Professional Documents
Culture Documents
PSİKANALİZ YAZILARI
aktarım ve
karşı aktarım
trans/erence and
counter trans/erence
Sonbahar 2008
BAGLAM
Bağlam Yayınları 312
Psikanaliz Yazıları
Baharlık Kitap Dizisi 17
Aktarım ve Karşı Aktarım
Sonbahar 2008
Psikanaliz Yazıları
Yayın Yönetmeni: Talat Parman
Yayına Hazırlayanlar: Ayça Gürdal Küey, Tevfika Tunaboylu-İkiz
M. Levent Kayaalp, Raşit Tükel, Elda Abrevaya
5
!Aktarını 11e Kar�ı Aktarını
1
611
Suııı�ı
kiler kurabilmenin ütopyasını müjdeleyecektir. Ancak hepsi , psikana
listler, analizanlar, yayıncılar ve okurlar bu müjdeyi , utopia'nın " ol
mayan yer" anlamına geldiğini bilecek kadar da gerçekçi olarak algı
layacak ve kabulleneceklerdir. Ç ünkü hepsinin hem olan hem olma
yan bir yere gereksinimi vardır.
Üstelik buluşmaların kimi kez buluşlara dönmesi hiç de fena değildir.
***
TALAT PARMAN
\7
lçindeki1er / Contents
•
sunuş
presentation
TALAT PARMAN 1
lS
önsöz
preface
lll
AYÇA GÜRDAL KÜEY
I 13
aktarım ve dinamikleri
transference and its dynamics
RAŞİTT0KEL
J 27
karşı aktarım kavramının gelişimi
evolution of the concept of counter transference
AYÇA GiiRDAL K0EY
j 35
iki kişilik alan
the space for two people
VEHBİ KESER
j47
does the mirror reflect the time?
the counter transference and the time
TALAT PA.RMAN
özetler
summaries
il37
haberler - duyurular
news 1141
.. ..
onsoz
11
aktarım ve dinamikleri
RAŞİT TÜKEL
11 3
1
'Aktarım Kar§ı Aktarım
ve
Aktanm ve Atk
Freud , aktarımın , insan aklının evrensel bir görüngüsü olduğuna
ve aslında, insanın çevresi ile ilişkisinin bütününü belirlediğine işaret
7
eder. Kişinin çocukluğun dürtüsel arzularından köken alan ruhsal
çatışmaları , erişkin yaşamındaki ilişkilerinde yer aldığı gibi, aynı ne
denle , an alist ile ol an ilişkisinde de yer alacaktır. Analizan , çatışma
larının d oğası nedeniyle , analisti hakkında hiçbir duygu ya da dü-
"
S. Freud (1912) The Dynaınics of Trans/erence, Standart Ediıion , Voluı ııe XII. Hogarth
Press, Loııdoıı , 1986, s. l O 1.
1 S. Freud (1914) Reıneınbering, Repeating and Working Through, Standart Editioıı, Vo
0
luıııe Xll. Hogartlı P ress, Landon, 1986, s 154 .
.
;
. S. Freud ( 1 925) [1924] An A ııtobiographical Stııdy, Standart Edition, Volunıe XX. Ho
gaıtlı Press, Loııclon, 1986, s.42.
" S. Freucl (1937) Aııalysis. Tenninable and lnterıniııable , Standaıt Editioıı, Volu me
