark, bir açık
sel bir merdiven ile yarım daire bir ser­ Atasoy, Kandilli'de Tarih, İst., 1982, s. 71-72;
spor alanı, çocuk bahçesi, oturma teras­
vis merdiveninin yer aldığı merdiven P. Tuğlacı, The Role of the Balian Family in
ları ve piknik alanları, aydınlatma ve su
Ottoman Architecture, İst., 1990, s. 91-100.
tesisatı bulunmaktadır. evi bulunmaktadır. Bu ikinci merdiven
AHMET YILDIZCI doğu bölümündeki harem sofasına açı­ TÜLAY ARTAN
lır. Merdiven evinin yüksek olan tavam
ABRAHAM PAŞA YALISI basık bir kubbe ile örtülmüştür. Giriş ACEM AĞA MESCİDİ
bak. KOCATAS YALISI katında, harem bölümünde, denize na-
İstanbul'un kiliseden çevrilen camilerin­
d e n olan A c e m Ağa Mescidi, G ü l h a n e
Parkı girişinin karşısındaki Z e y n e p Sul­
tan C a m i i ' n i n s o k a k aşırı y a n ı n d a bu­
lunmaktadır.
Hadîkdnm verdiği bilgiye g ö r e Arpa
Emini Lala Hayreddin tarafından bu kili­
se kalıntısı m e s c i d e çevrilmiş, sonraları,
B a b ü s s a a d e ağası da olan, a c e m i ağala­
rından A h m e d Ağa bu m e s c i d e Ecza-i
Şerife v a k f e t t i ğ i n d e n m e s c i t bu i k i n c i
hayır sahibinin adıyla tanınmıştır. Y i n e
Hadîka, ''Beyt-i İbadet", kelimelerinin,
m e s c i d i n yapılışı olan 889/1484 tarihini
verdiğini bildirir. 953/1546 tarihli vakıf
defterinde burası Hayrüddin B e y Mesci­
Abraham Paşa di olarak kayıtlı olup, vakfiyesi 891 Zil­
Korusundan h i c c e s i n d e / 1486 M e h m e d bin Mustafa
bir görünüm.
tarafından d ü z e n l e n m i ş t i r . Y i n e Hadî-
Erkin Emiroğlu.
1993
kdya g ö r e bir y a n g ı n d a n sonra y e n i d e n
61 ACEMİ OCAĞI

yapılan mescidin tarih kitabesi, yanın­ A C E M İ OCAĞI


daki çeşme üzerine konulmuştur. Mes­ Acemioğlanlar Ocağı, Acemioğlanlar
cit, Hadîkdya. göre 1169/1755 yılında Kışlası da denir. Kapıkulu asker sınıfla­
idam edilen, Bıyıklı lakabı ile tanınan rına kaynaklık eden temel eğitim örgü­
Sadrazam Ali Paşa tarafından minber tü. İstanbul'daki Acemi Ocağı, 15. yy'ın
konularak camie çevrilmiştir. Halbuki ikinci yarısında kuruldu ve 1826ya ka­
kitabesinden. 1168/1754-55 yangının­ dar varlığını korudu.
dan sonra Mehmed Said Paşa'nm burayı
İlk Acemi Ocağı 1362'de Gelibolu'da
ihya ettirdiği anlaşılır. Müller Wiener'in
açılmıştı. İstanbul fethedildikten (1453)
tespitine göre 1200/1785 yangınında
sonra ikinci Acemi Ocağı da İstanbul'da
mescit bir daha harap olmuştur.
hizmete girdi. Buraya, savaşlarda tutsak
Acem Ağa Mescidi, cami ve mescitle­
edilenlerden beşte bir oranında pençik
ri kısıtlayan uygulamaya kadar bütün
oğlanları ile devşirme yöntemiyle Bos­
aksamı tamam h a l d e duruyorken,
na, Arnavutluk, Sırbistan, Bulgaris­
1936'da Vakıflar İdaresi tarafından mi­
tan'dan getirilen ve "sürü" denen, 14-18
naresi yıktırılıp, kiremidi, çatısı, ahşap
yaşlarındaki Hıristiyan çocukları alın­
kısımları yıkıcılara satılmak suretiyle
maktaydı. Bunların sağlıklı, gürbüz,
dört duvar halinde bırakılmıştır. 1964'te
akıllı ve vücutlarının kusursuz olmaları­
İstanbul Alman Arkeolojisi Enstitüsü
na dikkat ediliyordu. Acemi Ocağı'na
üyelerinden W. Kleiss tarafından içinde
alınanlar sünnet edilir, Müslüman olur­
araştırma yapılmış, kalıntının içi ve çev­
lardı. İstanbul'da, Acemi Ocağı'na alı­
resi tamamen temizlenmiş, bu arada dö­
nan gençlere, torba oğlanı, pençik oğla­
şemenin altmda haç biçiminde, bir kut­
nı, şadi, celep vb adlar verilmekteydi.
sal eşya (rölik) hücresi meydana çıkarıl­
Müslüman Boşnaklardan devşirilenlere
mıştır. Bunun arkasından kendi haline
potur oğlanı denmekte ve bunlar doğ­
bırakılan tarihi eser bitişiğine bir bina. Acem Ağa Mescidinden bugüne kalan rudan Enderun'a veya Bostancı Oca­
önüne de aslında bir aralık bırakacak çeşme (avlu kapısının yanında), 1815. ğı'na a l ı n m a k t a y d ı l a r . I I I . Murad.
surette yapılması kararlaştırılmışken, \azım Timııroğlu, 1993
1582'de. ocak yasalarını hiçe sayıp dışa­
arayı da kapatan küçük bir otelin inşası
rıdan gençlerin de ağa çırağı adıyla
ile görünmez bir duruma sokulmuş içi­
Bu önemli kiliseye ait olduğu anlaşılan, Acemi Ocağı'na alınmalarına izin verdi.
ne de bir akaryakıt satış yerinin deposu
duvarları fresko resimlerle süslü, mer­ 17. yy'da evli yeniçerilerin yetişkin
yerleştirilmiştir.
kezi planlı bir yapı az aşağıda binaların oğulları ile savaşlarda ölen tımar ve ka­
Acem Ağa Mescidimin esasında Bi­ altında bulunmaktadır. Bunun bir vaftiz- pıkulu askerlerinin çocukları da kuloğlu
zans döneminin önemli ibadet yerlerin­ hane olduğu sanılmış ise de. bir marty- denilip Acemi Ocağı'na alındılar.
den Theotokos ton Khalkoprateion Kili- rion olması ihtimali daha inandırıcıdır.
sesi'nin doğu kısmı olduğu. 1920-1922 Acemi Ocağı Kışlası, Şehzadebaşı ile
Bizans'ın Meryem (Theotokos) Kili-
yıllarında anlaşılmıştır. Musevi bakırcıla­ Vezneciler arasında, iki ayrı binadan
sesi'nin Türk dönemine ne durumda ve
rın yerleştiği bakırcılar çarşısına komşu oluşmaktaydı. Eski tanımlara göre bu
ne kadarının intikal ettiği bilinmez. Her­
olan kilisenin, imparatoriçe Pulkheria kışla Akdeniz Kapısı'nda Kapamacılar
halde çok harap ve yıkık durumda ol­
tarafından 449-450 tarihlerine doğru Çarşısı'nın (Direklerarası) arkasındaydı.
malı ki. "şenlendirme" prensibine uyu­
yaptırıldığı ve I. Leonün (457 - 474) eşi Geniş bir meydanı, camii, bir de hama­
larak ayakta olan. tamamen tuğla yapılı
imparatoriçe Verina'nm binayı tamamla­ mı vardı (Acemoğlu Hamamı). Bitişiğin­
apsis kısmı, bazı pencereler yapılarak
mış olduğu sanılır. Bu kiliseye özel bir de fodla fırını, karşısında Tulumbacılar
mescide çevrilmiştir.
değer verilmesinin sebebi, Meryem'in Kârhanesi bulunuyordu. Kışla binaların­
Mescidin sağ köşesinde bir minaresi dan birinde on altı. diğerinde beş koğuş
kuşağının muhteşem bir sanduka içinde vardı, üstü ise kiremit kaplı ahşap bir
burada saklanmasıydı. Kaynaklara göre vardı. Büyüğüne Kethüda Dairesi, kü­
çatı ile örtülmüştü. Son araştırmadaki çüğüne Çavuş Dairesi deniyordu. Ko­
Meryem ile ilgili birçok yortular burada temizlik sırasında girişin önünde olan
kutlanıyor ve bazı ayinlere, 25 Mart gü­ ğuşlarda yüz dolayında kişi kalırdı.
son cemaat yerindeki döşemesi de bu­ Öcağı'nm normal mevcudu 3-000 kişi
nü yapılana bizzat imparator, patrik ve lunmuştu. Avlu kapısının yanında, du­
saray erkânı da katılıyordu. dolayındaydı. Her oda halkı bir orta
vara bitişik çeşmenin. Hadîka&à bahsi (bölük) oluşturmaktaydı. Acemi Oca­
Kaynaklardan elde edilen bilgilere geçenin yerini aldığı anlaşılmaktadır. ğımın büyük amiri İstanbul ağasıydı.
göre, kilise ahşap çatılı bazilika biçimin­ Başçuhadar Seyyid Ömer Ağa tarafın­ İkinci düzeyde kethüda, çavuş, aşçıbaşı,
de bir yapı idi. İmparator. I. Basileios dan 1230/1815 yılında yaptırılan bu çeş­ meydanbaşı vb unvanlı, yeniçeri subay­
(867-886) bunu tamir ettirmiş, belki de menin altı beyitlik manzum kitabesi En- ları vardı. Orta subayları yayabaşı, oda­
bir kubbe yaptırarak, içinin daha aydın­ deaınlu Vâsıf tarafından yazılmış ve ta' başı ve çorbacıydı. Genel disiplin amiri
lık olmasını sağlamıştı. İstanbul'un La­ lik yazı üstatlarından hattat Rakım eliyle olan meydanbaşı, kabahatlileri falakaya
tinler tarafından 1204-1261 yılları arasın­ işlenmiştir. yatırır, cezaları uygulardı. Acemi oğlan­
daki işgali sırasında, kiliseye Katolikler
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I. 149: D. Latho- larına, kışla eğitimi ve İstanbul'da gör­
tarafından el konulmuş ve içindeki kut­ ud-P. Pézaud, "Le sanctuaire de la Vierge aux dükleri hizmetleri için günde bir akçe
sal eşya yağmalanarak Batı Avrupa'ya Chalcopratia", Echos d'Orient, XXIII. (1924).
hesabıyla üç aylık ulufe ödenir ve yılda
gönderilmişti. Bu sırada kilise ''kuşak'' s. 36-62; A. M. Schneider, Byzanz, 56: Tanı­
şık, Istanbul Çeşmeleri, I. 236, no. 246; W. bir kez elbise verilirdi. Yemeklerini
anlamına gelen Sancta Maria de Cinctu-
Kleiss. "Neue Befunde zur Chalkopratenkirc- kendi harçlıklarından ortaklaşa pişirir­
ra (veya de Zona) olarak adlandırılmıştı.
he in Istanbul. 1st. Mitt.. XV, (1965). s. 149- lerdi. Bitlenmemeleri için sarı ya da kır­
İstanbul'da 126l'den itibaren Bizans 167; av. "Grabungen in Breich der Chalkop- mızı bir çift gömlek, kaba Selanik çuha­
idaresi yeniden kurulduktan sonra kili­ ratenkirche' 1st. Mitt. XVI, (1966). s. 217-240; sından mavi şalvar, mirahuri kaput, sa­
senin ne durumda olduğu bilinmez. Fe­ Janin. Eglises et monastères 237-242; Barkan-
Ayverdi, Tahrir Defteri, 28-29. no. 13: Mat­ rık bezi ve bir çift pabuç ile yay akçesi,
tih sıralarında herhalde çok harap du­ yılda bir kez dağıtılırdı. Acemi oğlanı
hews, Early Churches, 28-33; ay, The Byzan­
rumda olmalıydı ki, bazilika biçiminde­ kıyafeti, sivri külah (şekerci külahı), üs­
tine Churches of Istanbul, Pennsvlvania,
ki binanın sadece apsis kısmı bir duvar­ 1976. s. 319-321; Müller-Wiener, Bildlexikon. tüne krepten ince sarık, kaput altına
la bölünerek, mescit haline getirilmiştir. 76-78: 1. Erzi. Camilerimiz Ansiklopedisi, I. uzun mavi dolama, bele düzgün kuşak
Kilisenin kuzey duvarı, Zeynep Sultan İst.. 1987, s. 202-203; Eminönü Camileri, 124.
ve bir şeride bağlı küçük hançer ile bal-
Camii Sokağı'nın kenarında kalmıştır. SEMAVİ EYİCE
ACEMİOĞLANLAR KIŞLASI 62

dır kısmı dar ve boğumlu şalvardı. Ace­ ACEMİOĞLANLAR KIŞLASI ği duvar boyunca külhan kısmı yer alır.
mi oğlanları kulaklarına çiçek iliştirmeyi bak. ESKİ ODALAR Yapıyı iki küçük bir büyük kubbe ört­
gelenek edinmişlerdi. mektedir.
Ocak yasaları ve sıkı disiplin altında ACEMİOĞLANLAR MEKTEPLERİ ÖZKAN ERTUĞRUL
yetiştirilen acemi oğlanların yaşça kü­ bak. ENDERUN, GALATA SARAYI
çük olanları odadan ve kışladan dışarı­ OCAĞI, İBRAHİM PAŞA SARAYI ACI HAMAM
ya çıkartılmaz, temizlik, yemek ve ağa MEKTEBİ Sultanahmet'ten Çemberlitaş'a doğru
hizmeti işlerinde görevlendirilirlerdi. sağ kolda Divanyolu'na açılan Dr. Emin
Yetişkin olanları, istanbul Ağası'nın be­ ACEMOĞLU HAMAMI Paşa Sokağı'ndadır.
lirlediği düzende ve başlarında çorbacı­ 17. yy'da inşa edilen yapı, eskiden
Beyazıt'tan Şehzadebaşı'na giderken
ları olduğu halde, istanbul'un bir dizi halk arasında "Acı Hamam Tatlı Su" ola­
solda Kemalpaşa Mahallesi sınırları için­
ağır işini görmekteydiler. Tersane işçili­ rak anılırdı. Bunun nedeni hamama ve­
de Vidinli Tevfik Sokağı ile Şehzadebaşı
ği, kalafatçılık, miri fırınlarda hamurkâr- rilen suyun Topkapı Sarayından sağlan-
Caddesi'nin kesiştiği yerdedir.
lık, pişiricilik, odun, at, buz kayıkların­ masıydı. Kırkçeşme tesislerine bağlı bu
Acemoğlu Hamamı olarak bilinen
da taşımacılık, yol, iskele, meydan te­ suyolunun zamanla tahrip olması sonu­
yapı, bazı kaynaklarda "Acemioğlanlar
mizlikleri, yangın söndürme, taş ocakla­ cu günümüzde Acı Hamamın suyu şe­
Hamamı" şeklinde zikredilmektedir. As­
rında, inşaatlarda işçilik bunlardandı. hir şebekesinden alınmaktadır.
lında Acemioğlanlar Kışlası'nm hamamı
Yaptıkları işlere göre acemi oğlanla­ olan yapı, Türk kışla hamamları arasın­ Son yapılan inşaatlarla birlikte sokak
ra at oğlanı, bostancı yamağı, içoğlanı. da önemli bir yere sahiptir. içine sıkışmış olan hamamın girişi yük­
teberdar vb adlar da veriliyordu. Evliya Fatih tarafından yaptırılıp. Kanuni ta­ seltilmiştir. Yapı içindeki değişiklikler
Çelebi, bunların "keçe külah, pür-silah" rafından onartılan bu küçük ölçekli ha­ sonucu, soyunmalık ve sıcaklık kısmı
ellerinde süpürge ve küreklerle yolları mam, yolun arkasında olması itibariyle ile bunların üzerini örten kubbe belir­
temizleyerek yürüdüklerini, esnaf olay­ gözden ırak bir durumda iken, çevre gin şekilde günümüze kadar gelebilmiş­
larına da yine bu tarzda katıldıklarını duvarlarının yıkılması sonucu günümüz­ tir. Hamam, halen faaliyetini sürdür­
yazar. Kapıcılık, b a b a c ı l ı k , aşçılık, de artık dışarıdan görülebilmektedir. mektedir.
peyklik, solaklık, kasaplık, helvacılık ÖZKAN ERTUĞRUL
Hamam. Acemioğlanlar Ocağının Ye­
da acemi oğlanların yaptıkları işlerden­
niçeri Ocağı ile birlikte 1826'da ortadan
di. Kimileri de Bursa, Balıkesir dolayla­ ACIBADEM
kalkması üzerine, bir çarşı hamamı ola­
rındaki büyük çiftliklere geçici olarak
rak, çevredeki esnafa hizmet vermiştir. Anadolu yakasında, Küçükçamlıca'nın
gönderilirdi. Bunlara "Türk üzerindeki
Acemoğlu Hamamı, beş bölümden güneybatı yamaçlarında yer alan; eski­
acemi oğlanı" denmekteydi. Yaşı 23'e
meydana gelir. En başta bulunan came- den, Kadıköy'ün temiz havasıyla ünlü
gelenler, Yeniçeri Ocağı'ndaki boşal­
kân bölümü, zaman içinde büyük deği­ bir mesiresiyken bugün yoğun bir iskân
malarda buraya geçerlerdi. Buna çıkma
şiklikler göstermiştir. Bugünkü camekân ve yapılaşma bölgesi haline gelen bir
denirdi. Asker olmayanlar. Bostancı
kısmı, Kanunî devri özelliklerini taşı­ semttir. Esatpaşa, Rasimpaşa, Hasanpaşa
Ocağına geçerler, çürük, sakat ve has­
maz. Buradan geçildikten sonra varılan ve Koşuyolu mahalleleriyle sınırlanan
talıklılar ailelerine iade edilirdi. Yete­
soğukluk bölümünün bir tarafında tuva­ Acıbadem. Rasimpaşa'dan Küçükçamlı-
nekli, çok zeki ve yakışıklı olanlar ise
letler ile temizlik kısmı, diğer tarafta da ca'ya doğru Ayrılık Çeşmesi, Hünkâr
özel eğitim için Galata Sarayı, İbrahim
nişli ve kurnalı bir diğer kısım vardır. İmamı, Dörtyol, İkbaliye ve Nişantaşı ol­
Paşa Sarayı mekteplerine ve Enderun'a
alınırlardı. Acemoğlu hamamının sıcaklık kıs­ mak üzere beş kesime ayrılır. Ana ekse­
mında, kare biçimli bir göbektaşı yer al­ ni, güneybatıdan kuzeydoğuya doğru
Kapıkulu Ocağı'ndaki bozulma. 17. maktadır. Bunun çevresinde de yedi ta­ uzanan Acıbadem-Küçükçamlıca Cadde-
yy ortalarına doğru Acemi Ocağımı da ne kurna bulunur. Üzeri büyük bir kub­ si'dir. Bugünkü Osmanağa, Acıbadem ve
etkiledi. Bu ocağı besleyen devşirme, be ile örtülü olan mekândan dikdörtgen Hasanpaşa mahallelerini kapsayan Kap­
pençik olanakları da giderek işlemez ol­ ve iki kurnalı ayrı bir yıkanma yerine tan Hasanpaşa'dan 1955'te ayrılarak Ka­
du. Bunun sonunda Acemi Ocağı, disip­ geçilmektedir. Sıcaklık kısmına "L" şek­ dıköy İlçesine bağlı bağımsız bir mahal­
linsiz yeniçerilerin, kimi serseri, eşcinsel linde bağlanan bu bölümle sıcaklığın le haline getirilen Acıbademin, Örnek-
gençleri kapattıkları, çevreyi rahatsız hemen önünde biri dikdörtgen diğeri bağı'ndan Küçükçamlıca'ya doğru uza­
eden birçok olayın yaşandığı yerlerden kare olan ve birbirine geçit veren me­ nan kuzey bölümü, daha sonra Üsküdar
oldu. Bununla birlikte, yarı aç, çıplak, kânlara ulaşılır. Kare mekânda üç, dik­ Belediyesi sınırlarına katılmıştır. 1990
eğitimsiz acemi oğlanlar, istanbul yaşa­ dörtgen mekânda ise beş adet kurna nüfus sayımına göre 50.540 olan mahalle
mında 19- yy başına kadar olageldi. bulunmaktadır. Halvet şeklinde düzen­ nüfusunun 33-364'ü Kadıköy, 17.176'sı
1620'lerde mevcutları 10.000'e kadar lenen bu mekânlar ile sıcaklığın birleşti­ Üsküdar'a bağlı alanlarda yaşamaktadır.
çıkmışken son dönemde 2.000 dolayın­
daydı. 18-19. yüzyıllarda, azılı yeniçeri­
ler, yanlarında birer ikişer acemi oğlanı­
nı, köçek, civelek, oğlan adıyla gezdir­
meyi alışkanlık edinmişlerdi. Acemi oğ­
lanlarından, işyerlerine çırak, yamak
olarak yanaşanlar da çoktu. Kent yaşa­
mında bunların etkileri görüldü. Eşcinsel
ilişkilerin yaygınlaşması yanında, -kentte­
ki her gösteriye ve ayaklanmaya bunlar
da ya softalarla ya da kapıkulu askerle­
riyle ve esnafla birlikte katıldılar.
1648'deki Atmeydanı 01ayı(->), bunların
ilkidir. Acemi Ocağı 1826'da Yeniçeri
Ocağı'yla aynı zamanda kaldırılmıştır.
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 514; Ricaut,
Türklerin Siyasi Düsturları (haz. M. R. Üz­ Acemoğlu
men), s. 77-80; Ergin, Maarif Tarihi. I, 20-29: Hamamı
Uzunçarşılı, Kapıkulu, I, 4-141. Erkin Eıniroğlıl.
NECDET SAKAOĞLU 1993
63 ACIBADEM

Acıbadem
İstanbul
Ansiklopedisi

Rasimpaşa Mahallesi'nden Küçük- Anadolu'ya gidecek ordu birlikleri veya Acıbadem Caddesi gıda ağırlıklı bir alış­
çamlıca'ya kadar, şimdiki Acıbadem hacı kafileleri buradan uğurlanırdı. Bu­ veriş aksı halini aldı.
semti olarak bilinen alan. 17. yy başla­ gün. Acıbadem semtinin güneybatısında Semtin eski köşklerinin, kasırlarının,
rında Kızlarağası Mısırlı Osman Ağa'nın demiryoluna paralel uzanan Ayrılık Çeş­ bağlarının, bahçelerinin yerinde bugün
mülküyken, IV. Murad tarafından mesi Sokağı'nm yakınındaki Ayrılık siteler, apartmanlar var. Günümüze ka­
l 6 3 0 ' d a kamulaştırılmış, daha sonra Çeşmesi'nin adının bu törenlerden gel­ dar gelebilmiş olan binaların bir bölü­
1800'lerde III. Selimin mülkiyetine geç­ diği söylenir. mü harap ve terk edilmiş; kimileri ise,
miştir. Padişahlar, ödüllendirmek iste­ Günümüzdeki görünümüyle yoğun yıllar boyunca defalarca yenilenerek es­
dikleri kimselere buralardan yer bağış­ bir iskân bölgesi olan Acıbadem semti­ ki yapısal özelliklerini yitirmiş durumda.
lamış, kendileri de av ve eğlence için ni, ortalarından, batı-doğu ekseninde 1980lerden sonra kurulan sitelerle çev­
bölgeye sık sık gelmişlerdir. Istanbul-Ankara karayolu; Küçükçamlı­ rili Sokollu arazisi üzerinde Sokollu
Semtin Nişantaşı olarak bilinen Kü- ca'ya doğru. Nişantaşı'nın kuzeyinden Köşkü olarak bilinen, bir dönem Ana­
çükçamlıca'ya yakın kesimine (Halen çevre yolu kesmektedir. dolu Lisesi olarak da kullanılmış halen
Doğancı Sokağı), II. Mahmud dönemin­ Acıbademin kentsel iskân bölgesinin boş ve harap durumdaki bina, semtteki
de, rivayete göre padişahın, artık yerin­ sınırı, 1960'lara gelene kadar Dörtyol eski köşklerin kaderini gösteren örnek­
de bulunmayan Küçükçamlıca Kas- Sarayardı Sokağıydı. Buradan sonra, lerden sadece biridir. 1560-1564 yılları
rı'ndan tüfeğiyle nişan alıp 1.000 adım kuzeye Küçükçamlıca'ya doğru Sokollu arasında, Sokollu Melımed Paşa'nın, eşi
uzaktaki bir yumurtayı vurduğu yere bir arazisi olarak da bilinen çayırlık ve ko­ Ismihan Sultan için yaptırdığı ileri sürü­
nişan taşı dikilmiştir. Hicri 1227/1813 ta­ ruluklar uzanırdı. Gerek Koşuyolu ge­ len bu bina, aslında V. Mehmed Re-
rihli, Şair Arife ait kitabesinde, padişah rekse Hasanpaşa'ya doğru tatlı meyiller­ şad'm oğlu Şehzade Ziyaeddin Efen­
övülüp olay anlatıldıktan sonra, "Sütun- le inen yamaçlarda, ağaçlıklı bahçeler dimin köşküdür. Hanedan üyeleri yurt­
u senge şöyle nakş-ı tarih olsun ey Arif/ arasmda ahşap köşkler ve 1930-1940'la- dışına gönderilirken Ziyaeddin Efendi
Bu menzilde yumurta kırdı şâh-ı Mah­ rın mimari özelliklerini taşıyan kagir vil­ damadının kardeşi Hikmet Sokollu'yu
mud pâk-i endaz" diye tarih düşürül­ lalar vardı. 1965lerden sonra, kentsel kendine vekil tayin ederek mülkü onun
müştür. iskân alanı kuzeye doğru yürüdü. Aynı babasına satmış, bundan sonra köşk,
Bugünkü Acıbadem semti, geçmişte, dönemlerde Sokollu arazisinin parselas­ "Sokollu Köşkü" olarak bilinmiştir. Acı-
geniş çayırların, bağların, bahçelerin ve yonu bu bölgedeki yapılaşmaya hız ka­ badem'de bir başka önemli yapı Hicaz
Küçükçamlıca'ya doğru koruların ara­ zandırdı. Büyük siteler kurulmaya baş­ Valisi ve Kumandanı Ahmed Ratib Pa­
sında, saray mensuplarının, sultanların, landı. 19801i yıllara doğru semti güney­ şamın yapımı 1908 yılında biten, sonra­
şehzadelerin, paşaların köşklerinin bu­ den kuzeye kat eden Acıbadem Cadde­ dan bir süre Çamlıca Kız Lisesi olarak
lunduğu; temiz havası yüzünden özel­ si genişletildi. Caddenin iki yanında ya­ kullanılmış köşküdür. Harap bir halde
likle ciğer hastalarına tavsiye edilen bir pılaşma bu tarihten sonra daha da hız­ de olsa günümüze kadar kalmış köşk­
sayfiye, mesire ve dinlenme yeriydi. landı ve semtin çehresi tümüyle değişti. lerden bir başkası da Köçeoğlu'na ait
ACIMUSLUK MEDRESESİ 64

olanıdır. Bu köşk, eskiden Köçeoğlu'na lardan bir bölümünün çalışma ve buluş­ duğunu da iddia eder. J. B. Papadopu-
ait büyük arazinin üzerine kurulmuş ma yeri olmuştur. Ahmed Rasim'in, pek los'a göre ise mahzen, Cenevizlilere bı­
Milli Savunma Bakanlığı Göğüs Hasta­ çok eserini şimdi sadece bir durak adı rakılan Botaniates (Kalamanos) Sara-
lıkları Hastanesi'nin bahçesi içindedir. olarak kalmış olan, eskiden Faik Bey yı'nm uzantısıdır. Gerçekten de, 12.
Yine aynı arazi üzerinde, hastane bah­ Sokağı'nın sonuna yakm bir yerde bulu­ yy'da Cenevizlilerin Botaniates Sarayı'nı
çesinin kapıya yakın bölümünde bir av nan Ornekbağı'nda yazdığı söylenir. ve iki kilisesini satın aldıkları ve burayı
köşkü vardır. 1950'lerde. o zamanlar Acıbadem iskân onararak görkemli bir konsolosluk bi­
K ö ş k l e r i n dışında, semtin diğer alanının kuzey sınırı olan Sarayardı So­ nası yaptıkları bilinmektedir. S. Eyice
önemli tarihi binaları arasında. II. Ab- kağı çevresinde yaşamış ünlüler arasın­ de, mahzenin, saray büyüklüğündeki
dülhamid döneminde Faik Paşa tarafın­ da şair Özdemir Asaf, Mimar Kemalettin bir sivil binaya ait olduğunu ileri süre­
dan yaptırıldığı için Faik Paşa Camii ile hâlâ hayatta olan bilim ve sanat in­ rek bu iddiayı destekler.
olarak bilinen tek minareli, kare planlı, sanları vardır. Mahzeni ve içindeki sarnıcı ilk kez
taş duvarlı Acıbadem Camii; 1860 yılın­ İSTANBUL 1 8 9 3 ' t e istanbul'daki tüm sarnıç ve
da I. Abdülhamid'in Kızlarağası Tayfur mahzenleri gezen J. Strzygowski ve
Ağa ile manevi oğlu Besim Ağa tarafın­ ACIMUSLUK MEDRESESİ P. Forchheimer zikretmiştir. O dönem­
dan yaptırılmış Acıbadem Çeşmesi (Ba- bak. DAMAD İBRAHİM PAŞA de kapalı olduğu için içine girilemeyen
ba-Oğul Ç e ş m e s i ) ; Sultan I I . Mah- DARÜLHADİSİ sarnıcın ilk planını ise, 1895'te, Sadra­
mud'un tuğrasını taşıyan Acıbadem Ni­ zam Cevad Paşa'nın, eski su tesislerini
şan Taşı; Sokollu Mehmed Paşa tarafın­ ACIMUSLUK SOKAĞI SARNICI ihya etmek istemesini değerlendiren B.
dan yaptırıldığı sanılan, daha sonra Sirkeci yönünden Cağaloğlu'na girişte, Paluka çizmiştir. Sonradan K. Wulzinger
1735'te, 1921'de ve nihayet 1965 : te ye­ vilayet binasının karşısındaki Cağaloğlu tarafından yeniden çizilen plana göre,
nilenip onarılan Ayrılık Çeşmesi ve Acı­ Yokuşu'nu sağdan kesen Cemal Nadir sarnıcın bulunduğu mahzen oldukça
badem Yıldızbakkal-Dörtyol arasında, (eski adı Acımusluk) Sokağı'nm biti­ büyük bir binaya aittir.
Su Terazisi denilen, aslında bir sur ka­ minde ve sol tarafta, eski Çiftesaraylar Haliç manzaralı bu binanın üst katla­
lıntısı olan yapı sayılabilir. arsasında bulunan mahzen ve içindeki rı her ne kadar günümüze kadar gelme­
Konumu nedeniyle öteden beri sağ­ sarnıç. mişse de, mahzen ile aynı plana sahip
lık tesislerini, sanatoryum ve prevantor­ Tarihçesi ve sahibi hakkında kesin olmalıdır. Mahzenin bir kısmı, büyük
yumları barındırmış olan semtte, halen bilgiler yoktur. Mordtmann'a göre. Latin ihtimalle daha sonradan sarnıca dönüş­
Çamlıca Askeri Sanatoryumu. MSB Gö­ imparatorluğu (1204 - 1261) dönemin­ türülmüştür. Buradan sokağa uzatılan
ğüs Hastalıkları Hastanesi, Validebağı de, 1209'da Venediklilerin yaptırdığı iç- bir boru ile dışarı ulaştırılan suyun, so­
Sağlık Tesisleri, Sabancı Spastik Çocuk­ kalenin (Castrum fori) bir devamı idi. B. kağa adını veren su olduğu sanılmakta­
lar Eğitim ve Tedavi Merkezi vardır. Paluka'ya göre. I. Romanos Lekape- dır. İlk incelendiği dönemde ve halen,
Kadıköy bölgesinin çeşitli yöreleri gi­ nos'un (920 - 944) sarayının özel banyo toprak seviyesinden 10 m kadar yukarı­
bi, Acıbadem semti de Tanzimat'la bir­ odasıdır. iddiasını kalıntılarda bulduğu da olan cephenin gerisinde, yan yana
likte edebiyata girmiş, Edebiyat-ı Cedi­ iki adet tuğla damgaya dayandıran Pa- tonozlu odalar ve bunların ortasında
de yazar ve şairleri tarafından işlenmiş luka. mahzenin II Andronikos (1282 - 10,65x16,01 m boyutunda bir salon var­
ve özellikle 20. yy'ın ilk yarısında, bun­ 1328) döneminde bir tamir geçirmiş ol­ dır. İki sıra mermer sütunla süslü bu sa-

Acı Musluk
Sokağı
Sarnıcı
1, 2, 5,5,6-
Tonozlu odalar,
4 - Sütunlu
salon,
7 - Koridor ve
dehliz,
8 - Oval sarnıç,
9 - Mermer
sütunlu oda,
10, 11 - Kare
odalar,
12 - Beşik
tonozlu, apsisli
mekân.
Jahrbuch des
Deutschen
Archäologischen
Instituts. XXVIII,
1993
Alman Arkeoloji
Enstitüsü
65 ADAK YERLERİ

lonun duvarının dibinde ise bir kuyu Tepebaşf ndaki iki ahşap ve eski bina
bulunur. Mahzenin sağ tarafındaki oda­ karşılıyordu. Cumhuriyet rejimi tiyatro­
ların ardında, sonradan eklendiği sanı­ ya ayrı bir önem veriyordu. İl Genel
lan oval biçimli bir sarnıç ve bir dehliz­ Meclisi, Taksim Meydam'nda Büyük
le sonlanan dikdörtgen biçimli uzun bir Opera binası ve 2 Numaralı Park'ta
koridor vardır. Sol taraf ise ayrı bir pla­ Açıkhava Tiyatrosu olmak üzere, kentte
na sahip olup. bu kanadın devamı yok­ iki tiyatro binası yapımına karar verdi.
tur. Sütunlu salonun gerisinde, apsis çı­ Açıkhava Tiyatrosunun, 2 Numaralı
kıntısı hariç, 10,25x6,70 m ölçülerinde, Parkın üst kısmında meyilli arazide yer
beşik tonozlu ve mihrap biçimli apsisi alması uygun görüldü. Tiyatronun planı
olan, su dolu bir mekân vardır. Buranın Nihad Yücel ve Nahid Uysal tarafından
solunda ise biri 4,85x4,85 m. diğeri de yapıldı. Yapımına, Lütfi Kırdar vali ve
2,75x2,77 m boyutlarında iki oda ile, iki belediye reisi iken Temmuz 1946'da
adet m e r m e r sütunla d e s t e k l e n m i ş başlandı. Cephe kaplamaları için küfeki
dikdörtgen bir mekân bulunur. Yamaca ve Uzunköprü taşı karıştırılarak renk
yaslanan ve aslında daha büyük olduğu nüansı sağlandı. Döşemeleri Uzunköprü
sanılan Acımusluk Sokağı Sarnıcı'nm taşından yapıldı. 9 Ağustos 1947'deki
sokağa bakan cephesi Osmanlı İmpara­ açılış törenine rağmen, son şeklini. An­
torluğu döneminde bazı değişikliklere kara Devlet Konservatuvarı rejisörlerin­
uğramıştır. Yüzeye açılan çeşitli büyük­ den Cari Ebert'in sahne tekniğine uy­
lükteki pencereler ile içeriye ışık ve ha­ gun değişiklikler yapılmasıyla aldı. Tüm
va girmesi sağlanmıştır. noksanları ancak 1950'de tamamlanabil­
Bibi. K. Wulzinger, "Die byzantinischen di. Bu ilavelerle maliyeti 900.000 TL'yi
Substruktionsbauten". Jahrbuch des Deutsch­ buldu.
en Archäologischen Instituts, XXVIII, 1913 Açıkhava Tiyatrosunda, amfiteatrlar­
s. 376; Schneider. Byzanz, res. 45.
da olduğu gibi. düz bir sahneye bakan Beşiktaş Lzuncaova Caddesi üzerindeki Tuz
İSTANBUL
yarım daire biçiminde merdiven basa­ Baba adak yeri.
makları halinde, seyirci oturma yerleri Ihll VArşivi / Cengiz Kahraman
AÇIKHAVA TİYATROSU ya da gradenler yükselir. 30 kişilik şeref
Dolmabahçe Vadisinin Harbiye'ye ba­ locası, 3.972 kişilik seyirci yeri. 80 kişilik
kan yamacında Hilton Otelinin bulun­ orkestra yeri ve gradenlerin ortasında, ADAK YERLERİ
duğu t e p e n i n e t e k l e r i n d e yer alan sinema filmi veya dia gösterildiğinde İstanbul, adak yerleri ve bunlara bağlı
4.000 kişilik açık tiyatro, konser, gösteri kullanılan projeksiyon yeri vardır. Sahne olarak ortaya çıkan gelenekler bakımın­
mekânı. 200-300 figüramn serbest olarak hareket dan hayli zengindir. İnsan hayatının de­
Şehircilik uzmanı M. Prost. 1930'lar- edeceği kadar geniş tutulmuştur. Geçit ğişik evrelerinde adak yerlerine gidilme­
da kentin imar planını hazırlarken Dol­ ve kapdar sahnenin birden boşaltılması­ si ve dileklerde bulunulup adaklar adan­
mabahçe Gazhanesinin arkasındaki ge­ na uygun şekilde yapılmıştır. ması, dilekler gerçekleştiğinde de adağın
niş vadiyi, Spor ve Sergi Sarayı. Açıkha- Açıkhava Tiyatrosu'nda ilk oynanan yerine getirilmesi için ziyaretin tekrarlan­
va Tiyatrosu ve lunapark gibi eğlence eser Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçıla­ ması, hattâ adağa konu olan çocuksa her
yerlerini, halkın gezinti ve dinlenme sa­ rının sergilediği Sofokles'in Kral Oidi- yıl ziyaret edilmesi İstanbul hayatının
halarının yer alacağı, büyük bir kültür pus adlı trajedisidir. Sahne zaman za­ renkli yönlerinden birini teşkil ederdi.
parkı haline koymayı uygun buldu. Gü- man opera ve folklor gösterileri, kon­ Şehrin çeşitli yerlerine dağılmış adak
müşsuyu-Taksim-Harbiye-Nişantaşı- serler, geniş toplantılar, "geceler" için yerlerinin önemli bölümünü Hz Mu-
Maçka-Dolmabahçe arasında merkezi de tahsis edilmiş; Yapı ve Kredi Banka- hammedan soyundan gelenlerin, saha-
konumu bulunan bu alanda bostanlar, sinın düzenlediği halk oyunlan festival­ benin(->). İstanbul'un fethi sırasında şe­
bahçeler, ahırlar vardı. Küçükçiftlik ve leri bu mekânda yer almıştır. Açıkhava hit olan askerlerin "nimeTçeyş"(-0 ve
Belvü gazinolarının da yer aldığı bu Tiyatrosu'nda oynanan ilk opera. 1950'- veliliğine inanılan şeyhlerin kabirleri ve
alan, park için elverişli bir mekândı. de Sevil Berberi'dir. Bugün de. sahne türbeleri oluşturur. Bunların dışında
İmar planında "2 Numaralı Park" adı ve­ sanatları, konser, gösteri ve toplantı me­ kutsallık yakıştırılan çeşme, hamam, di­
rilen bu alanın zamanla değerleneceği kânı olarak değerlendirilmekte. İstanbul rek, havuz, kuyu ve ayazma gibi ziyaret
göz önünde bulundurularak bölgedeki Festivali sırasında yoğun olarak kulla­ yerleri(-0 de vardır.
topraklar istimlak edildi. nılmaktadır. İstanbul'un adak yerleri arasında her
O yıllarda kentin tiyatro ihtiyacını ZAFER TOPRAK türlü istek için ziyaret edilen Aziz Mah-
mud Hüdâî. Çifte Sultanlar, Edhem De­
de, Elekli Baba, Emir Buharî, Eyüp Sul­
tan. Horoz Baba, Kahhar Baba, Karaca
Ahmed Sultan, Merkez Efendi, Nalıncı
Dede. Oruç Baba, Saka Baba, Selâmı
Ali Efendi, Tezveren Dede, Yavuz Er Si­
nan. Yûşa Nebi; yaramaz çocukların us­
lanması için Baba Cafer, Çifte Gelinler,
Kovam Baba, Koyun Dede; çocuk sahi­
bi olmak isteyenler için Baba Cafer, Çif­
te Gelinler. Eyüp Sultan, Lohusa Sultan;
derslerinde başarılı olmak isteyen öğ­
rencilerin uğrak yeri olan Tuz Baba, Se-
lâmî Ali Efendi; kısmetlerinin açılmasını
isteyen kızlar ve nadiren erkekler için
Sümbül Efendi, Telli Baba. Tokmak Efe­
de; yürüyemeyen ya da sürekli hastala­
nan çocuklar için Sümbül Efendi ve Yıl­
dız Baba en çok tanınmışlarıdır.
ADALAR 66

Adak yerlerinin ziyaret edilmesi be­ ADALAR ancak kuzeyden gelen şiddetli dalgaların
lirli günlerde yapılan kabir ve türbe zi­ aşındırmasıyla bin yıl içinde fener kaya­
İstanbul'un güneydoğu Marmara kıyı­
yaretlerinden oldukça farklıdır. Tek tek larına dönüştüğü bilinmektedir.
sında, Bostancı ile Dragos Tepesi açık­
ya da toplu olarak gerçekleştirilen adak Adalar çeşitli yükseklikteki tepeler­
larında bulunan 9 ada ile biri Bostancı,
yeri ziyaretleri her şeyden önce belirli den oluşur. Büyükada'nın. Yüce (Aya
diğeri de Maltepe açıklarındaki sığlıkta,
bir amaca yönelik olduğu için kimlerin Yorgi): 203 m. İsa (Hristos): 163 m. Te-
üzerlerinde fener olan iki kayalık. İstan­
nerelere götürülebileceği, buralara han­ peköy (Nevruz): 150 m, Avcı: 145 m'lik
bul Adaları olarak bilinen bir takımada
gi dilekler için nelerin adanabileceği dört tepesi; Heybelinin Değirmen: 136
oluşturur. En büyüğü 5,4 km 2 , en küçü­
önceden bellidir. Halk. Türkiye'nin her m. Köy 128 m, Makarios 98 m, Ümit 85
ğü 0.008 km 2 olan bu adalar, üzerlerin­
yerinde olduğu gibi İstanbul'da da ka­ m yükseklikte dört tepesi; Burgazada-
de Batmaz ve Yordonos fenerlerinin yer
bir ve türbelere bez bağlamaya; mum sı'nın 170 m'lik Bayrak (Hristos) Tepesi,
aldığı iki kayayla birlikte, dördüncü za­
yakmaya; tuz, şeker, yiyecek vb bırak­ Kınalı'nm Çınar: 115 m, Teşvikiye: 115
man başlarındaki yerkabuğu hareketleri
maya; toprak (cevher) almaya; buralar­ m. Manastır: 93 m'lik üç tepesi vardır.
sırasında boğazlar açılıp Trakya-Kocaeli
da gömülü olan şahısların manevi gü­ Sedefadası 55 m'lik, Yassıada 46, Sivri­
penepleninin güney kesimleri sularla
cünden istifade etmek için yakarmaya ada 90, Kaşıkadası 13, Tavşanadası da
kaplanırken, peneplenin su üstünde
din adamlarının tüm uyarılarına rağmen 40 m'lik birer tepeye sahiptirler. Adaları
kalmış parçalarıdır.
devam eder. merkez ve çevre olarak iki büyük gruba
Adaların. Kocaeli Yarımadası'nın ba­
İstanbul'da adak yerlerinin birçoğu­ ayırmak mümkündür: Büyükada, Hey­
tısını kapsayan eski bir kitlenin parçala­
na neler adanacağı önceden bilindiği beliada. Burgaz ve Kaşıkadası merkez
rı oldukları, coğrafi konumlan ve jeolo­
için Elekli B a b a y a elek; Kahhar Ba­ grubudur. Bu adalar, çevredeki Sedefa­
jik yapı özelliklerinin yanısıra, bölgenin
ha'ya Kuran okuma; Koyun Dede'ye dası, Tavşanadası, Yassıada, Sivriada ve
denizaltı topografyasından da anlaşıl­
kandil yağı; Oruç Baba'ya Ramazanın Kmalıada'dan daha yüksektir.
maktadır. Burada, güneydoğuya doğru
ilk günü türbesinde sirke ile oruç açma-.
derinleşen bir platform Kocaeli Yarıma- Adaların toprağı, demir oksitli kırmı­
Selâmı Ali Efendi'ye şeker; Telli Baba'ya
dası'na doğru yavaş yavaş yükselerek zı topraktır. Kireç tabakalarına karışmış
gelin teli; dilek sahibini bekletmediğine
Büyükada ile Dragos arasında 10-15 m bol miktarda demir filizi toprağa kızıl
inanılan Tezveren Dede'ye mum. yaz­
derinlikte bir sırt haline gelir. Yapılan bir renk verir. Bu toprak, ağaç, meyve,
ma, mendil, seccade, şal; Tuz Baba'ya
ölçüm ve araştırmalar, bütün adalar ara­ sebze, çiçek tanmına elverişlidir. Çevre,
tuz; Yûşa Nebiye süpürge, mum. ko­
sında, sular altında kalmış eski bir akar­ maden bakımından zengindir. Büyüka-
yun, keçi ve horoz adanırdı.
suyun vadileri olduğu sanılan olukların; da'da, Maden semtinde, eskiden demir
İstanbul yatırları içinde kendilerine adaların kuzeybatısında da, Boğaziçi çıkartılıp işlendiği; Heybeliada Çamli-
adanan adaklar bakımından Edhem De­ kanalının devamı olduğu tahmin edilen manı'nda bakırla karışık demir yatakla­
de ve Saka Baba'nın ayrı bir yeri vardı. bir oluğun varlığını göstermektedir. rının bulunduğu, ayrıca saf bakır made­
Kadınlar bu yatırlardan dilekte bulunur­ ni çıkarıldığı için adaya ''bakır" anla­
Büyükada (Prinkipo), Heybeliada
ken göbek atma adağında bulunurlar. mında Halki adı verildiği, boraks made­
(Halki). Burgazadası (Antigoni). Kınalı-
Hattâ Edhem Dede için hoş bir tekerle­ ninin de bulunduğu bilinmektedir. Pat­
ada (Proti). Sedefadası (Terebintos) yer­
me de söylerler: Edhem Dede Edhem rik Konstantinos'un aktardığına göre bu
leşime açıktır. Yassıada (Plati) halen İs­
Dede / Gömleği keten dede / Bu mura­ madeni ilk kez Halkedonlu (Kadıköy)
tanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakülte-
dım olur ise/Sana bir (iki, üç...) göbek Demonisos işlettiği için. Aristoteles (MÖ
si'nin kullanımındadır. Kaşıkadası (Pita)
atam dede. 3 8 4 - 3 2 2 ) Heybeliada'yı " D e m o n i s o s
özel mülktür. Sivriada (Ohia) ve Tav-
İstanbul adak yerleri içinde Eyüp Halkos" olarak anar. Sicilya Adası'ndaki
şanadası (Neandros) tümüyle boştur.
Sultan ve civarının ayrı bir önemi var­ ünlü Apollon heykelinin Çamlimanı'nda
Bostancı açıklarındaki Batmaz Feneri ka­
dır. Eyüp Sultan ziyareti(->) yalnız İstan­ hâlâ izleri bulunan maden ocağında çı­
yalığı ve Maltepe açıklarındaki Yordonos
bul ve Anadolu halkınca değil İslam karılan bakırdan yapıldığı ileri sürülür.
kayalığının geçmişte küçük adacıklar ol­
dünyasının her yerinden gelen insanlar Rumeli Hisarı inşa edilirken adaların ba-
duğu ve üzerlerinde yapılar bulunduğu,
tarafından da önemsenmiştir.
Eskiden İstanbul'daki adak yerlerine
uzak semtlerden gelenler hemen geri
dönemezlerdi. Abdest alınıp namaz kı­
lındıktan, dilek ve adakta bulunulduk­
tan sonra türbe ya da kabir yakınların­
daki uygun yerlerde bir süre dinlenilir,
yemek yenilirdi. Bazı adak yerlerinin
yakınları mesire yeri olarak da ün yap­
mıştı. Ziyaretçilerin dinlenme sırasında
da yatırın yakınlarında bulunulduğunu
unutmaması, özellikle çocukların saygı­
sızlık sayılabilecek davranışlardan ka­
çınmaları sıkı sıkı t e m b i h edilmesi
önemli hususlardandı.
Bibi. M. Şakir Ülkütaşır, "Adak", Türkiye
Folklor ve Etnografya Sözlüğü Üzerine Kalem
Tecrübesi, Fas. I, İst., 1937, 23-24; Muammer
Önüs, "İstanbul'da Bazı Ziyaret Yerleri". I-II.
HBH, 104-105 (Haziran, Temmuz 1940); Bay­
rı, İstanbul Folklora, 152-177; ay. Yer Adlan.
78-86; Ünver, Sahabe Kabirleri; ay, Mutlu As­
kerler: Lütfü Doğan. Adak Kitabı. Ankara.
1966; Tanyu, Adak Yerleri, 1-5. 218-249; M.
Kemal Özergin, "İstanbul Yatırlarına Dair". I-
II, TFA, 237, 243 (Nisan, Ekim 1969); İşli, Sa-
habe-, Hocaoğlu. Sahabe: Gürel. Ìstanbul Ev­
liyaları: J. Pederson. "Nezir". İA, IX, 239-241:
Â. Özel, '"Adak". DİA, I, 337-340. Çamlıca Tepesinden adaların bir görünümü, 1938.
Tuğrul Acar
M. SABRİ KOZ
67 ADALAR

Melling'in deseninde adaların genel bir görünümü. 18 yy.


Ara Güler

kır ve demirinden de yararlanılmıştır. liminin tipik bitkisi olan makiler, ilkba­ çekçiliğine geçilmiştir. Adaların karakte­
Adalarda taşocakları Bizans, Osmanlı ve harda birden rengârenk çiçeklenir ve ristik bitkilerinden biri de mimozadır.
Cumhuriyet dönemlerinde sürekli işle­ hoş kokular yayar. Sedefadası'nın Rum­ Mimozalar yanında, adaların gülleri,
tilmiştir. Bizans döneminin birçok rıh­ ca adı olan Terebintos, bir maki türüdür şebboyları, petunyaları, lale ve sümbül­
tım, liman ve surlarının yapımında kul­ ve hoş kokulu, rayihalı anlamına gel­ leri, glayörleri, beyaz sarı pompon gül­
lanılan taşları çıkarmak için Kınalı- mektedir. Taşmeşesi, süpürge çalısı, sa­ leri, ortanca ve kasımpatıları ünlüdür.
ada'nın Çınar ve Manastır tepelerinin kız, kocayemiş. katırtırnağı, mersin, bo­ Meskûn adalarda av hayvanı kalma­
batı bölümleri oyulmuş; diğer adalardan dur ardıç, laden ayrıca yabani zeytin, dığı gibi artık tavşan yoktur. Tavşanada-
taş çıkarılmasına da yakın zamanlara kekik, lavanta, adaçayı, zakkum sık sı, Sivriada ve Sedefadası'nda adatavşa-
kadar devam edilmiştir. rastlanan türlerdendir. Adalar deyince nı bulunur. Bölge, kuş açısından zen­
Adaların iklimi ana çizgileriyle İstan­ hemen akla gelen çamlar, makilerden gindir. Martılar, kargalar, karabatak, is­
bul kentinin aynıdır. Ancak konumları sonra en yaygın bitki ve ağaç türüdür. pinoz, serçe, kızılgerdan (narbülbülü),
nedeniyle bazı özellikler de gösterir. Sı­ En çok Heybeliada'da görülen çamlar, kaya güvercini, sığırcık, saksağan, saka
caklık birkaç derece daha fazladır. Kışın kızılcam da denilen "Pinus Brutia'lar bolca vardır. Av kuşlarından, mevsimin­
kar pek az görülür. Yazın da İstan­ grubundandır. Büyükada'nm Kuzey ke­ de keklik, bıldırcın, çulluk, yabani-kaz
bul'un diğer bölgelerine oranla daha az simlerinde fıstık çamları, manastır ve görülür. 19. yy sonlarına ait gezi notla­
yağış alır. Sise az rastlanır ve çabuk da­ mezarlıklar çevresinde serviler, yollarda rında bülbüllerden söz edilir. Tarih bo­
ğılır. Sonbahar, genellikle ilkbahardan akasyalar, ıhlamurlar, bahçelerde çeşitli yunca balıkçılığın ana uğraş olduğu ün­
daha sıcak geçer. İlkbahar aylarının süs ve meyve ağaçlan görülür. Birkaç lü adalarda 1950'ler, hele de 1970'ler-
özellikleri birkaç hafta içinde sona erer yüzyıl önceki gezginlerin sözünü ettiği den sonra nesilleri hızla tükenmekte
ve yaza geçilir. Rüzgâr rejimi de genel­ kavaklar, çınarlar, meşeler meskûn böl­ olan balık cinslerinin bazıları mercan,
de İstanbul'un aynıdır, ama adaların ko­ gelerde olup zamanla azalmıştır. Ağaç sinarit, kırlangıç, hani, tekir, barbunya,
numları bu rüzgârların etkilerini yumu­ örtüsünün, yüzyıllar boyunca yangınlar, kefal, lüfer, istavrit, levrek, karagöz, çi­
şatır. Karşı kıyıda bulunan Aydos, Ka- kesimler, bakımsızlık, arsa ve toprak pura (alyanak) vb'dir.
yışdağı, Alemdağı, Küçük ve Büyük kazanma gibi nedenlerle zaman zaman Adalar, tarih boyunca çeşitli kaynak­
Çamlıca tepeleri, Kmalıada hariç diğer azaldığı, sonra yeniden gürleştiği. bu­ larda ve dönemlerde çeşitli adlarla anıl­
adaları poyraz rüzgârından korur. Kışın günkü ağaç örtüsünün en fazla 120 yıl­ mıştır. Bunların en yaygını Batı kaynak­
daha çok karayel eser. Batı rüzgârı ma­ lık bir geçmişe sahip olduğu tahmin larının kullandığı "Les îles des prin-
yıs ayından itibaren aralıklarla esmeye edilmektedir. Geçmişten kalan birkaç ces"dir (Prens Adaları doğrusu. Prensler
başlar. Batı-karayel adalar çevresinde anıt ağaçtan, Kınalıada'da çarşıdaki çı­ Adaları). Bu ad adalara, Bizans döne­
fırtınalara yol açan en tehlikeli rüzgâr­ narın 500 yaşında; Burgaz'da fırın ö- minde soyluların, prenslerin, patriklerin
dır. Sonbahar, kış ve ilkbahar aylarında nündeki çınarın. Aya Yorgi Manastırı ve hattâ imparatorların sürgün yeri olarak
zaman zaman esen lodos, adaları ısıtır. Kilisesi çevresindeki üç zeytin ağacının kullanıldıkları; kimi kaynaklara göre de,
Sıcak mevsimlerde ise. yerel bir rüzgâr ise yüzlerce yıllık olduğu söylenmekte­ Bizans İmparatoru II. Iustinos 567'de
olan meltem havayı serinletir. Bu iklim dir. Osmanlı döneminde adalarda seb­ Büyükada'da görkemli bir saray ve ma­
ve rüzgâr özellikleri adaları sevilen bir zecilik, meyvecilik yanında çiçekçilik nastır yaptırdığı için verilmiştir. Antik
yazlık ve dinlenme yeri yapar. de yapılmıştır. O dönemlerin ünlü ada dönemde adalara Dimonisi veya Demo-
yaseminleri, karanfilleri zamanla azal­ nisi (Cin Adaları) denmiş, Aristoteles
Adalar zengin ve çeşitli bir bitki ör­
mış, kimi türler bütünüyle kaybolmuş, "Demonisi"nin Heybeliada'da ilk kez
tüsüne sahiptir. Makiler ve çamlar hâ­
daha sonra günümüze doğru sera çi­ bakır madeni işleten birinin adı olduğu-
kim doğal örtüyü oluşturur. Akdeniz ik­
ADALAR 68

da'daki II. İustinos Sarayı'nın kalıntıları


üzerine bir kadınlar manastırı inşa ettir­
miş, tahta geçecek yaşa geldiğinde ken­
disiyle iktidar mücadelesine giren oğlu
VI. Konstantinos'u tahttan indirtip göz­
lerine mil çektirerek kendi yaptırdığı
Kadınlar Manastırı'na kapattırmıştı. To­
runu Efronisi'yi de aynı manastıra hap­
Burgazadası'mn seden imparatoriçenin kendisi de, 802'
Bayrak de bir darbe ile tahttan indirilip Büyü-
(Hristos) kada'ya sürgüne gönderilmiştir. Bizans
Tepesi'nde tarihinde kanlı mücadelelere yol açan
Bizans "tasvir kırıcılar"la "tasvir sevenler" ara­
döneminden
sındaki hesaplaşmalarda, birçok tasvir
günümüze
ulaşmış sever din büyüğü ve rahip Büyüka-
kiliselerden da'ya; 809'da Aziz Teodoros ve 820'de
biri. İmparatoriçe Teodosia ve oğlu Vasilios
Erkin Emiroğlu. Heybeliada'daki Aya Triada Manastı­
1985 rı'na; 835-842 yılları arasında ünlü din
adamı Metodios Burgazadası'na; 857'de
Patrik İgnatios Rangavis Sedefadası'na;
İmparator Mihael Teófilos zamanında
Gibon, İmparator Nikeforos Botaniates
zamanında (1078-1081) Nikeforigis gibi
saray ileri gelenleri Sivriada'ya; İmpara­
tor V. Mihael Kalafatis'in (1041-1042)
üvey annesi İmparatoriçe Zoe, 1069'da
İmparatoriçe Anna Komnenos Büyüka­
da'ya sürülmüştür. Ünlü Bizans İmpara­
Yüzyılın toru Romanos Diogenes, 1071'de Sel­
hemen
çuklu Sultanı Alp Arslan'a Malazgirt'te
başlarında
Büyükada yenilince, Bizans sarayında iktidarı ele
vapur geçirmiş olanlar tarafından daha İstan­
iskelesini bul'a varmadan yakalanıp gözlerine mil
gösteren bir çekilerek Kınalıada'da kendi yaptırdığı
kartpostal. Hristos (Metamorfosis) Manastırı'na ka­
Erkin Emiroğlu
patılmış, kısa süre sonra burada ölmüş­
tür. Bunlar Bizans tarihinin ada sürgün­
nu ve adaların giderek onun adıyla tantinus'un 330'da İstanbul'u başkent lerine sadece birkaç örnektir.
anıldığını ileri sürmüş, kendisi ise Hal- yapmasından sonra adaların hem sür­
kedon (Kadıköy) Adaları demiştir. Yu­ gün yeri hem de manastırlar bölgesi Ancak adalar, Bizans döneminde de
nan filozof Artemidoros, Pitiusa (Çamlı), olarak kullanıldığı, ayrıca burada Roma sadece manastırlardan, zindanlardan,
Romalı tabiat bilgini Plinius. Proponti- tapmakları bulunduğu. Bizans döne­ sürgünlerden ibaret değildir. Çoğu sur
das (Marmara Adaları) derken Bizanslı­ mindeki manastırların bu tapınakların içinde küçük balıkçı köyleri, özellikle
lar buralarda yaşayan keşişlerden dolayı kalıntıları üzerine kurulduğu, bölgeye manastırların çevresinde tarlalar, üzüm
Papadonisia (Papaz Adaları, Keşiş Ada­ ait Bizans kaynaklı ilk bilgilerdir. Adala­ bağları vardır. Manastırların, kiliselerin
ları) demişler; tarihçi Hammer, Les İles rın Bizans tarihinde önem kazanması zenginliği, adaların Bizans döneminde
des Saint (Evliya Adaları). Thomas Al- 567'de İmparator II. İustinos'un, o dö­ de defalarca kuşatılmasına, yağma edil­
lom Demonesca. Türkler, topraklarının nemlerde Megale (Büyük) denen Büyü­ mesine n e d e n olmuştur. 1204'te IV.
renginden dolayı Kızıl Adalar diye ad­ kada'da bir saray yaptırmasıyla başlar. Haçlı Seferi'ne çıkan Latinlerin komuta­
landırmışlardır. O zamana kadar, herhalde küçük balık­ nı Venedik Doju Enrico Dándolo, as­
çı köyleri barındıran adalarda, bu tarih­ kerlerine, ikmal için Trakya düzlükleri­
Adaların Tarihi ne yayımlamalarını; "Halkı, tarla ve sürü
ten sonra art arda manastırlar, kiliseler
Eldeki verilere göre adalarda tarihlene- inşa edilir. sahibi zengin insanlardır" diyerek adala­
bilen ilk olay. Makedonya Kralı Büyük rı yağmalamalarını öğütlemiştir. 1182'de
İskender'in komutanlarından Antigo- Ulaşımı güç. kaçmanın âdeta imkân­ yerli halk Haliç'teki Latin mahallelerini
nosün oğlu Dimitrios Pu.iorkites'in MÖ sız olduğu adalar, asıl ünlerini din ve yağmalayıp insanların birçoğunu öldü­
298'de, o dönemdeki adı Panormos taht kavgalarıyla sarsılan Bizans'ın sür­ rüp bir kısmını da köle olarak sattıkla­
(Emin Liman) olan Burgazadası'nda ba­ gün ve çile beldeleri olarak kazanmış­ rında kırıma uğrayan halktan gemilerle
basının adına ve anısma bir kale inşa et­ lardır. Özellikle 8. yy'da ve sonrasında kaçmayı başaranlar, Büyükada önlerine
tirmesi ve adaya Antigoni adını vermesi­ gözden düşen din adamları, siyasal ra­ demirlemiş, misilleme olarak adanın
dir. Burgaz'ın tepesinde, 1860'ta Hele­ kip olarak görülen saray mensupları, doğusundaki Kariye Köyü ile zengin
nistik döneme ait üzeri Latince yrazılı bir prensler, naipler hattâ imparator ve im- Kadınlar Manastırı'nı yağmalayıp ateşe
mezar taşı; 1930'da Büyükada'da, Büyük paratoriçeler. çoğunlukla da ağır işken­ vermişlerdir. O dönemlerde, adalara yö­
İskender'in babası II. Filip'e ait altın sik­ celer altında, gözlerine mil çekilerek nelmiş korsan yağmaları da eksik değil­
keler içeren Büyükada definesi bulun­ adalara sürgün edilmişler, orada hayat dir. 1302'de İstanbul önlerine gelen Gi­
muştur. MÖ 4. yy'da. Aristoteles, adalar­ boyu çile doldurmaya ya da ölüme terk ritli ve Eğribozlu korsanlar, şehrin surla­
dan Halkedon (Kadıköy) Adaları diye edilmişlerdir. rını aşamaymca adalardaki manastırlan
söz ettiğine göre, İsa'dan önceki çağlar­ yağmalamışlar, keşişleri kollarından ba­
Adaların ünlü sürgünleri arasında,
da da bilinmekteydi. caklarından gemi direklerine asarak ye­
780'de 10 yaşında tahta geçen VI. Kons-
Adalar, tarih sahnesinin aydınlığına tantinosün aym zamanda naipliğini de niden İstanbul önlerine gelmişler, İmpa­
asıl Bizans döneminde ve Bizans kay­ üstlenen annesi İmparatoriçe Eirene de rator II. Andronikos Paleologos'tan ke­
naklarıyla girer. Roma İmparatoru Cons- vardır. İmparatoriçe Eirene, Büyüka- şişler için yüklü bir fidye almışlardır.
69 ADALAR

Adaların Osmanlı egemenliğine geç­


mesi 1453'te Fatih'in İstanbul kuşatması
sırasındadır. Kentin kuşatılmasından bir
süre sonra donanma ile adalar önüne
gelen Kaptan-ı Derya Baltaoğlu Süley­
man Bey, kendiliklerinden teslim olan
Kınalıada, Burgazadası ve Heybeliada'yı
almış, kale ile çevrili Büyükada da güç­
lü bir direnişten sonra düşmüş ve ada­
lar İstanbul'dan 42 gün önce fethedil­
miştir. Fetihten sonra manastırlar boşal­
tılmış, adaların Rum halkının çoğu bu­
ralardan göçmüş, bölge bir süre canlılı­
ğını yitirmiş, daha sonra keşişler yavaş
yavaş eski yerlerine dönmüşler; Os­
manlı döneminde patrikhaneye adalar­
da toprak kullanım ve mülkiyet hakları
verilmiş ve adalar, eskiden olduğu gibi,
manastırların ağırlık taşıdığı köy yapıla­
rım sürdürmüşlerdir.
daha sonra İngilizler olmak üzere Batı­ tedavi, dinlenme ve eğlence yeri olarak
Evliya Çelebiye göre 17. yy ortaların­ lıların gezi, ticaret, yazlık gibi amaçlarla da ün kazanmaları; sürekli ve yazlık
da, adaların üzerinde yüz-iki yüz haneli adalara gelmelerinin, yaşamın değişme­ nüfuslarının hızlı artış göstermesi için,
bağlık bahçelik köyler, köy sakinleri ye, canlanmaya başlamasının tarihi an­ 19- yy'ın ortalarına, adalara düzenli va­
arasında zengin Rum balıkçı reisleri var­ cak 18. yy sonlarına kadar gider. 19. pur seferlerinin başlamasına kadar bek­
dır. 16. yy'a ait seyahatnamelerde Büyü- yy'm ikinci yarısında Ege'deki adalar­ lemek gerekecektir. 19- yy başlarında
kada'da Prinkipo ve Kariye olmak üzere dan İstanbul adalarına doğru bir göç adalara ulaşım pazar kayıklarıyla sağla­
iki balıkçı köyünün, Kınalıada'nın doğu­ hareketi görülmüş, özellikle balıkçılar nırken 1846'da küçük vapurlarla başla­
sunda bir küçük köyün, Heybeliada'da adalara yerleşmişlerdir. Kınalıada'ya Er­ yan seferler ihtiyacı karşılamaz olunca
daha çok manastırların eki gibi görünen meni cemaatinin yığınsal şekilde yerleş­ Şirket-i Hayriye vapurları işletilmeye
küçük köy yerleşmelerinin bulunduğun­ mesi de yine 19- yy'dadır. başlamıştır. 19. yy başlarında 1.200 ci­
dan söz edilir. İki yüzyıl kadar sonra ise varında olan nüfus 1850'lerde sadece
Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin ve
bu köylerden bir bölümünün, örneğin Büyükada'da 2-3 bine, 1865'te toplam
manastırların özel imtiyazlara ve mülki­
Kariye'nin ve Kınalıada'nın doğusunda­ 6.000'e. 1900'de resmi kayıtlara göre
yet haklarına sahip bulundukları adalar­
ki yerleşmenin harap durumda olduğu, 12.000'e ulaşmıştır. 20. yy başına doğru
da. 19- yy'a gelindiğinde Osmanlı top­
buna karşılık yeni yerleşmelerin oluştu­ adalar, artık sadece Rum, Ermeni, sonra
rak düzenindeki değişmelere bağlı ola­
ğu bilinmektedir. Görünen o ki. adalar. da Yahudi azınlıkların yerleşme ve yaz­
rak topraklar zengin ve nüfuzlu Rum
18. yy sonlarına gelene kadar, savaş ve beylerinin, patriklerin, bankerlerin, lık bölgesinden; kutsal yerleri, manas­
korsan talanlarına, donanma tayfalarına Fransız ve İngiliz tüccarların, elçilerin tırları, kiliseleri, ruhban okullarıyla sa­
veya yeniçerilerin zorbalıklarına, devlet (Örneğin 1857'de İngiliz Elçisi Sir Henry dece dinsel eğitim ve faaliyet alanların­
müsaderelerine, zorunlu göçlere veya Bulvver Yassıada'yı satın almış daha dan ibaret değildir. Tanzimat sonrasının
iskâna sahne olmuş: yerleşim yapıları sonra Mısır Hıdivi İsmail Paşa'ya satmış­ değişme süreci içinde Batılı yaşama
sürekli değişmiştir. tır), paşaların mülkiyetine geçmiştir. özenen Osmanlı devlet ricalinin, paşa­
17. yy'da Eremya Çelebi, adaları an­ ların, beylerin de yazlık olarak benim­
Bizans döneminden beri birer sür­
latırken, güzel ve mamur yerler olduğu­ semeye hattâ yerleşmeye başladıkları
gün, sığınma, çile doldurma ve manas­
nu; buralara gezmeye gidildiğini; bazı­ bir yerdir. 1850'de Bahriye Mektebinin
tır bölgesi olan adaların aynı zamanda
larında ziyaret yerleri, Rumlara ait kub­
beli, tasvirli, bahçeli kiliseler ile manas­
tırlar bulunduğunu; sakinlerinin şaraba
düşkün olduğunu yazar. Eremya Çele-
bi'ye göre, adalardaki yerleşmeler sü­
rekli huzursuzluk içindedirler. Türk do­
nanmasının yolu üzerinde bulundukla­
rından harap olmuşlardır.
Uzun süreler günlük yaşamdan din­
sel mekânlara, yortulara, bayramlara,
törenlere kadar Rum nüfusun damgası­
nı taşıyan adalara, İstanbul'un fethinden
sonra Karadeniz Bölgesi'nden İstan­
bul'a getirilen Türk halktan bir bölümü­
nün yerleştirildiği bilinmektedir. Bazı
paşaların, zengin ve nüfuz sahibi saray
mensuplarının adalara kısa süreli ziya­
retler yaptıkları, bu ziyaretler sırasında
buralarda hastane, okul, köşk gibi bina­
lar inşa ettirdikleri, İstanbul'da çıkan
salgınlar, örneğin 1562'deki veba salgı­
nı sırasında İstanbullu zenginlerin ve
kimi yabancıların salgından korunmak
için adalara sığındıkları biliniyorsa da,
Yüzyılın başlarında Büyükada iskele meydanı.
19. yy'a kadar nüfus ç o ğ u n l u ğ u n u Nezih Başgelen
Rumlar oluşturmuştur. Önce Fransızlar,
ADALAR 70

de bulunan kalıntılar, batmış bir adacık


olan Vordonos kayalığı dahil, adaların
tümünün üzerinde manastırlar bulundu­
ğunu göstermektedir. Bugün sadece ka­
lıntıları görülen Bizans dönemi manas­
tırlarının ve kiliselerinin en önemlileri
Büyükada'daki Ayios Yeorgios (Aya
Yorgi) Manastırı ve Kilisesi, Kadınlar
Manastırı, Ayios Nikolaos, Hristos (Me­
tamorfosis); Heybeliada'da Ayios Yeor­
gios (Aya Yorgi), Ayios Trias (Aya Tri­
ada), Ayios Spridon (Arsenios) kilisele­
ri; Burgazadasf nda Ayios Yeorgios (Aya
Yorgi), Kmalıada'da Hristos (Metamor­
fosis), Yassıada'da Teófilos manastırları;
Sivriada'da Ohia Manastırı, Tavşanada-
sı'nda İynatios (Neandros) Manastırı,
faytonlar ve Sedefadası'nda Andrevitos (Saint Mic-
Heybeliada'ya taşınması, askeri tesisle­ bir ada hel) Manastırı'dır.
rin, okulların, camilerin yapılması. Tan­ vapuru. Bizans döneminde keşişler, rahipler,
zimat sonrasında Türklerin de yerleşim HHHHBBH Erdal Yazıcı. 1988
manastırların veya sarayların zindanları­
alanı olarak ilgisini çekmeye başlama­ II. Dünya Savaşı sonrasında, adalar,
na kapatılmış soylu sürgünler, manastır­
sıyla, giderek istanbul yaşamıyla bütün­ özellikle de Büyükada, azınlıkların ya­
lara sığınma olanağı bulmuş kaçaklar,
leşmiştir. 20. yy başlarından itibaren nında savaş yıllarında servetler edinmiş
adaların asıl sakinlerini oluşturmakta;
adalar artık Müslüman Türk nüfusun da Türk zenginlerinin, siyaset adamlarının
manastırların çevresinde ve onların ihti­
seçkin bir sayfiye yeri; özellikle bahar da ilgisini çekmiş, görece düşük olan ar­
yaçlarına dönük olarak üretim yapan,
ve yaz aylarında rağbet edilen bir eğ­ sa fiyatları buralarda yazlık köşkler, vil­
bir bölümü köle, bir bölümü de genel
lence ve dinlenme bölgesi; zarif yapılar­ lalar yapılmasını hızlandırmıştır. Ahşap
olarak kıyılardaki küçük yerleşmelerde
la süslü "kibar" bir semt olmuştur. I. mimarinin yerini yavaş yavaş kagir bina­
toplanmış hür köylüler nüfusu tamam­
Dünya Savaşı sırasında, adalar Hıristi­ ların, hattâ birkaç katlı apartmanların al­
lamaktadır. Ana uğraş, özellikle manas­
yan ve Müslüman cemaatlerin birbirleri­ maya başlaması da bu yıllara rastlar.
tırlara ait topraklar üzerinde tarım, bağ­
ne karşı kışkırtıldığı huzursuz bir dö­ 1950'lerden sonra, adaların toplum­
cılık, hayvancılık ve balıkçılıktır. Os­
nem geçirmiş; Bahriye Nezareti tarafın­ sal yapı ve nüfus bileşiminde önemli
manlı döneminde de aynı uğraş ve iş­
dan, askeri öğrencilerin yerleştirilmesi değişmeler görülür: 6-7 Eylül 1955 olay­
levler etrafında yoğunlaşan bir y-aşam
için Heybeliada'daki Ruhban Okulu'na, ları, 1974 Kıbrıs Harekâtı, 12 Eylül 1980
19- yy ortalarına kadar sürüp gitmiş;
Elen Ticaret Okulu'na, Rum Kız Yetim- askeri müdahalesi gibi siyasal gelişme­
bağcılık ve şarapçılık geleneği keşişlerin
hanesi'ne el konmuştur. Mütareke yılla­ lerin etkisiyle başta Rumlar olmak üzere
ve manastırların t e k e l i n d e n zengin
rında işgal kuvvetleri adalara da gelmiş: yerleşik azınlık nüfusun adaları ve Tür­
Rumlara. Fransız şarap tüccarlarına ge­
yine aynı yıllarda 1917'de Rusya'da kiye'yi terk etmesinin yarattığı nüfus ge­
çerek devam etmiştir. Büyükada'da aynı
meydana gelen devrimden kaçan Beyaz rilemesi, yine 1940'larda başlayan ama
adı taşıyan tepedeki Aya Yorgi Kilise-
Ruslar(->) bir süre için adalardaki ma­ 1960, hele de 1980'den sonra hızlanan
si'nin şarabı 19. ve 20. yy'larda da ünlü­
nastırlara ve evlere yerleştirilmişler, doğu illeri ağırlıklı iç göçle dengelen­
dür ve kilisenin bulunduğu tepelerin
bunlar sonraki yıllarda adalarda açılan miştir. Bu iç göçün sonuçları, adaların
yamaçları bağlarla kaplıdır. Heybeli­
plajların, gazinoların, lokantaların bir toplumsal yapısında gözle görülür bir
ada'da şarapçılık 1886'dan sonra Ege
bölümünü kurup işletmiş ve adaların değişme olmuştur.
adalarından göç edenlerin etkisiyle geli­
yeniden canlanmasına katkıda bulun­ Adalarda Y a ş a m
şerek sürmüş; 19- yy sonlarında İstan­
muşlardır. Bizans döneminde adalarda yaşamın
bullular, eğlenmek ve adanın özel şa-
merkezi, dini işleve sahip oldukları ka­
İstanbul'un kurtuluşundan sonra dar siyasal mücadelelere de fon teşkil
Rumların bir bölümü yurtdışına göç etti­ etmiş manastırlardır. Sonraki dönemler­
ğinden, işlettikleri lokantalar, pansiyon­
lar, dükkânlar kapanmış, adaların yaşa­
mında yoklukları hissedilmiştir. Cumhu-
riyet'ten sonra adalar. Atatürk'ün ve
Cumhuriyet Halk Partisi ileri gelenleri­
nin gösterdikleri ilgiyle yeniden canlılık
kazanmaya başlamıştır. Atatürk 1928 ya­
zından itibaren her yıl Büyükada'daki
Yat Kulübü'ne (bak. Anadolu Kulübü)
gelerek burada dinlenmiş, balolara ka­
tılmış, zamanının siyaset adamlarıyla
burada toplantılar düzenlemiştir. 1924 te
rahatsızlığı sırasında dinlenmek için
Heybeliada'ya gelen İsmet İnönü de bu
adada bir ev almış, ilerki yıllarda da Bü­
yükada'daki Anadolu Kulübü'ne ve
adalara sık sık uğramıştır. Aynı dönem­
lerde Büyükada'da yaşamakta olan ünlü
bir sürgün de Ekim Devrimi'nin önder­
lerinden olup Stalin döneminde ihanet­
le suçlanarak 1929'da Rusya'dan çıkarı­
lan Leon Troçki'dir. Troçki anılarını bu­
rada yazmıştır.
71 ADALAR

raplarından içmek için Heybeli'ye gel­


mişlerdir. Adalara da uğrayan Corneille N E R E D E O G Ü Z E L İ M ADA V A P U R L A R I
le Brun (1714), Sestini (1779), Von Eg-
mont (1759), Olivier (1793) gibi Batılı İlk ada vapurları yandan çarklı, simsiyah, upuzun bacalı, ince uzun teknelerdi.
gezgin ve yazarlar, notlarında Heybeli- Vapur, sabahleyin Büyükada'dan düdük çalarak martı çığlıkları arasında hare­
ada ve Büyükada şaraplarının kalitesini ket ediyor, sırasıyla Heybeliada'ya, Burgazadası'na, Kınahada'ya uğradıktan
överler. sonra İstanbul'a varıyor, akşamüstü de yine yolcu ve yükleri alarak adalara geri
Bütün bu özellikleriyle adalar. 19. dönüyordu. Geceleyin, iskelesi kuzey rüzgârlarına kısmen kapalı olduğu için
yy'ın ortalarına gelene kadar "Müslü­ de Heybeliada'da bağlıyordu. Heybeli'nin o zamanlar bir kuş kafesini andıran
man İstanbul'a yabancıdır. Adalarda ki­ zarafette, çok güzel bir iskele binası vardı.
lise ve manastırlarda canlı bir dini ya­ Ada halkı, hızlı ve güvenli olduğu için vapura çabuk alıştı. Boğaz vapurla­
şam sürmekte, dini bayramlar, yortular, rında olduğu gibi pek çok kimse hep aynı yere oturuyor, bir buçuk saati bulan
ayinler coşkuyla kutlanmakta, fener r
yolculuk boyunca ahbaplarıyla sohbet ediy or, kahvesini içiyor, ada yolculuğu­
alayları yapılmaktadır. Burgazadası'nda- nun keyfini çıkarmaya bakıyordu. Önceleri ada hattında ahşap tekneli, bacasın­
r
ki Metamorfosis Manastırı. Paskaly a dan kapkara dumanlar salan, direklerinde de gerekince açmak için sarılı yelken
Yortusu sırasında yakılan meşalelerin donanımı bulunan, istimli. güvertesi tenteli, yandan çarklı küçük yolcu vapurla­
İstanbul halkını yangın telaşına düşür­ rı çalıştı. 1894'ten sonra İngiliz yapısı, 286 grostonluk "Fenerbahçe" ile eşi
düğü gerekçesiyle, IV. Murad tarafından "Haydarpaşa". 1903'ten sonra da Macaristan yapısı, 375 grostonluk "İhsan" ile
yıktırılmıştır. Özellikle Paskalya Yortula­ eşi "Neveser" Marmara seferlerinde hizmet vermeye başladılar. Bunlar da önce­
rının kalabalık ve canlı kutlandığı Büyü- kiler gibi yandan çarklı vapurlardı. Bir de 257 grostonluk, aslmda pek de ferah
kada'daki Aya Yorgi (diğer adı Kudu- olmay'an "Ferah" adlı yandan çarklı vapur vardı ki, 1898'den sonra Kadıköy ve
nas) Kilisesi aynı zamanda bir adak ye­ adalar seferlerinde çalışmaya başladı. Ama en ilgi çekeni 160 grostonluk küçü­
ridir. Hıristiyan halk adalara bu ayinle­ cük bir yandan çarklı olan "Anadolu" vapuruydu. Bir römorkör kadar olmasına
re, yortulara, bayram eğlencelerine ka­ karşılık iki bacalıydı, bu haliyle de her zaman alay konusu oluyordu. Bu vapur
tılmak veya kutsal yerlere adak adamak yavrusu arada bir ada postasına da verilirdi; sert havalarda iki yanındaki çark­
için de gelmiştir. larla suları köpürterek bata çıka geldiğini gören adalılar, "Eyvah! pat pat-ı derya
Adaların ilk yazlıkçıları, 18. yy'm geliyor!" diyerek hayıflanırlardı.
sonlarına doğru gelen Fransızlardır. O 1910'larda. daha büyükçe "Halep". "Bağdat", "Basra" gibi birbirinin eşi yan­
zamanlar Tophane'den kalkan büyük dan çarklılar da adalara sefer yapmaya başladı. Bu vapurlar tertemiz, pırıl pırıldı.
pazar kayıklarıyla yapılan ada yolculu­ Döşemeleri fes rengi kadife kaplıydı; üzerine de beyaz ketenden, tiril tiril ütülü,
ğu üç saate yakın sürmektedir. tertemiz örtüler serilirdi. Şapka, paket konacak fileleri taşıyan pirinç ayaklar her
1850'lerde kaleme alınmış bir seya­ zaman kaulle parlatılmış olurdu. 70 yıl önce bu vapurlar, hele havuzdan da yeni
hatnamede Büyükada'da yaşam anlatı­ çıkmışlarsa, Köprü'den hareketinden yarım saat kadar sonra Kınalıyı tuttururlar­
lırken "Gündüzün Büyükada güneş al­ dı. Kadıköy ve adalar hattında 1912'den sonra artık "Kınalıada", "Pendik", "Malte­
tında yatan bir çöl gibidir. Hayat akşam pe" gibi pervaneli vapurlar çalışmaya başladı. O günlerde her gün adalara 12 se­
serinliği ile başlar ve akşamüstü şıklık fer yapılıyordu. Bu yüzyılın başlarında, bunlara 1912 Fransa yapısı, 697 groston­
taşar. Kadınlar ve kızlar Macar Kalesi luk, istimli. çift uskurlu "Kadıköy", "Moda", "Burgaz" gibi büyük ve yollu vapur­
önünde piyasaya çıkarlar" denmektedir. lar katıldı. 1940'lı yıllarda 1938 Almanya yapısı, 637 grostonluk, istimli, çift uskur­
20. yy başlarında Avrupa "Belle Epo­ lu "Suvat" ile eşi "Clev". gerek hızlılık, gerekse rahatlık bakımından ada yolcula­
que" yaşamının küçük bir örneği ada­ rının gözbebeği oldular. Yazlıkçılar denklerini, sandıklarını, sepetlerini mevsim
larda da gözlenecektir. Büyükada Yat başında düzenlenen yük postasıyla adalara taşırlar, yaz sonunda yine aynı pos­
Kulübü bu hayatın bir parçası olarak bir tayla İstanbul'a dönerlerdi. "Bahçe" tipi gemiler diye sınıflandırılan, üçü de dizel
İngiliz avukatın önderliğinde "Prinkipo motorlu ve çift uskurlu olan 1952 İtalya yapımı 1.042 grostonluk "Paşabahçe",
Yacht Company" adıyla kurulmuştur. 1953 İngiltere yapımı 993 grostonluk "Fenerbahçe" ve eşi "Dolmabahçe" ile
Artık adalar özellikle Hıristiyan nüfus ve "ekspres" seferleri başlatılınca ada yolculuğu önemli ölçüde kısaldı. Ne var ki,
Osmanlı yüksek bürokrasisi için şık. ekspres seferler normal bilet ücretinden bir misli kadar pahalıydı. Ayrıca, ada­
seçkin, eğlencesi bol bir yazlık bölge­ lardan Sedefadası'na ve Bostancıya gidecek yolcular için de seferler kondu. Da­
dir. Azınlıklar, İstanbul'da sahip olama­ ha sonraki yıllarda, adaların kalabalıklaşması karşısında sefer sayısı artırıldıktan
dıkları veya sergilemekten çekindikleri başka, değişik tipteki vapurlar da bu hatlarda çalıştırılmaya başlandı. Son olarak
daha özgür ve parıltılı bir yaşam biçimi­ "Bahçekapı" ile eşi "Fahri Korutürk" adlı 78 m boyunda, 11,60 m genişliğindeki
ni burada uygulamak imkânı bulmuşlar; büyük vapurlar, Sirkeci ya da Kabataş'taki yeni iskelelerden bir seferinde gere­
birbirinden süslü, birbirinden değişik kirse 2.100 kişiyi alıp saatte 18 mil hızla adalara götürebilecek büyüklükte.
üslupta köşkler yaptırmışlar, bahçelerin­ İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin 1987'de Norveç'ten getirttiği, dıştan çift
de nadide çiçek ve bitki yetiştirmekte burunlu, içi bir uçağı andıran çift pervaneli katamaran tipi deniz otobüsleriyle
birbirleriyle yarışa girmişlerdir. Akşam­ Büyükada'ya seferler başlatıldı. Günümüzde Kabataş, Bakırköy, Kadıköy ve
ları giyinip süslenip rıhtım gezintileri, Bastancı'dan Büyükada'ya çok sayıda deniz otobüsü çalışıyor.
faytonlarla yapılan ada turları ve çamlık
Adalar arasında artık parasız yolculuk yapılıyor. Sirkeci, Kabataş ya da Bos-
gezintileri, deniz banyoları, mehtap se­
tancı'dan adalara ayak basanlar, bir adadan ötekine iskelede jeton atmadan
faları, kayık yarışları, bando mızıka eşli­
rahatça geçebiliyorlar. Yaz aylarında Bostancı'dan adalara dolmuş motorları da
ğinde eğlenceler, adaların dini bayram­
çalışıyor. Hattâ sırasında sürat tekneleri de...
larına, paskalya, karnaval eğlencelerine
ESER TUTEL
yeni renkler katmıştır. İstanbul'da yaşa­
yan zengin yabancılar ve tüccarlar 20.
yy başında adalarda yapılan otellerde
kalmaya başlamışlardır. ki bir köşk olduğu sanılmaktadır. Köşk­ ke uyan süslemeciliği ve ahşaba uygu-
Adalarda manastırlar ve kiliseler dı­ lerin yapımı 1850'lerden sonra hızlan­ lanabilirliğiyle adalar mimarisine hâkim
şında, köşklerin, okulların, otel olarak mıştır. Halen faal durumda olan ve ço­ olmuştur. Art-nouveau'nun ahşaba uy­
kullanılan binaların yapılmaya başlama­ ğu 19. yy'm ikinci yarısından sonra inşa gulanmasının başka hiçbir yerde görül­
sı 1820'lerden daha erken değildir. Bu­ edilmiş kiliselerin, kilise okulları ve ma­ meyen örneklerine, adalardaki köşkler­
güne ulaşabilmiş en eski binanın, kapı­ nastırların mimarisinde, eklektik ve de rastlanır. Yine 1898'de otel olarak in­
sının her iki yanında Arap harfleri ve neogotik etkiler görülür. 20. yy'm ba­ şa edilen ama II. Abdülhamid'den izin
yeni harflerle 1822 yazan Büyükada'da- şında art-nouveau üslubu, yerleşik zev­ alınamayınca yetimhane olarak kullanıl-
ADALAR ~2

Gençlik ve Edebiyat Hatıraları 'nda Tah­


A D A V A P U R L A R I N I N Y O L C U L A R I sin Nahid ve eşinin Büyükada'ya olan
hayranlıklarını, sevgilerini adaları tanı­
Büyükada'dan Türkler, Rumlar ve Museviler; Heybeliada'dan deniz subayları ve yıp sevmekte onlardan nasıl yararlandı­
aileleri ile Rum azınlık; Burgaz'dan yine Rumlar; Kmalıada'dan da Ermeni azınlı­ ğını anlatır. Tarihçi ve şair Ahmed Refik
ğın bindiği ada vapurlarında, yolcular arasında pek çok tanınmış kişi de yer alırdı. Altmay'ın(->) şairliğinin kaynağı belki
Çalıkuşu'mm babası Reşat Nuri Güntekin. Bulgarlar tarafından Edirne'de şe­ de adalardan etkilenmesiydi. Adalar için
hit edilen ünlü ressam Hasan Rıza Bey, Akbaba'cı Yusuf Ziya Ortaç, şair-yazar en çok şiir yazmış şairlerden biri olan
Orhan Seyfi Orhon, Hıçkırık yazarı Kerime Nadir Azrak, "Lale Devri''nin isim Ahmed Refik aynı zamanda bazı ünlü
babası tarihçi Ahmet Refik Altınay, bohem ressam Çallı İbrahim, dilci Nurullah ada şarkılarının güftelerinin de yazarıy­
Ataç, sarı-lacivertli "Ordinaryüs" futbolcu Lefter Küçükandonyadis değişik tarih dı. Ufuklardan güneş hâlâ inmiyor, /
ve dönemlerde hep Büyükada iskelesinde boy göstermişlerdi. İçim mahzun, gözümden yaş dinmiyor,
Dönemin başvekili İsmet İnönü ve ailesi, Şıpsevdi 'nin bekâr yazan Hüseyin / Ada sensiz yüreğime sinmiyor / Gel de
biraz gözlerini göreyim / Mimozadan
Rahmi Gürpınar, hayatı boyunca kalemini ve kadehini elinden bırakmayan Ah­
sana çelenk öreyim ve "Adalardan ya­
met Rasim Bey, Darülbedayi'nin büyük oyuncusu Hazım Körmükçü, Kaptan
ralandım", "Şen Adalar", "Ada'dan sen
Mektebi'nin kurucusu Hamit Naci Özdeş, Türkiye'de modern kâğıtçılığın piri
gideli kalmadı gönlümde sürür" naka­
Mehmet Ali Kâğıtçı, papaz okulu ruhanileri, hattâ Patrik Athenagoras bile Hey-
ratlı "Nerde âhu bakışın"; yine "Sensiz­
beliada yolcusuydular.
dim o akşam Adanın ufku hep aldı" di­
Burgaz iskelesinde hikayeci Sait Faik Abasıyanık ile edebiyatçı arkadaşlarını ye başlayan "Sensizim" şiiri, onun Gö-
vapur beklerken görebilirdiniz. Sabahları Kınalı'dan binen esnaf ve dükkân nw/(1932) adlı şiir kitabında yer alan ve
sahipleri ise giderek dolan vapurda daima kendilerine yer bulma telaşı içinde çoğu bestelenmiş ada şiirlerindendir.
olurlardı. Son yıllarda, bu vapurlarda lotaryacılar piyango çekiyor, şişe şişe vis­ Ahmed Rasim de hem edebi eserlerin­
kiler, cinler; kocaman kıskaçlı dev ıstakozlar; dipdiri mercanlar, talihli sahip­ de: hem de günlük yazılarında adalar­
lerini buluyordu. dan sık sık söz etmiş, özellikle Kilabe-i
Ama eski günleri görüp bilenler, o kadife koltuklu, pırıl pırıl, tertemiz eski Gam 'da adaları şiirli bir dille anlatmış­
Ada vapurlarında yol boyunca yaşanan zevkin, ne ekspreslerde, ne deniz tır. Hiciv şiirleriyle ünlü Fazıl Ahmet
otobüslerinde, ne de sürat teknelerinde asla yaşanmadığını söylüyorlar. Aykaç (1884-1967) Kınalıada başta ol­
ESER TLÎTEL mak üzere adalar için de şiirler yazmış­
tır. Medfun Emeller (1919) adlı kitabın­
da ada şiirlerini, şarkı güftelerini derle­
miş olan Mustafa Reşid ( 1 8 6 1 - 1 9 3 6 ) ,
mak üzere Rum Ortodoks Patrikhane­ vardıran yazlıkçıları ve günübirlik ziya- "Ada Akşamlan" şiirinde: Gün sönerken
sine devredilen büyük ahşap bina ada­ retçileriyle: sık vapur ve deniz otobüsü baktım da ıssız Dil'e / Yazık, dedim, bu
lardaki ilginç mimari uygulamalardandır. seferleri, sayıları artan otelleri, pansiyon­ yıl da Adalarda yaz bitti / Dalgalar kö-
Dar cepheli, çoğu iki katlı bahçeli sıra ları, en seçkininden en sıradanına kadar pürürken indim sonra sahile, / Kalbim
evler ve büyük bahçeler içinde neoklasik, lokantaları, gazinoları, kulüpleri, eğlen­ sanki uğultular işitti der. Yusuf Ziya
neobarok, neogotik, ampir, özellikle de ce yerleriyle ve belli bir korumacılık an­ Ortaç'm (1895-1967) "Ada Sevgisi" ve
art-nouveau üsluplu birkaç katlı ahşap layışı içinde, dış görünüşleri geçmişten "Ada Şarkısı" adlı şiirleri ünlüdür. Ey
köşkler, adaların yerel yerleşme ve mi­ çizgiler taşısa da içleri çok daireli apart­ sevgili, akşam tura çık faytona bin de, /
marisinin temel öğeleridir. Bu mimari manlar olarak düzenlenmiş ahşap köşk­ Bir tatlı tebessüm açarak gonca lebin­
üslup çeşitliliği yüzyıl başlarındaki Batılı­ lerin hemen yanında ya da biraz ötesin­ de... / Tekmil ada eşrafı senin bil ki ci-
laşma sürecini yansıtmaktadır. de yükselen kagir villaları, apartman binde, /Ey sevgili, akşam tura çık fayto­
Günümüzde adalar, yerleşik 20.000 yavrusu yapıları, hattâ gecekonduları ve na bin de! " mısralarında dönemin ada
nüfusu, yaz aylarında bunu yüz binlere harap kulübeleriyle geçmişin sükunetin­ yaşamının bir tablosu sunulur.
den ve havasından oldukça silik izler
taşımaktadır. Adaları şiire dökmüş şairler arasında
en ünlüsü Yahya Kemal Beyatlîdır(-»).
Edebiyatta Adalar
Yahya Kemal'in şiirinde adalar aşkların
Adaların edebiyata girişi; şiir, hikâye, sahnesi, dekoru, mekânıdır: Şen şarkı­
roman veya anılara fon ya da konu olu­ ların durduğu bir lahza, kenarda / Yâd
şu, Servet-i Fünun akımıyla 19. yy'ın so­ et ki seviştik ilahî adalarda. Büyüka­
nunda başlar. Daha önce 18. yy divan da'nın Viranbağı için yazdığı mısralar
şairlerinden Fennînin Sahilnamésináe da ünlüdür: Adalardan yaza ettik de ve­
bir mısra ile anılan adalar, Türk edebi­ da, /Sızlıyor bağrımızın üstündeki dağ,
yatına önce şiir ve şarkı güfteleri, sonra /Seni hatırlıyoruz Viranbağ. Yahya Ke­
roman ve hikâyelerle girdi. mal daha çok Büyükada'nın şairiydi. Kı-
Adalar denince adı ilk anılan şair nalıada'yı adaların hiçbirine değişmeye­
Mehmed Celal'dirü-O. Mehmed Celal ceğini söyleyen ve Kmalıada'mn şairi
(1867-1912) adalara olan sevgisi ve ada­ olarak bilinen Fazıl Ahmet Aykaç ona
lar hakkında yazdığı şiirlerle "Ada Şairi" şu mısralarla sitem ediyordu: Uğrama-
olarak ün yrapmıştır. Şiirlerini Adada dm bu yaz bize hiç Kemal / Neyi bekli­
Söylediklerim (1886) adlı kitabında top­ yorsun sanki güzü mü? / Bizi unuttur­
layan Mehmed Celal'in etkilendiği Reca- du sana ihtimal/ Gene bu Viranbağ'ın
izade Ekrem de Büyükada'nın güzellik­ ekşi üzümü / Cidden birşey oldu sana
lerini şiirlerinde, eserlerinde yansıtanlar­ bu sene / Eski dostlarını bıraktın bütün
dandı. Fecr-i Âti topluluğu üyelerinden /Canım, Kınalıya kadargelsene, / Ek­
Tahsin Nahid de (1887-1919) hüzünlü mek vesikanı alıp da birgün. Bu dizeler
aşk şiirlerinin çoğunu adalarda yazdı. yazıldığı sırada, yıl 1917 idi. I. Dünya
Celâl Sahir gibi o da adaları şiirlerinin Savaşı sürmekteydi ve ekmek vesikaya
fonu olarak kullandı. Ruh-ı Bî-kayd bağlanmıştı. Tevfik Fikret ("Seza", "Be­
Ada'da bir gün batımı. (1910) adlı şiir kitabında, adalar çok sık yaz Yelken"), Mehmet Akif Ersoy, Sela-
Nazmı Timııroğhı geçer. Yakup Kadri Karaosmanoğlu hattin Batu. Osman Nihat Akın, Halit
73 ADALAR İLÇESİ

Fahri, Yaşar Nabi Nayır adalarla ilgili dönemi keşişlerinin yaşamı canlandırı­ muştur. İstanbul'da sadece Büyükada'yı
mısralar, beyitler, şarkı güfteleri olan lır. Selim Heri, Son Yaz'da. adaları kar­ sevdiğini söyleyen Nurullah Ataç, Ham­
yazarlardan bazılarıdır. maşık duygu ve insan ilişkilerinin daha dullah Suphi Tanrıöver, Ruşen Eşref
Adaları düzyazıda hikâye, roman, da yoğunlaştığı bir mekân olarak kulla­ Ünaydın, Falih Rıfkı Atay, Yusuf Ziya
anı, deneme türlerinde dile getirenler nır. Peride Celâl'in "Ada" hikâyesinde Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Halit Fahri
arasında en ünlüsü kuşkusuz Sait Faik de bu yönüyle yer alır. Füruzan adayı Ozansoy, Hüseyin Cahit Yalçın, tiyatro
Abasıyanık'tır(->). Sait Faik'te adalar ilk bir evlatlığın yoksul gözlerinden anlatır. sanatçısı Bedia Muvahhit, pedagog Sad-
kez bir mekân ya da dekor olmaktan Adalet Ağaoğlu'nun romanlarında Bü­ rettin Celal Antel, dilci ibrahim Necmi
çıkmış, başlıbaşma bir konu olmuştur. yükada, özellikle de Anadolu Kulübü, Dilmen, daha yenilerden felsefeci Macit
Ancak Sait Faik'e gelmeden önce Türk toplumsal değişmelerin yansıtıldığı me­ Gökberk, iktisatçı İdris Küçükömer, Do­
edebiyatında daha birçokları, adaları ro­ kân olur. Aziz Nesin Böyle Gelmiş Böyle ğan Avcıoğlu, adalarda bir dönem yaşa­
manlarının, hikâyelerinin, anılarının Gitmez 'de Heybeliada'da geçen çocuk­ mış, renk katmış ve bir bölümü de ada­
geçtiği ana mekân olarak kullanmışlar­ luğunu anlatırken, adalara başka bir lara gömülmüş kişilerdir.
dır. Türk edebiyatına Batılılaşma süreci gözle bakar ve sınıfsal farklılıkları işler. Bibi. G. Schlumberger, İstanbul Adaları, İst.,
içinde giren ve ona paralel gelişen ro­ Sait Faik'te adaların, özellikle de 1937; E. Mambouıy, Les lies des Princes, İst.,
man ve hikâye türlerinde, Batılı yaşa­ Burgazadasînm yeri çok daha özeldir. 1943; Janin, Constantinople byzantine, Erde-
mın parlak örneklerinin yaşandığı ada­ O, hikâyelerinde adaları bir fon, bir de­ nen, Adalar; Kömürciyan, İstanbul Tarihi •
Evliya, Seyahatname, I; N. Gülen, Heybeli­
ların öne çıkması doğaldı. Yine yüzyıl kor olarak değil de âdeta baş kahraman ada, İst., 1982; Adaların Türk Turizmindeki
başının gözde duygusal temalarından düzeyinde anlatır. Adaların çiçekleri, ve Edebiyatındaki Yeri ve Önemi (se­
olan, veremli sevgilinin ölümüyle sona toprağı, kokulan, denizleri, balıkları ve miner/panel), İst., 1984 Ostrogorsky, Bizans-,
eren romanlar için ciğer hastalığı geçi­ her kesimden, her sınıf ve tabakadan, A. Millas, / Prinkipos, Atina, 1988; Tuğlacı,
renlerin öteden beri rağbet ettikleri ve her yaş ve cinsiyetten insanları, ille de İstanbul Adaları, I-II.
tedavi gördükleri Heybeliada adeta zo­ balıkçıları hikâyelerinin ana öğeleridir. İSTANBUL
runlu bir çevreydi. Hüseyin Rahmi Gür­ Sait Faik'in adaları birer hayal, şiir ve
pınar (1864-1944), romanlarında Heybe- aşk beldesi olmanın çok ötesinde oku­ ADALAR İLÇESİ
liada'yı, oradaki yaşamı anlatır ve bu run önüne tüm gerçeklikleriyle çıkarlar. Marmara Denizi'nin kuzeydoğusunda
adayı olayların geçtiği yer olarak seçer. Yüzlercesi arasından "Son Kuşlar", "Bir ve Kocaeli Yarımadası'nın Bostancîdan
Kokotlar Mektebi'nde Heybeliada'daki Kaya Parçası Gibi", "Yaşayacak", "Ağıt", Kartal'a kadar uzanan güney kıyıları
köşkünde kendi yaşamından söz eder. "Haritada Bir Nokta", "Dondurmacının karşısında yer alan irili ufaklı dokuz
Sevda Peşinde adlı romanı ile Tebes- Çırağı", "Sivriada Sabahı". "Sımsıkı", ada. istanbul iline bağlı Adalar Ilçesi'ni
süm-i Elem adlı romanının bazı bölüm­ "Yalnızlık", "Karanfiller ve Domates Su­ oluşturur. Yüzölçümlerine göre sırala­
leri Heybeliada'da geçer. Halit Ziya yu", "Kmalıada'da Bir Ev", "iki Kişiye nacak olursa. Büyükada (5,4 km 2 ), Hey­
Uşaklıgil'in (1867-1945) Aşk-ı Memnu Bir Hikâye" (Ermeni Balıkçı ile Topal beliada (2,3 km 2 ), Burgazadası (1,5 km 2 )
romanının hüzünlü, mutsuz kadın kah­ Martı), "Kendi Kendime", "Barba Anti- Kmalıada (1,3 km 2 ) öteden beri iskân
ramanı Nihal, yazarın belleğinde, roma­ mos" ve diğerleri adaların ve ada insan­ edilmiştir. Sedefadası ( 0 , 1 5 7 k m 2 ) ,
nın kimi bölümlerinde de anlatıldığı gi­ larının birbirleriyle iç içe anlatıldıkları 1960'larda yazlık villaların yapılmasıyla,
bi, Büyükada çamlıklarından süzülerek hikâyelerdir. mevsimlik olarak iskâna açılmıştır. Yas-
gelir. Mehmed Rauf'un (1875-1931) Bö­ sıada (0,052 km 2 ) uzun süre deniz kuv­
Adalar, edebiyatçılara şiirler, roman­
ğürtlen romanında adalardaki değişen vetleri tesislerini barındırdıktan sonra
lar, hikâyeler, anılar ilham etmeleri ya­
yaşam konu edinilmiştir. Çocukluğu istanbul Üniversitesi Balıkçılık ve Su
nında, yüzyılın pek çok ünlü yazar ve
Büyükada'da geçen Abdülhak Şinasi Hi­ Ürünleri Yüksek Fakültesi'ne devredil-
sanatçısının yaşama ve buluşma yeri ol-
sar (1883-1963), Geçmiş Zaman Köşkle­
rinde ve özellikle belli bir dönemin
derin toplumsal değişiminin anlatıldığı
Ali Nizamî Beyin Alafrangalığı ve Şeyh­
liği adlı romanında Büyükada'yı Nizam
Caddesi'ndeki bir köşk yaşamı çerçeve­
sinde anlatır. Halide Edip Adıvar'm(->)
Raik'in Annesinin bazı bölümleri ada­
da geçer. Ömer Seyfeddin'in ( 1 8 8 4 -
1920), zamanına göre yaşlı sayılan 35'
lik bir adamın 18 yaşındaki adalar güze­
line sevdalanmasını, sonra Boğaz'ın
poyrazını yiyince aklının başına gelme­
sini anlatan hikâyesinde, adaların ilkba­
harda insanın başını döndüren büyülü
havası yansıtılır. Heybeliada konusun­
daki incelemesiyle tanınan Nejat Gü-
len'in Heybelide Yaz Sonu romanı ada­
larda çeşitli dilden, dinden, ırktan insa­
nın nasıl bir arada yaşayabildiklerini bir
roman atmosferinde anlatır. Burhan Ca­
hit Morkaya, Mahmut Yesarî, Reşat Nuri
Güntekin, sonraları Esat Mahmut Kara-
kurt da eserlerinde adalardan söz etmiş
olan yazarlar arasındadır. Yeni Türk
edebiyatında, Zeyyat Selimoğlu. 'Deniz­
lerin istanbul", "Aramızdaydın", "O
Gün", "Ada Soyunuyor" hikâyesinde
adaları, insanı ve doğasıyla anlatır. Bil­
ge Karasu'nun Uzun Sürmüş Bir Gü­
Adalar ilçesi
nün Akşamı kitabında, adalarda Bizans Isları bul Aı ısikloped isi
ADALET ÖRGÜTLENMESİ 74

mistir. Sivriada (0,045 km 2 ) ve Tavşana- Katolik 56; Ermeni Katolik 5, Protestan Adalar'ın bir yandan seçkin ve zen­
dası (0,010 km 2 ) tümüyle boştur. Kaşı- 6. Latin 8, Süryani 9. 1960-1990 döne­ gin bir yazlık semt olması, öte yandan
kadası (0,008 km 2 ) 1950'den beri özel minde, Hıristiyan, özellikle de Rum nü­ turistik yönü, Büyükada başta olmak
mülktür; sınırlı bir iskâna elverişli olup fusta büyük azalma olurken İstanbul dı­ üzere, ilçede hizmet sektörü ağırlıklı bir
halen boş durumdadır. şı doğumlu Müslüman nüfus belirgin ar­ faal nüfusun barınmasını sağlamakta, bu
Adaların İstanbul limanına uzaklıkla­ tış göstermiştir. Günümüzde Adalar 11- sektör kendine gerekli işgücünü daha
rı, en yakın Kınalıada, en uzak Tavşan- çesi'nin yerleşik halkının yaklaşık yüzde çok adalara dışarıdan gelen göçten dev­
adası olmak üzere 7 deniz miliyle 13.5 22'si Adalar doğumludur. İstanbul İli şirmektedir. Arabacılıktan ev hizmetleri­
deniz mili (25 km) arasında değişir. doğumlular toplam yüzde 30, Türki­ ne, garsonluktan hamallığa kadar çeşitli
Adalar'a ilk vapur seferleri Galata Köp- ye'nin diğer illerinde doğup da halen hizmetlerde çalışanlar, son yıllarda Ada­
rüsü'nden 1846 yılında başlamıştır. Bu­ Adalar'da oturmakta olanlar, toplam nü­ lar nüfusunda gözlenen artışın ve yapı­
gün Sirkeci, Kabataş, Kadıköy, Bostan­ fusun yüzde 48'idir. İstanbul dışı do­ sal değişikliğin başlıca öğeleridir.
cı, Kartal'dan sürekli deniz bağlantısı ğumluların büyük bir bölümü, 1940'lar- TURGAY GÖKÇEN
vardır. da Erzincan depremi nedeniyle İstan­
Adalarda ilk belediye örgütü 1868' bul'a gelen ve özellikle Burgaz ve Bü­ ADALET ÖRGÜTLENMESİ
de Yedinci Daire-i Belediye adıyla ku­ yükada'ya yerleşenlerdir. 1990 ve son­
Kadı mahkemeleri Tanzimat'a kadar
rulmuştur. 1984'e kadar istanbul Beledi- rasındaki nüfus artışı da. ağırlıklı olarak,
İstanbul'da yargı örgütünün temeliydi
yesi'ne bağlı bir şube müdürlüğü iken ilk göçle gelen Doğu kökenli halkın
(bak. Bilâd-ı Selâse Kadılığı; Havass-ı
1984'ten bu yana İstanbul Büyükşehir hemşerilerinden kaynaklanmaktadır.
Refia Kadılığı; İstanbul Kadılığı). Bunla­
Belediyesine bağlı bağımsız bir beledi­ Adalar İlçesi'nin 1990 nüfus sayımına rın yanısıra zimmilerin özel hukuk ala­
yedir. İdari yönden. 1908'de, Meşruti- göre toplam 19.413 olan nüfusunun nında işlerini gören, kendi kiliseleri
yet'in ilanından sonra mutasarrıflık olan mahallelere dağılımı şöyledir: Büyükada içinde çalışan cemaat mahkemeleri ve
Adalar'a Emin Paşa ilk mutasarrıf olarak Maden Mahallesi, Sedefadası'yla birlikte yabancıları kapsayan kapitülasyonlar
tayin edilmiştir. Günümüzün Adalar İl­ 3-697; B ü y ü k a d a Nizam M a h a l l e s i gereği konsolosluk mahkemeleri vardı.
çesi. Büyükada'da Maden ve Nizam, ay­ 3 . 2 7 8 ; Heybeliada 6 . 5 3 4 , Kınalıada II. Mahmud döneminde kadıların du­
rıca Kınalıada, Burgazadası, Heybeliada 3.862; Burgazadası 2.042. rumlarını düzeltmeye yönelik düzenle­
olmak üzere beş mahalleden oluşmak­ Adalar İlçesi'nin bir başka özelliği, meler yapıldı; şeriat mahkemeleri şey­
tadır. Sedefadası, Büyükada Maden yaz kış yerleşik nüfus ile yaz nüfusu ara­ hülislamlık makamına bağlandı.
Muhtarlığına bağlıdır. İlçenin merkezi sındaki büyük farktır. Yaz nüfusunun
Büyükada'dır. saptanmasına yönelik resmi istatistikler Çağdaş yargıya doğru önemli adım­
ların atıldığı Tanzimat döneminde yargı
örgütü şer'iyye, nizamiyye, ticaret, ce­
Adalar İlçesi'nde Nüfus maat ve konsolosluk mahkemeleri baş­
lıkları altında çeşitlilik gösteriyordu.
Sayım Yıllan Toplam Nüfus Artış Yıllık Artış (%) İstanbul şer'i mahkemeleri (Dersaadet
1960 19.864 - - Mehâkim-i Şer'iyyesi) iki aşamalı idi. Üst
1965 15.264 -4.600 -4.03 derecede geniş yetkilerle donatılmış iki
mahkeme Rumeli Kazaskerliği ve Ana­
1970 15.086 -178 -0.23
dolu Kazaskerliğiydi. İlki payitahtın Ru­
1975 12.807 -2.279 -3.02 meli, ikincisi Anadolu yakasında faaliyet
1980 18.232 +5.425 +8.47 gösteriyordu. Her iki kazaskerliğin "iki
1985 14.534 -3.698 sadr" yani Rumeli ve Anadolu Kazasker­
-4.05
liği anlamına gelen Sadreyn Müsteşarlığı
1990 19.413 +4.879 +6.70 adı altında ortak bir müsteşarlığı vardı.
Ayrıca birer muavin ve vekayi kâtibi bu­
lunduruyorlardı. Rumeli Kazaskerliğinin
19- yy'm ikinci yarısından itibaren bulunmamakla birlikte, konut sayısından
ayrıca Mahfel-i Şeriat adıyla bir mahke­
düzenli deniz ulaşımının başlaması ve yola çıkarak hesaplandığında Adalar'm
mesi bulunmaktaydı. Kendisine havale
bir sayfiye yerleşmesi olarak önem ka­ yaz nüfusunun yüz bini aştığı söylenebi­
edilen ikinci derecede önemli davalara
zanmasıyla birlikte Adaların nüfusu artış lir. Günübirlik ziyaretçilerle birlikte bu
bakardı. Ancak tarafların isteği üzerine
göstermiş; 1 8 l 6 ' d a 1.200 kişinin. rakam, kalabalık aylar olan temmuz ve
Mahfel-i Şeriat'a havale olunan her tür
1860'larda 6.000 kişinin yaşadığı Adalar'­ ağustosta 250-300 bini bulmaktadır.
dava tekrar Kazaskerliğe gönderilebilirdi.
da toplam nüfus 1914 sayımında 11.078; Osmanlı döneminde Adalar'da Ruh­
Kısmet-i Askeriye Mahkemesiyle Beytül-
1927 sayınımda 11.691; 1950'de 15.405; ban Mektebi. Elen Ticaret Okulu, Kız
mâl Kısmet Mahkemesi Rumeli Kazas­
1960'ta 19.864 olmuştur. Daha sonraki Yetimhanesi gibi eğitim kurumlarıyla
kerliğine bağlıydı. Üsküdar Mahkemesi
yıllarda, Adalar'da yaşayan azınlık nüfu­ azınlık okulları vardı. I. Dünya Savaşı
ise Anadolu Kazaskerliğinin bünyesinde
sun çeşitli toplumsal, siyasal olayların sırasında bunlara el konarak yerlerine
yer alıyordu.
sonucunda dönem dönem buradan ay­ askeri okul öğrencileri yerleştirilmişti.
rılması; yerleşim alanlarının az olması Cumhuriyeti izleyen yıllarda bir bölü­ Nefs-i İstanbul yani sur içi İstanbul'u
dolayısıyla yeni yapılaşmaya sınırlı ola­ mü yeniden açıldı. Heybeliada'daki ve Bilâd-ı Selâse'den (Galata, Eyüp ve
nak tanınması gibi nedenlerle, 1990'lara Ruhban Okulu 1970'lere kadar önemli Üsküdar) her biri birer kaza olmaları ne­
gelene kadar nüfus ya azalmış ya da du­ bir din akademisi sayılırdı. 1970 sonra­ deniyle birer şer'iyye mahkemesi ile do­
rağan kalmıştır. 1990 nüfus sayımı so­ sında özel yüksekokullar devletleştirilir- natılmışlardı. Ancak bunlar kazaskerlik­
nuçlarının ortaya koyduğu yeni artış ken yüksek bölümü kapandı. Halen lere oranla ikinci derecede mahkemeler­
eğilimi ise. büyük ölçüde Doğu Anado­ Özel Rum Erkek Lisesi olarak resmen di. Kazaskerlikten sonra en büyük mah­
lu kökenli iç göçe dayanmaktadır. açık durumdaysa da, öğrencisi yoktur keme İstanbul Mahkemesi'ydi. Yetki ala­
Özellikle 1960'tan 1990'lara doğru. ve eğitim yapılmamaktadır. Bunun dı­ nı sur içini kapsıyordu. İstanbul kadısı­
Adalarda sürekli oturan nüfus azalırken şında Büyükada'da bir Rum ilkokulu, nın bir muavini ve bir de vakayi kâtibi
yörenin etnik ve sosyal yapısı da değiş­ bir resmi ortaöğretim okulu, İstek Vak- vardı. Maiyetindeki Bâb Mahkemesi adı­
miştir. 1914 sayımında Adalar'da toplam fı'na bağlı Beyhan Aral Lisesi, Heybeli- nı taşıyan niyabeti ya da kadı vekilliği,
nüfusun dinlere dağılımı şöyleydi: Müs­ ada'da bir ilköğretim okulu ve Hüseyin kadı efendinin havalesi üzerine önemi
lüman 1.586, Rum Ortodoks 8.725. Er­ Rahmi Gürpınar Lisesi, Kınalı ve Bur- düşük olan davalara bakardı (bak. Bâb
meni Gregoryen 596; Musevi 79; Rum gaz'da da birer ilkokul vardır. Naibliği). Bunların dışında İstanbul kıs-
75 ADALET ÖRGÜTLENMESİ

mının genişliği nedeniyle İstanbul Mah-


kemesi'nin Davutpaşa, Mahmudpaşa,
Tahtakale mahkemeleri adıyla üç niya­
bet mahkemesi daha bulunuyordu.
Köprünün öbür tarafı Galata Mahke-
mesi'nin yetki alanına girmekteydi.
r
Eyüp Mahkemesi y etki sınırından Ru-
melikavağîna kadar uzanıyordu. Bâb
Niyabeti adıyla maiyetinde bulunan
mahkemelerden başka Beşiktaş, Kasım­
paşa, Tophane, Yeniköy niyabet mah­
kemeleri faaliyetteydi. Eyüp Mahkeme-
si'nin coğrafyası epey sınırlı olduğun­
dan sadece bir tane niyabet mahkeme­
sine sahipti.
Üsküdar Mahkemesi'nin konumu İs­
tanbul, Galata ve Eyüp mahkemelerin­
den farklıydı. Rumeİi yakasındaki mah­
kemeler bağımsız iken, Üsküdar Mah­
kemesi Anadolu Kazaskerliği'ne bağlı
bir niyabet mahkemesi olarak Üsküdar
ve çevresini kapsıyordu.
Kazaskerliklerin baktıkları davalar
Tanzimat öncesinde İstanbul adalet örgütlenmesinde Rumeli ve Anadolu kazaskeri ile İstanbul
veraset, nesep, diyet, kısas gibi önemli kadısının özel bir yeri vardı. Resimde (soldan) kazasker, başmuhzır ağa, Mekke kadısı, Rumeli
davalardı. İkinci dereceyi oluşturan kazaskeri, nakibüleşraf ve İstanbul kadısı görünüyor.
şer'iyye mahkemeleri ise nikâh, talak,
:
Arifi Paşa'run Mecmua-i Tesavir mde yer alan resimden kartpostal.
nafaka gibi daha az öneme haiz davala­ Nuri Akbayar
rı görürdü. Bazı akit ve muamelelerin
tasdiki ile bunlardan doğacak davalar
ancak İstanbul Mahkemesi'ne hasredil­ si'ne bağlı Evkaf Kısmet Mahkemesi, 1848'de karma ticaret mahkemesi kurul­
mişti. İstanbul çevresinde alım satım ve ikincisi Rumeli Kazaskerliği'ne bağlı du. Yedisi Osmanlı uyruğu, diğer yedisi
ekmekçi, uncu. francalacı gediklerinin Kısmet-i Askeriye Mahkemesi, üçüncü­ ise Osmanlı topraklarında ticaretle uğra­
alımları, hibe, icar, isticar ve ikrar-ı sü Maliye Nezareti bünyesinde ancak şan yabancı uyruklu tüccarlardan olu­
mülk türü işlemlerin mutlaka İstanbul yine Rumeli Kazaskerliği'nin parçası şan bu mahkemenin başkanı ticaret na­
Mahkemesi'nde görülmesi gerekiyordu. olan Beytülmâl Kısmet Mahkemesi ydi. zırı ya da onun vekiliydi. 1856'dan son­
Mülk gedikleriyle ilgili işlemlerin tasdiki Tanzimat döneminde şer'iyye mah­ ra Osmanlı uyruklarıyla yabancılar ara­
ve bunlardan doğacak davalar da İstan­ kemelerinin yamsıra nizamiye mahke­ sındaki anlaşmazlıkların hepsi konso­
bul Mahkemesi'nin işiydi. İstanbul sur i- meleri kurulmaya başlandı. Ceza Ka- losluk mahkemelerine verilir oldu. Dev­
çi mülk, akar (ve akar türü) değişik em­ nunnamesi'ni uygulamak üzere, İstan­ letin yargı yetkisi böylece giderek sınır­
lak alım akitlerinin tasdiki İstanbul bul'da ceza mahkemesi niteliğinde Mec- lanmış oluyordu.
Mahkemesi'ne verilmişti. Bilâd-ı Selâ- lis-i Tahkikat kuruldu. Bu kurul hafta­ Ticaret Kanunnamesi'nin kabulü ile
se'de bu gibi akaret hakkında alım akit­ nın belli günlerinde toplanarak ceza iş­ ticari yargı önem kazandı. 1861'de ya­
leri akarın bulunduğu kaza mahkemesi­ leriyle uğraşır, yargı işlevi görürdü. Bir yımlanan ticaret yargılama mevzuatı ile
ne aitti. Mamafih İstanbul ve Galata ni­ süre sonra bu mahkemeler eyalet mer­ geniş yetkili ve tüm tüccarları kapsayan
yabet mahkemeleri ancak değeri 50.000 kezlerinde de açıldı. Üyelerini kadı ile ticaret mahkemelerinin kurulmasına
kuruşa kadar emlakle ilgili alım ve iş­ eyalet meclisi mensupları içinden -ya başlandı. Bir başkan ile iki sürekli, dört
l e m tasdikine yetkiliydi. da dışından- valinin seçtiği kimselerin geçici üyeden oluşan bu mahkemeler
oluşturduğu mahkemenin başkanı vali kara ve deniz ticareti davalarına bak­
Şer'iyye mahkemelerinin vakıfla ilgili
idi. Karma nitelikli bu mahkemeler, gö­ mak üzere iki çeşitti. İstinaf-ı Deavi-yi
vazifelerini bağımsız olarak ifa etmek
rüldüğü gibi. hem şeriatın temsilcisi ka­ Ticaret Divanı bu mahkemelerin üstün­
üzere İstanbul ve çevresine mahsus ve
dı hem de sivil yöneticiler ve halk tem­ de, 500 kuruşu aşan davaları gören isti­
yönetim açısından Evkâf-ı Hümayun
silcisi sayılabilecek kimselerden meyda­ naf makamı olarak kuruldu. Ticaret Ne­
Nezareti'ne bağlı Teftiş M a h k e m e s i
na geliyordu. zareti'ne bağlı bu mahkemeler 1876'dan
(Mahkeme-i Teftiş) adıyla bir mahkeme
vardı. Müfettiş unvanma haiz bir hâkim Meclis-i Tahkikat'm verdiği hüküm, sonra Adalet Nezareti bünyesine alındı.
ile müsteşardan oluşuyordu. Yetki alanı ölüm cezası dışında, hemen yerine geti­ 20. yy'm başlarında İstanbul'da üç
İstanbul, Bilâd-ı Selâse ve şehremaneti rilirdi. Ölüm cezası hükmü ise İstan­ tür ticaret mahkemesi vardı. Dersaadet
K a p s a m ı n a giren yöreleri içeriyordu. bul'daki Meclis-i Ahkâm-ı A d l i y e y e Birinci Ticaret Mahkemesi, karma mah­
İstanbul'da gelir getiren gayrimenkul gönderilir ve yerinde görülürse padişa­ keme (mahkeme-i muhtelite) işlevi gö­
alım satımı, hibe, ikrar-ı mülk ve benze­ hın onayına sunulurdu. Temyiz işlevi rüyordu. Dersaadet İkinci Ticaret Mah­
ri işlemlerin görülmesi ve tasdiki şer'iy­ böylece yalnızca ölüm cezaları için ge­ kemesi İstanbul ve civarında kara tica­
ye mahkemesine aitti. Kiralanarak tasar­ çerliydi. retiyle ilgili davalara özgü bir bidayet
ruf edilen vakıf müsakkafat ve müştegil- 1840 ertesi, ticaret uyuşmazlıklarına mahkemesiydi. Bir reis ve iki azadan
latı (tüm vakıf gelirleri) hakkında icra ayrı mahkemelerin bakması uygun gö­ oluşuyordu. Dersaadet Ticaret-i Bahriye
olunacak ferağ ve intikal gibi işlemlerin rüldü. İlk olarak, yabancı tüccarlar ara­ Mahkemesi'ne Üçüncü Ticaret Mahke­
yürütülmesi ve onanması Mahkeme-i sında çıkan uyuşmazlıkları karara bağla­ mesi de denirdi. Deniz Ticaret Hukuku
Teftiş'e aitti. Nitekim İstanbul ve Bilâd-ı mak üzere İstanbul'da Ticaret Nezare­ kapsamındaki davalara bakardı. İflas
Selâse'de bilcümle vakıf müştegillat ve ti'ne bağlı bir Ticaret Meclisi kuruldu. davaları İkinci Ticaret Mahkemesi ile
müsakkafatı ile ilgili sözleşmelerde Tef­ Üyeleri loncalar ve tüccar temsilcilerin­ birlikte bu mahkemenin de görev ala­
tiş Mahkemesi bir vekil atıyordu. den oluşan bu mahkemenin başkanı ti­ nına giriyordu.
İstanbul ve Bilâd-ı Selâse'de tereke caret nazırıydı. Osmanlı'nın giderek dı­ Dersaadet Birinci Ticaret Mahkemesi
tahriri görevi üç kısmet mahkemesi ara­ şa açılması ve yabancı ülkelerin Babıâli ile Ticaret-i Bahriye Mahkemesi'nin kar­
sında paylaşılmıştı. İlki Teftiş Mahkeme­ üzerinde etkinliklerinin artması sonucu ma davalar hakkında verdikleri hüküm-
ADALET ÖRGÜTLENMESİ 76

için de hahamhanelerde birer meclis-i


ruhani ve meclis-i cismani vardı.
Cemaatler bu yetkileri değişik tarih­
lerde çıkarılan fermanlardan elde etmiş­
lerdi. Ancak, dava konusu evkaf ve ara­
zi kanunlarına, mülki düzenle ilgili hu­
suslara girerse, Osmanlı mahkemeleri
yetkili kılınırdı.
Osmanlı Devleti'nde ticari yargı çağ­
daş yargının yolunu açtı. Adli mahke­
meler ticaret m a h k e m e l e r i n i izledi.
Meclis-i Ahkâm-ı Adliye memurların
yargılaması ile uğraşmış, Meclis-i Tahki-
kat'tan gelen ölüm cezası hükümlerinde
üst merci olmuştu. 1847'de kurulan ve
yarı yarıya Osmanlı ve yabancı uyruklu
görevlilerden oluşan karma ceza-hukuk
mahkemesi yabancı uyrukluları yargı­
lanmıştı. Böylece Meclis-i Tahkikat ve
Meclis-i Ahkâm-ı Adliye uzun süre adli
yargıyı meydana getirdi.
Nizamiye mahkemelerinin kuruluşu
1864 Vilayet Nizamnamesi ile başladı.
Osmanlı devletinde yaşayan yabancı uyrukluların kapitülasyonlarla elde ettikleri
Bu mevzuatla, ticaret mahkemesinin ya-
ayrıcalıklar arasında özel yargı hakkı da vardı. Resimde 1870'lerde İstanbul'daki İngiliz
Konsolosluk Mahkemesinde yapılan bir duruşma görülüyor. nısıra her kazada bir Meclis-i Deavi, her
Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi, c. III sancak merkezinde bir Meclis-i Temyiz,
İletişim Yayınlan her vilayet merkezinde bir Divan-ı Tem­
yiz öngörülmüştü. Şeriat, cemaat, ticaret
ve konsolosluk mahkemelerinin yargı
ler bir üst mahkemeye götürülemiyor- zuatına tabi tutulurdu. Bu protokülü he­ alanları dışında faaliyet gösteren bu
du. Ancak geri gönderilebiliyordu. Bu men hemen Osmanlı'nın ticaret yaptığı mahkemeler hem Müslümanlara, hem
iki mahkemede görülen taşra karma da­ tüm ülkeler imzalamıştı. İmza ediş sıra­ de zımmilere yargı hizmeti veriyordu.
vaları da temyiz edilemezdi. sıyla bunlar Fransa. İsveç, Belçika, İn­ 1868'de Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Ad­
Konsolosluk mahkemeleri ya da eski giltere. Avusturya. Danimarka. Prusya, liye ikiye ayrıldı. Bir bölümü Şûra-yı
deyişle konsoloshane mahkemeleri kapi­ İspanya, Yunanistan. Rusya, İtalya. Fe­ Devlet oldu. Diğer kısmı nizamiye mah­
tülasyonlardan kaynaklanan ayrıcalıklar­ lemenk. Amerika Birleşik Devletleri, kemelerinin üst organı niteliğinde yük­
la donatılmışlardı. Bu mahkemelerin gö­ Portekiz ve İran'dı. sek adli mahkemeye dönüştürülerek
revi menkul ve gayrimenkul olmak üze­ Cemaat mahkemeleri diye bilinen ki­ Divan-ı Ahkâm-ı Adliye adını aldı. Tem­
re iki tür davaya bakmaktı. Menkul da­ lise ve hahamlığa bağlı ruhani meclisler yiz ve istinaf olmak üzere iki bölüme
valarda her iki taraf da yabancı ise, da­ (meclis-i ruhani) ve hey'et-i mahsusalar ayrılmış bu yüksek mahkemenin üyeleri
va, davalının mensup olduğu konsolos­ (özel kurullar) nikâh, talak, çeyiz, dra­ Müslüman ve gayrimüslim Osmanlı va­
luk mahkemesinde görülürdü. Osmanlı homa, nafaka, vakıf, vasiyet gibi mez­ tandaşları arasından seçiliyordu. Üst
mahkemeleri bu davalara bakamazdı. hep bünyesinde medeni hukuk bağla­ durumda olan temyiz bölümü hukuk ve
Taraflardan biri Osmanlı tebaası ise ve nımda gündeme gelecek uzlaşmazlıklara ceza dairelerinden, altında bulunan isti­
dava 1.000 kuruşa kadar bir meblağı içe­ bakıyordu. Her kilisenin ruhani, cisma- naf bölümü ise ceza, hukuk ve ticaret
riyorsa ya da icarla veya isticarla ilgiliyse ni, karma meclisleri ve bazen de komis- dairelerinden oluşmuştu.
yetkili mahkeme Osmanlı hukuk mahke­ yon-ı mahsusları vardı. Davanın dini bo­
Ceza, hukuk ve ticaret mahkemelerini
mesi olurdu. Ancak mahkemede tercü­ yutu ruhani mecliste, dünyevi boyutu
kapsayan nizamiye m a h k e m e l e r i n e
man bulundurulması zorunluydu. ise cismani mecliste (meclis-i cismani)
1868'de yeni bir düzen verildi. Her nahi­
Bu iki tür dava dışında kalan her tür­ veya karma meclis ya da komisyon-ı
yede imam ya da papaz başkanlığında
lü menkul davası karma mahkemede mahsusta görülürdü. Rum Patrikhane­
en az üç en çok on iki üyeden kurulu
görülürdü. Bu tür karma davalar ticaret sinin başpiskoposluk bünyesinde İstan­
ihtiyar meclisleri sulh mahkemesi (deva-
mahkemesinin görev alanına giriyorsa bul ve çevresi için bir Metropolit Cemi­
ir-i sulhiye) görevini üstlendiler. Kazalar­
Ticaret Kanunnamesi, hukuk mahkeme- yeti ve bir de Meclis-i Muhteliti bulunu­
da kadının başkanlığında üç Müslüman,
sininkine giriyorsa Mecelle hükümlerine yordu. Taşrada da metropolitin pisko­
üç zımmi vatandaştan oluşan Meclis-i
göre yürütülürdü. İstanbul'da karma posluk, eksarhlık esası üzerine kurulu
Deavi kuruldu. Vilayetlerde önemli ceza
m a h k e m e Birinci Ticaret Mahkeme- olan ruhani taksimatta birer meclis-i ru­
davalarını görmek üzere ceza ve hukuk
si'ydi. Bir reis, ikisi yerli, ikisi -yabancı­ hani ve meclis-i muhteliti vardı. Nişan
mahkemeleri üyeleri arasından Meclis-i
nın mensup olduğu ülke sefaretinden ve nikâh akitleri ve fesihleri meclis-i ru­
Cinayet adlı ağır ceza mahkemeleri ku­
seçilmiş- yabancı, dört üyeden oluşu­ haniye aitti. Fakat her iki akdin maddi
ruldu. Nizamiye mahkemelerinde kadı
yordu. Dersaadet Birinci Ticaret Mahke- yönleri meclis-i muhtelitte çözümlenirdi.
ve devlet temsilcileri dışındaki üyeler iki
mesi'nde görülen davalar bir üst mah­ Mesela nişanı meclis-i ruhani bozuyor,
yıl için yöre halkı tarafından seçiliyordu.
kemeye götürülemezdi. Taşra karma taraflara düşen tazminatın ödenmesine,
Nizamiye mahkemeleri derece itibariyle
davaları için tek üst merci Dersaadet Bi­ çeyiz ve drahoma miktarına, zevce ya
iki mahkemeye ayrılıyordu: Bidayet ve
rinci Ticaret Mahkemesi'ydi. Ancak da­ da çocukların nafakasına ait anlaşmaz­
istinaf mahkemeleri. Bunların da her biri
va deniz ticareti ile ilgiliyse temyiz gö­ lıklar meclis-i muhtelitte çözülüyordu.
iki daireden oluşuyordu: Ceza ve hukuk
revini Ticaret-i Bahriye Mahkemesi kar­ Aynı şekilde Ermeni cemaati için İs­ daireleri.
ma kurulu üstlenirdi. tanbul'da dördü halktan, dördü kilise İstanbul'un adalet örgütü taşradaki
Gayrimenkul davalarında ise İstim­ ehlinden sekiz üyeli bir mahkeme he­ yapılanmadan farklıydı. İstanbul bu açı­
lâkti Emlâk Nizamnamesi'ne ekli proto­ yeti bulunmaktaydı. Keza taşrada da mdan üç kısma bölünmüştü: İstanbul sur
kolü kabul ve tasdik eden yabancı ülke beşten on ikiye kadar üy-eden oluşan içi (Nefs-i İstanbul), Beyoğlu ve Üskü­
tebaası Osmanlı tebaası gibi ülke mev­ Kilise Cemiyeti vardı. Musevi cemaati dar. Bu kısımların her birinde bir bidayet
77 ADAM MICKLEWICZ MÜZESİ

mahkemesi vardı. İstanbul Bidayet Mah­ nilikti. Ulema kesiminden gelen tepkile­ ADALET SPOR KULÜBÜ
kemesi, ikisi ceza ikisi hukuk olmak re karşın Ahmed Cevded Paşa'nm gay­ 1946'da Adalet Mensucat Fabrikasîmn
üzere dört daireye ayrılmıştı. Yetki alanı retleriyle giderek benimsendi. Ancak ki­ bünyesinde kuruldu. Yalnız futbol da­
Yedikule'den Sütlüce iskelesine kadar şilik, aile, miras alanında tek yargıçlı lında faaliyet gösterdi. 1949'da İstanbul
uzanan sahilin iç kısımlarını içeriyordu. kadı mahkemeleri etkinliklerini sürdür­ I. Ligine yükseldikten sonra büyük bir
Beyoğlu Bidayet Mahkemesi, yine ikisi düler. Divan-ı Ahkâm-ı Adliyenin isti­ transfer faaliyetine girişen kulüp,
hukuk, ikisi ceza dört daireydi. Sütlü- naf bölümü 187Ö'te kaldırıldı. Geriye 1951'de Fenerbahçe'den altı futbolcu
ce'den başlayarak körfezin Beyoğlu sahi­ kalan temyiz bölümü bugünkü Yargı­ birden aldı. Adalet Kulübü'nün Fener­
lini izliyor, Galata, Beşiktaş, Ortaköy'den tay'ın ilk şeklidir. bahçe Kulübü'nü hedefleyen bu faaliye­
Rumelikavağîna kadar ulaşıyordu. Be­ Cumhuriyetin ilanını izleyen yallarda ti Fenerbahçe taraftarlarının tepkisine
yoğlu, Taksim, Şişli, Beşiktaş bu dairece hukuk ve adalet mekanizmalarını temel­ yol açtı. Bu nedenle Fenerbahçe-Adalet
kapsanıyordu. Üsküdar Bidayet Mahke­ den değiştiren bir dizi reform yapılırken maçları yüksek tansiyon içinde oynan­
mesi hem ceza hem de hukuk davalarım İstanbul'daki adalet örgütlenmesi de ay­ dı. Kırmızı-beyaz formalı kulüp, İstan­
görüyordu. Yetki alam Göksu'dan başlı­ nı çerçevede Türkiye bütününe uyumlu- bul I. Ligi'nde başarılı sonuçlar aldı. Bu
yor, Kandilli, Çengelköy, Berlerbeyi, laştırıldı. Buna göre. il ve ilçe düzeyinde arada genç futbolcular da yetiştirdi.
Kuzguncuk, Üsküdar semtlerini takip hukuk ve ceza davalarına bakan Sulh 1952-1953 sezonunda takım sayısının
ederek Kartal Kazası hududunda son Ceza, Asliye Ceza ve Ağır Ceza mahke­ sekizden ona çıkarılmasıyla Beyoğlu-
buluyordu. Şehremanetine bağlı Beykoz, meleri İstanbul'da da Türk Ceza Kanunu spor'la birlikte İstanbul Profesyonel Li-
Kartal, Şile, Gebze, Küçükçekmece kaza­ ile Ceza Muhakemeleri Usulü Kanu­ gi'ne katıldı. 1955'te "Atatürk Kupasî'nı
larının her birinde Osmanlı'nın diğer ka­ nunda gösterilen madde ve hükümlere kazanarak en büyük başarısına ulaştı.
zalarında olduğu gibi naibin riyaseti al­ göre görev yapmaya başladılar. Genel İstanbul Profesyonel Ligi'ndeki en iyi
tında halktan seçilmiş iki üyeli birer bi­ mahkemeler dışında kalan ve özel mah­ derecesini de aynı yıl dördüncü olarak
dayet mahkemesi vardı. Beykoz Mahke- kemeler kapsamında olan adliye kuru­ elde etti.
mesi'nin yetki alanı Göksu Deresi'nden luşları İş Mahkemeleri, Ticaret Mahke­
Anadolukavağîna kadar uzanan sahil şe­ 1959'da kurulan Türkiye Ligi'ne katı­
meleri, Kadastro, İcra ve İcra Ceza Mah­
ridiydi. Kartal Mahkemesi'ninkini Üskü­ lan Adalet futbol takımı 1959-1960 se­
kemeleri ile Toplu Basın Mahkemeleri,
dar'dan ayıran Bostancı (Bostancıbaşı) zonunda 2. Lige düştü. Ünlü futbolcu­
Çocuk Mahkemeleri ve Haziran 1983 ta­
Köprüsü'ydü. Köprünün bir tarafında ka­ larını kaybeden Adalet Spor Kulübü zor
rihli ve 2845 sayılı yasayla kurulan Dev­
lan köyler Üsküdar Mahkemesi'ne öteki durumlarda kaldı. 1971'de Alibeyköy
let Güvenlik Mahkemeleri de halen İs­
tarafında kalanlar ise Kartal Kazası bida­ Kulübü ile birleşti. Bir süre Alibeyköy
tanbul'da görev yapan yargı organlarıdır.
yet mahkemesine tabiydi. Adalar ayrı bir Adalet adıyla faaliyetini sürdürdü ise de
İstanbul ve ilçelerinde adalet örgüt­ 1980'de Alibeyköy Kulübü isminden
kaza olmasına karşın yargı açısından
lenmesinde son değişiklikler 1982 yılın­ Adaleti çıkardı ve böylece İstanbul fut­
Kartal Kazası bünyesinde yer alıyordu.
da çıkarılan yargı mevzuatma ve düzen­ bolunun renkli bir takımı tarihe karış­
Küçükçekmece K a z a s î m n merkezi
lemesine uygun olarak yapıldı. Buna mış oldu.
Makriköy'dü (bak. Bakırköy). Küçük­
göre, İstanbul'un çeşitli ilçelerinde ve CEM ATABEYOĞLU
çekmece Nahiyesi'nden başka Rumeli-
bölgelerinde yeni adliyeler açılarak
feneri, Suyolu gibi merkezden uzak na­
mahkemeler buralara dağıtıldı. Bu dağı­
hiyeler vardı. Eyüp civarında bulunan ADAM MICKLEWICZ MÜZESİ
lım halen şöyledir: Ağır Ceza Mahkeme­
Hamidiye (Rami) Köyü de doğrudan Polonya'nın yetiştirdiği en büyük şair­
leri: Bakırköy 3, Eyüp 2, İstanbul (Sulta­
doğruya merkez kazaya bağlıydı. lerden biri olan Adam (Bemard) Micki-
nahmet Adliyesi) 7, Kadıköy 2, Kartal 2,
Bidayet mahkemelerinin kararları bir Üsküdar 1 olmak üzere 17; Asliye Hu­ ewicz'in (24 Aralık 1798, Novgorod ya­
üst mahkeme olan istinaf mahkemeleri­ kuk Mahkemeleri 17 ilçede toplam 66; kınları. Rusya - 26 Kasım 1855, İstan­
ne götürülebilirdi. İstanbul istinaf mah­ Ticaret Mahkemeleri: Beyoğlu 2, İstan­ bul) Kasımpaşa'da bir süre oturduğu ve
kemeleri dört kısımdı: Cinayet, cünha, bul 7, Kadıköy 2 (toplam 11); Sulh Ceza yaşama gözlerini kapadığı evin düzen­
hukuk ve ticaret. Taşra istinaf mahkeme­ Mahkemeleri 38; İş Mahkemeleri: Bakır­ lenmesiyle oluşturulan müze.
leri ceza kısmı hem cinayet davalarını köy 1, Eyüp 1, İstanbul 8. Kartal 2; İcra
görüyor, hem de cünha hakkında hü­ Mahkemeleri 29; İcra Ceza Mahkemeleri
küm veriyordu. İstanbul'da bu iki görev 26; Sulh Hukuk Mahkemeleri 48: Ka­
ayrılmış birincisi cinayet mahkemesine, dastro Mahkemeleri 26; Çocuk Mahke­
diğeri İstinaf Cünha Dairesi'ne verilmişti. meleri İstanbul Adliyesi'nde 2 ve Devlet
Dersaadet Cinayet Mahkemesi İstan­ Güvenlik Mahkemeleri 3 adet.
bul ve şehremanetine bağlı kazalarda Dönem dönem kumlan ve Cumhuri­
işlenen cinayetlerin davalarına bakıyor­ yet tarihimizin yarısından fazlasında faal
du. Dersaadet İstinaf Cünha Dairesi ise olan sıkıyönetim (örfi idare) mahkeme­
Dersaadet, Beyoğlu ve Üsküdar bidayet leri ile garnizon mahkemeleri ve diğer
mahkemeleriyle, İzmit, Çatalca, Kal'a-i askeri mahkemeleri de İstanbul mahke­
Sultaniye (Çanakkale) livaları ve şehre­ meleri arasında saymak gerekir.
manetine bağlı kazaların bidayet mah­ Bibi. Ahmed Lutfi, Mirat-ı Adalet: Tarihçe-i
kemelerinden gelen ufak cürümlerin üst Adliye-i Devlet-i Aliyye, İst.. 1304; Cabirizade
mahkemesi (merci-i istinaf) niteliğin­ Mehmed Şevki, Tayin-i Merci, İst.. 1322: H.
deydi. Nitekim İstinaf Hukuk Dairesi Rıfat, Yeni ve Mükemmel Malumat-ı
aynı mahkemelerden gelen hukuk da­ Kanuniyye, Dersaadet, 1327: A. Heidborn,
Manuel de droit public et administratif de
valarının üst mahkemesiydi. İstinaf Ti­
TEmpire ottoman, 2 c. Vienne-Leipzig, 1908-
caret Mahkemesi de Dersaadet İkinci ve 1 9 0 9 ; Tanzimat I ( y ü z ü n c ü y ı l d ö n ü m ü
Üçüncü ticaret mahkemelerinden ve di­ münasebetiyle), İst., 1940; Ebulülâ Mardin,
ğer vilayetlerle İstanbul civarındaki Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet
müstakil liva merkezleri (kazanın üstün­ Paşa (1822-1895), İst., 1946; R. Seçkin, Yar­
de, vilayetin altında kalan mülki bölüm) gıtay: Tarihçesi, Kuruluş ve İşleyişi, Ankara,
1967; A. Bayındır, İslâm Muhakeme Hukuku,
ticaret mahkemelerinden ya da hukuk İst., 1986; C. Üçok-Ahmet Mumcu, Türk
mahkemeleri ticaret sınıfından gönderi­ Hukuk Tarihi, Ankara, 1991; H. Yavuz, Os­
len davaların üst merciiydi. manlı Devleti ve İslâmiyet, İst., 1991. Adam Mickiewicz Müzesi'nin bulunduğu bina.
Ara Güler
Nizamiye mahkemeleri büyük bir ye­ ZAFER TOPRAK
ADAMOPULO HANI 78

Yaşamını, ülkesinin özgürlüğü için Çocukluğu Mor Salkımlı Ev (bas.


verdiği mücadeleye adayan yurtsever 1963) adlı anı kitabında anlattığı Ihla­
şair, 1855'te Prens Adam Czartoryski ta­ murda ve Üsküdar'da geçti. Üsküdar
rafından gönderildiği İstanbul'da, Saint Amerikan Koleji'nde öğrenim gördü. II.
Lazar Manastırı ve Lüksemburg Ote- Meşrutiyetin ilanından ( 1 9 0 8 ) sonra
li'ndeki kısa ikametinden sonra sözü hem edebiyat dünyasında adını duyur­
edilen eve yerleşmişti. İstanbul'a geliş du, hem de toplumsal ve siyasal alanda
nedeni, Kırım Savaşı'nda müttefiklerin etkinlik gösterdi. Mütareke döneminde
safında savaşacak olan Polonya birlikle­ İstanbul'da düzenlenen mitinglerdeki
rini örgütlemek ve muhalif gruplar ara­ konuşmalarıyla ünlendi (bak. Sultanah­
sındaki görüş ayrılıklarını gidermekti. met Mitingleri). Eşi Adnan Adıvar'la bir­
Fakat, gelişinden çok kısa bir süre son­ likte Milli Mücadele'ye katıldı. Cumhuri­
ra, muhtemelen kolera salgınında yaşa­ yet döneminin ilk yıllarında siyasal gö­
mı son buldu. Bugün, İstiklal Caddesi'ni rüş ayrılıkları yüzünden eşiyle birlikte
Kasımpaşa yönünde kesen Sakızağacı Türkiye'den ayrılmak zorunda kaldı.
Caddesi'nin sonunda, Serdar Ömer Paşa 1939'a değin Avrupa'da yaşadı. Türki­
Sokağı ile Tatlı Badem Sokağının köşe­ ye'ye dönüşünde İstanbul Üniversitesi
sinde yer alan bu sade bina, o zamanlar Edebiyat Fakültesi'nde İngiliz dili ve
Bayan Rudnicka adlı Polonyalı bir mül­ edebiyatı profesörü oldu. 1950-1954
teciye aitti. 1870'te yeni sahibi olan Bay arasında bir dönem de milletvekilliği
Jan Görczynski tarafından yeniden yap­ yaptı.
tırılmış ve duvara Lehçe-Fransızca bir Halide Edip'in yapıtları Türk toplu­
hatıra plaketi asılmıştır. 1 8 9 1 d e ve munun yaşadığı değişmeyi başarıyla
1902'de İstanbul Polonya Yardımlaşma yansıtır. İlk dönem yapıtlarında kadın
ve Hayırseverlik Derneği ile Krakow kahramanlar öne çıkar. Sonra Türkçü­
Üniversitesi'nce evin müzeye dönüştü­ lük ideolojisi belirgin bir yer tutar. Milli
rülmesi amacıyla başlatılan kampanya­ Adamopulo Hanı
Nazım Timuroğlu, 1993 Mücadele yıllarının havası, yurtseverlik
lar, ev sahibinin talep ettiği paranın top­ duygulan yansıtılır. Son dönemdeki ya­
lanamaması yüzünden başarısızlıkla so­ pıtlarında ise konular çeşitlenir, bakış
nuçlandı. 1909'da İttihat ve Terakki Fır­ Yapıya cepheden bakıldığında, orta açısı felsefi özellikler kazanır. Yapıtla­
kası önderliğinde bir törenle. Kırım'da bölümde yer alan 4 pencerenin, iki rında İstanbul değişik görünümleriyle
kahramanca savaşan Polonyalıların anı­ yanda birer pencere ile desteklendiği karşımıza çıkar. Sinekli Bakkal (bas.
sına bugün bulunmayan ikinci plaket görülür. Birinci kat dışında bu pencere­ 1936) romanı II. Abdülhamid dönemi
çakıldı. Halen binanın cephesini süsle­ ler birer balkona açılırlar. Yapıda arka İstanbul'unda Aksaray'da bir sokağın
yen diğer hatıra levhası ise, 1933'te İs­ cephe öne göre daha sade ve gösteriş­ yaşamını canlandırır. Mahalle bakkalı,
tanbul'da yaşayan Polonyalılar tarafın­ sizdir. Arka cephede her katta 12 pen­ mescit, Mevlevi tekkesi, Ramazan gece­
dan asılmıştır. Binanın müze olarak dü­ cere bulunurken, ön cephede 5 pence­ leri. Karagöz, ortaoyunu gösterileri, tu­
zenlenmesi yolundaki çabalar, 1955'te re vardır. Birinci kat pencerelerinde lumbacılar, Hıdrellez eğlencesi geçmişin
sonuç vermiş ve şairin 100. ölüm yıldö­ kullanılan üçgen alınlık, çıkma bölümü­ artık kaybolmuş değerlerine bir övgü ve
nümü anısına, Polonya Kültür ve Sanat nün en üst katmda, orta bölümde tek­ özlemi dile getirir. İşgal İstanbul'unu
Bakanlığı ile işbirliği yapılarak bir sergi rarlanır. Bu pencereler, alınlıkları ve iki canlandıran Ateşten Gömlek 'te (bas.
düzenlenmiş ve müze ziyarete açılmıştır. yanda yer alan sütunçeleriyle, bir tapı­ 1923) Doğancılar ulusal değerlere bağlı,
nak girişini andırırlar. Bu türden ele­ yurtsever bir ailenin çevresi olarak can­
Müze Türk ve İslam Eserleri Müze- manların kullanımı, cephedeki düzen­ landırılırken Şişli yanlış Batılılaşmayı,
si'ne bağlıdır. Üç katlı binanın ilk salonu lemeyi neoklasik üsluba yaklaştırır. yabancılarla işbirliğini temsil eder. Bu
A. Mickiewicz'in hayatı ve eserleri ile il­
PELİN AYKUT yapıtta İngilizlerin Harbiye Nezareti ci­
gili bilgi ve belgelere, fotoğraf ve büstle­
varını bombalaması, Sultanahmet mitin­
rine, ikinci salonu ise Polonya'nın özgür­
ADıVAR, HALİDE EDİP gi; Seviye Talipte (bas. 1910) Serbesti
lük mücadelesine ayrılmıştır. Üçüncü sa­
gazetesi başyazarının öldürülmesi, hür­
londa, şairin İstanbul'da bulunduğu yıl­ (1882, İstanbul - 9 Ocak 1964, İstan­
riyet şehitleri için mevlit okutulması gibi
lara ilişkin belge, fotoğraf ve gravürler bul) Roman ve hikâye yazarı. Birçok
kentte yaşanan tarihsel olaylara yer ve­
bulunmaktadır. Binanın bodrum katı ise. yapıtında İstanbul'da yaşamış kahra­
rilmiştir. Vurun Kahpeye'de (bas. 1926)
Krakow'da gömülü olan şairin sembolik manların serüvenlerini anlatmış, bu çer­
Aliye'nin sütannesinin yaşadığı Süley-
mezarı olarak düzenlenmiştir. çevede kentin türlü özelliklerini yansıt­
maniye; Mev'ut Hüküm'de (bas. 1918)
AYŞE HÜR mıştır.

ADAMOPULO HANI
Tünel'de, Galip Dede Sokağı no. 48'de
yer alan yapı 1906 yılında mimar C. Coulo-
uthros tarafından inşa edilmiştir. Ön cep­
hesi Galip Dede, arka cephesi ise Şahku-
lu Sokağı'na bakar. Her iki cephe de
pencere dizileriyle bölümlendirilmiştir.
Yapı, günümüzde de han olarak kul­
lanılmaktadır. Aynı döneme tarihlenen
pek çok örneği gibi ana malzemesi taş
olan yapı, açıldığı iki sokağın kesişimin-
de yaptığı yuvarlatılmış dönüşle, oldukça
geniş bir alanı kaplar ve âdeta üç yöne
açılır. Bu bölümde de yer alan pencere­
lerle, bölüntüm yüzeyler ve pencere dizi­
leriyle oluşturulan simetri korunmuştur.
"9 ÂDİLE SULTAN

HALİDE EDİP ADIYAR'IN ÇOCUKLUK ANILARINDA İSTANBUL


....Hafızasında hayat, kendini bilmeye başladığı ilk devrin hiç unutamayacağı
anılarının başı Beşiktaş'ta doğduğu eve kadar uzar. Bu ev Ihlamur'a giden uzun
caddeye inen, birbirine paralel dik yokuşlardan birinin hemen hemen tepesin-
dedir. Bu evden sonra gelen kocaman kırmızı kagir konak, bu yokuşun son
evidir. Tepenin solu koyu yeşil çamlar, nazlı söğütler arasında Abdülhamit'in
beyaz saraylarını görürken, sağ yanı Adalar denizinin mavi sularına bakar.
Evin kendisi, çocuğun hafızasında ''Mor Salkımlı Ev" olarak belirmektedir.
Bu ev yarım yüzyıldan çok, zaman zaman her gece, bu küçük kızın rüyalarına
girmiştir. Arka taraftaki bahçeye bakan pencereler, çifte merdivenlerin sahanlık-
lardaki ince uzun pencereleri, baştan başa mor salkımlıdır ve akşam güneşinde
mor çiçekler arasında camlar ateşten birer levha gibi parlar.
Bahçe, geniş iki dörtgen terastır. Aslında yokuştaki bütün evlerin bahçeleri
ta caddeye kadar birbirine bakan birer yeşil terastır. Küçük kızın bahçesinin üst
terasında, başlan göğe değer gibi görünen uzun fıstıklar, akasyalar, aralarında
iki tane, rüzgâr estikçe kırıtır gibi ipek tüyleri hareket eden, pembe-beyaz bir
gül ibrişimi, çiçek açmış yemiş ağaçları, ortalarında bir tane, alev çiçekli nar
ağacı vardı. Bunların ortasında yuvarlak küçük bir havuz, karşı karşıya iki be­
yaz mermer arslanın ağzından durmadan bu havuza billur sular akar ve güver­
cin, kumru sesleri ile karışır. Bazen de fıstıklann dallarını harekete getirerek in­ Fikret Âdil
leyen rüzgârın nağmesi ile birleşerek sabah ve akşam bir tabiat musikisi kulağa Ara Güler
gelir. Aşağıdaki terasa üç-dört adım merdivenle inilir. Evin bahçeye açılan kapı­
sı ile, bahçenin arkasındaki boş sırta açılan kapı arasında, çakıl döşeli ve üstü
asma çardaklı dar bir yol vardır. Yeşil, sarı üzüm salkımlarının ve zümrüt gibi sinde çalışmaya başladı. Birçok gazete
yaprakların arasından sızan ışık ve yeşil gölgenin içinde küçük kız, sabah ak­ ve dergide telif ve çeviri romanları, hi­
şam oynar durur. Alt terasta da bir ha\Tiz, türlü renkte yemiş ağaçları, iki tane kâyeleri, röportaj ve fıkraları, gezi izle­
gül ibrişimi ve bir de yine alev çiçekli nar ağacı vardır,... nimleri, eleştirileri yayımlandı. Çeşitli
haber ajanslarında görev yaptı. Türkiye
....Bundan sonra, küçük kızın hafızasında, Teşvikiye camiinin önünden Ihla­
İş B a n k a s ı yayın danışmanlığından
mur caddesine inen büyük ve geniş yokuşta, küçük bir mescidin karşısmda biraz
emekli oldu. Tedavi için gittiği Zürich'te
karanlık büyük ahşap bir ev vardır. Arkasında büyücek bir bahçe olmasına rağ­
öldü. Kabri Eyüp Mezarlığı'ndadır.
men Mor Salkımlı Ev'in, ferah, aydınlık havasına benzemez. Küçük kızın kafasın­
da bu evin bıraktığı görünümler ve duygular tedirginlikle, akıntıyla doludur.... Yapıtlarından Asmalımescit 74 (1933,
1953. 1988), kitaba adını veren sokağa
....Babası şimdi Yıldız'da başka bir eve taşınmıştı. Dar bir sokakta, daha kü­
yakın bir yerde 1930'larda bir grup sa­
çük bir ev. Her cuma ve pazar günü gazinosunda mızıka çalarak kalabalık bir
natçının sürdürdüğü bohem yaşayışını
halk toplayan. Ihlamur denilen Beşiktaş'ın tanınmış ağaçlığa çok yakındı. Ora­
canlandırır. Kişiler arasında ressam İbra­
da toplanan kadınlar bir kafes arasında otururlardı. Yani o açık yerde "harem
him Çallı, şair Necip Fazıl Kısakürek, ya­
dairesi" var demekti. İşte bu ağaçlığa sonraları küçük kız evden kaçarak gider,
zar Peyami Safa, tamburi Mesut Cemil,
fıstık ağaçlarının altında oynar, rüzgârın kendine özgü biteviye uğultusunu, gazeteci Nizamettin Nazif Tepedelenli-
yaprakların garip havasını dinler, önündeki sırtın tepesindeki Mor Salkımlı oğlu gibi gerçek kişiler, yabancı gazete­
Ev'in bulunduğu yere özlemle bakardı.... ci ve kadın sahne sanatçıları yer alır. Al-
....Bir cuma günü, lalamız bizi Ihlamur'a götürmüştü. Bir sürü uzun pan- yon Sokağı köşesindeki ayak meyhane­
tolonlu, apoletli, paşa minyatürü erkek ve ipek entarili süslü kız çocuklar da si, köprü başındaki seyyar pilavcı, sanat­
vardı. Oyuncakçılar, arkalarında Eyüp oyuncağı küfeleri ile dolaşıyor, sucular, çıların gidip geldiği Petrograd, Garden-
bardaklarını şıkırdatarak bağırıyor, macuncular ve horoz şekerciler, bugün de bar, Tokatlıyan. Meserret, Beyoğlu'ndaki
olduğu gibi birtakım mâniler söylüyorlardı. Bu çıngıraklar, kaynana zırıltılan, barlar, randevuevleri kitapta geçen dö­
düdükler ve bardak şıkırtıları, tozu dumana karıştıran kalabalık arasmda beni nemin yaşamına ilişkin mekânlar arasın­
ilgilendiriyordu. dadır. Yazarın İnteımezzo (1955, 1988)
Mor Salkımlı Ev. İst.. 1970 kitabı Yunan aktörü Yorgo Pappas ile
İstanbullu Musevi kızı Tina'nın aşk serü­
venini anlatır. Beyaz Yollar Mavi Deniz
(1950, 1993) gezi notlarından oluşur.
Ayşe Kadının Fatih'te oturduğu sokak, Bibi. H. Yücebaş, Bütün Cepheleri ile Halide Ölümünden sonra kitaplaştırılan Âvâre
eski İstanbul'dan kalan değerleri simge­ Edip, İst., 1964; M. Uyguner. Halide Edip
Adıvar, İst., 1968; A. Yakar, Türk Romanın­ Gençlik-Gardenbar Geceleri (1990) ile
ler. Handanda (bas. 1912) Selim Bey'in da Milli Mücadele, Ankara. 1973; N. Güntür- Deli Saraylı 'da da (1993) İstanbul yaşa­
Maltepe'deki köşkü gelenekle çağdaşlı­ kün, Halide Edip ile Adım Adım, Ankara. mından kesitler yer alır.
ğın uyumlu birleşimini gösterir. Yazılı­ 1974; İ. Enginün. Halide Edip Adıvar'ın Eser­
şından 20 yıl sonrasının konu edinildiği lerinde Doğu ve Batı Meselesi, İst.. 1978; İ. İSTANBUL
bir ütopya romanı olan Yeni Turan Enginün. Halide Edip Adıvar. Ankara, 1968.
(bas. 1913) Erenköy'de Turan ülküsüne KONUR ERTOP ÂDİLE SULTAN
bağlı bir yaşam çevresini canlandırır. (23 Mayıs 1826. İstanbul - 12 Şubat
Tatarcık (bas. 1939) romanında Cum­ ÂDİL, FİKRET 1899, İstanbul) II. Mahmud'un kızı,
huriyet dönemi gençliğinin yaşamını, (7 Ocak 1901, İstanbul - 5 Haziran Sadrazam Mehmed Ali Paşa'nın eşi. An­
davranışlarını, toplumsal görüşlerini ser­ 1973, Zürich, İsviçre) Gazeteci, yazar, nesi Zernigâr Kadiridir. Osmanlı hane­
gileyen çevre Karadeniz kıyısında yaz­ sanat eleştirmeni. Askeri hekim Mahmut danının kadın bireyleri arasında divanı
lıkçıların yerleştiği Poyrazköy'dür. Kalp Âdil'in oğludur. Mekteb-i Sultanî'de (bu­ olan tek şairdir. Tanzimat ve Meşrutiyet
Ağrısı'nda. (bas. 1924) Boğaziçi, Sonsuz gün Galatasaray Lisesi) okudu. I. Dünya yenilikleri boyunca İstanbul saray çev­
Panayırda, (bas. 1946) Şişli varlıklı fa­ Savaşının son yılında okul kapanınca relerinin ünlüleri arasında yer almış, ka­
kat gelenek-göreneklere ters düşmüş öğrenimi yarım kaldı. İlk yazıları Şebab dınların haremden dışa açılışlarına, sos­
yaşamın merkezleridir. dergisinde çıktı. 1922'de Vakit gazete- yal yaşama katılmalarına öncülük ve ör-
ÂDİLE SULTAN 80

Âdile Sultan'm 12 Haziran 1845'te Haydarpaşa çayırında yapılan düğünü.


E. Grünberg - E. M. Torn, Four Centuries of Ottoman Taste. 1988 / Tarih ve Toplum. 61
İletişim Yayınları

neklik etmiştir. Hayır, kültür işleriyle ve maski'nin balon havalandırması olmuş­ sından gelen önemli bir destek sayıl­
siyasetle ilgilenmiştir. Ağabeyi Abdül- tu. Böylece İstanbul semalarında üçün­ mıştır. O döneme kadar evlerinden dı­
mecid (1839-1861), küçük kardeşi Ab- cü kez bir balon görüldü. Geceleri ise şarı çıkmaları çok sınırlı ve belirli ne­
dülaziz (1861-1876) ve yeğeni II. Abdül- Boğaziçi yalılarında kandiller yakıldı. denlere bağlı olan kent kadınları, Boğa­
hamid (1876-1909) dönemlerinde siya­ Âdile Sultan, düğünün yedinci günü ziçi'ni, mesireleri, yalıları tanıma olana­
sal ve kamusal kimi kararların oluşu­ Beşiktaş Sahilsarayı'ndan Beylerbeyi Sa- ğını, Âdile Sultanin öncülüğünde bula­
munda etkili olmuştur. rayı'na, oradan koçili sandala bindirilip bilmişlerdir. Bu gelişme tutucu çevrele­
Saray, istanbul ve ülke düzeyinde alay ile Fındıklı Sarayı'na götürüldü. rin tepkisini çekmekle birlikte onun
köklü yenilikler yapan I I . Mahmud Âdile Sultanin evlilik hayatı görece dindarlığı ve hayırseverliği, olası yasak­
(1808-1839) kendi çocuklarının eğitimi­ mutlu geçti. Doğan çocuklarının küçük lamaları önlemiştir. Abdülmecid'in 1847'
ne de önem vermişti. Bu şanstan yarar­ yraşlarda ölmeleri, kızı Hayriye Hanım de köle ticaretini yasaklaması ile Âdile
lanan Adile Sultan, sarayda özel hoca­ Sultanin titiz bir eğitim aldıktan sonra Sultanin harem kapılarını aralama giri­
lardan din, edebiyat, müzik, hat dersleri yine genç yaşta ölmesi, çapkınlıklarıyla şimi bir arada düşünüldüğünde, her iki
aldı. Yazı hocası dönemin tanınmış hat­ tanınan kocasını da beklenmedik bir hareketin ortak bir karara dayandığı ak­
tatlarından Ebubekir Mümtaz Efendiydi. zamanda kaybetmesinin ardından önce­ la gelir. Ramazan davetlerinde sarayına
Çok iyi bir okuryazar, hattat ve şair ola­ ki yaşamından oldukça farklı, içe dö­ hanım sultanları, rical ve yabancı elçile­
rak eğitimini tamamladı. Adile Sultan'm nük bir hayat tarzı benimsedi. Yaşamı­ rin eşlerini, kızlarını da çağırması bun­
bu tarz eğitimi, saray için olduğu kadar nın 1868'e kadarki ilk döneminde, İs­ lar için aynı salonda paravana ile ayrıl­
İstanbul için de önemli bir aşamadır. tanbul kadınlarının dışarıya açılmaların­ mış bir bölümde sofralar donatılması bir
1845'te, Tophane Müşiri Mehmed Ali da etkili olduğu görülür. Fındıklı Sarayı başka önemli adımdır.
Paşa (kaptan-ı derya, sadrazam, 1813- dışında. 1856'da yaptırılmış olan ve Âdile Sultanin y^apıcı ve hayırsever
1868) ile evlendi. Düğünü Hay-darpaşa kendi adını taşıyan Kandilli'deki saray bir kimlikle 19. yy'ın ikinci yarısında İs­
sahrasına kurulan çadırlarda geleneksel ile Kuruçeşme'deki Esma Sultan Yalısı, tanbul'daki faaliyetleri de Osmanlı ka­
sur-ı hümayun düzeninde yapıldı. Çeyi­ Küçük Çamlıca'daki Validebağı Köşkü. dınının saygınlık kazanmasına katkıda
zi için, Hazine-i Hassa'dan büyük bir Kâğıthane Köşkü de kendisinindi. Bu­ bulundu. Saray ve köşkleri her düzey­
ödenek ayrıldı. Yeni çiftin ikameti için nunla birlikte en çok Fındıklı Sarayı'nda den insana açıktı. Dert dinler, yoksulla­
de eski Neşetabadin yerine yapılmış (1845-1876) oturdu. Yaşamının ölümü­ ra yardım eder, zengin ve soylu kesim­
olan Fmdıkh Sarayı (bugün Mimar Si­ ne (1899) kadarki son yıllarını ise Vali- lerden, din ve tarikat çevrelerinden in­
nan Üniversitesi ana binası) tahsis edil­ debağı'nda geçirdi. Âdile Sultan sık sık sanları çağırır, toplantılar düzenlerdi.
di. Düğüne Abdülmecid. vezirler, ya­ kent gezilerine çıkar, temaşa ve mesire Davetlerinde, İstanbul mutfağının en
bancı büyükelçiler ve yüzlerce davetli yerlerine yakın çevresinden kadınları ve güzel yemekleri, örneğin emir dolması,
katıldı. Elçiler için Haydarpaşa Kasrı ay­ kızları da götürürdü. Bu yenilik, Abdül- piliçli muluhiyye, kaymaklı tepsi böreği,
rılmıştı. İstanbul halkını coşkuya boğan mecid'in İstanbul'a getirmeye çalıştığı kokulu hoşaf ve reçeller hazırlanır, bun­
gösteri ve eğlencelerin en ilginci Ko- çağdaşlaşma hareketine kadın dünya­ lar kristal kâse ve tabaklarda sunulurdu.
81 ÂDİLE SULTAN

Mutfağında bazen emektar saraylı ka­


dınlar özel yemekler hazırlarlardı. Sa­ Â D İ L E S U L T A N E F E N D İ
rayları dönemin müzisyenlerine, edebi­
yatçılarına, hattâ kimi zaman da siyaset­ Âdile Sultan, deniz cihetinde açık renkli ipekli kumaşla döşenmiş büyük bir
çilerine açıktı. Alaturka ve alafranga saz odada kanepede, kerimeleri Hayriye hanım sultanın yanında oturuyorlardı.
heyetleri ile orkestraların konserlerine Sultan girince validem tazimkâr bir temenna ile ilerleyip o vaktin âdeti üzere
özellikle kadın davetliler katılıyorlardı. yer öptü. Arkasından ben ve hemşirem de aynı hürmet vazifesini yaptık, çekil­
Yetenekli gençlerin kendi himayesinde dik, durduk. Sultanefendinin müsaade ve emriyle yuvarlak birer kişilik kadife
yetişerek sanatçı olmalarma çalışır; bun­ yer şiltelerine oturduk.
lara her türlü desteği sağlardı. Sarayı, O akşam kalmamız emir olundu. Sofra odanın bir kenarına yere konuldu.
barındırdığı hanende ve sazendelerle Evvelâ ağır bir sırma yaygı yayıldı. Üstüne altı ayaklı gümüş iskemle kondu.
ünlüydü. Bu nedenle de Tanzimat dö­ Üzerine yaygının aynı bir örtü örtüldü. Bunun üstüne yuvarlak gümüş bir tepsi
neminin en renkli ve neşeli geceleri kondu. Salata, havyar, balık yumurtası, zeytin, peynir ile donatıldı. Kapalı,
Âdile Sultanin sarayında yaşanmıştır. murassa tuz, biber ve tarçınlık, billur limonlukla limon suyu, ortaya gümüş
Otoriter bir kişi olan Âdile Sultan, nihalî (sahan altlığı) yerleştirildi. Tepsinin etrafına üçer tane kenarı saçak
kardeşi padişahlara gerekli uyarılarda çıkarılmış ince tülbent destimaller (el-bezi), bunların üstlerine birer altın çorba
bulunmaktan çekinmezdi. Hanedan so­ ve pilav kaşığı, birer de sapı mercanlı ve küçük pırlantalı sedef soğukluk
runları ile de yakından ilgilenirdi. Bir kaşıklan kondu.
kez, Abdülaziz'e "Unutma ki erkek ol­ Hanedanın, sofralarına misafir almaları âdet değildi, misafirler o sarayın
sam şimdi padişah bendim" uyarısında büyük kalfasiyle otururdu.
bulunması, II. Abdülhamid'e de "Neden Haznedar ustanın kendi takımı; destimal üstüne gümüş ve fildişi kaşığı
dediğimi yapmıyorsun? Halan ve yaşça kondu. İbrikdarların getirdikleri leğenlerde ellerimizi yıkadık, ibrikdar ustanın
büyüğün olduğumu unutma!", dediği tuttuğu sırmalı havlu ile kuruttuk, sofra etrafına konmuş yer şiltelerine oturduk.
bilinir. II. Abdülhamidin, onu her za­ Dizlere alınan sofra havluları da sırma işlenmişti.
man saygıyla karşıladığı, tiryakisi oldu­ Yemekten, kahveden sonra Sultanefendinin huzuruna götürüldük. Yine
ğu nargilesini ve kahvesini kendi eliyle gündüzki odadaydı. Saz takımı, kalfalar, öteki köşedeki kapıdan girip hemen
önüne koyduğu söylenir. Ayşe Osma- oraya alçak iskemlelere oturdular, notalarını karşılarına koydu, başladılar. Dört
noğlu, bu hanedan büyüğünün sarayda keman, bir viyolonsel, bir miskal (Musikar), bir Çiner(P), bir Kopse yahut
ve tüm İstanbul'daki saygınlığını anlatır­ Kopsas (Uda benzer bir sazdı), bir de klarnet ile zurna arasında bir şey vardı,
ken onun giyim kuşamı konusunda da ne idi bilmem?
bilgi verir. Güzel yüzlü, ince yapılı, O zamanın modası italyan muzikası parçaları çaldılar. Bir şey çalınırken
kumral, ela gözlü ve çok nazik olduğu­ sazların sadaları birdenbire kesildi; tanımadığım, su damlaları gibi tek tek fakat
nu, alaturka giyindiğini, saray kuralları­ hazin bir sesle düz iki nağme işittim. Galiba birden gözlerim açılmış, yerimden
na titizlikle uyduğunu, ağır kumaşlar­ kalkmışım. Nağmelerin tekrarlamşında, kemanilerin, oklan avuçlarına sıkıştırıp
dan dikilmiş dört etekli entari, güderi yalnız ikinci parmaklanyle kirişleri çekmek suretiyle o hoş sadayı çıkarttıklarını
pabuç, şal kuşak, bol yenli salta giyinip anladım. Odadakilerin bana bakıştıklarını gördüm. Sultanefendi gülümsüyordu.
kuşandığını, başına hotoz ve bunun Annem, ablam, sıkılmış, bozulmuşlardı. Ben daima saraym meşkhanelerinden
üzerine oyalı ipek yemeni örttüğünü, ayrılmadığım halde o sese tesadüf etmemiştim. Pek hoşuma gitti.
zümrüt, lal işli gül broş taktığmı anlatır. Efendimizin emriyle ertesi akşam da kaldık. İkinci akşam incesaz takımı
Leylâ Saz ise anılarında onun dindar, çaldılar. Bu takımda keman, tambur, santur, def vardı. Hanendeler pek
çok nazik, güler yüzlü olduğundan, iyi­ mükemmeldi. Hele, Başhanende Kahveci ustanın sesi eşi az bulunur güzel
lik etmekten ve ibadetten başka şeyler­ seslerdendi. Bu takımı Münire Sultanefendinin düğününde dinlemiştim.
le uğraşmadığından söz eder. Bu göz­ Başhanendenin adı "Mestinigâr" idi. Kızın nazik, hazin bir sesi vardı. Orta yaşlı
lem, Âdile Sultanin yaşlılık dönemine bir kızdı. Kendisini her görüşümde sesi kulağıma gelirdi. O sarayda raks
aittir. K o c a s ı M e h m e d Ali Paşa'nın görmedim.
(1868), kızı Hayriye'nin (1869) ölümle­ Leylâ Saz, Harem'inİçyüzü, s. 205-207
rinden sonra bu tutkuları daha da art­
mıştı. Bakımsız mahalle mekteplerini
onartır, gereksinimlerini karşılar, yoksul
çocukları okutur, giydirip donatır, has­ duğu köşk ve saraylar birer ibadethane Sağlığında on dört ayrı vakıf kurmuş­
taları tedavi ettirir, gelinlik kızlara çeyiz havasındaydı. Silivrikapı'daki Bâlâ tek­ tur. Vasiyeti gereği, taşınabilir tüm ser­
yaptırtır, kurumuş çeşmelerin akıtılması­ kesini yeni baştan yaptırıp hizmete aç­ veti ve eşyası satılarak parası yoksullara
na paralar harcar, yoksul ailelere yar­ mıştır. Burayra geldiğinde özel ve coş­ yardım için harcandı. "Neyim varsa mil­
dım eder, iyiliğini İstanbul dışına da ta­ kulu ayinler yapılmaktaydı. letindir", dediği söylenir. Sonraki yıllar­
şırmaya çalışırdı. Fındıklı, Kuruçeşme, Fındıklı Sarayımda ölen Âdile Sul­ da Kandilli Sarayı, kız lisesine tahsis
Silahtarağa, Kandilli, Koşuyolu semtle­ tanin cenazesi, babası Sultan II. Mah- edilmiş, Koşuyolu'ndaki köşkü ve kom­
rindeki saray ve köşkleriyle kentin dı­ mudün türbesine değil, vasiyeti gereği, şu öğretmenler için sağlık tesisi olarak
şındaki çiftliklerinde, korularında, ket­ Mehmed Ali Paşa ile Hayriye Hanım Sul­ (Validebağı Prevantoryumu) hizmete
hüda, başağa, kâtip, imam, vekilharç, tanin Eyüp'te Bostan İskelesi Cadde­ sokulmuş, Fındıklı Sarayı ise Meclis-i
bekçi, imrahor, arabacı, kayıkçı, aşçı, sindeki türbesine gömüldü. Eyüp'e ka­ Mebusan, Darülfünun. Güzel Sanatlar
tablakâr, hekim, kapıcı, haremağası ola­ dar istimboda götürülen cenazeyi iskele­ Akademisi ve Mimar Sinan Üniversitesi
rak yüzlerce insan çalışmaktaydı. Ölün­ de tekke mensuplarının tehlilleriyle kala­ için kullanılmıştır.
ceye kadar terk etmediği bir âdeti de balık bir cemaat karşıladı. Törene, döne­ II. Mahmud'dan II. Abdülhamid'e ka­
muharrem ayında kazanlarla aşure pi­ min heyet-i vükelâ (bakanlar kurulu) dar beş padişahın dönemini yaşayan ve
şirttirip halka dağıttırmasıydı. üyeleri, saray ve mabeyin görevlileri, en- Osmanlı hanedanının birçok erkek bire­
Kocası Mehmed Ali Paşa'yı bir kadın derunlular, asker ve polis kıtaları, din yinden daha kültürlü ve yapıcı bir kişi­
olarak sevdiğini her fırsatta vurgulayan adamları ve kalabalık bir cemaat katıldı. lik sergileyen Âdile Sultan, aynı zaman­
ve "Ben kocamla iftihar ediyorum", di­ Namazı Eyüb Sultan Camii'nde kılındı. da, divanı olan tek padişah kızıdır. Di­
yen Âdile Sultan, yaşlılığında tutku de­ Ölümüne düşürülen tarih şudur: vanı, münacat, naat. methiyeler (babası,
recesinde türbe ziyaretlerine yönelmiş, Çâr-yâr imdâd idi visal itdi bugün / kardeşleri, kız kardeşleri, eşi için) mer­
tasavvufa ilgi duymuş ve Nakşibendî ta­ Rûh-i pâki Adile Sultân-ı cennetmekâ- siyeler ile tasavvufi gazelleri içerir. Di­
rikatına girmişti. Bu son dönemde otur­ nın (Hicri 1316). zeleri, şiir sanatı açısından değerli olma-
ÂDİLE SULTAN KASRI 82

makla birlikte duygu yönüyle samimi­


dir. Büyük atası Kanuni Sultan Süley­
man'ın (Muhibbî) divanını bastırmıştır.
Kendi divanı basılmamıştır. Nüshaları
Topkapı Sarayı, Üniversite ve Millet kü-
tüphanelerindedir.
Bibi. Topkapı Sarayı Arşivi E. 29, 608, 630,
3544, 8389; D. 972, 1963, 7809, 7963, 8171
no'lu belgeler (düğünü, nikâhı, çeyizi ve sa­
rayı ile ilgili); inal, Türk Şairleri, I; Tarih-i
Lûtfi, VIII, 24 vd; Ergun, Türk Şairleri, I; Ulu-
çay, Padişahların Kadınları; G. Oransay,
Osmanlı Devletinde Kim Kimdi? I Osmano-
ğullart, Ankara, 1969; A. Osmanoğlu, Babam
Sultan Abdülhamid (Hatıralarım), İst., 1986,
98 vd; Tahir Olgun, "Adile Sultan", tslam-
Türk Ansiklopedisi, I, 1st., 1943; Leylâ Saz,
"Saray ve Harem Haüralan", Yeni Tarih Der­
gisi, no. 2; S. Mümtaz, Tarihimizde Hayâl
Olmuş Hakikatler, s. 161-163; H. Şehsüvar- Âdile Sultan Kasrı
oğlu, "Adile Sultan", Resimli Tarih Mecmu­ Erkin Enıiroğlu, 1993
ası, no. 26, Şubat 1952; Elif Naci, "Türk Sara­
yında Müstesna Bir Prenses Adile Sultan",
Hayat Tarih Mecmuası, I, no. 10 (1965).
sofanın eyvanları olan birer sahanlığa oluşan bir tür kompartımanlı örtü siste­
NECDET SAKAOĞLU açılmaktadır. Bu mekânlar sofadan üç mi vardır.
basamak ve ajurlu korkuluklarla ayrıl­ Dışarıda, yapının kitlesinde başoda
ÂDİLE SULTAN KASRI mışlardır. Sekiz köşeli yıldızlardan olu­ ve bağlı odalar grubu, dikdörtgen ana
Üsküdar Koşuyolu'nda, Milli Eğitim Ba­ şan arabesk ajur, orta sofa motifine uy­ kitleden çıkmalar yaparak belirginlik ka­
kanlığı Validebağı Sağlık Tesisleri içinde gun düşmüştür. Başoda, iki tarafındaki zanırlar. Bu çıkmalar, yapının volümetri-
bulunmaktadır. Kasrın geniş bahçesinde büyük odalarla ve ayrıca servis-bekle- sindeki tam ve mutlak simetriyi ve aksi-
yine Sultan Abdülaziz tarafından yaptı­ me mekânlanyla bağlantılıdır. yaliteyi de vurgular. Bu simetri, birbirine
rılmış bir av köşkü vardır. Uzun eksenin öteki ucunda yer alan eşit kat yükseklikleriyle birlikte yapıya
Diğer pek çok saray ve köşk gibi merdiven ise, iki kollu, ahşaptan neo- bir denge ve durağanlık da vermektedir.
cumhuriyetin kuruluşundan sonra Milli barok üslupta biçirmendirilrniş bir öğe­ Simetri ve dengenin yanısıra, yüzey­
Eğitim Bakanlığı'nın kullanımına geçen dir. Eğrisel planlı bu merdivenin ilginç lerin ele alınışında iki özellik daha dik­
Âdile Sultan Kasrı, ö n c e Darüleytam olan yanı, merdiven altında limonluk kati çekmektedir.
(Yetimler Yurdu) olarak kullanılmış; kirişini taşır gibi görünen, bir tür perde­ Biri, yüzeylerin bir geometrik çerçe­
1927 yılında çocuk prevantoryumu ola­ leme işlevi üstlenmiş ince sütuncuklann veleme sistemine bağlanmış olması,
rak yeniden düzenlenmiştir. Halen öğ- neogotik biçimleridir. Ancak bunlar öy­ ikincisi ise cephede az sayıda eleman
retmenevi olarak kullanılmaktadır. lesine ince ve aralıklıdır ki, görsel plan­ çeşidi kullanılmasıdır. Fransa'da ampir
Kasır, Sultan Abdülaziz tarafından da bir ön yüz oluşturamazlar; üstelik ar­ döneminde belirginleşmiş olan bu çer­
küçük kız kardeşi Âdile Sultan(->) için kalarındaki kısım üç büyük pencere ile çeveleme düzeni, burada yapının ve
1270/1853 yılında yaptırılmıştır. Niko- aydınlanmış olduğu için bir ışık-gölge cephenin simetrisine katkıda bulunan,
ğos Balyanin tasarladığı düşünülen ka­ kontrastı veya yüzey yanılsaması da ol­ hattâ bir modül sistemi oluşturan planın
sır, yükseltilmiş bir bodrum kat üzerine maz. Gerçekte bu düzenleme, oryanta­ geometrisini cephede yansıtan bir dü­
iki katlı kagir bir yapıdır. list eğilimlerle henüz tanışan bir mimari zenleme olmaktadır.
Yapı, dikdörtgen biçiminde ve dik­ geleneğin hecelemeleri gibi düşünülebi­ Cephede kullanılan az sayıda eleman
dörtgenin orta eksenlerine göre iki yön­ lir ve salt bu nedenle ilgi çekici olabilir. ise aynı profil ve biçimle yinelenen pi-
de de simetrik olan bir plana sahiptir. Bu merdivenin bir diğer özelliği, orta lastrlar, korniş ve pencerelerdir. Bu mi­
Plan, 19. yy İstanbul konak, saray, vb salondan ayn olarak kapalı bir mekân mari öğeler, aynı zamanda cephenin
büyük konutlarının orta sofalı şemasın­ içinde düzenlenmiş olmasıdır. Planın si­ dekoratif elemanları olma işlevini de
dan geliştirilmiş görünmektedir. Dik­ metrisini daha rijit kılan bu hayli tutuk üsüenmişlerdir.
dörtgenin eksenlerinin kesiştiği nokta­ düzenleme içinde söz konusu merdiven Cephede bütün köşeler yivli pilastr-
da, birinci ve ikinci katlarda birer bü­ daha sonraki yıllarda görülen ve orta larla tutulmuş, girişler ayrıca iki yandaki
yük orta sofa-salon bulunmaktadır. Bu sofa/salon mekânına gösterim ve geniş­ küçük pilastrlarla belirtilmiştir. Pilastrlar
orta sofa-salon, dört yönde eyvan ben­ leme öğesi olarak katılan örneklerden korentiyen başlıklarla sonlanmaktadır,
zeri yan mekânlarla genişletilmiş bir çe­ ayrılmaktadır. Klasik profilli kornişler dikkatli bir
kirdek mekândır. Uzun eksen üzerinde Birinci katın planını aynen yineleyen duyarlıkla düzenlenmişlerdir. Pilastr hi­
orta sofanm bir ucunda merdiven, diğer ikinci kattaki orta salon, enine eksen zası olan yerlerde dekoratif destek par­
ucunda ise geleneksel başoda gibi dü­ üzerinde yapının c e p h e l e r i n e kadar çalan (modillon) ile tutulan ensiz tabla­
şünülebilecek bir salon vardır. Köşelere uzanan geniş bir eyvan biçimindeki yan lar vardır. Cephe, üstte daha büyük öl­
yerleştirilmiş birer büyük ve dört küçük mekânlara açılmaktadır. Uzun eksen çekteki destek parçaları dizisi ile kuv­
( m u h t e m e l e n servis hacimleri o l a n ) doğrultusunda ise mekân, her iki tarafta vetlenen bir kornişle bitirilmektedir.
oda, bu simetrik düzenli planı tamam­ da genişletilmiş ve köşeler yuvarlatıl- Pencerelere gelince, odalar grubu ve
lar. Planın geleneksel kurguyu da kulla­ mıştır. Böylece ortada oval bir zemin el­ girişin çıkmalı kısımlarmda birinci katta
nan bu klasik geometrisi, dönemin bir­ de edilmiştir. Ancak orta mekânın bu yarım daire kemerli, ikinci katta basık
çok yapısmda kullanılan ve Balyan atöl­ açınımları, bütünleşik bir örtü sistemi kemerli pencere grupları düzenlenmiş­
yesini karakterize eden bir modeli ta­ ile karşılanmamaktadır. Ortada ahşap tir. Çok birimli bir profil takımıyla ha­
nımlamaktadır. kaburgalı, basık kubbe biçimli bir çö­ cim kazanan daire kemerler, üzengileri­
Yapıya dikdörtgenin kısa ekseni üze­ kertme tavan vardır. Merkezi vurgula­ nin altında geç ampir üslupta yüksek
rindeki kapılardan ve her iki taraftan da yan ve orta sofanın geleneksel bağlamı­ desteklere oturmaktadır. Profilleri ise
girilmektedir. Çift kollu görkemli merdi­ na referans veren bu örtü motifi, kare cephedeki çerçeveleme sistemi ile bü­
venlerle ulaşılan giriş, aynca vurgulan- biçimli bir korniş tabana oturmaktadır. tünleşir. Kemer içleri beş dilimli kayıt­
mamıştır. Giriş, her iki tarafta da orta Yan hacimlerin de korniş ve kirişlerden larla bölümlenmiştir.
83 ADİLE SULTAN SARAYI

Giriş ve orta mekân bölümü, cephe­ Osmanlıca manzum kitabe yer almakta­ lan tamirde aldığı sanılır. Tek bezemesi
de denge ve durağanlığı bozmaksızın dır. İki yandan "C" şeklinde kabartma­ bir bitki kabartması olan oyma taşıdır.
ayrıntılardaki değişikliklerle belirtilmiş­ larla kuşatılmış olan kitabenin üzerine Üstünde son tamire ait olduğu açıkça
lerdir. "T.C. Kültür Bakanlığı Âdile Sultan Halk görülen bir alıntaşı bulunan çeşmenin
Birkaç kez onarılmış ve işlev değiş­ Kütüphanesi Memurluğu" yazılı, olduk­ arka yüzüne bir mihrap işlenmiştir.
tirmiş olan kasrın içi yenilenmiş ve be­ ça çirkin görünümlü bir ahşap levha Böylece arkasındaki düzlüğün bir na­
zemeler elden geçirilmiştir. Özgün du­ kondurulmuştur. Bu levhanın arkasın­ mazgah olduğu anlaşılır. Mihrabın varlı­
rumunu koruduğu gözlemlenen kesim, da, kitabeyi taçlandıran beyzi bir ma­ ğı, bu arka yüzeye güzel bir hatla işlen­
giriş holünün duvarlarındaki mermer dalyonun içinde Sultan Abdülaziz'in miş bir ayetle de vurgulanmıştır.
panolardır. Özenli bir torna işçiliği ile tuğrasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 334-336,
çalışılmış olan merdiven de özgün ol­ Zemin katta, girişi izleyen ve buna no. 264/58; U. Derman, "Osmanlı Devri Şe­
malıdır. göre simetrik konumda iki pencere ile hir ve Menzil Yollarında İstirahat ve İbadet
Yerleri (Namazgahlar)", Atatürk Konferans­
Bibi. Konyalı, Üsküdar Tarihi, I I , 152-155; aydınlanan taşlığın solunda, üst kata çı­
ları, V (1971-1972), Ankara, 1975, s. 292-293,
İKSA, I, 276-277; Eldem, Türk Evi, I I . 268- kan merdiven, sağında da dört adet ka­ res. 23.
269. pı ile karşılaşılır. Kapılardan biri bodru­ SEMAVİ EYİCE
AFİFE BATUR ma inen merdivene, ikisi, muallim odası
türünden fonksiyonlara tahsis edildiği
ÂDİLE SULTAN SARAYI
ÂDİLE SULTAN MEKTEBİ anlaşılan mekânlara, biri de, cephede
taşkınlık yapan küçük dershaneye geçit Kandilli'de Akmtıburnu sırtlarmdaki
Fatih İlçesi'nde, Küçükmustafapaşa Ma-
vermektedir. Üst katta, merdivenin ulaş­ düzlükte bulunmaktadır. Sarayı çevrele­
hallesi'nde, Vakıf Mektebi Sokağı'nda,
tığı sofanm güneyine hela, batısına bir yen koruluğa sahil yolundaki kapısın­
kiliseden dönme Gül Camii'nin karşısın­
p e n c e r e ile sofanın gözetlendiği bir dan girilir. Tepeye dolanarak çıkan yol­
da bulunmaktadır.
oda, kuzeyine büyük dershane yerleşti­ dan sonra saraya varılır. Düzgün bir bi­
I I . M a h m u d ' u n kızı Âdile Sultan
rilmiştir. Sofanın, Gül Camii (doğu) yö­ çimi olmayan saray arsasının ön yüzü
(1826-1899) tarafından 1285/1868 yılın­
nüne bakan duvannda, iki pencere ara­ sahil yolunda, arka cephesi Sıraevler
da yaptırılan bina 1969'dan beri kütüp­
sında, devrinden kalma küçük bir çan Sokağı'ndadır.
hane olarak kullanılmaktadır. Birtakım
günümüzde hâlâ durmaktadır. Halen Saray, Sultan Abdülmecid tarafından
onarımlar geçirmiş olmasına rağmen öz­
okuma salonu olarak kullanılan büyük kız kardeşi Âdile Sultan(->) için Topha­
gün biçimini koruyabilmiştir.
dershane, binanın derinliğince uzanan ne Müşiri Halil Paşa'dan satın alman ko­
Halic'e (kuzeye) doğru alçalan meyil­
dikdörtgen planlı, ferah bir mekândır. nağın yerine Sultan Abdülaziz tarafından
li bir arazi üzerinde yer alan ve "L" biçi­
Güney duvarmda bir, diğer duvarlarda 1876'da Sarkis Balyan'a yaptırılmıştır.
minde bir alanı kaplayan mektepte, iki
da üçer tane olmak üzere toplam on Bina, uzun bir dikdörtgen kitle ola­
esas kat ile odunluk-ardiye olarak kulla­
adet pencere ile aydınlanmaktadır. rak kayalık ve eğimli bir arazi üzerine
nılan kısmi bir bodrum katı bulunmak­
doğu-batı yönünde yerleştirilmiş; batı
tadır. Muhtemelen moloz taş ve tuğla ile Âdile Sultan Mektebi, gerek Batılı ör­
cephesi Boğaziçi görünümüne yönlen­
örülmüş olan duvarları içerden ve dışar­ neklerden mülhem tasarımı gerekse de
dirilmiştir. Bu konumundan ötürü saray,
dan sıvanmış, ancak iç mekândan algıla­ cephelerine, yine Batı kökenli ampir
önde (batı) üç, arkada iki katlıdır. Sa­
nabilen basık kemerlerle geçilen kapı ve üslubunun egemen olması ile Osmanlı
ray, yaklaşık 32x93 m boyutunda dik­
pencere açıklıkları dışardan dikdörtgen sıbyan mekteplerinin geleneğinden ta­
dörtgen bir taban üzerindedir. Elli beş
açıklıklı kesme taş söverlerle çerçeve­ mamen ayrılmakta, Tanzimat dönemi­
odası vardır.
lenmiştir. Yapı, kiremit örtülü bir ahşap nin yarattığı, tedrisat bakımından eski­
çatı ile donatılmış, mekânların ahşap ta­ Planı şematik olarak üç bölümden
sinden oldukça farklı yeni mektep tipi­
vanlarında, çıtalardan müteşekkil ince oluşmaktadır:
nin ilginç bir örneğini teşkil etmektedir.
uzun dikdörtgenlerin sıralandığı "çubuk­ Ayrıca mektep binası ile bunun güney Batı bölümü: Âdile Sultan'a ait olan
lu" denilen taksimat uygulanmıştır. yönünde bulunan ve kendisi gibi ampir bu bölüm, yüksek bir subasman üzerin­
üslubunun özelliklerini sergiley7en, Şa­ dedir. Sarayın birinci kattaki cümle ka­
Mektebin girişi, Gül Camii'ne bakan
ban 1307/1890 tarihli Mehmed Sadık pısına iki kollu bir merdivenle çıkılır.
doğu cephesinin geriye çekilmiş olan
Efendi Çeşmesi bir bütün oluşturmakta, Dört kolonla taşman bir şahnişin, girişin
kesiminde yer alır. Devrinden kalma
tam karşısında yer aldıkları Gül Camii üstünü örter ve revaklı bir sahanlık
ahşap kapı kanatlarında, ortadaki dik­
ile küçük bir meydanı çevrelemektedir. oluşturur.
dörtgen, altta ve üsttekiler kare olmak
üzere üçer adet tabla bulunmakta, dik­ Gül Camii'nin, mektebin giriş cephesine Girişte mermer döşeli büyük bir taş­
dörtgen tablaların ortasında güneş mo­ bitişik olan sekizgen şadırvanı ile bu­ lık ve iki yanında büyük odalar vardır.
tifleri ile bunları kuşatan baklava şeklin­ nun yanı başında yükselen asırlık çınar Merdiven kirişini taşıyan bir çift kolo­
de çerçeveler, ayrıca köşelerde çeyrek ağacı bu meydancığı anlamlı kılan un­ nun iki yanında yükselen iki kollu bir
güneş motifleri, kare tablalarda ise yu­ surlardır. merdivenle üst kata çıkılır. Sultanın özel
varlak madalyonlar görülmektedir. Giri­ Bibi. İSTA, I, 217. dairesinin bulunduğu üst katın, zemin
şin üzerinde, yapının banisini ve inşa ile benzer bir şeması vardır. Yalnız bu­
M. BAHA TANMAN radaki salonun veya sofanın denize ba­
tarihini veren, ta'lik hatlı, on mısralık
kan cephesine, girişin üzerini örten şah­
ÂDİLE SULTAN NAMAZGAHI niş eklenmiştir. Beş pencere ile manza­
Dudullu'da bulunan bu namazgah esa­ raya açılan sofanın iki yanında büyük
sında, 18. yy'da yapılmış bir çeşmenin salonlar bulunmaktadır. Sofa, merdive­
arkasındadır. 1730 yılında Hafız Abdül- nin iki yanından birer koridorla orta bö­
kerim Ağa'mn yaptırdığı çeşme, 1886- lüme bağlanır.
1887 yılında Âdile Sultan tarafından ihya Doğu bölümü: Bu bölümün girişinde
edilmiş olduğundan onun adıyla anılır. uzun ve büyük bir taşlık vardır. Geniş
Dudullu'nun esas meydanında trafiği ve rahat bir merdivenle üst kata ulaşılır.
engellediği gerekçesiyle çeşmenin yer Bu katın da odaları büyük bir sofa ko­
değiştirmesi 1985-1986'da uygun görül­ numunda olan salonun kuzey ve güney
müştür. Önünde hayvanların su içmesi tarafında yer almaktadır. Salonun doğu
için ayrı yalakları bulunan çeşmenin be­ ucunda servis hacimleri, batı kenarında
Âdile Sultan Mektebi ise orta bölüme açılan kapılar bulun­
lirli bir üslubu olmadığından, şimdiki
M Baha Tartman, 1993
biçimini Âdile Sultan tarafından yaptırı­ maktadır.
ÂDİLE SULTAN TÜRBESİ 84

Merkez Bölüm: İstanbul saraylarında Âdile Sultanin sarayın aşağısındaki


genellikle harem ve selamlık olarak kul­ yalısının bahçesinde bir deniz hamamı
lanılan simetrik bölümlü şema, ortada bulunduğu, saraya yol üzerinden geçen
daima bir merkez mekânla bağlanır kapalı ahşap bir köprü ile bağlandığı
(bak. Beylerbeyi Sarayı). Burada da ay­ söylenmektedir.
nı şema kullanılmıştır. Sarayın Âdile Saray, 1916 yılında Kandilli Âdile Sul­
Sultana ait oluşu nedeniyle, farklı bir tan İnas Mekteb-i Sultanisi adıyla okula
kullanıma sahip olsa da merkez bölüm, dönüştürüldü. Daha sonra Kandilli Kız
şemadaki yerine yerleştirilmiştir. Lisesi adıyla faaliyet gösteren okulun
Büyük bir oval salon bu bölümün yetersiz kalması nedeniyle bahçe içine,
dominant elemanıdır. Uzun ekseni yak­ alt kotlarda iki modern (betonarme) bi­
laşık 28 m, kısa ekseni ise 10 m kadar na yapılarak eğitim hacimleri buraya
olan oval salon, geleneksel bir form alındı ve saray öğrenci yatakhanesi ola­
kullanılarak, kısa ekseni üzerinde iki rak ayrıldı. 1986 yılında da yandı.
yana doğru birer eyvan benzeri öğe ile Bibi. S. Ayverdi, Boğaziçi'nde Tarih. İst..
genişletilmiştir. Salon ahşap bir tavanla 1968, s. 337; Konyalı, Üsküdar Tarihi, II,
örtülüdür; ortada plana paralel olarak 157; M. Celalettin Atasoy. Kandilli'de Tarih,
oval biçimli ve yükseltilmiş bir eğrisel İst., 1982, s. 93-96; Şehsuvaroğlu, Boğaziçi, Âdilşah Kadın Camii
92: S. Eyice. "Âdile Sultan Sarayı". DİA, I, Erkin Emiroğlu, 1993
örtü düzenlenmiştir. Dörder kolonun ta­
383-384.
şıdığı bu örtü biçimi buradaki merkezi
AFİFE BATLJR
mekânı belirlemektedir. Geçen yüzyıl sonlarında amatör Bi­
Oval salon, yrapımn içinde yüzeyleri­ zans arkeolojisi uzmanları (Dethier,
ÂDİLE SULTAN TÜRBESİ
nin ele alınışı ve dekoratif ilgi yoğunlu­ Mordtmann, Mehmed Ziya) bu caminin
ğu bakımından da en ilgi çekici bölümü Eyüp. B o s t a n İskelesi Caddesi'nde,
yerinde evvelce Ayios İoannes kilisele­
meydana getirmektedir. Geç rokoko de­ Hüsrev Paşa ve Mahmud Celaleddin
rinin bulunduğu yolunda yanlış bir gö­
nilebilecek bir üslup özelliği taşıyan Efendi türbelerinin bulunduğu yapı gru­
rüşü paylaşmışlardır. Bu kilise arsası
zengin ve yüklü bir bezemesi vardır. bunun bir bölümüdür.
söylentisi bütünüyle asılsız olup, Âdil­
Tüm bezeme, örtü kesiminde yer al­ Âdile Sultanin(-») adım taşıyan türbe,
şah Kadın Camii temelden itibaren bir
maktadır. Duvarları büyük olasılıkla bir büyük bir ihtimalle sultanın ölümünden
Türk eseri olarak 19. yyin başlarında
onarımda sıvanmış olmalıdır. (1899) epeyce önce inşa edilmiştir. Bu­
yapılmıştır. Cami, Hadîkdnm yazılışın­
Eliptik örtü. simetrik yerleştirilmiş raya ilk önce eşi Sadrazam Mehmed Ali
dan sonra yapıldığı için bu eserin yaz­
değişik çaplı dairelerin içine ve dışına Paşa (ö. 1868) ile kızları Hayriye Hanım
maları ile baskısında yer almaz. Ancak
istif edilmiş bezemeler taşımaktadır. Da­ Sultanin (ö. 1869) gömülmüş olmaları
bir yazma nüshada etraflı surette yer
ireler, meandr motifli bir çevre ile ortası bu ihtimali güçlendirmektedir.
alır.
akantus yapraklı bir madalyon ve sekiz Bu yazmadaki kayda göre, Şişehane
köşeli yıldızlar olarak istiflenmiş kıvrım- Camii, Beyhan ve Hatice sultanlar tara­
dal motifli bir göbekten oluşmaktadır. fından anneleri Âdilşah Kadınin ruhu
Kıvrımdal gruplarının ortasında arma için 1220/1805-06 tarihinde yaptırılmış­
(trophee) motifi vardır. Daireler dışında­ tır. Aynı yazmadaki kenara yazılmış bir
ki alanlar, baklava biçimli kafesle ze- notta ise, sultanların bir gün Şişehane'yi
minlendirilmiştir. ziyaretlerinde, buradaki Şişehane kapısı
Eliptik tavanı taşıyan kolonlar yuvar­ üstündeki küçük mescidin harap halde
lak gövdeli ve kompozit başlıklıdır. bulunmasından sanatkârların şikâyeti
Yanlarında çatılmış meşe dalından birer üzerine, kagir olarak esas camii inşa et­
çelenk motifinin bulunduğu yastıklar tirdikleri belirtilir. Arşivdeki bir belgede
vardır. ise Recep ve Zilkade 1210/1795-96 ta­
Bu denli yoğun olmasa da binanın rihlerinde buradaki mescidin yapımı ve
Âdile Sultan Türbesi
diğer kısımlarında da özenli bir dekora­ Nazım Timuroğlu, 1993 vakfedilişi ile ilgili kayıtlar vardır. Bütün
tif çabanın ürünleri görülmektedir. Âdi­ bu bilgilerden çıkan sonuca göre, Âdil­
le Sultan dairesinin bezemeleri oval sa­ şah Kadınefendi, 1210/1795-96 yılların­
londan farklı olarak geometrik bir disip­ Dikdörtgen planlı türbe, ortadaki da Tekfur Sarayı önünde ahşap olarak
lin içinde çerçevelere bağımlı kılınmış: çapraz tonozlu odaya açılan karşılıklı bir sıbyan mektebi ile bir küçük mescit
simetrik ve oldukça klasik örneklerdir. iki odadan ibaret bir ev görünümünde­ yaptırtmış, ölümünden sonra kızları
Saray, dış görünüşü bakımından, çok dir. Kare odalar birer kubbe ile örtülü­ Beyhan ve Hatice sultanlar, daha uygun
sade bir düzenlemeye sahiptir. Cephe­ dür ve mezarlar bu bölümlerdedir. bir arsada annelerinin hatırasına, olduk­
lerde üçlü pencere birimlerinden oluşan Türbenin duvarlarında, 19. yyin tipik ça gösterişli olan kagir camii inşa ettir­
bir gruplama fark edilmektedir. Pence­ barok tarzında kalem işleri bulunur. Or­ mişlerdir.
reler daire kemerli, basık kemerli veya tadaki yuvarlak alınlıklı kapı ile pence­ Âdilşah Kadın, III. Mustafa'nın (1757-
düz atkılıdır. Kısaca, neoklasik bir cep­ relerin demir parmaklıklarında da ince 1774) üçüncü kadını idi. 5 Ramazan
he anlayışının belirgin olduğu söylene­ bezemeler vardır. 1218/19 Aralık 1803'te ölmüş ve Laleli
bilir. Bibi. Akakuş. Eyyûb Sultan, 164; Unsal, Tür­ Camii avlusuna caddeden girişin kena­
Sarayın içinde yer aldığı koruda bazı beler, 71-120; Demiriz, Türbeler, 14-15; Has- rındaki açık türbeye gömülmüştür (bak.
müştemilat binaları da vardı. kan, Eyüp Tarihi, I, 151-153. Laleli Külliyesi).
Sarayın arkasında bulunan ve Sıraev- YILDIZ DEMİRİZ Âdilşah Kadm'ın sağlığında yaptırdığı
ler Sokağı'na bakan ve ilk işlevi bilin­ Tekfur Sarayı'nda, Şişehane girişine
meyen bina, y e m e k h a n e ve kitaplık ÂDİLŞAH KADIN CAMİİ komşu ve kitabesine göre 1209/1794-95
olarak kullanılmaktadır. Edirne Kapısının kuzeyinde Tekfur Sa- tarihli olan ahşap sıbyan mektebi ise
Sarayın doğusunda bulunan aşçı ve rayı'nm karşısında olan Âdilşah Kadın çok eskiden ortadan kalkmıştı. Cami
seyis yatakhanesi bugün mevcut değil­ Camii'ne, evvelce bu Bizans saray kalın­ sağlam bir halde duruyorken, bilinmez
dir. Batıda, sahil yolu üzerinde saray tısı içinde ve avlusunda çalışan şişe bir sebeple 1930'lu yıllarda terk oluna­
mensupları için yaptırılmış bina, satıl­ atölyesinden dolayı Şişehane Camii de rak yıkılmaya bırakılmış ve 1942-1943'te
mıştır. deniliyordu. bütünüyle duvarları indirilerek, sadece
85 ADLİYE SARAYI

temel izleri kalmış, 1947'den sonra yeri­


ne bir gecekondu yapılmış, az sonra da
caminin temelleri üstüne bir ev inşa
edilmiş ise de, birkaç yıl sonra bu ev
de yıktırılarak sadece duvarlarının alt
kısmı kalmıştır. 1977'den itibaren vakıf­
ların da yardımıyla Âdilşah Kadın Camii
yeniden yapılmış ve ibadete açılmıştır.
Bu restorasyonda genellikle eski görü­
nüşüne uyulmakla beraber, minare nis­
petleri eskisine nazaran değişik olmuş,
yan duvarında olan kitabesi, cami yıktı-
rılırken kaldırılmış, fakat ihya edildikten
sonra tekrar yerine konulmamıştır. Adliye Sarayı
Hatice Sultanin mimar ve ressam A. Nazım Timuroğlu.
İ. Melling (1763-1831) ile çok sıkı bir 1993

dostluğu olduğu ve Boğaziçi'nin Rumeli


yakasındaki Neşetabad adlı yalısını o- Asım Kömürcüoğlu kazandı; ancak ça­ tünleşen anıtsal bir kompleks oluştur­
nun yaptığı göz önünde tutulursa, ca­ lışmaların ilerlediği bir aşamada karar mayı tasarlıyordu. Nitekim, saraya biti­
mii de Melling'e projelendirmiş olabile­ değiştirilerek, Adliye Sarayı'nın bugün­ şik Tapu ve Kadastro Müdürlüğü bina­
ceği düşünülür. kü yerinde, Sultanahmet'te İbrahim Pa­ sının da yıkılarak, yerinde vaktiyle yer
Âdilşah Kadın Camii, uzunlamasına şa Sarayı'nın(->) yamndaki arsada yapıl­ alan ve özgün saray kompleksinin par­
dikdörtgen biçiminde, muntazam işlen­ ması kararlaştırıldı. çası olan 15. yy yapısının yeniden ku­
miş taş ve tuğla şeritler halinde yapıl­ Adliye binasının nerede yapılacağı, rulması da öngörülmüştü.
mıştı. Girişi mihrap karşısında değil yan projenin ilk gündeme geldiği andan iti­ Bu projenin ancak birinci bölümü,
cephededir. Kitabesi de bu cephede, baren hararetli tartışmalara yol açmıştı. yani mahkemeler bloğu uygulandı. İkin­
yukarıda yer alan dizi pencereler hiza­ En büyük tartışma İbrahim Paşa Sara­ ci bloğun yer aldığı alanda 1958'de ya­
sında idi. Caminin üstü kiremit kaplı yı'nın yıktırılması, binanın bu arsa üze­ pılan kazılarda. Bizans döneminden
ahşap bir çatı ile örtülmüştü. Dar bir rine yapılması fikri ileri sürüldüğünde kalma önemli arkeolojik buluntular or­
son cemaat yeri üstünde kadınlar mah- patlak verdi. Yine de 1939'da sarayın taya çıktı. Bunlar, Aya Eufemia Kilisesi,
feli vardı. Yıkılmadan önceki minaresi, bir bölümü yıktırıldı. İstimlakler yapıİdı. Lausos Sarayı Rotondası ve Trikdinyum
benzeri örneklerden daha narin ve bil­ Ancak, II. Dünya Savaşı'nın patlak ver­ yapısı ile Hipodrom tribünlerine ait ka­
hassa petek kısmı bakımından uzun idi. mesiyle çalışmalar durdu. lıntılardı. Adliye Sarayı kompleksinin
Savaş yıllarının getirdiği ekonomik uygulanan ilk bölümünün (A ve B blok­
Bibi. Ziya, İstanbul ve Boğaziçi, II, 116; S.
Eyice, "İstanbul'un Oltadan Kalkan Bazı Ta­ durgunluk geçtikten sonra konu yeni­ ları) inşa edilmesinden ve arada proje
rihi Eserleri: II. Âdilşah Kadın (veya Şişeha- den güncelleşti. 1949'da. adliye binası mimarlarından Emin O n a t i n 1961'de
ne) Camii", TD, XXVI (1972). 135-147; Fatih için proje yarışması yeniden gündeme ölmesinden sonra, Sedad Hakkı Eldem,
Camileri, 50. geldi. Arsa yine aynıydı; yani Sultanah­ arkeolojik buluntuları da dikkate ala­
SEMAVİ EYİCE met'te, İbrahim Paşa Sarayı yanı. Aradan rak, bunların üstünü kısmen örten ve
geçen süre içinde değişen, daha çok Adliye Sarayı'nın uygulanamayan bölü­
ÂDİLŞAH KADIN EFENDİ mimari anlayış farklılıklarıydı. Savaş yıl­ münü yine de inşa edebilmeyi öngören
TÜRBESİ larının egemen mimari ideolojisi oİan yeni bir proje geliştirdi. Ancak bu -bir
nasyonalist akım (II. Milli Mimari Akımı) ölçüde zorlama- proje de, Anıtlar Kuru-
bak. LALELİ KÜLLİYESİ soluğunu yavaş yavaş tüketmeye başlı­ lu'nun olumlu kararına rağmen, uygu­
yor ve dünyanın gelişen liberal-enter- lanma olanağı bulamadı.
ADLİYE SARAYI nasyonalist eğilimlerine paralel olarak, Adliye Sarayı'nın Türkiye'nin çağdaş
Sultanahmet Meydanı'nda, İbrahim Paşa mimaride de modernist-rasyonalist anla­ mimarlık ortamı içindeki önemi, bu öy­
Sarayı'nın arkasında yer alan adliye bi­ yışlar yeniden yaygınlaşıyordu. Türk mi­ künün ötesinde, 1949'da tasarlanan ya­
nası. Halen Sultanahmet Adliyesi. marlarının ve mimarlık ortamının da bu pının özgün mimarisindeki kültürel-üs-
Ayasofya'nın doğu cephesinin karşı­ rüzgârdan etkilenmesi kaçınılmazdı ve îupsal tercihte aranmalıdır. Projenin uy­
sında yer alan eski Adliye Sarayı'nın Adliye Sarayı yarışması, değişimin en gulanan mahkemeler blokları bu tercihi
(bak. Darülfünun binası) 3-4 Aralık 1933 önemli göstergelerinden biri olarak tari­ en iyi biçimde yansıtmaktadır. Binanın
gecesi yanmasından sonra, İstanbul hi yerini bulmuş oluyor, yarışma jürisi­ uzun cephesini bir ucu açık avlucuklar-
önemli bir adliye binasından yoksun nin bileşimi de bu eğilimi yansıtıyordu. la bölen ve ana eksene dik kanatlardan
kaldı. Mahkemeler Büyük Postane bi­ O günlerin önemli rasyonalist mimarla­ oluşan bu yapı, bir yandan içinde yer
nasına taşındı. Cumhuriyetin ilk yılla­ rından birisi olan Dudok jüride yer al­ aldığı çevrede nispeten daha küçük bir
rında, önemli kamu yapıları büyük öl­ maktaydı. Yarışmayı kazanan proje dö­ bina ölçeğine ulaşılmasına imkân verir­
çüde başkent Ankara'nın gereksinimleri nemin önde gelen iki Türk mimarından ken öte yandan da günün geçerli mi­
olarak görüldüğünden, Devlet en az bir ikisinin, Sedad Hakkı Eldem ile Emin marlık eğilimleri arasında bir bireşim
on yıl boyunca İstanbul'da bu alanda Onatin imzasını taşıyordu. deneyimi olarak ortaya çıkmaktadır:
yeni yatırım ve programlara girişmekten Yapı parçalarının geniş saçakları, düşey
Eldenı-Onat ikilisinin projesi, XVI.
uzak durdu. Bu konuda ilk önemli ha­ kolon-pencere ritminin ve simetrik kur­
yy'dan kalma Sinan yapısı İbrahim Paşa
reketlenme 30'lu yıllarda başladı; bir gusunun neoklasik düzeni, bir yandan
Sarayı'nın arkasında kalan ve Sultanah­
yandan şehrin planlama çalışmalarına eski milli mimari anlayışının bir uzantısı
met Meydanı eksenine paralel bir eksen
girişilirken, öte yandan önemli kamu olarak ortaya çıkarken, taşıyıcı eleman­
üzerinde uzayan mahkemeler kitlesi ile,
yapılarına ait projeler gündeme alındı. ların çıplak beton yüzeyleri, sade-rasyo-
buna dik olarak Divanyolu Caddesi ta­
Adliye Sarayı da bu projelerden biri­ nalist çizgileri, dik açının egemenliği,
rafında yer alan ve ana cephesi Sulta­
ni oluşturuyordu. Konu ilk kez 1935'te geniş pencere yüzeylerinin yalın ve her
nahmet Meydanı'na bakan savcılık-ağır
güncelleştirilmiş ve o tarihte Cağaloğ- türlü dekoratif-tarihi ayrıntıdan arınmış
ceza salonları ana bloğundan oluşuyor­
lu'nda, bugünkü Vilayetin karşısında ifadesiyle bu yapı, Onat-Eldem ikilisinin
du. Proje bu özgün haliyle Sultanahmet
tahsis edilen bir arsa üzerinde yapılma­ ve özellikle Eldem'in sonraki uygula­
Meydanı üzerinde ve meydanın batı
sı öngörülen bina için bir mimari proje malarında daha net biçimde ortaya ko-
cephesinde İbrahim Paşa Sarayı ile bü­
yarışması açılmıştı. Yarışmayı mimar
ADNAN MENDERES BULVARI 86

yacakları ve 50'li yılların Türk mimarları ralandığı bilinir. Bugün bu tarafı boştur.
için yaygın üslubu oluşturacak olan en- Fakat Haliç tarafındaki duvarının üstün­
ternasyonalist anlayışın habercisi olu­ de yapılan konutların hoş bir görüntüye
yordu. 4.000 m 2 alan üzerine yayılmış, sahip oldukları söylenemez.
ikisi yerin altında altı kattan oluşan bina Bibi. Strzygawski - Forchheimer, Byzan­
İstanbul'da çeşitli ilçelerde çok sayıda tinischen Wasserbehälter, 48-49; X. A., Side-
adliyenin göreve başlamasından sonra, rides, "Ai en Konstantinoupolie kinsternai tu
halen Sultanahmet Adliyesi olarak kul­ Aetiu kai tu Asparos", Hellenikos Filologikos
lanılmaktadır. Syllogos, XXLX (1907), s. 249-264; J. B. Papa-
dopulos, Les citernes â ciel ouvert et les fosses
ATİLLA YÜCEL des murailles de Byzance, İst, 1919; A. M.
S c h n e i d e r , "Die Zisterne des Aspar",
ADNAN MENDERES BULVARI Byzanz, 30-31; R. Janin, "Etude de topograp­
bak. VATAN CADDESİ hic byzantine: les citernes d'Aetius, d'Aspar
et de Bonus", Reime des Etudes Byzantines,
I. ( 1 9 4 3 ) , S. 89-101; ay, Constantinople
AETİOS SARNICI byzantine, 204-205; Müller-Wiener, Bild­
Fatih'ten Edirnekapı'ya giden ana cad­ lexikon, 278.
denin sağında, Karagümrük semtinde SEMAVİ EYİCE
Afganîler Tekkesi meşrutası.
bulunan ve Türk döneminde Çukurbos- Ekrem Işın, 1991
tan olarak adlandırılan büyük su hazne­ AEET YOLA CAMÜ
si veya havuzu. bak. LEVENT CAMİİ
419 ve 425'te pracfectus praetorio sonra gelen diğer şeyhler de "Afganî"
(şehir valisi) olduğu bilinen Aetios (Lat. AFGANÎLER TEKKESİ lakabıyla anılmışlardır. B i l i n e n son
Aetius) tarafından 421 yılında yaptırıl­ Üsküdar'da, Çavuşdere Caddesinde, Çi­ postnişini, Resul Mustafa Hüseyin Efen-
mıştır. Ancak uzun süre, Karagümrük nili Cami yanmdaciır. di'dir (ö. 1 9 0 3 ) .
Çukurbostanin Aspar su havuzu olduğu 1792 yılında inşa edilmiştir. 19. yy'da Afganîler Tekkesi, İstanbul'daki Nak-
sanılmış ve pek çok yayma öylece geç­ tamirler geçirmiş olduğu anlaşılan tekke şî tekkeleri içinde, yalnızca bekâr (mü-
miştir. Schneider, eski kaynaklara daya­ 1925'ten sonra bir süre daha, az sayıda cerred) dervişlerin devam ettikleri bir
narak bu teşhisin inandırıcı olmadığını dervişi barındırmış, 1942'de binalarının merkez olma özelliğini taşımıştır. Bu
belirtmiştir. Trakya'dan şehre getirilen çoğu yıktırılarak cümle kapısı üzerinde açıdan tipik bir "kalenderhane"dir. Tek­
suların toplanarak, dağıtıldığı bir mer­ bulunan kitabesi Amcazade Hüseyin keye ait kitabede bu özellik şöyle belir­
kez havuzu olduğu anlaşılan bu yapı, Paşa Külliyesi'ne (Türk İnşaat ve Sanat tilmiştir: Barekallâh bu kalenderhane /
sanıldığı gibi bir sarnıç değildir. Bu haz­ Eserleri Müzesi) nakledilmiştir. vakfolundu mücerred Efgane / şeyh-i
nelerin şehrin kara tarafı surlarının ön­ Hac yolculuğu için İstanbul'a uğra­ kalenderi mücerred ola / ide ifam bu­
lerindeki hendeğin suyunu sağlayan de­ yan Orta Asyalı Türk ve Özbek derviş­ lunan ihvâne.
polar olduğu yolunda J. B. Papadopu- lerin geçici barınmalarını karşılamak İstanbul'a Emir Buharî ile birlikte 16.
los tarafından ortaya atılan hipotez de amacıyla kurulan tekke, bu temel özel­ yy'da yerleşmiş olan Nakşîbendîlerin,
kabul görmemiştir. Daha Bizans çağın­ liği nedeniyle şehirdeki diğer tarikat ya­ daha sonra Orta Asya'dan gelen ve Ka­
da, artık içinde su toplanmayan bu ku­ pılarından ayrılmaktadır. Tekkeye adını lenderi geleneklerine sahip derviş züm­
ru hazne, Türk döneminde bostan ola­ veren dervişlerin, Afganistan kökenli ol­ relerinden farklı bir tasavvuf kültürünü
rak kullanılmış, 1 9 4 0 ' t a Vefa Stadı dukları ya da Orta Asya'dan çıkıp Afga­ yaygınlaştırdıkları bilinmektedir. Bu gru­
adıyla futbol sahası haline getirilmiştir. nistan yoluyla İstanbul'a geldikleri var- bu meydana getiren dervişler İstanbul'da
İstanbul'un en yüksek yerinde oyulan sayılabilir. Diğer yandan, Bandırmalıza- Eyüp Kalenderhanesi'nde, Üsküdar'da
bu çukurun uzunluğu 244 m, genişliği de Ahmed Münib Efendi, tekkenin adı­ Haydar Taşkendî Tekkesi ile Özbekler
ise 85 m'dir. Derinliğinin 10-15 m kadar nı "Hindiler Tekkesi" olarak kaydet­ Tekkesi'nde ve Kadırga'da Buhara Tek-
olduğu sanılmaktadır. Ancak dipte birik­ mektedir. Burada kullanılan "Hindî" te­ kesi'nde faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.
miş olan kalın toprak tabakasından dola­ rimi, ayrıca tekkenin, Hindistan'a yer­ Afganîler Tekkesi ise Nakşibendîliğin
yı bu hususta kesin bir ölçüm yapılama­ leşmiş ya da bu ülkeden gelmiş Türkleri Müceddidiye ve Halidiye kollarından ba­
mış, kanalların da izleri bulunamamıştır. de barındırmış olabileceğini göstermek­ ğımsız, daha çok Orta Asya kökenli kla­
Aralarında tuğladan hatıllar olan çevre tedir. sik Nakşîlik anlayışını temsil etmiş, İstan­
duvarlarının kalınlığı ise 5 m'yi aşar. Os­ bul'daki Özbek ve Hindî tekkeleriyle ol­
Tekkenin kurucusu ve ilk postnişini,
manlı döneminde cadde tarafındaki du­ duğu kadar kalenderhanelerle de yakın
Horasanlı Nakşibendî şeyhi Ahmed Nâ-
varlarının üstünde rical konaklarının sı­ kültürel ilişkide bulunmuştur.
sır-ı Afganî'dir (ö. 1795). Kendisinden
Bibi. Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 15; Ergin,
İmaret Sistemi, 33-34; Zâkir, Mecmua-i Tekâ­
yâ, 76; T. Zarcone, "Histoire et croyances
des derviches Turkestanais et Indiens a İs­
tanbul", Anatolia Moderna, II, (1990), s. 160-
164.
THIERRY ZARCONE
Mimari
Afganîler Tekkesi'nin mimari programı
oldukça geniş tutulmuş, tekkeyi meyda­
na getiren bölümlerin konumu ve tasa­
rımı seyyah dervişlerin konaklama ihti­
Aetios yaçları doğrultusunda biçimlendirilmiş­
Sarnıcının tir. Ufak boyutlu olduğu bilinen ahşap
bulunduğu mescit-tevhidhane ortadan kalkmış ima­
yer bugün ret niteliğindeki mutfak-kiler-taamhane
Vefa Stadı grubundan ve arsanın kuzey sınırı bo­
olarak
yunca sıralanan derviş hücrelerinden
kullanılıyor.
Erkin Emirüğiu. geriye ancak duvar ve ocak kalıntıları
1988 günümüze gelebilmiştir.
Moloz taş örgülü ihata duvannın ku­
şattığı geniş ve ağaçlı bahçeye, güney
yönünde bulunan, barok üslupta bir ke­
merin taçlandırdığı cümle kapısmdan gi­
rilir. Bahçenin güneybatı köşesinde, 19.
yy'da yenilendiği anlaşılan, kagir bir
bodrum üzerine oturan iki katlı ahşap
şeyh meşrutasının üst katı payandalı çık­
malarla donatılmıştır. Cümle kapısından
girildiğinde sağda, hazirenin gerisinde
moloz taş örgülü su haznesi ile bunun
duvarı üzerinde beyaz mermerden yapıl­
ma ufak bir çeşme yer almaktadır.
Tekkenin ayakta kalabilmiş en önem­
li bölümü, bahçenin ortasında, moloz
taş örgülü ve ahşap hatıllı bir set duva­
rının üzerinde yükselen, ahşap selamlık
köşküdür. Dikdörtgen planlı, tek katlı
ve tek hacimli olan köşkün iskeletli du­
varları dışarıdan kaplama tahtaları, içer­
den bağdadi sıva ile teçhiz edilmiş, tek­
ke terminolojisinde "şeyh odası" olarak
adlandırılan bu köşk ufak boyutlu bir
divanhane gibi tasarlanmıştır. Mekânın
ortasında zemini renkli taş süslemeyle
kaplı kare planlı ve havuzlu bir sofa,
bunun doğu ve batı yönlerinde, ahşap
zemini bir seki ile yükseltilmiş ve sedir­
lerle donatılmış, eyvan niteliğinde birer
bölüm bulunmaktadır. Dikdörtgen pen­
cerelerin sıralandığı cephelerin sadeliği
ile iç mekân, özellikle havuzlu sofada
yoğunlaşan göz alıcı süslemeler ilginç
bir tezat teşkil etmektedir. Sofanın mer­
kezindeki sekizgen havuzun, minyatür
köşk görünümü arz eden, şebekeli, za­
rif fıskiyesi Lale Devri üslubunu yansıt­
makta ve tekkeden daha eski tarihli bir
yapıya ait olduğu anlaşılmaktadır. Ha-
\-uzdan geriye kalan satıh, mermer çu­
buklarla dörtgenlere bölünmüş, bunla­ de(->) Afif Paşa tarafından A. Vallau- vurgulamış, yan cephe dengesini sağla­
rın içi renkli taş parçalarından müteşek­ ry'ye ihya ettirilmiştir. yabilmek için ise kara tarafına iki kule
kil, geometrik desenli mozaiklerle dol­ Setli bahçe geçildikten sonra yalı ve daha ilave etmiştir. Çatı görünümü bu
durulmuştur. Sultan Ahmed Camii'nin günümüzde ifraz edilerek ayrı parsel kulelere ilave edilen aynı tarzda düzen­
pencere içlerinde ve hünkâr mahfili du­ haline dönüşmüş olan kayıkhanenin yer lenmiş bacalar ile (çatı formunu yok
varlarındaki taş mozaiklerle büyük ben­ aldığı rıhtım platosuna inilmektedk. edercesine) gayet zengin bir hal almıştır.
zerlik gösteren ve Anadolu'dan ziyade Yalı bir zemin, iki normal ve bir çatı Deniz cephesinin olağanüstü hare­
Suriye veya Mısır kökenli Memluk etki­ katı olmak üzere toplam dört katlıdır. ketli (özellikle kuleler ve dalgalanan sa­
lerine bağlanan bu süslemeli sathın, Esas girişler sağ ve sol yan cephelerde çaklar) görünümüne karşılık, diğer üç
tekkenin yerinde bulunan daha eski bir düzenlenen üç kollu merdivenler ile cephe olabildiğince sade tutulmaya çalı­
köşkten geriye kalmış olması çok muh­ sağlanmıştır. Kara tarafı cephesinde sa­ şılmıştır. Vallaury yapılarının giriş cep­
temel görünmektedir. dece servis merdivenlerine açılan ve helerinin anıtsal görünümüne karşılık
bahçe ile zemin katın bağlantısını sağla­ Afif Paşa Yalısı'nda deniz cephesinin
Bibi. Âsitâne, 18; Osman Bey, Mecmua-i Ce- yan servis girişleri mevcuttur. ağırlık kazanması ilginç bir özellik ola­
vâmi, II, 58-59; Raif, Mir'at, 131; Eldem,
Plan düzeni ve cephe sistemi, denize rak karşımıza çıkar. Ayrıca Vallaury ya­
Köşkler ve Kasırlar, II, 88-94; Behçetî İsmail
Hakkı el-Üsküdarî, Merâkid-i Mu'tebere-i Üs­ dik bir eksene göre simetrik anlayışla pılarının karakteristik bir özelliği olarak
küdar, yay. B. N. Şehsuvaroğlu, İst. 1976, s. kurulmuştur. Yalının deniz cephesinin beliren ve ahşap panolar ile destekle­
55, 72; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 420. dar, kara cephesinin daha geniş oluşu­ nen cephe bölünmelerinde oluşturulan
M. BAHA TANMAN nun nedeni, yalının her odasından de­ üç açıklıklı mimari çözümlemeler Afif
niz manzarasının görülebilme kaygısıdır. Paşa Yalısı'nda da kullanım alanı bulur.
AFİF PAŞA YALISI Plan kurgusundaki bu bilinçli davranış İç mekân tavan süslemelerinde, özel­
İstinye-Yeniköy sahil yolu ile Boğaziçi cephelere de yansır ve her mimari bö­ likle birinci ve ikinci katlarda muşamba
arasında uzanan eğimli bir arazide yer lünme cepheye taşarak kendini belli üzeri alçı ve altın varaklı kalem işleri
alır. eder. Dış merdiven akslarının ve simetri mevcuttur. Yan duvarlar ise, sistematik
Levazımat Reisi ve Birinci Ferik Ah­ ekseninin kesim noktasında yer alan bir şekilde panolar halinde kalem işleri
med Afif Paşa (1852-1920) tarafından, ana merdiven sadece iki katı birbirine ile düzenlenmiştir.
dönemin ünlü mimarı Alexandre Vallau- bağlar. Deniz cephesinde yer alan köşe Barok mimaride süsleme unsuru ola­
ry'ye(-») yaptırılmıştır. odaların 45 derecelik küçük çıkmalar rak kullanılan bu tür panolar Afif Paşa
Tapuya, Sarıyer, 57 pafta, 230 ada, halinde denize doğru yönlenmeleri, mi­ Yalısı'nda Doğu kökenli unsurlar ile bir­
21 parsel (eski 7 parsel) ile kayıtlıdır. mari planlamada ilginç bir özellik olarak leştirilerek uygulanmıştır. Ayrıca kara
Yalının giriş kısmının bulunduğu karşımıza çıkar. Vallaury bu çıkmaları cephesindeki odaların tavan motiflerinde
düzlükte yer alan Osman Reis Camii deniz cephesinde yer alan kuleler ile rokoko tarzı süslemenin izleri görülür.
AFİFE HATUN TEKKESİ 88

kimse uhdesine tevcihinin" şart koşul­ min edilebilir. Kitabe, iki yandan, orta­
muş olması, iki tekke arasındaki bağım­ larında birer rozetin bulunduğu pilastr-
lılığı pekiştirmektedir. Aynı maddede, larla kuşatılmış, üst sınırı bir silme ile
baninin neslinden gelen ve devlet rica­ belirtilmiştir. Silmenin üstünde, çam ko­
linden olan (Gümrük Nazırı Mahmud zalağı biçiminde kabartmaların arasın­
Akif Bey ile Rüsumat Nazırı ve Trablus- da, günümüzde mevcut olmayan, yu­
garb Valisi Ahmed Esad Bey) birtakım varlak ya da beyzi bir madalyonun ka­
şeyhlerden söz edilmekteyse de bu kişi­ idesi görülmektedir. Bu madalyonda,
lerin, üstlenmiş oldukları resmi görev­ Abdülmecid tuğrası, tarikat pirinin adı,
lerle tekke şeyhliğini -en azından fiilen- Nakşibendî tacı kabartması ya da dini
beraberce yürütebilmeleri pek görül­ nitelikte bir ibarenin bulunduğu tahmin
müş şeylerden değildir. Nitekim yine edilebilir.
aynı maddede, R. 1341/1925 tarihli Esâ- Tekke binası, mesken olarak kulla­
mi-i Tekâyâ Defterinden "...Şeyh-i hâzı­ nılmaya başladığı 1925'ten bu yana öz­
rı: Hasan Efendi niyâbetiyle evlâdı-ı vâ­ gün taksimatını büyük ölçüde kaybet­
kıftan sagir Mesüd Necati Efendi" kaydı miştir. Her iki katta da, birbiriyle bağ­
nakledilmekte, bani M. Abdünnafi Efen­ lantılı, farklı boyutlarda mekânlar mev­
di'nin neslinden gelen bu şahısların Afi­ cuttur. Üst katta bulunan en geniş me­
fe Hatun Tekkesi'nin seyitliğini sembo­ kânın, "şeyh odası" türünden, sohbetle­
lik düzeyde, "niyâbeten" üstlendikleri re tahsis edilmiş bir bölüm olması muh­
anlaşılmaktadır. temeldir. Güneydeki çıkıntının altında,
Tekkenin, 19. yy'm ikinci yarısında Kırkçeşme suyunun depolandığı hazne
bazı onarımlar geçirdiği, kısmen ahşap olduğu söylenen, duvarları sağır bir
olan yapısının yenilendiği belli olmakta­ bölme yer almaktadır. Afife Hatun Tek­
Afif Paşa Yalısı merdiven holü.
Oğuz Ceylan dır. Kapatıldıktan sonra bakımsız kalan kesi'nin cephelerinde, geç devre ait ah­
bina, kısmen son şeyhin ailesi, kısmen şap İstanbul tekkelerinin cephelerinde
Vakıflar İdaresi'nin kiracıları tarafından gözlenen ve bu yapıları meskenlere
Seçmeci tarzın bir ürünü olan Afif mesken olarak kullanılmış, bu dönem­ yaklaştıran hareketlilik teşhis edileme­
Paşa Yalısı'nda Doğu ve Batı mimarisi­ de, 1950'den sonra, bütünüyle ahşap mekte, söz konusu bina, dış görünüşüy­
nin unsurlarından olan soğan kubbe ve olan batı kanadı ortadan kalkmış, geri­ le, III. Selim ve II. Mahmud devirlerinde
dalgalanan saçaklar bir arada kullanıl­ ye kalan kısım da oldukça harap bir inşa edilmiş karakolhane veya ambar
mıştır. Ayrıca 19. yyin ikinci yarısında durumda günümüze ulaşabilmiştir. türünden yapıları andırmaktadır.
kagir Osmanlı mimarisinde görülen mo­ Düzgün olmayan planlı, iki katlı ve
tifler, Afif Paşa Yalısı'nda bu kez ahşap Bibi. Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 15; Akakuş,
büyük kısmı kagir olan tekkenin duvar­ Eyyûb Sultan, 314; İKSA, I, 291-292.
panolarda tekrar karşımıza çıkar. ları moloz taşla örülmüş, özensiz örgü­ M. BAHA TANMAN
OĞUZ CEYLAN nün içine yrer yer tuğla hatıllar yerleşti­
rilmiş, cümle kapısı ile pencerelerin ço­ AFİFE JALE
AFİFE HATUN TEKKESİ ğu tuğladan, basık hafifletme kemerleri
(1902, İstanbul - 24 Temmuz 1941, İs­
Eyüp İlçesi'nde, Nişanca Mahallesi'nde, ile donatılmıştır. Ahşap bölümlerde ise
tanbul) Sahneye çıkan ve polis takibatı­
Balcı Yokuşu üzerinde bulunmaktadır. duvarlar içerden bağdadi sıva, dışardan
na uğrayan ilk Müslüman Türk kadın ti­
Tanzimat devri sefirlerinden Meh- ahşap kaplama ile oluşturulmuş, yapıyı
yatro oyuncusu. Hekim Said Paşa'mn
med Abdünnafi Efendi (ö. 1857) tarafın­ örten çatı alaturka kiremitlerle kaplan­
torunu, Hidâyet Bey adında bir zatın kı­
dan, 1844'te, annesi Afife Hatun (ö. mıştır.
zıdır. İstanbul Kız Sanayi Mektebi'nde
1834) adına tesis edilmiştir. Paris ve Vi­ Cümle kapısı, Balcı Yokuşu üzerin­ okudu. I. Dünya Savaşı yıllarında erkek
yana sefirliklerinde bulunmuş olan şair, deki kuzey cephesindedir. Beyaz mer­ nüfus cepheye sevk edilmiş, kadınlar
hattat, mevlevî-meşreb bir kimse olarak merden yontulmuş sövelerin kuşattığı devlet dairelerinde, okullarda, fabrika­
tanınan M. Abdünnafi Efendi, Mevlânâ dikdörtgen açıklığın üzerine aynı mal­ larda çalışmaya başlamışlardı. II. Meşru­
neslinden Yahya Çelebi'nin oğlu "Koca zemeden mamul, enine dikdörtgen bir tiyetin gündeme getirdiği eşitlik ya da
Derviş" lakaplı, Şehreminli hattat Hacı kitabe levhası yerleştirilmiştir. Levhanm o günkü deyişle "musavat-ı tamme" il­
Mustafa Efendi'nin (ö. 1826) oğludur. ortasında, çelik kalemle tıraşlanmış bir kesi ve iktisadi zaruretlerin doğurduğu
yüzey fark edilir. Burada bulunduğu serbestiyet ortamında kadınların da er­
Afife Hatun Tekkesi'nin, Orta As­
anlaşılan inşa kitabesinin, tekkelerin ka­ kekler gibi sahneye çıkabilecekleri dü­
ya'dan ve özellikle Nakşibendîliğin
patıldığı 1925'ten veya harf devriminin şünüldü. Afife Darülbedayi'ye alınan ilk
merkezi Özbekistan'dan İstanbul'a ge­
yapıldığı 1928'den sonra kazındığı tah- Müslüman kızlarından biriydi. 10 Kasım
len seyyah ve bekâr Nakşibendî derviş­
lerine (vakfiyedeki tabirle "kalenderân-ı 1918'de Behire, Memduha, Beyza, Refi­
Özbekiyyeye") barınak olmak üzere in­ ka ile birlikte Darülbedayi'ye girdi. Ar­
şa edildiği, y a k ı n ı n d a , daha ö n c e dından 500 kuruş aylıkla "mülâzım ar-
(1733'te) aynı amaçla tesis edilmiş Ka- tist'İiğe tayin edildi. İmtihan parçası
lenderhane (Özbekler) Tekkesi'ne bağ­ Tahsin Nahid'in Fransızcadan adapte et­
lı, küçük kapsamlı bir zaviye olduğu miş olduğu Rakibe oyunundaki Leyla
anlaşılmaktadır. Nitekim yapıda tevhid- rolü idi. Aynı gün Refika da 600 kuruş
hane bölümü bulunmamakta, burada aylıkla ikinci suflör tayin olundu. Afife
bir müddet ikamet eden dervişlerin Ka- bir yıl provalara katıldı, ama halkın kar­
lenderhane Tekkesi'nde cuma günleri şısına çıkarılmadı. Kırgın olarak Darül-
icra edilen ayinlere katıldıkları bilin­ bedayi'den ayrıldı.
mektedir. İstanbul Kültür ve Sanat An­ Eylül 1919'da Reşad Rıdvarim(->)
siklopedisinden) maddede verilen vakfi­ adapte etmiş olduğu Tatlı Sır piyesi sah­
ye özetinde, meşihatın "...Lâlîzade Ab- nelenirken Perihan adlı Türk kızı küçük
dülbâki Efendi merhumun Kalenderha- Afife Hanın Tekkesi bir role çıkarılmıştı. Perihan 1920'nin ilk
ne Tekkesi şeyhi Mehmed Efendi'ye 22 Şubat 1950 aylarında oynanan Üvey Kardeşler piye­
ihalesinin ve hîn-i Özbekiyyeden bir İAM, Encümen Arşivi, U, no. 5573
sinde de rol almıştı. Ama Perihan'ın san-
89 AGACHE, ALFRED

zıda Müslüman kadınların sahneye çı­ karşılaştırılamayacak kadar simetrik ve


karılmaması emrediliyordu. Yönetim sadedir. Üslup olarak neoklasik döne­
kuruluna bir süre sonra gelen İkinci bir me yaklaşmasına rağmen İstiklal Cadde­
yazıda bu kez Afife Jale ismen belirtile­ si üzerindeki çok sayıdaki örnekten da­
rek temsil heyetinden çıkarılması emre­ ha az süslü ve tek parçadır. Yapıda bi­
diliyordu. Yönetim kurulu bu emri yeri­ rinci kat pencereleri dışında kalan pen­
ne getirdi ve 8 Mart 1921 tarihli toplan­ cereler birer balkonla dışarı açılır. Yapı­
tısında Afife Jale'yi Darülbedayi kadro­ nın iki yanında, üç taraflı birer çıkma
sundan çıkardı. görülür. Onlar da pencerelerle dışa açıl­
Afife, Darülbedayi'den ayrıldıktan mıştır. Öne çıkan bu bölümlerin arasın­
sonra Burhaneddin (Tepsi) Kumpanya­ da kalan bölümün her katında dörder
sına girdi. Kadıköy'de Apollon Tiyatro- pencere yer alır. Yuvarlak kemerli birin­
su'nda, Tepebaşı Tiyatrosu'nda, Beyoğ- ci kat pencereleri dışında tüm katlarda
lu'nda Varyete Tiyatrosu'nda bu kum­ dikdörtgen çerçeve kullanılmıştır. Yapı­
panya ile sahneye çıktı. Afife'nin aracılı­ da arka cephenin ön cepheye oranla
ğıyla Seniye adlı bir başka Türk kadını çok daha düz ve sade olduğu görülür.
daha Burhaneddin Kumpanyası'na katıl­
dı. Bu arada Burhaneddin de Üçüncü
Şubeye çağrıldı ve kendisine Türk ha­
Afife Jale nımlarını sahneye çıkarmaması söylen­
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi di. İngiliz işgal polisi de aynı emri tek­
rarladı. Ancak, Burhaneddin fakirler ya­
rarına oynayacağını söyleyerek Fransız­
he hayatı sürmedi. Aynı yıl sonbaharda ların himayesine girdi ve Afife'nin de
Hüseyin Suat'ın (Yalçın) Yamalar adlı rol aldığı Napoléon Bonaparte piyesini
oyunu Kadıköy'deki Apollon Tiyatro- sahneye koydu. Bir yandan Fransız po­
su'nda tekrar repertuvara alındı. Bu lisi tiyatroyu koruma altına almıştı; öte
oyunda Emel rolünü daha önce Eliza yandan Osmanlı zabıtası dışarıda tiyat­
Binemeciyan oynamıştı. Ancak o sıralar­ ronun kapısı önünde bekliyordu.
da Eliza Binemeciyan Darülbedayi'den
ayrılmış ve yurtdışına gitmişti. Darülbe- Burhaneddin'in Türkiye'den ayrılma­
dayi kadrosunda bu role uygun kimse sı üzerine Afife Jale İbnürrefik Ahmed
bulunamadı. Dışardan birine rol veril­ Nuri Bey'in kurduğu Yeni Tiyatro Heye­
mesi düşünüldü. Bir yıl Darülbedayi'ye ti ile Kadıköy'de temsiller verdi. Milli
gelip gitmiş Afife akla geldi. güçlerin İstanbul'a girişi üzerine Şâdi
B e y i n kurduğu Milli Sahne Toplulu-
Afife öneriyi sevinçle karşıladı ve
ğu'na katıldı ve uzun süre bu toplulukla
Emel rolünü üstlendi. Rol dağıtımında
Ankara'da ve başka Anadolu kentlerin­
Afife adı kullanılmadı. Sahneye Jale tak­
de turneye çıktı.
ma adıyla çıktı. Sonraki yıllarda da sah­
nede bir süre Jale adını kullandı. İkinci Afife Jale'nin tiyatro hayati daha çok
hafta P. Wolff'tan Reşad Rıdvan'ın adap­ Anadolu'da geçti. Cumhuriyet dönemi
te ettiği Tatlı Sır oyunu sahneleniyordu. sahne hayatı kısa sürdü. Sahne hayatın­
Afrika Pasajı'nm ön cephesinden
Birinci perdesinin sonunda o günün dan çekildikten sonraki yılları ruhen ve
bir görünüm.
emniyet amiri olan Kadıköy merkez bedenen ağır hastalıklarla geçti. Uyuştu­ Nazım Timuroğlu
memurunun emriyle tiyatro basıldı ve rucu müptelası oldu ve İstanbul'da Ba­
Afife tutuklanmak istendi. Müslüman kırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hasta-
kadının sahneye çıkmasına cevaz veril­ hanesi'nde öldü. Yapıldığı yıllarda, pasajda faaliyet
miyordu. Afife makine dairesinden kaç­ Afife Jale'nin hayatı Şahin Kaygunün gösteren kuaför Dimitri Olendezos,
mayı becerdi. Ertesi hafta, İbnürrefik bir filmine ve Nezihe Arazin bir tiyatro ayakkabıcı Onnik Papazyan, ayakkabıcı
Ahmed Nuri'nin (Sekizinci) Maupas- eserine konu oldu. Garbis Minasyan, ütücü ve temizlemeci
sant'tan adapte ettiği Odalık i oynarken Bibi. And, Meşrutiyet; (Sevengil), Türk Ti­ Yani Çobanoğlu ve matbaacı F. Car-
sahneyi yine polisler sardı. Afife, yine yatrosu, I; Sevengil, Meşrutiyet. yanin isimleri saptanmıştır.
makine dairesinden kaçırılarak Apollon ZAFER TOPRAK Pasajm içindeki 60 daireli apartman­
Tiyatrosu sahibi Sireç'in evine götürül­ da dönemin seçkin aileleri oturmaktay­
dü. Ancak bir süre sonra Darülbeda­ AFRİKA PASAJI dı. 1920'de bina sakinlerinin cemaatlere
yi'ye giderken Kadıköy İskelesi'nde po­ Beyoğlu'nda Büyük ve Küçük Parmak- göre dağılımı ise 34 Rum, 11 Levanten,
lis memurlarınca yakalandı ve karakol­ kapı sokakları arasında yer alır. 7 Ermem, 3 Yahudi ve 2 Müslüman ai­
da nasihat edilerek serbest bırakıldı. lesi olarak saptanmıştır.
Anadolu ve Rumeli pasajları gibi Ra-
Afife'nin sahneye çıkmakla suçlan­ gıb Paşa'mn mülkü olan bina, bu iki PELİN AYKUT
ması başlangıçta yerel amirin işgüzarlı­ pasajdan sonra yapılmıştır. Girişte yer
ğıydı. O zamanki c e z a k a n u n u n d a alan dükkânlar üstünde yükselen altı AGACHE, ALFRED
'adab-ı İslamiyeye mugayir hareket et­ kat, yapının bütününü algılamayı ol­ (1875, Tours - 1959, Paris) Fransız mi­
mek" suçtu. Kadıköy emniyet amiri bir dukça güçleştirir. Ön cephe Büyük Par- mar ve şehir plancısı. Paris ve Kuzey
Müslüman-Türk kadınının sahneye çık­ makkapı Sokağı'na bakar. Kitle olarak Fransa'da çok sayıda mimari uygulama
masını İslam adabına aykırı saymış ve geniş ve yüksek yapı, dar sokağa ege­ gerçekleştirdi. 1903'te Avustralya'nın ye­
Afife'nin peşine düşmüştü. Nitekim bir men olan bir perspektif verir. ni federal başkenti olacak Canberra
süre sonra Kadıköy merkez memuru Günümüzde yapı, pasaj olarak iki şehrinin planlanması için açılan ulusla­
değişti ve Afife bir süre Apollon Tiyat- sokağı birbirine bağlama işlevi dışında rarası yarışmada birincilik ödülünü ka­
rosu'nda oyunlara devam etti. Ancak bu kullanılmamaktadır. Özellikle, arka cep­ zandı. Bu başarının ardından ağırlıklı
kez de şehremaneti Afife'nin peşine heye açılan apartman bölümü kullanıl­ olarak kent planlamasına yöneldi. Fran­
düştü. Darülbedayi yönetim kurulu baş­ maz durumdadır. Arka cephe, yani ko­ sa'da Dunquerque şehrinin planlaması,
kanlığına gelen 27 Şubat 1921 günlü ya­ nutlara ayrılmış bölüm, ön cepheyle 1930'da görevlendirildiği, kendisine bü-
AGÂH EFENDİ 90

yük ün sağlayan ve İstanbul'a çağrılma­ II. Abdülhamid 1884'te Agâh Efendi'yi


sında da etkili olan Rio de Janeiro plan­ bağışladı ve önce Rodos sonra da Midilli
lama çalışması ile 1945'te, Nijerya'da In- mutasamflıklarına atadı. 1885'te elçi ola­
ter-Lagos şehir planları önemli çalışma­ rak Atina'ya gittiyse de kısa bir süre son­
ları arasında yer almaktadır. Bunların dı­ ra burada öldü. Kabri İstanbul'da II.
şında, pek çok planlama ve kentsel dü­
zenleme çalışması gerçekleştirdi, birçok Bibi. S. İskit, Hususi İlk Türkçe Gazetemiz
çalışmada yer aldı. Fransız Şehirciler Bir- "Tercümaniahval" ve Agâh Efendi, Ankara,
liği'ni kurdu. İstanbul'a davet edildiğin­ 1937.
de bu birliğin ikinci başkanıydı. AYŞE HÜR
1933'te İstanbul için bir plan hazır­
lanması amacıyla açılan uluslararası sı­ AGAELİANOS, TEODOROS
nırlı yarışmaya Fransız plancı Lambert (yak. 1400, Konstantinopolis - Ekim
ve Alman plancı Elgötz'le birlikte davet 1474'ten önce, İstanbul) Bizanslı yazar
edildi. Temmuz 1933'te İstanbul'da bir ve din adamı. Medeialı Teofanes olarak
ay kalarak hazırladığı raporunda İstan­ da tanınır.
bul'un kent içi ve dış dünya ile olan 1425'te diyakon, 1437-1440 ve 1443-
ulaşım ilişkilerine özel bir önem vermiş­ 1454 yıllarında hieromnemon olarak
tir. Şehir içinde süratli ulaşımı sağlaya­ Konstantinopolis patrikliğinde görev
cak yeni yollar açılması, tarihi yarımada yaptı. Bizans ve Roma kiliselerinin bir­
ile Şişli arasında Halic'i yer altından ge­ leşmesi karşıtı fikir ve faaliyetleri nede­
çen bir metro inşa edilmesi, şehir içinde niyle 1440-1443 yıllarında kilisedeki gö­
tramvay yerine otobüs kullanımının revinden uzaklaştırıldı. Konstantinopo-
yaygınlaştırılması, Sirkeci tren garının lis'in fethi sırasında Osmanlılara esir
şehrin başka bir yerine taşınması, bir düştü. 1454'te serbest bırakılınca İstan­
şehir otogarı inşası. Halic'in içlerine bul'da Grek-Ortodoks kilisesindeki gö­
doğru yeni bir liman oluşturulması ve revine geri döndü. Gennadios Sholari-
havaalanına önem verilmesi bu çalışma­ o s ü n yakın dostu olan Agallianos, o-
Agâh Efendi Atina'da elçiyken, 1885.
da Agachein önemle üzerinde durduğu Gazanfer Erim nun patrikliği döneminde megas char-
konulan oluşturur. tophylax (1454) ve sonra megas oiko-
Dönemin genel kent planlaması an­ nomos (1466) rütbelerine yükseldi. An­
layışına uygun şekilde, İstanbul için ye­ te elçilik kâtibi olarak Paris'e gitti. Sonra cak aynı dönemde kilise içinde Sholari-
ni ulaşım teknolojilerinin ağırlık taşıdığı sırasıyla, İstanbul karantinası müdür os'a düşman güçlü bir fraksiyon tarafın­
oldukça kapsamlı bir m o d e r n l e ş m e muavinliği, Rumeli ordu başmütercimli- dan iki kez görevinden alındı. 1468'de
programı teklif eden Agache'ın en dik­ ği, Hersek Eyaleti meclisi geçici başkan Medeia'ya metropolit tayin edildi ve
kate değer önerilerinden birisi de İstan­ vekilliği, Mostar'da mutasarrıf vekilliği adını orada Teofanes olarak değiştirdi.
bul için bir zoning (farklı kullanım ve ve askeri komisyon başkan vekilliği Agallianos ün çeşitli eserleri arasında
yapılaşma türlerine göre b ö l g e l e m e ) yaptı. İstanbul tarihi açısından en önemlilerin­
planı oluşturulmasıdır. Önerilerinin ge­ Agâh Efendi İstanbul'a döndükten den biri, 13 Eylül 1452'de kaleme aldığı,
nel hatlarıyla İstanbul'u bir ticaret ve sonra 1860'ta Türkçe ilk özel gazete Osmanlı fethinin hemen öncesinde Bi­
uluslararası transit merkezine dönüştür­ olan Tercüman-ı Ahval i(->) çıkardı. zans başkentinin fiziki yapısını ve kent
m e y e y ö n e l i k olduğunu s ö y l e m e k 186l'de posta nazırlığı sırasında posta halkının manevi durumunu tasvir eden
mümkündür. Sonuçta Elgötz'ün kazan­ sistemini modernleştirdi ve 1862'de Os­ kısa bir rapordur. Kiliselerin birleşmesi­
dığı yarışmada Agachein önerileri bir manlı Devleti'nde ilk kez posta pulu ne karşı görüşlerinin etkisiyle Batı'dan
bütün olarak, İstanbul için o yıllarda kullanılmasını sağladı. 1864'te Vapurlar askeri ve parasal destek gönderilmediği­
gerçekleştirilmesi pek mümkün olma­ ve Ereğli Kömür Madenleri nazırlığı nin özellikle vurgulandığı bu metin, tüm
yan, oldukça pahalı, uzun süreli ve yaptı. 1865'te Divan-ı Muhasebat (Sayış­ taraflılığına rağmen, Bizans başkentinde
kapsamlı bir inşaat programı öngör­ tay) üyeliğine getirildi. fetih arifesinde hüküm süren genel at­
düğünden jüri tarafından kabul edil­ Mayıs 1867'de yakın arkadaşları, Na­ mosferi bir görgü tanığının kaleminden
memiştir. Daha sonra, ortaya çıkan tüm mık Kemal ile Ziya Bey (sonraları Ziya aktarması açısından değerlidir. Ayrıca
ö n e r i l e r i n yetersiz b u l u n a r a k uy­ Paşa), yönetimin muhalif aydınlara bas­ Agallianosün 1463'te yazdığı ve o güne
gulamaya aktarılmadığı bu yarışmayla kılarını artırması karşısında Paris'e kaçtı­ dek güttüğü dini siyasetin müdafaasını
birlikte Agachein İstanbul'la olan kısa lar. Agâh Efendi'nin de görevine son içeren iki başka metin (Logos), Osmanlı
süreli ilişkisi de sona ermiştir. Agachein verildi. Bunun üzerine, arkadaşı Ali Su- fethini takip eden ilk on yılda Grek-Or­
İstanbul'a ilişkin görüş ve önerileri avi ile birlikte Agâh Efendi de Paris'e todoks kilisesindeki iç çekişmelerle, o
1934'te İstanbul Belediyesi tarafından gitti. Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin en dönemin patrikleri hakkında verdiği bil­
Büyük İstanbul Tanzim ve İmar Prog­ önemli şahsiyetlerinden olan bu dörtlü giler açısından önemlidir.
ramı adı altında bir kitapçık olarak "hürriyetin dört rüknü" diye anılırdı. Bibi. Ch. G. Patrineles, Ho Theodoras Agalli­
yayımlanmıştır. Agâh Efendi, bu dönemde, Jön Türk­ anos kai hoi anekdotoi logoi autou, Atina,
ler tarafından Paris'te yayımlanan Muh­ 1966; C. J. G. Turner, "Notes on the Works
MEHMET RIFAT AKBULUT of Theodore Agallianos Contained in the Co­
bir ve Londra'da çıkarılan Hürriyet ga­
zetelerinde çalıştı. 1871'de en çok mu­ dex Bodleianus Canonicus Graecus 49",
AGÂH EFENDİ halefet ettikleri kişi olan Ali Paşa'nm Byzantinische Zeitschrift, LXT, 1968, s. 27-35.
(31 Mart 1832, İstanbul - Aralık 1885, ölümü üzerine İstanbul'a döndü ve ön­ NEVRA NECİBOĞLU
Atina, Yunanistan) Gazeteci ve devlet ce İzmit mutasarrıflığına, V. Muradin
adamı. tahta çıkışıyla da (Haziran 1876) Şûra-yı AGOP (Güllü)
Babası Yozgatlı Çapanoğullarmdan Devlet (Danıştay) üyeliğine atandı. Ama (1840, İstanbul - 1902, İstanbul) Tiyat­
Ömer Hulusi Efendi'dir. 1842'de girdiği II. Abdülhamid'in tahta çıkmasından ro oyuncusu ve yönetmen. Asıl adı
Tıbbiye Mektebi'nin hazırlık bölümünde sonra 1877'de önce Bursa'ya sonra da Agop Vartovyan'dır. Oyunculuğu çok
yedi yıl okudu ve Fransızca öğrendi. Ankara'ya sürüldü. Agâh Efendi, yedi parlak olmamakla birlikte kurduğu ve
1849'da Babıâli Tercüme Odası'na girdi. yıla yakın kaldığı Ankara'da çiftçilikle yönettiği topluluklarla başarı kazanmış­
1852'de. Rıfat Veliyüddin Paşa ile birlik- uğraştı. tır. Balıkhane'de memurken, Ermenice
97 AĞA HAMAMI

oyunlar sergileyen Naum Efendi yöneti­ kitlelere tanıttı. Müslüman oyuncuların


mindeki Şark Tiyatrosu'nda sahneye çı­ da topluluğuna katılması için çaba gös­
karak 1861-1862 yıllarında burada çalış­ terdi. Ünlü oyunculardan Ahmed Fe-
tı. Tiyatro deneyimini ve bilgisini geliş­ him, Ahmed Necib, Muhterem Efendi,
tirdikten sonra, bir süre izmir'de genç Mehmed Vamık gibi ilk Türk tiyatro
Ermenilerin oluşturduğu amatör bir gru­ oyuncuları onun yanında yetişti. Kel
bun yönetmenliğini üstlendi. Daha son­ Hamid, Kavuklu Hamdi, İsmail Hakkı,
ra İstanbul'da Asya Kumpanyası ile Ge- Küçük İsmail gibi ünlü tuluatçılar da
dikpaşa'da ve Üsküdar'da gene Ermeni­ gene Gedikpaşa Tiyatrosu'ndan yetişti.
ce oyunlar sergiledi. 1869'da Gedikpaşa Bibi. Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları (haz.
Tiyatrosu'nda asıl ününü sağlayan Os­ H. K. Alpman), İst., 1977; M. N. Özön-B.
manlı Topluluğumu kurdu. Bu adı ken­ Dürder, Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, İst..
dinden önce tiyatroyu kiralamış olan 1967; M. And, Tanzimat; M. Ertuğrul, Ben­
Razi adlı italyan da kullanıyordu. den Sonra Tufan Olmasın, İst., 1989; Ö. Nut­
ku, Dünya Tiyatrosu Tarihi, I, İst., 1985; (Se-
Güllü Agop tiyatrosunda T ü r k ç e vengil), Türk Tiyatrosu, I; And, Osmanlı; Se-
oyunlar oynamaya önem verdi. 1870'te vengil, Saray; Sevengil, Tanzimat.
Sadrazam Ali Paşa'nın desteğiyle, saray­ RAŞIT ÇAVAŞ
dan on yıl boyunca istanbul'da Türkçe
oyun oynayacak tek tiyatro olma imti­ AGOPYAN KÖŞKÜ Ağa Camii
Tarkan Okçuoğlu, 1993
yazını aldı. Bu imtiyazda, altı ay içinde bak. ÇANKAYA OTELİ
istanbul ve Üsküdar'da, üç yıl içinde de
Galata, Tophane ve Beyoğlu'nda birer AĞACAMÜ altın yaldızlı yazı kuşağı, iki koldan
tiyatro binası kuracağı ve gelir gidere mihrabın tepeliğine kadar dolaşır. Du­
bakılmadan her yıl en az Üsküdar'da Beyoğlu'nda İstiklal Caddesi'ndedir. Ca­
varlar, zeminden itibaren pencerelerin
otuz, Galata ve İstanbul'da elli oyun oy­ miin batısı Sakızağacı Caddesi'ne, kuzeyi
ortasına kadar mavi, yeşil fayanslarla
nanması şart koşulmuştu. Maliyeci Sokağıma bakar. 1003/1594 yı­
kaplıdır. Camiin içi, klasik motifler kul­
lında Galatasaray Ağası Şeyhülharem
lanılarak Kütahya çinileriyle, pencereler
Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmıştır. II.
ise kalem işiyle süslenmiştir.
Mahmud 1834 yılında camii tamir ettir­
miştir. Doğudan Rumeli Han'a bitişik Avlusunda, aralarında ajurlu mermer
olan camiin etrafı çevre duvarıyla kuşa­ şebekeler ve içbükey çeşme aynaları
tılmıştır. Bu duvarların İstiklal Caddesi'ne olan, sivri kemerli sütunların oluşturdu­
bakan yüzünde demir parmaklıklı ve tel ğu çokgen planlı bir şadırvan bulunur.
örgülü pencere açıklıkları ve bir de kapı Şadırvan Mimar Sinan'ın eseridir. Bugün
yer alır. Maliyeci Sokağıma bakan ana yerinde mevcut olmayan, fakat Mimar
kapıdan avluya girilir. Tamamı kesme taş Sinan'ın tezkirelerinde adı geçen Kasım-
olan yapının tüm kenarları taraklı moza­ paşa'daki, Sinan Paşa Camii'nden getir­
ikle çerçeve içine alınmıştır. Cami, üstte tilmiştir. Fıskiyesi ise Oluklubayır Tek-
sivri kemerli, dıştan revzenle kapalı, içer­ kesi'nden alınmıştır.
den stilize Türk çiçek motifli, renkli cam Camiin kuzeyinde, bahçe duvarının
pencerelerle, altta ise dikdörtgen kesitli iki yanında, son zamanlarda inşa edilen
ve demir parmaklıklı iki sıra pencereyle iki kulübede din görevlileri barınır.
aydınlanmıştır. Yapıyı saçak hizasında Bibi. Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi; Raif,
dolaşan palmet firizinin hemen altında Mir'at, 438; İSTA, I, 230-232; Öz, İstanbul
bir üçgenler kuşağı yer alır. Dışarıdan Camileri, II, 1-2; İKSA, I, 307-309.
çokgen bir çıkma yapan mihrabın he­ TARKAN OKÇUOĞLU
men arkasında, içinde banisi medfun
olan küçük bir hazire yer alır. Camiin AĞA CAMÜ
kuzeybatısındaki kesme taş minarenin,
dikdörtgen kesitli kaidesinden petek kıs­ bak. MALATYALI İSMAİL AĞA CAMİİ
mına, prizmatik üçgenlerle geçilmiştir.
Güllü Agop 1880'de on yıllık imtiya­ Silindir gövdeli ve şerefe korkulukları AĞA HAMAMI
zın sona ermesiyle etkinliği azalan Ge­ kesme taş olan minare, ahşap üzerine
dikpaşa Tiyatrosu'ndan ayrıldı. Bir süre Beyoğlu İlçesi'nde, Galatasaray-Firuza-
kurşun kaplı bir külah ile örtülmüştür. ğa arasında, Kuloğlu Mahallesi'nde,
Mmakyan'la birlikte Şehzadebaşı'ndaki
bir başka tiyatroda çalışmaya başladı. Dört basamakla çıkılan kagir son ce­ Turnacıbaşı Sokağı İle Ağa Külhanı So-
1882'de II. Abdülhamid'in emriyle Mu- maat yerinden bir kapıyla harime geçi­ kağı'nm kavşağında yer almaktadır.
zıka-yı Hümayun'a alındı. Bu arada lir. Girişte, fevkani mahfilin tam altında Banisi ve yapım tarihi kesin olarak
kendi isteğiyle Müslüman olarak Güllü kalan iki bölüm sağ ve solda ahşap kor­ tespit edilememektedir. 1 6 . yy'da inşa
Vakub Efendi adını aldı. Hayatının so­ kuluklarla ayrılmıştır. Harim, mahfilin ettirildiği tahmin edilen hamam zaman
nuna kadar sarayda yaşadı. Kabri Beşik­ altında kalan giriş bölümüne göre biraz içinde birçok onarım ve değişim geçir­
taş'ta Yahya Efendi Mezarlığı'ndadır. yükseltilmiştir. İki basık paye, kuzeyba­ miş, sıcaklık bölümü kısmen özgün ta­
tıdan bir merdivenle çıkılan fevkani sarımını koruyabilmiş, buna karşılık, es­
Güllü Agop, Türk tiyatrosunun geliş­
mahfili taşır. Payelerle mahfilin birleştiği kiden muhtemelen ahşap olan soyun-
mesinde önemli rol oynamıştır. Tiyatro­
yeri mukarnaslı konsollar destekler. malık (camekân) bölümü 20. yyin ilk
sunda sergilediği çeviri oyunların ya­
Mahfilin altı kalem işiyle bezenmiştir. yarısında kagir olarak tamamen yenilen­
raşıra Ebüzziya Tevfik, Direktör Âli Bey,
Enine dikdörtgen harim, kenarları pah- miş, bu arada I. Ulusal Mimari Akımı'-
Recaizade Ekrem, Namık Kemal, Ah-
lanmış iki paye ile üçe ayrılmıştır. Paye­ nda bir cepheyle donatılmıştır. Turnacı­
med Midhat Efendi gibi döneminin ön­
ler, zeminden belirli bir yüksekliğe ka­ başı Sokağı üzerinde, soyunmalık cep­
de gelen yazarlarına ısmarladığı ya da
dar on iki köşeli yıldızlardan oluşan ge­ hesiyle birlikte tasarlanmış basık kemerli
onlardan oynadığı oyunlar Türk tiyatro
ometrik süslemeyle kaplıdır. Tavan, kla­ dükkânlar arasında yer alan ve aynı tür
dilinin gelişmesine katkıda bulundu.
sik üslupta kalem işi ile bezelidir. Mah­ bir kemerle donatılmış bulunan ana gi­
Teodor Kasapin ve Ahmed Vefik Pa­
fil seviyesinden başlayan siyah üzerine rişten, basamaklarla, sokak kotuna göre
şa'nın Moliere uyarlamalarını da geniş
çukurda kalan soyunmalığa inilmekte-
AĞA HAMAMI 92

meskeni andırmasına sebep olan bu AĞA HAMAMI


cephelerdeki bütün süsleme unsurları Şimdi adı Kocamustafapaşa olan Samat-
kalıplanmış betonla oluşturulmuştur. ya semtinde, Aksaray'dan Yedikule'ye
Ana girişin karşısına gelen kapıdan, uzanan caddenin sağındadır.
enine dikdörtgen planlı ve kubbeli so­
Ağa Hamamı, Mimar Sinan'ın eserle­
ğukluk bölümüne, aynı eksende yer alan
rini kaydeden tezkirelere göre 16. yy'da
bir kapıdan da sıcaklığa geçilir. Soğuklu­
Kapuağası Yakub Ağa tarafından Mimar
ğun solunda yer alan ve son onarımda
Sinan'a yaptırılmıştır. Glück yaptıranın
saunaya dönüştürülmüş bulunan mekâ­
adı hakkında bazı şüpheler ileri sür­
nın aslında temizlik odası olarak kulla­
mekle beraber, gerek Adsız Risale'de,
nıldığı bilinmektedir. Soğukluğun sağın­
gerek Tuhfetü'l Mimarîn'de ve gerek
da tuvaletler yer alır. Ağa Hamamı'nın
Tezklretü l Ebniye'de burası "Suluma-
kare bir alana yayılan sıcaklık bölümü
nastır'da Kapuağası Yakub Ağa Hama­
Türk mimarisinin bilinen en eski ve en
mı" adıyla kayıtlıdır. Yalnız tezkirenin
yaygın plan şeması olan, hamamların ya-
yazma bir nüshasında kurucunun adı
nısıra birçok başka yapı türünde de uy­
Mahmud olarak yazılmıştır. A. Kuran
gulanan, merkezi sofalı, dört eyvanlı pla­
hangi kaynaktan aldığını belirtmeksizin
nı ile dikkati çeker. Merkeze, göbektaşı-
(som işareti ile) yapım tarihini 1547 ola­
nı barındıran, köşeleri pahlı kare şeklin­
rak gösterir.
de, üzeri kubbe ile örtülü bölüm yerleş­
tirilmiş, bu bölüm dört yönde gelişen, Glück. 1916-1917 yıllarında İstanbul
tekne tonoz örtülü eyvanlarla kuşatılmış, hamamlarını incelediği sırada harap du­
böylece elde edilen haçvari mekânın kö­ rumda ve kapalı olan erkekler kısmına
şelerine kubbeli halvetler oturtulmuştur. girememiş, kullanılmayan kadınlar kıs­
Göbektaşı. çevresindeki duvarlara para­ mını inceleyerek yalnızca bu bölümün
lel olarak köşeleri pahlı kare biçiminde plan ve kesitini çıkarmıştır. İçinde bu­
tasarlanmış, köşe halvetlerinin kapıları lunduğumuz yüzyılın başlarında işler
Ağa Hamamı, Beyoğlu pahlı yüzeylerden açılmıştır. durumda olan hamam kapatılarak bü­
Nazım Timuroğlıı. 1993 yük ölçüde değişiklikler yapılmak sure­
Hamamın planına dikkat edildiğinde, tiyle dökümhane ve atölye haline geti­
soyunmalık b ö l ü m ü n ü g e n i ş l e t m e k rilmiş, 1980'li yıllarda boşaltılmış ve ka­
dir. Ağa Külhanı Sokağına açılan tali bir amacıyla önemli bir tadilatın gerçekleş­ derine terk edilmiştir.
girişe de sahip olan soyunmalık bölümü tirilmiş olduğu fark edilir. Tarihi tam
dikdörtgen bir alanı kaplamakta, orta­ olarak tespit edilemeyen ancak soyun- 1985'te son sahibi hamamın arkasın­
sında fıskiyeli bir havuz yer almakta, malığm yenilenmesi sırasında yapılmış da bulunan boş arazide yeni bir yapı
söz konusu mekân üç katlı soyunma olması muhtemel görünen bu tadilatta inşasını ve bu arada hazırlanan projeye
odaları ile kuşatılmış bulunmaktadır. asıl soğukluk iptal edilerek soyunmalı- göre hamamın kendi tarafından restore
1988'den az önce gerçekleştirilen ona­ ğa katılmış, sıcaklığın kuzey eyvanı du­ edilmesini teklif etmiş ve bu tasarı Anıt­
rımda gerek havuz gerekse de ahşap varla kapatılarak soğukluğa dönüştürül­ lar Kurulu'nca kabul edilmişken, yeni­
bölmeli soyunma odaları yenilenmiştir. müş, kuzeydoğudaki köşe halvetinin sı­ den kumlan kurul tarafından 2.8.1990'-
caklığa açılan kapısı örülerek bu me­ da alınan 2024 sayılı kararla, cadde ile
Soyunmalık bölümünün üç katlı cep­ hamam arasına dört-beş katlı yeni bir
helerinde I. Ulusal Mimari Akımımın kân, soğuklukla bağlantılı bir temizlik
odası haline getirilmiş, kuzeybatıdaki yapı inşasına izin verilerek, Mimar Si­
özellikleri gözlenmektedir. Zemin katta­ nan'ın bu eseri hem görülemez duruma
ki basık kemerli girişin ve dükkânların köşe halvetinin bir bölümüne de tuva­
letler yerleştirilmiştir. Sıcaklık kısmında­ sokulmuş, hem de hamam anlaşıldığı
üzerinde, cepheye hareketlilik katan kadarıyla kısmen tahribe uğramıştır.
çıkmalar baklavalı yatay silmelerle sınır­ ki, mermerden zemin ve duvar kapla­
landırılmış, köşeleri, kum saatli sütun- maları, ayrıca eyvanlarda ve halvetler- Ağa Hamamı kendi türünün İstan­
çelerle yumuşatılmış, soyunma odaları­ deki kurnalarla ayna taşları da. büyük bul'daki en güzel örneklerinden biri
na ait sivri kemerli pencerelerin altına, bir ihtimalle aynı onarım sırasında ta­ olarak tanınıyordu. Nitekim ressam
kare çerçeveler içinde geometrik rozet­ mamen yenilenmiştir. T h o m a s Allom'un ( 1 8 0 4 - 1 8 7 2 ) , R.
ler oturtulmuştur. Hamamın, dış görü­ Bibi. İSTA, I, 241-243: İKSA. I, 316. Walshin kitabı için çizerek çelik gravür
nümü itibariyle, geç devre ait kagir bir olarak hakkedilen bir resminde, Samat-
M. BAHA TANMAN
ya Hamamı başlıklı metnin yanında bu
hamamın soyunma yerini (camekân)
canlı bir görünüşle tasvir ettiği genellik­
le kabul edilirse de, ayrıntılarda uyarsız­
lıklar olduğundan bu husus biraz şüp­
helidir. Söylendiğine göre, erkekler kıs­
mının yanındaki arsada, evvelce fıskiye­
li havuzlu bir de bahçesi vardı.
Ağa Hamamı normal bir çifte ha­
mamdır. Yan yana bitişik olan iki kısım
da eşit ölçülerde ve tamamen birbirinin
benzeridir. Tek ve müşterek bir külhan
her iki bölüme de hizmet eder. Ortala­
rında birer şadırvan olduğu bilinen kare
planlı soyunma yerlerine ters yönlerde-
ki kapılardan girilir. Erkekler kısmının
eski gösterişli dutumu Allomün gravü­
ründe açık biçimde belirlidir. Bu gra­
Beyoğlu'ndaki Ağa Hamamı'nın plan krokisi: vürde görülen soyunma yeri içinde da­
1. Soyunmalık (camekân), 2. soğukluk, 3. sıcaklık, 4. su haznesi ve külhan. ire halinde sıralanan sütunlara sahip bir
İstanbul Ansiklopedisi
şadırvan vardır. Bölümün üstü ise sivri
93 AĞA HANI

kemerlere oturan nakışlı bir kubbe ile bektaşı olup etrafında üç eyvan ile bun­ AĞA HANI
örtülüdür. Ancak bu mimari bugünkü ların çevresinde sıralanmış dört halvet Kapalıçarşı dokusunda yer alır. Yapı,
haliyle hamamın bu kısmına uymamak­ bulunmaktadır. Üç eyvanh sıcaklığın Kapalıçarşı'nın batı yönünde, Çadırcılar
tadır. Glück'ün çizdiği kadınlar kısmı üzerini büyük bir kubbe örtmektedir. Caddesi'ne açılan Yorgancılar Sokağı
kesitinde, içeride sadece ağaç direkler Hamamdaki on sekiz kurnanın dört ta­ üzerinde, Yağlıkçılar Sokağı'na yakın
üzerine oturan pencereli ahşap bir çatı nesi söz konusu bu halvetlerde yer al­ olarak konumlanmıştır. Cebeci Hanı'nın
gösterilmiştir. Üç bölümlü bir ılıklık kıs­ maktadır. Ayrıca soğukluk kısmından güneyinde; Camili Han ile Lütfullah Ha­
mından sonra gelen sıcaklık, ortada gö- sıcaklığa girildiğinde, hemen sağda özel ninin doğusunda bulunur.
bektaşı ile dört eyvan şemasına göre bir yıkanma bölümü dikkati çeker.
Hanın kitabesi günümüze ulaşmadığı
düzenlenmiş, dört köşeye, kubbeli dört Kadınlar kısmı, erkekler kısmının sağ gibi yaptıran ve yapan mimar da bilin­
halvet hücresi yapılmıştır. tarafında ve ana giriş ile açı yapan boş­ memektedir. Ancak, yapının "Hatip Emi-
Bibi. R. Walsh, Constantinople and the Sce­ lukta yer almaktadır. Burada da mekâ­ roğlu" ve "Ağa" adıyla tanınması yönün­
nery of the Seven Churches, London, 1838, s. nın üzerini dört kubbe örter. Kare şek­ de yapılan araştırmalar da yaptıran kişiyi
78-79; Glück, Bäder, 82-83, 150; Aru, Ha­ lindeki erkekler kısmına oranla kadınlar
mamlar, 58-59 ; İSTA, I, 243; Meriç, Mimar tanıtacak bilgileri kazandırmamıştır. Ka­
kısmı, üçgene yakın bir plana sahiptir. palıçarşı'nın batısında yer alması, tarihi
Sinan, 7, 46, 126, no. 17; Kuran, Mimar Si­
nan, 393, no. 426. Her iki kısım arasında iki bölümlü kül­ bilinen hanlarla olan benzerlikleri nede­
SEMAVİ EYİCE han bulunup, geçiş ahşap kapılarla niyle 18. yy'ın ortalarına tarihlenebilir.
sağlanmaktadır. Yolun durumuna bağlı olarak ko­
AĞA HAMAMI Bibi. İSTA, I. 240-241: Konyalı. Üsküdar numlanan han bu planıyla üç kenarı 19
Tarihi. II. 435-436; İKSA, I. 316-317. m, bir kenarı 16 m olan yamuk şekilli
Üsküdar'da Gündoğumu Caddesi ile
ÖZKAN ERTUĞRUL alana inşa edilmiştir. İki katlı olarak
Pırnal Sokağı'mn kesiştiği yerdedir.
Darüssaade Ağası Malatyalı İsmail
Ağa tarafından 1018/l609'da yaptırılmış­
tır. Kadınlar ve erkekler bölümlerinin
bulunması açısından çifte hamamlar sı­
nıfına girer. Erkekler kısmı, kadınlar
kısmına oranla daha özenli şekilde inşa
edilmiştir. Camekân bölümüne ait beyzi
kubbe, büyük ölçüde değişikliğe uğra­
mış ve dışarıdan kiremit çatıyla örtül­
müştür. Girişin her iki tarafında soyun­
ma bölümleri vardır. Tavandaki ahşap
göbek bu bölümleri örter. Girişin karşı­
sındaki merdivenle, birinci kattaki so­
yunma mahallerine benzer mekânlara
sahip ikinci kata çıkılır. Camekân kıs­
mından kubbeli soğukluğa geçildiğinde,
tuvalet ve iki küçük mekândan oluşan
bir mimari düzenlemeyle karşılaşılır. Ağa Hamamı, Üsküdar
Erkin Emiroğlu, 1993
Sıcaklık kısmında sekiz köşeli bir gö-
AĞA KAPISI 94

Zaman içinde özgün durumunu kay­ lü denilirdi. Ağa Kapısı 1771 yazında çı­
beden yapı günümüze gelişigüzel ona­ kan bir yangınla bir defa daha bütünüy­
rımlarla gelmiştir. le harap oldu. İçinde kalabalık persone­
Bibi. Güran, İstanbul Hanları, 103-105. lin bulunduğu bu önemli binanın yanı­
GÖNÜL CANTAY şının önlenememesi şaşırtıcı olmuştur. I.
Abdülhamid döneminde 1782'de Ciba-
AĞA KAPISI li'de çıkan bir yangında ise, Ağa Kapı­
sı'nm yalnızca harem dairesi ile yangın
16. yy başından 1826'ya kadar, Yeniçeri kulesinin tamamı yanmıştır. Enderun
ağalarının oturduğu askeri merkez. İs­ hazinesinden sağlanan parayla ihya edi­
tanbul'da "kapu" olarak adlandırılan üç len yapılar, II. Mahmud yıllarında 1816-
büyük kuruluştan tekiydi. Diğerleri Pa­ 1817'de önemli ölçüde tamir görerek,
şa Kapısı (sadrazamlık) ve Şeyhülislam yeniden döşenmiştir. Bununla ilgili har­
(fetva) Kapısı'ydı. camalar belgesi Ağa Kapısı'nm bölümle­
Tarihler. 15. yyın ikinci yarısında, bu ri hakkında bilgi verir.
adda bir yerden söz etmemektedir.
Bu bilgilere göre Ağa Kapısı, İstan­
Çünkü önceki yeniçeri ağalan Yeniçeri
bul'daki diğer büyük resmi-özel işlevsel­
Ocağı'nın içinden atanmakta ve ocakta
liklerin bir arada tasarlandığı daireleri
oturmaktaydılar. II. Bayezid döneminde
andırmaktaydı. Görkemli bir cümle ka-
(1481-1512) ilk kez Yeniçeri Ocağı dı­
pısıyla girilen ve yüksek duvarlarla çev­
şından, enderun ağalarından yeniçeri
rili avlu etrafında birbiriyle bağlantılı ya
ağası atanmaya başladı. Bunun ve ma­
da müstakil birçok yapı bulunuyordu.
Ağa Hanı avlusundan bir görünüm. iyetinin oturmaları için de Ağa Kapısı
Avludaki ikinci bir kapı ile de harem
£r&m Emiroğlu, 1993 denen bir bina yapılıp vakfedildi. İlk
dairesine geçilmekteydi. Harem dairesi,
Ağa Kapısı, Şehzadebaşı'ndaki yeniçeri
yeniçeri ağasının ailesi içindi. Kum Mey­
odalarına (kışlalar) ve Divan-ı Hüma­
planlanan yapının avlusu da bu yamuk danı denen geniş avlunun ortasında bir
yunun toplandığı saraya yakın bir yer­
dış duvarlara uydurulmuştur. Hanın ze­ şadırvan ve havuz ile cami vardı. Asıl
deydi. Bununla birlikte bu eski bina
min katı alt kat revaklarına birer kapı Ağa Kapısı, hünkâr dairesi, divanhane,
için bilgi yoktur.
ile açılan mekân sıraları halinde olup. ağa odası, sofa gibi başçıl mekânları,
zemin katta, yapı bütünüyle dıştan baş­ 1553-1555 yıllarında İstanbul'da bu­ bunlara bağlı odaları kapsamaktaydı.
ka yapılarla çevrili olduğundan, dış lunan Alman ressam Fleusburgiu Melc- Ağa Kapısı'nm resmi-selamhk bö­
cepheye açılan pencereleri yoktur. hior Lorichs'in (veya Lorck) Galata sırt­ lümleri şunlardı:
Avluyu dört yönde çeviren iki katlı larından çizdiği 11 metre uzunluğunda­ 1) Padişaha mahsus daire-i hüma­
revak sisteminde, kare kesitli taş paye­ ki İstanbul panoramasında (şimdi Lei- yunda yaldızlı oda, önü kafesli taht-ı
lerin taşıdığı kemerler, zemin katta yu­ den'de), Süleymaniye'nin alt tarafında hümayun odası, abdest odası ve ma-
varlak kemerli olup tuğla ve derz doku- "Yeniçeri Ağası evi'rii yazı ile işaret et­ beynci ağalar odası.
ludur. Günümüzde, alt kattaki revak miş olması, Ağa K a p ı s ı ' n m Saray-ı
2) Kışın sadrazamlara ziyafet verilen
araları kapatılarak gerideki mekânların Atik'in (Eski Saray) yakınında şimdiki
Tekeli Köşk ile yanındaki sofa ve yatak
kullanım alanı içerisine katılmış ve üst İstanbul Müftülüğü'nün bulunduğu yer­
odası.
kat revakları tamamen yıkılmıştır. Üst de 17. yy'da yapıldığına dair, İ. H.
3) Kış çarşamba dairesi, ocaklı oda­
kat mekânları dış cephelerde yer alan Uzunçarşılı'nın Kananin-i Yeniçeriyân
ları, c a m e k â n dairesi, hazine odası,
dikdörtgen şekilli, taş söveli pencereler­ adlı kaynağa dayanarak verdiği bilginin
kahve odası, hademe odaları, geniş bir
le cepheye açılırken yay kemerli kapı gerçeği yansıtmadığım gösterir.
sofa ile yanmda hamam.
ve gene dikdörtgen şekilli pencerelerle İstanbul'daki önemli olaylar sırasında 4) Ağalarm yazın oturmalarına mah­
de revak altına açılmıştır. Ağa Kapısı'ndan ilk kez söz edilmesi ise sus, yaz çarşamba dairesi.
Yapının güneyinde yer alan ana giriş II. Osman'ın tahttan indirildiği 1622 yı­ 5) Divan odası, yanmda ağa odası,
kapısı yay kemerli olup, beşik tonoz lındadır. II. Osman, ayaklanma başla­ ağa hasekisi odası ve gusülhane ile
örtülü bir geçitle avluya açılır. İki kat yınca ilkin Ağa Kapısına sığınmıştı. Ta- abdesthane.
arasındaki taş merdiven orijinal duru­ rih-i Naimdda 1651 yılı olayları anlatı­ 6) Tekeli Köşkü ile hamam arasında
munu kaybetmiştir. Tonozlu giriş hac­ lırken eski Ağa Kapısı'nm Tekeli Köş- silahdar ağa odası ve Ağa Kapısı Camii.
minin iki yanında yer alan mekânlar, kü'nden söz edilmektedir. Bu yıllarda 7) Kum Meydam'na bakan kul kethü­
birer kapı ve pencere ile buraya açılır­ Ağa Kapısı etrafı yüksek duvarlarla çev­ dasının yazlık ve kışlık daireleri, bitişi­
lar. Bu mekânlar idareci hacimleri ola­ rili bir alan içinde ahşap yapılar toplu­ ğinde ağa yazıcısı, serdar kâtibi, kethü­
rak kabul edilebilir. Esasen zemin kat luğu halindeydi. da kâtibi ve diğer görevlilerin odaları.
mekânlarının, şehir hanlarında karşıla­ Ağa Kapısı. IV. Mehmed döneminde, 8) Kum Meydanına bakan, ortasında
şılan bir özellik olarak depo fonksiyo­ 1660 yılı yazındaki yangında tamamen şadırvan ile büyük havuz.
nuna sahip olduğu, üst kat mekânları­ yanmış, arkasından derhal tamir edil­ 9) Ağa Kapısı esas girişinin sokak ta­
nın ise işi olan kimselere tahsis edildi­ miştir. Doksan yıl sonra I. Mahmud dö­ rafında, mutfaklara kadar olan yerde,
ğini söyleyebiliriz. Bu üst mekânlarda neminde, Haliç kıyısında Ayazma Kapı­ topçu ve arabacıbaşı, birinci kethüda,
zaman içinde gelişerek süren değişik­ sı'ndan başlayan ve 19 saat süren bü­ beşinci çavuş ve ocak bazirgânı odaları,
likler nedeniyle ocak ve nişler günü­ yük yangında tekrar yanarak derhal ta­ vekilharç dairesi, falakacılar dairesi ile
müze ulaşmamıştır. mirine girişilmiştir. Bu sebeple I. Mah- hapishane vb.
Ağa Hanı dıştan üç yönden yapılarla mud'un çıkardığı hatt-ı hümayunun 10) Orta kapı yanında kethüdayeri,
sarılmış olduğundan giriş açıklığının bu­ kopyası Mecmuâ-i Tevârib'te yer alır. ağa odaları ile kâtip efendi odaları ve
lunduğu güney cephesinin orijinal do­ Yılın belirli günlerinde, yeniçeri ağası­ kethüdayeri odası önünde Akşemsed-
kusunun kesme taş, üç sıra tuğla ve nın burada sadrazama bir ziyafet ver­ din hazretlerinin makamı.
derz hatılh olarak yapıldığı ve üstten mesi usuldendi. Bunlardan başka Ağa Kapısı manzu­
tuğla kirpi saçakla cephelerin sınırlandı­ Bu ikinci yangından sonra. Ağa Ka­ mesinin sınırlan içinde şu daire ve bö­
ğı söylenebilir. Avlu cepheleri ise moloz pısı yeniden yapılırken, avlu veya bah­ lümler bulunuyordu: Kalem odası, ka­
taş, bir sıra tuğla ve derz hatılh olarak çesine, ahşap olarak yüksek bir yangın lem şakirdleri odası, ruûs divan odası,
yapılmıştır. Avlu cephelerinin de kirpi köşkü inşa edilmişti. Burada yangınları divan efendisi odası, kethüdayeri kâtibi
saçak bordürüyle sınırlandığı düşünülür. gözetleyen görevlilere bu yüzden köşk­ odası, karakulluk ağa odası, zindan kâ-
95 AĞAÇAYIRI MESCİDİ

tibi odası, miyâne kâtipleri odaları, baş- Ağa Kapısı, buranın ihyasına kadar Ba­ Ağaçayırı Mescidi'nden söz eden
tüfekçi odası, başyamak ağa odası, ba­ bıâli'ye tahsis edilmiş ve orada işler bit­ matbu kaynakların en eskisi olan Hadî-
şağa odası, vekilharç odası, beytülmalci tiğinde ancak 22 Ekim 1827'de Meşihat ka'da. yapının Kasım Çavuş Ağa tarafın­
odası, ikinci ağa dairesi, kaftanağası Dairesi, eski Ağa Kapısı'na yerleşmiştir. dan inşa ettirildiği, baninin mihrap du­
odası, enderun çamaşırcısı çavuşu ağası Cumhuriyet döneminde şeyhülislam­ varı önünde gömülü olduğu belirtil­
odası, imam efendi odası, çaşnigir oda­ lık lâğvedildiğinde, Ağa Kapısı İstanbul mekte, ne var ki gerek burada gerekse
sı, saraçbaşı ağa odası, mirâhur ağa Müftülüğüne verilmiş, binanın en göste­ de diğer kaynaklarda inşa tarihine veya
odası, silahdar ağa odası, kapı çamaşır­ rişli bölümüne de İstanbul Kız Lisesi yer­ Kasım Çavuşun yaşadığı devre ilişkin
cısı odası, sarıkçıbaşı odası, mehterbaşı leştirilmiştir. Daha sonra yanan bu bölü­ hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Üstelik
odası, mühürdar odası, duhancıbaşı mün yerine de mimar E. Egli, İstanbul ne camide ne de baninin mezar taşında
odası, emekdar koğuşu, mehterler ko­ Üniversitesi'nin Botanik Enstitüsü binası­ bu hususları aydınlatacak bir kitabe gö­
ğuşu, başçuhadar kahve odası. Bu bö­ nı yerleştirmiştir. Süleymaniye Camii'nin rülmektedir. Çevre halkı arasında yaşa­
lüm ve birimlerin hizmet özelliklerine siluetim bozduğu gerekçesiyle 1957'de tılan, Kasım Çavuş'un Fatih'in deveciba-
göre ocaklı odaları, camekânları, hazine bu modern yapının bir katı indirilmiştir. şısı olduğu yolundaki rivayeti de belge­
ve kiler odaları vardır. Tekeli Köşk de­ Şimdi müftülük olan bina, Meşihat Da­ lemek mümkün olmamaktadır. Nitekim,
nen büyük salonda yeniçeri ağası ve iresinin Fetvahane bölümüdür. İstanbul'un fethinden 1546'ya kadar, ta­
ocak subayları toplanırlardı. Ocak yasa­ Ağa Kapısı sarayının mimarisi hak­ rihi yarımadada tesis edilen bütün hayır
sı gereği; yeniçeri ağası burada, yeni kında açık bilgi yoktur. 1553-1555 yılla­ eserlerinin vakfiye özetlerini içeren İs-
sadrazama ziyafet verirdi. rında İstanbul'da olan Fleusburg'lu tanbul Vakıfları Tahrir Defteri'nde Ağa­
Ağa Kapısı'm merkez alan semtte, Melchior Lorichs Süleymaniye Camii'nin çayırı veya Kasım Çavuş Mescidi'nin adı
Ağa Körhaneleri denen, saraç, çizmeci, alt tarafındaki sade görünüşlü bir bina­ geçmez. Söz konusu mescide, 18. yyin
çadırcı, aşçı, ekmekçi, berber, terzi, de­ nın damına "Yeniçeri Ağası Konağı" (Je- birinci çeyreğinde Halvetî-Sünbülî tari­
mirci, hallaç, kazancı, nalbant, yaycı, ce­ nitzer Aga Hauss) kaydını koymuştur. katından meşihat konulmuş olduğuna
beci vb birçok esnafın çalıştığı atölyeler, Fakat Süleymaniye'den Bozdoğan Ke- göre inşa tarihinin 16. yyin ikinci yarısı
bir mum imalathanesi, ahırlar, ekmekçi meri'ne uzanan kısımda, resmin üstün­ ya da 17. yy içinde yer alması gerekir.
dükkânları, saka kışlası ile İstanbul'un deki boşlukta "Yeniçeri Ağası Konağı" Mescit adını, çevresinde yer aldığı, eski
biricik kadınlar hapishanesi olan İmam- yazısı ikinci defa tekrarlanır. Bunun al­ bir mesire olan Ağaçayırı'ndan almakta,
hane ya da Imamevi de bulunuyordu. tındaki ağaçlar arasında masif duvarları aynı zamanda banisinin adıyla da anıl­
Ağa Kapısı, Yeniçeri Ocağı'mn ko­ yükselen bina veya binaların, Süleyma­ maktadır.
mutanlık merkezi olduğu gibi, İstan­ niye Külliyesi'nin parçalan olmasma ih­ Ağaçayırı Mescidi'nde (eski tabirle
bul'un genel güvenliği de buradan idare timal verilir. Bu duruma göre, caminin "derûnunda") tesis edilen tekkenin de
edilmekteydi. Yeniçeri ağası günlük ça­ tam önündeki alçaktaki mütevazı yapı, kuruluşuna ilişkin bazı şüpheli noktalar
lışmalarını burada sürdürür, ocak ağala­ ilk biçimi ile Ağa Kapısı olmalıdır. bulunmaktadır. Şöyle ki; Vakıflar İdare-
rının atamalarını gerçekleştirir, maiyetiy- Yangın köşkü yapıldıktan sonraki si'ndeki kayıtlarda, tekkenin banisi ola­
le divan toplantıları ve selamlık alayları durum ise Miss Pardoe'nin kitabında H. rak, Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ'daki şeyh­
için saraya buradan giderdi. Ocak işleri, Bartlett tarafından çizilen gravürde gö­ ler listesinde ikinci sırada yer alan Şeyh
kul davaları, kent güvenliğiyle ilgili so­ rülür. Daha eski bir gravürde de, saray Mustafa Safvetî Efendi gösterilmekte,
runlar da haftanın belirli günlerinde, ye­ "L" biçiminde çok büyük bir yapı olarak aynca tekkenin tesis tarihi, daha doğru­
niçeri ağasının başkanlığmda sekbanba- gösterilmiş, çift sıra pencereli çıkmaları­ su mescide hangi tarihte meşihat konul­
şı, kul kethüdası, zağarcıbaşı, seksoncu- nın, duvara yaslanmış eliböğründelere duğu da açıklanmamaktadır. İlk postni-
başı, başçavuş, İstanbul ağası, yeniçeri oturdukları belirtilmiştir. Bu çıkmalar­ şin Şeyh el-Hac Ahmed Efendi'nin vefat
ve fodla kâtiplerinin katıldığı ağa diva­ dan daha büyük olan herhalde büyük tarihinden (1154/1741) hareketle mesci­
nında görüşülürdü. Ağa Kapısında, ağa törenlerin yapıldığı kız odası veya hün­ din bu tarihten önce, muhtemelen 18.
kapısı şakirdleri, kârhane usta ve amele­ kâr dairesidir. Ağa Kapısı'mn Meşihat y y i n birinci çeyreğinde tekke olarak
leri, ağa gediklileri kadrolarmda çok sa­ Dairesi olduktan sonraki görünümü, İs­ kullanılmaya başladığı söylenebilir.
yıda görevli bulunuyordu. Suçlu yeniçe­ tanbul'un eski fotoğraflarında ve şeyhü­ Ağaçayırı Tekkesi "Çayır, Safvetî, Şeyh
rilerin Ağa Kapısı'nda sorguya çekildik­ lislamların kısaca hayatlarını açıklayan Safvetî, Süddedâr" gibi isimlerle de ta­
ten sonra Haliç kıyısındaki Çardak iske­ İlmiye Salnamesinde bulunur. Bu fo­ nınmaktadır.
lesine indirilip buradan denizyoluyla toğraflara göre bina son haliyle Batı mi­ Atatürk Kitaplığı, O. N. Ergin yazma­
idam veya hapsedilecekleri yere götü­ mari üslubundadır. ları, n o . 1 8 2 5 ' t e kayıtlı, y a k l a ş ı k
rülmeleri usuldü. 1808'deki Alemdar 1220/1805 tarihli İstanbul tekkeleri lis­
Olayı'nda(-0 ayaklanan yeniçerilerden Bibi. D e n i ş Mustafa, Harîk Risalesi, TSM,
Hazine, no. 1632; Tarih-i Naima, V, 117; İz- tesinde, "Ağaçayırı'nda Süddedâr Tek­
bir grup geceleyin Ağa Kapısı'm basarak kesi" kaydının yanında, yeni imar edil­
zî, Tarih, İst. 1199. s. 216-217, 233-234; Si­
yeniçeri ağasmı öldürmüşlerdi. lahdar Tarihi. I, 183; Müri't'-Tevârih, I-III; miş olduğunu gösteren "nev-âbâd" iba­
1826'da Yeniçeri Ocağı kapatılınca Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 333; A. Ce- resi göze çarpmakta, diğer taraftan Zâ­
Ağa Kapısı da Meşihat Dairesi olmak vad (Paşa), Etat mililaire ottoman, I/l: Le
kir, Mecmua-i Tekâyâ'daki şeyhler liste­
corps des Janissaires, İst, 1882, s. 48-51; Par-
üzere şeyhülislama tahsis edildi. Bu mü­ doe, Bosphonıs; E. Oberhummer, Konstanti- sinde, 1207/1792'de vefat etmiş olan
nasebetle, Ağa Kapusunu verdi bize Sul­ nopet unter Sultan Suleiman, München, üçüncü postnişin Süleyman Efendi'den
tan Mahmud / Bâb-ı tezvir idi, Hak kıldı 1902, s. 13, levha 10; İlmiye, 138-139. res! sonra gelen Şeyh Ebubekir Efendi'nin
mâkam-ı iftâ beytiyle tarih düşülmüştür. 152-153; R. E. Koçu. Yeniçeriler, İst, 1964; Kadirî tarikatından olduğu belirtilmek­
ay, "Ağakapısı", İSTA, I, 245-247; Uzunçarşılı, te, söz konusu tarikat değişikliği, İstan­
Eski Saray'ın yerinde kurulan Seras­
Kapıkulu, I, 390 vd; S. Eyice. "Ağakapısı",
kerlik (Bâb-ı Seraskerî) makamı avlu­ DİA, I, 462-464. bul tekkelerine ilişkin listelerden de iz­
sunda kagir yeni bir yangm kulesi yapı­ lenebilmektedir. Bütün bunlar, Ağaça­
SEMAVİ EYİCE-NECDET SAKAOĞLU
mına başlanmış, geçici olarak da ahşap yırı Mescit-Tekkesi'nin, 19. yy başların­
bir kule yapılmış ise de, yeniçeriler ta­ da, yeni baştan inşa ettirilmese de,
AĞAÇAYIRI MESCİDİ VE muhtemelen Şeyh Ebubekir Efendi ta­
raftarı asi askerlerce bu kule yakılmıştır.
II. Mahmud, Ağa Kapısı adını yasakla­ TEKKESİ rafından köklü bir onarıma tabi tutul­
mış, buraya Bâb-ı Meşihat denilmesini Fatih İlçesi'nde, Kocamustafapaşa ve duğunu göstennektedir.
istemiştir. Ancak 2 Ağustos 1826'da şey­ Yedikule semtlerinin sınırında, Ağaçayı- Halvetîliğin Sünbülî koluna bağlı ola­
hülislam bu yeni makamına tam taşınır­ rı mevkiinde, Cambaziye Mahallesinde, rak kurulan Ağaçayırı Tekkesi, 19. yy'ın
ken, Sirkeci'de Hocapaşa semtinde çı­ Alayimamı Sokağı ile Ağaçayırı Soka- birinci çeyreğinde Kadirîliğe bağlanmış,
kan yangında, Babıâli de yandığından, ğı'nın kavşağında yer almaktadır. sonra tekrar Sünbülîlerin eline geçmiş-
AĞAÇKAKAN MESCİDİ 96

tir. Şeyhlerinin listesi şöyledir: 1) Şeyh alan bir sütunla desteklenmiştir. Yuvar­
el-Hac Ahmed Efendi (ö. 1741); 2) Şeyh lak kemerli mihrap, klasik üslupta, çu­
Mustafa Safvetî Efendi; 3) Şeyh Meh- buklu bir silme ile kuşatılmıştır. 19. yy'a
med Şemseddin Efendi (ö. 1775): Mes- ait olan ahşap minberde II. Mahmudün
cit-tevhidhanenin mihrap duvarı önün­ güneş kabartmaları, ayrıca beş ve sekiz
deki küçük hazirede gömülüdür. Kabir kollu yıldızlar görülmektedir.
kaşında Sünbülî tacı görülür; 4) Şeyh Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 47-48; Kut,
Süleyman Efendi ( ö . 1 7 9 2 ) ; 5) Şeyh Dergehnâme, 222; Çetin, Tekkeler, 586; Ay­
Ebubekir Efendi (ö. 1804): Mescit-tev- nur, Saliha Sultan, 34, no. 9; Asitâne, 8; Os­
hidhanenin naziresinde gömülüdür; 6) man Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 6, no. 29, 66-
67, no. 104; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 8; Ih-
Şeyh Sadık Efendi: Zâkir'in, Mecmua-i
saiyat II, 21; Vassaf, Sefine, V, 273; Zâkir,
Tekâyâ'smda. adı bulunmayan bu şey­ Mecmua-i Tekâyâ, 79-80; Öz, İstanbul Cami­
hin varlığı, Süleymaniye Kütüphanesi, leri, I, 19; İSTA, I, 235-236; İKSA, I, 311; Fa­
Zühdü Bey böl., no. 489'da bulunan, tih Camileri, 146, 269.
müellifi bilinmeyen, 1823 civarına tarih- M. BAHA TANMAN
lenebilen, İstanbul'daki tekke şeyhleri­
nin dökümünü içeren elyazmasından AĞAÇKAKAN MESCİDİ VE
tespit edilmektedir. Burada, Kadirî
ŞİRYAN MEKTEBİ
şeyhleri arasında ''Kocamustafapaşa
kurbünde Ağaçayırı'nda Şeyh B e k i r Fatih İ l ç e s i ' n d e , K o c a m u s t a f a p a ş a -
Efendi hulefâlarından Şeyh Sadık Efendi Ağaçkakan semtinde, Alifakih Mahalle-
dâileri" kaydı bulunmakta, böylece Sa­ si'nde, Ağaçkakan Sokağı ile İskender
dık Efendimin, selefi Ebubekir Efen- Paşa Camii Sokağı'nm kavşağında yer
di'nin halifesi olduğu, Kadirîliğe bağlı almaktadır.
bulunduğu da anlaşılmaktadır; 7) Şeyh Banisi, mescidin Kıble yönünde gö­
Mehmed Emin Efendi (ö. 1847); 1834'te Ağaçayırı Mescidi ve Tekkesinin bodur mülü olan Debbağ İskender Çelebi'dir.
Saliha Sultan ile Halil Rıfat Paşa'nın dü­ minaresi. Matbu kaynaklarda, ne İskender Çele-
ğününe davet edilen Sünbülî şeyhleri M. Baha Taranan, 1993 bi'nin ölüm tarihi ne de mescidin inşa
arasında adı geçmekte, Ağaçayırı Tek- tarihi hakkında bir bilgi bulunmaktadır.
kesi'nin Kadirîlerden tekrar Sünbülîlere Ancak mescidin, 953/1546 tarihli İstan­
intikal ettiği anlaşılmaktadır; 8) Şeyh ve harim kitlesi ile yanı yükseklikte bul Vakıfları Tahrir Defterinde adının
Mehmed Şevki Efendi ( ö . 1 8 5 4 ) ; 9) olan minare, kaide üzerine oturan, dik­ geçmemesinden, ayrıca eski yapısında
Şeyh Mehmed Raşid Efendi (ö. 1912): dörtgen pencereli bir ezan okuma yeri gözlenen mimari özelliklerinden hare­
Selefinin oğludur. 1889 tarihli Münib, ile donatılmıştır. Soğan biçiminde, kur­ ketle 16. yyin ikinci yarısına veya 17.
Mecmua-i Tekâyâ 'da postnişin olarak şun kaplı bir ahşap külahla son bulan yy'a ait oİduğu söylenebilir. Banisinin
kayıtlıdır; 10) Şeyh Rıza Efendi: Tekke­ bu İlginç minare, bazı İstanbul mescitle­ adından ziyade bulunduğu Ağaçkakan
nin son postnişini olduğu anlaşılan bu rinde görülen şerefesiz bodur minarele­ semtinin adıyla anılan mescit, tespit edi­
şeyhin varlığı 1923 tarihli Sefineden öğ­ rin "nev'i şahsına mahsus" bir örneğini lemeyen bir tarihte, Kalaycızade Meh­
renilmektedir. oluşturmaktadır. Bunun yanma eklen­ med Efendi adında bir şahsın minber
miş olan mescit kitlesine göre fazla koydurmasıyla camie dönüştüıülmüştür.
Ağaçayırı Mescit-Tekkesi tekkelerin uzun düşen yeni minarede klasik Os­ Cumhuriyet devrinin başlarında, kulla­
kapatılmasından sonra cami olarak kul­ manlı üslubundan alınma ayrıntılar bu­ nılmadığı için bakımsız kalarak harap
lanılmaya başlamış. 1940 civarında kad­ lunmaktadır. olan yapı 1955'te, çevre halkının yar­
ro harici bırakılmış, bu tarihten sonra
Alayimamı Sokağından girilen avlu­ dımlarıyla yeniden inşa ettirilmiştir.
k u l l a n ı l m a y a n ve harap olan yapı
1964'te çevre halkının yardımlarıyla da görülebilen tek özgün unsur, mer­ İstanbul Ansiklopedisinde yer alan,
onarılarak tekrar ibadete açılmıştır. Bu merden yontulmuş, dikdörtgen prizma R. Sevinçsoy'a ait plan krokisi ile dış
onarım sırasında, aynı zamanda tekke­ biçimindeki abdest tekkesidir. Mihrap görünüm eski mescidin mimarisi konu­
nin tevhidhanesi olarak kullanılan mes­ duvarının önünde, tek sıra halinde di­ sunda aydınlatıcı olmaktadır. Bu yapı,
cidin mimari kimliğine uymayan deği­ zilmiş dört adet mezarı barındıran kü­ enine dikdörtgen planlı, bağdadi duvar­
şiklikler olmuş, bu yapının kuzey yö­ çük bir hazire bulunmaktadır. Mihrabın lı, kapalı bir son cemaat yeri ile moloz
nünde yer alan ahşap tekke bölümleri­ hizasında yer alan tarihsiz, kavuklu şa­ taş örgülü duvarları olan, ters "T" planlı
nin yerine de, aynı şekilde uyumsuz, hide Kasım Çavuş'a aittir. Diğer üç şahi- bir harim bölümünden meydana gel­
betonarme meşruta ve tuvaletler inşa dedin ikisi Şeyh Mehmed Şemseddin mekteydi. Geniş saçaklı, kiremit örtülü
edilmiştir. Efendi ile Şeyh Ebubekir Efendiye ait­ bir ahşap çatı yapıyı örtüyordu. Kroki­
tir, biri de Nûr-u dîdem oğlum / Abdül- de, İskender Paşa Camii Sokağı üzerin­
Mescit-tevhidhanenin. nispeten öz­
kadir âh / kuş gibi uçdu mısralarıyla de bulunan cümle kapısından son ce­
gün kalabilmiş harim bölümü kare plan­
başlamakta ancak alt kısmı toprağa gö­ maat yerine girildiğinde, hemen sağda,
lıdır. Giriş kuzey duvarında, mihrap ek-
mülü olduğu için kitabenin devamı mihrap ekseninden batıya doğru kaydı­
senindedir. Onarımda, kesme taş örgü­
okunamamaktadır. Aynı sırada, küçük rılmış harim kapısı bulunmaktadır. Son
sünü taklit eden, fugalı bir sıvayla kap­
bir mezar şahidesi görünümünde. 17 cemaat yeri ile harimi ayıran duvarın
lanmış olan duvarlarda, iki sıra halinde
Zilhicce 1277/1861 tarihli, bir namazga­ eksenine küçük bir mihrap, bunun yan­
düzenlenmiş dörder pencere bulunmak­
ha ait mihrap taşı bulunmaktadır. Eski larına da, simetrik konumda birer pen­
tadır. Alt sıradakiler dikdörtgen açıklıklı.
devirlerde, mesirelerin muhakkak bir cere yerleştirilmiştir. Harim mekânının,
üsttekiler yuvarlak kemerlidir. Aslında
namazgaha sahip olduğu hesaba katılır­ ahşap çatılı mescitlerde hemen hiç gö­
ahşap olduğu anlaşılan son cemaat yeri,
sa, bu taşın Ağaçayırı mesiresinde bir rülmeyen ters "T" planında olması, di­
betonarme tekniği ile yeniden inşa edi­
zamanlar var olan namazgahtan getirilip ğer taraftan minarenin -geleneksel mes­
lirken, son derece oransız, enine dik­
buraya dikildiği tahmin edilebilir. cit şemasına aykm olarak- harimle son
dörtgen percerelerle donatılmıştır.
Kagir duvarlı, ahşap çatılı alelade bir Duvarlar içerden formika lambrilerle cemaat yerinin sınırında bulunmaması,
yapı olan mescit-tevhidhanenin en öz­ kaplanmış, ahşap kaplamalı tavan yüze­ ayrıca minareden itibaren kuzeye doğru
gün unsuru, harimin kuzeybatı köşesine harim duvarlarının bağdadi olarak de­
yinde, ince çıtalarla kareli bir taksimat
kondurulmuş olan bodur minaredir. Dı­ vam etmesi muhtemelen geç devirde,
uygulanmış, kuzey duvarı önündeki be­
şa taşkın kare bir kaide üzerine oturan ibadet alanını genişletmek amacıyla son
tonarme mahfil mihrap ekseninde yer
97 AĞALAR CAMİİ

cemaat yerinin harime katıldığını, kuzey si'ndeki maddede, İstanbul Vakıflar R. 1301/1885 yılında, altı erkek ile üç
yönüne de yeni bir son cemaat yerinin Başmüdürlüğü Arşivi. R. 1341/1925 ta­ kadının yaşadığı tespit edilmektedir.
yapıldığını kanıtlamaktadır. R. Sevinç- rihli Esâmi-i Tekâyâ Defterinde bulu­ Bibi. Osman Bey. Mecmua-i Cevâmi. I, 64-
soyün, mescidin güney ve batı cephele­ nan vakfiye özetinde. Şeyh A. Niyazi 65. no. 100; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 11;
rini gösteren deseninde, harim duvarları­ Efendi'nin "bir semahaneyi hâvi menzi­ İhsaiyat II, 22; Vassaf, Sefine, V. 271; Zâkir,
nın ikişer çift pencere ile donatılmış ol­ lini zaviye olmak üzere" vakfettiği, mü- Mecmua-i Tekâyâ. 29; Ergun, Antoloji, II,
484; İSTA, I, 238: İKSA, I, 3 1 3 - 3 1 4 ; Fatih
duğu, alt sıradakilerin sivri kemerli ola­ tevellilik ve şeyhlik (tevliyyet ve meşi­
Camileri, 153.
rak tasarlandığı görülmektedir. Harimin hat) görevlerinin, neslinden g e l e c e k
kuzey duvarı boyunca uzanan, ahşap "eslah ve erşed" (en salih ve en reşid) M. BAHA TANMAN
fevkani mahfil dört adet ahşap sütuna kişi tarafından üstlenilmesini şart koştu­
oturmakta, batı kesiminde kavisli bir çık­ ğu, söz konusu evini de şeyh olanların AĞALAR CAMİİ
ma yapmaktadır. Bugünkü mescit inşa ikametine tahsis ettiği belirtilmektedir. Bugün Topkapı Sarayı olarak adlandırı­
edilirken, tasarınım ana hatlarında ve Kapatıldığı tarihe (1925) kadar Bedevî lan Saray-ı Cedîdin (Yeni Saray) üçün­
boyutlarda eski yapıya belirli ölçüde sa­ tarikatına bağlı kalan Ağaçkakan Tekke­ cü avlusunda bulunan Ağalar Camii,
dık kalınmış, ancak bu arada, basık ke­ sinde çarşamba günleri ayin icra edilmiş, hasodanm yanındadır.
merlerle donatılan tepe pencereleri alt postuna şu kimseler oturmuştur: 1) Şeyh R. Ekrem Koçu, sarayın içindeki ca­
sıradaki pencerelerin üzerine oturtularak el-Hac Ahmed Niyazi Efendi (ö. 1877); 2) milerin en büyüğü olan bu ibadet yeri­
cephelerdeki klasik oranlar bozulmuş, Şeyh Mehmed Arif Efendi (ö. 1883): Sele­ ne Hünkâr Camii de denildiğini bildirir.
fevkani mahfil kagire dönüştürülmüş, finin torunudur; 3) Şeyh Mustafa Nailî Burada içoğlanları ve Enderun-ı Hüma­
harim duvarları, pencerelerin alt hizasına Efendi (ö. 1908): Selefinin oğludur. II. yun zülüflü ağaları namaz kıldıkların­
kadar, ayrıca mihrap fayansla kaplanmış­ Abdülhamid yönetimi tarafından Fizan'a dan, daha sonraları buraya Ağa Camii
tır. Özgünlüğünü koruyabilmiş tek unsur sürülmüş, önce Fizan'da sonra Trablus- denilmiştir. Yapının kesin tarihi bilin­
olan minare, almaşık örgülü çokgen ka­ garp'ta yaklaşık on üç yıl hapis yattıktan memekle beraber. Ağalar Camii'nin du­
idesi, alternatif dizilmiş üçgenlerden olu­ sonra hürriyetine kavuşarak İstanbul'a var örgü tekniği Fatih Sultan Mehmed
şan pabucu, alt ve üst bitimlerinde kes­ dönmüş, yokluğunda harap olan tekkesi­ döneminden kaldığına işaret eder. Ka­
me taştan simitlerle donatılmış, almaşık ni ihya ettikten dört ay sonra kalp hasta­ pılarından biri üstündeki 1136/1723-24
örgülü ve silindir biçimindeki gövdesi, lığından vefat etmiştir; 4) Şeyh Mehmed tarihli kitabeden ve duvar örgü tekni-
alçıdan mamul, geometrik şebekeli şere­ Atâullah Aşkî Efendi (ö. 1932): Tekkenin ğindeki farktan, 18. yy'da Seyyid Meh­
fe korkulukları ve kurşun kaplı konik son şeyhidir. Bani A. Niyazi Efendi'nin med Ağa adlı bir kişi tarafından büyük
ahşap külahı ile dikkati çeker. Mescidin neslinden olmayıp. İstanbul'daki başka ölçüde tamir ettirildiği anlaşılmaktadır.
güneybatı köşesinde, İskender Paşa Ca­ bir Bedevî tekkesinin postnişini Çerkez
mii Sokağı tarafında, duvara yerleştiril­ asıllı Şeyh Şevki Beyefendinin oğludur. II. Mahmud döneminde, Yeniçeri
miş olan çok ufak bir mermer levhada, Kozlu Mezarlığında gömülüdür. Şeyh M. Ocağının kaldırılması kararının bu cami­
sülüs hatla yazılmış Kelime-i Tevhid ve Nailî Efendi'nin ölümünden sonra, belki de alındığı da söylenir. Ağalar Camii
"Şefaat yâ Nebiyallah'' ibaresi görülmek­ A. Niyazi Efendi'nin neslinden erkek ev­ 1881'e kadar cami olarak kullanılmış,
tedir. Cümle kapısının üzerine, Arap ra­ lat kalmamış olmasmdan, belki de başka bundan sonra depo ve yemekhane ol­
kamlarıyla 1955 tarihli, Nuri imzalı, sülüs bir sebepten ötürü tekkenin meşihatında muş ve üstünün kurşunları alınarak yıkıl­
hatlı bir ayet levhası konmuş, baninin, bir sülale değişikliğinin vuku bulduğu maya bırakılmıştır. Ancak Topkapı Sarayı
mihrap önündeki kabri Latin harfli bir anlaşılmaktadır. müze yapıldıktan sonra. 1925'ten itibaren
şahide ile donatılmıştır. küüphane ve okuma salonu olarak res­
G e ç e n yüzyılın ünlü zâkirlerinden
tore edilmiş, sarayın çeşitli yerlerindeki
Aynı mahallede, Ağaçkakan Mesci­ Aşkî Efendi Şeyh A. Niyazi Efendi'nin
yazma kitaplar burada toplanmış ve bu­
dinin 200 m kadar batısında, Hacı Ham- oğlu, ikinci postnişin Şeyh Mehmed Arif
nu anlatan 1928 tarihli bir kitabe güney
za Mektebi Sokağında. Debbağ İsken­ Efendi'nin babasıdır. S. N. Ergun, Türk
tarafındaki kapısı üstüne konulmuştur.
der Çelebi tarafından yaptırılmış bir sıb- Musikisi Antolojisi-Dini Eserlerde hak­
yan mektebinin kalıntıları bulunmakta­ kında şu bilgiler verilmektedir: "Sesinin Ağalar Camii, dikdörtgen planlı enle­
dır. "Ağaçkakan" ya da "Hacı Hamza" güzelliği ve okuyuşunun düzgünlüğü mesine uzanan bir yapıdır. Yanına kapı­
adlarıyla anılan bu mektebin, klasik üs­ ile iştihar eden değerli zâkiıîerden biri sında 1136 tarihli kitabe olan mescit ek­
lupta, almaşık duvarlı, çift sıra pencereli de Aşkî Efendi'dir. Bilhassa Yazıcızade lenmiştir. Camiin ilk yapıldığında üstü­
bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. mersiyesini okumakla tanınmıştı... Sad­ nün kiremit kaplı bir ahşap çatı ile örtü­
razam Kâmil Paşanın imamı idi. Hıdiv lü olduğu ve ancak 18. yy ortalarında
Bibi. Ayvansarayî. Hadîkcı. I. 3~: Osman şimdi görülen beşik tonozun inşa edildi­
Bey, Mecmııa-i Cerami, I. 6-7, no. 30; İSTA, İsmail Paşa kızını evlendirdiği zaman
I. 238; Öz, İstanbul Camileri. I. 19: Aksoy. birçokları gibi o da Mısır'a gitmişti. Ora­ ği, bu sonuncu elemanın Türk klasik dö­
Sıbyan Mektepleri. 12; İKSA, I, 314-315; Fatih da hastalandı ve 1290/1873'te mevlevî- nem mimarisine ters düşmesinden anla­
Camileri, 314. hanede vefat etti. Mısır'da Kadiriyyeden şılır. Üstünde evvelce bir kubbe olduğu
M. BAHA TANMAN Talibî Dergâhı'ndaki makbereye defne­ yolundaki görüş inandırıcı değildir. Ağa­
dildi. Manastırlı Hoca Nailî şu tarihi vü- lar Camii taş ve tuğla dizileri halinde ya­
AĞAÇKAKAN TEKKESİ cude getirdi: Ad-i adhâda dedim târih-i pılmış, yuvarlak kemerli alt sıra pencere­
fevtin Nailî / Hakka kurban eyledi Aşkî leri bu biçimlerini 18. yy'da almıştır.
Fatih İlçesinde, Kocamustafapaşa-Ağaç-
kakan semtinde. Alifakih Mahallesinde, Efendi kendini 1290. Ağalar Camii'nin yanında şimdi oku­
Ağaçkakan (İskender Çelebi) Mesci­ Tekkelerin kapatılmasını izleyen dö­ ma salonu olan mescidin duvarları gü­
dinin yanında yer alıyordu. nemde, Ağaçkakan Tekkesi bir yangın­ zel çinilerle kaplanmıştır. Mescit ile esas
Adını, bulunduğu semtten ve komşu­ da bütünüyle ortadan kalkmış, mimari cami kitlesi arasında kalan ve ancak Al-
su olduğu m e s c i t t e n alan bu t e k k e özelliklerini aydınlatacak herhangi bir tınyol'dan ulaşılan mekân ise hareme
1256/1840 yılında, Bedevî tarikatından, belge de bulunamamıştır. Mamafih, yu­ mahsus bir namaz yeri idi.
"Şeyh Ahmed B a b a " olarak tanınan karda sözü edilen vakfiye özetinden, İs­ Bibi. E. Mamboury, "Die Moschee Mehmeds
Şeyh el-Hac Ahmed Niyazi Efendi (ö. tanbul'da, şeyh evinden tekkeye dönüş­ des Eroberers und die neue Bibliothek", Die
1877) tarafından kurulmuştur. İstanbul müş pek çok başka tesis gibi bunun da. Denkmalpflege, V ( 1 9 3 1 ) , s. 161-167; Halil
7
tekkelerine ilişkin kaynaklarda, banisi­ tarikat fonksiyonlarına uygun biçimde Ethem, Camilerimin. 3 ; Koçu, Topkapu Sa­
rayı. 74; ay, "Ağalar Camii"," İSTA, I, 247; A.
nin, üçüncü postnişini Şeyh Mustafa tadil edilen ve kullanılan, içinde tevhid-
Kuran, Tloe Mosque in Early Ottoman Archi­
Nailî Efendinin veya bağlı bulunduğu hanesi, harem ve selamlık bölümleri tecture. Chicago. 1968. s. 185-186; S. Eyice,
tarikatın adlarıyla da anılmaktadır. İs­ bulunan ahşap bir meskenden ibaret "Ağalar Camii", DİA, I, 464.
tanbul Kültür ve Sanat Ansiklopedi- olduğu anlaşılmaktadır. Bu ev-tekkede. SEMAVİ EYİCE
AĞAOĞLU, SAMET 98

AĞAOĞLU, SAMET AĞIZLIKÇILIK


(1909, Karabağ [Kafkasya] - 6 Ağustos Ağızlık, tütünün sigara kâğıdına sarıla­
1982, Ìstanbul) Yazar, siyaset adamı. rak içilmeye başlanmasıyla ortaya çıkan,
Metafizik göndermelerle yüklü, çoğu ka­ tek ya da birkaç parçadan oluşan ve "ta­
ramsar hikâyelerinde, bireysel hayatları kım" ya da "sigaralık" da denilen tiryaki
saran yıkımları dile getirirken, şehirlerin, araçlarmdandır. Sigara kâğıdının İstan­
kasabaların, bu arada İstanbul'un top­ bul'a Abdülaziz döneminde (1861-1876)
lumsal yazgısıyla da yakından ilgilendi. geldiği, sigara ağızlığının da bu dönem­
1932'de Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitir­ de ortaya çıktığı görüşü yaygındır.
dikten sonra Fransa'da Strasbourg Üni- Önceleri uzun bir çubuğun ucundaki
versitesi'nde doktora yaptı. O günlere lüle ile içilen tütün, özel olarak imal
ilişkin anılarını, gözlem ve saptayanları­ edilmiş sigara kâğıtlarıyla içilmeye baş­
nı, hikâye dili çerçevesinde, Strazburg lanınca ağızlıkçılık da bir el sanatı ola­
Hatıraları kitabında (1945) kaleme ge­ rak gelişmeye başlamıştır. Aslında ağız­
tirdi. Yurda dönünce çeşitli bakanlıklar­ lık, ucuna lüle takılıp tütün içilen çu­
da çalıştı; 1946'da şerbet avukatlığı seçti bukların dudağa konulan ve "imame"
ve Demokrat Partinin kurucularından de denilen kısmıdır. Bu yüzden ağızlık
biri oldu. 1950-1960 arasında Manisa kullanımının yaygınlaşmasıyla çubukçu-
milletvekiliydi; bakan oldu. 27 Mayıs luk ve lülecilik(->) gerilemeye yüz tut­
1960'ta tutuklandı, hapse mahkûm oldu: muş, kemane adı verilen el tezgâhların­
aftan sonra Yassıada günlerini Arkada­ da çubuk yapanlar bu kez ağızlık üret­
şım Menderes (1968), Marmara'da Bir meye başlamışlardır.
Ada (1972), İlk Köşe (1980) gibi kitapla­ Taşıması ve kullanımı çubuktan daha
rında acı bir dille yansıttı. Şiirsel anla­ Samet Ağaoğlu, 1 9 5 1 kolay olduğu için ağızlık kısa sürede
tımlarla işlenmiş adalar, çağdaş edebiya­ TETT\'Ar¡irí yaygınlık kazanmıştır.
tımızda böylece ilk kez. siyasal çalkantı­ İstanbul'da eskiden ağızlık yapımı ve
ların bir odağı olarak sergilendi. Hikâye­ satımıyla uğraşanların yoğunlaştıkları
lerini Zürriyet (1950), Öğretmen Gafur onu. mevkufların götürüldüğü Arapyan
yerler Hakkâklar Çarşısı (bugünkü Sa­
(1953), Büyük Aile (1957), Hücredeki Hanı takip eder. Tutuklular için bazen
haflar Çarşısı'mn olduğu yerdeydi) ile
Adam (1964), Katırın Ölümü (1965) ki­ de "Kızkulesi yakınlarında demirli, bo­
Mercan Yokuşuydu. Buralarda ağızlık­
taplarında derledi. yaları dökülmüş, eski" yük vapurları
lar İstanbullu tiryakilerin severek kul­
beklemektedir.
1935'ten sonra Varlık ve Yücel dergi­ landığı yasemin, kiraz, gül, pelesenk,
Büyük Aile'de Meşrutiyetin ilanın­ kuka gibi güzel desenli ve hoş kokulu,
lerinde hikâyeleri yayımlanmaya başla­ dan önce Niksar'dan İstanbul'a göçen
yan Samet Ağaoğlu. göçüp gitmiş bir dokusu sık ağaçlardan yapılırdı. Malze­
bir eşraf ailesi Boğaziçi'nde köşke yer­ mesi taş olan ağızlıkların yapımında ise
imparatorluktan izdüşümlerle kültür leşirler ve Mahmutpaşa'da bir handa ti­
gömleği değiştirmenin serüveni üzerin­ lületaşı, kehribar, hacıbektaştaşı ve ol-
carete başlarlar. Çocuklara "Rum güzel tutaşı kullanılmıştır. Kuyaımcular tarafın­
de durur. Önemli hikâyelerinin hemen mürebbiyeler" tuaılur; çocuklar "Ameri­
hepsinde duyguların, düşüncelerin kar­ dan yapılıp satılan altından ya da gü­
kan kolejlerine" yazdırtılacaktır. Ailenin müşten, süslemeli ağızlıklara her zaman
şıt ucu, ruh ikizliklerini çağrıştırmak is­ taşra kökenli hanımları "en lüks terzile­
tercesine işlenmiştir. Bir yandan yükseli­ zengin tiryakiler itibar etmişlerdir. Ayrı­
rin" diktiği son moda giysiler içinde da­ ca fildişi ve boynuz gibi malzemeden
şin, ihtişamın, göz kamaştırıcı servetlerin ima "gülünç" görünmektedirler. Büyük
hüküm sürdüğü hayatlarda, bir yandan de ağızlık yapılmıştır. Değerli maddeler­
aile sik sık "Semplon Ekspresinin ya­ den ince işçilikle yapılmış sigara ağız­
da. önüne geçilemez bir alçalış, düşüş taklı vagonlarıyla" Avrupa'ya eğlenmeye
özlemi göze çarpar. Aynı perspektifte, lıkları antikacılar tarafından da alınıp
gider. Kendileri gibi İstanbul'a göçen satılırdı. Günümüzde de Uzunçarşı Cad­
öteki şehirler, yöreler gibi, İstanbul da dışarlıklı kişilere artık "Pis Anadolulu"
karmaşık yapısıyla betimlenmiştir. "So- desinde bu işle uğraşan birkaç dükkân
demektedirler. Bu. artık, sefaleti gittikçe bulunmakta, bu caddeye açılan sokak­
kak'ta (Zürriyet) adı anılmamış bu kent artan bir İstanbul'dur. Birinci Dünya Sa­
bir hüzünler geçit törenidir: Şefkati, ana- lardan biri de Ağızlıkçı Sokağı adını ta­
vaşı ve mütareke yılları İstanbul'a sefa­ şımaktadır.
baba sıcaklığını birbiıierinde arayan iki letin yanısıra haksız yükselişi, alın teri
sokak çocuğu, sokaklarda, caddelerde dökmeden kazanmayı getirmiştir. Bü- İstanbul'da ağızlık alım satımı dük­
yalnızca cenaze alaylarını, trafik kazala­ vük aile ahlaki bir çöküş içinde kay­ kânlar dışında seyyar satıcılar eliyle de
rını, elden ayaktan düşkün hastaları, bolurken, aile fertlerinden biri için İs­
"çocuk denilecek kadar taze'' orospuları, tanbul'daki tek huzur köşesi, Eyüp Sul-
r
asılan ve asılmaya götürülürken ağlay an tan'da yıkı yıprak bir tekke olacaktır.
katilleri, "büyük kışlanın" askerlerini,
bandoyu, meczupları görürler. Kendi Nihayet "Sağır Yalf'da (Büyük Aile)
hayhuyu içinde bu şehir, sokağın ço­ Ömer. "eski, büyük, boyaları dökülmüş,
cuklarına, gelecek güvencesini ancak bütün pancurları kapalı" bir yalıda geç­
uzak bir hayalde verebilmektedir. mişin kendisince de pek bilinmeyen
günlerini arayacak: ama yalı, boş oda-
'Babam"da (Öğretmen Gafur) Saraç- lan, köhnemiş birkaç parça eşyası, toz­
hanebaşı, "gölgeli ve harap'' bahçeler, lanmış resimleriyle ona hiçbir şey söy­
"tahtaları gıcırdayan köhne'' evlerle lemeyecek, payitaht İstanbul'a özgü bir
anılmıştır. Yüzyıl başının dağdağalı gün­ uygarlığın göçtüğünü bile söylemeye
lerinde Fatih'le Sultanahmet arasında si­ gönül indirmeyecektir. Şimdi yalı, "artık
yah bayraklı kalabalıklar belirir. Bu. hiçbir manası olmayan, hattâ yıkılmaya
"Malta esaretine tesadüf eden seneler­ mahkûm, yıkılması lazım ahşap bir ev­
de" türbeleri, ziyaretgâhları dolaşan, den başka bir şey" değildir.
"Eyüp'te, Topkapı'da, Bebek'te, Üskü­
Bibi. T. Alangu. Cumhuriyet'ten Sonra Ağızlıkların yanısıra pipo da üreten bir
dar'da, uzun, narin serviler" altında Al­ Hikâye ve Roman II. İst.. 1965: B. \ecatigil.
lah'a yakaran kadınlar söz konusudur. dükkânın vitrini.
Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü. İst.. 1979. Erkin Emiroğlu, 1993
Harbiye Nezaretimi Bekirağa Bölüğü. SELİM İLERİ
99 AĞVA

yapılmıştır. Seyyar ağızlıkçıların en çok


iş yaptığı yerler arasında Galata ve Ba-
lıkpazarı meyhaneleri gelir, akşamüzeri
bu yerleri dolaşan satıcılar ağızlık me­
raklısı sigara tiryakilerinin ihtiyaçlarını
karşılarlardı. Seyyar satıcıların ağızlık
sattığı yerlerden biri de büyük camilerin
avlularıydı. Özellikle Bayezid Camii av­
lusunda ya da yakınında kurulan, günü­
müzde ele Çınaraltı'nda devam ettirilen,
seyyar satıcı pazarlarında ağızlık da satı­
lırdı. Bugün pek seyrek görülen, üzeri­
ne ve ortasındaki direkçiğe çakılmış çi­
vilere geçirilmiş yasemin ağızlıklarla
süslü seyyar satıcı tablaları, eskiden her
yerde meraklı tiryakilerin karşısına çıka­
bilirdi. 1933-1938 arasında içinde lületa­
şından filtre bulunan "Doktor Apos-
tolün ağızlıkları" tiryakiler arasında mo­
da olmuştu.
Bibi. Büngül, Eski Eserler, I, 14-15. 94-95; M.
Z. Kusoğlu, "Bir Zamanlar Çubuk Vardı".
İlgi, 66 (Yaz, 1991), 32-35: İSTA, I, 253; İKSA,
I, 328-329.
M. SABRİ KOZ

AĞVA
Kocaeli Yarımadası'nda, Karadeniz kıyı­
sına kurulmuş bir yerleşmedir. İlin do­
ğusunda yer alan Ağva, İdari bölünüş
bakımından Şile İlçesi'ne bağlı bir bu­
cak merkezi durumundadır. Bugün adı
Yeşilçay olan Ağva'nın 13 köyü vardır.
Yerleşmeyi doğu ve güneydoğudan Ye­
likle sonbahar aylarındakiler. bazen can mit) uyguladığı baskılardan kaçan Hıris­
şilçay, güneyden Dudubayır Tepe (84
ve mal kayıplarına da neden olmaktadır. tiyanlar Şile ve Ağva dolaylarına yerleş­
m), güneybatı ve batıdan Göksu Deresi
Ağva 1942, 1969 ve 1973 yıllarında böyle mişlerdir. Dini görevlerini yerine getire­
ve kuzeyden de Karadeniz sınırlamakta­
sağanak yağışların sonucunda sel afetine bilmek için çevredeki mağaralardan fay­
dır. Ağva'nın esas yerleşmesi Yeşilçayin
uğramıştır. Sel afetine karşı 19 7 3'ten son­ dalanmışlar ve çeşidi tesisler yapmışlar­
bati kıyısına; kendine bağlı bir mahalle
ra Yeşilçayin batı kenarına 7-8 m yük­ dır. Bunların en güzel örneklerini Ağ­
olan Yakuplu da Göksu Deresi'nin do­
sekliğinde bir set yapılmıştır. Özellikle va'nın güneyindeki Gökmaslı köyünde­
ğu kıyısına yaslanmıştır. Ağva kelimesi
turizm bakımından önemli olan güneş­ ki mağara ile Hacılı köyündeki Gürlek
Latince kökenli olup, "İki dere arasına
lenme süresi yıllık ortalama olarak ve İnkese mağaraları oluşturur. Bizans
kurulmuş köy" anlamına gelmektedir.
günde 5 saat 44 dakikadır. Ancak yaz hâkimiyetine geçtikten sonra çeşitli ara­
Ağva, Yeşilçay ve Göksu derelerinin aylarında bu süre 10 saat 38 dakikaya lıklarla Bizans ve Selçuklular arasında el
getirdiği alüvyon maddesinin Kuater- kadar çıkmaktadır. Bulutluluk bakımın­ değiştiren Ağva ve çevresi, Osmanlılar
ner'deki (yaklaşık 2,5 milyon yıl önce­ dan açık günler sayısı 52, kapalı günler zamanında ilk defa Orhangazi'nin ku­
den günümüze kadar olan dönem) de­ sayısı ise 120 gündür. Ağva ve çevresin­ mandanlarından Akçakoca Bey tarafın­
niz seviyesi değişimleri sonucu oluşmuş de rüzgâr genellikle kuzeydoğu ve gü­ dan ele geçirilmiş, bu kez Bizanslılar ile
kıyı ovası üzerinde yer alır. Ovanın ge­ neybatıdan esmektedir. Osmanlılar arasında el değiştirmiş, 15.
nişliği 500-600 m, uzunluğu ise 1,5-2 yy'dan itibaren Osmanlı yönetiminde
km dolayındadır. Ağva ve çevresinin bitki örtüsü nem­
kalmıştır. Mondoros Silah Bırakışma-
Ağva ve çevresinde Akdeniz İle Kara­ cil bir karaktere sahiptir. Yeşilçayin do­
sı'yla Boğazlar bölgesi kapsamında sayı­
deniz iklim tipleri arasında bir geçiş ikli­ ğusundaki tepelerde ve Dudubayır Te-
lan Şile ve Ağva 1920'de İngilizler tara­
mi görülür. Akdeniz iklimine nazaran pe'de hâkim bitki örtüsünü Macar me­
fından işgal edilmiş, 7 Ekim 1922'de
daha hafiflemiş yaz kuraklığı, daha az şesi (Qııercus frainetto) oluşturur. Bun­
kurtarılmıştır.
buharlaşma ve daha fazla don etkili ol­ lara kestane (Castanea sativa), gürgen
maktadır. Bulutluluk ve nispi nem oran- (Carpinus betulus), akçakesme (Philly- 1935-1990 yılları arasında Ağva'nın
ları da Akdeniz'e oranla daha fazladır. rea latifolid), funda (Erica arbored), nüfusu dalgalanmalar göstermektedir
En yakın meteoroloji istasyonu olan Şi­ katran ardıcı (Juniperus oxycedrus) ve (bak. T a b l o ) . Ağva'nın bir mahallesi
le'nin değerlerine göre en sıcak ay ağus- süpürge çalısı (Calluna vulgaris) eşlik olan Yakuplu 1955 sayımından itibaren
:os (22,4°C), en soğuk ay ise ocaktır eder. Ayrıca kıyıdaki kumullar üzerinde köy tüzel kişiliği kazanarak nüfusu ayrı
5,2°C). Yıllık ortalama sıcaklık 13.4 °C kum sazları (Ammophila arenarid), gösterilmeye başlanmıştır. Sayım za­
dir. Şile Meteoroloji Istasyonu'nda en zambak İLilium sp.) ve sütleğen (Eup- manlarında ve kış aylarında nüfustaki
düşük değer olarak bir kere -11.0°C horbia sp.) yer alır. bu azlığa karşılık, özellikle yaz ayların­
(17.1.1963 tarihinde), en yüksek değer Yazılı bir tarihi olmamakla beraber, da turistler sebebiyle zaman zaman
olarak da 39,5°C (21.8.1945 tarihinde) Ağva'nın kuruluşunun MÖ 7. yy'a kadar 10.000'in üzerinde nüfus görülmektedir.
ölçülmüştür. Yörede yıllık ortalama yağış uzandığı kabul edilmektedir. Hititler, Ağva 1991'den beri belediye örgütlen­
miktarı 767,2 mm'dir. Yaz mevsimine Frigyalılar, Romalılar, Bizanslılar ve Os­ mesine sahiptir.
::üşen oran yüzde 10.5 ortalamasmdadır. manlılar yüzyıllar boyunca yörede hâ­ Ağva'da yerleşmenin niteliği son yıl­
Yağışın bir diğer özelliği de sağanak ka­ kim olmuşlardır. Bu uygarlıkların çeşitli larda turizm faaliyetleri nedeniyle değiş­
rakterinde olmasıdır. Sonbahar ve kış ay­ eserlerine Ağva'nın köylerinde rastlan­ me göstermekte eski yerleşme düzen ve
larında aniden bastıran sağanaklar, özel­ maktadır. Romalıların Nikomedia'da (İz­ yapısı hızla bozulmaktadır. Buna rağ-
100

sebbibinin S i y o n i s t l e r olduğunu vurgu­


Ağva'da Nüfus layarak Selanikli ve dönme oluşu nede­
Sayım Yılı Erkek Nüfus Kadın Nüfus Toplam niyle Cavid B e y i hedefledi. Reji, kaçak­
çılık gibi konular Ahali Fırkası liderinin
1935 189 201 390
diğer eleştiri alanlarını oluşturuyordu.
1940 1.213 186 1.399 Mahmut Şevket Paşa'yı yıpratan gen­
1945 981 194 1.175 soru önergesini Mutedil Hürriyetperve­
1950 - - 475 ran Fırkası ile birlikte Ahali Fırkası ver­
di. Önerge muhalefet için başarıydı. Fır­
1955 286 167 453
ka Matbuat Kanunu'nun meşrutiyet reji­
1960 214 161 375 miyle bağdaşmadığını ileri sürerek bir
1965 466 205 671 kanun tasarısı hazırladı.
1970 398 369 767 İttihatçı listeden seçim kazanıp Ahali
Fırkası'm kuran mebuslar Anayasa Hu-
1975 474 343 817
kuku'nun önemli sorunlarından birini
1980 500 374 874 gündeme getirdiler. İttihat ve Terak­
1985 531 418 949 kiden ortak istifaları seçmenlerin tepki­
1990 1.321 1.043 2.364 siyle karşılaştı. Meclis'ten istifa etmeleri
gerektiği vurgulandı.
Ahali Fırkasını destekleyen yayın or­
men, hâlâ meskenlerin yüzde 41 ini tek morfolojisi, İstanbul Üni., Deniz Bilimleri ve ganlarının başında Yeni Gazete gelir.
katlı, yüzde 32'sini iki katlı ve yüzde Coğrafya Enst.. doktora tezi, İst., 1990; A. T. Ayrıca Sada-yı Millet, İkdam ve Yeni İk­
27'sini ikiden fazla katlı binalar oluştur­ Ertek, "Ağva ve Çevre Sorunları Üzerine J e ­ dam gazeteleri, sosyalist eğilimli İştirak
omorfolojik Yaklaşımlar". Çevre Koruma. S.
maktadır. İki katlı meskenlerin alt katlan 47; Y. Dönmez, Kocaeli Yarımadasının Bitki de fırkaya omuz verdi.
çoğunlukla dükkân olarak inşa edilmiştir. Coğrafyası. İst.. 19 7 9. Ahali Fırkası muhalefetini parlamen­
Gelişmekte olan pansiyonculuğun etki­ SEDAT AVCI to dışına taşırmadı. İbrahim Hakkı Paşa
siyle, eski ve ahşap evler yıkılmakta veya ve Sait Paşa kabinelerine karşı sert mu­
bahçelerine yenileri yapılarak yerleşme­ AHALİ FIRKASI halefete girişmesine karşın parlamento
nin dokusunda değişiklikler meydana İçinde ilk kez iktidar-muhalefet ilişkisi­
getirilmektedir. Son yıllarda özellikle ta­ II. Meşrutiyet döneminde İstanbul'da
nin oluşmasını sağladı.
rım alanlarının parsellenerek iskâna açıl­ kurulmuş ilk muhalefet partilerindendir.
Ahali Fırkası Meclis-İ Mebusan'da İt­ Bibi. Tunaya, Siyasal Partiler, I, 234-241; A.
ması ise yerleşmenin özelliklerinde bü­ Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, İst. 1990, s.
yük çaplı değişikliklere neden olacaktır. tihatçı çoğunluktan ayrılan Gümülcine,
40, 52.
Karesi. Konya, Trablusgarp, Bayezid,
1950İİ yıllara kadar Ağva'nın ekono­ İSTANBUL
Tokat, Karahisar (Afyon), Erzurum me­
misi odun ve odunkömürcülüğüne da­ busları tarafından 21 Şubat 1910 günü
yanıyordu. Bir iskele durumunda olan AHALİ İKTİSAT FIRKASI
İstanbul'da kuruldu. Partinin başkanı
Ağva'dan İstanbul'a denizyoluyla odun Gümülcine Mebusu İsmail Bey'di. Hizb-i Mütareke ve işgal döneminde İstan­
ve odunkömüü gönderiliyordu. Mevcut Cedid'le kaynaşarak muhalefet saflarını bul'da etkinlik gösteren siyasal partidir.
ziraat ise geçimlik düzeydeydi. Deniz sıklaştırmayı denedi. Kasım 1911'de Kasım 1918'de kuruldu. Toplumsal ve
kıyısında olmasına karşılık bugün de hâ­ Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na katılarak ekonomik sorunları gündemine aldı.
lâ gelişmiş bir balıkçılık faaliyeti yoktur. kendini feshetti. 143 maddelik programında savaş yılla­
Ancak 1950'lerden sonra orman ürünle­ rında revaç gören "içtimai iktisaf'a yö­
Ahali Fırkası mensupları II. Meşruti­
rinin azalması ve nüfus artışına bağlı neleceğini açıkladı. Programına toprak
yet meclisinin en dağdağalı, canlı ve
olarak bu alandan elde edilen gelirin reformunu aldı. Bireyin ekonomik öz­
hararetli döneminde üç toplantı yılını
daha çok paya bölünmesi, ayrıca kaçak gürlüğünü savundu. Egemenliğin halkta
aşan bir süre etkinlik gösterdi. Mutedil
ağaç kesiminin büyük ölçüde önlenebil­ olduğunu vurguladı. Memuriyette liya­
Hürriyetperveran Fırkası ile birlikte
mesi nedeniyle bu faaliyet yerini tarla kati ilke edindi. Osmanlı'nın kanun da­
meclise çoğulcu ve çok partili bir görü­
ziraatına ve meyveciliğe dayalı tarımsal hilinde mutlak hürriyete sahip olduğu­
nüm kazandırdı.
faaliyete; ayçiçeği, mısır ekimine, elma nu kaydetti. Osmanİı üretiminin dış re­
ve fındık yetiştiriciliğine terk etmiştir. Ahali Fırkası yirmiye yakın mebusla kabetten korunması gerektiğini belirtti.
mecliste yoğun muhalefet yaptı. Sulh İşçinin (amele sınıfının) sağlık sorunu­
1980'li yıllardan sonra mısır ve ayçi­ Hâkimleri Kanunu, Arnavutluk harekâtı,
çeği ekilen tarlalarda ekimden vazgeçi­ nu ve çalışma süresini, tatil günlerini,
Demokrat Fırka üyeleriyle Sosyalist Fır­ sigorta sorununu içerecek Amele Kanu­
lerek, buraların parsellenerek satılması ka üyelerinin tutuklanmaları, Harbiye
sonucunda bu tür faaliyetler oldukça nu'nun bir an önce çıkarılmasını önerdi.
Nazırı Mahmud Şevket Paşa'nın sıygaya
azalmıştır. Bunun en büyük nedeni Ağ­ çekilmesi. Said Paşa kabinesine güven­ Ahali İktisat Fırkası ticaret erbabı
va'nın artık bir turistik merkez niteliği sizlik oyu verilmesi Ahali Fırkası'mn so­ arasında rağbet gördü. Yeterince örgüt­
kazanmasıdır. İstanbul'a yakınlığı, dalga­ ru ve gensorularla etkin olduğu görüş­ lenemedi. Kayıtlı üye sayısı 4 0 0 ü aşa­
lı fakat temiz denizi, kumsalının güzelli­ melerdi. Arnavutluk'la ilgili tartışmalar­ madı. Ahmet Hamdi B e y i n (Başar) çı­
ği, ilgi çekici ormanları ve yeşil ile mavi­ da heyecan doruk noktasına vardı ve kardığı Ticaret-i Umumiye gazetesi par­
nin uyumu gibi özellikler Ağva'nın yerli Ergiri Mebusu Müfit Bey. Cevat Paşa'yı tinin yayın organıydı. Şubat 1919'da "İk­
ve yabancı turistler için ilgi odağı haline düelloyla çağırdı. tisadiyatımız Hakkında Bir Beyanname"
gelmesini teşvik etmiştir. Yaz aylarında yayımlayarak savaş sonrası izlenmesi
Ahali Fırkası muhafazakâr bir partiy­
tatil için gelenlerin kalacakları otel, mo­ gereken iktisat politikasının ana hatları­
di. Toplumsal yönü cılızdı. Kurucuları
tel gibi tesislerin sayıca yetersizliği pan­ nı çizdi.
ilmiye ağırlıklıydı. Siyonizm sorununu
siyonculuğun gelişmesine neden olmuş­
da Meclis gündemine Ahali Fırkası ge­ İlk kongresini 4 Şubat 1919'da yaptı.
tur. Ağva gelecekte daha gelişkin bir tu­
tirdi. Yahudi düşmanı olduğunu belir­ Kongre gündemini 1919 seçimi, adaylık
rizm merkezi olmaya adaydır.
ten Gümülcineli İsmail Bey, bu milletin sorunu ve ekonomik bunalıma karşı alı­
Bibi. A. Çelebi, Ağva (Yeşilçay) Nahiyesinde Osmanlılar ve Türkler için büyük tehli­ nacak önlemler oluşturuyor.
Araziden Faydalanma 1988-1989, İstanbul
ke oluşturduğunu ileri sürdü. Osmanlı Mütareke'nin belirsiz ortamında Aha­
Üni., Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enst., yük­
sek lisans tezi. İst.. 1989; A. T. Ertek, Kocaeli Devletimin mali yünden dış borçların li İktisat Fırkası etkinlik gösteremedi.
Yarımadasının Kuzeydoğu Kesiminin Jeo­ baskısı altında inlediğini ve bunun mü­ 1919 seçimleri için Milli Ahrar Fırka-
101 AHIRKAPI

sı'yla ortak liste hazırladı. Anadolu ha­ nır. Topkapı Sarayımın denizle ilişkili saman bu kapıdan saraya girerdi. Fakat
reketiyle ilişki kurmayı denedi. Ancak birçok önemli işlevi bu bölgede toplan­ sultanlar da bazen bu kapıyı kullanırlar­
seçimde kazanamadı. mıştı. Bugün Cankurtaran adı verilen dı. Bu kapıdan daha doğuda, surların
Fırka resmen feshedilmedi. Meclis-i mahalle Ahırkapı semtini içine alır, fa­ büyük bir girinti yaptıkları yerde güne­
Mebusanin basılmasını izleyen dönem­ kat çok daha geniş bir alan içerir. Meh- ye bakan Balıkhane Kapısı vardı. Bu
de silinip gitti. Ahali iktisat Fırkası med Ziya Bey İstanbul ve Boğaziçi'nde kapının dışında ve deniz kıyısında, bel­
programı ve beyannamesiyle II. Meşru­ bu mahallede (mıntıka diyor) 29 sokak, ki de kısmen denizin üzerinde Balıkçı-
tiyet yıllarında iktisadın ne denli önem 118 hane, 2 çarşı. 4 hamam ve 2 imaret başı Köşkü bulunuyordu.
kazandığını kanıtladı. olduğunu yrazar. Cankurtaran Mahallesi Francesco Scorella'nm 17. yy in ikinci
Kurucularından Ahmet Hamdi Başar fetihten sonra teşekkül etmiş bir ma­ yarısında yaptığı bir panoramada balık­
1970'lerin başına kadar iktisat yazınında halledir. Hadîka bugün mevcut olma­ hane köşkü deniz üzerinde gösterilmiş­
etkin oldu. yım Cankurtaran Mescidi'nin Fatihin tir. Köşk Kauffer haritasında da görülür.
Bibi. Tunaya. Siyasal Partiler, II, 161-182. topçubaşısı Hacı Seyyid Hasan Ağa ta­ Bu kapının karşısında deniz içinde bü­
İSTANBUL rafından yaptırıldığını ve mescidin ken­ yük bir dalyan ve çevresinde daha baş­
di zamanında mahallesi olduğunu ya­ ka dalyanlar kurulmuştu. Sarayın mutfa­
AHIR KAPISI zar. Ayasofya'dan Ahırkapı'ya saray sur­ ğına giden balıkların bir bölümü bu dal­
ları boyunca inen yol üzerinde II. Baye- yanlarda görevli bostancılar tarafından
bak. SURLAR
zid'in ilk saltanat yıllarında Sadrazam tutulurdu. Söz konusu dalyanların bu
İshak Paşa tarafından yapılan caminin bölgedeki varlığı Bizans dönemine ka­
AHIRKAPI
ve hamamın varlığı (yapımı 888/ 1483' dar gidebilir. Eremya Çelebi bunları 17.
Ahırkapı semti İstanbul'un Sarayburnu ten önce) 15. yy'da saray surlarının he­ yyin başında burada görmüştür. Deniz
kadar önemli bir tarihi saray bölgesidir. men dışında Türk mahallelerinin kurul­ üzerindeki bir sur kulesinin üzerine inşa
Bir bölümüyle yarımadanın en doğu muş olduğunu göstermektedir. Bugün edilmiş olan Ahırkapı Feneri 1755 yılın­
ucunda Boğazi, Anadolu yrakasım ve İshak Paşa Mahallesi'nin daha güneyde da yaptırılmıştır. Bizans döneminin bü­
Adalari gören güzel bir panoramaya kalmış olması mescidinin ise şimdi Can­ yük deniz feneri ise Ahır Kapısı'nın gü­
açılır. Topkapı Sarayı ahırlarının burada kurtaran Mahallesinde bulunması böl­ neybatısında Bukoleon Sarayı'nm yakı­
olması nedeniyle eski bir Bizans döne­ genin 15. yy'daki adı üzerinde, kesin nında idi. Sultan III. Osman tarafından
mi kapısına bu ad verilmiş, giderek bü­ bir karar vermeyi zorlaştırmaktadır. E. 1755'te yapılan Ahırkapı Feneri, rivayete
tün semt bu isimle anılmıştır. Ahır Kapı­ H. Ayverdi. Fatih Devri Sonlarında göre Mısır'dan dönen bir geminin bu kı­
sı üzerindeki H. 1135 (1722) tarihli bir İstanbul Mahalleleri, Şehrin İskânı ve yıdaki kaymalıklara çarparak batmasından
kitabe, 18. yy'a kadar uzanan sur tamir­ Nüfusu adlı kitabında mescide dayana­ sonra yaptırılmıştır. Burada bulunan de­
leri esnasında bu kapının III. Ahmed rak bu adda bir mahalleden söz etmişse niz içindeki kayalar da II. Mahmud tara­
döneminde bile tamir edildiğini göster­ de İstanbul Vakıfları Tahrir Defterinde fından temizletilmiştir. Fenerin bu böl­
mektedir. Bizans döneminin Hipodrom. bu mahallenin görülmediğini de kay­ gede eski Kadırga limanının kuzeyinde­
Bukoleon Sarayı ve Mangan Mahallesi detmiştir. Bu bölgede Bizans dönemin­ ki surların kayalar üzerinde olduğu, Va-
arasındaki bu sur ve kıyı bölgesinde Bi- den kalan yapıların Topkapı Sarayı'nm vassore'nin panoramasında görülür. İm­
zantionün Akropolü ve Agora'smdan yapılmaya başlandığı dönemden sonra parator Herakleiosün Kutlu Haçi aldık­
Marmara'ya doğru inen yamaçlar ve bu saray hizmetlerine sunulduğu bilinmek­ tan sonra buraya getirdiği ve İstanbul'u
bölgeyi güneye doğru genişleten Bi­ tedir. fethe gelen Arap donanmasının da bu
zans döneminin saray bölgesi üzerinde, kıyılardaki kayalıklara bir lodos fırtınası
Osmanlı döneminde Topkapı Sarayı dış Ahırkapı bölgesinin yaşamı, Saray-ı
sırasında çarparak yok olduğu söylenir.
bahçeleri ve kasırları, saray suru dışın­ Hümayunun etkinlikleriyle belirlidir.
Ahırkapı Feneri'nden sonra üzerinde es­
da ise fetihten bu yana. yeni konut Tren yolu Sur-ı Sultaninin bir bölümü­
ki Bizans dönemi kapıları örülmüş bir
alanları vardı. Bu bölge İstanbul'un en nü yok etmeden önce (1874) Ahır Ka­
sur bölümü vardır. Kuzeydoğuya doğru
önemli arkeolojik alanlarından biridir. pışımın doğusunda Sur-ı Sultani'nin Ot­
bu köşkü, Sinan Paşa'mn 1582'de III.
luk Kapısı vardı. Has ahırlar için ot ve
Burada sözü edilen semt sınırları
içinde, Topkapı Sarayı dış bahçesinde
kalan Manganai Sarayı, Georgios, Laza-
ros manastırları, Menas. Hodegetria ve
Soteros kiliseleri, Lazaros ve Hodegetria
sur kapıları, Tizkanisterion gibi yapılar,
Arkadianai, Topoi gibi mahalleler vardı.
Fakat Topkapı saray alanının dokunul­
mazlığı, Sur-ı Sultani dışında kalan ma­
hallelerin de 15. yy'dan bu yana konut
alanı olarak gelişmiş olması bu semtte
sadece sporadik araştırmalara olanak
vermiş, ancak saray arazisi içinde de­
miryolu güzergâhı üzerinde bazı kazılar
yapılmıştır. Buradaki en önemli kalıntı­
lar Mangan Sarayına aittir.
Bu semt Çatladıkapı ile Ahırkapı ara­
sındaki İshak Paşa ve Akbıyık mahalle­
lerini izleyen Cankurtaran Mahallesi sı­
nırları içinde Ahır Kapısı ile Sinan Paşa
Köşkü arasındaki sur çizgisinin arkasın­
daki düzlük ve yamaçların oluşturduğu
alandır. Bu bölge İstanbul'un en eski
idari bölünmesinde I. Regio'ya tekabül
eder. Değirmenkapı'dan öteye Topkapı
ve Sirkeci'ye uzanan kuzey bölümü ise 1890 7 da Ahırkapı.
Tuğrul Acar
daha çok Sarayburnu adı altında tanı­
AHIRKAPI 102

Murad için yaptırdığı ve kubbesine asılı mayunu'nu okumuştur. Sultanlar özel­ kontrolüne ve dalyanlara bakıyordu. Ot­
olan bir inci salkımından dolayı incili likle İncili Köşk'e eğlenmek için geldik­ luk Kapısı içindeki Heybeciler Ocağı sa­
Köşk de denilen Sinan Paşa Köşkü izler. leri zaman burada cirit, tomak oyunları ray hamallarından oluşuyordu. Sarayda
(Bu köşk I. H. Uzunçarşılı'ya göre H. oynatırlar, atış talimleri yaptırırlardı. ölen ya da öldürülen kişilerin cesetleri
1243/1827-28'de yıkılmıştır.) Sinan Paşa Ahırkapı'nın karşısında bir iskele vardı. de Balıkhane Kapısı'ndan çıkarılarak bu
Köşkü'nün elli metre kadar batısında es­ Fakat sultanlar denize çıkarken daha kapıdaki ocakta görevli bostancılar tara­
kiden kumsal olan alanda Bizans döne­ çok Balıkhane Kapısı'm ve Balıkhane fından denize atılıyordu.
minden kalan bir ayazma vardır. Eremya Kasrının önündeki özel iskeleyi kullan­ Bu bölgede adı geçen saray yapıları
Çelebi. Kumluca adı verilen bu kıyıya mışlardır. Bu kasır zaman zaman tamir arasında ikisi de Bizans yapıları içinde
Rumların kuma gömülerek şifa bulmaya edilmiş ya da y e n i d e n yapılmıştır. kurulmuş arslanhane ve kuşhane ile sa­
geldiklerini ve burada, ünlü bir ziyaret Ahmed Efendi Rıızname'de sultanın Bo- rayın cephaneliği vardır. Vahşi hayvan­
yeri olarak, 4 Ağustos tarihlerinde yortu ğaz'a ya da Üsküdar'a geçmek istediği ların muhafaza edildiği arslanha-
yapıldığını (III. Selimin sır kâtibi Ahmed zaman buradan saltanat kayığına bindi­ ne'nin(->) Fatih döneminde Bâb-ı Hü­
Efendi Rıızname'de bu tarihin 6 Ağus­ ğini yazar. Sinan Paşa Köşkümden sonra mayun dışında Ayasofya'nın deniz tara­
tos olduğunu söyler) ve sultanların on­ gelen Değirmen Kapısı ve arkasında sa­ fında bulunan, Eremya Çelebimin sözü­
ları seyrederek para dağıttıklarını, fakat raya un hazırlayan değirmen. Ahırkapı nü ettiği ve İncicryanln Ioannes Evan-
IV. Muradin bu yortuyu yasakladığını semtinin kuzeyinde kalır. Abdurrahman gelista Kilisesi olduğunu söylediği kili­
yazar. Ne var ki.- daha sonraki dönem­ Şeref sarayın çöplerinin Sinan Paşa Köş­ sede kurulduğu genellikle kabul edilir.
lerde bu yasağın kalktığı. 19. yy başına kü ile Değirmen Kapısı arasında bir yer­ Abdurrahman Şeref 19. yy'a kadar bu
kadar buraya Rumların yortu için gelme­ den çıkarıldığım ve bunu yapan saray yapının var olduğunu söyder. Evliya Çe­
lerinden anlaşılmaktadır. Ahmed Efendi hizmetlileri olan Mezbelekeşan Oca­ lebi arslanhanenin üstünde Sernakkaşan
Rıızname'de III. Selimin Kumluca'daki ğının yerinin de orada olduğunu yazar. Kârhanesi olduğunu ve sanatçıların bu­
yortuyu seyretmek için birkaç kez köşke Evliya Çelebi kentte çöplük subaşısma radaki hücrelerde kaldığını yazar. Diğer
geldiği yazılıdır. Sinan Paşa Köşkü'nün bağlı beş yüz çöp arayıcısı bulunduğu­ bir nakkaşhanenin de bu yapının yanın­
yanında 1598 tarihli bir çeşme vardır. nu ve onların buraya gelip saray çöpleri da olduğu ve Matrakçı Nasuh'un İstan­
Grelot gemilerin bu çeşmeden su aldık­ içinden işe yarar eşyaları ayırdıklarını bul minyatüründe Ahırkapı ile Ayasofya
larını söyler. yazar. Sarayın lağımları da buraya dö­ arasında gösterilen büyük kilisenin ars-;
Topkapı Sarayı ahırlarının bir bölü­ külmekteydi. Saray hizmetlerini yapan lanhane olduğu genellikle kabul edil­
mü Sur-ı Sultanimin Otluk Kapısı dışın­ görevliler olarak bu bölgede birkaç tane miştir. Nakkaşhanenin yanında, yine
da idi. Kauffer'in haritasında bu ahırlar Bostancı Ocağı (bugünkü anlamı ile bir Sur-ı Sultani dışında cebehane vardı.
gösterilmiştir. Sinan Paşa Köşkü'nün ar­ tür karakol) bulunuyordu. Örneğin İncili Kuşhane ise Eremya Çelebi'nin Ahırka­
kasında Türklerin cirit ve tomak oyna­ Köşkün muhafızları Bamyacılar Ocağını pı'nın güneyinde muhteşem bir Rum ki­
yıp güreş yaptıkları ünlü Gülhane Mey­ oluşturuyordu. Kuşhane Ocağı kuşhane lisesi olarak sözünü ettiği ve İncici-
danının, bir ölçüde, eskiden Bizans im­ hizmetlerine bakan bostancılara, İsha- yanin Aziz Minas'a atfettiği Aziz İoan-
paratorlarının Hint kökenli bir tür polo kiye Ocağı, yine Gülhane çevresindeki nes (Vaftizci Yahya) Kilisesi olduğunu
oyunu oynadıkları Tiskanisterion'a teka­ İshakiye ya da II. Bayezid Köşkü'nün söylediği yapıydı. Mordtmann, Vaftizci
bül ettiği düşünülebilir. Bu meydanda hizmetlerine. Balıkhane Kapısı Ocağı Yahya kiliselerinden birinin Kadırga
Mustafa Reşid Paşa Gülhane Hatt-ı Hü- Ahır Kapısı'na kadar uzanan alanın semtinde olduğunu yazmıştır. Erken dö-
103 AHIRKAPI

Allomün
sarayda
öldürülen
kişilerin
Ahırkapı
önlerinde
denize
atılışım ve
dalyanları
betimleyen
deseninden
gravür, 19- yy.
Ara Güler

nemde sözü edilen Minas Kilisesi'nin muş bir küçük Bizans limanı üzerindeki ziyaretinin büyük bir yer tuttuğu görü­
ise yeri belli değildir. Bu kiliseye ilişkin tabhane mescidi vardı ve bostancılara lür. Sultan çoğu kez buradan Balıkhane
bir efsane Eremya Çelebi tarafından an­ tahsis edilmişti. Scorella'nın panorama­ Köşkü'ne geçer, orada yemek yiyip, eğ­
latılmıştır. İmparator Maksimianos dö­ sında sahil surlarının bu bölümü de çok lenirdi. Gemi ve donanmaların limana
neminde Mısır'da öldürülen Aziz Minas ayrıntılı gösterilmiştir. Sur-ı Sultani'nin girmeden önce Marmara'dan gelişi de
ve diğer iki azizin denize atılan sandu­ dışında deniz kıyısındaki ilk mescit İncili Köşk'ten seyredilirdi. Bazen do­
kaları bir melek yardımıyla bu kıyılara Ahırkapı Mescidi'dir. Hadîka anılan nanma Ahırkapı açıklarında demir atar­
gelmiş. İlahi bir işaretle kıyıya gelen İs­ mescidin Babüssaade Ağası Mahmud dı. İngiliz elçisi, Partenon frizlerini
tanbul patriği sandukaların üzerinden Ağa tarafından yaptırıldığını ve kurucu­ Londra'ya götürmekle ünlü Lord Elgini
bir ışığın yükseldiğini görmüş, bu ne­ sunun konağının da burada olduğunu getiren Frigat'm Fenerbahçe açıklarına
denle de Aziz Minas'ın ve diğer iki azi­ yazar. Mescidin kuruluş tarihi belli de­ gelişini de III. Selim buradan seyretmiş­
zin naaşları için yukarıda anılan kilise ğildir, fakat minberi IV. Mehmed döne­ ti. Sultan g ö r ü ş m e k istediği devlet
yapılmıştır. Bu hikâye İstanbul'da yerel minde (1648-1687) Rukiye Hanım adlı adamlarını da aynı köşke çağırır, onlar­
geleneklerin nasıl birbirinin içine girdi­ bir hatun tarafından konulduğuna göre la halvete girerdi.
ğini, yapı ve topografya ile efsanelerin Hadîka'da sözü edilen mahallenin 1". Sur-ı Sultani'nin Otluk Kapısı'm sul­
nasıl bütünleştiğini açıklayan ilginç öğe­ yy'da ortaya çıktığı düşünülebilir. tanlar da kullanırlardı. Tebdil-i kıyafetle
ler içerir. Kayalıklar, fenerler. ışıklar, Önemli devlet adamlarının yöredeki ko­ kentte gezmek istediklerinde buradan
kutlu haçlar, karaya tabutu vuran aziz­ nakları ise Topkapı Sarayının inşaatın­ çıkarlar, cuma namazlarından sonra, ör­
ler, kayalıklara düşerek yok olan gemi­ dan bu yana yapılagelmiştir. Mahallenin neğin Ayasofya'dan, Sultan Ahmet Ca-
ler, yortu yapılan ayazma ve gemilerin önemi demiryolunun yerleşme alanları­ mii'nden ya da Sokollu Mehmed Paşa
bu kıyıdan su almaları İstanbul tarihini nı parçalaması ve sultan ailesinin Top­ Camiinden döndüklerinde bu kapıdan
yoğuran işlevsel ve simgesel olguların kapı Sarayı'nı terk etmesinden sonra girer ve İncili Köşk'e giderek dinlenir­
sayısız örneklerindendir. 17. yy sonun­ azalmıştır. lerdi. Köşk doğuya baktığı ve hem gü­
da İstanbul'a gelen İngiliz papaz Chis- ney, hem ele kuzeye açıldığı için öğle­
hull saray surları yakınındaki aynı kuş­ Kuşkusuz. Ahırkapı eskiden beri sa­
raylar bölgesi olduğundan ve Osmanlı den sonraları, özellikle yaz günleri göl­
h a n e d e n söz etmiştir. Matrakçı Na- geli ve serin olurdu. Sultan, Aksaray yü­
suhün ünlü minyatüründe Ahırkapı'da döneminde de Sur-ı Sultani'nin hasbah-
çesi. bazı ünlü köşkleri ve servis alanla­ nüne biniş yaptığı zaman da Otluk Ka-
surlar dışında avlulu büyük bir yapı da­ pısı'ndan çıkılır, Kadırga Limanı. Kum-
ha görülür. Dört kapısı olan bu yapı sa­ rını içerdiğinden semtin İstanbul yaşa­
mında özel bir yeri vardır. Saraybur- kapı ve Samatya yolu ile Yedikule'ye ya
rayın ahırları olabilir. da sur dışına gidilirdi.
nu'ndan sonraki hasbahçe köşkleri için­
Yakın zamana gelene kadar yöredeki de en ü n l ü l e r i n d e n biri Yalı K ö ş - Günümüzde, Ahırkapı'dan Sirkeci'ye
sahil surları yer yer deniz kenarında idi. kü'nden sonra İncili Köşk'tü. Sultanlar doğru surlar korunmuş olduğu ve surla
19. yy sonunda yapılan haritalarda bu "biniş'' denilen gezileri için haremden deniz arasında sadece yol bulunduğu
noktadaki sur önüne düşen deniz kena­ çıktıkları zaman, çoğu kez ata binerek için burada herhangi bir yapılaşma ol­
rında üzerinde yapı olan pek az alan saray bahçesindeki köşklere, özellikle mamıştır. Ahırkapı'da Sirkeci'den gelen
vardır. Kuşkusuz bunun bir nedeni böl­ deniz üzerinde olanlara giderler, orada trafik saray surlarına paralel îshak Paşa
genin saray bahçeleri önünde bir gü­ seyirlik oyunlar ve müzik aracılığıyla Caddesi'ni izleyerek Bâb-ı Hümayun'a
venlik alanı olarak kontrol edilme ge- eğlenirlerdi. Seyirlik oyunlar İncili ulaşır. Bugün Ayasofya-Sultanahmet
reksinmesidir. Saray surları önünde sa­ Köşkün arkasındaki meyüanda oyna­ bölgesi İstanbul'un en yoğun turizm
dece Değirmen Kapısı kuzeyinde, dol­ nırdı. III. Selimin yaşamında İncili Köşk merkezi olduğundan Yenikapı'dan
AHIRKAPI FENERİ 104

Ahırkapı'ya gelene kadar bütün bölge ma nüshada bir bütün olan Yoğurtçular
turistik bir yapılaşmaya sahne olmakta­ Camii bahsi, matbu nüshada ikiye ayrıl­
dır. Ahırkapı'dan güneybatıya doğru mış ve Kanlı Fırın Mescidi Ahî Çele-
surların yıkık olduğu yerlerde yeni otel­ bi'ninmiş gibi ayrı bir bahis olarak yazıl­
ler yerleşmeye başlamıştır. Ayasofya'nm mıştır. Hadîka'nm diğer 1245/1829 ta­
güneyindeki eski cezaevinin de bu rihli yazma Tübingen nüshasında ise
amaçla restorasyonu öngörülmektedir. Kanlı Fırın Mescidinin adı hiç geçme­
Bu mahalleler giderek pansiyonculuk mekte, Yoğurtçular Camii hakkındaki
türünden işlevlere açılmaktadır. Topka- bilgi çok kısa olarak tekrar edilmekte ve
pı Sarayı surları dışındaki Cankurtaran mescidin Ahî Çelebi diye meşhur oldu­
Mahallesinin de gelecekteki işlevi aynı ğu ifade edilmektedir. Ayrıca yazmalar­
doğrultudadır. da camiin mevkii de Zindan Kapısı hari­
Bibi. Kömürciyan, istanbul Tarihi; Abdur­ ci olarak gösterilmektedir. Matbu nüsha­
rahman Şeref, "Topkapı Saray-ı Hümayunu", da ise bu bahis de birbirine karıştırıl­
TOEM, S. 5: Ziya, İstanbul ve Boğaziçi. I. maktadır. Camiin bugün de Yoğurtçular
16-19; Dirimtekin. Marmara Surları; Ahmet Sokağında olması yazmaların ifadesini
Efendi, Ruznâme, Ankara, 1993; P. Gilles, doğrulamaktadır. Yanlış olarak bilinen
The Antiquities of Constantinople, New
York. 1988, s. 23-24; İSTA. I. Kanlı Fırın Mescidi ise bulunamamıştır.
DOĞAN KUBAN Camiin banisi, Ahî Çelebi Mehmed
bin Tabib Kemal Ahî Can Tebrizî'dir
AHIRKAPI FENERİ (matbu nüshada "can" kelimesi "han"
olarak yazılmıştır). Vakfiyelerde de "Mer­
Ahırkapı'da Marmara surları ile sahil yo­
hum Ahî Çelebi bin KemalüTTabib" ola­
lu arasındaki kıyı şeridindedir.
rak geçmektedir. Takribi 835/1432'de
III. Osman tarafından 1755'te yaptı­
doğmuştur. Fatih, II. Bayrezid, Yavuz Se­
rıldı. Kaptan-ı Derya Süleyman Paşa ne­ Ahırkapı Feneri lim ve Kanuni devirlerinde yaşamıştır.
zaretinde inşa edilen bu ilk fener ahşap Erkin Emiroglu, 1993
Önce Candaroğulları hizmetindeyken,
olup Marmara surlarının Otluk Kapısı
daha sonra İstanbul'a gelerek Mahmut-
mevkiindeki bir burcunun üzerindeydi.
kesin olarak belli değildir. Sai Çelebinin paşa semtinde bir dükkânda tabiplik et­
Fenerin bakımı ve işletmesi başlan­
kaleme aldığı Tuhfetü'l-Mimarin ve miştir. İlk bilgilerini babasından alan Ahî
gıçta Bostancı Ocağı neferleri tarafından
Tezkiretü'l-Ebniye'de Mimar Sinan'ın Çelebi, Fatih Darüşşifası'na hekimbaşı
üstlenilmiş, kandillerinde yakılacak yağ
eserleri listesinde ve fakat yangında ha­ olmuştur. Doksan yaşını aşmış olduğu
ise Topkapı Sarayından sağlanmıştır. I.
rap olduğu ve tamir edildiği şeklinde halde hacca gitmiş, dönüşte Mısır'da
Abdülhamid döneminde fenerin idaresi
açıklanarak kaydedilmiştir. Her iki tezki­ 930/4524'te vefat ederek İmam Şafii Tür-
gedik usulüne bağlanarak b a b a d a n
rede de camiin mevkii "İzmir İskelesi" besi'ne gömülmüştür. Böbrek ve mesane
oğula geçmeye başlamış ve bu gelenek
ve "derun-ı sebzehane" olarak geçmek­ taşları üzerine kaleme aldığı telifi ve tıb­
günümüze kadar devam etmiştir.
tedir. Hadîkatü 'l-Cevâmînin matbu nüs­ ba ait diğer eserleri bilinmektedir.
Ahşap fenerin Ahırkapı'da çıkan yan­
gınlarda birkaç defa yranarak harap ol­ hasına göre bani Ahi Çelebinin iki ca­ Camiin tarihi bilinmeyen vakfiyesi
ması üzerine 1857'de Abdülmecid tara­ mii olduğu kayıtlıdır. Birisi Kanlı Fırın 953/1546 tarihli İstanbul Vakıftan Tah­
fından bu defa sahilde taştan inşa ettiril­ Mescidi, diğeri de Yoğurtçular Camii'dir. rir Defteri hde özet olarak verilmiştir.
miş ve geçirdiği çeşidi onarımlarla gü­ Ancak görülebilen diğer yazma nüsha­ Vakfiyede Meyve Kapısı haricinde gös­
nümüze kadar gelmiştir. lardan Türk Tarih Kurumu Kütüphane­ terilen cami ve baninin Edirne'de bu­
sindeki 1231/1816 tarihli yazma nüsha­ namam. Trakya'da sekiz köy-, mezralar
Fener dıştan bütünüyle sıvanmış ve
da. Yoğurtçular Camii'nin banisinin Ahî vakfedilmiştir. Bu vakıfların yıllık gelir­
beyaza boyanmıştır. Kulenin silindir bi­
Çelebi olduğu ve hâlâ bu isimle anıldı­ leri 161.390 akçeyi bulmaktadır. Ayrıca
çimindeki gövdesi çepeçevre korkuluk­
ğını yazdıktan başka, Kanlı Fırın Mescidi Ahî Çelebinin oğlu Ruhullah Çelebi'nin
larla donatılarak balkona dönüştürül­
banisinin Fahşî (matbu nüshada Muhaş- kızı Ayşe Hatun da 934/1528'de 10.000
müş olan kare tabanlı kaide üzerinde
şî) Çelebi Efendinin Ahî Çelebinin kar­ akçe nakit ve senelik 1.250 akçelik bir
yükselmekte, alt kısmı da enli bir sil­
deşi olduğu zikredilmiştir. Halbuki yaz­ meblağı vakfa ilave etmiştir.
meyle kuşatılmış bulunmaktadır. Çok­
gen prizma biçimindeki feneri kuşatan
ve minare şerefelerini andıran balkon
küçük konsollarla desteklenmiş, şebe­
keli korkuluklarla sınırlandırılmıştır.
Ahırkapı Feneri yaklaşık 40 m yük­
seklikte olup. iki saniye aralıkla dört sa­
niye süresince ışık vermektedir.
Bibi. Fener Risalesi. İst.. 1341, s. 44-45; İSTA.
I, 264-265; İKSA, I. 338.
İSTANBUL

AHIRKAPI HAMAMI
bak. İSHAKPAŞA HAMAMI

AHÎ ÇELEBİ CAMÖ


Eminönü'nde, Haliç kıyısında, Zindan
Hanı'nın hemen batısında ve Yoğurtçu­
lar Sokağı ile Değirmen Sokağı'nın ke­
siştiği köşededir.
Ahi Çelebi
Camiin inşa kitabesi yoktur. Ancak Camii
bazı rivayetlere dayanarak kapı üzerine yazım Tinınroğht.
1500 tarihi konulmuştur. Yapıldığı yıl 1993
105 AHMED I

Ahî Çelebi Camii'nin, Evliya Çele- tü'l-Cevâmi (yazma), Tübingen, s. 1047; Ay­
bi'nin meşhur seyahat rüyasının geçtiği vansarayî, Hadîka, I, 239; Evliya, Seyahatna­
me, I. 27-33: Ziya. İstanbul ve Boğaziçi, I,
cami olması dolayısıyla İstanbul'un
329; M. T. Gökbilgin, XV-XVI. Asırlarda
folklor tarihinde önemli bir yeri vardır. Edime ve Paşa Livası, İst., 1952, s. 488-489;
Evliya Çelebi rüyasında, Ahî Çelebi Ca- Cezar, Yangınlar, 327-392; Barkan-Ayverdi,
mii'nde Hz Peygamberi ve diğer pey­ Tahrir Defteri, 106; İ. Aydın Yüksel, Osmanlı
gamber ve velilerin ruhlarını, sahabeyi Mimarisinde II. Bayezid. Yavuz Selim Devri.
görür, Peygamber'in elini öpmek şerefi­ V, İst., 1983, s. 158-159.
ne nail olur. Bu arada da şefaat isteye­ İ. AYDIN YÜKSEL
ceği yerde dil sürçmesiyle seyahat dile­
ğinde bulunduğunu çok canlı bir şekil­ AHİLLEUS HAMAMI
de anlatmaktadır. Constantinus(->) döneminden önce ya­
Ahî Çelebi Camii'nin, İstanbul'un pıldığı tahmin edilen ve İstanbul'un en
meşhur yangınlarında iki defa yanmış eski hamamlarından biri olan yapı.
olduğu anlaşılmaktadır. Birincisi 1539, 6. yy yazarlarından Miletli Pseudo-
ikincisi de 1653'tedir. 1894 zelzelesinde Hesychios'a göre, kentin efsanevi kuru­
de bir hayli harap olmuş, fakat iyi ol­ cusu Byzas(->) tarafından yaptırılan ha­
mayan bir tamir geçirmiştir. 1990'da Va­ mamın bugünkü Sirkeci bölgesinde ol­
kıflar İdaresi tarafından tekrar esaslı bir duğu anlaşılmaktadır. Adını, yakınların­
tamir görmek üzere bina hemen tama­ da bulunan ve Ahilleus adına yapılmış
men sıvalarından sıyrılmış, kubbe kur­ olan akardan almış olmalıdır. 425 do­
şunları sökülmüştür. Bu arada etrafında­ laylarında yazıldığı sanılan ve o yıllar­
ki yapılar da kısmen kaldırılmış ve bina daki İstanbul'un nüfusu ve topografik
ortaya çıkarılmıştır. Ancak bugüne ka­ yapısı ile ilgili ayrıntılı bilgiler içeren
dar henüz restorasyon gerçekleşeme­ Notitia ıırbis Constantinopolitanae adlı I. Ahmed'in Young Albümünde yer alan bir
miştir. Önceki tamirler sırasında camiin kitapta, aynı yerde o güne dek bilinme­ portresi. Londra 1815.
ayak ve duvarları alttan genişletilerek yen "Eodokia Hamamı"ndan söz edil­ Galeıi Alfa
takviye edilmek istenmiştir. Haliç kıyısı­ mektedir. Büyük ihtimalle, Ahilleus Ha­
nın yumuşak zemini sebebiyle ve bir mamı bu tarihte II. Teociosiusün (408-
aralık mihrabın sağından fışkıran suyla 4 5 0 ) karısı imparatoriçe Atenais-Euclo- medin deneyimsiz ve hazırlıksız tahta
içerisi dolmuş ve bina bir tarafa doğru kia'nın(->) adını almıştı. Fakat bu yeni çıkmasına neden oldu. Hanedanın ken­
çökme tehlikesi geçirmiştir. Binanın sı­ isim pek kullanılmadı ve 432'de çıkan disinden ve akıl hastası kardeşi Musta­
vaları döküldükten sonra moloz taş ve yangında zarar gören hamam tamir fa'dan başka erkek üyesi bulunmadığın­
tuğla ile inşa edildiği ve çok tamir gör­ edildikten sonra eski adı ile anılmaya dan, kardeş katli geleneğini uygulaya­
düğü ortaya çıkmıştır. devam etti. Hamam o yıllarda yeni kur­ madı. III. Mehmed'in vezirazamlığa ata­
şun borularla, Hadrianus sukemerlerine dığı Mısır Beylerbeyi Yavuz Ali Paşa da
Cami, tuğladan dört sivri kemer üze­ henüz İstanbul'a gelmemişti. 22 Aralık
rine oturtulmuş, oldukça basık tek kub­ bağlandı.
sabahı Divan-ı Hümayun olağan biçim­
belidir. Ölçüler dıştan dışa 17x24,95 990 tarihli bir belgede görülen kısa
de toplandığında İstanbul Kaymakamı
m'dir. İki yana doğru birer ayak ve iki bir değinme dışında, 443'ten sonra ha­
Vezir Kasım Paşa, I. Ahmed'in ilk hatt-ı
kemerle büyütülmüştür. Son cemaat ye­ mamla ilgili herhangi bir bilgiye rastlan­
hümayununu okudu. "Sen ki Kasım Pa-
ri altı kubbelidir. Kubbeyi taşıyan sivri mamaktadır.
şa'sın. Babam, Allah emriyle vefat eyle­
kemerlerin sağ ve sol üstlerinde sivri Bibi. Janin. Constantinople byzantine, 216- di ve ben taht-ı saltanata cülus eyledim.
kemerli pencere izleri çıkmıştır. Binanın 220; A. Berger, Das Bad in der byzantinisch-
enZeit. Münih. 1981. s. 148-149
Şehri muhkem zapt eyleyesin. Bir fesad
kare şeklindeki kubbe kasnağı çepeçev­ olursa senin başını keserim!" diyordu.
re bir demirle çevrilmiştir. Yanlara doğ­ ALBRECHT BERGER
Bu buyruğun amacı. İstanbul'daki kapı­
ru ikişer payandanın da sonradan ilave kulu askerlerinin ayaklanıp kenti yağ­
edildiği belli olmaktadır. Büyük kemer AHİZADE HÜSEYİN EFENDİ
malamaları olasılığını önlemekti. O gün,
içlerinde sağ ve solda dörder, kıble du­ MESCİDİ VE TEKKESİ
Babüssaade önüne kurulan tahta başına
varında üç, mihrap duvarında ise iki üst bak. ŞÜHEDA MESCİDİ
semle (siyah sarık) sarmış olarak otur­
pencere mevcuttur. Minare sağdadır. du. Vezirler, şeyhülislam ve devlet ileri
Kaidesi kesme taştandır. İçerdeki kapısı AHMEDI gelenleri padişaha biat ettiler. Ardından
yüksekte olduğundan ahşap bir merdi­ (18 Nisan 1590. Manisa - 22 Kasım III. Mehmed'in cenazesi kaldırılıp Aya-
venle ulaşılmaktadır. Minare kaidesi de 1617, İstanbul) Osmanlı padişahı sofya avlusundaki türbe yerine gömül­
bu geçide imkân vermek için dışarıdan (21/22 Aralık 1603 - 22 Kasım 1617). III. dü. Cülus günü Kaptan-ı Deıya Ciğala-
kıbleye doğru uzatılmıştır. Son cemaat Mehmed ile Haseki Handan Sultanin zade Sinan Paşa, bir hafta sonra Vezira-
mahallinde minare tarafındaki duvardan oğlu. Şiirlerinde Bahtî ve Ahmed mah­ zam Yavuz (Malkoç) Ali Paşa İstanbul'a
bir kapı açılarak eklenti olan ilave bina­ laslarını kullanmıştır. İstanbul'a kazan­ geldiler ve padişahın eteğini öptüler. Ali
ya geçit sağlanmıştır. Minare pabuçtan dırdığı büyük eseri önceleri Ahmediye, Paşa, iki yıllık Mısır hazinesini de getir­
sonra yenilenmiş ve yuvarlak bir gövde günümüzde ise Sultan Ahmed Camii diğinden I. Ahmed'den iltifat gördü. Ve-
ve şerefe yapılmıştır. Camiin cümle ka­ olarak anılan ve Süleymaniye'den sonra zirazam, Siyavuş Paşa Sarayı'na yerleşti.
pısı son derece basittir. Mihrabı mermer kentin en büyük selatin camisi olan ma­ Kapıkulu ocaklarına 700.000 altın tuta­
plaklarla kaplanarak yenilenmiştir. Min­ bet ile külliyedir. Osmanlılar döneminde rında cülus bahşişi dağıtıldı.
ber, 1982'deki tetkikte olduğu gibi dur­ Atmeydanı olarak anılan hipodrom sa­
maktadır. Ahşaptan, rokoko tarzı oyma­ hası ela bu padişahın adını taşımaktadır. I. Ahmed'in kılıç alayı 4 Ocak 1604'-
lı ve yeşile boyanmıştır. Sağdaki ilave III. Mehmed 21 Aralık l603'te ölünce te düzenlendi. Padişah, Eyüp Sultan
yapı üzerindeki basit çeşmenin kitabesi henüz sancak valiliğine gönderilmemiş Türbesi'nde Hz Muhammed'in kılıcını
1281/1864 tarihlidir. Binanın sanat açı­ bulunan Ahmed, aynı gece Topkapı Sa- kuşandı. 10 Ocakla, babaannesi Safiye
sından korunacak bir yanı olmamakla rayı'nda bir iç törenle tahta oturdu. Ön­ Sultani kalabalık bir harem kadrosu ile
beraber, tarih açısından önemli bir yeri ceki padişahlar şehzadeliklerini sancak Eski Saray'a gönderdi. Darüssaade ve
vardır. görevinde geçirmek, evlenmek ve ço­ b a b ü s s a a d e ağalarını değiştirdi. 23
Bibi. H. Ayvansarayî, Hadîkatül-Cevâmi, cuk sahibi olmak olanağını bulmuşlar­ Ocak'ta Süleymaniye Camii'nde ilk cu­
(yazma) TTK Ktp; H. Ayvansarayî. Hadîka- ken babasının ansızın ölümü. I. Ah- ma selamlığına çıktı. Oradan veziraza-
AHMED I 106

I. Ahmed'in
yaptırdığı
Sultan Ahnıed
Camii'nin
içinden bir
görünüm.
Allomun bir
deseninden gravür,
19. yy
Ara Güler

mm sarayına giderek sünnet oldu. İlk anlaşamaması yanında, o sırada İstan­ dan Sultanin cenaze törenine katılan I.
kez bir padişahın sünnet edilmesi olayı­ bul'un en çok çekinilen örgütü duru­ Ahmed ertesi gün, havanın fırtınalı ol­
nı yaşayan İstanbul'da ve öteki büyük mundaki Melamî-Hamzavîlerle ilişkisinin masına aldırış etmeden kadırga ile İs­
kentlerde şenlikler düzenlendi. Fakat bulunduğu da öğrenilmişti. Arz sırasında tanbul'dan Mudanya'ya gitti. Bursa'da
cedri (çiçek) hastalığına yakalanması I. Ahmed içeriye cellat çağırarak Mustafa atalarının mezarlarını ziyaret ettikten
halkı kaygılandırdı. Paşa'nın boynunu \urdurdu. Sofu Sinan sonra döndü. Divan-ı Hümayun'da.
I. Ahmed'in tahta çıktığı sırada batıda Paşa ikinci kez İstanbul kaymakamlığına Üveys oğlu Mehmed Paşa'nm Celalile-
Avusturya, doğuda İran ile savaşlar sür­ atandı. Anadolu'daki Celaliler üzerine ise rin bastırılması önerisi görüşüldüğü sıra­
mekteydi. Anadolu'da da Celali eylemleri Nasuh Paşa gönderildi. da, İstanbul'da bin türlü suç işledikten
doruk noktasındaydı. Bu nedenle İstan­ I. Ahmed ilk av partisine 1604 Ekim sonra Anadolu'ya kaçmış bulunan, ora­
bul'un güvenliği, her iki savaş ve iç so­ ayında kente yrakın Rumeli Bahçesi'nde da da halka salgınlar salan kapıkulu si­
runlar bakımından oldukça kritikti. Ya­ çıktı. Av sürerken saraydan bir şehzade­ pahilerinden Gödöslü Ali, Deli Derviş,
vuz Ali Paşa. kentte bir dizi önlemler al­ nin (II. Osman) doğum haberi geldi. İs­ Köse Hamza. Kızılbaş Mehmed, Arna­
dı ve cezalar uyguladı. Narh işlerini, çar­ tanbul'da yedi gün ve gece donanma vut Hüseyin, Küçük Halil, Tepesi Tüylü.
şı pazar denetimini sıkı tuttu. Yeni birta­ yapıldı. Macaristan seferini tamamlayan Kumkapulu ve daha birçok asi divan
kım kurallar koydu. Akşam hava karar­ Lala Mehmed Paşa, 1605 Şubatında hal­ toplantısını bastılar. "Bize zulüm ve iha­
dıktan sonra halkın sokağa çıkmasını ya­ kı coşturan bir zafer alayı ile İstanbul'a net olmuştur!" diyerek vezirleri tehdit
sakladı. Bu disiplin altında Avusturya ve döndü. Ama, herkes, giderek yaklaşan ettiler. Solü Sinan Paşaya, divan üyele­
İran seferleri için hazırlıkları hızlandırdı. Celali ayaklanmasından korkmaktaydı. rine neredeyse saldırır oldular. Bunların
1604 ilkbaharında Engüıüs (Macaristan) Celali reisleri I. Ahmed'e "İstanbul ve geçmişteki kusurları silindi ve her birine
seferi için görkemli bir törenle İstan­ Rumeli senin olsun, Anadolu bizimdir!'' bölük ağalığı verildi. Sonra da sipahileri
bul'dan hareket etti. Halkalı'da padişahın yollu haberler göndermekteydiler. Ana­ ile Anadolu serdarının maiyetine gön­
otağ-ı hümayunu önünde büyük bir ge­ dolu halkı da çoğunlukla Celalilere bağ­ derildiler. Bu kez. İstanbul'daki yeniçe­
çit düzenlendi. Aynı günlerde Ciğalazade lı gözükmekteydiler. Kalenderoğlu. Ka­ rilerle sipahiler ayaklandılar. Yakınma
Sinan Paşa da Doğu seferine çıktı. İstan­ ra Said. Tavil Halil. Saçlı çetelerinin konuları giysilerinin ve ulufelerinin za­
bul kaymakamlığına önce Sofu Sinan Pa­ Anadolu'yu baştan başa kana boyadık­ manında verilmemesiydi. Ulufe divanın­
şa, kısa bir süre sonra da Hafız Paşa larına ilişkin olarak gelen bilgileri Sofu da çorba içmediler, subaylarını taşladı­
atandılar. Vezirazam Ali Paşa'nm Bel- Sinan Paşa I. Ahmed'e sundu. Bunun lar. I. Ahmed, eski bir gelenekle kan
grad'da ölmesi üzerine de Lala Mehmed üzerine bir meşveret meclisi toplandı. dökeceğini anımsatan kırmızı kaftan gi­
Paşa vezirazam ve serdar-ı ekrem oldu. Davud Paşa'nın serdar atanması, Nasuh yip devlet adamlarını Sultan Bayezid
I. Ahmed, tüm karar ve atamalarında ho­ Paşaya ve valilere emirler yazılması ka­ Köşküne çağırdı. Ayaklanmaya elebaşı­
cası Mustafa Efendiye danışmaktaydı. rarlaştırıldı. Vezirazam Lala Mehmed Pa­ lık eden Silahdar Ağası Şahbaz'ı, Sipahi­
Eski sadaret kaymakamı Kasım Paşa'nm, şa İstanbul'da çok durmayarak 1605 ler Kâtibi Kargazade'yi, Yekçeşm Mah-
Bağdat valiliğine giderken halka zulmet­ Mayısında Estergon seferine çıktı. Bu mudü ve birçok askeri idam ettirdi.
tiği ve zorla para topladığı haber almınca sefer 1606'da Zitvatorok Antlaşması ile Macaristan seferinden dönen Vezira­
İstanbul'a çağrıldı. Padişahın önünde sonuçlanmıştır. İran savaşları ise lölO'a zam Lala Mehmed Paşa 21 Haziran
boynu vuruldu. Ölüsü. Edirnekapı hen­ kadar sürdü. Bu sırada Kuyucu Murad 1606'da öldü. Yerine Derviş Mehmed
değine atıldı. İstanbul kaymakamlığına Paşa da pek çok kan dökerek Anado­ Paşa atandı. Duhan denen tütünün İs­
getirilen Sarıkçı Mustafa Paşa'nın, yeniçe­ lu'daki Celali ayaklanmasını sindirdi. tanbul'a gelişi ve çok kısa bir zamanda
ri ulufelerinin dağıtılmasında defterdarla 12 Kasım l605'te ölen annesi Han­ herkesçe içilir olması bu sıradadır. Ser-
107 AHMED I

dar Ferhad Paşa'nm Aydın ve Saruhan


yörelerindeki zulmü yüzünden İstan­ S U L T A N I. A H M E D ' İN N İ T E L İ K L E R İ
bul'a dökülen kalabalıklar Divan-ı Hü-
mayun'a başvurdular. Bundan etkilenen Felek rütbeli, melek yüzlü, derviş tabiatlı olup Süleyman ululuğundadır. Adalet­
I. Ahmed, Vezirazam Derviş Mehmed te Nûşirevân'a, büyüklükte İskender'e benzer. Mutluluk ve devlet sahibi olan
Paşayı 11 Aralık 1606 tarihinde, huzu­ Padişahımız, adalet ve şeriat yolundadır. Ataları gibi iyiliği ve hayır işlemeyi se­
runda bostancılara boğdurdu. Tarihçi ver. Bilginlerin el üstünde tutulup gözetilmelerini ister. Temiz ve aydınlık yüzü
Nâima "Bir zamandan sonra ayağını oy­ değirmi, teni beyaz, boyu sultanlık bahçelerinin selvisi gibi olup sözleri ölçülü
natmakla padişah hançer ile boğazını ve nüktelidir. Bayramlaşma törenlerinde elini öpen mollalara, şairlere ve vezir­
kesti" diye yazar. Vezirazamm böyie bir lere saygı olsun diye tahtında kalkıp oturur. Bu, sultanlara yaraşan güzel bir
kızgınlığa kurban edilişinin gerisinde İs­ davranıştır. Yürüyüşü bile bir padişaha uyacak biçimdedir. Bütün bunlar izle­
tanbul'da Demirkapı semtinde yaptırdı­ nince dedesi Sultan Murad Han'a (Yeri cennet olsun) benzediği anlaşılır. Ama
ğı sarayın eminliğini üstlenen Yahudiye Sultan Murad Han'dan bin derece yüksek, bağışlayıcı ve seçkindir. Boyu ondan
tüm masrafları ödetmesi, Yahudinin de daha uzundur. Orduyu ve ülkeyi yönetmede dedesinden üstündür. Sevimli yü­
elaltından "Konak mahzeninden Sultan­ zü ve gülümseyişi, nûr saçan güneş kadar aydınlıktır. Şakada, övgüde ileri git­
lık sarayına gizli bir yol açtırtıp padişa­ mez. Alçakgönüllülüğü ise sonsuzdur. Ne var ki. Tanrı vergisi heybeti ve bü­
ha suikast düşüncesindedir!" dedikodu­ yüklüğü karşısında, her canlı titrer. Divân'da görevli iken yasama işleri ile ilgili
sunun olduğu tarihlere geçmiştir. D e n i ş sunuşlarda, yüce tahtının eteğine yüzümü sürer: ancak heybetinin aşırılığından
Mehmed Paşa'nm İstanbul'da, halktan temiz yüzüne bakmaya güç yetiremez, ne dediğimi bilemezdim. Hele bir de
her şahnişin başına biner akçe rüşvet görev arkadaşım olan efendi hastalanıp da tek başıma sunuş okumaya girmem
aldığı da saptanmıştı. İdam edilince gerekince, Allah hakkıyçin korku ve çekingenliğimden sunuşu zar zor bitirir ve
halk bu yasadışı haraçtan kurtulmanın tere batardım!
sevincini yaşadı. Diğer yandan, mutluluk kaynağı Padişahımız, iyilikten başka şey düşünmez.
Yeni vezirazam Kuyucu Murad Paşa Döneminde rüşvetle iş görme kökten yok olmuştur. Saygı değer kadıların hak­
1607 ilkbaharında. Anadolu ve doğu sızlıkta bulunmalarına asla izni yoktur. Başkasına kötülükte bulunanları sev­
bölgelerindeki eşkıyayı ve Kızılbaşları mez. Bu yakında şeriata aykırı olarak devlet hazinesine gelen onbin altını sahi­
yok etme buyruğu alarak İstanbul'dan bine geri verdirmesi, ülke halkının yüreklerini sevgisiyle doldurmuştur. Çünkü
ayrıldı. Bu sırada Kalenderoğlu Bursa bu türlü bir uygulama epeydir görülmemişti. Yetim malının devlet hazinesine
ve çevresini zapt etmiş, İstanbul'u teh­ sokulmaması için ayrı bir kasa koydurmuştur. Sözün kısası, iyi yönleri
dit etmekteydi. Kalenderoğlu'ndan ka­ sayılamayacak kadar çoktur. Devlet hazinesini kollamadaki titizliği sugötür-
çan Canbuladoğlu ise İstanbul'a gelip mez. Kendisi, keramet de gösteraıiştir. Ulu Tanrı, temiz varlığını yanlışlıklardan
padişahtan bağışlanma diledi. O yıl. korusun. Sultanlığını uzun kılsın. Döneminin fetihlerle zenginleşmesini kısmet
Anadolu'da ve Suriye'de suçlu suçsuz etsin. Uğurlu ayağının izleri her ili her ülkeyi bayındır, gücenik gönülleri barış­
ayırmadan binlerce insanı asıp kesen ve mış eylesin.
görece bir yatışma sağlayan Murad Pa­ Bostanzade Yahya Efendi, Duru Tarih (Tarih-i Sâf/ Tuhfetu'l-Ahbab), s. 115-116
şa, I. Ahmed katında saygınlığını artırdı.
1608 yılının son günlerinde İstanbul'a
döndü. Kıştan ilkbahara kadar Üskü­
dar'da ordugâhta kaldı. İran seferi ha­ ler için 18.000 miskal (81 kg) altın tel, le'ye gitti. İstanbul'dan getirttiği saltanat
zırlıklarını tamamladı. Padişahla gizli 460 miskal (1 kg) sırma üretildi. Tüm kayığı ile deniz gezileri yaptı. Gelibo­
görüşmeler yaptıktan sonra, rütbe ve bunlar l609'da yerlerine gönderildi. Pa­ lu'da Gazi Süleyman Paşa'nın türbesin­
görev verme sözüyle birçok Celali baş­ dişah bu işlere öylesine kendisini ver­ de kılıç kuşandı. 1613 ilkbaharında Te­
buğunu Üsküdar'a getirtip birer ikişer mişti ki. İstavroz Sarayı bahçesini bir kirdağ üzerinden başkente döndü. Ye­
idam ettirdi. atölyeye dönüştürtmüştü. İstanbul'un nileriyle değiştirilen Kabe'nin ve Ravza-i
27 Eylül 1609 tarihinde I. Ahmed. At- en usta demircileri, kuyumcuları burada Mutahhara'nın eski eşyası İstanbul'a ge­
meydanı'nın, Akbıyık tarafında iki eski çalışmaktaydılar. I. Ahmed'in tanımladı­ tirildi. Bunlar arasında Kabe'nin oluğu,
paşa konağının arsasına, adını taşıyacak ğı altın kaplı Kabe oluğu, üzeri gümüş Peygamberin evinde asılı olan ve daha
camiin temelini kazdırmaya başladı. ve altın kaplı demir takviye kuşakları değerli bir başka taşla değiştirilen Kev-
Kendisi de altın bir kazma ile terleyin- hep burada imal edildi. Padişahın huzu­ keb-i Dürrî. Kabe kapısının bir kanadı
ceye değin çalıştı. Temel atma töreni 4 runda körükler ve ocaklar koşuldu. I. da vardı. I. Ahmed. bunların Topkapı
Ocak lölO'da Atmeydanı'nı dolduran Ahmed bir yandan da hemen her gün Sarayı'nda Hazine-i Âmire'de saklanma­
bir kalabalığın dualarıyla yapıldı. Aşırı Atmeydanı'na gidip cami ve külliye in­ sını emretti. Hz Muhammedin yayını,
dindar olan I. Ahmed. Mekke ve Medi­ şaatıyla ilgileniyordu. Diğer yandan Da- Halife Ebubekir'in seccadesi ile kılıcını,
ne'deki kutsal yerlerin ve Kabe'nin ona­ vutpaşa Bahçesi'nde de aslına uygun öteki sahabe kılıçlarını da taht odasına
rımı için İstanbul'dan usta ekipleri, boyut ve biçimde bir Kabe maketi ya­ (hasoda) koydurttu. 1613 yılı yaz mevsi­
özenle işlenmiş bir mermer minber, ki­ pıldı. Karşısına kurulan sayebana da mini Üsküdar, İstavroz, Tersane, Davut-
tabeler, Kabe için altın ve gümüş ku­ (gölgelik) padişahın tahtı yerleştirildi. I. paşa saray ve bahçelerinde geçiren I.
şaklar gönderdi. Kendi dönemine ka­ Ahmed, hazırlananların uygulanmasını Ahmed Çatalca Bahçesi'ne ava gitti. Bir
dar, Mısır'da dokunup özel bir törenle buradan saygıyla izledi. lölO'da Topha­ süre Halkalı Bahçesi'nde kaldı. Beşik­
Kabe'nin içine ve dışına kaplanan ve ne semtine bir çeşme yaptırttı. taş, Kâğıthane bahçelerinde ve öteki
her yıl yenilenen örtülerin, İstanbul kâr- Ölen Kuyucu Murad Paşanın yerine hasbahçelerde dinlendi. Topkapı Sara­
hanelerinde daha kaliteli kumaşlar do­ 22 Ağustos l ö l l ' d e atanan Nasuh Paşa, yı'na eylül ayında döndü.
kunduğu gerekçesiyle buradan gönde­ İran'la barış sağladıktan sonra yanında O yılın Berat ve Kadir gecelerinde
rilmesini istedi. O zamana kadar benze­ İran elçilik heyeti ve Şah I. Abbasin her İstanbul halkına altınlar, gümüşler dağı­
ri görülmemiş astarlar ve ridalar hazır­ yıl ödemeyi kabul ettiği 200 yük ipekle tıldı. Ramazan ye Kurban bayramı alay­
landı. Toplam 1.060 zira' (yaklaşık 800 Eylül I 6 l 2 ' d e İstanbul'a döndü. Vezira­ ları eski geleneğe göre çok daha gör­
m) örtü kumaş, 48.000 dirhem (153 kg) zam ve İran elçilik heyeti ayrı ayrı alay kemli gerçekleştirildi. I. Ahmed, saray
ipek işleme yapıldı. Kutsal mezarlar İçin gösterdiler. I. Ahmed. kışı geçirmek ve hazinesini açtırarak burada biriken mu­
kisve ve nitaklar (örtü) hazırlatıldı. İs­ avlanmak için aralık ayında Edirne'ye azzam zenginliği izledi. Bir fermanla
tanbul'daki sim, sırma, dokuma tezgâh­ hareket etti. Yolda dört kez sürgün avı kesin içki yasağı koydu. Meyhaneleri
ları için artık yeni bir iş sahası açılmıştı. düzenlendi. Eciirne Sarayı'na haremiyle kapattırdı hamr (içki) eminliğini kaldır­
Yüzlerce parçadan oluşan tüm bu örtü­ yerleşen padişah, Gelibolu'ya. Çanakka­ dı. Bu yasak tüm ülke için geçerliydi.
AHMED I ÇEŞMESİ 108

Bir şair, Kalb-i âşık gibi viran etdiler şın bozulmasına neden. İran'a gönderi­ man, IV. Murad, İbrahim (Deli) padişah
meyhaneyi / Bî-vefâlar ahdine döndür­ len elçi İncili Mustafa Çavuşun tutuk­ olmuşlar, hasekisi Kösem Mahpeyker
düler peymâneyi dizeleriyle buna tepki lanması ve Şah I. Abbas'm antlaşma yü­ Sultan, Osmanlı Sarayı'nın en etkin
gösterirken meyfuruşlar (içki satanlar) kümlülüklerini yerine getirmemesiydi. valide sultanı olarak ün yapmıştır. Şeh­
ortalıkta kaldı. Fakat yasaklamanın etki­ Revan Kalesi önünde başarı göstereme­ zadelerin sancak valiliğine gönderil-
si göreceydi. İnsanlar, özellikle istan­ yen Mehmed Paşa azledildi. 17 Kasım meyip sarayda göz hapsine alınmaları,
bul'da içki alışkanlıklarını gizlice sür­ I 6 l 6 ' d a Halil Paşa vezirazam oldu. İs­ haremin saray ve İstanbul yaşamındaki
dürdüler. Devletin ise önemli oranda, tanbul'a gelen Alman Elçisi Czernin, ağırlığı I. Ahmed'le başlamıştır.
içki vergisi kaybı söz konusu oldu. Fe­ padişahın huzuruna çıktı ve 50.000 altın Bibi. Tarih-i Solakzade. 683 vd; Tarih-i
lemenk Dukasının elçilik heyeti ve çok değerinde hediye sunarak aradaki ba­ Naima, I, II; Hammer, Devlet-i Osmaniye
kalabalık bir tüccar grubu da gemilerle rışın devamını istedi. Bu elçi görkemli Tarihi, VIII. İst. 1333; Bostanzade Yahya,
istanbul'a geldiler. Bunların getirdiği bir alay gösterdi. Padişah, İran Elçisi Tarih-i SâfTııhfetü'l-Ahbab (Duru Tarih), İst.
Avrupa malları istanbul'da âdeta kapı­ Kasımı ise huzuruna kabul etmeyerek 1978; Evliya, Seyahatname, I. 212 vd; Uzun-
çarşılı, Osmanlı Tarihi, III; Danişmend,
şıldı. İstavroz Sarayını yetersiz bulan I. Yedikule'de tutuklattı. Yıllardır yapımı Kronoloji. III: M. C. Baysun, "Ahmed İ". İA. I.
Ahmed, buraya hizmet binaları ile bir süren cami ve külliyesinin bitmek üzere NECDET SAKAOĞLU
mescit ekletti. Vezirleri ve kapıkulu as­ olması I. Ahmed'i sevindirdi. 9 Haziran
kerlerini işe koştu ve 40 gün gibi kısa 1617 günü, A t m e y d a n ı ' n a otağlar,
AHMED I ÇEŞMESİ
bir zamanda her şey tamamlandı. Kasım padişahın göz kamaştırıcı tahtı kuruldu.
l6l3'te, kışı geçirmek için Edirne'ye ha­ Tüm vezirler, din bilginleri, ocaklılar, Alemdar'da. Sur-ı Sultani'den Gülhane
reket eden padişah, İstanbul'un yöneti­ esnaf ve halktan kalabalık bir topluluk Bahçesi'ne geçişi sağlayan Soğuk Çeş­
mini eski kaymakam Gürcü Mehmed hazırken cami kubbesinin kilit taşı yer­ me Kapısı'nın sağında sur duvarı üze­
Paşa'ya bıraktı. Vezirazam Nasuh Paşa leştirildi. Herkese ziyafet verildi. rinde yer alır.
ile tüm devlet yöneticileri de Edirne'ye Üzerindeki üç beyitlik kitabeden
I. Ahmed ekim ayında ansızın rahat­
gittiler. I. Ahmed, başkentten ayrılmaz­ 1012/1603 tarihinde Sultan I. Ahmed ta­
sızlandı. Hekimler sıtma tanısı koy­
dan önce Florya Bahçesi'nde kaptan-ı rafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Ev­
dular. Fakat hastalık umulmadık biçim­
deryayı kabul ederek kendi has gelirle­ liya Çelebi'nin eserinde Soğuk Çeşme
de ilerledi ve olasılıkla mide kanserin­
rinden ayırdığı parayla yeni on kadırga adı ile bu çeşmeden bahsedilir. 1645 yı­
den 22 Kasım l 6 l 7 ' d e öldü. Henüz 27
yapılmasını, Tersane B a h ç e s i ' n e bir lında Sur-ı Sultani üzerinde açılan ve
yaşında olan I. Ahmed'in bu beklen­
köşk inşasına emretti. Lüleburgaz'da So- çeşmenin yanında yer alan kapı da So­
medik ölümü, herkesi şaşkına çevirdi.
kollu Mehmed Paşa Sarayı'nda bir süre ğuk Çeşme Kapısı olarak tanınmıştır.
O atmosferde, karar vermeye yetkili
kalıp sürgün avları düzenledi. Çevrede Çeşme daha sonra 1307/1889 tarihinde
olanlar Osmanoğullarınm süregelen
toplanan ceylanlar ve öteki hayvanlar II. Abdülhamid tarafından yenilenmiş
yasasına aykırı biçimde, padişahın oğ­
âdeta dalga dalga idi. Kışı Edirne'de ge­ ve Hamidiye Çeşmesi olarak tanınmıştır.
lunu (Osman) değil kardeşi Mustafa'yı
çiren padişah, ilkbaharda Tekirdağ'a Bu durum çeşme üzerindeki talik hat
tahta oturttular. Bunun da nedeni, ilk
oradan da kızaklar üstünde Edirne'ye ile yazılmış olan iki satırlık diğer kitabe­
kez. ölen padişahın kardeşinin hayatta
getirilen saltanat kayığı ile Tunca Irma- de belirtilmiştir.
olmasıydı. O gün İstanbul camilerinde
ğı'ncla gezintiler yaptı. Şubat I6l4'te İs­ selalar okundu. I. Ahmed'in c e n a z e Mermer malzeme ile yapılmış bulu­
tanbul'a döndü. Yeni yapılan Tersane namazını, sarayın Salın Divan- nan çeşme bugün her iki dönemin de
Bahçesi Kasrı'nda bir süre kaldı. Bura­ hanesi'nde Şeyhülislam Esad Efendi kıl­ izlerini taşımaktadır. I. Ahmed zamanın­
da, iç harem bahçesine, İstanbul'un uz­ dırdı. Oradan alman cenaze kalabalık da yapılmış çeşmeden günümüze gel­
man çiçekçilerine ve bahçıvanlarına tür­ bir cemaatle camii yanındaki türbesine miş olan kısımlar bugünkü çeşmenin
lü türlü çiçekler ektirtti. Ayrı ayrı tarhla­ gömüldü. orta bölümünü oluşturmaktadır. Bu bö­
ra çiçeklerin ve süs ağaçlarının dikimi lümde üstte rumîli, palmetli bir taç yer
Döneminde kazaskerlik yapan Bos-
törenlerine kendisiyle birlikte vezirler alır. Bunun altında bitkisel dekorlu bir
tanzade Yahya Efendi, I. Ahmed'in er­
ve şeyhülislam da katıldılar. Burası. İs­ bordur ile sağlı sollu birer dal üzerinde
demlerinden, İstanbul'a hizmetlerinden
tanbul bahçelerinin en bakımlısı oldu. lale, stilize çiçekler ve yapraklardan
uzun uzun söz eder. Başkentte rüşveti
Öte yandan Vezirazam Nasuh Paşa ise oluşan bir süsleme bulunmaktadır. Bu­
önlediğini, kadıların adil davranmalarını
İstanbul'daki tüm köpekleri toplatıp ka­ rada çiçekli iki daim arası kazınmıştır.
sağladığını, yetim malları için ayrı bir
yıklarla Üsküdar cihetine göndertti. 17 Muhtemelen I. Ahmed'in tuğrası burada
hazine oluşturduğunu, yiğit, iyi ok atan,
Ekim l 6 l 4 ' t e başkent gergin bir gün ya­ bulunuyordu. Aşağıdaki üç satırlık kita­
ustaca kılıç kullanan ve topuz fırlatan,
şadı. O gün cuma selamlığına çıkmayan beden sonra sivri kaş kemerli çeşme ni­
çok dindar, gerektiğinde sert ve ödün­
I. Ahmed, saray çevresinde sıkı koruma şi yer almaktadır. Kemer köşelerinde bi­
süz o l d u ğ u n u anlatır. Bir ok müs­
önlemleri aldırttı. Tüm kapıkulları. Sur-ı rer dal üzerinde ikişer lale yer alır. Çeş­
abakasında İstanbul surları üstünden at­
Sultani dışına etten bir duvar gibi dizil­ menin aynataşı Bursa kemeri şeklinde
tığı ok fersahlarca ileriye düşmüştür. Hz
diler. Padişahın buyruğu ile bostancıba- düzenlenmiş olup ortada bir musluk
Muhammed'in ayak resmini içeren bir
şı. silahlı 100 bostancı ile Paşa Kapısı'na deliği, iki yanda birer tas hücresine sa­
sorgucu sarığına takarak dine bağlılığını
gitti ve Nasuh Paşayı boğduıttu. Nasuh hiptir. Aynataşı üzerinde celi sülüs yazı
simgelemişti.
Paşa'nm müsadere edilen serveti mil­ ile bir ayet yer alır.
yonlarca Duka altını değerindeydi. Ve- Sultan Ahmed Külliyesi ile Ayasof-
zirazamın öldürülmesinin nedeni, mal ya'nın karşısında ondan daha alımlı ve II. Abdülhamid devri ilavelerini oriji­
düşkünü olması, rüşvet alması ve kibirli görkemli dini bir anıt tasarımı için ken­ nal çeşmenin etrafındaki parçalar oluş­
oluşuydu. Somut neden olarak ise padi­ di gelirlerinden servetler tüketmiştir. turmaktadır. En üstte devrin özelliğine
şah ve vezirazam Edirne'de iken. Nasuh Caminin on dört şerefesi I. Ahmed'in sahip "C-S" kıvrımlı taç bölümünde yine
Paşa'nm, Cebrail adlı ağasının, bir sey- 14. Osmanlı padişahı olduğunu sim­ tuğra yeri kazınmıştır. Burada da II. Ab-
yidin evine girip karısının ırzına geçme­ geler. İstanbul'da adına yapılan diğer dülhamid'in tuğrası bulunuyor olmalıy­
si, seyyidin de cuma selamlığında, cami eserler arasında başlıcaları Eyüp'teki dı. İki yanda yer alan bölümlerde bu
içinde sarığını çözüp I. Ahmed'in duya­ Sultan Ahmed Sebili. Beşiktaş'ta Ter­ devrin özelliklerine uygun kıvrık yaprak
cağı bir sesle "Allah'a hanginizden şikâ­ sane Bahçesi'nde köşk ve kasır, Kavak düzenlemeleri, ikişer sütunçe ve başlık­
yetçi olayım?" diye bağırması gösteril­ Sarayı ve İstavroz mescitleri, Alemdar, lardan oluşan zarif kabartma süslemeler
miştir. Yeni vezirazam Öküz (Öksüz) Tophane. Tersane. Haydarpaşa ve Üs­ bulunmaktadır. Bunlar aşağıda oval ha­
Mehmed Paşa, 1615 ilkbaharında İran küdar iskelesi çeşmeleridir. Topkapı reketli birer kaide üzerine oturmaktadır.
seferine çıktı. İki devlet arasındaki barı­ Sarayı'nda da III. Murad Odasına bitişik Çeşme altındaki dilimli kurna da bu dö­
bir odası vardır. Oğullarından II. Os­ neme aittir.
109 AHMED H

Bibi. Tanışık. İstanbul Çeşmeleri, I, 60; O. Ş. makamlığına İsmail Paşa getirildi. Yeni
Gökyay, "Risale-i Mimariye ve Mimar kaymakam, Mehmed Ağa'nm boynunu
Mehmed Ağa", İsmail Hakkı Uzunçarşıhya vurdurdu.
Armağan, Ankara, 1976, s. 19-142.
En basit konulara bile öfkelenen II.
AHMET VEFA ÇOBANOĞLU
Ahmed,. Arabacı Ali Paşa'yı böyle bir
anında uzaklaştırıp Diyarbakır Valisi
AHMED I SEBİLİ
Hacı Ali Paşa'yı sadrazam atadı. O ge­
bak. SULTAN AHMED KÜLLİYESİ
linceye kadar da İstanbul Kaymakamı
İsmail Paşa'yı Edirne'ye çağırdı ve yeni­
AHMED I SEBİLİ çeri ağası yaptı. İstanbul kaymakamlı­
bak. EYÜB SULTAN KÜLLİYESİ ğına Sarı Hüseyin Paşa getirildi. Bu sıra­
da, padişahın ikiz şehzadeleri İbrahim
AHMED H ve Selim doğduğu için Edirne'de ve İs­
(25 Şubat 1643, İstanbul - 6 Şubat tanbul'da şenlik ve donanma düzenlen­
1695, İstanbul) Osmanlı padişahı (22 di. Fakat İstanbul, bu tür şenliklerle
Haziran 1 6 9 1 - 6 Şubat 1695). Sultan İb­ avutulabilmekten uzaktı. Yıllardan beri
rahim İle Hatice Muazzez Sultanin oğ­ yaşanagelen güvensizlik ve ekonomik
lu. Fatih Sultan Mehmed'den sonra cü­ buhran, ilmiye sınıfının dinsel hoşgörü­
lus ve kılıç alayı törenleri Edirne'de ya­ süzlük ortamında unutturulmaya çalışılı­
pılan ilk padişahtır. Kısa saltanatında İs­ yordu. İkiz şehzadelerin doğumu bile
tanbul'a hiç gelmedi. Döneminde, sad­ din çevrelerince istismar edildi ve Os­
razam ve vezirlerle devlet erkânı da manlı tarihinde ilk kez görülen bu mut­
Edirne'de veya cephede bulundukların­ lu doğumun, yakın gelecekte her şeyin
dan fiili başkentliğini geçici olarak yiti­ düzeleceğine bir işaret olduğu halka
ren İstanbul'u Sadaret kaymakamı ve İs­ I I . Ahmed'in Young Albümünde yer alan bir inandırılmaya çalışıldı. Öte yandan, İs­
tanbul kadısı yönettiler. Bu nedenle resmi, Londra, 1815. tanbul'daki din önderleri ile medresele­
kent, sorunları ile baş başa bırakılmış Galeri Alfa rin bağnaz ve bilgisiz müderrisleri, halk
olarak bir dizi sıkıntı yaşadı. Yönetim­ ve esnaf yığınlarım küçük bir işaretle
deki boşluklar yüzünden, türeyen bir peşlerine takarak her türlü eylemi yapa­
zorbalar zümresi halkı yıldırdı. Temmuz 1691). Tüm bu karar ve uygu­ bilecek güçteydiler. II. Ahmed'in Edir­
lamalarda görüşüne başvurulmayan pa­ ne'de oturtulması da bu yüzdendi. Ger­
Babası Sultan İbrahim'in (hd 1640-
dişah, kızgınlık duyarak nakibüleşraf Ali çek din bilginleri ve aydınlar ise İstan­
1648) tahttan indirilip öldürüldüğü ta­
Efendiye "Bre Allah'tan korkmaz, ak bul'dan uzaklaştırılmışlardı.
rihte henüz 5 yaşında bulunan II. Ah-
sakalından utanmaz. Beni bu hale ko­
mecl, sarayın Şimşirlik Kasrında 43 yıl Bu ortamda İ s t a n b u l , tarihlere
yup hapis çektirdiniz. Saltanata layık
göz hapsinde tutuldu. Bu süre boyunca "Vak'a-i Garibe" adıyla geçen ilginç bir
değildir demenize aceb sebep ne ola?'',
İstanbul'u gezip görme olanağı bulama­ olay yaşadı. Mayıs 1692'deki ramazan
diye bağırmıştır. Yayımlanan cülus fer­
dı. Doğup büyüdüğü İstanbul'u tanıma­ ayıydı; ermişliğine inanılan Demirkapu-
manında ise "İrsen ve istihkaken ma-
yan II. Ahmecl, şehzadelik yıllarını özel lu Şeyiı Süleyman Efendi'nin Fatih Ca­
kam-ı saltanat ve taklid-i hükümet itti-
dairesinde ilm-i nücum'la (yıldızbilim) mii'nde bir cuma konuşması ve duası
fak-ı ârâ ile cenab-ı saadet-meabıma
uğraşarak geçirdi. yapacağı bir hafta önceden halka duyu­
tevfiz olundu'', denmek suretiyle tahta
1691 ilkbaharında Avusturya seferi çıkışının yöneticilerin oyu ile olduğu rulmuştu. O gün, kadın erkek, yaşlı ve
hazırlıklarını tamamlayan Sadrazam vurgulanmıştı. çocuk Fatih Camiini ve çevresini mah­
Köprülü Fazıl Mustafa Paşa. İstan­ şer görünümünde doldurdular. Bunu
bul'dan hareket ederken Padişah II. Sü­ II. Ahmed'in saltanat yıllarında, art haber alan İstanbul Kaymakamı Bosna-
leyman'ı da ağır hasta olmasına karşın arda bozgunlarla sonuçlanan Avusturya- vi Sarı Hüseyin Paşa, böylesine bir kala­
Edirne'ye kadar birlikte gitmeye ikna et­ Macaristan savaşları devam etti. Hi­ balığın toplanması bir karışıklığa neden
ti. Veliaht konumundaki II. Ahmecl de caz'da, Suriye'de ayaklanmalar. Kuzey olur kaygısıyla ''kofa çıktı. Hüseyin Pa­
kapalı bir arabayla Edirne'ye göttirüldü. Afrika'da devletin önleyemeyeceği karı­ şa'nm arkasında kadılar, zabitler ile
Sadrazamın cepheye hareketinden kısa şıklıklar vardı. Sadrazamlıkta bırakılan uzaktan gözükmesi, korku ve çekinme
bir süre sonra II. Süleyman Edirne'de Köprülü Fazıl Mustafa Paşa'nm Slanka- duyguları çok baskın olan halkı heye­
öldü. Şeyhülislam Feyzullah Efendi. Ri- men Savaşı'nda şehit d ü ş m e s i n d e n canlandırdı. "Vezirin kol ile gelmesi se­
kâp Kaymakamı Ali Paşa, Nişancı Elmas (1691) sonra II. Ahmed, kısa aralıklarla bepsiz değildir, kaçalım!", söylentisi hız­
Mehmed Paşa, nakibüleşraf ve kadıas- Arabacı Ali Paşayı (169D, Hacı Ali Pa- la yayıldı. Herkes dehşete kapıldı. Cami
kerler ile diğer ileri gelenler Edirne Sa- şa'yı ( 1 6 9 2 ) . Bozoklu Mustafa Paşa'yı kapı ve merdivenlerinden birbirini çiğ­
rayı'nda toplanarak padişahlık sırası ko­ (1693), Sürmeli Ali Paşa'yı (1694) sadra­ neyip ezerek çıkmaya çalışanlar, küçük
nusunu tartıştılar. Bir kısmı, IV. Meh- zam ve serdar-ı ekrem atadı. Bu sadra­ çocukların ölümüne n e d e n oldular.
med'in oğlu Mustafa'yı tahta oturtmak zamlar da görevlerini Edirne'de sürdür­ Bunların anneleri ve yakınları ağlaşma­
istiyordu. Durumu Filibe'deki ordugâhta düler veya cepheye gittiler. ya başladılar. Halk birbirine girdi. Kay­
öğrenen sadrazamın müdahalesiyle II. II. Ahmed, Kanuni Sultan Süleyman makam paşa, derhal sarayına döndü.
Ahmed'in padişahlığına karar verildi. (1520-1566) dönemindeki yönetim gele­ Ama olaylar yatışmadı. Hüseyin Paşa
Cülus ve biat töreni 23 Haziran 1691 ta­ neklerini canlandırma isteğiyle Divan-ı azledilerek yerine Selanik Muhafızı eski
rihinde Edirne'de yapılan II. Ahmed, Kı­ Hümayunum haftada dört gün toplan­ bostancıbaşı Hüseyin Paşa atandı. Eski
lıç kuşanma töreni için İstanbul'a git­ masını öngörürken bir dizi atamalarda kaymakam, idam edileceğini öğrenince
mek istedi. Fakat bunu kendi mevkileri da bulundu. İstanbul kaymakamlığına ortadan kayboldu. Bu olayın heyecanı
bakımından sakıncalı bulan yöneticiler, Amcazade Hüseyin Paşa'yı atadı. Başta yatışmadan Cibali'de yangın çıktı. Ka­
âdet olmadığı halde bu töreni Edirne hekimbaşı olmak üzere enderun amirle­ ranlık Mescit Mahallesi'ni saran yangın,
Eski Camii'nde (II. Muradin da bu ca­ rinden çuhadar, rikabdar ve ciülbend rüzgârla yayıldı. Birkaç koldan ilerledi.
mide kılıç kuşandığı saptandığından) ağalarını değiştirdi. İdam ettirmek iste­ Bir kol, Salih Paşa Camii çevresine, bir
yaptılar. II. Ahmed'e, şeyhülislam ve diği Y e n i ç e r i Ağası Eğinli M e h m e d kol Atpazarı'na, Muytablar Çarşısı'na
nakibüleşraf, İstanbul'dan getirtilen Hz Ağa'dan çekindiği için ilkin İstanbul'a uzandı. Birkaç bin ev ve dükkân yandı.
Muhammeclin kılıcını, camiin hünkâr gönderdi. Amcazade Hüseyin Paşa'nm l693'te daha büyük bir yangın Ayazma
mahfilinde dua ederek kuşattılar (13 ağayı koruması üzerine de İstanbul kay­ Kapısı ile Unkapanı arasındaki dükkân-
AHMED m 110

kültür düzeyi açısından İstanbul'dan


SULTAN II. AHMED'İN ÖLÜMÜ, II. MUSTAFA'NIN TAHTA ÇIKIŞI farklı değildi. Bursa'dan kalabalık bir
derviş grubuyla Edirne'ye gelen ve hal­
1106 yılının Cemaziyel-âhir ayının 22 nci Pazar günüki rumî Ocak ayının 27 nci kı tahrik eden, yönetimi ve yeniçerileri
günüdür, sabahleyin güneşin doğuşundan üç saat sonra, padişahımızın amcası aciz bırakan Niyazi Mısrî, mekdilik iddi­
Sultan Ahmed damla hastalığından ölmüştü. Bu haberi Dârü's-saâde Ağası îs- asıyla ortaya çıkıp Eski Cami'de halkı
hak Ağa, Sadrazam Ali Paşa'ya bildirince. Ali Paşa, Edirne'de bulunan vezirleri, kendisine biata çağıran bir meczup, dö­
ulemayı. Ocak ağaları ile ileri gelenlerini ve Divan memurlarım sarayına çağıra­ nemin özelliğine örneklerdir. Bu ortam­
rak Sultan Ahmed'in yerine padişahlığa kimin getirileceği konusunda konuşma­ da. Divan-ı Hümayunun haftada dört
ya başladı. Toplantıda, bu konuda merhum Sultan Mehmed'in büyük şehzadesi gün toplanmasının, II. Ahmed'in sık sık
Sultan Mustafa üzerinde oy birliği olduğu belli olunca, bu kararı Bâbü's-saâde atama ve uzaklaştırmalar yapmasının
Ağasına bildirdiler ve hep birlikte cülus töreninde bulunmak üzere Bâb-ı hü- hiçbir yaran olmamıştır. Önceki padişah
mâyun'a gelerek yeni padişahın çıkışını beklemeye başladılar. II. Süleyman (hd 1687-1691) gibi, saray
muhiti ile çevresindeki kıt görüşlü çı­
Bu sırada ben, Sultan Mustafa'nın şehzadeliklerinde oturdukları haneye ko­ karcı bir zümrenin etkisinde kalan II.
şarak muştu haberini vermiş ve onu buradan alarak Hasoda tarafında bulunan Ahmed, kendisini çok akıllı, adil, yetkin
demir kapı önüne getirmiştim ki, Arz ağaları bizi karşıladılar. Buradan doğruca bir padişah sanmaktaydı. İstanbul'a git­
Tahtodası'na gittik. Padişahımız Hazret-i Peygamberin mübarek hırkalarının me isteği her seferinde türlü bahaneler­
eteğinde iki rekât şükür namazı kılıp duâ ettikten sonra, sırtında, içeride giydi­ le önlenerek kalabalık kadrolu Topkapı
ği, yeşil şal kaplı samur erkân kürkü olduğu halde, başına küçük sarık üzerine Sarayımın entrikalarına oyuncak edilme­
murassa bir tuğ takarak biat töreni için dışarı çıkarken. Arz odası önünde şeh­ meye çalışıldığı kabul edilir. Ama gene
zadelik imamı Ali Efendi, Hekimbaşı Mehmed Efendi, Cerrahbaşı Nuh Çelebi de zayıf şahsiyeti yüzünden Edirne Sa­
karşılayıp, padişahımızın elini öptüler. Bundan sonra Padişahımız, öğle vakti, rayımda tecrit edilmişti.
ezanî saatle tam 7'de Bâb-ı hümâyun dışında kurulmuş bulunan tahta şan ve
şerefle oturdu... Sağlıksız bir bünyeye sahip olan II.
Cülus töreni devam ederken merhum Sultan Ahmed'in cenazesi, Padişahın Ahmed Edirne'de öldüğü zaman Divan-ı
emri üzerine, Dârü's-saâde içinde İmam-ı sultanî Ali Efendi tarafından yıkana­ Hümayun toplantıdaydı. Gelen haber
rak hazırlanmış ve Alay Köşkü önündeki musalla taşına indirilmişti. Merhumun üzerine II. Mustafa (1695-1703) Edir­
cenaze namazı Müfti Efendi tarafından kıldırılıp cenaze arabaya konacağı ne'de tahta oturtuldu. II. Ahmed'in ce­
sırada Padişahımız merhumu hayırla anarak cenazenin İstanbul'da Sultan nazesi ise İstanbul'a gönderilerek Kanu­
Süleyman Türbesine defnedilmesini buyurdu ve cenaze İstanbul'a Küçük Mir-i ni Sultan Süleyman Türbesine defnedil­
ahur Dilâver Ağa ile gönderildi. Cenaze töreninde hazır bulunan bütün vezirler, di. Dönemindeki İstanbul kadıları sıra­
ulemâ ve ordu ileri gelenleri onu Solak Çeşmesi'ne kadar selametlediler. sıyla A ' r e c z a d e Abdullah, Esseyyid
Silahdâr Fındıklık Mehmed Ağa, Nusretnâme, c, I, s. 3-4 Mehmed, Muslî, Evliya Mehmed, Tevki-
izade Mehmed, Caferzade Şeyh Meh­
med, Alaşehirli Abdullah efendilerdir.
Bunların bazıları Kostantiniye Kadısı ba­
lan tutuşturdu. Rüzgârın şiddetiyle yayı­ Yeni kaymakam, gece ve gündüz, ken­ zıları İstanbul Efendisi unvanları ile
lan bu yangında Cibali Kapısına kadar di rahatını bir tarafa bırakıp güvenlik atanmışlardır.
olan sur dışı dükkân ve evler tamamen önlemleri aldı. Bu sırada İstanbul'daki
yandı. Surdan iç kesime giren bir kol. ilginç yasaklamalara bir yenisi daha ek­ Müzikten ve şiirden hoşlanan II. Ah­
Küçükpazar'ı yaktıktan sonra üç koldan lendi. Ahmed Paşa, Hıristiyan ve Yahu­ med, şehzadeliğinde, Muslihiddin Mus­
ilerledi. Süleymaniye Camii'ne kadar di halkın renkli çuhalar, değerli elbise­ tafa bin Vefanın (ö. 1491) Mülheme-i
semtler, Vefa Meydanı çevresi, Zeyrek ler, samur kalpaklar, sarı mest pabuç Şeyh Vefa adlı eserini, l680'de Şimşir-
Yokuşu, Atpazarı, Saraçhane, Büyük giymelerini, kent içinde atla gezmelerini lik'te istinsah etmiştir. 33 varaktan iba­
Arasta (Haffafhane), Yeniodalar. Avret yasakladı. Siyah elbise, kırmızı veya si­ ret bu eser, Topkapı Sarayı Kütüphane-
Pazarı, Dikilitaş (Çemberlitaş) çevresi yah pabuç giyme zorunluluğu koydu. si'ndedir. Uşşakîzade Seyyid İbrahim'in
kül oldu. Halk ve güvenlik birlikleri Gayrimüslimlerin hamama girdiklerinde Ataî tezkiresine yazdığı Zeyl-i Ataî'nin
yangını söndürmede başarılı olamadılar. nalın kullanmayıp çıngırak bağlayarak 21. ve son bölümü bu padişah döne­
Bunun, ilahi bir cezalandırma olduğu ehl-i İslam olmadıklarını belli etmelerini mindeki devlet adamlarım, bilginleri,
söylentisi halk arasında yayılınca birçok emretti. Halk, bu tür önlemleri pek tut­ şeyhleri kısa biyografilerle tanıtır. II.
İstanbullu evlerini uzak yerlere taşıma­ tu. Ahmed Paşa, bir anda ummadığı bir Ahmed'in kısa yaşamöyküsü de vardır.
ya kalkıştılar. Yirmi saat süren bu bü­ üne kavuştu. Bunu haber alan Edir­ Bu konular, yine bir Ataî zeyli olan Şey-
yük yangında yüzlerce ev, mescit, be­ ne'deki Sadrazam Bozoklu Mustafa Pa­ hî'nin (Mehmed bin Hasan) Vekayiu'l-
kâr odası, han ve dükkân yandı. Kurta­ şa. II. Ahmed'in izniyle Kalaylıkoz Ah­ Fuzalâ'sının 21. tabakasında yinelenmiş­
rabildikleri eşya ile camilere, meydan med Paşa'yı görevinden aldı ve Amca­ tir. II. Ahmed adına, İstanbul'da yapıl­
ve yollara dolan halka vaizler olmadık zade Hüseyin Paşa'yı kaymakamlığa ge­ mış herhangi bir eser yoktur.
şeyler anlatıp mucize beklemelerini tirdi. Ama II. Ahmed bu değişiklikten Bibi. Feraizîzade Mehmed Said. Gülşen-i
öğütlemekteydiler. Yiyecek darlığı daha kısa bir süre sonra sadarete eski defter­ Maarif. II. İst., 1268: Tarih-i Raşid. II: Silah­
da arttı. Can güvenliği olmadığı gibi, dar Sürmeli Ali Paşa'yı, İstanbul Kayma­ dâr Tarihi, II.
herkes, kentteki kolluk kuvvetlerinden kamlığıma da Van Valisi Esir Mustafa NECDET SAKAOĞLU
ve yöneticilerden aşırı derecede kork­ Paşa'yı atadı. l 6 9 T t e İstanbul'a gelen
maktaydı. Aradan on iki gün geçince yi­ İtalyan gezgin Francis Gemelli, kentte AHMED m
ne Ayazma Kapısında bir yangın daha dilediği gibi gezebilme özgürlüğü bula­ (31 Aralık 1673, Hacıoğlupazarcığı
başladı, Odun Kapısına doğru kereste­ madığını, hattâ Tersanenin yanma ka­ [bugün Bulgaristan'da] - 1 Temmuz
cileri tutuşturdu. Olaylar, Edirne'deki II. dar sokulma cesareti gösterdiği için 1736, İstanbul) Osmanlı padişahı (22
Ahmed'e "kundak koyma" olarak ulaştı­ Banyon denen zindana atıldığını anlatır. Ağustos 1703 - 1 Ekim 1730). IV. Meh­
rıldı. Padişah, öfkelenerek İstanbul Kay­ İstanbullu gayrimüslimlerin ise tam bir med ile Rabiâ Emetullah Gülnûş Haseki
makamı Hüseyin Paşa'yı azletti ve yeri­ ibadet özgürlüğüne sahip bulundukları­ Sultanın oğludur. İstanbul dışında doğ­
ne Kıbrıs Muhafızı Kalaylıkoz Ahmed nı, kiliselerde ayinler düzenlediklerini muş, Edirne Vakası denen ayaklanmada
Paşa'yı atadı. Kentte sayısız hırsız, soy­ ekler. Edirne'de tahta çıkmış, Patrona Halil
guncu türemişti. İstanbul'da hava karar­ II. Ahmed'in ve devlet ileri gelenleri­ Ayaklanması(->) ile de tahttan indiril­
dıktan sonra kimse dışarı çıkamıyordu. nin oturduğu Edirne, yaşama bakış ve miştir. Padişahlığının 1718-1730 arasın-
111 AHMED H!

daki dönemi Lale Devri(->) olarak bili­ la sadrazam değiştirdi. Damat Hasan Pa- ağaç Bahçesinde geçiren III. Ahmed çi­
nir. Hattat olarak da ünlüdür. şa'nm yerine önce Kalaylıkoz Ahmed ç e k hastalığına yakalandı. 8 Kasım
III. Ahmed, 9 Ağustos l679'da Bey- Paşayı ardından da 25 Aralık 1704'te 1708'de Üsküdar iskele meydanında Va­
lerbeyi'ndeki İstavroz Sarayımda özel Baltacı Mehmeci Paşayı atadı. İlk çocu­ lide Sultan Camii'nin temeİi atıldı. Aynı
bir törenle ilk dersi Seyyid Feyzullah ğu Fatma Sultanin 22 Eylül 1704'teki gece Hocapaşa'da yangın çıktı, Yahudi
Efendi'den alarak eğitim ve öğretime doğumu renkli bir şenlikle kutlandı. İs­ şekerci dükkânları, Mahmudpaşa Çarşı­
başladı. Hat hocaları Hafız Osman ve tanbul'daki esnaf kollan da Alay Köşkü sı, Cağaloğlu Sarayı, Daye Hatun Camii,
Veliyeddin efendilerdi. Dini bilgiler ve önünde gösteriler düzenlediler. Rüstem Paşa Medresesi çevresi, iplikçi-
yazı dışında müzik, edebiyat da öğren­ 1705'te, Sadrazam Baltacı Mehmed ler bodrumu, bin dolayında ev ve yapı
di. l687'den sonra 16 yıl boyunca İstan­ Paşa, İstanbul'daki Kubbe Veziri Hüse­ yandı. 30 Kasım günü, Akdeniz'den ge­
bul ve Edirne saraylarında, kafes hayatı yin Paşa'yı azlettirmek için zorba bay­ len cephane yüklü bir kalyon Tersane
denen göz hapsinde kaldı. Bu dönem­ rakları açtırtıp düzmece bir eylem yap­ önünde infilak etti. İçindekilerle bera­
de Edirne, Osmanlı Devleti'nin fiili baş­ tırttı. Bayezid Camiindeki bu eylem so­ ber, Haliç'te balık tutanlardan, kayıkçı­
kenti durumundaydı. İstanbul'da nucunda Hüseyin Paşa sürgüne gönde­ lardan, kıyıdakilerden dört yüz kişi öl­
1703'te cebecilerin başlattığı ayaklanma, rilirken yirmi kişi de idam edildi. Baltacı dü. Tersane Bahçesi'ndeki köşkler ha­
Edime Vakası denen bir ihtilalle sonuç­ M e h m e d P a ş a ' n m y e r i n e 3 Mayıs rap oldu. O gün baklava alayı(->) vardı.
landı ve III. Ahmed, ağabeyi II. Musta­ 1706'da Çorlulu Ali Paşa sadrazam oldu. Saraydan baklava tepsileriyle dönmekte
fa'nın (1695-1703) yrerine 22 Ağustos İki yıl boyunca İstanbul'a birçok elçi olan yeniçeriler, olayı fırsat bilip çarşı
1703'te Edime Sarayı Hasodası'nda tah­ geldi. Bunlardan İran ve Avusturya elçi­ pazar içlerinde yağma ve soygunlarda
ta çıktı. İlk cuma selamlığını Edirne'de lerinin alay göstermeleri çok görkemli bulundular.
Bayezid Camiinde yaptı. Ayaklanmacı­ oldu. 1707'de Eyüp'te Dîv Ali Ağanın, 1709'da, I I I . Ahmed'in henüz 5 ya­
ların istekleri doğrultusunda yeni ata­ p a d i ş a h ı tahttan i n d i r m e y e d ö n ü k şındaki kızı Fatma Sultanla Silahdar Ali
malarda bulundu ve İstanbul'a dönmek komplosu ortaya çıkartıldı. Komplocu Paşa'nm "surî" düğünleri yapıldı. On
üzere ordugâha çıktı. Hocası Feyzullah softaların boyunları Bâb-ı Hümayun beş gün süren bu muhteşem düğünün
Efendi'nin öldürülmesini engelleyeme­ hazırlıkları sırasında Edirnekapı-Otakçı-
di. 4 Eylül 1703'te, yaklaşık yarım yüz­ lar-Eyüp güzergâhmdaki birçok ev, ge­
yıldır, kısa aralıklarla Edirne'de sürege­ lin alayının ve hasbahçeden alman gü­
len saray ve saltanat düzenini kapatarak müşten iki büyük ''nakilin ve gümüş
tüm saray halkıyla birlikte İstanbul'a ha­ gelin arabasının geçirilmesi için kamu-
reket etti. 14 Eylül günü Davutpaşa sah­ laştırılıp yıkıldı. İstanbul'a gelen İsveç
rasında konakladı. 16 Eylül'de buradan elçisini arzodasında(->) kabul eden III.
Eyüb Sultan Türbesine giderek Hz Mu- Ahmed, B e n d e r ' d e oturan sığınmacı
hammed'in kılıcım kuşandı ve coşkulu Kral Demirbaş Şarlin korunması için,
bir törenle Edirne Kapışımdan kente İstanbul'dan bin sipahi, bin silahdar ser-
girdi. Doğruca Topkapı Sarayı'na gitti. dengeçtisi, bin beş yüz kıdemli sipahi
Uzun zamandan beri denetim dışı gönderdi. İstanbul'a gelen Özbek, Rus,
kalmış olan İstanbul huzurlu ve güven­ Venedik, Kalmuk elçilerini de kabul et­
likli bir ortam değildi. Karışıklıklar, tu­ ti. 1710'da, Sarayburnu surları üstüne
tuklama ve idamlar sürdüğü gibi, hırsız­ yaptırılan ve Topkapı Harem Sarayı ola­
lık ve soygun olayları da yaygındı. III. rak bilinen yeni ahşap harem dairesine
Ahmed'in geldiği günlerde bostancıların, yerleşen III. Ahmed, 16 Haziran'da Çor­
yeniçerilerin ayaklanma girişimleri güç­ lulu Ali Paşa'yı sadrazamlıktan uzaklaş­
lükle yatıştırıldı. Defter çalığı iki bin do­ tırdı. Köprülü Numan Paşa'nm iki aylık
layında yeniçerinin ocağa dönme istek­ sadaretinden sonra Baltacı Mehmed Pa­
lerini geri çeviren III. Ahmed, bunların şayı 18 Ağustos 1710'da ikinci kez bu
elebaşılarını idam ettirdi. Bu kez bostan­ makama atadı. Numan Paşa'nm azil ne­
cılar, saray bahçelerinde eylemler baş­ deni, "Köprülünün torunu sadrazam ol­
lattılar. III. Ahmed kesin hükümler içe­ muş, varalım Dersaadet'e gidelim!'' di­
ren bir hatt-ı hümayunla bunların tümü­ Levni'nin Silsilename 'de yer alan III. Ahmed yen ayağı çarıklı Anadolu ve Rumeli
nü yeniçeri sınıfına geçirtti. Uymayanları ve şehzadesini betimleyen bir minyatürü, Türklerinin İstanbul sokaklarını doldur­
ise idam ettireceğini duyurdu. Ocakta, 18. yy. malarıydı. İstanbullular, ayaklanma çık­
TSM. III. Ahmed Kütüphanesi masından, ekmek bulunmayacağından
sarayda ve devlet örgütünde yeni ata­ Nazım Timuroğlıı
malar yaptı. Suçlulardan kimileri idam ve soygundan korkmaktaydılar. O yıl
edildi ya da sürgüne gönderildi. Yeniçe­ içinde Kırım Hanı Devlet Giray da baş­
ri ağası idam, Sadrazam Kavanoz Ah­ önünde vuruldu. Eski İstanbul kayma­ kente geldi. I I I . Ahmedl ikna ederek
med Paşa azledildi. İstanbul kadısı sür­ kamı Firari Hasan Paşa da kuşku üzeri­ Rusya'ya savaş açılmasını sağladı. Padi­
güne göncierildi. Sadrazamlığa 16 Kasım ne, bostancıbaşı tarafından kaldırılıp Fe­ şah. Aİay Köşkünden geçit törenini iz­
1703'te Damat Hasan Paşa'yı atayan III. nerbahçe'ye götürüldü ve fenerci oda­ ledikten sonra Baltacı Mehmed Paşa'yı
Ahmed, İstanbul kadılığına da Kara Ha­ sında boğuldu. Bunu, Kudüs nakibinin sefere uğurladı. İbadete açılan Üsküdar
lil Efendi'yi getirdi. Ancak 1704 yılı ilk sarayda Cellat Çeşmesi başında boynu­ Valide Sultan Camii'ni, Rabiâ Gülnûş
aylarında yönetime egemen olabildi. İs­ nun vurulması izledi. Bunayan Şeyhülis­ Sultanin ziyareti için, yol üzerindeki
tanbul'da hem para darlığı, hem mal kıt­ lam Sadık Mehmed Efendi'nin yerine tüm evler boşaltıldı. Sokak başlarına
lığı vardı. Piyasadaki züyuf (düşük ayar­ Ebezade Abdullah Efendi atandı. Tüm perdeler asıldı.
lı) akçeleri toplatan padişah, yeni çil ak­ bu operasyonlardan sonra III. Ahmed, Prut'taki başarısına karşın Baltacı
çeler kestirdi ve halkın, ellerindeki dü­ artık hem saltanatını sağlama aldı, hem Mehmed Paşa'yı görevden alan padişah,
şük değerli paraları darphanede değiştir­ de İstanbul'u baskı gruplarından ve sı­ Gürcü Yusuf Paşa'yı 20 Kasım 1711'de
melerine olanak verdi. Askerin ve hal­ kıntılardan bir ölçüde kurtardı. Dış siya­ sadrazam yaptı. Bir yıl sonra 12 Kasım
kın moralini yükseltmek düşüncesiyle sette savaş olasılığım önleyici tedbirler 1712'de Süleyman Paşa bu göreve gel­
Okmeydanı'nda atış müsabakaları dü­ aldı. 1708'de Çorlulu Ali Paşa'nm I I . di. 1713'te Galata'da yangın çıktı. Kale­
zenlenirken tersanede de yreni bir savaş Mustafa'nın kızı Emine Sultanla evlen­ nin iç ve dış mahalleleri yandı. Rusya
gemisi denize indirildi. Bu vesileyle zi­ mesi nedeniyle geleneksel sur-ı hüma­ ile yeni bir savaş olasılığı doğunca İs­
yafetler verildi. III. Ahmed kısa aralıklar­ yun düzenlendi. O yaz mevsimini Kara­ tanbul'daki Rus elçi heyeti tutuklandı.
AffMFDW

Çelebi Mehmed Paşayı İstanbul kayma­


kamı atayan III. Ahmed Edirne'ye gitti. t S TT^ _A_N_ B U L M A_ N Z A R A L A R I
Burada bir süre kaldı. Balıkçılıktan ve­
zirliğe yükseltilen Kel Deli İbrahim Ho- Üçüncü Ahmed devrinde istanbul tabii güzelliklerini hemen hemen her köşe-
ca'nın (Paşa) Edirne'de sadrazamlığa siyle koruyor durumdaydı. Boğaziçi, onun mavi ve hafif dalgalı sularıyla titre­
getirilişi 6 Nisan 1713'tedir. Bu adamın, şen yeşil sahillerde dört beş beyaz özenli köşkten başka, dikkati çeken yapılar
kokuşmuş gemici fesine sarılı burma sa­ yoktu. Beşiktaş sahillerinin çamlıkları altında Saray-ı Asafî'nin (Sadrazam Sara­
rığı çıkartılıp başına vezir kavuğu kon­ yı) görkemli varlığı, Anadolu sahillerinde muntazam camilerin beyaz minarele­
duğunda odaya yayılan pis koku, am­ ri, sonra etrafı çiçeklerle bezeli râyiha dolu koylar, Boğaz'ın güzelliğini tamam­
ber tütsüsü ile bastırılmıştı. Yollarda ka­ lıyordu.
dınlara laf atan bu garip sadrazam 20 Sarayburnu ile İstanbul semtleri, bu tabii güzellikler arasında pek özel bir
gün sonra idam edildi. Damat (Şehit) mevkiydi. Sarayın sahilden başlayarak Ayasofya önlerine kadar uzayan surları
Ali Paşa sadrazam oldu. Ruslarla Edirne ortasında, yüksek serviler, ulu ağaçlar arasında kubbeleri ve revakları ile kıyıyı
Antlaşması imzalandıktan sonra III. Ah­ süsleyen yalı köşkleri ve İncili Köşkler, bütün bu köşklerin üzerinde kademeli
med İstanbul'a döndü. 1714'te, Gümrük yükselen Bağdat Köşkü'nün zarafeti, lâle bahçeleri yer alıyordu.
(Eminönü) İskelesi'ne yanaşık duran bir
... Üsküdar ve Kadıköyü sahilleri de baştanbaşa köşklerle bezenmişti. Bu kı­
Mısır kalyonu ateş alıp yandı. Bu olay­
yıdaki saray ve köşkler yüzden fazlaydı. Bunlardan. Silâhdar Ali Paşa'nın, Fat­
da iki yüz kişi öldü. 1714'te Galata Sa-
ma Sultanla nikâhlanmazdan önce yaptırdığı saray cidden temaşaya değerdi.
rayı'nın onarımı gündeme geldi. Yakla­
Saray, deniz kenannda çok güzel bir noktada olup arkasında ormanlarla örtülü
şık kırk yıldır kullanılmayan ve bir bos­
bir tepe bulunuyordu. Yüzden fazla odalarının herbiri olağanüstü tarzda beze­
tancı bölüğünün koruduğu bu sarayın
meliydi. Mermerler, yaldızlar, gayet ince resimler göz kamaştırıyordu. Pencere
kethüda odası ile orta odası dışındaki
camları İngiltere'nin en değerli billurlarından seçilmişti....
bölümleri ve avlu ortasındaki camisi yı­
Özellikle hamam dâiresi pek muhteşemdi. Kurnalar, çeşmeler, döşemeler
kılmış bulunuyordu. Aynı günlerde. Ef-
lâk'te krallığını duyuran Voyvoda Kons­ hep mermerdi. Tavan yaldızlarla, duvarlar çinilerle kaplıydı. Hamamın yanında
tantin, görevle giden K o c a Mustafa iki geniş dâire vardı. En yüksekteki bir sed biçiminde idi. Dört köşesinden
Ağanın cesur bir girişimi ile tutuklanıp şelâleler akıyordu...
İstanbul'a getirildi. Yalı Köşkünde, pa­ Ahmed Refik, lâle Devri. s. 31-35'ten sadeleştirilerek özetlenmiştir.
dişahın huzurunda dört oğlu ve başbo-
yarı ile birlikte boyunları vuruldu. (Bu
olay, Ömer Seyfeddin'in Topuz adlı öy­
med'e hediye e t m e k üzere yeni bir 1718'de Pasarofça Antlaşması'nın imza­
k ü s ü n e k o n u o l m u ş t u r . ) 17 O c a k
köşk yaptırdı, istanbul'a dönen padişah lanmasından sonra padişah ve yeni sad­
1715'te Galata Sarayı, yapım ve onarımı
fazla kalamadan, Sirke Osman Paşa'ya razam Nevşehirli İbrahim Paşa, İstan­
tamamlanarak törenle hizmete girdi.
kent güvenliğiyle ilgili buyruklar verdik­ bul'a dönüş hazırlıklarına başladılar.
III. Ahmed Sadrazam Ali Paşa'yı Mo­ ten sonra yine Edirne'ye gitti ve sadra­ Temmuz ayı ortasında, İstanbul'da tü-
ra seferine uğurlamak üzere ilkbaharda zamı Avusturya seferine uğurladı. Peter- fenkhane yolundaki bir yahudhaneden
görkemli bir törenle Davutpaşa ordugâ­ varadin bozgunu, Ali Paşa'nın şehit ol­ çıkan yangın, kenti sardı. Unkapanı Ca­
hına geçti. Buradan da Edirne'ye hare- ması ve Tamışvar Kalesinin yitirilişi ile mii, Azepler Camii ve Hamamı, Zeyrek
•ket etti. Çerkez Mehmed Paşa İstanbul başlayan çözülme, İstanbul'da paniğe Mahallesi, Fatih'e ve Saraçhane'ye kadar
kaymakamlığı görevini üstlendi. 2 Tem­ neden oldu. Yeni Sadrazam Halil Paşa, semtler, Horhor, Etmeydanı, Molla Gü-
muz 1715'te Beyazıt Okçular Kapısı'nda ivedi olarak Kürt Mehmed Paşa'yı getir­ ranî, Altımermer, öte yandan Ayazma
yangın çıktı. Bir nakılcı dükkânından tip İstanbul kaymakamı yaptı. Başkentte Kapısından yayılan yangınla da Kantar­
başlayan ateş, Kâğıtçılar Çarşısı'nı. yeni bir savaş için mühimmat ve leva­ cılar. Vefa. Vezneciler. Eski Odalar,
Darphane'yi. Hekim Çelebi Tekkesi'ni, zım hazırlama çalışmaları hızlandırıldı. Acemioğlanlar Kışlası, Çukur Çeşme,
Laleli Çeşme çevresini kül ettikten son­ İstanbul Kadısı Tosyavî Mustafa Efen­ Langa, Davutpaşa Camii'ne kadar olan
ra Aksaray'a yayıldı. Bir kolu Kızılmus- dinin yerine Yahyazade Ahmed Efendi yerler yandı. Bu nedenle padişahın İs­
luk'tan Cellat Çeşmesine, Langa bostan­ getirildi. Hindistan elçisi, Edirne'de pa­ tanbul'a dönüşü bir süre ertelendi. Kent
larına, Yenikapı ve Kumkapı'ya yayıldı. dişahın huzuruna çıktıktan sonra İstan­ içinde gerekli düzenlemeler ve temizlik­
Otuz saat sürdü. Şiddetli bir poyraz ve bul'a geldi ve günlerce ağırlandı. 1717 ler yapıldıktan sonra 20 Ekim 1718'de
yağmur, ateşi azdırdı. Langa'da bin iki ilkbaharında Donanma-yı Hümayunun III. Ahmed büyük bir alayla başkente
yüz insan kurtarmaya çalıştıkları eşya sefere çıkış törenini İstanbul kaymakamı döndü. 1730'daki Patrona Ayaklanma­
ile birlikte yandılar. Kumkapı'daki rical yönetti. Fakat o yılki savaşlarda da Os­ sına kadar sürecek olan Lale Devri bu
konaklarının tamamı kül oldu. Sayımda manlı ordusunun bozguna uğraması ve dönüşle başlamıştır.
on bin ev ile iki bin dükkânın birçok Belgrad'm düşmesinin ardından. Niş'e 1719'da Topkapı Sarayı'nda arzoda-
cami ve mescidin yandığı saptandı. O kadar olan bölgenin Müslüman ve Türk sının arkasına yeni bir kütüphane yap-
yıl Eski Saray'ın harem dairesi de yandı. halkı, aç ve çıplak, Edirne'ye ve İstan­ tırtarak sarayın muhtelif dairelerindeki
Paşmakçızade Seyyid Abdullah Efendi bul'a doğru kaçma çabasına düştüler. kitapları buraya toplatan III. Ahmed. La­
İstanbul kadılığına getirildi. III. Ahmed Sofya'da olmasına karşın le Devrinin ilk adımını bu eseriyle at­
Ali Paşa'nın Mora'daki zaferi nede­ hiçbir önlem alınamadı. Sadrazam Halil mış olmaktaydı. Bunu, İbrahim Paşa'nın
niyle Edirne'de ve İstanbul'da yedi gün Paşa'nın yerine 26 Ağustos l~17'de Ni­ 24 Mayıs 1719'da Kâğıthane'de verdiği
yedi gece şenlik ve donanmalar yapıldı. şancı Mehmed Paşa getirildi. Ordunun eğlenceli ziyafet, cirit gösterileri, at ko­
Fakat İstanbul'daki asayişsizliği önleye­ toparlanabilen birliklerine Edirne'de şuları, pehlivan güreşleri izledi. Bu da
meyen Kürt Mehmed Paşa kaymakam­ yerlerine dönüş izni verildi. İstanbul'a Lale Devrinin ilk eğlencesi sayılır. Fa­
lıktan uzaklaştırılıp yerine Sirke Osman dönen donanmanın altmış toplu bir kat bu eğlenceler, 14 Mayıs 1719'daki
Paşa getirildi. 1715-16 kışında Kâğıtha­ kalyonu Tophane önünde infilak etti. üç dakika süren ve tüm İstanbul'u etki­
ne'den Galata'ya kadar Haliç dondu. Kı­ Mürettebatla birlikte çevrede bulunan leyen büyük depremden hemen sonra­
şın şiddeti Nevruz'a değin sürdü. Bir ta­ bin kişi öldü. İki kalyon da Yenikapı ya rastladığından buruk geçti. Deprem­
raftan da İstanbul'daki kapıkulu askeri­ açıklarında çarpışarak battı. III. Ahmed, de surlar yer yer yıkıldı. Yedikule ve
nin ilkbaharda sefere çıkma hazırlıkları Macar sığınmacılarla Edirne'ye gelen Er- Ahırkapı bedenleri yarıldı. Camilerin
sürüyordu. Sadrazam Ali Paşa. İstan­ del Kralı II. Rakoczi'yi kabul etti. Avus­ kubbelerinde çatlaklar açıldı. Deprem
bul'un en eski yapılarından olan Kur­ turya cephesinde, Bosna ve Vidin'de el­ merkezi olan İzmit'te ise dört bin kişi
şunlu Mahzeni yıktırıp buraya III. Ah- de edilen başarılardan ve 22 Temmuz ölmüş, Yalova yerle bir olmuştu.
113 AHMED m

III. Ahmed, yakınmaları dikkate ala­ saraylarını, hasbahçelerini tespit ettirte- duğu anlaşıldı. Suçlu bulunan bir fırıncı
rak geceleyin Boğaz trafiğine bir kolay­ rek her birinin onarımını ve imarını da ibret olsun diye idam edildi. III. Ah­
lık olmak üzere Kızkulesi'ne bir fener sıraya koyüu. medin gelişmesine çaba gösterdiği bir
yapılmasını emretmişti. Padişah, çok İstanbul'un bir sorunu da taşradan semt Üsküdar'dı. Annesi adına buraya
bakımsız ve ıssız olan Dolmabahçe Ça- kaçak gelip kentin çevresine yerleşenle­ bir cami yaptırtması, iskele meydanına
yın'nın deniz tarafına da sakız bahçeleri rin vergi ödemeksizin mal üretip el al­ bir anıt çeşme inşa ettirmesi de bu yak­
duvarları gibi bezemeli parmaklıklar tından satmalarıydı. Oysa bunlar, kendi laşımının kanıtlarıdır. Üsküdar bu yıllar­
yaptırttı. Arap İskelesini halka kapattır­ memleketlerinde baç ve gümrük resmi da, herkesin rağbet ettiği bakımlı bir
dı. Buraya dış hassa odaları ve bir ka­ ödeyerek imal ettiklerini İstanbul'a ve kasaba görünümü kazandı. Ramazan
yıkhane inşa edildi. 24 Haziran 1719'da başka yerlere ihraç edebiliyorlardı. Bu ayında Üsküdar Valide Camiinde mah­
Gedikpaşa'da sabun imalathanesinde çı­ alışkanlık, kamu bütçesine zarar verdiği ya yakılması için de bir ferman çıkartıl­
kan yangın, o semtteki hamamı, Bâli gibi, piyasa kurallarına da aykırıydı. İs­ dı. Fakat 1723'te kasaba çarşısında çı­
Paşa, İbrahim Paşa camilerini. Kürekçi- tanbul esnafının her ürlü vergiden mu­ kan yangın, Bit Pazarı'nı, Tabhane'yi,
ler Hanını, karakolu, Ermeni Kilisesi'ni af olması, taşralı esnafın başkente hücu­ Haffafhane'yi, birçok dükkânı ve evi
ve mahalleleri kül etti. muna bir başka nedendi. Bir ferman çı­ yaktı. 1725'te, Hint gezginlerinin öteden
III. Ahmed, en çok İstanbul'un para kartılarak sonradan açılan tüm işyerleri beri İstanbul'a getirip pazarladıkları
piyasasıyla ilgilendi. Başkentte kesilen vergi yükümlüsü kılındı. İstanbul'a göç­ haşhaşın (esrar) satışı yasaklandı. III.
zolata 80, Leh zolatası 90 akçeydi. Padi­ lerin durmaması yüzünden taşralarda Ahmed, İstanbul'un su sorununa da
şah bu farkın giderilmesini istedi. Yapı­ nüfusun azaldığı, kalanların daha ağır eğildi. 1725'te Belgrad Köyü korusu
lan ayarlamalar sonucu İstanbul zolatası vergi yükünden ezildikleri gerekçesiyle içinde bir bent yaptırttı. Kente su akıtan
90, Leh zolatası 88 akçe düzeyine geti­ "en az on yıldır İstanbul'da oturmayan­ şebekeleri de onarttı. Tekfur Sarayı'mn
rildi. Yeni paraya cedit zolata adı veril­ ların memleketlerine dönmeleri" için ele Kârhane-i Kâşî adı ile bir çini fabrikası­
di. İstanbullular 1720'de heyecanlı bir 1722'de bir ferman çıkartıldı. na dönüştürülmesi, surların onarılması
gün yaşadılar. Akdeniz'in azılı korsanı 8 Temmuz 1721'de Küçükmustafapa- da bu yıllardadır. 1727'de Saray-ı Amire
Burunsuz, yakalanıp başkente getiril­ şa Çarşısında çıkan yangında ilk kez, (Topkapı Sarayı) içincie inşa edilen yeni
mişti. 1 Mart günü halk, kıyıları, kayık­ tulumba kullanıldı. Yüz elli tulumbacı Darphane-i Amire faaliyete geçirilerek
ları doldurmuştu. Burunsuz. kendi kal­ canla başla çalışıp bu yangını yayılma­ para işlerinin kontrolü sağlama alındı.
yonunun sereninde, Yalı Köşkü önün­ dan söndürdüler. Ama bir ay sonra Ba- Para operasyonu ve o yıllarda süren
de ipe çekildi. 3 Haziran'da İbrahim Pa- lat'ta çıkan yangın, yahudhanelerin sık­ İran savaşları yüzünden 1727'de yeni
şa'nın, Şehzadebaşı'nda Eski Odalarin lığı yüzünden söndüülemedi. Bu sırada vergiler konması kaçınılmaz oldu. Artık
karşısına yaptırttığı dershane, yatı hüc­ yapılan bir soruşturma sonucu, her iki İstanbullulardan da birtakım vergilerin
releri, kütüphane, sebil ve çeşme tören­ yangının da birer kundaklama eseri ol­ alınmaya başlanması halkta hoşnutsuz-
le hizmete girdi. 29 Temmuz'da Cihan­
gir Camii ile çevresindeki tekke ve e v ­
l e r yandı. III. Ahmed, 13 Eylül günü,
Okmeydam'ndaki sur-ı hümayunla şeh­
zadelerini sünnet ettirdi. Ziyafetler, gös­
teriler yirmi gün sürdü. 1721'de gün­
demdeki konu fiyatların denetleneme-
mesiydi. Esnaf, türlü nedenlerle narhla­
ra uymamaktaydı. Gemilerle getirilen
zahirenin, yiyeceklerin denetimi de sağ-
lanamıyordu. Bu yüzden İstanbul Kadı­
sı Dürrî Mehmed Efendi Ekim 1721'de
görevden alındı, yerine Köse Şaban
Efendi atandı. Öte yandan, kentin dış
ve kenar mahalleleri, hırsız şebekelerin-
:e soyulmaktaydı. Eyüp, Kasımpaşa,
Hasköy, Beyoğlu ve Büyükdere'ye ka­
dar Boğaz köylerinde ev basan, soygun
düzenleyen, karşı koyanları öldüren çe­
teler kol geziyordu. Bunların, kolluk
güçlerinden destek gördükleri biliniyor­
du. Bir baskınla 18 soyguncu yakalan­
dı. Çaldıkları öteberi, bekâr odalarında
ele geçirildi. Öte yandan III. Ahmedin
güvenini kazanıp bostancıbaşı olan Si­
vaslı Mehmed, türlü kanunsuzluklara
göz yummakta, İstanbul'un her köşe
bucağına kaçak yapılar yaptırtmakta,
3oğazin iki yakasında sel yataklarının
:nlerine duvarlar ördürtüp akıntıyı ke­
sip şunun bunun evine, bahçesine zarar
vermekte, hasbahçeleri gelenek dışı
çullandırmakta ve herkesten işine göre
rüşvet almaktaydı. Padişah, artan şikâ­
yetler sonucu bostancıbaşım sürgüne
III. Ahmed'in
minderdi. 1721'den itibaren Eyüp, Ali-
Topkapı Sarayı
D e y k ö y ü , Beylik Bahçe'de imar çalış­ Harem
maları başlatıldı. İbrahim Paşa İstan­ Dairesinde,
bul'un harap durumdaki tüm camilerini, hat çalıştığı
d e p r e m ve yangınlardan zarar görmüş Yemiş Odası.
Ar as Neftçi
AHMED H! BENTLERİ 114

den ibarettir. Annesi Gülnûş Sultan adı­


na Üsküdar'da yaptırdığı Yeni Valide
Camii'nde "El-cennetu tahte akdâmi'l-
ümmehât" ve "Re'sü'l-hikmeti mehâfe-
tu'llah" levhaları onundur. Bunlar, mü-
zehhip Taşkondurmaz Mustafa Ağa'ya
altınla işletilmiştir. Küçük boyda bir lev­
hası da gene Üsküdar'da Ayazma Ca-
mii'ndedir. Ayrıca Topkapı Sarayı'nda
Hırka-ı Saadet Dairesinin kapısı üstün­
deki besmeleyi o yazmıştır. En büyük
celi sülüs yazıları, biri Topkapı Sarayı
Bâb-ı Hümayunu önünde, biri de Üskü­
dar Meydam'nda kendisinin yaptırdığı
iki çeşmenin kitabeleridir.
III. Ahmed Türk celi sülüs üslubu­
nun seyrini takip etmeye yarayan eser­
ler bırakmıştır. Daha başka celi yazıları
da olan padişah nesih ile de uğraşmış­
tır. Yazdığı dört Kuran'dan birisini, Ko-
camustafapaşa Şeyhi Nureddin Efendi'-
ye, diğerini Hafız Paşa Camii İmamı Ve­
liyeddin Efendi'ye hediye etmiş: diğer
ikisini de Medine'ye yollamıştır.
III. Ahmed. celi sülüste devrinin an­
III. Ahmed'in şehzadelerinin düğününü anlatan Sumame-i Vehbi'den Levni'nin iki minyatürü: layışına uygun tarzda yazmıştır. Sülüs
Berberler alayı (solda) ve kâğıttan kaleyle geçenler, 18. yy. ve nesihte ise Hafız 'Osman üslubuna
TSM Kütüphanesi bağlıdır.
Ana Yayıncılık Arşivi
III. Ahmed, aynı zamanda münşi ve
şairdi, müziğe düşkündü. Harem yaşamı­
hıklar doğurdu. Başkentin medrese, il­ bunun üzerine İstanbul kaymakamına nı ve eğlenceyi seviyordu. Cariyeleri dı­
miye, softa, tekke çevreleri ise giderek ve İstanbul kadısına, gümrük eminine şında on dört hasekisi, çoğu çocukken
yaygınlaşan Lale Devri eğlencelerini emirler yazıldığı anlatılmaktadır. ölen yirmi iki şehzadesi, yirmi beş kızı
onaylamamaktaydılar. 1727'de imzala­ III. Ahmed'in saltanatının son iki yı­ saptanmaktadır. Saltanatının 1718'e ka-
nan Hemedan Antlaşması'nm ardından, lında, Zindan Kapısı, Üsküdar, Avret darki ilk evresinde önemli b i r başarı
parasal sıkıntıları önleyecek, halkı mem­ Pazarı yangınları epeyce zarara yol açtı. yoktur. Fakat 1718 sonrası, İstanbul için
nun edecek çareler arandı. İstanbul'a Diğer yandan İstanbul'da ahlakın gide­ bir aydınlanma ve açılma dönemi olmuş­
gelen elçilerin, öncekilere oranla daha rek bozulmasına önayak oldukları ge­ tur. III. Ahmed, İstanbul'u kendi yaşam
görkemli alaylar göstermeleri istendi. rekçesiyle Acem (İranlı) oğlan ve kız anlayışına uygun bir atmosfere kavuştur­
Bununla halk avutulmaya çalışılıyordu. k ö l e alım satımı yasaklandı. Eskiye mak istemişti. Bu yaklaşım, İstanbul'a,
Fransız rahibelerinin İstanbul'a, bura­ oranla kent yaşamının refah, eğlence ve tarihinin en önemli imar hareketlerinden
dan Anadolu'ya geçip din propaganda­ imar açısından gerçek ilerleme gösterdi­ birini yaşattı. Aynı zamanda bir su tutku­
sı yapmaları da aynı yıllarda başlamış­ ği III. Ahmed saltanatında, Lale Dev- nu olan III. Ahmed, su bentleri (bak. Ah­
tır. Başkente Isıranca Ormanları'ndan ri'nin özelliklerini oluşturan eğlenceler, med III Bentleri), çeşme, sebil, havuz ve
gelen odunun muhtekirlerin tekelinden Çırağan âlemleri, düğünler ve lüks, Da­ çağlayanlar yaptırttı. Topkapı Sarayı için­
kurtarılması, halkın kış soğuklarında mat İbrahim Paşanın sonsuz yetkisi ve deki kütüphaneden başka Turhan Valide
çektikleri sıkıntıyı bir oranda hafifletti. yakınlarını üst düzey görevlere getirme­ Sultan Türbesi (Bahçekapı) yanında iki
III. Ahmed yeni bir fermanla evlerin üs­ si, nihayet çok olumsuz bir tepkinin kütüphane, Topkapı Sarayı'nda suffa-i
tüne tahta bent ve yüksek mahyalı çatı patlak vermesine yol açtı. 28 Eylül-1 hümayunda, harem dairesinde, Galata
yapımını yasakladı. Yeni Cami yakının­ Ekim 1730 günleri b o y u n c a devam Sarayı'nda, Topkapı Sarayının yazlık bö­
daki Balıkpazarı Kapısı dışındaki Yahu­ eden bu ihtilal sonunda III. Ahmed lümünde yaptırdığı inşaatlar, Haliç çev­
di evleri çok pis, aralarındaki sokaklar tahttan indirildi. Bundan sonraki yaşa­ resindeki çevre düzenlemeleri ve Bebek
geçilmez vaziyette idi. Çıfıt Mahallesi mı Topkapı Sarayı'nm bir dairesinde Mescidi gibi yapılar III. Ahmed'in İstan­
denen burada Müslümanlara rakı ve şa­ kapalı olarak geçti. bul'a katkılarıdır. Revan Köşkü'nü özel
rap satılıyordu. Yine 1728 tarihli bir fer­ çalışmaları için kullanmış, burada şiirle:
III. Ahmed özellikle celi sülüs yazıda yazmış, hat çalışmıştır. Şiirlerinde "Ne-
manla da İstanbul gümrüğünden duhan
tanınmış bir hattattı. Sülüs ve nesih ya­ cib", "Ahmet Han" mahlaslarını kullan­
gümrüğüne kadar olan bölgedeki Ya­
zıda Hafız Osman'dan icazetname al­ mıştır.
hudiler bu semtten çıkartıldılar. Evleri
mış, Veliyeddin Efendi'den de ta'lik yazı
de yıkılıp arsaları iskele meydanına ka­
meşk etmişti. Topkapı Sarayı'nda bulu­ Bibi. Silahdar Tarihi, II; Silahdar, Nusretna-
tıldı. me, II: Tarih-i Raşid, III-V; Çelebizade ismail
nan 1136/1723 tarihli celi sülüs murak-
Âsim. Tarih-i Çelebizade Efendi, İst., 1282:
İlk devlet matbaasının çalışmaya baş­ kaı yazıdaki kudretine örnektir. Ahmed Refik (Altınay), Lâle Devri, İst., 1331
ladığı bu yıldan çok önce (1715'te) İs­ III. Ahmed'in daha çok celi sülüs ü- (Altınav). Onikinci Asırda: Müstakimzade.
tanbul'dan kitap çıkartılması yasaklan­ zerinde durduğu, elimizdeki eserlerin­ Tııhfe. '76-79: E. Z. Karal, 'Ahmed III ", İA, L
mış bulunuyordu. Tarih-i Raşid'de bu 165-168.
den anlaşılmaktadır. Gerçi hocası Hafız
konuda sahafların güzel kitapları ülke Osman, celi sülüsle fazla uğraşmış de­ NECDET SAKAOĞLU
dışına satmaları yüzünden birçok kita­ ğildi. III. Ahmed'in celi yazıyı ilerletme
bın bulunamaz olduğu, konunun bilim hususunda, Mehmed Bursevi, Mustafa AHMED m BENTLERİ
çevrelerinde tartışıldığı, İstanbul'un bir bin Süleyman, Beşir Ağa ve Yahya Fah- Kırkçeşme tesislerine ek olarak III. Ah­
ilim merkezi olduğu, buradan kitap ka­ redclin gibi hat ustalarından istifade etti­ med'in (hd 1703-1730) yaptırdığı bent­
çırılıp başka yerlere satılırsa bilimin ğine şüphe yoktur. ler. Kırkçeşme tesislerinin Cebeciköv
bundan zarar göreceğinin anlaşıldığı. Celi sülüs eserleri levha ve kitabeler­ kolunun memba tarafında bulunan Ce-
115 AHMED m KÜTÜPHANESİ

beciköy ızgarası denilen bağlamanın,


Kırkçeşme tesislerinden sonra yapıldığı
yapı tekniğinden de anlaşılmaktadır. Taş
ocaklarına yapılan yeni yollar yüzünden
bu bağlamanın yarısı kaybolmuştur.
Cebeciköy ızgarasından yaklaşık ola­
rak 300 m memba tarafında bulunan es­
ki bir bendin kalıntıları 1988'de görülü­
yordu. 19. yy'ın ikinci yarısında Fransız
Su Şirketi tarafından çizilen bir suyolu
haritasında bu bent işaretlenmiş ve su
tutmadığı da belirtilerek Eski Bent diye
adlandırılmıştır.
Belgelerde III. Ahmed tarafından beş
bendin yaptırıldığı yazılıdır. Bunlardan
birinin Belgrat Ormanları'ndaki Büyük m. Ahmed
Bent(->) olduğu kesindir. Yukarıda ka­ Kütüphanesi
lıntılarından bahsedilen bent ile Cebeci­ Ara Güler
köy ızgarası arasında ikinci bir bent ka­
lıntısı daha tespit edilmiştir. Her iki AHMED m KÜTÜPHANESİ Batı kitapları da konulmuştu. Bu kitap­
bendin de III. Ahmed tarafından yaptırı­ lardan 35 tanesi II. Abdülhamid tarafın­
III. Ahmed tarafından kurulan kütüpha­
lan bentler olduğu kuvvetle muhtemel­ dan 1877'de Macaristan Budapeşte Üni­
ne. Topkapı Sarayının (Saray-ı Cedîd)
dir. 1993'te bu bent kalıntılarından hiç­ versitesi Kütüphanesine hediye edilmiş,
üçüncü avlusunda arzodasının tam ar­
bir iz kalmadığı gibi, bunların bulun­ kalanların çok iyi bir katalogu 1931'de
kasında bulunmaktadır.
dukları tepeler dahi taş ocakları tarafın­ A. Deissmann tarafından hazırlanarak
dan yok edilmiştir. Kaynaklardan bilindiğine göre aynı
1933'te Almanya'da yayımlanmıştır.
Bibi. Çeçen, Kırkçeşme. 145. yerde evvelce Mimar Sinan tarafından,
II. Selim (hd 1566-1574) için yapılan Mimari bakımdan, Türk kütüphane­
KÂZIM ÇEÇEN Havuzlubahçe Köşkü (veya kasrı) bulu­ lerinde büyük özen gösterilen bir uygu­
nuyordu. Basit bir resmi Hünernâme- lama burada da görülür. İçindeki kitap­
AHMED Ol ÇEŞMESİ deki bir minyatürde görülen bu köşkün ların rutubetten zarar görmemeleri için,
bak. YENİ VALİDE KÜLLİYESİ on iki somaki sütuna oturan bir kubbe­ binanın altında pencereli yüksek bir
si ve ortasında mermer bir havuz vardı. bodrum yapılmış, her tarafından hava­
AHMED IH ÇEŞMESİ Osmanlı döneminde kütüphane mimari­ landırma olması için etrafı açık bırakıl­
Kâğıthane'de Cendere yolu üzerinde, sinin "altın çağı" olan 18. yy'da, III. Ah­ mıştır. Kütüphanenin bütün cepheleri
dere kenarındadır. med (hd 1703-1730) saraydaki dolaplar­ mermer kaplanmıştır.
Aslen Sa'dâbâd Köşkü içinde iken da ve köşklerde dağınık kitapları bir İki taraftan merdivenle çıkılan dört
bu yüzyılın başlarında havagazı fabrika­ yerde toplamayı düşünmüş ve bakımsız sütuna dayanan üç kemerli ve üç bö­
sı kurulup arkasındaki arazi askeri bir­ haldeki Havuzlubahçe Köşkü'nü yıktıra­ lümlü bir sahanlık, giriş mekânını teşkil
liklere tahsis edilince çeşme de bu bir­ rak yerinde hem kendi adıyla anılan eder. Buradaki merdivenlerin arasında,
lik sahasında kalmıştır. Askeri tesislerin hem de Enderun kütüphanesi denilen ortada çok zengin surette işlenmiş bir
buradan ayrılmasından sonra bakımsız gösterişli kütüphane binasını yaptırmış­ tacı olan, iki tarafında su içme musluk­
kalmış ve kurumuştur. Şair Vehbi tara­ tır. Yapıma 27 Rebiyülevvel 1131/17 Şu­ larına sahip ve mihrap biçiminde, 1131/
fından yazılan beş beyitlik kitabesine bat 1719'da başlanmıştır. Fındıklık Silah­ 1719 tarihli bir de çeşme bulunmakta­
göre III. Ahmed tarafından 1135/1722'- dar Mehmed Ağa'nın Vekâyiname'sinde dır. Değişik bir düzeni ve süslemesi o-
de Sa'dâbâd Kasrı ile birlikte yaptırıl­ bildirildiğine göre. III. Ahmed kütüpha­ lan bu çeşmenin arkasında içeride ikinci
mıştır. nenin temelini atmak üzere, dedesi I. bir çeşme daha vardır.
Ahmed'in camiini yaptırırken kullandığı Kütüphanenin esas mekânı enleme­
Kesme taştan inşa edilen çeşme dört ve hasoda hazinesinde saklanan altın
cepheli olup. haznelidir. Dere tarafın­ sine dikdörtgen biçiminde olup girişin
kazmayı kullanmıştır. tam karşısında, bizzat III. Ahmed tara­
daki cephesi mermer kaplıdır. Çok zarif
bir süslemesi vardır. Ayna kemeri girift Yapımı çok kısa süre içinde tamam­ fından yazılan manzum bir levhadan
bir bitkisel süslemeye sahiptir. İki yan­ lanan binanın kapısı üstündeki Arapça anlaşıldığına göre hadîs-i şerif okunma­
da zarif, yuvarlak yalaklı su içme çeş­ kitabeden 1131/1719'da yapıldığı öğre­ sına mahsus bir çıkıntı yer almaktadır.
meleri bulunur. Bunların derin silindi- nilmekte, açılış töreninin ise 10 Muhar­ Ortadaki sofayı basık ve penceresiz,
rik aynalarının üstü istiridye motifli bi­ rem 1132/23 Kasmı 1719 günü olduğu kasnaklı. kurşun kaplı büyük kubbe ör­
rer kavsaraya (çeyrek küre şeklinde ör­ bilinmektedir. Safer 1132/Aralık 1719 ter. İkişer sütunla ayrılan orta çıkıntı ile
tü) sahiptir. Bunların alınlıkları ise pal- tarihli bir kayda göre kütüphanenin ya­ yan kanatlar, aynalı tonozlar ile örtül­
met denilen bitkisel süslemelidir. Cep­ pımı 19.750 kuruşa mal olmuştur. Kü­ müştür. Bunlar da kurşun kaplıdır. Kü­
hede ayrıca hurma ağacı motifi ve stili­ tüphanenin kumlusu ile birlikte düzen­ tüphane her cephesinde altlı üstlü açıl­
ze bitkisel süslemeler yer alır. Bu süsle­ lenen vakfiyesinde, içindeki kitapların mış pencerelerden gayet bol ışık alır.
melerin ilginç yanı kabartma olarak de­ nerelerden toplandığı, buradan hangi Bunlardan üst sıradakiler renkli camlar
ğil, çizgi halinde oyularak yapılmış ol­ günler istifade edileceği bildirilerek, (revzen) ile bezenmiştir.
masıdır. Osmanlı rokokosunun güzel hizmetlilerde aranacak vasıflar ile bun­ III. Ahmed Kütüphanesi'nin mimari
bir örneğidir. lara verilecek ücreti gösteren ve dışarı­ zarafet ve güzelliği ile beraber, içinin
ya kitap çıkarılmasını yasaklayan hü­ de çok süslü olmasına özen gösterile­
Vaktiyle suyunu Taksim su şebeke­ kümler yer alır.
sinden alan çeşme, bugün tamamen ku­ rek, kubbe ve tonozların iç yüzleri çok
rumuştur. Yalnızca sarayda kalanlara açık olan zengin biçimde malakâri nakışlarla be­
III. Ahmed Kütüphanesi'nin. açılış tari­ zenmiş, duvarlar kısmen çinilerle kap­
Bibi. Tanışık. İstanbul Çeşmeleri. I. 126; İK-
SA, I, 375; G. Ertürk, İstanbul Meydan Çeş­ hinde düzenlenmiş mükemmel bir de lanmıştır. Bir kaynaktan öğrenildiğine
meleri (İÜEF yayımlanmamış lisans tezi). İst.. katalogu vardır. Bu kütüphaneye sonra­ göre, kütüphanenin yapıldığı yıllardan
1982, s. 14 ları, Fatih döneminden beri toplanmış, çok önceye ait oldukları açıkça belli
ZİYA NUR SEZEN bazı Hıristiyan el yazmaları ile baskılı olan bu 16-17. yy'a ait çiniler, Boğazi-
AHMED m MEYDAN ÇEŞMESİ 116

çi'nde Kara Mustafa Paşa Yalısından ve


diğer bazı köşklerden sökülerek burada
tekrar kullanılmıştır. Girişteki esas kapı
ile alt sıra pencerelerin ahşap kanatları,
sedef, bağa ve fildişi kakmalarla bezen­
miştir. İçerideki kitap dolapları, 19. yy
işidir ve kütüphanenin iç süslemesinin
zenginliğine ve üslubuna ters düşmek­
tedir. Herhalde III. Ahmed döneminde
yapıldığında, kitaplar yirmi yıl sonrası­
nın, 174l'in eseri olan Ayasofya Kütüp­
hanesindeki gibi, zevkli ve yaldızlı na­
kışlarla bezenmiş, tel kafesli dolaplarda
muhafaza ediliyordu.
Bibi. M. Refik, "Enderûn-ı Hümâyûn Kütüp­
hanesi" TOEM, VII/40, (1332), s. 236-241;
Topkapı Sarayı Müzesi Rehberi. İst., 1933. S.
142-145; A. Deissmann. Forschııngen und
Funde im Serai, Berlin-Leipzig, 1933; T. Öz.
"La bibliothèque du Palais de Topkapu". La
Turquie Kemaliste. no. 45, (1941). s. 9-11: Ş.
Yenal. "Topkapı Saravı Müzesi Enderun Ki­
taplığı", Güzel Sanatlar. VI, (1949). s. 85-90;
İSTA, I. 289-293; Koçu, Topkapu Sarayı. 72-
74; Eldem-Akozan. topkapı Sarayı. 7 4 . levha LU. Anıtı e d Meydan Çeşmesi, Üsküdar
69-70: S. Eyice, Topkapı Sarayı. "İst.. 1985. s. Miss Pardoe'nun Tloe Beauties of the Bosphorus adlı yapıtında yer alan W. H. Bartlett'in
28-30; S. Éyice, "Ahmed III Kütüphanesi". deseninden gravür. 19. yy.
DİA. II. 40-41; İ. Erünsal. Türk Kütüphanele­ yazım Tiınıtroğlu
ri Tarihi, II. Ankara. 1988. s. 7~-80.
SEMAVİ EYİCE
Çeşmenin çokgen prizma gövdesin- barayla vurgulanmıştır. Kitabe panosu
AHMED III MEYDAN ÇEŞMESİ deki simetri eksenleri üzerinde musluk­ kemerin üstüne yerleştirilmiştir. Niş, ke­
lu birer niş bulunmaktadır. Niş içi ve mer ve yazıt düzenlemeleri rumî pal­
Üsküdar İskele Meydanı'nda Paşalimanı
çevresi belirli bir düzenlemeyle bezen­ metli bir bordürle sınırlandırılmıştır.
Caddesi'yle Hakimiyetimilliye Cadde­
miştir. Bu düzenlemenin dışında çeşme Burmak sütunlarla yumuşatılmış çok­
sinin kesiştiği kavşakta yer alır.
duvarı yalındır, ancak deniz cephesin­ gen prizmanın diyagonal üzerindeki
III. Ahmed Meydan Çeşmesi, deniz
deki yalın duvar yan nişler eklenerek yüzlerine müsenna kurnalar konmuştur.
kenarına yerleştirilmişti. Kervanların bo­
hafifletilmiştir. Bu nişler mihrap olarak Yivli kuma gövdesinin kenarı rumî pal­
ğazı geçmek için toplandığı Üsküdar
da kullanılmış olabilirler. Deniz cephe­ met bordürüyle bezenmiştir. Kurnanın
Meydanı, yolcuların konaklama ve ge­
sinde simetri ekseni üzerinde yer alan altından aşağıya uzun saplı, içi girift be­
rekli sosyal hizmetleri karşılama amacı­
niş "S" ve "C" kıvrımlı bir kemerle bi­ zeli bir palmet örgesi sarkmaktadır.
na yönelik çeşitli yardım kurumları ve
çimlenmektedir. Kemerin köşeliklerini Kurna duvarı balık pulu örgesiyle de­
vakıflarıyla donatılmıştı. III. Ahmed Mey­
kıvnmdal ve rozet örgesi değerlendirir. ğerlendirilmiş ve ışınsal gelişen yarım
dan Çeşmesi bu amaçla yapılan yapılar­
Niş duvarına simetri ekseni üzerinde bir rozetle taçlanmıştır. Tüm bezeme alanı
dan biridir. Meydan düzenlemesi sıra­
çiçekli rozet yerleştirilmiştir. İçinde gül, rumî palmetli bezeme bordürü içine
sında çeşme sökülüp bugünkü yerine
krizantem ve lalelerden oluşan birer de­ alınmıştır.
getirilmiştir.
metin bulunduğu uzun boyunlu, şiş Çokgen prizma gövde üzerinde otu­
Som mermerden yapılmış olan çeş­ gövdeli vazolar, nişin iki yanında cephe ran kare prizmanın yüzeyini kitabe,
menin denize dönük yüzünde III. Ah- tasarımının düşey öğeleri olarak yer al­ mukarnas öğeli korniş ve rumî palmet
med ile Sadrazam Nevşehirli Damat İb­ maktadırlar. Bu bezeme düzenlemesini öğeli bordur çevirmektedir. Çeşmeyi ör­
rahim Paşa'nın birlikte hazırladıkları ve sivri kemerli bir diğer bezeme düzenle­ ten kırma çatı geniş bir saçak oluştur­
Sultan Ahmed'in celi sülüs hattıyla yazı­ mesi çevrelemektedir. Sivri kemerin içi­ maktadır. Ahşap kaplama olan saçak al­
lan bir kitabe vardır. Bu kitabedeki. De­ ni dolduran girift bezemenin kontum tı oyma tekniğiyle bezemelidir.
di Han Ahmed ile bile İbrahim tarihin / yer yer palmetlerle biçimlenmektedir.
Suvardı âlemi dest-i Muhammed'le ce- Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşme/eri, II, 322-324:
Palmet aralarında rozetler bulunmakta­ Konyalı, Üsküdar Tarihi, İl, 89-94.
vâdullah beyti ebced hesabıyla 1141 ta­ dır. Kemer alınlığı niş bezeme grubun­ AYLA ÖDEKAN
rihini v e r m e k t e , b ö y l e c e ç e ş m e n i n dan mukarnas öğeleriyle oluşmuş kor­
1728-29'da yapıldığı anlaşılmaktadır. nişle ayrılmaktadır. Sivri kemer düzen­
Kütle ve bezeme açısından görkemli
AHMED m SEBİLİ VE ÇEŞMESİ
lemesi yanlardan rumî palmetli bordür-
bir yapı olan çeşmede ayrıca dönemin Topkapı Sarayının Bâb-ı Hümayun ka­
le sınırlanmıştır. Deniz cephesinin çok­
önemli şairlerinin beyitleri bir araya ge­ pısı önündeki Ayasofya Meydanı'nın
gen planlı yan nişlerinin örtüleri mukar­
tirilmiştir. Kitabelerden biri Şair Ne­ merkezinde yer alır.
nas dizileriyle oluşturulmuş, rumî pal­
dim'in, ötekiler Şakir ve Rahmi'nindir. metli bir bordürle çerçevelenmiştir. III. Ahmed Çeşmesi. İstanbul'un en
Her üçü de ta'lik hatlı olup 1141 tarihini çarpıcı yapılarından biridir. Yüzey beze­
vermektedir. Deniz cephesine göre daha yalın bı­ me işçiliği ve kütle değerlendirmesiyle
Yeni konumuna yerleştirildikten son­ rakılan öteki üç cephede benzer beze­ dikkatleri üzerinde toplayan bu eşsiz
ra dört basamakla yükseltilen III. Ah­ me programı uygulanmıştır. Simetri ek­ Osmanlı yapısı. III. Ahmed tarafından
med Meydan Çeşmesinde gövde çok­ seni üzerindeki niş "S" ve "C" kıvrımlı Perayton adlı bir Bizans çeşmesinin ye­
gen prizma olarak başlamakta, belli bir bir kemerle biçimlenmektedir. Niş için­ rine yaptırılmıştır.
yükseklikte yivli gövdeli yarım küre bir de ve köşeliklerde birer rozet vardır. Niş On dört kıtalık kasidesi sebillerin ve
konsolla kare prizmaya dönüşmektedir. bezemesiz madalyon ve çiçek dizisiyle her kenarda bulunan çeşmelerin yukarı­
Konsolun dibinde içi girift bezemeyle çerçevelenmiştir. Niş bezeme düzenle­ sına yazılmıştır. Ta'lik hatla yazılan kasi­
doldurulmuş palmet örgesi, konsol küt­ mesi üzerinde mukarnas öğeli kornişle de Tebriz fethinde meliviyeti kendisine
lesinden çeşme gövdesine geçişi görsel ayrılmış sivri kemer örgesi yer almakta­ verilen Kayseri ve Halep kadısı şair Sey-
olarak hazırlamaktadır. dır. Köşelerin birleşme noktası birer ka­ yid Llüseyin Vehbi bin Ahmed'e aittir
117 AHMED

ve çeşmenin 1141/1728-29'da yaptırıl­ sebil olarak değerlendirilmiştir. Sebiller ve içerden bir delik açılmıştır. Bu nişle­
mış olduğunu belirtmektedir. Marma­ bel düzeyine kadar duvarla örülmüş, rin kuşların su içmesi için tasarlandığı
ra'ya bakan cephedeki kitabeden çeş­ belli bir yüksekliğe kadar da dilimli ke­ anlaşılıyor. Çeşme cephesindeki düşey
menin Nevşehirli Damat İbrahim Pa- merlerle geçilen üç tunç şebekeli açık­ dikdörtgen alanların üzerinde boydan
şa'nın önerisi üzerine yapıldığı anlaşılı­ lıklarla su dağıtımı sağlanmıştır. Şebekeli boya yazıtın bulunduğu kırmızı çinili
yor. Kaside Bâb-ı Hümayun ile Ayasof- açıklıkları tekrar duvar izlemektedir. bordürle çevrili yatay dikdörtgen alan
ya arasına bakan köşedeki sebilin üze­ Hazne ve çevre koridorunu yüksek bir vardır. Sebillerde alt bölümde duvar be­
rinden başlamakta ve Ayasofya'ya karşı çatı örtmektedir. Çatı dışa doğru açılarak zemesi doğalcı bitkisel bezemedir. Şe­
olan cephede son bulmaktadır. Bu cep­ çeşme çevresindekileri yağmur ve gü­ bekeler de lale motifli dökme demirdir.
hedeki son tarih beyti III. Ahmed'in neşten koruyacak geniş bir saçak oluş­ Rumî-palmet-lotus gibi klasik Osmanlı
kendisi tarafından söylenmiştir. Boydan turmaktadır. Kurşun kaplı ahşap çatı or­ yüzey bezemesinde karşılaşılan gele­
boya bir satır halinde celi sülüs hatla tada sekiz cepheli kasnak üzerinde di­ neksel motiflerle bezemeli öteki üç
yazılmış olan beyit Divan Edebiyatının limli kubbecikle yükselir. Köşe sebilleri­ cephe birbirine benzemektedir. Kitabe
tarihçilik alanında yazılmış en güzel be­ nin uzantılarında da merkezdeki kubbe- yalnızca musluk nişinin üzerindedir ve
yitlerinden biridir. III. Ahmed'in imzası cikten daha küçük kubbecikler vardır. iki yanında boya ile bezenmiş madal­
son tarih beytinin altında bulunmakta­ Kubbecikler de kurşun kaplıdır ve altın yonlar vardır. Sebillerin alt bölümünde
dır. Söylentiye göre, III. Ahmed bu ta­ yaldızlı alemlerle son bulmaktadırlar. şemseler ve rozetler görülür. Güney
rih mısrasını "Han Ahmede eyle dua aç Meydan ç e ş m e s i n i n ana c e p h e s i cephesinde yan nişlerin yerinde ise bi­
besmeleyle iç suyu" diyerek tamamla­ Topkapı Sarayı'na giden yol üzerinde­ rer kapı açılmıştır.
mış, ancak "suyu" sözcüğü kafiye bul­ dir. Bu cephe III. Ahmed'in boydan bo­ Çeşme duvarmın üst bölümü palmet,
mak bakımından sorun yarattığından ya uzanan beytinin bulunması, hem yazı, kartuş, mukarnas, yeşim çini, çin
Seyyid Vehbi tarafından değiştirilerek çeşme çevresi düzenlemesi, hem de se­ bulutu ve pers beneği gibi değişik nite­
"Aç besmeleyle iç suyu Han Ahmede billerde doğalcı bitkisel bezemenin bir likteki bordürlerle çevrilmiştir. Saçak ah­
eyle dua" denmiştir. tek bu cephede uygulanması ve çeşme şap kabartma bezemelidir. Saçağın köşe­
Marmara Adası naibine gönderilen düzenlemesinin iki yanında yer alan lerini merkezde üzüm, armut, nar gibi
bir belgeye göre çeşmenin 1141 Rama­ nişlerin konumu ve işleviyle bezeme kabartma meyve grupları bezer. Köşeler­
zan/Nisan 1729'da henüz bitmediği an­ açısından farklı değerlendirilmiştir. Ana de ışınsal gelişen bitkisel bezeme, ara­
laşılıyor. Bu belgede saf beyaz ve da­ cephe doğalcı bitkisel bezemeli bordür- larda kaset sisteminde bir düzenlemeyle
marsız mermerlerin acele olarak gönde­ lerle çevrelenen dikdörtgen alanlara ay­ bezeme programını tamamlar.
rilmesi istenmektedir. Bazı yayınlarda rılmıştır. Düşey dikdörtgen alanların or- III. Ahmed Meydan Çeşmesi doluluk
çeşmenin baş mimarı Kayserili Mehmed tasındakinde musluk tablası dilimli ke­ ve boşluk karşıtlığı, düşey-yatay denge­
Ağa'dır, ancak bu bilginin dayandığı ar­ mer ve rozetle bezenmiş, köşelikler do­ si, altyapıyla üstyapı ve geometrik bi­
şiv kaydında Mehmed Ağa'mn çeşmenin ğalcı bitkisel bezemeyle doldurulmuş­ çimlerin ilişkisi açısından başarılı bir ta­
alem ve şebekelerini yaldızlama işi için tur. Bu düzenlemenin üzerinde madal­ sarım örneğidir. Klasik Osmanlıdan Batı
görevlendirildiği geçmektedir. Bu kayda yon içinde "maşallah" yazısı vardır. etkilerine, özellikle baroğa geçişi sergi­
göre, çeşmenin baş mimarı olarak Meh­ Musluk tablasının iki yanında şiş göv­ leyen bir başyapıttır.
med Ağa'yı yorumlamak yeterli değildir. deli, uzun boyunlu vazolar içinde çiçek Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 134; A.
İki basamakla çıkılan bir zemin üzeri­ demetleri bezemesi görülür. Mukarnas Arel, Onsekizinci Yüzyıl İstanbul Mimarisin­
ne yerleştirilmiş olan dört cepheli III. öğeli korniş ve palmet-lotuslu kornişten de Batılılaşma Süreci, İst., 1975, s. 41; S. Eyi-
sonra kemer içi kıvrımdaki bir düzenle­ ce, "Ahmed III Çeşmesi", DİA, II, 38-39.
Ahmed Meydan Çeşmesinde merkezde
meyle doldurulmuştur. Niş dışında iki AYLA ÖDEKAN
sekizgen prizma gövdeli bir su haznesi
bulunmaktadır. Haznenin köşelerinde yanda şiş gövdeli çiçekli vazolar ikişer
bulunan sebillere su servisinde kullanı­ kere yinelenmiştir. Niş köşelikleri de AHMED (Durmuşzade)
lan çeşmeler yerleştirilmiştir. Hazneyi bitkisel bezemelidir ve merkezde birer (1665/1666. İstanbul - Mart/Nisan
içerde çevre koridoru oluşturan ve köşe­ kabara bulunur. Yanlardaki dikdörtgen 1717, İstanbul) Ta'lik hattatı. Şehremini
leri yarım daire çıkıntılarla dönen bir be­ alanlarda yan nişler sebil düzeyinden Durmuş Efendi'nin oğludur. Medrese
den duvarı çevirir. Beden duvarının her başlar. Öteki cephelerdeki yan nişler eğitimi gördü. İzmir ve Edirne'de kadı­
kenarının simetri ekseni üzerinde geniş çeşme yalağının düzeyindedir. Su dol­ lık yaptı. Mekke payesi aldı. Ta'lik yazı­
sivri kemerli az derin niş içinde çeşme dururken bir eşya koyma ya da oturma yı Ahmed Siyahî'den(->) meşk ettikten
düzenlemeleri oluşturulmuştur. Yarım işlevini karşıladıkları düşünülebilir. Ana başka. Abdülbâki Arif Efendi(->), Kırımı
daire çıkıntı yapan köşe dönüşleri, birer cephede ise daha yüksekten başlarlar Camii İmamı Ahmed Efendi gibi devrin
tanınmış hattatlanyla yakın münasebet­
ler kurarak sanatını geliştirmiştir. Hattat­
lar arasında Durmuşzade unvanıyla tanı­
nan Ahmed yaşadığı devirde çok beğe­
nilmiş, birçok da öğrenci yetiştirmiştir.
İstanbul'da, eski Darphane'deki okul
ve sebil ile Çorlulu Ali Paşa'nın Beya­
zıt'ta yaptırdığı darülhadis ile tekkenin
ve Hırkaişerif'teki yapılar ile Tersane'-
deki camiin, Beyazıt'ta Kaptan İbrahim
Paşa Camii önündeki sebilin, Fatih'te
Şeyhülislam Feyzullah Efendi Medrese-
si'nin (bugün Millet Kütüphanesi) ve
çeşmesinin. Üsküdar'da Valide Camii'-
nin (Yeni Cami) yazıları onun eseridir.
Durmuşzade Ahmed, İran ta'lik okulu­
nun takipçilerindendir.
Bibi. Müstakimzade, Tuhfe, 643; Rado, Hat­
ÜX Ahmed Sebili ve Çeşmesi, Ayasofya Meydanı tatlar. 123; Tarih-i Raşid, IV, 340; Sicill-i Os-
Erdal Yazıcı
manî, I. 240.
ALİ ALPARSLAN
AHMED AĞA 118

AHMED AĞA (Tozkoparan) zemeleri sağlamakla görevli olan Dalgıç AHMED AĞA CAMÜ
Ahmed Ağa, 1595'te suyolları nazırı ol­
(1458 ?, İstanbul - 1550, İstanbul) Ke­ Bağlarbaşı'ndan Selimiye Üsküdar yö­
du. Bu görevi sırasında, Kırkçeşme su-
mankeş. II. Bayezid, I. Selim ve I. Süley­ nüne giden Tunusbağı Caddesi üzerin­
yollarını, Eğrikapı'dan Haydara kadar
man devirlerinde yaşamış, birçok ö- de, Karacaahmet Türbesi'nin karşısında,
olan çeşmeleri, Hocapaşa kârizini (lağı­
nemli görevde bulunduktan sonra paşa­ Karacaahmet Mezarlığı'na bitişiktir.
mı), Tahtakale suyollarım onardı. 1596-
lığa kadar yükselmiş ve 1532-1534 yılla­ Camiin kuzeybatı köşesinde, imam
1597'de ise Demirhane Çeşmesi ve Aya-
rında kaptan-ı deryalık yapmıştır. Asıl odası ile pencere arasındaki on dört sa­
sofya Çarşısı ile birçok cami, mescit,
ünü ok atıcılığındandır. Diz çökerek at­ tırlık manzum kitabe yapının, üzengi
han ve medresenin suyollarım tamir et­
tığı ok yerden 60 cm kadar yüksekten ağalarından Rodoslu Hacı Hafız Ahmed
ti. Eylül 1598'de DaTOd Ağartın ölümü
giderken hızının etkisiyle zeminden toz Ağa tarafından ahşap olarak yaptırıldığı­
üzerine mimarbaşı oldu. Bu dönemde,
kaldırdığından ''Tozkoparan" sanıyla nı, daha sonra oğlu Tophane Müşiri
yapımına Davud Ağa tarafından başla­
anılmıştır. Menzil (uzun mesafe) atışın­ Fethi Ahmed Paşa tarafından 1272/
nan Eminönü'ndeki Valide Sultan Ca-
da da, puta tabir edilen hedefe atışta 1857'de yeniden inşa ettirildiğini belge­
mii'nin (bugünkü adıyla Yeni Cami) in­
da, kaim madeni levhaları delme bece­ lemektedir.
şaatını sürdürdü. 1598-1599 yılı masraf
risine dayanan zarp atışınjda da aynı bü­
listelerine göre, Topkapı Sarayının pa­
yük başarıyı gösteren naidir kemankeş­
dişah hamamını, valide sultanın ve da-
lerden biri olarak tanınmıştır. Makbul
rüssaade ağasının odalarını. Galata Sa-
İbrahim Paşa'nm Sultanahmet'teki sara­
rayı'nm mutfak ve helvahanesini onar­
yında I. Süleyman şerefine verdiği bü­
dı. Eski Saray'ın padişah odasını, ende-
yük ziyafet sırasında yapılan gösteriler­
run (iç) ve sirun (dış) odalarını billur
de, at sırtında dörtnala giderken savur­
camları ile süsledi. Tebedarlar ve bimar-
duğu okla. iç içe yerleştirilmiş beş kal­
lar odalarını onardı. İbrahim Paşa Sara-
kanı birden delmek gibi büyük bir zarp
yı'ndaki gılmanlar (acemiler) odasını el­
vurma hüneri de göstermiştir. Çeşitli
den geçirdi. Ayrıca eski yeniçeri odala­
menzillerde adına taşlar diktiren Tozko­
rını, büyük ve küçük ıstabl-ı âmire
paran, sadece "Lodos Menzilimde bü­
hasahırlar binalarını. Beşiktaş, Kavak ve
yük rakibi Bursalı Şüca'yı geçememiştir.
Dil (Gebze) iskelelerini, Baruthaneyi
Çeşitli menzillerdeki en iyi dereceleri
(Kâğıthane), Sinan Paşa ve Mirza Baba
şunlardır: Lodos Menzili'nde 1.269,5 gez
türbelerini, Fethiye Camii'ni de tamir et­
(383 m); Poyraz Menzili'nde 1.271,5 gez
ti. Dalgıç Ahmed Ağa'nın en önemli
(839 m); Yıldız Menzili'nde 1.279,5 gez
eseri. Ayasofya'mn bahçesindeki III.
(846 m). Lodos Menzili'nde büyük rakibi
Mehmed Türbesi'dir. Aynı yerdeki III.
Bursalı Şüca'ya sadece 1,5 gez (99 cm)
Murad Türbesi'ni de onun yaptığı söyle­
geçilmiştir.
nir. Ancak kapıdaki "ameli Dalgıç Ah­
90'ı aşkın bir yaşta Cerrahpaşa'daki med" ibaresi dışında herhangi bir bel­
evinde vefat etmiş; vasiyeti üzerine evi­ geye rastlanmadığı için, türbenin yapı­
nin karşısındaki mescidin haziresinde mına Davud Ağa tarafından başlandığı,
toprağa verilmiştir. 19501i yıllarda yolun Ahmed Ağa tarafından tamamlandığı sa­
genişletilmesi sırasında mezar, taşıyla nılmaktadır.
birlikte mescidin arka tarafına nakledil­ Ahmed Ağa Camii'nin güneybatıdan
Mimarlığının \ramsıra. sedefkârlığı ile görünümü.
miştir. Heybetli mezar taşının üzerinde
de ünlü olan Dalgıç Ahmed Ağa, Ali Kazım Tiımıroğht
şu kitabe yer alır: Budur Okmeydanını
ihya kılan / Söylenir dillerde nâmı haş­ Usta adlı bir sedef ustasından ders aldı.
ve dek / Budur ol ser-menzil-i sahib ü Eserlerinden biri Türk ve İslam Eserleri Yapı k a g i r ve ahşap çatılıdır. Basık
nişan / Ok atıp taş dikti, astı yayını / Müzesi'ndedir. III. M e h m e d Türbe­ kemerli, uzun dikdörtgen pencerelerle
Ona dahi kalmadı fâni cihan / Etti işân sinden getirilen bu eser. sekiz köşeli ve aydınlanan camiin, türbeye bakan cep­
sünnet-i peygamberi / Menzilin nûr ile fildişi ayaklı bir cüz mahfazasıdır. Çek­ hesinin altında dükkânlar bulunmakta­
Rabbü'l-müstean /İster ihlâs ile sizden mece ve kubbe bölümleri sedef ve ba­ dır. Kuzeydoğu köşesi, kitabeye kadar
fatiha / Hacı Ahmed, şöhreti Tozkopa­ ğa işlemeli olan bu mahfazanın kubbe uzanan mermer bir sütunla yumuşatıl­
ran / H. 957. Ölümünden sonra Ök- bordüründe yine sedefle yazılmış âye- mıştır. Ana mekâna, merdivenlerle mi­
meydanı'na üzerinde şu satırlar yer alan te'l-kürsî'nin başlangıç ve bitim noktala­ nare kaidesinin yola ve mezarlığa ba­
bir anı taşı dikilmiştir: Sene 957 / Sahi- rı arasında Ahmed Ağanın imzası var­ kan yönlerinden girilir. İç mekân birçok
bü'l-menzil-i fi'lmeydan / Ellezi ism-i dır. Kendisinin bu konudaki ustalığına değişikliğe uğramış ve tarihi niteliğini
hû Tozkoparan. diğer bir örnek ise III. Murad Türbe­ kaybetmiştir. Tavanı ahşap kirişli, mih­
sinin kapı süslemeleridir. rap ve minberi basit ve ahşaptır.
Bibi. Mustafa Kâni, Telhis-i Resailü 'r-Rumat,
Dalgıç Ahmed Ağa'nın adına 1605'- Kuzeydoğu köşesinde yer alan mina­
İst., 1263; H. B. Kunter, Eski Türk Sporları
Üzerine Araştırmalar, İst.. 1938; S. K. İrtem, ten sonra başmimar olarak rastlanmaz. renin dikdörtgen kesitli kaidesi yapı kit­
Türk Kemankeşleri, ist., 1939 O yıl paşalığa yükselerek Silistire bey­ lesinin içine dahildir. Sıvalı minaresi
CEM ATABEYOĞLU lerbeyi olan Ahmed Ağa, Anadolu'da çı­ kurşun kaplı bir külahla örtülüdür.
kan Kalenderoğlu isyanını bastırmak Bibi. Raif, Mir'at, 117: Konyalı, Üsküdar Ta­
AHMED AĞA (Dalgıç) üzere, l607'de Vezir Nakkaş Hasan Pa­ rihi. I, 84-85.
şa'nm yanma gönderildi. Mihalıç'a (bu­ TARKAN OKÇUOĞLU
(?, ? - 1608. Ulubat) Osmanlı mimarba­ gün Karacabey) giderken, Manyas ya­
şı. Dergâh-ı âli (divan-ı hümayun) ça­ kınlarında Ulubat'ta Kalenderoğlu güç­
vuşlarından ve Mimar Sinan'ın çırakla- AHMED AĞA ÇEŞMESİ
lerince öldürüldü. Mezarı, Gönen'de Ilı­
rındandır. Adı ilk kez, Yalı Kapısı'nda bak. AYRILIK ÇEŞMESİ
ca mevkiinde "Paşa Mezarlığı" olarak
(Sirkeci dolaylarında) mimar Davud anılan yerdedir.
Ağa tarafından yapılan ve bugün Sepet­ AHMED AMİŞ EFENDİ
Bibi. Ş. Akalın. "Mimar Dalgıç Ahmed Paşa",
çiler Kasrı(->) olarak bilinen binanın ya­ TD, S. 13 (1958), 71-80; (Altınay), Mimarlar, (1808, Tırnova - 1920, İstanbul) Halvet:
pımında geçer. 1593-1594 yılı mühimme 101: Z. Orgun. Mimar Dalgıç Ahmed. İst.. ve Nakşı tarikatlarına mensup mutasav­
defteri kayıtlarına göre, binaların yapı­ 1958. vıf. Üçüncü devre Melamîlerinden olup
mına, ıhlamur ağacı ve kurşun gibi mal­ İSTANBUL "Fatih türbedarı" unvanıyla da tanınır.
119 AHMED BESİM PAŞA