XXIII. Hogaıth Press, Londoıı, 1986 , s.233.
7 S. Freucl (1925) [1924], a.g.y. , s.42.
Aktarım ve Dinamikleri 1
şünceye sahip değilmiş gibi görünebilir; analistine yönelik duygu ya
da düşüncelerini inkar edebilir, görmezden gelebilir ya da bunlara
karşı kendini savunabilir. Ancak, tüm bunlar aldatıcıdır. Analist ile
ilişkide ortaya çıkan ilgisizlik, bilinç düzeyinde duygunun yokluğu ,
şüphecilik, zıtlaşma, kendini çekme aktarımın birer görünümü olarak
alınır. Her erişkin nesne ilişkisinde görülen ve her birinin doğasını
belirleyen bilinçdışının dürtüsel türevleri ve bunlara eşlik eden duy
guların, diğer bir ifadeyle çocukluktan köken alan bilinçdışı çatışma
ların, psikanaliz ortamında diğer bir duruma kıyasla daha farklı oluş
tuğu söylenemez. Hatta çocukluk kökenli ruhsal çatışmaların önemi
nin , analizan ile analist arasındaki ilişkide, diğer ilişkilerdekinden
daha büyük olduğunu söylemek de mümkün değildir. Freud 'un ifa
de ettiği gibi, aktarım aşkı ile sıradan bir aşk arasında temel bir psi
kolojik fark yoktur. 8 Çocukluğa ait etmenlerin etkisindeki dinamikler,
her ikisin de de aynıdır. Analitik bir ilişkiyi bir başkasından ayıran
aktarımın dinamikleri değil, onun ilişkideki yeri; an alistin aktarıma
karşı tutumu ve onu nasıl kullandığıdır. Kişinin cesaretlendirilme ,
öneri veya cezalandırılma gibi istemlerini dikkate alan akraba veya
arkadaş ilişkilerin d en farklı olarak, analist, analizanın bu türden yak
laşımlara neden gereksinim duyduğunu bilmek ister ve bu şekilde
de, ona, istemlerinin arkasında yatan güdüleyicileri keşfetmesi konu
sunda yardımcı olur.
15
!Aktarım ııe Kar�ı Aktaııın
1
Analist, aktarımın, analizanın bütün ilişkilerinde kendisini gösterdi
ğini bildiğinde, sonuçlarına daha nesnel bir biçimde bakabilir. Eğer
kişi, analistini , bağlanabileceği bfr ebeveyn gibi yaşamak isterse, daha
özerk bir kişi olmasını amaçlayan müdahalelerine karşı savaş açacak;
analistini, rakip kardeşi yapmak isterse, analistin müdahalelerini kar
deş savaşlarını sürdürmek için bir araç olarak görecektir.
Analistin 'gerçek kişiliği' , analizan ile kurulan terapötik ilişkide ne
ölçüde önemlidir? Bu sorunun yanıtı ; analistin kişiliğinden. çok, anali
zanın onu nasıl algıladığı ve ona ne şekilde tepki verdiğiyle ilgilidir.
Analist bu yönden , analizanın zihinsel etkinliği için bir uyaran olarak
görülebilir. Analizanın bu kişiliğe olan tepkisi , ona gerçek olanın ne
olduğunu söylemek yerine, çözümlenmelidir. Bu, analistin görünüşü ,
tutu m u , konuşma biçiminin önemsiz olduğu anlamına gelm ez. Bunl ar
önemlidir; ancak bunların etkilerinin , her hangi iki kişide ya da farklı
9
zamanlarda aynı kişide benzer olm ayacağı unutulmamalıdır.
Analizdeki bir kişiye 'doğal davranmak', herhangi bir toplumsal
durumda ya da farklı bir ted B:vi ortamında doğal davranmakla aynı
şey değildir. Tedavinin etkinliği , analistin analitik tutumunu sürdür
mesine bağlıdır. Cesaretlendirme, ikna, öğüt ·verme, onaylamama ya
da azarla ma gibi yaklaşımlar, analiz sürecini hızlandırıyor gibi görüle
bilir. Baze n , semptom düzeyinde bir iyileşme de söz konusu olabilir.
Ancak, bu tür yollarla analizanın 'kötü' analitik davranışını denetim
altına almasına çalışılm ası, istenmeyen bir durumdur. Analistin anali
tik ol mayan bu tarz tutum ve davranışları , aktarımı karmaşık bir hale
getirir. B unlar çok sayıda olduğunda ise, aktarım çözümlenemez bir
düzeye gelebilir. Analizanın 'iyi' analitik davranıştan her sapması , di
ğer semptomlar için olduğu gibi , ruhsal çatışmanın bir sonucudur;
çatışmanın etkin olduğunu gösterir ve en azından çatışmanın ne oldu
ğu kon usunda önemli ipuçları verir. Analizanın belirli bir konudan ya
da hayatının belirli bir dönemi üzerine konuşmaktan kaçınma arzusu
ya da belirli düşüncelerini belirtmekte başarısız kalması, üzeri nde
düşünmek ve konuşmak için analizanın dikkatine sunulması gereken
şeyl erdir; denetim altına alınması , bastırılması ya da üstesinden ge-
., C . Brenner, Psychoanalytic Techııique and Psychic Coııjlict , lnternational Universities
Press, N ew York, 1 9 76, s.126.