Tırnova'da medrese eğitimi gördü ve la yapmıştır. Bunlar arasında Bursalı nedeki görevi sırasında çizdiği planlar
sıbyan mektebi hocalığı yaptı. 1853'te Mehmed Tahir. Babanzade Ahmed Na­ uyarınca 120 tane buhar makinesi yapıl­
tabur imamı olarak Kırım Savaşıma ka­ irn, İsmail Fennî (Ertuğrul), Ahmed Avni dı. Bu planlardan birçoğu İngiliz teknik
tıldı. Abdülmecid ve Abdülaziz döne­ (Konuk) ve Balıkesirli Abdülaziz Mecdî dergilerinde yayımlandı. Buhar makine­
minde iki defa istanbul'a gelerek kısa (Tolun) gibi son dönem Osmanlı dü­ si konusunda yaptığı çeşitli buluşların
aralıklarla kaldıktan sonra tekrar mem­ şünce adamları da vardır. patentlerini aldı. Osmanlı döneminde
leketine döndü. Bir süre Tırnova'da ha­ Kuşadalı İbrahim Efendi'nin (ö. 1845) yabancı uzmanlar dışında Ahmed Besim
mam işletti ve 1877'de İstanbul'a yerle­ ŞabanîlikGü içinde geliştirdiği Melamî- Paşa'dan başka makine tasarımı yapan
şerek vefatına kadar faaliyetlerini bura­ meşrep tarikat anlayışı, Amiş Efendi'nin bir mühendis bilinmemektedir. 1887'de
da sürdürdü. Mezarı. Fatih Camii hazi- kişiliğinde Nakşî-Melamî mistisizmiyle İngiltere'deki Makine Mühendisleri Ens-
resindedir. bütünleşerek 19. yy İstanbul'unun tasav­ titüsü'ne üye olmuş ve 1 9 l 4 ' e kadar
Küçük yaşta tasavvufa yönelen Amiş vuf kültürünü zenginleştirmiştir. Amiş enstitünün yaz toplantılarına düzenli
Efendi, Halvetîliğe bağlı Şabanîlikten Efendi, tarikatların şematik kurallara olarak katılmıştır.
kendi adına kol ayıran Kuşadalı İbra­ bağlanıp vahdet ilkesinden kopmalarını
him Efendi'nin(->) Tırnova'ya gönderdi­ ve böylece asıl fonksiyonlarından uzak­
ği halifesi Ömer Halvetî'ye intisap etti. laşarak tutucu kurumlara dönüşmelerini
Kuşadavîlik veya İbrahimîlik olarak da eleştiren Kuşadalı'nın düşünce mirasına
tanınan bu Şabanı koluna bağlanan A- sahip çıkmış bir mutasavvıftır. Ona ait
miş Efendi, Kuşadalı'nın 1845te vefatın­ olan, 'Mücâhedâtın bir kısmını Kuşadalı
dan sonra İstanbul'a gelerek onun baş kaldırdı, mütebakisini de ben ref ettim"
halifesi B o s n a v î Tevfik E f e n d i ' d e n sözü İstanbul'un mistik hayatında yaptı­
1846'da hilafet almıştır. İstanbul'a ikinci ğı reformun veciz bir ifadesidir. Bu açı­
gelişi 1866'da Tevfik Efendi'nin vefatı dan Amiş Efendi, klasik anlamda bir ta­
üzerinedir. Aralarında Tevfik Efendi'nin rikat şeyhi sayılmaz. Herhangi bir tekke­
müritlerinden Nalçacı Tekkesi Şeyhi de postnişinlik yapmamış, "mukabele",
Mustafa Enver Bey (ö. 1872), Fatih Tür- "esma" ve "riyazat" gibi geleneksel tari­
bedarı Niğdeli Bekir Efendi (ö. 1877) ile kat rimellerine itibar etmeyerek müritle­
Kaşgar hükümetinin İstanbul temsilcisi rini Melamîliğin temel yöntemi olan
Yakub Han'ın da (ö. 1907) bulunduğu "sohbet" ile eğitmiştir.
çevreye girmiş ve düzenlenen tasavvuf Yetiştirdiği mutasavvıflar onun mistik
sohbetlerine katılmıştır. düşünce sistemini, Cumhuriyet döne­
1877'de bir daha ayrılmamak üzere minde de etkin kılmışlardır. Kayserili
IRCICA / Yıldız Fotoğraf Albümleri Koleksiyonu
İstanbul'a gelen Amiş Efendi, aynı yıl Mehmed Tevfik Efendi (ö. 1927) ve ha­
vefat eden Niğdeli Bekir Efendi'den Fa­ lifesi Maraşlı Ahmed Tahir Efendi (ö.
tih Camii türbedarlığını devralmış ve bu 1954), Kuşadalı ile başlayıp Amiş Efendi Hümanist-Batıcı bir Osmanlı yurtse­
nedenle tarikat çevrelerinde "Fatih tür- ile devam eden tasavvuf anlayışının veri ve bir antimilitarist olan Ahmed Pa­
bedarı" olarak isim yapmıştır. Cumhuriyet dönemindeki sözcüleri ol­ şa, İngiliz İşçi Partisi lideri Keir Hardie
Ahmed Amiş Efendi'nin Nakşibendî­ muşlardır. Diğer halifeleri arasında Şem- ile 1909-1914 yılları arasında mektuplaş-
liğe de intisabı vardır. Nakşî-Halidî şey­ seddin Paşa, Evrenoszade Süleyman Sa- mış ve 1910'da partiye üye olmuştur.
hi Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî'- mî ve özellikle Abdülaziz Mecdî To­ Mektuplarında hem II. Abdülhamid dö­
den(-») icazet almış ise de onun üzerin­ kumun adları zikredilebilir. nemini, hem de İttihat ve Terakki'nin
deki asıl büyük etkiyi Melamîlik yap­ Bibi. Vicdanî, Tomar-Halvetiye, 81-82; ay, eylemlerini eleştirmiş, Trablusgarp Sa­
mıştır. Kendisini Melamî olarak kabul Tomar-Melâmilik, 101-104; Vassaf, Sefine, vaşı dolayısıyla İngiliz sosyalist kamu­
etmeyen Amiş Efendi'nin üçüncü devre IV. 110: O. N. Ergin. Balıkesirli Abdülaziz oyunu Türklerden yana etkilemeye ça­
Melamîliğinin kurucusu Muhammed Mecdi Tolun. İst.. 1942, s. 134-167; Y. X. Öz-
lışmıştır. İşçi Partisi ile olan ilişkisini I.
türk. Muhammed Tevfik Basnevî. Hayatı.
Nur'a bağlandığı ve onun vefatından Mektupları, Halifeleri, İst., 1981, s. 18-28; ay, Dünya Savaşı sonrasında da sürdürmüş­
sonra bu mistik akımın İstanbul'daki en Kuşadalı İbrahim Halveti. Hayatı, Düşünce- tür. Silahlanma yarışına karşı ve yakla­
güçlü temsilcisi sayıldığı bilinmektedir. leri, Mektupları. 1st.. 1982. s. 48; N. Azamat. şan Avrupa savaşını önleme amacıyla
Şehrin kültür hayatı üzerindeki derin et­ "Ahmed Amiş Efendi". DL4. II. 43-44. 1914'te kurulmuş olan Avrupa Birliği
kisini, çevresine topladığı ve bu mistik EKREM IŞIN Derneği ile ilişkiye geçmiş ve 1914'te
akım içinde yer alan aydınlar aracılığıy­ derneğin danışma kuruluna üye seçil­
AHMED BESİM PAŞA miştir. Emekli olduğu 1909'dan 1928'de-
(8 Eylül 1850, Kandiye/Girit - 31 Ağus­ ki ölümüne kadar geçen süre içinde İn­
tos 1928, İstanbul) Osmanlı amirali ve giltere'deki çeşitli kişi ve çevrelerle olan
makine mühendisi. Soyca bir ilişkisi ol­ eski ilişkilerini kullanarak çeşitli girişim­
mamakla birlikte çok iyi İngilizce bil­ lerde b u l u n m u ş t u r . B u n l a r d a n biri
mesi nedeniyle "İngiliz Ahmed Paşa" 1909-1910 yıllarında Üsküdar ve Kadı­
olarak anılır. Bahriye Miralayı Şükrü köy elektrikli tramvayları ile bu bölgele­
Bey'in oğludur. 1864'te Mekteb-i Bahri- rin elektrikle aydınlatılması konusunda
ye'ye girdi, 1282/1865-66'da harbiye sı­ sermaye ve imtiyaz sağlamak için yaptı­
nıfına terfi ederek 1286/1869-70'te bu­ ğı girişimlerdir. Bu amaçla İngiltere'nin
har (makine) bölümünü birincilikle ve Leeds kentinde ortaklık kuran Rowland
üsteğmen olarak bitirdi. Aynı yıl, Tersa- Edward Dixon ile J o s e p h Nicholsen,
ne-i Amire'nin İngiliz başmühendisi Ahmed Besim Paşaya Osmanlı hükü­
Alexander Shanks'm yanına yardımcı metine imtiyaz için başvurma yetkisi
olarak atandı. 1876'da Shanks'm ayrıl­ vermişlerdir. Bu girişim sonuçsuz kal­
ması üzerine başmühendisliğe getirildi mış, dönemin siyasal koşullarının da et­
ve 16 Kasım 1909'da emekli olana ka­ kisiyle bu imtiyazlar İngiliz sermayesine
dar bu görevini sürdürdü. 1879'da yüz­ verilmemiştir.
başı. 1887'de miralay (albay). 1897'de 1911'de yakın geçmişte İstanbul'da
bahriye livası (tümamiral) ve 1906'da çıkan yangınların tahrip ettiği yerlerin
bahriye feriki (koramiral) oldu. Tersa­ imarı konusunda girişimde bulunmuş,
AHMED BUHARI 120

konuyu ilginç bulan İngiliz finans kuru­ bileşik faiz ile 1.550.000 lira toplanmış mesini önledi. II. Mehmed'in vefatından
luşlarından Dunn Fischer and Co.. bu olacaktır. İmtiyazın bitiminde bu para­ sonra İstanbul'a gelebilen Abdullah İla­
amaçla 1.000.000 sterlinlik ikrazda bu­ nın hisse senedi sahiplerine ödenmesi hî, Nakşîliğin şehir hayatı içinde örgüt­
lunma kararına varmış olmakla birlikte sonucunda tünel hükümet tarafından lenip yaygınlaşması konusunda Buha-
bu girişim de sonuçlanmamıştır. satın alınmış olacaktır. rî'yi görevlendirdi. II. Bayezid'in kendi­
Ahmed Besim Paşa'nın 30 yıla yakın Tünelin yapımına ilişkin deniz derin­ sine sağladığı yakın desteği çok iyi de­
bir süre üzerinde ısrarla çalıştığı önemli liği ölçümleri yapılarak kesin yer sap­ ğerlendiren Ahmed Buharî, bu görevini
bir konu B o ğ a z i ç i tünelidir. İngiliz tanmış, gerekli plan ve projeler de bü­ vefatına kadar başarıyla yürüttü ve Nak­
Henry John Cooke ile birlikte 19. yy'ın yük ölçüde hazırlanmıştır. Çok ilginç ol­ şîliği istanbul'un mistik hayatını şekil­
sonlarında başladıkları bu girişim konu­ duğu kuşkusuz olan bu belgeler bugün lendiren temel kurumlardan birisi hali­
sundaki ilk başvuru 1909'da Nafıa Ne- elde bulunmamaktadır. Tünel için bir ne getirdi. Türbesi, Fatih'te kendi kur­
zareti'ne yapılmıştır. Bu başvuruya şirketin kurulması aşamasına kadar ge­ duğu ve bugün harap durumdaki tek­
Lloyds İngiliz Bankası'nm bir banka linmiş olmakla birlikte, anlaşıldığı kada­ kesinin yanındadır. Türbe penceresi
mektubu ile bir de plan eklenerek tüne­ rıyla Türk hükümetinin günün siyasal üzerindeki kitabe, ebced hesabıyla ve­
lin üç yıl içinde b i t i r i l e b i l e c e ğ i ve ve ekonomik koşullan içinde olaya so­ fat tarihi olan 15l6'yı verir: Can dima­
3.500.000 sterline mal olacağı belirtil­ ğuk bakması, Ahmed Besim Paşa'nın ğın çünki bu sevda Buharî kapıldı / Dil
miştir. Tünel girişimi 1920'li yılların baş­ hastalığı ve 1928'de ölümü girişimi so­ didi târih ey Seyyîd Buharî ah vah! 922.
larında yeniden ve yoğun bir biçimde nuçsuz bırakmıştır. Önceleri Fatih civarındaki evinde,
gündeme gelmiştir. 1923'te denizaltı tü­ Bibi. Ahmed Paşa. "Single soretv engines for müritlerinin eğitimiyle meşgul olan Ah­
nelleri yapımı konusunda çeşitli patent­ a Turrkish war vessel". The Mechanical med Buharî. buranın zamanla ihtiyaca
leri olan m ü h e n d i s Lewis T h o m a s World, 5 September 1902. s. 1 İ 4 - 1 1 5 : Deniz cevap vermemesi üzerine İstanbul'daki
Godfrey-Evans girişime ortak olmuş, Mektepleri Tarihçesi (1929). İst.. 1931: E. ilk büyük Nakşî merkezi sayılabilecek
gerekli sermayedarları bulmuş ve 15 ay Dölen; "Makine Mühendisliği ve Bahriye Fe­
riki Ahmed Besim Paşa", TCTA, II, s. 514-
tekkesini inşa ettirmiş, bu tekkenin he­
içinde bitirilmesi düşünülen tüneli ger­ men karşısına da II. Bayezid, Ahmed
515; E. Dölen. "XX. yüzyıl başlarında 'Boğa­
çekleştirmek ve işletmek için düşünülen ziçi Tüneli' girişimi ve Ahmed Besim Paşa". Buharî adına bir mescit yaptırmıştır. Bu
şirketin sermaye yapısı, yatırım, amor­ //. Türk Bilim Tarihi Sempozyumu (İstanbul, ilk tekkeyi daha sonra Edirnekapı ve
tisman ve kâr marjına ilişkin bir tasarı 3-5 Nisan 1989) Bildirileri; The Institution of Ayvansaray'da kurulan diğer tekkeler
hazırlamıştır. Ahmed B e s i m Paşa Mechanical Engineers: Memoirs. December
izlemiştir. Ahmed Buharî, yetiştirdiği
1922'de İstanbul Şehremaneti'ne başvu­ 1928. London, (1928). s. 1033: M. Tuncay,
İngiliz işçi Partisi nde bir Osmanlı Amirali halifeleri aracılığıyla Nakşîliği İstan­
rarak 10 yıldan fazla bir süredir düşü­ Bilineceği Bilmek, 1st., 1983. s. 166-197. bul'da yaygınlaştırmış ve bu halifelere
nülen, ancak savaşlar nedeniyle gecik­ bağlı olarak faaliyet gösteren söz konu­
EMRE DÖLEN
meye uğramış olan Anadolu ve Rumeli su tekkeler de tarikatın şehir hayatında­
demiryollarını Haydarpaşa ile Saraybur- ki etkinliğini artırmıştır.
nu veya Sirkeci arasında bir denizaltı
AHMED BUHAJRÎ
Halifelerinden Şeyh Mahmud Çelebi
tüneli ile birleştirme konusunda gerekli (1453, Buhara - 1516. İstanbul) Nakşi­
(ö. 1531). Buharî'nin kızı Fatma Hanım
fenni ve mali proje ve planların hazır­ bendî tarikatına mensup şeyh. Abdullah
ile evlenerek ona damat olmuş ve şey­
lanmış olduğunu belirterek kentin geliş­ İlahîden sonra Nakşîliğin İstanbul'da
hinin vefatından sonra Fatih'deki tekke­
mesine yardımcı olacak bu girişim ko­ yaygınlaşmasını sağlayan kişi olarak ta­
nin postnişinliğini yapmıştır. Mahmud
nusunda görüşmelere başlama talebin­ nınır.
Çelebi aynı zamanda Ahmed Buharî
de bulunmuştur. 1923'te de aynı konu­ Nakşibendîliği 15. yy sonlarında İs­ adına Edirnekapı dışında kurulan ikinci
da TBMM Başkanlığı ile Nafıa Vekâle­ tanbul'un gündelik hayatına sokan Ab­ önemli Nakşî tekkesinin de şeyhliğine
time başvurmuştur. 1925'te şehremaneti dullah İlahî'nin(-0 halifesidir. Hayatı getirilmek suretiyle her iki dergâhın or­
konunun Dahiliye Vekâleti'ne iletildiği­ hakkındaki bilgiler, kendisiyle aynı adı tak meşihatini üstlenmiş, vefatıyla yeri­
ni ve daha önce hükümete yapılan baş­ taşıyan bir diğer Nakşî şeyhi ile karıştı­ ne damadı Abdüllatif Efendi (ö. 1563)
vuruların incelenebilmesi için gerekli rıldığı için yeterince aydınlatıcı değildir. geçmiştir. Bir diğer halifesi Hekîm Çele­
mali ve fenni bilgilerin ayrıntılı olarak bi olarak anılan Seyyid Mehmed Efen­
Seyyid Mehmed Efendinin oğlu ve
verilmesinin istenildiğini bildirmiştir. didir (ö. 1566). Halıcılar civarında ken­
Emir Sultanin amcazadesi olan Ahmed
Türk hükümetinin konuyu incelemek di adına kurduğu Hekîm Çelebi Tekke-
Buharî. Semerkant'ta Nakşîliğin önemli
için banka garantisi istemesi ve banka­ si'nde faaliyet göstermiştir. Buharî'nin
temsilcilerinden Ubeydullah Ahrar'a (ö.
ların da garanti vermek için Türk hükü­ halifelerinden olan Nefehatü'l-Üns mü­
1490) intisap etti. Burada Abdullah İlahî
metinin garantisini istemeleri üzerine tercimi Bursalı Lamiî Çelebi (ö. 1531)
ile tanıştı ve her ikisi de bir süre sonra
konu bir kısır döngü içine girmiştir. H. ise Nakşîliğin daha çok ilmiye sınıfı
Ahrar tarafından Nakşîliği yaymak üzere
J. Cooke ile L. T. Godfrey-Evans 1925 içinde yaygınlaşmasına hizmet etmiştir.
Anadolu'ya gönderildi. İlahînin memle­
yılı başmda Londra'da noterde hazırla­
keti Simav'a yerleşen Ahmed Buharî, Nakşîliği İstanbul'da kurumlaştıran
dıkları bir yazı ile Anadolu ve İstanbul
hac ziyareti için tekrar uzun bir yolculu­ Ahmed Buharî, aynı zamanda tarikatı
demiryolu terminallerini denizaltından
ğa çıktı ve Kudüs'te bir süre kaldı. Si­ mali yönden güçlü kılan vakıf organi­
birleştirecek Boğaziçi tüneli için ortak
mav'a döndükten sonra Abdullah İla­ zasyonunu da gerçekleştirmiştir. Bu va­
olduklarını ve bu konuda yasal imtiyazı
h î d e n hilafet alarak şeyhi tarafından kıf sistemi sayesinde Nakşîlik diğer tari­
elde etmek için her türlü girişimde bu­
halife sıfatıyla İstanbul'a gönderildi. Bu­ katlara oranla daha erken bir dönemde
lunmak üzere Ahmed Besim Paşa'yı
rada Zeynî tarikatının ileri gelenlerin­ mali özerkliğe kavuşmuş ve böylece ka­
tam yetki ile yasal temsilci tayin ettikle­
den Şeyh Vefa ile tanıştı ve onun tekke­ zandığı nüfuzu siyasi açıdan İstanbul'un
rini beyan etmişlerdir.
sine misafir oldu. Şeyh Vefa ile kurduğu üst tabakası üzerinde daha rahat kulla­
Sonunda sermayesi 1.550.000 İngiliz bu yakın ilişki, aynı meşrebe sahip olan nabilmiştir. 1546'da Ahmed Buharî'nin
Sterlini olan ve merkezi İstanbul'da bu­ Zeynîlik ile Nakşîliğin İstanbul'da ortak Fatih, Edirnekapı ve Ayvansaray'daki üç
lunan İstanbul-Üsküdar Tünel Kumpan­ bir toplumsal zemin üzerinde örgütlen­ tekkesine toplam 44 adet vakıftan gelir
yası kuruluş aşamasına kadar gelmiştir. melerini sağladı. Bu sırada II. Meh- bağlanması, tarikatın şehir hayatı içinde
Önerilen koşullara göre imtiyaz süresi med'in Abdullah İlahîyi İstanbul'a da­ ulaştığı gücü açıkça göstermektedir.
60 yıl olacak ve şirket hükümete her yıl vet etmesini, yerel güç odaklarını de­ Ahmed Buharî, Abdullah İlahî'den
15.500 lirası amortisman bedeli olmak netlemeye yönelik bir plan olarak de­ sonra Horasan kökenli Nakşîliğin İstan­
üzere 58.125 lira verecektir. Hükümetin ğerlendiren Ahmed Buharî, şeyhine bul'daki en önemli temsilcisi sayılır. Ta­
bu 15.500 lirayı her yıl bir bankaya ya­ gönderdiği Farsça bir beyitle kuşkuları­ rikatın hâcegân koluna mensup bulunan
tırması durumunda altmış yıl sonunda nı dile getirdi ve İlahînin İstanbul'a gel­ Buharî'nin tasavvuf anlayışı, fütüvvet ge-
121 AHMED DEDE

leneğine bağlı olan geleneksel Nakşîli- mescidin batı yönünde, sokağa doğm ta­
ğin mistik çerçevesi içinde şekillenmiş­ şan kavisli bir çıkmanın ortasında yer al­
tir. Bu açıdan tarikat ilmiye sınıfının ya- maktadır. Sonradan yenilendiği izlenimi­
nısıra İstanbul'un esnaf tabakası arasın­ ni veren bu taşın üzerinde, sülüs hatla
da da yaygınlık kazanabilmiş ve bu "Hüve'l-Hayyü 'l-bakî sahibü 1-hayrât
özelliğini günümüze kadar korumuştur. merhum el-Hac Ahmed Çelebi ruhuna
Bibi. Lâmîî, Nefehât, 460-465; Mecdî, Hada- Fatiha sene 975" kaydı okunmakta, üze­
ikü'ş-Şakaik, 262-265; Ataî, Hadaiku'l-Haka- rine eski bir kavuğun oturtulmuş olduğu
ik, 61-62; Şeyhî, Vekayiu l-Fuzalâ, I, 48-49; görülmektedir. Kabrin yanında, duvara
Ayvansarayî, Hadîka, I. 42-44; ay, Mecmuâ-i yaslanmış olan kitabe levhasında da "Bu
Tevârih. 231: Hocazade. Ziyaret. 10-14; Zâ-
kir, Mecmua-i Tekâyâ. 54. 66. 68: K. Kufralı.
mescid-i şerifin banisi merhum el-Hac
"Molla ilahî ve Kendisinden Sonraki Naks- Ahmed Çelebi'nin ruhu için el-Fatiha se­
bendiye Muhiti", TDED. III/1-2, (1948). 135- ne 1181 fî 8 Şevval/1768 " yazısı yer al­
143; Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 203-208; maktadır. Burada iki ihtimal söz konusu­
1. Gündüz, Osmanlûarda Devlet-Tekke Mü­ dur: Ya mescit, ilk banisi ile aynı ada ve
nasebetten, İst., 1989, s. 53-55; H. L. Şuşud, lakaba sahip, bu tarihte vefat etmiş olan
İslâm Tasavvufunda Hâcegân Hanedanı,
İst., 1992, s. 100-102. bir kişi tarafından yeniden inşa ettirilmiş­
tir; ya da bu kitabe 1768'de gerçekleştiri­
EKREM IŞIN
len bir onarıma aittir. Ahmed Çelebi Mes­
cidi birçok onarım ve değişim geçir­
AHMED BUHARI TEKKESİ
miştir. Bugünkü yapı 19. w i n ikinci yarı­
bak. EMİR BUHARI TEKKESİ
sından kalmıştır. Ahmed Çelebi Mescidi
Dikdörtgen bir alam kaplayan mescit M. Baba Tanınan
AHMED ÇELEBİ (Hezarfen) kagir duvarlı ve ahşap çatılıdır. Bu du­
O 7. yy) Kendi yaptığı kanatlı bir araçla varın kuzey kesimindeki kapıdan, kapa­
Ahmed Çelebi Mescidimin, İstan­
uçmayı başarmış ilginç bir kişidir. Hak­ lı son cemaat yeri niteliğindeki mahfile
bul'un işgal altında olduğu yıllarda, Milli
kında bilgi veren tek kaynak olan Evli­ girilmekte, mahfille harimin sınırındaki
Mücadele yanlısı Üsküdarlıların gizli mer­
ya Çelebi'ye göre, Hezarfen Ahmed Çe­ iki ahşap dikmenin arasında harime da­
kezlerinden biri olduğu bilinmektedir.
lebi ilk çalışmalarını Okmeydanînda hil olunmaktadır. Dikmelerle duvarlar
yaptı. Sonra Galata Kulesi'nden Üskü­ arasındaki açıklıklar ajurlu ahşap korku­ Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 214-215: Os­
man Bey. Mecmua-i Cevâmi. II, 56-57, no.
dar Doğancılara kadar, şiddetli rüzgâr luklarla donatılmış, dikmelerin üst kesi­ 247; Raif, Mir'at, 63; İSTA, I, 347-348: Öz, İs­
eşliğinde uçmayı başardı. Saraybur- mi ile kirişe çakılan ahşap köşebentlerle tanbul Camileri. II. 2: Konyalı, Üsküdar Ta­
nu'nda Sinan Paşa Köşkünden kendisi­ Bursa kemeri görünümü yaratılmıştır. rihi. I. 86; İKSA, I, 395-396.'
ni izleyen IV. Murad (hd 1623-1640) Girişteki bu mahfilin üst katı, hanımlara M. BAHA TANMAN
bir kese altınla onu ödüllendirdiyse de mahsus fevkani bir mahfil olarak değer­
sonradan böyle sıradışı bir olayı gerçek­ lendirilmiş, mescidin kuzeydoğu köşesi­ AHMED DEDE (Müneccimbaşı)
leştiren adamın tehlikeli olacağını söy­ ne bu mahfile geçit veren bir merdiven
yerleştirilmiştir. Fevkani mahfilin harime
(1631. Selanik - 27 Şubat 1702, Mekke)
leyerek Cezayir'e sürgüne gönderdi. Ev­ Osmanlı tarihçi. Yaşamının bir bölümü­
liya Çelebi'ye göre. Hezarfen Ahmed bakan açıklığı, ahşap dikmelerle dokuz
nü geçirdiği İstanbul'da müneccimbaşı-
Çelebi orada ölmüştür. bölüme ayrılmış, dilimli kaş kemerlerle
lık görevinde bulunmuştur.
Bibi. Evliya Çelebi, Seyahatname. I, 6 7 0. taçlandırılan bu bölümlerin alt kısmına
ajurlu korkuluklar, bunların üstüne de Konya Ereğlisi'nden Selanik'e göç et­
İSTANBUL
sık dokulu ahşap kafesler konulmuştur. miş. Lutfullah adlı bir çulhanın oğludur.
Kare planlı harimin doğu ve batı du­ Çocukluğu Selanik'te geçti. Babasının sa­
varlarında, ayrıca mahfillerin arkasında natını öğrendi. Selanik Mevlevîhanesi'ne
kalan kuzey duvarında üçer çift, mihra­ kapılandı. l 6 5 5 ' t e İstanbul'a geldi. Med­
bın yanlarında birer çift pencere bulun­ reselere ve cami derslerine devam etti.
maktadır. İki sıra halinde düzenlenmiş Tıp. doğal bilimler, matematik, felsefe,
olan pencerelerden alttakiler dikdörtgen hadis okudu. Dönemin müneccimbaşısı
açıklıklı. üsttekiler kaş kemerlidir. Ufak Mehmed Efendiye şakird (asistan) oldu.
boyutlu ve kaş kemerli bu tepe pencere­ Galata Mevlevîhanesi'nde çile doldumr-
lerinden bir tane de girişin üzerine yer­ ken Mesnevî okudu ve müzik eğitimi al­
leştirilmiştir. Yuvarlak nişli ve sivri ke­ dı. Daha sonra Kasımpaşa Mevlevîhanesi
merli mihrap sade bir tasarım sergiler. Şeyhi Halil Dede'ye bağlandı. Ayrıca dö­
nemin müneccimbaşısı Mehmed Efen­
Harimin tavanında, çıtalardan oluştu­
diden heyet (astronomi), riyaziye (mate­
rulmuş ince uzun dikdörtgenler sıralan­
matik) ve ilm-i nücum (astroloji) dersleri
Hezarfen Ahmed Çelebi'nin Galata maktadır. "Çubuklu" denilen türden bu
aldı. Mehmed Efendi'nin ölümü üzerine
Kulesi'nden havalanışını gösteren bir resim. tavanın merkezinde göbek bulunma­
l 6 6 8 ' d e . IV. Mehmed tarafından münec­
Ana Yayıncılık Arşivi maktadır. Güneydoğu köşesindeki ahşap
cimbaşı ve musahip olarak görevlendiril­
vaaz kürsüsünün tek süslemesi tabanın­
di. Görevi gereği daha çok sarayda çalış­
da sıralanan "çatık kaş kemer" biçimin­
AHMED ÇELEBİ MESCİDİ maya başladı. Biga ve Kemer-Edremit,
deki ajurlardır. 1970'lerde konulduğu an­
Üsküdar İlçesi'nde, Ahmetçelebi Mahal- kendisine arpalık verildi. Müneccimbaşı
laşılan ahşap minber son derece sadedir.
lesi'nde, Hüdai Mahmud Sokağı ile olarak görevi, o zamanın gelenekleri
Mescidin en ilginç unsuru, kuzeybatı kö­
Açıktürbe Sokağının kavşağında yer al­ uyarınca önemli kararların uygulanmaya
şesinde, çatının içinden çıkan bodur ah­
maktadır. konması için en uğurlu zamanı, birtakım
şap minaresidir. Çokgen gövdesini oluş­
astrolojik ölçümler ve tahminler yapıp
Hadîka'da. kitabesi bulunmayan bu turan düşey ahşap panolar, enli çıtalarla
belirlemekti. Örneğin, yeni sadrazama
mescidin, 9 7 5 / 1 5 6 7 - 6 8 ' d e Ahmed Çelebi birbirlerine tutturulmuş, şerefe ahşap
mühür verilmesi, kızaktaki geminin deni­
adında bir hayır sahibi tarafından yaptı­ konsollarla desteklenmiş, kısa bir saçak­
ze indirilmesi, temel atılması, ziyafet ve­
rıldığı bildirilmektedir. Baninin kabri, her la son bulan peteğin üzerine, basık so­
rilmesi, sefere çıkılması vb için ilm-i nü­
ne kadar Hadîka da mihrap duvarının ğan kubbe biçiminde, kurşun kaplı bir
cum denen Doğuya özgü astroloji kural-
önünde bulunduğu kaydedilmişse de. ahşap külah omrmlmuştur.
AHMED EFENDİ ÇEŞMESİ 122

lanna göre zayiçe hazırlıyordu. Saptanan kitabında yer alan kitabe metnine göre, Ahmed Emin, II. Abdülhamid tarafın­
bu uygun zamanlara vakt-i hoceste-fer- çeşme, 1239/1823'te eşraftan el-Hac Ah­ dan, bir heyetle Anadolu'ya gönderile­
câm, saat-i saadet-encâm, vakt-i müba­ med Efendi adında bir zat tarafından rek, Bursa, Bozüyük, Eskişehir ve İz-
rek, eşref saat vb denmekteydi. Tarih-i yaptırılmıştır. Çeşmenin üstü yan taraf­ nik'in pek çok fotoğrafını çekti. Aynı
Raşldde, Müneccimbaşı Ahmed'in bir lardan çıkılan bir düzlük halinde idi ve zamanda iyi bir suluboya ressamı ve
kez, padişahın huzurunda sınavdan geçi­ namazgah olarak kullanılırdı. gravür ustasıydı. Çektiği fotoğraflardan
rildiği anlatılır: IV. Mehmed, bir rikâb Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 416. oluşan bir albümü II. Abdülhamid'e tak­
ağasına billur (kristal) bir kâse vermiş ve ' ZIYA NUR SEZEN dim ederken, albümün kapağını da, fil­
saklamasını istemiş. Sonra Ahmed Efen- dişi oyma sanatındaki tüm ustalığını
di'ye saklananın ne olduğunu sormuş. AHMED EFLAKÎ DEDE göstererek kendisi hazırladı. Fotoğrafla
Ahmed Efendi, elindeki zayiçeyi kullana­ yakından ilgilenen II. Abdülhamid'in
rak, bunun dürbün vb cam ve mercekleri (1808, Tekirdağ - 1876, İstanbul) Eski yaverliğine getirilmesi, onun fotoğrafta­
türünden bir şey olabileceğini bildirmiş. Türk saatçiliğinin son büyük ustası. ki başarısına bağlanabilir. Yaverlik gö­
Padişahın takdirini kazanmış. IV. Meh­ Halveti Şeyhi Kırımlızade Ali Efendi'nin revinden sonra, Mühendishane'de resim
med, merak edip elindeki zayiçeyi almış. oğludur. 1 8 2 6 ' d a İstanbul'a g e l i n c e hocası olarak çalışmalarına devam eden
Arkasında bir dizi borcun yazılı olduğu­ Mevlevîliğe bağlandı. Yenikapı Mevlevî- Ahmed Emin genç yaşta öldü.
nu görünce ihsanda bulunmuş. hanesi'nde dedeliğe kadar yükseldi.
Mevlevîhanede öğrendiği saatçiliği ge­ Bibi. Esad, Mühendishane, 212; Boyar, Türk
IV. Mehmed'in tahttan indirilmesinin Ressamları, 48-50; Çizgen, Pbotography.
liştirmek için Paris'e gitti. Dönüşte II.
(1687) ardından, onunla yakınlığı olan ENGİN ÇİZGEN
Mahmud'un (hd 1808-1839) muvakkitli-
başkaları gibi Ahmed Dede de gözden ğine (saat ayarcılığı) getirildi. Abdülme-
düştü ve Mısır'a sürgün edildi. Kahi- cid döneminde (hd 1839-1861) ingilte­ AHMED FAİZ EFENDİ
re'de dört yıl kaldı. l691'de hacca gitti. re'ye giderek bilgi ve deneyimini artırdı. (? , ? - Mayıs 1807, İstanbul) III. Se-
Mekke Mevlevîhanesi'ne şeyh oldu. Tümü de özgün on saat yaptı. Bunlar­ lim'in sırkâtibi. Bu görevi sırasında ka­
1700'de II. Mustafa tarafından münec- dan biri Topkapı Sarayı Müzesi'ndedir. leme aldığı Rûznâme 18. yy sonu istan­
cimbaşılık için İstanbul'a çağrıldı. Yaşlı­ Daha sonra bu on saati beğenmeyerek bul'u hakkında önemli bir kaynaktır.
lığından dönemedi ve orada öldü. yepyeni bir saat meydana getirdi. Gene Ahmed Faiz Efendi kemankeşlikle
17. yy'ın ikinci yarısındaki istanbul kendi eseri olan D o l m a b a h ç e Sara- (ok atıcılığı) uğraşırken bu işteki ustalı­
kültürünü çok yönlü temsil eden Ahmed yı'ndaki kule biçimli saatin küçüğü olan ğıyla III. Selim'in dikkatini çekti ve En­
Dede; tarih, tıp, tefsir, hadis, mantık, ah­ dört cepheli, cıva yaldızı ile altın görü­ derun'a alındı. Burada eğitim gördük­
lak gibi alanlarda eserler vermiş, Âşık nümü verilmiş, makine ve çark aksamı ten sonra kısa bir süre mabeyncilik
mahlasıyla şiirler de yazmıştır. Asıl ünü­ az bulunur bu saat, yakuttan süsleriyle yaptı, 1791'de de sırkâtibi oldu. Bu gö­
nü sağlayan Sahaifü l-Ahbar adlı iki cilt­ göz alıcıdır. 1870'te Paris Sergisi'nde revi dolayısıyla III. Selim'in yakın çev­
lik Arapça tarihini, çoğu sonradan kay­ sergilenen bu saat de Topkapı Sarayı resinde yer aldı. önemli birçok resmi
bolmuş bulunan Arapça, Farsça, Türkçe Müzesi'ndedir. Ahmed Eflakî Dede. ay­ görüşmede bulundu, sarayda büyük
kaynaklardan yararlanarak yazmıştır. rıca Sadrazam Fuad Paşa'nın da muvak- güç kazandı, atamalarda, yükselmeler­
Eser Camiü'd-Düvel adıyla da tanınır. Hz kitliğini yapmıştır. 18 7 6'da Cağaloğlu- de etkili rol oynadı, yüklü servet edin­
Adem'den l672'ye değin olayları kapsa­ Setbaşı'ndaki evinde vefat eden Ahmed di. Ahmed Faiz Efendi bu konumuyla
yan genel bir tarih olan Sahaifü'l-Ahbar Eflakî Dede'den sonra, eski Türk saat­ çeşitli çıkar çevrelerinin, Nizam-ı Cedid
medrese çevrelerinin tarih bilimine sıcak çiliğini bilen başka bir usta yetişmedi. yanlısı olması dolayısıyla da tutucu çev­
bakmaması yüzünden Lale Devrine de­ Bibi. Büngül. Eski Eserler. II. 47-50: İSTA. I. relerin baş h e d e f l e r i n d e n d i . Mayıs
ğin hiç okunmamış, değeri de anlaşılma­ 1807'de patlak veren Kabakçı Mustafa
mıştır. 1720-1730 arasındaki bilimsel ça­ Ayaklanması(-0 sırasında Topkapı Sa-
lışmalar sırasında şair Nedim'in başkanlı­ rayı'ndan kaçarak canını kurtarmak is­
ğındaki bir kurulca Türkçeye çevrilmiştir. AHMED EMİN (Servili) tediyse de Fatih'te sığındığı evin sarıl­
Osmanlı tarihiyle ilgili bölümleri, güveni­ ması üzerine damdan dama atlarken
(1845, İstanbul - 4 Ocak 1892. İstanbul) düştü ve asilerce öldürüldü.
lir bir kaynaktır. İstanbul'un IV. Mehmed Fotoğrafçı ve ressam. Mühendishane-i
dönemi için de eserde önemli pasajlar Berri-i Hümayun'dan 1865'te mülazım Ahmed Faiz Efendi'nin Rûznâme ad­
yer alır. Sahaifü'l-Ahbar 3 cilt olarak (teğmen) olarak mezun oldu. Aynı yıl. lı eseri Osmanlı döneminde günlük tar­
1285/1868'de istanbul'da basılmıştır. Os­ büyük resim yeteneği nedeniyle. Topha­ zında yazılmış nadir kitaplardandır. El­
manlılara ilişkin bölümü de Arapça aslın­ ne Resimhanesi'ne desinatör olarak alın­ de bulunan nüsha Mart 1791'den Aralık
dan İsmail Erünsal tarafından çevrilerek dı. Burada fotoğraf işleri ile de ilgilendi 1802'ye kadar on bir yılı aşkın süreyi
Müneccimbaşı Tarihi (ist.. 1974, 2 c.) ve bu alanda büyük ün kazandı. kapsar. Rûznâme dönemin siyasi tari­
adıyla yayımlanmıştır. Müneccimbaşı Ah­ hinden çok III. Selim'in günlük hayatı
med Dede'nin diğer eserleri, Risale-i Mu­ çevresinde saraydaki ve İstanbul'daki
sikî, Lisanü'l-Gayb ve'l-ilham. Letâifnâ­ olayları yansıtması bakımından önemli­
me. Gâyetü'l-Beyan fî Dekaik-i İlmi'l-Be- dir. Eserde gün gün padişahın gezileri,
yân, Risale-i Kinaye ve't-Tâ'rizdh. bu münasebetle ziyaret ettiği yerler, ya­
Bibi. Şeyhî. Vekayiu'l-Fuzalâ, II-III. 206-207; pılar, kentte düzenlenen eğlenceler, dü­
Osmanlı Müellifleri, III, 142 vd; Babinger, ğünler, törenler, yarışmalar, meydana
Osmanlı Tarih Yazarları, 258-259: Ali Enver. gelen ilginç olaylar, yangınlar ayrıntılı
Semahane, 9 vd. olarak tasvir edilmiştir. Eser ilk olarak
NECDET SAKAOĞLU Tahsin Öz tarafından tanıtılmış, V. Sema
Arıkan tarafından da yayımlanmıştır.
AHMED EFENDİ ÇEŞMESİ Bibi. Sicill-i Osmanî, I. 27; "Ahmed Faiz
Kuzguncuk'ta, vaktiyle çöp iskelesi ola­ Efendi". İSTA, I. 363; N. S. Örik, 150 Yılın
Türk Meşhurları Ansiklopedisi, İst., 1953, s.
rak anılan yerde yol kenarında yer alır­
80; T. Öz. "Selim IH'ün Sırkâtibi Tarafından
ken, 1972'de Boğaziçi Köprüsü çevre
Tutulan Ruzname", IV, no. 13 (Ağustos
yollarının yapımı sırasında sökülmüş,
1944). s. 26-35; no. 14 (Birincitesrin 1944), s.
taşlan bir süre karayolları şantiyesinde
102-116; no. 15 (Mayıs 1949), s. 183-199; Ah­
muhafaza edildikten sonra yok olmuştur.
Ahmed Emin fotoğraf aletleriyle birlikte. 1886. med Efendi, Rûznâme (yay. haz. V. Sema
Tanışık, çeşmenin 19401ı yıllarda ak­ Arıkan). Ankara. 1993.
Engin Çizgen
madığından söz eder. Yine Tanışık'ın
İSTANBUL
123 AHMED HAMDİ BEY

Çok yönlü bir sanatçı olan Ahmed ilaçlar ve tıbbi müstahzarlar sayesinde
Fehim oyuncu, yönetmen, dekorcu, yö­ kısa sürede yaygın bir üne kavuşmuştu.
netici, yetiştirici ve öğretmen olarak ilk Kola Hamdi, Elixir Hamdi, Kefir, Liqu­
gerçek Türk tiyatro adamı sayılır. İlk eur de goudron, Dermophile ve Sirop
blok sahne dekoru uygulamasını Bur­ iodotannique phosphate en tanınmış
sa'da gerçekleştiren ve Darülbedayi için hazır ilaçlarıdır.
de dekor yapan Ahmed Fehim için Muh­ Ahmed Hamdi Bey eczanesinde staj
sin Ertuğrul anılarında, çok sayıda deko­ yapan gençlerin elinden tutmuş, onların
ru ona yaptırdığını, döneminin dekor eczane sahibi olmalarına yardımcı ol­
yapma ve dekor boyamada tek Türk uz­ muştur. Beşir Kemal (1897 mezunu,
manı olduğunu ve o tarihlerde İstan­ Bahçekapı'da eczane açmıştır), Meh-
bul'da dekorculuğu meslek edinmiş baş­ med Kâzım (1895 mezunu, Beşiktaş'ta
ka kimsenin olmadığını yazar. Anado­ eczane açmıştır) ve Cemal Kâzım (1897
lu'ya turneler düzenleyerek tiyatronun mezunu, Üsküdar'da eczane açmıştır)
buralarda da yaygınlaşmasını sağlayan bunlar arasında en tanınmış olanlarıdır.
Ahmed Fehim gerektiğinde gittiği yerler­ Ahmed Hamdi Bey eczacılık mesleği­
de tiyatro binaları bile yaptırdı. 1919'da nin bilimsel yönüyle de yakından ilgi­
Malul Gaziler Cemiyetinin sinema kolu lenmiş, iyi ilaç yapım yöntemleri üzerin­
kurulunca, bu kolun sanat danışmanlığı­ deki gözlem ve incelemelerinin sonuçla­
na ve yönetmenliğine getirildi. Ahmed rını dergilerde yayımlamış ve meslektaş­
Ahmed Fehİm Fehim Türkiye'de çekilen ilk konulu ları ile tartışmıştır. Halk sağlığı konusun­
Nuri Akbayar filmlerden Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın da da çalışmaları vardır. 1906'da "Cemi-
aynı adlı romanından daha önce de sah­ yet-i Tıbbiye-i Şahane" (Société Imperi­
neye uyarladığı Mürebbiye filmini hem ale de Medecine de Constantinople) ta­
AHMED FEHİM
yönetti, hem başrolünü oynadı. Bu film rafından kurulacak komisyonca "Süt Ço­
(1856, İstanbul - 2 Ağustos 1930. İstan­ Türkiye'de sansür edilen ilk film de ol­ cuklarının Sağlığının Korunması" konulu
bul) Tiyatro oyuncusu, yönetmen, sine­ muştur. Aynı yıl Yusuf Ziya Ortaçin Vic- araştırmalar arasından, seçilecek çalış­
macı. Hattat Abdülkadir Efendi'nin oğ­ tor Hugo'dan Lale Devri'ne uyarladığı maya verilmek üzere 25 altın tutarında
ludur. 1869'da girdiği Tophane Sanayi Marion Delorme'dan oğlu Münif Fe- "Hamdi Bey Ödülü" koyması bu alanda­
Mektebi'nde tornacılık eğitimi gördü. him'in senaryolaştırdığı Binnaz adlı filmi ki kişisel gayretlerine bir örnektir.
Tersanede ve Sanayi Mektebi'nde çalış­ de yönetti. Her iki filmin de görüntü yö­
tı. 1876'da Gedikpaşa Tiyatrosu'nda netmenliğini ilk Türk sinemacısı Fuat
Güllü Agop'un yönettiği İki Sağırlar ad­ Uzkınay yapmıştı. 1926'da döneminin
lı oyunda Uşak Boniface rolüyle oyun­ Maarif Vekili Mustafa Necati'nin deste­
culuğa başladı. Gösterdiği başarıyla dö­ ğiyle 50. yıl jübilesi yapıldı. Aynı yıl Va­
nemin ünlü tiyatro adamlarından Tomas kit gazetesinde Sahnede Elli Sene adıyla
F a s u l y e c i y a n ' m dikkatini ç e k t i ve yayımladığı anıları ölümünden çok sonra
1879'da birlikte Bursa'ya gittiler. Dört Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları (1977)
yıla yakın kaldıkları Bursa'da özellikle adıyla kitaplaştı. Mezarı Büyükada'da,
Ahmed Vefik Paşa'nın Molière uyarla- Türk tiyatrosunun büyük oyuncuların­
malarmdaki rolleriyle ünlendi. dan Ahmed Muvahhit Bey'in yanındadır.
Ahmed Vefik Paşa'nın Bursa'dan ay­
Bibi. C. Filmer, Hatıralar, İst., 1984; G
rılmasından sonra Fasulyeciyan'm gru­
Scognamillo, Türk Sinema Tarihi, I, İst.,
buyla birlikte iki yıl boyunca Filibe, 1987: Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları (haz.
Edime, Çanakkale, Trabzon. Ordu gibi H. K. Alpman). İst.. 1977; M. X. Özön - B.
kentlerde oynadıktan sonra iki yıl da Dürder. Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi, İst.,
Ankara'da kalarak burada çeşitli tiyatro 1967: M. And. Tanzimat; M. Ertuğrul, Ben­
çalışmaları başlattı ve kentteki ilk kon­ den Sonra Tufan Olmasın, İst., 1989: X.
Özön, Türk Sineması Kronolojisi, Ankara,
serleri düzenledi. İstanbul'a dönüşünde 1968; Ö. Xutku. Dünya Tiyatrosu Tarihi, I-II,
Osmanlı Komedi ve Vodvil Heyeti adlı İst., 1985; Ö. Nutku, Darülbedayi'nin Elli Yı­
bir topluluk kurdu. Ardından Mınakyan lı, Ankara, 1969; (Sevengil), Türk Tiyatrosu,
Efendi'nin Osmanlı Dram Kumpanya­ I: And, Osmanlı.
Ahmed Hamdi Bey Müslüman ecza­
s ı n a girerek kendi tarzına uymayan RAŞİT ÇAVAŞ
cıların örgütlenme isteklerine de yar­
dramlarda bir süre oynadıysa da daha
dımcı olmuştur. 250 kadar arkadaşı ile
sonra rol aldığı bir ya da iki perdelik kı­ AHMED HAMDİ BEY
birlikte 1909'da ''Osmanlı Eczacıları İtti-
sa Fransız komedilerinde eski başarısını (?, ? -1909, İstanbul) İstanbul'da eczane had Cemiyeti" (Union Pharmaceutique
sürdürdü. II. Meşrutiyetin ilanından son­ açan ilk Türk eczacı. 1879'da Mekteb-i Ottoman) adlı bir eczacılık cemiyetinin
ra Ahmed Fehim ve arkadaşları, Fehim Tıbbiye'nin Eczacılık sınıfını bitirdi. kurulmasına öncülük etmiş ve bu cemi­
Efendi ve Arkadaşları Kumpanyası gibi 1880'de Zeyrek Yokuşu başında Eczaha- yetin idare heyeti reisliğine seçilmiştir.
çeşitli tiyatro toplulukları kurduysa da ne-i Hamdi adıyla ilk eczanesini açtı. Ye­ Mesleki ve bilimsel çalışmaları nede­
bunlar genellikle bir mevsim yani bir ra­ rin yetersiz kalması üzerine 1895'te Vez- niyle Ahmed Hamdi Bey'e Mecidi (3.
mazan ayı boyunca sürdü. II. Meşruti­ neciler'de, Kuyucu Murad Paşa Medre- rütbe) ve Osmani (4. rütbe) nişanları
yetin ilk günlerinde Şemseddin Sami'nin sesi'nin karşısına taşındı. Bu semtte bir­ verilmiştir. Türk eczacılığının gelişmesi
Besa ve Namık Kemal'in Vatan yahut Si- kaç defa daha yer değiştirdikten sonra için yaptığı çalışmalar nedeniyle meslek­
listre adlı oyunlarını yönetti. Bugünkü Letafet apartmanının (bugün yerinde İÜ taşları tarafından "Şeyhüleczacıyan" ola­
Şehir Tiyatroları'nın temelini oluşturan Fen Fakültesi Zooloji anabilim dalı bina­ rak anılmıştır. Halk arasında ise daha
Darülbedayi'nin komedi bölümünde, sa­ sı vardır) alt katında yeni bir eczane açtı. çok "Ebe Zilha hanım oğlu" veya "Sakal­
nat yönetmeni André Antoinein çağrısıy­ Bu arada 1893'ten başlayarak Haseki lı Hamdi" olarak tanınırdı. Mezarı Eyüb
la kısa bir süre genç oyuncuları yönetti. Hastanesi başeczacılığını da yürüttü. Sultan kabristanmdadır. Eczacılık dip­
Muhsin Ertuğrul'un 1918'de kurduğu
Ahmed Hamdi Bey'in eczanesinde loması almış olan Mustafa Asım Hamdi
Sahne-i Edebi'sinde ileri yaşma rağmen
ilaç yapımı için her türlü ilkel madde, (d. 1885, İstanbul) adlı bir oğlu vardır.
sahneye çıktı ve başarı kazandı.
alet ve olanak bulunuyordu. Hazırladığı TURHAN BAYTOP
AHMED KARAHİSARÎ 124

AHMED KARAHİSARÎ sarî'nin de o sırada ondan yazı öğrendi­ leler ve geometrik şekilde tertip ettiği
ği hatıra gelmektedir. kufi yazılarda gösterdiği yeniliklere baş­
(1468 ?. Afyonkarahisar - 1556. İstan­
Münzevi bir hayattan hoşlanan Ah­ ka hattatlarda rastlamak mümkün değil­
bul) Aklâm-ı Sitte (yani "altı çeşit yazı"
med Karahisarî'nin. kendisi gibi kudretli dir. Bunlar, onun yaratıcı bir ruha sahip
demek olan muhakkak, reyhani. sülüs,
bir hat ustası olan kölesi Hasani mane­ olduğunu gösteren örneklerdir. Celi ya­
nesih, tevki ve ııkâ) hattatı. Asıl adı Ah-
vi evlat edinmiş olması evlenmemiş zılarından bazılarını altınla yazmış ve
med Şemseddin'dir. Doğum tarihi ve
olduğunu düşündürmektedir. Sonraları sonra bunların kenarlarını siyah mürek­
hayatı hakkında fazla bilgi yoktur.
Halvetîye tarikatı şeyhlerinden Ishak keple çevrelemiş olması, tezhip ile de
İstanbul'a ne zaman geldiği de bilin­
Cemaleddin Karamanî'ye bağlanmış ve uğraşmış olduğunu gösterir.
miyor. II. Bayezid döneminde (hd 1481-
kendisi gibi yazıdan anlayan bu şeyh ile Bunlardan başka, Süleymaniye Ca-
1512) dikiş yerleri belli olmayan göm­
ruhen anlaşmış ve arkadaşlık etmiştir. mii'nin kubbesindeki yazı da onun ese­
lek dikmekte şöhret kazandığına göre,
önceden bu işle uğraştığı düşünülebilir. Türkçeden başka Farsça şiirler de ridir. Bu yazı zamanla harap olduğun­
Kaynaklara göre çok titiz ve temiz giyi­ söylediği, Bursalı bir şahsa yazdığı mek­ dan Abdülfettah Efendi(->) tarafından
nen bir kişi olan Karahisarî'nin diktiği tuptaki üç beyitlik cevabından öğreni­ yeniden yazılmıştır. Kasımpaşa'daki Pi-
bir gömleği yedi yıl giydikten sonra bir len Karahisarî'nin hat sanatmda hususi yale Paşa Camii'ndeki "Selâmün aley-
fakire vermesine rağmen eskimemiş gö­ bir yeri vardır. O da hocası Esedullah küm..." ayetini onun yazdığı kayıtlı ise
rünmesi II. Bayezid'in kulağına gitmiş gibi, Abbasilerin son halifesi Musta'- de hattatın 1556'da öldüğü; camiin ise
ve emri üzerine diktiği gömleğin dikiş sımin saray hattatı Yakut'un üslûbunu 1577'de yapıldığı düşünülürse yazının
yerlerini terziler bir araya gelip aramış- devam ettirmiştir. Yakut ile 13. yy in Karahisarî'ye ait olmadığı anlaşılır. Ay­
larsa da bulamamışlar. Bunlar mübalağa ikinci yarısında geliştirilen estetik anla­ rıca bazı kaynaklarda Mimar Sinan Tür-
da olsa onun titiz bir sanatçı olduğunu yış bütün İslam hattatlarınca ideal bir besi'nin ve sebilinin yazılarının da onun
göstermesi bakımından önemlidir. yol telakki edilmiş ve Böylece Yakut tarafından yazıldığı bildirilir ki, bu da
Hattatlar arasında sadece Karahisârî yolu, İranlı Esedullahin öğrencisi olan yanlıştır. Zira Sinan, ondan otuz iki yıl
diye anılan Ahmed'in önce nerede ve Karahisârî vasıtasıyla İstanbul'a gelmişti. sonra ölmüştür.
kimden yazı öğrenmeye başladığı belli Karahisârî bu üslubu daha da güzelleş­ 90 yaşma yaklaştığı sırada ölen Ah­
değildir. Habib. Hat re Hattatan adlı tirmeyi başardı. Yakut'un bir ölçüde med Karahisârî, Sütlüce'de Caferâbâd
eserinde Yahya Sofî'den yazdığını kay­ gerçekleştirdiği dinamizmi daha ileriye Tekkesi haziresinde gömülmüştür. En
dederse de yıl olarak bu pek mümkün götürdü; onun kötü bir taklitçisi olmadı. başarılı öğrencisi evlatlığı olan Hasan
görünmemektedir. Zira Yahya Sofî'nin Eğer böyle olsaydı bir okul sahibi ola­ Çelebi'dir.
ölüm tarihi 1477'dir. Ayrıca Ahmed Ka­ mazdı. Kendisinden bir süre önce yaşa­
Bibi. Müstakimzade, Tııhfe, 94; Suyolcuzade
rahisârî de yazılarının altına attığı imza­ mış ve 1520'de ölmüş olan Şeyh Ham­ Mehmed Necib. Devhatü'l-Küttab, İst., 1942,
larında onun adını zikretmez. Yalnızca dullah'ın kurduğu ve Türk zevki hâkim s. 9-10: Nefeszade İbrahim, Gülzar-ı Savab,
Esedullah Kirmânî'nin adını kaydeder. olan okuldan ayrı bir yolda yürümüş ol­ İst.. 1939. s. 21, 58-59: Habib, Hat ve Hat­
masına rağmen 16. yy'da Anadolu'da tatan, İst., 1305, s. 84-85; Rado. Hattatlar, 69-
Ancak Esedullah Kirmânî'nin ne zaman
yetişen yedi büyük hattattan biri olarak 72; A. S. Ünver, Hattat Ahmet Karahisârî,
İstanbul'a veya Afyonkarahisar'a geldiği İst.. 1948.
de bilinmemektedir. Ahmed Karahisârî anılmaktadır.
ALÎ ALPARSLAN
İran'a gidip onun talebesi olmuştur de­ Eserleri, müze. kütüphane ve özel
nilse bile, İstanbul'da Şeyh Hamdullah koleksiyonlardadır. Bunların en önemlisi AHMED MİDHAT EFENDİ
gibi bir üstadın bulunduğu devirde I. Süleyman (Kanuni) için yazdığı büyük
İran'a yazı ö ğ r e n m e y e gitmek öyle boydaki Kuran'dır. İstif (kompozisyon) (1844, İstanbul - 28 Aralık 1912, İstan­
mantıklı bir davranış olmasa gerek. Fa­ yenilikleri göstermiş; bir sayfada yaptığı­ bul) Yaklaşık yarım yüzyıl boyunca ver­
tih zamanında sarayın, İranlı sanatçılara nı başka sayfada tekrar etmemiştir. Diğer diği ürünlerle Türk halkına okuma alış­
kapısını açtığı yıllarda birçok kişi ara­ önemli bir eseri de Türk ve İslam Eserle­ kanlığı kazandırmakta ve çağdaş dünya­
sında Esedullah Kirmânî'nin İstanbul'a ri Müzesi'ndeki büyük boydaki Enam'- yı anlayıp benimsetmekte büyük rol oy­
geldiği ve muhtemelen Ahmed Karahi­ dır. Karahisarî'nin burada yazdığı besme­ nayan gazeteci, yazar.
İstanbul'un Tophane semtinde. Kaf­
kasya göçmenlerinden bir ailenin en
küçük çocuğu olarak dünyaya geldi.
Annesi Nefise Hanım bekâr çamaşırı di­
ker, babası Süleyman Ağa da bunları
pazar yerlerinde satarak ailenin geçimi­
ni sağlamaya çalışırdı. Yaramaz bir ço­
cuk olduğu için babası tarafından Mısır
Çarşısı'nda bir aktarın yanına çırak ola­
rak verildi. Ahmed Midhat, bu mesleği
kısa sürede kavradığı gibi okuma yaz­
ma hevesine de kapıldı. Dükkân kom­
şusu Hacı İbrahim Efendi'den aldığı
derslerle okuma yazma öğrendi. Bu­
nunla yetinmeyerek Galatalı ve Frenk-
ten Fransızca öğrenmeye bile girişti.
1856'da babasının ölümü ile düzenini
kökünden sarstı. O sırada Vidin'de bu­
lunan ve babasının ölümüyle ailenin en
büyük erkeği durumuna gelen üvey
ağabeyi Hafız İbrahim, annesini ve kar­
deşlerini 1857'de Vidin'e getirtti. Burada
ilk defa okula gitme imkânı bulan Ah­
med Midhat, 186l'de Niş'e vali olarak
atanan Midhat Paşa'nın yanında görev
alan ağabeyi ile birlikte bu şehre geldi.
Burada rüştiyeye yazıldı ve kısa sürede
125 AHMED MÍDHAT EFENDİ

okulu bitirdi. 1864'te. yeni kurulan Tu­ Muslî'yi de (1877; yb Musullu Süley­ diği için yazı hayatından çekilen Ahmed
na Vilayeti valiliğine atanan Midhat Pa­ man, 1971) bu sırada yazdı. Dünyaya Midhat Efendi. Darülfünun'da(->), Da-
şa, Ahmed Midhati da vilayet merkezi İkinci Geliş yahud İstanbul da Neler Ol­ rülmuallimat'ta(->), Medresetü'l-Vâ-
olan Rusçuk'a çağırdı, vilayet mektubi muş? (1874) ve Felâtun Beyle Rakım izin'de(->) ders vermeye başladı. Tarih-i
kaleminde görevlendirdi. Devrin gele­ Efendi de (1875; yb 1966) bu dönemin Osmani Encümeni azalığma getirildi.
neğine uyarak ona kendi adını mahlas eserlerindendir. Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye'nin mec­
olarak verdi. Bir süre sonra Midhat Paşa Ahmed Midhat Efendi, 1876'da Ebüz­ lis-i tedris (Öğretim Kurulu) üyesi oldu.
tarafından vilayetin gazetesi Tundya. ziya Tevfik'le birlikte Rodos'ta Medrese-i Bu cemiyetin kurduğu Darüşşafaka'-
yazı yazmakla görevlendirildi ( 1 8 6 8 ) . Süleymaniye adıyla bir okul açmış, hat­ da(-») "ders nazırlığı" da yaptı.
Rusçuk'ta çok hareketli bir hayat geçi­ tâ daha sonra bu okul için aynı adla bir Aktar çıraklığı ile başlayıp değişik
ren Ahmed Midhat bir süre sonra Tu­ ders kitabı da vazıp yayımlamıştır konularda iki yüze yakın eser kaleme
ndran başyazarlığına getirildi. Bu ara­ (1887-88. 3 cüz)'. Aynı yıl Abdülaziz alan bir yazar konumuna, gazete yayın­
da, sonraki yıllarda çok faydasını göre­ tahttan indirilip V. Murad padişah olun­ cısı ve başyazarlığına oradan da Darül­
ceği matbaa mürettipliğini ve makinistli­ ca ilan edilen afla Ahmed Midhat da İs­ fünun hocalığına kadar uzanan hayat
ği de öğrendi. 1869 yılı başlarında Bağ­ tanbul'a döndü. Üç yıl süren sürgün dö­ çizgisi ile Ahmed Midhat Efendi öteki
dat Valiliği'ne atanan Midhat Paşa, Ah­ nemi sonunda ülkede olup bitenleri da­ Tanzimat yazarlarından farklı özellikler
med Midhati da vilayet matbaası müdü­ ha değişik biçimde değerlendirmeye, taşır. Yetiştikleri ortamlar arasındaki
rü olarak beraberinde götürdü. Burada politikayla ilgilenmemeye karar verdi. fark onun çevresine, topluma, dünya­
vilayet gazetesi Zevrdy\ çıkarmaya baş­ Ahmed Midhat Efendi bu yıllara ilişkin ya, hayata başka türlü bakmasına se­
ladı (1869). anılarını yarım bıraktığı Menfa (1877: bep olmuştur. Tanzimatla birlikte Batılı­
Bağdat'ta tanıştığı kişilerden sonraki yb 1988) adlı eserinde anlatmıştır. Sür­ laşma yönünde keskin bir dönemeçten
yıllarda müze müdürü ve ressam olarak gün dönüşü çıkardığı ilk gazete yayım geçen toplumun en temel ihtiyacının
ün kazanacak olan Osman Hamdi Bey hayatı yedi ay kadar süren Ittihad'du eğitim olduğunu önce kendi hayatında
ile Bakır Can Muattar adlı çok dil bilen, yaşamış ve uygulamıştır. Halkın yüzde
derviş kılıklı, filozof görünüşlü bir İran­ 95'nin okuma yazma bilmediği, hayatın
lıdan çok etkilendi. 1869'da ilk kitabı kapalı topluluklar biçiminde sürdüğü
Hâce-i Evveli Bağdat'ta yayımladı, bu­ bir ülkede insanları dış dünyaya aç­
nu Kıssadan Hisse izledi. Birincisi bir­ mak, eğitmek, onlara hem Tanzimat'ın
kaç cüzden oluşan bir ders kitabı, ikin­ sağlayabileceği nimetlerden yararlan­
cisi ise telif ve çeviri kısa öykü ve ma­ mayı öğretmek hem de onları yanlış
sallar derlemesidir. Batılılaşmanın zararlarından korumak
1870'te üvey ağabeyi Hafız İbrahim Ahmed Midhat Efendimin fikri hayatı­
Paşa'nın ölümüyle ailenin bütün yükü nın ve yazarlığının başlıca amacı ol­
Ahmed Midhat in omuzlarına binmiş ol­ muştur.
du. Bu yüzden 1871 başlarında Bağ­ Ahmed Midhat Efendi Osmanlı ülke­
dat'taki resmi görevlerinden istifa edip sine Batı'dan gelen yeni yazı türleri ro­
İstanbul'a döndü. Önce Ceride-i Askeri­ man, hikâye, tiyatro ve özellikle gazete
yede başyazarlık. Basiret gazetesinde yazılarının eğiticilik ve öğreticilik ama­
yazarlık yaptı. Bir yandan da yazdığı ki­ cına hizmet eden birer araç durumun­
tapları evinde kurduğu matbaada kendi dadır. Ayrıca tarih, coğrafya, din, felse­
basmaya başladı. fe, eğitim, ekonomi, fen konularına iliş­
İstanbul'da kendisini politikanın kin eserlerinde de bu amaca hizmet et­
içinde bulan Ahmed Midhat. 1872'de meye özen göstermiştir. "Kırk beygirlik
İbret gazetesinin yönetimini üstlenen yazı makinesi" olarak anılmasına yol
Namık Kemal'le ve onun yakın arkada­ açacak verimli yazı hayatı boyunca bu
şı Ebüzziya Tevfik'le tanıştı. Onlardan görevi bıkmadan, usunmadan sürdür­
Yeni Osmanlılar hareketinin amaçlarını müş, bu yolda sert tartışmalara girmek­
öğrendi ve benimsedi. Bu hızla kendi Ahmed Midhat Efendi ten de çekinmemiştir.
Istanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı
adına çıkardığı ilk gazete olan Devir Ahmed Rasim(->) ve Hüseyin Rahmi
(1872) daha ilk günden kapatıldı, ikinci Gürpınar(->) gibi iki büyük yazarın ye­
gazetesi Bedir (1872) ise ancak on üç (1876). V. Murad'ın tahttan indirilip II. tişmesinde etkili olan Ahmed Midhat
sayı çıkabildi. Birbirini izleyen Letâif-i Abdülhamid'in padişah olmasının ardın­ Efendi, yönetimi altındaki Tercüman-ı
Rivâyât (25 cüz. 1870/71-1894) cüzleri dan Mart 1878'de Takvîm-i Vekayi ga­ Hakikat'te de Ahmet Cevdet Oran(->),
ve Dağarcık (1872) bu yıllarda ortaya zetesinin müdürlüğünü kabul etti. 27 Ahmet İhsan Tokgöz(->) ve Hüseyin Ca­
çıktı. Haziran 1878'de adı her zaman onunla hit Yalçın(->) gibi önemli gazeteci, ya­
İbret gazetesinde çıkan "Millet-i Met- birlikte anılacak olan Tercüman-ı Haki­ zar ve yayıncılara ortam sağlamıştır.
bua" başlıklı yazısı yüzünden gazete ka­ kat gazetesini yayımlamaya başladı. Ahmed Midhat Efendi'nin eserleri
patıldığı gibi Ahmed Midhat da 10 Ni­ 1884'te Meclis-i Umûr-ı Sıhhiye azalığı- Tanzimat döneminin getirdiklerini, gö­
san 1873'te Ebüzziya Tevfik'le birlikte na tayin edildi, 1895'te bu meclisin baş­ türdüklerini; olumlu, olumsuz yönlerini
Rodos'a sürgüne gönderildi. Rodos'ta kanlığına getirildi. Resmi görevleri ya­ o dönemin bir insanının kaleminden
da boş durmayan Ahmed Midhat. yakın nında gazetesinin yönetimini de bırak­ öğrenebilmek bakımından tükenmez
akrabası Mehmed Cevdet adına aldığı madığı gibi olağanüstü verimiyle birbiri bir kaynaktır. Bunlarda Tanzimat'tan II.
ruhsatla İstanbul'da çıkarttığı Kırkam­ peşi sıra kitaplar yayımlamayı da sür­ Meşrutiyet'e kadar geçen yetmiş yıllık
bar (1873) dergisinde telif ve çeviri ya­ dürdü. 1900-1908 arasında yazı hayatı dönemde bilim ve teknikte, yaşama tar­
zılar yayımladı; romanlar, tiyatro eserle­ bir duraklama geçirdi. 1908'de II. Meş­ zında, güzel sanatlar ve edebiyatta, ka­
ri, tarih kitapları yazdı. Bu dönemde ya­ rutiyetin ilanı üzerine yeniden gazeteci­ dında, aile hayatında, dünya görüşünde
zıp yayımladığı Alexandre Dumas (Pe­ liğe döndüyse de II. Abdülhamid döne­ meydana gelen değişmeleri en açık bi­
re) yolunda bir tarihi serüven romanı mindeki faaliyetlerinden dolayı kendisi­ çimiyle görmek mümkündür.
olan Hasan Mellah yahud Sır İçinde Es­ ne pek iyi gözle bakılmadı. Son romanı Edebi eserleri geniş bir coğrafyaya
rar (II c, 1874-1875; yb Denizci Hasan, Jön Türk'le ( 1 9 1 0 ) geçmiş dönemin yayılmış olsa bile 18. ve 19. yy İstanbul
III c, 1975-1981) çok beğenilince Hüse­ olumsuzluklarına ilişkin görüşler sergi­ hayatını, şehrin doğal ve tarihsel çehre­
yin Fellah (1875; yb 1981) ve Süleyman lemiş olsa bile yeteri kadar ilgi görme­ sini gerçekçi bir dille anlatan Ahmed
AHMED MİDHAT EFENDİ 126

Midhat Efendi'de İstanbullu tipler de


büyük bir yer tutar. Hikâye ve romanla­ " G Ö Z G Ö R D Ü , G Ö N Ü L S E V D İ "
rında konuyla bağlantılı uzun açıklama­
lara sık sık yer veren Ahmed Midhat Civelek Hüsnü Üsküdar iskelesinde kayıkçılık eder idi. Bir akşam saat on bir
Efendi, bu pasajlarıyla daha çok bir ta­ buçuğa, on ikiye kadar kayığı içinde büyük iskele başında bulunup artık müş­
rih, bir hayat kesiti tespiti, insan ve çev­ teri zuhurundan [çıkmasından] meyus olarak silâhlarını iskele başına bırakmış
re tasvirleri, geleneklerin açıklanması ve kayığı kızağa çekmek tedarikiyle iştigal etmiye [uğraşmaya] başlamış idi.
gibi hizmetleri yerine getirir. Derken ezan ile beraber yanında genç bir kız olduğu halde ihtiyarca bir ka­
Gençlik'te (1870) çarşı, pazar ve se­ dın geldi:
yir yerlerinde gezip dolaşarak, daha - Aman kayıkçı, bizi Bahçekapısı'na geçir.
çok Kalpakçılarda alışverişe gelen ka­ - Bu vakte kadar nerede kaldınız? Kadın kısmının bu vakit sokakta işi ne?
dınlara bıyık burup kaş göz atan acemi - Artık "Aman" dedim. Evlâdım ol bana kıydırma, vakit kaybetmeyelim, hali­
bir çapkın tipi canlandırılır. mi sana kayıkta söylerim.
Mihnetkeşân (1870) ve Henüz Onye- - (Kendi kendine) Akşam üstü ummadığım taraftan bir kısmet mi geldi de­
di Yaşında (1881; yb 1943) adlı eserle­ sem! (Kadma hitaben) Haydi artık ne ise! (Kızı baştan ayağı süzerek ve içini çe­
rinde İstanbul'un Beyoğlu tarafında bu­ kerek) Senin oğlun olayım amma oğlun olur isem bu yanındakinin kardeşi ol­
lunan genelevler, buralarda çalışan ka­ mam.
dınlar, bu evlere devam eden kişiler yer Tabancalarını devşirerek kayığa girer, iskeleye yanaştırır ve kadın ile kızı
alır. Bunlardan birincisinde baş kahra­ alarak denize açılır. Biraz açılınca hem küreklerini yağlar ve hem de söze baş­
manlardan biri bir Müslüman kız. ikin­ lar:
cisinde ise bir Rum kızdır. Yazar ayrıca - (Sırıtarak) Ey hanım abla söyle bakalım. Fakat kavlimizi [sözümüzü] unut­
kaleme aldığı Yeryüzünde Bir Melek 'te ma "Senin oğlun olurum amma yanındakinin kardeşi olmam.'' demiş idim. Gö­
de (1879) benzer konuyu ve benzer ka­ züme pek parlak görünüyor.
dın tipini canlandırır. - Eh evlâdım ırzımızı sana teslim ettik artık...
Yeniçeriler (1871; yb 1942), bu aske­ - Tamam öyle etmeli ya, buldunuz ciğer inanacak kediyi. O bir tarafa kalsın
ri ocağın son yıllarındaki korku, isyan şu siz bu vakit Üsküdar'da ne geziyorsunuz; eğer Üsküdar'lı iseniz İstanbul'da
ve patırtı dolu İstanbul günlerini. Top­ ne işiniz var? Çabuk söyle zira kollarım titriyor, kürek çekemiyorum. Sonra, İs­
hane ve Galata meyhanelerini, buralara tanbul'a varamazsınız ha!
devam eden yeniçeri zabit ve askerleri­ - Aman evlâdım. Artık ocağına düştük. Fakat sen bizi fena zannetme ve bi­
ni anlatır. Eserde olaylar, kişiler, yer ve ze şu muamelede bulunma. Bugün izinsiz nasılsa şeytana uyarak Üsküdar'a ge­
zaman bakımından İstanbul anlatılmak­ lin görmeye geldik, dalıp kaldık. Bu akşam eve yetişemez isek herif bizi öldü­
tadır. Yazarın ayrıntılarla çizdiği kaba­ rür.
dayı yeniçeri portreleri, bunların kendi - Vay sizin herif te mi var?
aralarında kullandıkları özel deyim ve - Var ya.
kelimelerden oluşan yeniçeri argosunun - Ne bok yer, o herif bu kızm kocası im?
yansıtılması, giyim-kuşamlarmdaki en - Hayır benim kocam.
küçük ayrıntının bile ihmal edilmemesi - Ha! şöyle söyle... Şey hanım nine bu kızın nişanlısı mişanlısı var mı? (Ken­
dikkati çeker. di kendine) Kollarda da takat kalmadı.
Bahtiyarlıkla (1885) İstanbullu ol­ - Hayır evlâdım. Henüz kısmetini bekliyor.
madığı için esef eden zengin bir köy - (Kendi kendine) Tuhaf. Şunun kısmeti ben olsa idim ne olur idi. (Kadına
ağasının oğlu Senai ile şehir çocuğu ol­ hitaben) Lâkin Allah bağışlasın. Pek güzel. Sahihan ırz ehli olduğunuzu kızın
duğu halde köyde yaşamayı tercih eden yüzünden anladım. Bak bak ne kadar mahcup, yüzüme bile bakmıyor. Hem
Şinasi arasındaki karşıtlıklar ele alınır. yüreğim de bana diyor ki siz ırz ehlisiniz. Çünkü bu akşam üstü ezandan sonra
Senai babasından kalma mirası Beyoğlu siz kayıkta, ben de Civelek Hüsnü iken yüreğim bana çok şeyler söylemek lâ­
eğlence yerlerinde har vurup harman zım gelir idi. Amma bıçağım hakkıyçin yemin ederim ki şu halde yüreğim hiç­
savurur. Bu eserde Senai'nin devam et­ bir fenalık düşünmiyör.
tiği çalgılı kahvelere de yer verilir, an­ - Allah yiğitliğini bağışlasın oğlum.
cak bunlardan o dönemin en alafranga - Valide doğru söylüyorum, kazan-ı şerif hakkıyçin yüreğimden bir fenalık
eğlence yerlerinden "Cafe Flamme" ay­ geçmiyor. Bu kızın babası kim?
rıntılı bir biçimde tanıtılır.
- Babası Cellât Hasan'dır.
Obur (1885: yb 1945). eski İstanbul - Ne dedin? Ne dedin? Cellât mı dedin? Vay avradını!...
hayTatının birçok yönünü çok iyi yansı­ - Cellât onun lâkabıdır. Kendisi topçudur oğlum.
tan, mirasyedi zenginlerin maskara du­ - Ha şöyle. Ben de cellât zannettim de... Hanım nine bana Civelek Hüsnü
rumuna düşmüş bazı tiplerle birtakım derler. Ben de yeniçeriyim.
muziplikler yaparak nasıl eğlendiklerini Ahmed Midhat, Yeniçeriler, İst., 1942; s. 33-35
anlatan bir uzun hikâyedir. Bu hikâyeye
adını veren Fil Tahsin obur olduğu ka­
dar pisboğazdır da. Eserde bir mirasye­
diye dalkavukluk eden ''molla" ile ya­ ceki yıllara ait bir uzun hikâyedir. Eser­ kuşamı ve davranışları ayrıntılarıyla tas­
lancı "tabip" tipi de vardır. Eserde eski de eski İstanbul'un eğlenceli âdetlerin­ vir edilmiştir.
İstanbul mutfağına ait bazı yemeklerin den helva sohbetleri(->) anlatılır: bu Hüseyin Fellah (1874; yb 1981). ko­
nasıl hazırlandığı abartılı tariflerle anla­ toplantılarda oynanılan eğlenceli oyun­ nusu büyük ölçüde Cezayir'de geçmek­
tılmaktadır. lardan, özellikle "yüzük oyunu"ndan(-0 le birlikte Yeniçeri Ocağı'nın kapatılma­
Çingene (1887). halk arasında anlatı­ ayrıntılı olarak söz edilir, oyuncuların sından önceki yıllara ait olayları anlatır­
lan bir çingene kızı masalından yola çı­ kendi aralarmda yaptığı şakalara kadar ken bazı kabadayı tiplerini canlandır­
kılarak yazılmıştır. Hikâyede Kâğıthane yer verilir. Bir gözü dışarda kadının evi­ ması bakımından ilginçtir. Eski Galata
mesiresindeki âlemlerin ve buralara de­ ne aldığı sıradan bir İstanbullu olan hendeklerini, buralarda işlenen cinayet­
vam eden kahramanların tasvirleri yapı­ Behram Ağa ile aynı kadının belalısı bir leri anlatması ve çubukçuluk, lülecilik
lır. Kâğıthane âlemlerinin gerçekçi bir yeniçeri ve "paşalı" kocası arasında ge­ zanaatıyla ilgili bilgiler vermesi de İs­
anlatımla canlandırıldığı görülmektedir. çen olay yeniçerinin ve kadının "paşalı" tanbul açısından dikkat çekicidir.
Dolaptan Temaşa (1890; yb 1986), koca tarafından öldürülmesine kadar Dünyâya İkinci Geliş yahut İstanbul'­
Yeniçeri Ocağı'nın kapatılmasından ön­ uzanır. Yeniçerinin konuşmaları, giyim da Neler Olmuş? (1874), Marmara Deni-
121 AHMED MUHTAR PAŞA

zi'ndeki ıssız adalardan birinde sevdiği Paşa'nın başkanlığında Alman Gromkov


kadınla birlikte yedi yıl yeraltındaki bir Paşa ve mühendislik okulu öğretmenle­
mağarada yaşamış bir genç adamın hi­ rinden Alman Jasnıund'dan oluşan ko­
kâyesidir. Konusunu eski İstanbul ko­ misyon Yıldız Sarayında bir silah müze­
naklarında, sonu ölümlerle biten entri­ si kurduysa da, bu müze kısa sürede
kalardan alan bu eser Ahmed Midhat kapandı.
Efendinin olay içinde olay kurgusunu I I . Meşrutiyetin ilanından ( 1 9 0 8 )
çok başarılı bir biçimde uyguladığı ör­ sonra, zamanın Tophane Müşiri Ali Rı­
neklerdendir. za Paşa'nın desteği ile Ahmed Muhtar
Felâtun Bey ile Rakım Efendi (1875; Paşa yeniden müze komisyonu başkan­
yb 1966), alafrangalık özentisi içinde bir lığına getirildi. Yine aynı yıl Harbiye
genç olan Felâtun Bey ve mütevazı ha­ Nazırı Mahmud Şevket Paşa'nın önerisi
yatıyla örnek teşkil eden R a k ı m Efendi ile Esliha-i Askeriyye Müzesi'nin ilk
etrafında gelişen olayları konu edinir. müdürü oldu. 1 9 0 8 - 1 9 2 3 arasındaki
Ahmed Midhat Efendi Yalısının restorasyon
Eserde o dönemin kibar muhitleri ile öncesi sağ yan cephesi. müdürlüğü sırasında müzenin adı Mü-
halk kesimi çok gerçekçi bir biçimde Oğuz Ceylan ze-i Askerî-i Osmani olarak değişti.
canlandırılmaktadır. 19l4'te müzeye bağlı olarak bir mehter
Karnaval (1881), Beyoğlu çevresin­ 19. yy başlarında inşa edildiği bili­ takımı kuruldu.
de yaşayan Hıristiyanların büyük per­ nen yalı bir bodrum, bir zemin, iki nor­ Ahmed Muhtar Paşa, aynı zamanda
hizden önce yaşadıkları yeme-içme ve mal ve bir çatı katı olmak üzere toplam askeri marşlar bestelemiş, güfte yazmış­
eğlence dolu dinsel bir bayramı, zengin beş katlıdır. tır. Verimli bir yazar olarak, çoğu asker­
bir Ermeni kan kocanın yaşadığı eğlen­ Yapı tamamen simetrik bir anlayışla lik tarihi ve topçulukla ilgili makale ve
celi hayatı da canlandırması bakımın­ inşa edilmiştir. Mimari planlamada ha­ kitapları vardır. Bunlardan en önemlisi
dan ilginçtir. rem ve selamlık bölümleri kendini belli sayılan Feth-i Celil-i Konstantiniyye
Dürdane Hanım (1882; yb 1951). eder. İki bölüm arasındaki kapılar, da­ ( 1 3 2 0 / 1 9 0 2 ) tarihçilik açısından fazla
külhanbeyi kayıkçılar arasına karışmış ha sonra kapatılmıştır. Yalıda yaşamla­ değer taşımamakla birlikte İstanbul'un
erkek kılığında bir genç kızın başından rını sürdürmekte olan Ahmed Midhat fethine ilişkin o döneme kadar yazılmış
geçenleri anlatır. Eserde Galata meyha­ Efendinin vârislerinin ifadelerine göre, en kapsamlı eserdir.
neleri ve buralara devam edenler ustaca çıtalar ile oluşturulmuş geometrik mo­ Gazeteci ve yazar Sermet Muhtar
canlandırıldığı gibi ad verilmeden tele­ tifli tavan süslemeleri bir tamirat sıra­ Alusün(->) babası olan Ahmed Muhtar
fondan da söz edilir. sında kaldırılmıştır. Bu döneme ait bir Paşa, kısa bir emeklilik döneminden
Jön Türk (1910), II. Abdülhamid dö­ tavan motifi, yalının deniz cephesi çık­ sonra, İstanbul'da öldü.
neminin jurnalci ortamında sevgilisi ta­ masının altında görülmekteydi. 19801i
Bibi. Esad. Mühendishane. 1312, s. 230-231:
rafından jöntürklükle itham edilen ve yılların ortalarında yalının rölöve ve 1986, 183: Gövsa, Türk Meşhurları, 257-258;
bu yüzden sürgüne gönderilen bir gen­ restorasyon çalışmalarına başlanılmış Tülin Çoruhlu. "Ahmed Muhtar Paşa", DİA,
cin başına gelenleri konu edinir. Eserin ve yalı günümüzde yeni bir iç mekân II. 106-108; M. H. Yınanç. "Tanzİmat'dan
düzenlemesiyle kagir bir yapıya kavuş­ Meşrutiyet'e Kadar Bizde Tarihçilik". Tan­
baş tarafında yer alan konak tasviri ile zimat, İ, İst.. 1940. s. 587; X. Eralp, "1908-
bütün ayrıntılarıyla anlatılmış bir İstan­ turulmuştur.
1923 Döneminde Türkiye Askeri Müzesi'nin
bul düğünü oldukça ilginç tespitler ihti­ Yalının eski fotoğraflarında görülen, Batılı Anlamda Kuruluşu ve Kültür Hayatın­
va etmektedir. çatı katındaki cihannüma, restorasyon daki Yeri", İkinci Askeri Tarih Semineri-Bil-
esnasında inşa edilmiştir. Cephede ci­ diriler, Ankara. 1985. s. 285-294.
Bibi. İ. Hakkı (Eldem). Ondördüncü Asrın
Türk Muharrirleri. I. Defter: Ahmed Midhat hannüma ile kendini belli eden. çatı ka­ İSTANBUL
Efendi, İst., 1308: Ali Muzaffer, Terâcim-iAh- tındaki çokgen mekânda Ahmed Midhat
vâl-i Meşâhir yahud Zamanımız Osmanlı Efendi'nin temsiller verdirdiği söylen­
Üdebâ ve Muharririni: Ahmed Midhat Efendi. mektedir.
İst., 1317; Abdurrahman Şeref, "Ahmed Mid­
hat Efendi", TOEM. III, S." 18 (1 Şubat 1328), Yalının c e p h e mimarisinde ampir
1113-1119: Ahmed Midhat Efendi (yay. Re­ tarzm etkili olduğu görülmektedir.
simli Gazete), İst., 1927: İ. Hikmet (Ertaylan), OĞUZ CEYLAN
Ahmed Midhat, ist., 1932; M. N. Özön. Türk-
çede Roman Hakkında Bir Deneme. İst..
1936, s. 187-332; K. Yazgıç, Ahmed Midhat AHMED MUHTAR PAŞA
Efendi. Hayatı ve Hatıraları, ist., 1940; M. (1861, İstanbul - 1926: İstanbul) Askeri
Baydar, Ahmet Midhat Efendi, İst., 1954; H.
Müze'nin(->) ikinci kurucusudur.
T. Us, Ahmet Mithat'ı Anıyoruz, İst., 1955; A.
H. Tanpmar. XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi. Davutpaşa'da doğdu. Kolağası Hasan
ist., 1956, s. 433-436; C. Kudret, Ahmet Mit­ Efendi'nin oğludur. Mühendishane-i
hat, Ankara, 1962: ay, Türk Edebiyatında Hi­ Berrî-i Hümayunu bitirdi. 1881'de er-
kâye ve Roman, I, İst., 1965. s. 27-54: M. S. kân-ı harp (kurmay) yüzbaşısı oldu.
Çapanoğlu, İdeal Gazeteci Efendi Babamız
Ahmed Midhat, İst., 1964; M. O. Okay. Batı 1885-1894 arasında Mekteb-i Hayriye'de
Medeniyeti Karşısında Ahmed Midhat Efendi. hocalık yaptı.
Ankara, 1975; ay, "Ahmed Midhat Efendi", 1 8 9 5 ' t e miralay rütbesivle Umum
TDEA, I, 68-70; ay, "Ahmed Midhat Efendi". Topçu ve İstihkâm Komisyonu azalığına
DİA, II, 100-103:' H. Z. Ülken, Türkiye'de
Çağdaş Düşünce Tarihi, İst., 1979. s. 107- tayin edildi. 1902'de mirliva. 1906'da fe­
121, 216, 224; Ş. Rado, Ahmet Mithat Efendi. rik rütbesine yükseldi.
Ankara, 1986; S. E. Siyavuşgil, "Ahmed Mid­ II. Meşrutiyetin ilanından birkaç yıl
hat Efendi", İA, I, 184-187. önce. I I . Abdülhamid tarafından silah
NURİ AKBAYAR - M. SABRİ KOZ alımı için Avrupa'ya gönderilen Ahmed
Muhtar Paşa. Avusturya. Almanya ve
AHMED MİDHAT EFENDİ YALISI Fransa'da gördüğü askeri müzelerle ilgi­
Beykoz, Yalıköy mevkiinde, sahil yolu ile li izlenimlerini zamanın Tophane Müşiri
Boğaziçi Suyolu arasında kalan düz bir Zeki Paşa'ya aktardı ve İstanbul'da da
alanda yer alır. Tapuya, Beykoz, 68 paf­ böyle bir müze kurulmasını önerdi. I I .
ta, 469 ada, 20-21 parseller ile kayıtlıdır. Abdülhamid'in onayıyla Ahmed Muhtar
AHMED NAİLÎ 128

AHMED NAİLÎ (Galatalı) dur. I. Ahmed döneminde (hd 1603- rikatçı zümrelerin çatışması da bugün­
(?, İstanbul - 1812, İstanbul) Sülüs ve 1617) saraya alındı. Enderunda eğitim lerde başladı.
nesih hattatı. Zarifi adlı bir gemicinin gördü. Silahdarlığa kadar yükseldi. Gü­ Nisan l 6 5 1 ' d e dağıtılması gereken
oğludur. Hat hocası Kütahyalı Mustafa zel yüzlü ve şişman oluşundan önceleri ulufe için hazinede para bulunmadığı
Efendi'dir. Ahmed Nailî imzasını bazen "Malak", daha sonra "Melek" lakabıyla gibi gelecek iki yılın kamu vergi alacak­
"Galatalı" bazen "Eyüplü", Hat ve Hat- anıldı. 1640'a doğru dış göreve çıkarak ları da satılmıştı. Ahmed Paşa, tüm vezir
tatan'a. göre bazen de "Kasımpaşalı" di­ Diyarbekir. Erzurum, Şam, Halep, Bağ­ haslarına el koydu. Gürcü Mehmed Pa­
ye atmıştır. dat valilikleri, Musul muhafızlığı görev­ şa ise, sadrazamı rüşvet almakla suçlu­
lerinde bulundu. 1644'te IV. Murad'ın yordu. Üst yönetimde ilişkiler gerginle­
Galata'daki Taşmektep'te uzun yıllar
kızı İsmihan Kaya Sultanla evlenerek şirken ilmiye sınıfı içinde de tütünün
hat hocalığı yapan Ahmed Nailî çabuk
saraya damat oldu. Bir görev değişikliği haram olup olmadığı konusundan kay­
yazan bir hattat olarak tanınmıştır. 120'-
sonrasında yeniden Bağdat Valiliği'ne naklanan çatışma şiddetlenmişti. Döne­
den fazla Kuran yazmıştır. 99. 100 ve
gitmek üzereyken Kaya Sultanin aracılı­ min ünlü şeriatçısı Üstüvanî Mehmed
101. Kuranları Türk ve İslam Eserleri
ğı ile 5 Ağustos l650'de sadrazamlığa Efendi başkentte oluşturduğu çeteyle
Müzesi'ndedir. îbnülemin Mahmud Ke­
atandı. Padişah IV. Mehmed henüz 9 tekkeleri basıyor, şeyhleri, denişleri dö­
mal İnal Son Hattatlarda 1226/1811 ta­
yaşında bir çocuktu. Kösem Mahpeyker vüp sövüp tutukluyordu. Şeyhülislamın,
rihli 121. Kuran'ınrn Ekrem Hakkı Ay-
Sultanin ve ocak ağalarının İstanbul'da­ İstanbul'daki İngiliz balyosunu (elçi),
verdi'de olduğunu yazar. Şevket Rado
ki egemenlikleri doruk noktasındaydı. bir konudan dolayı huzuruna getirtip
da Türk Hattatlarında 1222/1807 tarihli
Eyaletlerden vergi toplanması ve baş­ sorguya çekmesi, sonra da ahıra hapset­
113. Kuranını gördüğünü bildirir. Oğlu
kente aktarılması neredeyse durmuştu. tirmesi, olaylara bir de diplomatik skan­
Hafız İbrahim Efendi de hattattır. Ah­
Divan üyeleri bile ancak rüşvetle ve es­ dal kattı. Ocak ağaları, Ahmed Paşa'yı,
med Nailî sülüs ve nesihte Hafız Os-
nafa salgınlar salarak geçimlerini sür­ Karadeniz'den dönen donanmayı seyre
man(->) okuluna bağlıydı.
dürmekteydiler. Kimse dış göreve ve gönderip Topkapı Sarayına gittiler. Ba-
Bibi. Habib, Hat ve Hattatan, İst.. 1305. s. valiliklere gitmek istemiyordu. haî Efendiyi azlettirip Karaçelebizade
163; İnal, Son Hattatlar, 218-221; Rado. Hat­ Abdülaziz Efendi'yi şeyhülislamlığa ge­
tatlar, 187. Ahmed Paşa, mühr-i hümayunu al­
dıktan sonra kola binip kenti dolaştı ve tirttiler. Bu tür kararlar, o zaman "İçerü"
ALİ ALPARSLAN
Kaya Sultan'ın Eyüp'teki sarayına gitti. denen harem dairesinde almıyordu.
Ertesi gün, şeyhülislam, kazaskerler, Halk, Abdülaziz Efendiye "Balyos Müf­
AHMED NECİB lisi" adını taktı. Yine Nisan l651'de, Ah­
ağalar padişaha çıkıp aylıkların öden­
(1833 ?• İstanbul - 1898. İstanbul) Batılı mediğini şikâyet ettiler. Ahmed Paşa. med Paşa'mn özel olarak yaptırttığı kal­
anlamdaki tiyatro sahnesine profesyo­ defterdarı. İstanbul kadısını değiştirdi. yon Bahçe Kapısı'nda denize indirilme­
nel olarak çıkan ilk Türk ve Müslüman Kendisini her konuda "evrenin vekili" si sırasında yan yatıp battı, 50 kişi bo­
tiyatrocudur. 1869-1870 döneminde. ilan eden ve İstanbul halkını korkutmuş ğuldu. Halk. bunu da Ahmed Paşa'mn
Güllü Agopün gazetelerde yaptığı du­ bulunan Müneccimbaşı Hüseyin Efen- uğursuzluğuna yorumladı. "Ah ile batdı
yuru üzerine, onun yönettiği Osmanlı di'yi Boğaziçi'nde sandalda yakalatıp vezirin gemisi deryaya" tarihi düşürül­
Tiyatrosu'na giren Ahmed Necibin ilk boğdurttu. Müneccimbaşı patriklerden, dü.
büyük rolü Kasım 1871'de oynanan Ay- elçilerden rüşvetler alır. Kösem Sultana Kapıkulu askerlerine haziranda ulufe
yar Hamzddaki Muhterem Efendi rolü­ ve Murad Ağa'ya dayanarak her işi çevi­ dağıtılamaması sonucu sipahiler, ocak
dür. Gedikpaşa'daki Osmanlı Tiyatro- rirdi. Ahmed Paşanın bu bir-iki önlemi ağalarım taşladılar, defterdarın konağını
su'nda oynamadan önce ortaoyununda yüzünden, yeniçeriler kuşkulanıp ulufe bastılar. Bir iki elebaşıları boğdurulunca
pişekâr rolüne çıktığı da bilinir. divanı günü eyleme geçtiler. Asker güç­ Üsküdar'a geçip "yoldaşımızın kanını is­
Ahmed Necib Schiller'in Haydutlar lükle yatıştırıldı ve ertesi gün ulufeleri teriz!" diyerek gösteri yaptılar. Bu olaya
adlı oyununda sahneye sarıkla çıkacak dağıtıldı. "Yenicami Vak'ası" denmiştir.
kadar geleneklerine bağlı olmasına kar­
Daha kaygılandırın bir durum, İstan­ Merkezi yönetimin Üsküdar'da bile
şın, kısa zamanda Tanzimat dönemi ti­
bul'a gelmesi gereken zahire yüklü ge­ etkinliği yoktu. Rüşvete doymayan ocak
yatrosunun önemli oyuncuları arasına
milerin İzmir açıklarında yabancı gemi­ ağaları, piyasaya egemendi. Bunlar, tür­
girdi. 1885'ten sonra Mınakyan'ın yönet­
lere satılması, başkentin kıtlık tehlikesi­ lü mallan kente getirip yüksek hatlarla
tiği Osmanlı Tiyatrosunda rol aldı. Bin-
ne düşmesiydi. Bunlardan habersiz ço­ ve zorla çarşı esnafına devredip bedel­
bir Gece Masallarından Gozzi'nin oyun,
cuk padişaha, bostancıbaşı ve silahdar lerini tehditle topluyorlardı. Esnaf beş
Weber'in müzik ve Puccini'nin de ope­
ağası. Kâğıthane'de. İmrahor Köşkü ko­ parasız kalmıştı. Celeplerin İstanbul'a
ra haline getirdiği ünlü Turandot masa­
rusunda önüne tilkiler, tavşanlar bıraka­ koyun getirmelerini yasaklayıp bu işi de
lından uyarladığı İdbar ve İkbal (1874),
rak ilk av zevkini tattırmaktaydılar. Bü­ üstlendiler. Etin okkasını 8 akçeden 13
19. yy Türk tiyatro yazarlığı içinde ken­
yük alay göstererek İstanbul'a gelen akçeye çıkardılar. Bursa ipeklisine, di­
dine özgü bir yer tutan, masal havasın­
Avusturya elçisiyle aradaki antlaşmayı misine. Bağdat ve Şam hilalilerine el
da gelişen fantezi bir oyundur. Ahmed
yenileyen Ahmed Paşa, ekonomik so­ koydular. Şikâyetlere karşı da "İstanbul,
Necib'in, Nedamet yahut Hırsız Evlat runlara eğilmek istedi. İstanbul'a tek varsıllar şehridür. Fukara şehri değül-
( 1 8 7 5 ) adlı oyunu da Osmanlı Tiyat-
kuruş mukataa bedeli ve vergi gelmi­ dür. Geçiminden âciz olan varsun taşra­
rosu'nda sahnelendi.
yordu. Devlet bütçesi. Bağdat ve Mısır ya getsün. Bulgur bulamaç yesün!" de­
İSTANBUL gelirleri ile kaptan-ı deryanın ödentisiy- mekteydiler. Dalkavukları ise ağalarına
le döndürülmeye çalışılıyordu. Bu sıra­ "Bir alay Türk, çiftlerin(i) bozup gelüb
AHMED NİYAZİ EFENDİ da donanmanın denize açılma zorunlu­ böyle nazenin şehirde zevk idüb et ve-
TEKKESİ luğu yeni kaynaklar gerektirdi. sâir şey ayaklarına gelüb onbeş akçeye
bak. AĞAÇKAKAN TEKKESİ Ahmed Paşa, iç hazineden borç ister­ almağa âr mı iderler? Hazzı olmayan es­
ken eyaletlere de tekâlif-i şakka (yasal ki yerine gitsün!" diyorlardı. Ocak ağa­
AHMED PAŞA (Melek) dayanaksız vergi) buyrukları yazdı. İs­ ları, hazineden çektikleri halis akçe ulu­
(1604, ? - 1 Eylül 1662. İstanbul) Os­ tanbul çarşı esnafına altından kalkıla­ feleri, Yahudi sarraflarda ayarı düşük
manlı sadrazamı. Hazine açığını kapat­ maz salgınlar saldı. Artık divan oturum­ akçelerle bozdurup askere dağıtıyorlar­
ma önlemleri alması, İstanbul'da fiyatla­ larında, üyeler birbirlerini en ağır söz­ dı. Defterdar da bu yolu denemek iste­
rın dört kat artmasına neden olmuştur. lerle itham etmekteydiler. İstanbul, taş­ di. Bosna dolaylarından toplattığı bozuk
Evliya Çelebi'nin koruyucusu olduğu radan gelen şikâyetçilerle dolmuştu. akçeyi, meyhanecilerden toplanan kızıl
bilinir. Öte yandan, şeriatı en katı kuralları ile kırpık paraları, esnafa zorla verip her
Abaza asıllı Pervane Kaptanın oğlu­ uygulamadan yana Kadızadeliler ile ta­ 118 akçeye bir altın almaya kalkıştı. Bu
129 AHMED PAŞA

altınları da Yahudi sarraflara ikişer riya­ AHMED PAŞA (Humbaracı) gitti. Yeğen Mehmed Paşa sadrazamken
le bozdurtup bu yollardan 240.000 ri­ (1737-1739) Babıâli'deki etkinliğini yitir­
(14 Temmuz 1675, Coussae, Fransa -
yal sağlamayı ve ulufe dağıtmayı tasar­ di. Bir toplantıda reisülküttab, kendisi
14 Man 1747, İstanbul) Asıl adı Claude
lıyordu. Toplanan düşük akçeler defter­ için "Bu herif üç ağızla yiyor, yine doy­
Alexandre Comte de Bonneval'dir. Bo­
dar sarayına yığıldı, keselere taksim muyor. En ziyade yediği yerler, Türki­
urbon hanedanından bir prensti. Serü­
edildi ve bedestene taşıtıldı. 21 Ağustos ye. Fransa ve Sicilyateyn" diyerek dü­
venlerle dolu yaşamının son on altı yı­
1651 günü, Bedesten Kethüdası, esnaf şüncesini açıklamıştı. Gerçekten Ahmed
lını İstanbul'da geçirmiş, Üsküdar'da
ihtiyarları çağrıldı. Herkes itiraz etti. Paşa, birçok devletin yöneticileri, elçi­
Humbaracı Ocağı'nı kurmuştur. Lale
"Devletli vezir, biz bu yıl on dört vergi ler, hatta Tekirdağ'da oturan Macar
Devri sonrasında Osmanlı başkentinin
çektik. Kesat ise canımıza kâr etti. Ağa­ Prensi R a k o c z i ile h a b e r l e ş i y o r d u .
askeri, siyasal ve sosyal çevrelerinin et­
ların Karadeniz'den gemilerle getirttik­ 1738'de humbaracıların ulufe alamama
kili kişilerindendir.
leri bakır ve şap ve fındık ve tuz. İz­ yüzünden ayaklanmaları sonucu tutuk­
Fransa ve Avusturya ordularında gö­
mir'den şaykalarla gelen sabun ve dimi lanarak Kastamonu'ya sürgün edildi.
rev alan Bonneval, l~l6'da Petervara-
ve sakız ve boğası, bunca şeyler de bi­ Bu. Avrupa'da yankılar uyandırdı. "Tu­
din Savaşı'nda mareşal oldu. Prens Eu-
ze aktarıldı" denilince derterdar hepsini haf! Nasıl olmuş da sadrazamı düelloya
gene'le bozuşup 1729'da Osmanlı top­
kovdu. Esnaf, dükkânlarını kapattı. Da- davet etmemiş?" bile dendi. Birkaç ay
raklarına sığındı ve Saraybosna'ya geldi.
vutpaşa Mahkemesi yanında toplandı­ sonra döndü. Fakat artık Babıâli ile iliş­
Müslüman olup Ahmed adını aldı. İs­
lar. Oradan şeyhülislam konağına yürü­ kisi kesilmişti.
tanbul'a gelmesi için izin çıktı. Fakat
düler. Abdülaziz Efendi "Ben sizin işini­ Son yıllarında Beyoğlu'ndaki evine
henüz Edirne'de iken Patrona Halil
ze karışmanı!" d e y i n c e bir kethüda taşındı. Burayı iki farklı daire olarak do­
Ayaklanması başladı. Onun İstanbul'a
"Sizden kürk istenince, padişahı (İbra­ nattı. Bir daireyi Türk tarzında döşemiş­
him) ve veziri katlettiniz. Niye bizimle ti. Burada İstanbullu dostlarıyla felsefe,
meşgul değilsiniz?" diye bağırdı. Müftü­ siyaset konuşuyor, nargile içiyordu. Ö-
yü zorla önlerine katıp saraya yürüdü­ teki Avrupa tarzı dairesinde, İstanbullu
ler. On bin esnaf toplandı. "Herkes azınlıklardan, yabancılardan oluşan bir
dükkânını kapatsın!" diye tellallar çıkar­ dost topluluğu ile gece geç vakitlere
tıldı. Padişah ayak divanına çıktı. Çağrı­ kadar yiyip içer, İtalyanca, Fransızca
lan Ahmed Paşa. korkusundan saraya konuşurdu. Bir dairede Osmanlı paşası,
gelemedi. Gönderdiği adamını esnaf ta­ ötekinde Fransız soylusu kıyafetinde ol­
şa tuttu. Padişah bir hatt-ı hümayunla maya da özen gösterirdi. Birçok yaban­
yasasız tüm istekleri kaldırdı. Bu sırada cı devlet adamı, hattâ hükümdar, Ah­
ocak ağaları da kapıkulu askerlerini At- med Paşa'nın aracılığı ile Babıâli'yle iliş­
meydanı'na getirmiş, bekletmekteydi­ ki kurmakta yarar görmekteydiler. Ken­
ler. Padişah, Melek Ahmed Paşa'dan disi de Osmanlı Devleti'nin ve İstan­
mühr-i hümayunu aldırttı. Siyavuş Paşa bul'un olanaklarını kullanarak Avru-
sadrazam oldu. Ramazan olduğu için, pa'daki kişisel prestijini korumayı amaç­
iftardan önce herkes yatıştırılıp dağıtıl­ lıyordu. Başkentteki elçilerden yalnızca
dı. Ağalar da köşelere kılıçlı nöbetçiler Fransız elçisi Marquis de Villenuve ken­
koyup, halkı dayaktan geçirerek ertesi disinden uzak duruyor ve "Babıâli, Ah­
günkü toplanmayı önlediler. Esnaf, da­ med Paşa'ya güven duyduğundan beri
ha birkaç gün dükkân açmamakta di­ Osmanlı Devleti'nin gizliliği kalmamış­
rendi. tır" diyordu. Müslümanlığını alaya alan
Fransa Kralı XV. Louis ise Ahmed Pa­
Ahmed Paşanın bir yıl süren sadra­ Humbaracı " Tf8?
şa'ya yazdığı bir mektupta "En sonunda
zamlığında özellikle paranın ayarı ile Ahmed Paşa "™ h bir din sahibi oldun!" demişti. Gerçekte
oynanmasından enflasyon dört kat arttı. Galeri Alfa o. Müslümanlığı gelişmeye elverişli gör­
1 Macar Dukası 50 akçeden 160 akçeye gelmesini Avusturya elçisi de engelle­ m e m e k t e y d i . Bu n e d e n l e ne sözde
fırladı. Silistire muhafızlığına atanan Ah­ mek istiyordu. Ayaklanma sonrasında Müslümanlığına ne de İstanbul'daki
med Paşa, ortalık yatışınca İstanbul'a ortalık yatışınca Sadrazam Topal Osman saygınlığına değer vermekteydi. Çevre­
döndü. Kubbe veziri oldu. l654'te kısa Paşa, Ahmed B e y i İstanbul'a getirtti ve sinde toplanan Avrupalı bir sürü dalka­
süre İstanbul kaymakamlığı yaptı. Yan 1731'de humbaracıbaşı atadı. Amaç. Os­ vuk, tufeyli de ona özbenliğini unuttur­
beylerbeyliği (1654) ve Bosna valiliğin­ manlı kapıkulu ocaklarını kurtaracak bir maya çalışmaktaydılar. Bunlar arasında
den (1658) sonra l660'ta emekli oldu. adım atmaktı. Ahmed Bey. Müslüman pek çok da casus vardı.
l659'da ölen eşi Kaya Sultanin sarayına olan üç Fransız subayı ve Bosna'dan İstanbul'daki Fransız kültürü, etkileri­
yerleşti. getirttiği 300 humbaracı ile Üsküdar nin temelini atan Ahmed Paşa, Boğazi­
Ayazma Sarayı'nda modern Humbaracı çi'ne hayrandı. Türklerin İstanbul'daki
Ahmed Paşa 30 Nisan l662'de I. Ah-
Ocağı'nı kurdu. Üsküdar'daki Topçu yaşamı konusunda incelemeler yap­
medln kızı Fatma Sultanla evlendi. Ye­
Ocağı'nda da teknik ve askeri dersler maktan hoşlanıyordu. Yazdığı mektup­
niden kubbe vezirliğine atandı. Bir ulufe
vermeye başladı. İki yıl içinde, alaybaşı larda, İstanbul'un renkli iç dünyasını,
divanı sonunda saraydaki ziyafette çok­
olarak eğittiği humbaracıları disiplinli Avrupa'nın yüksek sınıftan bireylerine
ça yedi, soğuk şerbetler içti. O gece ko­
bir birlik durumuna getirdi. Sadrazam tanıtmıştır. Ölümünden kısa bir süre ön­
maya girip öldü. Eyüp'te Keçi Mehmed
Hekimoğlu Ali Paşa (1732-1735) Ahmed ce İstanbul'dan kaçmayı tasarlamış, fa­
Efendi'nin ayakucuna gömüldü. İyilikse­
B e y i "beylerbeyi" rütbesiyle ödüllendir­ kat başaramamıştı. Damla (gut) hastalı­
ver, hoşsohbet olarak tanınmıştır. Saray
di. 1733'ten sonra Humbaracı Ahmed ğından ölmesinden birkaç gün önce
görgüsüne ve kültürüne sahipti. Evliya
Paşa olarak anılmaya başladı. Sadraza­ kendisine Fransız Elçiliği'nden yurduna
Çelebi'nin akrabasıdır. Seyahatname 'de
ma sunduğu bir raporda. Avrupa dev­ dönebileceğine ilişkin bir şifre gelmişti.
kendisinden çokça söz edilir.
letleriyle ittifak önerdi. Babıâli, ilk kez Türkçe bilmeyen Ahmed Paşa'nın müh­
Bibi. Hadikatü'l-Vüzerâ, 91-93; Tarih-i Na- bu öneriye uyarak diplomatik ilişkilere ründe, Din-i islamdır a'tâ-yı müteâl /
ima, V, 16-102; Evliya, Seyahatname. V-VI, önem verdi. l 7 3 3 ' t e . Beyoğlu'ndaki Ulu ni'met sana Ahmed Bu-neval (ne-
İst., 1316-1318; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi. evinden. Üsküdar'da kendisine verilen
III; Danişmencl. Kronoloji, V. 38; İSTA. I.
val. Arapça nail olmak anlamındadır)
konağa taşındı. Devletin dış siyasetini sözleri kazılıydı. Mezarı Galata Mevlevi-
419-425. fiilen yürütür duruma gelmiş bulunu­
NECDET SAKAOĞLU hanesi'nin haziresindedir. Çevresi par-
yordu. 1 7 3 6 ' d a askeri danışman ve
humbaracıbaşı olarak Erdel cephesine
AHMED PAŞA ÇEŞMELERİ 130

maklık içine alınmıştır. Taşında şunlar rında hocası Zekâi Dede'den aldığı mu­
okunur: El Fatiha / Hüve'l-Bâkî/ Hakk siki zevki hayatı boyunca sürmüş, onu
Sübhane ve Tealâ Hazretleri bi'l-cümle ünlü bir şarkı bestekârı olmaya kadar
mü'minin ve mü'minâta /Merhum Ser- götürmüştür. Sayısı altmışın üstünde
Humbaracıyan Ahmed Paşa'nın ruhu­ olan şarkıları arasında "leb-i rengînine
na fatiha fİRa 1160 (Mani 747). bir gül konsun", "bir gönülde iki sevda
Bibi. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi. IV; av. sonu bilmem ne olur", "can hasta gö­
Kapıkulu. II, 117-120; Ahmed Refik (Altı- züm yaşlı gönül zâr ü perişan", "pek re­
nay). Tesavir-i Rical. İst., 1331. s. "6-139: vadır sevdiğim ettiklerin", "gözümde iş-
Mür'i't-Tevarih, I; Mehmed Arif. "Humbara­ venümâdır hayal-i bî-bedeli", "dün gece
cıbaşı Ahmed Paşa (Bonneval)". TOEM, S. bir bezm-i meyde âh edip anmış beni"
18-19-20.
gibi günümüzde de hâlâ sevilip okunan
NECDET SAKAOĞLU
birçok beste yer alır.
Ahmed Rasim'e asıl kişiliğini veren
AHMED PAŞA ÇEŞMELERİ
unsur İstanbul'dur. Ahmed Rasim her
Fatih Camii haziresinin kuzey ve güney şeyden önce bir İstanbul yazarıdır. Ha­
girişlerinde, kuzeyde Karadeniz, güney­ yatı boyunca hep İstanbul'u yaşamış, İs­
de ise Akdeniz medreseleri olarak isim­ tanbul'u yazmıştır. Şaheseri kabul edi­
lendirilen yapıların önlerindeki avlulara len Şehir Mektuplarından başlayarak
bakan duvarlarda yer alırlar. bu koca şehrin kamu vicdanını temsil
Nimetullah Efendi'nin kaleme aldığı etmiş. İstanbul'un âdeta yeni bir kütü­
kitabelerine göre her iki çeşme de Hacı Ahmed Rasim ğünü meydana getirmiştir. İstanbul Ah­
Ahmed Paşa tarafından 1154 174T'de Nuri Akbayar med Rasim'de mahallesiyle, sokağıyla,
inşa ettirilmiştir. Tanışıkin belirttiğine camisiyle, çarşıları pazarlarıyla, mesire-
göre 19301u yıllarda kurumuş olan bu leriyle, meyhaneleriyie, Direklerarası'y-
çeşmelerin suyu bugün akmaktadır. AHMED RASİM la, eğlence yerleriyle, Müslüman kesimi
Kuzey tarafta Karadeniz Medrese­ (1865. İstanbul - 21 Eylül 1932. İstan­ ve Pera'sıyla, buralarda yaşayan bin bir
sinin giriş kapısının ön tarafına rastla­ bul) Gazeteci, yazar ve besteci. Elli yıla çeşit insanı, esnafı, oyuncusu, külhan­
yan çeşme oldukça sadedir. En yukarıda yaklaşan yazı hayatında hep İstanbul'u beyi, imamı, muhtarı, genç-yaşlı, çoluk-
yer alan kitabeyi ve aynayı iki sütunçe konu almış, dört dönem (II. Abdülha- çocuk mahalle halkıyla, dedikodusu,
çevreler. Yuvarlak ve düz olan sütunçe- mid, II. Meşrutiyet. Mütareke. Cumhuri­ kafes arkası sohbeti, sevinci ve hüznüy­
lerin başlıkları dilimlidir. Bunların tepe­ yet) boyunca İstanbul'daki yaşamı, ola­ le canlı bir varlık olarak yaşar. Bu koca
lerinde kitabenin iki yanında volüt biçi­ ğanüstü bir gözlem gücüyle son derece imparatorluk başkentinde olup biten
minde kıvrılmış yaprak motifleri yer alır. ayrıntılı biçimde yansıtmıştır. her şey, bütün içi dışı, girdisi çıktısı
Ayna küçük bir kitabelik dışında süsle­ Ahmed Rasim Fatih'te Sarıgüzel'de o l a n c a k o z m o p o l i t i z m i ve folkloru
meye sahip değildir. Tekne de mermer­ doğdu. Babası daha o doğmadan evi onun keskin gözlemciliğinden, araştırı­
den olup sadedir. Kitabe beyitler halin­ terk ettiğinden annesi tarafından büyü­ cılığından, sonsuz dikkatinden nasibini
de yedi sıradır. Tarih beyitleri şöyledir: tüldü. Çocukluk ve ilkokul yılları Falaka almıştır. Ahmed Hamdi Tanpmar'ın de­
Nîmetâ bâni-i şehinşaha heman / bu iki (1927, yb 1987) kitabında anlattığı, türlü yişiyle "pek az adam onun gibi yaşadığı
mtsrâ-ı tarihin yazıp eyle dua /yâd edip haşarılıklarla geçti. 1876'da girdiği Da- şehrin üstüne eğilmiş ve bir ses maki­
eyledi şâd âb-ı Mehemmed hânı / çeşme- rüşşafaka'da edebiyat ve müzikle tanıştı. nesi gibi her duyduğunu kaydetmiştir".
i âb-ı hayât-ı hacı Ahmed Paşa 1154. Yazarlık tutkusu da bu yıllarda başladı. İnce bir mizahın egemen olduğu anı-
Kitabe metni talik hat ile yazılmış olup 1883'te okulu bitirince kısa süren me­ sohbet-fıkra karışımı bu tür yazılarından
hattatı belli değildir. Ayna üzerinde de murluktan sonra 188Tte Ceride-i Hava- seçtiklerini bir araya getirdiği Şehir Mek­
ayrıca bitkisel dekorlu bir çerçeve için­ dis'e girerek yazı hayatına atıldı. 1886'da tupları (1898, 4 o, 1912-13, yb 2 c,
de, "Ve sakâhum rabbihum şarâben ta- birçok gazeteci ve yazar gibi onun da 1992), Eşkâl-i Zaman (1918, yb 1969),
hûra" ayeti yer alır. yol göstericisi ve elinden tutan ilk kişi Cidd-ü Mizah (1920, yb Ciddiyet ve Mi­
Güney tarafta Akdeniz Medresesi olan Ahmed Midhat Efendi'nin(->) 7er- zah adıyla 1989). Gülüp Ağladıklarım
önündeki, külliyenin dış avlusuna bakan cüman-ı Hakikat gazetesine geçti. Son­ (1924, 1926. vb 1978) ve Muharrir Bu
çeşme de diğeri gibi sade bir biçimde raki yıllarda İkdam. Malumat. Saadet, ya (1926. yb 1969) II. Abdülhamid, II.
ele alınmıştır. Yalnız bunun aynası kıv- Sabah. Vakit, Zaman, Tasvir-i Efkâr. Ye­ Meşrutiyet, Mütareke ve Cumhuriyetin
rımdal biçiminde düzenlenmiş bir keme­ ni Gün ve Cumhuriyet gazetelerinde ya­ ilk yılları olmak üzere dört dönem İs­
re sahiptir. Bu kemer kademeli olarak zarlık yaptı. Ayrıca birçok dergide yazı­ tanbul'unun ayrıntılı bir panoramasını
aynayı tepeden çevreler ve yine bitkisel ları çıktı. 1927'den ölümüne kadar İstan­ verir. Bu yazılar toplamında 1890'lardan
dekorlu bir kavsarayı taşır. bul milletvekili olarak TBMM'de bulun­ 1920'lere kadar uzanan bir kesit içeri­
Yine Nimeaülah Efendi tarafından ya­ du. Kabri Heybeliada'dadır. sinde İstanbul'un değişen ve değişme­
zılan kitabesine göre 1154/1741 tarihlidir. Ahmed Rasim'in hemen hepsi gençlik yen yönlerini görmek mümkündür.
Yedi beyit halindeki kitabenin tarih beyti yıllarının ürünleri olan hikâye ve roman­ Gençlik anılarını içeren Fuhş-i Atik'te
şöyledir: Evvel âbın içüb andan dedi Ni­ ları dönemin edebi zevkini yansıtır. İlk (2 c. 1922, yb 1958;'Dünkü İstanbul'da
met tarih / maksem-i ayn-atâ çeşme-i Ah­ Sevgi (1890). Bir Sefilenin Evrak-ı Metru- Hovardalık adıyla 1987) İstanbul'da 19
med Paşa 1154. Bu kitabe de talik hatla kesi (1891). Meşak-ı Hayat (1891), Leyâl- yy sonlarındaki eğlence yaşamı, kadın-
yazılmıştır. Tekne yine oyma mermerden ı İzdırab (189D, Meyl-i Dil (189D. Tec­ erkek ilişkileri ve gizli fuhuş ortamı üstü­
yekparedir. Her iki çeşmede de teknenin rübesiz Aşk (1893). Sevda-yı Sermedi ne ayrıntılı bilgiler yer alır. Basın ve ede­
iki yanında kovalıklar yer alır. (1895). Nâkâm (1897) gibi adlar taşıyan biyat çevreleriyle ilgili anılarını topladığı
İ. H. Tanışık her iki çeşmede birer bu eserlerde realist temele dayanan bir Muharrir, Şair, Edipte (1924, yb 1980)
saçağın varlığından söz ederse de bu­ romantizm egemendir. Ancak üslup ba­ ise II. Abdülhamid dönemi basınının ve
gün bunlar yoktur. Yine Tanışık'a göre kımından geleceğin Ahmed Rasim'ini ha­ edebi çevrelerin iç dünyası son derece
kitabeler siyah boyalı ve yazılar varak ber verdiği için önem taşıyan bu hikâye canlı biçimde tasvir edilir. Ahmed Ra­
yaldızlıdır. Ancak bugün bütün bunlar ve roman denemeleri olay örgüsü ve sim'in dili, anlatımı anlattıkları kadar
silinmiş olup kitabeler sade mermerdir. kurgu bakımından da oldukça zayıftır. kendine hastır. Büyük ölçüde İstanbul
Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 166-169. Ahmed Rasim'in başka bir yönü de halk ağzına yaslanan bu dil son derece
ZİYA NUR SEZEN bestekârlığıdır. Daha Darüşşafaka sırala­ kıvrak bir anlatımla bütünleşerek okuyu-
131 AHMED RATİB PAŞA KÖŞKÜ

AHMED RATİB PAŞA KÖŞKÜ


İ S T A N B U L ' U N Ö Z E L L İ K L E R İ Anadolu y a k a s ı n d a K ü ç ü k ç a m l ı c a sem-
tindedir. 1985'e k a d a r Çamlıca Kız Lise-
Garip şey! Şu Amerikalılar ne tuhaf adamlardır! İşleri güçleri y o k m u ş gibi tâ yeni si'nin eski b i n a s ı n ı n y a t a k h a n e s i olarak
dünyadan kalkarak eski dünyada b u l u n a n şehrimize kadar gelmişler ve demog­ kullanıldı. H a l e n k o r u m a altında o l u p
rafi yani bilâd ve sekene-i bilâd ahvâl-i u m u m i y e s i n d e n b a h s e d e n fenne tatbikan restore edilmektedir.
icra-yı tetkikât etmişler. Hatta Türklerle m u a n e s e t i m e y h a n e â l e m l e r i n e k a d a r
1892-1908 yılları arasında H i c a z vali­
vardıran Amerika yadigârlarından biri N e w York'ta n e ş r o l u n a n Comic-Review
si ve kumandanı olarak görev yapmış
n a m m e c m u a - i m u d h i k e y e yazmış olduğu makale-i m a h s u s a d a ahvâl-i fizyolojiye
olan Müşir A h m e d Ratib P a ş a tarafından
göre birtakım yerler göstermiştir. Bu muharririn kavline nazaran şehrimizde:
d ö n e m i n t a n ı n m ı ş mimarı K e m a l e d d i n
Görülür g ö r ü l m e z kemâl-i hayretle g ü l ü n e c e k v e g ü l ü n d ü k ç e k a h k a h a l a r ı n B e y ' e yazlık k ö ş k olarak yaptırılmıştır.
b ü y ü y e c e ğ i yerler: Tiyatrolarla m a t b a a l a r ı n dahili.
Y a p ı , b ü y ü k bir ö z e n l e pahalı ve de­
Ağlayacak ve zorla g ö z l e r d e n yaş getiren mahaller: B a l ı k ve patlıcan vaktin­
ğerli m a l z e m e ile gerçekleştirilmiş, m o ­
de b a k k a l dükkânları önleri.
bilyaları Viyana ve Paris'ten getirtilmiş;
Akşamdan uykusuz kalanlara mahsus kestirme tabir olunan mızganacak mahal­ a n c a k R a t i b P a ş a v e ailesi k ö ş k t e h i ç
ler: Kadıköy'ünün 4 ve 5 numaralı vapurlarıyla Haliç çektirmeleri ve tramvaylar. oturamamıştır. Yapımı ve döşenmesi
K a v g a ç ı k a n mahaller: K ö p r ü başlarıyla Şirket-i Hayriye bilet barakaları. bittiği sırada II. Meşrutiyet ilan edilmiş:
M i d e hastalığına kuvvet v e r e n yerler: A l e l u m u m lokantalar. Ratib Paşa'nın g ö r e v i n e s o n verildiği gi­
İshal ve basur ve barsak ufunetine ilaç satılan dükkânlar: Fatih kasaphaneleri. bi mallarına da el konulmuştur.
Şehrin kutb-ı şimalîye tesadüf e d e n kısmı: Şimdilik k ö m ü r d e p o l a n .
K ö ş k , 1909 yılında b ü y ü k b a h ç e s i ve
Melbıisât mağazaları: Balpazarı ( B i t p a z a r ı ) .
müştemilatıyla birlikte d ö n e m i n m a a r i f
Def-i s e k r e m e d a r olan müdâvât-ı ibüdaiye mahreçleri: Küfe.
nazırı tarafından satın alınmış, ö n c e Vi­
G ö ı ü n ü r kazalar: Muhacir arabaları.
y a n a T h e r e s i a n u m Kolejleri m o d e l i n d e
Kaza ve kaderin e k s e r gezindiği taraflar: B a h ç e havaleleriyle duvarları.
ö z e l bir kız okulu kurularak o n a tahsis
D ü ş ü p kafa g ö z yarılan, b a c a k kırılan, kol incinen yerler: Sokaklar.
edilmiş ve Almanya'dan öğretmenler
Para verilen mahaller: Dükkânlar.
getirtilmiştir. Kısa süren bir d e n e m e d e n
B e y h u d e para alman mahaller: Köprü, K a d ı k ö y vapurları.
sonra bu pahalı ve özel m o d e l terk
G e c e l e y i n işleyen tramvay: T ü n e l .
edilmiş ve Çamlıca İnas Sultanisi adıyla
Gürültüsü nisbeten az olan mahal: Kadınlar h a m a m ı .
y e n i bir okul açılmıştır. K ö ş k , Cumhuri-
Alafranse taam e d i l e n yerler: Yani, Nikoli, L ö b o n , I s p o n e k , Kafe d ö Süis, yet'in k u m l u s u n d a n sonra da okul ola­
G a m b r i n o z , Bertoli birahaneleri. rak işlevini sürdürmüştür.
Alaalman cimnastik mahalleri: Aksaray'dan T o p k a p ı ' y a ve Samatya'ya g i d e n
b ü y ü k caddeler. K ö ş k , kagir bir b o d r u m kat ü z e r i n e
üç katlı a h ş a p bir yapıdır. K u z e y d o ğ u -
Alarus tiril tiril titrenilen mahaller: K ö p r ü üzeri, b a ş m u h a r r i r odası, R u m e l i
g ü n e y b a t ı d o ğ r u l t u s u n d a yerleştirilmiş
şimendiferi vagonları.
24x53 m b o y u t l a r ı n d a bir d i k d ö r t g e n ta­
Kulelerin g ö r e m e d i ğ i d u m a n ç ı k a r a n yerler. Sigara ağızlıklarıyla pipolar.
b a n a oturan yapının aksiyal ve simetrik
Sulak yerler: K u r u ç e ş m e , Ç u k u r ç e ş m e , Aynalıçeşme, S e l a m i ç e ş m e s i , haftada
bir k u r u l u ş u vardır. O r t a ( a n a ) e k s e n
iki defa t e r k o s boruları.
ü z e r i n d e y e r a l a n giriş, ü ç k o l l u b i r
Kurak yerler: Balıkpazarı, Y e m i ş , Unkapanı, Cibali. Ayakapısı, F e n e r , Hasköy.
m e r d i v e n g r u b u y l a vurgulanmıştır. B u
Ciyâdet-i havasıyla m e ş h u r o l a n yerler: K a z l ı ç e ş m e . K u r b a ğ a l ı d e r e , Balat,
ana giriş, m e r d i v e n l e r d e n ve antre h a c ­
Kasımpaşa,
m i n d e n sonra haçvari planlı b ü y ü k bir
Alaturka darü'l-musahabât: Mahalle kahveleri, s o k a k içleri, çarşı, k ö p r ü d e k i
h o l e açılmaktadır. Girişin tam karşısında
intizâr salonları.
çift k o l l u anıtsal bir m e r d i v e n , b ü y ü k
Alışveriş mahalleri: Hanaki, M e z o n Ruso. Kafe dö K o r n e r s i n gizli odaları;
binayı u z u n l a m a s ı n a kat e d e n g e n i ş bir
K o n k o r d i y a ' n m rulet dairesi, P a l e K r i s t a l i n iç salası, T o k a t l ı y a n ' ı n yukarısındaki
koridor v e o n a açılan o d a v e salonlar­
bir n e v i h ü c r e , D o ğ r u y o l ' d a sabahları m e ç h u l b a z ı mesâkin-i hususiye.
dan o l u ş a n eş planlı y a n kanatlar uzan­
Yağcı esnafı; Kumarbaz yardakları.
maktadır. B u kanatların u c u n d a v e yan
Miktarı g ü n d e n g ü n e lezâyüd e d e n nüfus: Dilencilerle arabacılar. c e p h e l e r d e , m u h t e m e l e n h a r e m v e se­
Y o l d a serbest yürüyenler: Hamallar. lamlık girişlerine h i z m e t e d e n , y i n e eş
Kuttâ-i tarik: K ö p e k l e r . b i ç i m v e d ü z e n d e kapılar v e merdiven­
S o y u c u esnafı: Düzinesini on b e ş e salan, likidasyon ilân e d e n şık mağazalar­ ler b u l u n m a k t a d ı r . B u , h a r e m - s e l a m l ı k
la. Tünel başındaki m e z a t h a n e . düzeni ile simetrik plan k o n s e p t i n i n bir
Ot pazarı: İştayn, Mayer, Viktor Tring, G o l d e n b e r g . d e n k d ü ş ü m ö r n e ğ i olarak düşünülebilir.
Attariye ve envâ-i tuhafiye dükkânı: B o n m a r ş e .
Antika: Galata Kulesi. E k s e n d e k i anıtsal m e r d i v e n l e ulaşı­
lan üst katta g e n i ş bir salon-hol ve kar­
T a h l e ' z - z e m i n b u h a r l a r : Eyüp, K a r a c a a h m e l . Edirne, Mevlevihane kapıları,
şıda g e n i ş b a l k o n u y l a b a h ç e y e a ç ı l a n
iç deniz: Haliç, yağmurlu havalarda yol ortalan.
b ü y ü k bir k a b u l s a l o n u vardır. B ü y ü k
Dış deniz: Marmara ve havalisi....
salon-hol, iki kat y ü k s e k l i ğ i n d e d i r ; bu
Ahmed Kasım, Şehir Mektupları, 3-4, 1st., 1992. s. 17-19
ikinci kat, b ü y ü k s a l o n u ç e v r e l e y e n ga­
leriler halinde d ü z e n l e n m i ş ve üstü
renkli camlarla b e z e m e l i ve m e t a l strük-
cuyu b a ş l ı k t a n itibaren kavrar, s o n u n a Bibi. R. E. Koçu. Ahmet Rasim, İst.. 1938: S. türlü bir örtüyle örtülmüştür.
kadar sürükler. O d ö n e m i n dilinde sıkça Hızarcı, Ahmet Rasim, İst., 1953; H. Yücebaş, B e t i m l e n e n bu aksiyal ve simetrik
kullanılan Arapça ve Farsça tamlamalar Ahmet Rasim, Aşkları, Hatıraları, İst.. 1957: ş e m a , klasisist bir tasarım anlayışını ta­
A h m e d R a s i m ' d e b ü y ü k ö l ç ü d e bir mi­ A. S. Levend, Ahmet Rasim. Ankara. 1965; İ. nımlamaktadır. Ne var ki, p l a n düzeyin­
B. Sürelsan, Ahmet Rasim ve Musiki, Ankara,
zah unsuru o l a r a k y e r alır. Z e n g i n bir deki bu k o n s e p t , yapı kitlesinin biçim­
1977; Ş. Aktaş. Ahmet Rasim. Ankara, 1987:
kelime hazinesine dayanan yalın söyleyiş lenişinden cephelerin düzenlenişine,
Ş. Aktaş, Ahmed Rasim'in Eserlerinde İstan­
Ahmed Rasim'in en güçlü özelliğidir. Bu bul, İst., 1988; M. Gökman, İstanbul'u Yaşa­ y a p ı m t e k n i ğ i n d e n dekoratif d e s e n l e r i n
hazineyi ortaya k o y a c a k iki sözlük çalış­ yan ve Yaşatan Adam Ahmet Rasim, 2 c. seçimine kadar önemli değişikliklere
masının da yarım kalmış olması T ü r k ç e İst.. 1989. uğramaktadır. Kitlenin plandan gelen
bakımından ciddi bir kayıptır. NURİ AKBAYAR altyapısı, ç o k sayıda ç ı k m a v e b a l k o n l a ,
AHMED REFİK 132

tur ama, yan mekânlarla büyüyüp ge­ annenin çocuğudur. İki yaş küçük Ab­
nişleyen ve zenginleşen bir mekân kur­ durrahman ve üç yaş küçük Abdullah
gusu sunarlar, üstelik ilginç bir yapım adlı iki kardeşi daha vardı.
tekniği bileşimi kullanılarak. Yapının Babasının aniden vefatı üzerine, üç
tümünde o dönem için geleneksel sayı­ çocuğu ile çaresiz kalan ve toplumu ta­
labilecek bir yapım tekniği kullanılmış­ rafından da dışlanmış olan annesi, sela­
tır: Dış duvarlarda ahşap dikme ve tuğ­ meti çocuklarını alıp İstanbul'a sığın­
la dolgu, içerde yine ahşap strüktür makta buldu.
üzerine bağdadi ve sıva tekniği vardır.
Devrin padişahı II. Abdülhamid ai­
Orta akstaki salon-hol bölümünde ise
leyle ilgilendi; onlara Beşiktaş'ta Aka­
metal bir strüktür sistemi vardır. Zemin
retler Yokuşu'nda bir ev tahsis ettiği gi­
kattaki haçvari planlı geniş holün her
bi çocukları da Kuleli Askeri Lisesi'ne
kenarda ikişer ince kolonla taşınan
yazdırdı. Ahmed daha sonra öğrenimini
strüktürü, üst kat salonu ve galerilerini
Mekteb-i Sultanide (Galatasaray Lisesi)
de içererek geleneksel strüktüre eklem­
sürdürdü. Bu okulda öğrenciyken fut­
lenmiş tir.
bola başladı. Okulun çatısı altında Ga­
Salonları bağlayan anıtsal merdiven, latasaray Kulübü'nün kurulmasıyla ilk
som kristalden korkuluk dikmeleri, yine futbol takımının kalecisi oldu. Çıkardığı
kristalden ışıklandırma öğeleri, çiçeksi güzel oyunlarla büyük beğeni kazandı.
art nouveau bezemeli sahanlık vitrayları Spor yaşamını sürdürürken, mezun ol­
ile zarafet, zenginlik ve görkemi birleş­ duğu Galatasaray Lisesi'nde beden eği­
tiren bir tasarımdır. timi öğretmenliğine başladı. Kadıköy,
Köşk. aynı zamanda art nouveau üs­ Vefa ve İstanbul sultanilerinde de öğ­
lubunun Türkiye'de ve İstanbul'da ah­ retmenlik yaptı. Pek çok öğrenci ve
Ahmed Ratib Paşa Köşkü'nün cephesinden
bir görünüm.
şaba uygulanmasının en görkemli ör­ sporcu yetiştirdi. Türkiye'de izciliğin
istanbul Deı-gisi Arşivi neklerinden biridir. Cephede pencere, kurulmasında önemli rol oynadı.
kapı, balkon vb öğelerde kullanılan çi­
ç e k figürlü art nouveau b e z e m e l e r , Kardeşlerinden Abdurrahman Ro-
çeşitli kotlara yerleştirilmiş geniş saçak­ blok ahşaptan iskarpela ile yontularak bensonün Sarıkamış, Abdullah Roben-
lar ve bunları destekleyen eliböğründe- gerçekleştirilmiştir. Bir heykel çalışması son'un da Irak cephelerinde şehit düş­
lerle klasik düzenleme disiplininden düzeyindeki uygulama artisanat olarak melerinden sonra annesinin de vefatı
farklılaşmaktadır. da heyecan vericidir. üzerine 1929'da Amerika Birleşik Dev­
Aksiyal bir yerleşme düzenleri olma­ Köşk, betimlenen mimari özellikle­ letlerine göç etti. Son olarak orada bü­
sına karşın klasik olmayan biçimleri, riyle 20. yy'rn ilk on yılında ahşaba uy­ yük bir malikânenin idari işleriyle uğ­
eğrisel çizgileriyle bu öğeler Osmanlı gulanarak istanbul'da bir yerel karakter raştığı öğrenilebildi.
barok geçmişine referans vermektedir. edinecek olan art nouveau tasarımları­ CEM ATABEYOĞLU
Çıkmalar ve saçaklar cephede ışık-gölge na öncülük eden bir yaratımdır. Bura­
alanlarını ayırırken pencere, kapı, bal­ daki gibi bir kompozisyon, Kemaleddin AHMED SAMİM
kon ve benzeri tüm mimari öğelerde, Bey'in mimarisinde -bilindiği kadarıyla- (1884, Prizren [bugün Yugoslavya 'da] -
örneğin sütun başlıkları, korkuluklar yegâne örnek ve uygulamadır. On beş 9 Haziran 1910, İstanbul) Gazeteci ve
vb'de "floral" art nouveau çizgiler ege­ yıl kadar sonra tasarlayıp gerçekleştirdi­ yazar. Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray
men olmaktadır. ği Laleli Harikzedegân Kat Evlerinde, Lisesi) başladığı ortaöğrenimini, Robert
Ait nouveau'nun(-») klasik disiplinin Osmanlı barok geçmişinin referansları Kolej'de tamamladı. Bir süre Reji İdare -
normlarını zorlayan ve gevşeten, mimara bir kez daha görülecektir. Ama sonra­ si'nde memur olarak çalıştıktan sonra,
keyif ve özgürlük veren ve yaratıcılığını sında Mimar Kemaleddin, artık tüm re­ II. Meşrutiyetin coşkulu havası içinde
kışkırtan esprisinin Mimar Kemaleddin'i feranslarını Osmanlı klasik döneminde, yazarlığa yöneldi.
teşvik ettiği sezilmektedir. Örneğin ana 16. yy mimarlığında arayacaktır.
girişteki üçlü merdiven grubunun klasik Fecr-i Âti akımı içinde yer alan ya­
Kemaleddin'in Ahmed Ratib Paşa
düzeni ve boyutları, mermer korkuluk zar. Osmanlı Ahrar Fırkasının yayın or­
Köşkü'nün de içinde bulunduğu ilk ya­
ve başlıklarının art nouveau biçimlenişi ganı olan Osmanlı gazetesinde yazarlık
pıları yeterince bilinmemektedir. Bu­
çiçeksi desenlerle yumuşatılıp değiştiril­ yaptı. 31 Mart olayından (1909) sonra
günkü bilgilerimize göre köşk, Kema­
miştir. Başlık öğesinin stilizasyonu, ger­ ancak birkaç sayı yayımlanabilen Hilâl
leddin Bey'in profesyonel yaşamının er­
çek bir plastik kaliteye sahiptir. gazetesini çıkardı.
ken döneminin tek verisidir. Karşılaştırı­
Orta akstaki salon-hollerde art nou- lıp değerlendirecek başka veriler elde İttihat ve Terakki'nin politikalarına
veau'ya özgü mekânsal akışkanlık yok- edilene kadar, Ahmed Ratib Paşa Köş­ şiddetle karşı çıkan ve adem-i merkezi­
kü, döneminin görkemli bir sivil mimari yetçiliği savunan Ahmed Samim, 1910
örneği olmasının yanısıra Kemaleddin başlarında, Sadâ-yı Millet gazetesinin
Bey'in mimarisi açısından da vazgeçil­ yazı işleri müdürlüğü ve başyazarlığın­
mez önemde olacaktır. da bulundu. İttihat ve Terakkiye çok
T
Bibi. İSTA. VII, 3 19-3~20: Yavuz. Mimar sert eleştiriler yöneltti. İttihatçılar da
Kemalettin. 15: A. Batur, "Biz Aşağıda İmzası onun İngiliz elçilik çevreleri ile yakın
Olanlar". İstanbul S. 2. 1992. s. 92-101. ilişkileri olduğunu ileri sürdüler.
AFİFE BATUR Ahmed Samim 9 Haziran 1910 gecesi
Bahçekapida, sokak ortasında tabanca
AHMED REFİK ile öldürüldü. Daha sonraları, ölüm ka­
bak. ALTINAY, AHMED REFİK rarının bizzat İttihat ve Terakkice veril­
diği ve öldürenin İttihatçıların önde ge­
AHMED ROBENSON len fedailerinden biri olan ve 1926'da
Ahmed Ratib Paşa Köşkünde, ahşap (1888. Hindistan - ?, ABD) Futbolcu ve İzmir suikastına karıştığı gerekçesiyle
üzerinde çiçek figürlü art nouveau spor adamı. Macera aramak üzere Hin­ idam edilen Abdülkadir olduğu öne sü­
uygulamasının örneklerinden biri. rülmüştür.
distan'a giden soylu bir İngiliz baba
Erkin Emiroğlu
(Sir Rhodes) ile Müslüman bir Hintli ORHAN KOLOĞLU
133 AHMED VEFİK PAŞA

AHMED SİYAHI deki merdivenler yok olmuştur. Suyu nümü, türbe ve tekkeler tasvir edilmiş,
akmaktadır. Su Belgrad Ormanindan, şairin kimliği ve destanın yazıldığı tarih
(?, İstanbul - 1687, Trabzon yakınları
Valide ve II. Mahmud bentlerinden ge­ bildirilmiştir.
Karadeniz'de) Ta'lik hattatı. Zenci ol­
len Başlısüdur. Ahmed Şeyda İstanbul'a methiye ya­
duğu için hattatlar arasında Siyahı Ah-
Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 119-121. zan şairler arasında halk zevkine yakın­
med Efendi olarak anılır. Yeniçeri Oca-
ğinda kâtiplik yaptı. Sanatında hocası, ZİYA NUR SEZEN lığı, söyleyiş ve tasvirlerindeki içtenlik,
yakın akrabası olan Tophaneli Mah- gözlem gücü ile dikkati çeker.
mud'dur. Çok güzel ta'lik yazdığı için AHMED ŞEYDA Bibi. Dâstân-ı Medhiyye-i İstanbul, Destan-ı
devrinin İmâd'ı sayılırdı. En tanınmış Bahr, Destan-ı Vehhâbî, Destan-ı Sivastopol,
(19. yy) İstanbul üzerine aruz ölçüsüyle [istanbul], ty, 2-12; M. Zeki Oral, "İstanbul
öğrencisi Durmuşzade Ahmed'dir(->). uzun bir destan yazmış olan kalem şa­ Destanları", İstanbul Enstitüsü Mecmuası, IV
II. Kılıç Ali Paşa ile Trabzon'a giderken iri. Abdülaziz devrinde (hd 1861-1876) (1958), İst., 191-197, Nebil Fazıl Alsan, Şair,
yolda kalp sektesinden ölmüştür. Siyahı yazdığı destanında verdiği bilgiye göre Edip ve Tarihçi Kalemiyle İstanbul, İst..
Ahmed Efendi, İran ta'lik okulu üslu­ Artvin'in Ardanuç Kazasindandır. On iki 1973, 109-114.
bunda eserler vermiştir. Kıtaları, müze yıl Fatih Medresesinde ya da Camiinde M. SABRİ KOZ
ve kütüphanelerdedir. hizmet etmiştir.
Bibi. Müstakimzade, Tuh/e, 643: Habib, Hat AHMED Tl KANİ TEKKESİ
ve Hattatan. İst.. 1305. s. 236: Rado. Hattat­ bak. BABA SUNGUR TEKKESİ
lar. 106.
ALİ ALPARSLAN AHMED VEFİK PAŞA
(1813 ?, İstanbul, - 1 Nisan 1891, İs­
AHMED ŞEMSEDDİN EFENDİ tanbul) İstanbullu devlet adamı, diplo­
ÇEŞMESİ mat, dil bilgini ve tiyatro yazarı. 19.
İstinye'de çarşı girişinde Boğaziçi sahil yy'da İstanbul'un çok yönlü aile ve kül­
yolu (Emirgân Caddesi) ile İstinye Cad­ tür ortamlarında yetişmiştir. Bulgarzade
desinin birleştiği köşededir. Yahya Naci Efendi'nin torunu, Babı­
âli'nin ilk Müslüman çevirmenlerinden
Çeşme, dört cepheli ve haznelidir.
Ruhiddin Efendi'nin oğludur. Yine, ay­
Sade olan cepheleri orijinal halinden
dın bir eski İstanbul ailesi olan Hekim-
pek bir şey kaybetmemiştir. Yalnızca
başılarla (Tarihçi Hayrullah Efendi) ak­
ahşap olan çatısı çökünce yerine beto­
rabadır.
narme bir çatı oturtulmuştur. Cephele­
rinde dört kitabe vardır. Bu kitabelerin Ahmed Vefik, 1831'de Mühendisha-
birinde yapının 1181/1767'de Ahmed ne-i Berrî-i Hümayuna yazıldı. Bura­
Şemseddin Efendi isimli bir kişi tarafın­ dan. 1834'te, Mustafa Reşid Paşa'nm kâ­
dan yaptırıldığı, bir diğerinde ise 1341/ tibi olan babasıyla gittiği Paris'te St. Lo-
1925'te Tarandil Şeminur Hanım tarafın­ uis Lisesi'nde okudu. 1837'de İstanbul'a
dan suyollarıyla birlikte onarıldığı yaz­ Ahmed Şeyda'nın Dâstân-ı Medhiyye-i İstan­ döndü. Babıâli Tercüme Odasina girdi.
maktadır. bul'unun da yer aldığı. 19. yy 1840'ta Londra elçilik kâtibi oldu. 1842'-
sonlarında basılmış bir destan mecmuasının de özel bir görevle Sırbistan'a gidip
Yapı sıvalı ve boyalıdır. Ayna nişi ve kapağı.
döndü. 1847'de ilk Osmanlı Devlet Sal­
kemeri orantısız bir görünümdedir. Ay­ M. Sabıi Koz
namesini hazırladı. 1847'de Memleke-
na ve yalak mermerdir. Aslen yapı, dört
teyn (Eflâk-Boğdan) komiseri oldu.
yönde üçer basamaklı merdivenlerle çı­
M. Zeki Oral tarafından 1888 tarihli 1851'de İstanbul'a dönüşünde yeni ku­
kılan bir platformda yer alıyorken. bu­
bir cönkte bulunarak yayımlanan Dâs- rulan Encümen-i Daniş'e üye atandı. Er­
gün bu merdivenlerden yalnızca batı
yönündekinin izleri yol kenarmda gö­ tân-ı Medhiyye-i İstanbul başlıklı desta­ tesi yıl gittiği Tahran Büyükelçiliğinden
nı üç bölüm ve elli dört dörtlükten 1854'te döndü. Ulâ-evveli rütbesiyle
rülür. Çevredeki zemin kotunun tümüy­
oluşmaktadır. Aynı destan daha önce Meclis-i Vâlâ üyeliğine getirildi. 1855'te
le yükselmesi yüzünden diğer yönler-
bir taşbasması destan mecmuasında iki­ bâlâ rütbesine yükseldi. 1857'de deavi
si 1284/1867-68 ve 1293 1876 tarihlerin­ (adliye) nazırlığı yaptı. 1859 yılı sonun­
de ve ikisi de tarihsiz olmak üzere dört da Paris Büyükelçiliğine atandı. İstan­
kez ve elli üç dörtlük halinde yayımlan­ bul'daki Fransız büyükelçisinin padişa­
mıştır. Bu destan mecmuasından alın­ hın saltanat kayığına benzer bir kayıkla
mış kırk üç dörtlükten oluşan eksik bir . Boğaziçi'ndeki süksesini kırmak için,
örneğine N. F. Alsan'ın hazırladığı Şair, Paris sokaklarında imparatorun beyaz
Edip ve Tarihçi Kalemiyle İstanbul arabasını andıran bir arabayla dolaşma­
(1973) adlı kitapta da yer verflmiştir. sı, amaçladığı etkiyi derhal sağladı. Bu­
nun gibi, Paris'te oynanan, Türklüğe ve
Destanın birinci bölümü yirmi dört
İslamiyete hakaretler yöneltici bir piyesi
dörtlüktür. Bu bölümde İstanbul'dan ve
de sahneye çıkıp durdurdu.
Fatih Sultan Mehmed'den övgü ile söz
edilir; şehrin bellibaşlı camileri, çeşitli 1861'de geri çağrıldı. Meclis-i Vâlâ
özellikleriyle bazı semtleri ve bu semt­ reisi, ardından evkaf nazırı oldu. Bu kı­
lerde yaşayan güzellerin vefasızlığı dile sa görevi sırasında Süleymaniye Camii'-
getirilir. On altı dörtlükten oluşan ikinci nin mükemmel denecek düzeyde ona­
bölüm İstanbul'un resmi dairelerini, rım ve restorasyonunu sonuçlandırdı.
çarşılarını, pazar yerlerini, esnaf ve sa­ Fakat, İstanbul'daki evkaf bütçesinden
natkârlarım, sur dışı semtlerinin tabii aylıklı Mekke ve Medinelilerin ödeneği­
güzelliklerini, ilim ve devlet adamları­ ni kesmesi, Selatin Camii mihraplarının
nın özelliklerini konu edinir. On dört iki yanındaki dev mumları kaldırtması
dörtlükten oluşan üçüncü bölüm İstan­ gibi nedenlerden 1862'de Divan-ı Mu­
bul ramazanlarına ayrılmıştır. Ramazan hasebat reisliğine kaydırıldı. 1863'te ye­
Ahmed Şemseddin Efendi Çeşmesi ayı boyunca kandillerle donatılan bel­ niden Meclis-i Vâlâ üyesi oldu. İki ay
Erkin Emiroğlu. 1993 libaşlı camilerin ve sur kapılarının görü­ kadar Darülfünun'da hikmet-i tarih, ta-
AHMED VEFİK PAŞA 134

rih okuttu. 1863-1865 arasında Anadolu med Vefik Paşa, İngiltere'yi bu kararın­ 30 Kasım 1882'de ikinci kez atandığı
sağ kol müfettişi olarak Bursa ve Balı­ dan caydırtamadı. Rusya ise böyle bu­ başvekillikten iki gün sonra azledilince
kesir'de olumlu işler başardı. Örneğin dununda İstanbul'a bir tümen asker so­ bundan çok alındı. Bir daha görev ka­
Bursa'ya, görevinden dolayı "Müfettiş kacağını duyurdu. Yıldız Sarayinda top­ bul etmemek kararlılığı ile Rumelihisa-
Suyu" denen kaynak suları akıttı. 1865- lanan Meclis-i Fevkalade'de, ya savun­ rindaki köşküne çekildi. Dokuz yıl bo­
1871 arasında görevsiz olarak Rumelihi- ma savaşma veya barışçı yoldan Rus tü­ yunca âdeta yoksul yaşadı. Bu durumda
sarı'ndaki köşkünde oturdu. Moliere'- meninin girişine karar verilmesi konu­ öldü. İstanbul gazeteleri ertesi gün
den adaptasyon ve çeviriler yaptı. Ta- şuldu. İkinci öneri benimsendi. Ancak. ölüm haberini "Bir müddettir müptela
rih-i Osmanî adlı. İstanbul ve taşra İngiltere ile Rusya anlaştıklarından Rus olduğu hastalıktan rehâyâb olamayarak
okullarında uzun süre okutulan ilk tarih birlikleri Yeşilköy'de karargâh kurmakla 20 Mart 1307/1 Nisan 1891 günü Rume-
dersi kitabı ile Atalar Sözünü yazdı. yetindiler. Rusya'nın ağır antlaşma ko­ lihisarinda kâin sâhilhânesinde tekmil-i
1871'de. önce rüsumat emini. 4 ay son­ şullarını hafifletmek için Ahmed Vefik enfas eylemişdir. Hastalığında Zât-ı
ra da sadaret müsteşarı oldu. Sert tutu­ Paşa çaba harcadı ve donanmanın tesli­ Hazret-i Şehriyarî (padişah II. Abdülha-
mu nedeniyle buradan Maarif Nezare­ mini önledi. 3 Mart 1878'de Barış Ant- mid) birkaç defa Mâbeynden ahvalini
t i n e atandı. 1873'te getirildiği Şûra-yı laşması'nın ön protokolü imza edildi. sordurmuşdu" vb cümlelerle verdiler ve
Devlet üyeliğinden açığa alındı ve üç Ahmed Vefik Paşa. bitmez tükenmez yaşamöyküsünü sansür korkusuyla çok
yıl yine görevsiz kaldı. Bilimsel ve çevi­ tartışmaların geçtiği Meclis'i süresiz tati­ kısa geçtiler. Serveti, yalısındaki 15 bin
ri çalışmalarını sürdürdü ve lehçe-i Os­ le sokan II. Abdülhamid'i, en azından, nadir kitabından ibarettir. Eyüp'teki aile
manî'yi hazırladı. 1876'da Petersburg'- bazı mebusların tutuklanması kararın­ kabristanına değil de Rumelihisarindaki
da toplanan Doğu Bilimcileri Kongre- dan caydırdı. Fakat bu kez. padişah, Kayalar Mezarlığına gömülmesi, sonra­
si'ne Türk d e l e g e s i olarak katıldı. kendisine "Şehremini Rasim Paşa ile Re- dan birtakım yorum ve yalanlara bağ­
1877'de, ilk Meclis-i Mebusan'a istanbul şad Efendiyi (Sultan) tahta geçirmek lanmıştır. Sözde, komşunu Robert Ko-
mebusu seçildi. 5 Şubat 1877'de Meclis için İstanbul'daki göçmenlerden fedailer lej'e sattığı için. Abdülhamid "oraya gö­
reisliğine atandı. 20 gün sonra vezirlik grubu oluşturmaktadırlar!" savını içeren mün de çan sesleri dinlesin!" demiş.
rütbesi verildi. "Bana 20 yıldır bu onur­ Tanzimat ricali denen kişilikli kadro
lu rütbe teklif ediliyor. Mazeret bildirip içinde Ahmed Vefik Paşanın asıl farklı
kabul etmedim. Bu sefer, padişahın ve üstün yönünü bir kültür adamı oluşu
meclis hakkındaki teveccühünün belirti­ ortaya çıkarır. İstanbul'a çağdaş Batı ti­
si olduğu için sevinerek kabul ettim." yatrosunun gelmesine öncülüğü o yap­
dediği bilinir. Meclis oturumlarını çok mış, öte yandan adaptasyonlarında Ana­
sert ve kırıcı yönetti. Midhat Paşanın dolu Türkçesine de yer vererek İstanbul
kurduğu Hediyye-i Askeriye Cemiyeti'ni kültürüne egemen Osmanlıcaya karşı
kapattı. Meclis tatile girince Edirne Vali­ arı Türkçeyi kendi eserlerinde cesaretle
liğine gönderildi. Üç ay sonra döndü. kullanmıştır. 1868'den başlayarak İstan­
Ayan üyesi oldu. Bir ay kadar, ikinci bul'da sahnelenen. Zor Nikâh, Zoraki
kez maarif nazırlığından sonra 4 Şubat Tabip. Yorgaki Dandini, Merakı, Oku­
1878'de dahiliye nazırlığı da üzerinde muş Kadınlar, Kocalar Mektebi vb çevi­
olarak "başvekil" unvanıyla sadrazamlı­ ri ve uyarlamalarına İstanbullular, kah­
ğa atandı. kahalarla gülmüşler, bu sayede tiyatro­
O sırada İstanbul en buhranlı günle­ ya ısınmışlardır. Halk ve İstanbul kültü­
rini yaşamaktaydı. Edirne'yi işgal eden rüne, dil-sözlük ve tiyatro alanlarındaki
Rus orduları başkente doğru ilerlemiş. katkıları büyüktür. Lehçe-i Osmanî adlı
Büyükçekmece, ateşkes hattı olarak be­ sözlüğü bir başyapıttır. Kendisi bu çalış­
lirlenmişti. Şiddetli bir kış vardı. İstan­ malarını, Türklerin dil. edebiyat, kıyafet
bul, Rumeli'den kaçan iki yüz bin dola­ ve sanat bakımından bağımsız bir ulus
yında aç, çıplak, hasta ve sahipsiz, olarak canlanmalarına bir hizmet biçi­
Türk-Müslüman göçmenle dolmuştu. minde yorumlamıştır. Moliere'den yaptı­
Bunları donmaktan korumak için tüm ğı çeviri ve adaptasyonlar öylesine ba­
camiler, hanlar, hamamlar açılmıştı. Sa­ şarılıdır ki, "Ahmed Vefik Paşa, eserleri­
vaş koşullan yüzünden bütçe olanakları ni Moliere'e yazdırtmış!" denilmiştir.
Ahmed Vefik Paşa
tükenmişti. Kâğıt paranın değeri gün İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı Fransızca. İngilizce, İtalyanca, Grekçe.
gün düşmekte, fiyatlar yükselmekteydi. Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen, Rusça.
Fırınlar kapalıydı. İstanbullular, kolluk İbranice, Çağataycayı anlayan ve oku­
güçleri, hattâ saray hademeleri. Fatih. bir jurnal sunulunca 19 Nisan 1878 tari­ yan Ahmed Vefik Paşa'nın, Voltaire'der
Beyazıt, Sultanahmet meydanları ile Sir­ hinde Ahmed Vefik Paşayı başvekillik­ Micromegas (Hikaye-i Hikemiye-i Mik-
keci çevresindeki yarı donmuş, yollarda ten uzaklaştırıp Bursa valiliğine atadı. romega), Fenelon'dan Telemak, la Sa-
yatan göçmen çocuklarını sırtlarında ev­ Bu görevi üç yıl sürdü. ge'den Cilblâs, Santillâni'den Sergüzeşt.
lere taşımaktaydılar. Ahmed Vefik Paşa. Bursa'daki hizmetleri ve açtığı tiyatro V. Hugo'dan Emani çevirileri o döne:::
ödünsüz ve tehdit edici yöntemlerle vi­ unutulmamıştır. İstanbul'a maliye nazırı­ için önemli yenilikler olmuş, İstanbul
layetlerden para getirtti. Göçmenlerin na çektirdiği bir telgrafta, istenen parayı aydınları, bu eserlerin 2., 3., 4. basımla­
çoğunu, Anadolu'ya gönderip iskân et­ gönderemeyeceğini aynen "Para deni­ rını aramışlardır. İstanbul okullarında
tirdi. Halk bunlara "93 Muhacirleri" de­ len b..., bu vilayette yok!" sözleriyle bil­ okutulan ilk Osmanlı tarihi ders kitab:
miştir. İstanbul'un iaşe ve geçim koşul­ dirmesi; hükm-i karakuşi denen, yasa­ olan Târih-i Osmanî / Eezleke-i Târih-
larını büsbütün zorlaştıran nüfus yükü­ ya, olagelene uymaz tutumu sonucu Osmanî, Osmanlı padişahlarını, övgüle­
nü bir ölçüde hafifletti. Halk ve ordu 1882'de azledildi. Buna ilişkin Meclis-i re yer vermeksizin, dönemlerindeki
için iaşe temini önlemleri aldı. Fakat Vükela (Bakanlar Kurulu) kararında, olayları özetleyen ve bir imparatorluğu-
herkeste Rusların kenti işgal edecekleri merkezden atanan kamu görevlilerini anatomisini içeren özgün bir eserdir.
korkusu vardı. Bu sırada, İngiltere'nin, işe başlatmamak, yetkisi yokken kay­ Vezirlerin, paşaların padişaha ve bir­
İstanbul'daki uyruklarını korumak için makam azletmek, tiyatro biletlerini zor­ birlerine dalkavukluk ettikleri bir dö­
Boğaziçi'ne bir filo gönderme girişimi, la sattırmak, kimi memurlara maaş ver­ nemde kimseden çekinmeyen, kimseye
ikinci dönem çalışmalarına başlamış dirmemek, müfettişlere hakaret etmek boyun eğmeyen, bilgisinden emin. _-
olan Meclis-i Mebusan'ı karıştırdı. Ah­ vb suçlamalar yer alıyordu. lusçu kişiliği ile herkesle ters düşmes:
135 AHMED ZİYAEDDİN

doğaldı. O nedenle de farklı bir İstan­ AHMED ZİYAEDDİN EFENDİ Efendi tekkelerinde faaliyete geçerek İs­
bul efendisi ve Osmanlı paşası olarak tanbul'un mistik hayatında önemli rol
TEKKESİ
yaşamının son yıllarım, İstanbul'un ilk oynamıştır. Ancak II. Abdülhamid'in do­
bak. GÜMÜŞHANEVÎ TEKKESİ
büyük ve özel ihtisas kütüphanesini ğudaki Kürt aşiretlerini d e n e t l e m e k
içeren evinde geçirdi. Kütüphanesi İs­ amacıyla Halidîliği himaye etmesi, tari­
AHMED ZİYAEDDİN
tanbul'daki özel kitap koleksiyonlarının katın zamanla siyasi işlevini ön plana çı­
en değerlisiydi. 1893'te bir Amerikalının GÜMÜŞHANEVÎ kartmış ve bu yüzden mensupları, Babı­
almak istediği bu kitaplığı, vârisleri sat­ (1813, Gümüşhane - 13 Mayıs 1893, İs­ âli tarafından sürekli takibata uğramıştır.
madılar. 314 sayfalık bir katalogu Bağ- tanbul) Nakşibendîliğin Halidî koluna Önceleri Mahmud Paşa Medresesi'n-
datlıyan tarafından yayımlandı. Buna mensup mutasavvıf. deki hücresinde yakın çevresine tarikat
göre ad olarak 3.851 eser, cilt ölçeğiyle Gümüşhane'de başladığı eğitimine telkini yapan Ahmed Ziyaeddin Efendi,
de 6.000 dolayında kitap saptanmıştır. sırasıyla Trabzon ve 1831'de geldiği İs­ müritlerinin kalabalıklaşması nedeniyle
Bunlar arasında nadir yazmalar. Çağa­ tanbul'da devam etti. Önce Bayezid ar­ 1859'dan itibaren Cağaloğlu'ndaki Fat­
tayca, Farsça, Arapça, Türkçe, Latince, dından Mahmud Paşa medresesinde ma Sultan Camiini merkez olarak seç­
İngilizce, Fransızca ve başka dillerden okudu ve burada Kürt Hoca lakabıyla miş Halidîliğin diğer Nakşî grupları için­
eserler bulunuyordu. Bu eşsiz kütüpha­ tanınan Nakşî Şeyhi Abdurrahman el- deki varlığı bu tarihten sonra önem ka­
ne, daha sonra küçük partiler halinde Harputî'nin (ö. 1851) öğrencisi oldu. zanmıştır.
satılıp dağıtılmıştır. 1844'te müderrislik icazeti aldı ve aynı Gümüşhanevî Tekkesi'ni(->) oluştu­
Ahmed Vefik Paşa'nın, herkesten faz­ yıl Bayezid medresesinde ders vermeye ran Fatma Sultan Camii, daha önce bu­
la alafranga olması gerekirken herkesten başladı. 1863'te ilk hac yolculuğuna çık­ rada mevcut bulunan Piri Ağa Mesci­
çok ulusçu ve gelenekçi olması, kişiliği­ tı. 62 yaşında iken Şeyhülharem Meh- dinin yerine 1727'de Damat İbrahim
ni öne çıkartan tipik davranışları, bir di­ med Emin Paşa'nın kızı Havva Seher Paşa'nın eşi Fatma Sultan tarafından
zi anekdota konu olmuştur. Onu yakın­ Hanım ile e v l e n e n G ü m ü ş h a n e v î . yaptırılmıştır. 1826'da çıkan Hocapaşa
dan tanıyanlardan tarihçi Abdurrahman 1877'de Osmanlı-Rus Savaşına katılarak yangınında harap olan yapı, 1827'de ye­
Şeref "Sokakta dilenci kıyafeti ile dolaş- Batum cephesinde çarpıştı. Ertesi yıl niden inşa edilmiş ve 1859da Ahmed
sa hiç tanımayan birisi, bu adam vezir­ ikinci defa hacca gitti ve dönüşünde bir Ziyaeddin Efendi tarafından Halidî usu­
dir, diye hükmedebilirdi" der. Evinde, süre Mısır'da kaldı. 1878'den vefatına lünce "Hatm-i hâcegân" icra edilen bir
eşine Türk usulü ferace ve çedik giydir­ kadar İstanbul'da kendi adıyla anılan tekkeye dönüştürülmüştür. 1875'te ha­
mesi, ailesini alafranga modalardan tekkesinde tarikat faaliyetlerini sürdür­ rem ve selamlık daireleri ile deniş hüc­
uzak tutması meşhurdur. Yine A. Şeref, dü. Mezarı. Süleymaniye Camii nazire­ relerinin eklenmesiyle son şeklini alan
onunla ilgili anılarında "Son yıllarda üç sinde. Kanuni Sultan Süleyman Türbe­ tekkede Gümüşhanevî'nin vefatından
dört ayda bir kendisini görmeye gider­ sinin kıble duvarı bitişiğindedir. sonra Hasan Hilmî Efendi (ö. 1 9 1 1 ) , İs­
dim. Gerçekten zengin bir insan değildi. Ahmed Ziyaeddin Efendi, medrese mail Necatî Efendi (ö. 1918). Ziyaeddin
Her ay ödenmeyen emekli aylığı, çok eğitimi gördüğü yıllarda tasavvufa da il­ Ömer Efendi (ö. 1920) ve Mustafa Feyzi
yalınkat olan evinin geçimine yetmiyor­ gi duymuş, İstanbul'daki çeşitli Nakşî Efendi (ö. 1926) postnişinlik görevini
du. Eşya eskimişti. Hattâ minder örtüleri tekkelerine devam ederek sohbetlere üstlenmişler ve tekke 1925'te çıkartılan
yamalı idi. Küçülmemek için ne aylığına katılmıştır. Bu Nakşî merkezlerinden 677 sayılı kanun gereği bu son şeyhin
zam ve ne de geçmiş maaşlarının öden­ Üsküdar'daki Alacaminare Tekkesi'nde zamanında kapatılmıştır. Cumhuriyet
mesini istemiştir... Farklılığı sırf gönül Mevlana Halid'in halifelerinden Abdül- döneminde kadro harici bırakılan Fatma
tokluğu değildi. Sevmediklerini mevkile­ fettah Ukarî (ö. 1864) ile tanışması ve Sultan Camii ve Gümüşhanevî Tekkesi
rine bakmadan apaçık aşağılardı. Hoş­ onun aracılığıyla Trablusşam müftüsü bir süre valiliğin yatakhane ve elbise
landıklarına da toz kondurmazdı. İri olarak tanınan Ahmed Ervâdî'ye ( ö . deposu olarak kullanılmış, 1957'de ise
püsküllü büyük fesi. yuvarlak çehresi, 1858) intisap etmesi. Halidîliğin İstan­ yol açma gerekçesiyle yıktırılmıştır.
korku ve saygı duygularını bir arada bul'da örgütlenmesi açısından bir dö­ Günümüz İstanbul'unda varlığını
uyandırırdı..." der. Onun için dönemin­ nüm noktasıdır. 1848'de gerçekleşen bu sürdüren Nakşî grupları arasında Gü­
de "Başaşağı kütüphane", "Her tarafı di­ intisap sonucunda Gümüşhanevî. Halidî müşhanevî'nin tarikat silsilesine bağlı
kenli bir yuvarlak", 'Binek taşı iriliğinde hilafetinin yanısıra Nakşî. Müceddidî. olan Halidîlik. en etkili olanıdır. Gü­
pırlanta" denmiştir. Devlet memurlarının Ceştî. Mahzarı, Desûkî. Kadiri, Kübrevî. müşhanevî Tekkesinin son şeyhi Mus­
rüşvete bulaşmışlarım çerçöpten sayar, Şazelî. Halvetî. Sühreverdî, Bedevî ve tafa Feyzî Efendinin halifesi Mehmed
ahmakları ve yeteneksizleri bile bunlar­ Rıfaî tarikatlarından da icazet almış. "Ca- Zahid Kotku (ö. 1980) tarafından Fa­
dan üstün tutarmış. Çoğu çevrelerce miu't-turuk" bir şeyh olarak yetiştirdiği tih'teki İskender Paşa Camiinde örgüt­
"deli" bilinirmiş. Ahmed Vefik Paşa ise müritlerine, tasarruftaki eğilimlerine gö­ lenen bu Nakşî kolu. özellikle 1950'ler-
yakınlarına "Kendime deli dedirtinceye re bu tarikatlardan icazet vermiştir. den sonra İstanbul'a göç eden taşralı
kadar neler çektim!" dermiş. Bayram ta­ Gümüşhanevî'nin mensubu bulundu­ esnaf tabaka arasında hızla yaygınlaş­
tilini kaldırması, kızdıklarını hapsettir­ ğu Halidî tarikatı. 19. yy"da Nakşibendî­ mış, dönemin partileriyle yakın ilişki
mesi, kovması, esnafa borcunu ödeme­ liğin İstanbul'daki en etkin koludur. As­ kurarak siyasi bir kimlik kazanmıştır.
yen bir bürokratın atını sattırması. Bursa len Şafiî mezhebinden olan Mevlana Kotku'nun damadı ve halifesi Prof. Dr.
valiliğindeki garip icraatı, alaycılığı, fesi, Halid'in (ö. 1826) kurduğu bu tarikat. M. Esad Coşan'a bağlı olarak halen fa­
fesinin püskülü, takkesi, ayakkabıları, Kuzey Irak'taki Süleymaniye'de kökleş­ aliyetini sürdürmektedir.
gözlüğü, gecelik entarisi vb onun ilginç miş. Basra, Kerkük. Erbil. Diyarbakır, Ahmed Ziyaeddin Efendinin tasav­
özelliklerindendi. Cizre, Mardin ve Urfa gibi Kürt nüfusu­ vuf anlayışı, Nakşîliğin ana ilkelerine
nun yoğun şekilde bulunduğu yerleşim sadık kalarak geliştirdiği hadis, fıkıh ve
Bibi. İnal, Son Sadrazamlar, I; Abdurrah­
man Şeref, Tarih Musahabeleri. İst.. 1339, s. bölgelerinde hızla yaygınlaşmıştır. akaid ağırlıklı bir düşünce sistemi için­
223-234; 1. Hikmet (Ertaylan), Ahmet Vefik 19. yy başlarında Mevlana Halid'in de şekillenmiştir. Halvete ayrı bir önem
Paşa, ist., 1932; F. A. Tansel, "Ahmed Vefik halifeleri Muhammed Salih ve Abdül- veren müritlerini riyazatla eğiten Gü­
Paşa", Belleten, no. 109, 110, 113, (1964- vehhab Sûsî tarafından İstanbul'a getiri­ müşhanevî, eserlerini Arapça kaleme al­
1965); M. Z. Pakalm, Ahmed Vefik Paşa, İst., mış olup bunlardan Camiü'l-Usûl, başta
len Halidîlik. başta Şeyhülislam Mekkî-
1942; M. Uraz, Ahmed Vefik Paşa, İst., 1944;
A. H. Tanpmar. "Ahmed Vefik Paşa", ¿4, I, zade Mustafa Asım Efendi. Namık Paşa Nakşîlik gelmek üzere diğer tarikatlar-
207-210; O. Köprülü, "Ahmed Vefik Paşa Kü­ ve Necib Paşa gibi devlet adamlarından daki adap ve erkânı da inceleyen'temel
tüphanesinin Katalogu Hakkında". Türk Kül­ yakın destek görmüş, Hocapaşa'da Saf- bir kaynaktır.
türü, Şubat 1971, s. 100. vetî. Eyüp'te Hüsrev Paşa. Halıcılarda Bibi. Avvansaravî. Hadîka. I. 156; Tarib-i
NECDET SAKAOĞLU Feyzullah Efendi ve Çarşamba'da İsmet Lutfî. I.' 286-287: Süleyman Zühdî Hâlidî.
AHMEDİYE KÜLLİYESİ 136

Mecmuatü'r-Resâil alâ Usûlîl-Hâlidiyye, İst..


1305; Mustafa Fevzi, Hediyyetü l-Hâlidîn,
İst., 1313; Osmanlı Müellifleri. I. 15": Yassaf.
Sefine. II. 185-186; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ.
29; î. Gündüz, Gümüşhanevî Ahmed Ziyâ-
üddîn. Hayatı. Eserleri. Tarikat Anlayışı ve
Hâlidiyye Tarikatı. İst.. 198-1; S. Eyice. "İstan­
bul'un Kaybolan Eski Eserlerinden: Fatma
Sultan Camii ve Gümüşhaneli Dergâhı". Prof.
Dr. Sabri F. Ülgener'e Armağan, İst.. 1987, s.
475-511; T. Zarcone. "Remarques sur le rôle
sociopolitique et la filiation historique des
Şeyh Nakşbendî dans la Turquie contempo­
raine" Naqshbandis, İst.-Paris. 1990. s. 416-
420; Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhanevî. Sem­
pozyum Bildirileri. İst.. 1992.
EKREM IŞIN

AHMEDİYE KÜLLİYESİ
Üsküdar'da Ahmediye semtindedir.
Gündoğumu Caddesi ile Esvapçı Sokağı
köşesinde meyilli bir araziye oturtul­
muştur.
Külliye, cami. medrese (tekke), kü­
tüphane, sebil, çeşmeler, türbe ve nazi­ Ahmediye Külliyesi
reden teşekkül etmiştir. Külliyedeki çe­ Önde medrese (tekke), sağda geride cami.
şitli kitabelere göre Tersane Kethüdası Erkin Emiroğlu, 1993
Eminzade Hacı Ahmed Ağa (ö. 1730)
tarafından yaptırılmıştır. İki kapısı olan
külliyenin meyilli araziye oturtuluşu ve tirdiğinin yazılı olduğu da İ. Hakkı tara­ kenarında birer pencere mevcuttur. Ca­
mimari tanzimi çok başarılıdır. Gündo­ fından verilmektedir. miin yedi alt, sekiz üst sıra penceresi
ğumu Caddesi üzerinde sağında bir çeş­ Cami, moloz taşından, minare kesme vardır. Üst pencere içliklerinde sade alçı
me, solunda da bir sebil olan ve Tekke taştan inşa edilmiştir. Kare planlı, tek süslemeler bulunmaktadır. Mihrap bu­
Kapısı denilen birinci kapısı 1134/1722 kubbeli ve bir minarelidir. 1965'ten son­ gün sıvalı basit bir oyuktur. Daha önce
tarihlidir. Kitabesi dört satır halinde ta'- ra yapılan tamiratta o sıralarda mevcut içinde Kabe resmi olan yeşil zeminli bir
lik hattı iledir. Bu kapı üzerinde medre­ bulunan ahşap son cemaat yeri kaldırıl­ çini bulunmakta imiş. Minber, mermer­
senin dershanesi mevcuttur. Külliyenin mış, yerine yenisi yapılmamıştır. Camiin den yapılmış, küçük, fakat 18. yy'ın cid­
ikinci kapısı Esvapçı Sokağindadır. Bu cümle kapısı, son cemaat duvarının sa­ den güzel bir eseridir. Külah kenarında
kapıdan merdivenlerle iç avluya çıkıl­ ğındadır. Bu duvar üzerinde ortada bir bir hadis-i şerif dolaşmaktadır. Ayrıca üç
maktadır. Külliyenin mimarı bilinmediği mihrap ve sol üstte bir kapı-pencere kenarlı güzel bir mermer kürsüsü vardır.
gibi vakfiyesi de bulunamamıştır. vardır ki, mahfilden son cemaat üstüne Cami tromplardan itibaren 19. yy üslu­
1945'te Vakıflar İdaresinin ve Kızı­ geçiş olarak kullanılmış olabilir. Mahfil buyla nakışlanmıştır. Pencere içleri ve
lay'ın mutfak ve erzak ambarı ve imare­ ahşap direkler üzerinde, çıtalı tavam bo­ mihrabın iki yanındaki setler ise modern
ti olarak kullanılan külliyede, günde yalıdır. Yakın zamanda vapıldığı anlaşılı­ fayanslarla kaplanmıştır. Minare, kaide­
Vakıflar İdaresi tarafından 250, Kızılay yor. Merdiveni camiin içine doğrudur. den itibaren kesme taştan, muntazam;
tarafından 2.300 fakire yemek dağıtıl- Mahfilin bir yan ve dışarı açılan kapıdan şerefe altı yuvarlak silmeli, korkulukları
maktaymış. 1986'da medresenin bir bö­ başka bir penceresi daha mevcuttur. Mi­ altı köşeli, kafeslidir. Camiin bugün iç
lümü, dershane ve kütüphane. Diyanet nareye ise yeni mahfilden çıkılmaktadır. avludan girilen bir avlu kapısı ve hazire
İşleri Başkanlığına bağlı bir Kuran kur­ Kubbe dilimli tromplara oturmaktadır. ile birleşen bir ihata duvarı olduğu ka­
su olarak kullanılmakta, diğer kısımlar "İsm-i celâl", "ism-i nebî" ve "cihar yâr" lıntılardan anlaşılmaktadır.
yine imaret olarak vazife görmekte ve yazıları yuvarlak levhalar içinde ve ka­ Medrese (Tekke): Külliyenin on bir
günde 176 kişiye yemek dağıtılmaktay­ bartmadır. Sekiz kenarlı kasnağın her odalı medresesi, güneyde "L" şeklinde
dı. Bugün (1993) Kuran kursu talebele­
rine günde 40-45, imarette de fukara­
dan 109 kişiye yemek dağıtılmaktadır.
Cami: Cadde ve sokağın kesiştiği
köşededir. Camiin kitabesi kapı üzerin­
de beş satır halinde Arapça olarak sülüs
hattıyla yazılmıştır. Bugün bu yazının
en alt satırı üzerine giriş saçağının çin­
kosu isabet etmiştir. İlk cuma vaazını
İsmail Hakkı Bursevî'nin verdiği ve
Arapça olan tarih mısraını da söylediği
rivayet edilmektedir. Kitabeyi okuyan İ.
H. Konyalı ise Selim isimli bir şaire ait
olduğunu söylemektedir. 1134/1722 ta­
rihli olan bu kitabede, yerinde bulunan
Kefçe (Kepçe) Hoca Mescidi'nin harap
olduğunu ve yerine Hacı Ahmed Ağa'- Ahmediye
mn bu camii yeniden yaptırdığı ve min­ Külliyesinin
ber koydurduğu yazılıdır. Yine camiin Esvapçı Sokağı
kapısı üzerinde bugün yeri boş bulunan üzerindeki
kütüphanesi.
bir başka levhada 1277/18°60'ta Ali Erkin Emiroğlu.
Efendi isminde birisinin camii tamir et­ 1993
137 AHMET HAŞİM

iki kolludur. Medrese kollan arasından mermer çeşme bulunmaktadır. Bu çeş­ belirmiştir. Bize Göre (1926), Gurebâ-
arka taraftaki helalara geçilmektedir. menin solundaki küçük bölümün külli­ hâne-i Laklakan (1928), Frankfurt Se­
Odaların önünde yuvarlak kemerli ve yenin muvakkithanesi olduğu söylen­ yahatnamesi ( 1 9 3 3 ) kitaplarında derle­
kubbeli bir revak bulunmaktadır. Revak mektedir. nen deneme, söyleşi, gezi ve felsefi ya­
sütun başlıkları mermerden yontulmuş Türbe ve hazire: Külliyenin haziresi zılarının pek çoğunu da bu eserlerine
olup, "yedi-sekizli"dir. Medrese odaları kıble ve kuzey tarafında iki parça ha­ almayarak Servet-i Fünun, Dergâh, Yeni
da kubbelidir. Hem revaka ve hem de lindedir. Gündoğumu Caddesi tarafında Mecmua gibi dergilerle İkdam, Akşam,
dışarı açılan pencereleri, dolapları ve altı kemerli penceresi ile ihata duvarı Milliyet gibi gazetelerde bıraktı. Bu ya­
bir ocağı bulunmaktadır. Medresenin vardır. İçinde bir hayli kabir olan hazi- zılar ancak 1 9 9 1 d e İnci Enginim ve
dershanesi, Gündoğumu Caddesi'ne rede külliyenin banisi Eminzade Ah- Zeynep Kerman tarafından bir araya ge­
açılan ve Tekke Kapısı da denilen cüm­ med Ağanın kabir taşı 1143/1730 ta­ tirilip Bütün Eserleri dizisinde yayım­
le kapısının üzerinde fevkanidir. Plan rihlidir. Ayrıca E m i n z a d e A h m e d lanmıştır.
olarak sekiz yüzlü, kubbeli ve revaklı- A ğ a ' n ı n oğlu E m i n M e h m e d Ağa 1901'den sonra otuz yılı aşkın bir za­
dır. Kapı üzerindeki kitabesi beş satırdır 1 1 5 9 / 1 7 4 6 . Eminzade oğlu Hüseyin man diliminde değişik aralıklarla nesir­
ve 1 1 3 4 / 1 7 2 2 tarihini taşımaktadır. Ağa 1145/1732 tarihli taşları ile Ahme- lerini yayımlayan Ahmet Haşim, çok ge­
Önündeki üçlü revakın ortası çapraz to­ diye Camii hatibi tarik-i Rıfaîyeden Ha­ niş konu ve sorun yelpazesinde İstan­
noz, yanlar kubbe ile örtülüdür. Sütun cı Sevvid M e h m e d Said Efendi'nin bul'dan da söz açmış; şehrin gündelik
başlıkları mukarnaslıdır. Dershanenin 1288/İ871 ve Rıfaî Şeyhi Mahmud Raci hayatını, tarihi çehresini, törelerini, git­
altı alt ve altı üst sıra penceresi mevcut­ Efendi'nin 1 3 1 6 1898 tarihli kabir taşı tikçe değişen mimarisini, modalarını,
tur. Mermer mihrabı beş sıra mukarnas­ durmaktadır. Mescidin ilk banisi olan mevsimlerini, saatlerini, renklerini eşsiz
lıdır. Mihrap dışarı doğnı çok kenarlı ve Kefçe (Kepçe) Mehmed Dede'nin kabri bir tııtanakçı kimliğiyle kaleme getirmiş­
yarım kubbeli olarak çıkmaktadır. Bu altı sütun üzerinde, kubbeli, yanları tir. Bu yazılar, özellikle 1920-1930 yılla­
dershanenin Rıfaî meşayihinden Mah- açık türbededir. Kabir taşı 947/1540 ta­ rının İstanbul'unu inanılmaz bir ayrıntı
mud Raci Efendi (ö. 1724) tarafından rihlidir. Kepçe Dede'nin kabri önceleri zenginliğiyle saptamaktadır.
Rıfaî tekkesi haline getirildiği söylen­ haziredeki büyük çitlembik ağacı dibin­ Böylece şehrin hayatında sözgelimi
mektedir. Sonradan buranın bir tekke de iken. 1975 sonrasında taşı enkaz al­ "Sinema" ( 1 9 2 2 ) ve yabancı filmler,
.cin dar geldiği düşünülerek, camiin tından çıkartılarak bugünkü yerine ko­ "resmi beyazperde üzerinde kımıldayan
-: n cemaat yerine ahşap bir ilave yaptı­ nulmuştur. şu rimel ile kirpiğinin her teli bir ok gi­
r d ı ğ ı rivayet edilmektedir. Bu tekke bi dikilmiş güzel kadının gözünden,
Bibi. Ayvansarayî. Hadîka. II. 206: Osman
1-31'de çökmüş ve enkazı ile 1965'lere B e y . Mecmua-i Cevâmi. II, 56-57: Raif, damla damla akan sahte gözyaşlari'yla
kadar duran ahşap bir son cemaat yeri Mir'at 107-109: Konyalı. Üsküdar Tarihi. I. karşımıza çıkmaktadır. Bahar bayramın­
yapılmıştır. Kepçe Dede Dergâhı diye 87-89; Kütükoğlu. İstanbul Medreseleri, 277- da şehir, kırlık alanlar, papatya, gelincik
de anılan dershanede 1945'lerde hâlâ 392; Kütükoğlu, Darü'l-Hilafe, 186-187.
ve bülbül sağanağına tutulur; Kâğıthane
tekkeye ait bazı eşyalar, kudüm vb bu- İ. AYDIN YÜKSEL
Deresinde çingene, zurna sesiyle şen­
lunmaktaymış. Dershane ile medrese likler yaratacaktır. Ne var ki "tozlu ve
arasındaki dört kemerli tonoz örtülü re- AHMET CEVDET dolaşık" yollardan geçilerek varılmış
vakta dokuz adet abdest musluğu bu­ bak. ORAN, AHMET CEVDET Kâğıthane Deresi'nde "yalnız bozuk fo­
lunmaktadır. nograf" sesleri yankılanmaktadır ("Çin­
Kütüphane: Külliyenin Esvapçı So­ AHMET HAŞİM gene", 1928). Fatih, Hırka-i Şerif, Kara-
kağı tarafındaki ikinci kapısı yanında (1885, Bağdat - 4 Haziran 1933, İstan­ gümrük taraflarındaki yangın felaketin­
fevkani olarak yapılan kütüphane bina­ bul) Şair, yazar. Galatasaray Sultanisin­ den sonra açılan "bulvarların her iki ta­
sı kare planlı, tek kubbelidir. Önünde de okudu. Hukuk Mektebindeki yükse­ rafında birbiri ardınca yapılmakta olan
üç kubbeli revakı vardır. Sekiz alt ve al­ köğrenimini yarıda bıraktı. Reji İdare­ küçük, üslupsuz, nizamsız binalar, bir
tı üst sıra penceresi, bir ocağı ve iki do­ s i n d e çalıştı, değişik okullarda öğret­ yeni çirkin İstanbul'un çekirdeğini" teş­
labı mevcuttur. Bu kütüphanede yetmiş menlik yaptı. İlk şiirlerini yayımladıktan kil eder ("Yeni İstanbul", 1928).
adet yazma bulunmaktaymış. Revak sol sonra. Fecr-i Ati topluluğuna katıldı, İstanbul, herhalde henüz tenha bir
yan tarafa doğru genişleyerek bir hela İstanbul'dur ve "otomobillerin nadiren
ile son bulmaktadır. Revak sütun başlık­ geçtiği", Haydarpaşa'dan Beykoz'a ka­
ları bademlidir. Kütüphane binasının al­ dar uzanan yollarda, geceleyin, hâlâ,
tı bugün umumi hela olarak kullanıl­ "merkebi yeşil dalllarla yüklü rençberle-
maktadır. re. kollarında yiyecek taşıyan gecikmiş
Sebil ve çeşmeler: Külliyenin tekke işçilere, bir evden diğer bir eve misafir
kapısının solundaki mermer sebil üç giden, başka bir asırdan kalma küme
cephelidir. Her yüzde bulunan ve içi is­ küme h a n ı m l a r a " r a s t l a n ı l m a k t a d ı r
tiridye dilimli olan yuvarlak kemerlerin ("Gece Gezintisi", 1928). Ama artık İs­
üstünde talik hattıyla ikişer beyit vardır. tanbul'da hayat değişmekte; "İstanbul'u
Kemer köşeleri rumîlerle süslüdür. Bu yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilâla­
dilimli kemer aynası altında yine her rın en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saat­
yüzde birer talik beyit daha vardır. Ba­ ler" Müslüman saatinin yerini almakta­
sık kemerli sebil pencereleri altı köşeli dır. Alafranga saatle birlikte alaturka sa­
demir şebekelerle örtülmüştür. Kitabe at "camilere, türbelere ve muvakkitha-
tarihi 1134/1722'dir. Kapının sağ tarafın­ nelere bırakılmış battal bir eski saat ha­
daki zarif çeşme de sebille aynı üslupta­ line" gelmiştir. Alaturka saatin "ışıkta
dır. Kitabesi beş beyittir ve talik hattıyla başlayıp ışıkta biten, on iki saatlik, kısa,
yazılmıştır. Bu da 1134 tarihini taşımak­ topluluk dağılınca Dergâh dergisinde hafif, yaşaması kolay" günü, bundan
tadır. Çeşmenin aynataşı üzerindeki eserlerini sürdürdü. Şiirlerini Göl Saatle­ böyle, İstanbul'da ve bütün öteki büyük
ikinci kitabeye göre ise, II. Sultan Mah- ri (1921) ve Piyale (1926) kitaplarında kentlerimizde, "sarhoşları, evsizleri, hır­
mud'un ikballerinden Tiryal Hanım. topladı. Şiirlerinde "duyulmak üzere vü­ sızları ve katilleri çok ve yeraltında
1280/1873'te bu çeşmeyi membaından cut bulmuş, musikî ile söz arasında, mümkün olduğu kadar fazla çalıştırıla­
itibaren tamir ve ihya ettirmiştir. Ayrıca sözden ziyade musikîye yakın" bir dili cak köleleri sayısız olan büyük medeni­
Gündoğumu Caddesi sonunda köşeye işleyen Ahmet Haşim. düzyazılarında yetlerin acı ve sonu gelmez" gününe
yakın daha sade, kitabesiz. ikinci bir çok önemli bir kültür adamı niteliğiyle dönüşecektir ("Müslüman Saati", 1921).
AHRİDA SİNAGOGU 138

Şehir hayatında usul usul bir ikilik de 1709 ve 1823'te tekrar onarım gör­
belirmektedir. Boğaziçi'nde bütün yaz, müştür. Sinagogun giriş kapısının üze­
görkemlerinden çok şey yitirmiş yalılar­ rinde okunan 5641/1881 tarihi binanın
da, düşkün Ruslar ve Yahudiler eğlen­ önemli onarımlarından birini belgele­
mektedir. Onlar denizden ve güneşten mektedir.
yararlanırlar. 'Mülkün sahipleri"ne ge­ Sinagogun bahçesinde bir midraş
lince, iskele kahvelerinde, bakımsız kö­ (medrese) bulunmaktadır. Sinagogun
şelerde nargile çekmekte, "fincan fin­ arka duvarına bitişik daha önce mevcut
can" kahve içmekte, gülüp eğlenenlere Yahudi okulunda 1912 yılında Türkçe,
kızmaktadırlar. Rumeli sahili "musikîli. İbranice ve Almanca eğitim yapıldığı
parıltıli'yken Anadolu yakası her gece ifade edilmektedir. Belgelenmeyen bir
gamlı bir karanlığa bürünür. "Oteller, iddiaya göre sinagogun altında nereye
kulüpler, gazinolar, meyhanelerle dolu. Ahrida Sinagogunun içinden bir görünüm. kadar uzadığı belli olmayan bir gizli ge­
cazbantlı ve balolu alafranga Ada'da Ön planda teva (dua kürsüsü). çit bulunmaktaydı. 1910'lu yıllarda bazı
yeni devrin zenginleriyse eğlenceyi, "ra­ Naim Güleıyüz
yöneticilerin kazı yaptıkları ve gerçek­
kı sofraları ve kumar masaları"nda ara­ ten bir demir kapı ile karşılaştıkları, an­
maktadır. Şimdi İstanbul'u saran, alatur­ cak belirsiz bir yönde ilerlemekten çe­
ara kapı da bu iddiayı doğrular mahi­
ka ve alafranga yaşayışlarda, yoğun bir kinip kazıyı kapattıkları söylenmektedir.
yettedir. 1992 restorasyonunu üstlenen
can sıkıntısı, tehlikeli bir üretimsizliktir
yüksek mimar Hüsrev Tayla çalışmaları­ 17. yy'da kendini mesih ilan eden
("Sayfiyelerden Dönenler". 1924).
nı binadaki mimari bulgulara uyan 17. Sabetay Sevi'nin İzmir'den İstanbul'a
İstanbul'da durgun, ölgün, isteksiz yy mimari tarzını ve iç tezyinatını göz geldiğinde içinde vaaz verdiği söylenen
bir kültür-sanat hayatıyla karşılaşılır: önünde tutarak düzenlemiştir. Ahrida Sinagogunun geçmişindeki an­
"Süleyman Nazif'in mezarı hâlâ" yapıl­ Ahrida Sinagogu Balat sinagogları­ lamlı anılardan biri de 1877-1878 Os-
mamıştır; fakat zaten "bu gibi aç ölenle­ nın en büyüğü ve görkemlisidir. Tuğla manlı-Rus Savaşına katılan Osmanlı or­
rin çürümüş kemiklerine mermerlerden ve yığma taş sinagogun teva'sı (dua dusunun zaferi için 18 Mayıs 1877 günü
bir köşk yapmaya kalkışmaktan ne çı­ kürsüsü) bir gemi pruvasını andırır. Bir düzenlenen ve Sadrazam İbrahim Ed-
kar?" ( " S ü l e y m a n Nazif'in Mezarı". rivayete göre bu profil Nuh'un gemisi­ hem Paşa ile devlet ricalinin de katıldığı
1928). "Ertuğrul Muhsin'in Amerika'ya ni anımsatmakta, bir başka rivayete gö­ dua törenidir.
ansızın gidişiyle" Darülbedayi'de yeni re ise Sefaradlan (ortaçağ İspanya Ya­ 1926 ve 1955'te kısmen onarım gören
tiyatro mevsimi pek zayıf açılmıştır. hudileri) İspanya'dan Osmanlı İmpara- yaklaşık 350 kişi kapasiteli Ahrida Sina-
"Hayatı bir tek adamın mukadderatına" torluğu'na getiren kadırgaları simgele­ gogu'nun 1992 restorasyonu sırasında
bağlı kaldıkça böyle bir sanat kurumun­ mektedir. elden geçirilen tavan kaplamalarının al­
dan söz açmak da olasızdır ('Darülbe-
l693'te geçirdiği bir yangın felaketi tında, binanın kuruluş döneminden kal­
dayi". 1928).
sonucu harap olan .Ahrida Sinagogu 10 ma orijinal tavan süslemelerini bulmak
Gitgide ironik bir ifadeye bürünen Mayıs 1694 fermanı ile yenilenmiş, Stei- mümkün olmuştur. Ahrida Sinagogu iki
yaklaşımlarda, Ahmet Haşim'in şehir ner isimli bir gezginin ifadesine göre yıl süren titiz bir çalışma sonunda 19
hayatının yeniliklerinde kofluğu, yalın-
katlığı gördüğü sezilebilir. "Yarını ya­
malak tarihî bilgilerin ve ham bir zevkin
kaynaklarından akıp gelen" İttihat ve
Terakki siyaseti, mimaride türbeyle
medresenin taklidini uygun bulmuştur.
"İşte o tarihten beridir ki İstanbul'un
her tarafında bu biçim binalar inşa et­
mek ve bu mimariye de 'millî mimari
rönesansi ismini vermek âdet" olmuştur
("Mürteci Mimari". 1926).
İstanbul'a ilişkin, bu türden, sayısız
eleştirel değinme, önsezili endişeler,
yönetim katlarmca ilgiye değer bulun­
madığından. Ahmet Haşim'in şehir yazı­
ları güncelliğini hâlâ korumaktadır.
Bibi. Y. K. Karaosmanoğlu, Ahmet Haşim,
İst., 1934; Y. K. Karaosmanoğlu, Gençlik ve
Edebiyat Hatıraları. Ankara. 1969; A. Ş. Hi­
sar, Ahmet Haşim/ Şiiri ve Hayatı. İst.. 1963:
Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının
Ana Çizgileri, İst., 1979.
SELİM İLERİ

AHRİDA SİNAGOGU
Balat'ta Kürkçü Çeşme Sokağı'ndadır.
15. yy başlarında kurulan sinagog adını
kurucularının Osmanlı İmparatorluğuna
göç ettiklerinde ilk yerleştikleri yer olan
Makedonya'daki Ohri Kasabası'ndan
alır. Bugünkü bina 15. yy'da yapılmış
ilk bina olmayıp bir rivayete göre daha
önce mevcut yan yana iki sinagogun
aralarındaki duvarın yıkılarak birleştiril­
mesiyle oluşmuştur. Ahrida'nm son
restorasyonu sırasında ortaya çıkan arka
139 AİLE

Kasım 1992 günü düzenlenen bir tören­ çok daha sabit ve pekişik bir birim teş­
le tekrar hizmete girdi. Balat Yahudi ya­ kil etmekteydi. Örneğin, Roma'da bir
şamının görkemli günlerinde sayısız dü­ evliliğin yürürlüğe girmesi yalnızca ta­
ğün ve kutlama töreninin icra edildiği rafların rızasıyla mümkün iken, Bizans'­
Ahrida Sinagogu, Kültür ve Tabiat Var­ ta bu yeterli görülmemiş, kilisenin ona­
lıklarını Koruma Kurulunun 8.6.1989 ta­ yı ve ayrıca her iki ebeveynin de rızası
rihli Resmi Gazete'de yayımlanmış olan şart koşulmuştur. Roma kanununda ca­
16.9.1987 tarih ve 3618 sayılı kararı ile riyelik kurumu tanınırken Bizans impa­
(sıra no. 128) koruma altına alınmıştır. ratorları, önce evli erkeklerin cariye tut­
NAİM GÜLERYÜZ malarını yasaklamış, sonra kurumu tüm­
den yok etmeye çalışmışlardır. Bizans'ta
AİLE ailenin Roma devrinden farklı bir başka
özelliği de zamanla erkeğin aile içeri­
Ana, baba, çocuklar ve aile biçimine gö­
sinde sahip olduğu sonsuz otoritenin
re değişen sayı ve nitelikte kan akraba­
("patria potestas") azalıp, kadının etkisi­
larından oluşan; tarihsel, kültürel, dinsel,
nin ve öneminin artmış olmasıdır (bak.
ekonomik etkenlere göre biçimlenen;
Kadın yaşamı).
neslin devamını, yeni kuşakların yetişti­
rilmesini ve topluma katılımını sağlayan Bizans devrinde, özellikle bazı aşırı
ekonomik ve toplumsal birlik. dini çevreler arasında, evlilik ve dolayı­
Tarih boyunca çeşitli etnik grupları sıyla aile karşıtı tavırlar mevcut olmakla
ve halkları barındırmış çok kültürlü, beraber, aile genelde devlet ve kilisenin
çok dinli bir mozaik olan İstanbul'da ai­ himaye ve gözetimi altında bir kurum
le yapısının ve ilişkilerinin, tarihsel sü­ olarak varlığını sürdürmüştür. 8. yy'da Eski İstanbul'da mahalle, aile yaşamının hem
reç içinde farklılık ve değişme göster­ düzenlenen Ekloga isimli kanunnamede dış mekânı hem de uzantısıydı.
mesi doğaldır. Böylesine geniş bir tarih­ aile konusu pek çok maddede ele alın­ G. Brindesi'nin bir resmi. 19. yy
mıştır. Bu yasalara göre, evlilik yaşı kız­ Ara Güler
sel boyut ve karmaşık bir sosyo-ekono-
mik çerçeve içinde, değişmez ve tek bir lar için 13, oğlanlar için 15 olarak belir­
"İstanbul ailesi'den söz etmek, gerçeği lenmiş; çeşitli akrabalık ve hısımlık de­
modeli kullanılmıştır. Bu sisteme göre
yansıtmayan bir soyutlama olur. Bizans recelerinde olan kişiler arasındaki evli­
imparator baba rolünü üstlenirken, baş­
ailesi Fetih sonrası İstanbul'unun orta likler ise yasaklanmıştır. Boşanma ko­
kalarının konumları aile içerisindeki de­
tabaka Müslüman Türk ailesinden ne nusunda da devlet kısıtlayıcı bazı yasa­
ğişik akrabalık derecelerine göre hiye-
kadar farklıysa, İstanbullu bir Rum ya lar getirmiştir. Çiftlerin boşanması ancak
rarşik olarak sıralanmıştır.
da Musevi ailesi de yaşam mekânı ko­ erkeğin üç yıl boyunca devam eden
cinsel iktidarsızlığı, kadının zina yap­ NEVRA NECİPOĞLU
nak olan bir ulema ya da paşa ailesin­
ması, çiftlerden herhangi birinin diğeri­ Osmanlı D ö n e m i
den; orta sınıf Müslüman esnaf ailesi
Tanzimat ailesinden, günümüzde "Te- ni öldürmeye teşebbüsü veya çiftlerden 15. yy'ın ikinci yansında, fetih sonrasın­
peler'den birinde gecekonduda oturan birinin cüzam hastalığına yakalanması da uygulanan iskân politikası, kente, ih­
Doğu ya da Karadeniz kökenli bir işçi durumlarında mümkündü. Buna karşılık tiyacı olan Müslüman kalifiye nüfusu
ailesi de Boğaz'daki özel sitelerde bir akli denge bozukluğu veya erkeğin zina sağlamayı hedefliyordu. İskân edilenle­
villada yaşayan büyük burjuva ailesin­ suçu aileyi bozmak için yeterli sebep rin şehir hayatına uyum sağlayabilecek
den o kadar farklıdır. Bütün bu farklı­ sayılmamaktaydı. Yasal olarak bir kişi­ ve ekonomik hayatın canlandırılmasına
lıklar ve tarih boyunca geçirdiği değiş­ nin üç kez evlenip ayrılması mümkün katkıda bulunabilecek nitelikte olması
meler göz önüne alındığında İstanbul olmakla beraber, gerek devlet, gerek yanında, bunların aile yapılarını koru­
ailesinden değil İstanbul ailelerinden Bizans kilisesi ikinci evliliklere (özellik­ malarına da özen gösterildi. İstanbul'a
söz etmek; tarihsel, kültürel, ekonomik le kadmlarınkine) hoş gözle bakmamış, iskân edilen, ekonomik hayatın çok çe­
ve toplumsal farklılıkların doğurup bi­ üçüncü evliliklere de çoğu kez engel şitli alanlarından esnaf ve zanaatkar ai­
çimlendirdiği farklı aile yapılarım ve olmaya çalışmıştır. Başkent'te, fakir hal­ leleri. Osmanlı dönemi İstanbul ailesi­
bunların tümünde ortak kalan yanlan kın düğün törenleri için senato binası­ nin ilk örnekleriydi. Şehirli kökenleri,
incelemeye çalışmak doğru olacaktır. nın karşısında Nimfaion(->) adlı bir ka­ gelişmelere ve kent yaşamına uyumları­
mu binası yapılmıştır. nı kolaylaştırırken kuşaktan kuşağa geç­
Bizans Dönemi Aile içi ekonomik ilişkilere gelince. miş becerileri, bu aileleri kent hayatının
Bizans iç yapısının temel birimi olan ai­ Bizans'ta drahoma âdeti vardı. Kadının vazgeçilmez öğeleri arasına sokuyor ve
le biyolojik, toplumsal ve ekonomik bir evlenirken aileye getirdiği ve asıl amacı İstanbul'un ekonomik hayatını canlan­
kurumdur. Gerek başkent Konstantino- çocukların maddi güvenliğini sağlamak dırma politikasının gereği olarak kendi­
polis'te, gerek imparatorluğun geri ka­ olan drahoma, mirasın tersine, satılamaz lerine sağlanan maddi destekler, aile
lan yörelerinde rastlanan en yaygın aile mülklerden oluşmaktaydı ve intifa hakkı yapısının güçlenip sağlamlaşmasına kat­
tüm karı, koca ve çocuklardan oluşan kocaya aitti. Ancak kocanın ölümünden kıda bulunuyordu. 15. yy'ın ikinci yarı­
çekirdek (nükleer) ailedir. Bu aile türü­ sonra veya bazı suiistimal durumlarında sında ve 16. yy'da İstanbul ailesinin de­
nün yaygınlığının baş nedenleri arasın­ kadınlar drahomalarını kendileri denet­ mografik özellikleri konusunda fazla
da Bizans miras kanunlarında, ortaçağ leme ve idare etme hakkını elde edebi­ bilgi yoksa da, orta tabaka Müslüman
Avrupa'sındakinin aksine, ekber evlat lirlerdi. Şart olmamakla birlikte, çiftler reaya ailesinin şer'i ve örfi hukukun bi­
hakkının mevcut olmayıp aile servetinin arası maddi ilişkiler ve mülk dağılımını çimlendirdiği bir yapıya sahip bulundu­
çocuklar arasında (kızlar da dahil ol­ tanzim eden evlilik kontratı âdeti de ğu söylenebilir. Eski Türk aile yapı ve
mak üzere) eşit olarak paylaştırılması vardı. Bizans'ta aile aynı zamanda ö- gelenekleri, yerel özellikler, Bizans ken­
gelir. Dolayısıyla, aynı çatı altında yaşa­ nemli bir üretim birimiydi; özellikle ev­ ti aile yapısı, İslamiyetin aile anlayışı ve
yan 20-30 fertten oluşan kalabalık aile­ de dokumacılık çok yaygındı. hukuku, karşılıklı bir etkileşim içinde,
lere de kaynaklarda zaman zaman rast­ genel olarak kentsel Müslüman Türk ai­
Bizans toplumsal yaşamında ç o k
lanmakla birlikte, her evlenen çiftin lesini, özel olarak da İstanbul ailesini
mühim bir yer tutan aile örnek kurum
kendilerine ayrı birer ev açmaları yoluy­ şekillendirmiştir.
olarak başka sosyal ilişkilere de model
la ailelerin küçük birimlere bölünmesi olmuştur. Örneğin. Bizans imparatoru­ Söz konusu yüzyıllarda, Müslüman
daha yaygın bir âdet halini almıştır. nun halkla veya başka devletlerin reis­ Türk ailesi. İslamlığın ilk dönemlerinde­
Roma devrine kıyasla, Bizans'ta aile leriyle ilişkilerinde, mecazi olarak aile ki kadın ve erkeğin rızasından ibaret
AİLE 140

sözleşmeyle değil, resmi bir nikâh akdi


ve bu akdin getirdiği yükümlülüklere
ve haklara bağlı olarak kuruluyordu.
Kırsal kesimlerde evlilik ve ailede örfi
hukuk hükümleri ağırlık kazanırken,
kentlerde, özellikle de kentler arasında
ayrıcalıklı yeri olan İstanbul'da, İslam
aile hukuku ağır basıyordu. Nikâh ön­
cesinde ailesine değil de bizzat kadına
ödenen "mehr-i muaccel" ve evlilikten
sonraki dönemlerde, örneğin boşanma
durumunda ödenen "mehr-i müeccel"
İstanbul'la kırsal kesim farklılığını gös­
termesi açısından önemliydi. Mehr. kır­
sal kesimlerde kızın ailesine ödenen
başlık vb gibi bedellerden işlevi ve ta­
sarruf sahibi açısından farklıydı. Öte
yandan şer'i hukukta yeri olan kadının
boşanma veya nişanın bozulmasını ta­
lep hakkı da İstanbul'da, pek sık olma­
sa da, günlük hayatta uygulanabiliyor­
du. Çokeşli evlilik (dört kadına kadar)
erkeğe İslamiyetin getirdiği bir hakti. İs­
lamiyet'in doğup yayıldığı bölgelerde
çok karılı evlilik yaygındı. İslam, Cahili-
ye döneminin bu yaygın geleneğini ku­
rallara bağlamış, dört kadına kadar ce­
vaz vermiş ama tekeşliliği yüceltmiş ve 19. yy istanbul'unda geleneksel yapıda bir paşa ailesi. Fotoğrafta, oğullarını, kız ve erkek
önermişti. İstanbul'da yaygın aile biçi­ torunlarını çevresine toplamış alaylı paşa. kadınların hâlâ ev içine kapandığı, pederşahi ve
minin ağırlıkla tek karılı olması; kay­ gelenekçi aile yapısını yansıtıyor.
Xecdeî Sakaoğhı
naklara göre, 15 ve 16. yy'larda ve Ka­
nuni döneminde de monogamik (tekeş-
li) ailenin yaygın biçim olarak görülme­ anı veya raporlarında, seriye sicilleri, te­ özellikleri, çekirdek aile yapısının ve te­
si, İslamın doğuş döneminin saf bir mo­ reke defterleri gibi belgelerde, zamanın keşli evliliğin yaygınlığı, öte yandan ha­
delini, eski Türk ailesi ve Bizans ailesi­ ulemasının eserlerinde dağınık bilgiler ne halkı sayısının sanılandan düşük ol­
nin tekeşli yapısının izlerini yansıtıyor, vardır. Ailede, genel olarak erkeğin, masıdır. Bu özelliklerin çağlar boyunca
ancak aileye ilişkin diğer konularda ol­ özel olarak da aile reisi erkeğin mutlak süreklilik gösterdiğini, Alan Duben,
duğu gibi bu konuda da farklı sosyo­ hâkimiyeti, hanenin idaresinin ve ço­ Cem Behar. Frederic Shorter gibi sosyal
ekonomik katmanlardan ailelerde farklı cukların yetiştirilmesinin kadının (anne­ bilimcilerin daha yakın dönemlerin ve­
eğilim ve yapılar gözleniyordu. nin) yetki ve görevi olarak tanımlanma­ rilerini inceleyerek yaptıkları çalışmalar
Birden fazla kadınla evlilik, kural sı, çok karılılık durumunda ilk eşin tö- ortaya koymaktadır. Duben ve Behar'ın
olarak çocuk -çoğunlukla erkek evlat- resel ve hukuksal üstünlüğü, dönemin 1885 ve 1907 sayımlarının verileriyle
sahibi olabilmek için başvurulan bir evlilik ve aile yapısının ana hatlarıydı. yaptıkları değerlendirmeye göre, bu yıl­
yoldu. Buna karşılık saray ve çevresin­ Öte yandan, yine aynı kaynaklardan larda, İstanbul'daki evli erkeklerin, sıra-
deki evliliklerde harem kurumunun, ca­ derlenebildiği kadarıyla. İstanbul aile­ sıvla yüzde 2.51 ve 2,l6'sı çokeşliclir.
riye kullanımının getirdiği karmaşık ya­ sinde hâkim ve yaygın biçim tekeşlilikti. Ancak, toplumsal farklılaşma ve kat­
pılara, çok karılılığın çeşitli biçimlerine 15. yy'dan itibaren, çeşitli kaynaklar, manlaşmanın bir hayli gelişmiş olduğu
rastlanmaktaydı. Toplumsal farklılaşma­ özellikle de kendi önyargı ve beklenti­ 19- yy sonları ve 20. yy başlannda çok
nın, sosyo-ekonomik katmanlaşmanın leriyle çatıştığı için bu duruma şaşıran karılı evlilik oranları sosyo-ekonomik
zayıf ve yavaş olduğu 15-18. yy'lar bo­ yabancı gözlemciler, İstanbul aileleri katmanlara göre önemli oynamalar gös­
yunca, kendi içine kapalı geleneksel İs­ arasında -hattâ tüm imparatorluk top­ termektedir. Görece yoksul ailelerin ve
tanbul ailesinin içinde devindiği mekân, rakları üzerinde, özellikle kentsel ke­ geleneksel orta katmanların yerleşme
ailenin bir çeşit doğal uzantısı sayılabi­ simlerde- tekeşliliğin yaygınlığına dik­ bölgesi olan Fatih, Eminönü gibi sur içi
lecek mahalleydi. Esnaf, imam. dul ka­ kat çekerler. 16. yy'dan itibaren İslami semtlerde çok karılı evlilik oranı yüzde
dın, bey, paşa, asker vb hanelerin bir değerler açısmdan başlıca başvuru kay­ 1,4'le İstanbul ortalamasının da altına
arada yer aldığı mahalle, ailenin top­ naklarından biri sayılan Ahlâk-ı Alâr- düşerken, sahilhanelerin, sarayların, ko­
lumla buluşma noktası, değerler siste­ sinde Kmalızade Ali Çelebi (1510-1572) nakların bulunduğu Beşiktaş çevresinde
minin başvuru çerçevesi, kolektif yaşa­ aileyi de ele alır ve Osmanlı toplum bi­ bu oran üç katına çıkmakta; yine imam,
mın mekânıydı. Aile-mahalle bağı gü­ çim yapısına uygun aile biçimini tekeş­ hafız benzeri din görevlileri arasında
nümüzde anlaşılamayacak kadar sıkı ve lilik olarak tanımlar. Çok kadmla evlili­ yüzde 30'a, yüksek bürokrasi ve saray
önemliydi. Mahallenin yapı ve işlevle­ ğin zararlarını ve ailede yol açacağı tah­ çevresi arasında yüzde 10'a yükselmek­
rindeki ilk çatlaklar daha 18. yy'da. hele ribatı anlatan Kınalızade'nin ahlakçı ola­ tedir. Çokeşli evliliklerin en seyrek gö­
de 19- yy'da, üst katmanlara mensup ai­ rak ortaya koyduklarını 16, 17 ve 18. rüldüğü kesim gündelikçiler, ameleler
lelerin eski mahallelerinden çıkıp yeni yy'da İstanbul'a gelmiş Batılı yazarlar ve ve dar gelirli ücretlilerdir. Kimi araştır­
semtlerde köşkler, konaklar yaptırmala­ eski kaynaklara doğrudan eğilen araştır­ macılara göre, çok karılı evliliklere üst
rı ve buralara taşınmalarıyla başladı. Bu macılar doğrulamakta, tekeşliliğin yay­ katmanlar arasında daha fazla rastlan­
türden gelişmeler 19- yy ortalarında ve gınlığının altını çizmektedirler. masının nedeni, böylesine masraflı bir
20. yy'da gerçekleşecek değişimin de yaşam biçimini ancak bu katmanların
Kulaktan dolma yerleşik kanılarla ça-
ilk adımlarıydı. sürdürebilmesi yanında, bunların yakın­
tışsa da, şer'i hukuk hükümlerinin ağır
a dan izledikleri saraydan etkilenmeleri
19. yy' kadar geçen sürede İstanbul bastığı, örfi hukukun etkilerinin bir öl­
ve saray yaşamını taklit eğilimleridir.
ailesinin gündelik yaşamına ilişkin ola­ çüde geriye itildiği ortalama İstanbul ai­
İstanbul ailelerinin Osmanlı dönemi
rak, seyahatnamelerde, yabancı elçilerin lesinin yüzyıllar boyunca taşıdığı ana
141 AİLE

genel modeli bozmayacak, kabul edile­


bilir oranlarda sapmalar gösteren, bu
yüzden de İstanbul ailesinin özellikleri
sayılabilecek; tekeşliliğin, çekirdek aile
tipinin yaygınlığı, hane halkı büyüklüğü
ve doğurganlığın düşüklüğü, evlenme
yaşının yüksekliği gibi olgular, İstan­
bul'u, çağı ve çevresinde benzer kent­
lerden, özellikle de kırsal kesimlerden
ayırıyordu. Kimi araştırmacılar, bu özel­
likleriyle İstanbul ailesinin Doğu ve Do­
ğu Akdeniz tipolojilerine giremeyecek,
daha çok Batı ve Balkan grubunda yer
alabilecek özel, hattâ "tek" bir durumu
bulunduğu kanısındadırlar.
İstanbul ailesinin gerek aile yapısı,
gerek demografik öğeleri, gerekse ya­
şam biçimi açısından modelden belirgin
biçimde farklılaştığı yer konaktır. Os­
manlı toplum yapısının hızla çözülmeye
başladığı ve bütün toplum kurumlarının
bu çözülmeden etkilendiği 19. yy önce­
sinde, mahalle bütünlüğünün korundu­
ğu ve konakların da dar gelirli mahalle
halkının evlerinin yanı başında kurulu
olduğu dönemlerde bile, beylerin, paşa­
ların konaklarındaki yaşam kuşkusuz
Abbas Halim Paşa ailesi. Paşa ve ailesi 1917 yılı civarında Bebek'te Abbas Paşa orta katman İstanbul ailesininkinden bir
Yalısı'nın komşunda bulunan kendilerine ait köşkteler. ölçüde farklıydı. Konaklar, doğal üyele­
Yeniieşmeci, alafranga aile yapısına bir örnek.
Nimet Ceialoğlu
ri sayılan hizmetkârlar, cariyeler, lalalar,
evlatlıklarla kalabalık haneler meydana
getiriyorlar; çeşitli derecelerden akraba­
boyunca fazla değişmemiş bir özellikleri genişlemiş aile tipi. en yaygın olarak ları, çoğunlukla gelinleri, bazen içgüve-
de yukarda belirtildiği gibi hane halkı (yüzde 34,4 oranında) amele, işçi ve yisi damatları aynı çatı altında barındırı­
nüfusunun sanıldığından düşük olması­ dar gelirli kesimlerde, onları izleyerek yorlardı. Yukarda sözü edilen 19. yy so­
dır. Bu durum, söz konusu dönemlerde de asker veya sivil devlet memurları, nu 20. yy başına ait nüfus araştırmaları
ortalama yaşamın kısalığı yanında doğal bürokrasi arasında görülüyordu. Aynı böyle bir yapının çok daha yakın dö­
afetler, savaşlar, salgınlar yüzünden ö- veya değişik kuşaklardan birden fazla nemlere kadar sürdüğünü ve hane halkı
lüm oranlarının yüksek olmasından kay­ ailenin birlikte yaşadıkları çok aileli ha­ büyüklüğü ortalamalarından en ciddi
naklandığı kadar, doğurganlık oranının ne yapıları, alt sosyo-ekonomik kat­ sapmaların konaklarda yaşayan ulema
düşüklüğünden de kaynaklanıyordu. manlarda çok azalırken (yüzde 6,3) üst veya diğer devlet ricali aileleri arasında
Duben ve Behar'ın daha geç dönem­ katmanlar, seçkinler arasında 20. yy'rn görüldüğünü belgeliyor.
leri, 19. yy sonu ve 20. yy in başını kap­ başlarmda yüzde 21 : e kadar varıyordu. Konak, hele de toplumsal farklılaş­
sayan araştırmalarında, gerek hane nü­ İstanbul ailesini kırsal kesim ve hattâ manın hızlandığı ve her katmandan kişi
fusunda gerekse doğurganlık oranların­ diğer kent ailelerinden farklı kılan bir ve ailenin aynı mahalle bütünlüğü için­
da 19. yy'dan 20. yy:a ve 20. yy'rn ilk 40 başka özellik, evlenme yaşının gerek de yaşadığı mahalle yaşam biçiminin
yılma doğru bir düşme eğilimi saptanı­ kadın gerekse erkek için oldukça yük­ hızla çözüldüğü 1 9 . yy'dan itibaren
yor. 1907 sayımı verilerine göre, evdeki sek olması ve evlilik yaşındaki yükseli­ farklı bir aile yapısı sergilemeye başladı.
hizmetkârlarla birlikte hane halkı nüfus şin 19. yy'rn ikinci yarısmdan sonra da­ İster gelenekçi İslamcı ulema konakları,
ortalaması 4,4, doğurganlık oranları ise ha da belirginleşmesiydi. 19. y y ' m s o n ~ ister Batıcı yüksek bürokrat konakları
1885'te 3,5, 1907'de 3.8'di. Paşaların, larmda ve 20. yy in başında, basında ve olsun, konak aileleri çok sayıda çiftin
beylerin, ulemanın yüksek devlet bü­ yazında evlilik yaşı üzerine yapılan tar­ aynı mekânı paylaştıkları, birkaç kuşa­
rokrasisinin konaklarında hane nüfusu­ tışmalardan ve bu dönemlerin evlendir­ ğın bir arada yaşadığı, akrabalar yanın­
nun kimi zaman 30-40 kişiye varmasına me kayıtlarından çıkarılabildiği kadarıy­ da, hizmetkârlar, cariyeler vb'nin büs­
karşılık alt sosyo-ekonomik katmanlar­ la 1870-1880'lerde en erken evlilik yaşı bütün kalabalıklaştırdığı geniş birleşik
da hane nüfusu daralıyordu. Bu ortala­ ortalaması kadında 18-21. erkekte 24. ailelerdi. Tanzimat döneminde ve son­
ma, bütün aile hanelerinin yüzde 40'ını çoğunlukla 28-30'du. Evlilik yaşının gö­ rasında, hızlı yenilikçilik, Batılılaşma ve
meydana getiren ve en yaygın aile biçi­ rece yüksek olmasında. İstanbul'da kız alafrangalık akımları kadar, alafrangalı­
mi olarak ortaya çıkan basit çekirdek veya oğlan evlendirme masraflarının ğa, Batılılaşmaya ve değişmeye en sert
ailelerde 3,6'ya kadar düşüyordu. Hane fazlalığı yanında, evlilik ve aile kurmak karşı duran düşünce ve yaşam biçimle­
halkı büyüklüğü açısından üst katman­ için sadece bedensel olgunluğa erişme­ rinin de konaklarda filizlenip gelişmesi
lar ve asker sivil bürokrasi önde gelir­ nin veterli olmadığı, aile sorumluluğunu rastlantı değildi. Geleneksel orta kat­
ken, en az nüfuslu haneler alt gelir taşıyabilecek ruhi olgunluğa erişilmiş man İstanbul ailesinin özelliklerinden
grupları amele, işçi. ücretli aileleriydi. olması da gerektiği yolundaki anlayışın farklı yapıdaki, üretici değil tüketici
Ailenin yapısı açısından bakıldığında, da payı vardı. Yine İstanbul'da ikinci yanları ağır basan konak aileleri, deği­
ana. baba ve çocuklardan kurulu basit defa evlenme oranı, dul kalmış ya da şen toplum karşısında uyum sorunlarını
çekirdek aile en yaygın biçimdi. Bu bi­ eşlerinden ayrılmış olanlar arasında bir olumlu ya da olumsuz yönden çok da­
çime en fazla Osmanlı seçkinleri (ay­ hayli fazlaydı ve kadınlarda bile yüzde ha şiddetli yaşadılar. Geleneksel ve üre­
dınları) ve esnaf, zanaatkar aileleri ara­ 20'yi aşabiliyordu. tici orta katman İstanbul ailesi ise yapı­
sında rastlanıyordu. Buna karşılık, çift­ İstanbul aileleri arasmda en eski dö­ şım bir ölçüde koruyarak daha ağır ama
lerden birinin anne veya babasının veya nemlerden beri yaygın olan: farklı sos­ daha az bunalımlı bir değişmeye aday­
diğer yakın akrabalarının birlikte kaldığı yo-ekonomik katmanlardan ailelerde dı. Tanzimat sonrasının yenilikçi, Batıcı
AILE 142

menin kendini en şiddetli hissettirdiği


AİLE HAYATIMIZDA AVRUPALILAŞMANIN TESİRİ büyük kent İstanbul'da aile yapısının
bu değişimin dışında kalması düşünüle­
Vasat derecede bir maişete ve muayyen bir bütçeye malik bir aile tasavvur edi­ mez.
niz. Şişli'de bir apartmanda veya Erenköy'ünde küçük bir köşkte ikamet ediyor; Toplumsal ve kültürel değişim süreci
ihtiyar bir peder ve valide, genç bir kadın, temiz ve pak giyinmiş bir erkek, üç içinde İstanbul ailesinin geçirdiği evrimi
çocuk ve bir hizmetçiden mürekkep olan bu ailenin tabii, bazı akraba ve taalu- ve değişimin aileye ne oranda yansıdığı­
kâtı da vardır. nı araştırmak için "Tanzimat ailesi" de
Genç zevç vaktiyle güzel bir terbiye almış, okumuş; sahib-i malumat ve ze­ denen aile tipini incelemekte yarar var­
ki, müteşebbis ve cesur. Gündüz bir vazife-i resmiye ile meşgul. Gece gazetele­ dır. "Tanzimat ailesi" kavramıyla simge-
rini, kitaplarını muntazaman okuyor. Her sabah erkenden kalkıyor, yıkanıyor, leştirilmesine rağmen, toplumsal kültü­
traş oluyor, her gün yaka ve kollarını değiştiriyor, iç ve dış gömlekleri tertemiz, rel değişmeden etkilenen; bu değişmeye
ütülenmiş elbisesini giyiyor, yemek odasına giriyor. ayak uydurmaya çalıştığı kadar değişi­
(...) Akşamleyin vakt-i muayyeninde evine dönüyor. Çocukları ta kapıdan min öncülüğünü de yüklenen Tanzimat
kendini karşılıyor. Aralarında aynı bûse-i muhabbet teati olunuyor. Güzel bir ailesi, aslında yenilikçi Batıcı yüksek bü­
kutu gibi döşenen yemek odası temiz ve zarif evâni ile parıldıyor. Geniş bir rokrasinin konak ailesidir. Bir dönemin
masanın etrafına bütün aile toplanıyor. Herkesin çatalı, bıçağı, tabaklan ayrı. adıyla anılmakla birlikte, bu ailenin taşı­
Katiyen bir tabaktan muhteliten yemek yenmiyor. Bir bardaktan iki kişi su içe­ yıcısı olduğu kültürel ahlaki değerler ve
miyor. aile yapısı, 19. yy'ı aşarak 20. yy'ın ilk
(...) Yatsı okunuyor. İhtiyar baba ve nene hep birden namazlarını kılıyorlar. 20 yılına kadar gelir. Yepyeni bir aile bi­
Namazdan sonra hanım efendi piyano başına geçiyor. Bazı millî ve vatanî par­ çiminden çok bir değişim modeli ve öz­
çalar çalıyor. Çocuklar sevişerek mûsikiyi dinliyor. Yatılacağı vakit genç valide lemi olarak anlaşılması gereken Tanzi­
çocuklarına Kur'andan bir sûre okutuyor, onların saf kalplerini muhabbet-i ilâ- mat'ın konak ailesi, İstanbul'un yaygın
hiyeyle teshir ederek terbiye-i diniyelerine takviyet veriyor. Ve sonra temiz bir aile tipi olmaktan uzaktır. Batıcı seçkinci
yatağa yatırıyor. kesimin, bir kısım yenileşmeci yüksek
bürokrat ailesinin yaşam biçimi ve öz­
(...) Şimdi bir de şark usûlünde bir şehirli aile hayatı tasvir edelim. Bu aile
lemlerinin ifadesidir. Yine de bu aile,
de yukarıda tasvir olunan Avrupalılaşmış aile efradı gibi bir kaç kişiden mürek-
yapısal açıdan olmasa bile kültür ve de­
keb. Bir kız ve bir erkek çocuk o mahalle mektebine gidiyor: ayaklarında şıp­
ğerler sistemi açısından geleceğin, hattâ
tık bir takunya, mendile sarılmış yiyecek. Hay ve huy ile sokağa çıkıyorlar.
Cumhuriyet sonrasının modern ailesinin
Okudukları da pek basit şeyler, hiç fikîr açmayan kitaplar. Zaten hoca efendi­
öncüsü olmuş, gelişme ve değişmenin
nin de hiç bir şeyden haberi yok. Mektep çitlenbik ve servi ağaçları içine gö­
nüvelerini içinde taşımıştır.
mülmüş, küçük bir cami ile büyük bir mezarlığın kenarında.
(...) Akşam olmuş, sofra kurulmuş, bey babayı bekliyorlar. Gece alaturka sa­ Tanzimat ailesi, belirtildiği gibi başlı­
at bir, gelen giden yok. Zevç kaleminden çıkmış, arkadaşlarıyla meyhaneye uğ­ ca konak ailesidir. Ancak karşısında,
ramış, rakısını içiyor, mezesini yiyor; yahut içki içmiyor, doğru evine geliyor, geniş birleşik aile yapısı açısından ken­
yukarı çıkıyor, hazırlanan yemek başına oturuyor; sofra, küçük bir iskemle üze­ dine benzeyen, toplumsal-kültürel de­
rine mevzu geniş bir siniden ibaret. İhtiyar peder ve valide, çoluk çocuk sini­ ğişme açısmdansa gelenekçiliği ve tutu­
nin etrafına diziliyor. Bir kap yemek geliyor, bütün eller o sahanın içine dalı­ culuğu temsil eden çoğunlukla ulema
yor; bir bardak geliyor on kişi aynı bardaktan içiyor; tepsinin üstü ekmek kırın- konakları ve bu konakların aile anlayışı
tısıyla kaşık döküntüsüyle dolmuş, zararı yok. Seferi bir haldeymiş gibi alelace­ ve yaşamı vardır. Konak aileleri Tanzi­
le yeniliyor, kimse kimseyle hemen hiç konuşmuyor. Ağır bir yükten kurtulmuş mat'la başlayarak tüm toplumsal değiş­
gibi sofradan kalkılıyor; ya sedire ya yere mevzu küçük minderlere çökülüyor. me süreci boyunca bu iki uçta yer al­
(...) Çocuklar bir tarafa sinmiş uyukluyor; zevç aylıkların çıkmasından yahut mışlar, bunlardan Tanzimat ailesi top­
işlerin fena gidişinden şikayete başlıyor; kasabın, sebze ve etçinin, ekmekçinin lumsal-kültürel yenileşmenin ve yeni ai­
müracaatı söyleniyor. Gece yarısı yaklaşıyor, yük dolabının kapıları açılıyor, le yapısının dinamiği olurken, gelenek­
her dakika hicret ve seyahate hazırlanmış gibi yük içinde bükülüp duran yatak­ çi. İslamcı ulema konağı 20. yy'da tü­
lar çıkarılıyor. Yere seriliyor, uykuya dalmıyor, sabahleyin erken kalkıldıkça müyle dağılmıştır.
şöyle bir acı kahve ve çay ile keyif çatılıyor, bîhareket uzun müddet sedirde Tanzimat ailesine geçiş, önce ailenin
oturuluyor. Öğlene doğru iş başına gidiliyor. Zevcin elbisesi ekseriya altı ayda eski geleneksel mahalle ve semtinden
bir ütülenir. Bazen onbeş günde bir traş olur. Ekseriya gecesini kahvehanede ayrılıp Beyoğlu. Galata. Harbiye, Beşik­
geçirir. Evinde otele girip çıkar gibi oturur, bir gün zevcesini alıp da bir tarafa taş, Boğaziçi gibi yeni semtlere, oradaki
gittiği yoktur. konaklara, sahilhanelere taşınmasıyla
(...) Eve bir erkek girse ve bu erkek zevcin taallukatmdan veyahut ahibasın- başlar. Bu konak ve sahilhanelerde ol­
dan biri bulunsa bile yine merdivenden yukarı çıkarken evin içine oldukça dukça debdebeli geçen yaşam, 19. yyin
zararlı bir hayvan girmiş gibi o anda oda kapıları kapanır, kadın ve kız namına ikinci yarısından itibaren, önce özenti
ne varsa çil yavrusu gibi dağılır. Erkek erkekle, kadm kadınla konuşur; bir ve özlem olarak başlayıp sonra yaygın­
arada içtimaî hayat katiyyen vuku bulamaz. lık kazanan Batı yaşam biçiminden, Batı
Tüccarzade İbrahim Hilmi, Avrupalılaşmak. Felaketlerimizin Esbabı, örf ve âdetlerinden etkilenme ve eklen­
Dersaadet Matbaa-ı Hayriye, 1332 tilerle sürer. O zamana kadar İstanbul
ailesi ve hanesinde yer almayan Batı
yaşam tarzının ününü ve parçası eşyalar,
mekân düzenlemesi, örneğin salonlar,
arayışları ve değişimi içinde, aile üzeri­ Tanzimat Dönemi salonlarda koltuk takımları, masalı, san-
ne tartışmalar, teori ve çözüm üretme Bütün toplumu sarsan ve temel toplum­ dalyeli, büfeli yemek odaları, çatal bı­
denemeleri, eleştiri ve arayışlar hızlanır­ sal birim olan aileyi etkilemeden geçe­ çak takımları, yüksek karyolalı, komo-
ken İstanbul ailesinin ana özelliklerini meyecek olan değişimin, hem bir zorla­ dinli, konsollu yatak takımları, piyano
ve temel değer normlarını sessizce ko­ ma hem de bir ihtiyaç olarak ortaya çık­ başta olmak üzere geleneksel musikide
ruyan ve dramatik bir kopuş ve değiş­ ması 19- yy'ın ilk çeyreğine rastlar; Tan­ ve gündelik hayatta o zamana kadar ye­
menin olabildiğince sancısız ve yıkımsız zimat. I. ve II. Meşrutiyet. Cumhuriyet ri olmayan pek çok maddi ürün kona­
atlatılabilmesini sağlayan toplumsal ve Cumhuriyet sonrasında da 1950'li, ğın gündelik hayatına girer. Batinin er­
öğelerden biri de orta katman İstanbul 19701i, 1990'h eşiklerden atlayarak de­ kek modasını izlemeye çalışan beylerin
ailesiydi. vam eder. Toplumsal bunalım ve değiş­ yanında, hanımların giyim kuşamında
143 AİLE

da önemli değişiklikler olur. Artık ev iç­


lerinde, komşu ziyaretlerinde Avru­
pa'dan gelen hazır ya da Avrupa ku­
maşlarından dikilmiş geleneksel biçki
ve zevkten farklı fistanlar giyilmeye
başlar. 19. yy in son çeyreğine gelindi­
ğinde, gazeteler, dergiler konak hanım­
larının feracelerinin altına giydikleri "in­
cecik" kumaştan fistanların ve hafifmeş­
rep kıyafetlerin eleştirisiyle doludur.
Ancak, Tanzimat ailesini geleneksel İs­
tanbul aile tipinden farklılaştıran unsur­
lar, bu biçimsel değişmelerden ibaret
değildir. 19. yy'da Tanzimat'la birlikte
ailenin ve asıl aile içinde kadının duru­
muyla ilgili yoğun bir tartışma başlar.
Kadının aile ve toplumdaki yeri, işlevi,
hakları, eşlerin birbirleriyle ilişkileri, ço­
cukların ve kadınların eğitimi yoğun
tartışmalara konu olur. Tanzimat'ı izle­
yen yıllarda. 19. yy boyunca, kadının
aile içindeki haklarını genişletmeye ya
da güvence altına almaya yönelik, eş
seçimi, evlilik kararı, evlilik yaşı vb ile
ilgili bir dizi fermana rastlanır.
Kadının toplumsal hayata katılması,
olabildiğince iyi eğitim görmesi, hattâ
meslek sahibi olması, çalışması fikri he­ tır. Ancak, bu aile tipi bir yüzyıla kalma­ risi olduğu kadar, 20. yyin ilk çeyreği­
nüz küçük örneklerle de olsa uygulama dan dağılıp tarihe karışan bir geçiş biçi­ nin sosyo-ekonomik ihtiyaç ve talepleri­
alanına geçirilmeye başlar. Kadınlara da mi, bir tür kültürel öncüdür. ne verilmiş bir cevap denemesi niteli­
erkekler gibi eğitim olanağı sağlayan kız II. Meşrutiyetin ilanını izleyen top­ ğindeydi. İşgücüne, nüfus artışına ihti­
rüştiyeleri (1858), Ebe Mektebi (1842), lumsal siyasal gelişmeler içinde İstanbul yaç olduğu bir dönemde evlilik ve aile
Darül Muallimat ve Kız Sanayi Mektebi konak ailesinin Tanzimat'tan beri süren teşvik ediliyor, hattâ kimi zaman karar­
(1870) ve kızların eğitimine ilk kez yasal değişim krizi ve süreci derinleşti. namelerle zorlamaya kadar varılıyordu.
zorunluluk getiren 1869 tarihli Maarif-i 1908in "hürriyet" belgisi aileye de yan­ Öte yandan I. Dünya Savaşı yıllarında
Umumiye Nizamnamesi bu gelişmenin sıdı, daha doğrusu, dönemin "yeni ha- kadın işçi taburları kurulmuş, resmi da­
bazı örnekleridir. 19. yyin ikinci yarısı yat'inın ilkelerini belirleme çabasındaki irelerde kadınlar çalıştırılmaya başlan­
boyunca üzerinde en fazla durulan ko­ Ziya Gökalp gibi ideologlarca İttihatçı mıştı. Özellikle alt sosyo-ekonomik kat­
nulardan biri, kadınların eğitimi, ancak bir hürriyet anlayışı çerçevesinde aileye manlarda kadınlar çalışma hayatına gir­
eğitimli kadının iyi eş ve ana olabileceği de yansıtılmak istendi, "yeni hayati kur­ mişler ve bu gelişmeler aileyi etkilemiş­
fikridir. Eğitim görmüş kadın aile içinde maya çalışırken. İttihatçılar aileyi toplu­ ti. 1917'de çıkarılan Hukuk-ı Aile Karar­
baskılar ve korkular yüzünden değil, öz­ mun temel birimi olarak öne çıkardılar namesi çok kısa sürede yürürlükten kal-
gür karar verme yeteneği ve kendi özgü­ ve devletin ilgi çerçevesi içine soktular.
veniyle sadık ve iyi eş olabilecektir. Bu­ Artık "yeni aile" ya da daha yaygın de­
na bağlı olarak kadınlarla ilgili yayınlar­ yimle "milli aile"den söz edilmekteydi.
da artış, aile içinde okumanın -örneğin "Milli aile" hem Tanzimat'ın İstanbul ko­
akşamları hep birlikte kitap okumak- teş­ nak ailesine ve onun getirdiği değer sar­
viki ve özendirilmesi görülür. Yine gele­ sıntısı ve çözülmesine, hem de Tanzimat
neksel İstanbul ailesinde görülmeyen, ailesinin karşı kutbu ve başlıca eleştirici­
hattâ ayıp sayılan eşlerin birbirlerine, ba­ si hattâ düşmanı olan İslamcı gelenekçi
baların çocuklarına sevgi ve yakınlıkları­ ulema konağı aile modeline karşıydı.
nı açıkça belirtmeleri, toplum hayatına Fetih'ten beri en yaygın aile biçimi olan
birlikte katılmaları, ailenin kendi içinde ve değişim rüzgârlarının sürüklemesine
daha yakın ilişkilere girmesi, geceleri ai­ olanak tanımadan kendi kaldırabileceği
le içinde musiki talimleri, yabancı mü- ölçülerde değişen geleneksel İstanbul
rebbiyeler, misafir ağırlama adabına gi­ ailesinin devamı durumundaki orta kat­
ren Batılı etkiler Tanzimat sonrası ve asıl man, İstanbul ailesine sunulan toplum­
19. yy sonu İstanbul konak ailelerinin sal çözülmeyi onu güçlendirerek aşma­
özellikleridir. Düşünce ve özlem olarak ya çalışan yeni bir modeldi. Milli ailenin
Batıya yönelen; mekân olarak eski gele­ kökleri, özellikle kadın özgürlüğü ve
neksel mahalleden kopup konak veya eşitliği açısından İslamiyet öncesi Türk­
yalılara yerleşmiş; üretici değil tüketici, lerin aile kurumunda aranıyordu. Bu ai­
giderek mirasyedi olan; büyük bir hiz­ lede hiçbir zaman çok karılılık olmadığı,
metkâr kadrosunu da konak içinde ba­ kadının tümüyle erkeğe eşit olduğu gibi
rındıran; birkaç kuşağın bir arada yaşadı­ zaman zaman aşırı zorlanmış savlarla
ğı; otoritenin, bütün özgürlük akımlarına güçlendirilmeye çalışılan "milli aile" ku­
rağmen çoğunlukla bir paşa vb olan aile ramında öngörülen aile biçimi, tekeşli
reisinde toplandığı, yapı bakımından ge­ evliliğe dayalı, üretici temel olarak ana,
niş birleşik aile grubuna giren Tanzimat baba ve çocuklardan oluşan çekirdek 1930larda orta katman bir subay ailesi.
konak ailesi İstanbul'a özeldir. Bir döne­ aileydi. Milli aile, 1908 Meşrutiyeti döne­ Kadının annesi ve bekâr kız kardeşi de
min, yaygın olmasa bile toplumsal değiş­ minde toplumun belli kesimlerinde orta­ ailenin bir parçası.
meyi etkileyen başat aile yapısını yansı­ ya çıkan aile bunalımına bir çözüm öne­ TETTV Arşivi
AİLE 144

Günümüzde İstanbul Ailesi


Haneler, bir ya da birden çok aile gru­
bundan oluştuğundan aile ve hane, ge­
nellikle bir arada ele alman kavramlardır.
İstanbul hanelerinin hemen tümü, arala­
rında kan ya da evlilik bağları olan kişi­
lerden meydana gelmiştir. Hane bir yaşa­
ma düzenini ifade eder; yurt, otel. kışla,
özel tıbbi ya da diğer kurumlarda toplu­
ca kalan kişileri içermez. 1985 verilerine
göre İstanbul nüfusunun yüzde 95'i bir
aile hanesi biçiminde yaşamaktadır.
Daha eski dönemlerde İstanbul'da
aile haneleri çoğu kez hizmetkârları ve
cariye, evlatlık gibi sürekli üyeleri de
içerirdi. Bu tür haneler şimdi çok azal­
mıştır. Bugün ailelerin gereksinim duy­
duğu kişisel hizmetler, çocuk bakımı ve
ev işleri, kendi ayrı haneleri olan gün­
delikçiler tarafından karşılanmaktadır.
Hizmetkâr ve cariye, evlatlık vb dışında,
başka akrabalar olmaksızın yalnız yaşa­
yan çekirdek aile. en azından 20. yyin
başından beri İstanbul'da egemen hane
biçimi olmuş, bu biçim zaman içinde
önemini artırarak 1985 yılma gelindiğin­
de tüm ailelerin yüzde 75'ine ulaşmıştır,
1937'de Tokatlıyan Oteli'nde bir düğün. Zamanın Batıcı, alafranga ailesi. (bak. Tablo)
Sebah ve Toaillier'in bir fotoğrafı
M. Baha Tanman Evliliğin ve ailenin evlilikle yeniden
üretiminin, gerek değer olarak gerekse
uygulamada güçlüce benimsendiği ve
dırılmışsa da kadına ailede geniş haklar toplumda yerini aldı. Bu ikilem günü­ akrabalarla kişisel desteği ve etkileşimi
tanıyan özüyle, dönemin havasını yan­ müz İstanbul ailesine kadar varlığını yitirmeden ayrı yaşama koşullarının ola­
sıtmaktaydı. Ziya Gökalp'in ideologlu- korudu. Ancak İstanbul'un, iç göçlerle naklı olduğu toplumlarda, nüfusun yük­
ğunu yaptığı "milli aile" modeli. İttihat­ hem nicel, hem nitel olarak derinden sek bir oranının çekirdek aile hanelerin­
çıların resmi aile görüşü olarak yansısa değişen demografik yapısı içinde, bu de yaşaması olağandır. Örneğin. Doğu
da. Cumhuriyet sonrasının, ona katman geleneksel ailenin değerleri, günümüze Akdeniz'de bir diğer kent olan Kahi-
İstanbul ailesinin bu aile modeliyle bü­ doğru gelindiğinde. İstanbul'a kırsal ke­ re'de, İstanbul'daki yüzde 75'e karşılık,
yük benzerlikler gösterdiği ortadadır. simlerden gelen ve yeni oluşan gece­ hanelerin yüzde 73'ü basit çekirdek aile­
Cumhuriyet sonrasında gerçekleştiri­ kondu senitlerine yerleşen ailelerce be­ den oluşmaktadır. İngiltere ve Wales gi­
len bir dizi toplumsal-hukuksal reform nimsendi. bi Avrupa ülkelerinde ise bu oran yal­
ve ekonomik, toplumsal, kültürel değiş­ Bibi. Ziya Gökalp, "Aile Ahlâkı". Yeni Mec­ nızca yüzde 53'tür ve çekirdek hanelerin
me, genel olarak aileyi, özel olarak da mua, S. 12-1"". İst.. 191"; Yeni harflerle ba­ hemen hemen yarısı çocuksuz çiftlerdir.
İstanbul ailelerini etkileyip yeniden bi­ sım: Sosyo Kültürel Değişme Sürecinde Türk İstanbul ailelerinde, ölüm oranları
çimlendirdi. Hızlanan toplumsal, sınıfsal Ailesi, c. III: Ilber Ortaylı. "Osmanlı Toplu­
munda Aile". Türkiye'de Ailenin Değişimi. çıktıktan sonra aşağı yukarı her kuşakta
katmanlaşma ve farklılışma, artık belli ebeveynlerin yerini alacak düzeyde bir
Ankara 1984: Alan Duben "19. ve 20. yy'da
bir tip İstanbul ailesinden söz etmeyi Osmanlı Türk Aile ve Hane Yapılan". Türki­ ortalama doğum oranı gözlenmektedir.
büsbütün güçleştirir hale geldi. II. Dün­ ye'de Ailenin Değişimi. Ankara 1984; Alan 1990 yılı için yapılan tahminlere göre.
ya Savaşı öncesinde, 1930-1940'larda Duben. "Türkisch Families and Households doğurganlık yaşındaki kadın başına, or­
bütün toplumsal kurumlar gibi ailedeki in Historical Perspective". Journal of Family talama 2.2 çocuk düşmektedir. Ortala­
yapısal değişme de Tanzimat sonrasın­ Histoıy. 10 (1985): A. Duben. "80 Yü Önce
İstanbul'da Aile Hayatı". Tarih ve Toplum. S. ma doğurganlık oranı, en azından son
daki kadar köklü oldu. Artık hızlı deği­ 50; Alan Duben-Cem Behar. "istanbul Ha- 40 yıldır, üç çocuk ya da daha az ol­
şimin taşıyıcısı ve itici gücü, konak aile­ useholds". Cambridge. Türk Aile Ansiklope­ muştur. İstanbul'a yönelen çok sayıda
leri değil, ilk önemli servet birikimlerini disi, Ankara. 1991; Birsen Gökçe. "Aile ve iç göçmen kimi dalgalanmalara neden
sağlamaya başlayan yerli burjuva ailele­ Aile Tipleri Üzerine Bir İnceleme", Aile Yazı­ olmuşsa da, kent ortalaması hep üç do­
riydi. Alafrangalaşma. Avrupailik, Batılı­ ları. Ankara. 1991; Ahmet Tabakoğlu. "Os­
manlı Toplumunda Aile", Sosyo Kültürel De­ ğumun altında kalmıştır. Duben ve Be­
laşma gibi özlemler Tanzimat sonrasın­ har, bebek ve çocuk ölümlerinin şimdi­
ğişme Sürecinde Türk Ailesi, c. I. Ankara,
da olduğu gibi yine gündemdeydi ve 1992: İsmail Doğan. "Tanzimat Sonrası Sosyo k i n d e n ç o k daha y ü k s e k olduğu
bu tip aileler yine, İstanbul ailelerinin Kültürel Değişmeler ve Türk Ailesi". Sosyo 1907'de bile İstanbul ailelerinin 3.7 ço­
dinamik ama küçük bir azınlık kesimini Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, c, I, cuk dolayında bir doğurganlık oranına
oluşturuyordu. Buna karşılık "milli" ya Ankara. 1992: Ekrem Işın: "Tanzimat Ailesi sahip olduklarını göstermektedirler. De­
da "yeni aile" tipinde ifadesini bulan ai­ ve Modem Adab-ı Muaşeret", Sosyo Kültürel
Değişme Sürecinde Türk Ailesi, c. I. Ankara, mek ki, çeşitlilik gösteren bir nüfusta,
le biçimi ve yapısı İstanbul'un en yay­ 1992: Zafer Toprak, "İkinci Meşrutiyet Döne­ ortalama olarak küçük aile normu çok
gın orta katman aile tipinde bu defa minde Devlet. Aile ve Feminizm". Sosyo Kül­ uzun bir süredir vardır ve fiilen uygu­
Cumhuriyet ailesi olarak somutlaşıyor- türel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, c. I. An­ lanmaktadır.
du. Çekirdek aile olma özelliğiyle mo­ kara. 1992*: M. Akif Aydın. "Osmanlılarda Ai­
le Hukukunun Tarihi ve Tekâmülü", Sosyo İstanbul'da evlilik hemen hemen ge­
dern aileyle benzeşen ama geleneksel nel kuraldır. Hiç evlenmeyen erkek ve
orta katman İstanbul ailesinin değerleri­ Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, c. II,
Ankara. 1992; Nüket Esen. "Türk Ailesindeki kadınların oranı yüzde 3'ten azdır. Bu­
ni korumayı sürdüren bir aile tipi de. Değişmenin Romanımıza Yansımaları", Sosyo radaki tek dalgalanma erkek ve kadın­
Cumhuriyet ailesinin yapı olarak benze­ Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, c. II. ların ilk evlenme yaşında olmuştur. Er­
ri ama ideolojik-kültürel açıdan ve de­ Ankara. 1992. kekler için bu yaş yaklaşık 24, kadınlar
ğerler sistemi açısından karşıtı olarak için ise 21'dir. Görüldüğü gibi çekirdek
İSTANBUL
145 AİLE PLANLAMASI

da yetiştirilen bebeklerin oranı göçmen


1 9 0 7 ve 1 9 8 5 Yıllarında İstanbul Kentinde Hane Bileşimleri ailelerde yüzde 26, İstanbullu ailelerde
(Tüm Hanelerin Yüzdesi Olarak) yüzde 20'ye varmaktadır. Çocuklar bü­
Hane Bileşimi 1907 1985 yüyüp kardeşler gelince bu oranlar düş­
mekte, çünkü aileler kendi ayrı evlerine
Basit (çekirdek aile haneleri)
taşınmaktadırlar.
Çift 9 11
İstanbullu ailelerin yaşlanan ebe­
Çocuklu çift 25 60 veynlerini aile hanelerine alıp almaya­
Çocuklu yalnız ebeveyn 12 4 cakları ve giderek yaşlanan nüfusun,
ilerde çocuklarının yanında barınıp ba­
Karmaşık (genişletilmiş ve birkaç ailelik haneler)
rınmayacakları henüz belli değildir. İs­
Basit aile + diğerleri 18 11 tanbul doğumlular arasında en yaygın
Birden çok basit aile 14 4 model, yaşlıların tümüyle elden ayak­
Aile olmayanlar (çekirdek aile bulunmayan haneler) tan düşünceye kadar yalnız yaşamaya
devam etmeleri, ancak çocuklarından
Yalnız yaşayanlar 15 7
çeşitli biçimlerde destek almalarıdır. Bu
Çift olmayan gruplar 9 3 konuda geleceğe dönük tahminler iler­
de büyük bir talep artışı olacağını gös­
1985e ait veriier 0 yılın İstanbul genel sayımının yüzde 3lük bir örneklemesinden hesaplanmıştır. Sapmaları önle­
terdiğinden, bağımsızlıklarını korumak
mek için aile ferdi listesi tam olmayan haneler hesaba katılmamıştır. 1907ye ilişkin veriler ise Duben ve Behar'm
İstanbul Haneleri adlı çalışmasından alınmıştır. (Sayılar yuYarlatılmıştır.) isteyen ya da profesyonel bakıma ge­
rek duyan yaşlılara yardım edecek ku­
rumsal sistemlerin geliştirilmesi ciddi
aileler yirmili yaşların başında oluşmak­ şaması halinde aile devresinin herhangi bir sorundur.
tadır. Kadınlar için durum 1907'de de bir aşamasındaki ortalama büyüklük de Bibi. A. Duben-C. Behar, İstanbul Haneleri:
fazla farklı değildi: 1940'lar öncesinde büyük olasılıkla daha yüksek olmakta­ Evlilik. Aile ve Doğurganlık: 1880-1940, İst.,
kadınlar ilk evlilik yaşında yaklaşık üç dır. Bütün Türkiye nüfusu gibi. İstan­ 1 9 9 1 ; G. Gökçay-F. Shorter, "İstanbul'da
yıllık bir yükselme dönemi yaşamışlar, bullu ailelerde de yaşlı kişilerin sayıla­ Kim Kimle Yaşıyor", New Perspectives on
Turkey, c. 9, 1993; Devlet İstatistik Enstitüsü,
sonra yeniden daha önceki 21 yaşma rında bir artış gözlenmekte, bu da aile Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Eko­
dönmüşlerdi. 20. yyin başlarında er­ biriminin nüfusunun artmasına yol aç­ nomik Nitelikleri. İstanbul İli, Ankara, 1985.
kekler çok geç, neredeyse 30 yaşında maktadır. 1990.
evlenirlerken ilk evlenme yaşları sürekli İstanbul aileleri arasında gözlenen FREDERIC SHORTER
düşmüştür. farklılıkların başlıca kaynaklarından biri
Evlenme yaşının düşmesine çoğu onlann kökenleri, yani doğuştan İstan­ AİLE PLANLAMASI
kez iki yorum getirilmektedir: Birincisi, bullu ya da Türkiye'nin başka bir böl­
Gebeliği önleyici yöntemler kullanarak
1940lardan sonra özellikle yoğun olan gesinden ya da yabancı ülkelerden göç­
doğurganlığın d e n e t l e n m e s i n e "aile
iç göçün İstanbul'a erken evlenme niye- müş olup olmadıklarıdır. Günümüz İs­
planlaması" denir. 1965'te yürürlüğe gi­
tindeki genç insanları getirdiği ya da tanbul'unda hane reislerinin yalnızca
ren bir yasa ile çiftlere doğuracakları
bunların önceden evli oldukları, bu du­ yüzde 18'i İstanbul'da doğmuştur. Geri
çocukların sayısı ve zamanını denetle­
rumun da kent için ortalama evlilik ya­ kalanın yüzde " s i yabancı ülke doğum­
yebilme hakkı verilmiştir. Bellibaşlı ge­
şını düşürdüğüdür. Diğeri ise. 1950'ler- lu, diğerleri ise Türkiye'nin diğer yöre-
beliği önleyici yöntemler, erkeği ya da
den sonra iktisadi koşulların iyileştiği, lerindendir.
kadını kısırlaştırma ameliyatları, rahim
böylece genç yetişkinlerin bağımsız bir Göçle gelmiş olanlarda, basit çekir­
içi araç, kadına ağızdan ya da enjeksi­
aile oluşturmanın sorumluluklarını daha dek ailelerden çok. karmaşık aileler
yon ve benzeri yolla verilen suni hor­
erken üstlenebildikleridir. kurma eğilimi yüksek olmakla birlikte,
monlar, prezervatif, diyafram, vajinal
Evlilik yaşındaki düşüşün İstanbul'da bu konuda İstanbul kökenli aile reisleri
tablet, takvim (doğurgan dönemi belir­
evlilikdışı kadın erkek birlikteliklerine ile aralarındaki farklılıklar ancak 50 ya­
leme), geri çekme, lavajdır. 1983'te yü­
karşı toplumsal yaptırımların bugüne şın üstündeki grupta istatistik açıdan
rürlüğe giren ek bir yasa ile kürtaj yap­
dek sürmesini sağlayan bir etken oldu­ önem taşımaktadır. İstanbul dışı köken­
tırmak da "aile planlaması' yöntemi ola­
ğu kuşkusuzdur. Erken evliliklerin do­ li genç göçmen aile reislerinin, özellik­
rak benimsenmiştir. Aile planlaması ya­
ğum oranlarını artırmaması da dikkat le de çocuk doğurma ve yetiştirme yaş­
sa ve uygulamasının temel amacı, hızlı
çekicidir. İstanbullu çiftler. Avrupa ül­ larında olanların basit çekirdek aile ha­
nüfus artışını düşürerek kalkınma so­
kelerinde olduğu gibi. doğurganlığı et­ nesinde yaşama olasılığı. İstanbul do­
runlarını hafifletebilmektir. Ayrıca, az
kin biçimde kontrol etmektedirler (bak. ğumlu aile reislerininkinden farklı de­
sayıda doğumun bebek ve ana ölümle­
aile planlaması). ğildir. Bu s o n u ç , g ö ç m e n ailelerin,
rini azalttığı da bir gerçektir.
Öte yandan, genel kanıya karşın. İs­ gençken köklü ve yerleşmiş İstanbul
tanbul'da ortalama hane nüfusunda bir modelleri ile uyumlaşma. ancak aile Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet
azalma olmamaktadır. Böyle bir kanının devresinin olgun bir aşamasında, so­ sonrasında 1950lere kadar, ölüm oranı­
nedeni, herhalde. İstanbul'da çekirdek rumlulukları üstlenebilecekleri dönem­ nın yüksek olması nedeniyle nüfus ya­
ailelerin yaygınlığı ya da tek kişilik ha­ de de, akrabalarım haneye katarak on­ vaş artmaktaydı. Nüfusun yavaş artması
neler ve çocuksuz çiftlerde gözlenen ar­ lara aile desteği verme eğilimlerinin bir o dönemlerdeki emek yoğun üretim
tışın gelecekte hane nüfusunun azalma­ göstergesi olarak yorumlanabilir. Kendi koşullarında, ekonominin önemli bir
sına yol a ç a b i l e c e ğ i d ü ş ü n c e s i d i r . çekirdek aile birimlerine ek olarak yan­ sorunuydu. Doğumların azalması devle­
1985'te, tabloda gösterilen her kategori­ larında yaşayan akrabaları bulunan İs­ tin tercih etmediği bir durumdu; bu
deki hanelerin ortalama büyüklüğü tanbul doğumlu aile reislerinin oranı, yüzden devlet, gebeliği önleyici yön­
1907'den daha yüksektir (çocuksuz çift­ bütün yaş grupları için yüzde 15 in üs­ temleri tanıtıcı eğitim ve hizmet vermi­
ler ve yalnız yaşayanlar hariç). Genel tündedir. yor, aksine, kürtaj ve gebeliği önleyici
ortalamada 1907'de (hizmetkâr, besle­ İstanbul'da farklı hanelerde yaşayan yöntem kullanmak yasaklanıyordu.
me ve evlatlıklar dahil) 3.6 olan hane akrabalar arasında aile destek sistemleri Bu yasaklara rağmen, İstanbul halkı,
büyüklüğü bugün 4,0 kişidir. Bu artışın hâlâ güçlüdür. Birlikte yaşama, evlilikle­ eskiden beri doğurganlığını ciddi biçim­
başlıca nedeni, ortalama yaşam süresi­ rin ilk dönemleri ile bebeklerin doğu­ de denetlemiş, kentin nüfusu, doğurgan­
nin yükselmesi, ölüm oranının düşmesi­ mu ve yetiştirilmesi dönemlerinde yo­ lıktan çok göç yoluyla artmıştır. 19. yy'ın
dir. Tüm aile fertlerinin daha uzun ya­ ğunlaşmaktadır. Karmaşık aile ortamın­ sonu ve 20. yy'ın başında İstanbul'daki
AKA GÜNDÜZ 146

Müslüman aileleri inceleyen A. Duben de, isteğe bağlı kürtaj yaptırma hizmeti, lisi, gözde bir semt olan Nişantaşı, bir
ve C Behar bu yıllarda İstanbul'da do­ yine dördünde, sağlık personeline aile yandan da İstanbul'un Müslüman dün-
ğurganlığın oldukça düşük olduğunu ve planlaması konusunda sertifikalı eğitim vasını simgeleyen Fatih, Karagümrük.
bu açıdan İstanbul ailelerinin Anado­ hizmetleri verilmektedir. İlin nüfusu dik­ zaman zaman Adalar, Boğaziçi gibi say­
lu'dan çok Avrupa toplumlarındaki aile­ kate alındığında bu klinikler ve AÇS/AP fiye semtleri romanın toplumsal coğraf­
lere benzediklerim göstermişlerdir. Bu merkezleri sayıca çok yetersizdir. yasını oluşturur. Romancı, bu semtleri,
çalışmada, 1907 nüfus sayımı sonuçların­ İstanbul'da Sağlık Bakanlığının dı­ daha çok yaşama biçimleri açısından
dan yararlanılarak ortalama doğurganlık şında aile planlaması ile ilgili hizmet tasvir etmiş, oralarda yaşanılan hayatları
oranının (ODO) 3.88 olduğu bulunmuş­ araştırması yürüten kamu kurumları, İs­ yansıtmıştır. İstanbul yine ahlaki çökü­
tur. Kadın başına ortalama dörtten az tanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Ensti­ şün beşiğiyken Erol'un iz sürdüğü Ana­
doğumun olması çiftlerin doğurganlıkla­ tüsü ve İstanbul ve Marmara üniversite­ dolu, bu ahlaki çöküşe bir yanıt gibi
rını denetlediklerini göstermektedir. lerindeki Halk Sağlığı ana bilim dalları­ gösterilmiştir. Bununla birlikte şehrin
20. yy'm başında, İstanbul ailelerinin dır. Ayrıca Türkiye Aile Planlaması ve sorunlarına ilişkin ilginç saptayımlara
çoğunlukla "geri çekme" yöntemi ile Sağlığı Vakfı, İnsan Kaynağını Geliştir­ yer verilmiştir: Çamlıca "bir vebalı eve,
korundukları ve istenmeyen gebelikler­ me Vakfı ve Aile Planlaması Derneği gi­ bir koleralı gemiye" dönmektedir; Üs­
de kürtaja çok sık başvurdukları anlaşıl­ bi özel vakıf ve dernekler de aile plan­ küdar, "bit düşmüş tavuk kümesinden
maktadır. Lavaj da oldukça yaygın bir laması konusunda çalışmalar ve araştır­ daha ıssız, daha bakımsız"dır; sokakları
yöntemdir. Prezervatif ise. bilinmekle malar yürütmektedir. Ancak bu gönüllü kabak çekirdeği kabuğundan geçilme­
birlikte, tercih edilen bir yöntem değil­ kuruluşlar çoğunlukla tüm ülkeyi hedef yen Adalar'a yirmi iki yıl önce su gele­
dir. O dönemlerde dünyada yaygınlaş­ alan çalışmalar yapmakta. Sağlık Bakan­ cek denmiş, su sonunu bir türlü çözüle­
maya başlayan diyafram İstanbul'da bi­ lığının çalışmaları dahil, aile planlama­ memiştir... Kokainde olduğunca bu ro­
linmemektedir. sına ilişkin hizmet araştırmaları, genel­ manda da "fino" denilen esrarlı sigaray­
20. yy'm ortalarında İstanbul'da do­ likle uluslararası kumluşların mali des­ la kokain 1920'ler İstanbul'unda hem
ğurganlık düzeyi daha da düşmüştür. teği ile yürütülmektedir. yüksek tabakanın, hem de ayaktakımı-
1945'te, biraz da II. Dünya Savaşinın nın rağbet gösterdiği uyuşturuculardır.
Bibi. F. C. Shorter-M. Macuıa. Türkiye'de
kötü yaşam koşullarının etkisiyle, orta­ Nüfus Artışı (1935-75) Doğurganlık ve D a n s tutkunu Çapraz D e l i k a n l ı
lama doğurganlık oranı, İstanbul ve İz­ Ölümlülük Eğilimleri. Ankara. 1983: A. Du- Okan, adını verdiği romanda, o yılların
mir illeri bir arada, 2,41 çocuk olarak ben-C, Behar. İstanbul Households. Family İstanbul'unu eğlenceler, suareler, balo­
tahmin edilmektedir. Bu tarihten sonra, and Fertility, 1880-1940. Cambridge, 1991; lar dünyasıyla yansıtır. Tango, fokstrot,
A. Bulut-N. Üzel-T. Kutluay-O. Neyzi, 'Expe­
doğurganlık düzeyi biraz artarak. ODO bluz. vals, çarliston bu çevrelerin gün­
riences of a Health Team Working in a New
3 çocuk civarında olmak üzere. 19801e- Urban Settlement Area in Istanbul". Journal demindedir. Batılılaşmayı yanlış değer­
re kadar istikrarlı bir seyir takip etmiş, of Community Health. XVI/5, (1991).' lendiren İstanbul, romancının anlatımıy­
sonra biraz azalarak 2 çocuk civarına FERHUNDE ÖZBAY la, toplumsal endişelerden uzak, birta­
gelmiştir. kım karanlık para işlerinden kazançlı,
Aile planlaması konusunda bütün İs­ AKA GÜNDÜZ vur patlasın çal oynasın yaşamaktadır.
tanbul İli için yapılmış bir araştırma İşin tuhafı. 1938 basımı Çapraz Deli­
(1886, Selanik. - 7 Kasım 1958. Ankara) kanlıdan 1954 basımı Bir Kızın Masa­
yoktur. Türkiye çapındaki araştırmalar­
Hikâye ve roman yazarı. Kuleli Askeri lına, romancının bu kente bakışı he­
da İstanbul ili için ayrı hesaplamalar da
Lisesi'ni bitirdi. Paris'te bir süre güzel sa­ men hiç değişmeyecek; İstanbul bir sa­
yapılmamış; İstanbul, batı bölgesinde ya
natlar öğrenimi gördü. 1909'da İstan­ lonlar, barlar, arka sokaklar, randevuev-
da büyük kentler grubu içinde ele alın­
bul'da gazeteciliğe başladı. İstanbul işgal leri kenti özelliğiyle nitelendirilecektir.
mıştır. İstanbul'un ancak belli bir yöre­
edildiğinde Malta'ya sürüldü. 1932-1946
sini temsil eden yerel araştırmalar, bü­ Aka Gündüz ayrıca dergilerde, gaze­
yılları arasında Ankara milletvekili oldu.
yük ölçüde alt gelir gnıplarına yönelik­ telerde kalmış, bir kitapta henüz derlen­
tir. Özetle, İstanbul'un bütününün ve Milli Edebiyat akımı temsilcilerinden memiş yazılarında İstanbul'un ilginç ki­
özellikle doğurganlıkları çok düşük bir olan Aka Gündüz yer yer çok gerçekçi şilerinden, semtlerinden, meslek dalla­
düzeyde olan üst-orta gelir gruplarının sahnelerle örülü, ama çoğu kez üslup rından sıkça söz açmıştır.
aile planlaması uygulamaları bilinme­ özenlerinden uzak, popüler edebiyatın Bibi. S. X. Ergun. Aka Gündüz-Hayatı, Eser­
mektedir. Elde bulunan kısıtlı bilgiye niteliklerine yatkın hikâye ve romanla­ leri, İst., 1937; M. N. Özön, Son Asır Türk
dayanarak İstanbul'da çiftlerin yaklaşık rında, "bir hayat yüksekokulu" diye ta­ Edebiyatı Talihi. İst.. 1941: H. Yücebaş, Bü­
dörtte üçünün gebeliği önleyici yöntem nımladığı Anadolu'yla İstanbul'u kıyas­ tün Cepheleriyle Aka Gündüz. İst., 1959.
kullandıkları hesaplanmıştır. lama yoluna gitmiştir. Başlıca romanları SELİM İLERİ
Yerel araştırmalar, birbirleri ile tutarlı arasında sayılabilecek Tang-Tan-
bir biçimde, ailelerin, tıpkı yüz yıl önce­ g o ( 1 9 2 8 ) . Bir Şoförün Gizli Defteri AKAKİOS
sinde olduğu gibi. en çok geri çekme (1928). Kokain (1933). Çapraz Delikan­ (?, ? - 489, Konstantinopolis [İstanbul])
yöntemine rağbet ettiklerini ve kürtaj lı (1938). Zekeriya Sofrası (1938) ve Bir Patrik (472-489). Bu görevden önce Bi­
yaptırdıklarını göstermektedir. Rahim içi Kızın Masalında (1954) bu kıyaslama­ zans başkentinde Zotikos Yetimhanesi­
araç kullanan kadınların oranı da bütün nın izdüşümlerini yakalamak olasıdır. nin yöneticiliğini yapıyordu.
Türkiye'de olduğu gibi geri çekmeden Aka Gündüz, hikâye kitabı Bu Top­ Patriklik döneminin en ciddi sorunu
sonra ikinci sırada yer almaktadır. rağın Kızlarında (1927) İstanbullu dört monofizitlik akımı (bak. Halkedon Kon-
İstanbul'da doğurganlıklarını düşük genç kızı odak alıyor, daha o zamanlar, sili) etrafında gelişen çekişmeler oldu.
düzeyde tutmasını başaran çiftler, bu eski payitahtın sefih ve düşkün bir ahla­ Bizans İmparatorluğunun özellikle doğu
konuda devletten ve tıp sisteminden kı temsil ettiği kanısına varıyordu. İlk eyaletlerinde yaygın olan ve Halkedon
fazla yararlanmamaktadırlar. Zira aile iki hikâye, "Sokak" ve "Salon", adların­ Konsili (451) tarafından yasaklanan mo­
planlaması hizmetleri açısından burası dan da anlaşılacağı gibi yoksul ve zen­ nofizitlik, Akakiosün patrikliğinin ilk yıl­
öncellikli bölgeler arasında değildir. İs­ gin çevrelerin hayatlarını dile getirmek­ larında tahtı kısa bir süre için zor yoluyla
tanbul'da otuz bir Ana-Çocuk Sağlığı ve te: İstanbul'un fuhuş bataklarına eğil­ ele geçiren İmparator Basiliskos (hd 475-
Aile Planlaması (AÇS/AP) Merkezi halka mektedir. Bir Şoförün Gizli Defteri, tak­ 476) tarafından yeniden tanınmıştı. Baş­
gebeliği önleyici yöntemler hakkında si şoförü Erol'la paşa kızı Çilerin aşk kent halkının büyük çoğunluğundan tep­
yardımcı olmaktadır. Ayrıca seksenden macerası çerçevesinde. 1920'ler İstan­ ki gören bu olay sırasında Akakios, Aziz
fazla hastane ve sağlık kurumunun yal­ bul'undan çok renkli sahnelerle bezen­ Daniel Stylites(->) ile birlikte, monofizit-
nızca sekizinde aile planlaması kliniği miştir. Beyoğlu, o zamanın modern lere karşı mücadelenin başını çekti. Mü­
vardır. Bunlar arasından ancak dördün­ apaıtmanlı Taksimi, ahşap konaklı Şiş­ cadeleler sürmekteyken çıkan büyük bir
147 AKARCA MESCİDİ VE TEKKESİ

yangın ise başkentte birçok kitap ve de­ di. 1887'de uzmanlık öğrenimi için Pa­
ğerli sanat eserinin yanmasına yol açtı. ris'e gitti. 189T'de istanbul'a dönüşünde
Ancak bir süre sonra Bizans kilisesi­ Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane fenn-i vilade
nin diğer Doğu kiliseleriyle dayanışma (obstetrik-doğum bilgisi) muallimliğine
halinde olması yönünde bir siyaset be­ (profesör) getirildi. 1892'de İstanbul'da­
nimseyen Akakios, bu arada monofizit ki ilk doğum kliniği olan Viladetha-
İskenderiye patriğine karşı Roma kilise­ ne'yi(->) kurdu. 1895'te müdürlüğüne
siyle girdiği ittifaktan vazgeçti ve 482'de atandığı Ebe Mektebi'ni modern bir
imparator Zenonün isteği üzerine. Hal- okul durumuna getirdi. 1896'da seriri-
kedon Konsili taraftarlarıyla monofizit- yat-ı viladiye (doğum kliniği) muallimi
ler arasında uzlaşma arayan bir bildiri oldu. Bu çalışmaları ona kısa zamanda
(Henotikon) yazdı. Bu bildiri, impara­ İstanbul'un en tanınmış kadm-doğum
torluk dahilinde her iki tarafı da tatmin hekimi olarak büyük ün kazandırdı.
etmediği gibi. Papa tarafından da red­ Rütbesi de paşalığa yükseldi.
dedildi, daha sonra da. Roma ile Kons- Akalın 1909'da Mekteb-i Tıbbiye-i
tantinopolis kiliselerinin bölünmelerine Mülkiye (Sivil Tıbbiye) ile Mekteb-i Tıb­
sebep olan ve Akakiosün adıyla anılan biye-i Şahanenin (Askeri Tıbbiye) bir­
bir mezhep hareketini doğurdu. Baş­ leştirilmesi ile Haydarpaşa'da kurulan
kentte ise 5. yy'ın ortasından beri mo- tıp fakültesine bağlı olarak Kadırga'da
nofizitlikle mücadelenin merkezi olan ikinci bir doğum kliniği ve ebe okulu
Akoimetoi ("Uykusuzlar'') Manastırı bu açtı. Bu klinik ve okul 1928'de Haydar­
yöndeki faaliyetlerin odak noktası ola­ paşa'ya taşınmış, buradaki klinikle bir­ Necip Akar
Turhan Baytop
rak varlığını sürdürdü. leşmiştir.
Akakiosün patrikliği ve takip ettiği Akalın 1914'te tıp fakültesi dekanlığı­
dini politika genelde başarısızlıkla so- na seçilmiş. 1919-1923 arasında da da­ AKAR, NECİP
nuçlandıysa da, dönemin olayları Kons- rülfünun emirliği (rektör) yapmıştır.
(1904. Halep - 18 Haziran 1957, İstan­
tantinopolis Kilisesi'nin diğer kiliseler Mütareke dönemine rastlayan bu görevi
bul) Eczacı. 1924 te İstanbul Eczacı
karşısında önem ve etkisinin artmasına sırasında işgal kuvvetlerinin üniversite­
Mektebinden diploma aldı. Yeniköy'de
işaret eder. ye girmesine izin vermemiştir. 1933 te
eczane (Merkez Eczanesi) açtı. 1927'de
Bibi. E. Schwartz, Publizistische Sammlun- emekli olduktan sonra 1935 ve 1939'da
ağabeyi Cemil Akar ile ortak olarak diş
gen zum acacianischen Schisma. Münih. iki dönem milletvekili seçilmiş, bu gö­
macunu üretimine başladı. Ürettiği ma­
1934; E. Marin, Dictionnaire de théologie cat­ revi dolayısıyla bulunduğu Ankara'da
holique, 1, 1935. s. 288-290; W. H. C. Frend, cuna "Xecip B e y Diş Macunu" adını
ölmüştür. Kabri İstanbul'da Merkezefen-
"Eastern Attitudes to Romo during the Acaci- vermişti. Bu isim sonradan "Radyolin
di Mezarlığindadır.
an Schism", Studies in Church History, XIII, Diş Macunu" olarak değiştirilmiştir.
(haz. D. Baker). Oxford, 1976, s. 69-81. Kadın-doğum hekimliği yanında, ço­ 1935'te "Gripin" adını verdiği ağrı kesici
NEVRA NECÎPOĞLU cuk hekimliğinin kurulmasına, hemşire­ bir kaşenin ruhsatını aldı. Necip ve Ce­
liğin ve hastabakıcılığm bir meslek ola­ mil Akar kardeşler tarafından Radyolin
AKALIN, BESİM ÖMER rak gelişmesine büyük katkılarda bulu­ Laboratuvarı'nda ( B a h ç e k a p ı , Mimar
nan Akalın 1917'de Himaye-i Etfal Ce­ Vedat Caddesi) üretilen bu iki müstah­
(1861, Istanbul - 19 Mart 1940, Anka­ miyetinin (Çocuk Esirgeme Kurumu) zar, yapılan etkili tanıtım çalışmalarıyla
ra) Hekim. Ömer Şevki Paşanın oğlu­ kumlmasında da rol oynamıştır. Hilal-i yurt düzeyinde büyük üne kavuşmuştu.
dur. 1885'te Mekteb-i Tıbbiye-i Şaha- Ahmer Cemiyetinin (Kızılay) 191 Tde
ne'yi (Askeri Tıbbiye) yüzbaşı rütbesiyle Necip ve Cemil kardeşlerin ortaklığı
yeniden düzenlemesine de öncülük et­
bitirdi. Aynı yıl fenn-i kıbale (doğurtma 1950'de sona erdi, Cemil Bey Radyo-
miştir. 1918'de Veremle Mücadele Os­
bilgisi) muallim muavinliği (doçent) sı­ lin'i. Necip Bey ise Gripin isimli prepa­
manlı Cemiyetinin başkanlığına getiril­
navını kazanarak akademik hayata gir- rati aldı ve Cağaloğlu'nda (Cemal Nadir
miştir. Verem Tehlikesi Veremle Müca­
Sokağı, no. 1) kurduğu "Gripin Labora­
dele (1919) adlı risalesi Türkiye'de ve­
tuvarı'nda (Gripin İlaç AŞ) bu ilacı üret­
remle savaş alanında yayımlanmış ilk
meye devam etti. Daha sonra yapım iz­
broşürdür.
nini aldığı "Opon" isimli ilaç da bu la-
Akalın halkın sağlık konularında eği­ boratuvarda üretilmiştir.
tilmesine büyük önem vermiş, sağlıklı Necip Akar ilaç yapımından sonra te­
çocuk yetiştirmek, dişlerin korunması, mizlik malzemeleri üretimine geçmiş,
zayıflık ve şişmanlık, tütün. içki. deniz "Puro" tuvalet sabunu ve "Fay" temizlik
banyoları, kaplıcalar ve ilkyardım gibi tozu ürünleri ile bu alanda büyük bir
birçok konuda kitaplar yayımlamıştır. gelişme ve başarı sağlamıştır.
Halkın koruyucu hekimliğe ilgisini çek­ Bir deniz kazası sırasında, arkadaşla­
mek için Nevsâl-i Afiyet (1899-1904, 4 rını kurtarmak isterken boğularak öl­
kitap) adlı yıllıklar çıkarmış, gazete ve müştür.
dergilerde çok sayıda makale yayımla­ TURHAN BAYTOP
mıştır. Mesleki kitaplarının sayısı da elli­
yi aşkındır.
AKARCA MESCİDİ VE TEKKESİ
Bibi. Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti Salna­
mesi, İst., 1329-1331. s. 31. 35; A. Süheyl
Beyoğlu İlçesi'nde, Cihangir-Akarca
(Ünver), "Besim Ömer Paşa ve Doğum Tari­ semtinde, Kılıçalipaşa Mahallesi'nde, İl-
hi". Tedavi Seriıiyatı ve Laboratuarı, II, no. 6 yas Çelebi Sokağı ile İlyas Çelebi Camii
(1932); Feridun Neşet (Frik), "Prof. Dr. Be­ Sokağının kavşağında yer almaktadır.
sim Ömer Paşanın 70'inci Yıldönümü Müna­ Bulunduğu semtin adı (Akarca) ile
sebetiyle", Tedavi Notları. VIII. no. 9 (1933),
anılan bu mescit-tekke Kalyoncular
s. 249-250; Â. M. Özden. "Besim Ömer Aka­
lın, "Tedavi Kliniği ve Laboratuarı, X, no. 37 Defterdarı İlyas Çelebi tarafından yaptı­
(1942); Gövsa. Türk Meşhurları, 71; İSTA, I, rılmıştır. T. Öz. İstanbul Camilerinde
Besim Ömer Akalın 497-498. 16. yy'da inşa ettirildiğini yazmaktadır.
1HTTV Arsivi
NURAN YILDIRIM Ne var ki. İstanbul'daki hayır eserlerinin
AKARCA MESCİDİ VE TEKKESİ 148

konusu mescide meşihat koydurmak olarak kullanıldığı anlaşılan basık tavan­


suretiyle bu faaliyete resmiyet kazandır­ lı mekânlar yer almaktadır. Yapı dik bir
dığı anlaşılmaktadır. vamaç üzerinde yükselmekte, kuzeyde­
Celvetîliğe bağlı olarak tesis edilen. ki küçük avlunun girişi, arazinin meyli
'İlyas Tekkesi" veya "İlyas Efendi Tek­ yüzünden basamaklı olan İlyas Çelebi
kesi" olarak da anılan Akarca Tekkesi, Camii S o k a ğ i n a açılmaktadır. Halen
muhtemelen 18. yy'm birinci yarısında (Ekim 1993) Vakıflar İdaresi tarafından
Kadirîlere intikal etmiş, mescidin imamı onarımı yaptırılan mescit-tevhidhane,
olan Mustafa Efendi ( ö . 1763'ten az ahşap duvarlı ve kapalı bir son cemaat
sonra). Kasımpaşa'daki Muabbir Tekke­ yeri ile kagir duvarlı bir harimden oluş­
s i n i n şeyhi Ali Vahdî Efendi'den (ö. makta, her iki mekân da, kiremit kaplı
1763) hilafet almıştır. II. Mahmudün kı­ bir ahşap çatı ile örtülü bulunmaktadır.
zı Saliha Sultanin 1834'teki düğününe Son cemaat yerinin, ahşap dikmelerle
davet edilen Celvetî şeyhleri arasında takviye edilmiş olan üst katı, kadınlara
"Tophane'de, Akarca'da Akarca Tekkesi mahsus bir fevkani mahfil olarak değer­
Akarca Mescidi ve Tekkesi Şeyhi el-Seyyid Sadullah Efendi'nin adı lendirilmiş, kuzeybatı k ö ş e s i n e , bu
M. Baha Tanınan, 1993
geçmekte, tekkenin tekrar Celvetîliğe mahfile çıkan ahşap merdiven, merdi­
avdet ettiği anlaşılmaktadır. Bu tarihten venle harim duvarı arasına da minare­
tarihçelerine ilişkin temel kaynaklarda sonraya ait tekke listelerinde de Akarca nin kaidesi yerleştirilmiştir. Dışardan
bu hususta bilgi bulunmadığı gibi yapı­ Tekkesi Celvetî olarak gösterilmiştir. ahşap kaplama, içerden bağdadi sıva ile
nın inşa tarihini veren bir kitabeye de Ancak, çocukluğunda bu civarda otur­ oluşturulan son cemaat yeri duvarların­
rastlanmamaktadır. Ayrıca İlyas Çele­ muş olan ve babası ile Akarca Tekke- da dikdörtgen açıklıklı pencereler bu­
binin, mihrap duvarı önünde bulunan si'ne birçok defa gittiğini söyleyen İ. lunmaktadır.
mezar taşı da tarihsizdir. Hüsrev Tökin burada, tekkelerin kapa­ Harim kısmının moloz taş örgülü,
İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü'nde- tılmasından önceki yıllarda Rıfaî ayinle­ doğu. batı ve güney duvarlarında, iki sı­
ki 1341/1925 tarihli Esâmi-i Tekâyâ Def- rinin icra edildiğini, vücuda şiş sapla­ ra halinde düzenlenmiş dikdörtgen
ten'nden E. Hakkı Ayverdi'nin nakletti­ mak, kızgın demir yalamak gibi, Rıfa- açıklıklı pencereler sıralanmaktadır. Alt
ği bir kayıtta, Şeyh Veli Efendi adında îler'in "burhan" tabir ettiği birtakım gös­ sıradaki pencerelerin açıklıkları aslında
bir şahsın Tophane'de İlyas Çelebi Ca- terilerin yapıldığını söylemiştir. tuğladan basık kemerlerle geçilmiş ol­
mii'ne meşihat koydurduğu bildirilmek­ Ayin günü çarşamba olan Akarca duğu halde sonradan pencerelerin içine
tedir. Diğer taraftan. Celvetîliğin piri T e k k e s i n d e postnişin olan şeyhlerin dikdörtgen açıklıklı ahşap kasalar yer­
Aziz Mahmud Hüdâyî'nin (ö. 1628) hali­ tam bir dökümü elde edilememiştir. Bu leştirilmiş, kemer aynaları da örülerek
felerinden, : Ehl-i Cennet Efendi" olarak tür çift fonksiyonlu mescit-tekkelerde kapatılmıştır. Harimin kuzeydoğu ve
anılan Şeyh Mehmed Fenâyî Efendi'nin görüldüğü gibi burada da imamlık ve kuzeybatı köşelerinde, zemini bir sekiy­
( ö . 1664). mürşidinin vefatı üzerine şeyhlik görevinin aynı kişi tarafından le yükseltilmiş ve çevresi ahşap korku­
(1628), görevli olarak bulunduğu Si­ üstlenildiği anlaşılmaktadır. Mi'rat-ı İs­ luklarla kuşatılmış olan birer küçük
mav'dan İstanbul'a geldiği, doğduğu tanbul'da, Akarca Mescit-Tekkesi'nin mahfil bulunmaktadır. Bunların üzerin­
semt olan Tophane'de yerleşerek. Hü- kapısı üzerinde bulunduğu ifade edilen, de, fevkani kadınlar mahfilinin, birer
dâyî Asitanesi'ne postnişin olduğu tari­ bugün mevcut olmayan manzum kita­ ahşap dikmeye oturan çıkmaları yer al­
he (1657) kadar burada münzevi bir ha­ bede, 1306/1888'de. harap durumdaki maktadır. Güney cephesinde dışa taşkın
yat sürdüğü, bu arada İlyas Çelebi yapının, imam Hoca Fuad Efendi'nin olan. yarım daire planlı mihrap nişinin
(Akarca) Mescidimde kürsü şeyhliği önayak olması sonucunda halkın yar­ iç yüzeyinde, geç devir mihraplarında
yaptığı, kendisinden sonra, Aziz Mah­ dımlarıyla yeniden inşa ettirildiği belir­ sıkça uygulanan bir süsleme grubu gö­
mud Hüdâyî'nin diğer bir halifesi olan tilmektedir. rülmektedir: Tepede "Sultan Mahmud
T o p h a n e l i Şeyh Veli Efendi'nin ( ö . Akarca Mescit-Tekkesi. avm zaman­ güneşi" türünden ışınsal bir motif yer
1697) bu görevi devraldığı bilinmekte­ da tevhidhane olarak kullanılan mescit almakta, bunun altında, iki yandan kor­
dir. Böylece, Akarca Mescidimde 17. bölümü ile bunun batı yönüne bitişen donlarla tutturulmuş perdeler, ortada
yy'm ikinci çeyreğinde Celvetîlerin faali­ harem bölümünden meydana gelmekte, ise bir kandil motifi dikkati çekmekte­
yet göstermeye başladıkları, 1657'den mescit-tevhidhanenin bodrum katında, dir. Dekupaj tekniği ile imal edilmiş,
az sonra da Şeyh Veli Efendi'nin, söz selamlık birimleri veya derviş hücreleri basit süslemeli ahşap minber g e ç e n
yüzyılın ürünüdür. Harimin cepheleri
içbükey bir saçakla son bulmakta, gü­
ney cephesini, antik Yunan mimarisin­
den üçgen bir alınlık (fronton) taçlan-
dırmaktadır. Kısa, silindirik minare tuğ­
ladır. Basit demir korkulukların kuşattı­
ğı şerefesi kesme taştan konsollarla des­
teklenmiş, peteğin üzerine, kesme taş­
tan, boğumlu bir külah oturtulmuştur.
Girişin, güneyde İlyas Çelebi Soka­
ğ ı n d a bulunan harem bölümü günü­
müzde imam meşrutası olarak kullanıl­
maktadır. 19. yy sonlarına ait sıradan
bir İstanbul evi olan harem bölümü ka­
gir bir bodrum ve zemin kat ile, sokak
Akarca yönüne çıkma yapan ahşap bir üst kat­
Mescidi ve tan meydana gelir. Mihrap duvarının
Tekkesi önündeki küçük hazirenin, İlyas Çelebi
Mescit- Sokağı üzerindeki istinat duvarında I.
tevhidhanenin
planı. Ulusal Mimari Üslubu'nda küçük bir
M. Baha Tanınan, çeşme vardır. Dikdörtgen bir çerçeve
1983 içine alınmış olan sivri kemerli çeşme
149 AKARETLER

nişinin üzerinde, boş bırakılmış olan, alanlarında, yangın sonrası düzenleme hacimleri olan modeldir. Bu tipin, mer­
enine dikdörtgen kitabe yüzeyi, kemer­ bölgelerinde veya azınlık gruplarının divenin ortada veya yanda oluşuna ve
le bunun arasında kalan üçgen alanlar­ vakıf arazilerinde inşa edilmiş bir konut arkada tek veya çift oda bulunuşuna
da da birer adet kabartma rozet yer al­ tipidir. Orta ve küçük kentsoylu sınıfı­ göre varyantları bulunmaktadır. Yakla­
maktadır. nın konutu olarak ortaya çıkan sıra ev şık 1 2 0 m2'lik inşaat alanı rasyonel bir
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 307: Ayvansa- tipi, İstanbul'daki konumu ve mimari düzenlemeyle, kayıp alanlar en aza in­
rayî, Hadîka, II. 73-74; Kut, Dergehnâme, nitelikleri ile kent tarihi ve sosyolojisi dirgenerek kullanılmıştır. Mutfak ve
221, 232, no. 43; Çetin, Tekkeler, 590; Aynur, açısından son derece önemli veriler banyo/tuvaletin günümüz ölçülerine
Sallba Sultan, 34, no. 13; Âsitâne, 14; Os­ oluşturmaktadır. göre küçük tutulmasına karşılık oturma
man Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 34-35. no.
Akaretler sıra ev grubu, 66 parsel hacimleri büyüktür (ortalama net 49
6 1 ; Münib, Mecmua-i Tekâyâ. 11; Raif,
Mir'at, 349-350; Siciü-i Osmant, IV, 612: Öz. üzerinde 1 3 3 konut birimini içermekte­ m 2 ). Çok eskimiş ve kötü kullanılmış ol­
İstanbul Camileri. II. 3: M. Sertoğlu. "Galata dir. Parseller, konum ve büyüklük bakı­ makla birlikte çağdaş donanımı vardır.
ve Tophane". Hayat Tarih Mecmuası. 7 mından birbirlerinden küçük ayrımlar İkinci tip, yalnızca, yukarıda beş ta­
(Temmuz 1977), 9-17; H. K. y r ılmaz. Aziz gösterirler. En farklı olan, üçgen biçimli ne olduğunu söylediğimiz çift parsel
Mahmûd Hüdâyî ve Celvetiyye Tarikatı. İst.,
adanın köşe parselidir. Belirli geomet­ büyüklüğündeki parsellerde kullanıl­
1982. 126, 130, 286-287.
rik biçimi olmayan, üç cephesi de yola mıştır. Çok daha ileri bir tarihin plan
M. BAHA TANMAN
bakan ve alanı en büyük (600 m 2 ) olan anlayışına yakın duran bir düzenleme
parseldir. Geri kalanların tümü küçük görülmektedir. İki konut birimi, ortada
AKARÇEŞME HAMAMI
kenarları yoldan cephe alan dikdörtgen yer alan tek bir merdiven çekirdeğine
Eyüp Defterdar Mahallesi'nde Çömlek­ biçimli ve alanları 180 m 2 ile 220 m 2 bağlanmış ve böylece altı daireli apart­
çiler Caddesi ile Abdurrahman Şeref arasında değişen parsellerdir. Parselle­ man tipi bir konut elde edilmiştir. Öteki
Bey Caddesi'nin kesiştiği köşededir. rin yoldan cephe alan kenarları, her bir parsellerdeki gibi önde salon, arkada
Bulunduğu mahallenin adına atfen grup içinde birbirine eşit genişliktedir. iki oda ve ortada servis hacimleri olan
"Çömlekçiler Hamamı" da denir. Çifte Üçgen adadaki parsellerin cephe geniş­ plan, özellikle bu hacimlerin daha kon­
hamamdır ve Türk hamamlarının en liği 8,80 m, öbür gruplarda 7,50 m'dir. forlu olabileceği boyutlar sağlamakta­
güzel örneklerinden biridir. Arazinin eğimlerinden ötürü arka bahçe dır. Tek merdiven ve geniş bir aydınlık
Camekân kısmının üstü kiremit örtü­ çizgisi değiştiğinden parsel büyüklükle­ orta alanlara önemli bir planlama rahat­
lü olup, bir özelliği yoktur. Çatıda ah­ ri az da olsa farklıdır. Biri Şair Nedim lığı getirmiştir.
şap gövdeli bir aydınlık feneri vardır. Caddesi'nde dördü de Spor Cadde­ Akaretler sıra ev grubunda, cephe ti-
Burada kahve ocağı ile üst kata çıkılan sinde olmak üzere beş parsel çift par­ polojisi bakımından da iki ana tip vardır.
merdivenler yer alır. sel alanı büyüklüktedir. Parsellerin tü­ Birinci tip, üçgen biçimli adanın
Soğukluk kısmında, girişin sağındaki mü yolu dik çizgilerle bölümlemiştir. cephelerinde kullanılan ve birinci katın­
duvarda, küçük bir niş içinde bir çeşme Akaretler sıra ev grubunun etkili da bir çıkma ve onun üzerinde bir bal­
vardır. Buranın iki yan duvarının önün­ kentsel perspektifi öncelikle bu parse­ kon bulunan c e p h e düzenlemesidir.
de peykeler bulunur. Bunlardan sağda- lasyon sistemine dayanmaktadır. Mimar, İkinci tip ise, caddelerin öbür kenarın­
kinin üstü bölünerek iki duş yeri yapıl­ kendi imar kurallarını da getiren bu dü­ daki konutlar için seçilmiş olan çıkma-
mış ve yapı düzeni bozulmuştur. zenleme ile ve yaratıcı bir ustalıkla ara­ sız ve salt ikinci katta balkonu olandır.
İki soğukluktan soldaki sıcaklığa açı­ zinin elverişsiz koşullarını olumlamıştır. Sıra ev grubunun cephe düzeni ve
lır. Sıcaklık üç bölümden oluşur. Birinci Üçgen biçimli yapı adasında arka grubun genel konsepti için üslup terimi
kısım, iki geniş kemerin taşıdığı bir bahçelerin gerisinde Akaretler'e ait ve olarak neoklasisizm sözcüğü kullanılabi­
kubbe ile iki küçük beşik tonozun ört­ muhtemelen ortak kullanım için ayrıl­ lir. Ancak burada üslubun esnek ve öz­
tüğü bir sofadır. İki kademeli bir seki mış, geniş bir alan bulunmaktadır. Bu­ gül kullanımına işaret edilmelidir. Çünkü
üzerinde altı kurnası vardır. Sıcaklığın gün Beşiktaş Plaza Projesinin uygulan­ buradaki gibi bir kentsel düzenleme söz
sol duvarında boydan boya tas koymak dığı bu alana Spor Caddesi üzerinde konusu olduğunda üslup betimlemeleri
için bir duvar girintisi ve ayrıca derin bulunan ve basık kemerli bir kapısı tek birimi değil, grubun bütününü göz
ve yüksek bir niş bulunmaktadır. Sağda olan geniş bir geçitten girilmektedir. önüne almak durumundadır. Tek yapıda
ise biri üç. diğeri dört kurnalı iki halvet Akaretler sıra ev grubunda, plan ti- belirgin, önemli veya belirleyici olmayan
vardır. Bunların arasındaki duvarda polojisi bakımından iki ana tip ve bun­ bir yapı elemanı, bütün içinde belirleyici
kandil nişi yer alır. Halvetlerin üzeri ların küçük farklar içeren varyantları özellik kazanabilir.
kubbelidir. bulunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Akaretler sıra
Bibi. İSTA, I, 500-501; İKSA, I. 510. Birinci tip. yandan girişli, önde salon ev gnıbunda, her iki cephe tipinde de
ZİYA NUR SEZEN ve arkada yatak odaları ve ortada servis yatay bölümlemeyi, dolayısıyla konut bi-

AKARETLER
Beşiktaş ve Maçka arasında, bulunduğu
semte adını veren sıra ev grubu. Şair
Nedim ve Spor caddelerinin çatalağzı
biçiminde birleştikleri bölgede ve eğim­
li arazide kurulmuştur.
Akaretler sıra ev grubu, "sıra ev" ola­
rak adlandırılan konut tipinin İstan­
bul'daki en önemli ve anıtsal örneğidir.
Yapımına Ocak 1875'te irade-i hüma­
yunla başlanan Akaretler sıra evlerinin
mimarı, Sarkis Balyan'dır.
Bu sıra evler kira konutu olarak ta­
sarlanmış ve bunlardan elde edilecek
gelirle Aziziye Camii'nin yapılması ön­
görülmüştür.
Sıra ev, 19. yy'ın ikinci yarısından
başlayarak İstanbul'un kentsel büyüme
AKARSULAR 150

rimleri arasındaki bağlantıyı ve süregidişi ği anıtsal sokak mekânı imgesi, yapılar­ yükseltide akmaktadır. W. Penck Kâğıt­
sağlayan cephe öğelerinin öncelikle kul­ la açık mekân arasında gerçekleştirdiği hane ve Alibey derelerinin Haliç'te bir­
lanıldığı gözlenmektedir. Örneğin, giriş entegrasyon, bu anıtsal uygulamanın en leştikten sonra Sarayburnu eşiği önün­
katının yüksek bir profille üst kattan ay­ özgün kalitesini oluşturmaktadır. den kuzeye doğru kıvrılarak Boğaziçi'ni
rılması, kat bitiminin ayrıca 0,20 m'lik bir Bibi. A. Batur-A. Yücel-N. Fersan, "Ninete­ takip eden bir yatak içinde aktığını iddia
konsol kornişi ile belirtilmesi ve nihayet enth Cenaııy Row-Houses of istanbul", The etmiştir.
küçük takozlar dizisiyle vurgulanan sa­ Aga Han Award for Architecture, II İst., İstanbul İli'nin, Kocaeli Yarımadası
çak kornişi ve parapet, yatay bağlantıyı 1978: A. Batur-A. Yücel-N. Fersan, "İstan­ üzerinde bulunan ve Anadolu yakası
bul'da Ondokuzuncu Yüzyıl Sıra Evleri. Ko­
ve sürekliliği sağlayan öğelerdir. adı verilen bölümünde ise akarsu ağın­
ruma ve Yeniden Kullanım İçin Bir Monog-
Birinci cephe tipindeki çıkmalar, bu rafik Araştırma". ODTÜ Mimarlık Fakültesi da bir disimetri dikkati çeker. Karade­
tipin en önemli cephe motifidir. Köşele­ Dergisi, V/2, 185-205; İKSA, I, 510-512; N. niz'e dökülen akarsular ile Marmara
ri klasik pilastrlarla belirtilmiş olan çık­ Akın, 19. yy in ikinci Yansında Balat, Gala- Denizi'ne dökülen akarsular arasında
malar, büyük ve yüksek kemerli ön ta-Pera, 1st., (basılmamış profesörlük tezi). kabaca kuzey, kuzeybatı-güney, güney­
1993.
pencereleriyle birim konuta anıtsal sayı­ doğu doğrultulu olarak uzanan su bölü­
labilecek bir gösterim verirler. Bu göste­ AFİFE BATUR mü hattı, sahanın tam ortasından değil,
rimin yamsıra çıkmalar, bütün içinde çok daha güneyden Marmara Denizi kı­
sağladıkları ritim dolayısıyla önemlidir­ AKARSULAR yılarına yakın olarak geçer. Bu su bölü­
ler. Birim konutlar, eğime bağlı olarak İstanbul ili sınırları içinden denize dökü­ mü hattının kuzeyinde kalan ve Karade­
ikişer veya üçerli gruplar olarak bloklaş- len akarsular, Karadeniz ve Marmara niz'e dökülen, nispeten çok sayıda,
tığmda sıra ev dizisi, bu çıkmalarla şa- Denizi havzasına dökülen akarsular ol­ uzun akarsu bulunduğu halde, Marmara
şırtmalı bir hareket kazanmaktadır. Böy­ mak üzere ikiye ayrılırlar. İstanbul'un Denizi'ne dökülen kısa birkaç akarsu
lece cephelerin birim konuttaki klasik Avrupa yakasından denize dökülen vardır. Anadolu yakasındaki akarsular­
dengesine karşın bütünde sokak mekâ­ akarsular eski masif ve dağlarla çevril­ dan en önemlileri Riva Deresi ile Hiçiz
nının akışına katılan bir hareket yönlen­ miş bulunan Ergene Havzası nedeniyle, Deresi'dir. K a r a d e n i z ' e dökülen bu
mesi oluşturulmaktadır. Cephe düzen­ kendilerine büyük bir akaçlama havzası akarsulardan Riva'nm uzunluğu 65 km,
lenmesi bakımından üçgen yapı adasın­ veya su toplama havzası (bir akarsuyun su toplama havzası 680 km2, deniz sevi­
daki konutlar daha özenle ele alınmış kolları ile birlikte yayılmış olduğu alan. yesinden ortalama yüksekliği 50 m'dir.
görünmektedir. Bunların alanlarının da ya da başka bir deyişle, bir akarsu tara­ İstanbul İli sınırları içinden denize dö­
20 m2 kadar büyük olması, bir üst sınıf fından suları boşaltılan alan) bulamamış­ külen ve İstanbul'un Armutlu Yarımadası
için tasarlandıklarını düşündürmektedir. lardır. Bu sahadaki akarsuları döküldük­ üzerindeki (Pendik yöresi) kesiminde
İkinci gruptaki yapılar, daha müteva­ leri havzalara göre ayıran ve kabaca ku- bulunan akarsulardan Sellimandira Dere­
zı bir görünüşe sahiptir. Giriş katı, kalın zeydoğu-güneybatı doğrultusunda olan si, Eyrek Deresi (Kurtköy Deresi) ve Ki­
ve düz bir profille üst kattan ayrılmıştır. su bölümü hattı, son epirojenik hareket­ line Deresi Marmara Denizi'ne akarlar.
Birinci ve ikinci katın pencereleri üçlü ler (yerkabuğunun yavaş bir tempo ile Anılan akarsular yaz aylarında iyice aza­
gruplar olarak düzenlenmiştir. Ancak, ve esas olarak düşey doğrultuda maruz lırken, ilkbaharda genellikle taşarlar. Bu­
mimar cephede küçük yüzey farkları, kaldığı yükselme, alçalma, çanaklaşma nunla birlikte, İstanbul'un birçok akarsu
çökertme ve taşmalar yaparak ve he­ ve çarpılma gibi) esnasında şekillenmiş­ vadisi bugün tümüyle yerleşme alanı ol­
men hiçbir bezeme öğesi kullanmadan tir. Adı geçen su bölümü hattının güne­ muştur. Ancak günümüz İstanbul'unun
pencere yerleştirmeleri ile oynayarak yindeki akarsular Marmara Denizi'ne, yoğun nüfuslanmış alanlarının dışında
cepheye mimari kalite kazandırmıştır. kuzeyindekiler ise Karadeniz'e dökülür. kalan ve tabanları verimli alüvyal toprak­
İkinci katta taş konsol öğeleriyle des­ Karadeniz kıyısında yer alan Terkos Gö­ larla kaplı bulunan bazı akarsu vadileri
teklenen balkon, c e p h e tipolojisinin lüne dökülen Istranca Deresi. Marmara tarım alanları olarak kullanılmaktadır.
önemli bir öğesidir. İlk bakışta fark kıyısındaki lagünlerden Büyükçekmece İstanbul akarsularının bazılarının
edilmeyen herhangi bir profille işlenip Gölü'ne akan Çakıl ve Karasu dereleri üzerinde barajlar yapılmıştır. Bunlar Ali­
belirtilmemiş bir pilastr, zeminden yapı ile Küçükçekmece Gölü'ne açılan Sazlı- bey Deresi üzerindeki Alibey Barajı, Ri­
bitimine kadar uzanmaktadır. Bu öğe, dere ve Nakkaşdere Avrupa yakasındaki va Deresi üzerindeki Ömerli Barajı, Hi­
her birim konutun yalnızca bir tarafında göllere dökülen akarsuların en önemlile­ çiz Deresinin kollarından Darlık Deresi
yer almaktadır; yani birim konutun cep­ ridir. Su toplama havzalan, Karbon dev­ üzerindeki Darlık Barajı ve Göksu üze­
hesinin var olan simetrik yapısını değiş­ rine (zamanımızdan 280 milyon yıl ön­ rindeki Elmalı Barajıdır.
tirmektedir. Ama bu asimetri, grubun ce) ait sertleşmiş kil taşları (şist) ve yap-
İstanbul'da yer alan akarsulardan ba­
bütünlüğüne bağlı olarak bir süreklilik raklaşmış killi kumtaşlarmdan oluşan
zılarının özellikleri şöyledir:
motifi olmaktadır. Yani konut birimleri Alibey ve Kâğıthane (eski adı Kâtane)
Istranca Deresi: İstanbul İli'nin, Av­
kendi içine kapalı ve bitmiş simetrik dereleri Halic'e dökülmektedir. Bu dere­
rupa yakasında bulunan Istranca Dere­
cepheler yerine bir sonrakine bağlanan ler killi, kumlu, dolayısıyla ufalanabilir
si, sularını Terkos (Durusu) Gölü'ne bo­
açık birimlerin bütünlüğü ve sürekliliği­ araziden geçtikleri için, Halic'e taşıdıkla­
şaltmaktadır. Yaklaşık 287 km2 su topla­
ni edinmektedir. rı malzeme de çok boldur. Halic'in yu­
ma havzası olan akarsuyun ortalama
karı kesimi "Alibey ve Kâğıthane derele­
Balkonla cephe dizisinde, birim ko­ debisi 2,07 mVsn'dir. Istranca Dağla-
rinin getirdikleri erozyon materyalleriyle
nutlar, her parselde tek tek zemine uyar­ rimn doğuya doğru uzantılarını oluştu­
geniş ölçüde dolmuştur. Adı geçen dere­
lanarak yerleştirilmiştir. Her birim konu­ ran Kaplıca Tepe (351 m) ve Garipkuyu
lerin havzalarındaki arazilerin yaşı eski­
tun diğeri ile ilişkisi eşdeğerli bir kayma Tepe'nin (36l m) güneye bakan yamaç­
den beri Devon (zamanımızdan 345 mil­
ile belirlenmektedir. Bu dizinin düzenli larından iki farklı kaynak halinde do­
yon yıl önce) olarak kabul edilmişse de
ritmi, karşı sıradaki dizinin şaşırtmalı rit­ ğan, daha sonra birleşerek Şeytandere
İ. Yalçınlar tarafından bulunan fosiller,
minden farklıdır; daha süreğendir. adını alan akarsuya, Karamandere ya­
bölgedeki bu eski arazinin Karbon ya­
Birim yapılardaki konstrüktif öğele­ kınlarında, Danamandıra yöresinden
şında olduğunu ortaya çıkarmıştır. Ali­
rin, örneğin pencere altı veya kat silme­ kaynağını alan başka bir akarsu da katı­
bey ve Kâğıthane derelerinin uzunluğu
lerinin "son derece sade ve düz profili, lır. Daha doğuda Yamaç Tepe'nin (281
38 km kadardır. Yaklaşık 205 km2'lik bir
birim konutta belki sözü edilmeyecek m) kuzey ve güneyindeki iki kaynaktan
alanın sularını toplayan Kâğıthane Dere­
bir biçimlenmedir ama, bütünde bir sü­ çıkan suları da kendine katan dere, do-
sinin, deniz seviyesinden ortalama yük­
reklilik ve ritim motifine dönüşmüştür. ğu-batı doğrultusunda Istranca Deresi
seltisi ise 38 m'dir. Alibey Deresi 130
Akaretler sıra ev grubunun kentsel adını alarak Terkos Gölü'ne ulaşır. Ka­
krm'lik bir alanın sularını toplamakta ve
açık mekânı, yani sokağı betimlemede ramandere Köyü yakınında yapılan öl­
deniz seviyesinden ortalama 30 m'lik bir
ve tanımlamadaki güçlülüğü, temsil etti­ çümlere göre ocak-mart aylarında mak-
151 AKARSULAR

Akarsular
Sedat Ava

simum debisi 3,80 mVsn'ye ulaşırken, m3/sn arasındadır. Su toplama havzası kısmen örttüğü Birinci Zaman'ın Kar­
eylül-ekim aylarına rastiayan minimum 175 km2'dir. bon devrine ait kil taşlarından ve kum-
debisi 0,07 mVsn civarındadır. Yıllık or­ Sazlıdere: Küçükçekmece Gölü'nü taşlarından (gre) oluşan yapılarda açıl­
talama su hacmi yaklaşık 105 milyon besleyen en önemli akarsu olan Sazlıde­ mıştır. Vadinin kazılması esas itibariyle
m3'tür. re. Terkos Gölü'ne güneyden dökülen Pliosen devrine ve bu devirdeki ovamsı
Çakıl Deresi: Büyükçekmece Gölü'ne küçük akarsuların su toplama havzaları­ aşınım düzlüklerinin (peneplen) mey­
batıdan dökülen Çakıl Deresi, kaynağını nın güneyinden beslenir. Dursunköy ya­ dana geldiği zamana rastlar. Taban sevi­
Ovayenice'nin kuzeyinden alır. Ihlamur kınlarında kuzeyden gelen üç kolla bir­ yesini meydana getiren denizlerin Dör­
Tepe'nin (223 m) kuzeyinde Çatalca yö­ leşip, güneye doğru inerek, Küçükçek­ düncü Zaman'dan itibaren alçalmalarına
resine doğru bir yay çizen Çakıl Deresi, mece Gölü'ne kuzeyden dökülür. 84 ve Pliosen penepleninin yüksekte kal­
güneydoğu-kuzeybatı doğrultusunu ala­ km2'lik bir su toplama havzasma sahiptir. masına bağlı olarak, başlıca derelerin ve
rak Büyükçekmece Gölü'ne ulaşır. Te­ Ortalama debisi 0,87 mVsn, yıllık ortala­ diğer akarsuların yataklarındaki eğim ve
pecik Köprüsü'nde yapılan ölçümlere ma su hacmi 35 milyon m? dolayındadır. dolayısıyla akarsuların aşındırma güçleri
göre, ortalama debisi 0,430 mVsn olan Nakkaşdere: Küçükçekmece Gö- artmış, sonuçta Alibey ve Kâğıthane de­
akarsu, 133 km2'lik bir su toplama hav­ lü'nün kuzeyinde kalan havzalardan bi­ relerinin vadileri derinleşmiştir. Adı ge­
zasına sahiptir. Yıllık ortalama su hacmi rinin sularını toplayan Nakkaşdere'nin çen vadilerin peneplenlere göre derinli­
16 milyon m3 dolayında değişir. su toplama havzası 43 km2'dir. Ortala­ ği yerine göre 100-150 m'yi bulur.
Karasu Deresi: Büyükçekmece Gö­ ma debisi 0.25 m-Vsn. yıllık ortalama su Alibey Deresi'nin beslenme havzasın­
lü'ne karışan en önemli akarsulardan hacmi 14 milyon rm'tür. daki Karbon devrine ait arazinin üzerin­
birisi olan elere, İnsaniye yöresinden Alibey Deresi: Kara Tepe'nin (158 m) de, Boğazköy ve İhsaniye köyleri ke­
doğar, Kabakça'da güneyden gelen De­ doğu ve batı yamaçlarından iki kol ha­ simlerinde olduğu gibi, Üçüncü Za-
lice Irmağı'm da alarak İnceğiz'e ulaşır, linde doğan akarsuyun bu iki kolu, İm- man'a ait (daha çok Neojen) parçalar
buradan kuzeydoğuya doğru bir yay rahorün güneyinde birleşerek, Çıplak halinde kumlu, çakıllı ve killi topraklar
çizdikten sonra kuzeybatı-güneydoğu Tepe'nin (207 m) kuzeyinden kabaca varsa da, bunlar suyun dibe sızıp tutul­
doğrultusunda akar. Göle ulaşmadan doğu-batı yönünde akar. Halic'e ulaşan masına yaramaktan çok, kolayca ufala­
önce, Kestanelik Köyü'nün doğusundan en önemli akarsulardan birisi olan Ali­ nıp taşındıkları için, sel ve derelerle Ha­
kaynaklanan Sarısu Deresi ile birleşerek bey Deresi üzerinde Alibey Barajı ku­ lic'e taşman maddelerin miktarını geniş
kuzeyden Büyükçekmece Gölü'ne dö­ rulmuştur. Baraj toprak dolgu tipinde ölçüde artırmışlardır. Halic'in dolmasına
külür. İnceğiz Köyü yakınında yapılan inşa edilmiştir ve İstanbul'un içme su­ da neden olan bu özellik nedeniyle, ta­
ölçümlere göre ortalama debisi 1,04 yunun bir bölümünü karşılamaktadır. rihi kaynaklarda Fatih Sultan Mehmed'in
mVsn, yıllık ortalama su hacmi ise 44 Debi değerleri ve yıllık su hacmi yağışa Halic'in dolmasını önlemek için çıkar­
milyon m 3 dolayındadır. Diğer akarsu­ göre değişen Alibey Deresi'nin su topla­ mış olduğu kanunla, Alibey ve Kâğıtha­
larda olduğu gibi genellikle maksimum ma havzası Karbon devrine ait formas­ ne derelerinin sularını topladığı havzalar
debileri ocak-mart aylarında görülür. Bu yonlardan ibaretken, vadisi Miosen ve içinde ağaç kesmeyi, hayvan otlatmayı
değerler 2,22-2,06 mVsn arasında deği­ Pliosen (Üçüncü Zaman'ın 2. yarısı, za­ ve tarımı yasakladığı belirtilmektedir.
şir. Karasu Deresinin minimum debileri manımızdan yaklaşık 26 milyon yıl ön­ Kâğıthane Deresi: Kara Tepe'nin
temmuz-ağustos aylarında 0,081-0,093 c e ) tabakalarından ve bu tabakaların (158 m) doğusunda iki ayrı kaynaktan
AKAY 152

2
doğan Kâğıthane Deresi. Kemerbur­ külür. Yaklaşık 208 km 'lik bir su topla­ AKAY
gaz'ın kuzeyinde kalan alanların önemli ma havzasına sahip olan Hiçiz Dere­ Adalar, Kadıköy yakası, Anadolu yakası
bir kısmının sularını toplayarak Halic'e si'nin Şile yakınlarındaki ölçümlere göre ve Yalova iskelelerine sefer yapan de­
2:
dökülür. Yaklaşık l 6 l km lik bir su ortalama debisi 4,69 m-'/sn, yıllık ortala­ niz ulaşım şirketi. Akay sözcüğü Adalar,
3
toplama havzasına sahip olup. vadisi ma su hacmi ise 169 milyon m 'tür. Kadıköy, Anadolu yakası ve Yalova is­
Miosen ve Pliosen tabakalarından ve bu Göksu Deresi: İstanbul ili sınırları kelelerinin başharflerinden oluşan akro-
tabakaların kısmen örttüğü Birinci Za- içinde yer alan ve Göksu adını taşıyan nimdir.
man'ın Karbon devrine ait kil taşların­ iki akarsu vardır. Bunlardan birincisi
1 Temmuz 1933'te Seyrüsefain İdare­
dan ve kumtaşlarından oluşan yapılarda Bakırdağinm (201 m) kuzey eteklerin­
si yerine üç bağımsız işletme kuruldu:
açılmıştır. Dolayısıyla Halic'e taşıdığı den doğan ve Anadoluhisarı'nm kuze­
İç ve dış hatlarda yolcu taşıyan Deniz­
alüvyon da çok boldur. yinden Boğaz'a ulaşan Göksu'dur. Di­
yolları İşletmesi Müdürlüğü; Havuz ve
Riva (Çayağzı) Deresi: Ömerli Bara­ ğeri ise Ağva'da denize dökülen Gök­
Fabrikalar Müdürlüğü ve Marmara dahi­
jımın üzerine kurulu bulunduğu Riva De­ su'dur. Bu ikinci Göksu Deresi, sularını
linde İstanbul ve civan sayfiyeler ara­
resi, İstanbul'un en büyük akarsuyudur. Kocaeli il sınırları içinde kalan birkaç
sında deniz uluşamını sağlayan Akay İş­
Kollarından bir kısmı İstanbul İli sınırları derecikten alarak Karadeniz'e akar.
2 letmesi. Dönemin diğer iki deniz ulaşım
dışından gelir. Bunlardan birisi Kocaeli il Yaklaşık 395 km 'lik bir su toplama
şirketi Boğaziçi'ne çalışan Şirket-i Hayri­
sınırları içinde kalır ve Mollafenari yöresi­ havzasına sahiptir; ırmağın ortalama de­
ye ve Haliç Vapurları Şirketi'ydi. Akay
nin sularını toplar. Uzundere adını alan bisi 5.89 mVsn'dir. Yıllık ortalama su
3 döneminde Burgazadası'mn baraka is­
bir diğer kolu da yine Kocaeli il sınırları hacmi 159 milyon m olan akarsuyun
kelesi yıkılarak yerine taş bir iskele bi­
içinden doğar, kaynaklarını değişik yer­ maksimum debisi ocak-mart aylarında
3 nası yapıldı. Galata Köprüsü'ndeki Ka-
lerden alan birkaç küçük akarsu ile bera­ 17,64 m /sn, minimum debisi ise eylül-
dıköy-Haydarpaşa İskelesi yenilenerek
ber Ömerli Baraj Gölüne dökülür. Baraj ekim aylarında 0.19 mVsn dolayındadır.
bir "deniz istasyonu"na dönüştürüldü.
çıkışında Riva Deresi adı altında kuzeyba- Sellimandıra Deresi: Armutlu Yarı­
tı-güneydoğu doğrultusunda Sırapmar Deniz ulaşımının yanısıra, Yalova
madasında kabaca doğu-batı doğrultu­
yerleşmesine ulaşır. Alemdağin kuzey kaplıcaları da Akay in bünyesinde yer
sunda uzanan Samanlı Dağlarimn. ku­
eteklerinden doğan Alibahadır Deresini alıyordu. Akay döneminde Yalova'da
zeye bakan eteklerinden kaynağını alan
de kendine katarak, Çayağzindan Kara­ Termal Oteli yapıldı. 27 Şubat 1937'de
Sellimandıra deresi. Marmara Denizi'ne
deniz'e dökülür. Deniz seviyesinden orta­ Denizbank kuruldu ve diğer deniz işlet­
dökülür. Yaklaşık 80 km2'lik su toplama
lama yüksekliği 50 m olan Riva Deresi meleriyle Akay İşletmesi de bu banka
havzasına sahiptir, ortalama debisi 2.2
680 km2'lik su toplama havzasına sahiptir. bünyesinde kumlan Devlet Denizyolları
mVsn'dir. Yıllık ortalama su hacmi 60
Hiçiz Deresi: Şile'nin batısından Kara­ İşletme Umum Müdürlüğü Şehir Hatla­
milyon m3 dolayındadır.
deniz'e dökülen Hiçiz D e r e s i ' n i n 2 rına devredildi.
Bibi. H. Akyel "Türkiye'de Akarsu Sistemleri
önemli kolu vardır. Bunlardan birincisi ve Rejimleri". Türk Coğrafya Dergisi. S. 9-10. Devir sırasında Yalova Kaplıcaları ve
Kocaeli İli sınırları içinden çıkarak ku- 1947: H. Akyol "Türkiye'de Akarsu Rejimle­ Otellerinin idaresi de Denizbank'a inti­
zeybatı-güneydoğu doğrultusunda akan ri", ae. S.ll-13, 1948-İ9ı9: 1. Yalçınlar. "İs­ kal etti. 1937'de, Akay'ın, toplam tonajı
Uludere'dir. Diğeri ise Gürgencik Te- tanbul Halic'inin Temizlenmesi ve Şehrin 4.011 olan 14 vapuru vardı. Ayrıca, de­
Gelişmesi Üzerine Notlar". İstanbul Üniversi­ vir öncesi Avrupa'ya iki vapur ısmarlan-
pe'nin (357 m) kuzeyinden kabaca do-
tesi Coğrafya Enstitüsü Dergisi. S. 20-21.
ğu-batı doğrultusunda akan Yeşilvadi 1974-1977; Y. Dönmez, Kocaeli Yarımadası­
mıştı. Şirket 550 dolayında insan istih­
Deresi'dir. Yeşilvadi Deresi ile Ulude- nın Bitki Coğrafyası, İstanbul Üniversitesi dam ediyordu. Yılda ortalama
re'nin birleşmeleriyle meydana gelen Hi­ Coğrafya Enstitüsü vay., no. 112. İst., 1979. 11.500.000 yolcu taşımaktaydı.
çiz Deresi Şile'nin batısından denize dö­ MERAL AVCI ZAFER TOPRAK
153 AKBABA TEKKESİ

Akbaba'nın üç ayrı dönemde çıkan sayılarından örnekler


8 Ocak 1924 tarihli 10. sayı (solda), 12 Eylül 1936'daki 140. sayı (ortada). 28 Mayıs 1953ieki 63. sayı (sağda).
Turgut Çeviker (sol) . Nuri Akbayar (orta ve sağ)

AKBABA de (Serbest Fırka olayının etkisi [1931- silcilerinden olan Akbaba M e h m e d


1933] ve çok partili hayata geçiş [1949- Efendi'nin hayatı hakkında bilinenler,
İstanbul'da yayımlanmış mizah dergisi
1951]) kitlelerin ilgisini kaybetmiş ve ya­ birçok benzeri gibi, tarihi olmaktan zi­
(7 Aralık 1922-28 Aralık 1977). Kumcu­
yınma ara vermiştir. Akbaba, Babıâli adı yade menkıbevi bir nitelik arz etmekte­
ları Yusuf Ziya (Ortaç) ve Orhan Sey-
verilen İstanbul basın dünyasında, yeni dir. Aslında Rum Abdallarından veya
fi'dir. Başlangıçta haftada iki defa çıkı­
yeteneklere bir okul görevi yaptı. Yusuf Ahilerden olduğu halde, 16. yy başla­
yordu, sonra haftalığa döndü. Orhan
Ziya ve Orhan Seyfi'den başka pek çok rından itibaren, hatırasına ve kurduğu
Seyfi'nin kısa bir süre sonra ayrılmasıyla
ünlü yazara sütunlarını açtığı gibi, birçok tekkeye Bektaşîlerin sahip çıkmış olma­
dergiyi tek başına çıkaran Yusuf Ziya
yeni yetenek de orada -özellikle Yusuf sı muhtemeldir. Fetih'ten hemen sonra,
Ortaç'm 1967'de ölümü üzerine yöneti­
Ziya'mn yönlendirmesiyle- yazarlık ya da devlet tarafından ihsan edilen bu arazi­
mini oğlu Ergin Ortaç üstlenmiştir.
çizerlik yaşamlarına başlamıştır. de tekkesini kurduğu, fütuhat devirleri­
Akbaba, İstanbul'un işgalden, kurtu­ nin şenlendirme politikası gereğince,
luşundan ve Osmanlı saltanatının sona Bibi. Y. Z. Ortaç. Portreler, İst., 1963; ay, Bi­
zim Yokuş. İst., 1966. çevresini imar ettiği, zaman içinde bura­
erişinden sonra, yeni Türkiye'nin hava­ da, tekkenin adını taşıyan bir köyün
ORHAN KOLOĞLU
sını taşıyan bir içerikle sunuldu. Anka­ oluştuğu anlaşılmaktadır.
ra'ya karşı saltanatın savunuculuğunu AKBABA MESCİDİ İstanbul'un çevresindeki diğer Bektaşî
yapmış olan Refik Halid'in (Karay) Ay- bak. CANFEDA KADIN MESCİDİ tekkeleri gibi, Akbaba Tekkesi de, şeh­
deddsinm yerine geçti. Dolayısıyla daha
rin gürültüsünden ve halkın dedikodu­
başından itibaren Kemalist hareketin ve AKBABA TEKKESİ sundan uzakta, asude ve havadar bir or­
Cumhuriyet Halk Fırkası'mn yanında
Beykoz İlçesi'nde. Akbaba Köyü'nde. tamda yer almaktadır. Nitekim, zengin
yer aldı.
Fener Caddesi üzerinde bulunmaktadır. bir bitki örtüsüyle ve birbirinden leziz
Akbaba okuyucusuna, İstanbul mer­ Banisi İstanbul'un fethinde bulun­ memba sularıyla çevrili olan Akbaba Kö­
kezli bir yaşamı, İstanbul yaşamının şa­ muş olan Akbaba Mehmed Efendi'dir. yü İstanbul'un en gözde mesirelerinden
kalarını, nüktelerini sunmuştur. Halk "Gaziyân-ı Rûm" olarak adlandırılan ga- birisi olmuştu. Anadolu ve Rumeli'deki
düzeyine inmeyip memurlar, orta halli­ zi-dervişler zümresinin 15. yy'daki tem- birçok "yatırlı mesirede" olduğu gibi, bu-
ler ve aydın kesime hitap etti. İlk sayı­
sındaki Halil Nihadin "Var ise eğer şeh-
r-i İstanbul'da maaşın" nakaratlı "Me­
murların Şarkısı" şiiri, hedef aldığı kesi­
mi iyi belirler. Bu niteliğiyle yeni bir
"Cumhuriyet dönemi İstanbullusu" bi­
çimlendirmeye çalıştı. Sütunlarında, İs­
tanbul sanat ve kültür çevrelerinin, orta
ve üst tabaka insanlarının yaşamları yer
aldı. Kent, sorunları, belediye hizmetleri
yoğun şekilde konu edildi. Bu yanıyla
Türkiye'deki değişmeden çok, İstan­
bul'un değişmesinin belgeseli halinde­
dir. Anadolu'ya da bu açıdan bakar.
Siyasi eğilimi dolayısıyla rejimle birlik­
te hareket etmiş, birinci sayısında belirtti­
Akbaba
ği gibi ne kuş ne de deve olmak iddiası Tekkesi
güdüp "yumuşak hicvi" seçmiştir. Bu M. Baha Tanınan,
yüzden siyasi ortamın kızıştığı dönemler­ 1983
AKRIYIK HAMAMI 154

racia da, halkın sevgisini kazanmış ve Hüdâ" mahlaslı şiirleri bulunan Akbıyık
kolektif hafızada yer etmiş bir velinin Dede'dir. İstanbul'un fethine katılan ga­
gömülü olması, dinlenme ve eğlencenin zi denişler zümresinden meczub meş-
yanısıra, ziyaretlere mistik bir boyut kat­ repli bir zat olduğu anlaşılan Akbıyık
maktaydı. Yaz, kış misafiri eksik olma­ Dede'nin, menkıbelerle, efsanelerle iç
yan Akbaba Tekkesi'nin tam teşekküllü içe geçmiş hayatı ve kişiliği hususunda
bir tarikat tesisi olduğu anlaşılmaktadır. kesin şeyler söylemek imkânsızdır. Nite­
Akbaba Tekkesi, bütün diğer Bektaşî kim, muğlak ve çelişkili ifadelere yer
tekkeleri ile beraber, Vak'a-i Hayriye veren kaynaklar, Akbıyık Dede'nin adı
( 1 8 2 6 ) sırasında kapatılmış, dervişleri (Abdullah, Ahmed Muhyiddin, Mehmed,
sürgüne yollanmış, daha sonra Nakşi- Muhyiddin veya Şemseddin) ve vefat ta­
bendîlere devredilmiştir. Yüzyıllar içinde rihi (1456 veya 1481) konusunda bile
muhakkak ki, birtakım onarımlar ve de­ uzlaşmış değillerdir. Bursa'da yaptırdığı,
ğişimler geçirmiş olan ilk tekke binası­ günümüze kalmamış imaret ile zaviye­
nın bu arada tahribe uğradığı, belki de nin yanındaki türbede gömülü olduğu
tamamen ortadan kaldırıldığı düşünüle­ halde İstanbul'daki bu mescit-tekkenin
bilir. Vak'a-i Hayriye'den sonraki Nakşi­ haziresinde de 894/1488 tarihli şahide-
bendî tekkesinin, eski Akbaba Tekke­ siyle bir makam kabri bulunmaktadır.
si'nin parlaklığı ile ilgisi olmayan, kendi Her ne kadar bazı araştırmacılar söz
halinde bir zaviye olduğu, bu dönemde, konusu mescidin, İstanbul'un fethini
tekkedeki gerilemeye paralel olarak müteakkip Akbıyık Dede'nin adına "te-
çevresindeki köyün de küçüldüğü, nü­ berrüken" inşa ettirildiğini ileri sürmüş-
Akbıyık Hamaminın sıcaklık kubbelerinin
fusunun azaldığı dikkati çekmektedir. görünüşü.
lerse de. 953/1546 tarihli Tahrir Defte-
Tekke, son olarak, 1876-1888 arasın­ Nazım Timuroğlu, 1993 n'nde yer alan "vakf-ı sahibü'l-mescid"
da, Nakşibendî şeyhlerinden Buharalı ibaresi bu iddiayı şüpheli kılmaktadır.
Abdülhakim Efendi (ö. 1888) tarafından Mescidin inşa tarihi kesin olarak tespit
canlandırılmıştır. II. Abdülhamid devri­ nalliğini kaybetmiştir. Ancak yapının pla­ edilememektedir. Ancak vakfiyesinin
nin başlarında Buhara'dan İstanbul'a ge­ nı orijinal halini korumaktadır. 869 Rebiyülevvelinin evâili/1464 te ter­
len Abdülhakim Efendi'ye, İstanbul mer­ İstanbul'da mevcut hamamların için­ tip edilmiş olmasına dayanarak bu ta­
kez kumandanı olan hemşehrisi Abdül- de küçük sayılabilecek bir yer işgal rihten az önce yaptırılmış olduğu kabul
kadir Paşamın delaletiyle, tekkenin boş eder. 1946'da geçirdiği ilk tamirde ca- edilebilir. İstanbul'un en eski mescitle­
bulunan şeyhlik makamı verilmiş ve ar­ mekân kısmının üstü kiremit örtü ile rinden olduğu anlaşılan bu yapıya, tari­
kasından, şeyhin girişimi ve paşanın kaplanmış, ortasına yine kiremit örtülü hi yarımadadaki cami ve mescitler için­
yardımlarıyla harap durumdaki tekke bir aydınlık feneri yerleştirilmiştir. Er­ de kıbleye en yakını olduğu için i m a -
yeniden inşa edilmiştir. Abdülhakim kekler kısmında 18. yy yapısı fıskiyeli mü'l-mesâcid" veya ' : ewel-i Kıble" de-
Efendi'nin ölümünden sonra yerine oğlu bir havuzun mevcudiyeti bilinmekle bir­ nilegelmiştir.
Hafız Ahmed Mansur Mükerrem Efendi likte bugün yerinde yoktur. Akbıyık Mescidi'nin, daha sonraki ta­
(ö. 196ı) geçmiş. 1925'e kadar tekkenin Girişte kahve ocağının ve yukarı gi­ rihlerde birtakım ek vakıflarla gelirleri
postnişini olarak görev yapmıştır. den merdivenlerin yer aldığı bir antre artırılmış, yapı zaman içinde çeşitli ta­
Akbaba Tekkesi'nin ilk yapısı hak­ vardır. Soğukluğa geçiş ocağın yanında­ mirler geçirmiş, çevresine başka hayır
kında bilgi bulunmamaktadır. Günümü­ ki kapıdandır. Üst katta iki soyunma eserleri eklenmek suretiyle küçük kap­
ze intikal edebilen bina ise. boyudan ve odası ile uzun bir peyke bulunur. Sıcak­ samlı bir külliye teşekkül etmiştir. Da-
mimari programı asgari düzeyde tutul­ lık kısmı ise dört kubbe altında üç bö­ rüssaade Ağası Mustafa Ağa, bir minber
muş bir zaviye niteliğindedir. Kagir bir lümden oluşur. İlk bölüm tek kubbeli ilave ederek mescidi camiye dönüştür­
bodrum üzerinde yükselen ve dış görü­ ve dört köşe bir göbektaşı ile bunun et­ müş, 941 Zilkadesinin evâili/1535 tarihli
nüşüyle sıradan bir ahşap konutu andı­ rafındaki beş adet kurnadan ibarettir. vakfiye özetinde adı geçen Hüsam Bey
ran bu tek katlı ahşap yapı, ufak bir tev- Bunlardan biri duvarla çevrilerek bir bin Abdurrahman adında bir hayır sahi­
hidhane ile iki odalı bir harem bölü­ halvet haline getirilmiştir. İkinci kısımda bi mescidin yanma bir mektep inşa et­
münden ibarettir. Dikdörtgen pencerele­ ise küçük bir kubbenin altında iki kur­ tirmiş, Mehmed Yazıcı adında bir başka
rin aydınlattığı bu mekânlardan tevhid- nalı bir halvet vardır. Bunun solunda hayır sahibi m i n a r e n i n karşısına
hanenin girişi bahçe yönünde, haremin- ise biri büyük, diğeri küçük iki kubbe­ 1208/1793'te bir şadırvan yaptırmış, da­
ki ise cadde üzerindedir. Harem bölü­ nin örttüğü bir başka sıcaklık birimi yer ha sonra "suyu çalınan" bu şadırvan kı­
münde halen Akbaba (Canfeda Kadın) alır. Burası da iki duvarla bölünerek üç zı H a c c e Hanım tarafından 1283/
Camii'nin imamı olan. son şeyhin oğlu ana bölüme ayrılmıştır. Yanlardaki bö­ 1866'da ihya edilmiştir. 19- yy'ın sonla­
oturmakta, kullanılmayan tevhidhane lümler ise yarım duvarlar aracılığıyla rında, eski boyutları korunarak yeniden
yarı yıkık durumda bulunmaktadır. bölünerek ikisi tek, ikisi çift kurnalı inşa edildiği anlaşılmaktadır. Son ola­
dört halvet elde edilmiştir. Aynı plan rak. Türkiye Anıtlar Derneğinin İstan­
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 337; Ayvansa-
rayî, Hadîka. IÎ. 150; Münib, Mecmua-i Te-
her iki tarafta simetrik olarak izlenebilir. bul şubesi, 1950'lerde, çevre halkının
kâyâ, 13; İSTA, I, 504; İKSA, I. 516-518. Yapının dış görünüşü bir hamamdan yardımları ile mescidi yenilemiştir.
M. BAHA TANMAN ziyade, birbirine bitişik yapılar toplulu­
Akbıyık Tekkesi'nin, mescide ilişkin
ğunu andırır.
esas vakfiyede mezkur olmamasına rağ­
AKRIYIK HAMAMI Bibi. İSTA. I. 508-509; İKSA. I. 520-521. men, mescitle birlikte ya da az sonra te­
Sultanahmet'in Akbıyık Mahallesinde, ZİYA NUR SEZEN sis edildiği. Hoşkadem binti Abdullah ad­
Akbıyık Caddesi'nin sonunda, tren köp­ lı kadının 889 Şevvalinin evâsıtı/1484'te
rüsünün deniz tarafında, Keresteci Hak­ AKBIYIK MESCİDİ VE TEKKESİ tertip edilmiş olan bir vakfiye ile Yediku-
kı Sokağı'mn köşesindedir. Eminönü İlçesi'nde, Ahırkapı'da, Sulta­ le'de bulunan evini "şeyh-i Akbıyık Zavi­
İstanbul'da halen ayakta olan hamam­ nahmet Mahallesinde Akbıyık Caddesi yesine" tahsis etmesinden anlaşılmakta­
ların en eskilerinden biridir. Bir çifte ha­ ile Akbıyık Camii Sokağının kavşağında dır. Zamanla ortadan kalkmış olduğu an­
mam olan yapının kadınlar kısmı bugün yer almaktadır. laşılan tekkeyi 17. yy ortalarında Vezira-
çalışmakta, erkekler kısmı ise boş dur­ Banisi. Hacı Bayram Veli (1352-1429) zam Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa
maktadır. Bu kısım 1956-1957'deki tamir halifelerinden, II. Murad ve Fatih devir­ (1637-1691) yeniden tesis etmiş, postuna
sırasında bozularak dış görüntüsü oriji- lerinin ileri gelen sufilerinden, "Şems-i Halvetî tarikatından Çarhacı Şeyh Ahmed
755 AKBULUT, AHMET ZİYA

ayrıca II. M a h m u d devri ü s l u b u n u yan­


sıtan, h e l e z o n i yivli, pirinç m i h r a p şam­
danları ve aynı devrin ü s l u b u n u göste­
ren, İstanbul yapımı s e d e f k a k m a rahle
dikkati ç e k e n eşyalardır. Avlu duvarın­
daki y e n i muslukların ü z e r i n d e 1 2 8 5 ta­
rihli t a l i k hatlı "Rifat" imzalı m a n z u m
o n a r ı m kitabesi bulunmaktadır. Hazire-
nin duvarlarında, s o k a ğ a açılan par­
maklıklı ziyaret p e n c e r e l e r i vardır. Ak­
bıyık D e d e ' n i n m a k a m kabri mescit-tev­
h i d h a n e duvarının ö n ü n d e d i r .
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 10-13,
390; Ayvansarayî, Hadîka, I, 44; Çetin Tekke­
ler, 584; Aynur, Saliha Sultan, 34, no. 14; Âsi-
tâne, 13; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I,
Akbıyık 8-9, no.~. 33; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 11;
Mescidi'nde İhsaiyat II, 20; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 38:
mihrap duvarı. İSTA, I, 507. 509: Öz, İstanbul Camileri, I,
Erkin Emiroğlu. 21; S. Eyice, "İstanbul Minareleri", Türk Sa­
1983 natı Araştırma ve İncelemeleri, I, (1963), 31-
132; Ayverdi. Fatih III. 313-314; İKSA, I, 520-
E f e n d i y i ( ö . 1669) geçirmiştir. Kapatıl­ A h ş a p t a n m i h r a p v e m i n b e r yüzyıl 522; H. K. Yılmaz, Azız Mahmud Hüdâyî ve
Celvetiyye Tarikatı, 174-176, 285-286; M. B.
dıktan sonra bakımsız kalan t e k k e bina­ sonlarının eklektik zevkini yansıtır. Mi­ Tanman. "Akbıyık Mescidi ve Tekkesi", DM,
ları günümüze ulaşamamıştır. n a r e n i n , k i t l e d e n taşkınlık y a p a n ç o k ­ II, 222-223.
Her ne kadar elde bulunan şeyhler g e n kaidesi ile pahlı yüzeylerden oluşan
M. B A H A TANMAN
listesi Ç a r h a c ı Ş e y h A h m e d Efendi ile p a b u ç kısmı eski yapıdan kalmadır. Pa­
b a ş l ı y o r s a da, A k b ı y ı k D e d e ' n i n H a c ı b u ç t a n itibaren silindir b i ç i m i n d e g ö v d e
AKBULUT, AHMET ZİYA
B a y r a m Veli halifelerinden o l m a s ı n a da­ ile üç sıra testere silmenin taşıdığı, ge­
yanarak, t e k k e n i n b a ş l a n g ı ç t a Bayramî- ometrik ş e b e k e l i şerefe g e l m e k t e , s o ğ a n (1869. İstanbul - 16 Nisan 1938, İstan­
liğe bağlı olduğu söylenebilir. 17. yy'da- b i ç i m i n d e bir k u b b e c i k ş e k l i n d e tasar­ bul) P e r s p e k t i f bilgisini yansıtan mimari
ki ihyasından sonra Halvetîliğe, 18. lanmış olan, kurşun kaplı a h ş a p külahla ağırlıklı manzaraları ile tanınan ressam.
yy'ın s o n ç e y r e ğ i n d e bu tarikatın Cerra­ m i n a r e s o n bulmaktadır. Mescit-tevhid­ H a r b i y e M e k t e b i m d e O s m a n Nuri
hî k o l u n a , s o n ihyasında da Kadirîliğe h a n e yapısının, g ü n e y d o ğ u k ö ş e s i n d e k i P a ş a ve H o c a Ali Rıza'nın(->) öğrencisi
intikal ettiği tespit edilmektedir. p a h ı n üzerinde y e r alan b a d e m l i dolgu oldu. M e z u n i y e t i n d e n sonra 1 8 8 7 ' d e Er-
Çift fonksiyonlu bir tesis o l a n Akbı­ ilk inşa d ö n e m i n d e n kalmış olabilir. kân-ı Harbiye R e s i m h a n e s i ' n e h o c a ola­
yık M e s c i t - T e k k e s i ' n i n mimari özellikle­ A h ş a p o y m a tekniğiyle yapılmış ze- rak atandı. P e r s p e k t i f k o n u s u n d a k i uz­
ri b ü t ü n ayrıntılarıyla b i l i n e m e m e k t e d i r . r e n d u d (siyah z e m i n ü z e r i n d e yaldızlı) manlığı n e d e n i y l e " m e n a z ı r c ı " lakabı ile
Y i n e de, geçirmiş olduğu ü ç aşamada, sülüs hatlı mihrap ayeti ile t a l i k hatlı anılır. Ameli Menazır ve Usul-i Ameliye-i
t e v h i d h a n e olarak kullanılan m e s c i t ile " Y â Hazret-i Bilal-i H a b e ş î " l e v h a l a r ı , Fenn-i Menazır adlı eserleri yıllarca
b u n u n avlusu etrafında sıralanan birta­
k ı m a h ş a p binalardan oluştuğu s ö y l e n e ­
bilir. S o n d ö n e m d e , avluda b u l u n a n
fevkani m e k t e b i n zemin katının t e k k e
o l a r a k k u l l a n ı l d ı ğ ı , b u n d a n b a ş k a iki
adet çift katlı a h ş a p b i n a n ı n var olduğu
bilinmektedir. Avlunun batı k e s i m i n d e ,
h a l e n Akbıyık C a m i f ni Y a ş a t m a ve Hiz­
m e t l e r i n i Y ü r ü t m e D e r n e ğ i b i n a s ı ile
g ö r e v l i l e r i n i k a m e t ettiği y e n i y a p ı n ı n
y e r i n d e b u l u n d u ğ u anlaşılan b u a h ş a p
binalardan h a r e m v e selamlık b ö l ü m l e ­
rine t e k a b ü l ettiği tahmin edilebilir.
G e ç e n yüzyıl sonlarında y e n i baştan
inşa edilen mescit-tevhidhane kagir du­
varlı, ahşap çatılı sıradan bir yapıdır. Her
ikisi de e n i n e dikdörtgen planlı olan. ka­
palı bir s o n c e m a a t yeri ile harim bölü­
münden meydana gelmektedir. Moloz
taş örgülü ve sıvalı olan duvarlarında, on
bir t a n e s i h a r i m e ait, t o p l a m o n y e d i
adet dikdörtgen açıklıklı ve demir par­
maklıklı büyük p e n c e r e sıralanmaktadır.
Cumhuriyet d ö n e m i o n a r ı m ı n d a yenile­
n e n s o n c e m a a t y e r i n i n üstü. f e v k a n i
mahfil olarak değerlendirilmiş, üst katı
taşıyan b e t o n a r m e sütunların arasına,
harime açılan geniş p e n c e r e l e r yerleşti­
rilmiştir. Duvarları b e l hizasına kadar ko­
yu yeşil r e n k t e fayanslarla kaplı olan ha­ Ahmet Ziya Akbulutün bir tablosu:
rim m e k â n ı bir t e k n e tavanla örtülüdür. "Yıldız Sarayının Bahçesinden , 1890, tual üzerine yağlıboya, 73x92 cm.
Tavanın m e r k e z i n d e var olduğu bilinen MSÜ Resim ve Heykel Müzesi.
nakışlar b o y a n a r a k y o k edilmiştir. Vazım Tiımıroğlu
AKDİK, KÂMİL 156

Harbiye Mektebi ile Sanayi-i Nefise


Mektebi'nde (Devlet Güzel Sanatlar
Akademisi) ders kitabı olarak okutuldu.
Matematik ve astronomi gibi fen bilim­
leri ile ilgilendi. 1913'te Osmanlı Res­
samlar Cemiyetinin başkanlığını yaptı.
Cemiyetin yayımladığı dergide eğitici
makaleler yazdı.
Akbulut, 1 9 1 4 ' t e Sanayi-i Nefise
Mektebimde, matematik ve perspektif
dersleri vermeye başladı. Hocalığın ya-
msıra müdür yardımcılığı da yaptı. Da­
ha sonra çeşitli askeri okullarda öğret­
menlik, Tophane Resimhanesi ve Askeri
Matbaa'da müdürlük. Evkaf-ı İslamiye
Müzesinde (bugün Türk ve İslam Eser­
leri Müzesi) müdür yardımcılığı görevle­
rinde bulundu. İnkılap Müzesi Müdürü
iken öldü.
Akbulut resimlerinde, konu olarak
ele aldığı mimari elemanları, perspektif
kurallar ve akademik ilkeler doğrultu­ onun emekliye ayrılması üzerine bu va­ man'ın yazılarına bakarak yaptığı taklit­
sunda düzenlemiştir. Renklendirilmiş zifeye getirildi. 1915'te Sultan V. Meh- lerde o d e r e c e başarılı olmuştur ki,
fotoğraf etkisi uyandıran resimleri. Ho­ med (Reşad) tarafından reisü'l-hattatin bunları birbirinden ayırmak mümkün
ca Ali Rıza'nın paleti ile karşılaştırıldı­ (hattatların reisi) unvanı verildi ve ayrı­ olmamaktadır. Eserlerinin çoğunu, padi­
ğında daha donuk bir izlenim bırakır. ca. Osmani ve Mecidi nişanları ve hedi­ şah mektupları (name-i hümayun), va-
Resimsel tavrı daha çok Osman Hamdi, yelerle taltif edildi. 1914'te kurulan zaret menşurları, tasdiknameler ve fer­
Muallim Şevket ve Süleyman Seyyit gibi Medresetü'l-hattatin'de sülüs ve nesih manlar teşkil etmektedir ki, bunlar Di-
akademik, ayrıntılara önem veren res­ hocalığı, 1918'de de Mekteb-i Sultani'de van-ı Hümayun'da kaleme alınmıştır.
samların çizgisine yakınlık gösterir, is­ (bugün Galatasaray Lisesi) rık'a öğret­ Bunun dışında küçük kıt'a murakka,
tanbul'un tarihi yapılarının tüm görkemi menliği yaptı. 1922'de emekli oldu. hilye, Kuran cüz ve sureleri ile celi sü­
ile yansıtıldığı büyük boyutlu eserlerin­ Cumhuriyet devrinde harf inkılabından lüs levhalar yazmıştır. Yazdığı tek Ku­
de figüre az yer verilmiştir. "Üsküdar sonra da sanatından istifade edildi. ran hâlâ Pakistan'dadır. Hıdiv İsmail Pa­
Mihrimah Sultan Camii". "Sultan Ahmed 1929'da Şark Tezyini Sanatlar Mekte­ şa ve Mahmud Muhtar Paşa ailelerinin
Camii", "Beyazıt İmaret Binası". "Beya­ b i n e hat hocası oldu. 1936'dan ölümü­ türbelerindeki celi sülüs yazılar onun
zıt Sahaflarbaşı" gibi önemli eserleri bu­ ne kadar Güzel Sanatlar Akademisinde eseridir. Keza, hocası Sami Efendi ile
gün İstanbul Resim ve Heykel Müze­ hat dersleri vermeye devam etti. karısının mezar taşlarını da o yazmıştır.
sinde bulunmaktadır. Kâmil Akdik, Şevki Efendi'den sonra Abdülhak Hamid'in, Fatih adlı şiiri de
Bibi. Boyar. Türk Ressamları: X. Islimyeli, Hafız Osman üslubunu hakkıyla temsil Kâmil Akdik tarafından yazılmış ve
Türk Plastik Sanatçıları Ansiklopedisi. Anka­ eden ikinci büyük hattattır. Asıl ustalığı 1 9 l 6 ' d a yapılan bir merasimle Fatih
ra. 196": T. Davımoğlu. "Akbulut". Ankara sülüs ve nesihtedir. Devrin ünlü ta'lik Türbesine asılmıştır.
Sanat Dergisi, no. 22. 1968. hattatı Necmeddin Okyayinf-») ifadesi­ Kendisinin biriktirdiği yazılar ile ko­
AHMET ÖZEL ne göre. Şeyh Hamdullah ile Hafız Os- leksiyonu ölümünden sonra Topkapı Sa­
rayı Müzesi Kütüphanesine intikal et­
AKDİK, KÂMİL miştir. Kâmil Akdik, sülüs ve nesihte Ha­
(29 Kasım 1861, İstanbul - 23 Temmuz fız Osman, celi sülüste Mustafa Rakım,
1941, İstanbul) Hattat. Asıl adı Ah- talikte Yesârîzade okuluna bağlıdır.
med'dir. Fındıklı'da doğdu. Babası, Bibi. İnal, Son Hattatlar. 168-174; Rado,
Tersâne-i Âmire erzak ambarı başkâtibi Hattatlar, 252; Melek Celal. Reisülhattatin
Hacı Süleyman Efendi'dir. Zeyrek'te Çu- Kâmil Akdik. İst.. 1938.
kurçeşme'de Saliha Sultan İlkokulu'nda ALİ ALPARSLAN
yazı hocası Hacı Süleyman Efendi'den
ders ve 1873'te icazetname aldı. Fatih AKDİK, ŞEREF
Rüşdiyesi'ni bitirdikten sonra 1880'de (12 Haziran 1899. İstanbul - 20 Hazi­
Dahiliye Nezaretinde memur oldu. Bu ran 1972, İstanbul) Ressam. Sanat üze­
sırada ünlü hattat Sami Efendi'den(-0 rine ilk temel bilgilerini, babası ünlü
sülüs ve nesih yazıyı ilerletip 1884'te hattat Kâmil Akdik'ten(-0 aldı. Ortaöğ­
icazetname almayı başardı. 1894'te Di- reniminden sonra girdiği Sanayi-i Nefi­
van-ı Hümayun Mühimme Kalemi'ne se Mektebi'nde (Devlet Güzel Sanatlar
geçti. Burada Sami Efendi, asıl mahlası Akademisi) Warnia Zarzecki, İbrahim
olan Kâmili Hâşim'e çevirmesini tavsiye Çallı ve Hikmet Onat'm öğrencisi oldu.
ettiği için 1304-1307/1886-1889 yılları Okul döneminde desen çalışmalarıyla
arasında o mahlas ile yazmış ise de dikkati çeken ve sergilere eser veren
sonradan tekrar Kâmil'i kullanmaya Şeref Akdik, 1925'te Avrupa sınavını
başlamıştır. 1895'te aynı kalemin name- kazanarak Paris'e gitti. Julian Akademi­
nüvisliğine (resmi mektuplar yazıcılığı) sinde Albert Laurens'in atölyesinde ça­
getirildi. Daha sonra Nişan-ı Hümayun lıştı. Louvre Müzesi'nden kopyalar ya­
Kalemimde çalıştı ve burada hutût-ı mü- parak sanatını geliştirdi. Almanya, Bel­
tenevvia (çeşitli yazılar) hocalığı yaptı. Kâmil Akdik çika ve İtalya'ya inceleme gezileri yap­
Daha önce Divan-ı Hümayun'da Sami Feyhaman Duran, yağlıboya. 67x78 cm, tı. 1928'de yurda dönüşünde arkadaşla­
Efendi'den tuğra çekmeyi, divani ve celi Ankara Resim ve Heykel Müzesi rı Zeki Kocamemi, Ali Avni Çelebi, Re­
Sazım Timııroğlu
divani yazılarını öğrendiği için 1909'da fik Epikman, Muhittin Sebati, Cevat De-
157 AKINTILAR

Şeref Akdik'in
bir resmi:
"Balıkçı
Tekneleri",
1955, tual
üzerine
yağlıboya,
54,5x65 cm,
özel
koleksiyon.

reli, Mahmut Cüda, Ratip Aşir Acudoğu, "Kalamış'ta Sabah", "Salacak'tan İstan­ da, 1958'de geçirdiği büyük onarımdan
Fahrettin Arkunlar ve Nurullah Berk ile bul'a Bakış". "Dolmabahçe'de Kayıklar". sonra Yeni Atlas Sineması olarak değiş­
Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Bibi. G. Elibal. Şeref Akdik ist., 1973; O. Al­ ti. Özellikle 1950'den sonra, Nazif Du-
Birliğinin kurucuları arasında yer aldı. tıntaş, Şeref Akdik. Ankara. 1988. ru'nun yapımcılığını üstlendiği; Dağlan
Avrupa'daki yeni sanat eğilimlerinin AHMET ÖZEL Bekleyen Kız, İki Ateş Arasında, Beyaz
yurtta tanınmasını ve yaygınlaşmasını Mendil bu sinemada oynayan ve büyük
amaçlayan bu birliğin sergilerine dü­ AKITIN SİNEMASI beğeni toplayan filmler arasındadır.
zenli olarak katıldı. Bugün sinema salonunun yerinde bir
Feriköy'de, Kurtuluş Caddesi üzerinde,
1965'te emekli olması nedeniyle ge­ önceleri Kurtuluş Sineması, daha sonra işhanı vardır.
niş bir retrospektif sergisi düzenlenen da Yeni Atlas Sineması olarak bilinen BEHZAT ÜSDİKEN
Akdik ölümüne kadar sergilere katılma­ sinema salonu.
ya devam etti. En son 33- Devlet Resim 1937'de, Nazif Duru tarafından, eski AKINTILAR
ve Heykel Sergisine (1972) 'İstanbul" bir garaj binasının yrerinde Kurtuluş Si­ İstanbul Boğazı, Karadeniz ile Marmara
adlı tablosuyla katıldı. neması adıyla kuruldu. Sahibi ve işlet­ Denizi'ni birleştiren önemli bir deniz
Şeref Akdik'in resimlerinde, renk mecisi olan Nazif Duru ve ağabeyi Naci geçididir. Marmara Denizimin kuzeyin­
coşkusunun disiplin altında tutulduğu Duru, Samsun'da matbaacılıkla uğraş­ de kabaca kuzeydoğu-güneybatı doğ­
gerçekçi, ifadeci figür kümelerinin ağır­ mışlar, sonra İstanbul'a gelmişlerdi. Na­ rultusunda uzanan ve ortalama uzunlu­
lıklı olarak işlendiği, akademik bir tavır zif Duru bu sinema salonunu açtıktan ğu 31 km, ortalama derinliği 35,8 m
gözlenir. 19301u yıllarda gerçekleştirdi­ sonra ağabeyi Naci Duru ile Duru Film olan İstanbul Boğazı büyük bir akarsu
ği, "Atatürk Telgraf Başında", "Harf İn­ Şirketi'ni kurdu. görünümündedir. Boğazın en belirgin
kılabı", "Mektebe Kayıt" gibi anlatımcı, Adı 1938'de Akın Sineması olarak özelliği iki tabakalı akıntı sistemidir. Üst
milli coşkunun temsiline yönelik büyük değiştirilen salon parter, parter locaları akıntı Karadeniz'den Marmara Denizi'ne
boyutlu eserleri ilgiyle karşılandı. Cum­ ve balkon bölümlerinden oluşuyor ve doğru, alt akıntı Marmara Denizi'nden
huriyet Halk Partisi'nin yurt gezileri yaklaşık 500 seyirci alıyordu. Sinemada, Karadeniz'e doğrudur.
programına katılarak 1940'ta İçel'den, çoğu Rum ve Ermeni asıllı olan semt İstanbul Boğazı'nda farklı su kütlele­
1943'te Erzincan'dan manzaralar yapan halkının isteği doğrultusunda Türk film­ rinin iki yönlü hareketi günümüzden
Şeref Akdik'in İstanbul konulu resimleri leri ve Türkçeleştirilmiş yabancı filmler yaklaşık 3.000 yıl kadar önce belirmiş­
ağırlıklı olarak, Devlet Güzel Sanatlar oynatılıyordu. tir. Çok sayıda akarsu tarafından besle­
Akademisi'ne h o c a olarak atandığı
Nazif Duru, 1943'te işletmeciliğin ya- nen Karadeniz'de, bu beslenme fazlalı­
1951'den sonra görülür.
nısıra, film yapımcılığına da başladı. ğı, Karadeniz'den İstanbul Boğazı'na
Akdik'in İstanbul konulu tablolarından 1945'te, Murat Köseoğlu ile birlikte "At­ doğru taşma akıntılarına neden olur.
bazıları şunlardır: "Beylerbeyi Sırtların­ las Film Şirketimi. 1946'da ise "Atlas Karadeniz'deki sıcaklık ve tuzluluk
dan", "Kısıklı", "Boğaz'dan", "Çamlıca", Film Stüdyosu"nu kurdu. Sinemanın adı oranları ile de doğrudan ilgili olan bu
AKINTILAR 158

akıntı Boğazda bir yüzey akıntısı olarak


belirir. Karadeniz'in az tuzlu sularını
(yüzde 20'den az) taşıyan yüzey akıntısı
Boğaz'da burunların önünden geçer ve
sıkışma alanlarında hızı artar. Bu hız or­
talama olarak saniyede5 0,90 m'dir (saat­
te 3.2 km). Kandilli önlerinde saniyede
1.45 m (saatte 5,2 km) hızı olan yüzey
akıntısı, rüzgârlı havalarda saatte 9-10
km'ye ulaşabilir. Koylar içinde ise ters
yönde yer değiştiren ve sonunda ana
akıntıya tekrar katılan hafif karşı akıntı­
lar görülür.
Alt akıntı, Boğaz boyunca uzanan
kanalı izleyerek Karadeniz'e ulaşırken,
Boğaz'ın kuzeyinde yer alan bir topukla
kısmen de olsa sınırlanır. Alt akıntının
hızı üst akıntıdan daha az ise de, maksi­
mum hızı yine saniyede 1.22 m'yi (saat­
te 4,4 km) bulur. Normal durumlar dı­
şında ise akıntıların rejiminde birtakım
değişiklikler olur. Şiddetli ve sürekli ku­
zey rüzgârları sırasında üst akıntının hı­
zı çok artar. Bu arada Boğaz'dan geçen
suyun hacmi de artar. Karadeniz'den
gelen sular bütün Boğaz oluğunu dol­
durarak alt akıntının Boğaz'a girmesini
önler. Şiddetli güney rüzgârları (lodos)
sırasında ise. kabaran denizin suları Bo­
ğazın güney ağzından içeri girerek üst
akıntıyı itmekte ve alt akıntı ile birleş­
mekte, böylece Boğaz oluğu tek bir su
kütlesi ile kaplanmaktadır. Yılda birkaç
defa tekrarlanan ve İstanbul Boğazı'nda
oldukça açık bir şekilde görülen üst
akıntının güney-kuzey yönünü alması
olayına orkoz adı verilmektedir.
İstanbul Boğazında su alışverişi ko­
nusunda ilk çalışmalar 19. yy'da başla­
mış olup Makarovüıı çalışmalarını Al­
man araştırmacı Merz'in ayrıntılı çalış­
maları izlemiştir. 1917'de yapılan çalış­
malar daha sonra Möller tarafından ya­
yımlanmıştır. Ullyot ve İlgaz'ın, İstanbul
Boğazı ile ilgili araştırmalarında Bo-
ğaz'daki su hareketleri üzerine geliştir­
dikleri hipoteze göre sular Marmara De-
nizi'nin derinliklerinden ayrılıp, çok
tuzlu alt akıntıyı meydana getirerek ku­
zeye doğm akmakta, ancak Karadeniz'e
ulaşmadan üst akıntıya karışarak tekrar
Marmara Denizi'ne dönmektedir. Araş­
tırmacılar Boğaz'daki bu özelliğin, Azak
Denizi'ndekinin bir benzeri olduğunu
da belirtmektedirler. Aynı araştırmacıla­
ra göre, Boğazın kuzey ağzında bulu­
nan. Avrupa kıyısından Asya kıyısına
kadar uzanan ve en fazla derinliği 50 m
yüksekliğindeki bir eşik. Karadeniz'in
alt kısımlarından gelen suların Boğaz'a
girmesine de engel olmaktadır. Konuya
eğilen uzmanlardan Wodjanitzzky ise
Ullyot ve İlgaz'ın Boğaz'daki su alışveri­
şi konusundaki tezlerine karşı çıkarak,
soruna su dengeleri açısından yaklaş­
mak gerektiğini savunmuştur.
Bibi. P. Ullyot-O. İlgaz 'İstanbul Boğazında
araştırmalar II. Boğaz'daki su hareketleri
üzerine yeni bir hipotez", Türk Coğrafya
Boğaziçi akıntıları: 1. Yüzey (0 m), 2. dip (30 m), 3. dip (60 m) akıntıları Dergisi, S. 5-6. 1944; ay "İstanbul Boğazında
araştırmalar I. Karadeniz Boğazı'nın coğrafi
İstanbul Ansiklopedisi
ve hidrolojik durumunun incelenmesi", ae,
159 AKİDE ŞEKERİ

1, 1945; ay "İstanbul Boğazında araştırmalar


III, Senelik Sühunet ve Tuzluluk devresi", ae,
S. 7-8, 1945; O. İlgaz. "Karadeniz'den İstan­
bul Boğazı'na giren sular hakkında bazı not­
lar", ae, S. 7-8, 1945; M. Tuncel, Marmara
Bölgesi Coğrafyası, İst,. 1981; A. Bakkalsali-
hoğlu-H. Yüce, "İstanbul Boğazı Beykoz ko­
yunda denizdibi sediment dağılım özellikle­
ri", İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve
Coğrafya Enstitüsü Bülteni 1. 1984; H. Yüce
"Karadeniz dip tuzluluğunun değişimi", ae 2.
1985.
MERAL AVCI

AKİDE ŞEKERİ
Bir yeniçeri geleneğinden. İstanbul'a
özgü şekerleme türleri arasına girmiştir.
Akide sözcüğü, inanç, bağlılık, birbirin­
den ayrılmamak, yapışmak anlamında­
dır. Bir tür sert ve yapışkan şekerin yet­
kililere sunuluşu, yeniçerilerin devlete
bağlılığına kanıt sayıldığından adına
akide şekeri denilmiştir.
Ulufe divanı günü yeniçerilere üç ay­
lıkları dağıtılır ve saray avlusunda fodla,
çorba, zerde ve pilavdan oluşan bir ye­
mek verilirdi. Bu tören içinde yer alan
"akide merasimi" ise, kapıkulu askerle­
rinin aldıkları aylıktan ve yedikleri ye­
mekten hoşnut kaldıklarım gösteren ba­
sit fakat ilginç bir ara törendi. Osmanlı
kanunnamelerine göre. ulufe divanının
bu aşamasında, sadrazam ile divan-ı hü­
mayun üyeleri ilkin askerin yemeğin­
den tadarlar, fodlayı kontrol ederlerdi.
Bundan sonra kendilerine muhzır ağa,
asesbaşı ağa ya da kul kethüdası tara­
fından tabaklar içinde şekerler sunulur­
du. Bu, askerlerin bir şikâyetlerinin bu­
lunmadığına kanıttı. Dolayısıyla şeker
tabaklarının divana getirilmesi herkesi
rahatlatırdı. Saray helvahanesinde özel
olarak hazırlanan ve işlevinden dolayı
akide denen bu şekerler, dirhem (3.2
gr) hesabmca ve mangır (bakır para) bi­
çiminde hazırlanıyordu. Akide şekerin­
den, sadrazama 500. vezirlere, yeniçeri
ağasına, sekbanbaşıya 300-200, başça­
vuş, yeniçeri kâtibi, zağarcıbaşı, sanı-
soncubaşı, kethüdayeri, başyayabaşı,
turnacıbaşı vb ocak ağalarına 50-20, da­
ha alt düzeydeki ocak subaylarına da
15-5 dirhem miktarında akide verilmesi
Cumhuriyet'in ilk yıllarında bir şekerci dükkânı ve akide kavanozları ( üstte),
ocak yasası gereğiydi. Bu işlem bittik­
geleneksel kavanozları içinde çeşitli akide şekerleri (altta).
ten sonra Divanhane önünde feth-i şerif Necdet Sakaoğlu (üst). Bünyad Dinç. 1992 (alt)
(Fetih Suresi) okunurdu.
Bu saray ve ocak geleneği nedeniy­
le, İstanbulluların akide şekerini, kent sının 30 akçeden 45-50 akçeye çıktığını akide şekeri ikram edilmesi de yerleşti.
güvenliğinin ve huzurunun bir simgesi şikâyet etmeleri üzerine, koltukçuluğun 19. yy ortalarına doğru ise ağdanın mer­
gibi gördükleri söylenebilir. İmali basit yasaklandığı bildirilmiştir. mer tezgâh üzerinde çubuk biçimine
olan (eritilip ağdalanmış ve tartarik asit l640'a ait narh defterindeki kayıtlar­ getirilip köşeli, yuvarlak beyzi doğran­
katılmış sakkaroz) akide şekeri, İstanbul dan aktar ve şekercilere verilen narhlar ması ile "Hacıbekir kesimi" denen akide
şekercileri tarafından içerisine tarçın, arasında tarçm, karanfil, anason, amber, türü ortaya çıktı. İstanbulluların pek
karanfil, türlü baharat, zararsız boya ve gül, kişniş, saray bademi, frengi badem, sevdiği akide, sade, fındıklı, fıstıklı, tar-
koku maddeleri katılarak değişik biçim­ peynir şekerlerinin yanında sade akide­ çınlı hattâ kakaolu türleriyle Anadolu'ya
lerde imal ediliyordu. Şekerci esnafı ör­ nin 5 dirhemi için bir akçe, mümessek da yayıldı. Günümüzde de İstanbul'da
gütüne bağlı olmaksızın akideyi kaçak (kokulu) akidenin 4 dirhemine bir akçe akide şekeri imal edilmektedir.
yapıp satanlar da vardı. 26 Safer 990/ narh konduğu görülmektedir ki akide, Bibi. Es'ad Efendi, Teşrifat-ı Kadime (tıpkı
22 Mart 1582 tarihli İstanbul kadısına değerce, sayılan diğer şekerler düzeyin­ basım), İst., 1979, s. 70-71; Uzunçarşılı, Kapı­
yazılan bir hükümde, şekerci esnafının deydi. kulu, I, s. 178-179; Remzi, Lugat-ı Remzî, I,
ehl-i hibre ve yiğitbaşılarmın, İstan­ İst., 1305. s. 881; (Altinay), Onaltınca Asır­
17. yy'da yaygınlaşan mevlit gelene­
da, 178-179; M. Kütükoğlu, Osmanlılarda
bul'da "koltukçü'ların çoğaldığını, şehre ğinde, müminlerin, Allah'a ve peygam­ Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defte­
gelen şekeri bunların alıp akide etmek­ bere içten bağlılıklarının göstergesi ola­ ri. İst., 1983, s. 101.
le şeker fiyatlarının yükseldiğini, okka­ rak kokulu şurup ve şerbetlerin yanında NECDET SAKAOĞLU
AKİNDİNOS, GREGORIOS 160

bak. PALAiMlSM

AKÖZER, ALİ SAMİ


(3 Şubat. 1866, Rusçuk [bugün Bulga­
ristan'da] - 1936. İstanbul) Ressam ve
fotoğrafçı. Halil Kamili Paşa'nın torunu.
Hacı Şefik Mevlevi'nin oğludur. Ailesi
Üsküdar Beylerbeyi nüfusuna kayıtlı
olan Aközer, Mühendishane kayıtların­
da "Üsküdarlı Ali Sami'' diye geçer.
1886'da Mühendishane-i Berri-i Hüma­
yunu bitirdi. Okulda resim ve fotoğraf
öğretmeni olarak görevine başladı. Şeh­
zade Burhaneddin Efendi'ye uzun za­
man fotoğraf ve resim dersleri veren Ali
Sami Bey, sarayın fotoğraf hocalığını
yaptı. Servili Ahmed Emin'in(-») kızı ile
evlendi. Bu evlilik fotoğrafçı olan ka­
yınpederi ile birlikte, onun fotoğraf ala­
nında daha da yoğunlaşmasını sağladı.
Karakalem ve suluboya resim konusun­
da da usta olan Aközer. 1892'de kolağa­
sı rütbesine yükseldi. 1898'de Alman
İmparatoru II. \\"ilhelm'in, İstanbul'u zi­
yaretinde, Yıldız Sarayı'nın büyük salo­
nunda yapılan karşılama törenini, Yıldız
Talimhane'deki geçit törenini fotoğrafla-
dı. II. Wilhelm'in Kudüs gezisine de II.
Abdülhamid'in emriyle fotoğrafçı olarak
katıldı ve İstanbul'dan Kudüs'e kadar
İmparatoru izleyerek fotoğraflar çekti. Akritas
Bu fotoğraflar albümler halinde II. Ab- Tuzla Burnu
İstanbul
dülhamid'e sunuldu.
Ansiklopedisi
Aközer. II. Meşrutiyetten sonra Mü-
hendishane'deki resim ve fotoğraf öğret­ AKRİTAS AKROPOLIS
menliğinden ayrıldı. Daha sonra Trabzon
Lisesi'nde resim öğretmenliği yaptı. Anadolu yakasında, bugün Pendikîn Bütün Yunan kentleri gibi ilk Megara
1935'te İstanbul'a döndü ve burada öldü. güneydoğusuna tekabül eden yere Ja- kolonisinin de genellikle bugünkü Top-
Bibi. E. Çizgen. Fotoğrafçı Ali Sami Bey, İst., nin'e göre Bizans döneminde Akritas kapı Sarayının avlularına tekabül ettiği
1989. * . ya da Akra adı verilmiştir. Burada aynı düşünülen plato üzerinde bir akropoli-
ENGİN ÇİZGEN adı taşıyan bir de köy vardı. si, yani bir iç kalesi vardı. Bizantion
B i z a n s d ö n e m i n d e Akritas ve kenti de Topkapı Sarayı surlarıyla çevri­
çevresinde çok sayıda manastır vardı. li alanda kurulmuş olmalıdır (bak. Bi­
Bunlardan bazıları Tuzla Burnu yakı­ zantion).
nındaki adalar üzerinde inşa edilmişler­ Genellikle antik yazarlardan kent
di. Anılan manastırlar içinde en eskisi hakkında birçok bilgi ediniyorsak da,
6. yy'da sözü edilen Ayios Trifon'dur. ne kentin ne de akropolisinin planlarım
Bir yarımada üzerindeki kalıntıları ve açıklığa kavuşturacak herhangi bir ar­
yakınındaki bir sarnıç yakın zamana keolojik veri bugüne kadar bulunabil-
kadar görülüyordu. miştir. Topkapı Sarayı alanına rastlayan
Tuşburnu açıklarındaki adanın üze­ bu alanda sistematik bir araştırma da
rindeki Ayios Andréas Manastırının adı­ hiçbir zaman öngörülmemiştir. Eski
na kaynaklarda 9- yy'dan sonra rastlan­ kaynaklar Akropolis'te Zeus, Atena,
maktadır. Yapının birkaç kez restore Apollon, Poseidon, Afrodit ve Artemis
edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Janin tapınakları olduğunu yazarlar. Bizanti­
bu manastırın 17-18. yy'lara kadar yaşa­ on Akropolisinin önce sursuz yapıldığı,
dığını söyler. Bir üçüncü manastır olan daha sonra çevresine bir duvar çevrildi­
Ayios Teotokos deniz kenarında inşa ği anlaşılıyor.
edilmişti. Kalıntıları son zamanlara ka­ Bugünkü Topkapı Sarayı alanının to­
dar görülüyordu. Ayios Demetrius Ma­ pografyası incelendiğinde Bizantion Ak­
nastırı 1923 yılma kadar var olan bir ropolisinin sınırları güneybatı yönü dı­
Rum köyü içindeydi. Ayia Glikeria Ma­ şında oldukça kesin bir şekilde saptana­
nastırı ise aynı adlı küçük bir ada üzeri­ bilir. İlk koloni kentinin iç kalesinin
ne yapılmıştı. Tarihçi Zonaras vakayina­ Topkapı platformunun, güneydoğuda
mesini 12. yy'da bu manastırda yazmış­ Fatih Köşkü, kuzeybatıda III. Osman
tı. Adı geçen manastırın ve yakınındaki Köşkünün bulunduğu teras, kuzeydo­
sarnıcın kalıntıları da yakın zamana ka­ ğuda ise Bağdat Köşkü terası ile belirle­
Ali Sami Bev'in Phebus Atölyesinde çekilmiş dar duruyorlardı. nen sınırlar içinde bulunduğu hemen
bir fotoğrafı'. 1888. Bibi. Janin. Englises et monastères. bütün kent tarihçileri tarafından kabul
Engin Çizgen edilmiştir. Bizantion Akropolisi buna gö-
DOĞAN KUBAN
161 AKSARAY

Bibi. D. M. Nicol, "Constantine Akropolites:


A Prosopographical Note", Dumbarton Oaks
Papers, X I X . 1965, s. 2 4 9 - 2 5 6 ; E. Trapp
(haz.), Prosopographisches Lexikon der Pala-
iologen-Zeit, Viyana, 1976, I. fas. 517-525.
NEVRA NECİPOĞLU

AKSARAY
Yarımadayı en dar yerinden ve en alçak
geçidinden geçerek ikiye bölen ve Ha­
liç'le Marmara kıyılarını birbirine bağla­
yan berzahın (bugünkü Atatürk Bulvarı)
Bayrampaşa (Lykos) vadisi ile kesiştiği
düzlükte yer alan semt. Eski Bous (Bo­
ğa) Forumu'nun(->) yerinde, Türk dö­
neminin Aksaray semtinin merkezi o-
luşmuştur. Bu bölge, Konstantinopo-
lis'in kurulduğu günden sonra, bir yan­
dan Roma döneminin en büyük liman­
Sarayburnu'nda Akropolis tepesinin doğal yapısı. larından biri olan Yenikapidaki Eleue-
Doğan Kuban terios Limanina(-») (sonradan Langa-
Ulanka) yakınlığı, öte yandan kentin en
önemli yolunun üzerinde oluşu nede­
re ortalama 8 hektarlık bir alanı kaplı­ tantinos Akropolites'tir. Her ikisi de çe­
niyle hayati bir ticari merkez ve ulaşım
yor ve en uzun kenarı 350 m'yi geçmi­ şitli idari görevlerden sonra devlet hiye­
odağıdır. Fetih'ten sonra, ticari işlevini
yordu. Arazinin binlerce yıl yapı yıkmtı- rarşisinde oldukça itibarlı bir konumu
büyük ölçüde yitirmiş olan bu bölgeye,
larıyla dolduğu düşünülürse güneybatı­ olan megas logothetes rütbesine yüksel­
Karamanoğullarmın İshak Paşa'ya yenil­
daki Topkapı Sarayimn birinci avlusu­ mişlerdir.
gisinden soma, Aksaray halkının bir bö­
nun da o zamanki Bizantion Akropoli- Bizans İmparatorluğu'nun son hane­ lümü getirilerek yerleştirilmiş, bundan
si'nin platformuna göre göreceli olarak danının kurucusu İmparator Mihael sonra da semtin adı Aksaray olmuştur.
daha yüksekte olduğu söylenebilir. VIII. Paleologos'la hısımlık bağları olan
Bizantion Akropolisi'nin eteklerinde baba Georgios Akropolites'in (1217- Vakfiyelere ve tahrir defterlerine göre
kentin asıl limanı olan Neorion'a doğru 1282) doğum yeri olan Konstantinopo­ Aksaray'da Fatih döneminde hepsi mes­
resmi yapılar bulunuyordu. Akropolis in lis, yaşamının uzun bölümünde Latin citlere göre adlandırılmış on iki mahalle
doğu eteklerinde ise bir stadion ve ti­ hâkimiyeti altındaydı (bak. Paleólogos görülmektedir. Bu mahalleler alfabetik
yatro yer alıyordu. Topkapı Sarayimn Hanedanı, Haçlı Seferleri ve Latin İmpa­ sırayla şunlardır: Alem Bey Mescidi Ma­
kent imgesine yüzyıllarca egemen olan ratorluğu). Dolayısıyla, siyasi yaşamına hallesi, Baklalı Kemaleddin Mescidi Ma­
biçimi ve onun arka fonunda bir Bizans 1233'te gittiği İznik İmparatorluğu'nda hallesi, Çakır Ağa Mescidi Mahallesi,
anısı olarak yükselen Aya İrini ve Aya- başlayan Georgios, Konstantinopolis La- Gureba Hüseyin Ağa Mescidi Mahallesi,
sofya kiliseleri Bizantion Akropolisini tinlerden geri alındıktan sonra tekrar Kemal Paşa Mescidi Mahallesi, Kızıl Mi­
hayal etmemizi güçleştirir. Fakat Atina doğduğu kente döndü. Zamanının ileri nare Mescidi Mahallesi, Kovacı Dede
Akropolisi'nden başlayarak Helenistik gelen aydınlarından olan Georgios, bu­ Mescidi Mahallesi, Mesih Paşa (Bodrum
çağa kadar, örneğin Bergama Akropoli­ rada Latin İmparatorluğu altında gerile­ Camii) Mescidi Mahallesi, Molla Kestel
sini de göz önüne getirirsek, teraslar yen Bizans yükseköğrenim kurumları­ Mescidi Mahallesi, Murad Paşa Camii
üzerinde kademeli olarak yerleşmiş ve nın yeniden gelişmesine katkıda bulun­ Mahallesi, Oruç Gazi Mescidi Mahallesi,
doğuya yönelmiş, genellikle dorik üs­ du ve felsefe, geometri, konuşma sana­ Sinekli Mescidi Mahallesi. O dönemde
luplu tapmaklarla silueti belirlenen Bi­ tı, konularında dersler verdi. Öğrencile­ İstanbul'da bilinen 262 mahallenin yüz­
zantion Akropolisini İstanbul'un Boğaz rinden biri daha sonra Kıbrıslı II. Gre­ de 5'i oranında bir büyüklük olarak bu­
girişine egemen ilk anıtsal çekirdeği gorios adıyla patrik oldu. Devlet adam­ nun 5-6.000 civarında bir nüfusa tekabül
olarak tasavvur edebiliriz. lığı ve hocalığın yamsıra yazarlık da ya­ ettiği düşünülebilir. Bu mahalleler yakın
pan Georgios Akropolites'in çeşitli eser­ zamana kadar yaşamıştır.
Bibi. E. Oberhummer, Constantinopolis, Ab-
riss der Topographie und Geschicthe, Stuttgart, leri arasında belki de en önemlisi Latin Bugünkü Vatan Caddesi'nin yerinde
1899; G. Wissowa, "Byzantion", Pauly's Re- istilası döneminde Konstantinopolis'ten olan Bayrampaşa Deresi'nin 19- yy'a ka­
alenzyklopâdie, c. III. kısmen İznik'e göçmüş saray ve kent dar kurumadığı ve bütün yıl olmasa bile
DOĞAN KUBAN halkının çevresinde geçen olayların ak­ bazı mevsimlerde aktığı anlaşılmaktadır.
tarıldığı, 1 2 0 3 - 1 2 6 1 yıllarını kapsayan, Kauffer'in 1786 tarihli haritasında bu
AKROPOLİTES AİLESİ Chronike Syngraphe isimli tarihi kay­ dere görülür. Reşad Ekrem Koçu da 18.
Bizans İmparatorluğu'nda varlığı 10. naktır. Aynı zamanda faal bir sanat ko­ yy'da Aksaray'da bir ahşap köprünün
yy'dan itibaren bilinen ve çoğu devlet ruyucusu olan Georgios, 126l'den son­ varlığından söz eder.
görevlilerinden oluşan, muhtemelen ra başkentteki Anastasis Kilisesi'ni o- 19. yy'a kadar, Bayrampaşa vadisinin
Konstantinopolis kökenli aile. "Akropo­ nartmış ve oğlu Konstantinos'a vasiyetle surlarla Aksaray arasındaki bölümü
lis" sözcüğünden türemiş olan aile ismi­ bırakmıştır. bahçe ve bostanlarla doluydu. Bunlar
nin Bizantion Akropolisiyle(->) bağlantılı Babasının izinde yürüyen Konstanti- Edirnekapı ile Topkapı arasında geniş
olduğu sanılmaktadır (bak. Akropolis). nos Akropolites (ö. yak. 1324) ise, dev­ bir yeşil alan oluşturuyordu. Aksaray,
Nitekim, kaynaklarda rastlanan ailenin let görevlerinin yamsıra, Anastasia Ma- bu büyük yeşil alanla kentin ana ulaşım
en eski üyesinin büyük olasılıkla baş­ nastırimn kuruculuğunu üstlenmiş, ay­ aksının buluştuğu yerde olması ve Mar­
kentin akropolisinde mevkilenmiş bir rıca çok miktarda aziz biyografisi ile di­ mara kıyılarına yakınlığı ile kent içinde
eve sahip olduğu anlaşılmaktadır. ğer bazı eserler kaleme almıştır. gözde bir konuma sahipti. Fakat kentin
Devlet görevleri arasında özellikle Çeşitli aristokrat ailelerle evlilik bağ­ en alçak alam olarak, İstanbul platosu­
hazine ve mali işlerden sorumlu memu­ ları bulunan Akropolites ailesinin kadın nun kendine bakan yamaçlarındaki bü­
riyetlere tayin edilen aile üyeleri arasın­ üyeleri arasında, 14. yy'ın başmda Kons- tün suyu alıyor, bu nedenle de sık sık
da en ünlüleri 13. yy'da yaşayan Geor- tantinopolis'te gayrimenkul sahibi olan, su baskınlarıyla karşılaşıyordu.
gios Akropolites ile büyük oğlu Kons- Maria Dukaina Akropolitiaea sayılabilir. Evliya Çelebi'nin sözünü ettiği Ayşe
AKSARAY 162

Aksaray,1875
Taşbasma
haritalardan
yararlanılarak
1964'te istanbul
Belediyesi
tarafından
hazırlanan
haritalardan
çizilmiştir.
İstanbul
Ansiklopedisi

Sultan ve Kara Mustafa Paşa saraylarının rin oturdukları mahallelerdi. Buna karşı­ olarak görülebilir. Vaka-i Hayriye'den az
varlığına bakarak Aksaray'ın 17. yy'da lık Cerrahpaşa, Kocamustafapaşa, Fatih, önce kurulan Eşkinci askeri kurumunun
konut alanı olarak itibarlı bir semt oldu­ Horhor, Laleli gibi iç mahallelerde Türk­ kendilerine zarar vereceğini düşünen
ğunu söyleyebiliriz. Bu saraylar kuru­ ler yerleşmişti. Aksaray. Hıristiyan ve yeniçeriler Aksaray'daki Etmeydaninda
cularının ölümünden sonra, büyük yan­ Müslüman cemaatler arasında bir buluş­ toplanmışlar, kazanlarını bu meydana
gınlar sonucu ortadan kalkmış olmalı­ ma meydanıydı. III. Murad döneminden getirerek başkaldırmışlar ve kente dağı­
dırlar. Konumu açısından Aksaray, bir (hd 1574-1595) sonra sürekli karışıklık­ larak yağmaya başlamışlardı (bak. Vaka-i
kent yapısının en önemli odaklarından lar çıkaran ve k o n t r o l e d i l e m e y e n Hayriye). Sonunda yenilerek odalarına
biri, daha sınırlı bir göıüş açısından bir 40.000 kadar yeniçerinin büyük bir bö­ sığman yeniçerilerin Etmeydam'ndaki
semtin merkezi işlev alanı olarak düşü­ lümü Aksaray'da oturuyordu. Eski ocak kışlaları sarılmış ve o sırada çıkan yan­
nülebilir. Laleli, Fındıkzade, Yenikapı- disiplini bozulduktan sonra bunların bir­ gında bu yapılar yok olmuştur.
Langa, Haseki, Saraçhane gibi semtlerle çoğu kışlalar çevresindeki bekâr odaları­ Vaka-i Hayriye'ye (1826) kadar yeni­
çevrilidir. na taşınmış, İdmisi çarşı ve pazarda tica­ çeriler kent yaşamında önemli bir öğe
Aksaray'ın konumu kentin nüfus da­ rete koyulmuş, ulufelerini alamadıkları oldukları için, Aksaray daima çok canlı
ğılımı açısından da ilginçti. İstanbul'un zaman kentte kargaşalıklar çıkarmışlar­ ve olaylarla dolu bir semt olarak tanın­
Marmara kıyıları, Samatya'dan Kumka- dı. Aksaray'ın kötü şöhreti yeniçerilerin mıştır. Yeniçeri ocaklarının giderek kont­
pı'ya kadar genellikle Rum ve Ermenile­ yarattıkları bu anarşi ortamının sonucu rolden çıkmalarına bağlı olarak Aksaray
çevresinde bir yolsuzluk ve fuhuş bölge­
si oluşmuştur. Aksaray'ın, Yenibahçe ve
Langa gibi halkın çok gittiği bahçe ve
bostanlık kent içi mesire yerleri arasında
olması, çarşısı, fuhuşla ilişkisi ve kentin
tarihi ulaşım aksı üzerindeki yeri, onu
ünlü bir semt haline getirmiştir.
Aksaray'ı Osmanlı döneminde tanım­
layan ünlü yapılar vardır. Her ne kadar
semt bütün tarihi fizyonomisini yitirmiş-
se de, yapıların bir bölümü bugüne ka­
dar yaşamıştır. Bunların en önemlisi Fa­
tih'in vezirlerinden Murad Paşa'nın yap­
tırdığı ve camiini 1471'de bitirdiği Mu­
rad Paşa Külliyesi'dir(->). Külliye cami-
iyle birlikte bir medrese (1936'da yıkıl­
mıştır), bir hamam (1958'de, Vatan Cad­
desinin açılışı sırasında yıkılmıştır), Mu­
rad Paşa'nın türbesini ve bir hazireyi
içerir. Camiin önündeki şadırvan 1622'-
de Kara Davud Paşa tarafından yaptırıl­
mıştır. Aksaray'daki diğer bir ünlü yapı,
Şehzade Camii yapıldıktan sonra buraya
inşa edilen yeniçeri odalarıdır. Bu kış­
lanın yeri kesin olarak bilinmemekle
1950lerde Aksaray Meydanından geçen Topkapı-Bahçekapı tramvayı ve arkada Valide Camii. birlikte, ortasında Etmeydanı Mescidi
Ekrem Is/n
bulunuyordu. Etmeydanı bu kışlaların
163 AKSARAY

Aksaray, 1 9 9 3
İstanbul
Ansiklopedisi

önündeydi. 18. yy'ın sonunda, Kauffer ve Haseki gibi semtler arasında canlı bir rişsiz dükkânlarla çevriliydi. Deniz ta­
planında Yeniçeri Mahallesi olarak gös­ kent ortamıydı. Aynı zamanda bir tram­ rafında birkaç sokak üzerinde çarşı ala­
terilen bölge, Murad Paşa Camii'nin ku­ vay terminaliydi ve burada tramvay de­ nı bulunuyordu. Bu meydanın Yenika-
zeybatısında, Bayrampaşa Deresi üze­ poları bulunuyordu. Bu depolar atlı pı'ya doğru açılan ve Aksaray'dan kal­
rinde ve Yenibahçe denilen bahçe ve tramvaylar döneminde ahır olarak kul­ kan tramvayların hareket alanı olan bir
bostanların yanındadır. Böylece kışlala­ lanılan alanlarda yapılmıştı. Aksaray cebi vardı. Topkapiya ve Yedikule'ye
rın, bugünkü Ahmediye Camii (Orta Ca­ çarşısı büyüktü ve kent içinde ünlüydü. giden tramvay yolları meydandan âdeta
mii, Etmeydanı Camii olarak da bilinir) Semt halkının büyük bir bölümü İstan­ küçük ahşap evlere süıünerek çıkardı.
çevresinde Sofular Caddesi civarında ol­ bul yerlisi denilebilecek Müslümanlar­ İstanbul gibi Aksaray'ın da değişme­
duğu söylenebilir. Aksaray'ın yakın çağ­ dan oluşuyordu. Geleneksel yaşamı sür­ si, Demokrat Parti'nin iktidara gelişin­
lardaki kimliğini yaratan yapılardan bir düren bir sosyal yapısı vardı. Eski Bous den ve II. Dünya Savaşı sonrası ekono­
diğeri, seçmeci bir sözde-İslami üslupla Forumunun yerindeki Aksaray Meyda­ mik ve politik programlarının Üçüncü
yapılmış Pertevniyal Valide Sultan Ca- nı, ortadaki büyük ve bol ağaçlıklı refü- Dünya'yı ve Türkiye'yi sarsmasından
mii'dir (bak. Valide Camii). Aksaray jün çerçevesinde Valide Camii'nin gör­ sonra oldu. Bu bölgede yaşayan halkın
Meydanından Cerrahpaşa'ya çıkan yo­ kemli avlu cephesi ve taç kapısı. Aksa­ dağılmaya başlaması ve eski kent doku­
lun ağzında ise, R. E. Koçu'ya göre eski ray Karakolu'nun revakmın yanısıra her sunun bozulması Menderes döneminin
bir yeniçeri kolluğunun yerine yapılmış iki tarafından da kısmen ahşap, göste- imar hareketleri sonucudur. Buradaki
neoklasik üsluplu ve karakteristik bir
revakı olan ünlü Aksaray Karakolu var­
dı (1957'de yıkılmıştır). Eski Aksaray
Meydanının Cerrahpaşa yönündeki sı­
nırlarından biri bu karakoldu.
Adnan Menderes döneminin imar et­
kinliklerine gelene kadar meydan ve
çevresinin oldukça yeşil bir görünümü
vardı. 1937-1938'de yeni kent düzenle­
meleri sırasında yapılan Aksaray Parkı o
zamana kadar duran bir bostan üzerin­
de kurulmuştu. Langa meyhaneleri ve
ünlü Yeşil Tulumba Kahvesi gibi eğlen­
ce yerleri hep bu bahçeler içindeydi.
Aksaray semtinde yukarıda adı veri­
len başlıca yapılar dışında mahalle mes­
citleri, tekkeler, sıbyan mektepleri ve
çeşmeler gibi kamu yapılarından bazıla­
rı, değişikliklere uğrayarak günümüze
kadar gelmiştir.
Aksaray, Cumhuriyet'ten II. Dünya
Savaşı sonuna kadar bellibaşlı anıtsal
yapılarını, kent dokusunu, konaklarını
ve mütevazı evlerini koruyan, 1911
Uzunçarşı yangınından sonra daha ça­
Meydanı ortadan kaldıran köprülü kavşak yapıldıktan sonra Aksaray,
buk yenilenmiş olan Laleli ile derin bir Erkin Emiroğlu
uykuya dalmışa benzeyen Cerrahpaşa
AKSARAY 164

kent içi mekânının hiçbir özelliğini taşı­


mamaktadır. Valide Camii, çevresinde
dolaşan yollara göre çok düşük bir kot­
ta kaldığı için bütün anıtsal etkisini yi­
tirmiştir. Atatürk Bulvarindan sahil yo­
luna ve Beyazıt'tan batıya giden trafik
burada kesişir. Ayasofya'dan Topka­
pı'ya kadar eski Mese(->) (Divan Yolu-
Ordu Caddesi) ve Millet Caddesi çevre­
sinde oluşan yoğun bir turistik oteller
zinciri Aksaray'dan da geçer. Kentin
ikinci sınıf turistik konaklama alanı bu
çevrede yoğunlaşmıştır. Aksaray'ın tari­
hi kentsel karakterini bozan sadece yol­
lar değildir. Saraçhanebaşı'na yeni Bele­
diye Sarayı yapılması öngörüldükten ve
Atatürk Bulvarı açıldıktan sonra, bu ye­
ni cadde üzerinde, eski konut dokusun­
dan tümüyle farklı boyutta yeni apart­
1940'larda Valide Camii'nden Murad Paşa Camii ve çevresinin görünümü. manlar yapılmaya başlanmıştır. Bunların
Ara Güler o dönemde en görkemlisi Pertevniyal
Lisesi karşısındaki Emlak apartmanları­
dır. Sonradan, yeni apartmanlar bunları
tarihi dokuyu ilk kez değiştiren Unka- kânı kalmamış, Aksaray Karakolu da o izlemiştir.
panı-Yenikapı arasındaki Atatürk Bulva- düzenleme içinde yıkılmıştır. Buna kar­
rı(-*) olmuştur. Onu izleyerek önce Be­ şın Horhor. Cerrahpaşa caddesi gibi İstanbul'un, geleneksel dokusuyla
yazıt'tan gelen yolun Topkapı'ya ulaş­ yolların çevresinde kentin eski dokusu yeniçağa katılamayacağı açıktı. Fakat
ması için Millet Caddesi(->), sonra Bay­ bir süre daha yaşamaya devam etmiştir. bunun eski dokuyu tümüyle ortadan
rampaşa vadisinde, o sırada gerekli ol­ Fakat bu tarihten sonra doku giderek kaldırarak gerçekleşmesinin; yol mü­
duğu söylenemeyecek Vatan Cadde- artan bir hızla bozulmuş, tramvaylar hendislerinin tasarımlarıyla gelişen kent
si(->) açılmış. Beyazıt'tan inen eski yo­ kaldırılmış, eski konak ve evlerle bah­ içi ulaşım planlarıyla yapılmasının ne tür
lun bunlarla buluşabilmesi için Aksaray çelerin yerini yoğun bir apartman yapı­ bir değişiklik getirebileceği, en açık Ak­
Meydanı ortadan kaldırılmıştır. Ulaşım laşması almış, eski halkın büyük bir bö­ saray'da yaşanmıştır. Bu, kökten fiziksel
düzeninin karayolu mühendislerine lümü kentin başka bölgelerine göç et­ değişmelerin bu bölgeye getirdiği yeni
çözdürülmesi, kentsel koruma kavramı­ miş ve eski kentin Aksaray'ı hem fizik­ işlevlerin bazılarının kent tarihinin en
nın henüz gelişmemiş olması ve tarihi sel hem de sosyal dokusunu yitirmiştir. eski çağlarından bu yana olanlarla ben­
anıt kavramının zayıflığı nedeniyle. Ak­ zerliği de ilginçtir. Özellikle 1980'den
Aksaray, eski İstanbul içinde işlevsel
saray'ın tarihi çekirdeği yok edilmiştir. sonra büyük bir yoğunluk kazanan tu­
ve fiziksel çekici bir odak. bir terminal,
Eski Aksaray'ın tariW-rÖDerlerinden Mu­ ristik otel inşaatının yanısıra kaçak eşya
birleştirici bir kent vizyonu parçasıydı
rad Paşa Külliyesi! „ l e c e cami ve satışı ve fuhuş gibi etkinlikler de yine
ve kendi folklorunu üretmişti. Semt. an­
türbesi, Vatan ve MilıYc caddelerinin bu çevrede yoğunlaşmıştır. Semtin ko­
tikiteden bu yana ticari işlevini sürdür­
arasında bugüne ulaşabilmiştir. Valide nut alanları hemen hemen yok olmuş,
mektedir. Bugün ise bir transit alanıdır.
Camii'nin egemen olduğu bir kent me­ yerini ticaret ve otelcilik almıştır. Büyük
Çok sayıdaki alt ve üst geçit nedeniyle
bir hızla gelişen bu ortamda mimari açı­
dan ya da kent planlaması açısından ilgi
çekecek bir uyarlama da bugüne kadar
gerçekleşememiştir.
Günümüzde Aksaray semti, Aksaray
Meydam çevresinde, Fatih İlçesi'ne bağlı
Gureba Hüseyin Ağa ve Murat Paşa ma­
halleleri ile İnebey Mahallesinden oluş­
maktadır. Topkapı yönünde Murat Paşa
Camii, Laleli yönünde Valide Camii ile
sınırlanan Aksaray Meydanı, Saraçha­
ne'den gelen Horhor Caddesi, Edirneka-
pidan gelen Vatan Caddesi (bugün Ad­
nan Menderes Bulvarı) Topkapidan ge­
len Millet Caddesi (bugün Turgut Özal
Caddesi) Cerrahpaşa'dan gelen Cerrah­
paşa Caddesi ile Yenikapidan gelen Na­
mık Kemal Caddesi ve Laleli'den gelen
Ordu Caddesi'nin birbirine kavuştuğu
bir geçit yeri haline gelmiştir.
Horhor Caddesi ile Ordu Caddesi
arasında kalan Gureba Hüseyin Ağa
Mahallesinin, Aksaray semtine dahil
olan kesiminde bulunan önemli sokak­
lar, Aksaray Hamamı, Nalıncı, Çıngıraklı
Bostan, Dağarcık, Toprak, Oruç Gazi
sokaklarıdır. Ordu Caddesi ile Küçük
Langa Caddesi arasında yer alan İnebey
Menderes dönemi yıkımları sırasında Murad Paşa Camii'nden Aksaray'a giden yol. Mahallesi'nin Aksaray semtine giren so­
Ara Güler, 1958
kakları arasında, Valide Camii, Tiryaki
165 AKSEL, MALİK

Hasan Paşa, Cezmi, Teceddüt, Koçibey sumaktadır. Söz konusu yenilemelerden


sokaklan ile İnkılap Caddesi sayılabilir. birinde minare ve minberle donatılarak
Bu mahallenin diğer sınırlarını ise Na­ camiye dönüştürülen Akseki Kemâled­
mık Kemal Caddesi ile ÎVlustafa Kemal din Mescidi son yıllarda aslına uygun
Caddesi çizer. Aksaray Meydanı, Vatan olarak yenilenmiştir.
Caddesi ve Millet Caddesi arasında ka­ Yapı ahşaptır. Doğu ve batı cephele­
lan üçgen biçimindeki bölgede semtin rinde üç, mihrap duvarında ise iki tane
üçüncü mahallesi olan Murat Paşa Ma­ büyük boyutlu dikdörtgen p e n c e r e
hallesi vardır. Bu bölgenin Aksaray mevcuttur. Kapalı son cemaat yeri iki
semtine dahil olan başlıca sokakları, katlı olup alt ve üst katında iki sıra ha­
Tamburi Cemil, Murat Paşa, Sadi Çeş­ linde üçer pencere bulunmaktadır. Mes­
mesi, Yekta Efendi, Safi Efendi, Kazanı cit kiremitle örtülüdür. Minare, son ce­
Sadi, Kadri Bey, Saray Mektebi ve Acar maat yeri ile harimin birleştiği noktada,
Ahmet sokaklarıdır. batı yönünde yükselmektedir. Kaidesi
DOĞAN KUBAN bir sıra kesme taş, iki sıra tuğla olarak
almaşık düzende inşa edilmiştir. Çokgen
AKSARAY HAMAMI pabuç kısmı ile silindir biçimindeki göv­ Malik Aksel
Ara Güler
bak. MURAD PAŞA KÜLLİYESİ de tuğladan, şerefe altı ve korkuluklar
kesme taştandır. Minare, kurşun kaplı
AKSEKİ KEMÂLEDDİN MESCİDİ konik ahşap külahla son bulur. Harim Malik Aksel, öğretmen okulu öğren-
bölümünde kuzey duvarı boyunca geli­ cisiyken yaptığı "âmin alayı, bayram
Fatih İlçesi, Muhtesip İskender Mahalle­
şen fevkani mahfil iki ahşap direkle ve yerleri, zıp zıp oyunları" gibi çocukluk
sinde, Akseki Caddesi ile Akseki Camii
aynı malzemeden korkuluklarla donatıl­ anılarından yararlanarak İstanbul haya­
Sokağı'nm kavşağında, Hırka-i Şerif Ca-
mıştır. Tavanın çevresinde, yedi kollu tının o yıllarda resme konu edilmemiş
mii'nin karşısında bulunmaktadır.
yıldızlardan oluşan bir friz dolaşmakta, yönlerini yansıttığı resimlerle Türk Res­
"Akseki" ve "Dal" isimleri ile de anı­ merkezinde de, yedi kollu bir yıldızı samları Cemiyeti'nin düzenlediği karma
lan mescidin ilk banisi İstanbul'un fet­ içeren kare bir göbek bulunmaktadır. sergilere katıldı. Resimde ulusallıktan
hine katılanlardan Akseki Kemâleddin Akseki Kemâleddin Mescidi, İstanbul'un ve yerellikten yana olduğunu sık sık
Efendi'dir (ö. 1453). Kabir kitabesinde, sivil mimarisi ile yakınlık gösteren ve vurguladı ve bu anlayışını yaptığı re­
"bâni-i evvel Akseki Kemâleddin Efendi sayıları günümüzde çok azalmış bulu­ simlerle dile getirdi. Cumhuriyet Halk
rahmetullahı aleyh 857" yazılıdır. Yapı, nan ahşap mescitlerden olması dolayı­ Partisi'nin düzenlediği Anadolu resim
16. yy sonlarında Reisülküttab Dal sıyla ilgi çekmektedir. gezilerine (1937-1944) katıldı, bu amaç­
Mehmed Efendi (ö. 1604) tarafından la gittiği Sivas ( 1 9 3 9 ) ve Denizli'de
Bibi. Ayvansarayî, Hadika, I, 52-53: Osman
yenilenmiş, üçüncü olarak da Rıfaî tari­ (1942) yerel motiflerle bezemeli resim­
Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 8-9, no. 34; İSTA,
katı şeyhlerinden ve Maliye Hazinesi I, 543-544; Öz, İstanbul Camileri, I, 21; Ay- ler yaptı.
memurin kalemi hulefasından Hacı Şev­ verdi, Fatih, III, 314; İKSA, III, 1513; Fatih
ki Aşkî Efendi (ö. 1 9 0 6 ) tarafından, Camileri, 53. Uzun yıllar kişisel sergi açmaktan
1315 Ramazanı/1898'de son şekliyle ye­ EMİNE NAZA kaçman ve karma sergilerle, her yıl açı­
niden inşa ettirilmiştir. Üç baninin de lan Devlet Resim ve Heykel Sergisi'ne
mezarları mihrap duvarının önündeki AKSEL, MALİK katılan Aksel, ilk sergisini retrospektif
küçük hazirede yer almakta, birinci ve nitelikte olmak üzere 1969'da Devlet
(1901, Katerin, Selanik [Bugün Yunanis­
ikinci banilere ait şahidelerin 1898 ta­ Güzel Sanatlar Akademisi'nde açtı. Da­
tan'da] - 15 Şubat 1987, İstanbul) Eser­
rihli ihya sırasında yenilendikleri anla- ha sonraki yıllarda İstanbul ( 1 9 7 7 ,
lerinde yerel konulan işleyen, Türk res­
1982) ve Ankara'da (1982) açılan sergi­
mine folklorik özellikler taşıyan sulubo­
lerinde uzun yılların birikimi ile oluş­
ya çalışmalarıyla katkıda bulunmuş
muş suluboya resimleri onu yeniden
olan ressam, folklor araştırmacısı. Re­
gündeme getirdi. Suluboyalarının bü­
simlerinde ve araştırma yazılarında eski
yük bir bölümü gündelik hayatın za­
İstanbul'a ilişkin anı ve gözlemlerini di­
manla yitip gitmiş sahnelerini yansıttığı
le getirmesiyle de tanınmıştır.
için belgesel nitelik de taşır.
Darülmuallimin'de (İstanbul Erkek
Öğretmen Okulu) öğrenim gördüğü üç İstanbul folkloruyla ilgili belge ve
yıl süresince (1918-1921) bu okulda res­ bilgi birikimlerini yansıttığı yazılarında
sam Şevket Dağ'ın öğrencisi oldu. Re­ görsel malzeme olarak kendi yaptığı re­
sim yeteneğinin gelişmesinde ve sonra­ simleri kullanmış olması da ayrı bir
ki yıllarda ulaşacağı çizginin belirmesin­ önem taşımaktadır. Çeşitli gazete ve
de hocasının sanatta özgürce yönlendir­ dergilerde yayımlanmış yazıları Türk
me eğiliminin büyük etkisi olmuştur. folklorunun çeşitli konularına ilişkin
anı, gözlem ve incelemeler bakımından
1921-1928 yılları arasında ilkokul öğ­
da önemlidir. Ressamlığı kadar araştır­
retmenliği yapan Aksel, 1928'de Maarif
macılığı ile de tanınmış olan Malik Ak­
Vekâleti'nin açtığı sınavı kazanarak Al­
sel, "İstanbul Mimarisinde Kuş Evleri"
manya'ya gitti. Berlin Yüksek Öğretmen
{İstanbul Enstitüsü Mecmuası, V, 1959)
Okulu'nda gördüğü resim pedagojisi
makalesi ile İstanbul'un cami, medrese,
eğitimi sırasında (1928-1932) yağlıboya
ev, han gibi yapılarının cephe ve köşe­
ve gravür çalışmaları yaptı. Müzelerde,
lerinde bulunan kuş evlerini fotoğraf ve
resim sergilerinde incelemeler yaparak
çizimlerle sanat dünyasına tanıttı.
görgü ve bilgisini artırdı. 1932'de Anka­
ra'ya dönüşünde yeni açılan Resim Öğ­ "Halk resmi" kavramını sanat çevre­
retmen Okulu'nda bir süre çalıştıktan lerine kabul ettiren ve Türk folklorunun
sonra Gazi Eğitim Enstitüsü resim bölü­ ihmal edilmiş bu yönünü aydınlatan Ak­
münde (1932-1951), Çapa İlköğretmen sel, zengin koleksiyonunu ve başka el­
Akseki Kemâleddin Mescidi Okulu ve İstanbul Eğitim Enstitüsü'nde lerde bulunan malzemeyi değerlendiren
Emine Naza. 1993
(1951-1968) öğretmenlik yaptı. incelemelerini daha sonra Türk Halk Re-
AKSUHOS AİLESİ 166

kadar görev yapan Ioannes Aksuhos


yaklaşık 1150'de öldü.
Ayrıca felsefe ve Hıristiyan ilahiyatı­
na ilgi duyan Aksuhos, ön adından da
anlaşıldığı gibi, küçük yaşta girdiği Bi­
zans sarayında Hıristiyanlık dinini kabul
etmiş ve bu yönde eğitilmişti. Olgunluk
yıllarında da Hıristiyanlığa inancı devam
eden Aksuhos için, din adamı Modonlu
Nikolaos -onun bizzat merak ettiği bazı
teolojik konulara açıklık getiren- kısa
bir risale yazmıştır.
Aksuhos ailesi Ioannes'in ölümün­
den sonra önemini yitirmeyip, aksine
güçlenmeye devam etti. Ioannes Aksu­
hos'un kesin sayıları belli olmayan ço­
cukları arasında en azından bir kızı ile
bir oğlunun imparatorluk ailesinden ge­
len kişilerle evlendikleri bilinir. Bunlar­
dan biri, İmparator Manuel Komne-
nosün bir yeğeniyle evli olan Aleksios
Malik Aksel'in bir resmi: "Unkapanı Köprüsü", rual üzerine yağlıboya. 49x59 cm. Aksuhos, Ioannes'in büyük oğluydu ve
Türk Kültürüne Hizmet Vakfı sarayda babasınınki gibi askeri bir gö­
rev" olan protostrator 'luk (başseyis) ma­
kamına sahipti.
simleri (1960) adlı bir kitapta topladı. AKSUHOS AİLESİ Aleksios Aksuhos'a sık sık elçilik ve
Büyük ölçüde taşbaskısı halk hikâyele­ 11. yy'ın sonlarında Bizans İmparatorlu- benzeri diplomatik görevler de veril­
rinde bulunan resimlerin incelenmesine ğu'na iltihak eden Türk (Anadolu Sel­ mekteydi. Fakat çok zengin olan. gerek
ayrılan bu kitap, halk kitaplarını resim çuklu) kökenli aile. Ancak Türkleri ge­ Bizans ordusunda gerek başkent halkı
sanatı açısından değerlendiren ilk kay­ nellikle İranlılarla özdeşleştiren Bizans arasında özellikle sevilen ve sayılan
naktır. Bu eserinde istanbul'da kahveha­ kaynaklarında Aksuhoslarm İran köken­ Aleksios Aksuhos, çok geçmeden bazı
nelere, meyhanelere, muhallebici, boza­ li olduğu ileri sürülür. saray mensuplarının kıskançlığını üzeri­
cı ve şıracı dükkânlarına asılan ilk tablo­
Ailenin Bizans'a gelen ilk mensubu ne çekti. Sonunda da, rakip bir grup ta­
larımızı tanıtmış, böylece dini resimler­
Ioannes Aksuhos (veya Aksuh) adıyla rafından, Sultan II. Kılıç Arslan'la işbirli­
den folklorik resimlere geçişi belgele­
bilinir. Kendisi I. Haçlı Seferi (bak. Haç­ ği yaparak imparatora karşı bir darbe
yen. Türk resmindeki modernleşmenin
lı Seferleri) sırasmda, İznik'te. 10 yaşın­ düzenlediği iddia edilerek gözden dü­
kök ve izlerini araştıran önemli bir çalış­
dayken esir alınıp. Haçlı ordusu tarafın­ şürüldü ve yaşamının geri kalan yılları­
ma ortaya koymuştur.
dan İmparator I. Aleksios Komnenos'- nı bir manastırda geçirmek zorunda bı­
Türklerde Dinî Resimler (1967) adlı a(->) armağan edildi. Bu yoldan köle rakıldı. Bu ihanet söylentilerine ilave
eseriyle unutulmuş yazı-resim sanatını olarak Bizans sarayına giren Aksuhos. olarak, bir Bizans kaynağı Aleksiosün
inceleyen Aksel, dokusunu harflerden orada imparatorun oğlu ve veliaht Ioan­ başkent civarındaki evlerinden birinin
alan cami, çifte vav, kandil, başlık, es- nes K o m n e n o s ' l a ( b a k . I o a n n e s II. duvarlarını, âdet olduğu gibi imparato­
hâb-ı kehf, gemi, kuş, aslan, ibrik ve in­ Komnenos) yakın dostluk kurdu. Pren­ run değil. Selçuklu sultanının zaferleri­
san resimlerini incelemiştir. Eserde bu sin II. Ioannes unvanıyla 1118'de tahta ni gösteren resimlerle bezettiğini ileri
resimlerin Türk toplumundaki varoluş çıkmasından sonra da devam eden sürer.
sebepleri açıklandığı gibi din. mezhep dostluk Aksuhos'un sebastos rütbesine Aleksios Aksuhos'un iki oğlundan
ve tarikat açısmdan ne anlama geldikle­ yükselmesi ve Bizans askeri teşkilatında biri olan ve annesinin aile ismini kul­
ri de açıklanmış bulunmaktadır. çok üstün bir makam olan megas do- lanmayı tercih eden Ioannes Komne­
Malik Aksel'in anı ve inceleme niteli­ mestikos'luk. yani başkumandanlık (ve­ nos. aynı zamanda "Şişman" lakabıyla
ğindeki yazılarını topladığı Sanat ve ya doğu ve batı ordularının kumandan­ da tanınır. Babası öldükten sonra I. Ma­
Folklor (1971) ile İstanbul'un Ortası lığı) görevine tayiniyle sonuçlandı. Ak­ nuel mallarının çoğuna el koyduğu için
(1977) adlı kitapları da eski İstanbul'a suhos o derece yetkili ve saygındı ki, yoksulluk içinde büyüyen I o a n n e s ,
ilişkin bilgilerle, tanıklıklarla doludur. hanedan üyeleri (bak. Komnenos Hane­ 1185'te Komnenos Hanedaninın son
Adını, İstanbul halkının Şehzade Ca- danı) bile onu gördükleri zaman atların­ bulmasıyla tahta geçen Angeloslar dev­
mii'nin Vefa'ya dönen köşesindeki mer­ dan inip selamlarlardı. II. Ioannes ile rinde (bak. Angelos Hanedanı) duru­
mer sütunun şehrin ortası olduğuna kız kardeşi Anna Komnena(->) arasında munu kısmen düzeltti. Ancak 1200 yı­
inancından alan İstanbul'un Ortası ya­ çıkan bir taht kavgasından sonra İmpa­ lında İmparator III. Aleksios Angelos'a
zarın çocukluk, ilk gençlik ve orta yaşlı­ rator kardeşinin el koyduğu tüm mülk­ karşı düzenlenen bir darbeye alet olun­
lık anılarını, şehrin değişen çehresini lerini Aksuhos'a armağan etmek istemiş, ca, talihi yeniden ters döndü. Darbeci-
yansıtır. Kitapta özellikle eski tiyatrolar, ama Aksuhos bu mallan uygun bir şe­ lerce Ayasofya Kilisesi'nde imparator
kahvehaneler, meddah ve ortaoyunu kilde reddederek Komnenos Haneda­ ilan edilen Şişman Ioannes (kendisi an­
üstadlarıyla birlikte İstanbul'un eğlence nının güçlü bir koluyla ilişkilerinin ze­ ne tarafından eski İmparator II. Ioannes
hayatı hakkında ilginç bilgiler vardır. delenmesinden kaçınmıştı. II. Ioan- Komnenos'un büyük torunu oluyordu),
Bibi. K. Ertop. "Malik Aksel ve İstanbul'un nes'in Anadolu'da bir seferdeyken öl­ kısa süre içinde bastırılan ayaklanma sı­
Ortası", TFA, 350 (Eylül 1978); A. Kaynardağ, mesi sırasında (1143) yanı başında hazır rasında hayatını kaybetti.
"Malik Aksel'le Söyleşi", Çevre, 5 (Eylül-Ekim bulunan Aksuhos. yine orada bulunan
1979); S. Tansuğ, "Resmin Büyük Ustaların­ Böylece varlığını Konstantinopolis'te
ve halef ilan edilen I. Manuel Komne- üç kuşak boyunca sürdüren bu Türk
dan: Malik Aksel", Gösteri, 15 (Şubat 1982);
Z. Kerman, "Malik Aksel'le Mülakat", Kay­ nos'tan(->) önce başkent Konstantino- kökenli ailenin adı bundan sonra baş­
naklar, no. 4 (1984); Ahmet Koksal, Ressam, polis'e gönderilerek, yeni imparatorun kent sahnesinden silinmekle beraber,
Eğitimci ve Yazar Malik Aksel, İst., 1988; G. çekişmesiz bir şekilde tahta çıkması için nüfuzu Trabzon'da devam etmiş olmalı­
Derman. Resimli Taşbaskısı Halk Hikâyeleri, gerekli ortamı hazırladı. Bizans sarayın­
Ankara, 1988. dır, çünkü 13. yy in başında kurulan
da üç imparatorun yönetiminde elli yıl Trabzon İmparatorluğu'nun üçüncü hü-
M. SABRİ KOZ
167 AKŞAM OKULLARI

kûmdan Ioannes Komnenos Aksuhos Eminönü Çiçekpazarı'ndaki Taş Mek-


(hd 1235-1238) ismini taşır. tep'tir. Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye'nin
Bibi. K. M. Mekios, Ho megas domestikos tou merkezi konumundaki bu binada 1864-
Byzantiou Ioannes Axouchos kai ho protost- 1876 arasında özel gece konferansları
rator hyios autou Alexios, Atina. 1932. verildi. Okulun geniş salonuna isteyenler
NEVRA NECİPOĞLU gelir, bilimsel, ahlaki, edebi konuşma ve
konferansları dinlerlerdi. O zaman bu fa­
AKŞAM aliyete "gece dersleri" denilmişti.
Günlük gazete. I. Dünya Şavaşı'nm son II. Abdülhamid döneminde (hd 1876-
aylarında İttihatçı iktidarın basına daha 1909) bu tür bir çalışma olmadı. Geliş­
yumuşak davranmaya başladığı ortamda mesini İstanbul dışında tamamlayan ve
20 Eylül 1918'de, yayın hayatına girdi. 1908'de bir ihtilalle Osmanlı yönetimine
Başyazar Necmeddin Sadık (Sadak), ya­ el koyan İttihad ve Terakki, parti amaç­
zar Falih Rıfkı (Atay), yazı işleri müdürü larını ve ideolojisini İstanbul halkına,
Ali Naci (Karacan) ve yönetici olarak özellikle de gençlere anlatıp aşılayabil­
Kazım Şinasi'nin (Dersan) ortaklığıyla, mek için, II. Meşrutiyet'in ilanını izleyen
öğleden sonra gazetesi olarak yalnızca günlerde fırka kulüpleri aracılığı ile ak­
İstanbullulara hitap ediyordu. İşgal dö­ şam okullarını gündeme getirdi. Bu sıra­
neminde, Anadolu ile ilişkilerin kopuk da İstanbul basınındaki hareketlilik ve
olmasına rağmen, dinamik bir gazeteci­ halkın okumaya duyduğu gereksinim
lik yaparak, özel haber ağıyla İstanbul­ de bu girişimi desteklemekteydi. Yeni
luları olayların iç yüzünden haberdar dönemin getirdiği koşullarda, iş bulabil­
etmeyi başardı. Sansürle ve işgal kuv­ mek için de okuryazar olmak gerekiyor­
vetleriyle çatışmaya girişmekten çekin- du. Bu nedenle ayrıca Türk Ocağı ve
meyerek Ankara'nın zaferlerini İstanbul Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye de "ten-
halkına ulaştırdı. Bu yüzden, gazete da­ vir-i ahali" (halkı aydınlatmak) için ak­
ha makineden çıkarken kapışılıyordu. şam okulları ve gece dersleri faaliyetine
Akşam bu yıllarda Ankara'daki gaziler yöneldiler. İttihad ve Terakki, İstan­
için hediye toplama kampanyası açarak bul'daki merkez binası ile bellibaşlı ku­
İstanbulluları Milli Mücadeleye katılma­ lüplerinde düzenli birer programa bağlı
ya teşvik etti. Futbol karşılaşmaları dü­ gece dersleri başlattı. Programlar iki tür­
zenleyerek gençliğin ulusal duygularını dü: Avam (halk) için okuma yazma öğ­
kuvvetlendirmeye çalıştı. retimi veriliyordu. İkinci grupta ise ha-
vass (aydın ve seçkin) kesimi yer al­
Akşam, İstanbul'un kurtuluşu ve maktaydı. İkinci gruba okumuş gençle­
Cumhuriyetle birlikte Kemalist devrim­ rin alınmasına titizlik gösterilmekte ve
lerin savunuculuğunu üstlendi. Latin bunlara ulusal düşünce ve duygularını
harflerinin benimsenmesi için büyük güçlendiren konferanslar verilmekteydi.
çaba sarf etti. Fıkraları ve yazı dizileri Bu konuda en çok başarılı olan kulüp
kadar ciddi haberciliğiyle de ''İstanbul Süleymaniye'ydi. Burada, parti ideolojisi
beyefendisinin gazetesi olmaya yönel­ ateşli hatiplerce gençlere aktarılıyordu.
di. Yazarları arasında bulunan Hikmet Bununla da kalınmayarak kulübün mes­
Feridun Es, Vâlâ Nureddin, Muharrem cidinde topluca yatsı namazı kılmıyor
Feyzi Togay, Enis Tahsin Til. Refik Halit ve dine bağlılık da işleniyordu. Derslere
Karay, Şevket Rado, Burhan Felek, Hü­ devam eden öğrencilere ihtiyaçlarını
seyin Cahid Yalçın, Adnan Adıvar, Ser- bildirmeleri durumunda parasal yardım
med Muhtar Alus, Ahmed Refik Altınay da yapılmaktaydı. Avam için öngörülen
gibi kalemlerle Cemal Nadir Güler gibi program, okuma ve yazma dersleriyle
karikatüristler, bir dönem gazetenin birlikte Kuran, ilmihal, kıraat, imla, dört
saygınlığını artırdılar. iki ayrı dönemde Akşam. işlem, malumat-ı medeniye, tarih, coğ­
12 Haziran 1922'deki 1337. (üstte) ve rafya çalışmalarını da kapsamaktaydı.
Çoğulcu d e m o k r a t i k ortama tam 13 Şubat 1932'deki 4~93. sayıları.
uyamama yüzünden gazete. 1940'larm İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı
Buna karşılık havass grubunda ağırlıklı
ikinci yarısında etkisini tamamen yitirdi. olarak Fransızca öğretimi vardı. Aksa­
Ancak Haziran 1957'de yeni sahibi Ma­ ray, Şehzadebaşı, Fatih, Pangaltı, Davut-
lik Yolaç'm yatırımları ve girişimciliği bir özel girişimci devraldı, fakat o da paşa kulüplerindeki gece çalışmaları da
sonunda hem sabahları çıkmaya başla­ gazeteyi geliştiremedi. Sonunda "Türki­ aynı doğrultudaydı. Her kulübün yetki­
dı, hem de bütün Türkiye'ye hitap eden ye'nin en eski gazetesi" sıfatını başlığı­ lileri, kendi semtlerinin gençlerini, oku­
ulusal gazete niteliğine büründü. Bu yıl­ nın kenarında taşıyan Akşam gazetesi, ma yazma bilmeyen erkek nüfusunu
larda Demokrat Parti iktidarının baskıla­ 9 Ocak 1982'de, 64. yılında yayın haya­ toplamaya çaba göstermekteydiler.
rına karşı güçlü bir mücadele verdi. tına son verdi. Gençlere, hayata atılmaları ve iş bulabil­
1960'larda Ankara'da bastırıp Anado­ ORHAN KOLOĞLU meleri için usul-i defterî, iktisat gibi
lu'ya daha hızlı ulaştırma çabaları so­ dersler de gösterilmekteydi. Davutpaşa
nunda tirajı o zamanlar için rekor sayı­ AKŞAM OKULLARI ve Beykoz kulüpleri, kendi binaları ye­
labilecek iki yüz bini aştı. Bunda, yazı tersiz kaldığından idadi binalarında ge­
Yetişkinlere okuma yazma, vatandaşlık ce dersleri düzenlediler. Fatih Kulü­
kadrosuna alınan Aziz Nesin, Çetin Al- bilgileri öğretmek, noksan kalan okul
tan, İlhami Soysal gibi kalemlerin etki­ bünün açtığı kurslara toplam 615 kursi­
öğrenimlerini çalışma saatleri dışında yer ve dinleyici katılıyordu. Pangaltı Ku­
siyle solda saygın bir yer tutması da rol tamamlama olanağı sağlamak amacıyla
oynadı. lübü ise, diğerlerinden farklı olarak
Türkiye'de ilkin İstanbul'da uygulanan Türkçe bilmeyenlere Türkçe kursu da
Akşam gazetesinin mali zorlukları gi­ değişik programlara dayalı okullar ve açmıştı.
derek arttı ve sonunda 1972'de Türk- kurslardır. ''Gece mektebi", "gece ders­
İş'e devredildi. Yeni yönetim de gazete- leri mektebi" de denmiştir. Bu geniş ve etkili kampanya, İstan­
nin gelişmesini sağlayamayınca Akşam 'ı İstanbul'daki en eski aksam okulu bul'daki yabancı ve azınlık okullarını da
AKŞAMCILIK 168

harekete geçirdi. Yabancı okulları ücret­ amacı, türlü işkollarına dönük kurslar İstanbul'da kalan Rumların, tanınan
siz ya da sembolik bir ücret karşılığı ak­ düzenleyerek kalifiye eleman yetiştir­ haklar çerçevesinde kendi meyhane ge­
şam okulları açtılar ve dil dersleri baş­ mek, eski mezunlara yeni teknolojiyi leneklerini sürdürdükleri kuşkusuz ol­
lattılar. Bu konuda öncülüğü Haydarpa- göstermekti. Çırakların, noksan kalmış makla birlikte bunların işlettiği taverna,
şa'daki Alman Mektebi yaptı ve uygula­ öğrenimlerini bu gece okullarında ta­ meyhane ve balozlara Müslüman Türk­
mayı 10 Kasım 1908 tarihinde başlattı. mamlamalarına da olanak tanınmıştı. lerin hangi padişah döneminde gitmeye
Halkı aydınlatma konusunu amaç Aynı şekilde benzeri bir akşam okulu başladıkları konusunda bir bilgi mevcut
edinenlerden Ahmed Midhat Efendi İstanbul Erkek Terzilik Okulu'na bağlı değildir. Kanuni döneminde (hd 1520-
başta olmak üzere Efdaleddin (Teki- olarak açıldı. Bunun Kadın Biçkisi, Er­ 1566), Türkler arasında da akşamcılığın
ner), Ahmed Şuayb, Sâtı Bey, Ahmed kek Biçkisi adlı iki şubesi vardı. yaygınlaştığı bilinmektedir. Bu nedenle
Muhtar ve Mehmed Emin (Yurdakul) İs­ Sonraki yıllarda, semtlerin gereksi­ de ilk içki yasağı bu dönemde birkaç
tanbul basınını bu kampanya için yardı­ nimleri dikkate alınarak Nişantaşı, Kadı­ kez yinelemnişti. Bu önlemler ve yasak­
ma çağırdılar. Gazetelerde her gün, ge­ köy kız sanat okullarında da akşam bö­ lamalar Bakî, Nev'î gibi dönemin ünlü
ce derslerinin ilanları çıkmaktaydı. Ah­ lümleri açıldı. Okul çağı dışı kızlara ve şairlerini dahi etkilemiş; onların, yasağa
med Midhat Efendi'nin açtığı Osmanlı ev kadınlarına hizmet veren bu okulla­ ilişkin. Reh-i meyhaneyi kat'etdi tiğ-ı
Mektebi, gündüz yapılan okul içi, açık rın programlan A-B-C kategorilerine ay­ kahrı sultânın / Su gibi arasın kesdi
hava çalışmalarından başka en verimli rılmıştı. A şubesinde 4-5 saatlik beceri Stanbul u Galata'nın veya Kalb-i aşk
gece derslerini de programlamıştı. Fa­ kazandırma, moda, biçki-dikiş bölümle­ gibi viran etdiler meyhaneyi / Bî-vefâlar
tih'teki Cestebâli Mektebi ilk özel ak­ ri vardı. Haftalık ders saati toplamı 27'- ahdine döndürdüler peymâneyi vb di­
şam okulu olarak iptidai (ilkokul öğre­ ye ulaşıyordu. B şubesi 19 saatlik bir zeleri halk dilinde de yer etmişti.
nimi) için ayda 5 kuruş, Arapça, Farsça, programla vakti sınırlı olan kadınlara Akşamcılığı ya da içkiye düşkünlü­
Osmanlıca öğretim kursları için de ayda hitap etmekteydi. Çalışan kadınlar ve ğüyle tanınan II. Selim döneminde (hd
10 kuruş ücretle öğrenci kaydına yine kızlar içinse haftada 6 saatlik bir prog­ 1566-1574), ilkin sınırsız bir içki serbes­
bu tarihlerde başladı. Akşam okulu, ge­ ram uygulayan C şubesi vardı. Bu geliş­ tisi tanınmış, hattâ söylenti doğru ise bu
ce dersleri geleneğine Daıüşşafaka me­ meye koşut biçimde İstanbul'daki lise, padişah babasının anısına tüm İstan­
zunları da katkıda bulundular. 27 Şubat ortaokul ve ticaret okullarında da ak­ bul'un donanmasını, minarelerden de
1909'da Salih Zekinin bir söylevi ile Çi- şam bölümleri açılmaya başladı. "iyş ü işret" (yiyip içmek ve eğlenmek)
çekpazarindaki Taş Mektep'te yeni bir için selalar okunmasını buyuracak ka­
Kent nüfusunun giderek artması, İs­
program uygulamaya kondu. Okuma dar aşırılıkları göze almıştı. Onun bu
tanbul'un bir sanayi merkezi haline gel­
yazma eğitimi yanında hesap, tarih ve yaklaşımını ünlü Münşeat yazarı Feri­
mesi, 19501i yıllardan başlayarak akşam
coğrafya, vatandaşlık bilgilerini içeren dun Bey'in desteklediği ve "Niçün hılâf
okullarına olan ilgiyi artırdı ve çok sayı­
bu program, çarşı esnafının eğitimden tutalım (karşı çıkalım), mizac-ı âlem
da ve farklı düzeylerde akşam okulları­
yoksun kalmış çıraklarına dönüktü. Bu (toplumsal bünye) her zaman kaabız
nın açılmasını gerektirdi. Ama, 1980'e
nedenle de bu yeni akşam okuluna "çı­ üzere (yasaklama) tahammül eylemez.
doğm, toplumsal bunalım ve karışıklık­
rak mektebi" de deniyordu. 1909'dan Gâhi basit (özgürlük) ister. Padişah-ı
lar, gündüz okullarından daha çok ak­
1926'ya kadar 1.358 gencin yetiştiği bu âlemin kalb-i şerifleri her neye tevec­
şam okullarını etkiledi. Bu nedenle de
kurum 1929'da harf devrimini izleyen cüh eylerse caiz ki anda hayrola!" dedi­
pek çoğu kapatıldı. Öğrencileri ise eği­
günlerde kapanmıştır. ği tarihe geçmiştir. Bu yaklaşımdan ce­
timini sürdüren diğer akşam okullarına
Balkan Savaşı (1912-1913) ve I. Dün­ aktarıldı. saret alan şair Hayalî Bey daha da ileri
ya Savaşı (1914-1918) yıllarında İstan­ giderek dizelerinde namaz eşyası olan
1993-1994 öğretim yılı başında İstan­
bul'daki birçok askeri ve sivil okulla hırkanın ve seccadenin rehine verilip
bul'da 6'sı özel. 20'si resmi 26 akşam
birlikte akşam okulları da kapandı. içki meclislerinin aksatılmamasını yaza-
okulu açıktı.
Cumhuriyetin ilamndan (1923) son­ bilmiştir. Dönemin ünlü şeyhülislamı
Bibi. X. Atuf (Kansu), Türkiye Maarif Tarihi Ebussuud Efendi (ö. 1574) ise cuma na­
ra, İstanbul'daki iki kız sanayi mektebi Hakkında Bir Deneme, II, İst., 1932; N. Ayas,
bünyesinde, ortaokul düzeyinde birer mazı kılman kentlere açıkça içki sokul­
Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitimi Kuruluşlar
akşam kız sanat okulu faaliyete geçti. ve Tarihçeleri, Ankara, 1948; Ergin, Maarif masının doğru olmayacağına, alım satı­
Bunlar, yetişkin kızlara ve ev hanımları­ Tarihi, IV, V; F. R. Unat, Türkiye'de Eğitim mının da yine açıkta yapılmayacağına
na pratik beceriler kazandırmaya dönük Sisteminin Gelişmesine Toplu Bir Bakış, An­ ilişkin fetva vermişti. Buna göre, İstan­
kara 1964; N. Sakaoğlu, Cumhuriyet Dönemi bullu gayrimüslimler ve kentteki yaban­
uygulama kursu niteliğindeydi.
Eğitim Tarihi, ist., 1992. cılar kendi aralarında içki alıp satabile­
1928'deki harf devriminin ardından
NECDET SAKAOĞLU cekler, gizlice içebileceklerdi. Bu hoş­
Türkiye'nin her tarafında olduğu gibi İs­
tanbul'da da millet mektepleri açıldı. İs­ görü, akşam karanlığının sağladığı gizli­
tanbul'un, ulaşım, aydınlatma ve diğer
AKŞAMCILIK lik olanağı ile birlikte Müslümanlar için
fiziksel özellikleri millet mekteplerinin Bizans içki kültürünün etkisinde 16. de bir kapı araladı ve akşamcılık denen
akşam saatlerinde verimli ve yoğun ça­ yy'ın ikinci yarısında yeni bir canlanış ilginç gelenek, 16. yy sonlarına doğru
lışmalar yapmasına uygundu. 1928-1935 gösteren İstanbul'a özgü bir gelenektir. yaygınlık gösterdi. Bununla birlikte içki
döneminde İstanbul Millet Mektepleri, Zamanla başka büyük kentlere de yayıl­ yasağı ve akşamcıların huzursuz edil­
kentin bütün semtlerinde dört ay süreli mış; 20. yy başında, ortamını, tiplerini, meleri kısa aralıklarla yinelendi. Örne­
kurslarla on binlerce yetişkine okuma üslubunu yitirmiştir. ğin I. Ahmed dönemindeki (hd 1603-
yazma eğitimi hizmeti verdi. Millet İstanbul'da eskiden beri akşamcılıkla 1617) yasak çok etkili oldu. Naima bu
mekteplerinin A sınıfı sadece okuma "iyş-i müdâm" denen alkoliklik farklı al­ yasağı anlatırken "humların (küpler) pa­
yazma öğrenimine mahsusken B sınıfın­ gılanmıştır. Hattâ daha da ileri gidilerek re pâre ve meyhanecilerin âvâre (işsiz)
da kıraat, tahrir, hesap, ölçüler, sağlık içiş vakitlerine göre "sabahçılık", "gün- olduğunu" yazar. Son içki yasağı koyan
bilgisi, yurt bilgisi dersleri de gösterili­ düzcülük", "akşamcılık" ve "şâribü'l-ley- padişah, III. Selim'dir. Onun dönemin­
yordu. İstanbullular, kent yaşamının ge­ lü ven'n-neharlık" (gece gündüz aralık­ de (hd 1789-1807), İstanbullu akşamcı­
rekleri açısından millet mektepleri gece sız içmek) deyimleri kullanılmıştır. Ki­ ların bahçelerine imbik kump kaçak ra­
derslerine aşırı ilgi göstermekteydiler. mileri de akşamcıları "keyif için", alko­ kı imal ettikleri ve evlerinde demlendik­
likleri ise "ihtiyaç için" içenler olarak ta­ leri biliniyor. Nihayet son bir içki yasağı
1934-1935 öğretim yılında ise İstan­
nımlamışlardır. Akşamcılara göre günün 1922'de milli ordunun İstanbul'a girme­
bul'daki iki büyük erkek sanayi mekte­
sadece akşam saatlerinde birkaç kadeh sinin ardından ilan edilmiş ve 1930'lu
bi olan Tophane ve Sultanahmet sanat
içmek bir bakıma "rûh-ı sâni'ye (ikinci yıllara kadar sürmüştür. Bu dönemin bir
mektepleri bünyesinde birer akşam er­
bir canlılığa ve neşeye) kavuşmaktır. akşamcı ozanı: Meyhanede görünce bizi
kek sanat okulu açıldı. Bu okulların
169 AKŞAMCILIK

neminden (hd 1861-1876) başlayarak da


"selatin" m e y h a n e l e r d e sürdürüldü.
Çünkü bu tür meyhaneler ruhsatlıydı.
Bu nedenle de hem meyhaneler zengin
donanımlı, hem gelenler belli düzey­
deydi. Ayrıca buralarda Evliya Çele­
b i n i n deyimiyle "akşamcıları çekmek
için meyhane içre hanende ve sazende
ve mutribân" da (saz ve söz takımları)
bulunmaktaydı. Akşamcılığın en çok
özenilen yönü ehlidil denen, duygulu,
kültürlü, sanatsever ve görgülü insanla­
rın bu ortamlarda buluşmalarıydı. İstan­
bul akşamcıları ister esnaf takımından,
ocaktan (asker), ister Babıâli'den olsun,
mutlaka nüktedan, sözü sohbeti dinle­
nir, rint insanlardı. Aralarında taklit ye­
teneği olanlar, meddahlar, müzisyenler,
şairler de bulunurdu.
Ressam Münif Fehim'e göre eski istanbul akşamcıları. Yazılarında akşamcılığı anlatan Ahmed Akşamcıların "vakt-i kerahet" dedikle­
Rasim de resimde canlandırılmıştır (soldan ikinci). ri ikindi sonrasından güneşin batınıma
Resimli Tarih Mecmuası. S. 6. 1950 kadarki süre. daha çok içkiye hazırlık
faslıydı. Asıl seviyeli sohbetler, saz ve
söz geçişleri bu sırada yapılırdı. Alaturka
şen ve şâd felek / Kıskandı bezm-i işrete sındaki kopukluk ve farklılıktı. İçgü-
saat 10.00 sularında (akşam ezanına 1-
katdıfesadfelek, demiştir. veyler, kaynana, kayınpeder baskısın­
1.5 saat kala) başlayan bu fasıl, ezanın
İstanbul'da ayyaş denen alkol bağım­ dan yılgınlar, görücü usulüyle evlenip
okunmasından hemen sonra yerini içki
lıları dışında akşamdan akşama içenler karısına sıcaklık duymayanlar, evindeki
faslma bırakırdı. Akşamcıların içişleri de
arasında ün yapan ilk isim Ozdemiroğlu yoksulluktan rahatsız olanlar, iş sonra­
iki aşamalıydı; meyhanecinin "orta kan­
Osman Paşa'dır (ö. 1585). Onun akşam­ sında bir-iki saatlik akşamcı keyfi yaşa­
dili" yakışına değin (akşam-yatsı arasının
cılığım tarihçi Peçevî anlatır. Uzun ge­ dıktan sonra yapay bir neşeyle eve git­
yarısı) "çakırkeyif olunur, yatsıya kadar­
celerde, bir içoğlanmın elinde içki süra­ meyi yeğlemekteydiler. Akşamcılar ara­
ki son 30-40 dakikalık zamanda da "ke­
hisi, bir diğerinin elinde meze tepsisi ile sında sıkça geçen "İnsan, evdeki çopur
yif" sınırı yakalanırdı. Akşamcılar arasın­
paşanın önüne oturduklarını, iki-üç oğ­ kocakarıyı sütlaç görüyor!" deyimi bu
da bu sının aşmak ve içkiye devam et­
lanın da başka yiyecek tabaklan ile duygunun bir ifadesidir. Yine akşamcılı­
mek istemek görgüsüzlük sayılırdı. Dem­
buymğunu beklediklerini, paşa istedik­ ğın İstanbul'daki yaygınlığında, eski
lenme süresince yudumlama usullerine
çe içki ve meze sunduklarını, bu sırada Rum meyhane ve taverna gelenekleri­
uymayanlar, kadehi bir dikişte boşaltan­
gılmanların saz çalıp şarkılar söyledikle­ nin özellikle de Sakızlı meyhanecilerin
lar da ayıplanır bunlar hakkında "delik
rini ve paşanın beş-on kadeh içtikten etkisi büyüktü. Evdeki üç-beş kişilik sa­
taşa su döküyor!" denirdi. Akşamcıların
de ve çoğu ortamda soğuk birlikteliğe
sonra uykuya daldığını yazar. zaman kavramına saygıları şaşmaz bir ti­
karşılık, Barbaların, Apostolların, Lan-
Akşamcılığın yüzyıllar boyu kazandı­ tizlik örneğiydi. Hattâ, meyhaneci "sofra
ga'daki. Limon İskelesi'ndeki, Samat-
ğı zengin folklorik kültürü özümseyerek şamdani'nı ya da gaz lambasını yakma­
ya'daki. Galata'daki meyhanelerinde sa­
bu geleneğe ayak uyduranların son si­ dan kadehini dudağına değdirmeyen ak­
mimi arkadaş grupları arasında olmak,
maları arasında ise Balıkhane Nazırı Ali şamcılar çoktu. Yine, hem ev halkını
edebiyat konuşmak, müzik dinlemek,
Rıza Bey, ünlü Bektaşî babalarından bekletmemek, hem içki müptelası olma­
nükteler ve fıkralarla açılmak, çok farklı
Yorganî Hasan Baba, Kemençeci Vasil, mak bakımından kalkışta da bir saat kol-
ve vazgeçilmez bir ihtiyaçtı. Akşamcılar
Ahmed Rasim, Baba Yaver, Nuri Şeyda, lanırdı ki, bu konuda eski akşamcıların
birbirlerini beklerler, ararlar, nereye gi­
Ebüzziya Tevfik, Ahmed Midhat Efendi, "müezzin minareye (yatsı ezanı için), biz
deceklerini, ne içeceklerini, mezelerini
Muallim Naci ilk akla gelenlerdir. evin kapısından içeriye!" dedikleri bilinir.
çoğu kez önceden kararlaştırırlardı.
Akşamcılığın İstanbul'da tutunuşu­ Bir başka ölçü "gıda" denen içki ile
nun bir nedeni, erkekler açısından gün­ İstanbul akşamcılığı 19- yy'a kadar "meze"de gözetilirdi. Her akşamcı ken­
düz yaşamı ile evdeki gece yaşamı ara­ "gedikli" meyhanelerde, Abdülaziz dö- di "gıda"sını aşmamaya dikkat ederdi.
Bu. eski ölçü ile 25-30 dirhemlik 1 veya
1,5 karafakiyi aşmazdı. Kadehe 1/4 ora­
nında rakı konup su katılması; vaktin
uzunluğuna göre, gıda miktarı artırılma­
mak koşulu ile bir kadehin, en az beşer
dakika aralıklarla ve "küçük yudum"
denen usulle 6-8 kalkışta bitirilmesi, or­
talama bir kuraldı. Gerçek bir akşamcı,
sabaha kadar içmek durumunda dahi
kalsa gıdasının miktarını artırmaz, yu­
dumlarını daha seyrek ve az tutarak
idare ederdi.
Günümüzde
İstanbul İstanbul akşamcılarının meze (lezzet)
akşamcılarının seçimindeki titizlikleri de meşhurdu. İlk
uğrak sırayı haşlanmış yumurtaya vermiş ol­
yerlerinden maları ilginçtir. İkinci sırada sakız leble­
Kumkapida
bisi gelirdi. Eski akşamcılar için şu dört
gecenin
ilerlemiş şey, tam bir keyif için gerekli saydırmış:
saatleri. Sakız mastikası (rakı), istragalya meze
Elif Elim (sakız leblebisi), civan perçemi tütün,
AKŞAMCILIK 170

kafadar marka sarma kâğıdı. 19- yy'm


sonlarına doğru İstanbul'da içilmeye E S K İ ^ A K Ş A M C I L A R
başlayan "düz" rakıyı, akşamcılar uzun
zaman benimseyememişlerdir. Sakız İstanbul akşamcıları, ekseriyetle hoşsohbet, kalendermeşrep adamlardı. Rindâ-
leblebisini tercih nedenleri, hem ağız ne gazeller söyleyen, destan semaî düzen bu saz ve söz sahiplerinin arasına eli
kokusunu alması, hem mide suyunu bıçaklı ve yumruk oyununa alışmış baldırı çıplaklar pek karışamazdı. Bu gibile­
emmesindendir. Mezenin karın doyur­ rin gittikleri yerlere de berikiler ayak atmazdı. Kanlı kavgalar daima süflî koltuk
mak maksadıyla atıştırılması da akşamcı­ meyhanelerinde çıkardı. Yeniçeri kabadayıları, akşamcılığa yeni yeni ayak uy­
lar arasında bir görgü noksanlığı kabul durmağa çalışan delikanlıları mütecaviz sarhoşlara karşı müdafaa etmekle övü-
ediliyordu. Fakat, sofralarında her çeşit nürlerdi. Akşamcılardan bir kısmı da muziplikleri tuhaflıkları ile meşhurdu. Ge­
mezenin bulunmasından da zevk almak­ dikli meyhanelerin kapanma saati alaturka 1.5 suları idi. Vakit gelince, uşaklar
taydılar. Eski meyhanelerde akşamcılar çıngırağı çalarlardı. Hanlar içindeki gediklilerde çmgırak bulunmaz, davul çalı­
için hazırlanan başlıca mezeler; sardal­ nırdı.
ye, çiroz, likorinoz, ringa, ançüez. ciğer Akşamcılar meyhane dönüşlerinde semtlisi ile birleşerek yolda da muhabbet
tava, piyazlar, pilaki. ha-vyar. peynir tür­ ve sohbet ederlerdi. Fazla kaçıranlardan bazan yollarda dökülüp kalanlar da
leri, muska böreği, midye tavası, pavur­ olurdu. Hoş bir fıkradır:
ya, İstakoz, kuzu söğüşü, turşu, bumbar, Akşamcının biri evinin kapısına kadar gelmiş, fakat tokmağı vuracak takati
dolmalar, işkembe tuzlaması, patates ez­ kalmadığından kapı önünde sızmış, kalmış. Derken kol (devriye) geçmiş. Bir
mesi, keten helva, kâğıt helva veya ta­ yeniçeri çorbacısı (kolluk subayı) sarhoşu uyandırıp:
hin helvası, zeytinyağlılar, çerkez taM_ı- - Kalk! "Kapi'ya (karakol) gideceksin. Demiş. Sarhoş gülmüş:
ğu, kaz ciğeri ezmesi, pastırma, mevsim - Ağa, hâlim olsa, evimin kapısından içeri girerdim! Demiş.
meyveleri, reçelden kadayıfa kadar tatlı
(...)
çeşitleri idi. Sofranın zenginliği ne ölçü­
Devlet ricalinden, kalem âmirlerinden, hattâ ulemâdan ve müderrislerden bi­
de olursa olsun bir akşamcıyı en çok
le kıyafetlerini değiştirip gedikli meyhanelere giden akşamcılar olurdu. Bazı fa­
üzen şey, daha fazla içmesi konusunda
kir akşamcılar da vardı ki tatlı dili, güzel sesli yahut herhangi bir sazdaki hüne­
ısrar edilmesiydi. Deneyimli akşamcılar,
ri ile meyhanelerde her akşam bir sofranın misafiri olurdu. Geçen asrın başla­
böyle bir pozisyonun olasılığını hisset­
rında yaşamış imameci kalfalarından Kırbalı Ahmed bunların en namlılarından
tiklerinde "sızma'' numarasına yatarak
biridir. Daha çocukluğunda çığırtma çalmağa heves etmiş, az zamanda fevkalâ­
kendilerini kurtarırlardı. Ayrıca, tanıma­
de hüner sahibi olmuş, bu yüzden pek genç yaşında akşamcılar arasına düş­
dıkları, huyunu suyunu bilmedikleri in­
müş, meyhane âlemlerinden kendisini kurtaramamış, meyhane meyhane dolaş­
sanları sofralarına yaklaştırmazlar, uzak
mış, rakıyı bol, arkadaşı teklifsiz bulmuş ve akşamcıların tabiriyle "okkalıklar­
dururlardı. Cıvıyan, içtikçe konuşan, co­
dan olmuştu. Öyleki yaptırttığı yarım okkalık bir kırbayı da eve giderken dol-
şan tipleri ise meyhaneci içeriye almaz,
dururmuş. Kırbalı lâkabı bundan ötürü kalmış.
"senin hakkın iki değil bir buçuk!" de­
Reşad Ekrem Koçu. Osmanlı Tarihinde Yasaklar, s. 24
yip bir önceki akşamın tatsız durumunu
hatırlatır, gerektiğinde "racon keser",
fazla içki vermezdi. Kendi masasında to-
sunluk ve kabadayılık yapmaya kalkışa­ kısının, türlü kaygı ve korkuların etkisi
meyhanelere devam eden akşamcılar
nı da, akşamcıların huzurunu kaçırma­ vardı. Örneğin İstanbullular "Akşamcının
arasında sınıfsal ve mesleksel farklılıklar
mak için, "sofra oğlanlarî'nın (garson) kızını alma dükkânın varsa meyhane ya­
da söz konusuydu. Örneğin, yeniçeriler,
yardımıyla olaysız dışarı atardı. par!" derlerdi. Mahalle çocukları gün bo­
topçular, kalyoncular, esnaf, oda, kışla
Gedikli meyhanelerde, akşama yakın, veya mahallelerine yakın meyhanelere yu, sokak aralarında sarhoş taklidi ya­
esnaf kalfalarının, genç Babıâli kâtipleri­ giderlerdi. Galata meyhanelerinde Müs­ parlardı. Kadıya "Efendim bu adam ak­
nin tezgâh başında bir-iki kadeh alarak lüman akşamcıdan çok gayrimüslimler şamcıdır. Gece gündüz içer!" dendiği an,
akşamcılığa adım atmalanna olumlu ba­ ve levantenler görülürdü. Tersane halkı kişinin tanıklığı kabul edilmezdi. Mahal­
kılır, fakat böyleleri fazla kalmadan ise Kasımpaşa, Salıpazarı, Fındıklı mey­ le kadınları, kocası akşamcı olan komşu­
meyhaneden uzaklaşırlardı. Çünkü adla­ hanelerini tercih etmekteydiler. Akşam­ larına "Senin yerinde olsam bu herifin
rının akşamcıya çıkması evlenip yuva cılığı meyhane yerine evinde sürdüren­ derdini bir gün çekmem!" derlerdi. Kısa­
kurmalarına engel olabilirdi. Asıl akşam­ lerin tezgâhına ise "çilingir sofrası" deni­ cası, son derece seviyeli ve kontrollü ol­
cılar, yaşını başını almış ocak ağaları - yordu. Bu. o gün evde hazırda veya piş­ malarına karşın, akşamcıların toplumda­
bunlara her gittikleri meyhanede ilk sı­ miş ne varsa her birinden küçük tabak­ ki konumları olumsuzdu.
rada saygı gösterilir ve "dayı" denilirdi-, lara konmuş bir tepsi ile karafaki ve sü­ Akşamcılık, İstanbul'da yüzyıllarca
esnaf, gemi reis ve kaptanları, şair. ya­ rahisinden ibaretti. Akşamcı, evin kendi birçok incelikleri, kuralları, alışkanlıkları
zar takımı ile kabadayılar daha sonra zevkine uygun bir köşesinde yalnız özümseyerek, edebiyat, müzik, taklit,
gelmeye başlarlardı. Meyhaneciler, ak­ demlenir, ev halkı ise yer sofrasında ak­ nükte ortamlarında gelişme gösterdik­
şamcıları davet işareti olarak hava karar­ şam yemeğini yerdi. ten sonra 20. yy başında, âb âlemiO-»)
mak üzereyken ilkin kendi sofralarının Akşamcılar için "mola" denen içkiye ve daha birçok özgün âdet gibi nitelik
şamdanını yakarlar, "ateş oğlanı'' (çu­ ara vermek, kandil ve cuma geceleri, kaybına uğradı ve biçim değiştirdi. Gü­
buklara ateş tutan), "sofra oğlanları" ramazan ayı, ertesi gün kabir veya tür­ nümüzde, İstanbul'un meyhane muhit­
(bunların çoğu Sakızlı Rum gençlerdi), be zivaretine gidilecek akşam, daha lerinde, örneğin Çiçek Pasajı'nda, Kum-
tertemiz giyinmiş, kapıda ve sofra başla­ inançlılar için ayrıca muharrem ayının kapı'da ve Boğaz'da, turizme dönük,
rında müşteri beklerlerdi. İstanbul ak­ ilk on günü, hattâ tövbe aylan (recep, nostaljik atmosferli meyhaneler varsa da
şamcılarının en çok titizlendikleri bir şaban) boyunca olabilirdi. Kimi akşam­ eski akşamcılık âdetleri unutulmuştur.
husus da meyhanenin temizliği, servisin cılar da şaban ayının 1 5 . günü ağızlarını Bibi. A. Rasim, "Rakı Nasıl İçilmelidir?" Re­
düzenli ve dikkatli yapılmasıydı. Akşam­ yıkarlar, Ramazan Bayramı'nm üçüncü simli Ay, no. 2-4, 1927; A. Refik, "16. Asırda
cılar arasında, ateş veya sofra oğlanla­ günü akşamına kadar içmezlerdi. İçenler". Aydabir no. 4. 1936; A. Rasim, "Ze­
rından birine tutulup her akşam aynı Eski İstanbul'da akşamcılığın kent nü­ valini Sevinçle Gördüğümüz Fena İtiyatlar­
meyhaneye gidenler de olurdu ki. bun­ dan: Akşamcılık" Resimli Tarih Mecmuası,
fusuna oranı çok düşüktü. Ahmed Ra-
lardan şair olanlar, İstanbul edebiyatının no. 6, 1950; R. E. Koçu, "İçki Yasağı" Os­
sim. taş çatlasa her mahallede bir veya manlı Tarihinde Yasaklar, İst., 1950; M. Tev-
özgün bir türünü oluşturan birçok "sâki- iki akşamcı ve sarhoş olduğunu belirt­ fik, "Meyhane Yahut İstanbul Akşamcılan",
name"ler yazmışlardır. miştir. Bu sınırlılıkta, toplumun içmenin İstanbul'da Bir Sene. İst.. 1991.
İstanbul'un değişik semtlerindeki her türlüsünü onaylamayışınm. din bas­ NECDET SAKAOĞLU
171 AKŞEMSEDDİN TEKKESİ

AKŞEMSEDDİN II. Bayezid döneminde (hd 1481-1512).


Akşemseddin'in halifelerinden İbrahim
(1390. Şam - 1459. Göynük) II. Meh-
Tennûrî'ye (ö. İ482) bağlı olan Muhyied-
med'in hocası ve Bayramı tarikatına
din Mehmed İskilibî (ö. 1514) tarafından
mensup mutasavvıf.
İstanbul'da örgütlenmiş. Bıçakçı Ömer
Asıl adı Şemseddin Muhammed olan
Dede'ye mensup bulunan Bayramî Mela­
Akşemseddin'in aile kökeni, babası
mîliği ise İsmail Maşûkî (ö. 1529) aracılı­
Şeyh Hamza tarafından ünlü mutasavvıf
ğıyla ancak Kanuni'nin ilk saltanat yılla­
Şehabeddin Suhreverdi'ye (ö. 1234) da­
rında şehir hayatına girebilmiştir.
yanır. Yedi yaşında iken babasıyla bir­
likte Şam'dan Anadolu'ya geldi ve A- İstanbul'da Akşemseddin'in adını taşı­
masya'nın Kavak İlçesi'ne yerleşti. İlk yan bir mescit ve iki tekkenin onunla
dini bilgileri babasından aldı. Daha son­ olan tarihsel ilişkisi eldeki mevcut bilgi­
ra zahiri ilimlerde bilgisini derinleştirdi lerin azlığı nedeniyle yeterince aydmlatı-
ve Osmancık Medresesi'ne müderris ol­ lamamıştır. Fatih'te Keçeciler Cadde-
du. Bu görevde uzun süre kalmayarak si'ndeki Akşemseddin Mescidi'nin(->)
tasavvufa duyduğu ilgi nedeniyle Hacı onun tarafından yaptırıldığı rivayet edil­
Bayram-ı Velîye (ö. 1429) intisap etti ve mekte ise de bu kesin değildir. Bu mes­
Bayramî hilafeti aldı. Tarikatı yaymak cidin yanında bulunan ve Şeyh Muhyî
Efendi Tekkesi olarak bilinen Akşemsed­ Akşemseddin Mescidi
amacıyla Beypazarı ve Iskilip'e gitti. Her Erkin Emirogill. 1993
iki yerde de birer mescit yapıp müritleri­ din Tekkesi'nin de durumu aynıdır. Tek­
nin eğitimiyle meşgul olduktan sonra ke Kadiri tarikatına bağlı olup Mehmed
Göynük'e gelerek yerleşti. Hacı Bayram-ı Şemseddin Efendi (ö. 1812) tarafından ilk çeyreğinde III. Ahmed bu camide
Velî'nin vefatıyla birlikte Bayramî meşi- kurulmuş ve Cumhuriyet dönemine ka­ öğle namazı kılmış, mescidin ismini so­
hatini üstlendi. Daha önce şeyhi Hacı dar faaliyet göstermiştir. Bilinen son şey­ rup Akşemseddin tarafından yaptırıldı­
Bayram-ı Velî aracılığıyla II. Murad ile hi. Hayrullah Efendidir. Akşemseddin'in ğı söylenince minber koydurmuş ve va­
tanışmış ve şehzade II. Mehmed ile de adını taşıyan ikinci tekke ise Zeyrekle­ zifelilerin gündeliklerini artırmıştır. 953/
ilişki kurmuştu. Bu yakınlığın sonucu dir. Semerci İbrahim Efendi Tekkesi ola­ 1546 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Def­
olarak II. Mehmed'i manevi yönden et­ rak da tanınan bu dergâhın Bavramîlikle teri 'nde Ali Paşa Camii nahiyesinde
kiledi ve padişahın yakın çevresine gire­ ilgisi kurulamamıştır. Nakşibendîliği İs­ gösterilip, evkafı olmadığından yazılma­
rek diğer Bayramî şeyhleriyle birlikte İs­ tanbul'a getiren Abdullah İlahî(->) bu dığı bildirilmektedir. II. Abdülhamid
tanbul'un fethine katıldı. Şehrin alınma­ tekkenin ilk postnişini olup daha sonra devrinde Bosnalı Hacı Emine Hanım is­
sından sonra Ayasofya Camii'nde ilk cu­ meşihat makamına Halvetî ve Celvetî minde bir hayırsever kadının vasiyeti
ma hutbesini okudu. Bir süre kiliseden şeyhlerinin geçtiği bilinmektedir. üzerine tamir edilmiştir. Tamir kitabesi,
çevrilen Zeyrek Camii'nde ders verdi. Akşemseddin'in tasavvuf alanında kapıdan girerken kapı ile sağdaki pen­
Ardından tekrar Göynük'e döndü ve bu­ k a l e m e aldığı Risâletü 'n-Nûriye ile cere arasındadır. Talik yazı ve siyah ze­
rada vefat etti. Türbesi vefatından beş Defu Metâini's-Sûfiye Arapça ve Maka- min ü z e r i n e sarı yaldızlı k i t a b e
yıl sona 1464'te yaptırıldı. mât-ı Evliya, Türkçedir. Bunlardan Ri- 1322/1904 tarihini taşımaktadır. Yapıda
Akşemseddin İstanbul'un tarihinde sâletü'n-Nûriye, 1434-1438 yılları arasın­ 19i i l e mahalle halkının yardımlarıyla
iki ayrı açıdan önemli rol oynamıştır. da yazılmış olup Hacı Bayram-ı Velî ve geniş bir tamir yapılmıştır.
Birincisi, fetih sırasında kuşatmanın kal­ Bayramîliğe yöneltilen eleştirilere bir Yapının harim kısmı kare planlı, du­
dırılması fikrini ileri süren Çandarlı Halil cevap niteliği taşımaktadır. varları kagir, ahşap çatılı ve kiremit ör­
Paşa'ya karşı çıkıp kuşatma yanlısı Za­ Bibi. Enisî. Menâkıb-ı Akşemseddin, Millet tülüdür. Cephelerde ikişer tane dairesel
ğanos Paşa'ya destek vermesi ve bu Ktp. Emirî Seriye, no. 1 0 4 4 : Abdünezzak Ey- kemerli pencereler vardır. Pencereler
amaçla II. Mehmed'e bir mektup yaza­ yûbî. Tuhfetü 1-lhvân fîMenâkıb-ı Akşemsed­ batı normunda tuğlalarla çevrelenmiştir.
rak padişah üzerindeki nüfuzunu kul­ din. Sülevmanive Ktp. Esad Efendi, no.
3622/10: Lâmîî. Nefehât, 685: Mecdî. Hada- Kuzeydoğudaki minarenin kaidesi al­
lanmasıdır. Bu açıdan Akşemseddin, fe­ ikü ş-Şakaik, 240-246; Ataî, Hadaiku THaka- maşık düzende, pabuç kısmı taş tuğla
tih konusunda padişahı cesaretlendir­ ik, 64-65: Şeyhî. Vekayiıı'l-Fıızalâ. I. 55: Ay- üçgenlerden oluşmuş, tuğladan gövdesi
miş ve bu tutumu nedeniyle İstanbul'un vansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 270; Feridun ise çokgendir. Şerefesi kesme taştan
manevi mimarı olarak kabul edilmiştir. Ahmed, Münşeatü's-Selâtîıı. I, İst.. 1274, s. düz korkuluklu, külah kısmı kurşun
İstanbul tarihinde oynadığı ikinci önem­ 28; Osmanlı Müellifleri, I. 12-15: Vassaf, Sefi­
kaplı ahşap konik bir biçimdedir. 1993
li rol. mensubu bulunduğu Bayramîliğin ne. II. 130: Gölpınaılı. Melâmilik. 40-42: Er-
gun. Türk Şairleri. I. 400-401: H. J. Kissling. Haziran'ında cami onarımda idi. Son ce­
şehir hayatına girmesi için uygun orta­ "Ak Şems ed-Din: Ein Türkischer Heiliger maat yeri tamamen yenilenmiştir. Eski
mı hazırlamasıdır. Ancak Bayramîlik(-») aus Endzeit von Bvzanz". Byzantinische Zeit- son cemaat yerinin ahşap olduğu ve
Akşemseddin'in vefatından sonra onun scbrift. XLIY (195İ): A. İhsan Yurd, Fatih in dikdörtgen pencerelerle aydınlatıldığı
halifeleri aracılığıyla şehir hayatına gire­ Hocası Akşemseddin. Hayatı ve Eserleri. İst.. bilinmektedir. Camiin güneybatı ve ku­
bilmiş ve kısa sürede yaygın bir örgüt­ 1972: H. J. Kissling. "Zur Geschichte des
Derwischordens der Bajrâmijje". Dissertati- zey yönünde bir haziresi vardır. Yapı­
lenme başarısı göstermiştir. ones Orientales et Balcanicae: I. Das Der- nın önünde Akşemseddin adına yapıl­
Bayramîlikten kendi adına kol ayıran ıvischtum, München. 1986, s. 237-268: H. mış mermerden bir anıt bulunmaktadır.
Akşemseddin, Şemsîligin kurucusudur. İnalcık. Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Ve­
sikalar. I, Ankara, 1987, s. 127-28; K. Eras- Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 40; İSTA, I,
Hacı Bayram-ı Velî'nin vefatını izleyen
lan. "Akşemseddin'in Dinî-Tasavvufî Şiirleri" 558-559; Öz, İstanbul Camileri, I, 21; Bar-
yıllarda kendisi gibi Bayramî halifesi kan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 410; Ayverdi,
Türk Dili Araştırmaları Yıllığı (Belleten),
olan Bıçakçı Ömer Dede (ö. 1475) ile 1987, s. 11-85: O. F. Köprülü-M. Uzun. "Ak­ Fatih Devri, III, 314; İKSA, I, 567-568; Fatih
arasında tasavvuf anlayışı bakımından şemseddin". DİA. II. 299-302. Camileri, 54.
ayrılık çıkmış ve Bayramîlik iki ana kola EMİNE NAZA
ayrılmıştır. Bunlardan Akşemseddin'e EKREM IŞIN
bağlı olan Şemsîlik, klasik Bayramîliğin AKŞEMSEDDİN TEKKESİ
bir devamı niteliğini taşımış, Ömer De­ AKŞEMSEDDİN MESCİDİ bak. MEHMED ŞEMSEDDİN EFENDİ
de ise ikinci devre Melamîliğinin temel­ Fatih İlçesi'nde Hırka-i Şerif Camii civa­ TEKKESİ
lerini atmıştır. rında, Mimar Sinan Mahallesi'nde Keçe­
Şemsîligin Akşemseddin tarafından is­ ciler Caddesi üzerindedir. AKŞEMSEDDİN TEKKESİ
tanbul'da ne ölçüde yaygınlaştırıldığı bi­ Banisinin Fatih'in şeyhi Akşemseddin bak. SEMERCİ İBRAHİM EFENDİ
linmemektedir. Buna karşın Bayramîlik. olduğu tahmin edilmektedir. 18. vv'ın TEKKESİ
AKTANSEL, SAİM TURGUT 172

AKTANSEL, SAİM TURGUT


(1895, İstanbul - 24 Ağustos 1949, İs­
tanbul) Spor kulübü yöneticisi ve ha­
kem. Şehzadebaşı-Çukurçeşme'de doğ­
du. Vefa Sultanisi'nde okuduğu dönem­
de, arkadaşları ile birlikte, daha sonrala­
rı Vefa Spor Kulübü'ne(->) dönüşen Ve­
fa idman Yurdu'nun kurucuları arasında
yer aldı ve 1 numaralı üyesi oldu.
Aktansel, Vefa futbol takımında sol
haf oynadı. Bu dönemde amatör olarak
güreşle uğraştı. Sporla ilgisi, I. Dünya
Savaşı'nın başlaması yüzünden kısa sür­
dü. Yedeksubay olarak, Makedonya ve
Irak cephelerinde çarpışmalara katıldı.
1918'de esir düştü ve bir buçuk yıl Mı­
sır'da kaldı. Yurda döndükten sonra eği­
timini tamamlayarak öğretmen oldu. Çe­
şitli okullarda yöneticilik ve öğretmenlik
yaptı. 1923'te Türkiye'de sporun ilk ulu­
sal örgütü olan Türkiye İdman Cemiyet­
leri Ittifakı'nın ve daha sonra Futbol Fe-
derasyonu'nun kuruluşlarında yer aldı.
Uzun yıllar, Vefa Spor Kulübü'nde yö­
neticilik ve başkanlık yaptı. Başarılı bir
futbol hakemi olarak tanındı. Futbol Fe­
derasyonu üyeliğinde bulundu. Reşad
Ekrem Koçu'nun yayımladığı İstanbul
Ansiklopedisi'nin yazarlarındandı.
CEM ATABEYOĞLU

AKTARLAR
Aktar tabiri Osmanlı döneminde ilaç ya­
pımında kullanılan hammaddeleri satan
ve ilaç hazırlayan esnaf topluluğu için
kullanılmıştır. Sonradan, mahalle arala­
rında iğne, iplik, düğme, mum ve kibrit
gibi ufak tefek şeyleri satan kişilerin kü­
çük dükkânlarına da "aktar dükkânı" is­
mi verilmiştir.
İlaç hammadesi satan ve ilaç hazırla­
yan bu esnaf topluluğu İstanbul'da Bi­
zans döneminde de vardı. Bunlar her-
barius (ilaç yapımında kullanılan otları
satan), farmakopoeos (ilaç hazırlayan),
rhizomatos (kökçü, yerli bitkileri topla­
yıp satan) ve ungentarius (merhem ya­ Mısır Çarşısı'nda günümüzün aktarları olan baharatçılar.
pıp satan) gibi sınıflara ayrılıyordu. Erdal Yazıcı
Bizans döneminde esnaf çok iyi bir
biçimde teşkilatlandırılmıştır. Esnafın da­
hil olduğu gruplara göre satabilecekleri rince hazırlanan tertipleri (amel hapı, ba­ Evliya Çelebi, 17. yy ortalarında İs­
maddeler, satış yerleri ve kâr hadleri be­ sur hapı. öksürük hapı, pehlivan yakısı, tanbul'da sağlıkla ilgili maddeler satan
lediyelerce saptanırdı. Bir esnaf ancak çocuk macunu, yara merhemi, romatiz­ dükkânların ve buralarda çalışan usta ve
grubuna ait malları satabilirdi. Belediye­ ma merhemi gibi) satıyorlardı. Bazı İs­ kalfaların sayısı hakkında bilgiler ver­
lerin saptadığı kurallara uymayanlara kır­ tanbul aktarları ise taze ve üstün nitelikli mektedir. Buna göre 300 macuncu dük­
baçlama, başım tıraş etme, sürgün veya bitkisel hammaddeleri elde etmek ama­ kânında 500 kişi, 41 gülsuyucu dükkâ­
loncadan çıkartma gibi cezalar verilirdi. cıyla, evlerinin bahçelerinde veya özel nında 70 kişi, 8 ilaç yağları satıcısı dük­
İlaç yapımında kullanılan maddelerle olarak edindikleri bahçelerde, tıbbi bitki­ kânında 14 kişi, 70 dekçi aktar dükkâ­
ilaç satıcılarının kâr hadleri, diğer esna- leri (adaçayı, biberiye, boruçiçeği, hatmi, nında 100 kişi, 2.000 hoca aktar dükkâ­
fınkinden daha yüksekti. Örneğin aktar kekik, kudretnarı. menekşe, oğulotu, nında 3.005 kişi, 35 amberci dükkânın­
ve baharatçılara tanınan kâr haddi yüzde reyhan ve sater gibi) yetiştirip bunların da 100 kişi, 25 buhurcu dükkânında 35
16 iken kasap, balıkçı, mezeci ve fırıncı çiçek, yaprak veya köklerini zamanında kişi, 3 bağdemyağcı aktar dükkânında 8
gibi esnafın kâr haddi yüzde 4 idi. topladıktan sonra usulüne göre kuruta­ kişi çalışmaktadır. Dükkân sahibi olma­
Osmanlı döneminde halkın ilaç ihti­ rak dükkânlarında satıyorlardı. yan seyyar aktarların sayısı ise 300'dür.
yacı büyük ölçüde aktarlar tarafından Buna karşılık bazı cahil aktarlar, ak- A. Süheyl Ünver de BOA 'da bulunan
karşılanmıştır. Bu dönemde aktarlar, he­ sülümen (Hydrargyri cbloridum) ve sı­ 1.686 sayılı dosyaya dayanarak 1260/
kimler gibi usta-çırak yöntemi ile yetişi­ çanotu (Arşemi trioxidum) gibi öldürü­ 1 8 8 4 t e İstanbul'da toplam olarak 492
yorlardı. Aktarlar dış ülkelerden getirilen cü zehirler, esrar ve afyon gibi uyuştu­ aktar dükkânı bulunduğunu ve bunların
bitkisel, hayvansal ve madensel ilaç rucu ve barut gibi patlayıcı ve yanıcı vergi yönünden 9 sınıfa ayrılmış olduk­
hammaddelerim, kökçü denilen esnaftan maddeler satarak halk sağlığı için tehli­ larını saptamıştır. Bunlardan 35'i birinci
aldıkları yerli hammaddeleri ve kendile­ ke oluştuaıy orlardı. sınıf, 3 0 ü ikinci sınıf, 27'si üçüncü sınıf.
173 AKTARLAR

ISTANBUL AKTARLARINDA SATIŞA SUNULAN BAŞLICA DROGLAR

1. Bitkisel kökenli droglar zılcık kurusu (Fructus corni), kimyon (Fructus cumini), kiş­
Acıağaç (Lignum quassiac), acıbadem (Semen amygdali niş (Fructus coriandri), kitre zamkı (Gummi tragacanthae),
amarum), adaçayı yağı (Oleum salviaé), adaçayı yaprağı kodamanotu çiçeği (Flos helichrysi), kozalak (servi) (Fruc­
(Folium salviaé), adasoğam (Bulbus Scillae), akasya çiçeği tus cupressi), kökenfiye (Rhizoma veratri albi), kudretnarı
(Flos robiniaepseudoacaciaè), akgünlük (Olibanum), akse- (Fructus momordicae), kuşburnu (Fructus cynosbati), kü­
defotu (Herba polii), almanpapatyası (Flos cbamomillae ro- çük hindistancevizi (Fructus Myristicae), küçük hindistance-
manae), amber kabuğu (Cortex cascarillae), anason (Früc­ viziyağı (Oleum myristicae), lavanta çiçeği (Flos lavandu­
hts anisi), anzarut (Sarcocolla), arapzamkı (Gummi Arabi­ lae), lif kabağı (Fructus luffae cylindricae), limon kabuğu
cum), ararot (Amylum marantae), ardıç tohumu (Fructus (Cortex citri fructus), mahlep tohumu (Semen pruni maha-
juniperi), asilbent (Gummi benzoé), atkestanesi tohumu leb), maydonoz tohumu (Fructus petroselini), mazı (Gallae
(Semen hippocastani), ayçiçeği tohumu (Semen helianthi quercinae), melisa yaprağı (Herba lippiae), menekşe çiçeği
annui), ayrık kökü (Rhizoma graminis), ayva çekirdeği (Se­ (Herba vİolae tricoloris), menekşe kökü (Rhizoma iridis),
men cydoniae), ayvadana (Herba artemisiae), bademyağı mersin yaprağı (Folium myrti), mevzek tohumu (Semen
(Oleum amygdalae), baldıranotu (Herba conii maculati), staphisagriae), meyanbalı (Succus liquiritiae), meyankökü
bamya çiçeği (Flos hibisci), besbase (Macis), beyaz santal (Radix liquiritiae), mısır püskülü (Stylus maydis), misvak
(Lignum salitali album), biberiye (Folium rosmarini), bito- (Stipites salvadorae), nane kabuğu (Cortex granati fructu-
tu (Semen sabadillaé), boruçiçeği (Flos stramonii), boyacı- uum), nane yaprağı (Folium menthae), naneyağı (Oleum-
kökü (Radix rubiae tinctorum), böğürtlen yaprağı (Folium menthae), nar çiçeği (Flos granati), nişasta (Amylum), oğu-
rubi), buhur (Cortex thymiamatis), burçak tohumu (Semen lotu yaprağı (Folium melissae), okaliptüs yaprağı (Folium
lathyrì), cavi (Resina agathi), ceviz kabuğu (Cortex juglan- eucalptu), ödağacı (Lignum aquilariae), palamut (Semen
dis regiae nucum), ceviz yaprağı (Folium juglandis), ceviz- querci), pamuk tohumu (Semen gossygii), panama kabuğu
yağı (Oleum juglandis regiae nucum), çadıruşağı (Gummi (Cortex quillajae), papatya çiçeği (Flos chamomillae), papa-
ammoniacum), çam katranı (Pix liquida), çamsakızı (Tere- zotu tohumu (Semen sabadillae), pelinotu (Herba absint-
binthina communis), çekem tohumu (Fructus visci albi), hiİ), raziyane (rezene) (Fructus foeniculi), ravent kökü
çemen tohumu (Semen foenum graeci), çeşmezen (Fructus (Rhizoma rhei), reçine (Colophonium), reyhan tohumu (5e-
paliuri), çibriska (Herba saturejaé), çiriş (Radix eremuri),
men basilici), safran (Stigmata croci), sakız, kara (Resina
çörekotu tohumu (Semen nigellae satina), çörekyağı (Oleum
nigellae sativd), çöven kökü (Radix saponariae albae), dağ nigra), salep (Salep), santal odunu (Lignum santali), sapar­
nanesi (Herba sideritis), dardare darısı (Semen panici mili- na kökü (Radix sarsaparillae), sarıhalile (Fructus myrobala-
acei), dar fulful (Fructuspiperis longi), darı, dağdağan darısı ni citrinae), sarısabır (Aloe), sedefotu (Herba rutae), sığırdi­
(Fructus milii), defne tohumu (Fructus lauri), defne yaprağı li (Herba ancbusae), sinameki yaprağı (Folium sennae), si-
(Folium lauri), defne yezit kökü (Radix gentianae), defne- nirliot yaprağı (Folium plantaginis), sumak yaprağı (Folium
yağı (Oleum lauri), demirhindi (Pulpa tamarindorum), de­ rhois coriariae), susam (Semen sesami), şahtere otu (Herba
nizkadayıfı (Carrageen), devedikeni tohumu (Semen curdui fumariae), şalgam tohumu (Semen rapae), şeftali çekirdeği
mariaé), ebegümeci yaprağı (Folium malvae), edrefil tohu­ (Semen persicae), tarçın kabuğu (Cortex cinnamomi), tu­
mu (Semen amomi paradisi), eğir kökü (Rhizoma calami), runç kabuğu (Cortex aurantii amarae), turunç yaprağı (Fo­
enginar tohumu (Semen Cynarae), ferfelek tohumu (Semen lium aurantii amarae), üdülkahrı (Radix pyrethri romani),
arecae), fındık yağı (Olcum coryli), gelincik çiçeği (Flos üvez kurusu (Fructus sorbi domestical), üzerlik tohumu (5e-
rhoeados), gelincik suyu (Aqua rosae), gelincikyağı (Oleum men pegani), vanilya (Fructus elateri), yapışkanotu (Herba
rosae), gıcır, gutalampa (Gummi guttae), gül kurusu (Flos parietariae), yenibahar (Fructus pimentae), zencefil (Rhizo­
rosae), hardal tohumu (Semen sinapis), haşhaş tohumu (Se­ ma zingiberis), zerdeçal (Rhizoma curcumae), zulumba kö­
men papaveris), hatmi çiçeği (Flos althaeaé), hatmi kökü kü (Rhizoma zedoariae).
(Radix althaeaé), havacıva kökü (Radix alkannaé), havli- 2. Hayvansal kökenli droglar
can (Rhizoma glangae), havuç tohumu (Semen dauci), hin­ Akamber (Ambra grisea), alabalıkyağı (Oleum truttae),
diba kökü (Radix cichoriî), hintyağı (Oleum ricini), hiyar- ayıyağı (Oleum ursi), bal (Mel), balık nefsi (Cetaceum),
şember (Fructus cassiae fistulae), hünnap (Fructus jujubae), balık tutkalı (Colla piscum), balıkyağı (Oleum morrhuae),
ıhlamur çiçeği (Flos tiliaé), ısırgan tohumu (Semen urticae
balmumu (Cera flavd), balmumu çamuru (Cera flava),
piluliferaé), iğde çiçeği (Flos elaeagni), incir yaprağı (Foli­
um caricae), kabak çekirdeği (Semen Cucurbitae), kâthindi denizköpüğü (Ossa sepiae), deveyağı (Oleum cameli),
(Catechu), kâfur (Camphord), kâfürotu (Herba artemisiae domuzyağı (Adeps suillus), misk (Moschus), sülük
camphoratae), kahve çekirdeği (seinen coffeae), kakaoyağı (Hirudö), şeytantırnağı (iblistırnağı) (Unguis diaboli), tav-
(Oleum cacao), kakule (Fructus cardamomi), kantaron şanyağı (Oleum cuniculİ), yılangömleği (yılanhavı) (Ser­
(Herba centauriİ), karabaldır (Herba adianti), karabaşotu pentina exuvid).
(Flos lavandulae romanec), karabiber (Fructus piperis nig- 3. Diğer droglar
ri), karadut yaprağı (Folium mori nigri), karahalile (Fructus Barut (Pulvis fulminalis), beni israilzeytini (Lapis judaicus),
myrabalani nigri), karanfil (Caryophyllus), karaot kökü beyaz potas (Kalium cyanatum), cıva (Hydrargyrum), çivit
(Radix hellebori), karatopalak (Tuber cyperi), kardeşkanı (Pigmentum indicum), demirbozan (Stibin minareli),
(Sanguis draconis), kargabüken (Semen strychni), karnıya­ güherçile (Kalium nitricum), göztaşı (Cupri sulfas), ingiliz-
rık tohumu (Semen psylliİ), kasnı (Galbanuni), kebabiye tuzu (Natrii sulfas), kayatuzu (Sal gemmae), kırımtartar
(Fructus cubebae), kediotu kökü (Radix Valerianae), kefe- (Kalii tartras), kilermeni (Bolus armeniae), kükürt (Sulfur),
kimyonu (Fructus laseri), kekik (Herba origani), kekikyağı mürdesenk (Lithargyrum), nisadır (Ammonii chloridum),
(Oleum origani), kenevir tohumu (Semen cannabis), ken­ ponza taşı (Lapis pumicis), rastık taşı (Stibium sulphuratum
ger kökü (Radix gundeliaé), kereviz tohumu (Fructus apiî), nigrum), saçıkıbrıs (Ferrum sulfuricum oxydultum), sıçan­
keten tohumu (Semen lini), kına (Folium lawsoniae), kına­ otu (Arşeni trioxidum), sürür (Hydrargyri oxidum rubrum),
kına kabuğu (Cortex cincbonae), kırkkilitotu (Herba equise­ şap (Alumen), tenkâr (Sodii boras), tuz (Natrii chloridum),
ti), kırmızı santal (Lignum santali rubrum), kırmızıbiber yılancıktaşı (Lapis ophites), zencefre (Hydrargyri sulfidum
(Fructus capsici), kısamahmut otu (Herba chamaedtys), kı­ rubrum), zırnık, kırmızı (Arsenicum sulfuratum rubrum),
zırnık, sarı (Arsenicum sulfuratum flavum).
ALACA HAMAM 174

odacığı bulunmaktadır. Sıcaklığın sağ


bölümünde ise dört kurna ile yine tek
kurnalı bir sofa ve tek kurnalı bir başka
usturalık bulunur. Bu bölümden eskiden
kadınlar kısmı olarak kullanılan bölüme
geçilebilir. Bu bölüm on kurnalıdır. Üç­
gen planlı olan ikinci kısım ise bir ko­
nak hamamını andırmaktadır. Camekân
kısmında bir de kuyu bulunmaktadır.
Reşad Ekrem Koçu'nun belirttiğine
göre 1946 yılında bu hamam Terkos su­
yu kullanmaktaydı. Ayrıca Kırkçeşme
suyundan da bir lüle su hakkı vardı.
Aktar Oldukça eski bir yapı olan Alaca Ha­
geleneğini mam ile ilgili hikâyeler de çoktur. III.
sürdüren bir Ahmed'in cülusundan sonra Eyüb Sul­
esnaf ve tan Türbesi'nde kılıç kuşanmasını müte­
dükkânı. akip istekleri yerine getirilmeyen yeni­
Erdal Yazıcı
çeriler ayaklandı. Çalık Ahmed tarafın­
dan ayaklanma bastırıldı. Lakin gece
35'i dördüncü sınıf, 35'i beşinci sınıf, satmaktadır. Bunlara "ince aktar" adı Alaca Hamam Mahallesi'nde büyük bir
65'i altıncı sınıf, 65'i yedinci sınıf, 100'ü verilir. 1983'te bazı ince aktar dükkânla­ yangın çıktı. Padişah olayı bizzat yerin­
sekizinci sınıf, 100'ü dokuzuncu sınıftır. rında yapılan incelemeler sonunda bun­ de inceledi ve söndürülene kadar da
İstanbul aktarlarının en ünlüleri Mısır ların dükkânlarında 200 kadar bitkisel oradan ayrılmadı. Alaca Hamam da bu
Çarşısı'nda(->) bulunuyordu. Başlangıç­ ve 50 kadar da hayvansal ve sentetik yangında büyük zarar gördü. Daha son­
ta çarşıda bulunan 100 dükkânın 49'u drog çeşidi bulunduğu saptanmıştır. ra padişah tarafından yeniden yaptırıl­
aktarlara geri kalanı ise yorgancı ve pa­ İstanbul aktarlarında bulunan drogla- ması için emir ve para verilmiştir.
mukçulara ayrılmıştı. 1925'te İstanbul'­ nn listeleri N. Baylav (1959), M. Heil- Bibi. İSTA, I, 570-571: İKSA, I. 577-578.
da, çoğunluğu Mısır Çarşısı içinde veya bronn (1959). A. Demirhan (1975), F.
civarındaki sokaklarda olmak üzere, 75 ZİYA NUR SEZEN
Günergun (1984) ve T. Baytop (1984)
kadar aktar dükkânı bulunuyordu. Bu­ tarafından saptanarak yayımlanmıştır.
gün (1993) İstanbul'daki aktar adedi, ALACA MESCİT VE TEKKESİ
Bibi. S. Ünver, -1260 (1844)'de İstanbul'da
çoğunluğu Mısır Çarşısı ve Çemberli- Attar ve İ s p e n c i v a r l a r m Savısı". Dirim, bak. MARPUÇÇULAR MESCİDİ
taş'ta olmak üzere, 15 civarındadır. XXI/11 (1946), 415; M. Heilbrónn, "Eski Mı­
1850'den sonra İstanbul'da, bugünkü sır Çarşısı Hakkında". Türk Eczacıları Birliği ALACAMESCİT TEKKESİ
anlamdaki eczanelerin çoğalması Mecmuası. H/3 (1959). 10: X. Baylav. Ecza­
bak. MERCİMEK TEKKESİ
cılık Tarihi. İst.. 1968. 136-143; A. Demirhan,
(1884'te İstanbul'da toplam 52 eczacı Mısırçarşısı Drogları. İst.. 1975; F. Günergun,
dükkânı bulunuyordu), tedavi alanına Osmanlı Yükseliş Devrinde (14-17. yy.) Kul­ ALACAMİNARE TEKKESİ
hazır ilaçların girmesi, bazı aktarların lanılan Anorganik Haçlar ve Elde Ediliş Me­
hazır ilaç satmaya başlamaları ve Müs­ totları. İst.. 1984: T. Baytop, Türkiye de Bitki­ Üsküdar İlçesi'nde, Nuhkuyusu civarın­
lüman halkın aktarları tercih etmeleri ler ile Tedavi (Geçmişte ve Bugün). İst., 1985; da, Pazarbaşı Mahallesi'nde, batıda Kar-
gibi sebepler nedeniyle aktarlar ile ec­
av. Türk Eczacılık Tarihi. İst.. 1985. 73-81. talbaba Caddesi, kuzeyde Boybeyi So­
zaneler arasında büyük bir rekabet TURHAN BAYTOP kağı, doğuda Köprülü Fazıl Paşa Sokağı
oluşmuştur. tarafından kuşatılmış bulunan arsada
ALACA HAMAM yer almaktadır.
Eczacılar kazançlarının azalmasına Nakşibendî tarikatından, "Hacı De­
sebep olduğuna inandıkları aktarların Sultanhamamı'ndan İstanbul Üniversite-
si'ne çıkarken Çelebioğlu Aleaddin Ma­ de" lakaplı Şeyh el-Hac Hüseyin Dede
rekabetinden kurtulmak için, bazı azın­ (ö. 1760) tarafından 1143/1730 yılında
lığa mensup ve yabancı uyruklu hekim­ hallesinde, Marpuççular Sokağı'ndadır.
tesis edilen tekke daha ziyade, karşısın­
ler ile birlikte olup aktarların halk sağlı­ Alaca Hamam I I . Mehmed vakfıdır.
da yer aldığı Alacaminare Mescidi'nin
ğı için bir tehlike oluşturduğunu ileri Orij'inalinin çifte hamam olduğu bilin­
adıyla tanınmış, ayrıca "Hacı Dede, Sa­
sürerek işi İstanbul'daki bütün aktarla­ mekle birlikte, takriben 1900'lü yılların
dık Efendi, Şeyh Sadık Efendi, Ebültev-
rın kapatılmasını istemeye kadar götür­ başında kadınlar kısmı bozularak came-
fik İbrahim Efendi, İbrahim Efendi,
müşlerdir. kân kısmı bir mağaza haline getirilmiş,
Şeyh İbrahim Efendi" gibi çeşitli adlarla
Bu dönemde Mekteb-i Tıbbiye-i As­ bu kısmın soğukluk ve sıcaklığı ile hal­
da anılmıştır. I I . Abdülhamid'in I. hazi­
keriye başkâtibi olan Mehmed Muhtar vetleri de erkekler kısmına eklenmiştir.
nedarı tarafından 1302/1884'te yeniden
Efendi'nin kişisel gayretleri ile aktarlığın Yapı bugün yol kodundan aşağıda inşa ettirilen Alacaminare Tekkesi'nde,
tüm olarak kaldırılması önlenmiştir. Bu­ kaldığı için basamaklarla inilir. Came- bu yıllarda beşi erkek, sekizi kadın ol­
na karşılık ilaç yapımı ve satımım yal­ kândan soğuklukla geçilen kapının üs­ mak üzere toplam on üç kişinin ikamet
nızca eczacılara bırakmak amacıyla. 24 tünde çok zarif bir yaşmak bulunmakta­ ettiği. Maliye Nezareti'nden senede 132
Nisan 1884 tarihinde, ''Aktarlar ve Kök­ dır. Bu bölümde ayrıca iki uzun peyke kuruş tahsisatı olduğu bilinmektedir.
çüler Nizamnamesi" yayımlanmıştır. Bu ile yukarı çıkılan merdivenler yer alır. Tekkelerin kapatılmasından sonra tekke
nizamname uyarınca aktarların zehirli Soğukluk sadedir. Sıcaklık denilen binaları harap olmuş, tevhidhane 1940'-
drog ve bileşikleri, terkibi gizli ilaçlan asıl hamam kısmı ise klasik hamam ta Vakıflar İdaresi tarafından yıktırılmış,
ve tıbbi müstahzarları satmaları ve he­ planlarına uymaz. Girişe göre sol tarafta diğer bölümlerin bir kısmı ortadan kalk­
kim reçetesine göre ilaç hazırlamaları kalan bölümde sekiz köşeli bir göbekta- mış, günümüze, ancak tevhidhanenin
yasaklanmıştır. şı, arkasına rast gelen duvarın iki köşe­ duvar izleri, bazı harap birimler, hazire.
Eski aktarlar bugün genellikle "baha­ sinde tek kurnalı birer halvet ile bunla­ abdest teknesi ile ufak bir çeşme ulaşa­
ratçı" veya "tohumcu" şekline dönüş­ rın arasındaki duvarın ortasında tek kur­ bilmiştir.
müştür. Dükkânlarında bilhassa baharat nalı yıkanma sekisi bulunur. Göbektaşı- Sonuna kadar Nakşibendîliğe bağlı
veya sebze ve çiçek tohumu bulunmak­ nın çevresinde ayrıca altı kurna yer alır. kalan Alacaminare Tekkesi 1858-1859'-
tadır. Bununla beraber çok az bir kısmı Buradan soğukluğa geçilen kapının da Bağdatlı Şeyh Abdülfettah Efendi'nin
halen tedavide kullanılan maddeleri de hemen yanında tek kurnalı bir usturalık posta geçmesiyle bu tarikatın Halidî ko-
175 ALÂEDDİN BEY

luna intikal etmiştir. Ayin günü perşem­ olan, zamanında tek katlı ahşap birim­ Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 218; Çetin,
be olan tekkenin meşihat listesi şöyle­ lerin kuşattığı bu iki katlı yapının mut­ Tekkeler. 588; Aynur. Sallha Sultan, 37, no.
dir: 1) Şeyh el-Hac Hüseyin Dede (ö. fağı ve mutfakla bağlantılı bölümleri 150; Asitâne, 16; Osman Bey, Mecmua-t Ce-
vâmi, II, 56-57, no. 86, 66-67, no. 115; Mü­
1760); 2) Şeyh Mehmed Fahri Efendi (ö. (taamhane, kiler vb) barındırması ihti­ nih, Mecmıta-i Tekâyâ, 14; Raif, Mir'at, 133-
1778); 3) Erzincanlı Şeyh Mehmed Sa­ mal dahilindedir. Duvarlarında farklı 134; thsaiyat, II, 19: Zâkir, Mecmua-i Tekâ­
dık Efendi (ö. 1794-1795); 4) Şeyh el- boyutlarda söveli pencereler, batı cep­ yâ, 27; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 90-91,
Hac İbrahim Celalî Efendi ( ö . 1827- hesinde, zemin katta, kesme taştan iki 420-421.
1828); 5) Şeyh Ali Rıza Efendi (ö. 1858- konsola oturan, tuğla örgülü bir keme­ M. BAHA TANMAN
1 8 5 9 ) ; 6) Bağdatlı Şeyh Abdülfettah rin taşıdığı, ilginç bir çıkma gözlen­
Efendi (ö. 1864-1865); 7) Tırnovalı Şeyh mektedir.
İbrahim Şerif Efendi (ö. 1882); 8) Şeyh Doğudan ve batıdan iki girişle dona­
İsmail Efendi. tılmış olan arsanın kuzey kesimi hazire-
Alacaminare Tekkesi4ıin binaları, ye tahsis edilmiş, ayrıca tevhidhanenin
kıble doğrultusunda uzanan, dikdört­ doğusunda da ufak bir hazire bölümü
gen planlı geniş bir arsaya dağılmış bu­ oluşmuştur. Kartalbaba Caddesi üzerin­
lunmakta, çoğu ortadan kalkmış olan deki avlu girişinin yanında bulunan
bu yapıların konumları, boyutları ve ufak çeşmenin, Osmanlı baroğu üslu­
malzeme özellikleri 1935 tarihli Pervi- bunda kabartmalarla bezeli dikdörtgen
titch paftasından öğrenilebilmektedir. ayna taşı dikkat çekicidir. Arsanın gü­
Kartalbaba Caddesi üzerinde, arsanın ney kesiminde, duvarları almaşık örgü­
batı sınırında yer alan tevhidhane, ka­ lü, beşik tonozlu bir su haznesinin ka­
gir duvarlı, ahşap çatılı, sıradan bir lıntıları, tevhidhanenin doğusunda, min­
mescit niteliğindedir. Kuzey yönünde yatür şadırvan niteliğinde bir abdest
kapalı bir son cemaat yeri ile donatıl­ teknesi bulunmaktadır. Yekpare küfeki
mıştır. Moloz taş örgülü duvarlar yer taşından yontulmuş, dikdörtgen prizma
yer tuğla hatıllarla beslenmiştir. Dik­ biçimindeki teknenin geniş yüzlerinde,
dörtgen planlı harimde. caddeye bakan çatık kaş kemerli çerçeveler içinde birer Alâeddin Ali Çelebi Türbeyi planı.
iki pencere ile yarım daire planlı mih­ musluk yeri bulunmakta, bu çerçevele­ Yıldız Demiriz
rap nişinin kalıntıları hâlâ seçilebilmek­ rin üzerinde, aynı tür kemerciklerle so­
tedir. Kuzey duvarındaki son cemaat nuçlanan, enine dikdörtgen biçiminde
yeri girişinden başka, doğu yönündeki kartuşlar görülmektedir. Batıya bakan ALÂEDDİN ALİ ÇELEBİ TÜRBESİ
avluya açılan bir giriş daha mevcuttur. yüzdeki kartuşun içinde, talik hatla şu Eyüp'te Piyer Loti Mezarlığı'ndadır. Alâ­
Tevhidhanenin kuzeyinde, hemen kar­ kitabe yer alır: Asitâneli Dilsizzade el- eddin Ali Çelebi (ö. 1496), II. Bayezid
şısında, günümüzde mevcut olmayan Hac Büyükfesli Mehmed Fahreddin devri şeyhülislamlanndandır. Molla Gü-
iki katlı ahşap binanın, selamlık dairesi Efendi'nin hayratıdır gıırre-i Receb rani ve Hızır Bey'in talebesi olmuştur.
olması muhtemeldir. Söz konusu bina, 1326/1908. Halep civarında doğduğu için Alâeddin
cadde ve avlu yönlerinde çıkmalarla el-Arabî olarak da tanınır. Şeyhülislamlı­
genişletilmiş, girişi güney cephesine Pervititch paftasında, arsanın güney ğı 1495-1496 yıllarına rastlar.
alınmıştır. kesimini işgal ettiği görülen, büyük bo­
Alâeddin Ali Çelebinin kare planlı
yutlu, iki katlı ahşap konağın Alacamina­
açık türbesinden bugün sadece kare ta­
Arsanın doğusunda, Köprülü Fazıl re Tekkesinin harem dairesi olduğu an­
banı ile iki paye kalmıştır. Aslında dört
Paşa Sokağı üzerinde iki tane tek katlı laşılmaktadır. Diğer tekke binaları ile be­
paye üzerinde sivri kemerlere oturan
ahşap bina ile bunların arasında, halen raber aynı çevre duvarının kuşattığı bu
kubbeli bir yapı idi. Tabanın, payelerin
harap durumda olan kulemsi kagir bir konağın güneydoğu köşesinde hamamı,
ve kemerlerin kesme küfeki taşı ile inşa
yapı göze çarpar. Duvarlarının alt ke­ güneybatı köşesinde de su haznesi gö­
edildiği anlaşılmaktadır.
simleri moloz taş ve tuğla ile, üst ke­ rülmektedir. Günümüzde bu konağın
simleri bütünüyle tuğla ile örülmüş yerinde birçok apartman bulunmaktadır. Bibi. Ayvansarayî. Hadîka, I, 262-265; Par-
doe, Bosphorııs. 12-13: Grosvenor, Constan­
tinople. I. 84: M. Koman, Eyüp Sultan Loti
Kahvesi ve Çevresi, İst., 1966, s. 5; Demiriz,
Türbeler. 16; S. Eyice, "Haliç Sırtlarında Peri­
şan Bir Türbe: Yok Olmaktan Kurtarmak",
İstanbul, S. 5 (Nisan 1993), 66-68.
YILDIZ DEMİRİZ

ALÂEDDİN BEY
(1844, ? -1887, İstanbul) Sülüs ve nesih
hattatı. Muzıka-i Hümayun'da esvab emi­
ni ve sağ kolağası idi. Hat sanatında ho­
cası ünlü hattat Kazasker Mustafa İzzet
Efendi'nin(->) usta öğrencilerinden biri
olan Şefik Bey'dir. Şefik Seyfi Bey, Ab-
dülaziz'in mabeyincilerinden Gözügüzel
Hakkı Bey, Şekercizade Hüseyin ve Çen-
gelköylü Sahhaf Besim Efendi de Alâed­
din Bey'in tanınmış öğrencilerindendir.
Alâeddin Bey'in İstanbul'daki eserleri
arasında Yıldız'da Orhaniye Camii'ndeki
yazı ve levhalarla Beşiktaş'ta Sinan Paşa
Camii'nin pencereleri üstündeki esmâ-i
Alacaminare Tekkesinin yapılar araşma sıkışıp kalmış harap durumdaki ahşap binası ve hüsna (Tanrı'nın güzel isimleri) yazıları
naziresinden bir görünüm. zikredilebilir. Alâeddin Bey sülüste ve
Af. Baha Tanınan, 1988
nesihte Hafız Osman, celi sülüste Şefik
AIÂEDDİN MESCİDİ VE TEKKESİ 176

Bey ve onun üstadı Kazasker Mustafa 16) Şeyh Ali Sıdkı (Kurtar) Efendi (ö. o l a n e s k i m e s c i t - t e v h i d h a n e n i n kagir
izzet Efendi yolundadır. 20.11.1958). Alâeddin Tekkesi'nde pa­ duvarlı, a h ş a p çatılı iddiasız bir yapı ol­
Bibi. İnal, Son Hattatlar, 39; Rado. Hattat­ zartesi günleri ayin icra edildiği, 1301/ duğu tahmin edilebilir. Aşağı yukarı ay­
lar, 226. 1885'te dördü erkek olmak üzere beş nı yerde, 1976'da inşa edilmiş olan ka­
ALİ ALPARSLAN kişinin ikamet ettiği, Maliye Nezare- gir duvarlı, a h ş a p çatılı y e n i cami, tasa­
ti'nden günde 3 okka et, Kurban Bay­ rımı ile olduğu k a d a r ayrıntıları ile de
AIÂEDDİN MESCİDİ VE ramlarında da 7 tane kurban istihkakı O s m a n l ı mescitlerinin geleneğini sürdü­
olduğu bilinmektedir. ren sevimli bir yapıdır. İki sıra tuğla ve
TEKKESİ
Alâeddin Mescit-Tekkesi'nin bütün bir sıra k e s m e taşla k a p l a n m ı ş olan du­
Fatih İlçesi'nde, Aksaray'da, Sofular Ma-1 binaları tarihe karışmış, ancak çevre du­ varlarda, k l a s i k O s m a n l ı ü s l u b u n d a k i
hallesi'nde, Molla Hüsrev Sokağı'nda varlarının bir kısmı, avlu girişi, girişin d ü z e n e uygun b i ç i m d e , iki sıra halinde
bulunmaktadır. yanındaki çeşme ve bazı yıkıntılar gü­ p e n c e r e l e r açılmış, iki y a n d a n sağır du­
Halvetîliğin Sünbülî kolunu tesis nümüze ulaşabilmiştir. Kesme küfeki ta­ varlarla kapatılmış olan s o n c e m a a t ye­
eden Şeyh Yusuf Sünbül Sinan (Sünbül şı ile örülmüş, basık kemerli avlu girişi­ rinin sınırına, a h ş a p d i k m e görünümün­
Efendi) (ö. 1529) halifelerinden Kefeli nin üzerinde, sülüs hatlı, kelime-i tev- de b e t o n a r m e sütunlar, bunların üzeri­
Şeyh Alâeddin Ali Efendi (ö. 1562) tara­ hidle başlayan ve baninin adını içeren n e , yine a h ş a p m i m a r i d e n alınma yas­
fından 16. yy başlarında yaptırılmış, tarihsiz bir kitabe bulunmaktadır. Kapı­ tıklar k o n m u ş , s o n c e m a a t yerinin, ah­
vakfiyesi 916 Cemâziyelevvelinin ortala- nın sağına bitişik olan çeşmede alt alta şap kaplı tavanı harim b ö l ü m ü ile bir­
n/1510'da düzenlenmiştir. İstanbul Kül­ iki kitabe göze çarpar. Çeşmenin yapım likte aynı çatı altına alınmıştır.
tür ve Sanat Ansiklopedisi 'nde bulunan tarihini (1246) veren alttaki kitabe, su Camiin en ilginç ayrıntısı, batı duva­
ilgili madde de, C. S. Revnakoğlu'ndan mimarisinde kullanılan ayetleri içermek­ rında y e r a l a n , b e n z e r l e r i n e b i r t a k ı m
naklen, Fatih Sultan Mehmed'in Okçu- te ve sülüs hatla yapılmış değişik bir is­ k l a s i k d e v i r m e s c i t l e r i n d e rastlanılan,
başısı Sinan Ağa tarafından, adı geçen tif sergilemektedir. Rumi ve Hicri olarak b a c a görünümlü şerefesiz minaredir.
şeyh için inşa ettirildiği yolunda bir ka­ onarım tarihini (Nisan 1312 ile Zilkade Camiin doğu y ö n ü n e inşa edilmiş olan
yıttan söz edilmektedir. Ancak, 9 5 3 / 1313), ayrıca Ahmed Hulusi Paşa ile eşi y e n i şadırvanda da klasik O s m a n l ı üslu­
1546 tarihli Tahrir Defteri'nûe, "Mahal- Nefise Hanım'ın isimlerini veren üstteki b u n u y a ş a t m a gayreti g ö z e çarpar. B e ­
le-i Mescid-i Mevlânâ Husrev" bölü­ kitabe ise ta'lik hatla yazılmıştır. Sağda, yaz m e r m e r d e n m a m u l sekizgen bir
münde yer alan, 1820 no'lu ve "vakf-ı buna bitişik olarak yer aldığı bilinen di­ hazne, bunu kuşatan sekiz adet ince
Zâviye-i Şeyh Alâüddin Halîfe" başlıklı ğer çeşme ortadan kalkmıştır. İstanbul m e r m e r sütun, bu sütunlara oturan, se­
vakfiye özetinde şeyh efendinin "vâkıf Ansiklopedisi'nde yer alan, A. B. Ko­ kizgen piramit biçiminde, kurşun kaplı
olarak zikredilmesi yukarıdaki kaydı ge­ çuya ait resimde görülebilen bu çeşme­ bir a h ş a p çatıdan m e y d a n a g e İ e n şadır­
çersiz kılmaktadır. van, ahenkli oranları ve özenli ayrıntıla­
nin, enine gelişen oranları ve sade cep­
rı ile dikkati ç e k m e k t e d i r .
İstanbul'daki birçok tarikat yapısı gi­ he tasarımı ile bu çeşmenin ilk inşa dö­
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 312;
bi, bir mescit-tekke olan bu tesisin za­ neminden (16. yy başlarından) kalma
Kut. Dergehnâme, 219; Çetin, Tekkeler, 584;
man içinde çeşitli onarım ve değişmeler olduğu kabul edilebilir. Aynur, Saliha Sultan, 34, no. 15; Âsitâne, 10;
geçirdiği tahmin edilebilir. Vezirazam Arsanın kuzeybatı köşesinde hazire, Ayvansarayî, Hadîka, I. 148; Osman Bey,
Bayram Paşa'nın (ö. 1638), minber koy­ güneybatı köşesinde, eski İstanbul'da Mecmua-i Cevâmi, 1, 72-73, no. 117; Münib,
durmak suretiyle mescidi camie dönüş­ "taş oda" denilen türden, almaşık du­ Mecmua-i Tekâyâ, 10; thsaiyat, II, 20; Zâkir,
türdüğü bilinmektedir. Tekkelerin kapa­ varlı, tuğla beşik tonozlu, harap bir me­ Mecmua-i Tekâyâ, 49-50; İSTA, I, 575-576;
tılmasından sonra bakımsız kalan bina­ kân, kuzeydoğu köşesinde de bir su Öz. İstanbul Camileri, I, 21; İKSA, I, 581-
lar ortadan kalkmış, boş kalan arsada, haznesinin kalıntıları bulunmaktadır. 582; H. K. Yılmaz, Azız Mahmûd Hüdâyî ve
1976 yılında, bu amaçla kurulan bir Arsanın ortasında yer aldığı anlaşılan, Celvetiyye Tarikatı, İst., 1982, 284-285.
dernekle Vakıflar İdaresi'nin işbirliği so­ günümüzde en ufak bir izi kalmamış M. BAHA TANMAN
nucunda yeni bir cami inşa ettirilmiştir.
Halvetî-Sünbülî tarikatına bağlı ola­
rak faaliyete geçen Alâeddin Tekkesi 19.
yy başlarında Celvetîliğe ve Sa'dîliğe in­
tikal etmiş, aynı yüzyılın birinci çeyre­
ğinde, bir müddet her iki tarikata birden
hizmet etmiştir. Postuna geçen şeyhlerin
listesi şöyledir: l)Kefeli Şeyh Alâeddin
Ali Efendi (ö. 1562); 2) Şeyh Abdi Çele­
bi Efendi; 3) Şeyh Mısrî Ömer Efendi (ö.
1658); Halvetîliğin Şemsî kolunu kuran
Şeyh Şemseddin Sivasî'nin (ö. 1597) to­
runudur. 4) Şeyh Hamid Efendi; 5) Şeyh
Mehmed Müstakim Efendi (ö. 1709); 6)
Şeyh Feyzullah Efendi; 7) Şeyh el-Hac
Mustafa Efendi (ö. 1735); 8) Şamîzade
Kefeli Şeyh Seyyid Ahmed Efendi (ö.
1773); 9) Mudanyalı Şeyh Yakub Efendi
(ö. 1808); 10-11) Şeyh Mehmed Nured-
din Efendi (ö. 1849) ile Şeyh Nizamed-
din Efendi (ö. 1822): İkisi de Yakub
Efendi'nin oğlu olup birlikte posta geç­
mişlerdir. M. Nureddin Efendi Celvetî,
Nizameddin Efendi ise Sa'dî tarikatından
hilafet almıştır. 12) Saçlı Şeyh Mehmed
Emin Efendi (ö. 1879), 13) Şeyh Meh­
med Nizameddin Efendi (ö. 1888), 14)
Şeyh Seyyid Halid Efendi (ö. 1916), 15)
Şeyh Hoca Salih Nazım Efendi (ö. 1918),
177 ALAYLAR

leri Tescil Bürosu olarak kullanılmıştır.


1938'de Topkapı Sarayı Müdürlüğü'ne
bağlanan Alay Köşkü 1959-1960 yılla­
rında büyük ölçüde bir tamir geçirdiğin­
de bazı geç tarihlerde yapılmış ahşap
katlar ve bölmeler kaldırılmıştır. Bir ara
Topkapı Sarayı Müzesine bağışlanan
Kenan Özbel'in Halk Sanatları Koleksi­
yonu burada teşhir edilmiş, fakat sonra
buradan alınmıştır.
Bibi. Topkapı Sarayı Müzesi Rehberi, İst.,
1933, s. 19-20; (Konyak), Abideler, 6-7; İSTA,
II, 582-584; Koçu, Topkapu Sarayı, 22-28; Z.
Orgun, "Alay K ö ş k ü " , Arkitekt, S. 3 0 9 ,
(1962), s. 153-162; S. Eyice, "İstanbul'da ilk
Telgrafhane-i Âmire'nin Projesi (1855)", TD,
S. XXXIV (1984), s. 61-72.
SEMAVİ EYİCE

ALAYLAR
Resmi, dini, askeri ve folklorik nitelikli,
halkın da izlediği törenler.
Bizans Dönemi
Allom'un deseninde Alay Köşkü, 19. yy. Bizans tarihi dinsel inanç ve törelerle
Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi pekiştirilmiş çok zengin bir tören yaşa­
mına tanıktır. Bunların bir bölümü saray­
da ve kiliselerde sınırlı ya da özel bir in­
ALAY KÖŞKÜ biçiminde ve dilimli, kurşun kaplı bir san grubu için yapılan tören ve ayinler­
Bugün Topkapı Sarayı olarak adlandırı­ külah örter, içeride ise bu külahın kub­ di. Diğer bir grubu ise kentin sokakların­
lan, Saray-ı Cedid'in (Yeni Saray) etrafı­ be halinde olduğu görülür. Köşkün dış da halkın katılımı ile yapılan (bir bakıma
nı çeviren Sur-ı Sultani denilen duvarın yüzü ise mermer levhalarla kaplanmış­ halkın katılımının özellikle istendiği) bü­
bir köşesinde yer alan Alay Köşkü, esa­ tır. Köşkün yedi penceresinin üstlerin­ yük alaylardır. Sıradan halkın düğün tö­
sında bir burcun üstünde inşa edilmiş deki yayvan kemerler siyah mermer renleri, cenaze merasimleri, lonca men­
olup, 18. yy'dan beri Sadaret makamı kaplanmış olup her birinde bir beyit ol­ suplarının geçit alayları, ölüm mahkûm­
olan Babıâli'nin, evvelce yalnızca sadra­ mak üzere bronz harflerle tarih manzu­ larının siyaset meydanlarına götürülmesi,
zamların girip çıkmalarına mahsus olan mesi yazılmıştır. Pencerelerde evvelce vahşi hayvanların sürücü ve bakıcılarıyla
ve şimdiki biçimini 19. yy'm ilk yarısın­ altın yaldızlı oldukları anlaşılan dökme birlikte geçmeleri halkın ilgisini çekse
da alan, geniş saçaklı Paşa Kapısı'mn demir şebekeler vardır. Sofa ve esas sa­ de, Konstantinopolis'in yaşamına özellik
tam karşısında bulunur. Saray surunun lonun kubbe ve tavanı kalem işi nakış­ kazandıran büyük toplumsal olgular
90 derecelik bir dirsek teşkil ettiği köşe­ larla bezenmiştir. içinde Hippodrom'daki yarışlar sayılmaz­
deki burç, diğerlerinden daha itinalı İsviçreli mimar Fossati kardeşlerin sa özellikle imparatorun yaşamına ilişkin
malzeme ile yapıldığı için daha Fatih projesine göre, 1855'te Alay Köşkü ile alaylar büyük önem taşır. Bunu dini ni­
zamanında da bir köşkü taşımak üzere Soğukçeşme Kapısı yanındaki burç ara­ telikli alaylar izler. Anılan törensel alay­
tasarlandığı tahmin edilir. 16. yy'da bu­ sına ve surun dışına bitişik olarak ilk ların ayrıntıları zaman içinde değişmiş
rada ahşap bir köşk vardı. Bugünkü bi­ Telgrafhane-i Amire binası yapılarak, ama nitelikleri aynı kalmıştır. Askeri za­
nanın pencere kemerlerinde bronz harf­ Dolmabahçe Sarayı'nm bir köşesinde ferlerden sonra başkente dönüşte yapı­
lerle yazılan manzum kitabeye göre, II. yeni bir Alay Köşkü (Pembe Köşk) ya­ lan merasim ve alaylar (Latince triumph,
Mahmud tarafından daha ö n c e k i bir pıldığından, artık fonksiyonunu kaybe­ Yunanca riambos. ta epinikid) Bizans'a
köşkün yerine 1225/1810 veya 1235/ den esas Alay Köşkü, telgrafhane nazır­ Roma'dan kalan geleneklerdir. Zafer ala­
1819'da yaptırılmıştır. Keçecizade İzzed larına makam olarak tahsis edilmiştir. yının imparatorun yasal statüsünü pekiş­
Molla tarafından yazılan bu tarihlerin Telgrafhane buradan çıktıktan ve cadde tiren bir tür referandum olduğu söylene­
ebcedinin çözümlemesinde değişik gö­ kenarındaki binası da yıkıldıktan sonra bilir. İstanbul'da ilk yüzyıllarda putpe­
rüşler ortaya atılmakla beraber, noktalı Alay Köşkü uzun süre boş durmuş, restlik gelenekleri içinde yapılırken, 7.
harfleri toplamak suretiyle 1235 elde Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında yy'dan sonra Hıristiyanlık öğeleri önem
edilmiştir ki, genellikle kabul edilen de Güzel Sanatlar Birliğine tahsis edilmiştir. kazanmaya başlamıştır.
budur. Alay Köşkü'nün, açıkça Batı Av­ Bir süre Eminönü Halkevi'nin oyun sa­ İmparatorun zafer dönüşü bir bay­
rupa üslubunda oluşu, bunun, kesin bir lonu ve 1945-1946'da İstanbul Eski Eser- ram gibi kutlanırdı. De Ceremoniis'de
bilgi olmamakla beraber Kirkor Amira 872'de I. Basileios'un zafer alayı anlatı­
Balyan (1764-1831) tarafından yapılmış lır. İmparator geceyi sur dışında manas­
olabileceğini hatıra getirir. tırda geçirmiş, ertesi gün, oğlu ile birlik­
te, değerli taşlarla süslü beyaz atlara
Alay Köşkü, önünden geçen şehrin binmiş olarak Altın Kapı'dan(-->) kente
anacaddesinin kenarında olduğundan, girmiş ve orada kentin valisi (Latince
padişahın bu caddeden geçit yapan praefectus, Yunanca eparkos) tarafından
alayları görmesi içindi. Bu yüzden bur­ karşılanmıştı. Mese(->) baştanbaşa re-
cun üzerinde taş konsollara dayanan vaklar, değerli kumaşlar ve çiçeklerle
çokgen ve yedi cephesi pencereli köşk, süslenmişti. Tezahürat yapan, alkışlayan
büyük tek salondan ibarettir. Arka ve ve çiçekler atan halkın arasında geçen
yan tarafında değişik büyüklükte hiz­ kafileyi arkada Müslüman esirler ve ga­
met odaları vardır. Saray bahçesinden n i m e t l e r l e dolu arabalar izliyordu.
geniş bir rampa ile büyük sofaya ulaşı­ Alay Köşkü'nden bir ayrıntı. Konstantinos Forumu'nda alay durmuş
Bünyad Dinç
lır. Köşkün üstünü, geniş saçaklı, soğan ve imparator bu forumdaki Meryem
ALAYLAR 178

CTeotokosl Kilisesine girerek askeri el­ giyeceği elbiseler, bütün ayrıntılarıyla il­ karışık bir grup insan resmedilmiştir.
biselerini değiştirmiş, ünlü kırmızı kafta­ gili memurlar tarafından düzenlenirdi. Düğünlerde, kilisedeki törenden sonra,
nını (tunic) ve altın yaldızlı yeleğini giy­ İzleyiciler yolun iki tarafına dizilir ve müzik ve şarkılarla yola çıkan düğün
dikten sonra, kiliseden çıkıp yoluna de­ eğer bir dilekleri varsa, imparatorun alayında gelinin arkasında nedimeler
vam ederek Augusteion'dan Ayasofya önüne yazılı dilekçeler atarlardı. İmpara­ gelirdi. Alay damadın evinde sona erer­
Kilisesi'ne gelmiş, kapıda patrik tarafın­ torların kent içi gezilerinde durdukları di. Genellikle düğün alayı gece yapılır
dan karşılanmış, Ayasofya'daki tören­ ya da geçtikleri yerleri belirten yol prog­ ve meşale taşıyanlar yollan aydınlatırlar­
den sonra Büyük Saray'a geçmişti. ramları, kentin Bizans dönemi topograf­ dı. Cenaze alayları (kideia) Türk döne­
İmparatorun başkentten ayrılışı (La­ yasını saptamak açısından tarihçiler için mindekinden çok farklı değildi. Cenaze
tince profectio, Yunanca ta eksitiria) yi­ temel verilerden birini oluşturmuştur. evde yıkanıp ölü beyaz ketenden kefe­
ne kilisede yapılan bir ayinle başlıyor Din şehitlerinin, sonlan da büyük ne sarıldıktan ve evde eşin dostun ziya­
ve halk imparatoru kent kapıları dışına din adamları ile azizlerin naaşlarının, ya reti tamamlandıktan sonra sandukayı
kadar uğurluyordu. 972'de Ioannes Tzi- da Kudüs'te mezarlarından çıkarılarak mezarlığa götürenler buhurlar ve meşa­
miskes savaşa giderken arkasında bir büyük kentlere, bu arada İstanbul'a ge­ leler yakarlardı.
rahip ordusu ile önce çıplak ayakla sa­ tirilmiş kemiklerinin ve kutsal eşyaların Bibi. De Ceremoniis I. Kitap; L. Brehier, Le
raydan Ayasofya'ya, oradan Ayvansa- bir kiliseden bir başkasına taşınması da Monde Byzantine, III, civilisation byzantine,
ray'daki Meryem Kilisesi'ne (Teotokos önemli bir alay türüydü. Bu taşıma tö­ Paris, 1970. s. 84-85; M. Me. Cormick, Eter­
ton Blahernon) gitmişti. Damlara kadar renleri bir bayram havasma bürünür, ki­ nal Victory, Triumphal Rulership in Late An­
tiquity, Byzantium and the Early Medieval
her yer tıklım tıklım insanla doluydu. lise takvimlerinde özel bir yer alırlardı West, Cambridge, 1986; Dictionary of Byzan­
İmparator rahiplerle birlikte yüksek ses­ ve Bizans sokak yaşamının sürekli gös­ tium, ilgili maddeler; Janin, Constantinople
le dualar okuyor, halk da onlara katılı­ terileriydi. Bazıları her hafta olurdu. Ör­ byzantine; Janin, Eglises et monastères;
yordu. İmparatorun kente dönüşü ise neğin, Meryem'in başörtüsünün -ki Mordtmann, Esquisse.
(Latince adventus, Yunanca apantisis) Konstantinopolis'in Palladium'u kabul DOĞAN KUBAN
büyük bir törendi. Bu törenin bütün ay­ edilirdi- saklandığı Blaherna bölgesin­ Osmanlı Dönemi
rıntıları önemli bir devlet protokolü ola­ deki Meryem Kilisesi'nden (Teotokos
rak belirlenirdi. Karşılama komitesinin Osmanlı döneminde İstanbul'da yapılan
ton Blahernon) Ayasofya yakınındaki
seçimi, karşılama yapılacak yerin belir­ resmi, dini, askeri ve folklorik nitelikli,
Halkoprateia Kilisesi'ne kadar uzanan
lenmesi, alkış ve tezahürat töreni, oku­ halkın izleyebildiği törenlerdi. Padişahın
alay her cuma günü yapılırdı. Patrik ve
nacak övgü ve şiirler, yakılacak kandil, katıldığı alaylara "selamlık alayı", "alay-ı
imparator, törene beyazlar giymiş, me­
meşale ve kokular, nihayet taç giyme hümayun" denirdi. Geçit törenlerine
şaleler ve kandiller taşıyan halkla birlik­
töreni bu karşılamanın parçalarıydı. "alay gösterme", işkollarınm gösterileri­
te katılırdı. Azizin ikonu bir kişi tarafın­
Kentte imparatora refakat etmek ve yü­ ne "esnaf alayı", sefere çıkış törenlerine
dan taşınır, arkasında kalabalık bir ra­
rüyüş boyunca yapılacak şeyler de bü­ "alay-ı azîm" vb adlar veriliyordu.
hip grubu dualar söyleyerek onu izler,
tün ayrıntılarıyla saptanıyordu. Karşıla­ halk da bunların arkasmda ve etrafında Bizans imparatorluk geleneklerinde
ma töreninden sonra Altın K a p i d a n büyük bir coşku ile yürürdü. Bizans sa­ önemli bir yer tutan törenler, bu devlet­
alay kente girer, bir ünlü kilise ziyaret natında törensel alaylara ilişkin sahneler le komşuluk ilişkisi olan Selçuklu ve
edilir ve saatlerce süren alay töreni Aya­ resimlenmiştir. Örneğin, 6 yy'a ait bir Osmanlı devletlerini de etkiledi. Grekçe
sofya ve Büyük Saray'da biterdi. Halkın fildişi plakada, iki atlı bir arabada dizle­ "allagion" (maiyet askeri) sözcüğünden
katılımı imparatorun prestijini ortaya rinde kutsal eşya kutusunu taşıyan pat­ Türkçeleşen alay deyimi ise tören anla­
koyan bir gösterge idi. Nikeforos Fokas rik, adan dizginlerinden tutan bir yük­ mında kullanıldı.
İstanbul'a döndüğünde önce gemiyle sek memur, onların önünde yürüyen üç İstanbul'un fethinden (1453) sonra,
Bakırköy'e (Hebdomon) inmiş, yaldızlı kişi, onları karşılayan bir Basileus -ve et­ kentsel birçok gelenek arasında yeni ba­
kırmızı kumaşlarla süslü beyaz bir ata raflarında alayı seyreden kadın, erkek zı törenler daha alaylar kapsamında pro-
binmiş, önünde altı sancak olduğu hal­
de ve günün bütün sıcağına karşın yan­
mış meşaleler, trompetler, nekkareler,
davullar eşliğinde Ayasofya'ya gelmişti.
Halkın elinde küçük bayraklar ve meşa­
leler vardı. Bütün bu kalabalık impara­
torla birlikte Ayasofya'ya girmişti. Nike­
foros Fokas'm atla kente girişini göste­
ren bir minyatür tarihçi Ioannes Skilit-
zes'in Synopsis Historiarum adlı yazma­
sının Madrid'deki nüshasmdaki minya­
türler arasında yer alır.

De Ceremoniis' in birinci kitabında o


sırada temel öğeleri iyice belirlenmiş
olan imparator gezintilerinin (Latince
prokensos, Yunanca proeleusis) (Osman­
lılarda biniş) ayrıntıları açıklanmıştır.
Büyük yortularda kentin dini statüsü
yüksek kiliselerini ve onlardaki kutlu eş­
yaları (ta leipsand) ziyaret için alaylar
düzenlenirdi. Alayların yolları, durakları
zaman zaman değişmiştir. Genel olarak
imparatorun geçtiği yollar donatılır, du­
rak noktalarında yeşiller ya da maviler
(bak. Maviler, Yeşiller) ve eufemia deni­
len bağırma ve alkışlama içeren tezahü­
ratla (ki bu bazen protestoya da dönü­
şebilirdi) imparatoru karşılardı. İmpara­
torun bu binişler dolayısıyla özel olarak
179 ALAYLAR

İstanbul'da bir düğün alayı. Önde giden nahılı, çeyizi taşıyanlar takip ediyor. En arkada ise gelin arabası görünüyor.
Mellingîn bir deseninden gravür, 18. yy. Voyage Pittoresque de Constantinople et des rives du Bosphore, tıpkıbasım. 1969
TETTV Arşivi

tokole girdi. Kuşkusuz bu törenlerin ço­ zı kılmayı aksatmamaya özen gösterir­ dar, rikabdar ağalar için düzenlenen tö­
ğu, İstanbul'un kuruluşundan beri, yöne­ lerdi. Yrida iki kez bayram alayı(->), ra­ renler ile yeniçerilerin baklava alayı(->)
tim biçimlerine ve inançlara uyarlanarak mazan ayının 15. günü Hırka-i Saadet gibi kısa programlı alaylardı.
korunagelmişti. Kentin alınışı ile Osman­ ziyareti, tahta çıkan padişahın Eyüb Sul­ Alayların ilginç bir gösterisi de "al-
lı Devleti ilk kez büyük bir kültür ve ti­ tan Türbesi'nde kılıç kuşanması için dü­ kış"tı. Son dönemlerde "alkıç" da denen
caret merkezine kavuşurken buradaki zenlenen kılıç alayı(->), kutsal gün ve bu gelenek, alkışlama değil, dua idi.
uygarlık birikimleri de Türk ve İslam ge­ gecelerde yapılan mevlid alayı ve kadir Alayın türüne göre bir alkışçıbaşımn yö­
lenekleri ile bağdaştırılabildiği oranda alayı(->), her yıl receb ayının 12. günü nettiği alkışçılar korosu, belirli noktalar­
korundu. Cülus (tahta çıkma) töreni ve düzenlenen Surre alayı(->), sancak-ı şe­ da, örneğin padişah atına binerken, at­
bahşişi, alkış ve alaylar bunlardandır. rifin saraydan çıkartılıp savaşa giden tan inerken, camiden çıkarken, "Aleyke
sadrazama teslimi için düzenlenen tö­ avnullah, uğrun açık olsun ikbâlin ef-
Osmanlılar döneminde İstanbul'da
ren, İstanbul'dan Edirne'ye ya da sefere zun, padişahım devletinle bin yaşa!";
düzenlenen ilk büyük alay, fethin ertesi
gidiş, seferden dönüş törenleri, odağı "Maşallah, mağrur olma padişahım sen­
günü (30 Mayıs 1453) II. Mehmed'in
padişah olan, dini, askeri ve siyasi den büyük Allah var!"; "Uğrun hayır
(Fatih) İstanbul'a girişi münasebetiyle
amaçlı büyük alaylardı. Bunlar, nitelik­ ola, yaşın uzun ola, Hak tealâ, Efendi­
yapılan zafer alayıdır. Bu alayda ve 20
lerine göre farklı kadroların katılımı ile mize ömürler vere. Devletinle bin yaşa!"
gün sonra Fatih'in Edirne'ye dönüşünde,
uygulanır, İstanbul halkının da izlemesi vb duaları yinelerdi. Her cuma günü se­
soylu Rum kadm ve kızları, yol boyunca
için önlemler alınırdı. lamlık alayı, yılda iki kez bayram, birer
karşılıklı dizilerek padişahı ve maiyetini
alkışlamışlardı. Fatih Kanunnamesi ile Bu asıl alaylardan başka, İstanbul'a kez Hırka-i Saadet ve mevlid alayı, sık
de İstanbul'da yapılacak alayların ilkele­ gelen elçiler, verilen izin uyarınca alay sık yinelenen elçilik ve beşik alayları,
ri ve protokolü ilk kez belirlendi. Örne­ gösterirler, gerektiğinde elçilerin yukarı­ esnaf kesiminin organize ettiği esnaf
ğin, daha önce, yalın bir dinsel görev da sözü edilen alayları izlemelerine de alayları ile çocukların okula başlamala­
niteliğinde algılanan iki bayram (Rama­ olanak verilirdi. Tahta çıkan padişahın rında düzenlenen âmin alayı(->), bir yı­
zan ve Kurban) için, sarayın ve padişa­ annesinin valide sultan olarak Eski Sa­ lın ortalama 1/5'ini renklendirdi.
hın olanca görkemini ve gücünü dışa ray'dan Yeni Saray'a (Topkapı) törenle Kuşkusuz alayların ortak akılcı bir
yansıtıcı programlar öngörüldü. Alay ge­ gelişinde valide alayı, padişah kızının amacı, İstanbul'un kozmopolit toplumu­
leneğinin İstanbul'da giderek yerleşmesi veya kız kardeşinin evlenip damat sara­ nu bu tür renkli ve oyalayıcı gösterilerle
ve başka birçok etkinliği de kapsamma yına gidişinde cihaz alayı ve gelin ala- gerilimlerden uzak tutmaktı. Buna bağlı
alması ise 16. yy'dadır. Bu süreç 17. ve yı(-0, padişahın çocuğu doğduğunda olarak başkent halkının nabzı alaylarla
18. yy'larda birtakım yenilik ve değişik­ beşik alayı(->), ölen padişah için cenaze kontrol edilebiliyordu. Coşku düzeyi,
liklerle devam etmiştir. alayı(->) düzenleniyordu. Bunlar, resmi padişah ve yönetim için bir bakıma ka­
yönü ikinci sırada kalan özel törenlerdi. muoyu yoklaması yapma olanağı ver­
İstanbul alayları arasında önceliği,
sonraları selamlık resm-i âlisi de denen, Üçüncü düzeydeki alaylar, halkı da­ mekteydi. Bu nedenle de alayları çok
her hafta cuma günleri yinelenen se­ ha az ilgilendirirdi. Bunlardan bazıları sayıda insanın izlemesi önlemleri alınır­
lamlık alayı(->), kutsal gün ve gecelerde alay-ı yevm-i sâlis denen, bayramın 3. dı. Örneğin, cuma selamlıklarında, sa­
yapılan mevlid alayı(->) alıyordu. Padi­ günü sadrazamın törenle Eyüb Sultan rayla padişahın gideceği cami arasında
şahlar, haftada bir kez, mevkib-i hüma­ Camii'ne namaza gitmesi, yeni sadraza­ izlenecek güzergâhtan ilkin, hasodalılar
yun denen görkemli tören birlikleri ile mı ziyaretler, çıkma denen yöntemle sa­ biri sorguçlu öteki sorguçsuz iki sarık
saraydan bir camie giderek cuma nama­ raydan ayrılıp dış göreve giden silah- götürürler, bununla halka kortejin geçe-
ALAYLAR 180

ceği yollar gösterilmiş olurdu. Buna sa­


rık alayı(-») deniyordu. Yine, alay sıra­
E S N A F A L A Y I N D A Y E N İ Ç E R İ L E R İ N G E Ç İ Ş JLE R İ
sında görevlilere arzuhal (dilekçe) ver­
me olanağı da vardı. Kimileri ise geri­ Yeniçeri Ocağı müruru ki, ibtidâ kırk iki nefer Kalkanlı-çavuş, ba'dehu sağda
lerden slogan atarak ortak bir şikâyeti Orta-çavuş, solda Küçük-çavuş, verâlarında iki sıra Sakkalar, nihâyetinde Sak-
dile getirebilirlerdi. ka-başı bayrağı ile, ba'dehu ortalar ki, birinci bölük altmış dört ve yetmiş bir
Osmanlı teşrifat kanunnameleri, pa­ cema'atlar, ba'dehu beşinci bölük, ba'dehu altmış sekiz ve altmış yedi ve kırk
dişahın alayla saraydan çıkışına, sadra­ dört ve seksen iki cema'atlar, ba'dehu şâir cema'at ve bölük ortaları neferâtt ve
zamın, vezirlerin, kaptan-ı deryanın İs­ kazanları ile iki sıra gidüp, orta yerlerinde birer ve ikişer Ocak çavuşları ve Or­
tanbul'dan ayrılışlarına, cuma ve bay­ ta yazıcıları yürür; ortalar itmâmmda, sağ kolda birinci bölük, solda beşinci bö­
ram alaylarına ilişkin kuralları ve ayrın­ lük bayrakları verâlarında şâir ortalar bayrakları, iki sıra tamamında Oda-başı-
tıları veren bölümler içermektedir. Ör­ lar, kezâlik iki sıra hitâmında Çorbacılar, kezâlik iki sıra geçerler ve Çorbacılar
neğin, bir alay kortejinin düzenlenme­ süvari, orta yerlerinde Deveci Ağa ve Beytü'l-mâlci ve Baş-Çavuş, Ağalar, Ocak
sinde sadrazamdan başlayarak protoko­ imamı Efendi ve Zenberekçi ve Haseki Ağalar ve Turnacı-başı ve Sansuncu ve
lün en alt sırasında yer alana değin Zağarcı-başı ve Kul Kethüdası Ağalar ve Yeniçeri Efendisi, ba'dehu Ocak tuğla­
kimlerin, mevsimlere göre ne tür tören rı ve sîm kalkanlu yedekler ve İmâm-ı a'zam hazretlerinin beyaz sancağı,
giysileriyle alaya katılmaları gerektiği ba'dehu Yeniçeri Ağası, ba'dehu Tüfengciler ve Kâr-hânelü ve Kethüdâ-yeri ve
belirlenmiştir: "...Sadr-ı â'zâm hazretleri Ağa Kethüdası ve Baş-halîfe ve Beytü'l-mâl kâtibi ve Kîsedarlar ve Kethüdâ-yeri
kallavî ve ber-muktezâ-yı mevsim erkân kâtibi ve Dîvân kâtibi ve Kapı-halîfesi ve Çavuş-halîfe ve tabii, alem tertîb-i
kürkü ya ferace ve divân bisatlu esb ile mezkûr üzre mürur ederek, Alay-köşkü'ne gelmeden mukaddem zikr olunan
ve Re'isü'l-küttâb Efendi ve çavuşbaşı rü'esâ ve çorbacıyân ve şâir ağalar atlarından nüzul ve hil'atlar ilbâs olunduk-
ağa selimi ve muktezâ-yı mevsim üzre da, Çavuş-başı ile Hünkâr Kapıcılar Kethüdası dîvân libâsı ve sîm asaları ile pi­
erkân kürkü ya ferace ile..." vb kurallar yade önlerine düşüp, Alay-köşkü tahtına götürüp, beraber zemînbûs ve Kasrı
yanında alay sırasındaki hareketler, kar­ geçtikde, atlarına süvâr olup, alaya mülhak olurlar.
şılamalar da gösterilmiştir: "Ve yeniçeri Yeniçeri Ağası dahi zikr olunan mahalle geldikde, ber-vech-i meşrûh hil'at
ağası ibtidâ camie geldikde mahfel-i hü­ ilbâs olunduktan sonra, Çavuş-başı ile Kapıcılar Kethüdası istikbâl ve huzûr-ı
mâyûn kapusuna inüb şevketlû efendi­ hümâyûna îsâl olundukda, yeşil çuha samur kürk ilbâs ile ikram olunup, çıktık-
miz havli tapusundan duhûl buyurduk­ da râkiben ve ağayân-ı mezburân râcilen Kasr altına geldikde, özengi beraberi
lar gibi kapucubaşı ağalan yere beraber temenna eder, geçer. Bu alayda Yeniçeri Ağası rûz-merre desâr ve al çuhaya
temenna idüb..." veya "...müretteb alay kaplı, kapâniçe yakalı, uzun ferace yenli, muvahhadi resminde Vaşak kürk ve
ile bâb-ı hümayundan çıkub Alay Köş­ silâh ve bisât ile ve Yeniçeri Efendisi Kafesî destâr, ferace kürk ile Kul Kethü­
kü altından Hocapaşa'dan Bağçekapu- dası Balıkcin başında ve kezâlik al çuha Vaşak kürk, lâkin yakası ağanınkinden
sunda kireç iskelesine vardıklarında noksanca ve Sakkaların cümlesine bin kuruş atiyye-i hümâyûn ve beher orta­
duâ idüb..." ifadeleri bu türden ayrıntı­ nın Kara Kullukcularma, kazan ile giderken beyaz astarlı birer çıkı ve her bir
lara örnektir. TevkiîAbdurrahman Paşa Aşçıya onar altın ve derviş du'âcıya ve şâire ikişer üçer altın surra-i hümâyûn
Kanunnamesi 'nin "Kanun-ı Alay" baş­ verildi.
lıklı bölümünde, büyük alaylarda, sefe­
Şemdânîzade Fındıklılı Süleyman Efendi, Mür'i't-Tevarih II/A,
re çıkışlarda, diğer alaylarla türbe ziya­
(haz. M. Aktepe), s. 117-118, İstanbul 1978
retleri için düzenlenen alaylarda nelere
uyulacağı açıklanmıştır. Örneğin, vezir
ve serdar olanların silahdarları ile çuha­
darlarının kırmızı zerdûz üsküf, kırmızı
yumru su taslan ile gûnâ-gûn zillerle s e l a m adlı ikinci kapısı arasında kalan
kadife şalvar giymeleri, satırlarının ise
kemer raht ve gaddare ile atlarını beze- geniş alana alay m e y d a n ı denmiştir.
zerrin taçlar ile katılmaları, alay günle­
düb kendüleri dahi gûnâgûn akmîşe fâ- Çünkü, alay günleri, ilgililerin alay elbi­
rinde zırh giyilmek ve tirkeş kuşanılmak
hireler" giyinmiş olarak herkesi coştur­ selerini (üniforma) giyinmiş olarak bura­
gerekirse zırh üzerine celâbî kaftan
duklarını betimler. ya g e l m e l e r i g e r e k i y o r d u . B u r a d a alay
onun üstüne de çaprastlı kırmızı mevhi-
Batıda Avusturya ve Rusya'ya karşı bağlanıyor (kortejin oluşturulması) ve
dî giyilmesi, "atlara kıtas ve zerdûz aba
savaşlar açıldığında Anadolu'dan gelen alaya biniliyordu (atlara binilip hareket
ve yancak vurulması" gibi birçok ayrın­
eyalet askerleri, başlarında beylerbeyle­ edilmesi). Hava koşullarına ve sağlık du­
tının bu kanunnamede yer aldığı görül­
ri ve sancak beyleri olduğu halde ya rumuna göre padişah kimi kez at yerine
mektedir. Esad Efendi'nin Teşrifat-ı Ka­
Topkapı Sarayı'nın Alay Köşkü önün­ alay arabasına b i n e r e k kortejdeki yerini
dime adlı derlemesinde de benzeri ay­
den geçerek ya da Davudpaşa ordugâ­ almaktaydı. D o l m a b a h ç e S a r a y ı n a geçil­
rıntılar görülmektedir. Örneğin "tertib-i
hında alay göstermeleri de yasa gere­ dikten sonra, saat kulesine b a k a n selam­
alay-ı iyd-i saîd" başlığı altında divan-ı
ğiydi. Bunlara, padişahın ve sadraza­ lık kapısından girilen geniş avlu alay ye­
hümayun hâcegânının. kapıcı ağaların,
mın İstanbul'a dönüşlerinde düzenle­ ri, sarayın c a d d e y e b a k a n camlı k ö ş k ü
nişancı, defter emini, şıkk-ı sani ve
nen törenlere alay-ı a'zîm de deniyor­ de Alay Köşkü işlevini görmüştür.
sıkk-ı sâlis efendilerin, defterdarın, re-
du. Bu törenlerde, başlarında sorguçlu İstanbul'daki g e l e n e k s e l alaylar, ön­
isülküttabın, vezirlerin, sadrazamın, şey­
mücevvezi olan, omuzlarında topuz ta­ ce saltanatın (1 Kasım 1922), ardından
hülislamın alay protokolündeki sıraları,
şıyan alay çavuşları önden yürüyerek da halifeliğin (3 Mart 1924) kaldırılması
ayrıca alay boyunca kimlerin ne gibi
hem halkı coştururlar hem de korteje ile tarihe karışmıştır.
görevleri yapacakları da -seccade götür­
yol açarlardı. Örneğin, sadrazam Özde- Bibi. Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunna­
me, sarık taşıma vb- gösterilmiştir. Ör­
miroğlu Osman Paşa'nın 1584'te sefer mesi, Ankara, 1935, s. 93-152; Esad Efendi,
neğin, cuma selamlığında camiden çı­
için İstanbul'dan alayla çıkışı öylesine Teşrifat-ı Kadime (Tıpkıbasım), İst., 1979; Ali
kışta kapıcılar kethüdasının "elinde sim Şeydi Bey, Teşrifat ve Teşkilatımız, İst,, ty;
görkemli olmuştu ki, şair Harimî "Şöyle
a'sâ ve nim-tane kürk ve selimî ve kadi­ Küçükçebelizade İsmail Âsim Efendi, Küçük-
dolmuşdu sokaklar içi â'mm u hâsdan çelebizade Tarihi, İst., 1282, s. 555, 559,
fe şalvar ve çerkesî filâr ile piyade şev­
/ iğne atsan ytre düşmez kesret-i eşhâs- 600, 610; Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi,
ketlû efendimiz hazretlerinin" (padişa­
dan" diye başlayan uzun bir manzume III, İst., 1330; s. 218 vd; Mehmed Fuad (Köp­
hın) önünde yürümesi gibi. Evliya Çele­ rülü), "Bizans Müesseselerinin Osmanlı Mü­
yazmıştı.
bi, bir esnaf alayını anlatırken alay ça­ esseselerine Tesiri Hakkında Notlar", Türk
vuşlarının "ellerinde çevgân, dillerinde Osmanlı padişahlarının Topkapı Sara- Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, I, 1931, s.
vird-i Dâvudî olduğu hâlde küheylân yı'nda oturdukları zamanlar boyunca 270 vd, Evliya, Seyahatname, I, s. 511 vd;
atlara binüb altışar pâre yancakları ve (19. yy ortalarına kadar) bu sarayın bâb-ı Uzunçarşılı. Saray.
hümayun denen birinci kapısı ile bâbüs- ' N E C D E T SAKAOĞLU
181 ALEKSANDER

ALBERTI, TOMMASO nın toplantı merkezi haline gelen Kma- ğu Kadıköy takımında sürdürdü. Bu ta­
lıada'da yaşayan Alboyacıyan, 1922'de kımda oynadığı bir maçta sakatlanıp
(17. yy) İstanbul'da 1609 ile 1621 tarih­
Kahire'ye göç edip hayatının geri kalan futbolu bırakmak zorunda kaldı. Ömrü­
leri arasında kalan ve gördüklerini tas­
bölümünü orada tamamladı. nün sonuna kadar futbol maçlarını il­
vir eden Tommaso Alberti hakkında
Arşag Alboyacıyan araştırmacı-yazar- giyle izledi. Hayatı Kadıköy'de geçti.
bildiklerimiz ancak kendi yazdıklarıdır,
lığm dışında uzun yıllar öğretmenlik Orada öldü.
onlar da yok denecek kadar azdır. Bo-
lognalı ya da Venedikli olduğu sanılı­ görevinde bulundu. Mısır Murahhaslı­ CEM ATABEYOĞLU
yor. Venedikli tüccarların yanında yar­ ğında Divan başkanı oldu. Azad Midk
dımcı ya da uşak olarak 18 Mayıs 1609'- (Özgür Düşünce, 1936-1937) ve Kırase- ALEKSANDER (D'jak)
da Venedik'ten gemiye binerek 18 Tem- ri Araçnort (Kitapseverin Kılavuzu, (14. yy) M u h t e m e l e n 1394-1395'te,
muz'da İ s t a n b u l ' a geldi. 26 Kasım 1938-1949) dergilerini; D. Şahlamyan ile Konstantinopolis'e kısa bir ziyaret için
1612'de aynı tüccarların halı, ravent ve Gyank yev Kir (Hayat ve Yazı, 1948) gelen Rus gezgini. Büyük olasılıkla
ipek yüklü otuz üç arabasını, Polon­ yıllığını çıkardı. Novgorodludur. Mesleğini Rusçada çe­
ya'nın (bugün Ukrayna'da) Lvov kenti­ İstanbul tutkunu yazarın bu şehirle şitli anlamlara gelen d'jak (küçük kilise
ne götürmek üzere yola çıktı. İstanbul'a ilgili sayısız makalesi yıllık ve dergiler­ görevlisi; yazıcı veya muhasip; herhangi
1 Haziran 1613'te döndü ve üç hafta de dağılmış durumdadır. 1910 Surp Pır- seviyede bir devlet memuru) sözcüğüy­
sonra yeniden Lvov'a doğru hareket et­ giç Ermeni Hastahanesi Yılhğı'nda "Ni- le tanımlayan Aleksander, Bizans baş­
ti. Orta Avrupa'yı dolaşarak Venedik'e zamname-i Millet-i Ermeniyan"ın 50. yı­ kentinde ticaret amacıyla bulunduğunu
geldi ve oradan gemiye binerek 30 Ha­ lı nedeniyle çok geniş kapsamlı bir ileri sürer. Burada kaldığı sürece gördü­
ziran l6l4'te İstanbul'a ulaştı. Bu sefer araştırması: aynı yıllığın 1925 tarihli sa­ ğü yerleri kısaca anlattığı gezi raporu­
kentte yaklaşık yedi yıl kalan Alberti İs­ yısında ise "Anhedatsadz Hay Yegeğet- nun dışında başka hiçbir kaynakta adı­
tanbul'u son olarak 14 Mayıs l621'de sinerı Bolso Meç" (İstanbul'daki Kay­ na rastlanmaz.
terk etti, denizyoluyla Venedik'e var­ bolmuş Ermeni Kiliseleri) adlı yazısı ya­
yımlanmıştır. Yerektaryan Badmutyun Sözü g e ç e n kısa rapor, Aleksan-
dıktan sonra 1 Ağustos'ta Bologna'ya
Surp Hreşdagabed Yegeğetsvo Balatu der'ın ziyaret ettiği ve çoğunluğu kilise
geldi. Ancak İstanbul'la ilgisini kesme­
(Balat Surp Hreşdagabed Kilisesi Üç veya manastır gibi dini önemi olan yer­
diği görülür. Çünkü yazısında Mayıs
Yüzyıllık Tarihi. 1931) adlı eserde Balat lerin isimlerinden, buralarda bulunan
l622'de II. Osman'ın yeniçeriler tarafın­
Mahallesi'nin kuruluşu ve Bahtlıların kutsal emanetler veya meşhur ikonların
dan öldürülmesinden söz eder.
ilk kiliseleri olan Çarkhapan Surp Asd- listelerinden ve zaman zaman da bu
Alberti'nin bırakmış olduğu yazma, yerlere ilişkin efsanelerin anlatımından
vadzadzin hakkında kapsamlı bir yazısı
Bolognalı kitap meraklısı bir eczacının ibaret bir katalogdur.
vardır.
elinden bu kentin üniversite kütüpha­ Ortaçağ boyunca Bizans başkentini
nesine geçmiş, 1889'da Alberto Bacchi Alboyacıyan'm eserleri arasında bazı
büyük şehirlerdeki Ermeni kolonilerinin g ö r m e y e g e l e n b i r ç o k gezgin gibi,
della Lega tarafından Viaggio di Costa- Aleksander da kent turuna Ayasofya
ninopoli di Tommaso Alberti adıyla 202 tarihi önemli bir yer tutar: Badmutyun
Hay Gesaryo (Kayseri Ermenileri Tarihi, Kilisesi'ni ziyaret ederek başlamış, ora­
adet olarak basılmıştır. Metinde, İstan­ dan sırasıyla kentin doğusu, ortası ve
bul'un tasvirinden çok, Osmanlı Devle- 2 cilt, 1937), Badmutyun Yevtogyo Ha-
yots (Tokat Ermenileri Tarihi, 1961), kuzeybatısındaki diğer bellibaşlı kutsal
ti'nin idari düzeni hakkında oldukça ay­ yerlere uğramıştır. Gezisine şehir surla­
rıntılı bilgiler vardır. Ancak Bostancıbaşı Badmutyun Malatyo Hayots (Malatya
Ermenileri Tarihi, 196l), Huşamadyon rını güneye doğru takip eden bir yol­
kethüdasına olan yakınlığından dolayı, dan devam ettikten sonra, tekrar doğu
padişahın avda olduğu bir sırada, Top- Gudinahayeru (Kütahya Ermenileri Anı
Kitabı, 1961). Bazı önemli aile ve kişi­ istikametine yönelip, Büyük Saray ile
kapı Sarayı'nın deniz kapısından içeri Hippodrom'dan geçerek Ayasofya civa­
alınarak ona bazı köşkler ve harem da­ lerle ilgili eserleri de vardır: Krikor Zoh-
rab ir Gyankn 11 Kordzı (Krikor Zoh- rına geri dönmüştür.
iresinin altında bulunan büyük havuz
gezdirilmiş, havuzun içinde eğlence rab. Hayatı ve Eserleri, 1919), Krikor Aleksander'm aşağı yukarı iki-üç gün
için kullanılan küçük bir geminin (çek­ Gesaratsi Badriark yev ir Jamanagı sürdüğü tahmin edilebilen ziyareti bo­
tir!) olduğunu görmüştür. Bu mekânın (Patrik Kayserili Krikor ve Zamanı. yunca gördüğü yerler anlatılış sırasına
üstünde bulunan padişahın yatak odası­ 1936), Torkom Badriark Kuşagyan göre şunlardır: Ayasofya (bak. Ayasofya
na da bir göz attığını yazan Alberti, tas­ (Patrik Torkom Kuşagyan, 1940), Dad- Camii); Ayios Georgios Manganai Ma­
virlerinin doğruluğuna bakılırsa, harem yannen (Dadyanlar, 1965). nastırı; yine Mangana'daki Soteros Fi­
dairesini kısmen de olsa görüp yazabi­ Bibi. M. Boduryan. Hay Hanrakidag (Erme­ lántropos Kilisesi; Panalırantos Manastı­
len ender kişilerden biridir. ni Ansiklopedisi), c. I, Bükreş, 1938, s. 71- rı; Hodegetria Manastırı (bak. Hodeget-
72; Haygagan Sovedagan Hanrakidaran ria Manastırı ve Ayazması); Havariyyun
STEFANOS YERASİMOS (Sovyet Ermeni Ansiklopedisi), c. I. Erivan, Kilisesi (Ayios Apostoleion); Pantokra-
1974, s. 190. tor Manastırı (bak. Zeyrek Kilise Camii);
ALBOYACIYAN, ARŞAG VAĞARŞAG SEROPYAN Pammakaristos Manastırı (bak. Fethiye
(17 Haziran 1879, İstanbul - 24 Hazi­ Camii); Petra'da Ayios Ioannes Pródro­
ran 1962, Kahire) İstanbul Ermeni kili­ ALEKO (Tahtaperde) mos Manastırı; yine Petra'da Ayios Ni-
selerinin tarihi üzerine araştırmaları ile (1880, Midilli - 1955, İstanbul) Futbol­ kolaos Manastırı; Kariye (bak. Ka'riye
tanınmış yazar. Üsküdar'da doğdu. Öğ­ cu. Tam adı Aleko Kaliya'dır. Doğum Camii); Blaherna Kilisesi(->); Kosmidion
renimini Getronagan Lisesi'nde tamam­ yeri olan Midilli'den 15 yaşındayken İs­ Manastırı; Kutsal Peygamber Daniel Ma­
ladı. Sekiz yıl kadar ticaretle uğraştıktan tanbul'a geldi. Kadıköy gazinolarında nastırı ve Türbesi; Peribleptos Manastırı;
sonra, yazı hayatına atıldı. fıstık satarak hayatını kazanmaya başla­ Studios Manastırı (bak. İmrahor Camii);
Alboyacıyan'm ilk yazıları 1897'de dı. İstanbul'a yerleşmiş İngiliz ailelerin Kyra Marta (Rahibeler) Manastırı; Bü­
Püzantion gazetesinde yayımlandı. Kadıköy çayırlarında oynadıkları futbo­ yük Saray(-»); Küçük Ayasofya (Ayios
Hantes Amsordya, Goçnag, Püragn, lun cazibesine kapılarak 1900'de Kadı­ Sergios ve Bakkhus) (bak. Küçük Aya­
Masis ve Dzağig dergilerine S. Ankeğ- köy'de Rum arkadaşlarıyla birlikte Elpis sofya Camii); Hippodrom(->) ve son
ya, Şavarş takma adlarıyla yazılar yazdı. takımını kurdu. Bu takımda defans olarak kentin doğu ucundaki Ayios La­
Amenun Daretsuytsı'da (Herkesin Yıllı­ oyuncusu olarak kendini gösterdi. 1,90 zaros Manastırı.
ğı) yazmaya başladı. 1910-1922 arasın­ m'lik boyu ile rakip forvetlerin karşısın­
Bibi. G. P. Majeska, Russian Travelers to
da Türkiye Ermenileri Patrikliği'nde da büyük bir set gibi durduğundan Constantinople in the Fourteenth and Fif­
sekreterlik görevinde bulundu. Yazları "Tahtaperde Aleko" diye anıldı. Futbol- teenth Centuries, Washington, DC, 1984.
İstanbul'daki düşün ve sanat adamları­ culuğunu daha sonra İngilizlerin kurdu­ NEVRA NECİPOĞLU
ALEKSİOS I KOMNENOS 182

tokrat ailelerin saray ve devlet işlerinde­


ki üstünlüğü prensibine bağlıydı. Dola­
yısıyla, kendisi tahta çıkmadan önce
yüksek itibar ve yetki sahibi olan ve
büyük ölçüde sivil kesimi temsil eden
senatörler sınıfı ile hadımların yetkileri­
ni kısıtladı. Onlardan boşalan yerleri ise
kendi akrabaları ve taraftarlarıyla dol­
durdu. Aleksios'un ve sonra halefleri­
nin, hadımlara karşı takındıkları olum­
suz tavırda ayrıca o devirde çok vurgu­
lanan yiğitlik, erkeklik, mertlik ve cen­
gâverlik gibi aristokratça değerlerin de
rolü vardır. Aleksios rütbe ve unvanlar
sistemine getirdiği birtakım değişiklik­
lerle de, yine akrabalarının ve destekçi­
lerinin toplum ve saray hiyerarşisinde
zirveye çıkmalarını sağladı. Özellikle
kendi taraftarları için yarattığı yeni rüt­
be ve unvanlar yoluyla (örneğin ağabe­
yi Isaakios için icat edilen ve sonra sa­
dece imparatorların kardeşleri ve oğul­
larına verilen sebastokrator unvanı veya
eniştesi Mihail Taronites'in sırasıyla sa­
hip olduğu protosebastos ve panhyper-
sebastos gibi unvanlar) başkentin yöne­
tici sınıfının kompozisyonunu tamamen
değiştirdi. Son olarak, Aleksios tüm
devlet dairelerini logothetes ton sekreton
adlı tek bir görevlinin kontrolü altında
yeniden düzenleyerek bir başka merke­
ziyetçilik girişiminde bulundu. Gelgele-
lim, tüm gayretlerine rağmen, merkezi
iktidarı tam olarak yerine oturtamadı ve
hükümdarlığı sırasında, özellikle güçle­
rini kaybeden şahıs ve aileler tarafından
ALEKSİOS I KOMNENOS ratorluğu ve özellikle Konstantinopolis imparatora karşı düzenlenen çok sayıda
(1048, Konstantinopolis - 15 Ağustos ekonomisi için çok önemli sonuçlar do­ komplo ve darbeye muhatap oldu.
1118, Konstantinopolis) Bizans impara­ ğurdu, l l l l ' d e Pisa kenti de imparator­
dan benzer imtiyazlar aldı. İktisadi bakımdan Aleksios yönetimi­
toru (hd 1081-1118) ve Komnenos Ha- nin ilk on yılı sorunlu olmakla beraber,
nedanı'nın(-0 kurucusu. Babası Ioan- Aleksios'un hükümdarlığı aynı za­
sonraları para sisteminde yapılan bazı
nes Komnenos, annesi Anna Dalasse- manda Türklerin Bizans topraklarını
değişiklikler olumlu yönde kimi geliş­
ne'dir(->); kendisi irene Dukaina ile ev­ ciddi şekilde tehdit ettiği yıllara rast ge­
meler sağlanmıştır. Örneğin, 1081'den
lenmiştir. Anadolu'da toprak sahibi as­ lir. Selçuklularla Anadolu'da mücadele­
beri sürekli değer kaybeden Bizans al­
ker kökenli aristokrat bir aileden gelen ler sürerken, başkent Konstantinopolis
tın sikkesi, yaklaşık 1092'de imparato­
Aleksios, Konstantinopolis'te (istanbul) 1090-1091 kışında güçlü bir filoya sahip
run emri ü z e r i n e tam ayarlı yeni
imparator III. Nikeforos Botaneiates'e olan izmir Emiri Çaka B e y l e Peçenek-
''hyperpyron'larm piyasaya sürülmesiy-
karşı düzenlediği bir darbe sonucunda lerin denizden ve karadan ortak saldırı­
le yeniden değer kazandı.
başa geldi. Ağabeyi Isaakios Komnenos sına sahne oldu. Peçenekleri yine ancak
Kumanlarm yardımıyla geri çevirebilen Aleksios'un kilise ile ilişkilerinde,
ile beraber 14 Şubat 1081'de başlattıkla­
Aleksios, bu arada Bizans tahtına göz Norman ve Peçeneklerle savaşırken kili­
rı ayaklanma başkentin 1 Nisan'da düş­
diken ve kendini imparator ilan eden se hazinelerine el koymasının yarattığı
mesiyle sona erdi ve Aleksios 4 Ni­
Çaka Bey tehlikesinden, önce Ebul Ka- gerginlik haricinde, genel bir uyuşma
san'da imparator ilan edildi. Tahta çıkışı
sım'ı, sonra I. Kılıç Arslan'ı ona karşı ve işbirliği hâkimdi. İmparatorluğu dö­
Anadolu'nun askeri aristokrasisinin baş­
kışkırtarak kurtuldu. neminde kiliseyi ve doktrini tehlikeye
kentte hüküm sürmekte olan sivil aris­
düşüren bazı akımlar ve bu akımların
tokrasiye karşı zaferinin bir simgesi ola­ 1096-1097'de, I. Haçlı ordularının uğ­ temsilcileriyle bizzat mücadele etti. İm­
rak kabul edilir. rak yeri olan Konstantinopolis'te tekrar paratorlukta süratle yayılan ve başkent
Aleksios'u meşgul eden ilk önemli heyecanlı olaylar yaşandı, ilk önce Ami- ahalisi arasında da, özellikle aristokrat
meselelerden biri Normanların lideri ensli Pierre l'Hermite'in liderliğindeki çevrelerde, çok sayıda taraftar kazanan
Robert Guiscard'a (ö. 1085) karşı girişti­ disiplinsiz, yağmacı güçler, ardından itizalci Bogomil doktrininin lideri Basi-
ği mücadele oldu. 1081 Ekiminde Adri­ yüksek düzeydeki baron ve şövalyelerle leios'u tutuklattı ve yargılanmasından
yatik D e n i z i ' n i n doğu kıyısındaki beraberlerindeki ordular, imparatora ve sonra Hippodrom'da halkın gözleri
Dyrrakhion (Durazzo) kentini fetheden başkent halkına zorlu günler geçirttiler önünde yakılarak idam ettirdi. İmpara­
ve buradan Bizans başkentine doğru (bak. Haçlı Seferleri). tor bundan önce Ioannes Italos isimli
ilerleyen Robert Guiscard'la, Aleksios İçişlerinde ise Aleksios özellikle sa­ meşhur bir filozofun da antik felsefe ta­
ancak Alman imparatoru IV. Heinrich ray ve devlet teşkilatında birçok yeni raftarlığı ve Hıristiyanlık öncesinden
ve Papa VII. Gregorius ile giriştiği mü­ düzenleme yaptı. 11. yy'ın ortalarından kalma düşüncelere düşkünlüğü, Hıristi­
zakereler ve Venedik'ten sağladığı yar­ beri sürekli zayıflayan devlet otoritesini yan dogmalarını önemsememesi yüzün­
dımlar sayesinde başa çıkabildi. Vene­ yeniden güçlendirmek amacıyla sıkı bir den aforoz edilmesinde rol oynamıştır.
diklilerin yardımlarına karşılık onlara merkezileştirme politikası uyguladı. An­ Dindarlığıyla tamnan Aleksios, ayrıca
çeşitli ticari imtiyazlar tanıyan Aleksi- cak Aleksios'un merkeziyetçilik anlayışı hayır kurumları banisi olarak da ünlü­
os'un bu hareketi genelde Bizans impa­ kendi ailesinin ve ona bağlı diğer aris­ dür. Başkentte, Akropolis civarında, 6.
183 ALEMDAĞ

yy'dan beri var olan Hagios Pavlos ye­ Aleksios Sarayindan toprak üstünde Birinci Zaman'a (Paleozoik) ait ka-
timhanesi imparator tarafından onartılıp hiçbir iz yoktur. Yalnızca İvaz Efendi yaçlardan oluşan köyün arazisinde, ge­
genişletilerek, yetimhane ve okuluna ek Camii önündeki burcun en üstündeki rek Silür (yaklaşık 435-395 milyon yıl
olarak fakirler, körler, sakatlar, yaşlılar odanın saraya ait bir mekân olması öncesi), gerek Devon (yaklaşık 395-345
ve emekli askerler için bakımevlerini de mümkündür. Çevredeki arazide evlerin milyon yıl öncesi) devirlerine ait kayaç-
içeren, yepyeni bir kurum haline getiril­ altlarında duvar kalıntıları ve küçük sar­ lar da yer alır. Bu kayaçlar, detritik tortul
miştir. "Başkent içinde ikinci bir kent" nıçlara da rastlanır. Fakat bunların Alek­ kayaçlardan arkozlar, grovaklar, kuvar­
olarak tanımlanan Hagios Pavlos komp­ sios Sarayı'na ait olduklarını ispata yara­ sitler, feldispatlı kuvarsitler ve şeyllerden
leksinden "binlerce" kişinin yararlandığı yacak kesin dayanak yoktur. ibarettir. Alemdağ Köyü'nün çevresinde­
ve tamamını gezmek için tam bir gün Bibi. Janin. Constantinople byzantine, 125- ki en büyük yükselti Alemdağı'dır (442
gerektiği devrin kaynaklarında belirtilir. 126; J.-B. Papadopoulos, Les palais et les égli­ m). Kuzeybatıda Türbe Tepe (379 rh),
Bibi. F. Chalandon, Essai sur le règne d'Ale­ ses des Blachernes, Thessalonique, 1928, s. kuzeyde Göz Tepe (267 m) ve Papeli-
xis Ier. Comnène (1081-1118). Paris. 1900; 138, 141-147: F. Dirimtekin, "Les palais naçma Tepe (238 m), doğuda Kamburun
C. Morrisson, "La Logarikè: Réforme monéta- d'Alexis I et Manuel II pourraient être locali­ Tepe (138 m) ve güneydoğuda Alem-
ire et réforme fiscale sous Alexis I e r Coirme­ sés", TTOK Belleteni, S. 201 (1958), s. 23-24;
ay, "Ayvansaray'daki İmparator Sarayları Böl­ dağburnu Tepe (200 m) yakın çevredeki
ne" Travaux et Mémoires, VII, 1979, s. 419- diğer yüksek noktaları oluşturur.
464; M. Angold. The Byzantine Empire, gesinde Yapılan Kazı". Türk Arkeoloji Dergi­
1025-1204; A Politicai History, Londra-New si, IX (i960), s. 18-23.
Alemdağ Köyü ve çevresinin iklimi,
York, 1984, s. 102-149. SEMAVİ EYİCE içinde bulunduğu Marmara Bölgesi'nin-
NEVRA NECÎPOĞLU ki gibi Akdeniz ile Karadeniz iklim tip­
ALEMDAĞ leri arasında bir geçiş tipini oluşturur.
ALEKSİOS SARAYI İlin doğusunda, Ümraniye İlçesi'ne bağ­ Bu iklimin genel karakteri yazlar sıcak
İmparator I. Aleksios Komnenos (hd lı bir köydür. Resmi adı Alemdar ol­ ve kurak, kışlar ılık ve yağışlıdır. Ancak
1081-1118) iktidarı ele geçirdiğinde Sul­ makla birlikte yaygın olarak Alemdağ Karadeniz'e yakınlığı nedeniyle, yöre
tanahmet semtindeki Büyüksaray'da de­ diye adlandırılır. Kocaeli Yarımadası'nın güneyine naza­
ğil, şehrin kuzeybatı köşesinde Blaher- Kuzeybatıdan Polonezköy, kuzey ve ran daha serin ve nemlidir.
nai (Vlaherne) bölgesindeki küçük pav­ kuzeydoğudan Reşadiye, doğudan Mah- Köyün arazisinde üç farklı toprak ti­
yonlarda oturmayı tercih ettiğinden, bu­ mutşevketpaşa. güneydoğudan Paşa- pi görülür. Bunlar kırmızı Akdeniz top­
rada yeni bir saray binası yaptırtmıştır. köy ve güneybatı ile güneyinden de rakları, kahverengi orman topraklan ve
İmparatorun kızı Anna Komnena, Sultançiftliği köylerinin arazisiyle çevril­ alüvyal topraklardır. Alemdağ Köyü'nün
babasının hayatına dair yazdığı kitapta, miştir. 21 knv yüzölçümüne sahiptir. çevresindeki ormanlık sahalarda kırmızı
Aleksios'un burada, I. Haçlı Seferi'ni ya­ İdari bölünüş bakımından 1987'ye ka­ Akdeniz toprakları ile kahverengi or­
pan Batılı şövalyeleri kabul ettiğini bil­ dar Üsküdar İlçesi'ne dahilken, bu ta­ man topraklan yer alır. Kahverengi or­
dirir. Haçlılar 1096'da İstanbul'dan geç­ rihten sonra yeni kurulan Ümraniye İl­ man topraklarının üzerindeki orman ör­
tiklerine göre, saray bu tarihte tamam­ çesi'ne bağlanmıştır. tüsü, köye yakın alanlarda tahrip edil-
lanmış olmalıdır. Anna'mn yazdığına
göre, Haçlılar bu sarayda saklanan göz
kamaştırıcı zenginlikteki eşya ve değerli
şeylere hayran kalmışlardır. Bizanslı ta­
rih yazarı Georgios Pakymeres (1242-
yak. 1310), bu sarayı Aleksiakos basili-
kos triklinos (Aleksios'un imparatorluk
triklinos'u) olarak adlandırır. Latin işgali
sona erip Bizans devleti yeniden İstan­
bul'a sahip olduğunda, 1354'te burada
dini bir toplantı (consil) yapılmıştır.
1341-1354 yılları arasında tahtı ele geçi­
rerek imparator olan M. İoannes Kanta-
kuzenos yazdığı tarihinde bu sarayı bir
kaleye (frurion, kastellion) benzettiğine
göre, içten ve dıştan gelecek tehlikeleri
önleyecek biçimde tahkim edilmişti.
Sarayın, şehrin kara tarafı surlarına
bitişik olduğu, sur dışında ordugâh ku­
ran Haçlıların attıkları oklardan birinin
pencereden girerek, imparatorun yanın-
dakilerden birini yaralamış olmasından
anlaşılır.
İmparator II. İsaakios Angelos (hd
1185-1195) sarayı daha da tahkim et­
mek üzere bitişik bir kule yaptırdığına
göre, bu sarayın Eğrikapı'da üzerinde
İvaz Efendi Camii'nin bulunduğu teras
üzerinde ve belki de kısmen, hemen
yanında olan Anemas Zindanı denilen
kemerli ve tonozlu mahzenin üstüne
uzandığı tahmin edilir. Janin, Aleksios
Sarayı'nın belkide Emîr Buharî Tekke­
sinin olduğu yere kadar yayıldığını ileri
sürer. Dirimtekin tarafından yapılan ka­
zılar, bazı duvar buluntuları sağlamış ol­
makla beraber, bunların saray ile ilişki­ Alemdağ
Sedat Ara
leri aydınlatılmış değildir.
ALEMDAĞ KASRI 184

miş ve ziraat sahası haline getirilmiştir. ALEMDAĞ KASRI Bibi. İ. Yalçınlar, Türkiye Jeolojisine Giriş
Çevredeki kuvarsit tepelerde ana mater­ (Paleozoik açısından), İst., 1976; Y. Dön­
Alemdağı mesire yerinde, padişahın kı­ mez, Kocaeli Yarımadasının Bitki Coğrafya­
yalin ayrışması sonucunda ortaya çıkan
sa süre kalması için yapılmış bir biniş sı. İst., 1979: İ. Ketin, Türkiye Jeolojisine Ge­
malzeme, yağışlarla akıp gittiğinden, nel BirBakış, İst.. 1983.
kasrıydı. Sultan Abdülaziz (hd 1861-
toprak oluşumuna meydan vermez. SEDAT AVCI
1876) için Sarkis Balyan tarafından ta­
Köy ve çevresindeki akarsuların taban­
sarlanmış neoklasik üslupta, yüksek bir
ları alüvyal topraklarla kaplıdır.
bodrum kat üzerinde iki katlı kagir bir ALEMDAĞI İSPİNOZU
Köy sınırları içinde özellikle geçmiş yapıydı. 1940'lı yıllarda bekçisinin çıkar­
dönemlerde ekip-biçme faaliyetleri için Bayağı ispinoz, saka. flürya, iskete gibi
dığı bir yangında harap oldu. ötüşü güzel birçok kuş türünü içeren is­
orman tahrip edilerek arazi kazanılma­
İSTANBUL pinozgiller familyasının (Fringilla co-
ya çalışılmıştır. Köyün kuzeybatısında
yer alan Alemdağı, bitki örtüsünün çe­ elebs) bir üyesidir. İstanbul'da Alemdağı
ALEMDAĞI ispinozu olarak bilinir. İstanbul'un Ana­
şitliliği ile ilginçtir (bak. Alemdağı).
Alemdağ Köyünün arazisi Riva De- İstanbul'un Anadolu yakasında. Üskü­ dolu yakasında, Çekmeköy'den, kuzey­
resi'nin kolları tarafından sulanır. Yer­ dar-Şile arasına çekilecek hayali bir hat­ de Riva'ya kadar uzayan Alemdağı or­
leşmenin su ihtiyacının bir kısmı kay­ tın üzerinde yer alır. Deniz seviyesin­ man serisi ve avlağında, öteki göçmen
nak sularından (Defneli, Ayazma, Müte­ den yüksekliği 442 m'dir. Alemdağı ve kuşlarla birlikte görülür. Açık mavi, kır­
velli, Elmalı ve Kozpınar gibi), bir kısmı çevresi Birinci Zamanın (Paleozoik) Si­ mızı, yeşilimsi, beyaz-siyah tüyleri ve
da kuyulardan sağlanır. lurien ve Devonien devirlerine ait ka- diğer özellikleri ile öteki ispinoz türle­
Alemdağ Köyü'nün kumlusu hakkın­ yaçlardan meydana gelmiştir. Bu kayaç- rinden önemli bir farkı yoktur. Ancak
da kesin bir bilgi yoktur. Ancak yaşa­ lar. tortul detritik kayaçlardan arkozlar, ötüşü daha güzel ve şakraktır. Tanınma­
yanların çoğu "93 Rus Harbi" olarak bili­ grovaklar, kuvarsitler, feldispatlı kuvar­ sı ise 19. yy'da Alemdağı korularının ve
nen Osmanlı-Rus Savaşı yıllarında (1877- sitler ve şeyllerdir. Alemdağı'nı oluştu­ membalarının mesire (piknik yeri) ol­
1878) Hopa'dan göçmüş olanların to­ ran kayaçların tabakaları. Kocaeli Yarı­ masından sonraya rastlar.
runlarıdır. Son yıllarda özellikle Doğu madasındaki diğer yüksek tepeler gibi
Karadeniz kıyı şeridindeki illerden de doğu-batı doğrultusunda kıvrılmıştır. Bu
nüfus almaktadır. Nüfus sayımlarına gö­ kıvrılma hareketi muhtemelen Kaledo-
re köyün nüfusu büyük artış ve azalışlar nien Orojenezi'nde (435-395 milyon yıl
gösterir. Bunun en büyük nedeni çevre­ önce) meydana gelmiştir.
deki askeri birliklerin hareketleridir. Alemdağı. üzerini kaplayan orman
1970'lerden sonraki hızlı nüfus artışı ise örtüsüyle ilginç bir günübirlik dinlenme
köyün İstanbul'un banliyölerinden biri alanıdır. Kocaeli Yarımadası'nda görülen
olması ve sanayi tesislerinin özellikle iki farklı karakterdeki bitki örtüsünün sı­
1980'den sonra bu araziye yerleşmesidir. nırı bu dağdan geçer. Dağın kuzeye ba­
Köyün nüfusu 1935'te 337, 1970'te kan yamaçları nemli ormanlar sahasına
668 iken 1990 sayımında 6.684 olarak dahilken güneye bakan yamaçlarında
kaydedilmiştir. 35 yılda iki katma çıkan kum ormanlar görülür. Dağın zirve kesi­
nüfusun son 20 yılda on katına çıkması minden kuzeye. Polonezköy'e kadar
tüm İstanbul'a özgü g ö ç olgusunun olan bölgede, 250 m'ye kadar, kayın
Alemdağ'a yansımasını gösterir. ağaçlan (Fagus orientalis) hâkimdir. Ka­
Köyün geçimi yakın yıllara kadar tarı­ yının içine özellikle batı kesimde birlik­
ma dayanmaktaydı. Bu durum 1970'lere ler halinde kestane de (Castanea sativd)
kadar devam etmiştir. 1967'de köyde sa­ dahil olur. Doğuda ise gürgen (Carpi-
nayi tesisi olarak yalnızca yeğurthane nus betulus) ve ıhlamur (Tilia tomento-
vardı. Ancak son yıllarda ulaşım şartları­ sd) nemli ormanın diğer türlerini oluştu­
nın iyileşmesi ve hızlı nüfus artışı sonu­ rur. Özellikle kayının tahrip edildiği yer­
cunda Alemdağ Köyü önce bir banliyö lerde, hâkim türlerini kızılcık (Cornus
karakteri kazanmış, ardından sanayi te­ mas), muşmula (Mespilus germanica), DHKD Arşivi

sislerinin gelmesiyle bir sanayi merkezi üvez (Sorbus torminalis), geyik dikeni Alemdağı mesirelerine tutkun olan
halini almıştır. 1980'de süs eşyasından (Crataegus monogynd), fındık (Corylus ve sık sık bu çevreye binişler düzenle­
soba tuğlasına ve marley, muşamba, avellana) ve sırımbağınm (Daphne pon- yen II. Mahmud döneminde (hd 1808-
profil sac, asetilen gazı üretimi gibi deği­ tica) oluşturduğu maki benzeri bir bitki 1839) İstanbullular da günübirlik veya
şik ürünlerin üretildiği 20'nin üzerinde örtüsü yer alır. Kuzeye bakan yamaçlar­ çadır kurup geceleyerek Alemdağı'na
tesis bulunmaktaydı. da 250 m'nin altındaki yükseltilerde saç­ mesireye gitmeye başladılar. 19. yy bo­
Üsküdar-Şile karayolu kenarına yer­ lı meşe (Quercus cerris) toplulukları ya­ yunca süren bu geleneğin bir amacı da
leşmiş olan Alemdağ yerleşmesinin ula­ yılış gösterir. Alemdağı'nın güneye ba­ ispinoz ve bülbül dinlemekti. İlkbahar
şım problemi yoktur. İstanbul Belediye- kan yamaçlarında, kuru ormanı mazı sonu, yaz ayları boyunca tertiplenen
si'nin düzenli otobüs seferleri vardır. Su, meşesi (Quercus infectoria) ve yer yer geziler için özellikle mehtaplı geceler
elektrik ve ulaşım gibi hizmetlerin yanın­ maki temsil eder. Maki topluluğu için­ seçilirdi. Taşdelen ve Malkuyusu suları­
da ucuz işgücü ve arsa fiyatları, çevrede deki hâkim türler akçakesme (Phillyrea nı içmek, eğlenceler düzenlemek, meh­
sanayinin gelişmesini teşvik etmektedir. latifolid), kermez meşesi (Quercus coc- tapta ve koru serinliğinde dinlenmek,
cifera). kocayemiş (Arbutus unedö), özellikle Üsküdar ve Kadıköy halkı için
Bibi. Karakurum, "Alemdağ Ormanları ve
Orman Köyleri", (İstanbul Üniversitesi, Coğ­ funda (Erica arbored) ve katran ardıcı­ vazgeçilmez bir tutku oldu. "Alemda­
rafya Enstitüsü, bitirme tezi). İst., 1939; N. dır {Juniperus oxycedrus). Alemdağı'nın ğı'na ispinoz dinlemeye, Taşdelen suyu
Çakın, "Alemdar Köyü Beşeri ve İktisadi Etü­ kuzey yamaçlarında, gelişmiş ağaçlarıyla içmeye gidiyoruz!" diyenler, Üsküdar,
dü", (İstanbul Üniversitesi, Coğrafya Enstitü­ tam bir orman görünümü varken, güne­
sü, bitirme tezi), İst., 1967; Y. Dönmez, Ko­ Dudullu, Kısıklı, Sultançiftliği semtlerin­
caeli Yarımadasının Bitki Coğrafyası, İst., ye bakan yamaçlar çalı görünümlü ağaç­ den at ve öküz arabaları ile sazlı sözlü
1979; A. T. Akdoğan, "İstanbul'da Şehirleş­ lardan oluşmuştur. Ormanın özellikle alt yola çıkarlardı. İstanbul kibar çevreleri­
menin Tarım ve Orman Alanlarına Etkisi", Seviyeleri sürekli tahriple karşı • karşıya­ nin, doğal seslere ve çevre güzellikleri­
(İstanbul Üniversitesi, Coğrafya Enstitüsü, bi­ dır. Hayvan otlatma, kaçak ağaç kesimi
tirme tezi), İst., 1981; 1. Ketin, Türkiye jeolo­ ne düşkün aydınları ve sanatçıları da
ve tarla açmak için yapılan tahribat yüz­ Emirgân'da bülbül, Göksu'da mehtapta
jisine Genel Bir Bakış, İst.. 1983.
yıllardır devam etmektedir. kurbağa, Boğaziçi'nde açık yali pençe-
SEDAT AVCI
185 ALEMDAR OLAYI

resinden, deniz şıpırtısı dinlemek kadar, ettiği bir öncü birlikle Kabakçı'yı ve sıkıntısı baş gösterdi. Alemdar, kentte
Alemdağı ispinozlarının ötüşlerini dinle­ adamlarını öldürterek yamakları etkisiz kalabalık bir milis gücüyle dolaşıyor,
meye de meraklıydılar. Bunlar aralarına, duruma getirdi. 21 Temmuz 1808'de İs­ padişahın katına bile silahlı çıkıyor, astı­
dönemin ünlü bestekârlarını da (kema­ tanbul'a geldi. III. Selim'in öldürülmesi­ ğı astık bir yönetim anlayışıyla herkesi
ni Tatyos, k e m e n ç e c i Vasil, kanuni ni önleyememekle birlikte 28 Temmuz sindirmeye çalışıyordu. Bu sırada, Sek-
Şemsi, tanburi Yuvakim, Şevki Bey vd) günü IV. Mustafa'yı tahttan indirip II. ban-ı Cedid(->) adıyla, dağıtılan Nizam-ı
alırlar; kuşların ötüşüne eşlik eden fasıl­ Mahmud'u padişah ilan etti. Başlarında Cedid'in yerini alacak yeni bir asker ör­
lar tertiplerlerdi. Kimi zaman da ispi­ şubara, kuşakları, omuzları silahlarla do­ gütü için de aday yazımına başlandı.
nozları çalgı sesleri ile farklı ötüşlere lu 8-10.000 Kırcalı milis ile İstanbul'un Alemdar, padişahtan Yeniçeri Ocağinın
alıştırma yarışmaları düzenlenirdi. yönetimini ele geçirdi. Yeniçeriler, bu kapatılmasına onay alamayınca bu oca­
Kentin edebiyat ve sanat çevrelerin­ disiplinli ve silahlı güçle baş edemeye­ ğa karşı daha sert uygulamalardan çe­
de, ispinozların kimi saz sanatçılarını ta­ ceklerini görerek sindiler. kinmedi. İstanbul'un yüzyıllardır oluşa-
nıdıkları ve usullerini taklit ettikleri gibi Sadrazamlık görevini üstlenen Alem­ gelen yaşam pratiklerinden, kültürün­
iddialar ve fıkralar eksik olmazdı. İstan­ dar Mustafa Paşa. Rumeli ve Anadolu den de habersiz olduğu için, koymak
bul'un kenar halkı arasında ise Alemda­ ayanlarını İstanbul'a çağırarak Osmanlı istediği her kural tepkiyle karşılandı.
ğı ispinozu bir alay simgesiydi. İnce Devleti'nin iç ve dış güvenliğini sağla­ Milisler ise birkaç hafta içinde han, ha­
sesli ve hızlı konuşan, kısa aralıklarla ma konusunda görüşmeler yaptı. Arala­ mam, çarşı, kapan ve iskelelere el koy­
duraksayan, sesi pürüzsüz kimselere, rında Cebbarzade Süleyman, Karaosma- muş, vezir konaklarına yerleşmişlerdi.
kentli görgüsünü bir tarafa bırakıp ulu­ noğlu Hacı Ömer Ağa, Serezli İsmail Dönemin İstanbul ozanlarından Galatalı
orta ve seri konuşanlara, bazen ayıpla­ Bey, Kadı Abdurrahman Paşa, Gemici Hüseyin, bunlar için yazdığı uzun des­
ma, bazen de alaya almak için "Alem­ Ali Ağa, Hacı Ahmed Ağa gibi ünlü de­ tanında şöyle diyordu: Bastı İstanbul'u
dağı ispinozu" denirdi. Ahmed Rasim, rebeylerinin de bulunduğu ayanlar, 29 dağ civanları / Alemdar Paşanın pehli­
Şehir Mektupları'hda bir İstanbullu tipi­ Eylül 1808'de Sened-i İttifak denen bir vanları / Cümbüşlü olur bağçe zaman­
ni (Muhsin Bey) tanıtırken "...Alemdağı protokol imzaladılar. Bunun bir madde­ ları /Pek yamandır bu Kırcalı askeri.
ispinozu gibi öte öte Kadıköyü'nde de- si de yeniçerilerin. İstanbul'da ayaklan­ Babıâli'de oturan Alemdar da her
hen-i şikâyetini açar..." der. ma girişiminde bulunmaları durumunda gün kenti denetliyor, suçlu gördüklerini
NECDET SAKAOĞLU ayanların çağrı beklemeksizin başkente bir-iki dedirtmeden astırıyordu. Halk
gelmelerini içermekteydi. II. Mahmud arasında ise geceleri Babıâli'de zevk ve
ALEMDAR GENÇLİK KULÜBÜ (hd 1808-1839), bu protokolü kendi sefa içinde cariyelerle düşüp kalktığı
mutlak egemenliğine gölge düşürücü konuşulmaktaydı. İstanbul kahvehane­
1926'da Sultanahmet'te Alemdar semtin­ bulmakla birlikte kabul etti. lerine bu dedikoduları yayanlar yeniçe­
de kuruldu. Turuncu-lacivert formalı ku­
İstanbul'daki derebeyi ayanların her rilerdi. Çoğu ocağa kayıtlı yeniçeri olan
lüp futbol, boks ve basketbol dallarında
semte yayılan silahlı, saygısız ve vuru- esnaf ise Kırcalı milislere her gün rüşvet
faaliyet gösterdi. Uzun yıllar Alay Köş-
cu-kırıcı milisleri kentin özellikle çarşı vermekten, angaryaya koşulmaktan bık­
kü'nün çatısı altında barınan Alemdar
pazar düzenini büsbütün altüst etti. İaşe mıştı. Bu nedenle çarşı esnafının birço-
Gençlik Kulübü özellikle boks dalında
pek çok ünlü şampiyon çıkardı. Bunlar
arasında Halit Ergönül, Abdi Özkutlu,
Cevdet Özçendek, Cihat Vurucu gibi YENİÇERİLERLE SEKBANLARIN ÇARPIŞMALARI
isimler de bulunmaktadır. Futbol takımı
ise İstanbul mahalli liglerinde uzun yıl­ 4 Kasım çarşamba sabahı, Kadı Paşa, Demirkapı'dan; bir binbaşı Soğukçeş-
lardan beri faaliyetini sürdürmektedir. me'den; diğer bir binbaşı da Bab-ı Humâyun'dan olmak üzere, seymenleri ile
Alay Köşkü'nden çıkarılmasından sonra beraber dışarı çıkarak dövüşe dövüşe Irgatpazarı'na kadar ilerlediler ve o kadar
kulüp bir lokal sahibi olamadığı gibi, yeniçeri öldürdüler ki ceset yığınından sokaklar geçilmez bir hale geldi. Sey-
boksörlerini çalıştırabilecek yer de bula­ menler: "Ey yeniçeriler, neredesiniz? Dövüşmek için meydana çıkın" diye bağı­
madı. Yıllar geçtikçe artan ekonomik sı­ rıyor ve rast geleni öldürüyorlardı. Bu esnada, Kapudan Paşa da gemide hazır
kıntılar Alemdar Gençlik Kulübü'nü bu­ durmuş, kalabalık gördüğü iskeleleri topa tutuyordu. Gemilerden biri, toplan­
gün Sultanahmet'te küçük bir kahvehane mış bulunan yeniçerileri dağıtmak için bilhassa Ayakapı'yı ve Süleymaniye'yi
köşesinde ve salt amatör futbol dalında devamlı olarak topa tutuyordu. Fakat bu aksi netice verdi, çünkü sık sık atılan
faaliyette bulunmaya zorlamaktadır. toplardan dehşet içine düşen halk, yeniçerilerin tarafını tutmağa başladı. Kadı
CEM ATABEYOĞLU Paşa'nm kendileri[ni] amansızca imha edeceğini anlayan yeniçeriler, birbirine
cesaret vererek, halkın da iştirakiyle Kadı Paşaya karşı harekete geçtiler. Bü­
yük bir savaş oldu ve bir seymene karşı on kişi olmak üzere pek çok yeniçeri
ALEMDAR OLAYI
öldü. Paşa, yeniçerilerin kırıldıkça daha da çoğalarak hücum ettiklerini görün­
Babıâli Baskını, Alemdar Vak'ası, Bay­ ce, dövüşe dövüşe geri çekilip Cebehane kışlasına geldi ve orada da birçok
raktar Mustafa Paşa Vak'ası da denir adamı öldürdü. Seymenler ara sıra dışarı çıkarak dövüşüp ve hayli insan öl­
(16-19 Kasım 1808). Yeniçerilerin İstan­ dürdükten sonra içeri çekiliyorlardı. Bu suretle, iki defa gâh bu, gâh o taraf ka­
bul'da gerçekleştirdikleri son büyük zanıyordu. Bab-ı Humâyun'dan Ayasofya'ya ve Cebehane'ye kadar olan yerler
ayaklanmadır. kana bulanmış, sokaklar cesetlerden geçilmez olmuştu. Vaziyetlerinin fenalaştı­
1807'deki Kabakçı Mustafa Ayaklan- ğını gören yeniçeriler, seymenleri paniğe uğratmak için Cebehane'yi arka taraf­
ması'nın(->) ardından İstanbul çalkantılı tan birkaç yerinden ateşe verdiler. Bir rivayete göre ise, önce seymenler yangın
bir yıl geçirdi. III. Selim'in(->) tahttan in­ çıkarmışlar, yeniçeriler de onların hareketini tekrarlamışlardır. Cebehane gün­
dirilmesi. Nizam-ı Cedid(->) birliklerinin düz saat 5'de yanmağa başlamış ve büyüyen ateş cehennemi bir manzara mey­
dağıtılması, Boğaz yamaklarının terörü dana getirmişti. Bir taraftan yükselen alevler, diğer taraftan da top ve tüfenk
nedeniyle kentte can güvenliği kalmadı sesleri şehri tasviri gayri kabil bir dehşet içine düşürmüştü. Yayılan yangının bir
ve soygun olayları yaşandı. Sürgünler ve kolu Yerebatan sarayı, bir kolu Süleymanpaşa Hanı, diğer bir kol Fazılpaşa Ca­
idamlar devam ediyordu. Rusya ile sa­ mii, başka bir kol da Çatladıkapiya doğru uzandı. Yangın yirmiiki saat devam
vaş durumunun sürmesi de İstanbul ya­ etti. Hepsi de türklere ait olan evler, ne hamal ne de zabit bulunmadığı için
şamını etkilemekteydi. Sadrazam Çelebi bütün eşyaları ile beraber kül oldular ve sakinleri ancak canlarını kurtarabildi­
Mustafa Paşa cephede olduğundan kenti ler. Bununla beraber alevlerin içinde kalmış birçok insan da yanmıştır.
sadaret kaymakamı yönetiyordu. Orduy­
la birlikte İstanbul'a hareket eden Rus­ Georg Oğıılukyanin Ruznâmesi, (çev. H. D. Andreasyan), s. 41-42, İst., 1972
çuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa, sevk
ALEMDAR SİNEMASI 186

ğu, ocaklılarla birlikte hareket etmek lıkla Alemdar Mustafa Paşa. kurtuluş sün!" dediler. Babıâli'nin yıkıntılan ara­
durumundaydı. Bu d a y a n ı ş m a bir çaresi kalmayınca bodrumdaki cepha­ sında bulunup çıkartılan Alemdar Mus­
komplo hazırlığına da olanak verdi. İl­ neliği a t e ş l e m i ş t i . P a t l a m a s o n u c u tafa Paşa'nın cesedini çırılçıplak soyan
kin, Babıâli'nin duvarlarına yaftalar ya­ Alemdarla birlikte birkaç yüz yeniçeri yeniçeriler ipe bağlayıp sürükleyerek
pıştırıldı: "Kümelinden geldi bir çıtak. de öldü. Kalost Arapyan ölü sayısını kent sokaklarında "Savulun! Haydi açı­
Bayram ertesi ya kılıç oynayacak ya bı­ 800 olarak verir. lın, çabuk, işte Sadrazam Mustafa geli­
çak!" Eylemi planlayanlar için en uygun Olayın uzantıları kentin başka semt­ yor!" diye dolaştırdılar. Sonra iki ayağın­
zaman, kadir alayının(->) yapılacağı 15/ lerini de etkiledi. Rumelili milisler, kal­ dan bir ağaca asıp olmadık aşağılama­
16 Kasım (Ramazanın 27. gecesi) akşa­ dıkları veya saklandıkları evlerden, han­ larda bulundular. En son Edirne Kapısı
mı idi. lardan toplanıp sur dışına çıkartıldılar. dışında bir hendeğe attılar. Alemdar
Yeni Odalar'da toplanan 450 kadar Hasköy Ayanı Süleyman Ağanın kaldığı yanlısı Kaptan-ı Derya Râmiz Paşa ile
yeniçeri, suikastı kararlaştırıp yemin et­ konak basıldı. Birçok kamu görevlisi Kadı Abdurrahman Paşa, tersane emini
tiler. Bunlardan 300'ü Atmeydanı. diğer­ parçalandı. Ölüler. Ağa Kapısının avlu­ ve başkalan İstanbul'dan kaçtılar. Bun­
leri ise gruplara ayrılıp Ağa Kapısı'na, suna atıldı. İkindiye doğru saraya yöne­ lar, daha sonra gittikleri yerlerde yaka­
Çarşıkapı ve Çemberlitaş'a yöneldiler. len ayaklanmacılar, içerideki sekban as­ lanıp idam edilmişlerdir.
Ağa Kapısına gidenler yeniçeri ağasını kerlerinin bir çıkış hareketiyle püskür­ Bu kadar olaydan sonra somut bir
öldürdüler. Öte yandan, o gün iftar için tüldüler. Sekbanlar, silahlarını ateşleye­ başka sonuç daha elde edemeyecekleri­
Şeyhülislam Esad Efendinin Çemberli- rek Bâb-ı Hümayun'dan çıktılar. Atmey- ni kavrayan yeniçerilerle öteki katılımcı­
taş'taki konağına giden Alemdar Musta­ danı'na kadar gövde gösterisinde bu­ lar. Çarhacı Ali Paşa'nın, kazaskerlerin
fa Paşa, Ayasofya Camiindeki kadir ala­ lundular. Dükkânlardan, fırınlardan bul­ öğütlerine uyarak 19 Kasım (Ramazan
yına yetişmek için erkenden çıktı. İstan­ duklarını yağmalayıp geri saraya dön­ Bayramı arifesi) günü sözde yatıştılar.
bullular, kutsal gece nedeniyle Çarşıka- düler. Alemdar m intiharından sonra Koşulları. Sekban-ı Cedid Ocağinın ka­
pı'dan Ayasofya'ya uzanan Divanyo- kışlalarına çekilmeyi tasarlayan yeniçe­ patılması idi. Fakat o gün de Selimiye
lu'nu ve ara sokakları doldurmuşlardı. rileri, İstanbul medreselerinin bağnaz ve Levent çiftliğindeki sekban kışlalarını
Yeniçeriler, akşam karanlığmda kalaba­ kesimi sürekli kışkırtmaktaydı. Bunlar, yaktılar. Bu semtleri yağmaladılar. Be­
lığın arasına dağılarak suikast fırsatı kol- eyleme katılmayanların nikâhlarının dü­ yoğlu cihetine zarar verdiler. Yakaladık­
ladılarsa da Alemdarin vardacıları, ka­ şeceğini bildiren bir de fetva çıkartmış­ ları sekbanları da öldürdüler. Zorbaların
vas ve sekbanları halkı döverek güç be­ lardı. O akşam yeniçeriler, kışlaların isteğini kabul eden I I . Mahmud, eski
la yol açtılar. Alemdar, Ayasofya'daki s e k b a n l a r c a b a s ı l a c a ğ ı n d a n korkup çavuşbaşı olan İstanbul Kaymakamı
törene katıldıktan sonra Babıâli'ye gitti. kentin amele takımını (ırgat, hammal, Muhsin Paşa'yı sadrazam, Hacı Memiş
Atmeydanı'nda toplanan yeniçeriler ise kayıkçı vb) zorla sokak ve mahalle nö­ Efendiyi sadaret kethüdası, Şeydi Ali
Babıâli'ye topluca gitmenin kuşku u- betine koydular. Paşa'yı kaptan-ı derya atadı.
yandıracağını düşünerek, "Yangın var!" 16/17 Kasım 1808 gecesi. I I . Mah­ Yüzlerce insanın öldüğü, evlerin,
ağzıyla harekete geçmeyi uygun gördü­ mud, yaşamını ve tahtını güvenceye al­ dükkânların yağmalanıp yıkıldığı Alem­
ler, "sabahtır" sözcüğünü de parola mak için, daha önce tahttan indirilmiş dar Olayı, İstanbul halkını ve II. Mah-
edindiler. Küçük gruplar halinde ara bulunan ağabeyi IV. Mustafa'yı boğduıt- mud'u çok etkiledi. Padişah, 1815'e ka­
yollardan ve sokaklardan Babıâli'ye yö­ tu. I I . Mahmud. Osmanlı hanedanının dar önemli hiçbir yeniliğe girişemedi.
neldiler. Eski Odalar'daki bölükler ve hayattaki tek bireyi kaldı. Ertesi gün, Yeniçerilerin kentteki şımarıklığı ve zor­
acemioğlanlar da sahurdan önce Vezne­ ayaklanmacılar yeniden saraya yöneldi­ balığı sürdü. Kahvehanelerde yıllarca
cilerden topluca yürüyüşe geçtiler. ler. Ayasofya'nın minarelerinden kurşun olayın destanları, ağıtları okundu. Örne­
Babıâli'yi kuşattıklarında, artık Alem- attılar. Sarayın suyollarını tahrip ettiler. ğin, aynı zamanda bir yeniçeri olan
dar'm dışarıya haber uçurup milislerini Sekbanlar ikinci bir çıkışla yeniçeri ka­ Derviş Osman, konuya ilişkin uzun des­
getirtmesi olanağı kalmamıştı. Yeniçeri­ labalığını dağıttılar. Cebeci kışlalarını tanında, Sahur taamında yediğim yağlı
ler ilkin ahşap konağı ateşe verdiler. basıp yakaladıkları yeniçeriyi öldürdü­ / Dört yanım ateştir kollarım bağlı / Ka­
Alemdar Mustafa Paşa, dışarı çıkmaya­ ler. Kanlı sokak çarpışmaları oldu. 5.000 ra kın içinde kılıçlar zağlı / Kıymayın
rak yanmdakilerle Babıâli'nin kagir bö­ yeniçerinin, 600 sekbanın öldüğüne iliş­ canıma der Mustafa Paşa dizeleriyle
lümünün bodrumuna indi. Mazgaldan kin tarihi bilgilerde abartı yoksa, o gün Alemdar'ın trajik sonunu anlatmıştır.
kurşun atmak suretiyle yeniçerileri oya­ İstanbul'un korkunç bir katliam yaşadı­ 1826'da Yeniçeri Ocağı kapatıldıktan
lamayı ve sabahı beklemeyi denemek ğı söylenebilir. Haliç'teki donanma ge­ sonra ise Alemdar'm bir kahraman kim­
istedi. Bu sırada tek tük oraya gelen milerinden de Ağa Kapısı topa tutuldu. liği kazandığı dikkati çeker.
Kırcalıları ise ayaklanmacılar hemen öl­ Cebeci Kışlası'nda çıkan yangın, Aya­
dürmekteydiler. Savunma 7-8 saat sürdü sofya, Sultanahmet semtlerine yayıldı. Bibi. Tarib-i Cevdet, Vili, X; Tarih-i Şâniza-
de. I: Mustafa Nuri Paşa, Netayicul-Vukuat,
ve ertesi gün (16 Kasım) kuşluk vakti Üçüncü gece boyunca genişleyen yan­ III-IV, İst., 1327; 1. H. Uzunçarşılı, Rumeli
oldu. Bodruma giremeyen yeniçeriler, gın, olayların heyecanıyla birlikte İstan­ Ayanından Tirsinikli İsmail, Yılıkoğlu Süley­
yapının kubbesini yıkmaya başladılar. bul halkını korkuya boğdu. Herkes so­ man Ağalar ve Alemdar Mustafa Paşa, An­
Yangının dumanlan, kuşatmacılar, seyre kaklarda sabahladı. 18 Kasım günü de kara, 1942; Karal, Osmanlı Tarihi, V; G.
gelen halk ve esnaf, o günkü Babıâli hem yangın, hem eylemler devam etti. Oğulukyan, Georg Oğulukyan'ın Ruzname-
si-1806-1810 İsyanları, III. Selim, IV. Musta­
mesaisine gelen kamu görevlileri ile or­ Bu kez, Galata ve Tersane semtlerin­ fa, II. Mahmud ve Alemdar Mustafa Paşa,
talık ana baba günüydü. Herkes izliyor, deki külhanbeyi, kopuk, serseri, ipsiz, ist., 1972; Efdaleddin (Tekiner), "Alemdar
fakat içlerinden müdahale etmek iste­ kaçak takımları, Kandıralı Mehmed adlı Mustafa Paşa", TOEM, no. 10-21 (1911-1913);
yenler çıkmıyordu. Öte yandan ayak­ bir kabadayının peşine takılıp yürüyüşe Ali Rıza, Bir Zamanlar ; K. Arapyan, Rusçuk
lanmacıların ileri gelenleri, ulemadan Âyânı Mustafa Paşa'nın Hayatı ve Kahra­
geçtiler. Tophane'yi ve Tersane'yi ele
birkaç kişiyi, kendilerini tutan bağnaz manlıkları. Ankara, 1943.
geçirdiler. Topçu, top arabacı askerle­
Aygır İmam'm görüşü doğrultusunda NECDET SAKAOĞLU
riyle birlikte İstanbul tarafına geçip At-
saraya gönderdiler. Amaçlan, padişahı meydanı'na geldiler. II. Mahmud'un, es­
da tahttan indirmekle tehdit etmekti. ki padişahı (IV. Mustafa) öldürttüğünü ALEMDAR SİNEMASI
Fakat I I . Mahmud, Tersane'den ve Üs­ öğrenince "Bu padişaha itimadımız yok­ İstanbul'un sinema olarak yapılmış ve
küdar Kışlasindan getirttiği disiplinli 3- tu. Esma Sultana (I. Abdülhamid'in kı­ halen ayakta olan en eski salondur.
4.000 askerle saray güvenliğini sağlamış zı) ya Tatarzade (Kırım Hanı soyundan) Gülhane'den Yerebatan Sarayina doğru
bulunuyordu. birine, Konya'daki çelebiye (Mevlevi çıkarken, Alemdar Caddesi üstünde sağ
Öğle üzeri, Alemdar'm sığındığı bö­ şeyhi) biat ederiz. Padişahlar insan de­ koldadır. Bugün (1993) otomobil galeri­
lümde büyük bir patlama oldu. Olası­ ğil midir? Kim olsa olur. İllâ bize ilişme- si olarak kullanılmaktadır.
187 ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ

Ihtifalci Ziya Bey, sinemanın yapıldı­ deki öbür hocaları Musevi besteciler
ğı yerde eskiden bir Bizans Manastı- Şem Tov Şikâr (1840-1920) ile Hayyim
rı'nın (Meryem Ana) bulunduğunu söy­ Alazraki'dir (ö. 1913). Hem Musevi dini
ler. Salonun inşa tarihi belli değildir. musikisi hem de klasik Türk musikisi
Cumhuriyet'ten önceki yıllarda işletme­ alanında yetişti. Türklere ve Yahudilere
cisinin Haçaras Efendi, sonra ise Anas- musiki dersleri verdi. Algazi'nin eşine
tas ve Vasil Anas kardeşler olduğunu az rastlanır, geniş hacimli sesi ile üstün
1933'te Cumhuriyet gazetesinde çıkan okuyuş üslubu 78 devirli plaklarla gü­
bir yazıdan öğreniyoruz. Mustafa Gök­ nümüze ulaşmıştır. Bu plaklardan 32'si
men de, çeşitli gazete kayıtlarına daya­ dini ve dindışı Yahudi şarkıları ile do­
narak, sinemanın ilk sahibinin Mehmed ğaçlamalardır. Bu ezgilerin en belirgin
Abut Efendi, ikinci sahibinin ise Sadık özelliği, bir-iki şarkı dışında tümünün
Bey olduğunu yazar. Türk musikisi makamlarının yapısı için­
Alemdar Sineması'nın bir özelliği de de bestelenmiş ve icra edilmiş olmasın­
kadın ve erkeklere bir arada film oynat­ dadır. Doğrudan doğruya Türk musikisi
mayı ilk deneyen salon oluşudur. Bilin­ için doldurduğu plaklarda ise şarkılar
diği gibi İstanbul'da ilk sinema salonları ve gazeller okumuştur; Türk musikisi
açıldığında müşteriler sadece erkekler­ plaklarının tam bir dökümü çıkarılma­
di. Alemdar'da ise, kapıdan perdeye mıştır. Tamamı İstanbul'da doldurulan
doğru tahta perdeyle salon ikiye bölü­ her iki türdeki plaklarında da ses, perde
nerek, bir tarafına kadın, diğer tarafına ve aralık hâkimiyeti hemen dikkati çe­
erkek seyirciler alınmıştır. Burhan Ar- ker. Özellikle "gazel" türünü başarıyla
pad, 19601ı yıllarda kaleme aldığı bir kullanmıştır. Üslubu ve tavrı zamanın
yazıda, Alemdar Sineması'nın bir za­ tanınmış birçok Türk musikisi okuyucu­
manlar İstanbul sinemalarının en kibar su üzerinde etkili olmuştur. Gözlemcile­
salonu olarak tanındığını belirtir. 470 ki­ İzak Algazi re göre Türk musikisi repertuvarı da ge­
şilik, locası ve balkonu bulunmayan bir Edwin Seroussi, Mvzimrüt Qedem - The Life andMusic niş olan bir sanatçıydı. Algazi üzerine
salona sahip olan Alemdar Sineması, ofR. Isaac Algazi from Tıırkey, Kudüs, 1989 bir araştırma yayımlayan, İsrail'deki
açıldığı günden 1960'lara kadar sürekli Bar-Ilan Üniversitesi öğretim üyesi Dr.
yabancı film oynattı. Daha sonra ise Edwin Seroussi sanatçının taş plakların­
Orientale'de yazdığı yazılarda dile getir­ dan temizlenerek hazırlanan iki kasetini
yerli film gösterilmeye başlandı. 1974'te di; Atatürk'ün modernleşme ve Batılılaş­
seyirci sayısı iyice azalmca kapatıldı. kitapla birlikte yayımlamıştır.
ma konusundaki düşüncelerini savundu.
Önce spor salonu oldu, ardından da Algazi aynı zamanda bestecidir. Ne­
1930'lu yıllar Algazi için oldukça hu­
otomobil galerisi yapıldı. veser kâr, suzidil, şevkefza, mâye ve
zursuz yıllardır. Devlet memuriyetinde
Bibi. Gökmen, Sinemalar, 27; İSTA, II, 606. bestenigâr fasılları bestecilik alanındaki
Türklerin azınlıklara tercih edilmesi yü­
GÖKHAN AKÇURA zünden iş bulma imkânları azalmış, bu başlıca ürünleridir. Ne var ki, bu eserler
arada radyo yönetim kurulu üyeliği yet­ bestelendiği günlerde seslendirilmişse
Al GAZİ. İZAK kililerce onaylanmamıştır. Çıkardığı haf­ de notaları yayımlanmamış, mirasçıların­
talık gazete 1933'te İbrani alfabesini bı­ da kalmıştır. Sanatçı bunlar dışında bir
(24 Nisan 1889, İzmir - 3 Mart 1950,
rakıp, Latin alfabesini kabule zorlanmış, de "tayyare marşı" bestelemiştir. Şiirleri
Montevideo, Uruguay) Yahudi asıllı,
Siyonist eğilimleri de Türkiye'de kalma­ ile şiir derlemeleri Türk musikisi açısın­
klasik Türk musikisi ve Musevi dinî mu­
sını engellemiştir. Bütün bu etmenler dan önem ve özellik taşır. Bu şiirlerin
sikisi okuyucusu; Musevi din adamı.
sonucu Türkiye'de artık barınamayaca- her biri bir musiki faslında yer alan mu­
"Bülbülî Salomon" lakabıyla tanınan, si­
ğma inanan Algazi önce Paris'e göç et­ siki eserleri için yazılmış, bir araya geti­
nagog hazzanı (hanendesi), besteci Sa­
miş, iki yıl sonra da Uruguay'ın Monte­ rildiğinde bir dizi oluşturan güftelerdir.
lomon Algazi'nin oğludur. İlk ve orta
video şehrine yerleşmiştir. Her dizi bir makamın adını taşır.
öğrenimini İzmir'de tamamladı. 19l4'te
İzmir'deki Yahudi okullarında öğret­ İzak Algazi İstanbul'daki Yahudi ce­ Algazi'nin bir de Hüseynî Fasit adlı
menliğe başladı. Genç yaşta Yahudi ce­ maatinin en tanınmış hahamlarından ve bir nota yayını vardır. 1925'te İstan­
maati içinde ve dışında çeşitli toplumsal en seçkin aydınlarından biridir. Geniş bul'da yayımladığı bu kaynakta çeşitli
faaliyetlere katıldı, cemaate bağlı kuru­ kültürü son yıllarında yayımlanan, ma­ Musevi bestecilerin bir "fasıl" oluşturan
luşlarda görevler aldı. 1908-1911 arasın­ kale, şiir ve öteki edebi yazılarını topla­ eserlerinin notaları yer almaktadır.
da İzmir Belediye Meclisinde üye ola­ dığı kitaplarında görülür. Aynı zamanda Bibi. A. Galanti, Türkler ve Yahudiler, İst.,
rak bulundu. I. Dünya Savaşı ile Yunan güzel konuşan, etkileyici bir hatipti. Ya­ 1947; A. Galanti, Türk Harsı ve Türk Yahudi-
işgalinin yol açtığı yıkımlar İzmir'deki si, İst., 1953; E. Seroussi, Mizimrat Qedem-
hudi ve Türk musikilerindeki ustalığı
The Life and Music of R. Lsaac Algazi from
Yahudi cemaatini de etkileyince 1923'te ise en önemli yönüdür. Bu çokyönlülü- Tıırkey, Kudüs, 1989; B. Aksoy, "Unutulmuş
ailesiyle birlikte İstanbul'a göç etti. İs­ ğüyle Türkiye Yahudi cemaati içinde Bir Musiki Üstadı: Haham İzak Algazi Efen­
tanbul'da Şişhane'deki Neve Şalom Si- benzerine az rastlanır bir ün kazanmış, di", Argos, no. 37, Eylül 1991.
nagogu'nun(->) maftirimine (koro) girdi, nerdeyse efsaneleşmişti. Bu efsane bu­ BÜLENT AKSOY
bir süre sonra da musiki faaliyetleriyle gün de Yahudi cemaati içinde canlıdır.
tanınan Galata'daki İtalyan sinagoguna ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ
Algazi 20. yy'ın en önde gelen Sefa-
hazzan ve musiki müdürü oldu.
rad musikicilerinden biridir. Yahudi Kentin çeşitli semtlerinde, son beş yıl
Algazi İstanbul'da geçirdiği on yıl dünyasında yakın zamanların en büyük içinde kurulup yaygınlaşmaya başlayan,
içinde Yahudi cemaatinin en ileri gelen Doğulu musiki adamlarından biri sayıl­ içinde çeşitli mağazalar yanında eğlence
hahamlarından biri oldu. Yahudi eğitim maktadır. Musikiciliğiyle Türklerin de ve boş zaman değerlendirme birimlerini
kurumlarında etkin görevler üstlendi. hayranlığını kazanmış, musiki çevrele­ de toplayan büyük merkezler.
Cemaatle genç cumhuriyetin ileri gelen­ rinde seçkin bir sanatçı katına yüksel­ İlki 1988'de Ataköy'de Galleria adı
leri arasındaki ilişkileri geliştirmeye ça­ miştir; musikideki bilgisi ve ustalığından altında açılan modern alışveriş merkez­
lıştı. Yahudi cemaatinin cumhuriyetin ötürü Türklerce "Hoca'' sıfatıyla anılırdı. leri, tarih boyunca her zaman canlı bir
ülküleriyle bütünleşmesi gerektiği görü­ Musiki yeteneği çok genç yaşta fark alışveriş ve ticaret kenti olan İstanbul'­
şünü benimseyerek bu inancını İstan­ edilen Algazi ilk musiki bilgilerini baba­ un Kapalıçarşı, Mısır Çarşısı, büyük pa­
bul'da çıkardığı haftalık gazete La Voz sı Salomon Algazi'den öğrendi. Musiki­ sajlar gibi mekânlarının işlevini günü-
ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ 188

müzde yüklenmiş çarşılardır. Aynı çatı


altında giyim kuşamdan gıdaya, elektro­
nik eşyadan müzik aletlerine kadar çe­
şitli ürünleri pazarlayan mağazaları, bü­
roları, lokanta ve cafeleri, eğlence, din­
lenme ve boş zamanları değerlendirme
birimlerini barındıran bu merkezler,
1990'dan itibaren farklı semtlerde birbiri
ardına kurulmaya başlayarak kentin
ekonomik yaşamında olduğu kadar sos­
yal yaşamında da yeni bir ilgi odağı ha­
line gelmiştir. Her gün binlerce müşteri
ve meraklının ziyaret ettiği bu merkez­
ler sinema, toplantı, fuar solanlarına;
buz pateni pisti ve oyun salonları gibi
bölümlere de sahiptir. İçlerindeki çeşitli
lokanta, kafeterya ve barlarda değişik
ülke mutfaklarından örneklerin de su­ Altunizade'de Eylül 1993'te açılışı yapılan alışveriş ve eğlence merkezi Capitol.
nulduğu alışveriş merkezlerinde ünlü Elif Erim / ıtı ı V Arşivi
mağaza ve kuruluşların şubeleri, irili
ufaklı dükkânlar vardır.
rupa'da o yıl hizmete giren 78 merkez Center Şişli'de, 19 Mayıs Caddesi üze­
Büyüklükleri, çeşitlilikleri, modern arasında yaptığı bir değerlendirmede, rinde kuruludur. 1990 Eylül'ünde faali­
ve özenli mimarileri, yönetim anlayışları en iyi mimari tasarım, en iyi mağaza ka­ yete geçmiştir. İ n ş a a t ı n a T e m m u z
ve işletmecilikleriyle Türkiye için yeni rışımı, en detaylı proje, en hızlı inşaat 1986'da başlanan merkez toplam 16.280
örnekler oluşturan bu merkezler kendi ve en farklı özellikleri taşıyan merkez m 2 alan üzerine kuruludur. İşmerkezi
güvenlik ve enerji sistemlerine, açık ya olarak birinciliği kazanmıştır. olarak hizmet veren Nova Baran Plaza,
da kapalı otopark alanlarına sahiptirler. 13.350 m" de 20 ofis katı ile bunlara ait
Capitol alışveriş ve eğlence merkezi
İstanbul'da açılan alışveriş merkezleri­ bir kapalı garajdan oluşmaktadır. 3 a-
Altunizade'de. Tophanelioğlu Caddesi
nin sonuncusu Eylül 1993'te hizmete gi­ det, 21 kata hizmet veren. 1 adet de 5
üzerinde kuruludur. 18 Eylül 1993'te
ren Capitol'dür. Nova Baran, Pyramid,
açılmıştır. Projesi, Miar Mimarlık AŞ tara­
Atrium yanında kentin çeşitli bölgele­
fından hazırlanan inşaatın yapımını üst­
rinde halen en önemlisi inşaatı bitmekte
lenen Mesa Grubu ile Tursoy Otelcilik
olan Levent-Etiler Nisbetiye Caddesi ü-
ve Turizm Yatırımları AŞ'nin ortak yatırı­
zerindeki Ak Merkez olmak üzere ben­
mı olan merkezin yönetimini. Mesa ve
zer yeni merkezlerin de kurulması plan­
Tursoy grupları tarafmdan kurulan Metur
lanmaktadır.
Alışveriş Hizmetleri AŞ yürütmektedir.
Kentin modern alışveriş merkezlerinin
Toplam 57.000 m2 alanda kurulu o-
ilk örneklerinden olan Galleria'nın inşa­
lan 6 katlı Capitol, 2 garaj katı, 3 alışve­
atına Ocak 1987'de, Ataköy Turizm Mer­
riş katı ve eğlence merkezinden oluş­
kezi Kompleksimin ilk bölümü olarak
maktadır. 131 bağımsız bölümü vardır.
başlanmış ve projesi Hayati Tabanlıoğ-
Zemin katmda 3.800 m2 alana yayılmış
lu'na ait olan Galleria. 18 ayda tamam­
irili ufaklı hazır yemek işletmeleri ve
lanmıştır. Türkiye Vakıflar Bankasfnın iş­
konfeksiyon mağazaları yer almaktadır.
tiraki Ataköy Turizm Tesisleri ve Ticaret
Birinci katında, 50 m 2 'den 210 m2'ye ka­
AŞ tarafından işletilen Galleria, toplam
2 dar çeşitli genişlikte giyim mağazaları,
77.000 m 'lik alana yayılmıştır. Merkezin
ayrıca bu iki kata birden yayılmış, 5.700
en büyük bölümleri, Fransa'nın ünlü
m 2 'lik büyük bir mağaza daha vardır.
Printemps Mağazaları ile ABD'nin ünlü
İkinci katta ise, ev dekorasyon, günlük
eğlence merkezi Fame City'dir. Galleria
ihtiyaç ve konfeksiyon mağazaları bu­
bütünlüğü içinde 127 mağaza bağımsız
lunmaktadır. Bu katta en büyük alanı
olarak hizmet vermektedir.
(2.300 m 2 ) bir supermarket kaplamakta,
Alışveriş merkezinde, 480 m 2 'lik bir en üst katta geniş bir eğlence merkezi
buz pisti, 2.000 arabalık üç katlı oto­ (6.700 m 2 ) yer almaktadır.
park, kumlusun 3- yılında hizmete giren
1.400 m2'lik fuar alanı, kokteyl salonu, Capitol'de, ayrıca 3 adet sinema, 1
450 kişilik Palladium, iki seminer salonu adet küresel perdeli sinema, bowling,
ve cep sineması vardır. Birinci kata ya­ bilardo, quasar (lazer oyunu) salonları,
yılmış restoran, kafeterya, açık büfe gibi çocuk merkezi ve hazır yemek işletme­
yeme içme birimleri ise merkezin en leri vardır. Merkezin ortasında bulunan
çok müşteri toplayan bölümleridir. agora, çarşı içi yraya trafiğinin odak
1993 istatistiklerine göre, haftada noktasıdır. Burada düzenlenen konser,
200.000 kişinin ziyaret ettiği Galleria'da, defile, tiyatro gösterileri, bütün katlar­
kişi başına düşen alışveriş süresi 82 da­ dan izlenebilmektedir.
kika, bir kişinin saat başına yaptığı har­ Katlar arası düşey ilişkiyi 11 adet yü­
cama ise 434.110 TL'dir. Haftanın yedi rüyen merdiven, 4 adet 12 kişilik asan­
günü, saat 10.00 ile 22.00 arası açık sör ve merdiven güçlendirmektedir.
olan Galleria'da, Fame City ve yiyecek Merkezde her kattaki mağazalara hiz­
içecek bölümleri, cuma ve cumartesi met veren, garajla bağlantılı bir yük
günleri saat 01.00'e, diğer günler ise asansörü, yangın ve servis merdiveni,
24.00'e kadar hizmet vermektedir. tuvalet, depolar ve tesisat şaftından olu­
şan 6 adet servis modülü vardır. Nova Baran Plaza ve Center
Galleria, 1988'de Uluslararası Alışve­ Elif Eıim / TETTV Arşivi
riş Merkezleri Konseyi'nin ABD ve Av- Nova Baran Plaza ve Nova Baran
189 ALİ

kata hizmet veren asansör vardır. Plaza çekmiş ve her ikisinin de aynı kişi oldu­ dolaşır, sağ omzunda çapraz takılmış
bölümünün toplam yüksekliği 72 m'dir. ğu ispatlanmıştır. "Acem" ve "Esir" la- yalın bir kılıç taşırdı. Kuşağından ke­
Alışveriş merkezi olarak faaliyet gös­ kaplarıyla anılmasının nedeni, Yavuz ment ve çeşitli işkence aletleri sarkar,
teren Nova B a r a n Center ise 2 . 9 3 0 Sultan Selim'in Doğu seferi sırasında bu görünümü ile etrafa dehşet saçardı.
m 2 'lik bir alanda, 3 kata dağılmış 46 İranlılardan esir alınmasıdır. İdam edilen kişinin giysileri ve üzerin­
dükkân ile hizmet vermektedir. Birinci Babasının Abdülkerim adlı bir kişi deki parası celladın hakkı olduğundan,
katta lokantalar, "fast food" dükkânları, olduğu, vakfiyelerdeki 'Abdülkerim oğ­ Kara Ali'nin kurbanlarının kim olduğu­
cafe ve barlar vardır. İkinci katta, giyim, lu Alâeddin Ali Bey" kaydından anlaşıl­ nu dahi merak etmeden büyük bir so­
bijuteri, parfümeri, saat, gözlük, içki, si­ maktadır. Mezarı, Şehremini'ndeki ken­ ğukkanlılıkla görevini yaptığı söylenirdi.
gara, evcil hayvanlar satan mağazalar di adını taşıyan Mimar Acem Camii'nin Şair Nef'î, Sadrazam Hezarpare Ahmed
ile bir pizza restoranı, oyun salonları ve mihrap cephesi önündeki hazirededir. Paşa ve Sultan İbrahim Kara Ali'nin
Nova Baran Sineması bulunmaktadır. Kendisinden sonra Mimar Sinan, mi- boğduğu ünlü kişilerden birkaçıdır. Ka­
Üçüncü kat yine giyim ve çeyiz mağa­ marbaşılığa atanmıştır. ra Ali'nin yalnız, Sultan İbrahim'in ölü­
zaları, plak, kaset, CD, fotoğraf mağaza­ münde (1648) soğukkanlı davranamadı-
Acem Ali, mimarbaşılığı döneminde
ları ile güzellik salonlarına ve turizm ğı rivayet edilir.
Bursa ve Edirne üsluplarını ç o k iyi
acentalarma ayrılmıştır. özümlemiş; Sinan ve sonrası için bu İSTANBUL
Nova Baran Plaza ve Centerin dış alanda önemli bir mimari birikim bırak­
cephesi reflektif camla kaplıdır. Isıtma, mıştır. Bunların içinde en önemlisi hiç ALİ (Derviş)
soğutma, havalandırma merkezi sistem şüphesiz cami mimarisinde yan mekân­ (?, İstanbul - 1673, İstanbul) Sülüs ve
ile sağlanmaktadır. Binada, uydu TV ve ların terk edilip, orta kubbenin ayak nesih hattatı. Hattatlar arasında, Anbarî-
müzik yayını yapabilen modern dona­ kullanmadan doğrudan duvarlara otur­ zade Derviş Ali'den ayırmak için Büyük
nım vardır. Güvenliği sağlamak amacıy­ tulması geleneğini başlatmış olmasıdır. Derviş Ali, I. Derviş Ali adlarıyla anılır.
la kurulmuş güvenlik odası, bu merkeze Sultan Selim Camii ve Sultanahmet'­ Yeniçeri ağalarından Karahasan oğlu
bağlı olarak tüm katlarda elektronik u- teki İbrahim Paşa Sarayı(->). Acem Hüseyin Ağa ailesi tarafından yetiştirildi.
yarı sistemleri ve çok ekranlı bir koruma Ali'nin en önemli eserleridir. Kitabesiz Bir rivayete göre Hüseyin Ağa'nm ma­
sistemi ile donatılmıştır. Merkez kendi olmalarına rağmen bazı yapıların da nevi evladı; bir rivayete göre de azatlı
kesintisiz enerji kaynağına sahiptir. ona ait olduğu, üslup özellikleri dikkate kölesidir. Gençliğinde Yeniçeri Oca-
Center'ın iç bahçesi boydan boya ay­ alınarak ileri sürülmüştür. Bunların ara­ ğinda karakullukçu idi. Hat sanatında
na ve çiçeklerle süslü, ferah bir mekân sında Eyüp'teki Cezerî Kasım Paşa Ca­ hocası Halid-i Erzurumi'dir. Birçok öğ­
olarak düzenlenmiştir. Kapalı otopark, mii, Sütlüce ve Silivri'deki Piri Mehmed renci yetiştirmiştir. Bunlar arasında Sad­
Plaza katlarının kullanıcılarına (her kata Paşa camileri ile Topkapı Sarayindaki razam Köprülü Fazıl Ahmed Paşa da
4 araçlık yer olarak) tahsis edilmiştir. Bâbüsselam bulunmaktadır. vardı.
Açık otopark ise. 60 araç kapasiteli ÖZKAN ERTUĞRUL Derviş Ali. elliden fazla Kuran ve bir­
olup, Genter'daki dükkân işleticilerine
çok enam, evrâd (dua kitabı), kıt'a ve
ve müşterilerine ayrılmıştır. ALİ (Kara) murakka yazmıştır. Suyolcuzade Meh­
Fenerbahçe Burnu'nda kurulu olan med Necib Efendi, Devhatü'l-Küttâb ad­
(17. yy) Osmanlı cellatlarının en ünlü­
Pyramid kültür ve e ğ l e n c e merkezi, lı eserinde onu, Şeyh Hamdullah üslu­
sü. 17. yy'rn ortalarında yaşadı ve yakla­
mağazacılık sektörünün tanınmış isim­ bunu canlandırdığı için göklere çıkarır.
şık yirmi beş yıl cellatbaşılık yaptı. Cel­
leri (Cotton Bar, Divarese, B e y m e n
lat Usta Süleyman'ın çırağı olarak mes­ Derviş Ali, gerçekten de Şeyh Ham­
Club, Benetton, Sisley, Jean Shop, Be­
leğe başladı. Pek çok cellat gibi Çinge­ dullah kudretinde yazı yazmıştır. Eserle­
netton 012 Levi's), fast food firmaları
ne asıllı olduğu sanılmaktadır. İri yarı rini Şeyh Hamdullah'ın eserlerinden
(Me Donald's, Dairy Queen, Creperie,
bir adam olan Kara Ali. yaz kış çıplak ayırmak zordur. Bu yüzden hattatlar,
Sultanahmet Köftecisi, Taco Grande,
Pizzamatik, Yam Yam, Baskin Robins),
Talya Tekel birimi, 10 hattan oluşan
Bowling Salonu, Snack Barı ve sinema­
sı ile her yaştaki müşteri kitlesine ses­
lenmektedir.
Yaklaşık 3.000 m2'lik bir alana kurul­
muş olan merkez, 2 kattan oluşmakta­
dır. Giriş katında 8 mağaza, 5 yiyecek
içecek mağazası ve tekel birimi vardır.
İkinci katta Bowling Salonu, Snack Bar,
Family Fun adlı oyun salonu ve Deniz
Bar bulunmaktadır. Alt kattaki 440 m2'-
lik Atrium, müşterilerin dinlenme alanı
olarak düzenlenmiştir.
Yaz aylarında açık olan teras katında,
iki adet bar ve şark köşesi vardır. Eğlen­
ce merkezinin bahçe düzenlemesi ve iç
mekânlarının dekorasyonu, İstanbul in­
sanının özlem duyduğu yeşillik ve doğa
imgelerini canlandırmayı hedeflemiştir.
AYŞE HÜR

ALİ (Acem)
(?, ? - 1537, İstanbul) Klasik Osmanlı
yapı sanatında adı bilinen ilk başmimar-
dır. 1537'de ölen Acem Ali ile aynı dö­
nemde yaşayan Esir Ali arasındaki isim Derviş Ali'nin bir hattı: Mülk suresi. TSM.
Şevket Rado, Türk Hattattan
benzerliği, araştırmacıların dikkatini
ALİ 190

ona "şeyh-i sani" (ikinci şeyh) adını ver­ yer alır. Özellikle hisarbuselik yürük ak­ 1507'de Yakub Şah'la birlikte Bursa
mişlerdir. Derviş Ali, ünlü hattat Hafız sak ("Yandım deminden, ağyar elin­ Pirinç Hanı'nm yapımında görev aldı.
Osman'a da(->) hocalık etmiştir. den"), şehnazbuselik semai ("Gönlüm Yakub Şah'ın ölümünden sonra mimar­
Bibi. Müstakimzade, Tuhfe, 336; Rado. Hat­ alamam, yüzün göremem") ve şedd-i başı oldu. Bu dönemde, Rumelihisarı
tatlar, 100-101; Suyolcuzade Mehmed Necib, araban yürük aksak ("Bahçelerde aşla- Hamamı'm inşa etti. II. Bayezid'in Dime-
Devhatü'l-Küüâb, ist., 1942, s. 49. ma. aşlamayı taşlama") şarkıları günü­ toka Sarayı'nın yapımında bulundu. İs­
ALİ ALPARSLAN müze kadar değerinden ve güzelliğin­ tanbul'da kırk beş gün süren 1509 dep­
den hiçbir şey yitirmeyen, konserlerde reminde hasar gören birçok yapının ta­
ALİ (Derviş) (Anbarîzade) ve radyolarda sık sık okunan eserlerdir. mirini üstlendi. Bu yapılar arasında bu­
(?, İstanbul - 1716, İstanbul) Hattat. Ak- İSTANBUL lunan Fatih Camii'ni Mimar Bâlî ve Mi­
lâm-ı sitte denen altı çeşit yazıda ustalık mar Mahmud ile birlikte tamir etti. Yine
göstermiştir. Babası Anbarîzade unvanı­ ÂLİ BEY (Direktör) aynı depremde hasar gören İstanbul
nı taşıdığı için Anbarîzade Derviş Ali di­ surlarının onarımını mimarbaşı sıfatıyla
(1844. Ìstanbul- 3 Şubat 1899, İstan­
ye meşhur olmuştur. Ayrıca, Şeyh Ham­ yürüttü. Mimar Ali bin Abdullah'ın Ham-
bul) Mizah ve oyun yazarı. Kapı kethü­
dullah okuluna bağlı diğer Derviş za isimli bir oğlu olduğu ve saray mi­
dası Yusuf Cemil Efendi'nin oğludur.
Ali'den(->) ayırmak için II. Derviş Ali, marlarına katılmış olduğu bilinmektedir.
Özel eğitim gördü. Babıâli Tercüme
Küçük Derviş Ali, Deniş Aliyy-i Sani ve­ Mimar Ali bin Abdullah'tan sonra, saray
Odası'nda çalıştı. Karantina başkâtipliği,
ya İmam Derviş Ali gibi unvanlarla da mimarbaşılığı görevine Mimar Murad'ın
Varna Sancağı mutasarrıflığı. Mamure-
anılır. Mevlevi tarikatına mensuptu. Hat getirilmiş olma ihtimali kuvvetlidir.
tü'l-Aziz ve T r a b z o n valiliği yaptı.
sanatında hocası Ağakapılı İsmail bin 1894'ten ölümüne kadar Düyun-ı Umu­ Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 141-142; R.
Ali'dir. Yazının inceliklerini de Hafız Os­ miye İdaresi'nde direktör olarak çalıştı. Melül Meriç, "Beyazıd Camii Mimarı", Anka­
man'dan öğrenmiştir. Alaca Mescit de­ ra Üniversitesi İlahiyat Fak. Yıllık Araştırma-
Bu yüzden 'Direktör" lakabıyla anılır. larDergisi. II (1957), s. 30-31.
nen Çelebioğlu Mescidi'nin imamı idi. Ali Bey ilk Türk mizah yazarlarından­
Mezarı Eyüp'tedir. Derviş Ali, Hafız Os­ BURCU ÖZGÜVEN
dır. Diyojen (1870-1872), Çıngıraklı Ta­
man okulunun ünlü hattatlanndandır. tar (1873) ve Hayal (1873-1877) gazete­ ALİ ÇAVUŞ TEKKESİ
Bibi. Müstakimzade, Tuhfe, 338; Rado. Hat­ lerindeki yazıları edebi mizahın ilk başa­ bak. ALTUNCUZADE TEKKESİ
tatlar, 123. rılı örnekleri arasındadır. Ali Bey Gedik-
ALİ ALPARSLAN paşa'daki Osmanlı Tiyatrosunun kuru­ ALİ EFENDİ (Paşmakçızade)
luşunda Güllü Agop'la(->) birlikte önem­
ALİ BABA TEKKESİ li rol oynadı. Fransız oyun yazarlarından (1638, İstanbul - 1712, İstanbul) Şey­
bak. ŞEHİDLİK TEKKESİ çeşitli yapıtlar uyarladı. Telif oyunlar da hülislam ve Melamî kutbu. Melamîlerce
yazdı. Bunların başlıcaları Ayyâr Hanıza "Seyyid Ali Sultan" olarak tanınır.
ALİ BEHÇET EFENDİ TEKKESİ (1871, yb 1940), Kokona Yatıyor (1870, Üsküdar Kadısı Paşmakçızade Meh­
bak. SELİMİYE TEKKESİ yb 196İ), Misafiri İstiskal (1870). Geveze med Efendi'nin oğludur. 17.yy'ın önde
Berber ( 1 8 7 2 ) . Tosun Ağa ve Çıngı- gelen alimlerinden ders gördü ve Müftü
ALİ BEY (Denizoğlu) Abdurrahim Efendi'nin yanında mesleki
tecrübesini geliştirdi. Bir süre İstan­
(19- yy) Türk besteci. Hayatı, gördüğü bul'un çeşitli medreselerinde müderris­
musiki eğitimi ile onu izleyen musiki lik yaptıktan sonra 1686'da Kudüs ve
çalışmaları konusundaki bilgiler yok de­ ardından l689'da Edirne kadısı oldu.
necek kadar azdır, ama İstanbul'da ya­ Bu görevlerinde gösterdiği başarı üzeri­
şadığına kesin gözüyle bakılabilir. ne kendisine "Nakibüleşraf" unvanı ve
"Denizoğlu" lakabıyla anılan Ali Bey, "Rumeli payesi" verildi.
hem sanat musikisi zevkine, hem de Paşmakçızade Ali Efendi, üç defa
halk zevkine seslenen, kendi türünde şeyhülislamlık makamına getirilmiştir.
son derece başarılı şarkılar bestelemiş­ Bunlardan birincisi, "Edirne Vak'ası"
tir. 17. ve 18. yy'ların musikisinde "şar­ olarak bilinen ve II. Mustafa'nın tahttan
kı" pek önemli sayılmayan, kuralları ke­ indirilmesiyle sonuçlanan ayaklanmanın
sin olarak belirlenmemiş, hafif bir tür­ karışık siyasi ortamına rastlar. Şeyhülis­
dü. "Şarkı" ilk kez 19- yy ortalarında Ha­ lam Feyzullah Efendi'nin devlet yöneti­
cı Arif Bey'in eserleriyle kuralları belirli, mindeki nüfuzunu ortadan kaldırmak
daha ciddi bir müzik formu durumuna isteyen Sadrazam Ramî Mehmed Paşa, o
geldi. Ancak, Hacı Arif B e y l e aynı dö­ sırada Gürcistan seferini bahane eden
nemde yaşadığı halde eski bestecilerin Direktör Cebeci Ocağı'nı el altından kışkırtmış
şarkı anlayışını sürdüren değerli beste­ Âli Bey ve İstanbul'da başlayan ayaklanma kısa
ciler de vardır. Son derece kıvrak, coş­ Nuri Akbayc sürede Edirne'ye sıçramıştır. İsyancılar
kun, neşeli, zarif, şuh, bazen de buruk 23 Temmuz 1703'te Ali Efendi'yi Fey­
bir hüzün taşımakla birlikte büsbütün rakın. Ayrıca Letafet (1897, yb 1961) zullah Efendi'nin yerine şeyhülislam
karamsar olmayan bu tür şarkılar, bir adlı müzikli oyunu vardır. Lehçetü'l-Ha- seçmişler ise de o bu görevi, siyasi orta­
bakıma "Mustafa Çavuş üslubu" denebi­ kayık (1897, yb 1962, 1974) adlı mizahi mın karışıklığı nedeniyle kabul etme­
lecek bir bestecilik çizgisinin uzantıları­ sözlüğü de çok ünlüdür. miş, bunun üzerine İmam Mehmed
dır. Denizoğlu Ali Bey de bu çizginin Bibi. Osmanlı Müellifleri, II, 334; Sicill-i Os- Efendi, isyancılar tarafından şeyhülis­
bestecilerinden biridir. Şarkıları İstan­ maııi IV, 675; (Sevengil), Türk Tiyatrosu, I, lamlığa getirilmiştir. Padişah iradesi
bul'un musiki çevrelerinde olduğu ka­ 31; And, Tanzimat, 259; And, Osmanlı. 173. alınmadan yapılan bu atamalar yasal ol­
dar halk katında da çok sevilmiştir. Sa­ İSTANBUL madığı için II. Mustafa, durumu düzelt­
nat musikisi zevkiyle İstanbul halkının mek amacıyla Ali Efendi'yi 31 Temmuz
musiki zevkini ilgi çekici bir üslupla ALİ BİN ABDULLAH 1703'te birinci defa şeyhülislamlık ma­
kaynaştırdığı, bu yönüyle de İstanbul'a kamına getirmiş, ancak isyancılar İmam
(1456, ? - ?, ?) Osmanlı mimarı. Mimar­
özgü musiki zevkini geniş ölçüde temsil Mehmed Efendi üzerinde ısrar edince
başı Yakub Şah'ın başhalifesi olarak Ba-
ettiği söylenebilecek olan Ali Bey'in şar­ bu görevde 23 gün kalabilmiştir. II.
yezid Camii'nin inşasında görev aldığı
kılarından bazıları Türk musikisi reper- Mustafa'nın tahttan indirilip yerine III.
ve padişah tarafından çeşitli hediyelerle
tuvarınrn en tanınmış şarkıları arasında Ahmed'in geçmesiyle Ali Efendi, ikinci
ödüllendirildiği bilinmektedir.
191 ALİ EFENDİ

defa 26 Ocak 1704 ! te şeyhülislam olmuş Paşa ile evlenmiştir. Paşmakçızade Ali miş olmakla birlikte, musikisi dönemin
ve üç yıl bu görevini yürüttükten sonra Efendi tarafından Melamîliğe kazandırı­ anlayış ve özelliklerine uygun olarak içli
Sadrazam Çorlulu Ali Paşa'mn muhale­ lan bu siyasi kimlik, Sadrazam Nevşe­ ve duyguludur. Eserlerinde, ince bir
feti nedeniyle 1707'de Sinop'a sürül­ hirli İbrahim Paşa'mn katledilmesine hüznün altında, aydınlık ve coşkulu bir
müştür. Bir süre burada kalan Ali Efen­ kadar önemini korumuş ve başta Sadra­ sevgi hissedilir. Sipihr, nişabur, muhay-
di, III. Ahmed tarafından bağışlanmış ve zam Çorlulu Ali Paşa (ö. 1711) olmak yerzengule, muhayyersünbüle, arazbar-
Ebezade Abdullah Efendi'nin yerine üzere pek çok üst düzey muhalifini si­ buselik gibi az kullanılmış ya da unutul­
üçüncü defa 16 Temmuz 1710'da şey­ yaset sahnesinden silmiştir. maya yüz tutmuş makamlardan eserler
hülislam olarak atanmıştır. Bu son göre­ Bibi. İlmiye, 496-498; Gölpınarlı, Melâmilik. besteleyerek bu makamları tekrar can­
vini yürütürken vefat eden Ali Efendi, 163-164; Üzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV/1, landırdı. Bir ay içinde bestelediği "suzi­
Edirnekapı Mezarlığında gömülüdür. 45; Altunsu, Şeyhülislamlar, 107-108. dil takımı", Türk musikisinin şaheserleri
Yazılı kaynaklarda yalnızca şeyhülis­ EKREM IŞIN arasındadır. Oğlu Aziz Mahmud Bey ve
lamlığı belirtilen ve yakın çevresi dışın­ Manisalı Hafız Salis Efendi C?-1915) tara­
da, üstlendiği bu resmi görev nedeniyle ALİ EFENDİ (Tanburi) fından notaya alman eserleri Aksaray
tanınan Paşmakçızade Ali Efendi, İstan­ (1836, Midilli - Temmuz 1890, İzmir) yangınında yandı. Yüz elliye yakın eser
bul hayatı üzerindeki asıl kalıcı etkisini Besteci ve tanburi. Enisefendizadeler bestelemişse de çeşitli özel koleksiyon­
Melamî kutbu olarak yapmıştır. soyundan Hafız Bekir Efendi'nin oğlu­ larda ve öğrencilerinde bulunan notalar­
Ali Efendi, kendisinden önceki Mela­ dur. Genç yaşında İstanbul'a geldi. Ha­ da değişik makam ve formlardan seksen
mî kutbu Bursalı Seyyid Haşim Efen- yatının en uzun ve verimli dönemini İs­ dolayında eseri günümüze ulaşmıştır.
di'nin (ö. 1677) müritlerinden olup mü­ tanbul'da geçirdi. Medresede okurken GÜLDENİZ EKMEN
derris ve şair Gedayî Ali Efendi tarafın­ musikiye başladı. İlk musiki derslerini
dan tarikata sokulmuştur. Haşim Efen- Enderun hocalarından Lâtif Ağa (yak. ALİ EFENDİ (Çırçırlı)
di'nin vefatından sonra Melamîliğin 1815-1885), Sütlüceli Âsim (?-1895) ve (?, ? - Kasım/Aralık 1906, İstanbul) Celi
"gavsiyet" makamına geçmiş ve tarikatı Kanuni Rıza Efendi'den aldı. Yenikapı sülüs, sülüs ve nesih hattatı. Hayatı
büyük bir gizlilik içinde yönetmiştir. Bu Mevlevîhanesi Şeyhi Celâleddin Efendi hakkında fazla bilgi yoktur. Hattatlar
gizliliğe o denli riayet etmiştir ki, onun (1849-1907) ile birlikte Tanburi Küçük arasında Çırçırlı veya Haydadı lakabıyla
tarikatla bağlantısı ancak vefatından Osman Bey'in (yak. 1825-yak. 1900) anılırdı. Uzun yıllar Maliye Nezareti'nde
sonra vasiyeti gereği ünlü Melamî Kutbu tanbur derslerine devam etti. İstan­ memurluk yaptı. Sülüs, celi sülüs ve ne­
Sütçü Beşir Ağa'nm (ö. 1662) damadı bul'da geleneksel tanbur tavrının usta sih yazılarını Şefik Bey'den öğrendi.
Osman Ağa'nın Edirnekapı'daki mezarı bir tanburisi olarak ün kazandı. Ali Eserlerinin birçoğu kaybolmuş, bir
yanına gömülmesi üzerine öğrenilmiş ve Efendi'nin aynı zamanda güzel bir sesi kısmı da şahıslarda kalmıştır. Sanatında
bu durum İstanbul halkı arasında çeşitli vardı. Fatih Camii Müderrisi Hopçuzade usta olduğunu, devrin en büyük hattatı
söylentilere yol açmıştır. Mezartaşı kita­ Hafız Şakir Efendi'den ders alarak za­ Sami Efendi de takdir etmiştir.
besi Melamî şairlerinden Rahimî'ye ait manın en iyi hafızlarından biri oldu. Ali Efendi, hocasının takip ettiği Ka­
olup tarih beyti şöyledir: Yegâne zâtı 1868'e doğru "Sarıklı Müezzin" göreviy­ zasker Mustafa İzzet üslubuna bağlıdır.
gitdikde denildi fevtine târih / Bekaya le saraya girdi. 1868'de Abdülaziz'e
Bibi. İnal, Son Hattatlar, 45-48; Rado, Hat­
göçtü es-Seyyîd Ali ol müftî-i âfâk 1124. "imam-ı sani" oldu. Ali Efendi, ayrıca, tatlar, 232-233.
İsmail Maşukî(->), Hamza Bâlî ve Süt­ padişah imamlarına verilen müderrislik­ ' ALI ALPARSLAN
çü Beşir Ağa'mn(-0 şeriata ters düştük­ te ikinci dereceye yükselerek mevlevi-
leri gerekçesiyle katledilmeleri üzerine yet rüusu aldı. 1869'da imam-ı saniliği ALİ EFENDİ (Basiretçi)
Melamîlik(-0, gizlilik esasına dayalı içe­ sona erdi; 1872'de de saraydan çıkarıl­ (1838, İstanbul - 1912, İstanbul) İstan­
dönük bir örgütlenme modeli benimse­ dı. 1885te Abdülaziz'in tahttan indiril- bul basınının yurtdışında önemsenerek
miş ve böylece 17. yy ortalarından itiba­ mesiyle ilgili olaylara karıştığı şüphesiy­ izlenmesine zemin hazırlayan gazeteci­
ren özellikle saray çevresi ile bürokrasi le İzmir'e gönderildi. Hayatının son beş lerden. Enderun'dan yetişti. Memurluk­
içinde etkili olmuştur. Sadrazam Halil yılını İzmir'de geçirdi. larda bulundu. 1283/1866-67'de bir ga­
Paşa, Sarı Abdullah(-») ve La'lîzade Ab- Ali Efendi İstanbul'da Beylerbeyi'nde, zete çıkarmak için Hariciye Nezareti'ne
dülbâki(-0 gibi devlet adamları bu dö­ İstavroz Mahallesi Nevnihal Sokağımda başvurdu. İzin verilirse o sırada sorun
nemde Melamîliğe girmişler, fakat hiçbi­ oturdu. Oğlu besteci ve tanburi Aziz yaratan Rumlara da izin verilmesi zo­
risi "gavsiyet" makamına yükselip tarika­ Mahmud Bey (1870-1929) bu evde dün­ runluluğu doğabileceği gerekçesiyle
tın yönetimini üstlenmemiştir. Melamîli­ yaya geldi. Türk musikisinin saraydaki reddedildi. Oysa aynı sırada Tasvir-i Ef­
ğin tarihinde bu görevi üstlenen ilk dev­ itibarını günden güne kaybettiği V. Mu- kâr ve Muhbir de şiddetli muhalefet
let adamı Paşmakçızade Ali Efendi'dir. rad ve II. Abdüıhamid dönemlerinde İs­ yaptıkları için geciktirilmişti. Ali Efendi
III. Ahmed üzerindeki nüfuzunu kul­ tanbul'da saraydan uzak. besteci olarak izni 1869'da aldı ve Babıâli'nin maddi
lanarak saray çevresinde kendine bağlı eser verirken, pek çok da öğrenci yetiş­ yardımıyla Basiret 'in ilk sayısını 20 Şev­
bir zümre oluşturmayı başaran Paşmak­ tirdi; İsmail Fennî Ertuğral (1856-1946), val 1286/23 Ocak 1870'te yayımladı. Kı­
çızade, böylece Melamîliği bürokrasi Ömer Ferid Kam (1863-1944) ve Tanburi sa süre sonra Prusya-Fransa Savaşı'nın
içinde ağırlığı olan bir baskı grubuna Cemil Bey(->) öğrencileri arasındadır. Ce­ patlaması ve buna objektif bir yaklaşım­
dönüştürmüştür. Lale Devri boyunca bu mil Bey. Ali Efendi'den doğrudan doğru­ la sütunlarında yer vermesi -Fransız kül­
grubun Topkapı Sarayı'ndaki helvacılar ya ders almamakla beraber, genel musiki türünün egemen olduğu bir dönemde
zümresi içinde örgütlendiği ve bürokra­ bilgisi ve Türk musikisinin inceliklerini Alman tezlerini dışlamaması- dikkatleri
sinin çeşitli kademelerine yapılan ata­ öğrenmek bakımından kendisinden ya­ çekti. Alman Başbakanı Bismark'ın bu
malarda söz sahibi olduğu görülmekte­ rarlanmıştır. Ali Efendi tanburda gelenek­ Türk gazetesinin yayınlarının kendisine
dir. Paşmakçızade'ye bağlı bu Melami­ sel tavrın önde gelen temsilcilerinden ulaştırılması hakkındaki emri üzerine
ler arasında sadrazamlığa kadar yükse­ olduğu halde Cemil Bey'in çok genç yaş­ Basiret 'ten yapılan çeviriler gönderildi.
lecek olan Şehit Ali Paşa ile Nevşehirli larında elde ettiği yeni tanbur tavrını be­ Bunun üzerine Almanya'ya çağrıldı.
İbrahim Paşa(->) da vardır. Şehit Ali Pa­ nimsedi ve onu teşvik etti. İstanbul'un Sadrazam Âli Paşanın izniyle Alman­
şa, Paşmakçızade'nin vefatıyla Melamî musiki hayatı, o dönemde bu iki usta ile ya'ya gitti, onun talimatlarına uygun ko­
kutbu olmuş, III. Ahmed'in kızı Fatma daha bir canlılık kazanmıştı. Yeğeni Be­ nuşmalar yaptı. Bismark'ın hediye ettiği
Sultan ile evlenerek sarayla bağını güç­ kir Sıtkı Efendi de (ö. 1934) musikiciydi. bir matbaa makinesi, gazetesinin daha
lendirmiştir. Ali P a ş a n ı n Petervara- Tanburi Ali Efendi 19. yy'm önemli iyi baskı yapmasını sağladı.
din'de şehit düşmesiyle dul kalan Fatma bestecilerindendir. Büyük beste formla­ Mısır'a gidip Hıdiv İsmail Paşa ve
Sultan, daha sonra Nevşehirli İbrahim rını kullanmış, bu arada fasıllar bestele­ Hocabey'de Rus Çarı II. Aleksandr ile
ALİ EFENDİ 192

1938'de Yeni Valide Lokantası vardı. Da­


BASİRET GAZ E T ES İ YA Y I N A HAZIRLA NIYOR ha sonra da burası beyaz eşya ve spor
malzemesi satan bir mağaza olmuştur.
1283 senesinde ulûm-ı maarif ve politikadan bahsetmek üzere Basiret namıyla Sinemaya adını veren Ali Efendi
bir gazetenin yayınlanması konusunda yazdığım dilekçemi Hariciye Nazırı Fu- (1861-1954) Bulgaristan'dan İstanbul'a
ad Paşa'ya sunulmak üzere adıgeçen bakanlık müsteşarı Said Efendiye verdim. göçmen olarak gelmiş, 1885'te Sirke-
Said Efendi, nazır paşanın odasına girip biraz sonra çıktığında altına kırmızı ci'de kendi adıyla anılan lokantayı aça­
mürekkeple havalesini gösterdiler: "Bu dilekçenin şimdilik saklanması" işareti rak kısa sürede üne kavuşmuştu. Daha
yazılmıştı. "Acaba bunun nedeni nedir?" diye sorduğumda "Şimdi Girit'te karı­ sonra İttihat ve Terakki saflarına katılan
şıklıklar var. Sana müsaade edilmiş olsa birtakım Rumlar da gazete imtiyazı isti­ Ali Efendi, Mustafa Kemal'in yanında
yorlar; onlara da vermek gerekir. Evraktan numarasını alınız da bu karışıklık yer aldığı için mütareke döneminde
son bulunca baş vurunuz, o vakit müsaade olunacaktır, buyurdular" diye cevap idam cezasına çarptırılmış ancak karar
verdiler. Artık Girit karışıklığının ortadan kalkmasını beklemeye koyuldum ve uygulanmamıştı.
iki yıl bekledim. Sözünü ettiğim karışıklığın ortadan kalktığını gördüğümde he­ BURÇAK EVREN
men müsteşar Said Efendi'nin yanına gittim. Nazır paşaya da anlattıklarında na­
zır paşa bizi istemiş; huzuruna çıktım. Matbuat Müdürü Macid Bey'i çağırttılar, ALİ EMİRİ EFENDİ
"Şimdi ruhsat kâğıdını yazıp getiriniz" emrini verdiler. Yarım saat sonra ruhsat
(1857/58, Diyarbakır - 23 Ocak 1924,
kâğıdı yazıldı. Nazır paşaya sunuldu. Bunun üzerine nazır paşa "işte ruhsat kâ­
İstanbul) Tarihçi, yazar, kitap koleksi­
ğıdınız. Hemen bir iki güne kadar çıkmasını isterim" buyurduklarında bir an
yoncusu ve kütüphaneci. Sahip olduğu
duraksadım. Nazır paşa bu halimden sezinleyip muhasebeci efendiyi çağırıp
16.000'i aşkın kitabı bağışlayarak Millet
kulağına bir şey söyledi. "Haydi, muhasebeci efendi ile gidiniz ve aralıkta beni
Kütüphanesi'ni(->) kurdu.
ziyaret ediniz" buyurdular. Muhasebeci efendi ile beraber gittik. "Nazır paşa
hazretleri size yardım olmak üzere üç yüz lira verilmesini emrettiler" deyip sö- Şairler ve hattatlar yetiştiren bir aile­
zügeçen parayı elime teslim etti. O vakitler matbaa bulmak çok zor olduğun­ nin çocuğudur. Büyük dedesi şair Sey-
dan Vezir Ham'nda Tatyosün (Divitciyan) kırık dökük bir makinesine baş vur­ yid Mehmed Emiri Çelebi, babası tüccar
dum. Pazarlığı kesip sayısı yirmi paraya olmak üzere küçük boyda Basireti ya­ Mehmed Şerif Efendi'dir. İlköğrenimini
yınlamaya başladım. Üç yıl kadar yayınım sürdürmeyi başardım. Diyarbakır'da yaptı ve amcası müderris
Mehmed Şaban Kâmi Efendi'den ders
Basiretçi Ali Efendi, İstanbul'da Elli Yıllık Önemli Olaylar, s. 13-15
aldı. 1868'de Siirt Sancağı'na bağlı Şir­
van'da kaymakam olan dayısı Abdülfet-
tah Efendi'nin yanma gitti. Burada Ne-
vinli Mehmed Efendi'nin öğrencisi oldu.
de görüşmeler yapan Ali Efendi, 1874'te ALİ EFENDİ SİNEMASI Diyarbakır'a döndükten sonra hat sanatı
Kahkaha adında bir mizah dergisi de İstanbul'un tanınmış lokantacılarından ile uğraşmaya başladı. Bu dönemin ürü­
yayımladı. Kendisi yazarlıktan çok. iyi Ali Efendi. Kemal Seden ve Fuat Uzkı- nü olan levhalar halen Diyarbakır cami-
bir gazete yöneticisi niteliğine sahipti. nay tarafından 27 Mayıs 19l4'te Sirkeci lerindedir. 1874'te Diyarbakır postane­
Sert polemiklerden çok, yumuşak hiciv­ Ankara Caddesi 173 numarada açıldı. Si­ sinde altı ay süreyle telgrafçılık öğrendi.
lerle eleştirmeyi yeğleyen bir üslubu nemanın açıldığı yerde daha önce Stayn- Hava değişimi için gittiği Mardin'deki
vardı. Babıâli Caddesi'nde bile cinayet­ berg adlı bir birahane bulunuyordu. Kasımpadişah Medresesi'nde Diyarbakır­
ler işlenir ve kimse yakalanamazken lı Ahmed Hilmi Efendi'den üç yıl ders
zaptiye müşirini doğrudan eleştirmek­ I. Dünya Savaşı'nın başlangıç yılları­
na dek Türkiye'deki sinema işletmecili­ aldı ve çocukluğunda öğrenmeye başla­
ten kaçınıyordu. Hırsızların geceleri dığı Arapça ve Farsçasını ilerletti. Bu yıl­
gökten zembil ile inip işlerini gördük­ ği yabancı uyruklularla azınlıkların elin­
deydi. İstanbul Sultanisi'nde (bugün İs­ larda şiir yazmaya başladı. 1876'da baş­
ten sonra yine gökyüzüne çekilip gittik­ ladığı ilk resmi görevi olan Mardin tahri­
lerini ileri sürdükten sonra "Buna müşi­ tanbul Erkek Lisesi) dahiliye memurlu­
ğu yapan Fuat Uzkınay ile aynı okulda rat kâtipliğinden 1878'de ayrıldı ve Di­
rin Eflatunca tedbirleri ne yapabilir" di­ yarbakır'a döndü. Aynı yıl bir heyet-i is­
yerek ince bir hicvi tercih ediyordu. An­ öğretmenlik yapan Şakir (Seden) Bey
sinemayı ilk kez okula soktuktan sonra lahiye ile Diyarbakır'a gelen Âbidin Pa-
cak bu bile, gazetesinin 3-4 kere kapa­ şa'nın yanında görev alarak Mamuretü'l-
tılmasını ve her seferinde yüzlerce lira işletmecilik yapmak istediler. Şakir (Se­
den) ve Kemal (Seden) beyler İstan­ Aziz (Elazığ), Sivas ve Selanik'e gitti.
ödeyip açtırmasını önleyemedi. Daha sonra çeşitli vilayetlerde muhase­
bul'un en tanınmış lokantacılarından Ali
Gerçek baskıları 1877 öncesinde ya­ Efendi'nin yeğenleriydiler. Bundan ce­ becilik, defterdarlık, maliye müfettişliği
şayan Ali Efendi, gazetesinde Ali Su- saret alarak amcalarının mülklerinden gibi görevlerde bulundu.
avi'nin(->) içeriği muğlak bir ilanının ya­ birinde sinema açmak istediler ve Ali
yımlanması ve Çırağan OlayıC-») üzerine Otuz yıl kadar süren memuriyet ha­
Efendi'yi aralarına alarak Türk işletme­ yatı 1908'de kendi isteği ile son buldu.
tutuklandı. Beş buçuk ay sonra Kudüs'e cilerinin sahip olduğu ikinci sinemayı
sürüldü. Birkaç yıl sonra affedildi ve ga­ Emekliliğini geçirmek üzere geldiği İs­
açtılar. Türk işletmecilerinin sahip oldu­ tanbul'da Tasnif-i Vesaik-i Tarihiye En­
zetecilik yapmamak koşuluyla İstan­ ğu ilk sinema ise Murad Bey ile Cevat
bul'a döndü. Daha sonra kaymakamlığa cümeni başkanlığı yaptı. Bugün BOA'da.
(Boyer) Bey'in 19 Mart 19l4'te Şehzade- Ali Emiri Tasnifi olarak bilinen tasnifi
atanarak Anadolu ve Suriye'ye gönderil­ başı'nda Fevziye Kıraathanesi'nin yerin­
di. II. Abdülhamid rejiminin doğrudan meydana getirdi. Ayrıca Tarih-i Osmani
de açtıkları Milli Sinema idi. Encümeni üyeliğinde bulundu. Sonrala­
baskısını yaşamamakla birlikte, İstan­
bul'daki gazetecilik yaşamından kopma­ Ali Efendi Sineması, Ali Efendi'nin rı zamanının büyük bölümünü eski tut­
nın üzüntüsünü yaşadı. Anılarında II. 250. Kemal Bey'in ise 50 Osmanlı Lira­ kusu olan kitap toplamaya hasretti. Sa­
Abdülhamid'i, İstanbul yıkılsa da aldır­ sı'ndan oluşturdukları 300 lira ile kurul­ bahtan akşama kadar Sahaflar Çarşı-
mayan, "Sadece Yıldız mamur olsun ba­ du. Daha sonra ilk Türk filmini çekecek sı(->) ile evi arasında mekik dokuyan
na yeter" diyen biri olarak niteledi. olan Fuat Uzkınay ise yalnızca emeği ile Ali Emiri Efendi, terekeleri izler, aklına
bu şirkete ortak oldu. Ali Efendi Sinema­ koyduğu kitabı almak için her yolu de­
II. Meşrutiyetten sonra Basiret'i ye­
sı bayram günleri gösterilen filmlerin nerdi. Kitabım satmak istemeyen birini
niden çıkardıysa da başarısız kaldı. Anı­
tüm hasılatını Kızılay'a bırakıyordu. Sa­ ikna etmek için Yanya'dan Y e m e n e ta­
ları İstanbul'da Yarım Asırlık Vekayi-i
lon film gösterilerinin yanısıra düğün ve yinini çıkartacak kadar tutkulu biri olan
Mühimme (1909, yb İstanbul'da Elli
özel davetler için de kiralanıyordu. Ne Ali Emiri Efendi, eğer kitabı satın ala­
Yıllık Önemli Olaylar, 1976) adıyla ya­
zaman kapandığı tam olarak tespit edile­ mazsa onun kopyasını çıkartırdı. Türk
yımlandı.
meyen Ali Efendi Sineması'nın yerinde dilinin en eski sözlüğü olan Divanı Lu-
ORHAN KOLOĞLU
193 ALİ KETHÜDA CAMİİ

gati't-Türk'ün bilinen tek nüshası da Eski haliyle İstanbul'un en bodur ca­


onun fedakârca çabasıyla yitip gitmek­ milerinden olan yapı kare planlıdır. Du­
ten kurtulmuştur. varları iki sıra tuğla, bir sıra kesme taş
Yaşam biçimi ve kişiliği ile sıradışı ile almaşık düzende örülmüştür. Doğu,
biri olan Ali Emiri Efendi ailesine, padi­ batı ve mihrap duvarında ikişer sıralı
şahlığa ve Diyarbakır'a büyük sevgi dört pencere vardır. Alt kısımdaki pen­
besledi. Özellikle annesine olan sevgisi cereler sivri kemerli beyaz mermer söve­
yüzünden hiç evlenmedi. Dini inançları ri, üst kısımdakiler ise sivri kemerli ve al­
güçlü biri olarak hiç fotoğraf çektirmedi çı revzenlidir. Güneybatı köşesi pahlan-
ve sakal tıraşı olmadı. Öfke ve sevinçle­ mış, üst kısmı kademeli şekilde testere
rinde aşırıya kaçar, övgüden çok hoşla­ dişlerle örülerek çatı kısmında kareye ta­
nırdı. Uzun ve iri gövdesinden beklen­ mamlanmıştır. Yapının üstü iki sıra kirpi
meyen ince sesi ile bağırarak konuşan, saçak üzerine kiremit çatı ile örtülmüş­
mücadeleci ve gururlu bir kişi idi. tür. Minarenin kaidesi eski yapıdandır.
Çokgen pabuç kısmı, kesme taş ve tuğ­
1918 ile 1920 arasında 31 sayı Os­
ladan üçgen dilimlerle bölünmüştür. Si­
manlı Tarih ve Edebiyat Mecmuası ile
lindir gövdeli, şerefe altı testere dişlidir.
1922'de 5 sayı Tarih ve Edebiyat Mec-
Şerefe korkulukları basit geometrik şe­
muası'm yayımlayan Ali Emiri Efendi,
bekelidir. Camekânlı, basık son cemaat
üç divan dolduracak kadar şiir de yaz­
yerinin alt kısımları taraklı mozaik kapla­
mıştır. Biyografi alanındaki çalışmaların­
madır. Bu bölüm cami ile uyumsuz bir
dan yalnızca Tezkire-i Şuara-yı Amid'in
görünüme sahiptir. İç kısımda kadınlar
ilk cildi yayımlanmıştır (1911). Mezarı
mahfili bulunmaktadır. Mihrap, minber
Fatih Camii'nin haziresindedir.
ve vaaz kürsüsü mermerdir.
Bibi. Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları,
Kabataş'ta küçük liman için dikilmiş olan
437-439; Ergun, Türk Şairleri, I, 1251-1256: Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 148: İSTA. III, taşın üstündeki kitabe Ali Haydar Bey'e,
İnal. Türk Şairleri, II, 300-312; Ş. Beysanoğ- 664-665; Öz, İstanbul Camileri, I, 22; Ayver- tuğra ise Abdülmecid'e aittir.
lu, Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları, II, di. Fatih Devri, III, 315; İKSA, II, 649; Fatih Erkin Emiroğlu, 1993
İst., 1960, s. 139-174; M. Tevfikoğlu, Ali Emi­ Camileri, 55.
ri Efendi, Ankara, 1989. EMİNE NAZA
İSTANBUL
Ali Haydar Bey'in Türk ta'lik yazısı­
ALİ HAYDAR BEY nın gelişmesinde büyük rolü vardır. Bil­
ALİ FAKİH CAMİİ
(1802, İstanbul - 28 Haziran 1870. İs­ hassa celi talikte ünlüdür. Yesârîzade
Fatih İlçesi'nde, Kocamustafapaşa'da, tanbul) Ta'lik hattatı. Sadrazamlardan Mustafa İzzet Efendi'nin(->) öğrencisi­
Ali Fakih Caddesi'ndedir. Melek Mehmed Paşa'nın torunudur. Bu dir. 1823'te aldığı icazetnamesi Topkapı
Banisi Fatih Sultan Mehmed'in çoban- yüzden 'Melek Paşa hafidi" diye tanınır. Sarayı Müzesi Kütüphanesi'ndedir. Ali
başısı Ali Fakih Efendi'dir. Burada gö­ Medrese öğrenimi gördü. Önce müder­ Haydar Bey'in, Sami Efendi(-0 gibi bir
mülüdür ve adına sonradan yapılmış bir rislik yaptı, 1843'te Galata kadısı; 1851' dâhinin yetişmesinde büyük payı var­
mezar taşı vardır. Fatih devrinden kalmış de Filibe kadısı oldu. 1855'te Mekke; dır. Dairevi harflerinde biraz genişlik
yapı, 1310/1894'teki depremde yıkılmış, 1862'de İstanbul kadılığı payesini aldı. göze çarparsa da bu, önemli bir kusur
Mısırlı bir hanım tarafından 1328/1910'da 1868'de de İstanbul kadılığına getirildi. sayılmaz. Bildiğimiz eserleri şunlardır:
yeniden yaptırılmıştır. 1985'te ise yıktırı­ Kabri Beşiktaş'ta Yahya Efendi Dergâhı Dolmabahçe ve Ortaköy camileriyle Se­
lıp yeniden inşa edilmiştir. haziresindedir. limiye Kışlası'mn ana kapısı üstündeki
kitabeler; Dolmabahçe Camii ile Kaba­
taş İskelesi arasında kayıkların sığınma­
sı için yapılan küçük liman için dikilmiş
olan taşın üstündeki kitabe (halen ye­
rindedir); Eğrikapı'da Bezm-i Alem Vali­
de Sultan Mektebi'nin kitabesi; İstanbul
Üniversitesi Kütüphanesi'nde 1 2 8 5 /
1868, tarihli "Fîhâ kütübün kayyime"
levhası; Bayezid Camii'nde 1282/1864
tarihli "İnne's-salâta..." levhası; Taksim
Yenişehir'de Rıza Bey Çeşmesi kitabesi,
Sultanselim'de Mesnevîhane kitabesi.
Bibi. inal, Son Hattatlar, 542; Sicill-i Osma-
nî, III, 572; T. Cantay, "19. Yüzyılın Usta bir
Hattatı Ali Haydar Bey", TT, S. 52 (Nisan
1988), s. 14-16.'
ALİ ALPARSLAN

ALİ KETHÜDA CAMÜ


Sarıyer'de, Yenimahalle Caddesi'ndedir.
Banisi, II. Mustafa zamanında (1695-
1703) sadrazam kethüdası olan Ali Efen­
di'dir. Hadîkatü'l Cevamî'de 1720-
1721'de Nevşehirli İbrahim Paşa'nın ket­
hüdası Maktul Mehmed Ağa tarafından
tamir ettirildiği, bu sırada bir minare ek­
lendiği yazılıdır. Yapının 19. yy'ın orta­
larında yenilendiği mimari özelliklerin­
den belli olmaktadır. İlk inşa edildiğin­
de deniz kıyısında yer aldığı, zamanla
ALİ NUTKÎ DEDE 194

hanesi Şeyhi Abdülbâki Sırrî Dede'nin


kızıyla evlenerek bu tekkeyi nüfuzu al­
tına almış, kardeşi Ömer Dede'nin oğlu
olan ve Nutkî Dede'yi yetiştiren Aşçıba­
şı Sahîh Ahmed Dede'nin çocuğu Kud-
retullah Dede (ö. 1871) ile torunu Ata-
ullah Dede (ö. 1910) ise Galata Mevle­
vîhanesi postnişinliği yapmışlardır. Bu
arada Nutkî Dede'nin yaşça küçüklüğü
nedeniyle Yenikapı Mevlevîhanesi yö­
netimini üstlenen Sahîh Ahmed De­
de'nin dergâh meşihatini ailenin Ömer
Dede'ye bağlı koluna geçirmek istemesi
üzerine Nutkî Dede tarafından mevlevî-
haneden uzaklaştırılması, aile içindeki
çatışmanın somut bir örneği olarak da
değerlendirilebilir. Bu yüzden Sahîh
Ahmed Dede, vefatından sonra Yenika­
pı Mevlevîhanesi'ne değil, Merkezefen-
di Mezarlığı'na gömülmüştür.
Ali Kethüda Camii'nin içinden bir görünüm.
Şeyhliği I. Abdülhamid ve III. Selim
Tarkan Okçuoğlu, 1993
dönemlerine rastlayan Ali Nutkî Dede,
Batılılaşma hareketinin İstanbul hayatın­
kıyının doldurulması sonucunda bir Kuzeybatı köşesindeki minarenin, da yol açtığı ilk büyük değişikliklere ta­
miktar içerde kaldığı tespit edilmektedir. yapı kitlesi içine gömülü kaidesinin ku­ nık olmuştur. B a b a s ı E b u b e k i r D e -
Nitekim deniz yönünde kayıkhanelerin zey yüzünde, diğer pencerelerle aynı de'den sonra kendisi de yenilikçi akımı
bulunduğu, kaynaklarda ifade edilir. boyutta üst üste iki sağır pencere var­ desteklemiş ve bu amaçla başta III. Se­
Kıble doğrultusunda gelişmiş, derinli­ dır. Kesme taştan inşa edilmiş, silindir lim olmak üzere saray çevresinin temsil
ğine dikdörtgen bir alana yayılan yapı gövdeli minare, birçok geç devir örne­ ettiği siyasi modernleşme hareketinin
kagir duvarlı ve ahşap çatılıdır. Bir bod­ ğinde olduğu gibi, yine kesme taştan, içinde yer almıştır. Nutkî Dede'nin bu
rum katı üzerine oturan cami, kapalı bir soğan kubbe biçiminde bir külahla son tutumu daha sonra kardeşleri tarafından
son cemaat yeri ve harimden oluşur. bulmaktadır. Camiin kuzeydoğu köşe­ da sürdürülecek ve 19. yy'da ailenin ye­
Cümle kapısı kuzeyde, mihrap ekseni sinde, basık bir kitle halinde abdest me­ tiştirdiği ünlü Mevlevî şeyhlerinden Os­
üzerindedir. Ana mekân, sekizgen kesit­ kânları yer almaktadır. man Salâhaddin Dede (ö. 1887), mürit­
li, pilastr başlıklı yedişer ahşap sütunla leri arasında bulunan Midhat Paşa aracı­
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 143; Osman
derinliğine üç nefe ayrılmıştır. Sütunlar Bey, Mecmua-i Cevâmi. II. 50-51. no. 216; lığıyla Yeni Osmanlılar grubu içinde
kuzey, doğu ve batı duvarları boyunca Raif, Mir'at, 246; İSTA, II. 674-676; Öz, İstan­ önemli rol oynayacaktır.
mihrap duvarına kadar uzanan fevkani bul Camileri, II, 4. İstanbul Mevlevîleri arasında kariz-
mahfili taşırlar. Mahfilin, kuzey kanadın­ TARKAN OKÇUOĞLU matik kişiliğiyle tanınan Nutkî Dede, bu
da, mihrabın karşısına gelen kısmı yarım özelliği sayesinde pek çok devlet ada­
daire bir çıkma yapmaktadır. Aşağıdaki- ALİ NUTKÎ DEDE mını kendisine bağlamıştır. Bunlar ara­
lerle aynı hizada olan ahşap sütunlar ça­ (27 Temmuz 1762, İstanbul - 4 Eylül sında Devlet Kethüdası Halet Efendi (ö.
tıyı destekler. Üst katta, batı yönündeki 1804, İstanbul) Mevlevi şeyhi, hattat ve 1822) tarikatın tarihinde oynadığı siyasi
pencerelerden beş tanesi kapı olarak bestekâr. rol açısından büyük önem taşır. Hem
kullanılmakta, bu açıklıklardan, son yıl­ Babası, Yenikapı Mevlevîhanesi(-0 İstanbul'daki mevlevîhaneleri ihya etmiş
larda yapıya eklenen kadınlar bölümüne Şeyhi Ebubekir Dede (ö. 1775); annesi, hem de tarikatı, saray ve bürokrasi için­
geçilmektedir. Kuzeydeki ana girişten Galata Mevlevîhanesi(->) Şeyhi Abdül- de söz sahibi yapmıştır.
başka doğu duvarında bir yan giriş bu­ bâki Sırrî Dede'nin (ö. 1750) kızı Saîde Nutkî Dede'nin ünlü Melamîlerden
lunmaktadır. Duvarlar dışarıdan, kesme Hamm'dır. Yenikapı Mevlevîhanesi'ne Habeşîzade Zaim Ağa'nın sohbetlerine
taş örgüsüne benzer şekilde taraklı mo­ yakın bir evde doğdu. Amcası Ömer katılan babası Ebubekir Dede'den miras
zaikle kaplıdır. Bütün cephelerde iki sı­ Dede'nin oğlu Sahîh Ahmed Dede (ö. aldığı Melamîmeşrep Mevlevîlik anlayı­
ra halinde, dikdörtgen açıklıklı ve kes­ 1813) tarafından yetiştirildi. Arapça ve şını sürdürdüğü ve çevresindeki sanat­
me taş söveli pencereler sıralanmakta­ Farsça öğrenerek dergâhta musiki meşk çıları da bu yolda eğittiği bilinmektedir.
dır. Gerek pencere söveleri gerekse de etti. 1775'te babası Ebubekir Dede vefat Bu sanatçılar arasında babası Mustafa
aynı özellikleri gösteren cümle kapısı edince onun yerine Yenikapı Mevlevî- Reşid Efendi aracılığıyla Melamîliğe
söveleri pilastr şeklinde yontulmuştur. hanesi postnişini oldu. 29 yıl bu görev­ bağlanan ünlü Mevlevî şairi Şeyh Galib
Yalnızca ana girişin üstünde daire şek­ de kaldı. Kendisinden sonra meşihat de (ö. 1799) vardır. Divan edebiyatının
linde bir pencere açılmıştır. makamına kardeşi Abdülbâki Nasır De­ bu tanınmış ismi, Nutkî Dede'nin mürit­
Harimin tavanı, boydan boya, ince de (ö. 1821) geçti. Vefatını takiben Ye­ lerinden olup Yenikapı Mevlevîhane-
ve kalın çıtalarla yapılmış, sivri uçların­ nikapı Mevlevîhanesi Türbesi'ne gömü­ si'nde çile çıkartmış ve ardından Galata
da iç içe geçen baklava şekilleriyle dü­ len Ali Nutkî Dede'nin sandukası 1961' Mevlevîhanesi postnişinliğine atanmış­
zenlenmiştir. Bu düzenleme yer yer ka­ de çıkan bir yangın sonucunda yanmış tır. Bir şiirinde Nutkî Dede'yi şöyle an­
re çerçeveler içine alınmış, çiçek süsle­ olup bugün türbedeki yerini tespit etme latmaktadır: Dedem kim Hazret-i Seyyid
meleri ile renklendirilmiştir. Mihrap be­ olanağı yoktur. Ali'dir/Keramet vech-ipâkinde celidir/
yaz ve siyah mermerle üslupsuz bir şe­ Ali Nutkî Dede. 1746-1925 tarihleri Odur seccâde-i ma'nada el'an/Sezadır
kilde yenilenmiştir. Ahşap minberin ka­ arasında Yenikapı Mevlevîhanesi'nin rütbe-i irşada el'an. Nutkî Dede'nin ye­
pısında ve köşk kısmının sütunlarında, yönetimini üstlenmiş ve İstanbul Mevle­ tiştirdiği diğer büyük bir sanatçı da De­
II. Mahmud devrinden itibaren yaygınla­ vi kültürüne damgasını vurmuş ünlü bir de Efendi olarak tanınan Hamamîzade
şan çubuklu süslemeler vardır. Minberin şeyh ailesine mensuptur. Ailenin köke­ İsmail Dede'dir (ö. 1846). Çilesini Nutkî
köşk kısmının üzerinde, sekizgen priz­ ni, Fialvetî Şeyhi Seyyid Nureddin Efen- Dede'nin yanında çıkartmış ve ondan
ma biçiminde bir kasnağa oturan pira­ di'ye (ö. 1675) dayanır. Nutkî Dede'nin dini musiki meşk etmiştir.
mit şeklinde bir külah bulunmaktadır. babası Ebubekir Dede, Galata Mevlevî­ Musiki alanındaki üstün yeteneğini
195 ALİ PAŞA HANI

bestelediği "Şevk-i Tarab Mevlevi Ayîni"


ile gösteren Nutkî Dede, eserini Hama-
mîzade'ye ithaf ettiği için yakın zamana
kadar onun sanılmış, fakat bizzat Ha-
mamîzade İsmail Dede Efendi'nin Def-
ter-i Dervişân'a düştüğü bir kayıttan
ayinin Nutkî Dede'ye ait olduğu anlaşıl­
mıştır. Nutkî Dede'nin bir diğer eseri
Defter-i Dervişân'du. Postnişinliği döne­
minde kendisine intisap edenleri ve Ye-
nikapı Mevlevîhanesi'nde geçen olayları
günlük şeklinde kaydettiği bu eser, ve­
fatından sonra kardeşi Abdülbâki Nasır
Dede tarafından tutulan notlarla zengin­
leştirilmiş olup İstanbul Mevlevîliğinin
tarihi açısından temel bir kaynaktır.
Bibi. Ali Nutkî Dede-Abdülbâki Nasır Dede,
Defter-i Dervişân, Süleymaniye Ktp, Abdur­
rahman Nafiz Paşa, no. 1194; Esrar Dede,
Tezkire, Süleymaniye Ktp, Halet Efendi, no.
109, vr 112b; Şeyh Galib, Divân, Bulak,
1252, s. 119; Fatîn Davud, Tezkîre-i Hatime-
tü'l-Eş'ar, 1 s t . , 1271, s. 410-411; Ayvansarayî,
Hadîka, I, 230; Ali Enver, Semahane, s. 236;
Sicill-i Osmanî, III, 553; M. Ziya, Merakiz-i
Mühimme-i Mevleviyye'den Yenikapı Mevle-
vîhanesi, 1 s t . , 1329, s. 144-148; Vassaf, Sefi­
ne, V, 206; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 31; Ra­ Âli Paşa Camii ve Sebili'nin Mercan Caddesi'nden görünümü (solda) ve birinci katı.
Fotoğraflar Nazım Timuroglu, 1993
uf Yekta, Esâtiz-i Elhan. III. Dede Efendi,
1 s t . , 1343, s. 127-128; Ergun, Antoloji, II, 4 1 3 :
415; Subhi Ezgi, Nazarî ve Amelî Türk Musi­
kisi, V, 1 s t . , 1953, s. 429; Sadettin Heper, külahlı, gövdesi üzerinde madeni ay­ lerin birleşme noktalarında oluşan boş­
Mevlevi Ayinleri, Konya, 1974, s. 235-244; A. dınlatma şebekeleri bulunan minareye luklar kırmızı ve yeşil taş kakmalarla
Gölpmarlı, "Şeyh Galib", İA, XI. 463; N. Öz- geçilir. Şerefe, uçlarında sarkıtları bulu­ doldurulmuştur.
can, "Ali Nutkî Dede", DİA, II, 423-424; E. nan konsollara oturtulmuş olup korku­ Dükkânlar ve sebilin yer aldığı ze­
Işın, "istanbul'un Mistik Tarihinde Mevle- lukları yine şebekeli madeni levhalar­
vîhaneler", İstanbul, S. 4 (Ocak 1993), s. min kat ile camiin bulunduğu birinci
119-131. dan meydana gelmektedir. katın arası, küçük konsollardan oluşan
EKREM IŞIN Yapıldığı arsanın konumu nedeniyle bir kuşakla belirtilmiştir. Günümüzde
ana eksende olmayan son cemaat yeri namaza tahsis edilmiş olan ancak ger­
ÂLİ PAŞA CAMİİ VE SEBİLİ Fuat Paşa Caddesi'ne bakan giriş cep­ çek fonksiyonu tam olarak anlaşılma­
hesi üzerindeki küçük köşk çıkmasıyla yan zemin katta, basık kemerli pencere­
Beyazıt'ta, Fuat Paşa Caddesi ile Mercan ler yer alır.
ilgi çekicidir. Yarım altıgen planlı ve
Caddesi'nin kavşağında, İstanbul Üni­
her kenarında dilimli kemerlere sahip Yapıya egemen olan eklektik üslu­
versitesi Merkez Binası bahçesinin bu­
bir pencereyle aydınlatılan bu çıkma, bun yanında Osmanlı baroğunun örne­
gün kullanılmayan güneydoğu kapısı­
yapının bu kesimine sivil mimari ifadesi ğini veren sebil, iki caddenin kesiştiği
nın karşısında yer alır.
katmaktadır. Cami, caddelere bakan köşede bulunur. Üç yüzlü sebilin köşe­
Yapı, Ağa Mescidi ve Yakub Ağa Ca­ lerinde yükselen sütunların arası made­
cephelerindeki pencerelerle aydınlatıl­
mii olarak da tanınır. Cami, Saray Ağası ni şebekelerle kapatılmış, üstleri iç içe
mıştır. Bu pencerelerden doğrudan ana
Yakub Ağa'nın 954/1547'de ölümünden iki dilimli kemerle taçlandırılmıştır. Ze­
mekâna açılan üç tanesi oldukça yük­
önce, Eski Saray'dan kalkan cenazelerin min katla birinci katı ayıran konsollu
sek tutulmuş olup yuvarlak kemerlerle
namazlarının kılınması için yaptırdığı silme, sebilin saçağında da devam et­
donatılmıştır. Kemerlerin üzengi hizala­
mescidin yanması üzerine, Sultan Abdü- mekte, böylece cami ile sebil kitlelerini
rına üçgen çıkıntılar konulmak suretiyle
laziz dönemi sadrazamlarından Âli Paşa bütünleştirmektedir. Bu silmeden başla­
at nalı kemer havası verilmiştir. Bu pen­
( 1 8 1 5 - 1 8 7 1 ) tarafından 1286/1869'da yan ve harim pencerelerinin alt hizasın­
cerelerin üzerinde, içerden alçı vitray­
yaptırılmıştır. da sona eren basık piramidal biçimde
lar, dışarıdan Mühr-i Süleyman biçimin­
Yapının mimarı İtalyan Bariori'dir. de şebekelerle donatılmış birer yuvarlak bir çatı sebili örtmektedir. Camiin Fuat
Kitabe üzerinde, beyzi bir madalyon tepe penceresi yer almaktadır. Yapının Paşa Caddesi'ne açılan küçük bir de av­
içinde Sultan Abdülaziz'in tuğrası yer mihrabı çokgen çıkıntısı ile cephede lusu bulunmaktadır.
almaktadır. 1912 Mercan Yangını'nda vurgulanmıştır.
hasar gören yapı otuz yedi yıl harap Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 38-39; Kumba­
racılar, Sebiller, 57; İSTA, II, 695-696; Öz, İs­
durumda kaldıktan sonra 1949-1953 yıl­ Cami, iç süslemesinin bugünkü sade­
tanbul Camileri, I, 18; İKSA, II, 682-683;
ları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü liğine karşın dıştan çok hareketli bir gö­ Eminönü Camileri, 17-18; S. Ögel, "İstan­
tarafından, Âli Paşa dönemindeki üslu­ rünüme sahiptir. Yapının saçak silmesi bul'da 19. yy'ın Sekizgen Camileri", Unsal
buna uygun olarak restore edilmiş ve klasik oranlardan uzaklaşmış mukarnas- Yücel Anısına Sempozyum Bildirileri, ist.,
ibadete açılmıştır. lardan oluşmaktadır. Ana kitlede, saça­ 1989, s. 65-70.
Eklektik üsluptaki bu yapı, altındaki ğın üst bölümünde, her cephede dilimli HAKAN ARLI
dükkânları, köşesindeki sebili ve sekiz­ kemer şeklinde biçimlendirilmiş, içi ru-
gen prizma biçimindeki kitlesiyle dikkat mîleri hatırlatan stilize bitki motifleri ile ALİ PAŞA HANI
çekicidir. Dıştan sekizgen olan şema iç­ dolgulu alınlıklar yer almaktadır. Bu Kapalıçarşı hanlar bölgesinde yer alan
te yuvarlatılmış ve üstü kubbeyle örtül­ alınlıklar, cephelerin köşelerinde birer yapı, Tîğcılar Sokağı boyunca uzanan
müştür. Alttan, dönen bir merdivenle çı­ palmet oluşturmakta ve böylece yapıyı beş büyük handan biri olup kuzeyde yer
kılan kapalı son cemaat yerinden yine bir taç gibi sarmaktadır. Harime açılan alan ikinci yapıdır. Kuzeyinde Mercan
aynı türde bir merdivenle mahfile çıkı­ yuvarlak kemerli pencerelerin iki yanı, Çukur Hanı'nın arsası, güneyinde Yaldız
lır. Bu merdivenin altından da bir ka­ üzengi hizasına kadar bir sıra altıgen Hanı paralel eksenler üzerinde doğu-batı
pıyla çokgen gövdeli, kırık piramidal kesme taşla hareketlendirilmiş, altıgen­ doğrultusunda konunılanmışlardır.
ALİ PAŞA HANI 196

Ali Paşa Hanı, Yorgancılar Sokağı


boyunca uzanan bir dikdörtgen plan şe­
masına bağlı kalınarak planlanmıştır.
Sadece Bodrum Hanı ile bitişik kenarı,
iki kırık dış duvar şeklindedir.
Ali Paşa Hanı, üç kenarı ile munta­
zam bir plana sahip olan yapıda, avlu
şekillenmesi de bu düzeni koruyan bi­
çimde tasarlanmış, Bodrum Hanı'na bi­
tişik kanatta ise hacimler avluya farklı
cephelerle açılmıştır. Bu durum yapıda
sonradan yapılan değişiklikler sonucu
oluşmuştur.
Avlu etrafında iki katlı revaklar ve re-
vakların gerisinde yer alan mekânlar, ya­
pının orijinal planım açıklar niteliktedir.
1 7 x 2 7 m ölçüsündeki bu avlu, iki
katlı revak sistemiyle çevrili olup zaman
in
içinde bazı değişiklikler ve bozulmalar
olmuştur. Zemin katta revakların geri­
Kitabesi olmayan yapının "Ali Paşa" Kapı ve pencere sövelerinde taş kul­ sindeki mekânlar birer kapı ve pencere
adıyla tanınması sebebiyle ve yapı mal­ lanılmış, duvar dokusu ise taş, tuğla ve ile revak altına açılırken, üst kattaki me­
zemesi özelliklerinden dolayı 18. yy orta­ derz ile oluşturulmuştur. Bu doku gü­ kânlar dış cephelere açılan birer pence­
larına tarihlenmesi mümkün olmaktadır. nümüze yer yer çimento sıvalı olarak reye de sahiptirler. Bu mekanlardaki
Günümüze çok değişmiş, orijinal gö­ ulaşmıştır. ocak ve nişler günümüze ulaşmamıştır.
rünüşünü kaybetmiş, hattâ doğu tarafı Tığcılar Sokağına açılan kapısı yu­
Yapıda önemli bir özellik, üst katta
tamamen yeniden inşa edilmiş olarak varlak taş kemer olup beşik tonoz giriş
giriş yönü ile kuzeyde yer alan orta me­
gelebilmiştir. mekânı ile avluya bağlanır. Zeminde bir
kânların açıldığı revak bölümlerinin av­
Plan kuruluşu, bulunduğu arsanın sıra dükkân bulunur ki, kemerleri oriji­
luya birer eyvan düzeniyle açılmasıdır.
durumuna göre yorumlanan yapının nal görünüşlerini kaybetmiştir. Dükkân
Kanatların birleştiği köşelerdeki dar ko­
doğu-batı uzun kenarları kırık bir şekil sırası üzerinde yükselen ana cephe taş,
ridorlarla geçilen küçük hacimlere de
göstermekte, avlu da bu dış şekillenme­ tuğla ve derz doku ile taş söveli pence­
üst kat mekânları birer kapı ile açılırlar.
ye uymaktadır. Yapının doğu cephesin­ relerle, ancak bozulmuş olarak, günü­
müze ulaşmıştır. Yapının ana cephesi Yorgancılar So­
de bir sıra dükkân planlanmış bulun­ kağıma bir sıra dükkân ve kapı ile açıl­
maktadır. Zaman zaman yapılan ona­ Bibi. Güran, İstanbul Hanları, 108-109.
makta, doğu tarafı ise dışa çıkıntı yap­
rımlarla yapı malzemesinin de orijinal GÖNÜL CANTAY maktadır. Yapının Çadırcılar Caddesi'ne
dokusunu kaybettiği yapıda girişin yer açılan kuzey cephesi de bir sıra dük­
aldığı doğu kanadının üç katlı olarak ALİ PAŞA HANI kânla bütünleşmiştir. Gerek bu cephe
inşa edildiği anlaşılmaktadır. Üçüncü Kapalıçarşı hanlar bölgesinde, Çadırcılar gerekse ana cephede yapı malzemesi
kata, girişin sol tarafındaki üst revakta Caddesi ile Yorgancılar Sokağımın bir­ kesme taş, tuğla ve derz dokusuna sa­
yer alan dar bir merdivenle ulaşdmakta- leştiği köşede inşa edilmiştir. Güneyba­ hiptir. Kapı ve taş pencere söveleri dı­
dır. Avlu revakları zaman içinde orta­ tısında Bodrum Hanı ve güneyinde Ya­ şında cepheyi ifadelendiren yapı malze­
dan kalkmış, revak kemerleri üzerinde rım Taşhan Sokağı ve bu sokağa adını mesi bunlar olmaktadır. Kirpi saçak
devam eden avlu cepheleri tamamen veren eski bir hanm kalan mekânları ile bordürü ise günümüze ulaşmamıştır.
yenilenmiştir. bitişiktir. Giriş yuvarlak kemerli bir açıklık
Hanın zemin kat mekânları revak al­ Yapı, banisinin adıyla tanınırsa da ki­ şeklinde olup tonoz örtülü bir koridorla
tına birer kapı ile açılır durumdayken tabesi olmadığından hangi Ali Paşa'ya avluya açılır. Avluda üst kata çıkan oriji­
sonradan birer de pencere açılmıştır. ait olduğu kesinlik kazanamaz. Ancak nal taş merdivenlerin yerini demir mer­
Üst kat mekânlarının ise revaklara birer yapısal özellikleriyle 1 8 . yy'ın ikinci ya­ divenler almış ve ilave hacimler orijinal
kapı ve pencere ile açıldığı, gene bu rısına konulabilir. Bu ise banisinin He- avlu görünüşünü bozmuştur. Avlu cep­
mekânların dış cephelere açılan birer kimoglu Ali Paşa olması ihtimalini orta­ heleri de taş, tuğla ve derz dokuya sa­
penceresi olduğu görülmektedir. ya koyar. hip olmalıdır. Bozulmuş plan ve dokuy­
la günümüze ulaşan yapı, 18. yy içinde
Bodrum Hanı ile birlikte bütünleşen
cepheleriyle bir çifte han kompleksi du­
rumuyla Kapalıçarşı hanlar bölgesinde
önemli olmaktaydı.
Bibi. Güran, İstanbul Hanları, 107-108.
GÖNÜL CANTAY

ALİ PAŞA HANI


Küçükpazar'da Unkapanı Caddesi ile
Kıble Çeşme Caddesi arasında inşa edil­
Kapalıçarşı'da, miştir. Hanın kitabesi mevcut değildir.
Yorgancılar Mimarı bilinmediği gibi banisi de bilin­
Sokağîmn memektedir. Yapı görülen özellikleri ile
köşesinde yer 18. yy'a tarihlenmekte, adının "Ali Paşa
alan Ali Paşa Hanı" olarak belirlenmiş olmasıyla ola­
Hanı'nın ikinci
cak, Çorlulu Ali Paşa'ya atfedilmektedir.
katından bir
görünüm. Sonradan genişletilerek Atatürk Bul­
Nuri Seçgin varı adıyla bilinen kuzey-güney yönün-
197 ALİ PAŞA KEMERİ

Küçükpazar'daki Ali Paşa Hanı avlusundan iki görünüm


Nazım Timuroğlu, 1993

de uzanan caddenin doğusunda bulu­ de yer alan ahır mekânına açılır; beşik Ali Paşa Kemeri'nin kimin tarafından
nan yapı, inşa edildiği yıllarda mevcut tonoz örtülüdür. yaptırıldığı bilinmemektedir. Eskiden
yol durumuna uygun olarak şekillen­ Ali Paşa Hanı'nm Atatürk Bulvarı'na mevcut olan "maşallah" yazısının altın­
miştir. Bu nedenle bulvar cephesi kısa açılan cephesi kesme taş ve tuğla derz da 1205/1790-91 tarihi görülmektedir.
ve uzun kırık bir şekilde, kuzey ve gü­ hatıllı olarak örülmüş, aynı dokuyla ze­ Ali Paşa Kemeri iki katlıdır, altta altı,
neyi düz bitişik nizamda, girişin yer al­ min kat dükkânlarının payeleri de mey­ üstte ise sekiz gözü vardır. Bu kemer
dığı ve ana cephe olarak Kıble Çeşme dana getirilmiş, hafif sivri kemerleri ise gerek 1748 tarihli ve ölçekli Beylik Su­
Caddesi'yle şekillenen bir plan şeması­ tuğla derz olarak yapılmıştır. Üst katta yu haritasında ve g e r e k s e ö l ç e k s i z
na sahiptir; yapı tamamen bulunduğu her mekân bu cepheye tuğla derz yay 1750-1800 arasında yapılmış olan Süley­
yerin (arsanın) durumuna uydurularak kemerle kavranan dikdörtgen taş söveli maniye suyollarına ait haritada gösteril­
planlanmıştır. Bulvar cephesinde alt ka­ ikişer pencere ile belirlenmiştir. Yakın memiş, yerine Ayvalı Dere'nin daha yu­
tın yola bağlı düzensiz gelişimi üst kat zamanda görmüş olduğu onarımlarla karısında üç gözlü, bir katlı küçük bir
mekânlarının iki noktada konsollarla bugünkü şeklini almış olan cephenin kemer çizilmiştir. Anlaşıldığına göre bu
dışa taşması ile giderilmeye çalışılmıştır. alt kısmı, esasında alt kat mekânlarına üç gözlü kemer harap olmuş, yerine
Hanın planında dış konturlarda gö­ ait birer penceresi olan düz bir duvar daha aşağıda iki katlı bugünkü Ali Paşa
rülen farklılıklar iç avluya yansımamışsa halinde yükselmekteydi. Ancak, cephe­ Kemeri yapılmıştır.
da, avlusu köşegenleri ve kenarları (15 nin bulvara açılması ile cephedeki alt Topkapı Sarayı Müzesi Kitaplığı III.
ve 17 m) farklı boyutlarda olan bir plan kat mekânları birer kemerle dışa açılan Ahmed Bölümü'nde mevcut 1816 nu­
şeması gösterir. İki katlı olarak planla­ hacimler durumuna getirilmiştir. maralı ve 1016/1607 tarihli haritada 59
nan yapının avlusu revaklı olup, her iki Kıble Çeşme Caddesi'ne uydurulmuş numara ile gösterilen "Ali Paşa suyu ba­
katta da mekânlar revaklara açılırlar. ana cephe, bütünüyle muntazam kesme şıdır" şeklindeki yazıdan, Ali Paşa Ke­
Üst kat mekânları revak altına birer ka­ taş dokuya sahiptir. Yay kemerli alt kat meri'nin adının bu sudan geldiği anla­
pı ve pencere ile açılırken, dış cephe­ dükkânları arasındaki giriş açıklığı da şılmıştır. Ayrıca Millet Kütüphanesinde­
lerde de ikişer pencere, cephelerin şe­ basık yay kemerli olup üstte çifte kartuş ki 1584 tarihli haritada Ali Paşa suyun­
killenmesine katılmıştır. Zemin kat me­ yer alır. Giriş üzerinde belirgin cephe dan bahsedilmiştir. 1859 tarihinde yapı­
kânları, yapının dışındaki dükkânlarla özelliği olarak taş konsollar üzerine ta­ lan Köprülü haritasında kemerin adı
aynı duvar ekini paylaştığından dışa şan ve çift pencereli mekân cepheye "Şirinkemer"dir. Buradan da anlaşılaca­
pencere ile açılmaz. hâkim bir şekilde yer alır. İki tarafta ise ğı üzere bu kemer adını Ali Paşa Mem-
İki kat boyunca yer alan revak siste­ üst kat mekânlarının pencereleri bu ba'mdan almıştır. 16. yy'da yaşayan bu
minde, zemin kat revakları, doğu yö­ cepheyi ifadelendirir. Bu giriş kapısı kişinin hangi Ali Paşa olduğu bilin­
nünde bütünüyle kapatılarak depo hali­ üzerindeki taşkın mekân, mescit fonksi­ memektedir.
ne getirilmiş, diğer yönlerde ise avluya yonunu yüklenmiştir. Üstten, cepheyi Bu kemerin O. Dalman tarafından
açılan mekânların kullanım alam içerisi­ sınırlayan kirpi saçak yer yer ve dış ör­ 1930'da çekilen fotoğrafındaki durumu­
ne katılmıştır. Kare kesitli ayakların taşı­ tü sistemi zaman içinde değişmiştir. Av­ nun bugünkü ile kıyaslanmayacak ka­
dığı kemerler tuğla derz dokulu sivri lu cepheleri ise taş, tuğla derz dokulu dar iyi olduğu görülmektedir. Dal-
kemer şeklindedir. Zemin kat revakları olup bunların gene kirpi saçak bordü- man'm kitabındaki fotoğrafta kemerin
beşik tonoz örtü sistemine sahiptir. Üst rüyle sınırlandığı anlaşılmaktadır. güney yüzünde, dördüncü ve beşinci
kat revaklarında da aynı yapı malzeme­ Bibi. Güran, İstanbul Hanları, 105-107; G. üst gözlerin arasında dairesel bir madal­
si görülmekte, ancak kemer şekilleri Güreşsever (Cantay), "Anadolu'da Osmanlı yonun içerisindeki "maşallahTn altında
değişerek yuvarlak kemer olmaktadır. Devri Kervansaraylarının Gelişmesi", (yayım­ "sene 1205" tarihi yazıldığı açıkça görül­
Gene, zemin kat mekânları ile üst kat lanmamış doktora tezi), İst., 1975. mektedir. 1979'da çekilen fotoğraflarda
mekânları ve revaklar çapraz tonoz örtü GÖNÜL CANTAY madalyonun çerçevesinin sağlam dur­
sistemine sahiptir. duğu ve "maşallah" yazısının ise düştü­
Kıble Çeşme Caddesi'ne açılan cep­ ALİ PAŞA KEMERİ ğü tespit edilmişti. Ancak 16 Mart 1989'
hede yer alan giriş, taştan sivri kemerli Metris Çiftliği'nin 750 m kadar güneydo­ da çekilen fotoğraflarda madalyonun
olup, beşik tonoz örtülü bir koridorla ğusu veya Avasköy Kemeri'nin 750 m kenarları ile kemerin birçok yeri yıkıl­
avluya açılır. Solda taş merdivenlerle kuzeydoğusunda, Ayvalı Dere'nin batı mış ve tümü yıkılmaya yüz tutmuştur.
üst kata çıkılır. Gene solda merdivenin kolunda bulunup üzerinden Beylik ve Kemerde yalnızca moloz taşların kulla­
simetrik köşesindeki bir giriş, bu bölge­ Süleymaniye suyollarının künkleri geçer. nılması, kesme taşlara kenet yapılma-
ÂLİ PAŞA KONAĞI 198

kardeş arasındaki anlaşmazlık sonunda,


1893'e doğru Hanım Sultanlar bu bina­
dan ayrılmışlar ve Âli Paşa Konağı'na,
Mekteb-i Mülkiye'ye öğrenci hazırlayan
idadi (ortaokul), Mercan İdadisi adıyla
yerleşmiştir. Daha sonra konak, Harbiye
Nezaretime devredilerek, Erkân-ı Harbi­
ye (Genelkurmay Dairesi) yapılmıştır.
23 Temmuz 1911'de Beyazıt-Laleli-Ak­
saray semtlerinin büyük kısmını harap
eden Mercan yangınında Âli Paşa Kona­
ğı da yalnızca kagir duvarları kalacak
surette mahvolmuştur.
Halk arasında "Yanık Saraylar" adıyla
tanınan Âli Paşa Konağı veya Mercan
Sarayı harabesi İstanbul siluetinin bir
alameti olarak öylece, boş pencereleri
ile yıllarca durmuş, arada bu koca bina­
nın restorasyonu yapılarak kullanıma
tahsisi düşünülmüş, hattâ ihya edilerek
Ali Paşa Kemeri büyük üniversite kütüphanesinin bura­
Kâzım Çeçen ya yerleştirilmesi teklif edilmiştir. Bunla­
rın hiçbiri gerçekleşmeden Vali ve Bele­
diye Başkam Prof. F. Kerim Gökay za­
ması yıkılmanın hızını artırmıştır. Üst ler tarafından yapılmış olması görüşü manında, sarayın kalıntısı tamamen or­
gözlerin tabanındaki kornişlerin açıklık­ daha inandırıcıdır. Zaten bu mimarların tadan kaldırılmış, açığa çıkan arsası
lar arasındaki bölümleri ise tamamen yaptıkları binalar listesinde, Âli Paşa üzerine ahşap barakalar yapılarak, Bü-
dökülmüştür. Kemerin kuzey tarafı, yani Konağı da yer alır. yükçarşı (Kapalıçarşı) yangınında dük­
memba tarafı güneye nazaran çok daha Âli Paşa'mn 1871'cle ölümü üzerine kânları yanan esnaf buralara yerleştiril­
harap durumdadır, kornişler sökülmüş, konak değerinin çok aşağısında az mik­ miştir.
kaplamalar dökülmüş, alt kemerlerden tarda para verilerek ailesinden alınıp, Çarşı tamir edilip, esnaf buradan çe­
sol sahilde iki, sağ sahilde ise bir gözün kısa bir süre için şeyhülislamlık (meşi­ kildikten sonra barakalar perişan, sefil
kemerleri yıkılmıştır. Kısa bir gelecekte hat) makamı olmuştur. Âli Paşa'nın kızı dükkânlar halinde daha uzun yıllar kal­
bu kemer bir yıkıntıdan ibaret olacaktır. Rukiye Suad Hanım tarafından. II. Ab- mış, ancak 1985'e doğru, askeri yöne­
Gözlerin üzerindeki künkler dâhi sökül­ dülhamid'e yollanan ve İbnülemin Mah- tim sırasında, barakalar ile birlikte, ko­
müş, yalnızca harç içerisindeki izleri mtıd Kemal'in ^(İnal) yayımladığı dilek­ naktan kalmış olan bodrum katı da yı­
kalmıştır. Künklerin her iki sahildeki ka­ çede, konağı Âli Paşa'nın kendi parası kılmış ve çok derine inen kazıda evvel­
lıntılarına rastlanmaktadır. ile yaptırdığı bildirilir. ce burada sütunlu bir Bizans su sarnıcı
Ali Paşa Kemeri'nde gözlerin açıklığı Konak, Abdülmecid'in büyük kızı olduğu görülmüştür. Bugün aynı yerde
2,70-2,75 m arasında değişmektedir. Fatma Sultana (1840-1884) tahsis edil­ çok katlı bir otopark vardır.
Duvar kalınlığı 2.50 m olup yukarıdan mişti. Bir süre soma Abdülaziz'in kızları Âli Paşa Konağı veya Mercan Sarayı,
temele kadar içerdedir, ancak üst ke­ Saliha (1862-1942'ye doğnı) ile Nazime dış mimarisi bakımından bütünüyle
merlerde bu girinti gözlerin altına kadar (1866-1895) sultanların beraberce ika­ Tanzimat üslubu denilen Batı mimari
devam eder. Bilhassa üst kemerlerin met etmelerine ayrıldı. II. Mahmudün zevkine uygun biçimde yapılmış bir bi­
ayaklarında çok iri yontma taşlar kulla­ kızı Âdile Sultanın (1826-1899) ölümü na idi. Bayezid Kulesi'nin önünde şehir
nılmış fakat hepsi kenetsiz inşa edildiği üzerine, Fındıklı'daki sahilsarayı Nazime siluetinde heybetli bir göıünümü vardı.
için dökülmüş veya dökülmek üzeredir. Sultan tarafından istenildiğinde. Saliha Üç katlı olan binanın cepheleri, çıkıntı­
Bibi. O. Dalman. Der Valens Aquädukt in Sultan da Mercan Konağı'nın kendisine larla hareketli bir biçime sokulmuştu.
Konstantinopel. Bamberg, 1933: Çeçen, Hal­ tahsis edilmesini istemiştir. Fakat iki Herhalde çok muhteşem olduğu anlaşı-
kalı, 130-132.
KÂZIM ÇEÇEN

ÂLİ PAŞA KONAĞI


İstanbul'un içinde, son dönemde yapı­
lan konakların en büyüklerinden biridir.
Beyazıt'ta Mercan Yokuşu başında, Ha­
lic'e ve Boğaz girişine hâkim bir yerde
bulunuyordu. Mercan Sarayı da denir.
Üç katlı kagir yapısı ve çok büyük
ölçüleri ile bir konaktan çok bir saray
görünümünde idi. Aynı yerdeki ahşap
konağın yanması üzerine, Abdülaziz ta­
rafından 1865'te masrafı Hazine-i Has­
sa'dan karşılanmak üzere İstanbul'un si­
luetine hâkim bir yerde bu muhteşem
bina yaptırıldı. Bazı yerlerde konağın
İsviçreli mimar G. Fossati tarafından ya­
pıldığı bildirilmekte ise de, 1865 tarihi
doğru olduğu takdirde, 1858'de Fossati
yurduna döndüğüne göre, bu binanın Âli Paşa Konağı
onun eseri olmasına ihtimal verilemez. Ciara E. Clement, Consîantinople - Tbe City of the Sultans. Boston. 1895
Semavi Eyice koleksiyonu
Konağın Agop ve Sarkis Balyan kardeş­
199 ALİ RIZA

lan iç süslemesine dair maalesef bilgi


yoktur. Belki Erkân-ı Harbiye olduğu sı­
ralarda çekilen fotoğraflardan bazı şey­
ler öğrenilebilir.
Konağın yakınında olan 16. yy'a ait
Ağa Camii de Âli Paşa tarafından deği­
şik bir mimaride yeniden yaptırılmıştır.
O da yangın geçirmesine rağmen yakın
tarihlerde ihya edilmiştir. Evvelce Âli
Paşa Konağı'nın önündeki caddeye Fu-
ad Paşa'nın adının verilmesi de beledi­
ye ilgililerinin İstanbul'da sokakların ad­
landırılmasından keyfi davranışlarının
bir örneğidir.
Bibi. Resimli Kitap, no. 31. Haziran 1327
(Eylül'de yayımlanmıştır); inal, Son Sadra­
zamlar, I, 35; İSTA, II, 696-698; Tuğlacı, Bal­
yan Ailesi, 206.
SEMAVİ EYİCE

ALİ PERTEK CAMÜ


bak. HAMAM CAMİİ

ALİ POYRAZOĞLU TİYATROSU


Tiyatro sanatçısı Ali Poyrazoğlu'nun
kurduğu, çalışmalarına 1972'de Küçük
Sahne'de(->) başlayıp, günümüzde Sıra-
selviler'de Clup 12'de devam eden tiyat­
ro topluluğu.
Gülriz Sururi-Engin Cezzar Toplulu-
ğu'ndan ayrılan Ali Poyrazoğlu, 1972-
1973 sezonunda Ali Poyrazoğlu Tiyatro-
su'nu kurdu. Topluluğun ilk oyunu
olan, Umur Bugay'm yönettiği Aziz Ne­
sinin Hakkımı Ver Hakkı eseri, Küçük
Sahne'de sergilendi. Topluluğun ilk
kadrosu Ali Poyrazoğlu, Korhan Abay,
Güzin Özipek, Işık Yenersu, Aydemir
Akbaş, Semra Savaş, Turgut Savaş, Al­
pay İzer, Jale Onat, Ahmet Sezerel'den
oluşuyordu.
Topluluk 1980'e kadar çalışmalarını
Küçük Sahne'de sürdürdü. İpteki, Eski
Çamlar Bardak Oldu, Canavar Cafer,
Amerikano, Gözlerimi Kaparım Vazife­
mi Yaparım, Deliler Boşandı, Dur Ko­
nuşma Sus Söyleme, Bizim Sınıf, İsteye­ rar verildiyse de Napoli'de çıkan kolera
ALİ RIZA (Hoca)
nin Bir Yüzü Kara, Yedi Deliler toplu­ salgını nedeniyle bu eğitim mümkün
luğun bu dönemde oynadığı oyunlar­ (1858, İstanbul - 30 Mart 1930, İstan­
o l a m a d ı . Sağlık durumu y ü z ü n d e n
dan bazılarıdır. bul) İstanbul manzaralarıyla tanınmış
emekli olduğu 191 l'e kadar mektep ho­
Türk ressam. Üsküdar Ahmediye'de
1980-1981 sezonunda Şişli'deki Ümit calığı görevini sürdürdü. Birçok asker
doğdu. Bazı kaynaklarda doğum tarihi
Tiyatrosu'na taşınan topluluk, değişik ressamın yetişmesine katkıda bulundu.
1864 olarak verilir. Babası hat sanatına
sezonlarda yeniden sahnelenen Çılgın­ Emekliliğinden sonra da çeşitli liselerde
meraklı Üsküdarlı süvari binbaşı Meh­
lar Kulübü (1981 Avni Dilligil Ödülü) hocalık yaptı. Hoca Ali Rıza, bir dönem
met Rüşdi Bey'dir.
ve Sevimli Kanguru adlı çocuk oyunu Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin baş­
ile seyirci karşısına çıktı. Ancak sezon Resme olan ilgisi, Mekteb-i Harbi- kanlığını da üstlendi; cemiyetin çıkardı­
sonunda Ümit Tiyatrosu'nun yıkılması ye'de okurken yoğunlaştı. Resme me­ ğı dergide yazılar yazdı.
üzerine topluluk Harbiye'deki Kenter raklı birkaç arkadaşı ile birlikte Harbi- Hoca Ali Rıza, en çok İstanbul'un çe­
Tiyatrosu'na taşındı. Kenter Tiyatro- ye'de bir resimhane (atölye) açılmasına şitli köşelerinden yaptığı peyzajlarla ta­
su'nda Deliler Boşandı, Hayvanat Bah­ önayak oldu. İlk ciddi resim derslerini nınır. Tipik bir açık hava ressamıdır.
çesi, Oğlum Çiçek Açtı, Orkestra (1986 burada, ünlü asker ressamlardan, hoca­ "Kırkambar" diye nitelediği malzeme
Ankara Sanat Kurumu Ödülü) adlı o- ları Osman Nuri Paşa, Fransa'da eğitim kutusuyla doğaya açılır, büyük bir ke­
yunları sahneledi. Daha sonra Sıraselvi- görmüş Miralay Süleyman Seyyit'ten ve yifle gününü İstanbul'un çeşitli görü­
ler'deki Clup 12'ye geçen topluluk, bu­ Mösyö Kez adıyla bilinen Fransız kö­ nümlerini resmederek geçirirdi. Çamlı-
rada eski oyunlarının yanısıra Hoşçakal kenli yabancı bir ressamdan aldı. ca'dan bakış, Üsküdar'ın eski ahşap ev­
İstanbul, (1986 Ulvi Uraz Ödülü), Dün­ 1883'te Harbiye Mektebi'nden me­ leri, Kız Kulesi, Karacaahmet Mezarlığı,
yalar ( 1 9 8 8 ) , Uzakta Piyano Sesleri zun olduktan bir süre sonra Osman Nu­ Osmanlı çeşmeleri, Fenerbahçe, sahil
(1992 Avni Dilligil Ödülü), Ali Harika­ ri Paşa onu yardımcılığına getirdi. yalıları, Beykoz, onun tipik konularıdır.
lar Diyarında (1993) adlı oyunları sah­ 1895'te kolağası rütbesiyle resim öğret­ Resimlerinde 19. yy Fransız resminin,
neledi. menliğine atandı. Bu dönemde resim Corot, Courbet, Fransız Barbizon Oku-
HİLMİ ZAFER ŞAHİN eğitimi için İtalya'ya gönderilmesine ka­ lu'nun etkilerinin görülmesine karşın,
ALİ RIZA 200

Hoca Ali Rıza, özellikle 1910'dan sonra dan sonra Şevki Efendi'nin oynadığı ti­ Ali Rıza Bey'in, Peyâm-ı Sabah'ta. ay­
kendine özgü bir yoruma ulaşmış, re­ yatroda bir topluluk kurduysa da yürü­ nı genel başlık altında yayımlandığı hal­
simdeki üslup ve tavrıyla bir okul hali­ temedi. 1923-1925 arasında çekilen film­ de Bir Zamanlar İstanbul 'a alınmayan
ne gelmiştir. Titiz, belgeci, ayrıntılardan lerde küçük rollerde göründü. "Saray Âdetleri" ve "Balık Musahabeleri"
vazgeçmeyen canlı fırçasıyla kendinden RAŞİT ÇAVAŞ başlıklı yazıları da vardır.
önceki soğuk, fotoğrafik etki uyandıran Bir söyleşi rahatlığı ve anı lezzeti ile
anlayışlarından ayrılır. Konu olarak fi­ ALİ RIZA BEY kaleme alınmış olan bu yazılar, İstanbul
güre ve natürmorta fazla ilgi gösterme­ folkloru, tarihi ve şehrin eski çehresi ba­
(1845 ?, ? - 1926, İstanbul) Eski İstan­
miştir. Asıl alanı manzara ressamlığıdır. kımından kaynak niteliği taşımaktadır.
bul yaşayışına ilişkin anı ve gözlemleri­
Aynı zamanda büyük bir desen ustası Bibi. Ali Rıza, "Saray Âdetleri", Peyâm-ı Sa­
ni dile getirdiği dizi yazılarıyla tanınan
olan ressamın öğrencileri için hazırladı­ bah, ( 2 4 Kânunıevvel 1921-6 Kânunısani
yazar. Balıkhane'de yöneticilik yaptığı
ğı taşbaskı albümlerde yer alan desen­ 1922); ay "Balık Musahabeleri". Peyâm-ı Sa­
için "Balıkhane Nazırı" diye de ün ka­ bah, (23-25 Kânunısani 1922); ay, "19'uncu
leri bu ustalığını çok iyi yansıtır. Hoca
zanmıştır. Öldüğünde 80 yaşını geçkin Asırda İstanbul", Büyük Doğu, S. 59-87, (18
Ali Rıza, resimlerinde Osmanlı karakte­
olduğu bilinmektedir. Nisan 1947-2 Nisan 1948); ay, "Eski Ramazan
rini özellikle vurgulamış, yitip gitmekte Âdetleri". Büyük Doğu, S. 55-62 (11 Mayıs-29
olan değerleri, yaşantı biçimlerini ola­ 18 Kasım 1902 tarihli Tercüman-ı
Haziran 1951); İSTA, IV, 2011-2015; İKSA, II,
bildiğince belgelemeye çalışmıştır. Hakikat gazetesinde yer alan Balıkha- 688.
ne'nin açılışı ile ilgili haberde Düyun-ı
Hoca Ali Rıza, teknikte gelenekten M. SABRİ KOZ
Umumiye İdaresi'ne bağlı olarak faali­
ve denenmişten yanaydı. Özellikle sulu­ yet gösteren bu kurumun başında bu­
boya ve guvaş boyaları kullanmadan ALİ RIZA BEY (Kaptanzade)
lunduğu kaydedilen Ali Rıza Bey'in ha­
önce dener, güneşte solmadığına emin yatıyla ilgili fazla bilgi yoktur. (1881, İstanbul - 15 Şubat 1934, Edre­
olduğu boyalarla çalışırdı. Yağlıboya ça­ mit) Besteci. Mecidiye Kruvazörü süva­
Ali Rıza Bey eski İstanbul yaşayışını
lışmalarında, şeffaf boya katmanların­ risi Miralay Mehmed Bey'in oğludur.
iyi bilen ve yazılarında bunu o güne ka­
dan oluşan "glase" tekniğini kullanırdı. Babası kaptan olduğu için "Kaptanza­
dar çok az denenmiş bir yolla yansıtan
İzlenimcilerin (empresyonistler) rağbet de" lakabıyla anılmıştır. Çocukluğunda­
yazarlardandır. Gazetelerde yayımlanan
ettiği kalın boya tekniğine, dökülme ve ki kısa bir süre dışında bütün ömrü İs­
dizi yazıları "Onüçüncü Asır-ı Hicrîde
çatlama tehlikeleri taşıdığı endişesiyle tanbul'da geçti. Öğrenimini tamamla­
İstanbul Hayatı" genel başlığını taşımak­
hiç yanaşmadı. dıktan sonra İstanbul gümrüğünde me­
tadır. Yazı başlığı 18. yy sonlarım da içi­
Türk resmindeki imzasız resimler so­ ne alıyor izlenimi veriyorsa da gözlem mur olarak çalıştı, ayrıca öğretmenlik
runu, Hoca Ali Rıza için geçerli değildir. ve anıların ağırlığı 19- yy'ın ikinci yarısı yaptı. Bir ara amatör olarak Karagöz oy­
İmzasız resmi hemen hemen yok gibidir. ile 20. yy başlarına aittir. nattı. Karagözü Sevenler Cemiyeti'ne
En küçük krokisini dahi imzalamıştır. başkan oldu.
Ali Rıza Bey, dizi yazılarına ilkin
İlk toplu sergisi ölümünden üç yıl Alemdar gazetesinde başlamış (8 Şubat Besteci, icracı ve aktör olarak tanı­
sonra 1933'te Eminönü Halkevi'nde 1921). daha sonra aralıklı olarak Pe- nan Ali Rıza Bey musikiye 14 yaşında
açılmış, bu sergide yaklaşık iki yüz ese­ yâm-ı Sabah'ta. (9 Mayıs 1921-25 Kânu­ kanun çalarak başladı, daha sonra piya­
ri sergilenmiştir. 1956'da Ankara Dil-Ta- nusani 1922) sürdürmüştür. Bu yazılar­ no öğrenerek Batı müziği etkileri taşı­
rih ve Coğrafya Fakültesi'nde açılan ser­ dan bazıları, somadan yazarın evrakına yan eserler besteledi. Geleneksel Türk
gisinde ise 441 eser yer almış, bu eser­ sahip olan şair ve yazar Necip Fazıl Kı- musikisinde sahne musikisi örnekleri
ler 19ö0'ta Milli Kütüphane tarafından sakürek (1905-1983) tarafından Büyük yaratmak amacıyla Musahibzade Celal,
satın alınmıştır. Doğu dergisinde de yayımlanmıştır. Ço­ Muallim İsmail Hakkı Bey ve Fahri Ko­
Üretken bir sanatçıdır. Suluboya, gu­ ğu gazete sayfalarında kalan bu yazıla­ puzla birlikte 1919'da kurdukları İstan­
vaş, pastel, desen ve yağlıboya tekniği rın bir bölümü gazeteci, yazar Niyazi bul Operet Heyeti'nin çalışmalarına
ile oluşturduğu binlerce eseri bugün Ahmet Banoğlu (1913-1992) tarafından önemli katkılarda bulundu. "Macun
başta Milli Kütüphane olmak üzere çe­ sadeleştirilmiş, birtakım açıklayıcı notlar Hokkası" ve "İstanbul Efendisi" operet­
şitli müze, banka ve özel koleksiyonlar­ eklenerek Bir Zamanlar İstanbul (ty) leri, zamanında çok sevilmişti; Ali Rıza
da yer almaktadır. adıyla kitaplaştırılmıştır. Bey bestelediği bu operetlerde aktör
Manzara alanında, Halil Paşa ile bir­ olarak da rol almış, çok başarılı olmuş­
Bir Zamanlar İstanbul'da mahalle
likte Türk resminin en önemli temsilci­ tu. Operetleri dışında şarkı, fantezi,
çocuklarının oyunları, mahalle mektep­
lerinden biri olan Hoca Ali Rıza'nm fokstrot ve marş türlerinde eserleri var­
leri, devlet memurlarının niçin cahil kal­
eserleri, bugün müzayedelerde yüksek dır. Kürdilihicazkâr ("Her tel saçı bir ter
dığı, İstanbul esnafı tütüncüler, bedes-
fiyatla alıcı bulmaktadır. dudağın değdiği yerdir"), acemkürdi
tenliler. kaşıkçılar, mürekkepçiler, çu­
("Leyi olur ki hüzn içinde her nefes bir
Bibi. Boyar, Türk Ressamları; N. İslimyeli, bukçular, tespihçiler, balmumcular, in-
Türk Plastik Sanatlar Ansiklopedisi, Ankara,
âh olur"), hicaz ("Âşıkım dağlara kurulu
ciciler, doğramacılar, ciltçiler, çiniciler,
1967; K. Erhan, Hoca Ali Rıza, Ankara, 1986. tahtım"; "Ufuklara yaslanmış yorgun
çatma, kilim ve halı satanlar, 1863'teki
AHMET ÖZEL dağlar sırayla"; "Eğilmez başın gibi gök­
Sergi-i Umumi-i Osmanî, İstanbul so­
ler bulutlu efem"); segah ("Gel gitme
kaklarının nasıl temizlendiği. İstanbul
ALİ RIZA (Sepetçi) kalmasın gözüm yollarda"), nihavend
tabakhaneleri, saraçlar, simkeşler, tuz­
("Issız gecede ben yine hicranı düşün­
(1860, İstanbul - 19 Aralık 1928, İstan­ cular, balıkçılar, kasaplar, ekmekçiler,
düm"; "Benim gönlüm sarhoştur yıldız­
bul) Ortaoyunu ve tuluat oyuncusu. narh, Tiryaki Çarşısı, tiryakilerin hayatı,
ların altında") şarkı ve fantezileri sevi­
Oyuna çıkmadığı zamanlar İstanbul Si- muşamba fenerciler, divitçi esnafı, tirya­
len, günümüzde de okunan eserlerin­
üvrikapidaki sepetçi dükkânmda asıl işi ki kahvehaneleri ve tiryakiler, esrarkeş­
den bazılarıdır.
olan sepet örücülüğü yaptığı için "Se­ ler ve meczuplar, sebilciler, dilenciler,
petçi" adıyla da anılırdı. Önceleri orta- kopuklar, tulumbacılar, köşklüler, küp­ İSTANBUL
oyunlarında oynadıktan soma, 1880' 1er- lü takımı, doğum âdetleri, lohusa eğlen­
de Abdürrezzak Efendi'nin Handehane-i celeri, kurşun dökme, çocuk dili, aile ALİ SAMİ (Bahriyeli)
Osmani Topluluğu'nda çalıştı. Kel Ha­ kavgaları, ramazan âdetleri, eğlenceler, (?, İstanbul - ?, Selanik) Fotoğrafçı. Ha­
san Efendi'nin Hayalhane-i Osmani ve mesire yerleri, Karagöz ve ortaoyunu yatı ile ilgili fazla bilgi yoktur. 1892'de
Şevki Efendi'nin Eğlencehane-i Osmani sanatçıları, hokkabazlar, cambazlar, Mekteb-i Bahriye-i Şahane ve Leyli
topluluklarında komik, ortaoyununda çengiler, nüktedanlar, musahipler, ne­ Tüccar Kaptan Mektebinin, inşaiye sı­
ise aptal rollerine çıktı. Kavuklu'ya çıktı­ dimler, musiki üstatları ve meyhane nıfından deniz teğmeni olarak mezun
ğı da olmuştur. II. Meşrutiyetin ilanın­ âlemleriyle ilgili bilgiler bulunmaktadır. oldu. Yüzbaşılığa kadar yükseldi. Ali
201 ALİ SOFÎ

Sami Bey, "Bahriyeli Ali Sami" diye anı­ 1924'te hazırlanan ve Kurtuluş Savaşina ce maçları da oynanan stadın aydınlat­
lır. Bu lakap kendisine, yine saray için karşı çıktıkları için Türkiye'ye dönmele­ ma sistemi 1993'te yenilendi ve yeniden
çalışan, Mühendishane-i Berri-i Hüma- ri yasaklanan "yüzellilikler" listesinde gece maçları oynanmaya başladı. Yakla­
yun'dan mezun Ali Sami Aközer'le(->) yer alan Ali Sami Selanik'te öldü. şık 40.000 seyirci kapasiteli Ali Sami
aynı adı taşıdığından, karışıklığı önle- ENGİN ÇİZGEN Yen Stadı İstanbul'un en büyük stad­
yumlarından biri olarak bugün de hiz­
ALİ SAMİ YEN STADYUMU metini sürdürmektedir.
Mecidiyeköy'de, Galatasaray Spor Kulü- CEM ATABEYOĞLU
bü'nün yönetiminde bulunan, kulübün
kurucusu ve 1 numaralı üyesi Ali Sami ALİ SOFÎ
Yen'in adını taşıyan stadyum. Taksim (15. yy) Özellikle celi sülüste ünlü hat­
Stadimn 1940'ta yıkılıp yerinde İnönü tat. Edirneli hattat Yahya Sofî'nin oğlu­
Gezisi'nin yapılması üzerine, sahasız dur. Hayatı hakkında bilgi çok azdır.
kalan Beyoğlu semti kulüpleri için, Me­ Yazıyı babasından öğrendi. Her çeşit
cidiyeköy'de, Likör Fabrikasimn yanın­ yazıda usta idi. Eserlerinden II. Meh-
da bulunan Tekel'e ait arazi Beden Ter­ med (Fatih) döneminde (hd 1451-1481)
biyesi Genel Müdürlüğü tarafından satın yaşadığı anlaşılıyor. Mezarı Karacaah-
alınmış ve 30 yıl müddetle, yıllığı 1 lira­ met'te Şeyh Hamdullah'ın mezarının ya­
dan Galatasaray Spor Kulübü'ne kira­ kınındadır.
lanmıştı. Galatasaray kulübü bu sahada
Bildiğimiz imzalı kitabeleri şunlardır:
modern bir stad ve velodrom yapılması­
Ayasofya'nın arkasında Bâb-ı Hümayun
nı taahhüt etmişti. Stadın yapımına an­
kemeri aynasında müsenna besmele ve
cak 1943'te başlanabildi. Araya II. Dün­
lnne'1 müttekîne..." ayeti, kapı kemeri
ya Savaşimn en karanlık günlerinin gir­
üstünde girift celi sülüsle inşa kitabesi,
mesi nedeniyle saha küçük açık tribün­
sağda dairevi ve müsenna tarzda "Nas-
lerle çevrilebildi. Buna rağmen saha
run min Allah" ayeti ile solda aynı tarz­
açıldı ve 1945'ten itibaren resmi maçlar
da ketebe kıtası. Fatih Camii'nin üç par­
oynanmaya başladı. Ancak inşaatın Ga­
Bahriyeli çadan ibaret olan inşa kitabesi. Bu kita­
Ali Sami latasaray Spor Kulübü'nün maddi im­
be sağda yedi satırla başlayıp kemer üs­
Engin Çizgen koleksiyonu kânlarıyla yürütülemediği görüldüğün­
tünde iki satır halinde devam etmekte,
mek için verildi. Darülaceze'de başfo- den iş Beden Terbiyesi Genel Müdürlü­
solda yine yedi satırla sona ermektedir.
toğrafçılık ve Mekteb-i Bahriye'de fo­ ğüne devredildi. Stadın inşası duraksa­
Hattatın Bâb-ı Hümayun'daki imzası
toğraf hocalığı yapan Ali Sami, Osmanlı malarla sürdü ve ancak 1964'te tamam­
"Ali bin Mürid es-Sofî" Fatih Camii'nin
donanmasının pek çok fotoğrafım ve lanabildi.
kitabesinde de "Ali bin es-Sofî" şeklin­
İstanbul'a gelen yabancı amirallerin ve dedir. Sofî kelimesi künyedir, mürid ise
donanmaların fotoğraflarını çekti. 1893' Stadın açılışı 20 Aralık 1964'te Türki-
ye-Bulgaristan milli maçıyla yapıldı. bir ad olmayıp sıfattır. Yani birinci im­
te Mebadi-i Usul-i Fotoğrafya adlı bir zanın anlamı, "Sofî'nin müridinin oğlu"
kitap yayımladı. Dönemin fotoğraf tek­ Açılış töreninde büyük izdiham yüzün­
den Büyükdere Caddesi tarafındaki açık ikincisininki ise "Sofî'nin oğlu Ali"dir.
niklerini içeren kitap, II. Abdülhamid'e
ithaf edildi. tribünden yüzlerce kişinin alt kata dü­ Bilhassa Bâb-ı Hümayun'da müsenna
Ali Sami, 1897'den sonra Yıldız Sara- şerek yaralanması üzücü bir olay teşkil ayet ile kitabede harfler, yazı kurallarına
yinda açılan serginin müdürlüğünü yap­ etti. 1965'te ışıklandırılarak bir süre ge­ uygun ve hem teker teker hem de bir-
tı. Daha sonra II. Abdülhamid'in yaverli­
ğine getirildi ve saray fotoğrafçısı oldu.
Bu dönemde padişah için pek çok al­
büm hazırladı. Özellikle bahriye için
çok değerli belgeler olan bu albümler
nedeniyle, üçüncü dereceden Osmani,
dördüncü dereceden Mecidi nişanı ve
sanat madalyası ile ödüllendirildi.
Ali Sami II. Meşrutiyetin ilanından
sonra, subaylıktan uzaklaştırıldı. Tercü-
man-ı Hakikat gazetesinin 2 Ağustos
1909 tarihli sayısında bahriye fotoğraf­
çısı Ali Sami Bey'in bir hafiye olduğu
belirtilerek padişah yaverliğinden alın­
dığı ve İskenderun liman reisliğine ta­
yin edildiği bildirilmektedir. Bu arada
Mısır'a kaçan Ali Sami'nin fotoğraf ma­
kinesini de yanında götürdüğü anlaşd-
maktadır. 28 Ağustos 1909 tarihli İk­
dam gazetesinde Ali Sami'nin berabe­
rinde götürdüğü devlet malı fotoğraf
makinesinin bedelinin, kaçağın haciz
edilen mallarından tahsil edileceği ha­
ber verilmektedir. Ali Sofî'nin
Ali Sami, milli mücadelenin başladığı Bâb-ı
sıralarda tekrar Anadolu'ya gelerek, Hümayun
Bandırma'da beş sayı yayımlanabilen kemeri
aynasındaki
Adalet adında bir gazete çıkardı. Bu ga­ inşa kitabesi.
zete ile II. Abdülhamid devrini savun­ Erkin Emiroğlu.
du, Milli Mücadele'ye karşı çıktı. 1993
Kurtuluş Savaşı başladığında ise, ön­
ce İzmir'e, oradan da Selanik'e kaçtı.
ALİSUAVİ 202

leşmiş durumlarıyla güzeldir. Ali Sofî'nin arif 'yayınıyla Türkçe ilk ansiklopedi ör­ İsveç'in o dönemdeki İstanbul sefir­
ustalığını anlamak için, Bâb-ı Hüma­ neğini verdi. lerinden Claes (Nicholas) Ralamb, ken­
yunun Topkapı Sarayı tarafında, celi sü­ Bireysel davranışı tercih eden Ali Su­ disinden dinlediğine göre, onun l645'te
lüsün en gelişmiş çağında yani 19. yy'rn avi, Ali Paşa'nın ölümünden (1871) son­ Osmanlı-Venedik Savaşinda Osmanlıla­
sonunda Abdülfettah Efendi tarafından ra çıkan aftan yararlanmadı. Avrupa'da ra esir düştüğünü, sarayda Enderun'a
yazılmış olan diğer müsenna "inne'l- kaldı, ancak 1876'da V. Murad tahta alınarak yetiştirildiğini ve burada on yıl
müttekîne..." ayetine bakmak kâfidir. çıktıktan sonra İstanbul'a döndü. Basi- hanendelik ettikten sonra padişah tara­
Ali Sofi, devrini aşan bir hattattır. Ce­ ret'te Midhat Paşa aleyhindeki yazılarıy­ fından azat edilerek sipahi ulufesi aldı­
li sülüs onun elinde hemen hemen ke­ la yeni Sultan II. Abdülhamid'in dikkati­ ğını yazar. Kendisi de, Sultan İbrahim
mal derecesine yükselmişken, sonraki ni çekti ve Ocak 1877'de Mekteb-i Sul­ (hd 1640-1648) ve IV. Mehmed dönem­
asırlarda duraklamış, hattâ gerilemiş, tani (bugün Galatasaray Lisesi) müdür­ lerinde (hd 1648-1687) sarayda görev
ancak 19. yy'da yetişen Mustafa Ra- lüğüne getirildi. İngiliz eşiyle yaşantısı aldığını, Enderun'da bilim, fikir ve sanat
kım'm elinde yeniden güzelleşmiştir. ve okuldaki alışılmamış davranışları alanlarında yeteneğini geliştirdiğini be­
Bibi. Müstakimzade, Tuh/e. 333; Nefeszade tepkiler topladığından Aralık 1877'de lirtir. Genel bilgilerin yanısıra Doğu ve
İbrahim, Gülzar-ı Savab, İst., 1939. s. 17; E. görevinden alındı. Rus ordularının İs­ Batı musikisini öğrendiğini, kısa sürede
H. Ayyerdi, Fatih Devri Hattatları ve Hat Sa­ tanbul kapılarına dayanmış olduğu bir santur çalmakta usta olduğunu, Ufkî
natı, İst., 1953. s. 16-21. sırada, Basiret gazetesinde, devletin içi­ mahlasıyla şiirler yazdığını, musiki eser­
ALİ ALPARSLAN ne düştüğü güçlüklerden kurtulmanın leri bestelediğini yazar. İçoğlanı ve mu-
yolu bulunduğunu, bunu üç gün sonra sikici olarak on dokuz yıl kadar sarayda
ALİSUAVİ açıklayacağını yazıp herkesi o tarihli ga­ kaldı, yetenekleriyle dikkati çekti. Di-
(Kasım/Aralık 1839, İstanbul - 20 Mayıs zeteyi okumaya davet etti. O gün bazı van-ı Hümayun'da tercümanlık görevin­
1878, İstanbul) Gazeteci, yazar, fikir Rumeli göçmenlerini ayaklandırıp Çıra- de bulundu. Çeşitli kaynaklarda on yedi
adamı. Yazarlığı kadar eylemciliği ile de ğan Sarayı'm bastı ve akli denge bozuk­ dil bildiği belirtilir. l675'te İstanbul'da
tanınır. Medrese kültürü ile Batı kültü­ luğu sebebiyle tahttan indirilmiş olan V. öldüğü tahmin ediliyor.
rünü bağdaştırmaya çalışan yeni Os­ Muradı tekrar padişah yapmaya çalışır­ Çok yönlü bir kişiliği olan Ali Ufkî
manlı tipinin örneklerindendir. Yoksul ken öldürüldü (bak. Çırağan Olayı). Bey İstanbul'da musiki eserleri bestele­
bir ailenin çocuğuydu. Davutpaşa Rüşti­ Ali Suavi Tanzimat'ın gündeme getir­ miş, bunlan Şiir ve Şarkı Mecmuası (Pa­
yesini bitirdi. Bir süre Bâb-ı Seraske- diği Doğu-Batı sentezinde, bir yandan ris Bibliothèque Nationale, AF 292) ile
ri'de memurluk, ardından Simav, Bursa, saf ve temiz bir İslamı, İslami adaleti sa­ Ali Ufkî Edvarı diye bilinen Mecmua-i
Sofya ve Filibe'de rüştiye öğretmenliği vunurken, öbür yandan Kuranın Türk- Saz ü Söz 'de (Londra British Museum,
yaptı. Filibe'deki görevinden devlet yö­ çeye çevrilmesinden, Türkçülükten bah­ Sloane 3 1 1 4 ) toplamıştır. Bu eserler,
netimini eleştiren konuşmaları yüzün­ sedebiliyordu. Bunların İstanbul'da med­ kendi besteleri dışında, 17. yy saz ve
den uzaklaştırılınca İstanbul'a gelip ga­ reseliler ve softalar arasında yayılması söz, dini ve dindışı musiki eserleri ile
zetelerde yazar olarak mücadeleye gi­ ve devrimci eylemlere dönüşmesinde halk ezgilerinin notalarım verdiği için
rişti. Muhbir 'deki sert eleştirileri üzeri­ (kanun-ı esasi istemek gibi) şüphesiz Türk musikisi tarihi açısından büyük
ne 1867'de Kastamonu'ya sürüldü. Kısa etkisi oldu. Bu yüzden M. C. Kuntay, önem taşır. Saray ve İslami gelenek ve
süre sonra Paris'e kaçıp Mustafa Fazıl onu "Sarıklı İhtilalci" olarak niteler. Ali göreneklere ilişkin bir yapıtı olan Serai
Paşa'nın yanında toplanmış olan Namık Suavi'nin uzun süren bir etkisi de V. Endenim Cive Penetrale deli' Serraglio
Kemal ve Ziya Bey'e (Paşa) katıldı. Ye­ Murad'ı tahta çıkarma girişimiyle II. Ab- detto Nuovo del G. Stie Re Oltomani
ni Osmanlılar'ın yurtdışındaki ilk gaze­ dülhamid'de "Murad psikozumu kök­ (Londra British Museum, Harleian 3409)
tesi olan Muhbir'i orada yayımlamaya leştirmesinde görülür. 17. yy'da İstanbul'da saray hayatı, Ende­
başladı (31 Ağustos 1867). Bir süre son­ run örgütü, orada verilen eğitim ve öğ­
ra beliren anlaşmazlık üzerine onlardan Bibi. I. H. Danişmend, Ali Suavi'nin Türk­ retim ile günlük hayat ve Türk musikisi
çülüğü, İst.. 1942; M. C. Kuntay, Sarıklı İh­
ayrıldı. 1869'da Paris'te Ulûm gazetesini hakkında yazılmış gözlem ürünü değer­
tilalci Ali Suavi, ist., 1946; F. R. Atay, Baş-
çıkardı. 1870'te Kamusu'l-Ulüm ve'l-Ma- veren Bir İhtilalci. İst.. 1954; N. Akbayar, "Ali li bir belgedir. l643'te İstanbul'da kale­
Suavi", TDEA, I, 116-117; I. Doğan, Tan- me aldığı bir Latince-Türkçe konuşma
zimatın İki Ucu: Münif Paşa ve Ali Suavi. kitabı (Paris Bibliothèque National, FT
İst.. 1991. 216) ünlüdür. İstanbul'da çevirdiği en
İSTANBUL ünlü yapıtı Kitab-ı Mukaddes çevirisidir;
birçok kez gözden geçirilip düzeltilen
ALİ SÜREYYA bu çeviri günümüze kadar kullanılmış­
tır. Eski Ahid, Yeni Ahid ve Apokrip-
bak. KALEMCİOĞLU, ALİ SÜREYYA ha'dan meydana gelen bu çeviriyi Ali
Ufkî Bey Hollanda'nın İstanbul sefiri Le-
ALİ UFKÎ BEY vinus Warner'in isteği ve onun para
(17. yy) Leh asıllı Osmanlı besteci, nota yardımı ile g e r ç e k l e ş t i r m i ş t i r . Eski
yazarı, çevirmen. Polonya (Leh) kökenli Ahid'deki Ezra ve Yeremya kitapların­
olup asıl adı Wojciech Bobowski'dir. Ba­ dan bir bölümü eksik olan yazma, Le­
tı kaynaklarında adı daha çok Albeıt Bo- iden Üniversitesi Levinus Waner kolek-
bowski ve Albertus Bobovius diye geçer. siyonundadır (Cod. 390 Warn). l664'te
Din değiştirince Ali adını almıştır; "Ufkî", tamamlanan bu çevirinin Yeni Ahid bö­
şiirlerinde kullandığı mahlasıdır. Kimi lümü Kieffer'in tashihinden geçtikten
kaynaklarda lólO'da Polonya'nın Lwow sonra 1819'da, tamamı ise 1827'de Pa­
şehrinde doğduğu beliıtilirse de bugüne ris'te yayımlanmıştır. Eski Ahid'in bir
kadar hayatı, doğum, ölüm tarihi ve yeri bölümü olan Mezmurlar 'ın (Paris Bibli­
hakkında kesin bilgi elde edilememiştir. othèque Nationale Suppl. turc 472) ilk
Soylu bir aileden geldiği söylenir. on dört bölümü Latin harfleriyle, nota-
Çocukluğu ve öğrenim hayatı konusun­ larıyla birlikte yayımlanmıştır. O dö­
da da aydınlatıcı bilgiler yoktur. Ancak nemde İstanbul'da İsveç sefiri olan Cla­
eserlerinden, muhtemelen esir olarak es Ralamb'in Ali Ufkî Bey'den satın al­
Ali Suavi İstanbul'a gönderilmeden önce iyi bir dığı 137 adet minyatürün de Ali Uf­
İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı öğrenim gördüğü, birçok dil öğrendiği kîmin eseri olabileceği ileri sürülmüştür.
anlaşılmaktadır.
203 ALİBEYKÖYÜ

B u minyatürler b u g ü n S t o c k h o l m Kun-
gelige B i b l i o t h e k ' t e d i r ( n o . 10).
Bibi. C. Ralamb, Constantinopolitaniske Re-
san, Stockholm, 1679; F. Babinger, "Wojci-
ech Bobowski". Polski Sloumik Biograficzny,
II, 1936; T. Kut, "Ali Ufki Bey ve Eserleri
Hakkında", Musiki Mecmuası, S. 332 (Hazi­
ran 1977); C. Behar, "Ali Ufkî'nin Bilinme­
yen Bir Musiki Elyazması", 77: VIII, 1987; C.
B e h a r , Ali Ufkî ve Mezmurlar, İstanbul,
1990.
TURGUT KUT

ALİBEYKÖYÜ
Alibeyköyü, Halic'in yukarı k e s i m i n d e ,
A l i b e y k ö y ü D e r e s i ' n i n Halic'e ulaştığı
b ö l g e d e y e r alan, E y ü p İ l ç e s i ' n e bağlı
bir semttir. Haliç'te 1.000 m d o l a y ı n d a
sahili o l a n Alibeyköyü, k u z e y d e K e m e r ­
burgaz v e C e b e c i k ö y , g ü n e y d e Haliç v e
E y ü p İlçesi, d o ğ u d a K â ğ ı t h a n e D e r e s i
v e batıda d a K ü ç ü k k ö y v e G a z i o s m a n ­
paşa arazileriyle sınırlanmıştır.
Alibeyköyü'nün yaşamında Alibeykö­
yü D e r e s i ve Haliç tarih b o y u n c a çeşitli
şekillerde etkili olmuştur. Halic'in eski
mesire olanakları, kıyılarda yalı ve k ö ş k
tipi konutların g e l i ş m e s i n e yol a ç a r k e n
Alibeyköyü Deresi vadisindeki zengin
topraklar, çayırlar ve su, O s m a n l ı asker­
lerinin atlarının b e s l e n m e s i dahil, top­
raktan yararlanmada geniş olanaklar
sağlamıştır. Bu doğal kaynakların bozul­
masıyla e ğ l e n c e - d i n l e n m e işlevinin aza­ ABbeyköyü ve çevresi
Ìstanbul Ansiklopedisi
l a r a k yavaş y a v a ş o r t a d a n k a l k m a s ı n a
rağmen, dere b o y u n c a tarım ve hayvan­
cılık 1950'lere k a d a r A l i b e y k ö y ü ' n ü n resi batı y a m a c ı ve E y ü p doğrultusun­ sonra, daha ö n c e d e n var o l a n kırsal ni­
simgesi olmuş, 1950 yıllarında bile, Ali­ daki yayla düzlüğü ( K ö p e k Yaylası), t e l i k t e k i s a n a y i e hızla b a ş k a l a r ı n ı n d a
beyköyü, sebzecilik ve mandıracılığın ö n c e l e r i plansız g e c e k o n d u l a r , bir süre eklendiği görülür. Bunda, Alibey­
e g e m e n olduğu 2.150 nüfuslu bir k ö y sonra d a g e c e k o n d u ö n l e m e girişimleri­ k ö y ü ' n ü n ş e h r e k o l a y ulaşılabilir k o n u ­
yerleşmesi g ö r ü n ü m ü n ü korumuştur. ne bağlı olarak sosyal k o n u t l a r ile iskân m u , u c u z v e b o l işçi ile y i n e u c u z v e
Alibeyköyü'nün, İstanbul'un g e r e k iş e d i l m e y e başlanmıştır. B ö y l e c e e s k i d e n b o l a r a z i n i n varlığı b a ş r o l ü o y n a m ı ş ;
m e r k e z l e r i n e ( ö r n e ğ i n E m i n ö n ü ) gerek­ beri y e r l e ş m e b ö l g e s i olan Halic'in so­ b ö y l e c e , Alibeyköyü arazisinde, başlıca-
s e y o ğ u n nüfus a l a n l a r ı n a y a k ı n l ı ğ ı n a n u n d a k i alan dışmda, Alibeyköyü arazi­ lan eski k ö y konutları, g e c e k o n d u l a r v e
r a ğ m e n , u z u n süre İstanbul İli sınırları sinin geri kalan kısımları da k o n u t alan­ sosyal k o n u t l a r o l a n k o n u t alanları dı­
içinde, g e n i ş b o ş alanlara da sahip kü­ ları h a l i n e d ö n ü ş m ü ş t ü r . K ı s a bir s ü r e şında, y e n i bir arazi kullanım şekli ola-
ç ü k bir y e r l e ş m e h a l i n d e k a l m a s ı n ı n n e ­
denlerinin başında, b ü y ü k kısmı ile İs­
tanbul'a y ö n e l e n iç g ö ç l e r i n o d ö n e m ­
lerde h e n ü z g ü ç l e n m e m i ş v e y e r l e ş m e ­
nin m e k â n s a l olduğu k a d a r s o s y o e k o ­
n o m i k yapısını da e t k i l e y e c e k olan sa­
nayi faaliyetlerinin y o ğ u n l a ş m a m ı ş ol­
ması gelir. İstanbul'un g e r e k alansal ge­
rek nüfus b a k ı m ı n d a n b ü y ü m e s i n d e
b ü y ü k rolü o l a n i ç g ö ç l e r i n y ö n e l d i ğ i
ve b u n a bağlı olarak da nüfus ve yer­
l e ş m e alanının b ü y ü d ü ğ ü s e m t l e r i n d e n
biri de Alibeyköyü'dür. 1950'den itiba­
ren ü l k e n i n çeşitli k e s i m l e r i n d e n İstan­
bul'a g e l e n nüfus, şehirde, g e n e l d e j e ­
omorfolojik yapı b a k ı m ı n d a n d a h a ö n c e
k o n u t ya da diğer y e r l e ş m e l e r e p e k uy­
gun o l m a y a n Alibeyköyü ve b e n z e r i
alanlara ( d i k y a m a ç l a r , t e p e l e r v b ) sa­
hip kesimlere yerleşmiştir. Alibey-
k ö y ü ' n e ö z g ü bir b a ş k a g ö ç h a r e k e t i d e
1950-1955 yılları a r a s ı n d a y o ğ u n l a ş a n
Y u g o s l a v g ö ç m e n l e r i n i n Alibeyköyü sı­
nırları i ç i n e yerleştirilmesidir. Yugoslav­
ya'dan g e l e n g ö ç m e n l e r i n planlı bir şe­
kilde Taşlıtarla ve S a ğ m a l c ı l a r a yerleşti­ Alibeyköyü'nden bir görünüm.
rilmesine paralel olarak Alibeyköyü D e - Erkin Emiroğlu, 1993
ALİBEYKÖYÜ BARAJI 204

rak sanayi de güçlü bir şekilde yer al­ 1950'de ancak 2.150 olmuş, yukarıda 1315 tarihini içeren kartuşun sağında ve
maya başlamıştır. Sanayi faaliyetleri ve verdiğimiz büyüme çizgisine uygun ola­ solunda "mimarı Eskizağralı-Mehmed
onunla sıkı bağı olan gecekondu yapı­ rak, 1955'te, yani beş yıl içinde, 12.809'a Sadık" ibaresi yer almaktadır. Geç de­
mı, Alibeyköyü'nün eskiden rekreatif varmıştır. Sürekli artış çizgisini daha virde pek az örneği bulunan bu mimar
kullanışlara, oldukça yakın zamanlara sonraki yıllarda da sürdüren Alibey­ kitabesi dikkat çekicidir.
kadar da sebzecilik ve hayvancılık faali­ köyü'nün nüfusu 1970'te 22.072, 1975'te Eski haliyle dört kagir duvar üzerine
yetlerine sahne olan vadideki arazisinin 33.387 ve 1980'de de 45.532 olmuştur. kiremit çatılı ve ahşap minareli olan ya­
büyük çapta ortadan kalkmasına yol aç­ Eyüp İlçesi içindeki mahalle sayısının pı son yıllarda betonarme olarak tama­
mış, Alibeyköyü Barajinın kurulması ise artması ve mahalle bölünümleri nede­ men yeniden inşa edilmiştir. Doğu ve
Alibeyköyü Vadisi'nin âdeta yok olma­ niyle 1985'te 37.927'ye inmiş görünen batı cephelerinde ikişer pencere yer al­
sına neden olmuştur. Alibeyköyü'nün nüfusu 1990 sayımında, makta, mihrap duvarının önüne bir oda
Özellikle 1950-1960 arasında Alibey- tekrar 45.292'ye çıkmıştır. ile hela eklenmiş bulunmaktadır. Giriş
köyü'nde sanayi faaliyetleri çok hızlı ge­ EROL TÜMERTEKİN cephesinde de küçük bir son cemaat
lişmiş; 1950'den önce bir-iki gıda, doku­ yeri oluşturulmuş, fayansla kaplanan bu
ma, madeni eşya sanayi tesisi ile mermer ALİBEYKÖYÜ BARAJI cephede, demir doğramadan mamul,
atölyesi varken, bu tarihten sonra. İstan­ bak. BARAJLAR son derecede zevksiz camekân kapısı­
bul'un başka yerlerinden, örneğin Kuru­ nın üzerine onarım kitabesi yerleştiril­
çeşme ve Şişli'den buraya taşman ya da ALİBEYKÖYÜ MESCİDİ VE miştir. Mescidin kuzeybatısında yer alan
doğrudan burada kurulan sanayi tesisleri geniş gövdeli güdük minare de yenilen­
ÇEŞMESİ
de bunlara eklenmiştir. Bu tesisler Ali- miştir. Harim m e k a n ı n d a k i fevkani
beyköyü'nde iş imkânları yaratırken, bir Alibeyköyü'nün girişinde, Silahdarağa mahfil iki sütuna oturmakta, mihrabın
yandan da konut alanlarında çok daha Caddesi'nin sağında yer alır. yanındaki pencereler, sonradan eklenen
yoğun bir gecekondulaşmaya yol açmış­ Mescit, Hibetullah adında hayırsever küçük odaya bakmaktadır. Mihrap ile
tır. Bütünüyle Haliç'te, özellikle Alibey- bir kadın tarafından inşa ettirilmiştir. minber fayansla kaplanmıştır.
köyü'nde, temelde yine sanayie bağlı Hangi tarihte yaptırıldığı ve banisinin
Mescidin güneybatı köşesinde yer
olarak, ulaşım sektöründe de sorunların kabri bilinmemektedir.
alan, kesme taşla klasik üslupta inşa
artması ve çevre kirliliğinin büyük bo­ III. Ahmed, minber koydurmak ve edilmiş olan çeşmenin yapım tarihi ve
yutlara varması bu kesimden sanayiin vakfiyeye gerekli ilaveleri yapmak sure­ ilk banisi bilinmemektedir. Talik hatlı
kaldırılmasına neden olmuştur. tiyle mescidi camie dönüştürmüş, yapı­ kitabesinde Adana mutasarrıfının küçük
nın giderlerinin, babaannesi Hatice Tur­ kızı Hatice Hanım'ın ruhu için 1279/
Günümüzde Alibeyköyü, sanayiin
han Valide Sultanin Yeni Cami Külliye­ 1862 yılında onarıldığı belirtilmektedir.
terk ettiği alanlardan yararlanma biçimi­
si gelirlerinden ödenmesini şart koş­ Çeşme, bulutların arkasından güneş
nin araştırıldığı; gecekondu alanlarının
muştur. Muhtemelen bu sebepten ötü­ ışıklarının dağılımını temsil eden bir ka­
iyileştirilmeye çalışıldığı; İstanbul'un
rü, söz konusu yapı günümüzde "Hati­ bartma ile taçlandırılmıştır.
içinde yer almasına rağmen şehrin bir­
ce Sultan Camii" olarak tanınmaktadır.
çok yerinde olduğu gibi ayrı bir sosyo­ Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 299; Osman
19. yy'ın sonlarında Kürt Ahmed Paşa
ekonomik yapıya sahip bir yerleşme Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 12-13, no. 47; Ra-
ile eşi tarafmdan yeniden inşa ettirilmiş, if, Mir'at, 574; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I,
halindedir. Bu yapı ve yarattığı mekân­
bu husus girişin üzerinde yer alan talik 274; İSTA, II, 640, 642; Öz. İstanbul Camile­
sal görünüm, hızlı nüfus artışı ve doğur­
hatlı, sekiz mısralık kitabeyle belgelen­ ri. I. 21: İKSA. II, 632.
duğu sorunları kontrol altına alma ama­
miştir. Söz konusu kitabenin altında, EMİNE NAZA
cıyla, Alibeyköyü 19ö7'de belediye hali­
ne getirilmiştir.
Alibeyköyü'nde, mekânsal değişim ve
gelişim sonucu yerleşmede 4 mahalle
oluşmuştur: Merkez, Karadolap, Emniyet-
tepe ve Güzeltepe mahalleleri. Merkez
Mahallesi Alibeyköyü yerleşmesinin çe­
kirdeğini oluşturan mahalledir. Merkezi
iş alanı, pazar, bu mahalle içindedir; ye­
rel ihtiyaçları karşılayacak ticarethaneler,
lokantalar, sinemalar, eczaneler, doktor
muayenehaneleri ve avukat büroları, ida­
ri binalar da burada yer almaktadır.
Sosyoekonomik yapıdaki değişim,
Merkez Mahallesinde yer alan bu fonk­
siyonlara da yansımıştır. Örneğin, hay­
vancılık faaliyetinin hâkim olduğu dev­
rede yem satan dükkânlar çoğalmış, za­
manla sinemaların yerini müzik ve vi­
deo kaseti satan dükkânlar almıştır.
Merkez Mahallesi dışında kalan diğer
mahalleler konut alanlarıdır. Karadolap
Mahallesi'nin çoğunluğunu ve Merkez
Mahallesi'nin de bir bölümünü Yugos­
lavya'dan gelen göçmenler oluşturur.
Emniyettepe ve Güzeltepe mahallelerin­
de daha çok Erzurum, Sivas, Kars ve
Doğu Karadeniz illerinden gelenler ço­
ğunluktadır.
Alibeyköyü'nün bugünkü kalabalık
görüntüsünü almasında iç ve dış göçler
başlıca etkendir. Gerçekten de 1935'te
yalnızca 701, 1940'ta 856 olan nüfus
205 ALLEON AİLESİ

ALIBRANTİS, YORGO tururlar, sık sık olay çıkarırlardı. Bir ka", "Ormanlar Prensesi", "Kamçılı Sü­
Rum tiyatrosu olan Alkazar Ameri- vari", "Zorro" gibi seri filmler ağırlık ka­
(1886, İstanbul - ?, ?) Jimnastikçi. Öğre­
kan'da, Güllü Agopün Osmanlı Tiyatro­ zandı. 1960'larda Ayfer Feray'ın kendi
nimini yaptığı Galatasaray Lisesi'nde
su, 1872'de Mustafa Efendi'nin Leyla ile adıyla kurduğu tiyatro topluluğunu ba­
jimnastik sporuna başladı. Ali Faik Üs-
Mecnun'unu da oynamıştı. Çeşitli kum­ rındırdı. 1970'li yıllardan itibaren ağırlık
tünidman'ın(->) en yetenekli öğrencile­
panyaların oyunlarım sergilediği ve bir seks filmlerine kaydı. Aynı dönemde alt
rinden biri olarak yetişti. Spor yaşamını
tür içkili gazino olan Amerikan Alkaza- salonu birahane ve bilardo salonuna
daha sonra Tatavla Heraklis Jimnastik
rı'nın adını taşıyan ikinci bir tiyatro, II. dönüştürülerek sinemadan ayrıldı.
Kulübümde (bugünkü Kurtuluş Spor
Meşrutiyet yıllarında Galata'da yaptırıl­ İSTANBUL
Kulübü) sürdürdü. 1906'da Atina'da ya­
mıştır. İstiklal Caddesi 184 no'daki Alka-
pılan "Ara" olimpiyat oyunlarına Os­
zar'a ise B i z a n s Alkazarı (Alcazar
manlı Devleti'ni temsilen katılan Tatavla
Byzantin), Petit Alcazar ya da daha son­
Kulübü sporcuları arasında yer aldı. O
raki adıyla Şark Tiyatrosu da denirdi.
tarihlerde olimpiyat oyunları resmi
programı içinde bulunan 10 m'lik ipe Bibi. M. N. Özön-B. Dürder, Türk Tiyatrosu
tırmanış yarışmasında 11,4 saniyelik de­ Ansiklopedisi, İstanbul, 1967; M. And, Tanzi­
mat.
recesiyle şampiyon oldu. Bu aynı za­
RAŞİT ÇAVAŞ
manda olimpiyat ve dünya rekoru idi.
Yorgo'nun kardeşi Niko Alibrantis de
ALKAZAR SİNEMASI
jimnastikçi idi. O da Tatavla Heraklis
Jimnastik Kulübü'nde yetişmiş ve ağa­ Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde, 1923'ten
beyi ile birlikte "Ara" olimpiyat oyunla­ bu yana film gösteren sinema. Sinema
rına katılmış ama derece elde edeme­ binasının ilk yapım tarihi kesin olarak
mişti. Yorgo Alibrantis'in daha sonra bilinmemekte, 1918-1920 yılları arasında
Yunanistan'a yerleştiği ve orada öldüğü inşa edildiği tahmin edilmektedir. Salon
bilinmektedir. 1923'te Safvet ve Naci beyler tarafından
CEM ATABEYOGLU Cine Salon Electra adıyla işletilmeye
başlanmış, 1925te Alkazar adım almış­
tır. Sinemanm bulunduğu binanın mül­
kiyeti 1955-1956 yıllarında Doğubank'a
geçmiş; bir dönem Mahmut Hayrettin
Kocataş, daha sonra Kadri, Ali, İzzet
Cemalî kardeşler tarafından işletilmiştir.
Alkazar Sineması binası, İstiklal Cad­
desine açılan Ahududu ve Kuloğlu so­
kakları arasındaki yapı adasında, 179
no'da İstiklal Caddesi'ne bakan dar cep­
heli bir parsel üzerinde kurulmuştur.
Yığma ve dört katlı olan binanın, geçir­
diği onarımlar nedeniyle, yapım sistemi
hakkında detaylı gözlem yapma olanağı
yoktur. İki yanında karyaditler bulunan
ve iki kat boyunca yükselen yarım daire
kemerli giriş kapısının açıldığı korido­
run tonoz örtüsü, alçı kasetler ile beze­
melidir. Üst katlara çıkan merdiven ise.
bu holün bitiminde, solda yer almakta­
dır ve giriş koridorundaki alçı kaset be­
zemeler basamak altlarında da kullanıl­
mıştır. Parsel üzerinde, giriş koridoru­
nun bitiminde yer alan sinema salonu­ ALLEON AİLESİ
Yorgo Alibrantis na giriş, fuayenin de bulunduğu birinci
Melissinos Hristodulos, Ta Tatavla, İst., 1913
kattan sağlanmaktadır. İkinci katta da 1789 Fransız İhtilali'nden sonra, Os­
diğer bir salon girişi bulunan binanın manlı Devletime sığınmış soylu bir Ka­
son katında merdiven holünü aydınla­ tolik ailesi.
ALEME HATUN TEKKESİ Fransa'da bankerlikle uğraşan Alleon
tan tepe ışıklığı çevresindeki alçı tavan,
bak. KABAKULAK TEKKESİ dolama dal motifleri ile bezemelidir. ailesinin zenginliği ünlüydü. Aile İstan­
bul'a ilk geldiğinde önce Büyükdere'ye
Binanın yapıldığı dönemin seçmeci
ALKAZAR AMERİKAN yakın bir yerde çok büyük bir konağa
anlayışını yansıtan cephesinde, giriş ka­
TİYATROSU pısı kemerinin sırtı ile kat silmesi ara­
yerleşti; daha sonra, yabancıların gayri­
menkul edinmelerine olanak sağİayan
İstanbul'daki bazı tiyatro ve sinemaların sındaki alanda bulunan antik dönem
1854 tarihli yasadan yararlanarak Grand
adı Alkazar'dı. Ancak 19. yy'da, Topha­ kaynaklı mitolojik hayvan figürleri ve
Rue de Pera'da (bugünkü İstiklal Cad­
ne Caddesi 216 no'da bulunan Alka- kilittaşı yerindeki barok kartuş ile üçün­
desi) 354 no'lu konağı satın aldı. Kışları
zar'ın adı halk arasında Amerika Tiyat­ cü katm geriye çekilmiş, taş parmaklıklı
burada, yazları ise yine Büyükdere'de
rosu ya da Amerikan Alkazarı olarak bi­ ve kolonlu küçük balkonu üzerinde yer
oturuyorlardı. İleriki yıllarda, Pera'daki
linirdi. İki sıra locası vardı. Kantocula- alan barok b e z e m e öğeleri c e p h e y i
büyük konak, Bortoli Biraderler'e satıl­
rıyla ünlüydü. Çoğu oyunları pando- zenginleştirmektedir.
dı, ünlü "bon marche" mağazası haline
mim ve şarkılı oyunlardı. Asıl adının Alkazar Sineması 1930'lu yıllarda
getirildi.
Kadriye Hanım olduğu söylenen, zama­ kovboy ve korku filmleriyle özdeşleş­
nın ünlü kantocusu Matmazel Küçük miş bir sinemaydı. Drakula, Frankenş- Alleon ailesinin Jacques, Antoine ve
Amelya kanto yapardı. İzleyicilerinin tayn tülünden filmler bu sinemanın re- J e a n adlı üç oğlu vardı. Bu çocuklar,
çoğunluğu gemiciler ve Galatalılardı. pertuvarmın özelliği sayılırdı. 19501er- babalarının ölümünden sonra dağıldılar.
Bunlar hareketli bir seyirci kitlesi oluş­ de, "Maskeli Süvari", "Yüzbaşı Ameri­ Büyük oğul Jacques satılıncaya kadar
ALLIANCE ISRAELITE OKULLARI 206

baba evinde kalırken, Antoine. Derviş amacı ile bir teşkilat kurulması fikri ge­ melerini istedi. Türkçe eğitimin seçilme­
Sokağinda büyük ve eski bir konağı sa­ lişti. 1858'de Bologna'da (İtalya) Morte- si üzerine tüm bu okulların AIU genel
tın aldı. En küçükleri J e a n ise, yine ra adında bir Yahudi çocuğun Roma'ya merkezi ile bağlan sona erdi ve Türk
Grand Rue de Pera'da, şimdiki Tokatlı- kaçırılarak zorla vaftiz edilmesi olayı da eğitim sistemi içindeki yerlerini aldılar.
yan Hanı'nm karşısındaki üç katlı eve bu fikri oluşumu hızlandırdı. Mayıs Bibi. A. Rodrigue. French Jews Turk Jews, In­
taşındı. 1860'ta Paris'te, aralarında Isidore Ca­ diana. 1990; P. Dumont, "Une source pour
Pera bölgesinde Altıncı Daire-i Bele- nan. Narcisse Leven, Charles Netter ve l'Etude des Communautés Juives de Turquie:
diye(-0 kurulduğunda. Antoine Alleon Eugene Manuel'in de bulunduğu bir les archives de l'Alliance Israelite Universel­
grup Fransız Yahudi yazar ve edebiyatçı le", Journal Asiatique, Paris, 1979, s. 267; B.
buraya birinci üye olarak seçildi, uzun Lewis, The Jews of Islam, Princeton. New Jer­
yıllar yönetimde kaldı. Altıncı Daire-i Be­ tarafından Alliance Israelite Üniverselle sey, 1984.
lediyemin adı da yine Antoine Alleonün (AIU) adlı bir cemiyet kuruldu. Kurum
NAİM GÜLERYÜZ
öneri ve etkisiyle Paris belediye örgütü­ cehalet ve fakirlikten kurtulabilmenin
nün gelişmiş bir bölgesi olan "6. Arron- ancak lisan, müspet ilim ve teknik bilgi
ALLOM, THOMAS
dissement"dan esinlenerek konulmuştu. temellerine dayalı çağdaş bir eğitim sis­
temi uygulaması ile mümkün olabilece­ (13 Şubat 1804, Londra - 21 Ağustos
Babalarının ölümünden sonra, üç
ği esasından hareket etti. AIU yönetici­ 1872, Barnes) İstanbul'u konu alan re-
kardeş bankerlik işine devam ettiler. İşe
leri arasında, bu gayeye ulaşabilmek simleriyle tanınan İngiliz mimar ve res­
ilk olarak Voyvoda Caddesinde bir bü­
için her toplumun yaşamım sürdürdüğü sam. Kraliyet Akademisini bitirdi. Fran­
ro açarak başlayan Alleonlar, sonraları,
ülkenin anadilinde eğitilmesi gerektiği­ sa'da Kral Louis Philippe'in (1773-1850)
dönemin en ünlü bankerlerinden Mano-
nin faydalarını savunanlara karşın en Dreux Şatosu için resimler yaptıktan
laki Baltazzi ile ortak oldular. Bu kişi,
uygun lisanın bir kültür dili olan Fran­ başka, mimar olarak da 1850'de Hig-
yabancı uyruklu olmasına rağmen Os­
sızca (Mısır ve Ortadoğu'da biraz da İn­ burg'da İsa, 1856'da Notting-Hilide Sa­
manlı İmparatorluğu sınırları içinde özel
gilizce) olduğu görüşünde olanlar ço­ int Peter kiliselerini inşa etti. 1827-1871
bir irade ile gayrimenkul satm alabilen
ğunlukta idi. arasında Royal Academy'de projelerini
ilk kişidir. Alleonlar böyle güçlü bir or­
sergileyen Allom, İngiliz Mimarlar Ensti-
tak sayesinde, 1845 başlarında İstan­ AlU'nun okullar zincirinin Osmanlı
tüsü'nün (Institute of British Archi­
bul'daki tüccarlara 450.000 Fransız Fran­ İmparatorluğu'ndaki ilk halkaları Bağ­
t e c t s ) kurucularındandı.
gı tutarında bir kredi sağlayacak düzeye dat ve Şam'da görüldü. Bu okullar daha
ulaşmışlardı. Alleonlarm ortak olduğu soma Volos. Edirne, Selanik, İzmir, İs­ Allom, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde­
bankerlik kuruluşu, bir banka kurmak tanbul'un değişik semtlerinde, Kava- ki görüntüleri resimledi. Bunlar İngiltere,
için girişimlere başladı. 1847'de, özel bir la'dan Safed'e, Usküp'ten Kudüs'e, Ma­ Fransa, Belçika ile ilgili olup, ayrıca
ferman ile 1.000.000 İngiliz Sterlini ser­ nastırdan Basra'ya muhtelif yerleşim Çin'den resimler getirdi. 1834-1836 ara­
maye ile kurulan bu bankanın adı Ban­ merkezlerinde kuruldu. Ev işleri ve aile sında İstanbul'dan başlayıp Anadolu, Su­
que de Constantinople idi. 100.000 his­ bilgisi (dikiş, nakış, yemek, bakım, vb) riye ve Filistin'i gezdiği, buralarda resim­
seye bölünmüş bankanın en büyük his­ ağırlıklı kız okullarının yanında erkek ler yaptığı bilinmektedir. Taslak halinde
sedarı ise Baltazzi ve Alleon aileleriydi. okulları, meslek okulları, ziraat okulları çizilen bu resimler, İngiliz hakkâkları ta­
Gerçek görevi, kambiyo kurunu belirli ve seminer (ruhban okulu) açıldı. İstan­ rafından çelik üzerine işlenerek gravür
bir düzeyde tutmak olan banka, bu bul'da ilk AIU erkek okulu 1875'te Dağ- olarak Robert Walshln yazdığı bir metin
amacında başarılı oldu. Ancak 1848 h a m a m ' d a ö ğ r e t i m e başladı. B u n u , ile birlikte yayımlanmıştır. İstanbul'da İn­
Fransız İhtilali sırasında, Fransa ile yü­ Temmuz 1875'te Balat erkek, Ağustos giliz Elçisi Lord Strangfordün 1820'den
rüttüğü yakın ilişkiler yüzünden büyük 1875'te Hasköy kız, Ekim 1875'te Galata itibaren özel papazı olan Robert Walsh,
sarsıntı geçirdi. Bu dönemi atlatmak erkek. 1876'da Aşkenaz cemaati karma, Osmanlı topraklarında gördüklerine dair
için, kendilerine kuaıluşta yardımcı olan Ocak 1877'de Hasköy erkek. Temmuz 1836'da yayımlanan bir eserinden başka
Osmanlı Devleti'ne başvuran ortaklar, 1879 da Kuzguncuk erkek, Ağustos A Journey from Constantinople başlıklı
umdukları desteği göremediklerinden 1879'da Galata kız, Ağustos 1880'de bir kitap daha hazırladı ve bu metin İs­
hisselerini 1852'de devretmek zorunda Dağhamam kız, Şubat 1881'de Ortaköy tanbul ile Batı Anadolu'daki başlıca antik
kaldılar. Bu arada b a b a Alleon da, karma, Nisan 1882'de Balat kız okulları merkezlere dair büyük kitapta kullanıldı.
Alphonse de Lamartine'e(->) Türki­ izledi. İlk kız meslek okulu 1882'de Ga- Allom'un resimleri ile süslenen ve çeşitli
ye'deki girişimleri için ihtiyacı olan kre­ lata'da öğretime başladı. Bu okulların ülkelere dair büyük bir dizinin içinde
dileri bulmakta aracılık ediyordu. mali gereksinmesi, kısmen AIU fonla­ yer alan bu kitap Constantinople and
rından, kısmen de yerel cemaat yöne­ the Scenery of the Seven Churches of Asia
Aile, büyük konağı elden çıkardıktan timlerinin ve durumu müsait olan öğ­ Minor adı ile, iki cilt olarak 1838'de
sonra Beyoğlu'nda yeni bir konak yap­ rencilerin katkılarından sağlanıyordu. Londra'da yayımlandı. Aynı kitap L. Gali-
tırarak buraya taşındı. Sokağa da ailenin bert ile C. Pelle tarafından Fransızcaya
AIU okullarının Türkiye Yahudilerini
adı olan Alleon (bugün Alyon Sokağı) çevrilerek üç cilt halinde Constantinople
eğitme ve kültür seviyelerini yükseltme
adı verildi. Aile fertleri zaman içinde te­ ancienne et modeme, comprenant aussi
konularındaki başarıları tartışılmaz. Ne
ker teker Fransa'ya döndüler. Ancak, les Sept Eglises de TAsie Mineure adı ile
var ki Alliance uygulamasına karşı ciddi
öldüklerinde, cenazeleri İstanbul'a geti­ Paris'te basılmıştır. Metinler arasında
tenkitler de bulunmaktadır. Özellikle
rildi ve Pangaltidaki Katolik mezar­ farklılıklar olmakla beraber, Allom'un re­
Fransızcayı temel eğitim dili olarak ka­
lığına gömüldü. simleri aynı çelik klişeler kullanılmak su­
bul etmesi sonucu Osmanlı Yahudileri­
BEHZAT ÜSDİKEN retiyle bu yayında da yer aldı. İçinde İs­
nin Türkçeyi zamanında öğrenmeyi ih­
tanbul'un çeşitli görüntüleri dışında Bur­
mal etmeleri yanında İspanya göçünden
ALLIANCE ISRAELITE OKULLARI sa, Manisa, Bergama, Efes, Pamukka-
beri korudukları Judeoespanyolü (Ya­
le'den de resimler bulunur. Ancak kitap­
Yahudi eğitim kurumları. 19. yy'ın ikin­ hudi İspanyolcası) unutmaları veya çar­
taki gravürlerin hepsi Allom'un çizgisi
ci yarısında yurtdışında gelişen bir giri­ pıtmaları bu tenkitlerin başında gelir.
değildir. Bunlardan tamamen fantezi
şim Türkiye ve İstanbul Yahudileri üze­ Alliance okullarına zaman zaman Ya­ ürünü olduğu görülen Silivri Kalesi gra­
rinde birkaç nesil iz bırakan boyutlara hudi olmayan birçok öğrenci de devam vürü F. Hervé imzalıdır. Rumeli ve bil­
erişti. 1840'ta Şam'da meydana gelen etti. Cumhuriyetin ilanından sonra milli hassa Arnavutlukü tasvir eden gravürler
bazı toplumsal olayların yarattığı heye­ bir eğitim sisteminin yerleşmesi üzerine de başka ressamlarındır ve gerçekçilik
can sonucu, özellikle Fransız ve Alman Haziran 1924'te Maarif Vekâleti (Milli dereceleri şüphelidir. Allom, ayrıca L.
Yahudileri arasında, dini inançlarından Eğitim Bakanlığı) Yahudi okullarından Galibert ve C. Pelle'in Constantinople
dolayı ayrımcılığa maruz kalan Yahudi­ tedrisata Türkçe veya anadillerinde de­ ancienne et modeme (1828) ile Charac-
leri, nerede olurlarsa olsunlar korumak vam etme konusunda tercihlerini bildir­
207 ALMAN ARKEOLOJİ ENSTİTÜSÜ

Thomas Allom'un Constantinople and the Scenery of the Seven Churches of Asia Minor adlı kitapta yer alan
Atmeydaninı betimleyen bir deseni, 1838.
Ara Güler fotoğraf arşivi

ter and Costume in Turkey and İtaly da Roma'da kurulan bir araştırma merke­ mann ailesinin bazı fertlerinden alınan
(1840) adlı kitaplarını da resimlemiştir. zinin yaratılması ile gerçekleşmiştir. Ar­ kitaplardan oluşmuştu. 1917'de kuru­
Bunlarda da İstanbul'un tarihi atmosferi­ keoloji Enstitüsü programı soma genişle­ lup. 1918'de ilk dünya harbinin yenil­
ni ve günlük hayatını aksettiren güzel di. Önce 1859'da Prusya Devlet Enstitü­ giyle sona ermesi üzerine kapanan Ma­
gravürler yer alır. sü, 1871'den itibaren de Alman İmpara­ car Enstitüsü'nün pek fazla olmayan ki­
Allom, gördüklerini güzel ve canlı şe­ torluk Enstitüsü oldu ve arkasından da tapları da buraya devredilmiş, bunlara
kilde, ayrıntılara önem vererek tasvir Alman Devleti Arkeoloji Enstitüsü adını gerek Türkiye'de alınan, gerek Almanya
eden bir resim ustasıdır. Ressamın yerin­ aldı. Berlin'de kurulan bir merkez dışın­ ve çeşitli ülkelerden pek çok sayıda ge­
de çizdiği gerçekçi desenler, bu yerleri da Atina'da. Frankfurt'ta, Madrid'de. Ka- tirtilen kitap ve dergi de katılarak çok
hiç görmemiş hakkâklar tarafından klişe hire'de, son olarak da Bağdat'ta (az son­ zengin bir kütüphane meydana getiril­
haline getirilirken, bazı üslup farkları da ra lağvedildi) şubeler açıldı. miştir. Bununla birlikte, enstitüde eski
meydana gelmiştir. Fakat ne olursa ol­ nadir fotoğraflardan oluşan bir de arşiv
İstanbul'da da bir enstitü kurulması
sun, fotoğraf sanatının başlayıp yaygın­ düzenlenmişti. Müdür M. Schede'nin
fikrinin temeli 1924'ten itibaren atılmış
laşmasından pek az önce Allomün mey­ Berlin'deki ana merkeze atanması üzeri­
bulunuyordu. Alman Arkeoloji Enstitü­
dana getirdiği gravürler, İstanbul'u bina­ ne de İstanbul şubesinin başına Prof.
lerinin İstanbul şubesi önce Alman Elçi-
ları, manzaralar, insanları ve bunların kı­ Dr. Kurt Bittel geçti ve enstitü uzun yıl­
liği'ne komşu bir evde kuruldu. Başına
yafetleri ile Batiya tanıttı. Bugün bu re­ lar onun yönetiminde kaldı.
müdür olarak Prof. Dr. Martin Sche-
simlerin çoğu birer belge niteliğindedir. de'nin (1883-1947) getirildiği bu mües­ Sıraselviler Caddesi'ndeki küçük bina
Bibi. The Ait Journal, no. 300 (1872): Thi- sese 1929 yılında bütçesinin kabul edil­ böyle bir enstitü için çok dardı. Zemin
eme-Becker, Kûnstlerlexikon, I (1907), s. mesi üzerine resmileşti. Enstitüye, Tak- katında hizmet mekânlarından başka,
319; R. E. Koçu, "Allom, Thomas", İSTA, II, s. sim'de Sıraselviler'de Alman Hastane­ Türkiye'ye gelen Alman araştırmacılarına
725-727; H. Bowen, British Constributions to sinin kapısı yanında ayrı bir bina olan
Turkish Studies, London, 1945, s. 35; L. mahsus üç küçük odası vardı. Birinci
Thornton, Les orientalistespaintres voyageurs poliklinik tahsis edilmişti. Alman Arke­ katta ise büyük bir okuma salonu ile
1828-1908, Paris, 1985: S. Eyice, "Allom, oloji Enstitüleri İstanbul şubesi, bütün başvuru kitaplarından oluşan bir kütüp­
Thomas", DİA, II. s. 505. teşkilatı ve zengin kütüphanesi ile bura­ hane bulunuyordu. Gerideki büyük sa­
SEMAVİ EYİCE ya yerleşti ve 1930 yılından itibaren ça­ lon ise kitap ve dergi deposu idi. Kütüp­
lışmaya başladı. hane her kesimin faydalanmasına açıktı.
ALMAN ARKEOLOJİ ENSTİTÜSÜ O sıralarda adı, Archäologische Insti­ Alman Enstitüsü faaliyete geçmesi ile
Arkeoloji biliminin Batı ülkelerinde yay­ tut des Deutschen Reiches Abteilung İs­ birlikte bazı yayınlara da girişmişti.
gınlaşması ile, Almanya'da da klasik ar­ tanbul olan enstitünün çok zengin kü­ Bunlardan ilki istanbul Forschungen
keoloji ile uğraşacak bir enstitü kurulma­ tüphanesi, tanınmış Türkolog ve Bizans (İstanbul Araştırmaları) adlı bir dizi
sı düşünülerek, bu yolda ilk adım 1829- arkeolojisi uzmanlarından A. D. Mordt- olup, ilk fasikülü İstanbul Arkeoloji Mü-
ALMAN ÇEŞMESİ 208

binaya geçmek zorunda kaldı. Şimdiki


çalışmalarını burada sürdürmektedir.
Müdürlerinden Prof. Dr. K. Bittel bir Hi­
titolog idi. Prof. Dr. İng. W. Müller-Wi­
ener ise çeşitli konularla ilgilenmekle
beraber İstanbul hakkında yayınları ile
birlikte Bildlexikon zur Topographie Is­
tanbuls başlıklı büyük bir de kitabın
yayımlayıcısı olmuştur.
Enstitünün şimdiki müdürü Wolf Koe-
nigs'dir. Kütüphanesinde çeşitli alanları
kapsayan 50.000 cilt kitap vardır.
Bibi. G. Rodenwaldt, Archäologisches Insti­
tut des Deutschen Reiches, 1829-1929, Ber­
lin, 1929; H. Etem (Eldem), İstanbul'da İki
İrfan Evi: Alman ve Fransız Arkeoloji Ensti­
tüleri ve Bunların Neşriyatı, İst., 1937; S. Eyi-
ce, "Arkeoloji Enstitüleri", İSTA, II, 1023-
1024: 150 Jahre Deutsches Archäologisches
Institut, 1829-1979, Mainz, 1981.
SEMAVİ EYİCE

ALMAN ÇEŞMESİ
Sultanahmet'te günümüzde Sultanahmet
Meydanı olarak anılan antik Hippodrom
alanının kuzey kesiminde ve I. Ahmed
Alman Türbesi'nin önündedir. Meydanın dikili­
Arkeoloji taşlarla belirlenen aksından kaydırılarak
Enstitüsünün doğuya alınmıştır.
okuma ve Prusya Kralı ve Alman İmparatoru II.
konferans
salonu. Wilhelm'in 1898 yılında Türkiye'ye yap­
Almanya Federal tığı ikinci ziyaretinin anısına ithaf edil­
Cumhuriyeti miş bir anıttır. Anıtın tasarımının II. Wil­
Ìstanbul helm'in bir deseni üzerine geliştirildiği,
Başkonsolosluğu planların Kaiserin özel danışmanı mi­
izniyle
mar Spitta (1842-1902) tarafından çizil­
diği ve yapımının mimar Schoele'ye ve­
zeleri'nin o sırada müdür muavini olan bulunan Macar asıllı Halâşi Kun Alman rildiği bilinmektedir. Yapının mimarları
(sonra Prof.) Dr. Arif Müfid Mansel'in Enstitüsü Kütüphanesi'nde bulunan ve arasında ayrıca mimar Carlitzik ve İtal­
(1905-1975) Almanca doktora tezi ola­ Macar Enstitüsü'nden kalmış olan ge­ yan mimar Joseph Antony de vardır.
rak basıldı. Bunu başka yayınlar takip nellikle İstanbul tarihine dair yayınların Çeşme için çalışmalar 1899 yılı yaz
etti. ikinci dizi ise Istanbuler Mitteilung­ Ankara Üniversitesi'ne devredilmesini aylarında başlamış, önce Hippodrom
en (istanbul Haberleri) adlı olup, bu da sağlamış ve bu cilüer çıkarılarak gönde­ alanının düzenlenmesi, dikilitaşların
kitaplardan meydana geliyordu. Ancak rilmiştir. Bu da, bu zengin kütüphanede çevresinin düzeltilmesi ve ağaçlandırma
sonraları bu dizi kalın bir dergi veya bazı önemli boşlukların oluşmasına yol çalışmaları yapılmıştır. Çeşmenin önce
yıllık şekline dönüşmüştür. açmıştır. II. Abdülhamid'in 25. cülus yıldönü­
Ayrıca enstitü bu dizilerden bağımsız Enstitü 1948 yılı sonlarında geçici münde (1 Eylül 1900) açılması düşünül­
olarak bazı yayınlar da yapmıştır. Her olarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fa­ müş ancak, muhtemelen yapım çalışma­
iki dizi ve bağımsız yayınlar çeşitli ko­ kültesi'nde Arkeoloji Kürsüsü Başkanı larının yetişmemesi nedeniyle 27 Ocak
nulara dair olmakla beraber aralarında Prof. Dr. Arif Mürfid Mansel'in yönetimi­ 1 9 0 1 günü, bu kez İ m p a r a t o r Wil­
yalnızca istanbul hakkında olanlar da ne verildi. Böylece buradan yine fayda­ helm'in doğum gününe rastlatılarak
bulunuyordu. lanmak mümkün oldu. Ancak 1950'den açılmıştır.
İstanbul Alman Arkeoloji Enstitü- itibaren Almanya'nın bir devlet olarak Yapıldığı tarihte Türk-Alman dostlu­
sü'nde çalışan elemanlardan Prof. Dr. yeniden haklarını alması üzerine adı ğunun simgesi olarak sunulan ve dola­
A. M. Schneider (1896-1952) İstanbul'un Deutsche Archäologische Institut'a (Al­ yısıyla politik anlamı ve içeriği çeşme
Bizans dönemindeki topografyası ve es­ man Arkeoloji Enstitüsü) dönüşen mü­ olarak işlevinin önüne geçen yapıt, gü­
ki eserleri üzerinde malzeme toplarken, essese, yeniden işlemeye başladı, az nümüzde daha çok anıtsal değeri ile ta­
II. Dünya Harbi içinde, Sultanahmet'te sonra da yayınları birbirini takip etti. nınmaktadır.
yeni adliye binası yapılırken ortaya çı­ Alman Enstitüsü, Roma'da veya Ati- Çeşme, II. Wilhelm tarafından (kana­
kan Aya Efemiya martiron ünün kazısı­ na'daki örneklerinde olduğu gibi, şeh­ lizasyon giderleri dahil) yaptırılmış ve
nı idare etmiş ve buluntuları yayıma ha­ rin içinde başlıbaşına büyük ve yeni bir Osmanlı hükümetine teslim edilmiştir.
zırlamıştı. Fakat 1 Ağustos 1944'te Tür­ bina yaptırarak kütüphanesi, arşivi ve Evkaf Nezaretimin devraldığı çeşmenin
kiye'nin Almanya ile siyasi ilişkilerini misafirhanesi ile buraya yerleşmeyi iste­ kitabesi Seraskerlik Dairesi görevlile­
kesmesi üzerine enstitü kapatıldı ve mesine rağmen, yabancıların Türkiye'de rinden Ahmed Muhtar Bey tarafından
mensupları da yurtlarına dönmek zo­ mülk edinemeyecekleri yolundaki yasa yazılmıştır. Çeşmenin giriş bölümünde
runda kaldılar. Enstitü, Almanya'nın yüzünden bu istek olumlu karşılanama­ bir bronz plaka üzerinde de Almanca
1945'te yenilgisi üzerine zor günler ya­ dı. Sonunda çok dar olan ve komşusu olarak bir kitabe bulunmaktadır.
şadı. Sovyet hükümeti, gördüğü zarar Alman Hastanesinin de Türk idaresine Alman Çeşmesi, genellikle üstü açık
ziyanın karşılığı olarak kütüphanesinin geçme hazırlıklarının belirmesi üzerine ve heykellerle veya plastik öğelerle be­
kendisine teslimini istiyordu. Bu arada, Alman Arkeoloji Enstitüsü, Ayaspaşa zeli Avrupa meydan ç e ş m e l e r i n d e n
Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğraf­ semtinde eski elçilik binası olan Alman hayli farklı bir tasarıma ve görünüme
ya Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak Konsolosluğumun sınırları içindeki bir sahiptir. Mimari olarak, şeması veya kit-
209 ALMAN ELÇİLİĞİ BİNASI

düzenleme öğesidir. Çevre koridorunun


zemini, renkli taşlardan geometrik de­
senli olarak işlenmiştir.
Su haznesi, silindirik bir taban üzerin­
de kubbemsi bir kapakla örtülüdür. Tü­
mü mermerden yapılmış olan haznenin
örtüsü, tunç döküm çemberlerle kuşak­
lanmış iken sonradan bunlar çalındığı
veya çıkarıldığı için halen ahşap çıtadan
çemberler bulunmaktadır. Hazne kubbe­
sinin üstünde yine tunç döküm, kulplu
ve taç biçiminde bir kapak vardır.
Çeşmenin en gösterişli kesimi, koyu
yeşil renkli somaki kolonlar ile nakışlı
kemerleri ve bakır kaplı açık yeşil renk­
li kubbesidir. Kolonların tunç dökümü
tabanları ve başlıkları, kabartma desen­
lidir. Taban parçalarında, stilize bitkisel
motifli ve almaşık sıralı dört, başlıklarda
iki farklı desen kullanılmıştır.
Yarım daire kemerlerin kilit taşı nok­
talarına daire biçimli, göbekli ve kabara
benzeri kabartma birer madalyon yer­
leştirilmiş; kemer yüzleri, ortası yıldızlı
dairesel motif şeritleriyle çevrilmiştir. A.
Muhtar Bey'in tarih kitabesi, İzzet Efen­
Alman Çeşmesinin 27 Ocak 1901 günü açılışını gösteren eski bir kartpostal fotoğrafı. dimin sülüs hattı ve altından harflerle
Gülden Hacaloğlu koleksiyonu ve her beyti bir kemeri çevrelemek üze­
re kemerlerin iç yüzüne işlenmiştir.
Kubbenin içi, mozaik tekniğinde al­
lesi ile İstanbul'un geleneksel meydan lı ve yüksek bir taban üzerinde sekiz tın parçacıklarla kaplanmış; tam ortası­
çeşmelerinden de farklıdır. Tipolojik basamakla çıkılan bir platform, bir su na iç içe dairesel motiflerden oluşan
olarak çeşmeden çok şadırvan modeli­ haznesi ve sekiz kolonla taşman bir renkli mozaik bir göbek yapılmıştır.
ne yakın bir tasarıma sahiptir ve bu an­ kubbeden oluşmaktadır. Kubbe eteğinde kolon hizalarına gelen
lamda tipik bir örnektir. Sekizgen tabanın yedi kenarında noktalarda sekiz tane madalyon vardır.
K o n s e p t açısından bir tür Alman benzer kompozisyonlar içinde çeşmeler Almaşık dizili olarak bu madalyonlarda
neorönesansı olan Rundbogenstil çizgi­ vardır. Güneydeki kenarı ise merdiven açık yeşil zemin üzerine altın ile II. Ab-
sinde görünmektedir. Bizans referansla­ olarak düzenlenmiş ve böylece çeşme­ dülhamid'in tuğrası ve Prusya mavisi
rı da içeren bu stilin İstanbul'a özgü bir ye bir ön cephe kazandırılmıştır. zemin üzerine yine altınla ve gotik harf­
versiyonu olduğu söylenebilir. Bu açı­ Kenarlara aksiyai olarak yerleştirilen lerle II. Wilhelm'in inisiyalleri (W ve II)
dan da tipik bir uygulamadır. çeşmelerin geniş ve uzun yalağı, daire­ işlenmiştir.
Çeşmenin kagir ve metal bütün yapı­ sel kesitli bir teknedir. Musluklar, dö­ Yarıküre biçimli kubbe bakır kaplıdır
sal öğeleri, Almanya'da hazırlanmış; küm metaldendir ve diyagonal yerleşti­ ve eteğinde dışta döküm bronzdan bir
mermer ve değerli taşlardan oluşan mal­ rilmiş kare musluk tablalarına bağlan­ damlalık çemberi vardır.
zemesi orada işlenmiş ve gemiyle İstan­ mıştır. Üstte, taş üzerine oyma ve zincir­ Alman Çeşmesi, hiçbir figüratif moti­
bul'a taşınarak burada monte edilmiştir. leme daire motifli bir şerit dolanır. fin kullanılmadığı bezemesi, çeşme ti-
Mükemmel bir işçilik ve yüksek bir pre- Su haznesinin bulunduğu platform­ polojisi açısından özgün şeması, politik
sizyon çeşmenin yapımını tanımlar. da, çeşmenin tabanının parapetiyle haz­ ve anısal içeriği ve kuşkusuz anıtsal ka­
Alman Çeşmesi, temelde, en genel ne arasında bir çevre koridoru ve ke­ litesi ile İstanbul'u zenginleştiren bir ya­
çizgisi içinde sekizgen bir şadırvan ola­ narlarında mermer oyma kanepeler var­ pıttır.
rak tanımlanabilir. Yapıt, sekizgen plan­ dır. Bu da başka örneği olmayan bir
Bibi. Yıldız Hususî. BOA, n o . 4 1 6 / 1 1 6 .
(12.9.1318); Tanışık. İstanbul Çeşmeleri, I,
298-300; İSTA, II, 727-728; S. Eyice, "İstanbul
(Tarihî Eserler)", İA, V/2, 1214/94.
AFİFE BATUR

ALMAN ELÇİLİĞİ BİNASI


Alman İmparatorluk Sarayı olarak da ta­
nınan ve bugünkü adıyla Almanya Fe­
deral Cumhuriyeti Başkonsolosluğu bi­
nası olan yapı, Gümüşsuyu-İnönü Cad­
desi üzerinde yer almaktadır.
Yapı, İkinci Alman İmparatorluğu dö­
neminde İstanbul'da inşa edilen ilk Al­
man elçilik binasıdır. Prusya Elçiliğimi
barındıran eski binanın ihtiyaçları karşı­
layamaz ve onarıma muhtaç duruma gel­
mesi üzerine yeni bir tasarımın oluştu­
rulması ve uygulanması söz konusu ol­
muştur. Bu görevi üstlenen Kölnlü eya­
let mimarı Hubert Goebbels, biri mevcut
arsanın değerlendirilmesine, diğeri ise
ALMAN ELÇİLİĞİ YAZLIK 210

ALMAN ELÇİLİĞİ YAZLIK


KÖŞKLERİ
Tarabya'da koy içinde, Yeniköy-Tarab-
ya caddesi üzerindedir. Denize hayli
geniş bir cephe veren büyük bir bahçe
içine yerleştirilmiş çeşitli yapılardan
oluşmuştur.
Elçiliğin arazisi eski Tarabya Kas­
Alman Elçiliği
(bugün rımın bulunduğu yerdir. Nitekim alt
başkonsolosluk) bahçede halen mevcut bir kemer kalın­
binasının tısı üzerinde Abdülaziz'in tuğrası görül­
bahçe mektedir. Aynı kemerin diğer yüzünde
cephesinden yeşil zemin üzerine sarı yaldızla "Ya
görünümü,
19. yy sonu. Hafız" yazılı bir levha vardır. Eski Ta­
Necdet Sakaoğlu rabya Kasrı'ndan kalmış, değiştirilmemiş
koleksiyonu ve halen depo olarak kullanılan bir de
mutfak binası vardır. Vaziyet planında
1871 yangınında boşalan yakın çevrede­ binaya zaman içinde iki kez el koyuldu­ yeni yapıların yanısıra yerleri bilinen ki­
ki arazinin de dahil edilmesine dayanan ğu için kaybolmuştur. Başlıca bezeme mi eski yapılar da işaretlenmiştir.
iki proje geliştirmiştir. Bu arada yeni öğelerinden olan sekiz adet ünlü çatı Bahçe düzeninde ve yeni yapıların
projenin, yapılaşmanın olmadığı yeni ve kartalı da II. Dünya Savaşı sırasında yerleştirilmesinde belirli bir geometri ve
serbest bir çevrede inşa edilmesi düşün­ kaybolmuştur. aksiyalite g ö z e t i l m e k istenmişse de
cesi de gündeme gelmiş ve bugünkü bi­ İstanbul'un mimarisiyle kontrast için­ muhtemelen eski yerleşme izlerine bağ­
nanın işgal ettiği yerdeki ilk arazi satın de, fazla kütlesel bir etkiye sahip oluşu, lı kalmaktan ötürü radikal bir geometri
alınarak zaman içinde genişletilmiştir. bir ön bahçesi olmaksızın âdeta doğru­ sağlanamamış görünmektedir. Merkez­
Galata Serdar-ı Ekrem Sokağindaki (eski dan caddeye açılması, bazı önemli iç deki meydanda kesişen yollar, olması
adıyla Yazıcı Sokağı) ilk arsada ise bu­ mekânların karanlıkta kalacak şekilde gerektiği gibi 90 derecelik bir açı yap­
gün "Doğan Apartmanı" yükselmektedir. dışarıyla zayıf ilişkilendirilmesi zama­ mazlar. Elçilik rezidansmdan başlayıp
Arazinin bir kısmını kaplayan mezarlık­ nında eleştirilmiştir. Dönemin Alman batıdaki partere ulaşan anayol, düz bir
tan yalnızca Silahdar Ali Ağa ve ailesinin gazeteleri, yeni elçilik binasından söz doğru olarak uzanmak yerine hafif bir
mezarları, anlaşma üzerine korunmuştur. ederken "Almanya'nın birliği ve büyük­ kırılma gösterir. Binaların yerleşimi de
Büyük bir yer edinme arayışında, Rusya, lüğü", "Prusya ruhu", "Avrupa ve As­ simetrik bir konumda değildir. Örneğin,
Fransa ve İngiltere elçiliklerinin yerleşti­ ya'yı kucaklamak isteyen kartallar" gibi ana bina merkezde görünmesine karşı­
ği alanlardan daha küçüğüne razı olma­ ifadelerle yapının temsil ettiği impara­ lık yeni elçilik evi ve müsteşar evinin
yarak Almanya'nın prestijine uygun bir konumları simetri dışıdır. Dolayısıyla
torluk imgesini vurgulamışlardır.
çözüme varılması isteği de rol oynamış­ Alman neoklasik yerleşme düzeninin
Bugün başkonsoloslukta 1989'da bi­
tır. Sonuçta, başka koşullar için üretilen bir hayli dışına düşen daha serbest bir
naya yerleşen Alman Arkeoloji Enstitü-
proje, değişikliklerle yeni bir duruma yerleşme gözlenir.
sü'nün İstanbul şubesi de faaliyetini
uyarlanmıştır. İnşaat 1874'te başlamış ve
sürdürmektedir. Yapılar fazla yüksek olmayan kagir
1 Aralık 1877'de binanın açılışı gerçek­
Bibi. F. O. Gaerte. "Das Deutsche Kaiserlic­ birer bodrum kat üzerine üç (bazısı iki)
leştirilmiştir.
he Palais in istanbul", İst. MM., 35 (1985), s. katlı ve ahşap olarak inşa edilmişlerdir.
Yapı malzemesinin bir kısmı başka 323-351; Dokumentation - Kulturhistorische Tüm yapılarda şale tipi bir ahşap beze­
ülkelerden gelmiştir. Ana korniş ile pen­ Bauten der Bundesrepublik Deutschland in me kullanımı vardır.
İstanbul, Berlin, 1989; C. Meyer-Schlicht­
cere silmelerinin taşları Arles'dan getiril­ Binalar, genel olarak 19. yy sonunun
mann, Von der Preussischen Gesandschaft
miş, tuğlalar da kısmen Livorno'da kıs­ zum Doğan Apartmanı, İst., 1992. eklektisist anlayışını yansıtmaktadır.
men de yerel bir işletmede üretilmiştir. TURGUT SANER Planlarının, ana çizgileriyle klasik olan
Bir ülkenin yabancı topraklarda tipik
mimarisi ile temsil edilmesi ve zamanın
uluslararası geçerli stil öğelerinin bağ­
daştırılması, mimarın tasarımdaki çıkış
noktalarıdır. Ana bina, kısa kenarlarında
birer çıkma bulunan büyük, dikdörtgen
bir kütleden ibarettir. İçeride elçilik işle­
vinin gerektirdiği mekânlar ve bütün
katlar yüksekliğinde, üstü açık, küçük
bir peristyl yer almaktadır. Kütle ve cep­
he düzeninde neorönesans bir yaklaşım
egemenken, yalın bir klasisizm ve özel­
likle c e p h e d e çıplak tuğla kullanımı
Prusya mimari geleneğine bağlanmakta­
dır. İç mekanların tefriş edilmesinde de
yine diğer bazı önemli elçiliklerin stan­
dardı gözetilmiş ve eldeki kısıtlı maddi
olanağa rağmen öncelikle büyük kabul
salonlarına değerli Türk halıları, abajur­
lar ve ampir üslubunda mobilyalar yer­
leştirilmiştir. Önemli salonlar ve geçiş
mekânları, klasisizm içinde (kaset tavan­
lar, alçı-mermer duvar kaplamaları, niş­ Alman Elçiliği Yazlık Köşkleri
ler içinde heykeller) "Prusya görkemf'ni Elçilik rezidansı (sağda), elçilik müsteşarı konutu (solda).
vurgulamaktadır. Özgün eşyanın çoğu, Almanya Federal Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğu 'nun izniyle
211 ALMAN HASTANESİ

düzenine karşın cephelerde oryantalist


bir tasarımın pek çok öğesi yer almak­
tadır. Dilimli moresk (magrip tipi) ke­
merler, "Chinoiserie" üslubundan kule
figürleri ve tüm çatı saçaklarının uçla­
rında görülen mızrak biçimli öğeler
bunlardan birkaçıdır. Önde denize ba­
kan elçi evinde eklektisist repertuvara
alt kat pencerelerindeki üçlü y o n c a
yaprağı biçimindeki neogotik pencere
düzenlemeleri eklenmektedir.
Zaman içinde bazı yeni ek binaların
da inşa edildiği elçilik arazisi içinde,
bahçede eski hamam binasının yerine
inşa edilmiş bir de şapel bulunmaktadır.
Bahçede bazı başka yapılar da vardır.
Bunlar arasında üzerinde kazıma tekni­
ğinde Aziz Georgün tasviri bulunan bir
çeşme ile mezarlık ve Moltke Anıtı anıl-
malıdır.
Denize nazır tepe üzerindeki bu me­
zarlıkta I. Dünya Savaşımda şehit olan
askerler ile Mareşal Von der Goltz yat­
maktadır. Şehit askerlerin anısına hazır­
lanan rölyef, kendisi de asker olan Ge-
org Kolbe'ye aittir.
Üst bahçe terasında 1835-1839 yılları
arasında Türkiye'de bulunmuş olan
Moltke'nin anısına dikilmiş bir de obe­
lisk vardır. Kaidesindeki yazıya göre
1888'de dikilmiş olan obeliskin bir cep­
hesinde Moltke'nin bronz bir madalyon
içinde profilden portresi yer almaktadır.
Kaidenin ise bir yüzüne II. Abdülha-
mid'in tuğrası, diğer yüzüne de İmpara­
tor II. Wilhelm'in "W" ve "R" harflerin­
den oluşan monogramı işlenmiştir.
Tümü bakımlı olan binalar, 1990 Ha-
ziran'ında bir yangın tehlikesi geçirmiş-
se de mutfak dışında önemli bir zarar
meydana gelmemiştir.
AFİFE BATUR

ALMAN HASTANESİ
Taksim Sıraselviler Caddesi'nde bulu­
nan özel sağlık kurumu. Prusya Elçiliği
Geçen yüzyılın sonlarına ait iki kartpostalda Alman Hastanesi'nin binaları.
hekimlerinden Dr. Georg Hermann Rit-
Erkin Emiroğlu arşivi (üst), NuriÂkbayar koleksiyonu (alt)
ter von Mühling'in (1826-1907) önerisi
üzerine İstanbul'daki D. W. V. Alman
Hayır Cemiyeti'nin katkılarıyla 6 Nisan iki oda, birinci katta rahibeler için bir ihtiyacı ise bir kuyu ve sarnıçtan sağla­
1846 tarihinde kurulmuştur. Hastane oda, kadm hastalara ayrılmış bir özel nıyordu.
için gereken arsa ve bina Alman Protes­ oda bulunmaktaydı. Orta bina iki kat­ Hastane Alman Hayırseverler Cemi­
tan Kiliseleri Topluluğu tarafından sağ­ lıydı. İki katta da çiçek hastaları için yeti tarafından Alman Elçiliğimden bir
lanmıştır. Sıraselviler'de sadece 5 yatak­ odalar, zemin katta bir de çamaşırhane temsilci ile birlikte yönetilmekte ve ce­
la hizmete giren hastanenin kısa bir sü­ yer almaktaydı. Ön cephede bulunan miyet üyeleri ücretsiz tedavi edilmek­
re sonra ihtiyaçları karşılayamadığı gö­ üçüncü binanın alt katında mahzen, teydi. Hastaların büyük bölümünü İs­
rüldüğünden aynı yılın kasım ayında banyo, eczane ve bir hasta odası vardı. tanbul'a gelen Alman gemiciler, yoksul
daha geniş bir ev kiralanmıştır. Hastane Birinci katında bir genel hasta koğuşu, Almanlar oluşturuyordu. İstanbul hal­
1851'de Sakız Sokağıma, 1853'te de frengi hastalarına ayrılmış bir istasyon kından da çok sayıda hasta başvurmak­
Telgraf Sokağı'na taşınmış ve içinde taş ve birinci sınıf hastalar için 5 özel oda taydı. İstisnalar dışında ruh hastaları ile
bir bina bulunan bir arsa da satın alına­ mevcuttu. Isınma odun sobalarıyla sağ­ frengililer kabul edilmiyordu. Eczane,
rak hastaneye eklenmiştir. Kırım Savaşı lanıyordu. Hastanedeki toplam 33 ya­ gerekli farmasötik işlemleri bilen bir ra­
(1854-1856) sırasında hasta sayısı artın­ tak genel koğuşlarda iki sıra halinde di­ hibenin sorumluluğu altında çalışmak­
ca, 1856'da Halilpaşa arsası adı verilen zilmişti. Koğuşlar birbirine koridorlarla taydı. Gereken droglar İstanbul'da ilgili
bugünkü hastane sahasının içine ek bir bağlıydı. Hastanenin iç hizmetleri biri yerlerden sağlanmakta, alkaloitler ise
bina yapılmıştır. müdire, ikisi erkek koğuşundan, biri Almanya'dan getirtilmekteydi. Hastane­
Hastane 1874'te at nalı şeklinde di­ kadm koğuşu ve eczaneden, biri de de basit ameliyatlar için gereken cerrahi
zilmiş üç binadan oluşuyordu. Ön bi­ mutfak ve çamaşırhaneden sorumlu aletler, ayrıca bir elektromanyetik cihaz
nanın zemin katında kapıcı odası, bek­ beş rahibe tarafından yürütülmekteydi. ile sabit akım veren 30 voltluk bir batar­
leme odası, mutfak ve mahzen, asma Ayrıca birer hastabakıcı, kapıcı, hizmet­ ya da bulunmaktaydı. 1915'te şehir
katta konsültasyon odası, rahibeler için çi ve aşçı bulunmaktaydı. Binanın su elektrik ağına bağlandıktan sonra hasta-
ALMAN KÜLTÜR MERKEZİ 212

nede röntgen ve sterilizasyon bölümleri başladı. 1961'de, merkezi Almanya'nın rastlanan neoklasik üsluptan izler taşı­
açılmıştır. Münih kentinde bulunan ve 701 aşkın yan yapı, 1894'teki zelzelede büyük ha­
I. Dünya Savaşı sırasında (1914-1918) ülkede 150'ye yakın şubesi olan Goethe sar gördü. Sayıları sürekli artan, 1873'te
Almanya'dan hekimler getirtilmiş ve bir Enstitüsü'nün bünyesine girdi. Böylece 147; 1884'te 180 erkek, 137 kız olmak
doğum servisinin açılması düşünülmüş Almanya'dan yazar ve sanatçıların gel­ üzere toplam 317'ye yükselen öğrenci­
fakat savaş yüzünden gerçekleştirileme­ mesi ve merkezin çalışmalarına destek lerin ihtiyaçlarına yetmeyen eski okul
miştir. Savaş sırasında 1917'de ana bina vermesi kolaylaştı. 1988'de Alman Kül­ binasının yerine yeni bir bina yapılması
sivil hizmete bırakılmış, çocuk ve erkek tür Merkezi adını alan kuruluş çalışma­ gündeme geldi. 1868'de okulun kurul­
servislerine ait 72 yatak askeri birliklere larını, Program, Eğitsel İlişkiler, Dil ve masına önayak olan Okul Birliği, İstan­
verilmiştir. Teknik aleüerin de ortaklaşa Kütüphane bölümlerinde yürütmekte­ bul'daki Almanlardan ve Almanya'dan o
kullanılması kararlaştırılmıştır. Savaşta dir. Uluslar ve kişiler arasında kültürel zamana göre büyük bir meblağ olan
yaralanan Türk ve Alman askerler hasta­ iletişime yardımcı olmak ve Alman dili­ 100.000 mark topladı. Deutsche Bank'ın
nede tedavi edilmişler, sterilizasyon bö­ ni yaymak amacında olan merkez, çalış­ da mali desteğiyle inşa edilen o zaman­
lümünün bir kısmı da bitieri temizlemek malarını 2.500'e yakın üyesiyle halen İs­ lar on beş sınıflı yeni binaya Eylül
için bir tebhirhane haline getirilmiştir. tiklal Caddesi'ndeki Odakule binasında 1897'de taşınıldı. 1901'de binaya, kız
Çocuk servisinin yerine, 1918'de Mo- sürdürmektedir. okulu ve öğretmen evleri için altı sınıflı
da'da bir yer kiralanarak 20 yataklı bir AYŞE HÜR bir bölüm eklendi. Alman Lisesi'nin bu­
çocuk servisi faaliyete geçirilmiştir. gün de bulunduğu Şahkulu Bostanı So-
ALMAN LİSESİ kağı'ndaki bu bina üç katlıydı. Planları­
I. Dünya Savaşımın bitiminde imzala­
nı, binanın inşaatım da üstlenen Otto
nan mütarekename uyarınca bütün Al­ Beyoğlu Tünel'de, Almanca eğitim ve­ Kapp, eski binada olduğu gibi dönemin
man ve Avusturyalılar İstanbul'u terk et­ ren, Milli Eğitim Bakanlığıma bağlı özel eğitim ilke ve ihtiyaçları yanında sağlık
mişler ve 2 Şubat 1919'da hastanede İn­ yabancı okul. koşullarına ve pedagojik işlevlere uy­
giliz hekim ve hemşireler çalışmaya baş­ Alman Lisesi, 19. yy ortalarından iti­ gunluğu da göz önünde bulundurarak,
lamıştır. Bu tarihten soma İngilizler has­ baren sayıları giderek artan Alman tüc­ hazırlamıştı. Binanm cephesi pilastırlar
tanede asker barındırmışlar, 1925-1928 car, zanaatkar, mühendis, hekim ve el­ ve neoklasik üsluba uygun dekoratif
yıllarında da hastaneyi Amerikalılar kul­ çilik mensuplarının çocuklarının eğitim unsurlarla bezenmişti.
lanmışlardır. Kaiserswerth rahibe hemşi­ ihtiyacını karşılamak üzere Mayıs 1868'
releri ancak 1931'de Alman Hastanesi'ne de 23 öğrenci ve 2 öğretmenle derslere I. Dünya Savaşı sona erdiğinde Tür­
geri gelmişlerdir. Kaiserswerth Vakfı başladı. Okul, çocuklarım Prusya Elçili­ kiye'deki Almanlar ülkeyi terk ederken
1973'te dağılınca hastane Alman Federal ği ikametgâhında, 1850'den beri eğitim Alman Lisesi de kapatıldı, bina işgal
Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı'na bağ­ veren Protestan evangelist kilisesine kuvvetlerinin eline geçti. Okul Kasım
lanmıştır. Eylül 1993'te, Almanya ile Tür­ bağlı okula göndermek istemeyen; çağ­ 1924'te o zamanki adı Polonya Caddesi
kiye arasında imzalanan bir protokole daş ve bağımsız bir eğitim düşleyen Al­ olan Nuriziya Sokağı'nda geçici bir bi­
göre Alman Federal Cumhuriyeti, Alman man ve İsviçreli ailelerin çabalan sonu­ nada 100 öğrenciyle yeniden açıldı. Bir
Hastanesi üzerindeki bütün haklarını ve cunda kısa sürede gelişti. 1871'de Al­ yıl sonra yeniden kendi eski binasına
kullanım imkânlarını İstanbul Erkek Li­ man Birliğimin sağlanmasından sonra, taşındı. O günlerde binaya merkezi ısıt­
seliler Vakfı'na devretmiştir. Alman devletinden önemli yardım ala­ ma sistemi eklendi. Neoklasik üsluba
bilme olanağı doğdu. 1873'te İstan­ uygun olarak inşa edilmiş eski düz çatı,
Günümüzde Alman Hastanesi; dahili­
bul'da ayrı ayrı eğitim vermekte olan iki beşik çatı ile değiştirilerek bugünkü ha­
ye, cerrahi, kadın hastalıkları, doğum ve
Alman okulu birleşti. O yıl, okulun 4 line getirildi. Bu onarım ve ekler sıra­
çocuk kliniği, röntgen, laboratuvar ve
öğretmeni ve 147 öğrencisi vardı. sında, binanm bazı karakteristik özellik­
mutfak bölümlerinin bulunduğu ana bi­
leri değişime uğradı. II. Dünya Sava­
na ile diğer binalarında bulunan toplam 1873'e kadar Pera civarındaki kiralık
şımın son dönemlerinde, 1944'te kapatı­
90 yatakla faaliyetini sürdürmektedir. binalarda barınan okul, aynı yıl Galata
lan okul, 1953'te yeniden açıldı. Arada
Bibi. Plan-Proje-Kroki, BOA, no. 701; İrade, yakınındaki kendi binasma taşındı. Ga­
geçen sürede Beyoğlu Kız Lisesi olarak
Rüsumat, BOA, no. 6-20, s. 1312; Abdullah lip Dede Sokağı'na bitişik Müeyyetzade
kullanılan bina, 1953-1957 arasında
Bey-Zoeros-Mordtmann: "Notices sur le hô­ Camii karşısında bulunan ve Doğan
pitaux civils de Constantinople", Gazette Mé­ önemli onarımlardan geçti. Binaya bir
Apartmanı olarak bilinen binanın mima­
dicale d'Orient, c. 18, no: 9 (1874) s. 141- jimnastik salonu ve müzik odası eklen­
rı M. F. Cumin'di. Okulun planı, döne­
142; H. Akbay, "Alman Hastanesi", İSTA, II, di. Okulun karakteristik Prusya üsluplu
728; Istanbul Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp min Alman okul planlarına uygun ola­
cephesi de değiştirilerek kışla görünü­
Tarihi Anabilim Dalı Cem'i Demiroglu Üni­ rak düzenlenmişti. On bir sınıflı ve üç
münden uzaklaşması sağlandı.
versite Arşivi Alman Hastanesi dosyası. katlı olan binada, öğretmen konutları,
NURAN YILDIRIM bir sarnıç ve bir jimnastik salonu da Bina, bazı küçük değişiklikler dışın­
vardı. Dönemin okul binalarında sık da, halen 1957'deki durumunu sürdür-
ALMAN KÜLTÜR MERKEZİ
Aralık 1956'da, Almanya ile Türkiye ara­
sındaki kültürel ilişkileri geliştirmek
amacıyla, Dr. Robert Anhegger tarafın­
dan, Beyoğlu Alyon Sokağımda kurulan
kültür merkezi.
Merkezin Teutonia Alman Kulübü'n-
de(->) başlayan kuruluş çalışmalarında
Macit Gökberk, Behçet Necatigil, Adalet
Cimcoz, Haldun Taner, Bülent Özer,
Metin Özek, Mustafa Asher ve Ekmel
Zadil de yer aldı. Başlangıçta, Türk Al­
man Kültür Enstitüsü adıyla, Alman­
ya'da bulunan Goethe Enstitüsü'nün
Türkiye şubesi olarak yalnızca dil eğiti­
mi vermeyi amaçlayan kuruluş, 21
Ocak 1959'da Türk-Alman Kültür Der­
neğime dönüştü ve kültür etkinliklerine
213 ALTI-YEDİ EYLÜL OLAYLARI

mektedir. Okulun "L" biçimindeki kitle­ da 1993-1994 öğretim yılında 259 kız, Savaş sırasında, daha çok askeri uz­
si, uzun koridorlu ve iki yanı derslikli 698 erkek öğrenci eğitim görmektedir. manlar ve makamlar için Neuen Türkei,
bir plana dayanır. Binanın dolaşım ekse­ Bunlardan 114'ü çoğu Alman olmak Jilderim (Yıldırım), The Verteidigung
nini oluşturan koridorlar ve oldukça ge­ üzere yabancı uyrukludur. (Fransızca nüshası Defense Nationale)
niş merdivenler, dersliklerden aynı anda BURCU ÖZGÜVEN gazeteleri Türkçe olarak da çıkmış fakat
çıkan öğrencilerin rahat dolaşımını sağ­ etkileri çok sınırlı kalmıştır.
lamayı amaçlamaktadır. Üst kadarda yer ALMANCA BASIN Hitler'in iktidara gelişinden sonra yo­
alan spor, müzik vb işlevli salonlar Prus­ Almanya Osmanlı Devleti piyasalarına ğunlaşan propaganda çabalarının aracı
ya okul mimarisinin ve 19. yy Alman geç girdiğinden Almanca da basında olarak İstanbul'da 1944'e kadar Türkisc­
eğitiminin vazgeçilmez öğeierindendir. he Post adlı bir gazete de yayımlandı.
geç belirdi. Alman uzman ve işadamla­
Binanın cephesi 19. yy okul binalarında 1 Bibi. I. Jacobsen, Die Deutsche Pressepolitik
rının sayısı 19. yy ortalarından, özellikle
sık rastlanan sadeleştirilmiş, klasik bir und Propagandatätigkeit im Osmanischen
1880'lerden sonra arttı; bundan dolayı
cephedir. Bu sade görünümü, kornişler Reich, (doktora tezi), Hamburg Üniversitesi,
gazete ihtiyacı ortaya çıktı. Osmanisch-
ve saçak süslemeleri tamamlamaktadır. 1987.
en Post'un ilk sayısı 20 Eylül 1890'da
Başlangıçta İstanbul'daki Alman ço­ ORHAN KOLOĞLU
yayımlandı. Alman İmparatoru II. Wil-
cukların okul ihtiyacını karşılamayı helm'in İstanbul'a bir yıl önceki ziyare­
amaçlayan okul giderek Alman, İsviçre­ ALTI-YEDİ EYLÜL OLAYLARI
tinin bunda etkili olduğu anlaşılmakta­
li ve Avusturyalı öğrenciler yanında 18 dır. Gazete önce haftada iki gün, soma Kıbrıs sorununda Yunanistan'a karşı
değişik ulus ve tabiyetten öğrencilere günlük çıktı; 1895'te kapandı. Sayıları Türkiye'nin tepkisini gösterme gerekçe­
de açıldı. İstanbul'un Türkler arasında gittikçe artan Alman ve Avusturyalı tüc­ siyle İstanbul ve izmir'de, bir ölçüde de
da rağbet gören seçkin okullarından bi­ carlar bilgiye gereksiniyorlardı, bunun Ankara'da, ulusal duyguların vandaliz-
ri oldu. için 1896'da İstanbul'da haftalık Kons- me dönüştürüldüğü ve Rum vatandaşla­
1879'da Direktör Mühlmann döne­ tantinopler Handelsblatt yayımlanmaya rın taşınır ve taşınmaz mallarının yağ­
minde hazırlık sınıfı açılarak Almanca başladı; 1905'te yayınını hâlâ sürdürü­ malandığı 6-7 Eylül 1955 gecesi, Türki­
bilmeyen çocukların da okula devam yordu. Gazete daha çok ticari, mali, sı­ ye'nin içinde bulunduğu ekonomik bu­
edebilmeleri sağlandı. 1880'lerden son­ nai ve ulaşım konularından söz ediyor­ nalımın da bir göstergesiydi. Yunanis­
ra, öğrencilerin 16 yaşına kadar eğitim du. Sözü edilen iki gazete de özel giri­ tan aleyhine bir gösteri biçiminde baş­
görebilecekleri bir ortaokul yapısı ka­ şimcilerin çabalarıyla çıkarıldı. Bunların layan olay, taşkın halkın amansız bir
zandı. 1898'de, Alman imparatorunun dışında, İstanbul'da her gün 600 kadar servet düşmanlığına dönüştü.
İstanbul'u ve okulu ziyaretinden sonra, Almanya ve Avusturya gazetesinin satıl­ Demokrat Parti 501i yılların ortaların­
okula Alman resmi ortaokul diploması dığı hesaplanmıştır. da ekonomik sorunlarla karşı karşıya
verme hakkı tanındı. 1911'de son sınıf­ gelmişti. Toplumda hoşnutsuzluk artıyor,
Artan bilgi ihtiyacı, İstanbul'un, Al­
lara sınavla Osmanlı diploması verilme­ muhalefet giderek bastırıyordu. Demok­
man gazetecileri ve ajansları için mer­
ye başlandı. I. Dünya Savaşı yıllarında, rat Parti yönetimi içteki baskıyı azaltmak
kez haline getirilmesi sonucunu da do­
bir ara, öğrenci sayısının bine varması­ kaygısıyla kamuoyunun dikkatini dış
ğurdu. Frankfurter Zeitung'un muhabiri
nın en önemli nedeni, Almanya dışında olaylara çekmeyi denedi. Kıbrıs sorunu
Paul Weitz 1895'ten 1918'e kadar 23 yıl
orta dereceli Alman diploması veren kısa sürede milli davaya dönüştü.
İstanbul'da yaşamış, bütün devlet adam­
tek Alman okulu olmasıydı. Yunanistan Enosis'te diretiyor, İngil­
larıyla yakınlık kurmuş, bu arada Alman
1924'te yeniden açıldığında okulun Elçiliği'nin başlıca haber kaynağı olmuş­ tere ise Türkiye'yi de taraf haline getire­
587 öğrencisi vardı. Bu sayı 1931'de tu. Viyana'da çıkan Neue Freie Presse rek Yunanistan karşısında konumunu
828'e yükselmişti. Okul, kuruluşunda 'nin muhabiri Nevlinski de II.Abdülha- güçlendirmeyi deniyordu. Bu sırada
olduğu gibi, Alman devletinden yardım mid ile Siyonist lider Herzl arasında bağ Kıbrıs'ta terör olayları artmıştı ve Türk­
ve destek görüyordu. 1933'ten sonra, kurmakta önemli rol oynamıştır. Ayrıca ler giderek mağdur oluyordu. Nitekim
nazizm döneminde, dönemin okul mü­ Alman haber ajansı Wolffsche Telegraf­ Türkiye de, bir süreden beri Kıbrıs'la il­
dürü Scheuermann'm da katkılarıyla er Bureau, İstanbul'da şube açarak, Wie­ gilenmeye başlamış ve "Kıbrıs Türktür,
eğitim büyük yara almadan ve bağım­ ner Telegrafer Bureau ise Agence de Türk kalacaktır" belgisi, giderek kamu­
sızlığı korunarak sürdürülebildi. 1954'te Constantinople ile bağ kurarak iki taraflı oyuna benimsetilmişti. İngiliz Uluslar
Başbakan Konrad Adenauer'in ve haber akımım sağlıyorlardı. Topluluğumun bir iç sorunu gibi görü­
1957'de Cumhurbaşkanı Theodor He- nen Kıbrıs sorunu kısa sürede uluslara­
ussün okulu ziyaretleri, Federal Alman­ 1908'de II. Meşrutiyetin ilam Alman­ rası bir nitelik kazandı.
ya'nın bu eğitim kurumuna verdiği öne­ ları daha etken bir mekanizma işletme­ 1955'te terör olayları Kıbrıs'ta tırma­
min bir göstergesiydi. Okul bu destek­ ye yöneltti. Ekonomik etkinliği artırmak nışa geçmişti. Haziran 1955'te İngiltere,
ten yararlanarak kısa zamanda İstan­ kadar siyasal etkinliği de artırmak plan­ Türkiye ve Yunanistan'ı bir konferansa
bul'un seçkin özel yabancı okulları ara­ landı. Alman Dışişleri Bakanlığı'nın yö­ çağırdı. Türkiye çağrıyı kabul etti ve
sında yerini aldı. Bu gelişmede nazizm netiminde Loewe ve Krupp gibi silah Yunanistan'a sert bir nota vererek Kıb­
döneminde Almanya'yı terk eden hoca­ fabrikalarıyla National Bank ve Deutsc­ rıs konusundaki kışkırtmalara son veril­
sı Leo Spitzer'i izleyerek İstanbul'a gel­ he Bank'm mali katkılarıyla 18 Aralık mesini istedi. Adanın kaderini belirleye­
miş olan ve önce öğretmen, daha soma 1908'de Osmanischer Lloyd Almanca ve c e k görüşmeler 27 Ağustos 1 9 5 5 ' t e
müdür yardımcısı, 196l'de okul müdü­ Fransızca {Lloyd Ottoman) olarak yayı­ Londra'da başladı. Görüşmelerden üç
rü olan Anstockün payı vardı. ma başladı. Yeterli sayıda Almanca gün önce, Menderes, "Kıbrıs'taki kar­
İstanbul Özel Alman Lisesi günü­ okuyan belirince Fransızca nüshanın deşlerimizin yakın günlerde umumi bir
müzde bir yıllık hazırlık sınıfı, üç yıllık yayımdan kaldırılacağı belirtiliyordu. tecavüz tehlikesi karşısında bulundu-
orta kısım ve dört yıllık lise kısmıyla, 1918 sonuna kadar yaşayan Osmanisch­ ğu"ndan söz etti. Dış politikada son de­
Türkçe-Almanca iki dilde eğitim yapan, er Lloyd, ilk yılında 836 nüsha basarken rece gergin bir dönem yaşanıyordu.
zorunlu İngilizce yanında seçmeli ola­ 1915'te 6.700 nüshaya ulaştı. Gazete Al­ Konferansta Yunanistan Enosis'i sa­
rak Fransızca da okutan, fen ağırlıklı bir man makamlarından her yıl 100-200 bin vundu. Türk k a m u o y u n u n dikkati
lisedir. Sınıfların her biri A'dan D'ye mark arasında yardım alıyordu. Savaş Londra'ya çevrilmişti. Basın görüşmele­
dört şube olup A şubeleri Alman tabi- sırasında yerli gazetelerin aksine kâğıt re geniş yer veriyordu. Bu arada Kıbrıs
yetindeki öğrencilerle daha önce Al­ ve baskı malzemesi sıkıntısı çekmedi­ Türk Kültür ve Yardım Cemiyeti, Kıbrıs
manya'da okumuş Türkiye Cumhuriyeti ğinden Fransızca nüshasının 1.800lük Okullarından Yetişenler Cemiyeti, Kıb­
vatandaşı öğrencilere ayrılmıştır. Merke­ tirajı diğer Fransızca gazetelerin iki mis­ rıs Koruma Cemiyeti, Kıbrıs Türk Der­
zi sınav sistemi ile öğrenci alman okul­ line ulaşıyordu. neği gibi dernekler kurulmuş, kamuoyu
ALTI-YEDİ EYLÜL OLAYLARI 214

Saldırganlık akıl almaz boyutlara


ulaşmış, çapulculuk ve yağmacılık baş­
lamıştı. Kitle psikolojisinin yönüne ka­
pılan insanlar, bilinçsiz ve kendilerini
kaybetmiş bir biçimde çevrelerinin etki­
sine giriyorlar; gördüklerini yapıyorlar­
dı. İsimleri yabancı veya sahipleri Rum
olan dükkânlara kuru kalabalık dolmuş­
tu. Mücevhercilerdeki mücevherat, saat-
çilerdeki saatler, avizecilerdeki avizeler,
porselen takımlar havalarda uçuşuyor­
du. Yağmayı durdurmak imkânsızdı. İz­
mir'de Yunan Konsolosluğu ve Fuar'da-
ki Yunan pavyonu ateşe verilmişti.
Ordu ancak gece yarısından sonra
olaya hâkim olabildi. 7 Eylül sabahı bü­
tün İstanbul'un üzerine ağır, hazin bir
hava çökmüştü. Kent sanki büyük bir
afet görmüş; bir gece önce, âdeta bir
siklon koca İstanbul'u perişan etmişti.
Sabaha karşı kentin caddelerinde bulu­
nanlar gördükleri manzaraları hayatları­
nın sonuna kadar unutamayacaklardı. O
6-7 Eylül gecesi İstanbul sokaklarında yaşanan olaylardan bir görünüm.
gece Beyoğlu sanki talan edilmiş bir
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
düşman mahallesiydi. Taksim'den Tü-
nel'e kadar uzanan yoldan geçmek ola­
bu konuda sürekli canlı tutulmuştu. labalık çığ gibi büyüdü; giderek hareket­ naksızdı. Bütün cadde, kepenkleri kırı­
Kıbrıslı Türkler 4 EylüFde Londra'da bir lendi ve denetimden çıktı. Bu arada bin­ lan dükkânlardan alman eşyalarla doluy­
gösteri yaptılar. Türkiye'de de benzer lerce sopa ve demir yerden bitercesine du. Her renkten ve çeşitten kumaş yer­
bir gövde gösterisi, dengeleri Kıbrıs ortalığa yayıldı. Sokaklarda birtakım lerde sürünüyordu. Kaldırım taşları,
Türkü'nün lehine çevirebilirdi. kimselerin "on binlerce lira kazanıyor, tramvay hattı, iki taraftaki asfalt tama­
iki paralık malı iki liraya satıyorlar" diye mıyla kumaşla örtülmüştü. Ötede beride
6-7 Eylül Olayları, 6 Eylül günü ikin­
kulaklara fısıldadıkları duyuluyordu. Sal­ kırılmış, parçalanmış buzdolapları, rad­
ci baskı yapan İstanbul Ekspres ve Hür­
dırılacak dükkân ve evler, önceden sap­ yolar, bisikletler yatıyordu. Cadde cam
riyet gazetelerinin Atatürk'ün Selanik'te­
tanmış, tahrip edici araçlar hazırlanmıştı. parçalarıyla doluydu. Orada burada oto­
ki evine yapılan bombalı saldırıyı bü­
mobiller devrilmiş, yakılmış, tekerlekleri
yük puntolu harflerle manşete çıkarma­ Bir süre sonra Beyoğlu'nda, Kara- boşlukta dönüyordu. Taksim'deki ve Ga­
larıyla başladı. Haber derhal yayıldı; köy'de Rum vatandaşlara ait dükkânla­ latasaray'daki kiliselerden henüz sönme­
bütün yurtta infial ve hiddet uyandırdı. rın kepenkleri demir çubuklarla sökülü­ miş yangınların dumanları yükseliyordu.
Ülkede hava, Kıbrıs sorunu nedeniyle, yor; camlar kırılıyordu. Taşkın halk içe­ İstiklal Caddesi'nde üç dükkândan ikisi
haftalardır zaten gergindi. riye dalıyor; ne kadar eşya varsa dışarı tamamıyla harap edilmişti.
6 Eylül öğleden sonra yükseköğrenim fırlatıp o dakikada kullanılmaz hale ge­
tiriyordu. Çapulculuk ve kundukçılığm İstanbul'un diğer semtlerinde de du­
gençliği bir gösteri düzenledi. Havanın
önü almamıyordu. Kısa sürede tecavüz rum farksızdı. Bilinçsiz kalabalık önüne
kararmaya başladığı saatlerde yer yer
meskenlere, mabetlere ve mezarlıklara ne çıkarsa eziyor, sahipleri Rum diye
gruplar ortaya çıktı. Büyük ölçüde Tak-
kadar genişledi. bilinen ne kadar dükkân varsa aynı akı­
sim'de toplanıldı. Birkaç saat içinde ka­
bete uğruyordu. Köşedeki, kıyıdaki
bakkal dükkânları, sütçüler, ayakkabı
tamircileri dahi talandan kurtulamadı.
Rum evlerine girilip, insanlar sokaklar­
da sürüklendi. Sanki bir sadizm dalgası
şehri bir uçtan öbür uca sarmıştı. İlk
tahminler maddi zararın bir milyar lirayı
geçtiği doğrultusundaydı. Saldırıya uğ­
rayarak, yağmalanmış ve yakılmış top­
lam dükkân ve ev sayısı 5.538'di. 2 ma­
nastır, 8 ayazma ve 71 kilise tahrip gör­
dü. Bu arada mezarlıklarda bazı kabir­
ler de tahrip edildi. Ruhaniler tehdit
edildi; tartaklandı, biri öldürüldü.
Gece yarısı dolaylarında, Ankara yo­
lunda olan Başbakan Adnan Mende­
res'ten sıkıyönetim ilan edildiği haberi
geldi. Ancak yönetim bu konuda son
derece kararsızdı. Nitekim ertesi sabah
sıkıyönetim erkenden kaldırılacak, ama
akşamüzeri yeniden konacaktı. Bakan­
lar Kurulu üyeleri ivedi İstanbul'a çağ­
rıldı. Başbakanın basın konferansını
müteakip toplanan Bakanlar Kurulu ye­
niden sıkıyönetim ilanına karar verdi.
6-7 Eylül Olaylarından taşıtlar da nasibini almıştı. Bu kararı, cumhurbaşkanının, Meclisi
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
12 Eylül'de toplantıya çağırması izledi.
215 ALTI-YEDİ EYLÜL OLAYLARI

12 Eylül Pazartesi günü Meclis olağa­ Menderes'e göre olay, "bir gençlik, CHP'lilerin yer aldığını bilen DP, olayla­
nüstü toplanarak İstanbul olaylarını gö­ bir talebe grubunun harekete geçmesiy­ rın kısmen de olsa CHP tarafından dü­
rüştü. Muhalefet lideri İsmet İnönü ikti­ le" başlamıştı. Öğrenci dernekleri, Kıb­ zenlenmiş olabileceği görüntüsünü ver­
dara uyarı niteliğinde bir konuşma yap­ rıs Cemiyeti ve bu tür kuruluşlar "birta­ meye çalıştı. 10 Eylül günü, Namık Ge­
tı: 6-7 Eylül Olayları'nda Türkiye'nin kım muzır eşhasın, muzır faaliyetlerine dik İçişleri Bakanlığı'ndan istifa etmek
kaybı asıl manevi yönden ağırdı. Vatan­ meşruiyet kisvesini ve siperini" teşkil et­ zorunda kaldı. Bu, hükümetin verdiği
daşın el sürülmez hakları, kanun hima­ mişti. Kısaca ayaklanmadan yine komü­ tek şekli tavizdi.
yesi, hukuk devleti gibi kavramlar ağır nistler suçlanıyordu. Öte yandan hasıl 6-7 Eylül'de tahrip edilen milli ser­
darbe yemişti. Bu olaylar vatanı cehen­ olan psikoz, o derece birden patlamıştı vetti. Kıbrıs sorununda puan kazanmak
nem kılan, Türk ulusunu uygarlık karşı­ ki, ilk anda polis güçleri mefluç hale istenirken dünya kamuoyu önünde Tür­
sında lekelemeye yönelik girişimlerdi. gelmişti. Menderes Kıbrıs sorununun kiye çok güç duruma düşmüştü. Olay­
İnönü konuşmasında sıkıyönetimin kal­ bütün vicdanlarda bir "cihat" gibi göste­ larla ilgili olarak önce 6.000 kişi tevkif
dırılmasını da istedi. Ancak DP Meclis rilmiş oluşu nedeniyle kolluk kuvvetle­ edildi. Bir süre sonra 3-0001 serbest bı­
Grubu, sıkıyönetimin altı ay sürmesine rinin gelişmelere anında müdahale ede­ rakıldı. Ancak yüzlerce vatandaş, olayla
daha önce karar vermişti. Bir görüşe mediğini vurguluyordu. "Şeytan, rahma­ ilgili olarak sorgusuz sualsiz dört ay bo­
göre, sıkıyönetim, hükümetin muhalefe­ ni bir kılığa girerek" karşılarına çıkmıştı. yunca Selimiye Kışlası'nda tutuklu kal­
ti daha kolaylıkla kontrol altına alabil­ dı. Sonuçta yargı önüne çıkarıldılar ve
6 Eylül gecesi İstanbul ve İzmir'de, 9
mesi için ilan edilmişti. beraat ettiler.
Eylül'de Ankara'da sıkıyönetim ilan
Dışişleri Bakanı Köprülü suçu "komü- edildi. "Vatandaşları tahrik ve memleke­ Hükümet yapılan tahribatı tazmin
nistler"e yüklemeyi denedi. Emniyette tin yüksek menfaatlerine aykırı olarak yoluna gitti ve zarar sahiplerine 68 mil­
dosyası bulunan birçok solcu, herhangi hükümet kuvvetlerine karşı koymak su­ yon lira ödedi. Zarara uğrayan kurumlar
bir delil olmaksızın, olay ertesi hemen retiyle girişilen toplu hareketlerin amme o yıl gelir vergisinden muaf tutuldu.
tutuklandı; sorgusuz sualsiz aylarca hapis huzur ve asayişini ihlâl edecek istidat Yunanlıların istediği manevi tamir yani
yatırıldı. Zafer gazetesi: "Müessif hadise­ göstermesi" sıkıyönetim ilanına gerekçe tarziye Türk Hükümeti adına büyükelçi
nin tahrikçilerinden İstanbul'da 43 kızıl gösterildi. Hükümet "yağmacılığın ve tarafından tebliğ neşretmek suretiyle ya­
yakalandı" haberini veriyordu. Hapse tahrikçiliğin, merkezi Beyrut'taki kızıl pıldı. Yunanlılar, bunu yeterli görme­
atılanlar arasında, Hasan İzzettin Dina­ bir örgütçe hazırlandığı" ve buna alet diklerinden dolayı, Ulaştırma Bakanı
mo, Aziz Nesin, Faik Muzaffer Amaç, olduğu gerekçesiyle Kıbrıs Türktür Ce- Muammer Çavuşoğlu, 24 Ekim 1955 gü­
Hamdi Şamilof, Kemal Tahir, doktor Bo- miyeti'ni kapattı. Bu dernekte bazı nü İzmir'de NATO Karargâhı'na Yunan
ratav kardeşler, Arslan Kaynardağ, Asım
Bezirci, Emin Sekün, Hadi Malkoç, İsmet
Selimoğlu, Recep Yelkenkaya vardı. Vâlâ
Nurettin, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı
Nurettin Aknoz'a Harbiye'de tutuklu bu­
lunan elli iki kişiyi ne yapacaklarım sor­
duğunda "İstanbul'u yaktıran o herifler­
dir. Hepsine müstehak oldukları cezayı
verdireceğim. On, on beşini sallandıraca­
ğım, geri kalanını da yirmi beşer, otuzar
yılla zindanda çürüteceğim" yanıtını al­
mıştı. Bu arada Demokrat Parti, tezini
doğrulatmak için, Amerika'dan uzman
getirterek 6-7 Eylül Olayları'nı inceletti.
Amerikalı uzman, komünistlerin bu ka­
dar güçlü olmaları durumunda, etrafı tah­
rip edeceklerine ihtilal yapmayı yeğleye­
ceklerini kaydederek DP'nin "komünist
parmağı" görüşünü reddetti.
12 Eylül günü toplanan Mecliste gü­
nün en ilgi uyandıran konuşmalarını
DP'nin Ermeni ve Rum iki milletvekili
yaptı. Özellikle Hacopulosün konuşma­
sı pek çok acı noktayı içeriyordu. İstan­
bul Rum milletvekili bizzat başına ge­
lenleri anlattı. Polisin olaya seyirci kalı­
şını gündeme getirdi. Hacopulos'a gö­
re, kolluk kuvvetleri sanki masum va­
tandaşları değil, mütecavizleri koruyor­
du. Hacopulos, 80 yaşındaki anne ve
babasının nasıl tartaklandığını, kiliseleri­
nin nasıl yakıldığını bir bir söyledi.
Meclisle herkes mütacavizleri telin
ediyordu. Ancak hükümet kuvvetlerinin
gerektiği gibi müdahale etmediği, önle­
nebilecek olayların önüne geçilemediği
genel kanıydı. Daha sonra Başbakan
Adnan Menderes ve yardımcısı Fuad
Köprülü de bunu kabul edecekler, kol­
luk kuvvetlerinin milliyetçi bir gösteri
olduğu kamsıyla ayaklanmaları bastır­
madıklarını ve bu nedenle iyi çalışma­ 7 Eylül sabahı İstiklal Caddesi.
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
dıklarını bizzat söyleyeceklerdi.
ALTIMERMER 216

bayrağının çekilme merasiminde hükü­ ALTIMERMER Altın Kapı, üç gözlü bir mimariye sa­
met adına bulunarak tarziye anlamına hip olduğundan, dış ifadesi bakımından
Türk döneminde Rumların "Eksimarma-
bayrağı selamladı. bir zafer takına benziyordu. Bu hususu
ra" diye adlandırdıkları Kocamustafapa-
6-7 Eylül Olayları 27 Mayıs 1960'ta dikkate alan bazı sanat ve İstanbul ta­
şa bölgesindeki Çukurbostan (Mokios
DP'nin bir askeri darbe ile iktidardan rihçileri, başta J. Strzygowski olmak
açık s a r n ı c ı ) çevresi, Rumca sözün
uzaklaştırılmasından sonra, Yassıada üzere, bunun, esasında arazide yapılmış
Türkçeye çevrilmesiyle Altımermer'e
mahkemelerinde tekrar gündeme geldi. bir zafer takı olduğunu ve kara tarafı
dönüşmüştür. Bugün de aynı bölgede
Mahkeme 6-7 Eylül Olayları'nı Anaya- surlarının inşası ile onlarla birleştirilerek
Altımermer Caddesi vardır. Koçu burası­
sa'yı ihlal suçunun maddi unsuru olarak kapı haline getirildiğini ileri sürmüşler­
nın, eski kent teşkilatı içinde Samatya
kabul etti. Duruşmalar sırasında Mende­ dir. Ancak sonraki inceleme ve araştır­
nahiyesinin Seyit Ömer Mahallesi ile ci­
malar bu görüşün inanılır olmadığını ve
res, olayların tertip olmadığını; bu tür varındaki Altımermer bostanları olduğu­
Altın Kapı'nm surlar ile beraber bir bü­
bir olayın daha önceki hiçbir hüküme­ nu yazar. Bütün sur çevresi eskiden
tün olarak yapıldığını ortaya koymuştur.
tin başına gelmediğini; o nedenle ön­ bostan olduğu için bu tanımın alan ta­
Kapı, adım altın yaldız kaplamalı kapı
lem alınmasının olanaksız olduğunu nımı ile ilgili bir değeri yoktur. Bizans
kanatlarından almıştı. Sadece imparator­
vurguladı. dönemi kent tarihçileri, bu arada Janin.
lara mahsus olduğundan, bunun az yu­
Ancak. Menderes'in inkârına rağmen Eksimarmara deyiminin Rumlar tarafın­
karısında kuzeyde, surlarda halk için bir
genel kanı, 6-7 Eylül'de tertip unsuru­ dan bölgenin eski adı olan Eksokionion
kapı daha açılmıştı. Yeni Yedikule veya
nun olduğu doğrultusundaydı. sözünün bozulmasından ürediğini ya­
sadece Yenikapı denilen bu kapı Türk
Gösterilerin bir tertip eseri olduğu zarlar. Bunun inandırıcı bir açıklama ol­
devrinde büyük ölçüde değişikliğe uğ­
mahkeme tarafından şu kanıtlara da­ duğu söylenemez. Eksokionion dış re-
ramış olmakla beraber, esasının Bizans
yandırılıyordu: Olaylar izmir ve İstan­ vak anlamına gelir ve patriograflara gö­
dönemine ait olduğu kabul edilir.
bul'da aynı zamanda başlamış; aynı tür re, Konstantin surları dışında bir kapı
önünde inşa edilen ve imparatorun Üç gözlü olan Altın Kapı'mn iki ya­
tahrip araçları kullanılmıştı. İlgililer olay
heykelini taşıyan bir sütunla onun çev­ nında 16,87 m ileri taşan kare planlı iki
saatinden kısa bir süre önce İstanbul'­
resindeki revağa işaret eden bir sözcük­ kule vardır. Her biri 18,34 m genişliğin­
dan uzaklaşmışlar, sadece İçişleri Baka­
tür. Pseudo-Kodinus, antik siteden ge­ de olan bu kulelerin arasında daha geri­
nı Namık Gedik İstanbul'da kalmış: an­
len bu revak sütunlarının 10. yy'da hâlâ de olan üçlü giriş cephesi yer alır. 19,40
cak olayların vahamet kazanması üzeri­
görüldüğünü söyler. Türk döneminde m yükseklik ve 29,34 m genişliğindeki
ne, başbakan ve cumhurbaşkanı Sapan- bu cephenin ortasında açılan kemerli
de bu sütunlar bir süre yerinde kalmış
ca'dan geri dönmüşlerdi. İstanbul Valisi esas kapı 15,50 m yüksekliğinde ve 8,50
olmalıdır. Fakat Janin'in dediği gibi bu
Fahrettin Kerim Gökay'ın istifa ederken m genişliğindedir. İki yanındaki yine
bölgenin Konstantin sum ile Teodosius
söyledikleri, yukardan direktif aldığı kemerli küçük geçitler 10,88 m yüksek­
suru arasındaki bütün alanların adı ol­
şeklinde yorumlanmıştı. lik ve 5,75 m genişliğindedir. İki büyük
duğu kabul edilemez. De Ceremoniisde
Yine dava sırasında ortaya çıktığı ka­ kule ("propile'ler) ve 66 m'yi bulan üç­
imparatorun B a l ı k l ı y a Kserolofos'da
darıyla, önlem alınan yerlerde tecavüz lü cephe tamamen Marmara Adası (Pro-
(Yedinci Tepe, yani Cerrahpaşa) Arka-
olmamıştı. Mesela Eyüp'te o tarihte 263 konnessos) mermeri ile kaplanmıştır.
dios Forumu'ndan daha sonra Mone-
fabrika bulunuyordu. Ancak burada Bunlar da çok muntazam işlenmiş, 1,90
ta'dan geçerek Eksokionion'a vardığı
kolluk kuvvetleri önlem aldığı için hiç­ yazılıdır. Bu sınırlı bir alana işaret edi­ m boyunda, 0,37 m yükseklik ve 0,95 m
bir tecavüz olayı saptanmamıştı. Keza yor. İmparator paskalyadan sonraki kalınlığında bloklar halinde yontulmuş­
İstanbul Valisi Rum Ortodoks Patrikha- dördüncü haftada Aziz Mokios Kilise- tur. Kulelerin üstlerinin, etrafı mermer
nesi'ne telefon ederek telaşlanılmaması- si'ni ziyaret edip dönerken Moneta de­ korkuluklu teras olduğu anlaşılmakta­
nı, patrikhane için güvenlik önlemleri­ nilen yapıda Yeşiller ve Mavilerle görü­ dır. Kulelerin saçak silmelerinin köşele­
nin alındığını bildirmişti. Nitekim patrik­ şüyordu. Kilise bugün yeri belli olan rine ise birer Roma kartalı kabartması­
haneye ilişilmedi. Çukurbostan (Mokios Sarnıcı) yakınında nın işlenmiş olduğu dikkati çeker. Orta­
İlginç bir örnek de Kınalıada'da gö­ olduğuna göre, Eksokionion da, bugün­ daki kapının büyük kemer taşlarında
rülmüştü: Kınalıada'yı tahrip için karşı kü gibi, Türklerin Altımermer dedikleri evvelce altın kaplamalı bronz harfler­
sahilden kayıklarla gelen kafileye, Kına- bölge olmalıdır. Fatih döneminde Altı­ den bir kitabe bulunduğu çok eskiden
lıada emniyet amiri "Burası tamam; siz mermer Mescidi Mahallesi vardır. Bu da beri tespit olunmuş ve bu harfleri bağ­
başka yere gidin!" demişti. Altımermer'in belirli bir bölgenin adı ol­ lamak için açılan kemer deliklerinden
Olaydan sonra Milli Emniyet Müfet­ duğunu kanıtlamaktadır. harfler teşhis olunarak Trakya tarafında­
tişliği tarafından yaptırılan tahkikat da ki Latince kitabe okunmuştur: AVREA
aym doğrultuda sonuca varıyordu. Mü­ Bibi. De Ceremoniis; Mordtmann, Esquisse; SAECLA GERİT QUI PORTAM CONSTRVIT
fettiş Korgeneral B e h ç e t Türkmen'in Janin. Constantinople byzantine; "Altımer­ AURO
verdiği raporda, olayın birbirinden uzak mer", İSTA, II, 731. Ünlü Fransız araştırıcı Charles clu
mekânlarda aynı anda başladığı; bazı DOĞAN KUBAN Cange'm (1610-1688) İstanbul'a hiç gel­
yerlerde göstericilere talan vaat edildiği; meksizin, tespit ettiği bu metin, "kapıyı
Rum mağaza ve dükkânlarının biline­ ALTTN KAPI altın olarak yaptıran altın bir devir yarat­
rek, ilk anda hedef olduğu; olaylar Kıb­ İstanbul kara tarafı surlarının, Yedikule tı" şeklinde çevrilebilir. Kapının, şehre
rıs'taki gelişmelere bir mukabele olarak kesiminde imparatorların zafer alayı açılan doğu tarafındaki kemerinde ise
başlasa da, bilincini kaybeden toplulu­ başmda şehre giriş yaptıkları Bizans dö­ aynı sistemle düzenlenmiş ikinci kitabe
ğun önlemlerin alınmayışı nedeniyle ta­ nemine ait ana tören kapısıdır. bulunuyordu: HAEC LOCA THEVDOSIVS
lana yeltendiği kaydediliyordu. Yaldızlı Kapı olarak bilinen bu giriş, DECORAT POST FATA TYRANNI
Daha sonraki yıllarda, 1960'lardan Latince "Porta Auera", Grekçe "Krisai Bu metnin çevirisi de şöyledir: "Tira­
sonra, 6-7 Eylül'ün ilk kıvılcımı olan, pilai" (Kriseia pile veya porta) olarak nı yok ettikten sonra Teodosius burayı
Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba adlandırılmıştı. Osmanlı döneminde ise süsledi".
atılmasının, bir tertip olduğu da ortaya Yedikule Kapısı olarak tanınmıştır. Batı­ Altın Kapı'mn aslında bir zafer takı
çıktı. da Trakya yönünden uzanan şehirlera­ olduğunu düşünenler, bu yazıda adı
6-7 Eylül Olayları Demokrat Parti ik­ rası Via Egnatia denilen yol bu kapı geçen imparatorun I. Teodosius (379-
tidarının sertleşmesinin başlangıcı oldu. önüne kadar gelir ve kapıyı aştıktan 395) olduğunu düşünüyorlardı. Ancak
İlan edilen sıkıyönetim İstanbul'da 279 sonra şehrin içindeki Mese(-») adı veri­ bu hükümdarın, Hippodrom'da Dikili-
gün sürdü. len anacadde ile Ayasofya önündeki taş'm kaidesindeki kitabesinde çoğul
ZAFER TOPRAK meydana kavuşurdu. olarak "tiranlara karşı zaferinden" balı-
217 ALTIN KAPI

sedilmesi, halbuki Altın Kapı'da tekil yola çıkıp, geri dönmek zorunda kal­ ki taş ve tuğla tekniği çok açık surette
olarak yalnızca bir tirana karşı kazanı­ ması üzerine, onun şehre girişinde ya­ 13-14. yyların Bizans duvar örgüsüne
lan zaferin anılması, burada adı geçen zılmıştır. işaret eder.
imparatorun II. Teodosius (408-450) ol­ Altın Kapı Bizans İmparatorluğu'nun F e t i h t e n az sonra 1 4 5 7 / 5 8 ' d e I I .
ması gerektiğini gösterir. (Tiran: Geç sonlarına doğru eski haşmetini kaybet­ Mehmed tarafından Altın Kapı ve yanla­
İmparatorluk döneminde, otorite boş­ meye başlamıştı. Evvelce Trakya'dan İs­ rındaki kulelerin arkası kuleli bir duvar­
luğundan faydalanarak kendilerini dış tanbul yönünde giden herkesin, daha la çevrilip burası bir hisar biçimine so­
eyaletlerde imparator ilan ettiren kişi­ çok uzaklardan heybetli beyaz kitlesi ile kularak tarihe Yedikule Hisarı(->) olarak
lerdir). Gerçekten I. Teodosius. tahta gözünü dolduran, Roma'ya nazaran ya­ geçmişti. Kulelerden güney tarafındaki
ortak olmak isteyen Maximus ve oğlu bancı sayıldıklarından "Barbar" denilen zindan yapılmış, hattâ II. Osman burada
Victor'a karşı savaşmış, II. Teodosius insanların hayretini çeken bu muhteşem öldürülmüştür.
ise yalnızca 423'te İtalya'da ayaklanan kapı tesisinin üç açıklığı içleri doldurul­ Altın Kapımın önünde, ön surun kü­
Primecerius ile çarpışmıştır. Ph. Schwe- mak suretiyle kapatılmış, hattâ işlemeli çük kapısı ve burçları bulunmaktadır.
infurth tarafından ileri sürülen bu görüş başlıklar olan yan dikmelerin yerleri de­ İki sütunun desteklediği bir kemerden
inandırıcıdır. Bu duruma göre Du Can- ğiştirilmiştir. Soldaki girişin dolgusunda- ibaret olan bu kapının, mimarisi bakı-
ge'dan beri kapının I. Teodosius tara­
fından yaptırıldığı hipotezi kapanmıştır.
Bu duruma göre II. Teodosius tarafın­
dan, şehrin kara tarafı surları 412 yılına
doğru praefectus praetorio (eparkhos)
Anthemius tarafından inşasına başla­
nıp, büyük ihtimal ile 439'a doğru ta­
mamlandığında Altın Kapı da inşa edil­
miş olmalıdır (bak. Surlar). Malzeme
farklılığı dışında Altın Kapı, surların di­
ğer kapıları ile aynı prensiplere uygun
olarak yapıldığına göre bir bütünün
parçasıdır. Mermer cephe yüzeyine kır­
mızı ve siyah boya ile bazı yazılar da
yazılmıştır. Bunlardan Grekçe olanında
"Basileios'a çok yıllar" temenni edilir;
Latince olanları ise "cornuti" ve "leones
iuniores" denilen askeri birlikler ile il­
gili olup, bu yazılar büyük ihtimalle II.
Altın Kapı'mn giriş cephesini kare planlı kuleler ve surlarla birlikte gösteren çizimden ayrıntı.
Teodosius'un Primecerius'un öldürül­ Fritz Krischen, Die Landmauer von Konstantinopel. Berlin, 1938
mesinden sonra İtalya'ya gitmek üzere Alman Arkeoloji Enstitüsü
ALTINAY, AHMED REFİK 218

mından ilgi çekici bir tarafı yoktur. Yal­ 22, 41-44; Schneider-Meyer. Landmauer. II, dönemin havasına uygun ve kendisine
nız bunun 19- yy'ın ilk yarısı başlarında s. 39-62; Ph. Schweinfurth, "Istanbul Suru ve ün sağlayan popüler tarih yazılarım İk­
II. Mahmud devrinde tamir edildiği, ka­ Yaldızlı' Kapı". Belleten, XVI/62 (1952). s. dam gazetesinde yayımlamaya başladı.
261-267; Janin, Constantinople byzantine,
pı kemeri üstündeki tuğradan (1992'de 252-255; Müller-Wiener. Bildlexïkon. 298- Bu dizide, sonradan ayrı kitaplar halin­
sökülüp çalındı) ve fresko olarak yapıl­ 300. de de yayımlanan "Samur Devri", "Köp­
mış bunu çevreleyen Osmanlı devlet ar­ SEMAVİ EYİCE rülüler", "Felâket Seneleri", "Lâle Devri"
masından anlaşılıyordu. Bu arma da vb tefrikaları çıktı ve İstanbul'da çok tu­
son yıllarda yok olmuştur. Bizans döne­ ALTLNAY, AHMED REFİK tundu. İlk kez halka dönük, açık ve
minin sonlarında 14. yy'da kapının iki akıcı bir Türkçe ile tarihi ve geçmişteki
(1880 ?, İstanbul - 10 Ekim 1937. İstan­
yanındaki duvar yüzeylerine, daha eski yaşamı anlatması takdir topladı.
bul) Kitaplarında ve yazılarında eski İs­
yapılardan çıkarılan mermer konsol ve
tanbul hayatını en çok işleyen ve bunu, Ahmed Refik, 1909'da Erkân-ı Harbi-
sövelerle çerçeveler yapılarak bunların
tarihi sevdirici bir üslupla yapan yazar. ye-i Umumiye Reisliği (Genelkurmay
içlerine, yine antik çağa ait bir yapıdan
Türkiye'de popüler tarihçiliğin kurucu­ Başkanlığı) tarafından yayımlanan Mec-
çıkarılmış, mermerden kabartmalarla
su ve en başarılı kalemi sayılır. 20. yy'm mua-yı Askerî'nin yönetimine getirildiği
süslü on iki levha yerleştirilmişti. MS 2.
ilk yarısında İstanbul'un aydın ve sanat­ gibi, yeni kurulan Tarih-i Osmani Encü-
yy'a ait kabartmalar, mitologya konulu
çı çevrelerinin ilk akla gelen kişilerin- meni'ne de üye seçildi. Balkan Savaşı
olup bunlarda Herakles, Afrodit, Apol-
dendi. Çağdaşı birçok yazar, şair gibi o (1912-1913) boyunca askeri sansür mü­
lon ve Faetonün maceraları anlatılıyor­
da bellek gücüne, kitap bilgisine, halk fettişliği yaptıktan sonra emekliye ayrıl­
du. Fetihten soma da yerlerinde kalan
kültürüne, anı zenginliğine sahip renkli dı. Fakat kısa süre soma yüzbaşı rütbe­
bu levhalar, İstanbul'da 1621-1628 yılla­
bir şahsiyet olup "tarihi sevdiren adam" siyle yeniden orduya alındı. Kavalalı ai­
rı arasında İngiltere elçisi olarak bulu­
olarak tanınmıştı. Ahmed Rasim gibi, lesinin Osmanlılara ihanetini anlatan bir
nan Sir Thomas Roe'nin (1584-1644) il­
bilgi ve belgeleri gerektiğinde öyküleş- yazısından dolayı dönemin sadrazamı
gisini çekmiştir. Roe aldığı bir izne gü­
tirebilen usta bir yazar, meclis adamı ve (Kavalalı soyundan) Said Halim Paşa ta­
venerek bunları söktürmüş, ancak çevre
İstanbul efendisiydi. Yahya Kemal Be- rafından, 19l4'te arpa saman memuru
halkının şiddetle karşı koyması üzerine
yatlı'mn Lale Devri diye nitelendirdiği olarak Ulukışla'ya sürdürüldü. 1915'te
kabartmaları götüremeyip, sökülmüş
1718-1730 yenilikler dönemini, aynı adı Eskişehir'e atandı. Hastalanarak İstan­
halde yere bırakmak zorunda kalmıştır.
taşıyan bir kitapta anlatmış. İstanbul'un bul'a döndü. Harp Mecmuasında, yazıla­
Fakat bunlar toplanmadığından dağıla­
ve Osmanlı tarihinin bu çok renkli yılla­ rı çıkarken bir yandan da Hazine-i Evrak
rak kaybolmuş, bazı parçalar ise Batı
rı artık Lale Devri olarak yerleşmiştir. denen Devlet Arşivimden, eski İstanbul
müze ve özel koleksiyonlarına gitmiştir.
Ahmed Refik, 1934'te aldığı "Altmay" yaşayışına ilişkin yüzlerce belge derledi.
Bugün yalnızca çerçevelerinin kalıntıları
soyadını yazılarında kullanmamıştır. I. Dünya Savaşı'nın (1914-1918) sonuna
görülür. 1894 depreminde Altın Ka-
doğru yabancı gazetecilerle birlikte Do­
pı'nın yanındaki güney kulesinin yukarı Ürgüplü Gürlükçüoğullarrndan, saray ğu Anadolu'ya gitti. 1918'de ikinci kez,
kısmındaki mermer kaplama, ana du­ vekilharcı Ahmed Ağa'nın oğludur. Viş- yüzbaşı rütbesiyle emekliye ayrıldı. Da-
vardan çok tehlikeli biçimde ayrılmış ve nezade Sıbyan Mektebi, Beşiktaş Askeri rülfünun'a tarih müderrisi oldu.
böylece yarım yüzyıl durmuştur. Uz­ Rüştiyesi, Kuleli Askeri İdadisi ve Harbi­
manlarca çoğu çok zahmetli ve masraflı ye Mektebimde öğrenim gördü. 1898'de Ahmed Refik mütareke yıllarında
tamir sistemleri teklif edilirken yüksek mülazim-i sani (asteğmen) çıktı. Askeri (1919-1922) siyasetle ilgilendi. Hürriyet
mimar Cahide Tamer 1960larda büyük okullarda coğrafya, tarih, Mekteb-i Har- ve İtilaf Fırkası'na katıldı. Veliaht Ab-
bir başarı ile buradaki restorasyonu ger­ biye'de Fransızca ve meç öğretmenliği dülmecid Efendi (son halife) ile dostluk
çekleştirmiş, eksik kısımları bütünü ile yaptı. 1908'de Mekteb-i Harbiye'nin asıl kurdu. 1 9 2 5 ' t e Abdurrahman Ş e r e f
değil, fakat evvelce var olduğunu göste­ öğretim kadrosuna tarih muallimi ola­ ölünce Türk Tarih Encümeni başkanlı­
recek biçimde kısmen yapmıştır. Bu ve­ rak katıldı. II. Meşrutiyete (1908) kadar, ğına seçildi. O yıl, Milli Mücadele sıra­
sile ile Altın Kapı içi, geçitleri ve döşe­ İstanbul'da yayımlanan İrtika, Malumat. sında faaliyet gösteren Tarikat-ı Salahi-
mesi de temizlenmiştir. Maalesef, büyük Hazine-i Fünun, Mecmua-ı Ebüzziya ye adlı gizli örgütle ilişkisi olduğu ileri
kemerin taşları yenilenirken, üstlerinde adlı dergilerde makaleler, Tercüman-ı sürülerek tutuklandı. Ankara İstiklal
kitabe harflerinin kenet delikleri olan Hakikat gazetesinde de başyazılar yaz­ Mahkemesi'nde yargılanıp beraat etti.
taşlara dikkat edilmediğinden bunların dı. II. Meşrutiyeti izleyen günlerde ise 1931'de, İstanbul Belediyesi'nin taraf
yerlerine düz taşlar konulmuştur. Altın
Kapı'nın üstünde olduğu bilinen Te-
odosius ve zafer tanrıçası Nike heykel­
lerinden hiçbir iz yoktur. Yalnız son ta­
mir sırasındaki temizlikte toprak için­
den, dışarıdaki kabartmalardan bazı kü­
çük parçalar bulunmuştur. Daha başka
parçalar da 1930larda yapılan kazılarda
meydana çıkarılmıştı.

Bibi. J. Strzygowski, "Das Goldene Thor in


{Constantinople", Jahrbuch des Archäologisc­
hen Instituts/Ylll, I, (1893), s. 1-39; Millin­
gen, Walls, 59-73; E. Weigand, "Neue Unter­
suchungen über das Goldene Tor..." Athe­
nische Mitteilungen, XXXIX (1914), s. 1-64;
R. Paribeni, "Porta Aurea", Historia, II
(1928), s. 539-549; G. Gerola, "Porta Aurea-
Porta Aureola", Atti del R. Istituto Veneto, 89
(1929-1930), s. 391-419; Th. Macridy-S. Cas-
son, "Excavations at the Golden Gate", Arc- Ahmed Refik'in
haeologia, LXXXI (1931). s. 63-84; H. Edhem İbrahim Çallı
(Eldem), Yedikule Hisarı, Ist., 1932; B. Me- tarafından
yer-Plath, "Das Goldene Tor in Konstantino­ yapılmış bir
pel". Mnemosynon Th. Wiegand, München resmi, 1931.
(1938), s. 87-98; F. Krischen, Die Landmauer Erkin Emiroğlu
von Konstantinopel, I, Berlin, 1938, lev. 19- fotoğraf arşivi
219 ALI IN AY, AHMED REFİK

olduğu ünlü Surp Agop Mezarlığı dava­


sında, Elmadağ-Harbiye arasındaki ara­ İ S T A N B U L ' U N O D U N M E S E L E S İ
zinin belediyeye ait olması gerektiğini
belgelerle kanıtladığından, İstanbul Be- Saraya verilen odun da mühim bir yekûne baliğ olurdu. Kanunî Sultan Süley­
lediyesi'nce kendisine bir ev armağan man zamanında "Darüssaade" ve matbahı âmire maslahatı için "her yıl İznik-
edildi. mid kadılığından yirmi bin vezne ve Yalakova (Yalova) kadılığından dokuz bin
1932'de I. Türk Tarih Kongresi için vezne ve Geğbuze (Gebze) kadılığından iki bin vezne" odun gelirdi. Bir vezne
Ankara'ya çağrıldı. Türk Tarihinin Ana- üç bin altı yüz dirhemdi. Her kadılık bu odunu vaktinde kestirir, sahile indirtir,
hatları'nm yazı kurulunda çalıştı. "odun maslahatı içün" gelen gemilere yükletirdi. Odunların bir iki ay içinde
1933'teki Darülfünun tasfiyesi ve İstan­ gelmesi elzem olduğu gibi, kimseye de verilmezdi. Her vezne için iki buçuk
bul Üniversitesi'nin kuruluşu sırasında akça fiat takdir olunmuştu. Kadılar bu akçaları odun kesip indiren rençberlere
kadro dışı bırakıldı. Bundan çok etki­ dağıtırlar, gemiye ne kadar odun yükletmişlerse, gemi ile gelen adama ona gö­
lendi ve Büyükada'daki evine çekildi. re hüccet verirlerdi. Odun İstanbul'a geldiği zaman, iskelelerde İstanbul vezne-
Ölümüne değin resmi bir görev almaya­ sile tartılır, kadıların hüccetlerine muvafık olup olmadığına bakılırdı.
rak Yedigün, Millî Mecmua, Hayat^ mec­ Darüssaade için yakılan odun, meşe odunu yani palamut odunu ile karışıktı.
muası ile Cumhuriyet ve Akşam gazete­ Her sene sarfedilen meşe odununun miktarı da, bin beş yüz vezne idi. İzmit,
lerine yazılar yazdı. Yazı gelirleri ve Yalova, Gebze kadıları her sene beşer yüz vezne de bu odundan göndermeye
yüzbaşı emekliliği aylığı ile geçinemedi- mecburdular. Meşe odunile sair odunların iki bin vezneye baliğ olması kanun
ğinden sıkıntı çekti. Kütüphanesini, tab­ iktizasmdandı. Şu halde her sene, yalnız Harem ile mutbak için sarfedilen
lolarını sattı. Uzun bir hastalıktan sonra odun, otuz üç bin vezne idi. Saraya mahsus olan bu otuz üç bin vezne odun­
Haydarpaşa Hastanesi'nde öldü. Büyü- dan paşalar, beylerbeğiler, kapı ağaları bir vezne bile alamazlardı. Onlar da
kada Tepeköyü Mezarlığı'na gömüldü. ahali gibi, odunu "odun satan kimesnelerden" alırlardı. Yalnız, mucibi memnu­
Ahmed Refik'i önce İstanbullulara niyet bir nokta vardı: "Beyliğe alman ve sair halk için satılan odun"un fiatı bir­
sonra da ülke genelinde okuyuculara di. Odun veznesi Saray için de, ahali için de iki buçuk akça idi. Veznenin, İs­
sevdiren özelliği, konuları seçişi, konu­ tanbul veznesi olması meşruttu. Hattâ Saraya gelecek odunlar için İzmit, Yalo­
ya yaklaşımı ve üslubudur. Resmi belge­ va, ve Gebze iskelelerine İstanbul veznesi gönderilir, İstanbul'a gelecek odun­
leri, tam bir yetkinlikle yorumlayarak lar o vezne ile tandırdı.
kullanmış; çoğu kez, İstanbul halkının Hariçten şehire gelecek odundan resim alınırdı. Bu resim de çok bir şey de­
ve taşranın Osmanlı yönetimine bakışı­ ğildi. Sultan Süleyman'ın (Kanunnamei Âli Osmanlı bu mes'eleyi tasrih ediyor:
nı, olayları değerlendirişini ve ahlak an­ "Ve eşek yükü odun kaleye girse, kapıcı resim bir odun ala" (s 22). Fatihin ka­
layışını da ustalıkla yansıtmıştır. Tüm nunu bu bir odunun nereye sarf ediİeceğini de tasrih ediyor: "Şehirden gelüb
etütlerini ve yazılarını genelde iki ana giden beğ kuluna" (madde 14). Memleket dahilinden gelen odundan da araba
eksen etrafında k a l e m e almayı ilke başına bir akça alınırdı.
edinmiştir. Bu eksenler, eski yüzyıllarda Beylik odunlann haricinde, ahali dağlardan ve ormanlardan odun kesebilir­
"Osmanlı hayatı" ile "İstanbul'da günde­ lerdi. Bunları "kim dilerse düşüre. Anundur." Eğer başka biri tarafından korun­
lik hayaf'tır. Vurgulanması gereken ikin­ muş ve yetiştirilmişse, ona ancak sahibi tasarruf eder, başkası kesemezdi.
ci yönü, tarihin en kanlı ve korkunç İstanbul'da odunun veznesi, vakıa umum için, iki buçuk akça idi; fakat bu
olaylarını bile yumuşak ve akıcı bir an­ iki buçuk akça nerh, ancak saraya münhasir kalırdı. Ahali, odunu gene on
latı tekniğiyle işlemesidir. Bu iki önemli dört, on beş akçaya alırdı. Odun tacirleri odunu İstanbul'a getirdiler mi, derhal
özelliğinden dolayı kendisine "ilk halk "ekâbir âdemisi namına" acemi oğlanlar kayıkları karşılarlardı. Bazan iskeleler­
tarihçisi" denmiştir. Tarih yazarlarından de gemilere girerler, odunu tacirlerden çekisini on akçaya alırlar, şehirde on
Turhan Tan ise ölümünden sonra Cum­ beş akçaya satarlardı. Bazan tacirler de onlarla ortak olurlar, parayı aralarında
huriyet gazetesindeki yazısında, onun taksim ederlerdi. Odun tacirleri, bu halden bizar olurlar, "meclis şer'e" İstanbul
şair, sanatkâr, dinamik bir tarihçi ve kadılığına müracaat ederlerdi. Kadı, mes'eleyi Divâna yazar, neticede çekisi iki
edebiyat ustası olduğunu, geçmiş za­ buçuk akçaya alman odunun on akçaya satılmasına karar verilirdi. Keza, odun
manların üç büyük kültür adamı olan hammallarının taşıma ücretleri de tayin edilirdi. Her gemiden dört ilâ altı akça
Reşidüddin (14. yy), Hakanî (17. yy) ve navlun alınırdı.
Mütercim Âsim (19. yy başı) ile denk tu­ Üçüncü Sultan Murat zamanında, en çok odun gelen yerler: Yalak âbâd, Mi-
tulması gerektiğini vurgulamıştır. Ercü- halıç, Şile, Kandın, Aydıncık, Biga, Karadeniz ve Rumeli yalılarıydı.
mend Ekrem Talû ise Son Postada., Ah­ İstanbul'da odun sıkıntısı daima mevcuttu. Yangınlar çoğaldıkça kereste fiatı
med Refik'in eserlerinin piyasada bulun­ artar, o zaman kayıklar İstanbul'a odun getirmezler, mütemadiyen kereste taşır­
madığını, çıktığı gün kapışıldığını, onun lardı. Buna mani olmak için, Çöplük iskelesinde olan Ahtabolu gemileri ile Ah-
sırtından para kazanan Babıâli'nin beyin taboluda bulunan kayıkların kereste taşımaları menedilir, Kasımdan evvel her
ve kültür kabzımallarının (yayıncıların) kayığın ikişer sefer odun getirmesi temin olunurdu.
kaldırımlarda sürüklediği hastalıklı vü­
Bazan odunları iskelelere yığarlar, daha pahalı satmak için fırsat beklerlerdi.
cuduna yüz çevirdiklerini yazmıştır.
Divandan mahallî kadılara mütemadiyen hükümler yazılır, fakat hiç bir tesiri
Zamansız ölümünün İstanbul'da yay­ görülmezdi.
gın üzüntüye neden olması salt tarihçili­ Ahmed Refik Altınay, Eski İstanbul, ist. 1931, s. 99-102
ğinden değildi. Ahmed Refik, içki ve
meze seçiminden sohbet konusunu be­
lirlemeye, zaman ve yer saptamaya, ar­
kadaş grubu oluşturmaya değin pek yazılmıştır. Gönül (1932) adlı şiir kita­ eleştiri vb türde yazısının yayımlandığı
çok incelikleri olan örnek bir İstanbul bında topladığı şiirlerinden birçoğu İs­ saptanmıştır. Bunlar arasında Bizans dö­
insanıydı. Engin tarih kültürü, yazdığı tanbul esintili olup bestelenmiştir. nemiyle ilgili olanlar da vardır. Çoğu,
şiirler ve şarkı güfteleri, gazeteciliği, se­ Türkiye'de henüz resmi tarih yazıcılı­ Osmanlı dönemi İstanbul'unun günde­
yahat ve askerlik anıları, bağ b a h ç e ğının ve ağır anlatım dilinin geçerli ol­ lik yaşamıyla ilgilidir. Kentin hamamla­
düşkünlüğü ve espri yeteneği ile tıpkı. duğu bir dönemde Ahmed Refik'in tari­ rı, surları, çarşıları, alışveriş gelenekleri,
Ahmed Rasim, Ercümend Ekrem, Niza- hi açık, kolay anlaşılır biçimde sunması gümrük işleri yanında, İstanbul-Anado­
meddin Nazif, İbrahim Çallı vd gibi İs­ kimi çevrelerce yadırganmış ve eleştiril­ lu ilişkileri, İstanbul'a gelen gezginler
tanbul'un renkli kişilerindendi. Katıldığı miştir. ve ressamlar, ekmek, yağ, iaşe sorunla­
içkili toplantılarda pek çok ilginç olay Gazete ve dergilerde 1901-1937 ara­ rı, itfaiye işleri, odun-kömür, su mesele­
yaşanmış, şarkılar bestelenmiş, güfteler sında 741 makale, sohbet, biyografi, leri, ilk kâğıt fabrikası, Okmeydanı, ace-
ALTINCI DAİRE-İ BELEDİYE 220

mioğlanlar, Boğaziçi, meslekler, esnaf, zer kent hizmetlerini de gündeme getir­ yoğlu'nun Dördüncü Daire olması gere­
kadın zümreleri, düğünler, eğlenceler, di. İstanbul'a Batı başkentlerine benzer kirken, Beşiktaş'a Dördüncü Daire den­
rüşvet, ayaklanmalar, anıtlar vb ele aldı­ bir görünüm verme özlemi bir dizi re­ di; Beyoğlu Altıncı Daire adını korudu.
ğı konuların başlıcalarıdır. Yedigün der­ formu gerekli kılıyordu. 16 Ağustos Altıncı Daire adı bir kez başka bir
gisinde ise 1933'ten itibaren, Münif Fe- 1855'te Takvim-i Vekayi, Meclis-i Ali-i semte verildi: 1912'de belediyeler tekrar
him'in resimlendirdiği, yine eski İstan­ Tanzimat'ta, İhtisap Nezareti'nin lağve- düzenlenirken Beyoğlu Üçüncü Daire
b u l yaşamına ilişkin en zevkli yazıları dildiğini ilan ediyor "Dersaadet ve Bi- oldu; Üsküdar'a Altıncı Daire dendi.
yer almıştır. lâd-ı Selâse'de şehremaneti ünvaniyle 1913 başında daire adı toptan kaldırıldı
Yayımlanan 91 kitabından, doğrudan bir memuriyet" ihdas edilmesine ve bir ve yerel birimler şubeye indirgendi.
İstanbul'u ilgilendirenler şunlardır: Bi­ şehir meclisi kurulmasına karar verildi­ 1857 Nizamnamesi Altıncı Daire'nin
zans İmparatoriçeleri (1331), Eski İstan­ ğini yazıyordu. Bu doğrultuda Kırım Sa­ başına bir daire müdürü getiriyor; onun
bul (1931), Hicrî Onbirinci Asırda İs­ vaşı ertesi kısa aralıklarla çıkarılan iki başkanlığında Daire-i Belediye Mecli­
tanbul Hayatı (1931), Hicrî Onikinci nizamname çağdaş belediyeciliğin te­ simi kuruyordu. Babıâli'nin atadığı ve
Asırda İstanbul Hayatı ( 1 9 3 0 ) , Hicrî mellerini attı: Bunlar 28 Aralık 1857 padişahın tasdik ettiği daire müdürünün
Onüçüncü Asırda İstanbul Hayatı günlü "Altıncı Daire-i Belediye Nizama- Altıncı Daire hudutları dahilinde en aşa­
(1932), Kadınlar Saltanatı (I-IV c, tı" ve 7 Haziran 1858 günlü "Devair-i ğı 100.000 kuruşluk emlake sahip bu­
1 9 1 6 - 1 9 2 3 ) , Lâle Devri (İst., 1 3 3 1 ) , Belediyeden Altıncı Daire İtibar Olunan lunması gerekiyordu.
Onuncu Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı Beyoğlu ve Galata Dairesinin Nizam-ı Altı ay sonra 7 Haziran 1858'de ya­
1333 (yb Onaltıncı Asırda İstanbul Ha­ Umumisi'ydi. yımlanan Nizam-ı Umumi, Altıncı Da­
yatı, 1935), Tarihî Simalar (İst., 1331), 28 Aralık 1857 tarihli nizamname ile ire'nin görevlerini bu kez ayrıntılarıyla
Türklerin İstanbulMuhasaralan (1932). nefs-i İstanbul (İstanbul suriçi), Boğaz­ düzenliyordu. 1857 Nizamnamesi on
Kitaplarının ve yazılarının açıklamalı lar ve Adalar da dahil olmak üzere İs­ dokuz madde iken, 1858 Nizam-ı Umu­
bir listesi, Muzaffer Gökman'm hazırla­ tanbul 14 belediye dairesine ayrıldı. Be­ misi doksan üç bent ya da maddeden
dığı Tarihi Sevdiren Adam Ahmed Refik yoğlu ve Galata, Altıncı Daire olarak ör­ oluşuyordu; 1857 Nizamnamesi'ni gelişti­
Altınay adlı kitapta yer almıştır. gütlendi. Kısmen Tophane'yi de içeren ren bir mevzuattı. Bu nizamname ile Al­
Bibi. M. Halil (Ymanç), "Müverrih Ahmed Altıncı Daire yabancıların, Levantenlerin tıncı Daire müdürünün adı "reis" olmuş­
Refik", Millî Mecmua, no. 39, 1925; M. H. ve Ermeni, Rum, Osmanlı gayrimüslim­ tu. Padişah iradesiyle atanacak olan reis,
Bayrı, "Müverrih Ahmed Refik", Yeni Türk, lerinin rağbet ettikleri bir mekândı. hizmeti karşılığı bir ücret almıyordu.
no. 59-60, 1937; R. E. Koçu, Ahmed Refik Babıâli'nin, belediye reformuna Ga- 1857 mevzuatına göre, Daire-i Beledi­
Hayatı, Seçme Şiir ve Yazıları, ist., 1938; M.
Gökman, Tarihi Sevdiren Adam Ahmed Refik lata-Beyoğlu'ndan başlamasının nedeni, ye Meclisi, reis dışında yedi üyeden olu­
Altınay, İst., 1978. yörede değerli ve görkemli taşınmazla­ şuyordu. Babıâli'nin seçtiği ve padişah
NECDET SAKAOĞLU rın bulunması ve kentin bu kesiminde iradesiyle göreve gelen üyelerin en az
oturanların Avrupa'da bu tür belediye 100.000 kuruşluk emlak sahibi olmaları
ALTINCI DAİRE-İ BELEDİYE hizmetleri gördükleri için reformlara sı­ ve en az on yıldan beri İstanbul'da otur­
cak bakacakları umuduydu. Altıncı Da­ maları gerekiyordu. Altı ayda bir kura ile
Tanzimat döneminde, Batı'dan esinle­ ire örnek ya da o günkü deyimle "nu­ Meclis üyelerinin yarısı değişecekti.
nerek çağdaş kent anlayışı doğrultusun­ mune" bir daire olarak kuruluyordu. Nizamnamede asli üyelerin yamsıra,
da Galata-Beyoğlu bölgesine hizmet gö­ Galata'nın Altıncı Daire adını almasının belediye hizmetleri nizamnameye dö­
türen ve Altıncı Daire-i Belediye adıyla nedeni Paris'te "sixième arrondisse­ nüştürülürken görüşmelerde bulunmak
bilinen ilk belediyecilik deneyimi. ment" (6. bölge) diye bilinen belediye üzere dört müşavir üye öngörülmüştü.
Kırım Savaşı Osmanlı Devleti'nin Batı biriminin kentin en etkin donanıma sa­ Asli üyeler gibi Babıâli'nin seçtiği bu
ile ilişkilerini pekiştirdi; İstanbul kısa sü­ hip bölgesi olmasıydı. Altıncı Daire ba­ üyeler padişah iradesiyle göreve getirili-
rede yabancı orduların, ardından Avru­ şarılı olduğu takdirde, yeni belediye dü­ yorlardı. Müşavir üyeliğe atanabilmek
palıların uğrak yeri oldu. 18201er ertesi, zeni diğer bölgelere de uyarlanacaktı. için kendisinin ya da en yakın akraba­
gerek ticari ilişkilerdeki artış, gerekse Altıncı Daire'deki deneyim doğrultusun­ sından birinin Altıncı Daire sınırları dahi­
Kırım Savaşı nedeniyle Galata'nın bir da tedricen diğerlerinin de kurulması linde en az 500.000 kuruş değerinde em­
ara liman işlevi görmesi Avrupalıların öngörülmüştü. lake sahip ve en az on yıldır İstanbul'da
Galata ve Beyoğlu'nda iş tutmalarına ve Öte yandan Tanzimat'ın gündeme oturuyor olması gerekiyordu. Belediye
zamanla yerleşmelerine ortam sağladı. getirdiği istişari nitelikteki İntizam-ı Şe­ dairesinde çalışan birinci mimar, mühen­
Tanzimat'ın gündeme getirdiği Batı hir Komisyonu büyük ölçüde bu bölge­ dis ve tabip de Daire-i Belediye Mecli-
özlemi sarayı da etkilemekte gecikmedi. de yaşayanlardan ve tüccarlardan olu­ si'ne müşavir sıfatıyla katılabileceklerdi.
Abdülmecid, "nefs-i İstanbul" diye bili­ şuyordu. Bu nedenle reformlara kentin 1858 mevzuatında Daire-i Belediye
nen suriçini terk ederek, köprünün karşı bu bölgesinden başlanması doğaldı. Ni­ Meclisi üyesi, ikisi reis vekili tayin edil­
yakasına geçiyor; 16 Temmuz 1856 da tekim sokakların düzenlenmesi ve te­ mek üzere sekize çıkarılmış, dört müşa­
Dolmabahçe Sarayı'nı Fransız tarzı bir mizliği girişimlerine ilk kez bu yörede vir korunmuştu. Meclisin diğer üyeleri
devlet yemeğiyle açıyordu. Saray bun­ başlandı. Gazyağıyla sokak aydınlatıl­ bir muavin, bir başkâtip, bir sandık
dan böyle Topkapı'dan kentin Avrupai ması işine de Cadde-i Kebir (bugün İs­ emini, iki mütercim, bir mühendis ve
yakasına taşınmıştı. Eskiden Batılı diplo­ tiklal Caddesi) öncülük etti. Yöre halkı­ bir mimardı. Böylece Meclis, reis dahil
matik misyonların mekân edindikleri nın görece varlıklı ve Batı'ya açık oluşu, yirmi kişiden oluşuyordu. Üyelerin hiz­
Beyoğlu bundan böyle Avrupalı tüccar, belediye hizmetlerine sıcak bakılacağı met süreleri üç yıldı ve kendilerine her­
serbest meslek erbabı ve Avrupai yaşa­ beklentisine neden olmuştu. hangi bir ücret ödenmeyecekti.
mı benimsemiş Levanten ve gayrimüs­ Paris'e özenilerek verilen Altıncı Da­ Daire-i Belediye Meclisi nizamname
lim Osmanlıya mesken oluyordu. Bun­ ire adı, 1868 mevzuatında da korundu. ile belirlenmiş görevleri yerine getire­
dan böyle Galata ve çevresinin servet Keza 1877'de daire sayısı yirmiye yük­ cek, bu konuda hazırlanacak ayrıntıları
birikimi bir tür Osmanlı "burjuvazi"sinin seltilirken sıra itibarıyla, Beşinci Daire yeni nizamnamelerle düzenleyecekti.
oluşumuna ortam hazırlıyordu. Eyüp'ten sonra Hasköy'ün Altıncı Daire Mahalle, çarşı ve pazarlann temizlik dü­
Sanayi devrimi Batı'daki kent doku­ olması gerekiyordu. Hasköy Yedinci zenine ait kararlar alacak, yasaklar ko­
sunu kökten etkilemişti. 19. yy'da Avru­ Daire yapılarak sıra atlandı ve Beyoğ- yacak ve bu konuda talimatnameler ha­
pa kentleri hızla büyüyor; artan nüfus lu'na Altıncı Daire dendi. 1880'de daire zırlayacaktı.
kent hizmetlerinin önem kazanmasına adedi ona düşürüldüğünde de Beyazıt Yapı ve tamir işlerini pazarlık veya
neden oluyordu. Tanzimat'la birlikte birinci, Fatih ikinci, Cerrahpaşa üçüncü eksiltme yoluyla ihale etmek ve bunlar­
çağdaşlaşmaya yöneliş Batı'dakine ben­ daire diye adlandırıldı. Sıra gereği Be- la ilgili sözleşmeler düzenlemek ve ka-
221 ALTINCI DAİRE-İ BELEDİYE

rara bağlamak Meclis'in görevleri ara­


sındaydı. Keza belediye hizmetlerinin
görülmesi için mülk sahiplerinden alı­
nacak vergilerin miktar ve tahsil usulü
de Meclis'çe saptanacaktı.
Daire-i Belediye Meclisi haftada iki
gün toplanıyordu. Gerekli görüldüğün­
de olağanüstü toplantı çağrısı da yapıla­
biliyordu.
Altıncı Daire mevzuatı geçici bir dü­
zenlemeydi. Nitekim ikinci nizamname­
nin bend-i mahsus kısmında, İstan­
bul'daki diğer belediye daireleri de
oluştuğunda bunlar için düzenlenecek
mevzuatın Altıncı Daire-i Belediye'yi de
kapsayacağı kaydediliyordu.
İstanbul'daki diğer daireler 6 Ekim
1868'de yayımlanan Dersaadet İdare-i
Belediye Nizamnamesi'yle kapsandı. Bu
nizamnamede Altıncı Daire korundu;
Kurtuluş, Beyoğlu, Maçka bölgeleri Al­
tıncı Daire olarak bir kez daha belirtildi.
1857 tarihli nizamnameyle Altıncı
Daire-i Belediye, daire dahilindeki ma­
halle ve sokaklarla kaldırımları, suyolu
ve lağımları tamir ve inşa ettirecek;
bunların temiz tutulmasını sağlayacak; Altıncı Daire-i
sokakları aydınlatacak; sokakların te­ Belediye antetli
mizliğine bakacak; bu hizmetlerin yürü­ 2 Kânunısani
tülmesi için gerekli masraflar karşılığı 1312/
olarak varidat sağlayacaktı. 14 Ocak 1897
tarihli emlak
1858 Nizamnamesi'yle belediye hu­ vergisi
dutları içindeki bütün emlakin; kıymet makbuzu.
ve iradını, inşa tarzını, mutasarrıflarının Necdet Sakaoğlu
isimlerim de içermek üzere tahrir görevi koleksiyonu
de Altıncı Daire-i Belediye'ye verilmişti.
Bu tahrir, dairenin alacağı emlak vergisi zade Salih Efendi, Sarraf Ohannes, daire sel, Altıncı Daire Reisi Blak Bey (Edo-
için de esas oluşturacaktı. Nizam-ı mimarı Bilezikçi Artin ve daire tabibi uard Blacque) nezdinde girişimde bu­
Umumi'de yer alan başka bir madde ile Serviçen getirildiler. Ayrıca daire hudu­ lundu; Cemiyet-i Tıbbiye-i Mülkiye
yangın söndürme işleri de belediye hiz­ du dahilinde emlak sahibi yabancılar­ üyelerinden Muallim Doktor Kaymakam
metleri arasında sayılmıştı. dan Antoine, Hanson, Septim Frankini, Agop Handanyan Beyin de katılımıyla
Aynı nizamnamede "zehair ve esarın Kamatoğulu Avram müşavir üye olarak bu dairede bir tıbbi heyetin oluşturul­
tahkik ve tecessüsü" görevi de Belediye atandılar. masına ve bir hastane açılmasına karar
Meclisi'nin görevleri arasında sayılmıştı. Altıncı Daire ilk iş olarak Beyoğlu ve verildi. Böylece genelevler ve zührevi
Böylece daire, ölçü ve kantarları teftiş Galata'nın kadastro haritasını tanzim et­ hastalıklarla ilgili ilk mevzuat "Altıncı
edecek, narh koyacaktı. Narh uygula­ ti. Bu kesimdeki İslam mezarları hariç, Daire-i Belediye dahilinde bulunan bazı
ması 1865'e kadar devam etti. 28 Tem­ defin yerlerini şehir dışına ve Şişli'de hususi hanelerin hidemat-ı sıhhiyesine
muz 1865 tarihli Meclis-i Mahsus-ı Vü­ tahsis edilmiş yere naklettirdi. Tepebaşı dair talimatname" başlığıyla Altıncı Da­
kelâ kararı ile ekmekten başka diğer ve Taksim'de birer umumi bahçe yapıl­ ire bünyesinde kabul edildi. Zührevi
bütün maddelere narh konulmasından dı. Vukuatın yoğun olduğu bir semt hastalıklar için bir Altıncı Daire-i Beledi­
vazgeçildi. oluşu nedeniyle yaralananları tedavi et­ ye Nisa Hastahanesi kuruldu.
Beyoğlu ve Galata sokaklarının ay­ mek üzere bir hastane açıldı. Galata ve 1857 Nizamnamesine göre Altıncı
dınlatılması da Altıncı Daire'nin görev­ Beyoğlu'nun yolları olanaklar ölçüsün­ Daire-i Belediye Meclisi belediye hiz­
leri arasındaydı. Her iki nizamnamede de genişletildi. Büyük Beyoğlu yangı­ metlerinin yürütülmesi için gerekli ver­
bu görev açıkça belirtilmişse de Altıncı nından sonra kagir inşaat özendirildi. gilerin miktarını ve tahsil usulünü sap­
Daire sokaklarının petrol fenerleriyle Yapımı 1869'da başlayan ve kısa sürede tayacaktı. Ayrıca devletin de belediyeye
aydınlatılması ancak 1864-1865'te müm­ tamamlanan (1870-1871) büyük bir Be­ yardım yapacağı belirtilmişti. 1858 Ni­
kün olabilmişti. Aydınlatma işi o tarih­ lediye konağı (Altıncı Daire Konağı) zamnamesinde Altıncı Daire'nin gelirle­
lerde müteahhitlere ihale olunuyordu. yaptırıldı. ri daha da belirgin olarak kaydedilmişti.
Altıncı Daire'nin kuruluşu ertesi reis­ Osmanlı ülkesinde hükümetin dene­ Mevzuata göre, Altıncı Daire'nin ge­
liğe, evi Cadde-i Kebirin Taksim ucun­ timi altında ilk umumhaneler Altıncı lirleri adi gelirler ve fevkalade gelirler
da bulunan Mehmet Kâmil Bey atandı. Daire'de açıldı. Kırım Savaşı ertesi Avru­ olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Sokakla­
Mahşer Midillisi lakabıyla tanman Kâmil palıların Osmanlı payitahtında yoğun is­ ra konulacak kandiller nedeniyle hane
Bey başhariciye teşrifatçısı olarak ya­ kânı sonucu "âlüftegân'ln sürekli sağlık ve dükkânlardan alınacak tenvirat ver­
bancılarla ve diplomatik misyonlarla sü­ denetiminde bulundurulması hükümet­ gisi; sokakların tamiri ve temizliği karşı­
rekli ilişkideydi. Bükreş, Varşova, Paris'i çe ve belediyece uygun görüldü. Ancak, lığı olarak tanzifat vergisi; kontratolar-
görmüştü. Batılı bir yaşam tarzı vardı. "hürriyet-i şahsiye"yi tahdit edeceği ge­ dan alınacak harçlar; mizan ve ölçü re­
Daire Meclisi üyeliklerine Osmanlı rekçesiyle alınacak önlemlerin sefaret- simleri; bina tamir ya da inşası için ruh­
uyruğu ve daire hududu dahilinde em­ lerce kapitülasyonlara aykırı olduğu ile­ satiye karşılığı harçlar; patent resmi; ge­
lak sahibi olan tüccardan Sava, tiyatro­ ri sürüldü; bir süre engellendi (bak. liri olan emlakten senelik gelirin en çok
cu Naum, Mısır sarrafının biraderi tüc­ Abanoz Sokağı). yüzde 2'si kadar alınacak emlâk vergisi
cardan İlya, Miltiyadi Bey, Balmumcu- Bir süre soma yöre tabiplerinden Mi­ adi gelirler arasında yer alıyordu.
ALTINCI DAİRE-İ BELEDİYE 222

Daire sınırları içinde açılan yeni yol, tanbul şehri bir tek belediye dairesi ad­ niş bir özerklik tanıyarak belediye re­
cadde ve yapılan lağımlar için hane ve dolundu ve bu dairenin dokuz idare şu­ formlarını özendirmekle kalmadı; aynı
dükkânlardan fevkalade vergi alınacak­ besine ayrılması öngörüldü. Böylece da­ zamanda Osmanlılık anlayışım sınama
tı. Bu oran mülk sahiplerinden emlak ire-i belediye meclisleri ve reislikleri de olanağı buldu. Osmanlı yurttaşlığı anla­
vergisinden ayrı olarak alınacak, mülk­ kaldırıldı. Bu dokuz belediye idare şube­ yışını beslemek amacıyla Galata'da giri­
lerinin yıllık gelirinin en çok yüzde 3'ü sinin başında ve şehremininin emri altın­ şilen bu yeni yapılanma ve Daire-i Be­
kadar olabilecekti. Daire-i B e l e d i y e da olmak üzere, devletçe mansup bir lediye Meclisi'ne sağlanan mali destek
Meclisince kararlaştırılan istikraz geliri; müdür bulunması öngörüldü. İdare şu­ İntizam-ı Şehir Komisyonu'nun beklen­
devletçe yapılacak para yardımı ve ha­ belerinin sınırları ve merkezleri ayrı bir tilerine yanıt veriyordu. Babıâli yeni bir
yırsever kişilerin bağışları nizamnamede nizamname ile saptandı. Ancak bu ni­ devlet yapılanmasının kent öncelikli
fevkalade gelirler arasında sayılmıştı. zamname Şûra-yı Devletle takıldı kaldı. olacağı bilincindeydi. Osmanlı yurttaşı
1858 Nizamnamesinde Daire-i Bele­ Böylece 1913 tarihli mevzuat görece ancak kent ortamında yeşerebilirdi. Ni­
diye Meclisi'ne belediye zabıtası görevi bağımsız belediye dairelerini şehrema- tekim Daire-i Belediye Meclisi üyeleri
de verilmişti: Narh ve tarifeleri düzenle­ netinin bünyesi içinde eritti. Bu bir an­ de Altıncı Daire girişimi ile Osmanlılık
yecek; kantar ve ölçüleri denetleyecek; lamda, 5 Ekim 1877 günlü Dersaadet anlayışı arasında ilişki kurmakta gecik­
panayır, tiyatro, çarşı, lokanta, mektep, İdare-i Belediye Nizamnamesi'yle ayrı­ memişlerdi.
balo, kahve, meyhane türü kamuya calığım yitiren Altıncı Daire'nin adını da Bütün bu beklentilere karşın, Altıncı
açık mekânlara nezaret edecekti. Ni­ yitirmesi anlamına geliyordu. Daire'de gerçekleştirilenler Osmanlılık
zamnamede bu hizmetler için ayrı ayrı Bir deneme niteliğinde kurulan Al­ bilincini oluşturmakta başarılı olamadı.
düzenlemelere gidileceği de belirtiliyor­ tıncı Daire, bağımsız kimliğiyle on iki Yönetim büyük ölçüde Galata-Beyoğlu
du. Nitekim 20 Nisan 1859 tarihli ''So­ yıl devam etmişse de, gündeme getirdi­ kesiminde yerleşik Avrupa himayesinde
kaklara Dair Nizamname" bu tür bir dü­ ği kent hizmetleri ile Osmanlı belediye bulunan varlıklı "burjuvazi'' elinde kal­
zenlemeydi. tarihi üzerine etkileri derin olmuştur. dı. Gerek İntizam-ı Şehir Komisyonu,
Nizamnameyle Altıncı Daire sokakları Öte yandan yerel yönetim anlayışına gerekse Daire-i Belediye Meclisi kent
üç sınıfa ayrılıyor, bunların süpürülmesi Batı normlarını getirmenin ve diğer be­ reformları konusunda tutucu bir çizgi
eksiltme usulüyle müteahhide ihale olu­ lediyelere örnek olmanın ötesinde Al­ izledi. Öneriler ve icraat yörenin fiziki
nuyordu. Nizamnameye göre, birinci sı­ tıncı Daire. Tanzimat zihniyetini de yan­ ve toplumsal yeniden yapılandırılmasın­
nıf sokaklar kışın günde bir, yazın iki sıtması bakımmdan Osmanlı çağdaşlaş­ dan çok. var olan ekonomik ve toplum­
kez; ikinci sınıf sokaklar yazın ve kışın ma anlayışına ışık tutmaktadır. sal ilişki ağını akılcı kılmaya yönelikti.
günde bir; üçüncü sınıf sokaklar haftada Batidaki kentleşme örneğini Osman­ Bu nedenle sokakların düzenlenmesi ve
bir kez süpüıülecekti. Nizamnamede so­ lı'ya taşıyarak Tanzimat'ın gündeminde­ temel kent hizmetleri ile yerinildi. Da­
kakların yaz ve kış mevsimlerinde gü­ ki "asrileşme" ya da "muasırlaşma" anla­ ire-i Belediye Meclisi, bu tür bir düzen­
nün hangi saatlerinde temizleneceği de yışına da ışık tutmaktadır. Galata ve Be­ lemenin yörenin varlığını göstereceği,
belirtilmişti. Dükkân sahipleri ile ev sa­ yoğlu Osmanlı'nın etnik dokusundaki Avrupaileşme çizgisini kanıtlayacağı ve
kinleri yaya kaldırımlarının yıkanıp sü- çeşniyi en iyi yansıtan mekânlardan bi­ G a l a t a ' m n varlıklı kesiminin kültür
pürülmesiyle mükellef tutulmuş ve çöp­ ridir. Bu tür karmaşık bir nüfusu ortak normlarını ön plana çıkaracağı beklenti­
çülerin her evin kapısını çalarak çöp te­ yaşama uyum sağlamak üzere katılıma si içindeydi. Ancak Altıncı Daire bölge­
nekelerini alacakları, başka zamanlarda özendirmesi ve bu alanda başarı göster­ sinde yaşayan farklı toplumsal katman­
dışarıda çöp tenekesi bulundurmanın mesi Tanzimat'ın Osmanlılık anlayışının ların gereksinimlerine karşı bir sorumlu­
yasak olduğu kaydedilmişti. Meydan ve bir yansımasıdır. Müslümanı, gayrimüs­ luk duygusu oluşmadı. Babıâli karşısın­
sokakların yazın sulanması da müteah­ limi. Levanteni, yabancısı ile bu mekân da güç kazanmak ve özerklik elde et­
hitler aracılığıyla gerçekleşecekti. Tanzimat'ın karşılaştığı tüm etnik sorun­ mek Galata iş çevrelerinin konumlarını
15 Mayıs 1871 tarihli bir kararname ları bağrında yaşatmıştır. Farklı unsurla­ güçlendirmek anlamına geldi.
ile Altıncı Daire bünyesinde bina ve rın birlikteliği, aynı mekânı ve sorunları Nitekim Daire-i Belediye Meclisimin
gayrimenkul gelirleri davalarına bak­ paylaşmaları, ortak çözüm arayışı çağ­ çabaları üyelerinin toplumsal sınıf bek­
mak üzere bir sulh mahkemesi (mahke- daş kent kültürünün yeşermesine yol lentilerini yansıttı ve bu nedenle beledi­
me-i sulhiye) kuruldu. Mahkeme Divan-ı açmıştır. Altıncı Daire, Osmanlı'nın ge­ ye reformlarını cılız bir konuma soktu.
Ahkâm-ı Adliye Nezareti'ne tabi olacak­ nel düzeyde karşılaştığı tüm sorunları Düzlenen, genişletilen, gazla aydınlatı­
tı. Böylece belediye davalarına bakmak farklı ölçekte de olsa yaşamış bir idari lan, taş döşenen sokaklar dairenin ana
üzere bir ihtisas mahkemesi oluşturulu­ birimdir. Bu açıdan Altıncı Daire Tanzi­ ulaşım ağına hasredildi. Ticaretin ger­
yordu. Daire bünyesinde sulh mahke­ mat'ın bir tür bilançosudur. çekleştiği alan, Meclis üyelerinin de ya­
meleri kurulmasına 1877 belediye mev­ Osmanlı yönetiminin 19. yy'da ana şadıkları, iş kurdukları, eğlendikleri me­
zuatıyla son verildi. sorunu Müslümanlarla gayrimüslim ke­ kândı. Cadde-i Kebir donatılırken daire
28 Aralık 1857 ve 7 Haziran 1858 ta­ simin meşru göreceği çağdaş bir devlet sınırları içinde yer alan sokakların bü­
rihli Altıncı Daire nizamnameleri 5 kurmaktı. Bu nedenle geleneksel yapı­ yük çoğunluğuna en temel hizmetler
Ekim 1877 tarihli Dersaadet Belediye nın çözülerek Osmanlılık anlayışının bile götürülemedi. Galata tacirinin Mec­
Kanunu ile kaldırıldı. Altıncı Daire ge­ toplumun her katmanında yerleşmesi listeki ağırlığı bu yörede ticaret mahke­
nel belediye mevzuatına girdi. Yeni ka­ gerekiyordu. Osmanlılık bir anlamda melerinin kuruluşu ve gediğin kaldırılı-
nunla İstanbul Şehremaneti yirmi bele­ din farkı gözetmeksizin aynı devlet şıyla da kanıtlanıyordu.
diye dairesine ayrıldı. Beyoğlu bölgesi­ bünyesinde yurttaşlık bilincinin oluş­ Öte yandan dairenin en büyük gider
ne yine Altıncı Daire dendi. Diğer adı ması ve yasalar karşısında eşitlikti. Ye­ kalemi Galata rıhtımı ve han yapımıydı.
Beyoğlu Dairesiydi; Kasımpaşa Deresi­ rel yönetim anlayışında Altıncı Da­ Ticaret erbabının özlemini duyduğu Ga-
nin sol tarafından Tatavla (Kurtuluş), ire'nin yapmak istediği işte böyle bir lata-Taksim araba yolu aynı kesimin
Feriköy dahil olduğu halde Küçükçiftlik katılım bilincini oluşturmaktı. İdari re­ beklentilerinin bir başka göstergesiydi.
Deresi'yle Dolmabahçe İskelesine ve formların ve yasal eşitliğin sağladığı Beyoğlu ile Galata'yı birleştirecek bir
sahilde Azapkapidan Galata, Tophane, olanaklarla pekiştirilmiş yerel yönetime tramvay hattı istemi ve fuhuşu Galata
Salıpazarı, Kabataş ve Dolmabahçe'ye bizzat katılım, bağımsızlık özlemlerini rıhtımına kapatma girişimi yörenin Hı­
kadar olan mahalleri kapsıyordu. törpüleyecek ve yeni bir devlet yapısı ristiyan ve orta sınıf değerlerinin kanı­
Böylece 30 Ocak 1913 tarihli Dersa­ oluşabilecekti. Bu açıdan Altıncı Daire tıydı. Tüm bu projeler, yörenin fakir
adet Teşkilât-ı Belediyesi hakkındaki deneyimi Tanzimat beklentilerinin kü­ Rum ve Ermeni sekenesi ve Tepebaşı,
Muvakkat Kanun'a kadar Altıncı Daire çük ölçekte de olsa bir göstergesiydi. Kasımpaşa ve Pangaltı varoşlarında ya­
varlığını sürdürdü. Bu yeni mevzuatla İs­ Babıâli Galata'da, gayrimüslimlere ge­ şayan Müslüman ahali için pek bir an-
223 ALTINCI DAİRE-İ BELEDİYE

lam taşımıyordu. Bu yörelerde ne çöp Ancak bu tür olumsuzluklara rağmen tanbul'a başka eserler de kazandırmış
toplandı, ne de sokaklar temizlendi. Altıncı Daire deneyi Babıâli'nin kent olan İtalyan kökenli Barborini'dir. Haliç
Altıncı Dairemin öncelikleri, ticareti konusunda duyarlılık kazanmasına ne­ ve tarihi yarımada manzarasına hâkim
rasyonel temellere oturtmak, Avrupai den oldu. Çağdaş toplum anlayışının olan yapı, önemli işleviyle semte de adı­
kent hizmetlerini getirmek ve yeni bir kent dokusundan geçtiğini gördü. Kent nı vermiş, Meşrutiyet Caddesi'nin başlan­
tüketim örüntüsü oluşturmaktı. Bu ne­ hizmetlerinin kamunun görev alanına gıcı "Daire" olarak anılmıştır.
denle, sefaretlerin bulunduğu bir ortam­ girdiğini anladı. Geçmişin vakıflar gibi Osmanlı'da ilk belediye binası olan
da, Avrupa'ya aşırı bağımlı oluşu, Os­ dağınık birimleriyle gerçekleştirilen de­ Altıncı Daire-i Belediye, uzun yıllar işle­
manlılık bilincinin gerektirdiği Müslü- ğişik tür hizmetlerini tek bir çatı altında vini sürdürmüş, 19601ı yıllarda kayma­
man-gayrimüslim dayanışmasına engel­ toplamanın gereğine inandı. Bu neden­ kamlık olarak kullanılırken tekrar bele­
di. Avrupa'yı taklit özlemi zamanla Ga- le çağdaş yerel yönetim anlayışının Tür­ diye şube müdürlüğü yapılmış, 1984'te
lata'da Müslüman ve Hıristiyan cemaati­ kiye'de temelleri kısa süreli bir girişim Beyoğlu Belediye Başkanlığı olmuştur.
ni uzlaşmaz bir konuma getirdi. de olsa, Altıncı Daire ile atıldı. Bu sırada tadilat görmüş, mevcut çatı
Daire-i Belediye Meclisime tanınan Bibi. (Ergin), Mecelle, İst., 1330-1338; (Os­ katı, çatının yükseltilmesi ile normal ka­
özerklik Osmanlılık anlayışını geliştir­ man Nuri Ergin) Muhtasar Mecelle-i Umur-ı ta dönüştürülmüş, ancak bu müdahale­
mek şöyle dursun Meclis üyelerinin Os­ Belediyye, İst., 1337; İ. Ortaylı, Tanzimatdan de yalın bir ifadeye sahip olan ilave kat,
manlı yönetimine karşı bağlılık duyma­ Cumhuriyete Yerel Yönetim Geleneği, İst.. cepheden içeri çekilmiş ve şevli (geriye
1985; ay. Tanzimattan Sonra Mahalli İdare­
larına bile yol açamadı. doğru hafif eğik) eserin özgün mimari­
ler (1840-1878), Ankara, 1974; S. T. Rosent-
Sefaretlerin yerel yönetim girişimin­ hal, The Politics of Dependency. Urban Re­ sinden yalıtılmaya çalışılmıştır. 1992'de
de sınırlayıcı rolü yöre sakinlerinin ya­ form in İstanbul, Westport, 1980; S. Tümer- dış cephesi temizlenmiş ve boyanmıştır.
pılan yenilikler konusunda gösterdiği kan, Türkiye'de Belediyeler (Tarihi gelişim ve Eski fotoğraflarda, yaz aylarında, yapı­
tepkide de gözlendi. Osmanlı gayrimüs­ bugünkü durum), ist., 1946. nın pencerelerinde cepheye hareket ka­
lim tebaasına kapitülasyonlarla ayrıca­ ZAFER TOPRAK zandıran tenteler kullanıldığı görülür.
lıklı konum tanınması, gayrimüslim ce­
Dik eğimli bir parselde yer alan yapı,
maate güvenlik ve sadakat konusunda ALTINCI DAİRE-İ BELEDİYE
Şişhane Meydanindan merdivenlerle
başka seçenekler sundu. Yabancıların BİNASI ulaşılan yükseltilmiş bir platform üzeri­
himayesine giriş Osmanlı nüfusunun
Günümüzde Beyoğlu Belediye Başkan­ ne inşa edilmiştir. Açıklıkların tonozlar­
yurttaşlık bilincini köreltti. Ortak mekâ­
lığı olarak kullanılan Altıncı Daire-i Be­ la geçildiği bu geniş platformun altı
nın paylaşıldığı bir cemaat anlayışından,
lediye binası, Şişhane Meydanımda, bodrum kat olarak kullanılmaktadır. Mi­
giderek bağımsız millet yapılanmasına
Yolcuzade İskender, Meşrutiyet ve Mü­ mari düzenleme, ihtiyaçlara cevap ve­
yönelindi. Babıâli'nin, Daire-i Belediye
ellif caddelerinin birleşme noktasında­ ren açık ve sade bir tasarımdır. Zemin
Meclisi'nde Düvel-i Muazzama'mn her
dır. Arkasında (doğusunda) Tünelin üst katta, yapı aksında geniş bir giriş holü
birinin himayesine aldığı bir kişiyle
girişini oluşturan Metro Han, kuzeyinde ve buradan ulaşılan her iki yönde uza­
temsilini istemesi, bu eğilimi güçlendiri­
Şişhane ve Tünel Meydanim birbirine nan koridorlar üzerinde, hepsi iyi ışık
ci bir etmen oldu. Birçok girişim, kapi­
bağlayan merdivenlerden sonra köşede alan ofis olarak düzenlenmiş mekânlar
tülasyonlara aykırı olduğu gerekçesiyle,
bugün otel olarak kullanılan Degucis yer alır. Kat yükseklikleri 4,5 m'yi bu­
başta İngiltere olmak üzere, sefaretlerce
Evi yer alır. Yapının güney ve doğusun­ lur. Katlar arası bağlantıyı sağlayan mer­
engellendi. Birçok sefaret Avrupa dev­
dan tırmanan yokuş İstiklal Caddesi'nin divenler giriş holünün karşısındadır.
letlerinin himayesinde oldukları ve do­
girişine ulaşır. Yenilenen merdiven kovasının yanına,
kunulmazlıkları bulunduğu için daire­
1857'de on dört bölgeye ayrılan İstan­ kat yüksekliğinden yararlanılarak ara
nin giderlerini karşılamak üzere belirle­
bul'da, örnek belediyecilik uygulamasına kat seviyesinde muhdes mekânlar ilave
nen vergileri ödemeyenlere arka çıktı.
Altıncı Daire kabul edilen Beyoğlu-Gala- edilmiştir. Merdivenler, bu mekânlara
Başkalarına kötü örnek olan bu tür du­
ta bölgesinde başlandı. Bina Edouard girişi sağlamak amacıyla dört kollu ola­
rumlar daire gelirlerini büyük ölçüde sı­
Blacque Bey'in ilk reisliği döneminde rak yenilenmiştir. Girişin üzerinde birin­
nırladı. Özellikle, vergi ödemeye yanaş­
(1879-1883) inşa edilmiştir. Mimarı, İs­ ci katta yer alan geniş salon günümüz-
mayanların dairenin varlıklı kesimi olu­
şu, özerk yönetimin mali temellerini
yok etti.
Altıncı Daire deneyimi Tanzimat dö­
neminde Batı ile olan sağlıksız ilişkile­
rin de bir göstergesiydi. Daha Ocak
1858'de Babıâli, Altıncı Daire düzenle­
mesinden sefaretleri haberdar eder et­
mez tepki almakta gecikmedi. Birçok
düzenlemenin kapitülasyonlara aykırı
olduğu ileri sürüldü. Vergilere, bu ara­
da, ticaret erbabına getirilen harçlara
büyük itiraz geldi. Osmanlı, bir yandan
belediye hizmetlerini düzenlemeye çalı­
şırken öte yandan sefaretlere sürekli
güvence verme gereği duydu. Batinin
reformdan yana desteği, kendi vatan­
daşlarının ve himayelerine aldıkları un­
surların çıkarlarıyla çatıştığı anda yerini
köstek olmaya bıraktı.
Kapitülasyonlar Babıâli'nin elini ko­
lunu bağlıyordu. Altıncı Daire ile bölge
yönetiminin özerk kılınması kapitülas­
yonları daha da vahim bir konuma sok­
tu. Bu nedenle Babıâli, 1913'te Altıncı
Daire'nin ayrıcalığım kaldırdı ve diğer Altıncı Daire-i Belediye binası
Nazım Timuroğlu, 1993
belediyeler konumuna indirgedi.
ALTINCI DAİRE İ BELEDİYE 224

de Belediye Meclisi salonu olarak kulla­


nılmaktadır. Yeniden düzenlenen çatı
katma bağlantıyı metal konstrüksiyon
döner bir merdiven sağlar. Ahşap olan
kat döşemeleri betonarme kaset sisteme
dönüştürüldüğünden iç mekân tezyinatı
tamamen yok olmuştur.
Neoklasik anlayışta düzenlenmiş
cephelerde tam bir simetri hâkimdir.
Geniş kat silmeleri, saçak silmeleri, kö­
şe pilastrları, pencere balustrad (korku­
luk) ve frontonları (alınlık) ile Beyoğlu
mimarisinin örnek bir yapısıdır. Pilastr
şeklinde çifter kolonla ayrılmış yuvarlak
kemerli üç sıra geniş pencereye yer ve­
rilen giriş holü cephesi, ana kütleden 3
m'lik bir çıkma şeklinde düzenlenmiştir.
Bibi. S. N. Duhani, Eski İnsanlar Eski Evler,
İst., 1982, s. 13; Cezar, Beyoğlu, 250-251; C.
Can, "İstanbul'da 19- Yüzyıl Batılı ve Levan­
ten Mimarların Yapıları ve Korama Sonınla-
rı", Yıldız Teknik Üniversitesi, (yayımlanma­
mış doktora tezi), 1993, s. 198-201. Altıncı Daire-i Belediye Hastanesi
CENGİZ CAN Saman Sokağı 15 numaradaki binada hizmet verdiği yılları gösteren bir resim.
Nuran Yıldırım koleksiyonu

ALTINCI DAİRE-İ BELEDİYE


HASTANESİ basıyla ısıtılmaktaydı. Hastanede 46 ya­ lere karşı imparatorluğun şanına yakışa­
Beyoğlu Belediye Hastanesinin temeli­ tak vardı. Hastalardan ücret alınmamak­ cak, yeni bir hastane yapılmasını teklif
ni oluşturan sağlık kurumu. İstanbul'da ta, ancak zührevi hastalığı olanlar ile etmiştir. Yapılan eksiltmede inşaat, mi­
belediye eliyle kurulmuş ilk hastanedir. kronik hastalar kabul edilmemekteydi. mar Ernestin üzerinde kalmış fakat kış
1865'teki kolera salgınında, İstanbul'a İstanbul'un diğer belediye bölgelerinden mevsimi olduğundan, inşaatın ilkbahar­
gelmiş olan St. Vincent de Paul rahibe­ gelen hastalara da bakılmaktaydı. 1865- da başlaması kararlaştırılmıştır. Şûra-yı
leri Kuledibi'nde kiraladıkları bir dükkâ­ 1871 arasında hastanede toplam 3.535 Devletin 25 Ekim 1894 tarihli mazbata­
na 8 karyola yerleştirerek koleraya ya­ hasta tedavi görmüş, bunların 3.156'sı sından da hastanenin yapılacağı alana
kalanan kişileri burada tedavi etmeye taburcu edilmiş, 3 7 9 ü da ölmüştür. bitişik olan ev ile arsanın istimlakine ka­
başlamışlardı. Salgın sırasında tedavi et­ 1874'te Altıncı Daire-i Belediye'ce rar verildiği anlaşılmaktadır. Ancak
tikleri 1.200 kişinin yarıdan fazlasını iyi­ Tophane'de Defterdar Yokuşu'nda bü­ 1904'te yanan binanın Tophane'deki ar­
leştirmişlerdi. Rahibelerin bu hizmeti Al­ yük bir konak kiralanmış ve hastane bu­ sası satılmış, buna rahibelerin St. Benoit
tıncı Daire-i Belediye Reisi Server Paşa raya nakledilmiştir. Burada normal has­ Başrahibi Françoise'dan borç olarak al­
tarafından takdirle karşılanmış ve salgın talardan çok Galata, Beyoğlu ve civarın­ dıkları miktar eklenerek Ağahamamı'-
bittikten sonra da hizmetlerini sürdüre­ daki yerlerde kavgalarda yaralananların ndaki ev satın alınmıştır. 14 Ekim
bilmeleri için 40-50 yataklı bir belediye tedavileri yapıldığından hastaneye Altın­ 1910'da Müessesat-ı Sıhhiye-i Hayriye'ye
hastanesi kurulması önerilmişti. Hasta­ cı Daire-i Belediye Mecmhîn Hastahane- devredilen hastaneye yaralılar dışında
nede inanç ve milliyet ayrımı gözetilme­ si adı verilmiştir. 1878'de de sahibinin hasta da kabul edildiği göz önünde bu­
den belediye hudutları içinde oturanla- ısrarı üzerine konak satın alınmıştır. Ah­ lundurularak adı Beyoğlu Zükûr (Erkek­
nn tıbbi bakım ve tedavileri yapılacaktı. şap olan bina 30 Aralık 1893'te hastane ler) Hastahanesi olmuştur. Bu tarihte,
Bu amaçla Saman Sokağı no. 15'te bele­ ocağından çıkan yangında eşyasıyla bir­ biri asıl bina diğeri de somadan yapılan
diye tarafından bir ev kiralanmış ve eş­ likte yanmıştır. Yangmdan sonra Beyoğ- pavyon olmak üzere başlıca iki binaya
yalarının büyük bölümü de hayır kurum­ lu'nda Humbaracı Yokuşu'nda bir ev ki­ sahipti. Altı rahibe çalışmakla birlikte
larınca karşılanmıştı. O dönemde önem­ ralanmış, gerekli malzeme temin edile­ yönetimi müesseseye bağlanmış ve bir
li bir ihtiyacı karşılamasına rağmen çok rek geçici bir hastane haline getirilmiş belediye hastanesine dönüştürülmüştü.
masraflı olduğu gerekçesiyle hastanenin ise de binanın darlığı, sağlık koşullarına Hastane, I. Dünya Savaşı'ndan sonra
kapatılması yönünde birçok girişimde uymaması sebebiyle burası terk edilerek Fransızlar tarafından işgal edilmiş, bir
bulunulmuştur. Ama hastane gelişmesi­ Ağahamamı'nda bir ev kiralanmış ve ze­ yıl kadar da Rus göçmenlerini barındır­
ni sürdürmüş ve daha büyük bir bina­ min katı 10 yataklı bir hastane haline mıştır. Daha sonra binanın Dr. Haim
nın yapımı için belediye bütçesinden getirilmiştir. Fakat sahibi binanın diğer Naum yönetiminde Dâülkelp (kuduz)
önemli miktarda para ayrılmıştır. bölümlerine hasta yatırılmasına izin ver­ Tedavihanesi olarak kullanılmaya başla­
miyor, hastane de talepleri karşılayamı- ması üzerine hastalar ö n c e Çapa'ya,
Hastane 3.400 m2'lik bir alana yayıl­
yordu. Bunun üzerine 1901'de rahibele­ 1924'te de Şişli'de kiralanan 41. İlkokul
mıştı. Her biri 150 m2'lik iki kattan olu­
rin düzenlediği piyangodan elde edilen binasına yerleştirildi. İngilizler İstan­
şan iki ahşap barakası vardı. Zemin kat­
gelir ve toplanan bağışlarla 35 hasta ya- bul'dan ayrılırken, Kuledibi'ndeki İngi­
ta mutfak, çamaşırhane ve malzeme
tırılabilecek genişlikte bir iki oda, iki liz Bahriye Hastanesi (British Seeman
odaları, birinci katta iki rahibe odası, ec­
katlı bir pavyon ve bir de ameliyathane Hospital) binasını Kızılay'a devretmiş­
zane, çamaşır salonu, ikinci katta ise bir
yaptırılarak hastalar buraya nakledilmiş­ lerdi. Beyoğlu Zükûr Hastahanesi, Şeh­
büyük iki küçük koğuş ile bir çocuk ko­
tir. Asıl- bina rahibelere ayrılmış ve ayrı­ remini Operatör Emin (Erkul) Bey za­
ğuşu bulunmaktaydı. Hasta sayısı da 35-
ca eczane, laboratuvar, kütüphane, ka­ manında (1924-1928) İngiliz Bahriye
40 arasında değişmekteydi. Büyük bara­
bul salonu, mutfak ve çamaşırhane de Hastanesinin binasına taşındı. 1933'te
ka, tifo, humma gibi enfeksiyöz hasta­
burada bırakılmıştır. bina belediyeye intikal etti ve Beyoğlu
lıklarla ciddi cerrahi vakalara ayrılmıştı.
Küçük baraka ise çiçek, kızıl gibi bulaşı­ Şehremaneti Meclisi 1894'te bir maz­ Belediye Hastanesi adım aldı. 1983'te
cı hastalıklara tahsis edilmişti. 1, 2, 3 nu­ bata ile, yanan binanın arsasına, civarın­ de el değiştirerek Sağlık Bakanlığı'na
maralı koğuşlar sıradan hastalıklara, 4. daki bir ev ile bir arsanın da istimlak geçti. Bugün Beyoğlu Devlet Hastanesi
koğuş ise çocuklara aitti. Bina odun so- edilmesiyle bölgedeki yabancı hastane­ adı altında faaliyetini sürdürmektedir.
225 ALTINCI FİLOYU PROTESTO

Bibi. Abdullah Bey-Zoeros-Mordtmann, "No­ sabahı işgal ederek Amerikalıların geç­ lar 15 Temmuz 1968 günü 6. Filo'nun
tices sur les hopitaux de Constantinople", mesine izin vermeyeceklerini açıkladı­ istanbul'a gelişiyle başladı. Aynı gün
Gazette Medicate d'Orient, c. 18, no. 6-7,
lar. Yayımlanan bildiride "şımarık Ame­ İTÜ'de öğrenci dernekleri bir toplantı
(1874), s. 115-117; Müessesât-ı Hayriye-i Sıh­
hiye Müdüriyeti, İst., 1911, s. 57-60: B. N. rikalı ve Amerikan askeri" için Saygon düzenlediler ve yapılacak protesto ey­
Şelısuvaroğlu, Istanbulda 500 Yıllık Sağlık ile Türk limanlarının pek fark etmediği, lemlerini tartıştılar. Toplantı ertesi,
Hayatımız, İst., 1953; B. N. Şelısuvaroğlu, kentlerimizi "cinsel boşalım merkezi" gençlerin Taksim Alam'na çıkışı toplum
"İstanbul Sağlık Hayatı", İstanbul 11 Yıllığı, olarak kullandıkları, en çok satan gaze­ polisince engellendi. Öğrenci liderleri
İst., 1973, s. 452-453; İ. Ortaylı: Tanzimat- telerin objektiflerine kucaklarında Türk gözaltına alındı.
dan Cumhuriyete Yerel Yönetim Geleneği.
İst., 1985, s. 139; İstanbul Tabip Odası, İs­ kızları olduğu halde poz verdikleri, İs­ 16 Temmuz günü, İTÜ'lü öğrenciler
tanbul Tıp Katalogu 86-87, 1st., (1987), s. 28: tanbul sokaklarının Saygon sokaklarına bu durumu protesto etmek üzere Dol­
O. Balcıgil, "Geçmiş Zaman Olur ki. Şimdiki benzetilmek istendiği kaydediliyor, "İşte mabahçe rıhtımına indiler; göndere ya­
Beyoğlu Hastanesi'nin Aslı İngiliz Bahriye biz Türk gençleri olarak bu kez buna rıya kadar bayrak çektiler. Gerekçe 6.
Hastanesi'dir", Hürriyet Magazin, no. 7, 12 izin vermemek azmindeyiz" deniyordu. Filo'nun Türkiye'nin "tam bağımsız'Tığı
Şubat 1989.
TİP (Türkiye İşçi Partisi) Genel Sekre­ için tehdit oluşturduğuydu. Bu sırada
NURAN YILDIRIM
teri Rıza Kuas da yayımladığı bildiride İTÜ sürekli polis ablukası altındaydı.
ALTINCI FİLOYU PROTESTO "Emperyalist Amerika'nın Akdeniz korsa­ Taksim ve Gümüşsüyü çevresinde po­
nı" 6. Filoyu artık Boğaziçi sularında lislerle öğrenciler vur-kaç yöntemiyle
OLAYLARI görmek istemediklerini, Lozan Antlaşma- çatışıyorlardı.
6. Filo'nun İstanbul'u ziyareti sırasında sı'na hayır diyen Amerika'nın, İstan­ Aynı gece bir grup öğrenci Gümüş-
Amerikan askerlerine karşı girişilen ey­ bul'un kurtuluşunun kutlandığı günlerde suyu'ndan Taksim'e doğru yürüdü. Po­
lemler. Dolmabahçe'ye demir atmasının Türk lis 16 öğrenciyi Toplantı ve Gösteri Yü­
1967-1969 yılları arasında özellikle halkının bağımsızlığına karşı alenen say­ rüyüşleri Yasası'na aykırı hareket gerek­
eğlence yerlerinin ve genelevlerin bu­ gısızlık oluşturduğunu belirtiyordu. çesiyle gözaltına aldı. Gençler Dolma-
lunduğu Beyoğlu'nda Amerikan asker­ 7 Ekim sabahı g e n ç l e r e l l e r i n d e bahçe'den Beyoğlu'na çıkan Amerikalı
lerinin başlarından keplerini kapmak, "Yankee, Go Home", "6 Ekim'de kov­ erlerin ve subayların üzerlerine boya
üstlerine kırmızı mürekkep atmak, üni­ duk, 7 Ekim'de geldiler", "Filolarıyla gel­ atıyor, keplerini alıyor ve kıstırdıklarını
formalarını jiletlemek, ya da köşede kıs­ diler, finolarıyla dönecekler", "Türkiye pataklıyorlardı.
tırıp hırpalamakla başlayan "antiemper- Vietnam olmayacaktır" yazılı pankartlar 17 Temmuz günü sabaha karşı İTÜ
yalist eylemler" askerlerin Dolmabah- olduğu halde Dolmabahçe rıhtımını tut­ Rektörü Bedri Karafakioğlu'nun, yurdun
çe'de kargatulumba denize atılmasına tular. Sol basın, direnişi Türkiye'nin üniversite dışında olduğunu belirtmesi
kadar vardı. "ikinci kurtuluş savaşının ilk muharebe­ üzerine Talebe Birliği ve 444 öğrencinin
Kıbrıs sorununda Amerika'nın tutu­ leri" olarak yorumluyor, gençlik ve işçi kaldığı İTÜ Öğrenci Yurdu polis tarafın­
mu, Vietnam Savaşı, Ortadoğu'da ABD' liderlerini "Yankee emperyalizmi''ne dan basıldı. Öğrenciler direndi. Arala­
nin İsrail yanlısı tavrı ve Israil-Arap sa­ karşı mücadele açmaya çağırıyordu. rında FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu)
vaşı 1960'lı yılların gençliğini Amerika Gençlerin Dolmabahçe rıhtımını tut­ İstanbul Sekreteri Veysi Sarısözen'in de
karşıtı bir tavır almaya sevk etti. "Ameri­ ması üzerine Amerikalı askerler sahile bulunduğu 30 öğrenci tutuklandı. Yak­
kan emperyalizmi" bu yıllarda sol söy­ başka yerlerden çıkarıldılar. Subaylar laşık yedi saat süren olaylar sırasında 35
lemin ana muhalefet çizgisiydi. ABD'nin helikopterlerle Yeşilköy'e götürüldü. 12 öğrenci, 70 polis yaralandı. Ağır yarala­
Akdeniz'deki gücü 6. Filo, gençlik ey­ Ekim'de de, bu kez İzmir'de, Amerika nan Vedat Demircioğlu, Alpaslan Ertuğ-
lemlerinin hedeflerinden biri oldu. Bu aleyhtarı gösteriler yapıldı. rul ve Kerim Taşgören adlı öğrenciler
gösteriler İstanbul'da Haziran 19ö7'de Bir sonraki yıl, gençliğin benzer ey­ İlk Yardım Hastanesi'ne kaldırılarak yo­
başladı ve dönem dönem tekrarlanarak lemleri sürdü. Sol yazının bir kesiminde ğun bakıma alındılar. Vedat Demircioğ­
Kanlı Pazar diye bilinen 1969 Şubat'ma "Dolmabahçe Direnişi" diye bilinen olay­ lu tüm çabalara karşın kurtarılamadı ve
kadar sürdü. Bu süre içinde, 6. Filo'nun
Türk limanlarını her ziyareti gençliğin
protestosuyla karşılaştı.
24 Haziran 1967 günü, Amerika'nın
Türkiye ve Ortadoğu'daki rolüne karşı
öğrenci gösterileri sırasında Alp Kuran
ve arkadaşları hırpalandı. Olayı izleyen
günlerde, TMGT (Türkiye Milli Gençlik
Teşkilatı) ve TMTF'nin (Türkiye Milli
Talebe Federasyonu) bunu protesto et­
mek üzere yayımladıkları bildiride, "Bu
kahbece hırpalanmanın Amerika'ya ve
CIA'ya uşaklık edenlerden beklenebile­
ceği" belirtiliyor, "Türkiye'deki Ameri­
kan üslerini söküp atacağız" deniyordu.
6. Filo'ya karşı gösteriler Eylül 1967'de
tırmanışa geçti. Olaylar 6. Filo'nun İz­
mir'e, ardından İstanbul'a gelişiyle ve
Dolmabahçe önlerine demiıieyişiyle baş­
ladı. Ziyaretin İstanbul'un düşman işga­
linden kurtuluşunun 45. yıldönümüne
rastlaması yükseköğrenim gençliğinin si­
yasal bilincinde yer etmiş "bağımsızlık"
duygularına da ters düşüyordu.
İTÜ, İTÜ Teknik Okulu, ODTÜ, İs­
tanbul Yüksek Teknik Okulu öğrenci
birlikleri ortaklaşa bir protesto hareketi
düzenlediler. 6. Filo erlerinin ayak bas­ 6. Filo'yu protesto amacıyla Dolmabahçe sahilinden denize siyah çelenk atan TMTF'li öğrenciler.
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
tıkları Dolmabahçe rıhtımını, cumartesi
Al TIN KUM PLAJI 226

24 Temmuz günü öldü. Öğrencilerle Tuslog Komutanlığımın duvarları siyaha 1969 günleri 6. Filo'ya karşı gösteri ya­
toplum polisi arasında çıkan çatışma, 27 boyandı. panlarla polis arasında çatışmalar çıktı.
Mayıs'tan beri, bu tür olayların ilki idi. 20 Temmuz günü gençlik örgütleri 16 Şubatla Taksim'de düzenlenen mi­
İTÜ Öğrenci Yurdu baskını ertesi, Beyazıt'ta emperyalizme karşı büyük bir tinge bu kez gençliğin yanısıra sendika­
gençler Taksim Alanıma kadar bir pro­ miting düzenlediler. Bir gün sonra Mec­ lar ve meslek kuruluşları da katıldı. O-
testo yürüyüşü düzenlediler. "Bağımsız lisle, İçişleri Bakanı Faruk Sükan bu laylar 6. Filo'ya karşı gösteri yapanlara,
Türkiye", "Kahrolsun Amerika", "Ameri­ hareketlerin ve akımların hürriyeti kötü­ "Müslüman Türkiye" diye bağıran bir
kalı it, evine git", "Tanklarıyla toplarıyla ye kullanmak olduğunu, ülkedeki sükû­ grubun saldırıya geçmesiyle başladı.
gelseler dahi, bağımsız olacak Türk'ün neti bozduğunu, vatandaşlar arasında Gençlere sopalarla ve bıçaklarla saldı­
ülkesi" sloganları atıldı. Taksim Ala- şikâyetlere yol açtığını ve devletin pres­ ran kalabalık karşısında toplum polisi
nı'nda 6. Filo'yu protesto eden gençler, tijini sarstığmı söyleyerek, bunların de­ çaresiz kaldı. Sokak aralarındaki çatış­
daha sonra Amerikalı denizcilerin kadın­ vamına izin verilmeyeceğini bildirdi. malarda 2 işçi öldürüldü; 200 kişi yara­
larla girdikleri Opera Oteli'ni taşladılar. 24 Temmuz günü Vedat Demircioğ- landı. Kanlı Pazar ya da 16 Şubat Ola­
Ardından açığında 6. Filo'nun demir­ lu'nun komadan kurtarılamayarak ölme­ yımı anlatan basın, "Taksim Savaş alanı­
li olduğu Dolmabahçe rıhtımına yönel­ si ikinci bir öğrenci-polis çatışmasına na döndü" diyordu.
diler. Durumun vahamet kazanması neden oldu. FKF'liler Vilayete' siyah çe­ Tabii Senatör Ahmet Yıldız, Kanlı Pa­
üzerine • FKF yöneticileri ve İTÜTB (İs­ lenk koymaya ve "oturma grevi" yap­ zar olayından hükümeti sorumlu tuttu ve
tanbul Teknik Üniversitesi Talebe Birli­ maya karar verdiler. 47 öğrenci tutuk­ istifasını istedi. Demirel Kanlı Pazar'la il­
ği) Başkanı Harun Karadeniz yürüyüş­ landı. İstanbul Üniversitesi'nde toplanan gili filmlerin televizyonda gösterilmesini
çüleri durdurmak istediler. Ancak, Mus­ gençler Vilayet'e yürüdüler. Divanyo- yasakladı. Basın bunun bir sansür oldu­
tafa Gürkan ve öteki DÖB'lüler (Dev­ lu'nda polisle çatışmaya girildi. Vedat ğunu ileri sürdü; Demirel kanunun ken­
rimci Öğrenci Birliği) yürüyüşün sürdü­ Demircioğlu'nun cenazesinin gençlere disine bu yetkiyi verdiğini söyledi.
rülmesinden yana etkin ajitasyona giriş­ verilmemesi üzerine sembolik bir tabut­ Kanlı Pazar'dan sonra Amerikan hü­
tiler. Polis kiüeyi durduramadı ve rıhtı­ la yürüyüşe geçildi. Öğrenci ile polis kümeti 6. Filo'nun Türkiye ziyaretlerini
mı boşalttı. Bu sırada botlarla açılmaya sokak aralarında çatıştı. Askeri inzibat bir süre için ertelemeye karar verdi.
çabalayan Amerikan erleri gençler tara­ birlikleri devreye girdi. Bibi. E. Korkmaz, Kafa Tutan Günler: 68
fından denize atıldılar. Filo'ya ait motor­ Temmuz olayları TMGT'nin ayın Güncesi, İst., 1969; S. Genç, Bir Devrin Perde
lar taşlandı. Yeşilköy'den Amerikan do­ 27'sinde yaptığı "Anayasa ve Kanunlara Arkası... 1960-7T. 12 Mart'a Nasıl Gelindi,
nanmasına erzak getiren bir kamyon Saygı" mitingiyle son buldu. Dolmabah­ Ankara. 1971; H. Karadeniz, Olaylı Yıllar ve
yağmalandı ve yakıldı. Amerikalılara ait Gendik, İst., 1975; H. Çetinkaya, Sancılı Yıl­
çe olayları TİP yanlısı "Sosyalist Dev- lar (1965-1971), İst., 1986; A. Yıldırım, Bel­
bir askeri otobüs taş yağmuruna tutul­ rimciler'le sonraki yıllarda Milli De­ gelerle FKF. Dev Genç. 2 cilt, Ankara. 1988,
du. Dolmabahçe duvarları ve yerler ya­ mokratik Devrim yanlısı olan "Demok­ 1990; E. Höke, 1960lardan 1980'e Gençlik
zılarla donatıldı. ratik Devrimciler" ayırımının belirginleş­ ve Mücadelesi, İst, 1989; A. Kabacalı, Türki­
İstanbul Merkez Komutam Tümgene­ mesine neden oldu. TİP "oportünizm" ye'de Gençlik Hareketleri, İst., 1992; Sosya­
lizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi.
ral Selami Pekün gençlere dağılmalarını ile suçlandı.
söylediyse de sözünü dinletemedi. Tüm­ Kısa bir süre sonra 6. Filo liman ZAFER TOPRAK
general Pekün omuzlarda taşındı ve or­ kentlerini tekrar ziyarete geldi. 21 Ağus­
du lehinde tezahüratta bulunuldu. Bu tos 1968 günkü Cumhuriyet gazetesi Dı­ ALTIN KUM PLAJI
arada 41 öğrenci geç saatlerde gözaltına şişleri Bakanlığımın ve Deniz Kuvvetle- Boğazin yukarı kesiminde, Rumeli ya­
alındı; 400'e yakın toplum polisi Dol­ ri'nin, 30 Ağustos Zafer Bayramı ve 9 kasında Rumelikavağı'mn kuzeyinde,
mabahçe rıhtımını kuşattı. Eylül İzmir'in kurtuluşu ile aynı zamana doğal bir plajdır. Şirket-i Hayriye(-0 ta­
18 Temmuz günü İTÜ Rektörü Prof. rastlayan 6. Filo'nun ziyaretlerine karşı rafından, 1929'da, halkın ailece, kadınlı
Karafakioğlu ile dekanlar ve senato çıktığım yazıyordu. 30 Ağustos günü Za­ erkekli denize girebilmesi amacıyla so­
üyeleri topluca görevlerinden istifa etti­ fer Bayramı nutkunda Cumhurbaşkanı yunma kabinleri kurulması ve doğal
ler. Gözaltına alman 30 öğrenci ilk sor­ Sunay, Türkiye'nin Nato müttefikleriyle kumsalın düzenlenmesiyle açıldı. Ana­
gularından sonra tutuklandı. Amerika'ya ilişkilerini sarsmaya uğraşan aşın grupla­ dolu yakasındaki Küçüksu Plajı'yla bir­
karşı gençlik hareketi bu sırada Anka­ rı eleştirdi ve 6. Filo'ya geleneksel misa­ likte, tasarlanarak işletmeye açılmasında
ra'ya da sıçradı. Amerikan Haberler firperverliğin gösterilmesini istedi. Boğaz'ın gelişip kalkınmasını ilke edi­
Merkezi, Pan Amerikan Hava Yolları ve 6. Filo olaylarının son evresi 1969 nen Şirket-i Hayriye'nin yöneticilerin­
Amerikan Kültür Merkezime molotof­ Şubat ayıdır. Filo'nun İstanbul'u yeni­ den Necmettin Kocataş'la birlikte Mü­
kokteyli atıldı; cam ve vitrinleri kırıldı; den ziyaret etmesi üzerine 10-13 Şubat dür Sadi Akant'ın da emeği geçti.
İncecik kumu ve tertemiz deniziyle
dikkati çeken Altmkum'da soyunma ka­
binleri ve bir lokanta da yaptırıldı. O ta­
rihlerde Sarıyer'den ulaşılması hayli zor
olduğundan vapur seferleri düzenlendi.
Şirketin o sıralarda yeni inşa ettirdiği
vapura da "Altınkum"(->) adı verildi. Ne
var ki plaj, şehre uzak olduğu için fazla
rağbet görmedi. Araya II. Dünya Sava-
şı'nm girmesiyle, Sarıyer Yenimahal­
le'den itibaren sahil şeridi askeri bölge
içine alınınca, çevreye giriş çıkışlar kı­
sıtlandı. Plajın ulaşımı daha da güçleşti.
Plaj bugün halka açıktır. İstanbul'da
halen denize girilebilen ender doğal
plajlardan biridir. Sarıyer'den kalkan be­
lediye otobüsleri ve dolmuşlarla gidile­
bileceği gibi, şehir hattı vapurları da ya­
nı başındaki Rumelikavağı İskelesi'ne
yaz kış ring seferleri yapmaktadır.
ESER TUTEL
227 ALTINYURT SPOR KULÜBÜ

19. yy'm tanınmış simalarından Altu-


nizade İsmail Zühdi Paşa'nın(->) babası
Hacı Ali Efendi Varakçı Hanı'nda varak­
çılar kethüdalığı yapmıştı. 19. yy sonla­
rına doğru Avrupa'dan ithal edilen fab­
rikasyon altınvarakla rekabet edemeyen
Osmanlı altınvarakçılığı terk edildiğin­
den bu handa da kuyumculuk malze­
meleri satan işyerleri açılmıştır.
Altınvarak daha çok müzehhipler,
mücellitler, minyatürcüler, lake ressam­
ları ve hattatlar tarafından kullanıldığı
gibi mobilyacılıkta, endam aynası ve
kavukluk yapımında, mermer süsleme­
lerinde ve kitabelerde, madenden yapı­
lan kubbe ve minare alemlerinde de
kullanılmıştır.
MEHMET ZEKİ KUŞOĞLU

Altınkum Vapuru ALTIN YURT SPOR KULÜBÜ


Salâhaddin Giz
İlk kuruluş tarihi 1935 tir. Altunizade
semtinin Tophanelioğlu kesiminde tram­
ALTINKUM VAPURU adlandırılır; deste ya da tefe olarak alı­ vay caddesi üzerinde boş bir dükkânda
nıp satılırdı. kurulan kulübün futbol ve voleybol ta­
Şirket-i Hayriye'nin, Cumhuriyet'ten
Altınvarak, geniş yüzeylere levha ha­ kımları vardı. Gençler sporla yetinmeyip
sonra inşa ettirdiği Boğaz vapurlarından
linde yapıştırma yoluyla uygulandığı gi­ tiyatro kolu ile gezi kolu da kurmuşlar­
biridir. 1 9 2 9 ' d a , I s k o ç y a ' d a , Glas-
bi, derin bir porselen kapta sulandırıl­ dı. Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu'nun Akıl
gow'daki Fairfield Sihpbuilding Cop.
mış arapzamkı ile ezilip boya kıvamına Taciri, Kafa Tamircisi, İnanmak adlı
tezgâhlarında yapıldı. Baca numarası
getirildikten sonra fırça ile gereken yer­ yapıtları kitap olarak yayımlanmadan
74'tür. Yazın 975, kışın da 885 yolcu alı­
lere uygulanabilmiştir. önce ilk kez kulüp sahnesinde oynan­
yordu. 415 grostonluk olup 46 m uzun­
Altınvarakçılık eskiden Osmanlı ku­ mıştı, ilk Altınyurt üç yıl yaşadı.
luğunda, 7,6 m genişliğindeydi; su kesi­
mi 2,9 m kadardı. Toplam 580 beygir­ yumculuğunun merkezi olan İstanbul'da İkinci Altınyurt o yılları yaşamış o-
gücündeki iki buhar makinesiyle saatte Kapalıçarşı'nın içinde ve çevresinde yer lanların girişimiyle 16 Mart 1959'da ku­
10 milin üzerinde hız yapabiliyordu. alan han ve işliklerde yapılırdı. Özellikle ruldu. Kurucuları arasında Tuna Baltacı-
Baş tarafında ayyıldız içeren kabartma Kapalıçarşı'da Sandal Bedesteni yakının­ oğlu, Metin Yasavul ve Engin Yesarioğ-
süsler vardı; sonra bunlar bakım zorlu­ da Çuhacı Hanı Sokağı ile Karakol Soka­ lu vardı. Kulüp etkinlikleri futbol, vo­
ğundan kaldırıldı. ğı arasında bulunan Varakçı Hanı da bu leybol ve basketbolü kapsıyordu. Kulüp
geleneksel sanatın merkezlerindendi. üyeleri ve yöneticileri spor kadar tiyat­
İstanbul'a getirildiği günlerde, kıç ta­ Devlet, altın ve gümüş tüketimini, dola­ roya da önem veriyorlardı. Kulüp he­
rafındaki İngiliz bayrağının Türk kara­ yısıyla da altınvarakçılığı İstanbul kadısı nüz bir binaya kavuşmamış olduğundan
sularında indirilmesi gerekirken indil- eliyle denetim altında tutuyordu. Altınva­ tiyatro kolu Ekim 1959'da Altunizade
memesi bazı tatsız olaylara yol açtı. So­ rak belli büyüklükte kalıba göre seçildiği Köşkü(->) salonunda Şinasi'nin Şair Ev­
nunda, Ticaret-i Bahriye Müdüriyeti'nin ve kalınlığı da belli olduğu için destesi lenmesi ile Thornton Wilder'in Trenton
girişimleriyle indirilerek yerine Türk on beş altından satılırdı. Zaman zaman ile Camden'a Mutlu Yolculuk adlı oyun­
bayrağı çekildi. altmvarakçılar büyük kalıplarla çalışır, larıyla ilk etkinliğini gösterdi. Oyunları
Şirket-i Hayriye'nin tanınmış kaptan­ bu yüzden altın fiyatlarında yapay bir sahneye Hasan Kuruyazıcı koymuştu.
larından Şeref Kaptan'm bir süre süvari­ yükselme olurdu. Devlet hassa (saray) Kulüp 196l'de Altunizade'de Küçük
liğini yaptığı bu vapurla 1930'lu yıllarda nakkaşlarının altınvarak sıkıntısı çekme­ Çamlıca Caddesi üzerinde üyelerinin
normal posta seferlerinin dışında, Yalo­ mesi için her varakçının haftada dört çaba ve katkılarıyla bir lokal binasına
va'ya, Çınarcık'a müzikli eğlence sefer­ deste varağı esnaf yiğitbaşılarma teslim sahip oldu. Lokalde bir de küçük sahne
leri de düzenlendi. Şeref Kaptan genç etmelerini ve saray için buradan satın vardı. Bu sahnede 1961-1963 yıllarında
yaşta ölünce, cenazesi yine bu vapurla alınmasını uygun görmüştü. sonradan ün kazanan Müjdat Gezen,
Beykoz'a götürüldü.
Boğaz sularında aralıksız 55 yıl çalış­
tıktan sonra 1984'te kadro dışı bırakılan
Altınkum, 1987'de de satışa çıkartıldı.
Bugün, Gelibolu-Eceabat arasındaki Bur-
hanlı mevkiinde, Sur ve Göztepe adlı şe­
hir hattı vapurlarıyla birlikte yeniden de­
ğerlendirilmek üzere bekletilmektedir.
ESER TUTEL

Al 11.\YARARCILIK
Altınvarak, külçe altının haddehanede
silindirden geçirilmesi ve daha sonra
değişik özellikteki deriler arasında dö­ Altınyurt Spor
k e r e k inceltilmesiyle elde edilen çok Kulübü'nün
ince bir kâğıt görünümündeki levhadır. sunduğu kanto
gösterilerinden
Belli boyutlarda kesilip aralarına "tükü­ biri, 1965.
rük kâğıdı" konularak on yaprağı bir Tuna Baitacıoğlu
"deste", yirmi destesi de bir "tefe" diye arşivi
ALTUNBEZER, İSMAİL HAKKI 228

Savaş Dinçel, Atila Alpöge. Arif Erkin.


Mehmet Akan, Ergun Köknar. Çetin
İpekkaya gibi birçok genç sanatçı oyun
sergiledi. Yine bu yıllarda kulüp İstan­
bul'da ilk kez Direklerarası'nın eski ra­
mazan eğlencelerini canlandırdı. Kulü­
bün tüm amatör sanatçıları on yıl bo­
yunca ramazan ayında kanto eğlencele­
ri düzenlediler. Bu etkinlik kamuoyun­
da ve basında büyük ilgi uyandırdı.
1965'te eskrim kolu kuruldu. Sosyal
çalışmalar çerçevesinde resim sergileri,
edebiyat geceleri, konserler, konferans­
lar, geziler, sinema şenlikleri, sanatçıları
anma günleri, folklor, tiyatro gibi etkin­
likler de geniş bir şekilde yer alıyordu.
Kulüp 1965'te futbol şubesini kapattı.
Voleybol, basketbol, eskrim dalları Be­
den Terbiyesi Genel Müdürlüğü'nce tes­
cil edildi. 1969'da voleybol şubesinin
başına Mehmet Bengü getirildi. Mehmet
Bengü, Türkiye'de ilk kez Asya voley­ Altunbezer'in müsenna bir yazısı.
bolu diye adlandırılan hızlı ve aldatma­ Şevket Rado. Türk Hattatları
calı bir uygulama başlattı. Bu sistem bir­
kaç yıl içinde sonuç vermeye başladı.
Voleybol A Takımı durmadan gelişerek saray Sultanisi'nde de resim öğretmenli­ dır: Üsküdar, Selimiye. Edirnekapı, Zey­
1974'te Türkiye Ligime yükseldi. Yine ğinde bulundu. nep Sultan, Abdi Subaşı camilerinin
Türkiye voleybol tarihinde ilk kez ger­ Medresetül-Hattatin 1928'de kapa­ kubbe yazıları, Üsküdar Şemsi Paşa Ca­
çek amatör oyunculardan kurulu bir ta­ nınca emekli oldu ise de bir müddet mii kuşak yazısı. Ayrıca İstanbul'da La­
kım 12 yıl küme düşmeden Türkiye Li- sonra açılan Şark Tezyini Sanatlar Mek­ leli. Bebek, Bakırköy, Kemer Hatun ve
gi'nde kalmayı başardı. tebine tezhip hocası oldu. Bu okulun Ağa Camii'nde de eserleri vardır. En
Kulüp, bugün lokal binası bitişiğinde müdür yardımcılığını yaptı. Daha sonra meşhur öğrencileri Macid Ayral(->) ile
Genel Sigorta Şirketi'nin yardımıyla ya­ Güzel Sanatlar Akademisi Türk Tezyini Halim Özyazıcı'dır(->). Altunbezer, Ha­
pılan güzel bir kapalı salona sahiptir. Sanatlar Şubesi tezhip öğretmenliğine fız Osman ve Mustafa Rakım ekollerinin
Bu tesislerden yaklaşık 300 sporcu ya­ getirildi. Tezhip sanatını Bahaeddin usta temsilcisidir.
rarlanmaktadır. Kulübün en büyük Bey'den öğrenmişti. Bu sanatta kendine Bibi. İnal. Son Hattatlar. 97-101; Rado, Hat­
özelliği kuruluşundan bu yana amatör has bir üslubu vardı ki, klasik anlayışa tatlar, 258-259.
bir semt kulübünün nasıl olması gerek­ aykırı idi. Bu yüzden de ölümünden ALİ ALPARSLAN
tiği yönünde bir örnek oluşturmasıdır. sonra terk edildi. Soyadı kanunu çıkın­
ca arkadaşı hattat Necmeddin Okyay(-0 ALTUNCUZADE TEKKESİ
TUNA BALTACIOĞLU
ona, müzehhipliği dolayısıyla Altunbe­ Eminönü İlçesinde, Şehzadebaşı semti­
zer soyadını uygun görmüş o da bunu nin, eskiden "Ağayokuşu", "Kırkdörtka-
ALTUNBEZER, İSMAİL HAKKI
benimsemişti. Hattatlar arasında daha pısı" veya "Mehmedağayokuşu" olarak
(9 Şubat 1873, İstanbul - 19 Temmuz çok Tuğrakeş İsmail Hakkı diye anılırdı. anılan kesiminde. Kemalpaşa Mahalle-
1946, İstanbul) Özellikle celi sülüs ile Altunbezer, talik müstesna, her çeşit si'nde, Şirvanizade Sokağı ile Yeşil Tu­
uğraşmış hattat, tuğrakeş ve müzehhip. yazı ile uğraştı. Nesih ve sülüs üzerinde lumba Sokağımın kavşağında, mahalle­
Kuruçeşme'de doğdu. Baba tarafı fazla durmadı. Tuğra, divani ve celi di­ ye adını vermiş olan mescidin yanında
beş göbek hattattı. Babası Mehmed İlmi vani de üstüne yoktu. Bilhassa celi sü­ yer almaktadır.
Efendi Kazasker Mustafa İzzet Efen­ lüs yazı kompozisyonundaki buluşları Yanında yer aldığı Kemâl Paşa Mes­
d i n i n ^ ) öğrencisiydi. Altunbezer Aksa­ fevkaladedir. Aynı zamanda hakk (oy­ cidinde imamlık yapan, Halveti tarika­
ray Pertevniyal Valide Sultan Sıbyan macılık) sanatında da ustaydı. tından, "Sarhoş" lakaplı Şeyh Bâlî Efen­
Mektebi'ni, Fatih Rüştiyesi'ni bitirdi. Bu Divan-ı Hümayun'da yazdığı sayısız di (ö. 1572) tarafından 16. yy'm ortala­
arada ilk önce babasından sülüs ve ne­ nişan, ferman, berat ve menşur dışında rında tesis edilmiştir. Bâlî Efendi'nin
sih yazı öğrendi. Daha sonra Sami Efen- yapılardaki eserlerinden bazıları şunlar­ başlangıçta adı geçen mescitte Halvetî
diye(->) devam ederek tuğra çekmeyi,
divani, celi divani ve celi sülüs öğrendi.
1890'da genç yaşında Divan-ı Hümayun
Kalemine girdi. Kısa zamanda yüksele­
rek birinci tuğrakeş (tuğra çeken) oldu.
Bu kalemden çıkan nişan, berat ve men­
şur gibi resmi evrakı yazma işini üstlen­
di. Bu evrakı divani ve celi divani ile
yazarken diğer taraftan da bu evrakın
üst yanma tuğraları çekiyordu.
Altunbezer, 1896'da Sanayi-i Nefise
Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi, şim­
di Mimar Sinan Üniversitesi) resim bö­
lümünü birincilikle bitirdi. Bir aralık çe­
şitli okullarda rık'a yazı öğretmenliği
Altuncuzade
yaptı. 19l4'te açılan Medresetü'l-Hatta-
Tekkesinin
tin'e tuğra ve celi sülüs hocası oldu. Ay­ planı.
rıca Üsküdar İdadisi ve Darülmualli- .1/. Baha Tanınan.
min'de hat, Toptaşı Rüştiyesi ile Galata- 1982
229 ALTUNİZADE

ayini icra ettiği, daha sonra mescidin rumda günümüze intikal eden son yapı­ şini taçlandırmaktadır. Girişin yer aldığı
yanma bağımsız bir tevhidhane inşa et­ sı ise 20. yy başlarına aittir. Kemâl Paşa doğu duvarındaki izlerden, burada iki
tirdiği, hayatı boyunca burada şeyhlik Mescidi'nin yanındaki türbesinde gömü­ katlı ahşap mahfillerin mevcut olduğu
yaptıktan sonra mescidin naziresine gö­ lü olan Hasan Fehmi Paşa'nın eşi Zey- anlaşılmaktadır. Aslında iki katlı olduğu
müldüğü anlaşılmaktadır. Daha sonra neb Feride Hanımın, 1902'de, adı geçen bilinen, ahşap olan üst katı ortadan
tekkenin postnişini olan "Altuncuzade" mescitle birlikte Altuncuzade Tekkesi'ni kalkmış bulunan harem-selamlık kanadı­
ve "Kudsizade" lakaplı şeyhler, tekke­ de yenilemiş olması akla yakındır. 23 nın zemin katı, geçirdiği değişimler so­
nin bu isimlerle de anılmasına sebep Temmuz 1911 tarihli ünlü Aksaray yan­ nucunda özgün tasarımını bütünüyle yi­
olmuşlardır. Bu arada İstanbul tekkele­ gınında Kemalpaşa Mahallesi bütünüyle tirmiştir. Söz konusu iki kanat arasında,
rine ilişkin bazı kaynaklarda tekkenin yandığında muhakkak ki tekke de bü­ basık kemerli geniş bir pencereyle ku­
"Altun", "Altunizade", "Altmcıoğlu" ola­ yük ölçüde harap olmuş ve daha sonra zeydeki Yeşil Tulumba Sokağı'na açılan,
rak kaydedilmiş olduğu görülmektedir. onarım görmüştür. 1925'ten sonra kade­ üstü açık ufak bir avlu bulunmaktadır.
Ayrıca, Saliha Sultanın 1834'teki düğü­ rine terk edilen tekkenin tevhidhanesi Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 256; Ayvansa-
nüne davetli olan şeyhler arasında, Hal- halen mezbelelik halindedir. Harem-se- rayî, Hadîka, I, 180; Çetin, Tekkeler, 585; Ay­
vetîliğin Şabanı kolundan, "Ağayoku- lamlık kanadından geriye kalan zemin nur. Saliha Sultan, 34, no. 18; Asitâne, 9;
şu'nda Altmcıoğlu Tekkesi Şeyhi Müş­ kat ise Kemâl Paşa Mescidi'nin imam Osman Bey, Mecmua-i Cevámí, I, 8-9, no.
10; İhsaiyat, II, 22; M. B. Tanman, "Altuncu­
tak Efendi'nin" adı geçmekte, tekkenin meşrutası olarak kullanılmaktadır. zade Tekkesi". DİA, II. 544-545.
bu tarihten itibaren Halvetîliğin bu ko­ M. BAHA TANMAN
luna bağlı kaldığı, "Hacı Müştak" veya Mimari programı ve boyutları asgari
"Müştakzacle" gibi adlarla da anılmaya düzeyde tutulmuş, mütevazı bir zaviye
olan Altuncuzade Tekkesi, aralarında AITUNÎZADF
başladığı tespit edilmektedir.
duvarla bağlantı kurulmuş iki kanattan Üsküdar-Kısıklı yolu üzerinde, Bağlarba-
İlk yapının özellikleri bilinmemekte, oluşmaktadır. Batı kanadı tevhidhaneyi, şı ile Millet Bahçesi adı verilen park ara­
çeşitli tarihlerde onarımlar geçirdiği hat­ doğu kanadı da iki katlı harem ve se­ sında kalan bölgenin güneye, Koşuyo-
tâ yeni baştan inşa edildiği anlaşılmakta­ lamlık bölümlerini barındırmaktadır. Ka­ lu'na doğru uzanan kesimine Altunizade
dır. Özellikle 1826 tarihli Vaka-i Hayri­ reye yakın dikdörtgen planlı ufak tev­ adı verilir. Semtin adı Altunizade İsmail
ye'de, hemen yanında bulunan, "Eski hidhane, son devre ait sıradan bir mescit Zühdi Paşa'dan(->) gelmektedir. İsmail
Odalar" isimli yeniçeri kışlasının yakıl­ niteliğindedir. Duvarlar moloz taş ve Zühdi Paşa'ya "Altunizade" adı, babası
ması sırasında tekkenin de tahrip oldu­ tuğla ile örülmüş, üstü ahşap çatı ile ka­ döneminin büyük altınvarakçılarmdan
ğu, 1826-1834 arasında, yukarıda adı ge­ patılmıştır. Doğu yönünden girilen bu ve ticaret filosu sahibi Altuni Hacı Ali
çen Şeyh Müştak Efendi tarafından Şaba- mekânda toplam beş adet basık kemerli Efendi olduğu için II. Mahmud tarafın­
nî koluna bağlı olarak ihya edildiği tah­ pencere bulunmakta, tuğla ile örülmüş dan verilmiştir. İsmail Zühdi Paşa, Altu­
min edilebilir. Tekkenin, yarı yıkık du­ olan bu kemerlerin bir eşi de mihrap ni­ nizade lakabını aldıktan sonra bu semtte

Altunizade
İstanbul
Ansiklopedisi
ALTUNİZADE KÖŞKÜ 230

iki köşk, bir cami, çeşme, iptidai ve rüş­ ti. Altunizade İlkokulu bugün, bu bina­ bahçe içinde beş tane havuz, bir de ha­
tiye mektepleri, fırın, hamam, karakol, da öğretimini sürdürmektedir. mam bulunuyordu. Havuzlardan biri,
vakıf evleri ve dükkânlar yaptırmıştır. Altunizade semtinin Üsküdar-Kısıklı içinde kayıkla gezilebilecek büyüklük­
Altunizade semti geçmişte, büyük tramvay caddesinin bulunduğu kuzey teydi. Havuzun ortasında küçük bir
bahçe içinde köşkleri ve konaklarıyla kesimine eskiden Tophanelioğlu denir­ adacık vardı.
İstanbul'un ünlü bir yazlık köşesiydi. di. Şimdi Tophanelioğlu adı bilinmeyen Köşkün ayakta kaldığı 120 yıl içinde
Şimdi çoğu yıkılmış olan eski Altuniza­ bir nedenle Koşuyolu'na inen caddeye yaşanan en ilginç olaylardan biri, I. Dün­
de köşkleri arasında şunları sayabiliriz: verilmiştir. Tophanelioğlu'nda Gül Baba ya Savaşı sonrasında İstanbul işgal altın­
Altunizade Köşkü(->), Sürre Emini Be- adıyla anılan bir yatırın türbesi vardır. da iken Anadolu'ya kaçırılan bazı silah­
hiç Bey'in köşkü (1858) (restore edil­ Altunizade'de Altınyurt adlı bir de spor lar için kısa süreler depo olarak kullanıl­
miştir, Prof. Dr. Fahreddin Kerim Gökay kulübü bulunmaktadır (bak. Altınyurt masıdır. Bir keresinde işgal kuvvetleri
Caddesi no. 33'tedir), Hüseyin Hâki Spor Kulübü). aniden köşkü basarak oturanları bir hay­
Köşkü (1922'de gazeteci yazar Burhan Altunizade semti son yıllarda imar li korkutmuşlar fakat yaptıkları aramada
Felek'in amcası tarafından satın alınmış, durumunda yapılan değişiklik nedeniy­ saklı olan silahları bulamamışlardır.
1947'de Burhan Felek tarafından Emni­ le işyeri binalarının, sitelerin ve apart­ Köşk çok uzun yıllar onarım görme­
yet Genel Müdürlüğüme satılmıştır. Ha­ manların birbiri ardından yükseldiği bir miş, artık içinde oturulamaz bir duruma
len polis prevantoryumu olarak kulla­ çevre haline geldi. Bahçeler, yeşillikler gelmişti. Bu nedenle birinci derecede
nılmaktadır), Âdile Sultan Kasrı(->) ve arasındaki köşklerle belirlenen görünü­ eski eser sınıfına giren köşk, 1987'de İs­
Abdülaziz Av Köşkü(~>) bakımlı olarak mü değişti. Genel müdürlüklerini Altu­ mail Zühdi Paşa'nın vârisleri tarafından
ayakta durmaktadır. Millet Bahçesi'nin nizade ve çevresine taşıyan birçok ta­ içerisi ve dışarısı aynı görünümde ol­
karşısında Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa Sa­ nınmış kuruluştan sonra Eylül 1993'te mak üzere yeniden inşa edilmek koşu­
rayı bugün Sabancı Holding'e aittir. Al- Capitol adlı büyük alışveriş merkezinin luyla STFA firmasına satıldı ve 1988'de
tunizade'nin diğer ünlü köşkleri arasın­ (bak. Alışveriş Merkezleri) açılmasıyla yıktırıldı. Yeni binanın yapımına ise şu
da Rauf Paşa Köşkü, Nafiz Paşa Köşkü semt, bahçeli yazlık köşklerin gözde ol­ ana kadar başlanmamıştır.
ve Sermet Efendi Köşkü sayılabilir. duğu o eski havasını tümüyle yitirdi. Altunizade Köşkü kuruluşundan iti­
Semtin en önemli camii olan Altuni­ TUNA BÂLTACIOĞLU baren kültür ve sanat faaliyetlerine açık
zade Camii'nin (bak. Altunizade Külli­ bir yuva olmuştu. Cumhuriyet sonrasın­
yesi) banisi İsmail Zühdi Paşa'dır. Cami­ da, aile bireylerinin ve yakınlarının sa­
ALTUNİZADE KÖŞKÜ
in önünde bir çeşme ve Altunizade aile­ natın çeşitli kollarına yatkınlıkları köş­
Altunizade Köşkü semte adını vermiş kün sanat atmosferini daha da zengin­
sine ait bir mezarlık yer alır. Bu mezar­
olan Altunizade İsmail Zühdi Paşa tara­ leştirdi (bak. Altınyurt Spor Kulübü).
lıkta İsmail Zühdi Paşa, eşi Habibe Nev-
fından 1868'de inşa ettirilmiştir. Paşa Köşk 1 Mart 1935 ile 31 Aralık 1936 ta­
res Hanım, kız kardeşi Emine Şerife Ha­
daha önce o zaman sahibi bulunduğu rihleri arasında iki yıla yakın bir süre,
nım, oğlu Ali Necib Bey ve torunu Emi­
Milli Eğitim Bakanlığı Validebağ Pre­ Saime Altunigfl'in eşi Ismayıl Hakkı Bal-
ne Rabia Hanım yatmaktadır. Camiin bi­
vantoryumu arazisi içinde kendisi için tacıoğlu'nun çıkarmakta olduğu haftalık
tişiğindeki "akaretler" adı verilen evler­
bir köşk yaptırmıştır. İlk Altunizade Yeni Adam dergisinin yönetim yeri ol­
de, kira ödemeden imam ve müezzinler
Köşkü budur. muştu. Erenköy'de oturmakta olan ünlü
otururdu. Diğer evlerin, dükkânların, fı­
rın ve hamamın iradı camie verilirdi. Harem ve selamlık bölümleri birbiri­ besteci Yesari Asım Arsoy(->) 1940'lı yıl­
Camiin karşısında Küçük Çamlıca yolu ne köprüyle bağlı olan ve Küçüksu Kas- larda bazı geceler Altunizade Köşkü'
üzerinde Altunizade Karakolu vardır. rı'nı(->) andıran bu köşkün dış görünü­ nün üst salonunda ışıkları söndürterek
Karakol binası da İsmail Zühdi Paşa ta­ mü çok güzeldi. Bu güzelliğin övgüsü­ ay ışığında Altunizadelilere kendi beste­
rafından 1866'da yaptırılmıştır. nü duyan Abdülaziz, İsmail Zühdi Pa- lerini o k u m u ş t u . Nazım H i k m e t ' i n
Altunizade semtinin güneye doğru şa'yı huzura çağırarak ima yoluyla bu 1948'de yazdığı "Angina Pektoris" adlı
uzanan kesiminde eskiden bellibaşlı üç köşkün kendisine verilmesini ister. Pa­ şiirinde: Sonra, bizim burda mahkûm­
yapı yer alırdı. Bunlar Koşuyolu'na doğ­ dişahın isteğine boyun eğen İsmail Züh­ lar uykuya varıp revirden el ayak çeki­
ru Muhsin Bey'in köşk ve bahçesi; Saf­ di Paşa bu güzel köşk elinden gidince lince / kalbim Çamlıca'da bir harap ko­
fet Bey'in köşkü ve Validebağ Prevan­ Altunizade Camii'nin karşısmda yeni bir naktadır her gece, doktor, diye sözünü
toryumu idi. Muhlis Bey'in köşkünün köşk yaptırır. Altunizade Köşkü denilen ettiği harap konak Altunizade Köşkü'
yerinde bugün Marmara Üniversitesi bu yeni köşkün dış görünüm olarak es­ dür. Nazım Hikmet'in eşi Piraye Hanım,
Hastanesi ve Huzurevi bulunmaktadır. kisinin aksine hiçbir özelliği ya da gü­ bu harap köşkün bir odasında 10 yılı
Saffet Bey'in köşk ve bağının yerinde zelliği yoktur. Paşa elinden alman ilk aşkın süreyle oturmuştur.
ise STFA şirketinin genel müdürlük bi­ köşkün yapımında özen gösterdiği dış TUNA BÂLTACIOĞLU
naları yükselmektedir. Milli Eğitim Ba­ güzelliğe, bu kez yeni köşkün iç beze­
kanlığına ait Validebağ Prevantoryu­ melerinde yer vermiştir. Altunizade ALTUNİZADE KHLLİYESİ
mumun bahçesinin kuzey kesimine son Köşkü'nün on sekiz odası, üç salonu,
Üsküdar İlçesi'nde, kendi adını taşıyan
yıllarda yapılan okul binasına Haydar­ altı sandık odası, altı helası vardı. İki
mahallede, Ord. Prof. Dr. Fahreddin
paşa Lisesi taşınmıştır. mutfağı içeren bodrum katının üstünde
Kerim Gökay (Küçükçamlıca) ve Top­
bir alçak tavanlı kat ile iki yüksek ta­
Altunizade Camii'nin arkasındaki ip­ hanelioğlu (Koşuyolu) caddeleriyle İs­
vanlı kat olmak üzere, üç yerleşim ka­
tidai mektebinin adı Cumhuriyet'ten mail Paşa Sokağı'nm çevrelediği dik­
tından oluşmaktaydı. Köşk 420 m 2 'lik
sonra Altunizade 14. İlkokul'a dönüştü. dörtgen bir alan üzerinde kurulmuştur.
bir zemin üstüne oturtulmuştu. Bina
Bu okul 1923-1938 arasında Millet Bah- Camideki iki kitabeye göre Abdülmecid
yüksekliği ön cephede 18 m, arka cep­
çesi'ne yakın bir yerde Kısıklı tramvay ve Abdülaziz dönemlerinde önemli gö­
hede 16 m idi. En üst katm salon tavanı
caddesi üzerindeydi, ahşap bir binaydı revler alan devlet adamı Altunizade İs­
bir İtalyan ressam tarafından alçı üzeri­
ve oldukça haraptı. Bu bina yıkılınca mail Zühdi Paşa (1806-1887) tarafından
ne yapılmış çok güzel yağlıboya resim­
okul Yeniyol adlı kavşaktaki kagir bir 1282/1865'te yaptırılan külliye, cami,
lerle bezenmişti. Ayrıca tüm salonların
binaya taşındı. 1954'te İsmail Zühdi Pa- hamam, sıbyan mektebi, muvakkithane,
ve odaların tavan bezemeleriyle merdi­
şa'nm torunu Saime Altunigil, Altuniza­ dükkânlar, fırın, imam ve müezzin meş­
ven korkulukları elişi tahta oyma sanatı­
de Köşkü'ne ait 40 dönüm bahçeyi par­ rutaları ile çeşmeden ibaret olup cami
2 nın birer göstergesi gibiydi. Bir kattan
selletti ve 1.800 m büyüklüğünde bir dışında kalan yapıların bir bölümü çok
diğer kata iniş çıkış dört ayrı merdiven­
arsayı okul yapmak koşuluyla Milli Eği­ harap durumda günümüze ulaşmış, ba­
den yapılmaktaydı.
tim Bakanlığı'na bağışladı. Milli Eğitim zıları da ortadan kalkmıştır. Ayrıca bu
Bakanlığı buraya bir okul binası inşa et­ Köşkün 40 dönüm bahçesi vardı. Bu yapı topluluğunun yakınında, imam ve
231 ALTUNİZADE KÜLLİYESİ

müezzin meşrutalarının karşısında isma­


il Zühdi Paşa'nm konağı bulunmaktay­
dı. Söz konusu konak, yakın bir tarihte
STFA firması tarafından, yeniden inşa
ettirilmek üzere yıktırılmıştır.
Cami: Ord. Prof. Dr. Fahreddin Ke­
rim Gökay Caddesi ile Tophanelioğlu
Caddesi'nin kesiştiği köşeye verev ola­
rak yerleştirilmiştir. Cami, kitabeli bir
kapıdan girilen avlu içinde yer almakta
ve inşa tarihi ile banisini belgeleyen iki
adet kitabe bulunmaktadır. Her ikisi de
Trabzonlu Mehmed Rasim Efendi'nin
(1842-1885) talik hattıyla mermer lev­
halar üzerine yazmış olduğu manzum
kitabelerden, avlu girişi üzerinde yer
alanın metni Senih Efendi'ye ( 1 8 2 2 -
1900), mihrap duvarının dış yüzeyinde-
kininki ise "Asım" mahlaslı şairlerden
birine aittir.
Cami, kare planla ve tek kubbeli bir
Altunizade Külliyesi'nin dükkânları ve geri planda camii.
harim ile enine dikdörtgen planlı ve üç Hakan Arlı. 1993
birimli, kapalı bir son cemaat yerinden
meydana gelmektedir. Duvarlar kesme
taştan inşa edilmiş, harimi örten bağda­ ve akantus yaprakları ile desteklenmiştir. Arap etkilerinin hissedildiği dilimli bir
di kubbe içerden sıva, dışarıdan kur­ Geç dönem Osmanlı minarelerinin ço­ kubbecikle taçlandırılmıştır.
şunla kaplanmıştır. Son cemaat yerinin ğunda olduğu gibi burada da kurşun Sıbyan Mektebi: Tophanelioğlu Cad-
önünde camekânlı bir giriş bölümü kaplı konik ahşap külah yerine kesme desi'ne cepheli olan sıbyan mektebi
mevcuttur. Ortadaki daha büyük olmak taş örgülü ve birtakım süsleme öğelerine mihrabın arkasındaki hazireye bitişiktir.
üzere üç kapı ile harime geçit veren sahip bir külah tercih edilmiştir. İki katlı binanın caddeye ve avluya açı­
son cemaat yerinin ortadaki birimi ay­ Harimde duvarlar, pandantifler ve lan birer kapısı vardır. Kız ve erkek öğ­
nalı tonoz, yanlardaki birimleri beşik to­ kubbe yüzeyi, pastel renklerin egemen renciler için iki bölüm halinde tasarlan­
nozlarla örtülüdür. Son cemaat yerinin olduğu eklektik kalem işleri ile bezen­ mıştır. Günümüzde bu bölümlerden biri
köşelerindeki ahşap merdivenlerden miştir. Barok ve ampir üslubundan ak­ mesken, diğeri dükkân (eczane) olarak
söz konusu mekânın üst katını işgal tarılma motiflerin kullanıldığı bu kalem kullanılmaktadır.
eden fevkani müezzin ve kadın mahfil­ işleri kapı ve pencerelerin üstlerinde, Hamam: Yine Tophanelioğlu Caddesi
lerine çıkılmaktadır. Bağdadi kubbenin mahfil çıkıntılarının alınlarında, pandan­ üzerinde, sıbyan mektebinin bitişiğinde­
ağırlığı sınırlı olduğu halde harimin kö­ tiflerde ve kubbede yoğunlaşmaktadır. ki dükkânlar ile fırının arasındadır. Mo­
şelerine kalın payeler konmuş, bunlar Kapı ve pencere kemerleri, "S" ve "C" loz taş ve tuğla ile inşa edilmiş olan bu
birbirlerine basık kemerlerle bağlanmış, kıvrımları ile stilize yapraklardan müte­ küçük mahalle hamamı dikdörtgen bir
ayrıca içerde kubbenin köşelerine pan­ şekkil süsleme grupları ile taçlandırıl­ alanı kaplamaktadır. Soyunmalık, ılıklık
dantifler yerleştirilmiş, böylece kubbe­ mış, pandantiflerdeki yuvarlak hat ma­ ve sıcaklık olmak üzere üç bölümden
nin kagir olduğu ve ağırlığının kemer­ dalyonları aynı öğeleri barındıran beze­ ibarettir. Soyunmalık kısmı yıkıktır. Ilık­
lerle köşe payelerine intikal ettiği izleni­ melerle kuşatılmıştır. Kubbe yüzeyi kar­ lık kısmının üzeri tonoz, sıcaklık kısmı­
mi verilmek istenmiştir. Esasen taşıyıcı tonpiyerden yumurta frizleri ile on altı nın üzeri ise kubbeyle örtülüdür. Halen
niteliği olmayan harim duvarlarında, iki dilime ayrılmış, nispeten dar tutulan se­ oldukça harap durumdadır.
sıra halinde büyük boyutlu ve yuvarlak kiz dilimde açık renk zemin üzerine ko­ Fırın: Tophanelioğlu Caddesi'ne cep­
kemerli altışar pencere açılmıştır. Biri yu renklerle, daha geniş tutulan diğer heli ve hemen hamamın yanındadır. İki
pencere sıralarının arasında, diğeri pa­ sekiz dilimde de koyu renk zemin üze­ katlı olan yapının caddeden bir girişi ve
yelerin üst hizasında bulunan iki silme rine açık renklerle aynı türde bezemeler arka bahçeye açılan diğer bir kapısı var­
grubu ile cepheler yatay olarak bölün­ yapılmıştır. Kubbe merkezinde bulunan dır. Caddedeki kapıdan girildiğinde sağ­
müş, ayrıca pencerelerin araşma gele­ ve hemen bütün Osmanlı camilerinde da duvara bitişik olan fırın 2x2 m ölçü-
cek şekilde her cepheye ikişer pilastr Nur ayetinin yazılı olduğu yuvarlak ma­ lerindedir. Günümüzde mesken olarak
kondurulmuştur. Yatay silme grupları dalyonun boş bırakılmış olması şaşırtıcı­ kullanılan yapının üst katma geçit veren
pilastrların ve payelerin hizasında çıkın­ dır. Beyaz mermerden mamul olan mih­ merdiveni b a h ç e yönündeki duvara
tı yaparak çepeçevre cepheleri kuşat­ rap, minber ve vaaz kürsüsünde, bina­ yaslanmaktadır.
maktadır. Gerek silme ve pilastr gibi nın mimarisi ile uyum sağlayan ayrıntı­ İmam ve Müezzin Meşrutaları: Top­
öğelerle gerekse de üst sırada, ortada lar gözlenmektedir. Mihrabı iki yandan hanelioğlu Caddesi üzerindeki diğer
yer alan pencerelerin diğerlerinden da­ kuşatan yivli sütunlar, minarede olduğu külliye binaları gibi iki katlı olarak ve
ha büyük tutulması ve bunların üzerin­ gibi kare kaidelere oturmakta ve gövde­ aynı malzemelerle inşa edilmiştir. Aynı
de silmenin, kubbeyi taşıyor görünen lerinin en orta yerinde yıldızlı bir frizle şekilde caddeye ve arka bahçeye açılan
basık kemere teğet bir yuvarlak kemer donatılmış bulunmaktadır. Akanaıs yap­ kapıları vardır. Günümüzde özgün işle­
teşkil edecek şekilde kıvrılması sayesin­ raklı başlıkların üzerinde, pilastrlarla vini sürdürmektedir.
de harim kitlesinin cepheleri hareketli­ kuşatılmış olarak mihrap ayeti levhası Çeşme: Aynı cadde üzerinde, mihrap
lik kazanmıştır. bulunmakta, bunun da üzerinde, yap­ yönünde, hazireye doğru girinti yapa­
Son cemaat yerinin batı köşesinde, rak kabartmaları ortasında yuvarlak bir cak şekilde yerleştirilmiştir. Ufak boyut­
yapıya dıştan bitişik, kare kaideli, silindir ayet madalyonu görülmektedir. Minbe­ lu, mermer yalaklı sade bir sokak çeş-
gövdeli, tamamen kesme taş örgülü mi­ rin alt kesiminde ve köşk kısmında bu­ mesidir. Alınlık altı kollu bir yıldızla ve
nare yükselmektedir. Barok üsluba uy­ lunan yuvarlak kemerlerin içine, Abdü- barok kıvrımlarla bezenmiştir. Suyu ak-
gun bir profile sahip pabucun üzerinde laziz devrinde moda olmaya başlayan mamaktadır.
neogotik üsluptan alınma üç merkezli
yükselen gövde, orta yerinde yıldızlı bir Dükkânlar, Muvakkithane ve Kahve­
frizle donatılmış, şerefe küçük konsollar sivri kemerler yerleştirilmiş, köşk kısmı
hane: Cadde üzerinde sıralanan bütün
ALUS, SERMET MUHTAR 232

nip arabayla dolaşır. Bu yüzden peşinde


koşan çapkınlar arasında "Pembe Maş­
lahlı Hanım" diye anılır. Eserde, II. Ab-
dülhamid'in son yıllarındaki İstanbul ha­
yatı, çapkınlar ve bunların dolaştığı yer­
ler çerçevesinde canlı tasvirlerle verilir.
Harp Zengininin Gelini'nde (1934), I.
Dünya Savaşı yıllarının fırsatlarını iyi de­
ğerlendirerek zengin olmuş Asmaaltı
(Eminönü) tüccarlarından Cevdet Efen-
di'nin evinde, dükkânında ve ilişkide
bulunduğu çevrede geçen olaylar anlatı­
lır. Cevdet Efendi ve ailesi özellikle de
oğlu Lûtfi'nin alafranga karısı Suat Ha­
nım eserin odak noktasını oluşturur. Eski
Çapkın Anlatıyor'da (ty [1944]) ise yaş­
lanmış eski bir İstanbullu çapkının ağ­
zından yazılmış çapkınlık anılarına yer
verilir. Eserin en ilginç yönlerini İstan­
bul'un köşe bucak ayrıntılarla anlatılması
ve her kesimden insanın canlandırılması
oluşturur. Kitaplaşmamış roman ve uzun
Altunizade Camii'nin içinden bir görünüm. hikâyelerinden Sermet Muhtar Alus'un,
Hakan Arh. 1993 "Sülün Bey'in Hatıraları", "Rüküş Hanım­
lar" ve "Havalanmalar", Akşam'da;
"Tombul Mirasyedi" ve "iki Gönül Bir
bu yapılar arasında, farklı boyutlarda, gazetelerde eski İstanbul hayatını, unu­ Olunca". Son Posta'da; "On İkiler",
toplam on adet dükkân yer almaktadır. tulmuş ilginç olay ve kişileri gözlem ve Cumhuriyet'te; "Kırkından Sonra", "Ana­
Hepsi iki katlı olan dükkânların çoğu anılarına dayanarak anlattığı yazı dizile­ sını Gör Kızını Al" ve "Harman Sonu",
yıkık durumdadır. Bunlardan bir kısmı, ri yayımlandı. Bunlardan Akşaırida ya­ Vakit'le: "Bebek Emine" ise Vatan'da
hastaneye yakınlıklarından ötürü ecza­ yımlanan 30 Sene Evvel İstanbul'da tefrika olarak kalmıştır.
ne olarak hizmet vermektedir. (1931) Beyoğlu ile ilgili çeşitli konulara,
ressamlara, hekimlere, çocuk oyunları­ Bütün romanlarında kahramanlarının
Ord. Prof. Dr. Fahreddin Kerim Gö-
na, ramazan âdetlerine, pazar yerlerine, davranış ve konuşmalarını kendi mizah
kay Caddesi üzerinde, camiin son ce­
tuluat tiyatrolarına, tandırbaşı eğlencele­ anlayışı çerçevesinde yansıtan, canlan­
maat yeri ile avlu ihata duvarı arasında
rine; Eski Defterdekiler ve Masal Olan­ dırdığı tiplerin siyah-beyaz karikatürü
kalan üçgen alanda muvakkithanenin
lar'da (1932) eski İstanbul'dan bazı ün­ andıran desenlerini çizen Alus, bütün
yer aldığı bilinmektedir. İki caddenin
lü kadın ve erkek tiplerine, bunlarla il­ eserlerinde yalnızca İstanbul'u anlatan
kesiştiği noktada, yine bugün mevcut
gili anı ve anekdotlara, mesire ve eğlen­ ender yazarlardan biri olmuştur.
olmayan bir kahvehanenin varlığı tespit
edilmektedir. ce yerlerine, eski semtlere; 84 Sene Ev­ Bibi. C. Kudret, Türk Edebiyatında Hikâye
vel İstanbul'da (1932) bazı eski gele­ ve Roman, II, Ankara, 1970, s. 372-379; İSTA,
Bibi. Raif, Mucit. 55: İSTA, II, 752-753; Öz. II. 755-756: Gövsa, Türk Meşhurları, 42-43.
İstanbul Camileri. II, 4; Konyalı. Üsküdar neklerle önemli birkaç konak ve yalıyla
İSTANBUL
Tarihi, I, 91-94, II, 300, 436; İKSA. II. 719- ilgili anılara; İstanbul Kazan Ben Kep­
720; H. Kücükbatır, "Altunîzade Külliyesi", çe'de (1938-1939) eski İstanbul'un
DİA, II, 546-547. semtlerinin özelliklerine: 40 Yıl Evvelki­
HAKAN ARLI ler'de (1939) eski İstanbul'da yaşamış
bazı ünlü sanatçılara ve çok değişik tip
ALUS, SERMET MUHTAR ve meşrepte insanlara; Eski Günlerde'âe
(28 Mayıs 1887, İstanbul - 18 Mayıs (1939-1940) İstanbul halkının ramazan,
1952, İstanbul) Eski İstanbul hayatını bayram, ulaşım araçları bağlamında
konu edinen yazıları ve romanlarıyla ta­ gündelik yaşayışıyla ilgili anı ve göz­
nınmış gazeteci, yazar. Askeri Müze lemlere; Gördüklerim ve Duydukla­
Müdürü Ahmed Muhtar Paşa'nın(->) oğ­ rımda (1942-1944) İstanbul'daki eski
ludur. Galatasaray Lisesi'ni (1906) ve eğitim kurumlarına, lokanta, gazino,
Mekteb-i Hukuku bitirdi. Hoca Ali Rı- kahvehane ve tiyatro hayatına; çay, şer­
za'dan(->) resim dersleri aldı. II. Meşru- bet, reçel, dondurma, çikolata, kakao,
tiyet'te iki arkadaşıyla birlikte El Üfürük bira. şarap, rakı, tütün ve kahve gibi
(1908) adlı mizah dergisini çıkardı. Nec­ maddelerin geçmiş zamanlarda günde­
det takma adıyla çeşitli dergilerde hikâ­ lik hayattaki yerine değinilir.
yeler yayımladı. Davul (1908-1909) adlı Sermet Muhtar Alus'un, konularını es­
mizah dergisine yazılar yazdı. ki İstanbul hayatından alan romanların­
Sermet Muhtar Alus mütareke döne­ dan ancak dördü kitaplaşmıştır: Kıvırcık
minde tiyatroyla ilgilendi. Helâl Mal Paşada (1933) son dönem Osmanlı pa­
(Temaşa, S. 10-11, 1918), Ev İlacı (Şâir, şalarından birinin konak hayatı çerçeve­
S. 12-15, 1919), Kalem Efendileri, Sevk-i sinde kalan çapkınlıkları, zaman zaman
Tabiî, Gemi Arslanı gibi telif ve uyarla­ düştüğü güç ve komik durumlar eserin
ma komediler kaleme aldı. Sonraki yıl­ ana konusunu oluşturur. Pembe Maşlahlı
larda Yedigün, Yeni Mecmua, Hafta, Hanımda (1933) Jön Türklükle suçlan­
Akbaba, Amcabey, Aydabir ve Resimli dığı için yurtdışına kaçan bir kocanın İs­
Tarih Mecmuası gibi dergilerle Akşam, tanbul'da bıraktığı genç karısı anlatılır.
Son Posta, Cumhuriyet, Vakit, Tan, Va­ Asıl adı Hayriye olan kadın gezinti ve Sermet Muhtar Alus
Mustafa Celin Tükek koleksiyonu
tan, Tasvir-i Efkâr ve Yeni Sabah gibi eğlence yerlerinde pembe maşlah giyi­
233 AMALFİLİLER

AL YAN AK ALİ EFENDİ TEKKESİ


A N A D O L U Y A K A S I S A Y F İ Y E L E R İ bak. ZIHGÎRCİ KEMALEDDİN MESCİDİ
VE TEKKESİ
Çamlıcalar, şenlik, kalabalık, rağbet itibarile bir zamanlar Boğaziçi ile atbaşı be­
raber gidermiş. AMALFİLİLER
Abı ve havası meşhur, manzarası ve yüksekliği emsalsiz; gezme tozma yerle­ İtalya'nın Napoli kırsal bölgesinde, Sa-
ri müteadditmiş. Bağlarbaşı piyasası, belediye bahçesi, çiftlik gazinosu, kaç ta­ lerno civarında bulunan Amalfi kenti­
ne tiyatro. nin, 10-13. yy'larda, Konstantinopolis'te
Muhit Boğaziçi ile beraber yavaş yavaş sönmeğe başlamış; el ayak çekile çe- koloni kuran halkına verilen ad.
kile ıssızlanmış, köşkler boşalmış; şimendüfer güzergâhı modasıdır baş göster­
6. yy'dan beri bilinen Amalfi kenti
miş.
halkı, italya'nın yerli (otokton) halkla­
Ötedenberi Üsküdar ve Kadıköy sayfiyeden madut değil. Üsküdar bilâdı se- rından değildir. Ostrogot akınlarından
lâseden ve mütesarrrflık merkezi bir şehir; Kadıköy ise kasaba; Moda ecnebiler kaçarak İtalya'ya geldiler ve Bizans ha­
yatağı. Hep bu taraftakiler yerli; yazlı, kışlı otururlar. kimiyetindeki Napoli Dükalığı'na bağlı
Şimendüfer boyuna ilk teveccüh eden sayfiye herhalde Kurbağalıderedeki olarak yaşadılar. 839'da bağımsız bir şe­
sultan Muradın köşküdür. hir devletine dönüştüler, yöneticilerini,
Çamlıcanın revnakında yavaş yavaş hüsüf başlarken öbür tarafta canlılık ve şehrin soylu (patrisyen) ailelerinden,
hareket Kızıltopraktan baş vermişti. Hattı fasıl Kuşdilinin önündeki köprü ve kendileri seçmeye başladılar. Bizans im­
dere idi. Köprü asarıatikadan, yamrı yumru, haleti nezide bir alâmetti. Altındaki paratorları tarafından "praefecturii", "go-
dere kışın taşar, yazın üstünde milyonlarca haşarat ve tatarcık kaynar, bataklık mite", "hypati" ve "duces" gibi unvanlar­
ve çamur deryası halinde, gelip geçen arabaların tathiratma da hizmet ederdi. la adlandırılan bu şefler, gerek italya'da,
En lüks faytonlardan tutunuz da çıkırık arabalarına kadar, her geçen araba hiç gerekse Amalfi kolonilerinde siyasal ve
değilse bir nebze olsun burada yıkanır, pir ve pak, Kadıköyün sınırını aşardı. ekonomik iktidarı temsil ediyorlardı.
Kurbağalı derenin yanındaki yokuşta hâlâ ismi kalan Ziver bey köşkü vardı.
Rakipleri olan Venediklileri-»), Cene­
Yokuşun alt başındaki şimendüfer geçit noktası öyle tehlikeli bir yerdi ki Eğri
vizlileri-»), PisalıIar(->), Ankonalılar(->)
dere yanında haltetmiş. Canından bezmiş ihtiyar bir bekçi güya nöbet bekler;
ve Gaetalılar gibi Akdeniz ticaretinde
tren geçeceği zaman parmaklıkları çekip yolu kapar. Rabbim kimseye göster­
ö n e m l i bir rol oynayan Amalfililer,
mesin, birgün çocukluğumda araba ile oradan geçerken az kaldı lokomotifin
875'te Salerno, Napoli ve Gaeta ile bir­
altında kalıyorduk.
likte Araplarla ittifak kurarak Roma'yı
Ziver bey köşküne sonraları Acemlerin köşkü denilmeğe başlandı. Hattın bu yağmaladılar. Bu işbirliğinin meyvesi
tarafında maarif nazırı Zühtü paşanın kâşanesi. (Şimdi kız orta mektebi olan bi­ olarak da, o dönemde "Arap Denizi" di­
na Zühtü paşanın ikinci köşküdür, ilki kazaen tutuşmuş; Zühtü paşa allahlık ye tanımlanan Akdeniz'de önemli ayrı­
adam değil mi, yangın yanarken sandalyayı karşısına atmış, (her ne gelirse yah­ calıklar edinip, İspanya, Fas, Mısır ve
şidir, zira o dostun bahsidir) felsefesine dayanarak yangını bir âlâ seyretmiş.) özellikle Bizans ile yakın ticari ilişkiler
Gene hattın bu tarafında Pirinçciler lâkabile anılan Hasan Amirlerin. Taşçı kurdular. 973'te Salerno'da yapılan bir
zadelerin, Feshane başkâtibi Ahmet beyin, bahriye fabrikalar müdürü Hüsnü kontrat Mısır'a mal götüren Amalfilili
paşanın köşkleri vardı. Fabrikatör Raif beyin ki binnisbe yenidir. Yapıldığı tari­ tüccarlardan söz eden nadir yazılı kanıt­
hin en alâmod, en cicili bicili köşklerinden olduğu muhakkaktı. Tuğlacıbaşı tar­ lardandır. 949'da Konstantinopolis'i zi­
lalarında da yeni yeni evler. Kuyubaşında bahriyeli Mahmut beyin, Hüseyin pa­ yaret eden Liutprand'ın(->) anılarında
şanın tiyatrocu K. Hasanın, kilerci başının köşkleri eskidir. da, o tarihte Bizans'a sokulması yasak
Kızıltopraktan Bağdat caddesi takip edilince ve şimdi (Depo) ismi verilen olan malların Venedik ve Amalfi üzerin­
noktaya gelinince yol ikiye ayrılır: den geldiğine dair bilgilere rastlanır.
Fenerbahçe istikameti, Bağdat caddesi.
10. yy'dan itibaren Bizans imparator­
Buradan Kalamışa saparken sağda, bilmem neli molla lâkabile meşhur zatm
luğu ile bağlarını pekiştiren Amalfililer,
köşkü önünden geçilir, Kalamışa gelinirdi.
Konstantinopolis, Antiokheia (Antakya)
Nefis rakısı dillere destan olan ve şekil ve şamaili Karaca Ahmedi hatırlatan
ve Akka'da koloniler kurdular. Konstan­
Vasil'in gazinosu burada idi. Biraz ileride ve sol kolda lokantacı ve şarapçı Ozi-
tinopolis'te diğer İtalyan şehir devletleri
er'in yazlık şubesi vardı. Daha ileri yürününce Fuat Paşanın hududu önüne ge­
mensupları gibi belli bir alanda imtiyaz
linirdi.
sahibi oldular, "doj" adı verilen şefleri­
Sıra sıra Çin, Japon köşkleri: aksayı ümrandan bait park; müştemelât, daire­ nin yönetiminde 1073'e kadar rakipleri
ler, ahırlar. Kendimi bildim bileli buradaki inşaata şahit olmuşumdur. ile eşit ilişkiler içinde yaşadılar. Koloni­
Donanmalarda ibadullah birbirini çiğner, kıyametler kopar, elektrik projek­ leri, diğerleri gibi kentin kalabalık semti
törleri gözleri kamaştırır, sazlar, muzikalar kulakları doldurur, ikram edilen Peramatis'te (bugünkü Sarayburnu ile
dondurmalar, şerbetler, sigaralar ortalığı velveleye verir, fakat Fuat paşanın kas­ Eminönü arasındaki bölge) yer alıyordu.
rı bir türlü kurtarılıp ortaya konamazdı. Sokak kenarlarındaki kemerlerden gelen
Fenerbahçeye giderken ilerisi ecnebi evleri; Gül bayramında önü bin bir adıyla "embolum" denilen bu mahallele­
ayak olan kiliseler, Otel Sebastiyano ve Otel Belvü. rin etrafı surlarla çevrili olup, sınırları ve
Şimdilik depodan Bağdat caddesini takip eden cadde Feneryolunda Hafız içinde bulunan anıtları, imparatorluk
paşa zade Nail beyin ve zamanm meşhur tuhafiyecisi Şişman Yankonun köşk­ emirnameleriyle tam ve ayrıntılı bir şe­
leri önünden geçerdi. kilde tanımlanırdı. Bu koloni yerleşim
Feneryolundan Kayışdağı caddesine sapan tarikte meşhur Musullu arap alanlarında en az bir ibadet yeri, bir fı­
Sami beyin, Sergi müdürü ve bilâhare masraf nazırı Rıza beyin kösleri... Baş­ rın, bir iskele, ticaret için açık ya da ka­
kâtip Tahsin paşanın geçen sene yıkılan kâşanesi çok sonradır. palı bir pazar yeri bulunurdu, koloni
Daha ileride, Serasker Ali Saip yaşa zade Sadi paşanm köşkü muhit içinde, şefleri, Ayasofya ve Hippodrom'da(-»)
zamanı lâle devrine ulaştıran ve (benden sonra tufan) diye para, pulu su gibi birer şeref mevkiine sahiptiler.
istihlâk eden bir malikâne. Çifte havuzlar basık havasız, Bülbülderesindeki
mezarlığın yamacı kadar karanlık ve kasvetli bir yerdi; içinde kırmızı balığın­ 19. yy'da İstanbul'u ziyaret eden Yu­
dan çok yosunu olan havuzun kenarında meyhaneci İspiro barbunya tavasına nanlı Paspati'ye göre, İstanbul'daki
ve karşıki bağın ince kabuklu çavuş üzümüne terfikan enfes rakı sunardı... Amalfi Kolonisi, kentin Halic'e bakan
kuzey yakasındaydı, batıda Porta Pera-
Sermet Muhtar Alus, "Anadolu Yakası Sayfiyeleri", Akşam, 1931
matis (bugünkü Balıkpazarı) ile doğuda
Porta Neorion (bugünkü B a h ç e k a p ı )
AMASTRİANON FORUMU 234

arasında yer alıyordu. Bir başka kayna­ Akdeniz' deki Amalfi donanmasını yok geçtiği yazılmıştır. Meydanda çok sayı­
ğa göre ise, Amalfi Mahallesi o zamanlar ettikten sonra, Amalfi Kolonisi önemini da pagan heykel (Pseudo-Kodinus) ol­
Apologotheton Manastırı'nın (bugünkü neredeyse tümüyle yitirdi. duğu bilindiğine göre, kuruluşunun
I. Abdülhamid Türbesi'nin mevkii) bu­ Bu tarihten sonra Amalfi adına pek Konstantin döneminde olduğu söylene­
lunduğu yerdeydi. Yine Paspati'ye göre. az belgede rastlanır. 1192 tarihli bir baş­ bilir. O dönemde yarımadanın topograf­
Amalfililer, Langa ile Kumkapı arasında ka imparatorluk emirnamesinde, Kons­ yası doğal durumunu korumaktaydı.
taşımacılık yapıyorlardı. Akdeniz'den tantinopolis'teki Amalfililerin kendileri­ Mese'nin, önce Konstantin Martiri-
Hint Okyanusu'na kadar geniş bir coğ­ ne saldırıda bulunan batı komşuları Pi- onu'na giden yönde ve yarımadanın ol­
rafyada faaliyet gösteren Amalfililerin ta­ salıları şikâyet ettikleri görülür. Gerçi dukça düz olan en yüksek su ayrımı çiz­
şıdıkları en önemli mallar, "triblattia" de­ verilen cevapta, tüm varlıklarının impa­ gisini izleyerek Tauri düzlüğünden ayrıl­
nen üç renkli kadifeler, Babylonia (Ka­ rator tarafından güvence altına alındığı dığını ve sonradan bugünkü Saraçha­
hire) mumları ve Afrika ipeğinden yapıl­ garanti edilmektedir, ama Amalfililerin ne'ye varmadan Şehzadebaşı'nm bir
ma mihrap örtüleri idi. durumunun giderek kötüleşmekte oldu­ noktasında şimdiki yol kotundan 4-5 m
Konstantinopolis'teki Amalfi Koloni- ğu da bir gerçektir. daha alçak bir düzeyde Bous Forumu'na
si'nin tarihi, Kont Mauro ailesinin iki Konstantinopolis Patrikliği'ne veril­ doğru meyilli olarak döndüğünü düşün­
üyesi, Mauros ve büyük oğlu Pantale- mesi gereken yabancılar vergisine iliş­ mek gerekir. Bugünkü yol yönleri o gün
on'un faaliyetinde izlenebilir. Bizans bel­ kin 1208 tarihli bir emirnamede. Papa için yanıltıcı olabilir. Bu nedenle Amast-
gelerinde "consoli marittimi" (deniz kon­ III. Innocent şehirde yerleşmiş yabancı­ rianon'u Saraçhanebaşı'nda değil, daha
solosu) olarak tanımlanan Pantaleon. bü­ lar arasında Amalfililerden de söz et­ önce Şehzadebaşı ile Laleli arasında Ak­
yük ihtimalle K o n s t a n t i n o p o l i s ' t e k i mektedir. Gene aynı yıl. büyük ihtimal­ saray'a yakın bir noktada ve Bous Foru­
Amalfi Kolonisi'nin de başıydı. İmparator le uğradıkları saldırılar yüzünden. Ayios munu da, Bayrampaşa Deresi'ne doğru,
tarafından "patrice" ve "consul" payeleri Andreas'a (bak. Andreas [Ayios]) ait Aksaray düzlüğünün daha batıda bir
ile onurlandırılan bu soylu kişi, İtalya'da kutsal emanetlerin. Amalfili Kardinal Pi­ noktasında düşünmek doğru olabilir.
Normanların hâkimiyetini kınrıak için Bi­ erre de Copoue tarafından italya'ya ta­ Öte yandan eski yeniçeri odaları, Fa­
zans İmparatorluğu ile ittifak kurmuş, şındığı anlaşılmaktadır. 1256' da, Papa tih'in Saraçlar Çarşısı ve sonradan Şeh­
bunun karşılığında da önemli ayrıcalıklar IV. Alexandre Amalfililere ait Santa Ma­ zade Camii'nin yapıldığı düzlük göz
elde etmişti. Öte yandan baba Mauros ria de Latino Manastırı'm himayesine al­ önüne alınırsa Filadelfion ve Amastri-
da, Salerno Prensi Gisulfu Normanlara dıysa da, 1257'de tekrar Papaya başvu­ anonün birbirlerini izleyen bir çizgide
karşı kışkırtıyordu. Bir belgeye göre. ba­ ran Amalfililer kendilerine yöneltilen ve platonun su ayrımı çizgisine yakın
ba Mauros Prens Gisulfu, hac nedeniyle saldırıların devam ettiğinden şikâyet bir doğrultuda iki meydan oldukları da
Kudüs'e giderken uğradığı Konstantino- ediyorlardı. Papanın cevap mektubun­ düşünülebilir.
polis'te, oğlu Pantaleon'a ait güzel bir da, Konstantinopolis'teki Cistercien tari­ Kentin tarihi topografyasını inceleyen
malikânede misafir etmişti. Pantaleon'un, katına bağlı St. Ange Kilisesi rahibin­ bilim adamlarının kesinleştiremedikleri
Venedik'teki St. Andrea Kilisesi için, den, nüfuzunu bundan böyle koloni le­ sorun, Aksaray'a (Bous) giden yolun Fi­
1066'da Konstantinopolis'te yaptırdığı hine kullanmasının istenmesine karşın, ladelfion'dan sonra Amastrianon'a ve
bronz kapı öylesine ün kazanmıştı ki. o bu tarihten sonra Amalfililerin adına bir Konstantin Forumu'na doğru iki kola ay­
dönemde İtalya'daki irili ufaklı birçok ki­ daha rastlanmaz. rılıp ayrılmadığıdır. Guilland. Amastri-
lise bu kapının kopyalarını Konstantino- Mucidi oldukları mıknatıslı gemici anon'un Apostoleion (eski Konstantin
polis'e sipariş etmiş, ayrıca İskenderiye pusulaları ile tanınan Amalfililer. aynı Martirionu) yolunda olduğu kanısında­
ve Konstantinopolis'ten getirttikleri mo­ zamanda Akdeniz'de 1570'e kadar ge­ dır. Fakat De Ceremoniis'de, Filadelfi­
zaik ustalarıyla kilise binalarını onanmış­ çerli olan "Tavola Amalfitana" adlı de­ on'dan sonra iki yol ayrıldığına ve bun­
lardı. Bu kiliselerin arasında Roma'daki nizcilik yasaları ile ünlüdürler. St. Jean lardan birinin Amastrianon Bousu'na, di­
ünlü St. Paul Kilisesi de vardı. Şövalyeleri Tarikatı'nın da Amalfi Pisko­ ğerinin Olibriu-Polieuktos Kilisesi-Kons-
İtalya'daki St. Andrea Kilisesi ile aynı posu Jean adına Kudüs'te kurulan bir tantin Martirionu'na gittiğine işaret edil­
adı taşıyan küçük bir kilise (burası ya imarethanede doğduğu söylenir. diğine göre Amastrianon'u Edirnekapı'ya
St. Sauveur Manastırı veya Santa Maria Bibi. W. Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi I, giden yol çizgisi üzerinde düşünmemek
Ankara, 1975: R. Stewig, Bizans-Konstanti- daha doğru olur. Arazinin topografyası
de Latino Manastırı olabilir) Amalfililerin
nopolis-İstanbul, "Dünya Şehri" Problemi çok değiştiği ve arkeolojik veriler de ye­
İstanbul'daki ibadet yeriydi. Söz konusu
Bakımından Bir Araştınna. İst.. 1965; Janin. tersiz olduğu için, bugüne kadar kesin
kilisede Salerno Dükü Gisulf ile birlikte
Constantinople byzantine, 228-f; ay, Englisés
Haçlı Seferine çıkan, fakat Konstantino­ bir sonuca ulaşılamamıştır. Ne var ki,
et monastères. 570.
polis'te bir salgın hastalıkta yaşamını yi­ Amastrianon'un Polieuktos Kilisesi'nden
tiren Palermo Piskoposu Bernard'm gö­ AYŞE HÜR çok daha eskiden kurulduğu, kilisenin
mülü olduğu rivayet edilir. bugünkü Aksaray'a yakınlığı ve bugün
1073'te, kendilerine baskı yapan Lom- AMASTRİANON FORUMU bile var olan arazi meyli düşünülecek
bardlardan kurtulmak için Normanlardan İstanbul'un Bizans dönemi topografyası olursa, Amastrianon'un Belediye Sara-
yardım isteyen Amalfililer, Bizans İmpa­ içinde yer alan bir meydan. Varlığı ve yı'nın arkasındaki daha düşük bir kotta,
ratorluğunun tepkisini çektiler. Bizans'ın bazı işlevleri bilinen ve Filadelfion gibi bugünkü Aksaray kavşağına yakın bir
en büyük düşmanı olan Normanlarla itti­ Tauri Forumu(->) ve Bous Forumu(-0 yere oturduğu savunulabilir.
fak kuran Amalfilileri cezalandırmak iste­ arasında yer alan meydanın kent içinde­ Filadelfion'u vaktiyle bazı araştırma­
yen I. Aleksios Komnenos(->) (hd 1081- ki kesin yeri saptanamamıştır. Varlığı ve cıların yaptığı gibi bugünkü Şehzade
1118), bir emirnameyle, Konstantinopo­ içindeki önemli yapıtlar bilindiği halde Külliyesinin yerinde düşünmek de doğ­
lis'te ve imparatorluğun herhangi bir ye­ İstanbul topografyası ile ilgilenen tarih­ ru olamaz. Polieuktos Kilisesi ile külliye
rinde dükkânı olan her Amalfilinin Vene­ çiler bazen Amastrianon'dan söz etme­ arasında ancak 100 m'lik bir mesafe var­
dik'teki St. Marco Kilisesi'ne ağır bir ver­ meyi yeğlemişlerdir. Bu meydan belge­ dır. Oysa, bu arada Olibriu denen ma­
gi vermesini emretti (1082). O güne de­ lerde forum olarak adlandırılmaz. halle yer alıyordu. Filadelfion Beyazıt'a
ğin diğer koloni devletleriyle eşitlik için­ Meydanın adı. Amastrisli (Amasra) yaklaşınca, Amastrianon da daha kolay
de rekabet eden Amalfililer. bu yasadan bir kişi ile ilgili, belgelenmemiş bir ku­ açıklanabilir bir konuma gelmektedir.
sonra Venediklilerin uyruğu durumuna ruluş hikâyesinden kaynaklanmaktadır. Amastrianon'da pagan dönemden
düştüler. Böylece, Bizans tarafından, İtal­ De Ceremoniis'de imparatorun Beya­ kalmış heykeller arasında en çok sözü
ya'daki yardımlarından dolayı Venedikli­ zıt'tan Aksaray'a (Tauri Forumumdan edilenler bir kadriga üzerindeki Zeus
lerin ödüllendirilmesiyle. Amalfililerin yıl­ Bous Forumu'na) inerken sırayla önce Helios ile Herakles ve Hermes heykelle­
dızı sönmeye başladı. 1135'te Pisalılar Filadelfion'dan sonra Amastrianon'dan riydi. Bu meydanda 8. yy'da hâlâ ayakta
235 AMBARLI TERMİK SANTRALI

duran bir Zeus tapınağı, içinde atlarla anon'daki tahıl deposu önüne ya da Büyükçekmece İlçesi'ne bağlı Yakuplar
birlikte müzik aletleri de olan ve Artemi- üzerine konduğuna işaret edebilir. Köyü, kuzeyde Cihangir ve Merkez ma­
sion olarak adlandırılan bir yapı ile bir Amastrianon'un, meydanda idam ce­ halleleri ve güneyde Marmara Denizi ile
tiyatro ya da hipodrom vardı. Sonraki zaları yerine getirildiği için kent tarihin­ çevrilidir. Kıyılardaki kumların lodos
gözlemcilerin sözünü ettiği yarım daire de kötü bir şöhreti vardı. Fakat şöhreti­ rüzgârlarıyla Soğuksu Burnu'na sürük­
biçiminde olan ve Vavassore'nin kent nin kötülüğü büyük bir olasılıkla, Hıris­ lenmesini ve dolayısıyla toprağın kayma­
planında görülen yapı bu yöredeydi. An­ tiyan Konstantinopolis'te pagan âdetler sını önlemek için setlerle korunmaktadır.
cak yapının Amastrianon'la doğrudan ve geleneklerle uzun zaman iç içe ya­ Ambarlının batısında bulunan Reşid
ilişkisi bugünkü bilgilerle ileri sürüle­ şanmış olmasından kaynaklanmaktaydı. Paşa Çiftliği'nin bir kısmından şimdi ay­
mez. İzleri Osmanlı dönemine kadar ge­ Sade halk için, burada şeytanlar, kâhin­ nı adı taşıyan cadde geçmektedir. Arazi­
len bu dairesel yapı kalıntısının geç dö­ ler, tılsımlarla ilişkilendirilen pagan dö­ nin geriye kalan bölümünde apartman­
nemlerde "Coliseo dei Spiriti" (Ruhlar nemi kalıntıları vardı. lar yapılmıştır. Bu çiftliğin ilerisinde bu­
Amfiteatrı) adıyla anılması Latin işgalin­ Bibi. Janin, Constantinople byzantine, s. 72- lunan ve Yakuplar Köyü'ne kadar olan
den kalmış olabilir ve bu ad burada hâlâ 74; A. Cameron-J. Herrin, Constantinople in yerlerde ise çeşitli fabrikalar ve işletme­
pagan geleneklerin kehanet ve tılsımlar­ the Early 8th Century, The Parastaseis ler kurulmuştur.
la ilgili pratiklerinin yapıldığını gösterir. Syntomoi Chronikai, Leiden, 1984, s. 187, 1922'de muhacirlerin yerleştirilmesi
Bizans kaynaklarının I. Teodosius ya da 224, 226, 228.
sırasında mevcut kiliseden mescide çev­
II. Teodosius tarafından yapıldığım söy­ DOĞAN KUBAN
rilen binadan günümüzde iz kalmamış­
ledikleri anfiteatrın burada gerçekten var tır. Ambarlı Sağlık Ocağından aşağıya
olup olmadığı tarihçiler arasında tartış­ AMBARI CAMİİ
doğru denizcilerin barınağına inen yo­
malı olmakla birlikte, eski gravürlerde bak. YUSUF ŞÜCAÜDDİN CAMİİ
lun solunda, yamacın üstündeki restora­
dairesel yapı vurgulu biçimde gösteril­ nın yerinde, eskiden Rum mezarlığının
miştir. Hıristiyanlığın kabulünden uzun AMBARLI bulunduğu söylenmektedir. Semtte Os­
yüzyıllar sonra bile, burada hâlâ pagan Ambarlı, Avrupa yakasının Marmara manlı döneminden kalma, ancak kulla­
gelenekler içinde kehanetler yapılıyordu. Denizi kıyısında, Küçükçekmece'den 7 nıma kapatılmış 3 çeşme vardır.
Bu kehanetlerle ilişkili olan nehir, kurt, km ileride tatlı bir meyille denize inen Eski Rum yerleşim yerlerinden olan
kartal, kaplumbağa, kuş ve yılan heykel­ arazinin üzerinde kurulmuş bir yerleşim Ambarlı'da, bugün Türk ve Müslüman
leri de 8. yy'da henüz ayakta duruyordu. birimidir. Osmanlı döneminde zengin nüfus, semt nüfusunun tamamını oluş­
Amastrianon'da da, bütün forum ve çiftçilerin buğday ambarlarının burada turmaktadır. Nüfusun büyük çoğunluğu
meydanlarda olduğu gibi ticaret yapılı­ bulunmasından dolayı Ambarlı olarak işçi ve ücretlidir.
yordu. Burada at ve büyükbaş hayvan anılmıştır. Cumhuriyet döneminde muhacirlere
satılırdı. Aynı etkinlikler Bous'da da ya­ Bizans imparatorlarının yazlık olarak dağıtılan tarımsal topraklar yapılaşmaya
pıldığına göre, Amastrianon Bous'a ya­ kullandıkları Küçükçekmece çevresinde açıldığından, artık tarım yapılmamakta­
kın olmalıdır. Türk döneminde Saraçha­ bulunan Ambarlı, bir balıkçı köyüydü. dır. Semtte, Kaleterasit, İnsa, Arçelik
ne Çarşısı'nın konumu bu eski ticaret Osmanlı İmparatorluğu döneminde, İs­ fabrikaları ile Petrol Ofisi ve Etibank te­
alanlarının bir uzantısı olarak düşünüle­ tanbul'u çevreleyen surların dışındaki sisleri bulunmaktadır. Ambarlı Termik
bilir. Janin, Bizans tarihinde önemli Eyüp Kadılığı sınırları içinde bir Rum Santralı(->) semtin sınırları içindedir.
olan Modion'un bu meydanda olduğu­ köyü olarak varlığını sürdürdü. Ambar- FİGEN TAŞKIN
nu yazar. Modion piramit biçiminde bir lı'ya Türklerin ilk yerleşmesi, 1912'de
anıttı ve üzerinde iki uzanan el arasında Usturumca muhacirlerinden 15 hane AMBARLI TERMİK SANTRALI
bir tahıl ölçü birimini (modius) gösteren kadar Türkün iskânıyla başlamış ancak
kabartma vardı. Amastrianon'da bir tahıl Avcılar'da kumlu İstanbul ve Trakya'ya
I. Dünya Savaşı sonunda Rumlar, Türk­
ambarı da vardı. İmparatoriçe Eirene 8. elektrik enerjisi sağlayan Türkiye'nin en
leri köyden çekilmeye mecbur etmişler­
yy'da meydanın bir bölümünü ve bu büyük termik elektrik santrallarmdan
dir. 1922'den sonra, Ambarlılı Rumlar
arada amfiteatrı da yıkarak bir saray biridir. Kuruluş çalışmaları 1964'te baş­
mübadeleye tabi tutulmuş ve Selanik
yaptırdığı zaman bir yoruma göre bu layan santral, 1967'te 110 MW'lık iki
Kayalar'dan gelen muhacir Türkler böl­
yapıdan kalan revakların içine fırıncı ünitesiyle devreye girdi. Yakıt olarak
geye yerleştirilmiştir.
dükkânları inşa ettirilmişti. Amastri­ fueloil kullanan santrala, 1970'te 110
anon'da bir tahıl ambarı (Horreum) ve Ambarlı Cumhuriyet döneminde bir MW'lık bir ünite daha eklendi. 1971'de
fırıncıların bulunması onun Aksaray İstanbul köyü olarak varlığını sürdür­ 150 MW'lık iki ünite daha devreye so­
Meydanı'na yakın olduğunun bir başka müş, 1950'li yıllarda bir banliyö yerleşim kulunca, Ambarlı Termik Santralı 630
kanıtıdır. Çünkü burasmın da Bous Fo­ alanı olarak gelişmeye başlamış ve kısa M W l ı k toplam kurulu güç ve 3,472
rumu gibi Eleuterion Limanı'ndan gelen sürede İstanbul'a yönelen iç göçten na­ Gvvh'lık t e r m i k enerjisi ile ( 2 . 4 0 0
tahılın depolandığı bir yer olduğuna sibini alarak banliyö kimliğinden uzak­ MW'lık Atatürk, 1.350 MW'lık Karakaya
işaret etmektedir. İmparatoriçe Eirene'in laşmış ve 900 haneli bir yerleşim alanına ve 1.340 MW'lık Afşin Elbistan sandalla­
sarayının adı da Eleuterios idi. Ne var dönüşmüştür. Ambarlı 1980'li yıllardan rının ardından) Türkiye'nin dördüncü
ki, De Ceremoniis*de, Modionün Tauri sonra daha çok Türkiye'nin doğu bölge­ büyük elektrik santralı oldu.
Forumu ile Filadelfion arasında olduğu lerinden gelen göçle büyümüştür.
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı dö­
yazılmıştır. De Ceremoniis'in ziyaretler­ Ambarlı İstanbul kentine ve kentin neminde, Türkiye'nin mevcut elektrik
den söz eden bölümü 10. yy'a aittir. önemli merkezlerinden Aksaray'a Edir­ kapasitesinde 910,4 MW'lık bir artış sağ­
Oysa Modionü Amastrianon'da göste­ ne asfaltından ayrılan bir yol ile bağlı­ lanmıştı. Bu dönem boyunca, hidrolik
ren kaynaklar daha eski tarihlidir. O za­ dır. Halen balıkçı sığmaklarının bulun­ enerji kaynağından daha çok yararlanıl­
man iki Modion'un varlığından söz edi­ duğu deniz kıyısından geçirilecek yolun ması yönündeki plan ilkelerinin aksine,
lebilir. Birincisi bir anıta izafeten veril­ E-5 Karayolu'na bağlanması projesi so­ 280,4 MWlık hidroelektrik santrallarma
miş bir meydan adıdır ve bunun Tauri nuçlandığında, Ambarlı şehirlerarası karşılık 630 MW'lık, termik güçle çalı­
ile Filadelfion arasında yer alması gere­ ulaşım ağına girecektir. şan Ambarlı Termik Santralı inşa edil­
kir. İkinci Modion ise sadece bir anıttır. miş; böylece termik santralların toplam
Ambarlı, daha önce Küçükçekmece
Bu durum Cameron'un dediği gibi, Mo- elektrik enerjisi üretimi içindeki payı
İlçesi'ne(->) bağlıydı. 1992'de Avcılar(->)
dion'daki heykelin Amastrianon'a taşın­ korunmuştur.
Küçükçekmece'den ayrılıp ilçe yapıldı­
dığını gösterebilir. Parastaseis'te, Modi­
ğında Ambarlı da Avcılar'a bağlandı. Ambarlı Termik Santralı yakıt olarak
on'un diğer adının Horreum olduğu be­
Ambarlı doğuda yine Avcılar İlçesi'ne İpraş, At'aş ve Aliağa rafinerilerinden ge­
lirtilir. Bu, Modion heykelinin Amastri-
bağlı Deniz Köşkler Mahallesi, batıda tirilen fueloili kullanmaktadır. Devreye
AMCAZADE HÜSEYİN PAŞA 236

Ambarlı Termik Santralı


Erkin Enıiroğhl. 1993

sokulduğu 1967 yılında varili 2.5 dolar geçirilen bir adet 380 kilovoltluk. iki nası haline getirilmiş olan külliye "Türk
olan petrolün 1973'teki büyük petrol bu­ adet 154 kilovoltluk TEK bağlantısın­ İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi" olarak
nalımı döneminde aşırı zamlanması so­ dan, Anadolu'dan İstanbul'a doğru akan kullanılmaktadır.
nucu, Ambarlı Termik Santralı yakıt sı­ elektrik enerjisi ile karşılanmaktadır. Kareye yakın bir alanda yerleştirilmiş
kıntısına düşmüş, bir elektrik darboğazı Bibi. (Bu madde kaleme alınırken, rakamsal olan külliyenin doğu cephesi ortasında
ortaya çıkmış, o zamanki bir deyimle bilgilerin güncelliğini sağlamak için Ambarlı basık kemerli kapısı vardır. Üzerinde üç
Ambarlı, petrol değil dolar yakmaya baş­ Termik Santralı Teknik İşler Müdürlüğü yet­ satır halinde Arapça yazılmış on iki mıs-
lamıştır. Bu dönemde İstanbul'da elekt­ kililerinin sözlü açıklamalarından da faydala- ralık inşa kitabesi bulunmaktadır. Kapı­
nılmıştır.); T. Çandar. "Türkiye'de Enerji",
rik darboğazından kurtulmak için elekt­ nın sağında çeşme ve altta dükkânlar
Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi.
rik kesintileri yapılmış, daha sonraki yıl­ c. 3, İst.. '1983; K. Öngün, "Türkiye'de Elekt­ ile üstte sıbyan mektebi, solunda ise or­
larda, petrol faturasının nispi ağırlığının rik Enerjisi Üretimindeki Gelişmeler". Enerji tada sebil iki yanda hazire yer almakta­
azalmasıyla bu uygulama kaldırılmış, Dünyası, Dünya Enerji Konferansı Milli Ko­ dır. Girişin karşısında, batı cephesi bo­
santral günlük üretimine dönmüştür. mitesi, Ankara, 1 9 - 5 : M. Ula. Türkiye'de yunca uzanan, kuzey ve güney yönler­
Elektrik Santralleri. TEK Genel Müdürlüğü de de kollan olan "U" şeklinde revaklı
Bugün, 630 MWlık Ambarlı Termik Yayınları, Ankara, 1985: M. Ula. Türkiye
Santralı, 1980 yılında ilk grupları devreye Elektrik İstatistikleri Özeti, TEK Genel Mü­ medrese odaları mevcuttur. Avlunun
giren, 1990 yılında da tamamlanan 1.350 dürlüğü Yayınları, Ankara 1983; T. Yarman, kuzeyinde, medresenin kuzey koluna
MWTık Ambarlı Doğalgaz Kombine Çev­ "Enerji ve Türkiye", Cumhuriyet Dönemi bitişik olarak fevkani kütüphane binası
rim Santralı ile birlikte toplam 1.980 Türkiye Ansiklopedisi, c. 3. İletişim Yayınları. yer alır. Avlunun ortasına yakın bir yer­
1983. de sekizgen şadırvan ile güneyde üç ta­
MW'lık elektrik enerjisi üretmektedir.
SEVİM BUDAK rafı revaklı sekizgen dershane-mescit
Ambarlı Doğalgaz K o m b i n e Çevrim
Santralı her biri 139 MW gücünde altı binası bulunmaktadır.
AMCAZADE HÜSEYİN PAŞA
gaz türbinine ve her biri 172 M\V gücün­ Dershane-Mescit: Külliyenin en dik­
de, atıksuyu değerlendirmeye yönelik KÜLLİYESİ kat çekici bölümlerinden birini güneyde
inşa edilmiş üç buhar türbinine sahiptir. Fatih İlçesi, Saraçhanebaşı semtinde, yer alan dershane-mescit binası oluştu­
Halihazırda Türkiye Elektrik Kuru- Sofular Mahallesi sınırları içinde yer al­ rur. Sekizgen plana sahip yapı, geçişleri
mu'nun işlettiği Ambarlı Termik Santra­ maktadır. mukarnaslarla sağlanan 11 m çapında
lı, tam kapasite ile çalıştığı zaman, gün­ 17. yy sonlarında İbrahim Ağa'nm kubbe ile örtülmüştür. Bina dıştan do­
de 14 milyon, yılda 4-4,5 milyar kilo­ mimarbaşılığı sırasında inşa edilen külli­ ğu, batı ve kuzey olmak üzere üç yön­
vat/saat elektrik enerjisi üretmektedir. yenin banisi Köprülü ailesinden olup II. den "U" şeklinde geniş bir revak ile
Ve bu üretilen elektrik enerjisi 34 kilo- Mustafa devrinde vezirazam olarak gö­ çevrelenmiştir. 22 mermer sütun üzerin­
voltluk hatlarla Trakya'ya, 154 kilovolt- rev yapmış olan Amcazade lakabı ile de de mukarnaslı ve baklavalı başlıklara
luk hatlarla da İstanbul'a gönderilmek­ tanınan Hüseyin Paşa'dır. oturan sivri kemerli revakta birimlerden
tedir. Bu iki santral ortalama olarak Külliye önceleri medrese, dershane- dokuz tanesi kubbe, dört tanesi çapraz
Türkiye'nin elektrik enerjisi üretiminin mescit, kütüphane, sıbyan mektebi, tonoz, bir tanesi aynalı tonoz ile, sekiz­
yüzde 5'ini karşılamaktadır. İstanbul'un, dükkânlar ve sebilden oluşmakta iken gen gövdeyi tamamlayan dört köşe ise
Türkiye'de üretilen elektrik enerjisinin daha sonra bunlara Şeyhülislam Mustafa yarım kubbelerle örtülmüştür.
yaklaşık yüzde 40'ını tükettiği dikkate Efendi tarafından 1152/1739'da bir çeş­ Girişin önündeki revak kemeri diğer­
alınırsa, bu iki santralın İstanbul'un me ilave edilmiştir. Ayrıca 1114/1702'de lerine göre daha dar tutulmuş, üzerini
elektrik enerjisi ihtiyacının yaklaşık yüz­ vefat eden Amcazade Hüseyin Paşa'nın örten kubbe ise biraz yüksek ele alın­
de 37'sini karşılamak suretiyle çok sebilin güneyine gömülmesinden sonra mıştır. Dershane-mescit kapısı, mermer
önemli bir rol üstlendiği görülmektedir. aileden olan diğer kişilerin de buraya kaplamalı olup basık kemerli açıklığa
İstanbul'un elektrik enerjisi ihtiyacı­ gömülmeleri ile bir hazire oluşmuştur. sahiptir. Kemer ortasında "Mühr-i Süley­
nın geri kalan bölümü ise Lülebur­ Külliye 1718 ve 1782 yangınlarında, man" motifi yer alır. Kemer köşe dolgu­
gaz'da inşa edilmiş, 100 MW gücünde 1755 ve 1894 depremlerinde hasar gör­ ları kıvrık dallar üzerinde rumîlerden
sekiz gaz, 100 MW gücünde dört buhar müştür. 1755'te banisinin kızı Rahmiye oluşan süslemeye sahiptir. 1112/1700
türbininden oluşan toplam 1.200 MW Hanım tarafından, 1940, 1957-1958 ve tarihini veren tek satırlık Arapça sülüs
lık kurulu güce sahip Trakya Hamitabat 1960'ta çeşitli tamirler yaptırılmıştır. kitabe üzerinde mukarnas ve palmet sı­
D o ğ a l g a z K o m b i n e Çevrim Santra­ 1966 yılında Vakıflar İdaresi tarafından ralı firiz bulunmaktadır. Kapının iki ya­
lından ve İstanbul Boğazı üzerinden yapılan yeni düzenlemeler ile müze bi­ nında birer küçük niş yer alır.
23 7 AMCAZADE HÜSEYİN PAŞA

Yapı çift katlı pencere düzenine sa­ helerde bir sıra kesme taş, iki sıra tuğla, duvarının avluya yakın köşesinde pen­
hiptir. Giriş cephesi hariç diğer cephe­ revak cephesinde ise tuğla hatıllı moloz cere açıklığı boyunca kesme küfeki taşı
lerde altlı üstlü ikişerden dört pencere taştır. Bu cephe günümüzde sıvalı olup kaplama yapılmıştır.
yer alır. Alt kat pencereleri basık boşalt­ pencere ve kapı üstlerindeki tuğladan Yuvarlak kemerli açıklığa sahip olan
ma kemerleri altında dökme demir par­ sivri boşaltma kemerleri ve tuğla alınlık­ tonozlu dehlizden geçilerek kuzeydeki
maklıklı, dikdörtgen söveli, üst kat pen­ ları sıva altında kalmıştır. Revak kemer­ küçük avluya, oradan da üst kata ulaşı­
cereleri ise sivri kemerli olup içlik ve leri ve kemer araları düzgün küfeki ta­ lır. Burada baklavalı başlıklı iki mermer
dışlıklara sahiptir. Girişin iki yanında, şından olup tüm örtü sistemleri tuğla­ sütunun taşıdığı basık tuğla kemerli,
altta pencereler yerine küçük birer do­ dandır. Batıdaki revak cephesinin orta­ üzeri düz meyilli beton çatı ile örtülü
lap nişi açılmıştır. Girişin karşısında ek­ sında kemer arasındaki yüzeyde bir ta­ olan revak bulunmaktadır. Ortada yer
sende yer alan mermer mihrap yedi ke­ ne kuş köşkü bulunmaktadır. Revak ke­ alan yuvarlak kemerli açıklığa sahip ka­
narlı bir nişe sahiptir. Niş üzeri mukar- merlerinin kilit taşı üzerinde bir rozet, pı, dıştan küfeki taş, içten mermer sö-
naslı, yaşmaklı olup iki köşede birer ro­ bir "Mühr-i Süleyman" motifi alternatif velidir. 6,50x6,50 m ölçüsündeki mekâ­
zet mevcuttur. Üstte sülüs hat ile yazılı olarak sıralanmıştır. Revak medrese bir­ nın üzeri dıştan sekizgen kasnaklı, içten
mihrap ayeti, en üstte ise palmetli bir fi- leşmesinde bir uyumsuzluk söz konu­ pandantiflerle geçişi sağlanan kubbe ile
riz ile taçlandırılmıştır. sudur. Depremler neticesinde çok ha­ örtülmüştür.
Yapıda kubbe içi, pencere ve dolap rap olan medresede yenilenen kubbeler Kütüphane, güneyindeki avluya dört,
üstleri kalem işleri ile süslenmiştir. Ye­ arasında da farklılıklar görülmektedir. girişin iki yanında birer, doğu ve batı
nilenmiş olan bu kalem işlerinde klasik Şadırvan: Avlunun ortasında mer­ duvarlarının güney uçlarında yanlara iki
desenler söz konusudur. Kubbe ortasın­ merden ongen bir haznesi olan şadır­ olmak üzere toplam sekiz pencere ile
daki yazı madalyonundan sonra kubbe van, baklavalı başlıklara sahip sekiz dışa açılmaktadır. Pencereler dikdört­
eteğine uygun salbekli şemseler sıralan­ mermer sütunun taşıdığı ahşap çatı ile gen olup dıştan küfeki taş, içten mer­
mıştır. İçlerinde bitkisel düzenlemeler örtülmüştür. Son yıllarda yenilenmiş mer sövelidir. Batı cephesinde yer alan
görülür. Yazı madalyonunun etrafı ile olan şadırvanda hazne, fıskiyeli olup pencere, tuğladan sivri boşaltma kemeri
kubbe eteğinde, pencere ve dolap üst­ çeşme aynataşları. silmelerle sivri kaş altında, niş içindedir. Güneydeki avluya
lerinde kıvrık dallarla rumîli ve palmetli kemer şeklinde düzenlenmiş, içleri bir bakan dört pencere ile, doğu cephesin­
kompozisyonlar vardır. Üst kat pencere rozet ile süslenmiştir. deki pencerenin üstleri birbirini takip
aralarında mihrap üstüne gelen yerde Ayrıca ihtiyaçtan dolayı girişin sağın­ eden üç kademeli silme ile sivri kemerli
çerçeve içinde yine mihrap ayeti yazıl­ da yer alan hazne duvarına musluklar alınlık şeklinde dekorlanmıştır. Kütüp­
mıştır. Diğerlerinde ise yuvarlak madal­ yerleştirilmiş, önüne de küfeki taşından hanede doğu ve batı duvarları içinde
yonlar içinde Allah, Muhammed, dört bir kanal yapılmıştır. Vaktiyle üzerinde üçerden altı tane dikdörtgen niş bulun­
halife, Hasan, Hüseyin adları yazılıdır. ahşap bir sundurmanın da olduğu mev­ maktadır. Mekânın içi beyaz badana ile
Dershane-mescidin etrafında yer alan cut izlerden anlaşılmaktadır. kaplanmıştır. Vaktiyle mevcut olan 19.
revakta kubbe içlerinde vaktiyle mevcut Kütüphane: Avlunun kuzeyinde sıb­ yy kalem işlerinden hiç iz kalmamıştır.
olan 19. yy kalem işleri bugün mevcut yan mektebi ile medrese odaları arasın­ Külliyenin yapımından sonra kütüp­
değildir. Buralarda yer yer orijinal kalem da yer alan kütüphane iki katlı bir yapı­ hanenin geçirdiği tamirlerden dolayı
işlerinden küçük izler görülmektedir. dır. Avluya bakan girişinin üzerinde yer geç devir izleri açıkça belli olmaktadır.
Medrese Odaları: Girişin karşısında alan ve nestalik hat ile yazılı olan do­ Kütüphanenin altında yer alan mah­
yer alan medrese, güneydeki dershane- kuz satır halinde, on dört mısralı oval zenin su dağıtma yeri (maksem) olduğu
mescit ile kuzeydeki kütüphane arasın­ kitabeden, yapının ll68/1755'te Hüse­ anlaşılmaktadır. Güneyde avluya bakan
da avluyu geniş bir "U" şeklinde çevre­ yin Paşamın kızı Rahmiye Hanım tara­ küçük yuvarlak kemerli açıklığı bulun­
lemektedir. Batıda on bir, kuzeyde dört, fından tamir ettirildiği anlaşılmaktadır. maktadır. Bugün tonozlu koridordan bir
güneyde iki olmak üzere toplam on ye­ Avluya bakan cephesi düzgün kes­ kapı açılmış ve depo olarak kullanıl­
di birimden oluşan medrese önünde me küfeki taşı ile kaplı olan yapının di­ maktadır. Yapıda ayrıca üst kata çıkışı
baklavalı başlıklara sahip on üç mermer ğer üç cephesi bir sıra kesme taş, iki sı­ sağlayan merdiven altında bir hela yer
sütunun taşıdığı sivri kemerli revaklar ra tuğla ile kaplanmıştır. Yalnızca doğu almaktadır.
yer almaktadır. Medrese odalarının ta­
mamı pandantiflerle geçişleri sağlanmış
kubbeler ile örtülüdür. Revaklarda ise
güney uçtaki birim ile batıda kuzey ka­
natla birleşmeden önceki birimin üzer­
leri, aynalı tonozla, diğerleri pandantifti
kubbelerle örtülüdür. Medrese odaları
yaklaşık 4x4 m ölçüsünde olup basık
kemerli kapı ve dikdörtgen söveli bir
pencere ile revaklara, bir veya ikişer
pencere ile de dışarıya açılmaktadır.
Yalnızca güneyde ortada yer alan oda
ile kuzeyde kütüphane yanındaki üç
odanın dışarıya açılan pencereleri yok­
tur. Burada köşeye yakın olan odanın
köşedeki birime açılan bir penceresi
vardır. Köşe mekânının üzeri bugün
açıktır. İçinde bir ocak nişi ile vaktiyle
dışa açılan fakat bugün içi doldurulmuş
olan kapısı vardır. Odaların içinde iki
veya üç dolap nişi ile bir de ocak nişi
bulunmaktadır. Ocaklar dıştan sekizgen
gövdeli, her yüzeyinde birer rüzgâr
açıklığı bulunan, üzeri küçük kubbecik Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi'nin yüzyıl başlarındaki görünümü. Sebil, hazire pencereleri
ile örtülü kesme taş bacalara sahiptir. ve giriş kapısı.
İAM, Encümen Arşivi, 1. no. 448
Medresede yapı malzemesi dış cep­
AMCAZADE HÜSEYİN PAŞA 238

Kütüphaneye Hüseyin Paşa 457, Sey- ne rüzgâr açıklığı vardır. Yapı dıştan bir lür. Cephelerde "C", "S" kıvrımlarından
yid Nafiz Efendi 85 kitap vakfetmiştir. sıra moloz taş, iki sıra tuğla dizisinden oluşan dökme demir parmaklıklar vardır.
Kitaplar önce Beyazıt Kütüphanesi'ne, oluşan almaşık bir duvar örgüsüne sa­ Her parmaklıkta Bursa kemerli altı tane
1929 yılında Fatih-Millet Kütüphane­ hiptir. Yalnızca penceresiz olan güney su verme açıklığı mevcuttur.
si'ne, son olarak da 1936 yılında Süley- cephe ile batı duvarının güney köşesi Dershane-mescidi çevreleyen revak
maniye Kütüphanesi'ne taşınmıştır. tamamen düzgün kesme küfeki taşı ile ile sebil arası iki çapraz tonoz ile örtül­
Sıbyan Mektebi: Külliyenin doğusun­ kaplanmış olup taş konsollar ile dışa müştür. Burada yer alan basık kemerli
da ön cephede yer alan dükkânların hafif taşkındır. Bu cephe üzerinde üçlü kapı ile sebile geçilir. İçeride kuzey du­
üzerine inşa edilmiştir. Bugün kare konsollara oturan iki kuş köşkü mev­ varı üzerinde dikdörtgen bir niş bulun­
planlı iki kubbeli mekândan oluşan ya­ cuttur. İçten sade, dıştan ise tuğladan maktadır. Güney duvarı üzerinde ise
pı 1894 depreminde büyük hasar gör­ sivri boşaltma kemerleri altında mermer vaktiyle mevcut olan sivri kemerli açık­
müş, son yıllarda Vakıflar İdaresi- tara­ alınlık ve söveleri olan pencereler dök­ lık, hazire zemininin yükselmesinden
fından esaslı bir şekilde onarılmıştır. me demir parmaklıklıdır. Güney me­ dolayı kapatılmış, içine yatık dikdörtgen
Mektebe giriş, dükkân dizisinin orta­ kânda odaları ayıran ortak duvar üze­ şeklinde mermer hazne ve bir kurnadan
sında yer alan yuvarlak kemerli kapı ile rinde 19- yy'da yazılmış olan iri çifte oluşan çeşme yerleştirilmiştir. Haznede­
sağlanmıştır. Beşik tonozlu bir koridor­ vav kompozisyonu bulunmaktadır. ki aynataşı, silme ile üçe ayrılmıştır. Or­
dan geçilerek etrafı duvarla çevrili, ze­ Dükkânlar: Külliyenin doğu cephe­ tada sivri kaş kemerli bölüm içinde bü­
mini taş döşeli küçük iç avluya ulaşılır. sinde, sıbyan mektebinin altında dört yük bir rozet ile karşılıklı iki vazodan
İçinde bir adet hela bulunan ve mekte­ adet dükkân yer almaktadır. Oval hare­ çıkan stilize çiçekler vardır. İki yan pa­
bin batısında yer alan bu avludan yuka­ ketli, iki kademeli konsollar üzerine otu­ noda ise birer iri servi ağacı motifi mev­
rıdaki sahanlığa çıkılır. Köşeye yakın ran dışa taşkın yuvarlak kemerli cephe­ cuttur. Çeşmenin yanında bir de kuyu
yerleştirilmiş olan küfeki taşından söveli lere sahiptirler. Beşik tonoz ile örtülmüş bulunmaktadır. Sebil içinde vaktiyle
ve basık kemerli kapı ile önce kuzeyde­ olan mekânlarda girişin karşısında birer mevcut olan ve 19- yy'ıiı zevkini akset­
ki mekâna, oradan da dikdörtgen mer­ tane niş bulunmaktadır. Altında mahzen­ tiren kalem işlerinden bugün iz kalma­
mer söveli kapı ile güneydeki mekâna leri olan dükkânlar 2.5x5 m ölçüsünde mıştır. Son restorasyonda klasik desen­
geçiş sağlanmıştır. Mekânlar dıştan on olup dikdörtgen plana sahiptirler. lerden izler tespit edilmiştir.
iki kasnaklı. içten pandantiflerle geçişi Sebil: Külliyenin doğu cephesi üzerin­ Çeşme: Külliyenin doğu cephesi üze­
sağlanan kubbeler ile örtülmüştür. Ku­ de, girişin solunda yer alır. Son yıllarda rinde, girişin sağında dışa hafif taşkın
zeydeki oda, batıda iki pencere ile iç tamir görmüş olan sebil dışa taşkın dört olarak yer alır. Külliyenin inşasından 39
avluya, doğuda iki pencere ile de dışa dilimli cepheye sahiptir. İçten pandantif­ yıl sonra Şeyhülislam Mustafa Efendi ta­
açılır. Kuzey duvarında üç, güney duva­ lerle geçişi sağlanan bir kubbe ve bunun rafından yaptırılmış olmasından dolayı
rında bir mermer söveli niş mevcuttur. önünde küçük yarım kubbe ile örtülü Şeyhülislam Mustafa Efendi Çeşmesi adı
Bu mekânda, girişten sonra zemin 0.30 olan sebil dıştan bir saçak ile çevrelen­ üe tanınmaktadır. 1152/1739 tarihini ve­
m kadar yükselir. Güneydeki ikinci oda miştir. İkisi duvara gömülü, üçü serbest ren mermer üzerine talik hat ile yazıl­
ise doğuda üç pencere ile dışa, batıda beş mermer sütun üzerinde mukarnaslı mış bulunan beş satır halinde yedi be-
bir pencere ile avluya açılmaktadır. Bu başlıklara oturan sivri kemerli dört açık­ yitlik bir kitabesi vardır. Kitabenin hat­
mekânın batı duvarında bir ocak nişi ile lığa sahiptir. Kemer içleri mermer dolgu­ tatı Katibzade diye de tanınan Mehmed
güney duvarında mermer söveli üç do­ lu olup başlık araları da oval harekete Refi bin Mustafa'dır. Harap durumda
lap nişi vardır. Baca dışta, kesme taştan uygun lentoludur. Kemer kilit taşlarında olan kitabenin alt satırında, iki köşede
sekizgen gövdeli olup üzeri küçük kub- birer rozet, lentolarda kıvrık dallar üzeri­ bitkisel süslemeli küçük kartuşlar görül­
becikle örtülmüştür. Her vüzde birer ta­ ne rumîlerden oluşan süslemeler görü­ mektedir.