1 61
i
Aktarını ve Dinamikleri '
...
linmesi değil, çözümlenmesi gerekir. 1
0
ference) , Standart Edition, Volume XVI. , Hogaıth Press, London, 1986 , s.44 5 .
ı:ı
S. Freud (1912) a.g.y. , s. 1 0 5 .
1 1 S . Freud (1912) a.g.y. , s. 1 06 .
1
11 7
1
ve
I
Aktanm Kar§ı Aktanm
ıa11
Aktarım ve Dinamikleri 1
Bu iki gözlemde, Freud , analizin temel işlevinin bilinçdışını bilinçli
kılmak ya da direnci yenmek olduğunu vurgular. Ancak, burada te
mel bir ayrım ortaya çıkmaktadır; ilkinde, bastırılmış, reddedilmiş
geçmiş, geçmişe ait bir şey gibi bilinçli olurken; ikincisinde bastırıl
mış olan, analist ile ilişkiye, yani şimdiye ait olarak ortaya çıkar. Bu
farkın pratik bir sonucu , ilkinde aktarımın (olumsuz ve cinsel) hatırla
ma işlemine karşı bir direnç olarak değerlendirilmesi ve yorumlan
ması ve de hatırlamanın bir aracı gibi kullanılması; ikincisinde ise ak
tarımın , çalışmanın tamamlandığı bir alan olarak görülmesidir. İlkin
de ana amaç hatırlamak iken, ikincisinde yeniden yaşamaktır. 19
Analizde olan bir kişide aktarıma karşı direnç, onun analistine yö
nelik cinsel ve saldırgan arzularıyla ilişkili hoşnutsuzluğa bağlı olan
çatışmalarının bir sonucudur. Çatışmanın yoğunluğu ve hoşnutsuzluk
derecesi, birbirine yakın olgulardır. Altta yatan çatışma ne kadar yo
ğunsa, onunla ilişkili hoşnutsuzluk o kadar fazla, analize karşı direnç
de o kadar büyük olacaktır.
Olumlu ya da olumsuz nitelikte olsun, aktarımın gelişimine sadece
çeşitli biçimlerdeki dirençlerle karşı konulmaz; aynı zamanda aktarı
2
mın kendisi de bir direnç olarak görülebilir. ° Freud , başlangıçta ak
tarımı, bastırılmış materyali hatırlamaya bir engel olarak almıştır.
Analizde olan kişiler, analisti geçmişteki bir figür gibi algılayarak,
hoşlarına gitmeyen duygu ve anılarla karşılaşmayı savuşturmuş olur
lar. Bu şekilde, ebeveynleri ve diğer aile üyeleriyle bir kavgayı sür
.
dürme arzularını farkına varıp onları tanımaktan çok, ebeveynlerine
ait nitelikleri analistlerine atfeder ve sonra da analistlerini kışkırtıcı,
reddedici veya yönlendirici olarak görürler. Aktarım böylece, bir
yanda sözel hatırlamayla ilişkili olarak bir direnç , diğer yanda çocuk
su çatışmaların öğelerinin kavranması için eşsiz bir yoldur.
19
' A ktanm ve Kar§ı Aktanm
20
Aktaıım ve Dinamikleri
21
Aktarım ve Kaı"§ı Aktarım
28
tanımlanırlar.
Hiçbir analitik materyal, tümüyle çözümlenebilir değildir. Kimse,
kişinin ruhsal çatışmalarının dinamikleri ve kökenleri hakkında her
şeyi anlamayı beklememelidir. Uzun süren ve başarılı olan bir anali
zin sonunda bile, henüz yanıtlanmamış sorular kalacaktır. Dinamik
açıdan , çözümlenebilir eylemler ile daha az çözümlenebilir eylemler
arasında, ilkinin analizde yararlı, ikincisinin ise analitik çalışma için
bir engel oluşturması dışında, bir fark yoktur.