Amcazade
Hüseyin Paşa
Külliyesi
Erdem Yücel,
Vakıflar Dergisi,
Sayı V N I , 1968
(Sıbyan
Mektebi'nin
kaynak planda
var olmayan
sağ kanadı
sonradan onarıldığı
için plana
eklenmiştir.
A. V. Çobanoğlu)
239 AMCAZADE HÜSEYİN PAŞA

lı Devri Mimarisi, ist., 1986, s. 364-365; 1. E.


Erünsal, Türk Kütüphaneleri Tarihi II, Kuru­
luştan Tanzimat'a Kadar Osmanlı Vakıf Kü­
tüphaneleri, Ankara. 1988, s. 65; Fatih Anıt­
ları, 108; Ş. Aydın, "Amcazade Hüseyin Paşa
Külliyesi", DİA, III, 9-10.
AHMET VEFA ÇOBANOĞLU

AMCAZADE HÜSEYİN PAŞA


YALISI
Asya yakasında ve Anadolu Hisarı'nın
kuzeyinde, İstanbul Boğazı'mn günü­
müzde ayakta kalan en eski yahşidir.
Meşruta Yalı olarak da bilinir.
İ 6 9 9 ' d a A m c a z a d e Hüseyin Paşa
(1644-1702) için inşa edilmiştir. Yeğen,
Sarhoş, Mevlevî lakaplarıyla da bilinen
Amcazade Hüseyin Paşa, Köprülü Meh-
med Paşa'nm erkek kardeşinin oğlu ve
Fazıl Ahmed Paşa'nın amcası idi; II.
Mustafa döneminde çeşitli yüksek gö­
revlerde bulunduktan sonra 1697-1702
yılları arasında sadrazamlık yapmıştı.
Amcazade Hüseyin Paşa Külliyesi Bugüne kalan yapı, eskiden Amcaza­
Aras Neftçi, 1990 de Hüseyin Paşa Yalısı'nın selamlık da­
iresinin divanhanesini teşkil ediyordu.
Harem dairesi ise selamlığın 70-80 m ka­
Klasik üslupta olan çeşme kesme kü­ lentoludur. Güney uçtaki kapı altta ba­
dar güneyinde idi. Aralarındaki bahçe ar­
feki taşından inşa edilmiştir. Sivri kemer­ sık kemerli ve mermer söveli olarak dü­
kadaki tepenin eteklerine kadar uzanı­
li bir niş şeklinde düzenlenmiş olan çeş­ zenlenmiştir.
yordu. Haremin eski bir fotoğrafından
me oldukça sade olup silmelerle çevre­ Sebilin solunda, güneyde yer alan hareketle iki katlı, iki büyük sofalı ve 15-
lenmiştir. Kemer kilit taşmda kabarık bir ikinci bölüm 9,50x9,50 m ölçüsündedir. 20 odalı olduğu tahmin edilmektedir.
gül rozeti bulunan çeşmenin aynataşı sa­ Doğu cephe mermer kaplamalı olup Deniz cephesinde üç geniş oda çıkma
de düz mermer levhadandır. Altta mer­ ikisi duvarda üçü serbest beş mermer yapıyordu. Yalının 1893 Rus Savaşı sıra­
mer bir teknesi vardır. Tekne hizasına sütun üzerinde mukarnaslı başlıkların sında yerleştirilen Rumeli göçmenleri yü­
kadar yanlar da mermer ile kaplanmıştır. taşıdığı sivri kemerli dört açıklığı vardır. zünden tahrip olduğu ve kısmen yıktırıl-
Arkada kesme taştan üzeri pramidal ör­ Açıklıklar geometrik düzende dökme dığından ya da bir yangınla ortadan kalk­
tülü geniş bir su haznesi bulunmaktadır. demir parmaklıklıdır. Güneye de dört tığından söz edilir. Ancak, daha yüzyılın
Hazireler: Külliyede üç adet mevcut­ kemerle açılan hazire, batıda dershane- ilk çeyreğinde Osmanlı sivil mimarlığının
tur. Amcazade Hüseyin Paşa'nm 1114/ mescit revağı ile sınırlanmıştır. Zemin­ eşsiz bir eseri olarak dikkat çekmiş olma­
1702 tarihinde vefatı ve sebilin güneyine den yükseltilmiş olan hazireye kuzeyde sına rağmen, Amcazade Hüseyin Paşa
gömülmesinden sonra bu aileden ölen yer alan basık kemerli kapıdan geçilir. Yalısı'nda en büyük tahribata günümüze
kişiler de buraya gömülmüşlerdir. Girişin Kapı ile sebil arasında hazireye bakan kadar süren ihmal neden olmuştur.
solunda sebilin iki yanında yer alan ve bir de pencere vardır. Kuzey, batı ve
güneydeki açıklıklar dökme demir par­ S. H. Eldem'in hazırladığı restitüsyo-
cephe boyunca kademeli üç bölümden na göre eski selamlık dairesinin, ha­
maklıklıdır. Bu hazirede bir tanesi Am­
oluşan üzerleri açık hazirelerde bugün mam, mutfak ve uşaklar dairesi gibi ek
cazade Hüseyin Paşaya ait olan 21 me­
47 mezar bulunmaktadır. En erken tarih­ binalarıyla sokak seviyesine kadar u-
zar bulunmaktadır.
lisi Hüseyin Paşa'ya ait olup 1114/1702 zandığı anlaşılmaktadır. Yalının arka­
tarihlidir. En geç tarihli olan ise Köprülü- İkinci bölümün güneyinde, zemini sından geçen yol önceleri bugünkü so­
zade el-Hac Mehmedzade Ömer Lütfi diğerlerine göre biraz düşük tutulmuş kaktan denize 5 m daha yakın ve bu­
Bey'in annesi Vesile Hanım'a ait olan olan 3x34,50 m ölçüsündeki üçüncü günkü seviyesinden daha aşağıda ol­
1334/1915 tarihli mezardır. bölüm yer alır. Güney cephe boyunca makla birlikte, gene de yalının oturdu­
Girişin solundan sebile kadar olan devam eden bu bölümde 22 adet mezar ğu zeminden çok daha yüksekte idi.
birinci bölümde dört mezar vardır. Ze­ bulunmaktadır. Doğuda, cepheye göre Boğaziçi yalılarında sık görülen bu du­
minden biraz yükseltilmiş olup 5x5,50 daha alçak seviyede kesme küfeki taşı rum göz önüne alınırsa, yalının arkasın­
m ölçüsünde kareye yakın bir alan kap­ duvar üzerinde, sivri kemerli bir açıklığı da yolun öte tarafında kalan, set duva­
lar. Mermer kaplamalı dış cepheye ikisi vardır. Güney duvarı ise aynı zamanda rıyla tutulmuş arka bahçeye göre 1-1,5
duvarda, biri serbest üç mermer sütun külliyenin de duvarı olup son yıllarda m kadar daha aşağıda bir geçit bulun­
üzerinde mukarnaslı başlıkların taşıdığı yenilenmiştir. Dershane-mescit önünde muş olduğu ve arka bahçe ile bağlantıyı
sivri kemerli iki pencere açılmaktadır. yeni yapılmış bir duvar ile doğu yönün­ bu geçidin sağladığı kabul edilebilir.
Kemer köşe dolgularında iri rozetler de kesilen hazirede her iki duvar da al­ Harem dairesi ise bu yolun hemen ke­
vardır. Kemer içi, mermer kaplamalı maşık örgüye sahiptir. narına gelmekteydi. Burada da üst kat­
olup başlık hizasından dokuz dilimli Bibi. Ayvansarayî. Hadîka. I. 91-92; Kumba­ ta yolun öbür tarafına uzanan bahçeye
kemer şeklindeki açıklığı, oval hareketli racılar, Sebiller, 29; Tanışık, İstanbul Çeşme­ bir geçit olması olasıdır. Selamlık divan­
dökme demir parmaklıklıdır. Dilimli ke­ leri. I. 162-163; E. H. Ayverdi, "Amucazâde hanesinin oturduğu zemin rıhtımdan 2
Hüseyin Paşa Külliyesi", İSTA, II, 792-799; Ş.
mer üzerinde bir sıra mukarnas dizisi m kadar yüksektir. Kaide duvarları rıh­
K. Bayraktar, "Amucazâde Hüseyin Paşa Kü­
görülür. Avluya bakan cephelerinde tüphanesi". İSTA. II, 799; Eyice. İstanbul, 78; tım hizasından başlayarak, kısmen dol­
malzeme kesme küfeki taşıdır. İki pen­ Öz, İstanbul Camileri, I, 22; Y. Önge-E. Yü­ ma olan yapının alt tabanına kadar yük­
cere ile kuzeye, iki pencere ve bir kapı cel, "Amca Hüseyin Paşa Külliyesi (Saraçha- seliyordu. Selamlık dairesinin arkasın­
ile de batıya açılmaktadır. Küfeki taşı nebaşı)", Arkitekt, XXXV (1966), s. 181-187; daki yapıyı bağımsız bir konuta dönüş­
sütunlar üzerinde düz başlıklara sivri E. Yücel, "Amcazade Hüseyin Paşa Külliye­ türen ilave bina, harem yok olmadan
si", VD, VIII (1968), s. 249-266; Kütükoglu,
kemerler oturmaktadır. Başlık araları Darii'l-Hilafe, 161-162; O. Aslanapa, Osman­ evvel, 19- yy'm ikinci yarısına doğru ya-
AMCAZADE HÜSEYİN PAŞA 240

Amcazade
Hüseyin Paşa
Yalısı'mn
günümüze
kalabilen
selamlık
divanhanesinin
Boğaz'a hâkim
konumu.
Bünyad Dinç,
1992

pılmıştır. B u n u n için selamlığın iki oda­ hanesinin en karakteristik tarafı p e n c e r e ­ y a s e m i n ve lale demetleri yerleştirilmiş­
sı ve sofası ile b a z ı servis b i n a l a r ı n ı n lerinin ç o k alçak tutulmuş olmasıdır. Du­ ti. Kapı ve d o l a p c e p h e s i ise tel ve fildi­
yıktırılmış olduğu anlaşılmaktadır. var y ü k s e k l i ğ i n i n a n c a k yarısına k a d a r ş i k a k m a ile b e z e n m i ş t i . O d a n ı n orta­
Selamlıktan artakalan d i v a n h a n e "T" uzanan p e n c e r e l e r i n üst tarafı t a m a m e n sındaki havxiz ve fıskiye iki sıra m e r m e r
şeklindedir. Ahşap k u b b e ile örtülü ka­ sağırdır; Osmanlı konut mimarisinin kla­ ile çevriliydi. D a h a b u n d a n otuz yıl ön­
re ş e k l i n d e k i orta şahın etrafında birer sik c e p h e elemanı olan ikinci sıra p e n c e ­ ce gözlemciler ahşap dekoratif eleman­
kol, bir tanesi deniz üstüne o l m a k üze­ reler burada t a m a m e n kaldırılmıştır. El- ların t a m a m e n s ü n g e r l e ş m i ş o l d u ğ u n u
re, üç y ö n d e çıkıntı m e y d a n a getirirler. d e m ' e g ö r e ışığın b u d e r e c e kısılması, kaydettiklerinden artık yalının iç d e k o ­
Seriye sicilleri, B o ğ a z i ç i ve Haliç sahilsa- B o ğ a z sahillerinde denizden gelen yansı­ r a s y o n u n u y e n i l e m e k için ö z g ü n parça­
raylarına ait inşaat, k e ş i f ve onarım def­ mayı ö n l e m e k içindir. Divanhanenin üç ların kullanılamayacağı sanılmaktadır.
terleri, ' ü ç sofalı o d a " diye t a n ı m l a n a n tarafı manzaralı olduğundan doğal olarak Yalının dış cephesi, yapıldığı günlerde
bu m e k â n tipinin 17. yy s o n u n d a n itiba­ arka duvarı hariç diğer duvarları tümüyle de içerisindeki zenginliği dışa vurmazdı.
r e n y a l n ı z c a h a n e d a n a ait k a s ı r l a r v e p e n c e r e y l e kaplanmıştır. Pencerelerin Sonradan kesilmiş olan geniş saçağın ye­
k ö ş k l e r d e değil, sıradan insanların evle­ üst kısımlarının da c a m duvar yapılması rine gelmiş olan çıtalı baş silmesi dışın­
rinde de revaçta olduğuna tanıklık eder, halinde m e k â n ı n dayanılmaz bir ışık faz­ da, dış mimari elemanları korunmuş; an­
B u tipin e n s o n ö r n e k l e r i n d e n biri d e lalığı içinde kalması tehlikesi doğabilirdi. c a k eskiden pencereleri örten k e p e n k l e r
K ü ç ü k s u Kasrı'dır(-»); ayrıca B e b e k K ö ş ­ E l d e m b u düzenin k e n d i n e m a h s u s bir ortadan kalkmıştır. B u g ü n bir eşi mevcut
kü, B e ş i k t a ş Sarayımda Çinili K ö ş k ( - 0 , m e k â n v e ışık k o m p o z i s y o n u yarattığı olmayan bu uygulamanın diğer örnekle­
Aynalı K a v a k Kasn(->), Çırağan Sarayı'n- görüşündedir. Suyun üstündeki hareketli rine, d ö n e m i n ç e ş i t l i s a h i l s a r a y l a r m ı ,
da G ü l ş e n a b a d Köşkü, Emirgân'daki Şe­ ışınların loş tavan ve duvarlara akisleri, b a h ç e l e r içindeki köşk ve kasırlarını gös­
rifler Yalısı(-0 divanhanesi de bu tiptey­ bu arada tezhipli yüzeylerdeki altın kap­ teren gravürlerde rastlıyoruz. Pencereler
di. 18. y y ' d a B o ğ a z i ç i ' n d e inşa edilmiş lamaların yer yer pırıltılan, benzersiz bir ve kapakları, bu geometri ve süslemeden
olan pek ç o k sahilsarayda ve yalıda m e k â n yaratmış olmalıdır. t a m a m e n arınmış c e p h e l e r i n tek canlı
b ö y l e denize taşan v e ü ç y ö n d e manza­ elemanı idi. P e n c e r e kapaklan kapandık­
Y a p ı n ı n ait olduğu Mülhak Amcaza­
raya açılan bir m e k â n ı n aranmış olması ları zaman bir yatay tahta kaplama yüze­
d e H ü s e y i n P a ş a Vakfı v e A m c a z a d e
kadar, evlerde de bu tür sofalara ç o k sık yi m e y d a n a getirirlerdi ve böylelikle bir
Hüseyin P a ş a Yalısı İnşaat, Restorasyon,
rastlanması, bu tipin kaynakları üzerin­ d ö n e m yalnızca mevsimlik olarak kulla­
Turizm ve Ticaret AŞ'nin yıllardır süren
de ayrıca durulmasını gerektirir. nılmış olan B o ğ a z i ç i yalıları denizin ve
dışlayıcı tutumu nedeniyle, bugünkü
durumu b i l i n e m e y e n iç m e k â n , bir za­ iklim koşullarının tahribatından bir ölçü­
H a n e d a n a ait yapılara baktığımızda,
m a n l a r t a m a m e n renkli d e s e n l e r l e b e ­ de korunurdu. Üst kapaklar açıldığı za­
"üç sofalı oda'ların, h e n ü z sahilsarayların
zeli a h ş a p p a n e l l e r l e kaplanmıştı. Kul­ m a n ise pencerelerin ö n ü n d e bir gölge­
denize paralel değil de dikey olarak bir­
lanılan r e n k l e r d e b ü y ü k bir ılımlılık ve lik, güneş siperi m e y d a n a gelirdi.
birine e k l e m l e n e n odalar ve sofalar dizisi
h a l i n d e b a h ç e i ç l e r i n e uzandıkları dö­ ö l ç ü hissedilmekteydi. B a z ı mimari ele­ 1956'da yetersiz bir o n a r ı m g ö r e n ya­
n e m d e , h e m e n deniz üstündeki ö n me­ m a n l a r altın varak kaplı v e y a tezhipliy- p ı b u g ü n , ortadan k a l k m a tehlikesiyle
kânların, itibarlı, g e n i ş k a b u l salonları, di. D u v a r l a r stilize ç i ç e k l e r , t a v a n ise karşı karşıyadır.
divanhaneler olduğu anlaşılmaktadır. Bu yerine göre tezhipli soyut şekiller ve Bibi. M. H. Saladin-R. Mesguich, Le Yali des
divanhanelerin denize taşan kısımları bü­ bitkisel d e s e n l e r l e b e z e n m i ş t i . Orta ta­ Keupruli à Anatoli-Hessa Côte Asiatique du
yük çıkma payandalarla destekleniyordu. vandaki şişelerin arasında zarif güller Bosphorer, Paris, 1915; S. Ünver-S. H. Eldem.
Amucazâde Hüseyin Paşa Yalısı, İst., 1970:
Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı'nda da di­ y e r almıştı. Ç e p e ç e v r e duvar kitabeleri­
Eldem. Köşkler ve Kasırlar, II, s. 151-179; El­
v a n h a n e kaide duvarından çıkan büyük n i n i ç i n d e k i p a n o l a r a vazolar içinde na­ dem. Türk Evi, II. 190-191.
furuşlarla taşınmaktadır. Selamlık divan­ turalist tarzda nar ç i ç e ğ i , gül, karanfil, TÜLAY ARTAN
241 AMELE TEALİ CEMİYETİ

AMELE FIRKASI ği'ni giderek daha sıkı denetleme çabası ri murahhasları hakkında hükümetçe "ta­
içinde olduğu gözlendi. Türkiye Umum kibat ve isticvabat" icra edileceği söylen­
Mütareke yıllarında istanbul'da kurul­
Amele Birliği Başkanı Rasim Bey zaten tileri bazı gazetelerde yer alıyordu. Ce­
muş siyasal parti.
yönetimin yakm ve güvenilir adamıydı. miyetin "layiha" çalışmaları 17 Şubat gü-~
Amele Fırkası, Amiralzade Cemal
Onun yanısıra Halk Fırkası İstanbul Mu­ nü başladı. 20 Şubat günü tekrar topla­
Hüsnü, Davavekili Râdi, sabık memur­
temedi Refik İsmail Beyin Birlik Yürüt­ nıldı. Bu kez mekân Divanyolu'ndaki
lardan Mehmet Behçet ve Haydar, kö­
me Kurulu Başkan Yardımcılığına geti­ Cumhuriyet Lokantası'ydı. Ancak bu top­
mür müteahhidi Mehmet Kâmil, Hüsnü
rilmesi, işçi çevrelerince olumsuz karşı­ lantıya, Meslek dergisinin tanımıyla "Türk
Paşazade Seyit Bilâl, kömür kâtiplerin­
landı. 1923 Aralıklnda 19-000 dolayında komünistleri" de iştirak etmişler, heye­
den Ali Haydar, Vanlı Mehmet Baba ve
üyesi olan birliğin üye sayısı dört beş ay canlı tartışmalar izlenmiş; itirazlar yük­
Mehmet Ali Ağa tarafından 11 Ağustos
içerisinde 7.000'e düştü. Bu gelişmeler selmişti. Layihayı yetersiz bulup Anka­
1920'de kuruldu.
sonucunda Mürettibin Cemiyeti, İstanbul ra'ya yeni bir layiha gönderilmesini öne­
işçinin refah ve saadetini sağlamak,
Umum Deniz ve Maden Kömürü Tahmil ren "müfrit" guruba karşı "mutediller'ln
işçi ile sermayedar arasındaki ilişkileri
ve Tahliye İşçileri Cemiyeti, Cibali Tü­ görüşü ağırlık kazandı. Halk Fırkası kâti­
düzenlemek, hasta düşen işçiyi tedavi,
tün Fabrikası Amele İttihadı Cemiyeti, bi ve tramvay işçileri reisi Sadi B e y
sakat ve alil olanlara sahip çıkılması ve
Şark Şimendiferleri Müstahdemin Te- "müfrit" komünistleri tasvip etmediğini
kimsesiz kalan amele evladının okutul­
avün Cemiyeti, Anadolu Bağdat Şimen- vurguladı. Komünistler bunu protesto et­
ması için amele sandıkları kurmak, fır­
diferciler Cemiyeti, İstanbul Tramvay tiler. Amele Teali Cemiyeti ile "eski tü-
kanın ana amacıydı. Genel merkezi İs­
Amelesi Cemiyeti, Haliç Şirketi Amele fek'lerin ilişkileri basında da tartışıldı.
tanbul'da olmak üzere ülkenin birçok
Cemiyeti başta olmak üzere, İstanbul'un Bu konuda "uyarı'lardan biri de Mes­
yöresinde ve özellikle Ereğli kömür hav­
bellibaşlı işçi kuruluşlan bir araya gele­ lek dergisi çevresinden geliyordu. Der­
zasında şubeler açmayı amaçlıyordu.
rek Amele Teali Cemiyeti'ni kurdular. ginin görüşü sendikalist bir temele otur­
Fırkaya memur alınmıyordu. Üyele­
Amele Teali Cemiyeti değişik işkolla- tulmuştu: İşçinin sorununu en iyi işçi
rin serbest meslek ve mesai erbabından
rımn yoğunlaştığı yörelerde şubeler açtı. bilirdi. İşçiyi siyasi amaçlarına alet et­
olması gerekiyordu.
Şirket-i Hayriye işçilerini Kürkçüler Kapı­ mek isteyenlere karşı işçi uyanık dav­
Amele Fırkası'nın örgütlenişi ve faali­
sı Şubesi'nde. Gaz Şirketi işçilerini Dol- ranmalı, işçi haklarına kendisi sahip
yetleri hakkında fazla bilgi yoktur.
mabahçe Şubesi'nde, kunduracı işçilerini çıkmalı mücadelesinin önderliğini biz­
ZAFER TOPRAK
Divanyolu Şubesi'nde örgütledi. Bir ara zat üstlenmeliydi. Politikacılar işçiyi şu­
Emekçi adıyla bir gazete çıkarma girişi­ raya buraya çekiştirip duruyorlardı. Şa­
AMELE TEALİ CEMİYETİ
minde bulundu. Bünyesinde sanatkârları yet politika yapmak gerekirse de onu
Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul'da toplayarak Amele Sahnesi adı altında ti­ "proletarya kendisi cemaat halinde"
kumlan işçi konfederasyonu. yatro gösterileri sunmayı kararlaştırdı. yapmalıydı.
Türkiye'de sendikal örgütlenmeyle 1925 yılı, Amele Teali Cemiyeti'nin en Çalışmalar şubat sonunda bitirildi.
ilgili mevzuat 1909 Tatil-i Eşgal Kanunu faal olduğu yıldı. Mesai Kanunu projesi Dilekler uzunca bir "layiha" halinde tes­
ile gündeme geldi. Bu yasanın 8. mad­ üzerine görüş bildirmek için toplantılar pit edildi. "Amele metalibatı" böylece
desi kamuya hizmet götüren işyerlerin­ düzenledi. İstanbul'un hemen hemen Ticaret Vekâleti'ne gönderilecekti. Bu
deki sendika kuruluşunu yasaklayarak tüm işçi sendikaları 13 Şubat 1925 tarihli sırada Şeyh Sait isyanı baş gösterdi. Ce­
diğer işyerlerinde sendikal gelişmeleri toplantıya katıldılar. Amele Teali Cemi­ miyet Cumhuriyet'ten yanaydı. Amele
zımnen onaylamış oldu. Meşrutiyetin yeti, Mürettibin Cemiyeti, Bahriye Milli Teali Cemiyeti isyanı telin için toplandı.
ilk yıllarında cemiyet olarak kurulan Sanatkâran Cemiyeti, Tahmil ve Tahliye 1925 1 Mayıs İşçi Bayramı, Amele Te­
sendikalar yine 1909 tarihli Cemiyetler Maden Kömüıü Amelesi Cemiyeti, Em- ali Cemiyeti tarafından örgütlendi, (bak.
Kanunuma tabiydiler. val-i Ticariyye Tahmil ve Tahliye Cemi­ Bir Mayıs Kutlamaları) Aynı gün işçile­
Cumhuriyet döneminde sendikalara yeti, Cibali Tütün Amelesi Cemiyeti, Şark re, Amele Teali Cemiyeti yayınlarından
ilişkin mevzuatın ana dayanağı 1924 Şimendiferleri Müstahdemin Teavün Ce­ "Mayıs 1 Nedir?" başlıklı kitapçık dağıtıl­
Teşkilat-ı Esasiye Kanunuydu. Cumhuri­ miyeti, Balat Un Fabrikaları Amelesi, dı. 16 sayfalık bu broşür, işçilerin birlik
yetin bu ilk anayasasının 70. maddesi Seyrüsefain Fabrikaları Amelesi, Şirket-i ve dayanışma günü 1 Mayısların kısa ta­
toplanma ve dernek kurma hakkını dü­ Hayriye Amele Cemiyeti. Şirket-i Hayriye rihçesini veriyordu. Risale Şefik Hüsnü
zenliyor, böylece sendika hakkı da der­ Memurin Cemiyeti, Perukâr Esnafı Cemi­ tarafından kaleme alınmıştı.
nek kurma hakkı bünyesinde ele alın­ yeti, Hasköy Değirmen Amelesi, İnşaat Ancak, bu broşür nedeniyle başta
mış oluyordu. 1925 tarihli Takrir-i Sükûn Irgat ve Rençber Amelesi Cemiyeti, Kap­ Kâtib-i Umumi Abdi Receb olmak üzere
Kanunu sendika kurma hakkını ortadan tan ve Makinist ve Müntesibin-i Bahriye Amele Teali Cemiyeti yöneticileri tutuk­
kaldırdıysa da, 1926'da b e n i m s e n e n Cemiyeti, Anadolu Bağdat Şimendiferleri landılar. Ankara'ya gönderilerek İstiklal
Türk Medeni Kanunu ile dernek kurma Cemiyeti,-. Şark Şimendiferleri Edirne Ce­ Mahkemesi'ne çıkarıldılar. Yargılama
hakkı geniş bir biçimde düzenlendi. miyeti, Kazancı Amelesi, Makriköy Fabri­ sonucu 10 amele "komünistlik teşkilat
Bu genel çerçeve içinde yer alan, kaları Amelesi, Tramvay İşçileri Amelesi ve propagandası yapmak suretiyle dahi­
19201i yıllardaki sendikal gelişmelerde Cemiyeti, Kalafatyeri Fabrikaları Amelesi li emniyeti ihlâl ve binnetice hükümet
Amele Teali Cemiyeti'nin ayrı bir konu­ ve İstinye Dok Şirketi Amelesi toplantıya şeklini değiştirmeye matuf fiil ve hare­
mu vardır. 12 Ağustos 1924 günü kuru­ temsilci gönderdiler. ketlerde bulunmak'lan suçlu bulunarak
lan cemiyet, çalışma yaşamıyla ilgili ol­ Katılan sendika temsilcilerinden, 19 tevkif edildi ve 7 yıldan 15 yıla kadar
gularda ön planda göründü; sendikalar kişilik bir komisyon (encümen) kurul­ küreğe mahkûm oldu.
arası eşgüdüm ve uyumu sağladı. Cemi­ du. Komisyon, Amele Teali Cemiye­ Aynı yılın eylül ayında ilk senelik
yet, İstanbul sendikalarının bir anlamda ti'nin Babıâli'deki merkezinde toplana­ kongre toplandı. Bu kongreye 60 üye
bağlantı noktasıydı. Daha önceki Türki- rak o sırada TBMM Ticaret ve Ziraat En- katıldı. Cemiyetin Babıâli Caddesi'ndeki
ye Umum Amele Birliğine oranla çok cümeni'nde görüşülmekte olan Mesai genel merkezinde toplanan delegeler
daha etkin bir kuruluştu. Siyasal bağ­ Kanunu hakkında bir "layiha" hazırladı. marangoz esnafından Hasan "arkadaşT
lamda radikal çizgideki Aydmlık(-0 İzmir İktisat Kongresi'nce kabul edilen riyasete seçtiler. Gündemde amele ço­
çevresiyle de diyalogu vardı. ilkeler çalışmalarda esas olarak alına­ cuklarına mahsus bir okul açılması ve
Amele Teali Cemiyeti aslında gitgide cak, Heyet-i Umumiye'nin onayından bir teavün sandığının kurulması da var­
güçten düşen ve işlevini yitiren Türkiye sonra Meclis'e sunulacaktı. dı. Yeni yönetime Refik İsmail (riyaset),
Emum Amele Birliği yerine kurulmuş Cemiyetin "layiha" üzerinde çalışması Sabri (riyaset-i sani) ve Hüseyin (kâtib-i
bir sendikaydı. Cumhuriyetin kurulu­ güç koşullar altında gerçekleşiyor; cemi­ umumi) beyler seçildi. Amele Teali Ce­
şuyla birlikte, hükümetin Amele Birli- yet merkezinde toplanan amele zümrele­ miyeti 1927 sonbaharına kadar faaliyeti-
AMELE-İ OSMAıNİ CEMİYETİ 242

Cumhuriyet'in
ilk yıllarında
bir bayram
törenine
katılan
İstanbul
Ameli Hayat
Ticaret ve
Lisan Mektebi
öğrencileri
öğretmenleriyle.
Necdet Sakaoglu
koleksiyonu

ni sürdürdü. Bu arada 1927 1 Mayısı Kurucularmm sürgünden kaçarak ge­ Mektebimin ayrıca, Fransızca öğretimine
kutlandı. Bu tarihe kadar Babıâli'deki ri dönmesinden sonra 1901-1902'de ce­ mahsus mahreç (hazırlık) sınıfı da vardı.
genel merkezin yanısıra Beyazıt, Aksa­ miyet tekrar canlandırılmak istendi. 19l4'te ise ticaretle uğraşanlara pratik
ray, Yedikule, Haliç ve Beşiktaş'ta şube­ Toplantılar düzenlendi; işçi kesiminin bilgiler kazandırmak amacıyla serbest ti­
ler açılmıştı. 1927 Ekiminde zabıta ce­ sorunları gündeme getirildi. Avrupa'da­ caret derslerinin verildiği bir sabah mek­
miyetin kayıt ve defterlerine el koydu. ki sosyalist hareketle ilgili gelişmelere tebi açılmıştı. İlkokul mezunlarının ka­
İşlemlerinde yolsuzluk olduğu gerekçe­ ilişkin bilgi ve yayınlar çevrilerek dağı­ bul edildiği bu kurs, ertesi yıl iki devreli
siyle soruşturma açtı. tıldı. Topkapı Mezarlığında gizli bir rüştiye (ortaokul) düzeyinde bir okula
Cemiyetin kapatılış tarihi kesin ola­ toplantı yapıldı; alman kararlar bir bildi­ dönüştürüldü. Sonraki yıllarda ise, lise
rak bilinmemekte, ancak soruşturma ri şeklinde İngiliz, Fransız ve Rus sefa­ ve yüksek düzeyde sınıfları da açıldı. Bu
açılmasından kısa bir süre sonra kapa­ retleri aracılığıyla padişaha gönderildi. okul bünyesinde bir de ameli ticaret şu­
tıldığı tahmin edilmektedir. Nitekim o Hükümet bir aralık işçi sorunlarına besi bulunuyordu. 1917'de kızlar için
tarihlerde diğer sendikaların da faaliyet­ eğilir gözükmüşse de. dernek yönetici­ ameli ticaret inas şubesi de faaliyete
lerine son verilmiştir. Bazı kaynaklarda leri kısa süre sonra tutuklanarak tekrar geçti. İstanbul'u örnek alan İzmir. Sam­
Amele Teali Cemiyetimin 1928 Tem­ sürgün edildiler. Dernek dağıldı. Kaça­ sun, Trabzon, Adana ve Ankara'da da
muzunda yapılan Şark Şimendifer ve bilenler Amerika ve Avrupa'ya gittiler. benzeri kurs ve okullar açıldı.
İstanbul Tramvay grevlerinden sonra Bunlar arasında Osmanlı sosyalist hare­ Cumhuriyet'in ilanı (1923) ve Tevhid-
kapatıldığı ileri sürülmektedir. ketinde daha sonraki dönemlerde de i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu'nun
adı geçen Osman Abdullah ve Edhem yürürlüğe girmesinin (1924) ardından
Bibi. Z. Toprak, "Tek Parti Döneminde Ça­
lışma Yaşamı ve Amele Teali Cemiyeti." Dü­ Nejat da bulunuyordu. bu tür okullar, yerel yönetimlere bağlı
şün, S. 7. Haziran 1986; M. Tuncay, Türki­ Kuruculardan bazılarının aynı kişiler oldukları için yaşama olanağı bulamaya­
ye'de Sol Akımlar (1908-1925), 2 c. İst.. olmasına dayanılarak II. Meşrutiyet erte­ rak kapandı. 1918'de Orta Ticaret Mek­
1991; M. Tuncay. Türkiye'de Sol Akımlar si kurulan Osmanlı Sanatkâran Cemiye- tebi adını almış olan İstanbul'daki okul
(1925-1936), ist., 1992. ti'nin Amele-i Osmani Cemiyeti'nin da aynı nedenle 1924'te çalışmasına ara
ZAFER TOPRAK uzantısı olduğu söylenir. verdi. Fakat, İstanbul'un büyük bir eko­
ZAFER TOPRAK nomi merkezi olması ve dış ticaret ilişki­
AMELE-İ OSMANİ CEMİYETİ leri, aynı amaçlı bir okulun açılmasını
Osmanlı Amele Cemiyeti adıyla da bili­ AMELİ HAYAT MEKTEPLERİ gerektiriyordu. Diğer yandan, İstan­
nen, İstanbul'da sendikal amaçlı kuru­ Vilayet Umumi Meclisimin aldığı kararla bul'da işsizlik ve geçim sıkıntısı ileri dü­
lan ilk işçi örgütü. 1925'te açılan, pratik yabancı dil ve tica­ zeydeydi. İlk ve orta okuldan sonra
1890'ların ortalarında İstanbul'da ret bilgisi kazandırmaya yönelik kurs ni­ okuma olanağı bulamayan veya öğreni­
Tophane fabrikaları çevresinde kuruldu. telikli okul. 1932'de Ameli Hayat İktisat mini yarım bırakan gençler için, kısa
O sırada bu fabrikalarda dört binin üze­ Lisesi adını almış, 1936'da kapanmıştır. yoldan meslek ve uzmanlık edinebile­
rinde işçi çalışıyordu. Sekiz kişilik bir Eskiden beri bir ticaret merkezi olage­ cekleri kurumlara gereksinim duyulmak­
kurucu heyetle örgütlenme girişiminde len, ayrıca çok sayıda yabancı nüfus ba­ taydı. Konu. aynı zamanda belediye
bulunuldu. Avrupa'daki J ö n Türklerle rındıran İstanbul'da yabancı dil öğrenimi meclisi işlevindeki Vilayet Umumi Mec­
temasa geçildi. Gizli kuruluşu ve Abdül- ve ticaret bilgisi edinimi için okul açılma­ lisimde gündeme geldi. Ortaokullardan
hamid'e karşı tavır alışı nedeniyle yarı sı düşüncesi 1883-1884'te gündeme gel­ Fransızca derslerinin kaldırılmış olması
sendikal, yarı siyasal bir dernekti. Bir yıl mişti. Bu amaçla Hariciye Nezareti'nin, da dikkate alınarak yeni bazı meslek ve
gibi kısa bir faaliyet süresinin ardından, Lisan Mektebi, Ticaret Nezareti'nin de ihtisas okulları yanında iki kız ve üç er­
kurucuları yakalandı; sürgüne gönderil­ Hamidiye Ticaret Mektebi adlı birer okul kek ameli hayat mektebi açılması kabui
di; dernek dağıldı. açtıkları bilinmektedir. Hamidiye Ticaret edildi. Zabıta-i Belediye Memurları Mek-
243 AMERİKAN BRİSTOL HASTANESİ

tebi, Şehir Bandosu Mektebi, Hastabakı­


cı Mektebi'nin açılması da benzeri ge­
rekçelerle kabul edildi.
Öngörülen beş ameli hayat mektebin­
den ancak ikisi, biri kızlar, diğeri erkek­
ler için açılabildi. Vilayetin bu okullara
katkısı özel idare bütçesinden "yardım"
adı altında, ilkokullara, Darüşşafaka'ya,
azınlık okullarına sağlanan olanaklar dü­
zeyinde tutuldu. Fakat, daha başlangıçta Amerika
Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı) Birleşik
Devletleri
ile İstanbul Vilayeti arasında uzlaşmazlık elçilik
doğdu. Bakanlık, Tevhid-i Tedrisat Ka­ (bugün
nunu gereği tüm okulların kendi örgütü başkonsolosluk)
içinde yer alması gerektiği görüşündey­ binası,
di. Vilayet ise, vilayet bütçesinden yar­ Işıl Özışık'ın
bir resmi.
dım alan ilkokullarla diğer okulları ör­
ABD İstanbul
nek göstererek ameli hayat mektepleri­ Başkonsolosluğu
nin de vilayete bağlı olarak çalışabilece­ Arşivi
ğini ileri sürüyordu. Bu sürtüşme, oku­
lun kapanışına değin sürmüştür.
g ö ç m e n olan G i o c o m o Leoni'dir. lan mermerlerin ise Carrera'dan geldiği
Milli Emlak'e ait, yerleri saptanma­ 1882'de oturulabilir hale gelen binanm, söylenmektedir.
yan iki ayrı binada öğretime açılan kız inşaatına ne zaman başlandığı bilinme­ Giriş katı, yarım daire kemerler ve
ve erkek ameli hayat mektepleri, önce­ mektedir. Bina tamamlandıktan kısa sü­ toskan sütun başlıklarıyla, neorönesans
ki kurum gibi, pratik Fransızca ile tica­ re sonra ev sahibi Ignace Corpi vefat et­ bir düzenlemeye sahiptir. Duvarlar yan­
ret bilgilerinden ibaret bir programa sa­ miş, bunun üzerine aile, evi 1890'da da derzlendirilmiş şekilde işlenmiştir.
hipti ve bir yıllıktı. Okula, ilkokul me­ Amerika Birleşik Devletleri'ne, elçilik Belirgin bir kornişle ayrılan ikinci kat,
zunları, ortaokul ve liselerden ayrılanlar binası olarak kiraya vermiştir. yükseltilmiş bir cepheye sahiptir. Yine
ile bir yüksekokula gidemeyen lise me­ yarım daire kemerli orta aksın yüksek
1900'de, ortaelçi J o h n G. A. Leish-
zunları, Darülaceze Mektebi'ni bitiren­ pencerelerinin gerisinde, zengin beze­
man döneminde, binanın ABD hükü­
ler, ayrıca taşradan ticaret mektebine meli bir merasim salonu vardır. Bu salo­
metince satın alınması gündeme geldi.
girmek için gelip de giremeyenler kay- nun döşemesi de özel olarak yaptırılmış
Uzun süren g ö r ü ş m e l e r s o n u n d a ,
dolabiliyorlardı. Kurs nitelikli okulun geometrik biçimli mermerlerle kaplıdır.
1907'de Corpi Sarayı Amerikan hükü­
öğretmenleri, aylıklarını vilayet bütçe­ Binanın yemek salonunda, doğal bü­
metince satın alındı. 1937'de, elçiliğin
sinden almaktaydılar. 1932-1933 öğre­ yüklüklerinde resmedilmiş, bir İtalyan
Ankara'ya nakledilmesine kadar, elçilik
tim yılında kız ve erkek okulları birleşti­ sanatçının yapıtı olan ünlü bir pano
binası, sonra ise konsolosluk binası ola­
rilerek karma öğretime geçildiği gibi vardır. Giriş cephesinin iki yanındaki
rak kullanıldı. Binanın hemen yanında­
öğretim süresi üç yıla çıkartıldı ve oku­ çift kemerlerin ortasında, heykelleri
ki Tubini Evi ise, bugün konsolosluğun
lun adı Ameli Hayat İktisat Lisesi olarak konmamış birer niş bulunmaktadır. Bi­
vize bülümü olarak hizmet vermektedir.
değiştirildi. Maarif Vekâleti bu kez ko­ nanın üçüncü katı ise geri çekilerek dü­
nuya daha da titizlikle eğildiğinden öğ­ Görkemli bir "palazzo" olarak tasar­
lanmış olan yapı. simetrik ve aksiyal bir zenlenmiştir.
renim izni onayı v e r i l m e d i . Okul BEH2AT ÜSDİKEN-AFİFE BATUR
1936'da kapandı. kuruluşa sahiptir. Dikdörtgen planlı bi­
nanm giriş aksında öne çıkan üçlü bir
Bibi. Ergin, Maarif Tarihi, V; F. R. Unat, kemer grubu, üstündeki alınlıkla birlik­ AMERİKAN BRİSTOL HASTANESİ
Türk Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi
te simetri eksenini vurgulamaktadır. Nişantaşı Güzelbahçe Sokağı'nda yer
Bir Bakış, Ankara, 1964; N. Sakaoğlu. Os­
manlı Eğitim Tarihi, İst., 1991; ay. Cumhuri­ Yüksek bir bodrum üzerine iki katlı alan özel sağlık kurumu. 1 Ağustos
yet Dönemi Eğitim Tarihi, İst., 1992. kagir bir yapıdır. Sahibinin isteği doğ­ 1920'de Kızılhaç'ın yardımlarıyla Ameri­
İSTANBUL rultusunda, binada dönemin en iyi ve kan Yüksek Komiserliği tarafından açı­
değerli malzemeleri kullanılmış, bunla­ lan hastane Çarşıkapı'daki ahşap bir
AMERİKA BİRLEŞİK rın birçoğu da İtalya'dan getirtilmişti. köşkte Amerikan Hastanesi adıyla hiz­
DEVLETLERİ ELÇİLİĞİ BİNASI Pencere ve kapı kasalarının Piemon- mete girdi. Hastane I. Dünya Savaşı'nm
te'den, yerlerde ve ön cephede kullanı­ bitiminde İstanbul'a gelen çok sayıdaki
Beyoğlu'nda, Meşrutiyet Caddesi (eski
Kabristan Sokağı) üzerinde bulunan ve
eskiden "Corpi Sarayı" diye tanınan eski
elçilik binası.
Yakın akraba olan Corpi, Nomico ve
Tubini ailelerinin ortak mülkü olan,
yaklaşık 9-000 m2'lik arsanın, Corpi aile­
sinin payına düşen kısmında yapılmış
olan binanın sahibi Ignace Corpi'dir. Şi­
mal Sokağı'ndan Corpi Sokağı'na kadar
olan bölümde Nomico ailesinin evi bu­
lunuyor, Corpi Sarayı ile Tepebaşı Cad­
desinin köşesine kadar olan yeri ise Tu­
bini ailesi kullanıyordu. 19. yy'da, Ceno-
va'dan Sakız Adası'na göç eden bu Ka­
tolik ailelerden Corpi ve Tubiniler Gala-
ta'da bankerlikle uğraşırken, Nomicolar,
aynı yerde lokum fabrikası işletiyordu.
Daha sonraları Corpi Sarayı olarak
ünlenen binanın mimarı, yine Sakızlı bir
AMERİKAN LİSAN VE TİCARET 244

mültecinin acil sağlık ihtiyaçlarını karşı­ şim ve bilgi teknolojisiyle ve Amerikalı lendirmek, aileleri, kendi çocuklarını
lamak gayesiyle kurulmuştu. Kurucuları personeliyle etkin bir başvuru kaynağı okula göndermeye teşvik etmekti. İstan­
arasında Beyrut-Odessa deniz sahasında oluşturmaktadır. Görsel-işitsel merkezi bul çocuklarının yaşamında, sünnetten
seyreden 50 gemilik filonun komutanı öğrencilere geniş olanaklar sunmakta­ sonra en unutulmaz anıyı oluştururdu.
ve Amerika Birleşik Devletlerinin İstan­ dır. Mezunlarının Bizim Tepe diye bili­ Kentin zengin ve soylu ailelerinin gele-
bul'daki temsilcisi Amiral Mark L. Bris- nen bir dernek mekânı vardır. nekleştirdiği âmin alayını, yoksul kesim
tol de vardı. Amiral BristoPün 1945'te İSTANBUL yapamaz veya dua ile geçiştirirdi. İstan­
ölmesinden sonra, hastanenin gelişme­ bul'a özgü bu tören, görenekle başka
sine yaptığı hizmetlere karşılık adı Ami­ AMİGOLUK büyük kentlere de yayılmıştı.
ral Bristol Hastanesi olarak değiştirildi. İstanbul'da, Tanzimat'tan önce de
Spor karşılaşmalarında tribünlerin renkli
Daha sonra da Amerikan Bristol Hasta­ âmin alayı geleneği vardı. Fakat kurgusu
simaları; kitleleri yöneten kişiler. İspan­
nesi oldu. ile toplumu etkileyici bir programa ka­
yolca ve Portekizcede "arkadaş" anlamı­
Zamanla büyüyen hastane, 1929'da vuşması, 19- yy m ikinci yarısında oku­
na gelen "amigo" adıyla tanındılar.
Teşvikiye'ye taşınmış ve burada 69 ya­ manın değer kazanması sürecindedir. II.
1940'lı yılların başlarında; Fenerbahçe
tak ile faaliyetini sürdürmüştür. 1939'da Abdülhamid döneminde ( 1 8 7 6 - 1 9 0 9 )
tribünlerinde Babahindi Süha(->) ile
ise bugünkü yerine taşınmıştır. 1928- açılan özel okullar da daha çok öğrenci
başlayan amigoluk gittikçe yaygınlaşa-
1957 arasında başhekimlik yapan Dr. çekebilmek için, önceleri eğitimin hayır­
rak günümüze kadar geldi. Galatasaray
Lorrin A. Shepard'ın hastanenin geliş­ lı olmasına dönük bir dua töreni ile tür­
tribünlerinde Karmcaezmez Şevki(->) ve
mesinde büyük payı vardır. 1969'da ya­ be ziyareti yalmlığmdaki bu töreni ilginç
Aslan; Beşiktaş tribünlerinde Kafa Saba­
tak sayısı 72'ye çıkarılan hastaneye bir alay haline getirmişlerdir.
hattin ve Orhan; Fenerbahçe tribünle­
1970'te bir yoğun bakım ünitesi, 4 yeni rinde Amigo Çetin ve Feriköy maçların­ Âminin ilk aşamasında evde temizlik
ameliyathane eklenmiş ve bir de mo­ da Apartman Mustafa; basketbol maçla­ ve bayram hazırlığı yapılırdı. Ziyafet
dern radyoloji servisi kurulmuştur. rında İTÜ'lü yüksek mühendis Mehmet için günlerce önceden kumanyalar alı­
1977'de 2 kat ilave edilerek yatak sayısı Ali Denli, milli maçlarda da "Milli Ami­ nır, aşçı kadınlar tutulur, davet edile­
110'a çıkarılmıştır. 1988'de ise 10 katlı go Birol" içlerinde en ünlüleri olarak ta­ ceklere haberler gönderilirdi. Ailenin
yeni bir poliklinik binasının açılmasıyla nınırlar. Ayrıca bir mobilya mağazası sa­ kadm bireyleri okula başlayacak çocu­
hastane artık ayakta tedavi ve koruyucu hibi olan Vecdi Teker de tribünleri ken­ ğu hamama götürürlerdi. Bir erkek ço­
hekimlik hizmetleri de veren bir tıp di eliyle yazdığı koskoca bez dövizlerle cuk için bu. onun annesi, teyzesi, hala­
merkezi niteliğini kazanmıştır. 1990da donatarak "Paşalı Birol" olarak ün yaptı. sı, ablaları ile son kez kadın hamamına
yoğun bakım ünitesinin tamamlanma­ Takım amigolarının zaman zaman bir­ gidişiydi. Bu nedenle hamamda natırlar
sıyla yatak kapasitesi 1 2 5 e ulaşmıştır. birlerine çiçekler vermek suretiyle dost­ tarafından çocuğa türlü gösteriler sergi­
Amiral Bristol Hemşirelik Okulu(->) luk gösterilerinde bulunduklarına da lenir, göbek atılırdı. İkinci aşama çarşı­
hastaneye bağlı olarak çalışan bir diğer rastlanır. ya çıkmaktı. Hayatta ise büyükanne, ha­
kuruluştur. nımanne, cicianne, dadı, kalfa... ile
CEM ATABEYOĞLU Mahmutpaşa Çarşısı'na, Kapalıçarşı'ya
İSTANBUL
gidilir. Kapamacdar'dan kız veya erkek
ÂMİN ALAYI çocuğa, uygun giysiler alınırdı. Hilâli
AMERİKAN LİSAN VE TİCARET
İstanbul'da Cumhuriyetten önce çocuk­ gömlek, ipek mintan, kalçın, kaloş po­
DERSHANESİ
ların ilkokula başladıkları gün yapılan tin, mavi püsküllü fes... bunlardandı.
bak. YMCA
özel tören. Bed-i besmele cemiyeti de Kesenin ağzını açanlar, kuyumcuya
denmiştir. Hazırlık, Eyüb Sultan ziyareti, uğrar sorguç, nazarlık iğne beğenirler,
AMERİKAN ROBERT LİSESİ alay ve ziyafet etkinliklerini içerirdi. Kı­ fesin ortasına nazarlık, yanlarına sorguç
1 8 6 3 ' t e kurulan Robert Kolej(->) ve saca âmin de denen bu halk gelene­ iğne takarlardı. Kitapçılardan elifba cü­
1 8 7 1 ' d e faaliyete g e ç e n Arnavutköy ğinin amacı, çocukları okumaya heves- zü, supara, nihale, cüz kesesi; Tahtaka-
Amerikan Kız Koleji'nin(->) devamı olan le'den de rahle alınırdı. Atlas minder
karma lise. çoğu kez evde hazırlanırdı. Çocuğun
1971'de Arnavutköy Amerikan Kız boynuna lahuri şal bağlama âdeti de
Koleji ile Robert Kolej birleşti ve karma
B İ R ÂMİN ALAYI İ L Â H İ S İ
vardı. Üçüncü gün, çocuk yeni giysisi
eğitime geçti. Robert Kolej'in yüksek Ey garip bülbül, diyarm kandedir ile türbe ziyaretine götürülürdü. İstan­
kısmı, Bebek'teki kampusta kurulan ve Bir haber ver gülizarm kandedir bul tarafında oturanlar için bu ziyaret
bir devlet üniversitesi olan Boğaziçi Sen bu ilde kimseye yar olmadın Eyüb Sultan'a yapılırdı. Çocuk, türbenin
Üniversitesi'ne devredildi. Orta-lise eği­ Var senin elbette yarin kandedir hacet penceresine alnım dayar, büyük­
timi veren okulun adı Özel İstanbul âmin leri de dua ederlerdi. Türbe ziyareti sa­
Amerikan Robert Lisesi oldu. bahleyin yapılmışsa öğleden sonra veya
Arttı günden güne feryadın senin ertesi gün asıl âmin alayı başlardı.
Okul Milli Eğitim Bakanlığımın dene­
Ah u figan oldu mutadın senin
timi altında öğretim faaliyetini sürdür­ Zengin rical çocukları için düzenle­
Aşk içinde kimdir üstadm senin
mektedir. Son yıllarda Hisar Vakfından, nen bir âmin alayının programı şöyley­
O senin sabr u kararın kandedir
mezunlarından ve hükümetin bina ya­ di: Çocuğun başlayacağı sıbyan mekte­
âmin
pımı ve onarımı için sağladığı destek­ binin hocasına haber verilir, okuldan
ten, gitgide artan ölçülerde yararlan­ Bir enisin yok aceb hayrettesin veya dışarıdan bir ilahiciler ekibiyle an­
maktadır. Okul ücretlerinden elde edi­ Rahatı terk eyleyip mihnettesin laşılır, midilli ya da bir fayton temin edi­
len gelir, 1993-1994 yılı tahminlerine Gece gündüz bilmeyip hayrettesin lirdi. Mektebin hocası, öğrencilerine er­
göre işletme giderlerinin yüzde 35'ini Ya senin leyi u neharin kandedir tesi gün âmin alayı olacağını bildirerek
karşılamaktadır. Bağışlar yüzde 5. mali âmin temiz giyimli gelmelerini söylerdi. Per­
yatırım gelirleri yüzde 26'dır. Mali des­ Gökte uçarken yere indirdiler şembe veya pazartesi günü yapılan tö­
teğin önemli bir kesimi ABD'deki vak­ Çar anasır bendlerine urdular reni, denk düşerse kandil günleri yap­
fedilen mal varlığından sağlanmaktadır. Senin adın Niyazi koydular maktan hayır beklenirdi. O gün sabah
Günümüzde çok tercih gören bir orta­ Şol ezelden itibarın kandedir âmin çocuk hazırlanır, kız ise başörtüsüne bir
öğretim kurumudur. iğne iliştirirdi. Sonra çocuğun boynun­
Musahipzade Celâl, Eski İstanbul dan aşağıya hamaylı olarak sırma işle­
Robert Lisesi'nin kütüphanesi Türki­
Yaşayışı, İst.. 1992. s. 44-45 meli cüz kesesi sarkıtılır, evin cumbası­
ye'deki ortaöğretim birimlerinde bulu­
nan en iyi kütüphanedir. Çağdaş ileti­ na, saçağına, kapısına bayraklar, renkli
245 ÂMİN ALAYI

kumaşlardan askılar, işkembe fenerler gındı. Bu nedenle yaşlılar, hastalıklılar, ni içeren "Rabbi yessir" duasını okurdu.
asılırdı. Yine fenerler, askılar ile süslen­ sakatlar, şifa bulmak umuduyla sokağa Evdeki bu derse "bed-i besmele" denir­
miş fayton ya da kırmızı kolanlı, yeşil çıkıp kalabalığa sürtünürlerdi. Fakat di. Sonra sofralar kurulup yemekler, tat­
altlıklı, siyah eyerli midilli kapıya getiri­ asıl, okula başlayan çocuk, kişiliğinin lılar yenir, topluluk dağılırdı. Ertesi gün
lirdi. Tüm bunlar, bir kalabalığın top­ değerini, toplumun kendisine verdiği çocuk lalasının elinden tutarak okula
lanması, çocuğun da kendisi için yapı­ değeri bu mizansen içinde kavrar, belki gitmeye başlar veya özel hoca konağa
lanları görüp çok önemli bir işe başla­ de ilk kez sorumluluk duyardı. gelerek derslere devam edilirdi.
makta olduğu inancıyla okul yaşamına Dolaşma sırasında ilahilerin okunuş Âmin alayının daha kısa programlısı,
ısınması içindi. Diğer taraftan hoca, kal­ sırası vardı. Çocuk evinin kapısına çıkın­ mektebe başlama cemiyeti adıyla yapı­
falar ve öğrenciler, önlerinde ilahici grup ca, ''Tövbe edelim zenbimize/Tövbe illal­ lırdı. O gün çocuk, bir arabaya veya
ve âminciler olduğu halde ikişerli sıra­ lah ya Allah / Lütfunla bize merhamet midilliye bindirilir;, mektebin bevvabı
larla okuldan hareket ederler, yol bo­ eyle/ Aman Allah ya Allah" ilahisi oku­ (kapıcı), başında rahle, minder, omzun­
yunca ilahiler okuyarak eve yönelirler­ nur: âminciler hep bir ağızdan "Âmin! da, kendisine hediye edilen mintanlık
di. Âmin alayı sokağın başından gözü­ Âmin!.." derlerdi. Yol boyunca, "Gel vü­ kumaş bağlı olduğu halde, önde yürür,
künce, çocuk dualarla dış kapının önü­ cudun âteş-i aşk-ı Habibullah 'a yak / başkamı, ilahici çocuklar, âminciler ile
ne çıkartılır, mahalle bekçisi tarafından Çeşm-i kalbi ol ziyâde fethedip Mevlâ 'ya doğru mektebe gidilirdi. Alay okula ge­
midilliye veya arabaya bindirilirdi. Ara­ bak/ Sinen içre nûr-ı zikr ile uyandırır lince burada, ilahicibaşı çocuk, gülbank
bada yanma, karşısına mektebe başla­ bir çerâğ / ol çerâğın şû İesiyle görüne çekerdi. Bütün çocuklar da bir ağızdan
yacak bir akraba, komşu çocuğu veya didâr-ı Hak "dizeleri yinelenir, arada, "huu!" derlerdi. Öğrenciler içeri girerler­
giydirilmiş bir yetim, çocuğun lalası, da­ "Allah Allah uludur / Emrin tutan kulu­ ken mektep kalfası ile bevvab çocuğun
dısı binerlerdi. En önde, kadife veya at­ dur..." veya Niyazî-i Mısrî'den bir başka elinden tutup hocanın önüne götürür­
las yastık ile üstündeki elifbayı taşıyan, ilahi okunurdu. Sık sık durulup dua edi­ ler, rahlesi, minderi konur, cüz kesesin­
onun arkasında mavi atlas kaplı minder lirdi. Varlıklı aileler âmin töreni için İs­ den elifbası çıkartılırdı. Hoca, " e l i f i
ile bağa veya sedef işli rahleyi götüren, tanbul'un en tanınmış ilahicilerini çağı­ gösterir, "Bugünkü dersin bu. Unutur­
sonra midilli veya arabaya binmiş ço­ rırlardı. Evin kapısına dönüldüğünde san kulağını çekerim!" derdi.
cuk, daha sonra hoca, ilahicibaşı, ilahi- mektep gülbankı okunurdu. Hoca. gül- IL Abdülhamid döneminde âmin ala­
ciler, âminciler, çocuğun babası, akra­ banktan sonra uzunca bir dua eder, yı dualarına bir de kendisi için dua ka­
baları ve mahalle halkından katılanlar mektep cemiyeti için eve girilirdi. Bu tılmıştı: "Ey şebriyâr-i pür kerem/Ey pa-
sıralanırdı. Bu kortej, evin çevresindeki cemiyete semtin yaşlıları, davetliler de dişah-ı muhterem/Tahtında ol dâim
sokakları, varsa yakındaki çarşıyı, mey­ katılırlar, sofada veya selamlık başoda- hurrem/Eypadişah-ı muhterem."
danı dolaşarak en uzun yoldan ve ağır smda hoca ortaya oturur, önüne rahle
ağır, arada âminler için durarak ilerler­ Tarikat şeyhlerinin ve mensuplarının
ve minder konur, çocuk hocanın elini
di. İzleyen kalabalık da giderek artardı. çocukları için yapılan âmin alaylarına
öpüp iznini aldıktan sonra mindere diz
Ayrıca sokak kapılarına koşanlar, pen­ şeyhin izniyle dergâh veya tekkenin
çöker ve ilk dersi orada alırdı. Bu ders
cerelerden, şahnişinlerden sarkanlar, dervişleri, önlerinde tarikat sancakları,
"besmele" okumak ve "elif" (Arap alfa­
dükkân tezgâhlarının önüne çıkanlar kudüm, ney, halile, mazhar çalarak, zi­
besinin ilk harfi), demekten ibaretti. Ho­
alayı izlerlerdi. Halk arasında, âmin ala­ kir çekerek nevbe (ayin) tertibine katı­
ca bundan sonra, eğitim-öğretimin güzel
yına meleklerin de katıldığı inancı yay­ lırlardı. Sıradan ahalinin çocukları için
başlayıp kolay ve başarılı gitmesi dileği­
âmin alayı söz konusu değildi. Baba,
ÂMİNE HATUN CAMİİ 246

elinden tuttuğu çocuğunu hocaya götü­


rüp "Eti senin kemiği benim!" derdi. Bu
nedenle âmin alayı bir tür ayrıcalık gös­
terisiydi de. Böyle görkemli törenle
okula başlayan çocukların öğrenciler
arasında, hattâ hocanın ve kalfaların ka­
tında daha ilk günden ağırlıkları olurdu.
Osmanlı sarayında âmin alayının yalnız­
ca bed-i besmele cemiyeti yapılırdı.
Çünkü şehzadelerin saraydan çıkartılıp
dolaştırılmaları hanedan yasalarına aykı­
rı olduğu gibi, okumaları da sarayın
şehzadegân mektebinde özel eğitimle
olurdu.
Bibi. Tarih-i Raşid, V, 320 vd; Ahmed Ra-
sim, Falaka, İst., 1987, s. 33 vd-, Ergin, Ma­
arif Tarihi, I, 77 vd; Pakalın, Tarih Deyimle­
ri, I, 58 vd; M. Ş. Üİkütaşır, "Âmin Alayı", Is-
lâm-Türk Ansiklopedisi, I, İst., 1941, s. 786
vd; İSTA, II, 783 vd; Musahibzade, İstanbul
Yaşayışı, 1992, s. 43 vd; H. Kodaman, "Âmin
Alayları", Yedigün. no. 398 (22 Teşrinievvel
:. ... .
1940).
NECDET SAKAOGLU Amiral Bristol Hemşirelik Okulu'nun 1924-1925 dönemi personel ve öğrencileri.
The Ameıican Hospital of'Constantinople. Announcement 1924-25, Instruction for Nurses, İst.. 1924
Gökhan Akçura koleksiyonu
ÂMİNE HATUN CAMÜ
bak. KARTALTEPE CAMİİ
nemde hastanenin ve okulun geliştiril­ darphane eminleri bu unvana sahip ol­
AMİRAL BRİSTOL HASTANESİ mesini Amerika Birleşik Devletleri hü­ muşlardır.
bak. AMERİKAN BRİSTOL HASTANESİ kümeti üstlenmiştir. Bununla birlikte Eski yüzyıllarda "amira" kelimesi
dershane statüsü yerine gerçek anlamda "amir" şeklinde de kullanılmıştır. Örnek
AMİRAL BRİSTOL HEMŞİRELİK okul statüsünü ancak 1957'de xMaarif olarak Fatih Sultan Mehmed'in hekimi
OKULU Vekâletimin onayı ile kazanabilmiş, 4 Amir Dovlat gösterilebilir.
yıl öğrenim süreli Hemşire Sağlık Koleji İstanbul'da şimdiye kadar bilinen ilk
Nişantaşı'nda Güzelbahçe Sokağımda
olmuştur. 16 Şubat 1976 tarihinde ise amira, Eğinli Hammoğlu Kololentz Kir-
Amerikan Bristol Hastanesi içindeki
yine Milli Eğitim Bakanlığımın onayı ile kor'dur ki, adı 1758'de ölen oğlu Hov-
"özel yabancı okulu" statülü sağlık eği­
adı Amiral Bristol Özel Hemşirelik Lise­ hannes'in Balıklı Ermeni Mezarlığı'nda
timi kurumu. 1992'de uygulamaya ko­
si oldu. 1981'de benzeri okullar için ön­ bulunan mezar taşı kitabesinde kayıtlıdır.
nan programdan önceki adı Özel Ami­
görülen ad standardı gereği bu kuruma Bu unvanı taşıyanlar arasında, Harut-
ral Bristol Sağlık Meslek Lisesi'ydi. Tür­
da Amiral Bristol Özel Hemşire Meslek yun Bezciyan (Kazaz Amira), Mıgırdiç
kiye'de ve İstanbul'da hemşirelik eğiti­
Lisesi adı verildi. 1982'de ikinci bir de­ Cezayirliyan, Mikayel Pişmişyan, Hov-
mi alanında ilk meslek okuludur.
ğişiklikle de Amiral Bristol Sağlık Mes­ hannes Serveryan, Hovhannes Dadyan,
Amiral Bristol Hemşire Mektebinin
lek Lisesi adı uygun görüldü. Boğos Dadyan, Krikor ve Garabed Bal­
(Amiral Bristol School of Nursing) adı
ile ilk açılışı Çarşıkapı'da kiralanan bir 1992-1993 öğretim yılından itibaren yan, Harutyun Yerganyan, Garabed Az-
konakta 20 Mayıs 1920 tarihindedir. İş­ de yeni bir program değişikliği yapılarak navuryan, Kevork Çarazlıyan, Misak Mi-
gal edilen İstanbul'a gelen İtilaf devlet­ bu tarihe kadar ortaokul mezunu kız öğ­ sakyan, Maksud Sarimyan kaydedilebi­
leri askerlerinin tedavisi için kentte ye­ rencilerin smavla ve yatılı olarak alındığı lir. Son amira ise, Midhat Paşa'nın sağ
terli sağlık kuruluşlarının ve elemanları­ okul, lise mezunlarının yine sınavla alın­ kolu olan Kevork Papazyan'dır (Bahçe-
nın bulunmaması nedeniyle bir hastane dığı bir meslek okulu konumuna getiril­ vanoğlu).
ve hemşire okulu açılması girişimine di. 2 yıl süreli "hemşirelikte tamamlama Amiralar Ermeni Patrikhanesi'nin ve
öncülüğü Amerikan Yüksek Komiseri programımın uygulandığı okulda, Ame­ kiliselerinin yönetiminde önemli rol oy­
ve Donanma Komutanı Amiral Mark rikan Bristol Hastanesi'ndeki ileri tıp tek­ namışlardır.
Bristol yapmış, bu n e d e n l e kurulan nolojisinden de yararlanılarak mesleki
Bibi. H. K. Mırmıryan, Hin Örer u Ayt Öre­
okula onun adı verilmişti. Oluşturulan konular yanında her türlü uygulamaya rim Hay Medzadunnerı 1550-1870 (Eski
komitenin çalışmaları iki ay sürmüş ve ve staj tekniklerine de yer verilmektedir. Günler ve o Günlerin Ermeni Zenginleri
1992-1993 öğretim yılma kadar okul­ 1550-1870), Venedik, 1901; P. Keçyan, Bad-
okulun hizmete girmesi 20 Ağustos
dan, 70 yılda toplam 850 hemşire yetiş­ mutyun Surp Pırgçi Hivantanotsin Hayots
1920'de gerçekleşmişti. (Surp Pırgiç Ermeni Hastahanesi Tarihi), İst.,
2,5 yıl süreli olan Hemşire Mektebi miş bulunmaktadır. 1990'a kadar oku­ 1887; K. Pamukciyan, "Agıntzi Hin Kertas-
1923'te ilk 5 mezununu verdi. İşgalden lun müdürü ABD tarafından, Türk mü­ danner U Temker" (Eğinli Eski Aileler ve Si­
sonra da İstanbul'daki faaliyetini sürdü­ dür başyardımcısı ise TC Milli Eğitim malar), (yayımlanmamış çalışma); T. Azad-
Bakanlığı'nca atanmakta iken 1990'da yan. Ağırı (Eğin). İst., 1956.
ren okul, 1925'ten itibaren her yıl 25
öğrenci alarak 4 yıllık öğrenim süresi ayrılan Amerikalı müdür yerine, bu KEVORK PAMUKCİYAN
itibarıyla 100 mevcutlu, "hususi ecnebi okulda uzun yıllardan beri hizmet ve­ VAĞARŞAG SEROPYAN
m e k t e b i " statüsü elde etti. 1 9 2 8 ' d e ren Türk Müdür Başyardımcısı Gülse-
Amerikan Hastanesi ile birlikte Nişanta- vim Çeviker, ABD tarafından müdürlü­ AMİRUTZES, GEORGİOS
şı'ndaki Bedreddin Bey Apartmam'na ğe atanmış bulunmaktadır. (1400, Trebizond [bugün Trabzon] -
(şimdi aynı yerde Nişantaşı Rüştü Uzel KUTLUAY ERDOĞAN 1475 ?, İstanbul) Bizans soyundan gel­
Kız Enstitüsü vardır) taşındı. 1929'da me filozof, d i n b i l i m c i ve yazar.
öğretim süresi 3 yıl oldu. AMİRALIK Trebizondün Osmanlılar tarafından fet­
1 9 5 0 ' d e yatılı olarak A m e r i k a n "Amira" kelimesi Arapça "âmir"den gel­ hinden (Ağustos 1461) sonra Edirne'ye,
Bristol Hastanesi içinde faaliyetini sür­ mektedir. Genellikle yüksek devlet gö­ ardından İstanbul'a giderek, II. Meh­
dürmeye devam eden okulun yeni açılı­ revlisi Ermenilere ve bu meyanda sar­ med'in (Fatih)(->) yakın çevresine girdi
şı 4 Ekim 1950 tarihindedir. Bu yeni dö­ raflar, barutçubaşılar. hassa mimarları, ve ona hocalık yaptı.
247 AMPİR ÜSLUBU

Adı Türkçede "emircik" anlamına ge­ Almagesfe ilgi duyan Fatih Sultan Meh- AMPİR ÜSLUBU
len Amirutzes'e ilk kez, Ferrara-Floran- med'e bu çalışmalarda yardımcı olan bir Napolyon yönetimi sırasında Fransa'da
sa'da toplanan dini konsile katılan Bi­ diğer felsefeci de yine Trebizondlu olan ortaya çıkan bir tür neoklasik üslup, sa­
zanslı delegelerin danışmanı olarak rast­ Georgios Trapezuntios'tur (d. 1 3 9 5 ) . nat tarihinde ampir (empire) üslubu ola­
lanır. Amirutzes, bu toplantıda, Kilisele­ Amirutzes'in tersine, Aristo ve Platon rak tanınır. İtalya ve Mısır'ın fethinden
rin Birleşmesi(~») doktrinini desteklediy- karşıtı olan bu soylu, Amirutzes'in teş­ sonra Napolyonün bir imparatorluk üs­
se de daha sonraları, XI. Konstanti- viki ile Ahnagesfi Grekçeye çevirerek lubu yaratmak isteğini karşılamak üzere
nosün kardeşi olan Mora Prensi despot Fatih'e sunmuş olan kişidir. geliştirilmiştir. Ampir üslubunun Fran­
Demetrios'a yazdığı mektupta, bu ko­ Çabaları padişah tarafından büyük sa'da etkin olduğu süre 1800-1830 yılla­
nudaki tavrını değiştirdiğini beyan etti. övgülerle ödüllendirilen Amirutzesler, rıdır; ancak, Fransa dışındaki ülkeleri de
Bu tutumu, bazı çağdaşları tarafından çeşitli para ve unvanlar vaat edilerek etkisi altına aldıktan sonra bu ülkelerde
kararsız karakterine bir kanıt olarak haritanın metnini Arapçaya çevirme gö­ daha uzun bir süre varlığını korumuştur.
gösterilmişse de, kimi tarihçiler, birlik revini aldılar. Çevirinin iki kopyası gü­ Özellikle Osmanlı İmparatorluğumda
karşıtı bu mektubun, Amirutzes'e affe­ nümüze dek ulaşmıştır. Bundan bir süre 20. yy'ın başlarına kadar izlerini sürdür­
dilmesine karşı çıkarlar. sonra, üç Amirutzes'in de adına pek düğü görülür. Genel bir dönem üslubu
Trebizond'da hüküm süren son Rum rastlanmaz. Muhtemelen Mehmed Ami­ olarak yaşamasa bile, yüzyılın sonların­
imparatorunun elçisi olarak 1447'de Ce- rutzes'in. o sıralarda patrik olmaya ha­ da beliren seçmeci (eklektik) üslup için­
nova'ya gönderilen Amirutzes, 1458- zırlanan III. Máximos'a başvurarak, Fa­ de ampir üslubuna özgü bezeme öğeleri
146i arasında İmparator I. David Kom- tih Sultan Mehmed için Hıristiyanlığı ta­ kullanılmaya devam etmiştir. Ampir üs­
nenos'a "protovestiarios" ve son "megas nıtan bir eser yazmasını talep ettiği söy­ lubunda Antik Yunan ve Roma biçimleri
logothetes" olarak hizmet etti. Trebi- lenir. Yine Mehmed Amirutzes'e, sultan yalmlaştırılmıştır. B e z e m e kendinden
zond'un 1461'de Osmanlılar tarafından için İncil'in Arapça bir tercümesinin si­ önceki barok ve rokoko üsluplarına gö­
kuşatılması sırasında, kentin düşmesin­ pariş edildiği söylenmekle beraber bu re daha sınırlı kullanılmıştır, öğeler bir­
de Amirutzes'in ihanetinin rol oynadığı tercüme günümüze ulaşmamıştır. birlerinden ayrı, tek tek işlenmiştir ve
ileri sürülmüştür. Bazı tarihçilere göre Bazı kaynaklara göre, 1475'te zar simgesel öğeler seçilmiştir.
savunma önlemlerini sabote ederek, atarken geçirdiği bir kalp krizinde yaşa­
Fransa'da barok dönemden gerçek
halkın cesaretini kırmasıyla, kentin ka­ mını yitiren Georgios Amirutzes, çağına
ampir üslubuna geçiş birden olmamış­
derini tayin etmiştir. Yaşamı boyunca göre yetkin bir insan ve felsefeci idi.
tır. Geçişte, bir ara üslup olarak, direk-
Osmanlılara ve İslamiyete yakınlık du­ Kendisinden kalan az sayıdaki elyazması
tuvar üslubu (1790-1800) vardır. Doğa­
yan Amirutzes'in bu davranışlarında, arasmda, Fatih Sultan Mehmed ile yaptı­
dan, hafiflikten uzaklaşma ve klasisizme
anne tarafından, Fatih Sultan Meh- ğı sohbet ve tartışmalara dair yazılar, sul­
dönüş bu dönemde başlar. Sanat yine
med'in veziri Mahmud Paşa ile akraba tan için kaleme aldığı methiyeler ve çağ­
bir araçtır; istek imparatoru ve impara­
olmasının etkisi muhtemeldir. Gerçek­ daşı olan Bessarion ve T. Agallianos(->)
torluğu yüceltmektir. Bunun sonucunda
ten de, Mahmud Paşa'nın annesi Trebi- gibi yazarlara yazdığı mektuplar vardır.
yüce, ulu, sonsuzluk, ölümsüzlük gibi
zondlu bir Rum olup, aynı zamanda Bibi. F. Babinger, Mehmed the Conqueror kavramları vurgulayacak bir anlatım di­
Amirutzes'in a n n e s i n i n kuzenidir. and His Time, Princeton. 1978, s. 195. 196.
line gereksinim doğmuştur. Aranan "asil
"Türksever'liği çağdaşlarmca içten gö­ 230, 246-248
AYŞE HÜR yalınlık, sakin yücelik'tir. Duygusallık
rülmemiş olan Amirutzes, bu yardımla­
ve ince espriden uzaklaşan direktuvar
rının ödülünü, kentin zaptından sonra
üslubu giderek kısa zamanda ampir üs­
kendisinin ve iki oğlunun yaşamlarının AMORİON HANEDANI
lubunun olgunlaşmasına zemin oluştu­
bağışlanmasıyla aldı. Tüm imparatorluk 820'den 867'ye kadar iktidarda kalan rur. Yatay ve düşey öğeler arasında gör­
ailesi yok edildiği halde, Amirutzes ya­ Bizans ailesi. Frigya Hanedanı olarak sel denge, taşıyanla taşman arasmda
kınlarıyla birlikte, o sıralar Edirne'de da tanınır. Adını ailenin kurucusu II. strüktürel denge, boşlukların azalıp do­
dinlenen Fatih Sultan Mehmed'in yanı­ M i h a e l ' i n doğum yeri olan Amori- lulukların çoğalması, dolgu duvarın ta­
na gitti, onun güvenini kazandı ve sul­ on'dan (bugünkü Afyon-Emirdağ ya­ nımlanması, hacimsel olanın vurgulan­
tanın yakın çevresine girmeyi başardı. kınlarında Hisar kasabası) alır. Haneda­ ması ampir üslubunun etkisini belirle­
Kendisi hiçbir zaman İslamiyeti kabul nın diğer ünlü üyeleri Teofilos(->), yen niteliklerdir. Tüm bu nitelikler ba­
etmediyse de, Mehmed ve İskender adı­ onun karısı Teodora(->) ve III. Miha- roğa karşıt bir üslubun araçlarıdır. Ra-
nı verdiği iki oğlunu bu inanca uygun el'dir(->). Amorion Hanedanı, zamanın­
olarak yetiştirdi. da meydana gelen önemli dini olaylar­
Bilime, teolojiye ve özellikle felsefe­ daki rolü ile tanınır. Teodora. II. Miha­
ye yakın ilgi duyan Fatih Sultan Meh­ el'in hoşgörüsü ve Teofilus'un desteği
med'in hocalarından biri olarak, onunla ile İkonoklasma(-0 hareketine son ver­
stoacılık, Aristoculuk (daha doğrusu ne- di. Hanedanın son üyesi III. Mihael ise.
oplatonculuk) üzerine derin tartışmalara Patrik Fotiosün seçimi sırasında Roma
giren Amirutzes, özellikle İslamiyet ve Kilisesi'nden ayrı bir yol tutarak hizip­
Hıristiyanlık üzerine, o günler için ol­ çilik yaptı. Ayrıca filozof Konstantin ve
dukça sıradışı kabul edilen görüşlerini Bulgar Boris'in vaftizciliğini destekleye­
padişahla paylaşıyordu. 1465 yazında, rek, Slavların Bizans kültürüne girmesi­
Fatih coğrafyaya merak sardı ve Amirut­ ne yardımcı oldu.
zes'in rehberliğinde İskenderiyeli ünlü Amorion Hanedanı, dünyevi öğreti­
matematikçi ve astronom Ptolemaios'un lerin canlanması için de çaba gösterdi
(ö. 145) coğrafya kitapları, harita ve di­ ve Teoktistos, Kayzer Bardas gibi siya­
yagramları üzerinde çalışmaya başladı. sal kişiliklere, matematikçi Leon(->) gibi
Amirutzes, Ptolemaios'un harita ve plan­ bilim adamlarına destek verdi. Hanedan
larını karşılaştırıp bir araya getirdi ve zamanında, Araplar Girit'i, Sicilya'yı ve
sultan için tek bir dünya haritası hazırla­ Güney İtalya'nın diğer bölgelerini işgal
dı. Bu haritadaki ülke, kent ve kasaba ettiler. Fakat Arapların zaferi uzun erim­
isimleri Amirutzes'in oğullarından biri li olmadı ve özellikle III. Mihael döne­
tarafından Arap harfleriyle haritaya ek­ minde (842-867) saldıran değil savun­ Ampir üslubundaki Alay Köşkü'nün
lendi. Ptolemaios'un ölümünden sonra cephesinden bir ayrıntı.
maya gecen taraf oldular.
Afife Baîur
defalarca Latinceye çevrilen ünlü eseri AYŞE HÜR
AMPİR ÜSLUBU 248

dir. "S" ve "C'ler de yaprak biçiminde


şekillenir. Aylama askı en yaygın kulla­
nılan öğedir; aynı zamanda sütun baş­
lıklarının bezemesidir. Saçak düzeyin­
de su oluşturmayan, tek ama kendi
içinde gruplaşan öğeler dizisi yer alır.
Bezeme öğesi olarak kullanılan yapısal
öğeler yivli ve düz, gömülü sütunlar,
köşe sütunları, yuvarlak ve düz kemer­
lerdir. Kemerde kilit taşı kullanılır. Sil­
meler ise yalın ve az derindir.
Barok ve ampirin birlikte kullanıldığı
Nakşıdil Sultan Türbesi'nde oval tepe
pencereleri, dalgalı kat ve saçak kornişi,
sütun başlıklarında iri akantus yaprakla­
rı barok, alt katın yalın silmeli pencere­
leri ve aylama askıları ampir öğelerdir.
II. Mahmud döneminin önemli dinsel
yapısı Nusretiye Camii'nde(->) ampir üs­
lubu büyük ölçüde benimsenmiştir. Sü­
tun başlıklarında görülen aylama askılar
içbükey ve dışbükey dalgalanmaların
yer aldığı barok şerefelerin altında yine­
lenir. Caminin önündeki kütle pencere
söveleri, duvara gömülü sütunların ya­
lın çizgileri ve kesin geometrik yapısıyla
Osmanlı ampirdir. Yuvarlak kemerli üst pencere
mimarlığındaki
ampir üslup
hotozları ortada yüksek ve uçları sivril­
kullanımının tilmiş palmet ve ortadaki motifin iki ya­
en başarılı nında simetrik akantus yapraklarıyla ay­
örneklerinden nı üslubu yansıtırlar. Kat silmeleri yalın­
olan II. dır. Hünkâr mahfili kapı alınlığında ay­
Mahmud lamalar gülbezeklerle birbirlerine bağ­
Türbesi, 1840.
Afife Battır
lanmıştır. Buna karşılık cami önündeki
sebilde barok çizgiler ve hareketlenme­
ler dikkat çekicidir. Kimi yerde, örne­
hatlık, samimilik, gerçekdışılık ve düş­ lubu II. Mahmud döneminde başlar. II.
ğin, giriş kapısının alınlığında olduğu
sel tasarım bırakılmıştır. Mahmud dönemi. 18. yy'da başlayan Ba­
gibi, barok öğeler klasik bir düzen için­
Fransa'da direktuvar üslubuna özgü tılılaşma sürecinin yeni bir aşamasıdır.
de kullanılmıştır.
yapıt sınırlıdır. Yapılar ya yok olmuş ya Bu süre içinde, ampir üslubu, Fransa ile
sürdürülen siyasal ilişkilere koşut olarak, Dolmabahçe ve Ortaköy camilerinin
da zamanla değişime uğramıştır. Yuvar­
çeşitli sanatlara yansır. yoğun bezeme programı içinde ampir
lak kemer, madalyon çevresinde ışınsal
üslubuna özgü bezeme öğelerinin ba­
çizgiler, üçgen alınlık, simetri, yüzeysel Osmanlı sanatında ampir üslubu çok
rok b e z e m e öğeleriyle bütünleşerek
tasarım, kanatlı zafer alegorileri direktu­ değişik biçimlenmiştir. Barok ve rokoko
farklı bir üslup oluşturdukları görülür.
var döneminin cephe anlayışını biçim­ üsluplar devam ederken, bir grup yapı­
lendiren asal öğelerdir. Ampirde bu II. Mahmud Türbesi kütle anıtsallığıy-
da ampir üslubu birlikte uygulanmaya
öğeler daha da gelişir. Cephede Fransız la gerçek ampir üslubunu vurgular. Yü­
başlamıştır. Nakşıdil Sultan Türbesi
ve İtalyan Rönesansı'ndan alınma antik zey düzenlemesindeki ayrıntılar da etki­
( 1 8 1 8 ) , Nusretiye Camii (1823-1826),
alınlıklar, pilastrlar ve kolonadlar Made- yi yoğunlaştırır. Altıgen prizma gövde­
Dolmabahçe Camii (1853), Ortaköy Ca­
leine kilise mimarlığına örnek olmuştur. nin her yüzünde iki gömülü sütun ara­
mii (1853) bu tür bir birlikteliği sergiler­
Ampir, mermer yerine yerel taş kullanı­ sında yüksek yuvarlak kemerli pencere
ler. Kimi örnekler ise. özellikle konut
mıyla malzeme açısından antikten ayrı­ bulunur. Kemerin kilit taşı ve üzengi
mimarlığında, barok motiflerle yerli ge­
lır. Antik Yunan ve Roma sütun ve baş­ noktalan bezemesel belirtilmiştir. Pence­
lenekler ampir bezemeyle birlikte kulla­
lıkları, yuvarlak kemer, üçgen alınlık, re kemeri üzerinde yatay dikdörtgen bir
nılarak çok değişik bir üslup geliştirir­
yalın silmeler dışında Mısır mimarlığı da boş yazıt vardır. Sütun başlıklarında vo-
ler. Kimi örnekler de, ampir üslubunun
algılanma alanıdır. Bu uygarlıkların be­ lütler arasında deniz kabuğu ve palmet
gerçek karakterini, başka bir deyişle,
zeme örgeleri bir arada kullanılmıştır. dizgisi yer alır. Saçak kornişinde çapraz
yalınlığını ve formel yaklaşımını yakala­
Bezeme örgeleri utku kavramını vurgu­ kılıçlı bir zafer simgesi ve aralarında
mışlardır. Alay Köşkü (1810), Çevri Kal­
larlar. Askerlikle ilgili biçimler, özellikle gülbezek yaprak örgesi vardır.
fa Sıbyan Mektebi (1820), II. Mahmud
Fransız devrimcilerinin yakalarına tak­ Türbesi ve Sebili (1840) Osmanlı mi­ 19- yy'ın ilk yarısında II. Mahmud İs­
tıkları rozet, kargı, top, meşale gibi öğe­ marlığına özgü saf ampir üslubunu yan­ tanbul'un bayındırlık sorunlarına eğilmiş,
ler ampir üslubunun bezeme öğeleri ol­ sıtan başarılı örneklerdir. bir yandan eski yapıları -türbeler, tekke­
muştur. Bunların yanısıra gülbezek, ay­ ler, saraylar- onartmış, bir yandan da
lama askı, defne dalı, baklava gibi bi­ Osmanlı mimarlığında kılıç, bayrak ampir üslubunda yeni saraylar, kışlalar,
çimler de bezeme programında yer alır. demetleri, müzik aletleri, vazo içinde çi­ resmi daireler, hastaneler, okullar yaptır­
çek, uçları sivriltilmiş akantus yaprakla­ mıştır. Üsküdar'da, Haydarpaşa ve Malte­
Ampir üslubu mimarlık dışında mo­ rı, tüy, perde gibi öğeler alegorik grup­ pe'de birer hastane, Bâb-ı Seraskeri'de
bilya sanatına da belirgin bir değişiklik lar oluşturur. Akantus yaprakları yap­ bir küçük hastane ve Toptaşı'nda bimar-
getirmiştir. Mobilyada maun yerine ka­ rakla tüy arası bir motife dönüşür. Kimi hane yaptırmıştır. 1812'de Tıbbiye Mek­
raağaç, akağaç ve limon kullanılır. Yu­ yerde de tepeliklerde yelpaze gibi açı­ tebi, 1820'de Çevri Kalfa Sıbyan Mektebi.
varlak ya da sekizgen üç ayaklı masala­ lırlar ve ortadaki motifin yükselmesiyle 1829'da Heybeliada Bahriye Mühendis-
rı antik çağdan gelen öğeler bezer. üçgen alınlık biçimini alırlar. Bezeme hanesi, 1834'te Maçka'da Harbiye Mekte­
Osmanlı İmparatorluğu'nda ampir üs­ hayvan ve insan yerine bitkisel kökenli­ bi, 1838'de Kasımpaşa'da Bahriye Mekte-
249 ANADOLU BİRAHANESİ

bi yapılmıştır. Hocapaşa yangınında ya­ nekler vermiştir. Anıtsal ve taş mimarlığa seklikten sonra yalın silmeli bir korniş
nan Babıâli'nin yapımına İ826 ! da başlan­ bir öykünme niteliğinde benimsendiği yapıyı dolanır. Yazıt kornişin üstüne
mış, yapı 1838'de tekrar yanmıştır. II. söylenebilir. Yalın bezemesi, klasik ve alınmıştır. Bu dönemde cephe düzenle­
Mahmud döneminde çok sayıda karakol simetrik kurgusuyla tutunmuştur. Pence­ mesine yeni bir öğe olan tuğra katılır.
binası da yapılmıştır. Bu tür yapılar ara­ re alınlıklarında üçgen, basık ve kırık Akantus yaprağı, istiridye kabuğu, kilit
sında 1831'de yapılan Hasanpaşa Hanı yuvarlak kemerlidir. Yuvarlak kemerli taşı öğesi keskin çizgilerle yontulmuş
yakınındaki karakol, Odunkapısı Kara­ pencerelerde kilit taşı ve üzengi noktala­ hotoz biçimini almıştır. Yaprak öğeleri
kolu, Şehzade Camii karşısındaki kara­ rı belirtilmiştir. Pencere alınlık tablasında kumaş biçimine dönüşmüştür. Amfora,
kol ve 1834'te yapılan İstinye Karakolu aylama askılar görülebilir. Pencereler madalyon, tüye dönüşmüş yaprak bi­
ampir üslubunun örnekleridir. arasında duvara gömülü sütunlar ve kat­ çimleri bu dönemin çeşme tasarımında
lar arasında da düz silmeler vardır. Beze­ yer alan bezeme öğeleridir. Üsküdar III.
Saray konusunda da II. Mahmud dö­
mede yüzeyselleştirilmiş palmet ve yap­ Selim Çeşmesi (1802), Küçüksu Meydan
nemine ait birçok yapı vardır. II. Mah­
raklar, yıldız ve ışınsal dağılan motif yay­ Çeşmesi (1806), Beylerbeyi II. Mahmud
mud Topkapı Sarayı'nda 1819'da Kubbe-
gındır. Barok ve ampirin bezemede bir­ Çeşmesi ( 1 8 1 1 ) , Çevri Kalfa Çeşmesi
altı'nı ve Enderun odalarını, 1823 yılında (1819), Maçka Bezmiâlem Valide Sultan
Hırka-i Saadet dairesini ampir üslubunda likte yer aldığı örnekler çoktur. Bu ör­
neklerde balkon perdesindeki oymalar­ Çeşmesi ( 1 8 3 9 ) . Topkapı II. Mahmud
onartmıştır. Topkapı Sarayı yazlık bölü­ Çeşmesi (1843). Talimhane Abdülmecid
münün yapımını 1815'te yeniden başlat­ da barok bezeme yer alırken, gömme
Han Çeşmesi (1843). Gedikpaşa Kethü­
mıştır. Boğaz kıyılarında ahşap Beylerbe­ sütunlarda başlıklar ampirdir. Çatı katın­
da Canfeda Kadın ve Haznedar Şevkini-
yi Sarayı ve Çırağan Sarayı'nın yapımına daki öküzgözü pencere ampir olabilir.
hal Usta Çeşmesi (1847) ve Eyüp Pertev-
II. Mahmud'un emriyle başlanmıştır. Üs­ Ampir üslubunun etkisi saray ve ko­ nihal Kadın Efendi Çeşmesi (1856) çeş­
küdar'da Şemsi Paşa Kasrı, Küçükçamlı- nutların duvar bezemesine de yansımış­ me mimarlığında ampir üslubun değişik
ca'da Sürurâbâd, 1810'da Alay Köşkü ya­ tır. Özellikle Topkapı Sarayı'nın pers­ yorumlarını sergileyen yapılardır.
pılmış, 1814'te Sa'dâbâd Sarayı, 1828'de pektifli mimarlık betimlemelerinde bu Bibi. M. Cezar, Sanatta Batı'ya Açılış ve Os­
Davutpaşa Sarayı ve kışlası onarılmıştır. etki görülür. Bu resimlerde e g e m e n man Hamdi, İst., 1971, 27-23; S. Ciner, Son
Ayrıca Beşiktaş Sarayı'nda, Dolmabah- renk gri ve bejdir. Haremde Sultan Da- Osmanlı Dönemi Ahşap Konutlarında Cephe
çe'de, Galatasaray'da, Babıâli'de. Bâb-ı iresi'ne çıkan arka merdiven nişini. III. Bezemeleri. İst.. 1982; A. Ödekan, "Kentiçi
Seraskeri'de, Kuleli Kışlası'nda, Haydar­ Osman Köşkü'nün oda duvarlarını ve Çeşme Tasarımında Tipolojik Çözümleme",
paşa Hastanesi'nde ve diğer kimi yerler­ Valide Sultan Yemek Odası duvarlarını Semavi Eyice Armağanı, İstanbul Yazılan,
de padişah için kasırlar yapılmıştır. manzaralı mimarlık betimlemeleri bezer. İst., 1992,"284-285; Tuğlacı, Balyan Ailesi.
II. Mahmud döneminde ampir üslubu Ampir üslubunun tasarım ilkelerini AYLA ÖDEKAN
konut mimarlığında da etkili olmuştur. en iyi yansıtan bir öteki ilginç yapı gru­
Geleneksel Türk konutunun yapısal ve bu, 19. yy'ın ilk yarısında yapılmış çeş­ ANADOLU BİRAHANESİ
biçimsel özellikleriyle uyum içinde kul­ melerdir. Bu yapıların düzenlemelerinde Beyoğlu'nda, Grand Rue de Pera'da
lanılmıştır. 19. yy'ın içinde ve 20. yy'ın çoğu kez musluk çevresi bir yay kemer­ (bugünkü İstiklal Caddesi) Atlas Sine­
başlarında izleri devam etmiştir. Ampir, le çevrilidir. Çeşme köşeleri kare kesitli, m a s ı ^ ) bitişiğindeki Anadolu Pasa-
ampir eğilimli ya da seçmeci üslubun bir gövdeleri yivli ve İyon başlıklı az derin jı'nda halen çalışan tarihi birahane.
parçası olarak değişik görüntülerde ör­ pilastrlarla belirlenmiştir. Belli bir yük­
Birahanenin bulunduğu Anadolu Pa-
sajı(->) 20. yy'm başlarında yapılmıştı.
Pasajın sahibi, II. Abdülhamid'in maiye­
tinden Mabeyinci Ragıp Paşa idi. Pasa­
jın inşa edildiği yerde önceleri Hayden
mağazalarıyla Madam Latour'un kadın
giysileri satan dükkânı vardı. Anadolu
Pasajı'nm 9 ve 11 numaralı yerleri de.
önceleri Galata'da, Kara Mustafa Paşa
Sokağı'nda meyhanecilik yapan Nikola
(veya kısaca Niko) Valavanis tarafından
kiralanmıştı.
Meyhanecilik konusunda çok bilgili
olan Valavanis, burayı dekore ederek,
lüks bir birahane haline getirdi ve adını
Brasserie l'orient (Şark Birahanesi) koy­
du. Birahanede herkes birasını, rakısını
içer. ara sıra gelen yabancılar ise şarabı­
nı, viski ve votkasını yudumlardı. Bira­
hanenin havuzunda sular akar, akvar­
yumunda canlı renkli balıklar dolaşır,
bahçede ise bülbüller öterdi. Galata'da-
ki meyhanesinde kendisine "Balabani"
diye hitap eden müşteriler, burada da
onu aynı adla çağırıyorlardı.
Niko Valavanis'in ölümü üzerine, oğ­
lu Apostol Valavanis, burayı Madam Ma-
rie Fundulis'e devretti. Kendisi de, Gla-
vany Sokağı'nda (bugünkü Kallavi Soka­
ğı) Caprice Lokantası'm açtı. Babasının
düzenini aynen koruyan A. Valavanis bi­
nayı 1934'te Yani Meletyadis" ve ortakla­
rına sattı ve lokantanın adı Anadolu Bi­
rahanesi oldu. Aynı tarihte, Beyoğlu Ha­
malbaşı Caddesi üzerinde Todori Dosso-
ANADOLU ÇOCUK OYUNLARI 250

pulos tarafından işletilen bir Anadolu Bi­


rahanesi daha vardı. Burası, Anadolu Bi­
rahanesi açılınca kapandı ve yeniden de­
kore edilerek, Corico Battars yönetimin­
de Güzel Anadolu adıyla yeniden açıldı.
Apostol Valavanis'in birahanesi ise Di-
mitri Malatos tarafından satın alınarak
günümüze kadar yaşamını sürdürdü.
BEHZAT ÜSDİKEN

ANADOLU ÇOCUK OYUNLARI


KOLU
Çocuk tiyatrosunun yaygınlaşması, öz­
gün bir kimlik kazanması amacıyla,
Muhsin Ertuğrul ve Haldun Taner'in
yönlendirmesiyle 1973'te Üsküdar'da
kurulan topluluk. Çocuklara paylaşmayı
öğreten, kaderciliğe karşı çıkan, insancıl
değerleri işleyen, zorbalık ve savaş kar­
şıtı oyunlar sahneye koydu. Topluluk 8
yaş üstü seyirciye yöneldi. Ümit Deni-
zer'in yazıp. Turgut Denizer'in müzikle­
rini yaptığı ve yönettiği, Üsküdar. III.
Selim Ilkokulu'nda 26 Aralık 1973'te
sahnelenen Mutluluklar Ülkesi, toplulu­
Yon (Hrom) Burnu ve Anadolu Fenerinden bir görünüm.
ğun ilk oyunu oldu. 1974'te Üsküdar Şe­ Bünyad Dinç, 1992
hir Tiyatrosu'nda Mor Gezegen; 1975'te
Üsküdar III. Selim Ilkokulu'nda Ferhad
ile Şirin (1975, İsmet Küntay Ödülü); yi­ okul, deniz ve gemi adamı yetiştiren ANADOLU FENERİ
ne 1975'te Hamburg'da Tik Theather'da resmi Anadolu lisesi statüsündedir. 4
Keloğlan (Yılın Oyunu Ödülü); 1978'de İstanbul Boğazı'nın Anadolu yakasında,
Ekim 1982'de açılmıştır. Boğaz m Karadeniz'e açıldığı kuzey
Leke, Çizgi/Benek, Renk; 1981'de Duis­ Denizcilik Meslek Yüksek Okulu'nun
burg, Lehmbrück Realshule'de Aksak Ti­ ucunda Yon (Hrom) Burnu üzerinde
Tuzlaya taşınması ile boşalan binaların bulunan deniz feneri.
mur ile Hoca Nasrettin; 1984'te Avru­ Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilmesi­
pa'ya Avrupa'ya Herten, Gloria The- nin ardından boşalan binada denizcilik 1855'te. Kırım Savaşı sırasında Fran­
ater'da; 1986'da Heybeliada Ayyıldız Si- sektörü ticaret filosuna eğitilmiş teknik sız ve İngiliz gemilerinin İstanbul Boğa­
neması'nda Barbiana'da Bir Okul eleman yetiştirmesi amacıyla. 4 Ekim zı'nın Karadeniz girişini görebilmeleri
(1987, Avni Dilligil Ödülü); 1990'da Ka­ 1982 tarihinde Denizcilik Meslek Lisesi ve Boğaz sularına rahatça girebilmeleri
dıköy Haldun Taner Sahnesi'nde Benim adıyla açıldı. 1982-1983 yılında öğreti­ için yapımına karar verilen Anadolu Fe­
Arkadaşım Yok; 1991 de, Tünel Karaca me "Güverte ve Gemi Makineleri" bölü­ neri. 15 Mayıs 1856'da hizmete girdi.
Tiyatrosu'nda Uçan Şemsiye; 1992'de mü ile başlandı. 1983-1984'te "Gemi Karşısındaki Rumeli Feneri'nden(->)
Deniz Yolları'ndan sağlanan şehir hatları Elektroniği ve Haberleşme. Deniz İşlet­ yaklaşık 2 deniz mili uzaklıkta olan fe­
vapurlarından birinde ve Boğaz'ın deği­ me" bölümleri de açıldı. ner kulesi, deniz seviyesinden yaklaşık
şik yerlerinde iskelelerde gerçekleştiri­ 75 m yükseklikte, beyaz taştan yapıl­
1985-1986 öğretim yılında denizcilik mıştır. Fransız yapımı olan kulenin bo­
len, Muhsin Ertuğrul'un yasanımı ve dü­
mesleğinde yabancı dil faktörünün öne­ yu 20 m civarındadır. Döner sistemli,
şüncelerini anlatan Perdeci (1992, Tiyat­
mi dikkate alınarak okul, Anadolu mes­ sabit ve çakıcı bir fener olup, iki saniye
ro Eleştirmenleri Birliği Ödülü) toplulu­
lek lisesi statüsüne kavuşturuldu. Oku­ ara ile iki beyaz ışık yayar ve on sekiz
ğun sahnelendiği oyunlardır. Topluluğa.
lun yeni adı, Anadolu Denizcilik Meslek saniye karanlık kalır. Bu ışık fazlalaşıp
1989'da Kültür Bakanlığı tarafından
Lisesi oldu. Halen 1 hazırlık 3 lise sınıflı azalsa bile hiçbir zaman yok olmaz.
Türk Tiyatrosuna Katkı Ödülü verildi,
olarak eğitimini sürdürmektedir. Açık havada 20 deniz mili uzaklıktan
istanbul'un değişik yerlerine turneler
düzenleyen topluluk, Şehir Tiyatrola- Okula Merkezi Sınav Sistemi ile öğ­ görülebilen fener, 360 derece açılı olup,
rı'nın ve Devlet Tiyatrolarının sahnele­ renci alınmaktadır. Öğrenci mevcudu 360 yalnızca Beykoz'a dönük yüzünün dar
rinden başka, Kadıköy Halk Eğitim Mer­ olup, tamamı yatılıdır. Öğrenciler, atölye bir kısmı karanlıkta kalır. Şehir elektriği
kezi, Moda Sineması, Harbiye Konak Si­ ve laboratuvar çalışmalarını okulda, de­ ile çalışan Anadolu Feneri, elektrik ke­
neması, Suadiye Atlantik Sineması, Be­ niz uygulamalarını ise işletme ve gemi­ sintilerinde bütangazı ile yedeklenir.
bek Parkı, Yıldız Parkı. Taksim Atatürk lerde yapmaktadırlar. Mezun olan öğren­
cilerin yüzde 65 i diğer yükseköğretim AYŞE HÜR
Kütüphanesi, Ortaköy Kültür Merkezi,
Güzel Sanatlar Akademisi. Deniz Harp kunimlarına giderlerken yüzde 5'i branş­
larındaki yüksekokullara devam etmek­ ANADOLU GÜZEL SANATLAR
Okulu, Harbiye Şan Tiyatrosu. Dostlar
Tiyatrosu, Levent Tenis Kulübü gibi elli­ tedir. Bir kısım mezun öğrenci de kamu LİSESİ
yi aşkm yerde oyunlarını sahneledi. ve özel sektör gemilerinde iş bulmakta­ Güzel sanatlar alanında lise düzeyinde
dır. 1992-1993 öğretim yılı sonunda eğitim-öğretim vermek amacıyla Türki­
HİLMİ ZAFER ŞAHİN okuldan 89 öğrenci mezun olmuş ve ye­ ye'de ilk kez İstanbul'da açılan, Milli
ni ders yılında 88 öğrenci kaydedilmiştir. Eğitim Bakanlığı'na bağlı resmi okul.
ANADOLU DENİZCİLİK MESLEK
Sivil denizciliğe büyük katkılarda bu­ 1989-1990 öğretim yılında açıldı. Okul
LİSESİ lunan ve 1992'de ölen armatör Ziya Erenköy/Kadıköy Ömerpaşa Sokağı no.
İstanbul-Ortaköy Çırağan Caddesi'nde Kalkavan'ın adı 12 Mart 1993'te okula 57'dedir. Ortaöğretim düzeyinde, fen-
daha ö n c e Yüksek Denizcilik Oku- verilmiş ve bu tarihten itibaren okulun edebiyat, beden eğitimi, yabancı dil,
lu'nun bulunduğu Çırağan Fer'iyesi de­ adı Ziya Kalkavan Anadolu Denizcilik mesleki ve teknik alanlara dönük prog­
nen saraydadır. Kültür derslerinin Türk­ Meslek Lisesi olmuştur. ram geliştirme çalışmaları kapsamında
çe, meslek derslerinin İngilizce olduğu KUTLUAY ERDOĞAN bu türde bir lise açılması, 1989'da Milli
251 ANADOLU HİSARI

Eğitim Bakanlığı'nca kararlaştırıldı. Ön­ ANADOLU HİSARI 797/1394-95'te Şile'nin fethine Yahşi
görülen amaç, ilk ve ortaokulda, resim İstanbul Boğazımın yaklaşık 780 m ge­ Bey gönderildiği sırada, Yıldırım Baye­
ve müzik dallarında yetenekleri ortaya nişliğindeki en dar yerinde, Anadolu zid Kocaeli'nden Yoros'a giderken yap­
çıkan öğrencilere özel eğitim alanı ha­ yakasında, Göksu (Aretas) Deresi'nin tırılmıştır. Ankara Savaşının (1402) ar­
zırlamak, ayrıca üniversite düzeyinde Boğaz'a döküldüğü yerde bugün aynı kasından, Osmanlı Beyliği bir dağılma
güzel sanatlar eğitimi veren fakülte ve adlı semtte bulunan hisar. dönemi yaşadığı sırada kalenin yine
yüksekokullara aday yetiştirmekti. Ülke Türk kuvvetlerinin elinde kaldığı sanılır.
I. Bayezid (Yıldırım), Bizans'ı kuşat­
kültürü ve sanat kaynakları bakımından Ancak Bizans'ın desteğini sağlamak is­
madan önce, Boğaziçi'nden geçişleri
da bu tür bir okul için uygun ortamın teyen Süleyman Çelebi'nin İstanbul'a
kontrol altına alabilmek ve Göksu Vadi-
öncelikle İstanbul olduğu belirlendi. yakın Kartal, Pendik gibi yerleri Bizans
si'ne girişi önleyebilmek için, zaten
İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lise­ imparatoruna geri verirken Anadolu Hi­
Türklerin idaresinde olan Anadolu ya­
si, konumuna uygun hizmet binası yapı­ sarı'nın durumunun ne olduğu bilin­
kasında bir hisar yaptırmayı, strateji ba­
lıncaya değin Erenköy Kız Lisesi pansi­ mez. Yalnız şehzade kısa bir süre bura­
kımından uygun görerek Boğaz'm iki
yon binasında eğitim vermek üzere da konaklamıştır.
yakasının en dar olduğu yerde Güzelce-
1989-1990 öğretim yılında açıldı. Okula,
hisar olarak adlandırılan kaleyi yaptırdı. Avrupa yakasında, 1452'de Rumeli
diğer Anadolu meslek liseleri için uygu­
Neşrî tarihinin bir nüshasında buraya Hisarını yaptırırken II. Mehmed (Fatih),
lanan sınav esaslarına göre ve ayrı bir
Gözlücehisar denilmiştir. Gözetleme işi tam karşısında olan Anadolu Hisarı'nın
yetenek sınavı da uygulanarak başarılı
gören bu kaleye, Güzelcehisar adından da güçlendirilmesi gereğini görerek, et­
ortaokul mezunları alınmaktadır. Müzik
çok Gözlücehisar adının uygun düştüğü rafına bir hisarpeçe inşa ettirmiştir. Evli­
ve resim bölümleri bulunan okul, eği-
söylenebilir. Fatih dönemi kaynakların­ ya Çelebi'nin 17. yy'da yazdığına göre
tim-öğretim, araç-gereç ve uygulamalar
dan Tursun (Turu Sina) Bey, burayı Ye- hisarın bir dizdarı ile Kocaeli sancağın­
yönünden, Marmara Üniversitesi ile Mi­
nihisar veya Yenicehisar olarak anar. dan gelme iki yüz tımar neferi vardı.
mar Sinan Üniversitesi'nden destek gör­
Daha sonraları Hoca Sadeddin Efendi Topları ise, karşıya Rumeli Hisarı'na ve
mektedir. Okul hizmet binası projesi
ise burayı Akçehisar şeklinde adlandırır. Akıntı Burnu yönüne atış yapacak su­
Marmara Üniversitesi tarafından hazırlan­
16. yy'da İstanbul'da incelemeler yapan rette yerleştirilmişti. Anadolu Hisarı'nda
mış, ancak henüz uygulanmamıştır. Tüm
Albi'li Pierre Gylli'nin (Gyllius) yakıştır­ dışarıda olan bir mescitten başka bir de
Anadolu liselerindeki yabancı dil dersleri
dığı ''Nova-castrum" adı da, Yenihisar'm namazgah vardı. Mescit yıkılıp yakın ta­
bu okulda da vardır.' Okul. 1992-1993
tercümesidir. rihlerde başka yerde yeniden yapılmış­
öğretim yılı sonunda ilk kez 72 mezun
tır, namazgah ise yerinde durmaktadır,
vermiştir. 1993-1994 öğretim yılı genel Yıldırım Bayezid'in Bizans'a karşı bir
(bak. Anadoluhisarı Namazgahı).
öğrenci mevcudu 244'tür. Milli Eğitim "köprübaşı" olarak tasarladığı hisar için
Bakanlığının aldığı kararla 1993-1994 Göksu Deresi'nin denize döküldüğü ver Anadolu Hisarı'nın esas görevi Bi­
öğretim yılında açılan iki Anadolu Türk ile Boğaz arasında yükselen kayalık to­ zans'a Karadeniz yoluyla yardım gelme­
müziği lisesinden teki de (diğeri Urfa'da- puk seçilmişti. Aynı yerde evvelce bir sini önlemek olduğundan, İstanbul'un
dır) geçici olarak bu okulun bünyesinde Bizans kalesi bulunduğu yolundaki gö­ fethi ile bu görevi sona ermişti. Bundan
24 öğrenciyle eğitimini sürdürmektedir. rüşün sağlam bir dayanağı yoktur. Âşık- sonra "kalebend" edilecek suçlu yeniçe­
AYHAN DOĞAN paşazade'nin bildirdiğine göre kale rilere hapishane olarak kullanılmış, 17-

Flandin'in bir litografisinde Anadolu Hisarı.


Eugenc Flandin, L'Orient, Paris. 1958
Ara Güler fotoğraf arşivi
ANADOLU HİSARI 252

Sebah & Joaillier'in bir fotoğrafında Göksu ve Anadolu Hisarı.


İAM Kütüphanesi Koleksiyonu

18. yy'larda Boğaz'ı tehdit eden Kazak Hisarı'nın bütününün iyi bir biçimde içinde üç kat daha olduğunu gösterir.
akınlarının durdurulmasında biraz fay­ restore edilmesi ve içinden geçen ana- Esasında başkulenin dışarıya bağlantısı,
dalı olmuş, fakat 18. yy'da Boğaz'ın ku­ caddenin kaldırılması ile ilgili projeler birinci kattan bir iner-kalkar köprü ile
zey kesiminde yeni istihkâmların yapıl­ bugüne kadar bir sonuç vermemiştir ve sağlanmıştı. Böylece burası tam bir orta­
ması ile tamamen görev dışı kalmıştır. bundan sonra da böyle bir uygulamanın çağ şatosu karakterinde idi. Buradan da
Hisarın 19. yy'ın ortalarına gelinceye yapılabilmesi ihtimali çok zayıf görün­ bodruma duvar kalınlığı içindeki bir
kadar mimari bütünlüğü korunmuştu. mektedir. merdivenden iniliyordu. Bu başkuleyi
Eski resimlerinden anlaşıldığına göre. Kale ve şatolar konusunda iyi bir uz­ saran ve "gömlek" denilen yamuk dört­
Anadolu Hisarımın bütün kalelerinin man olan mimar Prof. A. Gabriel'e göre, gen biçimli duvarların köşelerinde kü­
üstlerinde külahları 1825'te henüz duru­ ortaçağ mimarisine göre yapılan Anado­ çük kuleler vardır. Kuleler arasındaki
yordu. Çevresi ise boş kalmış, sadece lu Hisarı'nın en eski kısmı, dört köşe bağlantı, dendanların arkasında çepe­
hisarpeçe ile esas eski kale arasında bu­ planlı bir basküle (donjon) ile bunu sa­ çevre dolaşan bir seğirdimyolu ile sağ­
lunan sahada, içlerinde muhafızların ba­ ran bir "gömlek "ten ibaret olup, Göksu lanmıştır. Avludan seğirdimyoluna çıkış,
rındıkları evler yapılmıştı. 1830'lardan Deresi vadisini koruyan bir savunma bazıları temel duvarlarının içinde olan
itibaren, hisar duvarları ile Göksu Dere­ kalesi idi. Esasında kayalık bir burun taş merdivenler yardımıyla oluyordu.
si ve deniz arasındaki kıyı doldurulmuş üstüne oturan bu ilk hisarın eteklerine Sonradan eklenen hisarpeçenin yarım
ve buraya ahşap yalılar yapılmıştır. Ana­ kadar suyun geldiği tahmin edilir. Son­ yuvarlak burçlarının ikisinin içlerinde,
dolu Hisarı ise bütünüyle ihmal edilmiş­ radan 1452'de Fatih Sultan Mehmed'in minare merdiveni biçiminde helezoni
tir. Bu arada çok yanlış bir iş yapılarak, çevirttiği köşeleri burçlu hisarpeçe ile merdivenler vardır.
hisarpeçeden dışarı açılan iki kapı yıkı­ Anadolu Hisarı bir taarruz kalesi duru­ I. Bayezid (Yıldırım) dönemindeki kı­
lıp buradan duvarda iki geniş gedik açı­ munu almıştır. Hisarpeçe duvarı arkası­ sımlarının yapısında duvar örgülerinde
larak avludan geçirilen yol, Anadolu ya­ na yerleştirilen toplar, su hizasından atış moloz taş ile aralarında tuğlalar kullanıl­
kasının ana sahil caddesi olmuştur. yaparak. Boğaz'dan geçecek gemileri mıştır. Pek az yerde tuğlalardan yapılmış
1928'de Anadolu Hisarı'nın bazı kısımla­ hedef tutabiliyordu. geometrik süslemeler ile karşılaşılır.
rı tamir edilerek, iç avludaki bazı evler Basküle kare planlı olup, üstü tonoz­ Sonraki Fatih dönemine ait kısımda ise,
yıktırılmış ancak çimento takviyeler bu lu bir mekândan ibarettir. Duvarlarında­ daha değişik bir duvar örgüsü tekniği
değerli esere zarar vermiştir. Anadolu ki kiriş delikleri, evvelce bodrumun uygulanmıştır. Top menfezlerinin ke-
253 ANADOLU KULUBU

Anadolu Kulübü Ana Tüzüğü'ne gö­


re, Ankara üyeleri kulübün şubesinin
de asli üyeleri iken. Büyükada üyeleri
sadece şube üyesi kabul edilmişler, ay­
nı dönemde, İstanbul valisi, kara ve de­
niz komutanları, vali yardımcıları, bele­
diye başkan ve yardımcıları. Adalar kay­
makamı ile İstanbul'da bulunan diplo­
matik çevreler, herhangi bir koşul aran­
maksızın ve aidatsız olarak üyeliğe hak
kazanmışlardır.
1960'ta Demokrat Partiyi iktidardan
indiren ordu hareketi sonrasında, kulüp
üyelerinin büyük çoğunluğu Yassı-
ada'da yargılanmaya başlayınca Büyü­
kada Anadolu Kulübü bir süre denetim­
siz kalmış; daha sonra üyelik koşulların­
da kısmi değişiklikler yapılmış; üyelik,
yüksek kademeli devlet memurlarına,
yüksek rütbeli subaylara ve elçilere de
açılmıştır.
Mimari üslup olarak Anadolu Kulü­
bü'nün bugünkü Büyükada'da bulunan
Bugünkü haliyle hisarın denizden bir görünümü binası İngiliz kökenli kolonyal ve Vik-
BiinyadDinç. 1992
toryen üsluplarının bazı özelliklerini ta­
şımaktadır. Osmanlı İmparatorluğunun
son günlerinde batı yaşamına adapte ol­
inerleri ise kesme taştandır. 1830'lara ya geçici üyeleridir. İlk başkanı İsmet
muş Türklerin, azınlıkların, Levantenle-
kadar Anadolu Hisarı'nm başkulesi ile İnönü'dür.
rin ve Avrupalıların rağbet ettikleri Bü­
bütün burçlarının üstlerinde, dışları kur­ İstanbul, Büyükada'da bulunan şube. yükada, özellikle söz konusu üslupların
şun kaplı ahşap külahlar vardı. G. San- 1937 yılında iflas eden Büyükada Yat yaygın olduğu yerleşmelerden biri ola­
dis, A. J. Melling ve Ch. Pertusier'nin se­ Kulübü Türk Anonim Şirketinin icradan rak karşımıza çıkmaktadır. Büyükada'da
yahatnamelerinin gravürlerinde bu kü­ satın alınması suretiyle tesis edilmiştir. görülen ve yüzyılımızın başlarından ka­
lahlar açıkça belirlidir. T. Allomün, Kulüp, dört parselde bulunan yedi ya­ lan Viktoryen üsluptaki birçok ev ve
1830'a doğru R. Walsh'm kitabı ve W. pıdan oluşur. 20 yy'm başlarında (1906) köşk ahşap olmasına karşın, Anadolu
Barlett'in Miss. Pardoe'nun İstanbul hak­ "Yacht Club of Princes" adıyla İngiltere Kulübü binası, belki büyük ölçüleri,
kındaki kitapları için çizip çelik gravür Yat Kulübü'nün şubesi olarak bugün belki de İngiliz kültürünün ağır basması
olarak hakkedilen resimlerinde ise kü­ oyun salonunun bulunduğu binada (Sa­ nedeniyle kagir olarak inşa edilmiştir.
lahlar ortadan kalkmıştır. J. Laurens'in rı Ev) kurulmuştur. Daha sonra hemen Bina, çok hareketli çatısı ile ilk bakışta
Anadolu Hisarı'nı gösteren güzel bir yanında yer alan G i a c o m o Oteli'nin Viktoryen üslubu izlenimini kolayca
yağlıboya tablosu 1957'de İstanbul'da yanması üzerine, satın alınan parselde o vermektedir. Ancak, ayrıntılara inildi­
bir antikacıdan Irak kralı II. Faysal'm ye­ zamanki kulüp başkanı Leon Pearce'in ğinde, yapının tam anlamı ile bir üsluba
ni sarayı için satın alınmıştır. 1958 ihtila­ girişimiyle bugünkü Merkez Bina (Tari­ mal edilemeyeceği, seçmeci bir anlayış­
linden sonra ne olduğu bilinmez. hi B i n a / B e y a z Ev) yaptırılmış ve la hareket edildiği görülür.
Bibi. Aşıkpaşazade, Tarih: Tursun Bey, Ta- 1908'de Prinkipo Yacht Club Company
rih-i Ebûl-Feth, (yay. M. Tulum), İst., 1977, s. Üst pencerelerde ampir üslubunun
Limited oluşmuştur.
43, 45; Nişancı Mehmed Paşa, Tarih, İst., belirtileri olan madalyonlara, frontonla-
1290, s. 114; Evliya, Seyahatname, I, 466; Cumhuriyet'in ilanı ile 29 Temmuz ra ve kolon başlıklarına yer verilmiştir.
Ayvansarayî, Hadîka. II, 162; S. Toy, "The 1924'te kulüp, adını Büyükada Yat Kulü­ Viktoryen üslup, çatıyı oluşturan kitle­
Castles of the Bosphorus", Archeologia. bü TAŞ'ye çevirmiştir. 1 9 3 7 ' d e Ata­ lerde (kuleler) ve elemanlarda, özellikle
LXXX (1930), s. 215-228; H. Högg, Türken-
türk'ün de teşvikiyle Anadolu Kulübü ta­ saçakları taşıyan destek strüktürlerinde
hıtrgen an Bosporus und Hellespont. Dres-
den, 1932. s. 8-11: A. Gabriel. Chateaux rafından satın alınmış ve kulübün Büyü­ kendisini açıkça belli eder. Yapının
Turcs dıı Bosphore, Paris, 1943, s. 9-28; Ay- kada şubesi olarak çalışmaya başlamıştır. plan olarak belirli bir karakteri yoktur.
verdi, Fatih IV, 617-624; M. Esen. "Anadoiu
Hisarı", İSTA, II, 808-818; R. Anhegger, "Ana­
dolu Hisarı", EF, I, 481; S. Eyice, "Anadolu
Hisarı", DİA. III. 147-149.
SEMAVİ EYİCE

ANADOLU KULÜBÜ
Merkezi Ankara'da bulunan Anadolu
Kulübünün İstanbul Büyükada Nizam
Mahallesinde, 23 Nisan Caddesi üzerin­
de bulunan şubesi.
Anadolu Kulübü, Cumhuriyet'in ila­
nından sonra Batılı bir yaşam biçimine
uyma amacıyla Atatürk'ün isteği üzerine
31 Ekim 1926 tarihinde Ankara'da ku­
rulmuş olan ilk ve tek parlamenter ku­
lübüdür. Merkezi Ankara'dadır. Kuruluş
tüzüğü gereği parlamenterlerin yanısıra
üst dereceli bürokratlar, hariciyeciler ile
yabancı ülke elçileri de kulübün asli ve­
ANADOLU LİSELERİ 254

Bazı anılarda belirtildiği kadarıyla, ze­ dir. Anadolu liseleri türü içinde özel ko­ İstanbul'da Anadolu lisesi konumun­
min katın yat kulübünün toplantı ve ye­ numları olan Galatasaray Lisesi'nde(->) da teknik ve mesleki öğretim veren li­
mekleri için kullanıldığı, üst kattan ise Türkçe-Fransızca; İstanbul Lisesi'nde(->) seler de vardır (bak. Endüstri meslek li­
otel olarak faydalanıldığı anlaşılmakta­ Türkçe-Almanca öğretim yapılmaktadır. seleri; kız meslek liseleri; ticaret liseleri,
dır. Yapının bahçeye bakan köşe odala­ İstanbul İlindeki diğer Anadolu lise­ imam hatip liseleri).
rından birinde, Atatürk'ün adaya geldiği leri. Türkiye genelindeki benzerleriyle AYHAN DOĞAN
zaman kaldığı, bu sebeple de buraya aynı programı uygulamaktadırlar. İstan­
bir banyo ilave edildiği bilinmektedir. bul'daki Anadolu liselerini ş ö y l e ANADOLU OSMANLI
Bina 12/13 Ağustos 1979 gecesi, hemen sıralayabiliriz: Bakırköy-Adnan Mende­ DEMİRYOLU GREVİ
yanında yer alan Akasya Otelimde baş­ res Anadolu Lisesi (İng.), Yeşilköy 50. II. Meşrutiyetin ilanı (1908) ertesi baş
layan bir yangın sonucu yanmış, özgün Yıl Anadolu Lisesi (İng.), Bahçelievler gösteren ve İstanbul'da ulaşımı önemli
yapısına ve görünüşüne uygun olarak Anadolu Lisesi (Alm.), Beşiktaş Atatürk ölçüde aksatan ilk kapsamlı grevlerden
1980'de mimar Sinan Genim tarafından Anadolu Lisesi (İng.). Beyoğlu Anadolu biri.
restore edilmiştir. Anadolu Kulübünün Lisesi (İng.), Galatasaray Lisesi (Fr.), Osmanlı döneminde İstanbul'da ku­
bulunduğu arazi içerisinde yer alan di­ Büyükşehir Hüseyin Yıldız Anadolu Li­ rulan ilk sendika tipi örgütlerden Ana­
ğer yapılardan Sarı Ev, çeşitli ek ve de­ sesi ( İ n g . ) . Eminönü-İstanbul Lisesi dolu Osmanlı Demiryolu Memurin ve
ğişikliklerle günümüze ulaştığından öz­ (Alm.), Vefa Anadolu Lisesi (İng.). Ca- Müstahdemini Cemiyet-i Uhuvvetkâra-
gün mimarisi hakkında bir hükme var­ ğaloğlu Anadolu Lisesi (Alm.), Fatih-Ya­ nesi'nin başlattığı bu grev, kapsamı ve
mak zordur. Aynı arazide yer alan bir tan Anadolu Lisesi (İng.). Kadıköy Ana­ tartışmanın boyutları açısından Türki­
diğer önemli yapı ise "İkiz Konaklar" dolu Lisesi (İng.), Kartal-Burak Bora ye'de iş hukuku ve sosyal politika tari­
olarak bilinen Gavuridis Evleridir. Anadolu Lisesi (İng.-Fr.), Kartal Anado­ hinin önemli bir evresidir.
SİNAN GENİM lu Lisesi (Alm.), Fatin Rüştü Zorlu Ana­
II. Meşrutiyet Türkiye'de sendikal ta­
dolu Lisesi (İng.), Maltepe Anadolu Li­
rihin başlıca dönüm noktalarından biri­
ANADOLU LİSELERİ sesi (İng.). Şişli-Nişantaşı Anadolu Lisesi
dir. 1908 J ö n Türk Devrimi ya da o
(İng.), Üsküdar Hüseyin Avni Sözen
Yabancı dil (İngilizce-Almanca) ağırlıklı günkü deyimle "İlan-ı Hürriyef'le birlik­
Anadolu Lisesi (İng.). Üsküdar Anadolu
program uygulayan resmi liseler. İlk uy­ te, çalışan kesimin sendikal nitelikli ilk
Lisesi (Alm.), Ümraniye Anadolu Lisesi
gulama 1955-1956 öğretim yılında, İs­ örgütleri doğdu. Osmanlı topraklarında
(İng.). Zeytinbumu A. Mermerci Anado­
tanbul'da Kadıköy Maarif Kolejimde geniş iş bırakma eylemleri görüldü. Ka-
lu Lisesi (İng.). Tamamında karma (kız-
başlatıldı. Bu okul örnek alınarak son­ vala'dan Hayfa'ya, Samsun'dan İzmir'e
erkek) ve normal olmak üzere öğretim
raki yıllarda, Ankara'da ve diğer illerde ülkenin dört bir yanında baş gösteren
yapılmaktadır.
de Anadolu liseleri açıldı. 1993-1994 öğ­ grev dalgası günlük yaşamı önemli öl­
retim yılında İstanbul İli'nde 22 Anado­ Kadıköy Maarif Koleji 19~5'e kadar çüde etkiledi.
lu lisesi vardır. bu adla öğretim yaptıktan sonra 1974'te Anadolu Demiryolu Kumpanyası'nda
Bu liselerin öğretim süreleri 1 yıl ha­ IX. Milli Eğitim Şûrası'nda. programlara ilk grev söylentileri halk arasında ağus­
zırlık olmak üzere, 7 yıldır. İstanbul Li­ dönük ilke kararlarına dayalı olarak Ka­ tos sonlarına doğru dolaşmaya başladı.
sesi ve Galatasaray Lisesi ile Kadıköy dıköy Anadolu Lisesi adını aldı. 26 Ağustos günü bu söylentiler üzerine
Anadolu Lisesi'nde ise öğretim süresi 2 Nişantaşı Anadolu Lisesi ile Beyoğlu Üsküdar Mutassarrıfı ve Ordu-yı Hüma­
yılı hazırlık, 3 yılı ortaokul ve 3 yılı da Anadolu Lisesi ise eski İngiliz Erkek ve yun Erkân-ı Harbiye Reisi Ferik Ahmed
lise olmak üzere 8 yıldır. Bu okullarda Kız Okullarının (Boys' High School ve Şükrü Paşa komutasındaki askeri birlik­
ağırlıklı yabancı dil dersleri yanında, Girls' High School) İngiltere hükümeti ler, hattın başlangıcı Haydarpaşa Garı'nı
matematik ve fen dersleri de (fizik, ile imzalanan bir protokolde Milli Eği­ kuşattılar. Ancak, grev emaresi harhangi
kimya biyoloji, fen bilimleri) yabancı tim Bakanlığı'na devrinden sonra 12 bir durumla karşılaşılmadığmdan, askere
dille okutulmakta, diğer dersler genel li­ Ekim 1979'da Anadolu lisesi konumuna "seferberlik halinde vagonlara girip çık­
se programlarıyla paralel götürülmekte­ getirilmişlerdir. mak" talimi yaptırıldı ve kışlaya dönüldü.
Aynı gün, Anadolu Demiryolu Kum­
panyası işçileri, Moda'da Kışlık Tiyat-
ro'da toplandılar. Başta ücret artışı ol­
mak üzere, işverenden talepleri içeren
bir "layiha" düzenlendi. Bu istekler da­
ha sonra Sadaret makamına, Nafıa Ne-
zareti'ne. Deusche B a n k a ve Alman Se-
fareti'ne bildirildi. 29 Ağustos günü Da­
hiliye Nazırı. Zaptiye Nazırı ve Deutsc­
he Bank temsilcilerinden oluşan bir ko­
misyon ücret artışı talebini incelemeye
koyuldu.
Anadolu demiryolu işçilerinin "Cemi­
yet-i Uhuwetkârane"leri vasıtasıyla ilet­
tikleri talepleri inceleyen komisyondan
bir sonuç çıkmadı. O sırada Rumeli De-
miryolları'nda da iş uyuşmazlığı sür­
mekteydi. Nitekim Rumeli Demiryolu
çalışanları da greve gitmişlerdi.
Anadolu Osmanlı Demiryolu Memu­
rin ve Müstahdemin Cemiyet-i Uhuvvet-
kâranesi'nin Sadaret'e verdiği layihada,
grevden doğacak sorumluluğun kum­
panya ve hükümete düşeceği belirtili­
yordu. Layiha Türkiye'de toplu iş söz­
leşmesi yapma girişimlerinin ilk örnek­
Beyoğlu Anadolu Lisesinin bulunduğu binanın dış cephesinden bir görünüm.
Beyoğlu Anadolu Lisesi Arşivi
lerinden biriydi. Cemiyet-i Uhuvvetkâra-
ne, Anadolu-Bağdat demiryolu memu-
255 ANADOLU OTELCİLİK

rin ve müstahdemini adına toplu görüş­ rar işe başlamaya amade olduğunu", Nitekim bir süre sonra Anadolu ve
me ve toplusözleşme yapmayı amaçla­ ancak Ankara demiryolu mukavelena­ Rumeli demiryolları hatlarında grevlerin
maktaydı. 33 maddelik "metalibat" iş mesinin 12. maddesi gereğince "ahvâl-i önlenmesi amacıyla Harbiye Nezare-
gören kesimin toplusözleşme tekliflerini fevkaladede temin-i münakalât için hü­ ti'nce Hicaz demiryolu zabitlerinden şi­
kapsamaktaydı. Bu denli ayrıntılı bir kümet-i seniyyenin tekmil hatta vaziyet mendifer taburları oluşturuldu ve kum­
"metalibat" listesi, iş gören kesimin ör­ etmesi"nin gerektiğini belirtti. panyalara grev vukuunda gerekli işgü­
gütlenme gücünü de yansıtmaktaydı. İstida, şirketi harekete geçirdi. Ordu­ cünün hükümetçe sağlanacağı bildirildi.
Hat çalışanları, her şeyden ö n c e , nun demiryollarına el koyması kumpan­ Ayrıca Ticaret ve Nafıa Nezareti'nin
kurdukları sendikanın işveren tarafın­ yanın işine gelmiyordu. Huguenen, ce­ demiryolu şirket ve kumpanyalarına 14
dan tanınmasını istiyorlardı. Talep liste­ miyetin "metalibatı"nı alelacele kabul Ekim 1908 tarihli bir tezkeresiyle, grev­
lerinin ilk maddesi bu isteği içeriyordu. etti. Anadolu Demiryolları Memurin ve lerin ülkede ticareti ve kamu güvenliği­
Ücretlerde, on yıllık çalışanlara yüzde Müstahdemini Cemiyet-i Uhuvvetkâra- ni aksattığı, devletin siyasi ve mali itiba­
40, beş yıllık çalışanlara yüzde 30 ücret nesi'ne yazdığı 19 Eylül 1908 günlü rını düşürdüğü, halkı güç durumda bı­
artışı talep ediliyordu. Günlük çalışma "tahrirat" bir bakıma sendikanın tanın­ raktığı gerekçesiyle bundan böyle de­
saatlerinin sınırlandırılması, gece işi için ması anlamına geliyordu. miryolu, liman, rıhtım, tramvay, havaga­
çift yevmiye ödemesi, pazar gününün Ancak, Tatil-i Eşgal Kanun-ı Muvak- zı, elektrik, gibi genel hizmete yönelik
hafta tatili olarak kabulü, senede dört katı'nm yayımlanması ve bir süre sonra işyerlerinde devlet memuriyetinde oldu­
hafta ücretli izin, talep listesinde yer 31 Mart Vakası üzerine İstanbul'da ilan ğu gibi greve gidilemeyeceği; bunun çı­
alan diğer maddelerdi. Ayrıca çalışanla­ edilen sıkıyönetim Huguenen'i sözün­ karılmakta olan Tatil-i Eşgal Kanun-ı
rın hastane masraflarının şirketçe öden­ den döndürdü. Verilen haklar geri alın­ Muvakkati ile güvence altına alındığı
mesi istenmekteydi. dı. Bunun üzerine memur ve müstah­ bildirildi. Durumlarından hoşnut olma­
"Eşit işe eşit ücret" Osmanlı uyruklu dem 900 kişinin imzasını taşıyan bir "is­ yanlar şirketle ilişkilerini kesmek üzere
çalışanların direttikleri önemli talepler­ tida" hazırlandı ve Ticaret ve Nafıa Ne- istifa edeceklerdi. Buna uymayan ve
den biriydi. Kumpanyanın "İstanbullu zareti'ne verildi. Bakanlığın arabulucu­ grev girişiminde bulunan ya da grev
ve bilhassa Türk memurlara müsavata luğu istendi. Nazır Hallaçyan Efendi'nin kışkırtıcılığı yapan işçi ve memurların
muhalif muamelede" bulunduğu, yerli başkanlığında iki kez işçi ve kumpanya tutuklanıp haklarında kanuni takibata
ve yabancı işçiler arasında ayrım gözet­ temsilcileri bir araya geldiler. Hallaçyan geçileceğinin şirketçe çalışanlara iletil­
tiği, yapılan işe göre ücret tahakkuku ta­ Efendi çalışanları haklı buldu. Ancak mesi istendi.
leplerini geri çevirdiği vurgulanıyordu. genel müdür Huguenen ortalıkta yoktu. Bibi. A. Gavrili, Anadolu Osmanlı ve Bağdat
Fransa'nın İstanbul'daki Ticaret Oda­ Görüşler Huguenen'in dönüşüne erte­ Demiryolu Şirket-i Osmaniyyesi'nin İçyüzü,
sı, Türk işçilerin Avrupalı işçilerden her lendi. Dersaadet, 1327; H. Onur, "1908 İşçi Hare­
bakımdan geri oldukları gerekçesiyle iş­ Bu arada Cemiyetler Kanunu yayım­ ketleri ve Jön Türkler", Yurt ve Dünya, S. 2,
Mart 1977; D. Quataert, Osmanlı Devleti'nde
çilerin istemlerine kesinlikle karşı çıktı. landı. Adliye Nezareti Adli İşler Müşavi­ Avrupa İktisadi Yayılımı ve Direniş (1881-
İstanbul'daki yabancı ticaret odaları­ ri Kont Ostrorogün uyarısı üzerine, işçi 1908), Ankara, 198"7; O. Sencer, Türkiye'de
nın farklı ücret uygulama yönteminden cemiyeti nizamnamesinde gerekli dü­ İşçi Sınıfı: Doğuşu ve Yapısı, İstanbul, 1969;
yana tavırlarına Dersaadet Ticaret Odası zenlemeleri yaptı ve resmen hükümete Z. Toprak, "îlân-ı Hürriyet ve Anadolu Os­
da katıldı. Odanın yayın organı, yerli- başvurdu. Üsküdar Mutasarrıflığı'ndan manlı Demiryolu Memurin ve Müstahdemini
Cemiyet-i Uhuvvetkâranesi," Tarih ve Top­
yabancı işçi ayrımı konusunda Osmanlı alınan onayla Anadolu Osmanlı Demir­
lum, S. 57, Eylül 88; Z. Toprak, "1909 Tatil-i
amelesini haksız buldu. "Yerli amelenin yolları Memurin ve Müstahdemin Cemi­ Esgâl Kanunu Üzerine". Toplum ve Bilim, S.
ecnebi amelesi seviyesinde olamayaca- yet-i Uhuvvetkâranesi yasal bir örgüt 13, 1981.
ğı"nı belirtti. olarak tasdik edilmiş oldu.
ZAFER TOPRAK
Demiryolu grevleri işte böyle bir or­ Reisliğini demiryolu hekimlerinden
tamda başladı. 13 Eylül günü Haydarpa­ Arhangelor Gavrili'nin yaptığı cemiyetin ANADOLU OTELCİLİK VE
şa İstasyonu girişine bir beyanname ası­ yeni programında, işverene karşı çalı­
larak 13 Eylül akşamı son trenlerin geli­ şanların haklarını korumanın yanında TURİZM MESLEK LİSELERİ
şinden sonra tüm işçilerin işyerlerini iane sandığı kurulacağı, hasta, sakat ka­ İstanbul'da otelcilik ve turizm eğitimi
terk edecekleri işçi komitesince halka lan çalışanların gözetileceği, vefat eden­ veren biri resmi, ikisi özel üç okul var­
duyuruldu. lerin ailelerine yardım edileceği, çocuk­ dır. Bunlardan resmi olan Anadolu Otel­
Grevin başlamasıyla birlikte Harbiye larının okutulacağı kaydediliyor; demir­ cilik ve Turizm Lisesi Beşiktaş'ta, Etiler-
Nezareti Haydarpaşa'ya asker sevk etti. yolu memurlarına mahsus bir koopera­ Nispetiye Caddesi, Ulus kavşağı yanın­
İşçiler işgal ettikleri binalardan çıkarıldı­ tif açılacağı, fırın işletileceği, yakacak dadır. 1967'de İstanbul Otelcilik Okulu
lar. Cemiyet temsilcilerinin kumpanya temin edileceği belirtiliyordu. adı altında, Üsküdar-Harem yolu üzerin­
genel müdür Huguenen ile görüşme gi­ Huguenen bu gelişmeleri kaygıyla iz­ de bulunan, Toprak Mahsulleri Ofisi bi­
rişimleri sonuç vermedi: direktör kendi­ lemişti. İşçi cemiyetini kapattırmak için nasında kurulmuştur. Eğitim-öğretim
lerini kabul etmedi. elinden geleni ardına koymadı. Cemiye­ 1976'ya kadar bu binada sürdürülmüş;
Grevden asıl zarar gören devlet ha- tin gizliliğini ileri sürdü. Sonuç alamayın­ 1976'da önce Zeytinburnünda geçici bir
zinesiydi. Grev nedeniyle Babıâli her ca bu kez de cemiyetin aslında sendika binaya taşınmış, daha sonra Anadoluhi-
geçen gün kilometre garantisi ödemek olduğunu ve Tatil-i Eşgal Kanunu gere­ sarı Ortaokulu b i n a s ı n a geçmiştir.
zorunda kalmaktaydı. Zaptiye Nazırı ğince kapatılması gerektiğini iddia etti. 1980'de yine geçici olarak Çapa Yüksek
Sami Paşa Haydarpaşa'ya geçerek işçi Bu arada, Osmanlı İttihat ve Terakki Öğretmen Okulu binasına nakledilmiş­
temsilcileriyle görüştü; grevler sonucu Cemiyeti merkez yayın organı İttihat ve tir. Okul, Etiler'deki bugünkü binasına
Maliye'nin güç durumda kaldığını an­ Terakki gazetesinde demiryolu işçileri­ Aralık 1983'te taşındı. 1986-1987 öğretim
lattı, işbaşı yapmadıkları takdirde zor nin taleplerinin hiçbir esasa istinat et­ yılında "Anadolu lisesi" konumuna geti­
kullanıp grevci işçileri tutuklatacağı mediği, bu tür aşırı taleplerden vazgeç­ rilerek, "Anadolu Otelcilik ve Turizm
tehdidini savurdu. meleri gerektiği, aksi takdirde ülke için Meslek Lisesi" adını aldı. Kurum olarak,
Grevin ü ç ü n c ü günü, Cemiyet-i hayati bir önem taşıyan demiryollarının çeşitli turistik tesislere (otel, restoran,
Uhuvvetkârane Hukuk Müşaviri Abdur­ işletilmekten alıkonmasına milletin razı seyahat acentesi vb) orta seviyede nite­
rahman Adil Bey hükümetin arabulucu­ olamayacağı, bu nedenle hükümetin işe likli eleman (resepsiyoncu, rehber, kat
luğunu talep etti. Sadaret'te bulunun vaziyet ederek ordu içerisinde oluşturu­ hizmetlisi, mutfak personeli vb) yetiştir­
Kâmil Paşa'ya verdiği istidada "memu­ lacak şimendifer taburlarıyla trenleri iş­ meyi amaçlayan bir meslek lisesidir.
rin ve müstahdeminin hükümet-i seniy- leteceği, işçilerin de açıkta kalacağı be­ Ortaokul mezunu olup merkezi sis­
yenin zararını mudi olmamak için tek­ lirtiliyordu. temle yapılan meslek liseleri sınavını ka-
ANADOLU PASAJI 256

zannıış öğrenciler ayrıca okulda yapılan münde üç kat boyunca bir çıkma yer ANADOLU SPOR KULÜBÜ
mülakata alınırlar. Mülakatta, düzgün fi­ alır. Girişin üstünden başlayarak devam Üsküdar'da kurulmuş spor kulübü, II.
ziki görünüm, konuşma yeteneği, insan eden çıkma, en üst katta bir balkona Meşmtiyet'in ilanıyla gelen cemiyet kur­
ilişkilerinde rahatlık ve yabancı dil bilgi­ açılır. Yapı cephesine hâkim pencere di­ ma serbestisi sonucu 1908'de kuruldu.
si gibi hususlar göz önünde bulunduru­ zilerinde genellikle dikdörtgen çerçeve Kulübün kurucuları semtin köklü ailele­
lur. Öğretim süresi, 1 yılı hazırlık sınıfı kullanılmıştır. Sadece beşinci katta kilit rinin çocuklarıydı. Bunların arasında
olmak üzere 4 yıldır. Okulda öğrencile­ taşları belirtilmiş, yuvarlak pencereler Burhan Felek ile kardeşi Dr. Hüdai Fe­
re kültür dersleri yanında, uygulamalı kullanılmıştır. lek de bulunuyordu. Yeşil-sarı formalı
olarak meslek dersleri verilmektedir. Yapının tümünde kullanılan pilastr, Anadolu Kulübü, futbolun yanısıra atle­
Öğrenciler uygulama çalışmalarını özel sütunçe ve frizler, öne çıkan bölümde tizm, deniz sporları ve halat çekme dal­
sektörde yapmaktadırlar. Öğretim süre­ yoğunluk kazanmış durumdadır. Cephe larında da varlık gösterdi. Burhan Felek
since 180 günlük uygulama çalışmasını düzenlemesi, pencere dizilerinin yerleş­ ile kardeşi Hüdai Felek, kulübün ilk fut­
başarıyla tamamlamamış öğrencilere tirilişi ve kullanılan dekoratif elemanlar bol takımlarında yer aldılar. Anadolu
diploma verilmez. Okuldan 1992-1993 yönünden incelendiğinde, neoklasik dö­ futbol takımı. 1920Tİ yıllara kadar İstan­
öğretim yılma kadar 2.134 öğrenci me­ nem mimari özelliklerinin ağırlıklı ola­ bul'un en güçlü ekiplerinden biri olarak
zun olmuştur. 1993-1994 öğretim yılında rak kullanıldığı söylenebilir. Yapının kendini gösterdi. Üzün süre İstanbul
kız-erkek 620 öğrencisi vardır. balkon korkuluklarında metal malzeme amatör ve profesyonel liglerinde yer
Öğrencilerin mesleki bilgi ve beceri­ kullanımı görülür. Bugün, içinde çeşitli alan futbol takımı, 1970-1971 sezonunda
lerini geliştirmek bakımından, okul bi­ dükkânların yer aldığı pasajda eskiye ait Türkiye 3. Ligi'ne katıldı. 1980-1981 se­
nasına bitişik uygulama oteli ve lokanta ayrıntıların gün geçtikçe daha da azaldı­ zonunda Türkiye 2. Ligi'ne yükseldiyse
faaliyet göstermektedir. Uygulama oteli ğını gözlemek olasıdır. de tekrar 3. Lig'e düştü. Son yıllarda Üs­
kısmında toplam 69 yatak kapasiteli 36 Anadolu Pasajının inşa edildiği yer­ küdar Anadolu Spor Kulübü adını aldı.
oda vardır. Ayrıca toplam 250 kişiye de önceleri, "Hayden" mağazaları ile
CEM ATABEYOĞLU
hizmet verebilecek iki lokanta ve halka Madam Latourün elbise mağazaları var­
açık büfesi ile çay bahçesi mevcuttur. dı. Bu mağazaları satın alan Ragıb Paşa.
ANADOLUHİSARI
İstanbul'da aynca Milli Eğitim Bakan- Anadolu Pasajını onların yerinde inşa
lığı'na bağlı iki özel Anadolu otelcilik ve ettirmiştir. Pasaj bittiğinde, girişin sağ İstanbul Boğazının en dar yerinde, Ana­
turizm meslek lisesi vardır. Özel Altuni- tarafına Lazarro F r a n c o ve oğlunun dolu yakasında. Göksu Deresinin deni­
zade Anadolu Otelcilik ve Turizm Mes­ mefruşat mağazası, sol tarafına ise. ön­ ze aktığı bölgede, aynı adı taşıyan hisa­
lek Lisesi Üsküdar'da Altunizade-Küçük- ce Mihal Kukis'in manifatura mağazası, rın (bak. Anadolu Hisarı.) çevresinde ve
çamlıca Caddesi'ndedir. Okul, 1972'de daha sonra, Belfast gömlekçisi yerleş­ ardındaki yamaçlarda kurulu köy. Ha­
"Özel Otelcilik Meslek Lisesi" olarak Or- miştir. Bu pasajın içinde ünlü Anadolu len, yalı, villa ve diğer konutların yoğun
taköy'de açılmış, 1988-1989 öğretim yı­ Birahanesi de(-») yer alır. olarak bulunduğu; turistik yanı da olan,
lında özel Anadolu lisesi statüsü PELİN AYKUT Beykoz İlçesi'ne bağlı Boğaziçi semti.
kazanmıştır. Bu kurum da şimdiye kadar
çoğu otelcilik ve turizm sektöründe çalı­
şan 2.342 mezun vermiştir. Özel Birkan
Yetkin Anadolu Otelcilik ve Turizm
Meslek Lisesi, kurucusunun ismini taşı­
maktadır. 1991-1992 öğretim yılında
açılmıştır. Beşiktaş, 4. Levent-Akasyalı
Sokağı'nda faaliyet göstermektedir.
AHMET MÜLAYİM

ANADOLU PASAJI
Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde, bugünkü
Atlas Sineması'nm bitişiğinde, günü­
müzde de yaşamakta olan Anadolu Pa­
sajı, bugünkü Alyon (eski Alleon ya da
Aleon) Sokağına açılır.
Yapının 20. yy başlarında inşa edildi­
ğini biliyoruz. Sahibi. II. Abdülhamid'in
mabeyincilerinden Eğribozlu Ragıb Pa-
şa'dır. Ragıb Paşa, çeşitli devlet görevle­
rinin yanısıra, uzun süre ticaret ve ma­
dencilikle uğraşmış, kazandığı paralarla
Beyoğlu'nda Anadolu, Rumeli ve Afrika
hanlarını inşa ettirmiştir.
Dikdörtgen planlı yapının ana mal­
zemesi taştır. Yapı, dar cephesine rağ­
men, büyük bir kitle olarak İstiklal Cad-
desi'nden Alyon Sokağı'na kadar devam
eder. Pasajın yapıldığı dönemde geçiş
koridorunun üstünün açık olduğu, bu
kısmın sonradan kapatıldığı sonucuna
varmak mümkündür.
İstiklal Caddesi'ne bakan giriş cephe­
sinden içeri girildiğinde, iki taraflı dük­
kânların yer aldığı uzun bir koridora ge­
çilir. Dükkânların bulunduğu giriş bölü­
mü dahil beş katlı yapının orta bölü­
257 ANADOLUHİSARI

Günümüzde Anadolu Hisarı'nm bu­


lunduğu yerde daha önceleri bir Zeus
ya da Jüpiter Urillo tapmağı olduğu ri­
vayet edilmektedir. Bazı kaynaklarda
Göksu Vadisi'nde Neapolis adında kü­
çük bir Bizans yerleşmesinin varlığı
kaydedilir. Petrus Gyllius 1544'te istan­
bul'u ziyaret ettiğinde, bu bölgede Ne­
apolis adını hatırlatan Napli adlı bir yer­
leşmenin hâlâ yaşamakta olduğunu tes­
pit etmişti. 19. yy'ın son çeyreğinde ise
Göksu Vadisi'nin (Arethaoi, Potamoni-
on-tatlı su) iç tarafında Bizans dönemi
kalıntılarına rastlanıldığı kaydedilmekte­
dir. Hisarın yapımında kullanılan taşlar
arasında Bizans yapılarından devşirilmiş
parçalara rastlanıyorsa da bu yapıların
neler olduğu açığa çıkarılamamıştır.
Fetih'ten sonra Anadolu Hisarı Kara­
deniz yönünden gelebilecek saldırılara
karşı başkenti savunacak istihkâmlardan
biri oldu. Evliya Çelebi'ye göre 17.
yy'da Anadolu Hisarı'nda II. Mehmed
(Fatih) dönemine tarihlenen bir cami­
den başka bir dizdarhane, cebehane ile
asker odaları da bulunmakta; ayrıca bu­
rada "iki yüz tımar ehli nefer" yaşamak­
taydı. Bu kale muhafızlarının hepsinin
tımarları Kocaeli sancağı sınırları için­
deydi. Evliya Çelebi, halkının tümünün
Müslüman olduğunu kaydettiği Anado­
lu Hisarı'nın dış mahallelerine ilişkin
abartılı görünen rakamlar vermekte;
1.080 ev, 20 dükkân, bir hamam, 7 sıb-
yan mektebi, 1 cami ve sayısız mescit­
ten söz etmektedir. Anadoluhisarı'nda
II. Mehmed'e atfedilen ve bir zamanlar
iskelenin tam karşısında olan cami, Hi-
sar-Kanlıca yolu açılırken bu yol üzerin­
de yeniden inşa edilmiş, hamam ise tes­
Anadoluhisarı
pit edilemeyen bir tarihte yıktırılmıştır. İstanbul Ansiklopedisi
Evliya Çelebi, daha 17. yy'da burada
büyük sahilsaraylar, yalılar olduğunu
kaydetmektedir. Bunların arasında Şey­ samba ve pazar günleri de İstanbul hal­ Göksu Deresi boyunca elde edilen
hülislam Bahâi Efendi'ninki özellikle çi- kını buraya çekiyor; sultan ve şehzade­ çamurdan yapılan çanak, çömlek ve
nileriyle ünlüydü. 18. yy sonundan 19. ler, hanedanın kadın üyeleri kalabalığı testiler meşhurdu. Ayrıca dere boyunca
yy ortalarına kadar olan dönemi kapsa­ seyretmeye Göksu Vadisine geliyorlardı. sultan sarayları için un öğüten hassa
yan bostancıbaşı defterlerinden, bu sa­ 18. yy ortasına kadar sultanların Asya değirmenleri vardı. Bugün Göksu'nun
hilde, çoğunlukla görevden alınmış ka­ yakasındaki üçüncü biniş yeri olan ve denize döküldüğü noktada ayakta ka­
zasker, şeyhülislam ve diğer ulema ile özellikle IV. Murad tarafından itibar edi­ lan birkaç yalı, Boğaziçi'nin bu yöresi­
gene görevden alınmış devlet görevlile­ len bu hasbahçede, Küçüksu Deresi'nin nin şiirsel güzelliğinin son şahitlerin-
rinin yalılarının yer aldığı anlaşılmakta­ denize döküldüğü noktada bir bostancı dendir.
dır. Esasen İstanbul Boğazının iki yaka­ ocağı ve Küçüksu Kasrı(->) bulunuyor­ Bibi. A. Gabriel. Châteaux turcs du Bospho­
sı arasında devlet hiyerarşisini simgele­ du. I. Mahmud zamanında, 1752'de. Di- re. Paris. 1943, s. 9-28; E. H. Ayverdi, Os­
yen belirgin bir yerleşim protokolü iz­ vitdar Mehmed Paşa tarafından sahilde manlı Mimarisinin İlk Devri, İst., 1966; Eyi-
lendiği açıktır (bak. Boğaziçi). Örneğin. bir kasır inşa edilmiş, bir' havuz ve fıski­ ce. Boğaziçi. R. E. Koçu, "Anadoluhisarı",
ye yapılmış; III. Selim ve II. Mahmud za­ İSTA; M. Tayyip Gökbilgin, "Boğaziçi", İA;
Bebek ve Rumelihisarı sahilinde, Ana- Evliya, Seyahatname, I, ist., ty; Kömürciyan,
doluhisarı'nın tersine, 17. yy sonrasında manında tamir edilen kasır, I. Abdülme- İstanbul Tarihi; İnciciyan, Islanbul; A. Ş. Hi­
birkaç nesil şeyhülislam yetiştirmiş ule­ cid zamanında da bugünkü haliyle yeni­ sar. Boğaziçi Mehtapları, İst., 1955; F. Ka-
ma ailelerinin ve nakibüleşrafın yalıları den inşa edilmişti. Ayrıca Göksu üzerin­ zancıbası, Anadoluhisarı Yöresinin Tarihçe­
bulunmaktaydı. de bir köprü olduğu ve tepede I. Mah­ si. İst.. 1992.
Anadoluhisarı'nm hemen yanındaki mud ile III. Selim tarafından dikilmiş ni­ TÜLAY ARTAN
Göksu Deresi (bak. Göksu), güneyinde­ şan taşları bulunduğu bilinmektedir. De­
Günümüzün Anadoluhisarı
ki Küçüksu Deresi ve çayırlığı çok re­ re boyundaki birçok çemenzar, namaz­
Günümüzde Beykoz İlçesi'ne bağlı bir
vaçta olan mesirelerdi. 18. yy sonrasında gah ve çeşme gibi dinlence noktalarının
semt olan Anadoluhisarı, sahilde Kü­
buralarda yapılan günlük geziler, kayık yanısıra, vadinin sonundaki Göksu pa­
çüksu Deresi ve Kanlıca Körfezi ile sı­
sefaları, mehtap âlemleri, musiki fasılları nayırı denilen ayazma da ilgi çekiyordu.
nırlanırken, iç bölgelerinde Otağtepe
birçok kaynakta canlı bir biçimde tasvir Özellikle eylül aylarında kalabalık Hıris­
yolu ile Kavacık'a, Göksu-Göztepe yolu
edilmiş; tek çifte piyade kayıklarıyla de­ tiyan gruplar burayı ziyaret etmekteydi.
ve Bent yolu ile Elmalı Baraj Gölü'ne,
re yukarı çıkıp dönmenin dört saat sür­ Göksu Deresi 1909'daki sel felaketi son­
Hekimbaşı Çiftliği yolu ile de Ümrani­
düğü kaydedilmiştir. Özellikle cuma rasında dolmuş ve geleneksel Göksu eğ­
ye'ye komşu olur. Fatih Sultan Mehmet
günleri yapılan bu seferler, yazlan çar- lencelerinin sonu gelmiştir.
Köprüsü(->) Anadoluhisarı'nm hemen
ANADOLUHİSARI CAMİİ 258

neyde Yenimahalle'ye doğru, Çuvalcı,


G E Z İ N T İ " Merdivenli Köşk, Şekercibaşı, Eyüpağa,
İnişli, Buğday, Süslü Kız, Hasan Efe,
Anadolu Hisarinda bir gün geçiren insan Türk ruhunu derinden derine öğre­ Mazgal ve Cuma sokaklarında yoğunla­
nir. Güzelce Hisar, Göksu, Otağ Tepesi.. Yalnız bu isimler başlı başına birer re­ şan bir yerleşim yeridir. Mahalledeki
simdirler. Anadolu zevkinde bir isim olan Güzelce Hisar zaman içinde kaybol­ Dörtkardeşler ve Baruthane çayırları ise,
muş yerine Anadolu'nun kendi ismi gelmiş, Göksu ne kadar hayâl meyâl bir ünlü mesire yerleridir.
kelimedir; Otağ Tepesi, bilâkis fütuhat devrinin mücessem bir sahnesi gibi göz­ Semtin dördüncü mahallesi olan
leri kamaştırıyor. Göztepe Mahallesi oldukça yeni bir ya­
Göksu vadisinden Boğaziçi sularına ilk gelen Türklerden tâ İstanbul'un fet­ pılanmadır. Otağtepe Caddesini kese­
hine kadar bu köy anlı şanlı bir hisardır; kâh Anadolu'dan Rumeli'ye kâh Ru­ rek güneye yönelen Göksu-Göztepe
meli'den Anadolu'ya koşan Yıldırım Bâyezidle onun oğulları, Murad ve Fâtih yolunun doğusundan Kavacık'a doğru
gibi ve onların arkadaşları olan cengâverler ikide birde, bir kartal kümesi hâlin­ yayılan bölgenin en önemli sokakları,
de, bu kulelere konarlar, bu kulelerden kalkarlar; Fetih senesi bu köy, kahra­ Perçemli Kız, Tanıara, Maral, Sanal, Se­
manlık çağının kemâlindedir. Hicretin 856 senesinin baharında, genç Fâtih iki­ val, Penbe Hanım, Mamureler, Nural,
de birde gelir, gider. Nihayet o martın yirmi altıncı günü Hisar önünde, Gelibo­ Polat, Yavuz, Nüve, Şarklı, Karabey, Or­
lu'dan gelen Balta Oğlu Süleyman Beyin donanması, Karadeniz Boğazından hun, Timuçin, İlk, Gülgün, Selçuklu ve
taş ve kireç yüklü binlerce gemi ve mavna Hisar önünde demirlerler; Fâtih bü­ Ulunmak sokaklarıdır. Bu mahalle sınır­
tün paşalarıyle, beyleriyle, ağalarıyle, mîmar-başılarıyle, işçileriyle karşıya ge­ ları içinde bulunan mesire yerleri Elmalı
çer: O gün o kıyıda, Boğazkesen Hisan'nm ilk temel taşlarını kendi koyar, ve­ Baraj Gölüne doğru uzanır.
zirinden son nefere kadar bütün maiyeti işe girişir... Bölgeyi yarım daire şeklinde kucak­
...O sene Anadolu Hisan'nm son kahramanlık senesiydi. Önce genç rakîbi layan tepelerde fundalık karakteri hâ­
olan karşı hisarın beş ayda göklere yükseldiğini gördü, sonra kışı, târihin en kimdir. Küçüksu Deresi ile PTT Men­
büyük vak'asını hazırlamakla geçirdi, daha sonra ilkbaharda İstanbul surların­ supları Dinlenme Kampı arasında kalan
dan gelen top uğultularını dinledi, mayısın yirmidokuzuncu günü fetih müjde­ bölüm ayrıkotu ile kaplı iken Küçüksu
sini aldı, şimdiki İskele Câmii'nin yerinden fetih ezanlarını dinledi. Kasrı'nm arkasındaki bölüm yabani har­
dal ve mor renkli yonca bitkilerinin yo­
Camiin yanı başında iskele kahvesinin ağacı altında otururken kollarını sıva­ ğun bulunduğu bir yeşil alandır. Koru­
mış birer köşede abdest alan ihtiyarlara baktım ve düşündüm ki fetihten çok luk olarak kayıtlı bulunan alanların top­
evvel böyle müslüman, böyle Türk, böyle sâde olan bu yerde, böyle bir kahve, lamı yaklaşık 400.000 m2'dir. Yakın za­
böyle ağaçlar ve böyle bir câmî vardı, bu manzaranın o günlerde başka türlü mana kadar Göksu Deresi tarafından su­
olduğuna ihtimâl de verilemez çünkü mevki' tabiatin dar bir çerçevesinde. İs­ lanan verimli topraklarında incir, çilek,
tanbul'un muhasarası günlerinde bu küçük meydan tıpkı bu saatte olduğu gi­ kiraz, fındık, üvez, ayva, üzüm ve mısır
biydi, ihtiyarlar şurada, burada abdest alıyorlardı, küçük kızlar çanaklariyle yo­ yetiştirilen Anadoluhisarı bugün sebze
ğurt almağa gidiyorlardı, kahvenin ağaçları altında köyün ileri gelenleri konu­ meyve ihtiyacının büyük kısmını dışarı­
şuyorlardı. Benim İstanbul'dan Akşam gazetesini beklediğim bu saatte onlar, İs­ dan karşılamaktadır. Birçok semt sakini­
tanbul muhasarasının yeni haberlerim bekliyorlardı, sonra yataklarına o haber­ nin yüzmeyi öğrendiği, balık tuttuğu,
lerle yatıyorlardı. Ve o elli günlük muhasaranın top uğultularını dinledikten sandal sefalarının yapıldığı Göksu ve
sonra mayısın son sabahı bu camiin minarelerinden fetih ezanlarını işittiler. Ah Küçüksu dereleri tümüyle kirlenmiştir.
o yaz bu Hisar'da kimbilir nasıl geçti? Fakat işte o yazdan sonra Hisar kah­ Bölgenin ünlü mesire yerleri olan Gök­
ramanlık çağını geçirir, artık sayfiye olur. önünden zaman Göksu gibi ağır akar, su, Küçüksu, Baruthane, Dörtkardeşler,
dâima saz sesleri ve arada sırada, şenlik günleri kulelerinden atılan topların Ayazmalar, Çınarlıtepe ve Elmalı Bendi
uğultusunu duyar. Nedim'in rubaisinde dediği gibi: çayırlarının büyük kısmı inşaat alanı ol­
Zannetme ra'd ü berk'dir etti gulu muştur. Bölgenin tatlı su kaynakları ise
Top şenliğidir Hisâr'm ey sâkî bu Göztepe, Kestane ve Elmalı suları adları
Âmîhte kıl tegerg ile sahbâyı ile tanınır. Bunların dışında pek çok pı­
Sun rind-i mey-âşâme dolu üzre dolu nar, maslak ve ayazmaya sahip olan
Yahya Kemal Beyatlı, Aziz İstanbul, İst., 1974, s. 105-107 Anadoluhisarı günümüzde turistik ve
seçkin bir Boğaz semti olarak bilinmek­
tedir. Sahildeki yalılar ve tarihi binalar
hızla onarılmakta özellikle de yalılar ve
kuzeyinden geçer. Semt dört mahalleye lat fabrikası, ç ö m l e k ç i atölyeleri ve eski köşkler son yıllarda yüksek değer­
ayrılmaktadır. Anadoluhisarı Mahallesi Göztepe Suyunun kaynağı vardır. lerle el değiştirmekte ve Göksu Dere­
en eski yerleşme bölgesidir. 19. yy'da Yenimahalle, Küçüksu Deresi ile si'nin kuzey yamaçlarında villa ve ben­
kurulmuş olan Yenimahalle, tarihi ol­ Göksu Deresi arasında uzanan bölge zeri konut inşaatları sürmektedir. Son
dukça yeni olan Göksu ve Göztepe ma­ olup başlıca ulaşım yolları Çiftlik, Ni­ olarak 2.500 ünitelik bir konut komp­
halleleri diğer üç mahalledir. Anadolu­ şangâh ve Cephane caddeleri ile bunla­ leksi Göksu Vadisi'nin kuzeyini tümüyle
hisarı Mahallesi, merkezin ticari ve sos­ rın arasında bulunan Yenimahalle, Ta­ işgal etmiştir.
yal yaşamının kalbidir. Başlıca sokak ve şocağı, Dürdane, Nişanlı, Barutçular,
caddeleri sahil boyunca uzanan Körfez Nişantaşı Çınarlı sokakları ile Hekimbaşı Semtin, her biri bağımsız birer muh­
ve Kanlıca-Anadoluhisarı caddeleri ile Çiftliği yoludur. tarlık olarak Beykoz'a bağlı dört mahal­
Kızılserçe, Kanije, İbrahim Bey, Setüstü, Bir zamanlar İstanbul'un en ünlü lesinde 1990 sayımlarına göre yaklaşık
Merdivenli Köşk, Hisar Kalesi, Hisar mesirelerinden olan Göksu bölgesinin 20.000 kişi yaşamaktadır. Bölgede bir ti­
Hamamı, Toplar Önü, Riyaziyeci, Pazar çayırlık ve ağaçlıklarının tahrip edilerek caret lisesi, bir ortaokul, bir ilköğretim
Aralığı, Hisar Deresi, Pazar, Saka Bayırı evlerle doldurulmasından sonra idari bi­ okulu ile iki ilkokul bulunmaktadır.
sokakları, Otağtepe Caddesi ve buna rim olarak Göksu Mahallesi adını alan AYŞE HÜR
bağlı Muhteşem Çıkmazı'dır. Çarşı ve bölgede, eski adı Anadoluhisarı Gençlik
turistik mekânlar, Anadolu Hisan'nm ve Spor Akademisi(->) olan bugün Mar­ ANADOLUHİSARI CAMİİ
çevresinde toplanmıştır. Kızılserçe So- mara Üniversitesi'ne bağlı spor okulu Anadoluhisarı-Kanlıca yolu üzerinde,
kağı'nın bitiminde, Göksu Deresi'nin bulunmaktadır. Göksu Mahallesi, Kü­ caddenin kara tarafındadır. Hadîkatü'l-
kenarında Anadoluhisarı Mezarlığı bulu­ çüksu Caddesi ile Göksu Caddesi ara­ Cevâmi'de Fatih Sultan Mehmed tarafın­
nur. Bunu takip eden alanda ayrıca ha­ sında kalan yeşil alanlardan başka, gü­ dan, hünkâr mahfiline sahip, fevkani
259 ANADOLUHİSARI NAMAZGAHI

Endüstriyel İlişkiler Bölümü, Almanca


İşletme Bölümü, Ortadoğu ve İslam Ül­
keleri Enstitüsü, Bankacılık Enstitüsü de
faaliyet göstermektedir.
Kampusta, okula ait tesislerin başlı-
caları, 3 açık tenis kortu, 1 jimnastik, 1
oyun (basketbol, voleybol, hentbol), 1
ritmik jimnastik, 1 judo, 1 masatenisi, 1
tekvando salonu ile 2 futbol sahası (bi­
rinde ayrıca atletizm pisti ve yarı açık
tribün bulunmaktadır) vardır. Kampus­
taki Kredi ve Yurtlar Kurumu'na ait
yurtta 600 kız öğrenci kalmaktadır.
Okuldan mezun olanlar arasından
karatede Haldun Alakaş dünya şampiyo­
nu, tekvandoda Nusret Ramazanoğlu ve
Gülnur Yerlisu dünya ikincisi, Mustafa
Baş ve Nurten Yalçmkaya Avrupa şam­
piyonu, güreşte Salih Bora Avrupa şam­
piyonu ve dünya ikincisi olmuşlardır.
AYHAN DOĞAN

ANADOLUHİSARI İDMAN
YURDU
Anadoluhisarı'nda kurulmuş spor kulü­
bir cami olarak inşa ettirildiği kayıtlıdır. sonradan kapatılmış küçük bir mekân­ bü. Kuruluş tarihi 1912'dir. Futbol, ho­
Minarenin kaidesindeki kitabede cami­ da, bir mermer çeşme ile abdestlik yeri key ve kürek dallarında faaliyet göste­
nin 1301/1883'te II. Abdülhamid tarafın­ oluşturulmuştur. ren sarı-yeşil formalı kulüp, kendi mü­
dan yeniden yaptırıldığı yazılıdır. Geniş tevazı imkânlarıyla, İstanbul'un en göz­
Bahçede 1987 yılında yapılmış altı­
bahçe duvarları içinde yer alan kagir de mesire yerlerinden biri olan Anado­
gen bir şadırvan ve doğusunda lojman­
cami ahşap çatı ile örtülüdür. Yapı kare luhisarı çayırının bir köşesinde bir fut­
lar bulunur.
planlı bir harim ile, cephede üç sıra ke­ bol sahası yaptırdı. Er Meydanı adı veri­
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II: Raif, Mir'at, len saha, 19 Şubat 1915 günü törenle
merle açılan bir son cemaat yeri ve ku­ 222-223; Öz, İstanbul Camileri, II, 5.
zeybatıda kesme taştan yapılmış bir mi­ hizmete girdi. Uzun yıllar bu sahada
TARKAN OKÇUOĞLU
nareden meydana gelmiştir. Sonradan resmi ve özel futbol ve hokey maçları
pencerelerle kapatılan, ahşap tavanlı oynandı. Kulübün futbol takımı uzun
ANADOLUHİSARI GENÇLİK VE
kagir son cemaat yerinin doğu ve batı yıllar İstanbul mahalli liginde yer aldı.
SPOR AKADEMİSİ Bu arada kürek sporunda da kazandığı
yönlerinde sivri kemerli açıklıkları var­
dır. Yapı, sivri kemerli pencereleriyle I. Anadoluhisarı'nda sahil yolu ile Göksu- şampiyonluklarla dikkat çeken bir ku­
Ulusal Mimari döneminin özelliklerini Küçüksu dereleri arasındaki 100 dö­ lüp oldu. Kulüp bugün Beden Terbiyesi
sergiler. Bu husus caminin II. Abdülha­ nümlük arazide kurulu yükseköğretim Genel Müdürlüğü'nce yaptırılan küçük
mid döneminden sonra yenilendiğini kurumu. Türkiye'de alanındaki ilk yük­ bir stadyumu işletmektedir.
göstermektedir. Son cemaat yerinin ke­ sekokul olarak 1976'da açılmıştır. CEM ATABEYOĞLU
merleri arasında, tahta üstüne alçı kap­ 1968-1975 arasında milli takımların
lama palmetler yer alır. kamp yeri olan bu sahaya yapılan bina­ ANADOLUHİSARI NAMAZGAHI
Ana mekânı ve daha alçak olan son lardan yararlanılarak spor alanında yük­ Anadoluhisarı'nda Toplarönü mevkiin­
cemaat yerini çıtalarla kasetlenmiş bir seköğretim verecek bir okulun açılması de yer alan namazgah. Boğaziçi'nden
saçak kuşatır. Cami, alt sırada dikdört­ 12 Ocak 1976 tarihinde Gençlik ve Spor geçişleri kontrol etmek ve Bizans'a kar­
gen kesitli, üst sırada ise alttakilerle ay­ Bakanlığımca kabul edildi. Öngörülen şı bir "köprübaşı" olmak gayesiyle I.
nı hizada ve genişlikte olan sivri kemer­ ilk programa göre okulda antrenör ve Bayezid (Yıldırım) tarafından yaptırılan
li ikiz pencerelerle aydınlanmıştır. spor yöneticisi yetiştirilecekti. Öğretim Anadolu Hisarının yanında bir de mes­
Harimin kuzeyinde, mihrap eksenin­ çalışmalarını bu kapsamda sürdüren cit vardı. Bunun dışında ayrıca bir de
de, kuzeybatıdan bir merdivenle çıkı­ okul, 1982'de Yüksek Öğretim Kuru­ namazgaha niçin ihtiyaç duyulduğu bi­
lan, iki ahşap direğin taşıdığı fevkani l u n u n kararı ile Marmara Üniversite- linmez.
bir mahfil yer alır. Çıtalarla kasetlenmiş si'ne bağlandı. Atatürk Eğitim Enstitü- Hisarın güneybatı tarafında olan na­
ahşap tavanın ortasında, kare içine alın­ sü'nün 1983'te Eğitim Fakültesi olması mazgah etrafı bir duvarla çevrili yakla­
mış, merkezden kenarlara doğru gelişen ile bu yeni fakültenin bünyesine alındı şık 20x25 m ölçülerinde bir sahaya sa­
çıtaların oluşturduğu bir göbek meyda­ ve Gençlik ve Spor Bakanlığı ile ilişiği hiptir. A. Gabriel, bu namazgahın, hisa­
na getirilmiştir. Son cemaat yerinin ta­ kalmadı. Son olarak 1993'te de doğru­ rın dışındaki toprağın yükseltilip düzen­
vanı da aynı biçimde çıtalarla kasetlen­ dan Marmara Üniversitesi Rektörlüğü'ne lenmesinden sonra büyük ihtimal ile
miş ve iç içe iki karenin ortasına çıta­ bağlı, bağımsız yüksekokul konumuna 17. yy'dan daha önce olmamak üzere
dan sekiz kollu bir yıldız yerleştirilmiş­ getirildi ve adı Beden Eğitimi ve Spor yapılmış olacağını ve mihrabın üslubu­
tir. Minber ahşaptır. Yüksek Okulu olarak değiştirildi. nun da bu tahmini doğruladığını yazar.
Kuzeybatıdaki kesme taş minarenin, Okulda, beden eğitimi, antrenör eği­ Ancak böyle bir dayanağın yetersizliği
II. Abdülhamid'in yaptırdığı eski cami­ timi, spor yöneticiliği adlı üç ana dal ve de açıkça belirlidir. Uğur Derman, altta
den kaldığı bilinir. Kare bir kaide üze­ bu dallarda öğrenim gören yaklaşık bir çeşmesi olduğuna göre bunun bir
rinde yükselen minarenin altıgen ge­ 1.000 öğrenci vardır. Öğretim kadrosu "fevkani" namazgah olduğunu yazar.
ometrik geçmeli korkuluklu şerefesi ka­ 80 dolayında öğretim üyesinden oluş­ Fakat böyle bir çeşme izine rastlanma­
im konsollarla desteklenmiştir. Taş kü­ maktadır. Okul kampusu içinde, Mar­ dığı gibi namazgahın fevkani olabilece­
lahının altında bir girland dizisi dolaşır. mara Üniversitesi'ne bağlı İktisadi İlim­ ğini gösteren bir işaret de yoktur.
Son cemaat yerinin doğusuna bitişik, ler Fakültesi'nin Çalışma Ekonomisi ve Anadoluhisarı Namazgahı, son yıllar-
ANADOLUHİSARI VAPURU 260

döneminde zaman zaman tamir edilmiş,


kimileri yeniden yapılmış, kimileri de
terk edilip yıkılmaya bırakılmıştır. Ana-
dolukavağı'na adını veren ve özellikle
çeşitli yüzyıllarda seyyahların sözünü et­
tiği kavak kalesinin, köyün kurulu oldu­
ğu vadinin kuzeyindeki tepenin üstünde
bugün de kalıntıları bulunan Bizans ya­
pımı görkemli Yoros Kalesi(-») mi, yok­
sa IV. Murad tarafından 17.yy'da yaptırı­
lan, sahilde bulunan ve bugün tümüyle
yok olmuş kavak kalesi mi olduğu ya­
nılgılara da yol açmış bir tartışma konu­
Anadoluhisarı sudur. Kaynakların karşılaştırılması,
Namazgahı Anadolukavağı'nda iki ayrı kale bulun­
Onarımdan duğunu göstermektedir. Biri Bizanslılar­
önce dan kalma, muhtemelen 1348'den itiba­
Nuri Akbayar
ren kısa bir süre için Cenovalıların eline
koleksiyonu
geçmiş, aynı yüzyılın sonlarında. Boğa­
ziçi'nin Anadolu yakasına tümüyle ege­
da oldukça harap ve bakımsız hale gir­ 54,4 m, genişliği 10,9 m. sukesimi 2.5 m
men olan Osmanlılar tarafından zaptedi-
mişken, 1986'da Beykoz Belediyesi ta­ kadardı. Her biri 340 beygirgücünde iki
lip uzun süre kullanılmış Yoros Kalesi;
rafından temizlenmiş ve çevre duvarının makinesi vardı. Çift uskurluydu. Kazanı
diğeri Y o r o s ü n eteklerinde, IV. Mu­
eksikleri tamamlanarak restorasyonu kömürle ısıtılıyordu. Önceleri Köprü-
radın l624'te. Karadeniz'den 150 şay­
yaptırılmıştır. Kadıköy. sonraları daha çok Boğaz se­
kayla gelip Boğaziçi'nin Rumeli kesimini
Anadoluhisarı Namazgahı, etrafı du­ ferlerinde kullanıldı. 1985'te kadro dışı
Yeniköy'e kadar yağmalayan Kazakların
varla çevrili namaz mekânı ile kıble du­ bırakılarak elden çıkartıldı.
ani baskınından sonra, bu türlü olayları
varında bir mihraptan ve bunun yanın­ ESER TUTEL engellemek için yaptırdığı kaledir.
daki bir minberden oluşmuştur. Munta­
ANADOLUKAVAĞI 1580'lerin ortalarına doğru bölgeyi
zam işlenmiş kesme taşlardan yapılan
dolaşmış olan Heberer'in kitabında yer
mihrap sade görünüşlü olup üzerinde Boğaziçi'nin kuzey kesiminde. Anadolu alan gravürde Yoros Kalesi ayrıntılı şekil­
herhangi bir süsleme yoktur. Minber de sahilinde, Rumelikavağı'nın karşısında de çizilmiştir. Osmanlı belgeleri, kalenin
yeni taştan daha basit olarak inşa edil­ bulunan, tarihi eskilere dayanan Boğaz 1576 yılında esaslı bir tamir gördüğünü
miştir. Merdivenin yukarı ucunda, nor­ köyü. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde kanıtlamaktadır. Daha önce. 1403'te Ti­
mal minberlerdeki gibi bir köşkü yok­ ana uğraşı balıkçılık (özellikle kılıçbalığı mur'un yanma gitmek için Boğaziçi'nden
tur. Evvelce böyle bir ,elemanın bulun­ avı) bahçecilik ve Karadeniz'e açılmak bir yelkenli ile geçen İspanyol elçisi Cla-
duğuna dair de bir iz görülmez. Fakat için elverişli hava bekleyen gemilere vijo da bu kalenin bakımlı olduğunu,
bu namazgahta mihrap ve minberin hizmet vermek olan Anadolukavağı. gü­ içinde bir Türk garnizonunun bulundu­
oluşu, buranın bir açık hava camisi gibi nümüzde Beykoz İlçesi'ne bağlı turizm ğunu yazar. Yine Clavijo, daha sonra Ev­
tasarlandığını gösterir. ve balıkçılık ağırlıklı bir sahil köyüdür. liya Çelebi'nin de nakledeceği yaygın,
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka. I I . s. 162; A. Anadolukavağı'nın gerek adı gerekse ancak kanıtlanmamış bir söylentiyi ilk
Gabriel. Châteaux Turcs du Bosphore, Paris. tarihiyle ilgili bilgiler, çeşitli kaynaklar­ ortaya atanlardan biridir. Buna göre,
1943, s. 26: U. Derman, "Osmanlı Devri Şe­ da farklılıklar ve çelişkiler göstermekte­ Anadolukavağı'ndaki kaleden denizin or­
hir ve Menzil Yollarında istirahat ve ibadet
dir. Köyün adının kavak ağaçlarından tasında bulunan bir kuleye de dolanarak
Yerleri: Namazgahlar", Atatürk Konferansla­
rı. 1971-1972. V (1975). s. 291. geldiği yolundaki yaygın kanıyı. Eremya karşı sahilde Rumelikavağı'ndaki bir di­
SEMAVİ EYİCE Çelebi "Muazzam kavak ağaçları bulu­ ğer kuleye bağlanan bir zincir Boğaz'ı
nan Kavak iskelesi yakınlardadır. Sahil­ kesivor ve tüm Boğazın bu noktadan
ANADOLUHİSARI VAPURU deki bu kavak ağaçlarının her birini üç kontrol edilebilmesini sağlıyordu.
adam ancak kucaklayabilir" diyerek pe- Anadolukavağı'nda, Yoros Kalesi'-
Şehir Hatları İşletmesi vapuru. 1949'da, kiştiriyorsa da gerek Anadolu gerekse
Hollanda'nın Den Haag şehrindeki In­ nden başka, IV. Muradın yaptırdığı ve
karşı sahildeki Rumelikavağı'nın adları, "Anadolu Kilidü'l-bahir Kalesi" olarak
dustrielle Handels Combinatie tezgâhla­ "kavak kaleleıTnde de geçen ve sınır,
rında inşa edilen birbirinin eşi 6 vapur­ da bilinen sahildeki kaleyi, Evliya Çele­
gümrük kontrol noktası anlamını taşı­ bi, kıbleye bakan demir kapılı, içinde
dan biriydi. 561 grostonluktu. Boyu yan "kavak" sözcüğünden türemiş ol­ 80 civarında asker odası, dizdarı, 300
malıdır. Gerçekten de, Boğaz'm Karade­ kadar neferi, 1 camii, 2 buğday ambarı,
niz'e açıldığı bölgeye yakın ve iki yaka­ 100 adet topu bulunan güçlü bir kale
nın birbirine çok yaklaştığı bir noktada olarak anlatır.
bulunan karşılıklı iki yerleşme. Karade­ Anadolukavağı Köyü, kavak kaleleri­
niz'den Boğaz'a girecek gemilerin en iyi nin varlığı yüzünden tarih b o y u n c a
kontrol edilebileceği ve gereğinde dur­ önem kazanmış, ayrıca da bir gümrük ve
durulabileceği bir konumdaydı. sınır kontrol noktası olarak ekonomik
Kavaklardan Karadeniz'e doğru. Bo- bakımdan gelişmiştir. Evliya Çelebi, bağ­
ğaz'ın Karadeniz'e açıldığı Anadolu ve lık bahçelik, müreffeh bir belde olarak
Rumeli fenerlerine kadar denize dik anlattığı köyde, 800 Müslüman evinin,
inen tepeler ve sarp kayalıklar arasında kale içindeki camiden başka köyde de 1
kalan koylar, limanlar çevresinde, her caminin, 7 mescidin, 200 dükkânın, be­
iki yakada da. birden fazla manastır, ka­ kâr odaları ve sıbyan mektebinin bulun­
vak kalesi ve istihkâmın varlığı bilin­ duğunu kaydeder. "Suları âb-ı hayat mi­
mektedir. Bu kaleler halk arasında ço­ salidir. Halkı cümle gemici, bahçıvan ve
ğunlukla yanlış olarak Ceneviz kaleleri tüccardır. Cümlesi Anadolu'dandır. Üs­
Anadoluhisarı Vapuru ya da Kavak kaleleri adıyla tanınırdı. Bu küdar Mollası'nm bir naibi bulunur ve
Eser Tutel,1975 kalelerin en önemli görülenleri Osmanlı kalenin dizdarı da idare eder" dedikten
261 ANADOLI KAVAĞI

Anadolukavağı
Yoros Kalesini ve IV. Muradın yaptırdığı sahildeki kaleyi gösteren AUomün bir deseni, 19- yy.
Nazım Timuroğlu fotoğraf arşivi

sonra, yaz ve kış. limanında 300 gemi ayn mahallesi bulunan önemli bir yer­ re, 1946'da 270-280 haneli olan, halkı­
olduğunu ekler. Bir yüzyıl sonra, Incici- leşmeydi. Şirket-i Hayriye'nin 1914'te nın büyük çoğunluğu balıkçılıkla geçi­
yan, Anadolukavağı'nın nüfusunun yayımladığı Boğaziçi broşüründe, o ta­ nen, diğerlerinin bahçecilik ve işçilik
1.000 kadar Türk'ten oluştuğunu, kö)ün rihte 180 haneli ve 1.000 kadar nüfuslu yaptığı Anadolukavağı, 1990'da 1.500
dükkânlarının denizcilerin ihtiyaçlarını olduğu bildirilmektedir. E. Koçu'ya gö- nüfusa sahiptir.
karşılamak için geceleri bile açık tutul­
duğunu, sayısı bazan 3 0 0 ü bulan gemi­
nin Karadeniz'e çıkmak için müsait hava
kollarken burada demir attığını yazar.
Eremya Çelebinin de, limanda ''nodos'ü
(lodos) beklemek üzere iki veya üç yüz
geminin durmasının vaki bulunduğunu
yazması ilginçtir. Yine Eremya Çelebi,
buradan Karadeniz'e, Giresun'a (Kera-
sun), Azak'a. Don Nehri ve Sinop'a. ge­
milerle odun. yemiş, başta buğday ol­
mak üzere hububat sevk edildiğini, ayrı­
ca kirazının meşhur olduğunu, üç su de­
ğirmeninden oluşan, saraya has ekmek
yapılmak üzere un üreten beylik değir­
menin de burada olduğunu kaydeder.
Geçmişte, Boğaz'ın Karadeniz'e açıl­
dığı bölgede askeri ve ticari öneme sa­
hip bir yerleşme olduğu anlaşılan Ana­
dolukavağı'nın dalyanlarının da en eski
ve bereketli daylanlardan olduğu, an­
cak 19. yy'ın sonlarında kapandığı bi­
linmektedir. Özellikle kılıçbalığı avı, ya­
kın zamanlara kadar köy halkının başlı­
ca geçim kaynağını oluşturmuştur.
20. yy başlarında Anadolukavağı hâ­ Anadolukavağı
İstanbul Ansiklopedisi
lâ oldukça büyük bir çarşıya sahip, beş
ANADOLUKAVAĞI VAPURU 262

Anadolukavağı
ve Karadeniz'e
açılımının
izlenebildiği
bir genel
görünüm.
Bünyad Dinç,
1993

Anadolukavağı'nın çehresi 1980'lerde, lar açılmış, köy vadinin içine doğru da Bibi. S. Eyice, Bizans Devrinde Boğaziçi,
bölgenin askeri yasak bölge olmaktan genişlemiştir. Köy, turizm mevsimi dı­ İst., 1976, s. 72-92; "Anadolukavağı", İSTA, s.
çıkarılmasından sonra değişmeye başla­ şındaki dönemlerde, Boğaz'da eski sü­ 828-831; M. Tayyip Gökbilgin, "Boğaziçi",
İA. s. 683; Evliya, Seyahatname I-II, İst., ty,
mıştır. Kuzey Deniz Saha Komutanlığı kûnetinden ve görünümünden hâlâ bir
s. 320-321: Kömürciyan, İstanbul Tarihi, s.
tesisleri halen Anadolukavağı'nda bulun­ şeyler koruyabilen nadir köşelerden biri 49, 269; İnciciyan, İstanbul, s. 120, 123, 124
makla birlikte, Anadolukavağı ve çevre­ sayılabilir.
sinin "yasak bölge" statüsünün kaldırıl­ Anadolukavağı'na Beykoz üzerinden İSTANBUL
masıyla Beykoz, Riva, Şile vb üzerinden belediye otobüsleri ve diğer vasıtalarla
karayolu bağlantısı sivil araçlara da sağ­ ulaşılabileceği gibi şehir hatları vapurla­ ANADOLUKAVAĞI VAPURU
lanmış, karayolu ulaşımı başlamıştır. rı da Rumelikavağı'ndan Anadolukavağı Şehir Hatları İşletmesi vapuru. 196l'de,
Yoros Kalesi, geçmişte olduğu gibi iskelesine sefer yapmaktadır. Anadolu­ İskoçya'da Glasgow'daki Fairfield tez­
bugün de. önemli bir tarihsel kalıntı kavağı'nın kalesi, balığı ve balık lokan­ gâhlarında inşa edilen birbirinin eşi 9
olarak turizme açılmış; sahilde öteden taları yanında kavakinciri olarak bilinen şehir hattı vapurundan biriydi. 781
beri var olan küçük kahve ve bir-iki sa­ küçük siyah incirleri, günümüzde he­ grostonluk olup boyu 69,9 m, genişliği
laş lokantanın yerini çok sayıda balıkçı men hemen kalmamış olan kiraz, armut 13,6 m, sukesimi de 2,6 m kadardı. Her
restoranı, çay bahçeleri, kahveler alma­ ve diğer meyveleri, bir de tatlı yumuşak biri 800 beygirgücünde iki buhar maki­
ya başlamış; turistik eşya satan dükkân­ icimli suları ünlüdür. nesi vardı. Kazanı akaryakıtla ısıtılıyor­
du. Çift uskurluydu. 5 Mart 1985 günü,
limanda iken makine dairesinde başla­
yan yangın sonunda büyük hasar gör­
dü. Can kaybı olmadı. Kasım 1986'da
satışa çıkarıldı.
ESER TUTEL

ANAHORİTİS KİLİSESİ
bak. KİRYAKOS (AYİOS) KİLİSESİ

ANALİPSİS KİLİSESİ
bak. HRİSTOS ANALİPSİS KİLİSESİ

ANAOKULLARI
II. Meşrutiyet döneminden (1908-1918)
günümüze kadar, okulöncesi 2-6 yaş
grubu çocukların eğitimlerine katkı sağ­
Semtin iskele layan İstanbul'daki resmi ve özel karma
meydanında (kız-erkek) kurumlardır. Hizmet türleri­
turistik hizmet ne ve statülerine göre anasınıfı, yuva,
veren bazı eski
çocuk yuvası, çocukevi, çocuk bahçesi,
tip yapılar.
Erkin Emiroğiu. kreş adları ile bilinenleri vardır. Türki­
1993 ye'de ilk anaokulları İstanbul'da açıldığı
263 ANAOKULLARI

gibi, ülke genelinde de en çok anaoku­ mekteplerini de açtılar. Buna koşut ola­ retmen Okulu) bünyesinde bir ana mu­
lu İstanbul'da olagelmiştir. rak İttihad ve Terakki Fırkası da Os­ allime mektebi (şubesi) açıldı. 1913-
Tanzimat'ın ilanından (1839) önce ve manlı Mektepleri, İttihad Mektepleri ad­ 1914 öğretim yılından başlayarak 1918'e
Tanzimat döneminde, İstanbul'da ço­ ları altında, anasınıflarını da içeren ipti­ değin buradan 100 dolayında ana mek­
cukların okula başlama yaşları 4-6 ola­ dai ve rüştiyeler açtı. tebi muallimesi (bayan öğretmen) yetiş­
rak kabul ediliyordu. Çocukların erken Osmanlı eğitimine köklü yenilikler ti. Bunların çoğu, İstanbul'daki ana-
okula gönderilmelerindeki amaç ise ho­ getirme çalışmalarıyla tanınan ve iki kez okullarmda öğretmen olarak veya aile
ca önündeki eğitimin, aile eğitiminden maarif nazırlığı (1910-1911, 1912) yapan yanında mürebbiye (eğitimci) sanıyla iş
daha yararlı olduğu kanısına dayanıyor­ Emrullah Efendi (1858-1914) ise, "ana buldular.
du. Ancak, herhangi bir kayıt esası bile mektebi" (küçük çocuklar sınıfları) kav­ 4-6 yaş çocuklarının alındığı İstanbul
bulunmayan mahalle-sıbyan mektepleri­ ramını ve bunun yararını ilk defa ortaya ana mekteplerinde, nizamname gereği,
ne verilen çocuklar, ilk bir-iki yıl. ciddi attı. Emrullah Efendinin bu görüşü dö­ ruh ve beden sağlığına yararlı oyunlar
bir eğitim-öğretim almadan mektep or­ nemin İstanbul basınında ve aydınları ağırlıklıydı. Ayrıca, dönemin siyasal
tamına ısınmaktaydılar. Bu okullarda bi­ arasında tartışıldı. Emrullah Efendi, ana yaklaşımları buralarda da etkiliydi ve
reysel eğitim ve öğretim geçerli oldu­ mektebi konusunda "çocuğun olabildi­ çocuklara ulusal, dinsel öyküler anlatılı­
ğundan, hoca, yaşça büyük kardeşiyle ğince erken yaşta okula alınıp bir taraf­ yor, bu doğrultuda seçilen resimler ve
okula gelmeye başlayan küçük çocuk­ tan zihin kuvvetlerinin dengeli biçimde levhalar üstünde gözlemler yaptırtılıyor-
larla daha az ve terbiyevi açıdan ilgile­ gelişmesine bir taraftan da yetenekleri­ du. Özel girişimcilerin, ana mektebi
nirdi. Bu açıdan, eski sıbyan mekteple­ nin ortaya çıkmasına yardımcı olunma­ açabilme olanağını kötüye kullanmama­
rinin bu süreci anaokulu işlevindeydi. sı" gerekliliğini vurguladı. Önerdiği eği­ ları için de bu alana tahsis edilecek bi­
1 8 4 6 ' d a yürürlüğe k o n a n Sıbyan tim sistemini de ana mektepleri 1 yıl - naların, yeni. bakımlı, ferah, geniş bah­
Mektepleri Talimatnamesi ise ana baba­ sıbyan mektepleri 3 yıl- rüştiyeler 3 yıl çeli olması koşulları getirilmişti. Diplo­
nın rızasıyla 5 ve daha aşağı yani 4 ya­ olarak önerdi ve İstanbul'daki uygun or­ ması ya da sertifikası olmayanların eği­
şındaki çocukların okula kabul edilme­ tamlı okullarda ilk uygulamaları başlattı. timciliğine de izin verilmiyordu. Önemli
lerine izin vermekteydi. Fakat bu yönet­ Fakat bu girişimin henüz yasal bir bir aşama olarak da İstanbul'daki ana-
melikte asıl okula başlama yaşı 6 olarak dayanağı yoktu. 1913'te yürürlüğe giren okullarınm eğitimciliğine salt bayanlar
belirlenmişti. Eğitimle ilgili daha sonraki Tedrisat-ı İbtidaiye Kanun-ı Muvakka- atanmaktaydı. Bu nedenle, Türk kadını­
bir dizi düzenlemede de bu yaş sınırla­ ti'nin (Geçici İlköğretim Yasası) 3. ve 4. nın sosyal ve kültürel yaşamda yerini
rında bir değişiklik olmadı. Ancak, doğ­ maddesi ile ana mekteplerine de yer almasında anaokulları ayrıca önemli ol­
rudan, okulöncesi çocuklar için ayrı ve­ verilmesi, ayrıca 2 Mart 1915 tarihinde muştur.
ya özel bir kurum da açılmadı. Buna Ana Mektepleri Nizamnamesi'nin ya­ Maarif Nazırı Şükrü Bey, Meclis-i Me-
karşılık Abdülaziz döneminden (1861- yımlanması, bu boşluğu giderdi. Kuşku­ busan'daki bir konuşmasında 4-6 yaş
1876) başlayarak varlıklı aileler, çocuk­ suz yasal düzenlemeler tüm Osmanlı ül­ grubu çocuklarının okul eğitimi alarak
larının yetişmesi için ev ve konak or­ kesine dönüktü. Fakat, İstanbul dışında, yetişmelerinin zorunluluğu üzerinde
tamlarında, anaokulunun ilkeleri doğrul­ henüz ilköğretim bile yeterince yaygm- durmakla birlikte, henüz İstanbul'da bi­
tusunda pedagojik yöntemlerle beden, laştırılamamış olduğundan, ana mektep- le bu düzeyde kurum sayısı ve kapasi­
akıl ve duygu gelişimine dönük "hususi leriyle ilgili gelişmeler, daha çok İstan­ tesi, kentin barındırdığı nüfusla orantıla-
tahsil ve terbiye"ye (özel eğitim ve öğre­ bul'u ve birkaç büyük kenti ilgilendir­ namayacak yetersizlikteydi. Tahmini
tim) giderek daha çok ilgi duydular. mekteydi. Bu sırada, İstanbul'daki tüm olarak 20 dolayındaki ana mektebinde
II. Meşrutiyet'ten (1908) sonra İstan­ yabancı okulları ile azınlıkların cemaat 500-600 çocuk eğitim alabilmekteydi.
bul'daki özgürlük ortamı, iptidai (ilk), okullarında da anasınıfları bulunuyor­ Cumhuriyet'in ilanından sonra ilköğ­
rüştiye (orta), idadi (lise) düzeylerinde du. 1910'lu yıllarda Ermenilerin 20 ana­ retimin ve dolayısıyla da okulöncesi
çok sayıda özel okulun açılmasına da okulunda 600 çocuk. 30 eğitimci; Muse­ anaokulu ve anasmıflarının yerel yöne­
olanak verdi. Cemiyet-i İrfan, Şirket-i vilerin ise 2 anaokulunda 30 çocuk. 2 timlere bırakılmasının ardından, 1925'te
Tedrisiye-i Osmaniye vb adlarla ortak­ eğitimci vardı. ve 1930'da Maarif Vekâleti'nin iki ayrı
lıklar kuran girişimciler, Batı'daki oku­ Maarif Nazırı Şükrü Bey döneminde genelgesiyle ilköğretime duyulan gerek­
löncesi eğitim kurumlarını özellikle de (1913-1917), sayıları artmakta olan ana sinim ileri sürülerek anaokullarına öde­
Almanya'daki kinder-garden ( ç o c u k mekteplerine öğretmen yetiştirmek için nek ayrılması bir bakıma yasaklandı. Bu
bahçesi) sistemini örnek alarak ilk ana İstanbul'daki Darülmuallimat (Kız Öğ­ tür eğitim kurumlarının, istisnai olarak

Anaokullarında oyun (solda) ve resim yapma (sağda) çocukların sıkılmadan eğitilebilmelerinin en önemli araçlarıdır.
Özel Şişli Terakki Lisesi Anaokulu
Cengiz Kahraman / İti 1 VArşivi
ANASTASİOS I 264

ne'ye "Devlete Romalı bir imparator


ver, devlete Ortodoks bir imparator
ver!" diye bağırmıştı. Devlet işlerinde
başarılı bir kariyere sahip olan yaşlı sa­
ray memuru Anastasios, bu ortamda im­
parator olarak seçildi. İmparatoriçe Ari-
adne ile evlenerek durumunu sağlam­
laştırdı ve ilk iş olarak mali sorunlara el
attı. I. C o n s t a n t i n u s ( - 0 d ö n e m i n d e
oluşturulan madeni para sistemini güç­
lendirmek için değeri sürekli dalgala­
nan bakır "follis"i, altın sikkeye göre
oranladı. Vergi sistemini düzene soktu
ve vergi toplama görevini şehirlerde,
"praetorion prefekt"e (valiye) bağlı ola­
rak çalışan "vindex" denilen görevlilere
verdi. Şehirlerde ticaret ve zanaatla ge­
çinen kimselerden alman "chrysargy-
ron" vergisini kaldırarak, başta başkent
Konstantinopolis olmak üzere, büyük
kent merkezlerinde ekonomik bir can­
işyerlerinde ve fabrikalarda açılabileceği tanbul'daki kız enstitülerinin bünyesin­ lanma sağladıysa da, bu vergiyi telafi
öngörüldü. Annesi çalışmayanların ana- de anaokulları, resmi ve özel ilkokullar­ etmek için köylülerden daha önce ayni
okullarına kabulü durumunda bu okul­ da da anasınıfları açılmaya başlamıştır. olarak toplanan "annona" adlı vergi pa­
ların kapatılacağı duyuruldu. 1973'te yürürlüğe giren Milli Eğitim ra olarak tahsil edilmeye başlandığı için
Bu kararın etkisi en çok İstanbul'da Temel Kanunu, okulöncesi eğitimi teş­ kırsal bölgelerden büyük tepki aldı. Şid­
duyuldu. Kapatılan anaokullarmm yeri­ vik edici hükümler içerdiğinden, İstan­ detli bir biçimde uyguladığı para politi­
ne 1932'de İstanbul Belediyesi'nin giri­ bul'daki ilkokulların pek çoğunda ana­ kaları sonucu, öldüğü vakit geriye dev­
şimiyle ilk çocuk yuvaları açıldı. Bu ye­ sınıfları. kız meslek liselerinin tamamın­ let hazinesinde 320 bin libre altından
ni kurumlann amacı, kentte çeşitli işkol­ da anaokulları ve uygulama anaokulları oluşan büyük bir servet bıraktı.
larında çalışan kadınların küçük çocuk­ açıldığı gibi, özel öğretim kurumları
I. Anastasiosün ikinci büyük icraatı,
larına eğitim olanağı sağlamaktı. Yapı­ kapsamında da özel Türk anaokulları
selefi Zenon'un dikbaşlı ve güçlü hem-
lan düzenlemeye göre, işçi ya da kamu ile özel azınlık anaokulları açılmıştır. Bu
şerileri olan İsauriahları (bak. İsauria
görevlisi anneler, sabahleyin işe gider­ kurumlar, Milli Eğitim Bakanlığınca ya­
Hanedanı) gerek Konstantinopolis'ten,
ken çocuklarını yuvaya bırakıyor, ak­ yımlanan Anaokulları ve Anasınıfları
gerek yurtları İsauria'dan çıkararak,
şam iş dönüşü alıyorlardı. 3-7 yaş grubu Yönetmeliği esaslarına göre hizmet ver­
Trakya'da iskân etmesiydi. Böylece eski
çocukların alındığı bu tür kurumları, mektedir. 1993 verilerine göre İstan­
gücünü kaybetmiş bu hizipten kurtulan
fabrikalar ve kadın işçi çalıştıran öteki bul'da bağımsız 4, resmi 58 özel ana­
başkentte, etnik sorunlardan doğan bu­
sanayi kuruluşları da açmaya başladılar. okulu bulunmaktadır. Ayrıca Sağlık ve
nalım büyük ölçüde giderildi. Buna kar­
Bunlar arasında anaokulu tanımına en Sosyal Yardım Müdürlüğüme bağlı 90
şılık, dinsel çatışmalar daha da arttı. İm­
uygun olanları ve çok yönlü hizmet ve­ kreş ve çocukevi vardır. Tüm bunlar,
parator olurken, Patrik Eufemios'un is­
renleri, Atik Ali Paşa Çocuk Bakımevi okulöncesi (kreş ve anaokulu) yaş dü­
teği üzerine, Halkedon Konsili'ne(->) ve
ve Dispanseri, Cibali Tütün Fabrikası zeyindeki toplam çocuğun ancak yüzde
onun Ortodoks öğretilerine bağlılığını
Çocuk Yuvası ve Kreşi ile Üsküdar Süt l'ine eğitim olanağı sağlayabilmektedir.
beyan etmek zoranda bırakılan Anasta­
ve Mektep Çocukları İçtimai Hıfzıssıhha
Bibi. Ergin, Maarif Tarihi, III-V; Nâfi Atuf sios, aslında İsa'nm tanrısal ve insansal
Dispanseri olmuştur. Bu kurumlarda (Kansu). Türkiye Maarif Tarihi Hakkında olarak iki ayrı doğaya sahip bulunduğu­
bayan eğitimcilerin yanısıra hekim, has­ Bir Deneme, I-II, İst., 1930-1932; A. Berker, nu savunan görüşe karşı, tanrısal olarak
tabakıcı, hizmetli ve aşçı da görev yap­ Türkiye'de İlköğretim. Ankara 1945: F. R.
Unat. Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine tek bir doğası olduğunu savunan mo­
maktaydı. 1936'da İstanbul Şehir Mecli-
Tarihi Bir Bakış. Ankara 1964: A. Oktay, nofizit görüş taraftarıydı. Bu durum, Su­
si'nin aldığı bir kararla binaları ve bah­
Okul Öncesi Eğitim ve Türkiye'de Okul Önce­ riye ve Mısır'da barışı getirdiyse de,
çeleri elverişli 16 ilkokulda "çocuk bah­ si Eğitim Konferansları, İst., 1984; Y. Akyüz, başkentte ve Avrupa eyaletlerinde karı­
çeleri" açıldı. Amaç, gündüzleri aile gö­ Türk Eğitim Tarihi, Ankara, 1988; N. Sakaoğ- şıklık yarattı. Böylece, ardı arkası kesil­
zetiminden ve eğitiminden yoksun olan lu, Osmanlı Eğitim Tarihi, İst., 1991: ay, meyen ayaklanmalar ve bunlara karşı
okulöncesi çocuklarım sokaktan kurtar­ Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi, İst., 1992.
yöneltilen baskıcı tutumlar, bu dönemin
maktı. Belediye, bu okullara gerekli NECDET SAKAOĞLU karakteristik yönünü oluşturdu.
oyun malzemelerini, araç gereci ve eği­
tim giderlerini sağlamaktaydı. Yine o Dinsel tartışmalardan doğan çatışma­
ANASTASİOS I
yıl, çalışan anne ve babaların çocukları­ lar, ünlü Maviler ve Yeşiller(->) partileri­
(430, Dyrrachion [bugün Arnavut­ nin de karışması ile daha keskinleşti.
nı evde kilit altında tutma zorunlulukla­
luk'ta] -9 Temmuz 518. Konstantinopo- Monofizitliği destekleyen Anastasios, Ye-
rına da bir çözüm olmak üzere, merkezi
lis) Bizans imparatoru (hd 4 9 1 - 5 1 8 ) . şiller'in dostu olduğundan, Maviler'in
semt okullarında çocuk barındırma oda­
Devletin para sistemini yetkinleştirdi ve tepkisini çekti. Başkentte ona karşı ayak­
ları açılması girişiminde bulunuldu.
hazineyi güçlendirdi. Yetenekli bir yö­ lanan Maviler'e bağlı güçler, zaman za­
Anaokulu özelliği ikinci planda kalan
netici olarak içte ve dışta başarılar ka­ man kamu binalarım ateşe verdiler ve
bu girişim yeterli ve verimli de olmadı.
zandı. Fakat uyguladığı monofizit din Hippodrom'da(->) imparatora taş atarak
Türkiye genelinde olduğu gibi İstan­ p o l i t i k a s ı y ü z ü n d e n zaman zaman küfür ettiler. 5 1 1 / 5 1 2 ' d e Kudüs'ten
bul'da da bağımsız, özel, ilkokula bağlı ayaklanmalara neden oldu. Konstantinopolis'e gelerek imparatoru
anaokullarının ve anasmıflarımn önem Selefi Zenon 491'de öldüğünde, dev­ monofizitlik taraftarlığından vazgeçirme­
kazanması ve yaygınlaşması ise 5-14 Şu­ let üzerinde Germenlerin ve İsaurialıla- ye çalışan Aziz Sabas'ın çabaları dahi so­
bat 1953 tarihleri arasında toplanan V. rtn baskılarından kaynaklanan etnik so­ nuç vermedi. Nihayet, kilise ayinlerinde
Milli Eğitim Şûrası'nda "Okulöncesi Eği­ runlar ve monofizitlik-Ortodoksluk etra­ "üç defa kutsal" anlamına gelen Trisagi-
tim ve Öğretim'ın gündeme alınmasın­ fında odaklanan dinsel sorunlardan bık­ on ilahisinin, monofizit bir anlayışla ta­
dan sonradır. Bu tarihten başlayarak İs­ mış olan halk, dul imparatoriçe Ariad- mamlanması yüzünden, 512'de çıkan is-
265 ANASTASİOS SURU

yan neredeyse Anastasiosü tahtından geçerli kılmak (bak. Konsiller) ve Mili- le yapıldığından yeteri kadar güçlü de­
ediyordu. Bunalımın doruk noktasını ise, on Kapısı üzerindeki Filippikos ve Pat­ ğildi". Ayrıca bunun komnması için çok
Trakya'daki komutanlardan Vitalianosün rik Sergios'a ait tasvirleri yerinden sök­ sayıda askeri kuvvete ihtiyaç vardı. 6.
513'te başlattığı ayaklanmalar oluşturdu. mek oldu. Bu politika uyarınca, VI. Ion- yy yazarlarından bir başkası ve daha
Emrindeki birliklerle Ortodoksluğun sa­ nes'in yerine I. Germanosü patrik ola­ sonrakileri buraya "Uzun Duvar" adını
vunucusu olarak üç kez başkente yürü­ rak atayan II. Anastasios, dikkatini, şeh­ verir. Bir başka kaynak ise duvarın ya­
yen Vitalianos, 515'teki üçüncü saldırı­ re saldırıya hazırlanan Araplara çevirdi. pımının 512'de gerçekleştiğini bildirir.
sında yenilgiye uğratıldıysa da, Anastasi- 714'te Galatia içlerine (Ankara, Yozgat Bizans kaynaklarından öğrenildiğine
osün değiştirmeye yanaşmadığı dini-si- ve Çankırı havalisine) bir akın düzenle­ göre, Anastasios Suru, imparatorlar tara­
yasi tavrı yüzünden, başkent devamlı bir yen Arap komutanı Mesleme (Maslama) fından tamir ettirilmiş olmakla beraber,
gerginlik içinde yaşadı. ile barış sağlamak için Halife Velid'e bunların şehrin korunmasında fazla bir
I. Anastasiosün kayda değer faaliyet­ başvuran II. Anastasios, Suriye içlerinde faydası olmamıştır. Bu onarımlar 10. ve­
leri arasında "Makron Teichos" (Uzun toplanan büyük bir ordunun Konstanti- ya 11. yy'a kadar sürmüştür.
Duvar) veya "Anastasios Duvarı" adla­ nopolis'e saldıracağını öğrenince, kuşat­ Ancak Anastasios Suru kendilerinden
rıyla anılan, Trakya'da inşa ettirdiği ve maya karşı hazırlıklar yapmak üzere bekleneni tarih içinde hiçbir vakit ger­
Konstantinopolis'in savunmasına dolaylı başkente geri döndü. Kara ve deniz çekleştirmedi. Batıdan gelen her akın
olarak katkıda bulunan surlar gelir. Baş­ surlarını onarttı, tahıl stok ettirdi ve do­ onları kolayca aşabildi. Surlar, Karade­
kentin batı yönünde, kimi kaynaklara nanmayı neredeyse yeniden yaptırdı. niz kıyısında Avcık İskelesi denilen yer­
göre iki günlük, kimilerine göre dört Konstantinopolis halkı içinde üç yıl sü­ den başlar ve 500 m kadar batıya uzan­
günlük yolculuk mesafesine uzanan ve resince geçimlerini sağlayıp ihtiyaçlarını dıktan sonra, güneybatıya dönerek Hi-
45 km olduğu tahmin edilen bu surların tedarik edemeyecek durumda olan kişi­ sartepe'ye ulaşır. Buradan da Karacaköy
bazı bölümleri hâlâ ayaktadır. lerin kenti derhal terk etmelerini emret­ yakınından geçerek, Balçıkdere ve Kara­
518'de hiç çocuksuz ölen I. Anastasi­ ti. İç çekişmeleri önlemek için de, ken­ caköy Deresi'ni aşarak, Hamzaderesi'ni
os, yerine yeğenlerinden birini bırakma­ disine rakip olan tema şeflerini ve de­ geçip, küçük Kuşkaya Tepesi'ne ulaşır.
yı düşündüyse de, tahtı, muhafız alayı ğerli komutanları önemli devlet görev­ Bu tepenin 0,5 km güneyinde uzanan
komutanı ve gelecekteki ünlü İmpara­ lerine atadı. Araplardan önce davrana­ surlar Kızıltepe'ye, oradan da Kabakça-
tor I. İustinianosün(->) amcası. I. İusti- rak onları habersiz vurmak isteyen II. Karacaköy yoluna parelel uzanarak,
nos'a kaldı. Ne var ki, Anastasiosün ye­ Anastasios, Rodos üzerinden, Arapların Kurfalh-Gümüşpmar yolu kenarından
ğenlerinin soyundan gelen kişiler, 6. kereste deposu olan Fenike'ye karşı güneye doğru devam eder. Hırsızte-
yy'da, yaklaşık beş kuşak boyunca, 715'te bir deniz saldırısı başlattıysa ela. pe'den sonra surların yalnızca temel ka­
Konstantinopolis'in siyasi, dini ve top­ Rodos'ta yeniden ayaklanan Opsikion'­ lıntısı olarak görülebildiği belirtilmiştir.
lumsal yaşamında söz sahibi olmaya lular, Anadolu'ya geçerek, yine bir vergi Sur izleri, Kurfallı'nm içinden geçerek,
devam ettiler. memuru olan T e o d o s i o s ü imparator
ilan ettiler. Altı ay kadar süren çatışma
Bibi. C. Capızzı, L'lmperatore Anastasio I
(491-518), Roma, 1969; P. Charanis, Church
döneminden sonra, III. Teodosios adıy­
and State in the Later Roman Empire: the Re- la tahta geçen yeni imparator tarafından
ligioıts Policy of Anastasias the First, 491- kesin olarak yenilgiye uğratılan II.
518, 2. baskf, Selanik. 1974. Anastasios, keşişliği seçti ve Selanik'e
AYŞE HÜR sürgüne gönderildi.
719'da, magistros (bir çeşit yüksek
ANASTASİOS H memur) Niketas Ksilinites tarafından
(?, ? - 719, Konstantinopolis)) Bizans im­ kışkırtılan II. Anastasios, Onogur Hanı
paratoru (hd 713-715). 8. yy başında, Tervel'in yardımıyla Konstantinopolis'e
düşman akınlarına karşı Konstantinopo­ yürüdüyse de bir süre sonra, Onogurlar
lis! tahkim etti ve donanmayı yeniden kendisini o sırada imparator olan III.
kurdu. Leon'a(->) teslim ettiler Leon tarafından
Vaftiz adı Artemios olup, imparator başı vurulan II. Anastasiosün cesedi,
olmadan önce, sıradan bir sivil memur karısı Eirene tarafından Konstantinopo-
(protasekretis) idi. Yüzyılın başında orta­ lis'teki Havariyyun Kilisesi'ne(->) (Ayios
ya çıkan karışıklıkların zayıf bıraktığı im­ Apostoleion) gömüldü.
paratorluk, o sırada bir yandan Arapların Bibi. Ostrogorsky, Bizans, 143-144; Sumner,
İ3İr yandan da Onogur Hunlarınm (o dö­ "Philippicus. Anastasius II and Theodosius
neme ait kaynaklarda Bulgarlar olarak III". Greek, Roman and Byzantine Studies. S.
adlandırılırlar) saldırılarına uğramaktay­ 17. 1976. s. 289-291.
dı. Özellikle II. Anastasiosün selefi Filip- AYŞE HÜR
pikos devrinde (711-713) Onogur Hanı
Tervel'in komutasındaki birliklerin Kons­ ANASTASİOS SURU
tantinopolis surlarının hemen önüne dek İmparator I. Anastasiosün yaptırdığı
gelerek, zengin Bizanslıların başkent dı­ (hd 491-518), İstanbul'u Trakya yönün­
şındaki sayfiye mahallelerini yakıp yık­ den gelen akınlara karşı korumak üzere
ması üzerine, bölgeye Opsikion teması­ Karadeniz'den Marmara'ya kadar uza­
na (vilayetine) ait birlikler sevk edilmişti. nan sur.
Fakat Opsikion'lular, düşmanla savaş­ Eyaletlerin (limes) sınırı boyunca Ro­
mak yerine, imparatora karşı ayaklandı­ ma İmparatorluğu böyle surlar inşa et­
lar ve 3 Haziran 713'te, Filippikos'u taht­ tirmiştir (Büyük Britanya'da Hadrianus;
tan indirerek gözlerine mil çektiler. Yeri­ Dobruca'da Traianus chivarían gibi). I.
ne de memur Artemiosü, II. Anastasios Anastasios bunların benzeri olarak bir
adıyla imparator ilan ettiler. sur duvarını 507-512 yılları arasında
Y e n i imparatorun ilk işi. Filippi- Bulgar akınlarından şehri korumak üze­
kosün monoteletik görüşlerine karşı çı­ re yaptırdı. Prokopiosün 6. yy'da yazdı­ Anastasios Surunun izlediği hat.
ğına göre, şehirden 40 mil uzakta inşa F. Dirimtekin. "Anasthase Surları", Belleten, XII/45,
karak, 680/81'de başkentte gerçekleşti­
(1948), s. 1-10. Lev. I'den yararlanılarak hazırlanmıştır.
rilen VI. ökumenik konsilin kararlarını ettirdiği sur duvarı "çok uzundu ve ace­
ANATOIİ 266

Kurfallı-Silivri yolunu doğuda bırakarak gelinos Misailidis Efendi, uzun yıllar İz­
Çilingirtepe'ye ulaşır. Buradan sonra mir'de gazetecilik ve yayımcılık yaptı.
Anastasiosün uzun duvarı, Kurfallı-Fe- Matbaası yandığı için istanbul'a göçtü
ner yolunu takip eder, Fener'in 200 m ve 1851'de Anatoli gazetesini çıkarmaya
batısında ve Yapağca'yı doğuda bıraka­ başladı.
rak Parapattepe'den geçerek Sancakte- Anadolu'da yaşayan ve Rumca bilme­
pe'ye, oradan da Karınca Burnu'nda yen Ortodoksların okuma ihtiyaçlarını
Marmara kıyısında denize kavuşur. karşılamak amacıyla Grek harfleriyle
Son derecede harap durumda olduk­ Türkçe kitap ve gazete yayımlanması 19.
larından, ancak birçok yerlerde sadece yy'ın ikinci yarısından sonra hız kazan­
temel işleri kalan Anastasios Surundan mıştır. "Karamanlı" denilen ya da kendi­
oldukça iyi korunmuş bir parça Arabacı lerini "Anadollu" (Anadolulu) olarak ni­
Kapısı denilen yerde görülmüştür. Bura­ teleyen bu topluluk Anadolu'nun çeşitli
da surun 30 m'lik kadar bir parçasının, yerlerinde ve İstanbul'da yaşamıştır.
yüksekliği 5 m'den fazla olarak ölçül­ Anatoli gazetesi 1865'e kadar Kara­
müştür. Kalınlığının ise 3,15 m olduğu manlıca, bu yıl içinde birkaç ay kadar
görülmüştür. Surun uzunluğu Feridun Hristoforos Samarcidis'in başyazarlığın­
Dirimtekin tarafından 52 km kadar he­ da Rumca olarak çıkmıştır. Daha sonra
saplanmıştır. Duvarlar küfeki taşlarmdan 1873'e kadar yalnızca Karamanlıca çı­
kaplanarak içleri moloz dolgu olarak ho- kan Anatoli gazetesine bu tarihte bir de
rasanharcı ile yapılmış olmalarına rağ­ Rumca bölüm eklenmiştir. 1874'te Rum­
men bazı yerlerde değişik teknik ve mal­ ca bölüm Mikra Asta adıyla ayn bir ga­
zeme kullanılmış olması, geç dönemler­ zete haline getirilmişse de bir yıl sonra
de yapılan tamirlerin işaretleri olarak ka­ kapanmıştır. 1877'de Rumca bölüm ye­
bul edilir. Schuchhardt'ın 1898'de yaptığı niden konulmuştur. 10 yıl boyunca iki Kadri Raşit Anday
incelemeler sırasında varlıkları tespit edi­ dilde yayımlanan gazetenin Karamanlı­ Suratı Yıldırım koleksiyonu
len Karanlık Ayazma ile Çilingirtepe ara­ ca bölümünde siyasi haber ve makale­
sındaki on kadar yarım yuvarlak burçtan ler, Rumca bölümünde ise kilise haber­
da bir şey kalmamıştır. tir. Aynı yıl bu okulda fahri olarak ço­
leri ve dini makaleler yayımlanıyordu.
cuk hastalıkları polikliniği dersi verme­
Anastasios Surunda devamlı savaşçı Rumca bölümün başyazarlığını Manuel
ye başlamıştır. 1905'te Hamidiye Etfal
bulundurmak mümkün olmadığı için, Gedeon yapmıştır.
Hastanesi dahiliye kliniği şefliğine nak­
duvarların gerisinde, kışlalar veya ordu­ Anatoli gazetesinin matbaası yalnız­ ledilmiştir. Burada hem hastanenin ge­
gâhlar yapılmıştı. Bunlardan Karacaköy ca gazete basımıyla değil. Karamanlıca lişmesi için çalışmış hem de pek çok
yakınındaki, 250x300 m ölçüsündedir. kitap basım ve yayımıyla da uğraşmıştır. çocuk' hastalıkları uzmanı yetiştirmiştir.
Surların geçit yerlerinin ise 31x57 m ve­ Gazete, başyazarının ölümü üzerine 1917'de yeniden Tıp Fakültesi Seririyat-ı
ya 31x59 m ölçülerinde dikdörtgen biçi­ 1920'li yıllara kadar oğlu Hristos Misaili­ Etfal (Çocuk Kliniği) müderrisliğine ge­
minde kapı tahkimatlarına sahip olduk­ dis tarafından devam ettirilmiştir. tirilmiş, 1933 üniversite reformunda
ları tespit olunmuştur. Böylece, dışarıdan Bibi. M. Gedeon. Aposimiomata Hronograjiı emekli edilmiştir. 1933-1945 yıllan ara­
içeriye ancak bu dikdörtgen küçük avlu­ 1800-1913, Atina. 1932: T. Kut. Temaşa-i sında Beyoğlu Belediye Hastanesi'nin
dan geçilerek girilebiliyordu. Benzeri sis­ Dünya ve Cefakâr u Cefakeş Yazarı Evange­
çocuk kliniğinde hekimlik yapmıştır.
tem 6. yy'da Bizanslıların Kuzey Afri­ linos Misailidis Efendi". TT. S. 48 (Aralık
1988), s. 22-26; R. Anhegger, "Evangelinos Anday'ın çocuk kliniğinde görevlen­
ka'da yaptıkları küçük kalelerde de gö­ Misailidis ve Türkçe Konuşan Dindaşları". I- dirildiği 1917'den önce sütçocuklarına
rülmüştür. Halk tarafından bu, köşelerin­ H, TT, S. 50, 51 (Şubat, Mart 1988), ~s. 9-12. kadın-doğum mütehassısları bakıyordu.
de kuleler olduğu anlaşılan kapı tahki­ 47-49; E. Misailidis, Seyreyle Dünyayı (Tema­ Diğer yaş gruplarındaki çocukları ise
matlarına "bedesten" adı verilir. 1898'de şa-i Dünya ve Cefakâr ıı Cefakeş), haz. R.
Anhegger-V. Günyol, İst.. 1988 (2. bas.), s. dahiliye uzmanları tedavi etmekteydi.
mükemmel durumda olan kapı istihkâm­
643-664. Anday, çocuk hastalıkları üzerinde yap­
ları sonraları yok edilmiştir. Anastasios
İSTANBUL tığı araştırmaları yayımlayarak, çocuk
Suru'nun Silivri yakınındaki güney ucu
hastalıklarını ayrı bir uzmanlık dalı ola­
daha 1898'de görülmez durumdaydı.
ANDAY, KADRİ RAŞİT rak tanıtmıştır. Besim Ömer Akalın(->)
Nispeten belirli olan kuzey bölümü de
ile birlikte ailelerin çocuğa önem ver­
çevredeki köylüler tarafından taşlarından (1875, İstanbul -1949, İstanbul) Çocuk melerinde etkili olmuştur. Türkiye'de
faydalanmak için tahrip edilmiş, 1990'da, hekimi. Eczacı Mirliva Mehmed Raşid ilk çağdaş ç o c u k hastalıkları kliniği
duvarın Karadeniz'e kavuşan ucu da bir Paşa'mn oğludur. İlköğrenimini Beya­ onun tarafından kurulmuştur, çocuk
müteahhit tarafından sökülmüştür. zıt'taki Simkeşhane Mektebinde yaptık­ hastalıkları dalının da öncüsüdür.
Bibi. C. Schuchhardt, "Die Anastasiusmauer tan sonra Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi
Anday, İstanbul'da m u a y e n e h a n e
bei Constantinopel und die Dobrudschawäl- ve Kuleli'deki Askeri Tıbbiye İdadi­
açan ilk hekimlerdendir. Eskiden İstan­
le", Jahrbuch des Archäologischen Institut, sinden mezun olup Mekteb-i Tıbbiye-i
bul'da hekimler, hastalarını ya bir ecza­
XVI (1901), s. 107-127; ay, Aus Leben und Şahane'ye (Askeri Tıbbiye) girdi. Üçün­
Arbeit, Berlin, 1944, s. 210-216; F. Dirimte­ nede ya da eczanenin üstündeki bir
cü sınıf öğrencisiyken 1894'te kaçarak
kin, "Anasthase Surları", Belleten, XII/45, odada muayene ederlerdi. İstanbul'da
Paris'e gitti ve tıp fakültesine kaydoldu.
( 1 9 4 8 ) , s. 1-10, lev. I-X; ay, "Le mura di kendi adına ilk muayenehaneyi Cemil
Anastasio I", Palladio (yeni seri), V (1955), s. Paris'te kaldığı yıllarda muntazaman ün­
Topuzlu(->) açmış, onu Besim Ömer
80-87; R. M. Harrison, "The Lorig Wall in lü fizyoloji bilgini Charles Richet'nin la-
Akalın ve Kadri Raşit Anday izlemiştir.
Thrace", Archaeologia Aeliana, XLVII (1969), boratuvarına devam etmiş ve ayrıca
s. 33-38; ay, "Trakya'da Uzun Duvar", Türk Prof. Grancher, Marfan ve Nobecourt'- Bibi. Gövsa, Türk Meşhurları, 202; K. R. An­
Arkeoloji Dergisi, XVIII/1 (1969), s. 77-83. day, Hatıralar, İst., 1947; F. Erden; Türk He­
un çocuk hastalıkları kliniklerinde ihti­
SEMAVÎ EYİCE kimleri Biyografisi, İst., 1948, s. 17-18; N.
sas yapmıştır. 1900'de pekiyi derece ile Onur, "Kadri Rasit Paşa, Hüseyin Kenan Tu-
diploma almış ve 1901'de İstanbul'a rakan". Pratik Doktor, c. 19 (1949). s. 13; İ.
ANATOIİ dönmüştür. H. Alantar, "Prof. Kadri Raşit Anday", İstan­
Evangelinos Misailidis (1820-1890) tara­ Anday İstanbul'a döndükten sonra bul Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası, c.
12 (1949), s. 47-49; M. O. Uzman, "Kadri Ra-
fından İstanbul'da yayımlanan Karaman­ Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye'de (Sivil sid Paşa". İstanbul Seıiriyatı, c. 31 (1949), s.
lıca (Grek harfleriyle Türkçe) gazete. Tıbbiye) açık bulunan fizyoloji dersi 3-5.
Kulalı bir ailenin çocuğu olan Evan­ muallimliğine (profesör) tayin edilmiş- NURAN YILDIRIM
267 ANDREA HANI

AND AY, MELİH CEVDET Cumhuriyet modasıyla içli dışlı, bir İs­
tanbul hanımefendisi görünümündedir.
(1915, İstanbul) Şair, romancı, deneme­
Hiç çalışmadan, üretmeden yaşamak is­
ci ve oyun yazarı. Ankara Gazi Lisesi'ni
teyen bu imparatorluk çocukları ve on­
bitirdi, 1940'larda Belçika'da kaldı, savaş
ların yetiştirdiği kuşak, bir yandan da,
çıkınca yurda döndü. Ankara'da Milli
bugünkü hayatımızda yeri kalmamış eli-
Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü'nde
açıklığı, ikramseverliği, hatta dalkavuk
çalıştı; istanbul Belediye Konservatuva-
beslemeyi sürdürmek isterler. Yakın
rı'ndaki öğretmenlik görevinden emekli
geçmişte yaşadıkları zaman, şimdi bir­
oldu. Anday, Orhan Veli ve Oktay Rı­
denbire "tarih" olmuş; onlar da bu tarihi
fat'la birlikte, Yeni Şiir'in (Garip Şiiri)
çözemez duruma gelmişlerdir. Romanın
başlıca temsilcilerindendi. Şiirlerini Ga­
kişilerinden biri şöyle der: "Birinci Dün­
rip (Orhan Veli ve Oktay Rifat'la birlikte,
ya Savaşı'na neden girdiğimizi Talât Pa­
1941), Rahatı Kaçan Ağaç (1946), Telg­
şa bilmiyor, Cemal Paşa bilmiyor. Enver
rafhane (1952), Yanyana (1956), Kolları
Paşa bilmiyor. Peki kim biliyor? Bilen
Bağlı Odysseus (1963), Göçebe Denizin
yok." Acı tatlı bir ironi diliyle yazılmış
Üstünde ( 1 9 7 0 ) , Teknenin Ölümü
bu güçlü roman, kültür gömleği değişti­
(1975), Ölümsüzlük Ardında Gılgamış
ren İstanbul'un öz çocuklarını tanımak
(1981), Tanıdık Dünya (1984), Güneşte
açısından bir kaynak niteliğindedir.
( 1 9 8 9 ) kitaplarında topladı. Aylaklar
(1965), Gizli Emir (1970), İsa 'nm Gün­ SELİM İLERİ
cesi (1974) önemli üç romanıdır. 1987-
1989 arası iki ciltte derlenen toplu oyun­ ANDELİB
larından İçerdekiler (1965), Mikado'nun bak. FAİK ESAD
Çöpleri (1967) istanbul sahnelerinde bü­
yük ilgi devşirmişti. Doğu-Batı ( 1 9 6 i ) , ANDREA HANI
Konuşarak (1964), Yeni Tanrılar (1974), Cağaloğlu'ndaki eski bir İstanbul evinin
K a r a k ö y - T o p h a n e arasında, Galata
Paris Yazıları (1982), Yiten Söz (1992) merdivenlerinde Melih Cevdet Anday.
İsa Çelik Mumhane Caddesi üzerinde bulunan 63
bazı deneme kitaplarıdır. Akan Zaman numaralı binadır. Hanın yan cephesi
Duran Zaman l'de (1984) anılarını, ye­ Karatavuk Sokağı'na, arka cephesi Hoca
tişme ve gençlik yıllarını dile getirdi. Tahsin Sokağına bakmaktadır. Binanın
Melih Cevdet, Aylaklar romanında
Bellekte iz bırakan şiirlerinden "Fo­ konak ve köşk hayatının, sonunda ille tek girişi, Galata Mumhane Caddesi
toğraf (Rahatı Kaçan Ağaç) Dört kişi apartmana geçecek son temsilcilerini, üzerinde bulunur.
parkta çektirmişiz / Ben, Oktay, Orhan, edebiyatımızda örneğine az rastlanılır Yapım tarihi kesin olarak bilinme­
bir de Şinasi.. dizeleriyle başlıyor; İstan­ bir başarıyla dile getirmiştir. II. Abdülha- mekle beraber, 1880'lerde Rusya'dan
bul'un ve yurdun dört bir yanının o ün­ mid'in eczacıbaşılarından Şükrü Paşa'nın hac görevi için Kudüs ve Aynaroz'a gi­
lü parklarda hatıra fotoğraflarına şiirle Erenköyü'ndeki bu konağı "artık çök­ den Ortodoksların İstanbul'da konakla­
sesleniyordu. "Boğaziçi'nde Ayın On- meye yüz tutmuş, üç katlı" bir yapıdır. maları amacıyla yapılmıştır. Bina, Ayna-
dördü" (Telgrafhane) Boğaziçi pitoreski­ İç süslemesini bir zamanlar bir İtalyan roz'daki üç manastırdan biri olan Aya
ne alışılagelmiş şiirsel söyleyişin çok dı­ sanatçı yapmış: eşyaları da İtalya'dan Andrea'ya bağlı olması dolayısıyla bu
şında yaklaşır. Bu şiirde Boğaziçi yine getirtilmiştir. Ne var ki "dam saçakları adı almıştır.
bir eğlenceler, güzellikler beşiğidir ama, sarkmış, pancurlarm çoğu kırık, bağdadi I. Dünya Savaşı'na kadar hacı aday­
sosyal endişeler açısından ne ölçüde bi­ yer yer kopmuş. dökülmüş"tür. Kapıları larının konakladıkları binanın malzeme­
linçsiz yaşandığına da işaret etmektedir. kapanmaz olmuştur. Koltukların, kane­ lerinin bir kısmının, Rusya'da açılan ba­
Art arda sıralanan çalgı adları birdenbire pelerin değerli kumaşı çoktan yırtılmış, ğış kampanyası ile getirtildiği söylen­
bir musiki faslını söyler: Nazlı nazlı, perdeler lime lime olmuştur. Üç kuşağı mektedir. 1917 Ekim Devrimi'nden son­
aheste beste... Derken zil zurna / Def ke­ barındırmış konakta, son fertler, eski, ra, ülkeden ayrılan çarlık yanlısı Beyaz
man dümbelek çiftenağra... Herkes Bo­ varlıklı günleri hâlâ sürdürme peşinde­ Ruslar bir süre burada ikamet etmişler,
ğaziçi'nde mehtap eğlentisine karışmış­ dirler. Mesela Şükrü Paşa'nın kızı Leman daha sonra Avrupa ve Amerika'ya geç­
tır: "Sonunda fakir zengin bir arada". Hanım, krem rengi, çiçekli hasır şapka­ mişlerdir, istanbul'da kalanlar ise, daha
Ayışığmda sırlı güzellikler sunan Göksu sı, "şanel biçimi, kırmızı harçla süslü, çok Beyoğlu bölgesine yerleşmişlerdir.
testileri, balık ağları, alamanalar geçişir; parlak Fransız keteninden, lâcivert tay-
1950'lere kadar binanın idaresi keşiş­
bir yanda yalılar, sahilsaraylar, ötede ba­ yörüyle" imparatorluğun kılıç artığı,
lerin elindeydi. Bu dönemde keşişlerin
lıkçı köyleri... Bazı yalıların "Hürriyefte Aynaroz'a dönmeleri veya ölüm nede­
beli bükülmüştür, bazılarıysa yine o dö­ niyle, bina bir süre idaresiz kaldı. 1954'-
nemde yapılmıştır. Sonra günün özüm- te Galata bölgesindeki üç kiliseden -
senmemiş mimarisi beliriverir: Bir yan­ Ş İ N A N A Y
Panteleymon, Andrea, Elia- üçer kişilik
da betonarme kübik yalılar / Betonarme heyetlerin P. A. E. Fukaraperver Cemi-
Ada vapuru yandan çarklı
kübik yalıların salonlarında/Mor kadi­ yeti'ni kurmaları ile bina, cemiyetin ida­
Bayraklar donanmış cafcaflı
fe yastık üstüne çiğ beyaz / Yağlı boya resi altına girdi.
Simitçi kahveci gazozcu
hülyalı bir mehtap. Nihayet bu yalılar,
Şinanay da şinanay "L" biçiminde bir plana sahip olan
âdeta bir bostancıbaşı defteri söylemiy­
Müsülmanı yahudisi urumu yapı kagirdir. Üç katlı inşa edilen han,
le, küçük bir geçit törenine çıkartılır; şiir
İsporcusu ihtiyarı veremi cephede kesme taş ve tuğla malzeme
acı bir alayla sona erer. "Şinanay" (Telg­
Kiminin saçı uçar, kiminin eteği birlikteliği ile oluşturulmuştur. Girişi ta­
rafhane) ise ada vapurlarını şenlikli ses­
Şinanay da şinanay mamen kesme taş malzeme ile meyda­
lenişle saptar. O yandan çarklı vapurlar
Estirir de Ada yeli estirir na getirilmiştir. Üst kat cepheleri ise
cafcaflı bayraklarla İstanbul'dan Ada-
Seni sevindirir beni küstürür tuğla örgülüdür. Cephenin simetri ekse­
lar'a, "Müsülmanı yahudisi urumu", koz­
ninde orta bölüm ve köşeler kesme taş
mopolit bir kalabalığı taşımakta; yeller Lüküs kamarada kimler oturur
ile öne çıkarılmıştır.
esmekte, hanımların saçları, etekleri Şinanay da şinanay
uçuşmakta; Adalar yazlara özgü sevinç­ Melih Cevdet Anday Sütunlu giriş kapısının iki yanında ve
lerden bir hatıra olup kalmaktadır... diğer cephelerde dükkânlar bulunmak­
tadır. Bu dükkânlar, binaya ve Ayna-
ANDREAS, APOSTÓLOS 268

Öte yandan, Roma kilisesinin üstünlük


iddiaları, Aziz Petros tarafından kurul­
muş olması nedeniyle, İsa'nın havarile­
rine devrettiği tüm güç ve otoritenin
doğrudan doğruya Petrosün halefleri­
ne, yani papalara da geçtiği fikrine da­
yanıyordu. Dolayısıyla, Roma'nın üstün­
lüğüne meydan okuyarak eşitlik arayan
Bizans kilisesinde, bu iddiaları haklı çı­
karmak için, Konstantinopolis'e ilişkin
bir havari geleneği yaratmak ihtiyacı
hasıl oldu. 9. ve sonraki yüzyıllarda da­
ha da geliştirilen Andreas efsanesi, 12.
yy ortalarında din adamı Neilos Doxo-
patres tarafından Konstantinopolis'in
Roma'dan da üstün olduğunu kanıtla­
mak için kullanılmıştır. Ancak Konstan­
tinopolis ve Roma kiliselerinin arasında­
ki rekabette sıkça başvurulduğu görü­
len Andreas efsanesi, Bizans halkı ara­
sında pek yaygınlaşmamıştır.
Bibi. F. Dvornik, The Idea of Apostolocity in
Byzantium and the Legend of the Apostte
Andrew. Cambridge, Mass., 1958; E. C. Sutt-
ner. "Der hi. Andreas und das ökumenische
Patriarchat". Der christliche Osten. S. 38,
1983. s. 121-129.

NEVRA NECİPOĞLU

ANDREOMENOS, NİKOIAİ
(1850. lstanbul-27 Ocak 1929, İstan­
bul) Fotoğrafçı. 11 yaşındayken Abdul­
lah Biraderlerin Beyazıt'ta Rabach'tan
devraldıkları, bugünkü İstanbul Üniver-
sitesi'nin yakınındaki stüdyoda çırak
olarak çalışmaya başladı. Mesleği iyice
öğrendikten sonra 1867'de stüdyoyu
Andrea Abdullah Biraderler'den(->) satın aldı.
Hanının 30 yıla yakın bir zaman burada çalışan
giriş cephesi. Andreomenos. daha sonra fotoğrafçılı­
Nazını Tiınuroğlıı. ğın merkezi haline gelen Pera'da (Be­
1993 yoğlu) bir şube açtı. Pera'daki stüdyoyu
merkez. Beyrazıt'takini ise şube durumu­
roz'daki Aya Andrea Manastırına gelir Andreas. Roma kilisesinin kumcuları na getirdi. Yavaş yavaş işi azalan Beya­
sağlamak üzere yapılmışlardır. olarak bilinen havarilerden Petros ve zıt'taki stüdyo daha sonra kapatıldı.
Orta bölüm, birinci katta üçgen alın­ Pavlos'dan ilkinin kardeşiydi ve aynı 1890'larda 27x33 boyutundaki makine­
lık, ikinci katta yuvarlak k e m e r ve zamanda Petros gibi balıkçıydı. Hakkın­ siyle İstanbul sokaklarının büyük bir ti­
üçüncü katta düz bir pencere ile ta­ daki en eski öykülerde, yaşadığı devir­ tizlikle fotoğraflarını çekti.
mamlanırken, diğer pencereler kemerli­ de henüz Byzantion adıyla anılan Kons­
dir. İlk iki katta, kilittaşı yerini barok tantinopolis kentiyle herhangi bir alaka­ Andreomenos saraya girmeyi başa­
kartuşlara bırakmıştır. Pencere kenarla­ sı görülmemekle birlikte, Tours'lu Gre­ ran fotoğrafçılardandır. VI. Mehmed'in
rında ise, "S" motifleri bulunur. Aynı gory onun çeşitli misyonerlik gezileri sı­ (Vahideddin) veliahtlığı sırasında ona
pencere eteklerinin köşelerinde, triglif rasında bu kenti de ziyaret ettiğine de­ fotoğraf dersleri verdi ve Vahideddin
(üçüz yiv) motifli konsollar ile cephe ğinir. Ancak ilk defa 7. yy'da. Andre-
hareketlendirilmiştir. as'm Stachys isimli efsanevi bir kişiyi
Kat araları, zincir daire motifli yatay Konstantinopolis'e kentin birinci pisko­
dikdörtgen bloklar ile öne çıkarılmıştır. posu olarak atadığı ve dolayısıyla ilerde
Bina, cephe boyunca devam eden bir patriklik olan Konstantinopolis pisko­
saçakla sonlandınlmıştır. posluğunun kuruculuğunu yaptığı ileri
Giriş cephesinin gerisinde yer alan ve sürülür.
çekme kat-teras olarak düzenlenmiş kat­ Efsanenin ortaya çıkışının nedenleri
ta, Aya Andrea Kilisesi bulunmaktadır. bu devirde Konstantinopolis ve Roma
Bu katta, kilise girişinde duvar resimleri­ kiliseleri arasında giderek yoğunlaşma­
ne de rastlanır. İkametgâh olarak kulla­ ya yüz tutan rekabette aranmalıdır. 6 ve
nılan odaların sayısı yetmiş kadardır. 7. yy'larda "ökumenik patrik" unvanını
BANU KUTUN kullanmaya başlayan Konstantinopolis
piskoposları böylelikle Roma kilisesinin
ANDREAS, APOSTÓLOS (AYİOS) o güne dek savunduğu ve Hıristiyanlık
Bizans devrinde ortaya çıkan söylencele­ âleminin beş ana kilisesi (Roma, Kons­
re göre Konstantinopolis piskoposluğu­ tantinopolis, İskenderiye. Antakya, Ku­
nun kurucusu; İsa'nın on iki havarisin­ düs) arasında Roma'ya en üstün mev-
den biri; aziz. Yortu günü 30 Kasımdır. kiyi tanıyan prensibe karşı geliyorlardı.
269 ANEMAS ZİNDANI VE KULESİ

asıllıdır. Girit Adası Arap idaresinde bu­


lunduğu sırada, buranın son idarecisi ve
kumandanı, Kandiya'yı uzun süre savu­
nan Abdülaziz el-Kuturbî nihayet
961'de buranın düşmesi üzerine esir
olarak Byzantion'a getirilmiş ve burada
Hıristiyanlığı kabul ederek yerleşmiştir.
Güzel bir malikânesi olan bu eski Müs­
lüman emirinin oğulları, Bizans ordusu­
nun gözde kumandanları olmuştur. Ab-
dülaziz'in bir oğlu Anemas 972'de Do-
ristolon (Silistre) Savaşı'nda ölmüştür.
Bizans ordusunda yüksek rütbeli bir
asker olan Mihael Anemas ise bilinme­
yen bir sebepten İmparator I. Aleksios
Komnenosü (hd 1081-1118) devirmek
isteyen bir komploya bulaşarak, 1107'de
diğer üç kardeşi ve ileri mevkilerdeki
diğer bazı kişilerle, İoannes Salomón
adında bir kişinin ihbarı üzerine yaka­
lanmış ve ağır hakaretlerle halkın ara­
sında dolaştırıldıktan sonra gözlerine
mil çekme cezasına mahkûm edilmiştir.
Aleksiosün kızı Anna Komnena, neden­
se Anemas'a özel bir ilgi duymuş ve son
Nikolai Andreomenosün Şişli Rum Ortodoks Mezarlığındaki mezar taşı üzerinde eşiyle anda, onun kör edilmesini engelleyerek,
birlikte kendi portresinin bulunduğu aile mezarı. bir kuleye hapsedilmesini sağlamıştır.
Engin Çizgen koleksiyonu
Babasının hayatını yazan Anna, aynı
zindana kapatılan Trabzon Dukası Gre­
gorios Taromites'ten bahsederken bu
Efendi'nin övgüsü üzerine II. Abdülha- gözlemlerine dayanan Essai sur le Bos-
hapishanenin, surların bir kulesi oldu­
mid tarafından iki nişanla ödüllendirildi. phore et la partie du delta de la Thrace
ğunu ve Blahernai Sarayı(->) yanında
1903'te Paris'te açılan bir sergiye dört (Paris, 1818-1819) ve Constantinople et
bulunduğunu belirtir. O vakte kadar
İstanbul manzarası ile katılarak, bu ser­ le Bosphore de Thrace (Paris, 1828) adlı
alelade bir kule olan bu yerin ancak
giden bir madalya aldı. Ölümünden iki kitap yayımladı. İkinci kitap bir me­
Anemas'ın buraya kapatılması ile hapis­
sonra oğlu Tanaş Andreomenos Beyoğ- tin cildi ile bir atlastan oluşur. Özellikle
haneye dönüştüğüne de yine Anna işa­
lu'ndaki stüdyoda çalışmalarına devam yapıların tekniğine ilgi gösteren Andre­
ret eder. Böylece kulenin, surların bir
etti. 1930'da stüdyonun adı Saray olarak ossy, İstanbul'un suyollarına, kemerlere
burcu ve Blahernai Sarayının komşusu
değiştirildi. 1980'li yılların sonuna doğnı ve bentlere önem verir. Ama dönemin
olduğu anlaşılır.
Tanaş Andreomenos Atina'ya göçtüğün­ pek çok yazarı gibi bunların büyük bö­
den, stüdyo kapandı. lümünün Bizans eseri olduğuna inanır. Bir ayaklanmada tahtını kaybeden I.
Andronikos (hd 1183-1185) korkunç iş­
ENGİN ÇİZGEN STEFANOS YERASİMOS
kencelerle öldürülmeden önce kısa süre
burada hapis tutulmuştur. İmparator II.
ANDREOSSY, ANTOINE ANEMAS ZİNDANI VE KULESİ İsaakios Angelos ise (hd 1185-1195)
FRANÇOIS Anemas Zindanı olarak adlandırılan Blahernai Sarayı'na bitişik olarak 1186-
(6 Mart 176), Marsilya - 10 Eylül 1828, mahzenler, İstanbul'un kara tarafı surla­ 1187 yıllarında bir kule yaptırmış ancak
Paris) Fransız elçi ve gezgin. 17. yy'ın rının bitişiğinde Eğrikapı yakınında bu­ 1195'te kardeşi tarafından tahttan düşü­
başında İtalya'nın Lucca k e n t i n d e n lunmaktadır. Mahzenler. İvaz Efendi Ca- rülerek, gözlerine mil çekildiğinde, bu­
Fransa'nın güneyine göç etmiş soylu bir mii'nin(-») bulunduğu burçtan başlaya­ raya veya Anemas Kulesine hapsedil­
ailenin çocuğuydu. 1781'de Metz'deki rak, Halic'e doğru inerler. miştir. Oğlu genç Aleksios kaçarak, ba­
topçu okulunu bitirdi. 1798'de Napole- Zindana adını veren Anemas. Arap tıda yeni bir Haçlı seferine hazırlanan
on Bonaparte'm Mısır seferine katıldı ve
Fransızların Kahire'de kurdukları ensti­
tünün matematik bölümünün başına
getirildi. Fransa'ya Napoleonün kurmay
başkanı olarak dönen Andreossy bir sü­
re sonra g e n e r a l l i ğ e yükseldi ve
1802'de Londra elçiliğine atandı. 1803-
1808 arasında Viyana'da elçilik yaptı. 26
Mayıs 1812'de de Fransa'nın İstanbul el­
çiliğine getirildi. Görevi Napoleonün
Rusya seferi boyunca Osmanlı Devle-
ti'nin Fransa'ya karşı bir ittifaka girmesi­
ni önlemekti. Bu görevini başarıyla ye­
rine getirdi ama Napoleonün yenilgisi
ve iktidardan uzaklaştırılması üzerine 13
Ağustos 1814'te elçilikten alındı.
Andreossy İstanbul'da bulunduğu
sürede İstanbul Boğazı'nın haritasını çı­
kardı ve kentteki su tesisleriyle yakın­ Anemas Zindanının plato olarak kullanıldığı bir filmden iki sahne. Ertem Eğilmez, "Senede
dan ilgilendi. Fransa'ya döndükten son­ Bir Gün". 1965.
Gökhan Akçura Arşivi
ra İstanbul ve çevresiyle ilgili daha çok
ANEMAS ZİNDANI VE KULESİ 2 70

danları denilen yapıların üstlerinin bir


teras halinde olduğu ve burada çok sa­
yıda servi ağacının dikili bulunduğu dik­
kati çeker. İstanbul'un her taşını Bizans
tarihinin olaylarına, romantik bir tutum­
la bağlayan A. G. Paspatis, Anemas Zin­
danı ve Kulesi hakkında ilk yayını yap­
mış (1877); sonra A. van Millingen, sur­
lara dair kitabında bu kalıntıları plan ve
fotoğrafları ile tanıtmıştır. A. M. Schne­
ider ile B. Meyer-Plath, kara tarafı surları
hakkındaki büyük kitaplarında burayı
incelemişler ve tam olmayan yeni bir de
planını yayımlamışlardır. Bu satırların
yazarı da İ 9 4 6 ' d a Anemas Zindam'nda
inceleme yapmıştır. Son yıllarda M. W.
Carlson adında bir öğretmen de burada
bazı araştırmalar sonunda planlara geç­
memiş bir dehliz bulmuştur.
Blahernai Sarayı'na ait oldukları an­
laşılan mahzenler ve kuleler genişçe bir
kompleks oluşturur. Üstünde 16. yy
sonlarında inşa edilen İvaz Efendi Ca-
mii'nin bulunduğu terasın önünde bulu­
nan bitişik kulelerden birine Anemas,
diğerine İsaakios Angelos Kulesi denilir.
Gerçekten bu kulelerden bir tanesi üze­
rinde İmparator II. İsaakios Angelosün
adını ve B i z a n s takviminin 6 6 9 5
(1186/87) tarihini veren mermer bir ki­
tabe vardır. Bunun aslında yanındaki
kulede iken, sonra şimdiki yerine ko­
nulduğu yolundaki iddiaya inanmak
zordur. Kulelerin içlerinde aşağıdan yu­
karıya bağlantıyı sağlayan rampalar bu­
lunduktan başka, kulelerin üst katları­
nın ikamete uygun biçimde oldukları,
bilhassa bir kuledeki kemerli pencerele­
rin varlığından ve dışarıda dizi halinde
duvara saplanarak bir balkona temel
teşkil eden mermer sütun gövdelerin­
den anlaşılır. Birine sağlam bir dayanağı
olmaksızın Anemas, diğerine kitabe se­
bebiyle Angelos Kulesi denilen bu iki
burcun temelleri geç bir dönemde taş­
tan çok kalın bir kılıf içine alınarak tak­
Anemas Zindanı denilen Blahernai Surları bölgesinin planı.
Wolfgagng Müller-Weiner. Bildlexikon zur Topographie Istanbuls. Verlag Ernst Wasmuth. Tübingen. 1977
viye edilmişlerdir. Bunun Türk dönemi­
Alman Arkeoloji Enstitüsü ne ait olduğunu kabul eden hipotez de
pek inandırıcı değildir. Ancak tek ihti­
mal, üstte İvaz Efendi Camii inşa edilir­
şövalyeleri babasını yeniden tahta çıkar­ ayaklanma düzenlediklerinde yakalan­ ken böyle bir takviye gereği duyulmuş
maya ikna etmiş ve Bizans'a gelen Haç­ mışlar ve Andronikos, Anemas Zinda­ olmasıdır. Kulelerden Haliç tarafında
lı ordusu 1203'te şehri işgal ederek, kör nına kapatılmıştır. Fakat 1376'da bura­ olanının içinde, üstü beşik tonozla örtü­
edilmiş İ s a a k i o s ü " B l a h e r n a i Sara- dan kaçarak, babası ve kardeşi Manuel'i lü bir bodrum vardır. Duvarları su ge­
yı'ndaki mahbesinden" kurtarmış, onu aynı yere hapsettinniştir. Ioannes yaban­ çirmez sıva ile kaplı olduğuna göre bu­
yeniden tahtına döndürmüştür. cıların yardımıyla buradan kurtularak rası son Bizans döneminde sarnıç hali­
Yüksek mevkilerde bulunanlara mah­ yeniden iktidarı ele geçirmiştir. ne getirilmiş ve tepesine açılan bir de­
sus bir çeşit devlet hapishanesi olan Istanbulün 1453'te kuşatılması sıra­ likten kova ile içinden su çekilmiştir.
Anemas Zindanı ve Kulesi, Latin işgali sında surların bu bölgesi Rumeli Beyler­ Bu çifte kulenin arkasında, kazematlı
126l'de bittikten sonra da bu işlevini beyi Karaca Bey'e karşı Manuel Palaiolo- eski bir sur duvarı önüne on dört bölüm
sürdürmüştür. 14. yy'da türlü entrikalar­ gos ile Venedikli Leonardo Langaso tara­ halinde bir altyapı veya bodrum eklen­
la Bizans devletinin en güçlü ve en zen­ fından müdafaa ediliyordu. Zorzi Dolfin miştir. Burası Blahernai Sarayı'nm bir
gin kişisi durumuna gelen Aleksios Apo- adında Batılı bir görgü tanığının bildirdi­ kısmının mahzeni ve hattâ zemin katı
kaukos, kendisine karşı olan pek çok ğine göre. herhalde Papa'nın sağladığı olup, zindan olarak kullanılmış olması
kişiyi zindana attırmış ve bunları görme­ para ile Katolikleri Ortodokslarla birleş­ ihtimal dışı değildir. Bu hücreli galeri
ye gittiğinde linç edilmek suretiyle öldü­ tirmeye gelen Kardinal İzidor, Anemand- daha eski bir sur duvarına bitişik olarak
rülmüştür. Bu olayın geçtiği yerin de ra adında bir kuleyi tamir ettirmiştir. Bu­ yapılmıştır. Bu bodrum iki kat halinde
Anemas Zindanı denilen mahzenler ol­ nun Anemas Kulesi olduğu sanılır. olup herhalde İstanbul'un kuşatılması
duğu kuvvetle muhtemeldir. İmparator Fetih'ten sonra Anemas Kulesi ve ya­ günlerinde, yukarı mazgallardan ok ata­
V. Ioannes Palaiologosün (1341-1391) nındaki mahzenin herhangi bir iş için bilmek için buraya ahşap bir kat yapıl­
oğlu Andronikos da I. Murad'ın oğlu kullanıldığı hususunda bir bilgi yoktur, mış, alt mazgallara ise bir insan boyu­
Savcı Bey ile 1374'te babalarına karşı bir Ancak eski bir gravürde, Anemas zin­ nun erişebilmesi için toprak konularak
271 ANGIOLELLO

t a b a n yükseltilmiştir. A h ş a p kirişlerin kelini dikmeyi düşündüğünü de söyler. man" İoannes Komnenos'a (bak. Aksu-
m u n t a z a m sıralı delikleri görülür. Üzer­ Bu yapının yüzlerini süsleyen dört bü­ hos Ailesi) yeterince destek vermediler.
leri b e ş i k tonozlarla örtülü olan hücrele­ yük bronz heykelin Teodosiusün geldi­ 1203 yılında Bizans başkentini kuşatan
rin ortasında u z a n a n kemerli galeri dört ği kent olan Dyrrhachium'dan getirildiği IV. Haçlı Seferi orduları karşısında kısa
kat halinde ise de, bunu a n c a k bazı yer­ Patria'da yazılmıştır. Rodoslu Konstanti- bir mücadeleden sonra şehri terk edip
l e r d e tespit m ü m k ü n d ü r . B u k a r a n l ı k nus İstanbul'daki yapı harikalarından kaçan III. Aleksios, Konstantinopolis'e
h ü c r e l e r y a l n ı z c a dış d u v a r d a k i d a r biri olan Anemodulionün I. Teodosius bir daha hiç geri dönmedi ve yaşamı
mazgallardan p e k az ışık ve hava alır. (hd 379-395) tarafından yaptırıldığını 1211 veya 1212'de İznik'te sona erdi.
Y a r ı m yüzyıl ö n c e s i n e kadar, bu es­ yazar. Anemodulion, Tauri Forumu ile Angelos Hanedanı'nın son hükümda­
rarlı ve ürperti v e r e n m a h z e n i ziyaret Artopoleia adlı fırıncılar çarşısı arasında, rı IV. Aleksios (hd 1203-1204), babası
e t m e k isteyenler, İvaz Efendi Camii herhalde Mese(-*) üzerinde ya da yakı­ II. İsaakiosün 1195'te tahttan uzaklaştı­
imamının yaktığı meşalelerle içeri gire­ nında bir yerde bulunuyordu. rılmasından az sonra Avrupa'ya kaçmış­
bilirlerdi. Sonraları buraya elektrik tesi­ DOĞAN KUBAN tı. IV. Aleksios babasının tahtı yeniden
satı konuldu ise de, burada barınan ge­ ele geçirmesi için Avrupa'da çeşitli giri­
nellikle esrar ç e k e n kişilerce bu hatlar ANGELOS HANEDANI şimlerde bulundu ve rv. Haçlı Seferi'nin
b i r k a ç defa söküldü. S o n yıllarda, Ane- Konstantinopolis üzerine yöneltilmesin­
Bizans İmparatorluğu'na 1185-1204 yıl­
mas Zindanı d e n i l e n t o n o z l u hücreler, de rol oynayan kişilerden biri oldu.
ları arasında hükmeden soylu aile. Aile­
tarihi filmler için plato olmuştur. Fatih 1203 yılında Haçlılar baba oğul Ange-
nin ismi, Türkçe karşılığı "melek" olan
Belediyesi de burayı temizleyerek turis­ losları Bizans tahtına yerleştirdilerse de
Grekçe sözcükten türemiş olabileceği
tik bir y e r haline getirme düşüncesinde­ Angeloslar Haçlılara verdikleri vaatleri
gibi, Amida'ya (Diyarbakır) bağlı bir yö­
dir. İstanbul arkeolojisine A n e m a s Zin­ yerine getiremediler. Bunun üzerine IV.
re adı olan Angel veya Agel'den de ge­
danları olarak g e ç e n bu ö n e m l i kalıntı­ Aleksios başkentte Haçlılara düşman
liyor olabilir. Ailenin kurucusu Filadel­
ların h e r ş e y d e n ö n c e eksiksiz ve doğru gruplarla işbirliği yapmaya başladı.
fia (Alaşehir) asıllı Konstantinos Ange-
plan ve r ö l ö v e s i n i n çıkarılması, b ü t ü n Bunların arasında kendinden sonra im­
los, belki çok yüksek bir sosyal sınıfa
dehlizlerin ve bağlantıların t e m i z l e n m e ­ parator olacak olan V. Aleksios Dukas
mensup olmamakla beraber, Bizans İm­
si ve çeşitli kısımlarının duvar teknikleri da vardı. V. A l e k s i o s 2 8 / 2 9 O c a k
paratoru I. Aleksios K o m n e n o s ' u n ( - > )
b a k ı m ı n d a n i n c e l e n e r e k , hangi d ö n e m ­ 1204'te önce IV. Aleksiosü saraydan
kızlarından Teodora (d. 1096) ile yaptı­
lere ait olduklarının m e y d a n a çıkarılma­ kaçmaya teşvik etti ve hemen ardından
ğı evlilik vasıtasıyla sülalesinin asaletini
sı gereklidir. da yakalattırıp boğdurttu. Yaşlı impara­
temin etti.
Bibi. Anonim (Patrik Konstantios), Constan- tor II. İsaakios ise, V. Aleksios'in müda­
Bu çiftin torunlarından biri, II. İsa-
tiniade, 1st., 1846, s. 13; A. G. Paspatis, halesine gerek bırakmadan, kısa bir sü­
akios Angelos (hd 1185-1195, 1203-
Byzantinai Meletai, İst., 1877, s. 32-33, 38; re önce doğal şekilde ölmüştü.
Millingen, Walls, 131-163; Ziya, İstanbul ve 1204), ailenin imparator olan ilk ferdi­
Boğaziçi, I, 257, II, 119; Schneider - Meyer, dir. Komnenos Hanedanının son ferdi Angelos Hanedanı böylece son bu­
Laundmauer II. s. 100, 143; J. B. Papadopu- I. Andronikosü bir ayaklanma sonucu lurken, Angelos ailesinin bazı fertleri
los, Les palais et les eglises des Blaquemes, tahttan indiren başkent ahalisi tarafın­ 1204 Latin istilasının ardından Konstan-
Selanik 1928, s. 80-82; S. Eyice, "Anemas dan 12 Eylül 1185'te imparator ilan tinopolis'ten Epir'e ve Selanik'e gidip
Zindanı ve Kulesi", İSTA, II, 853-859; Müller-
edildi (bak. Komnenos Hanedanı). Hü­ yerleşerek, orada Angelos Komnenos
Wiener, Bildlexikon, 301; M. W. Carlson,
"Söylenmemişin Şarkısını Söylemek: Biacher- kümdarlık dönemi zorluk, sıkıntı ve so­ Dukas adı alünda güçlerini sürdürdüler.
na Sarayı'nda Keşfedilen Yeni Bizans Mima­ runlarla dolu geçti. II. İsaakios sık sık Bibi. C. Brand, Byzantium Confronts the
risinin Kısa Raporu", Dragon. S. 3-4 (Mart- devlet memuriyetlerini satmak yoluna West, 1180-1204, Cambridge, Mass, 1968, s.
Mayıs 1991). s. 1. 6. başvurdu. İkinci evliliğinin düğün mas­ 69-157, 234-251; G. Ostrogorsky, Bizans, s.
SEMAVİ EYİCE raflarını karşılamak için toplattığı özel 371-386, 441, 459-460.
bir vergi halkın kızgınlığına neden ol­ NEVRA NECİPOĞLU
ANEMODULİON du. Frederik Babarossa komutasında
Bizans'tan geçen III. Haçlı Seferi ordu­ ANGIOLELLO, delli ANGIOLELLI
Üzerinde kadın b i ç i m i n d e bir rüzgârgü­
lü olan bu piramidal ya da piramidal bir ları (bak. Haçlı Seferleri) başkent ahali­ GIOVANNI MARIA
örtü ile kaplı kare planlı kule Tauri F o - sine korkulu günler yaşattı. Tüm zor­
(1451, Vicenza - 1524, ?) İtalyan yazar.
r u m u ( - 0 yakınında bir meydandaydı. luklara rağmen, II. İsaakios başkentte
13- yy'da Bologna'dan Vicenza'ya göç
Kedrenus'a göre 5. yy'da yapılmıştı. çeşitli imar faaliyetlerinde bulundu: Bü­
eden önemli bir ailenin çocuğudur. 17
"Rüzgârın h i z m e t i n d e " a n l a m ı n a g e l e n yük Saray(->) ve Blahernai Sarayı'na(->)
yaşma gelince, ağabeyi Francesco ile
adıyla kentin ilgi ç e k e n yapılarından bi­ hamamlar ve yeni daireler ekletti; Mar­
birlikte Venedik yönetiminde olan Neg-
riydi. Bu tür yapıların en ünlü ö r n e ğ i mara Denizi üstünde suni adalar inşa
reponte'nin (Eğriboz, bugünkü Halkis)
Atina'da MÖ 1. yy'a tarihlenen Rüzgâr ettirdi. Fakat aynı zamanda Büyük Sa­
savunmasına katılır. Kent 2 Temmuz
Kulesi'dir. S e k i z g e n planlı k ü ç ü k bir ray'ın içindeki Genikon isimli hazine
1470'te Osmanlılar tarafından alınınca,
kulesel yapı olan Atina'daki yapının binası ve Manganai Manastırı'm teme­
esir düştü. 5 Eylül'de İstanbul'a getirilen
c e p h e l e r i n d e de A n e m o d u l i o n ' d a k i gibi linden yıktırıp, Nea Ekklesia'yı da(->)
Angiolello 1472'de II. Mehmed'in (Fa­
çeşitli a l e g o r i k k a b a r t m a l a r vardı. 1 3 . talan ettirdi.
tih) ikinci oğlu Şehzade Mustafa'nın
yy'da Niketas Honiates, Anemoduli- 1195'te, II. İsaakios ağabeyi III. Alek­ hizmetine verildi ve 1473'te Otlukbeli
o n ü n kentin diğer semtlerindeki b ü y ü k sios tarafından bir darbeyle tahttan indi­ Savaşı'na katıldı. 1474'te Mustafa'nın
sütunlar k a d a r y ü k s e k v e b r o n z kaplı rildi, gözleri kör edildi ve hapse kapatıl­ ölümünden sonra sarayda içoğlanlığa
o l d u ğ u n u , ü z e r i n d e kuşları, çiftçileri, dı. 1203-1204'te oğluyla birlikte tahtı alındı ve hazinedar oldu. Bu sıfatla pa­
k o y u n ve kuzuları, kimisi ağlara takıl­ tekrar ele geçiren II. İsaakios, artık kör, dişahın yanında 1476 Boğdan ve 1476-
mış, kimisi ağdan kurtulup d e n i z e dö­ yaşlı ve bunamaya yüz tutmuş bir impa­ 1477 Bosna seferlerine katıldı. II. Meh­
n e n balıkları, birbirleriyle güreşen, bir­ ratordu. m e d ' i n ( F a t i h ) ö l ü m ü n d e ( 3 Mayıs
birlerine elmalar atan çıplak Erosları 1481) yanında bulunuyordu.
III. Aleksios Angelosün (hd 1195-
tasvir e d e n b e z e m e l e r b u l u n d u ğ u n u ya­
1203) zayıf idaresi altında ise Bizans Angiolello, II. Bayezid'e hizmet et­
zar. Piramidal bir çatı ve en hafif bir
devleti daha büyük çöküntüye uğradı. meyi de sürdürdü, büyük bir olasılıkla,
rüzgârla d ö n e n bir kadın heykeliyle bi­
Konstantinopolis ahalisi zaman zaman padişah tarafından Tebriz'e, Uzun Ha-
ten anıtın Haçlılar tarafından eritildiğini
imparator aleyhtarı gösteriler ve ufak san'ın yanma gönderildi. Ama bu gö­
belirtir. Honiates, I. A n d r o n i k o s ü n ( h d
başkaldırılar düzenledilerse de, devrin revden geri dönmeyerek İtalya'ya kaçtı.
1 1 8 3 - 1 1 8 5 ) bu anıtın üzerine k e n d i hey­
en ciddi ayaklanmasını hazırlayan "Şiş­ 1483'te Vicenza'dadır. 1490'da bu kent-
ANIT AĞAÇLAR 272

te Uzun Hasan'a ait gözlemlerini içeren 5 Haziran 1870'teki Pera yangınında kültür çevreleri, yani öğretmenler, ya­
bir metni basılır. Bugün hiçbir nüshası sarayla birlikte şapel de büyük zarar zarlar, şairler ve özellikle müzisyenler,
kalmamış olan bu metin G. B. Ramu- gördü. 1873'te iki bina da onarıldı. Ha­ ikinci bir doktrin kurdular. Buna da, "ta­
sio'nun Venedik'te 1559'da basılan Na- len faal olan ve St. Helena Şapeli adıyla biatın korunması" adı verildi.
vigazioni e Viaggi adlı derlemesinin da bilinen kilise, 1988'den beri rahip lan Tabiatı kommak, kendi içinde birkaç
ikinci cildinde "Breve Narratione della Shenvood tarafından yönetilmektedir. ilgi ve çalışma grubunu içeriyordu. Bi­
Vita e Fatti degli Scia di Persia Ussun BEHZAT ÜSDİKEN rincisi, orman, göl ve ırmak gibi toplu
Hassan'' (İran Şahı Uzun Hasan'ın Ha­ doğal (ve güzel) peyzajların, olduğu gi­
yatı ve Eylemlerinin Kısa Anlatımı) adı ANIT AĞAÇLAR bi, yani bütün bakir tablosuyla devam
ile yeniden yayımlanır. Angiolello 1499 ettirilmesi fikriydi. İkincisi, belirli bitki
Batı'da akla gelip benimsenmiş bir kav­
ile 1515 arasında İran'a ikinci bir yolcu­ ve hayvan türlerinin korunmasıydı.
ram. Ağaçların birkaç bakımdan anıt ça­
luk yapmış olabilir. 1517'de Vicenza'da Üçüncüsü, dağ, kaya ve tepe gibi jeolo­
pma ve karakterine erişmiş olanlarını
noterler loncasının başına getirilen An- jik yapıdaki özel biçimlenmelerin esir-
anlatan bir deyim.
giolello'ya ait son bilgi Ağustos 1524'e genmesiydi. Dördüncü kategori, bir kı­
rastlar. Sağlığında basılmış kitabının dı­ Bu kavramın ve deyimin ortaya çıkışı
Avrupa'da endüstrinin yol açtığı geliş­ sım tek tek ağaçların, ya formları, ya da
şında iki tane yazma eser bırakmıştır. yaşları ile dikkati çekecek kişisel bir gö­
Bunlardan biri 1909'da Bükreş'te Ion meler içinde oldu. İlk fabrikalar kurulup
üretime geçtiklerinde, bu. bir sıra köklü rüntüye ulaşmış olmaları halinde, üzer­
Ursu tarafından Historic! Turchesca lerine adeta görünmez bir cam fanus
(1500-1514) adı ile yayımlanmış olan değişimi de beraberinde sürükledi. De­
ğişimin bir bölümü de şehirler mimari­ kapatır gibi. hem toplumun özel ilgi ve
Osmanlı tarihidir. Rumen araştırmacının sevgisine sunulmasını, hem de hukuk
bu metni Donado da Lezze'ye atfetme­ sinde yaşanmaya başlandı. Kültür temeli
endüstrileşmeye rağmen devam eden sisteminin belirli güvencelerine kavuş­
sine rağmen bu iddia doğru değildir. İs­ turulmasını sağlıyordu. Toplumun bilgi­
tanbul'u tasvir eden ikinci bir yazma ise Batı ülkeleri, önce Alman prenslikleri
olmak üzere, bu yozlaşmaya karşı bir si, dikkati ve sevgisi olmadan yapılacak
1881'de Vicenza'da A. Caparozzo tara­ her düzenleme ve kurulacak her rejim
fından Di G. M. Angiolello e di un Svo koruma doktrini ve rejimi kurdular. Bu­
na "tarihin ve sanatın korunması" adı temelsiz ve ömürsüz olurdu. Onun için
Manoscritto Inedito adı ile özel olarak aydınlar, "anıt ağaç" kavramını yerleşti­
bastırılmıştır. verildi. Endüstrinin yol açtığı ikinci tah­
ribat tabiat varlıklarında görülüyordu. recek birçok özverili çalışma yaptılar.
En az yedi yılını İstanbul'da geçirmiş Bozulan doğal ortam, eski denge içinde Anıt görüntüsündeki ağacı yücelten, içli
olan Angiolello kentin Fetih'ten sonraki yer alan tabiat zenginliklerinin yaşam ve lirik şiirler yazıldı. Tablolar yapıldı.
durumunu anlatan ilk yabancıdır. Verdi­ hakkını ellerinden alıyordu. Bu yozlaş­ Belgesel nitelikli ya da sanat içerikli fo­
ği bilgiler, örneğin sürgün yoluyla İstan­ maya karşı da aydın çevreler ve bütün toğraflar çekildi; sergiler, yarışmalar dü-
bul'a getirilip yerleştirilen halkın oluş­
turduğu mahallelerin, birbirinden ayrı
dil. örf ve âdetlerinin olması, kentin o
dönemdeki sosyal yapısına dair bazı
ipuçları verdiği gibi, binalar ve mekân­
lar hakkında da birçok bilgi sunmakta­
dır. Bunların en önemlileri içinde yaşa­
mış olduğu Topkapı Sarayı'na aittir.
Böylece üçüncü avluda bulunan ve bu­
gün Kutsal Emanetler Dairesi adı verilen
dairenin sanıldığı gibi II. Bayezid zama­
nında inşa edilmeyip Fatih dönemine ait
olduğu anlaşılıyor. A n g i o l e l l o ' d a n
1766'da yıkılan ilk Fatih Camii'nin. üçü
önde ikisi yanda olmak üzere beş kapı­
sının olduğunu da öğreniyoruz.
Bibi. S. Yerasimos, "Giovan Maria Angiolello
ve İstanbul'un Fethinden Sonraki İlk Tasviri".
TT, 58. (Ekim 1988).
STEFANOS YERASİMOS

ANGLİKAN KİLİSESİ
bak. KIRIM KİLİSESİ

ANGLİKAN ŞAPELİ
Galatasaray'da, İngiliz Sarayı'nın (bugün
İngiltere Başkonsolosluğu) bahçesinde­
ki küçük kilise. 1692-1697 arasında. İn­
giltere Büyükelçisi Lord Paget dönemin­
de inşa edilen bina, Windsor tarzında­
dır. Şapelin yapıldığı tarihe kadar, İstan­
bul'da yaşayan Anglikanların başka bir
mabedi yoktu. Şapelin saraya açılan ka­
pısı dışında. Tepebaşı Caddesi (bugün­
kü Meşrutiyet Caddesi) üzerinde no.
12'de ikinci bir girişi daha vardır. Haco-
pulo Pasajının (bugünkü Danışman Ge­
çidi) karşısındaki çıkmaz sokakta bulu­
nan bu kapı, ziyaretçilerin İngiliz Sara­
yı'na girmeden kiliseye ulaşmalarını
sağlıyordu.
273 ANIT AĞAÇLAR

zerdendi; kitaplar yayımlandı. Bu iş için


kurulmuş derneklerin etkisiyle, bu be­
ğeni ölçüleri ve değer yargıları, hukuk
sistemlerine de girdi.
Bu kültürel hareketin Türkiye'ye ve
istanbul'a yansıması, öbür teknik ve hu­
kuk değişimlerine oranla, hem çok geç,
hem çok zor oldu. Osmanlı İstanbul'u
ise, kendine özgü dağınık, romantik,
sükûnetli ve yemyeşil yerleşim tipi içe­
risinde, zamanla Batırtın anıt ağaç kav­
ramına giren birçok doğal varlıkları ve
zenginlikleri de kazanmıştı. Eski İstan­
bul'un, geniş ve düz caddeleri ve dola­
yısıyla dizi ağaçları, yoktu. Fakat cami­
ler yapıldığında, nüfus azlığı faktörünün
de etkisi ile, geniş tutulan avlularına,
şadırvan çevresi veya sıra halindeki ab-
dest alma muslukları önüne, müminle­
rin hem ibadete huzur içinde hazırlan­
maları, hem de güneşin yakıcılığına kar­
şı korunmaları için, bol ağaç dikilmesi
geleneği doğdu. Yaramaz çocuklara
karşı kayyumların özel koruması altın­
daki bu ağaçlar, özellikle de çınarlar,
zamanla, tam anıt çaplarına ve boyları­
na ulaştılar. Osmanlı İstanbul'unda, ma­
halle aralarında B a t ı ' n m -hattâ Bi­
zans'ın- anıt meydan ölçülerine sahip
olmayan her açıklığa da, geniş şekilde
ağaç dikilmişti. Evlerin ve konakların, iç
ve arka bahçelerini meyve ağaçlarının
bereketine kavuştururken, ön giriş kapı­
sını da ileride görkemli boylara varacak
bir ağaçla süsleme geleneği vardı. Bu
300-400 yıllık bir yaşam bereketinin ve
birikiminin oluşturduğu ağaç varlığı ki bir ağaç ismine atıfla, Vakvak Ağacı tır. Türk aydın kesiminden ancak Hüse­
hakkında, tam ve ayrıntılı bilgi sahibi olarak ün yapmıştı. Ağacın tam yeri ke­ yin Cahid'in bu "hatt-ı müstakim" mera­
değiliz. sin değildir. kına karşı çıkan tavrı gibi, cılız ve tek
Bunun birinci sebebi, bir yandan Os­ Batılılaşma başlarken onun koruma tük eleştiriler alabilen bu "düz ve geniş
manlı'nın "eflâke ser çekmiş" deyimi ile rejiminin Osmanlı'ya geçmesine, birkaç bulvar" merakı, İstanbul'un Osmanlı'dan
tanımladığı "ulu ağaç" tipinin şehirdeki iç faktör engel olmuştu. devraldığı ağaç varlığım ortadan kaldıran
bolluğu, öbür yandan, bunları tespit Önce. Batı'nm 1800'ler ortasından ilk faktör olmuştur. 1930'lu yıllarda aynı
edip bir kayda geçirme kavramının, itibaren başlayan teknik etkilemesi, akım içinde Sarıyer kaymakamı, Büyük-
hem bir Batı değer yargısı oluşu, hem sonra da 1960'lar ve devamının kalaba­ dere Çayırı'nm Batı'da bile ün yapmış
de endüstri ve geometrik şehir olgula­ lık faktörü. yedi kollu ve bin yıllık ulu çınarından
rından uzak ve de habersiz ilk dönem­ Birinci devrede, belediye yöneticileri­ kalan gövdeyi, yine yol için ortadan kal­
lerde, böyle bir çalışmaya hiç gerek du- nin Avrupa'yı bilmeden taklit tutkuları, dırmış, (yani caddeyi o noktada ikiye
yulmayışı idi. başrolü oynadı. Her yol genişletmesi ve ayırmayı akıl edememiş), 1950'ler so­
Tarihe ancak yan olaylarla geçebil­ meydanı büyütme hareketi, önce, orada­ nunda devrin başbakanı da, kişisel tak-
miş ulu ağaçlardan biri. Batı'da Haçlı ki ağaç varlığını yok etmek zorunda kal­ dirleriyle tek başına yürüttüğü "imar" ha­
Seferleri dolayısıyla ün yapan Fransız dı. Bu operasyon, eski ve bambaşka reketleri içinde ilk iş olarak, Laleli Cad-
Komutan Godefroi de Bouillonün Bü- şartların ürünü bir resmin üzerine, bam­ desi'nin ortasındaki çınarları kestirmiştir.
yükdere Çayırı'nda altında çadırını kur­ başka bir şablonu koyup, onun sert çiz­ İkinci dönem olan 1960 sonrasında
duğu, yedi gövdeli olağanüstü çınar gilerini çekme işlemiydi. Değişen şartlar çeşitli örnekler arasında, Divan Oteli
grubu idi. Bu çınarların 19. yy'da yapıl­ bir yerde bunu zorunlu kılabilirdi ama, önündeki anıtsal bir dişbudak ağacının,
mış çok değerli gravürleri vardır. "eski şehri koruyup, bir yenisini az ötesi­ sırf bilgisizce, ayrı ayrı ve koordinas-
İkinci bir örnek, Sultanahmet'teki ne kurmak", o zaman çok mümkün yonsuz olarak, elektrik, su, kanal ve te­
"Vakvak Ağacı"dır. IV. Mehmed'in ço­ iken, kimsenin aklına gelemediği için, lefon kazınılan yüzünden kökleri zede­
cuk yaşta tahta çıkarılması ile başlayan mimarisi ile, yeşil dokusu ile eski mirası lenip sonunda yıkıldığını kaydetmek,
kargaşada, mali darlık yüzünden asker esirgeme şansı da gereksiz yere yitirilmiş yeterli olabilir.
ulufesi, bakır oranı çok gümüş akçe ba­ oldu. Bu döneme bir örnek vermek üze­ İstanbul'daki anıt ağaçları kısmi bir
sılarak ödenmiş ve esnafın bunları ka­ re, Meşrutiyet'in Şehremini Dr. Cemal saptama çalışması, bu satırların yazarı­
bul etmemesi üzerine, sipahiler ve yeni­ Paşa'nm (Topuzlu), 80 Yılhk Hatırala­ nın girişimiyle, 1967-1969 yıllarında
çeriler ayaklanmıştı. Bunların, devleti rım adlı eserinde, kendisinin övünçle Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu-
soyan 40 kişinin listesini vermeleri üze­ anlattığı bir olay kaydedilebilir: Topkapı Belediye işbirliği ile yapılmış; yazar Ke­
rine, her biri boğdurulup Sultanahmet Sarayı'mn dış bahçesini "Gülhane Parkı" rim Yund, eski ve yeni Bahçeler mü­
çınarına baş aşağı asılmışlardı. Biri de, adıyla halka açan Paşa, burada düz bir dürleri Necmettin Kasımoğlu ve fotoğ­
Valide Sultanin yakını bir kadın: Melekî cadde açabilmek uğruna, kaç tane asırlık rafçı İsmail Akbaş'm katılımı ile bir ko­
Ustaydı. Yıl 1656, 4 Mart (bak. Çınar ağaç kestirdiğini ve buna şiddetle karşı misyon, Alibeyköyü-Rumelifeneri arası­
Olayı). çıkan Fransız sefirinin eşini (Madam nı tarayarak fotoğraflar çekmiş, ağaçla­
Cesetlerin asıldığı bu ağaç, efsanede­ Bompard) nasıl atlattığını, iftiharla anla­ rın beden ölçülerini almış; bunların 14
ANİKİA İULİANA 274

Alan komutanı Flavius Areobindus Da-


galaiphus Areobindus ile evlendi. Bu ev­
lilikten doğan oğulları Olybrius (Genç)
daha sonra Bizans İmparatoru I. Anasta-
siosün(->) yeğeni Eirene ile evlendi.
Köklü ve zengin bir aileden gelen
Anikia İuliana, yaşamını geçirdiği Kons-
tantinopolis'te birçok kilise inşa veya
tezyin ettirdi. Bunlardan adları bilinenler
arasında en belli başlıları Ayia Eufemia
Kilisesi(->) ve ona bitişik manastır, Kons-
tantinianae Mahallesi'ndeki (bugünkü
Saraçhane) Ayios Polyeuktos Kilisesi ve
Anadolu yakasında Honoratae Mahalle-
si'nde (Anadoluhisarı civarında) Teoto-
kos (Meryem Ana) Kilisesi'dir. Bazı araş­
tırmacıların Konstantinianae yakınında,
Zeugma'daki(-») Ayios Stefanos Kilisesi'-
ni de Anikia İuliana'mn inşa ettirdiğini
düşünmelerine karşın, bu konudaki veri­
ler zayıf ve ikna edicilikten uzaktır.
Konstantinianae Mahallesi'nde aynı
zamanda büyük bir konak sahibi olan
Anikia İuliana'mn, emrinde çoğunluğu
hadımlardan oluşan çok sayıda hizmet­
kâr çalıştırdığı bilinir. 511-512'de Kons­
tantinopolis'i ziyaret eden Aziz Sabas'la
yakınlık kurap onunla sık sık görüşen
Anikia İuliana'mn ölümünden sonra,
hizmetindeki hadımlar topluca başkenti
terk ederek, Sabas'ın Kudüs yakınların­
daki manastırına keşiş olarak girdiler.
Anikia İuliana, ailesinin, servetinin,
ve sanat hamiliğinin kendisine kazandır­
dığı ün dışında, devrinin dini ve siyasi
olaylarında da önemli rol oynadı. 512'de
monofizitlik sempatizanı İmparator I.
ciltlik albümleri TTOK tarafından bir tö­ lar. Sütlüce Tekel deposundaki çınar (6 Anastasios'a karşı ayaklanan başkent
renle dönemin İstanbul Belediye Başka- m). Soğukçeşme'de Zeynep Sultan Ca­ halkı, Halkedon Konsili(-0 tarafından
nı'na teslim edilmiş, bir özeti ve seçme­ mii önündeki çınar (6,85 m). Topkapı benimsenen Ortodoksluk doktrininin
ler albümü ise kurum tarafından 1972 Sarayı ikinci avlusundaki çınarlar (4,35 koyu taraftarı olduğu bilinen Anikia İuli­
yılında yayımlanmıştır. m. 3.55 m. 10 m ve 10 m), Çinili Köşk ana'mn evine gelerek, orada kocası Are-
İstanbul'da halen yaşayabilen olağa­ önündeki çitlembik (3,50 m), Sultan Ah- obindusü imparator ilan ettiler. Ancak
nüstü yaş, boy ve güzellikteki ağaçlara, med Camii avlusundaki çınarlar (6,22 m olaya karışmak istemeyen Areobindus
örnek olarak, Büyükdere'de Kibrit Fab­ ve 6.08 m). İbrahim Paşa Sarayı avlu­ başka bir yere kaçıp saklandığı için,
rikası ile yukarıda sukemeri arasındaki sundaki çınar (4.80 m), Bayezid Camii halk emeline ulaşamadı. Ayaklanma
geniş ormanı ifade eden, Bilezikçi Çiftli­ avlusundaki çınar ve atkestanesi, Süley- bastırıldıktan sonra ise, gerek I. Anasta-
ği içinde, sağda giriş yolundan sonra sol maniye Camii'nin avlusundaki çitlembik sios'un. gerek onun dini politikasını
kolda kalan, içi boşalmış yaklaşık 1.200 (4,20 m), servi ve çınar (4,42 m), Rum destekleyen Patrik T i m o t e o s ü n (511-
yıllık çınar ile ileride sağdaki havuz ke­ Ortodoks Patrikhanesi avlusundaki çınar 518) baskılarına karşı koymayı başaran
narında, yaklaşık 400 yıllık, fakat yatay (4,20 m), Fatih Camii avlusundaki çınar­ Anikia İuliana, Halkedon Konsili ilkele­
bir kolundan ağaç gövdeleri yükselmiş lar (2,39 m, 2.82 m ve 2.85 m) ve kavak rine daima sadık kaldı. Anikia İuliana
"Uyuyan Çınar'4 gösterebiliriz. İstan­ (1,90 m). Aksaray Murad Paşa Camii av­ yine monofizit-Ortodoks çekişmelerin­
bul'un diğer önemli anıt ağaçları ve lusundaki çınar (3,90 m), Eyüp Camii den doğan Akakios'un başlattığı dinsel
bunların çevre uzunlukları aşağıdaki gi­ avlusundaki çınarlar (6 m ve 9 m). akım, Roma ile Konstantinopolis kilise­
bidir: Rumelikavağı'ndaki mescit önün­ Bibi. Ç. Gülersov. İstanbul'un Anıtsal Ağaç­ leri arasında 484-519 arasında geçici bir
deki çınar (6 m), Hünkâr Suyunda set ları. İst.. 1989. ' bölünmeye yol açtığında faal davrandı
üstündeki ıhlamurlar (5,20 m ve 3,80 ÇELİK GULERSOY ve kiliseler arasındaki sürtüşmeye son
m), Çırçır Suyundaki çınarlar (3,20 m ve vermek amacıyla Papa Hormisdas'la
3,10 m). Tarabya Dere Sokağındaki çı­ ANİKİA İULİANA mektuplaştı. (bak. Akakios)
nar (5,40 m), Yeniköy üstündeki Ayapa- (461/63, Konstantinopolis - 527/29, Anikia İuliana'mn, kendisi için yakla­
raskevi Ayazması'ndaki çınar, (4,40 m), Konstantinopolis) Bir soyluluk unvanı şık 512 yılında kopya edilen ve bugün
Emirgân Uşaklıgil Villası'ndaki sedir (3 olan patrikia unvanına sahip. Bizanslı Viyana'daki Avustuıya Ulusal Kitaplı­
m), Baltalimanı Kemik Hastanesi bahçe­ sanat hamisi kadın. Babası 472 yılında ğında bulunan, Dioskorides'in De ma­
sindeki manolya (3,65 m) ve kayın (3,30 Batı Roma tahtına çıkan Anikius Olybri- teria medica isimli eserinde bir minya­
m), Baltalimanı Hidrobiyoloji Enstitü­ us, annesi "Genç" Placidia'dır (Gafla Pla- tür portresi mevcuttur.
sünün bahçesindeki çınar (5 m) ve lale cidia'nın ve Bizans İmparatoru II. Te- Bibi. C. Capizzi, "L'attività edilizia di Anicia
ağacı, Bebek Parkı'ndaki çınarlar (4,10 odosiosün(-0 torunu. Batı İmparatoru Giuliana". Orientalia Christiana analecta.
m ve 5,70 m), Arnavutköy Kız Kole- 204, 1977, s. 119-146; ay, "Anicia Giuliana
III. Yalentinianusün kızı). Babasmın im­ (462 ca.- 530 ca.); Ricerche sulla sua famiglia
ji'ndeki çınar (7,30 m), Etiler'in altındaki parator olarak İtalya'ya gitmesinin ardın­ e la sua vita", Rivista di studi bizantini e ne-
ayazmanın çınarları, Yıldız Parkı girişi­ dan annesiyle birlikte Konstantinopo- cellenici. 5. 1968. s. 191-226.
nin dışında (3,80 m) ve içindeki çınar­ lis'te kalan Anikia İuliana. 478/479'da NEVRA NECİPOĞLU
275 ANKONALILAR

ANKARA CADDESİ
bak. BABIÂLİ CADDESİ

ANKARA PASTANESİ
Beyoğlünda, İstiklal Caddesinde bulu­
nan eski pastane.
Ankara Pastanesi ilk olarak 1918-
1920 arasında İstanbul'a gelen Beyaz
Ruslardan Nikola İgnatiedis tarafından
Petrograd Pastanesi adıyla Tepebaşı,
Meşrutiyet Caddesi no. 9-11'de açılmış,
daha sonra İstiklal Caddesine, Alkazar
Sinemasının biraz ilerisine taşınmıştır.
Ankara Pastanesi adını aldığında, Mus­
tafa Tütüncü ve Aleksandr adlı ortaklar
tarafından işletiliyordu.
Ankara Pastanesi'ne girildiğinde sağ
Medrese, bir külliyeye bağlı olmadan ği, birçok özgün ayrıntısını yitirdiği göz­
tarafta merdivene kadar uzanan büyük
yapılan tek medrese türü içine girmekte­ lenmektedir. Kalan izlerden kornişlerin
bir buzdolabı göze çarpardı. Sol tarafta
dir. Bir dershane, on dört hücre ve hela­ kirpi saçak, çatı kaplamasının kurşun
ise, bembeyaz örtülerle kaplı masalar
lardan oluşmaktadır. Hücreler dar, uzun olduğu anlaşılmaktadır.
sıralanırdı. Yukarı kata çıkan merdivene
bir avlunun üç kenarı üzerinde, "U" plan Bibi. Ayvansarayî, Hadika, 98; İSTA I, 87-88;
gelmeden solda bulunan küçük girinti­
düzeninde sıralanmakta, dershane onlar­ Unsal, Eski Eser Kaybı, 22; Kütükoğlu, İstan­
de de birkaç masa vardı. Üst katta ise.
dan bağımsız olarak dördüncü kenar bul Medreseleri, 297-299; Kütükoğlu, Darü'l-
küçük bir salonla yan yana iki oda bu­ Hilafe, 81-82.
üzerinde yer almaktadır. Güneydoğu
lunuyordu. Buranın müdavimi olan ya­ ZEYNEP AHUNBAY
cephesindeki girişten beşik tonozlu dar
zar ve sanatçılar alt katı tercih ederler,
bir geçitle revaklara ulaşılmaktadır. Giri­
mümkünse ön masalarda oturmaya çalı­ ANKONALILAR
şin üzerinde ahşap bir saçak olduğu, ge­
şırlardı. Üst katta ise özel nitelikli top­
riye kalan demir kancalardan anlaşıl­ İtalya'nın Adriyatik kıyısında küçük bir
lantılar yapılırdı.
maktadır. Avlu zemininden yükseltilmiş liman şehri olan Ankona'nm, 12-15.
1943'te, Aleksandr'ın ayrılması üzeri­ olan dershane, giriş ekseni üzerindedir. yy'larda Konstantinopolis'te koloni ku­
ne M. Tütüncü pastaneyi işletemedi ve Önündeki revak. alışılmıştan farklı ola­ ran halkı.
1944'te Niko Kleovulos Hürmüzoğlu rak tek açıklıkhdır ve üzerinde dar bir İtalya Yarımadası'nda, Bizans İmpa-
adlı bir Rum'a devretti. Hürmüzoğlu tonoz vardır. Kare planlı olan dershane­ ratorluğu'nun yürüttüğü politikalara
pastanenin üst katındaki duvarları yıka­ nin duvarlarında pencereler ve nişler yer destek veren Ankonalılar, 1173-1174 yıl­
rak burasını büyük bir salona dönüştür­ almaktadır; dilimli tonoz bingilere oturan larında Alman İmparatorluğu ve Papalık
dü. Alt kat ise Atlantik Lokanta ve Bira­ bir kubbe ile örtülüdür. tarafından kuşatıldıktan sonra, Bizans
hanesi adıyla yeniden hizmete girdi.
Üç kol üzerinde yerleştirilen hücre­ İmparatoru I. Manuel Komnenosün(->)
Ankara Pastanesi'nin bir diğer özelli­
lerden güney kol üzerinde yer alan dört (hd 1143-1180) desteği ile bazı ayrıca­
ği de, sabaha kadar açık olmasıydı. Bu
tanesi diğerlerinden daha büyüktür. Ku- lıklar elde ettiler. Bu döneme ait bir
arada, aynı dönemde Büyükada'da, Pet-
zey kol üzerinde beş hücre dizilmiştir. emirnamede, bunalım dönemlerinde,
ro Çiçoviç adlı bir Rus tarafından işleti­
Zemin kattaki on üç hücreye ek olarak, Ankonalıların "akla uygun" ve "dürüstçe
len bir Ankara Pastanesi daha vardı.
girişin üstünde, merdivenle ulaşılan kü­ yapılmış" her türlü isteğinin karşılanma­
Bugün Ankara Pastanesi'nin yerinde bir
çük bir hücre yer almaktadır. Helalar sı konusunda imparatorun talimatı gö­
işhanı ve altında bir mağaza vardır.
güneybatı köşesindedir. rülür. Kentleri düşmana teslim olduktan
BEHZAT ÜSDİKEN sonra. Ankonalıların, Konstantinopo­
Medrese yapılarla çevrili olduğun­
dan, dershane ve hücreler avluya açılan lis'te belli bir toprak sahibi olmayı talep
AN KARA VÎ MEHMED EFENDİ edip etmedikleri bilinmemekle birlikte,
p e n c e r e l e r l e aydınlatılmıştır. Yalnız
MEDRESESİ dershanenin batı yönüne açılan üç üst başkentteki faaliyetleri hakkında yazılı
1686-1688 arasında şeyhülislamlık ya­ penceresinin yanısıra kuzeydoğu köşe­ belgeler vardır.
pan Mehmed Emin Efendi adına yaptırı­ sindeki küçük bahçeye bakan alt pen­ 11 Şubat 1199'da. St. Peter ve Pisalı-
lan medrese, Saraçhanebaşı'nda, İstan­ cereleri vardır. lara ait St. Nikolas kiliselerine gönderi­
bul Büyükşehir Belediye Sarayı'nın gü­ Revaklar taştan yekpare olarak yapıl­ len bir protokolde. Ankonalılara ait St.
neybatısında yer almaktadır. mış kaide ve sütunlara oturmaktadır. Ki- Stephen adlı kiliseden ve onun rahibi
Kapısı üzerindeki yazıta göre medre­ reçtaşmdan yapılan sütun başlıklarının D o m i n i k ' t e n söz edilmektedir. ( 1 5 .
se 1119/1707 tarihinde, Osmanlı mimar­ üzerlerinde yüzeysel olarak işlenmiş yy'da yapılmış bir Ankona portolamna
lığının klasik çağının sonlarında yapıl­ baklava motifleri bulunmaktadır. Kuzey İdeniz haritasına] e k l e n m i ş listede,
mıştır. Mimarı bilinmemektedir. 1935 ta­ ve güney yönündeki kemer biçimleri Konstantinopolis'teki St. Stephen Kilise­
rihli Pervititch planında medrese girişi­ farklıdır; kuzeydekiler basık sivri kemer si zikredilmiştir.) 1308 tarihli bir impara­
nin Hoşkadem Medresesi Sokağı üzerin­ biçimlidir. Kemerler tuğladan yapılmıştır; torluk emirnamesinde, II. Andronikos
de yer aldığı ve giriş yönü hariç, yapılar­ yalnızca kilit taşları küfeki taşmdandır. Paleologosün (hd 1282-1328) Ankonalı­
la çevrili olduğu görülmektedir. 1950'ler- Revak kemerleri üstünde ve dershanede lara da, Venedikliler(->) ve Cenevizlile­
de Belediye Sarayı yapımı sırasında çev­ bir sıra taş, iki sıra tuğladan oluşan alma­ r e ^ ) tanınan ayrıcalıkları tanıdığı belir­
resindeki kentsel doku istimlak edilerek şık örgü uygulanmıştır. Dıştan ise, giriş tilmektedir. Buna göre Ankonalılar şeh­
kaldırıldığından, medrese bugün yeşil cephesi dışında kalan ve çevre yapılarla rin limanlarına gelen ve buradan giden
alan içinde tek başına durmaktadır. kapanan kısımlarda özensiz, kaba yonu mallar için sadece yüzde 2 vergi öde­
Hoşkadem Mescidi'ne yakınlığı dola­ taş örgü vardır. Hücreler kubbe, revaklar mekle yükümlü idiler. Bu belgede her
yısıyla Hoşkadem Medresesi olarak da aynalı tonozlarla örtülüdür. Revak örtü­ ne kadar Ankonalıların nerede yerleş­
anılan yapı, günümüzde ( 1 9 9 3 ) Türk sünün eğimi avluya doğru verilmiş ve tikleri konusunda kesin bilgiler yoksa
Dünyası Araştırmaları Vakfı ve Kaşgarlı yağmur suları sütun eksenleri üzerine da, anlaşıldığına göre bu mahalle, diğer
Mahmut Dil Enstitüsü tarafından kulla­ yerleştirilen cörtenlerle uzaklaştırılmıştır. İtalyan yerleşimleri gibi, Halic'in güney
nılmaktadır. Medresenin kötü bir onarım geçirdi­ kıyısında, Pisalılar(->) ile Cenevizlilerin
ANI E l , NECİP CELAL 276

mahalleleri arasında, "Porta Veteris Rek- gemi hediye etmesinden dolayı bu ayrı­ müzik hocası Tahir Sevenay'dır. Gözle­
toris" (bugün Sirkeci) civarında olmalı­ calıklı davranışı hak ettiğini belirtir. rindeki ciddi rahatsızlık yüzünden ilko­
dır. 17 Ağustos 1380 tarihli bir talimatta, (Ferducci'nin oğlu Othman Lillo'nun adı kuldan sonra özel öğrenim gördü. İleri-
Konstantinopolis'ten Ankona'ya gönde- da II. Murad'm isteği üzerine konmuş- ki yıllarda görme yetisini tümüyle yitir­
tur.) O/h/nan li))o ve Ba/nabe): Boiâo- di Bir ara Almanya 'âa kimya öğrenimi
Eylül 1380 tarihli bir yazıda, imparator ni'nin bağışlanmasında, kendisinin Fa­ gören ağabeyi ile birlikte Avrupa'ya gitti
V. l o a n n e s P a l e o l o g o s ü n (hd 1341- tih'in yakın çevresinden bazı önemli ki­ ve orada tedavi görürken Profesör Ha-
1 3 9 1 ) uygulamalarından zarar gören şileri Ankona'daki evinde ağırlamasının bermann'ın keman ve kompozisyon öğ­
Ankona kolonisinin şikâyetleri sıralan­ rolü olduğundan söz ederler. Bu aracı­ rencisi oldu. Ailesinin ısrarla klasik mü­
dıktan sonra, seçimle gelen yöneticisi lardan biri büyük ihtimalle Ciríaco adlı ziğe yönlendirdiği Necip Celal, önceleri
G. Angeli di Michele'den söz edilir. bir aydmdır. Bu kişi İstanbul'un fethin­ hafif müzik parçaları besteledi. İlk iki
1389'da yazılmış bir mektupla, Konstan- den sonra, Fatih'in maiyetinde yer almış eseri "Sarı Yapıncak" ve "Daktilo" adlı
tinopolis'teki St. Stephen Kilisesi'nin ve ona danışmanlık yapmıştır. iki fokstrottu. Sözlerini Necdet Rüştü
onarımı için Loggia'dan (tüccarlar evi ya Yakın zamanda bulunan bir belgeye Efe'nin yazdığı bu iki parçadan sonra
da sarayı) yardım istenmesi, Ankona göre ise, şehrin fethi sırasında Ankona ilk Türk tangosu olarak kabul edilen
kolonisinin şehirde başka kurumlara da Konsülü Boldoni değil Benvenuto adlı "Mazi"yi besteledi (1928). Yitirilen bir
sahip olduğunu düşündürmektedir. bir başka soyludur. Benvenuto tarafın­ aşkın anısı için bestelediği bu tangoyu
1392'de. Ankonalıların Konstantinopo- dan şehrin kuşatılması sırasında yazılmış hemen hepsi beğenilen öteki eserleri
lis'teki yöneticisi olduğu sanılan ' : con- bir rapor ya da mektup, başlığı ve adresi izledi: 11 tango, liedler, viyolonsel so­
sul" G. de Arduinis adlı bir soylunun, bilinmemekle beraber, şehirdeki Anko­ natı, viyolonsel k o n ç e r t o s u , keman
imparator II. Manuel Paleologos'u (hd nalıların tarihi hakkında önemli bir boş­ konçertosu, obua konçertosu, marş vb.
1 3 9 1 - l 4 2 5 X - 0 kutlamak ve Ankonalı luğu doldurmaktadır. Bu şahsın yazıla­ Günlerini Sultanahmet ve Istinye'deki
tüccarların kentte kalmasma izin verme­ rındaki bilgiler, sonradan Kritobulos(-»), evlerinde İstanbul'un artık göremediği
sini sağlamak amacıyla imparatoru ziya­ Kievli İsidoros(-0. Kioslu Leonardo(->) ama gönlünde hissettiği güzelliklerin­
ret ettiği bilinmektedir. Bu ziyaret sıra­ gibi tarihçilerin verdiği bilgilerle uyum den aldığı esinle dopdolu olarak geçi­
sında, şehirde yaşayan Ankonalıların içindedir. Fetihle ilgili olaylann ayrıntılı ren Necip Celalin İstanbul sevgisi mü­
gönderdiği 25-30 duka değerinde bir bir dökümünü yapan Benvenuto. her ne ziğinde ve tangoları için yazdığı dizeler­
hediye de imparatora verilmiştir. kadar şehrin savunmasında kendisinin de belirginleşir. Necip Celal'in en güzel
8 Nisan 1419 tarihli bir mektup ise, ve diğer Ankonalıların aldığı görevleri tangolarından biri de Alman film yıldızı
genel konsül olarak seçilen F. de Alferi- tam olarak belirtmiyorsa da, Cenevizlile­ Evelin Hold'a adadığı "Özleyiş" adlı tan­
is'i kutlayan II. Manuel'e, Ankona kolo­ rin ve Venediklilerin faaliyetlerine ilişkin godur. Sanatçının tangoları bütün Türki­
nisinin teşekkürü hakkındadır. 20 Nisan önemli bilgiler vermektedir. ye'de çalınıp söylendiği gibi bazıları Av­
1430'da toplanan koloni meclisi, impa­ Bu tarihten sonra, bazı Ankonalıların rupa radyolarında da seslendirildi. Son
rator VIII. İoannes Paleologosün(->) adma, Fatih'in yakın çevresinde rastlan­ yazdığı üç tango dışında bütün tangola­
(hd 1421-1448) elçisi olarak Papa V. makta ise de Ankona kolonisinin varlı­ rı Seyyan Hanım tarafından plağa okun­
Martin'i ziyaret eden heyetin, Anko- ğım sürdüremediği bilinmektedir. du. "Ayrılık", "Suna", "Kimse Sevgimi
na'da "Plazzo della farina"da ağırlanma­ Bilmez", "Yıllar", "Günler", "Bir An İçin"
Bibi. A. Pertusi "The Anconitan Colony in
sının, imparatoru çok hoşnut edeceği Constantinople and the Report of its Cónsul çok tanınmış tangolarından bazılarıdır.
konusunda görüş bildirir. 21 Nisan 1440 Benuemuto. on the Fail of the City". Chara- Plağa okunmayan, sözlerini de kendisi­
tarihli bir b e l g e y e göre bu konsül, nis Studies, Essays in Honour ofPeter Chara- nin yazdığı son üç tangosu "Benim Şar­
nis, Ed. A. E. Laiou, New Brunswick. N. O.. kım", "Damla Damla" "Geçmiş Zaman"
Konstantinopolis limanlarına Ankonalı- 1980.
larca getirilen mallar için belli bir yüzde adlarını taşır.
AYŞE HÜR
almaya hak kazanmıştı.
Hemen her çeşit müzik aletini çala­
Bütün bu belgelerden anlaşıldığına ANTEL, NECİP CELAL bilen ve müziğin çeşitli türlerindeki
göre, Ankonalılar şehirde en az bir kili­
Í1908. İstanbul - 29 Aralık 1957, İstan­ bestecilik çalışmalarını ömrünün sonu­
seye, bir "Loggia"ya, kendilerini temsi-
bul) Besteci. Hukuk müderrisi ve Os­ na kadar sürdüren Necip Celal'in öteki
len seçilmiş bir konsüle ve İtalya'daki
manlı Devleti nazırlarından Mehmet Ce- eserleri arasında "Fenerbahçe Marşı" ile
Ankona genel meclisinde temsil hakkına
laleddin B e y i n en küçük oğlu, Cum­ Atatürk'e adadığı "Yalova" adlı bir parça
sahiptiler. Bu meclise gönderilen temsil­
huriyet döneminin ilk pedagoglarından anılabilir.
ciler koloni halkı tarafından 3 yıllık bir
dönem için seçiliyorlardı. Ankonalıların Sadrettin Celalin kardeşidir. Küçük yaş­ Soyadı Kanununun çıkarılmasından
yönetim biçimi de aynen diğer İtalyan larda keman öğrenimine başlatıldı. İlk sonra Yahya Kemal Beyatlı tarafından
kolonilerindeki gibi olmalıdır. Venedik­
lilerin "balyoz'ü, Cenevizlilerin "potes-
tasT gibi onların da "konsül"leri vardı.
Bazı kaynaklarda kentin Osmanlılar ta­
rafında kuşatılması sırasında Ankona
konsülü olarak zikredilen Boldoni, fetih­
ten sonra Fatih Sultan Mehmed tarafın­
dan bağışlanmış ve daha önce el konan
bir gemi yükü mal kendisine iade edile­
rek şehri terk etmesine izin verilmişti.
Ankonalıların Konstantinopolis'ten baş­
ka ikinci büyük yerleşimlerinin bulun­
duğu Gallipoli'de (Gelibolu) yaşayan
ünlü Ankonalı tüccar ve gemi sahibi Lil-
lo Ferducci'nin kayınbiraderi olan bu
zat, bazı kaynaklara göre, Fatih'in Fer-
ducci ailesine duyduğu yakınlıktan ya­
rarlanmıştı. Bazı kaynaklar ise, Boldo-
ni'nin uzun yıllar önce Fatih'in dedesi Necip Celal
Belkıs Özdogan 'm
Mehmed Çelebi'ye tam donanımlı bir izniyle
277 ANTİKACILIK

aileye ant içen el anlamında önerilen hendis-mimar kabiliyetinde olduğu an­ şan eski ustaların da rolü vardır. Bu sa­
ve kabul edilen ANDEL soyadı, zaman­ laşılır. I. İustinianos dönemine (527- natkârların, içinde ve çevresinde yerleş­
la fonetik kolaylık için ANTEL'e dönüş­ 565) dair bir tarih yazan Myrina'lı Agati- tikleri Kapalıçarşı ise yeni üretilen fakat
müşse de Necip Celal bütün yaşamı bo­ as onun üstün matematik bilgisine sa­ değerli olan parçalarla birlikte kıymetli
yunca soyadını ilk haliyle ve ANDEL hip olduğunu, kardeşleri Metrodorosün eski eşyanın da pazarı olmuştur. Bu
olarak kullanmıştır. kuvvetli bir matematik bilgini, Olympi- açıdan Kapalıçarşı, yüzyıllar boyunca
FEHMİ AKGÜN o s ü n tanmmış bir hukukçu, Dioskoros Avrupa'nın, Anadolu'nun ve Ortado­
ve Aleksandrosün ise şöhretli hekimler ğu'nun en zengin antika pazarı olma
ANTEMİOS olduğuna işaretle, "analarının böyle ev­ özelliğini komdu.
latlara sahip olmasıyla iftihar etmesi ge­ Osmanlı yönetiminin, İstanbul'a ge­
(5. yy) Muhtemelen Mısır asıllı soylu ai­
rektiğini'' yazar. Bunlardan Dioskoros len tüketim maddelerinin ve iaşenin ih­
lelerden birine mensup yüksek düzey­
Tralles'te kalarak mesleğini burada sür­ racını önleme konusundaki duyarlılığı,
de devlet görevlisi. Arkadios(->) ve II.
dürmüş, Aleksandros ise Roma'ya gide­ antika vb eşya, araç gereç için, son dö­
Teodosiosün(->) imparatorlukları döne­
rek, yerleşmiştir. Metrodoros ile Ante­ nemlere kadar söz konusu değildi.
minde önce magister officiorum (404),
miosün şöhretlerinin yayılması üzerine 1582'de İstanbul'a gelen İngiliz gezgin-
sonra praefectus praetorio (405-414)
imparator onları Byzantion'a çağırmış diplomat John Sanderson, bedestenleri
olarak hizmet gördü. 404'te İoannes
ve burada bilgilerini ortaya koyduktan kentin en önemli ticaret merkezi olarak
Hrisostomosün(->) Konstantinopolis
başka "başka yerlerdeki birçok binayı tanımlanmıştır. Dükkânlarda çok ender
patrikliği görevinden alınmasında rol
inşa etmişlerdir". Antemios hakkında rastlanan mallar, paha biçilmez mücev­
oynamış olması muhtemeldir. Bu tarih­
başka bir bilgi edinilemediği gibi diğer herler, inciler, samurlar, kumaşlar, ya­
ten iki yıl sonra, Peygamber Samuel'e
yapıları da tespit olunamamıştır. bancı taşlarla süslü palalar ve kılıçlar,
ait kutsal emanetler Konstantinopolis'e
onun refakatinde getirildi. Antemios, Bibi. F. W. Unger, Quellen der Byzantinisch­ ok ve yaylar, kalkanlar bulunduğunu
praefectus praetorio görevinin yetkileri en Kunstgeschichte, I, Viyana, 1878, s. 45-46. anlatır. 17. yy'da İstanbul'a gelen yaban­
dahilinde, başkentin iaşesini yeniden SEMAVİ EYİCE cılar, efsanevi bir yer olarak düşledikleri
düzenledi ve şehir surlarını onarttı; Kapalıçarşı'ya mutlaka uğramakta, ilgile­
onarım işleminin 4 Nisan 413'te tamam­ ANTİKACILIK rini çeken parçaları, Nişabur firuzelerini,
landığı bilinmektedir. Çocuk imparator Arap mızraklarını, Bahreyn incilerini,
Değerli ve eski eser satıcılığı. İstanbul'a
II. Teodosiosün hükümdarlığının ilk al­ Golkonda elmaslarını, Afgan ve Hint
özgü antikacılık temelde, kuyumculuk
tı yılı boyunca devlet idaresini fiili ola­ şallarını, Çin ve Rodos porselenlerini,
işleri başta olmak üzere Doğu el sanat­
rak elinde tutan Antemios, imparatorun eski çağlara ait paraları almakta ve ülke­
ları ürünlerine dayalıdır. Koleksiyoncu­
ablası Pulheria'nın(->) 4l4'te hâkimiyeti lerine götürmekte; çarşıda üretilen ve iş­
luk ve antika merakının giderek daha
ele geçirmesinin hemen ardmdan göre­ lenen kutni ve kemha kumaşlara, pahalı
geniş alanlara yönelmesiyle etnografik
vinden alındı ve gücünü kaybetti. Pul- kürklere de müşteri olmaktaydılar.
ve arkeolojik eserler 19.yy'dan beri İs­
heria onun yerine Aurelianos isimli bir tanbul antika pazarında yer almıştır. Çarşı içinde en zengin zümreyi oluş­
başka kişiyi atadı. turan mücevherciler ya da bedesten ha-
Eski dönemlerde İstanbul'da "antika­
cegileri, dükkânlarında göz kamaştırıcı
Ancak Antemiosün ailesi başkentte­ cı" denen satıcılar ve bir esnaf zümresi
bir sergileme yapmayarak, salt neler alıp
ki nüfuzunu sürdürmüş olmalıdır ki, yoktu. Buna karşılık Kapalıçarşı'da
sattıkları konusunda fikir veren örnek
kendisiyle aynı adı taşıyan torunu özellikle de Cevahir Bedesteni'nde fa­
parçaları, seyyar camekânlarına, raflara,
454'te Bizans tahtına aday olmuştur. I. aliyet gösteren mücevherciler, silahçılar,
önlerindeki tezgâh görevi yapan açık
Leon (hd 457-474) tarafından kayzerliğe billurcular, kutucular, sedefçiler, alanla­
kepengin üstüne koyarlardı. Müşteriyle
yükseltilen torun Antemios, nihayet rıyla ilgili ya da elden düşme antika
ilgilenmezler, ancak o bir şey sorar veya
467-472 arasında, fakat imparatorluğun parçaları pazarlamaktaydılar. Evliya Çe­
isterse, bazen dünyanın en eşsiz parça­
doğu değil batı kesiminde hükümdarlık lebi, Seyahatname'de "Esnaf-ı bezazis-
larından birini çıkartıp önüne koyabilir­
yapmış ve Roma'da ölmüştür. tan-ı atik" başlığı altında İç (Cevahir)
lerdi. Buna karşılık kentte sık sık yinele­
Bibi. R. Martindale (haz.), The Prosopog- Bedesten'deki esnafla İlgili bilgiler ve­
nen şenliklerde, çarşıdaki süsleme kam­
raphy of the Later Roman Empire, c. 2. rir. Burasının güvenlikli oluşunu, kapı
panyasına bunlar da katılırlar ve dolap
Cambridge, 1980, s. 93-98. ve percerelerin demir kapaklı olduğu­
denen dükkânlarının içini dışını mücev­
NEVRA NECİPOĞLU nu, akşamları pasbanların (bekçi) kub­
herler, antika ziynet eşyaları, murassa
belerin çevresinde dolaşıp kapakları ka­
hançerler, eyerler vb ile donatırlardı.
ANTEMİOS (Tralles'li) pattıklarını, dört sokakta 600 dolap-
dükkân bulunduğunu, murassa ve mü­ Antikacılığın Kapalıçarşı'da ve özel­
(6. yy) Ayasofya'nm 6. yy:da yapımında likle de İç Bedesten'de odaklanışmda
çalışmış iki mimardan biri olarak bilinen cevherat eşyanın ortada bırakılsa bile
çalınmasının olanaksızlığını vb anlatır. burasının yangına ve depreme karşı da
Antemiosün (Anthemios) hayatı hak­ güvenlikli oluşu etkiliydi. İstanbul'un
kında yeterli bilgi elde edilememiştir. Antikacılığın İstanbul'da gelişiminde, sık sık geçirdiği yangınlar ve depremler
Batı Anadolu'da Tralles'li (Aydın) ol­ Bizans geleneklerinin ne ölçüde etkili pek çok yeri yok ederken bundan en
duğu ve çağının tanınmış bir ailesinden olduğu konusunda bilgiler yoktur. Buna az zarar gören yer Kapalıçarşı'ydı. Kent­
geldiği bilinir. Kardeşlerinden biri de o karşılık 16. yy'da, Batı'da ve Doğu'da te yaşanan ayaklanmalarda da çarşı,
yüzyılın ünlü hekimlerinden biri olarak pek çok ülkeyi kapsayan sefer ve fetih­ soygun ve yağma olasılığına karşı çok
isim yapmıştır. Tralles'li Antemios, lerin, elde edilen ganimet mallarıyla İs­ sağlam bir koruma yapısına ve güvenlik
532'de Nika ayaklanmasında yanan tanbul'u bir antika hazinesi durumuna önlemlerine sahipti. Bununla birlikte
Ayasofya'nm I. İustinianos tarafından getirdiği ve başta Cevahir Bedesteni es­ 1695, 1701, 1750 yangınları, 1894 dep­
yeniden, değişik ve iddialı bir mimari nafı olmak üzere başka zümrelerin de remi, 1687'deki ayaklanma Kapalıçar-
projeye göre yapılmasında Miletos'lu bunların alım satımına yöneldikleri anla­ şı'yı, dolayısıyla da buradaki antikacıları
(Söke yakınında) Isidoros ile birlikte şılmaktadır. Saray ve Darphane hazine­ olumsuz y ö n d e etkiledi. 1 6 8 7 ' d e k i
çalışmıştır. Her iki mimarın da Batı lerinde her yıl yapılan genel ayıklama ve ayaklanmada buraya saldıran yeniçeri­
Anadolu'dan oluşu, yapı sanatında Ana­ düşüm işlemlerinde de pek çok değerli ler, İç Bedesten'de bir dolabı yağma
dolu'nun yaratıcı gücünü gösterir. parçanın müzayede yoluyla İstanbul pi­ edince tüm çarşı esnafı, dolap sahibinin
Ayasofya gibi bir yapının meydana yasasına devredildiği bilinmektedir. açtığı bayrak altında toplanarak karşı
getirilmesinde, göz önünde tutulması İstanbul'un bir antika pazarı oluşun­ eyleme geçmiş ve saraya yürümüşlerdi.
geren statik bilgilere sahip olduğuna da, Ehl-i Hıref-i Hassa denen ve saraya Sonuçta, bedesten soyguncusu yeniçeri­
göre, Antemiosün çağma göre bir mü- bağlı bir sanatkârlar örgütü olarak çalı­ ler yakalanıp idam edilmişlerdi.
ANTİKACILIK 2 78

1930'lu yıllarda Kapalıçarşı'da bir antikacı dükkânı.


Gökhan Akçura arşivi

16. yy'ın sonlarına doğru, antika eşya ğunu bildirdiklerinden İstanbul kadısına kanatlı kepenkleri, eşya teşhirinde işe
ticaretiyle uğraşan esnafla ilgili bazı hü­ ve Ayasofya mütevellisine hüküm yazı­ yaramaktaydı. Eski eser alıp satanlar,
kümlerin çıkarıldığı tespit edilmektedir. larak ölen esnafın tasarrufundaki dola­ önlerindeki, yanlarındaki kutulara, ca-
Bunlardan biri 1573 yılma ait olup be­ bın varislerine verilmesi duyurulmuştur. mekânlara, raflara ve rahlelere porselen,
destende, esnaf ile tellalların anlaşıp hi­ Bedestendeki dolap denen, mücev­ fağfur, ayna, billur, lamba, şamdan,
lelere başvurduklarına ve gelen eşyayı heratla birlikte nadir ve yüksek değerli mangal, her çeşit eşyayı, Venedik kris­
değerinden çok ucuza alıp sonra yüksek antikaların da satıldığı küçük dükkânlar tallerini, bindallıları, şalları, halı secca­
fiyatla sattıklarına ilişkindir. Bu konuda ilginçti. Buralarda dükkân sahipleri salt deleri yerleştirirler, silahları, hançerleri
bedesten kethüdasının uyarıldığı görül­ kendi mallarını muhafaza etmez, belli asarlardı. Çarşının loş ortamında bunlar,
mektedir. Yine aynı yıllarda, kimi esna­ bir saklama ücreti karşılığında çarşı için­ olduklarından daha farklı gözükür, ilgi
fın damgasız gümüş evani ya da sahte den ve dışından varlıklıların da kıymetli uyandırırdı. Sandal Bedesteni ise daha
şeyler sattıkları saptanmış ve bu tür suç­ öteberilerini, paralarını saklarlardı. İstan­ çok değerli kumaşların, giyim eşyasının
ları işleyenlerin hapsolunacakları bildi­ bullu zengin ailelerin bedestende bir pazarlandığı bir yer olmakla birlikte bu­
rilmiştir. Yine bedesten hacegileri, kol- dolap sahibiyle mutlaka bu tür bir ilişki­ rada da antika alım satımı yapılıyordu.
tukçu ve oturakçı denen esnafı aracı si vardı. Bu açıdan bedesten, tüm kent­ İstanbullu hanımlar, sokağa ve çarşıya
edinerek terekelerden ya da paraya sıkı­ teki antikaların büyük bir bölümünün çıkabilme iznine bağlı olarak en çok bu­
şanlardan pek ucuza mal kapatıp sonra deposu durumundaydı. İç Bedesten'de raya gelmekte, bazen eski bir şey sat­
kendi aralarında çıkışma denen yöntem­ 44 mahzen ve bunların önünde de do­ makta, bazen da alıcı olmaktaydılar.
le kazanç paylaşımı yapmaktaydılar. lap denen dükkânlar vardı. Mahzenler Her köşe bucağı ile bir antika pazarı
Bundan dolayı 19- yy ortalarına doğru birer kasa odası durumundaydı. Diğer olan Kapalıçarşı ile Cevahir ve Sandal
suçlanmışlar ve birbirlerine müteselsil esnaf gibi antika alım satımı yapanlar da bedestenleri için Miss Julie Pardoe, "Av­
kefil olmuşlardı. 1582'de ise bir dilek­ sandıklarını, camekânlarını, satmak iste­ rupalıların binbir gece rüyası" deyimini
çeyle saraya başvuran bedesten esnafı, dikleri eşyayı, dolap raflarına, oturduk­ kullanmıştır. Pardoe, bu çarşının, pazar-
vakıf sandığına yüksek bedeller ödeye­ ları tezgâhın çevresine yerleştirirler, ak­ lanan değerli eserler bakımından, Ala-
rek tasarruf hakkını elde ettikleri dolap­ şam toplarlardı. Dolap sisteminde dük­ eddin'in sihirli lambası gibi ışıklar saçtı­
larının, ölümlerinden sonra varislerine kânlar bedestenin dışında, Kapalıçar- ğını yazar. İç Bedesteni, Sandal Bedes­
verilmeyip başkalarına kiralandığını, bu şı'nın başka yerlerinde de bulunuyordu. tenimi ve Galata'daki daha eskiden
yüzden çoluk çocuklarının perişan oldu­ Bunların aşağıya ve yukarıya açılan iki mevcut olan ve benzeri şeylerin satıldı-
279 ANTİKACILIK

ğı kapalıçarşıyı tanımlar. Galata'daki be­ dığı Sultanahmet Arastası müşteri açısın­ vb) kandil zarfları, sedef kakmalı Kuran
destenle ilgili 22 Aralık 1585 tarihli bir dan tenhadır. ve sakal-ı şerif mahfazaları, bunların ba­
belge önemlidir. Bu belgede, Galata ci- Eski birçok resim ve gravürün dela­ ğa, fildişi işlemeli, altlıkları ajur süsle-
hetindeki aşırı gereksinim dikkate alına­ letiyle Kapalıçarşı'da ve Mısır Çarşı- meli olanları, Trabzon kemerleri, Van
rak 20 kubbeli ve Bizans yapısı olan es­ sı'nda seyyar antikacıların dolaştığı da işi savatlı tabakalar, Tokat bakırı evani,
ki bir binanın onarılıp 55 dolaplı bir be­ biliniyor. Bunlar, omuzlarına attıkları Beykoz işi cam eşya, yaldız pullu şişe­
desten durumuna getirilmesi ve Ayasof- şallar, ağır kumaşlar, boyunlarına geçir­ ler, süt beyaz, mine rengi opalin şeker­
ya vakfına bu yoldan yeni bir gelir kay­ dikleri yay kirişleri, kılıçlar, kuşaklarına likler, sürahiler, lacivert ve kırmızı cam­
nağı sağlanması açıklanmaktadır. Kuş­ doldurdukları piştovlar, hançerler, kol­ dan kandiller, laledanlar, bardaklar, ku­
kusuz Galata Bedesteni'nde İstanbul ci- larındaki dizilerle tespih, çubuk vb ile pa ve kâseler, fincanlar, ibrikler, aşure­
hetindeki antikacıların rağbet etmedik­ dolaşmakta ve ayaküstü pazarlıkla anti­ likler, gülabdanlar, çeşmibülbüller, kuş­
leri, daha çok gayrimüslimleri ilgilendi­ ka alıp satmaktaydılar. lar (güvercin ve kumru), tabaklar, dal­
ren ikonalar, tablolar, Hıristiyanlıkla ala­ Fakat. 19. yy ortalarına gelinceye de­ dırmalar, kadehler, tuzluk, şekerlik, yu­
kalı eşya ve simgeler satılıyordu. ğin İstanbul antikacılarının ev eşyası tü­ murtalık, karlıklar, nargileler, hokkalar,
Bedestenlerde antika değerinde ki­ ründen parçalarla ilgilenmedikleri, top­ mühreler, mataralar, avizeler, askı top­
tapların satıldığını ise 1672-1673 yılların­ rak altından çıkan arkeolojik objeleri de ları, duvar, koyun saatleri, sandıklı saat­
da buralardan hayli yazma eser alan An­ türlü inanç kaygıları ve sakıncalar yü­ ler, sedef işli çekmeceler, rahleler, gü­
tonie Galland anlatmaktadır. Galland, al­ zünden alım satım konusu yapmadıkları müş, altın, billur, çini kupalar, Osmanlı
dığı yazmalar arasında Hasan Çelebimin anlaşılıyor. Saray çıkışlı bile olsa mobil­ silahları, Edirnekâri çekmeceler, halkâri
Tezkiretü'ş-Şuara'sı ile Lâmîî'nin Ceva- ya türü eşyanın bitpazarlarına gittiği ve billur kutular, minekâri kutu ve çekme­
miü'l-Hikâyat'ini da zikreder. Tarih bil­ çoğu zaman da antika fiyatlarıyla oran- celer, kuburlar, sadaklar, som veya geç­
gileri, yangın tehlikesi nedeniyle sahafla­ lanamayacak düzeyde ucuza satıldığı me türlü ağızlıklar, Venedik işi gümüş
rın yüzyıllar boyunca Kapalıçarşı içinde veya en iyilerinin Sandal Bedesteni'nde, el ve minder aynaları, Tophane işi lüle­
ve bedesten civarında iş yaptıklarını dışarıdaki mezat yerlerinde müzayede­ ler, yazı takımları, sürahiler, ibrikler ve
doğrulamaktadır. Dolayısıyla İstanbul'a ye çıkarıldığı sanılıyor. Bu açıdan, eski askılar, bağa, fildişi işlemeli kutular ve
gelen yabancılar, gerek sahaflardan ge­ İstanbul antikacılarının, deyimin anlamı­ çekmeceler, hamam lalinleri, madeni
rekse bedestenlerdeki antikacılardan na­ na uygun olarak yükte hafif pahada hamam tasları, sabunluk ve killikler, tel-
dir yazmaları, hatları, levhaları da almak­ ağır nesnelerle uğraştıkları söylenebilir. kırma, İstanbul işi, sırma işlemeli ha­
taydılar. Sahafların kitap alma ve satma­ Bakır, pirinç, gümüş, altın evani (man­ mam takımları, günlük yaşamla İlgili fa­
larının da yine bedesten esnafının alım gal, güğüm, tepsi, fincan zarfı, gülab­ kat antika değerindeki bağa hoşaf ka­
satım gelenekleriyle aynı olduğu anlaşıl­ dan, buhurdan, fiske, şamdan semaver şıkları, mercan saplı kaşıklar, billur kâ-
maktadır. Birer dolaba sahip olan sahaf­
lar, antika değerindeki kitaplarını ortada
bulundurmayarak uygun müşterisinin
çıkmasını beklerlerdi. Bunlar, yeni kitap
alımında ise tellalın o dolaptan ötekine
dolaştırdığı sahafiye işi kitabı dikkatle in­
celerler, uzmanlarına danışırlar ve ona
göre artırırlardı. Sahafların Kapalıçar-
şı'dan dışarıya çıkıp şimdiki yerlerine
(eski Hakkâklar Çarşısı) geçmeleri 19.
yy'ın sonlarında başlamıştır.
İstanbul antikacılığının bir uzantısı
ise Sultanahmet Arastası idi. Buradaki
silahçılar aslında birer antikacıydı. Ed­
mondo de Amicis, burayı anlatırken
parlatılarak boy boy sıralanmış olan
korkunç silahların, Türk, Macar, Arap
kılıçlarının, kabzaları mücevherli, altın
işlemeli tüfeklerin, piştov ve tabancala­
rın, meşin kılıflı hançerlerin uyandırdığı
duyguları dile getirir. Sedef, agat, sapla­
rı firuzelerle bezemeli simli kamaları, al­
tın ve inci işlemeli eyerleri, at başlarına
mahsus tombak zereleri, gümüş gemle­
ri, haşaları, fitilli tüfekleri, Arnavut ta­
bancalarını, baştan başa mücevher gibi
işlenmiş uzun Arap tüfeklerini, türlü de­
rilerden yapılma antik kalkanları, Çer­
kez ve Kazak zırhlarını, yayları, cellat
palalarını... betimler. Satıcıları ise bağ­
daş kurmuş, yaşlı, zayıf, yüzleri gülme­
yen insanlar olarak tanımlar. Gazeteci
Mery (19. yy) silahçıların, İngiliz kolek­
siyoncuları ile antika meraklılarının isti­
lasına uğradığını yazar. Birçok parça­ Geçen yüzyılda
nın, Justinyan zırhı, son yeniçeriye ait Kapalıçarşı'daki
kuka, III. Murad'm hançeri vb yuttur­ bir antikacı
malarla lortlara nasıl pazarlandığını hi­ dükkânını
kâye eder. Antika fiyatları konusunda betimleyen
kartpostal.
bilgiler veren gezgin Fellows'a (19. yy) Turhan Baytop
göre ise antika silah ve öteberinin satıl­ koleksiyonu
ANTİKACILIK 280

seler, çini tabaklar, taslar, fildişi tarak­


lar, tombak sahanlar, ibrikler, güğüm­
ler, Edirne işi kahve değirmenleri, ka­
lemtıraş, makas, makta vb el aletleri, sa­
haf işi nadir kitaplar, Osmanlı deri cilt­
leri, bunların şemseli, salbekli, rumîli,
Heratişi, yekşah vb olanları, Selçuklu
yazmaları, Avrupa'dan gelme albümler,
ördekbaşı, kakum, samur, sarı samur,
misk, vaşak, karakulak, kunduz, kaplan
kürkleri, mühürler, yüzük, bilezik, ger­
danlık, taç, sorguç, zincir, muska mah­
fazası, kemer tokası, kaşbastı, tepelik,
çeleng, iğne vb kuyumculuk işleri, mü­
cevherli, murassa, madeni, hayvani
(boynuz, inci, sedef, kemik vb), cebel-
lukum, şahmaksut, yüzsürü, necef, keh­
ribar, kuka vb tespihler, şahkulu gibi
ün yapmış ustaların eserleri, saz üslu­
buyla işli çiniler, deri, kumaş, lake eser­
ler, ebrular, İznik, Kütahya, Haliç ma-
mulatı, Avrupa'dan, Çin'den gelme çini
evani, İran, Kirman, Kafkasyra halıları,
şal, çatma, kemha seccadeler vb İstan­
bul antikacılarının yüzyıllar boyunca
alıp sattıkları parçalardı. Cevahir Bedesteninde günümüzden bir antikacı dükkânı.
Ali Hikmet Varlık, 1993
Hat denen ve Osmanlı sanatı içinde,
özellikle de İstanbul'da özel bir yeri
olan güzel yazı tekniğiyle hazırlanan kazılar, eski eserlerin yurtdışına kaçırıl­ Gürcü, Azeri. Acem antikacıların yanın­
levha, murakka, hilye-i şerif, kıt'a vb de ması sürecine koşut biçimde İstanbul da Türk antikacılar giderek azaldı. Bu­
genellikle antika satıcıları tarafından antikacılarını de beslemekteydi. Doğal nun nedenleri arasında, Türklerin yaban­
pazarlanıyordu. olarak bu yoldan satılanlar da yine Av­ cı dil bilmemeleri, antika alanındaki uz­
Abdülmecid döneminde (1839-1861) rupa'ya götürülüyordu. Bununla da ka­ manlıklarına karşılık, asar-ı atika (arke-
İstanbul'a gelen Miss Pardoe, Kapalıçar- lınmayarak etnografik nitelikli (yazma, olojik-eski eser) alanında hiçbir bilgiye
şı'da gördüğü antikaları sınıflandırırken peşkir, futa. çatma, çorap vb) nesneler sahip olmamaları, bunları alıp satmanın
altın işlemeli fincanlardan, gerdanlıklar­ de eski halı ve kilimlerle birlikte antika­ günah olduğuna inanmaları geliyordu.
dan, at eyerlerinden, altın bileziklere cı dükkânlarında yer aldı. Giderek eski Bir antika uzmanı ve başarılı bir anti­
kadar pek çok şeyi sayar. Silah Paza- çinici, ciltçi, çubukçu, kaşıkçı dükkânla­ kacı olarak ün yapan Nurettin Rüştü
rı'nın ise başlıbaşına bir antika hazinesi rı da birer antika mağazası oldu. Büngül (1882-1951) 20. yy'm başından
olduğunu ilave eder. Her devrin, her 19. yy'm sonuna doğru İstanbul'a ge­ ölümüne değin Kapalıçarşı'da antikacılık
ulusun pusatlarının, antik kalkanların, len ve bir süre kalan Fransız ressam yaptı. Eski Eserler Ansiklopedisi adıyla
sanki devler için yapılmış duygusu ve­ Prétextât Lecomte, İstanbul ve Doğu an­ yayımladığı ve bir bakıma İstanbul anti­
ren ağır ve korkutucu savaş silahlarının, tikacılığının tahlilini doğru bir bakışla kacılığı için rehber kabul edilen kitabın­
tolgaların, zırhların, altın tellerle işlen­ yapmıştır. Ona göre. bu alanın başçıl daki değerlendirmeleri, 20. yy ortalarına
miş ibrişim kumaşlarla, muslinlerle, ke­ malzemesi çinidir. İkinci sırayı, İstan­ doğru antikacılığın alanlarını belirlemek,
narları ayet işli örtüler ve namazlıklarla bul'daki özgün işlenişiyle sedef kakma­ fiyat analizleri yapabilmek bakımından
oluşturduğu tezada değinir. cılığa verir. Şam çekiç işlerini, döküm­ önemlidir. Büngül, eski İstanbul antika­
19. yy'da Avrupa ile olan ilişkilerin cülük ve bakırcılık ürünlerini, vitrayı, cıları olan bedesten hacegilerini de siya­
artması, İstanbul antika pazarlarını can­ kumaş ve halıları, saraçlık işlerini, Eski sal yaşamdaki etkilerine değin tahlil
landırmıştır. Bu evrede, antika kavramı­ Doğu silahlarını, telkari, çekiçleme, çal­ eder. Tatlı dilleriyle müşteri kandırmala­
nın ve alanının da yeni boyutlar kazan­ ma, gravür, çakma, mine teknikleriyle rım, Müslüman olmasalar bile yaklaşan
dığı gözlemlenmektedir. Bu dönüşüm ekstra değer kazandırılmış objeleri ayrı müşteriyi görünce abdeste sığanıp uzun
için Kırım Savaşı yılları (1853-1856) baş­ ayrı yorumlamıştır. İstanbul'da ya da uzun dualarla namaz hazırlığı yapışlarını,
langıçtır. Bu yıllarda Müttefikler, İstan­ Doğu'da üretilen eserlerin antika sayıl­ tatlı dilleriyle müşteriyi ısındırdıktan son­
bul çarşı'pazarlarına geçmişte olmayan malarını gerektirir birinci nedeni ise us­ ra elindekini pek ehven bir bedelle alıp
bir hareketlilik getirdikleri gibi en çok taların "müşteriyi değil kendilerini tat­ sonra da bunu pek yüksek paralarla el­
da "Doğu ve İstanbul hatırası" sayılabi­ min duygusu ve çabasıyla" emek verme­ den çıkardıklarını anlatır.
lecek nesnelere yönelmişlerdir. Bu ol­ lerine bağlar. Bu açıdan, antikanın, mut­ Yakın zamanların tanınmış antikacı­
gu, Kapalıçarşı'yı antikacılık yönünden laka eski olmasının gerekmediğini, ku­ ları arasında 1863'te İstanbul'da ilk bü­
daha da öne çıkarırken kentin birçok yumcuların, telkârların, tornacıların, çu­ yük antika mağazasını açan ve daha
semtinde, özellikle de Galata-Tophane- buk, marpuç ustalarının, fildişi, şimşir iş­ sonra Paris'te de benzeri bir işyeri ku­
Beyoğlu çevresinde yabancılara hitap leyenlerin, lülecilerin hâlâ nefis antikalar ran Soustiel ailesi, Osmanlı sarayına ya­
eden, Avrupai görünümlü antikacı dük­ ürettiklerini vurgular. Lecomte. İstan­ kınlıklarıyla tanınan Mandiller ve ku-
kânları ilk kez bu yıllarda açıldı. Bura­ bul'u, salt antika pazarlaman bir merkez yumcubaşı Saran, ilk sırayı alırlar. Türk
larda Avrupalı ressamların tabloları da olarak değil, dünyanın bellibaşlı antika antikacıların en tanınmışları ise 1950
yer aldı. Avrupa'da en çok önem veri­ üretim yerlerinden biri olarak tanımlar. öncesinde bu işle uğraşan Nurettin Yat­
len arkeolojik buluntular da modern 19. yy'm sonlarında İstanbul antika man, Selahattin Refik Sırmalı ve Nuret­
antikacıların uğraşı alanına girdi. Ana­ piyasası çoğunlukla gayrimüslim azınlık­ tin Rüştü Büngül'dür.
dolu'nun sahipsiz arkeolojik zenginliği ların, ikinci sırada ise İran Azerbay­ I. Dünya Savaşı'ndan Cumhuriyet'e
ise yeni sektörün hızla zenginleşmesine can'ından gelip Cevahir B e d e s t e n i n e uzayan dönemde (1914-1923) İstanbul
olanak verdi. Ege ve Marmara bölgele­ yerleşen Acemlerin eline geçti. Levanten, antikacılığı neredeyse sönmüştü. Yeni­
rinde yoğunlaşan yağmalar ve kaçak Katolik, Arap, Rum, Ermeni, Yahudi, den kalkınışı claha sonradır. 1340-1341
281 APARTMAN

(1924-1925) yılı Ticaret Salnamesindeki etkilendi. Comedie Française'den ve APARTMAN


b i l g i l e r e g ö r e , o yıllarda İ s t a n b u l ' d a k i Odeon'dan geri çevrilen herkese kapıla­
Bir konut binası içinde diğerlerinden
antikacıların b i r ç o ğ u halıcılık y a p ı y o r ­ rım açtı ve sonuçta tiyatrosu Paris'in ay­
b ö l m e l e r l e ayrılmış ve bağımsız bir bi­
du. Ç o ğ u E r m e n i o l a n a n t i k a c ı l a r ise dınlarının odağı haline geldi. Antoine.
rim oluşturan odalar k ü m e s i n i adlandı­
D o ğ u malları, Avrupa mamulatı, Trakya mali nedenlerle tiyatrosunu 1896'da ka­
ran "apartman" (Fransızca a p p a r t e m e n t )
silahları, Vidin bıçakları, E d i r n e k â r i iş­ pattıktan sonra bir yıl Theatre de l'Ode-
k e l i m e s i T ü r k ç e kullanımda b i r k a ç b a ­
ler, E d i r n e minyatürleri, D a r p h a n e işi, on'da yönetmenlik yaptı ve hemen The­
ğ ı m s ı z k o n u t birimini i ç i n d e t o p l a y a n
B u h a r a tespihleri vb satmaktaydılar. An­ atre Antoine'ı kurarak daha önceki ti­
b i n a anlamını taşımaktadır.
tikacı dükkânları, Kapalıçarşı'da Aynacı­ yatrosunun türünde yapımlarla izleyici­
A p a r t m a n , A v r u p a ü l k e l e r i n d e 19-
l a r d a 10, Abud H a n ' d a 2, M a h m u t p a - sinin karşısına çıktı.
yy'm ikinci yarısında e n d ü s t r i l e ş m e n i n
ş a ' d a 3 o l m a k ü z e r e t o p l a m 1 5 ti. Antoine, 1894 ve 1897'de İstanbul'da
paralelinde ortaya ç ı k a n bir k e n t yapısı­
1928'den itibaren, aynı muhitlerde y e n i da temsiller vermişti. 1914'te dönemin
dır. Y e n i orta tabakalar d e n e n , sayıları
b a ş k a antikacı dükkânları açıldı. şehremini Cemil Paşa'nın ( T o p u z l u )
yüzbinlere varan işçi ve m e m u r l a r ı n k o ­
G ü n ü m ü z d e antikacılar, Kapalıçar­ çağrısı üzerine İstanbul'a geldi. Ama I.
nut s o r u n u n a ç ö z ü m , aynı arsa üzerin­
şı'da, y o ğ u n o l a r a k C e v a h i r B e d e s t e - Dünya Savaşı çıkınca kısa süre sonra ül­
de ç o k birimli yapılarla, yani apartman­
ni'nde, Nişantaşı'nda, B e y o ğ l u ' n d a . Ku- kesine döndü. Daha sonra tiyatro eleş­
larla bulunmuştur.
ledibi'nde, Çukurcuma'da, Ortaköy'de, tirmenliği yapan Antoine sinema alanına
İstanbul'da ilk apartmanlar 19. yy'm
M e c i d i y e k ö y v e H o r h o r ' d a k i antikacılar geçerek aşırı derecede yenilikçi ve ger­
s o n l a r ı n d a G a l a t a - B e y o ğ l u gibi Müslü­
çarşılarında, Üsküdar ve K a d ı k ö y ' d e iş çekçiliğin gelişmesindeki katkıları ancak
m a n olmayan halkın yaşadığı b ö l g e l e r d e
yapmaktadırlar. Sık sık d ü z e n l e n e n an­ çok sonra anlaşılacak filmler çekti.
yapılmıştır. O s m a n l ı İ m p a r a t o r l u ğ u n u n
tika m ü z a y e d e l e r i bu alana d ö n ü k ilgiyi Antoine'ın İstanbul açısından önemi
s o n yıllarında, Batı'ya bağımlı y e n i ban­
artırmıştır. S o n olarak KÜSAV (Kültür ve İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'mn
ka, şirket gibi işyerlerinde çalışan orta
S a n a t Vakfı) tarafından H a r b i y e Kültür kuruluş çalışmalarını başlatmasıdır. An­
tabakaların k o n u t u olarak ortaya çıkan
M e r k e z i ' n d e 5-13 K a s ı m 1993 tarihleri toine Cemil Paşa'nın önerisi ve Şehre­
apartmanlar, bu çalışma ortamına Müs­
arasında Antika ve D e k o r a t i f Sanat Fu­ maneti Meclisinin 3 Haziran 1914 günlü
lüman kesimin de katılması ve aile yapı­
arı düzenlenmiştir. kararıyla bir konservatuvar kurmak için
sındaki değişmelerle yaygınlaşmıştır.
Bibi. Tarih-i Selânikî, 255-256; Evliya, Seya­ 28 Haziran 1914 günü İstanbul'a geldi.
hatname I, 506; Tarih-i Naima, V, s. 258; T. 8'i kadın 197 kişinin sınavlara girmek B e y o ğ l u ' n d a ilk a p a r t m a n ı n y a p ı m ı
Reyhanlı, İngiliz Gezginlerine Göre XVI. için başvurduğu ve ilk elemeleri 67 kişi­ 1 8 8 2 ' d e gerçekleşmiştir. T ü n e l ' d e k i Se-
Yüzyılda İstanbul'da Hayat, Ankara, 1983, s. nin kazandığı konservatuvarda Antoine, feroğlu Apartmanı Galata'daki ilk apart­
39; A. Galland, İstanbul'a Ait Günlük Hatı­ manlardandır. Y i n e B e y o ğ l ü n d a k i Casa
ralar, Ankara, 1987, s. 213-214; P. de Tour- temel bir tiyatro eğitim programı hazır­
lamış, okula sınavla yetenekli öğrenciler B o t t e r 1 9 0 7 tarihlidir. B u t a r i h K a d ı ­
nefort, Relation d'un Voyage du Levant. Pa­
alınmasını sağlamıştır. İstanbul'da başta k ö y ' d e 1 9 0 9 yılı o l a r a k b e l i r l e n m e k t e ­
ris, 1717, s. 514; B. J. Berry, Out of the Past
the Istanbul Grand Bazzar, New York, 1977; Muhsin Ertuğrul olmak üzere birçok dir. M ü s l ü m a n - T ü r k k e s i m i n i n d e b u
E. de Amicis, Constantinople, Paris, 1883. s. Türk tiyatro adamına da emeği geçmiş­ y e n i k o n u t türüne talebinin ortaya çık­
112-116; C. Fellows, Ein Ausflug nach Klein- masıyla, y a p ı m faaliyeti M a ç k a , Teşviki­
tir. Türkiye'yle ilgili anıları Chez les
asien und Entdeckungen in Lycien, Leipzig, ye, Nişantaşı ve Cihangir gibi s e m t l e r e
1840, s. 47-48; Mery, Constantinople et la turcs (1963) adıyla Ankara'da Metin
And tarafından yayımlanmıştır. sıçramıştır.
Mer Noire, Paris, 1855, s. 367-368; E. Teki-
ner, ''İstanbul'da Kapalıcarsı". TTOK Bellete­ İ s t a n b u l ' d a tarihi y a r ı m a d a d a k i ilk
Bibi. M. N. Özön-B. Dürder, Türk. Tiyatrosu
ni, (Mayıs 1949); R. C. Ulunay "Sandal Be­ a p a r t m a n b i n a s ı Laleli'deki H a r i k z e d e -
desteni" TTOK Belleteni, (Ekim 1962); Musa-
Ansiklopedisi, İst., 1967; And, Meşrutiyet; M.
Ertuğrul, Benden Sonra Tufan Olmasın, İst., gân Apartmanları'dır (bak. Tayyare
hipzade Celal, Istanbul Yaşayışı, 1992, s.
1989; Ö. Nutku, Darülbedayi; ay, Dünya Ti­ Apartmanları). 1 9 1 8 yangınında evsiz
177; Ali Rıza, Bir Zamanlar, 32 vd; B. Ata-
lay, Türk Halıcılığı ve Uşak Halıları, 1st..
yatrosu Tarihi, I-II, 1985; (Sevengil), Türk Ti­ kalan dar gelirliler için 1 9 2 0 ' d e başlanan
1967; Pretextat-Lecomte, Türkiye'de Sanatlar
yatrosu. I. ve 1 9 2 2 ' d e bitirilen bu apartmanlar, B a -
ve Zanaatler, ty; K. Şahin. "Sahhaflık". Milli RAŞİT ÇAVAŞ t ı ' d a k i b e n z e r l e r i n d e n izler t a ş ı m a k l a
Kültür, no. 60 (Mart 1981). s. 30-31; Ahmed birlikte. Osmanlı mimarisinden alınan
Refik (Altmay), Onuncu Asr-ı Hicride İstan­ ANTONİADES, E. M. biçimsel öğeleri ile I. Ulusal Mimari Akı-
bul Hayatı, Ankara, 1987, s. 160-161, 180.
Ayasofya üzerine araştırmaları ve yayın­ mı'nın örnek yapılarmdandır. Harikze-
181, 195, 196. 199, 200; Türkiyemiz, no. 13
(Haziran 1974), 38 (Ekim 1982), 40 (Haziran ları bulunan yazar. Hayatı ve çalışmaları d e g â n Apartmanları, içindeki k o n u t biri­
1983), 43 (Haziran 1984), -54 (Şubat 1988); hakkında fazla bilgi yoktur. Antoniades, mi sayısının ç o k l u ğ u ile de Türkiye'nin
Türk Ticaret Salnamesi 1340-1341, İst., önce Arkeologiki pinakes tes Hagias Sofi­ ilk toplu k o n u t örneği kabul edilebilir.
1341, s. 182; Türkiye Salnamesi, 1st., 1928, s.
7; T. Toros "Antika ve Ünlü Türk Antikacıla­ as (Ayasofya'nın Arkeolojik Resimleri) C u m h u r i y e t d ö n e m i n d e y a ş a m biçi­
rı", Antika, no. 1 (Nisan 1985), s. 12-14. başlığı ile İstanbul'da 1905'te bir albüm m i n d e k i değişikliklerin k o n u t a da yan­
yayımlamış ve bunu He Hagia Sofia, ek- sıması ve apartman y a p ı m ı n ı n artması o
N E C D E T SAKAOĞLU setazomeni upo arhitektomikin kai ark- d ö n e m i n çeşitli g a z e t e yazı ve m a k a l e ­
heolugiken epokni en pinaksin (Mimari lerine de k o n u olmuş, apartman hayatı­
ANTİOHOS SARAYI ve Arkeolojik Bakımdan Ayasofya) başlı­ n ı n eski ö r f v e âdetlere uymadığı, k a ç -
bak. EUFEMİA (AYİA) KİLİSESİ ğıyla, içinde sadece dokuz levha bulu­ g ö ç olduğu için de T ü r k aile y a ş a m ı n a
nan bir broşür halinde, Paris'te 1906 ara­ ters düştüğü a n c a k Cumhuriyet'ten son­
ANTOINE, ANDRE sında yayımlamıştır. Ayasofya hakkında­ ra apartmanın rağbet g ö r m e y e başladığı
(31 Ocak. 1858, Limoges - 19 Ekim ki ana eseri olan Ekfrasis tes Hagias Sofi­ yazılmıştır.
1943, Poulinguen) Fransız tiyatro v e si­ as (Ayasofya'nın Tarihi Tasviri) adlı üç G e r ç e k t e n , toplumdaki yapısal deği­
n e m a y ö n e t m e n i , o y u n c u v e eleştirmen. büyük ciltlik eseri Atina'da 1907-1909'da şikliklere bağlı olarak apartmanlaşma
İstanbul B e l e d i y e s i Şehir T i y a t r o l a r ı n ı n yayımlanmıştır. Yine Ayasofya'yı tasvir 1 9 3 0 ' l a r d a n itibaren hızla yaygınlaşmış­
t e m e l i o l a n D a r ü l b e d a y i ' n i n kurucusu­ eden ikonalara dair Byzantinische Ze- tır. O d ö n e m l e r d e ç o k katlı ve ç o k da­
dur. B ü y ü k ö l ç ü d e k e n d i k e n d i n i yetiş­ itschriffte yayımlanan (1907) "Periton ireli bir a p a r t m a n ı n yaptırılmasının ge­
tirdi. Paris Havagazı Şirketimde çalışır­ ak.eiropoipoieton tes Hagias Sophias" rektirdiği yatırım için yeterli birikime sa­
ken bir yandan oyunculuk yaptı. başlıklı bir makalesi vardır. Bu makale, hip kişilerin sayısının az olması, 1950'le-
1 8 8 7 ' d e d ö n e m i n i n naturalist yapıtlarını Ayasofya'nın insan eliyle değil, kutsal r e k a d a r a p a r t m a n y a p ı m ı n ı sınırlayan
s a h n e l e m e k ü z e r e T h e a t r e - L i b r e ' i kur­ olarak kendiliğinden yapıldığı inancını b i r f a k t ö r o l m u ş t u r . B u ilk d ö n e m d e ,
du. G ü n ü n e d e b i y a t alanındaki muhafe- tasvir eden ikonalar hakkındadır. y ü k s e k gelirli kesimler tarafından yaptı­
leti o l a n n a t ü r a l i z m d e n b ü y ü k ö l ç ü d e İSTANBUL rılan apartmanlar Nişantaşı, Şişli, Ayaz-
APARTMAN 282
283 APOKAUKOS AİLESİ

paşa gibi kentin prestijli semtlerinde yer APOKAUKOS AİLESİ


almakta ve m o d e r n hayatı simgelemek­
Bizanslı aile; varlığı 10. yy'ın sonundan
tedir. A p a r t m a n d a y a ş a m a n ı n t o p l u m
itibaren bilinir. Apokaukosların Kons-
içinde bir statü göstergesi olması d ö n e ­
tantinopolis kökenli olduğuna dair hiç­
min operetlerine de yansımış ve Lüküs
bir veri olmamakla beraber, değişik kol­
Hayat'ta "Şişli'de bir apartıman, y o k s a
ları imparatorluğun çeşitli yörelerine da­
eğer halin yaman'' sözleriyle dile getiril­
ğılmış olan ailenin başkentte de bazı
miştir. Binayı yaptıranların ve kullanan­
önemli üyeleri yaşıyordu.
ların t o p l u m d a k i ayrıcalıklı k o n u m l a r ı
1950'lere k a d a r y a p ı l a n a p a r t m a n l a r ı n 12. yy'ın ikinci yarısında, eğitimini
niteliklerini de etkilemiş, b i n a l a r daha başkentte tamamladıktan sonra Kons-
sonraki yıllarda p e k g ö r ü l m e y e n belirli tantinopolis Patrikliği'nde noterlik göre­
bir ö z e n l e gerçekleştirilmiştir. vinde bulunan İoannes Apokaukos (d.
yak. 1155-Ö.1233) bunlardan biriydi.
1955te Kat Mülkiyeti K a n u n u m u n çı­
Ancak 1199/T200'de Naupaktos metro­
karılması apartmanlaşma sürecinde
politi olarak atanıp başkentten ayrıldı
ö n e m l i bir d ö n ü m noktasıdır. Hızlı
ve yaşamının geri kalan bölümünü Epi-
kentleşme, arsa fiyatlarındaki artışlar ve
ros'ta geçirdi.
spekülatif eğilimler orta sınıfların konut
sorununa kat mülkiyeti ile ç ö z ü m aran­ 13. yy'ın ikinci yarısında, Konstanti-
m a s ı n ı d o ğ u r m u ş t u r . S o s y a l Sigortalar nopolis'te sebastopanhypertatos unvanı­
Kurumu ve Emlak Kredi B a n k a s ı ' n c a na sahip bir başka İ o a n n e s Apoka-
sağlanan kredilerin de desteği ile bu ye­ ukos'un var olduğu bilinirse de, hakkın­
Pierre Apéry da başka bilgi yoktur. 1342'de başkent­
ni d ö n e m d e apartman yapımı büyük bir Turhan Baytop koleksiyonu
hızla artmış, a n c a k bu y e n i yapıların in­ te megas drungarios rütbesiyle karşımı­
şaatının örgütlenmesi, büyük ölçüde za çıkan Georgios Dukas Apokaukos
"yapsatçı" olarak adlandırılan üreticiler­ hakkında da askeri rütbesi haricinde bir
takları (Vélits et Co.) tarafından 18501i
ce gerçekleştirilmiş ve bina niteliği de şey bilinmez.
yıllarda kurulmuş olan Yüksekkaldırım
onlar tarafından yönlendirilmiştir. En no. 68'deki eczaneye sahip olmuştur. Ailenin en meşhur üyesi Aleksios
y ü k s e k kârı amaçlayan bu süreç İstan­ 1898'de eczanesini aynı caddede 74 Apokaukos'tur (ö. 1345). Apokaukosla­
bul'un dokusunu ve görünümünü no'lu dükkâna taşımıştır. Bu eczanede rın Bitinya yöresinde yaşayan, önemsiz
o l u m s u z olarak değiştiren başlıca fak­ hekimler için bir okuma salonu ve bu bir kolundan gelen Aleksios, sonradan
törlerden biridir. salonun kitaplığında da yüzden fazla bi­ imparator olan VI. İoannes Kantakuze-
limsel dergi bulunuyordu. 1908'de de nosün(->) maiyetine proteje unvanıyla
1950'lerin s o n l a r ı n d a E m l a k K r e d i
eczanesini Voyvoda Caddesi no. 18'e katıldıktan sonra siyasi kariyerinde sü­
Bankası'nın başlattığı büyük ölçekli
nakletmiştir. Apery'nin biyolojik ve en­ ratle yükselerek, 14. yyün ikinci yarısın­
proje uygulamaları, giderek özel konut
düstriyel analizler yapan bir tahlil labo- da Konstantinopolis'in en ileri gelen ki­
yapımcıları tarafından da b e n i m s e n m i ş ,
ratuvarı da vardı. Burada biyolojik ana­ şiliklerinden biri oldu. 1321'de III. And-
1960-1970'lerde ç o k sayıda a p a r t m a n
lizler (kan, idrar ve süt vb) yapıldığı gi­ ronikos Paleologosün I I . Andronikos
üretilmiştir. T o p l u apartman yapımı ola­
bi gıda maddeleri ve endüstriyel analiz­ Paleologos'a karşı başlattığı taht kavga­
rak adlandırılacak bu uygulamalar ç o k ­
ler de yapılıyordu. Bu laboratuvar Altın­ sında (bak. Paleologos Hanedanı), o sı­
lukla orta ve üst-orta gelir gruplarının
cı Daire-i Belediye'nin(->) gıda analizle­ rada Batı ordularının domestikos'u (ku­
taleplerini karşılamaya yöneliktir (So-
ri ile resmen görevlendirilmişti. mandan) olan Aleksios Apokaukos,
yak-Göztepe, STFA-Kozyatağı gibi).
genç imparatorun tarafını tuttu. Bunun
1980'li yıllarda ise İstanbul'da lüks toplu Apéry çalışkan, bilgili ve becerikli
karşılığında parakoimomenos makamı
a p a r t m a n l a r d i k k a t i ç e k m e k t e d i r . Al- bir eczacıydı. 1888'de yayımlanmaya
(imparatorun yatak odasının yanında
kent, Naciye Sultan Korusu vb yerleşim­ başlayan Revue Médico-pharmaceutique
uyuyan ve genellikle imparatorun en
lerde, ö z e n l e tasarlanmış apartmanlar, isimli derginin direktörlük ve başyazar­
yakın adamlarına verilen çok yüksek
yüksek gelir gruplarının kullanımına su­ lığını yapmıştır. Bu dergide yayımlanan
bir saray memuriyeti) ile mükâfatlandı­
nulmuştur. G ü n ü m ü z d e d e g e r e k tek, araştırmaları ve eczacılık mesleğinin
rıldı. 1328-1341 arasında I I I . Androni-
g e r e k s e b ü y ü k siteler halinde apartman ilerlemesi için yaptığı çalışmalar nede­
kos'un mesazon'u olarak, devlet idare­
inşaatı kentin çeşitli yörelerinde büyük niyle birçok ülkeden altın madalya ve
sinin imparatordan sonra en başta gelen
bir hızla sürmektedir. şeref diplomaları almıştır.
mevkiinde -15. yy. Bizans tarihçisi Du-
Bibi. Y. Sey, "To House New Citizens", Mo­ Apéry birçok ilmi ve mesleki derne­ kas(->), mesazon'u Osmanlı Devle­
dern Turkish Architecture, Chapter VIII, ğin yönetim kurulu üyeliği veya baş­ tindeki başvezire benzetir- görev yaptı.
Philadelphia, 1984; İ. Tekeli, "Türkiye Kent­ kanlığını yapmıştır. Cemiyet-i Eczaciyân 134l'de III. Andronikosün ölümünü ta­
lerinde Apartmanlaşma Sürecinde iki Aşa­ der Âsitane-i Âdiye (Société de Pharma­
ma", Çevre, no. 4 (19799; M. Kıray, "Apart­ kip eden iç savaşta ise, eski dostu ve
ciens de Constantinople) ve Devlet-i hamisi Kantakuzenos'a karşı ana impa-
manlaşma ve Modem Orta Tabakalar", Çev­ Osmaniye Eczacıları Cemiyeti (Société
re, no. 4 (1979); Y. Yavuz, "Türkiye'ye Çok ratoriçe Savoylu Anna'nın tarafını tuttu.
Katlı Sosyal Konuta İlk Örnek: İstanbul Lale- des Pharmaciens de l'Empire Ottoma­ Böylece megas dukstluğa (deniz kuvvet­
li'de Harikzedegân Katevleri". Çevre, no. 4 ne) gibi eczacılık cemiyetlerinin kurucu leri kumandanlığı) yükseltilen Apoka­
(1979); M. Ünal, "Türkiye'de Apartman Olgu­ üyesi olup zaman zaman bu cemiyetle­ ukos, ayrıca Konstantinopolis epar-
sunun Gelişimi: İstanbul Örneği", Çevre, no. rin yönetim kurulu başkanlıklarım da
4 (1979); M. Sözen-M. Tapan. 50 Yılın Türk /wsü(->) olarak başkent ve civar adala­
yapmıştır. rın idaresiyle görevlendirildi. Bu son
Mimarisi, İst., 1973.
Apéry Gazette Médicale d'Orient, görevinin gereği olarak Teodosios Sur-
YILDIZ S E Y Journal de la Société de Pharmacie de ları'nı (bak. Teodosios II; surlar) tamir
Constantinople ve Revue Médico-phar­ ettirdi. Aleksios A p o k a u k o s ü n Siliv­
APERY, PİERRE maceutique gibi İstanbul'da yayımla­ ri'nin doğusunda, Epibatai denilen yer­
(1852, İstanbul - 24 Ocak 1918, İstan­ nan tıp ve eczacılık dergilerinde birçok de, bir kale diktirdiği, Silivri'de de bir
bul) E c z a c ı . O r t a k ö y ' d e e c z a n e sahibi bilimsel ve mesleki inceleme yayımla­ kilise yaptırdığı veya onarttığı da bilinir.
olan Nicolas Apery'nin (1802-1884) oğ­ mıştır. Annuaire Oriental de Médecine Aristokratların başı ve temsilcisi olan
ludur. 1872'de Mekteb-i Tıbbiye-i Mül- et de Pharmacie (1892) adlı bir de kita­ Kantakuzenos'a karşı, çoğunlukla tüccar
kiye-i Ş a h a n e m i n e c z a c ı l ı k s ı n ı f ı n d a n bı vardır. ve gemiciler tarafından desteklenen
d i p l o m a almıştır. 1 8 7 4 ' t e Velits ve or- TURHAN BAYTOP
APOLLON SİNEMALARI 284

A p o k a u k o s ü n idaresi altında, gerek Horhor Ağa başta olmak üzere bir dizi şarkılı, danslı eğlence yerlerinden biri­
başkentte, gerek imparatorluğun diğer oyunu bu binada sergiledi. 1915'te sa­ nin de Galata'da Topçular Sokağı no.
yörelerinde, aristokrat ve mülk sahibi londa sinema filmleri de gösterilmeye 136'da bulunduğu ve Apollon Tiyatrosu
sınıf çok sıkıntı çekti ve zayıfladı. Alek- başlandı. Darülbedayi 19l6'dan itibaren olarak tanındığı anlaşılmaktadır.
sios Apokaukos, 11 Haziran 1345'te, haftada bir kez burada temsiller verdi. Bibi. C. Filmer, Hatıralar, İst., 1984; And.
Konstantinopolis'te bir zindanı teftişi sı­ Apollon Sinema-Tiyatrosu tiyatro tarihi­ Meşrutiyet; And, Tanzimat; Gökmen, Sine­
rasında orada bulunan aristokrat asıllı mizde yer alan önemli bir olaya da ta­ malar. Ö. Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi, c.
siyasi mahkûmlar tarafından öldürüldü. nıklık etti. İlk Türk kadın oyuncu Afife c. 2, İst.. 1985.
İki oğlu oldukça yüksek makamlara Jale(-») ilk kez Tatlı Sır oyunuyla bura­ BURÇAK EVREN
erişmelerine rağmen, başkent dışında da sahneye çıktı ama ardından bir dizi
daha faal oldular; megas primikerios olaya neden oldu.
olan îoannes Apokaukos Selanik'te, Ma­ Rus Yahudisi Siroçkin tarafından işle­
nuel Apokaukos ise Edirne'de valilik tilen Apollon Tiyatro-Sineması Şark
yaptı. adıyla da anıldı. 1922'de adını değiştire­
Aile, Aleksios A p o k a u k o s ü n ölü­ rek Hale Sineması oldu. Önce Süreyya
münden ve özellikle Kantakuzenosün Paşa (İlmen), sonra Sami İpekçi, Vasil
1347'de imparator olmasından sonra Anas. son olarak da Anastas Anas ile
gücünü büyük ölçüde yitirdiyse de. Yordan Anas tarafından işletilen sinema
Konstantinopolis'te bu adı taşıyan kişi­ binası 1960'ta büyük ölçüde yıkıldı, ye­ APOYEVMATLNI
lere ileriki yıllarda zaman zaman rastla­ rine 196l'de bir kez daha, hem adını Rumca yayımlanan günlük akşam gaze­
nır. 14. yy'ın ikinci yarısında, Ayasofya hem de mimarisini değiştirerek bugün­ tesi. 13 Temmuz 1925'te Ligor Yaveridis
Kilisesi'nin megas skeııofylaks'ı Eutymi- kü Reks Sineması'na dönüştürüldü. tarafından kuruldu. Galatasaray Lisesi
os Apokaukos ile, her ikisi de papaz İkinci Apollon Sineması 1914'te Be­ mezunu olan L. Yaveridis, gazeteci Se­
olan Konstantinos ve Manuel Apoka­ şiktaş Şair Nedim Caddesi no. 46'da dat Simavi'nin(->) sınıf arkadaşıydı. Ku­
ukos ile 15. yy'm başlangıcında saray açıldı. Çok kısa bir süre hizmet veren mlusundan bugüne değin, İstiklal Cad-
çevrelerine çok yakın olan ve 1403'te bu binanın yerinde bugün Vakıflar İda­ desi'nde Suriye Pasajı'nm zemin katın­
Blahernai Kilisesi'ne(->) bir elyazması resi Onarım Şantiyesi vardır. daki yerinde kesintisiz olarak yayımlan­
bağışlayan, şehrin ileri gelenlerinden, maktadır. L. Yaveridis, 1962'ye kadar
1 9 2 0 ' d e Kuledibi Büyük Hendek
arhon Georgios Apokaukos bunlardan gazetenin hem sahibi hem de başyazarı
Caddesi no. 87'de Ünion Sineması'nm
üçüdür. idi, bu tarihte çıkan bir yasa ile üniver­
yerine açılan sinema da Apollon adıyla
site mezunu olmayanlara gazete sahipli­
Ailenin başkentte ismi bilinen tek ka­ anılmıştır. Ayrıca Millet ve Kuledibi si­
ği yasaklanınca Apoyevmatiniyi damadı
dın üyesi, 1401 öncesinde Kyprianos Ma­ neması da denilmiştir. Bu sinemaya
Dr. Yorgo Adasoğlu'na devretti. L. Ya­
nastırına katılan, Eirene Apokaukissa'dır. Apollon Apatmanı'ndan girilir, Okçu
veridis 1975'e kadar başyazarlığı sürdür­
Fatih Sultan Mehmed'in (bak. Meh- Musa Caddesi tarafından da çıkılırdı. İş­
dü. Balıklı Rum Hastanesi'nin başhe­
med II, [Fatih]) İstanbul'daki sarayında letmeciliğini önce S. de Toledo, sonra
kimliğini de yapan Yorgo Adasoğlu ve
1456-1488 arasında kâtiplik yapan De- da Kemal Seden'in yaptığı bina 1923'te
Ekim 1993'te vefat edinceye kadar kar­
metrios Kyritzes Apokaukosün adından Kenesset Sinagogu'na dönüştürüldü.
deşi Vasili Adasoğlu 1977'den sonra ga­
anlaşılacağı gibi, aile. varlığını kentte Kaynaklara göre, Bakırköy Sakızağa- zeteyi fiilen yönettiler.
Osmanlı hâkimiyeti altında da sürdür­ cı'nda ve Şişhane Karakolu yakınlarında
müştür. 1453'te esir düşen ve ileride pat­ da Apollon adlı birer tiyatro vardı. Yine, 1929-1930 arasında tirajı 15.000'lere
rik olan Filippopolisli Dionysiosün fetih­ yüzyılın başlarında, baloz adı verilen çıkan Apoyevmatini, bugün (1993) 900
ten az sonra fidyesini ödeyerek hürriye­ kadar basılmakta, Kadıköy, Feriköy ve
tini satın alan Demetrios Kyritzes Apoka­ Balat'taki belirli gazete bayileri aracılı­
ukos, Osmanlı hâkimiyetinin ilk yılların­ ğıyla okurlarına ulaşmaktadır. Yazı işleri
da kentin Grek-Ortodoks cemaati üze­ müdürü Istefan Papadopulos'tur. El diz­
rinde ve özellikle Osmanlı sarayının pat­ gisi yapan eski makinelerini, Basın Mü-
riklikle ilişkilerinde, büyük rol oynadı. zesi'ne(-») bağışlayan gazete, yaklaşık
altı yıldır, montaj ve pikaj işlerini kendi­
Bibi. E.Trapp (haz.), Prosopographisches Lex­ si yapmakta, JamanakÇ-0 gazetesi mat­
ikon der Palaiologenzeit, Viyana, 1976, 1.
fas., no. 1178-1195; S. Eyice, "Alexis Apo-
baasında basılmaktadır.
cauque et l'église byzantine de Séliymbria Halen pazar günleri hariç her gün 4
(Silivri)", Byzantion, 34. 1964, s. 77-104: O. sayfa olarak yayımlanan Apoyevmati­
Feld, "Noch einmal Alexios Apokaukos und ni'de, İstanbul haberleri, e v l e n m e ,
die byzantinische Kirche von Selymbria (Si­ ölüm gibi cemaat haberleri, Türkiye ve
livri)", Byzantion, 37, 1967, s. 57-65.
Yunanistan'da yayımlanan gazetelerden
NEVRA NECİPOĞLU özetler, bazı bilimsel yazılar ve ilanlar
yer alır.
APOLLON SİNEMALARI İSTANBUL
İstanbul'da Apollon admı taşıyan üç sa­
lon vardı. İlki Kadıköy'ün en eski tiyat­ APRAHAM (Engürülü)
ro ve sinema salonudur. Bugünkü Reks (15. yy) İstanbul'un fethine tanıklık et­
Sineması'nm bulunduğu yerdeydi. Bina miş Ermeni rahip. Hayatı hakkında hiç­
Kadıköy Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı'na bir bilgi yoktur. Engürülü lakabından
aitti. Sakızgülü Caddesi no. 20-22'de aslen Ankaralı olduğu anlaşılmaktadır.
bulunuyordu. 1786 tarihli Ermenice yazma kısmi bir
Dışı kagir, içi ahşap olarak klasik ti­ Osmanlı Tarihinden Galata'da oturmuş
yatro biçiminde inşa edilen binanın tek olduğu tespit edilmiştir.
özelliği üç kat localara sahip olmasıydı. Engürülü Apraham, doksan sekiz
1908'den sonra çoğunlukla tiyatro bina­ Apollon Sineması'nm Hale adını aldıktan dörtlükten ibaret olan, İstanbul'un fethi
sı olarak kullanıldı. Milli Osmanlı Tiyat­ sonraki dönemine ait bir ilan. hakkında bir mersiye kaleme almıştır ki,
Hakkı Tarık Us Kütüphanesi
rosu Kirli Çamaşırlar, 1913'te de Milli birçok yazma nüshası olduğu gibi, bir­
Mustafa Gökmen. Türk Sinema Tarihi. İst., 1989
Osmanlı Operet Kumpanyası Leblebici k a ç defa da neşredilmiştir. Ö n c e .
285 ARABA VAPURLARI

1835'te Paris'te, Nouveau Journal Asi-


atique dergisinde, Eugéne Boré tarafın­
dan Elégie sur la prise de Constantinop­
le başlığı ile yayımlanmıştır. İkinci defa
1836'da yine Paris'te yayımlanan Lebe-
au'nun Histoire du Bas-Empire adlı ese­
rinde yer almıştır. Üçüncü defa ise,
1872'de Budapeşte'de, Dr. A. Dethier
tarafından Monumenta Hungariae His­
tórica adlı eserin XXII. cildinde neşre­
dilmiştir. Sen Arevşadyan tarafından ya­
pılan Rusça tercümesi de 1953'te Mos­
kova'da Vizantiyakiy Vremennik (c.
VII) dergisinde çıkmıştır. Türkçe tercü­
mesi ise, bugüne kadar basılmamıştır.
Mersiyenin muhteviyatından, Rahip
Apraham'm Ekim 1453'te henüz İstan­
bul'da bulunduğu anlaşılmaktadır. Met­
nin ihtiva ettiği en önemli bilgi ise, son
Bizans İmparatoru XI. Konstantinos Pa-
leologosün gemiyle Avrupa'ya kaçmış
olmasıdır. Aynı malumatı, Harputlu Ta-
vit isminde o günlerde yaşamış bir Er­
meni yazar da kaydetmiştir. Bununla
birlikte, Bizanslı tarihçilerin kralın cep­
hede öldüğünü bildirmeleri, ona bir
kahramanlık hüviyeti vermek istemeleri
nedeniyle olabilir.
Karnik İstepanyan'a ve Ermeni An­
siklopedisine, göre, Engürülü Apraham
başlangıçtan 1358'e kadar, bir Ermeni
Tarihi Kronolojisi de bırakmıştır. Kita­
bın sonunda, Roma ve Bizans impara­
torlarının muhtasar tarihleri de vardır.
Bibi. Hagop Amasyan (Söylemezyan), Hay-
kakan Ağpürnerı Püzantioni Angman Ma-
sin, (Bizans'ın Düşmesi Hakkında Ermeni
Kaynakları), Erivan, 1957; Karnik Istepanyan, Beyoğlu'nda başta bugünkü İstiklal sa, orası önü olacaktı. Güvertesi boştu;
Gensakarakan Pararan, (Biyografik Sözlük),
I, Erivan, 1973; Haykakan Sovetakan Hanra- Caddesi olmak üzere sokaklarda çalgı­ buraya atlar, arabalar alınacak; yolcular
kidaran (Ermeni Sovyet Ansiklopedisi), I, lar eşliğinde gösteriler yapan halk sa­ üst kattaki salona çıkacaklardı. Lond-
Erivan, 1974; K. Pamukciyan, Ermeniler lonlarda da balolar düzenleyerek eğle­ ra'daki Maudlay Sons & Field tezgâhla­
Hakkında Biyografik Notlar (Ermenice ya­ nirdi (bak. karnavallar). rına ısmarlanan bu yandan çarklı yeni
yımlanmamış çalışma). tip vapura kolaylık anlamına gelen Su-
Bibi. A. Rasim, Fııhş-ı Atik. II, İst., 1340,
KEVORK PAMUKCİYAN 181-218: S. M. Alus, "Apukurya", Resimli Ta­ hulet(->) adı verildi. 1872'de hizmete gi­
rih Mecmuası. VI, S. 72 (Aralık 1955), 4228- ren Suhulet ilk seferinde Üsküdar'dan
APUKURYA 4230, 4246; "Apukurya Maskaraları", İSTA, II, Kabataş'a atları ve tüm cephanesiyle
891-901; "Apukurya", İKSA. II, 746-748. birlikte bir topçu birliğini bir defada ge­
İstanbul'un Rum halkı arasında "büyük
İSTANBUL çirdi. Halbuki aynı birliğin mavnalarla
perhiz"e girmeden önce şubat ayında,
karnaval günlerinde düzenlenen eğlen­ geçirilmesi saatler alıyordu.
celere verilen ad. Türkler tarafından ARABA VAPURLARI Anadolu yakasında Üsküdar, Rumeli
"apukurya" denildiği halde Rumlar Dünyada bugünkü anlamda ilk araba va­ kıyısında da Kabataş, araba vapurlarının
"apekriya" derlerdi. puru İstanbul'da kullanılmıştır. Dünya­ hareket edeceği iskeleler haline getiril­
Apukurya eğlenceleri üç hafta sürerdi. nın birçok yerinde, karşılıklı iki kıyı ara­ di. O sıralarda, Sirkeci'de de bugünkü
Her haftanın başka bir adı olduğu gibi sında gerili zincir boyunca gidip gelen, iskelenin yerinde üçüncü bir araba va­
bu haftalarda yenilen yemekler de ayrıy­ başı ve kıçı aynı şekilde yapılmış ilkel puru iskelesi daha yaptırılarak hizmete
dı. "Kreatini" adı verilen ilk haftada bol araba vapurları vardı. Bunlarla bir kıyı­ sokuldu. Suhuletin büyük yararı görül­
bol et ve etli sebzeler yenirdi. Her türlü dan ötekine, at. araba ve her türden yük düğü için aynı tersaneye bir benzeri da­
yemeğin yendiği ikinci haftaya "Tirini" taşınıyordu. Ama Boğaziçi gibi hayli ge­ ha ısmarlandı. Bu vapura, "kıyıları birbi­
denilirdi. "Stridia" adlı üçüncü haftada ise niş, sert akıntıları olan, şiddetli rüzgârla­ rine bağlayan" anlamına Sahilbend(->)
istiridye ve öteki deniz ürünleri yenirdi. rın etkisindeki bir boğazda bu tip tekne­ adı verildi. İki vapur da barışta olduğu
Bu eğlencelerin son günü mutlaka pazar­ lerin çalıştırılması elbette ki imkânsızdı. gibi savaş boyunca da aralıksız çalışa­
tesiye rastlardı. "Katari Lefteri" adı verilen 1870'te Şirket-i Hayriye idarecilerin­ rak 1960'lı yıllara kadar gerçekten bü­
bu günde Tatavla'da (bugün Kurtuluş) den Hüseyin Hâki Efendi, müfettişlikte yük hizmetler gördüler.
panayır düzenlenir, ertesi gün kırk gün bulunmuş olan İskender Efendi ve Has- Uzun yıllar boyunca Boğaz'm iki ya­
sürecek "büyük perhiz" başlardı. köy Fabrikası ustalarından Mehmed kası arasında araba ve yük taşımacılığı
Apukurya gecelerinde garip maske­ Efendi bir araya gelerek o güne kadar bu iki vapurla sürdürüldü. Ayrıca Beşik­
ler takarak ve makyajlar yaparak mas­ benzeri görülmemiş bir tekne tipi yarat­ taş'taki Hayrettin İskelesi'nden de kü­
kara kılığına girildiği için halk arasında tılar. Bu teknenin iki başında iki kapağı çük tekne ve sonraları motorlarla Üskü­
"apukurya maskarası", "apukurya mas­ vardı. Vapur, iki yanındaki çarklarını dar'a yük taşınıyordu. 1940'h yıllarda
karası gibi", "apukurya maskarasına hangi yöne çevirecekse, aynı hızla iki Bağdat adlı yolcu vapuru da araba va­
dönmek" deyimleri doğmuş ve günü­ yönde de ilerleyecekti. Önü ve de arka­ puru haline getirilerek 1954'te hurdaya
müze kadar kullamlagelmiştir. sı olmadığı için, hangi yönde yol alıyor­ çıkıncaya kadar çalıştırıldı. Bu arada,
ARABA VAPURLARI 286

İlk araba
vapuru
Suhulet.
Şiikrii Yaman
koleksiyona

1938'de Şirket-i Hayriye, Haliç Şirke- du. İşletme. 1954'te Kartal, iki yıl sonra sorun oldu. Üsküdar'da ve Kabataş'ta
ti'nden aldığı, önü ve arkası yuvarlak da Kabataş araba vapurlarını inşa ede­ uzun vapur kuyrukları oluştu. Meydan­
küçük tekneyi dizel motorlu araba va­ rek Boğaz'da hizmete soktu. Bunların lar sıraya giren otomobilleri alamaz ol­
puru haline getirdi. Ama ortaya çıkan yalnız tekneleri yeni inşa edilmişti. İlki­ du. Bu durumda, ortaya çıkan ihtiyacı
Kabataş adlı vapur yetersiz ve dengesiz nin makinesi eski Maltepe yolcu vapu­ karşılamak üzere, yeni araba vapurları­
olduğu için ertesi yıl seferden kaldırıldı. runun, ikincisininki de eski Pendik'in nın inşasına hız verildi. Üçü de motorlu
II. Dünya Savaşı'nm sonlarına doğru, hâlâ çalışabilir durumdaki buhar maki­ olan 900'er grostonluk Harem 1965'te,
İngilizler tarafından yardım olarak De­ neleriydi. Yine eski yolcu vapurlarından Salacak 1966'da, Eminönü 1967'de hiz­
niz Kuvvetlerime verilen 12 adet araba Basra ile Bağdat'ın makineleri kullanıla­ mete sokuldu. Onları, 1971'de çalışmaya
vapurunun dördü Devlet Denizyolları rak. Karamürsel adlı, hayli uzun ve ge­ başlayan Topkapı, Kmalıada, Cemalettin
İşletmesine aktarıldı. Bunlar. 692 gros­ niş çok sayıda araba alabilen bir araba Erem ile Eyüp izledi. 1980'li yıllarda da
tonluk, önleri yuvarlak, başta ve kıçta vapuru daha inşa edildi. Bu vapurun İntepe, Kocadere. Fırkatepe, Topçular I,
kapakları olan sağlam teknelerdi. Çar­ özelliği, ikisi bir başında, ikisi de öteki Eskihisar I, Halıdere, Karamürsel, Değir-
dak ve Silivri yıllarca Kartal-Yalova hat­ başında olmak üzere dört çarkı olma­ mendere, Hereke III, Selamiçeşme, Sul-
tında çalıştırıldı. Derince ile Mudanya sıydı. Ne var ki. bu vapur fazla uzun tantepe, Zeytinburnu, Okmeydanı, Haz­
da Çanakkale-Eceabat hattına verildi. ömürlü olamadı. 1960'ta inşa edilen nedar, Mecidiyeköy, Esenköy adlı araba
1952'de İstanbul sularına 4 adet yeni. Hürriyet adlı araba vapurunu. 1962'de vapurları inşa edildi.
Fransız yapısı araba vapuru geldi. Bun­ Orhan Erdener, bir yıl sonra Hüseyin Eskiyen vapurların hurdaya çıkmasıy­
lar, dört köşesinde birer kaptan köşkü Hâki, ertesi yıl Sirkeci, daha sonra da la ortaya çıkan boşluklar yeni vapurlarla
olan, o zamana kadar benzeri görülme­ Şemsipaşa izledi. Dördü de buhar maki­ kapatılmaya çalışıldı. Bu vapurlar yalnız­
diği için de hayli yadırganan. 1.013 neli vapurlardı. ca İstanbul sularında değil, zaman za­
grostonluk Kasımpaşa ve eşi Kızkulesi Bu tarihten sonra, şehirdeki motorlu man Çanakkale Boğazında da çalışarak
ile, 813 grostonluk Kuruçeşme ile eşi araç sayısının hızla artmaya başlamasıyla araçları iki yaka arasında taşımakta de­
Karaköy'dü. Dördü de dizel motorluy­ Boğaz'ın bir yakasından ötekine geçmek vam ettiler.

Sirkeciden Harem'e doğru giden Esenköy araba vapuru


(solda), Sirkeci'de bir araba vapuru boşalmak üzere (üstte).
BünyadDinç. 1993
287 ARABACILAR

re, aradan geçen süre içinde bütünüyle


Bugünkü Araba Vapurları
ortadan kalkmış olmalıdır. 1948'de imza
sahibi tarafından yapılan araştırmada,
Adı İnşa yeri İnşa tarihi Groston
caddenin solundaki bostanın içinde,
Kasımpaşa Fransa 1952 1.013 yaşlı bir ağacın dibinde bir mescit nazi­
Kızkulesi Fransa 1952 1.013 resine işaret eden mezar yıkıntıları ile,
Kuruçeşme Fransa 1952 813 şahideleri olmayan, güzel mermer bir
lahit görülmüştür. Sonraları buralara ya­
Kabataş Haliç 1956 893 pılan inşaat ile Arabacı Bayezid Mesci-
Harem Camialtı 1965 900 di'ne ait olduğuna kuvvetle ihtimal veri­
Salacak Camialtı 1966 900 len bu kalıntılar ortadan kalkmıştır.
Eminönü Camialtı 1967 900 Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 147; Schneider,
Byzanz, 79; Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri,
Cemalettin Erem Haliç 1971 1.047 380, no. 173; İ. Erzi, Camilerimiz Ansiklope­
Topkapı Camialtı 1971 1.047 disi, I, İst., 1987, s. 199; S. Eyice, "Arabacı
Bayezid Mescidi", İSTA, II, 918.
Eyüp Camialtı 1971 1.077 SEMAVİ EYİCE
Kınalıada Haliç 1971 1.077
Kocadere Haliç 1982 1.077 ARABACIBAŞI TEKKESİ
Fırkatepe Haliç 1982 1.077 bak. DÜĞÜMLÜ BABA TEKKESİ
tntepe Haliç 1982 1.047 ARABACILAR
Eskihisar I Pendik 1986 1.595 İstanbul'da şehir içi ulaşımında binek
Hereke III Pendik 1986 1.595 arabası kullanılması oldukça yakın bir
Karamürsel Pendik 1986 1.595 dönemde başlamıştır. İstanbul halkı, şe­
Topçular I Pendik hir içinde bir yerden bir yere genellikle
1986 1.595
yürüyerek gider, mevki ve varlık itiba­
Değirmendere Pendik 1987 1.595 rıyla gücü yetenler ise ata binerlerdi.
Halıdere Haliç 1987 1.595 Sokakların dar oluşu, binek arabalarının
Selamiçeşme Camialtı 1988 1.077 ancak uzak yerlere giderken kullanıl­
masına el veriyor, bu da yalnızca kadın
Esenköy Camialtı 1989 1.077
ve çocuklar için olabiliyordu.
Zeytinbumu Camialtı 1989 1.077 Uzun bir süre yalnızca saray kadınla­
Sultantepe Camialtı 1989 1.077 rı için şehir içinde binek aracı olarak
Haznedar Camialtı 1990 1.077 kullanılan arabalar, Lale D e v r i ' n d e
(1718-1730) kibar ve rical aileleri tara­
Gayrettepe Camialtı 1990 1.077
fından mesire yerlerine giderken kulla­
Mecidiyeköy Camialtı 1990 1.077 nılmış, ancak Tanzimat'tan (1839) sonra
Okmeydanı Camialtı 1990 1.077 halk arasında da yaygınlık kazanmaya
başlamıştır.
I I . Mahmud d ö n e m i n d e çıkarılan
İstanbul'da ilk araba vapuru seferleri kış saati beklenmeden hareket ettirili­ 1242/1826 tarihli İhtisap Ağalığı Nizam­
Üsküdar-Kabataş ve Üsküdar-Sirkeci yor. Fiarem-Sirkeci arasında da 30 sefer namesi ile yolcu taşımacılığı yapan ara­
arasında başlamıştı. Kartal-Yalova hattı, yapılıvor. bacıların bir esnaf topluluğu olarak dü­
15 Temmuz' 1949'da açıldı. 1969'da Üs­ ESER TUTEL zene sokulmak istendiği dikkati çeki­
küdar-Kabataş arasında, henüz Boğaz yor. Nizamname, İstanbul'da hizmet ve­
Köprüsü olmadığından günde karşılıklı ARABACI BAYEZİD MESCİDİ ren arabacılar ve arabacı çırakları hak­
54 sefer yapılmaktaydı. Istinye-Paşabah- Hadîkd daAu kısa kayda göre Arabacı kında ayrıntılı bilgi de vermektedir. Bu­
çe arasında karşılıklı 21, Kartal-Yalova Bayezid Mescidi, eski bir kiliseden çev­ na göre arabacı esnafı, arabalarının bu­
arasında da karşılıklı 10 sefer vardı. Sir- rilmiş olup Silivrikapı'nm iç tarafında, lunduğu yerde çırak adı altında gere­
keci-Ftarem hattı otobüs ve kamyonlara Silivrikapısı Caddesi dolaylarında bulu­ ğinden fazla insan bulundurmayacaklar­
mahsustu; günde karşılıklı 25 seferle nuyordu. Mezarının nerede olduğu bi­ dı. Arabacıların isimleri belirlenerek
hizmet veriyordu. Boğaz Köprüsü'nün linmeyen Arabacı Bayezid tarafından deftere kaydedilecek, ehl-i ırz kimseler
1973'te açılmasıyla İstinye-Paşabahçe çevrilen bu mescidin giderleri Sultan olduklarına ilişkin mutlaka kefil gösteri­
seferleri kaldırıldı. 1975 yazında Sirkeci- Selim Vakfınca karşılanmıştır. 953/1546 lecekti. İhtisap Ağalığı Nizamnamesi ay­
Üsküdar arasında günde karşılıklı 5 ara­ tarihli Vakıflar Tarih Defterinde, üç bin rıca arabacıların ve çıraklarının giyim
ba vapuru seferi kondu. 1979 yazında akçe vakfedilmiş, oldukça fakir bir ha­ kuşamını da belirlemişti. Bundan böyle,
da Darıca-Yalova hattı açıldı. İlk yıl kar­ yır eseri olarak kayıtlıdır. eskiden giydikleri bol biniş, cüppe ve
şılıklı 13 sefer vardı. Nisan 1988'de şalvarı, bellerine sardıkları lahur ve car
Bizans arkeolojisi ile uğraşan amatör
Ulaştırma Koordinasyon Merkezinin al­ şalı kesinlikle terk edecekler, yenleri
(A. G. Paspatis) ve profesyonel (A. M.
dığı karar gereğince Üsküdar Meyda- dar çuha biniş ve cüppe giyeceklerdi.
Schneider) araştırıcılar tarafından yeri
nı'nın yeniden düzenlenmesi söz konu­ Başlıkları ise ustalar için dört, çıraklar
bulunamayan bu mescit Karateodori
su olunca 116 yıldan beri sürdürülen için iki parmak kenarlı yeşil kalpak ola­
(Caratheodory 7 ) ve D e m e t r i a d e s ' i n
Üsküdar-Kabataş hattı seferlerine son rak belirlenmişti. Sakalsız ve sakalı çık­
1881'de yayımladıkları İstanbul kara ta­
verildi. İki yaka arasındaki trafiğin yükü mamış gençlerin arabacılık yapamaya­
rafı surları haritasında yanlış olarak sur­
Boğaz Köprüsü'ne aktarıldı. cağı da ayrıca belirtilmişti.
ların dibinde (no. 52) işaretlenmiştir.
1989'da Eskihisar-Topçular hattının Mühendishane öğrencileri tarafından çi­ Nizamnameye göre arabasına kadın
açılmasıyla Kartal-Yalova arasındaki se­ zilerek 1264/1848'de yayımlanan İstan­ müşteri alan arabacı, arabanın ya önün­
ferler büyük ölçüde azaltıldı. Günümüz­ bul camileri haritasında işaretlenen bu den ya da ardından gidebilecek, pence­
de Eskihisar-Topçular arasında günde mescit, 1880'e doğru yapıldığı anlaşılan re yanında duramayacaktı. Giyim kuşa­
karşılıklı 72 araba vapuru seferi var. Ka­ ve Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından ya­ mında ve araba kullanışında herhangi
labalık saatlerde vapurlar doldukça kal­ yımlanan haritada gösterilmediğine gö­ bir uygunsuzluğu görülen arabacı, ihti-
ARABACILAR HAMAMI 288

Yüzyıl başlarında Sarıyer'de bir mesire yerindeki arabacıları gösteren bir fotoğraftan ayrıntı.
E. İhsanoğlu, İstanbul, Geçmişe Bir Bakış. İst.. 1987
IRC1CA, Yıldız Fotoğraf Koleksiyonu, no. 37/23

sap ağası tarafından cezalandırılacaktı. ye de düşkün kimselerdi. Kabadayılık maktadır. Plan itibarıyla son tadilatlar­
İstanbul (suriçi) sokakları dar oldu­ âlemlerinin ayrılmaz parçası, tuluat ti­ dan önce tek hamam halinde idi.
ğundan arabacıların araba sandıkları üs­ yatrolarının sürekli seyircileri arasında Ayvansarayi Hadîkatü 'l-Cevâmide bu
tüne binmeleri eskiden de yasaktı. Bu yer alan arabacılar için 19. yy sonların­ hamamı Çelebi Mehmed Paşa'nın hanımı
yasak, yeni nizamname ile de sürdürül­ da o yılların modasına uygun olarak ve Karahasanzade Mustafa Paşa'nın kızı
müş, ancak Üsküdar sokakları elverişli birtakım kantolar da bestelenmiştir. olan Fatma Hanımın. Yatağan Mescidi
olduğundan burada arabacıların sandık Bibi. (Ergin), Mecelle, 349; A. Rasim, Muhar­ önündeki sıbyan mektebine vakıf olarak
üzerine binmelerine izin verilmişti. rir Bu Ya. İst.. 192". s. 368; İSTA. 902-918. vaptırdığmı yazar. R. E. Koçu ise, bir sü­
İstanbul sokaklarında kibar ve ricalin İSTANBUL re sonra bu vakıf mülkünün şahıslar eli­
özel binek arabalarıyla dolaşmaları Yeni­ ne geçtiğinden ve Münir Bey isimli bir
çeri Ocağı'nm kaldırılmasından (1826) ARABACILAR HAMAMI zatın sistemi bozmadan burayı dokuma
sonra daha da yaygınlaşmıştır. Bu tarih­ atölyesi yaptığından bahseder. 1946 yı­
Fatih İlçesi'nde, Ayvansaray'da, Esnaf
lerde özel binek arabaları yanında kira lında Zonguldaklı bir tüccarın eline ge­
Loncası adı ile bilinen mahallede. Yon­
arabaları da yaygınlık kazanmıştır. Abdü- çen hamam, 1950'li yıllara kadar kapalı
ca Sokağı üzerindeki Yatağan Mesci-
laziz (hd 1861-1876) ve II. Abdülhamid kaldıktan sonra 1955'te Şükrü Kahveci-
di'nin 50 m aşağısında köşe başındadır.
(hd 1876-1909) dönemleri, kira arabaları­ oğlu tarafından bugünkü sahibi olan Si­
Çeşitli değişiklikler sonucu bugün ta­
nın şehrin her yanında görülmeye baş­ vaslı Hasan Yıldırım'a kiralanmıştır. Bu
nınmaz bir yapıya dönüşmüş olan Ara­
landığı yıllardır. 20. yy'ın ilk çeyreğinde kişi 1967'de hamamın mülkünü satın al­
bacılar Hamamı, kayıtlara göre Fatih
kitle ulaşım araçlarının şehir yaşamında mış ve soğukluk ve sıcaklığı ikiye böle­
devrinde inşa edilmiştir. Ancak yapının
etkili olmaları, otomobilin yaygınlaşma­ rek planını değiştirmiş, yapının içini ve
yuvarlak kemerli geçişleri ile tonozlu
ya başlaması atlı binek arabalarını reka­ giriş kısımlarını da renkli fayanslarla
mekân örtüsü, buranın daha öncesinin
bet edemez duruma getirmiş, arabacılar kaplatmıştır. Vaktiyle gündüz kadınlara,
de var olduğunu, yani aslen bir Bizans
da bir esnaf topluluğu niteliğini kaybet­ gece erkeklere açık olan hamam böyle­
yapısı olmasının hiç de yabana atılma­
mişlerdir. Yalnızca yük arabacılığı 1950'li ce her iki hizmeti aynı anda yapabilecek
yacak bir ihtimal olduğunu ortaya koy-
yılların sonuna kadar varlığını korumuş, duruma gelmiştir.
artan motorlu araç trafiği dolayısıyla şe­ Son tadilatta eski soğukluk, bir gö-
hir içinde yük taşımaları yasaklanınca bektaşı ile 19 adet kurna döşenmek su­
onlar da tarihe karışmışlardır. retiyle erkekler kısmı sıcaklığı haline ge­
Bugün arabacılık yalnızca motorlu tirilmiştir. Bu kısım bir beşik tonoz ile
araç trafiğinin yasak olduğu Adalar'da örtülüdür. Buraya giriş sağlayan bölüm
varlığını korumaktadır. Arabacılık eski­ beş adet soyunma ve dinlenme odası ila­
den ayaktakımından kimselere mahsus vesi ile soğukluk haline getirilmiştir. Bu­
bir meslek gibi görülmüş, bu işi yapan­ gün kadınlar kısmı olarak kullanılan eski
lara külhani, kabadayı, kavgacı gözüyle sıcaklık ise orijinal halini korumaktadır.
bakılmıştır. Arabacı esnafı belediye tara­ Ancak buranın girişi de yeniden düzen­
fından sıkı denetim altında tutulduğu lenmiş ve camekân ile soğukluk hiç de
halde düzene sokulmaları mümkün ola­ güzel olmayan bir şekilde bölünerek ya­
mamış, zaman zaman halkın bu kişile­ pının bütünlüğü ve estetiği bozulmuştur.
rin tutum ve davranışlarından şikâyetçi Bibi. Ayvansarayi, Hadîka, I, 224; İSTA, II,
olduğu görülmüştür. Arabacılar, aynı Arabacılar Hamamı 921-922.
Ziya Nur Sezen, 1993
zamanda hovardalığa, işret ve eğlence­ ZİYA NUR SEZEN
289 ARABALAR

ARABACILAR MESCİDİ uzun yan dayanak tahtaları ise dıştan Nemse Seferime çıkan Kanunî Sultan
bak. HACI HALİL MESCİDİ altın varaklanmış motifleri ile boyalı ve Süleyman, uzun yollarda koçu ile gider­
desenli olurdu. ken şehir ve kasaba geçişlerinde, o ha­
ARABALAR Kimi minyatür ve gravürlerde, öküz liyle arabadan çıkıp ata binmekteydi.
Araba insanlığın yüz b i n l e r c e yıllık yerine at koşulmuş, dört tekerlekli ve 19. yy'm son çeyreğinde, artık Avru­
uzun tarihi içinde, "yeni" sayılabilecek, daha kapalı, yanları kafesli örtülü türler pa'dan ithal, iki yanı açık, üstü arkadan
İstanbul'da ise dünya örneklerine ve görülmekte ise de, genel tip, yukarıdaki körüklü (meşin) iki kişilik faytonlar; on­
Batı yaşamına göre daha da yeni tarih­ koçu arabasıydı. 18. yy, Avrupa ile be­ ların dört kişilik, karşılıklı iki kanepeli
lerde ortaya çıkmış, hayvan koşulu bir raber Osmanlı payitahtında da genel bir ve ön ile arkadan iki körüklü, üstü ka­
taşıma aracıdır. aydınlanmayı ve yükselmeyi getirdi. panan tipi olan landonla ve her yanı
Mimarlıkta, giysilerde ve çeşitli kullanım ahşap yapım, kapalı, yan pencereleri
Roma-Bizans İstanbul'unun nasıl bir
eşyalarında ince bir zevki egemen kılar­ camlı, kutu biçiminde dik, iki kişilik atlı
araba türü kullandığı, özel olarak ince­
ken, taşıma araçlarında da, çizgileri da­ arabalar olan kupalar sosyal hayata gir­
lenmemiştir. Genel bilgi ve kaynakların
ha rafine, renkleri ve süslemeleri daha dikten sonra, devlet yapısında ve cemi­
ışığında bakıldığı zaman, şehir hayatı­
zengin bir araba tipini topluma soktu: yetin dünya görüşünde kaydedilen ge­
nın ana eksenini oluşturan hipodrom
Kâtipodası. lişmelerin etkisiyle, bunlara yine sırasıy­
olgusu içerisinde, Roma ana model alı­
narak, sürat ve yarış arabalarının kulla­ Bu, öküz yerine bir veya iki at koşu­ la, başta padişah, saray mensubu erkek­
nıldığı kolaylıkla kabul edilebilir. Bun­ lu, karoseri ahşaptan bir oda biçiminde, ler, devlet ricali, yüksek memurlar ve bu
lar, önüne bir veya birkaç at koşulan; dört tekerleğe fazla yüksek olmayan bir taşıtları satın alıp arabacı-seyis tutabile­
sürücünün taşıtı ayakta durarak kullan­ seviyede oturtulmuş; yanlardan büyük cek ya da geçici olarak kiralayabilecek
dığı kısmı yüksek, arkası açık olan iki ve açık iki, arkadan camlı ve küçük tek kadar varlıklı aileler binebilmeye başla­
tekerlekli taşıtlardı. pencereli, zarif bir taşıttı. Dıştan açık dı. Abdülmecid bu yolu önce kendisi
yeşil ve sarı gibi zeminler üstüne çiçek için açtı. Birkaç irade ile, konuya ilk dü­
Avrupa müzelerinde, Roma tarihin­
desenleri ile süslü, tekerlekleri de boya­ zenlemeleri getiren de yine o oldu.
den sadece bu tip arabalara ait rölyefler
ve biblolar görülür. İstanbul'un Arkadi- lı, pencereleri ponponlu perdeli, içleri I. Dünya Savaşı'na kadar atlı fayton­
os Sütunu'nun(-0 helezonlu kabartma­ iyi kumaşla kaplı, köşelerine aynalar ve lar ve kupalar, şehirde birkaç sınırlı gü­
larında, Bizans yaşamını asker, tutsak ince uzun kristal vazolar yerleştirilmiş zergâhta 1860'lardan itibaren işlemeye
ve köylü kesimlerinden yansıtan resim­ bu arabalar da. önce saray hanımları­ başlayan atlı, sonra elektrikli tramvay
lerde de, daha sonraki dönemlere mah­ nın, sonra her varlıklı aile kadınının ta­ dışında, başlıca ve genel tipte ulaşım
sus dört tekerlekli arabalara rastlanmaz. şıtı oldu. Erkeklerin bu arabalara bin­ araçlarıydı.
Bizans kaynaklarının bu monografik mesi, akıldan bile geçirilmezdi. Özel tipte arabalara gelince, onları da
konu açısından taranması gereklidir. Arabanın kadın ve en çok hastalar şöyle sıralamak mümkündür: Eşya ve
Osmanlı İstanbul'unda yani son 500 için kabul edilmesi o kadar kesin bir yük naklinde kullanılan, önlerine man­
yılda ise durum daha açıktır. Şehrin bu kuraldı ki, yaşlı ve hasta olarak son da koşulu, uzun gövdeli ağır arabalar.
döneminde, bir yerden bir yere gitmek
için prensip, insanların yürümesi gere­
ğiydi. Araba, sadece iki kesim, biraz
varlıklı kadınlar ve aynı durumdaki has­
talar için kabul edilmişti. Yoksul hasta­
ları taşıma aracı, el sedyesiydi.
Başlangıçta Avrupa ülkelerinde de
aynı durum geçerliyken, 16-17. yy'dan
sonra, önce hanedana mensup, sonra
varlıklı erkekler, bu ayrıcalığı kazan­
mıştı. Osmanlı İstanbul'unun bu aşama­
ya geçmesi, 200 yıllık bir arayla olmuş,
yani ancak 19. yy ortalarından itibaren
erkekler, o da bir kesimi, arabaya bine-
bilmiştir.
Fetih'ten sonra .400 yıl boyunca, İs­
tanbul'da insanlar bir yerden öbürüne,
genelde yürüyerek gitti. Kudret sahibi
erkeklerin ata binmesine izin vardı. Ön­
ce sadece saray kadınlarının bir aracı
olan araba, 19. yy'dan itibaren sırasıyla,
paralı kesimlerin kadınlarına ve daha
sonra, "arabaya binmesi yakışık alabile­
cek" her tabakanın erkeklerine doğru
yaygınlaştı. Özellikle II. Meşrutiyet'ten
sonra, kesesi elveren herkes için, daha
sonraki dönemlerin özel otosu ve taksi­
si konumuna geçti.
Osmanlı İstanbul'unun hayvan koşu­
lu ilk araba tipi, iki öküzün çektiği koçu
idi. Bu, boyunduruktan geriye doğru kı­
rık yay biçiminde iki askıya püskül ve Koçu
çıngıraklar takılmış, makassız ve yaysız, Amadeo
yüksek tabanlı ve dört büyük tekerlekli, Preziosi'nin
üstü yarım silindir biçiminde kasnakla bir resmi,
19. yy.
örtülü bir taşıttı. Koçu arabalarının saray Ara Güler
tipi, içleri süslü minder ve yastıklı, iki fotoğraf arşivi
ARABESK 290

Haliç), hanedan, Avrupa saraylarının


saltanat arabalarından çok daha gör­
kemli, çok daha uzun, kalabalık perso­
nelli, atlas perdeli, altmlanmış köşklü,
gümüş sütunlu kayıkları kullanıyordu.
2) Osmanlı payitahtı, göçerlik karak­
terine sahip iç dokusu nedeniyle, bul­
varlara ve meydanlara sahip olmadığın­
dan, ağır, hızlı ve büyük Avrupa araba­
larının işleyebileceği Versailles veya
Fontaineblaünun şehir içi açıklıkların­
dan yoksundu.
3) Fazla motif, külfetli oymalar ve
süslemeler anlayışı ve heykel figürleri,
baroğu bir ölçüde benimsemiş de olsa
fazlasına yatkın olmayan Osmanlı'nın,
zevkinin de, felsefesinin de kaldırabile­
ceği şeyler değildi. Avrupa öğrenimli
Ermeni Balyan ailesinin telkinleriyle Av­
rupa tipi sarayın inşasına izin veren Ab-
dülmecid'in ve Abdülaziz'in ilk sarayla­
rında, özel yemek salonları yer almıyor
ve karyola hile henüz kullanılmayıp yer
yataklarında yatılıyordu. Bu filozofik ve
sosyal dokudaki saray, Batı tipi süslü
Kupa arabaları, 19. yy. Sebah & Joaillier'in bir fotoğrafından ayrıntı. arabalara bir ölçüde geçti ama, bunlar
Alman Arkeoloji Enstitüsü Fotoğraf Arşivi, 9709
hiçbir zaman, Paris ve Viyana modelleri
olmadı. Olabilenlerden kalanlar, Topka-
Civar köylere ve bozuk yollu mesire­ yana iki kişi alabilen, kabriyoleler. Av­ pı Sarayı ahırlarında görülebilir.
lere gidişte 1900'ler başına kadar kul­ rupa hükümdarlarının ve hanedanları­ 4) Avrupa saraylarının çok görkemli
lanılan koçu arabaları. nın, hattâ papaların kullandığı, ağır mo­ saltanat arabalarına geçtikleri dönemler,
Yine, daha çok uzak semtlere ve kır­ bilya karoserli. oymalı, altın varaklarla Fransa'nın Güneş Kralı XVI. Louis devri
lık yerlere mahsus, bazen eşek koşulu, kaplanmış, hattâ dıştan meşaleler ve hariç, daha çok 18. ve 19. yy'dır ve bu
koçuya göre daha kısa boylu ve daha al­ heykellerle süslenmiş, gösterişli ve kül­ iki yüzyıl, Avrupa'nın ekonomik olarak
çak, perdeli bir araba tipi olan talikalar. fetli saltanat arabaları ise, hiçbir zaman, yükseldiği zenginleşme çağlarıdır. Aynı
Adalar ve Yeşilköy başta olmak üze­ Osmanlı sarayının kullanımına giremedi yüzyıllar, Osmanlı için iniş devirlerini
re, yazlık semtlerde kullanılan, örgü se­ ve payitaht sokaklarında arz-ı endam ifade eder.
pet arabalar. (Bunlara günümüzde yanlış etmedi.
Saray arabalarının en süslülerini II.
olarak ada faytonları denilmektedir.) Bu ilginç durumun ve farklılığın bir­ Mahmud sattırdığı gibi. oğlu genç Ab-
Avrupalılaşmış, iyi giyimli ve biraz kaç sebebi vardır. dülmecid de, kadınlarının ve damatları­
gösteriş seven beylerin şık eldivenler 1) Önce, payitahtın yaygın şekilde nın lüks araba israfını önleyebilmek
giyerek kendilerinin kullandıkları. Viya- kullandığı en geniş ve güvenli yol, kara için, tekerlekleri zincirletmek gibi ted­
na'dan, Paris'ten ithal, Beyoğlu (Tak­ değil denizdi.. Her kesimden insanın birler uygulamak zorunda kalmıştı. Cev­
sim) mağazasından alınma, parlak me­ mecburen bir taşıta binme imkânına sa­ det Paşa, ünlü Tezâkir'inde bu olayları
talik renkli, karoserli, tek at koşulu, yan hip olduğu denizde (Boğaziçi, Liman ve ibretle kaydeder ve israfta Osmanlı sa­
rayına da fena örnek olan -ve sonunda
kendileri de batan- Mısır hanedanını,
acı acı eleştirir.
I. Dünya Savaşı, İstanbul'u toplam
sayıları ve türleri fazla olmayan atlı ara­
balarıyla buldu. Savaş şartları, adına
otomobil denilen yeni icadı, önce aske­
ri yetkililerin kullanımına sundu. Sonra
zengin aile beyleri ve delikanlılarının
getirtmeye başladıkları bu daha konfor­
lu ve çok daha hızlı ''kendi kendine gi­
den" araç, hayvanla çekilen arabaları,
hızla İstanbul sahnesinden sildi. Günü­
müzde, film çekimleri için bir adet fay­
ton bile zor bulunuyor.
ÇELİK GÜLERSOY

ARABESK
Endülüs'ten Hindistan'a kadar yayılmış
olan İslam sanatında arabesk, her böl­
gede değişik motif ve bileşenleriyle ye­
rel uygulamalara yansımıştır. Yaklaşık
500 yıl Osmanlı payitahtı olan İstanbul,
bu tür süslemelerin zirve eserlerinin
sergilendiği bir merkez halindedir. Sa­
natın her dalında adeta bir "başkent üs-
291 ARABESK

lubu" yaratan bu şehrin Osmanlı mi­


marlık eserleri, karmaşık/girişik kurgulu
süslemeleriyle "arabesk" olarak tanımla­
nan örneklerin en güzellerini sergile­
mektedir.
Arabeski en geniş anlamıyla alırsak,
erken Osmanlı, klasik devir ve Batılılaş­
ma dönemine kadar uzanan çizgide,
değişen üsluplara uygun olarak varlığını
koruyan seçkin örneklerle karşılaşmak
her zaman mümkündür. Malzeme ve
teknikten gelen farklılıklar yanında, ba­
zen geometrik, bazen de bitkisel süsle­
melerin ağırlık kazandığı örnekler, ek­
lektik üslup dışında, hemen daima bağlı
olduğu mimari üslubun karakterini yan­
sıtmış, mimari bütüne kimlik kazandırıcı
bir unsur olmuştur.
Arabesk olarak tanımlanan kompo­
zisyonların klasik devirdeki en seçkin
örneklerinden biri Şehzade Camii'nin
(1548) avlu pencerelerinde yer almak­
tadır. Dikdörtgen pencere çerçevesinin
üstünde yer alan sivri kemerli alınlık
dolgusu, gerek motif düzeni, gerekse
malzeme ve teknik bakımdan dikkate
değerdir. Tepede hafifçe sivrilen yarım
daire alana bütünüyle yayılan bitkisel
kompozisyon, oyularak indirilen yüzey­
lerin kırmızı bir hamurla dolgulanma-
sıyla kakma tekniğini andıran bir tarzda
işlenmiştir. Benzeri konumdaki çini de­
korasyona göre daha sade, kalem işi
örneklere göre daha dayanıklı olan
kompozisyon, türünün en güzel dene­
melerinden biridir. Bu teknik yapının
diğer unsurlarında da g ö z e çarpan
renkli taş işçiliği ile üslup bütünlüğü
içindedir. Kompozisyon, yüzeydeki tek
renk etkisini unutturacak d e r e c e d e
güçlü ve doyurucudur. Orta düşey ek­
sene göre iki yanda tamamen simetrik
düzenlenen kompozisyon, orta eksen­
den çıkan dallar, farklı çapta dairesel
kıvrımlar yapan dallarla spiral bir açıl­
ma hareketine dönüşür. Bu tasarım çini artan süslemeleri hareketli bir görünüm bir tuğranın işlendiği görülür. Bunun al­
ve seramikte "Haliç İşi" adı verilen üslu­ kazanır. tında dört mısralık tarih kıtası kendisi
bu hatırlatmaktadır. Kıvrım dallara bağ­ Orta kesimin en tepesinde: iki kat için ayrılan alana yazılmıştır. Her iki
lanan rumîler, yer yer tekrarlanan ge­ halinde kartuşlarla çevrili kulplu vazo yanda yükselen kuleler, kıvrım dallı
ometrik düğümlerle dekorasyon, tekdü­ formu, bir yumru tepelikle son bulur. zengin tepelikler, iri rozet motifleri, gir-
zelikten kurtulmaktadır. Gerek desen, Bunu destekleyen eğri konsollu Röne­ landlar, istiridye formlarıyla simetrik dü­
gerekse açık-koyu dengesi, gözü rahat­ sans alınlığının altmda Abdülmecid'e ait zenin etkisini artırırlar. Yan kanatlar, iki
latan bir sükûnet içinde bütünüyle kla­
sik devir ölçülerine uygun düşmektedir.
Abdülmecid tarafından yaptırılan ve
1856'da tamamlanan Dolmabahçe Sara-
yı'nın Dolmabahçe Caddesi'ne bakan
saltanat kapısı, bu dönemin en anıtsal
cephelerinden biridir. Daha çok bir
dantel dokusu sergileyen dökme demir
kapı kanatları ile farklı kademelerde
zengin dekoratif alanlar halinde düzen­
lenen kapı kütlesi, plastik unsurların çe­
şitliliği ve ayrıntılarındaki inceliği dola­
Şehzade
yısıyla etkili bir görünüm sunar. Eklek­ Camiinde
tik üslubun pek çok unsurunu içeren pencere
kompozisyon, farklı sanat okullarına ait çerçevesi
motif ve şekillerin yerli yerinde kullanıl­ üstündeki
masıyla diğer örneklerden ayrılır. Yu­ sivri kemerli
varlak kemerli orta açıklık ve bunun iki alınlık
dolgusunda
yanındaki kanatların simetrik kuruluşu, arabesk.
bütün bu unsurların, yukarıya çıktıkça Selçuk Mülayim
ARABOĞLU, MELİDON 292

uçta tepelikli kuleler halinde yükselen ARABYAN, BOĞOS Kuruluşundan on yıl sonra 1885'te
daha ince unsurlarla sınırlandırılmıştır. Türkçe ilk özel kitapçı katalogu sayıl­
(1 742, Kemaliye/Erzincan - 1836. İs­
Yan kanatların üst kısmı akroter sırala- ması gereken Esamî-i Kütüb'ü yayımla­
tanbul) Ermeni asıllı matbaacı. Babası
rıyla son bulan süslü bir korkulukla yan Arakel Kitaphanesi, bu katalogdaki
Hovannes Arabyan da (ö. 1802/1803)
cephelendirilmiştir. kitapları Osmanlı Devleti'nin taşradaki
matbaacıydı. Mesleğe genç yaşta İstan­
Dışa taşmtı yapan konsollu bir sun 1 vilayet ve sancaklarında dağıtabilmek
bul'da başladı. 1778'de babasıyla birlik­
durmayla ayrılan alt kesimde, genel için 24 merkezde dağıtım örgütü oluş­
te Mahmutpaşa Kürkçü Hanı'nda kur­
kompozisyonu belirleyen unsurlar Ko- turdu. Ayrıca İstanbul'da yayımlanan
duğu matbaayı 1796'dan sonra tek başı­
rent başlıklı sütunlar ve üçlü kemer Türkçe ve öteki dillerde gazeteleri de
na yönetti. 1800'den sonra oğulları Ast-
formlarıdır. İri rozetler ve akantus form­ bu yolla okuyucusuna ulaştırdı.
vadzadur, Kevork ve Kalust da burada
larıyla dolgulanmış bölmelerin yer aldı­ çalışmaya başladılar. 1820'de oğulları
ğı friz, cepheyi enlemesine kat eder. için Ortaköy'de yeni bir matbaa açtı.
Yan nişlerin üstü; bitkisel formlar, Boğos Arabyan. 1 8 l 6 ' d a Matbaa-i
kartuşlar, vazo formları ve "C" kıvrımla- Amire müdürlüğüne atanmca "Araboğlu
rıyla, çapraz çubuklu ızgara ile dolgu­ hurufatı" olarak tamnan nesih ve talik
lanmış olup, dekoratif yükün en yoğun harfleri hazırladı. Göze daha hoş gelen
olduğu alanlardan biridir. Orta kesim bu harfler Osmanlı matbaacılığının ge­
de, Roma zafer taklarında olduğu gibi lişmesinde bir aşama sayılır. 1831'de ya­
tonozla örtülüdür. Bu kısım, cepheler­ yıma başlayan Takvim-i Vekayinin Er­
de yarım daire kemerlerle cephelere menice baskısı da Boğos Arabyan'ın
açılır. Kemerin üstünde kalan üçgen matbaasında basılmıştır.
köşelikler daire madalyon içinde rozet
Bibi. Teotik (Lapçincivan). Dib u Dar (Baskı
ve akantuslarla dolgulanmış, kilit taşı ve Harf), İst.. 1912: K. Gorgodyan. Hay Dı-
zengin bir bitki kompozisyonu ile taç­ bakir Kırkı Gosdantnubolsıtm (İstanbul'daki
landırılmış tır. Ermenice Basılı Kitap), Erivan. 1964: K. Pa-
Kapı cephesinin en çarpıcı unsurla­ mukciyan, "1801-1850 Yılları Arasında Erme­
nice ve Ermeni Harfli Türkçe Meçhul Baskı­
rından biri de dökme demirden kapı lar" (Ermenice). Pazmavep. 1-2. Yenedik.
kanatlarıdır. Simetrik işlenmiş her kanat; 1992.
çapraz çubuklu kafes şeklindeki şebe­ KEYORK PAMUKCİYAN
keler, zengin bitkisel kıvrımlarla bir
dantel görünümüne sahiptir. ARABYAN, KALUST
Dolmabahçe Sarayı'nm saltanat kapı­
ı)1785. İstanbul - 9 Temmuz 1850. İs­ kuran Arakel Tozluyan Efendi.
sındaki anlayış; 18. ve 19. yy saray ve
tanbul) Matbaacı ve tarihçi. B o ğ o s Vahran ve Raçe Dernesesyan. Dib u Dair. ist.. 1912
kasırlarında görülen eklektik karakteri
Arabyan'm(->) en küçük oğludur. Lütfü Sermen koleksiyonu
yansıtmaktadır. Yazı, bitkisel ve ge­
1800'de babasının matbaasında çalışma­
ometrik formlarla Yunan, Roma ve Rö­
ya başladı. 1820'den sonra kardeşleriyle
nesans mimarisinin çeşitli unsurları bir 1899'da Sirkeci'de Musullu Hanı'nda
birlikte Ortaköy'deki matbaayı yönetti.
araya getirilmiştir. Karmaşık-girişik be­ kendi matbaasını da kuran Arakel Efen­
1846-1850 arasında Takvim-i Vekayinin
zeme olarak, en geniş anlamıyla alman di, Muallim Naci ile birlikte Talim-i Kı­
Ermenice baskısının yazıişlerini yürüttü.
arabesk karakter, hem klasik Osmanlı raat ve Mekteb-i Edeb isimli okul kitap­
Onun ölümünden sonra gazete kapandı.
hem de Batılılaşma dönemine ait İstan­ ları da hazırlamıştır.
bul örneklerinde tekrarlanmaktadır. Kalust Arabyan'ın Alemdar Mustafa Arakel. Nisan 1912'de ölünce oğlu
SELÇUK MÜLAYİM Paşa hakkında 1815'te kaleme aldığı Er­ Leon bir süre yayıncılığı sürdürdüyse de
m e n i c e tarihçe, yazma nüshasından başarılı olamadı ve Arakel Kitaphanesi
ARABOĞLU, MELİDON Türkçeye tercüme edilmiş ve Rusçuk 19İ4'te kapandı.
Âyânı Mustafa Paşa'nın Hayatı ve Kah­ LÜTFÜ SEYMEN
(?. Kayseri - Eylül/Ekim 1742, İstanbul) ramanlıkları adıyla basılmıştır (Ankara,
Ermeni asıllı hassa mimarı. III. Ahmed 1943). Ayrıca Hazret-i Süleyman'ın Me­
(hd 1703-1730) ve I. Mahmud (hd 1730- ARAKİYECİ AHMED ÇELEBİ
sellerini de Türkçeye çevirmiş ve ya­
1754) döneminde hassa mimarlığı yaptı. yımlamıştır ( 1 8 0 6 ) . Oğlu Harutyun MESCİDİ
Sultan Ahmed Camii'nin onarımında ça­ Arabyan da (1816-1890) matbaacılıkla Fatih İlçesi'nde, Kocamustafapaşa'da,
lıştı. Tarihçi Yetvart Alyanakyan'a göre uğraşmıştır. Arabacılar Mahallesinde Meşeli Mescit
şahsi dostluğunu kazandığı Sadrazam Sokağı ile Alayimamı Sokağı'nm dik açı
Hekimoğlu Ali Paşa'nın inşa ettirdiği Bibi. Teotik (Lapçinciyan). Dib 11 Dar (Baskı
ve Harf), İst., 1912; V. K. Gukasyan. Bolsa- ile kesiştiği köşededir.
külliyenin kalfalığını yürüttü. Caminin bay Mamııli Iskızpnavorumi (İstanbul Erme­ Banisi l6l3'te vefat etmiş olan Araki-
önündeki sebil de onun eseridir. ni Basınının Başlangıcı), Erivan, 1975; K. Pa- veci Hacı Ahmed Çelebi'dir. Mezarı ca­
Ayrıca 1719'da Kumkapı Surp Asd- mukciyan, "Ermeniler Hakkında Biyografik minin kuzeybatı köşesinde yer almakta­
vadzadzin Kilisesinin yeniden inşasına Notlar" (vavımlanmamış çalışma). dır. Yapı "Meşeli Mescit" ve "Takkeci
nezaret etti. 1722'de yenilenen Samat- KEVORK PAMUKCİYAN Ahmed Çelebi Mescidi" olarak da anıl­
ya'daki Surp Kevork Kilisesi'nin mimar­ maktadır. 16. yy'da Mimar Sinan'ın ta­
lığını yaptı. 1730'da bir yıl önce yanan ARAKEL KİTAPHANESİ sarladığı bu eser sonradan değişiklikle­
Balat'taki Surp Hıreşdagabet Kilisesi'nin I. Meşrutiyet (1876) sonrasında ortaya re uğramıştır.
üçüncü inşaatını yürüttü. Tarihçi Ho- çıkan "alafranga" kitapçı dükkânlarının Mescitten, Evliya Çelebi Seyahatna-
vannesyan'a göre bu kilisenin yakının­ ilklerindendir. Önceleri Galata Köprü­ mesi'nde, dörtgen planlı, kesme taştan,
da kagir büyük bir evi vardı. sünde gazete müvezziliği yapan Arakel çatılı ve taş minareli olarak söz edilmiş­
Bibi. Y. Alyanakyan, "Altımermeri Surp Ha- Topuzluyan tarafından 1875'te Babıâli tir. Günümüzde ise harim duvarları ah­
gop Ukhdavayrı" (Altımermer'deki Surp Ha- Caddesi no. 46'da açıldı. Arakel Kitap- şap hatıllı moloz taştandır. Yapı iki sıra
gop Adak Yeri), Jamanak, 31 Mart 1945; S. hanesi daha çok okullarda okutulan kirpi saçak üzerine kiremit çatı ile örtül­
Hovannesyan, Vibakrutyun Gosdantnubulsa Türkçe ve Fransızca ders kitaplarının ya- müştür. Doğu, batı ve mihrap duvarında
(İstanbul Tarihi), Kudüs, 1967; K. Pamukci-
yan, "Ermeniler Hakkında Biyografik Notlar" nısıra; Ahmed Rasim, Ahmed İhsan, Fia- iki sıra halinde sıralanan pencereler, alt
(yayımlanmamış çalışma). lid Ziya gibi dönemin ünlü yazarlarının kısımda dikdörtgen açıklıklı sövelerle
KEVORK PAMUKCİYAN çeviri ve telif eserlerini de yayımladı. çerçevelenmiş, sivri hafifletme kemerle-
293 ARAP AHMED PAŞA TÜRBESİ

riyle donatılmış, üst kısımda ise yuvarlak


D'Aramonün
kemerli olarak tasarlanmıştır. Halk tara­
1548'de
fından maltataşmdan tamir ettirilen mi­ Halep'ten
nare, şerefe altına k a d a r orijinal olup, yazdığı
şerefe ve p e t e k kısmı ise 19- yy'a tarihle- bir
nir. Ayrıca minarenin gövdesinde demir mektuptaki
kenetler g ö z e çarpmaktadır. Y a p ı 1973'te
yenilenmiş ve son cemaat yerine ekle­
m e l e r yapılmıştır. B u n u n l a b e r a b e r s o n Güney Fransa'da Nîmes yakınında dırga ile H y è r e s A d a l a r ı ' n ı b a ğ ı ş l a d ı .
c e m a a t yerinin iç duvarları bozulmamış­ olan d'Aramon (veya Aramont) ve Va­ D'Aramon 1554 başında Fransa'da öldü.
tır. Dış duvarlarda sıvadan taşan ve mes­ labregues arazilerinin 1539'da Guillaume D'Aramon, o yıllarda O s m a n l ı D e v l e ­
c i d e adını v e r e n m e ş e d i r e k l e r görül­ de Saint-Vallier'ye geçmesi üzerine, bun­ time g e l e n Pierre B e l o n , Pierre Gilles,
mektedir. Ayrıca bu durum, cami ilk ya­ ları silah yoluyla geri almaya çalıştığı bi­ Guillaume Postel, Nicolas de Nicoley
pıldığında burada bir sundurma bulun­ linir. Başarıya ulaşamayınca, Venedik'e gibi araştırmacıları h i m a y e e d e r e k onla­
duğuna işaret eder. Son c e m a a t yeri ve giderek burada Fransa'yı temsil eden ra çalışmalarında yardımcı olmuştur.
fıarim girişi sağa kaydırılmıştır. Bursa ke­ Kardinal Pellicier'nin hizmetine girdi; A n d r e a Arrivabene adlı bir İtalyan tara­
m e r l i s o n c e m a a t yeri m i h r a b ı , k u z e y arazilerine ise kral tarafından el konul­ fından çevrilen Kuran tercümesinin
duvarı e k s e n i n d e yer almaktadır. Mihra­ du. D'Aramon 1541'den itibaren Pellici­ ( V e n e d i k 1547) b a ş ı n d a da o n a b ü y ü k
bı z e n c e r e k motifi çevrelemektedir. er'nin ajanı olarak İtalya'da bazı girişim­ övgü vardır.
lerde bulundu. Bir ara raporunu vermek D ' A r a m o n ü n O s m a n l ı topraklarında­
Harim kısmında, m i h r a p duvarındaki
üzere Fransa'ya gitti. 1542'de tekrar Ve­ ki s e y a h a t hatıraları, bir b a k ı m a kâtibi
alt p e n c e r e l e r i n yerine, aynı boyutlarda
n e d i k ' e döndüğünde, burada İstan­ durumunda olan J e a n Chesneau (de la
iki d o l a p nişi k o n m u ş t u r . Alçıdan, altı
bul'dan gelen Fransa hükümeti kuryesi R e g n a r d i è r e ) tarafından yazılmıştır. B u
sıra m u k a r n a s l ı y a ş m a ğ ı o l a n m i h r a p
Antoine Polin de la Garde ile karşılaştı. s e y a h a t n a m e n i n 5 y a z m a nüshası Pa­
orijinaldir. A h ş a p m i n b e r i ise sadedir.
Aramonün niçin İstanbul'a gittiği bilin­ ris'te B i b l i o t h è q u e Nationale'da, 1 tane­
Çubuklu a h ş a p tavan 19. yy'dan kalma­
mez. Yalnız. A. Polin de la Garde'm, 16 si ise B i b l i o t h è q u e de l'Arsenal'dadır.
dır. S o n r a d a n b a z ı değişiklikler ve e k l e ­
Mayıs 1543'te Barbaros Hayreddin Pa- B u m e t i n e k s i k olarak b i r k a ç defa basıl­
m e l e r yapılmasına karşın, yapıda harim
şa'nm donanması ile Akdeniz'e açılır­ dıktan sonra Arsenal n ü s h a s ı esas alına­
kısmının klasik ölçüleri ve mimari ka­
ken. İstanbul'da yerine d'Aramonü bı­ r a k Ch. S c h e f e r tarafından 1 8 8 7 ' d e , et­
rakteri muhafaza edilmiştir.
raktığı bilinir. Fakat az sonra Fransa Kra­ raflı bir ö n s ö z ve ç o k z e n g i n a ç ı k l a m a
Bibi. Ayvansarayî. Hadtka. I, 200; Öz, İstan­ lı I. François ile Charles Quint arasında
bul Camileri. I. 104; Kuran, Mimar Sinan. notları v e k o n u ile ilgili b a z ı b e l g e l e r
306; Fatih Camileri, 57. yapılan Crespy Antlaşması Osmanlı Dev­ ile birlikte Paris'te yayımlandı.
EMİNE NAZA leti aleyhine olduğundan d'Aramon İs­
Seyahatnamede. d'Aramonün uzun
tanbul'da zor günler yaşadı. Fransa kralı­
gezilerinde gördüğü y e r l e r e dair b a z e n
nın elçisi Jean de Montlue ile de arala­
kısa b a z e n de geniş ve ayrıntılı bilgiler
rında anlaşmazlık çıkınca d'Aramon ace­
b u l u n m a k l a b e r a b e r , İstanbul h a k k ı n d a
le yurduna döndü. Az sonra Kral I. Fran­
da o l d u k ç a değerli görüşler y e r almıştır.
çois onu resmi elçi olarak tekrar İstan­
Bu kitapta Saray-ı H ü m a y u n , Ayasofya,
bul'a yollamayı uygun gördü.
Fatih Külliyesi, S ü l e y m a n i y e Camii, At-
D'Aramon. Venedik, Ragusa üzerin­ m e y d a n ı ile buradaki anıtlara dair bilgi­
den kara yoluyla Edirne'ye geldi, bura­ ler verilmiştir. Şehirde T ü r k l e r d e n b a ş ­
dan da 14 Mayıs 1547'de İstanbul'a ikin­ ka Rumların ve Y a h u d i l e r i n yaşadığına
ci defa ayak bastı. Beraberinde çok kala­ işaret edildikten başka, b u r a d a ç o k sa­
balık bir hizmetliler topluluğu ile birlikte yıda İtalyan tüccarın, onlara nispetle
bazı İtalyanlar ve Ragusalılar da vardı. ç o k daha az Fransızm da bulunduğu
Elçi olarak önce Sadrazam Rüstern Pa­ kaydedilmiştir. B e d e s t e n v e esir paza­
şayı sonra da Kanuni Sultan Süleyman'ı rından b a ş k a , çeşitli vahşi hayvanların
ziyaret ederek Fransa kralının hediyele­ bulundukları yerleri de anlatan e s e r d e ,
rini takdim etti. D'Aramonün görevi, T e r s a n e v e T o p h a n e ' d e n d e bahsedilir.
Osmanlı Devletimi Avusturya'ya karşı bir Ayrıca kitabın i ç i n d e o l d u k ç a etraflı su­
sefere zorlamaktı. Fakat François'nin r e t t e O s m a n l ı s a r a y teşkilatı ile İstan­
ölümü ile bu plan gerçekleşemedi. bul'da marifetlerini g ö s t e r e n c a m b a z l a -
Yeni kral II. Henri, d'Aramonün Ka­ n n şaşılacak hünerleri d e anlatılmıştır.
nunimin 1548'de İran'a karşı başlattığı Bibi. J . Chesneau. Le voyage de Monsieur
sefere katılmasını istediğinden, 40 deve, d'Aramon, ambassadeur pour le Roy en Le­
18 katır. 12 yük beygiri, çift katırın taşıdı­ vant faict de Paris à Constantinople l'an
ğı tahtırevan ve 7 5-80 kadar atlı ile başla­ 1547. Paris, 1887 (tıpkıbasımı, G e n è v e ,
rında Fransa Krallığı'nm üç zambaklı 1970); Baron de Testa, Recueil des traités de
Arakiyeci Ahmed Çelebi Mescidi
la Porte Ottomane, Paris, 1864, I, s. 37, 47-66
Aras Neftçi sancağı olduğu halde d'Aramon uzun bir
(anlaşmalar hakkında); J. Ebersolt, Constan­
yolculuğa çıktı. 1550'de İstanbul'a geldi tinople byzantine et les voyageurs du Levant,
ve 1 5 5 T d e tekrar Fransa'ya döndü. Paris 1918, s. 84-86; C. Dana-Rouillard, The
ARAKİYECİ İBRAHİM AĞA CAMÜ D'Aramon Cezayir, Malta. Trablus üze­ Turk in French Histoıy, Thought and Litera­
bak. TAKKECİ İBRAHİM CAMİİ rinden hayli maceralara uğrayarak 21 Ey­ ture, Paris, 1940, s. 122-126, 195-200, 212-
MESCİDİ; SEBİLLER lül 1 5 5 T d e yeniden İstanbul'a geldi. 213. 521; L. Farges, "Aramon'', La Grande
Encyclopédie, III. s. 538; S. Eyice, "Aramon",
1552 yazında Turgut Reis'in donanması İSTA, II, 965-966; ay, "Aramon", DİA, III,
ARAMON, GABRLEL de LUETZ d' ile Akdeniz'e açılan d'Aramonün sağlığı 270-272; S. Yerasimos, Les voyageurs dans
(16. yy) Fransız diplomat. Gençliği ve da bozulduğundan 14 Eylül 1553'te Fran­ l'Empire ottoman (XTVe-XVF siècles), Ankara,
yetişmesine dair bilgi bulunmayan Gab- sa'ya döndü. On yıldır süren hizmetleri­ 1991. s. 211-214.
riel de Luetz, Baron et Seigneur d'Ara- nin karşılığı olarak arazilerini alabileceği­ SEMAVİ E Y l C E
mon et de Valabregues soylu bir aile­ ni umuyordu. Fakat kral bu toprakları
dendi. 15. yy'ın sonlarında dünyaya metresi Diane de Poitiers'nin mülkiyetine ARAP AHMED PAŞA TÜRBESİ
geldiği tahmin edilmektedir. geçirmişti. Bu yüzden d'Aramon'a iki ka­ bak. KEŞFÎ CAFER E F E N D İ T E K K E S İ
ARAP CAMİİ 294

ri için destek olduğu kilise, 14. yy içle­


rinde burayı kullanan Dominikenlerin,
tarikat başı olan azizin adını alarak San
Domenico Kilisesi olmuş ve her iki ad
beraberce kullanılmıştır (San Paolo e
San Domenico). İstanbul'un 1453'te fet­
hinin arkasından alman yerlerde, en bü­
yük kilisenin camiye çevrilmesi gelene­
ği uygulanmış, Cenovalılar ile Fatih Sul­
tan Mehmed arasında bir dostluk anlaş­
ması olmasına rağmen, Türk kaynakla­
rında Mesa Domeniko şeklinde adlandı­
rılan kilise 1475'e doğru Galata Camii
adıyla camiye çevrilmiştir. Eski kilise,
doğrudan doğruya Fatih vakıflarından
biri olarak cami yapılmıştır. l492'de İs­
panya'dan göçe zorlanan Endülüs Arap-
larınm, bu cami çevresine yerleşmesi ile
de burası Arap Camii olarak adlandırıl­
mıştır. Bu hususta sonraları yaratılmış
başka efsaneler de olmakla beraber en
doğru yaklaşım budur.
Arap Camii, III. Mehmed döneminde
(hd 1 5 9 5 - 1 6 0 3 ) bir tamir gördükten
sonra, 1731'deki Galata yangınının ar­
kasından 1147/1734'te Galata'nın bu
bölgesinde hayır eserleri yaptıran I.
Mahmud'un (hd 1730-1754) annesi Sali-
ha Sultan tarafından büyük ölçüde res­
tore edilmiş, bir de şadırvan yapılmıştır.
Cami, 6 Cemâziyülevvel 1222/12 Tem­
muz 1807'de bir yangın geçirmişse de
Arap Camii hemen tamir edilmiştir. Bu tamir ile bir­
Hazım Okıtrer. likte Divan-ı Hümayun kâtiplerinden
1993 Hacı Emin Efendi tarafından binanın
manzum bir tarihçesi yazılarak taşa iş­
ARAP CAMİİ Arap Camiimin döşemesi altında bulu­ lenmiş ve mihrabın sağındaki duvara
Halic'in Galata yakasındaki en büyük nan çok sayıdaki mezar kitabesi, en er­ konulmuştur. Bu manzumede caminin
camii olan Arap Camii'nin esasının, ken olarak 1325'ten itibaren buraya Ce- esasının Mesleme bin Abdülmelik'e (ö.
Byzantionü kuşatmaya gelen Arap kuv­ novalıların (Cenevizlerin) gömüldükleri­ 738 ?) dayandığı uzun uzadıya anlatılır.
vetleri tarafından 7l6-717'de kurulduğu ni gösterir. Kilisenin bitişiğinde bulunan Arap Camii'nin önemli ölçüde büyük
yolunda bir efsane varsa da, bunun tari­ Meryem ve Nikola adlarına iki şapel ba­ bir onarımı 1 2 8 5 / 1 8 6 8 ' d e I I . Mah­
hi gerçeklere uymadığı bellidir. zı ileri gelen Ceneviz ailelerinin mezar mud'un kızı Adile Sultan ile kocası
şapelleri idi. Mehmed Ali Paşa tarafından yapılmıştır.
Araplar İstanbul önlerine gelerek
şehri kuşatmış olmalarına rağmen, bura­ Papa XII. Gregoriusün 1407'de tami­ Bu sırada avlunun altına bir sarnıç ile
da kagir bir camileri olmamıştır. Zaman
zaman imparatorlarla yapılan anlaşma­
lar ile Byzantion'a gelen Müslümanlar
için bir cami yapımına izin verilmekle
beraber, bunun surların içinde değil, dı­
şında olduğu ve politik durumun dalga­
lanmasına göre tahrip edildiği veya ihya
olduğu bilinir. Zaten Arap ordu ve do­
nanması kuşatmayı kaldırarak geriye
çekildikten sonra, bir caminin burada
kalması düşünülemez.
Bazı tahminlere göre Arap Camii
olan binanın yerinde evvelce bir Bizans
kilisesi vardı. Bazı duvar kalıntıları bu­
nu gösterir. Kilisenin Aya Eirene adına
olduğu yolundaki görüş ise sadece bir
tahmine dayanır. Bu Bizans dönemi ka­
lıntılarının üzerinde 13. yy'da Latinler
tarafından bir kilise inşa edilmiştir. Bu
sıralarda Galata, İtalyan ticaret şehirle­
rinden Cenova'nın idaresi altındadır. Ki­
lisenin San Paolo adına olduğu bilinir.
Yine Latin idaresi sırasında, 1233'e doğ­
ru San Paolo Kilisesi'ne komşu olarak.
Dominiken tarikatı tarafından bir ma­
nastır tesis edilmişti. Çeşitli belgeler bu Arap Camii'nin içinden bir görünüm.
Hazım Okurer, 1993
manastırın varlığını gösterdikten başka,
295 ARAPÇA BASIN

şimdi görülen şadırvan da inşa edilmiş­


tir. Balkan Harbi'nden az önce caminin
tekrar tamirine girişilerek, bütün çatısı
açılmış ve 1913 te yapılan bu çalışma­
larda binada değişiklikler yapılmıştır.
Bu sırada ahşap döşemenin altından
çok sayıda kitabeli ve armalı mezar taş­
ları meydana çıktığından, bunlar Arke­
oloji Müzesi'ne taşınmıştır. Ayrıca bina­
nın doğu kısmında Bizans üslubunda
bazı fresko resimlere de rastlanmış, çok
sayıda Bizans korkuluk levhaları bulun­
muştur. Giritli Hasan Bey adında bir ki­
şinin kontrolünde yapılan bu tamirde,
avlu tarafındaki cephe ileriye alınmış,
Arap mimari üslubunu taklit eden yeni
bir son cemaat yeri ilave edilmiş, mah­
filler, ahşap direkler üzerine yeniden
inşa edilmiştir. Mihrabın yanındaki hüc­
renin, "Mesleme'nin Çilehanesi" olarak
d ü z e n l e n m e s i ve kaldırılan hünkâr
mahfili merdiveninin yerinde, rüya ile
keşfedildiği söylenen Arap Baba merka-
dinin yapılması yakın tarihlerde gerçek­
leşmiştir. Son yıllarda, kilisenin çan ku­
lesi olan, çok değişik biçimli minaresi İstanbul'da yayımlanan Arapça gazete ei-Cevaib'in 31 Mayıs 1861 tarihli
küçük bir tamir görmüştür.Bu birinci sayısı (solda), Arapça yayın da yapan Malumat 'm 24 Ekim 1895 tarihli
Arapça nüshası (sağda).
minarenin Şam'daki Emeviyye (Ümey- Nuri Akbayar koleksiyonu
ye) Camii minarelerine çok benzemesi
de camiyi Araplara bağlayan efsaneyi
desteklemiştir. 1856) sonraki koşullar yreniden Arapça ve edeben ehliyeti müsellem" diye öv­
Arap Camii e s a s ı n d a dikdörtgen bir gazeteye ihtiyaç yarattı. Çünkü Mı­ düğü Şidyak, gazetesinin amacını, ülke­
planlı ve gotik üslupta bir yapıdır. Mina­ sır'daki basın resmi niteliğiyle yaygmla- deki Arap kesimi dünya ahvalinden ve
reye yakın duvarda esasları gotik ke­ şamamıştı. Fransa. Arapça konuşulan özellikle Osmanlı yönetiminin görüşle­
merli bir-iki pencerenin izleri fark edilir. sömürgeleri için kendi kontrolünde ve riyle iyi niyetinden haberdar etmek ola­
Dominiken kiliselerinin kuleleri biçimin­ buraların İslam dünyası, özellikle Os­ rak belirtir. Birinci sayıdaki sunuşunda
de olan kare kesitli minarenin de altında manlı Devleti ile ilişkilerini k e s e c e k yeni uygarlığı Doğulular arasında yay­
gotik sivri kemerli bir dehliz, avluya ge­ nitelikte yayınlar yaptırıyordu. İstan­ mayı tasarladığını, Doğuluların haklarını
çilmesini sağlar. Kulenin üçüz pencere­ bul'da ilk özel girişim 1850'lerin sonla­ da Batılılara karşı savunmayı amaçladı­
leri örülerek mazgal biçimine sokulmuş­ rında Miratüi-Ahval ile yapıldı. Ama ğını kaydetmiştir.
tur. Caminin içinde mihrap bölümünde Tercüman-ı Ahval'in belirttiği gibi "ta­ Şidyak'ın el-Cevaib aracılığıyla faali­
gotik mimarisinin en başta gelen özelliği rafsızlık ve hakkaniyete riayet etmedi­ yeti iki alanda olmuş ve İstanbul'un bir
olan kaburgalı tonozlar görülür. Mihrap ğinden", açıkçası Babıâli'nin çizgisine kültür merkezi olarak şekil almasına
ve hünkâr mahfili ile yan kapıların röve- uymadığından kısa süre sonra kapatıldı. katkıda bulunmuştur. Birincisi İslam
leri, barok üslupta olduklarına göre 1860'ta Beyrut ve Şam'da çıkan kanlı dünyası ile ilişki kump haber alışverişi­
1734/35'te Saliha Sultan tarafından yapı­ olaylar. Beyrut'un Arapça gazetesi Ha- ni yoğunlaştırmaktır. Bunu yaparken
lan tamir dönemine ait olmalıdır. dikatü 1-Ahbar'm önemini artırdı, nite­ gazete Tanzimat ilkelerini savunmuş,
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, s. 30-31; Raif, kim olayları bastırmakla görevlendirilen Osmanlı politikalarım övmüştür. Başlan­
Mir'at, 463; Celal Esad (Arseven), Eski Gala­ Fuad Paşa bunu vilayetin resmi gazetesi gıçta sadece 6 yerde temsilciliği varken,
ta ve Binaları. İst.. 1329. s. 46-51; F. M. Has- haline dönüştürdü. Ancak, resmi yayın­ 1875'te Avrupa'da ve İslam dünyasında
luck, ''The Mosques of the Arabs'', The An- ların arzulanan etkiyi yaratamadığını ar­ 6l temsilciliği olduğu görülüyor. Bunlar
nual of the British Schölls at Athens. XXII
(1916-1918), s. 157-174: J. Ebersolt, 'Arab tık fark eden ve 1860'ta ilk özel Türkçe Cezayir (5), Tunus, Mısır (23), Suriye ve
Djami et ses sculptures byzantines", Mission gazeteye izin veren Babıâli, aynı uygu­ Arap Yarımadası ( 2 2 ) , Hindistan ( 6 ) ,
Archéologique de Constantinople, Paris, lamayı Arapça için de yapmak gereğini Londra, Viyana, Paris, Leipzig olarak
1921, s. 38-44; M. Canard. "Les expéditions hissetti. Böylece ortaya çıkan el-Ceva- dağılmıştı. Çoğu yerde Osmanlı konso­
des Arabes", Journal Asiatique. S. 2 0 8
ib(->) gazetesi ve matbaasının yayınları. losluğunun dahi bulunmadığı bir dö­
(1926), s. 94-95; T. Öz, Zwei Stiftungsurkun­
den Sultan Mehmed II. İst.. 1935. s. IX; Fatih İstanbul'u, yirmi yıl kadar Arapçanın nemde bu ağ büyük bir başarıydı ve sa­
Vakfiyeleri, Ankara. 1938. s. 202, 258; E. Dal- merkezi haline getirerek, Osmanlı Dev- dece gazetenin satışı için değil, haber
leggio d'Alessio, le piètre spolerali di Arab leti'nin o dönem ve daha sonraki politi­ toplama açısından da önemliydi. Böyle­
Giami, Genova, 1942; A. M. Schneider-M. is. kaları üzerinde etken oldu. Bir yandan ce İstanbul özel bir haber alma ağma
Nomidis, Galata. Topographisch-Archäolo­
gischer Plan, İst., 1944, s. 19. 25-26, 28; B. da Tanzimat'ın felsefesinin sadece Arap sahip oldu. Sultan-halifeye bağlılık me­
Palazzo, L'arab Djami ou Eglise Saint-Paul à dünyasına değil, Hindistan'a kadar yan­ sajları, 1877-1878 Osmanlı-Rus Sava­
Galata. İst.. 1946; S. Eyice, "Arab Camii", İS­ sıtılmasına, Türkçenin Avrupa'dan aldığı şında Tunus'tan ve Hindistan'dan gelen
TA, II, 936-947; ay. "Arab Camii". DİA, III, yeni fikir ve terminolojinin Arap diline bağışların listeleri, Cezayir ihtilalcileri­
326-327; Müller-Wiener, Bildlexikon. 79-80. nin mesajları, sömürgeleşmesi hızla iler­
geçmesine katkıda bulundu.
SEMAVİ EYİCE leyen İslam toplumlarının İstanbul'a yö­
Gazeteyi çıkaran Farisu'ş-Şidyak'-
nelmesini teşvik etmiştir. Bu doğal eğili­
tı(->). Farisu'ş-Şidyak, 1859'da Abdülme-
ARAPÇA BASIN mi panislamcılık olarak niteleyen Avru­
cid'in çağrısı üzerine İstanbul'a geldi ve
palılar, sorumlusu saydıkları el-Cevaib'i
İstanbul'da ilk Arapça gazete, resmi ya­ Matbaa-i Âmire'de başmusahhihliğe
yasaklamışlardır. Oysa gazete tam anla­
yın olan Takvim-i Vekayi'nm ( 1 8 3 1 ) atandı. 31 Mayıs 1 8 6 l ' d e Babıâli'nin
mıyla Tanzimatçı idi ve din tartışmasını
Arapça nüshasıdır. Etkisi ve ömrü az ol­ maddi desteğiyle el-Cevaib'i yayımlama­
reddedip, ıslahatı savunuyordu; tabii
muştur. Ama Kırım Savaşından (1853- ya başladı. Tercüman-ı Ahvalin "ilmen
ARAPKAPISI MESCİDİ 296

Müslüman haklarını da savunuyordu. bü'l-Osmani olarak sıralanabilir. II. latlandırılmıştır. Ahşap tavanda, çıtalarla
Oysa Farisu'ş-Şidyak'ın oğlu Selim Şid- Meşrutiyet (1908) sonrasında imtiyazı basit geometrik taksimat uygulanmıştır,
yak Mısır hıdivinden aldığı maddi yardı­ alman gazete ve dergilerin (bazıları çık­ tavanın m e r k e z i n e beyzi bir g ö b e k
mın da etkisiyle gazeteyi 1878'den itiba­ mamıştır) başlıcaları şunlardır: el-Adl, el- oturtulmuştur. Ahşap direkler üzerinde­
ren Arap ya da Mısır ulusçuluğuna doğ­ Fatihü'l-îslam, el-Arab. el-Hadara, el- ki fevkani mahfil, ajurlu ahşap korku­
ru yöneltmeye çalışmıştır. İddiaların ak­ Rakib, Hilalü'l-Osmani, el-Hidaye, Ci- luklarla çevrelenmiştir. Mihrap yeni Kü­
sine panislamcı olmayan ama ayrılıkçı han-ı Ìslam. Hak, el-lttihadü'l-Osmani, tahya çinileriyle kaplıdır. Sade görü­
eğilimlerden ürken I I . Abdülhamid'in Darü'l-Hilafe, Darü's-saade, Sada-i İs­ nümlü ahşap minberde, kapının üzerine
sansürü bu yayınları frenlemiş, sonunda lam, Lisanü'l-Arabi, el-Mutadüİ-Edebi, ve köşk kısmının saçağına oymalı ve
gazete 1884'te kapanmıştır. Bununla İs­ el-Âlemü 'l-lslami, el-Mıısavat, Livaü '§- yaldızlı alınlıklar yerleştirilmiştir.
tanbul'un Arap kültürünü yönlendiren Şark. en-Xahla, el-İttihadüi-İslami, ed- Caminin son cemaat yerine bitişik
bir merkez olma niteliği ortadan kalk­ Destur. Ayrıca Türkçe-Arapça ve Arap- bir meşrutası bulunmaktadır. Doğu ve
mıştır. İkincisi gazetenin dışında el-Ce- ça-Fransızca olanlar da vardır. güney yönünde bir haziresi olmakla be­
vaib Matbaası, Arapça kitaplar yayımla­ Bibi. tmad el Solh. Ahmad Farisu 'ş-Şidyak, raber banisinin mezarı bilinmemektedir.
yarak ve hem Türkçe hem de Arapça Beyrut, ty; O. Koloğlu, "Turkish-Arabic Rela­ Caminin avlu giriş kapısının karşısında
kitapları bütün İslam dünyasında pazar­ tions as Reflected in the Arabic Press" Tiirk- bulunan köşesi pahlı, sivri kemerli çeş­
layarak ö n e m l i bir rol oynamıştır. Arap İlişkileri I. Uluslararası Konferansı Bil­ me Ahmed Dede'nin hayratıdır.
1881'e ait bir listede şunları görüyoruz: dirileri, Ankara. 1979. s. 96-121.
Bu yapıda Halvetî-Sünbülî tarikatının
Farisu'ş-Şidyak'ın Arapça 5 kitabı, ayrıca ORHAN KOLOĞLU
faaliyet gösterdiği, harimde ayinlerin ic­
7 cilt olarak el-Cevaibden seçmeler; bir ra edildiği bilinmektedir. Tekkelerin son
Hintlinin Arapça 6 kitabı; din, dil. şiir ARAPKAPISI MESCİDİ VE
günlerinde kaleme alınan Sefinede, İs­
gibi konularda 43 ciltte 19 Arapça kitap; TEKKESİ tanbul'daki Sünbülî tekkeleri arasında
Türkçe 5 eser. Ayrıca el-Cevaib Matba- "Arapkuyusu Tekkesi'min adı verilmek­
Fatih İlçesi'nde Samatya Narlıkapı'da
ası'nda basılmış olanların dışında pazar- te, pazartesi geceleri ayin yapıldığı belir­
Hacı Hüseyin Ağa Mahallesinde, Arap-
lanan, Mısır'da basılmış 9, Suriye'de ba­ tilmekte, şeyhi Mustafa Efendi'nin adı
kuyusu Sokağı ile Hacı Hüseyin Camii
sılmış 25, Paris'te basılmış 1. Hindis­ kaydedilmektedir. Daha eski tarihli tek­
Sokağı'nm kesiştiği köşededir.
tan'da basılmış 1 eser vardı. Yayın yeri ke listelerinde adı geçmeyen bu tekke­
1 0 1 2 / 1 6 0 3 tarihli caminin minberini
belirtilmemiş 8 Arapça, 7 Farsça, 16 nin 20. yy'ın birinci çeyreğinde tesis
İmam Ali Efendi koydurmuştur. Yapı
Türkçe kitap da vardı. Bunlar arasında edildiği anlaşılmaktadır. Nitekim harimin
"Arapkuyusu" ve "Hacı Hüseyin Ağa"
Türkçeden Arapçaya çevrilmiş Kanun-ı güneydoğu köşesindeki vaaz kürsüsü­
adlarıyla da anılmaktadır.
Esasi, Nizamât-ı Ayan ve Mebusan, Me- nün üzerinde "Ya Hazret-i Sultan Sün-
celletü'l-Ahkâmü'l-Adliye (16 cilt). Hu- Caminin duvarları ahşap hatıllı mo­
bül Sinan" yazısını içeren, söz konusu
kukü'l-Milel, divanlar, Tarih-i Amerika loz taştan inşa edilmiştir. Üzeri ahşap
pirin ve tarikatın simgesi durumundaki
gibi kitapların da bulunması Tanzi­ çatıyla örtülmüştür. Minaresi avlu duva­
sümbül motifleri ile süslü 1286/1869 ta­
mat'ın Arap dünyasına aktarılması çaba­ rına bitişik ve camiden bağımsızdır. Ka­
rihli ve "Hafız Ahmed Sünbülî" imzalı
sının önemli kanıtlarıdır. ide ve pabuç kısmı kesme taştan, göv­
bir levha dikkati çekmektedir.
desi ise tuğladandır. Harim girişi mihrap
1852-1877 arasında Osmanlı toprak­ ekseninden sağa kaydırılmış, sol tarafta Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 147; Vassaf, Se-
larında yayımlanan (Mısır hariç) 33 iki pencere ve aralarına son cemaat yeri fine, V, 273; Öz, İstanbul Camileri, I, 23; Fa­
Arapça yayından sadece 3'ü İstanbul'da mihrabı yerleştirilmiştir. Son cemaat ye­ tih Camileri. 108
EMİNE NAZA
ç ı k m ı ş , bunlardan a n c a k el-Cevaib rinin ahşap tavam çubuklu denilen tür­
önemli etki yaratmıştır. 1878-1907 ara­ dendir. Harim kısmmda çift sıra pence­
sında 93 Arapça gazete ve dergiden ARASTA HAMAMI
reler 18. yy tarzında alçı revzenle teşki-
16'sı İstanbul'da çıkmıştır. Ancak sansür bak. SULTAN AHMED KÜLLİYESİ
yüzünden bir dinamizme sahip olama­
mışlardır. Zaten en önemlileri, vilayet­ ARASTALAR
lerde yayımlanan resmi gazetelerdi. II. Farsçada "ordugâh pazarı" anlamına
Meşrutiyet'in getirdiği özgürlük havası kullanılan bir terimden Türkçeleştirilen
içinde 1908-1914 arasında 399 Arapça arasta, dükkân dizilerinden meydana
yayın görülür, bunların sadece 27'si İs­ gelen çarşıları ifade eder. Osmanlı dö­
tanbul'da çıkmıştır ve polemik nitelikli­ neminde, külliyelerin bakımları için ge­
dirler. İstanbul'dan önce Beyrut'a, sonra lir sağlamak amacıyla yapılan arastala­
Mısır'a geçmiş olan Arapçanın kültür rın İkinci bir görevi de külliyenin çevre­
merkezi olma niteliğini geri almaya hiç sine canlılık vererek, külliyenin merkezi
yeterli değillerdi. Hattâ bu son dönem­ olan camiye cemaat sağlamaktır. Dük­
de Mısır'dan Osmanlı topraklarına doğ­ kânlar iki sıra olarak karşılıklı yapılmış,
ru yoğun bir gazete ve kitap ihracatı ortadaki yol ise önceleri sadece gölge­
görülür. lik asmalar veya ahşap çatılar ile örtül­
Cumhuriyetten sonra İstanbul Arap- müş, sonradan yangınlar yüzünden bu
çayla ilişkisini tümüyle keser. Harf dev­ yolların da üstlerinin kagir tonozlar ile
rimi de bunda etkili olur. Sadece bir ke­ örtülmesi yoluna gidilmiştir. Bu arada
re, İran şahmın ziyareti sırasında (1934) dükkânların da bu orta yola kemerlerle
Son Posta gazetesinin Arap harfleriyle açılan, tonozlu gözler halinde yapılması
"hoş geldin" yazısı yazmasına izin veril­ tercih edilmiştir. Arastalarda, esnafın sa­
miştir. Günümüzde turizm ve ticaret bu bahları topluca yemin ve dua ettikleri
tabuyu kaldırmış ama Arapça gazete ih­ bir de dua yeri bulunur.
tiyacı yaratmamıştır. İstanbul'da büyük külliyelerin çoğu­
1908 öncesinde İstanbul'da çıkan nun ilk yapıldıklarında böyle arastaları
Arapça gazeteler Miratüİ-Ahval el-Ce­ vardı. İlk Fatih Camii'nin, Şehzadebaşı
vaib, el-Saltana, es-Selam, Medresetü'l- tarafında geniş bir alana yayılan Saraç­
Fünun, el-ltidal, el-İnsan, Kevkebü'l- Arapkapısı Mescidi ve önde sağda banisine lar Çarşısı esasında bir arasta idi. Bugün
ait çeşme. hemen hemen hiçbir izi kalmayan bu
ilm, el-Hakaik, el-Hukuk, el-Beyan. el-
Aras Neftçi, 1993
Malumat, el-Mekteb, el-Ahval, Kevke- arastadan yalnızca Saraçhanebaşı semt
297 ARAYICI ESNAFI

adı bir hatıra olarak yaşamaktadır. Ba-


yezid Camii'nin ilk inşasında arastası
yoksa da, daha sonra ya da kısa bir sü­
re sonra 16. yy içinde dış avlu duvarına
bitişik olarak bir dizi dükkân yapılmış­
tır. Bugün görülen tek sıra dükkânlar
yeni olmakla beraber eski dükkânların
geleneğini sürdürür. Tek sıra dükkân­
lardan ibaret bir diğer arasta ise Süley-
maniye Külliyesi(->) ile inşa edilmiş
olup iki medresenin altında uzanmakta­
dır. Burası da Osmanlı tarihinde Tiryaki
Çarşısı(->) olarak tanınır.
İki tarafında kagir dükkân gözleri
olan, fakat ortadaki yolun üstü açık bı­
rakılmış büyük bir arasta, Sultan Ahmed
Külliyesi'nin(->) güneyinde (Marmara
tarafı) uzanır. Sipahi Çarşısı olarak da
adlandırılan bu arasta, çok uzun yıllar
harabe halinde kaldıktan, bazı bölümle­
ri yıkılıp, içi gecekondular tarafından iş­
gal edildikten sonra 1980'li yıllarda Va­
kıflar İdaresi'nce boşaltılıp temizlenerek
restore edilmiş ve yeniden turistik eşya İstanbul'un en önemli arastalarından olan Sultanahmet Külliyesinin güneyindeki arastadan bir
satan dükkânlara dönüştürülmüştür. görünüm.
Buradaki orta yol da Arasta Sokağı ola­ Hazım Okureı; 1993
rak adlandırılmış ise de bu,' resmi şehir
planına girmemiş, ancak 1935'lerden iti­
baren Bizans Büyük Sarayı'nın mozaik (bak. Damad İbrahim Paşa Külliyesi) dı­ lan bir hükümde Atmeydanı ile Beyazıt
döşemesini bulmak için yapılan kazılar şına yaptırdığı iki sıra halindeki dük­ havalisinin ayda iki kez süpürülüp ter­
"Arasta Sokağı" veya "Arasta Kazıları" kânlardır. Şehrin anacaddesi olan Di- temiz duruma getirilmesi eski bir gele­
olarak yayınlara geçmiştir. Sultanahmet vanyolu'nun karşılıklı olarak iki tarafın­ nek iken bu yerlerin uzun zamandan
Arastası'nm başında, evvelce içi çini da sıralanan bu dükkânlardan bir tarafta beri süpürülmemesinin nedeni sorul­
kaplı sebiller bulunduğu görülür. Ayrıca olanlar 19. yy'da cadde genişletilirken muş ve çöplük subaşısının bu yerleri te­
dışında, önünde Mimar Mehmed Ağa bütünüyle ortadan kaldırılmıştır. Külli­ mizletmesi emredilmiştir.
Sokağı köşesinde bir de meydan çeş­ yenin komşusu olan diğer dizi, önlerin­ Evliya Çelebi ise kendi döneminde
mesinin olduğu, restore edilmeden bıra­ deki kemerleri taşıyan sütunlar dolayı­ (17. yy ortaları) İstanbul'daki arayıcı es­
kılan harap kalıntıdan anlaşılır. Arasta sıyla Direklerarası olarak İstanbul tarihi nafının 500 kişi olduğunu, 1638'de çöp­
Sokağı adı, yalnızca Üsküdar'da Mihri- ve yaşantısına girmişti. Caddeden geçen lük subaşısma 60 bin akçe avaid öde­
mah (veya İskele) Camii'nin yanındaki tramvay hatlarına yer kazanmak için bu diklerini yazar. Seyahatname'deki bilgi­
bir sokakta yaşamaktadır. sütunlar ve yaya kaldırımını örten saça­ lere göre, arayıcı esnafı evlerden süp-
ğı taşıyan kagir kemerler, 20. yy başla­ rüntü, atılacak öteberiyi topladıkları gibi
Büyük külliyelerden, Eminönü'nde
rında kaldırılmış, yalnızca çoğu bozul­ anayollarda ne kadar çöp, pislik varsa
Yeni Valide (veya kısaca Yeni Cami)
muş halde olarak tonozlu dükkânların bunları da zembilleri ile deniz kıyısına
Camii'nin (bak. Yeni Cami Külliyesi)
bir kısmı kalmıştır. götürmek hizmetini üstlenmişlerdi. Bu
arastası önemli bir yapıdır. Yapıldığın­
dan beri genellikle Mısır'dan getirilen SEMAVİ EYİCE işi, kazançları olduğu için istekle yap­
çeşitli bitkilerin satışını yapan baharatçı­ maktaydılar. Çünkü taşıdıkları çöpleri
lar toplu olarak bulundukları için Mısır ARAYICI ESNAFI ayıklayıp değerlendirdikleri gibi bunla­
Çarşısı(-») olarak adlandırılan bu yapı, 15. yy sonlarından 19. yy ikinci yarısına rın arasından kimi zaman altın, gümüş
Yeni Cami'nin dış avlusunu "L" biçimin­ kadar, İstanbul'un sokak temizliğiyle de bulmaktaydılar. Arayıcıların giyimle­
de iki taraftan sarar. Avlunun huzurunu görevli örgüt. Çöplük subaşısının yöne­ ri, battal kasık çizmesi, siyah veya kır­
bozmamak için avluya bakan taraflara ticiliği altında ayrı bir gedik oluşturan mızı meşinden kaftan, hamideli külahı
dükkân yapılmamıştır. Yalnız buraya arayıcı esnafı, çöplük subaşısma avaid veya kulakları da kapatan takke idi.
açılan kapılar vardır. Burada orta yolun (ücret) ödemekteydiler. Araç gereçleri çapa, kazma, kavata
üstü de kagir tonozla kapatılmıştır. İki Arayıcı esnafının disiplininden ve ça­ (ağaç tekne) elek, süpürge, harar (bü­
yolun birleştikleri yerde ise Dua Meyda­ lışma düzeninden sorumlu olan çöplük yük çuval), zembil ile el arabası veya
nı bulunur. Bunun mükebbiresi (tekbir subaşısı, İstanbul kadısının denetimin- beygir koşulu iki tekerlekli mezbele
getirmek için imamın oturduğu çıkma) deydi. Atanmasını, şehremini gerekli arabasıydı. Arayıcılar, İstanbul'un umu­
yeniden yapılmış olarak bugün görüle­ onayları alarak yapıyordu. Çünkü para­ mi yollarında, herkese açık yan sokak­
bilir. 1940'lı yıllarda İstanbul Belediyesi sal yönden şehreminine bağlıydı. Siste­ larda, arasta ve han meydanlarında biri­
tarafından Mısır Çarşısı restore edildiği min işleyişi, diğer birçok alanda olduğu ken süprüntüleri toplarlar, deniz kıyı­
sırada içerideki dükkânların genellikle gibi Hazine tarafından yıllık ihale ile sında, belirli noktalara sırt küfeleri,
18-19- yy'lara ait ahşap bezemeli dış gerçekleştirildiğinden, çöplük subaşılı- zembiller, arabalarla götürürlerdi. Daha
süslemeleri sökülmüş ve dükkân gözle­ ğım üstlenen, görevini en iyi biçimde sonra bunları, alışageldikleri yöntemler­
rinde her çeşit esnafın yerleşmesinde yerine getirmeye ve arayıcı esnafını ça­ le ya deniz suyuyla ya da denize akan
bir sakınca görülmemiştir. lıştırmaya çaba gösterirdi. Halk. semtle­ kent içi su ağızlarında yıkar, ayıklar,
İstanbul'un önemli arastalarından da­ rin ve mahallelerin yeterince temizlenip elerler; neredeyse tek tek elden geçirir­
ha sonraki döneme ait bir örnek ise, temizlenmediği konusunda duyarlıydı lerdi. Buldukları bakır, demir, kemik,
Şehzadebaşı'nda Nevşehirli Damad İb­ ve saptanan ihmaller nedeniyle ilgili çivi, tel, kumaş, kösele vb her şeyi ayrı
rahim Paşa'nm inşa ettirmiş olduğu ca­ makamlara şikâyette bulunuyordu. Ör­ ayrı biriktirirler, bu arada mangır, akçe,
mi, medrese, kütüphane, sebil ve çeş­ neğin, 26 Zilhicce 993/19 Aralık 1585 takı vb bulmaya dikkat ederlerdi. Arayı­
m e d e n meydana g e l e n külliyesinin tarihli, İstanbul kadısına saraydan yazı­ cı esnafının İstanbul çöpleriyle uğraştığı
ARBORETUM 298

dört yüzyıl boyunca, eşeledikleri biri­ imamına bırakılmıştı. Her mahalle ima­ mahalle içlerinin ise eski durumunda
kintiler içerisinden çok değerli yüzük­ mı, bu işi ya arayıcı esnafı ile anlaşarak bırakıldığı biliniyor. Özellikle de arsalar
ler, pırlantalar, sorguç vb saray işi par­ veya mahalle olanakları ile bir düzene ve terk edilmiş evler ve viranelikler, bi­
çalar ele geçirdikleri tarihlerde yazılıdır. bağlamak durumundaydı. rer çöplük durumundaydı. İstanbul Be-
Yine onların en çok ilgi duyduklan bir Darphanenin özel bir arayıcı örgütü lediyesi'nin bura/ara da temizlik hizmeti
alan da yangın yerleriydi. Arayıcılar, ya­ vardı. Darphane'deki para döküm ve götürmesi 1911'den Nezafet-i Fenniye
sal süre sonunda yangın yerlerini tathir kesimi sonunda lağım ve kanallardaki Müdüriyeti'nin kurulmasından sonradır.
etmek (temizlemek ve molozları kaldır­ altın, gümüş, bakır tesviye artıkları gö­ Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 514-515; (Er­
mak) hakkı elde ederler, böylece hem revli arayıcılar tarafından toplanıp yine gin), Mecelle, I; Ali Rıza, Bir Zamanlar, Pa-
enkazın kaldırılmasını gerçekleştirirler Darphane'ye teslim edilirdi. Sarayların kalın, Tarih Deyimleri, I; Ahmet Refik (Altı-
hem de yangın külleri altından değerli nav). Onuncu Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı,
çöplerini taşıyan, ayıklayan örgüte ise Ankara, 1987, s. 98.
şeyler bulurlardı. Mezbelekeşan deniyordu. Bunlar Bos­ NECDET SAKAOĞLU
Arayıcı esnafının bir bölümü, kent tancı Ocağı'na bağlıydılar. 1585'te İstan­
mahallelerini dolaşıp sokak başlarında bul kadısına yazılan bir hükümden. Ye­ ARBORETUM
"Çöp çıkaran!.." diye bağırırlardı. Eski niçerilerin Eski Odalar ile Yeni Oda- bak. ATATÜRK ARBORETUMU
kent düzeninde o muhitten olmayan lar'ın, Acemioğlanlar Kışlası'nın, sekban
kimselerin rasgele sokaklara girmeleri odalarının mezbelelerini her gün kendi ARCAN, İSMAİL GALİP
yasak olduğu halde arayıcı esnafı için beygirleriyle mirî mezbelecilerin Langa
bu yasak söz konusu değildi. Arayıcılar civarındaki kapıdan denize döktükleri, (1894. İstanbul - 8 Ağustos 1974, İstan­
kapı kapı gezip evlerde biriken çöpleri, fakat kapıcıların buna engel olmak iste­ bul) Tiyatro ve sinema oyuncusu, yö­
zembil ve küfelerle alırlardı. Bu hizmet­ dikleri öğrenilmektedir. netmen, oyun yazarı. Ravza-i Terakki
lerine karşılık kendilerine bahşiş de veri­ Okulunda ve Soğukçeşme Askeri Rüşti-
İstanbul'da İhtisap Nazırlığımın ku­ yesi'nde öğrenim gördü. İlk kez 1909'da
liyordu. Evlerden toplananlar kemik, pa­
rulması (1826) ile kent ölçeğindeki te­ Ahmed Fehim Efendinin kumpanyasın­
çavra, kırık dökük nesnelerden ibaretti.
mizlik işleri yeni esaslara bağlandı. Bu da, Ahmed Vefik Paşa'nm Moliere'den
Çünkü eskiden her eve giren tüketim
tarihten sonra bir süre adı geçen neza­ uyarladığı Tabib-i Aşk adlı oyunuyla
maddeleri o zamanki yaşam pratikleri
ret, ardından Zaptiye Nezareti ve sahneye çıktı. Daha sonra Burhanettin
içerisinde çöp bırakmayacak tarzda tü­
1854'ten sonra da şehremaneti (beledi­ Tepsimin topluluğuna katılan sanatçı,
ketiliyordu. Örneğin yiyecek artıkları ke­
ye), çöp ve temizlik işlerini yüklendi. 1914'te açılan Darülbedayi'nin ilk öğren­
dilere, kümes hayvanlarına yal ve yem
Fakat sağlıklı bir işleyişe kavuşturula­ cileri arasına girdi. 1921'de Fransa'ya gi­
olmakta veya küçük koltuk bahçelerine
mayan temizlik işleri için Altıncı Daire-i dene kadar Darülbedayi'de Uçurum,
gübre olarak gömülmekteydi. Yine. so­
Belediyemin (Beyoğlu) akılcı bir çözüm Kundak Takımları, Kısmet Değilmiş,
kaklarda kaçak olarak dolaşan eskiciler
bulduğu saptanmaktadır. Galata-Beyoğ- Kendini Bil adlı oyunlarda rol aldı; Bora
de birçok şeyi değerlendirmekteydiler.
lu semtleri çöplerinin ihale yöntemiyle adlı oyunun çevirisini yaptı. 1921-1924
İstanbul'un kenar mahallelerindeki dura­
kaldırtılması. anayolların, hayvan pislik­ arasında Paris'te çeşitli tiyatrolarda çalış­
ğan yaşamın bir sonucu olan aşırı göz­
lerinden, enkazdan çamur ve tozdan tı. 1924'te yurda dönerek Muhsin Ertuğ-
lemcilik ve komşular arası kıskançlık,
arındırılması konusunda bu belediyenin rulün kurduğu Ferah Tiyatrosunda bir
arayıcı esnafının ve eskicilerin birtakım
çalışmaları Avrupa kentleri düzeyinde yıl kadar çalıştıktan sonra, 1925'te bir
öteberiyi torbalarına atmalarına fırsat
olmuşken, beride İstanbul cihetindeki yıllığına Berlin'e gitti. Yurda gelişinde
sağlıyordu. Çünkü kimi aileler varsıllık­
ara sokaklar uzun zaman çamur, su bi­ yeniden Şehir Tiyatroları'na girdi, emek-
larını kanıtlamak ve komşularım kıskan­
rikintileri, gübre, pislik yığınları, kedi İi oluncaya kadar bu kurumda çalıştı. İs­
dırmak için, henüz kullanılabilir bazı eş­
köpek, fare ölüleri ile çok kötü manza­ tanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda
yayı "Aman al şu partalları da ortadan
ralar sergilemiş, arayıcı düzeni de gide­ yüze yakın oyunda rol almıştır. Bu
kalksın!" yollu konuşmalarla arayıcılara
rek bozulmuştur. Nihayet 1868'de şeh­ oyunlardan bazıları şunlardır: Kafes Ar­
verirlerdi. Bu tür bir davranış hemen et­
remaneti yeni bir organizasyona gide­ kasında (1930), Müddeiumumi (1931),
kisini gösterir; cumbadan cumbaya
rek ilk kez çöp arabaları yaptırtmış, Bir Ölü Evi (1932), Süt Kardeşler (1933),
"Aaa, seninki yepyeni hırkayı arayıcıya
verivermiş!" dedikoduları aktarılırdı.
"çöpçü" adı altında aylıklı personel is­ Hamlet (1934), Müfettiş (1935), Ayak
tihdamıyla bu işi üstlenme gereğini Takımı Arasında (1936), Kral Lear
Arayıcı esnafının kent temizliğine duymuştur. Çöpçülerin kontrolü ise be­ (1937), Windsor'ıtn Şen Kadınları
önemli hizmette bulunduğundan söz lediye kavaslarına bırakılmıştı. Ancak, (1938), Kibarlık Budalası (1941), Nasıl
edilemez. Çünkü, örneğin çarşı esnafı, bu dönemdeki temizliklerin meydan, Hoşunuza Giderse (1942), Cimri (1944),
ortaklaşa ya da bireysel olarak kendi anayol, çarşı pazar sınırlarını aşmadığı. Cyrano de Bergerac (1945), Kral Oidi-
arastalarının temizliğini gerçekleştirirler;
işyerleri denize yakın olan esnaf, dük­
kân süprüntüsünü götürüp denize atar­
dı. Ya da dükkân sahipleri, anlaştıkları
arayıcılara haftalık, aylık belli bir ücret
ödeyerek çöplerini kaldırtırlardı. Bun­
dan ise esnaf kethüdaları sorumluydu­
lar. Kent meydanlarının temizliğini ocak
subaşıları acemioğlanları istihdam ede­
rek sağlamaktaydılar. Bu nedenle mey­
dan temizliklerine arayıcı esnafı karış­
mazdı. Anacaddelerle meydanların dü­
zenli olarak acemioğlanlarca temizletilip
1. Galip Arcan
temizletilmediğini, yeniçeri ağası, kola
(sağda) Kral
(genel denetim) çıkan sadrazam, İstan­ Lear oyununda
bul kadısı kontrol ettikleri gibi, tebdil kral rolündeki
gezen padişah da denetlerdi. Görülen Hüseyin Kemal
olumsuzluklardan şehremini sorumlu Gürmen'le.
tutulur ve kendisine buyruklar yazılırdı. Şehir Tiyatroları.

Mahalle temizliği ise, İslami bir gerekli­


lik de sayıldığıdan sorumluluğu mahalle
299 ARETAS SARAYI

pus (1947), Don Juan (1950), Son Koz musikisini eğitim, öğretim ve uygulama Arel müzikle ilgili birçok kitap, ma­
(1952), Benim Üç Meleğim (1957), Bir bakımından, çağdaş bir zemine oturt­ kale, inceleme yazdığı gibi 1909-1914
Kavuk Devrildi (1962). Ayrıca, sahnele­ maya çalıştı. Yakın arkadaşları Dr. Sup­ arasında Şebbâl, 1939-1940 arasında da
nen, basılan birçok çevirisi ve uyarlama­ hi Ezgi ve Rauf Yekta Bey ile Türk mü- Türklük adlı dergileri çıkarmıştır. Türk
sı bulunan sanatçının, Tiyatroda Makyaj zikolojisini temellendirmek üzere bilim­ Musikisi Nazariyatı Dersleri adlı çalış­
(1941), Tiyatroda Diksiyon (1947) adlı sel araştırmalara girişti. Dr. Suphi Ezgi ması Musiki Mecmuasinm 1-83. sayıla­
yapıtları vardır. Konservatuvarda diksi­ ile Türk musikisi nazariyatı üzerine ça­ rında yayımlanmış, sonradan kitap hali­
yon dersi de veren Arcan, sinemada "Bi- lıştı. Ord. Prof. Salih Murad Uzdilek'in ne getirilmiştir. Türk Musikisi Kimindir
can Efendi", radyoda "Habibe Molla" ses fiziği incelemeleriyle bir oktavda önce Türklük dergisinde, sonra Musiki
tiplemeleriyle geniş ilgi toplamıştı. eşit olmayan 24 aralık ve 25 sesin olu­ MecmuasîvAa yayımlanmış, 1969'da ki­
H. ZAFER ŞAHİN şumu açıklandı. Arel-Ezgi-Uzdilek siste­ tap haline getirilmiştir. Prosodi Dersleri
mi olarak adlandırılan bu sistem, eği­ de 1992'de yayımlanmıştır. Bunların dı­
AREL, HÜSEYİN SAADETTİN tim, öğretim ve nota yazımı bakımından şında musiki ile ilgili 100'ü aşkın maka­
büyük kolaylıklar sağladı. le yayımlamıştır.
(18 Aralık 1880, İstanbul - 6 Mayıs
1955, İstanbul) Türk musikisi bilgini ve Türk musikisinde çoksesli eserler ve­ Türk musikisinin kendi ses sistemine
bestekârı. Vefa semtinde dünyaya geldi. rilmesi taraftarı olan Arel, Türk musikisi dayanarak çoksesli Batı tekniği ile çağ­
B a b a s ı Anadolu Kazaskeri Mehmed aralıkları ve perdelerine bağlı kalarak çe­ daş bir noktaya geleceğine inanan Arel,
Emin Efendi, annesi Fatma Zekiye Ha- şitli beste çalışmalarına yöneldi. Bir Türk teksesli ve çoksesli, dini ve dindışı bes­
nım'dır. Beş yaşında özel olarak musiki musikisi piyanosu geliştirmek istedi. Ke- te şekillerinde 700'e yakın eser bestele­
dersleri almaya başladı. İlkokul öğreni­ mençenin üç telini, dörde çıkararak dört miştir. 72'si çoksesli olan bu eserlerin
mine İstanbul'da başladı, babası Emin telli ve keman düzeninde kemence kul­ içinde, hüseyni "Düğün Evinde", tahir
Efendi'nin kadı olarak İzmir'e tayini çı­ lanımım özendirdi. Kemençenin sopra­ "Oyun Havası", hicazzirgüle "Bir Peri
kınca, Arel eğitimine İzmir'de Fransız no, alto, tenor, bas, kontrbas türlerini Masalı", nihavend "Minimini Bir Peş­
Koleji'ncle devam etti. Burada Fransız­ imal ettirdi. Ayrıca musiki terimleri üze­ rev", kürdilihicazkâr "İnce Bir Bulut Gi­
ca'nın yanısıra Almanca ve İngilizce öğ­ rinde de çalıştı; bugün kullanılan birçok bi Siyah İpek Peçesi" gibi eserleri sık
renme imkânını elde etti. Aynı yıllarda Türk musikisi terimini o türetmiştir. Bü­ sık icra edilir.
İzmir medreselerine de devam ederek tün bu çalışmalar, Batılı anlamda bir Bibi. Y . Öztuna, Sâdeddin Arel, Ankara,
orta kısımdan "icazet" aldı. B ö y l e c e Türk musikisi eğitimi, orkestrası ve icra­ 1986.
Tanzimat'ın iki kültürlü eğitimini birlik­ sına ulaşma amacını taşıyordu. FATİH SALGIR
te gördü. Arel bir musiki eğitimcisi ve öğret­
"Rüûs" denen yüksek medrese icaze­ men olarak sırasıyla Darüttalim-i Musiki
tini İzmir'den almak mümkün olmadı­ Cemiyeti'nde, İstanbul Belediye Konser-
ğından İstanbul'a geldi. Almanca, İngi­ vatuvarı'nda ve İleri Türk Musikisi Kon-
lizce ve Farsça özel dersler alarak, Fran­ servatuvarı Derneğinde çalıştı. 1943'te
sızca ve Arapça gibi bu üç dili ele çok İstanbul Belediye Konservatuvarı'nda.
iyi öğrendi. Yüksek medreseden sonra, Türk musikisi bölümü ve bu bölüme
Mekteb-i Hukûk-i Şâhâne'ye devam etti. bağlı icra heyetinin kurulması görevini
1906'da bu okuldan mezun oldu. üstlendi. Çağdaş ölçülere göre kurduğu
bu bölümde, nazariyat, armoni, musiki
Arel 1901'den 1918'e kadar çeşitli tarihi, prosodi dersleri verdi. Türk Musi­
memuriyetlerde bulundu. Adliye Neza­ kisi Nazariyatı Dersleri'ni bu amaçla
retinin çeşitli kademelerinde çalıştıktan kaleme aldı. 1948'de konservatuvardaki
sonra müsteşarlığa kadar yükseldi. sözleşmesi bitince uzatılmasını isteme­
Büyükçekmece Gölü yakınında Aretas
19l4'te Defter-i Hakanî nazırlığına, bir Sarayı'nın kalıntısı olduğu sanılan Bizans
yerek konservatuvardan ayrıldı. 1949'da harabesi.
yıl sonra da Şûra-yı Devlet Tanzimat Da­ İleri Türk Musikisi Konservatuvarı adı Semavi Eyice arşivi
iresi başkanlığına atandı. 1918'de Şûra-yı altında bir dernek kurdu. Bu dernekte
Devlet kapatılınca memurluktan ayrıldı, bir süre dersler verdi.
daha sonra verilen hiçbir görevi kabul ARETAS SARAYI
Musiki teorisine çok önem veren,
etmedi, sadece avukatlıkla uğraştı.
çocukluğundan başlayarak ömrünün Malazgirt'te 1071'de Selçuklulara yeni­
Çocukluğundan beri musikiye karşı son günlerine kadar kitap toplamaya len imparator IV. Romans Diogenes (hd
derin bir ilgi duyan Arel musikiye man­ devam eden Arel'in zengin bir kitaplığı 1068-1071), kısa saltanatı sırasında, şeh­
dolin çalarak başladı. Notayı ve Batı vardı. 1922'de İstanbul'un işgali sırasın­ rin dışında yazlık bir saray yaptırmıştı. I.
müziğinin temel kurallarını bu dönem­ da, müttefik askerlerince el konulan ko­ Aleksios Komnenosün (1081-1118) kızı
de öğrendi. İzmirli Şeyh Cemal Efendi nağında çıkan yangın sonunda, 10.000'e Anna Komnena'nın yazdığına göre bu
ile Şekerci Cemil Bey'den ut ve Türk yakın basma kitapla 200 kadar da de­ saray İstanbul'a oldukça yakın sayılacak
musikisi dersleri aldı. İstanbul'a geldik­ ğerli yazma yok oldu. Daha sonra top­ bir yerde, denizden fazla uzak olmayan
ten sonra da çalışmalarına aralıksız de­ ladığı kitap, yazma ve notalarla ikinci ufak bir bir tepede bulunuyordu.
vam etti. 1907-1909 arasında Edgar Ma- kütüphanesini kurdu. Kütüphanede Bazı araştırıcılar, Aretas Sarayı'nın
nas'tan armoni, kontrpuan ve füg ders­ Türk ve Batı musikisi ile ilgili basma Topkapı Maltepe'sinde Davutpaşa'da
leri aldı. Çalgı tekniği, orkestra tekniği, eserler, nota ve dergi koleksiyonları, olabileceğini ileri sürmüşler, ancak sara­
bestecilik ve musiki tarihi gibi konular­ Türk musikisi üzerine yazılmış Arapça, yın denize inen bir yamaçta bulunduğu
daki araştırmalarıyla bilgilerini geliştirdi. Farsça, Türkçe yazmaların kopyaları bilindiğinden bu görüş pek inandırıcı
Aynı zamanda Hüseyin Fahreddin De- vardı. Özellikle Dr. Suphi Ezginin yet­ olmamıştır. Janin ise Aretas Sarayı'nın
de'den de dini musiki dersleri aldı. miş yılda topladığı notaları da koleksi­ Haznedar Çiftliği'ne hâkim olan yamaç­
Türk ve Batı musikisi sazlarını daha ya­ yonuna alarak kütüphanenin nota kıs­ ta olması gerektiğini ileri sürer. Gerçek­
kından tanımak amacıyla ney, nısfiye, mını zenginleştirdi. Kitaplığın Batı musi­ ten 1950'li yıllarda burada evvelce bir
girift, kemence, keman, viyola, viyolon­ kisi bölümünde ise üç büyük Batı dili Bizans yapısı bulunduğuna işaret eden,
sel ve piyano üzerinde çalıştı. Böylece ile yazılmış yüzlerce kitap ve on binler­ işlenmiş mermer mimari parçalar mey­
Türk ve Batı musikisini teorik ve pratik ce nota vardı. Kütüphanenin büyük bir dana çıkarılmış fakat ilgili yerlere duyu-
yönleriyle değerlendirip, karşılaştırabile- kısmı, Arel'in ölümünden sonra. İstan­ rulmaksızm bunlar yok edilmiştir. Bu­
cek bir musiki birikimine erişti. Bu an­ bul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsüne nun dışında, Büyükçekmece'ye inen ye­
layış doğraltusundaki çalışmalarla, Türk verildi. ni yolun sağ tarafındaki yamaçta bir Bi-
ARGİRONİON 300

zans binasının kalıntısı görülmektedir.