Bir yorumun geçerlik ölçütü , meydana gelen değişikliğin derecesi
dir. Zamanında yapılan geçerli bir yorum, hastanın daha sonraki çağ
rışımlarında ve tüm davranışlarında kendini gösteren dinamik bir de
ğişikliğe yol açar. 29 Analizanın aktarım arzulan ve çatışmalarının yo
rumlanmasında aşırı gecikme ise, analitik olarak üstesinden geline
mez aktarım davranışının yaygın bir nedenidir. Aslında, bir yorum
sunmanın tek bir doğru zamanı yoktur. Doğru zamanlama, kişi hazır
olmadan çok önce ya da kişinin hazır olmasından çok sonra yorum
yapılmamasıdır. Eğer analist, analitik olarak üstesinden gelinemez
aktarım görünümleriyle ya da diğer bir ifadeyle eyleme vurma ile
karşılaşırsa, kendisine sorması gereken sorulardan biri , aktarımın
önemli yanlarından birini doğru zamanda yorumlayıp yorumlamadığı
30
olmalıdır. Bu açıdan eyleme vurma, aktarımının yorumlanmasında
çok fazla gecikilmesinin sonuçlarından biridir. Freud, aktarımın görü
nümlerinin algılanması, anlaşılması ve yorumlanmasının önemini, ilk
kez, yorumlamadaki hatası hastalarından birinin ani olarak tedaviyi
31
bırakmasıyla sonuçlandığında farkına vardığını belirtir.
Sonuç olarak, aktarımı yorumlamada aşırı gecikmenin , analizan
tarafında az ya da çok bir dirence neden olduğu ve bazı olgularda
bu direncin, 'eyleme vurma' adı verilen özel bir tarzda ortaya çıktığı
söylenebilir.
28
C.BI"ennel', a.g.y., s . 1 2 3 .
2., O . Fenichel, The Psychoanalytic Theory o f Neurosis, Routledge and Kegan Paul, Lon
don, 1 945, s . 3 2 .
;U)
C. Brenner, a.g.y., s. 1 2 5 .
;11
S. Freud ( 1 905) a.g.y., 1 986, s. 1 - 1 2 2 .
Aktanm ııe Dinamikleri
23
'Aktarım Kar�ı Aktaıım
ııe
24'
Aktarım ııe Dinamikleri 1
dan da, bir nevroz oluşumuna yol açabiliyordu. Freud'a göre , bilinç
dışı fanteziler, zihin üzerinde, gerçek olaylarla aynı etkiye sahipti . 34
Aktarımı, basitçe, yineleme kompulsiyonunun bir görünümü ve
doyurulm amış dürtülerin, çözülmemiş çatışmaların bir yer değiştir
mesi olarak görmenin yeterli olmayacağı açıktır. Söz konusu yineleme
ve yer değiştirmede, bilinçdışı fanteziler etkin olarak yer alırlar. Has
ta, analistine ebeveyni gibi davranır, yorumlar annesinin memesin
den süt alır gibi keyiflendirir ya da iğdiş edici babanın saldırıları gibi
korkuturken , gerçekçi bir algıdan ya da mantıklı bir düşünceden yola
çıkmaz; tümüyle bilinçdışı çocuksu fantezilerin buyruğu altındadır ve
bu yönde davranır. Tüm dürtüler, tüm duygular, tüm savunma bi
çimleri, işte bu zihinsel yaşama sunulan , ona yönünü ve amacını gös
3
teren fanteziler içinde yaşanmaktadır. 5
Freud 'un aktarım kavramı , esas olarak kişinin , geçmişe ai t olanları
hatırlamak yerine, şimdide analistle yaşadığı, geçmişe ait nesnelerle
ilişkisinin bir yinelemesi üzerine şekillenir. Freud , Psikanalize Giriş
Konferansları'nda, analiz sürecinde aktarım yoluyla, yinelemeyi ha
3
tırlamaya dönüştürmekten söz eder. 6 Burada üzerinde durulması ge
reken nokta, yinelemenin , gerçekte yaşanmış ilişkilerle sınırlı tutul
maması gerektiğidir. Aktarılan aslında, ruhsal gerçekliktir; bu da en
derin düzeyde, ruhsal gerçeklik ile ilişkili bilinçdışı arzu ve fanteziler
dir. Hastalar yaşadıkları geçmiş olayların bir dökümünü verirlerken ,
geçmiş yaşantılarının çeşitli çarpıtm alara maruz kalmış olduğu gerçe
ği dikkate alınmalıdır. Bu , dış gerçeklik ve fantezi arasındaki iç içe
geçmişliği, bir anlamda da aktarımın basitçe bir yineleme olmadığını
göstermesi açısından önemlidir.