Planı anlaşılamayan, fakat taş ve tuğla H Ü S E Y İ N R A H M İ ' D E N İSTANBUL ARGOSUNA B İ R Ö R N E K
duvar örgüsünden Bizans yapısı olduğu
anlaşılan bu kalıntının, Diogenes'in sa­ ... Gönül bu... İskete kuşuna benzer... Korkma sen. Bizim dala da konan bulu­
rayının son izi olabileceğine ihtimal ver­ nur... Aynalı karılara bakmak insanın gönlünü midye gibi açar be!..
mek mümkündür. B ü y ü k ç e k m e c e ' y e - Kısrakları gördün mü dadaş?
Aretas denilmesi bu hususta destek ol­ - (Sahi) be... (Gerdan) kırışa, adım atışa bak... Senin altındaki ekmekçi bey­
duktan başka, kalıntının olduğu yerin girine benzemiyor... Beygir işte böyle olmalı... Kız gibi maşallah...
denize ve göle hâkim bir yamaç olması
- Haydi yanlarına gidelim de dikkat geçelim...
önemli bir dayanak sayılabilir. Harabe­
- Düldülü parmakla ulan, onlara başka türlü yetişebilir miyiz?
nin içinde ve çevresinde yapılacak bir
- Duru kısrak da üzerindeki bey de aynalı. Birbirini açmış... Kır kısraktakini
kazı ile aydınlatıcı çözüme ulaşılabilir.
gördün mü? (Ayastafonoz) kopoyuna benziyor... Hayvanın namusuna yazık de­
Bibi. Janin, Constantinople byzantine, 137, ğil mi?
406; S. Eyice, Malazgirt Savaşım Kaybeden
IV. Romanos Diogenes, Ankara, 1971. s. 91- O esnada oradan geçen bir kadın arabasına:
93. - Ah canımın içi mavilim!.. İpsiziz... İşte böyle seyyahınız... Fakat güzelin
SEMAVÎ EYİCE kadrini biliriz... Kır hayvandaki kopoyu gördün mü?... Benim atım çirkin amma
kendim o kopoydan güzel değil miyim?.. Dengi dengine binse ne ise... Haydi
ARGİRONİON yosmam sen buna bir "racon" kes... Böyle şeylere tutulurum... Suratına bakmı­
B e y k o z ' u n kuzeyinde bugün Macar yor da yeşillilere hampalanıyor...
Burnu denilen yerin Bizans döneminde­ - Yoldaş be!.. Senin odabaşılı aftosu gördün mü? İpekli ferace giymiş de şim­
ki adı. Bu mahalde ünlü bir cüzam has­ di bize kafa tutuyor... Kaça alırım çalımını... Eskiden altmışlık pakete mumdu.
tanesi ya da yurdu bulunuyordu. İusti- Şimdi piyasası fırlamış... Bir aval yakalamış yoluyor... Deminden otuz paralık
nianos'tan önce var olan hastane onun fıstık ikram ettim... Vay geçmişinin canına... "Fıstık yemem" dedi... Ben de
zamanında yeniden yaptırılmıştır. Bi­ avuçlan suratına fırlattım... Bizim otuzluk yerlere saçıldı... Kimin umurunda!
zans döneminde cüzamlılar için kurulan Hovardalıkta paranm gittiğine bakılır mı? Namustur bu.. Mangize kıyarım da ca­
hastanelerin en tanınmışı Pantokrator kamı bozmam...
Manastırı'na bağlı olarak II. İoannes Çifte naranın refakatine "düm düm"üne refakatle nihavendden gezinen zur­
Komnenos tarafından yaptırılan hasta­ nacı:
neydi (bak. Zeyrek Kilise Camii). Argi- - Beyler keriz edelim mi?
ronion'da cüzam hastanesinin yamsıra - Vay kibar tavcıları be!.. Burada hiç mangiz lâfı etmemeli mi?
bir de manastır yer alıyordu. Söz konu­ Hüseyin Rahmi Gürpınar, Bir Mııadelei Sevda, Hilmi Kitabevi, İst., 1946
su manastır orada daha önce var olan
ve 4. ya da 5. yy'da inşa edilen Pantele-
imon Kilisesi'ne ek olarak yapılmıştı.
1924 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi ğı gibi, Çingenece yoluyla Sanskritçeyi, söylenebilir: "Bak, adama bak, edilgin
tarafmdan bir kazıda kubbeli küçük bir Yahudiler yoluyla İspanyolcayı taşır. e ş c i n s e l hızla kaçıyor, uzaklaşıyor.
kilisenin temelleri ortaya çıkarıldı. Bu Yunan dilini, Ermeniceyi, Almancayı, Adam esrik olduğu için, yakalayamı­
bölgenin kent içindeki tanınmışlığı cü­ Arnavutçayı. Bulgarcayı, Fransızcayı. yor... Türkçede, özel olarak da İstan­
zam hastanesinden çok, civardaki Yuşa Flamancayı, İngilizceyi, İtalyancayı. bul'da argonun yaratıldığı, üretildiği te­
Tepesi'nin ününden dolayıdır. Kilise bu Kürtçeyi, Macarcayı, Portekiz dilini, Ro- mel grup ve alanların bir döküm dene­
tepe üzerinde bulunuyordu. menceyi. Rusçayı. Yugoslavcayı vb ta­ mesi yapılabilir:
Bibi. Janin, Constantinople byzantine. şır. Bunun nedeni biraz karmaşık olsa 1- Hırsız, dolandırıcı, yankesici argo­
da, İstanbul'un, bu diller kapısının üret­ su (Açık kaldırım: Ortalıkta duran her­
DOĞAN KUBAN
tiği argo, argo ile ilgili genellemelerle hangi bir şeyi çalmak. Kleftecilik: Plan­
açıklanabilir: İstanbul, bir dil metropo­ lı, programlı hırsızlık; dolandırıcılık. Ta-
ARGO
lüdür; İstanbul'da azınlıklar vardır; ka­ tulaci: 400 yıllık olan bu argo sözcük,
İstanbul, Türkçenin dünyanın büyük palı yerler, argo odakları, kışlalar, ha­ eskiden kervansaraylarda müşterinin ta­
dilleriyle karşılaştığı yerdir. Türkçe, da­ pishaneler, okullar vardır; İstanbul'da tula denen uyuşturucu ile uyutularak
ha önce Çinceyle, Hindistan dilleriyle, suç vardır, kabadayılık, fuhuş, uyuştu­ soyulması anlamına geliyor.) 2- Uyuştu­
Arapça ve Farsça ile karşılaşmış, onlara rucu, hırsızlık vardır ve diller diller var­ rucu argosu (Dalga: Esrar. Sinif: Uyuş­
söz verip söz almıştı. Kâşgarlı Mahmud, dır. İstanbul, "etnik" azınlıklarla "etik" turucuyu burna çekme. Toprak: Düşük
Divan-ı Lûgât-ü-Türk adlı olağanüstü azınlıkları argoda buluşturan sayılı nitelikli toz halinde uyuşturucu mad­
sözlüğünü 1072'de bitirdi. Sözlükte argo kentlerden birisidir; Doğu dilleriyle Batı de.) 3- Kumar argosu (Boğuntu: Ku­
vardı. Elliyi aşkın sözcük, Türkçede ar­ dillerini buluşturan bir metropoldür. Bu marda kendisine karşı hile yapıldığını
gonun Türkçe sözcüklerle var olduğunu anlamda, ancak New York İstanbul ar- anlamayarak yenilmek. Makas: Kumar­
gösteriyor. Selçuklular 1071'de Anado­ gosuyla b o y ölçüşebilir. O da, eski da iki kişinin birlik olarak bir başka ki­
lu'nun, bir bakıma İstanbul'un kapıları­ dünya dilleriyle bağları açısından biraz şiye karşı hile yapması. Sirkaf: Kumar­
nı açtı. Kâşgarlı Dede'nin sözlüğü, ülke­ zayıf kalabilir. İstanbul'un argo haritası, da hile, kâğıt çalma.) 4- Kabadayı argo­
ye varan Türkçenin de diğer dillere bir sosyolojik bir saptama olduğu gibi. dil­ su (Anafor: Bedava para; emek harca­
selamıydı. Türkçe, Anadolu'da Yunan- lerin alt kültürlerle bağları, edebi yaratı­ madan elde edilen şey, beleş. Düzelt­
cayla, Ermeniceyle, İstanbul'da da (ne­ cılık, dillerin kardeşliği, olağanüstü bir mek: Özellikle yüzüne vurarak döv­
redeyse) dünyanın bütün dilleriyle kar­ Esperanto girişimi, etik azınlıkların dil­ mek. Kampanasını sökmek: Birini çare­
şılaştı. Liman bir "Lingua Franca" ülkesi sel muhalefeti açılarından da binbir tür­ siz bir duruma düşürmek; fena halde
gibiydi. lü "okunabilen" bir dil şölenidir. Orada, dövmek.) 5- Dilenci argosu (Cort: Di­
İstanbul'un Türklerle zenginleşen in­ "Mira! Lavuğa dikiz! Lubunya o biçim lenci. Kademi cort: Ayağı sakat, topal
san dokusu, kendisini argoda da gös­ fertikliyor. Alarga! Herif triplerde tabii. dilenci. Bello: Sadece dilencilerin poli­
terdi: İstanbul argosu, dil kökenleri açı­ Ense nanay," dendiğinde, İspanyolca, se verdiği isim.) 6- Hapishane, tutukevi
sından tarandığında, yirmiden çok dille Kürtçe, Romence, Sanskritçe, Çingene­ argosu (Anten: Müzevir. Volta: Yürü­
karşı karşıya geliriz. Türklerin ilginç ce, Almanca. İtalyanca, Arapça, İngiliz­ yüş. Zula: Bir şey gizlenen yer.) 7- Ya­
coğrafyasını gösteren bu metropol hari­ ce. Türkçe yan yana gelmiş ve yeni bir tılı okul, okul, öğrenci argosu (Ramses:
tasında argo, Çince ve Moğolcayı taşıdı­ semantik yaratılmıştır. Bugün şöyle Çirkin. T o p h a n e güllesi: Sıfır. Tetas:
301 ARİF BEY

Göğüs. Subiş: Çocuk.) 8- Kışla, asker kapı Güreş Kulübü'nde başladı. İki yıl için besteledi. Bu şarkıyla sarayda bes­
argosu (Tertip: Aynı devredeki asker. içinde kendini gösterdi. 1926'da sıkleti­ tekâr olarak da adını duyurmaya başla­
Hemşo: Hemşeri. Astek: Asteğmen.) 9- nin İstanbul ikincisi oldu, 1928'de milli dı, ama Arif Bey evlilikte umduğunu
Denizcilik argosu (Çaça: Usta denizci. güreş takımına seçildi. O sene Amster- bulamadı, eşi, iki çocuğuyla Arif Bey'i
Baba: Penis. Palamarı çözmek: Kaç­ dam'da yapılan Olimpiyat Oyunlarında bırakarak kaçtı. Bu olay Arif Bey'in ru­
mak.) 10- Etnik azınlıklar argosu 11- milli mayo altında ilk güreşlerini yaptı. hunda derin izler bıraktı. Bu dönemde­
Göçmen argosu (Zarbo: Polis memuru. Güreş hayatını kapattığı 1938'e kadar 5 ki duygularını "Niçin terkeyleyip gittin
Moruk: Arkadaş. Nema: Yok. Kaspa- kez milli takımla Rusya'ya gitti; orada a zalim" kürdilihicazkâr şarkısıyla dile
nak: Zor yoluyla alınmış şey. Nokaris: yaptığı 34 güreşin 33'ünü kazandı. 1936 getirdi. Saraya karşı da mahcup duru­
Bitti. Kavanço: Takas.) 12- Cinsel argo Berlin Olimpiyatı ile 1937 Avrupa Şam- ma düşen Arif Bey, eşinin zaman za­
(Ahtu: Cinsel ilişki. Fular: Bir kadınla piyonası'nda başarılı güreşler çıkardı. man geri döneceği umuduna kapıldı.
erkek travestinin sevişmesi. Metalle- 1932, 1933, 1934 ve 1935'te 72 ve 66 ki­ Padişahın kendisini affetmesi için sulta-
mek: Cinsel ilişkide bulunmak.) 13- Eş­ lolarda dört kez Balkan şampiyonluğu­ nîırak makamından bestelediği, Bana
cinsel argosu (Koli: Cinsel ilişki. Kurşet: nu kazandı. lutfeylerken sen / neden menfurun ol­
Eşcinsel olduğunu gizlemek. Denyo: Arıkan güreş hayatında 200'e yakın dum ben şarkısını Abdülmecid'e sundu.
Delibozuk.) 14- Fuhuş argosu (Otobüs: yabancı ve 2.000'in üzerinde yerli rakip­ Bunun üzerine affedilerek tekrar saraya
Fahişe.) 15- Esnaf argosu (Hanut: Ko­ le karşılaştı. Bunların yaklaşık yüzde alındı. Fakat daha önceki hatasını tek­
misyon. Mira: İşte, bak. İmşa olmak: 80'inde galip geldi. Güreşi bıraktıktan rarlayan Arif Bey bu kez de Zülfinigâr
Ortak olmak.) 16- Şoför argosu (Ördek: sonra antrenörlüğe başladı. Bu alanda adlı bir cariye ile duygusal ilişki kurdu.
Yolcu. Asfalt biti: Küçük oto. Şaşı: Şaş­ da büyük ün yaptı. 1947'de İran Güreş Olayın dedikodusu Abdülmecid'in ku­
kın.) 17- Eğlence yerleri argosu (Faça: Milli Takımı antrenörlüğüne getirildi. İki lağına gidince padişah ikisini evlendir­
Yüz, surat. Resto: Yeter. Mekân: Ku­ yıl içinde güreş dünyasında söz sahibi di. Bir süre sonra Zülfinigâr geride bir
marhane.) 18- Spor argosu (Ampul: To­ olan bir İran takımı ortaya çıkardı. Yur­ çocuk bırakarak veremden öldü. Arif
pun üst direğin hemen altından, üst da döndükten sonra güreş antrenörleri­ B e y duygularını segah makamındaki
köşelerden girerek gol olması. Çocuğu ne hocalık yaptı. Bir ara spor levazımatı ünlü "Olmaz ilaç sine-i sad-pâreme"
koymak: Gol atmak. Doksana asmak: mağazası işletti. şarkısı ile dile getirdi.
Topu direğin hemen yanından kaleye
CEM ATABEYOĞLU
sokmak.)
Bibi. (Bayrı), İstanbul Argosu; S. Şimşek, ARITMA TESİSLERİ
Mecaz ve Argo Lûgatçesi, İst., 1958; Ferit De- bak. ATIKSU
vellioğlu, Türk Argosu, ist., 6. bas., 1980; H.
Aktunç, Büyük Argo Sözlüğü, İst., 1990; ay,
"İstanbul'un Argo Haritası", Aktüel, 24-30 Ey­ ARİF BEY (Hacı)
lül 1992. (1831, İstanbul - 28 Haziran 1885, İs­
HULKİ AKTUNÇ tanbul) Bestekâr. Eyüp'te doğdu. Baba­
sı şer'i mahkeme başkâtibi Ebubekir
ARI CAN, FİKRET Efendi'dir. Eyüp'te iptidai mektepte
(1911, İstanbul - 24 Mayıs 1993, İstan­ okurken sesinin güzelliği ile dikkat çek­
bul) Futbolcu ve spor yöneticisi. Futbo­ ti. Aynı okulda kalfalık eden Zekâi De­
la, doğup büyüdüğü Kadıköy'ün çayır­ de, onu Dede Efendi'nin öğrencilerin­
larında başladı. Fenerbahçe Spor Kulü- den Eyyubi Mehmed Bey'e götürdü. Ey-
bü'nde yetişip parladı. Kısa bir süre kü­ yubi Mehmed Bey, ÂTif Bey'le bir süre
çükler takımında top koşturduktan son­ ilgilenince, büyük bir yetenekle karşı
ra 16 yaşındayken birinci takım kadro­ karşıya olduğunu anladı. Ona makam,
suna alındı. On dört yıl aralıksız olarak usul ve çeşitli fasıllar öğrettikten sonra
Fenerbahçe birinci takımında solaçık öğrencisini Dede Efendi'ye götürdü.
formasını giydi. Bu süre içinde 406 maç Dede Efendi, Arif Bey'i dinledi, çok be­
oynadı, 231 gol kaydetti. Yine aynı sü­ ğendi, bir süre evine kabul ederek ders
rede 6 kez milli futbol takımında yer al­ verdi.
dı, iki de gol attı. Zeki Rıza Sporel ta­ Eyyubi Mehmed Bey, Muzıka-i Hü­
kım kaptanlığını, daha futbolu bırakma­ mayunda hocalık etmeye başlayınca, Kendisi de bestekâr olan ve Türk mu­
dan ona devretti. Futbol dünyasında öğrencisi Arif Bey'i Türk musikisi kısmı­ sikisini seven Abdülaziz 186l'de tahta
"Büyük Fikret" namıyla tanındı. Futbolu na aldı. Bu arada, Mehmed Bey'den geçince Arif Bey'i tekrar saray fasıl heye­
bıraktıktan sonra da Fenerbahçe kulü­ otuza yakın fasıl öğrendi, serhanende tine başhanende olarak aldı. O sırada sa­
büne hizmetini sürdürdü; antrenörlük, sıfatıyla saray fasıl heyetini yöneten Ha­ ray fasıl heyetinin başında Dede Efen-
teknik direktörlük ve kulüp müdürlüğü şini Bey ile de derslerini sürdürüyordu. di'nin torunu Rifat Bey vardı. Arif Bey
görevlerinde bulundu, son olarak da Arif Bey öğrenimi süresince meşk ettiği bir yandan da saray cariyelerine ders
Fenerbahçe kulübü başkanlığına seçildi. eserleri hemen öğrendi. Bu arada Meh­ vermeye başladı. Pertevniyal Valide Sul­
Oyuncu ya da takım kaptanı olarak kut­ med Bey'in aracılığıyla Bâb-ı Seraske- tanin nedimelerinden Nigârnîk adlı cari­
ladığı şampiyonluklara yaşamının sonla­ ri'ye kâtip olarak girdi. yeyle ilişkisi duyulunca, valide sultan
rında kulüp başkanı olarak bir Türkiye ikisini hemen evlendirdi. Arif Bey bu sı­
Arif Bey 20 yaşlarında Abdülmecid'e
Futbol Ligi şampiyonluğu ekledi. ralarda İstanbul'da ününün zirvesine çık­
mabeyinci oldu. Burada cariyelerin bir
CEM ATABEYOĞLU kısmına musiki meşk etmeye başladı. mıştı. Gördüğü aşırı ilgi, iltifat ve övgü­
Bu dersler, Arif Bey'in hayatındaki çal­ ler onu davranışlarında ölçüsüzlüğe itti.
ARLKAN, SAİM kantıların da başlangıcı oldu. Padişahın 1871'de saraydan üçüncü kez çıkarılan
(1906, İstanbul) Güreşçi ve güreş ant­ gözdelerinden Çeşmidilber adlı Çerkez Arif Bey bu yıllarda Şûra-yı Devlet'te kâ­
renörü. İstanbul'un işgali yıllarında kızı ile aralarında başlayan duygusal tiplik yaptı, sonra da Beykoz maliye mü­
(1918-1922) ailesi tarafından gönderildi­ ilişki sarayda duyulunca, Abdülmecid, dürlüğünde çalıştı. Ölümünden bir süre
ği Ordu'daki dayısının köyünde güreşe Arif Bey'le Çeşmidilber'in evlenmeleri­ önce kalp hastalığına yakalandı. Dehası­
başladı. Karakucak güreşinden yetişti. ne izin verdi. Sanatçı bu arada "Geçti nı adeta özetleyen "Gurub etti güneş
1924'te İstanbul'a döndü. Minder çalış­ zahm-ı tîr-i hicrin tâ dil-i nâşâdıma" dünya karardı" kürdilihicazkâr şarkısını
malarına ve grekoromen güreşe Kum- kürdilihicazkâr şarkısını Çeşmidilber besteledikten kısa bir süre sonra öldü.
ARİF BEY 302

Arif Bey Türk musikisinde çığır aç­ Ta'lik ile de uğraşan hattat bu yazıda tır. Şiirlerinin bir bölümü de ölümünden
mış bir bestekârdır. Şarkı formunu yeni Yesarîzade Mustafa İzzet, sülüs ve ne­ sonra öğrencisi Ahmed Tevhid Efendi
bir anlaşıyla işlemiş, musiki bilgisinin sı­ sihte Hafız Osman, celi sülüste de Mus­ tarafından derlenip Divan-ı Kethüdaza­
nırlılığına rağmen ünü zamanının bütün tafa Rakım ekolüne bağlıdır. Eserleri de Arif'adıyla yayımlanmıştır (İst. 1855).
bestekârlarını aşmıştır. pek yaygın değildir. Bibi. Sicill-i Osmanî, II, 248; ae, III, 273; ae,
Hanendeliğindeki ustalığı da. onun Bibi. İnal, Son Hattatlar, 49-53: Rado, Hat­ IV. 668-669: Fatin Davud. Tezkire-i Hâtime-
her zaman aranan bir musikici olmasını tatlar, 226-227: U. Derman. Hattat -Hacı tü'l-Eş'ar. İst., 1271, s. 2 6 1 - 2 6 2 : Ergun, Türk
Arifler, İst., 1 9 6 5 . Şairleri, I, 66-69; İnal, Türk Şairleri, 1 6 - 2 0 : İ.
sağlamıştır. Arif Bey çok verimli bir bes­ H. Uzunçarşılı, "Nizam-ı Cedid Ricalinden
tekârdı. Bir gecede sekiz şarkı bestele­ İSTANBUL
Valide Sultan Kethüdası Meşhur Yusuf Ağa
yebiliyordu. Abdülaziz'in verdiği bir ve Kethüdazade Arif Efendi", Belleten, no.
güfteyi yedi ayrı makam ve usulde bes­ ARİF D E D E T E K K E S İ 79. 1956: E. İnsanoğlu, "19. Asrın Başlarında
telemiştir. 1873'te Mecmııa-i Arifi acili bak. KAPIAĞASI MESCİDİ VE TEKKESİ -Tanzimat Öncesi- Kültür ve Eğitim Hayatı
ve Beşiktaş Cemiyet-i İlmiyesi Olarak Bilinen
bir güfte mecmuası yayımlamıştır. Kür- Ulemâ Grubunun Buradaki Yeri", Osmanlı
dilihicazkâr makamını terkip etmiş, mü- ARİF E F E N D İ ( K e t h ü d a z a d e )
İlmî ve Meslekî Cemiyetleri, İst., 1987.
semmen usulünü düzenlemiştir. Arif (1771, İstanbul - 28 Şubat 1849, İstan­ İSTANBUL
Bey'den sonra bu makam ve usulde bir­ bul) Tanzimat öncesi İstanbul'unda il­
çok eser verilmiştir. Arif Bey. Kanuni miye sınıfından olmasına rağmen yenili­ ARİF E F E N D İ ( B a k k a l )
Mehmed Bey, Mustafa Servet Efendi, ğe açık görüşleriyle dikkati çekmiş bit­
Zati Arca, Levon Hancıyan, Lenı'i Atlı. kisidir. (1830, Filibe [bugün Bulgaristan'da] -
Bimen Şen ve Şevki Bey gibi birçok öğ­ 17 Eylül 1909, İstanbul) Sülüs, nesih
Dedesi Yusuf Ağa III. Selim'in annesi hattatı. Emîr Şeyhi diye bilinen Süley­
renci yetiştirmiştir. Mihrişah Valide Sultanın kethüdasıydı. man Efendi'nin oğludur. Ataları, I. Mu-
D e d e Efendimden sonra, sarayda Bu görevi dolayısıyla padişahın yakın rad zamanında ordu şeyhi olarak Fili­
yaygın olan Batı müziğine karşı, Arif çevresinde bulunmuş ve Nizam-ı Cedid be'nin almışından sonra buraya yerleş­
Bey'in "şarkı" formuyla Türk musikisini hareketinin de destekleyicileri arasında mişti. Arif Efendi'nin tam adı el-Hac Ah­
ayakta tuttuğu görülür. Yüzyıllardır bi­ yer almıştı. Yusuf Ağa bu tutumun be­ med Arif Efendi'dir. Yazılarında bazen
rinci planda bulunan kâr. beste, semai delini III. Selim'in tahttan indirilmesin­ El-hac ve Seyyid kelimeleriyle birlikte
gibi beste şekillerinin yerini şarkı for­ den (180~) sonra idam edilerek ödemiş­ Ahmed adını da kullanırdı. Medrese
muna bırakması büyük bir değişimdir. ti. Babası Mehmed Sadık Efendi (1747- eğitimini Filibe'de yaptığı sırada Yürü­
Geçmişte de kullanılan şarkı formu, Arif 1818) ise ilmiye smıfmdandı. Medrese yüş Camii hatibi hattat Hafız İsmail
Bey'le gerçek kurallarını bulmuş, şekil­ öğrenimi görmüş, kadılıklarda bulun­ Efendi'den vazı öğrenerek icazetname
de kesinlik kazanmıştır. Sonraki beste­ muş, Rumeli kazaskerliğine kadar yük­ aldı. Genç yaşında hacca gittikten sonra
kârların hemen hepsi, Arif Bey'in açtığı selmişti. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında
bu yolda şarkılar bestelemişlerdir. Arif Efendi de babası gibi medrese İstanbul'a geldi ve Saraçhanebaşı'nda
Hacı Arif Bey, binden fazla eser bes­ öğrenimi gördü. 1795'te imtihanla mü­ bir bakkal dükkânı açtı. Bir yandan da
telemiştir. Bugün elimizde dini ve din­ derris oldu. Ama bununla yetinmeyerek yazı ile meşgul oldu. Kayınbiraderi hat­
dışı formlarda üç yüz seksen dolayında dönemin tanınmış müderrislerinden ri­ tat Hulusi Efendi'nin yardımıyla ünlü
eseri bulunmaktadır. Nihavend "Bakmı­ yaziye (matematik), hey'et (astronomi), hattat Şevki Efendi'ye müracaat etti. On
yor çeşm-i siyah feryade", "Vücud ikli­ felsefe, mekanik, edebiyat, tasavvuf gibi öğrenciden başkasına ders vermeyen
minin sultanısın sen", "Ben bûy-i vefa alanlarda özel dersler aldı. Tıp ve musi­ Şevki Efendi. Arif Efendi'nin yazılarını
bekleriken suy-i çemenden"; mahur kiyle de ilgilendi. 1822'de Halep kadılı­ görünce "O tahdit senin gibiler için de­
"Gösterip ağyare lutfun bizlere bigâne­ ğına atandı. 1832'de Bursa kadısı oldu. ğil" diyerek kendisini çıraklığa kabul et­
sin"; muhayyer "İltimas etmeye yâre va­ 1836'da Mekke, 1838'de de İstanbul pa­ ti. Arif Efendi 40 yaşından sonra, kendi­
rınız" çok sevilen ve sık sık okunan yesini aldı. 1847'de Anadolu kazaskerli­ sinden bir yaş büyük olan Şevki Efen­
yüzlerce şarkısından birkaçıdır. ği payesine yükseldi. di'den aldığı dersler sayesinde terakki
Bibi. Y . Öztuna, Hacı Arif Bey, Ankara, Arif Efendi ilmiye sınıfındaki bozul­ ederek 1884'te ikinci icazetnamesini al­
1986; S. Y. Ataman, Mehmed Sadi Bey, Anka­ mayı yakından bildiği için Halep kadılı­ dı. Bir hilye olan icazetname Topkapı
ra, 1987; İnal, Hoş Sada. Sarayı Müzesi'ndedir.
ğı dışında fiilen g ö r e v y a p m a m ı ş .
FATİH SALGIR 1824'ten ölümüne kadar istanbul'da bu­ Arif Efendi, açılan imtihanı kazandık­
lunduğu sürede özel dersler vererek tan sonra Nuruosmaniye Camii Vakfı
ARİF BEY (Çarşambalı) birçok öğrenci yetiştirmiştir. Bu arada yazı hocalığına başlayınca dükkânını
(?, İstanbul - 1892, Ìstanbul) Sülüs, celi Beşiktaş Cemiyet-i îlmiyesi(->) üyesi ol­ kapatarak zamanını tamamıyla yazıya
sülüs, nesih ve ta'lik hattatı. İstanbul'da duğu için 1826'da yeniçeriliğin kaldırıl­ ayırdı. Haftada iki gün ders vererek öğ­
Çarşamba semtinde oturduğu için "Çar­ ması olayında Bektaşilikle suçlanmışsa renci yetiştirdi. Hastalanıncaya kadar
şambalı" unvanıyla anılırdı. Uzun yıllar da hayatına dokunulmamıştır. kalemi elinden bırakmadı. Çabuk ve
Maliye Nezareti Mektubi Kalemi'nde ça­ Arif Efendi Tanzimat öncesi dönem­ tashihsiz yazmasıyla ün salmıştı. Kabri
lışan Arif Bey, sülüs ve nesihi. Haşim de yeniliğe açık düşünceleri ve davra­ Edirnekapı Mezarlığı'ndadır.
Efendi'den(->); taliki Sami Efendi(->) ile nışlarıyla dikkati çekmiştir. Osmanlı Arif Efendi sülüs ve nesih hatla çok
İsmail Hakkı (Kıbrısîzade) Efendi'den Devleti'nin kurumsal yapısındaki çözül­ sayıda meşk, kıt'a, hilye. murakka, ev-
meşk etti. Sonraları Ali Haydar Bey'e(->) menin ardındaki zihniyeti eleştirmiş, rad, delâil ve levha kaleme almıştır.
devam edince, bunu duyan Sami Efen- Batı'nm bilim, eğitim ve teknoloji ala­ Şevket Rado, Türk Hattatları adlı ese­
di'nin Arif Bey'i "Ben. hocamı ölünce­ nındaki ilerlemelerini övmüş, bunların rinde, hattatın Kuran yazdığından bah­
ye kadar bırakmadım ve çok feyz al­ mutlaka örnek alınmasını savunmuş, sa­ sedilmemiş olmasına rağmen, yazılış ta­
dım" sözleriyle tenkit ettiği söylenir. rığı ve cüppesiyle kiliselere giderek, ya­ rihi belli olmayan "es-Seyyid el-Hac Ah­
Çifte yazı (oynak yazı veya müsenna bancıların balo davetlerine katılarak ta­ med Arif" imzalı bir Kuran gördüğünü
yazı da denir) yazmakta ustaydı. Bir assuba meydan okumuştur. Arif Efen- ve bunun ona ait olabileceğini bildirir.
başka özelliği de, imzasız yazıların kime di'nin hayatından sayfalar, çeşitli konu­ Yazdığı delâilden biri Medine Kütüpha-
ait olduğunu anlamasıydı. lar, olaylar ve gelişmeler karşısında ser­ nesi'ne hediye edilmiştir. Biri de Mısır
Yazdığı Kuran ve Delâil-i Hayrat ne­ gilediği davranışlar öğrencilerinden Hıdivi İsmail Paşa'nın oğlu Hüseyin Kâ­
sihte usta olduğunu gösterir. Yalnız bu Emin Efendi'nin yazdığı Menakıb-ı Ket­ mil Paşa için yazılmıştır. İstanbul'da
Kuran'ın iki cüzüne hareke koymaya ve hüdazade (ist., 1877; 2. bas.. İst., 1888) Şehzade Camii'nin Vefa tarafındaki ka­
sonuna imza atmaya ömrü yetmemiştir. adlı kitapta ayrıntılı biçimde aktarılmış­ pısı üstündeki besmelesi pek meşhur-
303 ARİFE DİVANI

dur. Sami Efendi, öğrencisi hattat Nec-


meddin Efendi'ye (Okyay) "Dünya ku­ A R İ F E D İ V A N L A R I
rulalı böyle celi bir besmele yazılma­
mıştır" demiştir. Hicrî 1207 - Milâdî 1793 Ramazanı arifesinde III. Selim'in katıldığı tören
"Bakkal" veya "Filibeli" lakaplarıyla "Cuma günü yevm-i arife olmağla Cuma namazını edâ içün Ayasofya-yı Ke­
anılan Arif Efendi hem çok yazmış hem biri teşrif edib namazdan sonra Topkapu Sarayıma döndü. Traş olub abdest ta­
de çok öğrenci yetiştirmiştir. Öğrencisi zeledikten sonra Hırka-i Şerif Odası'nı teşrif eyleyüb ikindi namazını edâ etti.
Küçük Hamdi Efendi ( Y a z ı r ) , Sami Sonra devletin eski geleneklerinden olan arife divanı içün Arz Odasını teşrif ve
Efendi'nin şu sözlerini nakletmiştir: arife merasimi icra edildikten sonra Silahdarağa Yeri'ni şereflendirdi. Mehterha­
"Arif Efendi yazmıştır. Yazıları içinde ne ve ağaların merasimlerini ve tomak oyununu temaşa eyleyüb paralar saçtırt-
öylesi vardır ki bakılmaz; öylesi vardır dı. Akşama kadar eğlenüb iftar için iffet-saray-ı şahanelerini (harem) teşrif bu­
ki yazılmaz". Yetiştirdiği öğrenciler ara­ yurdular.''
sında Hamdi Efendi (Yazır), Şeyh Abdü- Sırkâtibi Ahmed Efendi, Ruznâme (haz. Y. S. Arıkan). Ankara, 1993. s. 125
laziz, Fetva Emini Nuri Efendi oğlu Re-
biî Molla, Kayserili Abdülkadir, Harbiye Hicrî 1227 - Milâdî 1812 Ramazanı arifesinde II. Mahmudün katıldığı tören
Nezareti memurlarından Re'fet, Nec- "Arife günü Padişah Yalı Köşkü'ne gelip buradan Hırka-i Şerife geçti. Sün­
meddin Okyay, Osman Ağa Camii hati­ net Odasında saltanat kisvesiyle ve cemaatle birlikte ikindi namazını kıldı. Ka-
bi Abdülkadir ve oğlu Mustafa Rakım nun-ı kadim üzere Arzodası'na geçti. Hasodalı Ağalar, üsküftü kaftanlar giymiş
en tanınmışlarıdır. olarak Babüssaade'nin iç kapısına dizilip törene katıldılar. Arzodası dışına ku­
Arif Efendi, sülüs ve nesihte Hafız rulmuş sedefli tahta padişah oturunca davullar çalındı. Divan çavuşları aleyke
Osman, celi sülüste Mustafa Rakım eko­ avnullah duasını göklere çıkardılar. Taşra mehterleri de beş on dakika kadar
lünü takip etmiştir. kös vurdular. Bayram, âleme ilân edildi. Padişah Arzodası'na geçti. İmamlar ha­
tipler huzuruna çıkıp aşir okudular. Bitince Silahdar Köşkü'ne geçildi. Üç Oda­
Bibi. İnal, Son Hattatlar, 54-57; Rado, Hat­
tatlar, 238-239; U. Derman, Hattat "Hacı nın (Kiler, Sefer, Hazine) ağaları takiye fesleri ile acaib kıyafette huzura dizildi­
Arifler, İst., 1965. ler. Çuhadar Ağa da Silahdar Ağanın hediyesi olan ata binib dolaştı. Sonra ağa­
ALİ ALPARSLAN lar tomak oynadılar. Padişah bunlara altın, Silahdar Ağa ise gümüş paralar da­
ğıttılar. Herkes odalarına döndü. Padişah da iftar için Mustafa Paşa Köşkü'nü
ARİF HİKMET BEY teşrif etti.''
(?, Yugoslavya - 13 Kasım 1918, İstan­ Hafız Hızır Ilyas Ağa, Tarih-iEnderun - Letâif-i Enderun, (Çev. C. Kayra) İst., 1987, s. 70
bul) Sülüs ve nesih hattatı. Hafız Ham-
za Efendi'nin oğludur. Genç yaşta İstan­
bul'a geldi. Bir süre Enderun'da bulun­
deki bilgilere göre "tehniye-i iydiye" de­ nızca bayram sabahı sarayda yapılması
du. Hattat Bakkal Arif Efendi'den(->) sü­
nen bayram kutlamaları, Ramazanın 27. gelenek olan muayede resm-i hümayu­
lüs ve nesih yazı meşk etti. Bir süre
günü başlamakta ve bayram günleri bo­ nu kalırdı. Böylece herkesin bayram sü­
Matbaa-i Amire hattatlığında bulundu.
yunca sürmekteydi. Kurban Bayramı resince kendi evinde ya da konağında
Sonraları Kahramanzade Ham'nda açtığı
öncesinde de üç gün süreyle benzeri bayram yapabilmesi olanağı sağlanmış
y a z ı e v i n d e i s t e y e n l e r e yazı yazdı:
törenler yineleniyordu. Amaç, başkent olmaktaydı.
1914'te açılan Medresetü'l-Hattatin'in
halkını bayram heyecanı ile hareketlen­ Arife divanı ise ramazanın son günü
müdürlüğüne tayin edildi. Burada da
d i r m e k ayrıca p a d i ş a h ı n ve devlet olan arifede ve Kurban Bayramı arife­
fazla kalmayan hattat, Babıâli Cadde-
adamlarının bayram günlerindeki tebrik sinde saraya özgü özel bir törendi. Bu
si'nde "Yazı Yurdu" adında bir yer açtı
kabullerini bir oranda azaltmaktı. törenin dışa yansıyan, mehterhanenin
ve serbest hattat olarak çalıştı. 1918'de
Ramazanda arife törenleri 27. gün nöbetler çalması, Boğaz'dan toplar atıl­
veremden öldü. Mezarı Sümbül Efendi
başlardı. O gün şeyhülislam tören giysi­ ması, gece de ışıklandırma yapılması vb
Camii haziresindedir.
si ve maiyetiyle Paşakapısı'na gelir, re- uygulamaları, İstanbullulara bayramın
Arif Hikmet Bey, birinci sınıf bir hattat isülküttab, mektupçu, teşrifatçı, selam resmen başladığım duyururdu. Arife gü­
değildir. Bununla birlikte kartvizit kom­ ağası, muhzır ağa ve Paşakapısı erkâ- nü, saraydan başka hiçbir yerde tören
pozisyonlarında maharet gösterdiğine mnca törenle karşılanırdı. Divanhane yapılmaz, ancak çarşı pazar, canlı ve
şüphe yoktur. Kendi icadı olan ve harfle­ önünde sadrazam binektaşma kadar kalabalık bir gün yaşardı.
ri sümbülü andırdığı için hatt-ı sünbülî ilerler, buradan birlikte yürüyerek içeri Arife divanının 16-17. yy'lardaki pro­
(sünbül yazısı) olarak adlandırdığı yazı girer ve yaklaşan bayram nedeniyle teb- tokollerinin ve törensel yönünün deği­
türü dolayısıyla tenkide uğramıştı. Yazıda rikleşirlerdi. Sadaret Arzodası'ndaki baş şiklikler gösterdiği saptanmaktadır. Ör­
yenilikçi olduğu anlaşılan Arif Hikmet başa görüşmelerinde her ikisi de törene neğin Divan-ı Hümayunun işlevini ko-
Bey'in eserleri yaygın değildir. özgü kavuk ve sarıklarını çıkartıp adi ruduğu dönemlerde (17. yy'ın ikinci ya­
Bibi. İnal, Son Hattatlar, 58-62; Rado, Hat­ destar ve küçük tepeli ile otururlardı. rısına değin) bu tören ağırlıklı olarak
tatlar, 249; M. Z.^Kuşoğlu, "Osmanlı Kartvi­ Bu sırada salonda gülsuyu serpilip bu­ Kubbealtı'nda yapılmaktaydı. O gün öğ­
zitleri ve Hattat Arif Hikmet Bey", İlgi, no. hurdan dolaştırılır, ramazan olması ne­ le namazından sonra çavuşbaşı ve Di-
46, Ağustos 1986, s. 31-35. deniyle ikramda bulunulmazdı. Aynı van-ı Hümayun çavuşları, resmi giysili
ALİ ALPARSLAN gün ve izleyen 28., 29. günlerde ise ve­ olarak ve ellerinde uzun asaları bulun­
zirler, emekli vezirler, ilmiye sınıfı ricali, duğu halde Divanhane'de, Adi Köş­
ARİFE DİVANI ocak ağalan, kazaskerler, selatin şeyhle­ kü'ne karşı saf dururlar; dışarıda Meh­
Arife muayedesi, arife merasimi de den­ ri (büyük camilerin vaizleri), sarayın ve terhane yerini alırdı. Has Ahır'dan geti­
miştir. Osmanlılar döneminde İstan­ Paşakapısı'mn üst düzey görevlileri, ör­ rilen padişahın atları, çok süslü rahtları
bul'da Ramazan ve Kurban bayramları neğin şikâr ağaları, mirahur ağa, kapıcı- ve üniformalı binicileri (ahır saraçları)
arifelerinde yapılan törenlerdi. Bu tö­ başı, mir-i alem vakıf mütevellileri, âsi- ile arkada bir sıra oluştururlardı. İkindi
renlerle İstanbul halkı başka bir havaya tane denen büyük dergâhların şeyhleri, ezanı okunduktan sonra Fatiha ile tören
girer, çarşı pazar hareketlenir, saray ve sırayla sadrazamı, şeyhülislamı, vezirleri başlar, Mehterhane nöbetler çalar, fasıl
yönetim açısından da bayramın törensel ziyaret ve tebrik görevini yerine getirir­ aralarında çavuşlar "aleyke avnullah!"
yükünün bir bölümü arife günlerinde lerdi. Bu üç gün boyunca süren ziyaret diyerek alkış yaparlar; en son bir çavuş
yerine getirilirdi. ve kutlamalarla İstanbul'daki protokole dua eder, âmin denir, Fatiha'yla dış tö­
Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanun­ dahil kişilerin kendi aralarındaki bay­ ren sona ererdi. Bu sırada Enderun'da
namesi ile vekayiname ve ruznameler- ramlaşmaları tamamlanmış olur, yal­ padişahın katıldığı asıl arife muayedesi
ÂRİFÎ PAŞA KORUSU 304

yapılırdı. 17. yy sonlarına doğru dış tö­ tılıyordu. Buradan çıkınca da Silahdara- Ruznâme, Ankara, 1993, s. 75, 125, 272, 369;
renin tamamen terk edilerek Ende­ ğa Köşkü'ne geçerek Mehterhane'nin Hızır İlyas Ağa, Tarih-i Enderun {Vekayi-i
letâif-i Enderun), İst., 1276, s. 25-26; Uzun-
run'daki törenle birleştirildiği anlaşıl­ çaldığı marşları dinliyor, Enderunlularm
çarşılı, Saray, s. 201-202.
maktadır. Esad Efendi'nin Teşrifat-ı Ka­ (içoğlanları) tomak oyunlarını izleyip
NECDET SAKAOĞLU
dime adlı eserinde açıkladığına göre bu para saçtırtıyor, silahdar ağanın sundu­
tören şöyle olmaktaydı: Çavuşbaşı, mü- ğu ata binerek kısa bir gezinti yapıp if­
tar için iç köşklerden birisine gidiyordu.
ÂRİFÎ PAŞA KORUSU
cevveze kavuk, serasere kaplı üstlük,
divan bisatlı atla ikindi namazından bir Bu tören programının II. Mahmud Bebek-Rumelihisarı arasındaki sahil yo­
saat önce saraya gelir, ikindi namazını döneminde de (1808-1839) değişmedi­ lundan Boğaziçi Üniversitesi korusu ve
eski Divanhane'de (Kubbealtı) kıldıktan ğini Tarih-i Enderun 'un yazarı Hızır II- kampusuna doğru yükselen, yamaçları
sonra Bâbüssaade karşısında kapıcılar yas Ağa'nın açıklamalarında görmekte­ güneydoğuya dönük, Boğaz'ı gören, ol­
kethüdası ile yerini alırdı. İkisinin ara­ yiz. Hicri 1227 (Miladi 1812) yılı rama­ dukça dik eğimli arazi parçasıdır. Tüm
sında ve bir adım geride ise teşrifati zan ayı sonunda icra edilen arife diva­ alanı yaklaşık 22 dönüm kadardır.
efendi (protokol müdürü) bulunurdu. nında II. Mahmud. Yalıköşkü'nden Sün­ İsmi koru ile bütünleşen Ârifî Paşa
Çavuşbaşının yan gerisinde mücevveze net Odasına gelmiş, burada cemaatle (1830-1895), hariciye nazırlarından Se­
kavuklu ve erkân kürklü çavuşlar kâti­ ikindi namazını kıldıktan sonra Arzoda­ kip Paşa'nın oğludur. Ârifî Paşa elçilik­
bi, çavuşlar emini, duagû (duacı), daha sı'na geçerek tören öncesinde dinlen­ lerde bulunmuş, hariciye nazırlığı ve
geride gedikli ve ulufeli çavuşlar yine mişti. Dışarı çıkıp sedefli tahta oturmuş, sadrazamlık (1879) yapmıştır.
mücevveze kavuk ve çuha feraceli ola­ divan çakışlarının ve hasodalıların alkış Koru, Hariciye Nazırı Sekip Paşa ta­
rak yerlerini alırlardı. Kapıcılar kethüda­ yapmaları. Mehterhane'nin nöbet çal­ rafından Yahya Paşa'dan satın alınmış
sının yan gerisinde ise kapıcılar kâtibi, ması ve duadan sonra yine Arzodası'na olmakla beraber, mülkiyeti (tapusu) an­
mataracı; pişkeşçi, kapıcı sınıfından sa­ girerek imam ve hatiplerin aşr-i şerif cak padişah fermanı ile Ârifî Paşa'ya ve­
ray görevlileri, muvahhidi kürk ve mü­ okumalarını dinlemiştir. Farklı olarak Si- rilmiştir. Bu yer 19301u yılların başında
cevveze sarıklı olarak sıralanırlar, en ar­ lahdarağa Köşkünde karşısma sıralanan varisleri arasında taksim edilmişse de,
kada ise mir-i alem, mirahurlar, başla­ Enderun ağalarının ilk kez fes giymiş 1952'ye kadar ağaçlarına el sürülmemiş;
rında selimi kavuk, serasere bölüklü sa­ olmaları herkesin dikkatini çekmiştir. O sık ağaçlardan oluşan orman görünümü
mur kürk, kadife şalvar ve filar denen gün akşam, gece yarısına kadar meşale­ devam etmiştir. Ârifî Paşa'nın uzaktan
ayakkabı giymiş olarak dizilirlerdi. Da­ ler yakıldığı gibi saray dış avlusunda da akrabası olan ve Mısır Kralı Faruk'un
ha da geride Mehterhane ve padişahın Mehterhane nöbet vurmuştur. halası ile evlenmiş bulunan Mustafa
atları yerlerini alırlardı. Bâbüssaade giri­ Bey, korunun hissesine düşen kısmını,
şinin sağ yanında zülüflü baltacılar, Ka- Arife divanı geleneği. 19. yy ortaları­ 1946'da çok düşük fiyatlarla bankacılara
pıarası'nda akağalar, Arzodası önüne na doğru, daha dar kapsamlı bir saray satmıştır. 1952-1960 arasında koruda, 3,
konan tahtın her iki yanında Enderun geleneği durumuna girmiştir. Buna kar­ 5 ve 6 katlı apartman blokları inşa edi­
ağaları dizilirlerdi. Bu düzen tamamla­ şın, devlet yöneticilerinin bayramdan lirken ağaçların hemen tümü kesilmiştir.
nınca padişah Arzodası'ndan çıkıp se­ önce ve arife muayedesi adı altında bir­ Bloklar arasında iki yaşlı çınar, birkaç
def işli Arife Tahtı'na (bugün Topkapı birlerini ziyaretleri. Osmanlı Devleti'nin ıhlamur ve atkestanesi ile üç beş sedir
Sarayı Müzesi'ndedir) oturur, herkes yer yıkılışına değin sürmüştür. ağacı, korudan geriye kalan tüm bitki
öper, usulünce alkış yapılır. Mehterha­ Bibi. Tevkiî Abdutrahman Paşa Kanunna­ örtüşüdür. Bugün Ârifî Paşa Korusu,
ne bir fasıl çalar, duagû dua eder ve pa­ mesi. Ankara. 1935. s. 120-124; Atâ Bey, Ta- duvara çakılmış bir tabela üzerine yazıl­
dişah Arzodası'na dönerdi. rih-i Atâ, I, ist., ty. s. 221 vd; Silahdar Tari­ mış bir isim olarak kalmıştır.
hi. II. s. ~48 vd; Esad Efendi, Teşrifat-ı Kadi­
Törenin bu aşamasının ardından Ar­ me. İst., ty, s. 43; Sırkâtibi Ahmed Efendi. FAİK YALTIRIK
zodası'na alınan selatin cami hatipleri
tarafından, padişahın huzurunda aşr-i
şerifler okunur, kendilerine atiyyeler
verilirdi. Bazen, törenin bu bölümü.
Hırka-i Saadet Odası'nda yapılırdı. Padi­
şah Arzodası'nda iken başta yeniçeri
ağası olmak üzere ocak ağaları, cebeci-
başı, topçubaşı, humbaracıbaşı. topara-
bacıbaşı, lağımcıbaşının, kul kethüda-
sıyla birlikte huzura girip tebrikte bu­
lunmaları da usuldendi. Yine bu tören
sırasında silahdar ağa ile sadrazamın
Enderun ve Birun görevlileri adına,
bayram hediyesi olarak padişaha birer
at sunmaları da gelenekti. Bu gelenek
son dönemlerde kısmen bırakılmıştır.
Arife divanının daha eski tarihlerde
Hasoda önünde yapıldığı, ancak bu iç
törene, dışarıdan Birun halkından gö­
revlilerin katılmadıkları ve Enderun ağa­
larıyla sınırlı kaldığı sanılıyor.
III. Selimin sırkâtipliğini yapan ruz-
name yazarı Ahmed Efendi'nin belirle­
melerine göre 18. yy sonunda arife di­
vanı daha da basit bir programla icra
edilmekteydi. Padişah, arife günü öğle
n a m a z ı n d a n sonra sarayda, Sünnet
Odası'nda tıraş olup abdest tazeliyor,
buradan Hırka-i Saadet Odasına geçe­ Bugün artık koni niteliğini yitirmiş olan Arifi Paşa Korusu'ndan geriye kalan tek tük ağaçların
rek ikindi namazını kılıyordu. Sonra Ar­ arasından Boğaz'm görünüşü.
Hazım Oklirer. 1993
zodası'na gelerek alışılagelen törene ka­
305 ARKADİOS

ARİFİN KIRAATHANESİ ARİSTARHİS AİLESİ


19. yy'ın son çeyreğinde Divanyolu'nda Yüzyılı aşkın süreyle Osmanlı Devle-
bugünkü Sağlık Müzesi'nin karşı sırasın­ ti'ne yüksek görevlerde hizmet etmiş
da yer alan tanınmış kıraathanelerden Fener Rum aristokrasisine mensup bir
biri. Setli kahve de denilirdi. Kumcusu­ ailedir.
nun adından dolayı bu adla anılmış Ailenin kumcusu sayılan Hacı Niko-
olan kıraathane İstanbul'un gazete ve laos Aristarhis Cezayirli Kaptan Hasan
dergi okunan, sohbet edilen, meddah, Paşa'nın bankeriydi. Oğlu Stavrakis
Karagöz gösterilerine sahne olan mer­ (1770-1822), K. Muruzi'nin görevden
kezlerinden biriydi. alınmasıyla 1821'de baştercümanlık gö­
Ünlü hayalilerden Kâtip Salih Efen- revine atanmış, ilk görevi ise Yunanis­
di'nin ramazan gecelerinde Karagöz oy­ tan'ın bağımsızlığını ilan etmesiyle Fe­
nattığı zamanlar halkın Arifin Kıraatha- n e r d e k i Rum Patriği 5. Gregorio.s'un
nesi'ne büyük ilgi gösterdiği, her yaşta azil fermanını kendisine tebliğ etmek
insanın, özellikle de küçüklerin ön sıra­ olmuştu. Onun oğlu Nikolaos Stavrakis
ları doldurduğu biliniyor. Ahmed Rasim Aristarhis, Rum Ortodoks Kilisesi'nin
bu yüzden kıraathaneyi "sıbyan mekte­ patrikten sonra gelen en üst düzey da­
bi" diye de anar. nışmanlık (logothetis) görevinde bulun­
du. Aynı aileden Miltiyadis Aristarhis
19. yy'm son yıllarında Meddah İs­
1859-1866 arasında Osmanlı Devletinin
met Efendinin hikâyeler anlattığı bu kı­
Sisam Adası valisi olarak görev yaptı,
raathaneye dönemin tanınmış aydınları
daha sonra devletin Yüksek Adalet Di­
da devam ederdi. Resmi dairelere yakın
vanı üyeliğine getirilerek Prens unva­
oluşu memurlar tarafından uğrak yeri
nıyla taltif edildi. S. İoannis, Osmanlıla­
haline getirilmesine yol açmış; böylece
rın Berlin sefirliğini yaptı, N. Stavrakis Arkadios
gazeteciler, yazarlar, şairler ve devlet
ise I. Meşrutiyefte Ayan üyeliğine geti­ Istanbul Arkeoloji Müzeleri
görevlilerinden oluşan seçkin bir müş­
rildiğinde, babası Nikolaos gibi Fener .Yerra Xecipoglu fotoğraf arşiri
teri topluluğuna sahip olmuştur.
Patrikhanesinin en üst düzey danışma­
B i r ç o k yazar satranç, dama gibi nıydı. Patriğin Osmanlı sultanlarıyla gö­
oyunların da oynandığı kıraathaneden rüşmelerinde ona refakat eder, tercü­ döşeğindeki babasının emriyle İkiye bö­
yeri geldikçe eserlerinde söz etmekten manlık görevini üstlenirdi. Patrik seçim­ lünen Roma İmparatorluğunun Doğu
geri durmaz. Bunlardan Ebüzziya Tev- lerinde çift oya sahipti. kesimine, kardeşi Honorius ise Batı ke­
fik Yeni Osmanlılar Tarihi adlı eserinde simine imparator tayin edildiler. Ancak
Arifin Kıraathanesi'ni anmakta ve ken­ Nihayet, Grigorios Aristarhis, Osman­ bu şekilde resmen ikiye ayrılan impara­
disinin, Namık Kemal'in ve akrabası lı Devletinin Paris sefaretinde Birinci torlukta devletin birliği ideolojisi devam
Zaptiye Müdürü Kâzım Bey'in yakın ar­ Kâtiplik, Washington'da konsolosluk etti; iki ayrı devlet yerine, tek bir devle­
kadaşı Yanyalı Nuri Efendi'nin dava ve­ görevlerinde bulunmuş; Aleksandros tin iki imparator idaresindeki iki yarısı
killiği ve arzuhalcilik yaparken burayı Aristarhis ise Karadağ konsolosluğu fikri benimsendi.
yazıhane gibi kullandığını yazmaktadır. yapmıştı.
Zayıf bir imparator olarak bilinen Ar­
SULA BOZİS
Mütareke döneminde İstanbul'a ge­ kadios, hükümdarlığı süresince çevre­
len ve eğlence hayatının çehresini de­ sindeki çeşitli kişilerin etkisi altında kal­
ARKADİANAİ dı. Sırasıyla, tahta çıktığı yıl kendisine
ğiştiren Beyaz Ruslar İstanbul'da (suriçi)
ilk barı bu kıraathanede açmışlardı. Bu­ Arkadios Hamamı'nm bulunduğu semt. naiplik ve danışmanlık yapan praefec-
rada Rus kadınları hizmet ederler, kon­ Bu hamam 395'ten sonra imparator Ar­ tus praetorio Rufinus (bak. Rufinianai
somasyona çıkarlar, bir yandan da müş­ kadios ya da kızı tarafından yaptırılmış­ Sarayı), ardından Rufinusü ortadan kal­
terilerle dans ederlerdi. Bu yıllarda ku­ tır. Veya babanın başlayıp kızının bitir­ dırıp 396-400 arasında devletin en güçlü
mar amacıyla tombala oynatılan, kara­ miş olma ihtimali de vardır. Bu bölge kişisi durumuna gelen eski köle ve ha­
fatma yarışları yaptırılan bir yer olarak Büyük Saray'ın kuzeyindeydi; güneyde dım Eutropios, 400-404 arasında karısı
da dikkati çekiyordu. deniz kenarındaki Topoi semti ile kuzey­ Eudoksia ve son olarak 404-408'de bir
deki ünlü Mangana Mahallesi arasında başka praefectus praetorio, Antemi-
Ahmet Hamdi Tanpınar kıraathane­
yer alıyordu. Prokopius'a göre Akropo- os(-») imparatoru yönlendirdiler.
lerden söz ederken burasını da anar ve
lis'in Marmara'ya bakan yamaçlarında in­ Eutropiosün öncülüğünde. Yahudi­
karşısındaki bir başka kıraathanenin sa­
şa edilen Arkadios Hamamımın yanın­ lere, özellikle tüccarlara bazı imtiyazlar
hibi ile Arif arasında geçen kavgayı an­
dan, tepeden Marmara kıyısına inen ve tanındı, loannes Hrisostomos(->) Kons­
latan şu dörtlüğü verir: Dün gice iki kı-
İustinianos döneminde yapılmış heykel­ tantinopolis kilisesinin başına getirildi,
raathâneci / Birbiriyle eylemişler arbede
lerle süslü olan bir büyük revak (émbo­ heretiklere (kilise doktrinlerinin karşı­
/ Vak'ayı seyreyleyenler didiler / Arifi
los) geçiyordu. Bu semtte Aziz Mihail ve sında olanlara) ve paganlara (puta ta­
yıktı Bekir bir darbede.
Aziz Gabriel (Cebrail) adına kiliseler bu­ panlara) karşı birtakım yasal önlemler
Kıraathane Cumhuriyetin ilk yılların­ lunmaktaydı. İmparator Makedonyalı I.
da da ününü sürdürmüş, dönemin ede­ alındı. Daha sonra, A n t e m i o s ü n da
Basileiosün _(hd 867-886) bir süre otur­ muhtemel aracılığıyla, Hrisostomos kili­
biyatçılarından Celal Sahir Erozan ve ar­ duğu konak buradaydı, sonradan Aziz
kadaşları ile İzzet Melih Devrim, Agâh sedeki görevinden uzaklaştırıldı.
Konstantin'e ithaf edilen küçük bir ma­
Sırrı Levend buraya devam etmişlerdir. Arkadios döneminde Konstantinopo­
nastıra (metokion) dönüştürülmüştü.
Bibi. S. M. Alus. "Eski Kıraathaneler". Akşam lis Gotlarla girişilen önemli mücadelele­
(28 Kânumevveİ 1938); İSTA, 1007; M. And, Bibi. Mordtmann, Esquisse. Janin, Constanti­ re sahne oldu. I. Teodosios zamanında
"Eski İstanbul'da Meddah Kahveleri", Folklor. nople bvzantine. bir tabilik (foedus) anlaşmasıyla uzak­
S. 3 (Temmuz 1969), s. 8; A. H. Tanpınar, DOĞAN KUBAN laştırılmış olan Vizigot tehlikesi yeniden
Beş Şehir, İst., 1972, s. 205-206; Ebüzziya canlandı. Liderleri Alarik komutasında
Tevfik, Yeni Osmanlılar Tarihi (haz. Ziyad ARKADİOS ayaklanarak Balkan Yarımadası'm baş­
Ebüzziya), c. 2, İst., 1973, s. 154; S. Birsel,
Kahveler Kitabı, İst., 1975, s. 210, 218. 222, (377/78, Konstantinopolis - 408, Kons- tan başa tahrip eden ve Konstantinopo­
251-254; M. Ertuğrul, Benden Sonra Tufan tantinopolis) Doğu Roma İmparatoru lis surlarına dayanan Vizigotlarla ancak
Olmasın!Anılar, ist., 1989, s. 64. ( 3 9 5 - 4 0 8 ) . I. Teodosiosün(->) büyük Alarik'in magister muittim per illyricum
İSTANBUL oğlu olan Arkadios. 395 yılında ölüm (İllirya askeri komutanı) olarak tayin
ARKADİOS FORUMU 306

edilmesi ve ordularının İtalya ve batıya 543'teki deprem ve 550'de üzerine vaklarla çevrilmişti. Hattâ burası kabart­
yöneltilmesiyle barış sağlandı. Fakat bu düşen bir yıldırım yüzünden Arkadios malar ve heykeller ile süslenmişti. Bura­
arada başkentte Germen aleyhtarı kuv­ Sütunumun gördüğü zarar bilindiğine daki heykeller arasında Artemis ile Sep-
vetli bir tepki oluşmuştu ve çok geçme­ göre, bu tarihlerde, forumu çevreleyen timius Severus'unkinden başka, II. Te­
den Bizans hizmetindeki Gainas isimli yapıların da tahrip olduğu düşünülebi­ odosios, I. veya II. Valentinianos ve
bir Got generali yeni bir krize sebebiyet lir. Arkadios h e y k e l i n i n yıkıldığı Markianos'unkiler de vardı.
verecekti. 740'tan, şehrin Osmanlılar tarafından Arkadios Anıtı 543 depreminde zarar
İlk önce Rufinus'un. sonra Eutropi- fethedildiği 1453'e kadar, forum ve için­ gördü. Az sonra. 24 Haziran 550'de bir
os'un güçten düşmelerinde rol oynaya­ deki eserler hakkında yazılı bir kaynağa yıldırım anıtın tepe kısmında tahribat
rak Konstantinopolis içerisindeki siyasi rastlanmamıştır. Fetih'ten hemen sonra yaptı. 26 Ekim 740'ta vuku bulan şid­
çekişmelere karışan Gainas, kentte Ger­ sütunun çevresinin ahşaptan yapılmış detli depremde ise imparatorun heykeli
men karşıtı aristokratik bir siyasi gru­ ev ve dükkânlarla çevrelendiği ve foru­ aşağıya düştü ve herhalde bir daha da
bun liderliğini yapan Aurelianos'un da mun "Avrat Pazarı" olarak adlandırıldığı yerine konulamadı.
sürgüne gönderilmesini sağladıktan bilinmektedir. 1633 ve 1660 depremle­ Bizans halkı, bu ve bunun gibi anıtla­
sonra, askeri birlikleriyle Konstantino- rinde, çevresindeki evlerin sütunun rı birtakım hurafelere bağlamıştı.
polis'e girdi. Büyük Saray'ı işgal etmeye üzerine yıkıldığı bilindiğine göre. o ta­ 1204'ten 126l'e kadar Bizantion'u işgal
koyulan ve Ari inancına bağlı Gotlar rihlerde forum (meydan) olarak adlan­ eden Haçlılar da aynı hurafelere inanmış
için Konstantinopolis'te özel bir mabet dırılabilecek bir mekânın kalmadığı gözükürler ve hatıratlarında bunları tek­
kurulmasını talep eden Gainas'a karşı söylenebilir. rarlarlar. Hattâ inanıldığına göre, anıtın
başkent halkı ayaklandı. Kentteki çatış­ Bibi. J. Strzygowsky, "Die Saeule des Arcadi­ gövdesindeki kabartmalarda şehrin işgal
malar 12 Temmuz 400 günü Gainas ve us". Jahrbuch des Deutschen Archaeologisch- edileceği kehanetinde bulunulduğu için
beraberindeki Gotların yenilip tümden en Instituts. Mil. (1893). s. 230-249: A. Geff- Bizanslılar güya bu kabartmalardan bazı­
yok edilmeleriyle son buldu. roy. "La colonne d Arcadius à Constantinople larını kazımışlardı. O sıralarda anıtın te­
d'après un dessin inédit.". Monuments et mé­ pesinde bir keşiş yaşıyordu. Latin işgali
Arkadios Forumu ve Arkadios Sütu- moires. Fondation E. Piot. S. 2. 1895. s. 99-
nu'nun haricinde, Arkadios döneminin sırasında. Bizans'ta hüküm süren karga­
129; Miiller-Wiener, Bildlexikon. 250-253.
önemli anıt ve binaları arasında en kay­ şa sırasında 1204'te kendisini imparator
SACİT PEKAK
da değer olanlarından bir diğeri Arkadi- ilan eden V. Aleksios Murtzuflos, Haçlı­
anai(->) isimli hamamdır. ların eline geçtiğinde, "unvanının yük­
ARKADİOS SÜTUNU sekliğine uygun" bir şekilde idam edil­
Bibi. J. B. Bury, History of the Later Roman
İstanbul'un eski Lycus (Likos), sonraki mesi için, yüksek bir yerden aşağı atıl­
Empire, I, New York, 1958. s. 106-158; J. H.
W. G. Liebeschuetz, Barbarians and Bis­ adıyla Bayrampaşa Deresi vadisinin gü­ mak suretiyle öldürülmüştü. Haçlı kay­
hops: Army, Churc and State in the Age of neyinde olan ve Kserolofos denilen ye­ nakları onun. "dışı resimli bir sütunun
Arcadius and Chrysastum, Oxford, 1990; A. dinci tepesinde, İmparator Arkadios dö­ üzerine çıkarılarak", buradan aşağıya
Cameron-J. Long, Barbarians and Politics at neminde (395-408) onun hatırasını ya­ atıldığım bildirir. İstanbul'da bu türden
the Court of Arcadius. Berkeley, 1993. şatmak üzere büyük bir anıt dikilmişti. iki anıt olduğuna göre, bu infaz ikisin­
NEVRA N E C Î P O Ğ L U Arkadios Sütunu olarak bilinen bu anıt den birinde cereyan etmiş olmalıdır.
aynı imparatorun adını alan Arkadios Türk döneminde Arkadios Anıtı'nın
ARKADİOS FORUMU Forumu'nun(->) ortasında yükseliyordu. dibinde ve yakınında alıcıları ve satıcıları
İmparator II. Teodosios(->) döneminde Bizanslı tarih yazarı Teophanes'e göre, kadın olan kadınlar pazarı kurulduğun­
(408-450) düzenlenen ve ortasında anıt­ anıt 404'te yapılmış fakat üstüne Arkadi- dan, bu tarihi eser de "Avrat Taşı" olarak
sal bir sütun bulunan meydan. Bizans os'un heykeli ancak oğlu II. Teodosios adlandırılmıştır. Sanıldığı gibi, burası ka­
döneminde Kserolofos (Kuru Tepe) diye tarafından konulabilmiş ve bunun için dın esirlerin satıldığı esir pazarı değildi,
bilinen, daha sonraları ise Avrat Tepesi 10 Temmuz 421'de tören yapılmıştır. Osmanlı döneminde İstanbul'a gelen
denen bugünkü Haseki bölgesinde idi. Bir başka yazardan öğrenildiğine gö­ yabancı seyyahların pek çoğu Arkadios
İmparator Arkadios(->) (hd 395-408), re ise. anıtın dikilmesinden hayli sonra Anıtı'ndan bahsederler. 17. yy'da Evliya
Got generali Gainas'ın çıkardığı ayak­ forumun düzenlenmesi ancak 435'te ta­ Çelebi de. eski Bizans efsanelerinden
lanmayı bastırdıktan sonra, 5. yy başla­ mamlanmıştır. Forum anlaşıldığı kadarı aktarmak suretiyle, bu anıtın bir tılsım
rında (402 veya 403). kazandığı zaferi ile dikdörtgen biçiminde olup, etrafı re- olduğunu bildirir.
kutlamak amacıyla anıtsal bir sütun inşa
ettirmeye başladıysa da, eser ancak ölü­
münden (1 Mayıs 408) sonra, oğlu II.
Teodosios tarafından tamamlandı. Üzeri
ve kaidesi zengin bezemelerle süslenen
bu sütun Arkadios Sütunu(->) olarak ad­
landırılmıştı. Teodosios. sütunun üstüne
babasının büyük boyutlu bir heykelini
yerleştirdikten sonra, 421'de görkemli
bir törenle açılışı yaptı.
Bundan bir süre sonra (453 ?) heyke­
lin ve sütunun bulunduğu yerin çevre­
sinde bazı galeriler ve dükkânlar yapıl­
mış ve meydan, ithaf edilen ya da yap­
tıran imparatorun adıyla, Arkadios veya
Teodosios Forumu olarak adlandırılmış­
tır. Forumu çevreleyen mimari unsurlar
bilinmemekle beraber, burasının Tauri
Forumu'nun(->) bir benzeri olduğu dü­
şünülmektedir. Kaynaklara göre. mey­
danda Arkadios Sütunu'ndan başka,
tanrıça Artemis, II. Teodosios, III. Va-
lantinianos, Markianos vb'nin heykelleri
bulunmaktaydı.
307 ARKEOLOJİ MÜZELERİ

Onun yazdığına göre anıtın üstünde başlayan yuvarlak gövdenin dış yüzeyi, inach, "Description des oeuvres dan..". Re­
bir maksure bulunur ve bunun da tepe­ spiral (helezoni) biçimde uzanan ve İm­ vue des Etudes Grecques, 1896, s. 78-82; A.
sinde bir kız heykeli dururmuş. Bu kız parator Arkadios ile babası I. Teodosi- Geoffroy, "La colonne d'Arcadius â Constan­
tinople", Fondation E. Piot-Monuments et
yılda bir kere canlanır, bir sayha kopa­ osün sefer ve zaferlerini anlatan kabart­ Memoires, II, Paris, 1895, s. 99-129; J. Eber-
rır, bunun üzerine de uçan kuşlar yere malarla bezenmişti. Bu tür anıtlardan solt, Constantinople byzantine et les voya-
düşermiş. Yine Evliya Çelebi'nin rivaye­ Roma'da yapılan Traianus ile Mareus geurs du levant, Paris, 1918; W. Hasluck,
tine göre, Hazret-i Muhammed dünyaya Aurelius anıtları hâlâ ayakta durmakta­ "Topographical Drawings...", Annual of the
geldiğinde bir deprem olmuş, sütun dır. Çok sonraları Napoléon da aynı tür British School at Athens, XVIII (1911-1912),
s. 273; J. Kollwitz, Oströmische Plastik der
parçalanmış fakat tılsımlı olduğundan anıta heveslenerek, Paris'te bunların Theodosianischen Zeit, Berlin, 1941, s. 17-62;
dağılmayarak, Çelebi zamanına kadar benzeri olarak Vendôme Anıtı'nı yaptır­ S. Ünver, "Avrat Pazarı Dikilitaşı", Tarih
gelmiştir. mıştır. Ünlü Avusturyalı mimar Fischer Dünyası, 11/16 (1950), s. 687-689; A. Grabar,
1544-1547 arasında İstanbul'da bulu­ von Erlach da, 18. yy'da Viyana'da inşa L'empereur dans Tart byzantin, Paris, 1936,
nan Albi'li Pierre Gilles, Arkadios Anıtı'- ettiği Karlskirche'nin önündeki çifte ku­ lev. 13-15; G. Mendel, Catalogue des sculp­
leyi yine böyle yapmıştı. tures grecques. romanies et byzantines, II.
nı oldukça etraflı surette inceleyerek öl­ 1914, s. 242. Ill, s. 523-524; S. Eyice, "Arka­
çülerini almıştır. l605'te anıtı anlatan bir Arkadios Anıtının içinde dönen mer­ dios Sütunu", İSTA, II, 1012-1019; Janin,
seyyah, gövdesinde çatlaklar olduğun­ diven en yukarıya kadar çıkışı sağlıyor­ Constantinople byzantine, 75-76, 86-87; G.
dan demir çemberler ile bir dereceye du. Bunun sonunda, anıtın başlığında G. Giglioli, La colonna di Arcadio a Costan-
kadar sağlamlaştırılmış olduğunu bildi­ bir balkon vardı. Gylli'nin verdiği ölçü­ tinopoli, Napoli, 1952; G. Becatti, La Colon­
na coclide Istoriata, Roma, I960, s. 151-164;
rir. British Museum'da bulunan bir el- lere göre hesaplandığında anıtın boyu Mliller-Wiener, Bildlexikon, s. 250-253.
yazmasmda 1670'lere ait olduğu sanılan 47 m kadardı. Bu yüzden Galata sırtla­
SEMAVİ EYİCE
bir resmi bulunan bu anıt, o tarihlerde rından çizilen İstanbul resimlerinde anı­
artık tehlikeli durumda bulunuyordu. tın en yukarı ucu, şehrin siluetine hâkim
1666'da İstanbul'da olan Robert de Dre­ olarak görülür. (Traianus Anıtı, 39 m, M. ARKEOLOJİ MÜZELERİ
ux, anıtın içine girmiş ise de, ortalarda Aurelius Anıtı ise 41 m'dir.) Gylli, anıtın Sultanahmet'te, Gülhane Parkı girişinin
merdivenler yıkıldığından daha yukarı içinde 233 basamak saymış, içeriyi ay­ sağından Topkapı Sarayı Müzesi'ne çı­
çıkamamıştır. Çevresini harap eden bü­ dınlatan 56 mazgal tespit etmiştir. Yıkıl­ kan Osman Hamdi Bey Yokuşu'nun sol
yük yangınlar, mermerden olan anıtta dıktan sonra bu anıttan geriye ancak 8-9 tarafındadır.
izler bırakmıştı. m yüksekliğinde, yangınlardan çatlamış İstanbul Arkeoloji Müzeleri idaresi
1711'de yurduna dönen Aubry de La ve ufalanmış, şekilsiz bir kitle durumun­ altında Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eser­
Motraye, anıtın birdenbire devrilip bir daki kaide kalmıştır. Evvelce bunun yü­ leri Müzesi(->), Çinili Köşk(->) Müzesi
kazaya s e b e p olmaması için, İstan­ zeylerini kaplayan kabartmalardan, dışa­ yer alır. Bu yüzden, kumlduğundan bu
bul'dan ayrılışından az sonra yıktırıldığı- rıdan görülebilen tek cephede hiçbir iz yana çoğul olarak "İstanbul Arkeoloji
nı haber verir. İngiliz elçisinin eşi Lady yoktur. İki taraftan evlere bitişik olan Müzeleri" diye adlandırılmıştır.
Montague ise, 1718 tarihli bir mektu­ cephelerin durumu ise bilinmez. Bu müzelerde 60.000 arkeolojik eser,
bunda, kendisi İstanbul'a gelmeden iki Kare biçimindeki kaidenin içinde bir 800.000 sikke, 75.000 çiviyazılı tablet,
yıl kadar önce anıtın yıktırıldığmı öğ­ giriş holünden başka, birinden diğerine 2.000 civarında Türk çini ve keramiği
rendiğini bildirir. Veliyüddin Efendi Kü­ geçilen iki küçük oda vardır. Holün di­ ile kütüphanesinde 70.000'i aşkın kitap
tüphanesi kitapları arasındaki 3191 sayı­ ğer tarafında ise bir merdiven, evvelce bulunmaktadır.
lı mecmuada bulunan ".. hedm-i dikili­ gövdenin içinde spiral olarak çıkan ba­ İstanbul'da ilk müze, Abdülmecid za­
taş der Kurb-i Cerrahpaşa, fî 16 Şevval samaklara ulaşır. Bugün duvar kısmın­ manında Tophane Müşiri Ahmed Fethi
1 1 2 3 " ş e k l i n d e k i kaymtan anıtın. da, çelenk biçimindeki bir bilezikten Paşa (1801-1858) tarafından gerçekleşti­
1711'de yıktırıldığı açıkça öğrenilir. sonra başlayan dışı kabartmalı gövde­ rilmiş ve 1846'da, Topkapı Sarayımın
18. yy seyyahları Arkadios Amtı'nın den geriye 0,60 m kadar yükseklikteki dış avlusunda, o tarihe kadar cephane
artık yıkılmış olduğunu ve sadece kaide dışı kabartmalı az bir parça kalmıştır. ambarı olarak kullanılan 6. yy Bizans
kısmının durduğunu görürler. Son yüz­ Orta aksın çapı 1 m kadar olup, etrafın­ yapısı Aya İrini Kilisesi'nde (Hagia Eire-
yıl i ç i n d e ise anıt h a k k ı n d a J. da dönen basamaklar 0,80 m genişliğin- ne) çeşitli eski silahların toplanması su­
Strzygowski, C. Gurlitt ve J. Kolhvitz ta­ dedir. Giriş holünün tavanındaki levha­ retiyle oluşturulmuştur. Osmanlı İmpa­
rafından ilmi araştırmalar yapılarak ya­ da da ortada İsa'nın alameti olan bir ratorluğunun çeşitli bölgelerinde bulu­
yımlanmıştır. A. Geoffroy, Paris'te Ro­ khrisma işlenerek bunun iki yanında al­ nan eski eserler İstanbul'a getirilmeye
bert de Gaignieres Koleksiyonu'ndan fa ve omega harfleri yer almıştır (Grek ve Aya İrini'de toplanmaya başlanmıştır.
B i b l i o t h è q u e Nationale'da Arkadios alfabesinin ilk ve son harfi, İsa'nın her Böylece, Aya İrini'de iki bölümden
Amtı'nın, boydan boya, bütününü yıkıl­ şeyin başı ve sonu olduğuna işaret oluşan bir koleksiyon oluşmuştur. Bu
madan önceki görüntüsüyle tasvir eden eden iki semboldür). İstanbul Arkeoloji koleksiyonlara Mecma-i Asâr-ı Atika
bir resmini yayımlamıştır (1895). Resim­ Müzesi'ndeki kabartmalı mermer parça­ (Eski Eser Koleksiyonu) ve Mecma-i Es-
de sütunun gövdesinin çatlamış olduğu larından 1874'te Davutpaşa Kapısı ya­ liha-i Atika (Eski Silah Koleksiyonu) ad­
ve alt kısımlarda demir çemberlerle tak­ nında denizde bulunanın bu anıta ait ları verilerek Arkeoloji Müzesi ile Askeri
viye edildiği görülür. Anıtın kare planlı olduğu kuvvetle muhtemeldir. Diğer Müze'nin(->) temelleri atılmıştır.
kaide kısmının iç yüzünün de evvelce bazı parçaların buraya mı yoksa Beya­ Bu küçük müzenin basit bir katalogu
şeritler halinde kabartmalarla kaplı ol­ zıt'ta onun benzeri olan Teodosios Anı­ İstanbul'u ziyaret eden Albert Dumont
duğu Cambridge'te Trinity College'de tıma mı ait oldukları anlaşılamamıştır. tarafından 18ö7'de hazırlanmıştır. Du-
bulunan resimlerden anlaşılır. Fatih Belediyesi'nin projesi gerçekleştiği montün bildirdiğine göre, burada Yu­
Son dönemde Arkadios Anıtı, her ta­ takdirde, anıtın kaidesinin etrafındaki nan, Roma, Erken Hıristiyan ve Bizans
rafından bitişik olan evler ile sarılmış, toprak temizlendiğinde daha başka par­ eserleri bulunmakta, bunlar camekânlı
hattâ bu yüzden kaidenin içine ulaşıla­ çaların da çıkması beklenir. dolapları olan kapalı büyük bir salonda,
maz duruma gelmiştir. Bu önemli tarihi Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 61; J. bu salonun önündeki açık avluda ve
hatıranın iyi bir biçimde ortaya çıkarıl­ Strzygowski. "Die Säule des Arcadius", Jahr­ Harbiye Ambarı'nm girişinin solunda
ması için Fatih Belediyesi'nce istimlak buch des Archäologischen Instituts, VIII, bulunan açık avluda sergilenmektedir.
yoluyla etrafının açılmasını amaçlayan (1893), s. 230-249: C. Gurlitt, "Antike Denk­ Toplanmış eserlere ilk defa müze adı
bir proje hazırlanmıştır. malsäulen in Constantinopel", Der Baumeis­
Âli Paşa'nm (1815-1871) sadrazamlığı ve
ter, VII (1909). s. 55-56; ay, Die Baukunst
Anıt, Roma imparatorluk döneminde Konstantinopels, Berlin, 1908-1912; F. W. Saffet Paşa'nm (1814-1883) Maarif nazır­
tercih edilen bir biçimde yapılmıştı. Ka­ Unger. Quellen der Byzantinischen Kunst­ lığı sırasında verilmiş, koleksiyon Müze-i
re bir kaidenin üstünde bir çeienkle geschichte, Viyana 1878. s. 179-186; S. Re­ Hümayun adını almıştır.
ARKEOLOJİ MÜZELERİ 308

Dethier 1847'de Atmeydanı'nda çalışmış.


Yılanlı Sütünü meydana çıkarmıştır.
D e t h i e r ' i n müdürlüğü sırasında
1873'te H. Schliemann Troia'da bulduğu
eserleri Yunanistan'a götürmüş, Dethier
bu eserlerin geri alınması için çok uğ­
raşmış, fakat başarılı olamamıştır. An­
cak, bundan kısa bir zaman sonra.
1874'te İlk Âsâr-ı Atika Nizamnamesi
yayımlanmıştır. Bu yönetmelik, bulunan
eski eserlerin sadece üçte birinin, bulan
tarafından yurtdışına götürülmesini ön­
görmekteydi.
Dethier'in Kıbrıs'tan 88 sandık eski
eserle dönmesi üzerine başka bir bina­
ya gerek duyulmuş, önce yeni bir bina
inşa edilmesi üzerinde durulmuş, fakat
bu isteğin yerine getirilmesi mümkün
olmadığından, Çinili Köşk'ün müzeye
çevrilmesi uygun görülmüştür.
Yeni müze binasına eserlerin taşın­
ması, değişiklikler, yeniden düzenleme
hayli uzun sürmüş, Ağustos 1880'de mü­
zenin açılış töreni yapılabilmiştir. Goold
zamanında 160 olan eser adedi Dethier
zamanında 650'ye yükselmiştir. Dethier
müzeyi geliştirmek için çalışmalar yap­
mış, müzenin küçük bir katalogunu ha­
zırlamış fakat bunu başaramamıştır.
Dethier'in ölümü (1881) üzerine Sad­
razam Edhem Paşa'nın oğlu ressam Os­
man Hamdi B e y ( - 0 Müze-i Hüma­
yunun müdürlüğüne atanmış, onun bu
işin başına geçmesiyle Türk müzecili­
ğinde yeni bir dönem ve çığır açılmıştır.
Osman Hamdi Bey, bir taraftan mev­
cut eski eser koleksiyonlarını bilimsel
bir tarzda sınıflandırmış ve düzenlen­
mesi ile uğraşmış, diğer taraftan yabancı
arkeologlar getirterek onlara eserlerin
kataloglarım hazırlatmıştır. Müzeyi zen­
ginleştirmek için 1883-1895 arasında
Nemrut Dağı, Myrina, Kyme ve diğer
Aiolia nekropollerinde ve Lagina Heka-
te Tapınağı'nda kazılar yapmış ve bul­
duğu eserleri müzeye getirmiştir. 1887-
1888'de Sayda'da Krallar Nekropolü'nde
yaptığı kazıda içlerinde dünyaca ünlü
İskender Lahti denilen lahit ile Ağlayan
Kadınlar, Satrap, Likya ve Sayda kralı
Tabnit'in lahitleri de bulunan önemli
Arkeoloji
eserleri meydana çıkarmıştır.
Müzeleri Mevcut müze binası küçük olduğun­
ana binasındaki dan bu lahitler için yeni ve günün ko­
Lahitler şullarına uygun bir müze binası yapımı
Salonu'ndan
gereği doğmuştur. Osman Hamdi, Çinili
bir görünüm
(üstte), Köşk'ün tam karşısına, o dönemin ünlü
İskender Lahti mimarlarından ve Sanayi-i Nefise Mek-
(solda). teb-i Âlisi hocalarından mimar Alexand­
Fotoğraflar re Vallaury'ye(-0 yeni bir müze binası
Bünyad Dinç yaptırmıştır.
Yeni bina "Lahitler Müzesi" adıyla 13
Saffet Paşa vilayetlere genelgeler yol­ T e m m u z 1 8 6 9 ! d a d ö n e m i n müze Haziran 1891'de açılmıştır. "Âsâr-ı Atika
layarak arkeolojik eserleri toplamalarını müdürü Edward Goold, Kapıdağı Yarı- Müzesi" olarak da anılan bu yapı 19. yy
ve bunları kırılmayacak şekilde amba­ madası'nda Kyzikos antik yerleşmele­ sonlarında, dünyada müze binası olarak
lajlayarak müzeye göndermelerini iste­ rinde kazı yaparak, oradan çok miktar­ tasarlanıp yapılan 8-10 müze binası ara­
miştir. Kuzey Afrika'da Trablusgarp Va­ da eser getirmiştir. sında yer almasıyla da büyük bir önem
lisi Ali Rıza Paşa ile müsteşarı Karabella Ahmed Vefik Paşa(->) 1872'de Maarif taşımaktadır.
Efendi, Selanik Valisi Sabri Paşa, Girit'te nazırı olunca, bir dönem kaldırılan Mü- Osman Hamdi Bey, bu görkemli mü­
Lasit Mutasarrıfı Kostaki Paşa Adossides, ze-i Hümayun Müdürlüğü'nü yeniden zenin gelişmesi için çok çaba harcamış,
Konya Valisi Abdurrahman Paşa en çok kurmuş ve başına Dr. Philipp Anton eserlerin ve müzenin düzenlenmesin­
eser gönderenlerdir. Dethier(-0 adında bir Almanı getirmiştir. den başka, bunları çeşitli yayınlarla bi-
309 ARKEOLOJİ MÜZELERİ

Arkeoloji Müzelerinin bahçesinde sergilenen eserlerden bazıları. Arka planda ana binanın giriş cephesi görülüyor.
Fotoğraflar Hazım Okıtrer 1993

lim dünyasına tanıtmış ve kataloglarının 1979), Aykut Özet (1979-1980), Altan nemi sonuna kadar heykeller, Kyme,
hazırlanmasını sağlamıştır. Özellikle Akat ( 1 9 8 0 - 1 9 8 1 ) . Dr. Nuşin Asgari Milet ve Ilgın'da bulunmuş Ana Tanrıça
Gustav Mendel'e hazırlattığı Heykeltraş- (1982-1985), Alpay Pasinli ( 1 9 8 5 ) bu Kybele'ye adanan adak stelleri; Halikar-
hk Eserleri Katalogu, (Catalogue des görevi sürdürmüşlerdir. nassus Mauseleum'una ait adak kabart­
sculptures Grecques, Romaines et Osman Hamdi Bey'in yaptırdığı Ar­ maları, Bergama Zeus Sunağı'ndan hey­
Byzantines, [İst. 1912-1914]) ile Pişmiş keoloji Müzesi binası, üzerinden 100 yı­ kel parçaları, İskender başı, Afrodisias,
Toprak Figürinler Katalogu (Catalogue la yakın uzun bir zaman geçmesinden Efesos ve Miletos'ta bulunan heykeller;
des figurines Grecques de terre cuite, ötürü, son yıllarda gerek yapı olarak es­ küçük boyutlu çanak çömlek, pişmiş
[İst., 1908]) bugün bile değerlerinden kimiş, gerekse geçen zaman içinde çok toprak figürinler; "Hazine'' bölümünde,
bir şey kaybetmemiştir. sayıda eserin yan yana dizilmesiyle, teş­ takı ve kıymetli süs eşyaları, sikke kabi­
Müzelerin bir eğitim ve araştırma hiri kalabalık, sıkışık, hatta sıkıcı bir hal neleri vardır.
merkezi olduğunu iyi bilen Osman almış ve adeta bir depo niteliğine bü­ Yeni ek müze binasında ''Anado­
Hamdi Bey, müzenin içinde bir de bü­ rünmüştü. Hem binayı restore ederek, lu'nun Çevre Kültürleri" bölümünde
yük kütüphane kurmuştur. Müdürlüğü çağdaş, eğitici ve anlaşılır bir sergileme Kıbrıs'ta, Filistin-Suriye bölgesinde, Bey­
döneminde 15 bine ulaşan bilimsel ki­ yapmak, hem de müzenin Topkapı Sa­ rut, Sayda, Sebasteia, Megiddo vb mer­
tap ve derginin çoğunu kişisel dostluk rayı avlusuna bakan arka cephesine bi­ kezlerde yapılmış kazılarda bulunmuş
ve gayretleriyle Avrupa ülkelerinden tişik 4 katlı yeni ek binanın birkaç katı­ eserler; "Anadolu ve Truva Kültürleri"
bağış yoluyla sağlamıştır. nı ziyarete açabilmek için 1988'den iti­ bölümünde Trakya bölgesinden Tru-
Müze k o l e k s i y o n l a r ı n d a B a l k a n ­ baren çalışmalara başlanmış, çalışmalar va'ya, Frigya ve Gordion'a kadar çeşitli
lardan Afrika'ya, Anadolu ve Mezopo­ 1991'de sonuçlandırılmıştır. arkeolojik buluntular sergilenmektedir.
tamya'dan Arabistan Yarımadası'na ve Müzenin kuruluşunun 100. yılı olan 1991'de yapılan yeni teşhirde, müze
Afganistan'a kadar bir zamanlar Os­ 13 Haziran 1991'de, ana binanın restore koleksiyonlarmdaki eserler çağdaş ve
manlı İmparatorluğu sınırları içinde yer edilerek yeniden düzenlenen 8-20 no'lu yeni bir anlayışla sergilenmiştir. Bu ser­
alan bölgelerden, değişik kültürlere ait salonları ile ek binanın üst iki katı çağ­ gilemede, panolar ve video köşeleri ile
zengin ve çok önemli eserler vardır. daş bir müzecilik anlayışıyla ziyarete ziyaretçilere daha fazla bilgi verilmesi
Osman Hamdi Bey 1910'da ölünce açılmıştır. düşünülmüş; çizim, fotoğraf, maketler ile
yerine kardeşi Halil Edhem (Eldem)(->) Restorasyon ve mekânların yeniden kolay ve eğitici bir sergileme yapılmıştır.
tayin edilmiş, 1931'de emekliye ayrılana düzenlenmesinden sonra Arkeoloji Mü­ 1991'de teşhire açılan bu bölümler
kadar bu görevde kalmıştır. 1931-1953 zelerinde sergilenmekte olan en önem­ yerli ve yabancı kamuoyunda büyük
arasında Aziz Ogan(->) müdürlük yap­ li parça ve koleksiyonlar arasında, ana bir ilgi ve beğeni toplamış, İstanbul Ar­
mış, daha sonra da sırayla, Rüstem Du­ binadaki Sidan (Sayda) Kral Nekropolü keoloji Müzeleri, 17 Avrupa ülkesinden
yuran ( 1 9 5 4 - 1 9 6 1 ) , Necati Dolunay lahitleri (İskender, Ağlayan Kadınlar, 46 müze arasından EM YA (Avrupa'da
(1962-1978), Dr. Nezih Fıratlı (1978- Satrap vb); arkaik dönemden Roma dö­ Yılın Müzesi Ödülü) Komitesi tarafın­
dan seçilerek Avrupa Konseyi'ne öne­
rilmiş ve konseyin kültür ve eğitim ko­
misyonunca 1993 yılı "Avrupa Konseyi
Müze Ödülü"ne layık görülmüştür.
Bibi. G. Mendel, Catalogue des Sculptures
grecques, romaines et byzantines, I-III, İst.,
1912-1914; E. B. Şapolyo, Müzeler Tarihi,
İst., 1932; H. E. Eldem, "Müzeler", Birinci
Türk Tarih Kongresi Bildirileri, Ankara, 1932;
A. Ş. Hisar, "Bizde Müzeciliğin Başlangıçları",
Ülkü, no. 8, 1933; ay, "Müzelerimiz ve Hamdi
Bey", Ülkü, no. 14 ve no. 16, 1934; A. Oğan,
"Türk Müzeciliğinin yüzüncü yıldönümü",
TTOK Belleteni, S. 61. 1947; T. Öz, "Ahmet
Fethi Paşa ve Müzeler", Türk Tarih, Arke-
ologya ve Etnografya Dergisi, V, 1949; S. Eyi-
ce, "İstanbul Arkeoloji Müzelerinin ilk mü­
dürlerinden Dr. Ph. Anton Dethier hakkında
notlar", İstanbul Arkeoloji Müzeleri Yıllığı, 9
(i960), s. 45-52; K. Su, Osman Hamdi Bey'e
Kadar Türk Müzesi, İst., 1965; M. Cezar, Sa­
natta Batı'ya Açılış ve Osman Hamdi, İst.,
ARKEOLOJİ MÜZELERİ BİNASI 310

Arkeoloji
Müzeleri
Binası
İstanbul
Ansiklopedisi

1971; N. Dolunay, İstanbul Arkeoloji Müzele­ yük yapıdan oluşan bir müzeler komp­ mamlanmıştır. A. Vallaury'nin tasarladı­
ri, İst., 1973; M. Önder. Türkiye Müzeleri ve leksi meydana getirilmiştir. Açık havada ğı güney kanadının yapım çalışmaları
Müzelerdeki Şaheserlerden Örnekler, Ankara, sergilenen çok sayıda yapıt, kompleksin bu kez mimar H. Edhem Bey tarafından
1977; İstanbul Eski Şark. Eserleri Müzesi, İst.,
1981; S. Eyice, 'Arkeoloji Müzesi ve Kurulu­ kendine özgü atmosferine katılır. yürütülmüştür.
şu". TCTA, VI; A. Pasinli, istanbul Archaeolo­ Arkeoloji Müzeleri binaları, dünyanın Eklenen iki yeni bölümle 192 m'lik
gical Museums, İst., 1989; ay, "13 Haziran en zengin Grek-Roma heykel ve lahit bir uzunluğa ulaşan müze binası, yak­
1991'de 100. kuruluş yılını kutlayran İstanbul k o l e k s i y o n l a r ı n d a n birine sahiptir. laşık 9.000 m2'lik bir alan kaplamaktay­
Arkeoloji Müzelerinin yeni acılan bölümleri". 50.000 civarında kayıtlı eser bulunmak­ dı. Eski Şark Eserleri ve Çini müzeleri­
Müze-Museum, S. 4, 1990-19*91. s. 68-72; A.
Pasinli-S. Balaban, Türk Çini ve Keramikleri. tadır. Ayrıca 800.000 parçanın bulundu­ nin katılımına karşın yeterli olmayan ve
Çinili Köşk, 1st., 1992; A. Pasinli, "Osman ğu bir sikke kabini ve 75.000 civarında özellikle modern müze işlevleri için ge­
Hamdi Bey'in Müzecilik Yönü ve İstanbul Ar­ çiviyazılı tabletten oluşan bir tablet arşi­ reken mekânlar açısından yeni bir ya­
keoloji Müzeleri", /. Osman Hamdi Bey vi ve 70.000 civarında nadir ve değerli pıya gerek duyulmuş ve müze. 1984'te
Kongresi Bildirileri, 1st., 1992, s. 147-152. kitaptan oluşan bir arkeoloji kitaplığı arka cephesine eklenen bir yapıyla ge­
ALPAY PASİNLİ vardır. Arkeoloji Müzeleri. 1993'teAvru- nişletilmiştir.
pa Konseyi ve UNESCO'nun "Avrupa A. Vallaury'nin tasarımı, son derece
ARKEOLOJİ MÜZELERİ BİNASI Müzesi" ödülünü almıştır. klasik bir plan şemasına ve neogrek
Sultanahmet'te, Topkapı Sarayı dış avlu­ Müzenin ilk bölümü. 61x13 m'lik bir vurgusu belirgin klasik bir konsepte
sunun kuzeyinde, Haliç girişine inen dikdörtgen olarak inşa edilmiştir. Önce oturmaktadır.
yamaçta ve üzerinde Çinili Köşk'ün(->) tek katlı olarak yapımına başlanan bina­ İlk yapı, bir giriş bölümü ile iki ana
de yer aldığı platodadır. Topkapı Sara­ ya daha yapımı sırasında bir kat daha salondan oluşmaktaydı. Giriş bölümün­
yı, Darphane ve Gülhane Parkı tarafın­ eklenmesi kararı verilmiş ve yapı bu­ de geniş merdivenlerle ulaşılan ve dört
dan çevrelenmiş olan alandaki müzele­ günkü boyut ve görünümü ile bitirile­ kolonla taşınan bir propile vardır. İki kat
re, Topkapı Sarayı-Gülhane Parkı bağ­ rek 13 Haziran 1891de açılmıştır. yüksekliğindeki kolonlar, yüksek bir en­
lantısını sağlayan bir iç yol üzerinden O. Hamdi Bey tarafından sürdürülen tablement ve akroterli bir fronton taşır­
ulaşılmaktadır. arkeolojik kazılarda çıkarılan yapıtların lar. Lotus yapraklı başlıklar ve akroterler
Müze binası, 1891-1907 arasında ve giderek artması karşısında mevcut müze dışında bezeme yoktur. Duvar yüzeyi,
üç aşamada olmak üzere dönemin ta­ yapısı yeterli olmamaya başlamış ve ye­ strüktürel eksenleri belirten ve antomi-
nınmış mimarı Alexandre Vallaury(->) ni bir ek bina yapılması kararlaştırılmış­ onla sonlanan pilastrlarla bölünmüş; ara­
tarafından tasarlanıp inşa edilmiştir. tır. Mevcut yapının kuzey tarafına ekle­ larına İyon düzeninde gömme kolonla­
Yapı, uzunlamasına ana ekseninde nen yeni dairenin yapımına 1 Eylül rın çerçevelediği pencereler yerleştiril­
kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda. 1898'de başlanmıştır. Tasarımı yine A. miştir. Bu pilastr+kolon modülü, yapının
Çinili Köşk'ün (ve Topkapı Sarayı'nm) Vallaury'ye ait olan ek binanın yapım tüm cephe düzeninde yinelenen birim
ana eksenlerine bağıntılı olarak yerleşti­ çalışmaları mimar ve ressam Philippe öğedir. Modülün iki kat olan yüksekliği,
rilmiştir. İkinci ve üçüncü etapta eklen­ Bello'nun katılımıyla yürütülmüş ve ye­ yapının tek kat gibi algılanmasına ve
miş kanatlarıyla Çinili Köşk u "U" biçi­ ni bölüm 7 Kasım 1903'te açılmıştır. cephenin bütüncül kavranışına yol aç­
minde kuşatır. Bu yerleştirimi ile bütün­ Yeni buluntular nedeniyle binanın maktadır. Birinci ve ikinci kat arasında
leşmiş bir müze mekânı oluşturur. Eski yine yetersiz kalması karşısında bir ek kat kornişi veya benzeri bir öğenin bu­
Sanayi-i Nefise Mektebi binasının Şark daha yapılması gerekmiş ve hemen er­ lunmaması, ayrıca pencerelerle birlikte
Eserleri Müzesi'ne dönüştürülmesi ve tesi yıl yeni bölümün yapımına girişil­ geriye çekilmiş olması bu bütüncül kav­
Çinili Köşk'ün de Çini Müzesi olarak miştin-. 1 Eylül 1904'te temeli atılan gü­ rayışı güçlendirmekte ve yapıya sade
yeniden düzenlenip açılmasıyla, üç bü­ ney kanadının yapımı Nisan 1907'de ta­ ama anıtsal bir görünüm vermektedir.
311 ARKEOLOJİ MÜZELERİ

Çinili Köşk ile aynı eksen üzerinde uyumla eklenmiştir. Bir ikincil giriş bö­ rik olarak inşa edilmişlerdir. Bunun so­
olan propileden sonra girilen holde, tek lümü ve iki yanında büyük salonlar nucunda müzenin iki propilesi olmuş;
kollu bir merdiven üst kata ulaştırmakta­ olarak düzenlenmiştir. Dışarıdan oldu­ güney kanat, Sanayi-i Nefise Mektebi
dır. Bu holün iki yanında "Lahitler Salo­ ğu kadar içeriden de ilk bölümün öğe­ binası ile bütünleşebilen bir pozisyon
nu" olarak tanınmış olan büyük ve yük­ lerini, mimari konseptini ve biçimlerini kazanmıştır; veya mektep-müze komp­
sek salonlarda, İskender Lahti olarak sürdürmektedir. leksinin avlusuna bağlanabilmiştir.
anılan (ve kime ait olduğu kesin olarak Bu bölümde müzenin en ilgi çekici Kuzey ve güney kanatlarındaki bö­
bilinmeyen) lahit başta olmak üzere Say- mimari özelliğe sahip köşelerinden biri lümler daha geniş olarak planlanmış ve
da kazısında bulunmuş olan 20 civarında olan kitaplık bulunmaktadır. Kitaplık, iki ayak sırası tarafından üç nefe ayrıl­
lahit sergilenmektedir. Bu yapıtlar müze­ çift kollu bir merdivenle çıkılan ikinci mıştır. Kuzey kanatta alternatif dizili iki­
nin tasarımından önce bulunmuşlar ve kattadır. Merdiven anıtsal bir düzenle­ si büyük, ikisi küçük dört salon vardır
İstanbul'a getirilmişlerdi. Bu bakımdan me gösterir: Bir çift kükreyen arslan ve bu bölüm güney kanada göre daha
salonların boyutlandırılmasını ve hattâ heykelinin (Bukaleon arslanlan, MS 6. uzundur. Güney kanatta eşit büyüklük­
mimari konsepti etkilemiş olması doğal­ yy) iki başa yerleştirildiği merdivenin te dört salon vardır.
dı. "Ağlayan Kadınlar Lahti'min mimari sahanlığında da tam ortaya bir Medusa Tümü kagir malzeme ile, taşla kaplı
konsepti etkilemiş olduğu pek çok yazar figürü konmuştur. tuğla duvarlarla ve çelik putrelli döşe­
tarafından öne sürülmüştür. Bu lahtin Kitaplık, tamamen kagir olan yapının me ile inşa edilen yapı, kiremit kaplı
mimari düşünceyi öne çıkaran kompo­ içinde ahşap iç merdivenleri ve asma kırma bir çatı ile örtülüdür. Müzenin
zisyonu, İyon düzenli kolonları, fronto- kadarıyla hem malzeme açısından çok tüm sergi salonları kaset tavan düzenin-
nu vb klasik mimari öğeleri gerçekten farklı bir noktadır, hem de diğer salon­ dedir. Bunlar en çok geometrik desen­
esin kaynağı olabilecek güçtedir. Yine ların anıtsal ölçülerinin dışında kalan lerin ve meandr çeşitlemelerinin yer al­
de A. Vallaury'nin yapıtın bu ilginç bi­ oranlarla düzenlenmiş görünmektedir. dığı dekoratif öğelerle bezenmişlerdir.
çim öğelerinden çok, çağrıştırdığı klasi- Sergileme ve okuma/araştırma arasında­ Son yıllarda yapılan doğudaki ek bi­
sist idealle ilgilendiği söylenebilir. Müze­ ki işlev farkını vurgulayan bir düzenle­ na, Arkeoloji Müzesi'ne ikinci katta bağ­
nin yalın ama güçlü anlatımı klasik ide­ me ve öne çıkan bir torna işçiliği vardır. lanmaktadır.
ale denk düşmüş görünmektedir. Belki de Ph. Bello'nun katkısını düşün­ Bibi. İSTA, II, 1025-1033; M. Cezar, Sanatta
İçeride, giriş katı, lahitlerin sergilenip düren bir medievalist yaklaşıma işaret Batıya Açılış ve Osman Hamdi, 1st., 1971, s.
kavranabileceği yüksekliktedir. Mimar, etmektedir. 165-214; M. Akpolat, Fransız Kökenli levan-
mekânlar arasında açık geçişler sağla­ Güney kanadının, başlangıçta tıpkı ten Mimar Alexandre Vallaıııy, (basılmamış
yan kapı boşluklarını bu yüksekliğe doktora tezi, Hacettepe Üniversitesi), Anka­
kuzey kanadı gibi tek bir dikdörtgen ra. 1991. s. 122-124.
uyarlamak üzere kiriş/lentolarının üzeri­ kitle olarak eklenmesi düşünülmüş ol­
AFİFE BATUR
ni açmış ve İyonik düzenli dekoratif malıdır. Bu kanadın yapımında A. Valla-
öğeler taşıyan dörder mini kolon yerleş­ ury ile birlikte çalışan Mimar H. Ed-
tirmiş ve mekânlar arası sürekliliği sağ­
ARKEOLOJİ MÜZELERİ
hem'in imzasını taşıyan bir proje, bu ta­
layan ilginç bir çözüm bulmuştur. sarıyı biçimlendirmektedir. Ancak son­ KÜTÜPHANESİ
İkinci katın yüksekliği daha azdır ve radan ek bölümün daha geniş tutulması Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü birimi
bu katta mekânlar arası açık geçiş yeri­ düşünülüp gerçekleştirilmiştir. Bunun olan kütüphane. Kütüphanenin resmen
ne salonlar ayrı ayrı tutulmuşlardır. için de o zamana dek inşa edilmiş olan kuruluşu, Arkeoloji Müzesinin II. Daire-
Müzenin ikinci aşamada yapılan bö­ bölümler, birinci ve ikinci etap binaları, si'nin 1903'te açılışına rastlar. Bazı kay­
lümü ilk bölüme büyük bir dikkat ve üçüncü etapta birlikte, aynen ve simet­ naklarda bu tarih 1902'dir. Ancak Maarif
ARKEOLOJİ MÜZELERİ YILLIĞI 312

Arkeoloji Müzeleri Kütüphanesinin okuma salonu (solda) ile


giriş mekânından bir görünüm (üstte).
Fotoğraflar Bünyad Dinç

Nezareti'nin kütüphaneye ilk olarak (Reşad) Koleksiyonu'ndaki 52 adet be­ hacmi gittikçe büyüyerek çıkmaya de­
1893'te memur atamış olması, oluşumu­ şik devri (1500 tarihine kadar basılmış vam etti. Bu arada, içindeki makaleler
nun 1902/1903'ten çok daha önce baş­ kitaplar) kitap, resimli yazmalar, uzman­ müzeyle ilgili konularda olmak üzere
ladığını göstermektedir. Kütüphane I I . lık süreli yayınları ayrıca yayımlanmıştır. küçük araştırmalar halinde yayımlandı­
D a i r e ' n i n üst katında, yaklaşık 500 Kurumun kültürel etkinliklerinin de ğından, yıllığa bir arkeoloji dergisi hüvi­
m2'lik alanda yer alır. İlk kütüphanecile­ yer aldığı. 15 kişilik okuma masası bu­ yeti verdi. 316 sahifelik kalın bir cilt teş­
ri müzeciliği ve devrin uluslararası kitap lunan kütüphanede, yer sıkıntısı nede­ kil eden 15-16. sayı (1969), yıllığın son
kataloglama kurallarını bilen değerli niyle uzun yıllardır sağlıklı yerleştirme gelişme aşamasını gösterir. Yıllık uzun
şarkiyatçılardı. Bugünkü dermenin bü­ yapılamamaktadır. Kütüphaneden resmi yıllardır çıkmamaktadır.
yük kısmı Osman Hamdi Bey'in titiz tu­ işgünlerinde kurum izniyle yararlanıl­ SEMAVİ EYİCE
tumuyla satın alma, bağış ve değişim maktadır.
yoluyla oluşmuştur. Kuruluşundan son­ ARMAN, CİHAT
Bibi. Collection des Guides-Joanne (De Paris
raki elli yıl içinde gittikçe artan değerli a Constantinople). Paris. 1902: Halil Edhem. C1918. İstanbul) Futbolcu. Futbola İs­
yazma eserleri, oldukça kabarık sayıda "Das Osmanische Antikenmuseum in Kons- tanbul'da başladı. Daha sonra babası­
Arap harfli ve yabancı dillerde çeşitli tantinopel", Hilprecht Anniversary, Leipzig.
1909; O. N. Ergin. Muallim Cevdet'in Haya­ nın görevi nedeniyle gittikleri Anka­
konulardaki dermesiyle, uzmanlık kü­
tı, Eserleri ve Kütüphanesi. 1st., 193"; H. Kı- ra'da lise öğrencisiyken Gençlerbirliği
tüphanesi sınırlarını aşmıştır. Dermesi­
vırcık-N. Vatin. "La Bibliothèque des Musées Spor Kulübü'ne girdi. 1 9 3 3 ' t e genç ta­
nin bu özelliğinden ötürü sürekli baş­
A r c h é o l o g i q u e s d'İstanbul". Turcica. 2. kım kadrosuna alındı. İki maç oynadık­
vuru alan kütüphane, az sayıda perso­ 1984; Salname-Maarif, III, 1318; V. Tura, tan sonra birinci takım kalesi kendisine
nelle hizmet vermeye çalışmıştır. Kü­ "Müze Kütüphanesine Vakfedilen Kitaplar teslim edildi. Çıkardığı güzel oyunlar
tüphanecilik mesleğinden ilk atama ve Vakıfları". Türk Tarih. Arkeologya ve Et­
nografya Dergisi. V, Ankara, (1949): P. D. sonucu Güneş Spor Kulübü yöneticileri
1972, ikincisi de 1993'te yapılmıştır.
Voûte-S. B. Baykan. Catalogue des Périod­ tarafından İstanbul'a getirildi. Öğrenim
Bugün yaklaşık 80.000 dermesi için­ iques Concernant l'Histoire. 1 Archéologie. hayatını Boğaziçi Lisesi'nde sürdürdü.
de bağışlar önemli bir yer tutmaktadır. l'Histoire d'Art et la Philologie dans les Bibli­ Bu arada Güneş takımının kalesinde
Çoğunluğu veya tamamı izlenmiş yakla­ othèques d'Istanbul et d'Ankara, 1st., 1980 parladı. 1936'da İstanbul'da oynanan
(teksir).
şık 700 başlıklı süreli yayından halen Türkiye-Yugoslavya milli maçında, he­
1/10 kadarı izlenmektedir. Derleme Ka­ HAVYA KOÇ nüz 18 yaşındayken milli takım kalesini
nununun 11. maddesince alınması ge­ korudu. 1 9 3 9 ' d a G ü n e ş Spor Kulü-
reken meslek dermesi bugün alınma­ ARKEOLOJİ MÜZELERİ YILLIĞI bü'nün kapanmasıyla F e n e r b a h ç e ' y e
maktadır. İstanbul Âsâr-ı Atika Müzeleri (sonra geçti. On iki yıl aralıksız olarak Fener­
Kütüphaneye uzmanlık dalı dışında­ Arkeoloji Müzeleri) Müdürlüğü bütün bahçe'nin değişmez kalecisi oldu. Milli
ki çeşitli konularda yapılan bağışların dünya müzelerinde usulden olduğu gi­ maçlardan uzak g e ç e n on bir yıllık
en önemlileri, başta 5.000 ciltle Ahmed bi, yeni giren eserleri ilim âlemine ta­ (1937-1948) dönemden sonra 1948'de
Cevad Paşa Koleksiyonu olmak üzere nıtmak gayesiyle Türkçe ve bir yabancı yeniden milli takımın kalesini korudu.
Mehmed Şakir Paşa, V. Mehmed (Re­ dilde olmak üzere bir yıllık yayımına "Uçan Kaleci" lakabıyla ün kazandı. Fe­
şad), Diyarbekirli Said Paşa, Recaizade 1934'te başladı. 74 sahifelik bu ilk yıl­ nerbahçe birinci takımında 308 maç oy­
Ekrem, Hattat Mektebi, Murtaza Hoca- lıkta, müzenin kadrosu, yeni g e l e n nadı, uzun yıllar kaptanlık yaptı. 13 kez
zade Hatice Hanım, Zeki Megamiz, eserler ve yayınlar tanıtılmış, metin de milli takımda yer aldı, bunlardan
Kamran Büyükkayra ve H. Turhan Dağ- Türkçe ve Fransızca olarak yayımlan­ 9'unda milli takımlarında kaptanlık
lıoğlu toplu bağışlarıdır. Bugün de bu mıştı. İkinci sayı ancak 1937'de basıldı. yaptı.
yolla beslenen kütüphaneye uzmanlık Uzunca bir aradan sonra üçüncü sayı Cihat Arman futbolu bıraktıktan son­
dallarında sürekli ve en büyük bağışlar, 1949'da yayımlanmış, fakat bu defa ya­ ra antrenörlük hayatına başladı. Beşik­
İstanbul Arkeoloji Müzelerini Sevenler bancı diİ metin İngilizceye dönüşmüş­ taş, Kasımpaşa, Beyoğluspor, İstanbuls-
Derneği'nce yapılmaktadır. tür. Yıllık bundan sonra oldukça inti­ por ve Yeşildirek takımlarını çalıştırdığı
zamlı biçimde yayımlandı. gibi G e n ç ve A milli t a k ı m l a r ı n d a
Alfabetik (yazar, kitap, bazen seçil­
miş başlık adına göre) ve özel konu fiş Dördüncü sayı 1950'de basıldığında, antrenörlük yaptı. Aktif spor yaşamı sü­
katalogları vardır. Süreli yayınlardan uz­ içinde müzeye giren eserlere dair kısa rerken Özfenerbahçe dergisini çıkar­
manlık dalıyla ilgili gerekli yazılar da makalelere de yer verildiği görülür. Be­ makla (1948) başlayan spor yazarlığı da
kataloga alınmaktadır. Ahmed Cevad şinci sayıdan (1952) itibaren, bu maka­ çeşitli gazetelerdeki yazı ve yorumlarıy­
Paşa, V. Mehmed (Reşad) koleksiyonla­ leler daha dolgun bir biçim almıştır. Yıl­ la devam etti.
rının basılı katalogu vardır: V. Mehmed lık, intizamlı sayılabilecek aralıklarla ve CEM ATABEYOĞLU
313 ARNAVUTKÖY

ARNAUDİN olmasına karşın Arnaudin ciddi bir verse olduğu için "yuvarlak" ya da "gü-
(20. yy) Fransız mühendis. Yüzyıl ba­ kentsel büyüme önerisi ortaya koymuş verseli köstek"; Giritlilerce de benim­
şında bir Boğaziçi demiryolu geçişi pro­ ve bunu ulaşımla bütünleştirerek çöz­ senmesinden dolayı "Girit kösteği" de
jesine bağlı olarak, istanbul için, ger­ meye çalışmıştır. Bugünkü II. Çevre Yo­ denilir.
çekleşmeyen ilginç bir metropoliten ge­ lunun bile dışında kalan demiryolu rin­ Bu zincirler Kapalıçarşı civarındaki
lişme şeması önermiştir. gi, o zamana göre geniş bir metropoli­ bütün hanlarda yapılırdı. Köstekli cep
ten sınır tamamlamakta ve gelecekteki saatlerinin modası geçip de yerini kol
Arnaudin'in planı, salt İstanbul'un
gelişmelerin bu sınırlar içinde olacağını saatleri alınca bu sanat 1970'li yılların
bütünü için geliştirilmiş bir plan olma­
ya da olması gerektiğini öngörmektedir. sonuna kadar zincir kolye yapımında
yıp, Boğaziçi geçişi için önerilen bir de­
G e r ç e k l e ş m e y e n bu ö n e r i d e Arna­ azalarak sürmüştür. Son ustası ise Çuha­
miryolu köprüsü çerçevesinde düşünül­
udin'in, yağ lekesi şeklindeki öngörü­ cı Hanı'nda İsmet Esen'dir. Bugün ise
müş bir çalışmadır.
süyle İstanbul için oldukça gerçekçi ve kaba turistik bir işçilikle bazı kişilerce
Mart 1900'de, Compagie Internati­
olabilir bir gelişme tahmininde bulun­ vapılmaktadır.
onale de Chemin de Fer. de Bosphore
muş olduğunu söylemek mümkündür. MEHMET ZEKİ KUŞOĞLU
şirketi adına Arnaudin iki köprüyle Bo­
ğaziçi'ni geçen bir çevre yolu önerir. Bibi. Z. Çelik, The Remaking of Istanbul,
Projeyi, getirdiği önerilerle metropoliten Portrait of an Ottoman City in Nineteenth ARNAVUTKÖY
Century. University of Washington Press,
bir ulaşım projesi olarak değerlendir­ 1986. Boğaziçi'nde. Kuruçeşme ile Akıntıbur-
mek mümkündür. Projede önerilen ilk M. RIFAT AKBULUT nu arasındaki sahilde ve bu sahile açı­
köprü Üsküdar-Sarayburnu, ikincisi ise. lan vadi boyunca, yamaçlarda kurulu,
Kandilli-Rumelihisarı arasında olacaktır. halen Beşiktaş İlçesi'ne bağlı semt. İlk­
ARNAVUT ZİNCİRİ
Böylece İstanbul çevresinde Boğaziçi'ni çağda adı Hestai idi. Bizans döneminde
iki noktadan geçen bir ring oluşturula­ Haddeden geçirilmiş ince altın ya da Promotu ve Anaplus olarak da bilinirdi.
cak ve köprüler aynı zamanda Anadolu gümüş tellerin çift katlanarak at nalı bi­ Boğaziçi'ndeki önemli ibadet yerlerin­
ve Rumeli demiryollarını da birbirine çiminde birbirini kavrayacak biçimde den biri olan Ayios Mihael Kilisesi bura­
bağlayacaktır. karşılıklı getirilip, biri diğerinin halka daydı. Konstantinos tarafından yaptırıl­
boşluğundan geçirilerek yapılan bir zin­ dığı söylenen bu kilisede Başmelek Mi-
Arnaudin'in köprüleri iddialı ve gös­
cir çeşididir. Örgü, istenilen uzunlukta hael'in mozaik bir ikonası saklanıyordu.
terişlidir. Üsküdar-Sarayburnu arasında­
yapıldıktan sonra halka boşluklarına Büyüklü küçüklü çok sayıda kilise ve
ki köprü her iki sahilden 130'ar m
"güverse" denilen kürecikler kaynatılır ayazmanın yapılmasından sonra ve bü­
uzaklıkta birer çift, ortada da bir çift ol­
ve zincir böylece tamamlanmış olur. yük olasılıkla Ayios Mihael Kilisesi'nin
mak üzere altı ayağı olan bir asma köp­
rüdür. Ayaklar köprü zemininden itiba­ Arnavut zinciri saat kösteği olarak varlığı yüzünden, bölgeye Melekler Kö­
ren 16 m yüksekliğinde minarelerle süs­ Batı'dan gelmiştir. İlk Batılılaşma hare­ yü dendiği anlaşılmaktadır. Kaynaklarda
lenmişlerdir. ketleriyle birlikte saat, köstek, yelek ve adı geçen Mihaleion bölgesinin, Kara­
Kandilli-Rumelihisarı arasındaki di­ Avrupai giyim kuşam Osmanlı aydınları deniz'den Marmara'ya Boğaz akıntısının
ğer kopili de üç çift ayaklıdır. Hamicliye arasında yayılınca Fransa'dan ithal edi­ en kuvvetli olduğu bugünkü Arnavut-
Köprüsü adı verilen bu köprüde, ayak­ len bu köstek zinciri sonraları İstan­ köy ile Akıntıburnu arasında bulunduğu
lar ilkinden farklı olarak, köşelerinde bul'da da yapılmaya başlanmıştır. sanılmaktadır.
dört minarenin yer aldığı Kahire Mem­ Adına "saray kösteği" denilen İstan­ Köyün Arnavutköy adını hangi ne­
luk mimarisi üslubunda, cami şeklinde bul işi yassı zincir ile milli bir karakter denle ve ne zaman aldığı kesinlikle bi­
tasarlanmıştır. Arnaudin, köprü ayaklan kazanan bu zincir, çeşitli adlar alarak linmemektedir. Bir rivayete göre, II.
için proje raporunda, "Müslümanlar'ın halk arasında da benimsenmiştir. Ço­ Mehmed'in (Fatih) Arnavutluk'a ege­
Halifesi Sultanin dinî ve politik gücünü ğunlukla köstek olarak kullanılan bu men olmasından sonra yöreden getiri­
sembolize etmekde, taçlandırmaktadır" zincire, Arnavut asıllı Osmanlı tebaasın- len Arnavutlar bu semte yerleştirilmiştir.
ifadesine yer verir. ca çok kullanıldığı için "Arnavut köste­ Bir Arnavut cemaatinin, o zamanlar ba­
Önerdiği proje pahalı ve gösterişli ği"; yuvarlak oluşu ve boşluklarında gü­ kımsız, harap ve yarı metruk olan bu
sahile yerleştirilmesinin tarihi olarak
1468 verilmektedir. 1540'larda İstan­
bul'a gelmiş olan Petrus Gyllius, bu ci­
varın üzüm bağlarıyla kaplı olduğunu
yazarken bölgenin adını Arnavutköy
olarak anmaz. Buna karşılık 1568'de
bostancıbaşma gönderilmiş bir ferman­
da, "Bostancıbaşıya hüküm ki, Arna-
\T.ıdköy bağları hassa-i hümâyunum için
koru iken bazı kimseler anda şikâr et­
tikleri işitilmiştir..." denmekte ve halkın
buralarda avlanmasının yasaklanması is­
tenmektedir. Bu fermandan anlaşıldığı­
na göre 1568'de bölgenin adı artık Ar­
navutköy'dür. 1715'te ölmüş olan şair
Fennî, Boğaziçi köyleri üzerine yazdığı
Sahilnamdde, eskiden hamam tellakla­
rının ekseriya Arnavut olduğunu hatırla­
tarak, burası için Takılub ardına âl ile
rakib-i nâpâk / Arnavııd kaıyesine git­
miş o şûb-i dellâk beytini söylemiştir.

Arnavutköy'ün daha 16. yy'da İstan­


bul'un en ünlü mesire yerlerinden oldu­
ğu; bağları bahçeleri bulunduğu; tepe­
Arnaudin'in Kandilli-Rumelihisarı arasında yapılmasını önerdiği köprü. lerdeki koruların sultanın hasları oldu­
Z. Çelik, The Remaking of Istanbul. Portrait of an Ottoman City in the nineteenth Century. Washington, 1986
ğu; nüfusunun 19. yy in ortalarına kadar
Rum ve Musevilerden meydana geldiği: Todoraki zimminin yalısı, yanında Ando- şöyle sıralanmaktadır: Beyhan Sultanın
uzun süreler bakımlı, güzel, canlı bir naki'nin yalısı, yanında Yorgaki'nin. ya­ mâ-ı Leziz çeşmesi ile sahilsarayı. Halil
Rum köyü olarak kaldığı bilinmektedir. nında Kostantaki'nin" diye giden liste­ Paşazade Nuri Paşa'nın yalısı, Arif Molla
Evliya Çelebi 17. yy ortalarında bura­ den de anlaşıldığına göre, sahil boyu o Yalısı, Biniş-i Hümâyun'a mahsus Meh-
da, köyün sahile yakın bölgesinde 1.000 dönemlerde istanbul'un varlıklı ve nü­ med Paşa Kasrı, Hekimbaşı Necip Efen­
kadar bağlı bahçeli mamur Rum ve Mu­ fuzlu Rumlarının, özellikle de Bizans ai­ di. Haznedarbaşı Şâkir Ağa, Sadrazam
sevi hanesi olduğunu: cami. mescit, ima­ lelerinin devamı olan ve Osmanlı Devle- Selim Paşa, Dürrizade Abdullah Molla vb
ret bulunmadığını, sadece küçük bir ha­ ti'nde yüzyıllar boyunca tercümanlıkla yalıları. Aynı dönemde, II. Mahmud tara­
mama rastlandığını; "Ekmeğinin ve pek- görevlendirilmiş Fenerli Rum beylerinin, fından Arnavutköy'e 1832'de bir cami,
simedinin beyaz, Yahudilerinin sahib-i voyvodalarının yalılarıyla kaplıdır. Sırala­ bir karakol ve kışla y-apttrılmıştır.
zevk ve ehl-i saz, Rum Hıristiyanlarının nan yalılar arasmda sadece birinin "Sul­ Arnavutköy'de, 18. ve 19. yy'larda çı­
kavmi-i lâz, cemaati müslimin gayet az" tan Hanimin yalısı" olarak geçmesi ilgi kan büyük yangınlarda, yukarıda bazı­
olduğunu yazar. İnciciyan, 18. yy'da köy çekicidir. 1821'de Mora'da patlak veren ları sıralanan yalılar, yamaçlardaki ve
halkının tümüyle Rum olduğunu kayde­ ve Orta Yunanistan'la Girit'e sıçrayan vadideki köşkler hemen hemen tümüy­
der. 1768'de tamamlanan Hadikatü l-Ce- ayaklanmadan sonra, Rum aristokrasisi­ le yanmış; sahilhaneler ve sahilsaraylar-
vami, Arnavutköy'den söz ederken "Ka- nin yalıları, konakları müsadere edilerek la birlikte, köy içlerindeki mahalleler de
riye-i mezburede cami ve mescid olma­ Musevilere satılmıştır. 18. yy sonları 19. kül olmuştur. Örneğin 1797'deki yan­
dığından Bebeğe geçilmiştir" der. III. Se- yy başlarından itibaren, hanedanın sul­ gında Akmtıburnu'ndaki Hasan Halife
lim'in tahta çıktığı ilk yıllardaki (1790'lar) tan kızı veya kardeşi gibi iktidar sahibi Bahçesi'yle birlikte yakınındaki bir yalı
bir bostancıbaşı defterinde Kuruçeş­ kadın üyelerinin de. öteden beri kendi­ (muhtemelen III. Mustafa'nın kızı Bey­
me'den Akmtıburnu'na doğru binalar sa­ lerine ayrılmış olan Ortaköy-Kuruçeşnıe han Sultanın 19- yy başında inşa ettirdi­
yılırken "Tarandabol tercümanı Yenaki sahilinin kalabalıklaşması üzerine Arna- ği Beyhan Sultan Sahilsarayı(->), daha
zimminin yalısı, yanında Eflâk Voyvoda­ vutköy-Akmtıburnu arasında ve Akıntı- sonraki adıyla Said Paşa Yalısı), onun
sı Mihalâki Bey'in, yanında Sakızlı Dimit- burnu'ndan Bebek'e doğru sahilsaraylar üstündeki setlerde bulunan Sadrazam
ri, yanında Hanım Sultanın yalısı, altı inşa ettirmeye başladıkları anlaşılmakta­ izzet Paşa'nın yaptırdığı Biniş Köşkü
göz kayıkhanesi, altı adet dükkânları, dır. 1808'de tahta çıkan II. Mahmud dö­ (Vezir Köşkü, Boyalı Köşk), sadrazamın
yanında Arnavutköy iskelesi, yanında nemindeki bir bostancıbaşı defterinde, kendi yalısı ve Mektupçu ibrahim Efen­
Tabip Nikola zimminin yalısı, yanında Arnavutköy sahilindeki yalılar bu defa di yalısı da yanmıştır. 1883'te iskele ba-
315 ARNAVUTKÖY

Yüzyılın
başlarında
Arnavutköy.
Nazım Timıtroğlu
fotoğraf arşivi

şmda 18 evin, 1 8 8 7 ' d e 264 evin, lence hayatı yüzünden Küçük Beyoğlu gındı. Bu kabuklu deniz hayvanlarının
1908'de 109 evin yandığı kaydolunmuş; da denirdi. rıhtımda bıraktıkları izlerin 18. yy'da hâ­
1887 yangınından sonra Yahudilerin Arnavutköy'ü semt olarak kuzeyde lâ belirgin olduğu yolundaki iddia bu
büyük kısmı köyü terk etmiş, onların sınırlayan Akmtıburnu, İstanbul Boğa- söylencenin bir parçası olmuştu.
yerine Müslümanlar yerleşmeye başla­ zı'nda akıntının en şiddetli olduğu yer­ Ayazmalar, bağlar, bahçeler, koruluk­
mıştır. I. Dünya Savaşı arifesinde di. Eskiden kötü havalarda çok tehlikeli lar arasındaki köşkleri, sahil boyunca di­
1912'de Şirket-i Hayriye'nin yayımladığı sayılan bu sahilde, kayıklar kimi zaman zilen sahilhaneleri, sahilsarayları, yalıları
Boğaziçi Salnamesi'nde Arnavutköy'de yedekçiler tarafından halatla sahilden ile bilinen Arnavutköy'ün çehresi günü­
493 Müslüman, 5.973 Rum, 342 Ermeni, çekilir, kimi zaman da yolcular burada müzde tümüyle değişmiş bulunuyor. Or-
32 Musevi ve 642 ecnebinin yaşadığı kayıklardan inerek yollarına karadan taköy'den Arnavutköy'e uzanan yol dar
kaydolunmakta, günlük vapur yolcusu devam ederlerdi. Hattâ 16. yy'da akıntı­ olduğu ve ihtiyaca cevap veremez hale
sayısı 1.550 olarak hesaplanmaktadır. ya karşı yüzemeyen çağanoz sunilerinin geldiği için, önce deniz tarafındaki bina­
Arnavutköy öteden beri canlı bir ti­ de burada karaya çıktıkları, akıntının ların büyük bölümü yıkıldı ve tramvayın
caret hayatına sahip görünmektedir. Ye- sonuna kadar yürüdükleri, sonra yeni­ geçtiği yol sahil y^olu haline getirildi. Bu
niköy'den sonra Boğaz'ın denizciler için den denize döndükleri söylencesi yay­ sırada ahşap binaların yıktırılarak yerleri-
peksimet üreten ikinci köyüydü. Bura­
da II. Mahmud döneminde bostancıbaşı
defterine de geçmiş bir beylik peksimet
fırını bulunmaktaydı. Daha Evliya Çele­
bi zamanında çok sayıda dükkân oldu­
ğu, bağlarının bahçelerinin Kanuni dö­
neminden itibaren büyük ün kazandığı,
burada büyük panayırlar kurulduğu bi­
linmektedir. Kaynaklarda panayır gele­
neğinin eskilere gittiği, 18. yy'da "pana­
yır akçesi" alınmaya başlandığı, pana­
yırların 1940'-lara kadar sürdüğü nakle­
dilmekte; aynı zamanda Arnavutköy'ün
öteden beri bir eğlence ve zevk merke­
zi olduğu vurgulanmaktadır. Akintıbur-
nu'nun. yazın en sıcak günlerinde bile
tatlı esintili havası, köyün sırtlarındaki
bağlar ve bahçeler, buraya mesire yeri
olarak her dönem ün kazandırırken, ga­
zinoları, sandal sefaları özellikle panayır
döneminde çalgılı, kasap havalı, sazlı,
sözlü âlemleri de meşhurdu. Ortodoks
kilisesinde İsa'nın vaftizine remiz olarak
haçın suya atılması yortusu. Arnavut-
köy'de 20. yy'ın başına kadar gelenek­
sel biçimde kutlanmaya devam etmiş,
denize haç atma törenini izleyen çalgılı,
içkili gazino âlemleri rağbet bulmuştu. Arnavutköy'den geçmişi günümüze getiren bir ev (solda) ve bir sokak (sağda).
O zamanlar Arnavutköy'e bu canlı eğ­ Ahmet Hızarcı (sol). Erdal Yazıcı (sağ)
ARNAVUTKÖY AMERİKAN KIZ 316

Kıyıdan
"kazıklı yol"
geçirildikten
sonra
Arnavutköy.
Tuğrul Acar.
1992

ne beton binalar yapılmasına da başlan­ ları arttı. Halen semt, ç o k sayıda lüks res­ ARNAVUTKÖY AMERİKAN KIZ
dı. Bir dönem yangınlar, daha yakın dö­ toran, gazino, g e c e kulübü, bar ve mo­ KOLEJİ
nemde yapılaşma ve betonlaşma semtin dern kahvelerle Boğaz'm canlı bir yaşam
görünümünü hızla değiştirdi. 1960'lardan 1871-1971 arasında Gedikpaşa, Üsküdar
ve eğlence merkezi görünümündedir.
sonra sahil yoluna ve vadi boyuna apat- ve Arnavutköy'de faaliyet g ö s t e r e n
Bibi. S. Eyice, Boğaziçi, s. 25-28: R. E. Kocu,
manlar dikilmeye başlandı. 1980 sonra­ Amerikan eğitim kurumu.
"Arnavutköy", İSTA, II., s. 1039-1041; Evliya,
sında, sahil yolunun genişletilmesi sıra­ Seyahatname, ty. s. 314: Boğaziçi; Kömürci- Robert Kolej'in(->) kurucusu Cyrus
sında halen var olan yalıların önünden, yan. İstanbul Tarihi, s. 41, 219. 259: Incici- Hamlin 1867'de kız öğrenciler için de
van. İstanbul, s. 115-116; "Amavutköv". İK- bir okul açılması gereğini duydu. Chris­
denizin içinden "kazıklı yol" geçirildi. Ya­
SA. II. s. 782. 783. topher Robert öneriyi Congregational
pılaşma daha hızlandı, arsa ve bina fiyat­
TULAY ARTAN Kilisesi Kadın Misyon Heyeti'ne (Wo-
man's Board of Missions) götürdü. Ka­
dın Misyon Heyeti ve Bostonlu bir grup
A R N A V U JC Ö Y Ç İ L E Ğ İ eğitimci kadın bir araya gelerek 3.000
dolar topladılar ve okulu kurarak başı­
Arnavutköy'ün bağları, b a h ç e l e r i 16. yy'dan beri ünlüydü. Bu bölgede na Julia Rappleye'i getirdiler.
bağcılığın tarihinin daha eskilere, Bizans dönemine gittiği bilinir. Ancak, köyün
1871'de Abdülaziz'in iradesiyle Ge-
kendi adını taşıyan çileğinin tarihi sanılabileceği kadar eski değildir. İlk çilek
dikpaşa'da kiralık bir konakta açılan
fidesinin, 19. yy'ın h e m e n başında İpsilanti ailesi tarafından getirildiği,
okulun İngilizce ilk adı Home School
Arnavutköy sırtlarına dikildiği, bir süre sonra da bağların önemli bölümünün,
for Girls at Constantinople idi. İlk yıl 6
yerini çilek tarlalarına bıraktığı bilinmektedir.
yaşında 3 öğrencisi vardı. 1873'te ana­
Arnavutköy'de aslında iki ayrı cins çilek yetişirdi. Küçük, açık pembe renkli, okulu düzeyinde öğrenci sayısı 40 oldu.
kokulu olanı, osmanlıçileği de denen, sevilip aranan bir türdü. Bu nadide cins, Bu arada 50.000 dolar bağış toplandı ve
önceleri sadece Arnavutköy sırtlarındaki tarlalarda bulunurken, daha sonra Anadolu yakasında, Üsküdar Selam-
İstanbul'un Yeniköy, Tarabya, İstinye sırtlarında ve Kadıköy tarafında Pendik sız'da, Pişmişoğlu'na ait arazi satın alın­
civarında da yetiştirilmeye başlandı. Ancak adı nereden gelirse gelsin, belli bir dı. Bu arazi üzerinde yapımına başla­
türe bağlı olarak Arnavutköy çileği kaldı. 'Arnavutköy'de sırtlardaki tarlalarda nan ve sonraları Bowker Hail diye bili­
osmanlıçileğinden başka daha koyu renkli ve biraz daha büyük frenkçileği de nen bina bitinceye kadar inşaata yakın
dikilirdi. İlk mahsul, genellikle mayıs ayında alınır; çilek meraklıları tarlalara bir konak kiralandı ve eğitime Anadolu
küçük sepetlerle kendileri toplamaya ve hemen orada taze taze yemeye gelir­ yakasında devam edildi. Bina inşaatı
lerdi. Çevreye kol atan çilek fideleri, küçük beyaz çiçekleri ve koyu yeşil 1875'te tamamlandı ve okul burada Üs­
yapraklarıyla bahar aylarında çok güzel görünür, çilek tarlalarının bulunduğu küdar Kız Rüştiyesi olarak öğrenime
sırtlardan çevreye çilek kokusu yayılırdı. başladı.
Arnavutköy sırtlarındaki çilek tarlaları. 1960'lara kadar korundu. 1960'lardan
Julia Rappleye'in 1875'te istifası üze­
sonra, önce osmanlıçileği daha sonra frenkçileği hem Arnavutköy'de, hem de
rine Clara Catherine-Pond Williams gö­
bu çileğin yetiştirildiği diğer bölgelerde azalmaya başladı. Günümüzde ise,
revi devraldı. Bu arada William Chapin,
küçük özel bahçeler haricinde, bütünüyle yok oldu; sadece adı ve bilenlerin
20.000 dolara Barton Hail adı verilen
damağındaki ince, hoş lezzeti kaldı.
ikinci binayı yaptırdı. Okul 1890'da Mas­
İSTANBUL
sachusetts Eyaleti yasalarına göre kolej
olarak örgütlendi. Kolejin İngilizce iki
317 ARNAVUTKÖY AMERİKAN KIZ

adı vardı: American College for Girls ve Hail, dört katlı Sarah Lindley Mitchel Tıp okulu b i n a s ı n ı n inşaatına
Constantinople Woman's College. Hail, dört katlı Henry Woods Hall, dört 1922'de William Bingham'm bağışladığı
Kız kolejine Yunanistan, Arnavutluk, katlı Russel Sage Hall adlı dört binaya 100.000 dolarla başlandı. 1923'te ta­
Dicle-Fırat yöresi, Mısır, Suriye, Rusya, taşındı. 1922'de William Bingham tara­ mamlanan binaya Bingham Hail adı ve­
Romanya ve Bulgaristan gibi geniş bir fından Bingham Hall yaptırıldı. rildi. Ancak, 1924'te kolejin mütevelli
coğrafyadan öğrenci geliyordu. Willi- Kız koleji bir süre B. A. (edebiyat-li- heyeti tıp okulunu sürdürecek mali gü­
ams'ın emekliliği ertesi, okul bir süre sans), ardından 1 9 1 7 - 1 9 1 8 ' d e M. A. cü olmadığını açıkladı. Öte yandan ka­
Cyrus Hamlin'in kızı Clara Hamlin ve (yüksek lisans) derecesi verdi. Sonraları pitülasyonları kaldıran Cumhuriyet hü­
Mary Mills Patrick'in ortak yönetiminde Türk milli eğitimi denetimine girinceye kümeti sağlık eğitimini de ulusaİ örgüt­
kaldı. 1889'da Clara Hamlin'in evlenme­ kadar B. A. ve B. S. (fen-lisans) verdi. I. lenme içine aldı. Bu nedenle tıp okulu
si üzerine Mills Patrick yönetimi tek ba­ Dünya Savaşı sırasında kapitülasyonla­ Nisan 1924'te kapatıldı. Amerikan Has-
şına üstlendi ve 1924'e kadar müdire rın kaldırılmasına rağmen kız kolejine tanesi'ne bağımsız bir statü verildi ve
olarak kaldı. dokunulmadı. Milliyetçiliğin güçlendiği ayrı bir mütevelli heyeti oluşturuldu.
Kolej ilk mezununu 1891'de verdi. bir ortamda kolej diplomaları Latincenin Cumhuriyet hükümetleri başlangıçta
Mezuniyet töreninde II. Abdülhamid'in yanısıra Türkçe de yazılmaya başlandı. ülkedeki Amerikan okullarına sıcak
bir temsilcisi de bulundu. Miss Patrick Amerika savaşa girdikten sonra da Os­ bakmadı. Bu okulların değişik etnik un­
fen derslerine ayrı bir önem veriyordu. manlı topraklarında birçok Amerikan surlara kültürel kimlik kazandırdığı ve
1894'e gelindiğinde okul klasik diller, okulu açık kaldı. kültürel düzeyde de olsa, yerel milliyet­
edebiyat ve fen dallarında üç bakalorya I. Dünya Savaşı öncesi kız koleji iki çilikleri özendirdiği yaygın kanıydı. Ni­
verir durumdaydı. 1893'te Şikago'da açı­ alana açılmayı düşünüyordu. Bunlardan tekim kız koleji mezunu olan Kyrias
lan bir sergide kolej öğrencileri bronz biri öğretmen okulu, diğeri tıp okuluy­ kardeşler Arnavut milliyetçiliğinin ol­
madalya aldılar. Kolejden ilk Müslüman du. Ancak her iki proje Osmanlı Devle- gunlaşmasına yol açan kültürel çevre­
mezun 1901'de Halide Edip (Adıvar) ti'nin savaşa girişiyle ertelendi. nin oluşmasında başı çekmişlerdi. Keza
Hanım oldu. 1903'te koleji ziyarete ge­ Savaş ertesi 1919'da tıp okulu için gi­ Bulgar, Ermeni ve Arap milliyetçilikleri
len Boutiller adlı Amerikalı zengin bir rişimlere başlandı ve Dr. Aide R. Ho­ için de aynı şey söylenebilirdi. Ameri­
kadın ve yakınları okula 62.000 dolar over okulu kurmakla görevlendirildi. kan okulları bu tür milliyetçilikleri doğ­
yardımda bulundu. Yakın Doğu Yardım Örgütü (The Near rudan özendirmese de ders programla­
Aralık 1905'te sınıfların bulunduğu East Relief) ve Amerikan Kızılhaçı, oku­ rında yerel dillerin, edebiyat ve kültü­
Barton Hall yandı. Fen laboratuvarları, lun kuruluşuna yardımcı olacaktı. Üç rün öğretilmesi, Batı Avrupa siyasal dü­
jimnastik salonu, toplantı salonu ve ya­ deniz subayı cerrah ve bir ABD Halk şüncesinin işlenmesi, ulusal bilincin
takhane de bu binadaydı. Yangına rağ­ Sağlığı Servisi doktoru göreve getirildi. oluşmasında önemli katkılarda bulunu­
men hazırlık okulunun ilk üç sınıfı ka­ 1920'de kolejde 19 öğrenciyle altı yıllık yordu. Kolejlerin entelektüel çevresi
patılarak eğitime devam edildi. tıp eğitimine başlandı. Aynı zamanda milliyetçi düşüncelerin gelişmesi için
Miss Patrick okulu tekrar kurmakta sonradan Amiral Bristol adını alan bir uygun bir ortam oluşturuyordu. Ameri­
kararlıydı. II. Meşrutiyetin ilam ile ya­ hastane ile bir hemşire okulu açıldı. kan eğitiminin öğrenciye kimlik kazan-
bancıların taşınmaz mal edinmeleri üze­
rindeki sınırlamaların kaldırılması Miss
Patrick'in işini kolaylaştırdı. 1908'de
Massachusetts yasama organlarının ka­
rarıyla kolej Kadın Misyon Heyeti'nden
ayrılarak tümüyle bağımsız bir eğitim
kurumu oldu. Böylece kolej daha libe­
ral bir çizgiye girdi.
Önceleri koleji genişletmek için Üs­
küdar'da komşu arazi satın alınmak is­
tendi. Ancak fiyatın yüksek bulunması
ve Barton Hall'un yanması kolejin baş­
ka yere t a ş ı n m a s ı n a n e d e n oldu.
1907'de Arnavutköy ile Kuruçeşme
arasındaki tepenin Boğaz'a bakan ya­
macında bulunan 54 dönümlük arazi
Paris'te oturan bir Ermeni ailesinden
57.400 dolara satın alındı.
II. Meşrutiyet kız kolejinin tarihinde
dönüm noktası oldu. Koleje Müslüman
kızların alınması teşvik gördü. 1910'da
Türk kadınları için özel sınıflar açıldı.
Çoğu anne olan bu kadınlara tercüman
aracılığıyla yemek pişirme, çocuk bakı­
Arnavutköy
mı, Türk tarihi ve İngilizce dersleri ve­ Amerikan Kız
rildi. Osmanlı hükümeti 5 kızın kolejde Koleji ve
okuması için maddi yardımda bulundu. Robeıt Kolejin
Bu kızları seçim görevi yazar Halide (bugün
Edip (Adıvar) Hanım'a verilmişti. Amerikan
Robert Lisesi)
1910'da Arnavutköy'de koleje komşu öğretim
olan Paris elçilerinden Musurus Pa- yaptığı Gould
şa'mn konağı ve arazisi satın alındı. 16 Hall'un girişi
Kasım 1910'da Arnavutköy'de hazırlık (üstte) ve
okulun
sınıfları ve bina inşaatı için irade yayım­
bahçesinden
landı ve inşaata başlandı. 1914'te kolej, bir görünüm.
yapımları tamamlanan beş katlı, girişi Hazım Okurer,
İyon stilinde sütunlarla süslü Gould 1993
ARNAVUTKÖY KARAKOLU 318

dırmasını. siyasal nitelikli milliyetçilik


hareketlerini teşvik etmek için bu kimli­
ği bağımsızlık doğrultusunda işlenmesi
izledi. Bu gelişmeleri yakından izleyen
Kemalist kadrolar Milli Mücadele ertesi
yabancı okulların bir kısmını kapattılar;
kalanları da sıkı denetim altına aldılar.
Cumhuriyet ile birlikte Maarif Vekâle­
ti Arnavutköy Kız Koleji'nin diğer yaban­
cı okullar gibi Türk milli eğitiminin ge­
rekleri doğrultusunda yeniden örgütlen­
mesini istedi. Eğitim, ders programı, ders
kitapları ve öğretmen kadrosu bakanlı­
ğın onayını gerektiriyordu. Milli eğitimin
ders yükümlülükleriyle uyumlu kılman
ve lisans öğrenimi kaldırılarak yalnızca
ortaöğretim kurumu haline gelen okul,
ABD kıstaslarıyla Junior College oldu.
19201i yıllarda Türkiye'de siyasal re­
jimin değişimi ve ekonomik-toplumsal
dönüşüm sonucu ticaret eğitimi, ev
ekonomisi ve kültürfizik ağırlık kazan­
dı. Kolejin birçok öğrencisinin mezuni­
yet sonrası tıp eğitimi görme eğilimi ne­
deniyle fen derslerine rağbet arttı. Türk
Arnavutköy Karakolu
dili eğitimi Cumhuriyet'le birlikte iki sa­
Erkin Emiroğht. 1993
atten beş saate yükseltildi. Ayrıca ikişer
saat Türkçe, coğrafya ve tarih dersi
kondu. ARNAVUTKÖY KARAKOLU ARPACILAR MESCİDİ
Kız koleji Osmanlı döneminde Yu­ Boğaziçi'de, Akıntıburnu mevkiinde, Ar- bak. BURSA TEKKESİ MESCİDİ
nanca, Latince, Ermenice. Bulgarca, navutköy-Bebek Caddesi üzerinde ve
Türkçe, İngilizce, Fransızca ve İtalyan­ Parmaksız Çıkmazı köşesindedir. ARPAD, BURHAN
ca öğretiyordu. Genellikle bu diller kla­ Kagir malzeme ile 1259/1843'te inşa (19 Mayıs 1910, Mudanya) Gazeteci ve
sik biçimiyle sunuluyor ve klasik ede­ edilmiş olan karakol binası, iki katlıdır. yazar. Orta Ticaret Okulundan sonra
biyata ağırlık veriliyordu. Ankara Hü­ Hayli büyük olan yapı. bir merkez bö­ hayata atıldı. Çeşitli işlerde çalıştı. 1947-
kümeti Milli Mücadele ertesi Türk va­ lüm ve iki yan kanattan oluşan "U" bi­ 1955 arasında Memleket, Hürriyet ve
tandaşlarının ayrım gözetilmeksizin çimli bir plan şemasına ve kitleye sa­ Vatan gazetelerinde muhabir röportaj
Türkçe öğrenmelerini şart koştu ve Er­ hiptir. Planın ve kitlenin klasik kurulu­ yazan olarak çalıştı. 1955-1962 arasında
menice ve Rumcayı okul eğitim progra­ şu, cephe düzenlemesinde de aynen Vatanda fıkra yazarlığı yaptı.
mından kaldırdı. gözlenmektedir. Onarılıp elden geçtiği Arpad, edebiyata şiirle başladı. He­
Cumhuriyet'le birlikte kız kolejinin ve bazı dekoratif ve stilistik ayrıntılarını men hepsinin konusu İstanbul'da geçen
yaşadığı başka bir bunalım okula alına­ yitirdiği anlaşılan binada merkez bölü­ Şehir 9 Tablo (1940), Dolayısıyla (1955),
cak Türk öğrencilerle ilgiliydi. Hükü­ mü yan kanatlardan yaklaşık 2 m kadar Taşı Toprağı Altım (1966; Taşı Toprağı
met 1926 yazında 25 Türk öğrencinin geridedir. Yan kanatların köşeleri pi- Altın İstanbul adıyla, 1990), Alnımdaki
ücretsiz okutulmasını istedi. Mütevelli lastrlarla belirtilmiştir. Ortada ve yan ka­ Bıçak Yarası (1968). Yeditepe Olayları
heyeti önce okulun standartlarını tut­ natlardaki beşik çatık örtüleri cepheye (1974) gibi hikâye ve romanlar kaleme
turmaları koşuluyla 10 öğrenci almayı birer alınlıkla geçirilmiştir. Alınlıkların aldı. Gezi izlenimleri, eleştiriler, edebi­
kabul etti. Ancak daha sonra kolej, hü­ simetrik düzeni, yarım daire kemerli ve yat incelemeleri yazdı, çeviriler yaptı. İs­
kümetin isteğini okula verdiği önemin bezemesiz pencerelerin birörnek ve yi­ tanbul'la ilgili çalışmaları tiyatro hayatını
bir kanıtı olarak yorumlayarak kabul ne simetrik dizilişi, dönemin resmi da­ yransıtan izlenim-röportaj türü yazılarıyla
etti. Cumhuriyet döneminde Müslüman ireler için öngördüğü klasik ve sade kentin son altmış-yetmiş yıllık değişimi­
öğrenci sayısı arttı. 1912-1913 arasında mimarlık konseptine uygundur. Halen ni, canlı kesitler halinde irdeleyen fıkra-
266 öğrenciden 50'si Müslüman iken, taba renkli bir badanası olan cephede deneme-am türü yazılardan oluşur.
1925-1926 arasında 4 3 4 ö ğ r e n c i d e n pilastrlar ve alınlıklar beyaz boyalıdır.
Direklerarası (1974) kitabında topla­
156'sı Müslümandı.
Simetrik bir kurgusu olan binanın dığı yazılarında İstanbul'un son elli yıllık
1932'den itibaren tek bir müdür tara­ mermer giriş kapısı orta eksen üzerinde­ tiyatro hayatı oyunlar, oyuncular, toplu­
fından yönetilen Arnavutköy Amerikan dir. Ampir başlıklı bir çift pilastrın çerçe­ luklar çerçevesinde ele alınır. ''Son Per­
Kız Koleji ve Robert Kolej 197Tde bir­ velediği kapının üstünde, arşitrav bölü­ de" adını taşıyan bölümde de ünlü ko­
leştirilerek İstanbul Amerikan Robert Li- münde dörderli yerleştirilmiş sekiz mıs- mik Naşit Özcan'm öyküleştirilmiş hayatı
sesi(->) oldu. ralık kitabe panosu ve yatay pozisyonda yer alır. Yokedilen Istanbııldaki (1983)
Bibi. The American College for Girls: Cen­ bir oval madalyon içinde de kısmen ka­ yazılarında kentin insan ve mekân doku­
tennial Album, 1871-1971, İst.. 1972; R. L. zınmış olarak Abdülmecid'in tuğrası var­ sundaki değişmeler daha çok gözlemle­
Daniel, American Philanthropy in the Near dır. Tuğra madalyonu, alçı üzerine altın re, anılara dayanılarak bir hemşeri bakı­
East, Athens, 1970; H. D. Jenkins, An Educa­
tional Ambassador to the Near East: The yraldızlı şemse motifi ile çevrelenmiştir. şıyla yansıtılır, eleştirilir, İstanbul'un bin-
Story of Maty Mills Patrick and an American Karakolun arka bahçesi içinde, ne bir ayrıntısından ilginç noktalara belgeci
College in the Orient, New York, 1925: M. M. olduğu saptanamamış tuğla hatıllı mo­ bir yaklaşımla değinilir. Bu yazılar top­
Patrick, A Bosporus Adventure: Istanbul loz tas duvarlı bir kalıntı vardır. lam şehirli olma bilincine ulaşmış sade
(Constantinople) Woman's College, 1871- ama aydın bir kişinin yaşadığı şehirle il­
1923, London, 1934; ay, Under Five Sultans, AFİFE BATUR
gili duygularını, düşüncelerini yansıtması
London, 1929; R. Ülke, Istanbul Amerikan
Kolejinin Tarihçesi. 1st.. 1965. ARPA EMİNİ TEKKESİ bakımından da önemli bir örnektir.
ZAFER TOPRAK bak. ŞEYHÜLİSLAM TEKKESİ İSTANBUL
319 ARSA SPEKÜLASYONU

ARSA SPEKÜLASYONU
İstanbul'da 1 9 9 2 - 1 9 9 3 Arsa ve Arazi Fiyat Artışları
Türkiye ekonomisini özellikle 1940'lı
yıllardan sonra etkisi altına alan sürekli Bölge 1992 başlan
2
(TL/m ) 1993 başları (TL/nf)
enflasyon, ülkede üretilen hemen tüm
mal ve hizmetlerin her yıl bir öncekin­ Çatalca (Merkez) 250.000.- 1.000.000.-
den daha pahalı olmasını olağan kılar­ Silivri 100.000.- 400.000.-
ken, arsa ve arazi fiyatlarının da yine
Avcılar 250.000.- 600.000.-
her yıl yükselmesini yerleşik bir ekono­
1.000.000.-
mik kural durumuna getirdi. Yine tıpkı
temel tüketim mallarının uzun süreli Maltepe 250.000.- 750.000.-
stoklanmasıyla elde edilen ve kaynağını 750.000.- 2.000.000.-
sürekli enflasyondan sağlayan üretim dı­ Merter 2.500.000.- 6.000.000.-
şı kazanç birikiminde olduğu gibi, kent­
lerdeki ve kıyılardaki arsa ve arazilerin Maslak 3.000.000.- 7.000.000.-
de benzer şekilde stoklanmasıyla, yük­ 5.000.000.- 12.000.000.-
sek oranlarda rant oluşmaya başladı; bu Beylikdüzü 250.000.- 500.000.-
yolla kazanılan gelirler çoğaldıkça, "arsa
Havaalanı/İkitelli 500.000.- 1.000.000.-
spekülasyonu" da en çekici ekonomik
etkinliklerden biri haline geldi. 2.500.000.- 5.000.000.-
İstanbul'daki arsa spekülasyonu, ülke Zinciılikuyu 10.000.000.- 20.000.000.-
düzeyindeki bu genel gidişe koşut ola­ 15.000.000.- 25.000.000.-
rak, önceleri, salt enflasyonun getirdiği Bakırköy/Yeşilköy 1.000.000.- 5.000.000.-
yıllık fiyat artışlarına dayanarak gelişti. 2.000.000.- 20.000.000.-
Gecekondulaşmanın (bak. gecekon­
du) ve yap-sat sektörünün kentin genel Kaynak: Milliyet/Ekonomi-ArasUrma Seıvisi
imar düzeni içindeki yerinin henüz çok
etkili olmadığı 1940-1950 döneminde,
arsa alım satımları ağırlıklı olarak gerçek özellikle 19ö0'lı yıllarla birlikte, yıllık Denebilir ki İstanbul'un özellikle son
ihtiyaca dayanan nedenlerle gerçekleşi­ enflasyonu gerilerde bıraktı. Günümüz­ 40 yıllık kentleşme sürecinde, arsa spe­
yordu. Toplu arsa alımı ya da büyük de bu fark. İstanbul'un bazı semtlerin­ külasyonu, planlama ve imar eylemleri­
araziler satın alınarak bunların daha son­ de, yıllık enflasyonun beş-altı katma nin birçok temel kararında etkili olur­
ra parsellenip birkaç katı fiyatla satılması ulaşarak spekülasyonun lehine tırmanı­ ken, bu kararların yarattığı yeni ve daha
şeklindeki eğilimler 1950'lerden sonra şa geçti. yüksek rant hareketleriyle birlikte yine
ortaya çıktı. İstanbul'da emlak komis­ 1992-1993 döneminde, yıllık enflas­ arsa spekülasyonunda da hızlı bir tır­
yonculuğunun ayrı bir "meslek" olarak yon oranının yüzde 70'lerde olmasına manma yaşanmıştır.
1950'lerden itibaren görülmeye başlama­ karşın, aynı dönemde ve sadece bir yıl Yani, spekülasyon imar politikalarına
sı; imar planlarındaki apartmanlaşmaya içinde arsa fiyatları yüzde 400'e varan yön vermiş, imar politikaları da spekü­
dönük kararlarla birlikte kat karşılığı in­ artışlar gösterdi, (bak. Tablo) lasyonu daha fazla özendirmiştir.
şaat sürecine geçilmesi ve ardından göç Arsa spekülasyonu ve buna girdi Bu sürecin kaçınılmaz sonucu ise, yi­
ile gecekondulaşmanın da baskısıyla he­ oluşturan gayrimenkul değer artışları, ne İstanbul'un kentsel dengelerini göze­
nüz planlarda yerleşime açılmayan yöre­ kentsel değerler üzerinden elde edilen ten bir gelişmeye değil, bu dengeleri
lerdeki arsa ve arazilerin değer kazan­ yüksek ve yasadışı (vergisiz) kazancın bozan ve değerlerini yok eden bir "bü­
maya başlamaları spekülasyonun da gi­ ötesinde, doğrudan kentin imar hare­ y ü m e y e " tutsak olmasıdır. B ö y l e c e
derek kurumsallaşmasına yol açtı. ketlerine ve gelişmesine yönelik olum­ kent, imar için değil, rant için planlanan
Böylece, kent topraklarının değer- suz etkileri açısından da İstanbul için ve yapılaşan bir metropol kimliği ve gö­
lenmesiyle elde edilen rant oranları, önem taşımaktadır. rüntüsü içinde büyümektedir.
ARSA SPEKÜLASYONU 320

Yakın zamana
kadar doğal
çevreye uygun
ev ve yaşama
koşullarına
sahip Bostancı
sahillerindeki
aşırı
yapılaşmanın
oluşturduğu
son durum.
Bünyad Dinç.
1993

Spekülasyonun Nedenleri dıkları bir araştırmaya göre, İstanbul ge­ açan imar afları, 1984 ve 1985'teki yasa­
istanbul'da, yıllık enflasyonun getirdiği cekondularının yüzde 96'sı kamu arazi­ larla, "tapu güvencesini" de gündeme
"olağan" fiyat artışlarından kaynaklanan leri üzerinde kurulmuş durumdadır. Bu getirmiştir. Tapu tahsis belgesi uygula­
arsa ve arazi fiyatlarındaki yükselmenin gecekondu sahiplerinden ancak yüzde masıyla, kamu arazileri üzerindeki ge­
ötesinde, doğrudan enflasyona bağlı ol­ 181 araziyi kendisi işgal ederek sahiple­ cekondu sahiplerine işgal ettikleri arsa­
mayan ve diğer mal ve hizmetlere göre nirken: yüzde 781nin daha önce çevi­ lar devlet garantisi altında verilirken bu
çok daha yüksek artışlarla beslenen ar­ ren ve el koyan başka kişilerden satın tür arsaları yine yasadışı yöntemlerle ele
sa spekülasyonunun başlıca nedenleri, aldıkları görülmektedir. Yani arsa spe­ geçirenlerin spekülatif kazançlarında
göç ve gecekondulaşma, imar afları, nâ­ külasyonu, salt özel mülkiyetteki arazi­ olağanüstü artışlar ortaya çıkmıştır.
zım plan kavramından uzaklaşma ve lerin değil, büyük oranlarda kamuya ait imar aflarmın, spekülasyondaki yük­
imar hukukundaki "ayrıcalıklı hak ola­ alanların da yasadışı yollardan ele geçi­ selmeye ve yaygınlaşmaya yol açan di­
nakları" olarak sıralanabilir. rilip, pazarlanması yöntemiyle geliş­ ğer bir uygulaması ise yine 1985 yasa­
mekte ve yaygınlaşmaktadır. sından sonra yürürlüğe giren "Islah
Bu nedenler arasında özellikle nâzım
plan disiplininin 1980'li yıllarla birlikte Aynı araştırmanın diğer verileri, İstan­ İmar Planrdır.
terk edilmesi, kentin olağan gelişme bul'da salt gecekondu bölgelerindeki ka­ Af kapsamına giren kaçak yapıların
alanlarının yanısıra, doğal ve ekolojik mu arazileri üzerinde yasadışı yöntem­ oluşturduğu yasadışı yerleşme bölgele­
çevre özellikleri nedeniyle yapılaşmaya lerle gerçekleştirilen arsa spekülasyonu­ rinde, söz konusu yapıları koruyarak; bu
kapalı tutulması gereken tarım ve or­ nun yarattığı haksız kazancın 45-50 tril­
man alanlarının da spekülasyonun yo­ yon liraya tırmandığını göstermektedir.
ğunlaştığı bölgeler arasına girmesine Devlete ait 110 bin dönüm alan üze­ Gecekondu İçin Pazarlanan Hazine
yol açmıştır. Yine 1980'li yılların özelliği rine yayılan Sultanbeyli'de(->). üzerine Arazilerinde 1 9 9 3 Yılı m 2 Fiyatları
olan "ayrıcalıklı imar hakları" ise, mer­ kaçak olarak apartman yapma hakkı fi­
kez semtlerde ve Boğaziçi alanında Gecekondu bölgesi m2 arsa bedeli (000)
ilen elde edilen ve herhangi bir kadas­
spekülatif yapılaşmanın aşırı derecede tro çalışmasına bağlı olmadan, basit Paşaköy 100-120
yoğunlaşması sonucunu yaratmıştır. krokilerle ve toprak üzerindeki işaret­ Kurnaköy 10-60
Göç ve Gecekondulaşma.- 1950'li yıl­ lerle ayrılan arsaların satış fiyatı m-'si Yenidoğan 80-100
larla birlikte hemen her dönemde arta­ 1.5 milyon liraya dek yükselebilmiştir.
Şamandıra 70-100
rak süregelen göç(-0 olgusu, 19901ı yıl­ Benzer şekilde, ormanlar nedeniyle
larda artık yılda 400 bine yaklaşan kitle­ kaçak yapılaşmaya açılabilen alanları Sultanbeyli 100 -1.500
sel karakteriyle İstanbul'daki arsa spe­ kısıtlı olan Karadeniz kıyılarındaki Riva Riva 500 -3.000
külasyonunu yasadışı yapılaşmayla bes­ bölgesinde de, yine 1993 yılı fiyatlarıy­ Kurtköy 100-500
leyen bir ekonomik sürecin de temel la, m2'si 3 milyon liraya kadar tırmanan
Emiıli Köyü 300-700
dayanağını oluşturmaktadır. gecekondu arsaları pazarlandığı saptan­
Özellikle son yıllarda yapılan araştır­ mıştır, (bak. tablo) Ömerli Köyü 300-700
malar kitlesel göçün yarattığı gecekon­ İmar Afları: İstanbul'da arsa spekü­ Dudullu 200-500
dulaşmanın arsa ve arazi gereksinmesi­ lasyonunun yaygın ve "güvenli" bir Arnavutköy 200-700
nin, eskiden olduğu gibi "fiili işgal" ile ekonomik etkinlik olarak kentin imarı­ 100-400
Esenyurt
değil, doğrudan "satın alma" yoluyla na egemen olmasında, imar aflarmın
karşılanmaya başladığını göstermektedir. Armutlu 100-500
payı önemli yer tutmaktadır. Kaçak ya­
DPT (Devlet Palanlama Teşkilatı) uz­ pılaşma ve özellikle gecekondulaşma­ Kaynak: Nokia dergisi araştırması - Şubat 1993
manlarının 1992 yılı sonunda tamamla­ nın sürekli olarak özendirilmesine yol
321 ARSA SPEKÜLASYONU

yapıların bulunduğu arsalara ek imar terecek kültür, dinlence, gezi bölgeleri olan yeşil alan niteliğindeki araziler,
olanakları sağlayarak ve en önemlisi de tasarlanmıştı. birkaç yıl içinde olağanüstü değer artış­
aynı bölgedeki henüz yapılaşmamış ar­ 12 Eylül 1980'den sonra İstanbul Nâ­ larına kavuşmuşlar; Sarıyer İlçesi İstan­
sa ve arazilere de imar hakkı tanıyarak zım Plan Bürosu'nun lağvedilmesi, ya­ bul'da arsa spekülasyonunun her tür
yerleşmenin "planlı" bir bölge haline sal olarak onaylı konumda bulunmasına kentsel, kültürel ve politik olumsuzluk­
getirilmesini amaçlayan Islah İmar Planı karşı, 1/50.000 ölçekli Metropoliten larının yoğun olarak yaşandığı bir bölge
uygulaması, bu nitelikleriyle arsa spe­ Alan Nâzım Planı'nın da uygulamadan haline gelmiştir.
külasyonunun da giderek en güçlü ya­ fiilen kaldırıldığı bir sürecin başlaması­ Yine bu yörede, 1990'da başlanan ve
sal dayanaklarından biri niteliğine bü­ na yol açtı. Bu süreç 1984 yerel seçim­ 1991'de sonuçlandırılan "bölgesel plan­
rünmüştür. lerinden sonra hızlandı. Ağırlıklı olarak, lama" çalışmalarıyla, Boğaziçi Yasası'mn
1986-1993 arasındaki yedi yıllık dö­ 1985'ten sonra İstanbul bütününe ege­ gerigörümüm ve etkilenme bölgeleri
nem içinde Kartal, Pendik, Ümraniye, men olan süreç, yine arsa spekülasyo­ için öngördüğü yapılaşma oranlarının
Üsküdar, Beykoz, Sarıyer, Şişli, Gazios­ nunun hem etkisi altında, hem de spe­ çok üzerinde yeni imar hakları getiril­
manpaşa, Bayrampaşa, Zeytinburnu, külasyonu özendiren ve güçlendiren et­ miş ve son kalan tarım alanları da "is­
Bakırköy, Bahçelievler, ikitelli, Küçük- kileriyle, kentin bugün yaşanan ağır kân bölgesi" olarak spekülasyona açıl­
çekmece, Avcılar, Büyükçekmece gibi, imar sorunlarını yaratmıştır. mıştır. Söz konusu alanlardaki arazile­
kentin gelişme bölgelerini içeren he­ 1/50.000 ölçekli nâzım planda İstan­ rin, küçük parseller olarak değil, geniş
men tüm semtlerinde, nâzım planlarda bul'un yaşam kaynağı alanları olarak mülkiyetler halinde bulunması, bu böl­
koruma b ö l g e l e r i olarak b e l i r l e n e n belirlenen, kuzey bölgelerindeki tarım gedeki arsa ve arazi spekülasyonunun,
alanlar, gecekondulaşma oranı ne dü­ ve orman arazileri, 1986'dan sonra "böl­ yüksek gelir gruplarına pazarlanan pa­
zeyde olursa olsun, doğrudan ıslah imar gesel imar planları" ve "ıslah imar plan­ halı villa siteleri uygulamalarıyla çok
planlarıyla imara açılmıştır. Yine, bütün ları" uygulamalarıyla 1980 onaylı nâzım daha yüksek oranlarda gerçekleşmesine
plana aykırı olarak parça parça yapılaş­ yol açmıştır. Yine, 1991 planlarında, da­
bu bölgelerdeki arsa ve arazileri daha
maya açılmıştır. Özellikle Sarıyer-Kilyos ha önce bölgesel spor alanı, kültür te­
önceden çok ucuz fiyatlarla satın alan
bölgesinde Zekeriyaköy, Demirciköy, sisleri ve yeşil alan olarak ayrılan ya da
spekülatör çevreler, ilçe belediyelerince
Uskumruköy gibi kırsal yerleşme bölge­ okul, çocuk bahçesi, rekreasyon alanı,
yürürlüğe sokulan ıslah imar planları
lerinde hızla yaygmlaştırılan bu uygula­ kırsal koruma alanı vb gerek İstanbul
sayesinde, imar yasalı arsaları üzerinde
mayla, daha önce imar kısıtlaması bu­ bütününe, gerekse bölge halkına hiz­
yapı hakkı elde ederek, spekülasyon
lunduğundan parasal değeri de düşük met edebilecek sosyal ve kültürel altya-
oranlarını olağanüstü yükseltmişlerdir.
Nâzım Plan Kavramından
Uzaklaşma
İstanbul'un kentleşme ve imar sürecin­
de arsa spekülasyonunun etkilediği bir
başka olumsuzluk da nâzım plan(->)
kavramından uzaklaşılmasıdır. Yine
göç, gecekondulaşma, imar afları ve ıs­
lah imar planları olgularında yaşandığı
gibi, kentin nâzım plan disiplininden çı­
kartılması da aynı anda spekülasyonun
yaygınlaşmasına ve yoğunlaşmasına yol
açmıştır.
29.7.1980 tarihinde onaylanarak yü­
rürlüğe giren nâzım plan, İstanbul'un
Marmara Denizi'ne paralel olarak doğu-
batı ekseninde "lineer" bir konumda
büyümesini öngören ve kentsel gelişme
alanlarını bu ilkeye bağlı olarak belirle­
yen bir plandı. Pendik-Küçükçekmece
arasında uzanan yaklaşık 100 km'lik
metropoliten bölgenin temel toplu ula­
şım aksı da Haydarpaşa ve Yenikapı is­
tasyonlarından denizyolu bağlantısıyla
bütünleştirilecek demiryolu şebekesiyle
tasarlanmıştı. Öte yandan aynı nâzım
plan, Asya yakasında Üsküdar bölgesi,
Avrupa yakasında ise Beyoğlu-Şişli-Be-
şiktaş bölgesi ve Haliç çevresi dışında,
kentin kuzey kesimlerini iskân dışı böl­
geler olarak ayırmış, böylece bu kesim­
lerdeki içme suyu havzaları, tarım alan­
ları ve ormancılık bölgelerinin korun­
masını, İstanbul'un kentsel gelişmesinin
diğer önemli temel ilkesi olarak belirle­
mişti. Kuzeyde, korunan bu bölgelerin
arasında bir doğal ve kültürel aks oluş­
turan Boğaziçi ise, yine hem nâzım
plan yönlendirmeleriyle, hem de özel
yasa ve nâzım plana bağlı alt plan kara­
rıyla, bir SİT alanı olarak ayrıca koruma
altına alınmış; düşük yoğunluklu iskân
ve bununla dengeli bir bütünleşme gös­
ARSA SPEKÜLASYONU 322

pı alanları da benzer şekilde villa ticare­ külasyonun başlıca yeni kazanç alanla­ ise 1993 Ekim ayında gerçekleşmiştir.
tine dönük iskân sahaları haline getiri­ rını oluşturmaktadır. Habibler Köyü ile Cebeci Mahallesi ara­
lerek spekülasyonun tüm Sarıyer sınırla­ Yine Asya yakasındaki en önemli iç­ sında kalan ve Alibeyköyü Barajı su
rı içinde en etkin ekonomik faaliyet ol­ me suyu kaynaklarından olan Elmalı toplama havzası içinde bulunan 92 hek­
ması sonucu yaratılmıştır. Baraj Gölü çevresindeki arazilerde ger­ tarlık alanın imara açılması kararı Gazi­
Su Havzalarında Spekülasyon çekleşen kaçak yapılaşma, sonunda bu osmanpaşa Belediye Meclisi'nde alınır­
kaynağın "giderilebilmesi olanaksız" de­ ken, bu bölgede henüz yapılaşmamış
İstanbul'da hemen tüm ilçe belediyeleri
recede kirlenmesine yol açmış ve Elma­ bölgelerde arsa ve arazi fiyatlarının bir
yönetimlerinde ve Büyükşehir Belediye­
lı Barajı. İstanbul'un içme suyu şebeke­ yıl önceye göre on, on beş kat birden
si yönetiminde, 1980'Ii yıllarla birlikte
sinden, ayrılarak 20 Eylül 1993 günlü İl yükselmiş olması, bu' karar üzerindeki
egemen olan "nâzım plana bağlı kalma­
Hıfzıssıhha Kurulu kararıyla devre dışı spekülatif etkilerin de göstergesidir. Bü-
ma" eğilimleri, 1980 onaylı 1/50.000 öl­
bırakılmıştır. Elmalı bölgesindeki yasa­ yükçekmece Gölü içme suyu havzası ve
çekli nâzım planda koruma altına alı­
dışı yapılaşmanın da önemli ölçüde arsa çevresinde ise arsa spekülasyonunun
nan su havzalarında ve yakın çevrele­
spekülasyonu tarafından özendirildiği, imar hareketleri yönlendirmesi, gece­
rinde de yine bölgesel planlama ve ıs­
bu bölgedeki kamu arazilerinin yine ya­ kondu ağırlıklı değil, büyük tesisler ve
lah imar planları uygulamalarıyla spe­
sadışı yöntemlerle gecekondu yapmak prestij yatırımları şeklinde kendini gös­
külasyonun ve yapılaşmanın özendiril­
isteyenlere satıldığı bilinmektedir. termektedir.
mesine, yaygınlaşmasına yol açmıştır.
Benzer gelişme, öbür su havzaları Bu bölgede daha önce imara yasak­
Asya yakasında Ümraniye(-0 bölge­ arasında özellikle Alibeyköyü Barajı lanan tarım alanları, lüks villa siteleri,
si, ilçe sınırlarının tamamına yakın bir çevresinde de ortaya çıkmıştır. Yine bu toplu konut uygulamaları, serbest böl­
kesiminde nâzını planlara aykırı ıslah bölgede. 1980 onaylı nâzım planda ve ge, özel üniversite kampusları, özel ha­
imar planlarıyla kentleşirken, bu kent­ 1986'lara kadar yapılan planlarda kesin vaalanı girişimleri vb değişik amaçlarla
leşmenin yasadışı ve denetimsiz karak­ koruma altına alman arazilerde, özellik­ yapılaşmaya açılmaya başlanmıştır. Böl­
teri arsa spekülasyonunu da hızlandır­ le 1987'lerden sonraki el değiştirmeler gede planlı ve plansız olarak gerçekleş­
mış, bu süreç 1988'lerden sonra hızla sonucundaki arsa spekülasyonu, baskı­ tirilen bu tür yatırımların üzerinde ilgili
tersine dönerek, bu kez spekülasyonun sını göstermeye başlamıştır. Kaçak yapı­ kamu kuruluşlarının gerekli denetleme­
baskısıyla o yıllara dek yapılaşmayan laşma için satılan arsaların bulunduğu yi yapmamaları sonucunda, içme suyu
bölgeler de iskân yöreleri olarak imara bölgelerde ıslah planı uygulamasına ge­ havzası ve çevresindeki, özellikle Çatal­
açılmıştır. çilmesiyle birlikte de spekülatif imar ha­ ca İlçesi'nde bulunan arsa ve arazilerde
Asya yakasında Ömerli Barajı'nı bes­ reketleri yaygınlaşmıştır. Alibeyköyü(->) spekülatif değer artışları yüksek düzey­
leyen ormanlık alanlar, "kaçak kent" bölgesinde, arsa spekülasyonunun yön­ lere ulaşmıştır. Böylece, Büyükçekmece
olarak adlandırılan Sultanbeyli'deki spe­ lendirdiği son büyük imar operasyonu Gölü ve içme suyu kaynağını oluşturan
323 ARSAN, HÜSEYİN HÜSNÜ

havzadaki araziler, yasal olarak "imara Kurulu'nun kapsamlı bir kararıyla "SİT eser binaların olağanüstü değer kazan­
kapalı" bölge içinde kalmalarına karşın, alanı" olarak tescil ve ilan edilmiştir. masına yol açarken, bu tür binalar üze­
yapılaşma hakkının elde edilebileceği 1980'de onaylanan İstanbul Metropo­ rindeki spekülasyonun da yükselmesine
yönündeki güvenceler ve başlayan yap­ liten Nâzım İmar Planı'nda da Boğaziçi n e d e n olan bir süreç başlatmıştır.
tırımların da bu güvenceyi pekiştirmesi için özel koruma kuralları getirilmiş ve 1983'te sık sık gözlenen tarihi bina ve
sonucunda, İstanbul'un en hızlı ve yük­ böylece dünyanın en değerli SİT'lerin- yalı yangınlarının, imar yasağının başla­
sek oranlarda değer kazanan mülkleri den biri, metropoliten kent bütünü için­ dığı bu tarihten sonra birdenbire azal­
arasına girmiştir. deki olumsuz etkilenmelerden uzak tu­ ması; yıkılacak derecede harap durum­
Orman Alanlarında Spekülasyon tulmaya çalışılmıştır. da olan eski ahşap binalarm bile ayakta
Boğaziçi'nin korunmasına yönelik durabilmeleri yönünde sahiplerince ön­
İstanbul'da arsa ve arazi spekülasyonu­
1980 sonrası gelişmeler içerisinde de lemler alınmaya başlaması; eski eser
nun son yıllardaki etkisini yoğunlaştır­
aynı amaç ve ilkeleri benimseyen Boğa­ restorasyonunda yoğun artışlar, hattâ
dığı alanlar arasında ormanlar da önem­
ziçi Yasası'nm; bu yasayla eşgüdüm vaktiyle var olduğu halde, daha sonra
li bir yer tutmaya başlamıştır.
içinde hazırlanan B o ğ a z i ç i koruma çeşitli nedenlerle yıkılan ve yok olan
Özellikle Beykoz bölgesindeki or­ binaların "tarihsel değerleri" anımsana­
planlarının devreye girmesi ve bölge
manlık alanlarla yine Sarıyer yöresindeki rak yeniden inşa edilmeleri Boğazi­
için özel bir koruma kurulu ile yine
ormanlarla kaplı arazilerde, üst gelir çi'nde 1983 sonrasındaki imar uygula­
özel bir imar müdürlüğü örgütlenmesi­
gruplarına pazarlanmak üzere üretilme­ malarının başlıca alanını oluşturmuştur.
nin gerçekleştirilmesi önemlidir.
ye başlanan villa siteleri, spekülasyonun
bu doğa zenginliğini de hızla ortadan Bütün bu önlemlerin sonucunda, Eski eserlerin böylesi bir ayrıcalık el­
kaldırdığı bir süreci gündeme getirmiştir. Boğaziçi ülke düzeyinde en etkin koru­ de etmeleri, bu yapılar üzerinde spekü­
Ormanlık bölgelerdeki spekülasyon, ma hukukuna ve kurumlarına sahip bir latif girişimlerin de etkili olmalarını ge­
özel orman statüsünün yaygınlaştırılması SİT bölgesi özelliğine kavuşurken sahip tirmiştir.
ve bu statüdeki yerler için Orman Yasa- olduğu zenginlikler ve mülkiyetlerinin İstanbul için arsa spekülasyonu,
sı'yla getirilen yüzde 6 oranındaki yapı­ değeri nedeniyle de yine arsa spekülas­ özellikle kentin Nâzım Plan Bürosunun
laşma hakkı ile birlikte hızlanmıştır. yonunun en büyük gözdesi olmak talih­ lağvedildiği ve nâzım planın askıya
İmar planı kurallarından ve nâzım plan sizliğini sürekli yaşamıştır. alındığı 1980'li yıllarla birlikte, yine İs­
ilkelerinden bağımsız bir yapılaşma ola­ B o ğ a z i ç i ' n d e arsa spekülasyonu, tanbul'un bütününe yönelik imar politi­
nağı yaratarak, denetimden uzak bir imara yasak olmasına rağmen denetim kalarını yönlendiren önemli ve güçlü
imar etkinliğine ortam sağlayan bu yasal zayıflığı nedeniyle yasadışı yapılaşma­ bir ekonomik faktör olurken buna bağlı
düzenleme, ormanlık alanlarda aslında nın işgaline uğrayan Beykoz, Paşabah- geliştirilen imar kararları ve uygulama­
yüzde 30'lara varan bir yapılaşmaya hu­ çe, Çubuklu, Kavacık, Çengelköy, Küp­ ları da aynı anda spekülasyonu özendi­
kuksal dayanak oluşturmuş; böylece lüce (Beylerbeyi) ve Üsküdar-Çamlıca ren ve körükleyen bir süreç izlemiştir.
spekülasyonu da yine hem özendirmiş, bölgesiyle Avrupa yakasında Sarıyer, OKTAY EKİNCİ
hem de etkili bir güç haline getirmiştir. Büyükdere, Armutlu, Bebek-Etiler ya­
Beykoz bölgesindeki Mahmutşevket- maçları ve Ortaköy Vadisi gibi bölgeler­
ARSAN, HÜSEYİN HÜSNÜ
paşa Köyü, Polonezköy ve Cumhuriyet de özellikle etkili olmuştur.
Bunun yanısıra, 1985'te yürürlüğe (1898, İstanbul - 31 Temmuz 1949, İs­
Köyü, çevresi ormanlarla kaplı kırsal
giren 3194 sayılı İmar Yasası'nda yer tanbul) Eczacı. 1922'de İstanbul Eczacı
yerleşim alanları olarak arsa ve arazi
verilen ve Boğaziçi Yasası ile koruma Mektebi'ni bitirdi ve 1923'te Küçükpa-
spekülasyonunun ormanları imara açan
planları ve SİT kurallarına aykırı olarak, zar semtinde bir eczane satın alarak ec­
etkisi altında hızla yapılaşan yöreler
öngörünüm bölgesinde yüksek oranlar­ zacılığa başladı. Kısa süre içinde bu ec­
arasındadır. Bölgenin kent merkezine
da yapılaşma hakkı getiren özel mad­ zane semtin en önemli eczanesi haline
olan 25-30 km'lik uzaklığı ve bu uzaklı­
delerle arsa ve arazi spekülasyonuna gelmiştir. Arsan 1934'te Küçükpazar'da-
ğın yeni yol projeleriyle ulaşılabilir bir
"yasal ortam" hazırlanmış ve yüksek ki eczanesini satarak Karaköy'deki Kas-
k o n u m a g e l m e y e başlaması, nâzım
düzeyde arazi alım satımına koşut ola­ toryadis Eczanesi'ni almış ve adını Kara-
planlarda korunmaya çaba gösterilen
rak birçok koruma alanında yapılaşma köy Eczanesi olarak değiştirmiştir. Bura­
bu yörelerin de İstanbul için yeni yer­
gerçekleştirilmiştir. sı kısa sürede İstanbul'un sayılı eczane­
leşme alanları olması sonucunu yarat­
lerinden biri olmuştur.
maktadır. Orman alanlarındaki spekü­ Boğaziçi öngörünüm bölgesinde belli
lasyon, yine son yıllarda planlanan bazı büyüklüklerdeki arazilere imar olanağı
büyük özel yatırımlar için de ormanla­ getiren ve böylece arsa spekülasyonunu
rın yeğlenmesi sürecini başlatmıştır. İs­ özendirerek hızlandıran bu yasa madde­
tanbul'da 1993-1994 öğrenim yılına ge­ leri. 11.12.1986 tarihinde Anayasa Mah­
çici tesislerinde başlayan bazı özel üni­ kemesince iptal edilmesine karşın, ka­
versiteler, asıl kalıcı kampusları için Sa­ rarın Resmi Gazetäde yayımı için bekle­
rıyer ve Riva bölgesindeki orman arazi­ nen yaklaşık 4 aylık süre içinde yine
lerinde yer seçimlerini yapmışlardır. spekülasyon ve bunu besleyen ruhsatlı
yapılaşmada patlama yaşanmıştır.
Boğaziçi'nde Spekülasyon
İstanbul'un dünya ölçeğinde değer taşı­ Öte yandan aynı uygulamalar, Boğa­
yan doğal ve tarihsel zenginlikleriyle ziçi'nde koruma altına alınan araziler
bezeli Boğaziçi bölgesi, koruma amaçlı üzerinde imara açılma umudunu da sü­
imar kısıtlamaları nedeniyle, yapı fiyat­ rekli canlı tutan bir süreç başlatmış,
larının her dönemde çok yüksek oldu­ böylece bir yandan arsa ve arazi fiyatla­
ğu bir özellik göstermiştir. rında yeniden yüksek artışlar gözlenir­
ken öbür yandan yatırım amacıyla arsa
1970'lere kadar etkin korama önlem­
satın alınması yönünde de gelişmeler
leri bulunmayan ve belli oranlarda ya­
gözlenmiştir.
pılaşma olanakları sağlayan imar planla­
rı ile, yine kentsel yerleşme bölgesi sta­ Kültür Mirası Üzerinde Spekülasyon
tüsünde imar haklan sağlayan imar yö­ Boğaziçi'nde Boğaziçi Yasası ve SİT ku­
netmeliklerinin olumsuz etkilerini yaşa­ ralları ile birlikte getirilen genel imar
yan Boğaziçi, ilk kez 1974 yılında Gay­ yasağı, bölgedeki yapı gereksinmesi Hüseyin Hüsnü Arsan
Turhan Baytop koleksiyonu
rimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek için tek yasal olanak olarak kalan eski
ARSENİOS MANASTIRI 324

Arsan 1933'te kurduğu Hüsnü Arsan


Laboratuvarı'nda tıbbi müstahzar yapımı­ C E L A L E S A D I N P O R T R E S İ
na başlamıştır. Vefatından sonra labora-
tuvar 1978'e kadar kızı eczacı Tülay Ar­ Çıplak bir baş, ihtiyar bir yüz ve bakışları genç gözler... Bu çehreye, kanatları
san tarafından yönetilmiş ve daha sonra yarımşar küreyi andıran bir burunla azalan eksilmiş cemiyetler gibi, loş ve ıssız
Bilfar Holding bünyesine katılmıştır. bir ağız da ilâve ediniz, işte Celâl Esad!
Arsan Türk eczacıların birleşerek çağ­ Başın küçük bir kısmına ilişen fötr şapka, senelerin elinde mıncıklanmaktan,
daş düzeyde üretim yapacak kurumlar kâh Napoleonun şapkasını andınyor, kâh avuçlanmış bir hamuru!
oluşturması fikrinin savunucusuydu. Bu Kıravatı pek mahcuptur: Hep yakalığın altına saklanır!
konuda meslektaşlarına öncülük yapa­ Tarihî eserleri sevdiği için mi, bilmem? Dede mirasına benzeyen tüyleri dö­
rak 1930'da eczacıların ortaklığı ile olu­ külmüş kürklü paltoyu hiç sırtından çıkarmaz...
şan Türkiye Eczacıları Laboratuvarı ve Bu haliyle, muhtelif insanlar için tarih-i mimarî hocası, ressam, tiyatro mu­
Türkiye Eczacıları Deposu gibi kuruluş­ harriri, musikişinas, kimyager olarak muhtelif şekilde tanındığı gibi, bazan pa­
ların gerçekleşmesine öncülük etmiştir. rasını aş evinde yumurtlatan bir tüccar ruhu da gösterir.
Arsan mesleğin ticari ve sosyal yönüy­ Üstadın orijinal bir ruhu vardır. Buna misal mi istiyorsunuz?., tşte bir deli­
le de yakından ilgilenmiş, meslek dergi­ kanlılık hikâyesi:
lerinde yazılar yazmış, Türkiye Eczacıları Gençliğinde. 12 metre murabbaı bezle kaplanmış ve iki tarafına bir çok fe­
Cemiyeti, Etibba Odası, Kodeks Komis­ nerler, çıngıraklar takılmış, çamaşır ipi ile uçurulan muazzam uçurtmayı yaptığı
yonu, Verem Savaş Derneği, Çocuk Esir­ zaman, ilk uçuş gecesi Yıldız sarayında hayli telâş hasıl olmuş. Havada ışıklar
geme Kurumu, Türkiye Eczacıları Labo­ saçıp, çıngıraklar çalarak dolaşan bu heyulanın topla imhasına teşebbüs edildi­
ratuvarı, Türkiye Eczacıları Deposu gibi ğini söylersem onun nasıl bir balon meraklısı olduğunu siz de tahmin edersiniz
birçok mesleki kuruluşun yönetim kuru­ artık!
lu üyeliği veya başkanlığı gibi görevleri O, operet yazdığı yahut akla gelmedik işlerle meşgul olduğu vakit muhak­
uzun süre başarıyla yürütmüştür. kak parasızdır. Zayıflığın moda olduğu bu zamanda zayıflamak isteyenlere iyi
TURHAN BAYTOP bir rejim olarak üstat şu reçeteyi verir: Bir gece pokerde kaybederek sabaha
kadar uykusuz kalmak!
ARSENİOS MANASTIRI (Raison) yok (logique) var düsturiyle fikirlerini müdafaa eden ve bizi elimiz­
bak. SPİRİDON (AYİOS) MANASTIRI den tutarak, nefis üslûbu ile edebiyat havası içinde semt semt dolaştıran bu zat,
(Eski İstanbul) dan bir fikir binasıdır!
ARSEVEN, CELAL ESAD A. Nihat. Akbaba, yıl 12, S. 50 (Birinci Kânun, 1934), s. 13

(1875, İstanbul - 13 Kasım 1971, İstan­


bul) Sanat tarihçisi. Esas adı Mehmed
Celaleddin'dir. Beşiktaş'ta dünyaya gel­ resmi bir görev almış, bir yıl sonra da Yüksek Kuruluna 1951'de üye seçilmiş,
di. Babası Ahmed Esad Paşa ( 1 8 2 8 - 1913'te şehremaneti umur-ı fenniye ve 5 Kasım 1951'den 15 Kasım 1953'e ka­
1875) birçok önemli makamda bulun­ istatistik müdür muavini olmuştur. I. dar bu kurula başkanlık yapmıştır. 1958
duktan sonra 15 Şubat 1873-16 Nisan Dünya Savaşı yıllarında Kadıköyü Bele­ başlarında istifa suretiyle kurul üyeliğin­
1873 ve 26 Nisan 1875-26 Ağustos 1875 diye Dairesi başkanı oldu. den ayrılmıştır. 1971'e kadar, ilerlemiş
tarihleri arasında sadrazam olmuş ve yaşına rağmen dinç ve kafası işler du­
Celal Esad. bu yıllarda Viyana ve
ikinci sadaretinden sonra atandığı Ay­ rumda olan Celal Esad, bu yıl içinde ya­
Berlin'de açılan Türk resim sanatı sergi­
dın valiliği görevi sırasında, bir teftiş tağa düşmüş, koma halinde iken ekim
lerinin hazırlayıcısı ve idarecisi olmuş­
dönüşü İzmir'de 29 Kasım 1875'te öl­ ayında kendisi için yapılan törenleri bi­
tur. 1920'de Sanayi-i Nefise Mektebinde
müştür. Celal Esad, babasının ölümün­ le, hissedemeyecek durumda yaşamını
(Güzel Sanatlar Akademisi) öğretmen
den bir ay (veya kırk gün) kadar önce sürdürmüş ve 13 Kasım 1971'de sabaha
olarak görev almış, önce belediyecilik
doğmuştu. Annesi Fatma Suzidil Hanım, karşı son nefesini vermiştir. Kabri Sahra-
ve şehircilik, sonraları da mimarlık tari­
babası gibi Sakızlı idi. yıcedit Kabristam'ndadır.
hi ve şehircilik dersleri vermiştir. Bu gö­
Celal Esad ilköğrenimini, babasının revi, aralıklar ile 194Te kadar sürmüş­ Celal Esad, sonra aldığı soyadı ile Ar-
konağı yakınındaki Taşmektep'te ve Ha- tür. 1923'ten sonra kısa süreler için Da- seven, idari görevleri dışında güzel sa­
midiye okulunda yapmış, 1885'te Beşik­ rülbedayi (Şehir Tiyatrosu) ile istanbul natların hemen hemen her dalıyla uğ­
taş Askeri Rüşdiyesi'ne geçmiş, 1888'de Ticaret Odası neşriyat müdürlüğü de raşmış ve eser vermiştir. Değişik müzik
Mekteb-i Sultani'de (bugün Galatasaray yapmıştır. aletlerini çaldığı gibi çeşitli tekniklerde
Lisesi) öğrenimine devam ederken, II. Celal Esad. Ankara'nın imar planını resim de yapmış, edebiyat türlerinin bir­
Abdülhamid'in iradesi ile 1891'de Mek­ hazırlamak üzere getirtilen Alman şehir­ kaçında, hikâye ve roman da dahil ol­
teb-i Harbiye'nin zadegan sınıfına kay­ cilik uzmanı Prof. H. Jansen'in yanında mak üzere eser vermiştir. Bunların ara­
dolmuştu. Celal Esad buradan mülazım iki yıl kadar. Ankara şehri imar müşaviri sında sahne için yazılmış hayli oyun da
(teğmen) rütbesiyle mezun olmuş fakat (danışman) olarak çalışmıştır. Türkiye'yi vardır. İdareci, şehirci, sanat ve beledi­
askerlik hayatı çok kısa sürmüş, II. Meş- ve Türk ürünlerini Batıya tanıtmak için yecilik konuları yazarı, sahne oyunları
rutiyet'ten az önce (1908) istifa suretiyle 1928'de Avrupa limanlarında dolaşan yazarı, rejisör, ressam, arkeolog, sanat
askerlikten ayrılmıştır. seyyar sergi vapum Karadeniz'de Ticaret tarihçisi, öğretim üyesi, ansiklopedici ve
Askerliği sırasında, 1903'te ABD'de Odası'nın temsilcisi olarak bulunmuştur. sözlükçü, dergi yayımcısı, kütüphaneci
Saint-Louis'de düzenlenen milletlerarası İstanbul'da Âsâr-ı Atika Müzesi'nde olan Celal Esad'ın, Güneş, Servet-i Fü-
sergide Türk mahallesinin projelerini (Arkeoloji Müzesi) 1917'de kurulan Mu- nun dergileri ile İkdam, Tanin, Akşam,
hazırlamıştır. Kendi ifadesine göre, son­ hafaza-ı Abidat Encümeninin de (İstan­ Cumhuriyet, Hâkimiyet-i Milliye, Ulus,
raları İstanbul hakkında yazdığı kitabın bul Eski Eserleri Koruma Encümeni) se­ Yeni İstanbul, Dünya gazetelerinde tek
ana malzemesi, bu projeleri hazırlamak kiz kişiden oluşan üyelerinden biri ol­ veya süreli değişik konularda pek çok
için topladığı notlara dayanır. II. Meşru­ muş, 1933'ten 1937'ye kadar Kadıköy makalesi çıkmıştır.
tiyeti takip eden yıllarda bir süre resmi Halkevi başkanlığı yapmıştır, istanbul Çok değişik ve çeşitli dallardaki ya­
görev almaksızın, yazılar yayımlamak, milletvekili olarak 1942'de VII. dönem­ yınlarından burada, yalnızca İstanbul'a
sanat ve arkeoloji araştırmaları yapmak de TBMM'ye girmiş, 1946'da VIII. dö­ dair olanları üzerinde durulacaktır.
suretiyle yurtiçinde ve yurtdışında yaşa­ nemde Giresun milletvekili olarak Mec­ Fransa'da bulunduğu yıllarda, Paris'te
dı. 1912'de "binaları kayıt dairesi" olan lisle kalmıştır. 5805 sayılı kanunla kuru­ Renouard ve H. Laurens yayınevinin çı­
Galata Tahrir-i Müsakkafat Reisliği'nde lan Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar kardığı bir dizi için hazırladığı metni
325 ARSLANHANE

bizzat Fransızcaya çevirmiş, içine Türk Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu 113 (1972). s. 303-314; S. Eyice, "Celâl Esad
sanatı ve Türk eserlerine dair büyük bir yayınları arasında yeni harflerle tekrar Arseven". Belleten, S. 142 (1972), s. 173-202
bölüm katarak Constantinople, De basılmış olmakla beraber, her iki kitap­ ve 12 levha ile 1 plan (burada C. E. Arse-
ven'in her daldaki çalışma ve yayınları belir­
Byzance à Stamboul başlığı ile 1909'da ta da konuların son 70-80 yıl içindeki tilmiştir); ay, "Arseven, Celâl Esad", DİA, III,
yayımlamıştır. Kitabın başında tanınmış gelişmeleri dikkate alınarak bazı düzelt­ s. 397-399; E. Işın, "Celâl Esad Arseven Üze­
Bizans tarihi uzmanlarından Prof. Char­ meler ile eklemelerin yapılmayışı bü­ rine", Eski Galata, İst., 1989, s. 9-18; ay, Eski
les Diehl (1859-1944) tarafından yazılan yük eksikliktir. İstanbul, İst., 1989, s. 7-16.
önsözde, C. Esad'ın meslekten bir eski Celal Esad'ın İstanbul'a dair üçüncü SEMAVİ EYİCE
eser uzmanı olmamakla beraber, uz­ eseri Kadıköy Hakkında Tetkikat-ı Bele­
manların araştırmalarını iyi bilen bir diyedir (1329). Bu ince cilt, metni ve ARSLANHANE
amatör olduğu belirtiliyor ve alanın ya­ resimleri bakımından Eski Galata kali­ Ayasofya'nın güneydoğusunda, eski Da­
bancısı olan okuyucunun eski Bizans'ın tesinde değildir. Zaten başlığından da rülfünun arsasında evvelce bir Bizans
çok zor topografyası ve eserleri hakkın­ anlaşıldığı gibi, tam bir tarih ve arke­ kilisesi bulunuyordu. Osmanlı dönemin­
da pek çok şey öğrenmesini sağlaya­ oloji araştırması da değildir. de burası Arslanhane olarak tanınmıştı.
cak bir kitap meydana getirdiği vurgu­ İstanbul'a dair son derecede az rast­ Tarihi kaynakların desteğiyle yapılan
lanıyordu. Fakat Diehl, C. Esad'ın ko­ lanır bir çalışması ise üzerinde baskı araştırmalar imparatorların Büyük Sa-
laylıkla yerinde yapabileceği bazı oriji­ yeri ve tarihi olmamakla beraber 1908'e ray(->) denilen sarayının esas girişinin
nal araştırma ve tespitleri ihmal etmesi­ doğru hazırlanan İstanbul'un arkeolojik burada bulunduğunu gösterir. I. Roma-
ni de eleştirmiştir. Bu kitap P. Bezobra- plânı-plan archéologique de Constanti­ nos Lekapenos (hd 920-944) sarayın
zov tarafından Rus diline çevrilerek nople başlıklı 57x38 cm ölçüsünde plan Halke Kapısı adı verilen girişinde İsa
Konstantinopol', od Vizantii do Stam- ile bunun 4+32 sahifelik indeksidir. C. adına küçük bir şapel yaptırmıştır. İçine
bula başlığı ile Moskova'da yayımlan­ Esad bu planı, İstanbul hakkındaki kita­ güçlükle on beş kişinin sığabildiği bu
mıştır. Aynı konu hakkında olmakla be­ bına rehber olarak hazırlamıştı. Bu gü­ ibadet yeri I. İoannes Tzimitzes (hd
raber, metninde farklılar olan Eski İs­ zel baskılı, renkli planda, şehrin 969-976) 971 Mart'mda Ruslara karşı bir
tanbul, âbidat ve mebânisi, şehrin tesi­ 1900'lerdeki sokakları, üzerinde siyah sefere çıkarken, bu şapelin küçüklüğü­
sinden Osmanlı fethine kadar başlıklı ve kırmızı işaret ve yazılarla bellibaşlı nü görerek, kendisi tarafından düzenle­
eseri ise İstanbul'da 1328/1912-1913'te Bizans ve Osmanlı mahalleleri, semtleri nen bir plana göre bunun yerinde yeni
basılmıştır. Başlığından da anlaşıldığı ve eski eserleri işaretlenerek adları ya­ ve muhteşem bir kilise yapılmasını em­
gibi bu kitapta İstanbul'un Bizans dö­ zılmıştır. Bu elde edilmesi hemen he­ retmiştir. Çok zengin surette bezenen
nemine ait eserleri üzerinde durulmuş, men imkânsız olan planın siyah-beyaz bu kiliseye imparator birçok değerli eş­
fakat Fransızca kitapta büyük yer tutan bir röprodüksiyonu, C. Esad Arseven ya ile iki kutsal hatıra da (rölik) bağışla­
Türk devri ve bu dönemin eserleri ya­ hakkındaki yazımızla birlikte Belle­ mıştı. İoannes 976 Ocak'ında öldüğün­
zılmamıştır. tende tekrar yayımlanmıştır. de, bu kilisenin giriş holünde kendisi
Celal Esad'ın, Eski Galata ve binaları için önceden hazırlattığı müzeyyen bir
Bibi. R. Koçu. "Arseven. Celâl Esad". İSTA.
başlığı ile 1329/1913-1914'te basılan kü­ II, 1056-1057; D. Kuban, "Celâl Esad Arse­ lahte gömülmüştü. Bizans tarih yazarla­
çük kitabı ise içindeki güzel plan ve ven ve Türk Sanatı Kavramı", Mimarlık, no. rından Kedrenos'un ifadesine göre, bu
surlardan kalanlar ile Türk eserleri hak­ 72, 1969, s. 18-20; B. Özer, "Celâl Esad Arse­ kilise Halke Kapısı'mn kemeri üstüne
kında verdiği bilgiler bakımından de­ ven", Mimarlık, no. 72, 1969, s. 21-24; E. oturtulduğundan, yüksek bir bina idi.
ğerlidir. Yazar bu eserinin Fransızcasını Dolu (Kırdar), "Harika İhtiyar öldü...", Ha­
yat, S. 49 (2 Aralık 1971), s. 27-30; B. Unsal, Fetih'ten sonra bu alanda, eski yapı­
da hazırlamıştı. Fakat bastırılmadan ka­ "Celâl Esat Hoca", Arkitekt, S. 345 (1972), s. ların kalıntılarından da faydalanmak su­
lan bu yazmanın ne olduğu bilinmez. 33-35; N. Diyarbekirli, "Türk sanatının büyük retiyle, bir Cebehane(->) yapılmış, 16.
Eski İstanbul ve Eski Galata, 1989'da kaybı, Celâl Esad Arseven", Türk Kültürü, S, veya belki de 17. yy'da buradaki bir es-
ARSOY, YESARİ ÂSİM 326

ki kilisenin içine Saray-ı Hümayun'a ait ARSOY, YESARİ ÂSİM 1930'lu, 1940'h yıllarda çok tutulan bu
vahşi hayvanlar yerleştirilmiştir. Kuvvet­ fanteziler o dönem İstanbul'unun yaygın
(6 Ağustos 1896, Drama [Bugün Yuna­
le muhtemeldir ki, Halke Kapısı üstün­ gündelik musiki zevkini yansıtır. Hüsey­
nistan'da] - 18 Ocak 1992, İstanbul)
deki İsa Kilisesi bu Arslanhane'dir. ni makamında "Fariğ olmam meşreb-i
Şarkı bestekârı. Berkofçalı Ömer Lutfi
Polonyalı Simeon 17. yy başlarında rindaneden" gibi, geleneksel yolda bes­
Efendi'nin oğludur. Annesi Zübeyde
Arslanhane olarak tanınan eski kilise­ telenmiş şarkıları da vardır. Öğrencisi
Hamm'dır. Sırasıyla Nazifi Mektebi,
den ve bunun içinde hâlâ görülen mo­ Bülend Gündem, sanatçının ölümünden
Beykonağı Rüşdiyesi ve Yeni İdadi'de
zaiklerden bahseder. Evliya Çelebi de sonra bütün eserlerini bir araya getirmiş,
okudu. Okul dönemlerinde müezzinlik
yine 17. yy'da "Arslanhane'nin üst taba­ adına da bir musiki derneği kurmuştur.
etti, sesinin güzelliği ile dikkatleri çekti.
kaları kat kat bina hücreleridir ki cem-i Verimli bir besteci olan Yesari Âsim
1917'de ailesi ile Adapazarı'na göç etti.
nakkaşan-ı ustadan kârhanede sakinler­ Arsoy iki yüzden fazla eser bırakmıştır.
Burada babasının karşı çıkmasına rağ­
dir" diyerek. Arslanhane'nin üst katında Hüzzam "Ömrüm seni sevmekle nihayet
men musiki ile uğraşmaya başladı. Çe­
hücreler bulunduğunu ve saray nakkaş­ bulacaktır", "Yar yolunu, kolladım"; hi­
şidi saz sanatçılarından ders aldı. İki yıl
larının burada barındıklarını bildirir. caz "Sazlar çalınır Çamlıca'nın bahçele­
kadar bağlama çaldı. Sonra uda başladı.
Böylece eski kilisenin altındaki mahzen rinde", "Adalardan bir yar gelir bizlere":
1920'de Antalya'da vapur acenteliğinde
veya bodrumun Arslanhane, üstteki sultaniyegâh "Biz Heybeli'de her gece
çalıştı. Aynı yılın sonuna doğru İstan­
esas mekânın ise Nakkaşhane olduğu mehtaba çıkardık"; kürdilihicazkâr "Öm-
bul'a yerleşti. Bir ara İzmit'te maliyede
anlaşılır. Arslanhane-Nakkaşhane olarak rümce o saf aşkını kalbimde yaşatsam",
görev yaptı. Burada Fehmi Tokay ve
yüzyıllar boyu kullanılan kilisenin, "Aşkım Yeniköy sahil-i deryasını sardı"
Zeki Arif Ataergin ile tanıştı, onlardan
1786'da Sir Richard Worsley için bir onun sevilen eserlerinden birkaçıdır.
yararlandı. 1929'da ilk eserini besteledi.
İtalyan ressam eliyle çizilen resminde FATİH SA1GIR
1930'larda eserlerini plaklara da okudu.
sadece kubbesi görülür. İsveçli subay
İstanbul radyosunda iki defa sanatçı öğ­
Cornelius Loos'un 1710'da çizdiği İstan­ ART DECO
retmen olarak görev aldı. Solak olduğu
bul manzarasında da, pencereleri yarıya
ve sol elle çaldığı için "Yesari" adıyla Art deco. mimarlıkta ve dekoratif sanat­
kadar örülmüş yüksek kasnaklı, otlarla
tanınmıştır. larda 1 9 2 0 ' l e r d e ortaya ç ı k a n ve
kaplanmış kubbe fark edilir.
Yesari Asım Arsoy, musiki zevkini ve 1930'larda yaygınlaşan bir akımdır. Adı­
Ermeni coğrafya yazarı İnciciyan'm
anlayışını kendi çalışmalarıyla geliştirdi. nı. 1925'te Paris'te açılan ve akımın ta­
(1758-1833) 11 ciltlik büyük coğrafya
Tasavvufa ömür boyu ilgi duydu. Ta- nınıp yaygınlaşmasını sağlayan Çağdaş
eserinin, beşinci cildinde bu kilisenin,
savvufi şiirler yazdı. Musiki sanatına Dekoratif ve Endüstriyel Sanatlar Ulus­
tek levha halinde bir gravürü bulun­
saygısı yüzünden, kendisine önerilen lararası Sergisi'nden (Exposition Inter­
maktadır. Bu satırların yazarı tarafından
yüksek ücretleri kabul etmedi ve piya­ nationale des Arts Decoratifs Industriels
ilk defa meydana çıkarılan bu gravürde
saya çıkmadı. Bestelediği şarkılar ve et Modernes) alır.
Arslanhane olan eski kilise, başlıca mi­
mari ayrıntıları ile görülebilir. Nasuh es- okuduğu plaklar ile geniş kitlelere ses­ Art deco, köken olarak büyük ölçü­
Silahi'nin (Matrakçı Nasuh) 16. yy'da lenmeyi tercih etti. de art nouveau(~>) akımından beslenen
yaptığı İstanbul minyatüründe Ayasof- İstanbul'u çok seven Yesari Âsim Ar­ bir stil veya beğenidir. Atna art nouve-
ya'nın komşusundaki kubbeli yapının soy şarkılarında da İstanbul'un birçok au'nun Bauhaus ve kübizm gibi akım­
da böylece Arslanhane olduğu anlaşılır. semtini ve güzelliklerini dile getirdi. lardan etkilenerek daha sade, geomet­
İnciciyan'm bildirdiğine göre 1802'de Eserlerinin hepsinde güfte ile beste ara­ rik, analitik ve endüstriyel nitelikli bir
Nakkaşhane yanmış, komşusu Cebeha- sındaki uyuma son derece özen göster­ içerik edinmesiyle ortaya çıkan bir bi­
ne'nin genişletilmesi için 1804'te yıktırıl­ di. İlhamsız eser bestelemedi. Şarkı güf­ çim ve beğeni bütünüdür. Art nouveau
mıştır. Fakat 1808'de Alemdar Mustafa telerinin de çoğunu kendi yazdı. Arsoy üslubunun ve zengin Avrupa beğenisi­
Paşa olayı sırasında Cebehane bir yan­ kendi bestelerini çalıp okuması yönün­ nin 1920'lerin Amerikan kültürü içinde
gın daha geçirmiş ve toprak üstünde den ozan geleneğinin çağdaş bir temsil­ özümsenmesi ile de bağıntılıdır. New
hiçbir izi kalmayan Arslanhane'nin arsa­ cisiydi. Gaygaysız, düz ve sade olan York'taki Rockefeller Merkezi, Chrysler
sı üzerinde İsviçreli mimar G. Fossa- okuyuş üslubu yeni icranın ilk örnekle­ binası veya Empire State binası, art de-
ti'nin projesi uygulanmak suretiyle rinden biriydi. Bu yönleriyle kendine co'nun anıtsal örnekleridir.
1848'de büyük bir Darülfünun binası özgü bir tavır oluşturdu. Arsoy şarkıdan Endüstriyel tasarıma özgü, sadelik,
yapımına başlanmıştır. İnşası yıllar sü­ daha hafif bir beste şekli olan "fantezi" düzlemsellik. öğelerin yinelenmesi, ge­
ren bu bina sonra çeşitli müesseselere türünde pek çok eser bestelemiş bir sa­ ometri ve stilizasyon art deco'da gözle­
tahsis edilerek, nihayet İstanbul Adliyesi natçıdır: çoğunu plaklara okuduğu, nen niteliklerdir. Estetik kökeni dışavu-
olmuş ve 1933'te yanmıştır.
Eski gravüründen öğrenildiği kadarı
ile Arslanhane-Nakkaşhane olan kilise,
gerçekten geniş kemerli bir kapı üstünde
.idi. Otlarla kaplanmış kubbesi, pencere­
leri yarıya kadar örülmüş kasnağı, bunu
destekleyen iki takviye payandası ve bir
yarım kubbesi görülür. Önde, kemerli
kapının tam önünde, çok geç dönemin
mimari özelliğini gösteren, üzeri kiremit
örtülü, pencereli bir ek bina vardır. İleri­
ye taşan bu binanın biraz gerisinde ve
kemerli kapının iki yanında yine kiremit
örtülü iki kanat bulunmaktadır.
Bibi. C. Mango, The Brazen House, A Study
of the Vestibüle of the Imperial Palace of
Constatinople, Koebenhavn, 1959; S. Eyice,
"Arslanhane ve Çevresinin Arkeolojisi", İstan­
bul Arkeoloji Müzeleri Yıllığı, XI-XII (1964), s.
23-33, lev. IV-IX; Janin, Eglises et monasteres,
529-530; Müller-Wiener, Bildlexikon, 81.
SEMAVİ EYİCE
327 ART NOUVEAU

rumculuk ve kübizme yaslanır. Mimaride Art deco'ntın tek aile konutunda kul­ ilişkiliydi. Aynı ortak zemin, toplumsal
yalın ve saf biçimler, geometrik üsluplu lanımına ilişkin birçok örnek, özellikle yapılaşmanın belirli bir aşaması için de
bezemeler ve genellikle yüksek kaliteli Kadıköy'de Moda, Feneryolu veya Suadi- geçerliydi. Yeni sınıf ve tabakaların
ve pahalı malzeme kullanımı görülür. ye semtlerinde bulunmakta idi. 1970'li oluştuğu Avrupa ülkelerinde bu yeni sı­
İstanbul'da art deco mimarlığı. 1920- yıllardaki yoğunluk artırıcı imar uygula­ nıfların ve başta zengin, aydın ve öz­
1940 arasında özellikle kentin orta üst maları sırasında art nouveau üslubundaki gürlükçü kentsoyluların estetik gerek­
sınıflarının yerleşim alanlarındaki konut konutlar gibi art deco üslubundaki kü­ sinme ve taleplerinin ve etik normları­
yapılarında görülmektedir. Özellikle Ta­ çük konutlar da ortadan kalktı. Yalnızca nın art nouveau'nun oluşumunda bü­
limhane, Ayaspaşa, Maçka-Nişantaşı ve birkaç tanesi ayakta kalmış bu örneklerin yük payı vardır. Akım, İngiltere ve
Şişli ile Cihangir, art deco mimarlığının İstanbul'a özgü karakteristik biçimlenme­ Amerika'da modern style, Fransa ve Bel­
seçkin örneklerinin en çok bulunduğu leri de böylece kaybedilmiş oldu. çika'da art nouveau; Hollanda'da nieu-
semtlerdir. İstanbul'da apartman tipi ko­ Konut dışı uygulamalar arasında we kunst; Almanya'da Jugendstil; Avus­
nutun ortaya çıkışı kuşkusuz daha er­ Eminönü'ndeki Kuru Kahveci Mehmet turya'da secessionsstil; İtalya'da stile flo-
kendir ama yaygınlaşmaya başlaması art Efendi ve Oğullan Mağazası ilginç bir reale, İspanya'da modernismo gibi ad­
deco uygulamalarıyla eşzamanlı görün­ art deco örneği olarak belirtilebilir. Ama larla anılıp benimsendi.
mektedir. İstanbul'daki en önemli art deco tasarı­ Art nouveau üslup olarak çeşitli kay­
Bu yapıların mimari niteliklerinin ve mı Markiz Pastanesi için tanınmış sanat­ naklardan esinlenmiştir. Bunların he­
düzeyinin Avrupa'daki örneklerle para­ çı Mazhar Resmol'ün yaptığı vitray çalış­ men tümü o zamana dek bilinmeyen
lel olduğu söylenebilir. Kitle biçimleni­ masıdır. Bir peyzaj stilizasyonu olan bu veya marjinal olarak kalmış ikincil kay­
şinde ve plan şemalarında benzerlik vitray çifti, İstanbul art deco literatürü naklardı. Klasik ve akademik çizginin
açıktır. Cephelerde stilize pilastrlar, ge­ için özgün bir örnek sayılmalıdır. dışında tutulmuş eğilimlerdi. Klasisiz-
ometrik motifli balkon ve pencere para­ AFİFE BATUR min yaslandığı Grek-Roma dünyasında
petleri, daha çok giriş katlarında kullanı­ bile farklı esin kaynaklarına, örneğin
lan köşeleri pahlı pencereler ve hemen Girit ve Minos kültürüne yönelmişti.
ART NOUVEAU
daima ayırt edici bir geometrik motif Art nouveau'nun asıl esin kaynağı
kompozisyonuna sahip olan kapılar, is­ Sanat tarihinde 19. yy'ın sonu ile 20.
Avrupa dışı kültürler oldu. Bunların ba­
tanbul art deco'sunun da tipik özellikle­ yy'ın başında yaklaşık 25 yıl süren ve
şında Japon sanatı geliyordu. Japon kül­
ridir. Apartman girişinde büyük panolar derin izler bırakmış olan akım.
türüyle en etkili karşılaşma, 1873 Viya­
halinde resim kullanımı, özgün bir uy­ Art nouveau 19- yy'ın son çeyreğin­ na Dünya Sergisi'nde oldu. Özellikle Ja­
gulama olarak hayli yaygındır. Bu ka­ de Avrupa ülkelerinin, göreli bir politik pon grafik sanatının çiçeksi bezemeyle
rakteristiklere sahip apartmanlara örnek istikrara ve refaha kavuştuğu yıllarda birleşen çizgisel düzenlemeleri, gölge-
olarak şunlar verilebilir; Gümüşsuyu'nda ortaya çıktı. Öncelikle sanayileşmiş, ye­ sizliği ve asimetrisi, sergiye gelen veya
Bosfor Apartmanı (Mimar Sami Maca- ni bir üretim biçimini geliştirip sahip­ yayınları izleyen sanatçıları çok etkiledi;
roğlu), Ankara Palas, Gümüşsüyü Apart­ lenmiş ülkelerde görüldü. Akımın dü­ coşkuyla karşılandı.
manı; Nişantaşı'nda Melek Apartmanı; şünsel arka planı, sanayileşmenin ve Art nouveau mimarlığında başlıca iki
Taksim'de Pertev Apartmanı. büyüyen ekonomilerin problemleriyle ana çizgi öne çıkmaktadır: Biri ve krono­
lojik olarak önce gelen, Brüksel/Paris-
Nancy/Barcelona eksenli eğrisel ve çi­
çeksi (floreal) olandır; diğeri Viyana mer­
kezli Orta Avrupa ülkelerinin birkaç yıl
sonra geliştirdiği geometrik konsepttir.
İstanbul'da Art Nouveau Üslubu
Art nouveau üslubunun İstanbul'a nasıl,
kimler tarafından ve ne zaman getirildi­
ği veya İstanbul art nouveau'sunun
hangi ilişkilerle, çalışma ve etkileşimler­
le oluştuğu aslında 19- yy İstanbul'unun
yapısal, ekonomik, politik ve kültürel
özelliklerine ilişkin bir sorudur.
Art nouveau akımının ortaya çıkıp
geliştiği yıllar, Osmanlı İmparatorlu-
ğu'nun çöküş öncesi dönemine rastla­
maktadır ve yüzyıl sonu istanbul'u da
çökmekte olan bir imparatorluğun baş­
kentidir. Milliyetçi veya etnik başkaldırı­
lar, sürekli savaşlar ve yenilgiler, özel­
likle "93 Harbi" denen 1293/1877-78
Osmanlı-Rus Savaşı, Çatalca'ya kadar
gelen düşman ve o müthiş Ayastefanos
Anlaşması, imparatorluğu güçsüz ve
yoksul düşürmüştür. Sanayi gelişmemiş­
tir; üretim düşüktür.
Ne var ki, imparatorluğun içinde bu­
lunduğu bu perişan durum, İstanbul ve
bazı kentler için geçerli görünmemekte­
dir. İmparatorluk için çizilebilecek ka­
ranlık ve koyu renkli tablo, İstanbul, İz­
mir vb kentler söz konusu olduğunda
ışıltıya dönüşebilmektedir. Bunlar, im­
paratorluğun tüm verimini toplayıp ih­
raç eden, bir anlamda hinterlandı impa-
ART NOUVEAU 328

ratorluğun kendisi olan büyük kentler­ Avrupa kentlerine ve yurtiçine bağlayan deli içindeki Hassa Mimarları Ocağı'nın
dir. Özellikle İstanbul, Tanzimat'tan telgraf haberleşmesi ile demiryolu ya­ bilgi ve deneyim alanı dışında kalan ye­
sonra yönetim etkinliklerinin artması ve pımları, İstanbul'un Avrupa ile bağlantı­ nilikler vardı. Örgün mimarlık eğitimi­
merkezileşmesi; dışalım ve liman işlev­ sını kolaylaştırmaktadır. Paris ve Brük­ nin Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi bün­
lerinin önem kazanması, transit ticaretin sel'deki gibi İstanbul'da da "Bon Marc- yesinde kurulup mezun vermesine ka­
getirdiği yüksek gelirler ve nüfus artışı he", "Au Lion", "Bazar Allemand", "Louv- dar, yaklaşık bir yüzyıl boyunca yapı
ile ülkenin "egemen" kenti olmuştur. re" vb büyük mağazalar açılıyor; İstan­ alanı yabancı mimarların katkısına açık
Bazı araştırmacıların sağlıksız ve kolon- bul kentsoylusu Paris veya Londra mo­ kaldı. (Yurtdışında öğrenim görebilen
yal tipte buldukları bu tür gelişme, so­ dasını "Maison Botter"in haute couture birkaç Osmanlının bu açığı kapatması
nuçta bu kentleri -özellikle de İstan­ kreasyonlarından veya "Mir et Cotte- söz konusu değildi.)
bul'u- zengin ve yapı yatırımlarına akta­ rau"dan izleyebiliyordu. "Cercle D'Ori- 19- yy başında yabancı mimar olarak
rılacak büyük artıdeğer birikimine sahip ent", "Teutonia", "Constantinople", "Uni­ yalnızca A. Melling'in(->) adı bilinirken
merkezler haline getirmiştir. on Française" kulüplerden; "Concordia", 1850'li yıllara doğru Fossati Kardeşler
Gerçekten de İstanbul'da aktif bir in­ "Odeon", "Cristal", "Petits Champs" tiyat­ pek çok İstanbul yapısını imzalamışlar­
şaat ve mimarlık piyasası vardır. Piyasa­ rolardan birkaçıydı. Listeye yüzlerce isim dır. Ama yüzyılın ikinci yarısından baş­
yı canlandıran, yalnızca dış ticaret gelir­ daha eklenebilir. Tümü Avrupai yaşam layarak çeşitli Avrupa ülkelerinden gel­
leri veya yüzyıllarca 3 0 0 . 0 0 0 ila biçiminin gereği veya dekoru olan bin­ miş çok sayıda mimarın bu kentte çalış­
500.000'i geçmeyen İstanbul nüfusunun lerce yapı inşa edilmektedir. tığı bilinmektedir.
19- yy sonunda bir milyona yaklaşması Yüzyıl ortalarında kurulan belediye Aslında Osmanlı mimarlığında Batılı
değildir. Nüfusun yapısında ve gerek­ de İstanbul'a çağdaş bir kent görünümü üslup ve biçimlerin, Osmanlı mimarların­
sinmelerinde büyük değişmeler olmuş­ kazandırmak amacındadır. Bu amaç, ca kullanımı yeni değildir. 18. yy ortala­
tur: Geleneksel toplumsal tabakaların yukarıda değinilen gereksinmelerle bir­ rındaki Osmanlı barok üslubunun (bak.
durumu gerilerken yeni bir kentsoylu likte Avrupa'dan gelecek mimarlar için barok mimari) özgün ve ustalıklı uyarla­
kesim, Osmanlı yüksek bürokrasisini de geniş iş alanları demekti. maları, Topkapı Sarayindaki rokoko be­
içeren varlıklılar ve Levanten kentsoylu­ Osmanlı başkenti, herhangi bir alan­ zemeler, 19- yy başmdaki klasisist tasa­
lar öne çıkmakta, gereksinme ve bek­ da -örnekse tıp veya askerlikte- öteden rımlar, ampir(->) uygulamalar belirli bir
lentileri önem kazanmaktadır. beri Avrupalı uzmana alışıktır. Ama mi­ yönelimi ve birikimi işaret etmektedir.
Kısaca, imparatorluk içinde bir ada marlık, bilindiği kadarıyla, daima yerli Krikor ve Garabet Balyan, Melling,
gibi de olsa İstanbul, yenilikçi düşünce­ sanatçıların alanı olarak kalmıştı. Ancak, Smith ve Fossatiler, yüzyılın ilk yarısının
lerin ve art nouveau'nun boy verdiği Av­ 18. yy'da Batiya açılmaya başlayan im­ klasisist eğilimlerini b i ç i m l e n d i r e n
rupa başkentlerinin parasal ve toplumsal paratorlukta yeni program ve kavram­ önemli ve tanınmış adlardır. Bu kuşağın
koşullarına sahip gibi görünmektedir. lar, yeni teknikler, yeni model ve tipler çekilmesiyle 1860'lardan başlayarak kla­
Çok isabetli bir öngörü ile gerçekleş­ ve yeni motifler mimarlığın gündemine sik disiplinin çözülmeye başladığı gö­
tirilen çağdaş iletişim ve ulaşım araçları­ girdiğinde yabancı mimar gereksinimi rülmektedir. Okul, kışla, hükümet ko­
nın kullanımı, Osmanlı başkentini tüm belirdi. Çünkü geleneksel yetişme mo- nağı, hastane vb resmi binalarda neo-
klasik çizgiler hâlâ e g e m e n d i r ama
kentsel mimaride bir çeşitlilik ve reper-
tuvarı geniş bir eklektisizm belirmekte­
dir. Bu çeşitlilikte Doğu ve İslam kö­
kenli oryantalist biçimlenmeler giderek
öne çıkmaktadır. Avrupa'nın çeşitli ül­
kelerinden gelmiş çok sayıda mimarın
varlığından ötürü bu dönemde bir üs­
lup çeşitliliği yaşanmaktadır. Dönem
Avrupa'da da eklektisizmin (eclectis-
me=felsefe ve sanatta seçmecilik) ve
historisizmin (historicisme=felsefe ve
sanatta tarihselcilik) alabildiğine yaygın
olarak kullanıldığı yıllardır. Ama İstan­
bul'da ülkelerarası yaklaşım ayrımları­
nın da aynı kentsel mekânda yer aldığı
görülmekte ve belki de bu nedenle eşi
olmayan bir koleksiyon oluşmaktadır.
Art nouveau, historisizmin hemen
her modelinin temsil edildiği İstanbul
mimarisine yüzyıl dönümünde katıldı.
Sanatlarda yenilik düşüncesinin sana­
yileşme düzeyi ile ilişkisine yukarıda işa­
ret edilmişti. Tarihsel ve yapısal özellik­
leri nedeniyle sanayi toplumuna doğru
bir evrimi gerçekleştiremeyen Osmanlı­
ların, bu açığı ve geride kalmışlığı aşma
amacıyla başlatılan ve "Batiya açılma",
"Batılılaşma" gibi terimlerle dile getirilen
modernizasyon çabaları bilinen gerçek­
lerdir. Ne var ki, yüz elli yılı aşan mo­
Kefeliköy dernizasyon çabalarına karşın 19. yy so­
Caddesi no. nuna gelindiğinde sanayi hâlâ yeterince
43'te Bilgin gelişmiş değildi. Buna bağlı olarak da
Evi olarak sanat veya kültür üzerine tartışmaların
anılan binanın
ön cephesi. geliştirdiği söylem, sanayi ve makinenin
Afife Batur ezdiği veya yozlaştırdığı zanaat-sanat
329 ART NOUVEAU

üzerine estetik ve etik çerçevede bir tar­


tışma ile değil, Batılılaşmanın iyi mi kötü
mü olduğu ekseninde politik bir kutup­
laşmanın terminolojisi ile oluştu. Bu söy­
lem, ister istemez, yalnızca sanatın spesi­
fik alanını dışlamakla kalmadı, kendi po­
litik eksenine çekerek sanatın kullanıcı­
larının seçeneklerini de kısıtladı veya
kaldırdı. Basitleştirerek örneklemek ge­
rekirse, art nouveau'ya tekabül eden Os­
manlıca "tarz-ı cedid" teriminin yalnızca
art nouveau üslubundaki tasarımlar için
değil ama diğer Avrupa üsluplarının bü­
tünü için ve dikkatsizce kullanıldığı, yi­
ne Avrupa'dan gelmiş olan oryantalist
üslubun ise yerli ve İslam sayıldığı (Arap
üslubu dendiği de var) belirtilebilir.
Art n o u v e a u mimarlığının İstan­
bul'da, Avrupa kentlerinde olduğu gibi,
dernek, dergi veya kulüpler çevresinde 1923 yılında yıktırılan Kuruçeşme'deki Nazime Sultan Sarayı (1903).
toplanan sanatçılar tarafından geliştiril- Afife Batur koleksiyonu
mediğine kesin gözüyle bakılabilir.
İstanbul'da canlı bir kültürel yaşam
varsa da bugüne kadar böyle bir dergi İthal edilen ve İstanbul'un lüks bü­ malarında -belki de resmi istekler uya­
veya dernek hakkında bilgi bulunama­ yük mağazalarında satılan günlük kulla­ rınca- genel olarak â l'ottoman bir vur­
mıştır. Ne var ki bütün kısıtlılığına, poli­ nım eşyaları bir diğer kanaldı. Günü­ gu taşıyan oryantalist/historisist tasarım­
tik eksene yapışmışlığma karşın kimi müz İstanbul antikacılarının gözde par­ lar hazırlayan ve art nouveau'yu tem­
kavram ve terimlerin ve sözcüklerin art çalarını oluşturan art nouveau objelerin, kinli bir dikkatle kullanan D'Aronco,
nouveau literatüründekilerle benzerliği art nouveau beğenisinin benimsenme­ Maison Botter'de cesur ve yaratıcı bir
şaşırtıcıdır. sinde büyük payı olmalıdır. tasarım ortaya koymuştur. Maison Bot-
Edebiyat-ı Cedide, bu tür bir yakınlık Art nouveau mimarlığının ilk örnekle­ ter, oval planlı merdiveni, mağaza bölü­
için son derece ilginç bir örnek olarak ri, Osmanlı İmparatorluğu'nun ticareti ve münde defileler için düzenlenmiş asma
düşünülebilir. Adındaki "yeni" (cedid) sanayisi gelişmiş merkezlerinde ve bazı katının eğrisel çizgili planı ile dar ve
sözcüğü bile ilgi duyulmasını gerektirir. kıyı kentlerinde 20. yy başında görüldü. uzun arsasının kısıtlamalarını aşan ve
Edebiyat-ı Cedide hareketi, 1896-1901 Özgün ve anıtsal örnekler bu merkezler­ içeride de art nouveau'nun mekânsal
yıllarında Tevfik Fikret'in (1867-1915) de ve 1910'lara kadar olan sürede ger­ özelliklerini sunan bir yapıttı. Bu bö­
yönetiminde yayımlanan Servet-i Fünun çekleştirildi. Daha küçük kentlerde ve lüm, 1962 yılında bir banka şubesine
dergisi çevresinde yeni bir edebiyat ku­ anonim mimaride ise 1930'lara kadar ve dönüştürülmek üzere yıkıldı. Botter ai­
şağının oluşumunun adıdır. Hareketin art deco'ya(->) dönüşerek kullanıldı. lesine ayrılmış olan üst katlar halen ofis
aktif yılları tam da art nouveau'nun or­ İstanbul birçok bakımdan olduğu gi­ olarak kullanılmakta ve korunmaktadır.
taya çıktığı yıllardır. Ve Servet-i Fünun bi art nouveau mimarlığı bakımından Yapının cephesinde, planda olduğu gi­
dergisi, döneminin resimli dergilerin- da Türkiye'nin en önemli merkezidir. bi, konut bölümü ile modaevi bölümü­
dendir. Yurtiçinden ve dışından birçok Bu önem önce, sayısal olarak en zengin nün incelikli dekoratif düzenlemelerle
yapının fotoğrafları ile roman ve şiir birikime sahip olması anlamındadır. ayırt edildiği; konut bölümünü belirten
ilüstrasyonları ve art nouveau logo ve Son yıllarda kıyım düzeyine varan mi­ ve İtalyan barok biçimlerini anımsatan
vinyetler, çiçeksi desenler dergi sayfala­ mari miras kaybına rağmen İstanbul'da plastik öğelerle yüzey bezemelerinin
rını bezemektedir. Dergi, kapanmasın­ hâlâ önemli bir art nouveau yapı stoku kontrastı belirtilmelidir.
dan az önce 588. sayısında (18 Temmuz vardır. İkinci olarak art nouveau üslu­ Maison Botter'de birçok esin kayna­
1318/31 Temmuz 1902, s. 235-238) art bunda tasarlanmış anıtsal yapılar İstan­ ğına referans verilebilir: S e c e s s i o n
nouveau sanatını ve mimarisini tanıtan bul'dadır; çoğu genellikle iyi korunmuş­ Evi'ndekileri anımsatan dal ve yaprak
bir yazı ve resimler de yayımlamıştır. tur ve bu anıtsal örneklerdeki stilistik istifinden oluşmuş bezeme grupları ve­
Yazar ve şairlerin kendilerini semboliz­ nüansların bir tür koleksiyon oluşturan ya Mackintosh'un uygulamalarım dü­
me yakın hissettikleri de bilinmektedir. kaliteleri İstanbul örneklerine önem ka­ şündüren balkon demirleri gibi.
Görsel sanatlara açık olsa da ressam ve zandırmaktadır. Ve nihayet üçüncü ola­ Maison Botter'in yapımı, sahibinin ve
mimarların dergi çevresinde yer alma­ rak anonim mimaride İstanbul'a özgü mimarının tanmmışlıkları bir yana, getir­
malarına bakarak, Servet-i Fünun'un ve olduğunu savunduğumuz bir art nouve­ diği yeni biçim önerileriyle etkili olmuş
Edebiyat-ı Cedide'nin, akımın odağı ol­ au konut ve dekorasyon modelinin ge­ görünmektedir. Grand Rue de Pera çev­
madığı, fakat art nouveau estetiğine lişmiş olmasıdır, resinde art arda art nouveau yapıların
açık ve bu akımı entelektüel olarak bes­ İstanbul art nouveau mimarisinde ortaya çıkması rastlantı olmamalı. Bütün
leyen bir çevre geliştirdiği söylenebilir. birçok yapının müellifleri ve yapım ta­ yıkımlara karşın, halen İstiklal Cadde­
Art nouveau estetiğinin ve beğenisi­ rihleri henüz bilinmemektedir. Bilinen, sinin iki yanındaki yapı adalarında sa­
nin bir diğer giriş kanalı kadın dergileri üslubun önce profesyonel örneklerde yısı elli civarında art nouveau üslubun­
olmalıdır. Art nouveau'nun kumaş de- veya çalışmalarda kullanıldığı ve ano­ da tasarlanmış veya en azından deko­
senciliği alanındaki yaratıcılığı ve femi­ nim mimariye daha sonra geçtiğidir. rasyonu art nouveau olan apartman bu­
nist hareketin yükselişi yüzyıl dönü­ İstanbul'da tarihi bilinen en eski art lunmaktadır. Örnek olaraksa, İstiklal
münde moda dünyasını da etkilemiş ve nouveau yapı, Maison Botter'dir (İstiklal Caddesi no. 403, Aşmalı Mescit Sokağı
birçok kadın dergisi yayımlanmaya baş­ Caddesi'nde). II. Abdülhamid'in resmi Pina Apartmanı, Mis Sokağı Kont Otel
lamıştı. Avrupa'dan gelen dergilerin ya­ terzisi olan Hollanda uyruklu J. Bot- veya no. 28, Büyük Parmakkapı Sokağı
nı başında İstanbul'da da yayımlanmaya ter'in haııte couture tarzında çalışan evi no. 30, Sofyalı Sokağı no. 7 ve birçok
başlayan kadın dergileri, varlıklı kesi­ için İtalyan mimar Raimondo D'Aronco bina sayılabilir.
min art nouveau beğenisini tanımasının tarafından tasarlanmıştır. Sarayın da mi­ 1900 veya kesin tarihi bilinmeyenler
bir diğer yolu oldu. marı olan ve 1900 yılma kadarki çalış­ de dikkate alınarak 1898'lerde başlayan
ART NOUVEAU 330

İstanbul'daki art nouveau mimarlığı uy­ yıktırıldı), Şeyh Zafir Türbe / Kitaplık / yük, görkemli ve pahalı yapılardan oluş­
gulamalarında başlıca iki dönem ayırt Çeşmesi (Beşiktaş, 1903), Laleli Çeşme maktadır. İstanbul art nouveau mimari
edilmektedir: (Galata), Yeniçeri Müzesi (Sultanahmet, mirasının en önemli örnekleri arasında
I. Birinci dönem: 1900-1915; II. İkin­ 1900), yetimhane (Beyoğlu, 1900), sa­ Hıdiv sarayları (Bebek ve Çubuklu), Hu-
ci dönem: 1922-1930. ray (Şale Köşkü, 1898), tiyatro (Yıldız ber Köşkü (Yeniköy-Tarabya, halen
Bu tarihlendirme hemen fark edilebi­ Sarayı) ve diğer birçok yapısı anılabilir. Cumhurbaşkanlığı Rezidansı), İtalyan El­
leceği gibi Osmanlı İmparatorluğu'nun R. D'Aronco'nun sarayın ve Evkaf Neza­ çiliği Yazlık Rezidansı (Tarabya, 1905),
siyasi tarihi ile belirlenmiş gibidir. I. retinin de miman oluşu, tipolojik reper- Nazime Sultan Sarayı (Kuruçeşme, 1903;
Dünya Savaşı doğal olarak bütün ülke­ tuvarm genişlemesine katkıda bulun­ 1923 yılında yıktırıldı) belirtilebilir.
lerde olduğundan daha fazla Türkiye'yi muş olmalıdır. Bu dönemde genellikle kagir yapım
ve İstanbul'u etkiledi. İmparatorluğun İstanbul'un art nouveau yapı portfö­ yöntemleri kullanıldı. Taş, tuğla vb ge­
çöküşü ve yeni bir siyasi düzenin olu­ yünde en çok apartman, köşk veya ko­ leneksel malzemeler ve geleneksel ya­
şumu elbette belirleyici olacaktı. nak türü büyük kentsel konutlar, sayfiye pım teknikleriyle olduğu kadar çelik
I. D ö n e m konutu ve ofis binaları bulunmaktadır. strüktürlü ve cam yüzeyli uygulamalar
I. dönem, art nouveau mimarlığının İstanbul'da kentsel lokalizasyon açı­ da yapıldı. Genel olarak anıtsal yapılar­
profesyonel mimarlar tarafından benim­ sından art nouveau'nun belirli bir yo­ da geleneksel tekniklerle yeni malzeme
senip uygulandığı dönemdir. Bu döne­ ğunlukla kullanıldığı belirli bölge ve ve teknikler bir arada kullanıldı. En çok
min art nouveau tasarımları, bilindiği mahalleler seçilebilmektedir. Bunlar, ge­ görülen düzgün kesilip işlenmiş taşla
kadarıyla, örgün akademik eğitim gör­ nellikle Osmanlı yüksek bürokratlarının, kaplı tuğla duvar ve volta tekniğinde
müş mimarlar tarafından gerçekleştiril­ sarayla ilişkili kesimin, Levanten kent­ çalışılmış putrelli döşemedir. Beyoğ-
di. Bu nedenle hemen hepsinde belirli soyluların, yabancı misyon mensupları­ lu'ndaki apartmanların hemen tümü bu
bir profesyonel kalite hep var oldu. nın yerleşme haritası ile hemen hemen malzeme ve tekniklerle inşa edilmiştir.
Profesyonellik, bu ilk dönemde tüm çakışıktır: Pera, Boğaziçi'nin batı yakası. Yine bazı anıtsal yapılarda İstanbul'un
tipolojik ve işlevsel kategorilerde art Yeşilköy. Moda gibi. Art nouveau yapı geleneksel malzeme ve tekniği kullanıl­
nouveau üslubunun kullanılmasında da lokalizasyonu. art nouveau'nun temsil mış; kagir zemin kat üzerine, ahşap
gözlenmektedir. Cami, türbe, çeşme, ettiği yenilik ve çağdaşlık eğilimlerini ve strüktürlü. tuğla dolgulu ve bağdadi du­
müze, resmi yapı vb ile her tür konuta ürünlerini benimseyip kullanmaya hazır­ varlar yapılmıştır. Bu teknik, örneğin,
(apartman, otel, saray, sayfiye konutu lıklı elit kesimin de sosyal topografyası­ İtalyan Elçiliği Yazlık Rezidansı olarak
vb) okuldan hatıra anıtına kadar çeşitli nı vermektedir. R. D'Aronco tarafından tasarlanmış olan
tip ve işlevde yapı, art nouveau üslu­ Tarabya'daki görkemli binada kullanıl­
Sıralanan bu sosyal grupların gerek­
bunda tasarlandı. Bu olguda en büyük mıştır. Benzer bir uygulama A. Ratib Pa-
sinme ve beğenilerinin ve parasal ola­
katkı R. D'Aronco'nundur. Karamustafa şa'nın Küçükçamlıca'daki anıtsal kona­
naklarının bir türevi olarak gerçekleştiri­
Paşa Mescidi (Karaköy. 1903: 1958'de ğında mimar A. Kemaleddin(-0 tarafın­
len art nouveau mimarisi genellikle bü­
dan da gerçekleştirilmiştir. Her iki ör­
n e k t e galeri ve benzeri mekânların
strüktürü için yer yer yeni malzemelere
de başvurulmuştur.
Tasarım yapan mimarların değişik Av­
rupa ülkelerinden gelmelerinin veya Os­
manlı mimarlarının farklı akademilerde
öğrenim yapmalarının sonucunda art no­
uveau tasarımlarda stilistik ve formel
özellikler bakımından zengin bir., çeşitli­
lik gözlenmektedir. Bu bakımdan İstan­
bul art nouveau'su değişik esin ve etkile­
ri yansıtan görkemli bir koleksiyon ola­
rak algılanmaya açık bir mimari mirastır.
İstanbul'daki art nouveau yapılarının
hepsinin kendi içinde bütüncül anlam­
da bir art nouveau mimari tasarıma sa­
hip olduklarını söylemek kolay değildir.
Art nouveau özellikleri, motifler, biçim­
ler çoğu kez, -Avrupa'da da olduğu gi­
bi- başka üsluplardaki tasarımlara ek­
lenmişlerdir. Örneğin, Hidiva Emine Sa-
rayı'nda (Bebek) art nouveau, neoklasik
biçimlerle bir aradadır. Yeniçeri Müzesi
ve Ziraat, Orman ve Maadin Nezareti
binasında oryantalist öğeler art nouveau
bir tasarıma eklenmiştir.
İstanbul art nouveau'sunun sözü edi­
len çeşitliliğine karşın başlıca iki çizgi­
nin egemen olduğu da söylenebilir. Bi­
ri, en belirgin olarak Şeyh Zafir Tür-
be/Kitaplığinda temsil edilen -yapının
kitlesinin de biçiminin, hattâ geometrisi­
nin önem kazandığı- Viyana Ekolü ve
özellikle Olbrich etkileridir. Hidiva Emi­
ne Sarayı, Maison Botter veya Laleli
Çeşme de bu grup içinde yer alabilir.
İkinci çizgi, İtalyan Liberty'sinin floral
motiflerinin öne çıktığı bezemenin de
331 ART NOUVEAU

daha naturalist karakterde olduğu kon-


sept olarak tanımlanabilir. Vlora Ham
olarak bilinen yapı (Sirkeci) veya Be­
yoğlu Mis Sokağı no. 28'deki apartman
örnek olarak verilebilir.
Kuşkusuz tamamen özgün tasarımlar
da vardır: Ahmed Ratip Paşa Köşkü(-0
ve İtalyan Elçiliği Yazlık Rezidansı, fark­
lı esin kaynaklarına karşın İstanbul'a
özgü olmada birleşen yapıtlardır. Rezi-
dansın, klasik plan şemasını asimetrik
bir kitle kurgusuna dönüştüren art no-
uveau karakteri, Boğaziçi peyzajına ka­
tılan geniş saçaklarının ve büyük açık-
lıklı payandalarının yerel çizgisiyle öz­
gün bir bütünlük oluşturur. Ratip Paşa
Köşkünde de saçaklar ve eliböğründe-
ler kullanılmıştır ama bu kez, çok geniş
olmayan saçaklar değişik kotlarda bal­
kon veya pencere üstlerinde kullanıla­ Üsküdar
rak cephenin geleneksel geometrik bö- Selamsız
lümlenmesini değiştirir ve ahşaptan oy­ Caddesi
ma floral motiflerin art nouveau etkisini no. 355'teki
yapıdan art
tamamlar. nouveau bir
Art nouveau konseptin plan ve me­ pencere
kânlara getirdiği yenilikler fazla yaygın ayrıntısı.
görünmemektedir. Geleneksel plan şe­ Erkin Emiroglu
malarında büyük değişiklik görülmez­
ken galeri ve asma kat kullanımı, floral Kimlerinin kabul salonlarına olağanüstü zaman olduğu gibi avant-garde ve yük­
desenli vitraylarla iç mekânı aydınlatan bir görsel zenginlik katan merdivenler sek kültürden orta sınıflara kültür akta­
metal strüktürlü cam çatı örtüleri, bü­ ayrıca üstten floral desenli vitraylarla rımı süreci sonunda -savaş kesintisine
yük konut veya saraylarla sınırlı kalmış­ aydınlatılmıştır. Vitray, art nouveau ya­ rağmen- art nouveau'ya ilişkin beğeni
tır. Örnek olaraksa Hıdiv sarayları, Ratip pıların gözde dekorasyon tekniklerin­ kalıplarının orta-üst kesimden orta-alt
Paşa Köşkü, Ziraat, Orman ve Maadin den biridir. Kimi zaman belirli sanatçıla­ kesime kadar benimsendiği bir oluşum
Nezareti binalarının floral desenli vitray­ rın yapıtları -Yıldız Sarayı Küçük Ma­ yaşandı.
ları sayılabilir. Her ikisi de değiştirilmiş beyin binasının giriş holü pencerelerin­ II. dönem, art nouveau beğenisinin
olan Maison Botter ve Etem Bey Evi'nin deki naturalist çiçek motifli vitray örne­ orta sınıflar tarafından benimsenmesi ve
asma katlarla zenginleştirilmiş eğrisel ğindeki gibi- bile ithal edilmiştir. konut yapımında art nouveau mimarlığı­
çizgili giriş katlarının akışkan mekânları II. Abdülhamid'i deviren Temmuz nın yaygınlaşması ile karakterize olur.
özellikle belirtilmelidir. 1909 ihtilali, art nouveau üslubunun ge­ Orta sınıfın konutu ise, çoğunlukla, ano­
Cephelerde simetrik düzenlemeler lişmesinde, en azından resmi binalar ve­ nim mimarlık kapsamında gerçekleştiri­
geçerlidir. Genellikle giriş katından ayrı­ ya saray gibi anıtsal yapılardaki kullanı­ lir. Profesyonel işi mimariden farklı ola­
lan ve üç ila dört kat boyunca pilastriar- mında önemli bir kopukluğa neden ol­ rak genellikle örgün eğitimden geçme­
la çerçevelenmiş ve üstte floral bir bitiş du. Kültürel kimlik sorununu milliyetçi miş, usta-çırak ilişkisi ve uygulama için­
motifi olan cephe düzeni yaygındır. ideoloji bağlamında programlayan Jön de yetişmiş yapı ustalarının ürünü olan
Bezemeler, çoğunlukla pencere, ka­ Türk hareketi, mimarlıkta da Batılılaşma­ anonim mimari, belirlenmiş yapım tek­
pı, balkon vb mimari öğelerde toplan­ nın, Avrupalılığın ve kozmopolitizmin nikleri ve malzemenin yanısıra yine be­
mıştır. Bezeme tekniklerinde alçı dö­ sorgulanmasını gündeme getirdi. Günlük lirli beğeni kalıplarına, üslup örüntüleri-
küm tekniği başta gelmek üzere, ço­ dilde "milli mimari" olarak anılan Os­ ne bağımlı bir karakter gösterir. Yaklaşık
ğunlukla da anıtsal örneklerde taş oyma manlı revivalizmi öne çıkarken art no­ yirmi yıllık bir süreç sonunda art nouve­
ve metal kullanılmıştır. D ö k m e ve uveau hareketi gerilemeye başladı. au mimarlığı için bu tür üslup çerçevele­
dövme demirden pencere, balkon ve 1860'lardan beri varlığını sürdüren oryan­ rinin oluştuğu anlaşılmaktadır.
bahçe parmaklıkları zengin bir art nou­ talist eğilim, bu kez Osmanlı görünümler II. Abdülhamid'in tahttan indirilme-
veau motif dağarı oluşturur. Muhteme­ edinerek kültürel kimliğin göstergesi sa­ siyle birlikte saray mimarları kadrosu­
len model kitaplardan çıkarılan desen­ yıldı. Öyle ki, İstanbul'daki en ilginç art nun değiştirilmesi ve pek çok mimarın
lerden oluşan bu parmaklıklar, yalnızca nouveau saraylardan birini tasarlamış İstanbul'dan ayrılması da anonim mima­
art nouveau üslubundaki yapılarda de­ olan Kemaleddin Bey, milli mimarinin en riye geçişi hızlandıran bir etken olarak
ğil dönemin farklı konseptteki yapıla­ güçlü isimlerinden biri oldu. Art nouve- düşünülebilir. Örneğin D'Aronco 1909
rında da uzun süre kullanılmıştır. au'nun bu gerilemesi ve ardından gelen yılında İtalya'ya dönmüş, dönemin en
İç mekânların bezemesinde alçı yine savaşlar, yenilgi, çöküntü ve işgal, yalnız­ karizmatik ismi olan mimar A. Valla-
başta gelmektedir. Örneğin Tarabya'da- ca art nouveau için değil, her şey için ve ury(->) birden unutulmuştur.
ki rezidansın salonlarının tavanları her tüm mimarlık için bir boşluk yarattı. Bu ikinci evresinde art nouveau mi­
biri değişik floral desende alçı bezeme­ marlığı, çoğunlukla geleneksel yapım
lidir. Seramik ve duvar kâğıdı, en sık LT. Dönem teknikleri ve malzemeleri kullanılarak
karşılaşılan ve art nouveau iç mekânları Kurtuluş Savaşının bitiminde yaşam ye­ gerçekleştirildi. Daha önce de belirtildi­
canlandıran ithal malzemedir. İç me­ niden başlarken art nouveau'nun da ği gibi, art nouveau mimarlığı, Avru­
kanlardaki merdivenlerde metal işçiliği, kaldığı yerden yeniden sürmeye başla­ pa'da geleneksel yapım yöntemlerinden
özellikle zengin ve anıtsal yapılarda dığı görüldü. Art nouveau'nun ilk on çok, demir-çelik malzemenin yeni kul­
parlak örnekler oluşturur. Hidiva Emine yıllık periyodunda gerçekleştirilen ya­ lanım biçimlerini geliştirme çabalarına
Sarayı'nın merdiven korkulukları, natu­ pıtlar, günlük ev eşyası, gazete ve der­ oturuyordu. İstanbul'da ise -Rusya'da ve
ralist bitkisel çizgileriyle göz alıcı bir gilerin de katkısıyla, belirli bir alışkanlık Balkan ülkelerinde olduğu gibi- çoğu
yetkinliktedir. Harem ve selamlık bö- ve eğilimin oluşmasını sağlamıştı. Her kez geleneksel malzeme ve teknikler
standart renk anlayışının olup olmadığı
belli değildir. Art nouveau'nun cephe­
lerde renklendirmeye açık bir üslup
oluşu, kimi ülkelerdeki renkli ve parlak
malzeme kullanımı, Catalan Modernis-
mo'su kadar değilse bile Fransa veya
Rusya'da da renkli cephelerin varlığı
göz önüne alınmalıdır. Ahşabın sürekli
boyanması gereken bir malzeme oluşu,
özellikle 1930'lardan sonra modernist
hareketin beyaz renge olan düşkünlüğü
ile birlikte değerlendirilmelidir.
Yukarıda sıralanan özellikler, tek ve
toplu olarak tamamen İstanbul'daki uv-
gulamalarda gözlenen motif veya bile­
şimlerdir. Bu nedenle bu özelliklerin,
özgül bir İstanbul art nouveau mimarisi­
ni tanımladığı varsayılmalı ve savunul-
malıdır. İstanbul'da oryantalist eğilimli
bir eklektisizmi beraberine alarak yay­
gınlaşan art nouveau konut mimarisi,
1930'lara doğru bu kez art deco anlayı­
şının eşliğinde daha bir süre devam etti
ve yerini modernist anlayışa bıraktı.
öne geçmişti. Çeliğin olanaklarına bağlı ve vurgulamalar görülür. Asıl önemlisi
olan strüktürler ve strüktürel dekoras­ pek çok örnekte karşılaşılan kitlelerin İstanbul'da 1950'li yıllarda başlayan
yon, İstanbul'da kolaylıkla tercih edile­ serbest artikülasyonudur. Topografya­ ve 1970'li yıllarda hızlanan nüfus artışı­
mezdi. Tümüyle ithal edilmesi gereken nın el verdiği durumlarda yarım kat iliş­ na paralel olarak ortaya çıkan tarihi mi­
çeliğin kullanımı bu nedenle önemli ve kisinin ve bunun cepheye getireceği mari miras yıkımı, en çok İstanbul art
pahalı yapılarla sınırlı kalmıştır. Hattâ R. hareketin aranması, çok sık kullanılan nouveau mimarisini etkilemiştir. Beledi­
D'Aronco bile. Maison Botter'in yapı­ yarım altıgen çıkmalar ve geleneksel yelerin yoğunluk artırıcı kararları, sık
mında veya Casa Santoro'nun projesin­ Osmanlı konutunda olmayan sekizgen sık yenilenen mevzi imar planları, kent
de çeliğe verdiği ağırlığı başka pek çok köşe kulesi motifi altı çizilerek belirtil­ toprağının spekülatif değer artışlarına
uygulamasında, özellikle konutlarda, melidir. Balkon öğesinin konumu, sayı­ konu olması karşısında tarihi yarımada­
terk etmiştir. Bu konuda en önemli ör­ sı ve boyutlarındaki artış ve bezemesiy- nın büyük anıt çevrelerinin korunma­
nek, mimar Kemaleddin'in A. Ratip Pa­ le vurgulanması, bu evrenin bir diğer sında bile büyük sorunlarla karşılaşılır­
şa için tasarladığı büyük köşktür. Çelik, özelliğidir. ken, korumasız olan konut alanları hız­
cam ve ahşabın yan yana kullanıldığı la kaybedilmiştir. Özellikle 19- yy'm
Cephelerde genellikle stilistik bir tu­
ama geleneksel teknolojinin daha ağır­ sayfiye yöresi olan Göztepe-Erenköy-
tarlılık vardır. İstanbul art nouveau'su-
lıklı olduğu yapı, asıl ahşaptan art nou- Suadiye bölgesi kentleşmiş; genellikle
nun profesyonel uygulamasındaki kimi
veau dekorasyonu ile ünlüdür. Bu tür geniş bahçeler içinde bulunan ve ço­
eklektik uygulamalara karşı anonim art
ara örneklerin varlığı ve ahşabın art nou- ğunluğu art nouveau üslubunda olan
nouveau mimarisi daha homojen karak­
veau için kullanımı yerli ustalar için bir konut stoku bir iki göstermelik örnek
terde ve otantik çizgiler taşır. Cepheler­
tutamak ve yol gösterici olmuştur. dışında tamamen yok olmuştur. Bakır­
de dekorasyonun istifi, Osmanlı sivil
köy örnekleri tükenmiştir. Yeşilköy de­
İkinci evrenin art nouveau yapıları mimarisinin ilkeleri ve belirlenmiş alış­
ğişmiştir. Art nouveau açısından bir bü­
İstanbul'da geniş bir coğrafyaya yayıl­ kanlıkları paralelinde, belli mimari öğe­
yük kayıp da 1987 yılındaki büyük Tar-
mış görünmektedir. 1930'lara kadar leri bezeme için değerlendiren bir anla­
İabaşı yıkımı olmuştur.
olan kentsel sınırlar içinde İstanbul'un yışla gerçekleştirilmektedir.
hemen her semtinde art nouveau yapı­ Bezeme motifleri, jugendstil esinini Adalar ve Boğaziçi'nde kalabilmiş ör­
lara rastlamak olasıdır. Yine de rastlama ve çizgilerini yansıtan, kendi içinde asi­ nekler dışında İstanbul'un özgün art
sıklığı ve yoğunluk bakımından bazı metrik ve floral ama binaya montajında nouveau mimarisi artık büyük ölçüde
semtler ayrıt edilmektedir. Bir yoğunluk geometrik bir disipline bağlanmış bi­ arşiv malzemesidir.
haritası kentin kozmopolit semtlerini çimlerdir. Pek çok motif veya motif gru­ Bibi. S. Naoum Duhani, Vieilles gens, vieilles
daha yoğunluklu gösterebilir; Sarı- bunun belli şablonlarla üretilmiş olduğu demeures / topographie sociale de Beyoğlu
yer/Büyükdere. Yeniköy, Arnavutköy. au XlX.eme siècle, 1st., 1947; S. T. Madsen.
bellidir.
Sources of Art Nouveau, New York, 1956; A.
B a k ı r k ö y , Y e ş i l k ö y , Moda/Mühür­ İstanbul art nouveau'sunda renk kul­ Batur, "Yıldız Serencebey'de Şeyh Zafir Tür­
dar/Bahariye, Yeldeğirmeni. Adalar gi­ lanımı nadirdir. Bazı balkon parmaklık­ be. Kitaplık ve Çeşmesi", Anadolu Sanatı
bi. Ne var ki, Göztepe ve Erenköy gibi larının renklendirilmesi ve vitraylar dı­ Araştırmaları. I (1968). s. 103-137; ay, "L'art
daha homojen bir nüfus yapısı gösteren şında renk kullanımı yalnızca sofaları, nouveau d'Istanbul et ses particularités",
bölgelerde de art nouveau üslubu çok Fifth International Congres of Turkish Art,
balkon veya merdiven holü ve girişleri Budapeşte, 1975, s. 147-161; ay, "Les oeuv­
yaygındır. Hattâ kimi yazarlar İstanbul ayıran bölmelerin camlarında görülür. res de R a i m o n d o d'Aranco a Istanbul".
art nouveau'sunu Erenköy üslubu ola­ Kapı ve bölmelerin üst kısımlarında kü­ Congresso Internazionale di Studi su R.
rak adlandırmışlardır. çük kareler içinde renkli cam kullanımı DAranco, Udine-Passeriano, 1981, s. 118-
en yaygın uygulamadır. Camlarda, de­ 134; A. Batur-S. Batur, "İstanbul'da 19. Yüz­
Bu evrenin art nouveau yapıları ge­ yıl Sanayi Yapılarından Fabrika-i Hümayun­
nellikle iki veya üç, bazen de dört katlı­ senli ve şeffaf kâğıt yapıştırma da ucuz lar", /. Uluslararası Türk-tslâm Bilim ve Tek­
dır. Yükseltilmiş kagir bir bodrum kat ve kolay bir renklendirme tekniği ola­ noloji Tarihi Kongresi, İst., 1981, s. 331-342:
ile tuğla üzerine ahşap kaplı beden du­ rak kullanılmıştır. S. Ciner, Son Osmanlı Devri Ahşap Konutla­
varları genel bir uygulamadır. Bezeme Öte yandan çoğu ahşap olan bu art rında Cephe Bezemeleri, İst., 1982; A. Batur.
öğeleri ahşaptandır. "Yıldız Sarayına İlişkin Bazı Belgeler ve Tür­
nouveau konutların renkleri konusu dü­ kiye'de Belgeleme Çalışmalarının Sorunları".
Plan şemalarında belki çok önemli şündürücüdür. Günümüzde hemen tü­ TBMM, Milli Saraylar Sempozyumu. Bildiri­
yenilikler gözlenmez ama geleneksel mü beyaz boyalı olarak görülen bu ko­ ler, 1st., 1984, s. 89-96; ay, "Batılılaşma Dö­
şemaların kullanımında bazı esneklikler nutların özgün yapımlarında da aynı neminde Osmanlı Mimarlığı", TCTA, V, 103~-
333 ARZODASI

1090; Z. Çelik, The Remaking of istanbul. Artemel, 1930'da Kaşıkçılar ile sine­ mağı yer alır. Bu madeni davlumbazın
Portrait of an Ottoman City in the Ninete­ ma filmlerinde rol almaya başladı. İstan­ tombak tekniğinde altın yaldızlı olduğu
enth Century, Washington, 1986; A. Batur, bul Sokaklarında (1931), Aysel, Bataklı tahmin edilmektedir.
"On the Contributions of Italian Architects to
the Architecture of Istanbul in the 19th Cen­ Damın Kızı (1935), Bir Kavuk Devrildi Arzodasrnın başköşesini, padişaha
tury", 6. Seminario Internazionale; Presenza (1939), Denli Pınar (1943), Deniz Kızı mahsus sedir-taht işgal eder. Dört ince
dell'Italia nell'Architettura e nell Urbanistica (1945), Kanun Namına (1952), Beklenen sütunun taşıdığı taht kubbesinin iç yü­
dell'Islam Mediterraneo 1857-1980, Roma, Şarkı (1954), Bir Avuç Toprak (1957) oy­ zü, muhteşem bir dekorasyona sahipti
1990; ay, "Art Nouveau Architecture in Tur­ nadığı filmlerden bazılarıdır. Ayrıca Hür­ ve oymaların aralarında çeşitli değerli
key", International Joint Cultural Study and
riyet Apartmanı (1945), Sonsuz Acı taş kakmaları kullanılmıştı. Sedir-tahtm
Action Project to Preserve and Restore World
Art Nouveau/Jugendstil Architectural Herita­ (1946), Vatan ve Namık Kemal (1951). üstü ve yastıkları ise sim işlemeli, inci
ge, Viyana, 1990; ay, "On Some Characteris­ Can Yoldaşı (1953), Büyük Sır (1956) ve değerli taşlarla bezeliydi. Bu örtü ve
tics of Building Material Usage in Art Nouve­ adlı filmleri yönetti. Bir film çekimi için yastıklar, halen Topkapı Sarayı'nm Hazi­
au Architecture of Istanbul", International gittiği Bolu'da trafik kazasında öldü. ne bölümünde teşhir edilmektedir. Salo­
Joint Cultural Study and Action Project to nun iç duvarları çinilerle kaplıdır. Kapı,
Preserve and Restore World Art Nouveau/Ju­ H. Z. ŞAHİN
gendstil Architectural Heritage, Brüksel, pencere ve dolap kapakları ise bağa ve
1991; ay, "Biz Aşağıda İmzası Olanlar", Is­ ARZODASI sedef kakma tekniğiyle ve muhtemelen
tanbul, S. 2, (1992), s. 97-101; ay, "İstanbul altın yaldızlı nakışlarla işliydi. Günümü­
Mimarlığında Oryantalizm", Arredamento Arzhane, Arzhane-i Hümayun adlarıyla
ze bunlardan hiçbir örnek kalmamıştır.
Dekorasyon, S, 9 (1992). da bilinir. Topkapı Sarayı'nın(->) padişa­
Salon tavanınm da önceden malakârî bir
AFİFE BATUR ha mahsus makam dairesidir. Sadrazam,
süslemesi olduğu düşünülebilir. Fakat
vezirler, kazaskerler, sunuşta bulunmak
1857'deki yangında iç süslemeler tama­
AvRTEMEL, TALAT için padişahın katma burada çıkmaktay­
men tahrip olduğundan daha sonra asıl
dılar. Yabancı devlet elçilerinin, prens
(24 Nisan 1901, İstanbul - 4 Ağustos mimari ve süsleme ile bağdaşmayan bir
ve bağlı kralların huzura kabul törenleri
1957, Bolu) Tiyatro ve sinema oyuncu­ yenilemeye gidilmiştir. Topkapı Sara­
de burada yapılmaktaydı.
su. Topkapı Mahfeli'nde dekoratörlük, yı'nm Enderun Mektebi ile Akağalar Da-
Topkapı Sarayı'nm üçüncü avlusuna iresi'ni de kül eden söz konusu yangın­
makyajcılık yaptıktan sonra, amatör ola­
geçişi sağlayan Babüssaade'den girilin­ da, Arzodası'nın sedir-tahtı ile madeni
rak sahneye çıktı. Daha sonra Raşit Rı-
ce tam karşıdadır. Edirne Sarayı'ndaki ocak davlumbazı kurtarılabilmiştir.
za'nın topluluğunda oynayan sanatçı,
Arzodası'nın plan ve özellikleri örnek
1927'de girdiği Darülbedayi'de ölünce­ Dış duvarları yer yer çeşitli devirlere
alınarak yapılmıştır. Osmanlı saray pro­
ye kadar çalıştı. B u r a d a Hamlefle ait çinilerle kaplı olan Arzodası'nın Ba­
tokolünde, 19. yy ortalarına değin en
(1927) başlayan oyunculuğunu, yüz ka­ büssaade tarafındaki ön yüzünde ve sağ
önemli mekân olma özelliğini koruyan
dar oyunda rol alarak sürdürdü. Bunlar­ tarafta, Farsça kitabesinden Kanuni Sul­
Arzodası, Osmanlı hanedanının Beşiktaş
dan bazıları, Bir Kavuk Devrildi (1930), tan Süleyman (hd 1520-1566) tarafından
saraylarına taşınmasından, saray ma­
Şarlatan (1931), Pazartesi-Perşembe yaptırıldığı anlaşılan duvara bitişik bir
beyin örgütünün kurulmasından sonra
(1932), Büyük İkramiye (1933), Unutu­ çeşme vardır. İçeride sedir-tahtm kub-
işlevini yitirdiği gibi, 1857'deki yangınla
lan Adam ( 1 9 3 4 ) , İnsanlık Komedisi besindeki süslemeler arasına yazılan
da iç tezyinatı büyük ölçüde tahrip ol­
(1935), Macbeth (1936), Kuru Gürültü manzum tarihler ise III. Mehmed döne­
muştur. Osmanlı devri Türk mimarlığı
(1937), Haydutlar (1939), Otello (1940), mini ( 1 5 9 5 - 1 6 0 3 ) işaret eden 1005-
içinde, köşk yapılarına özel bir örnek
Vişne Bahçesi ( 1 9 4 3 ) , Atinalı Timon 1006/1597-1598 tarihlerini verir. Babüs-
teşkil eder.
(1944), Kral Oidipus ( 1 9 4 7 ) , Faust saade'ye bakan arz kapısı üstündeki sü­
( 1 9 4 9 ) , Fırtına ( 1 9 5 2 ) , Hile ve Sevgi Arzodasinı, Fatih devri yapıları ara­ lüs besmele, III. Ahmed'in (hd 1703-
(1955), Tanrı Dağı Ziyafeti 'dir (1957). sında gösteren Evliya Çelebi, burayı, 1730) imzasını taşımaktadır. Arkadaki
dikdörtgen planlı, çevresi revaklı, üstü kapının üstünde ise IV. Mustafa'nın (hd
geniş saçaklı bir çatı ile örtülü olarak ta­ 1807-1808) tuğrası ile adını içeren man­
nımlar ve "Havemak Kasri'na benzetir. zum bir kitabe bulunmaktadır. Bu kita­
Edirne Sarayı Arzodası'nın bir benzeri be, Arzodası'nın IV. Mustafa tarafından
olan bu mekân 24,05x18,70 m ölçüsün­ tamir ettirildiğini açıklar. Yine Babüssa-
de bir temele oturmuştur. Dış çevresin­ ade'ye bakan Pişkeş Kapısı'nın üstünde
de 4 m genişliğinde revaklı bir açık deh­ ise II. Mahmud'un imzasını taşıyan
liz vardır. Asıl kapalı mekân 16,13x10,36 1225/1810 tarihli bir dua levhası vardır.
m boyutundadır. Dış revaklar eskiden Arzodası'nın 1857 yangınından sonraki
ahşap sütunlara dayalı iken sonradan onarımı Abdülmecid (hd 1839-1861) ta­
bunların yerine çeşitli mermer sütunlar rafından, Avrupa'mn ampir(-0 üslubuy­
konmuştur. Sütunların yirmisi yeşil breş, la yaptırılmış, bu çalışmalar sırasında
ikisi beyazdır. Asıl yapı ise taş-tuğla sıra­ mekânın iç çini kaplamaları, duvarların
larla örülmüş, dıştan ve içten çini ve ve kubbenin eski ihtişamı, kapı kanatla­
mermerlerle kaplanmıştır. Revak sütun­ rı tamamen kaybolmuştur. Cumhuriyet
ları, mukarnaslı başlıklar ve kırmızı-be- dönemindeki ilk onarımı 1946'dadır.
yaz taşlardan örülme sivri kemerler, Os­ Sonraki yıllarda da daha esaslı onarım­
manlı mimarisinin klasik devir üslubunu lar görmüştür.
vermektedir. Babüssaade tarafında iki
Arzodası, fermanlarda, hükümlerde
kapısı ve ortaçla büyük bir "maruzat
sıkça geçen ve "Südde-i Saadet", "Serir-i
penceresi" bulunan Arzodası'nın arka
Saltanat" denen, padişah makamıydı. Ba-
cephesinden Enderun avlusuna iniş çifte
büssaade'ye iyice yakın bir konumda ya­
merdivenle sağlanmıştır. Odanın sağın­
pılmak suretiyle geri plandaki Enderun
daki iki küçük bölümden biri hela ve
mekânları saklanmıştı. Ancak önünde,
abdest odası, diğeri hediyelerin kondu­
törenler için elverişli geniş bir sofa veya
ğu pişkeş odasıdır. Asıl mekânı çatı al­
taşlık bulunmadığı için, Babüssaade'nin,
tında gizlenmiş olan tek bir kubbe örter.
sütunlara dayalı ve Divanhane avlusuna
Artemel'in İ. Galip Arcan'a imzaladığı bir Sağ ve sol duvarlarda mermer çerçeveli
bakan sayvanı, Arzodası'nın dışa dönük
fotoğrafı, 1933. ikişer niş bulunmaktadır. Sol taraftaki iki
tören salonu işlevindeydi. Cülus, bay­
Ara Güler fotoğraf arşivi nişin arasında ise çok zarif bir ocak yaş­
ram, sancak-ı şerif çıkartılması törenleri
ARZODASI 334

ile ayak divanları burada yapılıyordu. yolluklarla, revaklar ise kadife perdeler­ girecek yabancı elçilerin, protokol ku­
Divan-ı Hümayun teşkilatı dağıtılıncaya le örtülüydü. Her noktada bir akağa me­ rallarına uymalarına önem verilmektey­
ve Osmanlı hanedanının Beşiktaş saray­ rasim nöbeti tutardı. Rivayete göre Arzo­ di. Gerektiğinde rikab ağaları elçiyi kol­
larına taşınmasına kadar ( 1 9 . yy) padişa­ dası'nın çeşmeleri, içeride kabul töreni larından sımsıkı tutup yer öptürtür, çı­
hın, sadrazamı, vezirleri, divan üyelerini, olduğu sürece akar. böylece hem ko­ kıncaya kadar da kollarını bırakmazlar­
İstanbul'a gelen elçileri, prens ve kralları nuşmalar dışarıdan duyulmaz, hem de dı. l667'de IV. Mehmed'in huzuruna çı­
kabulleri Arzodasrnda olmaktaydı. Padi­ suyun müzikli sesi etrafa yayılırdı. Gala- kartılan Rus elçisinin direnmesi üzerine
şahlar zaman zaman halktan kimseleri be Divanı denen elçi kabullerinde, padi­ silahdar ağa elçiyi ensesinden tutup zor­
ve şikâyetçileri de burada huzurlarına şaha sunulan ağır hediyeler, at, silah, la yere yatırarak yer öptürtmüştü.
alıp sorunlarını dinlemekteydiler. kürk, cariye vb içeriye sokulmaz maru­ Arzodasindaki elçi kabullerine iliş­
Padişahın A r z o d a s i n d a k i kabulü zat penceresinin önünden geçirilirlerdi. kin yabancı kaynaklarda pek çok bilgi
"teşrifat-ı azime" denen ve saray proto­ Aynı şekilde, idam edilen kralların, pa­ vardır. Ayrıca bu kabullere dair resimler
kolünün tüm inceliklerini içeren bir dü­ şaların, asilerin kesik başlan da bu pen­ de yapılmıştır. Bunlarda, bu mekânın
zenle yapılmaktaydı. Bu kurallara padi­ cere önünden usulen geçirilirdi. Huzura göz alıcı ihtişamı özellikle vurgulanmış-
şah da uymak durumundaydı. Örneğin
Sedir-tahtta. o günkü kabulün özelliğine
göre oturuşu, elçi kabullerinde hiç ko­
nuşmaması ve hareketsiz durması, hu­
zura girenlerin padişahla göz göze gel­
memeye dikkat etmeleri gerekiyordu.
Sedir-taht, üzerindeki kubbe, muhteşem
ocak, büyük kubbe ve çeşmeler, ege­
menlik sembolleriydi. Nişlere, padişahm
sorguçlu kavukları konuyordu. Arzoda-
sı'na padişahın gelişi de özel bir törenle
olmaktaydı. Elmas düğmeli kabaniçe,
hüma tüylü, murassa sorguçlu sarık ile
iki yanında silahdar ağa ve hasodabaşı
olduğu halde ilerleyen padişaha, Ende-
runlular alkış yaparlardı. İnci. yakut,
zümrüt işlemeli taht minderine oturunca
yanma murassa kılıcı ve yazı takımı ko­
nurdu. Bu iki öğe. padişahın iki gücünü
Arzodası -
simgeliyordu. Arzodası'nın içi ve dışı, Ali Hikmet Varlık.
ipek halılarla payendaz denen yine ipek 1993
335 ARZUHALCİLER

tır. l606-l609 arasında istanbul'da bulu­


nan V e n e d i k B a l y o s u O t t o v i a n o B o n ile
Fransa Elçisi Henri de G o u r n a l , ayrıca
l631'de saraya giren J e a n B a p t i s t e T a -
vernier, seyahatnamelerinde, elçilerin
Arzodası'ndaki kabullerini ayrıntılı ola­
rak anlatmışlardır.
Bibi. A. Şeref, "Topkapı Saray-ı Hümayunu".
TOEM, V (1328), s. 395; M. Refik, 'Arz Oda­
sı", TOEM, VII (1332), s. 110-116; İstanbul
Asâr-ı Atika Müzeleri Topkapu Sarayı Muh­
tasar Rehberi, 1st, 1341, s. 20-21; Mamboury,
Rehber 393 vd; Topkapı Sarayı Müzesi Reh­
beri, 1st., 1933, s. 61-62; N. M. Penzer, The
Harem, Londra, 1936, s. 118; Melek Celâl
Lampe, Le vieux serait des sultans, 1st., 1959,
s. 28-30; Kocu, Topkapu Sarayı, 69-72; İSTA.
II, 1078-1082; Eldem, Köşkler ve Kasırlar, I,
81-86; Eldem-Akozan, Topkapı Sarayı, 95; F.
Davis, The Palace of Topkapı in istanbul,
New York, 1970, s. 112-122; Ayverdi. Fatih
IV, 715; S. Eyice, Topkapı Sarayı, İst., 1985.
s. 16-17; ay. "Arz Odası". DİA, III, 445-446.
SEMAVÎ E Y I C E - N E C D E T SAKAOĞLU

ARZUHALCİLER
Osmanlı başkenti İstanbul'da padişaha
y a d a s a d r a z a m a d i l e k ç e v e r m e k iste­
yenleri dinleyip k o n u y u d ö n e m i n yazım
kurallarına g ö r e kâğıda geçirip d i l e k ç e
hazırlayan yazıcılardı. D e r s a a d e t arzu­
halcileri, yazıcı da denmiştir.
İ s t a n b u l arzuhalcileri, arzuhalcibaşı-
nın d e n e t i m i n d e ayrı bir e s n a f örgütüy­
dü. B u m e s l e ğ e k a t ı l a b i l m e k için ö z e l
bir s ı n a v d a n g e ç m e k k u r a l d ı . D i v a n - ı
H ü m a y u n Çavuşları O c a ğ ı ' n d a n bir ka­
l e m zabiti ile çavuşlar e m i n i ve arzuhal-
cibaşıdan o l u ş a n sınav kurulu, arzuhalci
adayını yazı kuralları, b a ş v u m y ö n t e m ­
leri, yazı ve hat türleri a l a n l a r ı n d a sı­
navdan geçirirlerdi. B u n d a n a m a ç , doğ­
rudan padişaha ya da sadrazama sunul­
m a s ı n e d e n i y l e a r z u h a l l e r i n ifade, an­ bilmediğinden, mektup, pusula, maz- l e c e ğ i n i s a p t a m a y a çalışırlardı. Arzuhal­
lam ve biçim bakımından doğru ve har. ıtıkname, senet, m u k a v e l e vb bel­ ci ise başvuru ya da şikâyet k o n u s u n u n
d ü z g ü n olmasıydı. Ayrıca, a r z u h a l c i l e ­ gelerin yazımı için de arzuhalcilere g ö ­ yazılmasında yürürlükteki yasalar ve
rin, yazdıkları d i l e k ç e n i n , sarayın v e y a rev düşerdi. Ç o k l u k l a da askerler, gur­ kurallar a ç ı s ı n d a n h e m kendisi h e m di­
Babıâli'nin hangi biriminde işlem göre­ b e t ç i l e r , b a z e n sevgililer, m e k t u p l a r ı n ı lek sahibi a ç ı s ı n d a n bir s a k ı n c a olup ol­
ceğini de bilmeleri koşuldu. B a z ı dilek­ y i n e a r z u h a l c i l e r e yazdırırlardı. B a ş v u ­ madığına karar verirdi. Çünkü, arzuhal­
çelerin seçili ( i ç kafiyeli) yazılması, ifa­ ran, dileğini u z u n uzun anlatmaz, sade­ ler ç o ğ u kez, selamlık alaylarında, padi­
denin Arapça ve Farsça tamlamalarla c e k o n u y u bildirmekle yetinirdi. Ö r n e ­ şahın ardınca giden kapıcılar kethüdası­
yüklü olması da gerektiğinden, arzuhal­ ğin bir m u h a b b e t n a m e (sevgili m e k t u ­ na verilir, g e n e l d e de p a d i ş a h tarafın­
cilerin e z b e r d e n d e o l s a p e k ç o k d e ­ b u ) i s t e n m i ş s e , arzuhalci e l i n d e k i inşa dan o k u n u r d u . B u k o n u d a K o ç i B e y ' i n
yim, terim ve kalıp c ü m l e l e r i bilmeleri defterinden örneğini bulur veya e z b e ­ Sultan İ b r a h i m ' e ( h d 1640-1648) uyarıla­
zorunluydu. Y i n e hoş-nüvis (okunaklı rinden yazıp verirdi. rı ilginçtir. K o ç i B e y , Risale'sinde, kapı­
yazan), dürüst ve güvenilir, şer'i şerif ve İ s t a n b u l a r z u h a l c i l e r i n i n ayrı dük­ cılar kethüdasına, kadınların ve e r k e k l e ­
kanun-ı m ü n i f (yasa ve kurallar) bilen, kânları, y a z ı h a n e l e r i yoktu. Cami avlu­ rin verdikleri arzuhalleri, padişahın sa­
d e n e y i m l i kişiler o l m a l a r ı da aranırdı. larında revaklar altında, arastalarda, sa­ raya d ö n d ü k t e n sonra dikkatle o k u m a ­
Çünkü, k o n u n u n etkileyici bir ifadeyle, raya ve Babıâli'ye yakın han, kervansa­ sını, daha s o n r a h e p s i n i bir t o m a r halin­
saygı v u r g u l a m a l a r ı y l a y a z ı l m a s ı , a m a ray ve k a h v e h a n e l e r d e seyyar olarak iş de bağlayıp mühürleyerek sadrazama
yanlış anlamalara n e d e n o l m a m a s ı gere­ yapmaktaydılar. En çok bulundukları göndermesini, ayrıca "Sen ki Vezira-
kiyordu. T ü m bu özellikleri ise Divan-ı yerler Y e n i Cami ile Ayasofya, B a y e z i d zamsın. B i r k a ç arzuhal sunanların dava­
Hümayun ve Babıâli kalemlerinden v e S u l t a n A h m e d c a m i l e r i avlularıydı. larını dinleyip haklarını h a k edip bir da­
e m e k l i o l a n e s k i k â t i p l e r taşıdıkların­ Her arzuhalcinin bir rahlesi, hasırdan hi katıma arzuhal sunan olmasın, şöyle
dan, a r z u h a l c i l i k b i r b a k ı m a b u n l a r ı n k ü ç ü k bir iskemlesi olurdu. Rahleye bilesin" yollu bir buyruk yazmasını
t e k e l i n d e y d i . S ö z ü e d i l e n l e r , ilgililere m ü r e k k e p h o k k a s ı , rıhdan, k a m ı ş ka­ önermektedir.
rüşvet v e r e r e k arzuhalcilik tezkiresi el­ lemler, arzuhal kâğıtları t o m a r ı k o n u r , Evliya Çelebi, k e n d i d ö n e m i n d e k i ar­
de ederlerdi. m ü ş t e r i n i n o t u r m a s ı i ç i n d e arkalıksız zuhalcileri "Esnaf-ı Y a z ı c ı y a n " adı altın­
M e s l e ğ i n iş alanı ç o k geniş, k a z a n ç y e r iskemlesi bulundurulurdu. Kimi ar­ da 400 d ü k k â n ve 500 yazıcı olarak ta­
o l a n a ğ ı da yüksekti. Ç ü n k ü salt İstan­ zuhalcilerin ise divitleri ve kâğıt kuburu nıtır. B i r kısmının orduyla b e r a b e r c e p ­
bullular değil, taşradan gelip ilgili ma­ kuşaklarında olurdu. h e y e d e gittiğini, yol b o y u n c a v e c e p ­
kamlara dilekçe sunmak isteyenler de İstanbul'a taşradan gelenler, ilkin so­ h e d e sadrazama sunulan arzuhalleri, İs-
bunlara başvurmak durumundaydılar. rup soruşturarak davasına uygun en et­ tanbul'dakilerin ise Paşakapısı'na yakın
Halkın b ü y ü k ç o ğ u n l u ğ u o k u m a y a z m a kili dilekçeyi h a n g i arzuhalcinin yazabi­ oturup arzuhal ve m e k t u p yazdıklarını
ARZUHALCİLER
336
başka illere dağılarak arzuhalcilik, dava
vekilliği yapmaya başladılar.
Son dönem İstanbul arzuhalcileri,
değişen yaşam koşullan nedeniyle aşk
mektubu, asker mektubu, hattâ muska,
büyü yazarak para kazanma çabasın-
daydılar. Bunların başlıca merkezleri
Eminönü'nde Yeni Cami avlusu ve çev-
resiydi. İstanbul'da bugün de kamu ku­
ruluşlarının çevrelerinde daktilo ile di­
lekçe yazan arzuhalciler görülmektedir.
Bunlar daha çok Sultanahmet'te Adliye
Sarayı önünde, Unkapaninda Sosyal Si­
gortalar Bölge Müdürlüğü'nün kapısın­
da çalışmaktadırlar.
Eski İstanbul yazıcıları, değişmez bir
şablona göre arzuhal yazmaktaydılar, il­
kin arzuhal kâğıdını uzunlamasına ikiye
katlayıp bir orta çizgi elde ettikten son­
ra bu çizginin yukarısına "beduh" işare­
tini koyar, sonra kâğıdın üst yarısını,
göreceği işlem için boş bırakırlardı. Yi­
ne, sağda da genişçe bir kenar bırakılır,
buna karşılık yazılan her satır sol kena­
anlatır. Bunların pirlerinin Kûfeli Kasım Arzuhallerin ilgili yerlere sunulma­ ra iyice yaklaştırılarak sağda boşluk pa­
bin Abdullah olduğunu yazar. sında da birtakım kuralların olduğu bili­ yı kazanılırdı. Konu ne olursa olsun, ar­
18. yy'ın ikinci yansında arzuhalcile­ niyor. Örneğin, dilekçe sahipleri Divan-ı zuhalin tek kâğıtta ve kâğıdın ön yü­
rin örgütsel düzenlerinde bozulma baş­ Humayun'a doğrudan başvurabilmek­ zünde başlaması ve bitmesi, altta da bir
ladığı, deneyimsiz ve bilgisiz birçok ki­ teydiler. Yine, Deavi Kasrı'nda nöbetçi miktar boşluk kalması esastı.
şinin rüşvet vererek arzuhalcilik tezkire­ olan vezire de arzuhal veriliyordu, ikin­ Arzuhallerin şablonu şöyleydi:
si aldıkları, hattâ kimilerinin de tezkire di, çarşamba ve cuma divanlarında ise Hitap ve dua (ilgili makamın ya da
bile almadan kaçak çalıştıkları; bunla­ Paşakapısina gidilip sadrazama veya is­ kişinin unvanıyla anılışı ve devamlılık,
rın, başvuru konularının niteliğine bak­ tanbul kaymakamına arzuhal sunulu­ uzun ömür diİeği), tarif-i nefs (kişinin
maksızın her konuyu yazıya döktükleri, yordu. Selamlık alaylarında olduğu gibi, kendisini tanıtması), beyan-ı matlab (di­
haklarındaki şikâyetlerden anlaşılmakta­ binişlerde de halkın arzuhallerini kapı lek ve istek), hatime (dilekçenin sona
dır. Örneğin, İslam hukukuna göre za­ kethüdası, bazen de rikâb çavuşları top­ erdiğine ilişkin, yine bir dua içeren
manaşımına uğrayan haklar için arzuhal lamaktaydılar. cümle).
verilmemesi gerekirken, türedi arzuhal­ Tanzimat'ın ilanından (1839) sonra Örneğin, "Hâk-ı pây-i meded-risây-ı
ciler buna dikkat etmedikleri gibi, bazı idari yapıda önemli değişiklikler ger­ hazret-i veliyü'n-niâmîlerine arz-ıhâl-i
yörelerin vergi yükümlüsü sayısının dü­ çekleştirilerek yerel yöneticilere yeni ubeydânem budur ki (hitap). Bu kulları.
şürülüp başka yerlerin vergi yükünün birtakım yetkiler tanınınca arzuhalcilik Fındıklı'da iskeleye karib kalafatçı taife­
artmasına, kamu gelirlerinin azalmasına taşrada da bir meslek oldu. Giderek taş­ sinden olup (tarif-i nefs); mahallemiz sa­
neden olan arzuhaller de yazmaktaydı­ ra arzuhalcileri, davavekili konumu el­ kinleri ehl-i ırz olup kadimden kahveha­
lar. Bu dönemde bir tür gedik (rüus) de ettiler. Cumhuriyetin ilanı en çok is­ ne ve şerbethâne ve bozahane ve koltuk
düzenine bağlanan arzuhalcilerin kont­ tanbul arzuhalcilerini etkiledi ve işsiz tâ'bir olunur meyhane yoğiken çend se­
rol altında tutulmalarına da çalışıldığı bıraktı. Hükümet merkezinin Ankara ol­ neden berü ocakdan ve kalyoncu taife­
görülmektedir. Şeriata, kanunlara, yü­ ması ile İstanbul'daki yüzlerce arzuhalci sinden kimesneler kefere hanelerini
rürlükteki kurallara aykırı arzuhaller ya­ boşta kaldı. Bunlarla birlikte, dağıtılan meyhane ve koltuk ittihaz edüb... (be-
zıp hem halkın parasını alan hem ilgili saltanat, sadaret, nezaret vb kadroların­ yan-ı matlab). İnşallahu tealâ manzur-ı
makamları uğraştıran arzuhalcilerin tez­ dan açıkta kalan yüzlerce yazıcı, daire ayn-ı inayetleri buyuruldukda ol babda
kireleri iptal ediliyordu. müdürü, mümeyyiz de Ankara'ya ve ve herhalde emr ü ferman inayetlu mer-
hametlu veliyü'n-niâm-ı â l e m efendim
sultanım hazretlerinindir (hatime)".
Arzuhalin sonuna "bende" (kul) söz­
cüğüyle birlikte kişinin adı yazılır varsa
mührü de basılır, fakat tarih konmazdı.
Eski İstanbullular için arzuhalciler bi­
rer sırdaştı. Her türlü dertlerini dökerler,
ondan akıl alırlar, en gizli haberleşme­
leri için yine onlara güvenirlerdi. Elem­
li, sıkıntılı günlerde de nereye başvuru-
lacaksa yine arzuhalcilere danışılırdı. is­
tanbul'da yaygın "Peder gitti, konak
yandı, birader hâli de mâ 'lûm / Elimde
bir yazım yok her kime arzuhal etsemr
beyti, acıların ve çaresizliklerin, bir ar­
zuhalle giderilebileceği temasını içer­
m e k t e d i r . 1 8 3 5 ' t e i s t a n b u l ' a gelen
Moltke, Tophane ve Nusretiye camileri­
nin avlularında bir kemerin altında sa­
natını sürdüren arzuhalcileri, dizlerinin
üstünde bir tabaka kalın kâğıt, ellerinde
337 ASÂKİR-İ MAN SURE-İ

baracı, topçu, toparabacı, lağımcı) ya­


A R Z U H A L C İ rarlanıldı. Bu birliklerle tersane ve do­
nanmanın azaplarından ve bayrak as­
Ocak ayının kemiklerde ilikleri dondurduğu bir günüydü. Yenicâmi civarında kerlerinden aday yazımına başlandı. II.
bir duvar dibinde gerdiği büyük şemsiye altında eski hasır sandalyesini ve ya­ Mahmud (hd 1808-1839) Asâkir-i Man­
nma üstündeki hokkası, kalemi, kâğıtları ile küçük komidinini koymuş, şüphe­ sure piyade ve süvari birliklerinin en kı­
siz soğuktan titreyen ayaklarım karnı altına ısıtmak için iskemlesine diz çök­ sa sürede oluşumuna çaba gösterdi.
müş, başı ve boynu yün sargı içinde kır sakallı bir yazıcı efendi gördüm. Çünkü, İstanbul'daki disiplinsiz Yeniçe­
Toplu parmaklarını, kar yağarken mektebe giden çocuklar gibi, hohlaya ri Ocağı'nın kapatılması yanında eski tı­
hohlaya ısıtarak arz-ı hâl yahut mektup siparişi bekliyordu. Yazıcılık, eski ceha­ mar sistemi de uzun süreden beri işlevi­
let asırlanndan yadigâr kalan bir meslek. Şimdi işsizlikten çok şikâyetçi olmalı­ ni yitirmişti. Devlet, resmen ordusuz
dır: Kalem tutamadıkları halde haberleşmek isteyen eller o kadar azaldı ki... İş­ durumdaydı. Yeniçeri Ocağı'nın kapatıl­
te şu bedbaht yazıcı efendinin -Kim bilir hangi resmi dâirenin kadrosuzluktan masında başarılı hizmeti görülen son
açıkta kalanlarındandır?- bekleyiş içinde, kâğıtları üstüne gûyâ sis çökmüş ve yeniçeri ağası Ağa Hüseyin Paşa, padi­
şah tarafından Asâkir-i Mansure-i Mu­
gûyâ yazısı, revaçsızlıktan örümceklenmişti... Fakat hayır, yünlü çarşafa bürün­
hammediye seraskerliğine atandı. Yeni
müş orta yaşlı bir kadın, rüzgârdan sallanan küçük siyah çadır altına başını
ordu için yaklaşık 12.000 kişilik ve gö­
soktu. Hiç olmazsa çorbanın tuz parasını getiren bu beklenmeyen müşteriyi ya­
rev alanı başkent İstanbul'la sınırlı bir
zıcının öyle sevinçle karşılayışı vardı ki!.. Kadının müracaat maksadını çok ça­
kadro öngörüldü. Serasker Paşa'nın gö­
buk anlamıştı: Titreyen eli ile gözlüğünü taktı, soğuktan morarmış tırnağı üze­
revleri arasına, İstanbul'un genel güven­
rinde kamış kalemini çıtlattı. Ortaladığı tahrirlik kâğıda tereddütsüz başlığı ve
liği ve asayişi de katıldı. Yeni ordunun
unvanı koydu. Şimdi iki cümle arasında bir saniye düşünmeğe bile ihtiyaç his-
kuruluşu, eğitim ve disiplin işleri, subay
setmeksizin seri bir hatla yazıyor, yazıyordu. Bu kadar sür'at ve emniyetle müs­
ve komuta kadroları için bir dizi nizam­
vedde değil, temize çekme ve kopye bile güçtü. "Gözlüğünün altında gizli bir name ve talimatname çıkartıldı. Ağa
müsvedde mi var?" diye kendi kendime sordum. Zavallı adam aynı fikirleri kim Hüseyin Paşa, Kocaeli, Hüdavendigâr
bilir kaç yüzüncü defadır kâğıt üstüne koyuyor. Tekrarı tekrarlamaktan usan­ (Bursa) Vilayeti, Rumeli ve Karadeniz
mış hafızası, şimdi aceleci bir suflör olmuştu. Diğer yandan soğuk da ona "Dü­ bölgelerinden paralı asker yazımı için,
şünme, fakat bitir!" diyordu! Oh! İşte pulu yapıştırdı ve tarihi koydu. Artık elle­ valilere buyruklar gönderdi. Kapatılan
rini oğuşturarak ısıtabilir ve mendilini çıkarıp soğuktan rutubetlenen burnunu Yeniçeri Ocağı'na mensup olmakla bir­
kurutabilirdi." (Cenab Şahabeddin) likte eylem ve ayaklanmalara katılma­
Halid Fahri, Edebî Kıraat Numuneleri, İst., 1926, s. 27-28 mış olan deneyimli eski askerlerden de
smavla çavuş ve subaylar alındı. Ende­
run ağalarından ve gediklilerinden seçi­
len gençler, yeni ordunun örgütlenme­
kamış kalem, karşılarındaki feraceli, sarı AS AFİ TEKKESİ sinde görev üstlendiler. I I . Mahmud,
pabuçlu, peçeli kadınlarla hararetli hara­ bak. İZZET MEHMED PAŞA TEKKESİ Asâkir-i Mansure örgütünün Avrupa or­
retli tartıştıkları biçiminde betimlemiştir.
dularından hiçbir farkı olmamasını isti­
Arzuhalcinin, karşısındakinin söyledikle­ ASÂKİR-İ MANSURE-İ yordu. 1827'de seraskerlik makamına
rine kulak vermeden ya aileye dönük bir
MUHAMMEDİYE Hüsrev Paşa atandı.
sırrı içeren bir mektubu ya bir dava di­
lekçesini, ya da padişaha sunulacak bir Tam adı "Asâkir-i Muntazama-i Muvaz- Oluşturulan ilk tümen çekirdeğine
şikâyeti, hattâ b e l k i de bir kara haberi zafa-i Muhammediye"dir. "Asâkir-i Mu- "Asâkir-i Muntazama-i Muvazzafa-i Has­
nasıl çabuklukla yazdığını, sonra kâğıdı vazzafa-i M u h a m m e d i y e " , "Asâkir-i sa", "Asâkir-i Muntazama-i Muvazzafa-i
ustalıkla katlayıp bir parça musline sara­ Mansure", "Mansure Ordusu" da den­ Mansure" adları verildi. Birincisi olan
rak kırmızı mühürle mühürlediğini anla­ miştir. 17 Haziran 1826'da İstanbul'da hassa tümeninin asıl görevi, Osmanlı
tır; aldığı ücretin 20 para olduğunu -vur­ kurulan yeni ordu örgütüdür. Kuruluş hanedanı saraylarının korunması ve
gular. Y e n i Cami avlusundaki arzuhalci­ tarihini izleyen ilk dönemde "Asâkir-i mevkib-i hümayun denen tören birlikle­
leri ise 1910'da İstanbul'a gelen Bareilles, Mansure", "Asâkir-i Hassa", "Asâkir-i rini oluşturmaktan ibaretti. Mansure tü­
hokkaları, kamış kalemleri, mektubun Bahriye" adlarını alan üç ayrı örgüt meni ise Üsküdar (Anadolu) cihetinin
yazılmasını ç ö m e l e r e k b e k l e y e n kadını oluşturulmuş; 1843'ten sonra kara ör­ güvenliğinden sorumluydu. Rumeli,
da betimleyerek anılarına katmıştır. Ce­ gütlerine "Mansure Ordu-yı Hümayu­ Anadolu, Arabistan bölgeleri için de bi­
nab Şahabeddin'in "Arzuhalci" öyküsün­ nu", "Hassa Ordu-yı Hümayunu" denil­ rer m a n s u r e o r d u s u n u n kurulması
de konu Cumhuriyet'in ilk yıllarında eski miştir. Osmanlı Silahlı Kuvvetleri'nin İs­ amaçlandı. Her mansure ordusunun atlı
bir kalem efendisinin arzuhalciliğidir. tanbul'daki bu iki özel ordusu, impara­ (süvari) ve yaya (piyade) birliklerden
Y e r l i v e y a b a n c ı b i r ç o k r e s s a m da, torluğun yıkılışına değin Dersaadet (Bi­ oluşması esastı.
eski İstanbul'da kadınla erkeğin birbirine rinci) Ordu-yı Hümayunu, Hassa Ordu­ Asâkir-i hassa ve mansure sınıflarına
yaklaşmalarının biricik tablosunu v e r e n su adları ile başkentin güvenliğini sağla­ kabul edilen paralı askerler için, başlan­
arzuhalcileri bu özelliğinden dolayı k o ­ mıştır. gıçta muvazzaflık süresi konmamıştı.
nu seçmişlerdir. 19. yy'da İstanbul'a ge­ Kuruluş tarihinde bu yeni askeri dü­ 1830'a doğru 12 yıllık zorunlu hizmet
len A. Prezıosi, C. B i s c o , J. Frederich Le­ zen için öngörülen ve Türkçe olmayan süresi yeterli görülürken Asâkir-i Bahri-
wis b a ş t a o l m a k ü z e r e b i r ç o k ressam, uzun ad takımı "Düzenli ve sürekli İs­ ye'de de (tersane ve donanma) bayrak
"arzuhalci" tabloları yapmışlardır. O s m a n lam ordusu" anlamını vermekteydi. Bu­ askerliği düzeni (sefer zamanı, kıyı hal­
Hamdi Bey'in de ( ö . 1 9 1 0 ) "Cami Avlu­ nunla, gerici çevrelerin ve dağıtılan Ye­ kından asker alınıp sefer sonrası terhis
sunda Arzuhalci" tablosu ünlüdür. niçeri Ocağı yandaşlarmm, oluşturulma­ etmek) kaldırıldı. Deniz gücü, Asâkir-i
Bibi. Koçi Bey, Koçi Bey Risalesi, (haz. Z. sı düşünülen modern orduya karşı çık­ Mansure'nin üçüncü bir kolu kabul edi­
Danışman), 1st., 1972; s. 147; Evliya, Seya­ maları önlenmek istenmişti. lerek sürekli ve düzenli bir yapıya ka­
hatname, I, 524; H. İnalcık, "Şikâyet Hakki: Asâkir-i Mansure örgütü, Vak'a-i Hay­ vuşturuldu. Asâkir-i Bahriyeye, denizci­
Arz-ı Hâl ve Arz-ı Mahzarlar", Osmanlı Araş­ riye denen, Yeniçeri Ocağı'nın kaldırıl­ liğe yatkınlıkları nedeniyle Ege adaları­
tırmaları, Vn-VIII (1988); (Altınay) Onikinci dığı 16 Haziran 1826 tarihinden bir gün nın Rum gençleri de alınıyordu. Ayrıca,
Asırda, 207; Ahmed Refik (Altınay), "Eski İs­
tanbul'da Arzuhalciler", Akşam, 1936; H. von sonra sembolik olarak kuruldu. İlk kad­ eski askeri teknik sınıfların da Asâkir-i
Moltke, Türkiye'deki Durum ve Olaylar Üze­ ronun oluşumu için de önceki düzenle­ Mansure'ye koşut biçimde örgütleri ye­
rine Mektuplar, Ankara, I960, s. 20-21. melerle bir oranda modernleştirilmiş nilendi. 1834'te topçubaşılık, Tophane
NECDET SAKAOĞLU bulunan askeri teknik sınıflardan (hum- müşirliğine dönüştürüldü.
ASÂKİR-İ MANSURE-İ 338

"Asâkir-i Mansure-i Muhammediye'nin geçit töreni. François Dubois'nın bir resmi, 19. yy, Dolmabahçe Sarayı.
Ara Güler fotoğraf arşivi

Üçüncü aşamada ise eyaletlerin iç kir-i Nizamiye-i Şâhâne", bunun kısaltıl­ kadroları genişletildi. 2 alaya "liva" (fır-
güvenlik sorunlarına bakmakla yüküm­ mışı olarak da "Asâkir-i Şâhâne" deyimi ka-tümen), liva komutanına "mir-i liva"
lü, ayrıca büyük savaşlarda bir bölümü geçerli oldu. (mirliva-tümgeneral) denildi. İstan­
orduya çağrılacak olan düşük aylıklı Asâkir-i Mansure'nin İstanbul'daki ilk bul'un iki yakası birer liva merkezi sayı­
(mansure askeri aylığının 1/4'ü ödenen) örgütü 8 tertip (alay) idi. Bunlardan iki­ larak istanbul ciheti "Hassa", Üsküdar
yerli milislerden "Asakir-i Mansure Re­ si eski Ağa Kapısı'nda, üçü Davutpa- ciheti "Mansure" garnizonları kabul
dif" birlikleri oluşturulmaya başlandı. şa'da. üçü de Üsküdar'daydı. Üskü­ edildi. Hassa birlikleri komutanına has­
1834'te Asâkir-i Mansure'ye subay dar'daki yeni kışla (Selimiye) yapılınca­ sa feriki (korgeneral), mansure komuta­
yetiştirmek için Maçka Kışlası'nda Mek- ya kadar buradaki askerler baraka ve nına da mansure feriki rütbeleri verildi.
teb-i Harbiye açıldı. çadırlarda barınmışlardır. Tertip komu­ 1833'te bu unvanlar müşirliğe (mareşal)
Asâkir-i Mansure'nin ilk döneminde tanlarına binbaşı, tertiplerin genel ko­ dönüştürüldü. Asâkir-i Mansure rütbele­
II. Mahmud bir komutan gibi görev üst­ mutanına da başbinbaşı deniyordu. Her ri ise yukarıdan aşağıya müşir, ferik,
lendi. Enderun ağalarından oluşan Bi­ tertip 16'şar saftı (bölük). Saf komutan­ mirliva, miralay, kaymakam, binbaşı,
rinci Asâkir-i Hassa Taburu'nun eğiti­ larına yüzbaşı rütbesi verilmişti. Saf ko­ sağ kolağası, sol kolağası, yüzbaşı, mü­
miyle doğrudan ilgilendi. Özellikle de muta kadrosunda 2 yüzbaşı mülazımı lazım, başçavuş, çavuş, bölük emini,
1828-1829'da, Rusya ile savaşlar devam (teğmen). 1 sancaktar. 1 çavuş vardı. onbaşı, nefer olarak belirlenmişti. Mira­
ederken Rami Kışlası'nda kalarak yağışlı Her tertip 2 kola (tabur) ayrılmıştı. Kol lay üstü rütbedekilere "paşa" sanı verili­
ve soğuk havalarda dahi askerle talime komutanlarına sağ kolağası (ağa-yı ye­ yordu. Ordu içinde ilk sivil rütbeler ta­
çıktı. Hekimbaşı Abdülhak Molla, bu­ min), sol kolağası (ağa-yı yesâr) deni­ bur emini, alay emini, tabur kâtibi, bö­
günlere ilişkin anı ve olayları Tarih-i Li­ yordu. Bunların da kolağası mülazımı lük emini idi. Taburlarda görev alan
va adlı vakayinamesinde anlatmıştır. Se­ denen birer yardımcısı vardı. Bir tertibin Mühendishane çıkışlı uzmanlara da
rasker Hüsrev Paşa ise. kendi yetiştir­ mevcudu, nefer ve zabitleriyle 1.280'e mansure mühendisi denmiştir. Asâkir-i
mesi olan köle asıllı subaylar arasından ulaşmaktaydı. 1828'deki ikinci örgütlen­ Mansure'nin er sayısı artınca 15-18 yaş
en yetenekli olanların Avrupa'ya askeri mede tertip yerine alay. saf yerine bö­ arasındaki gençlerin alındığı sıbyan bö­
eğitim için gitmelerini sağladı. Rusya'ya lük denildi. 8 bölük 1 taburdu. 1 alay. 3 lüklerinde okuma yazma, din ve asker­
(1829) ve Mısır Valisi Kavalalı Mehmed taburdan oluşmaktaydı. Bu yeni düzen­ lik eğitimi başlatıldı. Süvari sınıfı için de
Ali Paşa'ya (1833) karşı yenilgiler nede­ leme gereği alay komutanına "mir-i Kuleli Kışlası yapıldı. Asâkir-i Mansu­
niyle Asâkir-i Mansure'nin en iyi biçim­ alay" (miralay-albay), tabur komutanla­ re'ye yazılmak isteyenlerde aranan ko­
de yetiştirilmesi amacıyla Prusya'dan as­ rına binbaşı, yardımcılarına kaim-i ma­ şulların başlıcalari: 15-30 yaş arasında
keri danışmanlar istendi. Gelen danış­ kam (kaymakam-yarbay), 4'er bölüklük olmak: sağlıklı, soyu sopu belli olmak,
manlar arasında bulunan Moltke'nin ve kol komutanlarına kolağası, bölük ko­ işsiz, aylak, serseri, tellak, berber, ha­
diğer uzmanların verdikleri raporlar mutanlarına da yüzbaşı rütbeleri öngö­ mal, dönme olmamaktı.
doğrultusunda ordu için yeni bir orga­ rüldü. Eski Bostancı örgütünün yerini Asâkir-i Mansure için öngörülen ilk
nizasyon öngörüldü ve daha çok İstan­ alan Asâkir-i Hassa için de özel bir tü­ kıyafet, vücuda yapışan dar ceket, ge­
bul dışındaki eyalet ordularının gelişti­ zük (nizamname) çıkartıldı. Asâkir-i mici pantolonu, potin ile önceleri şuba­
rilmesine önem verildi. "Asâkir-i Mansu­ Hassa komutanı bir süre bostancıbaşı ra denen başlık, 1828'den sonra festi.
re Redif Müşirlikleri" kuruldu. 1843'te olarak anılmış, sonra hassa müşiri unva­ Silahları tüfek ve kılıçtı. Neferden başla­
ise "Asâkir-i Mansure" adı yerine "Asâ­ nını almıştır. 1832'de Asâkir-i Mansure yarak her rütbedekilere gündelik hesa-
339 ASAYİŞ VAPURU

bıyla maaş ve tayinat bedeli ödeniyor­ Eteğinde geniş bir silmenin dolaştığı kadar yükselir. Pabuç kısmı olmaksızın
du. Neferlikten müşirliğe yükselme ola­ bağdadi kubbenin iç yüzeyi kartonpiyer kalın bir simitle başlayan silindir gövdeli
nağı vardı. İlk dönemde, kadroya alman tekniğinde yapılmış, ampir üslubunda minarenin şerefesinin altına madeni
herkese üniforma ve tüfek yetişmedi­ süsleme grupları ile bezenmiştir. Mer­ akanaıs yaprakları aplike edilmiştir. Se­
ğinden, çoğu, bellerine ordudan verilen kezde, avizenin asılı bulunduğu yuvar­ kizgen yıldızlarla süslü şerefe korkuluk­
beyaz bir kuşak dolamakta, ellerinde lak madalyon şeklindeki göbek içinde, larının alt kısmına girland kabartmaları
birer sopa ile İstanbul sokaklarında do­ yapraklardan ve çiçeklerden oluşan se­ yerleştirilmiştir. Çıkmaz sokağın kuze­
laşmaktaydılar. kiz kollu bir süsleme görülür. Geri ka­ yinde, eskiden şadırvanın olduğu yerde
İstanbul'un kent içi güvenliği için lan yüzey, çift pilastrların hizasında bu­ halen tuvaletler ve abdest alma mekânı
ayrılan iki tabur ise nöbetleşe, serasker­ lunan birer çift silme ile sekiz dilime bulunur. Hünkâr kasrının zemin katı
likte, karakollarda asayişe bakmakta ve ayrılmıştır. Silmeler arasında, kubbe dernek lokali olarak kullanılmaktadır.
yangın gözcülüğü yapmaktaydılar. Za­ merkezine doğru gittikçe daralan sekiz Barok üsluptan ampir üslubuna geçi­
bit denen subayların özel hizmetlerini adet dikdörtgen bölüm içinde, yaprak şin yaşandığı II. Mahmud dönemine ait,
yapan uşaklara da nefer üniforması giy­ dolgulu oval süsleme grupları yer alır. daire planlı Aşariye Camii, Kocamusta-
dirilip kollarına birer emir-ber şeridi Söz konusu dilimlerin eteğinde çelenk fapaşa'da aynı dönemin eseri olan, oval
bağlanmıştı. motifleri, merkeze bağlanan kısımların­ planlı Küçük Efendi Camii-Tekkesi ile
Bibi. Tarih-i Lutfî, I, 192 vd; Esad Efendi, da ise perde motifleri bulunur. Aynı beraber, Osmanlı cami tasarımında ge-
Üss-i Zafer, İst., 1293, s. 190; Mustafa Nuri perde motifleri mihrabın üzerinde de lenekleşmiş kare ve dikdörtgenin uygu­
Paşa, Netayicü'l-Vukuat, (haz. N. Çağatay), karşımıza çıkar. İki yandan ahşap pi- lanmadığı, Batı kökenli barok etkiler­
III-IV, Ankara, 1980, s. 297 vd; H. von Molt- lastrlarla sınırlanan mihrabın yanlarında, den kaynaklanan yeni biçimlerin tercih
ke, Türkiye'de Durum ve Olaylar Üzerine ampir üslubu ile uyum içinde, cami ile
Mektuplar, Ankara, 1960; M. Kütükoğlu, edildiği nadir örneklerden birisini oluş­
"Sultan II. Mahmud Devri Yedek Ordusu. yaşıt pirinç şamdan durmaktadır. Ahşap turmaktadır.
Redif-i Asâkir-i Mansûre", TED, 12, 1982; ay. minber, iki tarafındaki pilastrlar ve eğri Bibi. İSTA. II, 1095-1097; Öz, İstanbul Ca­
"Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye Kıyafeti çizgilerden oluşan tepeliği ile aynı üslu­ mileri, II, 41; T. Cantay, "Aşariye Camii",
ve Malzemesinin Temini Meselesi", 1ÜEF Do­ bun egemenliğini uygular. DİA, III, 461.
ğumunun 100. Yılında Atatürk'e Armağan.
Caminin kuzeybatı köşesinde, hün­
İst., 1981, s. 519-605; İ. H. Uzunçarşılı, "Asâ­ TARKAN OKÇUOGLU
kir-i Mansûre'ye Fes Giydirilmesi Hakkında kâr kasrı çıkmasının altındaki kapıdan,
Sadrıâzam'm Takriri ve II. Mahmud ün Hatt-ı hünkâr kasrının zemin kat sofasına giri­
Hümayunu", Belleten, 70, 1954; Pakalm, lir. Güney yönünde bir odanın bulun­ ASAYİŞ VAPURU
Tarih Deyimleri, I, 92; Karal, Osmanlı Ta­ duğu bu sofadan merdivenle üst kata Şirket-i Hayriye'nin 18 baca numaralı
rihi, V, 150 vd; Salname-i Askeri, 1282. çıkılır. Hünkâr mahfili ile bağlantılı üst vapuru. 1865'te. Londra'da M. Wigram
NECDET SAKAOĞLU kat, bir sofa, iç içe iki oda ve bir hela- tezgâhlarında inşa edildi. 17 no'lu Ba-
abdestlik mekânından oluşmuştur. Ha- hariye'nin eşiydi. Maudslay yapımı, 70
AŞARİYE CAMİİ rim yönünde dışbükey bir çıkma yapan beygirgücünde makinesi vardı. Teknesi
Beşiktaş'ta, Yıldız Mahallesi sınırları için­ hünkâr mahfili ahşap karkaslı, ajurlu ahşap olup. yandan çarklıydı. Hasköy
de, Aşariye Caddesi ile Aşariye Camii madeni şebekelerle kapatılmıştır. Karka­ Fabrikası'nın sermimarı Mehmed Efen­
Çıkmazı'mn köşesinde bulunmaktadır. sın üzerinde, marköteri tekniğinde, I I . dinin gözetimi altında yapılmıştı. 1865'
Aynı yerde daha eski tarihli bir cami­ Mahmud döneminde çok yaygın olan te hizmete girdi. Baş bodoslaması sivri
nin bulunduğu bilinmekte, ancak kay­ çubuk biçiminde ve oval kakmalar var­ ve bastonlu olduğu için Boğaz halkı ta­
naklarda söz konusu yapının inşa döne­ dır. Son cemaat yerinin üstünde büyük rafından ilgiyle karşılandı.
mi ve b a n i s i hakkında farklı görüşler bir mahfil, kuzeydoğu köşesinde ise. Asayiş, 1908'de, iki Fransız tarafın­
ileri sürülmektedir. Bugünkü yapı I I . hünkâr mahfilinin simetriği olan ve aynı dan seyyar sinema yapılmak istendi.
Mahmud tarafından, büyük bir ihtimalle biçimde bir çıkma ile donatılmış ancak Vapur römorkörle ç e k i l e r e k B o ğ a z ,
saltanatının (1808-1839) sonlarına doğru şebekesiz müezzin mahfili bulunmakta­ Adalar, Bakırköy ve İzmit Körfezi kıyıla­
inşa ettirilmiştir. Caminin ta'lik hatlı dır. Söz konusu mahfilin merdiveni son rında uygun yerlerde bağlanacak, için­
mermer kitabesi kırık olarak bahçenin cemaat yerinin doğu kesiminde yer alır. de "sinematografi" gösterileri yapılacak­
kuzeydoğu köşesinde durmakta, ancak Caminin kuzeydoğu köşesindeki kes­ tı. Ancak Yıldız Sarayı Mabeyin Başkâti­
eksik olduğundan tarihi tespit edileme­ me taş minarenin kare kaidesi gövdeye bi Tahsin Bey'in 20 Haziran 1908 günkü
mektedir. yazısından, dönemin padişahı II. Abdül-
Daire planlı ve k a g i r olan yapıya,
geç dönem özelliği olarak, dış görünü­
şüne egemen olan ve kuzeybatı köşe­
sinde dikdörtgen bir çıkma yapan ah­
şap hünkâr kasrı eklenmiştir. Hünkâr
kasrı çıkmasını taşıyan, iki mermer sü­
tunun araşma, daha sonra iki adet kare
kesitli ahşap sütun yerleştirilmiştir. Ana
mekân, yüksek ve yuvarlak bir kasnağa
oturan, içeriden sıvalı, dışarıdan kurşun
kaplı bağdadi bir kubbe ile örtülmüştür.
Kagir duvarlarda iki sıra halinde dik­
dörtgen açıklıklı pencereler yer almak­
ta, alttakiler, II. Mahmud devrinde çok­
ça görülen, baklava taksimatlı ve pullu
şebekelerle donatılmış bulunmaktadır.
Harimin cümle kapısı kuzeyde, mihrap
ekseninde yer almakta ve kapalı son
cemaat yerine açılmaktadır. Daire planlı
ana mekân, alışılmış cami plan tiplerine
aykırı, şaşırtıcı bir görünüm sunar. Pen­ Asayiş Vapuru
cere aralarındaki sekiz çift bağdadi pi- Arkada henüz bomboş olan Ortaköy tepeleri görülüyor.
Eser Tıttel koleksiyonu
lastr, kubbe eteğine kadar devam eder.
ASDVADZADZİN ERMENİ 340

hamid'in sakıncalı görerek bu girişime sinde 1880'de Ermeni Patriği II. Nerses radaki bir odaya kurna koyularak vaftiz-
izin vermediği anlaşılıyor. "Asayiş" (Varjabedyan) tarafından takdis edilip hane olarak kullanılmaya başlanmıştır.
1 9 l 4 ' t e kadro dışı bırakıldıysa da I. ibadete açılır. Burada unutulmaması ge­ Yalın bir yapıya sahip kilise binası
Dünya Savaşinda duyulan ihtiyaç üzeri­ reken nokta, ülkedeki Süryani azınlığın içerisinde iki çeşit süsleme görülmekte­
ne 1 9 1 5 ' t e y e n i d e n h i z m e t e alındı. Ermeni toplumunun bir alt topluluğu dir: Sütun başlıklarında görülen taş işçi­
1919'da sökülmek üzere satıldığı zaman olarak görülmesiydi. Osmanlı Devleti'nin liği ve sonradan boyayla yapılan duvar
54 yıllık bir tekneydi. gözünde yalnızca iki patrikhane vardı: resimleri. Kilisenin tüm dış yüzeyi, çan
ESER TUTEL Rum ve Ermeni patrikhaneleri. Diğer kulesi; içerde sunak, sütun başlıkları ve
tüm Hıristiyan azınlıklar bu iki patrikha­ bazı bölümler Mardin'den özel olarak
ASDVADZADZİN (SURP) nenin himayesi altında toplanmışlardı. getirtilmiş ve İstanbul'daki Mardinli us­
Monofizit inanca bağlı Ermeniler. Gürcü­ talar tarafından oyulmuş krem renkli
ERMENİ-SÜRYANİ KİLİSESİ
ler. Alanlar, Süryaniler, Kiptiler, Habeşler taşlarla bezenmiştir.
Beyoğlu, Tarlabaşı, Karakurum Soka- ve Kaideliler Ermeni Patrikliği'nin hima­ Girişte gül motifleriyle süslü kemerli
ğindadır. Ermeni-Süryani kiliselerinin ye ettiği grubu oluştururlardı. kapı, tümü kemerli pencereler, tipik
yakınlığı, her iki kilisenin de Doğu Or­ Süryani tarzıyla yapılmış çan kulesi, kili­
196l'de yıkılan kilisenin yerine bu­
todoks kilise grubuna bağlı olmaların­ senin alnındaki melek ve haç kabartma­
günkü kilise binası inşa edilmiştir. İki
dan gelir. 5. yy sonunda ve 6. yy başın­ ları, sütun başlıklarmdaki burmalardan
yıl süren inşaatın temellerini Süryani
da Ermeni Kilisesi, diğer Doğu Orto­ sarkıtılmış çelenk işlemeleri binaya zen­
Patriği İknadios III. Yakup atmış ve kili­
doks kiliseleri üzerinde bir otoriteye sa­ ginlik kazandırmaktadır.
se 1964'te ibadete açılmıştır.
hipti. Süryaniler, diğer kiliselerle birlikte
Günümüzde istanbul Süryani cema­ Bibi. M. Hanesyan, Haryurkısanhinkamya
yetkilerini ve resmi onaylarını Ermenile­ Hopelyan Perayi Sutp Yerrortutyun Yegeğets-
ati dini reisi istanbul ve Ankara Metro­
rin himayesi altında alırlardı. Birçok Sür­ vo (Beyoğlu Surp Yerrortutyun Kilisesi Yü-
politi ve Patrik Vekili Mor Filüksinos'tur
yani episkoposun, Ermeni episkoposlar zellinci Yıl Hatıra Kitabı), İst., 1932, s. 330-
(Yusuf Çetin). 337; S. İ. Saka. Süryani Kilisesi Tarihi, Şam,
tarafından takdis edildiği bilinmektedir.
Kilisenin taş kaplama olan cephesi­ 1985: M. Ormanyan. Azkabadum. İst., 1912,
Süryani Kadim Kilisesi tarihine göre nin girişi asma ve üzüm salkımları mo­ c. I. s. 511, 512, 537, İst, 1914, c. II, s. 3159;
Süryani Patriği II. Uyas'm İstanbul vekili tifleri ile süslüdür. Kilisenin çan kulesi, A. Berberyan. Badmutyun Hayots (Ermeni
Metropolit Kirillos Yakup, Beyoğlu Ka­ binanm tipik Süryani mimarisine ait ol­ Tarihi), İst, 1871, s. 547-548; A. Günel, Türk
rakurum S o k a ğ i n d a k i arsayı 1844'te Süryani Tarihi, Diyarbakır, 1970; Tuğlacı,
duğunu kanıtlar. Kuzey ve güneydeki
alıp bir kilise ve bitişiğinde metropolit- Ermeni Kiliseleri, 82.
binalar ile kilise binası bir kompleks
lik ikametgâhı inşa ettirmiştir. Ermenice VAĞARŞAG SEROPYAN
oluşturur. Bu kompleksin bodrum katı
kaynaklara göre ise 1650-1780 arasında tören salonu ve büyük mutfak olarak
burada bir kilise vardı. Mardiros Ha- kullanılmaktadır. Salonun her iki yö­ ASDVADZADZİN (SURP)
mesyan'a göre İstanbul'a gelen Süryani nünden merdivenlerle zemin kata çıkı­ KİLİSESİ
Patriği İlyas 30 Temmuz 1844'te Beyoğ­ lır. Zemin kat iki giriş ve ibadethaneye Beşiktaş'ta İlhan Sokağı no. 20'dedir. İlk
lu Surp Yerrortutyun (Kutsal Üçlü) Er­ ve vaftizhaneye tahsis edilmiştir. Birinci kez P. Ğ İnciciyan tarafından hakkında
meni Kilisesi şapellerinden birinde ayin normal katta kilisenin galeri katı bulun­ bilgi verilen kilise muhtemelen 1661 ve­
yapmıştır. Daha sonra da, 1846'da Ku­ maktadır. İkinci normal katın doğusu ya 1681-1684 arasında inşa edilmiştir. Ay­
düs'teki Aziz Gregor Manastırından İs­ müdüriyet, sekreterlik ve bürolara ayrıl­ nı yazarın 1794'te kaleme aldığı Amara-
tanbul'a gelen Metropolit Yakup, Erme­ mıştır. Aynı katın batı ucunda ise bekle­ nots Püzantyan (Bizans Yazlıkları) adlı
ni çocukların da öğrenim gördüğü bir me odası ve kabul salonu vardır. Çatı- eserinde ise kilisenin yıkık olduğu kay­
Süryani okulu ve matbaası kurar. Tüm teras katı ise metropolitlik ikametgâhı dedilmiştir. Sarkis Tıbir Sarraf Hovhan-
bunlar Ermeni Patriği II. Madteos'un olarak kullanılmaktadır. Kilise yönetim nesyan yıkılış tarihini 1759 olarak kayde­
emri ve desteği ile gerçekleşir. Metro­ kurulu toplantılarını kilisenin güney yö­ der. 1836-1838 yıllarına rastlayan ikinci
polit Yakup'un yardımcısı Şemmas I ş o nünde bulunan binada yapmaktadır. inşa tarihine dek yerine geçici bir şapel
(veya îşa) kilise inşasına başlar.
Bazilika tipindeki kilisenin ibadetha­ yapıldığı konusunda kanıtlar mevcuttur.
1863'te Hasköylü mimar Serope Kal­ ne bölümü iki safhada incelenebilir. Kilise ikinci kez ünlü saray mimarı
fa kiliseyi tekrar inşa eder. İnşaatın gi­ Kuzey ve güney yönlerinden ikişer adet Garabed Amira Balyan'ın (1800-1866)
derleri İzmirli Isdepan Ağa Bilezikciyan olmak üzere toplam dört kapıdan giri­ mali desteği ile yapılmış olup, mimari
tarafından karşılanır. Ermeni yönetim len nef, halkın ibadetine ayrılmıştır. Bu­ olarak da yine onun eseridir. Süsleme
meclisi tutanaklarına göre, eski şapelin rada doğu-batı yönünde iki duvara biti­ ve bezeme bakımından çok zengin bir
yerinde, Ermeni patriğinin elde ettiği şik on iki kolon vardır. Bu kolonlar dı­ kilisedir. İkinci inşasından soma kilise­
fermanla yeni kilise inşa edilmiştir. Kili­ şında, nefin batısında "U" şeklindeki ga­ ye verilen isim "Küd Dıpo Surp Asdvad-
se ibadete açılmadan Metropolit Yar­ leri katını taşıyan iki kolon daha vardır. zadzin"dir (Aziz Meryem Ana'nın San­
dımcısı Şemmas I ş o , Isdepan Ağa Bile­ Işık alan üç pencere batı yönündeki dukasının Bulunuşu).
zikciyan ile yazılı bir antlaşma yapıp ki­ duvar üzerindedir. Yan duvarlarda bu­ Kilise inşaatının bitiminden 28 yıl
lise üzerindeki tüm haklarından feragat lunan pencereler ise havalandırma ama­ sonra konan kitabe şöyledir: "Bu Kutsal
eder ve mülkiyetini Ermeni milletine cıyla açılmış olup kuzeydeki üç pence­ Kilise Bakire Meryem Ana adına 1838 yı­
bırakır. 1 Mayıs 1863 tarihli bu antlaşma re kilisenin yan binasına, güneydeki iki­ lında ünlü Hassa Mimarı Saygıdeğer Ga­
gereğince Ermenilere boş olarak teslim si ise giriş bölümüne bakarlar. rabed Amira Balyan eliyle ve yardımla­
edilen kilisede her iki millet de eşit şe­ Nefin doğu ucunda absid bölümü rıyla inşa edildi. Onun 1866 tarihindeki
kilde ayin yapabileceklerdir. vardır. Dairesel geniş basamaklarla çıkı­ beklenmedik ölümünü, sayısız iyilikleri­
6 Eylül 1863'te biten inşaatın ardın­ lan absidin önünde ise, ortada, İncil'in ni gören Ermeni toplumu kederle anar
dan, 8 Eylül 1863 Pazar günü kilise tak­ konduğu yüksek bir sehpa vardır. Absi­ ve Kilise sonsuz göksel yaşam diler".
dis ve meshedilip ibadete açılır. Kilise­ din iki ucunda episkopos ve ruhaniler Çan kulesi daha sonra eklenmiştir.
nin yönetimine Mardiros Antreasyan ve için sandalyeler bulunur. Absidin de ku­ Surp Asdvadzadzin Kilisesi, Kuzgun­
aktar Krikor seçilir. Bunlara bir de Sür­ zey ve güneyden iki kapısı vardır. Absi­ cuk'taki Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi
yani asıllı üye katılır. Kilise 1870'teki Be­ din ortasındaki yarım dairesel niş içeri­ ile birlikte Osmanlı döneminde inşa
yoğlu büyük yangınında harap olur. sinde ise krem renkli, Mardin'den geti­ edilen iki kubbeli kiliseden birisidir. Ki­
Yangın sonrasında ikinci büyük onarım rilmiş mermerden yapılmış olan tipik lise 1987'de büyük bir onarım geçirmiş­
gerçekleştirilmiştir. Kilisenin bugün var Süryani tarzındaki sunak vardır. Kilise­ tir. Bu onarım sırasında kilisenin içi ve
olan kitabesi 1878 tarihini büyük onarım nin kuzey yönünde bitişik bina daha dışı boyanmış, ahşap sunak tümüyle al­
tarihi olarak kaydeder. Bu onarımın erte­ sonra alınınca aradan geçit sağlanıp, bu­ tın varak kaplanmıştır.
341 ASDVADZADZİN KİLİSESİ

Kilise plan yönünden Ermeni kilise Kilise dış görünüş bakımından sade 1874) eseridir. Her iki tonozun birleştiği
mimarisinin tipik bir örneğidir. Haçvari ibadethanelerden biridir. Ön cephesin­ köşede ise dört İncil yazarının, Matta,
plana sahip kilisenin değişik yönlerin­ de düz bir satıh üzerinde kapı ve üç Markos, Luka ve Yuhanna'mn eliptik
den biri iki galeri katına sahip olması­ pencere görülür. İkinci galeri katının resimleri vardır. Tonozların bingisinde
dır. Kilisenin ana girişi batı yönünden- yarım dairesel penceresi cepheyi süsle­ duran bu resimlerin etrafındaki yerler
dir. Önce nartekse girilir. Burada, sağ yen yegâne öğedir. Cephe, içindeki de defne yaprakları ve çiçek demetleri
ve soldaki mekânlar yerden üç rıht yük­ oyuğa çanın yerleştirildiği üçgen bir ile süslenmiştir.
sektir. Tüm kilisede yalnızca burada ta­ alınlıkla son bulur. Cephede, kapı üze­ Sunağın iki yanı ile nefin çevresinde
şıyıcı kolonlar görülür. Narteksin iki yö­ rindeki kitabe yalın yüzeye hareketlilik bezemeler ve kemerlerle bölünmüş ma­
nünde ikişer pencere ile kilise avlusun­ kazandırır. hallerde Beyzad'ın resimleri bulunmak­
dan hava ve ışık alınır. Narteks neften Kilisenin süslemeleri iki çeşittir. Bun­ tadır.
demir kafes-seperatörle ayrılır. Sepera- lardan ilki Garabed Amira Balyan'ın in­ Bibi. M. Ormanyan, Azkabadum, 3 c , İst.,
törün aksı üzerinde sadece görünüşte şaat sırasında yaptığı mimari süsleme­ 1912-1914; P. Ğ. İnciciyan, Amaranots Pü-
simetriyi bozmamak için demirle dört lerdir. zantyan (Bizans Yazlıkları), Venedik, 1794,
kolon görünüşü elde edilmiştir. Haçvari Kilisenin dört kolunu örten tonozlar s. 122; E. Ç. Kömürciyan, Sdambola Bad-
nefin girişinde sağ ve sol köşelerdeki mutyun (İstanbul Tarihi), I-III, Viyana, 1913-
haçvari ve eşkenar dörtgen şeklindeki 1938, s. 41, 82, 650-661, 671; İnciciyan, /<;-
kolonlardan sonra kilise avlusuna çıkış bölümlere ayrılmıştır. Bu bölümler ise tanbul, 114; Kömürciyan, İstanbul Tarihi,
kapıları vardır. Nefin dört kolu tonozlar­ kendi içlerinde süslenmişlerdir. Haçla­ 254; S. Hovhannesyan, Vibakrutyun Gos-
la örtülü olup köşe kolonlara biner. rın içi çiçek, asma yaprakları ve üzüm tantnubolis Mayrakağakin 1800 (Başkent İs­
Kilisenin tüm sütunları duvarlara bi­ salkımlarıyla bezenmiştir. Eşkenar dört­ tanbul'un Topografyası 1800), Kudüs, 1967;
A. Berberyan, Badmutyun Hayots (Ermeni
tişiktir. Binanın tüm köşelerinde ikişer genler ise yine asma yaprakları, üzüm
Tarihi), İst., 1871, s. 611; Tuğlacı, Ermeni
kolon vardır. Bunların dışında, nefin salkımları, çiçekler ve başaklarla bezeli­ Kiliseleri, 108-113.
kuzey ve güney kollarının uçlarında iki­ dir. Kubbenin merkezindeki İsa yağlı­
VAĞARŞAG SEROPYAN
şer kolon vardır. Nefin doğu kolu ruha­ boya resminin yanındaki haçvari dört
nilere ve okuyuculara ayrılmıştır. Bu kolun uçlarındaki süslü çelenkler ve
ASDVADZADZİN (SURP)
bölümün yanlarından kiliseciklere giri­ ışınlar içerisinde "HS" (Hisus: İsa), "KS"
lir. Küçük birer odadan ibaret olan kili- (Krisdos: Mesih), "DR" (Der: Rab), "AZ" KİLİSESİ
secikler çapraz tonozla örtülüdürler. (Asdvadz: Tanrı) kelimelerinin kısaltıl­ Kumkapı'da Şarapnel Sokağı no. 3'te-
Kuzeydeki kilisecik vaftizhaneye, gü­ mış şekilleri vardır. dir. Patrikhane Kilisesi, Patriklik Kated­
neydeki ise ruhanilerin ve okuyucuların Aşırı sade dış görünüşüne karşın rali olarak da adlandırılır. İstanbul'un
giyimine ayrılmıştır. Yarım yuvarlak süslü bir iç ortamı olan kilise, sunağı ile fethinden sonra şehre getirilen Ermeni
planlı abside beş rıhttan oluşan geniş tam bir uyum içerisindedir. Beyazın toplumuna verilen birkaç Bizans kilise­
basamaklarla çıkılır. Kilisenin doğu ko­ ağır bastığı, sarı ve mavinin de kullanıl­ sinden biridir. l608'de Ermeni gezgini
lunu örten tonozun bitiminde bulunan dığı mekân, varakla kaplı sunağı ile Polonyalı Simeon seyahatnamesinde bu
kemer, duvara bitişik iki ve ayrık duran seyredeni büyüler. Başlıbaşma bir sanat kiliseden söz eder. Patrik makamı ve
iki (toplam dört) kolon üzerine oturur. eseri olan sunak dört kolon üzerinde patrikhane 1641'de Samatya'dan (bu­
Bu kemerin üzerinde kilisenin Meryem yükselmiştir. Üç kolonun birleşmesin­ gün Kocamustafapaşa) Kumkapı'ya ta­
Ana'ya atfedildiğini belli eden ve Erme­ den oluşan her bir kolon helezonik yiv­ şınmıştır.
ni Kilisesi ilahilerinden alman şu dize lidir. Kolonlara oturan takın iç merke­ Mayıs 1645'teki yangında harap olan
yazılıdır: "Tanrı kelamının temiz mabe­ zinde Kutsal Üçlü'yü (teslis) simgeleyen kilise, Patrik Tavit I. Arevelkli'nin üçün­
di, sınırsız konutu olan aziz Bakire". üçgen içindeki göz resmi vardır. Bu cü döneminde (1644-1649), Divrikli Ra­
Absidin ortasında sunak bulunur. resmin tüm çevresini ışınlar kaplar. Da­ hip Boğos'un ve bölgedeki kadınların
Sunağın arkasından açılan kapı, gü­ ha üst bölümde rozetler, onların üzerin­ bilfiil çalışmaları sonucu tekrar inşa edi­
neydeki kiliseciğe bağlanan koridor- de ise çelenklerin üzerinde haç bulun­ lir. 14-17 Temmuz 1660 büyük yangı­
odaya açılır. Bu koridor-oda ile simetrik maktadır. Yivli kolonlar korint yaprak- nından Patrik Mardiros II. Gırimetsi'nin
olarak vaftizhaneden girilen kilisenin larıyla süslü sütun başlıkları ile son bu­ (Kırımlı) çabaları sonucu hasar görme­
küçük hazine odası vardır. lur. Kolonlardan sonra binanın içini den kurtulur. l677'de kilise çevresinde
Kuzey, güney ve batı kollarındaki çevreleyen saçak ise akantus yapraklan basımevi kurulur. Burada birçok kitap
pencereler yarım daire şeklinde olup, ve çiçeklerle süslenmiştir. yayımlanır.
yüksektedir. Doğu kolunda ise, tepede, İkinci süsleme çeşidi ise resimlerdir. Merkezi kilise olması nedeniyle sayı­
absidi aydınlatan küçük bir pencere Genellikle büyük boy olan aziz resimle­ sız önemli olaya sahne olur. Kilise 5-6
vardır. ri saray ressamı Umed Beyzad'ın (1809- Temmuz 1718 yangınında patrikhane
ile birlikte yanar. Ertesi yıl Kudüs Patri­
ği Krikor Şirvantsi (Şirvanlı) Şığtayagir
ve istanbul Patriği Hovhannes Pağişetsi
(Bitlisli) Golod'un ortak çabalarıyla
onarım başlar. Hassa mimarı Melidon
Araboğlu(->) ve Sarkis Kalfa yönetimin­
de yürütülen çalışmalar, yetmiş gün gi­
bi kısa bir sürede tamamlanıp kilise 13
Aralık 1719'da ibadete açılır. Kilisenin
takdis töreni sırasında, merkezi kilise
Meryem Ana'nın göğe alınışının anısına
Surp Asdvadzadzin, yan kiliseler ise,
kuzeydeki Surp Sarkis (halk arasında
dış kilise adıyla anılırdı), güneydeki ise
Surp Hagop diye adlandırıldılar. Bu
Surp onarıma paralel olarak, patrikhane bi­
Asdvadzadzin nası da onardır. Bu tarihten itibaren ki­
Kilisesi, lise ilk kez Mayr Yegeğetsi (Ana Kilise,
Beşiktaş
Katedral) adıyla anılır.
Hazım Okurer.
1993 10 Mayıs 1762 yangınında büyük ha-
ASDVADZADZİN KİLİSESİ 342

sar gören kilise Koca Ragıp Paşa ve Pat­ bitişik, dördü serbest, iki sıra üzerine man kiliseleri simetrik iki yapıdır. Batı
rik II. Hagop'un ortak çalışmaları sonu­ dizili toplam sekiz kolonla üç nefe ayrı­ yönünden verilen ana giriş kapısının
cu onarılır (1764). Bu tarihe kadar Surp lır. Kuzey ve güney netlerinin tabanı üzerinde beş pencere bulunur. Girişten
Asdvadzadzin Kilisesi avlusunda bulu­ yerden üç rıht yüksektir. Narteksin gü­ sonra ikisi duvara bitişik on altı kolon
nan Kudüs Patrikliği Vekâlethanesi yan­ neybatı köşesinde Patrik Nerses II. Var- iki sıra halinde dizilmişlerdir. Katedral­
gında harap olunca bugünkü patrikha­ jabedyanln mezarı bulunur. Girişte üçü den farklı olarak ilk on kolon üzerine
ne binasının bitişiğinde yeni bir bina in­ kuzey, üçü güney, ikisi de batı yönüne oturan ve genellikle koroya tahsis edi­
şa edilmiştir. (I. Dünya Savaşindan son­ açılan sekiz pencere vardır. Girişin so­ len "U" planlı bir galeri kata sahiptir.
ra yıkılan binanın arsası birkaç yıl önce­ nunda demir bir kafes kapıdan geçilip Vortvots Vorodmanln kuzeyinde beşi
sine değin boş durmaktaydı. Günümüz­ asıl kiliseye girilir. işler, altı pencere vardır. Kilisenin ku­
de, üzerine bina inşa edilmiş olup, polis Nefte iki sıra üzerine dizili on ikisi zeydoğu ucunda geçide açılan bir kapısı
lojmanı olarak kullanılmaktadır.) serbest, ikisi duvara bitişik on dört ko­ vardır. İkinci kat yüksekliğinde de sekiz
Patrik II. Hagop ana kilisenin kuze­ lon vardır. Kilise boydan boya, orta nef pencere dizilmiştir. Kilisenin güney yö­
yinde bulunan Surp Sarkis Kilisesi'nde basık beşik tonozla, yan nefler ise düz nünde ikisi kapıya çevrilmiş, biri kapa­
Surp Nigoğayos sunağını ve yangın du­ döşeme ile örtülmüştür. Kuzey ve gü­ tılmış, altı pencere vardır. Güneydoğu
varını inşa ettirir. Ama 1767'de duvar ney netlerin batı ucunda birer kapı var­ köşesinde bahçeye açılan bir kapısı ve
fazla yüksek bulunarak yıktırılır. 1769' dır. İki kolon dizisiyle üçe bölünen kili­ üst kat seviyesinde sekiz penceresi daha
da kiliseye bir su havuzu inşa edilip, tu­ senin ortasındaki büyük nef. koro bölü­ vardır. Absidde ana sunağın iki yanında
lumbacı grubu kurulur. mü ile biter. Kuzeydeki nefte ilk kapı­ bulunan iki küçük sunak da günümüze
Kilise 1819'da büyük bir onarıma ta­ dan sonra. Surp Harutyun Şapeli'ne açı­ değin varlıklarını korumuştur.
bi tutulur. Patrik Boğos I. Adrianobol- lan üç pencere, bir kapı, Surp Khaç Ki­ Galeri kat çıkışı kilisenin kuzeybatı
setsi (Edirneli) Krikoryan döneminde lisesine giden geçide açılan bir kapı ve güneybatı köşelerindeki merdiven­
(1815-1823) ve Harutyun Amira Bezci- vardır. Daha yüksekte ise altı pencere lerle sağlanır.
yan yönetiminde ve hassa mimarı Hov- daha vardır. Kuzey nefinin kuzey duva­ Bibi. M. Ormanyan, Azkabadum, 3 c , İst.,
hannes Serveryan'ın kalfalığında yapı­ rının ortasında Ermeni kiliselerinde hiç 1912-1914; E. Ç. Kömürciyan, Sdambola
lan onarım kilise tutanaklarına-göre 1 olmayan vaiz ve İncil okuyucu kürsüsü Badmutyun (İstanbul Tarihi), 3 c, Viyana,
Aralık 1819 : da başlayıp, 19 Şubat 1820 vardır. Girişi, katedrali Surp Harutyun 1913-1938. s. 8. 140, 157. 169, 213, 226, 229,
Kilisesine bağlayan kapımn duvarı için­ 231, 257, 337, 779-780; K. Pamukciyan, Ha­
tarihinde son bulur. Takdis töreni sıra­ gop Nalyan Badriark 1706-1 764, Gyanki,
sında kuzeydeki kilise Surp Khaç, gü­ deki merdivenledir. Güneydeki nefte Kordzeri yev Aşagerdneri (Patrik Hagop Nal­
neydeki ise Vortvots Vorodman (Gök ise ilk kapıdan sonra, üç pencere, Surp yan 1706-1764, Hayatı, Eserleri ve Öğrencile­
Gürlemesinin Oğulları) diye adlandırılır. Dzmunt Vaftizhane Kilisesine açılan bir ri), İst., 1981, s. 22, 24. 25. 28, 56, 58. 61, 64,
(Surp Khaç bugün Kazaz Artin Amira kapı, diğer yan bölümlere açılan bir ka­ 69. 101. 105. 109, 115-118. 128, 145, 160-163,
adıyla tören ve yemek salonu olarak pı vardır. Yine yüksekte altı pencere 168, 172, 173; İnciciyan, İstanbul, 20, 38, 84-
85; Kömürciyan, İstanbul Tarihi, 3, 23, 76,
kullanılmaktadır. Vortvots Vorodman daha vardır.
80-82: Simeon, Polonyalı Simeon'un Seya­
ise boştur.) Kilisedeki kolonlar ahşap strüktür hatnamesi, İst., 1964, s. 4; H. Varjabedyan,
Altı yıl sonra, 18 Ağustos 1826 Hoca- üzerine alçı ile yapılmıştır. Kolonlar, Haryuramya Hopelyan Veraşinutyan Badri-
paşa yangınında kilise, patrikhane, Ku­ yerden belli bir yüksekliğe eriştikten arkanisd Mayr Yegeğetsvuyn Kumkapui
(Kumkapidaki Patriklik Katedralinin Yeni­
düs Patrikliği vekâlet binaları harap sonra yivlerle süslenir. Klasik kolon den İnşasının Yüzüncü Yıl Anı Kitabı), İst.,
olur. II. Mahmud'un yakın dostu ve da­ başlıkları çelenklerle zenginleştirilmiştir. 1928; E. Ç. Kömürciyan, Badmutyun Hragiz-
nışmanı olan Harutyun Amira Bezci- Kolon başlıkları birbirine basık kemer­ man Gostantnubolso (1660 Darvo) (istanbul
yan'm sayesinde 2 Şubat 1828 tarihinde lerle bağlanır. Bunlar üzerine oturan 1660 Yangını Tarihi), İst., 1991. s. 10-12, 16-
elde edilen onarım fermanı ile onarım basık tonoz kolonlar arasına sadece 17, 23, 31, 72, 76-77, 119; S. T. S. Hovhan-
nesyan, Vibakrutyun Gostantnubolis Mayra-
çalışmaları başlar. Krikor Amira Balyan süsleme amacıyla çiçek desenli kayıtlar
kağakin 1800 (Başkent İstanbul'un Topog­
(1764-1831) ve Dövletyan Garabed kili­ atılmıştır. Bunlar dışında yalın kiliseyi rafyası 1800), Kudüs, 1967, s. 6, 8; Tuğlacı,
se kompleksinin planlarım çizerler. 10 süslemek amacıyla tonoza altın yaldız Ermeni Kiliseleri, 96-103.
Şubatla temeller atılıp eylül ayı sonun­ bezemeli göbekler konmuştur. VAĞARŞAG SEROPYAN
da tamamlanır. İnşaat sırasında üç bü­ Nefteki son kolonlarla başlayıp, ab-
yük, üç küçük kilise ve şapeller dışında sidle son bulan bölüm koro ve ruhani­ ASDVADZADZİN (SURP)
fakir çocuklar için bir dershane, ilahi lere ayrılmıştır. Yüksek korkuluklarla
öğrenimi için iki sınıf, yangına karşı bir ayrılan bu bölümde patriklik ve episko-
KİLİSESİ
havuz ve tulumbacılar için bir oda yapı­ pos tahtları bulunmaktadır. Buradan Yeniköy'de Salih Ağa Sokağı no. 19'da-
lır. Havuz ve tulumbacılar odası günü­ beş rıhtla abside çıkılır. Katedral ana su­ dır. İstanbul Ermeni Patriği II. Hagop Zi-
müzde yoktur. Bunların yerinde Ekna- nağının iki yanlarında küçük sunaklar maralı'mn (Nalyan) döneminde (1741-
yan ve Tavşancıyan kardeşler tarafından vardır. Ana sunağın güneydoğusunda 1764) inşa edilmiştir. Kesin inşa tarihi
inşa edilen okul binası bulunmaktadır. hazine odasına, kuzeydoğusunda ise bilinmemekle birlikte 1760 civarında ol­
Halkın isteği üzerine, Surp Harutyun küçük şapele açılan geçitler vardır. duğu kabul edilmektedir. Tarihçi Rahip
Şapeli'nin bodrumunda Aziz Teodoros Bir tonozla örtülü basit bir kilise Gugas İnciciyan Amaranots Püzantyan
adına bir de ayazma yapılır. Patrikhane olan Surp Harutyun Şapeli de tipik ba- (Bizans Yazlıkları) adlı eserinde bu kili­
ve Kudüs Patrikliği vekâlet binaları da zilik plandadır. Kuzeyinde dört, güne­ seden söz eder. Ünlü tarihçi Sarkis Tıbir
tekrar inşa edilir. yinde üç. batısında iki pencere olan bu Sarraf Hovhannesyan da Yeniköy ve
18 Ocak 1845 tarihli fermanla kilise kilisenin batıdan, güneyden ve doğu­ Surp Asdvadzadzin Kilisesi hakkında
1847'de kısmi bir onarım daha geçirir. dan (sunağın arkasından) üç kapısı var­ bilgi verir. Kilise ilk büyük onarımını 19.
1870'te Patrik Mıgırdiç I. Vanetsi (Vanlı) dır. Kuzeybatı köşesinde Harutyun Ami­ yy'da geçirmiştir. Bu onarımın mali yü­
Khırimyanln çabalarıyla katedralin ana ra B e z c i y a n l n lahit-mezarı ve bronz kü Harutyun Amira Nevruzyan tarafın­
girişine saatli bir çan kulesi inşa edilir. büstü yer alır. Mezarın hemen yanından dan üstlenilmiştir. Büyük onarım sonra­
1902'de kilise büyük bir onarım daha inen merdivenlerle Surp Teodoros Ayaz- sı, kilisenin ibadete açılış töreni 24 Hazi­
geçirir. Son kez de 1985'te onarılmıştır. ması'na inilir. ran 1834le Patrik Isdepanos II. Ağavni
Surp Asdvadzadzin Kilisesi doğu-batı Surp Dzmunt Vaftizhane Kilisesi to­ (Zakaryan) tarafından yapılmıştır.
yönünde oturan tipik bir bazilikadır. nozla örtülü kuzey, güney ve batıdan Büyük onarım sonrasında koyulan ki­
Batıdaki çan kulesinin altındaki kapıyla girişli, batıda iki penceresi olan küçük tabenin metni ise aynen şöyledir: 'Yeni­
ana giriş bölümüne girilir. Giriş bölümü bir kilisedir. köy Surp Asdvadzadzin Kilisesi saygıde­
ikisi duvara, ikisi daha geniş kolonlara Surp Khaç ve Surp Vortvots Vorod­ ğer Harutyun Amira Nevruzyanln gayret-
343 ASESLER

nen ortaya Ases Ortası deniyordu. Evliya


Çelebi, İstanbul'daki esnaf ve asker züm­
relerini ayrıntılarken "esnaf-ı askerî-i
asesbaşı" başlığı altında bunların "bölük
odalarından bir oda asker ile sefere gider
çorbacılar" olduklarını, ellerinde asa,
başlarında görkemli üsküf bulunduğunu,
törenler sırasında geçitlerin yapıldığı ana­
yolun her iki yanında dizilip yolu geniş
tuttuklarını ve kalabalığa engel oldukları­
nı yazar. Ayaklanmacı askerlerin idamla­
rının da şeriat gereği bunlar tarafından
yerine getirildiğini ekler. Ases kollarının
özellikle Galata tarafındaki gece dene­
timleri sayısız olaylara neden olmaktaydı.
Çünkü kentin bu yakasında meyhaneler,
uygunsuz yerler çoktu. Geceye doğru
tüm meyhanelerin kapatılması gerekti­
ğinden, meyhaneciler bu vakit gelince zil
çalar, sözde içki servisini keserlerdi.
Bundan sonra kepenkler indirilir, içeride
sessizce âleme devam edilirdi. Asesler
buna alışık olduklarından, meyhaneciden
Surp AsdVadzadzin Kilisesi, Yeniköy bir miktar rüşvet alıp oradan uzaklaşırlar,
Hazım Okurer. 1993 fakat bazen de beklenmedik tepkiler
gösterirlerdi. Geceleri evlerde de içkili
âlem düzenlemek yasaktı ve asesler bu­
leriyle onanlıp 24 Haziran 1834 tarihinde Hovhannesyan. Vibakrutyun Gostantnubolis na da izin vermezlerdi. Bir İstanbul ozanı
Ağavni diye adlandırılan istanbul'un Is- Mayrakağakin 1800 (Başkent İstanbul'un olan Uşşakizâde. (mey)Hânede mey-nûş
depanos Patriği eliyle meshedildi". Topografyası 1800). Kudüs. 1967. s. 50: Ğ.
İnciciyan. Amaranots Püzantyan (Bizans eden bilmez nedir havf-i ases / Pençe-i
Kilise 1984'te Patrik I. Şınorhk döne­ Yazlıkları), Venedik, 1794, s. 157; Tuğlacı: şehbazdan azadedir mürg-ı kafes, dize­
minde de büyük bir onarım geçirmiştir. Ermeni Kiliseleri. 114-115. leriyle kepenkleri kapatılmış meyhanede
Kilise ibadethane, bahçeler, papazevle- VAĞARŞAG SEROPYAN ya da evde içenlerin, kafesteki kuşun,
ri, sarnıç, Mamigonyan Okulu ve evler­ doğanın pençesinden uzak oluşu gibi öz­
den oluşan bir kompleksin ortasmdadır. ASESLER gürlük duyduklarını anlatmıştır.
Kilisenin arsası arkasında ise küçük bir Kanun-ı Asesân (Asesler Yasası) ge­
1826'ya kadar İstanbul'un gece güvenli­
mezarlık vardır. reği İstanbul'daki tüm işyerlerinden
ğini sağlayan yeniçeri birliği. Ases sözcü­
Bazilika tipinde inşa edilen kilisenin "resm-i asesiyye" (aseslik vergisi) olarak
ğü Arapça "nöbetçi" anlamındadır. Amir­
değişik olan yönü girişidir. Tüm istanbul ayda birer akçe alındığı gibi, arife, bay­
lerine asesbaşı ya da sayabaşı deniyordu.
Ermeni kiliselerinde batıdan açılan ana ram, düğün, esnaf alayı vb vesilelerle
14. yy'da ve daha sonraları Anadolu
giriş, burada kuzey ve güney yönler- de asesler pişkeş adı altında esnaftan
kentlerinde çarşı pazar ve kent güvenli­
indedir. İki pencereli küçük bir narteks- para toplarlardı. Ayrıca, el altından ken­
ğinden sorumlu küçük birliklere asesler
ten sonra nefe girilir. Tonozla örtülü ne- tin azılı hırsızlarından, yankesicilerinden
deniyordu. İstanbul'un fethinden (1453)
fin iki yönde dizilmiş kemerli sekiz pen­ para sızdırmakta, uygunsuz yerlerden
sonra, değişik konumu, barındırdığı nü­
ceresi vardır. Tonozu kesen yüksekteki
fus ve Bizans döneminden kalma gele­
yarım dairesel pencereler kilisenin ışık­
nekler nedeniyle kent güvenliği uzunca
landırılmasına hizmet eder. Korkuluklar­
bir süre yeterince sağlanamadı. Sonuçta
la biten neften hemen sonra ruhanilerin
Fatih Sultan Mehmed (hd 1451-1481)
ve koronun bulunduğu yer vardır.
Yeniçeri O c a ğ ı n ı n 28. Orta'sını Ases
Burada iki yandaki kapılardan bitişik Bölüğü olarak görevlendirdi. Orta bö-
kiliseciklere (şapel) giriş sağlanır. Bu ki- lükbaşısına da asesbaşı dendi. Galata
liseciklerin kuzey yönünde olanı vaftis- ciheti de bir kadılık olarak örgütlendik­
haneye, güney yönünde olanı ise oku­ ten sonra. Ases Bölüğü iki kısma ayrıl­
yucular için giyinmeye tahsis edilmiştir. dı. Dersaadet Asesleri ile Galata Asesleri
Tonozla örtülü her iki kilisecikte de bi­ ayrı birer asesbaşının komutası altınday­
rer sunak mevcuttur. dı. Asesler için konan yasa gereği, yak­
Asıl kilisede derin sayılabilecek ve laşık 500 dolayındaki asker, "koflar ha­
beş rıhtla çıkılan bir absidden sonra, linde İstanbul'un ve Galata'nın çarşıları­
duvardaki yarım dairesel niş içerisinde nı, meydanlarını, anayollarını, kapıları­
sunak bulunur. Sunağın üzerindeki ke­ nı, özellikle de meyhane, bozahane,
merde ise İsa'nın "Yol, gerçek ve hayat şerbethane. batakhane muhitlerini gece
benim" cümlesi yazılıdır. boyunca gezerlerdi. Hırsızlık, sarhoşluk,
Narteksin üzerinde bulunan galeri fuhuş vb fiillere suçüstü cezası uygula­
katı ise önemli günlerde koro tarafın­ ma yetkileri vardı. Suçüstü olmasa bile
dan kullanılır. yasaklı yerlerde ve uygun düşmeyen sa­
Bibi. E. Ç. Kömürciyan, Sdambola Badmut- atlerde yakaladıklarına para cezası uy­
yun (İstanbul Tarihi), II, Viyana, 1932, s. gularlardı. Suçluları gece dayağa çektik­
702-704; K. Pamukciyan, Hagop Nalyan ten sonra ertesi sabah kadı (yargı) önü­
Badriark 1706-1764, Gyanhi, Kordzeri yev ne çıkarmaları kanundu.
Aşagerdneri (Patrik Hagop Nalyan 1706-
1764, Hayatı, Eserleri ve Öğrencileri). İst.. 17. yy'da aseslik, Yeniçeri Ocağı'nın
Asesbaşını betimleyen bir resim.
1981, s. 28, 64-65; İnciciyan, İstanbul 118; belli bir ortasına değil, ağa bölüklerinden
Nuri Akbayar koleksiyonu
Kömürciyan, İstanbul Tarihi, 1988, 265; S. sırası gelene veriliyor ve bu görevi üstle­
ÂSİTANE 344

de g ö z yummalarının karşılığı rüşvet al­ bul için, resmi b e l g e l e r d e s ı k ç a g e ç e n aliyye", "âsitane-i şâh-ı cihan", "âsitane-i
maktaydılar. Ases kolları, g e c e karanlı­ adlardandır. E s k i d e n İ s t a n b u l l u l a r a d a padişahı" deyimlerini kullanmışlardır.
ğında karşılarına ç ı k a n h e r tip insan ve Asitaneli dendiği olurdu. K e n t t e k i başlı­ Resmi b e l g e l e r d e "âsitane" ile eşanlam­
grupla b a ş e t m e k d u r u m u n d a oldukla­ ca b ü y ü k kurumlara, dergâhlara da âsi- da a t e b e deyimi de sıkça g e ç e r . B u n u n ­
rından, b u g ü n k ü judo, karate teknikleri­ t a n e deniyordu. la birlikte "atebe-i aliyye", "atebe-i ulyâ",
n e b e n z e r h ü n e r l e r e sahiptiler. Evliya Farsça bir s ö z c ü k olan "âsitan/âstan", "atebe-i felek-mertebe" vb daha ç o k pa­
Çelebi, asesler sınıfını (esnaf-ı ases-i sâ- kapı, k a p ı eşiği, giriş, b a ş l a n g ı ç , savaş dişahlık sarayı anlamını vermektedir.
ni-i b î - a m a n ) a n l a t ı r k e n 2 0 2 n e f e r ol­ yeri, dergâh, h ü k ü m d a r sarayı, yer, m a ­ Tevkiî Abdurrahman Paşa K a n u n n a ­
duklarını, tutma, k a p m a , vurma, k o v m a , k a m , b a ş k e n t , evliya k a b r i v b k a v r a m m e s i n d e ise "Kanun-ı K a i m m a k a m - ı
b a s m a , b a ğ l a m a işlerinde p e k başarılı, ve adları karşılayan bir a n l a m zenginli­ Âsitane-i Saadet" başlıklı b ö l ü m d e , sad­
"birbirinden e ş e d m e l ' u n " bir t o p l u l u k ğ i n e sahiptir. O s m a n l ı l a r d a n ö n c e d e razamın y o k l u ğ u n d a o n a vekillik e d e n
oluşturduklarını açıklar. D o ğ u ' d a h ü k ü m d a r saraylarına "âsitan-ı ve İstanbul'un sorunlarıyla ilgilenen ve­
Asesbaşı, Y e n i ç e r i O c a ğ ı ' n ı n "Erkân-ı ref-î m e k â n " (yeri y ü k s e k e ş i k ) dendiği zirin, k e n t l e ilgili yetkileri açıklanmakta­
Y e n i ç e r i y â n " ya da "Katar Ağaları'' de­ bilinmektedir. Tasavvufta dünyaya "âsi­ dır. Evliya Ç e l e b i ise, T o p h a n e - i Ami-
n e n , 18 b ü y ü k subayının (yeniçeri ağa­ tane-i fena", "âsitane-i a d e m " d e n d i ğ i re'yi "Evsâf-ı Âsitane-i T o p h a n e " başlığı
sından avcıbaşıya k a d a r ) 17.'si idi. R e s ­ gibi Mevlevîlikte çileye girilen t e k k e l e r e altında anlatır. Eski b i r ç o k kayıt ve bel­
mi kıyafeti, yeşil ç u h a d a n çatal kalafat de "âsitan" d e n m e k t e y d i . Tarikat çevre­ geler ise, b a z ı tarikatların İstanbul'daki
başlık, zağra yakalı ve yeşil kaplı divan lerinde, dergâhların k a p ı l a n ve eşikleri, m e r k e z t e k k e l e r i n e "âsitane" denildiğini
kürkü, ak çakşır, sarı y e m e n i y d i . Paşa- yüz sürülüp niyaz edilen, ö p ü l e n , basıl­ k a n ı t l a m a k t a d ı r . Aziz M a h m u d H ü d a î
k a p ı s ı ' n d a (Babıâli) oturur, s a d r a z a m ı n m a d a n geçilen, pirin v e y a şeyhin ayağı­ (Celvetî) Âsitanesi, Kadirîlerin, İsmail
buyruklarına g ö r e g e c e kollarını düzen­ nı bastığı kutsal yer o l a r a k ululandığın­ Rûmî v e Kadirihane ( T o p h a n e ) âsitane-
lerdi. Kendisi de "kol"a çıkardı. Sadra­ dan, bunların gerisindeki dergâhlara da leri. S ü n b ü l î l e r i n K o c a m u s t a f a p a ş a v e
zam seferde iken sadaret kaymakamı­ " â s i t a n e " denmiştir. İ s l a m d ü n y a s ı n d a , Sünbül Sinan aşhaneleri, Koska'daki
nın e m r i n d e h a r e k e t eder, "büyük k o l " kutsal yapıların, h ü k ü m d a r saraylarının Sâ'di  s i t a n e s i ( A b d ü s s e l â m T e k k e s i ) ,
g e z m e l e r i n e , arkasında asesleriyle katı­ b u l u n d u ğ u k e n t l e r e de "âsitane" denil­ B e d e v î Â s i t a n e s i , Ü s k ü d a r ' d a k i Rıfaî
lırdı. İstanbul sorunlarının görüşüldüğü miş, ayrıca buraları için "aliyye, saadet, Âsitanesi, Uşşakîlerin K a s ı m p a ş a Âsita­
" ç a r ş a m b a divanı" oturumlarında ases­ muallâ" vb sıfatlar da kullanılmıştır. nesi, Mevlevîlerin, Galata, Y e n i k a p ı , Ka­
başı, asesleri ile ayakta dururdu. Sadra­ Saraylara " â s i t a n e " d e n m e s i , Müslü­ sımpaşa, B a h a r i y e âsitaneleri (Mevlevi-
z a m ı n c u m a n a m a z ı n a gidişinde y o l b o ­ m a n h ü k ü m d a r l a r ı n "emirü'l-mü'minin, haneleri), Karagümrük'teki Nureddin
y u n c a güvenliği sağlayıcı ö n l e m l e r alır­ imam, halife, melikü'l-âdil, rüknü'd-din, Cerrahî Âsitanesi bunlardandır.
dı. İstanbul'daki tutukevi ve h a p i s h a n e ­ nâsırü'd-din" vb unvanlar alarak kendi­ Osmanlı Devleti'nin son d ö n e m i n e
l e r ( t o m r u k l a r ) ile B a b a Cafer Z i n d a - lerini birer İslam önderi olarak tanıtma- doğru, İstanbul için "âsitane" deyiminin
m ' n m da amiriydi. K e n t güvenliğini b o ­ larıyla ilgilidir. K e n d i l e r i n e d u y u l m a s ı g i d e r e k d a h a az kullanıldığı, b u n u n ye­
zan, yargılanıp idama m a h k û m o l a n ye­ g e r e k e n s a y g ı d a n v e s a r a y l a r ı n ı n bir rine D e r s a a d e t ' i n ö n e çıktığı görülmek­
niçerilerin g e c e yarısı B a b a Cafer Zinda- h a k v e a d a l e t yeri o l a r a k g ö r ü l m e s i n ­ tedir. B u n a bağlı olarak sadaret kayma­
nı'nda idam edilmesi sırasında hazır bu­ d e n dolayı oturdukları k e n t e v e y a sara­ kamına, âsitane k a i m m a k a m ı , defterdar
lunurdu. Asesbaşı. Ağa K a p ı s ı n d a k i Di- ya "âsitane" denilmiştir. vekiline âsitane defterdarı vb unvanlar
v a n ' a d a (yargı k u r u l u ) katılır, i d a m a İ s t a n b u l ' u n f e t h i n d e n (1453) ö n c e , verilmesi de bırakılmıştır.
m a h k û m edilen a s k e r k e n d i s i n e teslim Edirne'ye, Bursa'ya, buralardaki O s m a n ­ H a l k a r a s ı n d a ise "âsitanlı" d e y i m i ,
edilirdi. Asesbaşı, y e n i ç e r i a ğ a s ı n d a n da lı saraylarına "âsitane" d e n d i ğ i n e ilişkin İstanbullu a n l a m ı n d a u z u n z a m a n kul­
b u y r u k alır ve ikisi arasındaki iletişimi bilgiler m e v c u t değildir. Bu deyimin lanılmıştır. İ s t a n b u l l u l a r ı n k e n d i l e r i n e
"emir neferi" sağlardı. Ulufe dağıtımı sı­ yaygınlık ve resmiyet k a z a n m a s ı , İstan­ "şehrî", Galata, Eyüp, Ü s k ü d a r h a l k ı n a
rasında, yeniçerilerin iyi tutumlarına ka­ bul'da Sur-ı S u l t a n i d e n e n d u v a r l a r l a "kasabalı", A n a d o l u v e Rumelililere d e
nıt olarak sadrazama ve o c a k ağalarına çevrili Saray-ı Cedide-i Amire'nin ( T o p - "taşralı" d e m e l e r i n e karşılık, taşra halkı
ş e k e r s u n m a k , e s n a f alaylarında subaşı kapı Sarayı) yapılmasından sonradır. da İstanbullulara "asitaneli, âsitanlı" de­
v e k ı l a v u z ç a v u ş u ile a t b a ş ı , k o r t e j i n Z a m a n l a , içinde p a d i ş a h s a r a y l a r ı n ı n , mişlerdir. Halk o z a n ı G e d a î bir şiirinde
ö n ü n d e ilerlemek, padişah veya sadra­ büyük selatin camilerin, kurumların, " M ü c e r r e d âsitanlı adı şanlı dilber-i şeh­
zam sefere çıktığında tüm aseslerle d e r g â h l a r ı n y e r aldığı suriçi İ s t a n b u l ' a rî" der.
uğurlama t ö r e n i n e katılmak a s e s b a ş ı n m da "âsitane" d e n m e y e başlanmıştır. Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 436; Tevkiî Ab­
görevlerindendi. Aseslik, 1 8 2 6 ' d a Y e n i ­ durrahman Paşa Kanunnamesi, Ankara,
"Asitane-i aliyye" ve d a h a doğru bi­
çeri O c a ğ ı ile birlikte kaldırılmıştır. 1935, s. 126-127; Tarih-i Cevdet, I, 2 9 8 ;
ç i m i y l e " â s i t a n e - i devlet-i a l i y y e " de­
Hüseyin bin Halef Tebrizi, "Astan", Tibyan-ı
İstanbul h a l k kültüründe, m a h a l l e y i yimlerinin, O s m a n l ı resmi b e l g e l e r i n d e
Nâfi der Tercüme-i Burhan-ı Katı, (çev. Mü­
k o r k u t a n , e r k e k l e r i susturan k a d ı n l a r a s ı k ç a k u l l a n ı l m a y a b a ş l a m a s ı ise 17. tercim Âsim), 1st., 1214, s. 48; Pakalm, Tarih
"atlı a s e s " deniyordu. Bu adla ün y a p a n yy'dadır. "Mahsurâ-i saltanat", "südde-i Deyimleri, I, 94; Efdaleddin (Tekiner), "Âsi­
b i r f a h i ş e n i n d e 16. yy'da, A r a p F a t ı . s a a d e t " deyimleri, E d i r n e için de kulla­ tane", İslâm-Türk Ansiklopedisi, I, İst., 1941,
nıldığı h a l d e "âsitane-i aliyye'' salt İs­ s. 547.
Narin, Girütlü Nefise üe, Galata semtin­
t a n b u l ' u v e T o p k a p ı S a r a y ı ' n ı karşıla­ N E C D E T SAKAOĞLU
de "yaramazlık" yaptıkları, evlerinin b a ­
sıldığı, semt halkının b u n l a r d a n şikâyet­ y a n resmi bir a d olmuştur.
Nef'î ( ö . 1634) IV. Murad için yazdığı ASKERİ HASTANELER
çi oldukları saptanmıştır.
bir kasidesinde, sarayı ve İstanbul'u tüm O s m a n l ı D e v l e t i ' n d e k i askeri kurumlar­
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 517; d'Ohsonn,
Tableau, VII, 167, 319; Marsigli, Osmanlı İm­ dünya hükümdarlarının kıblesi ve Kabe' da sağlık işlerine u z u n yıllar cerrahlar
paratorluğunun Zuhur ve Terakkisinden İn­ si o l a r a k nitelendirir: Ol Şehinşâh-ı ci- b a k m ı ş , h e k i m l e r e ise s a d e c e savaşlar
hitatı Zamanına Kadar Askeri Vaziyeti, İst., hân-peıver ki lâyıkdır dese / Kıble-i şâ- sırasında g e ç i c i olarak g ö r e v verilmiştir.
1934, 83 vd; (Ergin), Mecelle, I. 884 vd; hân-ı âlem âsitanımdır benim. B u y ü z d e n u z u n süre askeri h a s t a n e l e r e
Uzunçarşılı, Kapıkulu, I. ihtiyaç duyulmamıştır. İlk kez, III. Selim
B a ş k a bir şiirinde ise: Asmân-ı din ü
N E C D E T SAKAOĞLU devletdir o âlî âsitan / Matla-ı mihr-i ci- z a m a n ı n d a ( 1 7 8 9 - 1 8 0 7 ) o r d u n u n yeni­
hân-tâb-ı saâdetdir o bâb, diyerek yine d e n y a p ı l a n m a s ı s ı r a s ı n d a a s k e r i has­
ÂSİTANE sarayı ve İstanbul'u, dini ve devleti gök­ t a n e l e r kurulmaya başlanmıştır.
"Âsitane-i S a a d e t " , "Âsitane-i Aliyye", y ü z ü gibi k a p s a y a n n i t e l i k t e tanımlar. B u g ü n k ü bilgilerimize g ö r e İstan­
'Âsitane-i Padişahı", "Âsitane-i Saadet- Padişahı da g ü n e ş e eş tutar. Osmanlı ta­ b u l ' d a k i a s k e r i h a s t a n e l e r i n e n eskile­
Aşiyan", "Asitane-i Devlet-i Aliyye" de r i h ç i l e r i n i n b i r ç o ğ u , ö r n e ğ i n , Selânikî, r i n d e n biri T o p h a n e - i  m i r e H a s t a n e -
denmiştir. O s m a n l ı l a r d ö n e m i n d e İstan­ Nâimâ, Abdî de İstanbul için "âsitane-i si'dir. T a k s i m ' d e k i t o p ç u o c a ğ ı erlerinin
345 ASKERİ HASTANELER

tedavilerine tahsis edilen bu hastanenin


açılış tarihi kesin olarak bilinmemekte­
dir. Ama 1796'da faaliyette olduğuna
ilişkin belgeler vardır. 184Tde tek katlı
olan hastane binasına bazı koğuşlar ve
dershaneler eklenmiş ve Mekteb-i Har-
biye'ye tahsis edilmiştir. Bu tarihten
sonra Tophane'deki müşirlik binasında
küçük bir hastane faaliyete geçirilmiştir.
1850'de Gümüşsüyü Askeri Hastane-
si'nin(->) hizmete girmesi, bunu takiben
de İstanbul Boğazı'ndaki Liman-ı Kebir
Hastanesi ile Zeytinburnu Hastanesi'nin
Tophane Müşirliği emrine verilmesi ne­
deniyle Tophane-i Amire Hastanesi'nin
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan he­
men sonra kapatıldığı sanılmaktadır.
Bu dönemdeki askeri hastanelerden
biri de Asâkir-i Hassa-i Muhammediye
Hastanesi adı ile de tanınan ve Topta-
şindaki Valide-i Atik Bimarhanesi'nde
faaliyet gösteren Toptaşı Hastanesi'dir.
III. Murad'm annesi Nurbânu Valide
Sultan tarafından 1583'te yaptırılan bi-
marhane, III. Selim zamanında Nizam-ı
Cedid askerlerine kışla olarak tahsis
edilmiştir. Bu ordunun lağvından sonra Zeytinburnu
bir müddet boş kalan bimarhane sonra­ Askeri
ları askeri hastane olarak kullanılmaya Hastanesi'nin
başlanmıştır. 1865'te istanbul'da patlak deniz
tarafından
veren kolera salgınında hastane koleralı (üstte) ve ön
hastaların bakımını üstlenmiştir. Ekim cephesinden
1873'te buraya Süleymaniye Bimarhane- (sağda)
si'ndeki akıl hastaları nakledilmiş ve bu görünümü.
tarihten sonra askeri hüviyetini yitirerek TETTV Arşivi
akıl hastalarının kabul edildiği bir bi­
marhane olmuştur. Ocak 1832 tarihinde öğretime başlayan Mühimmât-ı Harbiye (Askeriye) Has­
1799'da hizmete giren Asâkir-i Man- Cerrahhane-i Mamure(-») izlemiştir. II. tanesi: Tophane askerlerine bakmak
sure-i Hassa Hastanesi, III. Selim'in taht­ Mahmud bu askeri eğitim kurumların­ amacıyla 1828'de Tophane-i Amire'ye
tan indirilmesi üzerine 1807'de diğer bü­ dan sonra III. Selim gibi yeni kurduğu bağlı olarak Cebehane adı ile kurulan
tün mansure kuruluşları gibi kapatılmış Asâkir-i Mansure-i Muhammediye'ye hastane, 1831'de bu adı almıştır. Azatlı
ancak 1834'te, II. Mahmud devrinde Sü­ hizmet vermek için yeni askeri hastane­ ve Ayastefanos (Yeşilköy) baruthanele­
leymaniye Külliyesi'nin tabhanesinde ye­ ler tesis etmiştir. II. Mahmud zamanında rinin Avrupa'dan getirtilen araç gereçle
niden hizmete girmiştir. Daha iyi hizmet açılan askeri hastaneler şunlardır: faaliyete geçmesi üzerine artan hasta ta­
vermesi amacıyla tabhaneye yeni koğuş Maltepe Hastanesi: Hekimbaşı Musta­ lebi karşısında hastane yetersiz kalmış
ve daireler ilave edilmiştir. Bu hastane fa B e h ç e t Efendi'nin önerisi üzerine ve 1847'de fabrikalar müdürü Halil Paşa
hakkında fazla bilgiye sahip değiliz. 1827'de yaptırılmıştır. Asâkir-i Mansure tarafından yeni bir bina yaptırılarak adı
III. Selim tarafından mansure asker­ Hastanesi adı ile bilinen hastanede Kırım Zeytinburnu Askeri Hastanesi olarak
leri için kurulan diğer bir hastane de Savaşı sırasmda, hasta ve yaralı Fransız değiştirilmiştir. Tek katlı ve kagir olan
Levend Çiftliği Hastanesi'dir. Bu hasta­ askerleri tedavi edilmiş, 1877 Osmanlı- bu yeni bina Tophane-i Amire'ye bağlı
ne III. Selim'in 1799'da, Nizam-ı Cedid Rus Savaşında da hastane hasta ve yara­ hastanelerin en küçüğüydü. Zaman za­
askerlerinin talim ve terbiyeleri için Le­ lı bakmış, yatak sayısı 9 7 9 ü bulmuştur. man kapasitesinin çok üstünde hizmet
vend Çiftliği'nde yaptırdığı kışla yakı­ Maltepe Hastanesi, II. Abdülhamid veren bina 1893'te II. Abdülhamid tara­
nında faaliyete geçmiştir. Bostancı Tü- döneminde (1876-1909) büyük itibar fından yıktırılarak yerine yenisi yaptırıl­
fenkçileri Ocağı askerlerine sağlık hiz­ kazanarak İstanbul'un en büyük askeri mıştır. Hastane Balkan ve I. Dünya sa­
meti vermek amacıyla ayrılan binanın hastanesi olmuştu. Balkan ve I. Dünya vaşlarında faaliyetini sürdürmüş, 1918'
yetersiz gelmesi üzerine hemen ertesi savaşlarında kısmen bulaşıcı hastalıklar de de kapatılmıştır. Cumhuriyet döne­
yıl Foti Kalfa'ya tek katlı yeni bir hasta­ hastanesi şeklinde hizmet vermiş, 1922' minde farklı amaçlarla kullanılan bina
ne binası yaptırılmıştır. Bu hastane de de de lağvedilmiştir. 1947'de yeniden hastane olarak hizmete
Nizam-ı Cedid'e karşı ayaklanan yeniçe­ açılmış ama İstanbul'daki askeri hasta­
Bâb-ı Seraskeri Hastanesi: Şimdiki İs­
riler tarafından tahrip edilmiş ve 1807' nelerin yeterli olduğu ileri sürülerek
tanbul Üniversitesi merkez binasının bu­
de kapatılmıştı. Ancak 1834'te burada 1956'da lağvedilmiştir.
lunduğu yerde iki katlı kagir bir binada
yeniden hasta askerler tedavi edilmeye II. Mahmud tarafından kurulmuştur. Ku­ Osmanlı Devleti'nde karantina uygu­
başlanmıştır. ruluş tarihi kesin olarak bilinmemekte­ lanmadan önce İstanbul'da askerler ara­
III. Selim zamanında açılan bu askeri dir. Beyazıt Yangın Kulesi 1826'da yapıl­ sında görülen salgın hastalıklar sırasın­
hastaneler faaliyetlerini sürdürürken 14 dığına göre hastanenin de bu tarihte fa­ da tecrit ve tedavi maksadıyla Maltepe
Mart 1827'de, barışta hastalanan, savaş­ aliyete geçmiş olduğu kabul edilmekte­ Hastanesi kullanılmaktaydı. 1831'de,
ta yaralanan askerlerin tıbbi kurallara dir. Hastane Balkan Savaşı (1912-1913) burası yeterli olmadığından etrafı açık
uygun olarak tedavi edilmeleri amacıyla sonunda Sıhhiye Eğitim Merkezi olarak ve denizle çevrili Kızkulesi, Kızkulesi
askeri hekim yetiştirmek üzere Tıbha- kullanılmış, İstanbul Üniversitesi'nin Mat'ûnîn (vebalılar) Hastanesi adıyla bir
ne-i Amire(->) açılmıştır. Bunu yine or­ Harbiye Nezareti binalarına yerleşmesin­ süre koleraya yakalanan erlere tahsis
duya cerrah yetiştirmek amacıyla, 9 den sonra yıktırılmıştır. edilmiştir.
ASKERİ HASTANELER 346

Bu dönemde Sarayburnu'nda faaliye­ vermiştir. Bu hastanenin çalışmalarını hassa a s k e r l e r i n e hizmet vermiştir.


te geçen ve Topkapı Hastanesi, Asâkir-i sürdürdüğü yerde. II. Dünya Savaşı sı­ 1848'de tamir gören kışla ve hastane,
Hassa-i Şâhâne Hastanesi adları ile bili­ rasında, 1948'de II. Tümen birliklerinin Kırım Savaşı sırasında bir ara İngiliz ve
nen diğer bir hastanenin Maltepe Hasta­ tamamı Selimiye Kışlasına yerleştirilin­ Fransız askerlerine tahsis edilmiştir.
nesi ile karıştırıldığı görülmektedir. Bu­ ce. Selimiye Hastanesi, Haydarpaşa As­ 1859'da bina yanmış, 1863'te Abdülaziz
rada daha çok Sarayburnu'ndaki süvari keri Hastanesinin karşısında bulunan tarafından kagir olarak yeniden yaptı­
kışlasıyla, Ayasofya civarında bulunan Askeri Veteriner Tatbikat Okulu binası­ rılmıştır. Sonraları hastane Beylerbeyi'ne
cephane kışlasından gelen hastalar te­ na taşınmıştır. Aynı zamanda maluller taşınmış, II. Meşrutiyetin ilanından son­
davi edilmekteydi. Topkapı Hastane­ yurdu olarak da kullanılan hastane ra (1908) eski yerine dönmüş, Anadolu
sinin hangi tarihe kadar çalıştığı bilin­ 1950'de lağvedilmiştir. yakasında Haydarpaşa ve Selimiye has­
memektedir. Mekteb-i Harbiye öğrencilerinin te­ tanelerinden sonra en büyük askeri sağ­
Selimiye Hastanesi: Selimiye Kışla­ davisi için 1834'te Maçka Kışlasinda lık kurumu olarak çalışmalarını sürdür­
sına ek olarak yaptırılan koğuş ve da­ Mekteb-i Harbiye Hastanesi açılmıştı. müştür. Mütareke yıllarında faaliyeti
irelerde 1833'te faaliyete geçmiştir. Kı­ Daha soma, bazı eklemeler yapılan has­ durdurulmuş, Kurtuluş Savaşindan son­
rım Savaşımda ( 1 8 5 4 - 1 8 5 6 ) Selimiye tane, şimdiki Harbiye binasının bulun­ ra ise kapatılmıştır.
Kışlası istanbul'a gelen ingiliz askerlere duğu yere nakledilmiştir. II. Abdülha- II. Dünya Savaşı seferberliğinde Ku­
tahsis edilmişti. Hastalanan erler ile Kı­ mid devrinde hastane Harbiye'nin ön leli Kışlasinda, Çengelköy Askeri Hasta­
rım'dan gelen hasta ve yaralılar ise Hay­ cephesinde, batı köşesinin üst katındaki nesi adı ile 1.000 yataklı bir hastane fa­
darpaşa Askeri Hastanesi'ne yatırılmıştı. 7 odaya yerleştirilmiştir. Çanakkale Sa­ aliyete geçirilmiştir. Savaş sonrası hasta­
Çok sayıda hasta ve yaralının gelmesi vaşı (1915) sırasında Mekteb-i Harbiye ne 1947'de lağvedilmiş ve bu tarihten
üzerine Kavak Kasrı da hastalara tahsis Ağır Mecruhin (yaralılar) Hastanesi sonra bina Kuleli Askeri Lisesi olarak
edilmişti. İngiliz askerleri Kırım'a sevk adıyla çalışmıştır. kullanılmıştır.
edilince Selimiye K ı ş l a s i n m tamamı Hıımbarahane-i Mamure Hastanesi: Arşiv belgelerinden, 1838'de Anado-
hastane haline getirilerek, Osmanlı ve BOA'daki belgelerden 1836'da Sütlü- lukavağı'ndaki Liman-ı Kebir (Büyük Li­
Müttefik ordularının hasta ve yaralıları­ ce'de hizmette bulunduğu anlaşılmakta­ man) koyunda Tophane-i Âmire'ye bağ­
na ayrılmıştır. Hastabakıcılığın ve hem­ dır. Humbarahane binası kışla, hastane lı olarak bir hastane kurulduğunu öğ­
şireliğin kurucusu. İngiliz F l o r a n c e ve askeri malzeme deposu olarak kulla­ renmekteyiz. Liman-ı Kebir Hastanesi
NightingaleÇ-») ve 40 kadar yardımcısı nılmış, 1838'de Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâ­ adı verilen bu askeri hastane Kavak
buradaki çalışmaları ile Türk ve dünya ne Galatasaray'daki binasının yanmasın­ Hastanesi adı ile de bilinmekteydi. Has­
hastabakıcılık tarihinde büyük bir ün dan soma bir süre burada faaliyet gös­ tane 4 büyük koğuşu ve müştemilatı
kazanmıştır. termiştir. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'n- olan bir köşkte hizmet veriyordu.
Selimiye Hastanesi, Balkan ve I. da hasta sayısı artan Humbarahane Has­ 1909'da eskimiş olan binaya yen:
Dünya savaşlarında Sıhhiye Eğitim Mer­ tanesi, Balkan Savaşindan sonra çalış­ pavyonlar ilave edilmesi kararlaştırılmış
kezi görevini yapmıştır. Mütareke'de malarını durdurmuş, I. Dünya Savaşı'n- bunlar I. Dünya Savaşindan önce ta­
hastanenin çalıştırılmasına gerek kalma­ da da kapatılmıştır. mamlanarak hizmete girmiştir. Bu sa­
dığı gerekçesiyle kapatılmış ve 1920'de Kuleli Askeri Hastanesi (Selimiye vaşta yararlı hizmetlerde bulunan hasta­
bina Beyaz Rus göçmenlerine tahsis Hastanesi): 1844'te yanan eski kışlanın nenin faaliyeti, Mütareke'de Boğazlar'ın
edilmiştir. yanında bulunan fener yıktırılmış ve te­ itilaf devletleri tarafından işgali üzerine
1933'te Haydarpaşa Askeri Hastane­ melleri üzerine ortasında bahçe bulu­ durdurulmuştur. 1933'te yeniden açıl­
sinin onarımı sırasında Haydarpaşa Se­ nan dört cepheli hastane binası inşa et­ mış, II. Dünya Savaşı seferberliğinde
limiye Asker Hastanesi adı ile tekrar bir tirilmiştir. 1845'te hizmete giren hastane 451 Numaralı Memleket Hastanesi adı
hastane açılmış ve 1940'a kadar hizmet Selimiye ve Kuleli kışlalarında barınan ile hasta kabul etmiştir. Seferberliğin so-
347 ASKERİ HASTANELER

1877-1878
Osmanlı-Rus
Savaşı sona
erdikten sonra
kapanan
Serviburnu
Askeri
Hastanesi.
İÜ Kütüphanesi.
Yıldız Albümleri,
no. 90667/5

nunda büyük bir onarım görmüş ve bir binası ve arazi, şehremanetine devredil­ Serviburnu Askeri Hastanesi: İstan­
de ameliyathane ilave edilmiştir. Boğaz­ miştir. Ama yeterli tahsisat bulunamadı­ bul Üniversitesi Kütüphanesindeki Yıl­
lar Kumandanlığinm. Deniz Kuvvetle- ğı için burası hastane olarak kullanıla­ dız Albümlerinden (no: 90667/5), 1877-
ri'ne devredilmesi üzerine hastane Kara mamış, boş kalan hastane 191 l'de ha­ 1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda, Beykoz'
Kuvvetlerinden ayrılmış ve 1960'a ka­ rap bir halde Müessesât-ı Sıhhiye-i Hay­ da Yalıköyü'ndeki Serviburnu Koyu'nda
dar Deniz Kuvvetleri emrinde faaliyetini riye Müdüriyetine verilmiştir. I. Dünya bir kışla ile bir askeri hastanenin bulun­
sürdürmüştür. II. Mahmud döneminde Savaşı'nda burada bir nekahethane açıl­ duğu anlaşılmaktadır. Burası, I. Dünya
kurulmuş bir başka deniz hastanesi Ka- mış, savaş bitince lağvedilmiştir. Tekrar Savaşı'nda bulaşıcı ve salgın hastalıklar­
sımpaşa'daki Bahriye Merkez Hastane- belediyeye intikal eden binanın yer al­ dan birine yakalanan erler için tecrit ye­
si'dir(—»). dığı arazi bugün Emirgân Korusu olarak ri olarak kullanılmış, Mütareke'den son­
Tarabya'da bulunan Alman Elçiliğinin kullanılmaktadır. ra kapanmıştır.
yazlık binasının yerinde Tarabya Askeri İplikhane Hastanesi: 1827'de Eyüp'te Şemsipaşa Muhacirin Hastanesi: Bu
Hastanesi adında bir hastane bulunduğu ordu kumaşlarının yapımında kullanılan hastanenin mevcudiyetini, İstanbul Tıp
bilinmekteyse de açılış tarihi belli değil­ ipliklerin hazırlanması amacıyla kurulan Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Ana-
dir. I. Dünya Savaşinda Tarabya Hasta­ İplikhane'de 1877-1878 Osmanlı-Rus Sa­ bilim Dalı'nda bulunan 19 Şubat 1294/3
nesi adı ile faaliyete geçen hastanenin vaşı sırasında 1.500 yataklı bir hastane Mart 1879 tarihli bir yazıdan öğrenmek­
bu hastane ile bir ilgisi yoktur. faaliyete geçmiştir. 1890'a doğru hasta­ teyiz. Hastane Sertabibi Mahmud Bey'in
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve sa­ ne, personeli ile Humbarahane Kışla- mührünü taşıyan yazı hastaneye tayin
vaşı izleyen geri çekilişte İstanbul, asker­ sı'na nakledilmiştir. I. Dünya Savaşı'nda edilen eczacı Ali Rıza Bey hakkındadır.
ler ile göçmenlerin akınına uğramıştı. İs­ İplikhane tekrar hastane haline getiril­ Hastanenin 1877-1878 Osmanlı-Rus Sa-
tanbul'daki sağlık kurumları çoğu hasta miş, Mütareke'de hizmet vermemiş, 8 vaşı'ndan soma göçmenlere ve askerle­
ve yaralı olan bu göçmen ve askerlere Haziran 1921'de lağvedilmiştir. re hizmet amacıyla faaliyete geçtiği dü­
cevap veremediğinden İstanbul'da bu Beylerbeyi Hastanesi: 1877-1878 Os­ şünülmektedir.
dönemde yeni askeri hastaneler açılmış­ manlı-Rus Savaşı'nda, Beylerbeyi Sara- II. Abdülhamid döneminde açılmış
tır. Bunları şöylece sıralayabiliriz: yı'nın eklerinden olan Muzıka-i Hüma­ en önemli askeri hastane Yıldız Askeri
Mîrgûn (Emirgân) Hastanesi: Mısır yun ve Paşalar Dairesi binalarında açıl­ Hastanesi'dir. Bu hastane 1884'te Bal­
Hıdivi İsmail Paşa kendisine ait Emir- mıştır. Sarayın Kuzguncuk tarafında olan mumcu ve Orhaniye kışlalarındaki sa­
gân'daki korulukta, yanında hamam ile bu bölümlerine 1890'da Kuleli Kışla- ray muhafız erleri ve Beşiktaş çevresin­
ayrı bir memurlar dairesi bulunan bir sındaki hastane ve Tıbbiye İdadisi taşın­ de oturan saray mensuplarının muaye­
hastane inşa ettirmişti. Fakat bina ta­ mış, 1906'da da Mekteb-i Sultani (bugün ne ve tedavileri için Yıldız Sarayı içinde
mamlandıktan sonra içi döşenmeden Galatasaray Lisesi) bir süre burada faali­ kurulmuştur.
kalmış ve araç gereç de alınamamıştı. yetini sürdürmüştür. Mekteb-i Sultaninin En son yeniliklerle donatılan ve Du-
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda yar­ yerine taşınması üzerine 15 Mart 1909'da quer Sistemi adı verilen barakalardan
dım için Mısır'dan gönderilen askerlerin yeniden hastane olarak kullanılmaya oluşan hastane üç ayrı pavyondan mey­
hasta ve yaralılarının bakım ve tedavi­ başlanmıştır. I. Dünya Savaşı'nda ağır dana gelmekteydi. Bunlar taş temeller
lerinin burada yapılması düşünülmüş yaralılara tahsis edilmiş, 1919'da lağve­ üzerine kurulan ve 10 saatte sökülüp
ve bina derhal donatılarak hizmete açıl­ dildikten sonra bina bir aralık Yedek Su­ yeniden kurulabilen portatif barakalar­
mıştır. Savaş sırasında 7-8 ay kadar fa­ bay Okulu ve Sıhhiye Transit Deposu dı. 200 hastanın yatırılarak tedavi edile­
aliyette bulunan hastane savaş bitince olarak kullanılmış, daha sonra da büyük bildiği hastanenin 1887'de Hassa Ordu-
kapatılmıştır. bir restorasyon geçirerek Deniz Astsubay yı Hümayunu İkinci Fırkası için daimi
1879'da yeni Mısır Hıdivi Tevfik Paşa Okulu olmuştur. Sonraları kısmen yan­ bir hastane haline getirilmesi kararlaştı­
ile yapılan görüşmeler sonunda hastane mış ve daha sonra da yıkılmıştır. rılmış ve kagir olarak inşa edilecek ba-
ASKERİ HASTANELER 348

Yıldız Askeri
Hastanesi'nin
barakaları.
Seruet-i Fünun,
c. XIII. no. 330,
s. 280, 1313/1897

rakaların koridorlarla bağlanması düşü­ lal-i Ahmer Cemiyetinin (Kızılay) yar­ rakolu (bugün yerinde Şişli Camii var­
nülmüştü. Ancak yapılan keşifte bunun dımlarıyla, savaşlar boyunca olağanüstü dır) ile karşısındaki Rıza B e y Kona­
çok masraflı olduğu tespit edilince son­ koşullarda hizmet veren bu hastaneler ğımda Dr. Klemov'un yardımlarıyla ku-
raları bir röntgen dairesi, hamam ve banş döneminde kapatılmıştır. mlmuştur. Kasım 1912-Şubat 1913 tarih­
müştemilat ilave edilmiştir. Balkan Savaşinda ( 1 9 1 2 - 1 9 1 3 ) , Ru­ leri arasında burada 155 yaralı ve hasta
1892'de Almanya'dan en son sistem­ meli'ye gönderilmek üzere Anadolu'dan tedavi olmuştur.
de 13 baraka satın alınmış, hastanenin gelen. Kartal ve yöresinde toplanan as­ Maçka Hastanesi: Balkan Savaşimn
yerleştirilmesi için Yıldız Sarayı bahçe­ kerler arasında kolera baş göstermişti. zor günlerinde İstanbul'daki kışlaların
sinde bulunan Yıldız Hastanesi'nin ar­ Hadımköyü'ne yapılan sevkıyat hastalı­ hastane olarak kullanılması zarureti doğ­
kasındaki Ramiz Paşaya ait arsanın sa­ ğın yayılmasına sebep olmuştu. Hasta muş ve Maçka Silahhanesi'nin bir bölü­
tın alınması kararlaştırılmıştır. sayısı çok fazla olduğundan bir kısmı İs­ mü de yaralılara ayrılmıştır. I. Dünya Sa­
1897 Osmanlı-Yunan Savaşı sırasında tanbul'a gönderilmiş ve kolera istan­ vaşimn çıkması üzerine binanın tamamı
hastanede yatak sayısı 957 idi. Yatakla­ bul'a da yayılmaya başlamıştı. Salgın ne­ 400 yataklı bir hastane olarak hizmete
rına kadar bütün eşyaları Almanya'dan deniyle Kızılay'ın yardımlarıyla, Demir- girmiştir. Çanakkale Savaşı sırasında ya­
getirtilen hastanede Tesalya'dan gönde­ kapı ve Ayastefanos'ta askeri hastaneler tak sayısı 750'ye yükseltilmiştir. Hastane
rilen 2.000'e yakın yaralı tedavi ve ame­ kurulmuştur. Demirkapı Hastanesi, Top- hizmetlerine uygun olmayan binada sağ­
liyat edilmiştir. Nisan 1897'de, Mekteb-i kapı Sarayı içinde Demirkapı civarında lık hizmetleri zorluklarla yürütülmüştür.
Tıbbiye-i Şâhâne'nin son sınıfında oku­ kurulan barakalarda 110 yatakla hizmet Hastane 1922'de lağvedilmiştir.
makta olan Esad Feyzi ve Rıfat Osman vermiştir. Salgın önlendikten sonra da Tuzla Askeri Hastanesi: Balkan ve I.
varaklardaki kurşun ve mermi parçaları­ savaş bitinceye kadar yaralı ve hasta er­ Dünya savaşları sırasında Tuzla Tahaf­
nı röntgen ışınları ile tespit ederek Ce­ lerin tedavilerini üstlenmiştir. Ayastefa- fuzhanesi yakınlarında kurulmuştur.
mil Paşa'nın (Topuzlu) yaptığı ameliyat­ nos (Yeşilköy) Hastanesi ise Yeşilköy Tuzla Sevkıyat Hastanesi adı ile de anı­
lara yardımcı olmuşlardır. Bunlar dünya tren istasyonu yakınlarındaki Rum mek­ lan hastane, 1912-1913'te koleralı erlerin
tıp tarihinde savaş yaralıları üzerinde tebi merkez olmak üzere çeşitli binalar, tecrit ve tedavileri ile meşgul olmuştur.
yapılan ilk röntgen uygulaması olarak deniz kıyısında kurulan barakalar ve ça­ 19l4'te, ordu zührevi hastalıklar hasta­
kabul edilmektedir. Dünyada röntgen dırlarda faaliyet göstermiştir. Salgm ön­ nesi yapılmış, ancak 300 yataklı hasta­
uygulaması yapan ilk askeri hastane de lendikten soma I. Dünya Savaşinda 200 nede hasta mevcudu 20-30'dan yukarı
Yıldız Hastanesi'dir, röntgeni savaş cer­ yataklı hafif yaralı menzil destek hasta­ çıkmamıştır. 1918-1919'da hastane tahaf­
rahisinde kullanan ilk cerrah da Cemil nesi olarak askeri hekimler ve Kızılay fuzhanede bulunan sıhhiye bölüğüne
Paşa'dır. Hastane II. Meşrutiyet'te faali­ denetiminde faaliyetini sürdürmüştür. devredilmiş, bir süre sonra Çamlıca'ya
yetini sürdürmüş, Balkan ve I. Dünya Çanakkale'nin İngilizler tarafından boşa- nakledilmiş, 1920'de de lağvedilmiştir.
savaşlarında da yaralı erleri tedavi et­ tılmasından sonra Kızılay tarafından baş­ II. Dünya Savaşı seferberliği sırasında
miştir. Mütareke'de çalışmaları durdu­ ka bir yere sevk edilmiştir. Trakya'nın boşaltılma kararı üzerine
rulmuş, 1923'te de lağvedilerek malze­ Hasta ve yaralı ordu mensupları ise 1941'de Kırklareli Hastanesi, Tuzla'daki
mesinin bir bölümü Gümüşsüyü Hasta­ şu hastanelerde bakıma alınmışlardır: Topçu Kışlası'na nakledilmiştir. Bir ame­
nesine gönderilmiştir. Taşkışla Hastanesi: Balkan Savaşı sı­ liyathane eklenerek Tuzla Harp Hasta­
Günümüze kadar ulaşan en önemli rasında Taksimdeki Taşkışla binasında nesi adı altında faaliyetini sürdürmüştür.
askeri hastanelerden biri olan, Gülhane 2.000 yatakla yedek harp hastanesi ola­ Bundan sonra yöredeki birliklerde görü­
Tatbikat Mektebi ve Seririyat Hastane- rak 2 Kasım 1912'de hasta kabulüne len; dizanteri, menenjit ve tifüs vakaları­
si(->) de 1898'de faaliyete geçmiştir. başlamıştır. Bir yıl görev yaptıktan son­ nın tecrit ve tedavileri ile uğraşmış, has­
istanbul'daki askeri hastanelerin sayı­ ra lağvedilmiştir. I. Dünya Savaşinda ta mevcudunun artması üzerine hastalar
sı Osmanlı Devleti'nin girdiği savaşlara Taşkışla yeniden yedek hastane haline yöredeki başka sağlık kurumlarına nak­
paralel olarak artış göstermiştir. Balkan getirilmiş Mütareke'de tasfiye edilmiştir. ledilmiştir. Hastane ise önce Gebze'deki
ve I. Dünya savaşları ile II. Dünya Savaşı Kandilli Hastanesi: Kandillide Prens 41. Tümen emrine, sonra Eskişehir Yur­
seferberliği sırasında orduda baş göste­ Celaleddin Bey'in köşkündeki ağalar tiçi Bölge Komutanlığı'na bağlanmış.
ren salgın hastalıklarla mücadele etmek dairesinde 7 Kasım 1912 tarihinde 50 1947'de de kapatılmıştır.
ve yaralıları tedavi etmek üzere pek çok yatakla hizmete girmiştir. Istihlak-ı Milli Cemiyeti Hastanesi: is­
geçici hastane kurulmuştur. Osmanlı Hi- Klemov Hastanesi: Şişlide Süvari Ka­ tanbul Divanyolu'nda halen Sağlık Mü-
349 ASKERİ KURULUŞLAR

zesi olarak kullanılan binada Çanakkale Abdülaziz'in av köşkü olan ve o dönem­ Savaşı'nda Pangaltı'daki Rus Hastane­
Savaşı (1915) sırasında 173 yatakla hiz­ de Ahmed Celaleddin Paşa Köşkü olarak sinde faaliyete geçmiş, Çanakkale Sa-
mete girmiş, 19l6'da da kapatılmıştır. bilinen yapı ve çevresindeki arazi, diğer vaşı'ndan sonra kapanmıştır.
Moda Askeri Hastanesi: Çanakkale binalarla birlikte satın alınmıştır. 1940'ta Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı yıl­
Savaşı sırasında Kalamış ile Mühürdar Milli Savunma Bakanlığı emrine verilen larında İstanbul'da kurulan diğer geçici
arasında bulunan bazı binalar ile Mo- hastane 1 9 4 3 ' t e faaliyete geçmiştir. askeri hastaneler şunlardır:
da'da Vitollere ait konak bu isim altmda 1945'te mevcut binaların yetersizliği göz Beyoğlu yakası- Belediye Hastanesi
faaliyete geçmiştir. önünde tutularak yeni bir hastane inşa­ (bugünkü İlkyardım Hastanesi), B o -
Ağahamamı Hastanesi: Çanakkale atına başlanmıştır. 1950'de hastane 200 monti Hastanesi (Bomonti'deki İtalyan
Savaşı sırasında açılmıştır. 1917'de lağ­ yataklı yeni binasına taşınmış, eski bina Mektebinde), Emirgân Nekahethanesi
vedilmiş, hastalar İplikhane Hastane­ bir süre müze gibi korunmuştur. Artan (Emirgân Tokmakburnu'ndaydı, bugün
sine nakledilmiştir. hasta talebi karşısında burası da yetersiz yıkılmıştır), Feriköy Mecruhun Hastane­
Makriköy (Bakırköy) Gaziler Askeri kalınca 1953'te 500 yataklı büyük bir bi­ si, Galatasaray Hastanesi, Halıcıoğlu
Hastanesi: Çanakkale Savaşı sırasında, nanın yapımına başlanmış ve 19ö3'te bi­ Hastanesi, İngiliz Hastanesi (Kulekapı-
Bakırköy'deki Reşadiye Kışlası'nda faali­ tirilmiştir. Buraya Sarayburnu'ndaki Ve­ sı'nda bugünkü Belediye Hastanesin­
yete girmiş, iç hastalıklarının ve neka­ rem Hastanesi de nakledilerek Çamlıca de), İtalyan Hastanesi, Ağaçlı Maden
het dönemindeki erlerin tedavilerine Askeri Göğüs Hastalıkları Hastanesi adı Hastanesi (Kâğıthane), Maçka Hastane­
ayrılmıştır. Savaş bitince kapatılmıştır. altında faaliyete devam edilmiştir. si, Taksim Fransız Hastanesi (bugünkü
Çamlıca Askeri Hastanesi ve Sana­ Davutpaşa Askeri Hastanesi: I. Dün­ Fransız Konsolosluğu binası), Tarabya
toryumu: I. Dünya Savaşı sırasında yeri ya Savaşı sırasında Davutpaşa Kışla­ Hastanesi (Tarabya'daki Sümer Palas
ve havasının güzelliği, çevresinin sessiz­ sı'nda açılmış. 1920'de lağvedilmiştir. Otelinde, daha sonra yıkılmıştır), Yeni-
liği dikkate alınarak Çamlıca'da bir ne- Fenerbahçe Askeri Hastanesi: 1915'te köy Hastanesi, Zapyon Hastanesi (Zap-
kahethane açıldığı ve Mütareke yılların­ Fenerbahçe askeri depolarının yakının­ yon Lisesi'nde) ve Sarıyer Hastanesi.
da bir süre faaliyette bulunduğu bilin­ da kurulmuş bulunan barakalarda faali­ İstanbul yakası: Vefa Hastanesi (Ve­
mektedir. Burası esaretten dönen su­ yet göstermiş, Çanakkale Savaşı'nın biti­ fa Lisesi'nde), Balat Yahudi (Orahayim)
bayların bir süre dinlenmesi amacıyla minden sonra kapatılmıştır. Hastanesi, Darülmuallimîn Hastanesi
kullanılmaktaydı. 1920'de lağvedilen Teâll-i Nisvan Cemiyeti Hastanesi: I. (Çapa), Darülfünun Hastanesi (Zeynep
hastanede görevli hekimlerin bir kısmı Dünya Savaşı sırasında yaralı erleri te­ Hanım Konağinda), Darüşşafaka Hasta­
Anadolu'ya geçmiş, bir kısmı da emekli­ davi etmek amacıyla açılmıştı. Cağaloğ- nesi, Letafet Apartmanı Hastanesi (Şeh-
ye ayrılmıştır. lu'nda Himâye-i Etfal Sokağında bulu­ zadebaşı'nda), Mercan Hastanesi, Yedi-
Cumhuriyet döneminde başlatılan ve­ nan ve cemiyet üyelerinden Mihri Ha­ kule Hastanesi (Yedikule Rum ve Erme­
rem mücadele programı çerçevesinde nimin (Pektaş) ailesine ait olan evde 30 ni hastanelerinde), Yeşilköy İntaniye
ordu için bir verem hastanesi kurulması yatakla hizmet vermiştir. Burada Halide Hastanesi.
planlanmıştır. 1939'da Çamlıca'daki eski Edip Adıvar da hastabakıcılık yapmıştır. Üsküdar yakası: Alemdağ Hastanesi,
nekahethane civarında, Abdülmecid ve Pangaltı Askeri Hastanesi: I. Dünya Anadolukavağı Hastanesi, Beylerbeyi
Hastanesi, Tıp Fakültesi H a s t a n e s i
(Haydarpaşa'daki Tıp Fakültesi binasın­
da), Zeynep-Kâmil Hastanesi (Zeynep
Kâmil Hastanesi'nde).
Cumhuriyet döneminde İstanbul'da
kurulan en önemli askeri hastaneler ise
Maslak Askeri Hastanesi ile son yıllarda
Gülhane Askeri Tıp Akademisi'ne bağ­
lanarak yeniden örgütlenen Haydarpaşa
Askeri Hastanesi'dir(->).
Bibi. Tahsin. Tıbbiye; Esad, Harbiye; Os­
manlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti Salnamesi
1329-1331; İst.. 1329; S. Ünver. "Osmanlı
Tababeti ve Tanzimat Hakkında Yeni Not­
lar", Tanzimat, I, İst., 1940; H. Şehsuvaroğlu.
"19. Asırda İstanbul'da Hekimlik", Akşam, 5
Kasım 1947; C. Topuzlu, 80 Yıllık Hatırala­
rım. İst.. 1951: S. Kumbaracılar, "İstanbul'da
Askeri Hastanelerin Kuruluşu", Dirim, c.
XXVI, no. 5-6, no. 7-8; K. Özbay, Asker He­
kimliği, III, Kısım 1-2; N. Yıldırım, "Tanzi­
mat'tan Cumhuriyet'e Koruyucu Sağlık Uygu­
lamaları". TCTA, V.
NURAN YILDIRIM

ASKERİ KURULUŞLAR
istanbul coğrafi konumu bakımından
askeri öneme sahip olduğu kadar, Ro­
ma, Bizans ve Osmanlı imparatorlukla­
rının başkenti olması yönüyle de askeri
bir merkez olma özelliğini sürekli koru­
muştu. Bizans döneminde en seçkin
birliklerin bulunduğu, eğitildiği, silah
ve diğer savaş araç gereçlerinin hazır­
landığı yerdi. Osmanlı döneminde de
bu özelİik yoğun biçimde sürdü. Bir­
çok askeri kuruluş kent içinde konuş­
landığı gibi çevrede de askeri amaçlı
ASKERİ MÜ2E 350

üretim yapan yan sivil bir hayli kurum olarak kullanılmaya başlandı. 1846'da med Muhtar Paşa daha önce Maçka Si-
vardı. Osmanlı ordusunun İstanbul'daki Tophane Müşiri Ahmed Fethi Paşanın lahhanesi'ne kaldırılan çeşitli malzeme­
en önemli gücünü oluşturan yeniçeri- girişimiyle Aya İrini Kilisesinde Mecma-i leri buraya getirtti; dört bir yana dağıl­
ler(->) kent yaşamında da etkili rol oy­ Esliha-i Atika ve Mecma-i Asâr-ı Atika mış topların hurda demir olarak satışını
namışlardır. Kapıkulu O c a k l a r i n ı ( - 0 adlı iki bölümden oluşan modern an­ engelledi. Adı Müze-i Askeri-i Osmani
oluşturan topçu, top arabacı, cebeci, la­ lamda ilk Türk müzesi açıldı. olarak değiştirilen müzenin aylık 500
ğımcı, humbaracı gibi ocakların bir bö­ Mecma-i Esliha'da eski zırh takımları, kuruş olan tahsisatının yetersiz olması
lüm kuruluşu da İstanbul civarındaydı. miğferler, ordu kantarları, baltalar, ^kılıç­ yüzünden cumaları 100 para, diğer gün-
Ayrıca donanma da İstanbul'da üslen­ lar vb malzeme vardı. Mecma-i Âsâr-ı İer ise 4 kuruş giriş ücreti alınmaya baş­
mişti. Tophane-i Amire(->), Tersane-i Atika'da ise, Mısır'dan gelen mumyalar, landı. 40 para karşılığında "Endaht Oda-
Âmire(->), K ı l ı ç h a n e ( - 0 , Tüfenkha- lahitler ve yazıüar ile çeşitli çini eserler sı"nda atış talimleri yaptırılıyor, 1 kuruş
ne(->) gibi askeri araç g e r e ç üretim sergileniyordu. İkinci kısım, I I . Abdül- ile çalışan bir org, çeşitli marş ve hava­
merkezleri ve ambarlar da kentte yer hamid döneminde (1876-1909), Osman lar çalıyordu. Binanın bir bölümü ise si­
almışlardı. Baruthaneleri.-») zaman za­ Hamdi B e y i n d e n e t i m i n d e Çinili nema salonu olarak düzenlendi. Ahmed
man meydana gelen büyük kazalar so­ Köşk'e(-0 taşındı ve bugünkü Arkeoloji Muhtar Paşa, 19l4'te Mehter Takımı'nı
nucu kent yaşamını altüst etmelerine Müzesinin temelini oluşturdu. yeniden kurarak konserler verdirdi.
rağmen varlıklarını sürdürmüşlerdi. Abdülaziz döneminde (1861-1876), Müzedeki eşyalar ve eserler I I . Dün­
O s m a n l ı d ö n e m i b o y u n c a İstan­ müze önemini yitirdi ve tekrar Harbiye ya Savaşı'mn başlaması üzerine güven­
bul'un içinde ve çevresinde çok sayıda Ambarı'na dönüştü. Müzede bulunan ve lik gerekçesi ile 1940'ta Niğde'ye taşın­
kışla da vardı (bak. kışlalar). Bunlardan Ahmed Fethi Paşa tarafından Avustur­ dı. 1949'da, 7.000 parçalık koleksiyon,
bazıları günümüzde de kullanılmakta­ ya'da yaptırılan mankenler önce Sulta­ İstanbul'da Maçka Silahhanesi'ne getiril­
dır. 18. yy'da başlayan ordudaki mo­ nahmet'teki Mehterhane'ye, sonra Ma- di, fakat buranın İstanbul Teknik Üni­
dernleşme çabalan çerçevesinde kuru­ adin ve Sanayi Mektebine en sonunda versitesine devri üzerine 1955'te eski
lan yeni askeri kuruluşlar da hep İstan­ da Sultanahmet'teki Ticaret ve Ziraat Harbiye'nin jimnastikhane binasına nak­
bul'da üslenmişlerdi. Nizam-ı Cedid(->), Nezaretime taşındı. II. Abdülhamid za­ ledildi ve restorasyon çalışmaları bittik­
Sekban-ı Cedid(->) ve Asâkir-i Mansure-i manında Mühendishane-i Beni-i Hüma­ ten sonra 1959'da burada faaliyete geç­
Muhammediye(->) bunların başlıcaları- yun öğretmenlerinden Ahmed Muhtar ti. Bu binanın yetersiz kalması üzerine
dır. 19. yy'da İstanbul askeri okullar(-0, Paşa(->), Tophane Müşiri Zeki Paşa'ya 1967'de mimar Nezih Eldemln projesiy­
askeri hastaneler(->) ve askeri fabrikalar Avrupa'daki benzerleri gibi bir müze le Harbiye binasının tadilatına ve yeni
bakımından da önemli bir merkezdi. kurulmasını önerdi. Bunun üzerine Al­ binalar yapılmasına başlanmış, yeni mü­
man m ü h e n d i s J a s m u n d ve Alman ze kompleksinin bir bölümü 1986'da,
Cumhuriyet döneminde Türkiye de­
Gromkov Paşa bir müze projesi hazırla­ tamamı 1993'te hizmete açılmıştır.
ğişen dünya ve ülke koşulları içinde as­
makla görevlendirildi. Bu proje uyarın­ Askeri Müze'deki eserler Silahlar, Ça­
keri kurumlarım yeniden düzenlerken
ca Yıldız Sarayı(->) bahçesindeki bir dırlar, Kıyafetler, Meşrutiyet Dönemi, I.
İstanbul tarih boyunca önemini koru­
köşkte bir müze açıldıysa da. II. Abdül- Dünya Savaşı, Çanakkale Savaşı, Kurtu­
yan jeopolitik konumu yüzünden askeri
hamid'in kuşkuları yüzünden kısa süre­ luş Savaşı, Cumhuriyet Dönemi, Atatürk
merkez olma özelliğini yitirmedi. Bu­
de kapatıldı ve buradaki eserler Maçka ve Şehitler konu başlıkları altında 17 sa­
gün Kara Kuvvetleri bakımından I. Or­
Silahhanesi'ne(-0 nakledildi. londa sergilenmektedir.
du'nun karargâhı İstanbul'dadır ve çev­
resinde bu orduya bağlı çeşitli birlikler 1908'de. I I . Meşrutiyetin ilanından Toplam 20.000 eserden ancak 9.000
konuşlandırılmıştır. Deniz Kuvvetleri kısa bir süre sonra, Tophane Müşiri Ali tanesinin sergilenebildiği müzede, bü­
bakımından ise Kuzey Deniz Saha Ko­ Rıza Paşa'nm girişimiyle Mühendishane-i tün koleksiyonlar Şubat 1993'te elden
mutanlığı ile Boğazlar Komutanlığımın Berri-i Hümayun Nazırı Ferik Ahmed geçirilerek yeniden sınıflandırıldı. İlk
bulunduğu yerdir. Ayrıca Taşkızak Ter­ Muhtar Paşa başkanlığında bir müze te­ salonda, 16-19. yy'lara ait ok, yay ve
sanesi de askeri bir kuruluştur. Hava sis komisyonu kuruldu ve malzemeler bunlarla ilgili malzemeler, IV. Mehmed,
Kuvvetlerinin de kent çevresinde çeşitli Aya İrini'de toplanmaya başlandı. Har­ III. Selim ve I I . Mustafa'ya ait ok nişan
hava savunma birimleri vardır. biye Nazırı Mahmud Şevket Paşa tara­ beratları ile 1882'de Hüsameddin Paşa
fından müze müdürlüğüne atanan Ah­ adına dikilmiş bir ok menzil taşı bulun-
İSTANBUL

ASKERİ MÜZE
Harbiye'de, Türklere ve yabancılara ait
silah ve savaş araç gereçlerinin sergilen­
diği müze.
I I . Mehmecl (Fatih) (hd 1451-1481)
Topkapı Sarayı'nı yaptırırken saray sur­
larının içinde kalan Aya İrini Kilisesi'ne
cebecilerden bir kısmını yerleştirerek
burayı sarayın silah ambarı haline getir­
di. İç cebehane olarak anılan bina 1726'
da III. Ahmed'in emriyle onarılarak ge­
zilebilecek şekilde düzenlendi, kapışma
"DarüTEsliha" yazılı bir kitabe kondu
ve bazı tarihi Kuranlar ve kutsal ema­
netler de buraya yerleştirildi. I I I . Se­
limin tahttan indirilmesi (1807) sırasın­
da cebeciler tarafından yağmalanması.
1826'da Yeniçeri Ocağı'nm kaldırılma­
sından sonra birçok eserin yeniçerilerle
ilgili olduğu için tahrip edilmesi veya
dağıtılması üzerine Darül-Esliha'nm
önemi azaldı. 1839'cia adı Harbiye Am­ Askeri Müze'nin girişinden bir görünüm, Harbiye.
b a r ı n a çevrilerek tekrar silah ambarı Hazmı Okureı\ 1993
351 ASKERİ OKULLAR

Askeri Müze'nin eşyaları 1940'ta Niğde'ye taşınmadan önce son kez Aya İrini'de.
Gökhan Akçura koleksiyonu

maktadır. Bir başka bölümde at koşum­ mektedir. Bunlar arasında 15701e yapıl­ yy'da Harbiye, Askeri Tıbbiye gibi yük­
ları, süvari sınıfıyla ilgili silahlar, I I . mış İtalyan çakmaklı metris tüfeği ile II. sekokulların yanında rüştiye ve idadi
Mehmed'e (Fatih) ait bazı eşyalar, I. Se­ Mahmud'un kaza ile yaralanmasına ne­ düzeylerinde de yeni okullar hizmete
limin (Yavuz) atının zırhı ve bir kılıcı, den olan tüfek en iiginç parçalardır. girdi ve İstanbul, Osmanlı İmparatorlu-
Bizanslıların Halic'e gerdikleri zincir, I. Koridorlarda ise 15. ve 16. yy'lara ait ğu'nun askeri eğitim merkezi oldu.
Süleyman'a (Kanuni) ait on dört kılıç ile tunç ve ahşap top modelleri ile bunlar­ Kent, Cumhuriyet döneminde de bu ni­
atının alınlığı sergilenmektedir. Müzenin dan yapılmış toplar dünya çapında bir teliğini bir oranda korudu. Günümüzde
en zengin koleksiyonlarından birini ise koleksiyonun parçaları olarak ziyaretçi­ Harp Akademileri. Deniz Harp Okulu
alemler oluşturur. Birçoğu Memluk sul­ lere sunulmaktadır. Atatürk'e ait çeşitli ve Hava Harp Okulu, Kuleli Askeri Li­
tanları ve İran şahları adına yapılmış eşya ve eserlerin sergilendiği salon ise. sesi ile bazı teknik askeri uzmanlık sınıf
olan bu alemler maden işçiliği sanatının Atatürk'ün bu okulda ders gördüğü okulları, bazı yedek subay okulları ve
en güzel örneklerindendir. Bir başka günlerdeki biçiminde düzenlenmiş bir askeri eğitim merkezleri İstanbul'dadır.
bölümde yer alan Avrupa silahlarının mekândır. Müzenin açık olduğu günler­ Kent, 15. yy'dan beri, askeri sanayinin
önemli kısmı, Mısır'ın fethi (1517) sıra­ de 15.00-16.00 arasında Mehter Takımı ve teknik eğitimin de merkezi olup
sında Kahire hazinesinden getirilenler­ konser vermektedir. Müzenin yanındaki Tophane, Tersane, Kılıçhane, Tüfenkha-
dir. Buradaki Haçlı kılıçlarından en il­ bir süre Harbiye Orduevi olarak kulla­ ne aynı zamanda birer okul hizmeti
ginç olanı 1437'de Bohemya kral ve nılan bina da onarılarak 1993'te Kültür vermişlerdir.
kraliçesi adına yapılmış olan bir mızrak Sitesi olarak hizmete açılmıştır. Bir askeri temel eğitim okulu ve ta­
temrenidir. 13. yy'a ait İslam kılıçları, Bibi. A. Sermed Muhtar (Alus), Müze-i Aske- limgahı olan Acemi Ocağı(->) ile bu
17-18. yy'lara ait yatağanlar, İran şahla­ ri-i Osmanî Züvvanna Mahsus Rehber. I-III, kaynaktan beslenen Enderun(~»), Galata
rına ait kakmalı kılıçlar bu koleksiyon­ İst., 1920-1922-, N. Eralp. "1908-1923 Döne­ Sarayı Mektebi, ibrahim Paşa Sarayı
ların en değerli parçalarındandır. minde Türkiye Askeri Müzesi'nin Batılı An­ Mektebi(->), Topçu, Cebeci, Toparabacı,
Bir diğer bölümde, 14-20. yylarda lamda Kumlusu ve Kültür Hayatındaki Yeri'', Humbaracı, Lağımcı ocakları, Bostancı
İkinci Askeri Tarih Semineri, Ankara. 1985.
kullanılan çeşitli çelik miğferler, zırhlı at Ocağı(->), Mehterhane(->), Canbazha-
başlıkları, Macar ve Rus askerlerine ait İSTANBUL ne(->) ve diğerleri, askeri nitelikli eğitim
zırh gömlekleri vardır. Hemen ardında­ kurumlarıydı. Bunların her birinde, ge­
ki s a l o n d a Osmanlı, Akkoyonlu ve ASKERİ OKULLAR nel askerlik eğitiminin yanısıra uzman­
Memluklerin kullandığı zırhlar ve diğer 15. yy İn ikinci yarısında Acemi Oca­ lık eğitimleri de veriliyordu. Ata binme,
savunma silahları ile ilgi çekici bir deve ğımın örgütlenmesinden sonra İstanbul ok atma, mızrak kullanma, kılıç talimi,
alınlığı görülür. Ateşli silahlar bölümün­ askeri eğitimin merkezi oldu. 18. yy'da kebade (bir tüy yay) germe, kepez sal­
de fitilli, çakmaklı, kapsüllü ve iğneli Avrupa'daki teknik askeri eğitim ku­ lama, top, cup, tomak, cirit oynama
mekanizmalı çeşitli silahlar sergilen­ rumları örnek alınarak yeni okullar. 19. başlıca çalışmalardı. Mehterhane, Can-
ASKERİ OKULLAR 352

taydı. Beşiktaş Sarayı'mn bir bölümün­


de ise eski Mehterhane'nin yerini alan
Mızıka Mektebi yine 1834'te açıldı. Se­
rasker Kapısı'nda "mektep" adıyla ve dı­
şarıdan görevlendirilen öğretmenlerin
görev aldıkları, askeri büro memurları
yetiştirme amaçlı okulun açılışı da bu
sıradadır. Bu okul, 1875'te Menşe-i Küt-
tâb-ı Askeriye adım almış, bir süre üç
yıllık, 1880'den sonra iki yıllık bir mes­
lek okulu olarak çalıştıktan sonra 1908'
de kapatılmıştır. Bunun bir eşiti ise Ka-
sımpaşa'daki, Bahriye, Mühendishane.
Çarkçı mekteplerine aday yetiştiren
Bahriye Rüşdiyesi olup 1880'e doğru
Rüşdiye-i Bahriye ve Menşe-i Küttâb-ı
Askeri denen bu okul, 1908'de kapatıl­
mış, 1917'de Heybeliada'da Çarkçı Mek­
tebi içinde Kâtib Mektebi adıyla yeni­
den açılmıştır.
İstanbul yaşamında önemli bir yeri
olan okul ise Askeri Tıbbiye olarak bili­
nen Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne'dirf-»).
Burası. 1850'ye doğru, başkentin en iyi
örgütlenmiş, yabancı uzman ve profe­
sörlerin de ders verdiği, laboratuvarları,
matbaası bulunan bir eğitim-öğretim
Mekteb-i Fünun-u Bahriye-i Şahane'de maket gemi üzerinde çalışan öğrenciler. kurumuydu. Okulun yabancı hocaları
Bahriyeli Ali Saminin 1900 yıllarına ait bir fotoğrafı. ve ilk mezunları, İstanbulluları, Beya­
Engin Çizgen koleksiyonu
zıt'ta ücretsiz muayene etmişler, ilk he­
kim muayenehaneleri de bu semtte
bazhane gibi özel yetenek gerektiren II. Mahmud dönemi (1808-1839) as­ açılmıştır. 1845'te de buraya öğrenci ha­
kurumlarda ise seçilen adaylar bu alan­ keri okullar açısından, istanbul'un en zırlayan ilk tıp lisesi, Mekteb-i İdadi-i
lara göre yetiştirilmekteydiler. Tophane, hareketli yılları oldu. 1826'da Yeniçeri Tıbbi adıyla Çengelköy Kışlası'nda açıl­
Kılıçhane, Tüfenkhane, Humbarahane Ocağı'nın kapatılıp Asâkir-i Mansure-i dı. Askeri tıp eğitimi ile ilgili olarak
ocaldarında ise Acemi Ocağı'ndan gelen Muhammediye'nin(->) kurulmasının ar­ 1855'te alınan bir kararla rüştiye me­
adaylara uygulamalı teknik eğitim verili­ dından, yeni orduya katılan askerlere zunlarının da sınavla Tıbbiye İdadisi'ne
yordu. Bu geleneksel örgütler, sistemle­ okuma yazma, temel askerlik bilgileri alınmalarına olanak tanındı. İlk uygula­
rini 18. yy'a kadar korudular. öğretmek, orduya subay yetiştirmek malı okul-hastanesi olan Tatbikat-ı Tıb­
İstanbul'da modern bir askeri okul için. ilkin eski Acemi Ocağı kışlasında biye-i Askeriye Mektebi 1870'te Haydar­
açma girişimi 27 Aralık 1734'te I. Mah- bir talimhane açıldı. Şehzadebaşı'nda 14 paşa'da, 1898'de ise Tababet-i Askeriye
mud'un isteğiyle gerçekleşti ve Üskü­ Mart 1827'de faaliyete geçen Tıbhane-i Tatbikat Mektebi adıyla Gülhane'deki
dar'da Hendesehane adı ile teknik as­ Âmire(->) de askeri bir okuldu. Yine, askeri rüştiye binasında açılmıştır. Bu
keri uzman yetiştiren bir okul açıldı. 1832'de Topkapı Sarayı'mn Yaldızlı Ka- sonuncu kurum, günümüzdeki Gülhane
Ama, bu kurum, yeniçerilerin tepkisi pisı yakınında açılan Cerrahhane-i Ma- Askeri Tıp Akademisinin temelidir.
sonucu gelişme gösteremeyerek kapatıl­ mure(-0 1836'da Tıbhane ile birleştirilip Diğer yandan 23 Temmuz 1847'de
dı. Benzeri bir okul. 1759'da Kâğıtha­ Otlukçu Kışlasına, 1838'de de Galatasa­ Pangaltı'daki yeni binasına taşman Mek­
ne'de Karaağaç semtindeki bir konakta ray'a taşındı. Okula, II. Mahmud'un teb-i Harbiye'de o yıl bir baytar (veteri­
yine aynı adla açıldı. Bunu 18 Kasım "Adlî" mahlasını da içeren uzun bir ad ner), şubesi açılması Türkiye için önem­
1776'da Tersane içinde hazırlanan özel verildi: Dârü'l-Ulumü'l-Hikemiye-i Os­ li bir yenilik sayılır. Bu şube 1872'de
bir binada faaliyete geçen Mühendisha- maniye ve Mekteb-i Tıbbiye-i Adlîye-i Askeri Tıbbiye'ye aktarılmış, 1888'den
ne izledi. Eğitimin çağdaşlaşmasmda ve Şahane. soma yemden Harbiye bünyesine alın­
askeri eğitimin Batı'dan etkilenmesinde Diğer taraftan 183Tde, Selimiye Kış- mıştır. Burada okuyanlar, Taksim'de
önemli bir adım sayılan bu okulun res­ lası'ndaki mansure askerlerinden seçi­ Baytar Ameliyat Mektebi'nde staj yap­
mi adı Mühendishane-i Bahrî-i Hüma- len genç askerler sıbyan bölükleri adı maktaydılar. 1886'da ise İstanbul'da 4
yun'dur(->). 1 8 8 4 t e Mühendishane'ye altında özel eğitime alınarak ordu için yıl süreli bir Askeri Baytar Rüşdiyesi
kara ordusuna teknik subay yetiştirmek gerekli çavuşların (astsubay) yetiştiril­ açıldı. Burayı bitirenler, Tıbbiye İdadisi'­
amacıyla özel bir şube eklendi. Daha mesine başlandı. Hassa Ordusu Müşiri ne, oradan da Harbiye Baytar Şubesi'ne
sonra 10 Mayıs 1796'da Eyüp Bahariye Ahmed Paşa'nın önerilerini olumlu kar­ geçmekteydiler.
Sarayımda Mühendishane-i Sultani ya şılayan II. Mahmud, Maçka Kışlasında Tanzimat dönemi (1839-1876) boyun­
da daha yaygın adıyla Mühendishane-i Mekteb-i Harbiye adıyla ilk kara subayı ca askeri okulların öncülüğünde İstan­
Berri-i Hümayun(->) olarak bilinen kara okulunun açılmasına 1834'te izin verdi. bul'da birtakım eğitim atılımları başarıldı.
mühendis okulu açıldı. Bu sırada Mü­ Talimhane de buraya taşındı. Bir süre Örneğin, 18ö3'te askeri idadilere Fransız­
hendishane-i Bahrî-i Hümayunda da sonra 1846'da bu okulun bir üst aşama­ ca dersi, Harbiye'ye jimnastik eğitimi
bir inşaiye şubesi hizmete girdi. Mühen- sı olan Mekteb-i Ulum-ı Harbiye de eği­ konması, yine Harbiye'de özel bir sınıf
dishanelerin gelişmesine önem veren time başladı. Böylece, askeri temel eği­ açılarak öğretmenliğe yetenekli olanla­
III. Selim, her ikisi için de özel binalar tim nitelikli sıbyan bölükleri ile birlikte rın, askeri muallim ve muallim muavini
yaptırdığı gibi, öğretmen, araç gereç ve 8 yıllık ve üç aşamalı, programı ile as­ olarak yetiştirilmeleri ve ilk matematik
eğitim gereksinimleri konusunda özve­ keri uzmanlığı öngören önemli bir eği­ ve resim muallim muavinlerinin 1868-
rili davrandı. Bu iki kurum, Türkiye'de tim sistemi oluşturuldu. Harbiye'de ma­ 1869'da mezun olmaları, Türkiye'de re­
modern eğitimin temel taşları. Batı tarzı tematik, fizik, astronomi, istihkâm, top­ sim sanatının başlangıcını belirleyen
askeri eğitimin de ilk örnekleri sayılır. çuluk, süvarilik vb dersler okutulmak­ önemli bir aşama kabul edilir. 1875'ten
353 ASKERİ OKULLAR

başlayarak medrese çıkışlılardan seçilen


adaylar Harbiye'deki Menşe-i Muallimin
şubesine alınmak suretiyle edebiyat, to­
pografya, tarih, coğrafya, matematik, re­
sim branşlarında askeri öğretmenler ye­
tiştirilmişti. 1882'den sonra, von der
Golt (Golç Paşa) yönetiminde tüm as­
keri okulların daha çağdaş ve verimli
bir yapıya kavuşturulmaları da günde­
me geldi. Bu aşamaya gelinmezden ön­
ce, İstanbul'da ikinci düzeyde başka as­
keri okulların da açıldığı saptanıyor.
Donanmaya teknik eleman yetiştirmeye
dönük İmalat Sıbyan Taburu (deniz sa­
nat okulu) (1864), Mekteb-i Harbiye'nin
üstünde Erkân-ı Harb sınıfının açılması
(1864), kara ordusu levazım işleri için
Sanayi Alayı bünyesinde İdadi Bölükleri
denen kurslar ve İmalat-ı Harbiye Sana­
yi Mektebi (1864) bunlardandır. İstan­
bul'da ayrı ayrı semtlerdeki Harbiye,
Bahriye, Mühendishane ve Tıbbiye ida­
dilerinin, Mekteb-i İdadi-i Umumi adı
altında 1865'te birleştirilip Galata Sara-
yı'na taşındıktan sonra 1868'de yeniden
ayrılmaları, askeri okullara yaz imtihan­
larının konması (1869), Askeri Tıbbiye
Bugün Beşiktaş Belediye Başkanlığı binası olarak kullanılan Beşiktaş Askeri Rüşdiyesi.
için, o güne kadar Fransızca olan ders­ Elif Erim / TETTV Arşivi
lerin Türkçe verilmesinin kabul edilme­
si (1870), Mühendishane-i Berrî-i Hü-
mayun'un Harbiye ile birleştirilmesi ramları da yeni dersler eklenmesiyle as­ la da yetenekli askerler alınmakta ve
(1872), askeri okullara sözlü imtihan keri eğitim ağırlıklı konuma getirildi. astsubay olmaktaydılar. Buraya Ermeni,
yerine yazılı imtihan konulması, 1875'te Bahriye Mektebi'ne ve Bahriye İdadi­ Rum ve Musevi asıllılar da alınıyordu.
Topçu Harbiyesi'nin ayrı bir okul konu­ sine jimnastik dersi kondu. Askeri okul­ İlk mezunlarını, 1912'de verdi.
muna getirilmesi vb de bu dönemdedir. ların reorganizasyonunda önemli hizme­ Jandarma-Zabit Mektebi: Selanik, İz­
İlkin 1872'de Askeri Sanayi İdadisi ti olan Golç Paşa, 1892'de oluşturulan mir ve İstanbul'da açılan üç okuldan ilk
adıyla Tophane'de açılan askeri sanat Umum Mekâtib-i Askeriye Nezareti'nin ikisi Jandarma Mektebi, İstanbul'daki
okulu, 1875'te askeri rüştiyeler açılınca­ başına getirildi ve askeri mektepler mü­ Jandarma Zabit Mektebiydi
ya değin rüştiye düzeyinde bir teknik fettişi oldu. Tersane'deki imalat sıbyan Askeri Levazım Mektebi: 1909'da Ga-
okul olarak eğitim vermiştir. Bu okulun, taburu bölüklerinin gerçek anlamda bir lata'daki Bank-ı Osmani Karakolu'nda
İstanbul'un yoksul, kimsesiz çocukları­ okul niteliğine kavuşması bu dönemde­ açıldı. Miralay-mülazım (albay-teğmen)
nı, parasız yatılı olarak alıp yetiştirmesi, dir. 1887'de Haddehane adını alan bu rütbeli 40 subaya levazım kursu verili­
o zaman önemli bir hizmet olmuştu. kuruma yazılanlar 5 yıl sanayi neferi sa­ yordu.
Tophane-i Askeri İdadisi de denen bu nıyla Tersane'de çıraklık ettikten sonra 3 Daire-i Harbiye Mektebi: Menşe-i
okula, II. Meşrutiyet'e (1908) değin, salt yıl da ihtiyat sınıfı okumaktaydılar. Küttab-ı Askeriye'nin yerine 1910'da
İstanbullu çocuklar alınmaktaydı. 1906'da Haddehanemin yerini Çarkçı hizmete girdi, ama dört yıl sonra 1914'
1875'te İstanbul'da ilk askeri rüştiye­ Mektebi almıştır. 1908'de I I . Meşruti­ te kapatıldı.
ler açıldı. Mülkiye (sivil) rüştiyelerden yetin ilanının ardından, Umum Mekâtib- İhtiyat Zabitleri Mektebi: Sivil okul­
başlangıçta bir farkı bulunmayan bu i Askeriye Nezareti kaldırılarak yerine lardan mezun olan İstanbullu gençlerin
okullara 12-14 yaş arasındaki iptidai öğ­ Askeri Mektepler Terbiye ve Tedrisat-ı sıradan er olarak orduya alınmaları baş­
renimli erkek çocuklar alınmaktaydı. İs­ Umumiye Müfettişliği kuruldu. Bu deği­ kentte hoşnutsuzluk nedeni olunca
tanbul'daki askeri rüştiyeler için, II. Ab- şikliğin amacı İstanbul'daki askeri okul­ bunlar için 1910'da özel bir kanun çı­
dülhamid döneminde (1876-1909) bir ların çağdaşlaştırılması ve ordunun ge­ kartıldı ve ihtiyat zabiti (yedek subay)
dizi yeni bina yapıldı ve bu okullara reksinim duyduğu alanlarda ve yeter sa­ olmaları olanağı getirildi. Harbiye Mek­
devam edenlere de ağırlıklı olarak aske­ yıda subay, uzman yetiştirilmesiydi. Or­ t e b i n d e açılışı yapılan okul, aynı yıl
ri eğitim verilmeye başlandı. İstan­ du merkezlerindeki harbiye mektepleri Beylerbeyi'ndeki hastane binasına taşın­
bul'daki askeri rüştiyeler Gülhane, So- de kapatılıp İstanbul'a taşındı. Askeri dı. 1 yıl süreli bu okula başlangıçta rüş­
ğukçeşme (halen Devlet Güvenlik Mah­ rüştiyelerin ve idadilerin süreleri 3'er yıl tiye mezunları almıyordu. Yapılan bir
kemesi binası), Fatih, Kocamustafapaşa, oldu. Harbiye, 3 yıldan 2 yıla indirildi. yasa değişikliği ile lise ve muadili okul
Beşiktaş, Toptaşı, Paşakapısı ve Has- 1909'da Erkân-ı Harbiye, Harbiye'den mezunlarının alınması ve 6 ay teorik
köy'deydi. 1876'da bu okullara toplam ayrılıp bağımsız bir üst okul konumuna dersten sonra adayların ihtiyat zabiti
1.500 dolayında öğrenci devam ediyor­ getirildi ve Yıldız Sarayına taşındı. 1909- olarak kıtaya çıkmaları öngörüldü. Bu
du. Eyüp'te askeri baytar, Kasımpaşa'da 1910 arasında yeni bazı askeri okullar okulun önemi Balkan Savaşı ( 1 9 1 2 -
bahriye rüştiyeleri vardı. İstanbul askeri açıldı. Başlıcaları şunlardır: 1913) ve I. Dünya Savaşı (1914-1918) yıl­
rüştiyeleri 1912-1913 Balkan Savaşı sıra­ Zabıtan Talimgahı: Öğretim durum­ larında arttı. 1918'de kapatıldı 1931'de
sında kapanmıştır. ları yeterli o l m a y a n subaylar için Halıcıoğlu Topçu Mektebimde yeniden
1878'de askeri idadilerde de yeni bir 1909'da Yıldız Sarayı Şehzadegân Mek­ açıldı 1936'da Harbiye'ye taşındı Adı
düzenlemeye gidildi. Bahriye, Topçu, t e b i n d e açıldı. 120 piyade, 40 süvari da Yedek Subay Okulu oldu.
Tıbbiye idadileri ayrıldı. Tıbbiye İdadisi subayının devam ettiği 3 aylık devreli Kâtip Mektebi: Bahriye Rüşdiyesi'ne
Gülhane'deki Kırmızı Kışla'ya, Bahriye bir kurstu. bağlı bu okula Küttâb-ı Bahriye Mektebi
İdadisi Heybeliada'ya, Topçu İdadisi de Küçük Zabit ve Numune Taburu: de deniyordu. 1908'den sonra Bahriye
Halıcıoğlu'na taşındı. Bu okulların prog­ Maçka Kışlası'nda hizmet veren bu oku­ Rüşdiyesi'yle birlikte kapatıldıysa da
ASKERİ TAHİNİYE FABRİKASI 354

Yapı, 7,6x15,2 m boyutunda ve üç


katlıydı. Yapının ana çerçevesi ve alt
katlardaki spandreller (üçgen şeklinde
kemer üstü dolgusu) dökme demirden,
üst kattaki spandreller ise dövme de­
mirden yapılmıştı. Katlan ve çatıyı, dök­
me demirden kolon ve kirişler taşıyor­
du. Gerek binanın dışı ve gerekse çatısı
dökme demirden levhalarla kaplanmış­
tı. Binanın yalnızca temelleri ve içindeki
makineleri taşıyan alçak bir duvar kagir
olarak inşa edilmişti. Binanın tümüyle
demirden yapılmış olması o dönemde
buharlı değirmenlerde sık karşılaşılan
yangınları önlemeyi amaçlıyordu.
Bu değirmenin Unkapaninda kurul­
duğu yer ve sonunda ne olduğu kesin
olarak bilinmemekle birlikte, 1913'te
yapılan sanayi sayımında bu değirmen­
den ''Unkapaninda Harbiye Nezaretine
bağlı ve en az elli yıldan b e r i mevcut
olan Askeri Tahiniye Fabrikası" olarak
söz edilmektedir.
Bibi. A. Batur-S. Batur, "İstanbul'da 19. yy
Bugün Devlet Güvenlik Mahkemesinin bulunduğu Soğukçeşme Askeri Rüşdiyesi'nin binası. Sanayi Yapılarından Fabrika-i Hümayunlar".
Elif Erim / lEl'l V Arşivi /. Uluslararası Türk-lslam Bilim ve Teknoloii
Tarihi Kongresi (İTÜ, 14-18 Eylül 1981) Bil­
dirileri, c. III. İst.. 1981, s. 334; G. Ökçün
1917'de Heybeliada'daki Çarkçı Mektebi başka kentlerine taşınmış, savaştan son­ (Haz.), Osmanlı Sanayii - 1913, 1915 Yılları
binasında yeniden açıldı. ra yeniden eski binalarma dönmüşlerdir. Sanayi İstatistik!. Ankara. 1971, s. 35; W.
Namzet Mektebi: Kapatılan Bahriye Bugün (1993) İstanbul'da yedek su­ Müller-Wiener. "15-19. Yüzyılları Arasında İs­
İdadisi'nin yerine, sivil okullardan sı­ bay okulu olarak da hizmet veren Tuz- tanbul'da İmalathane ve Fabrikalar", Osman­
lılar ve Batı Teknolojisi, İst., 1992, s. 76-77.
navla alınan adayları Bahriye Mekte­ la'da Piyade Okulu. Halıcıoğlu'nda Per­
EMRE DÖLEK
b i n e hazırlamak için açıldı. 1 yıllık ha­ sonel Okulu. Kâğıthane'de de Levazım-
zırlık okuluydu. 1918'de satın alınan Maliye Okulu ve Eğitim Merkezi bulun­
Heybeliada Papaz xMektebi'ne yerleşti. maktadır. ASLAN YAN, VİÇEN
Güverte Mektebi ile Çarkçı xMektebi Bibi. Ergin. Maarif Tarihi. I-IV; Esad, Harbi­ (1866, İstanbul - 1942, İstanbul) Erme­
namzet sınıfları da buraya taşındı. ye: Tahsin. Tıbbiye: E. E. Denizer, Deniz ni asıllı ressam. 1883'te girdiği Sanayi-i
Mızıka Mektebi: 1 9 1 7 y e kadar dü­ Okulumuz. İst., Ì 9 3 6 : F. R. Unat, Türkiye Nefise Mektebi'nden (daha sonra Güzel
zenli bir eğitim sistemine kavuşamayan Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Ba­ Sanatlar Akademisi) 1887'de mezun ol­
kış. Ankara. 1964, s. 58-70; H. Baykal. Ende­
bu okul. Heybeliada Bahriye Mektebi du. Galatasaray Lisesi ve çeşitli Ermeni
run Mektebi Tarihi, İst., 1953; Mahmud Şev­
nekahethanesinde çalışmalara başladı ket Paşa, Osmanlı Teşkilat ve Kıyafet-i Aske­ okullarında resim öğretmenliği yaptı. İlk
ise de Mütareke d ö n e m i n d e ( 1 9 1 8 - riyesi. I-II. İst.. 1325: Deniz Mektepleri Tarih­ olarak 1903'te dört eserle üçüncüsü dü­
1922) Heybeliada'daki tüm askeri okul­ çesi, İst., 1931; M. M. İskora. Harp Akademi­ zenlenen Sanayi-i Nefise Mektebi sergi­
larla birlikte kapatıldı. Okul binaları leri Tarihçesi. I-II. Ankara, 1966-1968; Haıp- sine, 19l6'da da Galatasaray Sergisi'ne
okulu Tarihçesi 1834-1945, Ankara, tv. katıldı. 1921'de Galatasaray Sergisinde
Rumlara geri verildi.
NECDET SAKAOĞLU " T a h t a k a l e ' d e Bir Ç e ş m e " , "Ayasof-
Çarkçı Mektebi: Tersane'deki bina­
sından Heybeliada Rum Ticaret Mektebi ya'dan Bir Köşe" ve "Sultan Selim'in
binasına taşındı. Ancak 1 yıl sonra ASKERİ TAHİNİYE FABRİKASI Türbesi" adlı eserleri, 1930'daki sergide
1918'de diğerleri gibi bu bina da eski Geçen yüzyıl ortalarında Unkapaninda de "Rüstempaşa Camii'nin Kapısı" adlı
sahiplerine verildiğinden Çarkçı Mekte­ kurulan askeri un değirmeni. Tahiniye, tablosu sergilendi. "İstanbul" (suluboya.
bi, Güverte Mektebi'ne nakledildi. öğütülmüş tahıl veya un anlamına geli­ 1894), "İstanbul Manzarası" (yağlıboya,
Askeri Baytar Mektebi: 1909'da açılan yordu. tarihsiz) ve "Natürmort" (yağlıboya, ta­
bu okul 1914'te kapatıldı. Bu yıl içinde 1838'de II. Mahmud tarafından yeni rihsiz) adlı tabloları 5 Kasım 1989'da
İstanbul'daki askeri rüştiyeler, Maarif teknikleri öğrenmek ve yabancı uzman­ Yıldız Sarayindaki müzayedede satışa
Nezaretine bağlandı. Harbiye Mekte­ ları, mühendisleri ülkeye davet etmek çıkanldı. Resimleri gözleme dayalı, ger­
b i n i n bütün öğrencileri ise talimgah için İngiltere'ye gönderilen heyetin giri­ çekçi, Batı akademik anlayışını özümse­
eğitiminden geçirilip orduya alındığı şimleri sonucunda, önde gelen bir mü­ miş bir üsluptadır.
için, savaş boyunca Harbiye kapalı kal­ hendis olan Sir William Fairbairn (1789- Bibi. Hilal. 2 Temmuz 1916; M. Cezar, Sa­
dı. Mütareke'de İstanbul işgal altında ol­ 1874) 1839'da İstanbul'a geldi. Huzura natta Batıya Açılış ve Osman Hamdi, İst.
duğundan sağlıklı eğitim yapamadı. kabul edileceği günden bir gün önce II. 1971; V. Âslanyan, Otobiyografi (yazma), 2
1924'te Ankara'daki Zabit Talimgahı İs­ Mahmud öldü. İstanbul'da dört-beş hafta Ekim 1931; K. Pamukciyan, "Ermeniler Hak­
tanbul'a taşınarak Harbiye'ye yerleşti. kalan Fairbairn büyük sanayi kuruluşları­ kında Biyografik Notlar" (yayımlanmamış ça­
lışma).
Harbiye Mektebi yeniden organize edil­ nın hemen tümünü gezdi ve bunların
modernleştirilmesi için çeşitli siparişler KEVORK PAMUKCİYAN
di. 7 Eylül 1936'da Harbiye Ankara'ya
taşındı. İstanbul'da Yıldız Saraylnda ka­ aldı. Bu arada kendisine ordu için bir
lan Erkân-ı Harbiye Mektebi 1927'de buharlı değirmen siparişi verildi. Bu de­ ASMALIMESCİT SOKAĞI
Harp Akademileri adını aldı. Halen ğirmenin makinelerinin konacağı yapı Beyoğlu İlçesi'ne bağlı Asmalımescit
Maslak'taki kampustadır. 1840'ta Fairbairn'in Londra yakınındaki Mahallesinde, İstiklal Caddesi'yle Meş­
1939'da II. Dünya Savaşı başlayınca Willwalidaki fabrikasında prefabrik ola­ rutiyet Caddesi arasındadır. Mahalle ve
İstanbul'da alınan bir dizi önleme koşut rak demirden yapıldı ve kurularak bir sokak, adını II. Bayezid döneminde
olarak Bahriye Mektebi, askeri lise ve süre teşhir edildi. Daha sonra sökülerek (1481-1512) Tersane-i Âmire Kalafatçı-
ortaokullar, Ankara'ya ve Anadolu'nun 1841'de gemiyle İstanbul'a gönderildi. başısı Yunus Ağa tarafından inşa ettiri-
355 ASMALIMESCİT SOKAĞI

len Asma Mescidi'nden almıştır. Hadî- Oteller Sokağı (eski Kabristan, daha mış, kançılarya daha sonra, 1892'de no,
katü'l-Cevâmi'ye göre, "tarik-i 'âm üzre sonra Asmalımescit Mezarlık Sokağı) 47'ye taşınmıştır. Stanboul gazetesinin
(cadde üstünde) bina olunmakla Asma vardır. Soldaysa Sofyalı Sokağı ile Mina­ yönetim bürosu ve matbaası da 1889-
mescidi diye" şöhret kazanmıştır. re Sokağı bulunmaktadır. Pasaj Français, 1902 arasında no. 21-22'deydi.
Tahminen, Sofyalı Sokağı köşesi ile kaynaklarda 1882'den sonra ortaya çık­ 1895'te, Sabah gazetesinin sahibi
Kamhi Apartmanı civarında olan ve bu­ maktadır. Mihran Efendi (no. 5), Belçika Legasyo-
gün yerinde bulunmayan mescit, muh­ 1881'de Asmalımescit Sokağı'nda, nu'nun birinci tercümanı Baron Gustave
temelen 1898'den çok önceleri ortadan ünlü fotoğrafçı ve Darphane-i Amire Hübsch (no. 11) bu sokakta oturmak­
kalkmıştır. Münif Fehim'in, Asmalımes­ hakkâklarından James Robertson (no. taydı Amerika Birleşik Devletleri Legas-
cit 74 adlı kitaba (1933) çizdiği krokide­ 9), Courrier d'Orient'm sorumlu müdü­ yonu no. 141e ve İstiklal Caddesi no.
ki, üzerinde "Haza kabri Mehmed De­ rü J. Giampietri (no. 28), taşbaskıcı F. 467'den taşman Levant Herald gazetesi­
de. Sene 99" yazan parmaklıkla çevrili Loeffler (no. 34). hekimlerden E. Spada- nin matbaası no. 35'te yer alacak, gaze­
mezar taşının bulunduğu set bugün hâ­ ro, Elias Paşa, Polyak, E. Revey, J. Sal- te 1914'te kapanıncaya kadar burada
lâ yerindedir. Ancak Ekim 1993'te setin vatori ve bugünkü Nil Apartmanı'nın kalacaktır. Matbaa arka bahçesinden,
duvarları sıvatılmış üzerine yeniden de­ bulunduğu yerde de tanınmış P. Cris- Minare Sokağı no. 11'de bulunan Ha-
mir parmaklık yaptırılmıştır. tisch ailesi oturmaktaydı. Bu mülk, menora dergisinin (1923-1938) yönetim
İstanbul'u Sevenler Grubu'nun 1945 1932'de Viçen Papazyan'a geçmiştir. binasına bağlanmaktaydı
tarihli raporuna göre, bu sette bulunan Aynca, sokakta C. M. Tothfalussy'nin iş­ 1892'den beri, mermerci dükkânları­
Yunus Ağanın ve başka iki mezar taşı­ lettiği Hotel Imperial (no. 45, daha son­ nın bulunduğu yere, 1908'de Kamhi
nın Galata Mevlevihanesi'neÇ-») taşındı­ ra 1912'de Azarian Apartmanı olmuştur) Apartmanı inşa edildi. 1932'de apartma­
ğı bildiriliyorsa da, yaptığımız araştırma­ ile A. Nicolaidi'nin lokantası (no. 63) na, Konyalı Kullukzade ailesi ortak oldu.
da bu taşlar mevlevihanede yoktur. vardı. 1980lerde, apartmanın tümünü izale-i
Mescidin yakınında bulunan 1153/ İthal malı içkiler satan ünlü "A la şuyu ile alıp, TEK'e kiraladılar. Şimdi
1740 tarihli, Beşir Ağa Çeşmesi'nin kita­ Grotte" mağazası (no. 5) daha sonraki boş olan binanın altındaki dükkânların
besi bugün Kamhi Apartmanı'nın altın­ yıllarda el değiştirip. 1940'ta Arap İz­ birisi (no. 57), İrina Baydak tarafından
da durmaktadır. Suyu akmayan çeşme­ zetin (İzzet Toker) işlettiği ve dönemin avizeci dükkânı olarak kullanılmaktadır.
nin sarnıç kapısı 1950'lerde örülerek ka­ sanatçılarının buluştuğu Tuna Birahane­ Ünlü fotoğrafçı Guillaume Berggren
patılmıştır. Üçer mısralık dört satıra hak­ si (bugün Beyoğlu Restoran) olmuştur. de, 1912'de bir süre Hacı İlyas B e y
kedilen kitabenin tarih beyti şöyledir: Romanya Konsolosluğu, 1882'de no. Apartmanı'nda (no. 51, bugün Hak-
Aktı bir tarih-i ter mizûn-ı tab'a su gibi 31'de faaliyete başlamış ve on yıl sonra Hürriyet Apartmanı) oturmuştur. Yine
/ Ayn-i zemzem âb-ı dilcû kıldu pâk ic­ da no. 13'e taşınmıştır. Bu bina, 1912'de aynı yıl sokakta, sattığı Münih biralarıy-
ra Beşir 1153- Paris Oteline dönüşmüştür. Bugün ye­ la tanınan A. Kohoutün birahanesi de
Asmalımescit Sokağına, İstiklal Cad­ rinde Çağın Han bulunmaktadır. 1889' (no. 27) bulunmaktadır. İleriki yıllarda
desi tarafından girildiğinde, sağ tarafta da P. Pichalowski'nin açtığı ekmek fırı­ birahane birkaç kez yer değiştirecektir.
Şark Aynalı Pasajı'mn çıkışı (no. 12), nı, 1932'de İlya Yuvaniclis tarafından iş­ Fikret Âdilin, Asmalımescit 74 adlı
Gönül Sokağı'na (eski Timoni Sokağı) letilmiş ve 1950lere kadar aynı yerde romanında adı geçen ev, bugün altında­
açılan Nil Pasajının girişi (no. 40, eski kalmıştır (bugünkü Hotel Pmar'm altı). ki dükkânla birlikte harap bir halele bu­
Pasaj Français, daha sonra Papazyan Yine 1889'da Bulgaristan Prensliği'nin lunan, iki katlı 47 nolu binadır. Fikret
Geçidi) ile Meşrutiyet Caddesine çıkan kançılaryası ve ajansı (no. 14-15) açıl­ Âdil, bohem hayatını anlatan romanında.

Asmalımescit
Sokağı
Suat Nirven
(1950)'den
yararlanarak
istanbul
Ansiklopedisi
ASPAR SU HAZNESİ 356

Nil Apartmanı (ya da hanı), 19501:


yıllarda büyük bir onarım gördü. Morali
Geçidi'nde (eski d'Andria Geçidi) bulu­
nan Türkiye Turing ve Otomobil Kuru­
mu 1955'te Nil Haninin ikinci katını sa­
tın alıp faaliyetlerini 1960'a kadar bura­
da sürdürdü. Yine Morali Geçidi'nde
bulunan Çardaş Lokantası da Nil Ha­
n i n i n bodrum katına 1955'te taşındı.
Ancak ömrü uzun sürmedi.
Uzun yıllar, konsoloslukların, tanın­
mış ailelerin, hekimlerin, sanatçıların
oturduğu, çeşitli lokanta, birahane ve
otellerin yer aldığı bu ilginç sokak, gü­
nümüzde de canlılığını korumaktadır.
Bugün (1993) sokakta, yedi restoran ve
birahane, üç kıraathane, yedi otel, bir
pansiyon, iki antikacı, bir antika tamir­
cisi, iki avizeci, dört müzikhol ve disko,
bir atari salonu, beş büfe, iki nalbur, iki
mezeci, üç b e r b e r ve oto tamircisi,
gömlekçi, bakkal, börekçi, muhallebici,
Asmalımescit Sokağından bir görünüm. Sağdaki bina Kamhi Apartmanı'nm altı. kundura tamircisi, manav ve Tepebaşı
Turgut Kut, 1993 Eczanesi bulunmaktadır.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II; Raif, Mir'at:
Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II; Çeçen, Tak­
bu evin numarasını ters çevirerek ver­ Lokantası'nı açtı. 1943'te ölünce, lokan­ sim ve Hamidiye; F. Adil, Asmalımescit 74.
miştir. Evin altındaki dükkân. 1912'de, ta el değiştirerek. 1970'li yıllara kadar İst.. 1933; Annuaire Oriental du Commerce,
H. Papadopoulosün eczanesiydi. Roma­ aynı ad altında hizmet verdi. Bir süre de l'Industrie, de l'Administration et de la
Magistrature, Créé par Raphaël C. Cervati.
nın yazıldığı yıl evin mülkiyeti, Viçen de Bekir Saz adı altında işletildi. Dük­ 1881, 1882, 1889-1890, 1892, 1895, 1902 ve
Papazyan ile Satenik Lazyan'a aitti. kân bugün, aydın ve sanatçıların pek 1912 villan; TTOK Belleteni, no. 41 (Mayıs
1 9 4 0 ' a kadar Madam Margrite ve rağbet ettiği Yakup II Lokantası'dır. 1945); Vakit. 2 Aralık 1930; 1932 Beyoğlu
Avusturyalı eşi aşçı Wiemer tarafından 1940'larda yazar ve şairlerin sürekli Kazası Bina Tahrir Defteri; Ç. Gülersoy, "As­
malımescit: Beyoğlu'nun Anadolusu", Cum­
işletilen Viyana Lokantasının bulundu­ olarak buluştukları bir başka mekân, huriyet, 10 Eylül 1989.
ğu yeri (no. 3 7 ) , 1 9 4 l ' d e Tünel'deki Yakup II'nin bitişiğindeki Asmalımescit
TURGUT KUT
Fischer Lokantası'nın sahibi Rudolph Apartmanı'nm altında bulunan Elit Kah-
Fischer devraldı. Fischer, şimdi Sofyalı vesi'ydi. Kahvenin sahibesi Madam
Sokağı'nda bulunan Refik Restoranın Brown, bu ünlü yeri 1953'e kadar açık
ASPAR SU HAZNESİ
sahibi Refik Arslan'ı yanma alarak Nil tuttu. İstanbul'un geç Roma döneminde yapıl­
mış su tesislerinden bir açık hava su
toplama ve dağıtım havuzudur. Bu ba­
kımdan buna sarnıç denilmesi tam doğ­
A S_ M A L I E S C İ T 7_ 4 ru sayılmaz. Bir kaynağın bildirdiğine
göre Roma İmparatorluğu hizmetindeki
Macera peşinde vatanını bırakan, hudut haricine atılan, yayan devri âleme çı­ Got asıllı bir komutan tarafından, 459'a
kan ecnebiler ve barlarda çalışan bütün artistler Asmalımesçitte otururlar. doğru "şehrin eski surları yakınında''
Dünyanın her köşesinden gelmiş, ekserisinin milliyetleri ancak pasaportla­ yapılmıştır.
rında -eğer varsa- yazılı bu insanların etrafında, gene ecnebi, fakat en aşağı 20
Aspar, 471'de İmparator I. Leon (hd
senedir. Asmalımesçitte yerleşmiş bir grup daha vardır. Bu grupa mensup olan­
457-474) tarafından idam ettirilmiştir.
lar, artist acenteliği, tefecilik, pansiyonculuk ve tellâllıkla geçinirler, her lisanı
Alan asıllı olan Aspar, Marcianus (Mar-
konuşurlar, hiç birisini okuyup yazamazlar, türkçe imzalarını atmayı bilirler ve
kianos) (hd 450-457) ve Leon dönemle­
zabıtadan tanıdıkları çoktur.
rinde Byzantionün en kudretli ileri ge­
Marsilyalı bir "souteneur" Napolili bir "lazzarone" Şikagolu bir "gangster" leni olmuş ve hattâ bu iki hükümdarın
kendisini Asmalımesçitte yabancı saymaz. iktidara geçmesinde büyük rol oyna­
Buranın hususiyetim, güneş görmeyen, dolambaçlı, rutubetli, her köşe başı mıştır. Onun nüfuzundan bıkan Leon
amonyak kokusu neşreden sokaklara açılan demir kapılı, demir kepenk ve par­ sonunda Gotlara karşı harekete geçmiş
maklıklı pencerelerle bu müteaaffin havayı teneffüs etmeğe hazırlanan karanlık ve Aspar'ın oğlu Ardabur öldürülmüş,
evler ve onlann sakinleri tamamlar. diğer oğlu Patrikios yaralı olarak canını
Odalardaki çiçekler, saksıları içerisinden pencerelere doğru zayıf dallarını kurtarmakla beraber, siyasi durumunu
uzatmağa çalışırlar; alelekser 25 mumluğu geçmiyen elektrik lâmbalan küvet- kaybetmiş hattâ imparatorun kızından
lerdeki suların pisliklerini göstermezler ve insan eğer bu evlerden birisinde da ayrılmak zorunda bırakılmıştır.
oturursa geceleri uyuyamaz, çünkü Asmalımesçidin nabızları gibi, mütemadi
İstanbul arkeolojisi üzerinde çalışan­
topuk sesleri, sofalarda ve bitişik evlerde dolaşır, her an odanızın önünde biri­
lardan bazıları, Edirne Kapıslnın iç tara­
nin nefes aldığım zannedersiniz. Sabaha karşı da uyumak kabil değildir. Bu sa­
fında Karagümrük semtinde; cadde ke­
atlerde artistler işlerinden dönerler, ekserisi içmiş olduğu için yüksek sesle ko­
narında bulunan ve 1940'lı yıllardan be­
nuşurlar, beraberlerinde getirdikleri adamlarla "daha içelim, yatmıyalım" diye
ri futbol sahası olarak kullanılan Çukur-
münakaşa ederler, gramofon çalarlar. Bütün bunlara, sokaktan geçmeğe başlı-
bostan'ı, Aspar Su Haznesi olarak teşhis
yan simitçi, zerzevatçı, sütçü naraları, tramvay dandanları karışır.
etmek isterler (Konstantios, A. G. Pas-
Asmalımesçitte insan, ancak oraya yerleştikten bir hafta sonra ve sabah saat
patis, M. G e d e o n , Dr. Mordtman, J.
8 ile 16 arası uyuyabilir.
Strzygowski, A. van Millingen, M. İs.
Fikret Âdil, Asmalımescit 74 (Bohem Hayatı), Suhulet Kütüphanesi, İst., 1933, s. 4-5
Nomidis [Misn takma adı ile], E. Mam-
boury [sonra görüşünü değiştirdi]). Fa-
357 ASRİ SİNEMASI

los. Les citernes â ciel ouvert et les fossés des


murailles de Byzance, 1st., 1919; A. M.
S c h n e i d e r , " D i e Zisterne cies Aspar",
Byzanz, s. 30-31; R. Janin, "Etudes de to­
pographie byzantine. Les citernes d'Aétius,
dAspar et de Bonus". Etudes Byzantines, I
(Bükreş, 1943) s. 89-101; E. Mamboury, Is­
tanbul tomnistique, İst., 1951, s. 252-253; Ja­
nin, Constantinople byzantine, 197-198;
Müller-Wiener. Bildlexikon, 279; (içindeki
cami hak.) Ayvansarayî, Hadîka, I, 77; İ. Er-
zi, Camilerimiz Ansiklopedisi, I, s. 116; Fatih

ASRİ SİNEMASI
Tepebaşinda Sergi Sarayinm bulundu­
ğu yerin üst tarafında yer almış eski si­
nema.
Bina 1889'da, aynı zamanda bir ope­
ra emprezaryosu olan Claudius tarafın­
dan üstü açık bir amfi şeklinde inşa
edilmiş ve bir dönem "Amphi" adıyla
Aspar Su Haznesi'nin bugünkü durumu. anılmıştı. Aşağıda daha önce yapılmış
Aras Neftçi, 1993 Kışlık Tiyatro'ya karşılık, üstü açık ol­
duğu için Yazlık Tiyatro diye de bilinir­
di. 1890'da çıkan bir yangında bina ta­
kat sonraları, Aspar Su Haznesi'nin bu zenledi. Fakat esnaf buraya gelmek is­ mamen yok olunca, büyük para kaybı­
değil, Sultan Selim Camii yanındaki Çu- temediğinden, bu düzenleme öylece na uğrayan Claudius, dönemin Fransa
kurbostan olduğu yolunda yeni bir gö­ kaldı, yalnız mescit bu vesile ile ihya büyükelçisinden yardım istemek zorun­
rüş ortaya atılmıştır (A. M. Schneider, R. edilmiş oldu. da kaldı. Yazlık Tiyatro yeniden inşa
Janin, E. Mamboury, W. Müller-Wi­ Bu haznelerin Trakya'dan şehre geti­ edilinceye kadar temsiller Kışlık Tiyat-
ener). Genellikle yeni ve sağlam kay­ rilen suyun toplanıp, çeşitli yönlere da­ ro'da verildi.
naklara dayanan bu teşhis gerçeğe en ğıtıldığı havuzlar olduğu açıkça belirli Yeni tiyatro binası bu defa çatısı ka­
yakın olanıdır. Buranın Bonus Su Haz­ olmasına rağmen bunlara sarnıç denil­ palı olarak yapıldı. Mevcut on altı kapı­
nesi olduğu yolundaki hipotez ise artık mesi yanlıştır. Çok yıl önce J. B. Papa- sının yanısıra, yeni yapılan yola ulaşmak
bütünüyle reddedilmektedir. dopulos tarafından ortaya atılan, bu için bir de geçit eklendi. 19051e kapıla­
Bu açık hava su haznesi kare biçi­ haznelerin surların h e n d e k l e r i n e su rının değiştirilmesi ve yeniden dekore
minde olup 152x152 m ölçüsündedir. sağlayan merkezler olduğu yolundaki edilmesi amacıyla mimar Campanaki ile
Etrafını çeviren duvarların aslında yük­ hipotez de pek kabul edilmemiştir. anlaşma yapıldı. Campanaki, tiyatronun
sekliği 11 m kadardı. Kalınlıkları ise Bibi. Strzygowski-Forchheimer, Byzantinisch­ çıkışını yukarıya, Glavani K o n a ğ i m n
5,20 m olarak ölçülmüştür. Duvarların en, Wasserbehälter, 46-47; J. B. Papadopu- (şimdiki Kallavi S o k a ğ i n d a , Büyük
dış yüzeyi çok muntazam 5 sıra tuğla
şeritler ile 5 sıra kesme taş diziler halin­
de örülmüştür. Geçen yüzyılda güney­
doğu duvarının ortalarında bir kanal
ağzı tespit edilmişti.
Bizans döneminde bu su haznesinde
artık su toplanmadığı ve buraya "kuru
bostan veya bahçe" anlamında Kseroki-
pion denildiği bilinir. Albi'li Pierre Gylli,
1540'larda buranın içinde bostan oldu­
ğunu görmüştür. Su haznesinin içinde
daha 16. yy'da küçük bir mahallenin ku­
rulmuş olduğu da, burada 973/1565-66
tarihinde ölen ve o yılların bazı önemli
camilerinde hatiplik yapmış olduğu bili­
nen Hatip Müslihüddin Mustafa Efendi
tarafından Çukurbostan Mescidi şeklinde
adlandırılan küçük bir mescidin yaptırıl­
masından anlaşılır. Bu mescit 19501i yıl­
larda tamamen yıkılmış, 1987-1989 ara­
sında ise yeniden yapılmıştır.
Aspar Su Haznesi, 19501i yıllara ka­
dar içindeki küçük ahşap evlerden, ara­
larındaki dar sokak dokularından ibaret
görünümü ile İstanbul'un en ilgi çekici
ve sempatik köşelerinden birini teşkil
ediyordu. Fakat 1950'den sonra bu şirin
evler çirkin beton kitleleri hattâ küçük
apartmanlara dönüştü ve mescit de yı­
kıldı. 1985'te Fatih Belediyesi haznenin Asri Sineması'nm amfi şeklindeki o t u r m a düzenini gösteren plan.
Sahne Sanatları Müzesi
içini istimlak ederek, tamamen temizle­
Gökhan Akçura koleksiyonu
di ve burayı açık pazaryeri olarak dü­
ASTARCI HANI 358

Londra Oteli'nin bulunduğu yer) karşısı­ le dışa açılmakta, üstte yükselen cephe­ şekilde konumlandırılmıştır. Türbe ala­
na aldı. Tiyatro salonu onarılarak 1.200 de ise üst kat mekânlarının birer pence­ nını ön dört adet sütun kuşatmakta,
kişiye hizmet verecek hale getirildi. re sırası orijinal durumlarını kaybetmiş bunların üzerinde çepeçevre bir lento
Tiyatronun yeniden açıldığı dönemde olarak günümüze gelmiş bulunmaktadır. dolaşmaktadır. Sütunlar, dar yüzlerde
o zamanki deyimle ''hareketli resimler" Yapının Yağlıkçılar cephesinde yer ikişer, geniş yüzlerde dörder, köşelerde
ilgi çekmeye başlamıştı. Sinema piyasa­ alan girişi karşısında, kuzey kanatta da de birer tane olmak üzere, eşit aralıklar­
sında ünlenmiş olan Pathe Freres'in tem­ zemin kat mekânları arasında tonoz ör­ la yerleştirilmiş, arka cephede, kapı ola­
silcisi Sigmund Weinberg burayı kirala­ tülü bir koridorla dışa açılan bir kapı rak kullanılan orta açıklık dışında, di­
yarak Pathe Sineması adı altında işletme­ yer alır. ğerleri demir parmaklıklarla donatılmış­
ye başladı. 1915'te sinema bu kez Char­ GÖNÜL CANTAY tır. Türbenin iç ve dış yüzünde pilastr-
les Varian'a kiralandı. Bu dönemde sine­ larla hareketlendirilmiş olan sütunların
manın adı Modern Sinema olarak değiş­ AŞÇI AHMED DEDE TÜRBESİ kesiti haç şeklindedir. Lento, pilastrların
tirildi. Sonradan sinemanın "Asri" olarak hizasında bir miktar ileri alınmış, cadde
Zeytinburnu İlçesinde, Merkezefendi
adlandırılmasının kaynağı bu isimdir. üzerindeki doğu cephesinde, türbe ka­
Mezarlığında, Mevlanakapı'dan Yenika-
19l6'da sinemanın sahibi olan İstanbul idesinin yüzeyi de mermerle kaplanarak
pı Mevlevihanesi'ne giden Mevlevihane
Şehremaneti işletmeyi geri aldı. 1918'de pilastrlarla donatılmış, lentoda gözlenen
Caddesi'nin üzerinde bulunmaktadır.
ise sinemayı Jean Lehmann kiraladı ve profilasyon, zemin kotundaki silmeye
adını tekrar Amphi koydu. 1924'e kadar Yenikapı Mevlevihanesi'nin aşçı de­ de aktarılmıştır. Bu cephede, ziyaret
sinemayı işleten Lehmann, dönemin en d e l e r i n d e n Sahih Ahmed D e d e ( ö . penceresi niteliğinde olan ortadaki açık­
güzel filmlerinin oynatılmasını sağladı. 1813) için II. Mahmud devri ricalinden, lığın üzerine beyzi bir kitabe levhası
Mevlevî muhibbi Halet Said Efendi (ö. konmuştur. Yaprak kabartmalarının ku­
1924'te Henri Habib, salonu beledi­ 1823) tarafından 1235/1819'da yaptırıl­
yeden kiraladı ve adım Asri Sineması şattığı levhada, "Hüve'l-Bakî" ibaresinin
mıştır. "Hacı Dede" lakabı ile tanınan altında, Aşçı Ahmed D e d e ' y i öven.
koydu. Bundan sonra işletmecisinin de­ Sahih Ahmed Dede. Yenikapı Mevlevi-
ğişmesine karşın, bu isim değiştirilmedi. onun keramet sahibi olduğunu belirten,
hanesi şeyhlerinden Seyyid Ebubekir ta'lik hatlı iki beyit yer almaktadır.
1942'de sinemanın son işletmecisi Necip Dede Efendi'nin (ö. 1775) kardeşi Ömer
Erses burayı boşaltmak zorunda kaldı. Efendinin oğlu. Galata Mevlevihanesi Türbede, Aşçı D e d e y e eşi Emine
Bina uzun süre Şehir Tiyatroları Komedi şeyhlerinden Seyyid Kudretullah Dede Hatun'a (ö. 1809) ve iki yakınma ait
Bölümü olarak kullanıldı. 1958'de ise Efendi'nin (ö. 1871) babasıdır. Yenikapı dört tane kabir bulunmaktadır. Aşçı De-
hiçbir gerekçe gösterilmeden yıktırıldı. Mevlevihanesi'nde aşçı dede (sertab- de'nin, cadde tarafından bakıldığında
Asri Sineması'mn fuayesi küçüktü. bah) olarak görevli olduğu sırada. 19. üçüncü sırada yer alan kabri alışılmadık
Fuaye girişinin hemen yanında, en ar­ yy'ın başlarında, Telhisçi Ahmed Ağa bir tasarıma sahiptir: Beyaz mermerden
kada localar vardı. Yandaki iki iniş mer­ adında bir muhibbin delaletiyle ve Sad­ mamul olan lahit, kapalı türbelerin ah­
diveninden başka, sahneye doğru inen razam Safranbolulu İzzet Mehmed Pa- şap sandukalarına benzer biçimde ta­
beş ayrı yol bulunuyordu. Merdivenler şa'nm (ö. 1812) masrafları üstlenmesiyle sarlanmış, başucuna, kare kesitli kısa
ve yer tahtaydı. Son yıllarında oldukça mevlevihanedeki türbenin, genişletile­ bir kaide üzerine Mevlevi sikkesi otur­
bakımsız kalan sinemada dönemin en rek yeniden inşa edilmesine önayak ol­ tulmuştur. Lahtin yan yüzlerinde, uçları
güzel filmleri oynatılmıştır. muştur. Amcazadesi Seyyid Nasır Ab- kemerler ve yaprak kabartmaları ile so­
BEHZAT ÜSDÎKEN dülbaki Dede Efendi'nin (ö. 1820-1821) nuçlanan, enine dikdörtgen kartuşlar
1804'te posta geçmesi üzerine Yenikapı içinde, Aşçı Dedenin kimliğini açıkla­
ASTARCI HANI Mevlevihanesi'nden uzaklaştırıldığı, Ma­ yan, ayrıca türbenin banisi Halet Efen­
Kapalıçarşı'mn kuzey tarafında Yağlıkçı­ cuncu semtindeki evinde münzevi bir di'nin adı ile inşa tarihini (1235) veren
lar Caddesi boyunca uzanan hanlar gru­ hayat sürdüğü ve zikirle meşgul iken ta'lik hatlı ikişer beyit sıralanmaktadır.
bunda, Cebeci Hanı'na bitişik bir ko­ vefat ettiği bilinmektedir. Keçecizade İzzet Molla'nm (ö. 1829)
numdadır. Doğu yanında Küçük Sarraf eseri olan bu beyitlerde türbenin yapı­
Açık türbeler grubuna giren yapı bü­
Hanı bulunur. mına iki ayrı tarih düşürüldüğü görülür.
tünüyle beyaz mermerden inşa edilmiş­
Lahtin doğu (cadde) tarafındaki beyit,
Astara Hanı inşa malzemesi ve özel­ tir. Türbenin dikdörtgen tabanı, dar
"Aşçıbaşı Dedenin kabri kılındı iscâd",
likleriyle 18. yy'a tarihlenebilir. yüzlerinden biri cadde üzerine gelecek
Günümüze pek çok onarım ve deği­
şiklikle gelmiş olan yapı, Cebeci Hanı
eksenine paralel bir eksen üzerinde dik­
dörtgene yakın bir plan semasıyla ko-
numlanmıştır. İki kat düzeninde 22x18
m ölçüsünde inşa edilmiştir. Kareye ya­
kın dikdörtgen şeklindeki avlu iki kat
boyunca revaklı olup bu revak sistemin­
den pek azı günümüze ulaşabilmiştir.
Revak kemerleri tuğla derz dokulu, avlu
cephesinin ise moloz taşla inşa edildiği
anlaşılmaktadır. Zemin kattaki revak ke­
merlerinin sivri kemerli, üst kattakilerin
ise yuvarlak kemerli olduğu anlaşılmak­
tadır. Üst kat revaklarmın gerisinde yer
alan mekânlar orijinal özelliklerini kay­
betmişlerdir. Zemin kat mekânları da
aynı durumda olmakla beraber, girişin
iki yanındaki mekânların birer kapı ile
giriş koridoruna açıldığı ve gene köşe
mekânlarının çapraz tonoz sistemiyle
örtülü olduğu görülmektedir.
Yağlıkçılar Caddesine açılan ana cep­
hede zeminde bir sıra dükkân kemerler­
359 AŞENİ, AHMED FETGERİ

batı (arka) tarafındaki ise, "Mânend-i ci­


han türbe-i Aşçı Dede oldu", mısralarıy-
la son bulmaktadır. Lahtin ayakucunda
içi boş bırakılmış, aynı türde bir kartuş,
başucunda ise, üçgen bir alınlığın taç­
landırdığı dikdörtgen bir çerçeve içinde
Aşçı Dede'nin ta'lik hatlı kabir kitabesi
bulunmaktadır. Alınlığın ortasına, "Hü-
ve'l-Bakî" ibaresini içeren beyzi bir ma­
dalyon yerleştirilmiş, madalyonla üçgen
çerçevenin arasında kalan yüzey kıv­
rımlı yaprak kabartmaları ile doldurul­
muştur. Dikdörtgen çerçevede önce. yi­
ne Keçecizade İzzet Molla'nın nazmet-
miş olduğu, "Hû deyüp Seyyid-i Sahih-i
Mevlevi eyledi vefat (1228)" mısraı ile
son bulan bir dörtlük, bunun altında
Aşçı Dede'nin, sefer ayının yirmi altıncı
cumartesi gecesi vefat ettiğini belirten
Arapça bir satır bulunmaktadır. Yukarı-
dakilerden daha kısa olan bu satırın
yanlarındaki kare boşluklara birer gül
kabartması işlenmiştir. Aşçı Dede'nin,
kendisinden önce vefat etmiş olan eşi
Emine Hatunun mezar taşının üst kıs­
mında kıvrımlı yaprak kabartmaları gö­ Aşçıbaşı
rülmekte, sülüs hatlı mensur kitabenin Camii'nin
altında 7 Rebiülâhir 1224/1809 tarihi batıdan
okunmaktadır. görünümü.
Ahmet Vefa
Aşçı Ahmed Dede Türbesi'nin banisi Çohanoğlu.
1993
Halet Said Efendi, bu türbenin inşa edil­
diği 1819 yılı içinde. Galata Mevleviha-
nesi'nde de birtakım inşa ve yenileme AŞÇIBAŞI CAMÜ tir. Harap durumda olan kalem işlerinde
faaliyetlerinde bulunmuş, cümle kapısı­ Eyüp, Nişancı Mustafapaşa Mahalle­ kiremit renkli çerçeveler içinde "C" ve
nın sağma, kendi türünün son örneğini sinde Aşhane Sokağı ile Aşçıbaşı Camii "S" kıvrımlı sarı, kirli sarı renklerde bitki­
oluşturan bir sebilküttâb (sebil-çeşme- Sokağı'nın kesiştiği köşede yer alır. sel motifli süslemeler görülür. Pencerele­
muvakkithane-kütüphane grubu), solu­ rin alt hizasına kadar duvar yüzeyleri
Ayvansarayî'ye göre yapının banisi
na da, kendisi için, bugün mevcut ol­ son yıllarda fayanslarla kaplanmıştır.
Aşçıbaşı Mehmed Ağa olup mihrabın
mayan bir açık türbe yaptırmış, avluda Cami hariminin kuzeybatı köşesinde
önünde gömülüdür. Vakfiyesi 999/1589
bulunan Ankaralı Şeyh İsmail Rusuhî dışa taşkın bir minare yer almaktadır.
tarihlidir. Çeşitli tamirlerle günümüze
Dede Efendi-Şeyh Galib Dede Efendi Bir sıra düzgün kesme küfeki taş, iki sı­
ulaşan yapı bugün, aralarda tuğla hatıl­
Türbesi'ni de yeni baştan inşa ettirmiş­ ra tuğla ile almaşık örgülü kare kaide
ları olan moloz taş duvar örgüsüne sa­
tir. Aşçı Ahmed Dede Türbesi ile Galata üzerinde geçiş bölgesindeki üçgenlerin
hiptir. Mihraba dik. dikdörtgen bir plan
Mevlevihanesi'ndeki bu yapılar, özellik­ biri taş, biri tuğla olarak ele alınmıştır.
arz eden yapı içten ahşap tavan, dıştan
le de, Antik Yunan mimarisindeki pro- Kaval silmeden sonra sıvalı olan yuvar­
ise dört tarafa meyilli kiremit çatı ile ör­
pileleri hatırlatan iki açık türbe çarpıcı lak minare gövdesi tekrar kaval silme
tülmüştür. Çatının altındaki bir sıra kirpi
benzerlikler sergilemekte, aynı mimar ile oval hareketli taş şerefeye kadar
saçaktan sonra tuğlaların dekoratif yer­
ya da kalfanın eseri olduğu anlaşılan bu uzanır. Şerefede korkuluklar demir par­
leştirilmesi ile hareketli bir kuşak elde
binaların cephelerinde Osmanlı ampir maklıklı olup yine sıvalı olan pabuç bö­
edilmiş olup bütün yapıyı çepeçevre do­
üslubunun özellikleri gözlenmektedir. lümünden sonra iri alem şeklindeki taş
lanır. Kuzeydeki kapının üzeri konsolla­
Üstelik, Osmanlı mimarisi tarihinde ba­ külah ile minare son bulur.
ra oturan genişçe bir basık kemer şek­
roktan ampire geçiş yapısı olarak kabul
linde olup üzeri kirpi saçaklı sundurma Caminin doğu tarafında sokak köşe­
edilegelen 1826 tarihli Nusretiye Ca­
gibi düzenlenmiştir. Bunun üzerinde ise sinde uygun bir şekilde yer alan çevre
miinden yedi yıl önce tasarlanmış bulu­
tuğladan yuvarlak kemerli sağır bir pen­ duvarı üzerindeki mermer kaplamalı
nan bu yapılarda, ampir üslubu, Nusre­
cere yer alır. Yine tuğladan yuvarlak ke­ çeşme son yıllarda yapılmıştır. Bugün
tiye Camiinde olduğundan çok daha
merli yüksek pencere açıklıklarına sahip yapının mihrabı önünde ve batı tarafın­
yalın bir ifadeyle, bir-iki süsleme ayrın­
yapıda içte bir son cemaat yeri vardır. da toprağa gömülü olarak birkaç tane
tısı dışında, baroğun etkilerinden he­
Asıl harim mekânı kare planlı olup son mezar taşı bulunmaktadır.
men bütünüyle kurtulmuş olarak karşı­
cemaat yerinin üstünde ahşap korkuluk- Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 124; İSTA, II,
mıza çıkmaktadır. Böylece, istanbul'da
lu bir mahfil bulunmaktadır. 1337; Öz, İstanbul Camileri, I, 24.
ampir üslubunun ilk ürünlerinden olan
Aşçı Ahmed Dede Türbesi de, iddiasız AHMET VEFA ÇOBANOĞLU
Dıştan dikdörtgen çıkıntı yapan mih­
bir bina olmasına rağmen Batılılaşma rap, içten derin yarım yuvarlak bir niş
dönemi Osmanlı mimarisinde önemli şeklinde düzenlenmiştir. Mihrap nişi AŞENİ, AHMED FETGERİ
bir yere sahip olmaktadır. önünde köşelerde birer kaideye oturan (1886, İstanbul - 1966, Gölcük) Spor
yivli ahşap sütunçeler bulunmaktadır. adamı. Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 46-47; M. Zi­ Aşağıdan yukarıya hafifçe daralan bu sü­ kurucularındandır. Spora Mekteb-i Bah­
ya, Yenikapı Mevlevihanesi, ist., ty, s. 84; M. tunçeler üstte yine ahşap bir lento ile riye (Deniz Harp Okulu) öğrencisiyken
Balta, İstanbul'da Açık Türbeler", (istanbul
Üniversitesi Edebiyat Fak. Türk islâm Sanatı birbirlerine bağlanmıştır. Sade ahşap bir başladı. Güreş ve aletli jimnastikle meş­
Anabilim Dalı basılmamış lisans tezi), ist.. minberi bulunan camide mihrap nişi, gul oldu. 1903'te arkadaşlarıyla birlikte
1981, s. 33. duvar yüzeyleri ve pencere içleri tama­ Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün kurulma­
M. BAHA TANMAN men geç devir kalem işleri ile süslenmiş­ sına katıldı. Türk sporunun en başarılı
ÂŞIK, CEMAL 360

yöneticilerinden biri olarak tanındı. Evliya Çelebi Seyahatname'de İstan­


1923'te, Türk sporunun ilk örgütü Türki­ bul'da çöğür çalmada usta saz şairlerini
ye İdman Cemiyetleri İttifakımın kuru­ anarak şöhretlerinin yaygın olduğundan
cuları arasında yer aldı. 1923'te teşekkül söz eder. IV. Murad'ın, âşıklara büyük
eden ilk Güreş Federasyonu'nun da baş­ ilgi göstermesi ve Bağdat Seferi'ne
kanı oldu. 1924'te Atletizm Federasyonu (1638-1639) çıkarken orduya çok sayıda
başkanlığı görevine getirildiyse de bir âşık alması bu seferle ilgili pek çok des­
yıl sonra tekrar Güreş Federasyonu baş­ tan söylenmesine yol açmıştır. Bu âşık­
kanlığına döndü. 1937'ye kadar bu gö­ lardan Âşık, IV. Murad'ın musahibi iken
revi sürdürdü. 1924 Paris, 1928 Amster- öldürülen Musa Çelebi için padişah ağ­
dam ve 1936 Berlin Olimpiyat Oyunla- zından bir "mersiye" söylemiş, padişah
rı'na katılan Türk sporcu kafilelerine yö­ da bu mersiye için bir nazire yazmıştır.
netici sıfatıyla katıldı. Kardeşi Mehmet Âşık'm hayatı hakkında ayrıntılı bilgi
Ali Fetgeri de mükemmel bir jimnastikçi yoksa da asker olduğu, savaşlara katıl­
ve halterci idi. Kızı Suat Fetgeri Tarı'yı dığı kesindir.
da sporcu olarak yetiştirdi. Suat Hanım, Bu dönem âşıklarından Kâtibî'nin de
Türkiye'nin ilk bayan eskrim şampiyon­ padişahın yakınları arasında yer aldığı,
larından biri olarak kendini gösterdi. yeniçeri olduğu, Bağdat Seferi'ne katıl­
1936 Berlin Olimpiyat Oyunlarında Ah- dığı, seferle ve padişahla ilgili şiirler
med Fetgeri Aşeni yönetici, kızı Suat söylediği biliniyor.
Fetgeri de eskrimci olarak Türkiye'yi Kuloğlu da İstanbul'da bulunmuş,
temsil ettiler. Deniz albaylığından emek­ padişahın yakınları arasında yer almış
li olduktan sonra Gölcük'e yerleşerek yeniçeri âşıklarındandır. IV. Murad'ın
ömrünün son yıllarını orada geçirdi. ölümüne (1640), İstanbul'da yaşayan di­
CEM ATABEYOĞLU ğer âşıklar gibi Kuloğlu da ağıt söyle­
miş, devrinin bazı siyasal olaylarına da
ÂŞIK, CEMAL karışmıştır.
(yak. 1875, İstanbul - ?, ?) Tektelli Âşık Kayıkçı Kul Mustafa da ordu mensu­
Cemal diye de tanınan, kalender-meş- bu âşıklardandır. Gençliğinde denizci­
rep, nüktedan, yarı meczup halk şairi. likle uğraştığı, IV. Murad'ın Bağdat Se­
Asık Cemal feri üzerine destan söylediği biliniyor.
Evkaf B a ş m ü m e y y i z i T r a b z o n l u Bu sefer sırasında yararlıklar gösteren
Amasya Seyahatnamesi'nin kapağı, 1926
Kambur Mustafa Beyin oğludur. Baba­ M. Sabri Koz koleksiyonu Genç Osman adlı bir yeniçeri için yaz­
sını küçük yaşta kaybedip üvey ana ba­ dığı destan büyük bir yaygınlık kazan­
ba elinde büyüdüğü için öğrenim göre­ mıştır. Kul Mustafa da arkadaşları gibi
medi. Genç yaşta Kocamustafapaşa'daki ma çaldıran aşk-ı vatandır, dizeleriyle İstanbul'da yaşamış ve padişahın yakın­
Ramazan Efendi Dergâhına kapılandı. bitirmiştir. ları arasında yer almıştır.
İ 8 7 4 ' t e baba dostu Selanik Evkaf Bastırdığı "Tek Telli Saz Şairi Aşık Ce­ Koroğlu, II. Osman'ın öldürülmesi
Muhasebecisi Ahmed Fahreddin Bey'in mal" levhasını göğsüne asarak İstanbul'u olayına adı karışan yeniçeri âşıkların­
kızıyla evlendi ve Selanik'e gitti. Bura­ dolaşır, kendisine ilgi gösterenlere ya da dandır. IV. Murad döneminde hapsedil­
da okumasını isteyen kayınpederinin tanıdıklarına şiirsel sözler söyleyerek ta­ miştir; daha sonra da idam edilmiş ola­
ısrarı üzerine okula yazıldı, ama İstan­ kılır, tek telli sazı ile gösteri yapardı. bileceği tahmin edilmektedir.
bul'da kazandığı tekkelere devam etme 1934'te "Âşık" soyadını almıştır. Ne za­ IV. Mehmed döneminde de (1648-
alışkanlığım sürdürdüğü ve bu arada man öldüğü bilinmemekle birlikte İstan­ 1687) padişaha yakınlıkları olan âşıklar,
esrara da alıştığı için aile düzeni bozul­ bul Ansiklopedisi 'ne Hakkı Göktürk ta­ gerçekleştirilen seferler için destanlar
du. Eşini ve küçük çocuğunu terk ede­ rafından yazılan biyografisinden 1940'lı
söylemiş, asker ve halk arasındaki şöh­
rek İstanbul'a döndü, babasından kalan yıllarda sağ olduğu anlaşılmaktadır.
retlerini devam ettirmişlerdir.
mirası da yiyip bitirerek bir tekkeye Bibi. Hakkı Göktürk. "Asık (Tek Telli Sazsa-
Bu dönemin İstanbullu âşıklarından
yerleşti. Esrar tiryakiliğini ilerleten, içki iri Cemal)". İSTA, III, 1728-1729; M. Aksel,
Üsküdarî, Köprülü Fazıl Ahmed Pa-
içmeye başlayan Âşık Cemal, şeyhinin "Tek Telli Sazşairi Âşık Cemâl", İstanbul'un
Ortası. Ankara" 1977, 165-169. şa'nın Uyvar Kalesi'ni zaptıyla (1663) il­
Silivri Kapısı dışında bulunan Tepe- gili bir destan söylemiştir.
bağ'daki köşkünde Mazhar Bey adlı bi­ İSTANBUL
1660'taki büyük İstanbul yangınıyla
rinin hediye ettiği beş telli sazın dört ilgili olarak iki bölümden oluşan bir
telini çıkararak tek telli sazla âşıklığa ÂŞIK EDEBİYATI destan söyleyen Aznavuroğlu da İstan­
başladı. Sazını tek telli hale getirmesini 16. yy'dan itibaren Osmanlı İmparator­ bul'da yaşamış Türkçe şiirler söyleyen
"Gönül bir, dost bir, Allah bir" sözüyle luğunun dört bir yanında başta İstanbul Ermeni aşuğlardandır.
açıklayan. İstanbul sokaklarında dola­ olmak üzere büyük şehir ve kasabalar­ Uzun yıllar taşra hizmetlerinde bu­
şarak ölçüsüz, kafiyesiz ama yer yer in­ da, köylerde ve göçebe topluluklarda, lunduktan sonra hayatının son yıllarını
ce nükte ve buluşlar içeren şiirler söy­ yeniçeri, sipahi vb askeri ocaklarda, Ku­ İstanbul'da geçiren Âşık Ömer(->), ge­
leyen âşık, I. Dünya Savaşı'nm başlan­ zey Afrika'da yerleşen Garp Ocakla­ rek İstanbul'dayken, gerekse İstanbul
gıcında Bandırma, Bursa, Eskişehir, An­ rındaki Türk denizcileri arasında yeti­ dışındayken bu şehre karşı derin bir
kara yoluyla Amasya'ya gitmiş ve muta­ şen âşıklar, birer sanatçı olarak yete­ sevgi ve özlem duymuştur. Âşık Ömer'­
sarrıfın huzurunda tek telli sazı ile "Arş neklerine göre halk arasında rağbet ka­ in, İstanbul için söylediği destan ise
ileri" marşını çalarak herkesi hayrette zanmışlardır. şehrin kapıları, bazı semtleri ve özellik­
bırakmıştı. Amasya Seyahatnamesi
İstanbul, daha 17. yy'da Âşık, Kâtibî, leri bakımından oldukça ilginçtir.
(1926) adıyla yayımladığı kitapçıkta beş
Kuloğlu ve Kayıkçı Kul Mustafa gibi ün­ Ali Ufkî'nin(->) bu yüzyılda İstan­
sayısının uğurlu rastlantılarıyla ilgili pek
lü âşıkların yaşadığı bir şehir haline gel­ bul'da hazırladığı Mecmua-i Saz ü
çok ortak noktayı dile getirmiştir. Ki­
mişti. Bunlardan Y e n i ç e r i O c a ğ ı ' n a Söz'âe, 16. ve 17. yy'larda yaşamış bir­
tapçığın sonuna eklediği uzun bir şiir,
mensup olanlar birçok sefere katılmış­ çok âşık tanıtıldığı gibi bilinen âşıkların
Seyrandayım bîkarar böyle haylice za­
lar, şiirlerinde savaşların sıkıntılarından, yeni şiirlerine de yer verilmiştir.
mandır / Şu tek teli dinlemeyen buna
zaferlerin sevinç ve şenliklerinden söz İstanbul'la ilgili bir âşık olmamakla
asla inanmaz / Çalan Aşık Cemal am-
etmişlerdir. birlikte Gevherinin Kırım hanlarından I.
361 ÂŞIK EDEBİYATI

Selim Giray'ın 1100/l688-89'da İstan­ daki âşıklar kendisinden Talibî'yi sor­ etkinliği göze çarpar. Âşıklar arasında
bul'a gelişiyle ilgili bir destanı vardır. muşlardır. Fedaî bu olayı "istanbul Des- kendileri için kullanılan ve daha sonra
Bu destanda hanın İstanbul'da nasıl tanı"nda dile getirmiş, âşıklara ustasının araştırmacılar tarafından da benimsenen
karşılandığı, gördüğü izzet ve ikram öldüğünü bildirmiştir. "meydan şairi'' adlandırması bu yüzyıl­
saygılı bir dille anlatılmaktadır. Üsküdarlı olup Mora S e f e r i n d e dan kalmadır.
17. yy sonları ile 18. yy başlarında İs­ (1715) ölen Şermî de kahvelerde altı Kibar ve rical konaklarından şehrin
tanbul'da daha çok nakkaşlığı ile tanın­ telli saz çalan asker âşıklardandır. Aruz­ değişik semtlerine dağılmış meyhanele­
mış olan Levnî(->) aynı zamanda güzel la da şiirler yazmış olan Âşık Şermî'den re, bozahanelere ve âşık kahvelerine
destanlar söylemiş bir âşık olarak da bi­ şuara tezkireleri de söz eder. kadar her ortamda kendilerine yer edi­
linir. 18. yy âşıklarından Abdî(->) de nen âşıklar saray tarafından da korun­
aruz ve hece ile söylediği şiirlerde İs­ muşlardır. Âşıklar arasındaki geleneğe
tanbul'dan ve bu şehre duyduğu sevgi göre bu yüzyılda Çemberlitaş'taki Tavuk-
ve özlemden söz eder. D İ V A N pazarinda bulunan bir kahve en önemli
18. yy'da âşık edebiyatı bakımından âşık merkezi sayılıyordu. Burada saray
Dermedim hayli zamandır gülünü
İstanbul'da büyük isimler görülmemek­ tarafından himaye edilen bir "reis-i aşi­
İstanbul'un
le birlikte şiirlerinde şehrin çeşitli yön­ karı", "âşıklar kâhyası" bulunur, âşıklar
Dinlemeğe hasretiz bülbülünü
lerinden ve bazı tarihsel olaylardan söz loncasının işlerini idare ederdi. II. Mah-
İstanbul'un
eden birçok âşık vardır. Bağdatlı oldu­ mud (hd 1808-1839), Abdülmecid (hd
Bilmezem n'işler içinde ol
ğu ya da uzun bir süre burada yaşadığı 1839-1861) ve Abdülaziz (hd 1861-1876)
melek-siymâları
tahmin olunan Âşık Bağdadî, Topkapı dönemlerinde saray tarafından himaye
Gelir ise ben sorayım yelini
Sarayı ile III. Selim hakkında şiirler söy­ edilen yirmi-otuz âşık bulunduğu kabul
İstanbul'un
lemiştir. Bağdadî, yayımlanmış iki koş­ edilmektedir. Geleneğe göre İstanbullu
ma ve bir semaisinde Topkapı Sarayı Aşık Hüseyin, Tavukpazarı âşıklarına
Bir acâyib yerde kaldık kûy-ı yârdan
Hazine Dairesi'nden söz etmekte, padi­ 1834-1861 arasında reislik yapmış, on üç
kim gelür
şahı bizzat görüp ayağına yüzünü sür­ yıl da sarayda fasıl yapan âşıkların başın­
Biz varınca nazlı dilber bizi
düğünü, karşısında el bağlayıp divan da bulunmuştur. Beşiktaşlı Gedâî(-«) de
yakmağa gelür
durduğunu ifade etmektedir. Abdülaziz döneminde padişah huzurun­
Ne hâlimden bir sorar var, ne
Konyalı olduğu sanılan ve Kabakçı da icra edilen fasıllara reislik etmiştir. Bu
dilimden bir bilür
Mustafa Ayaklanmasın) ile ilgili bir des­ yüzyılda İstanbul'da öteden beri varlığını
Hele bizler de unuttuk dilini
tan söyleyen Nigârî, isyancılardan yana koruyan, Türkçe şiirler söyleyen Ermeni
İstanbul'un aşuğlar da ya kendi muhitlerinde ya da
olduğunu, ıslahatçıları ve ıslahatları sev­
mediğini dile getirmiş, III. Selimin yeri­ âşık kahvelerinde sanatlarını icra etmiş­
Görmez olduk hûblar ile ol safâlı
ne tahta geçen IV. Mustafa'yı övmüştür. lerdir. Bunlardan Nâmî(->), Bîdârî(-0 ve
yerlerin
Anadolulu âşıklar arasında İstanbul'a Serverî(-0, destanları, koşmaları ve aruz-
Kokmaz olduk yasemîn-ü nerkis-ü
uğramak, kazanç ve şöhret sahibi olmak lu şiirleriyle ün yaptıkları gibi, basılmış
sünbüllerin eserleri ile de adlarını duyurmuşlardır.
için gerekli görülürdü. Bu yüzden gezici Gam yemezdim vakıamda bâri
âşıkların 18. yy'm sonlarından itibaren görsem hûbların 19. yy'da İstanbul, âşık edebiyatının
İstanbul'a uğradıkları saptanmıştır. Hasretiz sarmağa ince belini en eski türlerinden biri olan destanın,
Konyalı Şem'î ( 1 7 8 3 - 1 8 3 9 ) 18. yy İstanbul'un bunu bir geçim yolu haline getiren des­
sonlarıyla 19. yy'm ilk yarısında yaşa­ tancılar eliyle yaygınlık kazanmasına ve
mış, hayatının bir döneminde İstan­ Gider oldum hasretiyle ben de 20. yy başlarına, hattâ günümüze kadar
bul'da bulunmuş âşıklardandır. İstan­ hülya semtine devam etmesine de tanık olmuştur. Son
bul'a üç kez gelen Şem'î, âşık kahvele­ Ol sebebten gitmedim ben dahi yıllara kadar Anadolu'da da devam etti­
rinde çalıp söylemiş, ünü kibar ve rical sevda semtine rilen destancılık(-0 tek yaprak üzerine
konaklarına, saraya kadar ulaşmıştır. Bir kerecik düşebilsem ben de basılmış destanları kalabalık yerlerde
Şem'î bir gazelinde III. Selim'in huzu­ Konya semtine yüksek sesle ve özel bir ezgi ile okuyan
runda da saz çaldığını belirtir. Bu ya­ D e f ederdim ol vakit işgilini destancılar eliyle sürdürülürdü (bak.
kınlığın sonucu kendisine Konya'nın İstanbul'un destanlar).
başhavalalığı (su memurluğu) ve sonra Bolu'nun Şahnalar Köyü'nde doğan
da çarşı ağalığı görevi verilmiştir. Ölü­ Çare ne gurbet ilinde ben bükâlar Dertli de (1772-1845) İstanbul'a uğrayan
münden sonra İstanbul'da birçok kez eylerim âşıklardandır. İlk kez 25 yaş dolayların­
basılan Divan-ı Sem % bu âşığın şöhreti­ Ol keman - ebrulara hayr-ü dualar da İstanbul'a gelen Dertli, burada um­
nin 20. yy başlarına kadar devam ettiği­ eylerim duğunu bulamaz. Konya, Halep, Şam ve
ni gösterir. Ahdî der kim yine inşallah sâfalar Mısır'da geçirdiği uzun yıllar onun âşık
Şem'î'nin arkadaşı Silleli Sürûrî de eylerim olarak olgunlaşmasına, tasavvuf terbiye­
(ö. 1855) memleketinden ayrılıp istan­ Destime bir kez alaydım elini sinden geçmesine yardımcı olur. Yıllar
bul'a gelen âşıklardandır. Geleneğe gö­ İstanbul'un sonra bir kez daha İstanbul'a gelen
re âşık kahvelerinde çalıp söylemiş, pa­ ABDÎ Dertli, âşıklığının zirvesindeyken burada
dişah katında ilgiye mazhar olmuş, an­ büyük bir itibar kazanır. Tavukpaza-
cak kendisini kıskanan İstanbullu âşık­ rindaki Âşıklar Kahvesi'nde âşıklar kâh­
lar tarafından zehirlenerek ya da boğ­ yasının önünde saz çalıp muamma çö-
durularak öldürülmüştür. Kesin olma­ 19- yy, âşık edebiyatının büyük şah­ zer, o günlerde yeni kabul edilen fes
yan bu bilgiler Sürûrî'nin bir ara İstan­ siyetler yetiştirdiği, İstanbul'da da âşık­ üzerine bir methiye yazarak II. Mah-
bul'da bulunduğunu göstermesi bakı­ lara değer verildiği bir dönemdir. mud'un himayesini kazanır. Dertli'nin
mından ilginçtir. Âşıklığı meslek olarak seçmiş halk istanbul'daki şöhreti ölümünden sonra
18. yy âşıklarından Zileli Talibî de sanatçılarının ülkenin dört bir yanını da sürmüş, taşbasması olarak birçok kez
(ö. 1813) âşıklar arasmdaki geleneğe ve dolaştıkları, birçoğunun yanında çırak- basılan Divan'ı büyük ilgi görmüştür.
çırağı Fedâî'nin ifadesine göre İstan­ larıyla gidilen her yerde meclis kurup Kalem şuarası âşıklardan Bayburtlu
bul'da bulunmuş, burada âşıkların hatı­ meydan açtıkları, panayır zamanlarında Zihnî'nin (1797-1859) İstanbul serüveni
rasında iz bırakmıştır. Fedâî'nin yolu da Anadolu'nun büyük şehirlerinin bu ge­ de oldukça ilginçtir. 1815'ten itibaren
bir ara İstanbul'a düştüğünde Kumka- zici âşıkları dört gözle beklediği bu birkaç kez istanbul'da bulunmuş, bazı
pı'daki "Sazlı Kahve'ye uğramış ve ora­ yüzyılda İstanbul'da da büyük bir âşık devlet adamlarının divan kâtipliğini
ÂŞIK EDEBİYATI 362

yapmış, Divan'mı Babıâli'ye sunmuştur. 20. yy başlarında İstanbul'un âşık


Taşradaki memuriyetlerinden istifa ya muhitleri eski canlılığını yitirmiş, devlet D E S T A N
da azil nedeniyle ayrıldıkça yeni bir gö­ ve toplum düzeni farklı bir görünüm
rev için İstanbul'a uğrayan Zihnî'nin kazanmış, II. Meşmtiyet'in (1908) getir­ Nice vasf-etmeyim böyle koçağı
"Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş" diği özgürlük ortamı içinde ve birbirini Menendi gelmemiş asla dünyâya
mısraı ile başlayan koşması, İstanbul'da izleyen savaşların oluşturduğu maddi ve Dilerim ki cennet olsun durağı
iki kez bestelenmiş ve günümüze kadar manevi yıkımların etkisi altında yeni bir Evvel mekamı firdevs-i âlâya
sevilerek okunmuştur. Aruzla yazdığı şi­ âşık tipi ortaya çıkmıştır. Âşık kahveleri­
irlerden oluşan Divan'ı ise ölümünden nin bu arada yarı resmi nitelikteki âşık­ Artsun eksilmesün böyle koçaklar
sonra oğlu tarafından İstanbul'da bastı­ lar teşkilatının dağılması ile İstanbul'un Hep o yüzden şeref buldu ocaklar
rılmıştır (1876). Zihnî'nin. henüz basıl­ çeşitli yerlerinde semai kahveleri(->) Çekildi gaibden yeşil sancaklar
mamış "Sergüzeştname" adlı eserinde açılmaya başlamış, buralara devam Niyet edip asker çıktı gazaya
de İstanbul'la ve buradan tanıdığı bazı eden külhanbeyi ve tulumbacıların etra­
Ondört kal'a yürüyüş etti birden
devlet görevlileriyle ilgili şiirleri vardır. fında yeni bir âşık edebiyatı ve musiki
Gaib erenler erişti geriden
Develili Seyrânî de (1800-1866) 19. bağlantılı farklı bir sanat ortamı doğ­
Merd yiğitler şikâr aldı sürüden
yy'ın ikinci çeyreğinde İstanbul'a gel­ muştur. Özellikle ramazan aylarında fa­
Mübarek gazası Halil Ağa'ya
miş, medreseye devam edip hat sanatı aliyet gösteren çalgılı kahvelerde çalınıp
ve nakkaşlık eğitimi görmüştür. Saray okunan usta malı deyişler ve destanlar, Ara yerde gitti ingiliz Mahmud
ileri gelenlerinden bazı kişileri hicvettiği bu muhitlere özgü ayaklı maniler İstan­ İşidip herbiri oldular bîhûd
için hemşerilerinin yardımıyla İstan­ bul halkının gündelik hayatına yeni bir Şaşırttı onları Cenâb-ı Ma'bûd
bul'dan kaçmış, bir süre değişik yerler­ canlılık kazandırmıştır. Bu yüzyılın baş­ Uğradı herbiri gizli sıtmaya
de dolaştıktan sonra memleketine dön­ larından itibaren yaşanan hızlı gelişme­
ler âşık edebiyatının yavaş yavaş sönüp Ondört kal'a bir araya geldiler
müştür. Orta Anadolulu âşıklar içinde,
yaşadığı dönemin aksaklıklarını ve Tan­ gitmesine yol açmıştır. Büyük Dere'de kavi ü karar ettiler
zimat'ın uygulanmasında görülen bo­ Mustafa'yı şol serasker diktiler
M. Fuad Köprülüye 19- yy sonu ile Çekildi bayraklar Âsitâne'ye
zuklukları en iyi eleştiren âşık olma
20. yy başlarının âşık edebiyatı ve âşık­
özelliğini kazanmıştır. Allah Allah deyüb yürüdü asker
larla ilgili her konuda kaynaklık eden
Develili Seyrânî kadar ünlü olma­ kişilerden biri olan Kastamonulu Âşık Böyle istedi ol Celîl-i Ekber
makla birlikte ondan bir süre önce ya­ Fevzî, geleneğin bütün yönlerine vâkıf Erişti geriden Üçler, Yediler
şayıp Yeniçeri Ocağı'mn kapatılmasına son âşık sayılabilir. Yozgatlı Hüznî, Üs­ Kırklar da beraber girdi araya
bir destan söylemiş olan Ispartalı Seyrâ­ küdarlı Râmî, Kastamonulu Yorgansız
nî de 1826'da İstanbul'da bulunmuş ol­ Kireç Burnu köy başım aştılar
Hakkı, Şarkışlalı Âşık Veysel Şatıroğlu,
malıdır. Onun "Vak'a-i Hayriye Destanı" Sağ selâmet tstinye'yi geçtiler
Ali İzzet Özkan, Ali Huzurî Coşkun gibi
diye bilinen bu şiiri olayın ayrıntılarını Deryâ-menend dalgalanıp coştular
âşıklar ya bir süre istanbul'da yaşayarak
bir gözlemcinin kaleminden çıkmış gibi Gelip dâhil oldular Tophane'ye
ya da arada bir gelip geçerek eski gele­
vermektedir. neğin anımsanmasına, aydınların deste­
Bu dönemin İstanbullu âşıklarından ği ile yeni bir âşık tipinin canlanmasına Yetmiş idi bu âlemin canına
olup da donanmada görev yapan ve bu yardımcı olmuşlardır. Günümüzde de Girmediler hiç kimsenin kanma
görevden emekli olan Gülzârî de II. İstanbul'un zaman zaman gösteri niteli­ Çektiler kazanı Et Meydanı'na
Mahmud'un ölümü üzerine yazdığı ğinde âşık toplantılarına ev sahipliği Haber gitti Seğmen Başı Baba'ya
uzun destanla büyük ün kazanmıştır. yaptığı görülmektedir. Bu etkinliklerin
Bu destanda padişahın hastalanıp ölme­ eski âşık kahveleri, semai kahveleri ve Cem' olub bir yere geldi Ocaklı
si, Abdülmecid'in tahta geçişi hikâye çalgılı kahvelerden izler taşımasının söz Hep elleri gürzlü, kolu kolçaklı
edilmekte, halkın hissiyatı acıklı bir dil­ konusu olmadığı; bir gösteri, bir konser Ol yüzü heybetli, belli bıçaklı
le anlatılmaktadır. 19. yy İstanbul'unun niteliği taşıdığı ortadadır. Velvele verdiler Âsitâne'ye
renkli simalarından olup yerleştiği yerin
adıyla "Beşiktaşlı" diye anılan Gedâî de Bibi. Evliya. Seyahatname. I. 638-639; ay, Şeyhislâm, Kazasker cümle geldiler
Seyahatname. V, İst.. 1315, s. 283; Köpriilü- Şer'-i şerif üzre fetva verdiler
bu semtin ve İstanbul âşık muhitlerinin zâde Mehmed Fuad, "Saz Şairleri I-DC", İk­
simgesi olmuş kişiliklerden biridir. dam, 12 Nisan-24 Mayıs 1330 (1914);' ay, Allah Allah deyüb gulbeng çektiler
II. Mahmud döneminin İstanbullu "Türk Edebiyatında Aşık Tarzının Menşe' ve El kaldırıp başladılar duaya
âşıklarından Reşidî, semai kahvelerinin Tekâmülü Fİakkında Bir Tecrübe", Millî Te-
tebbıdar Mecmuası, I, 1 (Mart-Nisan 1331
müdavimi halk sanatçılarından biridir.
[1915D, s. 5-46: Ahmet Cevat, "Meydan Şair­ Herbiri bir güne oldular yeksan
Yaşamı ve kimliği hakkında fazla bilgi leri I-II". HBH S. 26, 27 (Temmuz, Ağustos Olmadı bir zerre kimseye ziyan
bulunmamakla birlikte çeşitli destanları 1933); M. F. Köprülü, Türk Sazşairieri, 11-111,
Defetti kazayı rahmet-i Yezdan
ile meddahları yerden yere vuran hicvi­ Isı. 1940-1941; ay, Türk Sazşairieri. I-V, An­
kara, 1962-1965; Ahmed Talat (Onay), Halk Nâm u sânı gitti Kızıl Elmaya
yesi ünlüdür.
Şiirlerinin Şekil ve Nev'i, ist., 1928; Saadettin
Şiirlerinde açık bir biçimde ifade et­ Râhına aşk edem bu canı fedâ
Nüzhet (Ergun), X\Tncı Asır Sazşairleıinden
mese de âşıklar arasındaki bir geleneğe Kâtibi. İsı, (1933); ay, XLX'uncu Asır Sazşa- Vücûdun hatasız eylesün Hudâ
göre Erzurumlu Emrah da (ö. 1860) is­ irlerinden Sille'li Sûrun, İst., ( 1 9 3 3 ) ; ay, Tahta cülus etti Sultan Mustafa
tanbul'a gelmiş ve Tavukpazarı'ndaki XVII'nci Asır Sazşairlerinden Âşık, İst., Önce selâmlayub Ayasofya'ya
Âşıklar Cemiyeti'ne altı ay kadar reislik (1933); ay, XWI'nci Asır Sazşairlerinden Ku-
etmiştir. Bu bilgiler kesin olmasa da ge­ loğlu, İst., (1933); ay, XIX'uncu Asır Sazşair­ Nigâıi vasfını etmede hâlâ
lerinden Beşiktaşlı Gedâî, İst., (1933); ay, tnayet-i Hak'dan buldu tecellâ
leneğin ünlü âşıkların birçoğu için ön­ Âşık Ömer. Hayatı ve Şiirleri, İst.. (1936); O.
gördüğü gibi İstanbul'a uğrama ve bu­ C. Kaygılı, İstanbul'da Semaî Kahveleri^ ve Cihanda olmamış böylesi asla
rada kazanç ya da şöhret aramayı ifade Meydan Şairleri, İst., 1937; İ. Ozanoğlu. Âşık Yazdılar tarihin ilm-i simyaya
etmesi bakımından ilginçtir. Emrah'ın Edebiyatı. Medhal. Kastamonu. 1940; M. Y.
Dağlı, Tokatlı Gedâî. Hayatı ve Eserleri, İst., Evvelâ fermanlar oldu kıraat
istanbul'da basılmış olan Divan'mda
1943; T. Alangu, Çalgılı Kahvelerde Külhan- Kurtuldu, sevindi cümle mevcudat
(1916) bulunan "Püskül Destanı" belki
bey Edebiyatı ve Numuneleri, İst., 1943; H. Cenab-ı Bâri'den oldu inayet
de bu İstanbul ziyareti sırasında II. C. Öztelli, Zileli Şairler, Samsun, 1944; ay, Emroldu, fermanı gitti Konya'ya
Mahmud'a ve devlet ileri gelenlerine Halk Şiiri. XIV-XV1I. Yüzyıllar. İsı, 1955; ay,
ÂŞIK NÎGÂRÎ
yaranmak, halka fesi b e n i m s e t m e k Halk Şiiri. XTV-XVII. Yüzyıllar, İst., 1955; ay,
amacıyla söylenmiş olmalıdır. Üç Kahraman Şair: Köroğlu, Dadaloğlu, Ku-
363 ÂŞIK MUSİKİSİ

loğlu, İst., 1974; ay, "Osmanlı Tarihine Adı sayılan bir "arakiye" âşıklar reisince de tutunamayanlar İstanbul'u terk etti­
Karışan Saz Şairi Koroğlu", Türkoloji, VI, S. kendisine hediye edilirdi. ler, kalanlar ise tarzlarım az çok değişti­
1, Ankara, 1974; ay, Uyan Padişahım, İst.,
O dönemde, âşıkların belirli bir kıya­ rerek sanatlarını yaşatmaya çalıştılar.
1976; H. Eren, Türk Sazşairleri Hakkında
Araştırmalar, I, Ankara, 1952; M. H. Bayrı, fetleri yoktu. Ama giyimleri dervişane Çalgılı kahvelerde, âşık tiplerinin ya­
Halk ŞUH. XIX. Yüzyıl, İst., 1956; ay, Halk Şi­ ve birbirine benzer tarzda idi. Bazıları nında, kendisine âşık sıfatı yakıştırarak
iri, XX. Yüzyıl, İst.. 1957: K. Pamukciyan, destegül dedikleri kolsuz hırka giyerler, destan, mani, semai ve divan gibi oku­
"Aznavuroglu", İSTA, III, 1728-1729; Ali Ufkî, bellerine kemer bağlarlar ve çoğu za­ duğu tür ya da türlerle ünlenmiş okuyu­
Mecmuâ-i Sâz ü Söz (haz. Şükrü Elçin), An­ man başlarına yeşil bir sarık sararlardı. cular ortaya çıktı. Arnavut, Ermeni gibi
kara, 1976; Şair Dertli, I-II (haz. Şemsettin
Kutlu), İst., 1979; F. Halıcı. Âşık Sem î. Haya­ Bir kısmı da haydari giyerek başlarına çeşitli zümrelere mensup okuyucular da
tı ve Şiirleri, Ankara, 1982; ay, Âşıklık Gele­ dervişlerinkine benzer taç koyarlardı. okuyuş tarzları ile ünlenenler arasında
neği ve Günümüz Halk Şairleri. Güldeste, 16-17. yy âşık sanatında âşık meclis­ idi. Böylece gerçek temsilcileri ile olma­
Ankara, 1992; H. A. Kasır, Develili Seyrânı. lerinin nasıl kurulduğu ve âşık fasılları­ sa bile, geride bıraktığı kalıplaşmış söz
Hayatı-Sanatı-Şiirleri, İst., 1984; Ş. Elçin, nın nasıl yapıldığı konusundaki bilgiler ve musiki unsurları ile âşık sanatı bir
Halk Edebiyatı Araştırmaları, I-II, Ankara,
1988; M. Yardımcı-H. İvgin, Zileli Fedaî, An­ yok denecek kadar azdır. Bununla bir­ süre daha yaşamaya devam etti.
kara, 1983; M. Yardımcı, Zileli Âşık Talibi, likte, âşık musikisini doğrudan ilgilendi­ Çalgılı kahveler, çoğunlukla tulum­
İst., 1989; S. Sakaoğlu, Bayburtlu Zihnî, İst.. ren en eski kaynak olan Ali Ufkî Bey'in bacılığın en parlak olduğu semtlerde,
1988; ay. "Türk Saz Şiiri". Türk Dili, S.445- kaleme aldığı Mecmua-i Saz ü Söide sadece ramazan aylarında ve hükümet­
450 (Ocak-Haziran 1989). s. 104-250; ay, "17. varsağı, türki, tekerleme, yelteme, dua, ten izin alınarak açılırdı. Halkın serbest­
Yüzyıl Âşık Edebiyatı Üzerine Notlar: I-IX".
oyun havaları gibi türlerle, aşk. muhab­ çe oturmalarına elverişli olarak seçilen
Türk Dili, S. 477-501 (Eylül 1939-Eylül 1993).
bet, gurbet, nasihat, kahramanlık, savaş, bu kahvelerin bir k ö ş e s i çalgıcılara
M. SABRİ KOZ tabiat ve övgü konulu âşık tarzı havala­ mahsustu. Çalgı sesinin her taraftan iyi
rın da yer alması, âşıkların repertuvarla- duyulabilmesi için çoğu zaman kahve­
ÂŞIK MUSİKİSİ rı hakkında bazı ipuçları vermektedir. nin ön köşelerinden birisi çardağa ben­
Osmanlı ülkesinde yıllarca gezip dolaş­ Bu ezgilerin güfteleri genellikle, her zer biçimde, yerden biraz yüksek bir
mış ve ustalığını kabul ettirmiş âşıklar, mısrası 7, 8 ve 11 heceli dörtlüklerden zemin olarak hazırlanır, dört tarafı birta­
İstanbul'a gelerek musiki çevrelerinde oluşmaktadır. Bunun yanında, gazel ya kım kâğıt çiçeklerle süslenir ve kapısı­
tutunmaya çalışır, k a h v e h a n e l e r d e , da murabba tarzlarında fâilâtün-fâilâtün- nın üzerine de "muamma" asılırdı. Mec­
meyhanelerde, bozahanelerde, mesire fâilâtün-fâilün; mefûlü-mefâîlü-mefâîlü- lis, daha çok, muamma hazırlayan ve
yerlerinde, panayırlarda ve düğünlerde meûlün; mefâîlün-mefâîlün-mefâîlün- asan usta bir âşığın çalıp okuduğu bir
çalıp söylerlerdi. Bu halk sanatçıları, mefâîlün ve müstef'ilâtün-müstef'ilâtün- hava ile başlar, ardından başka bir âşık,
beylerin konaklarında ve padişah saray­ müstefilâtün-müstef'ilâtün gibi kalıpları meclisi idare etme görevini üzerine alır­
larında bile ustalıklarını göstermeye ça­ -çoğu zaman bozuk bir biçimde- kulla­ dı. Muammayı asan ve meclisi idare
lışırlardı. Evliya Çelebi, IV. Murad ve IV. nan aruz vezinli ya da aruz veznine he­ edene çığırtkan denirdi.
Mehmed'in âşıklara ilgi gösterdiklerini ce sayısı bakımından uyan tarzlara da Bu mekânlarda, musiki meclisleri ise
belirtmiştir. Çeşitli kaynaklarda da 19. rastlanmaktadır. Ancak, bunların ne za­ mani ile açılırdı. Mani faslının ardından
yy'da II. Mahmud, Abdülmecid ve Ab- man, hangi ortamlarda, ne şekilde kul­ koşma, semai, divan, yıldız, destan, ka­
dülaziz dönemlerinde sarayda, otuzdan lanıldığı bilinmemektedir. lenderi, lebdeğmez ve noktasız gibi tür­
fazla âşık bulunduğuna değinilmiştir. M. Fuad Köprülü'nün, Kastamonulu lerde havalar okunur ve âşık karşılaş­
19. yy'ın ikinci yarısından itibaren İs­ Âşık Fevzi'den aldığı bilgiye göre; 19. maları yapılırdı. Âşık karşılaşmaları ve
tanbul'da Aksaray, Beşiktaş, Çemberli- yy'ın ikinci yarısında, İstanbul Tavukpa- okuyucuların atışmaları genellikle hazır­
taş, Yenibahçe, Unkapanı, Üsküdar ve zarı âşık fasıllarında, önce bir âşık, Çu- lanmadan gerçekleşirdi.
Tahtakale âşık kahveleri öncelikle âşık­ hacıoğlu Ali Paşa peşrevini okur, ardın­ Çalgılı kahvelerde halkı eğlendirecek
ların özel mekânları idi. Bu kahveler dan âşıklar reisi saz ile bir taksim ve ge­ bir program uygulanırdı. Kumlan musi­
içinde Beşiktaş, Çemberlitaş ve Tahta­ zinme ile faslı başlatırdı. Başâşığın oku­ ki meclisleri eskiye göre daha basit,
kale âşık kahveleri gözde idi. Fuad duğu gazel ve bir beyitlik bir parçanın hattâ yozlaşmış bir tarzdaydı. Gerçi bu
Köprülü'ye göre, II. Mahmud'dan önce­ ardından, öbür âşıkların katılımı ile di­ kahvehanelerde de âşık tarzı havalar
ki dönemlerde Tahtakale, daha sonra van okunur, bunu her âşığın ayrı ayrı çalınıyordu, ancak, âşıklar ve âşık çalgı­
da Tavukpazarı'nda bulunan kahveha­ çaldıkları divanlar takip eder, sonra ları yerine gürültülü çalgılarla okuyucu­
neler, âşıkların mekânı olarak önem ka­ âşıklar reisi bir koşma okur, taşlamalara lara eşlik eden ve daha çok kalıplaşmış
zanmıştı. Semai kahveleri(->) ya da âşık­ başlardı; Öbür âşıklar da reisi takip e- ayaklar, aranağmeler çalan çalgıcılar
lar mahfeli denilen bu mekânlar içinde derlerdi. Yanık Kerem ve garip havaları­ önem kazanmıştı artık. Gene de, âşık­
en önemlisi Çemberlitaş'taki Tavukpa­ nın okunmasından sonra yatsı namazı lar, çalgılı kahveler dışında, açık havada
zarı'nda idi. için yaklaşık bir saatlik bir ara verilirdi düzenlenen düğün şenlikleri ve eğlen­
Âşık sanatının, II. Mahmud dönemin­ Aradan sonra, âşıklar reisinin okuduğu celere de katılarak geçimlerini temin et­
de (Î808-1839) teşkilatlanmış bir sanat bir gazel ve bir kalenderi ile fasıl yeni­ meye çalışıyorlardı. Bu şekilde meslek­
olarak geliştiği görülmektedir. Ustalığı den başlar, reis yine bir semai söylerdi, lerini yaşatmayı başaran bu son âşıklar,
kabul edilmiş bellibaşlı âşıklar, âşıklar semailerden sonra da sıra destanlara ge­ İstanbul'da âşık sanatının da son temsil­
cemiyetini meydana getirir, bir âşık da lirdi. Destan bitince, bülbül koşması ile cileri oldular ve 1920'li yıllarda tama­
başkanlığa seçilirdi. Başkana da "reis-i bir müstezat birkaç âşık tarafından oku­ mıyla kayboldular.
âşıkan" ya da "âşıklar kethüdası" denir­ nur veya dü-beyt, bahr-i tavil, acem ağ- Çeşitli kaynaklardan 16. ve 17. yy'
di. Reis-i âşıkanın makamı, Tavukpaza- zı-sakiname veya Âşık Emrah'ın püskül larda kopuz, çöğür, bozuk, çeşde, sun-
rı'ndaki büyük kahve idi. ve perçem kalenderisi, bunlar da olmaz­ der, çartar, şeş-hane, yelteme, karadü-
Kendisinde âşıklık hevesi ve kabili­ sa Tahir-Zühre havası, Köroğlu, Genç zen, ravza, yonkar, tanbura gibi çalgıla­
yeti gören bir genç mutlaka gelip Ta- Osman, Sivastopol, Yemen ve Mısır des­ rın Osmanlı şehirlerinde ve saraylarda
vukpazarı'ndaki Âşıklar Cemiyeti'ne sı­ tanlarından biri söylenirdi Fasıl bu şe­ çalındığı anlaşılmaktadır. Minyatürlerde
ğınır ve önce "çırak" olarak kabul edi­ kilde bitince sıra muammaya gelirdi. de bu çalgılardan bazıları resimlenmiş-
lirdi. Usta âşıklardan ders alarak saz ve Âşık tarzı, 19. yy'ın sonlarında gittik­ tir. 18. yy'a kadar kopuz, çöğür ve bo­
sözde onları taklide başlar, kabiliyet çe zayıfladı, itibarım kaybetti. Halk. se­ zuğun fasıl heyetinde kullanıldığı görül­
gösterirse kalfa olur ve kabiliyetini daha mai kahveleri yerine çalgılı kahve deni­ mektedir. 18. yy'da kopuz kaybolmaya
fazla geliştirince usta âşık kabul edile­ len yerlere rağbet etmeye başlayınca da başlamış, çöğür hâkim çalgı olmuştur.
rek "itimadname" alırdı. O zaman bu­ bu kez âşıkların sığındıkları mekânlar Çaldıkları çalgıdan dolayı âşık kelimesi
nun için özel bir tören düzenlenir, uğur çalgılı kahveler oldu. Çalgılı kahvelerde ile aynı anlamda olan "çöğürcü" tabiri
ÂŞIK ÖMER 364

de bu yüzyılda kullanılmaya başlanmış­ Çalgılı kahveler ve özellikle meyha­ coşturarak hükümetin istediği yönde
tır. Kastamonulu Âşık Fevzî, 19. yy'da neler gibi halkın sık sık bir araya geldi­ kamuoyu oluşturmaya çalışırlardı.
semai kahvelerinin duvarlarında gün ği yerlerde âşık tarzının bozuk örnekle­ Hükümetçe korunan ve teşkilatlan­
boyu çöğür, onun küçüğü Bulgarî, beş rini söyleyen okuyucular âşık musikisi­ mış bir âşık sanatı ile özellikle Anadolu
telli bağlama, altı telli bozuk (bozok), nin İstanbul kültür hayatına bıraktığı âşık sanatı arasında tespit edilen yakın­
yedi telli yanuk ve tambura gibi çalgıla­ hatırayı yaşatmaya çalışmışlardır. Yakın lık, İstanbul'un etkili bir merkez oldu­
rın asılı durduğunu bildirmektedir. bir geçmişe kadar, matbaada bastırdığı ğunu göstermektedir. Bu benzerlikler,
20. yy başlarında, çalgılı kahvelerde hüzünlü ya da eğlenceli destanları oku­ 18. yy'a kadar Anadolu'dan İstanbul'a
ise, klarnet, zurna, darbuka, dümbelek, yarak dolaşan destancılar da âşık musi­ taşınan bir âşık sanatı geleneğinin varlı­
zilli maşa, çifte nağara gibi çalgılar kul­ kisinin son temsilcileridir. ğını düşündürebilirse de özellikle 19.
lanılmıştır, ama bu çalgılar, şüphesiz İstanbul âşık musikisinin çeşitli Os­ yy'dan itibaren etkileşimin yönünün İs­
âşık sazları değildir. Bunlar, âşık tarzı manlı şehirlerinde yaygınlaşmış olan şe­ tanbul'dan Anadolu'ya doğru olduğu
havaları okumakla ünlenmiş halk sanat­ hir muhiti âşık sanatı ile de büyük ben­ gözlemlenmektedir.
çılarına eşlik eden çalgıcıların kullandığı zerlikleri vardır. Bu benzerliğin en Bibi. Ahmet Cevat, "Mevdan Şâirleri, 1-2",
çalgılardır. Âşık sanatının İstanbul'da önemli kaynağı, daha çok kendi kişilik­ HBH, 26, 27, 1933; Ahmet Talât ( O n a y ) ,
yok olduğu zamana kadar, özellikle çö­ lerini ispatlamak ve biraz da şöhret bul­ Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev'i, İst., 1928; Ali
ğür vb çalgılar kullanıldığını çeşitli kay­ mak amacıyla İstanbul'a gelen ve bir Ufkî, Mecmuâ-i Sâz ü Söz (haz. Şükrü Elçin),
İst., 1976; İ. H. Uzunçarşılı, "Osmanlılar Za­
naklar bildirmektedir. süre kaldıktan sonra tekrar memleketle­
manında Saraylarda Musiki Hayatı", Belleten,
İstanbul'da yüzyıllar boyunca yaşa­ rine dönen gezgin âşıklar ve bu âşıklar no. l 6 l , 1977'; M. K. Özergin, '"XVII. Yüzyıl­
maya ve geleneklerini korumaya çalışan yoluyla oluşmuş "âşık kolları"dır. da Osmanlı Ülkesinde Çalgılar", TFA, no.
âşık musikisi, istanbul'un musiki hayatı­ İstanbul'a gelen bu gezgin âşıklar, 263, 264, 265, s. 6006-6009, 6031-6036, 6049-
na pek çok katkıda bulunmuş, İstan­ geliş ve gidişlerinde uğradıkları yörelere 6056; Köprülüzade Mehmed Fuad, "Türk
Edebiyatında Âşık Tarzının Menşe ve Teka­
bul'un sanat hayatından da çok yönlü öğrendiklerini götürmüşler ve yetiştir­ mülü Hakkında Bir Tecrübe", Millî Tetebbu-
etkilenmiştir. Özellikle aruz vezinli ya dikleri çıraklara da bildiklerini aktarmış­ lar Mecmuası, I, 1, Mart-Nisan/133K1915), s.
da aruz vezinli hissi veren bazı türlerde lardır. Böylece, Anadolu'da yaygın âşık 5-46; ay, "Saz Şâirleri/1-11", İkdam, 3, 7, 11,
bu etkilenme kendini daha çok gösterir. tarzı havaların İstanbul'a taşınması ya­ 16, 19, 25 Nisan; 2, 7, 9, 31 Mayıs; 6 Hazi­
Bu çeşit ezgilerin okuyuş tavrı, klasik nında, İstanbul'daki âşık meclislerinde ran/1330 (1914); M. F. Köprülü, Türk Sazşâ-
irleri, I-V, Ankara, 1962-1965; ay, Edebiyat
Türk musikisi ve tekke musikisinin bir çalınan ezgilerin, ağızların ve bunların
Araştırmaları, Ankara, 1966, s. 157-238; O.
sentezi gibidir. Vezin, söz ve ritim kulla­ çalış-okuyuş tavır ve üsluplarının yayıl­ C. Kaygılı, İstanbul'da Semaî Kahveleri^ve
nımları ile ezgisel işleyişler de şehir mu­ masına da vasıta olmuşlardır. Nitekim Meydan Şâirleri, İst., 1937; I. Ozanoğlu, Âşık
hiti âşık sanatının önemli unsurlarıdır. halk musikisi derleme gezileri ile eski Edebiyatı, Kastamonu, 1940; S. Şenel, "Aşık
Bu özellikler âşık fasıllarında kendini şehir merkezlerinde tespit edilen şehir Mûsikîsi", DİA, III, 553-556.
daha belirgin bir biçimde gösterir. Peş­ muhiti âşık musikisi özellikleri (gele­ SÜLEYMAN ŞENEL
rev, gazel ve taksim gibi türlerin âşık fa- nek, görenek, adap, erkân, türler, âşık
sıllarındaki varlığı ile mersiye, methiye, tarzı ezgi çeşitliliği, icra tarzları, ağız ÂŞIK ÖMER
nat, divan, semai, kalenderi ve müstezat kullanımları vb), İstanbul semai kahve­ bak. ÖMER (ÂŞIK)
gibi türlerin icra tarzları tekke musikisi lerinde ve İstanbul'u çevreleyen yöre­
ve klasik Türk musikisinin etkilerini ko­ lerde icra edilen âşık musikisiyle yakın ÂŞIK PAŞA KÜLLİYESİ
layca hissettirir. Bir özenti sonucu orta­ benzerlik gösterir. Sözgelimi. İstanbul
âşık fasıllarında icra edilen taksim, di­ Fatih İlçesi'nde, Haydar Mahallesi'nde,
ya çıktığı açık olan bu özellikler, şüphe­
van, koşma, taşlama, muamma, kalen­ Cibali Caddesi, Esrar Dede Sokağı ve
siz ki zamanla âşık repertuvarmda belli
deri, aruz semai, müstezat, mersiye, Şair Baki Sokağı'nın kuşattığı alan üze­
bir zenginlik de yaratmıştır.
methiye, kerem havaları, Tahir-Zühre rinde bulunmaktadır.
Âşıklar kendi şiirleri yanında, Fuzuli,
Ziya Paşa ve Rıza Tevfik gibi kalem şa­ havası (Tahir ağzı), Garip ağzı, destan Sonradan camiye dönüştürülmüş bir
irlerinin şiirleriyle de âşık tarzı havalar çeşitleri, Çuhacıoğlu Ali Paşa peşrevi, mescit, günümüzde mevcut olmayan bir
okumuşlar ve ilgi toplamışlardır. Bu şi­ bülbül koşması, Köroğlu, Genç Osman, tekke, iki türbe, bir çeşme ve hazire bö­
irlerden bazıları klasik Türk musikisi Sivastopol gibi ezgiler, "adam aman"lı lümlerinden meydana gelen Âşık Paşa
bestekârlarınca da bestelenmiştir. söz­ maniler, lebdeğmez ve noktasız gibi Külliyesi'nin kuruluş dönemi yeterince
gelimi Medeni Aziz Efendi'nin, ''Ey türler, Anadolu'nun özellikle şehir mer­ aydınlatılmış değildir. Külliyeye ilişkin
çerh-i sitemger dil-i nâlâne dokunma" kezlerinde derlenmiştir. Ayrıca, Anado­ kaynaklarda, inşa tarihi, banisinin kimli­
mısraı ile başlayan hicaz şarkısının güf­ lu'da, İstanbul Âşık ağzı olarak okunan ği, binaların geçirmiş olduğu onarımla­
tesi, Âşık Ömer'in bir kalenderisidir. "adam aman" manileri, aruz semai ve rın niteliği gibi önemli hususlar hakkın­
Bunun yanında, âşık musikisi türlerin­ divan gibi örnekler de derlenmiş ve no­ da çelişkili ifadelere rastlanmaktadır.
den divan, koşma, kalenderi, müstezat, taya alınmıştır. Külliyenin tarihçesi, şimdilik, 953/1546
semai, kesik kerem gibi havalar ve bun­ tarihli İstanbul Vakıflan Tahrir Defte-
İstanbul âşık musikisinin özellikle
ların ayakları, klasik musiki icra eden n'ndeki kayıtlar esas alınarak şu şekil­
Anadolu'ya yayılmasını sağlayan mer­
sazende ve hanendelerce de çalınıp de özetlenebilir: Külliyenin merkezini
kezlerden biri de Tavukpazarı'ndaki
söylenmiştir; örneğin Âşık Dertli'nin oluşturan mescit, 1464-1479 arasında,
Âşıklar Cemiyeti'dir. M. F. Köprülü'nün
"Sâkıyâ camında nedir bu esrar" mısraı Eski Saray'ın ağalarından Abdullah oğlu
verdiği bilgilere göre, Rumeli ve Anado­
ile başlayan kesik keremi ile "Ok gibi Hüseyin Ağa tarafından, "Derviş Ahmed
lu'da dolaşan âşıklar, hükümet memur­
hûblar beni yaydan yabana attılar" mıs­ Âşıkî" ya da kısaca "Âşıkpaşazade" ola­
ları tarafından korunabilmek için, Ta-
raı ile başlayan "divan'ı bu yoldan gü­ rak tanınan, sufî ve tarihçi Şeyh Ahmed
vukpazarı Âşıklar Cemiyeti'nden vesika
nümüze ulaşabilmiştir. Efendi (ö. 1484'ten az sonra) adına inşa
ve itimatname alırlardı. Her yıl ekim ba­
ettirilmiştir. Mescit, Şeyh Ahmed Efen­
Âşık musikisi, ayrıca bazı klasik Türk şından, şubat sonuna kadar âşıklar ara­
di'nin büyükbabası olan, Kırşehir'deki
musikisi bestekârlarına ilham vasıtası da sından seçilen güvenilir ve hatırı sayılı
türbesinde gömülü, ünlü sufî ve şair
olmuştur. II. Mahmud, Pertev Paşa, Ke­ olanlar vilayetlere gönderilirdi. Âşıklar,
Âşık Paşa'nm (ö. 1333) ruhuna ithaf
mani Tatyos Efendi, Nevres Paşa, Suphi duruma göre vilayet merkezlerine, liva­
edilmiş ve onun adıyla anılagelmiştir.
Ziya Özbekkan gibi bestekârların divan, lara, kazalara dağıtılır; nahiye ve köyle­
kalenderi, müstezat ve kesik kerem gibi re de vilayet ve liva merkezindeki âşık­ Âşık Paşa Mescidi'nden önce burada,
âşık musikisi türlerinde eserleri vardır, lardan bir kısmı gönderilirdi. Bu âşıklar "Azadlı Sinan" ya da "Sinan-ı Atik" ola­
bu eserlerinin güfteleri de daha çok gittikleri yerlerin kahvehanelerinde otu­ rak tanınan Mimar Sinaneddin Yusuf
âşık şiirlerinden seçilmiştir. rup fasıl geçerler, halkın duygularını Ağa'nın (ö. 1471-1472) bir zaviye inşa
365 ÂŞIK PAŞA KÜLLİYESİ

ettirdiği ve tesisi, "Gaziyân-ı Rûm" züm­


resinin en efsanevi kişisi olan Sarı Sal-
tuk'un hatırasına ithaf ettiği tespit edil­
mektedir. 869/1464'te kurulan, İstanbul
tekkelerine ilişkin kaynakların bazıların­
da Sarı Saltuk'un adıyla, bazılarında da
banisinin adıyla anılan bu zaviyeden
dolayı, çevresindeki mahallenin öncele­
ri "Mimar Sinan" ve "Sarı Saltuk" olarak
adlandırıldığı bilinmektedir. (Söz konu­
su zaviye, 19- yy sonlarında aldığı şek­
liyle, Âşık Paşa Mescidi'nin güneyinde,
hemen yanında hâlâ durmaktadır.) Âşık
Paşa Mescidi'nin inşa edilmesiyle ma­
halle yeni yaptırılan bu binanın adını
almıştır. Buradan hareketle, söz konusu Aşık Paşa
Külliyesinin
mescidin, Mimar Sinan (Sarı Saltuk) Za- vaziyet planı.
viyesi'nin kuruluşu (1464) ile mescidin 1. Mescid.
zikredildiği en eski tarihli vakfın (İlyas 2. Hüseyin Ağa
kızı Hatice Vakfı, 883 Zilhicce'sinin or­ Türbesi,
taları/1479) tescil edilmesi arasında yap­ 3. Aşıkpaşazade
tırıldığı kabul edilebilir. Türbesi,
4. Seyyid
Mescidin banisi Hüseyin Ağa'nın, ge­ Velayet
rek 898 Muharremi başları/1492 tarihli Türbesi.
vakfiyesinde gerekse de 16. yy başların­ 5. Çeşme.
da (1502-1504) bu vakfiyeye yaptığı ek­ Müller-Wiener.
Bildlexikon
lerde, bağışlanan çeşitli gayrimenkullerin Alman Arkeoloji
dökümü yapılmakta, bunlardan elde edi­ Enstitüsü
lecek gelirin Âşık Paşa Mescidi'nin gö­
revlilerine harcanması, ayrıca Âşık Paşa madan (1538) önce üstlendiği bilinen Ayvansarayî'nin genellikle dergâh keli­
Zaviyesi şeyhinin de vakfa nezaret etme­ birtakım mütevazı inşaatlardan birisi da­ mesini bu anlamda kullandığı dikkati
si istenmektedir. Böylece, vakfiyesi 928 ha böylece ortaya çıkmaktadır. çeker. Gerçekten de, caminin (daha
Muharremi başları/1521'de Âşıkpaşaza- Ayvansarayî'den kaynaklandığı anla­ doğrusu harimin) kapısının yakınında,
de'nin damadı ve halifesi Seyyid Velayet şılan ve birçok araştırmacıyı etkilemiş son cemaat yerinin doğusuna bitişik,
Efendi'nin (Hazret-i Emîr Şeyh Seyyid olan bir yanlışlıktan söz etmek gerek­ kubbeli eyvan şeklinde tasarlanmış bir
Velayet bin Şeydi Ahmed) adma tescil mektedir: Adı geçen yazar, Hadîkatü'l- türbede, bu sefer "Darüssaade Ağası
edilmiş bulunan zaviyenin (tekkenin) bu Cevâmi'de Âşık Paşa Mescidi'nin ilk ya­ Hüseyin Ağa" olarak zikredilen aynı ki­
tarihten epey önce kurulduğu, 1504'te pımından söz ederken "...cümle harç ve şinin 1198/1783-84 tarihli mezar taşı gö­
mevcut olduğu ortaya çıkmaktadır. İs­ masrafı mescidin dairesinde medfun ze çarpar. Buradaki tarih kesinlikle ağa­
tanbul tekkelerine ait listelerin çoğunda Ağay-ı Bâbüssaade Tavaşî Hüseyin Ağa nın ölüm tarihi olmayıp, harim kapısın­
Seyyid Velayet'in adıyla anılan, ayrıca teberrüken vermişdir" demekte, burada daki ayet levhasının altında da görülen
"Âşık Paşa" ve "Emirler" olarak da kay­ adı g e ç e n kişinin İstanbul Vakıfları bir onarım tarihidir. Nitekim külliyenin,
dedilen bu tekkenin de tesis tarihi tam Tahrir Deften'ndeki vakıf kaydının sa­ 1633 ve 1782'de, çevresini tahrip eden
olarak bilinmemektedir. Ancak, bir şey­ hibi Eski Saray ağalarından Abdullah yangınlardan zarar gördüğü, caminin
hin, henüz mürşidi hayatta iken onun oğlu Hüseyin Ağa olduğu, aradan ge­ 1198/T783'te esaslı bir onarım geçirdiği
yanı başında tekke açması, tarikat adabı­ çen yaklaşık üç yüzyıl sonunda, görevi­ bilinmektedir. Bu onarımdan külliyede­
na aykırı olduğundan bu tarihin, Âşıkpa- ne ilişkin ayrıntıların halkın hafızasında ki diğer yapıların da nasiplendikleri tah­
şazade'nin ölümü (1484'ten az sonra) ile bir miktar değişime uğradığı anlaşıl­ min edilebilir. 1918 tarihli büyük Cibali-
1504 arasında yer alması icap eder. maktadır. Aynı yazar, Mecmuâ-i Tevâ- Fatih yangınında harap olan külliyenin,
Âşık Paşa Külliyesi'ndeki mescit ile rih'inde, Âşık Paşa ile neslinden gelen­ camii ve türbeleri 19701i yıllarda Vakıf­
tekkenin kuruluşunu izleyen yıllarda, ler hakkında bilgi verirken, Nişancı Eğ- lar İdaresi tarafından onartılmış ancak
bu tesislerdeki çeşitli hizmetlere yöne­ riabdizade M e h m e d E f e n d i ' n i n ( ö . bu son onarımda caminin son cemaat
lik, hepsi de hanımlar tarafından yapıl­ 1566) İstanbul'daki Âşık Paşa Mesci- yeri ihya edilmeden bırakılmıştır.
mış dört vakıf tespit edilmektedir. Bun­ di'ni, minber koydurmak suretiyle cami­ Kurulduğu dönemde, İstanbul'daki
lar, yukarıda değinilmiş olan İlyas kızı ye dönüştürdüğünü belirttikten sonra nüfuzlu tarikatlardan olan, Aşıkpaşaza­
Hatice (883 Zilhicce'sinin ortaları/1479), şöyle devam eder: "...Ve minberin vaz' de ile Seyyid Velayetin de bağlı bulun­
II. Bayezid'in kızlarından "Sufî Sultan olunduğu sene Devlet-i Aliyye'nin En­ duğu Zeynîliğe hizmet eden tekkenin,
Hatun" olarak tanınan Fatma Sultan derun ağalarından Tavaşî Hüseyin Ağa söz konusu tarikatın sönmeye yüz tut­
(907 Cemaziyelahir'inin başları/1501), müceddeden mescid-i şerifi bina eyle­ masıyla el değiştirdiği anlaşılmaktadır.
Yusuf kızı Paşa Bola (913 Rebiyüla- miştir. Vefatında camiin taşrasında der­ Nitekim 1256/1840 tarihli Âsitâne'de
hir'inin ortaları/1507) ve Âşıkpaşaza- gâhı kurbünde defn olunmuştur". Bura­ "Seyyid Velayet Hazretleri Tekkesinin"
de'nin kızı, Seyyid Velayet'in eşi olan da aynı kişinin (ilk bani olduğu anlaşı­ Halvetî tarikatına bağlı olduğu, ayrıca
Rabia Hatun (934 Cemaziyelahir'inin lan Hüseyin Ağa'nın), "Bâbüssaade" ye­ ortadan kalkarak yerinin "arsa" haline
sonları/1528) vakıflarıdır. Fatma Sul­ rine "Enderun" ağası olarak, ikinci bir geldiği belirtilmiştir. Bu tarihten sonra
tanin vakfiyesi bir padişah kızına yakı­ kere karşımıza çıktığı hemen kesin gibi­ tekrar canlandırıldığı anlaşılan tekke,
şır zenginlikte olup İstanbul'un yanısıra dir. Ayrıca her iki kaynakta da ağaların 1301/1885-86'da Dahiliye Nezareti'nce
Anadolu'da ve Rumeli'de pek çok gay­ gömülü oldukları yer tanımlanırken, hazırlanan bir istatistik cetvelinde Nak­
rimenkulu kapsamaktadır. Rabia Ha­ aşağı yukarı aynı mevkiye işaret edilir şibendî olarak gösterilmekte ve biri er­
tunun vakfiyesinde de, Âşık Paşa Zavi- (mescidin dairesinde-caminin taşrasında kek olmak üzere, dört kişinin burada
yesi'ndeki sekiz adet hücrenin Mimar dergâhı kurbünde); Mecmuâ-i Tevâ- oturduğu kaydedilmektedir. 1325/1910
Sinan tarafından inşa edildiği belirtilmiş­ n&'teki "dergâh" kelimesi burada cami­ tarihli bir belgede, Maliye Nezareti'nden
tir. Koca Sinan'ın, hassa basmimarı ol- nin ana kapısını ifade etmektedir ki, her yıl, Kurban Bayramı'nda dört koyun
ÂŞIK PAŞA KÜLLİYESİ 366

Seyyid Velayet'in neslinden gelenlerin


tasarrufunda kalmıştır.
Külliyedeki türbelerden biri Âşıkpa-
şazade'ye, diğeri Seyyid Velayet'e aittir.
İnşa tarihi tam olarak bilinmeyen Âşık­
paşazade Türbesi'nin, 1484 civarında,
Âşıkpaşazade'nin son yıllarında veya
vefatından kısa bir süre sonra yaptırıldı­
ğı tahmin edilebilir. Ancak türbenin üs­
lubu, özellikle cephelerinin oranları, 15.
yy sonlan ile bağdaşmamakta ve olgun­
luk aşamasındaki klasik Osmanlı üslu­
bunu yansıtmaktadır. Söz konusu yapı­
nın güneybatısında, ana mekâna sonra­
dan eklendiği belli olan ufak boyutlu
bir türbe bulunmakta, Seyyid Velayet'in
torunlarından 924/1518'de vefat eden
Pürhayat oğlu Mehmed Çelebi'nin kab­
rini barındıran bu ek bölüm ile ana bö­
lümün, Cibali Caddesi üzerindeki ortak
cephelerinde tam bir üslup birliği göz­
Âşık Paşa Camii ile Seyyid Velayet Türbesi'nin kuzeybatıdan görünüşü, ortada önde çeşme lenmektedir. Bu gözlemlere dayanarak
İbrahim Tütüncü, 1982 Âşıkpaşazade Türbesi'nin 1518'den az
sonra yenilendiği, en azından geniş
kapsamlı bir onarım geçirdiği varsayımı
istihkakı olduğu belirtilen tekkenin Hz Muhammed'e salat getirmeleri şart
ileri sürülebilir.
Nakşibendîliğe bağlı olarak faaliyetini koşulmuştur. Başlangıçta, cuma geceleri
sürdürdüğü 1918'deki Cibali-Fatih yan­ icra edilen haftalık ayinlerin daha sonra Seyyid Velayet'in vakfiyesinde ise,
gınında tarihe karıştığı anlaşılmaktadır. cumartesi gününe kaydırıldığı tespit mescidin yakınında bulunan evi için
Fatma Sultanın vakfiyesinde, "Seyyid edilmektedir. Seyyid Velayetten sonra "kendü fevt olduklarından sonra kendü-
Velayet Hankahı" olarak anılan tekke­ tekkenin postuna oğullarından Şeyh lere türbe ola" denilmekte, Hz Muham­
de, kurrâlarm ve zâkirlerin, cuma gece­ Mehmed Efendi (ö. 1535) ile damadı ve med'e bağlanan ve birçok başka velinin
leri (perşembeyi cumaya bağlayan ge­ halifesi olan Gazalîzade Şeyh Abdullah hayatında da gözlenen bir gelenek uya­
celerde) adı geçen şeyhin huzurunda Efendi (ö. 1570) geçmiş, bu tarihten rınca. Seyyid Velayet'in evine gömüldü­
toplanarak "teşbih ve tehlil etmeleri". sonra post makamı, bir müddet daha ğü ve kabrinin üzerine türbe inşa edil­
diği anlaşılmaktadır.
Külliyenin en ilginç unsurlarından
-t, biri de. "muammalı" kitabesinden ötürü
tarihlendirilmesi konusunda çeşitli iddi­
« - aların ileri sürülegeldiği çeşmedir. Saçak
silmesinin üzerinde bulunan dört beyit-
lik Arapça kitabenin altında "sene 978/
1570-71" ibaresi yer almakta, fakat son
mısra e b c e d l e hesaplandığında 972/
1564-65'i vermektedir. Ayrıca çeşmenin
üst köşelerine, içerdikleri muamma do­
layısıyla ebced meraklılarını uğraştırmış
olan Osmanlıca beytin mısraları yerleşti­
rilmiştir. Bu konuda ayrıntılı bir makale
yayımlamış olan E. Mitchell adlı araştır­
macı, herhalde kendi türünün tek örne­
ği olan bu muammayı ustaca çözmüş
ve Osmanlıca beytin de 972'ye tekabül
ettiğini kanıtlamıştır. Bu durumda tarih­
lerden birincisi (972) çeşmenin yapımı­
na, ikincisi (978) üstteki kitabenin kon­
masına ait olmaktadır.
Mescit (Cami): Kare planlı (9x9 m)
bir harim ile üç birimli bir son cemaat
yerinden meydana gelmektedir. Duvar­
ları bir sıra kesme taş ve iki sıra tuğla
ile almaşık düzende örülmüş, harim
kubbesi içerden pandantiflere, dışardan
on iki köşeli bir kasnağa oturtulmuştur.
Son cemaat yerinin kalıntılarından, orta­
daki birimin dikdörtgen planlı ve tonoz
(tekne tonoz veya aynalı tonoz) örtülü,
yanlardaki birimlerin ise kare planlı ve
kubbeli oldukları anlaşılmaktadır. Bu
örtü unsurlarını taşıyan, tuğla örgülü
Âşık Paşa Camii ve Âşıkpaşazade Türbesi'nin 1918 tarihli büyük Cibali-Fatih yangınından sivri kemerler, baklavalı başlıklarla do­
sonraki durumu. natılan mermer sütunlara oturmaktadır.
İAM, Encümen Arşivi, /. no. 204
Son cemaat yerinin batı sınırında, mina-
367 ÂŞIK PAŞA KÜLLİYESİ

re kaidesinin hizasında bulunan sütun-


başlık-kemer üçlüsü günümüze gelebil­
miştir. Buradaki sütunun, muhtemelen
1783 onarımında kesme küfeki taşından
bir kılıf içine alınarak üst yapının des­
teklendiği görülmektedir. İstanbul'da
Mahmud Paşa Camii gibi- birtakım baş­
ka camilerde de bu çözüme başvurul­
muştur. Baklavalı başlığın oranlan 15.
yy'ın ikinci yarısına uygun düşmektedir.
Son cemaat yerinin doğusunda ve
bunun devamı niteliğinde olan, kubbeli
eyvan şeklinde tasarlanmış Hüseyin Ağa
Türbesi yer alır. Üç yönden (güney, do­
ğu ve kuzey) duvarlarla kuşatılmış, batı
yönünde geniş bir sivri kemerle son ce­
maat yerine açılmış olan bu ilginç türbe
İstanbul'da kendi türünün tek örneğidir.
İstanbul'un fethinden önce, erken dö­
nem Osmanlı mimarisinde, Amasya'daki
1430 tarihli Yörgüç Paşa Camii'ndeki gi­
bi, son cemaat yeri ile bütünleşen bani
türbelerine az da olsa rastlanır. Bu da
Âşık Paşa Mescidi'nin erken tarihli ol­
duğu tezini destekleyen özelliklerden
biridir.
Basık kemerli harim girişinin üzerin­
de, 1198/1783-84 onarım tarihini taşı­
yan, sülüs hatlı bir ayet levhası bulun­
maktadır. Aynı duvarda, harim girişi ile
Hüseyin Ağa Türbesi'nin arasında ufak
bir mihrap mevcuttur. Harim duvarla­
rında, iki sıra halinde düzenlenmiş dör­
der pencere görülmektedir. Alttakiler
dikdörtgen açıklıklı olup kesme küfeki
taşından söveler, demir parmaklıklar ve
sivri hafifletme kemerleri ile donatılmış,
sivri kemerli tepe pencerelerine alçı
revzenler yerleştirilmiştir. Revzenlerin
1970'lerdeki son onarımda yenilendikle­
ri belli olmaktadır. Mihrap duvarındaki-
lerde "Allah" ve "Muhammed" isimleri
ile lale, şakayık, karanfil gibi klasik dö­
nem bezemesinin sevilen çiçekleri bu­
lunmakta, diğer revzenlerin çok daha
sade tutulmuş olduğu görülmektedir. duvarları yüksekliğinde tutulmuş olan "fükarâ-i sâlihîn" olarak anılan dervişle­
Kuzey duvarı boyunca uzanan fevkani kare tabanlı kaideden sonra, üçgen yü­ rin barınmasına mahsus hücrelerden,
mahfil basit ahşap direklerle taşınmakta zeylerden oluşan basık bir pabuç kısmı hamamdan, ahırdan, bahçelerden, bir
ve hiçbir özelliği olmayan ahşap kafes­ gelmekte, çokgen gövde bir simitle son tanesinin harem dairesi olarak kullanıl­
lerle donatılmış bulunmaktadır. Son yıl­ bulmaktadır. İçbükey bir kuşak şeklin­ dığı tahmin edilebilen çeşitli evlerden,
larda yağlıboya ile boyanarak çirkinleş- de olan şerefe altında, 1782 yangının­ şeyh dairesi olması muhtemel bir kasrın
tirilmiş olan mihrap, yarım sekizgen dan önce mukarnas sıralarının var oldu­ varlığından söz edilmektedir.
planlı nişi, köşelerindeki, kum saatli ve ğu tahmin edilebilir. Şerefe geometrik
Âşıkpaşazade Türbesi: Caminin kıble
burmalı sütunçeleri, mukarnaslı yaşma­ şebekelerle sınırlandırılmış, peteğin
yönünde, Cibali Caddesi üzerinde bulu­
ğı ile klasik üslubu yansıtır. Buna karşı­ üzerine, koni biçiminde, kurşun kaplı
nan bu yapı, farklı tarihlerde inşa edil­
lık, 1783 onarımında yenilendiği anlaşı­ ahşap külah oturtulmuştur.
miş fakat sonradan birleştirilmiş olduk­
lan ahşap minberin kapısında ve köş­ Tekke: Geçen yüzyılın ilk yarısında ları anlaşılan kare planlı iki bölümden
künde Osmanlı baroğunun gözde mo­ ortadan kalktığı, sonra ihya edildiği an­ meydana gelmektedir: Âşıkpaşazade'nin
tifleri olan beyzi madalyonlar, bereket laşılan ve 1918 Cibali-Fatih yangınında kabrini barındıran, büyük boyutlu
boynuzlarından fışkıran güller, istiridye bütünüyle yok olan tekkenin mimari (16x16 m) ve kubbeli esas türbe ile bu­
kabukları, "S" ve "C" kıvrımları seçil­ özellikleri hemen hiç bilinmemektedir. nun güneybatısında bulunan, Seyyid
mektedir. Kubbenin merkezinde ve ete­ E. H. Ayverdi'nin yayımlamış olduğu Velayetin torunlarından Mehmed Çele-
ğinde, ayrıca mihrabın üzerinde görü­ 19. yy İstanbul Haritası'nda, cami ile bi'nin (ö. 1518) gömülü olduğu, çapraz
len kalem işleri son onarıma ait olsa ge­ Seyyid Velayet Türbesini ayıran soka­ tonoz örtülü küçük (7x7 m) türbe. Âşık­
rektir. Tıpkı revzenlerde olduğu gibi bu ğın doğusundaki kavşakta bulunduğu paşazade Türbesi, camiye paralel ola­
süsleme unsurlarında da klasik üsluba görülen tekkenin mimari programı kay­ rak, kıble ekseni üzerine yerleştirilmiş,
uyulmuş, rumîlerin dolguladığı palmet naklardan aşağı yukarı tespit edilebil­ küçük türbenin konumlandırılmasında
dizileri tercih edilmiştir. mektedir. Hadîkatü 'l-Cevâmi'deki ise Cibali Caddesi'nin hattı esas alınmış,
Onarımlarda özgün ayrıntılarını bir "Âşık Paşa Tekyesi Mescidi" başlığından bu yüzden iki bölümün arasında üçgen
miktar kaybetmiş olan kesme taş örgülü bir mescit-tevhidhanenin mevcut oldu­ planlı bir ara mekân ortaya çıkmıştır.
minare, harimin kuzeybatı köşesinde ğu anlaşılmakta, Seyyid Velayet ile eşi Yapının duvarları kesme küfeki taşı ile
yükselir. Dışa taşkın ve harimin beden Rabia Harun'un vakfiye özetlerinde de. örülmüş, asıl türbenin kubbesi içerden,
ÂŞİR EFENDİ KÜTÜPHANESİ 368

mukarnas konsollu sivri tromplar, dışar­ planlı birime açılan küçük türbenin 519; î. Tütüncü, "Âşık Paşa Külliyesi", İstan­
dan on iki köşeli bir kasnakla destek­ caddeye bakan iki penceresi, diğer yön- bul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk İs­
lam Sanatı Anabilim Dalı basılmamış lisans
lenmiştir. Yapının kuzeybatı ve kuzey­ lerdeki duvarlarında da ikişer dolap nişi
tezi, 1982: S. Eyice, "Âşık Paşa Camii", DİA.
doğu köşeleri pahlanmıştır. bulunmaktadır. IV, 3-5: E. Mitchell, "Âşık Paşa Çeşmesi'nin
Türbenin basık kemerli girişi doğu Seyyid Velayet Türbesi: Kare planlı Gizli Tarihi", 77; 90 (Haziran 1991), 44-49:
duvarında olup bu yöndeki avluya açı­ (18x18 m) ve kubbeli olan Seyyid Vela­ Fatih Camileri. 59-60, 271, 315, 351, 360.
lır. Avluyu sınırlayan ve cadde boyunca yet Türbesi, malzeme ve mimari ayrıntı M. BAHA TANMAN
uzanan kesme taş örgülü duvarda, dik­ bakımından Âşıkpaşazade Türbesi ile ay­
dörtgen açıklıklı, demir parmaklıklı pen­ nı özellikleri paylaşmaktadır. Basık ke­ ÂŞİR EFENDİ KÜTÜPHANESİ
cerelerle basık kemerli bir dış kapı bu­ merli bir kapıdan türbenin doğusundaki Bahçekapı'da, Âşir Efendi ve Sultanha-
lunmaktadır. Asıl türbenin kuzey, batı avluya, buradan da, aynı tür bir kapıyla mam caddelerinin birleştiği köşededir.
ve doğu cephelerinde, klasik düzende, türbeye girilmektedir. Beyaz mermerden I. Mahmud'un reisülküttablarındar.
iki sıra halinde düzenlenmiş altışar pen­ sövelerle çerçevelenmiş olan avlu kapısı­ Mustafa Efendi, B a h ç e k a p ı ' d a kendi
cere vardır. Bunların ayrıntıları, daha nın üzerinde, yan yana iki kartuş içinde, adına bir kütüphane kurmak istemiş ve
önce değinilen cami pencereleri ile ay­ istifli sülüsle yazılmış "reseme Ali el-ma- bu amaçla 1741 ve 1747'de iki ayrı vak­
nıdır. Güneydoğu köşesindeki alt pen­ ruf bi-Kanîzade" imzalı, Seyyid Vela- fiye düzenleyerek 1237 kitabını vakfet­
cere yerini türbe girişine terk etmiştir. yet'in ayrıcalıklı kişiliğini vurgulayan miştir. Ancak 1749'da vefat etmesi üze­
Âşıkpaşazade'ye ait ahşap sanduka me­ Arapça bir kitabe bulunmaktadır. Kuzey rine yarım kalan bu kütüphane projesi­
kânın güney kesiminde, iki türbe bölü­ duvarı sağır bırakılmış, bu duvara üç ni, oğlu Şeyhülislam Mustafa Âşir Efen­
münü bağlayan üçgen^ alanın sınırında adet dolap yerleştirilmiş, diğerleri, iki sı­ di (ö. 1804) yeniden ele alarak, babası­
yer alır. Bu bölümde Âşıkpaşazade'den ralı altışar pencere ile donatılmıştır. nın düzenlediği vakfiyede bazı küçük
başka, herhalde neslinden gelen dokuz Türbede, Seyyid Velayet'in, son yıl­ değişiklikler yapmak suretiyle gerçek­
kişi daha gömülüdür. Ne var ki bu yapı larda acemice onarılmış sıvalı lahtinden leştirmiştir.
da, İstanbul'daki birçok türbenin akıbe­ başka on iki kabir daha bulunmaktadır. Kütüphanenin kitap koleksiyonu ön­
tine uğramış, 1925'te türbeler kapatıldı­ Bunlardan birisi eşi Rabia Hatun'a, bir ce Reisülküttab Mustafa Efendi'nin bağı­
ğında, ahşap sandukaların başuçlarında diğeri de neslinden gelen şeyhlerden şıyla oluşmuş ve bunu Şeyhülislam Âşir
duran, kitabe niteliğindeki levhalar kal­ Said Efendi'ye aittir. Sandukalarından Efendi, Rumeli Kazaskeri Hafîd Efendi.
dırılmış, geriye kalan kabir izlerinin ve kitabe levhalarından soyutlanmış Kasidecizade Süleyman Sırrı Efendi ile
kimlere ait olduğunu kanıtlayacak hiçbir olan diğer on kabrin kimlere ait oldu­ Mehmed Bahaeddin Efendi'nin bağışlan
belge kalmamıştır. Kubbe eteğinde, bazı ğunu bilen yoktur. izlemiştir. Bu koleksiyon, 19l4'te Sul-
parçaları hâlâ görülebilen, barok üslup­
Hazireler: Âşık Paşa Külliyesinde bi­ tanselim'deki Medresetü'l-Mütehassi-
taki siyah renkli kalem işlerinin, caminin
ri Seyyid Velayet Türbesi'nin batısında sin'e, daha sonra 1918'de Süleymaniye
onarıldığı 1783'e ait olması muhtemel­
diğeri cami ile Âşıkpaşazade Türbe­ Kütüphanesine nakledilerek "Reisülküt­
dir. Tromplarla kubbe arasında yer alan
si'nin arasında yer alan iki hazire adası tab Mustafa Efendi" ve 'Âşir Efendi" bö­
küçük pandantiflerin yüzeyinde, yuvar­
bulunmaktadır. Seyyid Velayet Türbe- lümlerinde toplanmıştır.
lak çerçeveler içinde, istifli sülüsle yazıl­
si'ne komşu olan hazire adası kesme taş Âşir Efendi Kütüphanesi, iki katlı
mış "esmâ-i hüsnâ" da (yâ Sultân, yâ
örgülü bir çevre duvarı ile kuşatılmış, olup dış cephesi taş ve tuğla şeritlerle
Sübhân, yâ Gaffar vb) geç döneme ait
bu duvar dikdörtgen açıklıklı ve demir örülmüştür. Yaklaşık 11x14 m ebatların-
olmalıdır. Pandantiflerden bazılarında,
parmaklıklı pencerelerle donatılmıştır. daki binanın ikinci katında yer alan ve
türbenin inşa edildiği döneme ait küçük
parçalar halinde günümüze intikal ede­ Seyyid Velayet Türbesi'ne bitişik, ba­ taş konsollar üzerine oturtulan çıkma
bilmiş, stilize bitki motiflerini içeren ka­ sık bir kemerli kapıdan girilen bu hazi­ şeklindeki okuma salonu güzel mimari­
lem işi izleri seçilmektedir. re bölümünde ulemadan ve devlet rica­ si ile dikkat çeker.
linden birçok kimsenin, tasarım açısın­ Bugüne kadar bitişiğindeki han ile
Türbenin iki bölümü arasında bulu­ dan ilginç mezarları bulunmaktadır. birlikte tam bir rölevesi yapılmayan kü­
nan üçgen planlı birimin cadde üzerin­ Çevre duvarındaki bazı pencereler, ha- tüphanenin yalnızca planı yayımlanmış­
deki cephesine üçlü bir pencere grubu zirede gömülü olan kimselere ait kita­ tır. Bu plana göre, merdivenle çıkılan
yerleştirilmiştir. Ziyaret penceresi niteli­ belerle taçlandırılarak ziyaret penceresi üst katta "L" şeklindeki koridora açılar.
ğinde olan ortadaki açıklık, köşelerinde durumuna getirilmiştir. bir kitap deposu ve yanında iki küçük
sütunçelerin yer aldığı sığ bir nişin içine Çeşme: Kesme küfeki taşıyla örülmüş mekân vardır. Koridorun diğer ucunda­
alınmış, hafifletme kemerinin aynası, olan çeşme caminin çevre duvarı üze­ ki okuma salonu ise iki sütunla ayrılmış
geometrik taksimatlı bir mermer şebeke rinde. Seyyid Velayet Türbesi'ne komşu üç bölümlü bir girişle bu hole açılır. Bu
ile kapatılmış, üzerine de küçük bir te­ olan hazirenin karşısında bulunmakta­ üç b ö l m e d e n ortadaki kubbeli olup
pe penceresi oturtulmuştur. Ayrıca nişin dır. Klasik üsluba uygun oranları ve ay­ yanlardakiler çapraz tonozlarla örtülü­
içine, ziyaretçilerin içeriyi görebilmeleri rıntıları ile dikkati çeken çeşmenin cep­ dür. Ana koridorun ucundaki küçük
için basamaklar konmuştur. Padişah ve hesi silmelerle çerçevelenmiş, sivri ke­ hücre ise büyük ihtimalle hela olarak
rical türbelerinde hemen hiç görülme­ merin üzengi hizasında yer alan yatay kullanılmaktaydı. Altındaki kumaş ma­
yen, veli türbelerine özgü bir ayrıntı bir silme ile de cephe ikiye ayrılmıştır. ğazasının deposu olan okuma odasını-
olan bu tür pencerelerin istanbul'daki Biri kemerin kilit taşında, dördü de yan­ tavan tonozundaki çiçekli kalem işi na­
en erken tarihli örneklerinden birisi bu larında olmak üzere toplam beş adet kışlar, üzerleri boya ile örtüldüğü halde.
olmaktadır. rozet kabartması, ayrıca ufak s e n i ka­ 1960'lara kadar görülebiliyordu.
Güneybatıdaki ufak bölümde Meh- bartmaları çeşmenin süsleme unsurları­ Âşir Efendi ve ailesinin, mezarları,
med Çelebi'nin mermer şahideli kabrin­ nı oluşturur. kütüphanenin taşınması sırasında Molla
den başka, külliyeye zengin bir vakıfla
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri. 273- Gürânî Camii haziresine nakledilmiş ve
katkıda bulunmuş olan Fatma Sultan'a 278; Ayvansarayî, Hadîka. I, 153-155; ay, boşaltılan kütüphane dükkân olarak ki­
ait olduğu rivayet edilen, levhası ve Mecmuâ-i Tevâ'rih, 109. 126, 145, 275-276; raya verilmiştir.
sandukası bulunmayan bir mezar daha Çetin, Tekkeler, 585: Âsitâne, 5: Osman Bey,
teşhis edilmektedir. Fatma Sultan'ın Mecmııa-i Cevâmi, I, 54-55, no. 79; İhsaiyat Bibi. Ş. N. Bayraktar, "Âşirefendi Kütüpha­
II. 19; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 14; Ay- nesi", İSTA, II, 1154-1155; Unsal, Kütüphane­
Bursa'da gömülü olduğu bilindiğinden,
verdi, Mahalleler, 37; "Âşıkpaşa Camii ve ler, 101; İ. E. Erünsal, Türk Kütüphaneler-,
bu rivayetin tarihi gerçeklere uymadığı Tarihi, II, Ankara, 1988, s. 120-121; ay, "Âşir
Âşıkpaşazade Türbesi", 'Âşıkpaşazade Çeş­
ya da bağlı bulunduğu bu tekkede ken­ mesi", 'İSTA, II (1959). 1148-1151; Öz, İstan­ Efendi Kütüphanesi", DİA, IV, 8; S. Eyice.
disine bir makam kabri yapıldığı ileri bul Camileri. I. 24; Cezar, Yangınlar, 335, "Âşir Efendi Kütüphanesi", DİA, IV, 8-9.
sürülebilir. Basık bir kemerle üçgen 364; Müller-Wiener. Bildlexikon, 369-370, SEMAVİ EYİCE
369 AŞİRET MEKTEBİ

AŞİRET MEKTEBİ
Aşiret Mekteb-i Hümayunu da denmiş­
tir. II. Abdülhamid'in isteğiyle kurulmuş
ve 1894-1907 arasında açık kalmıştır.
Osmanlı ulusçuluğu ya da Osmanlı
topraklarında yaşayanları İslamiyet ül­
küsü ve padişahın kutsal kişiliği çevre­
sinde bütünleştirme çabası Tanzimat
döneminin (1839-1876) sonlarına doğru
ortaya çıktı. Bu düşünceye dolaylı yol­
dan da olsa hizmeti amaçlayan girişim­
lerden teki, 1864'te Silahşoran-ı Hassa
örgütü içinde, özel bir zadegan ve aşi­
ret birliğinin kurulmasıdır. Abdülaziz
(hd 1861-1876) bu girişimle, uzak böl­
gelerdeki etkili aşiretlerin hanedan
gençlerini İstanbul'a getirtmek ve kendi
özel hassa birlikleri arasında bir çeşit
rehin tutmak, ayrıca bu gençlere salta­
nata bağlılık duygusu aşılamak istemişti.
Bu özel bölük, II. Abdülhamid'in (hcl
1876-1909) tahta çıktığı sırada, saray
muhafız birlikleri arasındaki yerini ko­
rumaktaydı.
II. Abdülhamicl, biraz daha farklı bir
yaklaşımla 1886'da, Arap aşiret reisleri­
nin ve şeyhlerinin yetişkin çocuklarını
Aşiret Mekteb-i Hümayunu'mın Akaretler'deki ilk binası. Abdullah Biraderlerin bir fotoğrafı.
Harbiye Mektebi'ne aldırttı. Hicaz, Ye­ Ş. Tekin-G. A. Tekin (Editör), 'Tmperial Self-Portrait: The Sultan Abdül Hamid IFs Photographic Albums", Journal of
men ve Trablusgarp eyaletlerinden seçi­ Turkish Studies / Türklük Bilgisi Araştırmaları, e. 12, 1988
lerek getirtilen 48 genç, Harbiye'deki üç
yıllık eğitimden sonra mülazım (teğ­
men) rütbesiyle ve padişahın fahri ya­ Recaî Efendi atandı. O gün yapılan ko­ layan gençler, belirlenen kadro tamam­
veri sanını da taşıyarak memleketlerine nuşmalarda da Osmanlı feodal topluluk­ lanıncaya değin Mülkiye Mektebi'nde
gönderildiler. Ancak bu uygulama, as­ larının hanedan gençlerini az çok bir konuk öğrenci olarak barındırıldılar. Bu
keri okulların yeniden örgütlenişiyle ay­ genel kültürle donatıp İslamiyetin yüce arada, II. Abdülhamid'in bir iradesiyle
nı yıllara rastladığı gibi Harbiye'de Arap ve bağlayıcı esaslarını ve Türkçeyi öğ­ Kabataş'taki Esma Sultan Sarayı tahsis
gençlerinin okumasını istemeyen etkili retmenin din ve kamu görevi olduğu edildi. Okulda derslere 14 Eylül 1894'te
çevrelerden de tepki gördü. II. Abdül- vurgulandı. Dörder beşer gelmeye baş­ başlandı. Sonraki yıllarda da 50'şer öğ-
hamid, yeni bir düşünceyle askeri da­
nışmanlarından Osman Nuri Paşa'ya bir
layiha hazırlaması direktifini verdi. 9
Haziran 1308/22 Haziran 1892 tarihli la­
yihada özetle Arap topluluklarının ge­
çimsizliğinin ve devlete karşı olumsuz
tavırlarının bilgisizlikten kaynaklandığı,
bunun giderilmesinin ise ancak eğitimle
mümkün olabileceği, bu maksatla İstan­
bul'da bir aşiret mektebi açılmasının ye­
rinde olacağı vurgulanıyordu. Layihada,
önerilen okul için bir ders programı da
düzenlenmişti. Bundan beş gün sonra
27 Haziran 1892'de de Aşiret Mektebi
Nizamnamesi yayımlandı. Ayrıca Beşik­
taş'ta Akaretler'deki uygun binalar da
bu okula tahsis edildi. Daha ilginç ola­
rak da nizamnamede okulun her türlü
masrafının devletçe karşılanacağı ve ya­
tılı olacağı belirtilmişken tüm giderleri
Darüşşafaka'ya yüklendi. İlgili valilere
yazılan ivedi buyruklarla Halep, Şam,
Bağdat, Basra, Musul, Zor, Kudüs, Di-
yarbekir, Trablusgarb ve Bingazi san­
caklarından dörder, Yemen ve Hicaz
bölgelerinden de beşer (toplam 50) aşi­
ret soylusu gencin, yaşları 12-16 arasın­
da, sağlıklı ve zeki olmak koşulu ile se­
çilip gönderilmeleri istendi.

Henüz İstanbul'a hiçbir aday gelme­


den, 3 Ekim 1892 günü sembolik bir Aşiret Mektebi öğrencileri toplu halde. Abdullah Biraderlerin bir fotoğrafı.
Ş. Tekin-G. A. Tekin (Editör), Tmperial Seîf-Portrait: The Sultan Abdül Hamid ITs Photographic Albums", Journal of
açılış töreni düzenlendi. Okul müdürlü­
Turkish Studies /'Türklük Bilgisi Araştırmaları, e. 12, 1988
ğüne Mülkiye Mektebi Müdür Muavini
ÂŞİYAN 370

hendese, hıfzıssıhha, usul-i defterî, ayak


talimi (yürüyüş) dersleri de sonraki sı­
nıflarda ekleniyordu.
Okul kadrosunda müdür, müdür
muavini, muhasebeci, dahiliye müdürü,
kâtipler, doktor, eczacı, operatör, dahi­
liye zabitleri, imam ve branş öğretmen­
leri vardı.
Bibi. Mahmud Cevad ibn eş-Şeyh Nâfî, Ma-
arif-i Umumiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilât ve
İcraatı. 1338, s. 338 vd; Esad, Harbiye, 7-T
vd; Ergin, Maarif Tarihi, III, 973 vd; F. R.
Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine
Tarihi Bir Bakış. Ankara, 1964, s. 72; Karal.
Osmanlı Tarihi, VIII, 400; Salname-Maarij'
IV, 148-150.
NECDET SAKAOĞLU

ÂŞİYAN
Bebek ile Rumelihisarı arasında, bugün
aynı isimle anılan mezarlık sırtlarında
bulunan semt. Sahilden denizin içine
uzanan dil, Boğaz'ı çok daralttığı için
Yerel giysileriyle Aşiret Mektebi öğrencileri. Abdullah Biraderlere ait iki fotoğraf. buraya Yunanca Lomekopi, Türkçe ola­
Ş. Tekin-G. A. Tekin (Editör), "Imperial Self-Portrait: The Sultan Abdül Hamid ITs Photographic Albums", Journal of
Turkish Studies I'Türklük Bilgisi Araştırmaları, c. 12, 1988
rak da Boğazkesen denilmişti. Eremya
Ç e l e b i Kömürciyan, B o ğ a z i ç i ' n d e k i
üçüncü burun olan bu mahalde deniz­
rencinin gelmesiyle beş yıllık okulun sı­ içte ciddi sorunların gündemde olduğu de iri kayalar bulunduğunu kaydetmek­
nıfları tamamlandı ve 250 mevcudu ol­ bir sıradaki bu eylem, II. Abdülhamid'i tedir. Bu kayalardan ötürü semte Kaya­
du. Rüştiye-idadi düzeyindeki Aşiret kaygılandırdı. O yılki tatilden sonra lar Köyü adı verilmişti. Evliya Çelebi.
Mektebi'ni bitirenler Harbiye ve Mülkiye okul bir daha açılmadı. Önkayalar denilen Sıdkî Efendi Ca-
mekteplerine girebilmekteydiler. Amaç, Aşiret Mektebi sınıflarının ders prog­ mii'nin de bulunduğu mevkide o dö­
bu okullarda okuyanların Osmanlılığı, ramları, dengi okullara oranla çok basit­ nemde 40-50 ev olduğunu söyler. 17
Türklüğü, Osmanlı hanedanını seven ve ti. İlk iki sınıftaki Kuran-ı Kerim, ulum-ı yy yazarlarından Kömürciyan ve İt
savunan aydınlar olarak memleketlerine diniye, ilm-i hal, kıraat-ı Türkî, imla, ta­ yazarlarından İnciciyan da burada Y-a.-
subay ve yönetici kimlikleriyle dönme­ lim, sonraki iki yılda da okutuluyor, ay­ lerin oturduğunu, sahilde bir kuç_c
leriydi. Okulun İstanbul'da açılışının bir rıca hüsn-i hat, lügat, hesap, tecvit, kı- mescit, birkaç bahçe ve ilerisinde -
nedeni ise onları bu görkemli kentte bü­ sas-ı enbiya, sarf-ı Türkî, coğrafya, Fran­ ağaçlarının yükseldiği bir Müsh::
yülemekti. Ayrıca. II. Abdülhamid, Arap sızca, sarf-ı Arabî, nahv-i Türkî, Farisî, mezarlığı olduğunu kaydeder! r'
aşiret reislerinin yetişkin oğullarını İstan­ Tarih-i İslam, kitabet-i Türkî, malûmat-ı mezarlık Üsküdar'dan sonra Be E.
bul'da rehin tutarak olası ayaklanmaları mütenevvia, resim, Tarih-i Osmanî, ka- çi'ndeki ikinci önemli mezarlık;: -
önlemeyi de düşünmüş, ayrıca bu genç­ vaid-i Osmaniye, mükâleme-i Türkî, sar'da yaşayan Müslüman ahalirıir. r»efc-
leri himayesinde göstermek suretiyle de
Araplar arasında sempati toplamayı
amaçlamıştı. Yatılı olan okulda öğrenci­
lerin gereksinimlerinin en iyi şekilde
karşılanması, her birine ayda 30 kuruş
harçlık verilmesi, törenlerde ön sıraları
almaları vb de aynı düşüncelere dayanı­
yordu. Öğrencilerin iki yılda bir, özel
görevliler eşliğinde memleketlerine ziya­
rete gitmeleri de sağlanıyordu.
1902'de okula ilk kez 18 Arnavut
genç de alındı. Böylece genel mevcut
Arap, Kürt ve Arnavut gençlerinden
oluştu. Ancak, her yıl muhtelif bölgeler­
den gönderilen gençler, amaçlandığı gi­
bi, yörelerin ve aşiretlerin hanedan, reis
ve şeyh çocukları olmayıp sıradan aile­
lerin çocuklarıydı. Bu ise amaca aykırıy­
dı. Diğer yandan 1897'de Mülkiye Mek-
tebi'ne Aşiret Mektebi mezunları için
özel bir sınıf açılmıştı. Bir yıl süreli bu
sınıfın çok basit programını izleyenler,
kendi bölgelerine kaymakam atanmak­
taydılar. Mülkiye Mektebinin bu sınıfın­
dan 1907'ye değin dört dönem mezun
verilmiştir.
Giderek şımaran ve kozmopolit bir
okul topluluğu oluşturan Aşiret Mektep­
Âşiyanda Tevfik Fikret'in Edebiyat-ı Cedide Müzesi (Aşiyan Müzesi) olarak kullanılan evi.
liler, 1907'de. okul yönetiminden şikâ­
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kütüphaneler re Müzeler Genel Müdürlüğü
yetle yemek boykotu yaptılar. Dışta ve
371 ÂŞİYAN

lemeleri olan çırpıcılar Kayalar Köyü sa­ miştir. Bunların içinde Tavukçu Reis adı
hillerinde köy ve hisar sakinlerinin ça­ ile bilinen Reisülküttab Mustafa Efen­
maşırlarını yıkarlardı. Bugün Kayalar dinin yalısı kayda değer. Mustafa Efen-
Köyü'nün ismi, burada bulunan cami di'nin geniş bir bahçe içindeki yalısını
dışında tamamen unutulmuştur. Sahil devlet ricali ve Avrupa elçileri gizli gö­
ve sırtlar Âşiyan semti olarak bilinir. rüşmeler için sık sık ziyaret ederlerdi.
17. yy'da burada Nişancı Ahmed Sıt­ Mustafa Efendi'nin hayratından olan, Ka­
kı Efendi (Paşa) (ö. 1662/63) tarafından. yalar Mescidi'nin yakınında ve sahilde
Kayalar Mescidi olarak bilinen, duvarla­ bulunan 1763 tarihli çeşme, 1914'te sahil
rı kagir, çatısı ahşap bir mescit yaptırıl­ yolunun genişletilmesi sırasında yıkılmış;
dığı kaydolunmuşttır. Evliya Çelebi bu yalı ve Deli Hüseyin Paşa Bağı Robert
mescidin üst tarafında bulunan Kadirî Kolej'in mülkiyetine geçmiştir. Devlet
dergâhı ile I. Süleyman (Kanuni) döne­ protokolünde nişancılardan hemen son­
minde yaşamış bir Bayramî-Melamî şey­ ra gelen reisülküttabların da hep bu ma­
hi olan İsmail Maşukî'nin anıtmezarını halde yerleştiklerini göz önüne alırsak
efsanevi bir tarzda anlatmaktadır. 1551' Boğaziçi sahillerinin yerleşim hiyerarşisi­
de müritlerinden Irakîzade Hasan Efen­ ne dair bir başka geleneği yakalamış
di, İsmail Maşukî'nin başının gömülü oluruz. Bir başka 18. yy yalısı, Yılanlı
olduğuna inanılan Kayalar Mescidi'ne Yalı'nın kötü bir restorasyon geçiren se­
bitişik Şeyh Mehmed Efendi haziresinde lamlığı halen ayaktadır. Semt bugünkü
şeyhin anısına bir anıtmezar yaptırmış­ adını şair Tevfik Fikret'in bu mahaldeki
tır. Mescidin hemen arkasında, Melamî- evinden almaktadır. Farsça bir sözcük
lere karşı inşa edildiği söylenen Kadirî olan "âşiyan'in anlamı "kuş yuvasr'dır.
Tekkesi'nin bugün hiçbir izi kalmamış­ Bibi. B. Tanman, "Settings for the Venerati-
tır. Dergâhın sırtlarmdaki bağ ise birkaç on of Saints'', The Dervish Lodge, Berkeley.
kez kaptan-ı deryalık yapmış-ve Girit'in 1992, s. 169: M. T. Gökbilgin, "Boğaziçi", İA,
fethinde önemli rol oynamış Deli Hüse­ II, 677; Evliya, Seyahatname, I. 314; Kömür-
yin Paşaya aitti. Bu bağ, Rumeli Hisa- ciyan, İstanbul Tarihi, 41. 219, 260: İncici-
yan, İstanbul, 116; R. E. Kocu. "Âşiyan", İS­
rı'nm arkasında, bir Bektaşî tekkesi olan
TA, III. 1161 vd.
Nafi Baba Tekkesi'ne kadar uzanıyordu.
TULAY ARTAN
Vakanüvisler ve arşiv belgeleri 16.
yy'da bu sahilde eşkıyanın ve haydutla­ ÂŞİYAN
rın mekân tuttuklarına işaret etmektedir. Rumelihisarı'nda Aşiyan (Kayalar) Me­
17. yy'da ise bir başka efsanevi kişilik, zarlığının önünden başlayan yolun so­
gemicilerin dostu olarak tanınan Dur­ lunda Robert Kolej'in doğusundaki sırt­
muş Dede burada bir dergâha adım ve­ tadır. Tanınmış şair Tevfik Fikret'in evi
rir. Durmuş Dedenin I. Ahmed zama­ olan konut, 1946'dan beri İstanbul Bü-
nında (1603-1617) Akkirman'dan İstan­ yükşehir Belediyesi'ne aittir ve müze
bul'a gelerek Kayalar Köyü mezarlığının olarak hizmet vermektedir (bak. Âşiyan
bittiği yere yakın bir noktada, deniz ke­ Müzesi).
narında bir tekkede şeyh olan Akkir- Âşiyan, kagir bir zemin kat üzerinde
manlı Ali Baba'nın yanma yerleştiği iki ahşap katı olan üç katlı küçük bir
söylenmektedir. Aslında tekkenin kuru­ evdir. Evin önemi Tevfik Fikret'e ait
cusu, I. Süleyman (Kanuni) zamanında oluşunun yanısıra onun tarafından ta­
Mısır'dan İstanbul'a göçen Şeyh İbrahim sarlanmış ve yapılmış olmasındadır. 19.
Gülşenî halifelerinden Hasan Zarifî yy'ın sonuna doğru Avrupa'da, daha
Efendi (ö. 1569) olduğu halde tekke çok da İngiltere'de görülen amatör ve
Durmuş Dede'nin adıyla anılagelmiştir. kişisel tasarım ürünü ve kırsal karakteri
Zamanla, Boğaz'dan geçen gemilerin belirgin küçük konut yapımının Türki­
tekkeye zahire yardımında bulunmaları ye'de bilinen birkaç örneğinden biridir.
bir gelenek haline geldi. Hadîkatü 1-Ce- İngiltere'de "arts and crafts" (bak. art
vâmfyi yazdığı 1768'de, Hafız Hüseyin nouveau) hareketiyle başlayan, ö n c e
Ayvansarayî bu geleneğin hâlâ devam mimarlar eliyle, sonraları ise amatör ta-
ettiğini kaydetmektedir. Çeşitli kaynak­ sarımcılarca sürdürülen rahat, cesaretli,
ların, yerini Rumelihisarı yönünde Ka­ serbest taşra evi yapımları özgür bir ya­ Tevfik Fikret'in Âşiyan'ı tasarlarken yaptığı
yalar Köyü yakınında tespit ettiği Dur­ şam kültürü ile birlikte dönemin aydın küçük ev resimleri.
muş Dede Tekkesi'nden günümüze hiç­ kesimi, düşünür ve sanatçıları tarafın­ Fotoğraflar Erkin Emiroğlu, 1993
bir iz kalmamıştır. Bu tekke Gülşeni dan da benimsenmiş bir moda idi. ' Do-
tekkesi olarak kurulmuşsa da Ahmed mestic styl" veya "domestic revival" ola­
Münib Üsküdari'nin Mecmua-i Tekâyâ rak anılan, genellikle farklı stillerden se­ model kitaplarının İstanbul'a da gelmiş
adlı eserinde ayin günü Çarşamba olan çilmiş başka başka motiflerin karışımı­ olduğu, kitaplık ve arşivlerdeki varlıkla­
bir Şabanî dergâhı olarak gösterilmiştir. nın pitoresk olanaklarından yararlanan rından ötürü kesindir. Âşiyan Müze­
1715'te ölmüş olan Fennî Mehmed bir eğilimdi. Yayın tekniklerinin ve ola­ sinde Fikret tarafından yapılmış küçük
Dede Boğaziçi köyleri üzerine yazdığı naklarının gelişmesiyle ortaya çıkan ev resimleri, sözü edilen model kitap­
Sabilname'âe bu semt için fiske tâşıyle dergi ve model kitaplarıyla yayılan bu larındaki ev resimlerine birebir benze­
eğer ürker ise gülşenden / bülbül-i zâre eğilimin en başarılı örneği, mimar Ph. mektedir. Bu küçük resimler, Fikret'in
Kayalar kadar olmaz mesken demiştir. Webb'in (1831-1915), İngiliz yazar ve "domestic revivaP'ı tanıdığının kanıtları­
18. yy sonundan 19. yy ortalarına ka­ politikacı W. Morris için onunla birlikte dır. W. Morris gibi Fikret'in de kendine
dar olan dönemi kapsayan bostancıbaşı tasarladığı ünlü Red House'dur. özgü bir konut yapma isteği, çağının
defterlerinde bu sahilde hekimbaşı, re- Osmanlı elit kesiminin Avrupa'da duygu ve düşünce dünyasına yakınlığı­
isülküttab ve ulemadan önemli devlet olan bitenden habersiz olduğunu san­ nın da işaretidir. Hattâ adının "Âşiyan"
görevlilerinin yalıları olduğu kaydedil­ mak yanıltıcı olur. Özellikle dergi ve oluşu, çağrıştırdığı şiirsellik, hüzün ve
ÂŞİYAN MÜZESİ 372

içedönüklük dönemin egemen eğilimi mında 378 ve-diğer Edebiyat-ı Cedideci- bulunan Aşkî'nin bazı hikâyeleri taş-
olan art nouveau'nun sembolist esteti­ ler kısmında ise 22 olmak üzere toplam plaklara da alınmış, Portakala Yahudi.
ğinden hiç de uzak değildir. 470 parça eşya ve eser mevcuttu. Bu Sürpik Dudu, Belalı Bıçkın, Sulukule
Âşiyan, İstanbul konutlarından izle­ arada Hâmid'in kütüphanesine ait 120 kavgaları gibi taklitleri de plaklara geç­
nimler taşıyan ama "domestic revival" eser de ciltlenmiş bir halde bulunmak­ miştir. Günümüzde bilinen meddahlık
örneklerine daha yakın olan bir tasa­ taydı. 1959'da Şair Nigâr Hanımın kitap­ hikâyelerinden çoğu. 60 yıla yakın bir
rımdır. Planında, profesyonel bir tasa­ ları ve arşivi de müzeye katıldı. 196l'de süre meddahlık sandalyesine oturan Aş-
rımcının yapmaması gereken yanlışlar Âşiyan Müzesi adını aldı. Bugün (1993) kî'den derlenmiştir. Aşkî, meddahlık
vardır. Üst kattaki çift koridor veya taş müze Büyükşehir Belediyesi Kültür İşle­ sandalyesine, başında sıfır kalıp bir fe
duvarın konutu kesen pozisyonu bun­ ri Daire Başkanlığı Kütüphaneler ve Mü­ arkasında kısa bir ceket, açık renkli b : i
lardan biridir. Buna karşılık "bay win- zeler Müdürlüğü'ne bağlıdır. Pazartesi bir pantolon, ayağında ökçesi kırık bsr
dow" tipi yarım altıgen çıkmaların kul­ ve perşembe günleri dışında 9-00-17.00 pabuçla ve okuma yazması olmayan b—
lanımı ustacadır. Fikret'in asıl yaşama saatleri arasında ziyarete açıktır. bıçkın görünümüyle çıkardı. Çeşitli lir­
hacmi olan giriş katı düzenlemesine İSTANBUL leri konuşurken ayağa kalkıp oynama-:
özen gösterdiği anlaşılmaktadır. Burada ve tiplere göre başlığım da değiştirmem
salonun Boğaziçi panoramasına açılan kendine özgü bir meddahlık biçimivc:
kesimdeki küçük nişlerin veya şömine­ 1910'da, Göksu'da Tahtırevan adı veri­
nin konumu son derece kişiseldir. len yerde döneminin ünlü oyuncularıy­
Fikret'in iç mekân düzenlemelerini la birlikte ortaoyununa da çıkmıştır.
büyük ölçüde art nouveau mobilya ve Bibi. M. And, Geleneksel Türk Tiyatrosu. An­
kumaşları kullanarak gerçekleştirmiş ol­ kara, 1 9 6 9 ; Ö. Nutku, Dünya Tiyatrosu Tari­
duğu çeşitli betimlemelerden anlaşıl­ hi, c. I, İst., 1985; Nutku. Meddahlık; S. I
Gerçek, Türk Temaşası, İst., 1942.
maktadır. Âşiyan, şairin resim ve mi­
RAŞİT ÇAYA-
marlığa olan yakınlığının onun edebiyat
dışı kişiliğini ne denli "avant garde" bir
çizgiye ulaştırdığının göstergesi ve ölçü­ AŞURE
tü olan önemli bir yapıttır. Muharrem aşı da denen aşure, Hz Nuh'­
Bibi. İSTA. III. 1161-1170; B. R. Eyüboglu. un. Tufan'dan sonra karaya çıktığı zaman
"Çekirdekten Yetişen Ressamlara Yaraşır, gemide kalan yiyecekleri bir kazana dc!-
Acık Seçik, Dipdiri Resimler", Milliyet Sanat durup pişirmesine bağlanan eski bir Do­
Dergisi,'?,. 145. s. 18-20. ğu geleneğidir. Anadolu'da olduğu gir:
AFİFE BATUR İstanbul'da da aşurenin en az yedi çeşi
malzemeyle pişirilmesi âdetti. İstanbul'un
ÂŞİYAN MÜZESİ saray ve zengin çevreleri aşure gelene ;_-
Tevfik Fikret'in Rumelihisarı'nda müze­ ne farklı özellikler kazandırmıştır.
ye dönüştürülmüş evi. Türk-Müslüman geleneğinde aşure,
İstanbul Belediyesi, büyük Türk şairi hicri-kamerî yılın ilk ayı muharremin
Meddah Aşkî (ortada, eli yanağında olan) 10. günü pişirilir. İstanbul mutfağı aşu­
ve düşünürü Tevfik Fikret'in hayatının (solda Cüce Vasil, önde Pişekâr Asım Baba,
bir kısmını içinde geçirdiği, şiirlerini sağda Çiftenaracı Emin).
reyi, buğday, bakla, nohut ağırlıklı \ -
yazdığı, edebiyatçı dostlarıyla ilişkilerini Yedigün dergisinden alınmıştır. niteliğinden bir sofra spesiyalitesi düze­
sürdürdüğü ve hayata gözlerini kapadı­ Gökhan Akcura arşivi yine getirmiştir. İstanbul usulü aşurece
ğı Rumelihisarı'ndaki "Aşiyan" adını ta­ pirinç, buğday, iç bakla, fasulye, şeker
şıyan konutunu 1940'ta şairin eşi Nazi- vb ana malzeme oranlarının dengelen­
me Hamm'dan satın alarak kamulaştır- AŞKÎ (Meddah) mesi yanında incir, üzüm, kuşüzümü
dı. Binada dönemin vali ve belediye kayısı, kestane, çamfıstığı, şamfısüğı, ce­
(1853, Bodrum/Muğla - 1934, İstanbul)
başkam Lütfi Kırdar'm girişimiyle bir viz, fındık, nar tanesi vb kullanılan::
Döneminin en iyi meddahlarından bi­
Edebiyat-ı Cedide Müzesi kuruldu. Tev­ damak zevki de gözetilir. Ayrıca misk
riydi. Sakız Adası'nda doğduğu da söy­
fik Fikret'e, Abdülhak Hâmid'e ve diğer amber, gülsuyu ilave edilir ve tarçın
lenen Aşkî, Rumca ve İspanyolca da bi­
Edebiyat-ı Cedide yazarlarına ait hatıra serpilir. Saray ve konak usulü aşure ise
lirdi. Meddah Şükrü'nün yetiştirmesiydi.
eşyalar ve belgeler bu binada toplandı. "süzme" ve "sütlü" denen iki ayrı tarzda
Kendisi de ünlü meddah Sururi'yi yetiş­
bir tür muhallebi kıvamında hazırlanr
19 Ağustos 1945'te açılan müzenin tirdi. Genç yaşta geldiği İstanbul'da bü­
Bu tür lüks aşureye bademşekeri, çiko­
Tevfik Fikret kısmında 160, Hâmid kıs­ yük ün kazandı. Geniş bir repertuvarı
lata dahi katılır.
Osmanlılar dönemi boyunca aşure
geleneğinde öncülük saraya aitti. Muhar­
rem ayının 10. günü Topkapı Sara]
mutfaklarında pişirilecek aşure için Ki-
lar.-ı Has'tan gereken malzeme veri;-
birkaç gün önceden hazırlıklara başlanır­
dı. Saray aşuresini helvacıbaşılar pişir­
mekteydiler. Büyük kazanlarla hazırla­
nan aşureden ilkin, özel bir törenle pa­
dişaha, harem halkına sunulması, sor_-_
devlet ileri gelenlerine, imaretlere, halka
dağıtılması âdetti. Sır kâtibi Salâhî Efer-
di'nin tuttuğu Ruznâme 'den, 1735'te sa­
rayda pişirilen amberli ve miskli iki maş­
Aşiyan rapa aşurenin, o sırada Beylerbeyi Sarr-
Müzesinden yı'nda dinlenmekte olan I. Mahmur _
Tevfik Fikret'in götürüldüğü, bir maşrapasının padişaha,
çalışma odası.
Erkin Emiroğlu,
diğerinin de maiyetindekilere sunuldu In
1993 ve zevkle yenildiği yazılıdır. II. Abdülhi-
373 AŞURE

mid döneminde (1876-1909) Yıldız ve re ile ilgili tuhaf inanışlar vardı. Örne­
Beşiktaş saray mutfaklarında hazırlanan ğin, aşure yenirken ağza gelen ilk bakla
aşurenin dağıtımı Istanbullularca sabır­ çiğnenmez, çıkarılır, yıkanıp kurutulur
sızlıkla beklenirdi. Dağıtım iki biçimde ve para kesesine "bereket baklası" ya
yapılırdı. Birincisi, saray testilerine ve da "aşure baklası" denerek konurdu.
kâselerine konan aşureleri tablakârlar, Hemen herkesin kesesinde bir aşure
Beşiktaş, Ortaköy, hattâ daha uzak baklası bulunurdu. Aşure pişerken ka­
semtlerdeki yüksek kamu görevlilerinin, rıştırmaya mahsus kepçeye ibrişimle
ilmiye, mülkiye ricalinin konaklarına gö­ delikli gümüş paralar bağlamak, daha
türürlerdi. Ertesi gün, "cevap" denen sonra bunları yıkayıp yine bereket ol­
usul gereği boş testi ve kâselerin çikola­ sun diye keseye koymak da bir âdetti.
ta, bademşekeri, fıstık vb doldurularak Şehzadebaşı Külliyesi tabhanesinde
konak ağalarınca saraya iadesi gelenekti. barınan veya Anadolu'dan gelen körler,
İkinci ve asıl dağıtım, halka dönüktü. muharrem ayının ikinci ve üçüncü haf­
Saray matbaalarının her birinde iki ve taları boyunca "aşure goygoycuları" ola­
dört kulplu büyük kazanlarda, buğday, rak İstanbul'un bütün semtlerini dola­
incir, üzüm, kayısı kurusu, nohut, bakla, şırlardı. Altışar kişilik gruplar halinde,
vb ile "daneli" denen aşureler pişirilir; Kerbela ağıtları söyleyerek dolaşan
10 Muharrem gecesi, sırık hammalların- İstanbul usulü pişirilmiş bir ev aşuresinin goygoycuların boyunlarına geçirilmiş
ca taşınan 50-60 kazan, Yıldız Talimha­ üzerinde ceviz, nar taneleri, kuşüzümü ve önlü arkalı iki gözlü heybeler (on iki
ne Meydanı'na götürülerek düzgün bir serpilmiş tarçın taneleri görülüyor. heybegözü, On İki İmam'ı simgeliyor­
sıra halinde dizilirdi. Sabah erkenden Hazım Okurer du) aşure erzakına mahsustu. Bir sokak
Matbah-ı Amire müdürü, vekilharç, hel- başında durduklarında yüzleri birbirine
vacıbaşılar resmi giysileriyle meydanda dönük bir halka oluştururlar, hep bir
kendi aralarında bir organizasyonla ima­
hazır beklerler, seccadecibaşımn, aşure
retlerden hayrat kazan alıp aşure pişirir,
ağızdan; Seyyah Dede topraklara yüzü­
tevziinin padişahın buyruğu olduğunu
çarşı esnafına ve halka dağıtırlardı.
nü / Sürsün, kan ağlasın, Matem ayın­
duyurmasından sonra, Matbah-ı Amire da nakaratlı mersiyeyi okurlar, bu sıra­
imamı dua eder, âmin diyen halka par­ Evlerde ise her aile, kendi konumu­ da semt halkı taslarla aşurelik getirip
maklık kapıları açılırdı. Her kazanın na ve ihtiyacına göre 10-17 Muharrem hangi gözde ne varsa aynısını onun üs­
önünde kuyruklar oluşur ve herkesin haftası içerisinde mevsim olanaklarına tüne koyarlar, bu sırada körler de "Hoy!
getirdiği kap kaçağa aşure doldurulurdu. göre zengin malzemeli aşure pişirirdi. goy goy canım!.." derlerdi.
Bu sırada disiplinin sağlanamadığı, gö­ Evlerde büyük helvahane veya kuzu
kazanı içinde hazırlanan aşure ocaktan Eski birçok gelenek gibi, İstanbul'a
revlilerin tepeden tırnağa aşure bulaşığı­ özgü aşure geleneği de unutulmuştur.
na battığı sıkça görülür, bu da tatlı anıla­ indirilince evin en yaşlısı kazanı karıştı­
rıp bir Yasin-i şerif okur, kazanın ağzı­ Ancak yine de muharrem ayında Müs­
ra olanak verirdi. lüman aileler evlerinde aşure pişirmek­
na kalaylı bir tepsi, bunun üstüne de
Saraya koşut biçimde, sultanefencliler te, konu komşuya dağıtmaktadırlar. Öte
beyaz bir örtü örtülür, aşurenin dem­
de (padişah kızları) kendi saraylarında yandan, İstanbul mutfağının yemekleri­
lenmesi tamamlanınca tepsi alınır, evin
aşure pişirttirip semt halkına, yoksullara ni hazırlayan birkaç lokanta ile muhal­
en büyüğünden en küçüğüne sıra ile
dağıttırırlardı. Hanedan mensuplarının lebiciler süzme aşure yapmaktadırlar.
tas tas verilirdi. Herkes salavat getirdik­
karşılıklı olarak birbirlerine gönderdik­ Bibi. Efdaleddin (Tekiner), "Aşura", îslam-
ten sonra yer, ayrıca tepsideki "aşure
leri aşureler çok değerli porselen, kris­ Türk Ansiklopedisi, ist., 1942, s.'604-614; Pa-
teri'' denen buhar suyu da şifa niyetine
tal, bakır, gümüş, prinç aşureliklere ko­ kalın, Tarih Deyimleri, I, 101-102; "Aşure",
gözkapaklarına ve alna sürülürdü.
nurdu. Sürahi biçiminde ve ağzının bir İSTA, III. 1178.
tarafı yalaklı olan bu tek kulplu aşure­ İstanbul halkı arasında eskiden, aşu­ NECDET SAKAOĞLU
liklerin yaldızlı, kabartmalı, hattâ muras­
sa olanları vardı. Bunlar, birer hediye
olarak konak ve sarayların köşe rafların­
da camekânlarmda saklanırdı. 10 Mu­ BURHAN F E L E K ' T E N BİR AŞURE ANISI
harremi izleyen hafta boyunca rical ve Peder merhum uzun müddet Evkaf Nezaretinde (Vakıflar Bakanlığı) memuriyet
paşa konaklarında da aşure pişirilip da­
etmişti. Evkaf Nezareti de Muharremde aşure pişirtip dağıtırdı. Evkafın dağıttığı
ğıtılırdı. Son dönemlerde aşureden çok
bu aşure, şimdi yerine Bahçekapısı Dördüncü Vakıf Hanın yapıldığı Hamidiye
aşure kabı ilgi çektiğinden muharrem
İmaretinde, zannederim Birinci Abdülhamid'in vakfı olarak pişer, dağıtılırdı.
ayı yaklaşınca züccaciyeci ve evani dük­
Aşure dağıtmak için hususi deştiler vardı. Muteber yerlere ve kimselere gidecek
kânları binbir çeşit aşurelik, kâse, tas ve
aşureler Avrupa malı tek kulplu, ağızlı, kapaklı porselen güzel vazo gibi desti-
sürahilerle dolardı. Bunları alanlar, aşu­
lere konurdu.
re vesilesiyle yakınlarına, komşularına
Bizim eve, bildiğimiz topraktan içi dışı yeşil sırlı geniş ağızlı destilerle gelir­
değerli hediyeler sunmuş olurlar, bu tür
di. Bu deştiler yarım gaz tenekesi kadar aşure alırdı. Babam merhum müdür ol­
kaplar da evlerde hediye edenin adıyla,
örneğin "Saraylı hanımın kâsesi", "Müftü duğu zaman 6 desti aşure geldiğini hatırlarım. Ye babam ye!.. Tabii biz de ko­
efendi tası" vb olarak anılırdı. nu komşuya dağıtırdık. Ama kendimiz de ayrı aşure pişirirdik. Babam merhu­
mun ilk memuriyeti bu aşurelerin piştiği Hamidiye imaretinde anbar memurlu­
Evkaf Nezareti de kendi bünyesindeki
ğu ile başlamış imiş. O bize anlattı. Aşureler, imaretin büyük, ama birkaç ton­
sayısız vakfın birçoğunun vakfiyelerinde
luk kazanlarında bir gün evvelden pişermiş. Muharremin dokuzunu onuncu
yer alan "Muharrem ayında aşure pişiri­
gününe bağlayan gece soğuduktan sonra sabah erkenden kapıları halka açar-
lip halka ve fukaraya dağıtıla" koşulu ge­
larmış... Çoluk çocuk, kız kızan genç ihtiyar eline ne geçirirse imarete koşar
reği, İstanbul'un büyük imaretlerinde
kazana daldırırmış. Bir gün kalabalık öylesine hücum etmiş ki elindeki saplı
aşure pişirttirip dağıtımını sağlardı. Son
gaz tenekesini biraz derinleşmiş olan kazana daldırmak için fazlaca içine eğilen
dönemlerde bu gelenek daha çok Bah-
bir Arap (zenci) arkadakilerin de tazyiki ile başaşağı aşure kazanına düşüp bo­
çekapı'daki Hamidiye İmareti'nde yapılı­
yordu. Aşurenin yanısıra, aynı günlerde ğulmuş. Rahmetli peder: "Kazanda aşure bittikten sonra cesedini çıkardılardı"
imaretlerde, sebillerde şerbet, memba diye anlatırdı...
suyu, hatta pişmiş kurban eti dağıtıldığı Milliyet, 20 Mart 1970
da olurdu. Kimi zaman esnaf örgütleri de
AT YARIŞLARI 374

AT YARIŞLARI bün yaptırıldı ve yarışlar için de iki pist İstanbul'a sığman Beyaz Ruslar arasın­
açıldı. Düzenlenecek at yarışlarının tek­ daki atçılar da yarışçılık dünyamıza ay-
Türkiye'de, bugünkü şekline en yafan nik işleriyle uğraşmak üzere, yine Enver bir renk kattılar. Özellikle, Arcady ile
at yarışlarının 1900'de İzmir'de düzen­ Paşa tarafından Keçecizade İzzet Fuad kardeşi Dr. Seferov'un Türk yarışçılığına
lenmeye başlandığı bilinir. Bu konuda Paşa ile İmrahor (ahırlar amiri) Miralay pek büyük yararları dokundu.
öncülük yapan kişi orada yerleşmiş bu­ Şevket B e y görevlendirildiler. İş pek Mütareke yıllarında, İşgal Kuvvetleri
lunan Mr. Patterson adında bir İngiliz hızlı büyüdü; modern sistemlerin ya- Başkumandanı General Harrington'ın
işadamıydı. Onunla el ele veren Musevi nısıra, İngiltere ve Macaristan'dan davet girişimiyle İngilizler tarafından İstan­
asıllı Riz ve Alyoti efendilerle Evliyaza- edilen jokeyler de İstanbul at yarışlarına bul'da at yarışları yeniden başlatıldı. Ya­
de Refik Bey'in girişimleri sonucu, o za­ katıldılar. Yine aynı yıllarda Roman­ rışları İşgal Kuvvetlerinin kontrolü al­
manlar Paradisu adıyla anılan bugünkü ya'dan gelen Sabri (Tulça) Bey de mo­
Şirinyer'de ilk at yarışları yapılmaya tındaki "Races Syndikate of Makrikeu
dern yarışçılık anlayışının yerleşmesin­ (Makriköy Yarış Sendikası)" düzenlivor-
başlanmıştı. On yıla yakın bir süre de­ de etkili oldu. Heyecanlı yarışlar gitgide
vam eden İzmir at yarışlarının kesilme­ du. Yine aynı sendika tarafından YeB-
daha fazla ilgi topluyor ve aralarında efendi'de ahşap tribünlerin yerine
sinden sonra İstanbul'a gelen Evliyaza- Reşid Akif Paşa, Kıbrıslı Mustafa Paşa,
de Refik Bey, at merakıyla tanınan dö­ ton bir tribün yaptırıldı. Kurtuluş Savu-
Hassa Müşiri Rauf Paşa, Keçecizade şı'nm ardından İngiliz İşgal Kuvvetle­
nemin Harbiye Nazırı Enver Paşa'yı zi­ Hikmet Bey, Müşir İzzet Fuad Paşa. Sa-
yaretle at yarışları konusunu açıp geniş rinin İstanbul'dan ayrılmasıyla at yarı>-
ib Molla, Hacıbekirzade Ali Muhiddin lan yeniden durgun bir döneme girdi.
izahatta bulunmuştu. Konuya ilgi göste­
Bey ve Şehzade Ömer Faruk Efendi gibi
ren Enver Paşa'nın emriyle, derhal ken­ Cumhuriyet'in ilanından sonra bu
devrin ileri gelenlerinin de bulunduğu
di başkanlığında bir "Islah-ı Nesl-i Feres konu yeniden ele alındı. Akif Aksonun
birçok kişi atçılıkla fiilen ilgileniyordu.
Cemiyeti" (At Neslini Islah Derneği) ile kişisel gayretinin hükümet tarafından clu
buna bağlı olarak Sipahi Ocağı Kulübü Enver Paşa'nın İzmir'den satın aldığı desteklenmesiyle, Veliefendi'de at yarış­
kuruldu. Bu cemiyet ile kulübe, devrin "Übeyyâm" isimli atı ela Veliefendi'nin ları yeniden başladı. Cumhuriyet yöne::-
ileri gelenleri arasındaki at meraklıları en gözde şampiyonlarından biri olmuş­ minin en seçkin kişilerinin bu işe eğil­
toplandı. Önemli şahsiyetlerin de des­ tu. Önceleri İstanbul at yarışlarına katı­ dikleri görüldü. İsmet (İnönü), F e v r i
tekleriyle Makriköy'de (bugünkü Bakır­ lan atların tümü Arap atlarıyken, za­ (Çakmak) paşalar ile Celal (Bayar), Atıf
köy) Hazineye ait Veliefendi Çayırı bu manla bunlara İngiliz atları da eklendi. (Esenbel), Ahmet (Atman), Ali Muhid­
işe tahsis olundu. Buraya ahşap bir tri­ Rus İhtilali sırasmda 1918-1920 arasında din (Hacıbekir), Akif (Akson) beylerin
de atları yarışlara katılmaya başladı. Bu
arada Atatürk'ün izniyle 1927'de kene.
adına ihdas olunan koşu İstanbul at ya­
rışlarına ayn bir renk ve heyecan kattı.
At yarışları gittikçe artan büyük bir
ilgiyle sürdü. Bu arada yerli yarış atlan
da yarışlara başka bir kan getirdiler.
1950'de Demokrat Parti Hükümeti tara­
fından konu ele alındı; bu işe gönül ve
emek vermiş kişilerin bir araya gelmele­
riyle kurulan "Türkiye Jokey Kulübü .
at yarışları organizasyonunu üstlendi -.-t
bugünlere kadar gelen olumlu çalışma­
larıyla at yarışlarına çağdaş bir nitelim
kazandırdı.
CEM ATABEYOĞLU

ATABAY, KEMAL
(1903. İstanbul - 8 Ekim 1967, Baden-
Baden/Almanya) Eczacı. Babası kayma­
kamlık görevlerinde bulunmuş olan
Mülkiye Mektebi mezunu Ahmed Esau
Sezai Bey'dir. Atabay 1926'da İstanbul
Eczacı Mektebi'nden diploma almış w
ecza ticareti ve tıbbi müstahzar yapım
konularıyla ilgilenmiştir. Çalışmaların,
öğrenciliği sırasında Nazaryan Ecza De-
posu'nda başlamış, eczacılık diplomas:
aldıktan sonra bir süre Ekrem Necib Ec­
za Deposu'nda çalışmış ve 1928'de Os­
manlı döneminin ünlü ecza depoların­
dan Şark Merkez Ecza Deposu şirketine
memur olarak girmiştir. 1930'da şirketin
bir şubesini kurmak üzere Ankara'n:
görevlendirilmiştir.
1940'ta şirketin İngiliz ve R u m ortak­
lan arasında yapılan düzenleme sonucu
Atabay meslektaşı Hasan Derman ile
birlikte, Şark xMerkez Ecza Deposunun
en büyük hissedarı durumuna gelmij
ve vefatına kadar bu şirketi yönetmişin
Şirket 1985'te kapanmıştır.
Atabay tıbbi müstahzar yapımınu
3 75 ATABİNEN, REŞİT SAFVFT

Çocukluğu babasmın görevi dolayısıyla


Anadolu'nun çeşitli kentlerinde geçti.
Küçük yaşta edebiyatla ilgilenmeye baş­
ladı. İlk yazısı 11 yaşındayken Konya'da
Anadolu gazetesinde yayımlandı. 1912'
de Tanin'de yazmaya başladı. Aynı yıl
17 yaşında yazmış olduğu Neriman adlı
romanı yayımlandı. I. Dünya Savaşı'nda
yedek subay olarak askere alınması
üzerine hukuk öğrenimini yarıda bırak­
tı. Mütareke yıllarında Kaplan adlı bir
dergi çıkardı, fakat sansür baskısı nede­
niyle kapatmak zorunda kaldı. Daha
sonra Fağfur, Şair, Rebab, Düşünce, Re­
simli Hikâye dergilerinde yazdı. Zâniye-
ler (1924, yb 1943, 1989), Sârâ (1926),
Cehennem Yolcuları (1926) adlı roman­
ları, Bataklık Çiçeği (1924) adlı hikâye
kitabı yayımlandı. Orta Malı, Ayarı Bo­
zuklar, Endam Aynası adlı romanları
1925-1927 arasında Son Saat gazetesin­
de, Mahalle romanı Vakit gazetesinde
Kemal Atabay Eşref Şefik Atabey tefrika edildi.
Turhan Baytop koleksiyonu Cem Atabeyoğlu arşivi
Cumhuriyet döneminde Seyr-i Sefain
İdaresinde (Devlet Deniz Yolları) çalış­
1938'de Galatasaray'da kurduğu Nur La- ismi Eşref Şefik, ayrıca kendisine ayrılan tı. Son görevi Devlet Deniz Yolları neş­
boratuvarı ile başlamıştır. 1942'de ecza­ haftalık radyo programlarında, spor ko­ riyat müdürlüğüydü. Bir yandan da İk­
cı Emin Eman (1904-1982) ile ortak ola­ nuları, balıkçılık, gençlik anıları, eski İs­ dam, İleri, Vakit, Son Saat, Payitaht,
rak Gedikpaşa'da Merkez Laboratuva- tanbul yaşamı gibi çok çeşitli konular­ Milliyet, Cumhuriyet ve Son Posta gaze­
rı'nı kurmuştur. 1955'te bu ortaklıktan daki sohbetleriyle de ün yaptı. telerinde musahhih, muhabir, yazar ve
ayrılarak tek başına Atabay İlaç Fabrika- Boks ve güreş dallarında otorite olan yazı işleri müdürü olarak çalıştı.
sı'nı (Defterdar Yokuşu no. 23, Topha­ ve Türkiye'nin ilk Boks Federasyonu Selahattin Enis'in I. Dünya Savaşı ve
ne) açmış ve fabrika 1969'da ilaç ve başkanlığım yapmış bulunan Atabey, Mütareke yıllarında İstanbul'daki yük­
kimyasal madde'yapımı için, özel ola­ anılan radyo programları dolayısıyla salt sek tabakanın yozlaşmış hayatını konu
rak düzenlenmiş olan binaya (Köftüncü bir spor adamı olma vasıflarını aşan, her alan eserleri Türkiye'de natüralizmin ilk
Sokağı, no. 1, Acıbadem) taşınmıştır; yaştan insanın, beğeni ve ilgisini kazan­ örneklerindendir. Bu yüzden "Türki­
halen de bu binada ilaç imali konusun­ mış kendine özgü bir konuşmacıydı. ye'nin Emile Zola'sı" olarak anıldı. Ro­
da çalışmaktadır. CEM ATABEYOĞLU man ve hikâyelerinde Türk toplumunca
Atabay, Türkiye'de dünya standartla­ hoş görülmeyen davranış ve ilişkileri,
rına uygun hazır ilaç ve ilaç hammad­ ATABEYOĞLU, SELAHATTİN hayatın iğrenç sahnelerini bütün açıklı­
desi yapımı ilkesini savunan ilk kişiler­ ğıyla kaleme aldı. En tanınmış eseri
ENİS
den biridir. Türk ilaç sanayiinin bu ko­ olan Zaniyeler'de iyi eğitim görmüş ve
(1892, Antalya - 11 Haziran 1942, İs­ güzel bir kadın olan Fitnat'ın evlenip
şulları yerine getirebildiği ölçüde ulusla­
tanbul) Roman ve hikâye yazarı, gaze­ Konya'ya yerleştikten sonra kocasını
rarası ilaç ticaretinde başarılı olabileceği
teci. Çıldır Atabeyleri soyundan jandar­ terk ederek İstanbul'da çeşitli erkeklerle
kanısını taşıyordu.
ma subayı Ahmed Enis Bey'in oğludur. metres hayatı yaşaması çerçevesinde, I.
TURHAN BAYTOP
Dünya Savaşı İstanbul'unda savaş zen­
ginleri, ünlü yazarlar, bürokratlar gibi
ATABEY, EŞREF ŞEFİK
üst tabaka mensuplarının Şişli, Beyoğlu,
(1894, İstanbul - 6Eylül 1980, İstanbul) Adalar ve Moda'daki yoz hayatları, ala­
Spor adamı, spor yazarı ve spikeri. Ga­ frangalık özentileri, ahlaki düşkünlükle­
latasaray Lisesi'nde başlayan öğrenimini ri anlatılır. Atabeyoğlu toplum hayatına
Fransa'da tamamladı. Paris'te geçen yıl­ dair sıra dışı fikirleri ve kendine özgü
larında boks sporuyla yakından ilgilen­ giyim kuşantıyla ilginç bir kişilik olarak
di. Boks dünyasının ünlü kişilerini ve tanınmıştır.
boksörlerini orada görmek ve tanımak
imkânını buldu. I. Dünya Savaşı'nın çık­ Bibi. C. Atabeyoğlu, "Babam Salâhaddin
Enis", Zaniyeler İst., 1989, s. 5-13; "Atabe-
ması üzerine 19l4'te İstanbul'a döndü.
voğlu. Salâhaddin Enis", İSTA, III, 1185-1186;
Paris'te öğrendiklerini burada tatbike "Atabeyoğlu, Selahattin Enis; TDEA, I, 210-
yöneldi. Galatasaray Spor Kulübü'nde 211; C. Kudret, Türk Edebiyatında Hikâye ve
genç heveslileri yetiştirdi. Onların ara­ Roman, 1859-1959, II, Ankara, 1970, 200-
sından Küçük Kemal ve Melih Açba gibi 220.
iki büyük yıldız çıkardı. 1918'de İleri ga­ ATİLLA ÖZTÜRK
zetesinde spor yazarlığına başladı, daha
sonra Son Posta, Akşam, Tan, Vatan, ATABİNEN, REŞİD SAFVET
Cumhuriyet ve Hürriyet gazetelerinde (1884, Sarıyer - 2 Şubat 1965, İstanbul)
spor yazarlığını sürdürdü. Yazar, diplomat ve kültür adamı. Baba­
Atabey 1933'te İstanbul Radyosu'nun sı, saray orkestrasının şefi (Muzıka-i Hü­
ilk spor spikeri olarak başladığı bir baş­ mayun atik miralayı) Safvet Bey'dir.
ka uzmanlığını uzun yıllar devam ettir­ Türk musiki tarihinde ilk solfeji yayımla­
di. Güreş ve boks müsabakalarının rad­ Selahattin Enis Atabeyoğlu mış olan bu flütist, Danişmendlerin ko­
Cem Atabey -oyu 'aun izniyle
yodan naklen yayınlarının unutulmaz lundan Atabinenoğulları'na mensuptur.
ATAÎ 376

17 yaşında liseyi bitiren Reşid Safvet, par: Nazilerin Berlin'inde Türkiye'yi Atabinen'in ikinci mekânı, çok daha
1904'te. Paris'te Ecole libre de Sciences temsil etmek üzere Uluslararası Olimpi­ görkemli bir yerdir: Damadı olduğu Se­
Politiques'ten diploma almış ve İstan­ yat Komitesi'nin Türkiye temsilciliğini rasker Rıza Paşa ailesinin elindeki j: -
bul'a döndükten sonra, o zaman yaban­ ona verdirir. konak. Seraskerin II. Meşrutiyet'in ila­
cı dil bilen gençler için birkaç çalışma Kısa süre sonra patlayan savaş, Ata- nından sonra Midilli'ye sürülmesi üzeri­
yerinden biri olan Tütün Rejisi Komiser­ binen'in başında bulunduğu TTOK'yi ne kapanan Yıldız'daki Büyük Saray.
lik Kalemi mütercimliğine tayin edilmiş­ harp öncesi yıllardaki faaliyetinden alı­ 1932 veya 1933'te rehinli olduğu Emni­
tir (1906). Aynı yıl Beyoğlu'nda Fransız­ koyan. yet Sandığı'nca sökülmüş, paşanın toru­
ca ve İngilizce yayımlanan Levant He­ 1940'lardan ölümüne kadar geçen bu nu Nurhayat Hanımefendiye bu taş ko­
rald gazetesinin başyazarlığa getirilir. dönemde Atabinen'in İstanbul açısından nak kalmıştır. Eski Saray'ın arkasında.
Burada Avrupa-Yakındoğu ilişkileri ko­ özel önemi şu alanlarda kendini göste­ II. Abdülhamid'in kuyumcubaşısı tara­
nusunda vukuflu yorumlarıyla dikkati rir: O dönemlerde henüz bir Anıtlar fından yaptırılmışken, Serasker Rıza Pa­
çeker. Dönemin bütün Fransızca litera­ Yüksek Kurulu bulunmadığı için. o boş­ şa'nın satın aldığı 4 dönümlük ayrı bir
türünü edindiği gibi, salonlarını ünlü ki­ luğu istişari bir organ olarak doldurma­ b a h ç e içindeki binada, Reşid Safve:
şilere açan alımlı ve ünlü Frenk ve Le­ ya çalışan "Eski Eserler Encümeni" üyesi Bey'in II. Dünya Savaşı sonundan, 1 Ça­
vanten madamlarının da en makbul da­ olan Atabinen, çeşitli yazılarla, encüme­ basındaki vefatına kadar 20 yıl boyuncu
vetlilerinden biri olur. ne gönderilen kültür mirasımızla ilgili yazları düzenlediği kokteyller ve resep­
Bu arada 10 yıldan fazla sürecek bütün dosyaların takipçisi olur ve kendi siyonlar, o tarihlerde İstanbul'da bir
mesleği de artık belli olmuştur: Diplo­ kendine üstlendiği bu fonksiyonu, yö­ başka benzeri olmayan kalabalık ama
matlık. 1907'de Osmanlı Devleti-Ro- netimindeki kurum eliyle yapar. seçkin davetlerdir.
manya Muhtelit Komisyonu başkâtipliği Kurum dergisi TTOK Belleteni, çey­ İstanbul'un tarih mirasım kendine
yapan Reşid Safvet, Bükreş Sefareti baş­ rek yüzyıllık bir dönem boyunca, özel­ dert edinen, aristokrat ruhlu bu aydır
kâtip vekili olur. Sonra, sırasıyla Ameri­ likle o zamanlar İstanbul'da henüz ya­ kişinin önüne, iki büyük toplumsal
ka'ya, İspanya'ya ve İran'a gider; Was­ şayan bütün fiziksel kültür mirasının problem çıkmıştır: 1939'da Vali Lütf:
hington. Madrid ve Tahran'da başkâtip­ durumu, problemleri ve İstanbul'la ilgili Kırdar'm. 1956'da da Başbakan Adnar
lik yapar. literatür hakkında başlıca ve en zengin Menderes'in başlattıkları, tekniğe ve
1917'de Beyoğlu'nun bu gözde sima­ kaynak olmuştur. modernizme öncelik veren iki büyük
sı, artık yuva kurmak zamanının geldi­ 1940'lar ile 1950'ler boyunca Atabi­ imar operasyonu meselesi. Atabinen.
ğine inanmış, bir izdivaç yapmıştır. Seç­ nen'in İstanbul için bir başka hizmeti, bu iki olayda, o zamanlar çok riskli bir
tiği kız. II. Abdülhamid'in seraskeri Rıza kurumun o zamanki çok dar imkânları­ durum olan, "resmi makamlarla ihtilafa
Paşa'nın torunu, Nurhayat Hanrm'dır. nı zorlayarak, birkaç örnek restorasyo­ düşmek" pahasına da olsa, kültürün ve
1918-1920 arasında Reşid Safvet Bey, nu üstlenmiş ve gerçekleştirmiş olması­ sanatın açık ve cesur sa"\amuculuğunu
İsviçre ve Fransa'ya gider ve Anadolu dır. Bunların başlıcaları, İstanbul Üni­ yapar. 1964'te yakalandığı prostat kan­
hareketinin haklılığını Batı kamuoyuna versitesi Merkez Kütüphanesinin bitişi­ seri, onu. 1 yıl kadar sonra bu dünya­
kabul ettirmek üzere birçok şehirde ğindeki İbrahim Paşa Sebilinin ve Gala- dan ayırdı. 4 yıl kapalı kalan ve vefatın­
konferanslar verir, kitaplar, risaleler ya­ ta'da Kara Mustafa Paşa Camii'nin dan birkaç gün sonra zaten bütün per­
yımlar. Bunların hepsi, Mustafa Kemal önündeki Reisülküttab İsmail Efendi soneli dağıtılmış konağının eşyaları ve
Paşa'nın bilgisiyledir. Çünkü, genç ve Mektebi'nin ve altındaki enfes rokoko en değerli parçaları, 1969'da yok paha­
dâhi Paşa, Çanakkale Savaşı'ndan (1915) çeşmenin onarımlarıdır. sına elden çıkarıldı. Sonra da, Serasker
İstanbul'a döndüğü vakit, Akaretler'de Reşid Safvet Bey'in İstanbul için bir Rıza Paşa Konağı'nın bu son müştemila:
Reşid Safvet'le komşuluk etmiştir. başka önemli işi. tehlikede gördüğü binası, toprağı, yani arazisi değil, kire­
1 9 2 1 ' d e Reşid Safvet B e y "Şûra-i ö n e m l i binaların durumunu, ısrarla mitleri ve tuğlası satılmak suretiyle sö­
Devlet Tanzimat Dairesi" üyeliğine ata­ mektuplar, ziyaretler ve temaslarla, de­ küldü. Aile, 10.000 cilde yakın zengin
nır. Lozan Barış Konferansı'na Türk he­ vamlı olarak yetkili ve sorumlu makam­ kütüphaneyi TTOK'ye bağışladı.
yeti gönderilirken, Atatürk, genel sekre­ lara iletmesidir. Bu iletişimi yapmak Kara Semsi soyundan Reşid Safvet
terliğe Reşid Safvet Bey'in adını yazarsa için, tercih ettiği yollardan biri, zengin, Bey, aynı soydan gelen ve " S ü n b C
da İsmet Paşa, Lozan Konferansımın ama nezih davetler düzenlemesidir. Bu­ Efendi" namı ile maruf evliyanın, Koca-
ikinci bölümüne Reşid Safvet Bey'in ka­ nun için, elinde iki ayrı mekân vardır. mustafapaşa'daki türbesine, 1950'lerde
tılmasını veto eder. Atatürk de bu duru­ Birisi. Taksim Cumhuriyet Caddesinde dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın
ma ses çıkarmaz ve Reşid Safvet Bey. 5 133 no'lu, üç katlı küçük evidir. II. Ab- aracılığı ile alınmış olan özel izinle
yıl kadar, kendisini bir boşluğun içeri­ dülhamid döneminde Furlani adlı İtal­ gömüldü.
sinde bulur. yan piyaniste ait olan kagir ev, geniş bir ÇELİK GULERSOY
Ancak 1923'te önemli bir iş yapar: mekân değildir ama. evi 1920'lerde satın
Cumhuriyet'in kuruluşundan bir ay ön­ alan Reşid Safvet Bey, onu saygı uyan­ ATAÎ (Nev'îzade)
ce. Türkiye'nin en eski turizm kuruluşu dıran bir konut haline getirmeyi bilmiş­ (Ekim 1583, İstanbul - Ekim 1635, İs­
olan Türkiye Turing ve Otomobil Kuru- tir: Koyu yeşile boyalı demir giriş kapısı­ tanbul) Divan şairi. 16. yy'm ünlü şairle­
mu'nu(->) (TTOK), iki isimli küçük bir nın üzerinde, sarı pirinçten iki adet "RS" rinden Nev'î Efendinin oğludur. İyi bir
dernek halinde kurar: Türkçe adıyla inisiyali taşımasının, İstanbul'da bir baş­ medrese öğrenimi yanında devrin önem­
Türk Seyyahın Cemiyeti, Fransızca adıy­ ka benzeri yoktur. Asalet mührü, böyle­ li âlimlerinden dersler gördü. İstan­
la Touring Club de Turquie. ce daha kapısında başlayan küçük bina, bul'da müderrislik yaptı. Rumeli'nin pek
Reşid Safvet Bey, Atatürk'ün desteği holden itibaren zevkle yerleştirilmiş ve çok kasabasında (Babadağ, Varna, Rus­
ile 1927 ve 1931'de Kocaeli mebusu yığıntı şeklinde olmayan, ama her yeri çuk. Lofça, Silistre, Tırnova, Tırhala, Ü>-
olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne dolduran tablolarla, gravürlerle, bronz küp) kadılıklarda bulundu. Sık sık azil­
girer. 7 yıllık bu dönem, gerek Reşid heykelciklerle ve mutlak sessizliği ile lerle karşılaştı. Ömrü, bürokratik müca­
Safvet Bey, gerekse genç Türkiye Cum­ küçük bir mabede benzer. delelerle geçti. Mezarı İstanbul'dadır.
huriyeti devleti için yurtdışı konferans­ Reşid Safvet Bey, burada ağırladığı Ataî. divan edebiyatında bilhassa
larının parlak başarılarıyla doludur. Bu konuklarına, önleri prostelalı, beyaz mesnevileriyle tanınmıştır. Osmanlı bi­
tarihçi diplomat, sadece Fransızca kon­ saçlı Ermeni ve Rum hizmetçiler gümüş yografi yazarlarının da önemlilerinden
feranslar ve seçkin çevrelere davetlerle takımlarla çay servisi yaparken İstan­ sayılır. Manzum eserleri, Divân, Hamse
yetinmemekte, kendisi keman, eşi piya­ bul'a ait bir derdi iletirse, onun. maka­ (Nefhatü 1-Ezbâr, Sohbetü 'l-Ebkâr, Hil-
no çalarak resitaller de vermektedir. ma gönderilecek bir yazıdan daha etkili yetüi Efkâr, Heft-hân ve Sakînâme):
Atatürk ölmeden, ona bir jest daha ya­ olacağını düşünür. mensur eserleri ise Hadaiku 1-Hakaik f.
377 ATAKÖY

Tekmileti'ş-Şakaik, el-Kavlü 'l-Hasen, ATAKÖY ci Bulvarı, güneyde Rauf Orbay Caddesi


Münşeat, Zeyl-i Siyer-i Veysî'dh. 1958'den başlayarak çeşitli dönemlerde ve Ali Rıza Efendi Caddesi, kuzeyde La­
Ataî İstanbulludur ama ömrünün pek le Sokağı, kuzeydoğuda Doktor Remzi
yapılmış toplu konut ve tesislerden
çoğunu taşrada geçirmiştir. Bu yüzden Kazancıgil Caddesi ile sınırlıdır. Tek
oluşan, Bakırköy İlçesi'ne(->) bağlı ma­
taşrada yazdığı eserlerinde İstanbul bir muhtarlık olup 1990 sayımına göre nü­
halleler grubudur. Gerek yapılarının ni­
daüssıla özlemiyle anlatılır. Pek çok şi­ fusu 10 bini aşmaktadır. Bu mahallenin
teliği, gerek yerleşme düzeni ve şehir­
irinde ismi anılsın yahut anılmasın, veri­ sahilinde, marinayı ve Galleria'yı içeren
cilik anlayışıyla Bakırköy İlçesi içinde
len mekân ve tabiat tasvirleri İstan­ otellerin, yat kulübünün, restoran ve
ayrı bir uydu kent görünümündedir.
bul'dan mülhemdir. eğlence yerlerinin, çarşıların, alışveriş
Bakırköy'ün güneybatısında, eski Ba-
Divanında yer alan pek çok kaside­ ruthane'nin bulunduğu bölgede, Emlak merkezlerinin yer aldığı geniş bir turizm
nin (bahariyye, nevruziyye, temmuziy- ve Kredi Bankası (bugün Emlak Ban­ kompleksi vardır.
ye) nesip bölümleri kısmen İstanbul'un kası) tarafından başlatılan toplukonut Nüfusu 7.000'e yaklaşan 3- ve 4. kı­
güzelliğini, baharım, yazını, denizini, inşaatı aynı zamanda Türkiye'nin kent sımlar, kuzeydoğuda Behçet Kemal Çağ­
bahçelerini, çiçeklerini, kuşlarını vb an­ ölçeğinde gerçekleştirilen en büyük lar, batıda Doktor Remzi Kazancıgil cad­
latır. Yine pek çok gazelde tasavvuf ve toplu konut tasarımıdır. Ataköy projesi deleri, güneyde Ataköy 1. ve 2. kısımlar­
edebiyat muhitlerinden, e ğ l e n c e ve toplam 12.000 konut ve 60.000 nüfusu la sınırlıdır. Ataköy ortaokul ve lisesiyle
zevk dünyasına kadar zengin bir İstan­ öngörmektedir. M. Üstündağ İlkokulu bu mahallenin or­
bul hayatını bulmak mümkündür. tasında yer alır. 7, 8, 9, 10 ve 11. kısım­
Güneyde sahil yolu ve Marmara De­
Ataî'nin İstanbul'u somut biçimde lar 1990 sayımı sonuçlarına göre Bakır­
nizi, doğuda Bakırköy, batıda Ayamama
anlattığı eserleri mesnevileridir. İstan­ köy Zuhuratbaba Mahallesi'yle birlikte
Deresi ve Yeşilköy, kuzeyde Londra As­
bul dışında yazılan mesnevilerde özle­ 33.000'i aşan nüfusa sahiptir.
faltı (E-5, yeni koduyla 0-1) ile sınırla­
diği bu şehri, mevsim mevsim hasret
nan ve 4.000.000 m"lik bir alana yayılan Ataköy 6. Kısım'da inşaat henüz baş­
duygularıyla dile getirir. Sohbetü'TEb-
Ataköy, dört muhtarlıktan oluşmaktadır. lamamıştır. Arazi, Ayamama Deresi'ne
kâfm bütün sohbetlerinde, çevre tas­
1958'de başlanan Ataköy 1. Kısım, yakın olup kısmen bataklık durumunda­
virleri h e p İ s t a n b u l ' d a n alınmadır.
Fişekhane, N. Tmaztepe ve Strasburg dır. Ataköy'ün bütün kısımları ve mahal­
"Zenpâre-i âvârelerin ahvâli beyânın-
caddeleriyle çevrilidir. 1990 nüfus sayı­ lelerinin kendi alışveriş bölgeleri, çarşıla­
dadur" başlıklı h i k â y e d e Üsküdarlı
mına göre nüfusu 1.500 civarındadır. rı, spor tesisleri, çocuk bahçe ve parkları
"Kuşu ipli" demekle maruf bir hovar­
Mahallenin deniz tarafında, bugün de­ vardır.
danın tuhaf hikâyesi (41 beyit) ile Fer­
niz kirlenmesi yüzünden artık plaj ola­ Ataköy'ün üzerine kurulu olduğu
dî adlı bir mahbûbun başından geçen­
rak yararlanılmayan, Ataköy'ün kurul­ arazide, I I I . Selim d ö n e m i n e kadar
leri (103 beyit) sosyal hayat sahneleriy­
duğu sıralarda ise İstanbul'un en iyi ve "Emekçi Çiftliği" adıyla bilinen bir çiftlik
le anlatır. Keza Nefhatü l-Ezhâr'da yer
modem tesisli plajlarından biri sayılan vardı. 19. yy'da buraya bir baruthane ile
yer İstanbul'un bazı ahlaki sorunlarına
Ataköy Plajı, Emlak ve Kredi Bankası bir ispirto deposu kurulmuştu. Buradaki
değinir. İstanbul'u en canlı şekliyle te­
Kampı, Ataköy motelleri yer alır. küçük bir limandan gemilerin bir kısım
rennüm ettiği eseri ise Sakînâme'dvc.
Burada Haliç ile Boğaz'm güzellikleri, Ataköy 2. ve 5. kısımlar doğuda ihtiyaçları da karşılanabiliyordu. Bunla­
mesireleri, kasırları, tekkeleri vb övü­ Strasburg Caddesi, batıda Adnan Kahve­ rın dışında, bölge, bir yanı kumsal ve
lür. Dil ü cana hoş cây-ı zibâdur ol /
Meğer mecmâ-i asr-ı İsâ'dur ol beyti ile
başlayan Haliç bahsinde, Kafeslerde
var nice âlî makam / Olur aksi derya­
ya düştükçe dâm / Kafes içre rahşân
meh-veşân / Olur peyker-i encüm-i as­
man (...) Geçer gâhî alay ile hûblar /
Olur zevrak anlara dürc-i güher gibi
pek çok beyit yer alır. Boğaziçi'nin ve
hisarların anlatıldığı "Menkıbet-hânî-i
Hisâr-ı gerdûn-iştihâr ve medh-i mesî-
regâh" b ö l ü m ü n d e de B o ğ a z i ç i ' n i n
mehtaplarından yerleşim bölgelerine,
ağacından çiçeğine, suyundan toprağı­
na bütün tabiatı ve coğrafyası; sosyal
hayat ve eğlenceleri ile hisarlar zengin
motiflerle işlenir. Çekilmiş biri Göksu
ırmağına /Akıtmış biri bahri ayağına /
Mukabil durur iki dilkeş mahal / Gö­
ren meyi eder birbirinden güzel (...)
Eder lyş u nûş ehlini kâmyâb / Koyu
gölgelikte sürülmüş şarâb beyitleri
bunlardandır. Biyografik eseri Hada-
iku'l-Hakaik'te de İstanbullu kişilerden
söz açıldıkça, sık sık benzetmelerle İs­
tanbul anılır.

Bibi. Ataî, Külliyât (Divân ve Hamse), Nu-


mosmaniye Ktp. no. 3776; vr 49a-50a; 68a-
70b, 87a-91b; A. S. Levend, Atayî'nin Hilye-
tü'l-Efkâr'ı, Ankara, 1948, s. 4 vd; T. Kara­
can, Nev'izâde Atâî, Heft-hân Mesnevisi, An­
kara, 1974, s. 35 vd; Çelebi, Divan Şiirinde
İstanbul, 50-51; Ergun, Türk Şairleri, II, 541-
543; A. Karahan, "Nev'îzade Ataî", İA, X,
226-228.
İSKENDER PALA
ATAKÖY 378

Ataköy
İstanbul Ansiklopedisi

deniz olan, büyük boş bir araziydi ve taksitlerle ö d e m e koşuluyla satışa çıka­ artık İstanbul ile birleştiği 1960 sonla­
Baruthane adıyla bilinirdi. rıldı v e d a h a ç o k orta d ü z e y d e k i b ü ­ rında planlanarak inşaata başlandı. Arsa
II. Dünya Savaşfnı izleyen yıllara ka­ rokratlar, orta üst k a t m a n d a n m e m u r ve diğer girdi fiyatlarının artmış olması,
dar İstanbul'a yönelen ciddi bir iç göç ve e m e k l i l e r c e tercih edildi. 2. kısımda maliyetleri yükselttiği için daha müte­
yoktu. Konut ihtiyacı ve gecekondulaş­ k o n u t l a r ı n i n ş a a t ı n a 1963'te b a ş l a n d ı . vazı, daha küçük konutlar yapıldı. Bu
ma 1950'lere doğru kendini göstermeye Apartman daireleri daha k ü ç ü k tutuldu. kısımlar da ağırlıklı olarak orta halli
başladı. İstanbul'un 1950'lerden sonra B l o k l a r d e n i z e dik o l a r a k yerleştirildi memurlar, aydınlar, orta katman aileler
artan konut talebini karşılayabilmek için ve binalar, geçiş kolaylığı sağlamak tarafından satın alındı. 5. kısmın inşa­
Türkiye Emlak ve Kredi Bankası çeşitli ü z e r e k o l o n l a r ü z e r i n d e yükseltildi. 3. atına 1976'da başlandı. Konforlu, rahat
bölgelerde toplu konutlardan oluşan ve 4. kısımlar, Ataköy'ün ve çevresinin prefabrik binalar ilk kez 5. kısımda ya-
yeni mahalleler kurma işini üstlendi.
1950'de Levent, daha sonra Koşuyolu
ve nihayet Ataköy toplu konut projeleri
birbiri ardına gerçekleştirilmeye başlan­
dı. Banka, Ataköy'ün üzerine kurulu ol­
duğu araziyi, Makine Kimya Endüstrisi
Kurumu'ndan 1955'te satın alarak altya­
pı ve planlama çalışmalarını başlattı.
Kentin dışında kaldığı için arsa fiyatları­
nın oldukça düşük olması, öte yandan
kente yakınlığı bu bölgenin seçilmesi­
nin başlıca nedenleriydi.
1. kısmın temeli 1958 başında atıldı.
Apartman tipindeki konutlar, 3 veya 4
Galleria'nın
odalı geniş evler olarak planlanmıştı. genel
Konutlar uzun vadeli kredilendirmeyle, görünümü.
yani küçük bir peşinattan sonra aylık Ara Güler
379 ATANASİOS I

Ataköy
Marina'dan
bir görünüm.
Bûnyad Dinç

pildi. 9- ve 10. kısma. 1985'te başlana­ uzanan. 9- ve 10. kısımların da doğu sı­ ATANASİOS I
rak kısa sürede tamamlandı. Bu kısım­ nırını çizen Ataköy Bulvarı'nın doğu­ (yak. 1235, Adrianopolis [Edirne] - yak.
larda hem 15 katlı yüksek bloklar hem sunda. 9. ve 10. kısımların karşısında, 1315, Konstantinopolis) Konstantinopo-
de 5 katlı apartmanlar yer aldı. Lüks in­ buz pateni salonu, kapalı atletizm salo­ lis patriği (Ekim 1289-Ekim 1293; Hazi­
şaat kategorisine giren 9. ve 10. kısım­ nu, olimpiyat evi. açık yüzme havuzu, ran 1303-Eylül 1309). Ölümünün ardın­
larda merkezi ısıtma sistemi kullanıldı. sporcu sosyal tesisleri gibi önemli spor dan, 14. yy'ın ikinci yarısında, Bizans
Konutların fiyatları artık oldukça yük­ tesisleri sıralanmıştır. İkinci dereceden kilisesi tarafından aziz ilan edildi; yortu
selmişti. Satın alanların sosyal profili de korunması gereken tarihi eser sayılan günü 28 Ekim'dir.
değişmeye başladı. Varlıklı kesimler, eski Baruthane'nin dışının aynen resto­
Yaşamının ilk yarısını Bizans İmpara­
orta üst ve üst gelir grupları bu bölge­ re edilmesiyle düzenlenen Yunus Emre
torluğu'nun değişik yörelerinde muhte­
den konut aldılar. 1988'de yapımına Kültür Merkezi de 9. kısımdadır. Bu
lif manastırlarda keşişlik yaparak geçi­
başlanan 7. ve 8. kısımlar, Ataköy ko­ merkezde iki tiyatro sahnesi ve bir sa­
ren Atanasios, 1282'de tahta çıkan İm­
nutlarına talebin fazlalığı nedeniyle vil­ nat galerisi vardır. Büyük sahnenin bu­
parator II. Andronikos (bak. Paleólogos
ladan, küçük apartman dairelerine ka­ lunduğu salon 360 kişiliktir. Deneme
Hanedanı) tarafından Konstantinopo-
dar çok alternatifli düşünülmüştü. Bu sahnesi ise 260 kişilik salona sahiptir.
lis'e çağrıldı ve kentin Kseralofos Tepe­
kısımlarda, serpiştirilmiş bloklar yerine Merkezde ayrıca 300 m 2 'lik bir sanat
sinde bir manastıra yerleştirildi. 1285'te,
eski Türk yaşam biçiminden esinlenen galerisi bulunmaktadır.
Kiliselerin Birleşmesi(->) taraftarı Patrik
bir yerleşme düzeni oluşturulmasına İSTANBUL İoannes Bekkos'un görevinden azledil-
çalışıldı. diği Blaherna Konsili'ne katıldı. Dört yıl
Alçak bloklar arasında sokaklar, so­ ATAKÖY VAPURU sonra imparator kendisini patrik tayin
kakların açıldığı meydanlar ve meydan­ Şehir Hatları İşletmesi vapuru. 196l'de etti. Ancak koyu disiplin taraftarı ve fa­
ları çevreleyen blokların köşelerine yer­ İskoçya'da, Glasgow'da Fairfield Ship­ natik bir din adamı olan Atanasios, aynı
leştirilmiş dükkânlarla değişik bir ortam building Cop. tezgâhlarında inşa edilen zamanda Anadolu'da Türklerin korku­
yaratılmak istendi. Bu arada açık artır­ birbirinin eşi 9 şehir hattı vapurundan suyla görev bölgelerini (metropolitlik-
ma ile gerçekleştirilen satışlarda Ataköy biridir. 780 grostonluktur. Boyu 69,9 m. ler) terk edip başkente gelmiş bulunan
konutlarının fiyatları olağanüstü yükse­ genişliği 13,6 m, su kesimi 2,6 m kadar­ çok sayıdaki piskoposa karşı açtığı şid­
lirken bu yükseliş İstanbul konut piya­ dır. Her biri 800 beygirgücünde iki ma­ detli kampanya yüzünden, manastır ve
sasına da sıçradı. Böylece, İstanbul'da kinesi vardır. Kazam akaryakıtla ısıtıl­ kilise çevrelerinin tepkilerini topladı ve
orta katmanların konut ihtiyacına elve­ maktadır. Çift uskurludur. Daha çok iki kez görevinden uzaklaştırıldı.
rişli koşullarla cevap verebilmek ama­ Köprü-Kadıköy arasında çalışmaktadır. Atanasios patriklik dönemlerinin her
cıyla kurulan Ataköy, son kısımlarında, ESERTUTEL ikisinde de Bizans kilisesi çeşitli dış ve
her kesimden üst gelir grubundan kişi­
iç sorunlarla çalkalanmaya devam etti.
lerin rağbet ettikleri lüks bir yerleşme
Bunlardan biri 1274'teki Lyons Konsi-
bölgesi haline geldi.
li'nden beri süregelen Kiliselerin Birleş­
Günümüzde Ataköy. İstanbul'un dü­ mesi davası, diğeri de 1265'te İmpara­
zenli, seçkin ve yer yer de lüks semtle­ tor VIII. Mihael Paleologos'un(->) meş­
rinden biri sayılmaktadır. Semtte, çeşitli ruiyetini tanımamakta direndiği için
kısımlara dağılmış olarak çarşılar, okul­ patriklik tahtından indirilen Arsenios
lar spor ve kültür tesisleri vardır. Sahil­ Autorianos'tan sonra seçilen patrikleri
deki marina İstanbul'un en önemli tu­ kabul etmeyen ve Arsenitler adıyla anı­
rizm komplekslerinden biri durumunda­ lan bir grubun neden olduğu iç çekiş­
dır. Yine İstanbul'un en büyük alışveriş melerdir. Arsenitlere karşı sert bir kam­
merkezlerinden Galleria ve Atrium Ata­ panya sürdüren Atanasios'un ikinci pat­
köy'dedir. Ataköy Vapuru riklik döneminin bitmesiyle, bu sorun
Eser Tute! sona erdi.
Londra Asfaltı'ndan güneye doğru
ATANASİOS KİLİSESİ 380

İmparator II. Andronikos'un desteği­ ATANASİOS (AYİOS) KİLİSESİ güneydedir. Narteksin girişleri kuzey ve
ne rağmen kilise ve manastır çevrelerin­ güneydeki çıkıntılar üzerinde yer alır.
Kurtuluş'ta, güneyde Omuzdaş Sokağı
ce benimsenmeyen Patrik I. Atanasios, Yapının kuzey ve güneyinde aynı hiza­
ile doğuda Ateşböceği Sokağı arasında,
Konstantinopolis halkı tarafından çok da, eş aralıklı ve eş büyüklükteki yuvar­
Omuzdaş Sokağı no. l'de yer alır.
seviliyor, özellikle fakir ve ezilmiş kişi­ lak kemerli pencereler ile bunların üst
K i l i s e n i n b a t ı s ı n d a yer alan ve
lerin koruyucusu olarak tanınıyordu. hizasında bulunan yarım daire biçimin­
kiliseyle aynı adı taşıyan ayazmanın gi­
Konstantinopolis'te 1304'te başlayan ve deki birer pencere karşılıklıdır. Doğu ve
riş kapısı üzerindeki 1855 tarihli Yunan­
I3O6-1307 kışında doruk noktasına ula­ batıda üstte, biri eksende ve büyük, iki­
ca kitabe, yapının inşasına ilişkindir. Ki­
şan açlık sırasında aldığı önlemler bu si yanlarda simetrik olan karşılıklı üç
lisede 1893 ve 1949 tarihli iki kitabe da­
açıdan önemlidir. Civar topraklarda Ka- dikdörtgen p e n c e r e vardır. Doğuda
ha bulunmaktadır.
talan ve Türk akınları nedeniyle ortaya bunların alt hizasında üç dar pencere,
Eğimli bir arazi üzerinde yer alan ki­
çıkan ve imparatorun kimi yanlış karar­ üst hizasında eksende daire biçiminde
lise bugünkü yol seviyesinden aşağıda
ları yüzünden daha da ciddileşen tahıl bir pencere, batıda ise nartekse bakan
kalan, yüksek duvarların çevrelediği ge­
kıtlığının başkentteki yansımaları olan yuvarlak kemerli üç pencere bulunur.
niş bir avlunun ortasındadır. Avlunun
yiyecek spekülasyonu, tahıl ve ekmek Atanasios Kilisesi'nin naosunda, do­
güneybatısında yönetim birimleri vardır.
fiyatlarının artması, açlık, vb gibi sorun­ ğuda apsis önünde ahşap ikonostasis,
larla şahsen mücadele eden Atanasios, Kubbeli bazilika tipindeki kilise do-
kuzeydoğuda ahşap ambon ve karşısın­
kentin bazı mahallelerinde, köşebaşla- ğu-batı doğrultusunda uzanır. Kuzey ve
da despot koltuğu yer alır. İkonostasiste
rında, fakir ve aç halka yiyecek dağıtan güneyinde, batıya doğru eksende ve
ve ambon yüzlerinde ikonalar, yan du­
aşevleri açtırdı. Kent içinde ekmek ve narteks hizasında iki kez kademelene-
varlarda İncil'den sahneler, pandantif­
buğday fiyatlarını denetleyen bir komis­ rek genişleyen yapının dört köşesinde
lerde dört İncil'in yazarları, kubbede
yon kurulmasına önayak oldu. Ayrıca baldaken tipinde çan kuleleri bulunur.
Pantokrator İsa tasvirleri görülmektedir.
Katalan ve Türk akınlarından kaçıp Yapı, dört yönde çift yüzlü kırma çatılar
ve bunların kesiştiği yerde yüksek kub­ ZAFER KARACA
Konstantinopolis : e sığman Bizanslı aha­
liye yiyecek, giyecek ve sığınak yardı­ be ile örtülüdür.
Kilisenin doğu-batı doğrultusunda ATASÖZLERİ
mında bulundu.
dikdörtgen planlı ve tek nefli naosu, İstanbul'da kullanılan atasözleri genel
Patrik, bu olaylardan kısa bir süre doğusunda içte yarım yuvarlak ve deh- anlamda başka kentlerde kullanılanlar­
önce, 1305'te, başkentte çıkan büyük lizli apsis ile sınırlanır. Naosun batısın­ dan farklı değildir. Yüzyıllar boyunca İs­
bir yangın sırasında yine etkili olmuş, daki narteks, kuzey ve güney cepheler­ tanbul değişik yerlerden sürekli göç aldı­
Petra'daki İoannes Pródromos Manastı­ deki kademelere oturarak yapıyı dışta ğı için folklorik zenginlikler de bu olgu­
rımdan Kinegos Kapısı'na kadar uzanan "U" biçiminde çevreler. Naosta, kuzey dan etkilenmiştir. Atasözlerinde İstan­
yangın yöresindeki ev, dükkân ve diğer ve güneydeki duvar payeleri ve bunları bul'a ait yer adlarının sıkça geçmesi de
binaları talan eden bazı fırsat düşkünü dört yönde bağlayan yuvarlak kemerle­ bir özellik olarak belirmektedir. "Arasta,
kişileri yakalatarak çaldıkları eşyaların rin sınırladığı merkezi mekân kare plan­ Uzunçarşı, tiryaki isen tütün taşı.",
sahiplerine iade edilmesini sağlamıştı. lıdır. Apsis önünde bema ile doğuya "Uzunçarşı'nm üst başında bir yalan söy­
I. Atanasios, çok önem verdiği ahlaki doğru uzatılan naos, batısında bemaya ler, alt başında kendisi de inanır.",
değerlere ilişkin kararlar almak üzere, eş planlı mekân ile tamamlanmıştır. Na­ "Uzunçarşı baştan başa, beğen beğendi­
1304'te başkentte kendi başkanlığı altın­ osun batısında narteks üzerinde yer ğini al." bunlara birkaç örnektir. "Divan-
da bir "sinod" (ruhani meclis) toplatmış- alan galeri, narteks ile eş planlıdır. Ga­ yolu'nda fidan büyümez." sözüyle gelip
tır. Bazı adaletsizliklerin son bulmasını leriye, narteksin kuzeyindeki merdiven geçenin çok olduğu, Babıâli'ye yani sa­
ve ahlaki standartların yükselmesini ile çıkılır. Doğuda apsis üzerinde ek­ raya giden bu yolda fazla gidip gelme­
amaçlayan bu toplantıda taverna ve ha­ sende küçük bir mahfil bulunmaktadır. nin iyi olmayacağı ima edilir. "Eğrika-
mamların açılış ve kapanış saatlerini ya pı'nm eğrisi, mahallenin doğrusu.", "Ok-
Kilisede merkezi mekânın örtüsü,
da fuhuş, zina, veraset gibi birtakım ko­ meydanı'nda buhur yakılmaz.", "Atı alan
duvar payelerine oturan ve pandantif­
nuları kapsayan kararlar alındı. Bu ka­ Üsküdar'ı geçer, alamayan çukuru ka­
lerle geçilen kasnak üzerindeki yüksek
rarlar 1 3 0 6 ' d a imparator tarafından zar." sözleri İstanbul hayatının türlü yön­
kubbedir. Merkezi mekânın doğusunda
onaylanmıştır. lerini hatırlatan gerçek olgulara dayanır.
ve batısında yer alan mekânlar beşik to­
Atanasios'un, başta II. Andronikos noz ile örtülüdür. Apsisin örtüsü içte İstanbul'un eğlenceli geleneklerin­
olmak üzere, Bizans devletinin ve kili­ yarım kubbe, narteksin örtüsü düz ta­ den helva sohbetleri(->) sırasında ata­
sesinin önde gelen kişilerine yazdığı vandır. Kilisenin naosa açılan ve nar- sözleri de oyunlara konu olurdu. Bunla­
çok sayıda mektupla verdiği çeşitli va­ tekste yer alan üç girişinden biri batıda rı İstanbul'da Bir Sene adlı eserinin
azlar günümüze kadar gelmiştir. Ayrıca eksende, ikisi karşılıklı olarak kuzey ve Helva Sohbeti bölümünde oldukça can-
yaşamöyküsü Palamizm(->) taraftan iki
Bizanslı din adamı (İosef Kalotetos ve
Teoktistos Studites) tarafından ayrı ayrı
kaleme alınmıştır.
Ölümünden sonra popülerliği devam
eden Atanasios'un mezarı civarında çe­
şitli mucizelerin gerçekleştiğine inanıl­
mış ve burası kutsal bir ziyaret merkezi­
ne dönüşmüştü.
Bibi. A. M. M. Talbot (haz.), The Correspon­
dence of Athanasius L Patriarch of Constan­
7
tinople. Washington, D. C, 1 9 5 : ay, Faith
Healing in Late Byzantium; the Posthumous
Miracles of the Patriarch Athanasios I of
Constantinople by Theoktistos the Stoudite.
Brookline, Mass., 1983; A. Laiou, "The Provi­
sioning of Constantinople during the Winter
of 1306-1307". Byzantion, XXXVII, 1967. s.
91-113; J. Boojamra, Church Reform in the
Late Byzantine Empire, Selanik, 1982.
NEVRA NECİPOĞLU
381 ATATÜRK ARBORETUMU

kalan, çiçek ve bitki zenginliği ile bir­


İSTANBUL'DA KULLANILAN ATASÖZLERİ'NDEN SEÇMELER çok yerli ve yabancı botanikçinin ilgisi­
ni çekmiş olan ünlü Belgrad Orma-
Acı söz insanı dinden çıkarır, tatlı söz yılanı deliğinden. / Aç ile eceli gelen ko­ m'nm güneydoğusunda seçilen 38 hek­
nuşur. / Aç kendini ateşe atar. / Ağzına bir zeytin verir, ardına tulum tutar. / tarlık bir alan üzerinde çalışmalara baş­
Alan yok satan neylesin, satan yok alan neylesin. / Alma mazlumun âhını çıkar lanmıştır. Sorbonne Üniversitesi botanik
aheste aheste. / Anlatışa göre fetva verilir. / Arif anlar, sağır dinler. / Atı alan bahçesi enspektörlerinden Mr. Camille
Üsküdar'ı geçti. / At tırnaktan, insan kulaktan. / Atın yürük ise bin de kaç. / Guinet davet edilmiş; kendisi 1959-1961
Ayağında donu yok, başına fesleğen takar. / Babalı fırın has çıkarır. / Bakla de­ arasında birkaç defa İstanbul'a gelerek
ğil, baklava bile vakitsiz yenmez. / Balık kavağa çıktığı vakit kösenin sakalı da arboretumun genel planlamasını yap­
biter. / Beslemeden kadın, ödağacmdan odun olmaz. /' Bir akça ile dokuz kub­ mıştır. 1980'de Atatürk'ün 100'üncü do­
beli hamam yapılmaz. / Can cefadan da usanır safadan da. / Çarşambadan belli ğum yılı anısına, arboretumun adı Ata­
olur perşembenin gelişi. / Çuhasını giymektense kenarını kuşandık. / Deniz su­ türk Arboretumu olarak değiştirilmiş,
yu ne içilir, ne geçilir. / Dilenci bir olsa şekerle beslenir. / Düğün evinde Fat- alanı da genişletilerek 345 hektara yük­
ma'cığın lâkırdısı mı olur. / Er lokması er kursağında kalmaz. / Hım hım ile bu- seltilmiştir.
runsuz birbirinden uğursuz. / İki kamçı bir kuyruk herkes başına buyruk. / Atatürk Arboretumu İstanbul'a yakla­
Karganın gönlünden şahinlik geçer. / Kedi öldü fareler baş kaldırdı. / Kedi şık 20 km uzaklıktadır. Doğu sınırı İs­
yavrusunu yiyeceği zaman sıçana benzer dermiş. / Kem söz kalp akça sahibi­ tanbul Boğazı'ndan 5 km, kuzey sınırı
nindir. / Kenarın dilberi nazik de olsa nazenin olmaz. / Kesesine güvenen her Karadeniz'den 8 km içeride kalmakta­
gün baklava börek yer. / Lâkırdısını bilmeyen çavuşlar, sönmemiş ateşi avuçlar. dır. Büyükdere ve Bahçeköy'ü Kemer­
Lodosun gözü yaşlıdır. / Paluze diş kırmaz. / Sabırla koruk helva olur, dut yap­ burgaz'a bağlayan asfalt kaplamalı dev­
rağı atlas. / Rüzgârlı havanın kuytusu, yağmurlu havanın uykusu. /' Semizdin let yolu Atatürk Arboretumu'nun ana gi­
hani sarkanların, zengindin hani artanların. / Sındırgıyı sıyırtmış, Karaağaç'a riş kapısının önünden geçer. Bu yol İs­
kandil asmış. / Şahin sinek avlamaz. / Tavuk kaza bakmış, kıçını yırtmış. /' Um­ tanbul halkına ve ziyaretçilere her mev­
madık hacıyı deve üstünde yılan sokar. / Uzunçarşı'nın üst başında bir yalan sim ulaşım kolaylığı sağlamaktadır. Ara­
söyler, alt başında kendisi de inanır. / Uzunçarşı baştan başa. beğen beğendiği­ zinin denizden yüksekliği 80-120 m ara­
ni al. / Yağmur yağarken küpünü doldurmayan susuz kalır. / Yatsıdan sonra sındadır. Arazinin genel bakısı güney­
hoş geldin bayram ağa. / Verdik kırkı, gitti korku. / Yüzü kasap süngeriyle doğu ve güneybatı yönlerinde ise de,
silinmiş. / Yüzü güzelden kırk yılda usanılır, huyu güzelden kırk yılda usanıl­ değişik yönlere dönük irili ufaklı ya­
maz. / Zencinin yüzü yıkamakla ağarmaz. / Zeyrekten başka yokuş, serçeden maçlar, vadiler vardır. Bu dalgalı yapı,
başka kuş bilinmez. / Züğürt olup düşünmektense uyuz olup kaşmmak iyidir. / değişik ağaç türlerinin yetiştirilmesine
Züğürdün gönlü yufka olur. uygun düşen habitatları (yetişme ortam­
larım) sağlamaktadır.
M. H. Bayrı. İstanbul Folkloru, (1972), s. 38-57
Topografik yapısının çeşitliliği; içeri­
sinde irili ufaklı dört adet bendin (gö­
let) bulunması; yapraklı orman formas­
lı bir anlatımla derlemiş olan Çaylak sadece sergilenmek için değil, üzerinde yonu olan Belgrad Ormam'nın hemen
Tevfik, adını açıkça belirtmemekle bir­ ciddi incelemeler, bilimsel araştırmalar tüm otsu ve odunsu doğal türlerini için­
likte güzel bir atasözü oyununa yer ver­ yapmak için yetiştirilmişlerdir. Bu ba­ de barındırması gibi karakteristikler Ata­
mektedir. Oyuna katılanlar " e l i f t e n kımdan orijinlerinin (kökenlerinin) bi­ türk Arboretumu'nu dünya arboretum-
"ye"ye kadar elifbadaki tüm harflerle linmesi ve özellikle adlarının doğru bir ları ile karşılaştırdığımızda avantajlı kı­
başlayan birer atasözü söylerler. Oyun, şekilde etiketlenmiş olması gerekmekte­ lan özelliklerdir. Ayrıca birçok arbore-
oynayanların birbirine takılmaları, ata­ dir. Onları parklardan ayıran da bu ö- tumda olmayan doğal ve yapısal güzel­
sözü bulamayana ya da yanılanlara du­ zellikleridir. liklere de sahiptir. Örneğin, II. Mahmud
rumlarına uygun sözler söylemeleriyle Arboretumların rekreasyon değerle­ döneminde başlanıp, 1818'de tamamla­
devam eder. İstanbullular atasözü kadar rinin yanısıra, daha önemli olan öğretici nan, mermer taşlarla inşa edilmiş Kirazlı
değer verilen -meşhur mısra, beyit, kela­ yanları ağır basmaktadır. Bölge halkına Bent, Atatürk Arboretumu sınırları için­
mıkibar türünden sözleri de sıkça kul­ ağaç ve çalılardan, süsleme değeri açı­ de yer almaktadır.
lanmışlardır. sından en güzel olanlarını seçebilme Arboretumun bir başka özelliği de
Bibi. B. Gürcan, "istanbul'da Kullanılan Bâzı olanağı sağlamak: o bölgeye yeni odun­ ülkemizde tesis edilen ilk orman fidan­
Tabirler ve Atasözleri", TFA, VI, S. 141 (Şu­ su bitkilerin getirilmesine ve yayılması­ lığının yerinin arboretumun sınırları
bat 1962); O. A. Aksoy, Atasözleri ve Deyim­ na öncülük etmek; geniş halk kitlesine içinde kalmış olmasıdır. Osmanlı İmpa­
ler Sözlüğü, I-III, Ankara, 1971; A. Oy, Tarih ağaç sevgisini aşılamak; hangi ağaç tür­ ratorluğumun son yıllarında (1916) bu­
Boyunca Türk Atasözleri, İst., 1972; Bayrı, İs­
lerinin hangi yerel şartlarda iyi yetiştiği­ rada, Orman Mekteb-i Âlisi'nin öğrenci­
tanbul Folkloru, 38-57; K. Yund, "Atasözleri-
mizde Geçen İstanbul Yer Adlan ve Açıkla­ ni araştırmak; daha önce o bölgede ye­ lerine uygulama yaptırmak, genç fide
maları", Türk Folklor Araştırmaları Yıllığı tişmeyen ağaç türlerini getirip dikerek ve fidanları göstermek maksadıyla bir
1975, Ankara, 1976, s. 171-194; M. Tevfik, İs­ bölgenin güzelliğini, ekonomik önemini fidanlık kurulmuştur. Cumhuriyet'in ilk
tanbul'da Bir Sene (haz. N. Akbayar), İst.. ve verimliliğini artırmak arboretumların yıllarında, Atatürk'ün Ankara'da yeşert­
1991. s. 64-65. yarar ve işlevleri arasındadır. meye çalıştığı Gazi Çiftliği'ne dikilmek
M. SABRİ KOZ üzere, bu fidanlıktan yalancı akasya fi­
Dünyanın birçok ülkesinde kuruluş­
ları yüzyılların ötesine dayanan (örne­ danları gönderilmiştir.
ATATÜRK ARBORETUMU ğin The Arnold Arboretum 1863, The Arboretumun doğal ağaç ve çalı tür­
İstanbul'a 20 km uzaklıkta, Büyükdere- Royal Botanic Garden, 1670) çok sayıda leri sapsız meşe, saplı meşe, Macar me­
Kemerburgaz yolu üzerinde, ağaç ve arboretum vardır. Yurdumuzda arbore­ şesi, doğu kayını, adi gürgen, Anadolu
odunsu bitkilerin sergilendiği geniş tum kurma fikri ilk kez 1949'da İstanbul kestanesi, adi kızılağaç, titrek kavak,
alan. Üniversitesi Orman Fakültesi öğretim gümüşi ıhlamur, ova akçaağacı, kuşüve-
Arboretumlar her biri etiketlenmiş üyelerinden Prof. Dr. Hayrettin Kayacık zi, muşmula, geyikdikeni, çakaleriği,
ağaç, çalı ve diğer odunsu bitkilerin bir tarafından ortaya konmuş; fikir fakülte karayemiş, aksöğüt, a k ç a k e s m e , adi
arada yetiştirildikleri ve sergilendikleri kurulunca benimsenip Orman Genel kurtbağır, demircik, ateşdikeni, İspan­
yerlerdir. Bunlara "canlı ağaç laboratu- Müdürlüğüme teklif edilmiştir. Genel yol katırtırnağı, pembe ve beyaz çiçekli
varları" veya "canlı ağaç müzeleri" de müdürlükçe de kabul edilen bu öneri İadenlerdir. xMeşe türleri alanın yüzde
denmektedir. Arboretumlardaki ağaçlar üzerine, Sarıyer İlçesi hudutları içinde 75'ini kaplatmakta, bunu sırasıyla adi
ATATÜRK BULVARI 382

Atatürk Arboretumu'nun girişinden (üstte) ve içinden (sağda) bir


görünüm.
Faik Yalitrık

gürgen, doğu kayını ve Anadolu kesta­ "canlı ağaç laboratuvarı" olarak hizmet ATATÜRK BULVARI
nesi izlemektedir. görmektedir. Unkapanı ile Aksaray'ı birbirine bağla­
Arboretuma yabancı orijinli (egzotik) Atatürk Arboretumu'nu ziyaret eden­ yan kentin ana arterlerinden biridir.
ilk fidan, kokulu servi (Cupressus gove- ler. İstanbul'da başka bir yerde göreme­ Cumhuriyet'le birlikte kent içi ulaşım
niand) 1960'ta dikilmiş ve o tarihten iti­ yecekleri bazı nadide ağaçları, örneğin, sorun olmaya başladı. Vali ve Belediye
baren yabancı kökenli ağaç dikimine Japon şemsiyeçamı (Sciadopitys verticil­ Başkanı Lütfi Kırdar döneminde (1938-
artan bir hızla aralıksız devam edilmiş­ lata). Çin suladini (Metasequoia 1949) yol yapımına önem verildi. Ata­
tir. Bunların çoğu Çin, Japon ve Kuzey glyptostroboides), Kaliforniya susediri türk Bulvarı. Dolmabahçe-Maçka, Ka-
Amerika ağaçlarıdır. Diğer taraftan, ül­ (Calocedrus decurrens). bataklık servisi sımpaşa-Dolapdere-Pangaltı, Taksim-
kemizin değişik bölgelerinde yetişen CTaxadium disticum). Çin tırpanağacı Taşkışla yolları ve daha birçok yol bu
ağaç ve çalı türleri de arboretuma getiri­ (Cıınninghamia lanceolata), tayvanya devrin ürünüdür.
lip dikilmektedir. (Taiıvania cryptomeroides). Amerikan Atatürk Bulvarı'nın inşasına Cumhu-
Bugün arboretum, başta İÜ Orman siglasi (Liquidambar styraciflud), Ame­ riyet'in ilk yıllarında başlandı. Uzunlu­
Fakültesi öğretim elemanları ile öğren­ rikan laleağacı (Liriodendro)! tıılipife- ğu 445 m, eni 50 m olan Yenikapı-Ak-
cilerinin, Orman Bakanlığı bünyesinde­ ra). mendilağacı (Davidia involucratd), saray kısmı 1925'te yapıldı. Parke olan
ki ilgili kuruluşlar ile orman mühendis­ Doğu Karadeniz meşesini (Quercus bu kısım 160.000 liraya mal oldu. Ata­
lerinin, diğer fakülteler ile araştırma ku­ politica) burada bulabilirler. türk Bulvarı'nın ikinci ve üçüncü kısım­
rumlarının, yerli ve y a b a n c ı bilim larını oluşturan Saraçhanebaşı-Unkapanı
Bibi. F. Yaltırık. 'Atatürk Arboretumu". İÜ
adamlarının, doğaseverlerin yapacakları Orman Fakültesi Dergisi. Seri A. c. 38(2), ve Aksaray-Saraçhanebaşı kısımları 1938
incelemeler, bilimsel araştırmalar: lise. 1988: J. Scott-F. Yaltırık. The gardens of İs­ sonrası yapıldı. Bu kısımlar için istim­
orta ve ilkokul öğrencilerinin ve halkın tanbul and the Bosporus. Londra. 1990. laklerle birlikte 4.200.000 lira sarf edildi.
gezip g ö r m e s i n e her y ö n ü y l e açık FAİK YALTIRIK
Saraçhanebaşı-Unkapanı kısmının bo­
yu 1.100 m. eni 44 m'ydi. Aksaray-Saraç­
hanebaşı kısmı 555 m uzunluğunda ve
40-50 m genişliğindeydi. Kısmen mozaik
parke, kısmen asfalt olarak yapılan her
iki kısmın toplam alanı 43.788 m2'ydi.
Sonraki yıllarda yapılan alt ve üst geçit­
ler nedeniyle ilk şekli değişime uğradı.
Atatürk Bulvarı'nın Haliç ucu, Unka­
panı Geçidi'nin inşasına Haşim İşcan'ın
belediye başkanlığı döneminde (1964-
1968), 30 Nisan 1964 günü başlandı.
Unkapanı Geçidi Aksaray'dan gelip
Azapkapı'ya geçmekte olan araçlarla,
Eminönü-Eyüp arasında işleyen araçla­
rın bütün kesişmelerini ortadan kaldırdı.
Bu geçit vonca vaprağı biçimindedir.
Balçıklı bir zemin üzerine oturduğu için
bu alana 198 adet fore kazık çakıldı. Her
biri 30-35 m uzunluğunda olan bu ka­
zıkların uzunluk toplamı 6.450 m'dir. 40
ton taşıma gücü olan her kazık 40 cm
çapındadır. Kazıklar birbirine bağlanarak
kolonlar meydana getirildi. Her kolon
205 ton ağırlık kaldırabilecek güçtedir.
Atatürk Bulvarı'nın uzantısı olan üst­
geçit 27 m genişliğinde ve 68 m uzun­
Atatürk Arboretumu'nda büyük gölet ve çevresinden bir görünüm. luğundadır. Bu kısım Aksaray ile Tak­
Faik Yaltırık
sim arasında işleyen araçlara ayrılmıştır.
383 ATATÜRK HAVALİMANI

Altgeçit ise Eminönü-Eyüp arasında ana


trafiği kaldırır. Yonca yaprağı her iki is­
tikametteki trafik bağlantılarını sağlar.
Unkapanı Geçidi Atatürk Bulvarı'nın
Haliç ucuna bir de meydan kazandır­
mıştır. 1965'te yapımı tamamlanan geçit
3.300.000 liraya çıkmıştır.
Atatürk Bulvarı'nın Beyazıt-Edirneka-
pı yoluyla kesiştiği Saraçhanebaşı yine
Haşim İşcan döneminde tekrar düzen­
lendi. Daha sonra Haşim İşcan Geçidi
adı verilen Saraçhanebaşı Geçidinin ya­
pımına 2 Eylül 1964 günü başlandı. Ge­ Atatürk
çit 11.500 m"lik bir alanı kapsamakta­ Bulvarı'nın
2 Aksaray-
dır. Bu alanın 6.000 m 'lik kısmına geçit
Saraçhanebaşı
betonarme olarak inşa edildi. Sistem ke­ bölümünden
nar ayaklar hariç, 16 kolon üzerine bir görünüm.
oturmaktadır. Küçük kolonlar 25 ton. Alt Hikmet Varlık.
en büyük kolonlar 1.000 ton yük taşıya­ 1993
cak güçtedir. Bu muazzam yük fore ka­
zıklarla alt yol seviyesinden 10 m aşağı­ düzenleme Aksaray alt ve üst geçitleri­ ATATÜRK FEN LİSESİ
daki kayaya yüklenmektedir. dir, iki kısımdan oluşan bu projenin ilk
Kadıköy, Eğitim Mahallesi, Sarayönü
Saraçhane Geçidiyle Atatürk Bulvarı, kısmının yapımına 20 Şubat 1970'te,
Caddesi'ndedir. 17. yy'da bu yöre IV.
Beyazıt-Edirnekapı yolunun altına alın­ Fahri Atabey'in belediye başkanlığı sıra­
Murad'ın av yeriydi. 1960'larda, padi­
dı. Altgeçit ve üstgeçit üçü geliş, üçü sında başlandı. Bu projeyle Vatan Cad­
şahlara ait av köşkünün kalıntılarının
gidiş olmak üzere altı izlidir. Geliş, gidiş desi bağlantısı dışında Atatürk Bulvarı,
yerine İstanbul Eğitim Enstitüsü binaları
yollarının her birinin genişliği 10,5 m' Millet ve Ordu caddeleri ile Yenikapı
inşa edilmiş, enstitü daha sonra İstanbul
dir. Orta refüj ile birlikte altgeçidin ge­ kesişmeleri önlenmiş oldu. Çalışmaların
Atatürk Eğitim Enstitüsü ve İstanbul
nişliği 24 m'dir. Geçidin altındaki du­ ikinci kısmı Vatan, Millet caddeleriyle
Atatürk Yüksek Öğretmen Okulu olarak
raklara sağlı sollu dörder merdivenle çevre yolu ve Aksaray Geçidi'nin bağ­
hizmet vermiştir. 1982-1983 öğretim yı­
üst kattan ulaşılabilmektedir. lantısını sağlıyordu.
lında bu binalarda İstanbul Atatürk Fen
Atatürk Buharı üzerinde üçüncü bir İSTANBUL Lisesi öğretime başlamıştır.
Okulun eğitim amaçları matematik
ve fen bilimleri alanlarında üstün yete­
nekli öğrencileri bilim adamı olmaya
hazırlayacak bir eğitim vermek ve diğer
ortaöğretim kurumlarının matematik ve
fen programlarında yapılacak yenilikler
konusunda laboratuvarlık yapmaktır.
Okulda öğrenim süresi, 6 dönemdir.
Karma ve yatılı eğitim yapılan okula her
yıl 96 öğrenci kabul edilir. Merkezi sis­
temle yapılan giriş sınavlarına katılmak
için, ortaokul son sınıf öğrencisi olma,
ortaokulda sınıf tekrar etmemiş olma,
ortaokul ikinci sınıfta Türkçe, matema­
tik ve fen bilgisi derslerinin yıl sonu
notlarının en az 2. bu derslerin yıl sonu
notlarının toplamının en az 10 olması
şartları aranır. Atatürk Fen Lisesi'nden
1993'e kadar 760 öğrenci mezun olmuş­
tur. Okul öğrencileri ulusal ve uluslara­
rası düzeyde matematik ve fen alanla­
rında birçok başarı ödülü kazanmıştır.
Lise, özendirici bilimsel proje çalışmala­
rı konusunda Türkiye Bilimsel ve Tek­
nik Araştırma Kurumu ile işbirliği yap­
maktadır.
AHMET MÜLAYİM

ATATÜRK HAVALİMANI
İ s t a n b u l ' u n 20 km batısında Yeşil­
köy'de, denizden 30 m yükseklikte ken­
tin ana havalimanıdır. 1930'lu yıllarda
önce askeri amaçlara hizmet eden İs­
tanbul'un hava terminali 1938'de İstan-
Atatürk bul-Ankara seferlerinin başlamasıyla si­
Buharının vil amaçlı havacılığa açılmış oldu. Bu
Unkapanı
yönüne doğru
ilk havaalanı uluslararası standartlar dı­
görünümü. şında bir meydan olarak bir süre hizmet
Erdal Yazıcı verdi; 1944'ten sonra Amerikan Wes-
ATATÜRK HAVALİMANI 384

Atatürk Havalimanı
Şemsi Güney

tinghouse-IG White firmasıyla yapılan melerini karşılayabiliyordu. Yeni termi­ pılması gereksinmesini ortaya çıkarmış­
bir anlaşma uyarınca 1949-1953 arasın­ nal binasına aynı anda dokuz uçak köp­ tır. Özellikle turizm mevsimlerinde ve
da uluslararası normlarda inşa edildi. rülerle yanaşabilmekte. ayrıca apronda yurtdışında yaşayan büyük işçi grupları­
12.000 m2'lik bir alanı kaplayan bu mey­ on uçak park edebilmektedir. Terminal, nın yurda geldikleri tatillerde, bayram
dan tesisleri hem iç, hem dış seferler yapıldığı dönemin bütün teknik, konfor arifelerinde, havalimanında büyük bir
için hizmet veren bir terminal binası, ve emniyet gereksinmelerini karşılamak­ kargaşa yaşanır. Öte yandan sürekli trafi­
bir hangar ve servis yapılarından oluşu­ taydı. Ne var ki, turizmin giderek artan ği, gümrüksüz satış dükkânları, dünya­
yordu. 2.300 m uzunluğunda pisti ile yoğunluğu, havayollarının, özellikle nın her köşesinden gelen kozmopolit
bu meydan, yılda 500.000 yolcu kapasi­ "charter" şemslerinin, uluslararası yolcu­ yolcu kalabalığı ile İstanbul'un en renkli
tesi ile 1957'ye kadar yeterli olmuştur. lukta daha çok yeğlenen bir ulaşım aracı köşelerinden biridir.
Bu yıldan sonra uluslararası seferlerde olması, özel uçak trafiğinin ve Türk Ha­ Atatürk Havalimanı planlamasını mi­
jet uçaklarının kullanılmaya başlanması, va Yollarının dış seferlerinin artması gibi mar Hayati Tabanlıoğlu yapmıştır. Ata­
alanın kullanımını kısıtlamıştır. Gerçi nedenlerle, eski Yeşilköy terminalinin türk Kültür Merkezi(->) ve Ataköy'deki
I960 ile 1970 arasında yolcu sayısında kapasitesinin 1980 li yılların sonunda bü­ Galleria kompleksi (bak. alışveriş mer­
yüzde 25 dolayında artış olmuş ve bu yük ölçüde artırılarak hemen hemen iki kezleri) gibi yapılarıyla da tanınan Ta-
oran g i d e r e k büyümüştür. F a k a t katma çıkarılmasına karşın, bugün Ata­ banlıoğlu'nun bu yapısı, kendisinin öğ­
1969'dan bu yana terminal tesislerinin türk Havalimanı İstanbul'un hava ulaşı­ retim, eğitim ve uygulama yaşamında sı­
yeniden planlanarak kapasitelerinin ar­ mı ihtiyacını karşılamaktan çok uzaktır. kı ilişkiler içinde olduğu çağdaş Alman
tırılması gündeme gelmiş ve 1971'den Terminaldeki yolcu salonları 1993'te ya­ modernizminin etkilerini özümseyen bir
başlayan plan hazırlıkları sonucunda pılan değişikliklerle iki katma çıkarılmış­ mimari davranış sergiler. Strüktürel ifa­
1975'te inşaata girişilerek sekiz yıl için­ tır. İstanbul'a eski çevre yolu ile bağla­ deye duyarlı, ayrıntılarda itinalıdır. Ge­
de yeni terminal 1.275 hektarlık bir alan nan terminale TEM ve Marmara kıyısın­ nel kompozisyonuna, kavranabilen ge­
üzerinde gerçekleştirilmiş ve 7 Ekim dan gelen yollar da geliştirilerek, üçüncü ometrik formların abartılı olmayan bir
1983'te çalışmaya başlamıştır. Eski do- bir yol daha bağlanmıştır. Havalimanına artikülasyonu egemendir. Renk ise kla­
ğu-güney pisti 2.300 m, yeni kuzey-gü- yeni bir genel müdürlük binası yapılmış, sik modernizmin ak-kara kontrastına in­
ney pisti 3-000 m'dir. Yeni terminal bi­ hangarlar, servisler, bürolar ve otopark­ dirgenmiştir. Atatürk Havalimanı termi­
nasının bitirilen birinci bölümü 70.000 lar ilave edilmiştir. Dünyanın bütün bü­ nal binası, çağdaş ve dikkatli tasarımı ile
m2'dir. 1.000 araçlık bir otopark imkânı yük kentlerindeki havalimanları gibi Ata­ II. Dünya Savaşı sonrası İstanbul mimar:
olan alanın yıllık yolcu kapasitesi, bitti­ türk Havalimanı da sürekli büyümekte­ peyzajında kentin uluslararası hava ula­
ği tarihte. 5.000.000'du. dir. Bu durum, başından beri planlanan şım ağının saygın bir kapısını oluşturur.
Terminal binası, yapıldığı dönemde, 2 no'lu terminal binasının yapılmasını
Bibi. Anonim. Yeşilköy Havalimanı Yeni
iç hatlara tahsis edilen eski yolcu salonu zorunlu kıldığı gibi kentin yeni planla­ Terminal Binası, Cenajans, ist., 1984.
ile birlikte kentin hava ulaşım gereksin­ masında başka havalimanlarının da ya­ DOĞAN KUBAN
385 ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ

ATATÜRK HEYKELİ alan düzenlemesi, çevre ilişkileri, kaide büm, atlas-harita, takvim, salname, kart­
biçimi, modelin anlatım yöntemi konu­ postal, ayrıca gazete, Atatürk, İstanbul,
Sarayburnu'nda Gülhane Parkı kapısı­
sunda Batı Avrupa'da 19. yy'dan itiba­ başvuru gibi özel koleksiyonları bulun­
nın karşısındaki alandadır. Anıtın yer­
ren yaygınlaşan tercihin açık izlerini ta­ maktadır. Bu dermelerle ilgili bölümler
leştirildiği nokta Atatürk'ün Kurtuluş Sa-
şır. Heykelin büstünden kalıplar alına­ haftanın altı günü, "kendi kitabını oku­
vaşı'nı başlatmak için Samsun'a yola
rak birçok resmi bina ve alana kopyala­ ma bölümü" ise her gün saat 19.00'a
çıktığı yerdir. Yapıt Türkiye'deki ilk fi­
rı yerleştirilmiştir. kadar açıktır. 500.000 kitap kapasiteli
güratif heykeldir.
FATMA AKYÜREK deposu, cilt ve onarım atölyesi, arşivi,
Cumhuriyet'in ilanından sonra Kurtu­
konferans ve sergi salonları, fotokopi
luş Savaşı'nın önemli basamakları bir
dizi heykelle anıtlaştırılmak istenmişti. ATATÜRK KİTAPLIĞI ve mikrofilm servisleriyle kitaplık sürek­
li çalışma ve gelişme halindedir. Mual­
Türkiye'nin pek çok yerini kapsayan bu Taksim'de, Mete Caddesi üzerinde, İs­
lim Cevdet kitaplarıyla başlayan, Koç
program çerçevesinde Sarayburnu Ata­ tanbul Büyükşehir Belediyesi Kütüpha­
Topluluğu bağışları da dahil pek çok
türk Heykeli Avusturyalı heykeltıraş ne ve Müzeler Müdürlüğü'ne bağlı, hal­
değerli bağışla büyüyüp beslenen kü­
Heinrinck Krippel'e verildi. Krippel'in ka ve özel araştırmacılara hizmet veren
tüphaneye en son bağış Ferit Edgü tara­
Türkiye'deki ilk çalışması olan heykel, kütüphane.
fından yapılmıştır.
sanatçının Viyana'daki atölyesinde ger­ İstanbul'da ilk belediye kütüphanesi
çekleştirildi. Dökümü Viyana'da Birleşik 1924'te Şehremaneti Dairesi'nde oluştu­ Alfabetik, konu (Dewey) katalogları
Maden İşletmeleri'nde yapıldı; daha ruldu. Daha sonra Vali ve Belediye Baş­ bulunan kütüphanede sözlük ve konu
sonra parçalar Türkiye'ye taşınarak sa­ kanı Muhittin Üstündağ başkanlığında başlıklarıyla fiş katalogu çalışmaları,
natçının denetiminde yerlerine yerleşti­ Fuat Köprülü. Halil Edhem, Süheyl Ün- Anglo-Amerikan Kataloglama Kuralları
rildi. Heykelin yapımına 1925'te başlan­ ver ve Osman Nuri Ergin'clen kurulu bir (AAKK 2) uygulanarak sürdürülmekte­
mış, açılışı 3 Ekim 1926'da yapılmıştır. komisyonun çalışmasıyla 1929'da Şişli dir. Osman Nuri Ergin kitapları, O. Du-
Bronzdan dökülmüş olan heykel, Atatürk Evi'nde toplanmaya başlanan rusoy'ca hazırlanıp 1953 ve 1954'te üç
Atatürk'ü sivil giysili, başı açık, sol elini ve 1931de de Beyazıt Medresesi'ne ta­ cilt halinde basılmıştır. Yazmaların, N.
beline dayamış, sağ kolunu aşağı uzat­ şman koleksiyon 10 Temmuz 1939'da Bayraktar'ca hazırlanan yeni bağışlar
mış olarak gösterir. Heykel, yüksekliği Belediye Müzesi ve Kütüphanesi olarak kısmı ile haritaların ilk kısmının kata­
3 m'ye yaklaşan, yukarı doğru hafifçe açıldı. Kütüphane, satın alma ve büyük logları da yayımlanmıştır. Yazmaların ve
incelen, mermer ve granitten, dörtgen çapta bağışlarla büyüyünce. 1945'te mü­ haritaların geri kalanlarıyla konusal baş­
bir kaideye oturur. Kaicle de iki katlı, ze buradan ayrıldı. Büyümenin sürüp lık verme çalışmaları süren kartpostal
dörtgen bir platformun üzerinde yer gitmesiyle 1960'lı yıllarda kütüphane katalogları ise basıma hazırlanmaktadır.
alır. Birinci kata dört, ikinci kata üç ba­ koleksiyonu da medreseye sığamaz ol­ Belediyenin olanakları çerçevesinde
samakla çıkılır. Alanın dış çevresi 70 cm du. 3 Mart 1981'de Koç Topluluğu tara­ başta altı terminalli bilgisayar sistemi ol­
yüksekliğinde alçak bir duvarla çevrili­ fından yapılan yeni binasına taşınarak mak üzere, kütüphaneciliğin diğer mo­
dir. Üzeri üçgen, kare ve altıgen motif­ ferah bir mekâna kavuşan kütüphane dern sistemlerine kavuşma yolunda pro­
lerle dekore edilmiş olan duvarda l'er 24 Nisan 1981'de Atatürk Kitaplığı adıy­ jeler geliştiren kitaplık, çeşitli kültür et­
m aralıklarla, l'er m yüksekliğinde sü­ la hizmete girdi. kinlikleriyle de ilgi çekmektedir.
tunlar kullanılmıştır. Bu sütunların kub­ Bugün Atatürk Kitaplığı her kesim­ Bibi. M. Alpay-S. Özkan, İstanbul Kütüpha­
beye benzer başlıkları vardır. Benzeri den okuyucuya, 4 u kendisine bağlı Ka­ neleri, İst., 1983; M. O. Durusoy, İstanbul
elemanlar kaidenin yer aldığı noktanın dın Eserleri Kütüphanesi'nde olmak Belediye Kütüphanesi Alfabetik Katalogu, I,
çevrelenmesi için daha küçük ölçülerde İst., 1953; A. Polatoğlu, "İstanbul Büyük Şe­
üzere 8'i kütüphaneci, 67 personelle
hir Belediyesi Atatürk Kitaplığı", (basılmamış
tekrarlanmıştır. hizmet vermektedir. 180.000 dolayında­ konferans metni), 1992; Ü. Yıldırım, "istan­
Bu dönemde Türkiye için yeni bir ki genel dermesi içinde yaklaşık 70.000 bul Kütüphaneleri ve Bir Sorun", Türk Kü­
yaklaşım olan figürlü anıt aslında Avru­ Türkçe, 30.000'e yakın yabancı dilde, tüphaneciler Derneği Bülteni, XVII, 2, 1968.
pa'da yaygın bir anıt tipiydi. Bu anlayı­ 17.000 kadar Osmanlıca, 17.000 kadar HAVVA KOÇ
şın en tipik özelliklerini taşıyan heykel, da süreli yayın vardır. Çeşitli yazma, al­
ATATÜRK KÖPRÜSÜ
bak. UNKAPANI KÖPRÜLERİ

ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ


Taksim'de Kültür Bakanlığı'na bağlı
gösteri sanatları, müzik, sergi ve konfe­
rans işlevli sanat kurumu.
1930'lu yılların başlarında İstanbul'da
Batı türü sanat etkinlikleri için mekâna
ihtiyaç duyuldu. Tepebaşı'nda iki ahşap
ve eski tiyatro binası dışında bu tür et­
kinlikler için kamuya ait yer yoktu. Bi­
nanın yapımı İstanbul Valisi ve Beledi­
ye Başkanı Dr. Lütfi Kırdar tarafından
gündeme getirildi. İl Genel Meclisi'nin
onayıyla biri Taksim Meydanı'nda Bü­
yük Opera binası, diğeri 2 Numaralı
Park'ta Açıkhava Tiyatrosu olmak üzere
iki gösteri mekânı inşasına karar verildi.
Ünlü Fransız mimar Auguste Per-
ret'nin (1874-1954) önerileri alındı. Bü­
yük Opera binasının tasarlanması ama­
cıyla uluslararası bir yarışma açıldı. An­
cak II. Dünya Savaşı döneminde yarış­
Atatürk Heykeli, Sarayburnu mayı kazanan proje uygulanamadı.
Onur Dîrikan. 1993
İstanbul'un fethinin 494. yıldönümü-
ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ 386

la bağlantı halindeydi. Konser fuayesi­


nin önündeki büyük salon, aynı za­
manda resim sergisi salonu olarak da
kullanılacak şekilde düzenlenmişti.
Hem temsil hem de konser verildiği za­
man her iki salon birden toplam 2.705
izleyici alabilecekti.
Ancak belediyenin mali olanakları
böyle büyük bir projeyi yürütecek güçte
değildi. Fethin 500. yıldönümünde para­
sal olanakların darlığı nedeniyle yapının
ancak kaba kısımları sonuçlandırılmıştı.
1953'te Prof. Bonatz ve daha sonra
Prof. Holzmeister İstanbul'a davet edil­
diler. Yapının sonuçlandırılması için fi­
5 Q Atatürk kir ve bilgilerine başvuruldu. Yine aynı
1 Kültür yıl özel bir yasayla belediye yapıyı Ba­
eSirj Merkezi yındırlık Bakanlığına devretti. Ayrıca
Nazım Timanığlıı 1953-1954 öğretim yılında İstanbul Tek­
nik Üniversitesi'nde konuk öğretim üye­
ne rastlayan 29 Mayıs 1946'da mimar du. Holden ötede büyük salonun fuaye­ si olarak çalışmış Prof. Gerhard Graub-
Feridun Kip ile mimar Rükneddin Gü- si vardı. Fuayede, büyük salonun parte­ ner'den de rapor istendi. Graubner'in
ney'in hazırladığı daha küçük tutulmuş rine açılan kapılarla, her iki tarafta bal­ raporu çalışmaları olumlu olarak nitele­
projenin belediyenin mimari bürosunca kon katlarına çıkan, konser katma inen yince inşaatın devamına karar verildi.
uygulamasına geçilerek temel atıldı. Bi­ abidevi merdivenler, asansörle ve yan Bakanlık opera binası olarak tasarlanan
na 5.277 m-'lik bir alanda inşa ediliyor­ fuayelerle irtibat geçitleri bulunuyordu. yapının bir kültür sitesine dönüştürül­
du. On milyon liraya mal olacağı tah­ Büyük salonun parteri at nalı biçi­ mesini öngördü. İnşaatı yürütmek üzere
min edilen yapı İstanbul'un fethinin mindeydi. Localarla birlikte 723 kişilik oluşturulan proje bürosunun başına
500. yıldönümüne yetiştirilecekti. oturma yeri vardı. Orkestra yeri sahne yüksek mühendis Hayati Tabanlıoğlu
Projenin ilk şeklinde Büyük Opera, önünde yarı gömülü bir şekilde tasar­ getirildi.
Auguste Perret'nin üslubu doğrultusun­ lanmıştı. Bu suretle müziksiz temsiller­ Büro 1956'da çalışmalarına başladı.
da erken modernist çizgide bir yapı ola­ de orkestra boşluğu, asansör tertibatıy- Hayati Tabanlıoğlu yapı programını de­
rak tasarlanmıştı. Cepheye geniş merdi­ la, parter seviyesine yükseltilerek seyir­ ğiştirdi: Binayı 500 dinleyici alabilen bir
venlerle çıkılıyor, yedi büyük kapıdan ci adedinin artırılması sağlanacaktı. Bi­ konser salonu, 200 kişilik oda tiyatrosu.
giriliyordu. Bina, giriş, fuaye ve salon; rinci balkonda şeref locası ve ön loca­ 250 kişilik sinema salonu ve sanat gale­
tiyatro ve konser salonlarından oluşan larla yan koltuklar vardı. Bu balkon 358 risi de ekleyerek çok yönlü bir kültür
orta kısım; sahne ve müştemilat olmak kişi alıyordu. İkinci balkon 485 kişilikti. merkezine dönüştürdü. Değişik amaçlı
üzere üç temel kısımdan oluşuyordu. Parterin altında konser salonu vardı. geniş fuayeler açıldı. Yeniden tasarım­
Girişte her iki tarafmda gişeler bulunan Bu salon 576 kişilikti. Salonun önünde lanma aşamasında yapıya 1950'lerin ya­
giriş holü vardı. Buradan, karşılıklı vesti­ fuayesi ve yanlarda salonları mevcuttu. lın, akılcı, işlevci anlayışına uygun bir
yerleri ihtiva eden büyük hole geçiliyor- Burası kapılarla doğrudan doğruya dış­ dış görünüm verildi.

AKM Büyük
Salonu'nda
Hintli müzisyen
Ravi Shankar
ve
topluluğunun
verdiği bir
konser.
Ahmet Kuzik
387 ATATÜRK VE GENÇLİK ANITI

Elektrik, havalandırma ve sahne ter­ tanbul Devlet Senfoni Orkestrası ve İs­


tibatı ı 9 6 O ı 1 yılların en modern olanak­ tanbul Devlet Klasik Türk Müziği Koro­
larıyla donatıldı. Uzun bir yapım süresi su müdürlükleri bulunmakta ve etkin­
sonunda Nisan 1969'da bitirildi; 12 Ni- likleriyle yapıyı kullanmaktadırlar.
san'da Devlet Opera ve Balesi'nin Ver­ Ekim-mayıs ayları arasındaki gösteri
dinin "Aida" Operası ve "Çeşmebaşı" mevsimi dışında AKM Uluslararası İs­
Balesi galalarıyla açıldı. O günün kıstas­ tanbul Festivali, İstanbul Film Festivali,
larıyla dünyanın dördüncü, Avrupa'nın İstanbul Tiyatro Festivali ile Kültür Ba-
ikinci büyüklükteki bu çağdaş sanat kanlığı'nın izin verdiği uluslararası top­
abidesi İstanbul Kültür Sarayı adı altın­ lantılar için de kullanılmaktadır. Yapı­
da hizmete girdi. Açıldığı günkü maliye­ nın üst katındaki galerilerde resim, süs­
ti doksan üç milyon liraydı. Sonradan leme ve plastik sanatlar sergileri düzen­
yapılan eklemeler, dekor-kostüm vb lenmekte, alt katındaki sinema salonun­
masraflarla bu rakam yüz yirmi milyon da da film gösterileri yapılmaktadır.
lirayı buldu. 1970'te yangın dolayısıyla yapının geçir­
27 Kasım 1970 günü, Arthur Miller'in diği olumsuz deneyim, güvenlik önlem­
ünlü eseri Cadı Kazam oynanırken çı­ lerinin çok sıkı tutulmasına yol açmıştır.
kan bir yangında yapının büyük salonu Sahneyi izleyici salonundan ayıran çelik
ve sahnesi tahrip oldu. Birkaç hafif ya­ perde, duman kapakları, kaçış yolları,
ralı dışında can kaybı olmadı. Ancak, yangın söndürme, yağmurlama, uyarı
Topkapı Müzesi'nden alınarak IV. Mu- (alarm), yıldırım çekici (paratoner) gibi
rad adlı oyunun temsili nedeniyle üst donanımların yanısıra güvenlik görevli­
fuayede sergilenen IV. Murad'a ait tablo leri de sürekli işbaşındadırlar.
kül oldu. Yine IV. Murad'a ait birçok ta­ İSTANBUL
rihi eşya kayboldu, yandı, ağır hasar
gördü. ATATÜRK MÜZESİ
Bina yüz otuz milyon lirayı bulan Şişli'de Halaskârgazi Caddesinde İstan­
kapsamlı bir onarım gerektirdi. Bu ara­ bul Belediyesince müzeye dönüştürül­
da bazı kesimler yeniden yapıldı. İç de­ müş Atatürk'ün Şişli'de oturduğu ev.
korasyonu değiştirildi. Lokanta salonu
Mustafa Kemal I. Dünya Savaşımın
sanat galerisi haline getirildi. Sahne tek­
sona ermesi üzerine Suriye cephesin­
niği çalışmaları Alman mimar Willi Ehle,
den ayrılarak 13 Kasım 1918 günü İs­
mimari çalışmalar ise Hayati Tabanlıoğ- Atatürk Müzesi, Şişli
tanbul'a geldi. Bir süre Pera Palas'ta Elif Erim
lu tarafından hazırlanıp uygulandı. 6
kaldıktan sonra dostu Salih Fansa'mn
Ekim 1978'de bu kez Atatürk Kültür
Beyoğlu'nclaki evinde misafir oldu. Bu
Merkezi (AKM) adıyla kullanıma girdi.
sırada Şişli'de, bugünkü Halaskârgazi ve Otomobil Kurumu'nca üstlenildi. Bi­
Kendi türünde Türkiye'nin en büyük Caddesi'nde Osep Kasabyan'm 1908 ya­ na kapı tokmaklarından camlara kadar
kuruluşu olan AKM bugün 1.300 kişilik pımı üç katlı evini kiraladı. 1910'lu yılların üslubuna uygun olarak
büyük salonu ile 500 kişilik konser salo­ onarıldı. 19 Mayıs 1981'de Atatürk Mü­
Mustafa Kemal Akaretler'de oturan
nunu, 250 kişilik sinema salonunu, 200 zesi olarak yeniden açıldı.
annesi Zübeyde Hanımla kız kardeşi
kişilik oda tiyatrosunu, sergi salonlarını
Makbule'yi de yanma alarak üst kata Müzede Atatürk'ün doğumundan
ve geniş hizmet mekânlarını kapsar.
yerleştirdi. Kendisine orta katı ayırdı. ölümüne kadar yaşamına ait fotoğraflar,
AKM'nin birbiri ardına sıralanmış
Yaveri ise alt katta oturuyordu. İstan­ elbiseleri ve kullandığı eşyalar, Atatürk
dikdörtgenler prizmalarına dayanan bir
bul'un düşman işgali altında bulunduğu ve inkılaplarla ilgili belgeler, Milli Müca­
mimarisi vardır. Bunların Taksim Mey-
günlerde Mustafa Kemal arkadaşlarıyla dele ve Atatürk tabloları yer almaktadır.
danı'na bakan birincisinde fuayeleriyle
bu evde sık sık toplandı. Samsun'a ha­ İSTANBUL
izleyici salonları yer alır. İkincisinde ise
reket ettiği gün, 16 Mayıs 1919'a kadar
sahne bölümü vardır. Bunların arkasın­
dan da işlikler, depolar, donanım mer­
bu evde oturdu. ATATÜRK VE GENÇLİK ANITI
kezleri, sanatçılar için hazırlık, çalışma Mustafa Kemal Ankara'ya yerleşince Beyazıt'ta İstanbul Üniversitesi merkez
ve dinlenme odaları ile yönetim birim­ annesini ve kardeşini yanma aldı. Şiş­ binasının önündeki alanda yer alır.
lerini içeren sekiz katlı bölüm gelir. Ya­ lideki ev 1924'te eski valilerden Erzu­ Heykeltıraş Yavuz Görey ile heykeltıraş
pı 1950'li yıllarda mimarlığa egemen rum Milletvekili Tahsin Üzer tarafından Hakkı Atamulu'nun eseri olan anıt 1955'
olan işlevselciliğin bir temsilcisi sayılır. satın alındı. Bu tarihte Atatürk'ün 1919' te yapılmıştır.
Taksim Meydanıma bakan giriş yüzü da bu binada oturduğunu gösteren ta­ Bir klasik imparator figürü gibi sol
büyük bir pencere gibi düzenlenmiştir. bela kondu. İstanbul Belediyesi binayı kolunu yönlendirici ve azmettirici bir
Önündeki alüminyum güneş kesiciler 1928'de Tahsin Üzerden satın aldı ve
bu yüze ilginç bir devingenlik kazandı­ Atatürk'le ilgili eşya, tarihi belge ve ha­
rır ve yapının kendine özgü görünüşü­ tıraları bu binada toplamaya başladı. Bi­
nü oluşturur. İşlevleri gereği öteki yüz­ na 1942'de Vali ve Belediye Başkanı
lerde sağır duvarlar daha ağır basmakta­ Lütfi Kırdar döneminde müzeye dönüş­
dır. Yapının içi aşırı gösterişe kaçmayan türüldü ve Atatürk İnkılabı Müzesi ola­
ölçülü bir biçimde düzenlenmiştir. Bu­ rak 15 Haziran 1942'de ziyarete açıldı.
radaki en çekici noktalardan birini giriş 1960 askeri yönetimi sırasında Bele­
fuayesinin bir yanında boşluğa asılıy- diye Başkanı Refik Tulga'nın girişimiyle
mışçasına duran döner merdiven oluş­ binada onarım yapıldı. 9 Ocak 1962'de
turur. Yapı bütün bu özellikleriyle çağ­ kısmi bir yangın geçiren müze Atü-
daş mimarlığın İstanbul'daki en önemli türk'ün 100. doğum yıldönümü yakla­
örneklerinden biridir. şırken yeniden büyük çaplı bir onarım
Yapının işletmecisi AKM Müdürlü- gördü. Türkiye İş Bankasının mali des­
ğü'dür. İçinde İstanbul Devlet Operası teği ile yapılan onarımın, dekorasyon Atatürk ve Gençlik Anıtı
Nazım Timuroğlıı
ve Balesi, İstanbul Devlet Tiyatrosu. İs­ ve düzenleme işleri de Türkiye Turing
ATATÜRK VE İSTANBUL 388

jestle uzatan Atatürk'ün sağında aydın­ 1904'e değin aralıksız 5 yıl İstanbul'da lere rastlamıştır. İlk birkaç gününü Pera
lanmayı simgeleyen meşale tutan bir okumuştur. 20-25 yaş arasındaki gençlik Palas'ta geçiren ve dağıtılan 7. Ordu'nun
genç kız, solunda bayrakla ulusal dev­ dönemine rastlayan bu yıllar zarfında, komutanı Mirliva (tümgeneral) Mustafa
leti simgeleyen bir genç erkek figürü Mustafa Kemal'in, çevresindeki soylu ve Kemal Paşa sanıyla Harbiye Nezareti'ne
vardır. İdeolojik bir tavırla Atatürk'ün zengin ailelere mensup arkadaş gru­ gidip gelmeye başlayan Atatürk'ün, 16
gençliğe hitabesini somutlaştıran ve bundan İstanbul'a özgü incelikleri, ya­ Mayıs 1919'a kadar 7 ay kaldığı İstan­
üniversite önündeki yeri ile yol göste­ şam anlayışını özümsediği, kibar kişili­ bul'da ilginç girişimleri, ilişkileri sapta­
ren bilime adanmış bu kompozisyon, ğinin oluşumunda bu kabullenişinin pa­ nıyor. Kentin kaderinin istilacılar, salta­
Batı heykel sanatının özellikle totaliter yı olduğu söylenebilir. Ali Fuat Cebe- nat yönetimi ve azınlıklar arasında pa­
kültür ortamlarında I. Dünya Savaşı'n- soy'un Sınıf Arkadaşım Atatürk adlı anı zarlık konusu olduğu bu aylarda, Vahi-
dan sonra oluşturdukları neorealist ve kitabı, bu yargıyı doğrulayan bir dizi dedclin'in kızı Sabiha Sultanla evlendiri­
klasisist bir üslupta tasarlanmıştır. Ol­ anekdot ve açıklama içerir. Örneğin Be- lip hanedan damadı olması gündeme
dukça alçak ve kademeli kaidesi, 4 m yoğlu'nun renkli dünyasına Mustafa Ke­ gelirken o, Beyoğlu'nda Bursa Soka­
yüksekliğindeki bu bronz heykelle göz­ mal'in de katılışı bu grupla olmuştur. ğında oturan Madam Corinne adlı, çok
lemciyi kaynaştıran bir nitelik taşır. Bu Onlarla Zeuve Alman Birahanesinde iç­ iyi piyano çalan, İtalyanca, Fransızca bi­
amacına uygun olarak 27 Mayıs 1960 miş. İngiliz Con Paşa'nm lokantasına len fevkalade kibar bir Levanten hanım­
hareketi öncesinde ve sonrasında öğ­ birçok kez gitmiş. Taksim Bahçesinde la dostluk kurmuştur. Padişah damatlığı
rencilerin gerçekleştirdikleri birçok ey­ müzik dinlemiş, Adalarda çamlar altın­ konusundaki kararsızlığını ise arkadaşı
leme sahne olmuştur. da sabahladığı olmuştur. Her İstanbullu Rasim Ferid (Talay), kendisini caydıra­
İSTANBUL gibi o da Alemdağı mesiresine gitmiştir. rak gidermiştir. Yaşama bakışında, ka-
Mercan'daki ünlü Altın Makas Terziha­ dm-erkek ilişkilerini algılayışında, Ba­
ATATÜRK VE İSTANBUL nesinde ilk kurmay subay üniformasını tiyi örnek seçişinde ise İstanbullu dul
diktirdiği de biliniyor. Fakat. İstanbul Levanten hanımın etkili olduğunu, biz­
14 Mayıs 1899-10 Kasım 1938 tarihleri
yaşamıyla böylesine kaynaşmışken I I . zat Atatürk, çok sonraki yıllarda itiraf
arasındaki yaklaşık 40 yıllık sürecin
Abdülhamid'e suikast hazırlayanlar ara­ etmiştir.
1919'a kadarki ilk 20 yılında İstanbul'un,
şma adının karışması ve benliğini derin­ Öte yandan ilginç bir girişimi, aylık­
Atatürk'ü çok yönlü etkilediği gözlemle­
den yaralayan bir tutuklanmanın ardın­ larından artırabildiği bir miktar parayı
nir. Buna karşılık 1919-1938 arasında İs­
dan İ905'te Şam'daki 5. Ordu'ya bir an­ yatırarak arkadaşı Ali Fethi (Okyar) ve
tanbul'la ilgili yeni durum ve gelişmeler­
lamda sürgün olarak atanması, İstan­ Dr. Rasim Ferid'le Minber gazetesini çı­
de Atatürk'ün kararları etkili olmuştur.
bul'dan buruk duygularla ayrılmasının karmasıdır. 1 Teşrinisani 1334/1 Kasım
Bu iki açıdan bakılınca Atatürk'le İstan­
nedenleridir. 1918 günü ilk sayısı yayımlanan bu ga­
bul arasındaki ilişkiler üç aşamalıdır:
Atatürk'ün öğrenimini ve askerlik kariye­ 31 Mart Olayı'ndan sonra 23 Nisan zetede, gerçi onun imzasıyla veya tak­
rini tamamladığı ilk dönem (1899-1919); 1909'da İstanbul'a giren Hareket Ordu- ma adıyla çıkmış bir yazıya rastlanmaz.
Atatürk'ün önderliğindeki Kuva-yı Milli­ su'nun kurmay subayları arasında yer Buna karşılık, "Mustafa Kemal Paşa ile
ye ve Cumhuriyet yönetimi ile İstan­ alan Atatürk, ayaklanmanın bastırılması Mülakat", "Nihüfte Bir Sima" başlıklı iki
bul'daki saltanat yönetimi ve eski payi­ üzerine Selanik'teki görevine döndü. yazı kendisiyle ilgilidir (Minber 16. ve
taht kurumları arasmdaki kırgınlık döne­ Bundan sonra, görev değişiklikleri ne­ 18. sayılar). Bu yazılardan, 19 Teşrinisa­
mi (1919-1924); Atatürk'ün yakın ilgisiyle deniyle 1912. 1913 ve 1915'teki kısa sü­ ni 1334/19 Kasım 1918 tarihlisi şu cüm­
İstanbul'un Türkiye'nin kültür, sanat, relerle İstanbul'da kaldığı biliniyor. leyle biter. "Herhalde istikbal-i vatan
spor, turizm merkezi olması çabalarının 1917'de Suriye'den İstanbul'a izinli geli­ Mustafa Kemal Paşa'dan büyük hizmet­
öne çıktığı son dönem (1924-1938). şinde Veliaht Yahideddin ile Almanya ler beklemekte haklıdır." Kuşkusuz, o
Atatürk'ün İstanbul'a ilk geliş tarihi gezisine çıkmış, dönüşünde yine Suri­ gün için Minber'in okuyucularından
14 Mayıs 1899'dur. Bu tarihte Harbiye ye'ye gitmiştir. 13 Kasım 1918'deki İs­ hiçbiri, İstanbul'un gelecekteki yazgısı­
Mektebine yatılı olarak kaydolmuş, er- tanbul'a gelişi, İtilaf Devletleri ortak do­ nın da Mustafa Kemal'in kararlarıyla be­
kân-ı harp (kurmay) sınıflarıyla birlikte nanmasının İstanbul'a demir attığı gün- lirleneceğini düşünmemişlerdir. Minber
52 sayı çıkmıştır.
İstanbul'daki bir görevi de seryaver-i
şehriyarilik (padişah yaverliği) olan Mus­
tafa Kemal Paşa'nın Pera Palas'ta çok
kalmayarak Beyoğlu'nda dostu Salih
Fansa'nın evine geçtiği biliniyor. Yeni
bir görev verilinceye kadar uzun bir za­
man İstanbul'da kalacağını öğrenince
de Şişli'de Osep Kasapyan'ın (bugün
Atatürk Müzesi) evini tutmuş, Akaret-
ler'deki lojmanda oturan annesi ile kız
kardeşini de bu evin üçüncü katma al­
mıştı. Burada, 16 Mayıs 1919'da Sam­
sun'a gitmek üzere İstanbul'dan ayrılın­
caya değin oturan Atatürk'ün, Anado­
lu'ya geçmek, halka dayalı bir mücade­
le başlatmak kararını bu evde aldığı, ar­
kadaşlarıyla siyasal gündemli toplantıla­
rını burada yaptığı yaşamöyküsünde
vurgulanır. Yaverlik görevi nedeniyle
Yıldız Sarayı'na gidişlerinde Vahided-
din'le birkaç kez ülke sorunlarını görüş­
tüğü de bilinir. Bir keresinde Vahided-
din'in kendisine "Paşa, ben her şeyden
evvel İstanbul halkını doyurmak mec­
Atatürk'ün Pera Palasla kaldığı (1918) süitin salonundan bir gölünüm. buriyetindeyim. İstanbul halkı açtır" de­
Pera Palas OteliMüdürlüğü'nün izniyle diği, Atatürk'ün de bunu, padişahın ön-
389 ATATÜRK VE İSTANBUL

çelikle İstanbulluları kazanmak ve gele­


cekte onlara dayanmak amacında oldu­
ğu biçiminde yorumladığı rivayet edilir.
Sık sık Babıâli'ye giden, tanıdığı na­
zırların odalarına girip işgal sorunlarını
görüşen Atatürk, 14 Mayıs 1 9 1 9 günü
akşamı Sadrazam Damat Ferid Paşa'nm
konağında davetliler arasındadır. Ye­
mekten çıkınca Nişantaşı'ndan Teşviki­
ye'ye doğru yürürlerken Erkân-ı Harbi-
ye-i Umumiye Reisi (genelkurmay baş­
kanı) Cevacl Paşa (Çobanlı) sorar: "Bir
şey mi yapacaksın Kemal?" "Evet. Bir
şey yapacağım!" Bu kesin ve kısa ifade,
Milli Mücadele kararının İstanbul'da ve­
rildiğine kanıt gösterilir.
15 Mayıs 1919 günü Vahideddin, Ata­
türk'ü son kez kabul ettiğinde, araların­
daki kısa konuşmanın bitiminde padi­
şahın kendisinden memleketi kurtar­
masını istediği sonradan açıklanmıştır.
Ertesi gün ordu müfettişi göreviyle İs­
tanbul'dan ayrılmazdan önce, yaver-i
ekrem olduğu için ilkin padişahın ma­
iyetinde Beşiktaş'ta Sinan Paşa Camiin­
deki selamlık alayına katılmış, namaz
sonrasında hünkâr mahfilinde Vahided-
din'le vedalaşıp iskeleye inmiş; bura­
dan bir istimbotla Bandırma Vapuru'na
geçmiştir.
İstanbul'dan ayrılışı sırasındaki dü­
şüncesi, buradaki aydınların ve vatanse­
verlerin umutsuz, karamsar ve isteksiz 30 Haziran
oldukları, siyasal bir birliğin bulunma­ 1927 tarihli
dığı, Türk varlığına düşman odakların Akbabanın
İstanbul'da giderek güçlendikleri yö­ Atatürk'ün
nündeydi. Bu kanısından dolayı, Milli İstanbul'u
ziyareti
Mücadele boyunca İstanbul'daki kadro­
nedeniyle
larla ilişkisi giderek sertleşmiş ve arada­ düzenlenmiş
ki güvensizlik artmıştır. Buna karşın, ilk sayfası.
Atatürk'e ve Milli Mücadeleye sürekli NuriAkbayar
destek sağlayan asker ve aydın kesim­ koleksiyonu
ler de eksik olmamıştır. 16 Mart 1920'de
İstanbul resmen işgal edilince dağıtılan tanbullular için de artık inanılır ve bek­ bir ifadesi olarak değer taşır. 6 Haziran
Meclis-i Mebusan'ın birçok üyesiyle bir­ lenen vaat olarak başkent basınına yan­ 1923 tarihinde de İstanbul Şehreminliği
likte aydınların da Ankara'ya gelmeleri sımıştır. Zaferden (30 Ağustos 1922) ve tarafından kendisinin "tabii hemşeri"
için çaba göstermiş; gelen subaylar, İzmir'in kurtuluşundan (9 Eylül 1922) ilan edilmesi üzerine daha anlamlı bir
doktorlar, hukukçular, yazar, gazeteci hemen sonra. 10 Eylül 1922'de İstanbul demeç verdiği saptanıyor: "İstanbullular
ve ozanlar, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın Darülfünunu Edebiyat Medresesi Mü­ çok sıkıntı çekmişlerdir. Fakat hür ve
aktif kadroları arasında yerlerini almış­ derrisler Meclisi'nin Mustafa Kemal Pa­ serbest yaşamak zamanı yaklaşmıştır. İs­
lardır. Ankara aleyhine çalışan saray ve şaya fahri müderrislik vermesi de an­ tanbul'u hür bir milletin kâbesi olarak
Babıâli ile İstanbul halkını ayrı tutmak lamlıdır. İVIustafa Kemal, Vakit gazetesi göreceğimizden eminim." 22 Haziran
gerektiği görüşünü savunan Atatürk, İs­ başyazarı Hakkı Tarık'a (Us) İzmir'de 1923 tarihli İstanbul gazetelerinde ya­
tanbul'a duyulan tepkilere karşı "hükü­ verdiği demeçte "İstanbul'la yakında yımlanan uzun demecinde ise "Türk ve
metimizi ve ordumuzu kuvvetlendir­ birbirimizi kucaklayacağız. İstanbul'un Müslüman İstanbul, Milli Mücadele bo­
mek için muhtaç olduğumuz maddi ve kurtuluşu yakındır" demesi ise başkent­ yunca millet ve vatan aşkımızın mukad­
manevi unsurların çoğunu bize İstanbul te yankılar uyandırmış ve genel havanın des ve ulvi bir mihrabıdır. Her Türkün
veriyor. Bu güzel vatan parçasıyla irti­ tamamen Ankara Hükümeti lehine dön­ ve Müslümanın kalbi, İstanbul aşkının,
batımızın kesik olmasından elem duy­ mesinde etkili olmuştur. 30 Ekim'de İstanbul hasret ve iştiyakının halimidir.
maktayız. Onu esaretten kurtarmak va­ Bursa'ya gelen İstanbul muallimleri ile Dört-beş asırlık milli mesaimizin mahsu­
zifesi gene bize düşüyor" diyerek tepki­ söyleşisinde Atatürk'ün "İstanbul'un nur lü bu güzide şehrimizde toplanmıştır.
lerin düşmanlığa dönüşmesini önleme­ ocaklarını temsil eden heyetiniz karşı­ Milli kabiliyetimizin ebedi ve beliğ birer
ye çalışmıştır. sında duyduğum zevk sonsuzdur" de­ nişanesi olan bina, abideler, müessese­
Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanınca­ mesi de anlamlıdır. 12 Aralık 1922 günü ler hep oradadır" demesi Atatürk'ün İs­
ya değin İstanbul basınının Ankara'ya çıkan Vakit gazetesinde ise "İstanbul tanbul'u, politik çalkantılardan, genel
yeterince sıcak baktığı söylenemez. İs­ halkını, memur ve gazetelerini başlıbaşı- yönetim külfetlerinden arındırılmış bir
tanbul'daki kurum ve kuruluşlar da ke­ na şayan-ı itimat bir kuvvet telakki ede­ kültür merkezi konumunda tutmayı ta­
sin sonuca değin sessiz kalmayı yeğle­ biliriz" cümlesiyle başlayan bir demeci­ sarladığını düşündürür.
mişlerdir. 4 Nisan 1922'de Rus heyetine nin yer aldığı görülmektedir. Bu. salta­ 29 Haziran 1923 genel seçimlerinde
cepheyi gezdiren Mustafa Kemal Pa­ natın kaldırılmasından ve İstanbul'un fi­ en yakm dava arkadaşlarından Rauf Or-
şa'nm "milli kuvvetlerin İzmir'i de İstan­ ili başkentliğinin sona ermesinden son­ bay, Fevzi Çakmak, Fethi Okyar, Kâzım
bul'u da kurtaracaklarını" söylemesi, İs- ra, ulusal iradenin İstanbul'a bakışının Karabekir, Refet Bele, Hamdullah Suphi
ATATÜRK VE İSTANBUL 390

tanbul'a bu ilk resmi ziyareti, ikincisi ise


1938'cle ölümünü izleyen günlerdeki ta­
vaf ve cenaze törenidir.
1927 ziyareti başlıbaşına bir olaydır.
Bütün kent günlerce "Büyük Münci".
"Büyük Gazi", "Halaskar Gazf'yi gör­
mek, alkışlamak için sokakları, meydan­
ları, denizin yüzünü doldurur. Şirket-i
Hayriye vapurları, takalar insan hevenk-
leriyle örülür. Cazbantlar, bandolar, do­
nanmanın tüm gemileri, okullar, askeri
birlikler, kurumlar, esnaf, kayıkçılar, ba­
lıkçılar, çevre köylüler bütün İstanbul
ayaktadır. Gazeteler özel sayılar yayım­
larlar. Ertuğrul yatı ile Boğaz'a gelen
Atatürk, Nil muşu ile Dolmabahçe rıhtı­
mına çıkar. Şehremini Muhiddin Bey.
kendisine "İstanbul halkının aziz halas­
karını bağrına bastığı bugün şehrin en
büyük bayramı olacaktır" der. Atatürk,
irticalen yaptığı konuşmasında İstanbul'u
"İki büyük cihanın mültekasında Türk
vatanının ziyneti, Türk tarihinin serveti.
Türk milletinin gözbebeği..." diyerek
över. O gün sabaha kadar süren fener
alayları, şenlikler, ertesi günlerde de sür­
müştür. Atatürk kentte gezintiler yapar.
Vilayeti, belediyeyi ziyaret eder ve yaya
olarak halkın arasına karışır. II. mevki
tramvaya binip bilet kestirir. Tokatlıyan'a
girip kahve içer, Karabet Efendi'yle soh­
bet eder. Lebon Pastanesinde dondurma
ver. Göksu'ya. Çırçır'a, gençliğindeki gi-
I5I Taksim Bahçesine, gazinolara gider.
Padişahları görkemli cuma selamlıkların­
da, ulaşılmaz, kutsal ve insanüstü gör­
meye alışmış İstanbullular için Atatürk,
bir anda tam bir sevgi odağı oluvermiş­
tir. 30 Eylül 1927 tarihine kadar kentte
kalan Atatürk, Moda deniz yarışlarını iz­
ler ve balolara katılır. Bakanlar Kurulu'
na başkanlık eder. 1927 genel seçim be­
yannamesini İstanbul'da hazırlar.
Tanrıöver, Refik Saydam, Adnan Adıvar, olduğuna büsbütün inanılmıştı. Hattâ 5 Haziran-14 Eylül 1928 tarihleri ara­
Abdurrahman Şeref, Yusuf Akçura, kimi vatandaşlar, Ankara'ya protesto sındaki Atatürk'ün ikinci İstanbul yaz
Muhtar Bey, Ali Rıza Bey, İsmail Canbu- telgrafları çekmişlerdi. 5 Şubat 1924'te tatili, Cumhuriyet döneminin en kalıcı
lat, Süleyman Sırrı ve Miralay Hamdi'nin İzmir'de. İstanbul gazetelerinin başya­ ve köklü yeniliklerinden harf devrimine
İstanbul mebusu seçilmeleri Atatürk'ü zarlarına bir yemek veren Atatürk. İs­ tanık oldu. Bu gelişinde Haydarpaşa
sevindirir. İşgal kuvvetlerinin kenti terk tanbul basınını fikir ve zihniyet kalesi Garımdan Üsküdar'a geçen ve Üsküdar
etmesinin ardından İstanbulluların da­ olarak nitelemiş fakat yapılan daveti bir çiçekçilerinin hazırladığı çiçekli yolda
vetini, "Sevgili İstanbul'u ilk fırsatta zi­ kez daha geri çevirmiştir. Bunun gibi, yürüyen Atatürk'e yaşlı bir İstanbullu
yarete koşacağını'' belirterek cevaplan­ 22 Eylül 1925'te 500 kadar İstanbullu­ kadının "Sesim çıkmıyor, fakat gözlerim
dırır. Gazetelere verdiği demecinde ise nun Kınahada Vapuru ile Armutlu'ya seni görüyor. Ey güneş yüzlü Gazi, beni
"milyona yakın nüfusu ile İstanbul'un gelip Eıtuğrul yatındaki Atatürk'e bağlı­ ihtiyar yaşımda düşman eline bırakma­
ülke sanayiine, sanatına, kültürüne, eko­ lıklarını bildirip davet etmeleri, 31 Ma­ yan yavrum! Çok yaşa, ilelebet yaşa!"
nomisine çok yönlü katkılarını'' açıkla­ yıs 1926'da Bursa'ya yaptıkları ziyaretle deyip yığılması Atatürk'ün gözlerini ya­
dıktan sonra "İstanbul, bizzat Türk ve çağrılarını yinelemeleri de hep cevapsız şarttı. Yaz boyunca İstanbul'un sorunla­
İslam olan unsurların medine-i dilrübâsı kalmıştır. 3 Ekim 1926'da kent halkının rıyla ilgilenen Atatürk, 9 Ağustos günü
kalacaktır!" der ve saltanat yönetiminin yepyeni bir jestte bulunduğu görülmek­ Sarayburnu Parkı'ndaki Cumhuriyet
tarihe karışması ile kentteki kamu gö­ tedir. O gün Sarayburnu'ndaki Atatürk Halk Fırkası müsameresini, Maarif Veki­
revlilerinin açıkta bırakılmayacaklarını, Heykeli(->) açılır. Vali Emin Bey (Erkul) li Mustafa Necati Bey'le izledi. Mısırlı
İstanbul'un yeni rejimden pek çok fay­ çektiği telgrafta "Heykeliniz, minnet ve şarkıcı Münire el-Mehdiyye'yi, Türk ka­
dalar göreceğini müjdeler. şükran hisleriyle çalkalanan İstanbul ço­ dın şarkıcıları dinledi. Teşekkür konuş­
13 Ekim 1923'te Ankara'nın resmen cuklarına mutaf-ı mukaddes oldu!" der. masının bir bölümünü Latin harfleriyle
başkent ilan edilmesinden on gün sonra Nihayet, yıllardır beklenen ziyaret 1 yazmıştı. "Dilimiz, yeni Türk harfleriyle
23 Ekim 1923 günü, Atatürk'ün, Hami- Temmuz 1927'de gerçekleşmiştir. Karşı­ kendini gösterecektir... Çok işler yapıl­
diye zırhlısıyla Mudanya'dan hareketle lama hazırlıkları aylarca önce başlamış, mıştır. Lakin çok lüzumlu bir iş daha
Boğaz'dan geçip Karadeniz'e çıkması, halk kendi elleriyle taklar yaparak İs­ vardır. Herkes yeni Türk harflerini ça­
bir çatana ile zırhlıya yetişip huzuruna tanbul'u süslemişti. Kentin yakın tari­ buk öğrenmelidir. Her vatandaşa, kadı­
çıkmak isteyen Şehremini Haydar Bey'i hinde saptanan ve halkın yediden yet­ na, erkeğe, hamala, sandalcıya öğreti­
(Yuluğ) kabul etmemesi bir şok etkisi mişe içten katılımıyla gerçekleşen iki niz. Bunu vatanperverlik ve milliyetper­
yapmış, Atatürk'ün İstanbul'a küskün büvük törenden birincisi, Atatürk'ün İs­ verlik vazifesi biliniz..." dedi. İzleyen
391 ATATÜRK VE İSTANBUL

günlerde İstanbul gazeteleri Latin harf­


leriyle birer sütun açtılar. 25 Ağustosta
Dolmabahçe Sarayında 150 milletvekili­
ne bir konferans ve ilk yeni harfler der­
si verildi. Dil uzmanları Atatürk'ün yö­
nelttiği soruları cevaplandırdılar. 29
Ağustosta sarayda Haîid Ziya (Uşaklı-
gil), Mahmud Sadık, Abdullah Cevdet,
Reşat Nuri (Güntekin), Aka Gündüz,
Ahmet Haşim, Celal Sahir (Erozan), Pe-
yami Safa gibi yazarların katıldığı top­
lantıda imla konulan tartışıldı. Dil Encü­
meni üyeleri açıklamalarda bulundular.
Atatürk, harf devriminin gündeme alın­
dığı bu yılki İstanbul tatilinden Karade­
niz gezisine çıkarken, yeni yazıyı öğ­
renmek ve öğretmek için İstanbullula­
rın, kurum ve derneklerin, İstanbul ba­
sınının, fikir adamlarının yardımlarına
teşekkür etti. İstanbul'un bu devrimi
benimsemesi, yeni haflerin süratle ka­
bulüne ve ülkenin her köşesinde öğre­
nilmesine olanak vermiştir. Atatürk, istanbul'a ikinci kez gelirken Arifiye Istasyonu'nda halkla selamlaşıyor, 1928.
Atatürk, 1929'daki gelişinde (6 Ağus- Fotoğrafla Atatürk, 1939
tos-30 Eylül) kentin sorunlarıyla daha
yakından ilgilendi. İmar konularını gün­
deme aldırdı. Yalova kaplıcalarının ona­ lettirmiş, İstanbul'u kemiren karaborsa­ kredi açmalarını istemiştir. Bu kış ziya­
rımı, Beyazıt Meydam'nın düzenlenmesi, cılara ve muhtekirlere karşı savaş baş- retinde, Turkuaz Pastahanesi'nde Ruşen
gezdiği Sultan Ahmed, Ayasofya camile- lattırmıştır. Bankalardan, tefecilerin ay­ Eşref (Ünaydın) ve Şükrü Kaya ile otu­
riyle Topkapı Sarayı için onarım, bakım da yüzde 25 faiz uygulamalarını önle­ rup çay içtiği, Elhamra Sineması'nda,
direktifleri vermesi, yine Atatürk'ün di­ melerini, bu amaçla halka ve esnafa kendisiyle ilgili belgesel bir filmi özel
rektifiyle Seyr-i Sefain İdaresi'nce İstan­
bul-Yalova seferlerinin başlatılması, bu
yılki yeniliklerdir. Büyükdere'de kendi­
ATATÜRK'ÜN C U M H U R B A Ş K A N I OLARAK
sini görmek için tezahürat yapan kala­
balık topluluğa, sonradan vecize değeri
İSTANBUL'A İLK GELİŞİNDE YAPTIĞI KONUŞMA
kazanan "Beni görmek demek, behema- İstanbul halkını, İstanbul'daki cemiyetleri ve muhtelif teşekkülleri heyeti aliyye-
hal yüzümü görmek değildir. Benim fi­ nizde selâmlamakla bahtiyarım. Aziz vatandaşlarımın bana karşı olan teveccüh
kirlerimi, benim duygularımı anlıyorsa­ ve muhabbetlerinin bugünkü parlak tezahüratından, çok mütehassis oldum. Sa­
nız ve hissediyorsanız, bu kâfidir" diye mimî kalbimden teşekkür ederim. İstanbul'dan çıktığım günden bugüne kadar
hitap etmiş; halkla yakınlaşmasını sür­ sekiz sene geçti. Hicran ve tahassürle geçen dakikaların bile ne kadar uzun
dürmüş, örneğin Küçük Çiftlik Gazino- geldiği düşünülürse sekiz senelik hasretin, İstanbul'un muhterem ahalisi için
su'nda, herkesin arasında oturup Safiye ruhumda ateşlediği iştiyakın büyüklüğü kolaylıkla takdir olunur.
Ayla'yı, Hafız Burhan'ı, Deniz Kızı Eftal-
İki büyük cihanın mültekasında, Türk vatanının ziyneti, Türk tarihinin serve­
ya'yı, Selahattin Pınarı dinlemişti.
ti, Türk milletinin gözbebeği İstanbul, bütün vatandaşların kalbinde yeri olan
11 Haziran'dan 19 Eylüle kadar sü­ bir şehirdir. Bu şehir, meş'um hadiselerle muztarip bulunduğu zamanlar, bütün
ren 1930'daki uzun tatilinde gündemin vatandaşların kalblerinde kanıyan yaralar açılmıştı. Kalbi yaralı olanlardan biri
siyasal ağırlıklı olduğu görülmektedir. de bendim. Bugün görüyoruz ki, geçirdiğimiz karanlık gecelerin meşiminden
Ali Fethi Bey'le (Okyar) İstanbul'da ve kalplerimizi mesâr ile dolduran nurlu seherler doğdu.
Yalova'daki bir dizi görüşmelerden son­ Sekiz sene evvel muztarip ve ağlayan İstanbul'dan kalbim sızlayarak çıktım,
ra Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmuş teşyi edenim yoktu. Sekiz sene sonra kalbim müsterih olarak, gülen ve daha
ve bir bakıma Atatürk, ilk demokrasi güzelleşen İstanbul'a geldim. Bütün İstanbulluların ruhuma heyecan veren sı­
denemesi için basının ve kamuoyunun cak ve muhabbetkâr ağuşile karşılandım. Sekiz sene, heyeti içtimaiyemizin ye­
en güçlü olduğu İstanbul'u özellikle ni dahil olduğu devrin tarihi, ihtiva ettiği ihtilâllerle, inkılâplarla ve neticeleriyle
seçmiştir. O yaz, Beyoğlu'nda diş heki­ az meşbu değildir. Sekiz senede milletimizin siyasi, içtimai ve medeni inkişaf
mi Sami Günzberg'e dişlerini tedavi etti­ yolunda gösterdiği kabiliyet ve liyakat derecesi yüksektir. Bu dereceyi her gün
ren Atatürk, Dolmabahçe Sarayı'ndaki daha ziyade yükseltmek için çok dikkatle ve azimle çalışacağız! Vatanın imarı,
uzmanlık çalışmalarına ve "sofra" denen milletin refahı, daha çok gayret ve mesai talebetmektedir. Hissiyatı ve vicdanî
akşam toplantı gündemine Kuran'm telâkkiyatı ilim ve fenle tenmiye ve terbiye ederek heyeti içtimaiyemizin hakikî
Türkçeye çevrilmesi ve Türkçe okun­ huzur ve saadetine çalışmak ulvî bir noktai nazardır.
ması konusunu, klasik Türk müziği so­
Bu noktai nazarı size, aziz İstanbul halkına, sekiz sene evveline kadar içinde
runlarını da katmıştır.
yedi evliya kuvvetinde bir heyula tasavvur ettirilmek istenilen bu sarayın (Dol­
2 Aralık 1930'da bir kez daha İstan­ mabahçe Sarayı) içinde söylüyorum. Yalnız artık bu saray, zilûllâhların değil,
bul'a gelen ve ocak ayı başına kadar zil olmıyan, hakikat olan milletin sarayıdır. Ve ben burada milletin bir ferdi, bir
kalan Atatürk, Harp Akademisini, Har­ misafiri olarak bulunmakla bahtiyarım.
biye Mektebi'ni, Mülkiye Mektebimi,
İstanbul'un bediî güzellikleri, İstanbul halkının samimî nüvazişleri içinde
Galatasaray Lisesi'ni ziyaret e d e r e k
geçireceğim günlerin bende, yeniden unutulmaz hâtıralar bırakacağına, feyizli il­
derslere girmiş, saptadığı noksanlıklar
hamlar yaratacağına şüphem yoktur. Bunun için çok seviniyorum. Bu sevincimi
konusunda ilgilileri uyarmıştır. Yanında­
bütün halka iblâğ buyurmanızı rica eder ve heyeti aliyyenizi tekrar selâmlarım.
ki bakanlık müfettişlerine kentte genel
Hâkimiyeti Milliye, 2 Temmuz 1927
denetimler yaptırtarak okul, hastane, ti­
caret kurumlarıyla ilgili raporlar düzen­
ATATÜRK VE İSTANBUL 392

gösterimle izlediği, Yalova'ya geçip bu­ karpuz, meyve getiren köylülerle pazar­ lık da bu tatilde. Yalova'daki Gazi Köş-
radaki bataklığın kurutulması çalışmala­ lık edip bir araba kavun, altı küfe üzüm kü'nde. kendisine dizbağı nişanı veril­
rıyla ilgilendiği, İstanbul ve çevresinde alması, bu yazın ilginç anılarındandır. mesi nedeniyle çıktı.
ağaçlandırma yapılması için emirler ver­ Giderek İstanbul'a daha çok ısınan ve 8-26 Şubat 1933 tarihleri arasında bir
diği vb girişimleri saptanmaktadır. Unu­ kış tatillerini de burada geçiren Atatürk. kez daha İstanbul'a gelen Atatürk, Top-
tulmayan bir başka anı. 13 Aralık 1930 12 Ocak-4 Mart 1932 tarihleri arasında kapı Sarayı'ndaki düzenlemeleri gördü.
günü Darülfünunu ziyaretidir. Öğrenci­ yine İstanbul'daydı. Elhamra Sinema­ Tokatlıyan'da Vali Muhiddin Bey'le (Üs-
lere "Bilim uğruna ölmeyi değil yapma­ sında Kongre Eğleniyor, Opera Sinema- tündağ) yemek yiyerek kentin başlıca
yı isteyin!" öğüdünde bulunmuştur. Bu sı'nda Çanakkale filmlerini, Darülbeda- sorunlarını görüştü. Kadıköy-Köprü va­
bir aylık gezinin programının, kentin yi'de Yalova Türküsü ve Akın piyesleri­ purunda halkın arasına oturdu ve soh­
her yönü hakkında bilgilenmeyi sağla­ ni. Galatasaray Lisesi müsameresini izle­ bet etti. 31 Mayıs 1933'te Darülfünun'un
yacak yoğunlukta tutulduğu görülür. di. Dolmabahçe Sarayı'nda alaturka fa­ kapatılmasından bir ay sonra 30 Hazi­
Kazlıçeşme'yi, Yedikule'yi, Bakırköy sa­ sıllar dinledi. Maksim'de baloya katıldı. ran günü ikinci gelişinde, İstanbul Üni­
nayi bölgelerini, Çarşıkapı'daki ayakka­ Şehir içinde ve Boğaz'da geziler yaptı. versitesinin kurulması çalışmalarıyla il­
bıcılar sergisini, Beykoz Deri ve Kundu­ O yılın 16 Temmuz'undan 21 Ekim'ine gilendi. Okul sınavlarında bulundu.
ra Fabrikasını ve mağazasını, Sultanah­ değin süren uzun yaz tatilini de çoğun­ Eylül'e kadar süren tatilinin çoğu günle­
met Trikotaj Fabrikası'nı, Karaağaç Mez­ ca Yalova'da geçirdi. Artık İstanbullular rini Yalova'da geçirdikten sonra trenle
bahasını, Kâğıthane Köyü ile Süleyma- için Yalova bir yazlık olmuştu. Dünya Ankara'ya döndü. 11 Eylülde tekrar İs­
niye'deki İtfaiye Alayı'nı ve Darülace- güzeli seçilen Keriman Halisi kabul tanbul'a gelerek Yunanistan Başbakanı
ze'yi gezen Atatürk, vilayeti, belediyeyi, eden Atatürk "Türk ırkının soylu güzelli­ Venizelos ile Türk-Yunan Antlaşma­
Halk Partisi ocaklarını, kolordu karargâ­ ğini" vurgulayan bir mesaj yayımladı. sının imza töreninde bulundu. 4 Ekim
hını. Kadırga Maarif Cemiyetini ziyaret 1932 yazında Florya ile de ilk kez yakın­ günü Yugoslavya Kralı Aleksandr ile
etmiş, Türk Ocağı'ndaki konuşmasında dan ilgilendi. Burasının, bir plaj olarak Kraliçe Mari'yi konuk etti. 9 Ekim'de
gençlere "Demokrasinin ne olduğunu düzenlenmesi emrini verdi. Çamlıca te­ Ankara'ya döndü.
halka anlatalım" mesajını vermiştir. Kısa pelerini gezerek koaımaya ve park ola­ Soyadı Kanunu'ntın kabul edildiği
Trakya gezisinden dönüşünde ise Me­ rak imar kapsamına alınmasını istedi. 20 gün (21 Haziran 1934) İran Şahı Rıza
nemen Ölayı'nı öğrenmiş ve Dolmabah­ Eylülden sonra dil çalışmalarıyla ilgilen­ Pehlevi'yi konuk eden Atatürk, onunla
çe Sarayı'nda, TBMM Başkanı Kazım meye başladı. İstanbul'da oluşturulan 26 Haziran'da İstanbul'a geldi. Harp
Paşa (Özalp), Başvekil İsmet Paşa (İnö­ Türk Dili Tedkik Cemiyeti Müteşebbis Akademisini birlikte ziyaret ettiler. Şah
nü) ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Pa­ Heyetine koruyucu başkan oldu. 26 Ey­ İstanbul'dan ayrıldıktan sonra Atatürk
şa (Çakmak) ile bir toplantı yaptıktan lül 1932'de ilk dil kurultayı, Dolmabah­ Yalova'da dinlendi. 12-18 Ağustos 193*
sonra Ankara'ya dönmüştür. çe Sarayı'nda toplandı. İstanbul'a gelen tarihleri arasında D o l m a b a h ç e Sara­
Atatürk 1931 yazında 21 Temmuz' ABD Genelkurmay Başkam Mac Arttır, yı'ndaki II. Dil Kurultayı çalışmalarını
dan 25 Eylül'e kadar süren tatilinin bü­ dil çalışmalarının ikinci oturumunu Ata­ izledi. 20 Eylülde Ankara'ya döndü.
yük bölümünü Yalova'da geçirdi. Bir sa­ türk'le birlikte izledi. Kurultay çalışmala­ 1935 yılı boyunca, ocak, şubat, ma­
bah erkenden (güneş doğmadan) Eyüp rı 5 Ekim'e kadar sürdü. 4 Ekim günü yıs, haziran aylarında dört kez geldiği
sırtlarına gelerek İstanbul'un şafak man­ Diyarbekir gazetesine şu demeci verdi: İstanbul'dan Ege seyahatine çıktı; Hürri-
zarasını izlemesi, buradan Yeşilköy'e ve "Diyarbekirli, Vanlı, Erzurumlu, Trab­ yet-i Ebediye Tepesi'nde düzenlenen
Halkalı'ya gitmesi, dönüşünde yine hal­ zonlu. İstanbullu, Trakyalı ve Makedon­ manevraları izledi. 28 Haziran'dan 21
kın arasına karışıp banliyö trenine bin­ yalı, hep bir ırkın evladan hep aynı cev­ Eylül'e kadar, Yalova'da, Florya'da din­
mesi, kendisini tanıtmadan, yakın köy­ herin damarlarıdır." Atatürk'le İsmet İnö­ lendi. Edebiyatçıları, tarihçileri, askerle­
lerden İstanbul'a hayvanlarıyla kavun, nü arasındaki ilk açık tartışma ve kırgın­ ri, müzisyenleri toplayarak kültür so-
393 ATATÜRK VE İSTANBUL

runlarını tartıştırdı. Özellikle de düğün yaret etti. Ürdün Kralı Abdullah'ı Bey­ lerinin, bakımlı plajların, spor alanları­
ve balolara katılarak bu tür sosyal et­ lerbeyi Sarayı'nda ağırladı. Prof. Pit- nın yer aldığı, tarihsel ve kültürel zen­
kinliklerin birer curcuna havasında de­ tard'la dil ve tarih konularını tartıştı. 20 ginlikleriyle korumaya alınmış bir İstan­
ğil, çağdaş ve gelişmiş bir toplumun Eylülde Dolmabahçe Sarayı'nda topla­ bul düşlemekteydi. İstanbul'un salt Tür­
göstergeleri niteliğinde gelenekleşme­ nan II. Tarih Kurultayı'na katıldı. İsmet kiye'nin değil, Balkanlarin ve Ortado­
sine çaba gösterdi. Bu yılki, İstanbul'a İnönü'nün başvekillik görevinden alınıp ğu'nun çok yönlü bir kültür merkezi
dönük en dikkate değer mesajı ise "Si­ Celal Bayar'm vekâleten bu göreve geti­ konumuna getirilmesini istiyordu. Fa­
nan'ın heykelini yapınız!" olmuştur. İs­ rilişi de İstanbul'da oldu. kat, İstanbul için hazırlanan planın uy­
tanbul'a Türk-İslam silueti kazandıran 18 Ocak 1938'de Ankara'da İçişleri gulanmasıyla ilgilenmeye, 22 O c a k
ve kentin uluslararası ününü artıran Bakanlığı'na giden Atatürk'e H. Prost'un 1938'de Yalova'da konan siroz tanısın­
anıtsal eserlerin mimarı için bu görevin, hazırladığı İstanbul'un imar planı ve dan sonra zaman bulamadı. 24 Şubat
görkemli bir anıtla yerine getirildiği maketi hakkında brifing verildi. Kuşku­ 1938'de İstanbul'dan Ankara'ya döndü.
söylenemez. suz o çevresinde çağdaş dinlenme tesis­ İki ay sonra 27 Mayıs'ta trenle son kez
1936'da da şubat, mayıs, haziran ve
aralık aylarında dört kez İstanbul'a gel­
di. Topkapı Sarayı'ndaki onarım ve mü­
ze çalışmalarıyla ilgilendi. Yeşilköy'deki
uçuş denemelerini izledi. Montrö Söz­
leşmesi (20 Temmuz 1 9 3 6 ) , o İstan­
bul'da iken imzalandı. 22 Ağustos'ta III.
Dil Kurultayı, Dolmabahçe Sarayı'nda
yine Atatürk'ün katılımı ile başladı ve
üç gün sürdü. 2 Eylülde Beylerbeyi Sa­
rayı'nda Balkan Festivali düzenlendi.
Atatürk 4-7 Eylül 1936 tarihlerinde, Nah-
lin yatıyla gelen İngiltere Kralı VIII. Ed-
wardi ve Miss Simpson'u İstanbul'da
ağırladı. Kralla otomobil gezileri yaptılar
ve Moda deniz yarışlarını izlediler.
1937'nin ocak ayından ekim ayma
kadar, kısa yurt gezileri ve Ankara'ya
gidişler dışında dokuz ayını İstanbul'da
geçirdi. Hatay'la ilgili politikayı, basının
ağırlığını da dikkate alarak İstanbul'da
belirledi ve yürüttü. Bu konuda sık sık
demeçler verdi. Gençlik coşkulu miting­
ler düzenleyerek ulusal duygunun do­
ruğa çıkmasını sağladı. Daha çok Yalo­
va'da ve Florya'da kalan, denize giren
Atatürk, İstanbul'un yakın köylerini Atatürk, 1932'deki uzun yaz tatilinin çoğunu Yalova'da geçirdi. Solunda Yunus Nadi Bey
(Yakuplu, Mimarsinan, Büyükçekmece (Abalıoğlu) görülüyor.
Fotoğrafla Atatürk, 1939
köyleri, Angurya ve İskeçe çiftlikleri) zi­
ATATÜRK VE İSTANBUL 394

zaferle beraber uygarlık ışıklarım taşı­


yan kahraman Türk ordusu!" diyordu.
Cumhuriyet Bayramı gecesi, Boğaziçi
vapurlarından birini tutan İstanbullu
gençlerle bir motora binmiş olan Kuleli
Askeri Lisesi öğrencileri Dolmabahçe
Sarayının rıhtımına yanaştılar. Haykıra-
rak Atatürk'ü görmek istediklerini du­
yurmaktaydılar. Atatürk, el işaretleriyle
pencerenin önüne gitmek arzusunu be­
lirtti. Kollarına girip pencere önündeki
bir koltuğa oturttular. Vapurda, motor­
da adeta kıyamet koptu. Gençler her-
bir ağızdan "Dağ başını duman almış"
marşını söylemeye başladılar. Atatürk
kısık bir sesle ve ancak çevresindekile­
rin güçlükle duyabildikleri son mesajını
verdi: "'Bu bayramlar ve yarınlar sizin­
dir. Güle güle çocuklar!"
Atatürk. 10 Kasım 1938 günü sabah
saat 09-05'te Dolmabahçe Sarayı'nda öl­
dü. Yüzlerce yıllık tarihi boyunca impa­
Atatürk, 4 Ekim 1933'te İstanbul'a gelen Yugoslavya Kralı Aleksandr ve Kraliçe Mari'yi ratorların, padişahların ölümlerine ve
Dolmabahçe Rıhtımı'nda karşılarken. cenaze törenlerine tanık olan İstanbul,
Fotoğrafla Atatürk, 1939 kuşkusuz tüm kent halkının aynı acılar
ve duygular içerisinde katıldığı, yakın
tarihin en büyük cenaze törenini yaşadı.
istanbul'a geldi ve ölümüne değin bura­ ner alayında Tophane Caddesinden sa­ Bunu izleyen Fransız muharriri Emile
da kaldı. Yalova'da ve Dolmabahçe Sa- rayın önüne gelen coşkun bir halk kala­ Bouery "Türkiye'nin eski payitahtı ta­
rayı'nda tedavisi sürerken deniz havası­ balığı 'Yaşa Atatürk! Yar ol. Ulu Ön­ nınmayacak bir haldeydi. Acıyla ezilmiş
nın iyi geleceği düşüncesiyle satın alı­ der!" diyerek gösterilerde bulundu. tek vücut bir ulus, her tarafta bedbin in­
nıp İstanbul'a getirilen Savarona yatına Bundan duygulanan Atatürk'ün İstanbul sanlar, yaşlarla dolu gözler, sessiz so­
geçti. 19 Haziran günü Romanya Kralı halkına son mesajı "Halkın bana göster­ kaklar..." diye yazmıştır.
Karol ile yatta görüştü. Ertesi gün yine diği samimi hislerden çok duygulandım. Atatürk'ün cenaze namazı Diyanet
yatta Bakanlar Kurulu'na başkanlık etti. Aziz İstanbullulara candan teşekkür ve İşleri Başkanı Şerefeddin Yaltkaya tara­
29 Haziran'da İçişleri Bakanı Şükrü Ka­ sevgilerimin iletilmesini rica eder, hepi­ fından kıldırıldı. 16 Kasım günü sarayın
ya ile Vali Muhiddin Üstündaği kabul nize daima artan refah ve saadetler dile­ Muayede Salonunda katafalka kondu.
ederek istanbul'un imarı konusunda di­ rim" olmuştu. İstanbullular, üç gün b o y u n c a akın
rektifler verdi. Ağustos ayında Savaro- 16 Ekim'den sonra durumunun ağır­ akın, geceli gündüzlü saygı geçidi yap­
na'yı terk ederek Dolmabahçe Sarayı'na laşmasına karşın, Cumhuriyetin 15. yıl­ tılar. 19 Kasım sabahı törenle saraydan
yerleşti. Tedavisi sürerken vasiyetname­ dönümü münasebetiyle orduya bir me­ çıkartılan tabutu, top arabasıyla Saray-
sini hazırladı. 6 Ekim günü İstanbul'un saj yayımladı. Bunda "Zaferleri ve mazi­ burnu'na. Burada Zafer torpidosuna alı­
kurtuluşu nedeniyle yapılan geceki fe­ si insanlık tarihi ile başlayan ve daima narak açıkta bekleyen Yavuz zırhlısına
götürüldü. Donanmanın refakatinde İz­
mit'e, oradan da özel trenle Ankara'ya
ulaştırıldı. İstanbul, 10 Kasım gibi, 19
Kasım'daki uğurlayışta da yolları, kıyıla­
rı dolduran yaslı bir kitlenin mahşerini
yaşadı.
İlk bakışta İstanbulluların Atatürk'e
bağlılığı için bir neden bulunamaz. Ak­
sine, imparatorluk başkenti sıfatını yiti­
ren İstanbul, yeni dönemde başta işsiz­
lik olmak üzere bir dizi sıkıntıyla yüz
yüze geldiğinden, Cumhuriyet rejimine
ve onun kurucusuna kırgın ve soğuk
davranmakta haklı olabilirdi. Oysa.
1927'deki ilk resmi ziyaretinden ölümü­
ne değin, Atatürk ülke genelinde en iç­
ten ve coşkulu ilgiyi İstanbul'da gör­
müştür. Yurtdışı gezilerine çıkmayan.
Anadolu'daki gezilerinde de hiçbir yer­
de birkaç geceden fazla kalmayan Ata­
türk, İstanbul'da aylarca kalmış, yeni
Türkiye'nin kültürel alanda çağdaşlaş­
ması girişimlerini burada başlatmıştır.
İstanbul'a bakışı, farklı zamanlarda iki
Atatürk, 4-7 Eylül 1936 tarihlerinde İstanbul'da bulunan İngiltere Kralı "Vili. Edward'a Nahlin ayrı açıdandır: Önceleri Osmanlı payi­
yatında ziyaret iadesinde bulunuyor. Soldan sağa Fethi Okyar (Londra büyükelçisi), VIII. tahtı İstanbul'un siyasal yapısını ve bu­
Edward, Numan Menemencioğlu (ileride ortada), hemen önünde Miss Simpson, Atatürk, Sir radaki saltanat kurumlarını onaylamadı­
Percy Loren (ingiliz büyükelçisi) ve İsmet inönü görülüyor. ğı için bu oluşumlar ortadan kalkıp bir
Fotoğrafla Atatürk, Hayat Yayınlan
oranda unutuluncaya kadar İstanbul
395 ATATÜRK VE İSTANBUL

dan uzak kalmayı yeğlediği söylenebi­


lir. Yüzyıllarca, selamlık alaylarının,
görkemli cülus törenlerinin düzenlendi­
ği, Osmanlı hanedanı ile ulema, rical,
zadegan, gayrimüslim cemaat, Frenk vb
zümrelerin barındığı, pek çok ayrıcalığa
sahip bir kentin tüm bu sayılanlardan
arındıktan sonra Atatürk'e kucak açması
ise Balkan Savaşı'ndan Mütareke yılları­
nın sonuna kadar yaşanan acılardan ve
tutsaklıktan kurtulmanın uyandırdığı
duygularla açıklanabilir.
1922-1927 arasındaki 5 yılda istan­
bul bir "tensikzedegân" yoksulluğu ya­
şamıştı, saray, Babıâli, nezaret (bakan­
lık) kadrolarından açıkta kalan binlerce
istanbullu, yoksulluk gerçeğiyle karşı
karşıya kalmıştı. Bunların bir kısmı kü­
çük memuriyetlerle Anadolu'ya dağıl­
mış, İstanbul kültürünü ve görgüsünü
taşraya taşımışlardır. Diğer yandan, is­
tanbul'u bir kültür merkezi yapmak is­
teyen Atatürk, buradaki değerlerin ko­
runmasına ve ortaya çıkartılmasına ça­
Son zamanlarında dinlenmeye çekildiği Florya Köşkü'nde ismet İnönü ile birlikte, 1937.
ba göstermişti. 1928'de harf devrimi Fotoğrafla Atatürk. 1939
için işaretin istanbul'dan verilmesi, dil.
tarih çalışmalarının, üniversite reformu­
nun burada başlatılması, hattâ 8 Şubat ması, Dolmabahçe Sarayı veliaht daire­ şay), Ahmed Refik (Altınay), Ahmed
1928'de ilk Türkçe hutbenin İstanbul sinde Resim ve Heykel Müzesinin açıl­ Rasim. Celal Sahir (Erozan). Hasan Âli
camilerinde okutulması, her daldan bi­ ması, sarayın ise büyük bir kültür ocağı Yücel gibi pek çok kültür adamının sa­
lim, fen, sanat adamlarıyla çoğu kez k o n u m u n a g e t i r i l m e s i tasarısı, bu rayda komisyonlar halinde çalışmaları,
akademik düzeyde çalışmalar yapılma­ amaçla Ahmet Cevat (Emre), Reşit Ga­ kentin sosyal ve sanatsal çehresinin bo­
sı, 1924'te Topkapı Sarayı'nın bir müze lip, Ruşen Eşref (Ünaydm), ibrahim zulmaması için, İstanbul'u istanbul ya­
olması için Bakanlar Kumlu kararı alın- Necmi (Dilmen), Hamit Zübeyr (Ko- pan pastane, lokanta, gazino ve sine-

Sarayburnu'ndan Zafer torpidosuna konan Atatürk'ün naaşı açıkta bekleyen Yavuz zırhlısına götürülüyor
Fotoğrafla Atatürk, 1939
ATÂULLAH EFENDİ 396

madan camilere kadar her kurum ve ATÂULLAH EFENDİ (Şânizade) türlü padişaha takdim edilmemiştir. Bu
eserle Atatürk'ün doğrudan ilgilenmesi, arada modern tıbbın anlaşılabilmesi için
(1771?, İstanbul - Ağustos 1826, Tire)
söz konusu yaklaşımın kanıtlarıdır. İs­ modern anatominin de bilinmesi gerekti­
Çağdaş anatomi ve hastalık kavramını
tanbul basını, Atatürk'ün her gelişini ve ğini düşünerek bir de anatomi kitabı ha­
getiren eserleriyle Türkiye'de yeni tıb­
kentle ilgili çalışmalarım aşırı duyarlılık­ zırlamıştır. Haremeyn Evkafı müfettişliği­
bın yerleşmesine yardımcı olan hekim
la işlemiş, saraya ve sultana bağlılık ne atanınca görevi sadrazam denetimin­
duygularının yerini, Atatürk sevgisine ve tarihçi.
de olduğundan yeni hazırladığı kitabını
bırakmasında etken olmuştur. Mehmed Atâtıllah Efendi, büyükba­
Sadrazam Mehmed Emin Rauf Paşa vası­
bası Ahmed Dede, tarakçılık yaptığı için
Atatürk'ün İstanbul'da dört dinlenme tasıyla padişaha sunabilmiştir. Önsözün­
Şânizade (Tarakçıoğlu) adıyla tanınmış­
ve çalışma ortamı seçtiği görülür: Dol- de Miyârii'l-Etibba'dan da bahsettiği için
tır. İstanbul Oıtaköy'de bir yalıda doğ­
mabahçe Sarayı, Yalova, Florya ve Ada­ daha önce yazdığı fizyoloji kitabı Usû-
duğu bilinmekle birlikte doğum tarihi
lar. Bir mekân olarak sevmediği ve "İn­ lü't-Tâbi'a da dahil üç kitabın basılması­
kesin değildir. Medrese öğrenimini ta­
san denen varlığın yaşayacağı yerler na irade çıkmıştır. Buna rağmen Hamse-i
mamlayarak 1786'da ilmiye rüûsu aldı.
değil!" dediği Dolmabahçe Sarayımda Şânizademin ilk üç cildini teşkil eden bu
siyasal nedenlerle ve o günün koşulları Daha sonra Süleymaniye Tıp Medrese­
eserlerin basımı üç senede tamamlana­
gereği kaldığı bilinmektedir. Ancak sinde ve Halıcıoğlu'ndaki Mühendisha-
bilmiştir. Şânizade'nin çektikleri bununla
Atatürk, "Hususi Daire" denen küçük ne'de öğrenim gördü. İtalyanca. Fran­
kalmamış, Valide Sultan'ın ölümü üzeri­
bir bölümünü kullandığı bu sarayı siya­ sızca, Arapça, Farsça ve Rumca öğrendi.
ne Hekimbaşı Mustafa Mesud Efendi az-
sal ve kültürel çalışmalara olabildiğince Hesap adlı eserinde önce Mühendisha-
ledildiğinde hekimbaşılık hakkı olduğu
açmıştı. Yalova'yı kaplıca ve sağlık tu­ ne'de İtalyanca, daha sonra da Fransız­
halde bu göreve Halet Efendi'ye yakın
rizmine açan Atatürk'tür. Burası için ca kitapları aslından okuyabilmek için
olan Mustafa Behçet Efendi getirilmiştir.
imar planı hazırlatmış, kaplıcaların mo­ Fransızca öğrendiğini bildirmektedir.
Kendisini çekemeyenler, İzzet Molla'nm
dern yapılara kavuşmasını sağlamış, bu Öğrenimini tamamladıktan sonra "Erkân-ı devletin haline bak, bir müverri­
köy görünümlü beldeyi, hareketli, şirin uzun süre ordu kadısı olan babası Hacı hi hekimbaşı ve bir başhekimi vakanüvis
ve çağdaş bir turizm merkezi konumu­ Mehmed Sadık Efendi ile dolaştı. 1792' tayin ettiler" sözünü Şânizade söylemiş
na getirmiştir. Millet Çiftliği, Atatürk de Medine mevleviyetine yükseldi, gibi yetiştirince, Mustafa Behçet Efendi
Köşkü, Cumhurbaşkanlığı Köşkü ile 18l6'da Havâss-ı Refia (Eyüp) kadılığı­ önce kendisini vakanüvislikten azlettir­
Termal Otel, Atatürk döneminde bura­ na ve mûsila-i Süleymaniye derecesiyle miş, sürülmesi için de elinden geleni
ya kazandırılan eserlerdir. Atatürk dö­ Çorlu Medresesi müderrisliğine getirildi. yapmıştır. 1821'de Rum ihtilaline karışan
neminde Yalova, bir bakıma Türkiye 1817'de Haremeyn Evkafı müfettişi ol­ baştercüman Dimitreşko'nun idamından
Cumhuriyeti'nin yazlık başkenti olmuş­ muş, 1819'da da vakanüvis taydn edile­ sonra bu göreve atanması düşünülmüş,
tu. Florya'ya ilgisi ise 1935'ten sonradır. rek kendisine Mekke-i Mükerreme pa­ bu gerçekleşmediği gibi Divan-ı Hüma­
Buradaki doğal plaj, İstanbul Belediyesi yesi verilmiştir. yun tercümanlığına getirilmesi de engel­
tarafından Cumhurbaşkanlığı Deniz
Süleymaniye Tıp Medresesini bitirdi­ lenmiştir. Onu çekemeyenlerin kullandı­
Köşkü'nün yapılması ve Atatürk'ün
1935, 1936 ve 1937 yaz aylarında bura­ ği, çok önemli tıp kitapları yazıp yayım­ ğı en etkili silah, Beşiktaş Cemiyet-i İlmi-
da denize girmesi ile İstanbulluların ladığı ve hasta tedavi ettiği halde hekim yesi(—0 üyeliği olmuştur. Cemiyetin top­
koştuğu bir yer olmuştur. olarak kendisine hiçbir resmi görev veril­ lantılarını gizli yapması ve üyeleri arasın­
memiştir. Bunun sebebi tıptaki bilgisini da Bektaşî Şeyhi Mahmud Baba'nın da
çekemeyen, başta Hekimbaşı Mustafa bulunması, 1826'da yeniçeriliğin kaldırıl­
Atatürk'ün İstanbul halkıyla ilişkisi
Mesud olmak üzere, devrin ileri gelen ması olayında Şânizade ve diğer cemiyet
de padişahların "yaklaşılmaz ve kutsal"
görevlileridir. II. Mahmud'un Atâtıllah üyelerinin Bektaşîlikle suçlanmasına yol
kişiliklerine oranla doğal ve samimiydi.
Efendiyi hekimbaşı yapmasından kork­ açmış, cemiyet dağıtılmış ve üyeler ayrı
Halkla denize girer, parkta onlarla ge­
zer, kayığa biner, kürek çeker, o deniz­ muşlardır. İtalyancadan çevirdiği Miyâ- ayrı yerlere sürgüne gönderilmiştir. Şâni­
deyken veya caddede yürürken herkes rü'l-Etibba adlı eserini 1812'de. II. Mah- zade de vakanüvislikten azledilerek ar­
serbestçe çevresini alır, kendisiyle pe­ mud'a sunulmak üzere, o sıralarda bağlı palığı olan Tire'ye sürülmüştür. Tire'ye
kâlâ şakalaşılırdı. bulunduğu Şeyhülislam Dürrizâde Ab­ gittikten 2 ay sonra masum olduğu anla­
dullah Efendi'ye vermiş, fakat eser bir şılmış, ancak fermanı getiren Tire Voyvo­
Halkın arasında görünmesi temel at­ dası Eğinli Ali Bey; itlakmıza (affınıza)
ma, kurdele kesme ya da tören gereği diyeceği yerde, itlafınıza (idamınıza) fer­
değildi. Müsamerelerde, yüzme, idman,
man getirdim deyince fenalaşmış ve bir-
güreş müsabakalarında, at yarışlarında,
iki gün sonra da vefat etmiştir.
plajda, parkta, lokantada, gazinoda İs­
tanbullularla yan yanaydı. "Ankara'da Çok yönlü bir kişiliği olan Atâullah
dağ başında yaşıyorum. İstanbul'da sa­ Efendi'nin. tıp, tarih, edebiyat, matema­
raya hapsoluyorum. Bırakın, burada tik ve diğer bilim dallarında telif ve ter­
gelenleri gidenleri göreyim. Hiç olmaz­ cüme kitaplarının sayısı 16'yı bulmakta­
sa tren sesi işiteyim" dediği Florya'nın dır. Bunların en önemlileri şüphesiz tıp
denizine, Yalova'nın ise suyuna ve konusunda olanlardır.
yeşiline tutkundu. Atâullah Efendi, tıp kitaplarına İslam
Yeşilköy'ün bir havacılık merkezi dünyasındaki geleneğe uyarak Hamse-i
oluşuna da Atatürk ö n c ü l ü k etmiş, Şânizade veya İbn Sina'nın Kanun fi't-
Türk Hava Yollarımın hangarları onun Tıbb adlı külliyatına benzeterek Kânûn-
direktifiyle kurulduğu gibi ilk kadın ı Şânizade adını vermiştir. Hamse-i Şâ­
havacılar da burada yetiştirilmişlerdir. nizade'nin (İstanbul, 1235/1820) ilk üç
Bibi. N. A. Banoğlu, Atatürk'ün İstanbul' kitabı bir arada yayımlanmış, erkân
daki Hayatı, I-II, İst.. 1973-1974; A. F. (devlet büyüklerine armağan) ve halk
Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk. İst., 1967; nüshaları (satış için) olmak üzere iki
A. Afetinan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve türde hazırlanmıştır. Bundan önce 7er-
Belgeler. Ankara. 1968; Ş. S. Aydemir, Tek tib-i Ecza (İstanbul, 1232/1817) adlı
Adam, I-III, İst., 1969-1971; S. Borak, Ata ve ilaçlara dair bir kitapçık varsa da Ham­
İstanbul, İst., 1983; V. Kocatürk, Doğumun­ se-i Şânizade modern tıp bilgilerini içe­
dan Ölümüne Kadar Kaynakçah Atatürk Şânizade Atâullah Efendi ren ilk Türkçe basılı tıp kitabıdır.
Günlüğü. Ankara. 1988. Nuran Yıldırım koleksiyonu
15 Safer 1235/3 Aralık 1819 tarihinde
NECDET SAKAOĞLU
39 7 ATÂULLAH EFENDİ TEKKESİ

rü'l-Cihadiyye adlarını taşıyan eserleri lan türbe, harem ve selamlık bölümleri


henüz ele geçmemiştir. halen harap durumdadır.
Çok yönlü bir insan olan Atâullah Nakşibendîliğe bağlı olarak kurulan
Efendi hat sanatında ustaydı, güzel tam­ Atâullah Efendi Tekkesi'nin postuna
bur çalar, resim yapardı. Saatçiliğe me­ Şeyh Ubeydullah Efendi'den sonra oğlu
raklıydı ve usta bir avcıydı. İlm-i nücum Şeyh Mehmed Kadri Efendi (ö. 1868),
(astroloji) ile de ilgilenmişti. ondan sonra Halvetîliğin Şabanî kolun­
Bibi. M. Dilemre, "Türkiye'de Basılı İlk Ana­ dan Kütahyalı Şeyh Ahmed Lütfi Efendi
tomi Kitabımız", Ankara Üniversitesi Tıp Fa­ (ö. 1881) geçmiş, bu tarihten kapatılma­
kültesi Mecmuası, I, S. 1-2 (1947); Osmanlı sına kadar tekke Şabanîliğe hizmet et­
Müellifleri. III, s. 221: Sicill-i Osmanî, III, s. miştir. Ayin günü perşembe olan tekke­
479-80; Tarih-i Şânizade, I, 1; B. N. Şehsuva- nin son dönemdeki şeyhlerinden Mah-
roğlu, Hekim Şânizade Atâullah Efendi ve
Modern Türk Tababeti, Ankara, 1952; F. N. mud Efendi'nin adı Mecmua-i Tekâ-
Uzluk, Şânizade Mehmet Atâullah, Ankara. yâ'da geçmektedir.
1951: A. S. Ünver, "Şânizade Atâullah Efen­ Kanlıca'yı Kavacık'a ve Göztepe'ye
di'nin Tıbbi Eserleri". Dirim, S. 7 (1947); N. bağlayan dağ yolunun üzerinde, günü­
Yıldırım, "Türkçe Basılı İlk Tıp Kitapları Hak­
kında", foıırnal of Turkish Studies, III (1979); müzde bile iskân bölgesinin dışında ka­
B. Zülfikâr. Şânizade. Hayatı ve Eserleri, İst., lan Atâullah Efendi Tekkesi'nin, özellik­
1991. le kurulduğu dönemde tamamen mün­
KURAN YILDIRIM zevi bir tesis olduğu anlaşılmaktadır.
Tevhidhane, türbe, harem ve selamlık
ATÂULLAH EFENDİ TEKKESİ bölümleri tek bir kitle halinde Mihrabad
Caddesi üzerinde yer almaktadır. Ha-
Atâullah Efendi'nin Tire Müzesindeki mezar B e y k o z İlçesi'nde, Kanlıca Mahalle­ rem-selamlık kanadının ahşap üst katı
taşı. sinde. Mihrabad Caddesi üzerinde yer dışında, yapı kagirdir. Duvarlar moloz
almaktadır. taşlarla örülmüş ve tuğla hatıllarla dona­
Nakşibendî şeyhlerinden Seyyid Meh- tılmış, yapıyı örten ahşap çatı kiremitle
vakanüvis tayin edilen Şânizade 4 Cema- med Atâullah Efendi (ö. 1789) tarafın­ kaplanmıştır.
ziyelevvel İ 2 2 3 / 2 8 Haziran 1808 ile dan, muhtemelen 18. yy'ın üçüncü çey­ Cümle kapısı, doğu yönünde, tevhid­
Ağustos 1821 tarihleri arasındaki olayları reğinde tesis edilen bu tekkenin vakfiye­ hane, türbe ve harem-selamlık kanadı
Tarih-i Şânizade (İstanbul, 1284/1867) si baninin damadı ve halefi olan Amas­ arasmda kalan yamuk planlı taşlığa açıl­
adlı tarihinde yazmıştır. Önceki tarihçile­ yalı Şeyh Ubeydullah Efendi (ö. 1826) maktadır. Buradan geçilen sekizgen
re göre daha sade bir dille kaleme aldığı tarafından düzenlenmiştir. 20. yy başla­ prizma biçimindeki tevhidhanenin üç
bu kitabında İstanbul-Kâğıthane, Ayaza- rında harap durumda olan tekke. Pren­ kenarı yapı kitlesi içinde kalmakta, di­
ğa Çiftliği'ndeki ineklerde çiçek hastalığı ses Fatma Hanımefendinin eşi ve yakın­ ğerleri dışarıdan algılanabilmektedir.
olduğunu, bunlardan elde edilecek aşı daki Kavacık Çiftliğinin sahibi Mahnıud Dışarı açılan bu kenarlardan kıble yö­
ile pek çok kişinin aşılanabileceğim söy­ Sırrı Paşa tarafından yeniden inşa ettiril­ nünde bulunana mihrap, diğerlerine yu­
lemiştir. Ayrıca o tarihte Osmanlı Devle­ miştir. Bu yenileme sırasında tevhidhane varlak kemerli birer büyük pencere yer­
tinde henüz uygulanmayan karantinanın ve türbe bölümlerinin kagire dönüştürül­ leştirilmiştir. Ayrıca türbeye açılan bir
kurulması gerektiğinden söz etmiştir. düğü bilinmektedir. 1925'ten sonra terk kapı ile bir pencere, tarikat yapılarına
Şair de olan Atâullah Efendi şiirlerini edilen ve zamanla harap olan tekke, has ibadethane-türbe bağlantısını so­
bir divanda toplamıştır. Şiirlerinde Atâ 1976'da çevre sakinlerince kısmen onarı­ mutlaştırmaktadır. Cadde üzerinde sıra­
mahlasını kullanmıştır. ma tabi tutulmuş, cami olarak kullanılan lanan ve tevhidhanedekilerin benzeri
Matematiğe ait eseri Terceme-i Cedi- tevhidhaneye minare eklenmiş, bu arada olan bir dizi pencerenin aydınlattığı tür­
de-i Usûl-i Ta'limiyy enin bilinen tek bir de şadırvan yaptırılmıştır. Geriye ka­ be cok geniş tutulmuştur. Türbenin ba-
nüsüası J. V. Hammer tarafından Viya-
na'ya götürülmüştür. Bu kitabın Charles
Bossut'un, Cours Complet de Mathémati­
ques (Paris, 1765) adlı eserinden çeviri
olduğu ileri sürülmektedir. Önsözünde
çeviriyi yaparken Mühendishane hocala­
rından Yahya Efendi'nin yardımını gör­
düğünü belirtmektedir. Matematik ko­
nusunda yazılmış Cebr ü Mukabele ve
Hendese adlarında iki eseri daha olduğu
biliniyorsa da henüz ele geçmemiştir.
Atâullah Efendi, askerliğe dair eser­
ler de vermiştir. Bunlardan Vesâyânâ-
me-i Seferiyye (Bulak, 1238/1822) Prus­
ya Kralı Büyük Friedrich'in kumandan­
ları ve askerleri için yazdığı savaş hile­
lerini konu edinen kitabının çevirisidir.
Bu eserinin önsözünde Müfredât-ı Kül-
liyye fi Sevâhilü'l-Bahriyye adında coğ­
rafyaya ait bir tercümesi olduğundan
söz etmektedir. Tarih-i Şânizade'nm
önsözünde eserlerini sayarken ise bu
eserini Tarifât-ı Sevâhil-i Derya adıyla
anmaktadır. Şânizade'nin bu kitabı ile
kaynaklarda verilen; Tenbihât-ı Hü­ Atâullah Efendi Tekkesi'nin planı:
kümran bâ-Seraskerân, Tanzim-i Piyâ- 1. Tevhidhane. 2. Türbe. 3. Selamlık-Harem.
degân, Süvariyânve Kavâninü'l-Asâki- .1/. Baba Tanınan. 1983
ATENAİS EUDOKİA 398

tekrar gönderilmiş (443) ve kalan ömrü­


nü orada geçirmiştir.
Bibi. B. Bury, History of the Later Roman
Empire, c. I; A. Cameron, "The Empress and
the PoetrPaganism and Politics at the Coun
of Theodosius II", Yale Classical Studies, 27
(1982).
DOĞAN KUBAN

ATICILIK
Okla yayın yerini ateşli silahların alması
bu silahlarla atış yapmayı da bir spor
dalı haline getirmeye başladı, böylece
daha önceden okla yapılan nişancılıkta
ateşli silahlar ön plana geçti.
Ceddi olan Osmanlı padişahları Ok-
meydanı'nda adlarına taş diktirirlerken.
Abdülaziz de (hd 1861-1876) Maçka'da
yaptığı silah atışlarında gösterdiği ma­
haretle adına nişan taşları koydurmuştu.
Bugün Maçka ve Nişantaşı adlarıyla an­
dığımız semtte görülen nişan taşlan.
ğımsız girişi kuzeye, hazirenin bulundu­ ve Nestorius'la görüş birliği yapan Eu- Türkiye'deki atıcılık sporunun ilk belge­
ğu tarafa açılmaktadır. Çatısı çökmüş dokia, Pulheria'nın imparator üzerinde­ leri olarak geçtiğimiz yüzyıldan günü­
olan bu mekânın barındırdığı ahşap ki katı dinci etkisini, bir süre için azalt­ müze ulaşmıştır.
sandukalar bütünüyle ortadan kalkmış mayı başarmıştı. Constantinus tarafın­ Daha sonraları ateşli silahların avcılı­
olup bunların sayısı ve konumu bilin­ dan kurulan üniversitenin Teodosios ğa da girmesi, atıcılık sporunda yeni bir
memektedir. döneminde yeniden örgütlenmesinde unsur oldu. Atıcılığın modern bir spor
Kuzeyde, ayrı bir girişe sahip olan ve müfredat programının olarak benimsenmesi ise 20. yyin başla­
harem-selamlık kanadının zemin katın­ hazırlanmasında o zamanki prefekt ve rına rastlar. Komple bir sporcu olduğu
da, ortada bir taşlık ile buna açılan mut­ kendisi gibi gelenekçi Kiros'la işbirliği kadar mükemmel bir avcı da olan Said
fak ve kahve ocağı gibi servis birimleri yaptığı düşünülür. 437 depreminin ar­ Salâhaddin Cihanoğlu'nun girişimiyle
bulunur. Üst katın üç yönde yaptığı çık­ dından kenti imar eclen Kiros. Konstan- 1913'te Fenerbahçe Spor Kulübü'nde bir
ma, tuğla örgülü yedi adet payenin ya- tin'den sonra Konstantinopolis'in ikinci avcılık ve atıcılık kolunun faaliyete geç­
nısıra. Batı kökenli olması muhtemel, kurucusu gibi övülmüştür. Kiros ayrıca tiği, böylece kulüplerimizin de atıcılık
art nouveau(->) üslubunda iki döküm kentin sokaklarını ilk kez aydınlatan ve sporuna eğildiği görülür. Ancak bu fa­
sütunla taşınmaktadır. Üst katta, ortada kararnameleri ilk kez Yunanca yayımla­ aliyetin 19201i yılların sonlarında büyük
"zülvecheyn" bir sofa ile buna bağlanan yan bir devlet adamı sıfatıyla da ünlen- bir duraksama içine girdiği de gerçektir.
odalar ve bir hela yer almaktadır. Hazi- miştir. Eudokia'mn bir yazar kimliğiyle Atıcılık sporu modern şartlarla ancak
rede son dönem Osmanlı mezar tasarı­ pagan üslubunda yazılmış dinsel şiirleri 1950'li yıllarda yeniden canlılık kazanır.
mı açısından dikkate değer taşlar göz­ yanında kilise ilahileri de vardır. Sonra­ Bu tarihlerde Beden Terbiyesi İstanbul
lenmektedir. dan Pulheria'nın kardeşi üzerindeki et­ Bölge Müdürü olan Said Salâhaddin Ci­
Bibi. Âsitâne, 17; Osman Bey, Mecmua-i Ce- kisi yeniden güçlenmiş. Eudokia 438'de hanoğlu'nun kişisel çabasıyla Emirgâr.
vâmi, II. no. 78. 52-53. no. 7 9 . 54-55: Münih. hac için gittiği Kudüs'e zorunlu olarak sırtlarında kurulan atış poligonu ile
Mecmua-i Tekâyâ, 15; Raif. Mir'at, 225; Ihsa-
iyat, II, 19; Zâk'ir, Mecmua-i Tekâyâ, 78; Va-
da, Boğaziçi, 82-83; M. B. Tanman. "Atâ
Efendi Tekkesi", DİA, IV, 36-37.
M. BAHA TANMAN

ATENAİS-EUDOKİA
(400, Atina - 460, Kudüs) II. Teodosi-
os'un(->) karısı ve Konstantinopolis kül­
türünün paganizmle Hıristiyanlık arasın­
daki erken dönem çatışmasında gelenek­
ten yana ağırlığını koyan AugustaO).
Atenais Atinalı bir felsefe hocasının
kızı olarak iyi bir eğitim görmüş ve bir
miras nedeniyle geldiği başkentte impa­
ratorun ablası Pulheria'nın ilgisini çeke­
rek, onun tavsiyesiyle 421'de II. Teodo-
sius ile evlenmiş, Hıristiyan olup Eudo-
kia adını almıştı, imparatordan üç ço­
cuk doğuran Atenais küçük yaşta tahta
çıkan II. Teodosios üzerinde egemenlik
kurmuş, ablası Pulheria ile hem impara­
tora etki yapmaya çalışarak, hem de sa­
raydaki paganizm-Hıristiyanlık tartışma­
sında gelenekçiler safında yer alarak,
sürekli çekişmek zorunda kalmıştı. Bi­
zans tarihindeki yeri temelde bu çatış­ Fotoğrafta Türkiye'nin ilk atıcılık milli takımlarından biri görülüyor. Ortada bu sporun
madan kaynaklanır. II. Teodosios'un da gelişmesine önderlik eden Said Salâhaddin Cihanoğlu.
Cem Atabeyoglu arşivi
önce bir ölçüde katıldığı fikirleri taşıyan
399 ÂTTF EFENDİ KÜTÜPHANESİ

atıcılık spoaı İstanbul'da belidi olanak­ Kütüphaneye çoğu şarkiyatçı, yerli ve rafyasına uydurulmuş görünüşüyle İs­
lar kazandı. Ancak kabul etmek gerekir yabancı araştırmacılar başvurmakta; tanbul'un eski Türk ev mimarisinin gü­
ki, İstanbul'da atıcılık sporu diğer illeri­ 1993'ten itibaren kendi kitabını okuma nümüze kadar gelebilmiş nadir örnek­
mize oranla oldukça sönük kaldı. İstan­ izni verilerek, üniversite ve lise öğrenci­ lerindendir.
bul bölgesi av meraklıları arasından leri de kabul edilmektedir. 48 kişilik Kütüphanenin yanındaki meşruta ev­
"trap" ve "skeet" dallarında bir-iki atıcı okuma salonunda, üç kişilik ayrı bir ma­ ler, yüksek dış cepheleri ile üç kat ha­
çıkarabildi, diğer silahlarda büyük bir sa, vakfiye uyarınca yalnızca Âtıf Efendi linde olup en üst katlarda konsollara
varlık gösteremedi. İstanbul Atış Poligo- kitaplarının okunması için hazır tutul­ oturan çıkmalar vardır. Bu evlerin orta
nu'nda düzenlenen birkaç şampiyona maktadır. Kütüphanede doktora eğitimli avlusundaki kütüphane yaklaşık 13,5x
ve uluslararası müsabaka bu spor dalın­ bir sorumlu, bir koruma görevlisi, bir de 9,5 m ebatlarında zemin üzerine oturtul­
da görülebilen en önemli faaliyet oldu. yardımcı personel hizmet vermektedir. muş bir bodrum ile çıkıntılı bir esas kat­
CEM ATABEYOĞLU Haziran-eylül döneminde cumartesi, tan oluşur. Kesme taş ve tuğladan şerit­
pazar; eylül-haziran döneminde pazar, lerle örülmüş dış cephe sokağın kavsini
ATIF EFENDİ KTJTTJPHANESİ pazartesi hariç resmi çalışma günlerinde izler. Üzerinde 1289/1872 tarihi bulunan
Vefa'da, Vefa Caddesi'nde, bulunan va­ açık olan kütüphane, huzur verici avlu­ kemerli kapı, bir dehlizle teneffüs avlu­
kıf kütüphanesi. Bugün Kültür Bakanlı­ su ve iç mekanlarıyla zevkli bir çalışma suna bağlanır. Burada esas kütüphane
ğı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Mü­ ortamıdır. binası, kemerlerle dışarıya açılan bir
dürlüğü Süleymaniye Kütüphanesi Mü- bodrum üzerine oturtulmuştur. Binanın
Bibi. Osmanlı Müellifleri. II; Defter-i Kütüb-
dürlüğü'ne bağlı birimdir. havalandırılmasında önemli rolü olan bu
hâne-i Atıf Efendi, İst., 1310; İ. E. Erünsal,
Türk Kütüphaneleri Tarihi II, Kuruluştan kemerler ne yazık ki, daha sonraları ka­
I. Mahmud döneminde (1730-1754)
Tanzimata Kadar Osmanlı Vakıf Kütüpha­ patılmış ve bodrum. M. Zeki Pakalm ai­
üç kez başdefterdarlık yapmış, divan sa­ neleri. Ankara. 1988. s. 90-91: İSTA, III; E. lesinin bağışladığı kitaplar için bir depo­
hibi şair Âtıf Mustafa Efendi (ö. 1742) ta­ Sezgin. "Atıf Efendi Kütüphanesi Vakfiyesi", ya dönüştürülmüştür. Bodrumdan altı
rafından 1741'de kurulmuştur. Dış giriş TDED. VI (1955). basamakla bir sekiye çıkılır ve namaz­
kapısı üzerinde "Dârü'l-Kütüb-i Atıf' ya­ HAVVA KOÇ gah olarak düşünülmüş mihraplı küçük
zılı 1289/1872 tarihli kitabesi, okuma sa­
Mimari bir mekâna ulaşılır. Buradan iki açıklığı
lonu girişinin sağ duvarında ise bir mer­
Planı, yapı strüktürü ve konumu ile bulunan bir sundurma aracılığıyla kü­
mer levha üzerinde kabartma sülüs ya­
dikkat çekici bir yapı olan Âtıf Efendi tüphanenin okuma salonuna geçilir. Ka­
zıyla vakfiyesinin özeti bulunmaktadır.
Kütüphanesi, şehrin eski sokak topog­ re biçimindeki bu bölüm, aynalı tonoz-
Kütüphanenin 2858/5, 8, 12 no'larm-
da kayıtlı vakfiyelere göre, gelir kay­
nakları ve idaresi belirlenmiş olan kü­
tüphanede üç hafız-ı kütüb, bir şeyhü'l-
kurra, bir suyolcu, bir mücellit, bir ma­
rangoz ve bir ferraş (temizlikçi) görev­
lendirilmişti. Kütüphanenin yanma inşa
edilmiş olan üç meşruta evde oturmala­
rı şart koşulan hafız-ı kütübler haftada
beş gün kütüphanecilik görevinde bu­
lunmanın yanısıra kütüphanede cemaat­
le kılınacak namazlarda imamlık ve mü­
ezzinlik yapmakla yükümlüydü. Kütüp­
hane salı ve cuma günleri dışında açık
olacak, günlük çalışma güneşin doğu­
şundan bir saat sonra başlayıp, batımın-
dan iki saat önce bitecektir.
Atıf Efendi'den sonra oğulları Meh-
med Emin, Ömer Vâhid, torunları Ömer
Hüsâmeddin ve Abdülkâdir efendiler
kütüphaneye kitap vakfettikleri gibi,
Atıf Efendinin kayınbiraderi Darphane-i
Amire Başkâtibi Hacı Ömer Efendi'nin
kitapları da ölümünden sonra evinin sa­
tılması üzerine 1743'te Âtıf Efendi ko­
leksiyonuna katılmıştır.
Kumlduğunda 2.857 kitapla hizmete
açılan kütüphane. Kültür Bakanlığı ve
çeşitli kişi ve kurumlardan gelen kitap­
larla gelişmektedir. Nisan 1993 itibariyle
3.228'i yazma, 24.597'si eski ve yeni
basma olmak üzere toplam dermesi
27.825'tir. Yazmalar içinde Nef'î'nin
evinde yazdığı divandan başka pek çok
müellif hattı, çok eski nüshalar, güzel
ciltler, tezhip ve minyatürlü eserlerle
mühür albümleri yer alır. Koleksiyon,
Âtıf Efendi, Âtıf Efendi Eki, M. Zeki Pa-
kalın ve Yeni Eserler bölümlerine yer­
leştirilmiştir. Alfabetik (yazar, kitap) ve
konu (Dewey) fiş katalogu, ayrıca kuru­
luştaki ilk kitapları içeren yazma ve
basma fihristleri bulunmaktadır.
ATIKSU 400

larla örtülü olup üç tarafı, tonozlu beş


Tablo I
hücre ile çevrilmiştir. Bu bölümler, eski­
den sedirlerle tefriş edilmiş okuma sa­ Toplam Nüfus ve Atıksu Debileri
lonları idi. Söz konusu bölümlerden
Ortalama debi En yüksek debi
üçü, sofadan, iki sütun üzerine oturan
Yıllar Nüfus m'/gün nr/sn nr/gün mVsn
üç kemerle ayrılmıştır. Sofanın gerisinde
bulunan kitap hazinesinde ewelce yal­ 1990 7.763.500 1.350.000 15 2.462.000 28,5
dızlı kafesli ahşap dolaplar vardı. Bu 2000 12.442.000 2.800.000 32 5.144.000 59,5
bölüm havalandırmayı sağlamak için her 2020 20.057.000 5.230.000 60 9.556.000 110,6
yanı pencereli olarak yapılmıştır.
Bibi. İSTA. III. 1276-1281; Ö. Çetlnalp, "Ye-
fa'da Atıf Efendi Kütüphanesi'. Röleve. I değiştirilip Riva Deresi civarmda kurula­ Bu hesaplamaya göre toplam nüfus
(1968), s. 30-31: Unsal, Kütüphaneler. 98. ve atıksu debileri önümüzdeki 30 yılda
cak biyolojik arıtma tesisinden geçirile­
101, 117; A. Küçükkalfa, istanbul Vakıf Kü­
tüphaneleri", Vakıflar. Ankara. 1 9 8 5 : S. rek Karadeniz'e verilmesi ve Dragos'un Tablo I'deki seyri izleyecektir.
Eyice, "Âtıf Efendi Kütüphanesi", DİA. IV. 61. batısında kalan kesimin atıksularının Bir başka araştırmaya göre (Konu:
SEMAVİ EYİCE Kadıköy Havzasından çıkarılarak Tuzla Kirlilik Komisyonu Raporu) Marmara
biyolojik arıtma tesisine bağlanması ka­ Denizi'ne İstanbul ve çevresinden bıra­
ATIKSU rarlaştırılmış ve çalışmalara başlanmıştır. kılan konut kaynaklı atıksu yükleri, bi­
Bütün bu projelere ve uygulamalara yolojik oksijen ihtiyacı temeİ alındığın­
Kullanılmış pis su ve diğer sıvı madde­
rağmen, kentin atıksu sorununun çö­ da Tablo ildeki gibidir.
ler. Konutlarda ve işletmelerde kullanı­
züldüğü söylenemez. Aksine, günden Bu organik maddelerin yanında gün­
lan suların ve diğer sıvı maddelerin
güne büyüyen ve 1993 sonbaharında de 54 ton azot ve 9 ton fosfor da bu
uzaklaştırılması ve zararsız hale getiril­
atıksu (kanalizasyon) karıştığı için suyu atıksularla taşınmaktadır.
mesi, geçmişte olduğu gibi bugün de.
sağlığa zararlı ve ölümcül hale gelen El­ 2020 yılı için BOI5'in (biyolojik oksi­
gerek halk sağlığı gerekse şehircilik açı­
malı Barajı'nm devreden çıkarılmasına jen ihtiyacı) yaklaşık üç misli artarak
sından, İstanbul'un en önemli sorunla­
kadar varan sorunun, bu vahim boyut­ günde 1.000 tona, toplam, azot yükü­
rından biridir.
lara ulaşmasında, İstanbul'a özgü bazı nün 160 tona ve toplam fosfor yükü­
İstanbul'da arıtma sorunlarına ilişkin olgular önemli rol oynamıştır. Kentin nün günde 32 tona yükseleceği hesap
çalışmaların başlangıcı 1920 yılı öncesi­ düzensiz, başıboş büyümesi; sanayinin edilmektedir.
ne kadar uzanır. İlk çalışma 1918-1920 gelişigüzel kurulması; iç göçün kentin
arasında Fransızlar tarafından "Genel İstanbul'da, endüstriyel atıksuyu
nüfusunu baş döndürücü bir hızla artır­ olan, İSKİ abonesi 2.800 sanayi kurulu­
Kanalizasyon Projesi" adı altında hazır­ ması, yeni kurulan gecekondu semtleri
lanmıştır. Bu çalışmayı, Şehremini Dok­ şu vardır. Kentte kanalizasyon ve atıksu
yanında lüks sitelerin de giderek baraj antma-uzaklaştırma değeri için esas alı­
tor Emin (Erkul) döneminde, 1925'te ve su kaynakları çevresinde yoğunlaş­
başlanan Alman mühendis Wild'in ha­ nan endüstriyel atıksu yükü 220.000
ması bu olguların başında gelmektedir. m'/gün'dür. 1990 yılı için toplam atıksu-
zırladığı "İstanbul Su Temini ve Kanali­ Öte yandan mevcut kanalizasyon sis­
zasyon Master Plan ve Fizibilite Rapo­ yun 1.350.000 m-Vgün olduğu dikkate
temlerinin arıtma yetersizliği yüzünden, alındığında bu atıksu debisinin içinde
ru" izlemiş, 1959'a kadar da bu proje önce Haliç ve tüm İstanbul'un sahilleri­
baz alınmak suretiyle çok sayıda cad­ endüstrinin payının yüzde 17 dolayında
nin, giderek Boğaziçi'nin ve Marmara kaldığı varsayılmaktadır.
deye kanal döşenmiştir. İstanbul'da Denizi'nin yoğun bir kirlilikle karşı kar­
atıksuların ayrık sistemle toplanması şıya kalmasının önü alınamamıştır. Bu endüstriyel atıksu debisi, atıksu
çalışması ise 1959-1966 arasında Alman niteliği hesaba katılmazsa 1.375.000 ki­
Prof. Dr. Dietrich Kehr tarafından pro­ Günümüzdeki d u r u m şilik bir nüfusa eşdeğer kirlilik yarat­
jelendirilmiştir. Yapılan araştırmalar (Büyük İstanbul maktadır. Ancak endüstri atıklarının
1 9 6 6 - 1 9 7 0 arasında Dünya Sağlık Atıksu Projesi) sonucunda İstanbul'un çevre kirlenmesini yaratan etkilerinin
Teşkilatının müteahhidi DAMOC Kon­ atıksularının sadece konut kökenli olan­ yüksekliği hesaplandığında endüstri
sorsiyumu tarafından "İstanbul Su Temi­ larının. 1990 yılı için nüfus başına birim atıksuyunun çevre ve su kirlenmesine
ni ve Kanalizasyon Master Planı ve Fizi­ atıksu debilerinin 160 lt/N-gün olup etkisinin yukarıdaki oranların üstünde
bilite Etüdü" hazırlanmıştır. Bu proje 2020 yılı için 250 lt/N-gün değerine ula­ olduğu anlaşılır.
hâlâ uygulanan sistemin esasını teşkil et­ şacağını tespit etmiştir. Halen, 7.800 İSKİ verilerine göre atıksuyu olar.
mektedir. 1970-1971 arasında SCANDIA- km'yi aşan eski ve yeni kanalizasyon 2.800 sanayi tesisinin en büyük ilk
CONSLJLTI firması "İstanbul'un Yağmur şebekesinden, günde 1.350.000 m'lük 150'si, toplam endüstriyel atıksuların
Suyu Drenajı Master Planı'riı hazırlamış. atıksu İstanbul Boğazı ve Marmara De­ yüzde 80'ini deşarj etmektedir. Yine av-
1974-1975 arasında DAMOC projesi nizime akıtılmaktadır. nı verilere göre bu 150 sanayi kuruluşu­
CAMP-TEKSTER konsorsiyumu tarafın­ nun yüzde 80'i arıtma yapmaktadır. İs­
dan revize edilmiş, 1978-1980 arasında tanbul'da toplam endüstriyel arıtm_
da NEDECO firması "Güney Haliç Ko- Tablo n yüzde 65 civarındadır. İnşaat halinde.-!
lektörleri Yenikapı Ön Arıtma Tesisi ve İstanbul ve Çevresinden arıtma tesisi 76 tanedir ve günlük debi­
Ahırkapı Deniz Deşarjı" sisteminin uy­ M a r m a r a Denizi'ne Bırakılan leri 6.000 nYtür. Ancak arıtmanın yeter­
gulama projesi ile ihale dokümanlarını Atıksu Yükleri sizliği ve kalitesinin gerekenden düşük
hazırlamıştır. 23.11.1981 tarihinde İSKİ olduğu, somut olgular ve hızlı su kir­
kurulduktan sonra da. 1. ve 2. Aşama Yerleşim Alanı Konut Kaynaklı lenmesiyle ortaya çıkmaktadır.
Kanalizasyon Projeleri hazırlattırılmış, Atıksu Yükleri İstanbul'da atıkstıları uzaklaştırma!-:
Silivri-Gebze arasındaki tüm alanı içine BOI5 kg/gün ve bertaraf etmek için mevcuda ek ola­
alan "Büyük İstanbul Kanalizasyon Pro­ istanbul 394.496.00 rak en az 800-1.000 km'lik kanalizasycr
jesi" devreye sokulmuştur. hattına ihtiyaç vardır. Halen bunun 6 \
Silivri 1.405,00
Bu son çalışma İSKİ tarafından sür­ km'lik bölümü inşa edilmiş durumdadır
Çatalca 623,38
dürülmektedir. Buna göre belirli deşarj Bunlar taşıyıcı sistemler (kolektörler) ve
sahalarından (Baltalimanı, Adalar. Bü- Selimpaşa 453.42 tüneller olarak hazırlanmıştır. İstan­
yükçekmece, Küçükçekmece. Terkos Çınarcık 411,76 bul'un (merkez) mevcut taşıyıcı sistem­
gibi) biyolojik arıtma çalışmaları devam 3.552,64
leri ve tünelleri Mart 1993 sonu itibariy­
Yalova
etmektedir. Kadıköy deşarjının yerinin le Tablo IIFteki durumdadır.
401 ATIŞ ALANİ

Küçükçekmece, Bağcılar ve Güngören


Tablo m ilçelerinin kuzeyinde ve Gaziosmanpaşa
İstanbul'un Mevcut Taşıyıcı Sistemleri ve Tünelleri İlçesi'nin(-0 batısında yer alan geniş as­
(1993 Mart ayı sonu itibariyle) keri saha ile sınırlanmıştır. Atışalanı
Trakya otoyolu E-5 bağlantı yolu üze­
Debi ms/dak. Hizmet edilen İnşaat durumu
rindeki Esenler köprü kavşağı ile ikinci
En yüksek Ort. Nüfus
çevre yolu üzerinde, batıda Mahmut-
Kuzey Haliç bey, kuzeydoğuda da Metris kavşakları
Kasımpaşa Kolektörü 4,3 2,2 636.000 Tamamlandı arasında kalan üçgen içerisindedir. Bu
Kasımpaşa Tüneli 471.000 Tamamlandı açıdan ikinci çevre yolunun hizmete gi­
9,3 3,5
rişiyle birlikte günümüzde zengin bir
Donanma Tüneli 9,3 3,5 471.000 Tamamlandı ulaşım altyapısına sahip olmasına rağ­
Fındıklı Tüneli 10,1 3,9 122.000 Tamamlandı men kuzeyinde yer alan askeri saha ne­
Beşiktaş Tüneli 11,2 4,5 209.000 Tamamlandı deniyle gelişme olanakları sınırlıdır.
Amavutköy Tüneli 12,1 5,0 165.000 Tamamlandı İdari açıdan Kemer, Birlik, Havaala­
nı, Turgut Reis, Cevat Paşa ve Karabayır
Baltalimanı Tüneli 12,4 5,1 44.000 Tamamlandı
mahallelerine bölünmüştür.
Güney Haliç Atışalanı yöresinde 1970'ten sonra
Alibeyköy Kolektörü 4,9 1,0 345.000 Tamamlandı çok hızlı bir nüfus artışı görülmüştür.
Eyüp Tüneli Nitekim Atışalanı'nın 1970'te 1.222 olan
4,7 1,2 165.000 Tamamlandı
toplam nüfusu 1975'te 14.054'e, 1980'de
Haliç Tüneli 4,7 1,2 265.000 Tamamlandı 42.264'e, 1985'te 58.439'a, 1990'da da
Fatih Tüneli 8,9 2,2 710.000 Tamamlandı 100.839'a yükselmiştir. 1990 genel nü­
Bakırköy Kolektörü 6,8 3,4 850.000 Tamamlandı fus sayımı verilerine göre nüfusun ma­
halleler itibariyle dağılımı şöyledir: Tur­
Sarayburnu Kolektörü 3,4 1.8 505.000 Tamamlandı
gut Reis (38.003), Birlik (14.506), Kemer
Dragos-Kadıköy Kuşaklama (10.306), Havaalanı (20.144), Karabayır
Dragos-Caddebostan 4,9 2.8 702.000 inşa halinde (17.238) ve Cevat Paşa (642).
Caddebostan-Fenerbahçe 6,6 4,0 1.200.000 Tamamlandı Atışalanı nüfusunun büyük çoğunlu­
ğunu İstanbul dışında doğanlar oluştu­
Dalyan Tüneli 7,5 4,6 1.362.000 Tamamlandı
rur. 1990 genel nüfus sayınıma göre,
Moda Tüneli 16,4 9,9 3.997.000 Tamamlandı Atışalanı'm oluşturan 6 mahallede, İs­
tanbul doğumlularm toplam nüfusa ora­
nı yüzde 25 (Turgut Reis) ile yüzde 31
Arıtma Tesisleri önemli arıtma tesislerinin büyük çoğun­ (Havaalanı) arasında değişmektedir. Ay­
İstanbul'un 1.350.000 mVgün'lük atıksu- luğu henüz proje aşamasındadır. Öte nı oranın, 1990'da, Bakırköy İlçesi'nin
yunu uzaklaştırmak için inşa edilen ko- yandan hızlı ve kontrolsüz gecekondu­ E-5 yolu ile Marmara Denizi arasında
lektör ve tünellerin yamnda bu atıksuyu laşma yüzünden, kentin en önemli, hat­ kalan mahallelerinde yüzde 50-60'lar
zararsız hale getirmek için de çalışmalar tâ hayati su kaynaklarının çevresindeki düzeyinde değiştiği göz önüne alınırsa,
yapılmaktadır. İller Bankasının 1993 yılı günden güne büyüyen yerleşmelerin Atışalanı'nın hızlı iç göç sonucu kente
itibariyle hazırladığı atıksu arıtma tesis­ atıksu ve arıtma sorunlarına yeterli çö­ yeni gelen göçmenlerin yerleştiği bir
lerinin durumu Tablo IV'teki gibidir: züm getirilememekte ve İstanbul'un bölge olduğu söylenebilir. Türkiye'nin
Tablodan da izlenebileceği gibi çok atıksu sorunu tüm yatırım ve çabalara hemen tüm illerinden göç almış olması­
rağmen ağırlığını korumaktadır. na rağmen Cevat Paşa, Karabayır, Birlik
Bibi. S. Budak, "Kentlileşemeyen Kent Örne­ ve Turgut Reis mahallelerinde Sivas'tan
Tablo IV ği. Bir Sorunlar Yumağı Kent İstanbul", İÜ Si­ gelen göçmenlerin; Kemer'de Kars kö­
İstanbul'un Atıksu Arıtma yasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 3-4-5, 1993: kenlilerin; Havaalanı Mahallesi'nde de
Tesislerinin Durumu D. Orhon, İstanbul'un Çevre Sorunları ve
Çözüm Yolları, İst.. 1991; A. Samsunlu, "İs­ Sinop ve Giresun'dan gelen göçmenle­
( 1 9 9 3 Mart ayı itibariyle) tanbul'un Kanalizasyon ve Arıtma Tesisi So­ rin ağırlıkta olduğu görülmektedir.
runları", İstanbul'un Çevre Sorunları ve Çö­ Atışalanı nüfusunun eğitim düzeyi
Yenikapı Ön Arıtma Tesisi Tamamlandı zümleri Sempozyumu, 9-13 Nisan 1990, İst., incelendiğinde, 6 ve daha yukarı yaşlar­
İller Bankası Kanalizasyon Tesisleri Proje ve
Üsküdar Ön Arıtma Tesisi Tamamlandı İnşaat Özetleri 1991 Katalogu; "Marmara daki nüfus içerisinde okuma yazma bil­
Denizi Toplantısı Evsel Kirlilik Komisyonu meyenlerin Karabayır Mahallesi'nde
Baltalimanı Biyolojik
Raporu", 4-5 Ekim 1993, İst., (yayımlanma­ yüzde 15, Turgut Reis'te yüzde 14, Bir­
Arıtma Tesisi Proje aşamasında mış toplantı notları); K. Esmer, Tarih Boyun­ likte yüzde 13, Cevat Paşa'da yüzde 12,
Küçükçekmece Biyolojik ca İstanbul Sulan ve İstanbul Su ve Kanali­ Kemer ve Havaalanı mahallelerinde de
Arıtma Tesisi Proje aşamasında zasyon Sorunu, İst.. 1983.
yüzde 11 düzeyinde olduğu görülüyor.
Tuzla Biyolojik SEVİM BUDAK Aynı oranın 1990'da Bakırköy İlçesi ge­
Arıtma Tesisi Tamamlandı nelinde yüzde 9,6, E-5 yolu ile Marmara
ATTŞALANI Denizi arasında kalan mahallelerde de
Riva Biyolojik
Önceleri Bakırköy İlçesi içerisinde yer yüzde 4-5 arasında bulunduğu göz önü­
Arıtma Tesisi Proje aşamasında
alırken 1990 genel nüfus sayımının ar­ ne alınarak Atışalanı nüfusunun eğitim
Terkos Biyolojik dından ilçe statüsü kazanan Güngö- düzeyinin göreli olarak düşük olduğu
Arıtma Tesisi Proje aşamasında ren'in(-t) kuzey kesimini oluşturur, Ku­ söylenebilir.
Büyükada Biyolojik zeydoğuda Bayrampaşa İlçesi'nin Yıldı­ Diğer taraftan, bir öğretim kurumun­
rım ve Kartaltepe mahalleleri, güneyde dan mezun olanların büyük çoğunluğu
Antma Tesisi Proje aşamasında Güngören İlçesi'nin Esenler kesiminin ilkokul mezunudur. 1990'da Atışalanı
Kınahada Biyolojik Fevzi Çakmak ve Fatih mahalleleri, batı­ bölgesinde en son bitirdiği okul ilkokul
Arıtma Tesisi Proje aşamasında da 1990 sonrası kurulan Bağcılar İlçe­ olanların herhangi bir öğretim kuru­
s i ' n i n ^ ) Yeşilbağ, Fevzi Çakmak, Ke­ mundan mezun olanlara oranı Turgut
Burgazada Biyolojik
mal Paşa (Mahmut Bey) ve 100. Yıl ma- Reis'te yüzde 70, Birlik ve Kemer ma­
Antma Tesisi Proje aşamasında halleleriyle sınırlanmıştır. Kuzeyde ise hallelerinde yüzde 68, Karabayır'da yüz-
Heybeliada Biyolojik
Antma Tesisi Proje aşamasında
ATIŞ ALANI 402

Atış alanı
Köyü
istanbul
Ansiklopedisi

de 67. Havaalanı Mahallesi'nde yüzde Atışalanı'nda ticaret ve hizmet sektörün­ lıkları incelendiğinde açıkça karşımıza
65, Cevat Paşa'da da yüzde 61 düzeyin­ de çalışanların toplam istihdam içerisin­ çıkmaktadır. Nitekim çeşitli işkolları ara­
deydi. Aynı oran, Bakırköy İlçesi gene­ deki payları ilçe ve büyükşehir için he­ sında tekstil işçileri çoğunluktadır. Do-
linde yüzde 54, E-5 yolu ile deniz ara­ saplanan değerlerden kayda değer bi­ kuma işçileri ve terzi-döşemecilerin alt
sında kalan mahallelerde de yüzde 25 çimde daha düşüktür. kategorilerinin toplam sanayi çalışanla­
ile yüzde 30 düzeylerindeydi. Bu veriler, Eğitim düzeyi incelenirken görüldü­ rına oram Turgut Reis Mahallesi'nde
Atışalanı nüfusunun öğrenim sürecini ğü üzere, Atışalanı'nda aktif nüfus ge­ yüzde 42, Havaalanı Mahallesi'nde yüz­
erken terk etmek zorunda kaldığını gös­ nelde belli bir eğitim düzeyi ve iş dene­ de 32, Birlik Mahallesi'nde yüzde 34,
termektedir. Bu durumda, Atışalanı'nda yimi gerektiren iş pazarlarının giriş en­ Kemer Mahallesi'nde yüzde 36, Karaba-
ekonomik açıdan aktif nüfusun metro­ gellerini aşacak özelliklerle donanmış yır'da yüzde 35, Cevat Paşa Mahalle­
politen iş pazarına daha çok imalat sa­ olmasa da, dokuma ve konfeksiyon iş­ si'nde de yüzde 50 düzeyindedir.
nayiini oluşturan işkolları aracılığı ile çiliği gibi deneyim ve beceri gerektiren Önemli sayıda tekstil işçisi barındır­
katılması doğal karşılanmalıdır. Atışala- iş pazarlarına girebilmeyi başarmıştır. masına karşılık Atışalanı kayda değer
m'nı oluşturan 6 mahallede ekonomik Bu durum sanayi kategorisinin alt baş­ sayı ve büyüklükte sanayi kuruluşu
açıdan aktif nüfusun işkolları itibariyle
dağılımı tabloda verilmektedir.
Tablodaki istihdam verilerinin de Atışalanı'nda İstihdam Yapısı
açıkça gösterdiği üzere, Atışalanı. imalat (Genel ve mahalleler itibariyle çalışanların yüzdeleri)
sanayii ağırlıklı, ancak mahalleler itiba­
riyle mekânsal farklılaşma göstermeyen Turgut Birlik Kemer Hava­ Cevat Karabayır Atışalanı Bakırkö;
bir istihdam yapısına sahip bulunmakta­ Reis alanı Paşa Toplam Geneli
dır. Bu yapının en belirgin özelliği de
İlmi-Teknik eleman 2,1 2,9 3.2 3,8 0,4 2,1 2,7 8,4
ilmi-teknik elemanlar, yöneticilik, idari
personel, ticaret ve satış personeli gibi Üst kademe yönetici 1,5 1,6 1,2 2,5 0,4 0,8 1,5 3,6 İ
görece yüksek eğitim düzeyi gerektiren İdari personel 3,6 4.8 5.3 5,2 5,5 3.6 4,3 7,2
işkollarında çalışanların oran olarak be­ 12.2 12,8 11,7 15,2
Ticaret-satış personeli 10.9 12,7 10,3 8.9
lirgin bir biçimde Bakırköy İlçesi ortala­
masının altında; sanayi çalışanları gibi Şahıs hizmetleri 8,6 9,5 9,6 8,2 12,8 9,1 8,8 8,8
yüksek beceri gerektiren istihdam kate­ Tarımda çalışan 1,0 1,0 0.7 1,2 2,6 0,7 1,0 0,8
gorilerinin yanısıra, inşaat işçiliği ve şo­ Sanayide çalışan 65.1 61,7 63,0 60,2 63,4 63,2 63,1 50,2
förlük gibi görece az eğitim ve beceri
İşsiz olup iş arayan 7,2 5,8 6,7 6,7 6,0 7,7 6,9 5,8
gerektiren alt başlıklar içeren bir kate­
goride Bakırköy İlçesi ortalamasının Toplanı
çok üzerinde bir yığılmaya sahip oluşu­ Yüzde 100.0 100,0 100.0 100,0 100,0 100,0 100,0 ıoo..:
dur. Gerçekten de bu kesimde imalat 35.484
Sayısal 13.405 5.013 3.708 7.032 235 6.091 481.131
sanayiinde çalışanlar, metropoliten alan
ortalamasının yaklaşık iki katıdır ve Devlet istatistik Enstitüsü tarafından Türkiye Toplumsal ve Ekonomik Tarih Vakfı için özel olarak hazırlanan "1990
1990 nüfus' sayımının yapıldığı tarihteki Genel Nüfus Sayımı Mahalleler" itibariyle döküm tablolarından hesaplanmıştır, 12 yaş üzeri ekonomik açıdan aktif
toplam nüfus verileridir. Karşılaştırma kolaylığı açısından yüzde değerler verilmektedir. Mutlak sayılar toplam
sınırlarıyla Bakırköy ilçe ortalamasının
çalışan savılanndan elde edilebilir.
da yüzde 13 üzerindedir. Buna karşılık
403 ATİK ALİ PAŞA KÜLLİYESİ

içermemektedir. Türkiye Odalar ve Bor­ K e m e r l e r e isabet e d e n yerlerde, dış du­


salar Birliği'nin kapasite raporlarındaki varda istinat ayakları mevcuttur. K e m e r ­
kayıtlara göre, Atışalanı'nda 1987'de ler s o n tamirde dışta taş, içeride tuğla
toplam olarak 4 mühendis. 9 teknisyen, ile ö r ü l m ü ş t ü r . Altta v e ü s t t e s e k i z e r
18 usta, 141 işçi ve 17 idari personel ça­ p e n c e r e vardır. Ayrıca mihrap duvarın­
lıştıran sadece 7 sanayi kuruluşu bulu­ d a ü s t t e iki y u v a r l a k p e n c e r e d a h a
nuyordu. Diğer bir deyişle Atışalam, İs­ mevcuttur. Minare sağda, kapısı dışarı­
tanbul metropoliten alanında önemli bir dadır. Kaidesi k a b a y o n u k e s m e taştan­
sanayi bölgesi değildir. 1993 kapasite dır. P a b u ç kısa, gövde k e s m e taştandır.
raporlarına göre Atışalanı'ndaki kuruluş Şerefe altı h e l e z o n i yivlidir. Cümle kapı­
sayısı 2 0 y e yükselmiş bulunuyordu. Bu sı da k e s m e taştan dışarı az çıkık, üstte
bilgilere göre Atışalanı'nm komşu ilçe­ sivri kemerli, s a d e silmelidir. Kitabe yeri
lerdeki tekstil komplekslerinin emek boştur. Mihrap alçıdan, y e n i uçları püs­
havuzu olduğunu söyleyebiliriz. küllü, altı sıra bademlidir. Minber, taş­
Tablodaki istihdam verilerinin açığa tandır fakat yağlıboya ile boyalıdır. Nis­
çıkardığı ikinci nokta, Atışalanı kesimi­ petli, s a d e bir eserdir. F a k a t c a m i n i n
ni oluşturan 6 mahallenin hiçbirinde is­ y e g â n e tezyini unsurudur. Külahı tutan
tihdam yapıları açısından kayda değer ayaklar sekiz kenarlı, sütun başlıkları ve
bir farklılaşma bulunmayışıdır. Nitekim k ü l a h k a i d e s i mukarnaslıdır. K o r k u l u ­
nüfus büyüklükleri birbirinden çok ğ u n sağ ve solunda gülçeler mevcuttur.
farklı altı mahalleden alınan istihdam Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Deften, 70; Ay-
yapıları neredeyse birbirinin aynıdır. vansarayî, Hadîka, I, 119; M. T. Gökbilgin,
Bölge homojen bir işçi bölgesi olarak XV-XVJ. Asırlarda Edirne ve Paşa Livası, İst.,
1952. s. 401; E. H. Ayverdi, Fatih Devri Mi­
ele alınabilir. marisi. İst., 1953, s. 215: S. Eyice, "İstanbul
Bu veriler ışığında, Atışalanı, 1970- Minareleri", Türk Sanat Tarihi Araştırmaları
Atik Ali Paşa Camii'nin güneybatıdan
1990 döneminde yurtiçi göçle çok hızlı ve İncelemeleri, I (1963), s. 69; I. A. Yüksel.
görünümü. Atikali.
büyümüş; okuryazarlık ve eğitim düze­ Osmanlı Mimarisinde II. Bayezid, Yavuz Se­
Aras Neftçi
lim Devri. V, ist., 1983, s. 175.
yi, 1990'a kadar, içerisinde yer aldığı
İ. AYDIN YÜKSEL
Bakırköy ilçe ortalamasından ve bu il­
çedeki düzenli konut alanlarınınkinden, cami, Kariye Camii'dir. Edirnekapı'da
göz ardı edilemeyecek düzeyde düşük: yeri tarif edilen cami ise zikredilen ca­ ATİK ALİ PAŞA KÜLLİYESİ
istihdam yapısı farklılaşmamış (homo­ midir. Bu caminin vazifelileri için ayrılan Atik Ali Paşa'nın Çemberlitaş'taki külliye­
jen); çevre ilçelerdeki önemli sanayi yıllık ücret 12.600 akçeye ulaşmaktadır. si. II. Mahmud T ü r b e s i n d e n Çarşıkapı'ya
komplekslerinin emek havuzu içerisin­ Yapı birçok defa onarılmıştır. Bilhas­ uzanan Yeniçeriler Caddesi üzerindedir.
de yer alan ve ağırlıklı olarak tekstil iş­ sa 1648 zelzelesinde son cemaat kemer­ Külliyenin inşa edildiği alan, Bizans dö­
çilerinin yaşadığı bir konut alanı olarak lerinin tamamen, minaresinin de şerefe­ n e m i n d e I. Constantinus tarafından yap­
tanımlanabilir. sine kadar yıkıldığı kayıtlara geçmiştir. tırılan dikilitaşın b u l u n d u ğ u Constanti­
MURAT GÜVENÇ 1960'lara kadar ahşap olarak kalan son nus Forumu'nun(->) sınırları içindedir.
cemaat yeri, temel izlerine göre tekrar Külliye, vakfiyesindeki kayıtlarına
ATİK ALİ PAŞA CAMÜ yapılmıştır. göre cami, medrese, imaret, hankah,
Cami iki sıra kesme taş, üç sıra tuğla kervansaraydan teşekkül etmektedir.
Atik Ali Paşa'nın "Zincirlikuyu, Kara-
ile inşa edilmiştir. Plan olarak iki kare B u g ü n b u e s e r l e r d e n cami v e ö n ü kesil­
gümrük, Vasat Ali Paşa" camileri de de­
ayak üzerinde altı kubbelidir. Son ce­ miş olarak m e d r e s e mevcuttur. Hanka-
nilen camii, bugün Atikali semtinde
maat yeri de kesme taştan kare dört hın ise avlu giriş kapısı y a n ı n d a bulu­
Fevzi Paşa Caddesindeki set üstünde­
ayak üstünde üç kubbe ile örtülüdür. n a n ve üzerinde bir m u v a k k i t h a n e kita-
dir. Zincirlikuyu adını, caminin yakının­
da bulunan bir kuyudan almıştır. Civa­
rında hattat Rakım Efendimin medresesi
ve türbesi ve Semiz Ali Paşa'nın medre­
sesi vardır.
Banisi olan Atik Ali Paşa II. Bayezid
devrinde iki defa sadrazam olmuştur.
Aynı zamanda "Hadım, Tavaşi, Şehit,
Eski" lakapları ile de anılmaktadır. Şah
Kulu veya Şeytan Kulu Vakası'nda (1511)
şehit olmuştur.
Caminin inşa tarihi bilinmemektedir.
Fakat vefatından önce olduğu muhak­
kaktır. Kitabesi mevcut değildir. Atik Ali
Paşa'nın 915/1509 vakfiyesine göre İs­
tanbul'da camileri, medresesi, imaret ve
hankahı, Edirne'de camii, hankahı var­
dır. Yassıviran'da da bir camii olduğu
bir kaynakta geçmektedir. Bu hayrat
için İstanbul'da, Anadolu ve Rumeli'de
bir hayli köy, arazi, dükkân, bedesten,
hamam, bahçe ve evler, fırın, bostan,
değirmenler bırakmıştır. Mora'da beş
muallimhanesi vardır. Ayrıca 119 cilt ki­
tap da vakfedilmiştir. Bu vakıfların yıllık
geliri 471.998, masraf ise 270.638 akçeye Atik Ali Paşa Külliyesi'nin Nuruosmaniye Camii minaresinden görünümü.
Aras Neftçi
varmaktadır. Vakfiyede Balat'ta görülen
ATIK ALİ PAŞA KÜLLİYESİ 404

Atik Ali Paşa


Külliyesi'nin
vaziyet planı.
1. Cami,
2. Medrese,
3. imaretin
veya tekkenin
yeri,
4. Dükkânlar
ve
muvakkithane.
5. Türbe ve
hazire,
6. Çeşme,
7. Su haznesi
Müller-Wiener,
Bildlexikon
Alman Arkeoloji
Enstitüsü

besi bulunan yapı olduğu sanılmakta­ Cami: "Sedefçiler", "Eski Ali Paşa", kubbe ile örtülüdür. İki yana doğru bi­
dır. İmaret, hazirenin devamında idi. Bu "Çemberlitaş", "Dikilitaş". "Vezirhanı". rer kare paye ile ana mekândan ayrılan
yüzyılın başına kadar harap olarak gel­ "Sandıkçılar Camii" gibi isimlerle tanı­ daha alçak ikişer kubbenin örttüğü yan
miş ve bir kısmı Divanyolu Caddesi'nin nan Atik Ali Paşa Camii, külliyenin hacimlerle genişletilmiştir. Minare sağda
düzenlenmesi esnasında ve son kalan ayakta kalan en büyük parçasıdır. Şeh­ ve tek şerefelidir. Bu plan eski Fatih Ca-
izleri de 1912-1914 arasında ortadan rin en işlek caddelerinden birindedir ve mii'ne küçük bir farkla benzemektedir.
kalkmıştır. Vakfiyede imarete yakın ol­ İstanbul'un en eski eserlerinden biridir. Fatih Camii'ndeki yan hacimler üçer
duğu ifade edilen kervansaray ise şimdi Caminin orijinal kitabesi yoktur. Fa­ kubbe ile örtülü idi. Yan hacimlerin tab-
yoktur. Bu kervansarayın elçilerin misa­ kat cümle kapısı üzerindeki hattat Sami haneli veya zaviyeli camilerde olduğu
fir edildiği ve Elçi Hanı(->) denilen bina Efendi imzasını taşıyan "ayet-i kerime" gibi sonradan ara duvarlarının açılara!-:
olduğuna dair ihtimaller ileri sürülmek­ yazılı 1314/1896 tarihli kitabenin köşesi­ esas harime dahil edilmedikleri anlaşr-
tedir. Bu han 1865 Hocapaşa yangının­ ne 902/1496 rakamı ilave edilmiştir. Üs­ maktadır. Hans Demschwam'm 1553'te-
da harap olmuş ve 1880'e doğru tama­ tünde yine Sami Efendimin beyzi bir ki gözlemlerinde bugün kare ve barok
men ortadan kalkmıştır. besmelesi vardır. Yazı levhasının 1894 bir üslubu yansıtan ayakların yuvarlak,
Külliyenin banisi aslen Bosnalı olan zelzelesinden sonra konulduğu anlaşıl­ kırmızı benekli sütunlar olduğu ifade
"Hadım, Tavaşi, Şehit, Eski" lakapları ile maktadır. Minare kapısında da 1315/ edilmiştir. Bu yan hacimler sayesindedir
anılan ve iki defa sadrazam olup, 1511' 1897 tarihli bir "besmele" bulunmakta­ ki yapı mimari nispetler bakımından ol­
de Şah Kulu (veya Şeytan Kulu) Vaka- dır. Cami çeşitli tarihlerde geçirdiği yan­ dukça mükemmel bir hal almıştır. 6,85
gın ve zelzelelerden sonra tamir görmüş m genişliğindeki revak (son cemaat ye­
sı'nda şehit olan Atik Ali Paşa'dır. Vakfi­
olmalıdır. Bu yangınların neticesinde ya­ ri) beş kubbelidir. Altı sütunun dördü
yesi 915/1509 tarihlidir.
pılan tamirlerde cümle kapısı köşelerin­ mermer, ikisi porfirdir. Sütun başlıklar,
Ali Paşa, İstanbul'da, Edirne ve Mo­
deki kum saatleri yontularak boşaltılmış klasik tarzda mukarnaslıdır.
ra'daki hayratı için İstanbul içinde ve
dışında çeşidi vakıflar bırakmıştır. Bun­ ve bazı kemer kilit taşları barok üslubu Revağm orta kubbe köşelikleri ba­
lar, İstanbul, Galata, Edirne, Yanbolu ile tadil edilmişlerdir. 1648 zelzelesine dem ve yapraklarla çok zengin görünüş­
Yenicezağra, Moton, Koton, Anavarin ait olduğu sanılan bir vesikada caminin lü olduğu gibi, kubbe içi de rumî mala-
Kefe, Balyabadra (Patras), Serez, Bursa kubbesinin tamamen ve minaresinin de karilerle kaplanmıştır. Cümle kapısı çer­
Mizestre (Mistra), Silivri, Pınarhisar, Vi­ şerefesine kadar yıkıldığı kayıüıdır. Daha çevesi sade silmelere sahiptir. Üstü ise
ze, Filibe, Zihne, Kartene, Hırsova, Göl, soma 1716 ve 1766'daki zelzeleler, 1865 devrin birçok örneğinde olduğu gir.
Alaşehir, Adalar, Ayasluğ, Amasya, Ka­ Hocapaşa yangını ve 1894 zelzelesinden zengin mukarnaslarla son bulmaktadır
vak, Bafra, Çarşı gibi şehir, kasaba ve soma da mühim tamirler geçirmiş oldu­ Sağda ve soldaki kum saatleri yok ol­
köylere dağılmıştır. Buralarda bedesten, ğu muhakkaktır. Cami, en son 1937-1938 muş, sadece yerleri kalmıştır. Yukarıdal-L
hamam, dükkânlar, köy, bostan, mezra arasında tekrar tamir gördükten sonra bitişleri barok üslubu yansıtmaktadır.
ve bahçeler, değirmenler olduğu gibi 1981'de küçük bir onarım geçirmiştir. Kapının sağ ve solundaki nişlerin mu-
119 cilt kitap da vakfedilmiştir. Vakfın Cami tamamen kesme küfeki taşın­ kamaslarınm bir bölümü korunabilmiş-
gelirleri 4 7 1 . 9 9 8 a k ç e , giderleri ise dan yapılmıştır. Plan olarak beş kubbeli tir. Son cemaat duvarındaki pencere ara­
270.638 akçeye ulaşmakta idi. Külliye­ bir son cemaat yeri, bir eksen üzerinde larında da birer mihrap bulunmaktadır.
nin inşa tarihi bilinmemektedir. bir büyük ve mihrap üstünde bir yarım Caminin duvarları 2,05-2,10 m kaimi:-
405 ATİK ALİ PAŞA KÜLLİYESİ

ğında, iç ölçüleri enine 28,13 m, boyuna


21,55 m'dir. Yarım kubbe köşelikleri iri
ve çok zengin mukarnaslıdır. Orta kub­
be köşeleri düz ve tezyinatsızdır. Yan
hacim kubbe köşelikleri bademlidir.
Caminin birinci sıra pencereleri on
dört, ikinci sıra pencereleri on beş adet­
tir. Ayrıca yan kubbelerde ikişer ve ya­
rım kubbede üç, kubbe kasnağında ise
on iki pencere olduğu gibi ana kubbeyi
tutan ytıvarlak kemerler içinde de üçer
pencere mevcuttur. Ana kubbe dışarıdan
sekiz adet payanda ile desteklenmekte­
dir. İç cümle kapısının sağ ve solunda
birer niş ve dolap mevcuttur. Bugün
mevcut olan ahşap mahfil yenidir. Ancak
daha öncede bir mahfilin olduğu muhak­
kaktır. Zira kubbeye çıkış kapı üstündeki
bir girişten mümkün olmaktadır ki, bu
da ancak bir mahfil vasıtası ile olabilir.
Mihrap, zarif, nispetli, mermerden
klasik üslupta, yedi sıra mukarnaslıdır
ve oldukça sadedir. Mihrabın iki yanın­
daki mumların üstüne isabet eden yer­
lerde birer duman külahı mevcuttur.
Bu dumanlıklar üst pencere içlerine
açılmaktadır.
Minber, siyah ve beyaz mermerden,
nispetli ve güzeldir, fakat sadedir. Yan­
lardaki üçgen yanlıklar ve asabada rumî
tezyinatlı bir su dolaşmaktadır. Minbe­
rin giriş kapısı üzerinde "kelime-i şaha­
det" yazılıdır. Sağda ve solda, ortasında
düğümlenen yivlerle işlenmiş birer
kum saati mevcuttur.
Sağda bulunan minare kare bir kaide ğu kayıtlarda geçmektedir. Daha önce­ si'nin düzenlenmesi sırasında da bir
üzerindedir. Kapı kemeri üstünde 1315/ leri çeşitli derneklere tahsis edilen, fa­ kısmı yıkılmış ve son kalan izleri kaldı­
1899 tarihli bir besmele vardır. On altı kat bir hayli bakımsız kalan medrese rılmıştır. 1937-1938'de hazire düzenle­
kenarlı gövdeye üçgenli kısa bir pabuç­ 19ö5'te bir kültür vakfına tahsis edile­ nirken 1314/1896 tarihli bir imaret kita­
la geçilmektedir. Şerefenin, inşa edildiği rek tamir ettirilmiş ve yeniden hizmete besi bulunmuştur. Bu kitabenin tarihi
devre ait olduğu tahmin edilebilir. açılmıştır. ile caminin son tamirdeki kitabesinin
Medrese: Atik Ali Paşa Medresesi, ca­ Hankah (Tekke): Atik Ali Paşa'nın tarihi aynıdır.
minin karşı tarafındadır. Arkadan geçen vakfiyesinde caminin yanında olduğu Türbe ve hazire: Caminin haziresi
Yeniçeriler Caddesi, 1880'lerde genişle- belirtilen hankahın yerini tayin etmek yol ve kıble tarafındadır. Burada altı
tilirken ön tarafı kesilmiş, yıkılan dört mümkün değildir. Bir ihtimale göre ima­ ayak üzerinde kubbeli, yanları açık bir
hücre yerine üstlerine ikişer oda ilave retin bulunduğu yerde olduğu veya bu­ türbe ve bir hayli de kabir mevcuttur.
edilmiştir. gün avlu giriş kapısı solundaki iki katlı Lorichs'in 16. yy'da yaptığı resimde
Yapının kitabesi bulunmamaktadır. olan ve üzerinde 1315/1897 tarihli bir gösterilmeyen türbenin kime ait oldu­
Atik Ali Paşa'nın 915/1509 tarihli vakfi­ kitabe bulunan muvakkithane binasıdır. ğu bilinmemektedir. Şu anda içinde
yesine göre paye olarak "kırklı" idi ve Bu yapının üst katının sıbyan mektebi hiçbir iz bulunmayan türbede son ta­
talebe için ayda 30 akçe tayin edilmişti. olduğu da ileri sürülmektedir. Vakfiye­ mirlerden evvel üç büyük ve üç küçük
Senelik tahsisatı ise 27.640 akçedir. sinde cami ile birlikte mütalaa edilen ha­ sanduka olduğu bilinmektedir. Ali Pa­
ilk yapısı sırasında on altı oda ve bir nkahın şeyhine 15 akçe gündelik tayin şa'nın Şah Kulu Vakası'nda şehit oldu­
dershanesi vardı. Kesilen odalar üste edilmiştir. 19- yy sonlarında Halveti tari­ ğu ve cesedinin kaybolduğu kaynak­
ilave edildiğinden oda adedi olarak de­ katından Kasım Çelebi Tekkesi'nin ayin­ larda yazıldığından, türbenin daha son­
ğişmemiştir. Binanın inşaatı kaba yonu lerinin Atik Ali Paşa Camii içinde icra raları bir başkası için yapılmış olduğu
taş ve iki sıra tuğladır. Fakat bugün edilmekte olduğu da bilinmektedir. tahmin edilebilir. 19- yy'ın ikinci yarı­
cepheye tesadüf eden tadil edilmiş kı­ İmaret: Atik Ali Paşa İmareti, kuvvet­ sında ve 1937 ve 1956'da yol tanzim
sımlar kesme taş ile yapılmıştır. Pence­ li bir ihtimalle bugün caminin haziresi edilirken bazı kabirler ortadan kalkmış­
reler ve revaklar basık kemerli, üstleri dışında ve Çemberlitaş'a kadar uzan­ tır. Burada birçok önemli Osmanlı dev­
de beşik tonozludur. Tadilatın yapıldığı makta idi. Vakfiyesinde kiler, matbah, let adamı ve kişilerin kabirleri mevcut­
devrin üslubu açıkça görülmektedir. ahır, hela gibi bölümleri bulunan ima­ tur. Bunlardan bilinen Defter-i Hakani
Cümle kapısının iki sütuna oturan me­ retin hizmetlileri için yılda 19.800 akçe Emini Ali Efendi, Derviş Mehmed Paşa,
meli sivri kemeri biraz arabesk karak­ ve çeşitli miktarda malzeme tayin edil­ Siyavuş Paşa, Boynu Eğri Mehmed Pa­
terlidir. Binanın iç revak kemerleri ise miş idi. 1553-1555 arasında Alman res­ şa, Hasan Paşa, Reisülküttab Küçük
yuvarlaktır. D e r s h a n e önüne isabet sam Melchior Lorichs, Elçi Ham'ndan Çelebi, Şeyh Kasım ve Ramazan efen­
eden sütunların ikisi yeşil, diğerleri be­ caminin ve önündeki kubbelerin resmi­ dilerin kabirlerinden bazıları buradadır.
yaz mermerdendir. Odalar altta ikişer, ni yapmıştır. Resimde bir ihata duvarı Bir kısmı da kaybolmuştur.
üstte bir pencereli, iki dolap ve ocaklı­ içinde görülen üçü bacalı beş kubbenin Çeşme ve hazne: Caminin cümle ka­
dır. Dershanenin altı alt, dört üst pen­ imaret olduğu zannedilmektedir. Bu bi­ pısı sağındaki iki pencere yanında ba­
ceresi vardır. Mihrap ve ocak yoktur. na harap olmuş ve kalıntıları dükkân rok üslubunda Hekimoğlu Ali Paşa'nın
Avluda eskiden bir şadırvanın bulundu­ haline getirilmiştir. Divanyolu Cadde- bir çeşmesi bulunmaktadır. Beş satırlık
ATİK İBRAHİM PAŞA CAMİİ 406

k i t a b e s i n d e k i tarihi 1 1 6 8 / 1 7 5 4 ' t ü r . Ayrı­ 8 4 2 ) kızı T e k l a ' n ı n bir kilise ve manastır y e m Kilisesi, b u c a m i n i n ç o k yakınında
ca N u r u o s m a n i y e Camii tarafında kita- k u r d u r d u ğ u v e a z i z e l e r d e n Aya T e k l a olduğuna göre (100-150 m mesafede)
b e s i z bir su h a z n e s i bulunmaktadır. adına sunulan bu manastıra çekilerek manastırın tarihte adı g e ç e n T e k l a Kili­
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 67-72; burada öldüğü bilinir. Aya T e k l a Kilise­ sesi y a n ı n d a k i m a n a s t ı r o l a b i l e c e ğ i d e
Evliya, Seyahatname, I; Ayvansarayî, Hadî- si, bir s a v a ş t a n d ö n e r k e n k o r k u n ç bir bir h i p o t e z olarak düşünülmüştür. 1430'
ka, I, 149-152; Osman Bey, Mecmua-i Cevâ- k a s ı r g a ile s e l d e n k u r t u l u ş u n u o g ü n d a B l a h e r n a K i l i s e s i y a n d ı ğ ı n d a , Mer­
mi, I, 70-71, no. 287; Gurlitt. Konstantino- yortusu o l a n Aya T e k l a ' n ı n bir mucize­ y e m ' i n kutsal elbisesi, k o m ş u T e k l a Ki-
pels, 63; Gabriel, Constantinople, 367-368; F. sine b o r ç l u o l d u ğ u n a i n a n a n , İ s a a k i o s lisesi'ne konulmuştur. Elbise (çuha)
1. Ayanoğlu, "Vakıflar İdaresince Tanzim Etti­
rilen Tarihi Makbereler", VD, II ( 1 9 4 2 ) , s. K o m n e n o s (hd 1 0 5 7 - 1 0 5 9 ) tarafından y a k l a ş ı m ı ile, v a k f i y e d e k i Ç u h a l i c a ' n ı n
400; M. T. Gökbilgin, XV-XVI. Asırlarda 1 0 5 9 ' d a t a m i r ettirilmiştir. B u t a m i r i n T e k l a Kilisesi o l d u ğ u , dolayısıyla Atik
Edirne ve Paşa Livası. İst.. 1952: Eyice. İstan­ ö n e m l i ö l ç ü d e bir v e n i l e m e o l d u ğ u n u . Mustafa P a ş a Camii e ğ e r T e k l a Kilisesi
bul, 38-39; E. H. Ayverdi, Fatih Devri Mima­ I. Aleksios'un ( h d 1 0 8 1 - 1 1 1 8 ) kızı Anna ise, kutsal e l b i s e n i n saklandığı m a b e d i n
risi, İst., 1953; Cezar, Yangınlar, 335-336; S. K o m n e n a ' n m kitabından öğrenmek burası olması m u h t e m e l d i r .
Eyice, "Atik Ali Pasa Camii'nin Türk Mimari­
m ü m k ü n d ü r . Anna K o m n e n a b u kilise­ Kilisenin, II. B a y e z i d d ö n e m i n d e sad­
sindeki Yeri", TD, XfV/19 (1964), 99-114; S.
Eyice, "Elçi Hanı". TD, 24 (1970). s. 93-130: nin "... m u h t e ş e m bir m a b e t olduğunu, razam olan ve I. Selim'in (Yavuz
MüllerAVİener, Bildlexikon, 371-373. h i ç t e a z ı m s a n m a y a c a k harcamalarla ya­ 1 5 1 2 ' d e idam ettirdiği K o c a Mustafa Pa­
İ. AYDIN Y Ü K S E L pıldığını, s a n a t ı n çeşitli usulleriyle b e - şa tarafından c a m i y e çevrildiği bilinmek­
zendiğini ve imparatorun ibadetlerini te ise de bu hususta da b a z ı karanlık
ATİK İBRAHİM PAŞA CAMÜ VE daima orada yaptığını..." yazmıştır. An­ noktalar vardır. 9 5 3 / 1 5 4 6 tarihli İstanbul
MEDRESESİ na K o m n e n a ' n m büyükannesi Anna D o - Vakıfları Tahrir Defterinde çok daha
bak. ÇANDARLI İBRAHİM PAŞA CAMİİ l a s s e n a d a g ü n ü n ü n b m o i k kısmını b u k ü ç ü k m e s c i t l e r ayrı başlık altında yer
VE M E D R E S E S İ Aya T e k l a Kilisesi'nde ibadetle geçirirdi. alırken bu cami. K o c a Mustafa Paşa'nın
Tarihi topografya hakkında araştırma bir s e m t e adını veren, yine kiliseden
yapan, b a z ı yazarlar. Atik Mustafa P a ş a
ATİK MUSTAFA PAŞA CAMÜ çevrilme diğer camii ile birlikte kayde­
Camii'nin az ilerisinde olan yine kilise­ dilmiştir: "... ve câmi-i şerif-i â h a r der
İ ç i n d e s a h a b e d e n Hazret-i Câbir'in kab­ d e n çevrilme T o k l u İ b r a h i m D e d e Mes­ kurb-i Bâb-ı Hazret-i E b u Eyyüb-i Ensâ-
rinin b u l u n d u ğ u i n a n c ı y l a Câbir Camii cidimin (şimdi h i ç b i r izi k a l m a d ı ) isim rî". Vakıf kaydından öğrenildiğine göre.
o l a r a k d a a d l a n d ı r ı l a n b u tarihi y a p ı b e n z e r l i ğ i n d e n dolayı ( T e k l a : T o k l u ) b u b u caminin çevresindeki p e k ç o k sayıda
e s a s ı n d a e s k i bir B i z a n s kilisesidir. İs­ Aya T e k l a Kilisesi o l a b i l e c e ğ i n i ileri sür­ ev ve d ü k k â n da o n u n evkafmdandı. Bi­
tanbul'un kuzeybatı k ö ş e s i n d e kara ta­ müşler ise de. bu teşhis inandırıcı görül­ nanın b ü t ü n s a ç a k b ö l ü m ü T ü r k d ö n e ­
rafı surları ile Haliç kıyısı arasında kalan memiştir. P a p a d o p u l o s , S c h n e i d e r v e b u m i n d e değiştirilip, esas B i z a n s yapısı
s a h a d a Ayvansaray s e m t i n i n i ç i n d e fa­ satırların yazarı Aya T e k l a Kilisesi'nin, k u b b e n i n yerine Türk mimari üslubun­
k a t 1 9 3 3 ' l e r e d o ğ r u y a p ı l a n garip dü­ Atik Mustafa Paşa Camii o l a b i l e c e ğ i g ö ­ da bir k u b b e yapıldığına göre, bu işle­
z e n l e m e s o n u c u n d a adını verdiği m a ­ rüşündedirler. min 1 5 0 9 d e p r e m i n d e n sonra gerçekleş­
hallenin surları dışında bulunmaktadır.
Fetih sıralarında kilisenin ne durum­ tirildiğine i h t i m a l verilebilir. Ayvansa-
Eski bir kilise olduğu kesinlikle belli ray'da b ü y ü k tahribat y a p a n 1 7 2 9 yangı­
da olduğu b i l i n m e z . Fatih vakfiyelerin­
olan bu yapının eski adı tespit e d i l e m e ­ nında c a m i zarar g ö r m ü ş olmalıdır. İs­
de adı g e ç e n Ayaleharna Mahallesi'nin
miştir. İstanbul'un B i z a n s d ö n e m i n e ait t a n b u l ' d a e s k i e s e r l e r d e izler b ı r a k a n
B l a h e r n a olması m u h t e m e l görülmüş v e
eski eserlerine dair toplu bir e s e r yazan 1 8 9 4 d e p r e m i n d e de Atik Mustafa Paşa
buradaki Ç o k a l i c a M a n a s t ı r ı n ı n adı Çu-
Patrik K o n s t a n t i o s , F r a n s ı z c a s ı 1 8 4 6 ' d a Camii zarar g ö r m ü ş ve minaresi yıkıldı­
h a l i c a o l a r a k a ç ı k l a n a r a k , b u n u n Mer­
y a y ı m l a n a n ( R u m c a ilk b a s . 1 8 2 4 , 2 . ğından y e n i baştan yapılmıştır. Bu tami­
y e m ' i n elbisesi ile bağlantılı o l d u ğ u so­
bas. 1 8 4 4 ) kitabında burayı havarilerden rin 1 9 0 6 ' y a kadar sürdüğü söylenir.
n u c u n a varılmıştır. B l a h e m a ' d a k i Mer-
Petrus ( P e t r o s ) v e M a r c u s ' u n ( M a r k o s )
kilisesi olarak gösterir. Bu teşhis sonra­
ları İstanbul'un eski eserleri ve tarihi to­ ı
p o g r a f y a s ı n a dair b e l l i b a ş l ı k i t a p l a r d a
tekrarlanmıştır. A. G. Paspatis 1 8 7 7 ' d e ,
D. Pulgher 1 8 7 8 ' d e , Dr. Mordtmann
1 8 9 2 ' d e burayı Petros ve M a r k o s Kilisesi
olarak gösterdikleri gibi, E. M a m b o u r y
de ilk baskısı 1 9 2 5 ' t e yapılan Rehber-i
Seyyahin'de aynı teşhisi tekrarlamıştır.
Bu h i p o t e z e esas o l a n e f s a n e y e göre. I.
Leon döneminde (457-474) Galbios ve
K a n d i d o s a d l a r ı n d a iki patris K u d ü s ' ü
ziyaretlerinde bir Y a h u d i n i n evinde bu­
lunduğunu öğrendikleri M e r y e m ' i n elbi­
sesini (maforion) çalarak 4 5 8 ' e doğru
B i z a n t i o n ' a getirirler v e B l a h e r n a sem­
tinde havari Petros ve M a r k o s adlarına
bir kilise y a p t ı r a r a k bu kutsal e l b i s e y i
k ü ç ü k bir yapı olan bu kiliseye koyar­
lar. F a k a t imparator b u n u ö ğ r e n i n c e da­
ha b ü y ü k olan B l a h e r n a K i l i s e s i n i inşa
ettirerek, elbiseyi oraya taşıtır. Bu eşya­
nın oraya k o n u l m a s ı n ı n hatırası için h e r
yıl 2 T e m m u z g ü n ü b ü y ü k bir t ö r e n ya­
pılırdı. F a k a t Atik Mustafa P a ş a Camii
o l a n kilisenin, iki patrisin 4 5 8 ' e doğru
inşa ettirdikleri b i n a olması ihtimali ç o k
zayıf hattâ imkânsızdır. B u n a karşılık bu Atik Mustafa Paşa Camii'nin yüzyılın başındaki görünümü.
bölgede İmparator Teofilos'un (hd 829- İAM. Encümen Aışivi. I. 101
407 ATİK VALİDE KÜLLİYESİ

monastères. 402; S. Eyice, "Atik Mustafa Paşa


Camii", İSTA, III. 1288-1297; T. F. Mathews,
Byzantine Churches. s. 15-22; Süheyl Ünver,
İstanbul'da Sahabe Kabirleri, İst., 1953, s.
21-22; Müller-Wiener. Bildlexikon, 82-83; Fa­
tih Camileri. 122-123.
SEMAVİ E Y İ C E

ATİK VALİDE KÜLLİYESİ


Üsküdar İlçesi'nde, Toptaşı semtinde,
Valideiatik Mahallesi'nde yer almaktadır.
III. Murad'ın a n n e s i Nurbânu Valide
Sultan ( ö . yak. 1580) tarafından 1570-
1579 arasında yaptırılmış olan bu külli­
y e n i n tasarımı m i m a r K o c a Sinan'a ait­
tir. Cami, m e d r e s e , t e k k e , sıbyan m e k ­
tebi, darülhadis. darülkurra, imaret (aş-
hane-tabhane-kervansaray), darüşşifa ve
hamamdan meydana gelen geniş kap­
samlı bir yapı topluluğudur. Külliye ön­
celeri "Valide Sultan" adı ile anılmış, 18.
y y ' m b a ş l a r ı n d a , G ü l n û ş Valide Sul-
tan'ın, y i n e Üsküdar'da, İ s k e l e M e y d a ­
n ı n d a k i Y e n i Valide K ü l l i y e s i n i yaptır­
Atik Mustafa Paşa Camii m a s ı ü z e r i n e "Eski Valide", "Atik Vali­
Hazım Okurer, 1993
de" veya "Valide-i Atik" isimleriyle tanı­
nır olmuş, ayrıca bazı kaynaklarda, Üs­
küdar'daki k o n u m u n d a n ötürü "Orta
Caminin apsisinin sağ tarafındaki de yapılan ahşap minber ile mermer va­
Valide" olarak da zikredilmiştir.
hücre bir türbe biçimine sokularak, bu­ az kürsüsü sanat değerine sahip değil­
raya konulmuş olan ta'lik hatla yazılı bir dir. Caminin tonoz ve duvarlarını kapla­ Atik Valide K ü l l i y e s i n i n binaları, ku­
levhada buranın Hazret-i Câbir'in kabri yan kalem işleri çok yakın tarihlerde, z e y d e k i Çavuş D e r e s i v a d i s i n e d o ğ r u
olduğu bildirilir. Bu bölmenin kapısı üs­ herhalde 1894'ten sonra yapılmıştır. alçalan, ç e v r e y e h â k i m bir y a m a ç üzeri­
tünde de "Hâza merkad-i Câbir bin Ab- 1946'larda bu nakışların altında daha ne, k a d e m e l i olarak yerleştirilmiştir.
dullahü'l-Ensarî" yazısı vardır. Hadî- eski nakışların izleri fark ediliyordu. Külliyenin merkezini oluşturan cami-
kdnm verdiği bilgiye göre ise Eyyub-i Caminin dışında duran yekpare mer­ m e d r e s e grubu ortada y e r almakta, ca­
Ensarî ile Bizans döneminde Bizanti- merden oyulmuş bir vaftiz teknesi 1922' m i n i n k u z e y i n d e ö n c e , c a m i ile a y n ı
on'un önüne gelen sahabeden olan Câ­ de Arkeoloji M ü z e s i ' n e taşınmıştır. d ü z e y d e şadırvan avlusu, sonra, bu av­
bir bin Abdullah burada gömülüdür. 1957'de Amerikan Bizans Enstitüsü, bi­ luya bitişik o l a n ve daha alçakta kalan
Halbuki İslam tarihinin bilinen iki Câbir nanın güney cephesinde badana taba­ m e d r e s e bulunmaktadır. Caminin kıble
bin Abdullah'ından ikisi de Bizantion kasının altında fresko tekniğinde yapıl­ y ö n ü n d e , zaman içinde bir hazire mey­
kuşatmalarında bulunmamıştır. Bu türbe­ mış birtakım aziz resimleri bulmuştur. dana gelmiştir. Batıda, Kartal B a b a Cad­
nin bir makam olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan ikisi hekim asıllı azizlerden d e s i n i n ö b ü r yakasında, birbirlerine bi­
Ayios Kosmas ve Ayios Damianos ola­ tişik olan fakat k e n d i içlerinde bağımsız
Atik Mustafa Paşa Camii olan kilise.
rak teşhis edilmiştir. Üçüncüsü ise baş- bütünler oluşturan darülkurra. darülha­
Bizans dini mimarisinde ''kapalı haç
melek Mikael'dir. Üzerleri tahta ile ka­ dis. darüşşifa ile a ş h a n e , t a b h a n e v e
planlı" yapılar grubunun, köşe duvarlı ti-
patılan bu freskolar dış tesirlere ve bil­ kervansarayı i ç e r e n imaret yer almakta­
pindendir. Burada binanın içinde haç bi­
hassa insanların tahriplerine bırakılmış dır. Bunların kapladığı yapı adasını ku­
çimindeki mekânı, dört taraftaki dört
olup bugüne kadar bilindiği kadarıyla z e y d e Helvacı Ali, g ü n e y d e Valide İma­
hücrenin köşeleri meydana getirir. Orta­
yayımlanmamıştır. Genellikle cami ve reti sokakları, batıda T o p t a ş ı Caddesi sı­
da dört kolun birbirlerine kavuştukları
mescitlerin etraflarında rastlanan bir ha- nırlar. A d a n ı n d o ğ u k a n a d ı n a , K a r t a l
karenin üstünde Bizans döneminde,
zire de yoktur. Yalnız 1947 Mart'ında B a b a C a d d e s i ' n e paralel u z a n a n darül­
pencereli yüksek kasnaklı kubbe bulu­
sol duvarm dibinde toprağa gömülü bir h a d i s ile b u n u n g ü n e y u c u n a b i t i ş e n
nuyor olmalıydı. Türk mimarisinin klasik
mezar taşı görülmüştü. Caminin şadırva­ darülkurra, arkada, daha alçakta k a l a n
döneminde (belki 1509 depremi arkasın­
nı, girişin önünden geçen sokağın karşı batı k e s i m i n e imaret ile darüşşifa yerleş­
dan), buraya şimdi görülen penceresiz
tarafmdadır. Yanında da l692'de Şatır tirilmiştir. B u g r u b u n k u z e y b a t ı s ı n d a ,
basık kasnaklı kubbe yapılmıştır. Bu ara­
Hasan Ağa tarafından yaptırılmış bir T o p t a ş ı Caddesi'nin a r k a s ı n d a h a m a m ,
da, aslında iç bünyenin dışa aksettirilme-
çeşme vardır. c a m i - m e d r e s e g r u b u n u n g ü n e y i n d e , Çi­
si yüzünden inişli çıkışlı olması gereken
nili C a m i S o k a ğ ı m ı n ö b ü r y a k a s ı n d a
saçak hattı da, yan cephelerde kemerle­ Bibi. Ayvansarayî. Hadîka, I. 167; Barkan-
sıbyan m e k t e b i , doğusunda, T e k k e ö n ü
rin kesilmiş olmasından açık surette gö­ Ayverdi, Tahrir Defteri, no. 2167, 366; Pas-
patis, Byzantinai Meletai, ist., 1877, s. 317; S o k a ğ ı üzerinde t e k k e bağımsız yapılar
rüldüğü gibi, düz bir biçimde değiştiril­
Anonim (Patrik Konstantios), Constanti- olarak yükselmektedir.
miştir. Ayrıca orijinal pencerelerin çoğu
niade, ist., 1846, s. 113; J. Ebersolt, Les sanc­
örülmüş ve sövelerinden belli olduğu tuaires de Byzance, Paris, 1921, s. 45; Gur- Cami, m e d r e s e , t e k k e , imaret ve da-
üzere yeni pencereler de açılmıştır. litt. Konstantinopels, 37; Ziya, Istanbul ve rüşşifanın duvarları k e s m e k ü f e k i taşı
Kiliselerde mutlaka bulunan giriş ho­ Boğaziçi, II, 130; P. Richter, Quelben der ile örülmüş, b u n a karşılık sıbyan m e k ­
byzantinischen Kunstgeschichte, II. Viyana,
lü (narteks) yoktur. Bilinmeyen bir dö­ tebinde, darülkurrada, kervansarayda
1897, s. 124, 188, 373; Millingen, Byzantine
nemde yıkılan bu bölümün yerine basit, Churches, 191-195; Ebersolt-Thiers. Eglises. ve h a m a m d a almaşık örgü tercih edil­
üstü çatılı ve mimari hüviyeti olmayan 131-136; J. Papadopulos, Les palais et les égli­ miştir. Taşıyıcı payeler k e s m e küfeki ile
bir son cemaat yeri yapılmıştır. Minare ses de Blachernes, Thessalonique, 1928, s. örülmüş, sütunlarda ve başlıklarda b e ­
ise 1894 depreminden sonra standart 162-165; Schneider. Byzans, 53: ay. ' D i e yaz m e r m e r kullanılmıştır. Üstyapıyı
Blachemen". Oriens, IV (1951), s. 105: ay, o l u ş t u r a n k u b b e v e t o n o z l a r d a tuğla
tipte yapılan, taş külahlı minarelerden­
"Mauern und T o r e an G o l d e n e n Horn".
dir. Caminin içinde Bizans dönemine ait Nachrichten der Akademie der Weisenschaf- kullanılmış, bunlar dışardan kurşunla
hiçbir >bezeme yoktur. Türk döneminde ten. Göttingen, 1950. s. 70; Janin, Eglises et kaplanmıştır. Öte yandan pencereler,
ATİK VALİDE KÜLLİYESİ 408

Atik Valide Külliyesi vaziyet planı restitüsyonu. 1. Cami, 2. Medrese, 3- Tekke, 4. Sıbyan mektebi, 5. Darülhadisin yeri, 6. Darülkurramn yeri,
7. Kervansaray, 8. Aşhane, 9. Tabhane, 10. Darüşşifa, 11. Hamam.
Ali Saim Ûlgen, levha 136, 1951

klasik Osmanlı üslubundaki düzene uy­ Mustafa'nın bu göreve getirildiği 1582 yan bir mescit-tekke inşa ettiren, mese­
gun olarak, iki sıra -caminin bazı duvar­ başları ile, halen cami kapısında yer le ortaya çıkınca da idam edilen "Kur­
larında üç sıra- halinde düzenlenmiş, alan ve yapıyı tarihleme hususunda bir­ ban" ya da "Kurbağa" lakaplı Nasuh'tur
alttakiler dikdörtgen açıklıklı söveler ve çok araştırmacıyı yanlışlığa sürüklemiş (ö. 1586).
demir parmaklıklarla donatılmış, sivri olan kitabenin konduğu 1583 arasında, 3) II. Mahmud devrinde, muhteme­
kemerli olan tepe pencerelerine ise alçı harim, yanlara doğru, ikişer kubbeli sa­ len 1834-1835'te caminin güneybatı kö­
revzenler yerleştirilmiştir. Caminin son tımlar eklenmek suretiyle büymtülmüş- şesine, bağımsız girişi bulunan bir hün­
cemaat yeri revağmda görülen mukar- tür. Bunun sonucunda cami harimi, Os­ kâr kasrı ve bununla bağlantılı bir hün­
naslı başlıklar dışında, külliyedeki bü­ manlı mimarisinde ilk defa 1447 tarihli kâr mahfili ilave edilmiş, bu arada, söz
tün başlıklar baklavalı türde imal edil­ Edirne'deki Üç Şerefeli Cami'de görü­ konusu köşede cami kitlesine saplanan
miş, tekkenin avlu revağmdaki kırık len, Sinan'ın 1555 tarihli Beşiktaş Sinan şadırvan avlusu revağından iki birim ip­
(çatık) kaş kemerler dışında bütün di­ Paşa Camiinde tekrar ele alarak geliştir­ tal edilmiş, ayrıca harimin batı yönün­
ğer kemerler de sivri olarak tasarlanmış­ diği şemaya sahip olmuş, minareler de, deki pencere düzeni kısmen değişime
tır. Bu arada kapı ve pencere sövelerin- klasik Osmanlı uygulamalarına ters dü­ uğramıştır. Bunlardan başka, sonuncusu
de, şadırvan haznelerinde ve birtakım şecek şekilde yapı kitlesinin içinde kal­ 1956-1972 arasında Vakıflar Genel Mü­
başka ayrıntılarda beyaz mermer tercih mış, dış revak harimin kuzey duvarının dürlüğü eliyle gerçekleştirilmiş olan, çe­
edilmiştir. hizasında kesilerek, her iki yanda bir şitli onarımlar da söz konusudur.
Cami: Külliyenin ana yapısı olan ca­ adet kemer, yeni inşa edilen duvarların Camiyi üç yönde (kuzey, doğu ve
minin bugünkü duruma üç aşamada içine gömülmüştür. batı) kuşatan şadırvan avlusuna, her biri
ulaştığı anlaşılmaktadır: Sinan'ın 1580'lerde iyice yaşlandığı bir yöndeki dört adet kapıdan girilmek­
1) 1570-1579 arasında inşa edilen ve ve çeşitli inşaatlarda, yardımcıları olan tedir. Güney kapısı, kısmen hazirenin iş­
kesinlikle Koca Sinan'ın eseri olan ilk mimarları görevlendirdiği hatırlanacak gal ettiği dış avluya açılmakta, medrese
cami bugünkü caminin, altıgen şemaya olursa, bu ikinci aşamada tasarımın, Si­ avlusu ile bağlantıyı sağlayan kuzey ka­
sahip olan orta bölümüdür. Bu durum­ nan'ın çıraklarından birisi -mesela Da- pısı ile sokaklara açılan yan kapılar mer­
da, kuzey yönünde son cemaat yeri ve vud Ağa (ö. 1598)- tarafından üstlenil­ divenlerle donatılmış bulunmaktadır.
ahşap çatılı ikinci bir revak (dış revak) miş olması akla yakın gelmektedir. Ay­ Üçü batı kapısının, biri de doğu kapısı­
bulunmakta ve bu dış revak harimin rıca, Üsküdarlılar arasında yaygın bir ri­ nın yanında olmak üzere, toplam dön
kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerinde vayete göre, Sinan'ın çıraklarından olup tane sivri kemerli çeşme, avlu duvarının
yer alan minarelerin güney sınırına ka­ külliyenin inşaatında görev alan mimar­ dış yüzeyinde yer alır. Güneydeki hariç
dar ilerleyerek son cemaat yerini üç lardan biri de, buradan aşırdığı malze­ diğer girişlerin üzerine, bevvaplarm (ka­
yönden kuşatmaktaydı. melerle Üsküdar'ın Hayrettinçavuş (Deb- pıcıların) barınmasına mahsus, kaburga!
2) Vakfın ilk mütevellisi Pir Ali bin bağlar) Mahallesi'nde kendi adını taşı­ çapraz tonozlara oturan, kare planlı ve
409 ATİK VALİDE KÜLLİYESİ

kubbeli birer oda yerleştirilmiştir. Avlu Merkezi kubbe, ikisi batıda, ikisi doğu­ sonlarında ya da II. Mahmud devrinde
revaklarmı oluşturan otuz sekiz birim, da, biri de güneyde olmak üzere, top­ onarım geçirdiğini kanıtlamaktadır.
bu odalarla aynı boyutlarda olup pan- lam beş yarım kubbe ile desteklenmiş, Fevkani bir yapı olan hünkâr kasn,
dantifli kubbelerle örtülüdür. Her biri­ bütün bu örtü öğeleri ile duvarlar arası­ dış avlu ve şadırvan avlusu yönlerinde
min arkasındaki duvarda, dikdörtgen na küçük pandantifler yerleştirilmiştir. direkler üzerine oturmaktadır. Kısmi ze­
açıklıklı ve sivri hafifletme kemerli birer Harim, kıble yönünde, iki duvar payesi min katında, güneyde, Osmanlı baroğu­
pencere yer alır. Avlunun merkezinde, arasında, bir yarım kubbe derinliği ka­ na has bileşik bir kemerle donatılmış
yakın zamanda onarılmış olan çokgen dar ileriye doğru genişletilmiş, bu suret­ olan giriş, bunu izleyen ufak bir taşlık
hazneli şadırvan bulunmaktadır. le güney duvarının ortasında, mihrabı ile üst kata çıkan merdiven yer almakta­
Caminin giriş cephesindeki dış re- barındıran ve üstü, bu yöndeki yarım dır. Hünkâr mahfili ile bağlantılı olan
vak, dört paye ile on altı sütuna oturan, kubbe ile örtülü olan bir çıkıntı elde üst kat, padişah ile maiyetinin dinlen­
beyaz mermer ve somaki ile örülmüş edilmiştir. Doğu ve batıdaki sütunların mesine mahsus mekânları içerir. Bu
sivri kemerlerle dışarı açılmaktadır. Or­ arkasındaki payeler ilk yapıda duvar mekânların, dışardan ahşap kaplama,
tadaki payelerin, taç kapı ile aynı ek­ payesi niteliğinde iken, ikinci aşamada içerden bağdadi sıva ile oluşturulmuş
sendeki açıklığı basık bir kemerle geçil­ buradaki duvarlar kaldırılınca, birer sivri duvarları, dikdörtgen açıklıklı ve pan-
miştir. Kurşun kaplı olan ahşap çatı kısa kemerle, hem güney ve kuzeydeki du­ curlu pencereleri, hafif içbükey saçakla­
bir saçakla son bulur. Dış revağa gö­ varlara hem de geri çekilen doğu ve ba­ rı ve her iki yönde ilerleyen çıkmaları
mülmüş olan son cemaat yeri beş bi­ tı duvarlarındaki gömme payelere bağ­ hünkâr kasrına bir eski İstanbul konağı
rimlidir. Yüksek tutulmuş olan orta bi­ lanmış, her iki yönde, kemer açıklıkları görünümü kazandırmaktadır.
rim aynalı tonozla, diğerleri pandantifli çapında ikişer kubbe inşa edilmiştir. Hünkâr mahfili, caminin güneybatı
kubbelerle örtülüdür. Bütünüyle beyaz Küçük Bursa kemerleri ile donatılmış köşesindeki kubbeli birime yerleştiril­
mermerden mamul olan taç kapı, kaval korkulukların sınırladığı mahfiller harimi miştir. Harime bakan doğu sınırı kavisli
silmeli çerçevesi, basık kemerli açıklığı, üç yönde (doğu, batı ve kuzey) kuşat­ bir çıkma ile hareketlendirilmiş, ahşap
mukarnaslı ve sarkıtlı kavsarası, köşele­ maktadır. Müezzinlere ait olan kuzey kafeslerle donatılmıştır. Kafeslerin üze­
rinde kum saatli sütunçeleri, yanlarda kanadında, taç kapı hizasına gelen kesi­ rinde, barok üslubun bütün özelliklerini
yarım sekizgen planlı ve mukarnaslı min zemini yükseltilmiş, yine bu hizada, sergileyen, oymalı ve yaldızlı ahşap ho­
hücreleri ile klasik üslubun ve titiz bir daha yukarıda, duvar payeleri arasında­ tozlar sıralanmaktadır. Hünkâr mahfili­
işçiliğin bütün inceliklerini sergiler. Ke­ ki girintiye iki mahfil daha kondurul- nin kuzey ve güney duvarlarında yer
merin üzerinde, Nurbânu Valide Sul- muştur. Bunlardan alttaki taç kapı kitle­ alan resimler de Batılılaşma dönemi Os­
tan'ın adım ve 991/1583 tarihini veren, sine oturmakta, diğeri bu kitleye daya­ manlı resim sanatının dikkate değer ör­
ahşap bir levha üzerine ta'lik hatla ya­ nan sivri kemerli bir revak tarafından ta­ neklerindendir. II. Mahmud dönemine
zılmış Osmanlıca manzum kitabe bu­ şınmaktadır. Mahfillerin güneybatı kesi­ tarihlenen bu duvar resimlerinde, o yıl­
lunmaktadır. Taç kapıya göre simetrik mi hünkâr mahfiline dönüştürülmüş ve ların, baroktan ampire geçiş aşamasın­
olarak, yanlarda, pencerelerin yanısıra ahşap çıkmalarla genişletilmiştir. Beden daki mimari zevkini yansıtan hayali sa­
birer küçük mihrap ile minare girişi, ay­ duvarlarında yetmiş üç, yarım kubbele­ ray enteryörleri tasvir edilmiştir. Kor­
rıca doğu köşesinde, fevkani mahfillere rin eteklerinde yirmi üç, merkezi kubbe­ donlarla tutturulmuş perde kıvrımlarının
çıkan merdivenin kapısı görülmektedir. nin kasnağında on sekiz tane olmak sınırladığı kompozisyonun güney duva­
Karimin, ilk yapıdan kalan orta bölü­ üzere, toplam yüz on dört pencereden rındaki kesiminde, sarayın bir pencere­
mü yaklaşık 13 m çapında bir kubbe ile ışık alan, ayrıca başarılı oranlarda şekil­ sinden, tam olarak teşhis edilememekle
örtülmüştür. Yapının gerek dış görünü­ lendirilmiş bulunan harim mekânı ay­ birlikte bazı ayrıntıları 1826 tarihli Nus-
şüne gerekse de iç mekânına egemen dınlık ve ferahtır. Minareler kare planlı retiye Camii'ni hatırlatan bir yapı seyre­
olan bu merkezi kubbe, güneyde ve kaidelere oturmakta, üçgen yüzeylerin dilmektedir. Güney duvarındaki iki
kuzeyde ikişer duvar payesine, batıda oluşturduğu pabuç kısmından sonra pencerenin arasına, perde ve kandil
ve doğuda, kahverengi somakiden birer çokgen gövde yükselmektedir. Şerefele­ motifleriyle süslü ufak bir mihrap yer­
sütuna oturan altı adet sivri kemerle ta­ rin altındaki yumurta frizleri ya da ah­ leştirilmiştir. Batı duvarındaki pencere­
şınmaktadır. Sütunlar küçük kemerlerle şap külahların eteğindeki girlandlar gibi lerden birisi, hünkâr dairesi ile bağlantı­
gerilerindeki payelere bağlanmıştır. birtakım ayrıntılar minarelerin 18. yy'ın yı sağlamak üzere kapıya dönüştürül-

Caminin 1579'daki durumunu gösteren restitüsyon planı (solda) ve


1583'teki durumunu gösteren restitüsyon planı (üstte).
Aptıdlah Kuran
ATİK VALİDE KÜLLİYESİ 410

müş, diğeri iptal edilerek, oymalı bir Medrese: Vakıflar İdaresi tarafından yy'da kütüphaneye dönüştürülmesinden
hotozun taçlandırdığı süsleyici bir niş 1963-1964'te onarılmış ancak herhangi sonra aynı görevi üst/enmek üzere inşa
şeklinde değerlendirilmiştir. bir fonksiyon verilmediğinden kısa bir edildiği tahmin edilebilir.
Çoğunlukla 18. ve 19. yy'lara ait me­ müddet sonra yoksul ailelerce işgal Tekke: Kaynaklarda "Atik Valide Sul­
zar taşlarını barındıran hazirenin duva­ edilmiştir. tan", "Eski Valide", "Valide-i Atik", "Ka-
rında, pencere üstlerine çeşitli mezar ki­ Yamuk planlı medrese avlusu doğu, rabaş-ı Velî" ya da "Karabaş Ali Efendi"
tabeleri konmuştur. Sinan'ın hemen bü­ batı ve kuzey yönlerinde revaklar ve adlarıyla anılmaktadır. Nurbânu Valide
tün eserlerinde olduğu gibi, Atik Valide hücrelerle, güneyde ise, yüksekte kalan Sultanın vakfiyesindeki bilgilerden, Va­
Camii'nde de, oranların ahengi ile anlam şadırvan avlusunun duvarı ile sınırlandı­ kıflar İdaresi Arşivindeki kayıtlardan ve
kazanan cephelerde süsleme yok dene­ rılmıştır. Medreseye göre alçakta kalan Mecmua-i Tekâyâ'&aki şeyhler listesin­
cek kadar azdır. Buna karşılık içerde ol­ Valide Kâhyası Sokağı boyunca uzanan den tekkenin -bazı yayınlardaki iddi­
dukça zengin bir süsleme programanın kuzey duvarı istinat duvarı niteliğinde anın aksine- başından beri külliyenin
uygulandığı görülür. Süsleme öğeleri olup payandalar ile desteklenmiştir. Ca- mimari programı içinde yer aldığı v-
içinde öncelikle, caminin inşa edildiği mi-medrese bağlantısını sağlayan kuzey­ özgün kullanımını tarikatların yasaklan­
dönemde en parlak çağını yaşayan İznik deki merdivenli geçidin yanısıra. esas gi­ dığı 1925 tarihine kadar sürdürdüğü an­
çiniciliğinin, gerek kalite ve teknik ge­ riş batıdaki Kartal Baba Caddesi'ne açıl­ laşılmaktadır.
rekse de renk ve kompozisyon açısın­ maktadır. Avlunun ortasında, sütunları Başından beri Halvetîliğe bağlı olan
dan çok başarılı örnekleri olan panolara ve çatısı ortadan kalkmış olan şadırvanın tekkenin postuna, 1670'te, bu tarikatın
değinmek gerekir. Sıraltı tekniğinde imal sekizgen prizma biçimindeki haznesi gö­ Karabaşı kolunu kuran, "Karabaş-ı Velî"
edilmiş olan, kompozisyonlarında natu­ ze çarpmaktadır. Revak, üçü dikdörtgen ve "el-Atvel" (en uzun) lakaplı Şeyh el-
ralist çiçek motiflerinin ağır bastığı bu çi­ planlı, diğerleri kare planlı olan, toplam Hac Ali Alâeddin Efendi (ö. 1635) geç­
niler mihrap çıkıntısında yoğunlaşmakta­ on dokuz birimden oluşur. Dikdörtgen miş ve sürgüne yollandığı l679'a kadar
dır. Bu bölümdeki pencerelerin üst hiza­ birimler aynalı tonozlarla, kare birimler buradaki görevini sürdürmüştür. Tekke­
sında yer alan ve mihrap tarafından iki pandantifli kubbelerle örtülmüştür. Re- nin bu müddet zarfında Karabaşî kolu­
eşit parçaya bölünen yazı kuşağı, laci­ vağın arkasında sıralanan on sekiz adet nun merkezi (âsitanesi) olduğu söylene­
vert zemin üzerine beyazla yazılmış, celi hücreden on beşinin öğrencilere, ikisi­ bilir. Karabaş-ı Velî'den sonra bu maka­
sülüs hatlı "âyetü'l-kürsf'yi içerir. Zemi­ nin "muitlere", birinin de bevvaba tahsis ma, Halvetîliğin Sivasî kolundan Bülbül-
ninde yer yer rozetlerin, ufak çiçeklerin, edilmiş olduğu vakfiyede kayıtlıdır. Kare cüzade Şeyh Fethi Abdülkerim Efendi (ö.
yaprakların ve geometrik geçmelerin planlı olan hücreler pandantifli kubbe­ 1694) ile oğlu Abdürrahim Nesib Efendi
serpiştirilmiş olduğu yazı kuşağında bazı lerle örtülüdür. Hepsinde revakla açılan (ö. 1713) geçmiş, daha sonra tekke, aynı
harflerin karınlan firuze ya da mercan birer kapı ve pencere, dışarı açılan ikişer tarikatın Şabanî koluna intikal etmiştir.
kırmızısı ile renklendirilmiştir. Güney tepe penceresi, birer ocak ve çeşitli do­ Kapatıldıktan sonra uzun müddet metruk
duvarındaki pencerelerin iç, kuzey du- lap nişleri bulunmaktadır. kalarak harap olan yapı 1970'li yıllarda
varındakilerin ise dış yüzeylerinde, aynı Kuzey kanadındaki hücre dizisinin İlim Yayma Cemiyetine bağlı bir öğrenci
özellikleri gösteren yazı panoları vardır. ortasında, yaklaşık dört hücre büyüklü­ yurdu olarak kullanılmaya başlamış, bu
Camideki en önemli çini süsleme ğünde olan, ayrıca hücrelerden biraz arada onarım görmüştür.
grupları, mihrap çıkıntısının yan duvar­ geriye çekilmiş bulunan dershane yer Yamuk planlı bir avlu ve bunu çepe­
larında yer alan, birbirinin aym iki bü­ almaktadır. Dershanenin önünde, kare çevre kuşatan, kırık kaş kemerli ahşap
yük panodur. Bunlarda, mercan kırmı­ kesitli iki mermer sütuna oturan bir iç çatılı revağm arkasında otuz beş adet
zısı zemin üzerine, beyaz rumîlerle süs­ revak bulunmaktadır. Yatayda ve düşey­ kare planlı ve kubbeli birim sıralanmak­
lü bir vazodan, birbirine bağlı iki şemse de hücrelerin kitlesinden taşkınlık yapa­ tadır. Bunlardan, güneybatı köşesinde
çıkmaktadır. Şemselerin içine, lacivert rak medresenin görünümüne egemen bulunan iki tanesi, eksenleri kaydırılmış
zemin üzerine, beyaz, mercan kırmızısı olan dershane kare planlı ve kubbeli bir bir giriş bölümü oluşturmaktadır. Geri­
ve koyu yeşille renklendirilmiş laleler, tasarım sergiler. Dershane kuzeyde, Va­ ye kalan otuz üç birim şeyh ile dervişle­
karanfiller, birtakım ufak çiçekler ve lide Kâhyası Sokağı'nm karşı yakasına rin ikametine tahsis edilmiştir. Nitekim
yapraklar oldukça karmaşık bir düzen­ yerleştirilmiş iki paye ile payandalı med­ vakfiyede "hankah" ve "ribat" olarak
de yerleştirilmiştir. Geriye kalan yan ke­ rese duvarına basan sivri kemerlerin ta­ anılan tekkede bir şeyh ile otuz iki "ne­
simlerde, zarif kıvrımlarla yükselen kah­ şıdığı çok basık bir tekne tonozun üstü­ fer fukaranın" sakin olması öngörül­
verengi dallar üzerinde, ortaları mercan ne oturmaktadır. Böylece fevkani bir mektedir. Doğu kanadındaki hücrelerir.
kırmızısı yaprakları mavi olan bahar çi­ mekân niteliği kazanmış olan dershane, arasından, kare planlı ve kubbeli tev-
çekleri ile küçük yeşil yapraklar dikkati altından geçip giden sokağı tıkamadığı hidhanenin kitlesi yükselir. Hücrelerin
çekmektedir. gibi • çevreye özellik katan bir mimari kubbeleri pandantiflere, tevhidhane
Caminin süslemeleri arasında, sedef öğe olmaktadır. İçine ufak bir çeşmenin kubbesi ise, içerden mukarnaslı konsol­
ve fildişi kakmalarla zenginleştirilmiş ge­ kondurulmuş olması bu tonozlu geçidi larla desteklenmiş sivri kramplara, dı­
ometrik kompozisyonları ile kapı ve daha da çekici kılmaktadır. Dershanenin şardan on iki köşeli bir kasnağa oturur
pencere kanatları 16. yy'ın ahşap işçili­ basık kemerli kapısı basamaklarla çıkı­ Tekkenin tek girişi, mukarnas başlık­
ğinin kıymetli örneklerindendir. Mahfil lan bir sahanlığın önündedir. Sekizgen lı bir paye ile yumuşatılmış olan günev-
tavanlarında, koyu kırmızı zemin üzeri­ kasnakla desteklenmiş bir kubbenin ört­ batı köşesinde bulunmaktadır. Bası"-:
ne açık kırmızı ve yaldızla çalışılmış tüğü mekânın güney, doğu ve batı du­ kemerli girişin üzerinde ta'lik hatlı bir
olan kalem işleri tezhibe yaklaşan bir varlarında çift sıralı pencereler bulunma­ beyit bulunmaktadır. Beyitte geçer.
inceliktedir. Mihrap klasik üsluba uygun sına karşılık, komşu meskenlere bakan "Hazret-i Şaban-ı Velî" ibaresi, tarihsiz
oranları ve ayrıntıları ile mimariye uyum kuzey duvarı, muhtemelen mahremiye­ olan bu kitabenin, tekkenin Şabanîliğe
sağlamaktadır. Bütünüyle beyaz mer­ tin ve sessizliğin korunması amacıyla sa­ intikal ettiği 1713'ten sonraya ait olduğu
merden mamul olan minberin şebekeli ğır bırakılmıştır. kanıtlanmaktadır.
bölümleri yarı şeffaf yüzeyler oluştura­ Medresenin helaları doğu kanadının Avluyu kuşatan hücrelerde -köşeler­
cak kadar ince bir işçilikle ele alınmıştır. arkasında, bağımsız ufak bir avlunun et­ de bulunanlar hariç- revağa açılan kapı­
Ayrıca kubbe ve kemerlerin iç yüzeyle­ rafında sıralanır. Avlunun güneybatı kö­ ların yanısıra avluya bakan birer dik­
rinde ve pandantiflerde bulunan kalem şesinde, girişin yanında yer alan ve bağ­ dörtgen pencere ile yuvarlak tepe pen­
işleri rumî, palmet, şakayık gibi klasik dadi sıvalı duvarları, caddeye doğru iler­ ceresi bulunmaktadır. Verev dehlizler­
süsleme motiflerini içermektedir. Renkli leyen çıkması ve ahşap saçakları ile ufak den ulaşılan köşe hücrelerinde ise, avL
camlarla işlenmiş, klasik üsluptaki alçı bir köşk görünümü arz eden fevkani ya­ yönüne pencere açmak imkânsız oldu­
revzenler de kayda değer niteliktedir. pının, külliyedeki sıbyan mektebinin 18. ğundan, ışık ve hava ihtiyacı dışa açılar
411 ATİK VALİDE KÜLLİYESİ

pencerelerle giderilmiştir. Dolap nişleri


ile donatılmış olan bu mekânlarda, tev-
hidhaneye komşu olan ikisi dışında
ocak bulunmamaktadır. Ocaklarla do­
natılmış bulunan ve tevhidhane ile bağ­
lantılı olan bu iki mekânın sıradan der­
viş hücreleri olmadığı, diğerlerinden da­
ha büyük ve dikdörtgen planlı olan gü-
neyindekinin şeyh odası, kuzeyindeki-
nin de kahve ocağı ya da "meydan oda­
sı" olarak kullanıldığı tahmin edilebilir.
Doğu yönünde dışa taşkınlık yapan tev-
hidhanenin basık kemerli girişinden
başka toplam on dört adet penceresi
vardır. Kuzey ve güney duvarlarının or­
tasında, mukarnaslı kavsaraları bulunan
nişler yer alır. Avlunun ortasındaki şa­
dırvandan geriye günümüze sekizgen
kaide ulaşabilmiştir.
Tekkenin tasarımında dikkati en çok döneminde uzun müddet Toptaşı Ceza­ çıkan bir merdiven vardır. Aynı türde
çeken husus, aynı külliyedeki medrese­ evi olarak kullanıldıktan sonra yakın bir birer mekân da batı kanadında, girişin
den farklı olarak, varlığı zaruri görülen geçmişte tahliye edilmiştir. Bu arada, yanlarında yer almakta, kuzey ve güney
sınırlı sayıda pencere dışında, cephele­ özellikle de 1834-1835'te, söz konusu yönlerinde ise tabhane ile aşhanenin iç
rin tamamen sağır bırakılmış olmaları­ bölümler, mimari kimliklerine ters dü­ avlularına açılan birer kapı ile bu bö­
dır. Buna karşılık avlu cephelerinin ha­ şen çeşitli değişimlere sahne olmuştur. lümlerin bazı birimlerine ait kapı ve
reketli bir ifadeye sahip olduğu gözle­ Darülhadis, kıble doğrultusunda uza­ pencereler sıralanmaktadır.
nir. Büyük bir ihtimalle, tekke hayatının nan, pandantifti kubbelere ve batıya açı­ Aynı boyutlara sahip olan aşhane ile
gerektirdiği içedönük yaşantı yapının lan iki sıra pencereye sahip, doğu yö­ tabhane, ortaklaşa kullandıkları avluya
mimarisine yansıtılmıştır. Aynı varsayım, nünde sakıflı bir revakla kuşatılmış bir göre simetrik olarak tasarlanmışlardır.
Sinan'ın bir başka eseri olan, Kadırga' dizi hücreden ibarettir. Bu dizinin güney Her ikisi de "T" biçiminde bir avlu ile
daki 1574 tarihli Sokollu Mehmed Paşa ucunda, cezaevinin hamamı olarak kul­ bunu kuşatan, beşik tonozlu revakları
Külliyesinin tekkesi için de geçerlidir. lanılmış olan, darülhadis hücrelerinden içermektedir. Revakların gerisinde sıra­
Bu arada söz konusu iki tekkenin de, daha büyük ve daha yüksek tutulmuş, lanan on üçer birimden dördü darülha­
başından beri, öğreti sistemini "halvet" kare planlı, kubbeli bir mekândan ibaret dis hücrelerinin altında kalmakta ve be­
uygulaması üzerine kurmuş, hattâ adını darülkurra yer almaktadır. şik tonozlarla örtülü bulunmaktadır. Di­
bile bu uygulamadan almış olan Halvetî Batı kesimi kervansaraya, kuzeydo­ ğerleri pandantifli kubbelerle donatıl­
tarikatına hizmet etmiş olmaları bu var­ ğusu tabhaneye, güneydoğusu aşhane­ mıştır. Aşhanenin batısında yer alan ve
sayımı desteklemektedir. ye tahsis edilmiş olan imaretin, batıda havalandırma fenerleri ile taçlandırılmış
Sıbyan Mektebi: Feridun Ağa adında Toptaşı Caddesi üzerindeki cümle kapı­ olan altı birim mutfaktır. İki bölüm ha­
bir hayırsever tarafından 18. yy'da kü­ sı. II. Mahmud devrinde, ampir üslu­ linde düzenlenmiş olan mutfaklara do­
tüphaneye dönüştürülmüş, geçen yüz­ bunda bir sayvanla donatılmış, kemerin ğu yönünde komşu olan iki birimli me­
yılın sonlarına kadar bu yeni kullanımı­ üzerine adı geçen padişahın tuğrası yer­ kân yemekhanedir (me'kel). Diğerleri
nı sürdürdükten sonra terk edilerek ha­ leştirilmiştir. Girişin sağında, istifti sülüs­ kiler ve ambar olarak kullanılmaktadır.
rap olmuştur. Günümüzde mesken ola­ le yazılmış Osmanlıca manzum kitabesi Kervansarayın kanatları ile tabhane-aş-
rak kullanılan yapı tamire muhtaç du­ 987/1579-80 tarihini ve Hasan Çavuş'un hane kitlesi arasında, ince uzun dik­
rumdadır. adını veren, kırık kaş kemerli bir çeşme dörtgen planlı birer avlu uzanır. Birer
Kare planlı bir mekândan ibaret olan yer almaktadır. kapı ile orta avluya, beşik tonozlu birer
sıbyan mektebi, içerden pandantiflere Cümle kapısından, ortada pandantifti geçitle de "T" planlı avlulara bağlanan
oturan kasnaksız bir kubbe ile örtülü­ bir kubbenin, yanlarda birer beşik tono­ bu avlulardan kuzeydeki, tabhanenin
dür. Girişi, aslında ahşap bir saçakla zun örttüğü taşlığa geçilmekte, taşlığın helalarına tahsis edilmiş, dışarıya açılan
donatılmış olduğu anlaşılan doğu cep- orta bölümünden, kervansarayın iki ka­ bir kapının bulunduğu güneydeki avlu
hesindedir. Gerek giriş cephesinde ge­ nadına ulaşılmaktadır. Dikdörtgen plan­ ise, yakacağın ve erzağm cümle kapı­
rekse de güney ve batı cephelerinde lı olan bu kanatlar eşit bü\aiklükte ta­ sından geçirilmeden aşhaneye ulaşabil­
pencereler yer almakta, sokak boyunca sarlanmıştır. Dış duvarların alt kesimi mesi ve çevredeki yoksullara yemek
uzanan kuzey cephesinin ise -iç mekânı dışında bütünüyle yenilenmiş olduğu dağıtımı için düşünülmüştür.
gürültüden soyutlamak amacıyla- sağır anlaşılan kervansarayda, her kanatta, Günümüzde iki katlı, ahşap çatılı ve
bırakılmış olduğu görülmektedir. bir iç avlu etrafında, iki katlı muhdes tabhane ile bağlantılı bir yapı olan da-
Darülhadis, Darülkurra, İmaret (Aş- mekânlar sıralanmakta, aslında bu ka­ rüşşifanın, aslında, tek katlı, kagir örtülü
hane-Tabhane-Kervansaray) ve Darüş­ natların, Sinan'ın Büyükçekmece'deki ve tamamen bağımsız olarak tasarlandı­
şifa-. Aynı yapı adası üzerinde yekpare 1 5 6 6 tarihli Sultan Süleyman Kervansa­ ğı anlaşılmaktadır. Kuzeyde, Helvacı Ali
bir kitle oluşturan bu bölümler 18. yy'ın rayında olduğu gibi, üç sıra payeye Sokağı üzerindeki girişi, tromplu kubbe
sonlarından itibaren özgün kullanımları­ oturan kırma ahşap çatılarla örtülü ol­ ile örtülü bir birim izlemekte, buradan
nı yitirerek birtakım yeni faaliyetlere dukları anlaşılmaktadır. bir seki ile ikiye ayrılmış olan dikdört­
tahsis edilmiştir, imaret ile darüşşifa, sı­ Giriş taşlığının doğusundaki merdi­ gen planlı avluya ulaşılmaktadır. Avluyu
rayla, Nizam-ı Cedid süvarisinin, Sek- venli ve kubbeli geçitten ulaşılan, tab- kuşatan sakıflı revağın arkasındaki me­
ban-ı Cihadiye askerinin ve Asâkir-i Ni­ hane ile aşhanenin ortasında yer alan kânlardan güneybatı köşesinde bulunan
zamiye süvarisinin kışlası (yak. 1800- müşterek avlu, pandantifli küçük kub­ ve tromplu kubbe ile örtülü olanı darüş-
1865), akıl hastanesi (1865-1927) ve Te­ belerin örttüğü yirmi dokuz birimli bir şifanın mescididir. Güney kanadında da
kel yaprak tütün bakım atölyesi (1935- revakla kuşatılmıştır. Revağm arkasında, darüşşifanın ihtiyacına cevap verecek
1976) olmuş, darüşşifa 1977'de Üsküdar doğu kanadının yanlarında, darülhadis düzeyde tasarlanmış küçük bir hamam
İmam Hatip Lisesi'ne verilmiş, darülha- hücrelerinin altında kalan, beşik tonoz­ yer almaktadır. Bunlardan başka avlu­
dis-darülkurra grubu ise Cumhuriyet lu ikişer mekân ile ortada bu hücrelere nun çevresinde, ikisi dikdörtgen planlı
ATİKALİ 412

ve b e ş i k tonozlu, on ikisi kare planlı ve sofya önünden başlayarak Edirne Kapı- rıldığına göre semt bu tarihten sonra is­
kubbeli o l m a k üzere toplam on dört bi­ sı'nda son bulan en büyük yolu Me- kân edilmeye başlamış olmalıdır.
rim tespit edilmektedir. se(-0, Atikali semtindeki bugünkü Ha­ Kentin eski semtlerinden biri olan
Hamam: Gelir getirmek amacıyla ta­ san Fehmi Paşa Caddesi'nden geçmek­ Atikali'de. Osmanlı döneminde esnaf ve
s a r l a n m ı ş o l d u ğ u n d a n v a k f i y e d e adı teydi. Yine Osmanlı döneminin en işlek zanaatkarların yoğun olduğu, Uncular,
g e ç m e y e n , a n c a k Sinan'ın eserlerine iliş­ kapısı olan Edirne Kapısı'ndan padişa­ Somuncular, Tahtacılar, Rendeciler vb
kin tezkirelerde yer alan h a m a m g e ç de­ hın sarayma kadar olan yol da bu hat sokak adlarından anlaşılmaktadır. Uzun
virde m a r a n g o z h a n e olarak kullanılmış, üzerindeydi. Atikali semti bu yolun gü­ yıllar eteklerinde bostanlar olan gele­
Vakıflar İdaresi tarafından s o n yıllarda ney kesiminde bulunur. Semt, ismini n e k s e l bir mahalle görünümündeki
onartılarak tekrar faaliyete geçmiştir. Fevzi Paşa Caddesi ile Hasan Fehmi Pa­ semt, 1970'lerden sonra arada kalmış
Ufak b o y u t l u bir çifte h a m a m olan şa Caddesi arasında, Atikalipaşa Camii boş arazi ve bostanların da yapılaşmaya
yapı, doğu-batı doğrultusunda g e l i ş e n Sokağındaki Atik Ali Paşa Camii'nden açılmasıyla bugünkü, kagir bina ve
ayrılma ç i z g i s i n e g ö r e simetrik o l a r a k almaktadır. apartmanların yoğun olduğu görünümü
yerleştirilmiş soyunmalıklar, birer sofa Semti ikiye ayıran ve eskiden Fatih- almıştır.
ile halvetten oluşan soğukluklar, sıcak­ Edirnekapı tramvay hattının geçtiği Fev­ Semtin bugünkü sakinleri Cumhuri­
lıklar ve iki b ö l ü m b o y u n c a u z a n a n su zi Paşa Caddesi, kentin önemli merkez­ yetten sonra yerleştirilen muhacirler ile
h a z n e s i n d e n m e y d a n a gelmektedir. Gü­ lerinden olan Aksaray'a bağlanır. Sem­ yoğun yaşanan iç göçle gelenlerden
n ü m ü z d e yerlerini bir dizi d ü k k â n a terk tin, Edirnekapı ile İstanbul'un tarihi sur­ oluşmaktadır. Azınlık nüfus yoktur. Hır-
etmiş bulunan soyunmahklarm ahşap ları dışında kalan semtleriyle bağlantısı­ ka-i Şerif Camii'nin yakınında bulunma­
çatılı oldukları tahmin edilebilir. Soğuk­ nı da yine bu cadde sağlamaktadır. sı nedeniyle, semt özellikle ramazan ay­
luklar pandantifli k u b b e l e r ve aynalı to­ Atikali semti, güneyinde Hırka-i Şe­ larında kentin ve Türkiye'nin çeşitli yö­
nozlarla, sıcaklıklar tromplu kubbelerle, rif, kuzey ve batı tarafında Karagümrük, relerinden gelen Müslümanlarla canlılık
su h a z n e s i de b e ş i k t o n o z l a örtülüdür. doğusunda ise Yavuzselim semtleriyle kazanır. Nüfusun çoğunluğunun gele­
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 328; Ayvansa- çevrilmiştir. Muhtesip İskender ve Bey- neksel ve dinsel yaşam biçimini sürdür­
rayî, Mecmuâ-i Tevârih, 16, 125; Ayvansara- ceğiz mahalle muhtarlıkları arasında bö­ düğü Atikali, ekonomik açıdan orta ve
yî, Hadîka, II, 182-184; Kut, Dergehname, lünmüştür. Ancak bu mahallelerin sınır­ orta-alt katmanların yerleştiği bir semt
no. 105, 236; Aynur, Saliha Sultan, no. 203, ları Atikali'den daha geniştir ve semtin görünümündedir.
39; Âsitâne, 18; Osman Bey, Mecmua-i Ce-
sınırlarını bu iki mahallenin sınırlarıyla Semtin ana arteri olan Fevzi Paşa
vâmi, II, no. 316, 72-73; Münih, Mecmua-i
Tekâyâ, 8; Raif, Mir'at, 128-129; Ihsaiyat II, özdeş saymamak gerekir. Caddesi, ticari faaliyetin yoğun olarak
21; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 74-75; Gurlitt. Bizans döneminde, kentin en önemli yaşandığı bir kesimdir. Cadde üzerinde
Konstantinopels, II. 85, levha 28; Gabriel. güzergâhı üzerinde bulunduğuna göre, çeşitli malların sergilenip satıldığı mağa­
Constantinople, 353-419; Halil Ethem, Cami­ zalar bulunmaktadır.
lerimiz, 72-74; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, bölgede belli ölçülerde bir yerleşme ol­
malıdır. Ancak daha sonra bölgenin boş FİGEN TAŞKIN
II, 258; Konyalı, Mimar Sinan, 77-85; E. Di­
ez, Sinan-der Baumeister Osmanischer arazi ya da bostan olarak kullanıldığı
Glanzzeit, Erlenbach-Stuttgart, 1954, 105- sanılmaktadır. Semtin hemen yanında, ATLAMATAŞI MESCİDİ
107; Eyice, İstanbul, 114; D. Kuban, "Eski Bizans döneminden kalma, halen Kara­ bak. HACI HALİL MESCİDİ
Valide Camii", Mimarlık ve Sanat, 2 (1961),
gümrük Mahallesi içinde bulunan dev
33-36; D. Kuban, "Les mosquees â coupole â
base hexagonaie", Beitrage zur Kunstge­ sarnıç daha sonra doldurularak bostan ATLAS SİNEMASI
schichte Asiens-In Memoriam Ernst Diez, Ist., haline getirilmiş ve Çukurbostan olarak Beyoğlu İstiklal Caddesi 209 no'da bulu­
1963, 49-68; Meriç, Mimar Sinan, 24, 33, 35- bilinmiştir. Hemen yanı başındaki top­ nan sinema salonu. 19 Şubat 1948'de
37, 39, 45, 79, 94° 100, 106, 108, 125; Öz, Is­ rakların da aym amaçla kullanılmış ol­ açıldı. 1.600 koltuk ve 35 locası ile Be-
tanbul Camileri, II, 68-69; A. Batur-S. Batur. ması doğaldır.
"Sinan'a ait yapıların listesi", Mimarlık, 49 yoğlu'nun en büyük sinemaları arasında
(1967), 35-44; K. Tuğcu, "Eski Valide Camii", Eremya Çelebi de, 17. yy'da Edirne yer aldı. Daha önce aynı yerde, sinema
Hayat Tarih Mecmuası, 2 (1967), 54-57; F. Kapısı'ndan içeriye doğru bir beylik ça­ salonunun da ilk sahibi olan Köçeoğ-
Akozan, "Türk Külliyeleri", VD, VIII (1969), yırından bahseder ki, tarif ettiği yer Ati­ lu'nun 1870'te yapılan kışlık evi bulunu­
303-308; Goodwin, Ottoman Architecture, kali civarlarına denk düşmektedir. Sem­ yordu. Salon daha sonra Aziz ve Ahmet
288-291; E. Yücel, "Eski Valide Camii ve Kül­
te adını veren ve Zincirlikuyu Camii Borovalı tarafından satın alınıp işletildi.
liyesi", İSTA, X (1971), 5300-5303; A. Strat-
ton, Sinan, Londra, 1972, 159-169; H. Sum- olarak da bilinen Atik Ali Paşa Camii, II. Atlas Sineması ilk yıllarında Fitaş Şir-
mer-Boyd-J. Freely, Strolling trough İstanbul. Bayezid'in sadrazamlarından Hadım Ali keti'nin işletmesinde serüven filmleri
İst., 1972, 425; Sözen, Mimar Sinan, 209- Paşa tarafından 15. yy sonlarında yaptı­ gösterdi. 1950-1951'de ise yine aym şir-
210, 224, 232, 333, 374, 386: Baltacı, Osman­
lı Medreseleri, 470, 474, 607, 612; Konyalı,
Üsküdar Tarihi, I, 141-149, 439-445, II, 29;
Kütükoğlu, İstanbul Medreseleri, 386: G.
Renda, Batılılaşma Döneminde Türk Resim
Sanatı (1700-1850), Ankara, 1977. 119-120;
Müller-Wiener, Bildlexikon, 402-404; Uluçay,
Padişahların Kadınları, 40; A. Kuran, "Üs­
küdar Atık Valide Külliyesi'nin Yerleşim Dü­
zeni ve Yapım Tarihi Üzerine", Sunt Kemal
Yetkin'e Armağan, Ankara, 1984, 231-248;
Kuran, Mimar Sinan, 175-192, 254, 304, 354, Atlas Sineması
357, 359, 361, 367, 376, 401; Osmanlı Müel­ film çekimleri
lifleri, I, ty, 96, 138, 217; M. B. Tanman, için de
"Atik Valide Külliyesi", STAD, 2 (Nisan kullanıldı.
1988), 3-19; M. B. Tanman, "Atik Valide Sul­ Resimde
tan Külliyesi", DİA. 4, 68-73. Vedat Ar'ın
M. BAHA TANMAN yönettiği
"III. Selimin
Gözdesi"
ATİKALİ filminden
bir sahne
Karagümrük'le Çarşamba arasında, Ha­
görülüyor.
lic'e b a k a n y ö n d e y e r alan, Fatih İlçesi 1950.
sınırları içindeki semt. Gökhan Akçura
B i z a n s d ö n e m i İ s t a n b u l ' u n u n , Aya- arşivi
413 ATLETİZM

ketin yapımcılığını üstlendiği Lale Devri


ve Yavuz Sultan Selim ve Yeniçeri Ha­
san gibi Türk filmlerine de programın­
da yer verdi. 1970'li yıllarda Fitaş'm iş­
letmeciliğinden çıkarak Banker Kastel-
li'nin (Cevher Özden) eline geçti. Bir
süre kapatıldı. 19801i yılların ortalarında
alt salonu antikacılar çarşısına dönüştü­
rüldü ve yalnızca balkon kısmı sinema
olarak kaldı. Erol Özpeçen ile İrfan Ata-
soy'un işletmeciliğine geçen salonda bir
süre seks filmleri oynatıldı. Daha sonra
salon Kültür Bakanlığı'na devredildi.
1989'da Türker İnanoğlu'nun işletmeci­
liğine geçerek Warner Bros'un birinci
vizyon filmlerini göstermeye başladı.
BURÇAK EVREN

ATLETİZM
Türkiye'de modem anlamda atletizm fa­
aliyetinin II. Meşrutiyet'in ilanından
(1908) sonra İstanbul'da başladığı görü­
lür. Daha önceleri Okmeydanı'nda bazı
koşular yapılıyorduysa da buna ciddi
bir atletizm faaliyeti denemezdi. Bu ara­ 1932'de 3. Balkan Oyunlan'na katılan atletizm milli takımımız. Sol başta kafile başkanı Tevfik
Haccar Bey (Taşçı), sağ başta Alman antrenör Herr Abrahams.
da Mekteb-i Sultani'de (bugünkü Gala­ Cem Aîabeyoğlu arşivi
tasaray Lisesi) jimnastik öğretmeni ola­
rak görev yapan M. Curel'in 1870'te öğ­
rencilerine Kâğıthane'de koşu ve atla­ bir renk ve heyecan getirdi. Bu yarışma­ şampiyon ve rekortmenlerin de büyük
malar yaptırdığı ve başarı gösterenlere larda Fenerbahçe'den Bedri (Yıldırım), çoğunluğu yine İstanbulluydular. Bu
madalyalar verdiği bilinir. Bu olay Tür­ İstanbul Sultanisi'nden Ziya, Alman Mek­ dönemde Muzaffer Baloğlu, Melih Ko­
kiye'de atletizm sporunun tam bir baş­ tebinden Fuad, Sanayi Kulübü'nden Ha­ tanca, Ali Ferit Gören, Rıza Maksut İş-
langıcı sayılmasa bile, ilk adım olması san, Galatasaray Spor Kulübü'nden Şük­ man, Faik Önem, Arat Ararat, Fikret
bakımından önem taşır. rü Halil (Dölek) beyler sivrildiler. Taygun, Ruhi Sarıalp, Doğan Acarbay,
Öte yandan 1863'te Robert College'de I. Dünya Savaşı yıllarında bir durak­
de öğrencilerin Amerikalı öğretmenler lama dönemine giren atletizm Cumhuri-
nezaretinde koşular ve atlama müsaba­ yet'in ilanından sonra yeniden canlandı­
kaları yaptıkları bilinen bir başka ger­ rıldı. Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşik­
çektir. Adı geçen iki okulda yetişen öğ­ taş kulüplerinin tertipledikleri atletizm
renciler arasında atletizme önem veren bayramları da ayrı bir ilgi odağı oluyor
bazı Rum gençleri bulunuyordu. Tatavla ve Galatasaraylı Rauf (Hasağası), Beşik­
Kulübümden Konstantin Devecis ile taşlı Sünusi ve Daniş (Karabelen), Ali
Kosta Celepoğlu bu alanda parlayan ilk Rıza ( S ö z e r a l p ) , F e n e r b a h ç e l i Âsim
atletler olarak göze çarpanlardı. 1908'de ( U ç a r ) , Turhan ( N a z i k o ğ l u ) , Hakkı
II. Meşrutiyet'in ilanıyla yasal kimlik ka­ (Gürtay) ve Tarık beyler sivriliyordu.
zanan spor kulüpleri futbolun yanısıra 1924'te Türk atletlerini Paris'te yapıla­
atletizme de önem vermeye başladılar. cak Olimpiyat Oyunlan'na hazırlamak
Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş ku­ üzere Almanya'dan getirtilen Abra-
lüplerinin yanısıra Anadolu Spor Kulü- hams'ın çabalarıyla modem atletizmi ya­
bü(->) de, kurucusu Burhan Felek'in giri­ kından tanımak imkân ve fırsatını bulan
şimiyle atletizmde temayüz eden bir baş­ İstanbul atletizmi yeni yeni şampiyonlar
ka spor örgütüydü. Galatasaray'dan Ce­ ve rekortmenler kazandı. Ömer Besim
lâl İbrahim, Sabri Mahir, Silifkeli Şükrü
Koşalay, Şakir Engineri, Rauf Hasağası,
Halil (Dölek), Beşiktaşlı Şair Kâzım ve
Adil Giray, Suat Hayri Ürgüplü, Unvan
Fenerbahçeli Selâhaddin (Türsen) ile
Tayfuroğlu. Vildan Aşir Savaşır, Cezmi
Nureddin (Otmar-Savcı) parlayan ilk
Şahingiray, Mazhar Resmor, Said Odyak,
Türk atletleri oldular. Bu arada 1912'de
Cemal Tural bu dönemin atletizm pistle­
Stockholm'de yapılan Olimpiyat Oyunla­
rinde parlayan yıldızları oldular.
n'na kendi paralarıyla giden Vahram Pa-
pazyan ile Mıgır Mıgıryan adlarında iki Daha sonra Semih Türkdoğan, Meh­
Ermeni genci orada Osmanlı Devleti'ni met Ali Aybar, Mehmet Koşar, Sudi Aziz İlk sürat
temsil eden ilk atletlerdir. Vurdemir, Nailî Moran, Veysi Emre, koşucu­
Haydar Aşan, Tevfik Böke, Selim Dirva- larından
Silifkeli
1913'te Anadoluhisarı İdman Yur­ na, Enver Aziz Göknil gibi genç isimler
Şükrü
d u ^ ) tarafından Anadoluhisarı Çayı- ortaya çıktı. Bu isimler 1930'lu yıllarda Halil
rı'ndaki "Er Meydanı" sahasında düzen­ yalnızca İstanbul atletizminin değil, tüm (Dölek)
lenen yarışmalara Naile, Fahriye ve Fa- ülke atletizminin en büyük şampiyonla­ yarışma
ide hanımların da ilk Türk bayan atletleri rı olarak kendilerini gösterdiler. giysisi ve
olarak katıldıkları görüldü. 1913'ten iti­ madalya-
1940'lı ve 1950'li yıllarda da İstan­ larıyla.
baren Fenerbahçe Spor Kulübü'nün İtti- bul'da atletizm gözde bir spor dalıydı. Cem
hatspor sahasında tertiplemeye başladığı Milli atletizm ekibinin büyük bölümünü Atabeyoğlu
atletizm yarışmaları bu spor dalma ayrı İstanbullu atletler oluşturdukları gibi arşivi
ATLI, LEM'İ 414

Cahit Önel, Ayçan Önel, Osman Coş- ölçüde ilgi uyandırdı. Hemen sonra güf­ Camii'nin, batı tarafına ise yaklaşık 150
gül, Eşref Aydın, Güner Frik, Cezmi Or. tesini Mahmud Celaleddin Paşanın yaz­ m cephesi 50-75 m derinliği olan İbra­
Kemal Koksal, Kemal Aksur, Torna Bal­ dığı "Penbelikle imtizaç etmiş tenin" him Paşa Sarayı'nm yapılmasının sonu­
cı, Mehmet Jeba Berkok, Ekrem Koçak, şarkısını hicazkâr makamında bestele­ cudur. Mehterhane, Arslanhane, hapis­
Muzaffer Selvi, Erdal Akkan. Ferhan De- yerek, adını İstanbul'un musiki çevrele­ hane, mektep, medrese, imaret vb diğer
vekuşoğlu, Orhan Aydın, Aydın Onur, rinde duyurmaya başladı. Bir yandan da yapılaşmalar da meydanı daralttı. Eski
Turhan Göker gibi büyük isimler çıktı. Hacı Faik Bey, Bolâhenk Nuri Bey, Rıfat surnamelerdeki minyatürlerde 16-18.
1948 Londra Olimpiyat Oyunları'nda Bey, Levon Hancıyan, Kadıköylü Ali yy'lardaki görünüşüne yer verilen At­
Ruhi Sarıalp'in üç adım atlamada Olim­ Bey gibi zamanın ünlü musiki adamla­ meydanı, duraklama ve gerileme devir-
piyat üçüncülüğünü kazanması büyük rından yararlandı. "Boğaziçi Bülbülü" lerindeki ayaklanmalarda tahrip gördü.
bir olay teşkil etti. Aynı atletimiz 1951 adıyla da tanınan, 1894-1904 arasında Uzun bir bakımsızlık döneminden son­
Avrupa Ş a m p i y o n a s ı ' n d a kazandığı Kanlıca ve Rumelihisarı'nda oturan ra Abdülaziz döneminde (1861-1876
üçüncülük ile Olimpiyat Oyunlar!ndan Lem'i Atlı, Boğaz'da düzenlenen toplan­ Zaptiye Nazırı Hüsnü Paşa'nın girişimiy­
sonra Avrupa Atletizm Şampiyonası tari­ tıların da seçkin musikicilerindendi. le park olarak düzenlendi.
hinde de madalya kazanan ilk Türk at­ Lem'i Atlı, Arif Bey'in geliştirip yay­ Hippodrom'un 1453'teki durumunu
leti olmak şerefine erişecekti. Ruhi Sarı- gınlaştırdığı şarkı bestekârlığımn son açıklayan bilgiler olmadığı gibi, II. Meh-
alp, Fenerbahçe Spor Kulübümde yeti­ büyük temsilcileri arasında yer almış, med'in (Fatih) (hd 1451-1481) İstan­
şip parlamış bir atletti. bu zevk ve anlayışa uygun eserler ver­ bul'da başlattığı imar çalışmaları kapsa­
19604ı yıllarda İstanbul'da atletizm miştir. Bir şarkı bestekârı olarak temiz mında bu alana ilişkin bir girişiminin
faaliyetinde büyük bir durgunluk başla­ bir üslup ve şekil anlayışı çerçevesinde bulunup bulunmadığı da bilinmemekte­
dı. Bu, doğrudan tüm ülke atletizmini çok güzel eserler vermiştir. Beste ile dir. Bununla birlikte meydanın kuzey­
etkiledi. Atletizm pistlerinden kayda de­ güftenin anlamca uyumuna olduğu ka­ doğu uzantısını oluşturan alanın, Aya-
ğer başarılar gelmez oldu. Ama yine de dar, "prozodi" denilen biçimsel uyuş­ sofya-yı Kebir Meydanı olarak Saray-ı
o tarihlerden bu yana yapılagelen Tür­ masına da önem vermiştir. Hayatının Cedide-i Amire'nin (Topkapı Sarayı)
kiye atletizm şampiyonalarında ekip bi­ son yıllarında kaleme aldığı anıları ölü­ merasim kapısı (Bâb-ı Hümayun) önün­
rinciliklerinin Galatasaray ve Fenerbah­ münden sonra Hatıralar (1947) adıyla deki törenler için yeterli görüldüğü an­
çe kulüpleri arasında paylaşılması en yayımlanmıştır. Şarkılarının konserlerde laşılmaktadır. Bu bakımdan, Atmeydanı
durgun devrinde dahi İstanbul atletiz­ ve radyolarda olduğu kadar sahnelerde adı verilen, yıkıntılarla dolu Hippod­
min üstünlüğünün bir göstergesidir. okunması, plaklara alınması, filmlerde rom'un bir süre olduğu gibi bırakıldığı,
CEM ATABEYOĞLU kullanılması Atlı'nın ününü iyice perçin- burada, cirit ve at yarışları yapıldığı tah­
lemiştir. "Bir kendi gibi zâlimi sevmiş min edilebilir. Fatih'in de burada gürz
yanıyormuş" kürdilihicazkâr, "Siyah eb- talimi yaptığı biliniyor. 17-18. yy'da İs­
ATLI, LEM'İ
rûlerin duruben çatma" uşşak, "Son aş­ tanbul'a gelen gezginler, Türklerin, cu­
(1869, İstanbul - 25 Kasım 1945, İstan­ kımı canlandıran en tatlı emelsin" hicaz­ ma günleri öğleden sonra Atmeyda-
bul) Şarkı bestekârı. Üsküdar'da doğdu. kâr, "Bu zevku safâ sahn-ı çemen zâre nı'nda toplanıp iki gruba ayrılarak cirit
Babası Çerkez İbrahim Hakkı Bey. an­ de kalmaz" rast. "Bin gül çıkarırdım sa­ oynadıklarını, bu yarışların çok tehlikeli
nesi ise Dilber H a n ı m d ı r . Annesini na kalbimdeki külden" nihavend şarkı­ ve heyecanlı geçtiğini, ayrıca meydan­
doğduktan bir hafta kadar sonra, baba­ ları, en tanınmış eserlerindendir. da, at üzerinde ok atışları yapıldığın:
sını da 2 yaşlarındayken kaybetti. Ablası Bibi. İnal. Hoş Sacla. 2 1 3 - 2 İ 4 : Öztuna. anlatırlar.
ile eniştesinin yanmda büyüdü. Tezgâh- BTMA, I, 123-126. 1491 tarihli Finiz Ağa Camii ise, At­
çılar İlkokulu'nu bitirdikten sonra Fatih
FATİH SALGIR meydanı'nın kuzeybatı köşesine yapılar,
Askeri Rüştiyesine devam etti. Özel ho­
ilk Osmanlı eseridir. İstanbul'u 15. yy'ın
calardan Arapça ve Fransızca dersleri
ATMEYDANI ikinci yarısındaki durumuyla gösteren
aldı. 1887'de Soğtıkçeşme Rüştiyesi'ni
eski harita ve resimlerde Atmeyda-
bitirdikten sonra bir süre Mülkiye Mek­ Hippodrom'aG» İstanbul'un fethinden nı'ndaki Roma-Bizans yapı yıkıntıları.
tebinde okudu. 1889'da Dahiliye Neza­ (1453) Yeniçeri Ocağı'mn kapatılışına Kadırga yönünde ise muhteşem Bizans
reti Mektubi Kalemi'nde kâtip ve nazı­ (1826) kadar verilen addır. Ahmediye sarayı harabesi görülür. Ancak bunlar­
rın mühürdarı olarak çalışmaya başladı. Meydanı, Sultanahmet Meydanı olarak dan hiçbiri zamanımıza kadar koruna­
Aynı zamanda Takvim-i Vekayi yazarlı­ da bilinir. Atmeydanı deyimi, Hippod- mamıştır. Halkın kıyamet-i suğra (küçük
ğını da yürüttü. 1894'te Zaptiye Nezareti rom'un Türkçesidir. Bizans döneminde kıyamet) adını verdiği 1509'daki büyük
Mektubi Müdürlüğümde başkâtip oldu. Eski Mısır, Eski Yunan, Roma ve Bizans depremle, sonraki yangın ve deprem­
1907'de memuriyet hayatından ayrıldı. anıtlarını içeren meydan, Osmanlılar za­ lerde bu açık ve nispeten güvenlikli
Atlı askeri okuldayken sesinin güzel­ manında yapılan Türk-İslam eserleriyle alanın evsiz barksız kalan İstanbul hal­
liği ve ''tavırlı" okuyuşu ile dikkatleri Akdeniz uygarlıkları havzasının en il­ kına geçici olarak mekânlık ettiği de bi­
üzerinde topladı. Musikisever bir kişi ginç açık mekânı özelliğini kazandı. linmektedir.
olan eniştesi Şefik Bey'le beraber musi­ Hippodrom'un geleneksel şenliklere ve
Rum kaynakları ise, Latin yağmasının
ki toplantılarına katıldı. Musikiye karşı çoğu zaman da kanlı ayaklanmalara
Hippodrom'u çok tahrip ettiğini, kolon­
duyduğu ilgi ve öğrenme isteği onu Ha­ sahne oluşu gibi, Atmeydanı da yüzyıl­
lardan bir kısmının ise Fatih tarafından
fız Yusuf Efendi'den dersler almaya yö­ lar boyunca saray düğünlerine ve ayak­
kentin başka yerlerine taşındığını, öte
neltti. Repertuvarı genişleyince, musiki- lanmalara sahnelik etti.
yandan Hippodrom'a ait çok sayıdaki
severlerin evlerinde düzenlenen fasılla­ Hippodrom'un 118,5x370 m (yakla­ sütunun, eski mermer amfi kalıntılarının
ra katıldı. Henüz 14 yaşındayken döne­ şık 45.000 m-) ölçülerine karşılık, At­ da ve İbrahim Paşa Sarayı ile sonraki
min büyük bestekârı Hacı Arif Bey(->) ile meydanı, çevresindeki yapılaşmalar ne­ cami ve saray yapımlarında kullanılarak
tanıştı. Arif Bey, sesini beğenince, on­ 2
deniyle 75x300 m'lik (22.500" m ) ölçü­ ortadan kaldırıldığını yazar.
dan ders alma imkânı doğdu. Lem'i At- süyle daha dar bir açıklıktı. Yine de Su- Lokmanın (ö. 1601) Hünernâme'sm-
lı'nın musiki anlayışını büyük ölçüde et­ riçi İstanbul'un, en geniş alanıydı. Ayrı­ d e k ı " Atmeydanı tasvirinde, Mak­
kileyen bu dersler, Arif Bey'in ölümüne ca "meydan" adını taşıyan sayılı ve iş­ bul/Maktul İbrahim Paşa'nın 1530'a doğ-
(1885) kadar sürdü. levsel alanların en önemlisi sayılıyordu. ru burada yaptırdığı saray ile Budin'den
18 yaşındayken "Hüsnüne etvâr-ı nâ­ Atmeydanı'nın daralışı, güney-kuzey (Budapeşte) getirip meydana diktirdiğ:
zın şan senin" güfteli şarkısını karcığar doğrultusunda doğu tarafmdaki eski se­ Herkül. Apollon ve Diana tunç heykel­
makamında besteledi. Bestekârlık ala­ yirci tribünlerinin yerine önce paşa sa­ leri de gösterilmiştir. Tarihçi Solakzade
nında vermiş olduğu bu ilk eser. geniş raylarının, 17. yy başında Sultan Ahmed "Ol üç suret-i garibeyi İstanbul'a naklet-
415 ATMEYDANI

tirib Atmeydam'nda amud (sütun) üzeri­


ne kondurdular" demekte ve sarayının
karşısına heykeller diktirdiği için, İbra­
him Paşa'nın putperestlikle itham edildi­
ğini eklemektedir. Figanî Ramazan Çele­
bi (ö. 1526) ise Farsça bir beyitle İbra­
him Paşa'yı putperestlikle suçladığı için
idam edilmiştir. Beyit şudur: Dü İbra­
him âmed be-deyr-i cihan / Yeki büt-şi-
ken yeki büt-nişan (Dünyaya iki İbra­
him geldi, ilki -Peygamber Halil İbra­
him- putları kırdı, ikincisi ise put dikti).
Atmeydanı'ndaki sarayında yabancı
elçileri kabul eden İbrahim Paşa, olası­
lıkla bu heykelleri Osmanlı Devleti'nin
hükmettiği ülkelerin simgesi olarak dik-
tirmişti. Nitekim, 1533'te kalabalık bir
heyetle İbrahim Paşa Sarayı'na gelen
Avusturya elçisi, Budin'den gelme hey­
kellerle darağaçlarını görmüştü. 1553'te
İstanbul'a gelen Hans Dernschwam,
idam edilen İbrahim Paşa'nın büyük ve
çok güzel sarayından, bu sarayın At-
Atmeydam'nda
meydanı'na inen bir yokuşun yukarısın- III. Murad'ın
daki şato görünümlü manzarasından söz oğlu Şehzade
ettikten sonra Atmeydanı'nın ortasındaki Mehmed'in
beyaz mermerden kaim ve kısa boylu sünnet
sütunlar üstündeki büstlerin halen mev­ düğünü için
düzenlenen
cut olduğunu da yazar. İbrahim Paşa'nın
şenliklerin
ölümünden sonra kaldırılıp atılan üç anlatıldığı
başka büstün daha olduğunu öğrendiği­ Sumame-i
ni de ilave eder. Bu gezgin, kaldırım Hümayun'dan
döşeli meydanda Romalılar döneminde at üstünde
kum serili olduğunun anlaşıldığını açık­ yapılan
oyunları (cirit
lar. Meydanın orta yerinde, uzun ve gü­ ve ok atma,
zel mermer basamaklar bulunduğunu, takla atma)
bunların üzerlerine enlemesine beyaz betimleyen
mermer levhalar uzatılmış olduğunu, fa­ bir minyatür.
kat bunların sökülüp Süleymaniye Camii 1582.
inşaatında kullanıldığını vb anlatır. Erkin Emiroğhı
fotoğraf arşivi
1582'de Atmeydanı'nı gezen J o h n
Sanderson, buradaki tunç büstlerin Ma­
l 6 0 9 ' d a yapımına başlanan Sultan yarışları düzenlediklerini anlatır. 1659'
car Kralı Mathias Corvino'ya ait olduğu­
Ahmed Camii için, Padişah I. Ahmed'in da çıkan ve İstanbul'un pek çok semtini
nu, İbrahim Paşa idam edilince bunların
aşırı dindarlığı nedeniyle kiliseden çev­ kül eden yangının bir kolununun At­
öfkeli halk tarafından parçalandığını ya­
rilme olan Ayasofya Camii'nin yakınma meydanı'nı, buradan da Kadırga semtini
zar. Sanderson, Atmeydanı'nın Ayasofya
ve onun görkemiyle yarışacak bir yapı etkilediği bilinmektedir. Evliya Çelebi
cihetinde eski tiyatro kalıntılarının Ars-
tasarlanmış, yer olarak da Ayasofya'nın ise buradaki dikilitaşların her birini bi­
lanhane olarak kullanıldığını da ekler.
tam karşısmdaki Atmeydanı uygun gö­ rer tılsım olarak tanımlar. Burmalı Sü-
Atmeydanı'nın çevresindeki yapılaş­ rülmüş; meydanın kıble (güneydoğu) tun'un ejderha başlarından tekinin bir
manın 16. yy'da, İbrahim Paşa Sara- cihetindeki Ayşe Sultan mülkü, Sinan yeniçeri tarafından kılıçla uçurulmasm-
yı'nın inşasını izleyen yıllarda yoğunlaş­ yapısı saray (Ahmed Paşa Sarayı), dan sonra tılsımlardan birinin bozuldu­
tığı kesindir. Kanuni Sultan Süleyman'ın 30.000 altına alındığı gibi, Sokollu Meh­
hasekisi Hürrem Sultamın 1555'te Mi­ ğunu ve kenti yılan, çıyan, akrep gibi
med Paşa Sarayı, Arslanhane, miri am­ sokucuların istila ettiğini yazar. İstan­
mar Sinan'a yaptırdığı Çifte Hamam barlar, birçok dükkân da bu cami için
(Haseki Hamamı) buradaki ilk büyük bul'daki barutçu esnafının da buradaki
kamulaştırılmıştır. Bu yer, aynı zamanda Baruthane'de üretim yaptıklarını ekler.
tesistir. eski Bizans sarayının arsasıydı. Sultan
Meydanın çevresindeki başlıca saray Ahmed Camii'nin 8 yıl süren inşaatı, At­ Lady Montagu, İstanbul'dan 10 Nisan
ve konaklar ise Tezkiretü'l-Ebniye'ye meydanı'nın zemininde ve çevresinde 1718'de Lady Bristol'e yazdığı mektu­
göre Siyavuş Paşa Sarayı, ( S o k o l l u ) önemli değişikliklere neden olmuş, bunda, "Laf aramızda, Londra'daki St.
Mehmed Paşa Sarayı, Sadrazam Sinan muhtemelen, Islamiyetle bağdaştırıla- Paul Kilisesi Ayasofya ile kıyaslanama­
Paşa Sarayı, Ahmed Paşa Sarayı, Kap- mayan büst ve benzeri anıtlar da bu sı­ yacağı gibi, en bakımlı meydanlarımız
tan-ı Derya Sinan Paşa Sarayı ve en rada kaldırılmıştır. da Atmeydanı ile boy ölçüşemez!" de­
meşhurları olarak da İbrahim Paşa Sara- miştir. İstanbul'u konu alan resimleriyle
yı'dır. Bunlar, farklı dönemlerde resmi Caminin 9 Haziran I 6 l 7 ' d e törenle ünlü Thomas Allom, 1838'de yaptığı At­
ikametgâh, mehterhane, defterhane, ha­ ibadete açılmasıyla birlikte Atmeydanı meydanı resminde, alanı tarihsel işleviy­
pishane gibi hizmetler için kullanılmış­ da bir bakıma bu yeni mabedi ve külli­ le canlandırmış, at koşturan, atla gezen
tır. Evliya Çelebi, Atmeydanı çevresin­ yeyi kapsayan geniş dış avlu görünümü birçok insan ile İbrahim Paşa Sarayı'nm
deki eski sarayların yanında, birçok ve­ kazandı. Jean Thevenot, 1665'teki İstan­ önüne oturmuş çubuk içerek onları sey­
zir, ulema, ayan konaklarının da bulun­ bul gözlemlerinde, meydandaki eskiden redenleri canlandırmıştır. Resimde, top­
duğunu, Sultan Ahmed İmareti ile bi- kalan birçok heykelin, dikilitaşın, sütu­ rak zeminli meydana, Sultan Ahmed
marhanenin de (hastane) burada oldu­ nun tahrip edildiğini, eski genişliğini Camii olanca görkemiyle hâkim olmak­
ğunu kaydeder. koruyan alanda, Türklerin her gün at la birlikte küçük ve özenli bazı binalar
ATMEYDANI

Jean Baptiste Hilair'in Atmeydanı'nı betimleyen bir deseninden gravür. Chousel de Gouffier. Voyage Pittoresque de ta Grèce, c. II, 1822.
Ara Güler fotoğraf arşivi

buranın romantik manzarasını çerçeve- mış, bu arada Alman İmparatoru II. Wil- ramlanan ve tüm İstanbul halkına dö­
lemektedir. helm'in İstanbul'u ziyareti anısına Al­ nük şenliklere mekânlık etme işlevini,
Yeniçeri Ocağı'nın kapatılmasından manya'da yapılan çeşme, 1901'de getiri­ Kanuninin vezirazamı (1522-1535) İbra­
sonra Atmeydanı'nda bir süre Asâkir-i lip meydanın, Bizans imparatorlarının him Paşa'nın burada yapılan sarayını,
Mansure-i Muhammediye birliklerinin Hippodrom oyunlarını izledikleri loca hem ikametgâh, hem resmi makam ola­
talim yaptıkları bilinmektedir. II. Mah- mevkiine kurulmuştur. rak kullanmaya başlaması sürecinde ka­
mud'un da (hd 1808-1839) buraya gele­ Atmeydanı'mn İstanbul kent tarihin­ zanmıştı. Nitekim, Atmeydanı'ndaki
rek birlikleri teftiş ettiği Tarih-i Lutfî de de ve Osmanlı yaşayışında birbiriyle zıt saptanabilen ilk şenlik 22 Mayıs 1524
yazılıdır. Buna ilişkin yağlıboya bir tab­ iki ayrı olguya mekânlık etmesi ilginçtir. tarihinde Kanuni'nin kız kardeşi Hatice
lo ise Dolmabahçe Sarayı'ndadır. Bu­ Kent halkını günlerce neşeye boğan bü­ Sultanla İbrahim Paşa'nın 15 gün sü­
nunla birlikte Atmeydanı'mn, Osmanlı yük sultan düğünleri (sur-ı hümayun) ren düğünleridir. 1529'da Avusturya se­
Devleti'nin son dönemlerinde ilgiden daima burada düzenlendiği gibi, yöneti­ feri dönüşünde "Pişgâh-ı Menzil-i Sulta­
yoksun kaldığı anlaşılıyor. Sadece at me başkaldıran kapıkulu askerleri de nî" olan Atmeydanı'nda türlü gösteriler
meraklılarının uğradıkları, cirit oynanan, Topkapı Sarayı'na ve Paşakapısı'na, ay­ yapıldığı, çarşı esnafının alay gösterdiği
Arap ve Tatar atlarının koşturulduğu, rıca kentin alışveriş merkezlerine ve li­ biliniyor. Fakat asıl büyük düğün, 1530'
doğal olarak at alım satımlarının da ya­ manına yakm bu meydanı, eylemlerine da Kanuni'nin şehzadelerinin sünnetler:
pıldığı bir yerdi. 1853-1856 Kırım Savaşı en uygun yer olarak seçmişlerdir. için düzenlendi. Atmeydanı'mn kuze­
yıllarında, istanbul'daki müttefik kuv­ Fuad Köprülü, Osmanlılar dönemin­ yinde lacivert sütunlar üzerine konan
vetleri subaylarının girişimiyle meydan­ de saray düğünleri münasebetiyle At­ özel bir tahtta oturan padişah, altın iste­
daki dikilitaşların çevrelerine oval hen­ meydanı'nda tertip edilen eğlence ve zi­ meleriyle gözleri kamaştıran bir sâye-
dekler kazılarak toprak dolgu altında yafetlerin, İorga'nm iddia ettiği gibi, Bi­ ban (gölgelik) altında oyunları izledi.
kalan kaidelerin ortaya çıkartıldığı bilin­ zans devrindeki Hippodrom şenlikleriy- Meydana yüzlerce güzel çadır kurul­
mektedir. Bu düzenleme günümüze ka­ le bir ilgisinin bulunmadığım savunur. muştu. Bunlar arasında Akkoyunlu Hü­
dar korunmuştur. 1863'te ise ilk Os­ Köprülüye göre Atmeydanı eğlenceleri kümdarı Uzun Hasanın, Memluk Sulta­
manlı fuarı olan Sergi-i Umumi-i Osma- ve genel şölenleri Bizans geleneklerin­ nı Kansu Gavri'nin savaşlarda ele geçer,
nî(->) Atmeydanı'nda açılmıştı. Bu tarih­ den apayrı, eski Türk âdetleriyle bağ­ otağları da vardı. Meydandaki gösterile­
lerde artık buraya Atmeydanı yerine lantılıdır. Nitekim. Köprülü burada dü­ rin en heyecan uyandıranı ise gerçek si­
Sultanahmet Meydanı deniliyordu. Ser­ zenlenen her sur-ı hümayunda, herkese lahlarla yapılan savaş oyunuydu. Gece­
giden hemen sonra da burası, Zaptiye açık sofralarda, türlü yemeklerin, şeker­ leri, meydandaki ahşap kuleler tutuştu­
Nazırı Hüsnü Paşa'nın girişimiyle park leme ve şerbetlerin eski han-ı yağma ruluyor, havai fişekler atılıyordu. Mey­
olarak düzenlenmiştir. geleneğini andıracak tarzda sunulduğu­ dandaki iki dikilitaş arasına gerilen bir
nu anlatır. Ancak, I. Süleyman'dan (Ka­ ipte, Mısırlı bir cambaz hünerler göster­
II. Abdülhamid ( 1 8 7 6 - 1 9 0 9 ) ve II.
nuni) (hd 1520-1566) önce burada bu di. Üç hafta boyunca İstanbullular ilk
Meşrutiyet dönemlerinde (1908-1918)
tür şölen ve şenliklerin düzenlendiğine kez muhteşem bir düğün izlediler. Ben­
eski Atmeydanı'mn çevresine Ticaret
ilişkin bir bilgi mevcut değildir. Öyle zeri bir başka sünnet düğünü 1539'da lf
Mektebi, Defter-i Hakanî Nezareti, Bay­
anlaşılıyor ki Atmeydanı, sarayca prog­ gün süreyle Kanuni'nin iki küçük şehza-
tar Mektebi gibi yeni binalar da yapıl­
417 ATMEYDANI

desi (Bayezid ve Cihangir) için tertip


edildi. Bu kez Atmeydanı, kaplanların,
aslanların, vaşakların, pelenk ve kurtla­
rın vahşi boğuşmalarına da tanık oldu.
Bu düğünle Kanunimin kızı Mihrimah
Sultan da Rüstem Paşa ile evlenmişti.
1547' de Osmanlı Devleti'ne sığınan Sa-
fevi Şehzadesi Elkas Mirzâ'ya oturması
için Atmeydanı'nda bir saray tahsis edi­
lince, konuğun vaktini hoş geçirebilmesi
için burada sık sık kılıç-kalkan, cirit mü­
sabakaları ve at yarışları düzenlenmişti.
Bayramlarda ise binlerce kişinin doyabi­
leceği kadar yemek pişirilip tevzi edil­
mekteydi. Atmeydam'ndaki bir bayram
şölenini izleyen H. Dernschwam, parça­
lanmadan kızartılmış yirmi öküz gövde­
sinin de şölen yemekleri arasında bu­
lunduğunu, ayrıca, bayrama gelenlerin,
meydana salıverilen kurt, tilki ve köpek­
lerin, tavşanlarla, kuşların peşindeki ko-
şuşlarım heyecanla seyrettiklerini anlatır.

Atmeydanı'nm tanık olduğu en gör­


kemli şenlik ise hazırlıkları bir yıl süren,
7 Haziran-30 Temmuz 1582 tarihleri
arasındaki 53 günlük sünnet düğünü­ Atmeydanı mekânlı şenlikler, sur-ı Birtakım isteklerle Atmeydanı'nda topla­
dür. III. Murad'm (hd 1574-1595) oğlu hümayunlar ve bayramlar 17. yy'da da nan sipahilerin üzerine yeniçeri ağası
Şehzade Mehmed (III. Mehmed) için bir önceki yüzyılın parlaklığında olmasa bir bölük yeniçeriyle hücum etmiş ve
tertiplediği bu şenlik için, Atmeyda­ da yineleniyordu. Şeyhülislam Yahya eylemcileri dağıtmıştı. 1622'deki II. Os­
nı'nda geçici ya da temelli birçok seyir (ö. 1644) bir şiirinde, Semend-i nâz ile man Vakasında ise Atmeydanı, ayak­
köşkü inşa edilmiş, padişahın oyunları yüğrük civanlar seyre çıksunlar / Pür lanmacı askerlerle onlara destek veren
izlemesi içinse İbrahim Paşa Sarayı ona­ olsun hûblarla Atmeydanı Sitanbulun, ulemanın toplanma yeri olmuştu. Bun­
rılmış ve özel bir şahnişin eklenmişti. dediğine göre, meydanda gençlerin ku­ dan sonra sık sık, sipahilerin bazen de
Tarih-i Selânikî'de, meydandaki düzen­ la atlara binip yarıştıkları, cirit oynadık­ yeniçerilerin kışlalarından hareket edip
lemeler anlatılırken Mehterhane tarafın­ ları, bunları seyretmek için de İstanbul­ Atmeydanı'na gelerek kazan kaldırmala­
da devlet adamları ve ileri gelenler için lu güzellerin buraya geldikleri anlaşıl­ rı olgusu yaşanmıştır. Bunların en kor­
uzunlamasına bir divanhane inşa edildi­ maktadır. Bu gelenek 18. yy'da da sür­ kunçları ve sonuç verenleri, 1 6 2 2 ve
ği, burada en alt basamağın yabancı müş, şair Nedim (ö. 1730). Yahya Efen- 1648'deki sipahi-yeniçeri kavgalarıdır.
devlet elçilerine ayrıldığı, Kırım hanının di'nin dizelerindeki temayı, III. Ah- Sultan İbrahim'in tahttan indirilmesi,
kardeşi ile Lehistan elçisi için de divan­ med'e yazdığı kasidesinde yinelemiştir: Hezarpare Ahmed Paşa'nın, Cinci Ho-
hanenin karşısına özel bir temâşagâh Binüb sâd izz ü nâz ile semend-i şûh- ca'ntn idamları sonrasında yaşanan ve
yapıldığı, halkın şenlikleri izlemesi reftâre / Güzeller Atmeydanında alur bir kent savaşı boyutunda günlerce sü­
maksadıyla yamaçlara oturma yerleri şimdi meydânı. ren Atmeydanı Oİayı(->); 1651'de Kö­
hazırlandığı, Arslanhane tarafında pek sem Mahpeyker Sultanın boğulmasıyla
Bu yüzyılda Atmeydanı'nm tanık ol­
çok küçük köşkle tahtabendlerin kurul­ sonuçlanan olaylar; l655'te 500 silahlıy­
duğu iki büyük şenlik, 1720'deki III. Ah-
duğu, Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa'nın la İstanbul'a gelen Kürt Mehmed'in ey­
med'in oğullarının sünnet düğünü ile
ise donanma ustalarına kendisi için özel 7 lemi; 1656'daki Çınar OlayıOY), ertesi
l 5 9 ' d a III. Mustafa'nın kızı Hibetullah
bir seyir köşkü yaptırttığı vb anlatılır. yılki sipahilerin Köprülü Mehmed Pa-
Sultamın vilâdet (doğum) şenliğidir.
Bostanzade Yahya Efendi ise Tarih-i şa'ya karşı gerçekleştirdikleri başarısız
1720 düğününü Sıırnâme-i Vehbî, At-
Safla., III. Murad'm düğüne gösterdiği ayaklanma da Atmeydanı'nda odaklan­
meydanı'na yansıyan eğlenceleriyle ve­
ilgiyi, Atmeydam'ndaki oyun ve gösteri mıştır. Bu olaylarda, Atmeydam'ndaki
rir. 1759 şenliğinde ise İstanbul esnaf ve
sergilemelerini, örneğin seyyar hamamı, "dıraht-ı çınar" denen bir çınar ağacın­
sanatkârlarının "kırkbeş sınıf üzere dalga
ağaçları, kuşları, karacaları, çimenliği ile dan söz edilmesi, ayaklanmacı askerle­
dalga ve arkalarında tabılhâne ile mutan­
yapay tepe vb'yi hikâye etmiştir. Suma- rin bunun altında kazan kaldırmaları,
tan Atmeydanı'ndan, Saray-ı Hümayun"a
melere konu olan bu düğünde her ak­ toplanıp kararlar almaları, öldürülenle­
yürüdüklerini, Mür'i't-Tevarih anlatır.
şam bin tabak pilav, her tabak için bir rin cesetlerinin bu ağacın dallarına asıl­
ekmek, on altıdan yirmiye kadar kızar­ Atmeydanı'nm, İstanbul halkına kor­ ması ayrıca ilginçtir.
tılmış öküz dağıtılıyor ve tıpkı eski han-ı ku salan bir yer olarak ünlenmesi ise
yağmalardaki gibi, halk tabak çanakları buradaki idam infazları ve kanlı ayak­ 29 Haziran 1680 günü ise İstanbul
yağmalıyor, kırıyordu. Gece gösterileri lanmalardandır. Tarihe geçen önemli tarihinde bir benzeri daha yaşanmayan
için meydan, yüksek direklere bağlanan idamlardan ilki, dinsizlikle suçlanan bir ' T e c m " (taşlayarak idam) olayı ger­
kandillerle aydınlatılıyordu. Hıristiyan Molla Lûtfî'nin 1494'te "Atmeydanma çekleşmişti. Aksaray'da, evli bir Müslü­
kölelerin Pirus raksı, Aya Yorgi'nin ej­ iletülüb başını kılıca uzatmasr'dır. 1529' man kadın, bir Yahudi ile cinsel ilişki
derha ile mücadelesi, deniz cenkleri, bi­ da ise Melamî-Bayramî Şeyhi İsmail Ma- halinde yakalanmış, şeriat gereği rec-
nicilik hünerleri, yarışlar, hayalci göste­ şuki ile on iki müridi Atmeydam'ndaki medilmesine kadı hüküm vermişti. İn­
rileri ve en çok da İstanbul esnaf ve sa­ ç e ş m e ö n ü n d e boyunları vurularak faz günü IV. Mehmed, İbrahim Paşa Sa-
natkârlarının gösterili geçişleri ilgi uyan­ idam edilmişlerdir. Daha sonra bunların rayı'na geldi. Suçlu kadın ve Yahudi,
dırmıştı. Düğün sırasında yeniçeriler anısına Atmeydanı'na bakan yamaçta Atmeydanı'na getirildiler. Önce Yahudi-
arasında çıkan kavgada ise Vezirazam Üçler Mescidi yapılmıştır. nin kılıçla boynu vuruldu. Sonra kadın,
Sinan Paşa'nın önünde iki yeniçeri öl­ Meydanın ayaklanmalara sahne olu­ beline kadar çukura gömüldü. Halk ta­
dürülmüştü. şu ise III. Mehmed döneminde 1602' rafından atılan taşlarla öldürüldü.
deki ilk sipahi eylemi ile başlamıştır. 1687'de, IV. Mehmed'in tahttan indi-
ATMEYDANI OLAYI 418

rilip II. Süleyman'ın padişah olmasını Hazine no. 1344; Evliya, Seyahatname, I, 64- acemioğlanlan yarı aç, harçlıksız ve ba­
izleyen günler boyunca kapıkulu asker­ 66, 559-560; Vehbî, Surnâme-i Sultan Ah- şıboş, "çıkma" müjdesi beklerlerken bu­
med Han, Topkapı Sarayı Ktp., Ahmed III, nun gerçekleşmediğini öğrenince 2
;
leri Atmeydanı'ndan ayrılmayarak türlü
no. 3593-3594; Mür'i't-Tevarih, II/A, 29; Ta­
eylemlerde bulundular. İdamını istedik­ rih-i Râşid, II, 26-28; Tarih-i Lutjl, III, 166; Ekim 1648 günü saraydan boşandılar
leri İstanbul kaymakamının cesedini bu­ Hans Derncshwam, İstanbul ve Anadolu'ya Kontrolsüz gruplar halinde kenti heye­
rada parçaladılar. Kapalıçarşı'yı yağma­ Seyahat Günlüğü, (çev. Y. Önen), Ankara, cana ve paniğe boğarak Atmeydanı'rj.
layıp naralar atarak Atmeydanı'na dön­ 1987, s. 137-140; Kömürciyan, İstanbul Tari­ geldiler. Buradaki İbrahim Paşa Sarayı
düler. Sarayı, bahşiş istekleriyle bunalt­ hi, 92, 93, 97; Inciciyan, İstanbul, 63-66; Jean acemioğlanlan da kendilerine katıldı.
Thevenot. 1655-1656'da Türkiye, (çev. N.
tılar. Sipahilerden başka, yeniçeriler, ce­ Olayı öğrenen Topkapı Sarayı Enderun
Yıldız), İst., 1978, s. 63; Lady Montagu, Tür­
beciler, topçular da bu eylemlere katıl­ kiye Mektupları 1717-1718, (çev. A. Kurutlu- gılmanları da (içoğlanları) engelleri aşıp
dılar. Nihayet 11 Şubat l688'de İstanbul oğlu), ist., ty, s. 126; Doriha L. Neave, Eski dışarı çıktılar. Yatıştırmaya gelen yeniçe­
çarşı esnafı beyaz bayrak açıp Atmeyda- İstanbul'da Hayat, (çev. O. Öndeş), İst., ri ağasını tutsak alan acemioğlanlan.
nı'ndaki askerlerin üzerine yürüdü. Es­ 1978, s. 92; Emest Mambouıy, İstanbul, Reh- çarşıya doğru harekete geçtiler. Elçi Ha-
ber-i Seyyahın, İst., 1925. s. 171 vd; Köprülü- nı(->) ile o çevredeki birkaç hanı ele ge­
nafı, halk, Galata, Eyüp kasabalarından
zade Mehmed Fuad, "Bizans Müesseselerinin
gelen silahlı gençler desteklediler, bu­ Osmanlı Müesseselerine Te'siri", Türk Hukuk çirdiler. Küçük gruplar halinde kente
nun üzerine isyancılar dağılıp kaçtı. ve İktisat Tarihi Mecmuası, I, 1931, s. 270- dağılıp yağmaya ve soyguna başladılar.
18. yy'ın başında da Atmeydanı, asi­ 271; Ahmed Refik "Kafes ve Ferace Devrinde İsteksiz olarak Girit'e gitmek üzere yola
istanbul At Meydanı", Akşam, 17 Şubat 1936; çıkmış bulunan bin kadar sipahi de Si­
lerin toplanma yeriydi. Ülkeyi Edirne' Z. Orgun, İbrahim Paşa Sarayı (Arkitekt'ten
den yöneten II. Mustafa'ya (hd 1695- livri'den geri döndü. Bıyıklı Mahmud
ayrı basım), İst., 1939: Konyalı. İstanbul Sa­
1703) karşı 15 Temmuz 1703'te 200 ce­ adlı bir sipahi çalığı ise peşindeki zor­
rayları; T. Reyhanlı, İngiliz Gezginlerine Gö­
beci Atmeydanı'nda toplanmış; birkaç re XVI. Yüzyılda İstanbul'da Hayat. Ankara balarla Sultan Ahmed Camii'ne yakın bir
gün içinde bunlara İstanbul esnafı, halk­ 1983, s. 41; Şehsuvaroğlu. İstanbul, 27-28; E. eve yerleşip ayaklanmanın elebaşısı ol­
Â. Çavlı, "Sultanahmet At Meydanı", Cumhu­ du. Kente dağılmış olan acemioğlanla-
tan yüzlerce insan da katılmıştı. İstan­
riyet, Aralık 1960; M. And, Kırkgün Kırkgece. nyla içoğlanları Bıyıklı Mahmud'un.
bul'dan yürüyüşe geçen ayaklanmacılar, ist., 1959; "Tezkiretü'l Enbiye", Mimar Sinan
Edirne Vakası denen ihtilalle II. Musta­ çevresinde toplanmaya başladı. Yöne­
ile İlgili Tarihi Yazmalar Belgeler, (haz. Z.
fa'nın tahttan indirilmesini, birçok kişi­ Sönmez), İst., 1988, s. 74-75. tim karşıtları, çıkarcılar, Sultan İbrahim
nin idamını gerçekleştirmişlerdir. 28 Ey­ yanlıları da birer ikişer Mahmud'un ya­
NECDET SAKAOĞLU
lül 1730'da başlayan Patrona Halil Ayak­ nında yer aldılar. Sofu Mehmed Paşa.
l a n m a s ı ^ ) ve 25 Mayıs 1807'deki Ka­ ulema sınıfından saygın kişileri nasihatçi
ATMEYDANI OLAYI gönderdi. Fakat söz dinletmek olanak­
bakçı Mustafa Ayaklanması'nda(->) da
25-28 Ekim 1648 günleri boyunca İstan­ sızdı. Üsküdür'daki sipahiler de kayık­
toplanma yeri Atmeydanı olmuştu. 1808'
bul'un yaşadığı kanlı olaylar ve karışık­ larla bu tarafa geçip Ahır Kapısı'ndan
deki Alemdar Olayı'nda(-0 yeniçeriler,
lıktır. "Atmeydanı Vakası", "Sipahi Fetre­ Atmeydanı'na çıkmaktaydılar. Paşakapı-
ara kararlar almak ve din bilginlerine
ti", "Sipahi Fitnesi", "Sultanahmed Mu­ sı'nda toplanan vezirazam ve vezirler,
danışmak için birkaç kez Atmeydanı'nda
harebesi", "Sultanahmed Vakası" da yeniçerilerin silahlanıp karşı hareket
toplanmışlardı. Nihayet 1826'da Yeniçeri
denmiştir. Bu ayaklanma başlamazdan için hazır bekletilmeleri kararını aldılar.
Ocağı'nın kapatılmasıyla sonuçlanan
önce Sultan İbrahim'in tahttan indirilip Şeyhülislam, ayaklanmayı sürdüren si­
Vak'a-i Hayriye sırasında da bu meydan­
boğdurulması, eski vezirazam Hezarpa- pahilerin ve acemioğlanlarının öldürül­
da önemli olaylar geçti. Kazan kaldırma
re Ahmed Paşa'mn, Cinci Hocanın idam­ meleri yönünde fetva verdi. Buna karşı­
olayını haber alan II. Mahmud, Beşik­
ları, kentteki gerilimi artırmıştı. Bu n e ­ lık Atmeydanı'nda mevzilenen ve sa­
taş'tan Topkapı Sarayıma geldi. Sancak-ı
denle kolaylıkla yatıştırılabilecek bir vunma önlemleri alan ayaklanmacılar.
şerif çıkartıldı. Herkesin bu kutsal bay­
olay, büyük bir ayaklanmaya dönüştü. 26 Ekim günü aldıkları kararla ayak di­
rak altında toplanması istendi. Atmeyda­
Atmeydanı Olayı, yeniçerilerle sipahiler vanı istediler. Ayrıca, Sultan İbrahim'in
nı'nda toplanan yeniçeriler, saray muha­
arasındaki düşmanlığı daha da artırdı­ katili olan vezirlerin idam edilmeleri ko­
fız birliğinin başında meydana gelen pa­
ğından sonraki yıllarda bu iki ocağın as­ şulunu öne sürdüler. Örgütlenen ayak­
dişaha saygı gösterdiler. Fakat buyruğu­
kerleri arasında sık sık kavgalar oldu. lanmacılar, yöneticilerin, ocak ağaları­
nu dinlemeyerek alışkanlıkları olan yağ­
Osmanlı tarihinde ağalar saltanatı denen nın evlerini taşlamaya giriştiler ve kent
maları yapmak için kente dağıldılar. Bu,
kısa ve başarısız bir askeri yönetim de halkını korkutucu eylemlere yönelttiler.
onlara karşı, kesin sonuçlu hareketin
bu olayın bir sonucu olarak ortaya çıktı. Herkes kaçıp saklanacak yer aramaya
başlamasına fırsat verdi.
başladı. 27 Ekim günü, ikinci bir fetva
7 yaşında tahta oturtulan IV. Meh-
Tarih-i Lûtfî'de, Yeniçeri Ocağı'nın yayımlanarak teslim olan acemioğlanla­
med'in (hd 1648-1687) ilk günlerinde
kapatılmasından, yeniçerilikle ilgili ya rının ocağa çıkarılacakları, diğerlerinin
Vezirazam Sofu Mehmed Paşa, kamu ha-
da bu ocağı çağrıştıran her şeyin yasak­ öldürülecekleri duyuruldu. Bunun etkisi
zinesindeki açıkları kapatabilmek için
lanmasının ardından, Etmeydanı'na(->) görüldü ve bir kısım acemioğlanlan ile
önlemler aldı. Acemioğlanlarının bir bö­
"Ahmediye", Atmeydanı'na da Ahmedi- sipahiler dağılmaya başladılar. Bıyıklı
lümünün "çıkma" yöntemiyle sipahi sını­
ye Meydanı adlarının verildiği yazılıdır. Mahmud da zorbaların bir bölümüyle
fına geçip ulufeli (aylıklı) olmalarını er­
30 Eylül 1895 günü, silahlı bir grup Üsküdar'a geçti.
teledi. Ocaktan atılmış sipahilere yeni­
Ermeninin Kadırga'dan Sultanahmet den asker yazılmaları için Girit Savaşına Olay neredeyse yatışmış iken Sofu
Meydanı'na çıkıp buradan Babıâli'ye gitmeleri koşulunu koydu. Sipahilerin Mehmed Paşa ile Şeyhülislam Abdürra-
yönelmeleri, İstanbul'da heyecan uyan­ bayram harçlıklarını, kuloğlu denen as­ him Efendi(->), zağarcıbaşım henüz Sul­
dırmıştı. ker çocuklarının terakkilerini (aylık zam­ tanahmet Meydanı'nda bulunan kalaba­
II. Meşrutiyet döneminde, Sultanah­ mı) vermedi. Bundan dolayı sipahiler lığa gönderip elebaşıları istediler. Bu.
met Meydanı adıyla İstanbul'un başlıca Üsküdar'da toplanmaya başladılar. Baba- yeni bir tepki doğurduğu gibi, gece de­
miting alanı durumuna gelen burada, dağı'ndan dönen ve iki yıldır aylık ala­ netimi yapan ocak ağaları ve silahlı ye­
İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal edil­ mayan bir kısım sipahi de bunlara katıl­ niçeriler, üç sipahiyi tutukladılar. Ertesi
mesinin ardından protesto mitingleri dı. Toplanan vezirler, ocak ağalarını Üs­ gün Şehzadebaşı Camii önünde bunla­
düzenlendi. küdar'a gönderip sipahilere öğüt verdir­ rın boyunları vuruldu. Kent içindeki si­
Bibi. Şeyhî, Vekayiu'l-Fuzalâ, II, 89, III, 590; diler. Ama, Osmanlı deyimiyle "kul yüze pahi evlerine baskınlar düzenlendi.
Silahdar Tarihi, I, 731; Tarih-i Solakzade, çıkmış", ayaklanma kaçınılmaz olmuştu. Olaylar ikinci kez alevlendi.
459; Tarih-i Selânikî. 166; Bostanzade Yah­ Bununla birlikte sipahilerin ramazan ayı Sipahiler ve acemioğlanlan "Bunlar
ya, Tarih-i Saf/Tuhfetıı'l-Ahbab. (Duru Ta­ boyunca etkili bir eylemleri görülmedi.
rih, [haz. N. Sakaoğlu]), İst., 1978, s. 108-109; bizi ayırıp kılıçtan geçirecekler!" diyerek
Surname-i Hümayun, Topkapı Sarayı Ktp., Diğer yandan, Galata Sarayı'ndaki yeniden Atmeydanı'nda toplandılar. Hü-
419 ATP AZARI SARNICI

şeyin K e t h ü d a ve Kara Kethüda, sipahi­ P a ş a ile y a n ı n d a k i l e r i s i p a h i l e r t u t s a k bir terör potansiyeli içerdiği bu ayaklan­
leri kışkırtıcı k o n u ş m a l a r yaptılar. Sofu alınca h ü c u m a geçtiler. Ö n l e r i n e g e l e n i ma ile bir k e z d a h a kanıtlanmıştır.
M e h m e d P a ş a ise İ s t a n b u l surlarının kılıçla doğramaya başladılar. Sipahiler Atmeydam'nda yoğunlaşan olayın,
tüm kapılarının kapatılmasını, deniz ula­ ve içoğlanları ise ok yağdırıp s a p a n taşı bu ç e v r e d e k i tarihi eserlere, en ç o k da
şımının durdurulmasını emretti. Fakat atıyorlardı. Bir ara y e n i ç e r i l e r n e r e d e y s e Sultan A h m e d Camii'ne büyük zarar ver­
ayaklanmacılar Ahır Kapısı'nı açtırıp Üs­ ç e k i l e c e k gibi oldular. O c a k ağaların­ diği anlaşılmaktadır. Sipahiler, s a v u n m a
küdar'a h a b e r ulaştırdılar. Bıyıklı Mah- dan Muslihiddin, atım ileri sürüp c e s a ­ maksadıyla Atmeydanı'ndaki b i r ç o k yapı
mud, t e k n e l e r e d o l d u r d u ğ u z o r b a l a r l a ret verdi. A s k e r " ç o r b a y a seğirtir gibi" kalıntısını s ö k ü p siperler yapmışlar, kimi
geri d ö n d ü . S a r a y a b i r a r z u h a l v e r e n ç ı l g ı n c a saldırdı. Bir anda Atmeyda­ yerleri de yıkıp kazmışlardır.
ayaklanmacılar, yeniçerilerin kendilerini n ı ' m n ortasına k a d a r ilerlediler. Önleri­ Bibi. Tarih-i Naima, IV, 350 vd; J . Hammer,
kıracağını bildirip tarafsız bir vezirazam n e g e l e n h e r k e s i k ı l ı ç l a y e r e serdiler. Devlet-i Osmaniye Tarihi, X, İst., 1338, s. 130
atanmasını istediler. Padişahm ağzından C a m i avlusuna v e i ç e r i s i n e sığınanlara vd; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III, I. Kısım,
" Y e n i ç e r i v e sipahi kullarımın ç e n g i n e da tüfeklerle kurşun yağdırdılar. Savaş 242-244; Danişmend, Kronoloji, III, 413.
iznim yoktur. Dağılırsanız vezirazam ve n e d i r b i l m e y e n , fakat i k i d e b i r s a v a ş N E C D E T SAKAOĞLU
müftüyü azlederim" yollu bir hatt-ı hü­ açılması için fetvalar v e r e n din bilginleri
m a y u n l a c e v a p verildi. B u n u ö ğ r e n e n bu c a n pazarı ortamında tir tir titremek­ ATP AZARI SARNICI
Sofu M e h m e d Paşa, Y e n i ç e r i O c a ğ ı m a teydi. Kimi ağalara yalvarıyor, kimi k a ç ­ Fatih Atpazarı'nda ( b a k . Atpazarlan) B i ­
sığındı. O ve ö t e k i vezirlerle şeyhülis­ m a k için yol arıyordu. Meydan, ak sa­ zans d ö n e m i n e ait sarnıç. B u g ü n Mıhçı-
lam, g e c e y i Orta Cami'de geçirdiler. kallı, k a r a sakallı sipahilerin, g e n c e c i k lar Caddesi'nin altında kalmıştır.
A t m e y d a n ı ' n d a k i a y a k l a n m a y ı yeni­ içoğlanlarının ve a c e m i o ğ l a n l a r ı m n kel­ B i z a n s d ö n e m i n d e b u b ö l g e d e sığır
den örgütleyen Hüseyin K e t h ü d a , Kara leleri, c e s e t l e r i ile d o l m u ş t u . Y e n i ç e r i ­ pazarı b u l u n u y o r d u . V a l e n s ( B o z d o ğ a n )
K e t h ü d a , Bıyıklı M a h m u d . D a l a k l ı Ali, l e r d e n d e e p e y c e ö l e n vardı. Bıyıklı K e m e r i ' n e o l d u k ç a y a k ı n bir y e r d e b u ­
O r u ç Ağa, K a r a Abdullah, P a n d u r Ali, M a h m u d ile H ü s e y i n K e t h ü d a , k e n d i lunan bu sarnıçtan, İstanbul'daki B i z a n s
Deli Birader Ahmed, B e n g i M e h m e d adamlarıyla Ahır Kapısı'na inip kayıkla su tesisleri ile ilgili k a p s a m l ı bir çalışma
adlı sipahiler, H ü s e y i n K e t h ü d a y ı b a ş ­ Üsküdar'a savuşmuşlardı. C a m i d e ka­ hazırlamış olan, b u k o n u n u n uzmanları
b u ğ seçtiler. F a k a t m e y d a n ı v e c a m i y i lanlar, şadırvan ç e v r e s i n d e , içeride mih­ Ph. F o r c h h e i m e r v e J . Strzygowski, ki­
d o l d u r a n a y a k l a n m a c ı l a r ı n ç o ğ u silah­ rap ö n ü n d e , m i n b e r b a s a m a k l a r ı n d a kı­ taplarında b a h s e t m e k t e l e r s e de, bu araş­
sızdı. Günlerdir aç susuz ve yorgundu­ lıçtan geçirildi. C a m i n i n i n c e kapıları, tırmacılar sarnıcın içine girememişlerdi.
lar. O g e c e s a r a y h a s a h ı r ı n ı n h a d e m e i ş l e m e l i c a m l a r ı tüfenk fındıkları (kur­ Atpazarı Sarnıcı b u tespitten ç o k u z u n
ve seyisleri de k e n d i l e r i n e katıldılar. ş u n ) ile d e l i k d e ş i k o l d u . Y e n i ç e r i l e r , bir süre sonra, a n c a k Î 9 7 8 ' d e i n c e l e n ­
"Aramızda bir de din bilgini bulunsun!" öldürülenlerin giysilerini, para keseleri­ miş v e A l m a n Arkeoloji Enstitüsü m ü ­
diyerek o semtte oturan Hanefi Efendi' ni, silahlarını yağmaladılar. H e r b a ş g e ­ dürlerinden Prof. Dr. W. Müller-Wiener
yi zorla getirdiler. S a b a h a kadar, planlar tirene Y e n i ç e r i Ağası Murad Ağa bahşiş­ tarafından planı çıkarılmıştır.
kurdular. l e r verdi. M i n a r e l e r e ç ı k ı p ş e r e f e l e r d e
Atpazarı Sarnıcı bir binaya altyapı
yalvarıp a ğ l a y a n a c e m i o ğ l a n l a r m a s o n
2 8 E k i m g ü n ü s a b a h ı Orta C a m i ' d e teşkil e d e n bir m a h z e n i n (kyripta) sar­
a n d a af ilan e d i l e r e k d o k u n u l m a d ı . Sa­
t o p l a n a n vezirler v e u l e m a n ı n g ö n d e r ­ nıç şeklinde düzenlenmesiyle meydana
vaş y e r i n d e n 7 0 içoğlanı v e a c e m i , 5 0
diği ö ğ ü t ç ü l e r bir başarı sağlayamadılar. gelmiştir. Sarnıcın mimari formunda bir
ahır h a d e m e s i . 2 0 0 sipahi c e s e d i t o p ­
Kara Abdullah'ın başkanlığındaki bir kiliseye altyapı oluşturduğu belirgindir.
landı. O l a y yatışınca teşhis e d i l e n ceset­
zorba grubu IV. M e h m e d ' i n katına çıkıp
leri, aileleri ve yakınları alıp götürdüler.
isteklerini yinelediler. Padişah, "Kimi is­
Kalan 200 cesedi asesbaşı arabalara
terseniz vezir yapayım." dedi. Y e n i ç e r i ­
yükletip d e n i z e attırdı.
ler b u n u h a b e r alınca, sipahileri kılıçtan
g e ç i r m e k ü z e r e h a r e k e t e geçtiler. K e n ­ Olay, kapıkulu ocaklarının iki b ü y ü k
tin h e r s e m t i n e tellallar g ö n d e r i p "Kim sınıfı olan yeniçerilerle sipahiler arasın­
bu c e n g e hazır o l m a z s a avreti boştur!" daki kin ve düşmanlığı artırdı. Sipahile­
diye bağırttılar. Mahalle imamlarına ha­ rin s ü r e g e l e n etkinlikleri de bu olayla
berler saldılar. B u arada Sofu M e h m e d s o n a erdi. Y e n i ç e r i O c a ğ ı ' n ı n ileri g e l e n
P a ş a iki tarafı d a h a da ö f k e l e n d i r m e k ağalan, İstanbul'da, yönetimi etkileye­
için bir y e n i ç e r i ç o r b a c ı s ı n ı s ö z d e öğüt c e k k a d a r nüfuz kazandılar. l651'e de­
için A t m e y d a n ı ' n a göndertti. Bu subayı, ğin süren bu nüfuz d ö n e m i , ağalar salta­
Atmeydanı y a k ı n ı n d a sipahi kılığına gir­ natı olarak bilinir. Sipahilerin p e k çoğu­
miş a d a m l a r ı n a öldürttü. Y e n i ç e r i l e r nun o c a k kayıtları silindi. Sipahioğulları
olayı ö ğ r e n i n c e b ü s b ü t ü n g a l e y a n a gel­ d e n e n ve aylıklı asker adayı sayılanların
diler. Sipahilerle a c e m i o ğ l a n l a r ı ise At- ise tamamı bu haktan y o k s u n bırakıldı­
m e y d a n ı ' n ı n dört y a n m a metrisler kaz­ lar. Bursa'ya k a ç a n Bıyıklı M a h m u d , Y e ­
mış, s o k a k girişlerini tutmuşlardı. nişehir yakınında yakalanıp idam edildi.
Ö n e m l i noktalara o k ç u l a r mevzilenmiş- Olayın etkili olduğu günler b o y u n c a İs­
ti. Y e n i ç e r i b ö l ü k l e r i n i n arkasından ve­ tanbul'da y a ş a m durdu. D ü k k â n l a r açıl­
zirler, o c a k ağaları, u l e m a da atlara bin­ madı. Kimse sokağa çıkmaya cesaret
miş ilerlemekteydiler. İstanbul, kanlı bir e d e m e d i . Cemaat, camilere gitmedi. Pa­
iç savaş gününü yaşamak üzereydi. dişah ve saray halkı. T o p k a p ı içinde
Şeyhülislam Abdürrahim Efendi'nin oğ­ m a h s u r kaldılar. B o ğ a z i ç i ' n d e t e k bir ge­
l u G a l a t a Kadısı M e h m e d Ç e l e b i , zırh mi görünmedi. Aynı günlerdeki şiddetli
giymiş, b a ş ı n a miğfer geçirmişti. Nâ- bir fırtına halkı b ü s b ü t ü n korkuttu.
ima'nın deyimiyle "zırh-ı dâvudî giyüb Şehrin g ü v e n l i ğ i n d e n sorumlu a s k e r
başına miğfer-i p o l a d ü z e r i n e kansariy- sınıfları ile o d ö n e m i n askeri okulları ni­
ye destar-ı c e d i d ve k o l ç a k l a r " ile sefere teliğindeki A c e m i O c a ğ ı celepleri ( a c e -
çıkan vezirler gibiydi. Elçi H a n ı ö n ü n e m i o ğ l a n ı ) ile E n d e r u n içoğlanlarının ka­
gelindiğinde y e n i ç e r i l e r iki t ü m e n e ay­ tıldığı bu a y a k l a n m a , İstanbul tarihinin
rıldılar. B i r kol, A t m e y d a n ı ' m n bir y ö ­ en ö n e m l i olaylarındandır. 17. yy'm or­ Atpazarı Sarnıcının W. Müller-Wiener
n ü n d e n diğeri ö b ü r y ö n ü n d e n alanı ku­ tasında İstanbul'un, disiplinsiz, soyguna, tarafından çizilmiş planı.
şattılar. S o n k e z ö ğ ü t ç ü g i d e n K e n a n Müller-Wiener. Bildlexikon
ö l d ü r m e y e susamış 1 0 - 2 0 . 0 0 0 m e v c u t l u
AUGUSTA 422

AUGUSTA Bu meydan ya da forum Bizans kay­ Teodosius tarafından tekrar düzenlen­


Bizans imparatoriçelerine verilen unvan. naklarında çok kez anlatılmıştır. Sınırları miş, bu sırada revaklar da tekrar YARA­
Augusta ya da Grekçe basilissa genelde ve fiziksel özellikleri konusunda belge­ mıştır.
imparatorun karısının unvanıdır. Fakat I. lere ve arkeolojik kazılara dayalı kesin 532'de ünlü Nika Ayaklanması I. İ u J
Aleksios'un annesi Anna Delassena gibi bir şey söylemek zorsa da, Ayasof- tinianos'un duruma egemen olmasıyla
imparator anaları ya da II. Teodosios'un ya'nın, Hippodrom kalıntılarının, büyük sonuçlanınca, imparator, Augusteion u
ablası Pulheria gibi güçlü saray kadınları bazilikanın sarnıcının ve güçlü bir olası­ yeniden inşa ettirdi. I. İustinianos'ur.
da augustalığı almışlardı. Augusta bir lıkla Milion'a ilişkin verilerin varlığı, yeni Ayasofyası, mekâna yepyeni bir
unvan olmaktan öteye sahibine hemen meydanm büyüklüğü konusunda bir fi­ boyut ve görkem kazandırdı, meydan
hemen imparatora eş bir politik statü kir vermektedir. Augusteion uzun kena­ da buna uygun şekilde düzenlendi. Dö­
kazandıran ilginç bir kurumdur. Gerçi rı ortalama 150 m civarında olan, ya nemin ünlü tarihçisi ve I. İustinianos'un
bütün imparatoriçelere bu unvan veril­ dikdörtgen ya da kare planlı, fakat ke­ yapılarını anlatan Prokopios(->) senan
memiştir, ama sadece Constantinus'tan sin biçimini gene de söyleyemeyeceği­ önündeki bu büyük alanın ortasmcr
I. İustinianos dönemine kadar dokuz miz bir meydandı. Burasının kent tarihi imparator tarafından yaptırılan sütunu
augusta vardır. Bunlar adlarına para içinde gelişimi, işlevi, görkemi, çevre­ şöyle betimliyor: Meydanda dolaşanla­
bastırmışlar, resmi belgelerde özel mü­ sindeki anıtlar ve bir saray meydanı ola­ rın çıkıp oturduğu yedi mermer basa­
hürlerini kullanmışlar, statülerini belir­ rak sahne olduğu olaylar konusunda maklı büyük bir kaide üzerinde yükseu
ten giysiler giymişler, resmi maiyetleri güvenilir tarihi gözlemler vardır. Mey­ bir sütun vardı. Taş dilimlerle inşa edil­
olmuş ve imparatorun idari statüsüne danm hayali rökonstrüksiyonları da ya­ miş bu büyük sütun, bezemeli bronz
paralel, onun kadar güçlü değilse bile. pılmıştır. Bir kent tarihinde mekânın sü­ levhalarla kaplandığı için tek parça gib:
belli bir idari statüleri bulunmuştur. Ge­ rekliliğini, prestijini ve kullanılışını ko­ gözüküyordu. Prokopios bu malzeme­
nellikle, bizde erkek evlat doğuran ha­ ruması açısından Augusteion, yani bu­ nin saf altından daha yumuşak renkte
sekinin sultan unvanı alması gibi, bir vâ­ günkü Ayasofya Meydanı dünya tarihi­ olduğunu ve değerinin de gümüşten
ris doğurdukları zaman imparatoriçele- nin en eski ve tek örneği sayılabilir. Ne daha az olmadığını söylüyor. Bu süslü
rin bazılarına bu unvanın verildiği gö­ Roma, ne Atina ne de herhangi bir dün­ sütunun başlığı üzerinde imparatorun
rülmektedir. Bizans'ta imparator aynı za­ ya kenti böylesine tarihi derinlikte bir bronzdan çok büyük bir atlı heykeli
manda en büyük rahip niteliği taşıdığı kullanılır mekân örneğine sahiptir. vardı. İmparator Bizanslıların hâlâ sayg:
ve kadınlar da rahip olamayacakları İlk Yunan koloni kenti Bizantion' duydukları Akilleus kıyafetindeydi:
için, augusta unvanı dinsel açıdan zorla­ un(->) güneybatı platosu üzerindeki Perslerin ülkesine doğru bakıyor ve
yıcı olduğu halde bu pratik sürmüştür. agorası (pazar meydanı) Augusteion'un elinde dünyayı simgeleyen bir küre tu­
Özellikle imparator öldüğünde onun ye­ öncülüdür. Septimus Severus çağında tuyordu. Kürenin üzerine bir haç çizil­
rine birisi geçene kadar devleti idare et­ agora meydanının çevresine yeniden mişti. I. İustinianos sağ elini de doğuya
mişler ve bazen yeni imparatorun seçi­ dört büyük revak (stoa) yapılarak mey­ uzatmıştı. Bütün bu işaretler imparato­
mini de yapmışlardır. Örneğin, Marki- dan tekrar düzenlenmiştir (bak. Tetras- run dünya egemenliğini ve zaferlerin:
anos, Augusta Pulheria, Anastasios ise toon). Constantinus Yeni Roma'yı ku­ simgeliyorlardı. Anılan sütunun dah;
Augusta Ariadne tarafından imparatorlu­ rarken aynı meydan, kentin forumları önce II.. Teodosios tarafından yaptırıldı­
ğa getirilmişlerdir. Makedonya sülalesi­ içinde, saray ve büyük kilise çevresin­ ğını söyleyenler vardır. Mango ise sütu­
nin vârisi olan I I I . Romanos'un karısı deki merasim işlevleri ve Constantinus nun I. İustinianos tarafından inşa ettiril­
Augusta Zoe, kız kardeşiyle imparator­ Forumu (bak. Çemberlitaş) ile birlikte diği ve üzerindeki heykelin de daha es­
luğu idare etmiş, evlendiği ikinci ve kentin en önemli iki meydanından biri­ kiye ait olduğu kanısındadır.
üçüncü kocalarını da imparator yapmış­ ni oluşturur. Augusteion'a ilişkin bilgi­ Ayasofya Kilisesinden sonra meyda­
tı. Augusta unvanı verilen imparatoriçe- miz yazılı kaynaklarda Constantinus ça­ nın en önemli yapısı büyük sarayın giri­
ler de imparator gibi taç giymişlerdi. Fa­ ğma kadar uzanmaz. En eski kaynak 5. şini oluşturan Halke idi. Yine Prokopi-
kat bu taç, imparatorunkinden farklı yy'ın birinci yarısında yazılmış olan No- os'un tanımına göre kubbesi altın yal­
olarak, patriğin değil, imparatorun elin­ titia Urbis Constantinopolitanae'dir(->). dızlı bronzla kaplı ve içi mozaiklerle
den giyilirdi. Belki hiçbir imparatorlukta Constantinus döneminde yapılan ilk sa­ süslü bu muhteşem yapı bir saray gibi
rastlanmadığı kadar çok sayıda kadının ray bu meydana bağlanıyordu. Saraym görkemliydi. Bu binanın daha önce I
imparatorluğun idaresine ortak olması, girişini ünlü Halke giriş holü oluşturu­ Anastasios döneminde yapılıp, Nika
bazen de yalnız başlarına bu sorumlulu­ yordu. 360'ta ilk Ayasofya Meydanı'nın Ayaklanmasından sonra I. İustinianos
ğu taşımaları Bizans tarihinin en ilginç kuzeydoğusuna inşa edildi. Saray girişi döneminde büyük ölçüde tamir edilmiş
özelliklerinden biridir. Augusta (ya da yanında, alanın güneydoğusunda sena­ olması muhtemeldir. İmparator ayrıca
basilissa) sıfatıyla imparatorluk makamı­ to vardı. Meydanın kuzeybatısında ise meydanın doğusunda yeni bir senato
nı işgal edenlerin içinde IV. Leo'nun eşi Ayasofya'dan önce yapılan büyük bazi­ inşa ettirmişti. Revakları ve çatısmdale
olup öz oğlunu kör eden İrene(->) gibi lika (bak. bazilikalar) yer alryordu. Bu heykelleriyle bu bina da klasik bir Ro­
ilk kadın hükümdarlar da vardı. bazilikanın girişinde bir tetrapilon(->), ma yapısı olarak 6. yy'da Konstantino-
başka bir deyişle anıtsal dört ayaklı bir polis'in mimari etki açısından hâlâ Rc-
DOĞAN KUBAN kemer yapısı olan Milion bulunmaktay­ malı karakterini koruduğuna işare:
dı. Bu yapı hem kentin anayolunun çı­ eder. Meydanın çevresindeki yapılar
AUGUSTEİON kış noktası idi, hem de imparatorluğun içinde eski bazilika ve onun avlusunda­
Erken Bizans döneminde imparator sa­ dört tarafına giden bütün yolların baş­ ki ünlü yeraltı sarnıcı kentin anıtsal tari­
rayı (bak. Büyük Saray), Ayasofya(->) langıçlarını gösteriyordu. hinde önemli bir yer işgal eder. Bazili­
senato, Hippodrom(->), Bazilika Sarnıcı Bu meydan Constantinus'un annesi kada büyük bir olasılıkla abartılan bir
(bak. Yerebatan Sarayı), Milion (bak. Augusta Helena'nm anısına sunulduğu sayı ile, 600.000 ciltlik bir kitaplık bu­
Milion Taşı) gibi bellibaşlı yapılarla çev­ için Augusteion adını taşıyordu. Orta­ lunduğunu Bizanslı tarihçiler yazar.
rili bir saray önü olan ana kent meyda­ sında büyük bir porfir sütun üzerinde Pierre Gilles(->), Konstantinopolis'teki
nı. Latince "augustaeum" denir. Ayasof- Helena'nm heykeli vardı. Ayrıca, bu bazilikanın Roma'daki gibi pazar yer:
ya Camii önündeki bu meydan, günü­ meydanda I. Teodosius'un üzerinde olmaktan çok, gençler için bir öğrenme
müzde bile topografyasının ve ilk yer­ heykel olan sütunu. Arkadius'un karısı yeri olduğunu söyler. I. İustinianos dö­
leşme anılarının kentsel yapıya sürekli­ Eudoksia'nın yine bir sütun üzerindeki neminde (527-565) yeniden yapılan bu
lik kazandıran öğeleri ve çevresindeki gümüş heykeli, Büyük Leo'nun heykelli bazilikanın biçimini pek bilmiyoruz. Fa­
arkeolojik verilerle İstanbul'un tarihi sütunu ve daha başka birçok heykel kat hemen yanında bakırcılar çarşısı
kimliğinde önemli bir yer tutar. bulunmaktaydı. Meydan 459 da Prefekt (Halkoprateia) bulunuyordu. Bazilika-
423 AUGUSTEİON

Augusteion
Ìstanbul
Ansiklopedisi

nın yanında ise Milion ya da Miliarium antik çağın şair, filozof, oratör (hatip) Milion, Regia ve büyük bazilika tümüy­
Aureum vardı. Büyük bazilikanın Au- gibi ünlülerinin mermer ve bronz hey- le yandıktan ve bunlar I. İustinianos ta­
gusteion'la ve çok muhtemeldir ki, Re- kelleriyle kent yaşamı için bir çekim rafından onarıldıktan ya da yeniden in­
gia veya Piliatou Palatiou ya da Basile- noktasıydı. Halk bitişikteki Hippod- şa edildikten ve imparatorun sütunu bu
ios Stoa denen ve sarayla Constantinus rom'a büyük beşik tonozlu dehlizlerle meydana dikildikten sonra Augusteion
Forumu arasında uzanan büyük revakla Augusteion tarafından giriyordu. İmpa­ kuşkusuz kentin en önemli merkezi ol­
da bağlantısı vardı. Augusteion'un ya­ ratorlar ise saraydan doğruca "katizma" muştur.
nındaki büyük revakta dava görüldüğü­ denilen imparator locasına geçiyorlardı. 7. yy'dan bu yana kentin tamamı gi­
nü Prokopios yazıyor. Ayrıca arzuhalci­ Hippodromun meydan yönünde bir de bi, Augusteion da ihmal edilmeye baş­
ler de buradaydılar. Bütün çevre gibi I. kulesi vardı. lanmış, anıtlar yavaş yavaş tahrip edil­
Constantinus tarafından ilk kez yaptırı­ miş, madeni heykeller eritilmiş, giderek
Hippodrom her zaman halka açıktı
lan bu revağm da heykellerle süslü ol­ köhneleşmiş, zaman zaman onarılması­
ve halk isteklerini burada dile getirirdi.
duğu biliniyor. Milion'dan geçerek sara­ na karşın Türk döneminden önce he­
Araba yarışları ise Bizans yaşamının,
yı Constantinus Forumu'na bağlayan re- men hemen ortadan kalkmıştır. Augus­
bugünkü futboldan daha da büyük ilgi
vak dışında, Augusteion'un çevresi de teion'un güneydoğu köşesine 7. yy'da
toplayan törensel ve politik bir etkinli­
Tetrastoon gibi dört tarafından revaklar- bir patrikhane yapılmış ve bina 1453'e
ğiydi. Böylece Hippodrom halkın yo­
la çevriliydi. kadar bu işlevini sürdürmüştü. 8. yy ba­
ğun kullanışı açısından Augusteion ile
Meydan üzerinde kentin en ünlü an­ birleşiyordu. Eski bir deyişle, Konstanti- şında Augusteion, Ayasofya Kilisesi'nin
tik hamamı olan Zeuksippos Hama- nopolis'te Tanrı Ayasofya'ya, imparator­ avlusu haline dönüşmüş olmakla birlik­
mı(->) bulunmaktaydı. Bu hamam adını, lar Büyük Saray'a, halk da Hippodrom'a te bazı anıtsal yapıları hâlâ koruyordu.
Bizanslı tarihçilere göre, eskiden aynı sahipti. Augusteion ile çevresindeki bü­ Haçlı istilası sırasında bütün kent gibi
yerde duran Zeus Tapınağı'ndan almak­ tün bu anıtsal yapılar ve onların etkin­ bu meydan da soyuldu, İustinianos Sü-
taydı ve Hippodrom'un yanma inşa likleri düşünüldüğünde, gerek fiziksel tunu'nun kaplamaları ve heykelleri de
edilmişti. Ayasofya'ya da yakındı. Bu­ atmosferin görkemi, gerekse sosyal, götürüldü ya da tahrip edildi. 1316'daki
günkü Ayasofya Hamamı muhtemelen kültürel, ekonomik ve politik etkinlikle­ bir fırtınada İustinianos Sütunu da kıs­
Zeuksippos'un bulunduğu alanın bir rin yoğunluğu açısından bu meydanın men yıkıldı. Meydan en son kez II.
bölümünü kaplamaktadır. Bizans döne­ kentte en başta gelen merkezlerden biri Andronikos döneminde (1282-1328) bir
minde Zeuksippos kentin en ünlü ve olduğu söylenebilir. Özellikle Nika tamir daha görmüştür.
eski hamamı idi. Büyüklüğü ve kullanı­ Ayaklanmasında Büyük Kilise, saray gi­ Augusteion'un son durumunu I. Se­
lan malzemenin zenginliğinin yanısıra rişi, Zeuksippos Hamamı, Hippodrom, lim (Yavuz) döneminde (1512-1520) İs-
AVARIZ 424

tanbul'a g e l e n Pierre Gilles'in kitabında lüleri ise h e r yıl ö d e n e n ve yasal vergi­ a n c a k savaşın getirdiği ağır e k o n o m i k
buluyoruz. Ayasofya M e y d a m ' n d a yapı­ ler kapsamına giren avârız-ı divaniyeyi b u h r a n n e d e n i y l e k a m u c a İstanbul'daki
lan bir kazı n e d e n i y l e tesadüfen K o r e n t ödemek için sandıklar, vakıflar kurmuş­ tüm avarız sandıklarına el k o n u l a r a k ne
düzeni y e d i sütun g ö r d ü ğ ü n ü s ö y l e y e n lar, buralarda biriken parayı faize ver­ k a d a r "avarız akçası" varsa h e p s i hazi­
Gilles bunların kaidesinin t o p r a k altında mişlerdir. Bununla birlikte vilayetlere n e y e gelir yazılmış v e bir d a h a m a h a ^ T
kaldığını, altı ayak (ortalama 9 m) uzun­ konan avarız vergilerinin hem yüksek ö l ç e ğ i n d e avarız s a n d ı k l a r ı k u r u l a m a ­
luğunda o l d u ğ u n u ve b ü t ü n k o l o n sis­ olması, hem de yöneticilerin, kadıların mıştır. Aynı ş e k i l d e e s n a f örgütlerinin
t e m i n i n y ü k s e k l i ğ i n i n k a i d e y l e birlikte çıkarcı tutumları yüzünden pek ç o k birer kredi ve kefalet k a y n a ğ ı işlevinde-
14 m tutalabileceğini ve k o l o n l a r arasın­ yerde halkın perişan olduğunu tarihler ki avarız sandıkları da kapanmıştır.
da o r t a l a m a 6 m a ç ı k l ı k b u l u n d u ğ u n u haber verir. Fındıklık Süleyman Efendi, Avarız uygulamasının ortaya çıkardığı
yazar. Gilles'in g ö r d ü ğ ü sütunlar m e y ­ Mür'i't-Tevarih'te, Anadolu'nun harap ikinci tür kurumlar, avarız vakıflarıydı.
dan ç e v r e s i n d e k i r e v a k l a n n öğeleriyse, oluşunun ve yoksul düşüşünün bir ne­ Kimi hayır sahipleri, ev, d ü k k â n , bağ.
bu yükseklikteki revaklann çevresinde denini avarız olarak gösterir. b a h ç e , tarla gibi taşınmazlarını ya da bir
d u r a n y a p ı l a r ı n Ayasofya b o y u t l a r ı y l a Avarızın İstanbul'daki uygulanışına miktar parayı avarız vakfı yapmaktaydı­
a h e n k i ç i n d e k i anıtsal kütleler oldukla­ ilişkin en eski kayıt, 1044/l634'te düzen­ lar. Bu vakıfların gelir v e y a nemaların­
rını ve K o n s t a n t i n o p o l i s î n imparatorluk lenmiş olan "Defter-i hânehâ-yı avârız-ı dan, yoksul yükümlülerin avarız vergis:
R o m a ' s ı n d a n h i ç d e aşağı k a l m a y a n bir mahallât ve zimmîyân ve yahûdiyân tâ- payları ö d e n d i ğ i gibi, hastalara, afetze­
k e n t s e l o r t a m a sahip b u l u n d u ğ u n u söy­ bi-i kaza-i mahmiye-i İstanbul" başlıklı delere, yoksullara da bu vakıflardan yar­
leyebiliriz. avarız defteridir. Burada, İstanbul'un, dımda bulunuluyordu. Avarız vakfından,
Bibi. Prokopios, Notita Urbis Constantinopo- Müslüman. Hıristiyan ve Yahudi yüküm­ m a h a l l e n i n ç e ş m e s i , m e k t e b i , camisi,
litanae, (çev. B. Dewing), Londra-Cambrid- lüler olarak toplam 288 mahallede 2.990 y o l u onarılıyor, y o k s u l ailelerin kızlan
ge, 1564, s. 33-35; Muller-Wiener, Bildlexi- "hane" (vergi birliği) oluşturduğu görül­ gelin ediliyor, d ü k k â n açanlara sermaye
kon, 248-249; Constantinople in the Early mektedir. Bu sayı l650'de 3.055'e çık­ a k ç e s i dahi veriliyordu. İstanbul'da b u
Eight Century: the Parastaseis Syntomoi türden p e k ç o k vakıf vardı. Avarız vakfı
mıştır. Yüzyıllar boyaınca birçok ayrıca­
Chronikai, (haz. A. Cameron-T. Herrin). Le­
iden, 1984, s. 232-262; P. Gilles. The Antiqu­ lıkları ve muhtelif vergilerden bağışıklık­ mallarının kirası ile sair gelirlerinden ih­
ities of Constantinople, New York. 1988, s. ları bulunan İstanbul halkından, İV. Mu­ tiyacı olanlara kredi açılıyordu. E s n a f ve
104-108; Janin, Constantinople byzantine, rad dönemine ait ve olasılıkla Revan se­ m a h a l l e avarız s a n d ı k l a r ı n d a n sorumlu
65-67; Guillan, Etudes, 40-54; C. Mango, "le feri (1634-1635) öncesinde düzenlenen mütevellileri İ s t a n b u l v e Bilâd-ı Selâse
Développement Urbain de Constantinople bu defterde ne kadar avarız vergisi top­ kadıları denetlerlerdi. M u s a h i b z a d e Ce­
(IV e -VII e siècles)", Travaux et Mémoires du
landığına ilişkin bir bilgi yoktur. Ancak, l a l i n İstanbul Efendisi o y u n u n d a , Kadı
centre de Recherche d'Histoire et Civilisation
de By zan ce, Paris, 1985. s. 8-19. Koçi Bey Risalesi'nde. avarız defterinin Savleti ile avarız mütevellisi arasında ge­
DOĞAN KUBAN doğrudan vezirazam tarafından dağıtıl­ ç e n k o n u ş m a l a r , m a h a l l e n i n su, kaldı­
ması, toplama işinin Müslüman ve din­ rım vb işlerinin sandık parasıyla yapıldı­
dar kimselere yaptırtılması. hane başına ğına ilginç bir ö r n e k verir. İstanbul'da,
AVARIZ
300 akçe, toplayan için 40 akçe alınması avarız vergisini ö d e m e y e n l e r i n davasına
"Avârız-ı d i v a n i y e " , "avarız a k ç a s ı " da öngörüldüğüne göre valnızca İstanbul' ise İ s t a n b u l k a d ı s ı n ı n y a r d ı m c ı l a r ı n d a n
denmiştir. Tekâlif-i örfiye t ü r ü n d e n bir dan (Galata ve Üsküdar hariç) yaklaşık olan avarız naibi bakıyordu.
vergi o l u p . 19. yy sonlarına d e ğ i n İstan­ 1.000.000 akçe tutarında avarız geliri el­
bul'da da uygulanmıştır. B a ş l a n g ı ç t a , sa­ T a n z i m a t ' ı n ilanından ( 1 8 3 9 ) sonra
de edildiği tahmin edilebilir. Bununla vergi ve y ü k ü m l ü l ü k konularındaki yeni
vaş zamanlarında, olağanüstü h a r c a m a ­ birlikte 1640'tan sonra, bir yandan Girit
ları g e r e k t i r e n d u r u m l a r d a a l ı n m a k t a d ü z e n l e m e l e r d e n s o n r a avarız sandıkları
Savaşının (1645-1669) getirdiği parasal ve vakıfları, avarız vergisiyle ilgili asıl iş­
i k e n z a m a n l a olağan vergiler k a p s a m ı ­ yük. diğer yandan eyaletlerden gelmesi
n a girmiştir. "Avarız a k ç a s ı " m " h a n e " levini yitirdi. F a k a t İ s t a n b u l ' d a k i kuru­
gereken vergilerin tahsilindeki güçlükler, luşlar, m e k t e p ve mahalle yolları yapımı
d e n e n y ü k ü m l ü grupları öderlerdi. İstanbul'un vergi yükünü artırmış gözük­ gibi hayır işlerine daha ç o k ağırlık ver­
T a r i h ç i Lûtfî Paşa, avarızın ilk k e z I. mektedir. Özellikle de üç ayda bir kapı­ diler. 1830'lu yıllarda İstanbul mahallele­
Selim (Yavuz) zamanında ( 1 5 1 2 - 1 5 2 0 ) kulu ulufelerinin ödenmesinde karşılaşı­ rinde muhtarlık ve ihtiyar heyeti örgütü
k o n d u ğ u n u v e " h a n e " (gelir d u r u m u n a lan güçlükler çarşı esnafına ve mahalle kurulunca avarız sandık ve vakıflarının
g ö r e 3-5 aileyi k a p s a y a n yükümlü biri­ halkına yeni avarızlar yüklenmesini ge­ yönetimi de bunlara bırakıldı. Ancak
m i ) b a ş ı n a ö n c e l e r i b e ş s e n e d e bir 2 0 rektirmiştir. Bunun sonucunda ise İstan­ 1 8 3 6 ' d a n sonra avarız vakıflarının yöne­
a k ç e , d a h a s o n r a 4 0 a k ç e alındığım ya­ bul halkının ve esnaf zümrelerinin ilginç timi, E v k a f N e z a r e t i n e , avarız sandıkla­
zar. IV. Murad d ö n e m i n d e ( 1 6 2 3 - 1 6 4 0 ) çözüm yolları buldukları, avarız sandık­ rının y ö n e t i m i ise 1 8 6 9 ' d a n itibaren be­
ise b u miktarın 3 0 0 a k ç e y e çıktığını K o - ları ve vakıfları oluşturdukları saptan­ lediye dairelerine bırakıldı. Fakat mahal­
çi B e y bildirmektedir. Mür'i't-Tevarih'te maktadır. Doğal olarak bu tür kurumlar le ya da e s n a f örgütleri ö l ç e ğ i n d e , birey­
ise, bu verginin II. B a y e z i d d ö n e m i n d e mahalle, çarşı ve arasta ölçeklerinde ye­ lerin karar ve katılımı ile oluşan bu sos­
( 1 4 8 1 - 1 5 1 2 ) k o n d u ğ u , g e r e k İstanbul v e ni dayanışmalara, yardımlaşmalara ortam yal kuruluşlara, O s m a n l ı h ü k ü m e t i n i n
g e r e k s e A n a d o l u v e Rumeli bölgelerin­ hazırlamıştır. Örneğin Yahudi cemaatinin n i z a m n a m e l e r ç ı k a r t a r a k m ü d a h a l e et­
d e n toplandığı yazılıdır. B a ş l a n g ı ç t a bu "kaza, bela sandığı" adını verdiği ve ava­ mesi, z a m a n z a m a n da savaş g e r e k ç e l e ­
v e r g i y e " p e k s i m e t - b a h â " d e n m e s i , bu­ rız bedellerinin ödenmesinde yararlanı­ riyle p a r a s a l b i r i k i m l e r i n e el k o y m a s ı ,
nun savaş z a m a n l a r ı n a m a h s u s bir uy­ lan ortak paradan, l 6 6 l ' d e Sadrazam hoşnutsuzluk doğurdu. Avarız sandık ve
g u l a m a o l d u ğ u n u düşündürür. A n c a k , Köprülü Mehmed Paşa'ya rüşvet verme vakıflarını b e s l e y e n y a r d ı m l a r kesildi.
ü ç b e ş yılda bir k e z k o n a n avarız, d a h a yolları arayarak Eminönü'ndeki Yahudi Bu kuruluşların y ö n e t i m i n d e birtakım
sonraları d e p r e m , sel, yangın vb afetler Mahallesi'nin yıkılmasını durdurmaya ça­ yolsuzluklar ortaya çıktı.
de g e r e k ç e gösterilerek sık sık a l ı n m a y a lıştığı bilinmektedir.
1 8 7 0 ' t e y a y ı m l a n a n 3 4 m a d d e l i k bir
başlandı ve I. Mustafa'nın ikinci saltana­
Müslüman mahallelerinde oluşturu­ y ö n e t m e l i k l e , h e r m a h a l l e d e birer tedris
tında (1622-1623) ise m a k t u vergiye dö­
lan avarız sandıklarında biriken para­ e n c ü m e n i oluşturulması v e s e m t m e k t e ­
nüştü. H e r yıl Fatih Camii avlusunda yi­
dan ise, vergi ödendikten sonra arta ka­ binin ihtiyaçlarının bu e n c ü m e n c e ve
n e l e n e n b i r a r t ı r m a ile d e d i ğ e r b a z ı
lan para ile düşkünlere, yoksullara, evi "avarız a k ç a s ı " t o p l a n m a k suretiyle kar­
vergiler gibi toplanması, kapıkulu sipa­
yanan veya yıkılanlara yardım edildiği­ şılanması öngörüldü. 1 9 1 2 ' d e İstanbul
hilerine ihale ediliyordu. Sipahiler ava­
ne ilişkin pek çok örnek saptanabil- m a h a l l e l e r i n i n tedris e n c ü m e n l e r i n e
rız tahsili karşılığında "gulamiye" d e n e n
mektedir. Bir tür mahalle kasası olan bu maarif e n c ü m e n i adı verilerek y e n i bir
ayrı bir vergi d a h a almaktaydılar.
sandıklar, 1877-1878 Osmanlı-Rus Sava- y ö n e t m e l i k çıkartıldı. Y ö n e t m e l i k , semt
G e r e k İstanbul g e r e k s e taşra yüküm- şı'na kadar sosyal işlevini sürdürmüş, okullarının masraflarını karşılayıcı gelir
425 AVCILAR İLÇESİ

kaynaklan arasında "avarız akçası"na da fet ve uygulanan teknik de Sinan yapısı AVCILAR İLÇESİ
yer vermekteydi. Fakat bu paranın top­ olduğunu açıkça göstermektedir. İstanbul şehrinin, Trakya kesimine ya­
lanması ve y e r i n e h a r c a n m a s ı sağlana­ Yatay kuvvetlerin karşılanması için yılmasına katkıda bulunan eski köy yer­
madı. B u n e d e n l e 1913'te y a y ı m l a n a n Sinan'ın Uzunkemer, Paşa Kemeri ve di­ leşmelerine tipik bir örnek olan Avcılar,
Tedrisat-ı İbtidaiye K a n u n - ı M u v a k k a ­ ğer kemerlerde uyguladığı 3 m eninde 1987'ye kadar Bakırköy İlçesi'ne bağlı
t i n d e ( g e ç i c i ilköğretim yasası) bu ver­ ve tabandaki 10,60-0,75 m'lik çıkıntılar, idi. İdari bakımdan köy statüsünü sür­
giye y e r verilmedi. tepede sıfır olacak şekilde yapılan pa­ dürürken 1966'da ayrı bir belediyeye
Bibi. Lûtfî Pasa. Asafname, 1st., 1326, s. 24- yandalar bu kemerde de aynen uygu­ sahip oldu. 1987'de Küçükçekmece'nin
25; Koçi Bey 'Risalesi, 1st., 1972, s. 124-125, lanmıştır. Gözlerin açıklıkları 4,50 m'dir. ilçe yapılmasıyla buraya bağlanan Avcı­
Mür'i't-Tevarih, 481; Silahdar Tarihi, I, 218 Yalnız ortadaki göz 6 m olarak yapılmış­ lar 1992'deki yeni idari yapı değişiklik­
vd, Ö. Lütfi Barkan, "Avarız", ¿4, II, 13-19; tır. On bir gözü vardır. Talveg'den tepe­
Abdurrahman Vefik, Tekâlif Kavaidi, 1st., leri çerçevesinde, Küçükçekmece İlçe­
sinin yüksekliği 10.30 m'dir. Sert kalker sinden ayrılarak İstanbul'un yeni ilçele­
1328, s. 98-99; M. Aktepe "XVII. Asra Ait İs­
tanbul Kazası Avarız Defteri" İstanbul Ensti­ taşları ile yapılmış olan bu kemer insan­ rinden biri haline getirildi.
tüsü Dergisi, III, 1957, s. 109-125; Ergin, Ma­ ların tahribatından kurtulamamış, künk-
İstanbul'a 27 km uzaklıktaki Avcı­
arif Tarihi, III, 726, IV, 1066; Ergin, Şehirci­ leri ve taşları sökülmüş ve sökülmekte­
lik, 27; Pakalm, Tarih Deyimleri, I, 112 vd; ların yerleşme alanının bulunduğu ke­
dir. Künklerin iç çapı 21 cm'dir.
Musahipzade, İstanbul Yaşayışı, 1992, 61-62; sim. Ayazma Deresi ile hafifçe parçalan­
Musahipzade Celal, İstanbul Efendisi, 1st., Süleymaniye suyollarma ait haritada mış, yaklaşık 90 m yükseklikte bir plato
1938, s. 70; Uzunçarşılı, İlmiye, 143. bu kemer on bir gözlü, Topkapı Sarayı görünümündedir.
NECDET SAKAOĞLU Müzesi III. Ahmed bölümündeki 1607
Bugünkü Avcılar'm bulunduğu yöre­
tarihli haritada on iki gözlü, 1748 tarihli
de, Ambarlı'da(->), Cumhuriyetten ön­
haritada ise yine on iki gözlü olarak çi­
AVASKÖY KEMERİ ce, 40-50 haneden oluşan bir Rum köyü
zilmiştir. Bu sonuncu harita eski harita­
Atışalanı'nda eski adıyla Avasköy olarak vardı. Balıkçılık ve bağcılıkla uğraşan
lar içerisinde ölçekli çizilmeye çalışılan
bilinen yerdedir. Sinan'ın yaptığı suke- köy halkının 1924'te mübadeleye tabi
ilk haritadır ve Müderris Köyü Avas­
merleri arasında g e r e k Tezkiretü'l-Bün- tutularak Türklerle yer değiştirmesi, kö­
köy'ün kuzeydoğusunda işaretlenmiştir.
yan ve gerekse Tezkiretü'l-Ebniye'de yün ekonomik faaliyetlerinin de değiş­
Sinan'ın bu önemli yapısının kenarı­ mesine neden oldu; balıkçılık ve bağcı­
"Müderris K ö y ü k u r b u n d a k i k e m e r d i r " na her türlü pislik ve moloz dökülmek­
diye bir k e m e r d e n bahsedilir, fakat adı lığın yerini tarım aldı. Kısa bir süre son­
te, günden güne harap olmaktadır. ra. 1928de yöreye 35 hanelik bir göç­
verilmez. Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde
Wittek, v o n der Goltz Paşa'nm harita­ men gurubunun gelmesi, bu kez yerleş­
1815 numaralı ve 1748 tarihli Beylik Su­ menin mekânsal değişimine yol açtı. Kı­
sında gösterilen ve halen Metris Çiftliği yu haritasında on iki gözlü, aynı yerde­
diye anılan yerin Fatih Sultan M e h m e d yıdaki yerleşmenin kuzeyinde bulunan
ki Süleymaniye suyollarma ait haritada 12.000 dönümlük Amindos Çiftliği satın
tarafından h o c a s ı Müderris Alaeddin Tu- ise on beş gözlü, Köprülü Kütüphane­
si'ye verildiğini ve bu yüzden de burası­ alınarak Avcılar Köyü'nün çekirdeği
sindeki 244/2 numara ve 1859 tarihli oluşturuldu. Avcılar Köyü'nün nüfusu,
nın Müderris Köyü diye anıldığını bildir­ haritada ise on iki gözlü gösterilmiş ve
mektedir. Ancak yeni haritalarda ve hat­ b ö y l e c e 1935'te 340'a çıktı. 1940'ta,
Yılanlıkemer olarak yazılmıştır. Bu ke­ 1.222'ye yükselen nüfus, 1945'de II.
tâ 19. yy'daki haritalarda Müderris Köyü merin üzerinden Süleymaniye ve Beylik
adını bulmak m ü m k ü n değildir. T o p k a p ı Dünya Savaşı sırasında, 1.730'a çıktı. Bu
sularının künk boruları geçer. Kemerin artışta, savaş sırasında bölgeye yerleşti­
Sarayı Müzesi Kitaplığı III. Ahmed bölü­ göz sayısı on birdir. Yukarıda sözü edi­
münde bulunan 1161/1748 tarihli harita­ rilmiş askeri birliklerin de payı olabilir.
len haritada on iki olarak gösterildiğine Savaştan sonra tekrar bir miktar azalma
da Müderris Köyü, Avasköy'ün (Atışala- göre bir göz yıkılınca sonradan kapatıl­
nı) yanında çizilmiştir. B ö y l e c e Müderris göstererek 1950'de 1.130'a inen nüfus,
mış olabilir. 1950'den itibaren tekrar artmaya başla­
K ö y ü ' n ü n Metris Çiftliği ve b a h s e d i l e n
k e m e r i n de on bir açıklıktı ve bir katiı Bibi. O. Dalman. Der Valen Aquädukt in dı. 1970'ten sonra daha hızlı bir artış sü­
Konstantinopel, Bamberg, 1933: Cecen. Hal­ recine girerek 1960'ta 1.979, 1965'te
Avasköy Kemeri olduğu kesin olarak an­ kalı, 129-130.
laşılmıştır. Bu kemerin yapısındaki zara­ 3.295, 1970te 9.856, 1975'te de 14.888
KAZIM ÇEÇEN oldu; 1985'te 105.668 ve 1990'da da
126.282'ye erişti.
Avcılar nüfusunun hızla çoğalmasın­
da, özellikle 1965'ten sonra yerleşme sı­
nırları içinde kurulan sanayi tesisleri
başrolü oynamıştır. Önceleri Ambar­
lıda, bir süre sonra da Haramidere'de
kurulan tesisler, zamanla Londra Asfal-
tı'nm iki kenarında yayılmaya başlamış:
1970te burada yalnızca 9 tesis bulun­
masına rağmen, bölgede sanayi, balıkçı­
lık ve tarım sektöründen daha önemli
bir duruma gelmiştir. Böylece, Avcılar'ın
ekonomisinde balıkçılık, bağcılık ve ta­
rım tarihe karışmış, bunların yerini sa­
nayi, ticaret ve rekreasyon (eğlence-
dinlenme) almıştır. Yakın yıllarda İstan­
bul Üniversitesi kampusunun buraya ta­
şınmasıyla, Avcılara yeni bir hareketli­
lik ve canlılık gelmiştir.
Köy statüsündeyken sanayi tesisi
kurma izninin son derece kolay veril­
mesi kısa bir süre içinde yerleşmenin
sanayi tesisleriyle dolmasına yol açmış,
Avasköy Kemeri işletmelerdeki işçi talebi, İstanbul'un
Kâzım Çeçen
birçok bölgesinde olduğu gibi, ülkenin
AVCILIK 426

gir, Ambarlı, Denizköşkler) karayolunun


üst, yani göl tarafında; 4 mahalle de
(Mustafakemalpaşa, Firuzköy, Üniversi­
te, Gümüşpala) deniz tarafında kalmak­
tadır. Bu 8 mahallenin 1990'a ilişkin nü­
fusu tabloda gösterilmiştir.
EROL TÜMERTEKİN

AVCILIK
İstanbul'un coğrafi konumu ve doğal
yapısı sayesinde, yakın zamana kadar
şehrin çevresinde avlanmak mümkün­
dü. Fetihten itibaren, İstanbul ahalisi şe­
hir civarında, özellikle de Haliç ve Bo­
ğaz sırtlarındaki kırlık ve ormanlık ara­
zide avlanıyordu. Ava elverişli arazinin
bir bölümü koru adı altında padişahın
avlanmasına tahsis edilmiş olup buralar­
da başkalarının avlanması yasaktı. 16-
18. yy'lar arasında, Frenklerin korularda
avlanmalarını men etmek için yazılmış
olan fermanlardan, bu avlaklardan bazı­
larının: Kâğıthane'den sukemerlerine
uzanan bölge; Beykoz, Tokat Bahçesi
ve Akbaba arasındaki bölge; Halkalı ve
Belgrad Ormanı yakınındaki Arnavut-
köy olduğu anlaşılmaktadır. I. Ahmed
İstanbul'da Üsküdar, İstavroz (Beylerbe­
yi), Tersane ve Davutpaşa bahçelerinde
avlanırdı. Bununla birlikte padişahlarm
doğancı, şahinci, zağarcı, seksoncu gibi
avcı birlikleriyle sürek avı düzenledikle­
ri asıl avlakları Trakya'da, Çatalca'dan
Avcılar Edirne'ye uzanan bölgedeydi. 1853'te
İstanbul Ansiklopedisi
yaptırılan Ihlamur Kasrı'nın "av köşkü"
olarak nitelenmesi, o tarihte bile, şehrin
çok çeşitli yerlerinden bölgeye nüfus manlar şehirden çok uzak sayılan Am- hemen kenarında iyi av yapılabildiğin:
akması ve gecekonduların ortaya çık­ barlı'ya taşınmasıyla başlamıştır. Avcı­ göstermektedir. İstanbul'da sadece kara
masıyla sonuçlanmıştır. Daha 1959'da, larda 1974'e kadar, gerek doğrudan bu­ hayvanları değil, su kuşları da avlanabi­
Yakıt Depolama ve Dolum Tesisleri ile rada kurulan gerekse İstanbul'dan (hat­ liyordu. Melling'in 18. yy'a ait bir gravü­
Termik Santralın kurulmaya başlama­ tâ bir tesis de Konya'dan) taşınarak ge­ ründe, o zaman yer yer sazlıklarla kaplı
sıyla özellikle Karadeniz ve Doğu Ana­ len toplam 37 tesis vardı. Bu tarihte Av­ olan Halic'in iç kısımlarında tüfekle ya-
dolu bölgelerinden gelen göç hareketi, cılar Belediyesi'nde sanayi alanlarım be­ banördeği avlandığı görülmektedir.
diğer sanayi tesislerinin ve bu arada kı­ lirlemeye doğru bir hareket başladı: Ci­
Türkiye'de geleneksel av silahı ok ve
yıdaki dinlenme tesisleri ve yazlık evle­ hangir Mahallesinde sanayi tesisi kurul­
yaydı. Padişah ve devlet ricali, kuş avını
rin inşası için işçi ihtiyacına bağlı olarak masına izin verildi. Ancak daha sonraki
doğanlarla yapmayı tercih ederdi. Ge­
hızla artmıştır. Bugün Avcılar nüfusu­ yıllarda yalnızca sanayi değil, diğer şe­
yik, karaca gibi hayvanlar ise zağarla:
nun, yüzde 70 kadarı İstanbul dışı iller­ hirsel fonksiyonlar da plansız bir şekil­
tarafından bulunup kıstırıldıktan sonra
den gelenlerden oluşmakta; hattâ. Ci­ de arttı. Böylece. 1980'lere kadar ba­
okla vurulurdu. 18. yy'da ağızdan dol­
hangir Mahallesinde bu oran yüzde 90'ı ğımsız bir belediye olan Avcılar, bu ta­
ma çakmaklı tüfekler ok ve yayın yerini
aşmaktadır. rihten sonra İstanbul Büyükşehir Bele­
aldı. 20. yy başında da fişek atan kırma
Avcılarda sanayi faaliyetleri, İstan­ diyesi sınırları içine alındı ve arazi kul­
tüfekler kullanılmaya başlandı.
bul'da kent içinde Ortaköy'de bulunan lanımı açısından tam bir kargaşa içinde
olan yeni bir alan parçası daha İstan­ Evliya Çelebi 17. yy'da en çok avla­
petrol depolama ve dolum tesislerinin,
bul'a eklendi. nan kuşlar olarak, yabankazı (Anser ve
tehlikeli oldukları düşüncesiyle o za-
Branta türleri), yabanördeği (Anas.
Günümüzde Avcılar'da, başta made­ Aythya, Netta vb türleri), turna {Grus
ni eşya, dokuma, giyim eşyası olmak grus), toy (Otis tarda), balıkçıl İArdea
Avcılar'ın Nüfusu üzere 350'den fazla sanayi tesisi faali­
(1990) ve Egretta türleri), turaç {Francolinus
yettedir. francolinus), keklik {Alectoris graecd).
Mahalleler Nüfus Avcılar'da yerleşmenin ilk çekirdeğini çil keklik {Perdix perdix), karatavuk
oluşturan Merkez Mahallesi'yle birlikte (tahminen ormantavuğu: Tetrao urogai-
Merkez (Avcılar) 21.803
toplam 8 mahalle bulunmaktadır. Bunla­ lus) ve sülünü {Phasianus colchicusj
Cihangir 15.518 rın en yenisi 1985 nüfus sayımında bile sayar; memelilerden ise, geyik ve kara­
Ambarlı 18.131 yer almayan Üniversite Mahallesi'dir. Bu cadan söz eder.
Denizköşkler 28.758 mahalle, yakın yıllara kadar oldukça 20. yy başına geldiğinde, bu liste
tekdüze bir yaşantısı olan Avcılar'a can­ epey değişmiş; turaç ve ormantavuğu-
Mustafakemalpaşa 11.231 lılık getirmiş, özellikle rekreasyon tesis­ nun İstanbul çevresinde soyları tüken­
Firuzköy 11.383 leri başta olmak üzere, ticaret hayatının mişti. Turna ve balıkçıllar ise artık av
Üniversite 4.414 da hareketlenmesine yol açmıştır. Avcı­ kuşu olarak kabul edilmiyordu. Turna
ların 8 mahallesini E-5 Karayolu ikiye ve balıkçıl tüyleri, başta yeniçeriler ol­
Gümüşpala 15.044
böldüğü için, 4 mahalle (Merkez, Cihan­ mak üzere birçok askeri sınıf mensubu
427 AVCILIK

tarafından sorguç olarak başlıklarına ta­


kılırdı. Eti makbul olmayan bu kuşların
eski devirde yalnızca tüyleri için avlan­
dıkları tahmin edilebilir. Gözde av kuş­
ları olmaya devam eden sülün, keklik,
çil keklik, ördek ve kazın yanısıra, İs­
tanbul'da av kuşları arasına, çulluk
(Scolopax rusticóla), suçulluğu (Galli-
nago gallinagö) ve bir kumru türü olan
üveyik (Streptopelia turtur) katılmıştı.
Geleneksel av hayvanlarına göre daha
küçük oldukları için eskiden avlanmaya
değer bulunmayan, Anadolu'da 20. yy
başında bile avlanmayan bu kuşların İs­
tanbul'da avlanmaya başlanması, 19.
yy'da İstanbul hayatının birçok cephe­
sinde kendisini gösteren Avrupa, özel­
likle de Fransa etkisine bağlanabilir.
Avın daha kıt olduğu Fransa'da bu tür­
ler geleneksel olarak avlanıyordu. Bu
türlerden çulluğa uzun süre İstanbul av­
cıları tarafından Fransızca "becassine"
den "bekas" denmesi de bu modayla il­ İstanbul civarında tavşan ve keklik vurmuş avcılar, 19401ı yıllardan bir görünüm.
gilidir. Bu dönemin av kuşları arasında, Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
son olarak, etinin lezzetiyle tanınan bıl­
dırcını (Coturnix coturnix) zikretmek Afrika'da geçirmek üzere göç ederler­ yardımıyla, av tüfeği ile avlanıyordu.
gerekir. Başlıca memeli av hayvanları ken Türkiye'den geçerler. Eylül ve ekim Karadeniz kıyılarında ise, ahali, geceleri
ise tavşan (Lepus europaeus), karaca aylarında bıldırcınlar Karadeniz'i geçtik­ ateşle veya lamba ışığı ile cezbettikleri
(Capreolus capreolus) ve yabandomuzu ten sonra kendilerini bitap durumda bıldırcınları ağlarla yakalardı. Kimi za­
(Sus scrofa) idi. Geyik (Cervus elaphus) Türkiye kıyılarına atarlar. Sahile gece man kuşlar çok bitkin düştükleri için el­
Istranca Ormanları'nda varlığını sürdür­ varan bıldırcınlar ertesi günü dinlenerek le bile yakalanırdı. Bu şekilde tutulan
mekle birlikte artık İstanbul çevresinde ve beslenerek geçirirler ve bu sırada av­ bıldırcınların bir bölümü İstanbul'a ka­
görülmüyordu. Sansar (Martes faina), lanırlar. Geçit kuşu olduğu için en akla feslerle gönderilir, Beyoğlu Balıkpaza-
tilki (Vulpes vulpes), çakal (Canis aure- gelmedik yerlerde bile görülebilmesine rı'nda canlı canlı satılırdı. Bıldırcın mev­
us) ve kurt (Canis lupus) özel olarak rağmen, İstanbul'da bıldırcın avı en çok siminde bazı günler hiç kuş olmaz, bazı
avına çıkılmayan, rast geldiğinde veya Rumeli yakasında Bakırköy'ün ilerisin­ günler de her adımda bıldırcın kalkardı.
evcil hayvanlara zarar verdiğinde vuru­ den başlayıp Büyükçekmece'ye kadar Kuşun çok bol olduğu günlere, İstanbul
lan türlerdi. uzanan kırlık arazide, özellikle Avcılar, avcıları, İtalyanca gün anlamında "gior-
20. yy başında İstanbul'da keklik, çil Ambarlı, Beylikdüzü, Hadımköy ve Ha- nata"dan curnata derlerdi. İstanbul'da
keklik ve sülün gibi her mevsim avlan­ ramidere'de, Karadeniz kıyısında Kara­ gece şiddetli karayel estiğinde ertesi
ması mümkün olan yerli kuşlar azaldı­ burun'da, Anadolu yakasında ise Malte­ gün bıldırcın bol olurdu.
ğından, av kuşu olarak, güzün geçit ya­ pe'den Kartal'a uzanan alanda yapılırdı. İstanbul'da bıldırcın avcılarının piri
pan bıldırcın ve kışlamaya gelen çulluk, İstanbul'da bıldırcın fermacı, yani kok­ Sadrazam Koca Reşid Paşa'mn torunu
ördek ve kaz başta geliyordu. Doğu Av­ layarak yerini bulduğu avı burnuyla işa­ Veliyeddin Kocareşid'di. Veliyeddin Bey,
rupa ovalarında üreyen bıldırcınlar kışı ret ederek avcıya gösteren av köpekleri Küçükçekmece ile Büyükçekmece ara-

Haliç'te sazlıklar arasında yapılan tüfekli ördek avını gösteren gravürden ayrıntı. Melling'in "Karaağaç Manzarası" adlı deseninden, 18. yy.
Voyage Pittoresque de Constantinople et des rives du Bosphore, tıpkıbasım, 1969
TETTV Arşivi
AVCILIK 428

sırıda bulunan Yakuplu Köyü yakınında­ İstanbul'da tüfekle bıldırcın avlayan­ Doğu Avrupa ve Rusya'nın ormanla­
ki çiftliğinde 1889dan 1934'e kadar her ların yamsıra bu kuşu atmaca (Accipiter rında üreyen çulluklar kasım ayından
yıl bıldırcın avlamıştı. Bu zaman zarfında nisıts) ile avlayanlar da vardı. Bütün yır­ itibaren kışı geçirmek üzere Türkiye'ye
bir mevsimde 3-394 kuşla en çok bıldır­ tıcı kuşlarda olduğu gibi atmacanın da gelmeye başlarlar. Özellikle şiddetli ti­
cını 1893'te vurmuştu. Günlük rekorunu dişisi erkeğinden daha iri ve güçlü oldu­ pilerin ardından çulluk curnatası yapıl­
da 404 kuşla aynı yılın 13 Eylülündeki ğundan, bu iş için dişi atmaca kullanılır­ dığından çulluk avına çıkmak için böyle
curnatada kırmıştı. Bütün avcılık hayatın­ dı. Atmacayla bıldırcın avcılığı 1970'li yıl­ havalar beklenirdi. Nemli ormanlarda
da vurduğu bıldırcın sayısı ise 49-000'di. lara kadar Haramidere'de sürüyordu. yaşayan çulluğun tüylerinin rengi or­
man zeminindeki kuru yapraklarla ku­
sursuz bir uyum gösterdiği ve ürkünce
sindiği için, bu kuşun avı fermaci kö­
E S K İ İ S T A N B U L A V C I L A R I peklerle yapılırdı. Yüzyıl başında Bo-
ğaz'ın her iki yakasındaki köylerin arka­
Avcılar! zâlim avcılar! ah! avcılar! Tevekkeli size şarkı çıkarmamışlar!
larındaki ağaçlıklarda bile çulluk boldu.
İki puhu bir derede su içer Boğaz'daki yalı ve köşk sahipleri çulluk
Dertli puhu dertsizine dert açar avını kendi korularında yaparlardı. Şeh­
Buna karasevda derler tez geçer rin büyümesiyle birlikte, çulluk avı için
Zâlim avcı niçin kıydın canıma Rumeli yakasında Belgrad Ormanı, Ana­
Yazmayayım diyorum, yine yazıyorum. O ne kıyafet! Başta siyah tüylü kıvır­ dolu yakasında Ömerli, Elmalı çevresi
cık kalpak, üstte şayak, enli yaka, arkası taraka, yanlar yarık, yukandan aşağı gibi daha geniş ormanlık alanlar tercih
cep bir ceket, çift sıra düğmeli jile (cepken), fişeklik, onun altında Trablus ku­ edilmeye başlandı. Curnatalarda İstan­
şak, aba pantolon, üstü çarık tulum, çarığın altında kaim tüylü Bursa çorabı, el­ bullu bir avcının 50, hattâ 100 çulluk
lerde, omuzlarda adamına göre santral, bake, likoşe tüfek. vurması olağandı. Fransız etkisiyle çul­
Aman avcılar! O ne tavır! Kaşlar çatık, surat mehib, bıyıklar dondan nemnâk, luk İstanbul'da seçkin zümrenin ve lüks
koltuklar şişkin, kollar bedenden biraz açıkta sallanıyor. Bunlara kır kabadayı­ lokantaların mönüsüne dahil olduğu
ları denirmiş. Fakat tarz-ı mükâleme dahi şık! için büyük sayılarda ağlarla yakalanır
- Ahmed Bey, Çekmeceye geliyoruz ben farkına vardım a. Bir tanesi şöyle ve Balıkpazarı'nda tavukçu dükkânla­
hani ya yukarıki sırt yok mu, tâ onun hizasından aykırı geçti. rında satılırdı.
- Yeşilbaş mıydı? İstanbul'da ördek avı ağustos sonu ve
- Yok., (kılkuyruk). Bekledim, anladım ki var. Biraz daha gezindim. Yukarı­ eylül başında, İstanbullu avcıların (her­
dan bir (Macar) söktü, durdum, durdum ama (iyice bindirdim). halde bıldırcın mevsimine denk düştüğü
- Sonra? için) bıldırcın ördeği dedikleri çıkrıkçın
- Sonrası dokununca (çektim aldım). (Anas querqueclulci) avı ile başlardı. Di­
- Duble mi? ğer ördek türleri gibi kışı ılıman kuşakta
- (Duble) çektim ama saçmalar patır patır dokundu. değil Afrika'da geçirdiği için erken göç
- Ben de bir (patka) vurdum. Haberin var mı? eden çıkrıkçınlar ağustos sonundan eylül
- Neden? sonuna değin İstanbul'un Karadeniz ta­
- Geçen gün bizimkiler bir yabankargası vurmuşlar, yolda güzelce yolmuş­ rafından, Kilyos ve Kavaklarda sabah ve
lar, Bedros'la Mıgırı da çağırmışlar, (çamurcun) diye yedirmişler. akşam geçit yaparlardı. Bunu sadece
Kah! kah! meraklı ördek avcıları bilirdi. Bu avın
- Geçen gün onlar ne vurmuşlar? tatsız tarafı, o havalinin çoğu balıkçı
- Ne vuracaklar; iki gün durmuşlar iki üç (sekermeke) ile bir teker. Mösyö olan ahalisinin, avcının etrafında bekle-
Bodöva bir tane (jilli patka), bağcı Petro üç (yeşilbaş), şık beyi dört tane kadın şerek vurulan ördekleri kapışmak âde­
ördeği, Ayastefanos'taki Hırvat bir iki (elmabaş), Nemseli Frenk de iki macarla tinde olmasıydı. Eğer avcı atik davranıp
bir dişi (sütlabi). vurduklarından kapamazsa, kapışılan ör­
İşte bizim köyün avcıları! Onlann rivayetine göre şimdilik av eti namına çul­ dekler üzerinde hak iddia edemeyece­
luk nev'inden: ğinden, eli boş kalabilirdi.
Bekaca -sultani bekaçin- bekaçinya -diğer kuşlardan yalıçapkını, tarlakuşu, Asıl ördek mevsimi ise, kasımda ha­
karatavuk, sığırcık, duy, kuğu, yabankazı. (çobanaldatan) varmış. vaların soğumasının ardından, kışlamak
"Bakırköyü'nde işittiğime inanılacak olursa köy avcıları berây-ı sayd u şikâr üzere büyük sürülerin gelmesiyle baş­
Çekmece tarafına gittikleri zaman kendilerini seferi zannederek oruç bozuyor- lardı. Özellikle Tuna'mn donması sonu­
larmış. Günahı diyenlerle yiyenlerin boynuna? cunda İstanbul'a çok ördek geldiğin­
"Tahkikatıma göre avcıların da tavcıları varmış. Bunlar da avcıysa da barut, den, ördek avcıları her gün gazetelerde
fişek meselesinde biraz fakirce olduklarından şöyle ördek vurmuşlar, böyle kuş Tuna'mn donduğu haberini ararlardı.
düşmüş diye diğerlerini kışkırtıp bu suretle ava gidiyorlarmış. Kışın avlanan başlıca ördek türleri yeşil­
*Ördek avına giden sayyâdândan biri "es-sayyâdu müselles velev kâne mü- baş (Arias platyhyrnchos), boz ördek
sennâ'' meseline ittibâen avda satın aldığı bir ördeği üçleştirmek için kümesteki (Anas streperà), fiyo (Anas penelope).
ördeği kesmiş, orta kattakini de kırmışmış. çamurcun (Anas crecca), kılkuyruk
"Ördek bahsinin ehemmiyetine binâen icra eylediğimiz tahkikatta ta'dâd ey­ (Anas acuta), kaşıkçın (Anas clypeatd),
lediğimiz nev'ilerden mâada bağırtlak, çıkrıkçın, çin ördeği, kaçıkcın, karaca, Macar ördeği (Netta rufina), elmabaş
patka (Aythya nyroca), pasbaş patka
vezne boşaltan namında birkaç cins daha varmış.
(Aythya ferruginea), karabaş patka
"Ördek denince ''paytak'' kelimesini hatırlamamak kabil olmaz. Badi badi
(Aythya marila) ve tepeli patka (Aythya
yürümek bu hayvanın muhtereât-ı mâşiyânesindendir. Fakat o savt-ı kerih din­
fuligula) idi. Bunlardan eti en makbul
lenir sadâlardan değildir. Şâyân-ı sayd olmayıp da mâil-i inkisar olan nev'i öt­
sayılan yeşilbaştı. İstanbul'un başlıca ör­
meye bedel ses çıkarmaktadır. İlm-i hayvanât ulemasmca ikisi de suda yaşa­
dek avlakları Küçükçekmece ve Büyük-
makta yani zü'l-maişeyn ise de biri suda yüzdüğü halde diğerinde su ve me- ç e k m e c e gölleriydi. Uzak olduğu ve
vadd-ı mâiye yüzmekteymiş. Doğru olup olmadığını bilenlerden sual ederiz. fazla ördek tutmadığı için Terkos Gö-
""Ördek gibi sudan çıkmaz" lisanımızda fart-ı istihmama müptelâ olanlar lü'ne pek rağbet edilmezdi. En basit ör­
hakkmda darb olunur hadd-i ma'rûftur. dek avı yöntemi parlama avıydı. Bu, ka­
Ahmet Rasim, Şehir Mektupları, İst., 1992, IlI-rv", s. 40-43 sık veya boy çizmesiyle sazların arasın­
da gezerek kalkan ördekleri vurmaktan
429 AVNİ LİFİJ

ibaretti. Parlama avında, düşen ördekle­ yan avcılar rağbet ederdi. Dönemin en
ri alması için köpek de kullanılabilirdi. tanınmış domuz avcıları Börekçi İbra­
Güme avı ise daha teferruatlı fakat daha him Bey, Akbabalı Karadayı, Polonez-
verimli bir yöntemdi. Güme göl kena­ köylü Yaşo, Emil ve Yanoş'tu. Müslü­
rında avcıların gizlenerek av yapmasına man avcıların çoğu vurdukları domuzla­
yarayan tahtadan bir odacıktır. Güz ba­ rı Hıristiyanlara satardı. Domuzun sert
şında, sular çoğalmadan, kıyıda toprak kılları da fırça yapımında kullanılırdı.
kazılarak açılan bir çukura oturtulur. Beykoz'un doğusundaki ormanlık böl­
Toprak fazla kazılırsa su çıkacağından, gede, günümüzde de yabandomuzu av­
üstten yükseltilmesi durumunda ise, ör­ lanmaktadır. Bununla birlikte şehrin
dekler ü r k e c e ğ i n d e n , güme, içinde hızla genişlemesiyle eski avlakların he­
ayakta durulamayacak kadar alçak olur. men hepsi tarihe karıştığından bugün
Göle bakan cepheye, mazgal denen kü­ İstanbul ve yakın çevresinde avcılık ya­
çük pencereler açılır; bunların arkasına pılmamaktadır.
da ateş ederken dirsek dayamak için bir Bibi. N. A. Banoğlu, Turkey, A Sportsman's
tahta konur. Güme tamamlanınca üstü­ Paradise, Ankara. 1957; H. Gündeş, Türkiye
ne teneke mıhlanır, bunun üzerine de Av Ansiklopedisi, İzmir, 1966; N. Özcan, Kara
toprak dökülerek çimlendirilir. Güme- Avcılığı, ist., 1971; Evliya, Seyahatname, I.
nin içi muşamba, kilim ve minderlerle SELİM SOMÇAĞ
döşenir. Isınmak için gümede mangal
yakılır. Ördekler mühreler aracılığıyla AVNİ LİFİJ
gümenin önüne indirilir. (Göllerde ku­ (1886, Samsun - 3 Haziran 1927, İstan­
luçkaya yatan ördeklerin yumurtaları bul) Manzara ve figürlü kompozisyonla-
toplanarak yavrular çıkartılır ve evcil ör­ rındaki şiirsel, simgeci tavrı ile Türk res­
dek gibi yetiştirilir. Bunlara mühre de­ minde özgün bir kişilik oluşturan res­
nir.) Mühreler ayaklarındaki fırdöndülü sam. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sıra­
meşin kösteklerden, dişiler bir tarafa, Avni Liflj
sında Kafkasya'nın Kuban bölgesinden Ara Güler fotoğraf arşivi
erkekler bir tarafa olmak üzere, güme­ göç eden ailesi önce Samsun'a, daha
nin önünde suya çakılı kazıkların arası­ sonra İstanbul Rumelihisarı'na yerleşti.
na gerilmiş iplere bağlanır. Mühreleri Çocukluk yılları yoksulluk içinde geçti. senlerinden ve hiçbir eğitim almadan
gören, daha çok da seslerini işiten ya- İlköğrenimini Fatih'te mahalle mektebin­ yaptığı, bugün İstanbul Resim ve Heykel
banördekleri, yanlarına konmak üzere de yaptı. Ortaöğrenimini Şehzadebaşı Müzesi'nde bulunan yağlıboya kendi
inerlerken gümedeki avcılar tarafından Numune-i Terakki İdadisi'nde yaparken portresinden çok etkilenen Osman Ham­
vurulur. 1980'lere kadar Büyükçekmece resim ve müzikle ilgilenmeye başladı. di Bey, Avni Lifij'i, o sıralar Avrupa'ya iki
Gölü'nde az sayıda güme bulunuyordu. Babası Abdullah Efendinin, resim konu­ öğrenci göndermek isteyen Şehzade Ab-
Üçüncü ördek avlama yöntemi ise İs­ sundaki katı inançlı tutumu nedeniyle dülmecid'e (daha sonra Halife Abdülme-
tanbul'a özgüydü. Ördekler Büyükçek­ çalışmalarını gizli olarak sürdürdü. Şiir cid Efendi) tavsiye etti. Sanayi-i Nefise
mece ve Küçükçekmece gölleri arasın­ ve edebiyatla ilgilendi. Kendi imkânla­ Mektebi'nde bir yıl temel sanat eğitimi
da gidip geldikleri için, bazı avcılar iki rıyla özel dersler alarak Fransızca öğren­ alan Avni Lifij 1909'da Paris'e gitti. Türk
göl arasındaki tepelerden avlanırlardı. di. Bu olağanüstü duyarlı ve yetenekli izlenimcileri olarak bilinen Hikmet Onat,
Çekmece göllerinde, ördek kadar ol­ genci Ayasofya'nm mimari çizimlerini İbrahim Çallı, Namık İsmail gibi ressam­
mamakla beraber, özellikle karlı hava­ yapan Henry Prost keşfederek onu Sana- lara hocalık yapmış olan Fernand Cor-
larda kaz da avlanırdı. En çok boz kaz yi-i Nefise Mektebi Müdürü Osman mon'un atölyesine devam etti. Cormon'
(Anser anser), daha seyrek olarak sa­ Hamdi Bey ile tanıştırdı. Karakalem de- un katı, reçeteleşmiş akademik eğitim
karca kaz (Anser albifrons), ara sıra da
Sibiıya kazı (Branta ruficolUs) vurulur­
du. Kemeri kuğu (Cygnus olof) ve sarı­
ca kuğu da (Cygnus cygnus) av kuşu
kabul edilir ve avlanırdı.
Eskiden İstanbul avcılarının bir bölü­
mü yalnızca ördek avına çıkar, başka
avlarla ilgilenmezdi. Güme ve mühre
avını bunlar yapardı. Ördek avcıları ör-
dekçi kahvesi denen, biri Fatih'te, biri
de Sultanahmet'te, Dikilitaş'm karşısın­
da bulunan iki kahvede toplanırlardı.
1970'lerde Küçükçekmece Gölü su
kirliliği ve çevresindeki yoğun yapılaş­
ma nedeniyle ördeklerin barınabileceği
bir yer olmaktan çıktı. 1985'te şehir su­
yuna bağlanması için Büyükçekmece
Gölü'nün önüne bir baraj yapıldı. Bu­
nun sonucunda su seviyesi çok yükse­
lince, göl, ördeklerin beslenmesine elve­
rişsiz hale geldi. Böylece Çekmece göl­
lerinde ördek avı tarihe karışmış oldu.
20. yy başında Belgrad Ormam'nda
ve Beykoz'dan Şile'ye ve Ömerli'ye
uzanan ormanlık alanda karaca ve ya-
bandomuzu avlanıyordu. Bu avlar ge­
nellikle zağarlarla ve sürek avı şeklinde Avni Lifij'in "Haliç" adlı yapıtı.
Erkin Emiroğlu fotoğraf arşivi
yapılırdı. Domuz avına özellikle Hıristi­
AVRAT PAZARLARI 430

tarzım benimsemedi. Duyarlı, çağını izle­ köylerden gelen kadın üreticilerden, ev­ karşılık, İstanbul'da, kentin muhtelif yer­
yen, yaratıcı yapısı onu dönemin sembo­ lerinin gereksinimlerini almaktaydılar. lerinde kurulan pazarlarda kadınların
list ressamlarına, özellikle Puvis de Cha- Doğal olarak avrat pazarlarına, semte hem alıcı hem satıcı olarak gündelik ya­
vannes'e yaklaştırdı. 1912'de İstanbul'a yabancı olanlar gelmedikleri gibi, her­ şamın bu işlevine katıldıklarım vurgular.
dönen Avni Lifij, İstanbul Lisesi ve Kan­ halde genç kızlar ve delikanlılar da bu­ Bu pazarların kuruldukları yerleri ise
dilli Kız Lisesi'nde öğretmenlik yaptı. Sa­ ralara girmiyorlardı. günlere göre sıralamaktadır. Cuma günü
nat ortamına ilk kez, 19l6'da Galatasa­ Evliya Çelebimin bir esnaf alayı vesi­ Üsküdar, Edirnekapı, Sulumanastır yakı­
ray Yurdu'nda açılan sergiye iki resmini lesiyle geçide katılan gruplar arasında nındaki Kocamustafapaşa ile Kasımpa­
vererek katıldı. Ertesi yıl aynı yerde açı­ "ehl-i kâr-ı avret pazarı, dükkânları be- şa'da, cumartesi günü, kentin ortasına
lan sergide, "Haliç", "Eyüp'te Bir Sokak", raberlerindedir, nefer 300" kısa bilgisine düşen Alipaşa ile Kasımpaşa yakınında­
"Sabah", "Servili Sokak", "Mezarlık" gibi yer vermesi, bu pazarların 17. yy'daki ki Kulaksız'da, pazar günü. Arkadios Sü-
İstanbul'un çeşitli görünümleri olan 20 durumunu aydınlatma bakımından ö- tunu'nun bulunduğu Avrat Pazarı'nda,
resmi yer aldı. Sanat gelişimini borçlu ol­ nemlidir. Bu bilgiden, pazarcıların sey­ pazartesi günü Macuncu'da, salı günü,
duğu Halife Abdülmecid'in isteği üzerine yar dükkânlarının olduğu ve İstanbul'da Tophane ile Fındıklı arasındaki Mehme-
"Biat Merasimi" adlı tablosunu yaptı. Ab- avrat pazarlarına tezgâh kuran satıcıların dağa'da (daha sonra burası Salıpazarı
dülmecid Köşkü'ndeki "Çeşme Başında 300 dolayında bulunduğu anlaşılmakta­ adını almıştır), çarşamba günü, Fethiye
Aşk Dedikoduları" ve Kadıköy Belediye­ dır. Kuşkusuz, bu satıcılar, esnaf alayına Camii'nin bulunduğu yerde (burası da
si için hazırladığı "Kalkınma" gibi büyük katılabildiklerine göre erkektiler. zamanla Çarşamba adını almıştır), per­
boyutlu eserleri onun dekoratif amaçlı Eremya Çelebi Kömürciyan 17. yy'da şembe günü Galata'da pazar kurulmak­
duvar resimlerine olan yatkınlığını göste­ pazar geleneğinin Üsküdar'da yaygın ol­ taydı. Galata pazarına ilaç satıcıları, şer­
rir. Bir süre Harbiye Nazırı Enver Paşa duğunu, civar köylerden gelen satıcı ve betçiler de gelmekteydiler. Kömürciyan,
tarafından açılan Şişli'deki resim atölye­ üreticilerin cuma pazarını hareketlendir­ Üsküdar Avrat Pazarına bahçe ve bos­
sinde savaş ve kahramanlık konulu çalış­ diklerini ve bu pazarın Üsküdar'a özgü tanlardan gül kadar iri karanfillerin de
malar yapan Avni Lifij, sergilere düzenli olduğunu yazar fakat, müşteriler konu­ saksılar içerisinde getirilip satıldığını
olarak resim verdi. 1923'te Sanayi-i Nefi­ sunda bir açıklamada bulunmaz. Buna yazmaktadır.
se Mektebi'nde süsleme hocalığına geti­
rildi ve bu bölümün gelişmesi için ölü­
müne kadar büyük çabalar harcadı, bö­
lüme İtalya'dan bir öğretmen getirilmesi­
ni sağladı. Ölümünden sonra 1931'de İs­
tanbul Alay Köşkü'nde geniş bir sergisi
düzenlendi.
Avni Lifij, izlenimci Türk ressamları­
nın estetiği içinde değerlendirilmesine
karşın, anlayış olarak tümüyle farklı bir
kişilik gösterir. Doğayı görünür yanıyla
değil, içsel anlamıyla yansıtmaya çalışır.
Bir anlamda doğa karşısında kendi kar­
maşık ruh halinin görünümlerini arar.
Bibi. Ö. Altan, Avni Lifij, Retrospektif Sergi
Broşürü, İst., 1986; A. Çöker, Avni Lifij. Po-
sadiar İst., 1983.
AHMET ÖZEL

AVRAT PAZARI ARI


Satıcıları ve alıcıları çoğunlukla kadınlar
olan, haftada bir gün kurulan eski semt
pazarlarıdır. İstanbul'daki avrat pazarla­
rının başlıcaları Üsküdar, Fatih ve Aksa­
ray'daydı. Zamanla eski avrat pazarları­
na sabit çarşı düzenleri yerleşti. Hafta
pazarları ise sokaklarda kurulmaya baş­
landı.
Anadolu'da, üretim yörelerinin mer­
kezi konumlu kent, kasaba ve büyükçe
köylerde haftada bir ya da iki gün ku­
rulan, üreticiden tüketiciye satış ilkesine
dayalı pazarlama geleneği İstanbul'da
da yaygındı. İskelelere yakın çarşı mu-
hitlerindeki satıcıları ve alıcıları erkekler
olan, her gün veya belirli günlerde ku­
rulan pazarlardan ayrı olarak yoğun
yerleşim semtlerinde de kadınlara dö­
nük hafta pazarları kurulmaktaydı. Bu
tür yerlere, Anadolu'da kadın pazarı,
kadınlar pazarı dendiği gibi (örneğin
Bartın'da halen bu adla kurulan pazar
vardır) İstanbul'da da avrat pazarı deni­
yordu. Bu adlandırma kuşkusuz bir be­
lirlemeyi de ifade etmekteydi. Buralara
çoklukla orta yaşlı ve yaşlı kadınlar çı­
kabilmekte ve yine çoğunluğu çevre
431 AVRUPA PASAJI

Avrat pazarları esas olarak yiyecek Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 6l6; Şeyhî, Ve- ve Zografos, terzi Konstantin Hisar, Ma­
maddelerinin satıldığı yerlerdir. Bizans kayiu'l-Fuzalâ, II-III, 100, 215; Kömürciyan, dam Puzzo ve Marko Perpignai, ibrişim-
devrinden kalma meydanlarda, bazen İstanbul Tarihi, 48, 111; Mür'i't-Tevarih,
ci Emmanuel Karlatos ve Yorgo Tsiotis,
H/A, 9; inciciyan, İstanbul, 36, 49-52, 69-70;
bir anayolun iki tarafında kurulan bu Mantran, İstanbul, 67-69; Uzunçarşılı, Os­ iplikçi Josef Miari, saatçi Wosterling ve
pazarlarda, taşınması ve kurulması ko­ manlı Tarihi, III/2, 386, 582; M. Aktepe, çiçekçi Sabuncakis.
lay seyyar dükkânlar ve tezgâhlar da "XVII. Asra Ait istanbul Kazası Avanz Defte­ Avrupa Pasajında hemen bitişiğinde­
vardı. Kuşkusuz pazar yerlerinin çevre­ ri''. İstanbul Enstitüsü Dergisi, III, 1957. s. ki Krepen Pasajımda olduğu gibi ayak­
sinde daimi dükkânlar, kadınlara mah­ 126-138.
kabı malzemesi satan dükkânlar da bu­
sus hamamlar da bulunuyordu. Kentte­ NECDET SAKAOĞLU lunuyordu. Örneğin M. Bon, N. Mora-
ki pazarları gün sırasına göre dolaşan itis, Yani Siottos, Hacı Angelidis, J a n
pazarcılar ise kadın müşterilerin gerek­ AVRAT TAŞI Vakkas, C. A. Efrimidis ve A. Tombro
sinimi olan aktariye (kına, şap, nöbetşe- bak. ARKADİOS SÜTUNU h e m ayakkabı imal ederler hem de
keri, mum, tohum, ilaç vb), bez, iplik, ayakkabıcılar için malzeme satarlardı.
havlu, terlik vb satmaktaydılar. AVRUPA PASAJI 1920'den sonra pasajda faaliyet gös­
Inciciyan, İstanbul'un 18. yy'daki gün­ Beyoğlu, Meşrutiyet Caddesi ile Sahne teren Antranik Ütücüyan'ın yerine terzi
delik yaşamıyla ilgili bilgiler verirken bit- Sokağı'nı (eski Hamalbaşı ve Tiyatro so­ Menetaos, terzi Patriklesin yerine mü­
pazarımn, atpazarınm, tavuk pazarının kakları) birbirine bağlayan, kagir bir ya­ zik aletleri tamircisi Felix Livarevich,
ve esir pazarının yerlerini açıklar ve pıdır. Aynalı Pasaj olarak da tanınır. ayakkabıcı Moraitis'in yerine de daha
kentte haftanın yedi gününde belirli Avrupa Pasajımın inşa edildiği yerde sonraları İstiklal Caddesi'ne taşınacak
semtlerde pazarlar kurulduğunu vurgu­ eskiden Naum Tiyatrosu bulunuyordu. olan ünlü kuyumcu Paghonis yerleşmiş­
lar. Buna göre, 17. yy için Kömürciyan'm Bu dönemde tiyatrodan İngiliz Elçili­ tir. 1945'te Kadıköylü Mehmet Tipi'nin
belirttiği pazar kurma yerlerinde ve gün­ ğ i n e kadar uzanan geniş arazi "Jardin "Çamlıca Pazarı" burada faaliyete geç­
lerinde bir değişiklik olmadığı görülmek­ des Fleurs" adıyla tanınıyordu. 1856'da miş, ancak bir süre sonra Ömer Aksoy
tedir. İnciciyan, I. Süleyman'm (Kanuni) burada Louis Souillier, kendi adına kur­ ile Mustafa Katipoğlu tarafından devra­
bir hasekisinin anısına yapılan medrese, duğu sirkte gösteriler yapmıştır. Bir süre lınmıştır.
imaret ve darüşşifa ile bir caminin ise soma arazinin sahibi Mr. Scribe, Jardin 1929'da hazineye intikal eden Avrupa
Avrat Pazarı'ndaki dikilitaşın (Arkadios des Fleurs Tiyatrosu'nu açmış ve 1862' Pasajı, Emlak ve Eytam Bankası (bugün
Sütunu) yakınma yapıldığını ve bu sem­ de Karagöz temsilleri vermiştir. 5 Hazi­ Emlak Bankası) tarafından satılmıştır.
tin Haseki adını aldığını da açıklamakta­ ran 1870'te çıkan Beyoğlu yangınında BEHZAT ÜSDİKEN
dır. Günümüzde de burası aynı adla anı­ tamamen yanan tiyatronun yerine daha Mimari
lır. IV. Murad'la (hd 1623-1640) Bağdat sonra Avrupa Pasajı yaptırılmıştır. 1874'te Naum Tiyatrosu ile "Palais des
seferine giderken yolda ölen ve cenazesi
Pasajda ilk defa faaliyet gösterenler Fleurs" Bahçesi'nin bulunduğu yere,
İstanbul'a getirilerek Cerrahpaşa'da Av­
şunlardır; Kuaför Karkonakis, Massali Ohing adlı bir Ermeni tarafından mimar
rat Pazarı yakınındaki türbesine gömülen
Bayram Paşa'mn Avrat Pazarı'ndaki ha­
nında ise esir satılmaktaydı. Buradaki
pazar yerinin, Şehzadebaşı'ndaki Direk-
lerarası'nın küçük bir benzeri olduğu ve
bu özelliğini 20. yy başına kadar koru­
duğu da günümüze ulaşan bilgilerden­
dir. 1905'te Avrat Pazarı'nm önündeki
çatı kaldırdığından dükkânlar ortaya çık­
mış ve eski özelliği kaybolmuştur. İstan­
bul'un sık sık yaşadığı yangın afetlerinin,
özellikle 18. yy başında bu çevreyi de et­
kilediği biliniyor. 1701'deki şiddetli bir
yağmurda da pazar yerindeki Arkadios
Sütunu'na-yıldırım isabet etmiş, 1757'de-
ki büyük yangında ise Cerrahpaşa, Da-
vutpaşa semtleriyle birlikte buradaki Av­
rat Pazarı da yanmıştı.

III. Selim'in (hd 1789-1807) bazı hü­


kümlerinde İstanbullu kadınların açık
saçık kıyafetlerle pazar yerlerine, çarşı­
lara gittikleri, bu tutumun genel ahlak
kurallarına aykırı olduğu belirtilerek ka­
dınların açık yakalı feracelerle dışarı
çıkmalarının önlenmesi istenmektedir.
İstanbul'daki avrat pazarlarının gele­
neksel düzenlerinin 19. yy'ın ikinci yarısı­
na doğru bozulma sürecine girdiği, daha
kozmopolit, her çeşit satıcının tezgâh aç­
tığı, kadınlarla birlikte erkeklerin de alış­
veriş yaptıkları yerlere dönüştüğü sapta­
nıyor. Avrat pazarı deyimi ise kimi semt­
lerin, sokakların adı olarak korunmuş bu­
lunmaktadır. Ancak 17. yy'a ait İstan­ 1950'lerde
bul'daki mahallelerin adlarını veren kayıt Avrupa
ve defterlerde avratpazarı diye bir mahal­ Pasajı'nın
içinden bir
le adına rastlanmadığına göre, bu addaki görünüm.
küçük semüerin oluşumu daha sonradır. Ara Güler
AVUKATLIK 432

Pulgher'e yaptırılmıştır. Uzunluğu 56 rında kademelendirilmiş, ancak birinci blok tesirinin hafifletilmesi amacı ile
m'dir. Üzeri cam ve 'fer forje"den (döv­ kat silmesi üzerinde yatay bir düzene çok sayıda geniş pencereyle şeffaflaştı-
me demir) bir çatıyla örtülü orta geçidin geçilmiştir. Zemin Trieste taşı ile döşeli­ rılmış ve mermer sövelerle zenginleşti­
iki yanında dükkân sıralarının bulundu­ dir. Cephedeki taşlar da Malta Ada­ rilmiştir. Cephelerde hâkim diğer bir
ğu lineer pasaj tipine girer. Toplam yir­ sından getirtilmiştir. İlk yıllarda binada öğe de balkonlar ve teraslardır. Yapının
mi iki adet dükkândan her birinin bir piyano yapımcılarıyla ayakkabı ustaları­ ana karakteristiği simetriye uygun ola­
mahzeni, üst katta da bir odası ve mut­ nın dükkânları yer alırken, bunlar yerle­ rak yapılmış dört cephedeki masif mer­
fağı vardır. rini Cumhuriyet döneminde düğme ve mer payandaların taşıdığı balkonlar ve
Yapı neorönesans üslubundadır. Her kemercilere terk etmiştir. Bu durum cepheleri içeriye çeken teraslar kütleyi
iki sokağa bakan dış cephelerde, üzeri 1989'da mal sahibinin yapıyı restore et­ hafifletirler.
yüksek bir alınlıkla vurgulanmış girişin tirmek amacıyla boşaltmasına kadar sür­ Simetri anlayışı yapının dış cepheleri
iki tarafında, iki katlı birer pencere sırası müştür. 1 9 9 3 ' ü n ekim ayında bitmesi gibi içinde de hissedilir. Denize göre
ile simetrik düzen elde edilmiştir. Özel planlanan yenileme çalışmaları halen sağ taraftaki kısa cepheden muhteşem
dövme demir kapılar tam kemerli, pen­ devam etmektedir. bir portik ile yapıya girilir. Bu katta
cereler ise düz atkılıdır. Kilit taşlı kapı SEZA DURUDOĞAN merkezde orta sofa benzeri bir mermer
kemerleri birinci kat silmesi üzerine taşlıktan odalara girilir. Yüksek tavanlı
oturtulmuş, çatı silmesi olarak da kirpi AVUKATLIK odaların tavanları ve tavan koltuk sil­
saçak taklidi sıva ile sembolik bir friz bak. BARO meleri sade bir kalem işi ile bezelidir.
oluşturulmuştur. Bu kattan bir üst kata mermer bir mer­
AVUSTURYA ELÇİLİĞİ YAZLIĞI divenle çıkılır. Bu merdivenin bitki mo­
Dıştaki sadeliğe karşın, içerde deko­
tifleriyle bezeli demir döküm korkulu­
ratif yoğunluğu daha belirgin düzenle­ Boğaziçi'nde Yeniköy sahilinde yaklaşık
ğu, merdiveni zenginleştiren önemli bir
melere gidilmiştir. Bunlar arasında, me­ 36 dönümlük bir alan üzerinde yer alan
unsurdur. Kabul ve toplantılar için dü­
kânı zenginleştirmek amacıyla ana taşı­ yapılar topluluğu.
zenlenmiş olan bu kata zengin bir süs­
yıcılar üzerine yerleştirilmiş insan bo­ Osmanlı-Avusturya dostluğunun bir leme hâkimdir. Üçüncü kat hizmet bi­
yunda aynalar ile üst katta nişler içinde nişanesi olarak Mıgırdıç Cezayirliyan'a rimlerine ve yatak odalarına ayrılmıştır.
heykeller ve korent başlıklı sütunların ait olan arazi II. Abdülhamid'in emri ile
arasında yer alan üzerleri kemerli ikiz Sefarethanenin bahçesi 19. yy Boğazi­
kamulaştırılmış ve Avusturya-Macaristan
pencereler sayılabilir. Ayrıca dış kapıla­ çi setli bahçelerinin güzel bir örneği o-
İmparatoru II. Franz Joseph'e 1898'de
rın üzerinde, birinde aslan başı kabart­ lup, flora olarak çok çeşitli ve zengindir.
hediye edilmiştir.
ması diğerinde de Atatürk maskının yer Bibi. F. İrez-H. Aksu, Boğaziçi Sefarethane­
Sefarethane denize cepheli görkemli
aldığı rozetler bulunmaktadır. leri. İst.. 1992. s. 42-43.
saray binasından ve buna bağlı müşte­
YAMAN İREPOĞLU
Pasaj ilk yapıldığında aynaların önün­ milat yapılarından oluşmaktadır. 3 6 x 2 7
deki gaz lambalarıyla aydmlatılırken, m ebatlarındaki ana yapı üç katlıdır. Ze­
AVUSTURYA HASTANESİ
daha sonra elektriğin bağlanmasıyla bu min katın altında binanın yarısını kapla­
bak. SANKT GEORG HASTANESİ
lambalar kaldırılmış, yerlerine modern yan bir bodrum katı vardır.
aydınlatma objeleri takılmıştır. İki sokak Neoklasik üslupta kagir olarak inşa
AVUSTURYA KÜLTÜR OFİSİ
arasında 1,5 m olan kot farkı iyi bir mi­ edilen yapının birinci ve ikinci katları,
mari çözümle mekân içinde hissedilme- üçüncü kata nazaran daha yüksek ve İstanbul'da, Avusturya Başkonsolosluğu
mektedir. Bunu sağlamak için, ortadaki malzeme olarak daha gösterişlidir. Bu bünyesinde kurulu, ancak çalışmalarını
geçit yaklaşık yüzde 3'lük tek eğimli bir da bize üçüncü katın yapıya daha son­ bağımsız olarak sürdüren kültür kurumu.
rampa şeklinde oluşturulurken, dük­ ra eklenmiş olabileceğini düşündür­ Kuruluş çalışmaları 1955-1956 arasın­
kânlar da buna bağlı olarak kendi arala­ mektedir. Dikdörtgen formdaki yapı da St. George Avusturya Lisesi'nde gö­
revli öğretmenler tarafından başlatılan
Avusturya Kültür Ofisi, İstanbul'da gö­
revli Avusturya kültür temsilcisinin, Ka-
hire'de bulunan Ortadoğu Avusturya
Kültür Temsilciliği bünyesine alınmasın­
dan sonra doğan boşluk üzerine, Ekim
1963'te. Teşvikiye Caddesindeki binasın­
da resmen kuruldu ve 1974te, Avusturya
Federal Dışişleri Bakanlığına bağlandı.
Avusturya Kültür Ofisi'nin başlıca
amaçlan arasında, Avusturya kültür ve
düşünce yaşamının tanıtılması, Avustur­
ya ile Türkiye arasındaki kültürel ilişki­
lerin geliştirilmesi, bu konuda ortan
projeler hazırlanıp desteklenmesi sayıla­
bilir. Kurulduğundan bu yana okunu
günleri, film, tiyatro ve müzik program­
ları, sergiler, sempozyumlar, seminerle:
vb üç bine yakın kültürel etkinlik ger­
çekleştiren ofisin bu etkinliklerine yak­
laşık üç milyon kişi katıldı.
Toplam sekiz kişilik personeli, dön
bin kitaplık kütüphanesi, yüz yirmi kis:-
lik sinema salonu, video ve film bölüm­
leri ile faaliyet gösteren Avusturya Kül­
tür Ofisi'nin, 1994 sonbaharında Yeni­
köy, Köybaşı Caddesi'ndeki yeni binas:-
na taşınması planlanıyor.
AYŞE HÜT-
433 AYA İRİNİ KİLİSESİ

AYA IRINI KİLİSESİ


Topkapı Sarayı dış avlusunda, Sur-ı Sul-
tani(->) içerisindedir.
Ayasofya'dan sonra Bizans'ın ikinci
büyük kilisesi olan Aya irini, günümü­
ze, yapılan onarımlar sonucu iyi bir du­
rumda gelebilmiştir. Kaynaklardan aynı
yerde Roma döneminin Artemis, Afrodit
ve Apollon mabetlerinin bulunduğu öğ­
renilmiştir.
Aya îrini'nin yapımı oldukça eski bir
tarihe inmektedir. Eski tarihler kiliseyi
buradaki Roma mabetlerinin kalıntıla­
rından yararlanılarak 4. yy'ın başlarında
I. Constantinus'un (hd 324-337) yaptır­
dığını belirtmişlerdir. I. Contantinus Aya irini
Güneyden
Ayasofya için "Mukaddes Hikmet", "Mu­
görünüm.
kaddes Kudret", Aya İrini için de "İlahi Ara Güler
Selamet" sözcüklerini kullanmıştır.
Ayasofya ile aynı avlu duvarı içeri­ Bizanslıların patrikhane şapeli diye 1726 tarihli bir kitabe konulmuştur (bak.
sindeki Aya irini 532'de Nika Ayaklan­
niteledikleri Aya İrini, İstanbul'un fet­ Askeri Müze). Aya irini'yi araştıran sanat
masında yanındaki Sempson Zenon'la
hinden sonra Topkapı Sarayı'nı çevrele­ tarihçilerinden F. L. Cassars ve Salzen-
birlikte yanmıştır.
yen Sur-ı Sultani içerisinde kalmış, III. berg bazı kesitler alarak yapının planını
İmparator I. Iustinianos (hd 527-565) çizmişlerdir. Onları A. Choisy'in 1875-
Ahmed'e (hd 1703-1730) kadar iç cebe-
Ayasofya'nın yanısıra Aya İrini'yi de ye­ 1876'da yapmış olduğu incelemeler, C.
hane, sonra da Harbiye Nezareti'nin si­
niden yaptırmıştır. Aya Îrini'nin yapımına Gurlitt ile W. S. George'un tanıtımı izle­
lah ambarı olarak kullanılmıştır. Os­
532'de başlanmışsa da bitim tarihi kesin miştir. V. Peschlow'un 1978'deki incele­
manlılar yapıyı camiye çevirmemiş, sa­
olarak bilinmemektedir. Bununla bera­ me ve çizimleri ise bugün ana başvuru
ber İmparatoriçe Theodora'nın ölümün­ vaşlarda ele geçen silahları burada ko­
rumuş, Türkiye'deki ilk müze de aynı kaynağı olma özelliğini korumaktadır.
den (548) önce bitirilmiş olduğu sanıl­
maktadır. I. Iustinianos'un son yıllarında­ yerde açılmıştır. Aya İrini'de 1946-1947'de M. Ramaza-
ki bir yangında Ayasofya Atriumu'yla be­ Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli noğlu, 1958-196l'de F. Dirimtekin kazı
raber Aya irini Atriumu, yakınlarındaki yerlerinden gönderilen eserler Mecma-i ve araştırmalar yapmıştır. İ. Öz de 1974-
iki manastır ve Sempson Zenon denilen Esliha-i Atîka (Eski Silahlar Koleksiyo­ 1976'da yapıyı rutubetten arındırmak
düşkünlerevi de yanmıştır. III. Leon (hd nu) ve Mecma-i Âsâr-ı Atîka (Eski Eser­ için çevresindeki toprak dolguları kaldır­
717-741), V. Konstantinos (hd 741-775), ler Koleksiyonu) isimleri altında iki ayrı mıştır. M. Ramazanoğlu, Aya İrini'nin ku­
IV. Leon (hd 775-780) zamanındaki dep­ bölüm olarak Aya İrini'de toplanmıştır. zeyinde bazı kalıntıları gün ışığına çıkar-
remler yapıya büyük zarar vermiş, 9. Türkiye'deki ilk müze çalışmaları Aya mışsa da bunların tanıtımını yeterince
yy'da daha şiddetli bir deprem binada irini'de başlamıştır. Bu nedenle Osman­ yapamamıştır. F. Dirimtekin onun kazdı­
önemli hasara neden olmuştur. lıların açtıkları bir kapı üzerine 1139/ ğı alanı düzelttiği gibi kazıyı biraz daha

Aya İrini
Kilisesi'nin
planı.
Müller-Wiener.
Bildlexikon dan
yararlanarak
AYA İRİNİ KİLİSESİ 434

revaklı bir kapıdan girilmektedir. Dışarı­


dan biraz daha taşkın olan nartekse ana
mekândan açılan, günümüzde yalnızca
üçü görülen beş kapıdan geçilmektedir.
Osmanlı döneminde büyük değişikliğe
uğrayan, revaklarla çevrili atrium herr.
küçülmüş, hem de orijinalliğinden epey­
ce uzaklaşmıştır. Bununla beraber Aya
İrini istanbul'da günümüze gelebilmiş
yegâne atriumlu Bizans kilisesidir.
I. İustinianos zamanında yapılmış ki­
liselerin zengin bir bezemesi vardır. Aya
İrini de aynı şekilde bezemeli olmas:
gerekirken, günümüze yalnızca apsis
yarım kubbesindeki altın yaldızlı haç
mozaiğinden başka belirli bir örnek ula­
şamamıştır. Bunun da nedeni Bizans'a
726-842 arasında egemen olan İkono-
klazma (tasvirkırıcılık) akımıdır. Aya İri-
ni'deki apsis yarım kubbesindeki moza­
ik bu dönemde yapılmış, depremden
hasar gören yapıda daha önceki yıllari
ait mozaikler yenilenmemiştir. Apsis ya­
rım kubbesinde dört kademeli bir kürsü
üzerinde geniş kollu bir haçın yükseldi­
ği görülmektedir. Burada haç İsa'yı, ka­
demeli kürsü de onun çarmıha gerildiğ:
Golgota Tepesi'ni tanımlamaktadır. Ayn-
ca, Mezmurlar kitabından alman iki sa­
tirli bir yazı da bu kompozisyonu çevre­
lemektedir. Mozaik zemininde altın ta­
necikler arasına yer yer gümüş küpler
de yerleştirilmiş, böylece görünüm yu­
muşatılmıştır. Siyah renkli haç üzerinde
yer yer kalem izleri, yazı frizinde de alç
ve boya izleri sonraki yıllarda yapılım;
onarımları işaret etmektedir.
Aya İrini müze olarak kullanıldığına!
bu mozaiğe dokunulmamış, yalnız*:_
üzerine bir bayrak örtülmekle yetin:.-
mistir.
Aya İrini'de bu mozaikten başka mc-
zaiklerin olup olmadığı bilinmiyord.
derinleştirmiştir. Bu çalışmalar sonunda mer izlerinden anlaşılmaktadır. Bu kub­ Dr. Firfield'in burada yaptığı araştırma­
Aya İrini'nin kuzeydoğusunda, yuvarlak benin atrium yönünde ise elips görünü­ lar, kubbe ve pandantiflerde İkonoklaz-
yapı (Skvephylakion) ve onun kiliseyle münde, dıştan basık ve yayvan ikinci ma döneminden önceye tarihlenen mo­
bir kubbe daha vardır. Bunun dışında zaiklerin günümüze ulaşmadığını ortay;
bağlantısını sağlayan bir kapı ortaya çık­
kalanlar ise beşik tonozlarla örtülmüş­ koymuştur. Yalnızca narteks tonozları
mıştır. Ancak çalışmalar Sur-ı Sultani ne­
tür. İki katlı yan neflerin üst katlarında­ ve oradaki kemer ayaklarında bulunar
deniyle fazla bir ilerleme göstermemiş,
ki sütunların taşıyıcı özellikleri bulun­ küçük parçalar halindeki mozaikleriz
güneydeki kazılar atrium ortasından kili­
mamaktadır. Sütunların başlıklarında daha sonraki yıllarda karşılaşılmışı::
senin batısına uzanmıştır.
İmparator Basileus ve eşi Teodora'nm Büyük bir olasılıkla bunlar, I. İustini­
Aya İrini'nin ilk yapısı ahşap çatılı, anos zamanında narteksle beraber ya-
monogramları vardır. Bu monogramla-
üç nefli bir plan düzenindeydi. Günü­ pılmışlardır. Ana mekânda yapılan art­
rın benzerleri Sergios Bakkus Kilise-
müze ulaşan ve 738 depreminden sonra tırmalarda iki parça halinde döşerr.z
si'nde de (Küçük Ayasofya) karşımıza
yapılmış olan kilisenin zemini bazilika, mozaikleriyle karşılaşılmıştır. Bum.:-
çıkmaktadır.
üst örtüsü ise kapalı Yunan haçı planın- Imparator I. Contantinus zamanında ya­
dadır. I. İustinianos devrinin tüm mima­ Sütunlar çeşitli yerlerden toplanmış pılmış ilk yapıdan arta kalan, Bizans —
ri özelliklerini yansıtan yapının dış gö­ olduklarından bazılarının altına mimari­ erken mozaik örnekleridir. Yapının ss;
rünümü diğer Bizans kiliselerinde oldu­ ye uyum sağlayabilmek için korkuluk üst galerisinde ise aziz başlarını ta?- ••
ğu gibi kaba ve hantaldır. Bazilika ile levhaları yerleştirilmiştir. Aya İrini, ana eden geç devrin freskoları bulunmuşr_r
kapalı Yunan haçı arasındaki mimari mekân, narteks ve atriumdan meydana Bu freskolar Aya İrini'nin, son Bizara
geçiş, döneminin en tipik örneğidir. gelmiştir. Apsis dıştan üç cepheli olup, devrinde (1261-1453) freskolarla bezei
Ayasofya planına da benzeyen, üç nefli, her cephede birer penceresi vardır. İçe­ olduğunu kanıtlamaktadır. Son döner: -
100x32 m ölçüsündeki yapının ana me­ riden yarım yuvarlak olan apsisin kalın lerinde Bizanslılar mozaik yapımında-
kânının ortası 15 m çapında, 35 m yük­ duvarları arasına 1 m genişliğinde, ke­ daha kolay ve daha az masraflı oluşur­
sekliğinde dört büyük payeye oturmuş­ merli bir dehliz yerleştirilmiştir. Ayrıca dan ötürü freske yönelmişlerdir.
tur. İçeriden küre, dışarıdan yüksek apsis kademeleri bu dehliz üzerine otur­ Aya İrini'nin avlusundaki iki pon
kasnaklı kubbenin çevresinde yirmi tulmuş, iki yanma da pareklesion diye lahit, İstanbul'un fethinden sonra F t -
pencere varsa da bunlardan on dördü isimlendirilen hücreler yapılmıştır. Yapı­ Camii yakınlarındaki Havariun Kilise-
tuğla ile örülerek kapatılmıştır. Onların nın ana mekânına, kuzey yönünde Os­ si'nden getirilmiştir.
varlıkları sıva tabakası üzerindeki ke­ manlıların açmış oldukları üzeri kubbeli, Aya İrini'de 1983'te Kültür Bakar_. •
435 AYAK DİVANI

ğı'nca açılan "Anadolu Medeniyetleri Ser­ ayrılamayacak kadar ivedi olduğuna bir Mahmud Paşa'nm kışkırttığı sipahiler,
gisi" yapının ismini duyurmuş, bunun işaretti. Bu gelenek, padişahların orduy­ sözde ülke sorunlarıyla ilgileniyorlarmış
ardından da İstanbul Festivali başta ol­ la sefere çıkmadıkları zamanlarda da gibi topluca saraya yürüyerek III. Meh-
mak üzere çeşitli etkinliklere tahsis edil­ sadrazam ve serdar-ı ekremin başkanlı­ med'i (hd 1595-1603) ayak divanına ça­
miştir. Böylece Aya İrini konser ve gös­ ğında sürdürüldü. ğırdılar. İlk kez böyle bir öneriyle karşı­
teri merkezi olma özelliğine bürünmüş­ İstanbul'un başkent olmasından son­ laşan saray halkı, kanunnamelerde ol­
tür. 1992 başında burada çıkan bir yan­ ra, gündemi kent sorunları olan farklı mayan bu divan için Bâbüssaade'nin dı­
gına hemen müdahale edilmiş, yapının bir ayak divanı daha gelenekleşti. Saray­ şına bir taht koydular. III. Mehmed, ar-
zarar görmesi önlenmiştir. Müze olarak daki Divan-ı Hümayun ve ulufe divanla­ zodasmdan gelip oturdu. Sipahi kalaba­
kullanıldığı zamana tarihlenen ahşap rından farklı ve düzenli olmayan bu tür lığından öne çıkan Hüseyin Halife, Poy­
balkon bu sırada yanmışsa da orijinalli­ toplantılar padişahm istemiyle gerçekle­ raz Osman ve Kâtip Çelebi, padişahı
ğinden uzaklaşılmadan onarılmıştır. şiyordu. Saptanabilen bu tür ayak divan­ saygıyla selamladılar. Kâtip Çelebi, Ana­
Bibi. A. Oğan, "Aya irini Kilisesi", TTOK Bel­ larından ilki, 1509'da İstanbul depremi dolu'daki Celalilerden yakındı. Üzerleri­
leteni, ( 1 9 4 6 ) , s. 55-56; M. Ramazanoğlu, sonrasında, II. Bayezid'in başkanlığında­ ne gönderilen komutanların bir iş başa­
Sent İren ve Ayasofyalar Manzumesi, İst., dır. Kentin imarıyla ilgili emirler veren ramadıklarını söyledi. Devletin saygınlı­
1946; A. Oğan, "Aya İrini", İSTA, III, 1363- I I . Bayezid, bu sırada atından inmediği ğını yitirdiğini ileri sürdü ve suçlu gör­
1369; Mathews, Early Churches; ay, The için, kimi tarihçiler buna "at divanı" de­ dükleri eski İstanbul kaymakamı Saatçi
Byzantine Churches of İstanbul a Photogra­
phie Survey, Pennsylvania, 1976; V. Peshlow, meyi uygun bulmuşlardır. I. Selim'in (Ya­ Hasan Paşa, Kapı Ağası Gazanfer Ağa
Die Irenen Kirche in Istanbul Untersuchun­ vuz) 1512'de İstanbul'a gelip alayla ken­ ve Darüssaade Ağası Osman Ağanın
gen zur Arcitectur, Tubingen, 1977; Müller- te girdikten sonra Topkapı Sarayı'nda idam edilmelerini istedi. Padişah bir ya­
Wiener, Bildlexikon, 112-117; H. Tezcan, Bâb-ı Hümayun önünde babası II. Baye- nıt vermedi. İkinci gün, kentte taşkınlık­
Topkapı Sarayı ve Çevresinin Bizans Devri zid'den saltanatı devraldığı törene de ların artması üzerine iki ağa da idam
Arkeolojisi, ist., 1989.
ayak divanı denmiştir. edildi.
ERDEM YÜCEL
I. Süleyman'ın (Kanuni) (hd 1520- Bu ilk örnek olaydan sonra İstan­
AYA KAPISI 1566) İstanbul'a yeni su kaynakları sağ­ bul'daki kapıkulu askerleri için yeni bir
lamak üzere proje hazırlattığı Kerzi Ni- başvuru yöntemi de ortaya çıkmış oldu.
bak. SURLAR
kola'yı Vezirazam Rüstem Paşa'nm tu­ İkide bir ayaklanan askerlerin saraya gi­
tuklatması. Kâğıthane'de ilginç bir ayak rip ayak divanı istememeleri için çoğu
AYAD, FAHRİ
divanı yapılmasına neden olmuştu. Ta- zaman Bâb-ı Hümayun'un kapatılması
(1896, İstanbul - 1965, İstanbul) Spor rih-i Selânikî'nin yazdığına göre. padi­ ve saray surları çevresinde önlemler
adamı. Futbol oynamakla başlayan spor şah, bu divanda Rüstem Paşayı, Niko- alınması gerekti.
hayatını boksör, hokeyci, yüzücü, atla- la'yı haksız yere tutuklamakla suçlamış, IV. Murad (hd 1623-1640), saltanatı­
yıcı, sutopu oyuncusu olarak sürdürdü. o da buna gerekçe olarak kente daha nın despotizm olarak nitelendirilen ve
Önce Fenerbahçe'de futbol oynadı, son­ fazla su olanağı sağlamanın nüfus artışı­ İstanbul'u titreten ikinci evresinin başın­
ra Altmordu kulübüne geçti. Futbolu na neden olacağını ve bu kez yiyecek da tehlikeli ayak divanları deneyimin­
orada bıraktıktan sonra tekrar Fener­ sıkıntısı çekileceğini ileri sürmüştü. Ka­ den geçti. İstanbul Kaymakamı Recep
b a h ç e ' y e döndü. B o k s yaparken bu­ nuninin bir kez de Semiz Ali Paşa'nm Paşa'nm tahrikiyle harekete geçen sipa­
yandan da genç boksörler yetiştirdi, Ya­ vezirazamlığmda (görevi 1561-1565), bir hiler 10 Şubat l632'de saraya girmeyi
vuz İsmet (Uluğ) ve Çanakkale Fırtınası Türk gemisinin Malta Şövalyeleri tara­ başardılar. Ayak divanına çağırılan IV.
Nuri (Kadıköylü) gibi büyük şampiyon­ fından zaptedilmesi üzerine devlet erkâ­ Murad'a, Recep Paşa, -öldürülebileceği-
lar ortaya çıkardı. Tramplen ve kule at­ nını saraya çağırıp ayak divanı akdettiği ni ima ile- abdest alması uyarısında bu­
lamada, Fenerbahçe Sutopu Takımında bilinmektedir. lundu. Gerçekten de IV. Murad gözü
da çok başarılı oldu. Birçok spor dalın­ dönmüş sipahilerin karşısında güç anlar
17. yy'da ise ayak divanlarının padi­
da başarı gösterdiğinden "Yedibela Fah­ yaşadı. Zorbalar padişahın gözü önünde
şahm istemi dışında, ayaklanmacıların
ri" lakabıyla ün yaptı. Fenerbahçe, Bey­ Vezirazam Hafız Paşa'yı öldürdüler. Bun­
baskısıyla yinelenen riskli ve disiplinsiz
koz ve Modaspor yüzme takımlarını ça­ dan daha tehlikeli ikinci bir ayak divanı
tartışmalara dönüştüğü saptanmaktadır.
lıştırdı. Bu arada kızı Nermin Ayad'ı da 12 Mart 1632 günü gerçekleşti. Bu kez
Topkapı Sarayının, revaklı açık sofası­
şampiyon bir yüzücü olarak yetiştirdi. ayaklanmacı sipahiler. Hüsrev Paşa'nın
nın bir tören salonu gibi kullanılan iç
Türk sporunda "Yedibela" lakabıyla haksız yere idam edildiğini öne sürerek
kapısı (Bâbüssaade) önünde gerçekle­
anılmasına rağmen mükemmel bir salon ileri geri konuştular. Tarihçi Naima'nın
şen bu tarz ilk ayak divanı 6 Ocak 1603
adamıydı. Türkiye'nin ilk "Dans Krallı- deyimiyle neredeyse IV. Murad'm yaka-
tarihindedir. İstanbul Kaymakamı Gürcü
ğf'nı da kazanmıştı. Komple bir sporcu,
mükemmel bir hoca ve iyi bir yönetici
olarak tanındı.
CEM ATABEYOĞLU AYAK DİVANINDA HAFIZ AHMED PAŞANIN ÖLDÜRÜLMESİ

AYAK DİVANI Sipahiler Orta Kapu'dan içerü yürüyüb Divânhâne-i Hümâyûn asker ile dolub
ol namdar zorbalar ileru durub padişahımıza sözümüz vardır, divâna çıksun!
16. yy'da kent sorunlarıyla ilgili olarak, deyü çağırıb bağırmağa başladılar... Padişah hazretleri taşra çıkub şiâr-ı saltanat
17. yy'da da ayaklanmalarda, padişahın ile ayak divânı edüb taht-ı hilâfet üzere karar eyledi. Nedir kullarım? deyu sa-
önünde yapılan olağanüstü toplantılar­ ded-i suâlde olıcak, ol bî-edebler ifrat-ı vakahat edüb bir mertebe edebsizlik ve
dır. Bu toplantılarda padişah tahtta ona­ itale-i lisân etdiler ki tâ'bire gelmez ve Hafız Paşa'yı ve defter etdikleri onyedi
nırken herkes ayakta dururdu. mû'teber erkân-ı devleti bize ver paralayalım, zira bunlar devlete ve padişahı­
Ayak divanı geleneği Osmanlı Devle­ mıza dost değillerdir dediler ve padişahın ma'kul olan mukabelesini dinlemedi­
tinin kumlusundan 16. yy'a değin sa­ ler ve bağırub elbetde verirsiz, paralarız, yoksa iş gayri olur deyu yakın h ü c u m
vaşlarla ilgili olagelmişti. Otağda ya da edüb padişaha el uzatacak kadar yaklaşdılar, padişah, nasihatinin dinlenmedi­
açıkta, padişahın, devlet erkânı ve ko­ ğini görünce çünkü cevâba kulak tutmazsız ve kabil-i hitâb değilsiz. Niçün be­
mutanların katılımıyla yapılan ayak di­ ni taşra divâna davet eylediniz? deyü kalkub içeri girdi. Fakat soma Receb Pa­
vanlarının konusu genelde savaş taktik­ şa'nm rica ve ısrarıyla saray kapısı açılub tekrar tahta oturdu. Asilerin isteklerini
lerini belirlemekti. Yalnızca padişah kabul etti ve ibtidâ Hafız Ahmed Paşa'nm feci' şehâdeti vuku' buldu.
tahtta oturur, sadrazam ve diğerleri belli
Tarih-i Naima, III, 87
bir düzende ayakta dururlardı. Bu, alın­
ması gereken kararın oturmaya zaman
AYAKAPI 436

sına yapışacak oldular. Musahip Musa önünde toplandılar. Padişah IV. Meh­ Kapının adı da muhtemelen aynı azi­
Çelebi'nin, Hasan Halife'nin, Defterdar med, köşkün bir penceresi önüne kuru­ zeye adanan, 1490'da cami haline dö­
Mustafa Paşa'nın idamlarını istediler. lan tahtına oturdu. Onbinlerce asker ve nüştürülen, bugünse Gül Camii dive
Halk arasında boğuldukları söylenen halk, Atmeydam'ndan Gülhane'ye kadar anılan ve semtin Bizans döneminden
şehzadelerin kendilerine gösterilmesi olan alanı doldurmuş bulunuyordu. Asi­ kalma en önemli yapısı olan aynı adlı
önerisinde bulundular. IV. Murad, sara­ lerin sözcülüğünü yapanlar, ilkin yanık kiliseden gelmektedir. Söz konusu kap:
yın Şimşirlik Kasrı'nda tutuklu kardeşleri bir sesle dua okudular. Bundan sonra Bizans döneminde kentin bu kesimindi
Bayezid, Süleyman, Kasım ve Sultan ib­ Mehter Hasan Ağa, ulufelerinin öden­ Deksiokratinai adlı bir semt bulunması
rahim'i getirtti. Bunlardan Şehzade Ba­ mediğini, sarayda ve dışarıda birçok suç­ nedeniyle Deksiokrates Kapısı olarak
yezid ve Süleyman, ayaklanmacılara yal- lu bulunduğunu yüksek sesle açıkladı. da anılmaktaydı. Bugünkü durumuylı
vararak "Bizi kendi hâlimise bırakmayıp Cebinden çıkardığı ayarı bozuk, kırkık kapı, iki dikmenin üzerine oturtulur.: -
niçin nâmımızı anıp bizi lisâna getirirsi­ akçeleri gösterdi. Padişah, durumun dü­ yekpare taş bir lento ile lentonun üze­
niz? Yoksa bizi suçlandırıp öldürtmek zeltileceğini, suçluların da idam edile­ rindeki yükü azaltmak amacıyla yapıl­
mi istiyorsunuz?" dediler. O gün dağılan ceklerini bildirdi. Bostancıbaşı. Kızlara- mış tuğla bir kemerden oluşmaktadır
sipahiler, eylemlerini ertesi gün de sür­ ğası Behram, Kapı Ağası Bosnalı Ahmed Gerek dikmelerin, gerek lentonun dıs
dürdüler ve padişahtan idamını istedik­ ile bir zenci ağayı hemen boğdurup sur­ yüzünde bir zamanlar yuvarlak ya d;
leri kişileri getirtip Atmeydanı'ndaki ib­ ların üzerinden ayaklanmacıların önüne dikdörtgen çerçeveler içinde bazı ka­
rahim Paşa Sarayı'nda öldürdüler. Üçün­ attırdı. Kalabalık, bu ölülere türlü işken­ bartma figürlerin bulunduğu anlaşr-
cü ayak divanının ise önceki iki ayak di­ celer ederek Atmeydanı'na döndüler. maktaysa da son derece aşınmış olma­
vanının düzenleyicisi olarak gördüğü Osmanlı tarihindeki son ayak divanı, ları nedeniyle neyi betimledikleri seçile-
Vezirazam Recep Paşayı idam ettirdik­ istanbul dışında, Edirne'de gerçekleşti. memektedir. Cibali Kapısı'ndan başlaya­
ten sonra IV. Murad kendisi düzenledi. 15 Ekim 1658'deki bu divanı, IV. Meh­ rak batıya doğru Abdülezel Paşa Cadde­
18 Mayıs l632'de, Sinan Paşa Köşkü'ne med toplattı. Sadrazam Köprülü Meh­ si boyunca yer yer binaların arasında ya
çağırdığı devlet adamlarının yanında, si­ med Paşa ile devlet ileri gelenlerinin da arka tarafında izlenebilen Haliç kiv:
pahilerin önde gelenlerine öğütlerde katıldığı bu divanda Anadolu'daki Aba­ surları, almaşık tuğla ve taş sıralarında'
bulundu. Yeniçeriler bağlılık bildirdiler. za Paşa Ayaklanması görüşüldü. örülmüş tek bir kurtin ile bunu aralık­
Sipahiler de korkup bir daha ayaklan­ larla berkiten kare ya da dikdörtger.
mayacaklarına ilişkin söz verdiler. Ora­ Bibi. Tarib-i Naima, I. 117. V. 97 vd. VI. planlı burçlardan oluşmaktadır. Burçlar­
357; Süahdar Tarihi, I, 142, Tatih-i Selânikî.
da bir tutanak düzenlendi. Ama, IV. Mu­ 5 vd: Mustafa Nuri Paşa. Netayicul-Vukuat. dan büyük bir bölümü bugün yok ol­
rad çok sayıda sipahiyi yine de boğdurt- I-II. Ankara, 1988, s. 186, 233, 253: Tarih-i muştur. Aya Kapısı'nm yaklaşık 50 rr
tu. Bu olaydan sonra da giderek daha Peçeuî, II, 421; J. V. Hammer, Devlet-i Osma­ kadar batısında yer alan Yenikapı ya da
da sertleşen, acımasız bir buyrukçuluğa niye Tarihi, VIII, İst., 1336, s. 20; Uzunçarşı- Bâb-ı Cedid, Kanuni döneminde sur yı­
yöneldi. lı, Osmanlı Tarihi, III/l, 257; Uzunçarşılı, Sa­ kılarak ya da burada bulunan eski bir
ray, 30, 114, 225-229; Uzunçarşılı, Kapıkulu.
I, 470, II, 201, 204, Uzunçarşılı, Merkez ve Bizans poterni genişletilerek açılmıştır.
Ayak divanlarının sonuncuları IV.
Bahriye, 13, 14; Koçu, Topkapu Sarayı, 23, Semtte Bizans döneminden kalma diğer
Mehmed döneminde (1648-1687) yaşan­
26, 27, 58, 65, 225; Pakahn. Tarih Devimleri. yapılar arasında, 16. yy'da Sinan Paş;
dı. Bunların ilki 3 Şubat 1651'dedir. Me­
I, 117-118. Mescidi adıyla camiye çevrilen (bugün­
lek Ahmed Paşa'nın(->) bütçe açığını ka­
NECDET SAKAOĞLU kü İncebel Sokağı'ndaki) kilise ile Yeni-
patmak düşüncesiyle İstanbul esnafına
kapı'nın hemen doğusunda sur, duvarla­
ayarı düşük para bozdurtmak ve ek ver­
AYAKAPI rına bitişik kalıntıları görülen küçük ki­
giler uygulamak istemesi üzerine ayak­
lise sayılabilir.
lanan, halktan askerden de destek gö­ Halic'in güney yakasında, Cibali ile Fe­
ren esnaf zümreleri, Şeyhülislam Kara- ner arasındaki semt. Aykapı adıyla da Fethi izleyen yıllarda kentin diğer ke­
çelebizade Abdülaziz Efendi'yi(-0 önle­ bilinir. Bugün Fatih İlçesi'ne bağlı Kü- simlerinde olduğu gibi bu semtte de yo­
rine katarak ilkin Paşakapısı'na gittiler. çükmustafapaşa Mahallesi sınırları için­ ğun bir imar faaliyeti yaşanmıştır: Fatih
Melek Ahmed Paşa, bunları kovdu. Ora­ dedir. Bizans dönemi kentinin yedi te­ devri (1451-1581) şeyhülislamlarından
dan Topkapı Sarayı'na yöneldiler. IV. pesinden beşincisi olan ve daha sonra Molla Hüsrev Mehmed Efendi tarafından
Mehmed henüz 10 yaşında bir çocuktu. Sultan Selim Külliyesi'nin üzerine kurul­ Ayakapı'da bir mescit yaptırıldığı (vakfi­
Bâbüssaade önüne konan tahta oturdu. duğu tepenin kuzeydoğu yamaçları ile yesi 870/1465 tarihini taşımaktadır) ve
Bir esnaf kahyası söz alarak "padişahım, Haliç kıyısı arasındaki düzlükte bulunan mescidin çevresindeki mahallenin de
bu zulme takatimiz yoktur. Lalana var­ Ayakapı semti, adını Haliç surları kapı­ aynı adla anıldığı bilinmektedir. Yakı­
dık, bize kâfirler diye sitem eyledi. Hâ­ larından biri olan Aya Teodosia Kapı- nındaki Mustafa Paşa Hamamı nedeniy­
len sana geldik. Halife-i rûy-i zeminsin. sı'ndan almaktadır. le Küçük Mustafa Paşa Mescidi de dem-
Hakkımızı hak edip üzerimizden zulmü
def eyle!" dedi. Padişah, danışmanları­
nın uyarısıyla bir hatt-ı hümayun yazdır­
dı ve haksızlığın önlenmesini duyurdu.
Melek Ahmed Paşa da görevden alındı,
ikinci ayak divanı Kösem Sultanın boğ­
durulmasının ardından 3 Eylül 1651 tari­
hinde, bu kez padişahın istemiyle dü­
zenlendi. Bâbüssaade önünde tahta otu­
ran IV. Mehmed'in yanı başına Sancak-ı
Şerif de dikilmişti. Yapılan duyurular
üzerine halk da saray avlusunu doldur­
muştu. Padişah buyruklarına uymayan­
ların idam edilecekleri herkese ilan edil­
di. Şeyhülislam ve kazaskerler görevle­
rinden alındılar. Saray ağalarından bir­ Ayakapı
çoğu da öldürüldü. 5 Mart 1656 günü semtine adını
başlayan Çınar Olayı'nda(-») da ayakla­ veren Aya
nanlar saraya yürüdüler. Fakat Bâb-ı Kapısı.
Hazım Okıırer.
Hümayun kapatıldığı için Alay Köşkü
1993
437 AYAKAPI KARAKOLU

len bu bina zamanla harap olduğundan d a n sonra semtin yol ş e b e k e s i y e n i d e n


19- yy'da yeniden inşa edilmiştir. Fatih d ü z e n l e n e r e k ızgara planlı bir d o k u y a
dönemi ricalinden Ahmed Çelebi de kavuşturulmuştur. Sıkça görülen yangın
Aya Kapısı'mn hemen yanında sura biti­ felaketleri y ü z ü n d e n g ü n ü m ü z d e Aya-
şik olarak bir mescit inşa ettirmiştir. Al­ kapı'daki sivil mimari örneklerinin bü­
tında İstanbul'un fethi sırasında şehit yük bir b ö l ü m ü 19. yy'dan ya da 20.
düşen Sekbanbaşı Abdurrahman Ağa'- yy'dan k a l m a kagir k o n u t l a r d a n oluş­
nın kabri bulunduğundan Sekbanbaşı maktadır. B u n l a r F e n e r d e k i benzerleri­
Mescidi olarak da bilinen bu mescit n e g ö r e daha m ü t e v a z ı boyutlarda v e
1166/1752'de Şehla Ahmed Paşa tarafın­ orta halli ailelerin oturabileceği süssüz,
dan yenilenmiştir. Bugün kapıdan çıkı- gösterişsiz evlerdir.
lınca sağ tarafta, giriş katında sekbanba- 19801i yıllarda Haliç'te gerçekleştiri­
şının sandukasını barmdıran 19. yy'dan l e n geniş çaplı d ü z e n l e m e çalışmaların­ Ayakapı Hamamı
kalma ahşap bir yapı görülmektedir. d a n Ayakapı kıyıları da nasibini almış, Aras Neftçi

15. yy sonlarından itibaren Anadolu b u k e s i m d e k i b i n a l a r yıkılarak yerleri


ve Rumeli'den İstanbul'a gelmeye baş­ parka dönüştürülmüştür.
/Hezârân sa'yile buldu çün itmam /Bu
layan Rumların bir bölümü Ayakapı'ya Bibi. Ayverdi, Mahalleler, 39, 77; Cezar, âlî menzile denildi tarih / Ki yüzü suyu­
yerleştirilmiştir. 17. yy'da yaşamış Erem- Yangınlar; Dirimtekin, Haliç Surları, 17, 44-
45; Kömürciyan, İstanbul Tarihi, 18; Janin,
dur şehrin bu hammâm 990.
ya Çelebi'ye göre Rumlar sur duvarının
Constantinople byzantine, 271-272; R. E. Ko­ Yapıya verilen yanlış isimler nede­
deniz tarafında oturmaktaydılar. Kıyıda
çu, ''Bostancıbaşı Defterleri", İstanbul Ensti­ niyle Ayakapı Hamamı'mn bir Sinan
salhaneler, bir mumhane ve deniz gü­ tüsü Mecmuası, S. 4 (1958), s. 39-90; K. Krei- eseri olduğu uzun yıllar bilinmemiş,
venliğinden sorumlu bir de kulluk bu­ ser, "Sirkeci Dede. Ein Istanbuler Derwisch- 1940'lı yıllarda artık kullanılmayan bir
lunmaktaydı. Fener'e doğru bir sonraki Kloster", Müncher Zeitschrift für Balkankun­ hamam olduğu için de yakın tarihimiz­
kapı olan Yenikapı'da ise, Fatih ve Sul- de. S. 1 (1978), s. 157-181; J. Pervititch, Plan
d'assurances, no. 21: Aya-Kapu, Gül Cami, de pek tanınmamıştır. Bugün yapının içi
tanselim'deki konaklarda yaşayan yük­
Cibâli, 1:1000, Ist., 1928: Schneider, Mau­ tümüyle harap olmuş durumdadır. 1947'
sek tabakadan kişilerin sandallarla de­
ern, 65-107; A. Tibet, "A la recherche du de bu yapı bir kereste deposu olarak
niz gezintisi yapmak için kullandıkları temps perdu. Le quartier de Cibali Ayakapı", kullanılmaya başlanmış ve bugüne ka­
bir iskele vardı. Aynı yazar, Ayakapı ile Lettre d'information, 3, Observatoire Urba­ darda bu fonksiyonunu sürdürmüştür.
Cibali arasında, surların karaya doğru ine d'Istanbul, İst.. 1992, s. 25-29.
yaptığı bir girinti içinde yer alan Aya Hamam doğu-batı doğrultusunda yer­
AKSEL T İ B E T
Nikola Rum Kilisesi'nin o tarihte mev­ leşmiş dikdörtgen bir plana sahiptir, An­
cut olduğunu belirtmektedir. Ancak, cak yapının iki kısa kenarı aynı uzun­
AYAKAPI ÇEŞMESİ lukta olmadığından dikdörtgen düzgün
bugünkü kilise yapısı 19. yy'dan kalma­
Fatih İlçesi'nde, Cibali-Ayakapı'da, Apti- değildir. Sıcaklık kısmı tamamen harap
dır ve Aynaroz'daki Vatopedi Manastı-
subaşı M a h a l l e s i ' n d e , G ü l ç e ş m e S o k a - haldeki hamamın içine, burayı depo ola­
rı'nm İstanbul'daki şubesi (metokhion)
ğı'nda bulunmaktadır. rak kullanan kişilerce betonarme bir ta­
olarak kullanılmıştır. Bitişiğindeki Hara-
Y a k ı n ı n d a k i Aya K a p ı s ı ' m n a d ı y l a dilat yapılmış ve üst yapının çökmesi
lambos Ayazması ise taş konsollu çık­
anılan bu ç e ş m e n i n , iki beyitlik kitabe­ önlenmeye çalışılmıştır. R. E. Koçu'nun
masıyla bir önceki yüzyıl mimarisinin
s i n d e 9 9 4 / 1 5 8 5 tarihi b u l u n m a k t a an­ 19601ı yıllarda bahsettiği duvarlardan ve
özelliklerini göstermektedir. 1814-1815
c a k banisinin adı verilmemektedir. K e s ­ kubbe desteklerindeki süsleme öğelerin­
arasında tanzim edilen bir bostancıbaşı
m e küfeki taşı ile klasik ü s l u p t a inşa den hiçbiri günümüze ulaşmamıştır.
defterindeki kayıtlar da, Ayakapı ve Ye-
edilmiş olan ç e ş m e n i n dikdörtgen c e p ­ Bibi. Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 374:
nikapı iskeleleri arasında kıyı boyunca
h e s i s i l m e l e r l e ç e r ç e v e l e n m i ş v e sivri Sâî, Tezkiretü'l-Bünyân, İst., 1315, s. 44; (Al-
sıralanan hanelerin çoğunlukla ticaretle
kemerli bir nişle donatılmıştır. Mermer­ tınay), Mimarlar, 110-111; Meriç, Mimar Si­
uğraşan gayrimüslimlere ait olduğunu
den yontulmuş olan ayna taşında, süs­ nan, 45; İSTA, III, 1379-1381; Ayverdi, İstan­
göstermektedir. Müslüman nüfusun da­ bul Haritası, C/3; Konyalı, Mimar Sinan, 51;
l e m e olarak bir kabartma rozet ile çatık
ha çok sur içinde kalan kesimde otur­ Müller-Wiener, Bildlexikon, 198-199; Eyice,
k a ş k e m e r b i ç i m i n d e b i r s i l m e görül­
duğu anlaşılmaktadır. Nitekim yukarıda Bizans Mimarisi, 52-53; T. Cantay, "Mimar
mektedir. Ayna taşının üst köşelerinde, Sinan'ın Az Tanınan Bir Eseri: Ayakapı Ha­
sözü edilen iki mescidin yanısıra, sem­
aynı tür k e m e r c i k l e r i n taçlandırdığı bi­ mamı", TAÇ, no. 7 (Kasım 1987), s. 18-19.
tin dinsel yaşamında belli bir rolü olan
rer maşrapa nişi, ayna taşı ile sivri ke­ ZİYA NUR SEZEN
Sirkeci Tekkesi de bu kesimde yer al­
merin arasında da m e r m e r kitabe levha­
maktadır. Halvetîye'nin Sümbülîye ko­
sı bulunmaktadır. İstifli sülüsle yazılmış AYAKAPI KARAKOLU
lundan Yorgânî Emîr Şeyh Mehmed
olan kitabenin mısraları, dilimli k e m e r -
Giysudâr Geylâni (ö. 977/1569) tarafın­ Fatih İlçesi'nde, Cibali-Ayakapı'da, Kü-
ciklerle s o n u ç l a n a n kartuşların içine
dan kurulan tekkenin binası 19. yy'da çükmustafapaşa Mahallesi'nde, Ayakapı
alınmıştır.
yıkılmıştır. Buna karşılık oğlu Şeyh İs­ Mescidi'nin bitişiğinde yer almaktadır.
mail Efendi'nin (ö. 1020/1611) türbesi Bibi. Tanışık. İstanbul Çeşmeleri, I, 34-35; Günümüzde karakolun bulunduğu
bugün hâlâ ayaktadır. Türbe yapısının İSTA, III, 13*79. yerde, Sadrazam Şehlagöz Ahmed Pa-
yanı başındaki küçük hazirede, 18. ve M. BAHA TANMAN şa'nın (ö. 1753), Ayakapı Mescidi'ni ye­
19. yy'larda semtte yaşamış orta tabaka­ niden inşa ettirirken bir yeniçeri kollu­
dan kişilerin mezarları bulunmaktadır. AYAKAPI HAMAMI ğu yaptırdığı, Vak'a-i Hayriye'de (1826)
İstanbul'un diğer semtleri gibi Aya­ Haliç surlarının Aya Kapısı ile F e n e r Ka­ Yeniçeri Ocağı'nm lağvından sonra bu
kapı da sık sık yangın felaketine maruz pısı arasmdaki bölümünde, Yenikapı a- kolluğun karakola dönüştürüldüğü bi­
kalmış, özellikle Haliç kıyısında çıkıp, dıyla tanınan kapının h e m e n yanındadır. linmektedir. Girişin üzerinde yer alan
sert poyraz rüzgârı nedeniyle kentin iç K i t a b e s i n e g ö r e 990/1582 tarihli ol­ 1302/1884 tarihli II. Abdülhamid tuğra­
bölümüne yayılan büyük yangınlarda duğu bilinir. III Murad'ın annesi Nurbâ- sı, yapının adı geçen padişah tarafından
önemli ölçüde hasar görmüştür. 1130/ nu Sultan tarafından Mimar Sinan'a yap- bu tarihte yenilendiğini kanıtlamaktadır.
1718, 1169/1756 ve 1249/1833 Cibali tırtılmıştır. Y a p ı Valide Sultan, Y e n i k a p ı Cumhuriyet devrinde bir müddet CHP,
yangınları semtteki binaların hemen he­ veya Havuzlu H a m a m isimleri ile de ta­ Çocuk Esirgeme Kurumu ve Türk Hava
men tümünün yanmasına neden olmuş­ nınır. B u g ü n o k u n m a s ı m ü m k ü n olma­ Kurumu tarafından ortaklaşa, Cibali
tur. 1145/1732 Ayakapı yangınında ise yan kitabeyi Ayvansarayî Hüseyin Efen­ semt ocağı olarak kullanılan karakol bi­
Ayakapı ile Yenikapı arasındaki tüm bi­ di Mecmuâ-i TevârihXe şöyle vermekte­ nasının içinde halen bir kereste atölyesi
nalar yanmıştır. 19. yy'daki yangınlar­ dir: Bihamdillah bu cây-i hurrem-âbad bulunmaktadır.
AYAKAPI KİLİSESİ 438

rumu, İstanbul'un tarihi eserlerinin so­


rumsuzca tahribinin bir örneğidir.
Bibi. Mordtmann, Esquisse, 74; Schneider.
Byzanz, 53-54; Janin, Eglises et monastéres.
137-138; T. F. Mathews, The Byzantine
Churches of Istanbul. A Photographic Survey.
Pennsylvania-Londra, 1976, s. 23-24; Müller-
Wiener, Bildlexikon, 97.
SEMAVİ EYİCE

AYAKAPI MESCİDİ
Fatih İlçesi'nde, Ayakapı'da, Küçükmus-
tafapaşa Mahallesi'nde, "Aya Kapısı" c-
larak anılan sur kapısının yanında bu­
lunmaktadır.
Aya Kapısı'nın dışında, sur duvarına
bitişik olarak inşa edilmiş bulunan bu
mescidi, Ahmed Çelebi adında, ölüm ta­
rihi bilinmeyen bir hayır sahibi yaptır­
mış, zamanla harap olan yapı, 18. yy'ın
birinci yarısında Sadrazam Şehlagöz Ah­
Dikdörtgen bir alanı kaplayan, iki miştir. Eksik bir planı ilk olarak A. M. med Paşa (ö. 1753) tarafmdan yeniden
katlı, kagir binanın girişi, Ayakapı Mey­ Schneider tarafmdan 1935'te yayımlamış, inşa ettirilmiştir. Bugünkü ahşap binanın
danı üzerindeki doğu cephesindedir. bu satırların yazarı da 1947'de Ayakapı ise geçen yüzyıla ait olduğu söylenebi­
Yuvarlak kemerli girişin yanlarında, aynı Kilisesi'ni incelediğinde, harabenin gü­ lir. Mescidin zemin katında, İstanbul'un
tür kemerlerle donatılmış birer pencere ney tarafında Schneider'in planında gös­ fethinde şehit düşenlerden, Fatih'in sek-
yer alır. Abdülezel Paşa Caddesi'ne ba­ terilmemiş, tonozlarla örtülü mekânlar banbaşısı Abdurrahman Ağa'nın türbesi
kan kuzey cephesinde, zemin kat duva­ halinde tuğladan büyük bir ek binanın bulunmakta, söz konusu mescidin, bu
rında, atölyenin girişi olarak kullanılan varlığını tespit etmiştir. fetih şehidinin hatırasını yaşatmak ama­
geniş bir açıklık meydana getirilmiş, üst 1935'te bu harabenin üstünde ahşap cıyla tesis edildiği anlaşılmaktadır.
katta üçü doğuya, ikisi kuzeye bakan, bir ev bulunuyordu. 1947'de ise bu ev Ahşap malzemesi, tasarımı ve dış gö­
toplam beş adet. basık kemerli pencere ortadan kalktığından kilise, daha doğru­ rünüşü ile ufak boyutlu bir eski İstan­
açılmıştır. Aynı dönemde inşa edilen ve su şapel bütünüyle ayıklanmış halde, bul evini andıran bu mescit-türbenin
eklektik zevke uygun aşırı süslü cephe- kerestelerin istif edildiği arsanın kena­ zemin kat cephesinde, Abdurrahman
leriyle dikkati çeken birtakım karakol bi­ rında iyi sayılabilecek bir durumda bu­ Ağa Türbesi'nin, enine dikdörtgen açık-
nalarının aksine, Ayakapı Karakolu'nun lunuyordu. Fakat çok yakın tarihte ger­ lıklı ve demir parmaklıklı ziyaret pence­
cephe tasarımında Osmanlı ampir üslu­ çekleştirilen bir parselasyon sonunda, resi ile bunun sağında giriş yer almakta­
bunun sadeliği gözlenmektedir. gerek şapelin gerek yanındaki tonozlu dır. Girişi izleyen ve günümüzde çay
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka. I, 237; İSTA, III, mekânların üstlerine konutlar yapılarak, ocağı olarak kullanılan koridordan tür­
1381. bu tarihi yapı, dışarıdan görülemeyecek beye geçilmekte ve fevkani mescide çı­
M. BAHA TANMAN şekilde, yok edilmiştir. 1993 başlarında kılmaktadır. Yakm zamana kadar mes­
yerinde yapılan incelemede, surların ken olarak kullanıldığı bilinen, halen
AYAKAPI KİLİSESİ hemen arkasındaki dar sokağm içinde, harap durumda bulunan mescit, sokak
İstanbul'un Haliç surlarındaki Aya Kapı- bir konuta temel olmuş, kilise veya şa­ yönünde bir çıkma ile genişletilmiş ve
sı'nm (veya Ayakapı) iç tarafında eski pele ait olduğu talimin edilen tuğladan dikdörtgen pencerelerle donatılmıştır.
bir Bizans şapeli bulunuyordu. Şehrin bir duvar parçası görülebilmiştir. Böyle­
Ayakapı Mescidi, İstanbul'da sayıları
Bizans dönemi eski eserleri hakkında ce Ayakapı Kilisesi şimdiki halde İstan­
epeyce azalmış olan ahşap mescitlerin
araştırmalar yapanların ihmal ettikleri bul'un tarihi topografyasından silinmiş
son örneklerinden birini teşkil etmekte,
bu yapının, tarihte adları geçen ve bu durumdadır.
ayrıca türbe ziyareti ve ibadet fonksi­
bölgede oldukları bilinen kiliselerden Ayakapı Kilisesi, aralarında tuğla ha­ yonlarının, üst üste iki katta karşılandı­
birinin kalıntısı olmasına ihtimal verilir. tıllar olan taş sıralarından inşa edilmişti. ğı, kendine özgü tasarımı ile, kökleri
Bu yapıdan ilk bahseden Dr. Mordt- Alt kısımlarda, taşların aralarında dikine Osmanlı öncesi Anadolu Türk mimari­
mann, bunun Petrion Mahallesi'ndeki konulmuş tuğlalar da görülüyordu. Taş­ sindeki kümbetlere kadar giden bir ge­
Aya İuliane Kilisesi veya onun bir parça­ ları tuğlalar ile çerçeveleme tekniği Bi­ leneği sürdürmektedir.
sı olabileceğini öne sürmüştü. Başkaları zans yapı sanatında 11. yy'dan itibaren Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 237; İSTA, III.
ise yine Petrion Mahallesi'nde Zenon başlamıştır. Ayrıca tuğla ve harç kalınlı­ 1380-1381; Öz, İstanbul Camileri, I, 27; Av-
döneminde (474-475 ve 476-491) yapıl­ ğı orantıları 11-12. yy'larm duvar örgüsü yerdi, Fatih IV, 757; Ünver, Mutlu Askerler.
dığı ileri sürülen, fakat harap olduğun­ tekniğine işaret etmektedir. 2; İKSA, I, 78.
dan I. Basileios'un (hd 867-886) yeniden M. BAHA TANMAN
Plan bakımından esas mekân, üstü
yaptırarak, muhteşem surette tezyin et­ çapraz tonozla örtülü, haç biçiminde bir
tirdiği Ayios Elios Kilisesi üzerinde dur­ AYAKLANMALAR
odadan ibaret olup doğu tarafmda, orta­
muşlar, bazıları da Andronikos'un oğlu, sında penceresi olan yarım yuvarlak bir Bizans Dönemi
1176'da Miriokefalon Savaşı'nda ölen İo- apsis halinde dışarıya taşıyordu. Duvarın İstanbul Bizans dönemi boyunca çeşitli
annes tarafından yapılan ve 1420'de hâlâ bir köşesindeki izden, sur duvarı tarafın­ ayaklanmalara sahne olmuştur. Bu ayak­
duran Evergetes İsa Manastırı'nı teklif et­ da bir devamı olduğu anlaşılıyordu. Ap- lanmaları dini, siyasi ve sosyoekonomik
mişlerdir. Bu duruma göre kesin bir çö­ sisli mekânın batısında birbirine geçit nedenlere bağlayarak üç ana grup altın­
züme ulaşılamamıştır. Yapı uzun süre veren dikdörtgen planlı iki mekân daha da i n c e l e m e k mümkündür. Ama bu
boş olarak durmuş, geçen yüzyıl içinde vardı. Bunların güneyinde ise, herhalde ayaklanmalar çoğu kez bu nedenlerin
yakınındaki Ayakapı Hamamı'nm(->) o- 1935'te görülemediğinden Schneider'in birbirine eklemlenmesiyle gerçekleşmiş­
dun deposu olmuş, bu hamam kullanıl­ planında işaretlenmeyen tonozlu odalar, tir. Örneğin, I. Anastasios(->) (hd 491-
maz duruma gelince de yanındaki boş üstteki sokağın kenarına kadar uzanı­ 518) döneminde, imparatorun destekle­
arsadaki kerestecinin kullanımına geç­ yordu. Ayakapı Kilisesi'nin bugünkü du­ diği monofizitlik akımına tepki gösteren
439 AYAKLANMALAR

başkent halkının sık sık düzenlediği ve rılmaları yoluyla bastırıldı. Ayaklanmala­ Bizans devrinin tüm ayaklanmaları
en şiddetlisi 512'de gerçekleşen dinsel ra kentteki Müslüman ve Hıristiyan ya­ gözden geçirildiğinde, öncelikle Maviler
kökenli ayaklanmalara çoğu kez Orto­ bancıların da katıldığını yazan İbn el- ve Yeşillerin, Konstantinopolis halkının
doksluk taraftarı Mavilerin de katılma­ Esir'e göre, imparator bu olaydan sonra siyasi görüşlerinin taşıyıcısı ve temsilcisi
sıyla, sosyal ve politik bir boyut eklen­ Konstantinopolis'te yaşamakta olan tüm sıfatıyla, 5. ve 7. yy'lar arasındaki ayak­
miştir (bak. Maviler ve Yeşiller). Öte yabancıları kovdurttu. Yabancı yasağı lanmalarda oynadıkları merkezi rol be­
yandan 5 3 2 ' d e İmparator I. İustini- otuz yıla yakın bir süre devam etti. lirgindir. Ancak I. Anastasios devrinde
anos'u(->) neredeyse tahtından eden Ni- 11. yy'm ikinci yarısında başkent, ve Nika Ayaklanması'ndaki faaliyetleri­
ka Ayaklanması(->) hem siyasi, hem üçü iktidardaki imparatorların devrilme­ nin ardından, sırasıyla Mavrikios (582-
sosyoekonomik içerikli bir harekettir. siyle sonuçlanan, en az dört büyük 602), Fokas (602-610) ve Herakleios ha­
Yeşillerin Hippodrom'da(->) alışılagel­ ayaklanmaya sahne oldu. Bunlardan bi­ nedanları (610-711) altında patlak veren
miş başkaldırılarından biri olarak başla­ rincisinde, Patrik I. Mihael Kerularios'un isyanlarda hep ön planda olan Maviler
yan, sonra Maviler, halktan kişiler ve kışkırtmasıyla VI. Mihael Stratiotikos'a ve Yeşiller, 7. yy'ın sonundan itibaren
birçok Senato üyesinin katılmasıyla bü­ (hd 1056-1057) karşı örgütlenen lonca siyasi önemlerini yitirmişler ve ayaklan-
yüyüp b a ş k e n t s o k a k l a r ı n a yayılan şefleri ve Senato üyeleri Ayasofya'da malardaki rolleri sona ermiştir. 8. ve 11.
ayaklanmayı kışkırtan nedenler arasın­ toplanarak İsaakios Komnenos'u (bak. yy'lar arasında, başkentte çeşitli ayak­
da, I. İustinianos'un giderek otokratikle- Komnenos Hanedanı) 30 Ağustos 1057' lanmalar görülürse de, bu devirde is­
şen rejimi, yükselen vergiler ve bazı de imparator ilan ettiler. Nisan 106l'de, yanların odak noktası eyaletlere kay­
devlet memurlarının icraatları sayılabilir. X. Konstantinos Dukas'a (hd 1059-1067) mıştır. Fakat çoğunluğunu askeri ayak­
karşı ordu ve donanma komutanları ta­ lanmaların oluşturduğu bu hareketlerin
Bizans İmparatorluğu'nda hükümda­
rafından yapılan darbe, başarısız olma­ bir kısmı Konstantinopolis 'te iktidar de­
rın iktidara geliş biçimine dair kesin bir
sına rağmen, Konstantinopolis eparkı- ğişikliklerine sebep olmuştur: Örneğin,
kural veya yasa mevcut olmadığı ve ba­
mn (bak. Eparhos tes poleos) sivil halk­ Leontios (hd 695-698), Filippikos (hd
şarılı bir ayaklanma sonucunda tahta çı­
tan isyancıların liderliğini üstlenmiş ol­ 711-713), III. L e o n ( - 0 (hd 717-741),
kan imparatorun meşruiyeti sorgulan­
ması açısından ilginçtir. Öte yandan Artabasdos (hd 742-743) ve II. Mihael
madığı, diğer bir deyişle başarılı bir
1078'de III. Nikeforos Botaneiates'in (hd 820-829) eyaletlerde başlayan is­
ayaklanma bir nevi meşruiyet aracı ola­
tahtı ele geçirmesiyle sonuçlanan giri­ yanlar sonucunda bu dönemin ilk yarı­
rak görüldüğü için, iktidarı ele geçirme­
şim, 1057 ayaklanması ile büyük ben­ sında tahta çıkan ordu komutanlarıdır.
yi amaçlayan şahıslar veya kendi aday­
zerlikler gösterir. Ayasofya'da toplanan 11. yy ve sonrası, Konstantinopolis hal­
larını tahta geçirmek isteyen askeri güç­
ve aralarında senatörlerle halktan kişile­ kının tekrar yoğun olarak ayaklanmala­
lerin başlattığı ayaklanmalara Konstanti-
rin bulunduğu isyancıları, Patrik I. Kos- ra iştirak ettiği bir dönemdir. Özellikle
nopolis'te çok sık rastlanır. Sayısız Bi­
mas s a d e c e d e s t e k l e m e k l e kalmadı, 11. yy'da loncaların ve kilisenin, erken
zans imparatoru bu şekilde tahta geç­
darbeye henüz katılmamış olan devlet Bizans dönemindeki Maviler ve Yeşiller
miş veya tahtını kaybetmiştir.
görevlilerine gözdağı veren mektuplar gibi, başkent halkının sosyal ve siyasi
Buna karşılık, iktidardaki imparatoru görüşlerinin temsilciliğini yapan kurum­
yolladı. Bu sırada Büyük Saray'ı(->) ku­
müdafaa etmek veya bir hanedanın taht­ lar olarak ayaklanmalarda önemli rol
şatıp içeri giren isyancılar İmparator VII.
ta sürekliliğini sağlamak amacıyla dü­ oynadıkları göze çarpar. Esnaf ve zana­
Mihael Dukas'ı (hd 1071-1078) (bak.
zenlenen ayaklanmalar da az değildir. atkar sınıfın etrafında toplandığı Kons­
Dukas Hanedanı) 31 Mart 1078'de tahtı
Örneğin, M a k e d o n y a l ı l a r Haneda- tantinopolis lonca teşkilatının 11. yy'a
terk etmeye zorladılar. Üç yıl sonra III.
nı'nm(->) son iki kadın ferdinden biri mahsus olan bu özelliği, ortaçağda ge­
Nikeforos Botaneiates bir başka darbe
olan İmparatoriçe Zoe'nin(->) evlat edin- rek Avrupa'da gerek İslam dünyasında
sonucunda, 1-4 Nisan 1081'de tahtını I.
mesiyle tahta çıkartılan V. Mihael Kala- lonca teşkilatlarının ayaklanma vb siyasi
Aleksios Komnenos'a terk etti. I. Aleksi-
fates'in (hd 1041-1042) devlet idaresini hareketlerdeki yaygın faaliyetlerini çağ­
os'un darbesi, 1028'de Makedonyalılar
tümden eline geçirmek arzusuyla Zoe'yi rıştırır. Konstantinopolis loncaları, 1081'
Hanedanımın son erkek ferdinin ölü­
Büyükada'ya sürdürmesi üzerine, baş­ den sonra eriyen siyasi güçleriyle birlik­
münden itibaren, Anadolu'nun askeri
kent halkı 19 Nisan 1042'de "Annemiz te, ayaklanmalardaki rollerini yitirmiş,
aristokrasisinin Konstantinopolis'in sivil
Zoe'yi isteriz" haykırışlarıyla imparatora ancak kilise, Bizans devrinin sonuna
aristokrasisine karşı örgütlediği elli-alt-
karşı ayaklandı. Patrik Aleksios Studites dek, hattâ Osmanlının fethinden sonra
mış dolayındaki ayaklanmanın sonun­
ve Senato üyeleri tarafından destekle­ dahi koruduğu kentin Ortodoks ahalisi­
cusudur. Bu ayaklanmaların hepsi eya­
nen isyancılar, Zoe'nin Büyükada'dan nin dini ve siyasi temsilciliği vasfıyla,
letlerde başlamakla beraber, isyancı ge­
geri getirtilmesiyle yatışmayıp, ancak kız halk hareketlerinde faal olmaya devam
nerallerin amacı Anadolu'da ayrılıkçı
kardeşi Teodora'nm(->) da Ayasofya(->) etmiştir.
devletler kurmak yerine Bizans tahtını
Kilisesi'nde imparatoriçe ilan edilip taç
ele geçirmek olduğu için, Konstantino- Konstantinopolis'teki ayaklanmalarda
giymesinden sonra sakinleştiler. Yakla­
polis'le doğrudan ilgilidirler. zaman zaman kadınların da faal olduğu
şık üç gün süren ve üç binden fazla in­
sanın hayatlarını kaybettikleri söylenen görülür. 8. yy'da İkonoklazma(-») hare­
ayaklanmanın sonunda, saraydan kaçıp 12. yy'da ise başkenti sarsan en ö- ketini başlatan İmparator III. Leon'un(->)
Studios Manastırı'na (İmrahor Camii) sı­ nemli hareketler arasında Latinlere karşı Büyük Saray'ın Halke Kapısı'nda asılı
ğınan V. Mihael'in gözleri kör edildi ve yöneltilen halk isyanları gelir. İktisadi, duran İsa ikonunun kaldırılmasına iliş­
başkent dışına sürüldü. siyasi ve ideolojik nedenlere dayanan kin emrine, öncelikle başkentin kadın
Latin karşıtı gösterilerin en şiddetlisi nüfusu sokaklara dökülerek tepki gös­
Çok g e ç m e d e n Zoe'yle evlenerek 1182 ilkbaharında kentteki Cenevizli ve termiş, hattâ ikonu kaldırmak üzere yol­
imparator olan IX. Konstantinos Mono- Pisalı tacirlerin katliamı ve mallarının lanan bir görevlinin oradaki kadın is­
mahos'un (hd 1042-1055) sarayda met­ tümden yağmalanmasıyla son bulan a- yancılar tarafından öldürüldüğü ileri sü­
resi Skleraina'yla açıkça sürdürdüğü iliş­ yaklanmadır. Latin karşıtı hareketler Pa- rülmüştür. Makedonyalılar Hanedanı'nın
ki halk tarafından tepki gördü. Bu ilişki­ leologoslar devrinde de (bak. Paleólo­ son temsilcileri Zoe ve T e o d o r a ' m n
nin, imparatorun saltanatı resmen pay­ gos Hanedanı) (1261-1453) devam etti. müşterek iktidarıyla sonuçlanan 1042
laştığı Zoe ve Teodora'nm dolayısıyla Örneğin, İmparator II. Andronikos'un ayaklanmasında da kadınlar aktif bir rol
Makedonyalılar Hanedam'nm, emniyeti­ 1305'te müttefiki Cenova'nın deniz kud­ oynamışlardır. 1185'te I. Andronikos
ni tehlikeye düşürdüğünden kuşkulanı­ retine güvenerek Bizans donanmasını Komnenos'un tahttan düşürülüp öldü­
lıyordu. Kentte patlak veren ayaklanma­ dağıtmasına isyan eden Konstantinopo­ rülmesine yol açan isyanda yine halktan
lar ancak iki yaşlı kız kardeşin saltanat lis ahalisi, başkentte oturan Cenevizlile­ kadınların katılımı olduğu bilinir.
kıyafetleri içerisinde halkın önüne çıka­ rin evlerini ateşe verdi. Bibi. Al. Cameron, Circus Factíons, Oxford,
AYAKLANMALAR 440

1976; W. Kaegi, Byzantine Military Unrest, hattâ öldürülmesiyle sonuçlananlardır. medik ölümünün uyandırdığı yasla bir­
4 7 1 - 8 4 3 , Amsterdam, 1 9 8 1 ; Sp. Vryonis, Dört Osmanlı padişahı (II. Osman, ibra­ likte bu ayaklanmadan doğan korkulu
"Byzantine Demokratia and the Guilds in the
him, III. Selim ve IV. Mustafa) ayaklan­ ortamda Amasya'dan geldi ve İstan­
Eleventh Century", Dumbarton Oaks Papers.
17, 1963. s. 289-314. malar sonunda tahttan indirilmiş ve öldü­ bul'da tahta çıkan ilk padişah oldu.
NEVRA NECİPOĞLU rülmüşler; yedi padişah da (II. Bayezid, Y e n i ç e r i l e r i n ikinci ayaklanması,
IV. Mehmed. II. Mustafa. III. Ahmed, Ab- otuz yıllık bir sükûnetten sonra Ağus-
Osmanlı Dönemi dülaziz, V Murad, II. Abdülhamid) tahtı tos-Eylül 1511 tarihindedir. II. Baye-
istanbul, Konstantinopolis'ten birçok ge­ yitirmiş ama canlarını kurtarabilmişlerdir. zid'in, büyük oğlu Şehzade Ahmed'i
lenekle birlikte kanlı ve korkunç ayak­ tahta oturtmak için İstanbul'a çağırması,
İstanbul'un gündelik hayatı ve eko­
lanma g e l e n e ğ i n i de devraldı. İlki küçük oğlu Şehzade Selim'i tutan yeni­
nomik düzeni, her ayaklanmada çok
1482'de gerçekleşen bu ayaklanmaların çerilerin ayaklanmasına neden oldu.
yönlü sarsıntı geçirmiş, ayaklanmaların
sonuncusu 1909'dadır. 428 yıllık süre Kent 21-22 Eylül günleri yağmalandı.
olumsuz sonuçları, bazen yeni eylemle­
dikkate alındığında İstanbul'daki Osman­ Rical ve ulema konakları yerle bir edil­
rin gerekçesi olmuştur. II. Mehmed (Fa­
lı dönemi ayaklanmalarının, Bizans dö- di. İskeleleri zapteden askerler, Üskü­
tih) döneminde (1451-1481) istanbul'da
nemindekilere oranla daha az sayıda ve dar'a geçişi kestiler. Ayaklanma, yeniçe­
kapıkulu ocaklarının kalabalık kadrolarla
ılımlı olduğu saptanır. Niteliklerine ve rilere bol para dağıtılarak bastırıldı. Fa­
yeniden örgütlenmesine koşut biçimde
gerçekleştirenlerine göre, fitne, kul kıya­ kat bu olaydan altı ay sonra 6 Mart 1512'
askeri disiplin ve kent güvenliği de sağ­
mı, vaka, hâile, kazan kaldırma, ihtilal vb de II. Bayezid'in sarayını kuşatan ve
landığından herhangi bir ayaklanma giri­
adlar verilen bu olaylarda ilk sırayı, kapı­ gösteriler yapan yeniçeriler, Yavuz Se­
şimi olmamıştır. Fakat ölümünü (3 Mayıs
kulu ocaklarından sipahilerle yeniçeriler limin İstanbul'a girişini ve Osmanlı tari­
1481) izleyen günlerde, yeniçeriler ilk
almıştır. Medreselilerin, çarşı esnafının, hinde ilk kez askeri baskıyla padişahın
ayaklanmayı gerçekleştirdiler. Fatih'in
çapulcu ve işsizlerle ayaktakımınm ger­ tahttan indirilmesini sağladılar.
cenazesinin istanbul'a getirilmesi sırasın­
çekleştirdikleri ayaklanmalar da vardır.
da, Vezirazam Karamam Mehmed Pa- Ortada haklı bir gerekçe yokken bir
Ayaklanma nedenleri çoğunlukla asker
şa'mn Üsküdar-Istanbul deniz trafiğini disiplinsizlik belirtisi olarak yeniçerilerin
aylıklarının zamanında verilmemesi ya
kesmesi ve yeniçerilerin kente geçişleri­ ayaklanmaları 25 Mart 1525'tedir. I. Sü­
da noksan ödenmesi, savaş olasılığı, pa­
ni önlemek istemesi, beklenmedik tepki­ leyman'ın (Kanuni) (hd 1520-1566) o yıl
halılık, yönetim bozukluğu, disiplinsizlik­
lere yol açtı. El koydukları mavna ve ka­ kışı Edirne'de geçirmesi, Vezirazam İb­
tir. İstanbul'un büyük bir ticaret merkezi
yıklarla istanbul'a geçen yeniçeriler, bir rahim Paşa'nm Mısır'da oluşu, İstan­
olması ve kentteki servet birikimleri de,
baskın düzenleyerek Mehmed Paşa'yı bul'da yönetim boşluğuna neden olmuş­
bunlara göz dikenlerin görece nedenlerle
katlettiler ve başını bir mızrağa geçirip tu. Fakat yeniçeriler başka bir gerekçey­
ayaklanma çıkarmalarına yol açtığı gibi,
sokaklarda gezdirdiler. Yahudi hekim le kendilerinin, yağma ve ganimet ola­
iktidar grupları arasındaki çekişmeler de
Yakup'u öldürdüler. Eminönü'ndeki Ya­ nakları sağlayan bir sefere götürülmeyiş-
kentteki etkin örgün kesimleri ayaklan­
hudi Mahallesini, Venediklilerin ve Flo- leri ve padişahın hareketsiz kalması yü­
malara yönlendirebilmiştir.
ransalılarm mağazalarını yağmaladılar. zünden eyleme geçtiler. İkinci Vezir
Ayaklanmaların en tehlikelileri ve et­ İshak Paşa, ayaklanmayı güçlükle yatış­ Ayas Paşa'nm, devlet adamlarının saray­
kili olanları, padişahın tahttan indirilmesi tırdı. II. Bayezid, babası Fatih'in beklen­ larım, gümrük binasını, Yahudi Mahalle-
441 AYAKLANMALAR

si'ni yağmaladılar. K â ğ ı t h a n e Köş- verilmesi g e c i k e n sipahiler birleşip riliyordu. Bu kez, devşirme kökenli ve­
kü'nden Topkapı Sarayı'na gelen Kanu­ kentte gösteriler yaptılar. Saraydan dö­ zirlerle Anadolu-Türk kökenli vezirlerin
ni, elebaşıları idam ettirdi. Ama, askere nen vezirlerin önünü kestiler. III. Mu­ süregelen iktidar mücadelesi, Sadaret
de 1.000 duka altını değerinde para da­ rad, yine ilk kez yanlış bir önleme baş­ Kaymakamı Mahmud Paşa'nın kışkırt­
ğıttırarak kışlalarına dönmelerini sağladı. vurarak bunların üzerine yeniçerileri masıyla sipahileri ayaklandırdı. Buna
İstanbul, Kanuni'nin ölümüne değin saldırttı. Gerçi kuloğulları ve sipahiler karşılık Yeniçeri Ocağı da harekete geç­
(1566) tarihinin en müreffeh ve huzurlu dağıldılar. Fakat bu tarihten başlayarak ti. Böylece İstanbul'un iki büyük askeri
yıllarını yaşadı. Bu 40 yılı aşkın döne­ kapıkulu ocaklarının bu iki zümresi ara­ örgütü arasındaki düşmanlık büsbütün
min ardından yeniçeriler bir kez de II. sına giderek düşmanlığa d ö n ü ş e c e k arttı. Sipahiler bazı yöneticilerin görev­
Selimin (hd 1566-1574) padişah olarak olan kırgınlık bu olayla girdi. den uzaklaştırılmasını yeterli görmeye­
İstanbul'a girişinde, kendilerinin korkul­ III. Mehmed döneminde (1595-1603), rek III. Mehmed'i ayak divanına(->) ça­
ması gereken potansiyel bir güç oluş­ kapıkulu ayaklanmaları daha değişik ğırdılar. Bu tarihe gelinceye kadar an­
turduklarını kanıtladılar. II. Selim, Edir­ gerekçelerle çıktı. Birinde, rüşvet karşı­ cak padişahın isteğiyle yapılan bu tür
ne Kapısı'ndan kente girerken alay kor­ lığı sarayda iş çeviren Kira Kadm'a karşı bir divan, ilk kez asi askerlerin önerisiy­
tejinin ilerleyişini engellemeye başladı­ 1 Nisan 1600 tarihinde ayaklanan sipa­ le yapıldı. III. Mehmed, darüssaade ve
lar. Edirnekapı'dan Ayasofya Meyda­ hiler haklıydılar. Çünkü Kira Kadm'ın Bâbüssaade ağalarını idam ettirerek si­
nıma giden Uluyol'u yer yer kestiler. gümrük iltizamı bedeli olarak hazineye pahileri yatıştırdı. Fakat İstanbul günler­
Öğüt vermek isteyen paşaları tartakladı­ ödediği düşük ayarlı paralar askere ve­ ce güvenden yoksun kaldı. Sipahiler
lar. Padişahı saraya sokmadılar. Ancak,
II. Selim'in "cümle bahşişleri ve terakki­
leri verilsin" fermanı çıktıktan sonra da­
ğıldılar. II. Selim döneminde İstanbul'
daki Yahudi sarrafların Osmanlı altınını
Avrupa'ya satmalarından kaynaklanan
enflasyon yüzünden halkın, esnafın ve
kapıkulu sipahilerinin, kendilerine nok­
san ödeme yapıldığını ileri sürerek bö­
lükler halinde saraya yönelmeleri ve
toplantı halindeki Divan-ı Hümayunu
basmaları ise III. Murad'm (hd 1574-
1595) 1575'te ilk saltanat yılma rastlar.
O zaman vezirazam olan Sokollu Meh-
med Paşa, sipahileri, haklarının verile­
ceğini söyleyerek yatıştırmıştı. Benzeri
bir gerekçeyle bu kez yeniçerilerin ha­
rekete geçmeleri 1589'dadır. Ulufe ak­
çesinin mağşuş (ayarı bozuk) olduğunu
ileri sürerek ayaklanan yeniçerilere si­
pahiler de katıldılar. Esnafın bozmadığı
sikkeleri gösterip "Üç yüzyıldır, padi­
şahlar askere böyle para verdiler mi?"
diyerek taşkınlıklarda bulundular. III.
Murad'm musahibi Rumeli Beylerbeyi
Mehmed Paşa ile Defterdar Mahmud
Efendi idam edildi. Osmanlı tarihine
Beylerbeyi Olayı(-0 olarak geçen bu
ayaklanmanın öncekilerden bir farkı, ilk
kez ayaklanmacıların "kelle" istemeleri
ve amaçlarına ulaşmalarıdır. III. Murad
döneminde kapıkulu ocaklarının önceki
düzenini ve disiplinini yitirmesi, kuşku­
suz asker ayaklanmalarının daha sık ve
sudan bahanelerle yinelemesine bir ne­
dendi. Nitekim 1593'te sarayı basan si­
pahiler, yeniçerilerin ulufelerinin tam
verilmesine karşılık, kendilerine noksan
para verildiğini ileri sürerek Vezirazam
Siyavuş Paşa'nın, Başdefterdar Emir Pa-
şa'nın, saray hareminde etkinliği olan
Kethüda Kadm'ın idamlarını istediler.
Saray ikinci avlusundaki taşkınlık ve
tehdit karşısında, III. Murad, enderunlu-
ları ve baltacıları sipahilere saldırtarak
olayı önledi. Bu kavgada 300'den fazla
sipahinin öldürüldüğü ileri sürülmüştür.

Osmanlı tarihine "Sipahi Patırtısı" ola­


rak geçen ve yine ulufe dağıtımı sırasın­
da çıkan 1595 olayının nedeni ise ken­
dilerine sipahilik vaat edilerek Gen-
ce'nin muhafazasına gönderilen kulo-
ğullarımn İstanbul'a dönünce ocağa
alınmamalarıydı. Bunlar ve ulufelerinin
AYAKLANMALAR 442

kentin bütün semtlerine korku saldılar. diye geçen bu olay, ayaklanmacıların keş denen hediyeler getirip asmalarım
Atmeydam'na yürüyerek vezirazamın aleyhine sonuçlandı. Yeniçeri Ocağı'na istediler. İstanbullular, korkularından
sarayını kuşattılar. Vezirazam Yemişçi sığman Mere Hüseyin Paşa, yeniçeriler­ para, üstlük, kumaş vb götürdüler. Ken­
Hasan Paşa, asilerin elinde parçalan­ le acemioğlanlarını Fatih Camii'ne sal- tin her tarafına dağılan zorbalar, yer yer
maktan güçlükle kurtuldu ve Yeniçeri dırttı. 19 kişi öldürüldü. Kadı ve müder­ çengi oynatmakta, yakaladıkları kadın­
Ocağı'na sığındı. Askerleri, sipahilere rislerin birçoğu sürgüne gönderildi. ların, oğlan çocuklarının ırzlarına geç­
karşı savaşmaya tahrik etti. Fakat, göre­ Bundan etkilenen ozan Meylî uzun bir mekteydiler. IV. Murad, sipahilerin ü-
vinden uzaklaştırılıp idam edildi. müseddes yazmıştır. Bunun iki dizesi çüncü kez Atmeydanı'nda toplanmakta
I. Ahmed döneminde ( 1 6 0 3 - 1 6 1 7 ) , şöyledir: Girdiler çok âlim ü âl-i Re- olduklarını öğrendiği gün, ulemayı,
ocakla ilişkileri kesilmiş eski bölük ağa­ sul'ün kanına / Döndü sahn-ı Han ocak ağalarını çağırarak bu sefer kendi­
larından bir grup, ayaklanmaya istekli Mehmed Kerbelâ meydanına. Yeterince si bir ayak divanı topladı. Daha önce
sipahileri çevrelerinde toplayarak 1605' güçlendiğine inanan Mere Hüseyin Pa­ yeniçerilerin elde edilmiş olmasından
te Divan-ı Hümayun'u bastılar. İstekleri şa, yeniçerilerle bostancıları harekete da güç alarak ayaklanmacıların önderle­
yeniden ocağa alınmaktı. Bunların, geç­ geçirip sipahileri ortadan kaldırmayı rini saraya çağırdı. Bunlara Kuran üzeri­
mişteki suçlan bağışlandı ve hepsi, se­ amaçladı. Fakat durumu öğrenen sipa­ ne yemin ettirdi. Yeniçeriler ve sipahi
fere gitmek koşulu ile yemden ocağa hiler ayaklanıp Divan-ı Hümayun'u bas­ ağaları, kentte kimseye haksızlık etme­
alındılar. Bu kez, yeniçeriler ve sipahi­ tılar. Mere Hüseyin Paşa azledildi, bir yeceklerine, yağma ve soygun yapma­
ler, ulufelerinin zamanında ödenmeme­ süre soma da öldürüldü. yacaklarına, yasaklara ve padişahın buy­
sini ileri sürüp ayaklandılar. I. Ahmed, Tüm bu eylemler boyunca hazine ruklarına uyacaklarına ilişkin tutanak
bunlara ödün vermedi. Elebaşlarını idam boşalmıştı. Padişah adına buyrukları Va­ imzaladılar. Bundan sonra IV. Murad.
ettirerek eylemcileri sindirdi. lide Sultan ve ocak ağaları vermekteydi­ sert bir yönetim biçimiyle İstanbul'da
İstanbul, 17. yy'm en korkunç ayak­ ler. Anadolu'da Celali ayaklanmaları sür­ yasaklar uyguladı ve bunlara uymadık­
lanmasını, Mayıs l622'de II. Osman'ın mekteydi. Kentte güvenlik yoktu. Bun­ ları gerekçesiyle pek çok zorbayı ve di­
(Genç) tahttan indirilip daha sonra tra­ dan dolayı yaşam neredeyse durmuştu siplinsiz askeri idam ettirdi.
jik biçimde boğulmasıyla gelişen bir di­ ve kıtlık yaşanıyordu. Bu sırada, adını Uzunca bir süre sessiz kalan sipahi­
zi olaylarla yaşadı. Osmanlı tarihine "Hâ- bilmeyecek kadar bilinç yitikliğine uğ­ ler ve yeniçeriler, Sultan İbrahim'in (hd
ile-i Osman", "Genç Osman Vakası" ola­ ramış bulunan I. Mustafa tahttan indiri­ 1640-1648) Edirne'ye gitmiş olmasını fır­
rak geçen bu büyük ayaklanma sırasın­ lerek yerine henüz 11 yaşındaki rv Mu- sat bilerek 15 Temmuz l644'te İstan­
da kentte can güvenliği kalmadı. Esnaf, rad (hd 1623-1640) padişah yapıldı. Bu bul'da bir ayaklanma denemesinde bu­
korkusundan dükkânını açamadı. Her­ değişikliği onaylayan kapıkulu askerle­ lundular. İlkin halk arasında büyük bir
kes evine kapandı veya uzak köylere ri, hazine açığı nedeniyle cülus bahşişi isyanın başlayacağı dedikodusunu yay­
gitti. Bu ayaklanmadan altı ay kadar almayacaklarına daha önce söz vermiş­ dılar. Bu haber piyasayı karıştırdı. Halk.
sonra, karşıt ayaklanmalar gerçekleşti lerken aradan birkaç gün geçince "Bah­ evlerine yiyecek i ç e c e k doldurmaya
ve İstanbul adeta bir korku kenti duru­ şişimizi isteriz!" diyerek taşkınlıklara başladı. Fiyatlar arttı. Haberler Edirne'ye
muna girdi. Yeniçerileri ve sipahileri başladılar. Enderun hazinesinde ne ka­ ulaşınca padişah İstanbul'a döndü. Fa­
padişah katili olmakla suçlayan ve Ana­ dar altın, gümüş eşya varsa Darpha- kat ayaklanma olmadı. Ama 4 yıl sonra.
dolu'da isyan bayrağı açan Abaza Meh- ne'ye verilerek yeni para kesildi ve Sultan İbrahim'in saray çılgınlıkları ve
med Paşa, II. Osman'ın kan davasını bahşiş dağıtıldı. bitmeyen rüşvet istekleri karşısında ule­
güderek İstanbul'a yürürken, sipahiler Doğudaki sorunlar nedeniyle l631'e ma ile anlaşan ocak ağaları, darbe amaç­
de Divan-ı Hümayun önünde toplanıp değin seferlere giden kapıkulu askerle­ lı bir ayaklanma için anlaştılar. İstan­
"Taşrada bize sultan katili deniyor. Ka­ rinin İstanbul'da yeni bir eylemi olmadı. bul'daki bütün din bilginleri, kapıkulu
tiller kimse haklarından gelinsin!" diye­ O yıl alınan bir kararla tüm ocaklılar İs­ ağaları ve subayları önce Fatih Camii
rek gösterilerde bulundular. Eylemlerini tanbul'a çağrıldı. Dönen birliklerin içeri­ çevresinde toplandılar. Buradan Orta
31 Aralık 1622-3 Ocak 1623 günlerinde sinde, yıllarca Anadolu'daki Celali ayak­ Cami'ye hareket ettiler. Sofu Mehmed
de sürdüren sipahiler ile yeniçeriler ara­ lanmalarına katılmış zorbabaşı sipahiler Paşa'yı vezirazam seçip saraya gönder­
sındaki olası bir savaş güçlükle önlendi. de vardı. Bunlar İstanbul'daki eylemleri­ diler. İstanbul'un denizden ve karadan
Eski vezirazam Davud Paşa ile II. Os­ nin ilkini 10 Şubat 1632'de gerçekleştir­ dışarıyla tüm bağlantısı da kesildi. Ön­
man'ın katili olarak bilinenler idam edil­ diler. "Sipahi Fitnesi" denen bu ayak­ ceki vezirazam Damat Ahmed Paşa öl­
di. Bu kez eski vezirazamlardan Mere lanmada hedef olarak IV. Murad seçil­ dürüldü. Sultan İbrahim'e gönderilen
Hüseyin Paşa yeniden bu makama gele­ mişti. Sadaret Kaymakamı Topal Recep Kadı Beyazî Hasan Efendi, padişaha
bilmek için ocaklıları ayaklandırdı. Ulu­ Paşa'nın yönlendirdiği olaylar sırasında tahttan indirileceğini ima etti. O gün (7
fe günü kapıkulu askerleri Vezirazam saraya yürüyen asiler, padişahı ayak di­ Ağustos 1648) İbrahim tahttan indirile­
Gürcü Mehmed Paşa'ya baş kaldırdılar. vanına çıkmak zorunda bıraktılar. 17 ki­ rek IV. Mehmed (hd 1648-1687) padi­
"Seri bizim arkadaşlarımızı öldürttün. şinin idamını istediler. IV. Murad, eski şah ilan edildi. Sarayda hapsedilen İbra­
Hadımdan vezir istemeyiz. Ayrılmazsan Vezirazam Hafız Ahmed Paşa'yı teslime him, sipahilerin kendisini yeniden tahta
hançer üşürüp seni paralarız" dediler. mecbur kaldı. Sipahiler, Ahmed Paşa'yı çıkarmak için ayaklanacakları söylentisi­
Mere Hüseyin Paşa, amacına ulaştı ve parçaladılar. İkinci saray baskım bir ay nin İstanbul'da yayılması üzerine on
vezirazam oldu. Ayaklanmacı askerleri sonra 12 Mart 1632'de yapıldı. IV. Mu­ gün sonra boğuldu. Aynı yıl içinde ace-
"koyun parası" vererek dağıttı. Padişah rad, yine ayak divanına çağrıldı. Sipahi­ mioğlanları ile sipahilerin işbirliğine da­
I. Mustafa (hd 1622-1623) akıl hastası, ler, hiçbir saygı kaygısında bulunmaksı­ yalı Atmeydanı Ölayı(->) yaşandı. Yüz­
Mere Hüseyin Paşa ise sağduyu yoksu­ zın ileri geri konuştular. Padişaha doğru lerce acemioğlanı, sipahi, yeniçeri, halk­
nuydu. Bir gün Divan toplantısında Ru­ neredeyse hamlede bulundular. Tutuklu tan kimseler öldü. Ertesi yıl ise sipahi­
meli beylerbeyini dövdürerek öldürt­ şehzadeleri getirttiler. Saraydan dönüş­ ler, yine ulufelerinin zamanında veril­
müş, peygamber soyundan bir kadıya lerinde, ramazan ayında bulunulmasına mesi yüzünden eyleme geçtiler. Hazine­
da dayak arttırmıştı. Bu sonuncu olay, önem vermeksizin sokaklarda naralar de para olmadığı için avârız(->) vergisi
İstanbul'a daha değişik yapıda bir ayak­ attılar, içki içtiler. Dükkânları yağma et­ toplandı. İstanbul ve Galata çarşıların-
lanma yaşattı. Dayak yiyen kadı, İstan­ tiler. Silahlı çeteler halinde kol gezip daki esnaftan alman paralarla ulufeler
bul'daki tüm kadıları, müderrisleri top­ türlü kötülüklerde bulundular. Halktan, dağıtıldı ve olay yatıştırıldı. Ama, 1651'
layıp Bostanzade Yahya Efendi ile Fatih din adamlarından haraç aldılar. Rama­ de aynı nedenle çarşı esnafına avarız ve
Camii'ne gittiler. "Vezirazam ile dava­ zan Bayramı'nda, eski bir ocak geleneği salyane yüklenmesi, ayarı düşük parala­
mız vardır!" diyerek ilk ulema ayaklan­ uyarınca sokaklarda salıncaklar kurup rı, halis akçelerle değiştirmelerinin is­
masını başlattılar. Tarihe "Fatih Vakası" vezirazamdan halka kadar herkesin piş- tenmesi bu kez esnafı ayaklandırdı
443 AYAKLANMALAR

(bak. Ahmed Paşa [Melek]). İki gün sü­


ren ve yönetimde değişikliklere neden
olan bu olay, İstanbul'daki ayaklanma
odaklarına esnaf kesimini de katmış ol­
maktaydı.
l645'te, İbşir Mustafa Paşa'mn Ana­
dolu tımarlı sipahilerinden silahlı bir bir­
likle İstanbul'a gelip vezirazam olması­
nın ardından da kentte, ayaklanmalara
özgü terör havası yaşandı. Bu durum al­
tı ay kadar sürdü. İbşir Paşa'mn sipahi­
leri, yeniçerilerle anlaşıp İstanbul sokak­
larında kapıkulu sipahileriyle cenk etti­
ler. Çarşı pazar yağmalandı. Kürt Meh-
med'in önderlik ettiği sipahiler Üskü­
dar'dan Atmeydanı'na geçip karşı ayak­
lanma ile İbşir Paşa'yı idam ettirdiler.
28 Şubat 1655'te, Girit'ten dönen 200
kadar yeniçeri, biriken ulufe alacakları­
nın ödenmemesi yüzünden, topçu ve
cebecileri de yanlarına alarak Atmeyda-
nı'nda toplandılar. Kısa sürede sayıları
5.000'i buldu. 5 Mart günü bu kalabalık
iki katına çıktı. Ayaklanmayı yöneten Osmanlı tarihinin İstanbul'daki son büyük ayaklanması olan 31 Mart Olayı'nı konu alan bir
Celeb Hasan Ağa, çok zeki ve güzel ko­ kartpostal.
nuşan bir sipahiydi. Alman karar gereği, Gökhan Akçıtra koleksiyonu

ayaklananların isteklerini bildiren bir di­


lekçe saraya gönderildi. Uzlaşma olma­ Kadızadeliler denen şeriatçı önderleri rak Sadrazam Siyavuş Paşa'ya karşı çık­
dı. 6 Mart günü, 60 kişilik bir idam edi­ yakalanıp sürgüne gönderildiler. tılar. "Ulufemizi İstanbul'da alıp şer' ile
lecekler listesi hazırlandı. Padişah Alay 1657'nin ilk günlerinde ise sipahiler yi­ davamızı anda görürüz ve illa otağını
Köşkü'nde ayak divanına çıktı. Şeyhü­ ne ulufelerini alamadıkları bahanesiyle başına yıkarız!" diyerek yürüyüşe geçti­
lislam azledildi. Saray ağalarından ikisi bir ayaklanma denemesinde bulundu­ ler. Silivri'de ocak ağaları ile görüşen Si­
boğdurulup asilere teslim edildi. Olay­ lar. Defterdarın konağını taşladılar. yavuş Paşa, askerlerin İstanbul'a bir za­
lar 12 Mart 1655 tarihine değin sürdü. Köprülü Mehmed Paşa, sipahilere karşı rar vermemeleri için önlemler aldırdı. 8
İstanbul'da sıkıntılı günler yaşandı. Can yeniçerileri harekete geçirerek bu asi Kasım 1687 günü, kapıkulu askerleri İs­
güvenliği kalmadı. Ayaklanmaya öncü­ kesimi sindirdi. tanbul'a girmeden IV. Mehmed tahttan
lük eden 50'den fazla yeniçeri ve sipahi Köprülülerin 30 yıl kadar süren ikti­ indirildi ve II. Süleyman padişah oldu.
idam edildi. Bu ayaklanmayı, o sırada darları boyunca İstanbul'da önemli bir Yeni padişahın cülusu üzerine sadrazam
İstanbul'da bulunan Jean Thevenot, bir ayaklanma yaşanmadı. 15 Şubat 1665 askerle birlikte gelip Çırpıcı Çayırı'nda
görevlisinin her akşam sunduğu rapor­ tarihinde Banyon denen Tersane Zinda- oyalanmak, cülus bahşişi verildikten
lardan izlemiş ve anılarında anlatmıştır. nı'ndaki mahkûmların boşanıp Galata- sonra askeri dağıtmak istiyordu. Fakat
1656'nın daha korkunç boyutlu ayak­ Kasımpaşa semtlerinde yağma ve soy­ asiler, zorla İstanbul'a girdiler. Eski ve
lanması Çınar Olayı'dırC-»). Ayaklanma gunda bulunmaları, bu arada ölenlerin Yeni Odalar'a, Atmeydanı'ndaki İbrahim
sırasında öldürülenlerin cesetleri At- olması halkı korkuttu. Kısa zamanda Paşa Sarayı'na, saraya yakın hanlara
meydanı'ndaki ünlü çınara asıldığından, mahkûmlar toplanıp yeniden zindana yerleşip edepsizliklere başladılar. Ulufe
Doğu mitolojisindeki meyvesi insan kapatıldılar. Evliya Çelebi ise l668'de bahanesiyle çarşıyı yağmaladılar. Dev­
olan Vakvak Ağacı'ndan esinle bu olaya meydana gelen, Osmanlı tarihlerinde letten hem maaş ve cülus bahşişi, hem
"Vak'a-i Vakvakiye"de denmiştir. ayrıntılarına rastlanmayan bir ayaklan­ de terakki, gulamiye ve veledeş istedi­
17. yy'm ikinci yarısına doğru, İstan­ madan söz eder. Yeniçeri Ağası İbra­ ler. Hazinede para yoktu. Sipahiler, Si­
bul'da ortaya çıkan daha değişik bir him'in ivedilikle Girit'ten İstanbul'a çağ­ yavuş Paşa'mn önerilerini kabul etmedi­
başka ayaklanma nedeni, şeriatçılarla rılıp vezirlikle sadaret kaymakamlığına ler. Yanlarına cebecileri de alarak bir
tarikatçıların ya da medrese-tekke ikili­ atanması, halk arasında, IV. Mehmed'in daha çarşılara saldırdılar. Dükkânlar ka­
sinin çatışmalarıdır. Bu çatışmalara iliş­ kardeşlerini boğdurtma hazırlığı içinde pandı. İstanbul 23 gün süreyle tam bir
kin, en önemli olay l656'da yaşandı. olduğu tarzında yorumlanmış, çarşı es­ terör yaşadı, hayat durdu. Vezir konak­
Üstüvanî Mehmed Efendi'nin başını çek­ nafı "cemiyet-i kübrâ edib biz şehzade­ ları taşlanıp yıkıldı. Artık ocaklılar, sıra­
tiği şeriatçılar, kent ölçeğinde terör esti- leri kati ettirmeyiz!'' diyerek Atmeyda- dan kaldırım kabadayısı olmuşlardı. As­
rirlerken dindışı saydıkları tüm tarikatla­ nı'nda toplanmışlardı. kerlikle ve disiplinle ilgileri yoktu. Cep­
ra ve tekkelere karşı da savaş açtılar. Uzun bir aradan sonra l684'te do­ hede yenilgiler sürerken onlar salt daha
Bunlar, kendi özel yaşamlarındaki türlü nanma gemilerindeki leventler, gemile­ fazla para kopartmak için başkenti terö­
ahlaksızlığı ve günahı saklayarak İstan­ rinin onarımda olmasını fırsat bilerek re boğmaktaydılar. Sonunda, zorbabaşı
bulluları, Hz Muhammed dönemindeki Boğaziçi köylerine çeteler halinde bas­ Fetvacı Hüseyin, gidişin iyi olmadığını
(Asr-ı Saadet) basit, yalın, donanımsız kınlar düzenleyip yağmalarda bulundu­ görüp askerin bir an ö n c e c e p h e y e
yaşamaya zorlamaktaydılar. Her gün yi­ lar. İstanbul'daki Fransız kolonisi ile dönmesi için sadrazama öneride bulun­
neledikleri tehditlerle yetinmeyerek 15 kavgalar etmeleri sonucunda ise Bo- du. Bu kez sefer masraflarını karşılamak
Eylül l656'da Fatih Camii'nde toplandı­ ğaz'daki Fransız kalyonundan karaya çı­ için para bulunamadı. Siyavuş Paşa gö­
lar. Tekkelerin yıkılmasına, şeyhlerin ve kan 500 muhafız, leventlerle ve topçu­ revden alındı. Yakalanan zorbabaşıları
müritlerinin dinsiz oldukları için öldü­ larla savaşa tutuştular. İki taraftan da idam edildi. Asiler ise Siyavuş Paşa'mn
rülmelerine karar verdiler. Bunun için ölenler oldu. konağını basıp kendisini öldürdüler.
fetvalar çıkardılar. Fakat bu doğrultuda 1687'de Avusturya cephesindeyken Konağında ne varsa yağmaladılar. İstan­
bir katliama ve eyleme yönelemeden, ayaklanan ve padişahı tahttan indirmek bulluların, çarşı esnafının dayanacak
henüz sadrazam olmuş bulunan Köprü­ üzere İstanbul'a dönmeyi amaçlayan ka­ halleri kalmamıştı. Dükkânı yağmala­
lü Mehmed Paşa'mn aldığı önlemlerle pıkulu askerleri, Edirne'de oyalanmaya­ nanlardan Yağlıkçı Emir'in açtığı beyaz
AYAKLANMALAR 444

bayrak altında toplananlar, "Ümmet-i leyen günlerde de (Ekim 1703) yeniçe­ nik ortamına girdi. Çarşılar bir kez dahi
Muhammed'den olan yanımıza gelsin!" rilerin, sarayı korumakla görevli bostan­ y a ğ m a l a n d ı . Soygunlar, suikastlar,
dediler. Herkes koştu. Bedesten, Arasta, cıların ulufe bahanesiyle baskıları ve idamlar birbirini izledi. Yaşamını ve tah­
Saraçhane, Bitpazarı, Uzunçarşı ile öteki eylemleri sürdü. tını güvenceye almak isteyen II. Mah-
çarşıların esnafının katılımıyla 5-6.000 III. Ahmed de tahtı elde etmesine mud (hd 1808-1839) ağabeyi eski padi­
kişilik bir kalabalık oluştu. Bunlar sara­ olanak veren Edirne Vakası'ndan daha şah IV. Mustafa'yı boğdurdu. Günlerce
ya doğru yürüdüler. Sancak-ı Şerifin çı­ korkunç bir ayaklanma sonunda padi­ çarşı pazar açılmadı, gayrimüslimler ev­
kartılmasını istediler. Sarayda toplantılar şahlıktan çekildi. Patrona Halil Ayaklan­ lerinden dışarıya çıkamadılar. Yeniçeri
yapıldı. Sancak-ı Şerifin çıkartılması m a s ı ^ ) denen ve 28 Eylül 1730 tarihin­ kıyafetlerine giren hırsızlar ve soygun­
karşısında zorbalar, tüm kent halkının de başlayan bu büyük ihtilal, istan­ cular, taşradan gelen çeteler, İstanbul'u
kendilerine cephe almalarından korktu­ bul'un tahribine de neden oldu. O gün bir dehşet kenti durumuna soktular.
lar. Zorbabaşıların bazıları, sancak bey­ Beyazıt'ta Kaşıkçılar Kapısı'nda kılıç sı­ Zorbalar, yakaladıkları herkesi kışlalara
liği verilerek İstanbul'dan uzaklaştırıldı. yırıp "Şer' ile davamız vardır. Ümmet-i götürüp haraç almaya çalıştılar. Kadın­
Gece sokağa çıkma yasağı kondu. Sipa­ Muhammed'den olanlar dükkânını ka­ lar, çocuklar kaçırıldı. Babıâli yakıldı.
hi ağalarından Hacı Ali, Deli Piri öldü­ payıp bayrak altına gelsinler!" diyen 17 Alemdar Mustafa Paşa ve adamları öl­
rüldü. Bu olaylar tam dört ay sürdü. kişi, istanbul'u altüst edecek en büyük dürüldü. Kentte yangınlar çıktı. 1809'da
(Kasım 1687-Mart 1688). ayaklanmayı başlatmış oldular. Bu disiplin altına alınabilen asker kalaba­
Cebecilerin 15 Temmuz 1703'te baş­ ayaklanmanın bir özelliği de ilk kez ye­ lıkları Rusya cephesine gönderilerek İs­
lattıkları ayaklanma da görünüşte ulufe­ niliklere karşı gerici bir tepkinin, padi­ tanbul'un nefes alabilmesi sağlandı.
lerin ödenmemesine dayanıyordu. Oysa şahın tahttan indirilmesi, vezirlerin öl­ 1826'ya kadarki kısa dönemde, İstan­
bu ayaklanma da etkisi Edirne'ye kadar dürülmesi, kentin tahrip edilmesi gibi bul'daki yeniçeri ortaları arasında semt
uzanan ve II. Mustafa'nın (hd 1695-1703) sonuçlar veren bir ihtilale dönüşmesi­ kavgalarının sıklaşması dikkat çeker.
tahttan indirilmesi ve pek çok insanın dir. İstanbul'un birçok semti harabeye Orta savaşı denen bu eylemler, birer
öldürülmesiyle sonuçlanan bir darbenin çevrilmiş, çarşılar yağmalanmış, gayri­ ayaklanma olmaktan çok, ocaklı geçi­
başlangıcıydı. Tarihe "Edirne Vakası" müslim halk Adalara kaçmak zorunda nenlerin, balta asmak, nişan koymak vb
olarak geçen bu ayaklanmayı, Nusret- kalmışlardır. yöntemlerle kent halkını haraca kesme
namenva yazdığına göre Edirne'de bu­ Bu tarihten sonra 1807'deki yine ge­ alışkanlıklarının gereğiydi. Nisan 1810'
lunan Sadrazam Damat Hasan Paşa. ce- rici bir hareket olan Kabakçı Mustafa da Yeniçeri Ocağı'na kayıtlı birkaç ha­
becibaşı atadığı İbrahim Ağa'yı istan­ Ayaklanması'na(->) kadar, istanbul'da malın, Balıkpazarı'nda güpegündüz ve
bul'a göndererek düzenletmişti. Cebeci­ ciddi bir ayaklanma yaşanmadığı sapta­ kalabalığın içinde bir kadını yakalayıp
lerin eylemine yeniçeriler de katıldılar, nıyor. Kent tarihinde, ayaklanmaların odalarına götürmeye kalkışmaları ise bir
izleyen günlerde, sarayın yağmalanma­ yinelenmesi açısından en uzun ara. bu esnaf ayaklanmasına neden olmuştu.
ması için önlemler alındı. Bunu gören dönemdir. Kuşkusuz bunun nedenleri Kadın zorbaların elinden kurtarılmakla
asiler Ağa Kapısı'na gidip orayı yağma­ arasında kapıkulu ocaklarının artık po­ birlikte ertesi gün silahlanan esnaf, bun­
ladılar. Ağa Kapısı zindamndaki mah­ tansiyel bir güç olmaktan çıkması, oca­ dan böyle yeniçeri giysili kimi görürler­
kûmları serbest bıraktılar. Paşakapısı'm, ğa kayıtlı gözükenlerin neredeyse tama­ se kurşunla vuracaklarını duyurdular.
istanbul kaymakamının konağını bastı­ mının çarşı esnafı olması, bunların, elle­ Korkan ocak halkı, kendi aralarında
lar. Tomruk denen cezaevlerini boşalttı­ rindeki esame (aylık belgesi) kâğıtlarını suçlu ilan ettikleri birkaç kişiyi öldürüp
lar. Üçüncü gün ayaklanma tüm istan­ yitirmemek düşüncesiyle eylemlere sı­ aklanmayı gözettiler. 18l4'te bir grup
bul'u sardı. Sekbanbaşı öldürüldü. At- cak bakmamaları başta gelir. Bu dö­ zorba yeniçerinin Ağa Kapısı'm kuşatıp
meydanı'nda toplanan ayaklanmacılara nemde tahta çıkan padişahlar ise genel­ yeniçeri ağasını öldürmeleri karşısında,
İstanbul'daki devlet adamları da katıldı­ de mümaşaat (popülizm) siyaseti güt­ kent yaşamını olumsuz biçimde etkile­
lar. Bunların tepkisi, neredeyse 40 yıldır müşler, kentteki güç odaklarını tepkiye yecek yeni bir ayaklanmaya neden ol­
padişahların ve sadrazamların İstanbul'u yöneltecek uygulamalardan kaçınmış­ mamak için bir müdahalede bulunul­
terk etmeleri, vakitlerinin çoğunu Edir­ lardır. Nitekim, aynı politikayı benimse­ madı. 1819'da ise ilkin, Hasköy'de ter­
ne'de geçirmeleri yüzündendi. Asiler, meyen ve köklü yenilikleri gündeme sane vardiyanları ile humbaracılar ara­
"Padişah adil değil!" diyerek cuma na­ getiren III. Selim'e (hd 1789-1807) karşı, sında bir orta savaşı çıktı. Olay Kasım­
mazı kılınmasını yasakladılar. Bostancı­ Boğaz yamaklarının eyleme geçişi 25 paşa semtini etkileyen bir ayaklanmaya
lar da kalabalık gruplar halinde bunla­ Mayıs 1807'de Kabakçı Mustafa Ayak­ dönüştü. Humbaracılar ve lağımcılar si­
rın yanında yer aldı. Ayaklanmayı Kara- lanması denen yeni bir ihtilale dönüş­ lahlanıp baskınlara koyuldular. Kışlalar
kaş Mustafa adında bir tımarlı sipahi müştür. Padişahın tahttan indirilmesi, yakılıp yıkıldı. Yeniçeriler ise Galata ve
yönlendiriyordu. Onun buyruklarıyla Nizam-ı Cedid yeniliklerinin yasaklan­ Karaköy semtlerini dehşete boğdular.
birçok atama yapıldı, imam Mehmed ması ile noktalanan bu ayaklanmadan Bir bölümü gemilerden, bir bölümü de
Efendi şeyhülislam oldu. Padişah Edir­ sonra 1808 içinde yeni olayların yaşan­ Galata Kulesi'nden, karşılıklı kurşun
ne'den İstanbul'a çağrıldı. dığı görülmektedir. Bunlardan, Mart yağdırdılar. Istanbul-Galata-Üsküdar de­
26 Temmuz'a gelindiğinde eylemci­ 1808'de gerçekleşen Fatih Camii olayı, niz ulaşımları kesildi. Benzeri bir olay
lerin sayısı o kadar artmıştı ki, Atmey- medreseliler ile yeniçeriler arasında es­ Ocak 1820'de yinelendi. Kulluk neferle­
danı'nda toplanma olanağı kalmadı. Bu­ kiden beri devam eden düşmanlığın son ri ile yeniçeri geçinen inşaat ırgatları
radan Yenibahçe'ye gidildi. Ulufe için kez yinelenmesi olmuştu. kavgaya tutuştular. 21 Temmuz 1820'de
Edirne'den gönderilen para, askerin ya- ise Katolik ve Gregoryen Ermeniler ara­
Milis kuvvetleriyle istanbul'a gelen
tıştırılması için bir çözüm olmadı. Niha­ sında kavga çıktı. Bir grup, Ermeni pat­
Alemdar Mustafa Paşa'nın III. Selim'i
yet 10 Ağustos 1703 günü, 4.000 terak- rikhanesine saldırdı. Patrik, kaçarak
ikinci kez tahta çıkarma girişimi, Se-
kili sipahi ve silahdar, 1.100 ulufeci, kurtuldu. Elebaşılardan 5'i idam edildi,
lim'in öldürülmesi, IV. Mustafa'nın (hd
4.000 cebeci, 1.000 topçu. 300 top ara­ birçoğu da sürgüne gönderildi.
1807-1808) tahttan indirilmesi ve II. Mah-
bacı ile 15.000 yeniçeri ve bir o kadar mud'un saraydaki suikasttan kurtulup İstanbul, her üç ayda bir. çok çirkin
da halktan katılanlar, Edirne'ye doğru tahta çıkması gibi, bir dizi olaya neden bir ayaklanma gösterisine sahne olmak­
hareket ettiler. Olay Edirne'de etkisini oldu. Bundan dört ay sonra ise Alemdar taydı. Bu, yeniçerilerin sözde "ulufe
gösterdi ve II. Mustafa tahttan çekildi. Mustafa Paşanın, İstanbul gelenekleriy­ şenliği" idi. Ulufe divanı günlerinde ve
Hocası Şeyhülislam Feyzullah Efendi ve le bağdaşmayan yönetim anlayışına kar­ gecesinde kışlalarından ve bekâr odala­
daha birçok kimse öldürüldü. Edirne'de şı geleneksel ayaklanmaların sonuncu­ rından boşanan disiplinsiz, serseri, çoğu
tahta çıkan III. Ahmed (hd 1703-1730) larından olan Alemdar 01ayı(->) yaşan­ sadist ve soyguncu kişiler, naralar atıp
bir süre istanbul'a gelemedi. Gelişini iz­ dı. Kent, öncekileri unutturacak bir pa­ rasgele kurşun sıkarak çarşılara dalmak-
445 AYAS BİN ABDULLAH

ta, sokak aralarında taşkınlık yapmaktay­ kara, 1973, s. 110-141; J. Thevenot. 1655- dü?", Tarih Dünyası, S. 23 (1951); "Eşsiz
dılar. Günahsız insanlar öldürülüyor, 1656da Türkiye, (çev. N. Yıldız), İst., 1978, Mezartaşları", Tarih Hazinesi, S. 12
soyuluyordu. Yönetim, bu disiplinsizli­ s. 184; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I I I / l , (1951); "Fatih Devri Ricali Mezartaşları
177, IH/2, 274; Danişmend, Kronoloji, I-IV.
ğin önünü alamayınca İstanbul halkını ve Kitabeleri", VD, S. 4 (1958); "Vakıf
NECDET SAKAOĞLU
silahlanmaya zorladı. Silahsız sokağa Yapan Türk Kadınları", İÜ Hukuk Fakül­
çıkmak yasaklandı. tesi Mecmuası, XXIX, S. 1-2 (1963); "Fer-
AYANOĞLU, İSMAİL FAZIL
Mora'da Rumların ayaklanmasının had Paşa ve Gizli Kalan Vakıfları", VD,
sürdüğü 1821'de, İstanbul'da Rum patri­ (1893, Bursa - 14 Haziran 1975, İstan­ S. 7 (1968); "İstanbul'da Yola Kalbedilen
ğinin ve suç ortaklarının idamının ar­ bul) Mezar taşları ve kitabeler hakkın­ Cami Vesaire", VD, S. 8 (1968); "Tahrip
dından, 26 Nisan günü, medreselilerle daki çalışmalarıyla tanınan tarihçi. Bur- Edilen Eski Eserler Serisi, Lûtfi Efendi
onlara uyan bir kısım sivil halk, sözde sa'da özel öğrenim gördükten sonra Mezarı", VD, S. 9 (1971). Okmeydanı ve
bir ayaklanma başlattılar. Hıristiyan ma­ idadiden mezun oldu. Önce Bursa'da, Okçuluk Tarihi adlı kitabı ölümünden
hallelerine, kiliselere saldırıldı. Galata 1921'den itibaren İstanbul'da tarih ve sonra 1976'da basıldı. "İstanbul, Bursa,
ve Beyoğlu semtlerinde evler, işyerleri coğrafya öğretmenliği yaptı. Bir yandan Edime Kitabeleri" ve "İstanbul Namaz­
yakılıp yıkıldı. da tarih incelemeleri için yazılı kaynak­ gahları" adlı kitapları basılmamıştır.
lardaki biyografilerde kaydedilen ölüm "Şeyhülislam Mezartaşları Kitabeleri" ve
Yeniçeriler, ocaklarının yıkılmasını,
tarihlerini kontrol etmek amacıyla me­ "İstanbul Tekkeleri" adlı çalışmaları ise
adlarının yasaklanmasını gerektirecek
zar taşlarıyla ilgilenmeye başladı. Çok kayıptır.
son eylemlerini 1826'da gerçekleştirdi­
sayıda tarihi mezar taşının fotoğrafını H. NECDET İŞLİ
ler. 15 Haziran 1826'daki bu son ocaklı
çekerek kitabelerini kaydetti. Önemli ve
ayaklanması, Sancak-ı Şerifin çıkartıl­
sanat bakımından da değerli pek çok
ması, eğitimli teknik sınıf askerleriyle AYAS BİN ABDULLAH
mezar taşının cami hazirelerinde bulun­
birlikte halkın da karşı cephede yer al­ (?, ? - 1487, İstanbul) Osmanlı mimarı.
ması onu Vakıflar İdaresi ile ilişki kur­
ması nedeniyle tam bir yeniçeri katli­ "İyas", "İyaz" veya "İlyas" adları ile de
maya yöneltti. Bu konuda Evkaf-ı İsla-
amına dönüştü. Ele geçirilen yeniçeriler anılır. II. Mehmed ve II. Bayezid dö­
miye Müzesi (bugün Türk ve İslam E-
boğduruldu. Kışlalar topa tutulup yıkıl­ nemlerinde eser vermiştir. Mimar Atik
serleri Müzesi) Müdür Yardımcısı Ab-
dı. İstanbul'un yüzyıllarca korkulu rüya­ Yusuf Sinan'ın öğrencilerinden olan
dülkadir Erdoğan'dan(->) ve Arkeoloji
sı olan yeniçerilik tarihe karıştı. Bu ola­ Ayaş'ın, II. Mehmed döneminde Fatih
Müzeleri Müdürü Halil E d h e m El-
ya Vak'a-i Hayriye!.-») denmiştir. Camii'nin yapımında bulunduğu ve o
dem'denO-») himaye ve destek gördü.
1859'daki ayaklanma girişimi (bak. Uzun yıllar İstanbul'da, Vakıflar Bölge sırada saray mimarlarına katıldığı sanıl­
Kuleli Olayı) dışında 1876'ya kadar İs­ Başmüdürlüğü'nde mezar taşları ve eski maktadır. Atik Sinan'ın ö l ü m ü n d e n
tanbul'da herhangi bir eylem ya da eserler uzmanı olarak çalıştı. (1471) sonra Ayas, saray mimarı olarak
ayaklanma olmadı. 10 Mayıs 1876 tari­ çalışmalarını sürdürdü. Mimar Kemâled-
Çoğu kendi çektiği fotoğrafları içeren
hinde, Fatih ve Beyazıt meydanlarında din ile birlikte, II. Bayezid dönemine ait
makaleleri şunlardır: "Vakıflar İdaresince
toplanarak "Devletin ve memleketin hu­ yapıların inşaatında görev aldı. En ta­
Tanzim Ettirilen Makbereler". \~D. S. 2
kuku ve istiklali çiğnenirken derse otu­ nınmış eseri. Saraçhanebaşı'nda kendi
(1942); "Bekri Mustafa Nerede Gömül-
rulmaz!" diye eyleme geçen medrese adına yaptığı camidir. "Mimar Ayas Ca­
öğrencileri, değişim amaçlı bir ayaklan­ mii" veya "Saraçhanebaşı Mescidi" ola­
ma başlattılar. Bu olay aynı zamanda, rak bilinen ve günümüze ulaşmamış
İstanbul'daki ilk siyasal amaçlı miting­ olan bu yapı, Şehzade Camii yakınların­
dir. Birkaç gün boyunca başına sarık da, Sahilaltı bölgesinde bulunmaktaydı.
saran herkes kalabalıkları daha da sık­ Yapımı 891/1486'ya tarihlenir. Bu bina
laştırdı. Hıristiyan kent halkına tehditler dışında, mimarın Afyonkarahisar'da 879/
yönetildi. Tipik bir provokasyon olan 1475 tarihli bir camiye daha imza attığı
ve "Talebe-i Ulûm Kıyamı" denen bu bilinmektedir.
hareket, askeri bir ihtilalle Abdülaziz'in
tahttan indirilmesinin ilk eylemidir. Ayas 892/1487'de ölmüş ve Saraçha-
1876 içindeki Çerkez Hasan 01ayı(->) nebaşı'ndaki camiinin avlusuna gömül­
ile Çırağan 01ayı(->) ise birer ayaklan­ müştür. Caminin niyaz penceresinde
madan çok, kişisel başkaldırılardır. yer aldığı bilinen kitabe mimarın ölü­
münü tarihler: "Cennet-mekân firdevs-
1895 ve 1896'da Ermeni militanların âşiyân ve cealel cennetu misvahi Ebü'l-
gerçekleştirdikleri Ermeni Ayaklanma- Feth Sultan Mehmed han hazretlerinin
sı(-0 ve Osmanlı Bankası Olayı(-0 İs­ mimarı sahibü'l-hayrât üstad Mimar
tanbul'da, basının da işlemesiyle geniş Ayas merhumun ruhi içün ve cemi' ehl-
çapta heyecan uyandırmıştır. Osmanlı i iman ruhi içün rızaenlillahi teâlâ el-Fa-
tarihinin İstanbul'daki son büyük ayak­ tiha 892."
lanması ise Otuz Bir Mart Olayı'dır.(-0
Mimar Ayas Camii kesme taştan ve
Bibi. Celâlzâde Mustafa, Selimnâme, Ankara,
tek sağır kubbeli olarak yapılmıştır.
1990, s. 88-101; Hoca Saadeddin Efendi, Ta­
cil 't-Tevarih, II. İst.. 1280; Tarih-i Selânikî. 1956'da gerçekleştirilen yol açma çalış­
65, 252; Tarih-i Naima, I, 75-78, II, 235-250, malarında yeniden inşa edilmek üzere
354 vd, III, 79 vd, V, 4-88, 133-149, VI, 1-54; yıktırılmış, bugüne kadar da tekrar yap­
Silahdar. Nusretname, II; Kâtip Celebi, Fezle­ tırılmamıştır.
ke, I, İst., 1268, s. 186-192, II, s." 337; Tarih-i
Raşid, II, 26-28, III, 11-70; Tarih-i Şânizade, Bibi. X . Enire, "Ahmet Refik'in 'Türk Mimar­
III, 50 vd; Âsim Tarihi, İst., ty, I, s* 317-384, ları' Adlı Eseri Hakkında", Arkitekt, 1 (1937),
II; s. 2-38; Dimitri Kantemir, Osmanlı İmpa­ s. 11; 1. Kumbaracılar, "Türk Mimarları", Ar­
ratorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi, II, kitekt, 2 (1937), s. 59; K. Altan, "Klasik Türk
(çev. Ö. Çobanoğlu), Ankara, 1979, s. 138 Mimarlarından Esir Ali", Arkitekt, 3 (1937), s.
vd; Es'ad Efendi, Üss-i Zafer, İst., 1242; Mah- 81; L. A. Mayer, Islamic Architects and their
mud Celaleddin Paşa, Mir'at-ı Hakikat, I, Works, Geneva, 1956, s. 55-56; Öz, İstanbul
İst., 1326, s. 194: Ş. Tekindağ, "İstanbul", ¿4. Camileri, I, 119; G. Goodwin, Ottoman Archi­
Ismail Fazıl Ayanoğlu, Karacaahmet tecture, Londra, 1971, s. 122; Ayverdi, Fatih
V/2, s. 1199-1214; M. Seroğlu, "İstanbul", İA, Mezarlığında, 1972.
V/2, s. 1214/1-44; M. Aktepe, Patrona İsya­ III, 455-457.
H. Necdet İşli arşivi
nı, ist., 1958; Ahmed Refik, Lâle Devri, An­ BURCU ÖZGÜVEN
AYAS MEHMED PAŞA TÜRBESİ 446

Kare planlı açık türbe, dört sütun li kubbenin yapımını insanüstü güçlere
üzerinde sivri kemerlerin sağladığı se­ bağlamış ve bu gözlem, dini inanç ile
kizgen kasnağa oturan bir kubbeden birleşince, Ayasofya ortaçağ mistisizmi­
ibarettir. Malzeme olarak düzgün kesme nin erişilmez bir sembolü olmuştur. Or­
küfeki taşı kullanılmıştır. Sütunlar ve todoks inancında insanlar ve dünya üs­
baklavalı başlıkları ise mermerdendir. tünde semavi âlemi temsil eden kubbe,
Yapı oldukça sadedir. Başlıca süslemesi burada en yüceleştirilmiş görünümüne
kademeli silmeler ve sütunların araların­ kavuştuğundan, bu kubbenin "sanki
da yer alan geometrik mermer şebeke­ boşlukta yüzdüğü "ne inanılmış ve böy­
lerdir. Türbe girişi kuzey tarafta asma lece, Ayasofya adının maddeleşmiş bir
kapı ile sağlanmıştır. Kapı üzerinde bir belirtisi sayılmıştır. Ortaçağ insanının bu
palmet frizi bulunur. görüşü, günümüze kadar insanları aynı
Ayas Mehmed Paşanın madalyon be­ güçle etkisi altında bırakabilmiş ve Aya-
zemeli mermer lahti, türbenin ortasında sofya'yı inceleyen çağımızın ilim adam­
bulunmaktadır. Baş ve ayak taşları sivri ları da çok defa bu görüşlere katılmak­
kemerlidir ve üçer sıra mukarnaslı mih- tan kendilerini alamamışlardır.
rapçıkla bezenmiştir. İmparator I. Constantinus (hd 324-
Bibi. Akakuş, Eyyûb Sultan, 167; Unsal. Tür­ 337), Hıristiyanlığı yasaklanan bir inanç
Ayas Mehmed Paşa Türbesi'nin planı. beler, 82; Demiriz, Türbeler, 16-18; Haskan, olmaktan resmen çıkardıktan sonra, im­
Yıldız Demiriz Eyüp Tarihi, I, 156-158. paratorluğun her tarafında büyük kilise­
YILDIZ DEMİRİZ ler yapımına başlandı. Constantinus'un
bu hoşgörüsünden dolayı birçok kilise­
AYAS MEHMED PAŞA TÜRBESİ AYASOFYA nin kurucusu olduğu iddia edilmiştir.
Eyüp'te Eyüb Sultan Camii'nin Bostan Bizans sanatının en büyük eseri olan Fakat bu söylentilerin en eskisi 7. yy'-
İskelesi'ne açılan dış kapısının sağında, Ayasofya'nın yerinde daha önceki paga- dan daha geriye gitmez. Halbuki 380-
çevre duvarının içindedir. nisma dönemi mabetlerinden birinin 440 arasında İstanbul'da yaşayan, kilise
Türbede medfun bulunan Ayas Meh­ bulunduğu sanılır. İlk yapıldığında Bü­ tarihi yazarı Sokrates, Ayasofya'nın ilk
med Paşa 1482de doğmuş, devşirme o- yük Kilise (Megale Ekklesia) olarak ad­ yapısının İmparator Constantius (hd
larak saraya alınmış ve Enderun Mekte- landırılan Ayasofya'ya ancak 5. yy'da sa­ 337-361) tarafından inşa ettirildiğini bil­
bi'nde yetişmiştir. Yavuz Sultan' Selim dece Sopfia denilmeye başlanmıştı. Hı­ dirir. Constantius'un hayatını kaleme
zamanında yeniçeri ağalığı, Anadolu ristiyan üçlemesinin ikinci unsuru olan alan Evsebios (260-339) onun böyle bir
beylerbeyliği yapan paşa. Kanuni dev­ Kutsal Hlkmet'e'(Sofia) adandığından kilise yaptırttığından hiç söz etmez.
rinde vezir olmuştur. Ölüm tarihi hak­ Ayia Sofia olarak tanınmıştır. Fakat Bi­ Ayasofya'nın ilk açılış töreni, 15 Şu­
kında farklı bilgiler vardır. Ayvansara- zans halkı buraya uzun süre Büyük Ki­ bat 360'ta yapıldı. Bu üstü ahşap çatı ile
yi'ye göre 942/1535'te, Lutfî'ye göre ise lise demeye devam etmiştir. Aynı ad fe­ örtülmüş, uzunluğuna gelişen bir bazili­
946/1539'da vefat etmiştir. Türbedeki tihten sonra da Ayasofya biçimini alarak ka idi. İstanbul Patriği İoannes Krisosto-
mezar taşının kitabesi 1539 tarihini ver­ günümüze kadar yaşamıştır. mos. Arkadios'un (hd 395-408) eşi Ev-
mektedir. Bu tarih doğru olarak kabul Ayasofya'nın iç süslemesinin ihtişamı, dokia'nın Ayasofya önüne gümüş kap­
edilmelidir ve aynı zamanda türbenin mimari ölçülerinin bir kilise için alışıl­ lamalı bir heykelinin dikilmesi yüzün­
de tarihidir. Türbenin yapım tarihi Mi­ mamış büyüklükte oluşu ye hepsinin den çıkan tartışmada, 20 Haziran 404'te
mar Sinan'ın hassa başmimarlığına tayi­ üstünde, orta mekânına hâkim olan İç Anadolu'ya sürgün edildiğinde mey­
ni yıllarına rastladığından, onun eseri kubbenin yüksekliği ve çapının genişli­ dana" gelen ayaklanmada, ilk Ayasofya
olduğunu ileri sürenler vardır. Ancak, ği, daha yapıldığı yıllardan itibaren her­ kısmen yandı. Onarım ancak II. Teodo-
tezkirelerde adı geçmez, dolayısıyla Mi­ kesi şaşırtmış ve hayranlık duymalarına sios döneminde (408-450) tamamlandı
mar Sinan'ın eseri değildir. yol açmıştır. Hıristiyan dünyası bu cüret- ve açılış 10 Ekim 415'te yapıldı. A. M.
Schneider (1896-1952) tarafından, bina­
nın batı tarafında yapılan kazıda bulu­
nan, üzerlerinde On iki Havari'yi temsil
eden kuzu kabartmaları olan mermer
blokların, bu ikinci Ayasofya'nın abide­
vi ölçüdeki girişinin parçaları oldukları
ileri sürülmüştür. Bu Ayasofya da tah­
min edildiğine göre yine ahşap çatılı,
bazilika tipinde bir yapı idi.
İmparator I. İustinianos (hd 527-565)
aleyhine 13 Ocak 532'de başlayan ayak­
lanmada, isyancıların ö n c e başarıya
ulaştıklarını sanarak "zafer" diye haykır­
maları yüzünden Nika (Zafer) olarak
adlandırılan büyük kargaşada çıkan
yangında, 13-14 Ocak gecesi kilise ikin­
ci defa yandı. Durum düzeldikten sonra
İustinianos derhal kilisenin ihyasına gi­
rişti. İmparatorun hayatı ve işlevi hak­
kında pek çok eser yazan Prokopios
(yak. 500-562) inşaata 23 Şubat'ta baş­
landığını bildirir ki, bugün görülen işte
bu üçüncü Ayasofya'dır.
Ayasofya'nın içinde ve çevresinde
1946'dan itibaren kazılar yapan Muzaffer
Ayas Mehmed Paşa Türbesi'nin kapı kitabesi. Ramazanoğlu (1901-1958) bazı yeni gö­
Yıldız Demiriz
rüşler ileri sürerek, ilk binanın Constan-
i AYASOFYA
447

Ayasofya'nm havadan çekilmiş bir fotoğrafı. Sağda arkada Aya İrini ve Topkapı Sarayı, önde sağ köşede III. Ahmed Sebili ve Çeşmesi.
Ara Güler, 1970

tinus zamanında yapıldığını, oğlu Kons- si, "erişilmez bir sınırsızlık, mozaik ve Ayasofya 859'da büyük bir yangın
tantios'un bunu büyütüp, üç nefli bir renkli taşlarla kaplı duvarlar, çayır, or­ geçirdi. Fakat 8 Ocak 869 günü meyda­
bazilika biçimine soktuğunu iddia etmiş­ man ve denizleri" temsil eden yeryüzü na gelen depremde batıdaki yarım kub­
tir. II. Teodosios bu bazilikanın güney olarak kabul ediliyordu. belerden biri yıkıldı. I. Basileios (hd
kısmının üstünde yeni kiliseyi yapmış Ayasofya'nm, Ağustos 553'te ve 14 867-886) derhal gerekli onarımı yaptır­
olup şimdi görülen iç ve dış holler (nar- Aralık 557'deki depremlerde büyük dı. 989'un 25-26 Ekim gecesi olan dep­
teksler), bunun orta ve bir yan nefi üs­ kubbesi ile doğudaki yarım kubbesinde remde, kilisenin birçok kısımları ile bü­
tündedir. Nihayet I. İustinianos'un kili­ çatlaklar belirmesi üzerine onarımına yük kubbe önemli ölçüde çöktü. II. Ba­
sesi ise bu kalıntıların üstünde kurul­ geçildi, fakat 7 Mayıs 558 günü kubbe­ sileios (hd 967-1025) altı yıl süren ve
muştur. Ancak bu görüşler hiç taraftar nin büyük bir kısmı çökerken, sunak Tiridat adında Ermeni asıllı bir mimarın
bulmadığı gibi, iddiaların çoğu inandırı­ masası, kiborion ve ambon'u da parça­ yürüttüğü çalışmalar ile Ayasofya'yı eski
cı olamamıştır. Fakat Ramazanoğlu'nun ladı. I. İustinianos'un emri ile İsidoros' haline getirtti ve 13 Mayıs 994'te kilise
yeteri kadar tanıtılmadan kalan kazı bu­ un yeğeni Genç İsidoros onarımı üst­ yeniden ibadete açıldı. Onarımın bu ka­
luntularının da arkeoloji bakımından lendi. Bu mimar, kubbeyi otuz ayak (7 dar uzun sürmesi, tahribatın büyüklü­
önemli oldukları inkâr olunamaz. m kadar) yükselterek daha hafif malze­ ğüne bir işaret sayılır.
I. İustinianos, Ayasofya'nm yapımı meden yaptı ve açılış 23 Aralık 562'de Bizans'a esir olarak 10. yy'da gelen
için Batı Anadolulu iki mimar-mühendi- oldu. Bu ikinci açılış töreni dolayısıyla, Haran bin Yahya, Ayasofya'nm bir kö­
si görevlendirdi. Bunlar Miletoslu (Söke Pavlos Silentiarios, Ayasofya'nm büyük­ şesinde bulunan bir "vakit gösterme ara­
yakınında Balat) İsidoros(->) ile Tral- lük, güzellik ve ihtişamını öven abartılı c ı n d a n bahseder. Kilisenin güneybatı
les'li (Aydın) Antemios(->) idi. İnşaat manzum bir destan (ekphrasis) yazmış­ köşesinde olan bu horologio'nun için­
için, her taraftan malzeme toplanırken, tır. Bu sıralarda kilisenin hizmetini gö­ deki bir mekanizma ile her saat başı bir
başta Efesos'ta Artemis'teki olmak üzere ren din adamlarının sayısı altı yüz ola­ kapağın açılması ile bir kukla dışarıya
pagan (putperest) mabetlerinin sütunla­ rak belirlenir. çıkıyordu. Sonra sırası ile başka kapak­
rı da İstanbul'a getirildi. Bir kaynağın Bizans tarihinde önemli bir akım lardan başka kuklalar görünüyordu. İm­
bildirdiğine göre, yüz ustabaşınm idare­ olan İkonoklazma (tasvirkırıcılık) döne­ parator VII. Konstantinos Porfirogenne-
sinde on bin amele ile yapılan inşaat minde (726-842), Ayasofya'daki bütün tos (hd 913-959), yazdığı " Törenler Kita-
beş yıl sürdü ve açılış 27 Aralık 537 gü­ figürlü resimlerin yok edildikleri bilinir. bfnda, Ayasofya'da imparator ve patri­
nü yapıldı. Fakat içinin süslemesi daha Bu akımın en büyük taraftarı İmparator ğin katılımı ile yapılan törenleri ayrıntı­
yıllarca sürerek ancak II. İustinos (hd Teófilos (hd 829-842), Ayasofya'ya de­ ları ile anlatır. Bizans tarihi içinde pat­
565-578) döneminde bitti. Ayasofya ya­ ğer verdiğini göstermek üzere, antik ça­ rikhane, Ayasofya'nın güney tarafında
pıldığında "... kaplanamaz, sınırlanamaz ğa ait bir binadan alınmış, tunçtan çok olmakla beraber, büyük dini toplantılar,
bir boşluk, çevrelenemeyen kozmosun" güzel bir çift kapı kanadını, kilisenin kilisenin üst katındaki güney galerisinde
bir sembolü olarak görülmüştü. Kubbe­ güney taraftaki girişine taktırmıştır. yapılıyordu. Bu toplantılardan I. Manuel
AYASOFYA 448

Komnenos döneminde (1143-1180) Bizans, 126l'de şehri geri alıp impa­ râsiyâb'ın kalesinde nevbet vuruyor).
1166'da yapılanında alman karar bir fer­ ratorluğu ihya ettiğinde Ayasofya olduk­ Gerekli temizlik yapıldıktan sonra, usul
man halinde mermer levhalara işlene­ ça yıpranmış halde idi. Büyük ihtimal gereğince fetih işareti olarak, kilise ca­
rek, narteks bölümünün duvarına yapış­ ile binanın batı tarafındaki dört destek miye çevrilmiş, genç padişah imamlık
tırılmıştı. Fetihten sonra uzun süre yerle­ payandası bu sırada yapılmıştır. II. And- görevini yapan Akşemseddin'in idare­
rinde duran bu levhalar II. Selim (hd ronikos (hd 1282-1328). 1317de yapının sinde ilk cuma namazını artık Ayasofya
1566-1574) döneminde, 1566'da kaldırı­ doğu ve kuzey taraflarının tehlikeli du­ Cami-i Kebiri olan bu mabette kılmış,
lıp, ters çevrilerek Kanuni Sultan Süley­ rumunu önlemek için, bu cephelere onun adına burada ilk hutbe okunmuş­
man türbesinin saçağında kullanılmıştır. destek payandaları yaptırmıştır. 1344 tur. Bundan itibaren de Ayasofya'nın
IV. Haçlı Seferi 1203'te Byzantion'a Ekim'indeki şiddetli depremde. Ayasof­ Türk dönemi başlamış oldu.
geldiğinde, onlara borçlu olan IV. Alek- ya'nın birçok kısmı çatlamış, fakat çö­ 16. yy'da yaşayan Gelibolulu Âli'nin
sios, Ayasofya'nın değerli bazı eşyasını küntü 19 Mayıs 1346'da olmuştur. Kub­ Künhü'l-Abbar'da bildirdiğine göre Fa­
Latinlere bağışlamak zorunda kalmıştır. benin bir parçası ile doğu kemeri ve ba­ tih, Ayasofya hakkındaki Bizans yazma­
Kısa süre sonra 1204'te Batılı şövalyeler zı bölümler yıkılmıştır. Bu sırada impa­ larını toplatarak, bunları Türkçeye çe-
şehri ele geçirdiklerinde, Ayasofya ciddi ratorluk, onarınım giderlerini karşılaya­ virtmiştir. Pek çok kütüphanede yazma
surette yağmalandığı gibi, ilk kargaşa cak durumda olmadığından, Ayasofya olarak rastlanan Tarih-i bina-i Aya Sof­
günlerinde bir dini bina için yakışıksız bir süre kapalı kalmış, ancak 1354'te ya başlıklı risalelerin hepsinin özünün.
bazı çirkin olaylar da oldu. Kaynaklara özel bir vergi toplamak ve bağışlar al­ Bizans döneminde yazılmış "Patria" de­
göre, Meryem sunağı parçalandı, dini mak suretiyle Astras ve Peraeta adların­ nilen İstanbul tarihlerinin, Ayasofya'dan
ayin kupalarında şarap içildi, yağmala­ da iki Latin mimar tarafından gerekli bahseden "Diegesis" adlı bölümüne da­
nan eşyayı taşımak için hayvanlar kilise­ onarımlar yapılabilmiştir. İstanbul'un yandığı belirlenmiştir.
nin içine kadar sokuldu. Hattâ Bizanslı 1453'te fethinden kısa süre önce, Aya- Bellibaşlı Türk şehirlerinde varlığı gö­
yazar Niketas'a inanılırsa, bir fahişe, kür­ sofya'da bazı onarımlar yapmak üzere rülen bir ulu cami İstanbul'da yapılma­
süye çıkarak şarkı okumuş ve dans et­ Ali Neccar adında bir Türk mimarın mış, bu görevi Ayasofya görmüştür. Fa­
miştir. Bu arada Hıristiyanlığın birçok gönderilmiş olduğu yolundaki söylenti­ tih, değişik nüshaları günümüze kadar
kutsal eşyası (rölik), içinde saklandıkları nin doğruluk derecesi bilinemez. Bizans gelen vakfiyelerinde Ayasofya Camii'nin
değerli mahfazaları ile Ayasofya'dan alı­ İmparatorluğu'nun son döneminde Aya­ bakımı için gelir sağlayacak pek çok
narak, Batı'daki kiliselere yollanmıştır. sofya artık bakımsız ve perişan bir hal­ mülk ayırdıktan başka, caminin hizmet­
dedir. Semerkant'a, Timur'a elçi olarak lerini görmek üzere 62 görevli atamıştır.
İlk taşkınlıklar durulduktan sonra
giden İspanyol Ruy Gonzales de Clavi-
Ayasofya Venediklilerin idaresinde kal­ Fatih döneminde, genellikle sanıldığı
jo, 1403'te kilisenin birçok kapısının
mıştır. Buranın idaresini diğer Katolikle- gibi tuğla minare değil, batıdaki yarım
düşmüş ve çevresinin harabelerle dolu
re vermek istemedikleri için aralarında kubbenin güney köşesindeki ağırlık ku­
olduğunu seyahatnamesinde yazar.
ciddi sürtüşmeler olmuştur. Fakat 126l'e lesinin üstüne ahşaptan bir minare ya­
kadar süren Latin işgali sırasında, Batılı II. Mehmed (Fatih) 29 Mayıs 1453'te pılmıştır. Fatih caminin kuzey tarafına
beş imparator burada taç giyiniştir. Aya­ Byzantion'u fethedip, şehre girdiğinde, da bir medrese inşa ettirmiştir.
sofya'nın yukarı kattaki güney galerisin­ gerek Tacizade Cafer Çelebi, gerek Tur­ II. Bayezid döneminde (1481-1512),
de yerde görülen Henricus Dandolo ya­ sun (Tûr-ı Sînâ) Bey'in haber verdikleri­ Bâb-ı Hümayun tarafındaki minarenin
zılı taşın, İstanbul'un Haçlılar tarafından ne göre, doğru Ayasofya'ya giderek, yapıldığı söylenirse de, bize göre bu mi­
işgali için çok uğraşan ve burada ölen kubbenin üstüne kadar çıkmıştır. Fe­ nare daha sonra Mimar Sinan tarafından
Venedik dojunun mezarı olduğuna ina­ tihte bizzat bulunan Tursun Bey II. yapılmış olup Bayezid döneminde inşa
nılır. Ancak bu yazının 1847-1849 ara­ Mehmed'in (Fatih) kilisenin çevresini edilen minare tuğladan olandır. II. Ba­
sındaki onarım sırasında, Dandolo'nun çok harap bulduğunu bildirirken, onun yezid medresenin üzerine bir de kat ila­
hatırasını yaşatmak için sembolik bir burada ünlü Farsça beyti söylediğini de ve ettirmiştir. I. Süleyman (Kanuni) dö­
mezar yeri uydurmak düşüncesiyle bu­ kaydeder (Türkçesi, Örümcek Kisrâ'nın neminde (1520-1566) Macaristan'da Bu-
raya işlendiği de ileri sürülür. takında perdedarhk ediyor / Baykuş Ef- din'in fethi üzerine oradaki katedralden
449 AYASOFYA

çıkarılan iki şamdan Sadrazam İbrahim


Paşa tarafından mihrabın iki yanına ko­
nulmuştur.
Ayasofya'ya en fazla ilgi gösteren pa­
dişah II. Selim'dir (hd 1566-1574). Tahta
çıktığında Ayasofya'yı ziyaretinde nar-
teks kısmında duvarda gördüğü 1166
tarihli mermer levhalara işlenmiş kara­
rın ne olduğunu sormuş, kendisine,
"Hazret-i Ali'nin tılsımıdır" şeklinde gü­
lünç bir açıklama yapılması üzerine, bir
Rum papaz getirterek bu metnin tercü­
mesini yaptırmış ve 1567'de İstanbul'da
olan Marco Antonio Pigafetta'nm yazdı­
ğına göre 8 Ağustos 1567'de II. Selim'in
emri ile bu levhalar kaldırılmıştır. Bun­
lardan beş tanesi 1960'ta Kanuni türbe­
sinin saçağında ters çevrilmiş olarak bu­
lunmuştur. Asılları türbedeki yerlerine
konulurken, kopyalan da Ayasofya'daki
yerlerine yapıştırılmıştır. II. Selim, Bâb-ı
Hümayun tarafındaki gövdesi yivli mi­
nareyi yaptırdıktan başka, caminin etra­
fının açılması ve binanın onarımı ile
Hassa Başmimarı Sinan'ı görevlendirdi.
1572 ve 1573 tarihli belgeler ve tarihi
kaynaklarda, Fatih döneminden kalan
ahşap minarenin kaldırılması ve yeni
bir minare yapılması, harap kısımların
onarılması, duvarların payandalarla des­
teklenmesi, camiye bitişik ev yapanların
cezalandırılmaları gibi hususların karar­
laştırıldığı öğrenilir.
II. Selim, Ayasofya'ya iki minare da­
ha ilave edilerek kendisi için de bir tür­
be yapılmasını istemiş, fakat bunlar an­
cak onun ölümünden sonra III. Mu-
rad'ın (hd 1574-1595) ilk yıllarında ta­
mamlanmıştır. Duvarları çini kaplı hün­
kâr mahfili ile çok zarif bir mermer min­
ber, vaaz kürsüsü ve müezzin mahfili de
bu sırada yapıldıktan başka, Bergama'da
bulunmuş, yekpare mermerden oyul­
muş antik çağdan kalan iki küp buraya
getirilerek caminin içine konulmuştur.
Bu küplerden üçüncüsü ise 1837'de Pa­
ris'te Louvre'a götürülmüştür.
Matrakçı Nasuh'un Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn-i Sultan Süleyman Han adlı yapıtında
Mimar Sinan'ın Ayasofya'nın güney­ yer alan iki minareli Ayasofya ve çevresini betimleyen minyatürü, 1537.
doğusunda II. Selim için yaptığı türbe Erkin Emiroğlu fotoğraf arşivi
ile burası bir hanedan mezarlığına dö­
nüşmüştür. Aynı yerde 1600'de Hassa
Başmimarı Davud Ağa, III. Murad için le bir türbe haline sokularak I. Mustafa tarif eder. Ayasofya'nın ilk planı ve içini
ikinci türbeyi yapmış, bunu III. Meh- buraya gömülmüş, on yıl kadar sonra gösteren gravürler G.-J. Grelot tarafın­
med'in (hd 1595-1603) ölümünden son­ Sultan İbrahim de (hd 1640-1648) idam dan 1680'de yayımlanmıştır. Fakat Aya­
ra mimar Dalgıç Ahmed Ağa'nm yaptığı edildiğinde aynı yere defnofunmuştur. sofya'nın içini ve mozaiklerini gösteren
üçüncü büyük türbe binası takip etmiş­ Ayasofya camiye çevrildiğinde için­ en mükemmel desenler 1710'da İstan­
tir. Her üç türbe de Osmanlı dönemi deki bütün mozaiklerin üstlerinin kapa­ bul'da bulunan İsveçli mühendis subay
Türk mezar mimarisinin en muhteşem tıldıkları sanılır. Fakat bu doğru değil­ Cornelius Loos tarafından çizilmiştir.
anıtlarından sayılırlar. Gerek bu türbele­ dir. 16. yy'dan itibaren burayı ziyaret III. Ahmed döneminde 1717'de Aya­
rin içlerine, gerek etraflarına genellikle eden yabancı seyyahların hepsi, moza­ sofya'nın sıvaları yenilenmiş, kubbenin
hanedandan pek çok kimse gömüldüğü iklerin görülebildiğini, yalnızca figürle­ ortasına eski gravürlerde görülen, döv­
gibi, burada ayrıca Şehzadeler Türbesi rin yüzlerinin kapatıldığını bildirirler. me demirden çok büyük bir top kandil
olarak adlandırılan küçük bir mezar bi­ iVfüslüman ziyaretçilerden 1590'a doğru asılmıştır. Hüseyin Ayvansarayî (ö. 1787),
nası daha yapılmıştır. 1617'den itibaren Fas sultanının elçisi olarak İstanbul'a Mecmuâ-i Tevârih adlı eserinde 1733-
önce doksan altı gün, sonra on altı ay gelen Ebu el-Hasan et-Tamgruti de bu 1734'te yapılan bir tamiri idare eden mi­
iki defa padişah olan ve tam deli oldu­ mozaik resimlerin çoğunu görmüştür. mardan, zeminden kubbe yüksekliğinin
ğundan sarayın bir dairesine kapatılan Evliya Çelebi de 17. yy'da bu mozaikle­ 72 arşın olduğunu öğrendiğini yazar.
I. Mustafa l639'da öldüğünde (veya öl­ ri "... kubbelerin hepsinin içlerinde al­ Fakat en önemli onarım ve ek binaların
dürüldüğünde), Ayasofya'nın güneybatı tınlı mineden resimlerle... ve başka in­ yapımı, I. Mahmud (hd 1730-1754) tara­
köşesinde evvelce vaftizhane olan ve san resimleri yapılmıştır ki, dikkat gö­ fından 1739-1740'ta yapıldı. Türk sanatı­
burası camiye dönüştürüldüğünde kan­ züyle seyredenlerin hayretlerinden par­ nın şaheserlerinden şadırvan, sıbyan
dil yağları ambarına dönüşen bina, ace­ makları ağızlarında kalır..." cümleleri ile mektebi, aşhane-imaret, kütüphane ve
AYASOFYA 450

Ayasofya iç mekânında apsise doğru bir bakış.


Ara Güler

yeni bir hünkâr mahfili ile mihrap inşa çizdikten sonra yeniden üstlerini ört­ toğrafçı Robertson'un hakkettiği altın,
edildikten başka bu dönemde içerideki müştür. Bu arada bazı yeni ek binalar gümüş ve bronz bir de madalya basıl­
mozaiklerin de üstlerinin kalın badana da inşa edilmiş, medrese bütünüyle 19. mıştır. Bu olay Lutfi Efendi'nin Vekayi-
tabakası ile kapatıldıkları bilinir. Baron yy üslubunda bir yapı halinde yeniden na?nes'mde de anlatılır. Fossati, Abdül-
de Tott, 1755'te mozaiklerin artık görü­ yapılmıştır. Dökülmüş mozaik tanelerin­ mecid'in yaptığı maddi yardımla, Aya­
lemediğine işaret eder. den, Lanzoni adlı mozaik ustasma Ab- sofya'nın içini, dışını ve çevresini gös­
Hocapaşa semtinde çıkan ve 36 saat dülmecid'in bir tuğrası işletilmiştir. Kan­ teren renkli resimlerden oluşan bir al­
süren yangında ise, çevredeki alevlerin diller yenilenmiş, kıble duvarındaki bümü 1852'de Londra'da yayımlamış,
şiddetinden Ayasofya'nın kubbe kur­ renkli alçı pencereler yapılmış. Tekneci- onun kurduğu iskelelerden faydalana­
şunları eriyerek çörtenlerden aşağıya zade İbrahim Efendi tarafından 1644- rak meydana çıkan mozaiklerin 1848'
akmıştır. I. Mahmud'un inşa ettirdiği ek 1645'te yazılan kare çerçeveli büyük de resimlerini çizen W. Salzenberg de
binalar ile Ayasofya. bir külliyenin mer­ levhalar indirilerek, yerlerine Kazasker (1803-1887) ilim ahlakına aykırı düşen
kezi durumuna girmişti. Câbi Said Efen­ Mustafa İzzet Efendi'nin (1801-1877) Al­ bir davranışla, bunların renkli resimleri­
di'nin Vekayiname 'sinden öğrenildiğine lah, Muhammed, ilk dört halifenin adla­ ni büyük bir albüm olarak 1854'te bas­
göre, II. Mahmud tarafından 1809-1810' rını ve Hasan, Hüseyin adlarını celi sü­ tırmıştır.
da sekiz yüz kese kadar para harcana­ lüs hatla yazdığı dev ölçüde yuvarlak Mozaiklerde tahribat 19. yy'da ya­
rak Ayasofya tekrar onarılmıştır. Fakat çerçeveli sekiz levha asılmıştır. Fossati bancıların artık Ayasofya'yı rahatça ge­
bunun yeterli olmadığı, Abdülmecid ayrıca Ayasofya'nın dış duvarlarını sarı zebilmeleri ile başlamıştır denilebilir.
(hd 1839-1861) tarafından çok büyük ve koyu kırmızı şeritler halinde boyat­ Çünkü bazı cami hademeleri, elle erişi­
çapta bir onarım girişiminde bulunul­ mıştır. Fossati'nin inşa ettiği ek binaların lebilecek yerlerdeki mozaik tanelerini,
masından anlaşılır. İsviçre asıllı mimar başında kıble duvarına bitişik, neobi- bahşiş karşılığında yabancı ziyaretçilere
Gaspare T. Fossati'ye (1809-1883) hava­ zans üslubundaki yeni hünkâr mahfili veriyorlardı. Th. Gautier de 1852'de böy­
le edilen bu işin gerçekleşmesi için mi- gelir. Bu, arkadaki küçük çapta bir sa­ lece bir avuç mozaik tanesine sahip ol­
rasçısız ölen Şeyhülislam Mekkîzade ray mekânı görünümünde olan Kasr-ı duğunu bildirir. Fakat en önemli tahrip
Mustafa Asım 'Efendinin (1733-1846) Hümayuna bağlanmıştır. Bunun iç de­ 10 Temmuz 1894 günü meydana gelen
devlete kalan parası kullanılmıştır. Kar­ korasyonu A. Fornari tarafından yapıl­ depremde vuku bulmuş, yarım kubbe­
deşi Giuseppe (1822-1891) ile 1847'den mıştır. Fossati avlu kapısının yanma bir ler ile tonozlardaki sıvalardan çok bü­
itibaren çalışmalarına başlayan Gaspare muvakkithane de inşa etmiştir. Bu ona­ yük parçalar ile mozaikler aşağıya düş­
Fossati, ortalama sekiz yüz işçi çalıştıra­ rımın bitmesi üzerine 1265 yılı ramaza­ müştür. Cami bu depremin arkasından
rak, yapıdaki çatlakları o yılların tekniği nının ilk cuması (13 Temmuz 1849) çok uzun süre kapalı kalmıştır.
ile giderirken, iç ve dış süslemeyi de büyük bir törenle açılış yapılmış, bu Ayasofya hakkında ilk ilmi monogra­
bütünü ile elden geçirmiş, mozaikleri olayın hatırası olarak da taslağını Fossa­ fi W. R. Lethaby ve H. Swanison tarafın­
meydana çıkarmış, bunların desenlerini ti'nin çizdiği ve Darphane'de görevli fo­ dan yayımlanmış (1894) ve az sonra E.
451 AYASOFYA

M. Antoniades üç büyük cilt halinde bir


eser vermiştir (1907-1909)- Sonra şehir­
cilik uzmanı olan H. Prost (1874-1959),
1904 ve 1905'te Ayasofya'da teferruatlı
ölçüler alarak, rölöveler çizmiş, ayrıca
Fransa Maarif Vekâleti'ne bina hakkında
raporlar vermiştir. Prof. C. Gurlitt de
(1850-1938) öğrencileri ile yaptığı çalış­
malarda Ayasofya'nın 1906'da yeni rölö-
velerini çizmiş ve yayımlamıştır. Binada
bazı tehlikelerin belirdiğine dair haber­
lerin çıkması üzerine Evkaf Nezareti
1910'a doğru Mimar Kemaleddin Bey'
in(->) başkanlığında, Avrupa'nın değişik
ülkelerinden uzmanlar toplayarak onlar­
dan raporlar istemiştir. Fakat Balkan ve
I. Dünya savaşları yüzünden bir girişim­
de bulunulamamıştır. İstanbul'un işgali
sırasında bir oldubitti ile Ayasofya'yı ele
geçirerek tekrar kilise yapmak isteyenler
ile, bunlara karşı olanların mabedi hava­
ya uçurmak yolundaki teşebbüsleri zor­
lukla önlenmiştir.
Ayasofya 1926'da küçük bazı ona­ Galeriden bir görünüm.
rımlar görmüştür. Amerikalı Th. Whitte- Bünyad Dinç
more (1871-1950), Salzenberg'in fazla
idealleştirilmiş renkli resimleri ile tanı­
nan mozaikleri tekrar gün ışığına çıkar­ dana çıkarılmış, 1984'te güneydoğudaki burası önemli bir geçit yeriydi. Bu dehli­
mak üzere 1931'de Türk hükümetinden yukarıya çıkışı sağlayan rampa ve ku­ zin bitişiğinde yukarıya çıkışı sağlayan
izin alarak, ancak 1932'den itibaren ça­ zeydoğudaki dış köşe temizlenmiş, bu­ güney rampası bulunur.
lışmalara başladı. Bu çalışmalar sürer­ rada Ayasofya'ya bitişik küçük bir ek şa­ Narteksten esas mekâna açılan kapı­
ken 1934'te bir akşam, Atatürk sofrada pelin kalıntıları ortaya çıkmıştır. Ayasof­ lardan üç tanesi imparator kapıları ola­
Ayasofya'nın müze haline getirilmesi ya hakkında pek çok söylenti ve efsane rak adlandırılmıştır. İmparatorlar en bü­
yolundaki düşüncesini ortaya atmış, de halk tarafından yaratılmıştır. Ciddi bir yük orta kapının eşiğinde secde ettikten
Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen, erte­ esasa dayanmayan bu hurafelerden ba­ sonra içeri girerlerdi. Kapıların meşe
si gün Vakıflar İdaresi'ne, caminin ken­ zıları ise (duvarda Fatih'in elinin izi, atı­ ağacından kanatlarının yüzeyleri tunç
di bakanlığına devredilmesini isteyen nın çifteleyerek kırdığı mermer gibi) bü­ levhalarla kaplanmıştır. Burası cami ol­
ilk yazıyı yollamıştır. 24 Kasım 1934'te tünüyle 19. yy sonlarında, yerli azınlık­ duğunda bunların üstlerindeki kabartma
Bakanlar Kurulu'ndan kararın çıkması lardan seyyah rehberleri tarafından ka­ haçların, yalnızca yatay kolları kaldırıl­
üzerine 1 Şubat 1935'te Ayasofya res­ sıtlı olarak uydurulmuştur. mıştır. İç narteksin tonozlarına, altın ze­
men müze olmuştur. Başlangıçta, içinde Mimari min üzerine geometrik motifli mozaikler
müzelik eşyanın da sergilenmesi tasar­ işlenmiştir. Yan duvarlar ise irice mer­
Uzun, ahşap çatılı bazilika tipi yapılar
lanmıştı. Yerlerdeki halılar kaldırılmış, mer çubuklarla sınırlanmış renkli taş lev­
ile, üstü kagir kubbe ile örtülü merkezi
büyük yuvarlak levhalar indirilmiştir. halarla kaplanmıştır. Duvarlar ile kemer­
Bunların başka camilere asılması düşü­ tipte yapı tipini birleştiren yeni bir mi­ lerin ve tonozların başlangıcı, kakma
nülmüştür. Fakat çapları hiçbir kapıdan mari düzenleme örneği, en abidevi de­ tekniğinde renkli bir friz ve derin oyuk­
geçmesine izin vermediğinden, Ayasof­ nemesi olan Ayasofya'da iki Batı Ana­ larla bezenmiş ikinci bir frizle ayrılmıştır.
ya'nın yan nefinde bir köşeye istiflene­ dolulu mimar-mühendisin Tralles'li Ar-
Ayasofya'nın ana mekânı iki tarafında
rek bırakıldılar, ancak 1950'li yıllarda temios ile Miletos'lu İsidoros'un eseri
dört büyük paye ve bunların aralarında
tekrar eski yerlerine asıldılar. olarak meydana getirildi. Narteks ve ap­
sıralanan sütunlar ile yan netlerden ay­
sis çıkıntısı hariç içten uzunluğu 73,50
Amerikan Bizans Enstitüsü, mozaik rılmıştır. Uzun yapı (bazilika) şemasına
m ve genişliği 69,50 m'dir. Apsis ise 6
arama ve temizleme işleri ile uğraşırken, bağlı kalındığından, orta nef batı-doğu
m dışarı taşar. Avlunun batısında sütun- ekseni üzerinde ileriye doğru gelişmiştir.
R. Van Nice idaresinde bir ekip, bina­
lu revaklı bir avlu vardı. Bunun güney­ Bu mekânı örtmek üzere tam ortada, ze­
nın, taş taş ölçülerek rölövelerini çıkar­
batı köşesindeki parçası 1870'lerde bile minden yüksekliği 55 m olan büyük bir
maya girişmiş, daha önce 1936'da Al­
man Arkeoloji Enstitüsü, avluda kazılar henüz ayakta idi. Avlu şimdiki toprak kubbe yapılmıştır. Bu kubbe muntazam
yapmış, Muzaffer Ramazanoğlu, müdür­ seviyesinin çok altında idi ve Alemdar bir daire biçiminde olmadığından çapı
lüğü sırasında 1945-1955 arasında Aya­ Caddesi'ne doğru uzanıyordu. 31,24 m ile 32,81 m arasında değişir. İlk
sofya'nın içinde ve yakın çevresinde Avludan girildiğinde üstü çapraz to­ yapıldığında Roma mimarisindeki siste­
araştırmalar yapmıştır. I. Mustafa ve Sul­ nozlarla örtülü, içten 5,75 m genişliğin­ me uygun olarak köşe pandantifleri (kü­
tan İbrahim Türbesi olan eski vaftizhane de dış narteks (hol) uzanır. Buradan beş resel üçgenler) ile bir bütün teşkil ettiği
ile ana bina arasındaki boşluk 1945'te kapıyla geçilen esas iç narteks 9,55 m anlaşılmaktadır. Fazla yayvan ve basık
temizlenerek, l639'da burası türbe ya­ genişliğindedir. Öncekinden daha yük­ olan bu kubbe 558'de yıkılınca yerine
pıldığında dışarıya çıkarılan yekpare sek ve süslemesi bakımından çok zen­ kırk kaburgalı ve pencereli daha yüksek
mermerden oyulmuş çok büyük bir vaf­ gin olan bu kısım, eksene paralel atılmış bir yenisi yapılmıştır.
tiz teknesi bulunmuştur. 1979'da ise. I. kemerlerle dokuz bölüm halindedir. Bu Bu kubbenin baskısının karşılanması
Mahmud döneminde zemini 4-5 m yük­ bölümün kuzey ucundaki mekân ise yu­ statik bakımdan sorun yaratmıştır. Orta
seltilip, içine ahşap bir kantar konularak karıdaki galerilere çıkış sağlayan rampa­ nefin üstünü kapatmak için batı-doğu
aşhane-imaretin erzak ambarı yapılan lara geçit vermektedir. Güney ucundaki ekseni üzerinde yapılan iki büyük ya­
"skevofilakion" denilen hazine binasının yan kapı ise Horologion Kapısı olarak rım kubbe, aynı zamanda ana kubbenin
ana tabam bulunmuş, 1982'de, 1935'te adlandırılmıştı; bazı törenlerde impara­ bu yönlerdeki baskısını ikiye bölerek
yıkılmış olan medresenin temelleri mey- torlar buradan Ayasofya'ya girdiğinden karşılıyordu. Bu baskı her yarım kubbe-
AYASOFYA 452

Bizans dönemi Ayasofya'sıntn kesitli izometrik perspektifi.


Arkeoloji ve Sanat Yayınlan Arşivi

de üçe bölünerek daha da azaltılmıştır. me, yıkılan kubbenin parçalarından nı kitleden biçilen tabakaların bitiştiril-
Bu sistem ana kubbe ağırlığının, batı- çökmüş durumda şimdiki kaplamanın mesi suretiyle bazı şekiller ortaya çık­
doğu ekseni üzerinde dağıtılarak, dış altında bulunmuştur. Orta nefin sağ ta­ mıştır. Halk bunlarda bazı figürleri ve
duvarlara kadar getirilmesini, buradan rafında, döşemede görülen renkli taşlar­ aralarında şeytanın resmini de gördüğü­
da zemine indirilmesini sağlamıştır. Hal­ dan yuvarlaklar kesilerek yapılmış süs­ nü sanır. Bazı levhalarda ise Byzanti-
buki aynı baskı yanlarda (kuzey ve gü­ lemenin, taban yükseltildiğine göre geç on'un simgesi olan yunusbalığı motifler,
neyde) ve binanın içinde birtakım ke­ bir tarihe ait olduğu belirlidir. Bu yuvar­ kabartma olarak görülür.
merlerin yardımı ile karşılanmaya çalı­ laklarda evren, burçlar ve Hıristiyan üç­ Kuzey ve güneydeki rampalardan çı­
şıldığından, bu sistemin statik bakımdan lemesinin sembollerini görmek isteyen kılan üst galeriler, naıteks ile yan netle­
yetersizliği yüzünden. Ayasofya'mn gü­ hipotez inandırıcı görülmemiştir. Onıfa- rin üzerlerinde uzanır. Naıteks üstünde­
ney ve kuzey cephelerine zaman za­ los adı verilen bu yer. bazı kaynaklar­ ki, boydan boya beşik tonozla örtülü
man destekleyici payandaların yapılma­ dan öğrenildiğine göre. Bizans'ın son olan uzun galeri kadınlara mahsus idi.
sını gerektirmiştir. Taşıyıcı büyük paye­ yıllarında imparatorların taç giydikleri Tam ortada imparatoriçeye tahsis olar.
lerin, renkli taştan levhalarla kaplanma­ yerdir. yer belirtilmiştir. Burada önemli ve ben­
sı ile ağırlıkları gizlenerek, orta nefin zeri çok az görülen bir özellik, kemerle­
Orta nefi yanlarmdaki neflerden ayı­
aydınlık, geniş bir mekân halini alması rin aralarındaki ağaç gergi kirişleridir.
ran paye ve sütunların başlıkları zengin
sağlanmış, ortaçağda başka benzeri ol­ Bunların yüzeylerinde motifler oyıru
biçimde bezenmiştir. Uzak ülkelerdeki
mayan kubbenin seyirci üzerindeki et­ olarak işlenmiştir. Bu galerinin günev
mabetlerden getirilen bu sütunlar ma­
kisi daha güçlenmiştir. ucunda. Türk döneminde "papaz odala­
denden kalın çemberlerle dayanıklı du­
Orta nefin iki yanındaki büyük ke­ ruma sokulmuştur. Başlıkların, kuvvetli rı" denilen birkaç mekân vardır. Gün--
merlerin içlerini kapatan tynıpanorida gölge-ışık tesirlerine sahip olmaları için galeri, patrik başkanlığında metropolit­
(üst duvarlar) açılmış pencereler ile üzerlerindeki yaprak motiflerinin arala­ lerin toplantısı için kullanıldığına göre
kubbedekiler ortayı aydınlatır. Bu geniş rı matkapla övülmüştür: ortalarında ise bu odaların da patrik ve kilise adamları­
sahanın zemini, dikdörtgen büyük mer­ I. İustinianos'un adını veren markalar na mahsus oldukları tahmin edilir.
mer levhalar ile kaplıdır. Ancak Rama- (monogram) işlenmiştir. Bütün duvar Güney nefin üstündeki galeride kub­
zanoğlu'nun 1947-1950 arasında yaptığı yüzeyleri damarlı mermer veya başka benin iki yana olan baskılarını karşıla­
araştırmada, daha önceki mermer döşe­ cins renkli taş levhalarla kaplanmış, ay­ yan, paye, kemer ve tonoz sistemi g:-
453 AYASOFYA

Artemios ve İsidoros'un eseri olan Ayasofya'nm planı.


Ayasofya Müzesi

rülür. Bunun statik yetersizliği, sütunla­ Ayasofya'nm kuzeydoğu köşesinde, İustinianos döneminin renkli ve yaldızlı
rın dikeyliklerini kaybetmelerinden an­ esas binadan 5 m kadar açıkta yuvarlak yüzeyler meydana getiren bezemeleri
laşılır. Güney galeriyi ayıran mermer böl­ bir ek bina bulunur. İç çapı 11,50 m, dış ise günümüze kadar gelmiştir.
me ise, ağaç ve tunç kapı kanatlarının çapı ise 14,50 m olan bu yapının, kilise­ Ayasofya'da bugün görülen ve 1932'
taşa işlenmiş kopyasıdır. Bu bölmenin nin değerli eşyalarının saklandığı skevo- den itibaren Amerikan Bizans Enstitüsü
gerisindeki kısımda kilise adamları top­ filakion (hazine binası) olduğu genellik­ tarafından meydana çıkarılan figürlü
lantı yapıyorlardı. Bu galerinin sağın­ le kabul edilir. I. Mahmud döneminde mozaiklerin hepsi de İkonoklazma Akı­
daki payandaların içinde yapılmış olan, arkada aşhane-imaret yapıldığında bura­ mı 842'de kapandıktan sonraya aittir.
çok ufak karanlık hücre, 1453'te Türk­ sı erzak ambarı olmuştu. 1980'li yıllarda Bunlar peyderpey yapıldıklarından ara­
ler şehri aldığında, güya ayini idare içindeki kalın toprak tabakası temizlen­ larında üslup birliği yoktur. Fetihten
eden papazın içine girerek kaybolduğu diğinde, çepeçevre on iki niş meydana sonra uzun süre, yalnızca yüzleri kapa­
ve bir gün, Ayasofya tekrar kilise oldu­ çıkmış, ayrıca duvara saplanmış mermer tılmış olarak görülen figürlü mozaikle­
ğunda çıkacağı yer olarak gösterilmiştir. konsollar da görülmüştür. Bunun da, rin bütünüyle örtülmeleri ancak 18.
Ayasofya'nm güney tarafına bitişik İustinianos Ayasofya'sından daha eski
yy'ın ortalarına doğru gerçekleşmiştir.
olan baptisterion (vaftizhane) ise zemin­ olabileceği tahmin edilmiştir.
Th. Whittemore'un 1932'de başlayan
de kare planlı bir binadır. Köşelerde ya­ Mozaikler mozaikleri meydana çıkarma çalışmala­
rım yuvarlak çıkıntılardan sonra üst ya­ I. İustinianos tarafından yaptırıldığında rı, onun ölümünden sonra 1970'e kadar
pısı sekizgene dönüşür ve üstünü bir kilisenin içinin mozaiklerle kaplandığı sürdürülmüştür. Fakat Fossati'nin notla­
kubbe örter. Vaftizhane ile ana bina ara­ bilinmekle beraber, bunlar arasında fi­ rına göre yeni tespit edilen bazı yerler­
sında küçük bir avlu vardır. Bu yüzden gürlü kompozisyonların da yer alıp al­ de mozaik bulunmaması şaşırtıcıdır.
bu binanın İustinianos Ayasofya'sından madıkları hakkında bir şey bilinmez. Whittemore'un açıkladığı gibi, mozaik­
daha eski olabileceği düşünülür. Burası Pavlos Silentiarios, sadece kubbenin or­ lerin hiçbirinde kasıtlı tahrip veya yüz­
17. yy'da türbeye dönüştürüldüğünde dı­ tasını büyük bir haçın süslediğini bildi­ lerin kazınması gibi bir durum görül­
şarıdaki aralığa çıkarılan yekpare mer­ rir. Çok zayıf bir ihtimal ile eğer figürlü memiştir. 1932-1970 arasında üstleri açı­
merden oyulmuş 3,20 m uzunluk ve resimler var idiyse, bunlar 726-842 ara­ lan mozaikler şunlardır:
2,50 m genişliğindeki muazzam vaftiz sındaki, İkonoklazma (tasvirkırıcılık) Narteksten esas mekâna açılan İm­
teknesi bugün hâlâ orada durur. Akımı sırasında kazınmış olmalıdır. I. parator Kapısı üstünde, ortada tahtında
AYASOFYA 454

ya az sonra yapıldıklarına ihtimal verilir.


Yan neflerin üstünde büyük kemer­
lerin içini dolduran üst duvarlarda, pen­
cerelerin aralarında da birtakım mozaik­
ler olduğu bilinmekle beraber, araştır­
malarda bunlardan yalnızca alt sıradaki-
ler bulunmuştur. Bunlar aziz olarak kili­
senin kabul ettiği bazı din adamlarıdır.
Üzerlerinde rahiplere mahsus beyaz kı­
yafetler olan bu azizler soldan itibaren
Genç İgnatios, İstanbul Patriği İoannes
Krisostomos ve Antakya Piskoposu İg­
natios Teoforos'tur.
Güneydeki galerinin bir duvarında
6x4,68 m ölçüsünde büyük bir mozaik
vardır. Burada yine altın zemin ortasın­
da Pantokrator İsa ve yanında Meryem
ile İoannes Pródromos (Vaftizci Yahya)
tasvir olunmuştur. Bu aslında mahşer
günü kompozisyonunun orta kısmı olan
Deisis'tir. Burada İsa'ya en yakın iki
varlık olan Meryem ve İoannes, mahşer
günü insanlara yardım etmesi için şefa­
atini rica ederler. Çok üstün kalitede
olan bu mozaik, üslup ve teknik bakı­
mından da dikkate değer. Burada antik
sanat geleneklerinin estetik özellikleri­
nin aradan geçen yüzyılları aşarak yaşa­
İmparator Kapısı üstündeki Pantokrator İsa ve önünde secde eden imparatoru (muhtemelen dığı belirlidir. Bu mozaiğin maalesef alt
VI. Leon) gösteren mozaik. kısımları bahşiş karşılığı tahribe uğra­
Ara Güler mıştır. Deisis panosu genellikle 12. yy'a
ait olarak tarihlenir ise de bu tarihi 1 1 .
yy'a indirenler olduğu gibi, 13. yy'ın
duran Pantokrator (kâinatın hâkimi) İsa Apsis yarım kubbesinde altın zemin sonlarına, hattâ daha geç bir döneme
ile önünde secde eder vaziyette bir im­ üzerinde tahtında oturan, kucağında ço­ çıkaranlar da vardır. Fakat en doğru ta-
parator. Bunun VI. Leon (hd 8 8 6 - 9 1 2 ) cuk İsa ile Meryem tasvir edilmiştir. Bu­ rihleme herhalde 12. yy olmalıdır.
olduğuna kuvvetle ihtimal verilir. nun. İkonoklazma Akımının arkasından
Galerinin sonunda, güney duvarında­
Güneyden binanın içine geçit veren ilk yapılan figürlü mozaik olduğu anla­
ki pencerenin sağında ve solunda iki
dehlizin kapısı üstünde, ortada kucağın­ şılıyor. Bazı belgelerden bu mozaiğin
mozaik pano Bizans tarihinin önemli ba­
da İsa ile şehrin koruyucusu Meryem 867'den önce yapıldığı açıklanmıştır.
zı kişilerinin gerçek portreleri olmaları
tasvir edilmiştir. İki yanında iki impara­ Burada Meryem'in "ilahi'' bir güzel­ bakımından son derece önemlidir. Bun­
tor ona kurdukları iki eserin modelim likte olmasına özen gösterilmiştir. Apsi­ lardan soldaki, İsa'ya bir adak sunan İm­
takdim ederler. Bunlardan biri. Byzanti- sin önündeki büyük kemerin alt uçla­ parator IX. Konstantinos Monomahos
on'u sunan I. Constantinus, diğeri Aya- rında ise karşılıklı iki başmelek tasviri (hd 1042-1055) ile eşi Zoe'yi tasvir eder.
sofya'nm modelini sunan I. İustini- vardı. Bunlardan soldakinin yalnızca Ancak burada imparatorun adını veren
anos'tur. Ancak bunlardaki yüzler gerçek ayakları kalmış, sağdaki ise oldukça ta­ yazıda. Konstantinos'un hattâ Zoe'nin
portreler değildir. Zaten imparatorların mam bir haldedir ve bunun Cebrail yüzlerinin değiştirilmiş oldukları görülür.
üstlerindeki kıyafetler de yaşadıkları ça­ (Gabriel) olduğu kabul edilir. Başme­ Buna göre esas bağışı yapan Zoe'nin ilk
ğın değil, bu mozaiğin II. Basileios dö­ lek. imparatorların ve saray ileri gelen­ kocalarından III. Romanos Argiros (hd
nemindeki (976-1025) onarımına tarih- lerinin kıyafetleri ile giyimlidir. Bu mo­ 1028-1034) veya IV. Mihail'dir (hd 1034-
lendiğine göre 10-11. yy'rn kıyafetleridir. zaiklerin Meryem ile aynı tarihlerde ve­ 1041). Fakat Zoe'nin de yüzü değiştiril-

Yan neflerdeki üst duvarlarda bulunan aziz mozaikleri: Soldan sağa. Genç İgnatios. İoannes Krisostomos ve İgnatios Teoforos.
Fotoğraflar Tahsin Aydoğmuş
455 AYASOFYA

diğine göre, eşinin adı Zoe olan başka


bir hükümdar çifti de düşünülebilir.
Bunların üzerlerinde Bizans imparator
ve imparatoriçelerinin 10-11. yy'lardaki
muhteşem tören kıyafetleri vardır ve gü­
nümüze kadar gelen görüntüleri ile yüz­
ler IX. Konstantinos ile eşi Zoe'nin ger­
çeğe uygun portreleridir.
Pencerenin diğer yanında ise, aynı
şekilde, kucağında İsa ile Meryem'e
adak kesesi sunan İmparator II. İoannes
Komnenos (hd 1118-1143) ile ilk eşi,
Macar kralının kızı, Bizans'taki adı ile
Eirene (İrini) tasvir olunmuştur. Yanla­
rında, 1122'de 17 yaşında tahta ortak
yapılan ve kısa bir süre sonra veremden
ölen oğulları Aleksios'un portresi de yer
almıştır. Gerek İmparator I I . İoannes
Komnenos, gerek eşi sarı örgülü saçları,
açık gri gözleri, pembe yanakları ile ti­
pik bir Macar olan Eirene ve nihayet
oğulları, yüzü kırışıklar ile kaplı, hasta­
lıklı Aleksios, burada çok kuvvetli ger­
çekçi portreler olarak işlenmiştir.
Kuzeydeki galerinin güç bulunur
kuytu ve karanlık bir tonoz kemerinde
ise, kardeşi VI. Leon'un tahtta kendisi­
ne ortak yaptığı Aleksandros'un portre­
si ile karşılaşılır. Tarihe kardeşinin göl­
gesinde ömrünü geçiren son derecede
silik bir kişi olarak geçen Aleksandros
ancak 13 ay tek başına imparatorluk
yaparak 913' te, 43 yaşında iken ölmüş­
tür. Bu mozaik onun imparator olduğu
912-913 arasında yapılmış olmalıdır. Fa­ Güneydeki
galerinin bir
kat resminin neden bu kadar ücra ve duvannda
karanlık bir yere yapılmış olmasına bir bulunan
anlam verilemez. Deisis mozaiği:
Yukarı kattaki galerilerin köşesinde, ortada
Pantokrator
evvelce "papaz odaları" denilen ve Bi­
İsa, yanında
zans döneminde patrikhane mensupla­ Meryem ve
rına ait olduğu sanılan mekânlarda; çok Vaftizci Yahya
bozuk durumda, bir Deisis'ten başka (İoannes
havarilerden Petrus, Andreas, Lukas (?), Prodromos)
Simeón Zelotes ile Peygamber Ezekiel, (üstte) ve
galerinin güney
İmparator I. Constantinus ile annesi He­ duvarında solda
lena (?) tasvir edilmiştir. Ayrıca burada yer alan, isa'ya
patriklerden Germanos, Nikeforos, Ta- adak sunan
rasios ve Metodios'un resimleri de teş­ İmparator IX.
his edilmiştir. Bunların 850-860'a doğru Konstantinos
ile eşi Zoe'yi
yapıldıkları tahmin edilmiştir.
betimleyen
Büyük kubbenin geçişini sağlayan mozaik
dört pandantifin yüzeylerinde dört me­ (sağda).
lek resmi işlenmiştir. Ancak batıdaki iki Fotoğraflar
Ara Güler
tanesi daha Bizans çağında bozuldukla­
rından fresko olarak tamamlanmıştır.
Fossati'nin onarımı sırasında bunların tada, Hetoimasia (İsa için hazırlanan kut­ bütünüyle yeniden sıvandığına göre,
yüzleri altın yaldızlı oval bir yıldızla ka­ sal koltuk) ile kuzeyde orans (niyaz) va­ mozaiklerin yok oldukları tahmin edilir.
patılmıştır. Yalnız bir yüz ve kanatlardan ziyetinde Meryem, sağda ise Vaftizci Loos'un 1710'da çizdiği resimlerde
ibaret olan bu meleklerin Kerubin mi, Yahya (İoannes Prodromos) yer almıştı. güney galerinin ortadaki bölümünün iki
yoksa Serafín mi oldukları hususunda Kemerin alt kenarlarında ise kuzeyde, bu tonozundan birinde büyük bir Pantok­
değişik görüşler vardır. Bazılarına göre mozaikleri 1354'teki onarımda yaptıran rator İsa, diğerinde ise Pentekoste (ha­
(Schneider) bunlar Kerubin, bazılarına İmparator V. İoannes Paleologos'un (hd variler toplantısı) mozaikleri olduğu gö­
göre (Antoniades, Mango) ise Serafin'dir. 1341-1391) portresi bulunuyordu. Fossati rülür. Bunlar da bulunamamıştır.
Ayasofya'da meydana çıkmayan daha tarafından krokisi çizilen bu mozaiklerin
birçok mozaiğin varlığı biliniyordu. Kub­ sadece ufak bir parçası ile karşılaşılmıştır. Türk Dönemine Ait İç Ekler
benin ortasında 1355 yılı onarımında ya­ Batı kemerinde ise bir madalyon Güney dehlizinde duvardaki küçük mih­
pılan Pantokrator İsa resmi 17. yy'a ka­ içinde Meryem ile iki yanında havariler­ rabın fetihten sonra II. Mehmed'in ilk
dar görülebiliyordu. Fossati onarımı sıra­ den Petrus ve Paulus'un resimlerinin ol­ namazı kıldığı yer olduğu yolundaki
sında bunun yerine hattat Mustafa İzzet duğu, Fossati ile Salzenberg tarafından söylentinin sağlam bir dayanağı yoktur.
Efendi bugün görülen sureyi yazmıştır. tespit edilmişti. 1894 depreminde çok Caminin içindeki esas mihrap ise, üslu­
Doğu tarafındaki büyük kemerde ise or- büyük zarar gören bu kemerin yüzeyi bu bakımından 19. yy'ın eklektik (kar-
AYASOFYA 456

Osmanlı dönemi mermer ve taş işçiliğinin en güzel örneklerinden biri olan minber ve minber
gibi 16. yy üslubunu yansıtan müezzin mahfili (üstte) ile Fossati'nin Bizans üslubunda yaptığı
hünkâr mahfili (sağda).
Fotoğraflar Tahsin Aydoğmuş

ma) üslubuna sahiptir. Herhalde Fossati rımda yapılmış olmalıdır. Aynı dönem­ lam Yeliyüddin Efendi ( ö . 1768), ve
tarafından yenilenen bu mihrabın yerin­ de vaaz kürsüsü de yapılmış olmalıdır. Mehmed Esad Efendi'nin (ö. 1798) hat­
de, Türk mimari üslubunda bir mihrap Bu mermer eserler, ahenkli orantıları ve ları ile yazılmış levhalar da vardır. Aya-
vardı. Belki de kalıntıları bugün görüle­ zarif süslemeleri ise Türk sanatının taş sofya müzeye dönüştürüldüğünde pek
nin arkasında hâlâ durur. işçiliğinin en parlak dönemine işaret çok yazı levhası Türk ve İslam Eserleri
Minber, Osmanlı dönemi Türk mer­ ederler. Müzesi ile Sultan Ahmed Camiine götü­
mer işçiliğinin en güzel eserlerindendir. Ayasofya'nın mihrabı etrafında de­ rülmüştür.
l6. yy sonlarında II. Selim ve III. Murad ğerli bazı çiniler de vardır. Mihrabın üs­ Ayasofya'nın ilk hünkâr mahfili bilin­
dönemlerindeki büyük tamir sırasında tünde eski apsisi saran çini kuşak, 1016/ mez. Eski resimlerden bunun, apsisin
konulmuş olmalıdır. İki yan levhası 1607 tarihli olup Mehmed adında bir sol (kuzey) tarafındaki iki ana payenin
dantela gibi oymalı olarak işlenmiştir. hattatın imzasını taşır. İznik çini sanatı­ önünde olduğu anlaşılır. Şair Nedim'in
Giriş alınlığında ise renkli ve altın yal­ nın son eserlerinden olan bu çini şeri­ bir tarih kasidesinde hünkâr mahfilinin
dızlı nakışlar bulunmaktadır. din bir kısmı bozulduğundan, eksik kı­ 1141/1728'de Sadrazam Nevşehirli Da­
Caminin ortasındaki müezzin mahfili, sımlar 19. yy'da boya ile tamamlanmış­ mat İbrahim Paşa tarafından genişletile­
minber gibi 16. yy'ın üslubuna işaret tır. Mihrabın sağ (güney) tarafındaki rek daha güzel biçimde yeniden yapıldı­
eder. Caminin içinde ve nartekste aynı aralıkta iki çini pano bulunmaktadır. ğı övülür. 16. yy çinileri ile kaplanmış
üslupta dört mahfil daha vardır ki, bun­ Bunlardan birincisi tek çini halinde olan eski mahfil. Fossati tarafından kal­
ların hepsi de 16. yy sonlarındaki ona- olup üzerinde Hazret-i Muhammed'in dırılarak, çinili mihrabı ile bazı çinileri
türbesi tasvir edilmiştir. Ayasofya'ya va­ iki paye arasındaki tonozlu dar dehlizde
kıf olarak sunulan bu çininin kitabesin­ bırakılmıştır. Eski hünkâr mahfilinde,
de 1053/1643-44 tarihi ve Debbağzade padişahın dışarıdan girişi, Bâb-ı Hüma­
Mehmed Bey adı okunur. Aynı yerdeki yun tarafındaki bir kapıdan oluyor ve
ikinci çini pano ise birçok parçadan ya­ bütün büyük camilerde olduğu gibi, bu
pılmış ise de, Kabe'yi gösteren karolar­ giriş ile namazın kılındığı mahfil arasın­
dan biri çalınmış, yerine yine 16. yy'ın da ufak bir dinlenme mekânı bulunu­
yapraklı bir karosu yapıştırılmıştır. yordu. Kasr-ı Hümayun denilen bu ka­
Caminin içindeki yazılardan, büyük sır. I. Mahmud döneminde yapılmış ve
payelere asılı olan, Teknecizade İbra­ içerideki eski mahfil ile bağlantı sağlan­
him Efendi'nin kare çerçeveli ve mima­ mıştır. Fossati kasrm dış mimarisini de­
riye uyan büyük levhaları Fossati tara­ ğiştirerek üç kemerden ikisini demir
fından kaldırılarak yerlerine Kazasker parmaklıklı pencere şekline sokmuş, or-
Mustafa İzzet Efendi'nin yeşil zemin tadakine de mermer söveli kapı yapmış­
üzerine altın yaldızla yazılan 7,50 m ça­ tır. Bu kapının üstünde Mustafa İzzet
pındaki büyük yuvarlak yazıları asılmış­ Efendi'nin ta'lik hatla 1848/1849 tarihli
tır. Bunlar bütün İslam âleminin en dev kitabesi yer alır. Bunun üstünde de Al>
ölçüde yazıları olarak kabul edilirler. dülmecid'in tuğrası bulunur. Bu girişin
Kubbenin ortasında, Pantokrator İsa arkasında bir holden, klasik üslupta ke­
mozaiğinin herhalde üstüne yazılan ya­ merli bir kapıdan 19- yy saray mimarisi
zının da hattatı Kazasker İzzet Efen- taklidi bir sofaya, oradan da uzun bir
di'dir. Mihrabın sağ ve sol duvarlarında salona geçilir. Buradan caminin içindeki
genellikle padişahlar tarafından bizzat ve Fossati'nin Bizans üslubunda yaptığ:
yazılan levhalar bulunmaktadır. Bunla­ hünkâr mahfiline geçmek mümkündür.
rın arasında II. Mustafa'nın (hd 1695- Kasr-ı Hümayun'un dış cephesi ya­
Mihrabm güney tarafında bulunan bir karosu 1703) hattı olduğu sanılan bir levhadan nında Sogukçeşme Sokağı başındaki
çalınmış Kabe'yi betimleyen çini pano. başka III. Ahmed, III. Selim, II. Mah- köşede geniş saçaklı barok üsluptak:
Tahsin Aydoğmuş
mud'un hattı olan levhalar ile Şeyhülis­ zengin bezemeli kapı, I. Mahmud tara-
457 AYASOFYA EFSANELERİ

fından yaptırılmıştır. Gerek bunun, ge­ nary Report, Oxford, 1942; Fourth Prelimi­ Bizans İmparatorluğu'nun sonuna
rek içerideki aşhane-imaretin ambarı nary Report. Oxford. 1952; C. Mango, Mate­ doğru Ayasofya'nm, giderek zayıflayan
rials for the Study of St. Sophia at Istanbul,
olan yuvarlak Bizans binasının duvarın­ imparatorluk simgesinden koparak Tan-
Washington. 1962; A. Sami Boyar, Ayasofya
daki kitabeler, garip ve kötü şöhreti ol­ ve Tarihi, 1st., 1943; A. M. Schneider, "Sophi­ rı'ya mal edilmesi sürecinin bir öğesi
makla beraber başarılı bir hattat olduğu enkirche und Sultansmoschee", Byzantini­ de, kilisenin Tanrı'nın göndermiş oldu­
bilinen Kızlarağası Beşir Ağa tarafından sche Zeitschrift, XLIV (1951). s. 5Ö9-516; S. ğu bir melek tarafından korunması hi­
yazılmıştır. Eyice, "İstanbul Minareleri", Türk San 'atı Ta­ kâyesidir. Yukarıda adı geçen 9- yy'a ait
rihi Araştırma ve İncelemeleri, I (1963). s. 36 efsaneye göre, bu melek paydos saatin­
Ayasofya müzeye dönüştürüldüğün­
vd, 51 vd; E. Yücel, "Ayasofya Onarımları ve
de içinde müzelik eşyanın sergilenmesi Vakıf Arşivinde Bulunan Bazı Belgeler". VD, de aletleri beklemekte olan mimarın
de düşünülmüştü. Çok ciddi eleştirilerle X ( 1 9 7 3 ) , s. 219-220; C. Mango-E. S. W. oğluna görünerek kiliseden ilk defa
karşılaşan bu tasarı gerçekleşmedi. Yal­ Hawkins, "The Apse Mosaics of St. Sophia Ayasofya (Kutsal Bilgelik) adıyla bahse­
nızca dış narteks bölümünde az sayıda at istanbul", Dumbarton Oaks Papers, XIX der ve inşaatın hızlanması için genç iş­
taş eser toplanmış bulunuyor. Yukarı (1965), s. 113-151; M. Is. Nomıdis, Ta Mosa- çileri çağırmaya gönderir; onun dönme­
ika tes Hagias Sophias, 1st., 1937; O. Oikono-
kattaki "papaz odaları" denilen mekân­ sine kadar orada kalacağına ve aletleri
mides, "Leo VI and the Narthex Mosaic of
larda ise ikonalardan bir koleksiyon yer Saint Sophia", Dumbarton Oaks Papers, XXX bekleyeceğine yemin eder. Bu haberi
almıştır. Ayasofya'nm dışında, batı tara­ (1976), s. 151-173; ay, "The Mosaic Panel of alan mimar İgnatios oğlunu geri görder-
fındaki avluda İstanbul'un çeşitli yerle­ Constantine and Zoe in Saint Sophia", Revue meyerek meleğin sonsuza dek orada
rinden toplanmış bir kaç anıt kaidesi ile des Etudes Byzantines, XXXVI (1978), s. 219- kalmasını sağlar. Meleğin saklı olduğu
232; Müller-Wiener, Bildlexikon, 84-96; İSTA, yerin, kalın bakır levhalarla kaplı olma­
mimari parçalar sergilenmiştir.
III, 1439-1475: S. Eyice, Ayasofya, I-III. İst..
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 3-7; G. Fossati. 1984-1986; ay, "Ayasofya", DIA, IV, 206-210. sına rağmen yüzyıllarca ziyaretçilerin
Aya Sophia of Constantinople as Recently SEMAVİ EYİCE dokunması ile aşınan sütunun yeri ol­
Restored by Order ofH. M. the Sultan Abdul- duğu kabul edilir ve ortaçağın sonuna
Medjid, Londra, 1852; W. Salzenberg, Alt- kadar Konstantinopolis'i gezen seyyah­
christlihe Baundenkmale von Konstantino­ AYASOFYA EFSANELERİ
lar, özellikle Rus hacılar, burayı meleğin
pel, Berlin, 1854; A. D. Hamlin, "Aya Sofia. A Bizans Dönemi
Study of Origins Byzantirie Structural Art", bulunduğu yer olarak anlatırlar.
Arcbiteclural Review, II (1893), s. 39-44; w! Ayasofya'nm geç dönem Bizans mimari­ 1453 kuşatmasına Türk saflarında ka­
R. Lethaby-H. Swainson, The Curch of Sanc- sinin erişemediği bir yapıt olması, etra­ tılan Rus Nestor İskender, fetihten beş
ta Sophia Constantinople: A Study of Byzan- fındaki efsanelerin giderek yoğunlaşma­ gün önce, meleğin Ayasofya'yı terk e-
tine Building, Londra, 1894; E. Antoniades, sına yol açmıştır. Bu konuda ilk ve
Ekphrasis tes Hagias Sophias, Atina. I-III. dip göklere yükseldiğini yazar. Böylece
1907-1909; Gurlitt, Konstantinopels: J. Eber- önemli metin 9- yy da yazılmış anonim kilise ve dolayısıyla kent, Türklere karşı
solt, Sainte Sophie de Constantinople, Paris, "Ayasofya adlı Tanrıya adanmış büyük korunmasız kalmıştır.
1910; H. Holtzinger, Die Sophienkirche und kilisenin yapılma öyküsü'dür. Burada İstanbul'un fethinden sonra Rum
Verwandte Bauteil der Byzantinischen Arc­ genel çizgilerde tarihsel olaylara bağlı
hitektur, Berlin-Stuttgart, 1898; G. A. Andre­ çevrelerinde gelişen efsane ise bir geri
ades, "Die Sophienkathedrale von Konstanti­ kalınmakla birlikte bazı önemli değişik­ dönüş efsanesidir. Türklerin gelmesiyle
nopel", Kunstwissenschaftliche Forschungen, likler yapılmıştır. Başlıcası, Ayasofya'yı Ayasofya'daki son ayini yarıda bırakıp
I, Berlin, 1933, s. 33-94; F. von Caucig, "Gra­ 532'de inşa etmeye başlayan mimarlar elindeki kutsal kaplarla görünmez bir
bungen im Atrium der Hagia Sophia", Christ­ Tralles'li Artemios ve Miletos'lu Isidoras kapının arkasında kaybolan papaz, ken­
liche Kunst, XXI (1934-1935), s. 348-351; A. ile 558'de yıkılan kubbesini tamir eden
M. Schneider. Die Hagia Sophia zu Konstan- tin geri alınacağının işareti olarak, aynı
tinople, Berlin. 1939; E. H. Swift, Hagia Sop­ Genç İsidoros'un yerlerini efsanevi tek yerden çıkıp ayine kaldığı yerden de­
hia, New York, 1940; W. Emerson-R. L. van bir kişiye, mimar İgnatios'a bırakmaları­ vam edecektir.
Nice, "Hagia Sophia, Istanbul, Preliminary dır. Kilisenin inşası ve kubbenin tamiri I. Osmanlı Dönemi
Report on a Recent Examination of the İustinianos dönemine (527-565) rastla­
Structure", American Journal of Archaeology. Bizans'ın son döneminde Ayasofya ef­
masına rağmen efsanede tamir olayı on­
(1943), s. 403-436; K. Kumaniecki, -'Eine Un­ sanelerinin gelişmesi, bunların İslam
bekannte Monodie auf den Einsturz der Ha­ dan sonra başa geçen II. İustinos döne­
gia Sophia im Jahre 558", Byzantinische Zeit­ mine (565-578) kaydırılmıştır. Böylece, dünyasına da yayılmalarına yol açar.
schrift, XXX (1929-1930); s. 35-43; E. Mam- mimarları tek bir kişiye indirgeyip impa­
boury, "Topographie de Sainte Sophie", Stu- ratorun kişiliğini parçalayan efsane, mi­
di Bizantini e Neoellenici, VI/2 (1940), s.
197-209; P. A. Michelies, Hagia Sophia, Ati­ marın rolünü pekiştirmektedir. Burada
na, 1946; Th. Preger, "Die Erzählung vom söz konusu olan, Hz Süleyman'ın Kudüs
Bau der Hagia Sophia", Byzantinische Zeit­ Tapınağı efsanesinden bu yana sürege­
schrift, X (1901), s. 455-476; H. Prost, Monu­ len Tanrı-mimar-hükümdar ilişkisini mi­
ments antiques releves et restaures par les mardan yana geliştirme çabasıdır. Bizans
architectes pensionnaires de IAcademie de
France a Rome-Supplement, Paris, 1924; P. efsanesinin asıl amacı, mimarı hükümda­
M. Micheiis, L'esthetique d'Hagia-Sophia, Fa- rın aleti olmaktan çıkarıp, Tanrı'nın aleti
enza, 1963; P. Sanpaolesi, Santa Sofia a haline getirmek ve böylece tapmağı be­
Constantinopoli, Fienze, 1965; F. Dirimtekin, şeri iktidarın simgesi olmaktan kurtarıp
Ayasofya Kılavuzu, Ist., 1966; R. L. van Nice,
Saint Sophia in Istanbul: An Architectural ilahi güce mal etmektedir. Bundan dola­
Survey, Washington, ty; G. Bonfiglioli, Sainte yıdır ki, efsanede inşaatın seyrini, önemli
Sofia di Constantinopoli L'architettura, Bo­ ölçüde, bazen imparatora, bazen de mi­
logna, 1974; W. R. Zaloziecky, Die Sophien­ mara görünen bir melek belirler. Bizans
kirche in Konstantinopel, Citta del Vaticano, efsanesi, kısmen de olsa, Ayasofya'nm
1936; A. M. Schneider, Die Grabung in Wost-
bof der Sophienkirche zu Istanbul, Berlin, yapılışını hükümdarın iradesinden kopa­
1941; ay, "Die Hagia in der Politisch-Religi­ rıp Tanrı'nın iradesine bağlamaktadır.
ösen Gedankenwelt der Byzantiner". Das
Werk des Künstlers II, (1941), s. 4-15; M. Ra- Aynı zamanda, 13. yy'a doğru geli­
mazanoğlu, Sentiren ve Ayasofyalar Manzu­ şen ve Konstantinopolis'in kurucusu
mesi, İst., 1946; H. Jantzen, Die Hagia Sop­ Büyük Constantinus'u efsaneleştiren hi­
hia des Kaisers Justinian in Konstantinopel,
Köln, 1967; D. Köhler-C. Mango, Hagia Sop­ kâyeler, onu Ayasofya'nm kurucusu ha­
hia, Londra, 1967; Th. Whittemore, "The Mo- line getirirler. Ancak, burada da efsane­
saies of St. Sophia at İstanbul", First Prelimi­ vi bir mimar, Efratas, araya girer. Bu ef­ Efsaneye göre bir meleğin saklı olduğu
nary Report, Oxford, 1933; Second Prelimi­ saneye göre hem kenti hem kiliseyi ku­ sütunu kaplayan bakır levha, ziyaretçilerin
nary Report. Oxford, 1936; Third Prelimi­ dokunmalanyla aşınmış durumda.
ran bu mimarın adı metinlerde Constan-
Tahsin Aydoğmuş
tinus'unki kadar geçmektedir.
AYASOFYA HAMAMI 458

Arap gezginler ve coğrafyacılar, 12. yy' rer padişahın yadigârı. Hz Süleyman ya AYASOFYA HAMAMI
dan önce Ayasofya'dan doğrudan bah­ da İskender Zülkarneyn tahtından alın­ bak. HASEKİ HAMAMI
setmezler. Kilisenin adı ilk defa 1180'de mıştır. Böylece Süleymaniye büyük hü­
kaleme alman Haravi'nin Hac Yerleri kümdarların tahtları üstünde kurulmuş AYASOFYA İMARETİ
Rehberi'nde geçer. Ancak, Ayasofya'da bir imparatorluk anıtı haline gelir.
Ayasofya Külliyesi kapsamındaki aşevi,
namaz kılanlara cennetin yolunun açıla­ Herhalde Tarih-i Konstantiniyéye ya­ fırın, erzak ambarı gibi binalardan olu­
cağına dair hadise ya da Hz Muham- nıt olarak yazılmış anonim Tarih-i Bina-i şan imaret. I. Mahmud, Ayasofya Camii
med'in, miracında göğün yedinci katın­ Ayasofya ise Süleymaniye'den söz etme­ ve müştemilatında geniş çaplı onarım,
da görmüş olduğu Mescid ül-Aksa'nm mekle birlikte Ayasofya'yı yüceltir ve yenileme ve genişletme çalışmalarına
yeryüzü örneğinin Ayasofya olduğu ko­ onun Hz Muhammed'm miracında gör­ giriştiğinde, bazı binaların ilavesi, bazı­
nusundaki hikâyelere fetihten ö n c e müş olduğu caminin yeryüzündeki örne­ larının da tadili sonucunda kurulmuştur.
rastlanmaz, yani Ayasofya'mn Müslü­ ği olduğunu yazar. İki melek durmadan
man efsanelerinin tümü Türk olduğu gi­ Ayasofya kubbesinin çevresini tavaf eder Kitabelerde 1155/1742-43 diye geçen
bi, bunlar kilisenin camiye çevrilmesin­ ve "nuraniyetine münevver olurlar". Ya­ inşaatın bitim tarihini, Şem'danizade zil­
den sonraya aittir. zara göre açıkça, Ayasofya'mn kutsallığı hicce (şubat), Hammer ise zilkade (ocak)
Süleymaniye'yi gereksiz kılmaktadır. ayları olarak gösterir. Kitabelerin üze­
Bu efsaneler Konstantinopolis'in ku­
rindeki sülüs hatlı mensur yazılar, Mo­
rulmasını da içeren genel bir temanın Mimar Sinan'ın Edirne'deki Selimiye rali lakabıyla bilinen ve adı darüssaade
içinde toplanır. Oysa bu temanın iki Camii'nin kubbesini Ayasofya'mn kub­ ağası ya da hazinedar gibi görev unvan-
önemli varyantı vardır. Birincisi. 9- yy besinden altı zira daha geniş ve dört zi­ larıyla anılan Beşir Ağa, manzumeler ise
Bizans efsanesini Türkçeye çevirerek ra daha derin yaptığını ilan etmesiyle, dönemin şairlerinden Nimeaülah Efendi
bazı değişikliklerle imparatorun Ayasof­ efsaneler aracılığıyla yürütülen bu tartış­ tarafından yazılmıştır. Böylece, I. Mah­
ya'mn kuruluşundaki rolünü güçlendi­ ma sona erer. Ancak 19- yy'da Batı etki­ mud devrinde söz konusu inşaat faali­
rir. Burada yükseltilmek istenen impara­ sinde tarih yazılıncaya dek Ayasofya ve yeti sonucunda Ayasofya Camii imare-
torluk iktidarıdır, çünkü Osmanlı hü­ Konstantiniye efsanelerinin getirmiş ol­ tiyle, sıbyan mektebiyle, kütüphanesiy-
kümdarı bu iktidarın, devamcısıdır. dukları öğeler ideolojik vasıflarını yitir­ le. sebilleriyle ve şadırvanıyla bir külli­
İkincisi, bunun aksine, imparatorluk kar­ melerine karşın kent tarihinin bir parça­ ye haline getirilmiştir.
şıtı bir metindir ve kuruluşundan beri la­ sı olarak yaşamlarını sürdüreceklerdir.
netli bir Kostantiniye (Konstantinopolis) Örneğin Yanko bin Madyan'm İstan­ Zamanın çeşitli bekçi destanlarından
hikâyesi anlatır. 15. yy Türk yazarlarının bul'un ilk kurucusu olduğuna uzun za­ ve menkıbelerinden anlaşıldığına göre,
icat etmiş olduğu, kentin ilk kurucusu man herkesçe inanılacaktır. Ayasofya imarette dağıtılan ve fodla denilen ek­
Yanko bin Madyan lanetli bir kişidir ve efsaneleri örneğinin önemi, efsanelerin meklerin yanısıra, fukaraya her gün çor­
dolayısıyla Kostantiniye yok olmaya ideolojik fonksiyonlarını ortaya çıkar­ ba veriliyor, perşembe günleri ayrıca
mahkûm bir kenttir. Ayasofya'ya gelin­ masıdır. Bu metinler okuyucuya hoş va­ zerde ve pilav çıkıyordu.
ce, bu tapmak Tanrı'nm doğrudan yö­ kit geçirtmekten ya da tarih bilgisi ek­ İmaretlerin kapatılmasından sonra
nettiği bir mimarın yapıtıdır ve Tanrı- sikliğini örtmekten çok, açıkça yapıla­ Vakıflar İdaresi Başmüdürlüğü deposu
mimar ikilisinin karşısında imparator tü­ mayan politik ve ideolojik tartışmaların olarak kullanılan bina, daha sonra kur­
müyle etkisiz ve çaresizdir. kılıfı olarak karşımıza çıkar. şun levha atölyesine dönüştürüldü.
İkinci varyantın en gelişmiş hali olan Caminin çevre duvarının Bâb-ı Hü­
Bibi. G. Dagron, Constantinople Imaginaire,
1491 tarihli metinde, anonim yazar Aya­ Paris, 1984: S. Yerasimos, Türk Metinlerinde mayun tarafı köşesindeki muhteşem bir
sofya efsanesini anlattıktan sonra ''Ol Konstantiniye ve Ayasofya Efsaneleri, ist., barok kapıdan geçilerek imarete giril­
zaman zulümle bina yapdırmazlardı" 1993. mektedir. Cami ile aşhane arasında bir
deyip II. Mehmed (Fatih) dönemi düze­ STEFANOS YERASİMOS avlu yer alıyor, ambar ise kuzeydoğu-
nini ve Fatih Camii'nin yapımını sert bir
dille eleştirir. Yazara göre cami hazine­
den para çıkarmamak için eyaletlerin
geliri ile yapılmıştır. Bu durumu da "Ol
suretle yapılan binadan sevab ummak
dürüst müdür? Anın sevabından geçil­
melidir, eğer günahı olmazsa ve illa gü-
nahdan gayrı dahi nesi vardır ola?" şek­
linde anlatır. Ayrıca yazar, hükümdarın,
caminin mimarı olan Atik Sinan'ı "habs
içinde döğe döğe" öldürttüğünü söyler
ve bu bilgi başka kaynaklarca da doğ­
rulanmaktadır. Oysa imparatorluk karşı­
tı Ayasofya efsanelerinde Tanrı'nın aleti
durumunda olan mimarın öldürülmesi­
nin ne denli ağır bir suç oluşturduğu
ortadadır. Bu efsanenin amacının, Fatih
Sultan Mehmed'in Bizans'tan devralıp
sürdürmek istediği imparatorluk projesi­
ne karşı çıkmak olduğu açıktır.'
Aynı tartışma 16. yy'm ortalarında
Süleymaniye Camii'nin yapımıyla yeni­
den ortaya çıkar. İlyas Efendi 1 5 6 2 d e
yazmış olduğu Tarih-i Konstantiniye de
Ayasofya efsanesinde imparatorun rolü­
nü yeniden yüceltirken metnin sonunda
Süleymaniye'ye uzun bir methiye düzer.
Orada bulunan malzeme ve taşların her
Ayasofya İmareti'nde avlu ve asıl binanın girişi.
biri bir "memleketin harcıma eşdeğer­
M. Baha Tanınan
dir. Somaki sütunlarının her biri ise bi­
459 AYASOFYA KÜTÜPHANESİ

vaaz veren, aynı zamanda çoğu birer ta­ Topkapı Sarayı Müzesi Kitaplığı'nda-
rikat şeyhi olan küçük bir gruba, ilmiye ki yazma eserler arasında bulunan Müs-
sınıfı ayrıcalıkları tanınmıştı. Bunlara ait takimzade Süleyman Saadeddin Efen­
"tarik defterimde (protokol ve kadro sı­ di'nin Ayasofya-ı Kebîre Şeyh Olanlar
ralaması) ön sırayı Ayasofya kürsü şeyhi adlı risale, 17. ve 18. yy'larda bu göreve
almakta, onu, cuma namazı kılman diğer atananların biyografilerini ve Ayasofya
Sultan Ahmed, Süleymaniye, Bayezid, vaizliği ile ilgili açıklamaları içerir.
Fatih, Nuruosmaniye, Sultan Selim, Eyüb NECDET SAKAOĞLU
Sultan, Laleli, Şehzade, Üsküdar Yeni
Valide. Ayazma, Beylerbeyi. Hasköy Va- AYASOFYA KÜTÜPHANESİ
lidesultan, Selimiye, Nusretiye, Şemsipa-
Ayasofya Camii içinde I. Mahmud (hd
şa camilerinin ve Yeni Caminin vaizleri
1730-1754) tarafından yaptırılan kütüp­
izlemekteydiler. Ayasofya vaizliğine ve
hane.
diğerlerine, İstanbul'daki başlıca dergâh
Vakfiyesi 1152/1740'ta düzenlenmiş
ve âsitanelerin şeyhleri öncelikle atan­
ve 21 Nisan 1740'ta açılmıştır. Bu dö­
maktaydılar. Bu konumdaki vaizlere kür­
nemde kütüphanede 4.000 civarında ki­
sü şeyhi, tümüne birden de katar şeyhle­
tabın bulunduğu Vakanüvis Subhî Meh-
ri denmekteydi.
med Efendi tarafından belirtilmektedir.
Selatin camilerde hemen her gün, sı­ Kütüphanenin dördü yazma biri de bas­
radan vaizler tarafından halka vaazlar ma olmak üzere beş tane katalogu var­
verilirken Ayasofya kürsü şeyhi ve öteki dır. 1968'de mevcut kitapları Süleymani­
selatin camilerin vaizleri, yalnızca cuma ye Kütüphanesi'ne(->) nakledilmiştir.
günleri, çok kalabalık cemaatlere vaazlar
Ayasofya Kütüphanesi, başlıbaşına
vermekteydiler. Bunun bir nedeni de cu­
bir yapı olarak tasarlanmakla birlikte,
ma hutbelerinin baştan sona Arapça
caminin güneyindeki iki payandanın
okunmasıydı. Halk hutbede okunan ve
Ayasofya İmareti'nin kapısı. arasına inşa edilmiştir. Türk kütüphane
söylenenleri anlamadığından cuma va­
Ali Hikmet Varlık binalarında rutubetin önlenmesi gaye­
azı, genellikle o günkü hutbenin konu­
siyle hava akımını sağlamak için alt kı­
sunu açıklamaya dönük olmaktaydı.
sımların boş bırakılması, geleneksel bir
daki yivli m i n a r e yanında bulunuyordu. Ayasofya'mn İstanbul camileri arasındaki
mimari uygulama iken burada böyle bir
Bizans'ta h a z i n e binası diye adlandırılan özel saygınlığı, saraya yakın oluşu, ce­
yer seçimi şaşırtıcıdır.
bu yuvarlak yapı tadil edilmiş, içine ah­ maatinin ise saray ve Babıâli görevlileri
Kütüphanenin girişi ve okuma odası,
ş a p bir kat e k l e n m i ş , t a b a n ı bir hayli ile çarşı esnafından oluşması nedeniyle
caminin sağ tarafındaki sahnın içine in­
yükseltildiğinden, yeni kapı v e p e n c e r e ­ de kürsü şeyhinin buradan verdiği me­
şa ettirildiğinden, kitapların muhafazası­
ler açılmıştı, girişte ise k o c a m a n bir kan­ sajlar önemsenirdi. Bu bakımdan Aya­
na ayrılan müstakil binanın cami hari­
tar duruyordu. sofya kürsü şeyhliğine, İstanbul'da en
cinde kalan bu payandaların arasına
çok saygı duyulan, erdemi, bilgisi ve hi-
1979'daki bir kazıda, b i n a n ı n eski Bi­ isabet ettiği düşünülebilir. Burası barok
tabetiyle tanınmış bir tarikat şeyhinin
zans z e m i n i n e k a d a r inilmiş, bu arada üslupta harikulade bir işçiliğe sahip bu­
atanmasına özen gösterilirdi. Bu nitelikte
a h ş a p kat ve kirişleri ile kantar kaldırıl­ lunan tunç şebekelerle cami harimin-
birisi bulunmadığı dönemlerde ise diğer
mıştır. İmaretin e s a s binası c a m i n i n ku­ den ayrılmıştır. Bu tunç işçiliğine, daha
camilerin vaizliklerinde bulunarak kıdem
zey dış duvarı b o y u n c a batıdan doğuya gerideki kubbeli giriş holünün kemerle­
ve deneyim kazanmış ve sırası gelmiş
doğru uzanır. Üç b ö l ü m l ü b i n a n ı n ilk ri ve kapısında da rastlanır. 90 derecelik
olan cuma vaizi atanırdı. Atama işlemi
iki b ö l ü m ü fodlahane ve aşhanedir, ü- dik bir açı yapan dar koridor, kemer
Şeyhülislamlık'ça yapılan Ayasofya şey­
ç ü n c ü k u b b e l i b ö l ü m ise " m e k ' e l " ola­ kısmında "besmele" bulunan bir kapı
hine yüksek bir aylık ödenir, ayrıca bu
rak adlandırılan y e m e k h a n e d i r . Bu kıs­ ile kitapların muhafaza edildiği hazine
caminin vakfından da ücret bağlanırdı.
mın a n a girişinde sütunlar üzerinde üç bölümüne açılır. Burası ince mermer
b ö l ü m l ü bir revak bulunur. Ayasofya kürsü şeyhi ya da vaizi sütunlarla ayrılmış ve ilki kubbeli, ikin­
Ayasofya İmareti'nin sanat tarihi açı­ olan kişinin sarayla ilgili tüm dinsel tö­ cisi ise hafifçe yüksek seki halinde olup
sından ö n e m i , O s m a n l ı mimarisinde B a ­ renlere katılması kuraldı. Şehzadelerin aynalı tonozla örtülüdür. Kubbeli bölü­
tı e t k i l e r i n i n g ö r ü l d ü ğ ü ilk y a p ı l a r d a n bed'-i besmele (okumaya başlama), sün­ mün ortasında sedef kakmalı, nakışlı
birisi olmasıdır. net, hatim törenlerinde, mevlid alayında ahşap kitap dolabı yer almaktadır.
Bibi. Mür'i't-Tevârih, I/A, 110; Ayvansarayî, vaaz verip dua etme. Ayasofya kürsü Ayasofya Kütüphanesi, tunç şebeke­
Hadîka, I, 5; Ramazannâme, (yay. A. Çele- şeyhinin g ö r e v l e r i n d e n d i . Örneğin, leri kadar içindeki nakışlar ve duvar çi-
bioğlu), İst., ty, s. 165-167; Hammer, Cons- Mür'i't-Tevarih'e göre 18 Ağustos 1766' nileriyle de tanınmıştır. Ancak bu çiniler
tantinopolis-Bosporus, XXV, XLVI-XLVII; A. da d ü z e n l e n e n Sultan Ahmed Ca- binayla aynı tarihte yapılmamış olup 16.
Akar, "Ayasofya'da Bulunan Türk Eserleri ve mii'ndeki mevlid alayında, III. Mustafa
Süslemelerine Dair Bir Araştırma", VD, IX yy'dan itibaren imal edilen farklı üslup­
hünkâr mahfiline gelip kafes pencere­ taki parçalardan meydana gelmektedir.
(1971), s. 286; E. Yücel, Ayasofya Müzesi,
İst., 1986, s. 32; S. Eyice, "Ayasofya İmareti", sinden cemaati selamladıktan sonra Duvarlara devşirme İznik, Kütahya ve
DÍA, IV, 212. Ayasofya şeyhi kürsüye çıkıp törenin Tekfur Sarayı atölyelerinde imal edilmiş
SEMAVİ EYICE amacına uygun vaaz verip dua etmiş, çiniler konulmuş, aralarına İtalya Faen-
kürsüden inince kendisine samur bir za çinileri yerleştirilmiştir. Burada eski
AYASOFYA KÜRSÜ ŞEYHİ kürk giydirilmişti. Yine aynı tarihin yaz­ çinilerin içindeki bilhassa servi motifli
Osmanlılar d ö n e m i n d e İstanbul'daki cu­ dığına göre, Şehzade Selim (III. Selim) pano son derece kıymetlidir. Kitap ha­
ma n a m a z ı kılman b ü y ü k c a m i l e r d e va­ için 1766'da İncili Köşk'te düzenlenen zinesi kısmındaki dolap aralarında da
az v e r e n hocaların en kıdemlisinin un­ bed'-i besmele cemiyetinde de padişa­ çiniler bulunmaktadır. Kubbe kasnağını
vanı. "Ayasofya vaizi", "Ayasofya c u m a hın, sadrazamın ve yüksek devlet ve kuşatan celi sülüs hattıyla yazılmış "Fâ-
vaizi" de denmiştir. din adamlarının huzurunda ilk dersi tır" suresinin 29-32. ayetleri Baltacızade
ilmiye sınıfının şeyhülislamdan, ibti- Şeyhülislam Efendi verdikten sonra Mustafa Paşa'mn eseridir. Kubbe içinde­
da-i hariç müderrisliğine kadar d e r e c e ­ Ayasofya şeyhi dua etmişti. 17ö7'de ise ki alçı kabartma süslemeler ve okuma
lenmiş bir kadrosu vardı. Cami görevlile­ Ayasofya vaizi olan Bayramî Şeyhi Him- odası ile kitap hazinesindeki taş kakma
ri ilmiye sınıfından sayılmazlardı. Ancak metzade Abdüşşükür Efendi'nin ölümü, tekniğiyle yapılmış tuğralar, kütüphane­
katar şeyhleri d e n e n ve selatin camilerde kentte üzüntüye neden olmuştu. nin başlıca süsleme unsurlarıdır.
AYASOFYA MEDRESESİ 460

düzenlenip bu mekânın Türk kütüpha­ ler geçirmiş olmalıdır. Çünkü 19. yy'a
ne mimarisinin bir örneği olarak yaşatıl­ ait bazı fotoğraflarda, medrese binası o
ması yerinde bir davranış olacaktır. günlerde moda olan Batı tarzı görünüşü
Bibi. Subhî Mehmed, Tarih, İst.. 1198. vr ile dikkat çekmektedir.
174a-175a; Defter-i Kütüphane-i Ayasofya, Konya İzzet Koyunoğlu Müzesi arşi­
İst.. 1304: (Altmav). Onikinci Asırda. 142, vinde no. 13363'te kayıtlı bulunan 1286/
145. 147. 150. 151; M. Yahya Dağlı, İstanbul 1869 tarihli "Cedvel-i Medâris-i Âsitâne"
Mahalle Bekçilerinin Destan ve Mâni Katar­
başlıklı belgeye göre medrese 198 tale­
ları. İst.. 1948. s. 58-61; Ramazannâme,
(yay. A. Çelebioğlu), İst., ty. s. 123-125; N. beyi barındırmakta ve İstanbul'un en
Malkoç. "Ayasofya Kütüphanesi". TTOK Bel­ kalabalık eğitim müessesesi olma özelli­
leteni, S. 170 (1956), s. 11-12: A. Akar. "Aya- ğini taşımaktadır. Ayasofya-i Kebîr Med­
sofya'da Bulunan Türk Eserleri ve Süsleme­ resesi olarak tanman bu yapı Şeyhülis­
lerine Dair Bir Araştırma". VD, TX (1971). s. lam Hayri Efendimin başlattığı medrese­
284-286: Unsal. Kütüphaneler. 102: E. Yücel,
"La bibliothèque du Sultan Mafımud I a Sainte lerin ıslahı çalışmaları sırasında, "Dârü'l-
Sophie". Travaux et Recherches en Turquie, hilâfeti'l-aliyye medreseleri" başlıklı dü­
II, Paris, 1985, s. 201-208; ay, Ayasofya Mü­ zenlemede talî kısm-ı evvelin 2. sınıfına
zesi, İst.; 1986; İ. E. Erünsal, Türk Kütüpha­ dahil edilmişti.
neleri Tarihi II. Kuruluştan Tanzimat'a Ka­
dar Osmanlı Vakıf Kütüphaneleri. Ankara. 1924'e kadar eğitim müessesesi ola­
1988, s. 87-90: M. Özlü. Avasofva Kütüpha­ rak kullanılan medrese bu tarihte İstan­
nesi'". ISTA. III. 1482-1484. bul "Belediyesi tarafından öksüzler yur­
du haline getirildi. 1934'te Ayasofya Ca­
SEMAVİ EYİCE
mii. Vakıflar İdaresi'nden alınarak Mü­
zeler Genel Müdürlüğüme bağlandıysa
AYASOFYA MEDRESESİ
da 1935'te bina boşaltılarak yıktırılmış­
Ayasofya Camii Külliyesi'nin bir bölümü tır. Ayasofya'nın etrafını açmak amacıy­
olan medrese binası. II. Mehmed (Fatih) la yapılan bu davranış, zamanında pek
tarafından yaptırılmıştır. çok eleştiri almıştı. 1985-1986'da medre­
İstanbul'un fethinden (1453) sonra se arsasındaki molozlar kaldırılarak bi­
medrese binası olarak Ayasofya Camii' nanın temeli ortaya çıkartılmış ve bina­
nin hemen yanındaki papaz okuluna ait nın bu plana uyarak yeniden yapılması
bazı bölümler kullanıldıysa da asıl med­ düşünülmüşse de henüz bu gerçekleş­
rese binasının Fatih tarafmdan eklendi­ memiştir.
ği, külliyenin vakfiyesinden anlaşılmak­ 1915'te hazırlanan ve İstanbul Müftü­
tadır. Fatih Külliyesi'nin inşası üzerine lüğü Şer'i Siciller Arşivimde bulunan
bir süre boş kalan Avasofya Medresesi, Ders Vekâleti Medrese ve Müderris Def-
Ayasofya Kütüphanesi'nden görünümler. II. Bayezid(-) döneminde (1481-1512) teri'ndeki bilgilere göre, Ayasofya Med­
Fotoğraflar Tahsin Aydoğmuş. tekrar kullanılmaya başlanmıştır. Mü­ resesi, iki katlı bir bina olup, alt katında
derrisleri arasında 15. yy'ın ünlü bilgin­ 14. üst katında 18 olmak üzere toplam
lerinden Molla Hüsrev ile Fatih Medre­ 32 odalı bir yapıydı. Odalar çeşitli bo­
Daha sonraki dönemlerde kütüpha­ sesinin açılışına kadar çalışan Ali Kuşçu yutlarda olup, 80-90 talebenin barınma­
ne binasının iç mimari özelliklerini bo­ vardı. Hüseyin Ayvansarayî' ye göre. sına müsaitti. Ayrıca her iki katta helası,
zan bazı değişiklikler yapılmış, özellikle medresenin kapısının hemen yanında ortasında şadırvanı ile genişçe bir avlu­
1906'da yapı önemli bir tamir görmüş­ Akşemseddin'in bir halvethanesi bulu­ su, gusülhane ve çamaşırhanesi olan
tür. 1959-1960'ta Kütüphaneler Genel nuyordu. medresenin C. Gurlitt (ö. 1938) tarafın­
Müdürlüğü'nün emri üzerine okuma dan yapılan ve tam doğru olmayan pla­
1596 tarihli masraf defterinden anla­
odasının sedirleri kaldırılarak tavanı nına göre, medrese binası, caminin ku­
şıldığına göre, daha önce yıktırılan med­
sunta ile kaplanmıştır. Bu düzenleme sı­ zey tarafında, kuzeybatı köşesindeki
rese, 1596'da yeniden ihya edilmiştir.
rasında kitap hazinesindeki kalem işi minare ile yan giriş dehlizine bitişik bir
Medrese herhalde birkaç tamir veya de­
nakışlarla süslü ahşap dolapların yerine yapı idi. Daha sonradan A. Süheyl Ün-
ğişiklikten sonra. 1846-1849 arasında,
sac dolaplar konulmak istenmiş ise de ver ve E. Hakkı Ayverdi tarafından ya­
Abdülmecid(-0 tarafından İsviçreli mi­
bu teşebbüs durdurularak tarihi öneme pılan planlarla Gurlitt'in planı arasında
mar Gaspare Fossati'ye(->) yaptırılan
sahip dolaplar kurtarılmıştır. 1982-1983' bazı farklılıklar görülmektedir. Daha
büyük tamir sırasında köklü değişiklik­
te yapılan geniş çaplı restorasyonda ise
önceki bütün ilaveler kaldırılmış, örül­
mek suretiyle dolap haline getirilen
pencereler açılmıştır. Öte yandan ba­
kımsızlıktan harap olan kitap dolapları
tamir ettirilerek aslına uygun biçimde
parçaları yeniden birleştirilmiştir.
18. yy'ın ikinci yarısında derlendiği
tahmin edilen bekçi destanlarından bi­
rinde "Fasl-ı Kütüphane" başlığı altında
Ayasofya Kütüphanesi'nden söz edil­
mekte, nakışları, çinileri, padişaha mah­
sus al "pûşîde" örtülü yer ve kitap dola­ Ayasofya
bı anlatılmakta, burada bir de elmas as­ Medresesi'nin
kının bulunduğu belirtilmektedir. kalıntıları.
Ayasofya Kütüphanesi, Türk sanatın­ Arkada
Soğukçeşme
daki barok etkinin başladığı ilk döneme Sokağının
ait olmakla birlikte klasik üslubun izle­ evleri
rini de taşıyan güzel bir binadır. Günü­ görülüyor.
müzde okuma odasının eski şekliyle Tahsin Aydoğmuş
461 AYASOFYA M Ü Z E S İ Y I L L I Ğ I

sonrakilere göre, medrese iki bölümlü


olup, büyük bölümle cami arasında yi­
ne ortasında revaklı bir avlu olan daha
küçük bir başka bölüm vardır.
Mevcut fotoğraflara göre, her iki kat­
ta da avlu revaklarındaki payeler ahşap­
tı ve bunların üzerinde yayvan yay biçi­
minde kemerler vardı.
19. yy'da yaygın olan Batı üslubun­
dan etkilenmiş görünen medrese binası­
nın dar bodrum pencerelerinin üzerin­
de iki sıra halinde uzanan yarım yuvar­
lak kemerli büyük pencereler o güne
dek alışılagelmiş medrese mimarisine
çok uzaktır.
Ayasofya Camii'nin kuzeyinde, Alem­ Fossati
dar Yokuşu kenarındaki Mimar Sinan'a Kardeşler
ait yapıya da genellikle Ayasofya Med­ tarafından
inşa edilen
resesi denmekle birlikte, burası Darüs- Ayasofya
saade Ağası Cafer Ağa Medresesi olup Muvakkithanesi.
Soğukçeşme Medresesi olarak da bili­ Tahsin Aydoğmuş
nir. Bu medrese Ayasofya Külliyesi'ne
ait değildir. ö n e m l i farklılıklar olduğu g ö z e çarpar. zesi'ni daha iyi tanıtmak amacıyla ilk
Bibi. BOA, Maliyeden Müdevver Defter, no. P e n c e r e aralarındaki madalyonlardan, defa 1959'da yayımlandı. 1. sayısından
M 4517; BOA, Tamirat Defterleri, no. 2; Aya- k u b b e kasnağındaki saate kadar b i r ç o k Ayasofya'nın dış narteksinde ve bahçe­
vansarayî, Hadîka. I, 3; Gurlitt, Konstantino- s ü s l e m e unsuru projede bulunduğu hal­ de eserlerin sergilendiği öğrenilmekte;
pels, XXV-XXVI; A. Süheyl Ünver, İstanbul
de yapıda görülmez. B ö y l e c e yapının Kariye, Fethiye, Fenari İsa, İmrahor Stu-
Üniversitesi Tarihine Başlangıç: Fatih Külli­
yesi, İst., 1946; ay, Ali Kuşçu, Hayati ve Eser­ çizimlerine g ö r e d a h a s a d e bir anlayışla dios Bazilikası, Aya İrini, Tekfur Sarayı,
leri, İst., 1948; Fâtih Mehmed II Vakfiyeleri inşa edildiği anlaşılmaktadır. Bodrum Camii'nin de Ayasofya'ya bağlı
(yay. Vakıflar Umum Müdürlüğü), Ankara, Muvakkithane, avlu kapısının h e m e n birimler olduğu belirtilmektedir. Ayrıca
1948, s. 42; Ayverdi, Fatih III, 316-321; Balta­ bitişiğinde, c e p h e s i yaya kaldırımı üze­ İnceğiz mağara-manastır ve kilise grup­
cı, Osmanlı Medreseleri, 474-480; Kütükoğlu.
rinde o l a c a k şekilde inşa edilmiştir. Ka­ ları, Çatalca-Kestanelik yolundaki mağa­
İstanbul Medreseleri, 29; ay, Darü'l-H'ilafe.
15-30; E. Yücel, Ayasofya Müzesi, İst., 1986, re plana sahip olan yapı, iç tarafta da­ ra, Hereke'nin Bizans kalesi ile İstanbul
s. 28; M. Erdoğan, "Osmanlı Mimarlık Tarihi­ iresel şekilde dizilmiş sekiz sütuna sa­ Pmarhisar-Vize-Saray bölgesinde müze­
nin Arşiv Kaynakları", TD, S. 5-6 ( 1 9 5 1 - hiptir. Kapısı c a m i tarafında olup diğer nin yapmış olduğu araştırmalara yıllıkta
1952), s. 99; A. Akar, "Ayasofya'da Bulunan üç cephede demir parmaklıklı üçer yer verilmiştir. Hereke Kalesi (F. Dirim-
Türk Eserleri ve Süslemelerine Dair Bir Araş­ p e n c e r e bulunmaktadır. İ ç t e k i sütunlar tekin), Beylerbeyi Kilisesi (F. Dirimte-
tırma", VD, IX (1971), s. 289.
pencereli, s e k i z g e n bir k a s n a ğ a oturan kin) hakkında kısa birer monografi ya­
SEMAVİ EYİCE k u b b e y i taşımaktadırlar. K u b b e dışında­ yımlanmıştır. Yıllığın 1960'ta yayımla­
ki b ö l ü m e ğ i m l i bir çatıyla örtülüdür. nan 2. sayısında 1959-1960 yılı müze
AYASOFYA MUVAKKİTHANESİ K u b b e ve bu eğimli örtü kurşun kaplı­ çalışmaları ile onarımlar anlatıldıktan
Ayasofya etrafına Türkler tarafından in­ dır. İ ç m e k â n ı n t a m o r t a s ı n a i s a b e t sonra Ayasofya'da yeni bulunan bir mo­
şa edilen mekânlardan biridir. Saatlerin e d e n y e r d e m e r m e r bir ayak ü s t ü n d e zaik (F. Dirimtekin), atriumun güney­
muhafazası için yapılmıştır. yine y e k p a r e kalın m e r m e r d e n bir m a s a batı başlangıcı üzerindeki salon (F. Di­
Ayasofya'da Bizans döneminde kul­ b u l u n m a k t a y d ı . B u m a s a s o n yıllarda rimtekin), Saraçhane'de Belediye Sara-
lanılan bir saatin (Horologion), yapının kırılmıştır. C a m i n i n m ü z e y e d ö n ü ş m e ­ yı'nın batısındaki eski park yerinde bu­
güneybatı köşesinde bulunduğu bilin­ sinden sonra m u v a k k i t h a n e d e b u l u n a n lunan eserler (F. Dirimtekin), Fenari
mektedir. Ancak bu saatin ne zamana yazı levhaları ile saatler dağıtılmış, bura­ İsa-Eglise de Monastere de Lips'deki
kadar kullanıldığı belli değildir. Bu sa­ nın m ü z e b ü r o s u h a l i n e g e l m e s i n d e n mozaik kalıntıları (F. Dirimtekin), St.
atin bir benzerinin minyatürü İsmail bin sonra da yapıda mimari ifadesini b o z a n İren'in güneydoğusundaki Bizans sarnı­
Rezzâz el-Cezerî'nin Kitâbü 'l-Hiyel adlı tadilat ve e k l e r yapılmıştır. cı (A. Erder), Fethiye Camii'nde onarım
eserinde mevcuttur. Ayasofya M u v a k k i t h a n e s i ' n i n , külli­ çalışmaları (S. Tansuğ), Bizanslılarca
Fetih'ten sonra ulu cami haline gelen y e n i n diğer Türk devri eserleri gibi ye­ kullanılmış antik bir lahit kapağı (N. Fı-
Ayasofya'da, namaz vakitlerinin düzenli n i d e n ele alınarak yapıldığı d ö n e m d e k i ratlı) tanıtılmıştır. 1961'de yayımlanan 3.
bir biçimde takip edilebilmesi için mu­ d u r u m u n a ve f o n k s i y o n u n a getirilmesi sayısında 1960-1961 yılı müze çalışma­
vakkitlerin gözetiminde saatlerin korun­ ve kaldırılan levha ve saatlerin yerlerine ları, onarımlar, Ayasofya'nın bronz ka­
masına mahsus ayrı bir bina, bir mu- yerleştirilip, k e n d i alanındaki tek ö r n e k pıları (F. Dirimtekin), Ayasofya iç nar-
vakkithane inşası ancak geçen yüzyıl olarak yaşatılması T ü r k kültür mirasının teksinin altındaki mekân (F. Dirimte­
içinde düşünülmüş ve Abdülmecid dö­ tanıtımı açısından ö n e m l i ve gereklidir. kin), Vize'deki Ayasofya Kilisesi (F. Di­
neminde (1839-1861) camide yaptıkları Bibi. Ünver, Muvakkithaneler, 236; A. Akar rimtekin), Ayasofya contrefort'larımn
köklü tamirattan hemen sonra, Fossati "Ayasofya'da Bulunan Türk Eserleri ve Süsle­ (istinat payesi) birisinin içinde bulunan
Kardeşler tarafından 1853'te inşa edil­ melerine Dair Bir Araştırma, VD, IX (1971), s. freskli oda (F. Dirimtekin), Bizans mi­
miştir. Bu konuda mevcut bir belgeye 286-287; S. Eyice, "Ayasofya Horologion'u ve marisinde dış cephelerde kullanılan ba­
göre caminin Şekerci Kapısı bitişiğinde Muvakkithanesi", AMY, IX (1983), s. 15-25. zı keramoplastik süsler (S. Eyice), Aya­
yer alan muvakkithane, Mısırlı müteah­ SEMAVİ EYİCE sofya dış narteksindeki iki kabartma
hit Yani Kalfa nezaretinde yapılmıştır. levha (A. Erder), Ayasofya'da bir vaftiz
Aynı belgede yapının inşası için harca­ AYASOFYA MÜZESİ YILLIĞI teknesi (L. Akın), Ayasofya Şadırvanı (S.
nan para da belirtilmiştir. Fossati'ler ta­ Ayasofya M ü z e s i ' n i n belirli aralıklarla Tansuğ) tanıtılmıştır. 1962'de yayımla­
rafından çizilen bu yapının orijinal plan­ yayımladığı, B i z a n s k o n u l a r ı n a ağırlık nan 4. sayısında, İstanbul'da çeşitli inşa­
ları bugün İsviçre'nin Bellinzona kentin­ v e r e n bilimsel dergi. atlarda çıkmış mimari parçalar, mozaik
de muhafaza edilmektedir. Planlar ile Müzenin müdürü Feridun Dirimte- araştırmaları ve Trakya tetkiklerinden
mevcut yapı karşılaştırıldığında bazı kin'in(->) kişisel çabasıyla Ayasofya Mü- sonra İmparator Manuel Komnenos'un
AYASOFYA SARNICI 462

topladığı 1 1 6 6 Synode kararlarını kap­ lışmaları ve yapılan onarımlar (E. Yü­


sayan mermer levhalar ( F . Dirimtekin), cel), İstanbul'daki Bizans saray mozaik­
Olympiade Kadınlar Manastın (F. Di­ lerinin korunması (K. Herold) inceleme­
rimtekin) Ayasofya'daki kabartma bir lerine yer verilmiştir. 1992'de yayımla­
levha (A. Erder), Figürlü Sütun Başlıkla­ nan 12. sayısı daha çok Ayasofya Koru­
rı (L. Akın), İstanbul'da bilinmeyen bir ma Problemleri ile ilgilidir. Prof. Dr. Se­
Bizans sarnıcı (A. Ataçeri), Maltepe Sü­ mavi Eyice. Prof. Doğan Kuban, Prof.
reyya Paşa işçi Sanatoryumu Korusu'n- Dr. Metin Ahunbay, Prof. Dr. Feridun
da Bizans eserleri (S. Tansuğ), St. İrene Çık, Prof. Dr. Mustafa Erdik, Prof. Dr
Kilisesi'nde ilk mozaik onarımı (S. Tan­ Özal Yüzügüllü, Prof. Dr. Müfit Yorul­
suğ) ile ilgili yazılar yayımlanmıştır. maz. Yüksek Mimar Alpaslan Koyunlu,
1963'te yayımlanan 5. sayısında müze W. Koenigs'in bildirileri yıllığı oluştur­
çalışmaları ve Trakya'da yapılan araştır­ muştur. Bunun yanında Bericht Uber
malar tanıtıldıktan sonra Vize (F. Dirim­ Restaurierungs probleme der Hagia Sop­
tekin), Pınarhisar Kalesi, Çatalca, Çatal­ hia in istanbul (W. Jobst, K. Gollman, P.
ca Surları (anonim), Midye Surları ve Berzobohaty), İstanbul'daki Saray Moza­
Aya Nikola Kilisesi (F. Dirimtekin). Aya- iklerinin araştırması ve restorasyonu 0S~
sofya Müzesi'nde teşhir edilen kabartma Jobst. P. Turnovsky), 1991 yazında Aya-
bir levha (A. Erder), Bizans mimarisinde sofya'da yapılan araştırma çalışması ör.
tuğla tezyinat (L. Akın) gibi yazılara yer raporu (K. Hidaka), Boukaleon Saravı
verilmiştir. İki yıllık bir aradan sonra (C. Mango), İstanbul'un Bizans sarnıçları
1965'te yayımlanan 6. sayısında Bodrum hakkında bir Osmanlı arşiv belgesi (X
Camii'nin Ayasofya yönetiminden ayrıl­ Bayraktar), Ayasofya Müzesi'nde bulu­
dığı, onarımlar ve bahçede yapılmış kü­ nan ikonalar katalogu da (S. Eskalen
çük bir kazı ile Trakya ve İstanbul civa­ diğer yazılardır.
rındaki araştırmalara yer verilmiştir. Ay­
Ayasofya Müzesi Yıllığı periyodik ya­
rıca Vize tetkikleri (F. Dirimtekin),
yın düzenini maddi imkânsızlıklar ne­
Selymbria (Silivri) Bizans Kalesi (F. Di­
deniyle sürdürememiştir. Bununla bera­
rimtekin), Ayasofya'daki II. Selim Tür­
ber müze tanıtımı, yerli ve yabancı araş­
besi ve içindekiler (E. Oktay-İ. Artuk), di katkısıyla yayımlanan 10. sayısında tırmacıların Bizans sanatı ağırlıklı ince­
Geyikli mermer levha (A. Erder), İstan­ Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlü­ lemeleri yıllığın bilimsel bir kaynak ni­
bul'da yeni bulunan birkaç Bizans su ğü ile A\rustıuya Bilimler Akademisi'nin teliği kazanmasını sağlamıştır.
sarnıcı (E. Ataçeri), Arkeoloji Müzesi'n­ işbirliği ile 1983'te başlanan Büyük Sa­
de bulunan Ayasofya'ya ait madalyalar ERDEM YÜCEI
ray mozaiklerinin konservasyon çalış­
(C. Artuk), Bizans keramiği (anonim) malarına ve Ayasofya onarımlarına ağır­
tanıtılmıştır. 1967'de yayımlanan 7. sayı­ AYASOFYA SARNICI
lık verilmiştir. Büyük Saray mozaikleri
sında Ereğli-Perinthus, H e r a k l e r a . bak. SOĞUKÇEŞME SOKAĞI SARNICI
ve konservasyon çalışmaları (E. Yücel),
Mygdonia ve batısındaki liman kalıntısı Ayasofya kubbe kasnağmdaki payanda­
(F. Dirimtekin), Ayasofya çevresi (S. AYASOFYA SEBİLLERİ
lar onarım sorunları-kurşun kaplama
Tansuğ), Ayasofya'daki ilk Osmanlı ke- önerisi (A. Koyunlu), The Nave Corni- Ayasofya'da, biri avluda, diğeri ise avlu
ramikleri (A. Erder) yazıları yer alır. ces of Hagia Sophia: Preliminary results duvarı dışında iki sebil bulunmaktadır.
1969'da yayımlanan 8. sayısında Fenari of a Study undeıtaken in 1938 (L. But­ Avlu duvarının dışında, güneybatı kö­
İsa'nın müze yönetiminden ayrıldığı, ler), Jesus Christus und die zahl 12 in şesinde yer alan birinci sebil. İ. Kumba­
öğrenilmektedir. Augustaion ve Milion den Dimensionen der Sergios-Bakchos racılara göre Sultan İbrahim döneminde
(F. Dirimtekin), Silivri'nin 35 km kuzey­ Kirche zu İstanbul (A. Arpat), Dend- inşa ettirilmiştir. Ancak yazıda bahsedi­
doğusundaki Subaşı Köyü civarında bu­ rochronological Investigotion at St. Sop­ len vakfiyenin yayımlanmamış olması
lunan antik bir Autel ( F . Dirimtekin), hia in Istanbul, A. preliminary report (P. dolayısıyla bu tarihleme ispatlanmamış-
Ayasofya ve Osmanlı ekleri (S. Tansuğ). L. Kuruholm-C. L. Striker), İstanbul-Kü- tır. Ancak eğer bu bilgiler doğru ise, o
Krautheimer'de İstanbul yapıları (S. çükayasofya semtinde bulunan bir Bi­ zaman sebili Sultan İbrahim dönemi
Tansuğ) yıllığın bellibaşlı yazılandır. zans sarnıcı (A. Pasinli-C. Soyhan-T. Bir- Hassa Başmiman Koca Kasım Ağa'nın
Feridun Dirimtekin'in 1970'te emekli­ gili), Beyazıt Simkeşhane yapısı resto­ yapmış olması ihtimal dahilindedir. Çok
ye ayrılışı üzerine yıllık bir süre yayım­ rasyonu Theodossius Takı ve Hasan Pa­ uzun bir süre terk edilmiş halde kalan
lanmamıştır. On dört yıllık bir aradan şa Hanı'nın sorunları (İ. Öz), 1964 Sulta­ sebil 1960'larda belediye zabıtası tarafın­
sonra 1938'de Cumhuriyet'in 60. yılı nahmet kazılarında çıkan Osmanlı kera- dan turizm merkezi olarak ihya edilmiş,
özel sayısı olarak TTOK'nin (Türkiye mikleri (A. C. Cstüner), Österreichisch- daha sonraki yıllarda ise büfe ve çayha­
Turing ve Otomobil Kurumu) maddi Türkische Restaurierungsarbeiten an ne haline konmuştur. Bugün bu fonksi­
katkılarıyla yeniden yayımlanmıştır. den mosaiken des "Graben Plastes" von yonunu devam ettirmektedir.
Konstantinopel (W. Jobst-E. Yücel) bel­ Mermer bir yapı olan sebil, çevredeki
9. sayıda müze çalışmaları (E. Eren),
libaşlı yazılardır. Beş yıllık aradan sonra zemin kotlarının yükselmesi dolayısıyla
on beş yıl Ayasofya Müzesi müdürlüğü
1990'da yıllığın 11. sayısı yayımlanmış, ölçeği bozulacak derecede alçakta kal­
görevini sürdüren Feridun Dirimtekin
Ayasofya'lar (S. Eyice), Recent Studies mıştır. Ancak yine de Türk sanatının za­
anısına (S. Tansuğ), Ayasofya Horologi-
of the Desing, Construction. and subse- rif ve sade ölçülerini aksettirmesi bakı­
on'u ve muvakkithanesi (S. Eyice), Aya­
quent history of Justinion's Hagia Sop­ mından önemlidir. Dört penceresi alt se­
sofya Skevophilakionu kazısı (S. Tür-
hia (R. Mainstone), Ermenice elyazması viyede üçer gözlü mermer tas verme
koğlu), Divine Numbers in the Dimen-
iki İncil'de Selçuklu üslubunda süsleme­ yerlerine sahiptir. Çatısı kurşun kaplı bir
sions of Hagia Sophia in istanbul (A.
ler (Ş. Başeğmez), İstanbul'da Bizans sa­ kubbe olup tepesinde taş bir alem bu­
Arpat), Mangalar bölgesinde 1976'da
rayı ve kent ilişkisi üzerine (W. M. Wi­ lunmaktadır. Batı yönündeki demir bir
yapılan kurtarma kazısına ait rapor (A.
ener), Entwarsfrundlagen im Grabdenk­ kapıyla girilen iç mekânda Bizans döne­
Pasinli-C. S o y h a n ) . Ayasofya Müze­
mal des Osmanischen Admiraes Barba­ minden kaldığı kabartma tasvirlerinden
si'nde bir Bizans İncili (Ş. Başeğmez),
ros Hayrettin (A. Arpat), Bir buluntu ışı­ anlaşılan mermer bir tekne mevcuttur.
Dr. Nezih Fıratlı (E. Yücel) makalelerine
ğında I. II. III. Ayasofya'nm döşemeleri
yer verilmiştir. Ayasofya'daki ikinci sebil, avluda gü­
ve konumu (A- Koyunlu). Ayasofya ça­
Yıllığın 1985'te, yine TTOK'nin mad- ney taraftaki girişe bitişiktir. Hem Bi-
463 AYASOFYA ŞADIRVANI

zans, hem de Türk dönemlerinde yapı­ nen bir Vakıf Mektepleri Listesi'nde
ya ana giriş mahalli olarak kullanılan, (Mekâtib-i Vakfiyye Cedveli) o tarihler­
ancak son yıllardaki düzenlemeler so­ de bu binanın imama tahsis edilmiş ol­
nucu bu fonksiyonunu kaybetmiş bulu­ duğu belirtilmiştir. Caminin müzeye
nan bu önemli geçit bölümünün köşe­ çevrilmesinden sonra bir süre büro ola­
sinde yer alan sebil, 90 derecelik açıyla rak kullanılmış olan sıbyan mektebi bir
birbirini kesen iki ana cephesiyle ilginç­ süre de müze müdürüne lojman olarak
tir. Kimin yaptırttığı bilinmemekle bir­ tahsis edilmiştir. Alt katı bugün kütüp­
likte, mimari üslubu, yapının 18. yy'a hane olarak kullanılmaktadır.
tarihlenmesini sağlarsa da 1740'lı yıllar­ Bibi. Ayvansarayî, Hadîka I, 3; Aksoy, Sıb­
da Ayasofya'ya I. Mahmud tarafından yan Mektepleri, 68; K. Altan "Ayasofya Etra­
inşa ettirilmiş ek mekanlardaki zengin fında Türk Sanat Ekleri", Arkitekt, S. 9
üslup ve işçilik burada yoktur. Bu ba­ (1935), s. 266-267; Kut, Sıbyan Mektepleri, II.
kımdan yapıyı I. Mahmud ilaveleri ara­ 65; DİA, IV, 216-217.
sına sokmak pek mümkün değildir. SEMAVİ EYİCE
Sebil tamamen mermer kaplı olup iki
AYASOFYA ŞADIRVANI
pencerelidir. Pencerelerden birine üç ba­
samaklı bir merdivenle çıkılır. Bu pence­ I. Mahmud tarafından, Ayasofya'nm bir­
re önünde yer alan platform (seki) sü­ takım ek binalarla donatılması sırasında,
tunların taşıdığı bir saçakla örtülüdür. 1153/1740-4l'de yaptırılmıştır. Şadırvan,
Saçak aynı zamanda geriye doğru uza­ Ayasofya'nm Osmanlı devrinde ana giri­
narak sebilin yanında sıralanan abdest şi durumuna gelen güneydeki yan kapı­
musluklarını da örter. Ayasofya Sıbyan Mektebi sının yakınına yerleştirilmiştir.
Tahsin A\doğmuş
Bibi. Kumbaracılar, Sebiller, 65; K. Altan Şadırvanın revağı, bir sekizgenin kö­
"Ayasofya Etrafında Türk Sanat Ekleri", Arki- şelerine oturtulmuş ve mukarnaslı baş­
tekt, S. 9 ( 1 9 3 5 ) , s. 267; S. Eyice. "Mimar Ka­ olduğu gibi iki katlı olarak inşa edilmiş­ lıklarla donatılmış sütunların taşıdığı
sım Hakkında", TTOK Belleteni, XLIII/172, s. sivri kemerlerden oluşmaktadır. Mer­
799; DİA, IV, 216. tir. Zemindeki kat iki bölümdür. Bugün
camekânla kapatılmış iki kemer ile dı­ merle örülmüş olan revak kemerlerinin
SEMAVİ EYİCE
şarı açılan mekânın ne amaçla yapıldığı üstünde, dış yüzde, Baltacızade Mustafa
belli değildir. Bu kattaki kapalı olan bö­ Paşa'nın celi sülüs hattıyla kabartma
AYASOFYA SIBYAN MEKTEBİ
lüm ise büyük ihtimalle "bevvap odası" olarak yazılmış ve yaldızlanmış bir ku­
İnşa edildiği tarih, kitabesinden anlaşı­ olmalıdır. Üst kat kare bir mekândır ve şak yazısı dolaşmaktadır.
lamayan bu yapı Ayasofya avlusunda, taş bir merdivenle çıkılır. Merdivene Bu kuşakta, sekizgenin her kenarına
parka bakan bölümdedir. 1740'lı yılların komşu duvarda bir ocak vardır. Diğer iki beyit gelecek şekilde, "Kaside-i Bür-
hemen başında I. Mahmud tarafından üç duvar ise üçer pencerelidir. Çatı, de"nin on altı beyti yer almaktadır. Aynı
yaptırtıldığı bilinir. dört eğimli olmakla birlikte tam ortasın­ kesimin iç yüzünde ise talik hatlı tarih
Taş ve tuğla malzemenin almaşık da kasnağı pencereli, aydınlık feneri manzumesi yine bir yazı kuşağı oluştur­
kullanılması ile zarif bir görünüm kaza­ görüntüsünde bir kubbeye sahiptir. maktadır. Gerek bu manzume gerekse
nan bina, pek çok sıbyan mektebinde Cumhuriyetin ilk yıllarında düzenle­ de havuzun üzerindeki panolarda yer

Bartlett'in
deseninden
renklendirilmiş
gravürde
Ayasofya
Şadırvanı ve
arka planda
Ayasofya.
Erkin Emiroğlıı
fotoğraf arşivi
AYASOFYA ÜÇÜZLÜ ÇEŞMESİ 464

payelerle kuşatılmış, üst hizada köşeleri


pahlanan payelerin caddeye bakan cep­
helerine kabaralar yerleştirilmiş ve ke­
merlerle hareketlendirilmiş babalarla taç-
landırılmıştır. Her üç kitlede de sivri ke­
merli nişler içine gömülmüş birer dik­
dörtgen ayna taşı bulunur. Kemerler, ro­
zetler ve tas yuvalarıyla hareketlendirilen
ayna taşlarından ortadaki, iki yandaki si­
metrik aynalığa göre daha gösterişlidir.
Üç çeşmenin de kemerleri iki renkli taşla
örülerek hareketli bir görünüm kazandı­
rılmıştır. Orta bölümün kemerinin kilit
taşının üzerindeki yuvarlak boşluk daha
önce sözünü ettiğimiz V. Mehmed Reşad
tuğrasının yeridir. Yan çeşmelerin ke­
Ayasofya merlerinin üzerinde kartuşla sınırlanmış
Şadırvanı kitabe levhaları yer almıştır. Her üç çeş­
Tahsin Aydoğmuş mede de sülüs hatla yazılmış olarak, ge­
nellikle suyla ilgili yapılarda rastlanan
alan on altı beyitlik diğer tarih manzu­ İst.. 1948, s. 38-39; E. Tokay, İstanbul Şadır­ ayeder bulunmaktadır. Soldaki çeşmenin
mesinin metni Emin adlı bir şaire, yazısı vanları, İst., 1957, s. 19: S. Tansuğ, "18. Yüz- ayna taşı üzerindeki levhada 1330/1911
ise devrin ünlü hattatlardan Ahmed Arif vılda İstanbul Çeşmeleri ve Ayasofya Şadır­
tarihi görülür. Yan çeşmeler de orta bö­
vanı". VD. VI "(1965). s. 93-110: İSTÂ. III.
Efendiye aittir. 1484-1486: E. Yücel. Ayasofya Müzesi. İst.. lüm gibi payelerle kuşatılmıştır. Fakat bu
Şadırvanın ortasında on altı bölümlü 1986. s. 30-31: S. Evice. "Avasofva Şadırva­ payeler daha sade bir görünüme sahip
mermer su havuzu yer' alır. Tunç mus­ nı", DİA. IV. 2Y~. olup, sekizgen başlığın üzerinde prizma-
luklarla donatılmış olan bölümler barok SEMAVİ EYİCE tik bir örtü bulunmaktadır. Ortadaki bö­
üslupta çiçek kabartmaları ile süslüdür. lüm, boyut ve süslemeleriyle yandakiler-
Havuza yaklaşılmaması için düşünül­ AYASOFYA ÜÇÜZLÜ ÇEŞMESİ den daha gösterişli olarak tasarlanmış,
müş olan, tunç şebekelerin üzerinde, "Ayasofya Üçüzlü" veya "Üçyüzlü" ola­ kemerin üzerindeki dışa taşkın silmeli
şadırvanın yapım tarihini veren diğer ta­ rak da tanınan çeşme, Ayasofya Ca- saçak ve en üstteki iki baba arasında
rih manzumesinin yazılı olduğu panolar mii'nin batı yönünde. Alemdar Caddesi ajurlu sekiz köşeli yıldızlarla bu bölüme
sıralanır. Bunların da üzerinde havuzu üzerinde. Yerebatan Sarayı çıkışının kar- bir taç kapı görünümü verilmiştir.
örten tel kubbe görülür. Havuzun mer­ şısındadır.
kezinde mermerden bir şadırvan göbeği Bibi. Tanışık. İstanbul Çeşmeleri, I, 307-309;
1330/1911 tarihli olan bu çeşme gru­ İSTA, III. "1476-1478; A. "Odekan, "Kentiçi
bulunmaktadır. bunun banisi ve mimarı kesin olarak bi­ Çeşme Tasarımında Tipolojik Çözümleme",
Revağın üstü, kurşun kaplı geniş bir linmemektedir. Ancak ortadaki çeşme­ Semavi Eyice Armağanı/İstanbul Yazıları,
ahşap saçakla örtülmüş, saçağın ortası­ nin kemeri üzerinde yer aldığını bildiği­ İst.. 1992, s. 281-297: S. Evice. "Çeşme". DİA.
Vm, 2^7-287.
na, yine kurşun kaplı küçük bir kubbe miz V. Mehmed Reşad tuğrasından (bu­
oturtulmuştur. Saçağın tavanı, çiçek mo­ gün kazınmış) hareketle adı geçen pa­ BELGİN DEMİRSAR
tiflerinin kullanıldığı yaldızlı nakışlar ve dişah tarafından yaptırılmış olduğu tah­
çıtalarla süslenmiş, kubbenin maviye bo­ min edilebilir. Aynı şekilde, tasarımına AYASPAŞA
yalı iç yüzeyi yaldızlı çıtalarla dilimlere egemen olan I. Ulusal Mimarlık Üslu- Taksim Meydam'ndan, doğuda Dolma-
taksim edilmiştir. Tunç kafesin tepesinde bu'ndan ötürü, inşa edildiği yıllarda Ev­ bahçe, güneydoğuda Kabataş'a doğru
bulunan alem Enbiya Suresi'ndeki "Biz kaf Nezareti başmimarı Kemaleddin inen dik yamaçlar üzerinde, İnönü (eski
her şeyi sudan yarattık" ayetini içermek­ Bey'in eseri olması muhtemeldir. Gümüşsüyü) Caddesi ile Kabataş arasın­
tedir. Bu alemin küçük boyutlu benzer­ Çeşmenin c e p h e s i tümüyle beyaz daki yörede kurulu. Beyoğlu İlçesi'ne
leri havuzun bölümlerini ayıran sütunçe- mermer kaplı olup. birbirine bitişik üç bağlı semt. Gümüşsüyü Mahallesi ola­
lerin üzerinde de tekrarlanmıştır. kitleden oluşmaktadır. Ortadaki diğerle­ rak da bilinir.
Ayasofya Şadırvanımda dikkati çeken rinden daha geniş ve daha yüksek tutul­ Atatürk Kültür Merkezi(-») ve Taksim
husus, Osmanlı mimarisinde, Batı'dan it­ muş, yandaki çeşmeler buna göre simet­ Gezisi'nin(-0 güneydoğusunda, Park
hal edilen birtakım mimari unsurların rik olarak tasarlanmış ve cephe hattıyla OtelG-0 inşaatının her iki yanında ve al-,
hızla yayıldığı, barok üslubun oluştuğu dar açı oluşturacak şekilde yerleştirilmiş­ tında uzanan semt. Kabataş'a doğru
bir dönemde inşa edilmiş olmasına rağ­ tir. Orta bölüm iki yandan yüzeyleri ince inen sırtlarda kurulduğu için dik yokuş­
men, Ayasofya'nın çevresinde aynı yıllar­ düğümlü geçme bordürle çerçevelenmiş lu, çoğu merdivenli dar sokakları, cadde
da yaptırılan binalardan farklı olarak, ta­ üstünde ve bu sokaklardaki çoğu yüzyı­
sarımının ana hatlarında klasik Osmanlı lın ilk çeyreğinden kalma eski apart­
çizgisini sürdürmesidir. Barok etkiler an­ manları, Alman Konsolosluğu (bak. Al­
cak süsleme ayrıntılarında kullanılmıştır. man Elçiliği Binası) vb görkemli binala­
rıyla kentin kendine özgü çizgiler taşı­
İstanbul'daki şadırvanlar arasında ge­
yan gelenekli, seçkin yerleşme bölgele­
rek oranları gerekse de itinalı süslemesi
rinden biridir. Atatürk Kültür Merke-
ile müstesna bir yer işgal eden Ayasof­
zi'nden başlayıp tam bir dirsek çizerek
ya Şadırvanı 18. yy'ın ikinci yarısına ya
Gümüşsüyü Askeri Hastanesi'nin önün­
da sonlarına ait bir bekçi destanında şu
den geçip aşağı, Dolmabahçe'ye doğm
mısralarla övülmüştür: Bin konak yer­
inen İnönü Caddesi, Ayaspaşa'nın üst sı­
den sayılır / Her gören ona kapılır /
nırını belirler. İnönü Caddesi'nin her iki
Böyle bir ra 'nâ şadırvan / Ne yapılmış
yanında bakımlı ve eski apartmanlar
ne yapılır.
yükselir. Semt İnönü Caddesi'nin dirse­
Bibi. Suyolcuzade Mehmed Necib. Devha- ğinin altında, yamaçta uzanır.
tü'l-Küttâb, (yay. Kilisli Muallim Rıfat). İst.. Ayasofya Üçüzlü Çeşmesi
1942, s. 121; M. Yahya Dağlı, İstanbul Ma­ Elif Erim / İti 1 VArşivi
Ayaspaşa'nın Dolmabahçe yönünden
halle Bekçilerinin Destan ve Mâni Katarları, Taksim'e doğru, eski ve önemli sokak-
465 AYASPAŞA

lan Bağ Odaları (bugün Tarık Zafer Tu-


naya Sokağı), Beytulmalcı, Sulak Çeş­
me, Çifte Vav, Selime Hatun Camii, Sa­
ray Arkası, Ayaspaşa Camii, Kutlu, Bo-
lahenk, Hariciye Konağı, Sağlık sokak-
larıyla semtin sınırını çizen Pürtelaş ve
Sormagir sokaklarıdır. Parke taşlı, bol
kıvrımlı ve yokuşlu bu sokakların çoğu
merdivenlerle kesilir ya da bir çıkmazla
son bulur.
Semt, adını, I. Süleyman'ın (Kanuni)
(fıd 1520-1566) sadrazamlarından Ayas
Paşa'dan alır. Yeniçeri Ocağı'ndan yeti­
şen Ayas Paşa, Kanuni döneminde sad­
razamlığa kadar yükselmiş ve 1539'da
vebadan ölmüştür. Ayas Paşa'nm kendi
adıyla bilinen bu semtte, havuzlu bir
bahçe içinde konağı olduğu bilinmekte­
dir. Ayaspaşa semtinin bulunduğu yöre­
ye ait ilk Osmanlı kayıtlarından, buranın
sık koruluk olduğu anlaşılmaktadır. Evli­
ya Çelebi'ye göre burada, 16. yy'da, pa­
dişahın köpeklerinin yetiştirilip beslen­
diği bir "Samsunhane" ve onun yakının­
da da Evliya'nın "Müneccim Kuyusu Me­
siresi" dediği bir mesire, bir de Ayaspa­
şa Havuzlu Mesiresi vardı. Ayaspaşa'nm
büyük havuzlu bahçesinin ise günümü­
zün Cennet Bahçesi'nin yerinde olduğu
sanılmaktadır. Bölgedeki arazinin büyük
bölümü Ayas Paşa Vakfı'na aitti.
17. yy'dan itibaren Taksim'den şim­
diki İnönü (Gümüşsüyü) Caddesi'nin
dönemecine kadar uzanan ve günümüz
Ayaspaşa'sımn büyük bölümünü kapsa­
yan yöre aşağılara, Dolmabahçe'ye ka­
dar mezarlık alanı haline gelmiştir.
l 6 l 5 ' t e yapılan bir anlaşmayla burada,
yukarılarda, Taksim'e daha yakın bir
bölgede Hıristiyanlara da bir mezarlık
yeri tahsis edilmiş ve bütün bu yöre, Ayaspaşa, 1926
Pervititch haritasından yararlanılarak hazırlanmıştır.
19. yy ortalarına kadar "Grand Champs
des Morts (Büyük Mezarlık)" olarak
anılmıştır.
Tanzimat'tan sonra Batılılaşma süre­ le yanan Alman Sefareti'nin, Ayaspaşa Ahmed Tevfik Paşa'nm ikametine tahsis
ciyle birlikte İstanbul'un yapısı yavaş ya­ Mezarlığımın bir bölümünde verilen ye­ edilmiştir. 1897'de konak, İsviçre asıllı
vaş değişirken o dönemlere kadar ya­ re kurulan yeni binasıdır. eşiyle birlikte konağın güzelleştirilmesi­
bancıların, Levantenlerin, Hıristiyanların 1877'de biten binanın çatısında Prus­ ne büyük katkılar yapan ve konağı çok
bölgesi sayılan, Pera ve çevresine Müslü­ ya kartallarının heykelleri olduğu için o seven Ahmed Tevfik Paşa'ya ihsan edil­
man Türk nüfusun kalburüstü kesimleri dönemde halk arasında "Kuşlu Saray" miştir. Bina 1911'de yanmış, ancak sa­
de rağbet etmeye başlayınca, kentin yer­ diye bilinirdi. Alman Sefareti'nin yapıl­ ğında ve solunda bulunan kagir bölüm­
leşim bölgeleri Talimhane, Taksim ve dığı tarihte, etraf henüz mezarlıktı. ler kurtulmuş; 1930'da bu bölümlerden
nihayet Ayaspaşa'ya doğru genişlemeye "Kuşlu Saray'ın biraz üstünde Dolma­ Kâtipler Dairesi, Park Otel' in çekirdeği
başlamıştır. Kentin ortasındaki büyük bahçe'ye bakan yamaçta ise 1849'da ya­ olan Miramar Otel adıyla açılmış, daha
mezarlığın görünümü göze batar olmuş pılmış Gümüşsüyü Askeri Hastanesi ve sonra da Park Otel'e dönüşmüştür.
ve 18. yy ortalarından itibaren önce Hı­ halen İstanbul Teknik Üniversitesi bina­ İnönü Caddesi üzerindeki tek ahşap
ristiyanlara Feriköy çevresinde bir me­ larından biri olan Gümüşsüyü Kışlası yapı olan Japon Elçiliği ise 1904'te yapıl­
zarlık alanı sağlanmış, Ayaspaşa Mezarlı­ binaları vardı. D o l m a b a h ç e Sarayı'n- mıştır. Konağın ilk sahibi Osmanlı Ban­
ğı da yavaş yavaş kaldırılmıştır. 1850'le- dan(->) yukarı, Taksim'e doğru çıkan ve kası müdürlerinden Pangiris'tir. Japon
re kadar burada önemli bir yerleşmenin mezarlığı ikiye bölen toprak yol ise bu­ Konsolosluğu, Pangiris adım Pandelli
bulunmadığı bilinmektedir. Yine 19. yy günkü İnönü Caddesi'dir. olarak vermekle birlikte bunun eski ya­
ortalarına kadar İstanbul'a gelmiş yaban­ Semtin hem tarihini hem de bugünü­ zıyı okurken yapılan bir hatadan kay­
cıların çoğu, kenti anlatırlarken "Grand nü belirleyen önemli bir bina da bugün naklandığı sanılmaktadır. 1928'de bina
Champs des Morts"tan söz etmişler, İs­ artık yerinde bulunmayan, ama semtin Japon Elçiliği'nin mülkiyetine geçmiş,
tanbul ve çevresinin en güzel manzara­ tarihine olduğu kadar geleceğine de bugüne kadar da eski haliyle korunmuş­
larından birinin bu noktadan seyredile­ damgasını vuran Hariciye Konağı'dır. tur. Ayaspaşa'da bulunan eski binalar­
bileceğini, mezarlığın Boğaz'a, Üskü­ Padişaha itimatnamesini 1887'de sunan dan biri de Sarayarkası Sokağı'ndaki
dar'a, Adalar'a, hattâ Mudanya Dağları İtalya Büyükelçisi Baron Alberto Blanc' Ayaspaşa Hamamı'dır. Ancak bina I.
ve Alemdağ'a kadar tüm ufka hâkim ol­ m sefaret binası olarak inşa ettirdiği ya­ Dünya Savaşı sırasında Fransız Cizvitleri
duğunu yazmışlardır. pı, kısa süre sonra II. Abdülhamid tara­ tarafından satın alınarak kiliseye dönüş­
Semtteki ilk önemli bina, 1870'te bü­ fından satın alınmış ve Berlin sefiri iken türülmüş, eski görünümünü tümüyle
yük Beyoğlu yangınından sonra tümüy- hariciye nazırı olarak İstanbul'a dönen kaybetmiş, sadece hamamın kubbeli bö-
AYASPAŞA MESCİDİ 466

lümü a y n e n bırakılmıştır. S e l i m e Hatun y a n ı n d a k i apartmanlarının alt katlarında Eylül 1 9 2 6 tarihli Pervititch paftasında
Camii S o k a ğ ı n a adını v e r e n mescit 1 9 3 0 ' turizm a c e n t e l e r i , çeşitli d ü k k â n l a r v e mezarlığın vaziyet planı, bulunmaktadır.
larda ibadete kapatılmış ve minaresi yık­ restoranlar açılmışsa da y ö r e hâlâ İstan­ I. D ü n y a Savaşı yıllarında b a l o n d a n çeki­
tırılmış, daha sonra D e m o k r a t Parti dö­ bul'un Beyoğlu kesiminin muteber ve len hava fotoğrafları ise mezarlığın servi­
n e m i n d e onarılarak y e n i d e n açılmıştır. s e ç k i n bir y e r l e ş m e a l a n ı d ı r . A y a s p a ­ lerle kaplı olduğunu göstermektedir. Me­
Ö z e n l i , g ö r k e m l i apartmanlarıyla da şa'nın e n e s k i v e ünlü sakinleri arasında zarlık alanında inşaatların yapılması tar­
t a n ı n a n A y a s p a ş a ' d a k i k o n u t v e apart­ A h m e d Tevfik P a ş a n ı n oğulları v e to­ tışmalara n e d e n olmuş, 1 8 9 7 O s m a n l ı -
manların tarihinin 1 9 2 5 - 1 9 3 0 ' l a r d a n ge­ runları. Ziyad Ebüzziya, d a h a y e n i l e r d e Y u n a n S a v a ş ı n d a yaralanıp Gümüşsüyü
riye gitmediği anlaşılmaktadır. 19. yy'm ise S e m i h a B e r k s o y , Hilmi Yavuz, sine­ Askeri H a s t a n e s i n e getirilip vefat e d e n
ortalarına kadar mezarlık olan semtte ma sanatçısı H a l e Soygazi, tiyatro sanat­ asker kabirlerinin b a ş k a yerlere nakli bu
mezarların tümüyle kalkması uzun bir çısı H a l d u n D o r m e n . y ö n e t m e n S i n a n tartışmaları büyütmüştür. Ama arazinin
d ö n e m e yayılmıştır. A y a s p a ş a ' n ı n e s k i Çetin, o p e r a sanatçısı S u n a Korad, sine­ ç o k d e ğ e r l e n m e s i , tartışmaların bir etki
sakinleri mezarlığın b ü t ü n ü y l e k a l k m a ­ ma sanatçısı Lale Mansur, tiyatro sanat­ yaratmasına imkân v e r m e m i ş ve mezar­
sının tarihi olarak 1 9 2 5 ' i vermektedirler. çısı Ali P o y r a z o ğ l u ve d a h a b i r ç o k sa­ lık parsellenip satılmıştır. M e z a r taşları­
O sıralarda vilayet bu b ö l g e d e arazi sa­ natçı, yazar, mimar, bilim adamı, ünlü nın b ü y ü k b ö l ü m ü tahrip o l m u ş ya da
tışına başlamış, arsalar b i r k a ç kişi tara­ avukat ve h e k i m l e r vardır. inşaat t e m e l l e r i n d e kullanılmıştır. B u n ­
fından ç o k u c u z fiyatla kapatılmış ve ilk Bibi. "Ayaspaşa", Arkitekt, S. 4 (1993), s. 15- lardan ç o k k ü ç ü k bir b ö l ü m ü Alman El­
o l a r a k P a r k O t e l ' i n karşısına A y a s p a ş a 50; "Ayaspaşa", İKSA, c. II. s. 853, 854; 'Ayas çiliği ( b u g ü n B a ş k o n s o l o s l u k ) bahçesin­
Apartmanı yapılmıştır. Paşa". İA. c. II; Evliya, Seyahatname. I. de muhafaza altına alınmıştır.
Diğerleri arasında, Ankara Palas. Kar­ İSTANBUL
Mezarlıktaki kıymetli taşların kitabe­
deşler, G ü m ü ş s ü Palas(->), Hayırlı. Rüya, leri 19- yy s o n l a r ı n d a F ı n d ı k l ı k İ s m e t
Pamir apartmanları g e r e k tarihleri ve AYASPAŞA MESCİDİ Efendi tarafından tespit edilmiş, a n c a k
kendilerine özgü üslupları, g e r e k s e gü­ bak. KADI MESCİDİ y a y ı m l a n m a y a n bu eser, yazarın eviyle
n ü m ü z d e b i r ç o k ünlü sanatçının, aydı­ birlikte yanmıştır.
nın, eski İstanbullunun konutları olmala­ AYASPAŞA MEZARLIĞI
Tarihçi Fındıklık Silahdar M e h m e d
rıyla, özellikle hatırlanmaya değer. Taksim'den başlayarak, Gümüşsüyü Ağa. şair Şinasi gibi ünlü kişilerin gömü­
1 9 3 0 ' l a r d a n itibaren s e m t i n profilini üzerinden D o l m a b a h ç e ve Fındıklı'ya lü olduğu mezarlığın bir b ö l ü m ü üze­
ve havasını belirleyen en ö n e m l i yapı ve k a d a r indiği bilinir. B u g ü n izi k a l m a ­ rinde de, bugün, Atatürk Kültür Merkezi
m e r k e z , kuşkusuz Park Otel'dir. Park mıştır. Mezarlığın adı I. S ü l e y m a n ( K a ­ bulunmaktadır. Karşı k ö ş e d e Gümüşsu-
Otel'in s a d e c e bir b i n a ve otel o l m a k t a n n u n i ) d ö n e m i v e z i r l e r i n d e n Ayas P a - yu'na inen yolun başındaki işhanı da
ibaret o l m a y a n tarihi ve 1 9 8 1 sonrasında ş a ' d a n g e l m e k t e d i r . B u b ö l g e n i n Ayas 1 9 8 0 l e r d e inşa edilmiş ve mezarlığın
k e n t profiline ilişkin en b ü y ü k tartışma­ P a ş a V a k f ı n a ait o l m a s ı v e Ayas P a ş a kalan s o n parçası ortadan kalkmıştır.
nın o d a k n o k t a s ı o l a r a k g ü n ü m ü z d e k i K o n a ğ ı n ı n d a aynı y ö r e d e b u l u n m a s ı
Bibi. Sicill-i Osmant, I, 161, 446, 447; İSTA.
durumu, A y a s p a ş a ' n ı n 2 0 . yy'daki tari­ n e d e n i y l e bu ismi aldığı bilinir. İstan­ III, 1488; İKSA, II, 853, 854; Eldem, Boğaziçi
hiyle h e p iç içe olmuştur. Üstelik 1 9 9 3 bul'u anlatan eski seyahatnamelerde Anılan. 8. 16. 18; İnal, Son Hattatlar, 213,
K a s ı m ı n d a yıkılması g ü n d e m e g e l e n ye­ tasvir e d i l e n ve gravürlerde g ö r ü l e n 340; Malûmat, S. 158 (1314); F. Ayanoğlu
ni Park Otel inşaatı n e d e n i y l e semtin es­ Ayaspaşa Mezarlığı daha I. D ü n y a Savaşı "Tahrip Edilen Eski Eserler Serisi: Lûtfi Efen­
ki sokaklarından Ağa Çırağı S o k a ğ ı inşa­ ö n c e s i n d e h a r a p vaziyetteydi. Mezarlık dinin Mezarı", VD, TX (1971), s. 264; İ. Ar­
ttık, "Silahdar Fındıklık Mehmed Ağa", 725,
at sahiplerine satılmış ve s o k a k yok 1933'te Vakıflar İdaresi tarafından kadro XXVII (1973). s. 130; Ç. Gülersoy, İstanbul
edilmiştir. dışı bırakılmış ve İstanbul B e l e d i y e s i ' n e Görünümleri. II, Milano, ty, s. 123.
G ü n ü m ü z d e İ n ö n ü C a d d e s i n i n iki devredilmiştir. İSTANBUL
467 AYASTEFANOS RUS ANITI

AYASTEFANOS ANTLAŞMASI
Ayastefanos Muahedesi, San Stefano
(Yeşilköy) Muahedenamesi de denir.
Osmanlı resmi kayıtlarında "Rusya ile
Ayastefanos Mukaddimat-ı Sulhiye Mu­
ahedesi" adıyla geçer. 1877-1878 Os-
manlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonunda 3
Mart 1878'de Yeşilköy'de imzalanmıştır.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın
son evresinde, Osmanlı hükümeti, dev­
letin büsbütün yıkılmasını önlemek ama­
cıyla Avrupa devletlerinin müdahalesini
istedi. Bu girişimin bir etkisi olmadı. II.
Abdülhamid, Rus Çarı II. Aleksandr'a bir
telgrafla başvurdu ise de çar, antlaşma
koşullarının komutanlarla görüşülebile­
ceği cevabını verdi. Bu sırada Rus ordu­
su Edirne'yi işgal etmiş bulunuyordu.
Başkomutan Grandük Nikola, Osmanlı
ordu komutanlarına 31 Ocak 1878 günü
Edirne Ateşkes Antlaşması'm imza ettir­ 3 Mart 1878'de 29 maddelik antlaşma dülhamid'le görüştü. Padişah, aynı gün,
di. Bu belge, Rus ordusunun Çatalca metni imzalandı. Saffet Paşa'nm belgeyi Nikola'nm konuk edildiği Beylerbeyi
hattına kadar ilerlemesi koşulunu da imzalarken ağlaması meşhurdur. İmza Sarayı'na Teşrifiye Vapuru ile ziyaret ia­
içermekteydi. Bu oldubitti, İngiltere, aşamasında, hiç değilse Osmanlı do­ desinde bulundu. Bu, Osmanlı tarihinde
Fransa, Avusturya ve İtalya yönetimlerini nanmasının Rusya'ya verilmesi koşulu­ padişahın bir düşman komutanının zi­
kaygılandırdı. İngiltere, Akdeniz filosuna nun kaldırılmasını, Başvekil (sadrazam) yaretine gidişine tek örnektir. II. Abdül­
İstanbul'a hareket emri verdi. Amacını Ahmed Vefik Paşa, Yeşilköy'e gidip hamid, ertesi gün de Rus orduları baş­
da İstanbul'da yaşayan uyruklarının gü­ Grandük Nikola'yı, salt kişisel saygınlığı komutanı ile komutanlarına Yıldız Kas­
venliğini sağlamak olarak açıkladı ve ge­ ile ikna ederek sağlamıştı. Bununla bir­ rımda bir ziyafet verdi. Daha sonra Ayas­
rektiğinde zor kullanılacağını da duyur­ likte antlaşma, Balkanlar'daki Slav ulus­ tefanos Antlaşması'nm anısına, gerçekte
du. Bu gelişme karşısında Rusya, İngiliz larına bağımsızlık kazandırdığı gibi, da­ ise Rusya'nın İstanbul kapılarına kadar
donanmasının İstanbul Boğazı'na girme­ ha kötüsü bu bölgedeki Osmanlı ege­ dayandığını simgeleyen bir anıt yapıldı.
si durumunda, ordusunun İstanbul'u iş­ menlik sınırlarını da birbiriyle bağlantı­ Ayastefanos Rus Anıtı(->) adı verilen bu
gal edeceği tehdidinde bulundu. sız üç ayrı noktada (Yunanistan, Arna^ anıt, 1914'te İttihad ve Terakki Fırka-
Her iki tehdit de İstanbul'a yönelik vutluk ve Bosna-Hersek) muhafaza e- sı'nın kararıyla yıktırılmıştır.
olduğundan kentte, tarihte benzeri gö­ derek ilk fırsatta yeni bir savaşın gerek­ Dönemin basınında Ayastefanos gö­
rülmeyen bir korku ve bunalım yaşan­ çesini hazırlamış bulunuyordu. Yine, bu rüşmeleri ve antlaşması konusunda il­
maya başladı. Esasen, savaş boyunca antlaşma ile İstanbul'u besleyen bölge­ ginç yazılar çıkmıştı. Örneğin, karşılıklı
Balkanlar'dan göçmüş bulunan 200.000 ler elden çıkmakta, Rumeli'de yitirilen ziyafetler, Rusların İstanbul'a gelişleri
dolayındaki göçmen de kent yaşamım topraklar 195.500 km"yi bulmaktaydı. vb yarı acı, yarı alaylı haber üsluplarıyla
altüst etmiş bulunuyordu. Bu sırada ka­ Buralardan göçen ve göçecek olan yüz halka duyurulmuştu.
rargâhını Ayastefanos'a taşıyan Grandük binlerce göçmen de başlıbaşma büyük
Bibi. Mecmua-i Muahedat, IV, İst., 1298, s.
Nikola, II. Aleksandr'a gönderdiği tel­ bir sorundu. 183 vd; Ed. Engelhardt, Tanzimat, İst., 1976,
grafta, Ayasofya'mn minarelerinin gö­ İstanbul'u doğrudan ilgilendiren bir s. 290; Reşad Ekrem (Koçu), Osmanlı Mu­
başka koşul, sözde egemenlik hakları ahedeleri ve Kapitülasyonlar, İst., 1934, s.
ründüğünü ve önünde hiçbir engelin
218 vd; Karal, Osmanlı Tarihi, VIII, 57 vd.
kalmadığını bildirmişti. korunan Osmanlı Devleti'nin başkenti­
NECDET SAKAOĞLU
II. Abdülhamid'in başkanlığında top­ nin iki yıl boyunca Rus askeri işgalinde
lanan Meclis-i Fevkâlade'deki tartışma­ tutulması ve bir Rus askeri komiserinin
görevlendirilmesiydi. Ancak bu madde­ AYASTEFANOS RUS ANITI
lardan bir sonuç çıkmadı. Ancak ilk kez
padişaha karşı bir halk temsilcisi sesini nin antlaşmada yer alması Avrupa'da 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı'nda ölen
yükseltebildi. İstanbul Mebusu Astarcılar tepkilere yol açtı ve Ayastefanos metni­ Rus askerlerinin anısına yaptırılmış bir
Kethüdası Ahmed Efendi "Bizim görüşü­ nin yürürlüğe girmemesi için kampanya anıttır. Yeşilköy'de Galataria'da (eski
müzü almak için, düşmanın İstanbul'a başlatıldı. Kamuoyu baskıları sonucu Kalkıratya Köyü'nün hemen yanında)
dayanmasını mı beklediniz?.." dedi. Ko­ Rusya, antlaşmanın yeniden gözden ge­ yapıldığı bilinen anıt bugün mevcut de­
nuşmalardan bunalan padişah ayağa çirilmesi önerisini kabul etti. İngiltere ğildir.
kalkıp "Bu meclisi ben topladım. Şu ile 30 Mayıs 1878'de gizli bir antlaşma Anıtın yapılma nedeni görünüşte ol­
efendi evvela bunu bilmiyor. Eğer Rus imzaladı. Buna karşılık 4 Haziran 1878' dukça makul ve hümanisttir: Savaş sıra­
tümeninin İstanbul'a girmesini kabul et­ de de Osmanlı Devleti ile İngiltere ara­ sında yaşamını yitiren 5.000 civarında
mezseniz, bana uyanlarla gider savaşır, sında Kıbrıs ödünü verilerek bir savun­ Rus askeri çok dağınık bir biçimde ve
gerekirse ölürüm!" yollu konuştu. ma antlaşması imzalandı. 13 Haziran-13 çeşitli mezarlıklarda gömülüdür. Bunla­
İstanbul'da bunlar olurken Rusya ile Temmuz 1878 tarihleri arasında Ber­ rın gözetimi ve bakımı zor, hattâ ola­
İngiltere kendi çıkarlarını dengeleyip lin'deki görüşmeler sonunda Ayastefa­ naksızdır. Rus hükümeti soruna çözüm
anlaştılar. İngiliz donanması Mudan­ nos Antlaşması geçersiz ilan edilerek olarak dini gerekler için bir şapel eşli­
ya'da demir attı. Rusya da İstanbul'a as­ Osmanlı Devleti lehine hükümler içeren ğinde mezarları bir kemik gömütlüğün­
ker sokmaktan vazgeçti. Yeşilköy'deki Berlin Antlaşması imzalandı. Rusya, iş­ de (ossuaire) birleştirmek istemektedir.
Rus karargâhı için de sözde padişahtan gal ettiği yerlerin büyük bir bölümün­ Öneri, Babıâli'ye iletildiğinde savaşın
izin alındı. Bundan sonra barış görüş­ den çekildi. sonunda koşulları çok ağır bir barış ant­
melerine geçildi. Osmanlı delegeleri Grandük Nikola, Yeşilköy'de bulun­ laşmasını imzalamak zorunda kalmış
Hariciye Nazırı Saffet Paşa ile Berlin Bü­ duğu aylarda İstanbul'u ziyaret etti. 26 olan Osmanlı hükümeti tarafından tek­
yükelçisi Sadullah B e y (Paşa), Rusya Mart 1878'deki resmi ziyaretinde Dol- nik bir sorun olarak ele alınır ve antlaş­
delegeleri de Kont İgnatief üe Nelidof mabahçe Sarayı rıhtımında tüm devlet manın yapıldığı ve Rus ordusunun savaş
tu. On gün süren görüşmelerden sonra erkânınca karşılandı ve sarayda I I . Ab- sırasında konakladığı Ayastefanos'ta is-
AYAŞLI, MÜNEVVER 468

ya'ya savaş açıldığında 1877-1878 yenil­


gisinin anısını taşıdığı düşünülen yapıt
14 Kasım 1914 tarihinde yıkılmıştır. Yı­
kıma ilişkin yazılı kaynaklardan son de­
rece görkemli bir yapı olduğu, binanın
iç yüzünde savaşta ölen askerlerin adla­
rının işlendiği nişlerin sıralandığı, ke­
miklerin mahzenlere doldurulmuş ola­
rak korunduğu, rahip ve muhafızlar için
özel hacimlerin düzenlenmiş olduğu an­
laşılmaktadır. Yıkım, on iki kagir ayak
tarafından taşındığı belirtilen son plat­
forma yerleştirilen tahrip kalıplarıyla
gerçekleştirilmiştir.
Yıkımdan önce, çanlar indirilmiş, As­
keri Müze'ye gönderilmiş; binadaki eş­
ya polis müdüriyetine teslim edilmiştir.
Bunlar arasında bilinen önemli bir par­
ça, yapının pirinç döküm ve altın yal­
dızlı maketidir. İkona ve benzeri dini
eşya Rus rahipler tarafından alınmıştır.
Yıkım. Fuad Uzkınay adlı bir yedek
subay tarafından filme alınmıştır. İlk
Türk aktüalite filmi olarak bilinen bu
çekim halen kayıptır.
Bibi. BOA. Yıldız Hususi, V, 269/18 (7.7.
1310); BOA, Yıldız Mütenevvia, VIII, 162/107
(10.2.1315); Moniteur Oriental, (12 Ocak
1893 ve 13 Temmuz 1897); İSTA, III, 1499-
1502.
AFİFE BATUR
Ayastefanos
Rus Anıtı
(üstte solda) AYAŞLI, MÜNEVVER
ve yıkılma (1906, Selanik) Roman ve anı yazarı.
aşamalarını Fransa'da eğitim gördü, Şark Dilleri
gösteren
kartpostal ve
Okulu'nu bitirdi; ayrıca, tasavvuf konu­
fotoğraflar sunda köklü bilgiler devşirdi. Anı, göz­
(üstte sağda lem, tarih ağırlıklı yazılar yazdı. Pertev
ve yanda). Bey'in Üç Kızı (1968), Pertev Bey'in İki
Afife Batur Kızı ( 1 9 6 9 ) , Pertev Bey'in Torunları
koleksiyonu
(1976) adlarını taşıyan, üç ciltlik bir de
(üst sol),
Gökhan Akçura
ırmak-romanı vardır.
arşivi (üst sağ Münevver Ayaşlı, 19- Asır/Teşrinisa­
ve van) ni ve Ötesi (1971) adlı kitabında, Os­
manlı İmparatorluğu'nun çözülüşünü di­
tenen arsa bulunur; Barutçubaşı ailesine lerle ulaşılan ikinci platformda yine ya­ le getirirken, payitaht İstanbul'un siya­
ait arazinin satın alınmasına izin verilir. rım daire kemerli ve ortası metal beze­ sal panoramasını muhafazakâr bir bakış
Yapımına 1895'te başlanan anıt ise meli bir bölüm daha vardır. Bu plat­ açısıyla çizmiştir. Batılılaşma girişimleri­
önerinin amacını aşan bir biçimde ve formların oluşturduğu ilk bölüm, masif ne ve yenilik hareketlerine, örnekse,
boyutta gerçekleştirilmiştir. Aslında St. görünümlü ve Romanesk-Bizans karma­ "Nizam-ı Cedid'in İhyasf'na, "Vak'a-i
Petersbourg hükümetince istenen. Rus sı biçimler taşıyan, hattâ kale benzeri Hayriye'ye farklı yaklaşımlarla eğilen
zaferini simgeleyen bir anıtın dikilmesi militer \a.ırgusu olan bir karakter göster­ yazar, göçen imparatorluk devlet düze­
idi. Gerçekleştirilen anıt, II. Abdülha- mektedir. Kolonların taşıdığı ve alttan niyle birlikte ağır yükümlülükler altına
mid'in itirazı üzerine varılan bir uzlaş­ ayrılıp yükselen üst kesim ise belirgin girildiği görüşündedir. Şehzade Ömer
manın sonunda kabul edilen öneridir. neoslav çizgiler taşımaktadır. Çan kulesi Faruk Efendi'nin hatırasına adanmış ki­
Anıt, Rusya'nın İstanbul'daki askeri işlevi de gören bu kesim, yeşil renkli tapta, ayrıca, İstanbul'dan İnebolu'ya gi­
ataşesi Albay Peçkov tarafından yapılan parlak bir malzemeyle inşa edilmiştir. den ve İstiklal Harbi'ne katılmak iste­
taslak üzerine üç yıldır İstanbul'da çalış­ Anıtın bitiminde kullanılan Rus kilisele­ yen bu şehzadeye Türkiye Büyük Millet
makta olan Rus mimar Bozarov tarafın­ rinin taç motifi ve üçlü Rus haçı da par­ Meclisi Reisi Mustafa Kemal'in, 27 Eylül
dan tasarlanıp inşa edilmiştir. lak görünümlü bir malzemedendir. 1921 tarihli yanıtı da yer almaktadır:
Ayastefanos Rus Anıtı, kare bir plan Son derece kısıtlı olan görsel malze­ Gönderilen telgrafta şehzadenin şimdi­
üzerine simetrik şemail üç platformu me bile yapıtın dini ve hümanist amacı­ lik İstanbul'da oturması, "vatan ve mil­
olan ve sonuncu platform üzerinde ko­ nı aşan bir anıtsallıkla biçimlendirilmiş let menfaati icabı" görülmüştür.
lonların taşıdığı piramidal bir kule-örtü olduğunu göstermektedir. Yazılı kay­ "Pertev Bey'in Kızları" dizisinde İs­
sistemiyle sonlanan bir yapıttır. Geniş naklara göre anıt, tamamen taştan ve tanbul'un son yüz-yüz elli yılını, edebi
merdivenlerle ulaşılan birinci platform, son derece sağlam bir biçimde inşa kaygılardan uzak biçimde, kaleme geti­
görkemli giriş kapısının bulunduğu kat­ edilmişti. ren Münevver Ayaşlı, şehrin değişen
tır. İç içe yarım daire kemerli ve ortasın­ Dönemin fotoğraflarında iki taraflı kültürüne, kaybolan törelerine, nesli tü­
da muhtemelen metal bezemeli kapısı merdivenlerle çıkılan platformların, ö- kenen İstanbul ailesine eğilmiş; İstan­
olan girişin üstünde ve iki yanında aziz zellikle ilk platformdaki mazgallı yapı­ bul'un mimarisini, ev içi düzenini, İs­
figürlerinin bulunduğu panolar vardır. mın güçlü etkisi belirgindir. tanbul kültürünün bir denektaşı olan
Girişin iki yanından yükselen merdiven- I. Dünya Savaşı başladığında ve Rus­ eşya ve aksesuvarı canlı, renkli tasvir-
469 AYAZAĞA AV KÖŞKÜ
o
lerle saptamıştır. Bu eserde, alafranga ye'ye yönelirken, asfalt, Maslak Mahal- kuruluş yeri olarak Ayazağa'yı seçmiş­
yaşamak isteyen Pertev Bey'in kızların­ lesi'nin doğu sınırını çizerek kuzeye, tir. Bunun doğal sonucu, artan gece­
dan biri, sefahat dünyasının içine düş­ Büyükdere'ye doğru devam etmektedir. kondular, trafik yoğunluğu ve çevresel
tükten sonra, gönlün kurtuluşunu ta­ Büyük iş, alışveriş, banka ve holding bozulma olmuştur.
savvufta arayacak ve bulacaktır. merkezleri yolun bu kesiminde, Maslak 1960'larm tarımcı, hayvancı küçük
Dersaadet (1975) ise İstanbul'un dü­ Mahallesi'ndedir. Ayazağa Köyü'nün gerek alansal geniş­
nü ve bugünü üzerine, oldukça iğnele­ Ayazağa halkı, 19601ı yıllara kadar lemesinde, gerekse nüfusunun artma­
yici bir anlatımla yazılmış yazılar topla­ zengin çayırlarına dayanan mandıracılık sında sanayi faaliyetleri başrolü oyna­
mıdır. Ayaşlı, bitki örtüsü inşaat alanla­ ve sebzecilik faaliyetleriyle geçiniyordu. mıştır. Özellikle 1965'ten sonra İstan­
rına dönüşen Boğaziçi'ni, kozmopolit 1960'ta, yerleşmenin nüfusu 295'i kadın, bul'un çeşitli yerlerinden buraya gelen
kültürünü yitirerek bir eğlence merkezi 545'i erkek 840 kişiydi. Beş yıl içinde ya da doğrudan burada faaliyete geçen
olarak kalıveren Beyoğlu'nu, saltanatlı (1965'te) nüfus birdenbire 3.558'e yük­ sanayi tesislerinin sayısı 100'e yakındır;
günleri sona ermiş Bağlarbaşı ve Çamlı- seldi. Nüfus artış hızına, gecekondu ya­ 300'den fazla da küçük işyeri vardır.
ca'yı dün ve bugün kıstasıyla işlerken, pımı ve sanayi başta olmak üzere, çeşitli Gerek bu sanayi tesislerinde gerekse
imparatorluğun ve Cumhuriyetin bele­ faaliyetlerin de buraya gelmesi eşlik etti. diğer faaliyetlerde çalışanların önemli
diye başkanlarına, değişik dönemlerin Sanayi faaliyetlerinin kontrolsüz bir şe­ bir bölümü yakın çevrede kendi yaptık­
şehircilik anlayışına, siyasetine olumsuz kilde çoğalmalarını büyük banka ya da ları gecekondularda oturmaktadır. An­
eleştiriler yöneltir. Kitapta ayrı dönem­ şirketlerin merkezi binaları (Alarko, Em­ cak, gecekondu türü konutlar mekânsal
lerin, ayrı kesimlerin çok çeşitli kişileri, lak Bankası), okullar (Polis Koleji. Yıl­ bakımdan iyice yayılarak İstinye sırtla­
imparatorlar, imparatoriçeler, prenses­ dız Üniversitesi Elektronik Fakültesi vb), rından Şişli-Büyükdere asfaltına doğru
ler, hukuk ve din adamları, padişahlar, otel (Mövenpick), televizyon istasyonu ilerlemiştir. Arazi kullanılışı bakımından
sultanlar, paşalar, ressamlar vb Bizans' (Kanal 6). alışveriş merkezleri (Çarşı, (sanayi-konut-ticaret-ulaşım-rekreasyon-
tan 1960'lara bir geçit törenine çıkartıl­ Pabetland, Paşabahçe vb) izledi. Böyle­ eğitim vb) ortaya çıkan kargaşa ve re­
mış gibidir. Bu kişiler, adeta, bir İstan­ ce, Ayazağa'nm gittikçe artan nüfusu kabet, Ayazağa'nm İstinye Kavşağı (Mas­
bul albümünün enstantanelerini oluş­ 1985'te 12.871'e (tek mahalle halinde), lak Kavşağı) olarak da adlandırılan bu
turmuşlardır. İşittiklerim. Gördüklerim, 1990'da da (yukarıda sıralanan üç ma­ kesimini bir şehirsel sorun alanı haline
Bildiklerim (1973) adlı anı kitabında da hallenin toplamı olarak) 20.149'a çıktı. dönüştürmüştür.
tanıdığı edebiyatçıların ilginç portreleri­ 1990'dan sonra daha da hızlanan yapı­ EROL TÜMERTEKİN
ni çizmiştir. laşmayla günümüzde nüfusun 40.000'i
Bibi. A. Uçman, "Münevver Ayaşlı'yla Söyle­ geçtiği tahmin edilmektedir. AYAZAĞA AV KÖŞKÜ
şiler", Hisar, Temmuz 1976, Temmuz ve
Ağustos 1977; TDEA, I, 238. Büyük şirket merkezleri ve alışveriş Maslakla eski Ayazağa Köyü Haznedar
SELİM İLERİ birimleri daha çok Maslak Mahallesi' Çiftliği arazisinde geniş bir koruluk
nde ve asfalta yakın bölgede yer alır­ içindedir.
AYAZAĞA ken, sanayi tesisleri ağırlıklı olarak Aya­ Tasarım konsepti ve plan şeması ba­
zağa Mahallesi'nde, yani Şişli-Büyükde­ kımından Validebağ Koşuyolu'ndaki Ab-
Şişli İlçesi'ne bağlı bir semttir. Şişli-Bü-
re asfaltının iyice gerisinde kalan eski dülaziz Av Köşkü'nün benzeridir. Bu ne­
yükdere asfaltına 2,5 km uzaklıkta, yine
köy arazisinde, İmamçeşme Caddesi ve denle köşkün II. Mahmud tarafından
Şişli'ye bağlı toplu bir köy yerleşmesi
Kâğıthane'ye uzanan Cendere yolu ile yaptırıldığına ilişkin çeşitli kaynaklarda
iken, nüfusunun iç göçlerle hızla artma­
Kemerburgaz yolu üzerinde kurulmuş­ verilen bilgilerin ihtiyatla karşılanması
sı ve çeşitli şehirsel faaliyetlerin köy sı­
tur. Kemerburgaz yolunun batısında gerekmektedir. Burada II. Mahmud tara­
nırları içinde yer almasıyla büyüyerek,
Organik Kimya, Arkimya, Kimtaş, Rem- fından kullanılan bir köşk var idiyse bile
"köy" statüsünden çıkarılıp Belediye
san, DYO Boya Fabrikası, Yapaş, Fargo Abdülaziz döneminde yenilenmiş -hattâ
Şube Müdürlüğü'ne yükseltilmiş, aynı
Yağ Sanayii; Cendere ve Maslak Ayaza­ Validebağ'daki köşkle art arda ve aynı
zamanda, fiziki bir yakınlığı olmadığı
ğa yollarının doğusunda Adela Sucuk mimar tarafından yapılmış- olmalıdır.
halde Şişli'nin bir mahallesi haline geti­
Fabrikası, Oralet, Prima Çocuk Maması, Yapı, neoklasik anlayışın egemen ol­
rilmiştir.
Meksan vb bunların bazılarıdır. Bu sa­ duğu II. Mahmud döneminin değil, açık
Ayazağa olarak anılan yerleşme ala­ nayi yoğunlaşmasının nedeni, Ayaza­ olarak oryantalist eğilimin egemen ol­
nı, doğuda Şişli-Büyükdere asfaltı, batı­ ğa'nm güneybatıdan İstanbul'un eski duğu Abdülaziz döneminin mimari an­
da Kemerburgaz ve Kâğıthane, kuzeyde sanayi bölgelerinden Kâğıthane ile bağ­ layışını sergilemektedir.
Fatih Ormanı, İmamçeşme, İmam Bayı­ lantılı olması ve erişme kolaylığıdır.
rı, Abacı Yokuşu, Hadımkoru yolu, Or­ Köşk, Validebağ'daki şemayı yineler.
Böylece sanayi ucuz işçi ve boş arazi Yapı iki yanında küçük servis hacimleri­
man Kuyu, Maslak, Mezarlık ve Köyiçi yanında, ulaşım kolaylığı nedeniyle de
mahallelerinden meydana gelmişken, nin yer aldığı bir giriş bölümü ile bir sa-
bugün, Ayazağa Belediye Şube Müdür­
lüğü sınırları, aynı zamanda Şişli'nin
mahalleleri olan Ayazağa, Huzur ve
Maslak mahallelerinden oluşmaktadır.
Şişli-Ayazağa yolunun iki yanında uza­
nan geniş topraklar askeri bölge olup
III. Kolordu Komutanlığı da Ayazağa
Mahallesi sınırları içindedir.
Ayazağa'nm, özellikle Şişli-Büyükde­
re asfaltı kenarındaki Atatürk Oto Sana­
yii Sitesi'ne kadar uzanan kısmında, çe­
şitli fonksiyonlara sahip binaların yoğun
bir halde bulunuşu, sözü edilen asfaltın
Boğaziçi tarafında İstinye doğrultusunda
geniş bir alan kaplayan İTÜ kampusu,
büyük iş merkezleri, bu kesimde hızlı
bir yapılaşmaya neden olmuştur.
Şişli-Büyükdere asfaltı, Maslak Kav-
şağı'nda ikiye ayrılmakta; bir yol İstin-
AYAZAĞA KASIRLARI 470

. mühendislik grubu olan Arupp Assosi-


ation kazanmıştır. Yapım çalışması Mart
1994'te başlayacaktır. 5.000 kişi kapasi­
teli merkezin 29 Ekim 1995'te açılması
planlanmaktadır.
Çiftlik arazisi içindeki tarihi yapıların
en büyüğü Ayazağa Kasrı olarak bilinen
yapıdır. Ayazağa Kasrı, yaklaşık 21,50x
20.50 m boyutlarında, kare planlı ve bir
bodrum, bir zemin ve birinci kat ile çatı
katından oluşan dört katlı kagir bir ya­
pıdır. Kasrın yapımında II. Mahmud dö­
neminde yapılan binanın temellerinden
yararlanıldığı düşünülmektedir.
Simetrik, aksiyal planlı kasrın kuzey-
güney doğrultusunda karşılıklı iki girişi
vardır. On iki basamakla ulaşılan sahan­
lıklar, binanın ortasını tümüyle kaplayan
ve yaklaşık 16x17,50 m boyutunda bir
büyük salon/hole açılmaktadır. Girişle­
rin belirlediği aksa dik yönde, doğu-batı
yönünde, biri servis için kullanılan, di­
ğeri ise anıtsal nitelikli merdivenler bu­
Ayazağa Av Köşkü lunmaktadır. Köşeler, birer salonla tutul­
TAÇ Vakfı
muştur. Betimlenen bu plan, son derece
açık ve net, geometrik olarak tanımlana­
londan meydana gelmiştir ve dört cep­ dırılmasının ardından 3. Kolordunun de- bilen, klasik bir şemadır. Cepheler de
hesinde, ahşap kolonlarla desteklenen netmıine geçen yapı, günümüzde büyük bu şemaya uyan klasik bir düzen için­
geniş saçakların örttüğü revaklarla çevri­ bir kültür kompleksinin kurulması ama­ dedir. Hemen hiçbir sürprizi ve fantezisi
lidir ve cepheler, Validebağ'daki gibi gi­ cıyla Haznedar Çiftliği arazisi ile birlikte olmayan, aynı modüler öğenin yinelen-
rişteki kapı dışında ayrımsız olarak aynı İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'na veril­ mesiyle oluşturulmuş ve nerdeyse birbi­
düzenlemeye sahiptir. Benzer biçimde miştir. Mimar D. Tekeli-S. Sisa ortaklığı rine eş dört cephesi vardır. Yalınlık ve
iç ve dış cepheler dikdörtgenler oluştu­ ve Arupp firması tarafından hazırlanan denge kavramlarının geometrik bir dü­
ran bir çerçeveleme sistemi ile bölüm- proje, yakında uygulanacaktır. zen içinde çizilip sunulduğu bir yapıdır.
lenmiştir. Pencereler ve bezeme grupları Bir korulukta ve padişahın kısa süre kal­
Bibi. İSTA. III. 1434-1435: Eldem. Türk Evi. ması için yapılmış bir biniş kasrından
bu çerçeveler içine yerleştirilmiştir. II. 208-209.
çok, resmi yapı görünümüne sahiptir.
Özetle bu küçük av köşkleri, biri AFİFE BATUR
öbürüne referans veren ve Balyan atöl­ Yapının formel yalınlığının ye geo­
yesinin neoottoman bir üslup arayışını AYAZAĞA KASIRLARI metrisinin ana öğesi tek bir biçimi olan
simgeleyen denemeler olmuştur. pencere modülüdür. Düz bir dikdört­
Maslakta Ayazağa Köyü yakınında eski
İki köşk arasında başlıca ayrım beze­ gen olan bu pencere yalın ve derinliği
Haznedar Çiftliği arazisi üzerinde bulu­
me düzenindedir. Örneğin burada alt ve az bir silme ile çevrilidir. Üst kat pence­
nan yapılardır.
üst pencereler arasındaki panolar ma- relerine ince bir tabla eklenmiştir. Ne
dalyonsuzdur veya alt ve üst pencereler II. Mahmud döneminden beri Hazi- var ki, bu yalın ve adeta tek modülün
çerçeveli bir bant ile değil iyice inceltil­ ne-i Hassa'ya ait olduğu ve padişahın kullanımına indirgenmiş cephe, taş ve
miş şeritlerle birbirinden ayrılır. Geniş sık sık avlanmaya geldiği bilinen arazi­ sıvalı yüzeylerin ardışık düzeni ile ve
saçakları taşıyan torna işi çift köşebent de ilk olarak iki katlı bir kasır yaptırıl­ taş ve sıva renginin farklılaşmasıyla can­
öğeleri bu köşkte çok daha incelikli mış; arazinin ve yapıların bakımı ile Baş- landırılmış; duvarın ve dokusunun öne
olarak işlenmiştir. Kapının üst kesimin­ silahdar Ali Ağa görevlendirilmişti. Bah­ çıktığı, taş ve sıvalı yüzeylerin düşey
de yarım daire içine yerleşmiş bir şemse çesinde bulunan 1831 tarihli bir nişan çizgisinin kat kornişlerinin belirgin ya­
(güneş) motifi vardır. taşından buradaki ilk yapımın da bu ta­ tay çizgileriyle dengelendiği klasik bir
rihlerde olduğu düşünülmektedir. konsept ortaya konmuştur.
Tavanda çapraz çıtalı ve renkli bir
düzenleme, saçaklarda ise geleneksel Bugünkü yapılar. Abdülaziz dönemi­ Yüksek tutulmuş arduvaz çatının eği­
geçmeli yıldız motifinin yenilenmiş ör­ ne (1861-1876) aittir. Mimarı, dönemin­ mi içine yerleştirilen çatı katının kemerli
nekleri vardır. Köşkün içinde geometrik de Ser Mimar-ı Devlet olarak tanınan pencereleri, bu eğimden dışarı çıkan
desenli Avrupa seramikleri ile çok renk­ Sarkis Balyan'dır. II. Meşrutiyetten (1908) hacimleri ile çatıya ve yapıya beklen­
li ve altın yaldızlı oryantalist bezemeler sonra orduya verilen ve I. Dünya Savaşı medik bir plastik katkı getirirler.
vardır. Üst pencereleri renkli camlıdır. yıllarında Süvari Küçük Zabit (astsubay) Aslında yapının, plan, kitle ve cep­
Alt pencereler neogotik denebilecek Mektebi olarak kullanılan ana bina, helerinin klasik ve geometrik bir yalın­
çapraz kayıtlarla bölünmüştür. 1930'lu yılların başında onarılmış ve sü­ lık olarak betimlediğimiz özelliklerini
Validebağ'dakinden farklı olarak bu­ vari okuluna verilmiştir. Süvari sınıfının en beklenmedik biçimde değiştiren uy­
rada köşkün önünde büyük bir havuz kaldmlmasından sonra 1960'ta jandarma gulama, içerideki dekoratif düzenleme­
bulunmaktadır. Yaklaşık 20x100 m bo­ k u v v e t l e r i n e tahsis e d i l e n yapılar, lerdir. İçerideki bütün hacimlerde ta­
yutundaki havuzun üç kenarı rıhtımh 1973'te bir onarım daha geçirmiştir. Son vanlar, ahşap kasetleme ile küçük kare
olarak düzenlenmiş; köşkün karşısına olarak yapıların ve arazinin sivil kullanı­ ve dikdörtgenlere bölünmüş ve her biri
gelen kenar, doğal konumunda bırakı­ ma açılması düşüncesi gündeme gelmiş almaşık düzenli motif çiftleriyle bezen­
larak veya dönüştürülerek büyük kaya ve kültürel amaçlı kullanım için 49 yıllı­ miştir. Kırmızı, yeşil ve mavinin egemen
parçaları yerleştirilmiş ve pitoresk bah­ ğına İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'na olduğu bu bezeme, giriş katında her sa­
çe karakterine yaklaştırılmıştır. verilmiştir. Vakfın yürütücülüğünde bu­ londa ayrı motifle uygulanmıştır. Motif­
Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra rada bir kültür ve kongre merkezi ku­ lerin oryantal/İslam kökenli olmaması­
köşk, orduya teslim edilerek süvari oku­ rulması öngörülmüş ve açılan sınırlı ya­ na karşılık renk ve düzenleri, oryantalist
luna verilmişti. Bu okulun ve sınıfın kal­ rışmayı (1991), tanınmış bir mimarlık- bir izlenim vermektedir.
471 AYAZMA CAMİİ

Ancak asıl şaşırtıcı düzenleme, anıtsal uygun onarımı ile bu kompleks içinde lemeler bu bölümün en çarpıcı yönü­
merdiven holünde görülmektedir. Geniş seminer vb toplantılar için kullanımını dür. Bugün kalan parçalardan anlaşıldı­
ve tek kollu başlayan ve sahanlıktan öngörmektedir. Av köşkü ise önündeki ğına göre duvarlarda önceleri İtalyan çi­
sonra çift kollu olarak devam eden mer­ büyük havuza bakan 450 kişilik bir nileri kaplı idi.
divenin iki yanı doku/desen ve renk ka­ açık hava amfisi ile birlikte önerilen Ayazma Camii genelde Avrupa sanat
litesi bakımından son derece değerli kültür merkezinin önemli çekim nokta­ üsluplarının etkisinde kalınan bir dö­
mermer plaklarla kaplanmıştır. Merdiven larından biri olacaktır. nemde yapılmış olmakla birlikte, büyük
holü, her biri yelken tonoz biçiminde Bibi. İSTA. III. 1435-1436; S. Eyice. "Ayasaga kemerler içindeki pencereler, Türk kla­
eğrisel örtülü 3x3 m'lik bir aks sistemi Kasrı", DİA. IV, 205-206 sik mimarisi özelliğini taşımaktadırlar.
içinde bölümlenmiştir. Şaşırtıcı olan bu AFİFE BATUR Minber, vaaz kürsüsü ve mihrapta çeşit­
mekândaki öğelerin historisist/oryanta- li renkli taşların zarif birleşmesiyle mey­
list biçimlenmeleridir. Bütün aks açıklık­ AYAZMA CAMİİ dana getirilmiş zengin bir süsleme dik­
ları, magrip (mauresque) üslubunda di­ kati çeker. Bunların, genellikle Türk sa­
Üsküdar'da Şemsipaşa ile Salacak semt­
limli kemer biçimi verilmiş öğelerle ge­ natı geleneklerine ters olmakla birlikte
leri arasında, Marmara'ya hâkim bir te­
çilmiştir. Taşıyıcılar, gövdeleri yeşil, ta­ göze hoş görünen bir ihtişama sahip ol­
pede, Kız Kulesi'nin hemen karşısında
banları beyaz mermerden yapılmış ince­ dukları kesindir. Yapının kapı üstünde­
yer alır.
cik dörtlü kolonetlerden oluşmaktadır. ki yazılarının hattat Seyyid Abdullah'a
Cami III. Mustafa tarafından annesi
Örtü kesimi canlı renkli kalem işi oryan­ ait olduğu bilinmektedir. Bazı renkli
Mihrişah Emine Sultan ile ağabeyi Şeh­
talist bir bezeme ile işlenmiştir. camlı alçı pencerelerdeki yazılar ise Sey­
zade Süleyman adına yaptırılmıştır. Ka­
Kasrın plan. kitle ve cephelerindeki yid Mustafa'ya aittir.
pısı üstünde yer alan kitabelerden yapı­
klasik disiplinin tamamen dışına düşen nın 1174/1760-61 tarihli olduğu anlaşı­ Ayazma Camii'nin müştemilatından
bu fantezi ve hattâ irrasyonalist düzen­ lır. Kitabe ta'lik hatla yazılmış olup tarih olan sıbyan mektebi, hamam ve muvak-
leme, muhtemelen yapı için umulmadık manzumesi Sadrazam Râgıb Mehmed kithane yıkılmıştır. Önceleri cami yakı­
bir çekim noktası vardır ve bu mekân Paşa'ya, hat ise şeyhülislam ve hattat nında inşa edilen vakıf dükkânlardan ise
çevresindeki diğer hacimlerden (yakla­ Veliyüddin Efendi'ye aittir. sadece bazı izler kalmıştır. Caminin du­
şık 1,50 m kadar) daha yüksek tutulmuş varlarında küçük konsol çıkmaları üzer­
İnşaata 19 Receb 1171/29 Mart 1758'
ve bu yükseklik aslında dekoratif nite­ lerine oturan tam bir Türk köşkünün
de başlanmış. 1174 Cemaziyelevvel'inin
likli kaburgalı konstrüksiyonla sağlan­ minyatür modeli biçimindeki kuş evleri
sonları/Ocak 176l'de tamamlanmıştır.
mıştır. Bu hayli maniyerist biçimlenme görülmektedir. Caminin haziresinde ise
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde
de elbet klasik disiplin içinde gerçekleş­ saraya mensup pek çok kişinin mezarı
bulunan 1137 numaralı inşaat defterin­
tirilmiş bir çözüm değildir. Kaburgalı bulunmaktadır.
de bu yapı ile ilgili bilgiler arasında ya­
strüktürün kendisinin ve bezemesinin pı emini olarak İshak Ağa' nın ismi ge­ Geniş avluyu çevreleyen duvarın bir
neogotik üslupta olması, dönemin mi­ çer. Bu zatın Beykoz'da meşhur bir çeş­ köşesinde mermerden büyük bir çeşme
marlık konsepti için ilginç bir veri ol­ mesi bulunmaktadır. Yine Topkapı Sa­ vardır. Kitabesinden 1174/ 176l'de cami
malıdır. Ayazağa Kasrı'nı önemli kılan rayı Müzesi arşivinde bulunan 5446 nu­ ile birlikte yapıldığı anlaşılan bu çeşme­
da bu ikilemidir. maralı ve 1172/1758-59 tarihli bir belge­ nin manzum tarih kitabesi şair Zihnî'nin-
Haznedar Çiftliği içinde servis işlev­ den de caminin, yerleştiği arazide ev­ dir. Alışılmamış bir biçimde olan bu çeş­
leri için ve padişahın maiyeti için kulla­ velce Ayazma Sarayı ve Bahçesi'nin bu­ me, mermer bir cepheye yapıştırılmış
nıldığı düşünülen bir ikinci köşk daha lunduğu anlaşılmaktadır. Başka bir arşiv dört köşe bir paye şeklindedir. Alt kısmı
vardır. Kasrın kuzeyinde ve yaklaşık belgesine göre 1740'lı yıllarda Ayazma taş ve tuğla, üst pencereli kısmı taş olan
100 m kadar ötesindeki bu bina, muh­ Sarayı iyi durumda olup tamir edilerek avlu duvarında açılan esas kapının
temelen daha geç tarihli olmalıdır. O İran elçisinin ikametine tahsis edilmişti. önünde taş korkuluktu iki taraflı rampa
yıllarda şale tarzı denen biçimde yük­ Camiye vakıf olarak bir hamam ile bulunuyordu.
sek çatılı, oymalı çatı pervazları ve ka­ birçok dükkân ve han yaptırılmış, ayn-
visli eliböğründeleri olan bir yapıdır. ca cami, hamam ve avluya bitişik çeş­
Plan şeması ana binadan çok farklı ol­ meye Bulgurlu'dan su getirilmiştir. Ca­
mamakla birlikte cephe ve kitle düzeni mi, Şem'dânîzade Fındıklık Süleyman
iyice farklıdır ve daha geç bir tarihe ait Efendi'nin yazdığına göre 1174 Cemazi-
olmalıdır. İlginç olan iç bezemelerinin yelevvel/Ocak 176i'de bir cuma günü
asıl kasrın benzeri hattâ aynı oluşudur. Râgıb Paşa ve Veliyüddin Efendi'nin de
Ayrıca zemin kattan üst kata çıkan da­ hazır bulundukları bir törenle ibadete
iresel planlı ahşap merdiven de kalem açılmıştır. Birkaç defa tamir gören cami­
işi bezeli ilginç bir uygulamadır. Halen nin yıkılan minaresi de iki defa yeniden
oldukça harap durumdadır. yapılmıştır. Yapı son yıllarda bir onarım
Çeşitli yayınlarda, kasrın güneydoğu daha geçirmiştir.
kesiminde bulunduğu yazılan, ancak Geniş bir avlunun ortasında yerleş­
bugün mevcut olmayan (belki de başka miş bulunan caminin son cemaat yerine
bir yere taşınmış olan) II. Mahmud adı­ yarım daire düzeninde on basamaklı bir
na dikilmiş bir nişan taşı bulunmaktay­ merdivenle çıkılır. Avlu kapıları üstünde
dı. Muhtemelen, arazinin II. Mahmud celi hatla yazılmış ayet-i kerimeler bu­
dönemi kullanımı için tek örnekti. Ni­ lunmaktadır. Son cemaat yeri üç bölüm­
şan taşı 5,30 m yüksekliğinde ve 1831 lüdür. Esas mekân dikdörtgen planlı
tarihini veren 14 mısralık kitabesi olan olup dört kemere oturan merkezi bir
bir anıttı. Nişan taşının arka yüzünde de kubbe ile örtülüdür. Sol tarafta yapıya
buraya süvari okulunun yerleşmesini bitişik Hünkâr Köşkü yer alır. Sokak
bildiren bir ikinci kitabe vardı. yönünde taş konsollar tarafından taşı­
Ayazağa Av Köşkü(->) olarak tanınan nan bu mekân, sütunlar tarafından taşı­
ve yine Sarkis Balyan tarafından tasar­ nan ve iki katlı olan bir galeriyle cami­
landığı bilinen yapı da aynı arazinin sı­ nin hünkâr mahfiline bağlıdır. Caminin
nırları içindedir. içinde çok göz alıcı bir biçimde dekore Ayazma Camii'nin ana girişini oluşturan batı
edilmiş bulunan hünkâr mahfili de sü­ cephesi.
Burada yapımı kararlaştırılan yeni
Bünyad Dinç
müzik kompleksi, tarihi yapıların aslına tunlar üzerinde taşınır. Altın yaldızlı süs­
AYAZMA KAPISI 472

lar, üzeri u z u n bir b e ş i k t o n o z l a örtülü


merdivenli bir k o r i d o r ile bu koridorun
nihayetindeki mahzen bölümünden
m e y d a n a gelmektedir. K o r i d o r kimi za­
m a n tam düz olmayıp, kıvrılmalar gös­
terebilmektedir. Merdivenlerin b a s a m a k
sayısı ise bu koridorun uzunluğuna bağlı
olarak değişmektedir. B ö y l e bir korido­
ra sahip o l m a y a n , d a h a s a d e ayazmalar
da vardır.
Ayazmanın asıl m e k â n ı olan m a h z e n e
g e l e n suyun kaynağı gür olabileceği gi­
bi, sızıntı veya damla damla a k a n sular
da olabilir. Bu n e d e n l e , suyun şiddetine
göre, su h a z n e y e direkt olarak gelebile­
ceği gibi, kuyu veya sarnıçlarda toplana­
rak, gerektiğinde ve gerekli miktarda da
alınabilir. B u r a d a n su ayazmaya borular
ve k a n a l l a r vasıtasıyla ulaşır. G e l e n su
m a h z e n i n ortasındaki bir havuza ya da
duvardaki bir kanaldan m e r m e r su tek­
nelerine akar. Su kaynağı kuvvetli olan
büyük ayazmalarda ana tekneye gelen
Ayazma Camii suyun savaklar vasıtasıyla diğer k ü ç ü k
Doğan Kuban t e k n e l e r e dağıtıldıkları görülür.
M a h z e n d i k d ö r t g e n ya da k a r e planlı
Ayazma Camii, T ü r k m i m a r i s i n d e ar­ n e t i l e n ayinler yapılır. Ziyaretçiler aziz olup, A n a d o l u ' d a k i b a z ı ö r n e k l e r d e gö­
tık y a b a n c ı ü s l u b u n h â k i m o l d u ğ u bir v e y a azizenin gözyaşları o l d u ğ u n a inan­ rülen değişik formdaki m a h z e n planına
d ö n e m i n ö r n e ğ i o l m a k l a b e r a b e r , nor­ dıkları bu suları şifa b u l m a k n i y e t i y l e (örneğin İznik B ö c e k Ayazması'ndaki
mal ölçüleri aşan yüksekliği ve yapıldığı içerler, vücutlarının hasta o l a n yerlerine daire p l a n l ı m a h z e n ) İ s t a n b u l ' d a rast­
y e r i n t o p o g r a f i k d u r u m u ile b u n u bir d e r m a n olsun diye sürerler, şişelere dol­ l a n m a z . M a h z e n duvarının üst seviyele­
kat d a h a artıran heybetli bir g ö r ü n ü m e durup evlerine götürürler. Ayrıca bu su­ rinde y e r a l a n çeşitli m e n f e z l e r vasıta­
sahiptir. M a r m a r a v e B o ğ a z ı n girişine ların canlılara m a n e v i bir g ü ç aşıladığı­ sıyla içeriye ışık ve h a v a girer. Ayazma­
h â k i m oluşu ile şehrin A n a d o l u yakası­ na da inanılmaktadır. B u n u n yanısıra n ı n k e n d i s i n e i t h a f e d i l d i ğ i aziz v e y a
na değişik bir güzellik kazandırdığı bu aziz v e y a a z i z e y e dileklerde bulunu­ azizenin ikonaları ya duvarlara asılır ya
a ç ı k ç a görülmektedir. lur, o n u n i k o n a s ı ö n ü n d e m u m l a r diki­ da birtakım nişler i ç i n e yerleştirilir. Bu
l e r e k adaklar adanır. Ayazmalar yalnız­ ikonaların ö n ü n d e , içi i n c e k u m ile dol­
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 189; Mür'i't-
ca bu ö z e l g ü n l e r i ç i n d e değil, sair gün­ durulmuş ve adak için m u m . dikmeye
Tevarih, II/A, 39; Topkapı Sarayı Müzesi Ar­
şiv Kılavuzu, I, İst., 1938, s. 48; (Konyalı), lerde de ziyaret edilirler. m a h s u s m u m l u k l a r y e r alır. Ayazmala­
Abideler, 9-10; ay, Üsküdar Tarihi, I, 96-104; Ayazmaların boyutları ç o k d e ğ i ş k e n rın s ö z ü e d i l e n bu k ö ş e l e r i ufak bir şa­
Kuban, Barok, 29; E. Hakkı Ayverdi. 'Ayaz­ p e l ya da dua odalarına benzetilebilir.
olup; mimari özellik arz e d e n , g e n i ş ha­
ma Camii". İSTA, III, 1505-1511; S. Eyice,
cimli yapılar o l a b i l e c e ğ i gibi, içi a n c a k İstanbul'da, b i l i n e n ayazmalar içinde
'Ayazma Camii", DİA, IV, 230-231.
bir k u l ü b e genişliğinde o l a n ayazmalar ortaçağa ait, y a n i B i z a n s d ö n e m i n d e in­
SEMAVİ EYİCE
da vardır. B ö y l e kutsal saydan v e y a kut­ şa edilmiş o l a n ayazmaların sayısı fazla
s a n m ı ş k a y n a k suları etrafında tesis e- değildir. İstanbul'un sağlam durumdaki
AYAZMA KAPISI
dilmiş o l a n kilise ve diğer dini yapıların en eski B i z a n s kilisesi o l a n Studios Ma­
bak. SURLAR
içinde kalmış olanları ilk grubu oluştu­ nastırı Kilisesi y a n ı n d a k i b u k o m p l e k s e
rurken, müstakil o l a n k ü ç ü k ayazmalar ait a y a z m a , kilisenin g ü n e y d o ğ u köşesi­
AYAZMA MEKTEBİ
diğer grubu teşkil ederler. n e bitişik v e batıdan bir sarnıca k o m ş u
bak. MUSTAFA III M E K T E B İ
Ayazmaların mimari özelliğe sahip vaziyette inşa edilmiştir. A y a z m a n ı n or­
ö r n e k l e r i n d e g e n e l olarak, o l d u k ç a ba­ tasında iki b o d u r sütun g ö v d e s i üzerine
AYAZMALAR oturan iyonik impost başlıklar bulun-
sit bir p l a m n uygulandığı görülür. B u n ­
Ayazmalar, Hıristiyanlık dünyasında Or-
t o d o k s l a r c a şifa verdiği k a b u l e d i l e n ve
bu n e d e n l e kutsal sayılmış ya da sonra­
dan k u t s a n a n su kaynakları ü z e r i n e in­
şa edilmiş binalardır.
Y u n a n c a "kutsal yer" a n l a m ı n d a o l a n
" h a g i a s m a " s ö z c ü ğ ü n d e n dilimize yer­
leşmiştir. G e n e l l i k l e b u l u n d u ğ u b ö l g e ­
nin halkı tarafından saygı duyulan aziz
veya a z i z e y e ithaf edilmişlerdir. Şifa da­
ğıtıcı ö z e l l i k l e r i n d e n ötürü O r t o d o k s l a ­
rın ö n e m l i z i y a r e t g â h l a n n d a n s a y ı l a n
ayazmalar, adını aldıkları, b a ş k a bir de­
yişle ithaf edildikleri aziz v e y a azizenin,
Ortodoks takvimine göre yortularına
rastlayan zamanlarda kalabalık halk Çengelköy' deki
toplulukları tarafından ziyaret e d i l m e k ­ Ayios
Panteleymon
tedirler. B u yortularda a y a z m a n ı n bağlı
Ayazması'nın
olduğu v e y a o n a en yakın b u l u n a n kili­ içi.
s e n i n k ı d e m l i din a d a m ı tarafından y ö ­ Enis Karakaya
473 AYAZMALAR

maktadır. Yakın bir tarihte bir yangında


tahrip olmuş olan bu ayazma şarap atöl­
yesi olarak kullanılmakta idi.
Sarayburnu'nda, sahil surlarının yakı­
nındaki Hodegetria (Meryem) Ayazma­
sı, işgal yıllarında Fransızlar tarafından
bulunmuştur. Yan duvarları mermer lev­
halarla kaplı olan bu ayazmanın olduk­
ça yakınında, İncili Köşk'ün kemer altı­
na rastlayan yerdeki Soteros Ayazması
(Kumluca Ayazması) basamaklarla ini­
len dikdörtgen planlı bir mahzenden
ibarettir.
Salkımsöğüt'te, Sur-ı Sultani dibinde,
sağlığı koruyan bir aziz olarak bilinen
Terapon'a ithaf edilmiş Metamorfosis
(Transfigürasyon) Ayazması da kısa bir
merdivenli koridorun nihayetinde yer
alan dikdörtgen planlı ana mekândan
meydana gelir. Bu ayazmalar dışında İstanbul'da sa­ şehir, Yeşilköy, Samatya, Topçular, Lan-
yıları 150'yi bulan ayazma olduğu bilin­ ga, Çırağan, Arnavutköy, Tarabya, Paşa-
İlk inşa tarihi Bizans dönemine indi­
mektedir. Her ne kadar pek çoğunun limanı, Üsküdar ve Burgazadası'ndaki
rilen bir başka ayazma II. Teodosios
yapımıyla ilgili erken tarihler öne sürü- ayazmalar; Akametoi (Uyumazlar) Ma­
surlarının hemen dışında, Mevlevihane
lürse de, bunların çoğu geç tarihli Rum nastırı rahiplerinden İoannes Kaliviti'e
Kapışımın yakınında bulunan Zoodohos
ayazmalarıdır. Her konuda olduğu gibi ithaf edilen Kadırga'daki ayazma; İoan­
Piyi Ayazması'dır. Adı ''yaşam bağışla­
ayazmaların kurulması ve yaşatılması nes Prodromos'a (Vaftizci Yahya) ithaf
yan kaynak" anlamına gelen ve Mer­
konusunda da Türkler hoşgörülü dav­ olunan Kadırga, Fener, Tarabya, Üskü­
yem'e ithaf edilmiş olan bu ayazma,
ranmışlar (bazı yabancı yazarlara göre dar, Kalamış ve Pendik'teki ayazmalar;
Meryem'in şifa veren kudretini temsil
kayıtsız kalmışlar), dolayısıyla Osmanlı Büyükdere'de, Beykoz yakınında, Çen­
etmektedir. Türk döneminde "Balıklı
döneminde, özellikle 1808-1861 arasın­ gelköy, Yeniköy ve Büyükada'daki Ayi­
Ayazma" diye ünlenen bu yapının I. Le-
da ayazmaların sayılarında bir hayli artış os Konstantinos ayazmaları; yine Ayios
on (hd 457-474) tarafından bir minnet
olmuştur. Konstantinos ve annesi Ayia Helena'ya
borcu olarak inşa ettirildiği rivayet edi­
İstanbul'daki ayazmalar hakkında sunulmuş olan Beyoğlu ve Tarabya'daki
lirse de, bazı kaynaklarda I. İustinianos
çok ciddi bir çalışma yoktur. Sadece ayazmalar; Yeşilköy'de Ayios Mamas;
dönemine (527-565) tarihlenmektedir.
Hakkı Göktürk'ün hazırlamış olduğu, Samatya. Kumkapı, Balat ve Fener'deki
Daha sonraları pek çok mimari değişik­
oldukça eski sayılabilecek katalog çalış­ Ayios Menas; Eğrikapı, Kefeliköy ve
lik geçirmiş olan bu ayazma halen Ba­
masından başka bir yenisinin yapılma­ Heybeliada'daki Ayios Nikitas ayazmala­
lıklı Manastırı kompleksi içinde yer alan
dığı bilinir. Bu çalışmadan yararlanarak rı: Ayios Nikolaos'a ithaf edilmiş Topka-
ve ziyaret edilen bir ayazmadır.
İstanbul'un önemli ayazmaları şöyle sı­ pı, Kumkapı, Fener, Balat, Arnavutköy
Büyük Bizans ayazmalarından bir ralanabilir: ve Paşabahçe'deki ayazmalar; Ayios
başkası, İstanbul'un Bizans döneminde Onofrios'a sunulmuş Paşabahçe ve Ar-
On İki Havari'ye adanmış olan Fın­
önemli bir bölgesi olan Blahernai, Haliç navutköy'deki ayazmalar; hekim Ayios
dıklı ve Bebek'teki ayazmalar; Ayios An-
surları ile kara surlarının birleştikleri ye­ Panteleymon'a sunulmuş Bakırköy, Haz­
donios'a ithaf edilen Beylerbeyi'ndeki
re yakın ve surların iç kısmında yer alan nedar. Hasköy, Ayazağa, Emirgân, Çen­
ayazma; Ayios Atanasios'a ithaf edilmiş
Meryem'e ithaf edilmiş ayazmadır. gelköy ve Pendik'teki ayazmalar; Yu-
olan Kurtuluş'taki iki ve Kuleli'deki bir
Zeyrek, Bıçakçı Çeşmesi Sokağı'nda- ayazma; Ayios Demetrios'a ithaf edilmiş nus'ta Ayios Stefanos, Langa'da Ayios
ki Ayia Teodosia Ayazması ise üzeri bir Kumkapı, Kuruçeşme ve Çengelköy'de­ Teodoros ayazmaları; Kıbrıs'ta Araplar
beşik tonozla örtülü, merdivenli bir ko­ ki ayazmalar; Fener'de Ayios Eftimios'a tarafından öldürülmüş olan Ayios Tera-
ridorun uzandığı dikdörtgen planlı bir ithaf edilmiş ayazma; Fener, Yeniköy, pon adına yapılmış Yeniköy, Sarıyer,
mahzenden oluşmakta, duvarlarında Kurtuluş, Çengelköy, Cibali ve Küçük- Çubuklu ve Pendik ile Ayios Yeoryios
kaplama levhaları bulunmaktadır. çekmece'deki Ayios Haralambos'a su­ adına Kumkapı, Üsküdar, Kızıltoprak ve
Kadıköy yakınındaki Eufemia Bazili- nulmuş ayazmalar; Ayios İoannes'e ithaf Burgazadası'ndaki ayazmalar.
kası'nm yakınında, yine bu azizeye ithaf edilmiş Bebek'teki üç ayazma ile Yeni­ Çeşitli azizelere ithaf edilmiş olan
edilen bir ayazmanın bulunduğu, bu ya­
pıların 7. yy başlarında Sasaniler tarafın­
dan tahrip edildiği bilinir. Bugün mevcut
olmayan Çengelköy'deki Ayios Mihael
Kilisesi bir ayazma üzerine inşa edilmiş­
ti. Bugün Çoban Ayazması diye anılan
Yarımburgaz civarındaki Bizans ayazma­
sı ise Ayia Paraskevi'e ithaf edilmiştir.
Florya yakınındaki Bizans ayazmaların­
dan biri Ayia Eufemia'ya, 12. yy sonla­
rında inşa edilmiş bir diğeri ise Ayia Fo-
tini'ye ithaf edilmiştir. Boğaziçi'nin her
iki yakasında da çeşitli ayazmalar bulu­
nuyordu. Yuşa Tepesi'ndeki kiborion
planlı bir kilise harabesinin yakınındaki
bina kalıntısının kuzey duvarında bulu­ Moda'daki
nan kapı göz önüne alınarak bunun bir Ayia Katerina
Ayazması'nın
ayazma olabileceği ileri sürülmüştür. Bu
içinden bir
yapı iki bölümlü, üzeri çapraz tonozla görünüm.
örtülü ve dikdörtgen planlıdır. Ahmet Kıızik
AYDEDE 474

ayazmaların bazıları ise: Çengelköy'de 109, 302, 309, 497; Kömürciyan, İstanbul Ta­ yurtdışında yaşayan, 1938'de affedilince
Ayia Anaryiri; Fener'de Ayia Arma; Kadı- rihi, 172-173, 182-184; H. Tezcan, Topkapı Türkiye'ye dönen Refik Halit, Aydede'yi
Sarayı ve Çevresinin Bizans Devri Arkeoloji­ ikinci kez 8 Mayıs 1948'de yayımlamaya
köylü Ayia Eufemia'ya adanmış olan Fe­
si, ist., 198*9. s. 115-116; S. Eyice. 'Ayazma",
ner, B e y l e r b e y i ve Heybeliada'daki DİA, IV, 229-230. başladı. Cemal Refik, Fikret Âdil, Semih
ayazmalar; Ayia Katerina'ya ithaf edilen ENİS KARAKAYA Mümtaz, Melih Cevdet Anday, Fazıl Ah-
Kadıköy ve Moda'daki ayazmalar; Ayia med Aykaç, Ercümend Ekrem Talu gibi
Eudoksia'ya sunulan Langa'daki ayaz­ yazarlar ve Togo, Turhan Selçuk gibi
AYDEDE
malar; Balat'ta Ayia Elisavia; Arnavut- karikatürcülerin katkısına rağmen, dergi
köy, Yeniköy, Yeşilköy, Büyukdere ve Kurtuluş Savaşı'na karşı çıkan en etkili fazla başarı sağlayamadı ve 1 Ekim 1949'
Cevizli'de Ayia Fotini; Arnavutköy, Ki- mizah dergisi, ilk sayısı 2 Ocak 1922de daki 125. sayısında kapandı.
reçburnu, Kadırga ve Paşabahçe'de Ayia yayımlandı. Haftada iki defa çıkıyordu. İSTANBUL
Kiryaki; Kireçburnu, Istinye, Tarabya ve Sahibi ve başyazarı İttihatçılara karşıtlı-
Fener'de Ayia Marina ayazmaları ile ğıyla tanınan, onların iktidarında çeşitli AYDINLATMA
Ayia Paraskevi'ye ithaf edilen Arnavut- baskılar altında bırakılıp sürgüne gön­
köy'deki iki ayazma; Baltalimanı, Çıra- derilen Refik Halit (Karay)(->) idi. Refik Bizans Dönemi
ğan, Büyukdere, Küplüce, Beykoz, Ka­ Halit Mütareke döneminde, bir ara pos­ Bizans'ın geç Roma dönemi sayılabile­
dıköy, Edirnekapı (Hançerli Ayazma), ta ve telgraf umum müdürlüğü yaptık­ cek ilk yüzyıllarında aydınlatma, saray
Küçüksu, Kuruçeşme, Kasımpaşa, Kireç­ tan sonra tekrar gazeteciliğe dönmüş ve ve evlerde yağ lambaları ile sağlanıyor­
burnu, Küçükçekmece. Kartal, Merdi- Aydede'vi çıkarmaya başlamıştı. du. Yağ lambaları genelde seramikten
venköy, Maltepe, Sütlüce, Yeşilköy, Se- Dönemin siyasal olayları içinde yoğ­ yapılırdı. Maden ve camdan olanlarına
faköy, Hasköy, Fener, Yeniköy, Kumka- rulan Refik Halit, İtilafçıların olumsuzlu­ da Roma döneminden bu yana rastlanır.
pı, Büyükada ve Heybeliada'daki ayaz­ ğuna da tanık olmuş, dergisinin ilk sayı­ Lambalar genellikle çanak biçiminde bir
malar ile Mevlevihane Kapısı dışındaki sında iki akımı da reddettiğini açıklamış: yağ deposu, içinden fitil çıkması için
Yılanlı Ayazma; Fener'de Ayia Teodosia; bunların bir devamı saydığı "milliciliği" ona açılan küçük bir üst cidar, taşımak
Süreyyapaşa ve Mevlevihane Kapısı dı­ de aynı mantıkla dışladığını kaydetmiş­ ya da asmak için kol ya da kulaklardan
şındaki Ayia Trias ayazmalarıdır. tir. Aydede'riva. bu üç yola da hevessiz oluşur, genellikle kabartmalarla beze-
ve üçünün gidişinden de bezgin olarak, nirdi. Kullanılan yağ genelde kükürtlü
Bu ayazmalardan bir kısmı Hakkı edebi, mizahi, yani nezih ve eğlenceli zeytinyağı idi. Fitil olarak da üstüpü ya
Göktürk'ün listeyi hazırladığı tarihlerde bir yol izleyeceğim, ne onu ne bunu ne da papirüs kullanılırdı.
(1947) yok olmuş durumdaydı. Bir kısmı ötekini benimseyip, her yolun kabahati­ Bütün Bizans ülkelerinde olduğu gi­
da o tarihten sonra çeşitli nedenlerle gü­ ni yüzüne vuracağım belirtmiştir. bi, Konstantinopolis'te de, çanak şeklin­
nümüze ulaşamamıştır. Tehlike arz ettik­
Kurtuluş Savaşı döneminde, çözüm deki yağ lambalarının yerini, 7. yy'dan
leri için kapatılanlar, bina ve yol inşaat­
önermeden sadece eleştiriyi hedefleyen sonra mum kandilleri (kerion, keros) al­
larında ortadan kaldırılanlar dışında bir
Aydede, yazar ve çizerlerinin kaliteli ol­ dı. Eparhosün kitabında mumların bal­
kısmı da özel konutların bahçe kuyusu
masına karşılık, ilkesi bulunmadığı için, mumu ve zeytinyağı ile yapılması ve
haline sokulmuş, bir kısmı ise ayazma
İstanbul'daki sınırlı bir kesim dışında hayvan yağı kullanılmaması gerektiği ya­
inancı olmayan Gregoryen mezhebinin
genellikle tepkiyle karşılanmıştır. Milli zılıdır. 7. yy'dan sonra mumculardan
kiliselerinin içinde kalmıştır (örneğin
Mücadele'yi İttihatçılıkla özdeşleştirdiği (keroularios) ve mum atölyelerinden
Balat Surp Hreşdagabet, Surp Kevork
için bütün yazı ve karikatürlerinde Ke- (keropoleion) söz edilmeye başlandı. O
Ermeni kiliseleri). Ama ayazmalara karşı
malistleri eleştirmiştir. 30 Ağustos'tan dönemlerde sokakların aydınlatılması
gösterilen saygı ve inancın eksilmediği.
sonra gazete Mustafa Kemal'e övgü yazı söz konusu değildi. Büyük alanların ay­
mevcut ayazmaların yalnızca Ortodoks­
ve resimleri basmış, ama 9 Kasım 1922' dınlatılması için birbirine bağlanmış, ba­
lar tarafından değil, Müslümanlarca da
de yayımına son vermiştir. zen yanıcı yağlarla yağlanmış ve demet
ziyaret edilerek, adaklar adanıp, dilek­
Yazarları arasında Orhan Seyfi (Or- haline getirilmiş meşaleler kullanılıyor­
lerde bulunulduğu görülmektedir.
hon). Halil Nihad (Boztepe), Fazıl Ah- du. 5. yy'da Prefekt Kirosün bazı ana-
Bibi. M. H. Bayrı, "istanbul İlinde Yer Adla- med (Aykaç), Rıza Tevfik (Bölükbaşı), caddeleri aydınlattığı söylenir. II. Teodo-
n: Bentler, Sukemerleri, Ayazmalar, Kaynak­ Osman Cemal (Kaygılı) gibi isimlere sios döneminde (408-450) Augusteion
lar", TFA, U/45 (Nisan 1953), s. 716-171; yakınındaki bazı dükkânların kandillerle
rastlanır. Karikatürist olarak, Rıfkı, Cem,
İSTA, III, 1505; Erdenen, Adalar. 67, 74, 92,
102,118; Eyice, Boğaziçi, 68-69, 109-110; İn- Ramiz (Gökçe), Ratip Tahir (Burak) sa­ aydınlatıldığı anlaşılıyor. Fakat bu uygu­
ciciyan, İstanbıd, 118; Konyalı, Üsküdar Ta­ yılabilir. lamalar uzun ömürlü olmamıştır.
rihi, II, 409-414, Müller-Wiener, Bildlexikon, 150'likler listesinde yer aldığı için Bizans ortaçağında mumcuların Cons-
tantinus Forumu civarında çalıştıkları,
931'de çıkan bir yangında atölyelerinin
yanmasından anlaşılıyor. Ayasofya'mn
ise kendi mumhanesi vardı. Kuşkusuz
sarayın da özel mumhanesi olmalıdır.
Paskalya gibi merasimlerde renkli ve
gösterişli mumlar kullanıldığı biliniyor.
Bu geleneğin Osmanlılara miras kalıp
sonradan daha da zenginleşmiş olduğu,
Osmanlı dönemi kaynaklarında belge­
lenmiştir.
Kiliselerin aydınlatılması pratik oldu­
ğu kadar simgesel bir anlam da taşıyor­
Aydede'nin
5 Ocak 1922 du. Kiliselerin aydınlatılması için vakıflar
tarihli ikinci kurulmuştu. Hıristiyanlar için mum, ışık
(solda) ve kaynağı olan İsa'yı simgeliyordu. Mum
1 Ekim 1949 adamak Hıristiyanlıkta günümüzde de
tarihli son devam eden bir âdettir. İstanbul'da Müs­
sayısının
lümanlar da mezar ziyaretlerinde bu
kapakları.
Nuri Akbayar âdeti benimsemişlerdir. İslam geleneğine
koleksiyonu kandil ve buhurdanlık, kilise gelenekle-
475 AYDINLATMA

rinden miras kalmıştır. Hıristiyanlar me­ lerdendi. Mumcuların kontrolünü şem- lann bir grubu, büyük bir kesik koni bi­
zarlarda, ikonalar önünde ve kilisede hane emini yapar, kontrol edilen mum­ çiminde yüksek bir kaidenin çanak
ikonostais üzerinde mum dikerek, bu­ lar damgalamrdı. Ancak bunun yaygın oluşturan yüzeyi üzerindeki zengin pro­
gün de olduğu gibi, dilekte bulunurlardı. ve sürekli bir kontrol olduğu kuşkulu­ filli silindirik bir üst bölümden meydana
Kiliselerde kullanılan mumlu kandil­ dur. 19- yy'da, balina başından alman gelirdi. Cami mihraplarında kullanılan
lerin değişik biçimleri vardı. Çok mum­ yağla yapılan ispermeçet (Latince ve başlıca tip buydu.
lu cam ve madeni avizelere (polikande- Yunanca "balina" anlamına gelen söz­ Bir başka tür şamdan, zengin profilli
lon, polikandela) erken yüzyıllarda rast­ cük) mumu denilen mumlar içyağı ile uzun çubuk biçimindeydi. Küçüklü bü­
lanır. Kilise akarlarında döşemeye otu­ yapılanların yerine geçtikten sonra, 1863' yüklü çubuk şamdanların bir lale motifi
ran büyük şamdanlar (kandelabra), ço­ te Beykoz'da bir ispermeçet mumu fab­ ile bitirilmeleri Lale Devri'nden sonra
ğu kez gümüşten yapılan ajurlu lamba­ rikası kuruldu. İhtisab Nezareti tarafın­ yaygınlaşmıştır. Altıgen ya da sekizgen
lar (kaniskia) değişik kandil türleridir. dan 1831'de çıkarılan bir narh listesinde piramidal bir kaide üzerine yivli küresel
Bunların hemen hepsi, bazen içine elekt­ şişe mumu, sade mum ve yerli mum başlıkla biten delikli (ajurlu) cami lam­
rik lambaları takılsa da günümüze kadar olarak ayrılan üç tür mumun fiyatları baları da vardı. Bunlar Memluk gelene­
kullanılageldi. Bizans ortaçağı, yere ko­ okka başına 4 kuruş 15 para ile 3 kuruş ği uzantılarıydı. Bu temel biçimlerin dı­
nan büyük kandil ve şamdanları yeğle­ 38 para arasında değişiyordu. Aynı liste­ şında kalan, özel olarak üretilmiş gü­
mişti. Kapıların, nişlerin, ikonaların iki de, bir okka iyi un 1 kuruş, kelleşekeri müş şamdanlara ve lambalara her dö­
yanlarına konan şamdanlar genel aydın­ 5 kuruş, bir okka beyazpeynir 2 kuruş nemde rastlanmıştır. Benzer biçimleri
latma araçlarıydı. Kubbeli kiliselerde 30 para idi. yineleyen seramik şamdanlar, kandiller
kubbeye asılan büyük polikandelalar Uzun yüzyıllar boyunca mum kulla­ ve lambalar, genelde İznik atölyelerinde
vardı. Kilise çevresine, içine çok sayıda nımı, bu malzemeyi taşıyan değişik karakteristik çini bezeme ve renkleriyle
kandil alan fenerler asılırdı. araçların yaratılmasına neden olmuş, de üretilmiştir. Cam avizeler özellikle
değişik amaçlarla kullanılan mum için son yüzyıllarda Avrupa'dan ithal edil­
Osmanlı Dönemi
ilginç kandil ve lamba biçimleri ortaya mişse de İstanbul'da yapılan avizeler de
Fetihten (1453) sonraki aydınlatma araç­ vardır. Beykoz Cam Fabrikası'nın "çeşm-i
çıkmıştı. Konutlarda mumlar kandil ve
ları da Bizans döneminde kullanılanların bülbül" tekniğinde yapılan çiçek motif­
şamdanlara konurdu. Kandiller düz bir
aynısıydı. Bir bakıma çıra kandili diyebi­ leri ile süslü avizeleri, bunların en göz­
yüzeye oturan cam şişeler ya da zincirle
leceğimiz meşale, çıra ve başka kolay de olanlarıydı (bak. camcılık).
asılan kap şeklinde fanuslar biçiminde
alev alan ağaçların taşındığı, demir bir
yapılırdı. 16. yy'da yapılmış, her iki türe Fenerler bakır, bronz ya da gümüş­
sırığa bağlı ilkel bir aydınlatma aracıydı.
ait, yaldızlı, klasik bezemeli örnekler ten yapılan, camlı, taşınabilir kandiller­
Meşaleci, meşaleyi tutuşturan ve gezdi­
Topkapı Sarayı Müzesi'nde vardır. Top di. Tümüyle karanlık olan sokaklarda
ren, çoğu kez asker olan bir görevliydi.
şeklinde madeni büyük ajurlu avizeler yatsı namazından sonra fenersiz dolaş­
Ancak Osmanlı döneminde de temel ay­
de özellikle sarayda kullanılmıştır. İs­ mak IV. Murad döneminde (1623-1640)
dınlatma aracı mumdu. Bunun Bizans
tanbul'da ilk cam kandillerin; hamam, yasaklanmıştı. Yaygınlaştıktan sonra,
döneminden farkı, yapımında zeytinyağı
cami ve benzeri yerlere şişe işleyen sır- madeni, pahalı fenerlerin yerini muşam­
yerine hayvan yağı kullanılmasıdır. Mu­
çacı fırınlarının Yahudilere ait olduğu ba fenerler aldı. Bunların alt ve üst iki
mun esas malzemesi içyağı ve balmumu
ve bunların atölyelerinin Eyüp civarında madeni parça arasında armonika gibi
idi. Birçok divan kaydında, kasapların,
bulunduğu biliniyor. Madeni şamdanlar katlananları da vardı.
hattâ evinde koyun kesenlerin, yağları
da ufak profil farklarıyla cam kandillere Vakfiyelerde camilerin aydınlatılma­
mumculara vermeleri emredilmiştir.
benzerdi. Bazılarında yapıldıkları tarih­ sında görevli olanlar ve yapacakları iş­
Özellikle fetihten sonraki ilk yüzyıllarda
ler yazılıdır. 16. yy'dan sonra İstanbul' ler özenle belirtilmiştir. Fatih Vakfiye-
İstanbul'da sürekli bir mum darlığı oldu­
da üretilmişlerdi. İstanbul'da pirinç, si'nde cami için, "Kanadili zerrin ile ol
ğu anlaşılıyor. Mumcular zimmi yani
bronz, gümüş, altın ya da tombak (cı­ kubbe-i simin evc-i letafette mah ü per-
Müslüman olmayanlardan oluşuyordu.
vayla parlatılmış bakır) kandiller yapılır­ vindir" denir. Caminin aydınlatılması
II. Mehmed'in mum işleyenlerin zimmi
dı. Saraylar için bunların değerli taşlarla için "dört nefer suleha-i nurani mezahir-i
olduğu ve ihtiyaçları olan yağın onlara
süslü olanları da üretilirdi. Osmanlı dö­ saadet-i tevfik-i rabbani suruc ü kanadil
verilmesi gerektiğini bildiren bir iradesi
neminin İznik işi klasik kandilleri de çi­ huddamı olup evvel-i leylde ikad ve
vardır. 17. yy'da bu gereği anımsatan bir
ni işçiliğinin ve klasik bezemenin bü­ iş'al-i kanadile iştigale ikdam ve bade
divan kararını Ahmed Refik yayımlamış­
yük boyda ünlü örnekleri arasındadır. edai's-salat iftası ile ihtimam edüp..."
tır. Mumcular genellikle "kefere tayfasın­
Son yüzyıllarda, zengin konutlarda ve denmiştir. Ayasofya'nm aydınlatma hiz­
dan" Rumlardı. Bunların işyerleri (mum
saraylarda, büyük aynalı ve mermer metlerinin "Üç nefer merd-i salih siraci
kârhaneleri) çokluk Yedikule civarın­
kaplı konsolların iki yanlarında, değişik vehhaç" "gah lema-i nur ile şem-i mür-
daydı. İstanbul'un daha birçok yerinde
biçimlerde, renkli camdan bezemeli fa­ deyi ihya, gah nefha-i sur ile mahv ü if­
de mumhaneler olduğunu biliyoruz. Ör­
nuslar taşıyan petrol lambaları, ev de­ na..." ederek yerine getirildiği anlatıl­
neğin 1575'te Nurbanu Sultan'ın Üskü­
korasyonunun önemli öğeleri olmuştu. maktadır. Süleymaniye Camii'nde de se­
dar'da yaptırdığı Şemhane'ye yağ sağ­
lanmasına ilişkin bir divan kararı vardır. Camilerde iki tür ışık kaynağı kulla­ kiz "siraci" vardı.
Mum üreten Rumlar yeniçerilere ve hal­ nılırdı: Birincisi, mihrabın iki yanındaki Osmanlı döneminde sokakların ay­
ka saptanmış fiyatlardan mum satarlardı. büyük şamdanlar; ikincisi, kubbeye zin­ dınlatılması 19- yy'a kadar söz konusu
Sonraları yeniçeri kışlalarında kullanılan cirlerle asılmış, caminin asıl ışık kaynağı değildi. Sadece gece bekçileri, ellerinde
mumların, örneğin 18. yy'da, doğrudan olan Bizans döneminin polikandelonu- fenerlerle dolaşırlardı. Geceleyin sokağa
kışlaların (odaların) mumcu kârhanele- na tekabül eden ve top kandil denen çıkmanın da, o dönemler nadir olduğu­
rinde mumcu denilen askerler tarafın­ avize. Yukarıya asılı anlamına gelen Fars­ nu anımsamak gerekir. Sokağa fenersiz
dan yapıldığı anlaşılıyor. Sarayın mum­ ça avize sözcüğü büyük kandil karşılığı çıkmanın yasak edilmesinden, evlerin
ları ise saray mutfağında görevli mum­ kullanılmıştır. Bazen insan boyunu ge­ ve dükkânların önüne fener asılmasının
cular (şemgerân-ı hassa) tarafından ha­ çen dev şamdanlar içine çapları 20-30 istenmesinden sonra, sokakta fener kul­
zırlanıyordu. Çok büyük sayıda küçük cm'yi bulan büyük mumlar konurdu. lanımı artmıştır. Cam fenerler genellikle
ve büyük baş hayvan tüketen saray mut­ Top kandiller ise kubbeye asılan büyük kapı önüne asılmış sabit fenerlerdi.
fağının bütün içyağları, gereken balmu­ bir madeni çember üzerine dizilmiş cam Elde dolaştırılan fenerler ise özel ola­
mu ile karıştırılarak, mum yapımında fanuslar içindeki mumlardan oluşuyor­ rak hazırlanmış muşamba bez ya da da­
kullanılırdı. Fakat bu mumcuların atöl­ du. Asılan kandiller içinde daha çok bir ha ucuz olarak kâğıttan yapılırdı. Mu­
yeleri saray dışmdaydı. Ağa kârhanesi vazoya benzeyen, gümüş, bakır ya da şamba fenercilerin en ünlü merkezi, Sü-
denen ve yeniçeri ağasına bağlı atölye­ pirinçten yapılanları da vardı. Şamdan- leymaniye'de Tiryaki Çarşısı idi.
AYDINLATMA 476

Toplumsal amaçlı aydınlatma, tören­ fenerlerle gezintiye çıkardı. A h m e d Ra- esnaf kethüdalarına yapılan tenbihle,
ler, şenlikler, donanmalar, ramazan, bay­ sim. şair Sabit'in Ramazaniye 'sinde, if­ aralarında hane bulunmayan dükkân
ram ve kandillerde ortaya çıkmış, ya­ tardan iftara dolaşan bir o b u r tipini çi­ sahiplerinin masrafını kendileri karşıla­
bancıları da yerliler gibi etkileyen ve zer: Elde işkembe fener, arkada zenbil-i mak üzere kırk-elli adım aralıkla kandil
hayran bırakan olağanüstü zengin, yara­ sahur / Gece faslında şikemharelerindir yakmaları gerekiyordu. Fenerlerin tek
tıcı biçimlere bürünmüştür. "Şehrâyin" meydan. Tarihi b e l g e l e r i n c e l e n d i ğ i n d e tip olması için zaptiye yerel zabıtaya bi­
sözcüğü şehrin donanması anlamına şenliklerde görülen d ü z e n l e m e l e r i n da­ rer örnek göndermişti.
kullanılmıştır. Mevlit ve regaip kandille­ ha k ü ç ü k boyutlarda günlük y a ş a m a da Böylece sokaklarda kandil veya fe­
rinde minarelere kandil asılmasının II. yansıdığı anlaşılır. T. Gautier bir kahve­ ner yakılması âdet haline geldi. Yüksek
Selim döneminde (1566-1574) başladığı h a n e n i n ilginç aydınlatma düzenini şöy­ rütbeli memurlar ve zengin kimseler ev­
söylenir. Berat ve miraç kandillerinde le anlatır: "Fitilli, yağ dolu kandiller kıv­ lerinin önlerini kandillerle süslediler.
de minareleri kandille süslemenin Ko- rımlı tellerle tavana asılıdır. Bu teller bir Geceleri çarşı bekçileri fenerleriyle do­
camustafapaşa Dergâhı Şeyhi Necmed- tür y a y ö d e v i görür. K a h v e c i ara sıra laşır, dükkânların kandillerini denetler­
din Hasan Efendimin tavsiyesiyle, 1577' kandillere d o k u n u n c a kandiller, ışıktan lerdi. Bu uygulamaya rağmen, gazyağı
de III. Murad tarafından irade edildiği bir b a l e gibi, inip, çıkar... Çizgilerini b e ­ dönemine kadar kenti karanlıktan kur­
söylenir. Ramazan gecelerinde minare­ lirten b i r ç o k ışıkla süslü telden yapılmış tarmak mümkün olamadı. Geceleri so­
lerin aydınlatılması ise I. Ahmed döne­ g e m i b i ç i m i n d e k i bir avize de bu garip kakta dolaşmak tehlikeli addedildi.
minde (1603-1617) yaygınlaşmıştır. Ra­ ışıklandırmayı tamamlar." Petrol 1850'lerin sonlarına doğru
mazanda mahya kurmak törensel aydın­ Işığın simgeselliği B i z a n s kültüründe ABD'de Pennsylvania'da keşfedilmiş ve
latmanın en önemli gösterilerinden biri­ olduğu kadar Osmanlı kültüründe de kısa sürede Avrupa'da kullanılmaya
dir. Zengin bir geleneği ve tekniği olan geçerlidir. Dini yapıların, türbelerin ay­ başlanmıştı. Osmanlı'ya da ticari mal
mahyacılık Lale Devrimden bu yana, dınlatılması, adaklar, karakteristik gös­ olarak gecikmeden geldi. Başlangıçta
mahya asılacak camilerin sayısının Da­ tergelerdir. B e k t a ş î t e k k e l e r i n d e on iki İstanbul'a yerleşmiş yabancılar ve hali
mat ibrahim Paşa tarafından artırılma­ köşeli kandiller ( ş e b ç ı r a ğ ) . O n İki İ m a m vakti yerinde olan yerli halk tarafından
sından sonra gelişmiştir. Bayram günle­ için yakılırdı. "Kandil" s ö z c ü ğ ü günlük kullanıldı. Petrolden önce, iç mekân ay­
rinde kandil asılması da Esma Sultanın y a ş a m ı n pratik sözlüğünde, folklorda ve dınlatma aracı olarak varlıklı kesim bal­
1725'teki doğum şenliklerinden sonra argoda olduğu kadar, simgesel ve şiirsel mumu, fakirler yağmumu ya da zeytin­
yaygınlaşmıştır. kavram ve sözlükte de ışıkla ilgili ola­ yağı, hattâ yerine ve bolluğuna göre sa­
Dini günlerde camilerin mahya ve rak b ü y ü k y e r tutar. M e h m e t Akif'in Ça­ deyağ kullanıyorlardı. Petrol zeytinyağı
kandillerle süslenmesi dışında ışığın tö­ n a k k a l e şehitleri için yazdığı şiirde şe­ kandilleriyle mumlara oranla daha fazla
rensel kullanımına daha da görkemli hitlerin mezarı üzerine astığı avize, Y e d i ışık veriyordu. Bu nedenle, kısa sürede,
büyük şenlikler sırasında rastlanırdı. Kandilli Süreyya, B o ğ a B u r c u içinde ye­ ülkeye tenekelerle çok miktarda gazya­
Büyük şenliklerde çok sayıda meşale ve di yıldızdan oluşan Ü l k e r grubunu sim­ ğı ithal edildi. Bir süre sonra biriken te­
kandil düzenlemeleri yapılırdı. Kandil­ g e l e y e n bir metafordur. nekeler Osmanlı'da tahıl ölçü birimi o-
lerle mahya düzenlemek de sadece ca­ Bibi. "Lighting", "Lamps": Dictionary of larak kullanılmaya başlandı.
milere özgü değildi. Denizde gemi di­ Byzantium, II; L. Bouras, "Byzantine Ligh­ Petrol beraberinde depolama sorunu­
rekleri arasında ya da yüksek yerlerde ting Devices", fahrbuch der Österreichischen nu getirdi. İstanbul'daki yapıların büyük
kandillerle resimler yapılır, yazılar yazı­ Byzantinistik, 32/3 (1982), s. 479-91; Bün- çoğunluğunun ahşap oluşu nedeniyle,
lırdı. Böyle tören günlerinde kentin ay­ gül, Eski Eserler; And. Şenlikler, 101-121,
d'Ohsonn. Tableaıt. zaten eksik olmayan yangın tehlikesini
dınlatılması olağanüstü boyutlara ulaşır­ artırmamak için şehir dışında depolar
DOĞAN KUBAN
dı. Petit la Croix 17. yy'da Boğaz'm iki kurularak oralarda gaz depolanması uy­
kıyısının da aydınlatıldığını söyler. Anla­ Tanzimat D ö n e m i gun görüldü. Önceleri petrole sulu gaz
şıldığına göre, ahşap direklerle yapılan O s m a n l ı d ö n e m i n d e sokakların düzenli deniyordu. Zamanla bu tabir değişti,
hafif konstrüksiyonlara. iplerle çeşitli bi­ aydınlatdması ilk k e z Tanzimat sonra­ gazyağı denmeye başladı. Romanya'nın
çimler meydana getirecek şekilde kan­ sında g ü n d e m e geldi. K e n t ö n c e gaz­ ardından Çarlık Rusyası'ndan da petrol
diller asılıyordu. Bunlar makaralar aracı­ yağı, ardmdan havagazı ve nihayet elek­ getirildiğinde, halk arasında Romen ga­
lığı ile inip çıkıyor, çeşitli biçim olanak­ trikle aydınlatıldı. zına oranla daha vasıflı olan Rusya kay­
ları yaratıyorlardı. Bu kandiller rüzgâra Sokakların petrol lambasıyla aydınla­ naklı petrole Batum gazı adı verildi.
karşı cam fanuslarla korunuyordu. Fa­ tılmasından ö n c e , geceleri e n d e r de ol­ O zamanlar sokakların aydınlatılması
nusun içine kaba yağ, su ve fitil olarak sa s o k a ğ a çıkıldığında fenerle dolaşılır- kentin güvenliğiyle ilgili bir sorun ola­
pamuk konuyordu. dı. Fenersiz sokağa çıkmak yasaktı. Dev­ rak görülüyordu. Hers adında yabancı
Osmanlı tarihinde ışığın gösterilerde riye memurları fenersiz gezenleri kara­ bir müteahhit 1864'te dönemin güvenlik
kullanımının doruğa çıktığı dönem Lale k o l a çekerdi. F e n e r l e r m u ş a m b a ya da işlerine bakan en yüksek mercii olan
Devri'dir. Lale Çeragâm denen gösteriyi kâğıttan yapılırdı. Bâb-ı Zaptiye Nezareti'ne başvurarak so­
Muradgea d'Ohsonn anlatır. Çırağan Sa- T a n z i m a t ' l a birlikte k e n t h i z m e t l e r i kakları gazyağıyla aydınlatma imtiyazını
rayı(->) bu gösterinin yapıldığı Boğaziçi ö n e m kazandı. Batı'nın çağdaş k e n t ol­ aldı. Görüşmeler sonucu teklif uygun
Kasrı yerine sonradan yapılan saraydır. gusu Osmanlı'yı da b e n z e r ö n l e m l e r al­ görülmüş ve yapılan anlaşma gereğince
Işık, çiçek, kandil biçimleri, hareket m a y a s e v k etti. 1 8 4 7 ' d e yayımlanan bir müteahhit firma, İstanbul, Üsküdar ile
eden objeler, üzerine konan kandiller, r e s m i bildiride g e c e l e r i s o k a k l a r ı n ay­ Boğaziçi ve Marmara kıyılarındaki köy­
aynalar ve meşalelerle yaratılan ışık dü­ dınlatılmasının "mamuriyet ve m e d e n i ­ lerin aydınlatılmasını taahhüt etmişti.
zenleri Osmanlı döneminde etkili bir yet" eseri olduğu belirtilerek çarşıda Müteahhide her ay için lamba başına
sanat haline dönüştürülmüştür. O dö­ dükkânların ö n l e r i n e kandil asılması ge­ 22,5 kuruş ödenecek, gaz lambalarının
nemde, olağanüstü günlerde bütün kent­ reği vurgulandı. Arzu e d e n l e r evlerinin yerleri Zaptiye Nezareti tarafından tespit
te saraylar, kışlalar, yalılar, minareler on ö n ü n e de kandil asabileceklerdi. B i r sü­ edilecekti. Fenerler yaz ve kış, güneşin
binlerce kandille donanırdı. Ne var ki, re sonra, Meclis-i Vâlâ-i Ahkâm-ı Adliye batmasından sonra yakılacak, güneş do­
bu gösteriler havagazı ile aydınlatma kararı üzerine, b u n d a n b ö y l e m e m u r v e ğuncaya kadar yanık kalacaktı. Fener­
başlayana kadar, kent sokaklarını ka­ b e n d e g â n h a n e v e yalıları ö n l e r i n d e lerle gaz lambalarını mahalli idare sağ­
ranlıktan kurtaramamıştır. Bu nedenle tüm yıl b o y u n c a birer v e y a ikişer kandil layacak; bu fenerlerin yakılmasına, sön-
ramazan geceleri, daha aydınlık bir y a k m a y a m e c b u r tutuldular. Halk ara­ dürülmesine ve bakımına müteahhit fir­
kent imgesi olarak folklorda özel bir sında da bu usulü b e n i m s e y e n l e r i n hü­ manın adamları memur edilecekti.
yer tutmuştur. Ramazan gecelerinde da­ k ü m e t n e z d i n d e takdir g ö r e c e k l e r i kay­ Fenerlerin işler bir halde bulundurul­
ha aydınlık olan sokaklarda, halk elinde d e d i l i y o r d u . Ayrıca ş e h r e m a n e t i n d e n masına, tamirine, kırılan lambaların ye-
477 AYDINLATMA
AYDINLATMA 478

nilenmesine ait giderler, müteahhit tara­ elektrik imtiyazının verilmesini tramvay yılda 4.000 saat, diğer 300'ünün her biri
fından ödenecekti. Müteahhit, masrafı ve gaz şirketlerinin imtiyazlarıyla bağ­ yılda 2.000 saat yakılacaktı. Diğer bir
kendisi tarafından karşılanmak üzere daştırmak güçtü. Sorun, görüşmeler so­ deyişle yarısı sabaha kadar, diğer yarısı
uygun yerlerde gaz ambarları kuracaktı. nucu çözüldü ve merkezi Peşte'de bulu­ gece yarısına kadar yakılacaktı.
Her mahallenin sokaklarında yakılan nan Ganz Elektrik Arıonim Şirketime 50 Yabancı şirketlerle yapılan bu tür
gaz bedeli, zaptiye idaresi tarafından, yıl için Rumeli cihetinde 1. ile 12. daire­ sözleşmelere konan aydınlatma madde­
mahalle imam ve muhtarları eliyle her ler sınırları içinde elektrik dağıtımı imti­ leri yeterince işletilemedi. Yukarıda be­
ay halktan tahsil edilecekti. 1877'de gaz yazı verildi. Sözleşme gereği elektrik lirtildiği gibi elektrik şirketi ancak 1920'
bedellerinin tahsili "tenviriye resmi" a- donanımı Haziran 1913'te tamamlana­ den itibaren kenti aydınlattı. Yedikule
dıyla belediyelere verildi. caktı. Ancak Silahtarağa'da yapımına Gazhanesi savaş yıllarında ordunun fab­
Sonraları İstanbul dışında diğer kent­ başlanan santral, Balkan Savaşı nedeniy­ rikayı tahrip ettiği gerekçesiyle işleme­
lerde de sokaklar petrol lambalarıyla le bir süre aksadı. Öte yandan 28 Eylül di. Dolmabahçe Gazhanesi ise yeni söz­
aydınlatılmaya başlandı. Bu nedenle be­ 1913 günü İstanbul'u sel bastı ve santral leşmeyi savaş ve işgal yıllarında uzun
lediyeler "gazhane" adıyla petrol tene­ binası önemli ölçüde hasar gördü. süre uygulamaya koymadı.
kelerini muhafaza etmek için depolar Sözleşme gereği 3.000 kw'hk (kilo­ I. Dünya Savaşı başladığında Yedi­
açma gereği duydular. İstanbul'da en vat) bir merkez fabrikası kurulacak ve kule Gazhanesi'nce Beyazıt ve Fatih da­
büyük petrol ambarları şehremanetinin imtiyaz süresince şehremaneti adına irelerinde 4.000; Tophane Gazhane­
Çubuklu depolarıydı. 600 genel aydınlatma lambası konacak­ si'nce Beyoğlu ve kısmen Yeniköy da­
Batı'da havagazı, yani madenkömü- tı. 24.000 paydan oluşan 12 milyon iresi dahilinde 1.966 ve Kadıköy Gazha­
ründen gaz üretimi 1812'de bulundu. frank (528.000 lira) sermaye ile şirket nesi'nce Üsküdar, Kadıköy ve kısmen
İlk olarak 1813'te, Londra, havagazıyla kurulmuş ve Silahtarağa Elektrik Santra­ Hisar daireleri sokaklarında 2.776 fener
aydınlatılmaya başlandı. Onu Paris ve lı 14 Şubat 1914'te faaliyete geçmişti. yakılmaktaydı. Üç gazhanenin beslediği
diğer Batı kentleri izledi. Osmanlı top­ Santral işletmeye alındıktan sonra pay toplam fener adedi 8.742 idi. Yine savaş
raklarında ise havagazı Abdülmecid dö­ senetleri tümüyle Belçika'dan Sofina öncesi belediye daireleri dahilinde 2.316
neminde (1839-1861) Dolmabahçe Sara- m ü e s s e s e s i n e devredilmiş, b ö y l e c e petrol. 277 ark lambası (lüks) yakılmak­
yı'nın yapımıyla gündeme geldi. Sarayın Ganz ismi ortadan kalkarak yerini Sofi- ta idi.
aydınlatılması için yakın bir mekânda na'ya bırakmıştı. Durum 1920'de de farklı değildi.
bir gazhane kurulması gereği doğmuş, Santral her biri beşer bin kilovatlık Elektrikle aydınlatma başlamadan önce
bu nedenle Dolmabahçe Gazhanesi in­ üç türbojeneratör grubu ile saatte 12- İstanbul ve Bilâd-ı Selase diye bilinen
şa edilmişti. Daha sonra Beylerbeyi Sa­ 13.000 kg buhar verecek altı kazanla Üsküdar, Galata-Beyoğlu ve Eyüp semt­
rayı inşa ettirildiği sırada, Kuzguncuk'ta donatılmıştı. 1921'de bu üç türbin gru­ leri toplam 8.747 lambayla donatılmıştı.
dere içinde ikinci bir gazhane kuruldu. buna, yeni bir makine dairesi de inşa Bu sayıyla ancak İstanbul'un birinci ve
Her iki gazhane de başlangıçta sara­ edilerek, 12.000 kw'lık bir türboalterna- ikinci derecedeki sokakları geceleyin
yın aydınlatılması için yapılmışsa da bir tör ile saatte 12.000 kg buhar veren iki aydınlatılıyordu. Osman Nuri Erginin
süre sonra saray dışına da hizmet götür­ kazan daha eklenmişti. tahminine göre kentin gereği gibi ay­
dü. Gazhaneler 1856da, özellikle sokak İstanbul'da öncelikle tramvaylara dınlatılması için yirmi-otuz bin sokak
aydınlatması için saray dışına gaz ver­ elektrik verildi. Balkan Savaşı nedeniy­ fenerine ihtiyaç vardı.
meye başladılar. İlk aydınlatılan cadde, le, tramvay kumpanyasının çekim gücü
Cumhuriyet Dönemi
Beyoğlu'nda bugün İstiklal Caddesi ile olan atlara ordu tarafından el konmuş,
Galip Dede Caddesi'ni kapsayan eski­ elektrik tek seçenek olarak kalmıştı. Ar­ 17 Haziran 1923'te Sofina, Ankara hü­
nin Cadde-i Kebiridir. dından özel tesisata da akım verildi. kümetiyle yeni bir sözleşme yapmış, o
güne kadar sağladığı hak ve çıkarları
İstanbul suriçinin aydınlatılması ise 1914 sonunda şebeke uzunluğu 258.320
hükümete kabul ve tasdik ettirmişti.
ancak II. Abdülhamid döneminde ger­ m, indirici merkez adedi 60 ve müşteri
Fabrika ve şebekede yapılacak tevsiata
çekleşti. 1880'de Yedikule Gazhanesi toplamı 2.055'ti.
karşılık olmak üzere kuruluş sermayesi­
inşa edilerek kentin bu kesimi de hava­ İstanbul'da elektrik 1914'te üretilmiş-
ni de 12 milyon franktan 30 milyon
gazıyla aydınlatılmaya başlandı. se de sokaklarm elektrikle aydınlatılma­
franga (1.320.000 Türk Lirası) çıkarmıştı.
1891'de Georgy isminde bir Fransız sına ancak 1920'de başlanabildi. Gaz ve
Aynı yıl fabrikadaki türbojeneratörler-
mühendise 50 yıl süreyle Kadıköy, Üs­ elektrik şirketlerine ayrıcalık verildiği sı­
den biri sökülerek yerine 10.000 kw ta­
küdar ve 8. Daire-i Belediye sınırlarına rada sözleşmelere sokakların belediye
katinde yeni bir türbin konmuştu.
kadar olan yörelerin madenkömürün- adına ve hesabma parasız fenerle dona­
den üretilen gaz ile aydınlatılma ve ısı­ tılması konmuştu. Şebeke Büyükdere ve Bakırköy'e ka­
tılma imtiyazı verildi. Böylece Kadıköy Nitekim Dersaadet Gaz Şirketi bele­ dar uzatılmış, indirici merkezi sayısı
Gaz Şirketi de faaliyete geçmiş oldu. diye hesabına parasız 200 fener yak­ 152'ye, şebeke uzunluğu 265 km'ye ve
Elektrik alanında 19- yy' l n ilk yarısın­ makla yükümlüydü. I. Dünya Savaşı ön­ müşteri sayısı 30.228'e çıkmıştı.
da önemli gelişmeler sağlanmışsa da cesi İstanbul sokaklarına sözleşme gere­ Cumhuriyet'in ilk yılında aydınlatma­
elektriğin aydınlatmada kullanılması için ği 3.943 fener konmuştu. da kullanılan havagazı, petrol ve lüks
yüzyılın sonunu beklemek gerekiyordu. Dolmabahçe Gazhanesi'nce de şehre­ lambalarının sayıları sırasıyla 1.345, 250
Paris'te havagazı aydınlatması 1838'de maneti hesabma parasız 200 fener yaktı- ve 66'ya düştü. Buna karşılık 1.228
başladı; 1878'den sonra elektrik ile ay­ rılması sözleşmeye alınmış, Üsküdar ve elektrik lambası kondu. Bu lambaların
dınlatmaya geçildi. Kadıköy Gaz Şirketi de sokaklara 2.989 323'ü 1.500 mumluk ve 905'i 250 mum­
Elektriğin Osmanlı payitahtına gelişi­ fener koymuştu. Bunlarm 70 adedi pa­ luktu. Beyazıt, Beyoğlu, Yeniköy ve
nin gecikmesini, şehremaneti mektup­ rasız, diğerleri bedel karşılığıydı. Fitille­ Makriköy (Bakırköy) tümüyle elektrikle
çusu Osman Nuri (Ergin) de dahil bir­ rin değişimi ve şişelerin bakımı dahil fe­ aydınlatılmıştı. Bu dairelerdeki ampul
çok yazar II. Abdülhamid'in istibdatına nerlerin yakılması şehremanetine ayda sayıları sırasıyla; 196, 538, 75 ve 40 idi.
ve güvenlik kaygısına bağlar. Hattâ 85 ile 90.000 kuruş dolayında bir mebla­ Fatih Dairesi de hemen hemen tümüyle
devlet, Şam, Selanik gibi diğer kentler­ ğa mal oluyordu. Şirketin imtiyazı 25 elektriklendirilmişti. 7 lüks radyum lam­
de elektrik donanımına izin verdiği hal­ Temmuz 1920 tarihinde 50 yıl uzatılırken basına karşılık 188 elektrik lambasına
de İstanbul'da elektrik kullanımına ge­ bedelsiz fener adedi 100'e çıkarıldı. sahipti. Üsküdar ve Adalar hâlâ havaga­
çilememiş, bu nedenle tramvaylar da Şehremaneti, elektrik şirketiyle söz­ zı kullanıyordu. Bu dairelerde sırasıyla
elektrik gücüyle işletilememişti. leşme yaparken bedelsiz 12 amperlik 371 ve 719 havagazı lambası vardı. Hi­
II. Meşrutiyetle (1908) birlikte elek­ 600 adet ark lambası asılması şart koşul­ sar ise 250 petrol lambası ve 245 hava­
trik fobisi kalktı. Ancak İstanbul'da muştu. 600 lambadan 300'ünün her biri gazı lambasıyla aydınlatılıyordu.
479 AYDINLATMA

Dolmabahçe Gazhanesi.
Ara Güler. 19501er

1924'te Kadıköy Gaz Şirketi hükü­ şirketin faaliyet alanı Pendik'ten Adalar uzunluğu 1.402 km; indirici merkezi sa­
metle yeni bir anlaşma yaparak geriye ve Karadeniz Boğazıma kadar genişledi. yısı 319 ve abone sayısı 123.781 idi.
kalan imtiyaz müddetini yeniden 50 yıl Yapılan takviye neticesinde fabrikanın ÎETT(->) (İstanbul Elektrik, Tramvay
uzattı. Bu arada Kadıköy ve havalisinin elektrik üretim kudreti 65.000 kw'a yük­ ve Tünel İşletmeleri) 16 Haziran 1939
elektrik imtiyazı da bu şirkete verildi ve seltildi. gün ve 3645 sayılı yasayla tüzel kişiliği
şirketin adı Kadıköy Elektrik ve Hava­ Ancak 1931-1937 arası dünya buhra­ olan ve İstanbul Belediye Reisliği'ne
gazı Kumpanyası (Satgazel) oldu. nı ve Türkiye'nin izlediği para politikası bağlı bir umum müdürlük olarak kurul­
I. Dünya Savaşımda faaliyetini tatil nedeniyle Sofina dış borçlarını ödeye- du. Havagazı şirketi 1945'te satın alındı
eden Yedikule Gazhanesi de Satgazel ta­ medi; bu nedenle de taahhütlerinin bir ve İETT bünyesinde yer aldı. İdare ge­
rafından devralındı. Şirket bir süre elekt­ kısmım yerine getiremedi. Var olan te­ lirleriyle kurulmuş olan otobüs ve tro-
rik şirketinden satın aldığı elektriği Ana­ sisler ufak tefek tamiratla sürdürülmeye leybüs işletmeleri ile birlikte İstanbul'un
dolu cihetinde şebeke tesisi ile satmaya çalışıldı. Sözleşme hükümlerinin yerine en önemli altı kamu hizmeti İETT bün­
devam etti. Ancak faaliyetini daha fazla getirilmediğini gören hükümet şirketin yesinde toplanmış oldu. İETT İşletmele­
devam ettiremeyerek imtiyaz ve tesisatı­ donanımını satın almaya karar verdi ve ri Umum Müdürlüğü elektrik ve hava­
nı 1931'de Sofina Şirketine sattı. görüşmeler sonucu 31 Aralık 1937 günü gazı üretecek ve dağıtacak; kent içi oto­
Cumhuriyet ertesi, kentin yıllardır sü­ tüm mal varlığı ve tesisat 11.500.000 lira büs, troleybüs ve tramvay-tünel yolcu
regelen ekonomik durgunluğu giderek bedel karşılığı ve yüzde 5 faizle 20 yıl­ taşımacılığı yapacaktı.
son bulmuş, sanayi faaliyetleri, atölye­ da ödenmek koşuluyla satın alındı. İstanbul günden güne genişliyor, sı­
ler, imalathaneler ve fabrikalar kurul­ Elektrik şirketi devralındığı tarihte nai faaliyet yoğunlaşıyordu. Kentin elek­
maya başlamış, sınırlı da olsa nüfus artı­ fabrikada 65.000 kw gücünde 5 muhte­ trik enerjisine olan ihtiyacı her geçen
şıyla kentte bina yapımı artmıştı. Elek­ lif grup ve 40.0000 kw gücünde buhar gün artıyordu. Sofina'dan devralınan ve
trik tüketiminin sürekli artışı karşısında, veren 12 kazan bulunuyordu. 345 km amortisman süresini çoktan doldurmuş
Eylül 1926'da Sofina Şirketi hükümetle yeraltı kablosu, 12 km denizaltı kablosu bulunan eski tesisatın bakımdan geçiril­
yeni bir sözleşme yaparak imtiyaz müd­ ve 53 km yüksek gerilim şekebesi; 409 mesi, yenilenmesi ve tevsii gerekiyordu.
detini 1993'e kadar uzattı; sermayesini km yeraltı ve 478 km alçak gerilim şe­ Bu nedenle yönetim 5 yıllık bir ıslahat
56 milyon İsviçre Frangı'na, buna karşı­ bekesi ve ayrıca 55 km pilot kablosu ve programı hazırladı.
lık yeni bir türboalternatör ile fabrika­ nihayet 301 indirici merkezi, 422 trans­ Bu program gereğince önce fabrika­
nın üretim gücünü 47.000 kw'a çıkardı. formatör ve 3.669 genel ışık lambası nın üretim gücünü artırmak gerekiyor­
Arnavutköy-Vaniköy arasında denizaltı- vardı. Müşteri sayısı 107.156 ışık ve du. Bu amaçla 1939'da Almanya'ya saat­
na döşenen kablo ile elektrik enerjisi 4.618 sınai tatbikat olmak üzere 111.774 te 12.000 kw gücünde gelişmiş iki adet
Anadolu yakasına da verildi. Şirket 1927' abone idi. kazan sipariş edildi. Aynı zamanda
de Silahtarağa-Yedikule yüksek gerilim 1 Ocak 1938 günlü ve 3480 sayılı ya­ 1.000 m2 genişliğinde ve 1 m kalınlığın­
havai hattını kurdu ve buna karşılık ser­ sayla hükümetçe satın alınarak Nafıa Ve- da betonarme bir radye üzerine kazan
mayesini 60 milyon İsviçre Frangı'na kâleti'ne bağlı İstanbul Elektrik İşleri dairesi yapıldı. II. Dünya Savaşı'na rağ­
yükselti. Umum Müdürlüğü kuruldu. Bir süre bu men kısa sürede getirilen ve bina ile
21 Nisan 1931'de yapılan bir sözleş­ şekilde yönetildikten sonra 16 Haziran birlikte bir milyon liraya mal olan yeni
me ile Kadıköy Elektrik ve Havagazı 1939 gün ve 3645 sayılı kanunla beledi­ kazanlar, yönetimin belediyeye devrinin
Kumpanyası (Satgazel) şirketçe 2.785.500 yeye devredildi. İşletmenin aynı yıl üret­ ilk yıldönümünde, yani 17 Haziran 1940'
İsviçre Frangı'na satın alındı; böylece tiği elektrik 145.245.515 kw/saat; şebeke ta hizmete alındı.
AYDINLATMA 480

İETT ayrıca yüksek ve alçak gerilim


şebekelerini güçlendirmek ve güvenilir­
liklerini artırmak için önemli ıslahata gi­
rişti. Bu arada Boğaz'ı iki taraftan çevir­
mek üzere 35.000 volt gücünde bir buk­
le tesis ve Silahtar, Beyazıt ve Bakır­
köy'de merkezler yapımına girişildi.
1940 sonuna kadar, değişik ebatta 150
km'lik şebeke ve 26 indirici merkezi in­
şa edildi. Ancak savaşın neden olduğu
güçlükler nedeniyle programa devam
edilemedi. İthal edilemeyen bir kısım
malzemenin ülkede imali yoluna gidil­
di. Güç şartlar altmda İstanbul elektrik­
siz bırakılmamaya çalışıldı.
Savaş yıllarında her tür malzeme fi­
yatının günden güne artması, memur
maaşlarına ve işçi ücretlerine zam yapıl­
ması, yönetimin masraflarının katlanma­
sı üzerine elektrik ücreti 1942'de kw'ı
12 kuruştan 15 kuruşa ve 1943'te 15 ku­
ruştan 17 kuruşa çıkarıldı. Bu zamlar
sayesinde yönetim belini doğrultabildi.
1943'te 1.493.986 lira kâr etti.
Abone sayısı 14l.238'e, genel ışık lam­
baları 6.851'e, fabrikada üretilen enerji Günümüzde aydınlatma görsel bir işlev de kazanmıştır. Fotoğrafta böyle bir kullanım
örneğinde Kız Kulesi ve arka planda, Süleymaniye Camii'nin minareleri arasına gerilmiş
143.067.165 kw/saate yükseldi.
mahya görülüyor.
Savaş sonrası ekonomik gelişmenin Ara Güler
neden olacağı talebi göz önünde bulun­
duran İETT, Silahtar fabrikasını 30.000
kw gücünde yeni bir türbojeneratör ile çırmamak için krediyi ve santral kurulu­ kadar getirecek, abonelere belediye
güçlendirmeye karar verdi. 1945'te bir şunu Etibank'a devretti. Bundan böyle adına dağıtımını İETT üstlenecekti. Yasa
İsviçre firmasına sipariş edilen bu tür­ İstanbul'un aydınlatılmasında ve enerji gereğince 8 Ekim 1970'te Silahtarağa
bojeneratör Mayıs 1949'da bütün yar­ ihtiyacında İETT-Etibank ikilemi günde­ Santralı da TEK'e devredildi.
dımcı tesisleriyle birlikte hizmete girdi. me geldi. Elektrik üretimini ve dağıtımı­ Kent şebekesinin ıslahı ve güçlendi­
1948'de abone sayısı 168.235'e yüksel­ nı yitirmek İETT için önemli bir kayıptı. rilmesi için yeni indirici merkezler ku­
di. Genel ışık lambaları 10.200'e ulaştı. Bu nedenle Etibank karşısında İETT ruldu. Gerekli yenilemelerle ek kuaıluş-
Fabrika 223.989.995 kw/saat enerji üret­ varlığını koruyabilmek çabası içerisin­ lar yapıldı. İstanbul'da Yıldıztepe, Da-
ti. Yeni türbojeneratörün hizmete giri­ deydi. vutpaşa ve Ümraniye'deki transformatör
şiyle elektrik tüketimine konmuş olan Bu arada 19601ı yılların ikinci yarı­ merkezlerinin kapasiteleri TEK tarafın­
sınır da kaldırıldı. sında İsviçre'den 36 milyon dolarlık dan iki katma çıkarıldı. Aksaray ve Tak­
İstanbul'un elektrik enerjisi 1952'ye kredi karşılığında 300.000 kw gücünde sim gibi merkez bölgelerde yeni trans­
kadar Silahtarağa Santralımdan karşılan­ bir santral kurma girişiminde bulunul­ formatör merkezleri kuruldu.
dı. Bu tarihten sonra Çatalağzı Santra- du. Böylece İstanbul'un elektriği güven­ 19701i yılların başında İETT idaresi de
lı'ndan da elektrik alınmaya başlandı. ce altına alınmış olacak, arızalar ve ke­ Hasköy, Tozkoparan, Harbiye ve Kazlı-
1950'li yıllarda İstanbul hızla büyüdü; silmeler önlenecek, voltaj düşüklüğü­ çeşme'de yeni transformatör merkezleri
nüfusu arttı; yerleşme alanı genişledi. nün önüne geçilecekti. Fakat sonunda kurmuştu. Şebekeye verilen elektrik
Kentleşme ve sanayileşme elektrik tüke­ İsviçre kredisi de Etibank'a devredildi. enerjisi 1968'de 1.505.190.950 kw/saat
timini sürekli yukarı çekti. 1950'li yılların İstanbul'u besleyecek yeni santral, iken 1972'de 2.100.000.000 kw/saate
sonlarına doğru ICA uzmanları kurumu Etibank tarafından Silahtarağa'da kurul­ ulaştı. 1960'ta 23.023 olan genel aydınlat­
ziyaretleri sırasında İETT'nin İstanbul'da­ mak istendiyse de, toprak anlaşmazlı­ ma lamba sayısı 1970'te 35.262 oldu. Bu
ki sanayiyi besleyen bir sınai kuruluş ol­ ğından ötürü Küçükçekmece'nin Hara- arada 10 yıl içinde 9.492 normal lamba,
duğunu gördüler; Amerikan yardımın­ midere yöresinde. Ambarlıda kuruldu cıva buharlı lambaya çevrildi.
dan yararlanmasının zorunlu olduğunu ve birinci ünite 1966'nın son ayında ça­ 1970'li yıllarda kentin elektrik ihtiya­
vurguladılar. ICA İstanbul'un elektrik so­ lışmaya başladı. Ambarlı Termik Santra- cı ağırlıklı olarak Ambarlı Termik Sant­
rununu EBACO firmasına inceletti ve Si- lı'nın(->) ikinci ünitesi 1967'de hizmete ralımdan sağlandı. Kent elektrik dağıtım
lahtarağa'nın genişletilmesi amacıyla ICA girdi. Her iki üniteden ayn ayrı 110.000 şebekesi giderek yurt ölçeğinde gerçek­
tarafından 42 milyon dolar tutarında kre­ kw'lık elektrik elde edildi. Üçüncü üni­ leştirilen elektrik ağına alındı. Önce
di açılmasını ve 120.000 kvv'lık iki sant­ te 1970'te faaliyete geçti. ulusal sistemin Batı Anadolu bölümüne,
ral kurulmasını kararlaştırdı. Ambarlı Termik Santralımdan üretile­ sonra ulusal sisteme bağlandı. Ancak,
Ancak 1960'taki askeri müdahale, ge­ cek elektrik enerjisinden bütün Trakya uzak mesafeden güç taşınması büyük
lişmeleri olumsuz etkiledi. Üst yönetici­ illerinin de yararlanması öngörülmüştü. enerji kayıplarına neden olmaktaydı. Bu
ler görevlerinden alındılar. İETT'ye yeni Ambarlı Keban'dan sonra Türkiye'nin nedenle kent büyük ölçüde Ambarlı ve
bir yönetim geldi. 1961 başında elektrik ikinci büyük santralıydı. İstanbul, Am­ Batı Anadolu santrallarmdan beslendi.
üretimi 714.576.880 kw/ saatti; şebeke barlı kuruluncaya kadar Silahtarağa'nın 1977'de kentin dağıtım şebekesine 3.226
uzunluğu 3.411.633 m'yi buldu. İndirici yanısıra Çatalağzı ve Kuzeybatı Anadolu milyon kw/saat enerji verildi. Ancak, bu
merkezi adedi 692 idi. 196l'de Silahtara­ santrallarmdan alman ek enerji ile bes­ miktar büyüyen ve sanayileşen kentin
ğa Elektrik Fabrikası'nm kazan ve türbin lenmişti. ihtiyacını karşılamakta yetersiz kaldı.
takati 130.000 kw'tı. 1312 sayılı yasayla kurulan Türkiye Sanayi kuruluşlarının bir bölümü jene­
1962-1963'te İETT'nin, ICA kredisini Elektrik Kurumu (TEK) ülkenin elektrik ratör kullanmak zorunda kalıyordu.
mali gerekçelerle almakta tereddüt gös­ işlerine yeni bir yön verdi. Yasaya göre İETT ve ODTÜ'nün işbirliği ile hazır­
termesi üzerine hükümet bu olanağı ka­ TEK elektriği İstanbul belediye sınırına lanan projede 1975-1985 dönemi için
481 AYDINLIK

yeni santrallar öngörüldü, istanbul'un miktarı yaklaşık 57.770.000 kw/saattir. tir. Ayrıca Çukurcuma, Horhor, Mecidi-
kişi başına günlük elektrik tüketiminin Anadolu yakasındaki toplam ş e b e k e yeköy, Çadırcılar ve Topkapı bitpazarla-
0,5 kw'tan, 1,11 kw'a çıkması bekleni­ uzunluğu 3-250.000 m'dir. rı ile Beşiktaş hurdacılarından alınmış
yordu, istanbul Elektrik Şebekesi Tevsii 1993 verilerine göre, İstanbul'un Av­ çok değerli parçalar vardır. Diğer eser­
ve Islahı Projesi kapsamında 17 büyük rupa yakasına elektrik veren TEK'e ait ler ise, Mehmet Yaldız tarafından Hol­
merkez, 574 dağıtım merkezi ve 500 km şebeke uzunluğu ise yaklaşık 18.000.000 landa, Fransa, Avusturya ve İngiltere'
dağıtım şebekesi yapımı planlandı. m'dir. Bu miktar, her türlü havai hat, ye­ den satın alınmıştır.
1977'de ÎETT'nin toplam şebeke u- raltı ve sualtı kablolarını da kapsamakta­ Müzede, MÖ 7000 yıllarından kalma
zunluğu 7.022 km, toplam abone sayısı dır. TEK İstanbul Şubesi için satın alınan kandillerden günümüzde kullanılan
ise 999.579'du. Sağlanan elektrik enerjisi toplam elektrik miktarı 7,3 milyar kw/sa- modern aydınlatma ve ısıtma araçlarına
35-10 kw'lık alçak gerilim şebekesi ile at iken bunun 6,2 milyar kw/saati abo­ kadar her dönemden 600 eser bulun­
dağıtılıyordu. Abonelerin 933-713'ü ko­ nelere satılmaktadır. Yaklaşık 2.100.000 maktadır. Kandiller; karpit, gaz, havaga­
nut, ticaret kuruluşu ve resmi kurumlar, a b o n e s i olan TEK'in a b o n e l e r i n i n zı ve mumla yanan fenerler; tekke, kili­
65.462'si küçük ve 404'ü büyük sanayi 1.500.000'i mesken, 310.000'i ticaretha­ se, sinagog ve konak şamdanları; soba­
kuruluşuydu. Türkiye genelinin üçte bi­ ne, 100.000'i küçük sanayi kuruluşu, lar; kaloriferler; 18ö7'de İngiltere'de ya­
rini oluşturan İstanbul'un sanayi kuruluş­ 130.000'i mesken dışı ortak kullanım pılmış ilk şofben, buhurdanlar, mangal­
ları, İstanbul'a verilen enerjinin yüzde alanları, 13.000'i şantiyeler, 6.000'i resmi lar dikkat çekicidir. Müzede bulunan en
60-70'ini tüketiyordu. Abone sayısı bir kurumlar, 3.500ü TEK'te çalışan perso­ değerli parçalar arasında tarihöncesi dö­
milyona yaklaşıyor görünüyorsa da, ger­ nel, 2.000'i büyük sanayi kuruluşları, nemden kalma toprak, cam ve metal
çek sayı kaçak kullanımlar nedeniyle 1.500'ü tüketim bedeli alınmayanlar, kandiller, Roma ve Bizans şamdanları,
bunun çok üzerindeydi. 1.400'ü hayır kurumları, 45'i tarımsal su­ Selçuklu ve Memluk demir kandilleri,
30.3.1990 tarihinden bu yana, TEK lama yerlerinden oluşmaktadır. bir eşi de Fransa'da Louvre Müzesi'nde
Genel Müdürlüğü ile bir sözleşme imza­ ZAFER TOPRAK olan porselen kandil, 13. yy'a ait ocak­
layan AKTAŞ Elektrik Şirketi, İstan­ lar, Beykoz işi kandiller, giyotinli şam­
bul'un Anadolu yakasındaki elektrik da­ AYDINLATMA VE ISITMA danlar, yumurtanın tazeliğini ölçmeye
ğıtım hizmetlerini yürütmektedir. 1992 ARAÇLARI MÜZESİ yarayan aynalı şamdan, ingiltere'den gel­
verilerine göre, yüzde 50'si Ar Hol- me yürüyen soba sayılabilir.
Kadıköy, Büyükçamlıca Tepesi'nde üç
ding'e, yüzde 15'i ise TEK'e ait olmak Müzenin bir bölümünde de, gene
katlı bir evin düzenlenmesiyle oluşturu­
üzere çok ortaklı bir kuruluş olan AK- Yaldız tarafından toplanmış elle çalışan
lan Türkiye'nin ikinci özel müzesi.
TAŞ'ın kurulu gücü 1.175 MVA (Mega film makineleri, buhar makinesi maketle­
25 Haziran 1991'de ziyarete açılan
Volt Amper) ve abone sayısı 955.000'dir. ri, ilk pil, radyo, gramofon örnekleri gibi
müzenin kurucusu ve sahibi işadamı
1992'de TEK' ten satın alınan enerji mik­ değerli başka eserler sergilenmektedir.
Mehmet Yaldız'dır. Büyükçamlıca'da Se­
tarı 3.051.860.000 kw/saattir. Bu mikta­ fa Tepesi adıyla bilinen yerde, eski bir AYŞE HÜR
rın 501.860.000 kw/saatlik miktarı, şebe­ evin onarılması ve eklemeler yapılma­
ke kaybı olup, 103-569.000 kw/saati ge­ sıyla oluşturulan bina, üç müze katı ve AYDINLIK
nel aydınlatmaya, 4.585.300 kw/saati ise bir bodrum kattan oluşmaktadır. Top­ Mütareke döneminde, İstanbul İtilaf
karayolu aydınlatmasına ayrılmış, geri lam 400 m2 kullanım alanına sahip olan Devletleri işgali altındayken yayımlan­
kalan 2.441.842.000 kw/saat ise çeşitli müzenin birinci ve ikinci katlarında maya başlayan ve yayımını 1925'e ka­
kurum ve meskene satılmıştır. Net elek­ eserler sergilenmekte, üçüncü kat ise dar sürdüren Marksist dergi.
trik satışının yaklaşık olarak abonelere ziyaretçiler için dinlenme yeri olarak Aydınhk'm ilk sayısı Haziran 1 9 2 1 '
dağılımı şöyledir: M e s k e n tüketimi kullanılmaktadır. de yayımlanmış, çeşitli ara vermelerle
920.937.000 kw/saat, bina ortak kullanı­ Müzede sergilenen eserlerin hemen yayımı sürdürülerek, son (31.) sayısı
mı 85.443.260 kw/saat, ticarethane tüke­ hepsi, Mehmet Yaldız'm 50 sene bo­ 1925 Şubat'ımn ortalarında basılmıştır.
timi 292.541.900 kw/saat, resmi daire tü­ yunca derlediği 2.500 parçalık koleksi­ Dergi, diğer birtakım muhalif süreli ya­
ketimi 79-757.075 kw/saat, sanayi kulla­ yonun bir bölümüdür. Bunların yüzde yınların yanısıra, 6 Mart 1925'te Takrir-i
nımı 832.405.500 kw/saat, İSKİ kullanı­ 90'ı Anadolu'dan, özellikle de Elazığ, Sükûn Kanunu'na dayanılarak hükümet
mı 172.985.900 kw/saat ve diğer tüketim Erzincan ve Ağrı yöresinden derlenmiş­ tarafından kapatılmıştır.
AYDINOĞLU TEKKESİ 482

Gençlik Nüshasf'dır. Bir sunuş eklenerek dara fazla yakın durması, Komintern'in
1976'da yeni harflerle basılmıştır. Aydın- 1924'teki V. kongresinde "sosyal patri-
lık'm 10 Şubat 1923 tarihli 13. sayısı, "ta­ otizm" eleştirilerine yol açmıştır.
mamen amele hareketlerine tahsis edil­ Yine de, özellikle Dr. Şefik Hüsnü'
miş", ayrıca 1924 yazından itibaren lö'şar nün Aydınlık sayfalarında geliştirdiği.
sayfalık 8 sayı da "Fevkalade Amele Nüs­ Türkiye sorunlarını Marksist kavram ve
haları" çıkarılmıştır. Bunlardan bulunabi­ yöntemlerle çözümleme çabaları özgün
len 6'smın tıpkıbasım ve çevrim yazıları ve değerlidir. Bu makalelerin hepsi, "Ah­
1975'te yeni harflerle yayımlanmıştır. met Çavuşoğlu" tarafından yeni harflerle
Çevre, işçilere yönelik yayınlarını, 1925 ve dilce sadeleştirilerek Ankara'da iki
Ocak ayı sonuyla Mart başlan arasında 7 kez kitap halinde basılmıştır. Ancak, Ay­
sayı (4'er sayfa) çıkardığı haftalık Orak dınlık döneminden sonra Komintern di­
Çekiçle sürdürmüş; ama bu dergi de Ay- siplinine girilince, bu tür bir özgünlüğün
dınhk'h. birlikte yasaklanmıştır. kalmadığı ve yeni analizlerin basmaka-
İç içe geçmiş görünen yeraltındaki lıplaştığını da belirtmek gerekir.
İstanbul TKP, TİÇSF ve Aydınlık çevre­ Bibi. M. Tuncay, Türkiye'de Sol Akımlar, An­
si, 1923'ün son aylarında Vazife adlı bir kara, 1978, s. 293-374, 521-524; Aydınlık Fev­
de gündelik gazete çıkarmaya çalışmış, kalade Gençlik Nüshası, Ankara, 1976; Ay­
fakat mali güçlükler nedeniyle yayımı dınlık Fevkalade Amele Nüshaları, İst., 1975;
Şefik Hüsnü, Seçme Yazılar, Ankara, 1971;
devam ettirememiştir. Tirajı 1.500 olarak Şefik Hüsnü, Türkiye'de Sınıflar, İst., 1976.
gösterilen Aydınlık'm sorumlu müdürü METE TUNCAY
Sadrettin Celal; Orak Çekicin ise eczacı
Hüseyin Vasıftı.
AYDINOĞLU TEKKESİ
Dr. Şefik Hüsnü, Aydınlık dergisinin
başyazarı durumundadır. Sadrettin Celal Eminönü İlçesinde, eskiden "Salkımsö-
Aydınhk'm 13 Aralık 1924 tarihli sayısı.
ve eşi Lenıan Hanım (William Morris'in ğüt" olarak anılan semtte, Hocapaşa Ma-
Aydınlık Arşivi
Neıvs from Nowbere adlı ütopik romanı­ hallesi'nde, Alemdar ve Hüdavendigâr
nı çevirip tefrika etmiştir). Ali Cevdet, caddelerinin kavşağında yer almaktadır.
1921 başında, Türkiye'de resmi Tür­ Vedat Nedim (Tör), Alamet Cevat (Emre) Banisi, II. Bayezid devri ulemasından
kiye Komünist Fırkasından başka, ko­ başlıca yazarlardır. Ayrıca. Şevket Sü­ "Saçlı Emir" lakaplı Tebrizli Muhyiddin
münist eğilimli başlıca 4 örgüt vardı: İs­ reyya (Aydemir), Nâzım Hikmet (Ran), Mehmed Efendi'dir. Mescit-zaviye niteli­
tanbul'da Kurtuluş dergisi çevresi tara­ Kerim Sadi (Nevzat Cerrahlar), Mimar ğinde olan ve inşa tarihi tespit edileme­
fından 1919 sonlarında kurulan ''Türki­ Sâmih ile Hasan Âli (Ediz), Hikmet (Kı­ yen ilk tesisin, Kasım Çavuş adında bir
ye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası" vılcımlı), Memduh Necdet gibi Askeri hayır sahibi tarafından yaptırıldığı ve bir
(TİÇSF), Ankara'da 1920 sonlarında ku­ Tıbbiye öğrencileri, derginin genç ya­ depremde ortadan kalkan mescidin ye­
rulan "Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası" zarları arasında yer almışlardır. rinde bulunduğu bilinmektedir. Söz ko­
(THİF), Ermenilerin sol "Hınçak Partisi" Yeraltındaki Türkiye Komünist Parti- nusu depremin 1509'da İstanbul'un altı­
(yeraltında) ve Rumların daha çok bir si'nin (TKP) yasal bir uzantısı olan. bu nı üstüne getiren ve "kıyamet-i sugrâ"
sendika federasyonu niteliğindeki "Bey­ nedenle de. yazarları Ankara İstiklal (küçük kıyamet) olarak anılan büyük
nelmilel İşçiler İttihadı". Mahkemesi'nce ağır hapis cezalarına deprem olduğu tahmin edilebilir. Bu
1 9 1 9 ilkbaharında, Berlin'de, genç­ çarptırılan Aydınlık çevresi, Komintern'in durumda tekkenin yapımını 1509'dan
lerden oluşan bir Türk solcuları grubun­ ısrarlarına karşın, İstanbul'daki Rum ve kısa bir süre somaya tarihlemek müm­
ca yayımlanan Kurtuluş dergisi, bu gru­ Ermeni örgütleriyle birleşemediği gibi, kün görünmektedir. Aydınoğlu Tekkesi
bun üyelerinin bir bölümünün İstan­ Ankara'da 1922 ilkbaharında canlandı­ "Aydınzade", "İzzî Efendi", "Saçlı Emir"
bul'a dönmesinden sonra Dr. Şefik Hüs­ rılan Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası ve "Ünsî Hasan Efendi" adlarıyla da ad­
nü (Değmer) ve Sadrettin Celal (Antel) (THİF) ile de anlaşamamıştır. Nitekim, landırılmaktadır.
gibi aydınların da katılmasıyla İstanbul' 1922 Ekim ayında Moskova'da toplanan Tekkenin 17. yy'daki postnişinlerin-
da 1 9 1 9 Eylül'ü ile 1920 Şubat'ı arasında IV. Kornintern Kongresi'ne, Türk solcula­ den Aydınoğlu (Aydınzade) Şeyh Meh­
beş sayı daha çıkarılmış; bundan sonra rı iki ayrı grup olarak, ayrı temsilcilerle med Efendi 1095/l683'te mescit-tevhid-
TİÇSF çevresi 15 ay herhangi bir yayın katılmışlar; Ankara'dan THİF'den seçilen haneye bir minber koydurmuş, ayrıca
yapamamıştır. delegelerin yanısıra, İstanbul'dan da Sad­ şadırvan ile avlu kapısının yanındaki
Çoğu, sosyalizmi eğitim gördükleri rettin Celal, Sakallı Celal ve Vedat Nedim küçük çeşmeyi yaptırmıştır. Kendisin­
Avrupa ülkelerinde tanıyan Kurtuluş İstanbul TKP ve Aydınlık çevresini tem- den sonra posta geçen Şeyh Ünsî Ha­
çevresinden İstanbullu Türk Marksistler, silen kongreye gitmişlerdir. san Efendi'nin (ö. 1724) vefatını müte­
1 9 2 1 yazında, tabloid boyutlarda 32 Aydmlık'taki yazıların içeriği hakkında akip mezarının üzerine bir türbe inşa
sayfalık bir "İçtimai. Terbiyevi. Edebi genellemeler yapmak güçtür. I. Dünya ettirilmiştir. Uzun müddet iddiasız bir
Aylık Mecmua" çıkarmaya girişmişlerdir. Savaşı'ndan yenik çıkan Türkiye'de, zaviye niteliğini koruyan Aydınoğlu
Dergiye verilen Aydınlık adının. H. Bar­ Marksizmin ve Sovyet deneyiminin bir­ Tekkesi. 1894 depreminde harap olduk­
busse yönetimindeki Fransız Clarté der­ çoklarına bir kurtuluş umudu olarak gö­ tan sonra Şeyh Mehmed Bedreddin İzzî
gisinden esinlendiği anlaşılmaktadır. ründüğü söylenebilir. Aslında, TİÇSF/ Efendi (ö. 1920) tarafından üç defa ona­
1921'de 6 sayı çıkan Aydınlık, ertesi Kurtuluş çevresinin bazı üyeleri, daha rılmıştır. Adı geçen şeyhin, tekkenin
yılın ilk yarısında yayımlanamamıştır. Aydınlık çıkmadan önce Ankara'ya gide­ mensuplarıyla birlikte bizzat işçi olarak
1922'de basılan 5 sayıdan sonra, 1923'te rek Milli Mücadeleye katılmışlardı. Geri çalıştığı bu onarımlarda tekkeye yeni
8, 1924'te 9 sayısı çıkmış; 1925'te çıkan kalanlar, sosyalizmin ancak proletarya ile bölümler (harem, selamlık, derviş hüc­
3 sayıdan sonra yasaklanmıştır. birlikte var olabileceği inancıyla ve işçile­ releri) eklenmiş, eskileri tadil edilerek
Aydınlık'ta tefrika edilen telif ve ter­ rin çoğunun İstanbul'da bulunduğuna yenilenmiş, bu arada tevhidhane üç de­
cüme yazıların bazıları, ayrıca kitapçık­ bakarak, Anadolu'ya geçmemiş, ama "an- fa büyütülmüştür. Yine bu yıllarda tek­
lar halinde de basılmıştır. (Şefik Hüs- tiemperyalist" nitelikte gördükleri Milli kenin kaybolan vakıfları yeniden dü­
nü'nün yaptığı ilk tam metin Komünist Mücadeleyi desteklemişlerdir. Hattâ, Ay­ zenlenerek bunlar yeni eklerle zengin­
Manifesto çevirisini de içeren külliyat dınlık çevresinin Cumhuriyet hükümeti­ leştirilmiştir. Tekkelerin kapatılmasın­
13 yayından oluşmaktadır.) nin "kapitalist olmayan" bir kalkınma yo­ dan sonra harap olmaya terk edilen ya­
luna yönlendirilebileceği umuduyla ikti­ pı 1960'larda, kavşağında bulunduğu
Derginin son (31.) sayısı. "Fevkalade
483 AYDLNOĞLU TEKKESİ

caddelerin genişletilmesi sırasında yıktı­


rılmıştır. Günümüzde Aydınoğlu Tekke-
si'nden arta kalanlar Ünsî Hasan Efendi
Türbesi, hazire, şadırvan ve yıktırıldık­
tan sonra geriye çekilerek yeniden inşa
edilmiş olan çevre duvarıdır.
Tekkenin elde bulunan şeyhler listesi
Halveti tarikatından Kutup Şeyh Ahmed
Efendi (ö. 1664) ile başlamakta, başlan­
gıçta hangi tarikatın burada faaliyet gös­
terdiği açıklık kazanmamaktadır. Aydı­
noğlu Tekkesi, Kutup Ahmed Efendi'nin
yerine postnişin olan Aydınoğlu Şeyh
Aydınoğlu
Mehmed Efendi ile Kadirîliğe, l683'te
Tekkesi'nde
Aydınoğlünun şeyhlikten uzaklaştırılıp tevhidhanenin
yerine -vezirlerden Karahasanoğlu Mus­ dış görünüşü,
tafa Paşa'nm delaletiyle- Şeyh Ünsî Ha­ 1944.
san Efendi'nin tayini ile Halvetîliğin Ka- ÎAM. Encümen
rabaşî koluna, bu tarihten az sonra Şa­ Arşivi, I, no. 5891
banı koluna, 1742'de Köstendilli Şeyh
Ali Efendi'nin (ö. 1729/30) oğlu Şeyh payandaların takviye ettiği kademeli yeli bir şadırvan yer alır. Altıgenin ke­
Seyyid Muhyiddin Efendi'nin (ö. 1760/ çıkmalarla hareketlendirilmiştir. narlarına, mermerden oyulmuş Mevlevî
6 l ) posta geçmesiyle aynı tarikatın Ra­ Tevhidhane ile selamlığı içeren kesi­ sikkeleri dizilmiştir. Şadırvanı, ince
mazan! (daha sonra Cerrahî) koluna, min cadde üzerindeki doğu duvarı kagir, uzun ahşap dikmelerin taşıdığı, Halvetî-
son olarak da Üsküdarlı Şeyh Osman diğer duvarları ahşaptır. Caddenin hattı­ Şabanî tacı tepeliği şeklinde taksim edil­
Şems Efendi'nin (ö. 1893) halifelerinden na uydurulan doğu duvarı kavisli şekilde miş bir camekân örtmektedir. Bu ilginç
Şeyh Mehmed Bedreddin İzzî Efendi'nin örülmüş, avluyu sınırlayan çevre duva­ mimari ayrıntı geç devir tekkelerinde ta­
postnişin olması ile 1894'ten itibaren rında bu kavis devam ettirilmiştir. Çevre rikat sembollerinin tasarıma yansıtılma­
tekrar Kadirîliğin Üveysî ve Enverî kolla­ duvarının üzerinde, avlu girişinin ve pen­ sına güzel bir örnek oluşturmaktadır.
rına intikal etmişti. Her ne kadar İstan­ cerelerin yuvarlak kemerlerine paralel Şadırvan avlusu batıda, komşu parse­
bul tekkelerine ilişkin dökümlerde Aydı­ olarak dalgalanan kiremit kaplı bir har- li ayıran bir duvarla, güney-kuzey yönle­
noğlu Tekkesi'nin ayin günü cuma ola­ puşta uzanmaktadır. Geriye çekilerek rinde ise ikişer katlı ahşap binalarla ku­
rak gösteriliyorsa da. son zamanlarda tekrar inşa edilen bu duvarın oranları de­ şatılmıştır. Bu ahşap kanatlardan kuzey­
burada haftada dört kere olmak üzere ğişmiş, bu arada avlu kapısının içinde deki derviş hücrelerini, diğeri, zemin
gerek Kadirî gerekse de Halvetî-Şabanî yer aldığı bilinen ufak çeşme de ortadan katta kahve ocağını, üst katta da konuk
ayini icra edildiği bilinmektedir. Ayrıca kalkmıştır. Avluya girince hemen sağda odalarını (mihmanhane) barındırmakta­
1885'te tekkede, dördü erkek olmak tekkenin cümle kapısı bulunur. Bu kapı­ dır. Söz konusu ahşap bölümlerle şadır­
üzere, yedi kişinin devamlı ikamet ettiği, nın üzerinde, metni Yenişehirli Avni vanın arası, çevredeki duvarlar ile ca-
her Kurban Bayramı'nda Maliye Nezare­ Bey'e (ö. 1884) ait olan ve 1095/1683 o- mekânm ahşap dikmelerine oturan bir
timden dört koyun istihkakı olduğu tes­ narım tarihini veren bir kitabe mevcuttur. tavanla kapatılmıştır. Bu garip örtü sis­
pit edilmektedir. Aydınoğlu Tekkesi, Aydınoğlu Tekkesi'nin tasarımında temi, bağdadi sıva ile oluşturulmuş, ay­
statü itibariyle bir âsitane olmasa da, ço­ -tarikat yapılarının çoğunda olduğu gibi- nalı tonoz biçiminde tavan parçalarını
ğu şeyhlerinin seçkin kişilikleri sayesin­ tekke yaşantısının gerektirdiği fonksi­ içermektedir.
de ve özellikle Şeyh İzzî Efendi'nin şeyh­ yonlar ve kullanım şemaları göz önünde Avlunun doğu yönünde bulunan çift
lik yıllarında (1894-1920) İstanbul'un en tunümuş, bu yüzden mekânlar arasında, kollu bir merdivenle fevkani tevhidhane­
verimli tasavvuf merkezlerinden birisi merdivenler, koridorlar ve kapılar aracı­ ye çıkılmaktadır. Tevhidhane mekânı
olmuştur. Tekkelerin son yıllarında bu lığı ile, oldukça karmaşık yatay ve düşey düzgün olmayan, geometri açısından ta­
tekkede, kalabalık bir mürit ve muhip bağlantılar kurulmuştur. Zemin kattaki nımlanması imkânsız bir plan arz eder.
topluluğunun yanısıra diğer tarikatların "L" planlı taşlığın doğusunda erkân min­ Kuzey duvarı boyunca ahşap dikmelerle
mensuplarından, âlimlerden, sanatçılar­ berleri ile döşeli olduğu bilinen bir "inti­ ve korkuluklarla sınırlandırılmış iki katlı
dan ve musiki ustalarından birçok kişi­ zar odası" vardır. Taşlığa açılan pencere­ mahfiller uzanmaktadır. Kadınlara mah­
nin toplandığı bilinmektedir. lerin aydınlattığı bu mekândan, döner sus olan üstteki mahfiller kafeslerle do­
Tekke binalarının başlangıçtan 19. bir merdivenle üst kattaki şeyh odasına natılmış ve harem dairesi ile irtibatlandı-
yy sonlarına gelinceye kadar geçirdikle­ ve tevhidhaneye çıkılabilmektedir. Taşlı­ rılmıştır. Tevhidhanenin güney kesimin­
ri aşamalar hakkında ayrıntılı bilgi bu­ ğın güney kesiminde, tekkenin son ge­ de, Ünsî Hasan Efendi'nin türbesine isa­
lunmamaktadır. Tekkenin, 1894 depre­ nişletilmesi sırasında yapı kitlesi ile ku­ bet eden alan yapıya dahil edilmeyip
minden sonra gerçekleştirilen onarımlar şatılmış bulunan Ünsî Hasan Efendi Tür­ üzeri boş bırakılmış, etrafı, türbenin kub­
ve tadilat sonucunda aldığı şekil ise besi bulunmaktadır. Tekke yıktırıldıktan besine bakan pencerelerin bulunduğu
şöyle özetlenebilir: Birimler arsanın ku­ sonra bu türbe eski haline rücu ederek bir duvarla çevrilmiştir. Bu ilginç mimari
zey kesimini işgal eden tek bir kitlenin bağımsız bir yapı niteliği kazanmıştır. çözümün en çok dikkat çeken yönü,
içinde toplanmıştır. Söz konusu kitle, Kare planlı ve kubbeli olan bu küçük üzerinde, küçük pencerelerle donatılmış
değişik malzemeleri ve cephe tasarımla­ türbenin duvarları moloz taş ve tuğla ile bir aydınlık fenerinin yer almasıdır.
rıyla birbirinden kolayca ayırt edilen iki örülmüş, kapısının üzerine, içinde gö­ Ayinler bu türbe üstü boşluğu ile doğu
ana bölümden meydana gelir: Kuzeyde­ mülü olan şeyhin kimliğini belirten, duvarı arasındaki alanda icra edilmek­
ki üç katlı harem kanadı ile bunun gü­ talik hatlı ufak bir kitabe yerleştirilmiştir. teydi. Bu kesimde, cepheden dışarı ta­
neyinde, tevhidhaneyi ve selamlık bi­ Zemin kattaki taşlığın kuzey duvarın­ şan mihrap bulunur. Tevhidhane toplam
rimlerini barındıran iki katlı kesim. Hü- da harem dairesine, batı duvarında ise on sekiz adet pencereden ışık almakta­
davendigâr Caddesi'ne açılan bağımsız avluya açılan kapılar vardır. Zemini taş dır. Doğu duvarındaki pencerelerle mih­
bir girişi olan harem bölümü, iç taksi­ döşeli olan ve kısmen hazire şeklinde rabın yanlarında bulunanlar, basık ke­
matı ile olduğu kadar dış görünüşü ile değerlendirilmiş bulunan avlunun mer­ merler ve silmeli pervazlarla donatılmış­
de herhangi bir ahşap meskenden fark­ kezinde, Aydınoğlu Şeyh Mehmed Efen­ tır. Duvarlarda kalem işlerinin, tavanda
sızdır. Cadde üzerindeki doğu cephesi, di'nin hayratı olan, altıgen planlı, fıski­ da, branda üzerine yağlıboya ile yapıl-
ÂYETLLLAH BEY 484

mış süslemelerin bulunduğu bilinmekte­ 1959'da toplam 782.188 m 2 beton yol zeyindeki toplantısıyla hizmete açıldı.
dir. Söz konusu süslemelerin, II. Abdül- yapıldı. Aynı yıl inşası biten yol sayısı Kemal Aygün NATO toplantısından son­
hamid devrinin eklektik zevkini yansıttı­ 192 idi. inşaatı devam eden yol toplamı ra 26 Mayıs 1960'ta makam odasında
ğı tahmin edilebilir. Tevhidhanenin ku­ ise 69 idi. Kemal Aygün döneminde Ka­ yarım gün çalışmış ve burada ancak bir
zeydoğu köşesinde yer alan ahşap mina­ dıköy'de Bağdat Caddesini düzenleme ziyaretçi kabul edebilmişti. Ertesi gün
re, kısa ve kalın gövdesi ile yapının çalışmalarına başlandı. Beyazıt-Eminönü 27 Mayıs askeri darbesi olmuş ve tutuk­
oranlarıyla uyum içindedir. istimlaki hazırlandı. Kanalizasyon proje­ lanmıştı. Belediye daireleri binaya 3 Ha­
Bibi. Kut. Dergehname. no. 9, 230; Ayvansa- leri ihale edildi. ziran günü taşınabildiler.
rayî, Hadîka, I, 30-31; Ayvansarayî, Mec- 1950'li yılların sonlarına doğru istan­ İSTANBUL
muâ-i Tevârih, 255; Çetin, Tekkeler, 584; Ay­ bul'da inşaat sayısında büyük artış oldu.
nur, Saliha Sultan, no. 24, 34; Asitâne, 4: Kırsal kesimlerin çözülmesi ve istan­ ÂYİNE-İ VATAN
Osman Bey, Mecmıta-i Cevâmi, I. no. 21.
12-13; Münih, Mecmua-i Tekâyâ, 3; Zâkir.
bul'a göç kenti sürekli büyütüyordu. Es­ İstanbul'un ikinci resimli Türkçe gazete­
Mecmua-i Tekâyâ. 10-11; M. B. Kâhyaoğlu. kiden yılda iki-üç bin inşaat yapılırken si. İlk sayısı 14 Ocak 18ö7'de çıktı. Gaze­
"Aydınoğlu Dergâhı ve Mescidi", İSTA, III, bu sayı 1958'de yedi bine ulaşmıştı. te haftalık olduğunu belirtmesine karşı­
1520-1526; Öz, istanbul Camileri, I. 26; Os­ Apartman inşası ve satışları karaborsaya lık, on gün arayla çıkmıştır. İlk sayısında
manlı Müellifleri, I, 213; M. B. Tanman, "Av- düştü. Kentte gecekondu yapımı bariz
dınoglu Tekkesi", DİA, IV, 238-239. İstanbul camiler profilini ve hal girişini
bir şekilde arttı. Beyoğlu yönünden gösteren, şimşir ka­
M. BAHA TANMAN
Yükselen konut talebi karşısında in­ lıpla basılmış bir çizgi resim vardır. Klişe
şaatların niteliği sorgulanmaya başlandı. yaptırmanın güç olduğu o dönemde bu
ÂYETULLAH BEY Yapılarda eksik malzeme kullanımı ve önemli bir yenilikti, Ancak, sürekli yeni
(1888, İstanbul - 1918, İstanbul) Fener­ teknisyenlerin bilgisizliği nedeniyle yeni klişe sağlamanın olanaksızlığı karşısında
bahçe Spor Kulübümün kumcularından. binaların ve ilave katların zaman zaman avnı resmin birkaç kez kullanıldığı gö­
Piyade Feriki (korgeneral) Şevki Paşa'mn çöktüğü görülüyordu. Bu nedenle Bele­ rülmektedir. 8. sayısının kapağında Paris
oğludur. Saint Joseph Lisesi'ni bitirdi. diye Mimarlar Odası ile birlikte inşaat Uluslararası Sergisi'ndeki Türk pavyonu­
Önce Terkos Şirketimde, daha sonra da malzemelerinin standart bir hale getiril­ nun bir resmi yer almaktadır.
Osmanlı Bankası'nda çalıştı. Bu memuri­ mesi için bir çalışma başlattı. İnşaatlar­
yeti sırasında iki arkadaşıyla birlikte -Nu- Yayımcı Giritli Mehmed Arif, sunuş
da kullanılan biriket, tuğla, fayans, ke­
rizade Ziya Bey (Songülen) ve Prof. Ne­ yazısında gazetenin ünlü kişiler, ünlü te­
reste, demir vb malzemenin kalitelerini
cip Bey (Okaner)- 1907 ilkbaharında Fe­ sisler, olaylar, sanayi kurumları hakkında
denetleme hedeflendi. Kaçak inşaatların
nerbahçe Spor Kulübümü kurdu. Kısa bir resim ve haberler vereceğini, politika ve
kontrolü ve önlenmesi için imar zabıtası
süre ilk takımlarda futbol da oynadı, son­ edebiyattan da bahsedeceğini belirtmiş,
kurulması düşünüldü, ancak gerçekleş­
ra yöneticilikte karar kıldı. Kâtib-i umumi resim ve hakk (oyma) sanatlarının Türki­
tirilemedi.
(genel sekreter) olarak çalışırken, Reis ye'de pek geç kalmış olması sebebiyle
1959'da Vakıflar İdaresi ile birlikte hatalar olabileceğini ve bunun hoş karşı­
Ziya Bey'in istifası üzerine, 1910'da he­ büyük küçük 22 cami onarıldı. Topha­
nüz 22 yaşındayken başkanlığı üstlendi. lanması gerektiğini de eklemiştir. Haber­
ne'de Nusretiye ve Fındıklı'da Molla Çe­ leri fazla ciddi olmayan, Mısır hıdivinin
Dağılmak üzere bulunan kulübü toparla­ lebi camileriyle, T o p h a n e Çeşmesi,
yan ve kurtaran kişi oldu. Fenerbahçe resimlerini yayımlayarak, bu yolla para
Edirnekapı'da Mihrimah Camii ve med­ kazanmayı tasarladığı anlaşılan Ayine-i
kulübüne büyük hizmetler verdi, bu ara­ reseleri. Topkapı'da Kara Ahmed Paşa,
da Türkiye'de izciliğin vücut bulmasında Vatan'm ömrü pek uzun olmamış, Mart
Üsküdar'da Atik Valide ve Abdurrah­ 1867'de Vatan adıyla çıkmıştır. Aynı yı­
da önemli rol oynadı. I. Dünya Sava- man Ağa, Yeni Valide camileri, Şehzade
şı'nın son yılında istanbul'da baş göste­ lın temmuz ayında "Ruzname-i Ayine-i
Medresesi, Ayasofya Hamamı, Amcaza­ Vatan adıyla çıkan gazetenin de Va­
ren ve pek çok cana mal olan "ispanyol de Hüseyin Paşa Medresesi, Laleli Ca­
nezlesi" salgını sırasında, henüz 30 yaşın­ tanın devamı olduğu sanılmaktadır.
mii, sebili ve dükkânları, Eyüp imaretle­
dayken hayata gözlerini yumdu. Karaca- İSTANBUL
ri, Yıldız Çeşmesi restore edildi.
ahmet Mezarlığımda toprağa verildi.
Taksimdeki bugün adı Atatürk Kül­
CEM ATABEYOĞLU AYKAÇ, EŞFAK
tür Merkezi olan Büyük Opera binası­
nın inşaatı hızlandırıldı. Tepebaşı'ndaki (1919, İstanbul) Futbolcu, yönetici ve
AYGÜN, KEMAL Dram Tiyatrosunda Ankara Devlet Ope- spor yazarı. Şair Fazıl Ahmet Aykaç'ın
(1916, Şebinkarahisar - 1979, İstanbul) rası'run desteğiyle opera kadrosu oluş­ oğludur. Futbola, Galatasaray Lisesi'nde
İstanbul'un Şehir Meclisi'nce seçilmiş ilk turuldu. Kemal Avgün'ün girişimiyle ku­ başladı. Galatasaray Spor Kulübünde
belediye başkanı. rulan Şehir Operası 12 Nisan 1960'ta yetişip parladı. 1934-1946 arasında Ga­
İstanbul'da 1928'den beri valilik ve Kültür Sarayının açılışına kadar etkin­ latasaray birinci takımında yer aldı.
belediye başkanlığı aynı kişinin uhde­ liklerini sürdürdü. Oyuncu olarak en parlak dönemi, milli
sinde toplanmıştı. Valiliğe atanan kişi 25 O c a k 1960'ta Avrupa Konseyi maçların yapılmadığı 1937-1948 arasına
belediye başkanlığı görevini de üstleni­ üyesi ülkelerin yerel yönetim ve beledi­ rastladığından milli formayı giyemedi.
yordu. 1958'den itibaren bu uygulama­ ye temsilcileri Strassbourg'daki toplantı­ Bununla birlikte, 1955'te Futbol Fede­
ya son verildi. Kemal Aygün İstanbul larında 1959'daki imar çalışmalarıyla rasyonu üyeliğine, sonra da milli takım
Şehir Meclisi'nce belediye reisi seçildi. önde gelen kent olarak İstanbul'u oy­ tek seçiciliğine getirildiğinde, Türki­
25 Aralık 1958 ile 27 Mayıs 1960 arası birliğiyle Avrupa Ödülüne layık gördü­ ye'nin o zamanki efsanevi Macaristan
görevde kaldı. ler. Kemal Aygün, ödülü Avrupa Konse­ futbol takımını 3-1 yendiği maçta (Şubat
Kemal Aygün, 1950'li yılların istim­ yi Avrupa Ödülü İstişare Komisyonu 1956) takımın başındaki teknik sorumlu
laklerinin yarattığı bezginlik ortamında Başkam M. Van Cauvelaret'den büyük olmak onurunu kazandı.
görevi devraldı. Kendinden önce yapı­ bir törenle aldı ve İstanbul'da getirdi. Galatasaray Spor Kulübü yöneticili­
lan istimlaklerin borçlarını kısmen öde­ Bu arada Belediye Zabıtası yeni baş­ ğinde ve o yıllardaki başarılı Feriköy
di. Ancak istimlak işleri onun dönemin­ tan kuruldu. Zabıta memurlarının kıya­ futbol takımı antrenörlüğünde de bulu­
de de hızla devam etti. Dolmabahçe- feti değiştirildi. Yeşil yerine lacivert nan Aykaç, Sümerbank'taki memuriye­
Tophane yolu, Yıldız-Beşiktaş, Millet renk elbise kabul edildi. Türkiye'nin ilk tinden emekliye ayrılınca Cumhuriyet
Caddesi-Beyazıt, Sirkeci-Florya sahil yo­ çağdaş belediye binası. Belediye Sara- gazetesinde spor yazarlığına başladı ve
lunun bir kısmı beton asfalt olarak biti­ yı'nın tamamlanması ve hizmete açılma­ yazılarını daha sonra Hürriyet'te sür­
rildi. Karaköy-Azapkapı yolu açıldı. Ka­ sı için büyük gayret sarf edildi. Binanın dürdü. Aykaç, İstanbul'un yetiştirdiği
rayollarıyla ortaklaşa Sirkeci-Florya sahil inşasına Aralık 1953'te başlanmıştı. 2 büyük futbol otoritelerinden birisidir.
yolu düzenlendi. Mayıs 1960'ta NATO'nun bakanlar dü­ CEM ATABEYOĞLU
485 AYNALIKAVAK KASRI

AYLA, SAFİYE öncülü olup olmadığını anlamak müm­ yangın sırasında cariyelerin önce sulta­
bak. TARGAN, SAFİYE AYLA kün değildir. 1614 Şubat'mda İstanbul'a nın bulunduğu "camlı büyük köşke",
döndüğünde I. Ahmed hemen sarayı zi­ sonra da "deryaya nazır kafesli köşke"
AYNALI PASAJ yaret ettiği gibi. Tersane Kasrımın ya­ kaçtıklarını kaydeder. Eski bir bina ol­
bak. AVRUPA PASAJI nında bir de çiçek bahçesi düzenlen­ duğu için yangın söndürme çalışmaları­
mesini istemişti. Başta şeyhülislam ol­ nın fayda etmediğini, yangının ancak
AYNALIKAVAK KASRI mak üzere devrin vüzerası, uleması bu camlı büyük köşke sıçramak üzereyken
bahçeye nadide çiçek soğan ve fidanla­ durdurulduğunu ekler. Fındıklık Meh­
Kasımpaşa'da Hasköy'de bulunan bir
rı hediye ettiler. Sultanın emriyle yapı­ med Ağa, Polonya seferinden dönen
zamanlar Haliç sahilinin en büyük sa-
mını Kaptan-ı Derya Halil Paşa'nm üst­ İV. Mehmed'in, şerefine üç gün üç gece
hilsarayı olan Tersane Sarayı arazisinde
lendiği bu kasır l 6 7 7 ' d e yanmış ve süren bir şenlikle karşılandığında, Ha­
yer alan kasır.
l679'da IV. Mehmed tarafından yeniden liç'te kayıklarla büyük bir esnaf alayı ile
Tersane Sarayı, Topkapı, Üsküdar ve yaptırılmış, özellikle III. Ahmed ve III. donanma düzenlendiğini kaydetmekte­
Beşiktaş saraylarından sonra Osmanlı Selim devirlerinde tamamen yenilen­ dir. Esnaf at kayıkları ve mavnaları bir­
hanedanının İstanbul'da inşa ettirdiği mişti; saray ise tecdiden yapılan binalar birine çattırıp, üstlerine köşkler yaptırıp
dördüncü büyük saraydır. İmparatorluk ve ilavelerle sürekli büyümüş idi. Galata önünde toplandıktan sonra çe­
tersanesinin Kasımpaşa'da kuruluşu I. şitli gösteriler yaparak Tersane Sara­
Selim (Yavuz) zamanında başlamıştı. Bugün elimizde olan arşiv belgeleri
de Tersane Sarayının ve Aynalıkavak yı'mn önünden geçmiş, Sultan bu alayı
Bu devirde Haliç kıyısından Okmeyda- kafesli köşkten seyretmişti.
m'na doğru Kasımpaşa sırtlarını büyük Kasrı'mn 1613 öncesi tarihine ışık tuta-
bir koru kaplamıştı. Sahilde tersane ku­ mamaktadır. Bu tarihten sonraki belge­ Fakat Tersane Sarayı'ndaki Aynalıka­
rulunca bu koru "Tersane Bahçesi", sul­ ler de yeterli değildir ve genellikle kısmi vak Kasrı'nı tarihe geçiren asıl şenlik III.
tanların bir tenezzüh mahalli olması ne­ onarımlarla ilgilidir. Bu nedenle 19. yy Ahmed zamanında, 1720'de, sultanın
deniyle de "Hasbahçe" diye anılır oldu. başına kadar sarayın bütünsel yerleşim dört oğlu ile Sadrazam Damat İbrahim
Bu bahçede ilk kasrın ne zaman yapıl­ şeması hakkında bilgi edinmek müm­ Paşamın oğlu ve yüzlerce yoksul çocu­
dığı kesin olarak bilinmemektedir. Ör­ kün olamamaktadır. Gene Naima'da bu­ ğun sünnet edildiği otuz gün süren dü­
neğin Evliya Çelebi 17. yy'da burada bir lunan bir kayda göre Tersane Sarayı'mn ğündür. Sultan düğün süresince haremi
hamam, sofalar ve şadırvan olduğunu harem kısmı denizi görmezdi; önünde ile birlikte Tersane Sarayı'nda kalmıştı.
kaydederken kasrın yapımını da II. yüksek bir duvar vardı. Gününün bü­ Saray gündüz ve gece muhteşem eğlen­
Mehmed'e (Fatih) atfeder. Evliya, II. yük bir kısmını haremde geçiren Sultan celere sahne olurken, bu düğünü anla­
Mehmed'in aynı zamanda buraya sat- İbrahim tarafından l647'de bu duvar yı­ tan Sıırname-i Vehbi adlı bir manzum
rançvari düzende 12.000 servi ağacı kıldı; haremin yüzü denize açıldı, buna eser kaleme alan şair Vehbi'nin, bu ese­
diktirdiğini söylemekte; deniz kenarın­ karşılık, o taraftan pereme ve kayıkların rinin minyatürlü kopyalarında çok canlı
daki kasrı ise Sultan İbrahim'in yaptır­ geçmesi yasak edildi; fakat bu yasağın olarak sultan defalarca Aynalıkavak Sa­
mış olduğunu iddia etmektedir. Vaka- halka verdiği zarar fark edilerek bir haf­ rayı'nda resmedilmiştir. Bu resimlerden
nüvis Naima ise 1613 sonlarında I. Ah- ta sonra yasak kaldırıldı. birinde kasrın yanındaki bir kavak ağa­
med'in Edirne'den gönderdiği bir hatt-ı Tersane Sarayımı tercih eden sultan­ cının üstüne çerçeve içinde bir ayna
hümayun ile, İstanbul'a döneceği bir yıl lardan biri de IV. Mehmed olmuştur. asılmış olduğu ve üzerine de aynalı ka­
içinde, çok sevdiği ve oradan sık sık 1677 Mart ayı ortalarında sultan haremi vak yazıldığı görülmektedir. Seyyahların
yaya olarak Ebâ Eyyübü'l-Ensarî'nin tür­ ile birlikte Tersane Sarayında bulunur­ ifadesine göre Tersane Sarayı'mn Aynalı­
besini ziyarete gittiği Tersane Bahçesi'n- ken horanda odalarından birinin oca­ kavak Sarayı adını alması 17. yy ortasın­
de bir kasır yaptırılmasını emrettiğini ğından sıçrayan ateşle yangın çıkmıştı. da olmuştur. Daha l654'te Sieur du Loir
kaydeder. Ancak bu ifadeden kasrın bir Vakanüvis Fındıklık Mehmed Ağa bu sarayın görkemli aynalarına ve adına
AYNÎ ALİ BABA TEKKESİ 486

dikkati çeker. 1718 Pasorofça Antlaşması dir. Bu belgeden özetle S. H. Eldem sa­ deki şematik bütünlüğüyle ilgi çekicidir.
sonrasında Venedik Cumhuriyeti'nin Os­ rayın Osmanlı saray düzenini ve teşkila­ Salonların ve odaların bütünlüğü, cep­
manlı sarayına hediye olarak gönderdiği tını tamamen yansıttığını gösteren yapı helerde alt ve tepe pencerelerinden
aynalar da bu sarayın bazı dairelerini grupları dışında bazı mimari ve süsleme oluşan birimlerin üçlü gruplar halinde
süslemişti. Öyle ki, bir iddiaya göre de elemanlarına dair ayrıntılı bilgi ile bazı düzenlenmesiyle sağlanmıştır. Alt pen­
bu "kavak kadar uzun endam aynaları", yapıların isimlendirilmelerine ve boyutla­ cerelerden Haliç yönündekiler dikdört­
halk dilinde sarayın adının Aynalıkavak rına dair tanımlamamıza yardımcı olabi­ gen biçimli klasik çerçevelerle çevrili­
Sarayı'na dönüşmesine neden olmuştu. lecek bilgiler aktarmıştır. Ancak bu tür dir; kara tarafındakiler ise basık kemerli
Bu dönemde, Surname-i Vehbi'deki belgeler bir tarihsel bütünlük içinde in­ ve çerçevesizdir.
minyatürlerde görüldüğü gibi kasır, di­ celenmedikçe sarayın geçirdiği aşamalar Yüzeylerin ele almışı ve bezeme ba­
rekler üzerinde denize taşan üç sofalı ti­ konusunda aydınlatıcı olamamaktadır. kımından kasrın en ilginç bölümü di­
pin güzel bir örneğiydi. Sarayı 1727'de Örneğin sarayın III. Ahmed veya III. Se­ vanhane ve arzodasıdır. Divanhanenin
görmüş olan La Motraye kasrın zengin lim dönemlerine tarihlenmesi konusun­ üç duvarını çevreleyen alt p e n c e r e n :
nakışlı bir yalancı kubbe ile örtülü oldu­ da anlaşmazlıklar vardır. Bugünkü kas­ arasında, basık kemerlerle birbirine bağ­
ğunu, bu kubbenin dışının ise kurşun rın, III. Ahmed zamanında inşa edilen lanan dekoratif kolonatlar bulunmak:_-
çatılı olduğunu kaydetmiştir. kasrın 18. yy sonunda geçirdiği onarım dır. Bu bölümde kemer ayaklarının içi
Tersane Sarayı harem ile enderun ta­ sırasında iç dekorunun yenilenmesi ve aynalarla ya da mermer levhalarla kaplı­
kımının ancak bir kısmını alabildiğin­ divanhanenin kısmen değiştirilmiş olma­ dır. Kasrın ortasındaki bu mekânın tavs -
den, padişah buraya göç ettiğinde ma­ sı dışında aynen kaldığı ya da III. Selim nı, içeriden tekne biçiminde yükseltil­
iyetinden bir kısmı da Halic'in sonunda­ zamanında tamamen yıkılarak yeniden miştir. Bu tavanda, arzodası ile benzer
ki Karaağaç Kasrı ile yanında, yine em- yapıldığı konusuna bir açıklık getirile­ biçimde, çapraz kordonlarla g e o m e t r i
lak-ı midyeden Yusuf Efendi Bahçesi'ne memekte; yapının mimari özelliklerine örgeli bir girift bezeme düzeni oluşturu.-
çıkardı. Aynalıkavak Sarayı'mn bazı bi­ bakarak yapılan yorumlar kadar bir tek muş, bitkisel ve stilize örgelerle de zen­
nalarının 1766-1767, 1779 ve 1787'de de belgeyi yorumlayarak varılan sonuçlar ginleştirilmiştir. Yanlardaki eyvanlar ise
I. Abdülhamid'in sadrazamı Koca Yusuf da tatmin edici olmamaktadır. Aynalıka­ altın yaldızlı bir dal şeridi ile çevrümiş-
Paşa'nın girişimiyle tamir edildiği anlaşıl­ vak Kasrımın Abdülmecid devrinde, tir. Tavan köşelerinde daire biçimli dc'rr
maktadır. III. Selim zamanında ise Kap- 1850'de Garabet Balyan tarafından ona­ madalyon yer alır.
tan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa, sarayı rılmış olması da onanma dair böyle bir Tersane Sarayı'mn tersanenin genişle­
tamir ettirmişti. Bu tamir sırasında civar­ belgenin o tarihte Garabet Balyan'm has­ tilmesi öncesindeki durumunu bütün
daki Piyale Büyük Hasan Paşa'nın sarayı sa başmiman olması ile ilişkilendirilmesi- olarak gösteren tek gravür Antoine-Ig­
da alınarak Aynalıkavak Sarayı'mn ha­ ne dayanmaktadır. nace Melling'e aittir. Bu gravürde saray:
rem dairesine eklendi. Ancak Kaptan-ı Aynalıkavak Kasrı, III. Selim, II. Mah- tanımlayıcı ayrıntılar seçilememekte; an­
Derya Küçük Hüseyin Paşa'nın gayretle­ mud ve II. Abdülhamid zamanlarında cak resmin sağ başında görülen, zaman
riyle tersane genişletilmeye başlandığın­ tersaneye yapılan eklemeler sırasında zaman "Hasoda Kasrı", "Hasbahçe Kas­
dan sarayın bazı yapıları da peyderpey denizden koparak içeride kalmıştır. Bu­ rı", "Daire-i Hümayun" olarak bilinen
yıkılarak tersaneye katıldı. Harabesi 1787 günkü Aynalıkavak Kasrı'nm ön cephe­ Aynalıkavak Kasrı hakkında genel bir fi­
Rus Savaşı sırasında erzak ambarı olarak si kara tarafmdadır ve iki katlıdır. Arazi­ kir edinilebilmektedir. Üzeri yüksek bir
kullanılmış olan Aynalıkavak Kasrı (Kas­ nin eğiminden faydalanan Haliç yönün­ kubbeyle örtülü olan kasır, 1720 minya­
rı Hümayun) yerine III. Selim 1791'de deki cephe ise üç katlıdır. Kasrın planı, türlerinde olduğu gibi iki katlı ve üç so-
Hasbahçe Köşkü'nü inşa ettirdi; mimarı­ kuzeydoğu-güneybatı ekseninin iki ta­ falıdır. Orta sofa denize doğru taşmakta­
nın Kirkor Balyan olduğu iddia edilmek­ rafında yer alan salonlarla ömlmüştür. dır. Choiseul Gouffier albümündeki iki
tedir. III. Selim'in sırkâtibi Ahmed Efendi Güney cephesinde ortası hafif bir bom­ gravür ise kasrı daha ayrıntılı olarak
tarafından tutulan ve sultanın 1791-1802 be ile yükseltilmiş, sade bir örtüsü olan gösterir. Üç çıkmalı olan kasır, yüksek
arasmdaki gündelik faaliyetlerini kayde­ sahanlıktan yapıya girilir. Hemen karşı­ bir subasman üzerine yerleştirilmiştir.
den Ruzname 'sinden, 1799'a dek tekrar ya gelen giriş holü ile merdivenlerin yer Alt katı daha geniş olmak üzere iki kat­
Tersane Sarayı denilmeye başlanan sara­ aldığı bölümün altmda, arazinin eğimin­ tan oluşmaktadır; üzeri kubbeyle örtülü­
yı sultanın oldukça sık ziyaret ettiği an­ den yararlanılarak, hizmet odalarının dür. Geri plandaki yüksek bahçe duvarı­
laşılmaktadır. Bu yıllarda sarayın daha bulunduğu bir alt kat inşa edilmiştir. Gi­ nın arkasında kalan binalar saraya ait
çok bazı diplomatik görüşmelere sahne riş holünün sol taraftan açıldığı yan olan köşk ve dairelerdir. Ancak bu gra­
olduğu da anlaşılmaktadır. R. E. Koçu, odalar ve servis hacimleriyle de bağlan­ vürde de ayrıntılar seçilememektedir.
Câbi Said Efendi'nin elyazması vekayi- tılı büyük sofanın köşeleri pahlıdır ve Oysa sarayı 1710-1711'de gören Corné­
namesinden naklederek 1802-1803 ara­ iki eyvanı vardır. Haliç yönünde bulu­ lius Loosün hazırladığı dört adet resim
sında da sarayın son izlerinin yok edildi­ nan eyvan daha az derinliklidir. Bu sa­ kasrm iç mekânlarını çok ayrıntılı olarak
ğini söylemektedir. Bu belgeye göre Ay­ lonun iki tarafında simetrik olmayan göstermektedir.
nalıkavak Sarayımın taşları Mihrişah Val­ dört oda bulunmaktadır. Burası kasrm Aynalıkavak Kasrı'nın alt katında bu­
ide Sultan'm Eyüp'te inşa edilecek med­ harem bölümüdür. Giriş holünün sağın­ gün eski müzik aletlerinin sergilendiği
rese ve türbesinde kullanılmak üzere da "bir köşe kapısıyla ulaşılan kasrın di­ Türk Müziği Araştırma Merkezi ve Çalgı
naklolunmuştu. ğer bölümü, üç eyvanlı bir divanhane Müzesi yer almakta; zaman zaman da
Ancak 1911'de Saffet Bey tarafından ile ona bağlı bir arzodasmdan oluşur. klasik Türk sanat müziği konserleri dü­
yayımlanmış, Bahriye Arşivi'nde bulun­ Kasrın en önemli mekânları bu odalar­ zenlenmektedir.
duğu söylenen ve bir keşif defteri olması dır. Divanhane kubbeyle örtülü olması­
Bibi. Eldem, Köşkler ve Kasırlar, I, 250-284,
gereken 1805-1806 tarihli bir belge, sara­ na rağmen bu kubbe içeriden algılan­ II. 311-324; P. Tuğlacı, The Role of the Balian
yın asıl yapı gruplarının bu tarihte ayak­ maz. Divanhanenin pencereleri üzerin­ Family in Ottoman Architecture, İst., 1990, s.
ta olduğunu göstermektedir. Bu keşif de Yesarizade'nin talik hat ile yazdığı 9-15; M. Sözen, Devletin Evi Saray, İst., 1990,
defterinde harem, daire-i hümayun, na­ Enderunî Fazılın Aynalıkavak Kasrını s. 98-111.
öven şiiri bulunmaktadır. Divanhane­ TÜLAY ARTAN
mazgah köşkü, kızlarağası dairesi, hazi­
nedar ağa ve maiyetinin dairesi, acemi- den arzodasma geçilmektedir. Bu oda­
oğlanı koğuşları, hademe odaları, ende­ nın pencereleri üzerinde gene Yesariza­ AYNÎ ALİ BABA TEKKESİ
run ağalarının odaları, silahdar ağa, hazi­ de'nin talik hatla yazdığı Şeyh Galibin Beyoğlu İlçesi'nde, Kasımpaşa semtinin
ne ve seferli daireleri, balıkhane, köşk­ III. Selim'i öven şiiri bulunmaktadır. Çürüklük kesiminde, Bedrettin Mahalle-
ler, hamamlar, havuzlar, kapılar ve cami­ Kasrın selamlık bölümü olan bu bölüm, si'nde, Ayni Ali Baba Sokağı ile Lobut
ler gibi çok sayıda bina ismi geçmekte­ bezemelerinin yoğunluğu ve kendi için­ Sokağının kavşağında yer almaktadır.
48 7 AYNÎ ALİ BABA TEKKESİ

II. Mehmed (Fatih) devrinde Aynî Ali


Baba adında bir tarikat şeyhi tarafından
tesis edildiği rivayet edilmektedir. Aynî
Ali Babanın hayatı hakkında hemen hiç­
bir şey bilinmemekte, hangi tarikata bağlı
olduğu da tespit edilememektedir. Tekke
1318/ 1902'de, Kadiri ve Rıfaî tarikatları­
na bağlı Bağdatlı Şeyh Mehmed Ensarî
tarafından yeni baştan inşa edilmiştir. Söz
konusu şeyh daha önce Erzincan'da ken­
di mülkü olan bir tekkede postnişin iken
19. yy'm sonlarında istanbul'a gelmiş ve
yeniden inşa ettirdiği bu tekkede göster­
diği "burhanlar" (Rıfaî ayinleri sırasında
yapılan. Allah'a bütün benliği ile teslim
olanların bedeni yaralardan etkilenmeye­
ceklerini ve acı duymayacaklarını kanıtla­
maya yönelik gösteriler: Vücudun çeşitli
yerlerine "topuz" denilen şişleri ya da kı­
lıç, tığ türünden aletleri saplamak, "gül"
denilen kızgın demirleri yalayarak sön­ bağdadi sıva ile oluşturulmuştur. Ahşap Biri cümle kapısının sağında, diğeri
dürmek vb) ile büyük şöhret yapmıştır. çatı alaturka kiremitlerle kaplıdır. Eşine çay ocağı ile helaların arasında bulunan
Ailesi Aynî Ali Baba Tekkesi'ne mensup az rastlanır cinsten karmaşık ve organik iki merdiven zemin kat ile birinci katın
olan Aziz Nesin'in hemen bütün çocuklu­ bir plan düzeni arz eden tekkenin cüm­ bağlantısını sağlar. Bu katta binanın çe­
ğu bu tekkede geçmiş, Böyle Gelmiş Böy­ le kapısı batıda, Ayni Ali Baba Sokağı kirdeğini oluşturan tevhidhane yer al­
le Gitmez adını verdiği hatıra kitabında üzerindedir. Kapının üzerindeki kitabe maktadır. Ayinlere tahsis edilmiş alanın
tanık olduğu coşkulu Rıfaî ayinlerini, bu tekkenin ikinci kuruluş tarihini (1318) doğu sınırında dört adet halvethane sıra­
ayinler sırasında gösterilen burhanları taşımakta, sülüs hatla yazılmış, yarı lanmaktadır. Belirli dönemlerde -özellik­
çarpıcı bir dille aktarmıştır. manzum yarı mensur bir metin içer­ le muharrem aylarında- halvete giren,
Tekkelerin kapatılmasından sonra mektedir. Kitabenin üst kısmına bir Rı­ "erbain çıkaran" dervişler için düşünül­
Vakıflar idaresi tarafından mesken ola­ faî tacı kabartması işlenmiştir. müş bulunan, asgari ölçülerdeki (1,5x1,5
rak kiraya verilmiş, 1950'den sonra kira­ Cümle kapısından geniş bir taşlığa m) bu hücreler perdeli birer kapı ile tev-
cılar çıkartılarak, tekkenin 2. banisinin girilir. Taşlığın solunda mutfak, bunun hidhaneye açılmaktadır. Kıble duvarın­
oğlu ve son postnişini olan Emekli Al­ karşısında iki hela yer alır. Aradaki ka­ da, cephede çıkıntı yapan, yarım daire
bay Şeyh Muhyiddin Ensarî (ö. 1978) pıdan tekkenin kuzeyindeki küçük bah­ planlı mihrap yer alır. Tevhidhanenin
tekkeye yerleşmiştir. Tevhidhaneyi cami çeye çıkılmaktadır. Taşlığın güney kesi­ batı yönünde, içinde ahşap minberin yer
olarak kullanan, buranın imam-hatipli- minde, hâlâ misafir odası olarak kulla­ aldığı, ahşap korkuluklarla ayin alanın­
ğini üstlenen Şeyh Muhyiddin Ensarî nılan iki adet derviş hücresi, aynı sıra­ dan ayrılmış olan "mevlidhan maksuresi"
vefatına kadar ailesi ile tekkenin harem da, yapının güneydoğu köşesinde türbe vardır. Bunun yanında da, ayinleri izle­
bölümünde ikamet etmiştir. Uzun yıllar bölümü ile buna bağımlı bir ziyaret me­ mek isteyen hatırlı konuklara mahsus
Bedrettin Mahallesi'nin muhtarlığını da kânı bulunur. Aynî Ali Baba ile aslında ufak bir mahfil bulunur. Tevhidhane bö­
üstlenen şeyh efendi hayatının sonuna Kulaksız Mezarlığında gömülü olan Şeyh lümü Şeyh Muhyiddin Ensarî tarafından
kadar tekkenin kapısını herkese açık tu­ Mehmed Ensarî'nin sandukalarını barın­ adeta bir tarikat müzesi gibi düzenlen­
tarak Cumhuriyet devrinde tarikat gele­ dıran bu bölüm kısmen "makam türbe­ miş, eski levhalar, bulunmaları gereken
neklerini ve tekke folklorunu yaşatan si" niteliğindedir. Türbenin kuzeyine bi­ yerlere konmuş, özellikle mihrap, Rıfaîli-
nadir simalardan birisi olmuştur. Tamire tişik olan birim ise çay ocağıdır. ği simgeleyen tarikat eşyası (teber, kılıç,
muhtaç durumda bulunan tekke binası
1980'lerin başında şeyh efendinin kızı
yüksek mimar Fahrünissa Ensarî'nin ha­
zırladığı restorasyon projesi çerçevesin­
de, özgün şekline sadık kalınarak esaslı
bir onarım geçirmiştir. Tevhidhane bö­
lümü günümüzde de cami olarak kulla­
nılmakta, son şeyhin ailesi harem bölü­
münde ikamet etmektedir.
Aynî Ali Baba Tekkesi, Kasımpaşa'
dan Şişhane'ye ve Tepebaşı'na doğru
uzanan, kabir taşı yaptıracak parası ol­
madığından üst üste gömülen fakirlerin
mezarlarını içeren, halk tarafından "Çü­
rüklük" olarak anılan mezarlık alanının
içinde yer almaktaydı. Günümüzde bu
alanın büyük bir kısmı yollar ve mes­
kenler tarafından işgal edilmiş, bir kısmı
da yeşil saha olarak değerlendirilmiş
bulunmaktadır.
Tekkeyi oluşturan bölümler, I4,50x
13 m boyutlarında, üç katlı bir binanın
içinde toplanmıştır. Zemin katın kagir
Aynî Ali Baba
duvarları kısmen moloz taşla örülmüş, Tekkesi'nin
birinci ve ikinci katın ahşap iskeletli du­ planı.
varları dışardan ahşap kaplama, içerden M. Baha Tanman
AYRAL, MACİD 488

şiş, tığ v b ) ile ve bu tarikata özgü bir dü­ emekli oldu. 1955'te davetli olarak Bağ­ İ. H. Tanışık'ın belirttiğine göre çeş­
zen içinde tefriş edilmiştir. dat'a gitti ve 1959'a kadar Bağdat Üni- me 1940'h yıllarda bir miktar toprağa
Tevhidhanenin kuzeyinde, ayinleri iz­ versitesi'ne bağlı Güzel Sanatlar Oku­ gömülmüş ve suyu akmaz durumda idi.
l e y e n e r k e k s e y i r c i l e r e ayrılan, a h ş a p lu'nda hat hocalığı yaptı. 1980'lerin sonunda Kadıköy Belediyesi
korkuluklarla sınırlandırılmış bir mahfil Ayral küçük yaşta hat sanatıyla ilgi­ Ayrılık Çeşmesi'nin yaşamasını sağla­
y e r a l m a k t a d ı r . Z e m i n kattan h a r e k e t lenmeye başladı. Ali Be}" ile Endemnlu mak amacıyla yapıyı yol kotunun üstü­
eden iki merdiven de, aynı zamanda s o n Ahmed Rakım Efendi'den sülüs, nesih ve ne çıkartmış ve temizletmiştir. Bölüm
c e m a a t yeri gibi kullanılan bu mahfile rık'a dersleri aldı. Yazılarına hayran ol­ bölüm bozulmuş olan saçaktaki palmet-
ulaşır. Bu mahfilin batısında yan yana iki duğu hattat Şefik Bey gibi yazmak en li friz çimento harcı ile tümlenmeye ça­
ufak m e k â n sıralanır. B u n l a r , t e k k e y e büyük emeliydi. Medresetü'l-Hattatin'e lışılmış, ancak pek başarılı olmamıştır.
gelen önemli konukların şeyh efendi ta­ devam ederek İsmail Hakkı Altunbe- Çeşme oldukça sade bir yapı olması­
rafından ağırlandığı "şeyh odası" ile der­ zer'den(-0 celi sülüs, Hulûsî Yazgan'dan na karşın, sosyal hayattaki önemi açı­
vişlerin sohbetine tahsis edilen "meydan ta'lik yazı öğrendi ve icazetname aldı. sından çok tanınır. Bunun nedeni, doğu
odasıdır". Zemin kattan bu mahfile çıkan İstanbul'da Şişli. Levent (Âfet Yola). seferlerine çıkarken ordunun burayı ilk
merdivenin yanından, tekkenin batı c e p ­ Bebek. Yeşilköy, Beyoğlu, Kamer Hatun menzil noktası olarak kullanmasıdır. IV.
hesindeki "mükebbireye" geçilir. Minare­ ve Davutpaşa camilerinde yazılan vardır. Murad Bağdat seferine (1638) çıkarken,
si olmayan bazı tekkelerde olduğu gibi, Bunun dışında Topkapı'da sur kapısının ordu buradan hareket etmiş ve İstanbul
burada da minarenin yerini tutan bu e- dış tarafında İstanbul'un alınacağına dair âyânı tarafından bu menzilden uğurlan-
zan o k u m a mahalli c e p h e y e iliştirilmiş olan hadis ve bazı çeşmelerdeki celi sü­ mıştır. Bundan sonradır ki ordunun iz­
minyatür bir köşk niteliğindedir. lüs yazıları da sayılabilir. Eserlerinin kâ­ lediği yol Bağdat Caddesi(-0, çeşme de
Erkek seyircilerin kullandığı mahfilin ğıt üzerine olanlarına ise özel koleksi­ Ayrılık Çeşmesi olarak adlandırılmıştır.
bir kısmı, ahşap bir b ö l m e duvarı ile ay­ yonlarda rastlanmaktadır. Ayral'm bir Çeşme 17. yy'm başlarında şimdi yok
rılarak k a d ı n l a r m a h f i l i n e dönüştürül­ özelliği de. imzasız olan yazıların hangi olmuş bulunan bir namazgahın kıyısına
m ü ş t ü r . B u r a d a n dar b i r m e r d i v e n l e , hattata ait olduğunu tammasıydı. inşa edilmişti. Namazgahın bir diğer ta­
tevhidhanenin bütün k u z e y duvarı b o ­ Sülüs ve nesihte Hafız Osman, celi rafında da, bugünkü Bağdat Caddesi bo­
yunca devam eden fevkani kadınlar sülüste Mustafa Rakım, ta'likte de Yesâ- yunca bir hazire meydana gelmiştir. Bu
mahfiline ulaşılır. Alçak tavanlı olan bu rîzade Mustafa İzzet Efendi ekolüne hazirede önemli şahsiyetler gömülü ol­
iki mahfilin tevhidhaneye b a k a n yüzleri bağlıdır. makla birlikte, bakımsızlıktan taşları ça­
ahşap kafeslerle kapatılmıştır. Birinci lınmış ve mezarların çoğu yok olmuştur.
Bibi. İnal. Son Hattatlar. 179-182; Rado.
kata göre bir miktar içeri çekilmiş o l a n Hattatlar, 263; U. Derman, Türk Hat Sanatı­ Ayrılık Çeşmesi mimari açıdan klasik
i k i n c i kat h a r e m b ö l ü m ü n e aittir. B u nın Şaheserleri, İst.. 1982. Osmanlı üslubunun basit bir örneğidir.
katta, iç i ç e iki sofanın çevresinde yatak ALİ ALPARSLAN Küfeki taşından inşa edilmiş, haznesiz
odaları, h a r e m mutfağı, h e l a ve gusül- bir yapıdır. Kaş kemerli ayna nişinde iki
h a n e gibi birimler sıralanmaktadır. Ha­ AYRILIK ÇEŞMESİ kitabe yer alır.
r e m b ö l ü m ü tek katlı sıradan bir m e s ­ Birinci kitabe 1154/1741-42 tarihlidir
Kadıköy'de İbrahimağa Mahallesi'nde
k e n gibi tasarlanmış ve adeta t e k k e n i n ve iki kıta halinde manzum halde yazıl­
Bağdat Caddesi ile Acıbadem'e çıkan
üzerine iliştirilmiştir. mıştır. Tarih beyti, Geldi bir hayr ehli
yolun kesiştiği yerde yol kenarmdadır.
Her türlü şekilcilikten ve üslup kay­ Kızlarağası Gazanfer Ağa tarafından tarihin dedi / Pak ihya eyledi Ahmed
g ı s ı n d a n u z a k o l a r a k t a s a r l a n a n Aynî 17. yy'ın başlarında yaptırıldığı bilinen Ağa 1154, şeklinde, ikinci kitabe ise
Ali B a b a T e k k e s i ' n i n planındaki düzen­ çeşme üzerindeki kitabeden anlaşıldığı­ bunun altında ve tek satırdır: "Dürriye
sizlik, asimetri ve organik d o k u c e p h e ­ na göre 1154/1741 tarihinde de kızlara­ Sultanın rûhiçün el fatiha 1340".
lerine de a y n e n yansımaktadır. Bu özel­ ğası olan Ahmed Ağa tarafından tamir Ayna taşı yüzeysel bir sivri kemer
liği ile, estetik açısından başarılı o l m a s a ettirilmiştir. Yine yapıda bulunan bir motifi ile bezelidir. Musluk kopartılmış
da, çağdaşı olan diğer t e k k e l e r d e n fark­ başka kitabeye göre 1340/1921-22 tari­ olduğundan akmaz haldeki çeşme, cep­
lı " n e v ' i "şahsına m a h s u s " b i r yapıdır. hinde de V. Mehmed'in (Reşad) torunu hesinin iki kenarı yuvarlak sütunçeli o-
Ayrıca g ü n ü m ü z ü n İstanbul'unda, Gala­ Dürriye Sultan adına bir kez daha tamir lup, başlıkları stalaktiktir. Tanışık'a göre
ta Mevlevîhanesi dışında, b ü t ü n özgün ettirilmiştir. üç yalaklı olan yapının bugün ayna al­
aksesuvarıyla döşeli olarak ayakta du­ tındaki tek yalağı içi toprak dolu olarak
ran b a ş k a t e k k e bulunmadığı için Aynî durur. Diğerleri -ki Tanışık'taki resim­
Ali B a b a T e k k e s i t e k k e folkloru açısın­ den bunların çeşmenin sağ ve solunda
dan b ü y ü k kıymet taşımaktadır. uzanan hayvan sulama yalakları olduğu
Bibi. H. Göktürk, "Aynîbaba Dergâhı", "Ay- anlaşılır- yok olmuştur.
nîalibaba Sokağı", "Aziz Ensari Bey", İSTA, Bibi. İSTA, III, 1631; S. Eyice, "Ayrılık Çeş­
III, 1621-1622. 1723-1725; ay, "Ensari (Mu- mesi", İA, IV, 284; Tanışık, İstanbul Çeşmele­
hiddin)", İSTA, IX, 5126-5127: A. Nesin, Böy­ ri, II, 346; S. Eyice, "İstanbul-Şam Bağdat
le Gelmiş Böyle Gitmez, İst., 1975 (4. baskı). Yolu Üzerindeki Mimari Eserler", TD, 13, s.
75-79. 90-92; M. K. Özergin, "Üsküdar Bostancıbaşı
M. BAHA TANMAN Derbendi Güzergâhı Mimarî Eserlerinin Kita­
beleri". TD, 13, s. 121-123.
AYRAL, MACİD ZİYA NUR SEZEN
(11 Nisan 1891, İstanbul - 17 Mart 1961,
İstanbul) Hattat. Ş e h r e m a n e t i müdürle­ AYRILIK ÇEŞMESİ MEZARLIĞI
rinden Zühdü B e y ' i n oğludur. B e y l e r b e ­ Kadıköy'de Rasimpaşa Mahallesi'nde,
y i n d e doğdu. Üsküdar İ d a d i s i n d e (lise) Acıbadem yolu üzerindeki Yıldızbak-
okurken sağlık sebepleri yüzünden kal'dan başlamakta ve tren hattına para­
o k u l u bıraktı. 1 9 0 8 ' d e E v k a f N e z a r e t i lel uzanarak İbrahimağa'da Ayrılık Çeş­
Teftiş Heyeti K a l e m i ' n e m e m u r o l a r a k mesi ve namazgahı yanında sona er­
girdi. 1923'te Polis Müdüriyeti sicil m e ­ mektedir. Adını Ayrılık Çeşmesi ve na­
murluğundan ayrılınca Babıâli'de bir ya­ mazgahından alır. Ayrılık Çeşmesi Me­
zıhane açarak hattatlık yaptı. Cumhuri­ zarlığı 1934 tarihli İstanbul Rehberi'n-
yet d ö n e m i n d e Ankara'da Vilayet G e n e l Ayrılık Çeşmesi deki haritaya göre Ayrılık Çeşmesi So­
Nazım Timuroğlu, 1993
Meclisi Başkâtipliği'nde çalıştıktan sonra kağı ile Taşköprü Caddesi ve bu cadde
489 AYŞE SULTAN ÇEŞMESİ

ile Hasanpaşa Mezarlık Sokağı arasında sı kalabilen mezarlıkta mevcut mezar


bulunan iki ayrı yapı adasında iki parça taşları da yarı yarıya gömülmüş, bir kıs­
halinde uzanıyordu. mı parçalanmış, büyük bir kısmı da bitki
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı, Üsküdar' örtüsü altında kaybolmuş durumdadır.
dan başlayıp Kızıltoprak'a kadar uzanan Sahiplerinin unvan ve adlarıyla vefat ta­
büyük Karacaahmet Mezarlığı'nın günü­ rihleri tespit edilebilen taşların incelen­
müze kalabilen son ucudur. Anadolu mesi sonunda Ayrılık Çeşmesi Mezarlı­
yakasının bu çok geniş sahaya yayılan ğı'nın 18. yy sonlarına doğru oluşmaya
mezarlığı ayrı adlar alarak, arada boş­ başladığı ve 20. yy başlarına kadar bura­
luklar ile tarihi Bağdat yolu boyunca ya defin yapıldığı anlaşılmaktadır.
devam etmekteydi. Bağdat yolunun Mezarlığın Acıbadem yolu ile Bağdat
önemli menzil noktalarından biri olan Caddesi'nin kesiştiği bölümünde tuğla
Ayrılık Çeşmesi ve namazgahından iti­ duvarla çevrili bir sofa yer alır. Mezar­
baren hafif bir yokuş şeklinde yükselen lıktaki birçok önemli şahsiyetin hüviyet­
arazide, Bağdat yolunun iki yanında leri Mehmed Raif Bey'in Mir'at-ı İstan­
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı uzanıyordu. bul adlı kitabında yer almıştır.
Bugünkü Yıldızbakkal'ı atladıktan soma SEMAVİ EYİCE
tekrar aşağıya inen yamaçta Söğütlüçeş-
me, daha ileride Mahmud Baba mezar­ AYŞE HATUN ÇEŞMESİ
lıkları bulunmaktaydı. Yoğurtçu Dere-
Üsküdar'da Duvardibi'nde Karacaahmet
si'nden sonra da yine küçük bir mezar­
Mezarlığı'nın Tunusbağı Caddesi tarafın­
lık yer alıyordu. Son otuz-kırk yıl içinde
daki bölümünün duvarına bitişiktir.
bu kabristanların hepsi yok olmuştur.
Ampir üslubunda ve bir sütun şek­
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'nın ise İbrahi-
lindeki çeşme 1209/1794-95 tarihlidir.
mağa tarafında Bağdat Caddesi'nden
Rodoslu Hasan Efendi'nin kızı olan Ay­
inerken sol yanda tren yolunu izleyen
şe Hatun tarafından yaptırıldığı kitabe­
parçası müstakil bir mezarlık halinde is­
sinden anlaşılır.
kân bölgesinin içinde kalmıştır. Sağ ta­
Tek parça mermerden inşa edilen çeş­
raftaki bölümden hiçbir iz kalmamıştır.
menin tepesinde "Maşallah" yazılı bir
Sadece gecekondular arasında duran Ayşe Hatun Çeşmesi
bölüm ve üstünde sonsuzluğu sembolize
birkaç servi ağacı burada bir zamanlar Erkin Emiroğhl, 1981
eden alem niteliğindeki küçük bir küre
mezarlık bulunduğunun işaretidir. Ayrı­
yer alır. Bunun altındaki bölüm ise "Ve
lık Çeşmesi Mezarlığımın tren yolu tara­
min el-maî külli şey'in hayy" ayet-i keri­ şâdânî-i rûh-ı sâhibetü'l hayrat merhu­
fındaki kısmı da aynı kadere uğramak­
mesine ayrılmıştır. Cephenin iki kenarı me Ayşe Hâtûn binti Hasan el-Rodosî
ta, hattâ içine gecekondular yapılmakta
boyunca bir bitki motifli süsleme kuşağı rûhiçün el-fâtiha Sene 1209".
iken 1970'li yıllarda Türkiye Turing ve
aşağı kadar iner. Bunlar stilize akantus Burada tarih sırasının iki yanında bi­
Otomobil Kurumu'nun müdahalesiyle
yaprakları altında paye biçimli süsleme­ rer rozet yer alır. Bu bölümün altında
bir ölçüde kurtarılmıştır. Kurum burada­
lerdir. Bunların arasında cephenin orta­ ise bereketi sembolize eden üzümlerin
ki gecekonduları yıktırmış, kırık ya da
sında istiridye motifi olarak adlandırılan kabartma olarak işlendiği bir başka bö­
toprağa gömülmüş mezar taşlarını (şa­
antik kökenli bir süsleme bulunur. Bun­ lüm göze çarpar. Bugün yok olmuş bu­
hide) çıkartarak dikilebilecek durumda
ların altında bir silme ile sınırlandırılmış lunan teknenin ve musluk bölümünün
olanları diktirmiş ve mezarlığa demir
üçüncü bölümde, iki yanda birer sütun- hemen üzerinde küçük bir dal kıvrım
parmaklıklar yaptırmıştı.
çe arasına dört satırlık kitabe yerleştiril­ yaparak burayı ikiye ayırır.
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'nda genel­ miştir. Kitabenin üst tarafında kitabe im­ Çeşme bugün sağlam olmakla birlik­
likle saraya mensup kişilerin kabirleri zası olarak "Muhammed Kâşif' adı oku­ te, arkasındaki mezarlığın yüksek kotu­
bulunmaktadır. Bugün pek az bir parça­ nur. Kitabe metni ise şöyledir: "Beray-ı nun baskısı ile bir miktar yerinden oy­
namıştır.
Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 396;
Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 79-80.
ZİYA NUR SEZEN

AYŞE SULTAN ÇEŞMESİ


Şehzadebaşı'nda Şehzade Camii'nin, Be­
lediye Sarayı karşısındaki avlu kapısının
sağında yer alır.
Çeşme, İ. H. Tanışık'a göre 1012/
1603-04 tarihinde III. Murad'ın kızı Ay­
şe Sultan (ö. 15 Mayıs 1604) adına ko­
cası İbrahim Paşa tarafından yaptırıl­
mıştır. Ancak İbrahim Paşa 1011/1602
tarihinde ölmüştür. Kitabelerde ise tarih
1012' dir. Ayrıca kitabe metninde İbra­
him Paşa'nın ruhuna dua istenmekte­
dir. O tarihte hayatta olsa idi, böyle
denmeyecekti. Böylece çeşmenin Tanı-
şık'm dediği gibi İbrahim Paşa tarafın­
dan değil, hanımı Ayşe Sultan tarafın­
dan kocasının ruhu için yaptırıldığı an­
laşılmaktadır. Ayrıca yine Tanışık'ın de­
Ayrılık Çeşmesi Mezarlığı'nın günümüze kalmış bölümünden (solda) bir görünüm. diği Rumi takvim hesabının da doğru
Ali Hikmet Varlık, 1993 olmadığı kesindir.
AYŞE SULTAN ÇEŞMESİ 490

Yapının arka cephesi sonradan yapı­


lan tamir sırasında kesme taş-tuğla karı­
şımı bir örgü ile süslü bir cephe haline
konmuş, ancak bu, çeşmenin özgün ya­
pısı ile bağdaşmamıştır.
Klasik Osmanlı mimarisi üslubundaki
çeşmenin ayna kemeri iki renkli (kırmı-
zı-beyaz) taş işçiliğinin de güzel bir ör­
neğidir. Kemer alınlığında, iki yanda
palmetli rozetler bulunur. Kemer ince
bir silme ile kademelendirilmiştir. Ayna
üzerinde de musluk çevresini sınırlayan
bir dikdörtgen silme yer alır. Bunun
içinde ise bitki motifleriyle süslemeli
kabartmalar göze çarpar.
Yalak yekpare mermer olup, gömül­
düğü için cephesindeki süsleme bugün
bir miktar görülebilir. İki yanındaki ko­
valık sekileri durmaktadır. Ancak bunlar
da yol hizasına kadar gömülmüşlerdir.
1940'h yılların başında aktığı bilinen
çeşmeye bugün şehir şebekesinden su
verilmiştir.
Bibi. Tanışık. İstanbul Çeşmeleri, II, 262:
Ayşe Sultan Çeşmesi, Üsküdar Konyalı, Üsküdar Tarihi, II. 15-16.
Ayşe Sultan Çeşmesi, Şehzadebaşı
Nazım Timuroğhı, 1963 Ziya Xur Sezen, 1993 ZİYA NUR SEZEN

AYŞE SULTAN KORUSU


Hazneli bir çeşmedir. Sırtı caminin rak inşa edilmiş olan yapı kitabesine
Bebek-Rumelihisarı arasındaki sahil yo­
avlu duvarına bitişik ve üç cephelidir. göre 1007/1598-99 tarihinde I. Süley­
lundan Boğaziçi Üniversitesi korusuna
Sağ cephe mermer kaplı, sol taraf ise man'ın (Kanuni) torunu ve III. Murad'ın
ve kampusuna doğru yükselen güney­
kesme taştır. Bu tarafın restorasyonlu ol­ kızı Ayşe Sultan (ö. 15 Mayıs 1604) tara­
doğu ve kuzeydoğuya bakan yamaçlar,
ma ihtimali yüksektir. Ana cephenin iki fından 1598/99'da yaptırılmıştır. Celi sü­
tepecikler ve vadilerden oluşan oldukça
köşesi yuvarlak sütunçelerle yumuşatıl­ lüs hatla kaleme alınmış kitabesi tek be­
dik eğimli bir arazi parçası üzerindedir.
mıştır. Vaktiyle yapının tümüyle mermer yit halindedir ve bir satıra yazılmıştır.
Alanı yaklaşık 60-65 dönüm kadardır.
kaplı olduğu anlaşılır. Ancak zamanla Kemerin tepesi ile saçak arasında yer
Adı koru ile bütünleşen Ayşe Sultan
kötü kaliteli mermerler kırılmış ya da alan kitabenin tarih bölümü şöyledir:
(Ayşe Hamide Osmanoğlu). II. Abdül-
dökülmüş, yerleri taş ile restorasyona ta­ "Zülâl-i çeşme-i aynü'l-hayât 1007".
hamid'in kızıdır. 1886'da İstanbul'da
bi tutulmuşlardır. Ayna nişi iki yanda Vaktiyle çeşmenin arkasmda mevcut doğmuş, özel öğrenim görmüştür. İlk
keskin köşeler yaparak cepheye oturur. hazire yok olduğundan burası belediye evliliğini sonradan Suriye cumhurbaşka­
Kemeri yuvarlaktır ve içeride daha sığ, tarafından düzenlenerek park haline nı olan Damat Ahmed Nâim Bey ile
basık bir kemer ile arasındaki kavsarası getirilmiştir. yapmış, daha sonra Müşir Rauf Paşaza­
tavus kuyruğu motifi denilen tarzda dü­
Çeşmenin haznesi kesme taştan ya­ de Kurmay Albay Damat Mehmed Ali
zenlenmiştir. Ayna bunun dışında sade­
pılmıştır ve dardır. Mermer cephe hazne Bey ile evlenmiştir. Hanedan mensubu
dir. Musluğun çevresi boyuna dikdört­
cephesini tümüyle kaplamaz. Bunun sol olduğu için Cumhuriyet'in ilanından
gen bir silme ile çerçevelenmiştir. Bu
tarafmda haznenin kesme taşlan izlene­ sonra 1924te yurtdışına çıkmak zorun­
bölümün üstünde, basık kemerle arasın­
bilir. Bu yöndeki yan cephenin saçağın­ da kalmış, Paris'e gitmiş, 1952'de Türki­
daki boşlukta yüzeysel beşgenlerden
da daha önceden var olan bir ahşap ye'ye dönmüş, 1960'ta İstanbul'da vefat
oluşan bir bordur ve altında sekiz mısra-
sundurma örtüsünü taşıyan parçalar bu­ etmiştir.
lık bir kitabe yer alır. Şair Hükmîye ait
gün durmaktadır. Yapının üstü düz bir Ayşe Sultan, mülkü olan koruyu, 1942'
kitabenin tarih beyti şöyledir: "Oldu İb­
örtüye sahiptir. de. henüz Avrupa'da yaşarken, İstanbul'
rahim Paşa ruhu için sayilâb 1012".
Ayna nişinin yuvarlak kemerinin te­
pesinde cephe boyunca tek kıtalık bir
diğer kitabe ile, bunun da üstünde orta­
da bir tuğralık bulunmakta ancak içi
boş durmaktadır. Buradaki kitabenin ta­
rih beyti ise: Hükmiyâ söyler dehan-ı
lülesi tarihini/ İçin İbrahim Paşa ruhu­
na eyleyin dua 1012 şeklindedir.
Saçak yine beşgenli bordur ile iki
kademeli bir silme halinde yapıyı çevre­
ler. Çatısı taştır ve dört eğimlidir. Çeşme
bugün akmamaktadır.
Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I. 54-56.
ZİYA NUR SEZEN

AYŞE SULTAN ÇEŞMESİ


Üsküdar'da İmrahor Caddesi'nden Ayaz­
ma Camii'ne ayrılan yolun köşesinde,
İmrahor Camii karşısındadır.
Tamamen mermerden, hazneli ola-
491 AYVANSARAY

da güvendiği bir yakınının aracılığıyla Sa­ Aytaç, ilk ve orta öğrenimini Diyar­ bul'da Şişli, Söğütlüçeşme, Moda, Kar­
mi Ozan'a (Serozan) satmış, 1960 sonra­ bakır'da yaptı. Diyarbakır İdadisi'ni bitir­ tal, Pendik camileriyle Eyüb Sultan Ca­
sında da koru parsellenerek İstanbul' un di. 1908'de İstanbul'a gelerek Hukuk mii kubbe yazısı onun eseridir. Şişli Ca-
zengin ve tanınmış kişilerine satılmış, Mektebi'ne kaydoldu ise de sanata olan mii'nin ana kapısı üstündeki müsenna
üzerine ilk olarak 20 kadar iki-üç katlı merakı dolayısıyla bir yıl kadar sonra yazı bir şaheserdir. Sülüs ve nesihte Ha­
villa, ev veya apartman inşa edilmiştir. ayrılıp Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel fız Osman, celi yazıda Mustafa Rakım,
Korunun içinde bulunan balta yontusu, Sanatlar Okulu) resim ve hakk (oymacı­ talikte Yesârîzade Mustafa İzzet, rık'ada
meşe lata ve kalaslarla inşa edilmiş, tek lık) şubesine girdi. Hayatını kazanma Mehmed İzzet Efendi yolundadır.
katlı, 38 odalı, iç ve dış duvarları bağdadi zorunluluğu karşısında burayı da bıraktı. Bibi. İnal, Son Hattatlar, 119-123; Rado,
ve sıvalı, kireç badanalı köşk, daha Yazı sevgisini Diyarbakır'da sıbyan Hattatlar, 267-268; TDÜA, I, 542; U. Derman,
1958'de yıktırılmış, 1960 sonrasında, in­ okulunda, sonradan Diyarbakır milletve­ Türk Hat Sanatının Şaheserleri, ist., 1982; M.
şaat alanı haline gelirken de ağaçların Z. Kuşoğlu. "Köprü İnsanlardan Hattat Hâ­
kili olan Mustafa Âkif Tütenk'ten aldı.
mid Aytaç ve İmzalan", Kaynaklar, 6, 1988,
çok büyük bölümü kesilmiştir. Görgü ta­ Askeri rüştiyede Hoca Vâhid Efendi'den s. 29-32; A. Alparslan, "Hattat Hamid'in Kay­
nıkları, 80-90 cm çapındaki ulu, yaşlı rık'a ve jandamıa kolağalarından Ahmed bının Düşündürdükleri", Milliyet, 8 Temmuz
çamların kesildiğini anlatmaktadırlar. Hilmi Efendi'den sülüs yazı meşketti. 1982; M. H. Subaşı, "Aytaç, Hamid", DİA, IV,
Bugün Ayşe Sultan Korusu'nun yerin­ İdadide de yazı öğretmeni akrabası Ab- s. 287-289.
de bir mahalle oluşmuş, koru yok olmuş­ düsselâm Efendi'den istifade ederek ya­ ALİ ALPARSLAN
tur. Ancak ev ve apartmanların çevresin­ zısını geliştirdi; İstanbul'a geldiğinde fır­
deki müşterek alanlar üzerincie, korudan sat buldukça devam ettiği Nazif Bey'den AYVANSARAY
arta kalmış ağaçlar, örneğin, yaşlı fistık- celi sülüs; Kâmil Akdik'ten(->) sülüs ve İstanbul'da tarihi yarımadanın kuzeyba­
çamları, mavi atlas sedirleri, Himalaya se­ nesih yazarak eksiklerini tamamladı. İ. tısında, kara surlarının Haliç surlarıyla
dirleri, serviler, erguvanlar, defneler, ce­ Hakkı Altunbezer'den(-0 tuğra çekmeyi birleştiği köşede yer alan ve Fatih İlçesi
viz ağaçları, acemdutları, dişbudak ve öğrendi. Hulusi Yazgan'dan bir miktar sınırları içinde bulunan tarihi semt. Ay-
kokarağaçlar, dağ akçaağacı Boğaz'da ta'lik yazdı. Çok kabiliyetli olduğu için vansaray Karabaş, Atik Mustafa Paşa ve
her yerde pek rastlanmayan yaşlı Macar her türlü yazıda ilerledi. Bir aralık Hase- Abdülvedud mahallelerinden oluşur. Ba-
meşesi (Quercus frainetto), karayemişler, ki'de Gülşen-i Maârif Mektebi'nde resim lat'tan Eyüp yönüne giden Demirhisar
sakızağaçları, akçakesme ve karaağaçlar ve yazı öğretmenliği yaparken hattat Caddesi, Kalafatçı Hüsnü Sokağı kavşa­
mahalle sakinleri tarafından bir ölçüde Halim Özyazıcı'nın(->) yetişmesinde rolü ğında sona erer ve buradan itibaren Ay-
korunmaktadır. Ayrıca mülk sahipleri, oldu. 1914'te Mekteb-i Harbiye Matbaa­ vansaray Caddesi, Haliç surları ile deniz
kendi evlerinin bahçelerine manolya, at- sı, daha sonra da yazı hocası Nazif Bey' arasında uzanarak 1980'li yıllara kadar
kestanesi, morsalkım, kırmızı yapraklı sü- in ölümü üzerine Erkân-ı Harbiye Mat­ gemi ve teknelerin yapıldığı Kalafat
seriği, porsuk, mavi ladin, mavi göknar, baası hattatlığına geçti. Burada yedi yıl Meydanîna ulaşır. Ayvansaray vapur is­
Uludağ göknarı, oyaağacı, gülibrişim, çalıştıktan sonra kendi isteği ile ayrılıp kelesi de buradadır. Yavedut Caddesi,
zakkum, ağlayan kadın kalbi (calycant- Î920'de "Hattat Hâmid Yazı Evi'' adında Ayvansaray Caddesi'nin Eyüp'e doğru
hus), Trabzon hurması, kelebekçalısı gibi bir yer açtı. Nuruosmaniye'deki dükkâ­ devamım oluşturur. Arazi Ayvansaray
süsleme değeri olan ağaç ve çalıları dik­ nını altı ay sonra Babıâli Caddesi'nde Caddesi'nden batıya, Ayvansaray semti­
mişlerdir. Ayşe Sultan Korusu, günümüz­ Reşid Efendi Hanîna taşıdı. Orada yazı, nin üst kısmındaki Tekfur Sarayîna doğ­
de orman görünümünü yitirmiş, yeşillik­ etiket, kartvizit ve çinkografi işleriyle ru oldukça dik bir biçimde yükselir. Ki­
ler içindeki bir mahalleye dönüşmüştür. meşgul olmaya başladı. Daha sonra ken­ mi merdivenli dar sokaklar, yer yer hâlâ
FAİK YALTIRIK dini yalnızca yazıya verdi ve 1980'e ka­ rastlanan eski, mütevazı İstanbul evleri
dar burada çalıştı. ve Bizans ya da Osmanlı döneminden
AYTAÇ, HÂMİD Hâmid Bey, geçim kaygısı yüzünden kalma harap vaziyetteki anıtlar semtin
(1891, Diyarbakır - 19 Mayıs 1982. İs­ hocalarından düzenli ders görmemesine genel manzarasını oluşturur.
tanbul) Hattat. Asıl adı Şeyh Musa Az- rağmen yeteneğiyle çağımızın en kud­ Ayvansaray adının kökeni konusunda
mi'dir. 30 yaşlarına kadar yazılarında retli hat sanatçısı oldu. Şöhreti, İslam ül­ değişik tezler vardır. Bunlardan biri, Os­
Azmi imzasını kullandıktan sonra Hâ- kelerine yayılmıştı. Birçok öğrenci yetiş­ manlı döneminde semtteki bazı Bizans
mid adını almış ve ölümüne kadar onu tirmiştir ki en tanınmışları Halim Ozya- mahzenlerinde, sıcak ülkelerden getirti­
kullanmıştır. Babası kasap Zülfikâr Efen- zıcı, Hasan Çelebi, Hüseyin Kutlu'dur. len hayvanların barındırılması nedeniyle
di'dir. Dedesi ise, Tuhfe-i Hattâtin adlı Eserleri sayılamayacak kadar çoktur. İki halk arasında kullanılmaya başlayan
hattatlar tezkiresinde adı geçen Adem-i Kuran yazmıştır. Bunlardan biri Alman­ "hayvan sarayı" deyiminin zamanla bo­
Âmidî'dir (Diyarbakırlı Âdem). ya'da ve Türkiye'de basılmıştır. İstan- zularak Ayvansaray'a dönüştüğünü iddia
eder. Bir başka tez, buradaki Bizans sa­
rayının "kemerli yüksek bina" anlamına
gelen "eyvan" sözcüğüyle "Eyvan Sara­
yı" olarak anıldığım ve giderek Ayvansa­
ray adının oluştuğunu ileri sürer. 18. yy
Ermeni yazarı P. Ğ. İnciciyan(->) semtin
adının "Ayios Mamas"dan geldiği kanı­
sındadır. Türkolog J. H. Mordtmann ise
Ayvansaray adının Eyyüb Ensari'den gel­
diğini, Eyüp'e giden yolun başında sur­
larda açılan bir gediğe verilen "Eyyüb
Ensari Kapısı" adının zamanla "Ayvansa­
ray Kapısî'na dönüştüğünü ileri sürmüş,
Evliya Çelebi de 17. yy'da bu kapının
adını "Ayyub Ansari" kapısı şeklinde
yazmıştır.
Ayvansaray, Bizans ve Osmanlı devir­
leri tarihinin kucaklaştığı semtlerden biri­
Hâmid Aytaç
çalışma dir. Semt, Arap kuşatmaları sırasında bu­
odasında. rada şehit olanlar (bak. Sahabe) nede­
Erkin Emimğlu niyle İslamiyet açısından da önem ka-
A YVANSAJtA Y 492

Ayvansaray,
1 9 . yy
İstanbul
Ansiklopedisi

zanmıştır. Bu nedenle Ayvansaray'da her şen blehron (yabani nane) veya ble- Meryem'in elbisesinin muhafaza edildiği
uygarlığa ait tarihi kalıntılara, Bizans sa­ hon'dan (eğreltiotu) ya da o sıralar Ha­ Teotokos ton Blahernon Kilisesi'ni ko­
rayının set duvarlarına, mahzenlere, sur­ liç kıyılarında çokça tutulan lahernai' rumak için surları genişletmiştir. V. Le-
lara, kilise ve ayazmalara, türbe ve kabir­ den (palamut) geldiğini ileri sürenler on da 813'te surların önüne bir hisarpe-
lerle cami ve mescitlere sık sık rastlanır. vardır. 2. yy'da yaşadığı sanılan Dionisi­ çe yaptırmıştır. Böylece bugün iç avlu­
Bizans Dönemi os Bizantios'a göre, kasaba adını Blak- sunda Toklu Dede Mescidi(->) ve hazi-
hernas isimli bir Trak şefinden almıştır. resi bulunan hisar meydana gelmiştir.
Ayvansaray, İmparator II. Teodosios dö­
Bizantion surları 5. yy'da, şimdiki ka­ Bizans döneminde bu iç hisara Pterion
neminde (408-450) yazılmış olan ve İs­
ra surları yapılarak büyütüldüğünde, denilmekteydi. Kara tarafı surları ile Ha­
tanbul'un mahallelerini anlatan Latince
Blahernai şehrin surlan içine alınmış ve liç kıyısı surlarının birleştikleri yerde
Notitia Urbis Constantinopolitanae'yei-*)
onun bir mahallesi ya da bölgesi haline bulunan bir duvar Halic'e doğru uzan­
göre XIV. bölgede (regio) bulunuyordu.
gelmiştir. Blahernai'nin kuzey ve doğu makta ve kıyı parçasını dışarıdan ayır­
Ayvansaray bu belgeye göre, o sıralarda
tarafındaki eski surlarına artık ihtiyaç maktaydı. Bu duvarda açılan Ksiloporta
Bizantion adını taşıyan şehrin bitişiğinde
kalmadığından bunlar yıktırılmış olmalı­ adlı kapı, kıyı şeridinin dışarıyla bağlan­
yer alan bir kasaba konumundaydı ve
dırlar. Blahernai'nin sur dışında kalan, tısını sağlıyordu. Bu duvar ve kapının
etrafı bir surla çevriliydi. Surların içinde
Haliç kıyılarındaki ucu 626'daki Avar 1868'de yıktırıldığı bilinmektedir.
bir kilise, bir saray, bir çeşme, bir ha­
mam, bir tiyatro ve bir lusarium (oyun kuşatması sırasında tahrip edilmiştir. 10. yy'dan itibaren imparatorlar ve
yeri) bulunuyordu. Semtin o zamanki İmparator Heraklios 627'de, sur dışında saray halkı Blahemai'ye rağbet etmeye
adı olan Blahernai'nin burada çok yeti­ kalan bu bölgeyi ve burada yer alan ve başlamışlardır. Atmeydanı ile Marmara
493 AYVANSARAY

Haliç Köprüsü'nden Ayvansaray'ın görünümü


Aras Neftçi, 1989

kıyısı arasındaki geniş alanda yer alan edildikten sonra açılmış bir geçit yeri bisesi muhafaza ediliyordu. Bu tarihte
Büyük Saray(->) 11. yy'da ihmal edilme­ idi. Kapının karşısında, Teotokos ton yanında bir de ayazma tesis edilmişti.
ye başlanmış ve imparatorlar bu yüzyıl­ Blahemon Kilisesi ve Ayazmasîm deniz Büyük ölçüde bir bazilika biçiminde
dan başlayarak Bizans'ın çöküşüne ka­ yoluyla ziyarete gelen imparator kayık­ olan kilise, kaynaklardan öğrendiğimize
dar Blahernai Sarayı'nda(->) yaşamışlar­ larının yanaştığı bir iskele bulunuyordu. göre muhteşem mozaiklere sahipti. Bu
dır. Blahernai Sarayı'nın bugün İvaz Ayvansaray vapur iskelesinin doğu tara­ bina, sonuncusu 1434'te çıkan çeşitli
Efendi Camii'nin(->) bulunduğu teras fındaki küçük koyun, imparator iskelesi­ yangınlara duçar olmuş ve bir daha ih­
üstünde yer aldığı sanılmaktadır. I. Ma- ni de koruyan barınağın son kalıntısı ol­ ya edilememiştir. Bugün aynı yerde bu­
nuel Komnenos'un(->) yaptırdığı belirti­ duğuna ihtimal verilmektedir. Ancak bü­ lunan Panayia (Kimisis) Vlaherna Kilise
len sarayın ise Tekfur Sarayı(->) olduğu tün bunlar sağlam dayanaklara bağlana­ ve Ayazması 1869'da Ortodoks Hıristi­
tahmin ediliyor. Manuel Komnenos'un mayan hipotezlerdir. yanların Kürkçüler Cemiyeti tarafından
Blahernai Sarayı'nı korumak amacıyla inşa olunmuştur.
Teotokos ton Blahemon Kilisesi İm­
yaptırdığı surlar, Halic'e doğru uzanarak
parator Markanos (hd. 450-457) ve eşi Notitia Urbi^te XIV. bölgede bir ağaç
Anemas zindanları denilen mahzenlerin
Pulheria(-0 tarafından yaptırılmıştı. Bu köprünün bahsi geçer. Bu köprünün
kuzey ucunda sona erer.
binanın yanında I. Leon tarafından yap­ Blahernai'yi Halic'in karşı kıyısına bağ­
Semtte, Ayvansaray Kapısı adıyla anı­ tırılan yuvarlak ek binada Meryem'in el­ ladığı düşünülebilir. Köprünün sonra-
lan iki kapıdan söz edilebilir. Bunlardan
biri, Mordtmann'ın semtin adının men­
şeini izah ederken sözünü ettiği kapıdır.
Mordtmann Ayvansaray adının Ebu Ey-
yub Ensari'den geldiğini ve Haliç surla­
rında açılan bir gediğin kapı olarak gö­
rüldüğü için Eyüp semtine giden yolun
başında bulunan bu kapıya "Eyyub En-
sari Kapısı" denildiğini ileri sürmüştür.
Böyle bir kapının günümüzde izi kalma­
mıştır. Esas Ayvansaray Kapısı ise bugün
Haliç tarafındaki bir sur parçasının üze­ Geçen yüzyılın
rindeki Ayvansaray Mescidi'nin tam di­ sonlarında
Ayvansaray
binde idi. Bugün izi kalmayan bu kapı,
kıyılarından
şehrin Haliç tarafı surlarının en batıdaki bir görünüm.
son kapısı olup Bizans devrinde Koili- Sebah & Joaillier'in
omene Porta (Çukur veya Alçak Kapı) fotoğrafından
adındaki geçit olmalıdır. Schneider'e gö­ renklendirilmiş
re bu kapı, şehrin esas kapılarından biri bir kartpostal.
Erkin Emiroğht
olmayıp Blahernai Kapısı örülerek battal
fotoğraf arşivi
AYVANSARAY 494

dan kagire çevrildiği görüşü bir tahmin­


den ibarettir.
Ayvansaray bölgesinde Haliç Köprü-
sü'nün yapımı sırasında son derece de­
ğişik süslemeleri olan iki adet, Bizans
sütun başlığı ortaya çıkarılmıştır. Bu sü­
tun başlıkları bugün İstanbul Arkeoloji
Müzesi'nde teşhir edilmektedir.
Toklu Dede Haziresi içinde, bu yüz­
yılın başlarına kadar var olan Ayios Basi-
leios Ayazması bugün taş ve molozlarla
dolmuş ve kaybolmuş vaziyettedir. Hazi-
renin kuzeydeki köşesinde kare planlı
bir kule vardır. Üzerindeki, ince mer­
merden iki frize, kabartma harflerle iş­
lenmiş kitabede, kulenin imparator Ro-
manos tarafından yaptırıldığı belirtilmek­
tedir. Anılan imparatorun III. Romanos
(hd. 1028-1034) olduğu sanılmaktadır.
Kulenin Aziz Nikolaos'a adanmış bulun­
ması, burada. Bizans kaynaklarında adı
geçen Ayios Nikolaos Kilisesi'nin bulun­
duğuna dair bir delil sayılmaktadır.
Bölgedeki birçok Bizans mahzen ve­
ya sarnıcının en büyüğü Emir Buhari
Mescidi ve Tekkesi altında bulunmakta­
mektedir. O halde 1806-1814 tarihleri çeşmelerin hepsi harap vaziyettedir, ba­
dır. Bu mahzen peş peşe sıralanan kü­
arasında bu sahilsaray ortadan kalkmış zıları ise ortadan kalkmıştır. Bu çeşme­
çük mekânlar halindedir.
olmalıdır. lerin en eskisi, 975/1567-68 tarihli .Sim-
Osmanlı Dönemi Ayvansaray semti Bizans döneminde keşbaşı İskender Bey Çeşmesi, Ayvan­
1453'te istanbul'un fethiyle sonuçlanan 1069. 1203 ve İ434'te olmak üzere bir­ saray Mescidi'nin yanındadır.
kuşatma sırasında Ayvansaray yöresinde kaç büyük yangın geçirmişti. Osmanlı Bu iddiasız mahalle çeşmelerinin dı­
de şiddetli çarpışmalar cereyan etmiştir. döneminde ise T1 Temmuz 1729'da Ba- şında Ayvansaray'da surların Haliç kıyısı
II. Manuel Paleologos(->) ile Venedikli lat'tan Ayvansaray kıyılarına kadar yayı­ ile birleştiği köşede Hatice Sultan'ın
Leonardo Langoso'nun komutasındaki lan bir vangın bölgevi harabeve çevir­ hayratı olan 1123/1711 tarihli bir çeşme
birlikler, bölgeyi Rumeli Beylerbeyi Ka­ miştir. 1755. 1773. 1862. 1864, 1880 ve ile bir sıbyan mektebi ve bir de sebil
raca Beyin komutasındaki Osmanlı bir­ 1 9 u yangınları da Ayvansaray'da bü­ vardı. Sebil 1970'li yıllarda, yol inşaatı
liklerine karşı savunmuştur. Fetihten yük tahribat yapmış ve semtin körelme- nedenivle yok edilmiştir. Çeşmenin bazı
sonra Ayvansaray, burada bulunan Sa­ sine neden olmuştur. taşları koparılmış durumda ve sıbyan
habe kabirleri nedeniyle bir Müslüman Ayvansaray'm iki büyük camii vardır. mektebi de bir harabe halindedir.
mahallesi olarak gelişmiştir. İstanbul Bunlardan Atik Mustafa Paşa Camii(->) Ayvansaray'da üç eski hamamın var­
hakkında, başta camilere dair Hadîka- kiliseden çevrilmedir. Halic'e ve sur dışı­ lığı bilinir. Atik Mustafa Paşa Camii'nin
tü'l Cevâmi olmak üzere birçok eserin na hâkim bir yerde kurulan İvaz Efendi üst tarafında bulunan Mustafa Paşa Ha­
müellifi olan Hüseyin Ayvansarayî(->) Camii ise Mimar Sinan'ın son yıllarında mamı yok olmuştur. Hançerli Yoku­
de burada doğmuş ve burada vefat et­ gerçekleştirilmiştir. Ama günümüze ge­ şundaki Hançerli Hamamı'nın II. Baye-
miştir. Kabrinin Toklu Dede Haziresi'n- len tezkirelerde bu caminin adı yoktur. zid'in kızı Hatice Sultan evkafından ol­
de olması gerekir. Ancak mezar taşma Ayvansaray'ın kıyıya yakın kesiminde duğu söylenir. Ayvansaray'm üçüncü
rastlanmamıştır. yer alan Toklu Dede Mescidi küçük bir hamamı ise bugün sadece yerini bildiği­
Ayvansaray'm 18. yy'da parlak bir Bizans kilisesinden çevrilmişti. Daha kı­ miz Yalı Hamamı idi.
dönem yaşadığı tahmin edilebilir. İstan­ yıda, sur üzerine oturan Ayvansaray Ayvansaray'da Sahabe kabirlerinin
bul kıyılarında sıralanan yalı. ev ve di­ Mescidi(-») Korucu Mehmed Çelebi tara­ en yoğun olarak toplandığı bölge Bi­
ğer tesislerin adlarını veren Bostancıba- fından 1590-1591'de yaptırılmıştır ve Ko­ zans döneminde Pterion denilen hisarın
şı Defterleri'nden(-0 1814-1815'te yazıl­ rucu Mehmed Mescidi adıyla da anılır. içindeki avludur. Ebu Şeybet el-Hud-
dığı tespit edilen bir tanesinde Ayvansa­ Çınarlıçeşme Caddesi'nde bulunan Çı- ri'nin kabri buradadır. Atik Mustafa Paşa
ray kıyılarında kayıkhane, ev ve yalıla­ narlıçeşme Mescidi 1713-1716 arasında Camii içinde Cabir bin Şemre veya Ca-
rın bulunduğu belirtilmektedir. Burada Sadrazam Şehit Ali Paşa tarafından yap­ bir bin Abdullah'ın kabri bulunmakta­
sözü edilen yalılar arasında sabık Tersa­ tırılmıştır. Bugün sadece duvar kalıntıları dır. Çınarlıçeşme Mescidi yanında da
ne Emini Vahid Efendi'nin yalısı, sabık bulunmaktadır. 1920'lerde çekildiği tah­ Ebu Zerr el-Gıfari'nin türbesi bulunur.
Bosna mollası efendinin yalısı. Bezirci- min edilen bir fotoğrafta mescidin o ta­ Haliç surlarının bir burcunun dibinde
başı Salih Efendi'nin yalısı, Kasap Mus­ rihte çok iyi durumda olduğu anlaşıl­ Muhammed el-Ensarî'nin makam türbe­
tafa'nın yalısı, Sadık Ağa'nın yalısı sayıl­ maktadır. Fotoğrafa göre dikdörtgen si bulunmaktadır.
maktadır. planlı bir yapı olan mescidin üstü kire­ Sur dışmda, Eyüp'e giden yolun so­
Surların bittiği yerle, bugünkü Haliç mit örtülü idi ve ahşap minaresi vardı. lunda Şeyh Abdülvedud Dede (Yave-
Köprüsü dibindeki Abdülvedud Mescidi h a z Efendi Camii'nin biraz aşağısın- dud) Türbesi görülür. Ayvansaray'm en
arasında, Sultan IV. Mehmed'in kızı Ha­ daki Emir Buhari Mescidi ve Tekkesi önemli haziresi, Toklu Dede adına ola­
tice Sultan'ın (ö. 1743) sahilsarayı bulu­ bugün bir harebe yeri haline gelmiştir. nıdır. Bu küçük kabristanın içinde Sa­
nuyordu. Bu yalı, Saray Hamamı ya da Surların dışında Eyüp'e giden yolun habe türbe ve mezarları yanında Ayios
Yalı Hamamı'nın yanındaydı. Melling'in üzerinde bulunan Abdülvedud Tekkesi Basileios adına bir ayazma bulundu­
1806 tarihli Haliç resminde bu sahilsa- I96OI1 yıllarda yeniden yapılmıştır. ğundan, Hıristiyanlarca da uzun süre zi­
ray görülmektedir. 1814-1815 tarihli Suya büyük önem veren Osmanlı me­ yaret edilmiştir.
Bostancıbaşı Defteri'nde ise Saray Ha­ deniyeti Ayvansaray'm çeşitli yerlerinde İbni Sina'nın Kanun adlı eserini 1180/
mamı'nın yanı boş arsa olarak gösteril­ vakıf çeşmeleri bırakmıştır. Bugün bu 1766-67'de Türkçeye çeviren Mustafa
495 AYVANSARAY KÖPRÜLERİ

ahşap olarak yapıldığı ve daha sonra


bunlardan birinin kagire çevrilmiş olabi­
leceği konusunda da çeşitli görüşler bu­
lunmaktadır. 16. yy'da Pierre Gilles'in
Ayvansaray'da suyun içinde kagir köprü
ayakları görüldüğünü aktarması ve Evli­
ya Çelebi'nin de eskiden Eyüp-Sütlüce
arasında zincirle taşınan bir köprünün
bulunduğunu ve kalıntılarının hâlâ gö­
rülebildiğini belirtmesi, bu bölgede bi­
linmeyen bir geçmişte, en azından kıyı­
ya mesnetlenme noktaları kagir olan bir
köprünün var olduğunu düşündürtmek­
tedir. Öte yandan, Ayvansaray'daki bu
kalıntıların köprü ayaklarına ait olduğu
konusunda da kuşkular bulunmaktadır.
Tarihsel kaynaklarda adı geçen Ha­
liç'teki ilk Osmanlı köprüsü, Fatih'in İs­
tanbul kuşatması sırasında Piripaşa-Ay-
vansaray ya da Kumbarahane-Defterdar
arasında kurdurmuş olduğu yüzer köp­
rüdür. Bu köprüde tombaz adı verilen
Ayvansaray'da bir sokak. güvertesiz özel gemiler birbirlerine ve
Hazım Okurer. 1993 kıyıya zincirlerle bağlanmış, üzerlerine
de bir tabiiye oturtulmuştur. Kritovo-
ulos, bu köprünün yapımına daha ku­
Efendi ile pek çok kitap ve üç yüzden sakinlerinin bir b ö l ü m ü , yakınlarındaki
şatmanın başlarında girişildiğini, ancak
fazla mushaf yazan hattat Osman Ağa bu sanayi alanında istihdam edilmek­
teydiler. Sanayi alanlarının ortadan kalk­ gerçekleştirilmesinin gemiler karadan
ve Hafız Hüseyin Ayvansarayî'nin bura­
ması mahalli esnafı da etkilemiş olmalı­ Halic'e indirildikten sonra mümkün ol­
da gömülü olmaları, Ayvansaray semti­
dır. A n c a k halihazırda bu konularda ya­ duğunu belirtir. Askeri amaçlarla kuru­
nin, 18. yy İstanbul kültür hayatının
yımlanmış araştırmalar b u l u n m a m a k t a ­ lan köprünün fetihten sonra ne kadar
önemli merkezlerinden biri olduğunu
dır. G ü n ü m ü z d e Ayvansaray, Haliç sa- süreyle kullanımda kaldığı bilinmiyor.
gösterir.
hilyolu, çevre yolları ve Haliç Köprüsü 19. yy'ın ortalarında Ayvansaray ile
Ayvansaray, komşusu olan Musevi Ba- aracılığıyla k o l a ) ' ulaşılan, a n c a k yoksul Piripaşa arasında ahşap bir köprünün
lat(-0 ve Hıristiyan Fener(->) gibi semtle­ ve b a k ı m s ı z bir vaziyettedir. kurulmuş ve bir süre kullanılmış olduğu
rin yanında İslam medeniyetinin ve ya­ Bibi. J . B. Papadopoulos, Les Palais et les ég­
bilinmektedir. Söz konusu köprünün,
şam tarzının damgasını vurduğu, kıyısın­ lises des Blachernes, Atina, 1928; R. Ülke, Ay­
konuyla ilgili çalışmaların hemen tü­
daki iskeleleri, yalı ve sahilsarayları ile vansaray, Balat ve Fener Semtlerindeki Anıt­
lar. İst., 1957; Eyice, Haliç; Muller-Wiener, münde Mıgırdıç Cezayirliyan adında bir
eski İstanbul'un güzel bir köşesiydi.
Bildlexikon; A. D. Mordtmann. "Die Hafe- sarrafın özel teşebbüsüyle 1863'te yapıl­
Müslüman karakterine rağmen, semtin
uquartiere von Byzanz", Mitteilungen des dığı ve 10 gün içinde kayıkçılar tarafın­
Ortodoksluk açısından önemi nedeniyle
Deutschen Excursions-Clubs in Konstantino- dan yakıldığı aktarılmaktadır. Oysa, Ya­
Hıristiyan mabetleri de buradaki varlıkla­
pel. 1/3. Konstantinopel. 1891: F. Dirimtekin, hudi Köprüsü olarak adlandırılan bu
rını sürdürmüşlerdi. Ayios Dimitrios Ka-
"14. Mıntıka (Blachernae)". Fatih ve Istanbul. köprü. Robertson tarafından 1853-1854'
navis Kilisesi(-») ve Panayia (Kimisis) 1/2, İst.. 1953; R. E. Koçu, "Ayvansarayî", te çekilmiş olması gereken bir fotoğrafta
Vlaherna Kilise ve Ayazması bu mabet­ İSTA, III; Dirimtekin, Haliç Surları; Ayvansa­ görülmektedir. Döneminin Fransızca ya­
lerden günümüze kalmış olanlarıdır. rayî. Hadîka-. Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevâ- yımlanan gazetelerinden 19 Şubat 1852
Bîr yandan yangınlar, diğer yandan rih; Kumbaracılar, Sebiller; Tanışık. İstanbul tarihli Journal de Constantinople'da da
19. yy ortalarından itibaren sanayi yapı­ Çeşmeleri, I; Ünver, Sahabe Kabirleri; Ünver,
yapımına ilişkin ayrıntılı bilgi vardır. Ha­
larının bölgeye yayılması semtin tarihi Mutlu Askerler; Evliya, Seyahatname, I; Bay­
berde İstanbul'un kuzeyi ile Hasköy kı­
rı. İstanbul Folkloru.
karakterinin değişmesine neden olmuş, yılarını birleştiren yeni köprünün ta­
irili ufaklı fabrikalar, atölye ve depolar SEMAVİ EYİCE mamlandığı, köprünün Cezayirli Mıgır-
özellikle sur dışındaki sahil kesiminde dıç'm sağladığı imkânlarla bir firma tara­
sıralanmıştır. Bunlar arasında bir de de­ AYVANSARAY KAPISI fından inşa edildiği ve bir milyon kuru­
ğirmen bulunmaktaydı. Haliç kıyısında bak. SURLAR şa mal olduğu bildirilmektedir.
ise bir kalafat yeri vardı. Burada 300 to­ Ahşap dubalar tarafından taşınan ve
na kadar gemiler, tekneler ve ünlü Ay­ AYVANSARAY KÖPRÜLERİ 380 m uzunluğunda olan bu köprünün
vansaray kayıkları yapılırdı. Semt ahalisi Ö z g ü n kaynaklardan B i z a n s d ö n e m i n i n genişliği 8 m'dir. Ayrıca inşaatın tersane­
daha çok işçi, küçük esnaf, denizci ve başlarında, 5. ve 6. yy'larda Haliç üze­ den Vassil Janide adında bir müteahhide
balıkçılardan .oluşmaktaydı, İç kesimler­ rinde iki k ö p r ü n ü n varlığına ilişkin bil­ verildiği, önemli bir yenilik olarak yaya
de ise geniş bir Çingene kolonisi yaşı­ giler d e r l e n e b i l m e k t e d i r . S. E y i c e . bu kaldırımlarının yoldan demir parmaklık­
yordu. 1950'lerden sonra İstanbul'un bü­ köprülerden birinin Ayvansaray (Bla- larla ayrılmış olduğu ve döşemenin bin-
yük bir göç dalgasına maruz kalması h e r n a i ) Mahallesi'ni karşı kıyıya bağla­ dirmeli bir kaplama olarak yapıldığı da
semtin nüfus ve kültür yapısında deği­ dığını, o r t a ç a ğ b o y u n c a k a y n a k l a r d a belirtilmektedir. Yukarıda sözü edilen
şikliklere neden olmuştur. Genellikle dar adından söz e d i l m e y e n bu k ö p r ü n ü n 5. yazının yayımlandığı tarihte sultan tara­
gelirlilerin yaşadığı semtte apartmanlara, yy'dan s o n r a k i varlığının tartışmalı ol­ fından açılışı beklenen bu köprüden,
eğlence yerlerine ve büyük mağazalara duğunu, diğerinin ise Kâğıthane D e r e s i 1852'de İstanbul'da dokuz ay kalan T.
rastlanmaz. ü z e r i n d e k u r u l m u ş o l a b i l e c e ğ i n i ileri Gautier de anılarında bahsetmektedir.
1980'li yıllarda Haliç kıyılarındaki sa­ sürmektedir. Y i n e aynı yazara göre, 6. Preziosi tarafından Eyüp sırtlarından ya­
nayi yapıları ve depoların yıkılması, yy'da I. İustinianos'un yaptırdığı bilinen pılan 1853 tarihli bir Haliç gravüründe
çevre yollan ve Haliç Köprüsünün ya­ Ayios Kallinikos (sonra Ayios Panteley- de köprü görülür. Bu köprünün ömrü­
pılması, Ayvansaray üzerinde önemli et­ m o n ) Köprüsü bunlardan ikincisi olma­ nün uzun olmadığı, dubaları batmaya
kiler husule getirmiştir. Eskiden semt lıdır (bak. Haliç Köprüleri). İkisinin de başlayınca yerinden söküldüğü de ileri
AYVANSARAY MESCİDİ 496

sürülmüştür. Ancak, 1858 tarihli bir kita­ Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 236; Öz, İstan­ eğimlidir. Göl hacmi 156.000 m3, göl
bın eki olan haritada Haliç üzerindeki bul Camileri, I, 26; İKSA, IV, 2064; Fatih Ca­ uzunluğu 700 m'dir. Sağ sahildeki dolu
mileri, 6l; S. Eyice. 'İstanbul'da İhmal Edil­
diğer iki köprünün yanısıra bu köprü de savak 1,05x0,55 m boyutlarında olup
miş Tarihi Bir Semt: Ayvansaray". TAÇ, no.
gösterilmiştir. Dolayısıyla, söz konusu 5, Nisan 1987. s. 33- savak eşiği payandalı plaklardan 0,55 m
köprünün ne zamana dek kullanıldığı ve N. ESRA DIŞOREN aşağıda, sol sahil dolu savağı ise l,05x
akıbeti konusunda kesin bilgi yoktur. 0,28 m boyutlarında ve savak eşiği pa­
Bugün Ayvansaray'ı Halıcıoğlu'na AYVAT BENDİ yandalı plaklardan 0,28 m aşağıdadır.
bağlayan ve Haliç Köprüsü adını taşı­ Tahliye 0,250 mmlik boru üzerine kon­
İstanbul'un kuzeyinde Kemerburgaz na­
yan köprü, 1974'te hizmete girmiştir. muş vana yardımı ile yapılmakta ayrı
hiyesinin takriben 4,5 km kuzeydoğu­
Boğaz Köprüsü çevre yollarının Haliç bir 0,250 mm'lik borunun üzerindeki
sunda, Belgrad Ormanı içerisindeki Ay-
geçişini sağlayan bu köprü, ayaklar vana vasıtasıyla ise su alınmaktadır.
vat Deresi üzerindedir ve Kırkçeşme
üzerinde inşa edilmiştir. Yapımı Türkiye Bentten alman suyun debisinin öl­
sistemine su verir.
Karayolları Genel Müdürlüğü, ishikawa- çülmesi, ölçme sandığı kenarına, ekseni
I. Süleyman (Kanuni) tarafından yap­
jime-Harima Heavy Industries adlı J a ­ su yüzeyinden 96 mm aşağıda yerleşti­
tırılarak 1563'te hizmete giren Kırkçeş­
pon ve Julius Berger-Bauboang A. G. rilmiş, kısa borular yardımı ile yapıl­
me tesislerinin kuzey kolu üzerinde
adlı Alman kuruluşlar tarafından üç yıl­ maktadır. Debi bu boruların çapına gö­
olan Ayvat Bendi 1765'te III. Mustafa ta­
da gerçekleştirildi. Uzunluğu 995 m, ge­ re belirlenir. Bentten toplam 46 lülelik
rafından yaptırılmıştır. Kitabesi yoktur.
nişliği 31,20 m, deniz yüzeyinden yük­ su, yani günde 2.392 m1 su alınabilmek­
Bent yağışlı zamanlarda ihtiyaç fazlası
sekliği 22 m'dir. tedir. Bent ormanlık bölgede yapılmış
suyu depolayarak şehre daha fazla su
Bibi. Eldem, İstanbul Anıları, 260; S. Eyice, olduğundan haznesinde 1735'ten beri
verilmesi sağlanmıştır. Ayvat Bendi ke-
"İstanbul'da îhmal Edilmiş Tarihi Bir Semt biriken katı madde çok azdır.
mer-ağırlık baraj tipine örnek olarak
Ayvansaray", TAÇ, no. 5, Nisan 1987; Y. Bibi. Nirven. İstanbul Suları, İst., 1946; Çe­
gösterilir. Bazı yabancı kaynaklarda ise
Kâhya-G. Tanyeli, ''Haliç Köprüleri ve Kent çen, Kırkçeşme; Çeçen, Su Tesisleri.
Ulaşımına Etkileri", Osmanlı Devletinde Mo­ "Bizans Bendi" olarak tanımlanmıştır.
Bizans ile hiçbir ilgisi olmadığı açıktır. KÂZIM ÇEÇEN
dern Haberleşme ve Ulaşım Teknikleri. 11.
Türk. Bilim Tarihi Sempozyumu. 1989. Ayvat Bendi Kırkçeşme tesislerinden Mimari
GÜLSÜN TANYELİ-YEGÂN KAHYA iki yüz sene sonra yapılmış, ama mev­ Ayvat Bendi, tasarım açısından İstanbul
cut sulama tesisleri ile çökeltme havuzu bentlerinin en yalm örneklerinden biri­
AYVANSARAY MESCİDİ aynen muhafaza edilmiştir. 1563'te yapıl­ dir. Kırık çizgilerle kemer biçimi verilen
Ayvansaray'da, Ayvansaray Caddesi ile mış olan küçük bağlama ve yüzen cisim­ bir planı vardır. Bu, direnç artırıcı olma­
Kuyu Sokağı'nın birleştiği köşede bulu­ leri tutan ızgaralar ile kumları tutan da­ sının ötesinde bendin yalın biçiminin
nuyordu. Halk arasında "Korucu Meh- iresel çökeltme havuzları bendin hemen hareketli bir kitle etkisiyle karşılanması­
med Ağa Mescidi" ya da "Korucu Meh- altında bulunmaktadır. Bendin su tara­ nı da sağlamıştır. Ayrıca doğa içinde de­
med Çelebi Mescidi" diye de bilinir. fındaki payandalarla tahkim edilmiş olan ğişen perspektifler elde edilmiştir.
Hüseyin Ayvansarayî, bu mescidi Ay­ mermer plakalar vasıtasıyla daha fazla 18. yy Osmanlı barok konsepti bura­
vansaray Kapısı dışında olarak tarif etti­ suyun depolanması mümkün olmuştur. ya doğrudan yansımamış görünmekte­
ğine göre, esas bina herhalde daha Haliç Kırkçeşme tesislerinden sonra yapıldığı dir. Düzgün kesme taştan hiç bezeme­
tarafında idi. Ancak sonraları bir ihya sı­ için sulama sistemi bentten uzaktadır. siz olan bent, menba tarafında 1 m yük­
rasında şimdiki yerine yapılmış olmalıdır. Ayvat Deresi'nin başından alman su­ seklikte bir parapetle çevrilidir. Basit
Yapı Korucu Mehmed Çelebi bin Hüse­ lar, üstü kapalı kanallarla güneydoğuya profilli plaklardan oluşan parapet, set
yin tarafından yaptırılmıştır. Vakfiyesinin iletilmekte. Ortadere ve Bakraç Dere- tarafında "C" profilli takozlarla destek­
tarihi 999/1590'dır. Bu zatın mezarı Tok- si'nden gelen kollar ile birleşerek, Kurt lenmektedir. Destekleyici işlevi de olan
maktepe Mezaıiığı'nın eteğinde, Eyüp'e Kemeri ve Uzun Kemer üzerinden Baş- köşklerin tabanındaki payanda biçimin­
giden yolun sağ tarafındadır. Minberini. havuz'da diğer koldan gelen sular ile de iki çıkma üzerinde birer küçük köşk
Zal Mahmud Paşa Türbesi yakınında bu­ birlikte depolanmaktadır. oluşturulmuştur. Yine "C" biçimli takoz­
lunan İskender Bey Okulu öğretmenle­ Ayvat Bendi'nin drenaj alanı 2 km-, lara oturan çıkmalar parapetle çevrili ve
rinden ve Çömlekçiler yakınındaki Arpa­ derenin en alçak yerinden (talveg) iti­ zeminden üç basamakla çıkılan küçük
cı Hayreddin Mescidimin imamı olan baren su tarafındaki payandalı plakların açık mekânlardır. Köşklerin tabanında
Şeyh Abdullah Efendi koymuştur. üstüne kadar olan yüksekliği 13,45 m; takozlarla bütünleşen profil dizisinin
bu plakların yüksekliği 1 m. kalınlıkları plastik etkisi ve bendin kırık çizgili pla­
1187/1773 ve 1249/1833 Ayvansaray 0,18 m'dir. Bendin tepe uzunluğu 65,8 nı, dolaylı da olsa bir barok izlenim ola­
yangınlarında iki defa yanan mescit, Ka­ m, genişliği 6,90 m, taban genişliği 8.42 rak yorumlanabilir.
dılar Kapısı Kethüdası Muhzir Hacı Be­ m olup m a n s a p duvarı yüzde 8 1 . 5 AFİFE BATUR
kir'in kızı olan bir hanım tarafından tek­
rar yaptırılmıştır.
Mart 1947'de Vakıflar İdaresi'nce kad­
ro dışı bırakılan mescit, mimari önemi
olmayan, basit bir ev görünümüne sa­
hip, kırmızı aşıboyalı, harap, ahşap bir
yapıydı. Fevkani bir mescit olup, mina­
resi yoktu. Ezan, balkonumsu bir yerden
okunurdu. Mescidin altında bir tane
dükkân ve Osmanlı-Türk klasik üslubun­
da kesme taştan 975/1567 tarihli bir Mi­
mar Sinan eseri olan İskender Paşa Çeş­
mesi vardı.
Mescit, 1930'larda Vakıflar İdaresi ta­
rafından kiraya verilmiş, tutan kişi de
burayı gemi ve kalafat ameleleri için
bekâr pansiyonu haline getirmişti. Bu­
gün çeşme yerinde durmakla beraber,
yanan mescitten günümüze bir şey ulaş­
mamıştır.
497 AYVAZOVSKİ, İVAN

AYVAZLAR sırtlarında salta yahut omuzdan ilikle­


Batılılaşma döneminde İstanbul'da ko­ nen kapalı yelek, siyah şalvar, kaba
nak yaşamının bir tipidir. Avrupa mali- kundura, renkli ve desenli çorap, belle­
kânelerindeki "servant'la hizmet ben­ rinde de siyah kuşaktı. Siyah giysi, kir
zerliği olan ayvaz, 18. yy'da yaşama ka­ göstermemesi nedeniyle tercih ediliyor­
tıldı. 20. yy başında ise ayvaz istihdamı, du. Yerel alışkanlıklarını bırakmayan ki­
yaşam koşullarının değişimiyle sona er­ mi ayvazlar ise arkası basık yemeni ve­
di. Boğaziçi sarayları ile Osmanlı hane­ ya tomak giyerlerdi.
danı mensuplarının köşklerindeki ay­ Gerek bu kıyafetleri gerekse çok kaba
vazlara ise "saraydar" deniyordu. yerel şivelerle konuşmaları ayvazları il­
"İşe koyulmuş, hazır bekleyen" anla­ ginç bir İstanbul tipi olarak ilk Türk tiyat­
mına gelen ayvaz, çoğu Van yöresinden ro oyunlarına ve romanlara sokmuştur.
gelen ve konaklarda çalışma olanağı Bibi. Pakaim, Tarih Deyimleri I, 127; "Ay­
bulan Ermeni gençlerine deniyordu. Ay­ vaz", İSTA, III, 1 6 5 5 - 1 6 5 6 .
nı yörelerden gelen Kürtlerden de ay- NECDET SAKAOĞLU
vazlık edenler olurdu. Bunların özellik­
leri güçlü kuvvetli oluşları ve insan gü­ AYVAZOVSKİ, İVAN
cüne dayalı işlerdeki becerileriydi. İs­ KONSTANTİNOVİÇ
tanbul'da iş bulmak, belirli yörelerden (29 Temmuz 1817, Feodosia/Kırım - 2
olmaya ve aranılan yetenekleri taşımaya Mayıs 1900, Feodosia) Daha çok deniz
bağlıydı. Bu nedenle Van yöresinden konulu resimleriyle tanınan, İstanbul'da
gelenler de aynı işi yapan hemşerileri- bulunmuş ve İstanbul tabloları da yap­
nin aracılığı ile ayvaz olmaktaydılar. mış Ermeni asıllı Rus ressam. Resme
İstanbul saray ve konaklarında ne olan yeteneği küçük yaşta fark edildi.
zamandan beri ayvaz istihdam edildiği­ Çar I. Nikola'ya sunulan resim çalışma­
ne ilişkin kesin bilgiler yoktur. Fakat larının beğenilmesi üzerine çarın emriy­
kuşkusuz olan, Batı'ya açılışla birlikte le 16 yaşında Petersburg Akademisi'ne
yazın sayfiyeye, kışın kentteki konakla­ girdi. M. Vorobyov'un öğrencisi oldu.
ra taşınmanın ve konaklar arası ilişkile­ Klasik Rus resminin temel öğretilerini
rin artmasının yeni istihdamları gerektir­ aldı. Puşkin, Gogol, Glinka gibi sanatçı­
diği, ayvaz istihdamının da bu süreçte ların sanat anlayışlarından etkilendi, ro­
yaygınlaştığıdır. Orta düzeydeki bir İs­ mantik tarzı benimsedi. 1836'da akade­
tanbul konağında haremde bir "bacı", miden mezun olduktan sonra, devlet ta­
selamlıkta da bir ayvazın yardımı aileye rafından yurtdışına gönderildi. Portekiz,
Saray mutfaklarından şehzade ve sultan
yeterken büyük ve kalabalık konaklarla dairelerine yemek servisi yapan ayvaz. Fransa, İngiltere, Hollanda, Malta gibi
saray ve sahilhanelerde, kâhya ya da Elbise-i Osmaniye, Dersaadet çeşitli ülkeleri dolaştığı bu dönemde,
vekilharcın yönetiminde iki-üç ayvaz ÎAM Kütüphanesi tablolarım Roma, Venedik, Paris gibi
bulunduğu olurdu. Tek olan ayvaz, ko­ önemli sanat merkezlerinde sergiledi.
nağın kâhyalığını, vekilharçlığım da ço­ 1844'te Petersburg'a dönüşünde Rus do­
ğu kez yüklenirdi. Ayvaz istihdamının gibi büyük bir evin ve kalabalık bir eski
nanması resmi ressamlığına atandı ve
bir nedeni de selamlık-harem ilişkilerin­ zaman ailesinin pek çok ağır işlerini sa­
Petersburg Akademisi'ne üye seçildi.
deki gelişmeydi. Konakların bu iki ayrı bahın erken saatlerinden başlayarak ya­
dünyasının giderek yakınlaşması, kaç- parlardı. Daha ileri giderek ayvaza mut­ İstanbul'a ilk kez 1845 Haziranında
göç kaygılarının azalması ile ayvazlar fak işleri veren, sebze ayıklatan, bulaşık Batı Anadolu ve Ege adalarına yaptığı
da her iki tarafın en çok aranan ve işe yıkatan, çocuk baktırtan, hayvan otlatan gezi sırasında geldi. Tarihçi ve eğitimci
koşulan hizmetçileri oldular. Fakat II. aileler de vardı. Bu yüzden hizmet sınıfı Avadis Berberyan'm yazdığına göre bu
Meşrutiyet döneminde (1908-1918) İs­ içinde en bakımsız, üstü başı kirli, yor­ gezide Rusya imparatorunun oğlu Gran-
tanbul'un yaşadığı kıtlık ve yokluk, eski gun ve çilekeş olanlar ayvazlardı. Bu dük Konstantianos'a refakat ediyordu ve
varlıklı aileleri de etkilediğinden, ayvaz, kadar yorulmalarına karşılık düşük dü­ heyetle birlikte Beylerbeyi Sarayı'na da­
yanaşma, bahçıvan, aşçı vb istihdamı zeyde aylık ya da yıllık ücret alırlar, bu­ vet edilerek padişah tarafından kabul
olanağı da sona erdi. Bununla birlikte nunla memleketlerindeki ailelerinin ge­ edildi. Aynı tarihçiye göre Ayvazovski
resmi dairelerde özellikle de Hariciye çimini sağlamaya çalışırlar; kendileri ise ikinci İstanbul ziyaretini, 1857'de, karde­
Nezareti'nde makam odalarının temizlik yanaştıkları ailenin himayesinde barınır şi rahip (daha sonra başpiskopos) Kap-
ve tertibinden sorumlu, ayvaz denen ve geçinirlerdi. Eski bir İstanbul halk riel Ayvazovski ile birlikte Paris dönü­
özel giyimli hademeler Osmanlı Devle- destanında geçen "Dungul dungul bitli sünde yaptı. Bu defa İstanbul'da 13 gün
ti'nin yıkılışına değin istihdam edildi. ayvaz mı desem / Hamam külhanında kaldı.
haylaz mı desem ", "Gözleri güzelmiş Üçüncü kez 1874 Ekiminde sultanın
Osmanlı hanedan saraylarında ise yüzü maskara / El ayak düzgünmüş davetlisi olarak İstanbul'a geldi. Bu geli­
mutfaklarda pişen yemekleri feriye da­ ama kapkara", "Bir çuval sabunla şinde Mimarbaşı Sarkis Balyanın Kuru­
irelerine, dağıtılması gereken diğer yer­ ağarmaz eti / Kaşlarında oynar cam­ çeşme'deki adacık üzerinde bulunan
lere tablalarla götüren hizmetlilere de bazdır biti" vb dizeler, ayvazların peri­ ikametgâhında bir ay kadar misafir oldu.
ayvaz veya saraydar deniyordu. şan durumunu anlatır. Bunlara yatıp Sultan Abdülaziz'in Dolmabahçe Sarayı
Köşk, konak, yalı ve sahilhanelerde- kalkmaları için de konağın müştemila­ için sipariş ettiği tabloları burada hazır­
ki ayvazlar, kapı bekçiliği, geleni karşı­ tından eski bir yer ya da mutfağa, ahıra, ladı. Bu vesile ile Osmanî Nişanla taltif
lama, oda kapısında emre hazır bekle­ ambara bitişik bir oda gösterilirdi. Bura­ edildi.
me, dönme dolaptan veya mutfaktan ya ayvaz evi veya ayvaz odası denirdi. Ayvazovski'nin İstanbul'a son gelişi,
yemek servisi yapma, tablayla yemek Çalıştırılan personelin kılık kıyafeti­ ölümünden bir süre önce 1890 Mayıs'ın-
götürme, lambaları, avizeleri hazırlama, ne, temizliğine özen gösterilen konak­ dadır. Bu gelişinde de II. Abdülhamidln
ocakları yakma, ateşi mangallara tevzi larda ise ayvazlar için ortak kıyafet, ka­ huzuruna kabul edilerek padişaha iki
etme, odun kırma ve taşıma, hamam lıpsız fes, buna sarılı ve hem Ermeni tablosunu hediye etti. Tablolar padişah
yakma, su taşıma, çarşı pazar işlerine hem de ayvaz olduklarının işareti mor tarafmdan çok beğenildi. Bazı kaynaklar
bakma, gerektiğinde kayıkçılık etme vb veya mavi puşi, tülbent ya da yemeni, ressamın İstanbul'a dört defa değil de
AYVERDİ, EKREM HAKKI 498

Ayvazovski'nin "Mehtapta İstanbul'' adlı yapıtı, 1846.


Aurora Art Publishers, Leningrad, 1980

yedi-sekiz defa geldiğini yazarlarsa da rikhanesi koleksiyonlarında tabloları Ağa Medresesi (1943-1950), Ayasofya
bu yanılgı İstanbul'da açtığı, ancak ken­ vardır. (1943) ve Topkapı Sarayı'nın çeşitli bö­
disinin bulunmadığı sergileri yüzünden Bibi. P. Tuğlacı, Ayvazovski Türkiye'de. İst.. lümleridir (1935-1945).
olmalıdır. Ayvazovski'nin tabloları İstan­ 1983; N. Novovspensky. Ayvazovski, Londra, Ayverdi özel çabasıyla hat, tezhip, iş­
bul'da 1881. 1882. 1886 ve 1888'de ol­ 1980: A". Pilipenko. Ayvazovski, Leningrad. leme, çini. yazma kitap gibi eski el sa­
mak üzere dört kez sergilendi. 1888'de- 1991: K. Pamukciyan. "Enneniler Hakkında natları alanında zengin bir koleksiyon
Biyografik Notlar" (Ermenice yayımlanmamış
ki son sergi Beyoğlu'ndaki Rus Sefare- oluşturdu. Bütün bu birikimiyle 1950'
çalışma).
ti'nde tertiplenmiş ve elde edilen gelir den sonra Osmanlı mimarlığı üstünde
KEYORK PAMUKCİYAN-
ressamın isteği üzerine hayır kurumları­ çalışmalara girişti. Bu arada İstanbul Fe­
AHMET ÖZEL
na verilmişti. Sergide en fazla göze çar­ tih Cemiyeti ile bu cemiyete bağlı İstan­
pan tablolar. "Boğaziçi Üzerinde Ayın bul Enstitüsü ve Yahya Kemal Enstitü-
Doğuşu", "Güneş Doğarken Vezüv Ya­ AYVERDİ, EKREM HAKKI
nardağı", "Fırtınalı Deniz", "Boğaziçi'nde (22 Aralık 1899. İstanbul - 24 Nisan
Osmanlı Zırhlı Gemisi'' vb idi. 1984. İstanbul) Mühendis, mimarlık ta­
Ayvazovski'nin İstanbul manzaraları­ rihçisi. Piyade miralayı İsmail Hakkı
na hasredilen tabloları kronolojik sıra Bey'in oğludur. Vefa Sultanisi'nde oku­
ile şunlardır: "Tophane'de Bir Kahveha­ du. 1920'de Mühendis Mektebi'ni bitir­
ne" (1846), "Mehtapta İstanbul" (1846), di. Kısa bir süre İstanbul Şehremaneti
"Sultan Ahmed Camii ve Marmara Deni­ Fen İşleri Dairesi'nde çalıştıktan sonra
zi" (1847), "Kız Kulesi" (1848), "Marma­ serbest inşaat müteahhitliğine başladı.
ra Kıyı Surları" (1859), "Mehtaplı Gece" Fabrika, yol. köprü, hastane, cami gibi
(1862), "Sarayburnu" (1874), "Tophane yapılar yanında eski binaların tamir ve
Üstlerinde Sarayburnu" (1874), "Fethi restorasyon işlerini de üstlendi ve bu
Paşa Korusu" ( 1 8 7 4 ) , "Göksu Kasrı" alanda uzmanlaştı.
(1875), "Çırağan Sarayı" (1875), "Güneş İstanbul'da tamir ya da restore ettiği
Batarken İstanbul" (1891), "Sarayburnu yapılardan başlıcaları Zeynep Hanım Ko­
Önünde Osmanlı Kadırgaları" (tarihsiz), nağı (1922), Medresetü'l-Kuzat (1922)
"Kayığa Binenler" (tarihsiz), "İstanbul'da (bugün İstanbul Üniversitesi Merkez Kü­
Güneşin Batışı" (tarihsiz). tüphanesi Eski Eserler Bölümü). Harbiye
Beş binin üzerinde eseri olan Ayva­ Nezareti (1922 ve 1933) (bugün İstanbul
zovski'nin tablolarının büyük bir kısmı Üniversitesi merkez binası). Bâli Paşa
Moskova, Leningrad, Erivan devlet mü­ Camii (1935). Mesih Paşa Camii (1935),
zelerinde ve Odessa resim galerisinde- Laleli Camii (1937), Kuyucu Murad Paşa
dir. Türkiye'de de, Dolmabahçe Sarayı, Medresesi ve Sebili (1943-1950), Hasan Ekrem Hakkı Ayverdi
İlhan Ayverdi'nin izniyle
Deniz Müzesi, Askeri Müze, Fener Pat­ Paşa Medresesi (1943-1950), Gazanfer
499 AYVERDİ, SÂMİHA

sü'nün kurucuları arasında yer aldı. un Türk ve Müslüman dünyasmı anı ve bul'a yeni bir kimlik kazandıran Os­
Uzun yıllar istanbul Fetih Cemiyeti'nin tarih kitaplarında ayrıntı zenginlikleriyle manlı dünyasını deşiyordu.
başkanlığını yaptı. işlemiştir. Zaman zaman söyleşi hava­ Boğaziçi'nde Tarih (1964) bu anlayış
Ayverdi'nin İstanbul'a ilişkin eserleri­ sında, zaman zaman şiirsel bir anlatımla çerçevinde Boğaziçi'nin semt semt, köy
nin başında ilk biçimi 1953'te yayımla­ örülmüş bu eserlerden Edebî ve Manevî köy bir gezintisi; bir yandan da Osman­
nan Fatih Devri Mimarisi gelir. II. Meh- Dünyası İçinde Fatih (1953) İstanbul'un lı imparatorluğu tarihi içinde zamana
med (Fatih) döneminde ( 1 4 5 1 - 1 4 8 1 ) Bizans'tan Osmanlı'ya geçişinin bir pa- bir yolculuktur. Ayverdi yüzyılların
Osmanlı topraklarında meydana getiril­ noramasıdır. Yazar, bu eserinde dini olaylarına, hikâyelerine, çocukluğu ve
miş bütün mimari eserleri kapsayan bu kaynaklardan, yüzyılların imbiğinden gençliği boyunca yakından gözlemledi­
kitabın genişletilmiş ve tamamlanmış bi­ süzülmüş efsanelerden, günümüz oku­ ği Boğaziçi'ni katıştırarak, kendi türün­
çimi Osmanlı Mi'mârîsinde Fatih Devri runun ulaşamadığı eski tarihlerden yola de, neredeyse bir benzeri olmayan bir
adıyla iki cilt olarak yayımlanmıştır çıkarak ve esinlenerek II. Mehmed'in eser armağan etmiştir: Böylece Boğazi­
(1973-1974). Ayverdi'nin İstanbul'a iliş­ (Fatih) bir portresini çiziyor, istanbul'u çi'nde Tarih, imparatorluğun yükseliş
kin diğer eserleri de XVIII. Asırda Lâle Bizans'tan gitgide uzaklaştıran, istan­ ve çöküş günlerini, Boğaziçi'nde yaşa-
(1950), Fatih Devri Hattatları ve Hat Sa­
natı (1953), Fatih Devri Sonlarında İs­
tanbul Mahalleleri, Şehrin İskânı ve Nü­
fusu (1958), XIX. Asırda İstanbul Hari­ E S K İ İ S T A N B U L ' A B İ R B A K I Ş
tası (1958, yb 1978) ve İstanbul Vakıf­ Geceler... dedim; istanbul geceleri... gündüzleri de söylesem, hattâ buna, gece­
ları Tahrir Defteri-953 (1546) Tarih- lerin ve günlerin teknesinde yuğurulup şekillenmiş içimizin sesinden ve nefe­
li'âh (1970-Ö. L. Barkanla birlikte). Ay­ sinden de bir tutam katsam günah mı olur? Amma Asya ile Avrupa'nın ortasın­
rıca İstanbul üzerine görüşlerini de içe­ da, boşluğa kurulmuş muazzam bir örümcek ağı gibi, her telini bir kıt'aya iliş­
ren çeşitli gazetelerde ve dergilerde çık­ tirmiş olan bu şehrin mânevi fezasında dolaşmak, onun kıldan ince tellerini ko­
mış yazılarından seçmeler Makaleler parmadan, örselemeden bir taraftan öbür tarafa geçmek mehâreti nerede?
(1985) adlı kitapta toplanmıştır.
Sanır mısınız ki istanbul, meyvelerinin altına çarşaf tutulup silkelenen bir
İSTANBUL ağaç gibi, asırlar boyunca, dallarında budaklarında oldurduğu ne varsa, çelimsiz
bir insan gücü, mütevazı bir teşebbüs, münferit bir hamle ile döküp bitirecektir?
AYVERDİ, SÂMİHA Onu gövdesinden tutup sarsacak ve haşmetli mazisini, lezzetleri, zevkleri, hüs­
(21 Kasım 1905, İstanbul - 22 Mart ranları, hatâları, meziyetleri, mürüvvetleri, hülyaları, ümitleri, hulâsa bütün çeşni
1993, İstanbul) Tarih, anı, roman yaza­ ve hasiyet terkibi ile eteğine indirecek kuvvetli bâzû nerede? Nerede bu şehri
rı. Süleymaniye Kız Numune Mektebi'ni fedaice benimsemiş, nerede onun hâkim hüviyetini can gibi gizlemiş, nerede
bitirdi ( 1 9 2 1 ) . Daha sonra köklü bir onun irfanına, tabiatla târihin iş birliğinden örülmüş mazisine hasretle yanmış
özel öğrenim gördü. Tasavvuf, Osmanlı serdengeçti nerede? Nerede o adam ki, bir yürek dağının tek solukta söylettiği
tarihi, istanbul gelenek ve görenekleri kasideler misâli, onun beyanında tükenircesine feryâd etsin; içinden, tâ içinden
konusunda geniş ve derin bilgiler edin­ vurulmuşlarm ateşi ile coşup, bir sevdâlının bağrı gibi yansın ve tütsün...
di. Eserlerinde, çağdaşlarından hayli İstanbul ağacı, gölgesinden gelip geçenlerden, boylarının yettiği miktar ken­
farklı bir tutumu seçerek, dini sorunlara disine uzananlara, meyvelerini esirgememiş, hattâ tırmanıp uzanmağı külfet sa­
eğildi. Bu açıdan ele alındığında Yolcu yıp da dallarına budaklarına taşlar atıp sopalar vuran küstahları bile nasipsiz bı­
Nereye Gidiyorsun (1944), Mesihpaşa rakmamıştır. Fakat bir dolaşık saç kadar birbiri içine kenetlenmiş tepelerini ne
İmamı (1948) gibi romanları 19. yy'dan kimse merak etmiş ne kimse yetişmiş, ne de yoluna varıp sıralarını fethedebil-
20. yy'a geçişte Müslüman Türk insanı­ miştir. Böylece de istanbul, hırpalanmış güzelliği, hakarete uğramış şahsiyeti,
nın duyarlıkları, ruh sarsıntıları, endişe­ kırılan gururu, hiçe sayılan irfanı ortasında, kocasını evlendirmek için görücü
leriyle yüklüdür. gezen bir kadının hazin kahramanlığı ile sabırlı, hazımlı, iffetli temkin ve fera­
Sonraları roman türünde eser ver­ gatinden bulduğu bir tokgözlülükle hep başı yukarda kalabilmiştir.
mekten uzak duran Ayverdi, istanbul' istanbul tiryakiliği... buna insaflı olup da istanbul hastalığı da desek olur. Ip-
tilânın bir derecesi vardır ki artık bize zevk yerine ıstırap verir. Fakat bu öyle
bir ıstıraptır ki, bedelini hiç bir zevkin dudağında bulamayız. Belki de bu yüz­
den bir istanbul tiryakisi, içinde doğup büyüdüğü bu şehrin heyecanı âfetine
yakalanmış samimi bir İstanbul dîvânesidir.
Onun için acaba, bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman
içinde., diye tıpkı bir masala başlar gibi, böyle bir İstanbul tiryakisi ağzı ile geç­
miş zamandan konuşmaya âğâz etsek nasıl olur? Gerçi bu geçmişin, efsâne ve
esatirle alâkası yoksa da, görünmez bir buyruğun keyfi üzere tasarruf edilmek­
te olan biz insanların birer masal kahramanından ne farkımız vardır? Başlangıcı
bilinmiyen uzun ve ezelî dünyâ hikâyesinin zincirine kendi masalını ekliyerek
geçip giden insan oğlu, belki de bu yüzden mazisine, yaşadığı günden daha
muhabbetli, daha yatkın, daha sokulucu ve onu daha derinden eşeleyicidir.
Belki gene aynı yaradılışın zorlayışı ile, sislerinden, örtülerinden, gizliliklerin­
den kurtaramadığı daha eski bir geçmişe, bir öte âleme de, peçesini açması,
sırrım dökmesi, düğümünü çözmesi için istîdâdma göre kâh muhabbetle yalva­
rır, kâh hiddetle yumruk sıkar, kâh inatla baş çevirir, kâh sabırla bekleyici ve
araştırıcı olur, kâh ise ümide düşer, kâh meyus olur, kâh inkâr eder, kâh düş­
man kesilir ve kâh dize gelir.
Amma bilmem, uzak ve yakın târihinin kolları arasında uyuyan istanbul'u
beşiğinde sallamak, biraz okşayıp, biraz olsun öpüp sevmek dururken, idrâk
ve şuur aydınlığının işlemediği fikir kesafetlerine dalmaya, yaradılışın sırları es­
kiliğinden söz açmaya da ne lüzum var? Evet, gözün ve hafızanın ölçüye sığan
bir mâzî tarlasında el birliği ile toplayıp şuraya buraya sakladığı tohumları ara­
mak dururken...
Sâmiha Ayverdi Sâmiha Ayverdi, İstanbul Geceleri, İst., 1971, s. 3-5
Ara Güler
AZAK SİNEMASI 500

tır. Tarihin eşliğinde, Osmanlı-Türk kül­ ne varmaktadır. Rahmet Kapısı (1985). AZAPKAPI
türünün nitelikleri, uygarlığımızın üze­ Ne İdik Ne Olduk ( 1 9 8 6 ) . Hey Gidi Şişhane'den Atatürk Köprüsüne inerken
rinde henüz pek durulmamış birçok Günler Hey (1988) adlı kitaplarda top­ bugünkü Yolcuzade İskender Cadde-
özelliği bu eserin başlıca değer kıstası ladığı anıları da kendisinden çok yaşa­ si'nin güneyinde kalan, güneybatıda Ter­
sayılabilir. Boğaziçi'nin, semt semt bir dığı dönemin olaylarım hikâyeler biçi­ sane Caddesi ve köprünün ayaklarından
peyzajını da çıkaran Ayverdi, İstanbul' minde anlatır. denize kadar uzanan semt. Atatürk ve
un özel bir yöresiyle bütün bir şehri di­ Yakın tarihe adamakıllı iğneleyici bir Galata köprüleri ile Halic'in güney kıyı­
le getirme imkânına kavuşmuş gibidir. dille eğilen Ayverdi, daha çok muhafa­ sına, dolayısıyla Eminönü ve Aksaray
Boğaziçi'nde Tarih, istanbul'u yal­ zakâr çevrelerin ilgisini çekmiş olmakla bölgelerine bağlantısı bulunmaktadır.
nızca bir payitaht olarak saptamaz; bu birlikte, 20. yyln sayılı "İstanbul yazar­ Batısındaki Yolcuzade İskender Caddesi
şehir, doğrudan doğruya, imparatorlu­ larından" biridir. Yalnız bu özelliği bile. ile de Taksim'e ulaşılabilmektedir.
ğun çekirdeği, atardamarıdır. Boğazi­ Sâmiha Ayverdi'yi. günümüzün nesnel Azapkapı. bugün Arap Camii ile
çi'ni yıllar boyu ayakta tutan "vakıf mü­ aydın okuru katında önemli kılmaya Emekyemez mahalleleri muhtarlık sınır­
essesesi", Ayverdi'nin bakış açısıyla, Os­ yetmektedir. ları içindedir ve bu iki mahallenin belir­
manlı-Türk uygarlığının evrensel uygar­ Bibi. K. Yetiş. Sam İha Ayverdi Hayatı ve li bir kısmını oluşturmaktadır.
lığa büyük bir katkısı, imparatorluğu Eserleri, Ankara, 1993. Semte Azapkapı adının verilmesinin
ayakta tutan büyük bir güçtür. Aynı şe­ SELİM İLERİ nedeni, İstanbul'un fethinden sonra ku­
kilde, inançlardan geleneklere, töreler­
rulan, o zamanlar İstanbul Tersanesi
den törenlere, yaşama biçiminden sanat AZAK SİNEMASI olarak bilinen, bugünkü Haliç Tersane-
kollarına, istanbul'un dünyasını sürüp
Beyazıt'tan Kumkapı'ya inen Tiyatro si'nfn yanındaki Azebler Kışlası ve sur­
giden, kesintiye uğramayan bir çizgide
Caddesi'nde (eskiden Gedikpaşa Cad­ ların bu bölgesindeki kapının adı olan
gören Ayverdi, asıl kültürümüzün yeni­
desi) bulunan eski sinema salonu. Azeb Kapısı'dır. Azebler, 15. yy'ın ilk
likler ve yenilik hareketleri karşısında
Azak Sinemasının yerinde daha ön­ yarısından itibaren, gemi hizmetlerinde,
yenik düştüğü kanısına varmıştır.
ce Gedikpaşa Tiyatrosu bulunuyordu. tersane ve donanmada görevli deniz er­
Zaten daha İstanbul Geceleri (1952) leriydi. Kışlaları tersane yakınındaydı.
adlı yorum ve anı kitabında, yazar, İs­ 188Tte tiyatronun yıkılmasından sonra
uzun süre boş kalan arsası 1931'te Tev- Azapkapı, Bizans döneminde Cene­
tanbul'un çehresini değiştiren etkenler
fik Azakoğlu ve kardeşleri tarafından vizlilerin ticaretlerini yürüttükleri imti­
arasında. Batılılaşmayı ve yenilikçiliği
satın alınarak buraya Azak Sineması yazlı Galata bölgesinin sınırları içinde
gördüğünü açıkça kaleme getirmiştir.
yaptırıldı. 1935'te açılan, parter, balkon bulunmaktaydı. Âma semt Bizans'ın son
Yer yer önyargılı denebilecek bu olum­
ve locaları bulunan sinema 550 kişilikti. dönemlerine kadar meskûn değildi. Ce­
suz yaklaşım sebebiyle, İstanbul Gecele­
Dönemine göre çok konforlu olan sine­ nevizlilerin bölgedeki hâkimiyetlerinin
rinde şehrin bazı semtleri, özellikle
mada sıcak ve soğuk hava tertibatı da bir izi olan m a h k e m e binaları hâlâ
alafranga semtleri ya hiç anılmamış, ya
bulunuyordu. Ancak sanat düzeyi dü­ Azapkapı'da depo olarak kullanılmakta­
da hayli sert bir dille tasvir edilmiştir.
şük ve eski filmler gösterildiği için müş­ dır. Bizans döneminde Galata surları
Buna karşılık, geleneğin korunduğu, tö­
terisini çoğunlukla orta halli semt halkı Tophane'den Haliç Tersanesi'nin bulun­
rel dünyanın henüz yıkılmamış olduğu
ve çocuklar oluşturuyordu. duğu yere kadar uzanıyordu. Galata yö­
öteki semtler, örnekse, şehrin istanbul
Azakoğlu kardeşler kışlık sinemanm nünden gelen deniz surlarının hemen
yakasındaki semtler adeta şiirsel bir or­
açılmasından bir süre sonra az ileride bitiminde bulunan kapıya, Bizans döne­
tam içinde irdelenmiştir.
büyük bir garaj yaptırdılar ve garajın üs­ minde Porta di San Antonio da denirdi.
Roman, anı, yorum ve gözlem karışı­ Arapların 716-717'deki kuşatmaları sıra­
mı İbrahim Efendi Konağı (1964) ise. tünü yazlık sinema haline getirdiler.
Yazlık sinemada Muammer Karaca, İs­ sında inşa ettikleri söylenen Arap Ca-
Ayverdi'nin artık yaşadığı günden, yaşa­ mii(->) semtin en ünlü yapısıdır.
dığı istanbul'dan büsbütün kopuşunu mail Dümbüllü ve Zati Sungur da temsil
belgeler. Bu eserde biri dünya işlerine ve gösteriler düzenliyordu. 196l'de ara­ II. Mehmed'in (Fatih) Konstantino-
fevkalade bağlı, ötekisi huzur arayışı larında Gazanfer Özcan, Gönül Ülkü, polis'i fethinden sonra buradaki surların
içindeki iki erkek kardeşi kıyaslayan ya­ Tevfik Gelenbe, Âdile Naşit'in de bu­ bir bölümü yıktırıldı. Surların tersane ta­
zar, yüzyılın başına geri döner ve yakın lunduğu. Şehir Tiyatrolarından ayrılan rafındaki kapısı ise yıkılmamıştır. Surla­
gelecekte çöküp kaybolacak konak ha­ bir grup sanatçı, yazlık sinemanın altın­ rın kalan bölümü çok sonra 1864'te be­
yatının, dolayısıyla İstanbul'un belli bir daki garajı tiyatro salonu haline getirdi­ lediye tarafından yıktırılmış, ancak Ha-
kesiminin sergilemesine girişir. Anlatı­ ler. Fakat kısa bir süre sonra sinemalar rup Kapısı'na doğru uzanan küçük bir
mından sözcük seçimine eski dönemle­ ve tiyatrolar kapandı. Bugün yerlerinde kısmı günümüze kalabilmiştir.
rin bilinçli bir savunusu olan İbrahim bir işhanı bulunmaktadır. Semt II. Mehmed (Fatih) döneminde
Efendi Konağı, geçmişte kalan bir uy­ BEHZAT ÜSDİKEN (1451-1481) iskân edilmeye başlanmış ve
garlığı saptamak ve tasvir etmekle ye­
tinmez, bu uygarlığın günümüzün sar­
sıntılarına bir çözüm olabileceğini de
ileri sürer.
Yazar, Türk Tarihinde Osmanlı Asır­
ları adlı üç ciltlik tarih kitabında (1975-
1976), Osmanlı Devletinin kuruluşunu,
yükselişini ve çöküşünü kişisel bir ba­
kış açısıyla saptarken, sık sık İstanbul'a
sayfalar açmış ve şehrin tarihi çizelgesi­
ni çıkarmıştır. II. Abdülhamid'i tahttan
Eski bir
indiren ittihat ve Terakki'yle birlikte kartpostalda
büyük yıkılışın gelip çattığı kanısındaki Azapkapı
Ayverdi, istanbul'u da gerek mimarisi, semtine adını
doğal görünümü, gerekse şehircilik an­ veren
layışı açılarından imparatorluğun yük­ Azeb Kapısı
(sol yarıda)
selişi dönemlerinde önemli bir başkent
görülüyor.
saymakta; ittihat ve Terakki'yle birlikte Behzat Üsdiken
İstanbul'un özelliksizlestiği düşüncesi­ koleksiyonu
Azapkapı semtinin Haliç'ten genel görünümü.
Hazım Okurer, 1993

Cenevizlilerin yaşadığı bir yer olmaktan Perşembepazarı olarak anılmaya baş­ AZAPKAPI SEBİLİ
çıkmıştır. İstanbul'un fethinden önce bu­ lanmıştır. Semtin görünümü 1960larda bak. SALİHA SULTAN SEBİLİ VE
rada yaşayan halk önce Okçumusa'ya, yapılan alt ve üst geçitler ve yonca yap­ MEYDAN ÇEŞMESİ
oradan da Asmalımescit'e doğru kayarak rağı düzenlemeleri ile çok değişmiş,
yeni yerleşim merkezleri oluşturmuştur. semt adeta bu ulaşım bağlantılarının al­ AZARYAN APARTMANI
I. Süleyman (Kanuni) döneminde Mısırlı­ tında kaybolmuştur. bak. GÜMÜŞSÜ PALAS
lar, Suriyeliler ve Iraklılar Arap Camii İnşaat malzemeleri, hırdavat ve elek­
çevresine yerleştirilmişlerdir. Sokollu trik gereçlerinin satıldığı işyerleri Azap- AZARYAN, BEDROS
Mehmed Paşa, 1577'de Mimar Sinan'a kapı'nın görünümüne egemen olmuş­ (12 Aralık 1842, İstanbul - 3 Eylül
kendi adını taşıyan camiyi yaptırdı (bak. lardır. B. Dalanın belediye başkanlığı 1906, Frenzenbad/Avusturya) Ermeni
Sokollu Mehmed Paşa Camii). Saliha döneminde (1984-1989) Haliç kıyılarını asıllı Osmanlı işadamı.
Sultan tarafından 1145/1732-33'te yaptı­ açmayı amaçlayan istimlakler, semtin Aristakes Azaryan'm oğludur. Yük­
rılan Saliha Sultan Sebili ve Meydan Çeş- yola göre Haliç kıyısında kalan bölü­ sek tahsil gören Bedros Azaryan, önce
mesi(->) ve sıbyan mektebi, Sokollu'nun münü hemen hemen yok etmiştir. Per­ babasının ticari işlerini yönetmiştir.
Mimar Sinan'a yaptırdığı Azapkapı Ha­ şembepazarı tüccarları için Okmeyda- 1892'de, mütemayiz rütbesini haiz tacir
mamı semtte bulunan önemli tarihi yapı­ nı'nda inşa edilen PERPA, gerek açılışı olarak zikredilmektedir. 1899'da, İstan­
lardandır. Azapkapı 16. yy'dan itibaren geciktiren nedenler, gerekse de çarşı bul Ticaret Odası başkan vekili olarak
iş merkezi olmaya başlamıştır. Kömürci- esnafının buraya gitmek istememesi adı geçmektedir. 1901'de ise, ulâ sanisi
yan 17. yy'da Azapkapı'da birçok büyük nedeniyle Perşembepazarı'nm yerini rütbesini haiz olup, İstanbul Ticaret
demirci dükkânının ve her türlü ürünün alamamıştır. Odası başkanı idi. Ömrünün sonuna
satıldığı bir iskelenin bulunduğunu be­ Bugün Yeşildirek Hamamı diye bili­ kadar bu görevde kalmıştır. 1906'da,
lirtmektedir. Yine Kömürciyan buradaki nen Azapkapı Hamamımın arkasında üçüncü sınıf mecidî nişanını haizdi. Şir-
demircilerin gemiler için lazım olan bü­ bulunan Cenevizlilerden kalma sarnıç ket-i Hayriye'nin idare meclisi azalığın-
yük gülleleri imal ettiğini ve gemilerin halen çöplerle dolmuş durumdadır. Sa­ da ve Aliyans Sigorta Şirketi'nin müdür­
burada kalafat edildiklerini anlatmakta­ rıkçı Sokağı'nda bulunan 1476 tarihli lüğünde de bulunmuştur. Ermeni Kato­
dır. II. Mahmud döneminde (1730-1754), Yolcuzade Camii, günümüzde mimarisi­ lik Cemaati'nin idari işlerinde dahi gö­
Unkapanı ile Azapkapı arasında 1836'da ne uygun olmayan bir tarzda boyanmış revler deruhte etmiştir ve hayratı ile de
yapılan Hayratiye Köprüsü (bak. Unka­ bir haldedir. Kapısında adı Fransızca tanınmıştır.
panı Köprüleri) Azapkapı'yı karşı yakaya olarak yazılı, 1881 tarihli Ticari Han ile
bağlamıştır. İstanbul'un ilk tramvay hattı 19 Nisan 1874'te Takuhi Maruşla ev­
1912 tarihli Roman Han, Azapkapı'nm lenmiştir. Evlatları şunlardır: Anna-Marta
1872'de Azapkapı-Beşiktaş arasında ku­ önemli tarihi binalarındandır.
rulmuştur. (1876-1878), Ohannes Aristakes (1880-
Azapkapı semti, 1715, 1797 ve 1807' 1902), Nektarine (1892-1908), Mariamik
Köprü son kez 1939'da yemlenmiş, deki yangınlarda büyük ölçüde yanmış, adındaki kızı ise, 1901'de ünlü mimar ve
ama Atatürk Bulvarımın açılabilmesi her defasında yeniden inşa edilmiştir. araştırmacı Prof. Levon Güreğyan'la
için Azaplar Camii ile Azaplar Hamamı FİGEN TAŞKIN (1869-1950) evlenmiştir. Mezarı Şişli Er­
yıktırılmıştır. meni Katolik Mezarlığı'ndadır.
Cumhuriyet'ten sonra Azapkapı ta­ AZAPKAPI CAMÜ Bibi. Yedikule Ermeni Hastahanesi Salname­
mamen bir iş merkezine dönüşmüş ve bak. SOKOLLU MEHMED PAŞA CAMİİ si, 1892, 1899, 1901 ve 1908; Dzağik (Çiçek),
AZARYAN KOŞKU 502

tur. Küçük konsollarla desteklenen kat


arası ve saçak altı silmelerinde, pence­
relerin üzerindeki konsoliti küçük sa­
çaklarda ve birtakım başka ayrıntılarda
ampir üslubunun etkileri görülmekte,
Orta Avrupa şalelerini hatırlatan çatı ka­
tı cephelerinde, özellikle alınlıkları dol-
gulayan dekoratif kemerlerde ve şebe­
keli ahşap panolarda Hint, Magrib-En-
dülüs ve gotik etkileri harmanlanmış
bulunmaktadır.
Bibi. Tuğlacı. İstanbul Adatan. I. 211-214.
M. BAHA TANMAN

AZARYAN YALISI
Boğaziçi'nde Büyükdere'de Piyasa Cad­
desi'nde 27-29 n o l u yalı-konak.
Bugün Sadberk Hanım Müzesi(->)
olan yapı 20. yy başında yanan daha es­
ki bir konak arsasında tüccar Bedros
Azaıyan tarafından yaptırılmıştır. Büyük-
dere'deki yabancı kolonisinin ve azınlık­
ların değişik üsluplarda yapılmış konak­
ları içinde Azaryan ailesinin konağı o
Azaryan Köşkü, Büyükada
Erkin Emiroğlu. 1985
çağın Batılılaşmaya özenen ya da doğru­
dan Batılı modelleri örnek alan zengin
konut anlayışını yansıtır. Yüzyıl sonla­
S. 4 (631), 8 Eylül 1906; Hanrakidak (Ansik­ kün bir ucundan diğer ucuna "zülvec- rında egemen olan geleneklerden kop­
lopedi), 9 Eylül 1906; s. 3; Kerezmanadun heyn" sofalar uzanmakta, zemin katta muş seçmeciliğin örneklerinden biridir.
Katoğike Hayotz Gosdantnubolso (İstanbul Plan açısından İstanbul'da son dönemin
çeşitli yaşama birimleri, üst katta da ya­
Katolik Ermenileri Mezarlığı), s. 83: Pamukci-
tak odaları bu sofalara açılmaktadır. Köş­ büyük konutlarındaki merkezi planlı ve
yan, "Ermeniler Hakkında Biyografik Notlar"
(Ermenice, yayımlanmamış çalışma). kün kuzey ve güney cephelerinin yanla­ merkezi çıkmalı temel tipolojiye uyan
KEVORK* PAMUKCİYAN rında, doğu ve batı cephelerinin ise orta­ ahşap konak, cephe tasarımıyla çevre­
larında çıkıntılar oluşturulmuş, bu çıkın­ sindeki yapılardan ayrılır. Az derin bir
tıların arasına, içerdeki zülvecheyn sofa­ bodrum katı üzerinde üç ana kat ve bir
AZARYAN KÖŞKÜ
ların devamı olan. eyvan niteliğinde te­ çatı katından oluşur. Cadde üzerinde
Büyükada'da. eski adı "Nizam Caddesi" olan ana giriş kapısından parke kaplı
raslar ve balkonlar yerleştirilmiştir.
olan Çankaya Caddesi'nde yer almakta­ büyük bir sofaya girilir. Düşey sirkülas­
dır. Köşkün ana girişi zemin katta, güney
cephesindeki terasta bulunmaktadır. Ku­ yon sofanın iki yanında, biri servis için,
Son devir Osmanlı hariciyecilerinden iki merdivenle yapılır. Servis merdiveni,
Manuk Azaryan Efendi (1850-1922) ta­ zey cephesindeki terastan iki kollu mer­
mer merdivenlerle bahçeye inilmekte­ girişe göre solda bulunan servis kapısı­
rafından 1885-1890 arasında inşa ettiril­ na açılır. "Piano Nobile" birinci kattadır.
miştir. Mimar Fotiadis'in tasarladığı köş­ dir. Terasları iki yandan kuşatan, zemin
kata ait mekânların köşeleri pahlanarak Çatı katı, Batılı örneklerde de görüldüğü
kün inşaatını Yorgo Simota Kalfa üst­ gibi, hizmetçilere tahsis edilmiştir. Beze­
lenmiştir. Azaryan Efendiden, Tophane yarım altıgen biçiminde kitleler meyda­
na getirilmiştir. Kuzeydoğu köşesinde, me duvarlarda ampir üslubunda kalem
Müşiri Zeki Paşaya (1849-1914) intikal işleri, mermer taklidi sıvalar ve tavanlar­
eden köşk birçok sahip değiştirdikten İstanbul'un son devir köşk mimarisinde
epeyce yaygın olan. Adalar'ın yanısıra da alçı malzeme ile Orta Avrupa mima­
sonra 1972'den itibaren Büyükada Tenis risinden esinlenen seçmeci ve zengin
ve Su Sporları Kulübümün yönetim bi­ Kadıköy-Bostancı eksenindeki banliyö­
lerde, ayrıca Bakırköy-Yeşilköy yöresin­ bir tasarımla gerçekleştirilmiştir.
nası olmuştur. Yaz aylarında faal olan
kulübün konaklama tesisleri, tenis kort­ deki k ö ş k l e r d e de sıkça rastlanan, Yapının dış mimarisi ahşap karnıyarık
ları, yüzme havuzları, çeşitli eğlence ve "mehtabiye" denilen cihannüma niteli­ tipi konakla "chalet" anılarının bir karışı­
spor birimleri, köşkün, denize kadar ğinde bir kule yükselir. Kulede, çepe­ mıdır. Osmanlı konağında daha çok bir
inen geniş bahçesi içinde dağılmış bu­ çevre balkonlarla kuşatılmış olan iki kat
lunmakta, kıyıda da plaj yer almaktadır. bulunmakta, çinko kaplı konik bir kü­
lah kuleyi taçlandırmaktadır. Marsilya
Kagir bir bodrum katının üzerinde
kiremitlerimle kaplı olan dik meyilli çatı,
yükselen ahşap köşk, iki kat ile bir çatı
köşkün çıkıntılarının üzerinde üçgen
katından oluşmaktadır. Eğimli araziden
alınlıklar meydana getirmekte, kuzey ve
ötürü cadde yönünde (güney) istinat
güney cephelerinde bu alınlıkların ara­
duvarına yaslanan bodrum katı, deniz
sında çatı katma ait önleri balkonlu, kü­
yönüne (kuzey) bir revakla açılmakta­
çük üçgen alınlıklarla donatılmış me­
dır. Bodrumda sarnıç ile çeşitli sen/is bi­
kânlar bulunmaktadır.
rimleri (mutfak, kiler, çamaşırhane) bu­
lunmaktadır. Diğer katlar, yapının mer­ Azaryan Köşkü'nde, geç devre ait Os­
kezinde dik açıyla kesişen iki eksene manlı sivil mimari eserlerinin büyük ço­
göre simetrik biçimde tasarlanmıştır. Söz ğunluğunda olduğu gibi, iç mimari ile
konusu katlarda, Osmanlı sivil mimarisi­ dış mimari arasında üslup açısından bir
nin en yaygın plan tiplerinden olan ve tezat gözlenir: Mekânların tasarımında
"karnıyarık" tabir edilen iç sofalı plan sivil mimarinin köklü g e l e n e k l e r i n e
uygulanmıştır. uyulmuş, buna karşılık cephelerin tasa­ Bugün Sadberk Hanım Müzesi olarak
rımı ve süslemesinde II. Abdülhamid kullanılan Azaryan Yalısı.
Gerek zemin katta gerekse de üst
Ara Güler
katta, kuzey-güney doğrultusunda köş­ devrinin eklektik zevki egemen olmuş­
503 AZINLIK OKULLARI

cihannüma olarak biten çıkma burada. kiye'deki Yahudi okullarında görülmüş­ madde de azınlıkların ilköğrenimlerin-
Alp şalelerinde görüldüğü gibi bir bal­ tür. Yahudilerin Alliance Israelite Üni­ den söz edilerek Türkiye Cumhuriyeti
konla sonlanmaktadır. Ahşap kaplama verselle aracılığı ile okullaşmaya önem hükümeti, bunların yoğun olduğu böl­
yine Avrupa ahşap yapılarından esinlen­ vermesi 19. yy'ın ikinci yarısında başla­ gelerde kendi dilleriyle öğrenim görme­
miş kesişen diyagonallarla dekoratif bir mıştır (bak. Alliance Israelite Okulları). lerini sağlamayı taahhüt etmiştir. Buna
çatkı düzeniyle vurgulanmıştır. Fakat bu 18. yy'ın ortalarından sonra azınlık karşılık okul yönetimlerinin de Türkçe
artikülasyon art nouveau(-») bezemenin okullarının sayısı hızla artmış, ama bun­ öğretiminin zorunlu olmasını engelle­
moda olduğu bir dönemde oldukça me­ lar 19. yy ortalarına kadar her türlü de­ m e y e c e k l e r i kuralı getirilmiştir. 4 5 .
kanik ve kuru bir seçimi yansıtır. Diya­ netimden uzak kalmışlardır. Ancak 1869' madde ise yalnızca Rum azınlıkla ilgili
gonal çatkı, çıkma üzerindeki pencerele­ da Maarif-i Umumiye Nizamnamesi nin olarak mütekabiliyet esasını öngörmüş,
rin biçimini de saptamıştır. çıkmasıyla azınlık okullarının konumları "Türkiye'nin tanıdığı hakların, Yunanis­
Azaryan Yalısı arkada Yazlık Rus Se- belli olmaya başlamıştır. Nizamnamenin tan'daki Müslüman-Türk azınlığa da ta­
fareti'nin sınırlarına kadar uzanan çok 2. maddesindeki "mekâtib-i hususiye" nınması" benimsenmiştir.
büyük bir bahçe içindedir. Boğaz kıyı­ deyimiyle bu okullardan bahsedilmiş. 1 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat Ka­
sındaki bütün büyük konaklardaki gibi 131. maddesinde de Meclis-i Maarifin nunu yürürlüğe girince yabancı ve azın­
teraslarla yükselen bahçede anıtsal ağaç- üyeleri arasında cemaat temsilcisi olarak lık okulları da doğrudan Maarif Vekâle-
'ar vardır. Yapı birinci derece tarihi eser ruhani reislere yer verilmiştir. 19l4'te çı­ ti'ne bağlı konuma girmiş ve bunun ge­
Marak tescil edilmiştir. kan "Maarif-i Umumiye Nezareti Teşkila­ reği olarak da bu okullardaki dini faali­
DOĞAN KUBAN-ÇETİN ANLAĞAN tı Hakkında Nizamname"den sonra da yet ve eğitimler yasaklanmıştır. Cumhu­
devlet tarafından bütün yabancı ve azın­ riyet hükümetinin eğitime verdiği önem
AZINLIK OKULLARI lık okullarının denetlenme sorumluluğu sonucunda 1925-1931 arasındaki atılım­
üstlenilmiştir. 1915'te "Mekâtib-i Hususi­ larla resmi okulların cazip hale gelme­
Müslüman olmayan azınlıklara mensup ye Talimatnamesi'' adı altında azınlıkları siyle azınlık okullarına ilgide düşüş gö­
Türk uyruklu kişilerin, özel yasaya göre doğrudan ilgilendiren ilk önemli yönet­ rülmüştür. 1930'lu yıllarda, tamamına
açtıkları okullardır. İstanbul'un fethinden melik çıkmıştır. Bu yönetmelikte ekalli­ yakını istanbul'da olmak üzere Rumların
sonra II. Mehmed (Fatih) her dinden ve yet (azınlık) deyimi yerine "Türk cema­ 43 ilk, 3 orta, 4 liseleri; Ermenilerin 34
milletten insanlarm, ortak çıkarlar etra­ atleri" deyimi kullanılmıştır. Bu talimat­ ilk, 1 orta, 3 liseleri; Musevilerin de 6
fında uyumlu ve uzlaşmaya dayalı top­ name ile yabancıların yeni okul açmaları ilk, 1 liseleri öğretime açıktı. Çok sayıda
lumlar oluşturmalarını amaç edinmiş, yasaklanmış, azınlıklara (Türk cemaatle­ okul ise öğrencisizlikten kapanmıştı.
Rumlara, Ermenilere ve Yahudilere azın­ rine) ait okullara da kuruluş ve işleyiş 1935 te yürürlüğe giren 2762 sayılı
lık (cemaat) hakları vererek, bunların açısından birtakım esaslar getirilmiştir. II. Vakıflar Kanunu ile de azınlık okulları
kendi geleneklerini, kültürlerini yaşatma­ Meşrutiyet döneminde (1908-1918) ise vakıflarının başka bir amaç için kullanıl­
larını, dini mahiyette örgütlenmelerini ve hükümet, bu okullara atanacak öğret­ ması yasaklanmıştır. Azınlık kurum ve
eğitim yapmalarını, evrensel siyasetinin menlerin Osmanlı uyruğu olup olmadık­ okullarının onarım izni ile onarımın, ta­
gereği saymıştır. Bunlar Tanzimat'a ları konusuna eğilmiş, öğrencilerin kayıt­ şınmazın asli yapısına aynen uygun tarz­
( 1 8 3 9 ) kadar dinsel bir organizasyon ları konusunda da bazı prensip ve ko­ da gerçekleştirilmesi işini kontrol görevi,
içinde cemaatlerin ruhani liderlerinin so­ şullar getirilmiştir. Vakıflar Tüzüğümün 48. maddesi ile Va­
rumluluğunda kurumlaşmışlardır. Azınlık
24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan kıflar Başmüdürlüğü'nün yetkisindedir.
okullarının gelişim süreci incelendiğin­
Barış Antlaşması'nda, azınlık haklarına Yine aynı tarihte yayımlanan 2739 sayılı
de, Rumların diğer azınlıklara kıyasla da­
ve eğitime ilişkin maddeler de yer al­ Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkında
ha ayrıcalıklı konumda olageldikleri gö­
mıştır. 40. maddede, azınlık mensupları­ Kanun gereği, azınlık okullarında, resmi
rülür. Fener Rum Mektebi, İstanbul'un
nın TC vatandaşı olarak eşit haklara sa­ bayram ve tatil günleri dışında, kendi
fethi yıllarına dayanan köklü bir kurum
hip oldukları belirtilmiş, eğitim-öğretim özel dini gün ve bayramlarında da öğre­
olup, burada teoloji, felsefe, tıp ve dil
kurumlarını kurup çalıştırmada, yönet­ time ara verilir. 1955'te yürürlüğe giren
öğretimleri yapılmakta idi. Rumlar Türki­
mede, giderlerini karşılamada, kendile­ 6581 sayılı Azınlık Okulları Türkçe ve
ye'deki ilk gerçek üniversite olarak da
rine tanınan haklara yer verilmiştir. 41. Türkçe Kültür Dersleri Öğretmenleri
tanıtılan "Kuruçeşme Mektebi'hi 1805'te
açtılar. Burada laik eğitim ve ilk ciddi tıp
öğretimi yapılmıştır.
Ermeniler de Osmanlı tarihinde ken­
dilerinden "Millet-i Sadıka" olarak bahse­
dilmesi ayrıcalığını kullandılar. Özellikle
eğitim yoluyla, unutulmakta olan Erme-
niceyi canlandırmayı amaçladılar. 16.
yy'da matbaacılığa el atarak, Osmanlı ya­
yın dünyasında önemli bir yer edindiler.
Kilise örgütünün dışında ilk özel Ermeni
okulunu 1790da Amira Miricanyan, Kum-
kapı'da açmıştır. Ermeni okullarının laik­
leşmesi sürecinde, 1838'de Üsküdar'da
açılan Cemeran Okulu aynı zamanda ilk
yatılı yüksekokuldur. 1860'a doğru ise
Ermeni cemaatinin anayasası kabul edi­
len "Nizamname-i Millet-i Ermeniyan" çı­
kartılarak azınlık okullarının yönetimleri
için de seçimle belirlenen bir eğitim ku­
rulu oluşturulmuştur.
Yahudiler ise 19- yy'ın ikinci yarısına
kadar gelenekçi "Talmut Torah" okulları
ile eğitimlerini sürdürmüşlerdir. Buna Beyoğlu'nda, Meşelik Sokağındaki Zapyon Rum Kız Lisesi (solda) ve Esayan Ermeni Kız
Lisesi binaları (sağda).
karşın, Haskala (aydınlanma) denen laik
Hazım Okurer, 1993
kültüre ve eğitime yöneliş ilk defa Tür­
AZİZ BERKER İLÇE HALK 504

Hakkında Kanun ile, bu okullardaki oluşturulmuş konu katalogu vardır. Bir­ ailesindeydi. Diğerlerinin nerede olduğu
Türkçe ve genel kültür derslerinin, Milli çok kültürel etkinliğin düzenlendiği kü­ bilinmemektedir. Yazdığı büyük boyda­
Eğitim Bakanlığı'nca atanan Türk öğret­ tüphanede açık raf sistemi uygulanmakta ki üç Hilye'den biri Topkapı Sarayı'nda
menlerce okutulması yasalaşmıştır. Tür­ ve 14 personel çalışmaktadır. ikisi de ailesindedir.
kiye ile Yunanistan arasında imzalanan Ömer Faruk Toprak Halk Kütüpha­ Önceleri "Abdülaziz Eyyûbi" sonra
20 Nisan 1951 tarihli kültür antlaşması nesi, Muhtar Özkaya Halk Kütüphanesi, "Aziz", 1908'de Rıfaî şeyhlerinden Kenan
ve 20 Aralık 1968 tarihli Atina protokolü, Bahariye Çocuk Kütüphanesi, Serap Se­ Bey'e (Büyükaksoy) intisap ettiği için
azınlık okullarını ilgilendiren bazı özel dat Çocuk Kütüphanesi gibi semt kü­ olacak son zamanlarda da eş-Şeyh Meh­
hususları da içermektedir. tüphaneleri Aziz Berker Halk Kütüpha­ med Abdülazizü'r-rifaî diye imza atardı.
Tüm azınlık okulları 1739 sayılı Milli nesi'nin bağlı birimleridir. Aziz Efendi, sülüs ve nesihte Hafız
Eğitim Temel Kanunu doğrultusunda AYTEN ŞAN ŞÖLEN Osman, celi sülüste Mustafa Rakım,
eğitim ve öğretim yapmakla yükümlü­ ta'likta Yesârizade Mustafa İzzet okulu­
dürler. Rumların halen İstanbul'da 21 AZİZ EFENDİ na bağlıdır.
okulları vardır. Ancak örnek olarak Hey- Bibi. İnal. Son Hattatlar, 68-72; Rado, Hat­
(1871, Maçka/Trabzon - 16 Ağustos
beliada Rum Erkek Lisesi, Fener Yuva- tatlar, 251; M. Serin, Hattat Aziz Efendi, İst.,
1934, İstanbul) Hattat. Asıl adı Mehmed 1988.
kimyon Kız Lisesi gibi okullarda kayıtlı
Abdülaziz'dir. 1877-1878 Osmanlı-Rus Sa­ ALİ ALPARSLAN
öğrenci bulunmamaktadır. Ermenilerin
vaşı sırasında ailesiyle birlikte İstanbul'a
19 ilk, 5 ortaokul ve 5 lise olmak üzere
geldi. Güzel yazıya daha sıbyan mekte­ AZİZ EFENDİ TEKKESİ
29 okulları, Yahudilerin de 2 ilkokul ve
binde iken başladı ve Bakkal Arif Efen-
1 lise olmak üzere 3 okulları eğitim-öğ- Eminönü İlçesi'nde, Sultanahmet'te,
di'ye(->) tavsiye edildi. Oturduğu Kâğıt­
retime devam etmektedir. Cankurtaran Mahallesi'nde, Kabasakal
hane'den yaya olarak gelip gittiği hoca­
AHMET MÜLAYİM Caddesi üzerinde, Sultan Ahmed Arasta-
sından sülüs ve nesih öğrendi. 1896'da
sı'nın karşısında bulunmaktaydı.
icazet aldı. Ayrıca devam ettiği Muhsinza-
AZİZ BERKER İLÇE HALK de Abdullah Bey'den(->) ve Karinâbâdlı Rıfaî tarikatından, "Seyyah Şeyh" ya
KÜTÜPHANESİ Hasan Hüsnü Efendi'den de icazeti var­ da "Seyyah Aziz" lakapları ile tanınan
dır, Devrin üstadı Sami Efendi'den(->) de Şeyh Abdülaziz (Aziz) Efendi tarafmdan
Kadıköy'de Rasimpaşa Mahallesi. Nüz- 1285/1868-69'da tesis edilmiştir. Tekke
het Efendi Sokağı no. 73'tedir. yazarak, Hasan Hüsnü Efendi'den başla­
dığı taliki kemale erdirmiştir. bazı kaynaklarda Şeyh Aziz Efendi'nin
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yap­ bu lakapları ile kayıtlı olduğu gibi, avlu
tırılan kütüphane 23 Nisan 1969'da Kadı­ 1893'te Bâb-ı Meşihata (şeyhülislam­ girişi üzerindeki kitabede "Seyyah Eren
köy İlçe Halk Kütüphanesi adıyla hizme­ lık) kâtip olarak girdi. Sekiz yıl sonra Dergâhı" olarak anılmakta, ayrıca, karşı­
te açılmıştır. Bu tarihte çocuk bölümü, aynı idarenin mektubi kalemi kâtipliği­ sında bulunan arastadan dolayı "Arasta
evlere ödünç kitap verme bölümü ve ne getirildi. Aynı yıllarda Şehri Ahmed Tekkesi" olarak da tanınmaktadır.
müracaat kitapları bölümü ile üç katta Efendiye devam ederek "ilmiye icazet­
Aziz Efendi Tekkesi "Büyük Saray"
faaliyet gösteren kütüphanenin, kat sayı­ namesi" aldı. Dürüstlüğü ve yazısının
denilen Bizans İmparatorluk Sarayı'nın
sı daha sonra beşe yükseltilmiş 23 Nisan güzelliği cihetiyle çalıştığı dairede mü­
kalıntıları üzerinde yer almaktadır. Tek­
1971'de de Kütüphaneler eski genel mü­ himine kâtipliğine yükseldiği gibi Med-
ke binalarının üzerinde bulunduğu set,
dürü Aziz Berker'in adı verilmiştir. Bina, resetü'l-Kuzât ve Mahmudiye Merkez
Marmara yönünde, bu saray komplek­
894 m2'lik bir alanda yer almaktadır. Rüştiyesinde ve çalıştığı yerde memur­
sinden arta kalmış istinat duvarları ile
1992 itibariyle kütüphanenin toplam lara talik yazı dersleri verdi.
desteklenmekte, arsanın batı kesiminde,
dermesi 18.826'dır. Yılda ortalama 20.000 Mısır Kralı I. Fuad'ın bir Kuran yaz­ aynı komplekse ait birtakım binaların
kullanıcı fotokopi, çocuk bölümü ve ev­ dırmak istemesi üzerine Bâb-ı Meşihat altyapıları teşhis edilmektedir. Fetihten
lere ödünç verme hizmetlerinden yarar­ tarafından verilen izinle 1922'de Kahi- sonra, özellikle 16. ve 17. yy'larda Bü­
lanmaktadır. 7 günlük gazete, 80 süreli re'ye giderek altı ay kaldı. Kuran'ın tez­ yük Saray'ın arazisinde, çoğunluğu kagir
yayın izlenmektedir. Kitap ve yazar adla­ hibi de kendinden istenince izni altı ay olan vezir saraylarının inşa edildiği, geç
rına göre hazırlanmış alfabetik kataloglar daha uzatıldı. 1923'te Cumhuriyetin ila­ devirde ise daha ufak boyutlu parseller
ile Dewey onlu tasnif sistemine göre nıyla Bâb-ı Meşihat kapatılınca açıkta içinde inşa edilmiş ahşap konakların,
kalan Aziz Efendi, Kahire'de yazı öğreti­ bunların yerini aldığı bilinmektedir. Ni­
mi için bir okul açması hususundaki tekim tekkenin, Kabasakal Caddesi bo­
teklifi kabul ederek Mısır'da kaldı ve yunca uzanan yüksek bahçe duvarı ile
Halil Ağa Medresesi'nde birinci ve daha bu duvarda bulunan avlu girişinin, tek­
sonra Şeyh Salih Medresesi'nde ikinci keden en az iki yüzyıl daha eski bir ve­
hat okulunu açtı ve böylece on bir yıl zir sarayına ait olduğu söylenebilir.
içinde orada hem yazı ve hem de tezhip Zâkir'in, Mecmua-i Tekâyâ'sında bu
dersleri vererek birçok öğrenci yetiştirdi. tekkenin şeyhleri hakkında bilgi bulun­
İstanbul'a döndükten kısa bir zaman mamaktadır. Bandırmalızade A. Münib'
sonra Çarşamba'daki evinde vefat etti. in Mecmua-i Tekâyâ'smı yayımladığı
Edirnekapı Mezarlığına gömüldü. 1307/1889-90'da Şeyh Aziz Efendi'nin
Aziz Efendi, her çeşit yazıda usta idi. hayatta olduğu anlaşılmaktadır. Tekke­
Tuğra çekmesini de bilirdi. Divan-ı Hü- nin son şeyhi ise Sadık Efendi'dir. Var­
mayun'da tuğrakeşlik vazifesini kabul lıklı ve yardımsever bir insan olduğu,
etmesi için hocası Sami Efendi ısrar et­ İstanbul'daki tekke şeyhleri içinde mad­
mişse de Bâb-ı Meşihat'taki vazifesini bı­ di sıkıntı çekenlere yardımda bulundu­
rakmak istemediğinden kabul etmemişti. ğu bilinen Şeyh Sadık Efendi büyük bir
Süratli yazı yazardı. Tezhip sanatmda da ihtimalle Aziz Efendi'nin neslindendir.
usta idi. Her isteyene parasız yazar, hat­ Ayin günü pazar olan, 1885'te içinde iki
tâ tezhip ederek verirdi. On iki Kuran erkek ile üç kadının ikamet ettiği bili­
yazmıştır. Bunlardan biri Afganistan Kra­ nen Aziz Efendi Tekkesi'nin, 1925'te ka­
lı Emânullah Han'ın babasında, birisi patıldıktan sonra bir müddet son şeyhin
Mısır Krallığı hazinesinde idi. Bir Kuran ailesi tarafmdan mesken olarak kullanıl­
Aziz Berker İlçe Halk Kütüphanesi'nin binası. da Hıdiv Abbas Hilmi Paşa'nm annesi dığı, mülkiyetinin Vakıflar İdaresi ile
Hazım Okurer. 1993 için yazmıştı. Ayrıca bir tanesi de kendi şeyh ailesi arasında dava konusu oldu-
505 AZİZ MAHMUD HÜDAÎ

Ailesi hakkında bilgi olmayıp yalnız­


ca, babası Fazlullah bin Mahmud'un adı
bazı kaynaklarda geçmektedir. Öğreni­
mine Sivrihisar'da başladı. Daha sonra
İstanbul'a gelerek Küçükayasofya Med-
resesi'ne devam etti. Burada dönemin
tanınmış müderrislerinden Nâzırzade
Ramazan Efendi'nin (ö. 1576) öğrencisi
oldu ve medreseyi bitirdikten sonra
uzun yıllar hocasının yanında muidlik
(müderris yardımcılığı) görevinde bu­
lundu. 1571'de Nâzırzade, Edirne Seli­
miye Medresesi'ne tayin edilince onun­
la birlikte Edirne'ye gitti. Bir süre bura­
da kaldıktan sonra Nâzırzade'nin kadı
olarak Mısır ve Şam'a gönderilmesiyle
bu ülkeleri görme fırsatını elde etti.
1573'te Mısır'dan dönerek Bursa'da Fer-
hadiye Medresesi müderrisliği ve Cami-
i Atik Mahkemesi naipliğini üstlendi.
Hocası Nâzırzade'nin 1576'da Bursa'da
vefat etmesi üzerine ilmiye mesleğin­
Aziz Efendi Tekkesinin cümle kapısı. den ayrılarak tamamen tasavvufa yö­
Hakan Arlı, 1988 neldi. Bursa'dan Sivrihisar'a ve ardın­
dan Rumeli'ye giderek bir süre Eski
Zagra'da kaldı. Daha sonra İstanbul'a
ğu anlaşılmaktadır. Cumhuriyet devrin­ sınıflandırılması yolundaki gelişmeleri geldi. Ş e y h ü l i s l a m H o c a S a d e d d i n
de giderek harap düşen ve bu arada el yansıtmaktadır. Üstteki küçük boyutlu Efendi'nin aracılığıyla Küçükayasofya
değiştiren tekke binaları 19801i yılların levhada, cami şeklinde istiflenmiş olarak Tekkesi meşihatına atandı. 1 5 9 9 ' a ka­
başlarında, yerlerine otel yapılmak üze­ Seyyid Ahmed Rıfaî'nin ismi bulunmak­ dar Fatih Camii, ardından Üsküdar Mih-
re yıktırılmış, ilgili mercilerin izin ver­ tadır. Sülüsle yapılmış olan bu istifte kul­ rimah Sultan Camii vaizliğinde bulun­
memesi sonucunda söz konusu otel de lanılan, merkezi kubbeli ve altı minareli du. 1589'da kendi adına bir tekke kur­
hâlâ inşa edilememiştir. cami motifinin, tekkenin yakınındaki mak için Üsküdar'da arazi satın aldı ve
Aziz Efendi Tekkesi'nin mimari özel­ Sultan Ahmed Camimi hatırlatması dik­ inşaat 1595'te tamamlanıncaya kadar
likleri ayrıntılı olarak tespit edilememiş­ kat çekicidir. Minarelerin yanısıra, kub­ Rum Mehmed Paşa Camii yakınındaki
tir. Günümüzde mevcut olan yüksek benin sağma ve soluna simetrik biçimde bir eve yerleşti. I 6 l 6 ' d a Sultan Ahmed
bahçe duvarında, yer yer tuğla hatıllarla yerleştirilmiş olan iki sancak, Seyyid Ah­ Camii'nin açılışında ilk hutbeyi okudu
beslenmiş moloz taş örgü görülür. Dik­ med Rıfaî'nin iki kere kutbiyet makamı­ ve bir süre burada vaizlik yaptı. Vefatı­
dörtgen açıklıklı küçük cümle kapısı, as­ na sahip olduğunu ve "Ebü'1-âlemeyn" na kadar tarikat faaliyetlerini Üskü­
lında çok daha geniş tutulmuş olan, an­ (iki âlem sahibi) lakabını taşıdığını ifade dar'daki tekkesinde sürdürdü. Türbesi,
cak tekkenin yapımı sırasında örülerek etmektedir. Birtakım tarikat sembolleri kendi adıyla anılan Aziz Mahmud Hü-
daraltıldığı anlaşılan anıtsal girişin sol ile oluşturulmuş, adeta tarikat arması ni­ daî Külliyesi'ndedir(->).
kenarında bulunmaktadır. Tekkenin ye­ teliğindeki bu tür kompozisyonların ge­
rindeki saraya ait olması gereken bu bü­ çen yüzyılda tekke çevrelerinde revaç
yük girişin yanları pahlı yüzeylerle do­ bulduğu bilinmektedir.
natılmış, bu yüzeylerin üst kesimlerine, Prof. Dr. S. Eyice'den alman bilgilere,
testere dişi biçiminde üç sıralı konsollar ayrıca bir-iki kere cümle kapısının aralı­
yerleştirilmiştir. Bu konsollara oturan ğından görebildiklerimize dayanarak
kemerin kesilerek kemer açıklığının bir tekke binaları hakkında şunları söyleye­
demir putrelle geçildiği görülmektedir. biliriz: Tevhidhaneyi, selamlığı ve hare­
Putrelin üzerinde, bir kısmının içi sonra­ mi barındıran, büyük bir ahşap görünü­
dan örülmüş olan, yuvarlak kemerli ufak mündeki asıl bina, cümle kapısının kar­
pencereler sıralanmaktadır. şısında yer almaktaydı. Kapının solunda
Tekkenin cümle kapısı, dikdörtgen Şeyh Aziz Efendi ile aile fertlerinin gö­
tablalı ahşap kanatlarla donatılmış, kapı mülü oldukları küçük bir türbe bulun­
açıklığını geçen ahşap hatılın üzerine iki maktaydı. Kagir duvarlı ve ahşap çatılı
kitabe levhası yerleştirilmiştir. Büyük bo­ olan türbenin pencereleri basık kemer­
yutlu olan alttaki levhada, Rıfaîliğin piri lerle taçlandırılmış, demir parmaklıklarla
Seyyid Ahmed Rıfaî'ye ithaf edilmiş, donatılmıştı. Arsanın kuzey sınırı boyun­
talik hatlı dokuz beyitlik bir methiye, ca uzanan, sırtı avlu duvarına dayalı, tek
"Derunî" mahlaslı bir şaire ait olan bu katlı binanın bir dizi derviş hücresini ba­
metnin sonunda da tekkenin inşa tarihi rındırdığı tahmin edilebilir.
(1285) bulunmaktadır. Levhanın en altın­ Bibi. Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 62-
da, ortada yer alan kartuşta "Seyyah 63. no. 96: Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 8; Ih-
Eren Dergâhı" olarak tekkenin adı, ayrı­ saiyatll, 20; Vassaf, Sefine, V, 270.
ca Arapça, Farsça ve Türkçe olarak tek­ M. BAHA TANMAN
kenin ayin günü (yevmü'1-ahad/ruz-i
yekşenbe/gün pazar) belirtilmiştir. Kita­ AZİZ MAHMUD HÜDAÎ
bede gözlenen bu ibare, geçen yüzyılda (1541, Şereflikoçhisar - 2 Ekim 1628, İs­
İstanbul tekkelerinde, haftalık ayin gün­ tanbul) Celvetî tarikatının kurucusu
lerinin önem kazanması, bu döneme ait mutasavvıf. Asıl adı Mahmud, mahlası
listelerde tekkelerin, ayin günlerine göre Hüdaî'dir.
AZİZ MAHMUD HÜDAÎ 506

17. yy başlarında İstanbul'un saray


çevresini nüfuzu altına alan tarikat şeyh­
leri arasında Hüdaî, belki de en etkili
olanıdır. Hayatı boyunca dokuz padişa­
hın saltanat dönemini yaşamış ve besiyle
yakın ilişki kurarak Celvetîliğin hem is­
tanbul'da hem de Batı Anadolu, Ege
adaları ve Rumeli'de hızla yaygınlaşması­
nı sağlayacak siyasi desteği elde etmiştir.
Hüdaî'nin padişahlarla kurduğu ilişki, iki
temel noktada odaklanır. Bunlardan bi­
rincisi, başta İstanbul olmak üzere impa­
ratorluğun gündelik hayatına ilişkin so­
runların pratik çözüm önerileriyle birlik­
te padişaha mektuplar aracılığıyla sunul-
masıdır. Bu mektupların içeriği, istan­
bul'un iaşesinden bürokrasideki çeşitli
atamalara kadar uzanan geniş bir sorun­
lar dizisini kapsamakta ve Hüdaî kendi­
sini padişah üzerindeki nüfuzuna daya­
narak kamu vicdanının sesi olarak ön
plana çıkartmaktadır. Tezakir-i Hüdaî
adlı mecmuada toplanan bu mektupların
büyük bir kısmı III. Murad'a yazılmıştır.
Hüdaî'nin sarayla kurduğu ilişkinin
odaklandığı bir diğer önemli nokta da,
padişahların gördükleri rüyalara yaptığı
uvgun yorumlarda kendisini gösterir. III.
Murad (hd 1574-1595). III. Mehmed (hd
Aziz Mahmud Hüdaî. 15 ve 16. yy lar- ye intisap etmiş ve ondan tarikat hilafeti 1595-1603). I. Ahmed (hd 1603-1617) ve
da istanbul'da faaliyet gösteren Nakşî, ile daha sonra şiirlerinde kullanacağı II. Osman'ın (hd 1618-1622) rüyalarını
Halveti, Mevlevi ve Bayramî tarikatları­ "Hüdaî" mahlasını almıştır. Aziz Mah­ yorumlamış, devlet yönetimini ilgilendi­
nın yanısıra bu dönemde şehir hayatına mud Efendi'nin İstanbul'a gelmeden ön­ ren kimi kararlarm alınmasında bu yolla
henüz yeni girmeye başlayan Kadirî- ce Bursa'da geçirdiği 1573-1580 arasında etkili olmuştur. Rüya yorumculuğu, Hü­
lik(->) ve Rıfaîlik(-*) ile aynı toplumsal Halvetî ve Bayramî zümreleriyle yakın daî'den sonra Celvetîlik içinde özellikle
kültür zemini üzerinde örgütlenip yay­ ilişki kurduğu, fakat Üftâde aracılığıyla üzerinde durulan bir konu değerini ka­
gınlaşan Celvetîliğin kurucusudur. Tari­ daha çok Bayramîlerin etkisinde kaldığı zanmış ve bu alanın isim yapmış kişileri
kat kurucusu olarak "pir" unvanıyla anıl­ görülmektedir. Diğer yandan intisap et­ tarikatın üyeleri arasından çıkmıştır. Hü­
dığı gibi tasavvuf tarihinde kendisine tiği Üftâde'nin tarikat silsilesi. Muk'ad daî'nin saray üzerindeki nüfuzunu vur­
"kutbü'l-aktâb" ve ''sahib-i zaman" sıfat­ Hızır Dede (ö. 1512) ve Akbıyık Meczub gulamak için ayrıca onun IV. Murad'a
ları da verilmiştir. (ö. 1456) tarafından Hacı Bayram-ı Ve­ (hd 1623-1640) kılıç kuşattığım da belirt­
Tasavvufa yönelmesi, Küçükayasofya liye (ö. 1429) bağlandığı için Hüdaî'nin mek gerekir.
Medresesi'ndeki öğrencilik yıllarına sonradan istanbul'da kurduğu Celvetîlik, Aziz Mahmud Hüdaî'nin tarikat faali­
rastlar. Burada hem Nâzırzade Ramazan tasavvuf tarihinde Bayramîliğin bir kolu yetleri, sarayın yanısıra bürokrasi ve ay­
Efendi'den zahiri ilimleri öğrenmiş hem gibi yorumlanmıştır. Ancak Celvetîlik, dın zümre arasında da destek bulmuş,
de dönemin ünlü Halveti şeyhlerinden Rumeli Halvetîliği ile Anadolu Bayramî- dönemin önde gelen devlet adamları,
F i l i b e l i N u r e d d i n z a d e Musliheddin liğinin kültürel bütünleşmesiyle meyda­ sanatçılar ve diğer tarikatlara mensup
Efendi'nin (ö. 1573) sohbetlerine katıl­ na gelmiş ve her iki tarikattan bağımsız şeyhler ona bağlanmak suretiyle güçlü
mıştır. Nureddinzade, Rumeli kökenli bir tasavvuf anlayışını temsil etmiştir. bir çevre oluşturmuşlardır. Sadrazam
Halvetîliğin Melamî-meşrep tasavvuf an­ Hüdaî. kurduğu tarikatm mistik öğretisi­ Halil Paşa (ö. 1629) bu çevre içinde adı
layışına bağlı temsilcilerinden olup Batı­ ni tasavvufta ''halvet"ten ayrılma anlamı­ en çok dikkati çeken kişidir. Hüdaî ile
ni eğilimlerinden dolayı idamı istenen na gelen ve "tevhid"e işaret eden "cel- kurduğu ilişkiyi vefatına kadar sürdür­
ünlü Bayramî/Melamî şeyhi Haşimî Os­ vet" kavramı etrafında şekillendirmiş, müş, sahip olduğu vakıf gelirlerini tari­
man Efendi'nin (ö. 1594) koruyuculuğu­ Halvetî ve Bayramî zikrinin temelini kata bağışlayarak Celvetîliği maddi yön­
nu üstlenerek bağışlanmasını sağlayan oluşturan "esma-i seb'a"ya ilaveler yapa­ den desteklemiştir. Abaza Mehmed Pa­
nüfuzlu bir şeyhtir. Hüdaî'nin Nured­ rak 12'ye çıkarmış ve ''tevhid" akidesiyle şa ayaklanmasında başarı gösteremeyin­
dinzade ile tanışması, onun daha sonra birlikte 13 sayısının kutsallığını semboli­ ce Aziz Mahmud Efendi'nin tekkesine
kuracağı Celvetîlik(->) içinde Melamî ze eden 13 terkli (dilimli) Celvetî tacmı sığınmış ve Hüdaî tarafından IV. Mu­
mistisizmiyle yoğrulan Halveti kültürü­ müritlerine giydirmiştir. rad'a bağışlatılmıştır. Mimar Mehmed
nün önemli bir yer tutmasına neden ol­ Aziz Mahmud Efendi'nin istanbul'a Ağa'va yaptırdığı türbesi. Hüdaî Asita-
muştur. Halvetîliğin Hüdaî üzerindeki gelmesi ve Celvetîliği şehrin mistik ha­ nesi yakınındadır. Aziz Mahmud Efen-
bir diğer etki kaynağı ise Mısır'da bu­ yatına sokması 1580lerin başına rastlar. di'ye bağlanan diğer önemli kişiler ara­
lunduğu yıllarda intisap ettiği, tarikatın Önceleri Küçükçamlıca'da yaptırdığı sında, Sunullah Efendi, Hoca Sadeddin
Demirtaşîlik koluna mensup Kerimüd- "çilehane"de inzivaya çekildiği rivayeti Efendi, Şeyhülislam H o c a z a d e Esad
din Halvetî'dir. yaygındır. Fakat tarikatın başlangıçtaki Efendi ve O k ç u z a d e M e h m e d Şâhî
1573'te Mısır'dan bir Halvetî şeyhi asıl merkezi, kendisinin daha önce öğ­ Efendi gibi ilmiye sınıfına mensup isim­
olarak Bursa'ya dönen Hüdaî'nin burada rencilik yıllarının geçtiği Küçükayasofya ler de vardır. Ayrıca diğer tarikatlara
Muhyieddin Üftâde (ö. 1580) ile tanışıp Camii ve Medresesi bünyesindeki tekke mensup şeyh ve mutasavvıfların da Hü-
onun Kaygan Camii'ndeki cemaatine olmuştur. Burada sekiz yıla yakın post- daî'ye bağlandıkları, böylece 17. yy baş­
girmesi, tarikat ve tasavvuf anlayışı üze­ nişinlik yapmış, yerine Filibeli ibrahim larında Celvetîliğin İstanbul hayatı için­
rinde Bayramî etkisinin başladığı dönem Efendiyi bırakarak Üsküdar'da inşa et­ de zengin bir tasavvuf okuluna dönüş­
olarak kabul edilebilir. 1577'de Üftâde' tirdiği "âsitane"nin başına geçmiştir. tüğü görülmektedir. Şair ve tezkireci
507 AZİZ MAHMUD HÜDAÎ

Nev'îzade Ataî(->), Bayramî/Melamî mu­ Hadaiku'l-Hakaik, II, 760-762; Şeyhî, Veka- dığı için "pirevi" niteliği arz eden bu tek­
tasavvıf Sarı Abdullah(->) ve "Olanlar yiü'l-Fuzalâ, I, 280-281; İsmet, Tekmiletü'ş- ke kaynaklarda şu adlarla da anılmakta­
Şakaik, 345-346; Ayvansarayî, Hadîka, II,
Şeyhi" lakabıyla tanınan Halvetî/Melamî dır: Hazret-i Hüdaî Âsitanesi, Hüdaî
195-204; ay, Mecmuâ-i Tevârih, 55-56; İ.
Şeyhi İbrahim Efendi(->), özellikle men­ Hakkı Bursevî, Silsile-i Tarîk-i Celvetî, İst, Mahmud Efendi Âsitanesi, Pişvây-ı Tari-
subu bulundukları tarikatların mistisiz­ 1291; Raif, Mir'at, 63-67; Hocazade. Ziyaret, kat-ı Aliyye-i Celvetiyye, Aziz Mahmud
mini Celvetîlik ile bütünleştiren kişiler 56-64; Vassaf, Sefine, II, 372-382; Mehmed Hüdaî Efendi Hankahı, Hankah-ı Celvetî,
olarak dikkati çekerler. Gülsen, Külliyat-ı Hazret-i Hüdaî, İst, 1338; Hüdaî Aziz Mahmud Efendi Hankahı,
Celvetîliğin İstanbul'da orta tabaka Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 72; E. W. Gibb, A Hazret-i Hüdaî Aziz Mahmud Efendi
Histoıy of Ottoman Poetry, I, Londra. 1958, s.
arasında yaygınlaşması, Hüdaî'den son­ 218; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 337-339; Dergâhı, Hüdaî Dergâhı, Hüdaî Aziz
ra onun yetiştirdiği halifeleri aracılığıyla Beldiceanu-Steinherr, "Hüdaî", El2, II, 538- Mahmud Efendi Tekkesi.
gerçekleşmiştir. "Serhalife" unvanıyla ta­ 539; F. A. Tansel, "Seyyid Aziz Mahmud Hü- Bir tarikat külliyesi olan bu yapı top­
nınan Muk'ad Ahmed Efendi (ö. 1639), dâyî", Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi luluğu 19. yy'm ortalarına kadar çeşitli
Veliyüddin Efendi (ö. 1651), Mehmed Dergisi, XV, (1967) s. 1-42; H. K. Yılmaz, eklerle genişletilmiş, kalabalık bir derviş
Aziz Mahmud Hüdayî ve Celvetiyye Tarikatı,
Fenaî Efendi (ö. 1664) ve Tophaneli Ve­ İst: 1982; ay, "Aziz Mahmud Hüdayî", DİA. zümresini besleyebilecek güçte maddi
li Efendi (ö. 1697) İstanbul'da faaliyet IV, 338-340; Z. Tezeren, Seyyid Aziz Mah­ kaynaklara, bu kalabalığı barındırabile­
göstermişler, Muk'ad Ahmed Efendi ile mud Hüdayî, I, İst, 1984. cek ölçüde mekânlara sahip olmuştur.
kendi adına Celvetîlikten kol ayıran EKREM IŞIN 1850'de Üsküdar çarşısında çıkan ve kül­
Mehmed Fenaî Efendi ayrıca Hüdaî Asi- liyenin bulunduğu yamaca doğru yayılan
tanesi'nde postnişinlik görevinde bulun­ AZİZ MAHMUD HÜDAÎ bir yangında, Hüdaî Türbesi dışında ka­
muşlardır. Diğer halifeleri ise başta Bur­ lan binalar ortadan kalkmış, bu yangın­
sa ve Edirne olmak üzere Rumeli'de fa­
KÜLLİYESİ
dan sonra kısa bir müddet dervişler tür­
aliyet göstermişlerdir. Bu yoğun faaliyet Üsküdar İlçesinde, Doğancılar'da, Ah- bede toplanarak ayinleri icra etmişlerdir.
ve örgütlenme sonucunda İstanbul'daki metçelebi Mahallesi'nde, Hüdai Mah­ Abdülmecid 1855'te, türbe de dahil ol­
diğer tarikatlara ait bazı tekkeler Celve- mut, Aziz Mahmut ve Aziz Efendi Mek­ mak üzere külliyeyi yeni baştan inşa et­
tîlerin denetimine geçmiştir. Özellikle tebi sokaklarının kuşattığı bir arsa üze­ tirmiştir. Bu ikinci kuruluşunda, külliye­
tasavvuf anlayışı bakımından Celvetîliğe rinde yer almaktadır. nin yerleşim düzeni aynen korunmuş,
yakın olan Halvetîlere ait tekkeler bu Külliyenin çekirdeğini oluşturan tek­ fazladan cami-tevhidhaneye bir hünkâr
grup içinde ön sırayı almaktadırlar. 17. kenin banisi Celvetî tarikatının piri Şeyh mahfili, arsanın güney kesimine bir sıb-
ve 18. yy'lar arasında İskender Baba, Aziz Mahmud Hüdaî'dir (ö. 1628). 1589' yan mektebi eklenmiştir. Bu son dönem­
Küçükayasofya, Sokollu Mehmed Paşa, da tekkenin arsasını satın alıp inşaata de, II. Abdülhamid'in "mukarriblerinden"
Alaeddin, Akbıyık, Erdebil, Bezirgan ve başlattığı tespit edilmektedir. Muhteme­ Lütfi Bey, 1317/1899-1900'de cami-tev-
Sertarikzade tekkeleri Halvetîlerden len m e n s u p l a r ı n ı n da katkılarıyla hidhanenin karşısına bağımsız bir kütüp­
Celvetîlere geçmiş, bunları Kadirîliğe 1003/1594-95'te tamamlanan ilk tekke­ hane binası yaptırmış, bu binanın bir
bağlı Akarca ile Nakşîlere ait Zeyrek ve nin şu bölümlerden oluştuğu anlaşıl­ kısmını kendisi ve ailesi için türbe ola­
Çakır Dede tekkeleri izlemiştir. 19. yy maktadır: Aynı zamanda tevhidhane rak ayırmıştır. Külliye, bundan bir yıl
başlarından itibaren Celvetîliğin İstan­ olarak kullanılan ve 1007/1598-99'da sonra, giderleri Hazine-i Hassa'dan karşı­
bul'da eski önemini kaybetmeye başla­ bizzat baninin minber ekletmesiyle ca­ lanmak suretiyle tamir ettirilmiş ve gü­
dığı ve suriçindeki tekkelerini özellikle miye dönüştürülen bir mescit, bunun nümüzde ayakta olan harem bölümü in­
Halvetî denetimine bırakarak faaliyet etrafında yer alan derviş hücreleri, aşha­ şa olunmuştur. Kısa bir süre sonra 1910'
alanını büyük ölçüde Üsküdar'da yo­ ne niteliğinde büyük bir mutfak, taam- da yıldırım düşmesiyle yıkılan minare,
ğunlaştırdığı gözlenmektedir. hane, biri Aziz Mahmud Hüdaî'ye, dör­ türbenin önüne, türbedarlara ayrılan bö­
İbnü'l-Arabî'nin "vahdet-i vücud" an­ dü de kızlarına tahsis edilmiş toplam lümün üzerine devrilerek burayı tahrip
layışına bağlı kalan Aziz Mahmud Hü­ beş adet meşruta ev, cümle kapısı ile etmiş, bu olayın hemen ardından minare
daî, Arapça ve Türkçe kaleme aldığı bunun yanındaki iki çeşme. Bu yapıla­ yeniden inşa edildiği gibi, Mısır Hıdivi
eserlerinde bu tasavvuf çizgisinin başa­ ra. Aziz Mahmud Hüdaî'nin vefatına ya­ ismail Paşa'nm (ö. 1895) kızlarından
rılı örneklerini vermiştir. Arapça yazdığı kın inşa edilen türbesi de eklenmiştir. Prenses Fatma Hanımefendi (ö. 1912) ta­
Keşfü'l-Kınâ an Vechi's-Semâ, 17. yy'da rafından türbenin camekânlı giriş bölü­
İstanbul'un tasavvuf hayatında önemli
sema ve musikinin İslamiyete aykırı ol­ mü yaptırılmıştır.
bir yeri olan Celvetîliğin merkezi Aziz
duğu için yasaklanmasını isteyen Kadı- Mahmud Hüdaî Tekkesi'dir. Bünyesinde Bu haliyle, tekkelerin kapatıldığı
zadeliler'e(->) karşı bu tarikat rimelleri­ bu tarikatın pirinin türbesini de barındır­ 1925 tarihine kadar gelen külliyenin ca-
nin savunmasını yapan ve bu açıdan İs­
tanbul'daki tekke hayatını yakından il­
gilendiren bir eserdir. Türkçe eserleri
arasındaki Celvetî tarikatının adap ve
erkânını inceleyen Tarîkatname (İst.,
1287, 1338) ve padişahlara yazdığı mek­
tuplarının yer aldığı Tezakir-i Hüdaî
adıyla da tanınmış Mektûbât, istanbul
hayatını yakından ilgilendirir. Yunus
Emre etkisinde kalarak yazdığı ilahiler
pek çok bestekâr tarafından bestelen­
miş ve İstanbul tekkelerinde yaygın şe­
kilde okunmuştur. Bu ilahiler ile birlikte
çeşitli rubai ve kıtaları da Divan-ı lla-
hiyyat (İst, 1287, 1338, yb 1970, 1986)
başlığı altında toplanmıştır.
Bibi. Cemaleddin Hulvî, Lemezat-ı Hulviye,
Süleymaniye Ktp, Hacı Mahmud Efendi, no.
4536, vr 187a; Harîrîzade, Tibyân, Süleyma­
niye Ktp, İbrahim Efendi, no. 430, vr 227a-
245b; Tarih-i "Naima, I, 112; Tarih-i Peçevî,
II, 36; Kâtib Çelebi, Fezleke, II, İst., 1287, s.
113-114; Evliya, Seyahatname, I, 479; Ataî,
AZİZ MAHMUD HÜDAÎ 508

mi-tevhidhanesi bundan böyle yalnızca


cami olarak kullanılmış, meşruta evler
ise cami görevlileri ile Vakıflar İdare -
si'nin kiracılarına mesken olmuştur. Bu
arada mutfak, hazire, çeşmeler, türbe ve
cümle kapısı gibi unsurların günümüze
aynen gelebilmiş olmalarına karşılık,
derviş hücreleri, selamlık ve mektep gi­
bi kullanımlarını yitiren bazı bölümler
de tarihe karışmıştır. Binalar, başta cami
olmak üzere, Vakıflar İdaresi tarafından
1975'te onartılmış olup sağlam durum­
dadır. Son yıllarda kurulan Aziz Mah-
mud Hüdâî Vakfı, külliyenin bakımını
yapmakta, ayrıca öğrencilere ve muh­
taçlara dağıtılmak üzere mutfakta her
gün yemek pişirilmektedir.
Aziz Mahmud Hüdaî Külliyesi, Os­
manlı döneminde İstanbul'un en parlak
tasavvuf merkezlerinden birisiydi. Aziz
Mahmud Hüdaî'nin etkili kişiliği hüküm­
darları, hanedan ve saray mensuplarını,
devlet ricalini, ulemayı, sanat ve musiki
erbabını, çeşitli zümre ve meslekten bir­ Aziz Mahmud Hüdaî Külliyesinde cami-tevhidhanenin içi. Sağ alt köşede "şeyh kafesi" görülüyor.
Bekir Tosun, 1983
çok kişiyi buraya çekmiş, bu durum tek­
kenin postuna oturmuş olan şeyhler ta­
rafından sürdürülmüştür. H. K. Yılmazın sayı doğu-batı doğrultusunda ikiye bö­ liyeye ait meşruta evlerden ikisi, bağım­
Aziz Mahmud Hüdâyî ve Celvetiyye Ta­ len basamaklı bir geçit vardır. Bu geçit sız bahçeleri içinde yer almaktadır.
rikatı başlıklı incelemesinde, Hüdaî Tek- zaman içinde, tekke sakinleri ve cami Cümle Kapısı ve Yanındaki Çeşme­
kesi'nin şeyhleri, hayatları ve kişilikleri cemaatinin yanısıra çevre halkınca da ler: Cümle kapısı küfekiden pilastrlar ile
ile ayrıntılı biçimde ele alınmaktadır. kullanılarak "Hüdai Avlusu Sokağı" adı­ iki yandan kuşatılmış, dikdörtgen açıklı­
Aziz Mahmud Hüdaî Külliyesi'nin ilk nı almıştır. Bu sokak niteliğindeki kade­ ğının üzerine, iki silme arasına 1272 ta­
aşamadaki özellikleri hakkında kesin bil­ meli geçidin doğu ucunda, Aziz Mah­ rihli ihya kitabesi yerleştirilmiştir. Metni
gi bulunmamaktadır. Yine de. cami-tev- mut Efendi Sokağı'yla birleştiği noktada Süleyman Senih Efendiye (ö. 1900) ait
hidhane ile Hüdaî Türbesi'nin aynı yer­ külliyenin cümle kapısı yer alır. olan talik hatlı kitabe iki parça halinde
de bulundukları, ancak daha ufak boyut­ Cümle kapısından girince. Hüdai Av­ düzenlenmiş, bunların ortasına Abdül-
lu oldukları söylenebilir. Külliyeyi 17. lusu Sokağı üzerinde, solda Aziz Mah­ mecid'in tuğrası konmuştur.
yy'da görmüş olan Evliya Çelebi, arsada­ mud Hüdaî Türbesi ile sonradan buna Kapının solunda yan yana iki çeşme
ki dağılım ve mimari özellikler konusun­ bitiştirilmiş olan, tekke şeyhleri ile aile mevcuttur. Klasik üslupta silmeler ve sivri
da doyurucu bilgi vermemekte, üç yüz fertlerinin gömülü oldukları türbe. Hü­ kemerlerle donatılmış olan bu çeşmeleri
kadar dervişin müstakil hücrelerde ba­ daî Türbesi'nin arkasmda bu yapıya bi­ yaptıran, büyük bir ihtimalle Aziz Mah­
rındığını söylemekle yetinmektedir. 18. tişik olarak yer alan cami-tevhidhane, mud Hüdaî'dir. Soldakinde, kemerin üze­
yy'daki durumu kısmen aydınlatması ba­ dar bir geçitten sonra, içinde, Kaya Sul­ rinde 1033/1623-24 tarihli sülüs hatlı ve
kımından Ayvansarayî'nin Hadîkatü'l- tanin (ö. 1699) kızı Fatma Hanımsül- Arapça metinli mensur bir kitabe, kemer
Cevâmi'de naklettiği şu bilgiler kayda tan'ın (ö. 1727-1728) gömülü olduğu aynasının içinde de 1272/1855-56 tarihin­
değer: "... cami-i şerifin avlusunda şadır­ türbeyi 'barındıran hazire parçası sıra­ de külliye ile birlikte Abdülmecid tarafın­
vanı ve etrafında fevkanî ve tahtanî mah­ lanmaktadır. Bu nazirenin batısında. dan tamir ettirildiğini gösteren, manzum
filleri vardır. Ve zaviye kapısında müte­ Aziz Efendi Mektebi Sokağının kuzeye metni Ahmed Sadık Ziver Paşa'ya (ö.
addit çeşmeler vardır. Ve zaviye hücerâtı doğru kıvrılan kesiminden sonra, du­ 1862) ait talik hatlı diğer bir kitabe bu­
cami etrafındadır. Şeyh dairesi başka varlarla çevrili bir bahçenin içinde ha­ lunmaktadır. Bunun sağındaki daha ufak
olup müstakil meşruta menzilleri dahî rem dairesi ile harem mutfağı bulun­ boyutlara sahip çeşmede ise son mısraı
vardır". Külliyenin 1272/1855-56'daki ih­ maktadır. ebcedle 1019/1610-11 tarihini veren sülüs
yası sırasında, Batılılaşma eğiliminin yo­ Hüdai Avlusu Sokağı'nm diğer (ku­ hatlı manzum bir kitabe yer alır.
ğunlaştığı Tanzimat dönemine ait hemen zey) yakasında ise, en alttaki küçük meş­ Cümle kapısının sağındaki çeşmede,
bütün onarım ve yenileme faaliyetlerin­ ruta evden sonra sırayla, zemini yüksel­ 1141/1728-29'da, Nevşehirli Damat İbra­
de olduğu gibi, buradaki yapılar da. öz­ tilmiş bir hazire parçası, mutfak ile bu­ him Paşa'nın oğlu "Genç" lakaplı Da­
gün mimarileri hiç hesaba katılmaksızın, na bitişik hünkâr mahfili girişi, abdest mat Mehmed Paşa (ö. 1734/35) tarafın­
Aziz Mahmud Hüdaî'nin yaşadığı devre muslukları, kütüphane ve yine bir bö­ dan yaptırıldığını belirten, metni Bahçe-
tamamen yabancı düşen ampir üslubun­ lüm hazire yer almaktadır. Abdest mus­ saraylı Mustafa Rahmi'ye ait, talik hatlı
da yenilenmişlerdir. Külliyenin ilk halin­ luklarının sıralandığı duvarın arkasında, manzum bir kitabe görülmektedir. Söz
den günümüze intikal edebilen unsurlar arsanın kuzey kesiminde vaktiyle deniş konusu çeşmenin, ampir üslubunda
cami-tevhidhanenin batısındaki Fatma hücrelerinin, kahve ocağının, taamha- olan oranları ve ayrıntıları külliye ile
Hanımsultan Türbesi ile cümle kapısının nenin ve diğer selamlık birimlerinin bu­ beraber yenilendiğini kanıtlamaktadır.
solundaki iki çeşmedir. lunduğu bilinmektedir. Ahşap oldukları Çeşmelerin üzerinde, halen imam ve
Batıdan doğuya doğru alçalan arsa anlaşılan bu binalar tamamen tarihe ka­ müezzin meşrutası olarak kullanılan bi­
birçok istinat duvarı ile setlere ayrılmış, rışmış, yerlerine son yıllarda Aziz Mah­ rer ahşap mesken vardır. Geçen yüzyıl­
külliyenin binaları bu setler üzerine yer­ mud Hüdâî Vakfı tarafından bir öğrenci da yenilendikleri anlaşılan bu evlerden
leştirilmiştir. Arsa batıda Hüdai Mahmut, yurdu inşa edilmiştir. Hüdai Avlusu So­ soldaki, yakın bir zamanda kagire dö­
güneyde Aziz Efendi Mektebi, doğuda kağının Hüdai Mahmut Sokağına ka­ nüştürülerek özgün şeklini kaybetmiştir.
Aziz Mahmut Efendi sokakları, kuzeyde vuştuğu yerde de. cümle kapısı ile aynı Bunun arkasında, külliyenin ilk yılların­
de komşu bir parselle kuşatılmıştır. Ayrı­ boyutlarda bir kapı bulunur. Bu kapı­ dan kalma olması muhtemel bir su haz­
ca külliyenin tam ortasından geçerek ar- dan çıkınca solda, sokak üzerinde, kül­ nesi ile bir dizi hela yer almaktadır.
509 AZİZ MAHMUD HÜDAÎ

Cami-Tevhidhane: Kagir duvarlı, ah­ cami-tevhidhanenin ilk inşa edildiği yıl­ Bodrum katının, ilk mescit-tevhidha-
şap çatılı, fevkani bir yapıdır. Biri bod­ lardaki sınırını göstermektedir. nenin altına tekabül eden kuzey kesi­
rum katı, biri de mahfillerin oluşturdu­ Kuzey yönündeki mahfiller de ortada, minde, dar uzun koridorlara açılan ve
ğu kısmi üst kat olmak üzere, toplam iki sütun arasındaki açıklık miktarmca ufak pencerelerden az miktarda ışık
üç katlıdır. Bütün açıklıkların basık ke­ kesintiye uğramakta ve bu açıklığın ek­ alan halvethane (çilehane) niteliğinde
merlerle geçilmiş olduğu cephelerde, seninde, harimin güney duvarında mih­ mekânlar vardır. Güney kesiminde ise,
kat döşemeleri ve saçak hizalarında ya­ rap, kuzey duvarında son cemaat yerine 1855-1856'daki genişletme sırasında içe­
tay silmeler dolaşmaktadır. Zemin kat­ açılan kapı. bunun da karşısında yapının riye alınarak bir türbe niteliği kazanmış
ta, namaza ve ayinlere tahsis edilen dış duvarındaki esas kapı yer almaktadır. olan hazire parçası yer almaktadır.
dikdörtgen alan. kıble yönünde yer al­ Dışarıdan bir sıra basamakla ulaşılan ve Ampir üslubuna has sadeliğin hâkim
makta, batı ve kuzey yönlerinde, ze­ cami cemaatince kullanıldığı anlaşılan bu olduğu cami-tevhidhane cephelerinde
minleri bir seki ile yükseltilmiş mahfil­ kapının üzerinde, ortada Abdülmecid'in herhangi bir süsleme unsuru göze çarp­
lerle çevrili bulunmaktadır. Bu mahfil­ tuğrası, yanlarda şair Ziver'in kaleminden maz. İçeride de süsleme asgari ölçüler­
lerin sınırında, ahşap korkuluklar ara­ çıkmış ve ta'likla yazılmış 1272/1855-56 de tutulmuştur. Şöyle ki; profilli çıtalarla
sında, fevkani mahfilleri taşıyan ve al­ tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Bu esas meydana getirilmiş geometrik taksimata
çak bir korkuluk duvarından sonra ta­ kapının batı yönünde, aynı şekilde önü sahip tavanda, ayrıca pencere sıraları ile
vana kadar devam eden ahşap dikme­ basamaklı, daha ufak boyutlu diğer bir alt ve üst kat mahfilleri arasındaki ku­
ler sıralanır. Söz konusu dikmeler kare kapı daha vardır ki "tevhidhane kapısı" şakta, pastel renkler kullanılarak ampir
kesitli olup pilastr başlıklarla donatıl­ olarak adlandırıldığına göre daha ziyade üslubunda stilize çiçekler ve dal kıvrım­
mıştır. Her dikmeye, karşısındaki du­ tekke sakinlerince kullanılmış olduğu an­ larından oluşan bir tezyinat uygulanmış­
varla aynı boyutlarda bir duvar payesi laşılmaktadır. Bu girişin üzerindeki kita­ tır. Ayrıca üst kat pencereleri ile üst kat
tekabül etmekte, bunların arasında altlı be levhasında, sülüsle yazılmış ve Aziz mahfillerinin kafesleri oymalı ve yaldızlı
üstlü ikişer pencere bulunmaktadır. Ba­ Mahmud Hüdaî'ye ithaf edilmiş bir beyit hotozlarla taçlandırılmıştır. Bu hotozla­
tıdaki zemin kat mahfilleri ortada, iki yer almaktadır. Son cemaat yerinin doğu rın tepelerinde, zemini siyaha boyalı
dikme arasında kesintiye uğratılarak ucundan geçilen minare, dışarı taşkın, daireler içine, zerendûd tekniği kullanı­
buraya, yalnız Hüdaî Tekkesinde bulu­ kare bir kaide üzerinde yükselen daire larak "Muhammed" ibareleri ile Dört
nan "şeyh kafesi" yerleştirilmiştir. kesitli gövdesi, basit şerefesi ve kurşun Halife'nin isimleri yazılmıştır. Minber ile
Şeyh kafesinin varlığı, Aziz Mahmud kaplı koni biçimindeki ahşap külahı ile şeyh kafesinin önünde yer alan vaaz
Hüdaî ile Hızır Aleyhisselam arasında iddiasız bir görünümdedir. kürsüsü ahşaptan mamul olup, "S" ve
cereyan ettiğine inanılan bir menkıbe­ İçinde birçok sofayı, odayı ve bir he­ "C" kıvrımlarını ihtiva eden ve daha zi­
den dolayı, sırf bu tekkede icra edilen layı barındıran hünkâr mahfilinin girişi, yade barok üsluba bağlanan kabartma­
ayinlerde uygulanan farklı bir ritüelden cami-tevhidhanenin kuzeyinde, Hüdai lar ile süslüdür.
kaynaklanmaktadır. Cuma namazların­ Avlusu Sokağı'nm öbür yakasında yer Türbeler ve Hazire: Aziz Mahmud
dan sonra icra edilen ayinlerde, cuma alan kısmı bir zemin kattan sağlanmıştır. Hüdaî'nin türbesi, vefatından 1925'e ka­
namazını bu kafesin içinde eda eden Duvarları içeriden bağdadi sıva. dışarı­ dar, Celvetî tarikatı mensuplarınca, bay­
şeyh efendi, ayinin belirli bir yerinde, dan ahşap kaplama ile donatılmış olan ram arifelerinde, âsitane şeyhinin riya­
dervişler kıyama kalktıktan bir müddet ve bir hünkâr kasrı niteliği arz eden bu setinde debdebeli bir şekilde ziyaret
sonra kafesten çıkarak ayindeki yerini bölümün üst katı, iki çift ahşap dikme edilmiş, ayrıca İstanbul'daki veli türbe­
alırdı. Gerektiğinde kapı gibi açılabilen üzerinde, köprü gibi sokağı kat ederek leri içinde en çok rağbet görenlerden
kafesli bölmelerin kuşattığı bu mekânın yapıya bağlanmaktadır. Cami-tevhidha­ birisi olma özelliğini günümüze dek
arkasında, iki ucu kapılarla donatılmış nenin kafeslerle donatılmış olan üst kat sürdürmüştür. Cami-tevhidhane ile aynı
ufak bir geçit, mahfiller arasındaki bağ­ mahfillerinin kuzey kanadı hünkâr ile inşaat ve süsleme özelliklerini paylaşan
lantıyı sağlamaktaydı. Şeyhler, harem maiyetine ve hanedan mensuplarına, ba­ türbe, kuzeyden güneye doğru sırala­
dairesinin bulunduğu batı yönünde, bi­ tı kanadı ise kadınlara tahsis edilmiştir. nan camekânlı bir giriş bölümü, türbe-
nayı kuşatan dar geçide açılan "şeyh Ahşap bölmelerle taksim edilmiş olan darların nöbet tuttukları, piramit biçi­
kapısını" kullanarak cemaate görünme­ mahfillere, biri son cemaat yerinden, di­ minde bir külahla örtülü oda ve esas
den bu kafese girerlerdi. Şeyh kafesinin ğeri de batı yönündeki geçitten başlayan harimden oluşmaktadır. Harim kapısı
kıble yönündeki sınırında yer alan seki. iki merdivenle ulaşılabilmektedir. üzerinde Aziz Mahmud Hüdaî'nin vefat
tarihini (1038/1628) veren Arapça men­
sur metinli ve ta'lik hatlı bir kitabe var­
dır. Dikdörtgen planlı harimin ortasında
daire kesitli dört adet mermer sütuna
oturan ve içeriden Celvetî tacının tepeli­
ği gibi on üç dilime taksim edilmiş olan
bir ahşap kubbe yükselmektedir. Pirin
yaldızlı demir şebekelerle kuşatılmış
olan ahşap sandukası, bu kubbenin al­
tındadır. Çevresinde çocuklarına ve bir
torununa ait toplam on adet sanduka sı­
ralanmaktadır. Duvarların üst kesiminde
hattat Mahmud Celaleddin'in (ö. 1829)
kaleminden çıkmış, Sure-i Mülk'ü içe­
ren, sülüs bir yazı kuşağı dolaşmakta­
dır. Türbede bulunan sandıklar içinde
Aziz Mahmud Hüdaî'nin birtakım ema­
netleri muhafaza edilmektedir.
Bu türbenin doğusunda, ilk önceleri
açık hazire şeklindeyken muhtemelen
1855-1856'da. üstü örtülerek türbeye
dönüştürülmüş olan bölüm vardır. Tek­
ke şeyhlerinden, mensuplarından ve ai­
M. Baha Tanınan. 1983
le efradından birçok kişinin gömülü ol-
AZİZİYE CAMİİ 510

duğu bu ikinci türbenin çatısı Cumhuri­ Nezareti'nin istatistiklerinde belirtilmek­ AZİZİYE CAMİİ
yet devrinde ortadan kalkınca ahşap tedir. Diğer İstanbul tekkeleri ile karşı­ Maçka, T a ş l ı k l a Vişnezade Mahalle­
sandukaların yerlerine çimentodan ga­ laştırıldığında oldukça kalabalık görü­ sinde Abdülaziz (hd 1861-1876) tarafın­
rip lahitler kondurulmuş, üzerlerine de nen bu nüfusun bir kısmı harem dairesi dan inşaatına başlattırılmış, ancak ta­
bir kısmı hatalı olan. Latin harfli ufak ile meşruta evlerde, bir kısmı da deniş mamlanamamıştır.
kimlik levhaları iliştirilmiştir. hücrelerinde yaşamaktaydı.
Projesine göre Abdülaziz bu camiyi
Külliyenin haziresinde, birçoğu hat Külliye İle İlişkili Yapılar: Külliyenin
Maçka'nın Dolmabahçe üzerindeki hâ­
ve oymacılık sanatları açısından dikkat yakın ve uzak çevresinde bulunan ve
kim bir noktasında dört minareli olarak
çekici nitelikte mezar taşları bulunmak­ burası ile ilişkili olan bazı tesisler şun­
yaptırmak istemişti. Caminin mimarı Sar-
tadır. Cami-tevhidhanenin batısındaki lardır: Aziz Mahmud Hüdarnin halifele­
kis Balyan olacaktı.
hazire parçası içinde yer alan Fatma rinden, tekkenin üçüncü postnişini "Ehl-i
Yaptırdığı bütün büyük yapılarda
Hanımsultan Türbesi, hepsi mermerden Cennet" Mehmed Efendimin (ö. 1664)
şehrin kuzey taraflarını tercih eden Ab­
yontulmuş sekiz adet sekizgen kesitli ve cümle kapısının karşısında yer alan tür­
dülaziz, inşaatı başlatmadan önce ca­
baklavalı başlıklı sütunları, bunlara otu­ besi; Aziz Mahmud Hüdaî'nin mensup­
mi giderleri için, günümüzde de Akaret­
ran sivri kemerleri, sütunların arasını larından olup mürşidine duyduğu saygı­
ler olarak anılan sıra evleri yaptırdı.
kapatan tunçtan dökülmüş nefis şebe­ dan ötürü kendisini onun tekkesinde
1874 sonları veya 1875 başlarında bü­
keleri ile açık türbeler içinde ayrıcalıklı "kapıcı" olarak niteleyen Maraşlı Halil
yük bloklar halindeki temel taşlan yer­
bir yere sahiptir. Paşanın (ö. 1629). külliyenin güneydo­
leştirilerek bina temelden yükselmeye
Mutfak: Külliyenin mutfağı, kagir du­ ğusunda, biraz ilerisinde inşa ettirdiği
henüz başlamışken Abdülaziz 30 Mayıs
varlı ve ahşap çatılıdır. Biri daha büyük Kapıcı Tekkesi ve Bulgurluda, Aziz
1876'da tahttan indirilmiş ve inşaat dur­
olan, iç içe iki birimden oluşmaktadır. Mahmud Hüdaî'nin çileye girdiği mevki
muştur. Duvarların ve büyük ana paye­
Basık kemerli kapılar ve pencerelerle olduğundan "Çilehane" adım alan yerde
lerin uzun süre burada duran temel taş­
donatılmış olan bu mekânlardan büyük 1024/l6l8'de inşa ettirdiği mescit-tekke.
ları, mevkinin "Taşlık" adını almasına
olanında, tuğladan örülmüş kemeri ile Bibi. Tarib-i Naima, II. 112: Evliya, Seyahat­ sebep olmuştur.
anıtsal ocak yer alır. 20. yy in başlarında name. I. 329; Kâtip Çelebi. Fezleke. îst..
1287/1870-71. II. 1 1 * Kut. Dergehnâme, no. Cumhuriyet döneminde bu temeller
Hüdaî Tekkesi'nin Maliye Nezaretinden
41: 232. Avvansaravî. Mecmuâ-i Tevârih, 55- üzerinde Taşlık Gazinosu inşa edilmiş,
aldığı "taamiye tahsisatı" şöyledir: Gün­
56. 87-88. 222-223, 231, 273. 328. 395; ay, Ha- 19801i yıllarda ise beş yıldızlı bir otel
de üç çift ekmek ve altı okka et, Kurban dîka. II. 195-204; Çetin, Tekkeler, 588; Aynur, (Svvissotel-Bosphorus) yükselmiştir. Ca­
Bayramlarında yirmi beş adet koyun, Saliha Sultan, no. 25. 3-1; Âsitâne, 2; Osman
minin, avlu olarak tasarlanmış bölümü
zeytinyağı bedeli ve yılda 216 kuruş. Bey, Mecmua-i Cevâmi. II. no. 192, 72-73;
Münib. Mecmua-i Tekâyâ. 5: Raif, Mir'at, 53. ise Vişnezade İnönü Parkı olarak dü­
Kütüphane: Dikdörtgen planlı olan
63-6". 102: Ihsaiyat II, 21; Muallim Vahyî. zenlenmiştir.
kütüphane binasının duvarları sarı renk­ Müslümanlık ve Türklüğü Yükseltmeye Çalı­ SEMAVİ EYİCE
li yumuşak bir taşla kaplanmıştır. Üzeri şanlardan Bursalı Tabir Bey. İst.. 1335/1916-
tuğladan örülmüş bir tekne tonozla ör­ 17, 101: Mehmed Gülsen, Külliyât-ı Hazret-i
tülü olan yapının girişi cami-tevhidha- Hüdâyî, İst.. 1338/1919-20, 5; Zâkir, Mecmııa- AZİZİYE KARAKOLU
neye bakan güney cephesinin ortasın- i Tekâyâ. 72-74: "Aziz Mahmud Efendi (Şeyh Karaköy'de, köprünün Galata çıkışında
dadır. Gerek bu kapı, gerekse de pen­ Hüdâyî)". İSTA. III. 1718-1722; Öz, İstanbul Perşembepazarı ile Karaköy Meydanı
Camileri. II. 31: A. H. Tanpmar. Beş Şebir, îst,
cereler, kilit taşları konsollarla belirtil­ 1969 (2. bas.). 185: K. Senocak. Seyyid Aziz arasında bulunmakta idi. Bugün mevcut
miş, yuvarlak kemerlere sahiptir. Arala­ Mahmud Hüdayî. İst.. İ 9 " 0 . 29-32; Konvalı. değildir.
rında, duvara gömülmüş ve İyon niza­ Üsküdar Tarihi, I, 104-107, 129-130, 325-341. Aziziye Karakolu. 19- yy in ortalarında
mında başlıklarla donatılmış yivli sütun­ II, 16-18. 69-70, 128, 303, 403, 437, 356, 419, başlatılan kolluk kuvvetlerinin yeniden
lar vardır. Başlıkların üstünde de "arc- 427-428, M. O. Bavrak. İstanbul'da Gömülü örgütlenmesi girişimlerinden sonra yaptı­
Meşhur Adamlar, İst, 1979, 119; H. K. Yılmaz,
hitrave" gömnümünde bir kuşak uzan­ Azîz Mahmud Hüdâyî ve Celvetiyye Tarikatı. rılan karakollardan biridir. 1860lardan
maktadır. Cephenin en üst kesimi sü­ ist.. 1982. 246-258: M". B. Tanman,""Aziz Mah­ sonra hızlanan karakol yapımları, asayiş
tunların hizasında yer alan. ortaları birer mud Hüdâvî Külliyesi", DİA. IV, 340-343. sorunları olan Galata vb liman bölgele­
kabartma rozetle süslenmiş küçük pi- M. BAHA TANMAN rinde öncelikle gerçekleştirilmiştir.
lastrlarla üçe taksim edilmiş, bu bölüm­
lere, bani Lütfi Beyin adını ve ebcedle
1317/1899-1900 tarihini veren, t a l i k
hatlı manzum kitabenin mısraları yerleş­
tirilmiştir. Halen Aziz Mahmud Hüdâî
Vakfı'nın idare binası olarak kullanılan
kütüphanenin batı kesimi, demir par­
maklıklarla tecrit edilerek, bani ile aile­
sine ait sandukaları barındıran bir türbe
haline sokulmuştur. Ampir üslubunun
antik tapmak cephelerini taklit eden ve
Osmanlı mimarisine çok yabancı düşen
bir uygulamanın sergilendiği bu binanın
tonozlu örtüsü üzerinde de, başka yer­
de benzerine rastlanılmayan koni biçi­
minde üç madeni alem sıralanmaktadır.
Harem Dairesi ve Meşruta Evler:
Hepsi ahşap olan bu yapılar 19. yy İn
ikinci yarısı içinde yenilenmişlerdir. Ka­
gir bir zemin kat üzerinde yükselen üç
katlı, büyük boyutlu harem dairesi bir
eski İstanbul konağının bütün özellikle­
rini yansıtmaktadır.
Aziz Mahmud Hüdaî Külliyesi, Hüdaî
Tekkesi'nde 1304/1885-86'da, 29 erkek
ile 20 kadının ikamet ettiği, Dahiliye
511 AZNAVUR PASAJI

Adını dönemin padişahı Abdülaziz' istanbul'da çok sayıda proje ve yapıya


den alan Aziziye Karakolu ve yapım ta­ imzasını atmış olan Hovsep Aznavur'un
rihi hakkında şimdilik fazla bilgi bulun­ bilinen yapıları ve kesin bilinmemekle
mamaktadır. Karakol, 1894 depreminde birlikte ona atfedilmiş olan diğer yapılar
hasar gören yapılardan biri idi. Onarımı, saptanabildiği kadarıyla şunlardır:
tanınmış İtalyan mimar R a i m o n d o Tepebaşı Tiyatrosu, Beyoğlu Ermeni
D'Aronco(->) tarafından yapıldı. Onarım Tiyatrosu, Beyoğlu Fransız Tiyatrosu
konusundaki kayıtlardan, yapının de­ (1884'te yanan Alkazar Tiyatrosu yerine
mirden bir kuşaklama sistemine sahip yaptırıldı, 1892'de yandı), Fener Stefan
olduğu ve deprem sırasında rıhtımının (Sveti) Kilisesi(->), Sansaryan Hanı. Gül-
da çöktüğü anlaşılmaktadır. Bunun dı­ benkyan Hanı, Topalyan Hanı (yandı),
şında R. DAronco'nun yapıya ne ölçüde Katırcıoğlu Hanı (1979'da yandı), Sebuh-
müdahale ettiği bilinmemektedir. yan Ham, Cibali Tütün Fabrikası(->), Al­
Aziziye Karakolu, döneminin karakol man Pazarı (Bazaar Alman), Beyoğlu İn­
yapılarının en görkemlilerinden biri ol­ giliz karma okulları, Nusret Bey Hanı,
malıdır. İki katlı kagir bir yapıdır. Ayrıca Kanlıca Prenses Rukiye Sultan Yalısı,
fotoğraflarında geride kalmış bir saçak Prenses Hatice Beyoğlu apartmanları, Ki-
görünmektedir. Giriş aksına göre simet­ riks Apartmanı, Culyani Apartmanı, Vuçi-
rik düzenlenmiş cephede, giriş aksı dı­ no Apartmanı, devlet adamı Vahan Efen­
şında, kat ve saçak kornişlerinin sürekli dimin türbesi, Heybeliada'da Abbas Ha­
çizgisiyle belirlenmiş yatay bir bölümle­ lim Paşa Köşkleıi(->), Mısır Apartma­
me görülmektedir. Katlarda her aksta na-*). Ayrıca Kahire, Rado, iskenderiye,
bir çift pencerenin yer aldığı sade bir Loji'de de çeşitli yapıtları vardır.
cephe düzeni kurulmuştur. Zemine ka­ Bu listeden de anlaşıldığı gibi, Azna­ Kevork Viçen Aznavur
dar indirilmiş görünen pencereler, giriş vur, çeşitli işlevlerde çok sayıda yapının Turhan Baylop koleksiyonu
katında basık kemerli ve dökme demir tasarımcısı ve mimarıdır. Yapıları arasın­
parmaklıklıdır. Üst katta ise yine basık da yer alan Fener Stefan (Sveti) Kilise- örneklik bir herbaryuma sahip oldu.
kemerli olan pencereler, üstten kemerli si'nin uygulama projesi, neorönesans 1897'den itibaren araştırmalarının sonuç­
alınlıklarla yükseltilmiştir. ön tasarımı temel alınarak, uluslararası larını içeren 19 çalışmasını Fransızca
Giriş aksı, iki yanda pilastrlarla ayırt bir yarışma sonucunda hazırlanmıştır. olarak yayımladı. Bu yayınlarda 1.000
edilmiştir. Bunun içine, üstten bir üçgen Yapı, gerek prefabrikasyona dayanan kadar bitkiyi tanımlayarak dağılımlarını
frontonun konturuyla çevrili ve bu kon- yapım tekniği, gerek malzeme olarak göstermiş, 44'ü tür, 4'ü alttür, 37'si var­
turun köşelerini tutan çift kolonlu ve çift demir kullanılmasıyla dönemi için bir yete ve 8i altvaryete olmak üzere 93 ye­
pilastrlı bir cephe modülü oturtulmuştur. ilk örnek olmuştur. ni bitkiyi adlandırmıştır.
Kolon çiftleri zeminde dairesel, üst katta H. Aznavur'un ticari yapıları arasın­ Aznavurun 1920'de ölmesi üzerine 5
kare kesitli görünmektedir. Zemin katın da, iç avlulu plan şemalı neoklasik San­ ciltlik Flöre de Constantinople (istanbul
kolon çiftinin korentiyen bir başlık düze­ saryan Hanı ve işlevselliği öne çıkaran, Florası) adlı eserinin yazma nüshası, ki­
ni olduğu fark edilmektedir. Cephe mo­ sade Tütün Rejisi binası sayılabilir. Ayrı­ taplığı ve herbaryumunun satın alınması
dülünün merkezine tam daire biçimli bir ca, döneminin varlıklı kesimi için, arala­ için kardeşi istanbul Üniversitesi Fen ve
tür gül pencere yerleştirilmiş ve bunu rında neoklasik tarzda Abbas Halim Pa­ Tıp fakülteleri öğretim üyesi Dr. Esad Şe-
kuşatan bir biçimde geniş bir yarım daire şa Köşkü ve seçmeci (eklektik) Mısır refeddin Köprülü ve Robert Kolej hekimi
kemer yapılmıştır. Gül pencerenin dök­ Apartmanı da bulunan çok sayıda ko­ Dr. B. V. D. Posta müracaat etmiş, istan­
me demir parmaklıkları olmalıdır. Giriş nak ve villa tasarlamıştır. Mesleği dışın­ bul Üniversitesi gerekli parayı bulamadı­
modülü alçak kabartma gibi görünen bir da da hareketli bir toplumsal yaşantısı ğından koleksiyon 2.000 dolara Dr. Post
bezemeye sahiptir. Bu düzenleme son olan Aznavur, İstanbul'da Sahmanatra- tarafından satın alınmıştır. Dr. Post bu
derece ilginç ve bu yapıya özgü bir bi­ kan Ramgavar (Meşruti Sosyalist) adlı arada Flöre de Constantinople'u 5 yıl
çimlenmedir. Mimarının adı -şimdilik- bir partinin kurucuları arasında yer al­ içinde bastıracağına dair mirasçılara ver­
saptanamamıştır. Binanın akıbeti ve ne mış, daha sonra Kahire'de Ermeni ce­ diği sözü tutmamış, kitabı 1950-1952'de
zaman ortadan kaldırıldığı da bilinme­ maati yönetim kurulunun ve Güzel Sa­ La flöre du Bosphore et des environs adıy­
mektedir. Yerine sonraları Seyr-i Sefain natları Sevenler Ermeni Cemiyeti'nin la iki cilt olarak ve eşi Anna Post ve ken­
Dairesi (Denizyolları) binası yapılmıştır. üyesi olmuş, ayrıca Ermeni Spor Kulü­ disinin imzasıyla yayımlamıştır. Bu kita­
AFİFE BATUR bünün başkanlığını yapmıştır. bın ilk bölümü Doç. Dr. Mehpare Başar­
man (Heilbronn) tarafından Türkçeye
Bibi. Hasan Kuruyazıcı, "İstanbul'da Fe-
AZNAVUR, HOVSEP ner'deki Sveti Stefan Bulgar Kilisesinin Ya­ çevrilerek 1945'te Boğaziçi ve Dolayları
pım Tarihi ve Mimarı Üzerine". 7T. Aralık Florası adıyla yayımlanmıştır. Aznavur'un
(1845, Londra - 3 Mayıs 1935, Kahire)
1992: Tuğlacı, İstanbul Adaları. I. İstanbul çevresine ait bitki koleksiyonu
Ermeni kökenli mimar. 1867'de, uzun halen Cenevre'deki Conservatoire et Jar-
VARTUHİ S. İBIŞOĞLU
süre Londra'da yaşamış ve orada bir ye­ din Botaniques'te bulunmaktadır.
niçeri müzesi kurmuş olan babasıyla Bibi. A. Baytop, "G. V. Aznavur ve İstanbul
birlikte İstanbul'a geldi. Aynı yıl Vene- AZNAVUR, KEVORK VİÇEN
Florası". Türk Biologi Dergisi, 11 (3): 87,
dik'e gönderildi, orada Murad-Rafayel- (18 Aralık 1861, İstanbul - 11 Kasım (1961); H. Demiriz, "Jorj Vensan Aznavur,
yan Okulumda öğrenimini sürdürdü. Mi­ 1920, İstanbul) Özellikle İstanbul florası Hayatı ve İstanbul Florasına Hizmeti", Türk
marlık eğitimine 1876'da Roma Güzel hakkındaki çalışmalarıyla tanınan ama­ Biologi Dergisi, 14 (2): 49, (1964).
Sanatlar Akademisinde başladı. Henüz tör botanikçi. Mekteb-i Sultani'yi (bugün
öğrenciyken Duperis adlı bir şirkete ait Galatasaray Lisesi) bitirdi. Asıl işi, Mah- TURHAN BAYTOP
yazlık bir villa için açılan proje yarışma­ mutpaşa Havuzlu Han'da bulunan, kim­
sında birinci geldi ve yapının gerçekleş­ yasal madde ithal eden Aznavur Bira­ AZNAVUR PASAJI
tirilmesi işini üstlendi. 1879'da, akade­ derler şirketinde defter tutmaktı. Amatör Beyoğlu'nda istiklal Caddesi'nin Tünel-
miden "Valore" ödülünü alarak mezun olarak botanikle ilgilenmeye başlamıştı. Galatasaray kesiminde, no. 212'de yer
oldu. Aynı yıl İstanbul'a döndü ve I. 1885'ten itibaren önce istanbul çevresin­ alır.
Dünya Savaşı bitene kadar burada kaldı. de, daha sonra Anadolu'nun Konya, Mer­ Bugünkü pasajın yerinde 1887de "Ca­
Daha sonra Mısır'a yerleşti ve çalışmala­ zifon, Rize, Van, Ağrı gibi çeşitli yörele­ fe Commerce'ln bulunduğu bilinmekte­
rını ölümüne kadar orada sürdürdü. rinde bitki toplayarak yaklaşık 20.000 dir. 19001ü yılların başında, burası yıkı-
AZNİF HANIMLAR 512

larak Aznavur Sitesi yapıldı. Bu site bir sahneye ilk kez 1869'da çıktı. Onu. ti­ İlk Ermeni kadın tiyatro sanatçıları
yarım pasaj şeklindeydi, Tepebaşı'na çı­ yatroya annesinin muhalefetine rağmen geleneğinin halkalarından olan; sahne­
kışı bulunmuyordu. Bu yönde, Aznavur Bedros Magakyan çekmişti. İstanbul'da­ lerde yıllarca kalan ve Osmanlı tiyatro­
ailesinin kendi evleri vardı. 1924'te evin ki sahne hayatı 1879'a kadar sürdü. Bu sunda önemli bir yere sahip bulunan
altından bir geçitle pasaj Tepebaşı ile arada kısa bir süre Güllü Agop'la, daha Aznif Hanım, 1864'te İstanbul'da doğdu.
birleşti. Bina, 1993'te işyeri kompleksi sonra Magakyan'la ve döneminin diğer 1884'te sahneye çıktı. 1894'te, 1908'e
olmak üzere aslına uygun olarak restore önemli kumpanyalarıyla çalıştı. En önem­ kadar tiyatro hayatının en önemli adı
edildi. Yazılı kaynaklarda yapının mima­ li rol arkadaşı zamanın en iyi aktörlerin­ sayılan Mardiros Mınakyan'ın başta ge­
rının adına rastlanmamıştır. den sayılan Bedros Atamyan'dı. Her ro­ len kadın sanatçıları arasında yer aldı.
Altı katlı k a g i r binanın, ilk üç katı, le çıkmayan, titiz, mesleğine önem ve­ Aznif Hanırn'ın 1908'de Şehzadebaşı Fe­
cephenin simetri ekseninde orta bölüm ren bir sanatçı olarak tanınırdı. 1877- rah Tiyatrosu'nun karşısındaki binada,
boyunca cumba biçiminde bir çıkma 1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Edir­ Müfit Ratip Bey ve arkadaşlarının Ev Ti­
yapmaktadır. Üst katlarda bu çıkma, ye­ ne'de de temsiller verdiği, burada ve yatrosu grubuyla ve Küçük Şamran Ha­
rini balkonlara bırakır. Giriş katı olduk­ Zekiye rolüne çıktığı Vatan Yahut Silist- nımla birlikte Nasıl Oldu ve Zor Nikâhı
ça yüksek tutulan binada, kapının iki re'de Türkçe oynadığı ve başarı kazan­ oyunlarında sahneye çıktığı biliniyor.
yanında art nouveau stilize floral süsle­ dığı bilinmektedir. Döneminin önemli Aznif Hanım, kısa bir süre Osmanlı Do­
meler yer alır. Bu süslemeler, cumba tiyatro topluluklarında çalışmış olan Az­ nanma Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi'nde
konsolunda ve pencere sövelerinin üst nif Hratçya 1880lerin başında Atamyan, de oynadı. 1915'te, kuruluşu sırasında
kısımlarında da yinelenir. Kapının he­ Siranuş, Mari Nıvart. Karakaşyan Kar­ Darülbedayi'ye girdi. Özellikle kaynana
men üzerinde, alınlık olarak nitelendiri­ deşler ve Mardiros Mmakyanla Kafkas­ rolleriyle tanındı. 1924'te Muhsin Ertuğ-
lebilecek camlı bölümde, demir malzeme ya'ya gitti. Tiflis'te verdiği temsillerde rulün Ferah Tiyatrosu'nda sahneye çık­
kullanılarak oluşturulmuş art nouveau başarı kazandı. Schiller, Shakespeare ve tı. 1925'te Raşit Rıza (Samako) yöneti­
floral süslemeler bulunmaktadır. Lermontovün eserlerinde oynadı. Özel­ mindeki Darülbedayi temsil heyetinin
Pasajın dar girişi, koridor boyunca pi- likle Kamelyah Kadındaki rolüyle ta­ İstanbul Tepebaşı Tiyatrosundaki kad­
lastr ve pasaj içinde de neoklasik başlıklı rımdı. Hastalandığı için Türkiye'ye dön­ rosunda görülen Aznif Hanım, 40 yılı
sütunlarla devam eder. Buradan, orta dü ve 10 yıl s a h n e d e n uzak kaldı. aşan bir sahne hayatından sonra 1929'
merdivenlerle bir kat aşağıya inilirken. 1893'te bir kez daha Tiflis'e çağrıldı. da İstanbul'da öldü. Aznif Hanım, Muh­
yan merdivenlerden üst katlara çıkılır. Çok hasta olmasına rağmen Kamelyah sin Ertuğrul'un ilk filmi İstanbul'da bir
BANU KUTUN Kadını b i r k a ç kez daha oynadı. Facia-i Aşk'ta. da. (1922) rol almıştı.
1900lerin başında hastalığı onu sahne­
Bibi. And, Osmanlı, 137-138; And, Meşruti­
AZNİF HANIMLAR lerden uzaklaştırdı. Bir Kadın Oyuncunun yet; And, Tanzimat; M. And, "Geçen Yüzyıl­
Anıları (Souvenir d'une tragedienne) adlı da Bir Kadın CHuncunun Anıları", Devlet Ti­
Bu adı taşıyan ve aynı dönemlerde sah­ anıları Ermenice ve 1912'de de la Patrie yatrosu Dergisi, Ankara, Ekim 1967; (Seven-
neye çıkmış olan iki Aznif Hanım var­ gazetesinde dizi halinde Fransızca ya­ gil), Türk Tiyatrosu, I-II; M. Ertuğrul, Benden
dır. 1853'te İstanbul'da doğup 1920'de yımlandı. Sonra Tufan Olmasın, İst.. 1989.
Kafkasya'da ölmüş olan Aznif Hratçya İSTANBUL
513 BÂB NÂİBLİĞİ

bakmaktaydılar. Fakat nüfusun artması, retleri veya asılları saklanıyordu. Kadıla­


yargı işlerinin yoğunlaşması sonucu bir rın her görev değişikliğinde tüm sicil
yandan Mahmutpaşa, Davutpaşa, Ahiçe- kadıdan kadıya, nâibden naibe tutanak­
lebi, Balat semtlerine mahkemeler açı­ la teslim ediliyordu. Yapılan işlemler ve
lırken diğer yandan da bâb mahkemele­ yargılamalar için alınan ücret ve harçlar
rine nâibler atanmaya başlandı. 1521'de da düzenli olarak kayda geçirilmektey­
ilk kez bâb naibi atayan İstanbul kadısı­ di. Bu açıdan, İstanbul bâb mahkemele­
nın ise Muhyiddin Fenarî olduğu bilin­ rinde biriken ve en eski tarihlileri 17. yy
mektedir. Bâb mahkemelerinin bir özel­ ortalarına değin inebilen şer'iye sicilleri.
liği de resmi nitelikli bir binalarının bu­ II. Meşrutiyet'e (1908) kadarki iki yüz­
lunmayışıydı. Her görev değişiminde yıldan fazla bir zaman için, kent tarihi­
bâb mahkemesi de yeni kadının kona­ nin en önemli belgelerini içermektedir.
ğına taşınırdı. Ancak 1837'de Bâb-ı Me­ İstanbul bâb mahkemeleri, narh tes­
şihatla İstanbul kadısına bir makam ay­ piti, esnaf denetimi gibi birçok belediye
rıldığı gibi. burada bir de bâb mahke­ görevlerini, noter hizmetlerini, icra ve
mesi dairesi düzenlendi. Yine bu yıllar­ vakıf işlemlerini, yargısal çalışmalarla
da bâb mahkemelerinin görev alanları birlikte yürütmekteydi. İstanbul kadısı
yeniden belirlendi ve birçok konu, yeni adına davalara bakan bâb naibi, soruna
BÂB NÂİBLİĞİ kurulmakta olan nizami mahkemelere kesin bir çözüm bulamadığı durumlarda
bırakıldı. 1850'de ticaret, 1867'de ceza konuyu kadıya aktarır o da gerekli gö­
Bâb mahkemeleri olarak da bilinir. Os­ yasalarının ve bunlarla ilgili yargısal dü­ rürse Divan-ı Hümayun'a götürürdü. Bu­
manlılar döneminde İstanbul merkezi ile zenlemelerin yürürlüğe konmasıyla da na karşılık, Divan-ı Hümayun'dan bâb
Eyüp, Galata ve Üsküdar'daki yargı mer- bâb mahkemeleri diğer şer'iye mahke­ mahkemesine havale edilen davalar ve
cileriydi. Bu mahkemeleri kentteki diğer meleri gibi salt şer'i konulara bakan bi­ sorunlar da olurdu. Bâb naibi ile kâtip­
mahkemelerden ayıran özellikleri, asıl rer yargı organı konumunda kaldı. 1888' ler, muhzır, mübaşir, çuhadar vb görev­
yargıçlarının İstanbul kadısı ile Eyüp, deki düzenleme ile, bâb mahkemeleri, liler mahkemedeki hizmetlerinin karşılı­
Galata ve Üsküdar kadıları olmasıydı. evlenme, boşanma, nafaka, miras, di­ ğında yargı ve işlem harçlarından belirli
Ancak bunlar adına davalara, görevlen­ yet, kısas vb konulara bakmakla yü­ oranlarda pay alırlardı. İstanbul Bâb
dirdikleri bâb nâibleri bakmaktaydılar. kümlü kılındı. 1914'te ise şer'iye mah­ Mahkemesi'nin yetki alanı suriçi istan­
Eski adalet örgütlenmesi içinde farklı kemeleri kapsamında bâb mahkemele­ bul'la sınırlı olduğu gibi, Eyüp, Galata
yargı kurumları vardı. Örneğin, Divan-ı rinin görev ve yetkileri yeniden belir­ ve Üsküdar bâb mahkemeleri de bu
Hümayun, aynı zamanda bir yargı kuru­ lendi. 8 Nisan 1924'te ise bütün şer'iye beldelerin sınırları içinde kalan davalara
lu olduğu gibi, Rumeli ve Anadolu ka­ mahkemeleriyle birlikte bâb mahkeme­ bakmaktaydılar.
zaskerleri de ayrı ayrı davalara bakmak­ leri de kapatıldı.
Davalara Hanefi mezhebine göre ba­
taydılar. İstanbul kadısı ile Bilad-ı Sela-
Bâb mahkemelerinde, nâibden başka kılır, ancak başvuranlar davalarının di­
se kadıları da kendi sorumluluk bölge­
reisülküttab (başkâtip), kâtipler, vekayi ğer Sünni mezheplerden birisine göre
lerinin en büyük yargıçları konumun-
kâtibi, muhzırbaşı veya muhzırlar vardı. bakılmasını isterlerse gereği o yönde
daydılar. Bunların başkanlık ettikleri
Muhzırın görevi, suçluyu yakalayıp ge­ yapılırdı, istanbul ve Galata bâb mahke­
mahkemelere bâb mahkemesi deniyor­
tirmekti. Vekayi kâtibi İstanbul'la ilgili melerinde, kentteki müs'temin denen
du. Ayrıca, İstanbul'da ve Eyüp, Galata,
her türlü hüküm, ferman ve kararları, yabancı gayrimüslimlerin davalarına da
Üsküdar beldelerinde çok sayıda başka
bâb mahkemesi siciline aynen yazardı. bakılır, gerektiğinde tercüman kullanı­
mahkemeler de vardı. Gerek İstanbul
Başkâtip, yargı yöntemlerini, şer'i kural­ lırdı. Eğer davalı ve davacı, her ikisi de
kadısı gerekse Bilad-ı Selase kadıları,
ları en iyi bilen ve gerektiğinde naibi, yabancı-gayrimüslim iseler, aralarındaki
kendi bölgelerinin yöneticisi ve bir ba­
hattâ kadıyı uyaran uzmandı. Kâtiplerin davanın şer'i yönden çözümü bulunma­
kıma belediye başkanı oldukları gibi
de kentin geleneklerini, kurallarını, tari­ dığına ilişkin yetkisizlik kararı verilir ve
daha üst düzeydeki yönetsel, yargısal
hini, semtlerini, iş ve yaşam düzenlerini, konu bir hakem kuruluna havale edilir­
ve törensel birçok etkinliğe katılmak
ayrıca şeriatı bilmeleri koşuldu. Bunun di. Yargılamalarda, davanın özelliğine
durumunda bulunduklarından, bâb mah­
yanında hüküm kaydetmek, vakfiye, göre tanık, taraflar, dinleyiciler bulunur­
kemesine doğrudan başkanlık etmezler;
hüccet, ilam vb belgeleri düzenlemek lardı. Duruşmaların açık olması değiş­
bu görevi, vekil olarak atadıkları bâb
konularında deneyimli olmaları gereki­ mez kuraldı. Bilgisine başvurulan ket­
nâibleri aracılığıyla yerine getirirlerdi.
yordu. Bâb mahkemelerinin çalışma dü­ hüda, yiğitbaşı, imam, yeniçeri ihtiyarı,
Kapı naibi de denen bâb nâibleri, şer'i
zenini ve görevlilerini sorumlu kadı her müderris vb "şuhudu'l-hâl" (danışman­
konularda uzmanlaşmış, uzun süre bu
zaman denetler ve gerekli gördüğünde lar) olarak karar belgelerini imzalarlar­
tür mahkemelerde hizmet vermiş kişi­
müdahalede bulunurdu. Şeyhî Mehmed dı. Bâb mahkemesinde yargı özeti veya
lerden seçildiği için, yargılamaların sağ­
Efendi Vekayiul-Fuzalâ'&a., özgeçmişle­ işlem, aynı anda "sicill-i mahfuz" denen
lıklı yürütülmesi bakımından da bu sis­
rini verdiği Eyüp kadılığından emekli deftere yazılır, karar da tebliğ edilirdi.
tem doğruydu. Çünkü, İstanbul ve Bi­
başkâtip Müftizade Mehmed Efendi (ö. Bâb naibi her duruşmada, ilkin dava­
lad-ı Selase kadılıkları, süresi bir yıl
1721) ile Müderris Nalbandzade Ahmed ya ya da konuya bakmaya yetkili olup
olan kısa görevlerdi. Terfi ederek bu
Efendimin (ö. 1722) ve İstanbul Kadısı olmadığını saptardı. Önce davacıyı, ar­
görevlere atananlar, ekseriya, bâb mah­
Sunullah Efendinin (ö. 1724) İstanbul dından davalıyı dinler, soaılar yöneltir­
kemesinin naibini ve diğer görevlilerini
Bâb Mahkemesinde uzun süre kâtiplik, di. Eğer davalı, davacının iddiasını ka­
yerlerinde bırakarak yargı işlerinin dü­
başkâtiplik yaptıklarını, çok bilgili, yargı bul ederse karara geçer; reddederse bu
zenli gitmesine imkân vermekteydiler.
belgelerinin düzenlenmesinde uzman kez davacıdan iddiasını kanıtlamasını is­
Bâb mahkemelerinin bir numaralısı, İs­
olduklarını vurgulamıştır. terdi. Tanık ve kanıt yoksa yemin önerir,
tanbul kadısına bağlı olandı.
Diğer şer'iye mahkemelerinde oldu­ şayet davalı da yemin ederse dava dü­
Bâb mahkemelerinin tarihini, ilmiye ğu gibi bâb mahkemelerinde de arşive şerdi. Bâb naibi gerekli durumlarda ke­
sınıfıyla ilgili ilk belirlemelerin yapıldığı sicil deniyordu. Burada dava tutanakla­ şif naibi göndererek veya doğrudan ye­
1470'li yıllara kadar götürmek mümkün­ rı, sözleşme, senet, satış, vakfiye, vekâ­ rinde incelemede bulunurdu.
dür. Ancak, bu döneme ilişkin bilgi ve let, kefillik, vesayet. ı'takname, tereke, İstanbul bâb mahkemelerini en çok
belge yoktur. Kuşkusuz 15. yy sonu ile paylaşım vb belgeleri, günlük narh lis­ işgal eden davalar, esnaf kesiminden
16. yy başında bâb mahkemelerine İs­ teleri, esnaf denetim kayıtları, ferman, gelen gedik nizamına uyulmaması, nar­
tanbul ve Bilad-ı Selase kadıları fiilen berat, divan, mektup, rüus, tezkire su­ hın altında veya üstünde fiyatla satış ya-
BABA ALİ ŞAH TEKKESİ 514

pılması, ölçü, tartı, kalite hileleri vb ko­ leme aldığı anlaşılan Mecmuâ-i Tevâ- 15". Kitabede adı geçen şeyhin, tekke­
nulardı. Genellikle bu konuları yiğitba- rih'inde türbe ile ilgili şu kayda rastlan­ nin son banisi olduğu tahmin edilebilir.
şılar, esnaf kâhyaları yargı önüne getir­ maktadır: "Osmaniye (Nuruosmaniye) Maliye Nezareti'nce 1325/1910'da hazır­
mekteydiler. Kol gezme denen kontrol­ Camii kurbünde Cebeci kulluğu karşı­ lanan İstanbul Tekkeleri Taamiye ve
lerde ve denetimlerde kadının ve naibin sında çıkmaz sokak içinde vâki türbe-i Tahsisat Defteri'nde, Mahmutpaşa ya­
saptadıkları usulsüzlükler bâb mahke­ mahsûsasında medfûndur. Ali Baba kınlarında, her sene Kurban Bayramı'n-
melerine havale edilirdi. nâm ehl-i hâl ni'me'l-ceyşden olup Fa­ da 3 adet koyun istihkakı olan "Âmâ Ali
Bibi. J . Schacht, "Mahkeme", ÎA, VIII. 146 tih ile gelenlerdendir. Ol etrafta nezr ü Efendi Zaviyesi'nin" adı geçmektedir.
vd; E. Mardin, "Kadı", İA, VI, 45: Mantom. İs­ sadakası müceıribâtdan olmağla teber- Söz konusu çevrede çok az sayıda tari­
tanbul, I, 126, 131, 137-139: Uzunçarşılı. İl­ rüken tahrîr olundu." Buradan, 18. yy'ın kat tesisi bulunduğundan bu belgede
miye, 117, 133; Pakalın, Tarih Deyimleri, I. ikinci yarısında Baba Ali Şah Tekke­ kayıtlı olan Amâ Ali Efendi Zaviyesi ile
142; İ. Ortaylı, "Osmanlı Kadısı-Tarihi Temeli si'nin çevresi hakkında bilgi edinilmek­ Şah Ali Baba Tekkesi'nin aynı yapı ol­
ve Yargı Görevi", Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgeler Fakültesi Dergisi, 1-4, s. 117-128; ay, te, ayrıca -tekke binasının değilse bile- ması kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla
"Osmanlı Şehirlerinde Mahkeme". Bülent en azından türbenin bu dönemde ma­ tekkenin, kitabedeki tarihten ( 1 3 3 3 /
Nuri Esen 'e Armağan, Ankara, 1977, s. 245- mur olduğu ve çevre halkı tarafından 1914-15) biraz daha önce ihya edilmiş
262; (Ergin), Mecelle, 6; Şeyhî, Vekayiu'l-Fu- ziyaret edildiği öğrenilmektedir. Birçok olması da ihtimal dahilindedir.
zalâ, II-III, 530, 532, 581. yangına sahne olan bir bölgede bulun­ İki katlı ufak bir ahşap bina ile Baba
NECDET SAKAOĞLU duğu için. tekkenin çeşitli tarihlerde ye­ Ali Şah'ın bağımsız kagir türbesinden
nilenmiş olması muhtemeldir. oluşan bu son tekke binası 1925'ten
BABA ALİ ŞAH TEKKESİ Diğer taraftan ne Tahrir Defteri'nde. sonra bir müddet şeyh ailesi tarafından
Eminönü İlçesi'nde, Mollafenari Mahal- ne de Mecmuâ-i Tevârih'ıe Baba Ali ikametgâh olarak kullanılmış, daha son­
lesi'nde, Mahmud Paşa Külliyesi'nin(->) Şah'ın ve kurmuş olduğu tekkenin tari­ ra terk edilen ve harap olan binalar
yakınında, Mengene Sokağı ile Celal katına ilişkin bir bilgiye rastlanmaktadır. Temmuz 1984'te. "fnail-i inhidam" (yı­
Ferdi Gökçay Sokağının kavşağında yer Mamafih "Baba Ali Şah" ve "Şahkulu" kılmaya yüz tuttuğu) oldukları gerekçe­
almaktadır. adları, ayrıca Mecmuâ-i Tevârih'ıe geçen siyle belediye ekiplerince yıkılmıştır.
İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri'nde, "ehl-i hâl" tabiri bu kişinin. İstanbul'un Baba Ali Şah'm türbesi 1986'da Vakıflar
"Vakf-ı Baba Alişâh b. Zengî" başlığı al­ fethine katılan, Batıni ve Alevi eğilimlere İdaresi tarafından yeniden inşa ettiril­
tında, tekkenin, 891 Muharreminin or- sahip heterodoks zümrelerden birine miş, tekke binasının yeri ise boş arsa
taları/1486'da tescil edilen vakfiyesinin (Rum Abdallarına. Kalenderîlere veya olarak bırakılmıştır.
özeti verilmektedir. Vakfiyede, zaviye Bektaşîlere) mensup olma ihtimalini güç­ Tevhidhanenin yanısıra harem ve se­
şeyhliğinin, baninin vefatından sonra, lendirmektedir. İstanbul tekke listelerin­ lamlık birimlerini barındıran asıl tekke
halifesi olduğu anlaşılan Şahkulu tara­ de adı geçmeyen bu tesisin zaman için­ binası 13,25x9,25 m boyutlarındadır.
fından üstlenilmesi, vakfedilen evin ki­ de hangi tarikata -veya tarikatlara- hiz­ Dış duvarları kagir olan bir zemin kat
raya verilerek bunun geliri ile zaviye gi­ met ettiği de karanlıkta kalmaktadır. 16. ile iki ahşap kattan meydana gelmekte­
derlerinin karşılanması, arta kalanın da yy başlarından itibaren Anadolu ve Ru­ dir. Kuzeybatı köşesindeki cümle kapı­
her gece baninin kabri üzerinde kandil meli'deki hemen bütün heterodoks züm­ sından, sonradan eklenmiş izlenimini
yakılmasına harcanması, ayrıca Mahmud releri bünyesinde toplayan Bektaşîliğe uyandıran, ahşap duvarlı, yamuk planlı
Paşa vakıflarına mütevelli olan kişinin bağlanmış olduğu, bir varsayım olarak bir sofaya girilir. Sofanın güney kesi­
zaviyenin vakfına da nezaret etmesi va­ ileri sürülebilir. Ne var ki. Bektaşîliğin minde, tevhidhanenin bulunduğu üst
siyet edilmiştir. Mimari özellikleri tespit lağvedildiği Vak'a-i Hayriye'de (1826). kata çıkan bir merdiven, doğusunda ise
edilemeyen bu ilk tesisin, dar gelirli kü­ İstanbul'da, kapatılan ya da yıktırılan, yan yana iki mekân yer alır. Bu mekân­
çük bir zaviye niteliğinde olduğu ve Ba­ şeyhleri sürgüne yollanan Bektaşî tekke­ lardan kuzeydekinin, küçük kapsamlı
ba Ali Şah'ın türbesini barındırdığı anla­ lerinden söz eden kaynaklarda da Baba tarikat yapılarında görülen, çok fonksi­
şılmaktadır. Ali Şah Tekkesine değinilmektedir. yonlu (sohbet, yemek, barınma) bir se­
Tekkenin, kuruluşundan 20. yy baş­ Baba Ali Şah Tekkesi 20. yy başların­ lamlık birimi, diğerinin de harem-se-
larına kadar geçen zaman içinde ne gibi da S a d î tarikatına bağlı olarak ihya lamlık bağlantısını sağlayan mabeyin
aşamalardan geçtiği bilinmemektedir. edilmiştir. Vakıflar İstanbul Başmüdür­ odası olduğu tahmin edilebilir. Kuzey­
18. yy'ın ortalarından itibaren kaleme lüğü nezdinde bulunan, bu son binaya doğu köşesindeki harem kapısının ar­
alman çeşitli İstanbul tekke listelerinde ait ahşap kitabe levhasında şunlar yazı­ dında ise üst kata çıkan diğer bir merdi­
Baba Ali Şah Tekkesi'nin adı geçmez. lıdır: "Şah Ali Baba nâm-ı diğer Şeyh ven ile iç içe iki yaşama birimi bulunur.
Ayvansarayî'nin 1765-1785 arasında ka­ Şerefeddin Efendi Dergâhı 1333/1914- Üst katın önemli bir kesimini işgal
eden tevhidhane kareye yakın dikdört­
gen planlıdır. Biri batı, diğeri doğu du­
varında bulunan iki ayrı girişi vardır.
Dervişlerin ve ayinleri izlemeye gelen
erkek konukların kullandığı batı girişi,
zemin katta, cümle kapısını izleyen
merdivenin ulaştığı küçük bir sofaya
açılır. Bu sofadan hatırlı misafirlerin ka­
bul edildiği, kare planlı şeyh odası ile
buna bitişik olan kahve ocağına da ge­
çilmektedir. Gerek söz konusu sofa ge­
rekse de bu iki mekân, tekkenin batı
Baba Ali Şah cephesinde, üçgen biçiminde çıkmalar
Tekkesi'nin
üst kat planı:
teşkil etmektedir. Tevhidhanenin doğu
1. tevhidhane. duvarındaki giriş ise zemin kattaki ha­
2. harem rem bölümü ile bağlantılı olan ince
merdiveni. uzun bir sofaya açılmakta ve yalnızca
3. selamlık şeyh efendi tarafından kullanılmaktadır.
merdiveni, Koridor görünümündeki bu sofadan,
4. şeyh odası,
5- kahve ocağı. ikinci bir merdivenle kadınlara mahsus
MSÜ Arşivi mahfillere çıkılır.
515 BABA CAFER TÜRBESİ

Çubuklu bir tavana sahip olan tev- muâ-i Tevârih adlı e s e r i n d e tekrar söz konusu türbenin makam niteliği ta­
hidhane, ikisi güney, üçü de kuzey yö­ eden Hafız Hüseyin Ayvansarayî, Hayrî şıdığı söylenebilir. Eski İstanbul'un dini
nüne bakan beş adet pencereden ışık adlı bir şairin Baba Cafer'in menakıbmı folklorunda önemli bir yeri olan, zama­
almaktadır. Güneye bakan pencerelerin manzum hale getirdiğini belirterek yir­ nında beş adet türbedarı olduğu bilinen
arasında, cephede taşkınlık yapan, ba­ mi sekiz beyitten oluşan ve o yıllarda bu türbenin, Fetihten h e m e n sonra
sık kemerli mihrap yer alır. Mihrabın türbe duvarında asılı duran manzumeyi "Şeyh Zindanî" lakaplı Abdürrauf Same­
içinde bulunan perde ve kandil motifle­ de kaydetmiştir. danî tarafından, Seyyid Cafer'in hatırası­
ri tekkede teşhis edilebilen yegâne süs­ istanbul'un fethi sırasında şehre Baba nı canlı tutmak amacıyla tesis edildiği
leme unsurlarıdır. Cafer Türbesi'nin bulunduğu yerden gi­ anlaşılmaktadır.
Ayinlere tahsis edilen alan, kuzey ve ren Abdürrauf Samedanî, Baba Cafer'in Seyyid Cafer'in neslinden geldiği söy­
batı yönlerinde, zemini bir seki ile yük­ mezarını keşfetmiş ve ecdadı olduğunu lenen Şeyh Zindanî'nin Edirne'de, kendi
seltilmiş olan, erkek seyircilere mahsus beyan ederek yeşil imamesini başucuna adını taşıyan bir tekkesi ve türbesi oldu­
mahfillerle kuşatılmıştır. Bu mahfillerin koymuş, daha sonra da buraya inşa edi­ ğu rivayet edilmiştir. Ayrıca, Baba Cafer
sınırında yer alan, kare kesitli ahşap len türbeye türbedar tayin olunmuştur. Zindanının batısında, Yemiş îskelesi'n-
dikmeler, kadınlara mahsus fevkani Baba Cafer Türbesi İstanbul halkı ta­ de yer aldığı bilinen, yine Bizans döne­
mahfili taşımaktadır. Tevhidhaneye ba­ rafından adak ve ziyaret yeri olarak be­ mine ait bir burcun içinde tesis edilmiş
kan tarafları ahşap kafeslerle kapatılmış nimsenmiştir. Halk arasındaki geleneğe diğer hapishanede de bir türbenin var
olan fevkani mahfil, doğu yönündeki göre türbeden alman toprağın (cevher) olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan Lü­
ince uzun sofanın üzerinde de devam şifa verici olduğuna inanılırdı. Doğum leburgaz'da, Sokollu Külliyesi'nin karşı­
ederek yukarıdan "U" şeklinde ayin ala­ yapacak kadınlar türbeye bir deste mum sında bulunan Zindan Baba Türbesi ve
nını kuşatır. adarlar, dokuz yüz doksan dokuzluk özellikle Kütahya Hapishanesi'nin içinde
Asıl tekke binasının kuzeydoğu kö­ tespihten geçerler, doğuma kadar çocuk yer alan Cafer Dede Türbesi, üzerinde
şesine bitişik olan ufak boyutlu (3,50x3 için hazırlanan çamaşırı bir bohça içeri­ ayrıca durulmayı ve aydınlatılmayı ge­
m), tek katlı bölümün mutfak olması sinde türbede bekletirlerdi. Doğumdan rektiren bir geleneğin, bir tür "hapisha­
gerekir. Yine bu yapının güneybatı kö­ sonra çocuklarla birlikte dokuz yıl bo­ ne yatırı kültünün", birbiriyle bağlantılı
şesinde, Mengene Sokağı'ndan girilen yunca türbe ziyaret edilirse çocuğun ya­ tezahürleri gibi görünmektedir.
iki katlı küçük (5x3,50 m) bir bölüm ramaz olmayacağına inanılırdı. Ayrıca İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü nez-
daha görülmektedir. Burasının da der­ çocukların akıllı olması için tespihten dinde bulunan Esâmi-i Tekâyâ Defte-
vişlerin barınmasına ayrıldığı tahmin edi­ geçirilmesi, iyi hattat ve hafız olmaları n ' n d e , Baba Cafer adına tescilli, yeri
lebilir. Eski şekline az çok uygun bir bi­ için türbeye kalem ve Kuran getirilmesi belirtilmeyen bir tekkenin kaydına rast­
çimde yenilenmiş olan Şah Ali Baba de gelenek haline gelmişti. Türbeden lanır. Gerek istanbul'da gerekse de taş­
Türbesi dikdörtgen (4x3 m) planlı, ka­ birçok hastalık ve aile içi huzursuzluklar rada, halkın rağbet ettiği pek çok türbe­
gir (moloz taş) duvarlı ve ahşap çatılı için de dilekte bulunulurdu. nin, bir türbedar-şeyhin nezaret ettiği
bir yapıdır. Ziyaretçilerin B a b a Cafer'i ziyaret minyatür zaviyeler niteliğinde olduğu,
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 45, no. ederken Ali Baba'nın mezarına uğrama­ bilinen bir gerçektir. Baba Cafer Türbe­
272; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 357. ları ve buradaki kuyudan su içmeleri de si'nin de bu tür bir tesis olması muhte­
M. BAHA TANMAN gelenek haline gelmişti. mel görünmektedir.
Bibi. Evliya. Seyahatname, I. s. 82-86. 101; Baba Cafer Türbesi'nin, kitabelerin­
BABA CAFER (Ergin). Mecelle, I, 928-933; Ziya. İstanbul ve den, II. Mahmud tarafından tamir ettiril­
Eminönü'nde Zindankapısı Mahallesin­ Boğaziçi, I, 328-332; M. Önüs. istanbul'da diği, daha sonra 1298/1881'de de bir
Bazı Ziyaret Yerleri". I-II, HBH, S. 104, 105 onarım geçirdiği anlaşılmaktadır. Her
de türbesi bulunan ve yaşamı hakkında (Haziran, Temmuz 1940); Ünver, Sahabe Ka­
kesin bilgi elde edilemeyen Abbasi elçi­ ne kadar Seyyid Cafer ashabdan olmasa
billeri, 14-21; Tanyu, Adak Yerleri, 221-222;
si. CaferüTEnsârî, Baba Caferü's-Sâdık, İşli, Sahabe, 85-88; Hocaoğlu, Sahabe, 171- da, II. Mahmud'un, İstanbul'daki sahabe
Seyyid Cafer, Cafer-i Sâdık gibi adlarla 172; Gürel, İstanbul Evliyaları, 60-63; İSTA, makamlarının hemen hepsini ihya et­
andırsa da İstanbul halkı arasında Baba IV, 1733-1734; Demircanlı, Evliya Çelebi, mesi ile bu onarımın aynı döneme rast­
563; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 408- laması tesadüf olmasa gerektir.
Cafer diye şöhret bulmuştur.
410; S. Eyice, "Dönüyle, Bugünüyle, Çevre­
Baha Cafer hakkındaki rivayetlerin Son olarak 1989-1990'da, bitişiğinde­
siyle Zindan Kapısı", İstanbul, S. 3 (Ekim
kaynağı Evliya Çelebimin Seyahatname 1992). s. 129-138; Bayrı, İstanbul Folkloru, ki Zindan Hanı ile birlikte onarım geçi­
sidir. Bu kaynakta verilen bilgilere göre (1972), 154-156. ren türbenin girişi üzerinde 1298/1881
Baba Cafer, imam Hüseyin soyundan M. SABRI KOZ tarihini taşıyan, bu türbeyi ziyaret etme­
olup Abbasi halifelerinden Harunü'r-Re- nin yararlarını anlatan manzum bir kita­
şid döneminde (786-809) Şeyh Maksud be bulunur. Söz konusu kitabede Baba
BABA CAFER TÜRBESİ VE
adlı birisiyle birlikte elçilik göreviyle Bi­ Cafer'den "Caferü'l-Ensârî" olarak söz
zans'a gönderilmiştir. Baba Cafer ve
TEKKESİ edilmesi dikkat çekicidir. Demir kanatlı
Şeyh Maksud, İmparator I. Nikeforos Eminönü'nde Baba Cafer Zindanı ile ay­ dış kapıyı izleyen giriş bölümünün ön
(hd 802-811) tarafından kabul edilmiş­ nı burç içinde yer alan ve bu zindana kısmı taşla, arka kısmı ahşap malzeme
lerdir. O sırada Bizanslılarla Müslüman­ adını vermiş olan türbe. 9. yy'ın başla­ ile kaplanmıştır. Giriş bölümünün so­
lar arasında bir çatışma çıkmış, çok sa­ rında Bizans'ta şehit edildiği rivayet edi­ lunda türbedar odası, üst kattaki zinda­
yıda Müslüman öldürülmüş ve cesetleri len Abbasi elçisi Seyyid Cafer'e atfedile- na çıkan merdiven ve türbenin kapısı
de ortalıkta bırakılmıştı. İmparatorla gö­ gelmiştir. Burcun yanında yer alan ve sıralanmaktadır. Türbe girişi II. Mah­
rüşme sırasında bunun hesabını sormak giderek bu çevreye adını vermiş olan mud'un tuğrası ve manzum onarım kita­
isteyen Baba Cafer, bugün mezarının Zindan Kapışımın Seyyid Cafer'in türbe­ besi ile taçlandırılmıştır.
bulunduğu yerin yanındaki zindana sinden dolayı "Bâb-ı Cafer" olarak da Küçük bir taşlıkla donatılmış olan
hapsedilir ve daha sonra da zehirlene­ anıldığı bilinmektedir. Fetihten sonra türbe, dikdörtgen planlı, zemini tahta
rek öldürülür. Zindanda bulunduğu sı­ yeniçerilerin, bağlı oldukları Bektaşî ge­ döşeli ve tonozlu bir mekândır. Ancak
rada kerametlerini müşahede eden zin­ leneği doğrultusunda bu kelimeyi "Ba­ kapıdan ışık alabilen türbede Baba Ca­
dancı da Müslüman olmuş ve Ali Baba ba Cafer" şekline sokmuş olmaları muh­ fer ile Zindancı Ali Baba'ya ait sanduka­
adını almıştır. temeldir. Her halükârda istanbul halkı­ lar yer alır. Aslında Seyyid Cafer'in Bi­
İmparator, Baba Cafer'le birlikte Ali nın zaman içinde "Baba Cafer" olarak zanslı gardiyanı olduğu halde Islamiyeti
B a b a ' y ı da öldürtmüş ve aynı yere anmayı âdet edindiği bu kişinin hayatı kabul ettiği için katledildiği rivayet edi­
gömdürmüştür. Evliya Çelebi'nin riva­ ve şahsiyeti hakkındaki bilgiler daha zi­ len Zindancı Ali Baba'ya ait sandukanın
yetlerini bazı bilgiler ekleyerek Mec- yade menkıbe düzeyinde olduğundan yanında, suyunun birtakım hastalıklara
BABA CAFER ZİNDANI 516

iyi geldiğine inanılan kuyu bulunmakta­ göre aynı kulede Baba Cafer denilen bir BABA HAYDAR MESCİDİ VE
dır. Birçok başka türbede gözlenen şifa­ yatır vardır. TEKKESİ
lı su kültü burada da karşımıza çıkar. Naima'nm yazdığına göre 19 -Mayıs
Üst katta, zindanın girişinde yer alan, 1622de. II. Osman'ın(->) tahttan indiri­ Eyüp İlçesi'nde, e s k i d e n " B ü r ü n c ü k l ü -
ufak boyutlu ve mihraplı mescidin Ca­ lerek yerine I. Mustafa'nın(->) getirilme­ ayazma" olarak tanınan semtte, D ü ğ m e ­
fer Baba Türbe-Tekkesi ile bağlantılı ol­ si üzerine askerler yeni cülusu kutla­ ciler M a h a l l e s i n d e , Haydar B a b a ve B a ­
ması kuvvetle muhtemeldir. mak üzere Baba Cafer ve Galata zin­ ba Haydar Camii sokaklarının kavşağın­
danlarına giderek buradaki tutukluları da yer almaktadır.
Bibi. Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 408-
410; Evliya, Seyahatname, I, 82-86; İSTA. IV. salıvermişlerdir. Başından beri mescit-tekke niteliğinde
1733-1737; A. Özcan, "Baba Cafer Zindanı'. İstanbul Kadılığı sicillerinden Osman olduğu anlaşılan bu yapıyı, I. Süleyman
DİA, IV, 366-367; Okan, İstanbul Evliyaları, Nuri Ergin tarafından çıkarılan bir kay­ (Kanuni), Nakşibendî şeyhlerinden Baba
181-185; Bayrı, İstanbul Folkloru. 154-156: Haydar Semerkandî ( ö . 1550) adına inşa
İKSA, II, 931-934; A. Altun, "Kütahya'nın da göre 1180/1766'da Baba Cafer Zin­
danı idaresi ile ilgili bir yönetmelik var­ ettirmiştir. T a m olarak tespit edilemeyen
Türk Devri Mimarisi-Bir Deneme". Atatürk' inşa tarihinin Kanuni'nin cülusu ile şey­
ün Doğumunun 100. Yılına Armağan. İst.. dır. Buraya kapatılanlara iaşe verilmedi­
1981-1982, 171-700 (429); O. Aslanapa. Os­ ğinden, tutuklular halkın yardımlarıyla hin vefatı arasında ( 1 5 2 0 - 1 5 5 0 ) yer alma­
manlı Devri Mimarîsi, İst, 1986, 254; S. Eyi- yaşarlardı. Zindanı idare edenler bura­ sı gerekir. Yapıya adım vermiş olan şeyh,
ce. "Dünüvle. Bugünüyle, Çevresiyle Zindan daki tutuklulardan para ve haraç alma­ Naşibendî tarikatının ileri gelenlerinden
Kapısı", İstanbul, S. 3 (Ekim 1992), 129-138. Hâce Ubeydullah Ahrâr'ın (ö. 1 4 9 0 ) men-
ya başladıkları için bu yönetmelik yazı­
M. BAHA TANMAN suplarmdandır. Semerkant'tan İstanbul'a
larak sıkı önlemler alınmıştır. Yönetme­
liğe göre zindanın hesapları, dört ayda gelerek, t e k k e n i n yerinde b u l u n a n bir
BABA C A F E R ZİNDANI bir istanbul kadısı tarafından kontrol k u l ü b e d e m ü n z e v i bir hayat geçirdiği,
Eminönü'nde, Haliç kıyısında, İstanbul edilecektir. zaman zaman Eyüb Sultan Camii'nde iti-
Ticaret Odası binası ile Galata Köprüsü kâfa girdiği rivayet edilmektedir.
Ahmed Lütfi Efendinin bildirdiğine
arasında Zindan Hanı'na bitişik kule. göre. II. Mahmud(->) zamanında (1808- III. Mustafa devrinde, Eyüp'teki Arpa­
Zindan adını Baba Cafer'denf-») almıştır. 1839) burası fahişelikten suçlu kadın cı Mescidi'nin imamı olan Şeyh Abdullah
I. Süleyman ( K a n u n i ) zamanında mahkûmlara tahsis edilmiştir. 1247/ Efendi mescit-tevhidhaneye minber koy­
(1520-1566) bir elçilik heyeti ile İstan­ 1831'de kadınlar Ahmediye'deki Tabha- durmak suretiyle burasmı camiye dönüş­
bul'a gelen, Kuzey Almanya'da Flens- ne'ye götürülmüş ve zindana bir kara- türmüştür. Geçirdiği birtakım onarımlara
burglu Melchior Lorichs (veya Lorck) kolhane yapılmıştır. rağmen özgün mimarisini büyük ölçüde
1554'te yaptığı 11 m uzunluğundaki İs­ Baba Cafer Zindanı 1989-1990 ara­ koruyabilmiş olan mescit-tevhidhane gü­
tanbul panoramasında, Baba Cafer Zin- sında restore edilerek bitişiğinde bulu­ n ü m ü z d e c a m i olarak kullanılmaktadır.
danı'nm resmini çizmiştir. Resme göre nan Zindan Hanının iç fonksiyonlarına Ç e v r e duvarı ve h a z i r e d ı ş ı n d a k a l a n
oldukça yüksek olan kulenin sadece bağlanmıştır. tekke bölümleri tarihe karışmıştır. Ayin
küçük bir mazgalı vardır ve üstünde bir günü p e r ş e m b e olan B a b a Haydar Tek­
Bibi.Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih. ı08- k e s i n d e şeyhlik yapanların tam bir liste­
galeri ile sivri bir çatı işaretlenmiştir. 410: Evliya Seyahatname. I, 82-86: Kömürci-
"Kayserin gefangene Thurm" (sultanın yan, İstanbul Tarihi, 167-169; Mordtmann, si bulunmamaktadır. A n c a k Saliha Sul­
hapishane kulesi) açıklaması bunun Esquisse. -î-4": Millingen. Walls, 214 vd: H. t a n i n 1834'teki düğününe davet edilen
zindan olduğunu belli eder. Dernschwam. İstanbul, 165; Ziya, İstanbul Nakşibendî şeyhleri arasında "Eyübensa-
ve Boğaziçi. I, 330-332; (Ergin), Mecelle, I, rî'de Babahaydar Mahallesi'nde mescidi
Bir Alman elçilik heyeti ile gelerek 909-915, 927-933: E. Oberhummer. Konstan­
1553-1555 arasında İstanbul'da bulunan zaviye e d e n Şeyh Tahir Efendimin" adı
tinopel unter Sultan Suleiman dem Grossen,
Hans Derschwam, 8 Aralık 1554 günü Aufgenommen im Jahre 1559 durch Melchi­ geçer. Buradaki ifadeden, tekkenin me­
çıkan büyük bir yangından bahseder­ or Lorichs aus Flensburg, Münih, 1902. s. 12- şihatının belirli bir müddet kesintiye uğ­
ken Tahtakale civarında bir hapishane 13, levha IX-X; Ayverdi, Istanbul Haritası. radıktan sonra adı g e ç e n şeyh tarafın­
kulesi olduğunu ve içinde çeşitli suçlar­ B/5; Müller-Wiener. Bildlexikon. 342: İSTA. dan, m u h t e m e l e n 19. y y l n birinci çeyre­
IV, 1733-1737; A. Özcan. "Baba Cafer Zinda­ ğinde ihya edildiği anlaşılmaktadır. Öte
dan tutuklanmış yüz kadar suçlunun nı". DİA. IV. 366-367: S. Eyice, "Dünüyle,
bulunduğunu bildirir. Yangın yüzünden yandan Bandırmalızade A. Münib Efen­
Bugünüyle. Çevresiyle Zindan Kapısı". İstan­
kapılar açılmış ve suçlular serbest bıra­ bul. S. 3 (Ekim 1992). s. 129-138. dimin Mecmua-i Tekâyâ'smda da, B a b a
kılmışlardır. Derschwam'ın yazdığına SEMAVİ EYİCE Haydar T e k k e s i şeyhi olarak Niyazi
Efendimin adı verilmektedir.
B a b a Haydar Tekkesi, Nişancı T e p e ­
s i n i n , Haliç kıyısına ( d o ğ u ) doğru alça­
lan dik meyilli bir y a m a c ı üzerinde inşa
edilmiştir. B u y ü z d e n arsa, ç e p e ç e v r e
istinat duvarları ile desteklenmiş, avlu­
ya, iki s o k a k t a n da merdivenli girişler
düzenlenmiştir. Mescit-tevhidhane, m o ­
loz taş örgülü duvarların sınırladığı dik­
dörtgen planlı bir harim ile kapalı bir
s o n c e m a a t yerinden m e y d a n a gelmek­
tedir. Her iki b ö l ü m de kurşun kaplı bir
a h ş a p çatı altına alınmıştır.
S o n c e m a a t yeri ile harimin girişleri,
kuzey duvarlarının doğu kesiminde, ay­
nı e k s e n üzerindedir. Ahşap duvarlarla
kuşatılmış olan s o n c e m a a t yerinin c e p ­
hesi, e l i b ö ğ r ü n d e l e r e oturan g e n i ş bir
s a ç a k l a s o n b u l m a k t a ; yapıya bir sivil
mimari çeşnisi katan bu c e p h e , harimin
kirpi saçaklı kagir cepheleriyle ilginç bir
tezat oluşturmaktadır. Harim duvarların­
Baba Cafer Zindanı (sağda) ve Zindan Ham restore edilmeden önce. da, klasik Osmanlı üslubundaki ilkelere
Erkin EmiroSlu
uygun olarak, iki sıra halinde düzenlen-
517 BABA SUNGUR TEKKESİ

vâmi, II, 2-3. no. 8; Münib, Mecmua-i Tekâ- coğrafya çerçevesine oturtmak zordur.
yâ, 13; İSTA, IV, 1742-1743; Öz, İstanbul Ca­ Menkıbelerde Ahmed Turanî, Emevi-Bİ-
mileri, I, 30; Okan, İstanbul Evliyaları, 217-
zans mücadelelerinin efsanevi kahrama­
225: Akakus, Eyyûb Sultan, 314; İKSA, II,
936-937; M. B. Tanman, "Baba Haydar Camii nı Seyyid Battal Gazi'nin çağdaşı olarak
ve Tekkesi, DİA, IV, 367-368; Haskan, Eyüp gösterilmekte, önceleri Battal Gazi'nin
Tarihi, I, 27-29; H. Algar. "Baba Haydar", rakibi olan bir Bizans cengâveri iken
DİA, IV. 367. zorlu bir çengin sonunda Battal Gazi ile
M. BAHA TANMAN dost olduğu, onun telkini ile Islamiyeti
kabul ettiği, daha sonra Bizans'ı kuşatan
BABA S AİTTİK ZAVİYESİ İslam ordusuna katıldığı ve şehit düşe­
bak. MİMAR SİNAN TEKKESİ rek Dolmabahçe Sarayı'nın Kuşluk Bah­
çesi'nde, kendisine izafe edilen ikinci
BABA SUNGUR TEKKESİ kabrin bulunduğu yerde gömüldüğü
Beşiktaş İlçesi'nde, Vişnezade Mahalle­ nakledilmektedir. Ahmed Turanî'nin Ab-
sinde, Vişneli Tekke Sokağı'nda, Dol- dülmecid'in rüyasına girerek, yüzyıllar
mabahçe Sarayı'na bağlı Camlı Köşk'ün boyunca unutulan "mesnedinin" yerini
karşısındaki yamaçta yer almaktadır. gösterdiği, kendisine bir türbe yaptırma­
Baba Haydar Mescidi ve Tekkesi sını istediği de yaygın rivayetler arasın­
Mescit-tevhidhanenin planı. İstanbulün dini folklorunda kendine
özgü bir yeri olan ve "Ahmed Turanı dadır. Tarihi gerçeklere uygunluğu çok
Şinasi Aydemir/MSÜ Arşivi
Tekkesi" olarak da anılan bu tesisin kö­ şüpheli olan bu rivayetlerde dikkati çe­
keni, tarihçesi ve niteliği tam olarak ay­ ken husus Ahmed Turanî'nin Bizans kö­
miş pencereler sıralanmaktadır. Alttaki­ dınlatılmış değildir. Söz konusu tekkenin kenli olarak gösterilmesi ve Bizans'ın
ler dikdörtgen açıklıklı olup kesme taş­ bodrum katında, hâlâ belirli günlerde çevresinde cereyan eden İslam-Hıristi-
tan söveler, demir parmaklıklar ve sivri Ortodoks cemaati tarafından ziyaret edi­ yan mücadelesinde rol aldığına inanıl­
hafifletme kemerleriyle donatılmış, sivri len bir ayazma bulunmaktadır. Osmanlı masıdır. Kuşluk Bahçesi'nin duvarına bi­
kemerli tepe pencereleri ise alçı revzen- kaynaklarında "şenlendirme" olarak ad­ tişik olan açık türbenin şahidesinde ise
lerle dolgulanmıştır. landırılan geleneğe uyularak, özellikle kendisinden "Nakşibendî Hâce Tayfur-u
Son cemaat yerinin üstü, harime açı­ fetih öncesine ait kült yerlerinin üzerine Taşkendî hulefâsından Hâce Ahmed Tu­
lan fevkani bir mahfil olarak değerlendi­ inşa edilen birtakım tarikat tesisleri ve ranî Hazretleri" olarak söz edilmekte,
rilmiştir. Süsleme olarak göze çarpan veli türbelerinde karşılaşılan bu durum, ancak ölüm tarihi verilmemektedir. S.
unsurlar mihrabın mukarnaslı kavsarası Baba Sungur Tekkesi'nin yerinde de Bi­ Ünver ise Ahmed Turanî'nin Hicri 9.
ile harim tavanının merkezinde bulunan, zans dönemine ait bir ziyaret merkezinin yy'da (15. yy) yaşamış Nakşibendî şeyh­
muhtemelen 19. yy İn ikinci çeyreğine bulunduğunu düşündürmektedir. Nite­ lerinden olduğunu, ne zaman İstanbul'a
ait "Sultan Mahmud güneşi" biçimindeki kim İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü'nde geldiğinin bilinmediğini, sarayın karşı
tavan göbeğidir. Ahşap minber ile vaaz bulunan 1341/1925 tarihli Esâmi-i Tekâ- yamacındaki türbesi Hıristiyanların ziya-
kürsüsünün herhangi bir özelliği yoktur. yâ Defteri 'nde Baba Sungur Tekkesi'nin retgâhı olmaya devam ettiğinden, saray
Harimin kuzeybatı köşesinde yükselen "Ayasofya-i Kebir mülhakatından" oldu­ bahçesindeki bu makamın ihdas edildi­
minarenin kapısı son cemaat yerine açıl­ ğu kayıtlıdır. Söz konusu kayıt, tekkenin, ğini ileri sürmektedir.
maktadır. Minarenin, kare planlı ve al­ İstanbul'un fethinden hemen sonra, II. Ahmed Turanî ve onunla bağlantılı
maşık örgülü kaidesi ile kesme taş örgü­ Mehmed (Fatih) tarafından Ayasofya va­ bu tekke hakkında henüz kesin bir şey
lü baklavalı pabucu ilk yapıdan kalma­ kıflarının düzenlendiği yıllarda tesis edil­ söylemek mümkün değilse de, söz ko­
dır. Silindir biçimindeki gövde ile basit miş olabileceğini göstermektedir. Tekke­ nusu kişinin, istanbul'u fetheden Os­
demir parmaklıkların kuşattığı şerefenin ye adını vermiş olan ve küçük hazirede, manlı ordusu içinde yer alan çok sayı­
ise geç tarihli bir onarıma ait olduğu kendisine izafe edilen bir mezarın yer al­ daki tarikat şeyhlerinden birisi olduğu,
söylenebilir. Avlunun doğusundaki girişi dığı Baba Sungur hakkında hemen hiç­ sonraki yüzyıllarda Nakşibendîler tara­
izleyen merdivenlerin sonunda, soldaki bir şey bilinmemektedir. fından bir ölçüde yaşatılan, Türkistan
hazire duvarında, Baba Haydar Semer- Diğer taraftan, biri tekkenin nazire­ kökenli "Hacegân" geleneğine bağlı bu­
kandî'nin kabrine açılan, kitabeli bir ni­ sinde, diğeri tekkenin karşısında, Dol- lunduğu, fetihten sonra, Fatih'in izniyle
yaz (ziyaret) penceresi bulunmaktadır. mabahçe Sarayımın Kuşluk Bahçesi'nde bir Bizans dini tesisini tekkeye çevirdiği
olmak üzere, iki tane mezarı bulunan ya da bir manastır-ayazma harabesi
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 285; Çetin,
Tekkeler, 587; Aynur, Saliha Sultan, 38, no. Ahmed Turanî'nin hayatı ve kişiliğine üzerine tekkesini inşa ettirdiği varsayım
189; Âsitâne, 17; Osman Bey, Mecmua-i Ce- ilişkin menkıbeleri de belirli bir tarih ve olarak ileri sürülebilir.
Tekkenin zaman içinde geçirdiği aşa­
malar da tespit edilememiştir. 18. yy or­
talarından itibaren kaleme alınmış olan
İstanbul tekke listelerinin hiçbirinde ne
Baba Sungur Tekkesi'nden ne de Ahmed
Turanî Tekkesi'nden söz edilir. Tekkele­
rin kapatıldığı tarihte düzenlenen Esâmi-i
Tekâyâ Defteri'nde, vakfiyesinin kayıtlı
olmadığı, son şeyhinin Ahmed Şükrü
Efendi olduğu belirtilmektedir. Halen
tekkede ikamet eden torunlarından, Ah­
med Şükrü Efendi'nin Nakşibendî tarika­
tına bağlı olduğu, babasının Harput'tan
gelerek İstanbul'a yerleştiği, Ahmed Şük­
Baba Haydar rü Efendi'nin 1947-48'de vefat ettiğinde
Mescidi ve Feriköy Mezarlığı'na gömüldüğü öğrenil­
Tekkesi'nin mektedir. Şahıs mülkü olduğu anlaşılan
kuzeydoğudan
tekke binasında günümüzde son şeyhin
görünümü.
M. Baha Tanman,
torunları yaşamakta, tekkenin altındaki
1980 ayazma da faaliyetini sürdürmektedir.
BABAHİNDİ SÜHA 518

Çelebi (ö. 1566) saptanmaktadır. Bunlar


aynı zamanda Baba Nakkaş Vakfı'nın da
mütevellileriydiler.
16. yy'da ailenin en ünlü siması Şeyh
Mustafa Çelebi'dir (Ö.1572). Ataî'nin
verdiği özgeçmişine göre Mustafa Çele­
bi ile I. Süleyman (Kanuni) dönemi def­
terdarlarından Derviş Çelebi (Ö.1573)
kardeştiler. Ataî, bunları, Babanakkaş
adlı köyün kurucusu Bayram-ı A'cemî'
nin halefleri olarak belirtir. Şeyh Musta­
fa önceleri medrese öğrenimine yönel­
Baba Sungur
Tekkesi miş. Şeyhülislam Ebussuud Efendi ile
M. Baha Tartman, dönemin büyük din bilginlerinden ders­
1993 ler almışken öğrenimini yarıda bırakıp
Nakşibendî şeyhlerinden Hekim Çele­
B a b a Sungur T e k k e s i dikdörtgen ziçi'nde Kuzguncuk'ta sonradan mezar­ b i y e mürit olmuştu. Evliya Çelebi'ye
planlı, tek katlı, kagir duvarlı, ahşap çatı­ lık olan semt (Nakkaşbaba Bahçesi) bu göre Şeyh Mustafa, Dobruca bölgesine
lı bir yapıdır. Mütevazı bir zaviye niteli­ ailenin adını taşımaktadır. gidip B a b a d a ğ i n d a yerleşti. Cami ve
ğinde olduğu anlaşılan bu son tekke bi­ Ailenin atası, nakkaş Şeyh Mehmed, dergâh yaptırttı. Orada öldü. Oysa Ataî,
nası 1925'ten sonra büyük ölçüde tadila­ Horasanlı ve Özbek asıllı Bayezid'in oğ­ Şeyh Mustafa'nın Babanakkaş Köyü'nde
ta uğramış, içerdiği mekânlar gibi cephe­ ludur. Ataî. ailenin atasmı Bayram-ı A'ce- öldüğünü, kardeşi Defterdar Derviş Çe­
leri de özgünlüğünü yitirmiştir. Yapının mî adıyla verir. Şeyh Mehmed, bir sa­ l e b i n i n yaptırttığı caminin haziresine
kuzey kesiminde ufak bir tevhidhanenin natkâr ve Nakşibendî şeyhi olarak I I . gömüldüğünü yazmaktadır.
bulunduğu, geriye kalan kesimin de se­ Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) Şeyh Mustafa yumuşak huylu, dünya
lamlık ve harem birimlerine tahsis edildi­ İstanbul'a geldi. 1466'da. Fatih tarafın­ zevklerinden uzak, dindar bir kişiydi.
ği anlaşılmaktadır. Kuzey yönündeki dan kendisine, Çatalca'ya bağlı Inceğiz Kamu hizmetinde yükselerek iki kez
bahçe kapısının solunda, silindir biçi­ ve Kutlubav köyleri toprakları mülk başdefterdar olan (1561-1562 ve 1569-
minde dört adet yazısız mezar taşını ba­ olarak verildi. Türlü bilimlerde uzman 1573) kardeşi Derviş Çelebi her hafta
rındıran ufak hazire yer almaktadır. olan Şeyh Mehmed. bu padişahın soh­ ziyaretine geldiği halde ona ziyarete git­
Ayazmanın doğuya (Dolmabahçe Sarayı bet meclislerine katılanlardandı. Olası­ mez, gönderdiği yiyecekleri de kabul
yönü) bakan girişi son yıllarda üçgen lıkla Osmanlı sarayının ilk nakkaşlık etmezdi.
alınlıklı ahşap bir saçakla donatılmıştır. atölyesini kurdu. Kendisine verilen Kut- Babanakkaşzadelerin soyu Derviş Çe­
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 449-450; Raif, lubey Köyü'nde bir mescit ile mektep lebiden yürüdü. Derviş Çelebi 1562 ve
Mir'at, 309; Okan, İstanbul Evliyaları. 134- ve hankâh yaptırdı. 1474'te bir vakıfna­ 1572 tarihli iki ayrı vakfiye ile de aileye
138; Ünver, Mutlu Askerler, 3-4; İKSA. I, 482- me düzenleyerek 200 kuyulu evi, 5 çeş­ ait önceki vakfı genişletmiş. Bursa'daki
485. mesi bulunan Kutlubey Köyü toprakları bazı taşınmazları da eklemiştir. Ataî, bu
M. BAHA TANMAN ile İnceğiz'deki bir değirmeni, yaptırdığı iki kardeşin "Acem soylu" olmaları nede­
mescit ile mektep ve hankâha vakfetti. niyle hoşsohbet, derviş yaradılışlı ve bil­
BABAHİNDİ SÜHA İlk Nakşibendî dergâhını da burada ku­ gili olduklarını açıklamaktadır.
(1924, İstanbul) İstanbul spor sahaları­ rup başına geçti. Aym zamanda bir nak­
Babanakkaşzadeler, istanbul'un en
nın ilk amigosu. Asıl adı Seha Erge:dir. kaş (resim ve tezhip ustası) olan Şeyh
eski Türk-Müslüman yerlileri olarak var­
İstanbul Erkek Lisesinde öğrenim gör­ M e h m e d Efendi, Osmanlı sarayında
lıklarını günümüze kadar korumuşlar­
düğü dönemde elinde yarım metre u- nakkaşlık çalışmalarını başlattı. Evliya
dır. Ancak D e n i ş Çelebinin oğlu Ömer
zunluğunda kaynanazırıltısı ile Fener­ Çelebinin belirttiğine göre İstanbul'daki
Osman Efendi'den (Ö.1618) sonra önce­
bahçe tribünlerinde ortaya çıktı. İstanbul Eski Saray'ın cümle kapısı saçağmdaki
kiler düzeyinde ünlü bir simaya rastlan­
Erkek Lisesi'nin çatısı altında doğan ''Bir süslemelerle Topkapı Sarayımın Sultan
maz. Ömer Osman Efendi ise 1581'de
babahindi (Heey Allah), Olsa da şimdi Bayezid Divanhanesi kubbesi süsleme­
Babanakkaş Köyü'ndeki camiyi onart­
(Heey Allah), Pilavla zerde (Heey Allah), leri onun elinden çıkmıştı.
mış. Kütahya ve Konya kadılıklarında
Kaşık da nerde (Heey Allah)" sloganını II. Bayezid'in (hd 1481-1512) musa­ bulunmuştur.
Fenerbahçe tribünlerine taşıdı. O slogan hibi ve olasılıkla saray nakkaşbaşısı 19- yy başında Çatalca eşrafından ola­
atınca tribündekiler 'Heey Allah!" naka­ olan Şeyh Mehmed uzun bir ömür sür­ rak ve vakıf mütevellisi sıfatıyla adı ge­
ratıyla kendisine cevap verirlerdi. Uzun dü. Yaşı ve sanatındaki ünü nedeniyle çen Babanakkaşzade Mustafa Ağa'nm kı­
yıllar tribünlere hâkim olan bu slogan kendi döneminde "Baba Nakkaş" olarak zı Fatma Şerife Hanım 1926'da ölmüştür.
nedeniyle "Babahindi Süha" olarak ta­ ünlendi. 1525'e doğru öldü ve somadan Aileye anneleri tarafından akraba ünlüler
nındı, istanbul Erkek Lisesinden mezun kendi adını alan Kutlubey Köyündeki arasmda Mareşal Fevzi Çakmak (ö. 1950),
olduktan sonra Yüksek Ticaret Mekte­ mescidin haziresine gömüldü. 15. yy'da Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver (ö. 1986),
b i n i bitirdi. Baba mesleği olan erkek Osmanlı sarayında gelişen yeni hatayî hattat Mehmed Şevki Efendi (ö. 1909),
gömleği imalatıyla uğraştı. Sağlık sebep­ ve rumî bezeme tekniklerine sonradan şair Şükûfe Nihal Başar (ö. 1973) ile Yıl­
leriyle uzun süredir tribünlerden uzaktır. Baba Nakkaş üslubu dendiği gibi, aym maz Öztuna da (d. 1930) vardır.
Maçları televizyon ve gazetelerden izle­ "yüzyıldan kalma olup İstanbul Üniversi­
Bibi. Evliya Çelebi, Seyahatname, VI, İ s t ,
mekte, "Bir babahindl'yi sadece İstanbul tesi Kütüphanesi'nde bulunan bir esere 1318, s. 151-152; Ataî, Hadaiku'l-Hakaik, II,
Erkek Lisesi'nin geleneksel Aşure Günü de Baba Nakkaş Albümü adı verilmiştir. 204; Sicill-i Osmanî, II, 328, IV, 113, 709; A.
törenlerinde çekmektedir. Ünver, "Baba Nakkaş" Fatih ve İstanbul, S.
Şeyh Mehmed Efendimin oğlu Şeyh 7-12 (1954); Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 371-
CEM ATABEYOĞLU Himmetullah Çelebi (?), bunun oğlu 372; Y. Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, II,
Şeyh Mahmud Defterî (ö. 1529) Nakşi­ Ankara, 1989, s. 584-586; F. Çağman, "Baba
BABANAKKAŞZADELER bendî dergâhı şeyhi idiler. Ailenin daha Nakkaş", DİA, 369-370.
Fetihten sonra İstanbul'a yerleşerek sa­ sonraki bireyleri ve tarikat şeyhleri ara­ NECDET SAKAOĞLU
nat ve tarikat öncülüğü yapan Horasanlı sında kimlikleri hakkında bilgi bulunma­
Özbek asıllı aile. Çatalca'da bir köy (Ba- yan, İbn Baba Nakkaş lakabıyla ünlü BÂB-I SERASKERÎ
banakkaş, bugün Nakkaşköy) ile Boğa­ Derviş Mehmed Çelebi, Şeyh Bayram Ali bak. HARBİYE NEZARETİ BİNASI
519 BABIÂLİ

BABIÂLİ şeyhülislam konağında yapıldığı bilin­ Naili Mescit denilen caminin etrafı
mektedir. Sadrazam iki günü az görerek aynı adı taşıyan bir mahalleyi oluşturu­
Osmanlı Devletimde sadaret makamıdır.
cumartesi günleri de toplanmayı padişa­ yordu. Buradan dar bir geçit ile belirti­
Diğer bir deyişle devlet yönetiminin
ha arz etmişse de öneri halk arasında len kapıların açıldığı meydanlığa geçilir­
merkezidir. ''Yüksek kapı" anlamına ge­
dedikoduya neden olacağı gerekçesiyle di. Vezir teşrifatına mahsus Bâb-ı Âsafi
lir. Özellikle 19. yy başından itibaren
kabul görmedi. ve binek taşı buradaydı.
yaygın kullanılan bir deyimdir.
1826'da yeniçeriliği kaldıran Vak'a-i Beşir Ağa Camii ve binek önündeki
Sadrazam ya da yezirazamm özel ika­
Hayriye'den sonra padişah tarafından dar ve çıkmaz bir sokak harem kapısı
metgâhı önceleri resmi daire olarak da
atanan ve azledilen vekillerden oluşan olan Tomruk kısmının arka kapılarını
kullanılırdı. Bu mekâna kapı denilirdi.
heyet-i vükela yavaş yavaş belirmeye oluşturuyordu. Naili Mescit tarafından
18. yyln ikinci yarısından itibaren Babı­
başladı. Sadrazamın başkanlığında kap- da Tomruk'a girilirdi. Aynı alandan ça­
âli hükümet merkezi olarak biçimlenme­
tan-ı derya ve daha sonra bahriye nazırı vuşlar, kavaslar ve seyisler dairelerine
ye başladı. Sadrazamların devlet işlerini
adını alan vezir ile eski adı kethüda-ı açılan ve aile ve maiyetin geçmesi için
yönettikleri resmi ikametgâh oldu.
sadr-ı âli olan mülkiye ya da dahiliye değişik kapılar vardı. Harem ile selamlı­
Babıâli tarih yazınında çoğu kez Os­
nazırı ve eski adı reisülküttab olan hari­ ğın birleştiği yer olan zülveçheyn sofa­
manlı hükümeti anlamına kullanıldı. Ni­
ciye nazırı ve defterdar ya da maliye lar buradaydı.
tekim Batı yazınında da Babıâli anlamı­
nazırı, serasker ve eski adı çavuşbaşı Vezir dairesi bu kısmın üzerindeydi.
na gelen "Porte Sublime", "Sublime Por­
iken sonradan değiştirilen deâvi nazırı Dairenin buradan Ayasofya'ya uzanan
te", "Hohe Pforte" sözcükleri Fransız,
vekiller heyetini oluşturdular. kısmı reis ve kethüda dairelerini içeri­
ingiliz ve Alman diplomasisinde uzun
süre Osmanlı hükümeti anlamma geldi. Sonraları şeyhülislam da heyete katıl­ yordu. Şengül yokuşuna ve Fatma Sul­
dı. Buna karşılık Yeniçeri Ocağı'nın kal­ tan Mektebi Sokağına, sebil ve camiye
Klasik dönemde devlet işleri divan-ı
dırılışına kadar sırf kapıkulu ocaklarına ve kütüphaneye karşı olan kısımlarda
hümayunda görülürdü. Divan ilk devir­
ulufe dağıtım merasiminde divana katı­ sokağa bakan şahnişinler vardı.
lerde her gün toplanırdı. 16. yy'dan iti­
lan kazaskerler heyetten düşürüldü. Ana Alay Köşkü'nün karşısında "Bab-ı Ke­
baren bu haftada dört güne indi. Savaş
hatlarıyla padişahın arzusuna göre oluş­ bir" de denilen görkemli kapı bulunu­
dönemlerinde haftalık toplantı ikiye dü­
turulan bu yapı Meşrutiyetin ilanına ka­ yordu. Bunun üzerinde kethüda-i sadr-ı
şerdi. Nihayet sırf kapıkulu askerlerine
dar sürdü. Vak'a-i Hayriye'den sonra âli'nin makam odası vardı. Odanın kapı
ulufe vermek ve sefir kabul etmek üze­
Babıâli ve bazı daireler perşembe ve üzerinde oluşturduğu şahnişin ve altın­
re divan üç ayda bir toplanır oldu.
pazar olmak üzere haftada iki gün tatil daki payanda ve direklerin araları boş­
18. yy'm ikinci yarısından itibaren yapmaya başladılar. Vak'a-i Hayriye'den tu. Kalem memurları, hacegân ve diğer
devlet işleri vekil-i saltanat denilen sad­ önce perşembe günü vükelanın toplantı daire reisleri deniz tarafındaki kısımda
razamın ikindi divanında ve olağandışı günüydü. iş görürlerdi. Dairenin altında sarnıç,
görüşmelerde değişik yerlerde toplanan
Öte yandan Tanzimat'la birlikte gün­ mahzen, izbe, bodrum ve tünel gibi bir­
şûrada görülmeye başladı. Böylece kub-
deme gelen meclisler de Babıâli'nin ya­ çok mekân bulunuyordu.
bealtı toplantısı ve kubbe vezirleri usu­
pılanmasında rol oynadılar. 1838'de ku­ Sadrazam, Babıâli'nin batı tarafında
lü kalkarak vekiller heyeti oluşmaya
mlan Meclis-i Vâla-yı Ahkâm-ı Adliye ile Babıâli yokuşu kısmında Ebussuud
başladı. İstanbul'da bulundukları zaman
Dar-ı Şûra-yı Babıâli, Osmanlı bürokrasi­ Caddesi'ne kadar uzanan fevkani bir
kaptanpaşalar da bu toplantıya katıldı­
sine yeni bir boyut getirdiler. II. Mah­ pavyondaki resmi odalarda çalışırdı.
lar. Kimi zaman şeyhülislamın konağın­
mud döneminde zaman zaman toplanan Buradan özel selamlık dairesi olan Naili
da yapılan toplantılar nedeniyle zaman­
meşveret meclislerinin yetersiz kalışı Mescit tarafındaki divanhaneye ulaşılır­
la şeyhülislamın da vekiller heyeti bün­
üzerine oluşturulan bu iki meclis geniş dı. Yatmak için ise harem dairesinin bu­
yesinde yer alması uygun görüldü.
bir memur kadrosunu gerektirdi. Tanzi­ lunduğu Tomruk kısmına geçilirdi.
B ö y l e c e sadrazamın ikindi divanı mat'ın ilanından sonra bu iki meclis bir­ Tomruk Dairesi iki kısımdan oluşu­
devlet işlerini üstlendi. Yeni bir toplantı leştirildi (1840) ve Babıâli'deki yeni bi­ yordu: Doğusunda harem dairesi, batı­
düzeni kuruldu. Divan-ı hümayunda nasında görev yapmaya başladı. 1854'te sında mutfaklar, sekban koğuşları, ahır­
bulunan kalemler, defterler ve kayıtlar tekrar Meclis-i Âli-i Tanzimat ve Meclis-i lar, kışlalar vardı.
Babıâli bünyesinde yer aldı. Reisülküt- Ahkâm-ı Adliye olarak ikiye ayrıldı. Babıâli odalarının en ünlüleri divan­
tab ve divan kalemleri, çavuşbaşı ile da­ 186l'de bir kez daha bir araya geldiler. hane, arzodası ve hil'at giydirilen kürk
ire ve maiyeti, teşrifatçı vb Babıâli'ye ta­ 1868'de Şûra-yı Devlet ve Divan-ı Ah­ odasıydı. Divanhane, sadrazamın divanı
şındı. Bunlar sadrazamın maiyeti olan kâm-ı Adliye olarak son kez ikiye ayrıl­ topladığı salondu. Arzodası kabul ve
kethüda ve mektupçu ile birlikte hade- dılar. Babıâli'nin tek katlı daireleri üzeri­ merasim salonuydu; vezirler ve sefirler
me-i Babıâli adını aldılar. ne bir kat daha eklenerek 1869'dan iti­ bu odada kabul edilirdi. Önemli toplan­
Başlangıçta Babıâli toplantılarının gü­ baren Şûra-yı Devlet heyetinin topluca tılar da arzodasında yapılırdı.
nü ve toplantıya katılan üyelerin sayısı burada çalışması sağlandı. Kethüda bey odası, reis efendi odası,
belli değildi. Bazı gizli toplantılara sad­ Babıâli, sadaret makamı olarak bi­ âmedi odası, beylikçi odası, mektupçu
razam, devlet erkânından dilediğini ça­ çimlendiği 19. yy başlarında altlı üstlü odası, büyük efendi (tezkire-i evvel)
ğırıyordu; gündem ıslahat üzerine ya da birçok odadan oluşuyordu. Şimdiki vila­ odası, küçük efendi (tezkire-i sani) oda­
askeri nitelikte ise toplantıya yeniçeri yet binasının olduğu yerden itibaren sı, tahvil kalemi odası, rüus kalemi oda­
ağasıyla diğer ileri gelen ocak ağaları, Defterdarlık binası da dahil olmak üze­ sı, mühimme odası, çavuşbaşı odası,
kazaskerler ve bunların mazulleri, istan­ re arkasındaki Tomruk Dairesi'nin oldu­ mektubi kalemi odası, kethüda kâtibi
bul kadısı ve ulema katılırdı. ğu alanı ve önündeki bahçeyi içine alı­ odası, kapıcılar kethüdası odası, teşrifat­
Olağan görüşmelerde ise hemen her yordu. Alt katının bir kısmı kagir olarak çı odası, çavuşbaşı abdest odası, kapıcı­
zaman sadrazam kethüdası, reisülküttab, harem ve selamlık daireleri, ahırlar, am­ lar bölükbaşısı odası, kethüda kalemi
defterdar, çavuşbaşı, nişancı ve tezkireci- barlar, silahhane, cebehane, geniş avlu odası, hünkâr köşkü, sarık odası, hazine
ler bulunurlardı. Gerektiğinde darphane ve bahçelerden oluşuyordu. odası, yatak odası ve Havuzlu Köşk Ba­
emini, tersane emini vb kişiler de davet Binaya Soğukçeşme tarafındaki bü­ bıâli'nin divanhane, arzodası ve kürk
olunurdu. yük kapıdan geniş bir avluyla giriliyor­ odasının dışında başlıca mekânlardı. Se­
Toplantılar önceleri gerektiğinde ya­ du. Bu avludan Naili Mescit yanındaki lamlık kısmını oluşturan bu odaların al­
pılırdı. II. Mahmud döneminde (1808- Babıâli yokuşuna çıkılan bahçe kapısına tında mutfak, kahve ocağı, muhzır ve
1839) toplantıların haftada iki gün, per­ ulaşılıyordu. Bu bahçe gibi meydanda yoldaşlarının yerleri, uşak ve kavas oda­
şembe ve pazartesi günleri olduğu ve çavuşbaşı, tevkii, telhisçi daireleri ile di­ ları, sadrazamın maiyetinin koğuşları,
bunlardan birinin Babıâli'de, diğerinin vanhane ve bunun merasim kapısı vardı. ahırlar bulunuyordu.
BABIÂLİ 520

Babıâli'nin bir yönetimsel ve mimari


gerçeklik olarak doğusuyla sonuçlana­
cak olan gelişmeler doğrudan doğruya
Osmanlı merkezi bürokrasisinin evrimiy­
le ilintilidir. 15. ve 16. yy'larda devletin
"kalemiye" diye anılan "sivil" bürokrasisi
ve onunla bağlantılı örgütler çok küçük­
ken, bunlar için özel bir yapı ya da yapı
topluluğu inşa etmek gerekmemiştir.
Henüz tüm yönetim sisteminin odağını
"Divan-ı Hümayun" oluşturmakta, mer­
kezi yönetim işlemlerinin çok ağırlıklı
bir kesimi onun aracılığıyla yapılan ya­
zışmalardan ibaret bulunmaktadır. Di­
van. Topkapı Sarayı'nda(-0 toplanır,
onun ilgi alanının dışındaki tüm yöne­
timsel işlevlerse. özel olarak tahsis edil­
miş resmi bir daire yerine, sadrazamın
kişisel sarayında yürütülürdü. Dolayısıy­
la, sadrazamın konutu tüm merkezi bü­
rokrasiyi barındıran bir resmi daire gibi
de işlev görmekteydi. Bu sistemin ege­
men olduğu sırada, tüm devlet mekaniz­
Babıâli binalarının 1911de yanmadan önceki durumu (arka cephe). masının kesin bir mimari çerçevesi ve
Afife Batur koleksiyonu sabitleşmiş bir görsel imajı bulunan tek
öğesinin Topkapı Sarayı oluşu doğaldı.
Resmi işlerin yürütüldüğü diğer yapılar
Babıâli'nin düzeni, binalar Alemdar 1789-1922. Princeton. 1980: A. Heidbom.
Manuel de droitpııblic et administratif de sahiplerinin görev süresiyle kısıtlı bir
01ayı'nda(->) yanmadan önce bu şekil­
I Empire ottoman, I, II. Vienna-Leipzig. 1908- ömre sahiptiler. Başka kültürlerdeki
deydi. Yangından sonra binalar yeniden
1912; Uzuncarşılı. Merkez ve Bahriye ; "Babı­ benzerleri gibi. Osmanlıların da hüküm­
yaptırıldı ve dönemin padişahı Mah- âli". İSTA. IV, "1740-1754; "Babıâli". İKSA. II. darlık sarayından bağımsız bir yönetim
mud-ı Adli diye bilinen II. Mahmud'a 939-944; M. T. Gökbilgin. "Babıâli", LA, II. mimarisi geliştirmedikleri anlaşılıyor.
izafeten Bâb-ı Adi ya da Bâb-ı Adli den­ 174-177: M. İpsirli-S. Evice "Babıâli". DİA. IV.
di. Ancak 1820'lerin ikinci yarısında Ba­ 378-389. 17. yy'dan başlayarak, adım adım ye­
bıâli deyimine dönüldü. ZAFER TOPRAK ni "kalemler ve çok daha karmaşık bir
bürokratik işlemler dizgesi belirince, eski
1826'da yeniçeriliğin kaldırılması er­ Mimari
tesi Babıâli, sadrazamların ikametgâhı yönetim düzenine bağımlı mimari-me-
"Kapı" gerek Doğu'da. gerekse de Ba­ kânsal düzenin avnen sürdürülebilmesi
olmaktan çıktı; resmi bir devlet dairesi tıda çok uzun bir süre boyunca devletin
oldu. Ancak nazırların ayrı daireleri yok­ artık olanaksız hale gelecekti. Ancak Ba­
yönetim işlevleriyle bazen somut bir bi­ bıâli'nin sadrazamın sürekli resmi konu­
tu. Sabahları kâtipleri ve defterleriyle se­ çimde, bazen de simgesel olarak bağlan­
lamlık dairesine geliyor, iş görüyorlardı. tu ve bürosu olarak kullanılan bir yapı
tılı bir kavram olmuştur. Örneğin, geç topluluğu olarak ilk kez ne zaman orta­
Tanzimat'ın ilanından (1839) sonra Da­ antik çağda sara}- kapısının bu simgesel
hiliye Nezareti, Hariciye Nezareti, Adliye ya çıktığı konusu tartışmalıdır. Bugünkü
önemi belirgindir. Japon ve Çin gelenek­ Babıâli'nin konumlandığı alandaki ilk ya­
Nezareti ve ardından Şûra-yı Devlet bu­ lerinde de benzer bir yaklaşım görüldü­
raya taşındı. Böylece Tanzimat bürokra­ pıdan Evliya Çelebi söz eder. İstanbul'a
ğü öne sürülmüştür. İran'da ise devletin ilişkin bilgileri l630'dan başlayarak top­
sisi Babıâli'yi mesken edindi. yönetim işlevleriyle saray kapısı arasın­ ladığı anlaşılan yazar, "Alay Kasrı kur-
Babıâli gerçek kimliğini Tanzimat daki ilişki en azından daha Sasani döne­ bunda" (yakınında) bir Sokollu Mehmed
döneminde kazandı. II. Abdülhamid'le minden başlayan bir gelenek oluştur­ Paşa Sarayımın varlığını haber vermekte­
birlikte iktidar odağı Yıldız Sarayina muştur. Bu gelenek İlhanlı egemenliği dir. Adı geçen paşanın ölümünden yak­
kaydı. II. Meşrutiyetle (1908) birlikte çağında Türk-Moğol pratikleriyle de uz- laşık elli yıl sonrasına ait olan bu bilgi
Babıâli tekrar güç kazandı. laşabilmiştir. Sözgelimi, toplantı çadırı başka hiçbir kaynakta yinelenmez. Evli­
Babıâli hükümet merkezi olarak Os­ kapısı biçimindeki anlamıyla "bâb-ı kir- ya belki de burada inşa edilen ilk sara­
manlı Devleti ile birlikte tarihe karıştı. pas" terimi o dönemin yönetimini nitele­ yın sahibinin Sokollu olduğunu belirt­
Bir süre Büyük Millet Meclisi Hüküme­ miştir. Osmanlı dönemindeyse terimin mektedir. Yapının 1620lerin sonundaki
t i n i n istanbul Temsilciliğime verildi. anlam içeriği, sıralanan dönem ve uygar- sahibiyse, Halil Paşa (1560 ?-l629) olma­
Sonraları istanbul vilayet binası olarak lıklardaki eşdeğerlerini aşan bir genişlik lıdır. Ancak. Naima, yaklaşık on beş yıl
kullanılmaya başlandı. Hariciye kısmı ise kazanmıştır. Önceleri yalnızca sultan sa­ sonra. Kemankeş Mustafa Paşa'nın 1053/
defterdarlık oldu. Bugün Babıâli'nin sim­ rayını ve onu merkez alan örgüt bütünü­ 1643'teki idamından söz ederken, paşa­
gesi olan bina Vilayet diye bilinmekte­ nü niteleyen "kaptı" sözcüğü, giderek nın sarayının burada olduğu sonucuna
dir. Cumhuriyet yıllarında Babıâli sözcü­ yüksek devlet görevlilerinin yönetim bü­ varmayı sağlayan veriler sunar. Anlaşı­
ğü farklı bir anlam kazanmaya başladı. rosu işlevini de taşıyan konutlarını ve lan, saray oldukça kısa bir süre içinde ve
Uzun yıllar Babıâli denince basın-yayın sonuçta da devlet dairesi kavramım kar­ nasıl olduğu bilinmeyen bir biçimde
dünyası anlaşıldı. Babıâli Yokuşu da bu şılamaya başlamıştır. İlk (dar) anlamıyla onun eline geçmiştir. Benzer durumlarda
anlamda kullanıldı. Ancak günümüzde sözcük "kapıkulu", "kapıya çıkmak", sık sık yapılageldiği gibi, onun idamının
basın dünyasının bellibaşlı kuruluşları ve "kapı ağası", "Bâb-ı Hümayun", "Bâbüs- ertesinde ise. mülkü müsadere edilerek
matbaaların sur dışına göçü sonucu söz­ saade" vb terimlerde görülür. Anlamı ge­ devlet malı haline getirilmiş olmalıdır.
cük bu anlamını da giderek yitirmekte nişledikçe vezirazam sarayına "Paşa Ka­ Çünkü l654'te IV. Mehmed'in aynı yapı
ve tarihsel bir içerik kazanmaktadır. pısı", defterdarlık dairesine "Defterdar topluluğunu onartarak yararlıkları nede­
Bibi. Ahmed Şuayb, Hukuk-ı İdare, I-II, ist, Kapısı", yeniçeri ağasının konutuna "Ağa niyle Derviş Mehmed Paşa'ya armağan
1910-1913; Roderic H. Davison, Reform in Kapısı" denmiş, aynı yaklaşımla "Bâb-ı ettiği bilinir. 24 Temmuz 1660 büyük
the Ottoman Empire, 1856-1876, Princeton. Meşihat". "Bâb-ı Âsafi" ve "Bâb-ı Zapti­ yangınında ortadan kalkan yapılardan
1963; Carter V. Findley, Bureaucratic Reform ye" gibi tamlamalar da oluşturulmuştur.
in the Ottoman Empire: The Sublime Porte söz eden dönemin özgün kaynakları sa-
521 BABIÂLİ

Babıâli'nin
Sadaret Dairesi
olan bugünkü
Vilayet binası.
Hazım Okurer.
1993

rayın adını anmazlar. Oysa, Babıâli böl­ ve bürosu olarak kullanılmakla birlikte, rülen mimari çerçevesini fazla zorlanma­
gesinin kentin çok önemli bir kesimini Paşa Kapışımın burada konumlanması­ mıştır. Hattâ, eldeki kısıtlı sayıda veriden
tahrip eden o yangından kurtulamadığı nın bir kural olmaktan uzak bulunduğu anlaşıldığı kadarıyla, 16. yy sadrazam sa­
bilinir. Yapının bu yangında adı bile anlaşılıyor. Oysa, 1740 sonrasında komp­ raylarında da aynı mekânsal-mimari dü­
anılmayacak kadar önem yitirmesi, belki leks ancak belirgin fiziksel engeller belir­ zen egemendir. Saray, harici ve dahili ya
de sadrazamlık kurumunu güçlendiren diği zaman geçici olarak kullanım dışı da harem diye nitelenen iki kesimi içer­
ve saygınlık kazandıran Köprülü Meh- kalacak, sorun çözüldüğünde, yeniden mektedir. Dahili kesim sadrazamın özel
med Paşa zamanında hiç kullanılmamış aynı işlevi yüklenecektir. Örneğin, 27 konutu olarak kullanılır. Harici kesimse,
oluşundan ötürüdür. Ancak, sarayın Ramazan 1223/16 Kasım 1808'de Alem­ sarayın resmi işlevlere tahsis edilmiş bö­
1660-1682 arasında yeniden inşa edilip dar Olayıf-») sırasında yeniçerilerin ku­ lümüdür ve 18. yy'ın sonlarında sayısı
"miri" statü kazandığı anlaşılıyor. Silah- şatması altında kalan saray bir kez daha 130-200 kadar olan bir memur kitlesinin
dar Tarihi'nden derlenen bu bilgiye gö­ yanar. Sadrazam Beyazıt'ta Yusuf Ağa' çalışma alanıdır. Bu kesimde bulunan ve
re, 1093/1682'de Alay Köşküü+) önünde nın konağına taşınır. 10 Muharrem 1125/ "kalem" diye adlandırılan büroların yine
sadrazamlar tarafından kullanılagelmekte 15 Şubat 1810'da ise yeni Babıâli komp­ 18. yy sonlarında nasıl bir görünüme sa­
olan bir "miri" saray vardır. leksinin temeli atılır. Bu yapım da bir yıl­ hip olduğu da kabaca bilinir. Kalem
O tarihten 1740'a dek bu yapı toplu­ dan az sürede bitirilip yapı 31 Aralık odaları dönemin üst sınıf konaklarmdaki
luğundan söz eden bir kaynak yoktur. 1810'da kullanıma açılır. Ancak, sadece odalardan pek az farklıdır. Onlar gibi,
Ancak, "miri" olmakta devam etmesine on altı yıllık bir ömrü bulunan kompleks bir giriş (pabuçluk) ve ondan bir basa­
karşın, sarayın 1740'ta Paşa Kapısı olarak 2 Ağustos 1826 yangınında yeniden yerle mak yükseltilmiş bir oturma bölümünü
işlev görmediği kesindir. Çünkü, aynı yı­ bir olarak sadrazamı Süleymaniye'deki içermektedirler. Oturma bölümünün üç
lın şubat ayının sonlarında çıkan bir yan­ Ağa Kapısı'na(->) taşınmak zorunda bıra­ tarafı sedirlerle çevrelenmiştir. Bu sedir­
gında yanan kompleks bugünkü Babıâli kır. Yeni kompleksin yapım işlemleri, bu lerde ve onların önünde ikinci bir sıra
değil, o sıralarda Paşa Kapısı olarak kul­ gibi durumlarda adeta gelenekselleşmiş oluşturan minderlerde memurlar oturur.
lanılan eski Maktul İbrahim Paşa Sara- olan bir hızla yürütülerek. 22 Ekim 1827' Sedir ve minder dizisinin arasındaysa,
yı'dır. Cağaloğlu makamı ve konum, dö­ de tamamlanacak ve sadrazamın konu- küçük hattat rahleleri dizilidir. Kalemin
nemin kaynaklarında "eski Paşa Kapısı" tuyla büroları yeni yerleşim alanına bir şefi olan görevli, odanın simetri ekseni
olarak nitelenen şimdiki yerine taşınır. kez daha nakledilecektir. Üstelik, bu ya­ üzerinde konumlanır, sağ ve solda on­
Böylelikle Babıâli'nin bugüne dek ardı­ pım sırasmda çevrede istimlakler yapıla­ dan uzaklaştıkça hulefa ve şakirdan ola­
şık yıkım ve yapımlarla süren kesintisiz rak, Babıâli arsası da büyük oranda ge­ rak kıdemlerine göre pabuçluğa dek di­
yaşamı başlamaktadır. Ne var ki. sadece nişletilmiştir. Ne var ki, bu da kısa ömür­ ğer görevliler sıralanır. Harici bölümün
on beş yıl sonra, 30 Eylül 1755'te bir lü bir yapı topluluğudur. 5 Zilkade 1254/ kalemler dışında bir de arzodasım (belki
başka yangın, bu yapı topluluğunun or­ 20 Ocak 1839'da çıkan yangın onu da de arzodalarım) içerdiği, bu mekânın
tadan kalkmasına neden olacaktır. Yeni­ yeryüzünden siler. Sadrazam ve onunla devlet ricalinin resmi toplantıları için
si yapılana dek Paşa Kapısı, Kadırgada birlikte devletin merkez örgütünün kullanıldığı ve hattâ, içinde ziyafetler de
Esma Sultan Sarayı'na geçici olarak yer­ önemli bir bölümü tekrar geçici barınma verilebildiği anlaşılıyor.
leşir ve 1169 Muharrem'i/Ekim-Kasım alanlarına taşınırlar. Yeni bina yapılınca­
1755'te Babıâli'nin yapımına başlanır. ya dek çok kısa bir süre Vezneciler'deki Dahili ve harici kesimler bodrum ve
Yalnızca sekiz ay sonra, 6 Şevval 1169/3 Necib Efendi Konağı'nda ve ardından da zemin katları dışında tümüyle ahşaptan­
Temmuz 1756'da yapımı bitirilen komp­ Defterdar Kapısı'nda yerleşeceklerdir. dır ve saray tek bir yapı kitlesinden de­
leks sultan tarafından resmen açılacaktır. ğil, farklı işlevlere hizmet eden çok sayı­
1839 yangını Babıâli'nin tarihinde ke­ da yarı bağımsız yapıdan oluşur. Bu mi­
1740'tan başlayarak Babıâli'nin yeni sin bir dönüm noktası oluşturur. O dö­ mari ilkelerin Babıâli özelinde nasıl so-
bir anlam ve işlev kazandığı kesindir. O neme dek bu kompleks tüm yeniden mutlaştığıysa bilinmez. Bilinenlerin ba­
döneme kadar sık sık sadrazam konutu yapımlara karşın, 17. yy'dan beri sürdü­ şında, sarayın ana kapısının Alay Köş-
BABIÂLİ 522

kü'ne baktığı ve 1808'e dek üstünde


sadr-ı âli kethüdalarının dairelerinin ko­
numlandığı geliyor. Bu kapıyla Alay
Köşkü arasında genişçe bir meydanlığın
bulunduğu ve ona. büyük olasılıkla
kumla kaplı olduğundan Kum Meydanı
denildiği de anlaşılmaktadır. Topkapı
Sarayı tarafındaki bu bölge sadrazam sa­
rayının harici kesimini oluşturmaktaydı.
Doğrulanamayan bir bilgiye göre. 1808'
de yanmadan önce Babıâli bürolarının
önemli bölümü deniz ya da Hocapaşa
tarafındaydı. Sarayın dahili bölümünün-
se Cağaloğlu'na doğru uzanan alanda,
kabaca bugünkü Vilayet Konağının ko­
numunda olduğu biliniyor. Bu iki ana
bileşeni dışında, sarayın varlığından ha­
berdar olunan mutfak ve ahır gibi dona­
tılarının yeri de meçhuldür. Babıâli, Mel-
ling'in kitabının sonundaki bir haritada
üzerinde "Vesir Serai ou la Porte'' yazılı
bir komplesk olarak betimlenmiştir. An­
cak, biri ahır olarak nitelenmiş ortası av­ Bâbıâli'ye adını veren Alay Köşkü karşısındaki kapının 19- yy sonlarındaki görünümü.
lulu iki birimi içeren bu şematik harita­ Erkin Emirogiıt fotoğraf arş iri

nın gerçek durumu ne oranda yansıttığı


kestirilemiyor.
ciye Nezareti, ikisi arasındaysa, Şura-yı capaşa yangını sonrasında açılan bu­
Bugünkü Babıâli kompleksi içinde Devlet daireleri yerleşmişti. günkü Ankara Caddesi'nin, çevrenin
1839 öncesinde yapılmış tek bir yapı var­ Mimari açıdan eski Babıâli'den farklı- tüm ulaşım bağlantılarını farklılaştırmış
dır. Aslen Babıâli'ye ait olmadığı halde. laşsa da yeni yönetim merkezini var oluşudur. Yine de bu değişim, yapının
1 8 2 6 veya 1844'teki yeniden yapımlar sı­ eden ana ilkelerin büyük oranda eski ilk inşa edildiği yıllarda gerçekleşmiş
rasında arsa çevreye doğru genişletilir- yaklaşımla bağlantılı oldukları kesindir. değildir; en az yarım yüzyıllık bir süreç
ken, bu yapı da kompleksin sınırları için­ Örneğin, klasik dönemden beri daima içinde belirmiştir. Öyle ki, 20. yy'ın ba­
de kalmıştır. Tek kubbeli ve almaşık du­ devletin merkezi mali yönetimiyle mülki şına gelindiğinde, kuzeydeki girişler
varlıdır ve üzerindeki yazıta göre 971/ yönetimi birbirinden özerk, ama kendi adeta kullanılmaz olmuş ve mimarının
1563-64 tarihli Şah Huban Hatun Medre­ içlerinde adeta "monolitik" iki büyük bü­ 1844'te belki de hiç amaçlamadığı bi­
sesinin dershanesi olmalıdır. Adı geçen rokratik kitle oluşturmuştu: Bâb-ı Defteri çimde güney cephesi ana cephe haline
medresenin faaliyetini 1 8 5 6 ile 1914 ara­ ve Bâb-ı Asafi. Batılılaşma döneminin gelmiştir. Bugün de öyledir.
sındaki bir tarihte durdurduğu bilinir. başlaması ve yeni Babıâli binasının ya­ Sonraki yıllarda Babıâli alanı içinde
Dolayısıyla, medresenin 1826 ya da 1844 pılması, bu örgütlenme ve onun bazı mi­ söz konusu ana kitleden başka sadece
sonrasında burada değil, başka bir yapı­ mari yansımaları açısından oldukça az iki önemli yapı gerçekleştirilecektir. Bun­
da etkinlik gösterdiği düşünülmelidir. şeyi değiştirmiştir. Her şeyden önce, ye­ lardan birincisi, muhtemelen 1846'dan
Babıâli'nin 1839 yangını sonrasındaki ni Babıâli'nin de önceki gibi bir bakan­ başlayarak İsviçreli-İtalyan mimar Gaspa-
yeniden yapımı öncekilerden köklü bi­ lıklar kompleksi olmadığı görülür. Yapı, re Fossati(->) tarafından tasarlanıp yapıl­
çimde farklı olmuştur. Bu döneme dek eski örgütlenmede olduğu biçimde hari­ mış olan arşiv binasıdır. Aynı yıl, o güne
kompleks hem sadrazam konutu, hem ci ve mülki işlevleri ve sadrazamlığı bir­ dek Babıâli'nin kagir bodrum katlarında
de devlet dairesi olarak ikili işlev gör­ birinden bağımsızlaşmamış nitelikte yü­ torba ve sandıklar içinde tutulan ve yüz­
mektedir. Oysa, 6 Rebiülevvel 1 2 6 0 / 2 6 rüten "monolitik" Bâb-ı Âsafi düzenini yıllar boyunca yangınlardan korunması
Mart 1844'te yeniden kullanıma açılan sürdürmektedir. Bu bürokratik örgütlen­ için büyük çaba harcanan belgelerin da­
yapı, artık yalnızca bir resmi bürodur. me, yapının, örneğin. Dolmabahçe Sara- ha çağdaş koşullarda saklanmasını örgüt­
Yaklaşık iki yüzyıllık bir evrim süreci yı'na benzeyen hareketli, ancak tekil bir lemek üzere Hazine-i Evrak Nezareti
nihai sonucuna varmış ve çağdaş bü­ kitlesel ve işlevsel bütün oluşturan mi­ (sonra müdüriyeti) kurulmuştur. Fossa-
rokrasilerin ana özelliği olan noktaya marisinde de ifadesini bulur. ti'nin duvarları kagir, kat döşemeleri,
ulaşılmıştır: "Profesyonel" yöneticinin İç işleyiş mekanizması açısından es­ merdiven, kapı ve pencere kanatları de­
kişisel ve evsel yaşamı kamusal yaşa­ kiyle bağlantılı olsa da yeni Babıâli'nin mirden olan ve İstanbul Tersanesi'nde
mından özerk olacaktır. kentsel konumu eskisinden tümüyle üretilmiş bulunan binası, bu yeni örgü­
Stefan Kalfa adlı bir mimarın ürünü farklıdır. Her şeyden ö n c e . varlığını tün nüvesini barındıracaktır. Yapının di­
olan yeni Babıâli, eskilerden kat döşe­ yüzyıllardır sürdürebilmiş olan küçük ğer bir özelliği de Türkiye'deki ender
meleri hariç, kagir oluşu nedeniyle de Kum Meydanı, söz konusu yapımda Ba­ Palladyen tasarımlardan biri oluşudur.
ayrılmaktadır. Söz konusu yapı çeşitli bıâli bahçesinin içine alınarak yok edil­ Şah Huban Hatun Medresesinden ar­
değişiklik ve yıkımlara karşın, ana hatla­ miştir. Alay Köşkü artık özgün işleviyle takalan yapı. büyük olasılıkla o dönem­
rıyla bugün de varlığını sürdürüyor. An­ kullanılmamaktadır; dolayısıyla, bir den beri aynı kurumun deposu olarak
cak, eski mekân düzeni yalnızca bugün meydanlığa bakması gerekmemektedir. kullanılmaktadır. Fosatti'nin bu yıllarda
Vilayet Konağı olarak kullanılan eski Sa­ 1259/1843-44 tarihli anıtsal kapı bu eski Sadaret Dairesi tarafındaki bir salonu da
daret Dairesi tarafında korunabilmiştir. meydanın ortasında konumlanıyor. veniden dekore ettiği bilinir. 1910larday-
Özgün halindeyken yapı, birbirlerine ku- Öte yandan, 1844'e dek kompleksin sa, komplekse Ankara Caddesi tarafında
zeybatı-güneydoğu doğrultusunda bağlı ana kapısı daima Alay Köşkü tarafında konumlanan ve yine arşiv tarafından kul­
geniş sofalar çevresinde dizilmiş odalar­ olmuşken, yenisinde artık güneye. Ca- lanılacak. I. Ulusal Mimarlık Akımı çizgi­
dan oluşuyordu. Yaklaşık 220 m uzunlu­ ğaloğlu tarafına açılan kapılar da ağırlık sinde küçük bir yapı daha eklenmiştir.
ğundaki bu kitlenin iki ucunda alçak, or­ kazanmıştır. Topkapı Sarayinın işlevini Ana Babıâli yapısı 1844'teki yapımı­
tadaysa yüksek bir bölüm yer almaktay­ yitirişi o yöndeki bağlantının ikinci pla­ nın ardından iki büyük yangın daha ge­
dı. Söz konusu alçak kitlelerden kuzey- na düşmesine yol açmış olmalıdır. Bunu çirmiştir. 21 Cemaziyelevvel 1295/23
batıdakinde Sadaret, güneydoğuda Hari- bütünleyen bir diğer nedense, 1868 Ho­ Mayıs 1878'de ortada Şura-yı Devleti
523 BABIÂLİ BASKINI

Midye-Enez sınırını kabule yanaşıyordu.


Osmanlı o r d u s u n u n Lüleburgaz ve
Kırklareli'nde de yenilişi hükümeti büs­
bütün çıkmaza sokmuştu.
Bu sırada İttihatçılar iktidarı tekrar
ele geçirmek için harekete geçtiler. Bal­
kan Savaşindaki yenilgileri ve Edir­
ne'nin Bulgaristan'a terk edilişini fırsat
bilerek hükümete karşı darbe planladı­
lar. Baskın cemiyet merkezinde hazır­
landı. Enver Bey (Paşa), Talat Bey (Pa­
şa), Hilmi, Sapancalı Hakkı, Midhat Şük­
rü (Bleda), Yakup Cemil, Mustafa Ne­
cip. Kara Kemal ve Ömer Naci baskını
düzenleyen önde gelen kişilerdi.
23 Ocak 1913 günü Enver Bey ve İt­
tihatçı fedailerden Yakup Cemil'in başı
çektiği grup, cemiyetin Nuruosmani-
ye'deki merkezinden ata binerek Babı­
âli'ye yöneldi. Bu arada Talat Bey de
bir grup İttihatçıyla Babıâli'ye gitmişti.
Ayrıca Babıâli binası civarındaki önemli
Günümüzde Babıâli ve çevresi eski görünümünü bir ölçüde korumaktadır. noktalara altmış kadar İttihatçı yerleşti­
Ali Hikmet Varlık, 1993
rilmişti. Yol boyunca toplanan halkın
da katılımıyla ellerinde bayraklarla tek­
barındıran kesimin ve güneydoğu ucu­ BABIÂLİ BASKINI bir getiren kalabalık Babıâli'ye vardı.
nun bir kesimi yanmış ve hızla onarıl­ Kabine toplantı halindeyken Enver
İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından
mıştır. Orta kesim 6 Safer 1329/6 Şubat Bey ve yanındakiler Babıâli'ye girdiler.
23 Ocak 1913 günü düzenlenen hükü­
1911'de bir daha yanacak ve artık ona- Sadaret yaveri Nafiz Bey müdahale et­
met darbesi.
rılmayarak ortadan kaldırılacaktır. Böy­ mek istediyse de öldürüldü. Harbiye na­
Arnavutluk'ta çıkan isyan bastırılırken
lece tek bir kitle yerine birbirinden ba­ zırının yaveri Kıbrıslızade Tevfik Bey de
İttihatçılara muhalif "Halaskar Zabitan"
ğımsız iki ayrı yapı ortaya çıkmıştır. vuruldu. Bu arada Tevfik Beyin taban­
grubu dağa çıktı. Bu kesimin İstanbul'
Cumhuriyet döneminde eski Sadaret casından çıkan kurşunla İttihatçılardan
daki yandaşları hükümete verdikleri
Dairesi kesimi Vilayet Konağı olarak Mustafa Necip öldü. Vurulanlar arasında
muhtırada meclisin dağılmasını, Kâmil
kullanılmaya başlanır. 1930larda cephe­ kapıyı bekleyen polis komiseri Celal
Paşa başkanlığında yeni bir hükümet ku­
lerindeki neoklasik bezemeler soyula­ Bey de vardı. Harbiye Nazırı Nazım Pa­
rulmasını istediler. İttihatçılar boyun eğ­
rak yalın bir biçimde sıvanıp sözde ye­ şa baskıncılara karşı direnip "ne oluyor"
di. Gazi Ahmed Muhtar Paşa başkanlı­
nilenen bu yapı, 1980lerin sonlarında demeye kalmadan Yakup Cemil tarafın­
ğında yeni bir kabine kuruldu (22 Tem­
yeniden eski görünümüne kuvuşturul- dan alnından vuruldu. Silah sesleri üze­
muz 1912); ancak güvenoyu alamadı.
mak üzere bir inşaat etkinliğine sahne rine kabine üyeleri dağılmıştı. Enver
Sadrazamın isteği üzerine padişah mecli­
olur. Diğer kitleyse İstanbul Defterdarlı­ Bey Sadrazam Kâmil Paşamın makamına
si feshetti.
ğı olarak kullanılırken, bir yangın daha girerek sert bir ifadeyle milletin kendisi­
geçirecek ve 19701er boyunca süren O sırada Balkan Savaşı başlamıştı. Si­ ni istemediğini ve istifa etmesini bildirdi.
çok başarısız bir restorasyonla yeniden yasi istikrarsızlığın hüküm sürdüğü bir Kâmil Paşa asker tarafından gelen teklif
kullanılır hale getirilecektir. dönemde ordu savaşa hazır değildi. Ru­ üzerine istifaya mecbur kaldığını padişa­
meli'nin büyük bir kesimi Osmanlı Dev­ ha hitaben yazdı. İttihatçılar buna "aha­
Modern Türkiye tarihinin bu belki de letimin elinden çıktı. Alman yenilgiler li" sözcüğünü de ilave ettirdiler. Böylece
en önemli resmi yapısı belgesel önemi Gazi Muhtar Paşa'yı istifaya zorladı. Kâ­ istifa gerekçesi "ahali ve asker tarafın­
nedeniyle hak ettiği tarihsel, mimari ve mil Paşa kabinesi kuruldu (29 Ekim dan" gelen teklife dönüştü. Bu sırada İt­
resmi dikkate 1923 sonrasında hiçbir 1912). tihatçıların ünlü hatiplerinden Ömer Na­
zaman hedef olmamıştır. Oysa, çağdaş
Bulgar ordusu Trakya'da ilerledi ve ci Babıâli önünde toplanan kalabalığı
Türkiye'yi var eden değişimler dizisini
Çatalca önlerine vardı. Osmanlı ordu­ coşturuyor "Yaşasın millet!.. Yaşasın İtti­
siyasal rolüyle olduğu gibi, mimarisiyle
sunda şiddetli bir kolera salgını hüküm hat ve Terakki!" diye bağırtıyordu.
de örnekleyen bu kompleks, kısmi ye­
niden yapım çalışmaları da dahil olmak sürüyordu. Rumeli'den kaçan binlerce Kısa sürede İstanbul İttihatçıların de­
üzere, çok daha kapsamlı bir ilgiyi ge­ göçmen İstanbul sokaklarında sersefil netimine geçti. V. Mehmed (Reşad) İtti­
reksinmektedir. dolaşıyorlardı. Her gün açlıktan ve has­ hatçıların isteği üzerine Mahmud Şevket
talıktan birçok insan ölüyordu. Paşa'yı kabineyi kurmakla görevlendir­
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 323; Subhi, Ta-
rih-i Subhi, İst., vr 172b-173c; Tarih-i Şâni- Osmanlı hükümeti Balkan devletle­ di. Böylece iktidar tekrar ittihatçılara
zade, I, 146, 339; Tarih-i Vâsıf, I, 43, 66; Si- riyle Londra'da masaya oturdu. 1878'de geçti. Aynı gece Cemal Bey (Paşa) İs­
lahdar Tarihi, II, 299; Müri'i't-Tevârih, I/A, imzalanan Berlin Antlaşması'nın 23- tanbul muhafızlığını, Azmi B e y polis
95, 182; Tarih-i Lutfî, V, 138, VII, 79, 85; maddesini öne süren büyük devletler, müdürlüğünü ve Halil Bey (Paşa) (Kut)
d'Ohsonn. Tableau, VII, 158; (Konyalı), Abi­ bir Osmanlı eyaleti olan Bulgaristan'ın merkez kumandanlığını ele geçirdiler.
deler, 14; T. Gökbilgin, "Babıali", İA, II, 174-
177; İSTA, IV, 1746-1750, 1762-1765; Cezar, işlerine açıktan açığa karışmayı hak gö­ Talat Bey dahiliye nazırı vekili unvanını
Yangınlar, 337-341; Baltacı, Osmanlı Medre­ rüyorlardı. Büyük devletler Babıâli'ye kullanarak vilayetlere çektiği telgrafta
seleri, 434; C. V. Findley, Bureaucratic Re­ bir nota vererek Edirne'nin Bulgaristan'a Kâmil Paşa hükümetinin, Edirne vilaye­
form in the Ottoman Empire: The Sublime ve Ege adalarının kendilerine bırakılma­ tini tamamen ve Ege adalarını kısmen
Porte 1789-1922, Princeton, 1980; S. Eyice, sını istediler. Dolmabahçe Sarayımda düşmana bıraktığını ve bu kararını so­
"Fossati, Gaspare ve Giuseppe", İSTA, IX, toplanan ve ileri gelen devlet adamları­ rumsuz bir meclise tasdik ettirdiğini
5818-5823; ay, "Mimar Gaspare Fossati ve İs­
tanbul", Arredamento-Dekorasyon, S. 43 nın katıldığı Şûra-yı Umumi durumu gö­ kaydediyor ve bu nedenle milli galeyan
(Aralık 1992), s. 128; ay, "Babıâli", DİA, IV, rüştü. Balkan Savaşı'nm ilk evresinde sonucu devrildiğini bildiriyordu.
386-389. alınan yenilgiler ertesi Kâmil Paşa hü­ Kurulan yeni hükümet Ali Kemal ve
UĞUR TANYELİ kümeti Londra Konferansı'nda önerilen Rıza Nur gibi muhalifleri tutukladı. Sad-
BABIÂLİ CADDESİ 524

razam Kâmil Paşa, Şeyhülislam Cemaled- ve diğer yayınları kontrol altında tuta­ lanmadan, bölgeyi "dekorsuz, kulissiz,
din Efendi, Maliye Nazın Abdurrahman bilme amacıyla bunları Babıâli'ye yakın perdesiz bir ortaoyunu meydanı"na ben­
Bey ve Dahiliye Nazırı Reşid Bey ülke bir yerde toplamasıydı. Bir başka görü­ zetir ve sınırlarını oldukça geniş tutarak
dışına çıkarıldılar. Savaşa girmek ve sa­ şe göre, Levanten kültürünü temsil "Sultan Mahmud Türbesi'ndeki Çemberli-
vaşı beceriksizce yönetmek gerekçesiyle eden Galata-Pera'yı "karşı taraf olarak taş Hamamı bitişiğindeki kitapçı Celü'den
Gazi Ahmed Muhtar Paşa ve Kâmil Paşa niteleyen Müslüman Osmanlı kesim, sonra Cağaloğlu istikametine inilir, kitap­
kabineleri aleyhine tahkikat açıldı. kendi kültürel kimliğini yerli bir ortam çılar ve gazete idarehaneleri arasından
Darbe cephede pek değişikliğe ne­ içinde koruyabilmek amacıyla Babıâli ilerlenip Ebussuud Caddesi'nin altına ve
den olmadı. 30 Mayıs 1913 günlü Lond­ çevresinde kümelenmişti. karşısındaki postane tarafındaki sokaklara
ra Antlaşması'yla Edirne- Bulgaristan'a 1870'ten sonra bu bölgede çıkan Türk­ varılır" diye çizer.
geçti. Ağır barış koşulları kabul edildi. çe gazetelerin ve çalışanların sayısı gide­ Bu "Matbuat Meydani'ndaki kalem
Babıâli Baskmı'nın ilginç yönü hükü­ rek arttı. Ahmet Rasim. Babıâli adını kul­ ehlinin 1880'lerdeki sınıflandırılması
metin böyle bir baskının yapılacağından
haberdar olmasıydı. Ancak, bu tür ih­
barlar pek önemsenmiyordu. Nitekim
İstanbul Muhafızlığından Babıâli'ye bir B A B I Â L İ C A D D E S İ
bölük asker getirilmesiyle yetinilmişti.
Şimdi elli altmış yıl evvelki Babıâli Caddesi'ndeyiz. Buradaki hayat büsbütün
Bu bölük de baskın sabahı eğitime çık­
başka bir şeydi o çağlarda.
ma bahanesiyle Babıâli'den uzaklaştırıl­
mıştı. Yerlerine Anadolu rediflerinden Babıâli Caddesi'nde o zaman orta kaldırım yoktu, parke, mozayık filân, iki
yeni silah altına alınmış bir müfreze gö­ yanda eciş bücüş, çaştak çuştak, eğri büğrü, kırık dökük, kanbur zanbur Malta
revlendirilmişti. O nedenle İttihatçılar taşlarından yapılmış, sözümona yaya kaldırımı vardı ki çamurlu, yağmurlu ha­
pek fazla direnişle karşılaşmaksızm Ba­ valarda bunların üstünden yürümek, hele yürüyenleri seyir ve temaşa etmek
bıâli'ye girdiler. Babıâli Baskınımın di­ hem eğlenceli, hem acıklı olurdu. Çünkü taşları gelişigüzel dizilmiş, hayranlığı
ğer bir boyutu İttihatçıların önceden Al­ çeken bir hokkabazlık maharet ve el çabukluğu kerametiyle çimentosuz, kum­
man ve Avusturya elçiliklerini de haber­ suz, harçsız bastırılmış, yani efendim tükürükle yapıştırılmış, her parçası ayrı
dar etmeleridir. Nitekim Alman Elçiliği ayrı oynar, gerçekten şakrak, oynak, fıkırdak bir kaldırım olduğundan, araları­
baştercümanı ile Anadolu Bağdat De­ na, altlarına yağmur suları, çamurlar girer, çıkar, birikir. Üstünden geçenler bu
miryolu Genel Müdürü Huguenen bas­ taşlara bastı mı? bastı. Taşlar hiddetlenir, gazaba gelir, isyan eder, ayağa kalkar,
kın sırasında Babıâli'de bulunuyorlardı. yahut yere gömülür, çamurlar fışkırır, gelip geçenlerin üstlerini, başlarını tepe­
den tırnağa serpme ve serpilme kirletir, leke içinde bırakır.
Babıâli Baskını İttihatçıların muhale­
Arabalara, atlara, eşeklere, köpeklere, öküzlere, ineklere, koyun keçi sürüle­
feti sindirerek ülkeyi fiilen tek parti yö­
rine, ördeklere, tavuklara, hindilere, kazlara, hamallara... Ve damatlara mahsus
netimine sokmalarına neden olan olay­
orta kısım ise güya. hani, odur o! çapından şose müsveddesi gibi bir şeydi.
dır. Kaba kuvvet kullanarak iktidarı ele
Evet şose gibi bir şey ama yalnız toprakla yapılmış. Halis muhlis yerli malı. ilâç
geçirme yöntemlerinin tarihteki kalıcı
için de ötesine berisine o günkü Şehremaneti bir iki avuç çakıl atmış.
bir örneğidir.
Yaya kaldırım ile şose arasındaki kenarlara seller için hendekler açılmış ama
Bibi. F. Ahmad, Ittihad ve Terakki (1908- yağmurlar ve seller bu hendeklerin güzelliğini bozmamak, estetik durumunu
1914), 1st, 1971; S. Aksin, Jön Türkler ve İtti­
hat ve Terakki, 1st, 1980; Y. H. Bayur, Türk kırmamak, yoksa bunları taciz etmemek için midir, nedir? şosenin ortasından,
İnkılabı Tarihi, II, I. Kısım, Ankara. 1943; A. yaya kaldırımların üstünden şarıl şarıl akar, şosenin binbir yerinde hendekler,
F. Türkgeldi. Görüp İşittiklerim. Ankara. tepeler, çukurlar, dağlar, dereler, yarlar, uçurumlar yapar ve yakalayabildiği ka­
1984; Tunaya, Siyasal Partiler, I. III. dar taşları, toprakları sallasırt edip götürür. .Sirkeci istasyonu önünde ehramlar
ZAFER TOPRAK kurardı.
Şu halde yaya kaldırımları kıyılarındaki sel hendekleri neye yarardı?., diye­
BABIÂLİ CADDESİ ceksiniz. Yarardı. İştaynbiruh, Kafkasya birahanelerinde, veya Sirkeci meyhane­
Cumhuriyet dönemi öncesinde, Sirkeci lerinin birinde kafayı fazla tutan, fitil olan, zom olan, yolunu kaybeden gazete
Meydanı'ndan başlayıp Cağaloğlu'na muharrirlerinin yan gelip yatmasına. Kaç muharriri sabahları bu sel yalakların­
doğru dik bir yokuşla yükselen ve Nu- da sızmış kalmış buldular bilseniz!
ruosmaniye Sokağı'yla kesiştiği noktaya Gelgelelim o zaman buralarda yer tutmuş gazetelerle, matbaalara, bunlarla
kadar devam eden yoldu. Cumhuriyet' ilgili yerlere o şeylere. Kafamda kalanlar:
in ilanından sonra, Sirkeci'den İran Bugünkü Adliye postahaneden, yahut postahaneli adliyeden Babıâli Cadde­
Konsolosluğuna, Türk Ocağı ya da eski sine (Ankara Caddesi) gelirken Halk Sandığı olan bina (Alem Matbaası, Ahmet
adıyla Çifte Saraylar Sokağı'na kadar İhsan ve Şürekâsı, Servet-i Fünuri), Babıâli Caddesi'ne köşeyi dönün, İkbal Kü­
uzanan bölümüne Ankara Caddesi, ora­ tü phanesi'nin üstünde (Sucu Kosti'nin dükkânı), Sucu Kosti'nin dükkânı o gün­
dan Divanyolu'na kadarki bölümüne de lerin şairleri, edibleri, gazetecileri için bir mahfildi, bir harabat sarayı. O devrin
Babıâli Caddesi dendi. matbuat hayatiyle bu dükkân kadar ilgili yer pek azdır. Bunun karşısında, cad­
denin solunda Mihran Matbaası, Sabah gazetesi, şimdiki Tan Matbaası, yukarı
Babıâli sözcüğünün Osmanlı'nın yö­
doğru çıkınız. Vakit matbaa ve gazetesinin biraz altmdaki handa ikdam Matba­
netim merkezi anlamı dışında Türkçe
ası, İkdam gazetesi. Şimdiki Vakit'in üst tarafındaki büyük bina (Tahir Bey Mat­
basın merkezi anlamını da kazanması
baası) Baba Tahirln. Ve Malûmat, Servet, Musavver Fen ve Edeb, İrtika, Arapça
1870'lerden sonraya rastlar. Deyim, gide­
el-Malûmat, Fransızca Servet gazeteleri. Geri dönünüz, Meserret apartımanının
rek sadece gazeteleri ve basımevlerini
yanmdan Ebussuud Caddesi'ne giriniz. Sağda (Kırkanbar Matbaası) Tercümandı
değil, basın alanında çalışan bütün
Hakikat, Mecmua-i Edebiye, solda biraz ilerde Hanımlara Mahsus Gazete ile
emekçileri, onların yaşamını, tüm basın
Çocuklara Mahsus Gazete.
dünyasını içeren bir kavram haline geldi.
İkdam Ahmed Cevdet'indi. Servet-i Fünun Edebiyat-ı Cedide Mektebini kur­
Fransızca başta olmak üzere, yabancı muştur. Kırkanbar Ahmet Mithat Efendinindir. Hanımlara Mahsus Gazete ile
dilde gazete ve yayınların merkezinin Çocuklara Mahsus Gazeteyi Ibnülemin Tahir Bey çıkarırdı. Bunların dışında da
Galata-Pera olmasına karşılık, Babıâli gazete ve risaleler vardı. Tarik, Maarif, Mektep, Hazine-i Fünun, Pul Mec­
Caddesi ve Cağaloğlu, 1870'lerden son­ muası, Terakki... O günlerin diğer bellibaşlı tabileri de Asır Kütüphanesi sahibi
ra Türkçe basının merkezi oldu. Bir gö­ Kirkor Faik, Kitapçı Arakel.
rüşe göre, Türkçe basının burada kü­
Sadri Sema, Eski İstanbul'dan Hatıralar, İst, 1991 (ilk basımı 1952), s. 80-82
melenmesinin nedeni, hükümetin, sayı­
lan birden artmaya başlayan gazeteleri
525 BABIALİ CADDESİ

şöyledir: Meşhur edipler ve mümtaz


şahsiyetler, m e ş h u r şairler, başmuharrir­
ler, muharrirler, m a k a l e yazarları, müel­
lifler, mütercimler, m e c m u a l a r ı n kadro­
su, edebiyatımıza m ü n t e s i p görünenler,
şark edebiyatı taraftarları, garp edebiya­
tı taraftarları, k a l e m e r b a b ı n ı n meşhurla­
rım tanıma iddiasında bulunanlar, umu­
mi olarak gazetelerin mensupları, mu­
habirler, musahhihler, imzasız yazı ya­
zanlar, b a ş k a l a r ı n ı n yazılarını k e n d i s i ­
ninmiş gibi gösterenler, h e r y e r d e c e p ­
l e r i n d e o k u n a c a k şiir b u l u n a n l a r , b i r
b a ş k a s ı n a t e r c ü m e , y i n e b a ş k a s ı n a tas­
hih ettirdikten sonra m e y d a n a g e l e n
metni benimseyenler, uydurmasyoncu-
lar, m e ş h u r eserlerin hamalları, e z b e r c i ­
ler, l ü g a t ç i l e r , ç e ş i t l i k i t a p l a r d a n bilgi
toplayanlar, ıskatçılar, piyesçiler.
B u n l a r d a n b a ş k a , bir ikinci grup da­
ha vardır ki k ü ç ü k farklarla b a z e n bun­
lara katılır, b a z e n ayrılırlar: A s k e r v e
m o l l a yazarlar, m e y h a n e l e r d e oturanlar,
dervişler, tasvirciler, nazire, kıta, tahmis,
tesdis söyleyenler, m a n z u m e v e kaside­
lerin şerh edicileri, eski tarz nesir yazar­
ları, tarih d ü ş ü r e n l e r , s e n e b a ş ı şairleri
vb. B u n l a r ı n da altında g a z e t e idarecile­
ri, mürettipler, baskıcılar, hamallar, mü-
vezziler bulunur.
A h m e t Rasim b u kalabalığın m a h ş e r i
andırır ş e k i l d e karışık yaşadığını; i ç l e ­
rinde, ü l k e d e k i M ü s l ü m a n unsurun h e r
birinden k i m s e l e r b u l u n d u ğ u gibi, Rum,
Ermeni, Musevi, Süryani, Keldani, K a t o ­
lik, Levanten, Leh, Macar, Alman, Fran­
sız ve İtalyanlara rastlandığını ekliyor.
Bu da, T a n z i m a t ' ı n önerdiği Osmanlılık
tezinin e n ç o k u y g u l a n m a şansı bulun­
duğu yerin Babıâli o l d u ğ u n u gösteriyor.
B u d e ğ i ş i k k ö k e n l i insanlar, b ö l g e ­
nin k a h v e h a n e , k ı r a a t h a n e v e b i r a h a n e ­
l e r i n d e bir a r a y a gelir; o r t a k şakaları,
ortak düşünceleriyle bir arada yaşarlar­
dı. K a l e m ehlinin en üst düzeyini oluş­
turanların dışındakiler az parayla ç o k
keyfe d a y a n a n bir "gazeteci hayatı" sü­
rerlerdi. Ailesini t a m a m e n terk edip
k e n d i s i n i Babıâli y a ş a m ı n a k a p t ı r m ı ş
k i m s e l e r g ö r ü l ü r d ü . G a z e t e c i simit v e
çayla y a ş a r d ü ş ü n c e s i , b u n l a r gibilerin
hayatından yayılmış olmalıdır.
1 9 2 2 ' d e Osmanlı Devleti'nin tarihe
karışmasıyla, Babıâli deyimi siyasi içeri­
ğini k a y b e d i n c e , s ö z c ü ğ ü n salt b a s ı n ı
ifade e d e n a n l a m ı n ı n yaygınlığı daha da
arttı. Babıâli Y o k u ş u ve d a h a s o n r a Ca-
ğaloğlu Y o k u ş u v e nihayet " B i z i m Y o ­
kuş" deyimleri kullanılmaya başlandı.
"Cağaloğlu" ve " Y o k u ş " deyimleri, belli
bir y ö r e y i a n l a t m a k için ç o k kullanıldı.
Rıfat İlgaz Yokuş Yukarı, H i k m e t Feri­
dun Es Bir Yokuşun Romanı, Y u s u f Zi­
ya O r t a ç Bizim Yokuş adlı e s e r l e r i n d e
Babıâli'deki y a ş a m ı anlatmışlar. Babıâli
deyimi ise g i d e r e k b ü t ü n T ü r k basınını
ifade e t m e y e başladı.
I I . D ü n y a S a v a ş i n m s o n u n a kadar,
yeni gazeteler ve önemli basımevleri yi­
n e b u b ö l g e d e açıldı. G a z e t e c i yaşamı
da, e s k i s i n d e n az farklarla d e v a m etti. Babıâli Caddesi, 1910'lar
İstanbul Ansiklopedisi
Yapısal değişmenin başlangıcı, çokpartili
BABIÂLİ MESCİDİ 526

rejime geçilmesiyle makale gazeteciliği­


nin yerini haber gazeteciliğinin alması
oldu. Ülkenin her yanında sabahın er­
ken saatlerinde satışa sunulmak yarışı,
her şeyden evvel sayfa bağlanmasını ge­
ce yarısından akşam saatlerine geriletti:
bunun sonucunda, gazetede sabahlayan
gazeteci tipi yavaş yavaş kaybolmaya
başladı. Haber, resim ve baskı teknoloji­
lerinde beliren yenilikler de yeni gazete­
ci tipinin ortaya çıkmasına yol açtı.
Babıâli'nin kadroları köklü bir değişi­
me girerken, basının daha 1950lerden
itibaren Babıâli'den uzaklaşmasının baş­
laması, Babıâli deyiminin basınla özdeş-
letirilmesi anlayışını etkiledi. Yeni İstan­
bul basımevini Tepebaşı'nda kurarak bu
alanda ilk adımı attı (1949). Ardından
Tercüman 1950'li yıllarda Beşiktaş'a yer­
leşti, daha sonra tesislerini Topkapı'da
kurdu. Son Havadis ve Milli Gazete de o
bölgeye gittiler. Sabah ise 1980'lerin or­ Babıâli
tasında Mecidiyeköy'e yerleşti. Bütün Rık'ası'na bir
bunlar. "Babıâli dışında kurulan gazete örnek.
yaşamaz" inancını sona erdirdi. Öte yan­ .4// Alparslan arşivi
dan, turizmin gelişmesi, tarihi İstan­
bul'un bu bölgesinin yapı değiştirmesine Bu tür rık'a yazısının harflerinde düz­ ayrıca 15-17. yylarda İstanbul konulu re­
katkıda bulundu. Eskiden Sirkeci bölge­ lük fazla, yuvarlaklık azdır. Adeta kufi simler ve bunların ressamları üzerine sa­
sinde, taşradan gelenlerin yerleştiği ucuz yazısı gibi sert köşelidir. Ayrıca, hızlı ya­ nat tarihi kitapları yazmıştır.
otellerin yerini daha kaliteli turistik otel­ zılmaya elverişli olduğu için günlük iş­ Babinger. bazı çevreler tarafından
ler, turistlere hizmet veren lokanta ve lerde çok kullanılmış bir yazıdır. Harfler eserlerinde tarafsızlıktan uzaklaşmak ve
hediyelik eşya mağazaları aldı. 1980'lerin bazen birbirine girmiş olduğu için keli­ bilimsel dayanaktan yoksun yargılar ver­
son yıllarında Dalanın belediye başkan­ melerin okunması zordur. mekle suçlanmıştır. İstanbul'un fethinin
lığı döneminde, büyük tirajlı gazeteleri Bu rık'a. II. Abdülhamid zamanında, 500. yılı dolayısıyla yazdığı Mehmed der
şehir dışına çıkarmak için bunlara İkitelli hattat İzzet Efendi (1841-1903) tarafın­ Eroberer und seine Zeit (Fatih Sultan
bölgesinde arsalar tahsis edildi. Hürriyet. dan bir sanat yazısı haline getirilmiştir. Mehmed ve Zamanı) adlı kitabıyla yine
Milliyet, Sabah gazeteleri muhteşem te­ Buna rağmen Babıâli Rık'ası 1928'e ka­ tartışmalara neden oldu. Özellikle Fatih
sislerle buralara taşındı. Bu Babıâli'nin dar kullanılmıştır. hakkında, yabancıların vaktiyle onu kö­
kabuk değiştirmesinin son aşaması oldu. Bibi. I. H. Baltacıoğlu. Türklerde Yazı Sana­ tülemek amacıyla yaptığı yakıştırmaları
Basın Sarayı ile Basın Müzesi, bugün Ba­ tı. Ankara, 1958, s. 69-71; İnal. Son Hattatlar. ve söylentileri kaynak belirtmeden aktar­
bıâli ve Babıâli Caddesi'nin geçmişteki 724-729. ması; fetih olayını bir katliam gibi sun­
işlev ve anlamını hatırlatacak tek tük ör­ ALI ALPARSLAN ması, Fatih'i acımasız, kan dökücü bir ti­
nekler olarak varlıklarım sürdürüyorlar. ran olarak anlatması eleştirildi.
BABİNGER, FRANZ Adı geçen kitabın 1978 tarihli İngiliz­
DOĞAN KÖLOĞLU
(1891, Weiden/Almanya - 1967. Draç/ ce basımının önsözünü yazan W. C.
Arnavutluk) Alman Türkolog. Hickman'a göre, yazarın başka kitapla­
BABIÂLİ MESCİDİ
Yükseköğrenimini Münih Ludwig- rında da bu türden özel bakış ve güve­
bak. NALLI MESCİT
Maximilan Üniversitesinde, tarih ve İs­ nilmez bilgilere rastlanmıştır.
lam sanatı konusunda yaptı. I. Dünya Emekli olduktan sonra davetli olarak
BABIÂLİ RIK'ASI
Savaşinm başlaması üzerine. 1 9 l 4 ' t e gittiği Arnavutluk'ta ölen Babinger'in İs­
Rık'a yazısının bir üslubu. Osmanlı-Türk gönüllü olarak İstanbul'a geldi, burada­ tanbul'la ilgili başlıca çalışmaları şunlar­
hattatları tarafından 18. yy in ortalarına ki Alman karargâhında çalıştı. Çanakka­ dır: Stambuler Buchwesen im 18. Jahr­
doğru, divani denen yazının kurallarının le. Kafkasya ve Galiçya cephelerinde hundert (XVIII. yy'da İstanbul Kitapçılı­
değiştirilmesi sonucunda ortaya çıkan bulundu. İ918'de Filistin'e gitti, Cevat ğı) Leipzig. 1919: Die Geschichtsschrei­
rık'a önceleri gelişigüzel yazılırken Babı­ Paşa'mn (Çobanlı) kurmay heyetinde ber der Osmanen und ihre Werke, Leip­
âli'deki devlet dairelerinde yavaş yavaş görev aldı. Savaşın bitiminde Alman­ zig, 1927 (.Osmanlı Tarih Yazarları ve
kendine özgü bir karakter kazanmaya ya'ya döndü. 192l'de, Berlin Friedrich- Eserleri. Ankara, 1982); Vier Bauvorschlä­
başladı. Nihayet, Hariciye Nezareti vekâ­ Wilhelms Üniversitesinde İslam bilimle­ ge Llanardo da Vincis an Sultan Baje-
letinde bulunan; daha sonra maliye nazı­ ri doçenti; 1924'te ise ünlü şarkiyatçı C. zid II (Sultan II. Bayezid'e Leonardo da
rı olan Ebubekir Mümtaz Efendi (1810- H. Beckerln desteğini kazanarak Doğu Vincimin Dört Proje Teklifi), Göttingen,
1871) tarafından nispeten güzel ve ka­ dilleri profesörü oldu. 1952; Mehmed der Eroberer und seine
ideli bir biçimde yazıldığı görülünce, Naziler iktidara gelince 1934'te üni­ Zeit (Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı),
onun yazı üslubu başkaları tarafından da versiteden uzaklaştırıldı ve Almanya'dan Münih. 1953; Sultanische Urkunden zur
benimsendi. Gençliğinde Divan-i Hüma- ayrıldı. 1935'te Romanya'da Bükreş Üni­ Geschichte der Osmanischen Wirtschaft
yun'da güzel yazı öğrendiği ve kısa bir versitesinde, 1937-1943 arasmda ise Iaşi und Staatsverwaltung am Ausgang der
zaman sonra divani ve celi divani yazılar (Yaş) Üniversitesinde çalıştı. Savaştan Herrschaft Mehmed II der Eroberer (II.
hattatlığına getirildiği için rık'aya güzel sonra Almanya'ya döndü ve I 9 4 8 ' d e Mehmedln, Ticaret ve Devlet Yönetimi­
bir biçim kazandıran Mümtaz Efendi'nin Münih Ludwig-Maximilan Üniversite­ ne İlişkin Bir Fermanının Tıpkıbasımı),
üslubu, sonradan gelenlerce de sürdü­ sinde Yakındoğu Tarih ve Medeniyeti Münih. 1956: Fetihname-i Sultan Meh­
rüldüğünden, bu yazıya "Mümtaz Efendi ve Türkoloji kürsüsünün başına geçti. med (İst, 1956), Drei Stadtansichten von
Rık'ası" veya yazıldığı yere nispetle "Ba­ Konstantinopel, Galata und Skutari aus
Çalışmalarının büyük bölümü Türk
bıâli Rık'ası" adı verilmiştir. dem Ende des 16. fahrhunderts (16. yy
tarihi ve Türk dili üzerine olan Babinger.
527 BADOER, GIACOMO

Sonlarına Ait İstanbul, Galata ve Üskü­ aşk âteşi dağlar", "Neş'eyle geçen ömrü­ tırlık, bohçacılık ederlerdi. Kimileri de
dar'ın Üç Manzarası), Viyana. 1959; Zwei mü eyvah keder ettin" gibi şarkıları sık kaçak esircilere gidip kendilerini sattırır-
Stambuler Stadtansichten aus den Jah­ sık okunan Bacanos, Türk musikisinin lardı.
ren 1616 und 1642 (I6l6 ve 1642 Yılla­ yetiştirdiği birkaç büyük udiden biridir. Bacıların bir âdeti, istanbul'daki er­
rına Ait İki İstanbul Manzara Resmi), Uttan çıkardığı ses taklit edilemeyecek kek hemcinsleri haremağaları gibi, her
Münih, i960; Ein weiteres Sultansbild ölçüde zengindi. Son yetmiş yılın udileri yıl 1 Mayıs günü Çamlıca'daki Çilehane
von Gentile Bellini? (Gentile Bellini'nin arasında "Yorgo üslubü'ndan hiç etki­ Bayramıma katılmaktı.
Bir Başka Sultan Portresi mi?), Viyana, lenmemiş sanatçı yok gibidir. Mızrap şa­ Cumhuriyetin ilanından (1923) sonra
196ı; Ein Unbemerkte Hollandische kırtısı çıkarmayan keskin, tannan bir
Grossansicht von Konstantinopel (İstan­ İstanbul'a türlü yollardan zenci kadın
ses: açık tel-basılı perde farkını ortadan getirtilmesi sona ermekle birlikte önce­
bul'un Gözden Kaçmış Bir Felemenk
kaldıran kaydırmasız, temiz parmak bas­ den gelenler. 1940lara değin, kapılan­
Tablosu). Göttingen, 1962.
kıları; çok sağlam ritim duygusu sonucu dıkları ailelerin ikinci, üçüncü kuşakları
Makalelerinden 83'ü, merkezi Mü­ hızlı parçalarda "lavta mızrabı" denen yanında barınma olanağını bulmuşlar;
nih'te bulunan Südosteuropa-Gesell­ teknikle aynı anda hem tempo verip bunlara, ana baba yadigârı gözüyle ba­
schaft (Güneydoğu Avrupa Derneği) ta­ hem ezgi çalma yeteneği; taksimlerinde kılmıştır.
rafından üç cilt olarak 1962, 1966 ve bayağı ezgilere rağbet etmeyip klasik Tanzimat dönemi ve sonraki Türk
1976 yıllarında basılmıştır. makam anlayışına sadık kalması ut üslu­ edebiyatının roman ve hikâyelerinde,
Bibi. F. Babinger, Aufsätze und Abhandtun­ bunun başlıca özellikleridir. Sanatçı aynı bacı tipinin sıkça işlendiği görülür. Aynı
gen zur Geschichte Südosteuropas und der zamanda "varyasyon" denilen süslü ve­ dönemlere ait anılarda da bacılara iliş­
Levante, Münih, 1962, s. 1-51; M. Gubuoğlu, ya alternatifli ezgi yaratma sanatının da kin ilginç olaylar anlatılmıştır. Bacı tipi­
"Franz Babinger". Studia et Acta Orientalia. Tanburi Cemil Bey'den sonraki büyük ni radyoda Selçuk Kaskan'ın yazdığı
Budapeşte, 1968, s. 233-235; H. J. Kissling. bir ustasıydı; günümüzde birçok fasıl
"Franz Babinger (1891-1967)". Sud-Ost For­ Uğurlugiller skeçlerinde Reşit Baran(->)
aranağmesi onun varyasyonlarıyla çalı­ canlandırmış, daha sonra bu rolü radyo­
schungen, XXVI, s. 375-379; İSTA, IV. 1773- nır. Gerek taksimleri, gerekse besteli
1774; IA, IV, 391. da ve televizyonda Tevfik Gelenbe sür­
eserlerdeki hemen ayırt edilen icrasıyla dürmüştür.
İSTANBUL
Yorgo Bacanos, Türk saz musikisinin İSTANBUL
BACANOS, YORGO büyük üstatlarından biridir.
(1900, Silivri - 24 Şubat 1977, İstanbul) CİNUÇEN TANRIKORUR BADOER, GIACOMO
Rum asıllı udi, besteci. Lavtacı Haralam- (15. yy) 1436-1440 yıllarını Konstantino-
bos'un oğludur. Besteci, kemençeci Ale- BACI polis'te geçiren Venedikli tüccar. Bura­
ko Bacanos ağabeyi, kemençeci Anastas İstanbul'daki esir pazarının yıktırılması da yaptığı işleri kaydettiği muhasebe
dayısı, kemençeci Sotiri de amcasının ve köle alım satımının yasaklanmasın­ defteri Bizans başkentinin 15. yy ticaret
oğludur. Saint-Benoît Lisesi'ne girdiyse dan (1847) sonra, hacca gidenlerin ya yaşamına ışık tutan nadir ve önemli
de musiki hevesiyle okulu yarıda bırak­ da görevle Hicaz'a, Yemene, Afrika'ya kaynaklardan biridir.
tı. Babasından aldığı lavta dersleriyle gidip dönenlerin getirdikleri zenci kadın Badoerin ticari hesap defterinde ka­
musikiye başladı, ayrıca Büyük Sinan- kölelerdi. Köle kaçakçılığı yapanlar da yıtlı bilgilerden anlaşıldığına göre Kons-
yan'dan Batı müziği tekniğiyle piyano Afrika'dan aldıkları zencileri istanbul'a tantinopolis, Bizans İmparatorluğu'nun
dersleri aldı. Taksim'deki Eftalofos Gazi- getirip gizlice satmaktaydılar. Aile içinde bu devirde karşı karşıya bulunduğu si­
nosu'nda çok genç yaşta profesyonelli­ bunlara bacı, arap bacı, kara anne, dadı, yasi, iktisadi ve diğer tüm zorluklara
ğe yöneldi; dört-beş yıl içinde şöhret ol­ kara böcek vb lakaplar verilirdi. rağmen. Batılı ve Doğulu tüccarların sık
du. Piyanoda da başarılıydı. İstanbul aileleri için bacı, evin uğuru sık uğradığı, Bizanslıların da katılımının
Bacanos 1927'de Büyük Postane'nin gibiydi. Çoğu zaman da gelin edilen kı­ kayda değer olduğu, canlı bir uluslara­
üstünde Türk Telsiz Telefon Şirketi'ne zın yanına, onunla akran bir bacı katı­ rası ticaret merkezi niteliğiyle varlığını
bağlı ilk radyo açıldığı zaman, ağabeyi lırdı. Bacı. koca evinde, gelinin dert or­ sürdürmekteydi. Sadece orta seviyede
Aleko ile birlikte, radyo müdürü Mesud tağı, sırdaşı, yardımcısı, oda hizmetçisi bir tüccar olan Badoerin Bizanslı, ital­
Cemil tarafından iki kişilik fasıl heyetin­ olur, doğan çocuklara dadılık ederdi. yan, Osmanlı ve diğer tüccarlarla girişti­
de çalmak üzere davet edildi. Bu tarih­ Giderek yaşamını hanımına bağlar, aile­ ği muhtelif ticari faaliyetlerinde yılda
ten başlayarak elli bir radyoda çaldı. nin bireyi konumunda ölünceye kadar dönen para ortalama 126.000 Bizans Al­
1928'de gene Aleko Bacanos ve kanuni evden kopmazdı. tını (hiperpira) civarındaydı. Kentteki
Ahmet Yatman ile birlikte, Hafız Kemal Yalnız zengin konaklarında değil orta yabancı tüccarlar arasında İtalyanlar,
ile Hafız Sadeddin'e (Kaynak) eşlik et­ halli evlerde bile bacılar vardı. Bunların bunların arasında da başta Cenevizliler
mek üzere Berlin'e gidip plak doldur­ kölelikleri. Osmanlı yasalarına göre söz ve sonra Venedikliler, Badoerin iş iliş­
du; bir yıl sonra kemani Sadi Işılay ve konusu değilken seran köle sayılmak­ kileri içinde bulunduğu en kalabalık
Aleko Bacanos ile, Işılay'ın eşi Denizkı­ taydılar. Fakat aileler bacıları açıkça alıp grubu teşkil etmekteydi. Anılan yabancı
zı Eftalya'ya eşlik etmek üzere Paris'e satamazlardı. Evin birçok işini yüklenen, gruplar aynı zamanda oldukça büyük
gitti. Doldurduğu rast, hüzzam, hüseyni, örneğin aşçılık, çocuk bakıcılığı, temiz­ sermayelerle ticaret yapıyorlar, Batı'dan
nihavent taksim plakları bu döneme ait­ lik yapan bacılar, hamama bohça götü­ beraberlerinde çoğunlukla ipek kumaş­
tir. Aynı ekiple Kahire'ye geçen sanatçı rürler, çarşıya pazara gezmeye gidişler­ lar getirip, Avrupa pazarlarına Konstan-
burada başta ünlü Ümmü Gülsüm ile de hanıma koruyuculuk yapar, dert din­ tinopolis'ten çeşitli hammaddeler ve
ona eşlik eden besteci, udi Muhammed ler bazen dedikodu üretirlerdi. Çocuk­ balmumu geri götürüyorlardı.
el-Kasapçı olmak üzere Mısırlı musikişi­ lar, bunlardan kâh korkar, kâh kucakla­ Sayıları çok fazla olmamakla birlikte,
nasların takdirlerini kazandı; hocalık et­ rından inmezlerdi. Kent kültürünü yete­ kentte Osmanlı tüccarları da bulunmak­
mek üzere Kahire'de kalma teklifini ise rince edinememiş olan ve Türkçeyi ken­ taydı. I. Bayezid (Yıldırım)(-») zamanın­
kabul etmedi. 1946'da istanbul Belediye dilerine has bir şiveyle konuşan bacılar, da Konstantinopolis'te kurulan Türk ma­
Konservatuvarı icra Heyeti'ne katıldı; aile ortamında birçok gülünç olaylara hallesinin Ankara Savaşı'ndan ( 1 4 0 7 )
1953'ten itibaren Münir Nurettin Selçuk neden olurlar ve günlük yaşamın tuzu sonra yok edilmesini izleyen yıllarda.
yönetiminde iki haftada bir Şan Sinema- biberi sayılırlardı. Kapılandıkları aile Osmanlı tüccarları buradaki ticari faali­
sinda klasik Türk musikisi konserleri içinde yaşamlarını tamamlayanlar mutlu yetlerine geçici olarak ara vermişlerdi.
veren bu toplulukta 19601ı yılların orta­ ölürler, fakat geçinemeyenler, kendileri­ Bir süre sonra Bizans başkentine tekrar
larına kadar çaldı. ne yeni bir kapı ya da eş ararlar, bula­ gitmeye başlayan Osmanlılar, Badoerin
Özellikle "Sevdası henüz sinede gön­ mazlarsa evsiz barksız kalır, şurada bu­ muhasebe kayıtlarında görüldüğü gibi.
lüm gibi sağdı", "Hâlâ kanayan kalbimi rada gündelikçilik, çocuk bakıcılığı, na­ 1 4 3 0 ' l a r d a burada balmumu, kuru
BAĞCILAR İLÇESİ 528

üzüm, hayvan postu, yün, keten ve ku­


maş ticareti yapıyorlardı. Ancak Osman-
lı-Bizans siyasi ilişkilerinin bozuk oldu­
ğu 1439-1440 arasında. Badoerln kayıt­
larında hiçbir Osmanlı tüccarının adına
rastlanmaz.
Badoerln iş yaptığı Bizanslılar ise sa­
yıca çok olmakla beraber, bunların giri­
şimlerinin parasal hacmi, özellikle kent­
teki İtalyanlarınkine görece, oldukça
düşüktü. Bizanslı tüccar ve işadamları­
nın çoğunluğu perakende alım satım iş­
leriyle uğraşırlardı ve aralarında deniza­
şırı ticarete katılanların oranı küçüktü.
Bibi. U. Dorini, T. Bertele (haz.), II Libro dei
Conti di Giacomo Badoer (Constantinopoli.
1436-1440), Venedik. 1956; T. Bertele. "II
giro d'affari di Giacomo Badoer: precisazloni
e deduzioni", Akten des XI. intemationalen
Byzaniinistenkongresses, Münih, I960, s. 48-
57; M. M. Sitikov, "Konstantinopol'i veneci-
anskaja torgovlja v pervoj polovine XV v. po
dannym knigi scetov Dzakomo Badoera",
Vizantiiskij Vremennik, XXX, 1969, s. 48-62-,
N. Necipoğlu, "Ottoman Merchants in Cons­
tantinople during the First Half of the Fif­
teenth Cenmrv". Byzantine and Modem Gre­
ek Studies, XVI, 1992, s. 158-169.
Bağcılar İlçesi
NEVRA NECİPOĞLU
İstanbul Ansiklopedisi

BAĞCILAR İLÇESİ
İstanbul'un Rumeli kesiminde, Çatalca olan, adını da bağ ve bahçelerden alan lık en yaygın işlerden biridir. Yine kü­
Yarımadasında yer alır. Kuzeyden ve bölgede ilk gecekondular, ilin diğer ge­ çük arabalarıyla seyyar satıcılık yapan­
doğudan Güngören, güneyden Bahçeli- cekondu bölgelerinden biraz daha geç lar, küçük dükkânlar, ilçenin mahallele­
evler, batıdan Küçükçekmece ilçeleri ile olarak 1960'lardan sonra yapılmaya rinin sosyal profilini çizmektedir.
çevrilidir. Bu alan içinde, yüzölçümü başlanmıştır. Askeri birliklerin de varlığı Bağcılar İlçesi'ni batıdan sınırlayan,
20,98 km2'dir. hesaba katılırsa 1970 sayımında 8.500 havaalanı ile T E M İ bağlayan "Trakya
Bağcılar (Yeşilbağ) 1981'e kadar Ba­ civarı olan nüfus 20 yıl içinde 300.0001 Otoyolu-E-5 Bağlantı Yolu'' üzerinde ve
kırköy İlçesi içinde bağımsız bir beledi­ aşarak diğer iç göç bölgeleriyle karşı­ çevresinde 1990'lardan sonra yer alma­
ye iken 1981'de yapılan düzenlemeyle laştırıldığında bile benzersiz bir artış ya başlayan basın kuruluşları ve Metro
önce Bakırköy İlçesi'nde İstanbul Bele- göstermiştir. gibi büyük mağazalar ilçeye yeni özel­
diyesi'ne bağlı dört şube müdürlüğün­ Bağcılara yönelen iç göç, daha çok likler kazandırmaktadır. Hürriyet gaze­
den Güngören'e bağlandı; daha sonra Karadeniz ve Orta Anadolu kaynaklıdır. tesi, tesislerini Bağcılar'ın mahallelerin­
1984'te bütün bu şube müdürlükleri ye­ 1960'ların gecekonduları 1980'lerdeki den olan Güneşli'ye taşımış, bağlantı
niden Bakırköy Belediyesi'ne dahil edil­ imar aflarmdan da yararlanarak günü­ yolunun batısında ve Küçükçekmece İl­
di. 3 Haziran 1992'de yürürlüğe giren müzde kat ortalaması 5 veya 6 olan çesi sınırları içinde yer alan İkitellideki
3806 sayılı yasayla bağımsız bir ilçe olan apartmanlara dönüşmüş, ilçe küçük bir Sabah, Milliyet ve diğer basın kuruluş­
Bağcılar, aşağıda adları verilen 21 ma­ Anadolu kasabası görünümü kazanmıştır. larıyla Bağcılar'ın bir bölümünü de içe­
halleye sahiptir. İlçenin kendisine bağlı İlçenin faal nüfusu, ilçenin dışındaki ren bölge, İstanbul'un basın merkezi
köyü yoktur. Mahalleleri şunlardır: Bağ­ büyük sanayi kuruluşlarında olduğu ka­ haline gelmeye başlamıştır.
cılar, Bağlar, Barbaros, Çınar, Demirka- dar Bağcılar'ın bütün semtlerine yayıl­ Bağcılar İlçesi'nde 18 ilkokul, 15 ilk­
pı, Evren, Fevziçakmak (Kirazlı bölgesi), mış küçük atölyelerde, imalathanelerde öğretim okulu, 1 ortaokul, 4 lise ve 1
Fevziçakmak (Bağcılar bölgesi), Hürri­ çalışmaktadır. Marangozluk, doğramacı- endüstri meslek lisesi bulunmaktadır.
yet, Güneşli, Göztepe. İnönü, Kazımka- İSTANBUL
rabekir, Kemalpaşa, Mahmutbey (mer­
kez), Sancaktepe, Yavuzselim, Yenigün, Bağcılar'ın Nüfus Gelişimi
BAĞDAT CADDESİ
Yenimahalle, Yıldıztepe ve Yüzüncüyü.
Yıllar Erkek Kadın Toplam Anadolu yakasında, Kadıköy İlçesi sınır­
B a ğ c ı l a r ı n nüfus gelişimi, ilçenin ları içinde ana ulaşım yolu. Bağdat Cad­
1935 1.124 709 1.833
sosyal yapısı konusunda da bir fikir desi, şehre doğrudan gelen yolun bir
vermektedir (bak. tablo). 1940 1.196 792 1.988 bölümünü teşkil eder. Bizans dönemin­
Demografik gelişmenin dikkat çeken 1945 1.300 799 2.099 de de var olan bu yol, kıyının az içeri­
bir özelliği, 1970-1990 arasındaki yakla­ 1950 3.869 sinde İzmit'ten Üsküdar'a kadar uzanı­
şık yüzde 3.500ü bulan olağanüstü ar­ yordu. Bu yol ile kıyı arasında en azın­
tış, diğer bir özelliği de kadm nüfusun 1955 2.994 1.179 4.173
dan iki manastır bulunduğu, biri Şaşkm-
erkek nüfusa oranla azlığıdır. I960 2.360 1.208 3.568 bakkal'da. diğeri ise Bostancıda Çatal-
Öteden beri askeri tesis ve kışlaların 1965 4.486 1.571 6.057 çeşme'de bulunan bazı kalıntılardan an­
bulunduğu bölgede erkek nüfus fazlalı­ 1970 4.674 8.593 laşılır. Bostancı dolaylarında yeri kesin­
3.919
ğı, kışlalardaki er sayısıyla açıklanabilir. likle bilinmeyen bir yerde ise Satiros
1975 17.323 14.752 32.075 Manastırı bulunuyordu. Bir süre bu dini
Bölge nüfusundaki büyük artışın nede­
ni ise, İstanbul'un benzer ilçe ve bölge­ 1980 43.601 38.646 82.247 yapının kalıntısı olduğu sanılan önemli
lerinde de gözlenen iç göç olgusudur. 1985 ? •/ 169.762 bir yapının bodrum katı ve mahzeni
1950lere kadar bağlık bahçelik, gev­ olan bir altyapı ise Bağdat Caddesi'nin
1990 ? 306.586
şek yerleşimli bir köy görünümünde kenarında Küçükyalı'da bulunmaktadır.
529 BAĞDAT CADDESİ

Bunun İmparator Teófilos döneminde nın yan yana geçebileceği, tozlu ve kışın (selyaranı) ve bir de ölçüsü verilen aya­
9. yy'ın ilk yarısında yapıldığı bilinen çamurlu toprak bir şose yol halinde olan ğın ortadaki büyük gözün bir parçası
Bryas Sarayı(->) olduğu anlaşılmıştır. Bi­ Bağdat Caddesi 1930'dan sonra Bostancı henüz görülebiliyordu. O sırada, olması
zans dönemindeki tam güzergâhının bi- yönünden Fenerbahçe yolu kavşağına gereken diğer küçük gözden bir kalıntı
linmeyişine karşılık Türk dönemindeki kadar asfalt kaplanmış, buradan Kadıköy- fark edilemedi. Yakın tarihlerde burada
izi, bu yol kenarında değişik tarihlerde Üsküdar yönlerindeki devamı parke dö­ üst üste yapılan üç düzenlemeden son­
yapılan köprü, çeşme ve namazgahlar­ şeli olarak bırakılmıştır. Bu durum böy­ ra bu tarihi köprünün bütün izleri orta­
dan takip edilebilmektedir. lece uzun yıllar sürmüştür. 1935'ten son­ dan kalkmıştır. Köprünün her iki ucun­
Osmanlı döneminde, Üsküdar'dan ra da caddenin iki tarafından tramvay da da sağlı sollu, Karacaahmet Mezarlı­
Şam veya Bağdat yönünde gidecek ker­ hatları geçirilmiştir. Önceleri bu tramvay ğımın devamı olmakla beraber ayrı ad­
vanlar gibi, Doğuya yapılacak seferler­ hatlarının içleri balastlı, ayrı yolları var­ lar alan mezarlıklar (Mahmud Baba, Sö-
de ordu, bu yol üzerinden yolculuğuna ken. 1940'tan sonra Bağdat Caddesi'ni ğütlüçeşme, Taşköprü) bulunuyordu.
başlıyordu. Mühendis F. Kauffer tarafın­ genişletebilmek için, raylar esas cadde­ Taşköprü'den Kızıltoprak yönünde,
dan, Fransa'nın elçisi Comte de Choise- nin kotuna indirilerek trafik yolu daha solda Papazınbağı denilen geniş bir bağ
ul-Gouffier için 1776'da çizilen, fakat ferah bir duruma sokulmuştur. ve bostan vardı. Bundan soma da solda
1786'da yine F. Kauffer ile Le Chevali- Bağdat Caddesi, Adnan Menderes dö­ Kalyonlar Başhalifesi Hacı Ömer Efen­
er'nin düzeltip tamamladıkları İstanbul nemindeki şehir düzenlemesi sırasında dimin 1186/1772'de yaptırdığı güzel bir
ve çevresini gösteren haritada, o sıralar­ 1958'de tekrar ele alınmış ve zaten tram­ namazgah yer almıştı. Çok değişik bi­
da etrafı tamamen boş kırlık olan yerler­ vay hatları da bütünüyle kaldırıldığından, çimde bir çeşme, namazgah sofası, kıb­
den geçen bu yol İzmit yolu (Chemin cadde aylar boyunca trafiğe kapatılarak le taşı ve mermer bilezikli kuyudan olu­
de Nicomédie) olarak işaretlenmiştir. yeniden genişletilmiş, kazılmış, iki yanın­ şan bu küçük manzume çok yaşlı üç
Necip Bey'in adı altında İstanbul Şehre­ daki bahçeler istimlak edilerek kesilmiş, ağaç ile gölgelenmişti. Yanındaki hazi-
maneti (Belediyesi) tarafından, Kadıköy duvarlar geri alınmıştır. 1960'lardaki hü­ rede, namazgahın kurucusu Ömer Efen­
paftası 1918'de yayımlanan şehir planın­ kümet değişikliği kargaşası içinde uzun di (ö. 1191/1777) ile ailesi mensupları­
da, yalnızca dereden doğuya doğru kısa süre öylece kalan çalışmalar, sonra tekrar nın mezarları bulunuyordu. Yakın za­
bir parçası Bağdat Caddesi olarak adlan­ sürdürülerek Bağdat Caddesi yeniden man önce namazgah ve mezarlar da
dırılan yol, Kızıltoprak'tan itibaren Ihla­ düzenlenmiş, bazı bölümlerinde yaya kaldırılmış, ağaçlar kesilmiş, yerlerine
mur Caddesi olarak işaretlenmiştir. kaldırımları ile trafik yolu araşma iki sıra bir oto galerisi ile apartmanlar yapılmış­
Bu yol Bağdat Caddesi adı ile istan­ halinde çınar ağaçları dikilmiştir. tır (geriye yalnızca bir ağaç kalabildi).
bul Belediyesi tarafından 1934'te yayım­ Bedrettin Dalan'ın belediye başkanlı­ Az ileride Kadıköy'den gelen yolun
lanan Ìstanbul Şehri Rehberinde Yo- ğı yıllarında (1984-1989) Kalamış'tan iti­ birleştiği yerde Zühdî Paşa Çamii'nin ar­
ğurtçu-Kurbağalı derelerinin evvelce üze­ baren sahilin doldurulması ve sahil yo­ kasında, Ihlamur menzili denilen bir yer
rinden geçen Taşköprü'den başlamakta­ lunun yapılması, Bağdat Caddesi'nin vardı. Burada evvelce ulu çınarlar bu­
dır. Bu başlangıç şimdi, Fenerbahçe Sta- yalnızca Kadıköy yönünde tek istikamet lunduğuna göre herhalde bir namazgah
dı'nın arkasında, Kadıköy-Üsküdar-An- olarak trafiğe tahsisi ile de yeni bir dö­ da olmalıydı. 1177/1763 tarihli, "Kadı
kara yollarının birleştiği yoncanın oldu­ nem başlamıştır. karyesi sakinlerinden Kürt Hasan Ağa"
ğu yerdir. Buradan itibaren doğuya uza­ Bağdat Caddesi'nin Osmanlı dönemi nın hayır eseri olan ve 1955'te arkasın­
nan Bağdat Caddesi, Kalamış Koyu hi­ boyunca iki tarafının boş ve ekili arazi daki apartmanın sahibi tarafından yıktı­
zasında bir kavis yaptıktan sonra, he­ olduğu bilinir. Burada, resmen Bağdat rılan bir de çeşme vardı.
men hemen düz bir çizgi halinde Fe- Caddesi'nin başladığı Taşköprü, 16. Feneryolu'nu geçtikten sonra Selami-
neryolu, Çiftehavuzlar, Göztepe, Eren­ yy'da yapılmış, klasik üslupta üç gözlü çeşme semtine adına veren namazgah
köy, Suadiye semtlerinden geçerek Bos­ bir köprü idi. 1957'de bu köprünün ile çeşme görülür. Bunlardan namazgah
tancı Deresinin batı tarafındaki Bostan­ modern köprünün altında kalan 6,50 m 23,10x12 m ölçülerinde, taş duvarla çev­
cı Çarşısina ulaşıyordu. açıklığındaki küçük gözlerinden biri ile rili bir sofa idi. Kıble taşı 1194/1780 ta­
1930'lu yıllara kadar ancak iki araba­ 3,60 m genişliğinde bir ayağı, mahmuzu rihli olup, yüzeyi zengin surette kabart-

Bugünkü Bağdat Caddesinden görünümler. Sağda Caddebostan'da Bağdat Caddesine


açılan bir sokak.
Fotoğraflar Elif Erim, 1992
BAĞDAT CADDESİ 530

malarla bezenmişti. Namazgahın yerinde Hâce Mahtume Hatun'un cariyesi Hâce leri sayar. Cadde üzerinde ise Kâzım
şimdi benzin istasyonu vardır. Karşısın­ Narkerâb Kalfa tarafından ihya edilmiştir. Paşa ile adını vermediği bir mollanın
da olan Selamiçeşme ise 1 2 1 5 1 8 0 0 ta­ Bağdat Caddesinin istanbul Belediye­ köşklerini bildirir. 1940lara kadar, Kala­
rihli ilk kitabesine göre Kethüda Şuhî si sınırlarının ucunda olan Bostancı men­ mış'a ayrılan caddenin kenarında çok
Kadın tarafından ihya edilmiştir. İkinci zili ise evvelce Bostancıbaşı kolluğunun büyük bir köşk bulunuyordu. Solunda
kitabede ise çeşmenin 1254/1838'de Ha­ önünde olan birkaç yaşlı ağacın gölgele­ Hakkı Paşa'nmki ile Hüseyin Avni Pa-
zinedar Usta tarafından II. Mahmud'un diği, geniş bir namazgah ve bir çeşme şa'nm damadı Reşid Paşa'nm köşkleri
isteği üzerine bir daha tamir ettirildiği ile işaretlenmişti. Çeşme ve kıble taşı vardı. Sağdaki Abacıbaşı Köşkü sonra
öğrenilir. Bağdat yolundan giden yolcu­ son yıllarda birkaç defa yer değiştirmiş Esad Paşa'nm olmuştur.
ları ikinci kademe uğurlama yeri olan ve son olarak da çok çirkin bir biçimde Yine S. Muhtar Alus'un yazdığına gö­
Selamiçeşme'nin kitabeleri evvelce ka­ yan yana dikilmiş, namazgah sofası ise re. Bağdat Caddesi'nin sol tarafında,
zınmışken, 196l'de bir müteahhitin gay­ ortadan kalkmış, sadece ağaçlar kalmış­ sadrazam yaveri Cemal Paşa'nm bağları,
reti ile yeniden işlenmiştir. tır. Ahşap bir bina olan Bostancıbaşı kol­ bostanları, kebir havuzu, kaskatları ve
Bağdat yolu, şimdiki Caddebostan luğu da, Bostancı Karakolu olarak uzun sayfiyegâhı. sağda sonradan yapılan ca­
semtinde, sol tarafta Çukurçeşme olarak yıllar hizmet ettikten sonra son yıllarda mi (Erenköy-Galip Paşa Camii), Şem-
adlandırılan bir menzil yerine sahip bu­ yıktırılmıştır. Önceki mimari bütünlüğü­ seddin Sami'nin köşkü, yanında Dr. Ce­
lunuyordu. Evvelce arkasında bir na­ nü kaybetmiş olan çeşme, daha eski bir lal İsmail Paşa'nın yazlık ve kışlığı, ileri­
mazgah sofası olan bu kitabesiz çeşme, çeşmenin ihyası suretiyle II. Mahmud ta­ sinde tek tük evler yer alırdı. Şaşkın-
önce bir evin b a h ç e duvarına bitişik rafından 1247/1831'de yaptırılmıştır. bakkaf daki ağaçların altı pazarları Hıris-
olarak kalmış, yakın tarihlerde de arka­ Bağdat Caddesi, bu menzillerin he­ tiyanlarla dolar, laternalarla ve mando­
sında kurulan bir restoran yapılırken men yanında olan, klasik üslupta mima- linlerle horalar tepilirdi. Buradaki köşk­
yok edilmiştir. İhyası için 1991'de yapı­ rili köprüde sona ermektedir. Bu köprü­ lerden kime ait olduğu kesinlikle anlaşı­
lan girişimler sonuçlanmamıştır. den itibaren tarihi yol, Küçükyalı-Malte- lamayan bir tanesi Şemseddin Sami
Çınardibi semtinde çok yaşlı bir çına­ pe-Kartal-Pendik yönünde değişik adlar Beyinkinden sonra geliyordu. Bunun
rın bulunması burada da evvelce bir alarak uzanır. Bağdat Caddesi'nin iki ya­ büyük havuzu çok yakın tarihlere kadar
menzilin bulunduğuna işaret sayılabilir. nındaki arazilerde geniş bahçeler içinde Bağdat Caddesi'nin kenarında görülebi­
Nitekim uzun yıllar açık hava tiyatrosu, Batı üslubunda büyük köşkler. II. Ab- liyordu. Havuzun iki yanından köprü­
sonraları sinema olarak kullanılan bu dülhamid döneminin (1876-1909) son­ lerle tam ortasındaki yuvarlak bir müzik
yerde yakın tarihlerde modern bir cami larına doğru yapılmaya başlamıştır. S. kameriyesine geçiliyordu. Köprüler ve
yapılırken buranm Valide Sultan vakfı ol­ Muhtar Alus'un yazdığına göre, Papazın- kameriye, 19- yy sonlarında köşk ve sa­
duğu ileri sürülmüştür. Zaten C. Von der bağı denilen yer, I. Dünya Savaşımdan ray bahçelerinde moda olan ağaç taklidi
Goltz'un haritasında bu yerde Çoban önceki yıllarda oldukça ünlü bir mesire olarak betondan yapılmıştı.
Çeşmesi adıyla bir çeşme işaretlenmiştir. ve eğlence yeri idi. Aynı yerlerde Ali Pa­ Bağdat Caddesi'nin etrafında seyrek
Bağdat Caddesi kenarındaki menzil şamın köşkü bulunuyordu. Bağdat Cad­ olarak bazı ufak ahşap köşkler 20. yy'ın
yerlerinden biri de Bostancı'da Çatalçeş- desi'nin Kızıltoprak semtine kavuştuğu başlarında yapılmıştı. Bunlar arasında
me denilen yerdedir. Sağ tarafta olan na­ yerde, sol tarafta Maarif Nazırı Zühdî Pa- Suadiye ile Bostancı koylarını ayıran
mazgah yıllar önce herhalde Vakıflar İda­ şa'nın büyük ahşap köşkü vardı. Zühdî burnun üzerinde Mabeyinci Sâdi Beyin
resi tarafından satıldığından, yaşlı çınar Paşa, aynı yerdeki ilk köşkünün yanma­ köşk ve yalısı bulunuyordu. Girişi Bağ­
ağacı binaların arasına sıkışmıştı. 1991'de sı üzerine bu ikincisini yaptırmış; Cum­ dat Caddesi üzerinden olan köşkün ara­
ağaç kesilerek ortadan kaldırıldı. Karşı huriyet döneminde Kadıköy Kız Orta- zisi çok geniş olup, iki tarafı ağaçlı bir
tarafta olan çeşmesi ise 1946-1947'de ye­ okulu'na dönüştürülen bu büyük yapı yoldan ahşap köşke bağlantı sağlanmış­
rinden sökülerek geriye alındı. Esas kita­ da 1940larda yanarak yok olmuştur. tı. Bir tarafı Bağdat Caddesi, diğer tarafı
besine göre İstanbul'un çok az sayıdaki Köşkün yanında olan Zühdî Paşa ailesi­ denizle sınırlanan köşkün, denize uza­
en eski çeşmelerinden olan bu küçük nin mezarları, oradaki caminin az beri­ nan burnun üstünde içinde fıskiyeli ha-
anıt, 957/1550'de büyük ihtimal ile İhsan sinde hâlâ durur. vuzu olan tek katlı kagir bir müştemila­
adında bir kişi tarafından vakfedilmiş ve S. Muhtar Alus. Bağdat Caddesinden tından başka koruluk halindeki bahçe­
ikinci kitabesine göre de 1282/1865'te istasyona çıkan yol üstünde bazı köşk­ sinde hizmet binaları, çok büyük bir li-
531 BAĞDAT KÖŞKÜ

morduk (sera), meyve ve sebze porter- İstanbul'un Anadolu yakası gençliğinin BAĞDAT KÖŞKÜ
leri de vardı. Bir süre kır kahvesi olan yaz aylarında saat 17.00'den genellikle
Topkapı Sarayı(->) manzumesi içinde
arazi parsellenirken, ahşap köşk de yan­ 20.00'ye kadar trafik olmadığı için ra­
dördüncü avluda yer alan yapılardan
dı. Bugün yerinde birçok sokak ile yük­ hatça gezinti yaptığı bir arter oldu. "As­
biridir.
sek apartmanlardan meydana gelen ma­ falta çıkmak" denilen bu akşam gezinti­
Bağdat Köşkü (Bağdat Kasrı) IV. Mu-
halleler bulunmaktadır. leri ancak 1950lerde sona erdi. Bu "as­
rad tarafından yaptırılmıştır. l624'te Sa-
Bostancı'ya yakın bölümdeki iki katlı falt piyasalari'nda kalabalık arasında,
feviler tarafından ele geçirilen Bağdat'ın
ahşap köşklerin bazıları ise, I. Dünya zarif süvari giyimi içinde güzel atının
l638'in son günlerinde yeniden fethe­
Savaşinda Cihangir yangınında evleri üstünde gezintiye katılanlar da vardı-.
dilmesinin hatırası olarak bu adla anıl­
yananlar tarafından inşa ettirilmiştir. Bunlardan biri, İstiklal Savaşı sırasında
mıştır. Naîmâ, Bağdat seferini anlatırken
Bunlar 1950'lerden itibaren peyderpey İçerenköy'de Rum çetecilere karşı çarpı­
köşkün inşaatının sefere çıkılırken em-
yıktırılarak, yerlerine önce bahçeli kagir şan, soma Bostancı'da imar mevzuatına
redildiğini ve yapımının bir yıl içinde
villalar yapılmış; 1970'lerden itibaren bu aykırı gazino ve otel yapmasına göz yu­
tamamlandığını bildirir. IV. Murad'm
villalar da yerlerini, belediye imar mev­ mulan Şaban'ın kızı, bir diğeri Şaşkın-
Bağdat seferi bir yıl iki ay sürdüğüne
zuatı ancak beş kata izin verdiğinden, bakkal'da oturan "Atlı Muazzez" olarak
göre Bağdat Köşkü'nün inşası 1639'da
bu ölçüde apartmanlara bırakmışlardır. adlandırılan genç bir hanım ile, onlara
gerçekleşmiş olmalıdır. İç süslemelerin
Yalnız tam Ç a t a l ç e ş m e ' n i n yanında heveslenerek atıyla caddeye çıkan ve
ise bir süre daha devam ettiği tahmin
1935'ten sonra devrin bakanlarından sonra atını zapt edemeyen lise öğrencisi
edilebilir.
Tahsin Coşkan tarafından satın alman Zülâl Ece idi.
güzel ahşap köşk durmaktadır. Suadi- Bağdat Caddesi'nin iki yanındaki ara­ Ahmed Refik'in (Altmay) kaynak gös­
ye'de yine cadde kenarında olan üç ziler, 1935'ten sonra küçük parsellere termeksizin belirtiğine göre köşkün mi­
katlı "Yağcıların Köşkü" denilen yapı da bölünerek, buralara genişçe bahçeler marı, Mimarbaşı Hasan Ağa'dır. Oysa bu
yakın tarihlerde ortadan kalkmıştır. içinde, genellikle iki katlı küçük villalar tarihlerde hassa başmimarının Kasım
inşa edilmiştir. Bunların fotoğrafları 1935- Ağa olması gerekir. Sedat Hakkı Eldem
Bağdat Caddesi'nin, şehir sınırına
1940 arasında çıkan Arkitekt ve Yedigün de Bağdat Köşkü'nün mimarının Kasım
yaklaştığı yerde, Bostancı'da son önemli
dergilerinde görülür. Ağa olabileceğini muhtemel görmüştür.
köşkler, cadde ile deniz arasında bulu­
nan, Anadolu-Bağdat Demiryolları Ge­ Bağdat Caddesi kenarında yeni apart­ 19. yy sonlarına doğru Bağdat Köşkü
nel Müdürü, İsviçreli Huguenin'in 1900' manlar yapılırken, aralarındaki parseller­ revaklarınm araları demir çerçeveli bir
e doğru yaptırdığı muhteşem köşkler ve de Fenerbahçe Lisesi ile Semiha Şakir Li­ camekânla kapatılmıştı. II. Abdülhamid
parktır. Cadde kenarında, aslında etrafı sesi de inşa edilmiştir. Bugün Bağdat (hd 1876-1909) bu camlı galerinin bir bö­
yüksek duvarla çevrili sebze bahçesi Caddesi, blok apartmanların altında ge­ lümünü döşetmişti. Padişah ramazan ayı­
olan malikâne, deniz tarafındaki parkın niş vitrinli mağazaları, banka şubeleri, nın on beşinde saraya geldiğinde bir sü­
içinde, Batı üslubunda iki köşk halinde­ caddeyi dört dizi halinde işgal eden yo­ re bu dar aralıkta dinlenirdi. Bu oda ve
dir (bak. Bostancı). ğun trafiği ile tamamen değişik görü­ camekân yakın tarihlerde kaldırılmıştır.
Bağdat Caddesi'nin canlanması 1930' nümlü bir anacadde olmuştur. Bağdat Köşkü, Topkapı Sarayı man­
lu yıllarda Mustafa Güler Bey'in Suadiye Bibi. C. von der Goltz, Karte der Umgegend zumesinin en güzel ve ilk şekli bozul­
Plajı'nı yaptırması ile gerçekleşmiştir. von Konstantinopel, Berlin, ty, 1:100.000; İs­ maksızın günümüze gelmiş bir parçası­
tanbul Şehremaneti (Necip Bey), İstanbul dır ve Türk köşk mimarisinin şaheserle­
Mabeyinci Sâdi Bey Korusu'nun yanın­
Rehberi, İst, 1918, Anadolu yakası paftası;
daki koyda ilk tesislerini kuran Mustafa rinden sayılır. Sarayın "Şimşirlik" ve "İn­
Ergin, Rehber; S. M. Alus, "Yoğurtçudan
Bey, plajına Moda ve Altınkum plajları­ Bağdat Caddesi Boyu", Akşam, Şubat 1938; cirlik" denilen iki bahçesinin birleştiği
nın müşterilerini çekebilmek için, koyu S. Eyice, "İstanbul-Şam-Bağdad Yolu Üzerin­ yerde 7 m yüksekliğinde kemerli bir
kırmızı renge boyalı dört otobüs yaptı­ deki Mimari Eserler, I-Üsküdar-Bostancıbaşı bodrum katı üstüne oturtulmuştur. Ha­
rarak (bu yıllarda otobüsler kamyon şa­ Derbendi Güzergâhı", TD, S. 13 (1958), s. liç ve Marmara'ya, Galata ve Beyoğlu
81-110; M. K. Özergin, "Üsküdar-Bostancıba-
sisi üzerine yapılırdı), İstanbul halkının şı Derbendi Güzergâhı Kitabeleri", 723, S. 13 semtlerine hâkim bir konumdadır.
Kadıköy İskelesi'nden Suadiye Plajı'na (1958), s. 111-132; R. E. Kocu, "Bağdat Yolu- Köşkün ana mekânı dört tarafında
geliş ve dönüşünü sağlamıştı. Bir süre Caddesi", İSTA, IV, 1811-18Î4. çıkıntılar olan bir sekizgen biçiminde­
sonra asfalt kaplanan Bağdat Caddesi SEMAVİ EYİCE dir. Dikdörtgen çıkıntılar birer sivri ke-
BAĞDAT VAPURU 532

merli eyvan şeklinde orta mekâna açı­ " Y e n i K ü t ü p h a n e " adı v e r i l e n , i ç i n d e ' BAĞDAT VAPURU
lırlar. Ortasında bir aydınlık feneri bu­ saraya ait bütün kitapların bir araya ge­ Şehir Hatları İşletmesi vapuru. Yandan
lunan kurşun kaplı bir kubbe orta me­ tirildiği m e r k e z e alınmıştır. çarklı yolcu vapurlarmdandı. Basra ile
kânı örter. Çok dengeli bir planı olan Klasik devir Türk sanatının en muh­ Halep adlı iki de eşi vardı. Anadolu-Bağ-
köşkün bir tarafına dikdörtgen planlı t e ş e m eserlerinden olan B a ğ d a t K ö ş k ü dat Demiryolu Şirketi tarafından 1904'te
ve üstü aynalı tonoz ile örtülü bir oda eski Türk yapı g e l e n e k l e r i n i n değişik Almanya'da, Kiel'deki Howaldtswerke
eklenmiştir. Bu odanın duvar kalınlığı bir uygulamasıdır. tezgâhlarında inşa ettirilmişti. 434 gros­
içine ustalıkla gizlenmiş bir hela bulu­ Bibi. Tarihi Naima. III. 1442. 1448; H. Et- tonluktu. 54 m boyunda, 7 m genişliğin-
nur. Baklavalı başlıklı mermer sütunla­ hem (Eldem). Topkapı Sarayı, 1st, 1931, s. deydi. 900 beygirgücünde, üç genleşmek
ra sahip bir revak köşkün etrafını dola­ 23; Topkapı Sarayı Müzesi Rehberi, İst.. 1933.
s. 135-136; N. M. Penzer. The Harem, Lond­ makinesi vardı. Idare-i Mahsusa adlı de­
şır. Bu sütunlara oturan çift renkli taş­ niz işletmeciliği kuruluşuna, bedelleri
lardan işlenmiş sivri kemerler kurşun ra. 1936. s. 253-255; T. Öz. Turkish Cera­
mics, Ankara. 1953. s. 36. levha LXIII-LXIV; Haydarpaşa hattı gelirlerinden karşılan­
kaplı geniş bir saçağı taşımaktadır. Sü­ K. Otto-Dorn, Türkische Keramik, Ankara, mak üzere yaptırılmıştı. Gerçekten zarif,
tunlar arasında mermer şebekeli korku­ 1957, s. 132; Melek Celâl Lampe, Le vieux sé­ güzel ve rahat bir vapurdu. Beyaza bo­
luklar vardır. rail des Sultans. İst.. 1959. s, 80; Koçu. Top- yanmıştı, yalnızca bacası siyahtı. Baş ve
Bağdat Köşkümün esas girişinin üs­ kapu Sarayı. 108-112; Eldem. Köşkler ve Ka­
sırlar, I, 298-318; Eldem-Akozan, Topkapı kıç tarafında birinci mevki iki geniş salo­
tünde Farsça bir beyit yazılmıştır. Dış nundan başka, önemli kişilere ayrılmış
Sarayı. 28-29; F. Davis, ne Palace of Topka­
duvarları renkli taş kaplama ve çiniler pı in Istanbul, New York. 19"0. s. 180-184; özel yan kamaraları da vardı.
süsler. Kuzey rüzgârlarına maruz kalan H. Tezcan. Köşkler. İst.. 19"8. s. 10-13; Ab­
bu çiniler büyük ölçüde zarar görmüş durrahman Şeref. "Topkapı Saray-ı Hümayu­ Ağustos 1910'da öteki iki eş vapurla
ve bazı yerleri de kötü biçimde tamir nu". TOEM. H/7 (1327), s. 411-414; Ahmed birlikte Seyr-i Sefain İdaresi'ne verilen
edilmiştir. Kapı seviyesinden itibaren Refik (Altmay). "Bağdat Kasrı", Cumhuriyet, Bağdat, 1918'de sisli bir havada Ada­
( 2 4 Mayıs 1935): E. H. Avverdi. "Bagdad lara giderken Mühürdar önlerindeki ka­
beyaz zemin üzerinde narçiçeği ve en­ Köşkü".' İSTA. IV 1804-1808; S. Eyice, "Mi­
ginar yapraklı çiçeklerle bezenmiş olan yalara bindirdi. Sonra Haydarpaşa men­
mar Kasım Hakkında". Belleten. LXIII/172
çiniler klasik devir Türk çini sanatının (1979). s. 767-808: av. Topkapı Sarayı. İst.. direğinin içine çekildiyse de orada bata-
son ve güzel örnekleridir. 1985, s. 35: av. "Bağdat Köşkü". DİA. IV, rak dibe oturdu; yalnızca direği ve ba­
Köşkün içindeki ocağın altın yaldız 444-446. cası su"yun üzerinde kaldı. Sonra yeni­
kaplamalı muhteşem bir davlumbazı SEMAVİ EYİCE den çıkartılarak onarılıp servise kondu.
vardır. Ocak ince uzun bir baca ile dı­
şarıya bağlanmıştır. Planda çıkıntı ola­
rak görülen hücrelerin içlerinde sedirler
yer almaktadır. Bu kısımların ahşap ta­
vanları altın yaldızlı ve bugün artık sayı­
lı denilebilecek ölçüde az örneği kalmış
malakâri bir süslemeye sahiptir. İç du­
varlar kubbe eteğine kadar çinilerle kap­
lanmıştır. Ocağın iki yanında bulunan
çiniler hem ölçüleri hem de süslemede
kullanılan kuş motifleri bakımından son
derece nadirdir, iki pencere dizisi ara­
sında ise mavi zemin üzerinde beyaz
harflerle yazılmış yine çini bir yazı ku­
şağı çepeçevre mekânı dolaşır. Dıştan
pirinç şebekeli olan alt sıra pencerelerin
ve dolapların ahşap kanatları fildişi, se­
def ve bağa kakma süslemelidir. Üst sı­
ra pencereler renkli camlı alçı çerçeveli
revzenlere sahiptir.
Bağdat Köşkü'nde 360 kadar kitaba
sahip bir kütüphane de bulunuyordu,
içlerinde nadir yazmalar bulunan bu ki­ Bağdat Vapunı Moda İskelesine yanaşıyor.
Salâbaddin Giz
taplar, Ağalar Camii'nde kurulan ve
533 BAĞLARBAŞI

Daha çok, Moda-Kalamış-Caddebostan ma, 25 ayva, 43 şeftali, 13 vişne, 31 ki­ haline getirilen bu bağda, ilk gömüldü­
hattında kullanıldı. II. Dünya Savaşı sı­ raz, 21 kayısı, 9 nar, 11 incir. 11 dut, 15 ğü yerdedir. Osmanlı mimarisinin de­
rasında, 1940'ta araba vapuru haline ge­ muşmula, 59 üzüm, 31 portakal türü ğerli kalfalarından Balyanlar da (bak.
tirildiyse de dengesi bozuk olduğundan yetiştiği yazılmaktadır. Bu değişik türler Balyan ailesi) aynı mezarlıkta yatmakta­
uzun süre çalıştırılamadı. Ekim 1954'te gerek yurtdışından, gerek imparatorlu­ dırlar. Ermeni edebiyatının ustalarından
hizmet dışı bırakıldı. Hâlâ çalışabilir du­ ğun çeşitli yörelerinden, gerekse İstan­ Mateos Zarifyan'ın ve Bedros Turyan'm
rumdaki makinesi, 1956'da yapılan "Ka­ bul'un bağlarından getirtilmiştir. mezarları da buradadır.
ramürsel" araba vapurunda kullanıldı. Çavuşüzümünün en iyisinin Valde- Bağlarbaşı Meydam'ndan ilahiyat fa­
ESER TUTEL bağı'nda, Pendik civarındaki Dolaybağ- kültesine doğru inen caddenin sol ya­
ları'nda, Kurbağalıdere'deki Dereba- kası tümüyle mezarlıktır. Bu mezarlık
BAĞLAR ğı'nda yetiştiği; Göztepe-Maltepe ara­ Rum ve Ermeniler arasındaki uzun tar­
sındaki bağlarda bir, hattâ iki ay süren tışma ve kavgalardan sonra, iki başı Er­
Bizans döneminde, özellikle manastırla­
üzüm panayırları yapıldığı; Maltepe bağ­ meni mezarlığı, ortası Rum mezarlığı
rın çevresinde üzüm bağlan olduğu
larında panayır boyunca eğlenceler dü­ olarak üçe bölünmüştür. Eskiden arka
(bak. Adalar), Heybeliada ve Büyüka-
zenlendiği kaynaklarda belirtilmiştir. tarafında, tam Marmara Üniversitesi ila­
da'daki bağlarda üretilen üzümlerden
yapılan şarapların ünü bilinmektedir. Üzüm bağlarına çıkma ve buralarda hiyat Fakültesi'nin karşısında Yahudi
Yine Bizans döneminde Boğaz'm Rume­ eğlenme mevsimi, ağustos sonu, eylül mezarlığı vardı. Bu alan bugün beledi­
li yakasında Rumelikavağı'ndan Büyük- başlarıdır. Meyve bağları ise, hangi mey­ yenin park ve bahçeler müdürlüğü ola­
dere'ye doğru bağlar bahçeler bulundu­ venin mevsimiyse ona göre şenlenir. rak kullanılmaktadır.
ğu, Anadolu yakasında Fenerbahçe'den Boğaz sırtlarmdaki bağlar, ilkbahar ve Osmanlı döneminde semtte çoğun­
bugünkü Pendik'e uzanan bölgede bağ yaz aylarında tercih edilmiştir. Gerek lukla Ermeniler, az sayıda da Rum otur­
yetiştirildiği eski kaynaklarda ve gezi üzüm gerekse meyve bağları. 20. yy'a duğundan camiler oldukça yenidir. İs­
notlarında geçmektedir. Ancak, Osmanlı doğru daralmaya ve bakımsızlaşmaya lam Enstitüsü Camii, Beylerbeyi'ne inen
döneminde "bağ" sözcüğü üzüm bağın­ başlamışsa da Çamlıca eteklerinde, Ada- yol üzerinde Hacı Yakub Kazdal Camii,
dan daha geniş anlamda, meyve bahçe­ lar'da, Maltepe tarafında ve Boğaz'm Üsküdar yolu üzerinde Kuruçeşme Ca­
lerini de içeren biçimde kullanılmıştır. Rumeli yakasında yer yer küçük bahçe­ mii ve otobüs garajının karşısındaki
İslam dini şarabı yasakladığından şarap ler halinde 1950lere kadar varlığını ko­ Bağlarbaşı Camii hep yeni yapılardır.
yapımını hedefleyen yaygın bir bağcılık rumuş; 1950'lerden, hele de yapılaşma­ Kiliseler ise oldukça eskidir. Bağlar-
Osmanlı döneminde görülmez. Buna nın hız kazandığı 1 9 7 0 l e r d e n sonra, başı'nda Ermenilere ait iki kilise vardır.
karşılık Osmanlı dönemi İstanbul'unda birkaç meraklının özel bahçeleri dışın­ Yenimahalle'deki Surp Garabet Kilisesi
meyve bağları yaygındır. Ayrıca çeşitli da, bütünüyle yok olmuştur. 15. yy'da Vanli Despot Zakarya tarafın­
üzüm türlerinin büyük özenle yetiştiril­ Osmanlı döneminde bağların bakım dan yaptırılmıştır. 1727'de Patrik Ohan-
diği üzüm bağları da elverişli yörelere ve işletmesiyle uğraşanlar, çoğunlukla nes Golod binayı yenilemiş, Kudüs'e gi­
ve saray bahçelerine dağılmıştır. Arnavutlar, Rumlar ve Ermenilerdi. Sa­ den hacılar için bir de manastır yaptır­
ray mensuplarının ve devlet ricalinin mıştır. Kiliseye bağlı olarak 1844'te "Ce-
Kentin, gerek üzüm gerekse meyve bağlarında bahçıvan olarak Arnavutlar meran" okulu yapılmış, fakat bina 1887'
bağlarının yoğun ve ünlü olduğu bölge­ çalışırdı. Boğaziçi köylerinde bağ işle- de yanmış, 1888'de yeniden inşa edil­
leri, Anadolu ve Rumeli yakası Boğaziçi tenlerse daha çok Rumlardı. Adalar'da miştir. Bugün "Semerciyan Cemeran İl­
köyleri; Çamlıca ve etekleri, Yakacık, yakın zamanlara kadar süren bağcılık kokulu" olarak öğretim görevini sürdür­
Bağlarbaşı(-0 bölgesi; Üsküdar'dan Eren­ yine Rumların, yer yer de Ermenilerin mektedir. İkinci Ermeni kilisesi, Selam-
köy, Göztepe, Maltepe'ye kadar yayılan elindeydi. sız'daki Surp Haç Kilisesi'dir. l697'de
alan; Kadıköy'den Fenerbahçe'ye uza­ .Günümüzde, İstanbul'un bağlarının Papaz Abraham tarafından inşa edilmiş­
nan kesim; Kartal, Pendik çevresi; Ru­ yerinde evler, apartmanlar, asfalt yollar, tir. Abraham'ın mezarı kilisenin bahçe-
meli tarafında Topkapı Maltepe'si; Ayas- beton bloklar veya eski günleri hatırla­ sindedir. Patrik Golod, 1727'de binayı
paşa'dan Kabataş'a doğru inen sırtlar ve tan durak levhalarından başka bir şey yenilemiş, daha sonra 1830'da bina hal­
nihayet Adalar'dır. Eski bağların en ün­ kalmamıştır. kın bağışlarıyla bir kez daha yeni baş­
lülerinin nerelerde bulunduğu bugünkü tan yapılmıştır.
Bibi. -Bağ ve B a h ç e " , İSTA, III, 959-963;
semt, sokak ya da durak adlarından da
"Bağ, Bağlar, Bağcılar", İKSA, II, 1790; Kö- Semtteki tek Rum kilisesi Rodoslu
çıkarılabilir: Örneğin Bağlarbaşı, Valde- mürciyan, İstanbul Tarihi, 48-49, 68; Erde- taş ustalarının kendi ibadetleri için
bağı, Papazınbağı, Viranbağ, Dolaybağ- nen, Adalar; Evliya, Seyahatname.
1804'te inşa ettikleri Profotis İlyas Kili­
ları ve kentin çeşitli yerlerindeki Bağo- İSTANBUL sesi'dir. 4.000 irilik bir bahçe içindeki
daları adını taşıyan sokaklar vb.
bu bina, İstanbul'daki kiliselerin en bü­
Eremya Çelebi Üsküdar tepelerinden BAĞLARBAŞI yük ve en bakımlılarından biridir. İçin­
Çamlıca'ya kadar sağlı sollu uzanan ço­ Bağlarbaşı semti, Üsküdar yönüne doğru deki ikonalar ve avizeler çok değerlidir.
ğu Ermenilere ait bağlardan söz eder. Selamsız ve Fıstıkağacı, Kadıköy yönüne Kilisenin karşısındaki Profotis Okulu,
Yine Kadıköy'den Fenerbahçe'ye yayı­ doğru Nuhkuyusu, Kısıklı yönüne doğru bugün Doğuş Anaokulu olarak kullanıl­
lan bölgenin gözleri okşayan bağlarla Altunizade, Beylerbeyi yönüne doğru maktadır. Rum anaokulu ise Altı-Yedi
örtülü olduğunu söyler. Bu bağların bir Nakkaştepe arasında kalan, Üsküdar 11- Eylül OlaylarıG» sırasında yakılmıştır.
bölümü zaman zaman sökülmüş ya da çesi'ne bağlı bölgeyi kapsar. Semtin çok Semtteki diğer eski ve yeni okullar
hastalık girdiğinden kavrulup kırılmıştır. eskiden tümüyle bağlık bir arazi olduğu; şunlardır: Marmara Üniversitesi İlahiyat
19- yy ortalarında, meyve ağacı ve çeşit Ermeni manastırının bağı olan bölgeye Fakültesi, Üsküdar Amerikan Kız Koleji
çeşit bağ kütüğü yetiştirme merakının manastır anlamına gelen "vank" sözcü­ (şimdi karma), Cumhuriyet Lisesi, Özel
saray çevresinde yaygınlaştığı görülür. ğünden "Vankmbağı" da dendiği bilin­ Belde Deneme Lisesi, eski Fransız er­
Dönemin bağ meraklılarının başında, mektedir. Sonraları bağlık arazinin baş­ kek ve kız okulları (sonra 48. İlkokul,
Hekimbaşı Salih Efendi ve bağ merakı­ ladığı yere "Bağlarbaşı" denmiş ve semt şimdi Bağlarbaşı İlkokulu), Tibrevank
nı ondan aldığı söylenen, Abdülme- bu adla anılmaya başlamıştır. Rahip Okulu (şimdi Surp Haç Lisesi),
cid'in annesi Bezmiâlem Sultan bulun­ Kaynaklara göre, uzun yıllar Kudüs'e Nersesyan Yermoniyan İlkokulu, Kalfa-
maktadır. Bugün de Valdebağı olarak kervan götüren Atam adlı bir Ermeni yan Kız Yetimhanesi İlkokulu, Hayuh-
bilinen yörede 1848'de Valide Sultan, deveci, 1700lerde bu bölgedeki bağlık yats Okulu (kapanmıştır), Garabetyan
içinde 573 ayrı cins meyvenin ve üzü­ bir araziyi satın alarak merzarlık yapıl­ Okulu (kapanmıştır), Berberyan Okulu
mün yetiştiği dillere destan bir bağ kur- mak üzere semt halkına bağışlamıştır. (kapanmıştır).
durmuştur. Bu bağda 206 armut, 98 el­ 1718'de ölen Atam'ın mezarı, mezarlık Bağlarbaşı ile Altunizade(->) semtle-
BAĞODAIARI MESCİDİ 534

girilir, buradan da merdivenlerle bod­


rum katma inilir. Harim bölümünde, taş
bir merdivenle çıkılan fevkani mahfil
bulunur. Duvarlar son yıllarda yarıya
kadar mermerle kaplanmıştır. Mermer
mihrap ve minber oldukça basittir. Mes­
cit, altta uzun dikdörtgen, üstte ise kü­
çük pencerelerden ışık almaktadır.
Kuzeybatıda, kare kesitli bir kaide
üzerine oturan bodur minaresi kesme
taştandır. Şerefe altı, kaim bir konsol di­
zisiyle desteklenmiştir.
Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 87; Öz, Ìstan­
bul Camileri, II, 9; İSTA, X, 5578.
TARKAN OKÇUOĞLU

BAHARATÇILAR
Baharat, yemeklerin ve bazı yiyecekle­
rin tadını, çeşnisini, kokusunu değiştir­
mek, hazmını çabuk ve kolay hale getir­
mek amacıyla kullanılır, bitkilerin kök,
gövde kabuğu, soğan, çiçek, tepecik,
meyve, tohum ya da yaprak gibi bölüm­
lerinin kurutulmasıyla elde edilir. Bu
maddelerin pek çoğu İstanbul'a Hindis­
tan'dan ve Uzakdoğu'dan gelirdi.
İlaç, kutsal yağ ve merhem hazırlan­
Bağlarbası masında kullanıldığı gibi afrodizyak ola­
İstanbul Ansiklopedisi
rak da kullanılan baharat, dinsel tören­
lerde rahiplerin yararlandığı maddeler
arasında da yer almış, bazılarından da
rinin birleştiği yerde, son yıllarda Altu- ta ve basketbol, voleybol, jimnastik, ka­
adak olarak yararlanılmıştır.
nizade Kültür Merkezi kurulmuştur. Bi­ rate ve bale çalışmaları yapılmaktadır.
nada 200 kişilik tiyatro salonu, konfe­ Bağlarbaşı'ndan Üsküdar'a inen yol 7. yy'a kadar Bizans İmpatorluğu,
rans ve sergi salonları vardır. Etkinlikle­ üzerinde Selamsız Mahallesi (eski adı Hindistan'dan ve Uzakdoğu'dan gelen
ri arasında org, solfej, Türk sanat müzi­ Selamiye) ve burada Çinili Karakolu var­ her türlü baharatın toplandığı limanların
ği, ut, gitar, bale, aerobik, resim ve ti­ dır. Bu bina 1842'de Sultan Abdülmecid çoğunu sınırları içinde bulundurduğun­
yatro dersleri yer almaktadır. tarafından hassa askeri için yaptırılmış, dan temininde herhangi bir güçlükle
Sanat yönünden Bağlarbası semtinin sonra maliye ve itfaiye binası olarak da karşılaşılmıyordu. Daha sonraki yüzyıl­
geçmişi zengindir. Eskiden "Frenk Tepe­ kullanılmıştır. Arkası eskiden mezarlık­ larda Konstantinopolis'e baharatın, ku­
si" denilen yerde büyük bir tiyatro vardı. ken, sonraları mezarlık kaldırılarak bu­ zeyden Trabzon, güneyden ise Dimyat
Bugün ilahiyat fakültesinin kurulduğu. raya Belediye Evleri yapılmıştır. (Mısır) yoluyla ulaştığı biliniyor. 627'de
"Çiftlik Gazinosu" adı verilen arazide de Selamsız geçmişte Çingenelerin otur­ İran seferine çıkan Herakleios (hd 610-
büyük bir tiyatro ve Napolyon Konser duğu bir mahalleydi. Buraya Çingene 641), Deştgerd'deki hükümdar sarayını
Salonu bulunuyordu. Ayrıca Beyleroğlu Mahallesi de denirdi. Çingene aileleri zapt ettiğinde, ele geçen ganimet ara­
Bahçesi, Çırağan Bahçesi, Kalfanın Bağı arasındaki kavgalar adeta seyirlik bir sında biber, zencefil, sarısabır otu da
Tiyatrosu gibi açık hava tiyatrolarında, gösteriye dönüşürdü. Kalabalık seyirci zikredilmiştir.
aralarında Mmakyan, Karakaş, Agopyan topluluklarının izlediği bu kavgaların 10. yy'da Arap tacirlerin Bizans impa­
Candaş, Zarifyan, Apelyan, Agavni Ne­ özelliği, tarafların üstünlüklerini kanıtla­ ratorluğunun çeşitli limanlarına karanfil,
cip, Ertuğrul Sadi Tek, Raşit Rıza, İsmail mak için mallarını birer birer sokağa ta­ sarısabır, kara ve sarı helilenin yanısıra
Dümbüllü, Tevfik İnce, Şevki Şakrakin şımaları ve şarkılı sözlü taşlamalarla kar­ o zamana kadar pek bilinmeyen hindis-
da bulunduğu birçok ünlü oyuncu sah­ şı tarafı alt etmeye çalışmalarıydı. Semtin tancevizini de taşıdıkları biliniyor. 13.
neye çıkmıştı. Geçmişte, semtin bir de diğer yanları gibi bu bölge de günümüz­ yy'da Çin'den getirilen baharat arasında
ahenk ve fanfar takımı vardı. de hızlı bir yapılaşmaya sahne olmuş; biber, kakule ve havlıcan kökü de bulu­
En eski sakinleri Ermeniler ve Rum­ folklorik öğelerini yitirmiştir. nuyordu. Büyük gezgin Marco Polo'nun
lar olan, 19. yy'dan itibaren de seçkin TUNA BALTACIOĞLU ailesi de 1250'lerde Konstantinopolis'e
kişilerin yaşadığı bu semti Osmanlı sa­ gelmiş. Galata'da bir ticarethane açarak
rayı mensuplarının konakları süslerdi. BAĞODAIARI MESCİDİ kürk ve baharat ticaretine başlamışlar­
Bunlardan Abdülmecid Efendi Kasrı ol­ dır. Marco Polo Seyabatnamesi'nde de
Fatma Hatun adıyla da anılan bu mescit,
dukça iyi durumda korunmuştur ve ha­ Ortadoğu ve Uzakdoğu ile ilgili bilgiler
Beyoğlu İlçesi'nde. Kabataş sırtlarında,
len Yapı ve Kredi Bankası'nm dinlenme verilirken baharat ve baharatçılık konu­
Ömeravni Mahallesi'nde. Beyodaları So­
yeridir. Son yıllarda Koç Holding, Şark suna da değinilmiştir.
kağı ile Bağodaları Sokağı'nm (Tarık Za­
Sigorta gibi büyük firmalar da genel fer Tunaya Sokağı) birleştiği köşededir. Konstantinopolis'e baharat sevk eden
müdürlüklerini bu semte taşımışlardır. Tersane Emini Hüseyin Efendi'nin ülkeler arasında pelin ve ravent üreten
Bağlarbaşı'nda iki spor kulübü vardır: kızı Fatma Hatun tarafmdan 1117/1705- Rusya da vardı. 14. yy'da Konstantinopo­
Bağlarbası Spor Kulübü ve Gökspor. Es­ 06'da yaptırılmıştır. Kitabesine göre, bir lis'e baharatın en çok Trabzon üzerinden
kiden Bağlarbası Meydanı'nda Aslan'ın yangın geçirmiş ve 1839'da Ali Paşa geldiği biliniyor. Daha sonra baharat pa­
Gazinosu denen bahçeli lokantanın ar­ mescidi ihya ettirmiştir. zarına Magosa (Kıbrıs) ve İskenderiye'
kası futbol sahasıydı. Şimdi bu alanda Kagir duvarlı ve ahşap çatılı yapı, yo­ nin de (Mısır) katıldığı görülmektedir.
apatmanlar ve Gençlik ve Spor 11 Müdür­ lun eğimine göre belirlenmiş yamuk bir İstanbul'un fethiyle birlikte şehirdeki
lüğüme bağlı spor tesisleri bulunmakta­ plan gösterir. Sokak üzerindeki sade esnafa fazla dokunulmamış, bu arada
dır. Tesisler üç kapalı salondan oluşmak­ kapıdan küçük bir hazırlık mekânına baharatçılar da eski faaliyetlerini devam
555 BAHARİYE

ettirmişlerdir. Bizans döneminde baha­ 1975; "Baharat ve Baharatçılar", İKSA: II, Semtin ne zaman yerleşmeye açıldığı,
rat ticaretini elinde bulundurduğu bili­ 970-972; E. Ashtor, Levant Tmde in the Later buradaki günümüzde hiçbir izi kalmamış
Middle Ages, Princeton, 1983; "Baharat", "Ba­ Kasr-ı Hümayun'un ne zaman inşa edil­
nen üç ailenin fetihten sonra da bu işe harat Ticareti", Ana Britannica, III, İst.,
devam ettikleri sanılıyor. 1987. s. 185-187; Dictionary of Byzantium, diği konusunda söylenceler dışında bil­
Osmanlı döneminde İstanbul'da top­ III, 1937-1938. giye sahip değiliz. Bizans döneminde,
tan baharat ticareti yapanlar Büyük Va­ İSTANBUL yemyeşil görünümü yüzünden buraya
lide Hanı, Vezir Hanı gibi merkezlerde Kozmidion adı verildiği, Bahariye adını
yerleşmişlerdi. Perakendeciler ise B i ­ BAHARİYE İstanbul'un fethinden sonra yine aynı
zans döneminde olduğu gibi Mese (Di- nedenle yeşilliği ve çiçeklerle bezenmiş
Halic'in sonunda, Eyüp İskelesi'nden doğası nedeniyle aldığı sanılmaktadır.
vanyolu) üzerindeydi. Daha sonra yapı­ sonra gelen Bostan İskelesi ile bugünkü
mı İ 6 6 4 ' t e tamamlanan Yeni Cami Kül­ İstanbul sahillerinin bir çeşit eğlence
Silahtarağa arasında, bayıra yaslanmış
liyesi içinde yer alan ve bir zamanlar ve lüks yaşam merkezleri olan yalılar ve
dar bir kıyı şeridi üzerinde kurulu, bir
Yeni Çarşı diye de anılmış olan Mısır sahilsaraylarla donandığı 18. yy'da Ba­
zamanların seçkin semti. Bugün Eyüp hariye Kasrı'nın özellikle itibar gördüğü
Çarşısı'ndaki(->) dükkânlara taşındılar.
İlçesi'ne bağlı mahalle. anlaşılmaktadır. III. Ahmed döneminde
İstanbul'un değişik semtlerinde de
Yüzyıllar öncesindeki Halic'in doğal Kâğıthane ve Alibeyköy dereleri boyun­
baharatçı dükkânları vardı. Mısır Çarşısı
güzelliği içinde, bu sakin, yemyeşil, çi­ da Sa'dâbâdG» ve Asafâbâd isimlerini
esnafı genellikle aktar-baharatçı sayılır­
çekler, bahçeler arasındaki köşe, birkaç alan saray ve köşkler yapılırken Bahari­
dı. Bu çarşıda ticaretle uğraşan aktar-
yüzyıl boyunca bir sayfiye semti olmuş, ye'de de devletin üst kademe görevlileri
lar(->) aynı zamanda baharat da satarlar­
İstanbul ektinin ve sultanların köşkleri, ile saray mensuplarının, özellikle hanım-
dı. Evliya Çelebi bu gerçeği kendi döne­
valıları, sahilsarayları ile süslenmişti. 18. sultanların yalılar yaptırdığı, sultanın ve
minde de gördüğünden Seyahatna­
yy sonu ile 19- yy'm ilk yarısına tarihle- maiyetinin de sis sık Bahariye Kasrı'nı
mede baharatçıları ayrı bir esnaf olarak
nen bostancıbaşı defterleri, yalı sahiple­ ziyaret ettiği görülmektedir. Özellikle I.
değerlendirmemiş, sayıları 3.500'ü geçen
rinin meslekleri ve unvanları göz önüne Mahmud'un, 1730 isyanı sonunda kıs­
aktarlar içinde zikretmiş olmalıdır.
alındığında, Haliç sahillerindeki en iti­ men tahrip olan Sa'dâbâd yeniden yapı­
İstanbul halkı, güvenilir ve taze ol­ barlı Müslüman yerleşmesinin Bahariye lıncaya dek ve daha da sonra, bu kasra
ması bakımından Mısır Çarşısı esnafın­ semti olduğunu açıkça göstermektedir. sık sık geldiği bilinmektedir. Ayrıca bu
dan alışveriş yapar, ihtiyacını buradan Örneğin Bostan İskelesi ve Bahariye sahilde öteden beri valide sultan ile sul­
temin ederdi. Ayrıca haftanın yedi gü­ Kasrı(->) ile Eyüp İskelesi ve Defterdar- tan kızları, kardeşleri ve kız kardeşlerine
nünde İstanbul'un her yerinde açılan burnu'ndaki yalıların sahipleri açısından tahsis edilmiş olan sahilsaraylar bulun­
semt pazarlarında tezgâh kuran seyyar bir karşılaştırma yapıldığında, Melling'in maktaydı. Bostancıbaşı defterlerinden ve
baharatçılar da vardı. Günümüzde ge­ Eyüp semtini resmeden gravüründe de çeşitli kaynaklardan 19. yy başlarında
rek Mısır Çarşısı, gerek seyyar pazar es­ görüldüğü gibi, Bahariye'deki miriye ait bu saraylardan Bahariye Saray-ı Hüma­
nafı ve gerekse semt aralarında açılmış görkemli sahilsaraylar ile Eyüp ve Def- yunu, Beyhan Sultan (daha sonra Hibe-
olan küçük baharatçı dükkânları halkın terdarburnu'nun mütevazı yalıları ara­ tullah Sultan) Yalısı, Hatice Sultan Yalısı,
ihtiyacını karşılamaktadır. Ayrıca bakkal sındaki büyük fark ortaya çıkar. Eyüp Esma Sultan Yalısı, Çukursaray gibilerini
ve marketlerde küçük paketler halinde gibi dini efsaneler ve gelenekle bezen­ tespit edebilmekteyiz.
hazırlanmış baharat da bulunmaktadır. miş bir semt ile hemen yanı başındaki
Bahariye 18. yy sonuna kadar itibarlı
Bibi. Evliya, Seyahatname, I; N. Baylav, "Ba­ zengin, debdebeli Bahariye'de, günde­
bir sayfiye semti olmaya devam etmişse
harat, Baharatçılar", İSTA, IV, 1841-1842; M. lik yaşam biçimlerinin de çok farklı ola­
İzer, Baharatın İzleri, İst, 1975, s. 9-10; W. de, Bahariye Kasrı gözden düşmüş, 19.
bileceği anlaşılmaktadır.
Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, Ankara, yy'da ilginin Haliç'ten Boğaziçi'ne kay-

Melling'in Eyüp u betimleyen deseninde Bahariye'nin bir bölümü ve Bahariye adaları görülüyor, 18. yy.
Ara Güler fotoğraf arşivi
BAHARİYE 536

haline gelmiş; bundan sonra da başka


B A H A R İ Y E A D A L A R I dükkânlar, doktor ve dişçi muayeneha­
neleri için de tercih edilen merkezi bir
Halic'in sonuna doğru, Bahariye semtinin karşısına rastlayan bölümde, bugün yer olmuştur.
de fark edilen, eskiden Bahariye ya da Haliç adaları diye bilinen küçük adacık­ Bahariye'deki en büyük sinema, 1938'
lar vardı. 18. ve 19. yy gravürlerinde, bu adacıkların, Halic'in o zamanlar terte­ de cadde üstünde açılan Opera Sinema-
miz, pırılpırıl olan sularının üstünde yüzer gibi, çimenlerle kaplı olarak, yüksel­ sı'dır. Küçükmoda yönünde giderken
dikleri görülür. sol kolda kalan bu oldukça şık sinema
Hiçbir yükseltisi olmayan, adeta düz yeşil bir halıyı andıran bu adacıklar, da­ yakınlarda yıkılmıştır. Bundan sonra,
ha 16. yy'da İstanbul'un gözde ve seçkin mesire yerlerindendi. Bahariye adaları­ aynı sırada, Süreyya Paşamın (ilmen)
na Deniz Hamamı Mesiresi adı da verilir, burada suya girip yüzülür, sonra yem­ inşa ettirdiği Süreyya Sineması(->) gelir.
yeşil çimenler üzerinde dinlenilirdi. Yine adacıklar çevresinde çeşitli balıklar, Onun tarihi daha erkendir (1926). Yapı­
özellikle tekir ve kayabalığı ile iri karidesler bol bulunur; kolayca avlanırdı. Böl­ lış gerekçesi hakkında çeşitli söylenti ve
geye avcılar ördek avı için de gelirler, bele kadar suya girerek ördek avlarlardı. yorumlar olmakla birlikte, asıl amacın
Bahariye veya Haliç adaları eski Haliç ve o dillere destan Bahariye semtiyle Batılı hayat tarzını Türkiye'de yerleştir­
bir bütündü. Çevrenin yapısının hızla değişmesiyle adacıkların yapısı ve görü­ mek olduğu söylenebilir. Bina bu ama­
nümü de değişti. Çevreye ilişkin anılarını aktaranlar, Bahariye adalarının 1920' ca uygun olarak hayli şık bir şekilde ya­
lerde hâlâ yeşil olduğunu, sahilden adacıklara yüzerek geçilebildiğini, geceleri pılmış, heykel ve tavan resimleriyle,
suların yakamozlandığım anlatıyorlarsa da 1950, hele de 1960'lara gelindiğinde ağır avizelerle süslenmiş, 1950'de Da-
Bahariye adacıklarının üstünde çimenden eser kalmadığı, bu toprak parçacıkla­ rüşşafaka Cemiyeti'ne bağışlanmıştır.
rının üzerine çevredeki kontrplak fabrikalarının tomruklarının ve çeşitli sanayi Gene avnı sırada, halkevi olarak ya­
çöp ve artıklarının yığıldığı bilinmektedir. Günümüzde Halic'in temizlenmesi ve pılan binada Yurt Sineması vardı. Onun
kurtarılması projelerine bağlı olarak Bahariye adalarmm da eski görünümlerine karşısındaki, sağ koldan girilen Sakızgü-
kavuşturulması düşüncesi gündeme gelmiş, ancak bu yolda henüz hiçbir somut lü Sokağımda (asıl adı Saksıgülü olmalı)
adım anlamamıştır. ise. semtin en eski sinema salonu bulu­
İSTANBUL nur. Burası Kadıköy'deki Ayia Eufemia
Kilisesi'nin mülküydü ve Apollon Tiyat­
rosu adıyla tanınıyordu. Daha sonra Ha­
le Sineması oldu. Şimdi adı Reks'tir
masıyla birlikte, örneğin III. Selim ve 19601ara kadar nüfusu oldukça karışık­ (bak. Apollon sinemaları).
maiyeti günlük ve mevsimlik göçlerde tı. Ermeniler başta olmak üzere Rumlar Bahariye, Kadıköy'ün sinemalar sem­
artık hanedanın Boğaziçi'ndeki sarayla­ ve daha az sayıda Yahudiler de yaşıyor­ ti olma özelliğini bugün de sürdürmek­
rını tercih eder olmuşlardı. II. Mahmud du. Ortalama gelir düzeyi her zaman tedir. Yukarıda sayılanlardan faaliyete
devrinde de Bahariye terk edilmeye de­ görece yüksek olmuştur. devam edenlerin yanısıra, Moda Sine­
vam etmiş, 19- yy ortalarından itibaren Semtin can damarı anacaddedir. Es­ ması ve diğer bazı sinema salonları da
hanedan sarayları, görkemli yalılar, sa- kiden adı Bahariye Caddesi iken. orada açılmıştır.
hilsaraylar yıkılarak yerlerini sanayi ya­ oturmuş olan bir emekli generalden Bahariye Caddesi'nin Altıyolla birleş­
pıları almaya başlamıştır. II. Mahmud ötürü şimdi adı Asım Gündüz Caddesi tiği köşede, Kalamış yönünde bir Kato­
döneminde zaten harabe haline gelmiş olarak değiştirilmiştir. Altıyolla. yani lik kilisesi vardır. 1980'lerde burada,
olan Bahariye Kasrı ve Hatice Sultan Sa- Kadıköy'ün öteden beri en işlek alışve­ Bağdat Caddesi'ne giden yolun ağzında
hilsarayı yıkılmış, yerlerine iplikhane ve riş merkeziyle birleşen bu caddede, bu yol genişletme çalışmaları yapılırken Bi­
kışla yapılmıştır. yüzyılın ilk yarısında bazı sinemalar zans döneminden kalma bazı mezarlar
Semt 20. yy'dan başlayarak ve 1950' açılmış; böylece Bahariye Kadıköy sem­ bulunmuştur.
lerden sonra hızlanarak, sanayi kuruluş­ tinin bu tarz eğlence hayatının merkezi Gene cadde üstünde, Nisbiye Soka-
larının peş peşe yerleştiği bir bölge ol­
muş, Bahariye Mensucat Fabrikası, ip­
likhanenin yerinde Santral Dikiş Sana­
yii, kontrplak, briket imalathaneleri,
kimyasal madde ve boya fabrikaları,
Çikvaş Vili Mensucat Sanayii, yağ ima­
lathaneleri, madeni eşya sanayii, Gisla-
vet Lastik ve Kauçuk Fabrikası vb sem­
tin 1960'lardaki çehresini belirlemiştir.
Günümüzde Bahariye tümüyle harap
ve düzensiz bir sanayi alt bölgesi görü­
nümündedir.
Bibi. "Bahariye" İSTA, 1844-1850; Haskan,
Eyüp Tarihi, 64-66; Evliya, Seyahatname, I;
Ayvansarayî, Hadîka, I.
TÜLAY ARTAN

BAHARİYE
Kadıköy'ün, Moda, Küçükmoda ve Şifa
arasında kalan bir semtidir. Adını, hava­
sı güzel olduğu için bir zamanlar piknik
yeri olarak kullanılmasından aldığı söy­
lenir. Şimdiki Bahariye Caddesi'nin Altı-
yol'a doğru giderken sağ tarafı Kalamış
Koyu'na bakar. Yayıldığı alanda Pekme-
zoğlu, Cevizlik ve Sakızağacı mahallele­ Kadıköy Bahariye Opera Sineması'nm yerine yapılan Opera Çarşısı ve trafiğe kapalı olarak
ri vardır. Moda ile aşağı yukarı aynı ta­ yeni düzenlenmiş ana caddeden bir görünüm.
Elif Erim, 1993
rihlerde meskûn hale gelmiş olmalıdır.
53 7 BAHARİYE MEVLEVÎHANESİ

ğinın köşesinde Ayia Trias Rum Orto­ dığı 1925'ten itibaren çeşitli nedenlerle görmüştür. Evkaf Nezareti'nce 1908-
doks Kilisesi vardır. Ayrıca, Süreyya Si- tahrip edilerek ortadan kaldırılmıştır. 1910 arasında gerçekleştirilen bu tami­
nemasinın yanında bahçe içindeki tari­ Bahariye Mevlevîhanesi'nin tarihi, ratta mevlevîhanenin bütün yapıları ye­
hi ahşap bina da Ortodoks kilisesine l622'de kurulan Beşiktaş Mevlevîhane- nilenmiş ve bir de tek katlı selamlık
aittir. Günümüzde Bahariye Caddesi üs­ si(-») ile doğrudan ilgilidir. Bu dergâhın köşkü inşa edilmiştir. Bu tamirat sırasın­
tünde adliye, maliye gibi devlet dairele­ son postnişinlerinden Hasan Nazif Dede da semahan-türbe binası yeniden ele
ri de bulunmaktadır. (ö. 1861) ailesine mensup şeyhler, daha alınmış, Halic'e bakan cephesindeki pa­
Burada bulunan bellibaşlı, kurumlaş­ sonra Bahariye Mevlevîhanesi meşihatını yandalar yerine ahşap dikmeler konul­
mış dükkânlar arasında, Saray Muhalle­ üstlenmişler ve bu aile fertlerince İstan­ muştur. Daha önce semahanenin zemin
bicisi ile Ermeni kilisesinin yanındaki bul'daki Mevlevî zümresi içinde yaygın- katında bulunan kadınlar mahfili üst ka­
Ankara Pasta Salonunu, Kadıköy yaka­ laştırılan Bektaşî/Melamî-meşrep tasavvuf ta taşınmış, böylece "züvvar maksure-
sının en ünlü ayakkabıcısı Antranikl sa­ anlayışı, bir kültürel miras olarak Bahari­ si"nin alanı genişletilmiştir. 1877'de üç
yabiliriz. ye Mevlevîhanesi'nde temsil edilmiştir. katlı yaptırılan harem-selamlık binası ise
Moda ile aynı zamanlarda, yani 1960' l622'de Ohrili Hüseyin Paşa tarafın­ iki kata indirilmiş, selamlık ayrı bir bina
lardan başlayarak, Bahariye de eski ah­ dan, günümüzde Çırağan Sarayı'nm(->) olarak semahanenin batısında yeniden
şap binaların yıkılıp yerlerini apartman­ bulunduğu alanda inşa ettirilen Beşiktaş inşa edilmek suretiyle harem kısmından
lara bıraktığı bir semt haline geldi. Bu­ Mevlevîhanesi, 1867'ye kadar faaliyetini ayrılmıştır. Mevlevîhanenin mescidi ile
gün semtte eskiyi hatırlatan çok az bina Boğaziçi'nde sürdürmüş, ancak Abdüla- cümle kapısının da bu dönemde inşa
kaldı. ziz'in eski sarayın yerine yenisini inşa et­ edildiği hem kitabelerinden hem de
Nisbiye Sokağı köşesinde, bahçesin­ tirmek istemesi üzerine yıktırılarak önce yansıttıkları Birinci Ulusal Mimarlık Üs-
de cüce heykelleri olan eski ev, eski Fındıklı'daki Karacehennem İbrahim Pa­ lubu'ndan anlaşılmaktadır. Tamirat son­
genelkurmay başkanlarından Asım Gün- şa Konağı'na, ardından 1871'de Maç­ rası yapılan açılış törenine ait izlenim­
düz'e aitti. Celal Esat Arseven ölünceye ka'ya ve daha soma 1874'te geçici olarak ler, Fahreddin Dede'nin yazma "mec-
kadar Yoğurtçu Parkıma yakın güzel Eyüp'teki Hatab Emini Mustafa ve Hüse­ mua"sında kayıtlıdır. V. Mehmed Reşad
ahşap bir evde oturmuştu. Nâzım Hik­ yin efendilere ait yalılara taşınmış, 1877' başta olmak üzere Şeyhülislam Musa
metin de bir süre burada oturduğu bi­ de ise Bahariye'deki yeni binalarına yer­ Kâzım Efendi ve kalabalık bir davetli
linmektedir. leşerek 1925'e kadar Bahariye Mevlevî­ grubunun katıldığı bu törende Zekâi
hanesi adıyla faaliyet göstermiştir. Dede'nin Isfahan ayini okunmuş, ardın­
MURAT BELGE
Dergâhın ilk postnişini Hüseyin Fah- dan Kocamustafapaşa Âsitanesi Şeyhi
reddin Dede'dir(->). Beşiktaş Mevlevîha­ Mehmed Kutbeddin Efendi tarafından
BAHARİYE KASRI "Sünbülî devranı" icra edilmiştir.
nesi Şeyhi Hasan Nazif Dede ile Zübey-
Eyüp'te Bahariye sahil şeridinin sonun­ de Havva Hanimin oğlu olan Fahred- 1911de Fahreddin Dede'nin vefatıyla
da yer alan kasır. Günümüze ulaşma­ din Dede (1854-1911), babasının vefa­ yerine oğlu Küçük Hasan Nazif Dede (ö.
mıştır. tından sonra Beşiktaş Mevlevîhanesi 1915) geçer. 1878'de dergâhta doğmuş
Bostancıbaşı defterlerinden bu kasır­ meşihatına atanmış ise de yaşça küçük­ ve henüz 7 yaşındayken 1885'te sema çı­
dan sonra Alibeyköy'e kadar olan saha­ lüğü nedeniyle dergâhı Râşid Dede ve­ karmıştır. Postnişinliği dört yıl gibi kısa
nın tamamen boş olduğu anlaşılmakta­ kâleten yönetmiştir. 1871'de asaleten bir dönemi kapsayan Nazif Dede'nin ve­
dır, tik olarak ne zaman inşa edildiği ke­ Maçka Mevlevîhanesi meşihatını üstle­ fatıyla meşihat makamı, Fahreddin Dede'
sin olarak saptanamamaktadır. Bahariye nen Fahreddin Dede, bu görevini 1877' nin kızı Fatma Fasiha Hanım'dan doğma
Kasrı sultanların kısa süreli binişlerinde den 1911'e kadar Bahariye Mevlevîha­ Selman Faik Dede'ye asaleten geçmiş ise
kullanılmış; 1708 ve 1722'de, geçirdiği nesi'nde yürütmüştür. de, bu tarihte yaşça küçüklüğü nedeniy­
önemli tamirat, yenileme ve bahçe dü­ Bahariye Mevlevîhanesi, Hüseyin Fah­ le dergâh önce, Salâheddin Çelebi ve ar­
zenlemeleri sonucunda tekrar itibar gör­ reddin Dede döneminde İstanbul'daki dından da Bahaeddin Dede'nin idaresin­
müş, özellikle I. Mahmud devrinde rint Mevlevîliğin başlıca merkezidir. Bazı de kalmıştır. Salâheddin Çelebi, Mevla-
(1730-1754), burada birçok resmi tören Mevlevîlerce "Şems" kolu olarak nitelen­ na'nm torunu Mutahhara Hatun'a bağlı
yapılmış, elçiler, konuklar ağırlanmış, zi­ dirilen tarikat içindeki bu "ehl-i beyt" Tnas Çelebileri" kolundandır. Salâhed­
yafetler verilmiştir. Sultanların günlük zi­ yanlısı tasavvuf anlayışının kökeni, 17. din Çelebi'den sonra dergâh meşihatını
yaretleri sırasında biniş yerlerindeki ge­ yy'da Yenikapı Mevlevîhanesi şeyhliği üstlenen ikinci postnişin, Beşiktaş Mev­
leneksel eğlence türlerinden atış talimle­ yapan Sabuhî Ahmed Dede'ye kadar levîhanesi Şeyhi Büyük Nazif Dede'nin
ri, güreş müsabakaları yapılmış, yemek­ uzanır. Bektaşî ve Melamîlere yakınlığıy­ kardeşi el-Hac Arif Efendimin torunu Ba­
ler yenmiş ve oyunlar oynanmıştı. la tanınan Fahreddin Dede, bu rint Mev­ haeddin Dededir. Bilecik Mevlevîhanesi
19- yy başında sahilde küçük bir bi­ levîlik anlayışını Bahariye Mevlevîhane­ postnişini iken Bahariye Mevlevîhanesi
na olan kasır harap durumda idi. Kasra si'nde sürdürmüş, damadı olduğu Yeni­ meşihatına atanmış ve bu görevini tek­
verilen ad sonradan bütün sahilin ismi kapı Mevlevîhanesi Postnişini Osman kelerin kapatıldığı 1925'e kadar sürdür­
olmuştur. Salâheddin Dedemin hem Midhat Paşa müştür. Bu tarihten önce vekâleten yü­
Bibi. İSTA, IV, 1853-1854; M. Erdoğan, "Os­ yanlısı siyasi fikirlerinden, hem de gele­ rüttüğü dergâh meşihatını tarikat gelene­
manlı Mimari Tarihinin Arşiv Kaynakları", neksel Mevlevîlik anlayışından bağımsız ğine aykırı bir şekilde Evkaf Nezareti'ne
TD, III/5-6 (1951-1952), s. 64-66; Haskan, bir çizgide dergâhım yönetmiştir. Bu dö­ onaylatarak asaleten postnişin olan Ba­
Eyüp Tarihi, II, 64-66. nemde Bahariye Mevlevîhanesi, arala­ haeddin Dede'nin bu tartışmalı şeyhliği,
TÜLAY ARTAN rında Yenikapı Mevlevîhanesi Şeyhi Mevleviler arasında hoş karşılanmamış
Mehmed Celâleddin Dede ile Galata ve Selman Dede son postnişin olarak
BAHARİYE MEVLEVÎHANESİ Mevlevîhanesi Şeyhi Mehmed Ataullah kabul edilmiştir.
Eyüp'te Halic'in Kâğıthane kıvrımmdaki Dede'nin de bulunduğu ve Medeni Aziz 1885 sayımına göre barındırdığı 24
Bahariye mevkiinde olup adını buradan Efendi, Tanburi Kâmil Bey, Yeniköylü kişilik nüfus açısından Yenikapı, Kasım­
alan adaların karşısındaydı. Kara tarafı Hasan Efendi, Bolahenk Nuri Bey, Dr. paşa ve Galata mevlevîhanelerinden
kuzeyde Silahtarağa Caddesi ile sınırla­ Subhi Ezgi ile Rauf Yekta gibi tanınmış sonra dördüncü sırayı alan Bahariye
nan mevlevîhane güneyde Halic'e uzan­ isimlerden meydana gelen aydın bir Mevlevîhanesi, I. Dünya Savaşı yılların­
makta ve cümle kapısı Mevlevîhane Çık- çevreyi bünyesinde barındıran, İstan­ da Osmanlı ordusunda görev yapan I.
mazı'nın sonunda bulunmaktaydı. Gü­ bul'un bellibaşlı musiki merkezlerinden Kolorduya bağlı Alman subayların ika­
nümüze yalnızca mescidi, oldukça bo­ birisi durumundadır. metine ayrılmıştır. Cumhuriyet dönemin­
zulmuş bir şekilde kalabilen mevlevîha- Fahreddin Dede'nin meşihat döne­ de Hazine, Vakıflar İdaresi ve mirasçılar
nenin diğer yapıları, tekkelerin kapatıl­ minde mevlevîhane önemli bir tamir arasında çıkan mülkiyet davası uzunca
BAHARİYE MEVLEVÎHANESİ 538

geçit, b u n d a n sonra da, harem binasının


kuzeydoğu k ö ş e s i n e bitişik olan erkek­
ler h a m a m ı , h a r e m h a m a m ı v e h a r e m
mutfağı bölümleri sıralanmaktadır. Arsa­
nın g ü n e y sınırında, Haliç b o y u n c a uza­
n a n m o l o z taş örgülü bir rıhtım görül­
m e k t e d i r . B u n u n a z gerisinde, b a t ı d a n
doğuya doğru selamlık, semahane-türbe
ve h a r e m yapıları bağımsız kitleler ola­
rak sıralanır. Bu binaların arasında, rıh­
tım ile b a h ç e n i n sınırında, k a r e kesitli
kagir babalara oturan ve üç tane girişle
donatılmış olan m a d e n i parmaklık uzan­
maktadır. Haliç kıyısındaki bu yapı gru­
bu ile kuzeydeki yapı dizisi arasında ka­
lan alan, ortasında fıskiyeli havuzu, se-
mahane-türbenin doğusunda kameriyesi,
çeşitli m e y v e a ğ a ç l a r ı ile bir i ç b a h ç e
(avlu) şeklinde düzenlenmiştir.
K e s m e küfeki taşından titiz bir işçilik­
le ö r ü l m ü ş o l a n k a p ı 4,10x2,20 m b o -
yutlarındadır. K a p ı n ı n dış c e p h e s i n d e ,
Bahariye Mevlevîhanesi'nin vaziyet planı restitüsyonu. 1. cümle kapısı. 2. mescit. 2A. kadınlar k e m e r i n h e m e n ü s t ü n d e , kaval silmeli
(bacılar) mahfili, 3. dedegân hücreleri, 3A. neyzenbaşı hücresi, 3B. kudümzenbaşı hücresi,
3C. aşçı dede hücresi, 4. örtülü arka geçit. 5. sundurma. 6. helalar, 7. abdest muslukları, basit bir ç e r ç e v e içine 1328/1910 tarihli
8. somathane, 9 matbah-ı şerif ve çilekeş canlar odası, 10. harem, 11. erkekler hamamı. y e n i l e m e kitabesini i ç e r e n m e r m e r lev­
12. harem hamamı, 13- harem mutfağı, 14. inek ahırı. 15. kameriye. 16. semahane. İÖA. türbe. ha yerleştirilmiştir. T a l i k hatla yazılmış
17. semahanenin esas girişi, 18. türbe girişi. 19. hünkâr girişi, 20. harem girişi, 21. selamlık. olan m a n z u m kitabe, Üsküdar Mevlevî­
21A. kahve ocağı, 22. selamlık girişi, 23. Gazi Müşir Edhem Paşazade Hafî Bey kabri. hanesi'nin son postnişini Şeyh Ahmed
Barihüda Tanrıkorur
Remzi (Akyürek) D e d e Efendi'ye (1872-
1944) aittir. Birinci Ulusal Mimarlık Üs-
bir süre çözümlenememiş, 1935te sema­ s. 62-66: İSTA. IV, 1854-1856: E. Yücel, "Be- lubu'nun bütün özelliklerini gösteren
hanesi Vakıflar İdaresi'nce yıktırılmış ve şiktaş-Bahariye Mevlevîhanesi". STY, X I I c ü m l e kapısının Mimar K e m a l e d d i n B e y '
ardından 1939'da harem binası yanmış­ (1982). s. 166: M. Baha Tanman. "Bahariye in eseri olduğu ileri sürülebilir.
Mevlevihanesi", DİA, IV, 471-473; E. Işın, "is­
tır. 1968'de mülkiyet davasını kazanan M e v l e v î h a n e n i n meydan-ı şerifi ola­
tanbul'un Mistik Tarihinde Beşiktaş/Bahariye
mirasçılar, yanmış bulunan türbedeki Mevlevîhanesi". İstanbul. S. 6 ( T e m m u z r a k d a kullanıldığı a n l a ş ı l a n m e s c i d i n
postnişin mezarlarını Silahtarağa Cadde­ 1993). s. 129-137. boyutları yaklaşık 10x10 m'dir. Duvarla­
si üzerindeki 16 Mart şehitlerinin eski EKREM IŞIN rı Batı standartlarına uygun tuğlalar ile
yerine naklederek dergâh arsasını sat­ örülmüştür. Y a p ı n ı n planı güneybatı ve
Mimari
mışlar, bu alan üzerinde daha sonra g ü n e y d o ğ u k ö ş e l e r i n d e 45 d e r e c e pah-
D e n i z seviyesinden 1-2 m kadar yüksek­ l a n m ı ş bir karedir. B a s ı k k e m e r l i giriş
Gislaved ve Aydın Yüz Mensucat fabri­
te olan mevlevîhanenin kullanımı ve batı c e p h e s i n i n eksenindedir. B u n u n
kaları kurulmuş, 1970'te ise selamlık da­
içindeki yapılann dağılımı şu şekildedir: y a n l a r ı n d a sivri k e m e r l i b i r e r p e n c e r e ,
iresi ile cümle kapısı yeni mülk sahiple­
Kuzeyde cadde boyunca mevlevîhane­ g ü n e y ve doğu c e p h e l e r i n d e de aynı
rince yıktırılmıştır. 1986'da Haliç çevre
nin bostanları uzanmaktadır. Arsanın ku­ tipte ikişer p e n c e r e vardır. K u z e y duva­
düzenlemesi projesine alınan mevlevî­
zeybatı köşesinde, caddeye bağlanan rı sağırdır. G ü n e y duvarının ortasında,
hane arsasındaki fabrikalar kamulaştırıl­
Mevlevîhane Ç ı k m a z i n ı n s o n u n d a cüm­ p e n c e r e l e r i n arasında, i ç e taşkın bir kit­
mış, bu arada pek çok kıymetli mezar
le kapısı yer alır. Çıkmazın doğu yönün­ le o l u ş t u r a n yuvarlak nişli m i h r a p b u ­
taşı da tahrip olunarak bir zamanlar Ah­
de, b o s t a n l a r ı ayıran diğer bir duvar lunmaktadır. K u z e y duvarı b o y u n c a ,
med Irsoy, Dr. Suphi Ezgi, Ahmed Avni
uzanmaktadır. Bu iki duvarın kesiştikleri fevkani k a d m l a r ( b a c ı l a r ) mahfili uzanır.
Konuk ve Abdülbaki Gölpmarlı gibi ay­
köşede, cümle kapısından girince he­
dınları yetiştiren Bahariye Mevlevîhanesi Mescidin içinde, duvarlarda ve tavan­
m e n solda mescit vardır. Mescidin hiza­
tamamen ortadan kaldırılmıştır. da k a l e m işi tezyinat görülmektedir. D u ­
sında, batıdan doğuya doğru şu bölüm­
var yüzeyleri, kapı, p e n c e r e ve m i h r a b a
Bibi. BOA, İrade Dahiliye, no. 33050 ( 2 4 ler sıralanmaktadır: Mescit, geçit, üç adet
Şevval 1278); BOA, İrade Evkaf, no. 291/15 uyularak kalmlı inceli müteaddit çizgi­
d e d e g â n hücresi, geçit, on b e ş adet de­
(15 Safer 1326); BOA, Plan, Proje ve Kroki, lerle d i k d ö r t g e n p a n o l a r a ayrılmış, b u
d e g â n hücresi, geçit, helalar ve a b d e s t
no. 544 (11 Rebiülevvel 1326); Hüseyin Fah­ p a n o l a r ı n içine, klasik ü s l u b u n rumîle-
reddin Dede, Mecmû'a, Konya Mevlânâ Mü­ muslukları. Bu binaların kuzeyinde (ar­
r i n d e n b o z m a kıvrık d a l l a r v e s t i l i z e
zesi İhtisas Ktp, no. 7467. vr 109b-110b; Âsi- kasında), bostanı ayıran duvara paralel,
yapraklardan oluşan k ö ş e dolguları res­
tâne, 13; 1301 İstatistik Cedveli, 58; Münib. üstü örtülü bir geçit u z a n m a k t a ve yuka­
Mecmua-i Tekâyâ, 12; M. Ziya, "Şeyh Hüse­ medilmiştir. Mihrap hücresinin ortasında
rıda adı g e ç e n geçitler b u n a bağlanmak­
yin Fahreddin Efendi", -Musavver Nevsâl-i Os- v e k a v s a r a s ı n d a d a aynı üslupta b i r e r
tadır. Helalardan itibaren b ö l ü m l e r gü-
manî, İst, 1328, s. 274; R. Yekta, "Şeyh Hü­ s ü s l e m e grubu y e r alır. Cümle kapısında
seyin Fahreddin Efendi", Musavver Nevsâl-i ney-kuzey doğrultusunda Halic'e (güney)
olduğu gibi m e s c i d i n c e p h e l e r i n e de B i ­
Osmanî, İst, 1328, s. 282; Lutfî Simavî, Sul­ doğru sıralanmaya devam ederler. Hela­
rinci Ulusal Mimarlık Üslubu e g e m e n d i r .
tan Mehmed Reşad Hanin ve Halefinin Sa­ lardan s o m a , arsanın doğu kesimini işgal
B u y a p ı m n d a Mimar K e m a l e d d i n B e y ' e
rayında Gördüklerim, I, İst.. 1340, s. 131; e d e n arka b a h ç e y e açılan bir geçit, bun­
Yeşilzade Mehmed Salih, Rehber-i Tekâyâ. ait olması kuvvetle muhtemeldir. Mama­
dan sonra da birbirlerine bitişik olarak
Süleymaniye Ktp, Tırnovalı, no. 1035/4m. s. fih iç m e k â n d a k i süslemelerde, bu üslu­
s o m a t h a n e ile matbah-ı şerif yer almak­
21; Vassaf, Sefine, V, 269; J o h n P. Brown, b u n yanısıra eklektik zevkin de d e v a m
The Darvishes or Oriental Spirituatizm, tadır. H ü c r e l e r dizisinin avluya b a k a n
ettiği görülmektedir.
Londra, 1927, s. 469; Tarih-i Lutfî. X, 64; Er- güney cephesi boyunca uzanan ahşap
iki katlı olan s e m a h a n e - t ü r b e binası­
gun, Antoloji, II, 507; İnal, Türk Şairleri, II, direkli sundurma g ü n e y e doğru d ö n e r e k
347; ay, Hoş Sada, 193-196; Veled Çelebi İz- nın boyutları dışardan yaklaşık 27,50x23
somathane-matbah-ı şerif kitlesinin
budak, Hatıralarım, İst, 1946, s. 24; Bige m'dir. Ana hatları itibariyle, kuzey-gü-
ö n ü n d e de devam eder. Matbah-ı şerifin
Özkan, İstanbul'daki Mevlevîhaneler, (1967), n e y doğrultusunda, ortasından g e ç e n bir
İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp. no. 4842, güneyinde arka b a h ç e y e açılan diğer bir
e k s e n e g ö r e simetrik olarak tasarlanmış
539 BAHARİYE MEVLEVÎHANESİ

bulunan bu binanın dört tane girişi var­


dır. Mukabelelerde, semaya bizzat katı­
lanlar ile erkek seyircilerin (züvvarın)
kullandığı esas giriş kuzey duvarının ek­
seninde yer alır. Bunun üzerinde, 1276/
1859-60 tarihini taşıyan ve Beşiktaş Mev-
levîhanesi'nden getirildiği anlaşılan Şair
Musa ve Kâzım Paşa'ya ait manzum ki­
tabe yer almaktaydı. Doğu duvarının
kuzey kesiminde, türbeye yakın olan bir
yerde, mukabeleler dışında türbeyi ziya­
ret etmek isteyenlere mahsus diğer bir
kapı görülür. Semahane-türbe binasının
girişleri, dörder basamakla çıkılan kagir
sahanlıklar ile donatılmıştır.
Yapının ortasında 15,50x15,50 m bo­
yutlarında, köşeleri çeyrek dairelerle
yumuşatılmış kare planlı, iki kat yük­
sekliğinde esas semahane yer alır. Se­
mahaneyi sınırlayan çizgi üzerinde, üst
kat mahfillerini taşıyan on sekiz adet,
sekizgen kesitli ve pilastr başlıklı ahşap
sütun sıralanmaktadır. Ayrıca, geri plan­
da, dördü sema alanının güneyinde, biri
de batısında bulunan beş sütun daha
mevcuttur.
Binanın dış duvarları ile semahaneyi
sınırlandıran bu sütun dizisi arasındaki
alan şu şekilde kullanılmıştır: Kuzeyde
esas kapının önündeki açıklığa tekabül
eden alan girişe, doğuda ortadaki açık­
lık ile bunun kuzeyindekine tekabül
eden bölüm ahşap sandukaları barındı­
ran türbeye, güneydeki kesim mihrap
önü bölümüne, geriye kalan alan da er­
kek seyircilere mahsus züvvar maksure­
lerine tahsis edilmiştir.
Esas girişin sağında ve solunda fev­
kani mahfillerin kuzey kanadına çıkan
bir çift merdiven bulunmaktadır. Zemin
katta yapının kuzeybatı köşesine 4,50x Bahariye Mevlevîhanesi'nde harem binası (üstte) ile semahane-türbe ve selamlık binalarının
Haliç'ten görünümü (altta).
4,50 m boyutlarında "T" planlı şerbetha-
Fotoğraflar ÎAM Encümen Arşivi. 1933
ne yerleştirilmiştir.
Üst katın ortasında semahanenin boş­
luğu yer almakta, bunun çevresinde ze­ ziz devrinin birçok yapısında kullanıl­ vir tekke tasarımı ile mesken tasarımı
min kattakiler ile aynı hizalarda, çatıyı mış olan, içi damarlı, kıvrık yapraklar arasındaki kaynaşma bütün açıklığı ile
takviye eden on sekiz adet daire kesitli seçilebilmektedir. 1910 tarihli mescitteki belirir.
ve korint başlıklı ahşap sütun sıralan­ benzerlerine bakarak semahane-türbe- Tek katlı olan selamlığın boyutları,
maktadır. İki katın sütun dizileri arasın­ nin de bu tarihte aynı nakkaşlar eliyle dışardan 16,70x15,30 m'dir. Malzeme ve
da bir parapet duvarı uzanır. Semahane­ tekrar süslendiği ileri sürülebilir. Aynı inşaat tekniği bakımından semahane-
den başka bunun gibi iki kat yüksekli­ eklektizmin görüldüğü ahşap korkuluk­ türbe ile aynı özelliklere sahiptir. Yapı,
ğinde olan türbe ile mihrap önü bölümü lardan türbeye ait olanın üstünde yer kuzey-güney ve doğu-batı doğrultula­
dışında kalan alan şu şekilde değerlen­ alan sikkeler ise geç devir tekke mima­ rında uzanan iki eksene göre simetrik
dirilmiştir: Kuzeyde, zemindeki esas gi­ risinde bolca kullanılmış olan tarikat olarak tasarlanmıştır. Kuzeyde, avlu yö­
rişin üstüne ve mihrabın tam karşısına sembollerindendir. nündeki girişin önünde, iki yandan ba­
denk gelen kesim mıtrıp maksuresidir. İç mekândaki bu karmaşık bünyeli samaklarla çıkılan ufak bir sahanlık bu­
Batı yönüne açılan üç pencerenin ay­ süsleme programına karşılık cepheler­ lunur. Girişi izleyen "T" planlı sofanın
dınlattığı bu maksure yanlarda ve sema­ de, ahşap mimari geleneği içinde varlı­ güneyine, şeyh odası olduğu anlaşılan,
haneye bakan güney yönünde ahşap ğını sürdürebilen, eklektizmden pek et­ Haliç cephesinden 1,50 m kadar taşkın­
parmaklıklar ile sınırlandırılmış, güney kilenmemiş olan sade ve dingin ifade­ lık yapan, dikdörtgen planlı bir mekân
yönünde, ortadaki iki sütunun arasında nin egemen olduğu görülüyor. Aynı bo­ yerleştirilmiştir. Selamlığın en geniş biri­
kavisli bir çıkma ile genişletilmiştir. yutta pencerelerin sıralandığı, zamanın­ mi (6,20x4,50 m) olan bu odadan baş­
Semahane-türbe binasının iç süsle­ da tahini boyalı olduğu bilinen bu cep­ ka, sofanın yanlarında, farklı boyutlarda
mesinde, Sultan Abdülaziz devrinde helerden Halic'e bakan güney cephesi, üçer oda, kusursuz bir simetri içinde sı­
(1861-1876) ortaya çıkan ve 19.yy İn hünkâr mahfili ile bacılar mahfiline ait ralanmaktadır. Söz konusu odalardan,
sonlarına kadar etkinliğini sürdüren Os­ simetrik çıkmalarla hareketlendirilmiş, ortada bulunan ikisi doğu ve batı cep­
manlı eklektizminin izleri görülmekte­ bu şekilde semahane-türbe binasının si­ helerinden taşmaktadır. Merkezdeki so­
dir. Nitekim antik Yunan-Roma mimari­ vil mimari ile olan yakınlığı artırılmıştır. faya açılan bu mekânlardan, yapının
sinden alınma üçüz yivlerin yanısıra Çatının tepe noktasında Mevlevi tacı bi­ kuzeybatı köşesini işgal edenin kahve
klasik Osmanlı üslubuna bağlanan di­ çiminde, oldukça büyük bir alem yer ocağı, bir diğerinin de kütüphane odası
limli kaş kemerler ile geç devir Endülüs almaktadır. Semahane-türbe binasının olduğu bilinmektedir. Ayrıca girişin
süslemesinden kaynaklanan ve Abdüla- dış görünüşleri ele alındığında, geç de­ yanlarında, ince uzun dikdörtgen planlı
BAHÇE SİNEMALARI 540

ikişer mekân daha vardır. Soldakilerin masıdır. Yenikapı Mevlevîhanesi ile Ge­ çe sinemalarının da en az kışlık sinema­
hela-abdestlik birimleri olduğu anlaşıl­ libolu Mevlevîhanesi'nde de karşımıza lar kadar kârlı bir iş olduğunu görünce
maktadır. Sağdakilerin de ardiye türün­ çıkan bu durum tarikat sembollerinin Mısırlıoğlu Sineması'mn yanısıra yine
den birimler olması muhtemeldir. süslemeden de öte bizzat tasarımı etki­ aynı mahallede Zamoğlu Sineması'mn
Dışardan yaklaşık 16x12 m boyutla­ leyebileceğini kanıtlamaktadır. Ayrıca işletmeciliğini üstlendiler.
rında olan harem iki katlıdır. Malzeme türbe korkuluklarında ve semahane ale­ İstanbul'da yazlık sinemaların en çok
ve işçilik olarak semahane-türbe ile ay­ minde görülen Mevlevî serpuşları geç izleyici bulduğu semt Üsküdar'dı. İlk
nı özellikleri paylaşır. Harem binasının devir mimarisinde tarikat alametlerinin Türk sinemacısı Fuat Uzkınay aynı za­
iç taksimatı açık seçik bilinmemektedir. mimarideki kullanımını göstermektedir. manda sinema işletmeciğinde de öncü­
Elimizdeki fotoğraflarda ancak Haliç Bibi. Ziva. İstanbul ve Boğaziçi, II, 242; İS­ ler arasında yer alır. Uzkınay 1920'de
üzerindeki güney cephesi ile semaha- TA, IV, 1854-1865: E. Yücel, "İstanbul Mevle- önce Malul Gaziler Cemiyeti adına Do­
ne-türbeye bakan batı cephesi görüle­ vihaneleri". Hayat Tarih Mecmuası, XI/58 ğancılar (daha sonra Jale, 1921'de Park,
bilmektedir. Selamlık binasındaki gibi (Aralık 1969), 28-33; B. Turnalı, "Bahariye 1940'ta Aypark adını aldı), daha sonra
ortasında kesişen iki eksene göre simet­ Mevlevîhanesi'nin Yıktırılan Büyük Avlu Ka­
da Üsküdar Hâkimiyeti Milliye Caddesi
pısı", Bizim Anadolu. 13.1.1971: M. Erdoğan.
rik bir düzene sahip olduğu anlaşılmak­ "Mevlevî Kuruluşları Arasında İstanbul Mev- no. 1-3'te Hale Sineması'm işletti. Her
tadır. Yaklaşık 16 m uzunluğundaki gü­ levîhaneleri", GDAAD, 4-5 (1975-1976), 15- iki açık sinemada da zaman zaman baş­
ney cephesi 4 m'lik dört eşit parçaya 46; E. Yücel, "Bahariye Mevlevîhanesi", Türk ta Türk filmleri olmak üzere birinci viz­
bölünmüş, sonlarda ve ortada yer alan Edebiyatı Dergisi. 46 (1977), 31-33; ay, "Yok yon filmler de gösterildi.
parçalar 2 m kadar ileri çıkarılmıştır. Ze­ Olan İstanbul Mevlevihaneleri". TTOK Belle­
teni, 60/339 (Eylül-Aralık 1977), 3-7; ay, "Be­ 1922'de bahçe sineması geleneği, Üs­
min katta, ileriye çıkan kesimin ekse­ küdar'dan karşı yakaya Beşiktaş'a sıçra­
şiktaş (Bahariye) Mevlevihanesi". SİY, XII
ninde harem binasının esas girişlerin­ (1982), 161-168; İKSA, II, 975-981; M. B. dı. Önce bugün Balıkçılar Çarşısı'nın
den biri yer alır. Şeyh efendinin ve aile Tanınan. "Bahariye Mevlevihanesi". DİA. IV, bulunduğu yerde Elektra, sonra da Has-
bireylerinin semahane-türbe başta ol­ 471-473; Haskan. Eyüp Tarihi. I, 112-116; E. fırm Caddesi no. 67'de Park sinemaları
mak üzere mevlevîhanenin diğer bö­ Işın, "İstanbul'un Mistik Tarihinde Beşik­
açıldı. Bu sinema 1930'da Suatpark adı­
lümleri ile olan ilişkilerini sağlayan bu taş, Baharive Mevlevihanesi", İstanbul, S. 6
(Temmuz 1993). 129-137. nı aldı, 1984'te yıktırıldı.
kapının önünde basamaklı bir sahanlık 1934'te Kadıköy'deki kışlık sinemalar
ve semahane-türbe binasında görülenle­ M. BAHA TANMAN
yazın da gösterilerine devam etmek için
rin eşi olan camekânlı bir bölme yer al­ yazlık bahçe sinemaları açmaya başladı­
maktadır. Batı cephesinde de bir baca BAHÇE SİNEMALARI
lar. Bu sinemaların başında Süreyya İl­
seçilmektedir. Güney cephesindekiler- Yazlık sinemalar da denen, sıcak mev­ menin sahipliğini üstlendiği Süreyya Si­
den daha dar, pervazlı ve panjurlu on simlerde açık havada geceleri film gös­ neması geldi. Bu sinema film gösterileri­
iki tane pencere sayılabilmektedir. Ha­ teren sinemalar. Sinemanın İstanbul'da nin yanısıra çeşitli yaz eğlenceleri ile ba­
rem bahçesinin moloz taş örgülü ve iki yaygınlaşmasında büyük rol oynayan lo ve sünnet düğünleri için de kullanıldı.
sıra tuğla hatıllı duvarı doğuya doğru bahçe sinemaları, uzun yıllar halkın tek Ayrıca çeşitli tiyatro toplulukları yazlık
uzanmakta, haremin önündeki rıhtımda ve en ucuz gece eğlencelerinden biriy­ gösterilerini yine aynı sinemada yaptı.
küçük bir kayık iskelesi görülmektedir. di. Kışlık sinemalara oranla daha ucuz
1930-1940 arasında, yerli yapımların
olması, şehrin çeşitli semtlerinde aile­
Harem binası geç devir yalı mimarisi­ artması ve ithal filmcilik alanındaki kı­
cek gidilebilecek yakınlıkta bulunması
nin sıradan örneklerinden biridir. İlk in­ mıldamaya paralel olarak kışlık ve yazlık
ve halkın çok kısıtlı olan gece eğlence­
şa edildiğinde bütün cephelerinde, batı sinemalarda da bir artış gözlendi. Bahçe
lerine farklı bir boyut getirmesi, bahçe
cephesindekiler gibi, Türk ahşap yapı sinemaları geleneği Kadıköy. Üsküdar ve
sinemalarının yaygınlaşmasına ve uzun
geleneğine uygun oranlara sahip pence­ Beşiktaş semtlerinin dışına da taşarak
süre seyirci toplamasına neden oldu.
relerin bulunduğu, Haliç üzerinde oldu­ yaygınlaşmaya başladı. 1930'da Kara-
ğu için, nemden en fazla etkilendiği tah­ İstanbul'da ilk bahçe sineması 1913' gümrük'te Uzunbahçe; Bakırköy'de Lale;
min edilen, ayrıca en fazla göze çarpan te Şişli Halaskârgazi Caddesi'nde no. 1935te Gedikpaşa'da Kadri, Ali ve İzzet
güney cephesinde yer alanların 1910 192-194'te açıldı. Osmanbey Bahçesi Cemalî kardeşlerin işlettiği Azak; 1937'de
onarımı sırasında, bu dönemde İstan­ adını taşıyan yerde aynı adla açılan si­ İstanbul Belediyesi'nin işletmeciliğinde
bul'da moda olan art nouveau(->) üslu­ nemanın bir de kışlık bölümü bulunu­ Bebek Bahçesi; Şehremini'de İnşirah ve
buna uygun oranlarla tadil edildikleri yordu. Halen yerinde Yapı ve Kredi Akgün: 1939'da Cağaloğlu'nda bugün İs­
anlaşılmaktadır. Nitekim haremin yegâne Bankası'nm bulunduğu sinema, uzun tanbul Erkek Lisesinin yatakhane bölü­
dış süslemesini oluşturan pencere per­ yıllar bahçe sineması olarak İstanbullu­ münün bulunduğu yerde Çiftesaraylar;
vazları ile ajurlu balkon korkuluklarında lara hizmet etti. 1940'ta ise Beyazıt'ta bugün Beyazsa-
da art nouveau'nun izleri görülüyor. Bir yıl sonra, Erenköy'de aynı adı ta­ rayin olduğu yerde Lale; Galatasaray Li-
Bahariye Mevlevîhanesi her şeyden şıyan ikinci bahçe sineması açıldı. Bu sesi'nin bahçesinde ise Galatasaray adlı
önce tam teşekküllü bir Mevlevi âsita- sinema 1933'te Sefa Bahçesi adını ala­ bahçe sinemaları açıldı. Savaş yıllarında
nesi olarak, mimari programının zen­ rak 1940'h yılların başına kadar film sinemada ve dolayısıyla bahçe sinemala­
ginliği ve bölümlerinin geniş araziye ra­ gösterilerine devam etti. 1915te Kadı­ rında patlama yaşandı. Avrupa filmleri­
hatça dağılışı ile dikkati çeker. Osmanlı köy'de Milli Sinema açıldı. Kuşdili Çayı- nin yerini Mısır filmlerinin alması, yerli
dönemine ait ahşap tarikat yapılarının rı'nın hemen başında olan bu sinema yapımlarda buna öykünen filmlerin ya­
sivil mimari ile kurdukları yakın ilişki bir süre sonra Kuşdili adım aldı. pılması sinemaya ilgiyi artırdığı gibi sine­
ve çevredeki ahşap meskenler ile sağla­ 1920'de Kadıköy'ün ve İstanbul'un ma salonlarının çoğalmasına da zemin
dıkları uyum burada en açık şekilde ifa­ en ünlü ve en büyük bahçe sinemala­ hazırladı. 1943'te açılan başlıca bahçe si­
de edilmiştir. Yine tarikat mimarisine rından biri olan Mısırlıoğlu Sineması nemaları, Nurpak (Suadiye), Çırağan da­
has türbe-ibadethane kaynaşması Baha­ açıldı. Kadıköy'ün Halitağa Mahalle- ha sonra Bağlarbaşı (Üsküdar), Ünal
riye Mevlevîhanesi'nin özelliklerinden si'nde bir konağın bahçesinde film gös­ (Kasımpaşa), Kiğılı (Kâzımpaşa), Çiçek
birini oluşturur. terilerine başlayan sinemanın işletmeci­ (Arnavutköy), Aile Bahçesi (Sarıyer),
Bahariye Mevlevîhanesi'nin en ilginç liğini, başta Apollo Sineması olmak üze­ Emek (Paşabahçe), Çiçek (Karagümrük),
yönlerinden biri de, Mevlevi terminolo­ re Kadıköy'deki birçok sinemayı işleten İskele (Beylerbeyi), Tunca (Yedikule),
jisinde "nezr-i Mevlânâ" ya da "nezr-i Siroçkin Kardeşler yaptılar. Film gösteri­ Çınar (Suadiye) oldu.
Mevlevi" olarak adlandırılan, uğurlu ve lerinin yanısıra konser, tiyatro ve zaman İstanbul'un unutulma? bahçe sine­
kutlu sayılan 18 rakamının, dedegân zaman da sünnet düğünlerinin yapıldığı maları arasında ilk sıra ı Suadiye'de
hücrelerinin adedinin yanısıra semaha­ bahçe bir süre sonra Halk Sineması adı­ 1943'te açılıp aralıksız 1980'li yılların
nedeki sütun adedini de belirlemiş ol­ nı aldı. Siroçkin Kardeşler aynı yıl bah­ başına dek film gösteren Çiçek Sinema-
541 BAHÇEKAPI

sı aldı. Çoğunlukla yabancı filmleri oriji­ 20. 1958'de 103, 1960'ta 122, 1964'te yatro ve benzeri eğlenceler de yapılmış;
nal kopyadan gösterme gibi bir gelene­ 143, 1966'da 169, 1967'de 184, 1969'ta dünün bahçe sinemaları bugünün sanat
ğe sahip olan bu sinema, çok az da ol­ 188. 19701i yılların ortalarına dek de­ merkezlerinin adeta prototipini oluştur­
sa yılın en iyi yerli filmlerine de progra­ vamlı artış gösteren bahçe sinemaları, muştur. Bugün İstanbul'da tümü gece­
mında yer verdi. Kadıköy'de Yoğurtçu- 1974'ten sonra televizyonun devreye kondu semtlerinde olmak üzere sadece
park Karakolu'nun yanında aynı adla girmesiyle sinemada kendini hissettiren 9 bahçe sineması, eski geleneği sürdür­
anılan bahçe sineması ise çok az bir üc­ krizden etkilenerek, işlevlerini yitirdiler me çabasındadır.
ret karşılığında gösterdiği iki üç filmiyle ve kapanmaya başladılar. BURÇAK EVREN
en çok müşteri çeken yazlık sinemala­ Filmlerin yaz aylarında serbest bir bi­
rın başında yer aldı. Henüz hava karar­ çimde izlenmesine büyük katkıları olan BAHÇE TİPİ VAPURLAR
madan gösterime başlayan bu sinemada bahçe sinemaları, yalnızca film gösteri­ Köprü-Adalar ile Yalova ve Çmarcık'a
müşteri çekmek için filmlerden önce len yerler değil, aynı zamanda sıcak yaz çalışan, büyük, hızlı ve çok yolcu alan
ünlü komik Fahri Beyin eşi Ayten Ha­ aylarının topluca eğlenilen değişik ve şehir hattı vapurlarının ortak adı. İki sa­
nım borazan, davul ve klarnet eşliğinde unutulmaz mekânları olmuştur. Bu si­ ati bulan Köprü-Adalar seferlerinin da­
konserler verdi. Beyoğlu sinemalarında nemalara çoluk çocuk ailece gidilir; fın­ ha kısa sürede yapılabilmesi için, biri
gösterilen, hemen hemen tümü serial dık fıstık ihmal edilmez; evden tahta is­ 1952'de İtalya'da, ikisi 1953'te İngilte­
olan filmler yazın bu sinemada, çoğu kemlelerin üzerine koymak için min­ re'de inşa ettirilip getirtilen Paşabah-
kesilmiş olarak bir kez daha yinelendi. derler götürülür; sonbahara doğru yün çe(->), Dolmabahçe(->) ve Fenerbah-
Bu sinemanın bir diğer özelliği de İs­ şallar, bacaklara örtmek için küçük bat­ çe(->) adlı yeni vapurlann adlarında yer
tanbul'daki tüm bahçe sinemalarından taniyeler de alınırdı. Sigara tiryakileri si­ alan "bahçe" sözcüğünden ötürü, bu
önce açılıp, en sonra kapanmasıdır. Ki­ garalarını tüttürürler; bebek arabaların­ hızlı vapur tipine "bahçe tipi" vapurlar
mi yıllar yağmurlu havalarda bile film da bebekler uyutulur; böylece küçük dendi. Tıpkı, Çengelköy, Ortaköy, Vani-
gösterimine devam etmesiyle, mizah çocuklu anneler de sinemadan istifade köy gibi benzeri vapurlara "köy tipi"
edebiyatımıza konu olmuştur. edebilirlerdi. Bahçe sinemalarının he­ vapurlar dendiği gibi.
İstanbul'daki bahçe sinemalarının yıl­ men hemen tümünde film gösterilerinin
yanısıra konserler, sünnet düğünleri, ti- Bu vapurlarla "ekspres" seferleri ya­
lara göre dağılımı ise şöyledir: 1949'da pılmaya başlanınca bilet fiyatları da nor­
mal posta vapurlarımnkinin bir misli da­
ha fazla oldu. Ekspres vapurlar, Kadı­
köy, Kınalıada ile Burgazadası'na uğra­
madan doğaıca Heybeliada ile Büyüka-
da'ya uğruyorlar, oradan da Yalova'ya
gidiyorlardı.
Günümüzde, 658 grostonluk, 2.100
kişi taşıyabilen, 18 mil hızı olan Bahçe-
kapı ile eşi Fahri S. Korutürk adlı iki va­
pur da bahçe tipi vapurlardan sayılabilir.
ESER TUTEL

BAHÇEKAPI
Halic'in ağzında, Galata Köprüsü'nün
güney ayağında, Yeni Cami'nin arkasın­
da, Eminönü ile Sirkeci arasında kurulu,
halen Eminönü llçesi'nin Hobyar Ma­
hallesi sınırları içinde bulunan semt.
Kuzeyinde Eminönü ve Yeni Cami, do­
ğusunda Sirkeci, güneyinde Sultanha-
mam, batısında Mısır Çarşısı vardır. Gü­
nümüzde çok sayıda dükkân, işyeri, ya­
zıhane, ticarethane ve seyyar satıcılarla
canlı bir iş ve ticaret bölgesidir.
Semt, adını İstanbul'un deniz surları­
nın Haliç ağzına açılan kapılarından biri
olan Bahçe Kapışımdan almaktadır. Bi­
zans döneminde bu kapıya "Porta Neori-
on" dendiği belirtilmekle birlikte, İstan­
bul'un fethine yakın yıllarda "Porta Ore-
at" diye anıldığı, fetihten sonra Türklerin
buraya "Orya Kapısı" adını vemıiş olma­
larıyla da doğrulanmaktadır. Bizans dö­
neminde, kapının çevresindeki nüfusun
çoğunluğu Musevilerden oluştuğundan
kapıya "Porta Hebraica" ya da "Porta Ju-
deca" denmiş, Türkler de bu yüzden "Çı­
fıt Kapısı" adını vermişlerdir.
Bizans döneminde kapının yakının­
da bir kule olduğu, Halic'in ağzına geri­
li zincirin bir ucunun bu kuleye, diğer
ucununsa Galata Kulesine bağlı bulun­
duğu söylenir. Kapının yerinin bugünkü
Yeni Cami arkasında, Arpacılar Caddesi
üzerinde olduğu sanılmaktadır. Piri Reis
BAHÇEKAPI 542

kullanılan, halen Eminönü Adliyesi'nin


bulunduğu Sansaryan Hanı da semtin
ünlü yapılarındandır.
Bahçekapı'da 1960'lara kadar Erme­
nilerin ve Türklerin barındığı konutlar
varken 1960'lardan sonra tümüyle ticari
merkez haline gelmiş, küçük ama ünlü
dükkânların, ö r n e ğ i n H a c ı b e k i r ' i n .
ayakkabıcıların, tuhafiyecilerin yanında
büyük işyerleri, yazıhaneler ve bankalar
semte yerleşmiştir. Bugün elektronik eş­
ya, beyaz eşya ve giyim eşyası satan
mağazalar çoğunluktadır. Semt bir za­
manlar İstanbul'un en tanınmış Milli Pi­
yango bayii olan Nimet Abla gişesiyle
de ünlüdür.
Bahçekapı'nın çevresi her türlü ula­
şım aracının ilk durak ve iskeleleriyle
doludur. Galata Köprüsü'nün ayağının
doğusunda. Eminönü Meydanı'ndan Sir-
keci'ye doğru şehrin Rumeli yakasını
Anadolu yakasına ve Boğaziçi'ne bağla­
yan şehir hatları vapur iskeleleri sıralan­
mıştır. Bu iskelelerin önünde şehrin he­
men her yanına kalkan otobüslerin ilk
durakları bulunmakta, ayrıca Sirkeci-Ce-
vizlibağ arasında işleyen çağdaş tramvay
sistemi de (hızlı tramvay) Bahçekapı'nın
doğu sınırında Sirkeci'den başlamaktadır.
İSTANBUL

BAHÇEKAPI
bak. SURLAR

BAHÇEKAPI VAPURU
Şehir Hatları İşletmesi vapuru. 1989'da
İstanbul'da. Haliç Tersanesi'nde inşa
edildi. 658 grostonluktur. 78,4 m bo­
yunda, 11.6 m genişliğindedir. Her biri
haritasında Çıfıt Kapısı, Yeni Cami'nin madı. Bunun en önemli nedenleri ara­ 1.500 beygirgücünde iki dizel Pendik-
civarında işaretlidir. Eremya Çelebi ise sında yangınları ve 1980'lere kadar yüz­ Sulzer motorlu olup 18 mil hızı vardır.
Bahçe Kapısını Sarayburnu'ndan sonra­ yıllar boyu devam eden bilinçsiz yıkım­ 2.100 yolcu alabilmektedir. Eşi Fahri S.
ki ilk kapı olarak tarif eder. Bahçe Ka- ları saymak gerekir. Korutürk'le birlikte daha çok Kabataş-
pısı'nın, Osmanlı döneminde sadrazam­ 1569da Demirkapı'da başlayıp Bah- Yalova. Kabataş-Çınarcık hatlarında ça­
lığa terfi eden vezirlerin saraya götürül­ çekapı'ya uzanan yangında semtin Ya­ lışmaktadır. Kalabalık saatlerde de Ka-
mek üzere geçirildikleri kapı olduğu bi­ hudi mahallesi bütünüyle vandı. 1723' dıköy-Sirkeci hattına verilmektedir.
linmekte, kente getirilen zahire ve diğer te. 1750'de, 1865'te ve 1909'da çıkan ESER TUTEL
her türlü ticari metanın da bu kapıdan yangınlarda birçok yapı yok oldu. Yine
geçirildiği kaydedilmektedir. Akşamları, çeşitli yapılaşmalar sırasındaki yıkımlar­
şehir kapıları kapandıktan sonra geç da da tarihi eserler zarar gördü ya da
kalanların şehre girdikleri kapı da bura­ bütünüyle ortadan kalktı. Bahçekapı
sıdır. Kapı ve çevresindeki surlar 1865' çevresindeki bugün tümüyle ortadan
teki büyük Hocapaşa yangınından son­ kalkmış yapılar arasında, Fatih döne­
ra şehrin bu bölgesindeki sokaklar ge- minde inşa edilen Yıldız Hamamı. Ab-
nişletilirken yıktırılmıştır. basağa Hamamı. Abdullah Paşa Konağı.
Sadece Osmanlı döneminde ve günü­ Abbasağa Mektebi sayılabilir. Günü­
müzde değil Bizans döneminde de Bah- müzde semtte bulunan önemli yapılar
çekapı yoğun bir ticaret merkezi olmuş­ oldukça yeni tarihlidir. Semtin kimi tari­
tur. Bizans döneminde Musevilerin yo­ hi yapıları örneğin Abdülhamid I Külli-
ğun olarak yerleştikleri bölgede, bugün yesi'nin(->) imareti, sıbyan mektebi, 4. Bahçekapı Vapuru Heybeliada İskelesi'nde.
Yeni Cami'nin yerinde de St. Antoine Vakıf Hanı inşaatı sırasında yok olmuş, EserTutel, 1992
Kilisesi vardı, istanbul'un fethinden son­ eskiden semtte bulunan I. Abdülhamid
ra semtte, Müslüman Türk nüfus ağırlık Sebili de buradan kaldırılıp Gülhane
kazanmaya başladı. Museviler buradan Parkı'nın karşısına yeniden kurulmuş­ BAHÇELER
çıkarılarak Hasköy'e iskân edildiler. Os­ tur. Zahire Borsası olarak da bilinen Ti­ Meyve, sebze, çiçek, süs bitkileri ve şi­
manlı tebaası olmayan yabancıların elin­ caret Borsası halen Zahire Borsası Soka- falı otların yetiştirildiği, bunun yanında
den ticaret yapma hakları alındı. Bölge ğı'ndadır. 4. Vakıf Hanı, Hamidiye Cad- doğanın yeşilliğinin, güzelliğinin, din-
ticari merkez görünümünü sürdürdüyse desi'ndedir. Yine aynı caddede Agop- lendiriciliğinin insan eliyle denetim al­
de han, hamam, cami, mescit gibi bina­ yan Hanı vardır. Eskiden arpacıların bu­ tında tekrarlandığı toprak parçası.
ların yanında bahçe içinde konaklar, lunduğu Arpacılar Sokağındaki Arpacı­ İstanbul'da bahçeler, meyve bahçele­
köşkler de yapıldı. Ancak bu binaların lar Camii bir başka eski yapıdır. Uzun ri (bak. bağlar) sebze bahçeleri (bak.
hemen hiçbiri günümüze kadar ulaşa­ süre Emniyet Müdürlüğü binası olarak bostanlar), küçük ev bahçeleri, konak
543 BAHÇELER

ve saray bahçeleri, manastır bahçeleri, lar örülmeye başlandı. Bazı zenginler leri vardı. Anılan geniş doğa parçaları
özel korular, kamu için düzenlenmiş bahçelerine girilmesini önlemek için av, spor faaliyetleri ve diğer eğlenceler
açık hava dinlenme alanları (bak. mesi­ özel görevliler tutarlardı. için kullanılırken bir yandan da buralar­
reler; parklar) olarak ayrılabilir. En yoksul manastırın bile kendi gıda da sarayların ihtiyacını karşılamak üzere
ve tıbbi ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir çiçek, sebze ve meyve yetiştiriliyordu.
Bizans Dönemi
bahçeye sahip bulunduğu başkentte, Hadaik-i hassa denilen bu miribahçeler-
Bizans'ta, ev yaşamının ayrılmaz parçası
manastır ve kiliselerin büyük toprakları, den Bostancıbaşı Ocağı sorumluydu.
halinde ailenin ihtiyaçlarına dönük bah­
bağları ve bahçeleri olurdu. Bahçeler Topkapı Sarayı hasbahçesi ile saray dı­
çelere genel olarak "peripolion" adı ve­
genellikle dikdörtgen biçiminde düzen­ şındaki bahçe ve bostan işleriyle uğra­
rilirdi. Bir de bağ, üzüm bağı ve bahçe
lenir, patikalarla haç şeklinde dörde ya şan bostancılar ikiye ayrılır, Topkapı Sa­
kavramlarını birlikte ifade eden "ampe-
da ikiye bölünürdü. Bahçe yolları çakıl rayı bahçe ve bostanlarıyla ilgilenenlere
lokepion" sözcüğü vardı. Terminolojide
taşlarının dekoratif düzenlemesiyle gü- hasbahçe bostancıları adı verilirdi. Saray
bağ, bostan, gezinti bahçesi ve ev bah­
zelleştirilir, süs bitkileri geometrik bi­ yapılarını doğu, kuzey ve batıdan kuşa­
çesi için ayrı ayrı sözcükler bulunma­
çimlerde budanır, çiçeklere özen göste­ tan hasbahçeyi işleyen bu bahçıvanlar
masına karşın tarımsal ilişkileri düzenle­
rilirdi. Manastır bahçelerinin temel ama­ Hasbahçe Ocağı'na bağlı bulunuyorlar­
yen Çiftçiler Yasası'nın 85 maddesinden
cı, dinsel arınma, düşünme ve tedaviye dı ve 20 bölüktüler. Maaş almayan ocak
9'u, bağ ve bahçelerle ilgiliydi. Bizans
hizmet etmek olduğundan, bahçenin iş­ mensupları, saray mutfağı olan matbah-ı
dönemi İstanbul'unda geniş bağ ve bah­
levselliği yanında güzelliğine de önem âmireye gerekli meyve ve sebzeyi bura­
çeler, özellikle de üzüm bağları manas­
verilmesi doğaldı. Din ve felsefe konu­ da yetiştirirler; geçimlerini ürün fazlasını
tırlar çevresindeydi. Buralarda manastır
larındaki dersleri izleyen öğrenciler, ra­ satarak sağlarlardı. Nazırlarına bostancı­
ve diğer dini kurumların ihtiyaçlarının
hip veya keşiş adayları bahçedeki pati­ başı, amirlerine de silahdar ağa denirdi.
ötesinde ticari amaçlı tarım da yapılırdı.
kalarda gezinir; manastır sakinleri ağaç­ 1 6 . yy sonlarında sayıları, 1563'te 705,
En yoksul manastırların bile bağ ve
ların altında kitap okur veya dinlenirdi. 1576'da 641, 1588'te 921 olmuştu.
bahçeleri vardı.
Bahçeyi geometrik şekiller çizerek ke­ Topkapı Sarayı haricinde bahçe ve
Bizans bahçelerini, hane ihtiyaçlarına sen patikaların tam ortasında, genellikle bostanlarda çalışan hassa bostancıları
yönelik ev bahçeleri, tıbbi amaçlı bitki­ yaşam kaynağını simgeleyen bir çeşme ise "usta" denilen başlarının denetimin­
ler üreten bahçeler, soyluların bahçele­ ya da fıskiye bulunurdu. Çevre halkının de ayrı gruplar halinde organize edil­
ri, manastır bahçeleri ve Konstantinopo- veya kölelerin çalıştığı, ihtiyaç ve ticare­ mişlerdi. 16. yy sonlarında sayıları 1576'
lis'te izine rastlanmayan, ancak impara­ te dönük sebze ve meyve bahçeleriyle da°971 ve 1588'de 1.109 idi. Bu bahçe­
torluğun diğer yörelerinde dinlenme ve üzüm bağları da manastırların doğal lerin toplam sayıları da zaman içinde
eğlence için düzenlenmiş oldukları bili­ uzantısıydı. değişmiştir. 1588'de sayıları 39 olarak
nen gezinti bahçeleri olarak beş küme­
Bahçeler mümkün olduğunca su ke­ tespit edilmişti. Başlıcaları Davudpaşa,
de incelemek olanaklıdır.
narlarında kurulur, sulak topraklar İskenderçelebi. Haramidere, Siyavuşpa-
Küçük ev bahçeleri, ailenin yaşamı "hypopotion" diye adlandırılır, uzak ka­ şa, Halkalı, Tersane, Florya (Filuıya, Fi-
ve beslenmesi açısından önemliydi. Bu lan bahçelere su kanallarla ulaştırılırdı. lorina), Topçular, Vidos, Alibeyköyü,
bahçelerde soğan, turp, yabani havuç Kâğıthane, Karaağaç, Beşiktaş, Dolma-
Bibi. A. R. Littlenood. "Romantic Paradises:
ve pancar gibi kök bitkiler, pırasa, ka­ The Role of the Garden in the Byzantine Ro- bahçe, Karabali, Arnavutköy (Hasan
bak, rezene ve ıspanak gibi sebzeler ye­ mance", Byzantine and Modem Greek Studi- Halife Bahçesi), Bebek. Mirgün, Kalen­
tiştirildiği bilinmektedir. Aile bireylerinin es. 19 7 9/5.' s. 95-114; O. Schissel, Der Byzan­ der, Büyükdere, Beykoz (Tokat Bahçe­
beslenmesine yardımcı olan bu bahçeler tinische Garten, Viyana, 1942. si), Sultaniye, Paşabahçe, İncirli, Çubuk­
dışında, Bizans köylülerinin çoğunun AYŞE HÜR lu, Kandilli, İstavroz, Üsküdar, Ayazma,
da, yetiştirdiklerini satarak geçimlerini Osmanlı Dönemi Haydarpaşa ve Fenerbahçe'de bulunu­
sağlamaya yönelik bahçeleri vardı. yordu. Bu bahçelerin bir kısmı aynı za­
Kentli yaşamın bir parçası olan bahçele­
Bütün ortaçağ toplumlarında olduğu rin, özel olarak da İstanbul bahçelerinin manda halka açık mesire yerleriydi.
gibi Bizans'ta da, ilaçlar çeşitli ot ve bit­ tarihi, Osmanlı kültür tarihi çalışmaları­ İstanbul bostancıbaşısı her yıl has­
kilerden elde edildiğinden, tıbbi amaçlı nın genel sorunlarının izlerini taşır. Bu­ bahçe ve saray dışmdaki bahçelerde ye­
bitkilerin üretildiği bahçeler önemliydi. güne kadar yazılı kaynakların dağınıklı­ tiştirilerek satılan mahsullerden elde
Bu türden bahçeler manastırlara, çeşitli ğı, niteliği ve günümüz mimarlık tarihçi­ edilen geliri, yapılan masrafı ve bostan­
dinsel kurumlara bağlı ya da özel kişile­ lerinin Osmanlıca tarihi belgeleri kolay­ cı bahşişlerini bir deftere kaydeder; def­
rin mülküydü. Buralarda çemenotu, bi­ lıkla kullanamamaları nedeniyle, bu ko­ teri belirli zamanlarda sultana sunar; çe­
beriye, nane, adaçayı, sedefotu, süsen, nuda yapılan çalışmalar, çoğunlukla, şitli masraflar düşüldükten sonra kalan
yarpuz, bergamot, kimyon, yaban kere­ var olan bilgilerin yinelenmesiyle sınırlı kâr, kasım ayından kasım ayına sultanın
vizi, rezene, leylak, gül yetiştirilirdi. kalmıştır. Ayrıca bu bahçeler, 19. yy'da kişisel hazinesine gönderilirdi. Bazı
Soylulara ait bahçeler ise. sıradan ev başlayan hızlı kentleşme süreci içinde bahçelerin mahsulleri önceden tespit
bahçelerinden hem büyüklüğü hem de yok olduklarından, çalışmaların gele­ edilmiş olan 200 kadar sebzehaneye gi­
düzenlemesiyle ayrılır, bu bahçelerde, cekte tatmin edici sonuçlara varması u- derdi, çiçekler 17 çiçekçi dükkânına, ıs­
ihtiyaç için üretilen sebze ve diğer bit­ mudu da fazla gözükmemektedir. panaklar da 30 kadar ıspanakçı dükkâ­
kiler yanında, dekoratif amaçlı süs bitki­ Yazılı kaynaklar üzerinde konuyla il­ nına verilirdi.
leri ve çiçekler de bulunurdu. Gül, ley­ gili önemli çalışmalar yapan Muzaffer Bu hasbahçelerin hemen hepsinde
lak, menekşe, safran, şakayık, süsen, Erdoğan. 15. yy'a dek uzanan bahçeci­ sultanın günlük gezilerinde ve av partile­
çuhaçiçeği, adaçayı, kasımpatı en fazla lik ve çiçekçilik uygulamalarını, çiçekle­ rinde dinleneceği, düzenlenen çeşitli eğ­
rastlanan türlerdi. Bahçede ayrıca elma, ri ve çiçekçilikle ilgilenenleri kaydeder­ lenceleri izleyeceği köşk ve kasırlar inşa
şeftali, vişne ağacı mutlaka bulunur, ken risaleler, tezkireler, arşiv belgeleri edilirdi. Bazılarında, örneğin Tersane
çardak ya da kütük üzümleri çizenle ye­ gibi bazı tarihi kaynaklan tanıtmakta; Bahçesi, Davutpaşa Bahçesi, Üsküdar
tiştirilirdi. Büyük zengin hanelerinin ayrıca İstanbul'daki bazı görkemli bah­ Bahçesinde sultanın harem halkıyla bir­
bahçelerinin bir bölümü depo olarak çeleri, düzenleniş ve kullanış biçimleri­ likte bir süre kalabileceği daireler bulu­
ayrılır; eğlence, dinlenme, sohbet için ne, içinde yer alan yapılara, yetişen nurdu. Bu bahçelerin mimarisine dair ba­
düzenlenmiş özel mekânlar, gölgelikler, ağaç ve çiçek türlerine ışık tutacak özel­ zı ipuçları ile havuzlar, sarmaşıklı çardak­
pergolalar, patikalar, havuzlar bulunur­ likleriyle saptamaktadır. lar, köşkler, kameriyeler, setler, duvarlar,
du. Önceleri, yabani gül ve benzeri ça­ İstanbul'da her evin, konağın, yalının parmaklıklar, merdivenler, fıskiye, çeşme
lılardan oluşan çitlerle çevrilen bu bah­ bir bahçesi olduğu gibi sultanların sa­ ve selsebiller, mermer sofalar, çiçek tarh­
çelerin etrafına daha sonra tuğla duvar­ ray, kasır ve sahilsaraylarınm da bahçe­ ları, gülistan, lalezar ve çemenzarlar gibi
BAHÇELER 544

18. yy'da oluşturulan Kâğıthane bahçeleri aynı zamanda halkın da yararlandığı en önemli mesire yerlerinden biriydi.
Allom'un bir deseninden gravür, 19. yy.
Ara Güler fotoğraf arşivi

yapılarla ilgili bazı bilgileri çeşitli dönem­ açılan geniş pencereli sahil duvarının ar­ dine özgü bir üslubu olduğunu, doğayı
lerde yapılan inşaat ve tamiratı kaydeden ka yüzeyinin çiçek desenleriyle bezeli yeniden işleyen ve anlamlandıran Çin
belgelerde bulmak mümkündür. Bazen olması gibi bir ayrıntıyı tamirat ve keşif ve İngiliz natüralist bahçelerinden farklı
Bostancı Ocağı teşkilatını, usta ve bahçı­ belgelerinden öğrenebiliyoruz. 18. yy'da şekilde, Osmanlı bahçelerinde yol, ram­
vanları, kimlikleri, görevleri, kazançları bahçelerin iç duvarlarının çiçek motifle­ pa, merdiven, set, duvar gibi elemanlar­
açısından tanımlayıcı bilgiler ile bu bah­ riyle bezenerek bahçeyi kuşatması; yalı la doğaya müdahalenin en az düzeyde
çelerde yetişen meyve ağaçlarını, meyve­ bahçelerinin duvarlarının denizle bahçe tutulması ile doğa karşısında insan gü­
siz ağaçları ve elde edilen geliri öğren­ arasında bir görsel bağ kuracak biçimde cünün sınırlılığının kabul edilmiş oldu­
mek de mümkün olmaktadır. geniş pencerelerle boşaltılmasının bir­ ğu tezini ileri sürmektedir.
Örneğin Evliya Çelebi, II. Mehmed çok yalı ve sahilsaray tamirat ve keşif Ancak genel olarak tslamiyette doğa­
zamanında Tersane Bahçesi'ne 12.000 defterinde karşımıza çıkması, bu devrin nın üstünlüğü kabul edilirken, tasavvuf
adet satrançvari s e n i ağacı dikildiğin­ ayırt edici bir tarzı olduğu sonucunu do- insanı doğanın uyumlu bir parçası diye
den söz eder ki, bu düzenleme ilkesinin ğunnaktadır. Belgelerde sözü edilen sat­ tarif etmektedir. Ağaçlar, çiçekler, hay­
19. yy sonlarına dek uygulandığı görül­ rançvari ağaç dikimi, şahnişinler, yılan­ vanlar, su ve insan bir bütünün eşit par­
mektedir. Çeşitli arşiv belgeleri, hassa kavi tarikler, bahçe hamamları (grotto) çalarıdır; bu doğa parçalarım bir araya
bahçeleri için, örneğin İzmit'ten 4.000 türü ayrıntılardan, bahçe düzenlemele­ getiren bahçede, insan kendisinin de
adet çınar, dişbudak, karaağaç, idris, çit­ rinde tercih edilen üslupları izlemek parçası olduğu bütünü ve diğer parçaları
lembik, meşe, defne, erguvan ve ahlat mümkün olmaktadır. hissederek yaşar. Bir başka deyişle, in­
fidanı (1735); Karaağaç Bahçesi için ge­ İstanbul bahçelerini 1930-1940 ara­ sanla doğa arasında var olan böyle bir
ne İzmit'ten ıhlamur, karaağaç, meşe, sında henüz izleri kaybolmadan tespit ilişki biçimi içinde bahçe seyirlik bir tab­
dişbudak, gürgen ve çınar türlerinde etmiş olan S. H. Eldem. yazılı ve görsel lo, gösteri sahnesi ya da prestij sembolü
500 ağaç fidanı (1745) ısmarlanması ya kaynakları da içeren bu çığır açıcı çalış­ değil, içinde yaşanan bir mekândır. Do­
da Uzeyr'den 500.000 sümbül soğanı masında doğal ve formel (şekillere da­ layısıyla bu bahçede ağaç grupları, bah­
(1579), Maraş'tan 50.000 al sümbül ve yalı olan) bahçeler olarak ikiye ayrılan çe, yolları, tarhlar ve havuzlar, tek bakış­
50.000 gök sümbül soğanı (1593), Edir­ Osmanlı başkentinin bahçe mimarisinin ta algılamayı ya da hareketi yönlendire­
ne'den gül (1578), 400 kantar kırmızı bazı özelliklerini belirleyerek halka açık cek eksenler üzerinde planlanmaz. Bu
gül ve 300 kantar sakızgülü (1593) geti­ mesire yerleri ve doğal parklar; setli nedenle geniş düzlüklere de gerek yok­
rilmesi gibi bilgiler içerir. Bazen bahçe­ mesireler ve özel parklar; asma bahçe­ tur. Ancak küçük ölçekli İstanbul bahçe­
lerdeki parmaklıkların, havuzların biçimi ler, parterler, iç avlu ve meydanlar, iç lerinde dahi boyutlarıyla karşılaştırılama­
ya da örneğin, Hatice Sultanin Defter- bahçeler ile yalı bahçelerini ayırt edici yacak zenginlikte algılama noktaları bu­
darburnu'ndaki sahilsaraymı görüntüle­ tipler olarak saptamış, bunları örnekler­ lunur: Bir meyve ağacı, gölge veren bir
yen Mellingln gravüründe de görülen, le belgelemiştir. Bu örneklerden hare­ başka ağaç, bir çeşme, bir havuz, karma­
bahçeden dışarıyı görebilmek amacıyla ketle Eldem, istanbul bahçelerinin ken­ şık bir algılama sistemi yaratır.
545 BAHÇELER

Bebek'te yalılar ve bahçeleri. Allom'un bir deseninden gravür.


"Constantinople and the Scenery of the Seven Churches of Asia Minor", 1838.
A ra Güler fotoğraf arşivi

Özellikle yapılmış doğal görünümlü elemanlarla, örneğin merdivenler, set­ yapıları Çırağan. Beylerbeyi ve Dolma-
tepeler, vadiler, göller, ağaç toplulukla­ ler, kafesler, duvarlar, havuzlar, köşk­ bahçe saraylarının bahçelerinde görüyo­
rının inşa edilmesiyle oluşan İngiliz ve lerle de ilişki kurulduğu anlaşılmakta­ ruz. Bundan 50 yıl önce henüz izleri du­
Çin bahçelerinin aksine, Osmanlılar do­ dır. Buna karşın iç bahçenin doğal çev­ ran Boğaziçi yalı bahçelerinde de birkaç
ğayı denetim altına alarak bahçe haline reyle ilişkisi az ve uzaktandır; bazen bir formel bahçe örneği tespit edilebiliyor­
getirmişlerdir. İstanbul'da doğal bahçe­ ya da daha fazla yönden, doğaya veya du. Ayrıca bu dönemde inşa edilmiş ve
ler ve mesireler manzaraya, tercihen dış bahçeye, manzaraya açılır. İç bahçe­ bugüne planları kalmış olan Kuruçeşme
Boğaziçi veya Halic'e açılan vadilere den doğal bahçeye ya da dış bahçeye Zekiye Sultan Yalısı bahçesinde olduğu
yerleşmiştir. Bu çok geniş alanlarda geçiş, taklar, kapılar, duvar pencereleri gibi, birçok sultanefendi sahilsarayı bah­
ağaç grupları veya tek ve anıtsal ağaç­ aracılığıyla sağlanır. çesinde; ya da Ayazağa, Maslak, Levent
lar, dereler, pınarlar, kanal, çeşme, ha­ Bahçe alanı küçüldükçe geometrik ve Kalender kasırlarında görüldüğü gibi
vuz gibi su elemanları, taş veya çemen çizgiler bahçe düzenine hâkim olur. Bir biniş yerlerinde, formel bahçe ile infor-
sofalar, köşkler, tarih, mihrap ve nişan ya da iki eksen etrafında ve simetri esa­ mel (şekillere dayalı olmayan) bahçenin
taşlarıyla özel noktalar yaratılmıştır. Düz sına göre köşk, havuz, merdiven, çeşme bir arada düzenlenmesinin örneklerini
çayırlık alan, çeşitli eğlenceler, oyunlar gibi mimari elemanların, çiçek tarhları­ bulabilmekteyiz.
ve cirit, güreş, ok talimi gibi spor ey­ nın fıskiyelerin yerleştirilmesiyle formel Su motifi, bu bahçelerin vazgeçilmez
lemleri için ayrılmıştır. Çayırı amfiteatr bahçe uygulamalarının bazı öğelerini es­ bir elemanıdır. Havuzlardaki su, fıskiye­
şeklinde kuşatan tepelerde ise gezinti ki İstanbul bahçelerinde görmek müm­ ler ve çağlayanlarla hareketlendirilir; üze­
patikaları bulunur. Yer yer sıra ağaçları­ kün olmaktadır. Paris Elçisi 28. Mehmed rinde adacıklar, köprüler, kayalıklar yapı­
na, düzenli dikilmiş ağaç kümelerine de Çelebi'nin 1720'de Versailles, Fontaineb­ lır ve kayıklar yüzdürülür. Havuzlar ön­
yer verilir. Özellikle B o ğ a z i ç i ' n d e k i leau ve Marly saray ve bahçelerinin plan­ celeri dörtgen şeklindeyken 18. yy'da yu­
eğimli arazi, değişik set düzenlemeleri­ larını İstanbul'a getirdiği söylenir. Bu varlak, oval ve kesik kıvrımlı hatlar; 19.
ne olanak vermiş, geç dönemlerde, ma­ planların etkisi, 1722'de inşa edilen Kâ­ yy'da yapay göl şekilleri itibar görmüş­
liyeti yüksek barok eğrilerle biçimlen­ ğıthane'deki Sadâbâd Kasrı bahçelerinin tür. Kimi zaman havuzlar çok büyük bo­
miş setler en görkemli bahçelerde uygu­ düzenlenmesinde görülürken ayrıca 18. yutlara varabilmiş, bütün bahçelerde çeş­
lama alanı bulmuştur. yy sonunda İstanbul'daki elçiliklerde meler, selsebiller, şadırvanlar yer almıştır.
İstanbul'da şehir içindeki bahçeler görevli bazı yabancı mimarların ve bah­ İstanbul bahçeleri, doğal olarak Do­
ise mimari elemanlarla çevrilmiştir. Kü­ çıvanların birçok bahçe düzenlemesi ğu ve Batı bahçe mimarlığının kimi il­
çük ya da büyük olsun, konak ve yalı­ yaptıkları, bu sırada örneğin kaskat, la­ kelerini özümsemiş, taklit etmiş ve ye­
ların avlu, iç ve dış bahçelerinde, ikli­ birent, grotto, nemfiyum gibi bazı öğele­ niden yaratmış, aynı zamanda bir baş­
min gereksinimi olarak sergiler, asmalık ri de uyguladıkları bilinmektedir. Formel kent modası oluşturarak imparatorluğun
ve çardaklarla oturma mekânları yaratı­ Batı bahçesinin İstanbul'daki uygulama­ dört bir köşesine yayılmış, yeni sentez­
lırken; bahçenin çevresindeki mimari larının en güzel örneklerini ise 19. yy lerin doğmasına imkân vermiştir.
BAHÇELER 546

Bazı varlıklı kişilerin, örneğin Arna-


vutköy'de Abdülmecid'in kayınbiraderi
Ahmed Fethi Paşa'nın, Ermeni Düzyan
ailesinin, Bebek'te Hekimbaşı Mustafa
Behçet Efendi'nin, Baltalimanı'nda Tahir
Paşa'nın, Emirgân'da Hüsrev Paşa'nın,
Kandilli'de padişahın kayınbiraderi Halil
Paşa'nın, Vaniköy'de Mustafa Nuri Pa­
şa'nın bahçelerindeki limonlukların gü­
zelliği ve genişliği dillere destandı. Kan­
dilli'de Suphi Paşazade Sami Bey'in yalı
bahçesindeki serası da ün yapmıştı.
17. yy'da Fındıklı (Fındıklıdere), gü­
zel bahçeleri ve mesireleriyle kentin en
yakın sayfiyesiydi. Semt, adını çevresi­
nin fındık ağaçlan ile kaplı oluşundan
almıştı. Burada, Hasan Ağa'nın yalı bah­
çesinde çok sayıda fındık ağacı vardı.
Şeyhülislam Ebussuud Efendi'ye ait
olup kıyıdan setlerle yükselen, çeşmeli,
selsebilli, fıskiyeli Ayaspaşa Havuzlu
Mesiresi ve korusu ünlüydü.
II. Abdülhamid ve önceki üç padişa­
ha hizmet etmiş olan Şeyhü'l-Vüzera
Namık Paşa'nın, bir kapısı Fındıklı'da,
öbür kapısı Kabataş'ta olan geniş bah­
çesi de geçmişteki İstanbul bahçeleri
hakkında bir fikir vermesi açısından
Osmanlı önemlidir. Fındıklı ve Kabataş kapıları
bahçelerinde set üzerinde yükseltilmiş olduğundan,
doğayla uyuma arabalar Ayaspaşa Kapısı'ndan girer ve
özen
gösterilmesinin iki yanı üzüm bağı, meyvelikler ve ha-
örneklerinden remağa bahçesiyle çevrilmiş yoldan ge­
olan Yıldız çerek selamlık bahçesine ulaşırdı. Ha­
Parkı (üstte) ve rem bahçesine aynı zamanda "mehtap
19. yy:da çeşitli bahçesi'' de denirdi; çünkü, mehtap bu­
biçimlerin radan çok güzel görünürdü.
kullanıldığı
uygulamaların Beşiktaş ve çevresi de her devirde
en güzel ünlü bahçelere sahip olmuştu.
örneklerinden Beşiktaş'ta Yahya Efendi Bahçesi di­
biri olan ye anılan bir bahçe vardı ki, sonraları
Dolmabahçe
Sarayı "nın mesire yeri olmuştu. Yahya Efendi 16.
bahçesi yy başlarında Trabzon'dan göç edip sa­
(yanda). tın aldığı bahçede bir ev, bir de mescit
Gürol Kara (üst). yaptırmıştı. Bir süre sonra, dünyevi ya­
Ara Güler (yan) şamdan elini eteğini çekmiş, burada bir
dergâh kurmuştur. Dergâh bahçesi, hal­
Bibi. Evliya, Seyahatname-, Kömürciyan, İs­ Beykoz'da, Akbaba'nın yakın çevresinde kın her zaman gezip dolaşmasına açık;
tanbul Tarihi-, Inciciyan, İstanbul; M. Erdo­ avlanırken, Mahmud Paşa'nın Tokat'ı al­ çınar, söğüt, sakız, servi, ceviz, çitlem­
ğan, "Osmanlı Devrinde İstanbul Bahçeleri". dığı haberi gelmiş; padişah habere çok bik ağaçlarının gölgelendirdiği; Boğaz'ı
VD, IV, 149-182; üzunçarşıh, Saray, 465-473;
G. A. Evyapan, Eski Türk Bahçeleri ve Özel­ sevinmiş, "tez şurada bir hadika-i rehnü- geniş bir açıdan gören güzel bir bahçe
likle Eski İstanbul Bahçeleri. Ankara, 1972; ma bina edin ve ismine Tokad Bahçesi ve sonraları mesire yeriydi.
ay, Tarih İçinde Formel Bahçenin Gelişimi deyin, etrafına da avlanan hayvanların 19. yy sonlarında Kuruçeşme'de yap­
ve Türk Bahçesinde Etkileri, Ankara, 1974; muhafazası için Tokad suruna benzer tırılan Memduh Paşa köşk ve bahçeleri­
Eldem, Türk Bahçeleri. bir sur çekin" buyurmuştur. Böylece Bo- nin kalıntıları hâlâ durmaktadır.
TÜLAY ARTAN ğaz'daki ilk bahçe Fatih'in buyruğu ile Bebek, Bizanslılar zamanında büyük
Tarihte Önemli İstanbul Bahçeleri kurulmuş olur. Bahçenin içinde bir köşk bir servi ormanı halindeydi. Her dönem­
İstanbul'un fethinden sonraki dönemde, ve bir hamam, büyük bir havuz, bir de de padişahların gözde semti olmuştu. II.
kent, saraylar, camiler vb ile süslenirken şadırvanın yer aldığı, bu bahçeden I. Sü­ Mehmed (Fatih) bugünkü Bebek semti­
ilk önemli ve özenli bahçeler de ortaya leyman'ın da (Kanuni) çok hoşlandığı, ne Bebek Çelebi adında birini bölükbaşı
çıkar. Topkapı ve Üsküdar saraylarının IV. Murad'm da çimenliklerinde cirit oy­ atamış, onun kurduğu bahçe sonradan
bahçeleri dikkat çeken örneklerdir. nadığı söylenir. Tokat Bahçesi'yle başla­ hasbahçe olmuştur. Bebek Bahçesi(->)
Bizans döneminde, büyük olasılıkla yan büyük Boğaziçi bahçeleri kısa süre­ kıyıda, 1,5 km kadar uzanıyordu.
ulaşım güçlüğü yüzünden, Boğaziçi'nin de çoğalmış, yaygınlaşmıştır. 19- yy'm ilk yansında II. Mahmud
fazla rağbet görmediği anlaşılmaktadır. Kentin doğal su kaynaklarının çoklu­ döneminde düzenlenen bir bostancıba-
Üsküdar'dan başlayarak Anadolu yakası ğu, yeşilin bolluğuna yol açmış; hele şı defterinden, Akıntıburnu'ndan başla­
tercih edilmiş, yazlık saraylar, daha çok Kırkçeşme suları da getirilince kentin yarak Bebek kıyılarında tümü Türk kö­
bu bölgede sıralanmıştır. Osmanlılarla dört bir yanında birçok çeşme yaptırıl­ kenli paşa, şeyhülislam, kadı, kâhyaba-
birlikte Boğaziçi'nin önemi artmış, geliş­ mış (16. yy'm sonunda kentte 740 çeş­ şı gibi ileri gelenlere ait 40 kadar yalı­
mesi sağlanmış, İstanbul'un bu güzel menin bulunduğu söylenir), Boğaziçi, nın bulunduğu anlaşılmaktadır. Yalıla­
beldesi fetihten başlayarak ilgiyi üzerine 16. yy'm ikinci yarısında insan eliyle iş­ rın arkasında çoğunlukla büyük ve ba­
çekmiştir. II. Mehmed (Fatih) 1458'de lenmiş bir yeşilliğe bürünmüştür. kımlı bahçeler vardı. Adı geçen yalılar-
547 BAHÇELER

1982'den sonra, Boğaziçi öngörünüm bölgesinde (Ulus Mahallesi'nde) inşa edilmiş, yüzme havuzlu ile geniş bahçeli villalar (solda) ve 1950'den
sonra oluşan bahçeli evlerin bulunduğu semtlerden 2. Levent.
Fotoğraflar Faik YaîUrık arşivi

dan Hekimbaşı Yalısı, I I . Mahmud'un yordu. Sık servilerle donanmış Göksu Versailles Sarayı'nı ve bahçelerini öven
hekimbaşısı Mustafa Behçet Efendi'ye Çayırı'nı çok seven IV. Murad dere kıyı­ Çelebi Mehmed Efendi'nin etkisinde ka­
aitti. Yalının arkasındaki yamaç üzerin­ larım düzenletip hasbahçeyi daha da larak, Boğaziçi'nde ve Haliç'te çeşitli sa­
de, setler halinde düzenlenmiş büyük güzelleştirmişti. ray, köşk ve bahçeler yaptırmışlardı.
ve güzel bir meyve ve çiçek bahçesi, Kandilli'de, setler üzerinde padişah Sâ'dâbad Sarayı ve bahçesi bunların en
tepedeki Mahmud Baba Dergâhı'na ka­ köşkleri ve bahçeleri vardı. Kayalar üze­ ünlüsüydü. Yapımı 6l günde tamamla­
dar uzanıyordu. rine bir dizi setler yapılmış, bunlar lale nan bu sarayın bahçesinde, mermer set­
Mustafa Reşid Paşa'nm geniş (bu­ ve sümbüllerle bezenmişti. IV. Murad, lerden düşürülen çavlanlar ve süslü çeş­
günkü Kemik Hastalıkları Hastanesi) Revan seferinden döndüğünde Nevâ- meler yanında, müzik pavyonlarına ve
büyük bir bahçesi, bahçenin ucunda bâd Köşkü'nde bir şehzadenin doğumu bir camiye yer verilmiş; çınar, ıhlamur,
ayrı bir hünkâr dairesi, arkada da Balta- üzerine, bahçedeki boylu bir servi ağa­ karaağaç ve dişbudak gibi ağaçlar dikil­
limam çayırının üstüne kadar uzanan cını yedi gece kandillerle donattığından miş; geniş çim sahalara lale, nergis, süm­
büyük bir meyveliği vardı (bak. Baltali- o günden sonra bahçe Kandilli Bahçe- bül, çiğdem gibi çiçekler serpiştirilmiş­
manı Sahilsarayı). si(->) diye anılmıştı. tir. Özellikle lale, bu dönemde gözde
Emirgân'da, içerisinde zarif bir İran Bugünkü Kuleli Askeri Lisesi'nin ye­ çiçek olmuş; 800 kadar lale çeşidi yetiş­
sarayının yer aldığı Nişancı Feridun rinde, I. Süleyman'ın (Kanuni) bir sarayı tirilmiştir.
Bey'in bahçesi de ünlüydü. Bu bahçeyi ve bahçesi vardı. Saray bahçesine Narlı Anılan bahçe ve mesirelere ek olarak
IV. Murad Emirgûneoğlu'na armağan et­ Bahçe veya Kale Bahçesi denilirdi. I. padişahların av yarışmaları düzenledikle­
mişti. Bahçe, Bizans devrindeki servi Süleyman'ın bu hasbahçeye kendi eliyle ri, avlanarak eğlendikleri ve geceledikle­
ormanının içinde kalıyordu. Koruları, bir servi ağacı diktiği söylenir. ri, İstanbul çevresinde inşa edilmiş av
servi ve diğer ağaçlarla yemyeşil olan 17. yy başlarında I. Ahmed dönemin­ köşkleri, kasır bahçeleri (örneğin Vidos
bu bahçe, bundan böyle Emirgân Ko­ de. İstavroz hasbahçesinde Şevkâbâd Hasbahçesi, Halkalı Hasbahçesi, Harami
r u s u ^ ) diye anıldı. Kasrı inşa edilmişti. İstavroz Bahçesi IV. Bahçesi) ile 15. yy'm ikinci yarısında II.
I. Süleyman'ın (Kanuni) bizzat uğraş­ Melımed döneminde çok parladı; özel­ Bayezid'in sadrazamı Davud Paşa'nm,
tığı Yeniköy Hasbahçesi-de ün yapmıştı. likle kiraz mevsiminde aranılan bir yer padişahların orduları uğurlayıp karşılama
İstinye ile Yeniköy arasında, kıyı bo­ oldu. Yazları padişah çevre bahçeleri törenlerinde geceleri konaklayabilmeleri
yunca bahçeli yalılarla köşkler sıralan­ de kiralayıp haremiyle birlikte buraya için geniş bir alan üzerinde inşa ettirdiği
mıştı. Yeniköy'ün biraz ilerisinde, kü­ göçerdi. padişah kasır ve bahçesi anılmaya değer.
çük bir vadi üzerinde Kalender Bahçesi Salacak ile Harem arasında, içinde Rumeli'ye akma giden orduların uğur-
görülürdü. padişah köşklerinin ve hasbahçenin ol­ landığı ve karşılandığı bölgede düzenle­
Tarabya, çoğunlukla Rumların otur­ duğu Kavak Sarayı topluluğuna "Üskü­ nen bu hasbahçe "Davutpaşa Bahçesi"
duğu bir köydü. II. Mahmud'un burada dar Hasbahçesi" de denirdi (bak. Kavak diye anılmış ve ün yapmıştır.
bir yazlık sarayı, bir de köşkü vardı. Sa­ Sarayı Bahçesi). Üsküdar Bahçesi en es­ Cumhuriyet döneminin ilk yirmi yılın­
ray basit bir yapımevini andırır yalınlık­ ki ve en önemli hasbahçelerden biriydi. da (II. Dünya Savaşı'nm sona ermesine
taydı; padişah buraya seyrek gelirdi, I. Süleyman (Kanuni) tarafından 1555'te kadar) İstanbul'da bahçeler ve yeşil alan­
ama yüksek duvarlarla çevrilmiş olan Mimar Sinan'a yaptırılan sarayı III. Mu­ lar açısından büyük bir değişiklik olma­
bahçesi çok geniş ve güzeldi. rad genişletti. Bahçesindeki yeşillik da­ mıştır. Fakat şehirleşme ve özellikle
Sarıyer'de, Beykoz'da, Çubuklu'da, ha çok çam ve servilerden meydana ge­ 1950'li yıllardan sonra süratli bir sanayi­
Kanlıca'da ünlü bahçeler bulunurdu. liyordu. Süs ağaçları veya çiçek tarhları leşme, İstanbul nüfusunun hızla artması­
Kanlıca Tekkesi ile iskele arasında şim­ yoktu. Üstelik bahçede sebze yetiştir­ na sebep olmuş; bu zorunlu, bilinçsiz ve
di çorak bir alan olan Saffet Paşa Bağı; meye özel bir önem verildiğinden, iş­ plansız yerleşmelerin kötü etkileri Boğa­
havuzlu setleri ve kestaneliği ile Saffet levsel bir yanı da vardı. ziçi ve yakın çevresi ile bir zamanlar İs­
Paşa Korusu; korunun en yüksek yerin­ 18. yy'da büyük önem kazanıp dille­ tanbul'un "Rivierası" sayılan Fenerbahçe,
deki Saffet Paşa Köşkü ile çevresindeki re destan olan Kâğıthane mesiresi ve Kalamış, Erenköy ve Bostancı semtlerin­
çiçek ve sebze bahçeleri zamanında ün bahçeleri, parlak yaşantısıyla belki de de görülmüştür. Ahşap evler ile yalılar,
yapmıştı. diğerlerinin tümünü gölgede bırakmıştı. köşkler ve konaklar, arsaya olan talebin
16. yy'm sonunda, Göksu Çayırı'nm III. Ahmed ve sadrazamı Nevşehirli birdenbire artması üzerine yıktırılmış ve­
yerinde bir hasbahçe mevcuttu; burada Damat İbrahim Paşa, elçi olarak Fran­ ya yakılmış, yerle bir edilmişlerdir. Bu­
ustanın buyruğunda 66 bostancı çalışı­ sa'da bulunup dönen ve XIV. Louis'nin gün mevcut olan bir villa ertesi gün yok
BAHÇELİEVLER İLÇESİ 548

olmuştur; bunların parsellenen bahçeleri köy İlçesi'nden ayrılarak diğer mahalle­


üzerinde birbirinin sırtına binen, beş-on
Bahçelievler İlçesi'nin Nüfus lerle birlikte yeni ilçeyi oluşturmuşlardır.
katlı beton binalar yükselmiştir. Bu in­
Gelişimi Günümüzde Bahçelievler İlçesi sınır­
safsız yıkımdan kurtulmuş, tek tük bah­ Yıllar Nüfus Yıllık Artış (%) ları içinde yaşayan nüfusun gelişimi
çeli evler ile villalar ise, sahiplerinin ka­ tablodaki gibidir.
1935 523 -
nunlara karşı saygılı olması yüzünden, 1960'a kadar sadece Kocasinan ve Ye­
etraflarında yükselen apartmanlar arasın­ 1940 542 0,73 nibosna köylerinin nüfuslarını kapsayan
da sıkışıp kalmışlardır. Böylece, bir za­ 1945 601 2,18 bu tabloda, ilçeyi oluşturan mahallelerde
manlar bahçeleri süsleyen, insanlara hu­ 1950 812 7,02 nüfusun özellikle 1955'ten sonra artmaya
zur veren güzelim nadide ağaçlar kesi­ başladığı görülmektedir. İstanbul'a yakın­
1955 1.322 12,56
lip, parçalanıp yok edilmiştir. lık, ucuz arsa fiyatları, O-l Karayolu'na
I960 8.509 108,73 (eski E-5) yakınlık gibi etkenler, nüfusun
Günümüzde, İstanbul'da çeşitli böl­
gelere dağılmış gecekonduların bir bö­ 1965 20.881 29,08 artmasına ve sanayi tesislerinin bu yöreyi
lümünün daha çok ev ihtiyaçlarına yö­ 1970 49.320 27,24 kuruluş yeri olarak tercih etmesine yol
nelik sebze dikilmiş bahçeleri vardır. açmıştır. 1965'ten itibaren önce Kocasi-
1975 102.533 21,58 nan'da konut alanları ve sanayi kuruluş­
Bu bahçelerde bazen kavak ağaçlarına
ve birkaç meyve ağacına da rastlanır. 1980 160.733 11,36 ları, bozuk altyapıya rağmen hızla geliş­
Öte yandan Boğaz'ın yamaçlarındaki, 1985 237.691 9,98 me göstermiş, buna daha sonraki yıllarda
Adalar'daki vb semtlerdeki villaların Bahçelievler ve Yenibosna da sanayi böl­
1990 322.234 7,12
özenli bahçeleri İstanbul'un bahçe gele­ gelerine katılmıştır. Kocasinan, Cumhuri­
neğinin son örnekleridir. (Ayrıca bak. yet, Siyavuşpaşa, Soğanlı ve Şirinevler
korular; mesireler; parklar.) mü 16,7 km2'dir. Bahçelievler İlçesi'nin mahallelerinden oluşan Kocasinan bölge­
Cumhuriyet, Çobançeşme, Fevziçakmak si, günümüzde ilçenin en çok nüfus ba­
Bibi. M. Erdoğan, "Osmanlı Devrinde İstan­
(Yenibosna bölgesi), Hürriyet (Yenibos- rındıran kesimidir. Kocasinan ve Yeni­
bul Bahçeleri", VD, S. 4 (1958); G. A. Evya-
pan, Eski Türk Bahçeleri ve Özellikle Eski İs­ na bölgesi), Kocasinan, Siyavuşpaşa, bosna, sanayi tesisleri, ticarethaneler ve
tanbul Bahçeleri, Ankara, 1972; Ç. Gülersoy, Soğanlı. Şirinevler, Yenibosna, Zafer ve konut alanlarının karışık karakteri ile be­
Boğaziçinin Yeşil Örtüsü, Geçmişte ve Bu­ Bahçelievler olmak üzere 11 mahallesi lirginleşirken Bahçelievler daha çok ko­
gün, İst., 1972; B. Pamay, Park-Bahçe ve nutların hâkim olduğu yerleşmesi ile dik­
Peyzaj Mimarisi, İst., 1979; D. Kuban, "Os­ bulunmaktadır, bağlı bucak ve köyü
yoktur. kati çekmektedir.
manlı Çağında Boğaziçi Yerleşmesi", İstan­
bul Boğazı ve Çevre Sorunları Sempozyumu, SEDAT AVCI
Bahçelievler İlçesi sınırları içinde geç­
12-15.11.1973, Çevre Koruma ve Yeşillen­ mişte Kocasinan ve Yenibosna köyleri
dirme Derneği, ist., 1975.
yer alıyordu. 1955-1960 arasında Bakır­ BAHRİYE MERKEZ HASTANESİ
FAİK YALTIRIK köy yerleşmesi O-l Karayolu'na (eski E- Kasımpaşa'da bulunan askeri hastane.
5) doğru gelişmiş ve yolun kuzeyi hızla Bugün İstanbul Deniz Hastanesi adını
BAHÇELİEVLER İLÇESİ yerleşmeye açılmış; yerleşmeye açılan taşımaktadır.
İstanbul'un Rumeli kesiminde, Çatalca bu çevrede 1960'a doğru önce konut Bahriye teşkilatının ilk hastanesi Ka­
Yarımadası'nda yer alır. 3 Haziran 1992 kooperatiflerinin inşa ettirdiği, bahçe sımpaşa'da şimdiki Sakızağacı Camii'nin
tarihinde yürürlüğe giren 3806 sayılı ka­ içinde tek tip evler yapılmış, 1960'tan bulunduğu sırtta inşa edilmiş ahşap bir
nunla Bakırköy İlçesi'nden aynlarak ku­ sonra Bahçelievler Mahallesi kurulmuş­ binada 1827'de hizmete girmiştir. Hasta­
rulmuştur. İlçenin doğusunda Güngö- tur. Kocasinan ve Yenibosna köylerinin ne bulunduğu yer sebebiyle Sakızağacı
ren(-»), güneyinde Bakırköy(->), batısın­ tüzel kişiliği 1980'den sonra kaldırılmış, Bahriye Hastanesi adıyla tanınmaktaydı.
da ve kuzeyinde ise Bağcılar(->) ilçeleri birer mahalle grubu olarak, onlar da Tersane-i Amire kışlaları ile Riştehane-i
yer almaktadır. Bu alan içinde yüzölçü- 1992'de Bahçelievler ile birlikte Bakır­ Âmire'deki (İplikhane) asker ve subay­
lar, denize uzaklığı yüzünden Sakızağa­
cı Hastanesi'nden yeterince yararlana-
mıyorlardı. Bu nedenle 19- yy'ın ortala­
rına doğru Aynalıkavak'ta hastane ola­
rak kullanılmaya elverişli bir yalı 250
yataklı bir hastaneye dönüştürülerek
bahriyeye tahsis edilmişti. Ayrıca, Tak-
vim-i Vekâyi'de; "Tersane-i Amire Has­
tanesi", "Asâkir-i Bahriye Hastanesi" ve
"Asâkir-i Mansure-i Bahriye Hastanesi"
adlarıyla anılan bir bahriye hastanesi
daha geçmektedir. Bu Tersane-i Âmire
Hastanesi, Sakızağacı'ndaki veya Ayna-
lıkavak'taki hastanenin adı mıdır ya da
bunlardan ayrı bir hastane midir; bu­
günkü bilgilerimizle bu sorulara cevap
vermemiz mümkün değildir.
Sakızağacı Bahriye Hastanesi, Tersa-
ne'ye uzak olduğundan denize yakın
uygun bir yere nakledilmesine karar ve­
rilmiştir. Daha geniş ve Tersaneye yakın
bir bina aranırken Kasımpaşa'da 1838'de
Cezayirli Hasan Paşa Konağı'nın yerin­
de inşa edilmiş olan Bahriye Mektebi
binası uygun görülmüştür. Bunun üzeri­
ne Bahriye Mektebi 1850'de Heybeli-
ada'daki Bahriye Kışlası'na nakledilmiş
Kasımpaşa'daki okul binasına da Sakı­
zağacı'ndaki hastane taşınarak Bahriye
549 BAHRİYE NEZARETİ BİNASI

Bibi. "Mevadd-ı Askeriye", Takvim-i Vekâyi,


no. 3, 7, 15, 19, 23 (1247), no. 28, 29, 38, 39,
42, 45, 50, 51, 54, 56 (1248), no. 60, 62, 71,
73, 82 (1249), no. 85 (1250); Tahsin, Tıbbiye,
II, 60; Deniz Mektepleri Tarihçesi, ist., 1931,
s. 7-8; E. K. Unat, Osmanlı İmparatorlu-
ğu'nda Bakteriyoloji ve Viroloji, İst., 1970, s.
106-107; B. N. Şehsuvaroğlu: "İstanbul Deniz
Hastanesi", İstanbul İl Yıllığı, İst., 1973, s.
446-447; B. N. Şehsuvaroğlu-A. D. Erdemir-
G. C. Güreşsever, Türk Tıp Tarihi, Bursa,
1984, s. 134-135; Özbay, Asker Hekimliği, III,
1. Kitap, 196-233; N. Yıldırım, "Askeri Eczacı
Yetiştiren İki Okul: Haydarpaşa Hastane-
si'ndeki Eczacı Sınıfı-Eczacı ve Tımarcı Sıb­
yan Mektebi", Güncel Eczacılık, S. 5 (Eylül
1993), s. 20-21.
NURAN YILDIRIM

BAHRİYE NEZARETİ BİNASI


Halic'in kuzey kıyısında Kasımpaşa'da­
Bahriye Merkez Hastanesi'nin (arkada set üstündeki yapılar) Haliç'ten görünüşü. dır. İki katlı, görkemli ve iyi durumda
Hazım Okurer, 1993 bir yapıdır. Günümüzde Kuzey Deniz
Saha Komutanlığı binası olarak kullanıl­
maktadır.
Merkez Hastanesi adıyla faaliyete geç­ bünyesinde Eczacı ve Tımarcı Sıbyan Osmanlı döneminde Halic'in kuzey
miştir. Sakızağacı'ndaki hastane binası Mektebi açılmıştır. kıyılarının Kasımpaşa-Hasköy kesiminin
ise 1852'de yıktırılmıştır. Bozcaadalı Hasan Paşa'mn bahriye gemicilik, gemi yapımı ve buna bağlı
Kırım Savaşı sırasında (1853-1856) nazırlığı sırasında 1908'de ana binanın yan kuruluşları barındırdığı bilinmekte­
hastane Fransız askerlerinin tedavisi için Hasköy tarafına yeni bir bina, 1910'da dir. Büyük Piyale Deresi'nin ağzından
Fransız kuvvetleri komutanının emrine da Kasımpaşa'ya bakan tarafına ikinci Hasköy'e kadar uzanan bu alan, Bizans
verilmiştir. Bu vesile ile bazı sıhhi ni­ bir bina yaptırılmıştır. Bundan sonra döneminde sık ve yüksek ağaçlarla kaplı
zamnameler Türkçeye çevrilerek yürür­ ana binaya 1. pavyon, Kasımpaşa tara­ imparator bahçelerinden biriydi. İstan­
lüğe konmuş; savaş bitince Fransız hü­ fındaki binaya 2. pavyon ve Hasköy ta- bul'un alınması sırasında donanmanın
kümeti birçok cerrahi aleti hastaneye rafmdakine de 3. pavyon adı verilmiştir. burada karadan denize indiği ve II.
hediye etmiştir. 1866'da Kaptan Muhtar Bahriye Nazırı Cemal Paşa (1914- Mehmed'in (Fatih) Otağ-ı Hümayun'u
Bey'in konağı hastaneye ilave edilmiştir. 1918) hastanenin gelişmesi için büyük burada kurdurduğu söylenmektedir. Bu­
1882'den itibaren hastane hizmetle­ çaba harcamış, hastanenin arsasını ge­ radaki ilk yapılar, II. Mehmed'in yaptır­
rinde ihtisaslaşma başlamış, göz, cerra­ nişleterek etüv, kalorifer dairesi, depo dığı tersane ile bugünkü Kasımpaşa Va­
hi, deri ve frengi hastalıkları "emraz-ı ve bakteriyoloji pavyonu yaptırmıştır. pur İskelesi'nin yakınında olduğu sanı­
mütenevvia" (çeşitli hastalıklar) kapsa­ Hastane Balkan Savaşı ve I. Dünya lan Kaptanpaşa Divanhanesi ve cami ol­
mından çıkarılmıştır. Savaşımda deniz ve kara kuvvetlerinin malıdır. Yörenin asıl gelişmesi I. Süley­
1885'ten sonra Mekteb-i Tıbbiyeyi hasta ve yaralılarını tedavi etmiştir. Savaş man (Kanuni) döneminde (1520-1566)
bitirerek donanma hizmetine girmek is­ sırasında artan sağlık personeli ihtiyacını olmuş, "İstanbul şehri âdem deryası ke­
teyen askeri hekimler bir sınavdan geçi­ karşılamak üzere 15 Mart 1917'de hasta­ silip omuz omuzu sökmez olunca" böl­
rilerek başarılı olanlar yüzbaşı rütbesiyle nede bir sıhhiye kursu açılmıştır. genin iskâna açılması ve bayındır hale
hastaneye kabul edilmişlerdir. Hastane­ Cumhuriyet'in ilanı ile Sıhhiye Daire- getirilmesiyle Sadrazam Kasım Paşa gö­
de iki yıl staj gören bu hekimler kolağa­ si'ne bağlanmış, 1929'da tersane ve do­ revlendirilmiştir. Divanhane yenilenmiş,
sı rütbesiyle bahriye teşkilatında görev­ nanma Gölcük'e taşınınca 1931'de has­ yanına bir saray yapılmış; bölgenin yö­
lendirilmişlerdir. tane de nakledilerek Gölcük'te Nured- netimi, kaptanpaşa ile tersane ketdüha-
Hastanenin operatörü Angelo Bohor din Paşa Köşkü'nde faaliyetini sürdür­ sma ve subaşısına verilmiştir. Genişleyen
Tersane-i Amire fabrikalarında Çarkçı müştür. Kasımpaşa'daki bina, Deniz tersaneye donanmanın bakım ve yöne­
Kolağası Ali Efendi ile birlikte basınçlı Acemi Erler Talim Taburu'na yatakhane tim yapıları eklenmiş; divanhane ise bir­
su buharı ile çalışan ilk yerli tebhir ve kışla olarak tahsis edilmiştir. Hasköy kaç kez yıkılıp yeniden yapılmıştır.
(etüv) makinesini yapmıştır. Bu etüv tarafındaki bina da Deniz Telsiz Oku- İstanbul yazarlarının ve gezginlerinin
makineleri Hicaz'daki hastanelere, niza­ lu'na verilmiştir. Sadece cerrahi pavyon ilgiyle anlattıkları buradaki kurum ve
miye kışlalarına, Mekteb-i Tıbbiye, Gu- küçük bir revir halinde bırakılmıştır. yapılar arasında tersane ve divanhane
rabâ-i Müslimin ve Hamidiye Etfal has­ 1934'te istanbul'un ihtiyacı göz önün­ önde gelenlerdendir. Gravürlerden eski
tanelerine yerleştirilerek uzun süre kul­ de tutularak hastane yeniden Kasımpa­ divanhaneleri izlemek ve öğrenmek
lanılmıştır. şa'ya getirilmiş ve Deniz Müsteşarlığı mümkündür. Bu divanhaneler ahşap­
Tıptaki yenilikleri izleyen hastane emrine verilmiştir. Bu tarihten sonra İs­ tandır; deniz cepheleri sütunlar üzerin­
Robert Koch'un 1890'da tüberkülini, tü­ tanbul Deniz Hastanesi adını alan ku­ dedir ve denize çıkma yaparlar. Önem
berkülozu tedavi edici bir ilaç olarak ta­ rumda 1937'de büyük bir restorasyon verilmiş ve bezenmiş yapılar oldukları
nıtmasına ilgisiz kalmamış derhal bu ye­ ve onarım başlatılmış 1939'da yatak sa­ bellidir.
ni tedaviyi öğrenmek üzere Dr. Yüzbaşı yısı 500'e çıkarılmıştır. 1943'te akıl ve si­ Bilinen son divanhane II. Mahmud
Süleyman Nuri Berlin'e gönderilmiştir. nir hastalıkları klinikleri ile patoloji bö­ döneminde 1834'te yapılandır. İki katlı
189Tde Dr. Hakkı Şinasi Paşa hastane­ lümünün yerleştirildiği 4. pavyon binası ve ampir üslubunda olduğu bilinen bu
de görevlendirilmiştir. 1894'te başhe­ faaliyete geçmiştir. Hastaneye 1962'de divanhane de ahşaptandı. Zamanla ha­
kimlik görevini Kozma Paşa yürütmek­ yeni bir poliklinik ve hemşire lojmanı, rap olan yapının yerine Abdülaziz tara­
teydi. Kozma Paşa'dan sonra 1900-1908 1965'te hariciye, nöroşirurji, bakteriyolo­ fından yeni, daha büyük ve görkemli
arasında Hakkı Şinasi Paşa başhekimlik ji, biyokimya, patoloji laboratuvarları ile bir yapı yapılması istenmiş ve bugünkü
yapmıştır. 1897'de deniz hizmetlerinde morgun bulunduğu bina ve 1971'de de yapı inşa edilmiştir. Donanmanın yeni­
kullanılmak üzere eczacı ve cerrah mu­ kadın-doğum, çocuk ve dahiliye klinik­ den örgütlenmesi ve modernizasyonu
avini yetiştirilmesi amacıyla hastane leri binası eklenmiştir. girişimi sırasında yapımı kararlaştırılan
BAHRİYE NEZARETİ BİNASI 550

Bahriye Nezareti binasının deniz cephesinden görünümü (üstte) ve şadırvanlı orta avludan
bir gömnüm (sağda).
Tuğrul Acar (üst). Erkin Emiroğlu (sağ)

b i n a , e s k i d i v a n h a n e l e r i n y e r i n d e fakat mimarlığının geleneksel plan öğelerin­ d e k i rasyonalist k o n s e p t t e n farklılaşmış­


t a m a m e n y e n i bir a n l a y ı ş l a t a s a r l a n ı p d e n biridir. Mutlak simetri g ö s t e r e n bir tır. G e r ç e k t e n de z e m i n katta k e m e r da-
yapılmıştır. p l a n ş e m a s ı n a eşlik e d e n b u üstü c a m l a vanaklarınm ö n ü n e alınmış yuvarlak k o ­
Artık divanhane tipinde o l m a y a n B a h ­ örtülü avlu. 19. yy B a t ı Avrupa k e n t l e ­ lonlar, üst kattaki ö n l ü ve arkalı k o l o n
riye Nezareti binası, d e n i z e ç a k ı l a n yak­ rindeki b e l e d i y e binası, b a n k a , b o r s a v b çiftleriyle birlikte, g ö r s e l algıya iki farklı
laşık 7 . 0 0 0 k a z ı k ü z e r i n d e e l d e e d i l e n bazı k a m u yapılarında g ö r ü l e n m o d e l e d ü z l e m s u n m a k t a d ı r . Z e m i n kat k o l o n
dolgu z e m i n d e inşa edilmiş, o l d u k ç a yakındır. A n c a k , m i m a r ı n b u r a d a giriş­ başlığının ü z e r i n d e kat y ü k s e k l i ğ i n e
y ü k s e k bir b o d r u m kat üzerinde, iki kat­ leri v e m e r d i v e n ç e k i r d e k l e r i n i k o l o n a - u l a ş m a k için d i k i n e yerleştirilmiş bir ka­
lı ve kagir b i r y a p ı d ı r . 1865'te t e m e l i d m g e r i s i n d e tutması, k e n d i i ç i n d e bir re p r i z m a vardır. K o r n i ş h i z a s ı n d a bu­
atılmış ve 1869'da bitirilmiştir. M i m a r ı b ü t ü n l ü k kazandırdığı gibi avluyu Avru­ n u n ü z e r i n e bir yatık d i k d ö r t g e n p a r ç a
Sarkis B a l y a n olmalıdır. p a m o d e l l e r i n d e n ayırmaktadır. Ayrıca g e l m e k t e , üstte d e üst kat k o l o n a d ı m n
B a h r i y e Nezareti b i n a s ı n ı n aksiyal v e ortasına k o n a n ve boyutları nedeniyle a y a k p a r ç a s ı b u l u n m a k t a d ı r . B u tabla­
t a m simetrik bir planı v e c e p h e d ü z e n i biraz d e k o r a t i f g ö r ü n e n s e k i z g e n planlı lar, y a n i ü ç t a n e d i k d ö r t g e n p a r ç a birbi­
v a r d ı r . B i r b i r i n i d i k k e s e n iki e k s e n k ü ç ü k m e r m e r şadırvan, m e k â n a yerli ri ü z e r i n e k ü ç ü k t e n b ü y ü ğ e doğru sıra­
üzerinde geliştirilmiş birbirinin aynı v e D o ğ u l u bir m o t i f o l a r a k eklenmiştir. l a n a r a k yerleştirilmişlerdir. Y a p ı statiği
p l a n v e c e p h e l e r d e n o l u ş a n bir yapıdır. Z e m i n kat k o l o n a d ı m n k e m e r l e r i b u Is- i l k e l e r i n e u y m a y a n b u a t e k t o n i k dizi­
E k s e n l e r i n b ö l ü m l e d i ğ i dört g r u b u n da lam-Doğu referansını güçlendirmekte­ lim, mimari ö ğ e l e r l e e l d e e d i l e n bir de-
eş ve bakışımlı düzenlenişi ve eksenler dir. D ö n e m i n "oryantalist" m o d a s ı için­ korativizmi b i ç i m l e n d i r m e k t e d i r . Arkad-
ü z e r i n d e k i d ö r t giriş, a r a n m ı ş b i r g e ­ d e yaygın o l a r a k kullanıldığı b i l i n e n b u larm d ü z e n l e n i ş i n d e k i b u m a n i y e r i z m ,
o m e t r i k d ü z e n i işaret e t m e k t e d i r . G e ­ Magrip ( M o r e s q u e ) k ö k e n l i b a s ı k at nalı düz b e y a z v e - g ü n ü m ü z d e - b e z e m e s i z
o m e t r i y e a ç ı k v e k e s i n b i ç i m d e bağlı b u b i ç i m i n d e k i k e m e r m o d e l i , yapısal ol­ o l a n orta avlu m e k â n ı n ı ö z e n l i v e ö z e n ­
tasarıma orta avlulu klasik bir ş e m a eş­ mayan biçimiyle son derece dekoratif tili y a p m a k t a d ı r .
lik e t m e k t e d i r . bir g ö r ü n ü m e sahiptir. B u r a d a k i taşıyıcılarda k o l o n grupla-
Orta avlu motifi, ö l ç ü , oran, b i ç i m , Y a l n ı z c a m o r e s k k e m e r l e r i y l e değil ması veya ayaklık gibi O s m a n l ı g e l e n e ­
kullanım ve verilen işlev b a k ı m ı n d a n taşıyıcılarının m a n i y e r i s t b i ç i m l e n i ş i ile ğinde o l m a y a n biçimleri kullanan mimar,
farklı o l s a d a h e m B a t ı h e m O s m a n l ı de avlu arkadı, p l a n ı n a ç ı k g e o m e t r i s i n - bazı ikincil ö ğ e l e r d e örneğin korkuluğun

Bahriye Nezareti binasının iskele cephesinin çizimi.


(Günümüzde Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Karargâh Binası olarak kullanılmaktadır.)
551 BAKER MAĞAZALARI

mermer şebekeleri veya kornişteki mu- kın bir kornişle biten bu çok öğeli cep­ kullanılmış, duvarlara fresk tekniğinde
karnas dizisi gibi yerlerde Osmanlı gele­ he düzeni, simetrik bir kutudan gör­ denizle ilgili resimler yapılmıştır.
neğinden seçmeler yapmaktadır. kemli bir kamu yapısının elde edilişini Bibi. A. Batur, "Bahriye Nezareti Binası", H.
Yapının simetrik plan şemasına bağlı sergilemektedir. Kemali Söylemezoğlu Anı Kitabı, ist., 1982, s.
olarak birbirinin aynı olan dört cephesi Yapının simetrik ve betimlediğimiz 45-60: Kömürciyan, İstanbul Tarihi, 219-226;
Demircanh, Evliya Çelebi, 564-566; "Divan­
vardır. Kolaylıkla tekdüze olabilecek bu gibi geometriye bağımlı bir planı oluşu, hane", Pakalm, Tarih Deyimleri, I, 462;
biçimleniş, önce eksenlerdeki ve köşe­ mekânların işlevlerine özgü nitelikler ve Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Karargâhı
lerdeki çıkmaların plastik katkısıyla gi­ boyutlar edinmesini zorlaştırmıştır. Ör­ Binası, İst., 1989.
derilmiştir. İkincil olarak pencere biçim­ neğin bir köşede amirallere ayrılmış AFİFE BATUR
lerinin farklılığına dayanan cephe dü­ olan salon ve oda grubu diğer köşede
zenlemesi yapılmıştır. Bu, kullanılan bi­ aynı boyut ve düzenle vardır ve bu kez BAKER MAĞAZALARI
çimlerin sayısını artırarak hem çeşitleme yazıcılara ait bir hacim olarak kullanıl­
Kırım Savaşı'ndan sonra (1856) istan­
yapma olanağı vermekte, hem de plas­ maktadır. Bu nedenle mimarın, mekân­
bul'a gelerek yerleşen, İngiliz kökenli
tik etkiyi artırmaktadır. ların özellik kazanmasını bezemeyle ve
Baker ailesi tarafından kurulan mağaza­
Planda birbirinin aynı ölçülere sahip bezemenin yoğunluğu ile sağlamaya gi­
lar. Baker mağazaları ile ilgili olarak İn­
pencereler üç ayrı grup içinde toplana­ riştiği görülmektedir.
giliz kökenli Binns ve Edwards aileleri
rak farklı biçim ve düzenlemeler yapıl­ Dört giriş içinde en zengin bezeme de zikredilmelidir.
mıştır. Eksendeki pencereler at nalı bi­ deniz tarafındaki tören girişinde gerçek­ Bu iki İngiliz kökenli aile İstanbul'a
çimindedir. Tıpkı orta avludakine ben­ leştirilmiştir. Simetriği olan tersane yö­ yerleştiğinde ayrı ayrı işyerleri açmış ve
zer bir arkad içinde yer alırlar ve aynı nündeki giriş bir dizi merdivenle ulaşı­ değişik işkollarında çalışmış olmalarına
atektonik düzenlemeye sahiptirler. lan giriş holünün duvarları ve örtüsün­ karşılık, zamanla firmalarını ya Baker'a
Köşe çıkmalarındaki pencereler, üç­ de kalem işi çalışılmıştır. Duvarlarda pa­ devretmişler ya da onlarla ortak olmuş­
gen kemerli ikili gruplar halinde düzen­ nolar ayrılmış, örtüde geometrik çerçe­ lardır. Baker mağazalarının kurucusu
lenmiştir. Üçgen kemerin o dönem için veleme yapılmış ve içleri neoklasik mo­ olan George Baker'ın, Londra'da daha o
çok yeni hattâ alışılmadık bir biçim ol­ tiflerle işlenmiştir. dönemler büyük bir işyeri vardı.
duğu ayrıca belirtilmelidir. Ara pencere­ Binanın üst katının deniz cephesi George Baker, İstanbul'a ilk geldi­
ler, profilli veya dilimli moresk biçimli bahriye nazırına veya amirallere ayrılmış ğinde, Hayden'la ortak olmuş ve birlik­
kemer öğeleriyle belirtilmiş ve pilastrla- bölüm olarak çok özenle düzenlenmiştir. te biri Grand Rue de Pera'da (şimdiki
nn oluşturduğu panolara yerleştirilmiştir. Bu bölümün özgün dekorasyonu ve hat­ İstiklal Caddesi) Anadolu Hanı'nm bu­
Böylece, cephe düzenlemesinde ge­ tâ mobilyası korunmuştur. Geometrik lunduğu yerde, diğeri, Kulekapısı'nda
nel olarak yüksek pilastrlar ve bordür- bölümleme içinde klasik motifli dekoras­ şimdiki Serdarı Ekrem Sokağı'nın karşı­
lerle meydana getirilen pano gruplama- yon burada da geçerli olan programdır. sında Galata Kulesi'ne bakan köşede ol­
ları, cephe yüzeyinden ileri geri çıkma Bezeme, ayrıca altın yaldızla zenginleşti­ mak üzere iki mağaza açmışlardı. 1860'
ve çekilmelerle planda karşılığı olma­ rilmiştir. Bu kesimde geometrik çerçeve­ lı yıllardan 1870'li yılların sonlarına ka­
yan son derece hareketli bir perspektif leme, sekizgen, yıldız, altıgen, beşgen, dar, ortaklık bozulmamıştı.
elde edilmektedir. Mimari öğelerin bu üçgen vb olarak çeşitlenmiştir. Göbek ve Bu yıllarda Baker ve Hayden birbi­
kullanımı, orta avluda değinilen mani- köşelerde natüralist çiçek veya manzara rinden ayrıldı. Hayden eski mağazala­
yerist yaklaşımla eşdeştir. Geniş ve taş­ resimlerinin bulunduğu madalyonlar rında kaldı, George Baker ise, yeni ma­
ğazalar açtı. Bu mağazalardan biri, Ku-
ledibi'nde Şahdeğirmeni Sokağı'ndan
önce idi, diğeri ise eski Kanzuch Ecza-
nesi'nin bitişiğinde bulunuyordu.
George Baker, Grand Rue de Pera'
daki ilk mağazasından sonra şimdiki
Sümerbank'ın bulunduğu yerde ikincisi­
ni de açmıştı.
Şahdeğirmeni Sokağı'nın yanındaki
ile birlikte, Pera yönünde üç mağazası
olan Baker firmalarında, her türlü kon­
feksiyon, yatak takımları, çarşaflar, mo­
bilya aksesuvarı ile mobilya dahi satılı­
yordu. Bunun dışında, birçok yabancı
firmanın Türkiye'deki temsilciliklerini
almışlardı.
Bu aileye yakınlığı bilinen Binns'ler-
den, Cuthbert Evelyn Binns, I. Dünya
Savaşı'ndan sonra Baker mağazalarına
müdür olmuştu. İngiliz kökenli diğer ai­
le Edwards'lann kurduğu "Edwards ve
Oğlu" firması G. ve A. Baker firması
1920'de birleşti.
Bu dönem firmanın müdürü C. E.
Binns oldu. 1926'da değişen kanunla
şirketleşme söz konusu olunca, birleşik
firma ayrı ayrı anonim şirkete dönüştü.
C. E. Binns, genel müdür olarak kal­
dı. W. G. M. Edwards, yönetim kurulu
üyesi olarak görevini sürdürdü. 1924-
1925'te W. G. M. Edwards, istanbul'daki
İngiliz Ticaret Odası üyeliğini sürdürdü.
1930'da da başkanlığına seçildi.
BAKIRCILAR 552

Levha, saf bakıra belirli bir oranda ka­


lay katılarak elde edilir. Böylece kalay,
yumuşak bir maden olan bakırın sert­
leşmesini sağlar. Aksi halde, saf bakırın
yüzeyini bozmadan üzerine süslemeler
kazımak zor olur.
Işıklandırma aletleri (polycandela,
yağ lambaları, şamdanlar), buhurdan ve
kişisel dini eşyalar, daha ziyade seri ha­
linde kalıplara dökülürdü. Dökümü ko­
laylaştırmak için bakıra, kalayla birlikte
kurşun ve çinko da katılır böylece elde
edilen kalay ağırlıklı alaşıma tunç, çin­
ko ağırlıklı alaşıma ise pirinç denir. Ka­
lıplar eşyaya sadece genel formunu de­
ğil, dekorunu da intikal ettirebilirler.
Dekor, kalem ve keskilerle tamamlana­
rak özgünleştirilebilir. Bizans'ta poly-
candela'ların delik işi süslemeleri, kes­
Baker mağazalarının bir ilan fotoğrafı.
Resimli Uyanış (Seruet-i Fünun), 15 Ocak 1931 me ve delme aletleri ile gerçekleştirile-
Behzat Üsdiken koleksiyonu bilse de, daha ziyade seri döküm tekni­
ği tercih edilmekteydi. Bizans koleksi­
yonlarında, aynı kalıpta dökülmüş ol­
George Baker, Hayden'dan ayrıldık­ oğlu Xiko. Cihangir'de "Şark Eksport" maları muhtemel birçok polycandela'ya
tan sonra, sürekli kendi adını kullanmış adı ile büyük bir ithalat ve ihracat fir­ rastlanmaktadır.
ve tüm firmalarını G. Baker olarak aç­ ması kurdu. Bu firma halen yaşamını Seri imalat, kişisel dini eşyalar için
mıştı. Oğullarının her ikisinin küçük sürdürmektedir. de geçerlidir. Özellikle Orta Bizans ça­
isimleri A ile başladığı için sonraları fir­ BEHZAT tSDİKEN ğına ait büyük sayıda buhurdan, tunç
ma unvanına bunları eklemişti. Baker ikona, haç ve çeşitli boylarda rölik mu­
mağazaları Beyoğlu'nda olmasına karşı­ BAKIRCILAR hafazaları bilinmektedir. Aynı tarz metal
lık, yönetim merkezleri hep İstanbul ta­ kutular, önemli belgeleri ve değerli eş­
rafında kalmıştı. 1880'de Tarakçılar Cad­ Bizans Dönemi
yaları saklamak için de kullanılırdı. Ka­
desi üzerindeki Matteo Hanı'nda, ihra­ Bizans başkentinin ekonomik hayatı ile zıma usulü ile süslenmiş bakırdan kilit­
cat, ithalat ve komisyon işlerini yürütü­ ticaret hukukunu aktaran en ciddi kay­ ler, aynalara, menteşe ve anahtarlara,
yordu. Daha sonra buradan Tahtaka- nak olan Eparkhos tes Poloesde bakır fildişi kutulara da takılmaktaydı.
le'deki Prevuayans Hanı'na taşındılar. satışının gümüşçülere yasaklanmasının
Gümüşçü ve kuyumcuların modelle­
Firmaları tasfiye edilinceye kadar da bu­ dışında, bakırcılar ve bakır ticaretine ait
rinden esinlenerek, hattâ aynı kalıpların
rada kaldılar. Balat'ta Fener Caddesi daha fazla bilgi bulamamaktayız. I. Ba-
kullanılmasıyla elde edilmiş, bakır mü­
üzerinde büyük bir antrepoları vardı. sileios(-0 (hd 867-886) ve VI. Leon(-0
cevher ve ziynet eşyaları da vardır. Al­
Tütün depoları ve satım yerleri ise Be­ (hd 886-912) dönemleri arasındaki ka­
tın veya gümüş bilezik, küpe, kemer to­
şiktaş'ta bulunuyordu. Baker'ın ayrıca, nunlarda da meslek loncaları ele alın­
kası ve haçların, bakır alaşımlarından
Seager ile ortak olarak çalıştırdığı. Baker maktadır. Bakırcılarla ilgili bir başlık ol­
yapılmış kopyalarına rastlamaktayız.
ve Seager deniz taşımacılığı firması, Ga­ masına karşın, metnin gerisi yoktur. 10-
Bakırcılara talep sadece özel kişiler­
lata Hovagimyan Han'da idi. 19501i yıl­ 1 1 . yy Konstantinopolis'ine ait mahke­
den değil, kilise ve manastırlardan da
ların başında Baker'lar firmalarını tasfiye me kararlarının arasında ise. ticarete
gelmekteydi. Başlıca siparişler, ışıklan­
etmeye başladılar, Önce İstiklal Caddesi ilişkin bir tek davaya rastlamaktayız. Bu
dırmaya yönelik eşyalarla birlikte, ayin­
üzerindeki büyük konfeksiyon mağaza­ dava, ham madeni zamanında teslim al­
lerde kullanılan kutsal takımlardan olu­
sını kapattılar. Hachette'in bitişiğindeki madığı için ödeme yapmayan bir bakır­
şurdu, bunun yamsıra, özel kişiler tara­
mobilya mağazasını ise İstanbul'un en cıyla ilgilidir.
fından kiliselere vakfedilmiş takımlara
zengin Rum ailelerinden biri olan Palla- da rastlanmaktadır. Kutsal şarap kadehi
Konstantinopolis semt adlarından
vidislere sattılar. (kalis). kutsal ekmeğin takdim edildiği
faydalanarak, bakırcıların Halkoprateia'
Bu arada. Şahdeğirmeni Sokağı'na da. yani Ayasofya'nın doğusunda yer­ tabak (paten), ekmek kutusu, kaşık ve
gelmeden önce ve Şahdeğirmeni Sokağı leşmiş olduklarını görebiliyoruz. Hal­ maşrapa. Ortodoks ayininin ayrılmaz
ile köşe yapan diğer mağazalarını da koprateia isminin kökü bakırcılıktan parçalarıdır. Kilisenin hazine odasında
evvelce elden çıkarmışlardı. Bu mağa­ gelmektedir, fakat bu mesleki çalışmaya saklanan bu eşyalar genelde gümüşten
zalarını satın alan Pallavidisler, mobilya ilişkin özel bir kaynağımız yoktur. Hal­ olup, 10-11. yy'lara ait, kalaylanmış ba­
işlerini bırakarak yalnızca konfeksiyon koprateia semti. I. Basileios'un şehirde kır örnekler de vardır (yüzeydeki kalay
ve ayakkabı işini yürüttüler. Bu arada başlatmış olduğu yapı ve onarım prog­ gümüş izlenimi vermektedir).
Dimitri Pallavidis (ailenin büyüğü), eski ramında yer almaktadır, ancak kaynak­ Kiliselerde rastlanan diğer metal eş­
adı Rekor olan pastanenin sahibi Leóni­ lar sadece buradaki Meryem Ana Kilise- yalar ise çeşitli boylarda merasim haçla­
das Yotto ile anlaşarak buraya da ortak si'nden bahsetmektedir. 7. yy'm ortala­ rı, yine merasimlerde kullanılan yelpa­
oldu ve pastanenin adı Kervan olarak rında yazılmış, Aziz Artemios'un hayatı­ zeler (ripidia), buhurdanlıklar, rölik ku­
değişti. nı anlatan bir eserde ise. Domninos re- tuları ile İncil muhafazalarından oluşur.
Her ne kadar, Pallavidisler mağaza­ vağında çalışan Kilikyalı (bugünkü Çu­ Dini eşyalarda, bitkisel ve geometrik
nın adını Pallavidis olarak değiştirmiş- kurova) bir bakırcıdan (Halkeus ya da süslemelerin arasında, İsa'nın hayatın­
lerse de, Beyoğlu halkı buraya Baker Halkotupos) bahsedilmektedir. Günü­ dan sahneler, tahtta oturan İsa, İncil ya­
demeyi sürdürmüştü. Altı-Yedi Eylül müze değin bir el zanaatı olarak gelen zarlarının büstleri, dua eden aziz figürle­
01ayları'nda(-») Pallavidislerin her iki bakırcılıkta kazan, tencere, tava, kâse. ri ve Meryem Ana tasvirleri, kabartma
mağazası da harap olmuştu. Bu olaydan gibi açık formlu kaplar, genelde dövme veya kazıma usulüyle işlenmiştir. Kazı­
sonra mağazalar yeniden düzenlendi. tekniği ile yapılır, bakırcı, önceden dö­ ma dekorun oluşturduğu yivlerin, savat­
Ancak Dimitri Pallavidis'in ölümü üzeri­ kümle elde ettiği ince bakır levhasını la zenginleştirildiği de görülür. Bu tek­
ne mağaza kapandı. Dimitri Pallavidis'in ısıtır ve çekiçle vurarak şekillendirir. nikle benzeri bitkisel veya geometrik
5vî BAKIRCILAR

dekor, aynı çağlarda gelişen İslam ba­


kırcılığında da geniş çapta kullanılmıştır.
Konstantinopolis bronz işçiliğinin bir
başka yüzünü de 11. yy'm ikinci yarı­
sında Amalfili tüccar Pantaleone tarafın­
dan İtalya'ya

You might also like