25
kar şı aktarım
kavramının geli şimi'
AYÇA GÜRDAL KÜEY
Karıı Akıanm
lasik olarak psikanalitik kuram ; karşı aktarımı, psi
kanalistin , hastaya ve hastanın aktarımına karşı bi
linçdışı tepkilerinin tamamı olarak tanımlar. Ancak
bu klasik tanımın, psikanalitik kür içindeki yorumla
nışını incelediğimizde, Freud 'dan beri kendi içinde
önemli bir gelişme geçirdiğini ve kuramcılarca farklı
yorumlandığını görmekteyiz. Buradaki fark daha çok seans içindeki
iki öznenin , analist ve analizanın ve bu iki öznenin bilinçdışı arasın
daki ilişkinin değerlendirilişinde, analiste atfedilen rolün tanımı bağ
lamındadır. Psikanalist yalnızca alıcıdır ve aldığını mı yansıtır, yoksa
o da bir başrol oyuncusu olarak analizan ile tek bir ortak senaryoyu
mu _örmek üzere yola koyulur? Karşı aktarım bir sorun mudur ve aşıl
ması mı gerekir yoksa tedavi içinde yararlanılacak bir bilinçdışı süreç
midir? Bu yazıda; karşı aktarım tanımının Freud 'dan sonra geçirdiği
değişim , yalnızca bu ikilinin , analist ile analizanın ilişkisi içinde ana
listin rolü bağlamında kısaca aktarılmaya çalışılmıştır. ı
11 2 7.
! Aktarını ve Kar§ı Aktarım
tanımı ilk kez kuramına dahil etmektedir. 2 Freud, karşı aktarımı, has
tanın analistin bilinçdışı duygulan üzerindeki etkisi olarak tanımla
maktadır. Bu konudaki görüşlerini şöyle aktarır: "Biz, karşı aktarımı,
hastanın etkisinin bir sonucu olarak analistle ortaya çıkan bilinçdışı
duygular şeklinde tanımlamaya başladık ve karşı aktarımın tanınması,
anlaşılması ve üstesinden gelinmesi gereken bir durum olduğu nokta
3
sına neredeyse gelmiş bulunuyoruz". Yine aynı metinde Freud; ken
dini analiz etme sürecinde başarısız olan analistlerin, kendi karmaşa
ları nedeniyle nevrotikleri analiz ile kolaylıkla tedavi edemeyebilece
ğini vurgular. Aynca analistin, faaliyetlerine kendini analiz etmekle
başlaması ve hastalarını gözlemlerken bu süreçte sürekli daha da de
rinleşmesi gerektiğini ekler.
İki yıl sonra, 1912'de yayınladığı "Hekimlere Analitik Tedavi Üze
rine Öğütler" adlı bir diğer makalede, analistin kendi bilinçdışının alıcı
bir cihaz gibi hastanın bilinçdışına dönük olması gerektiğinden söz
eder. 4 Hekimin bir araç gibi kendi bilinçdışından yararlanabilmesi için
belli ruhsal koşullan taşıyabilmesi ve sürdürebilmesinin önemini vur
gular. Tabii ki bu metinde de Freud; analistin kendi bilinçdışını tanı
masının gerekliliğini, dolayısıyla da kendi analizinin önemini vurgular.
1912'deki "Hekimlere Analitik Tedavi Üzerine Öğütler" başlıklı
bu ikinci metinde, kendinden sonra gelen psikanalistlerce de karşı
aktarım üzerine tartışmalarda çokça kullanılacak ünlü benzetmesini
yapar ve psikanalistin görevinin analitik süreçte "ayna gibi yansıt
mak" olduğunu söyler. Yani bu yaklaşım; analiste, içine nüfuz edile
mez bir biçimde, bir ayna gibi, hastalarına kendine gösterileni göster
me işlevi yükler.
"Aktarım Aşkı Üzerine Gözlemler" (1915) başlıklı metninde de
analistin hastası karşısında karşı aktarımını denetim altında tutması
28i1
Kar§ı Aktanm Kavramının Geli§imi l
gerektiğini ve böylece nötraliteyi devam ettirebileceğini vurgular. 5
Freud'un birçok ardılı da, karşı aktarımın önemi üzerinde dur
muştur. Onlar da karşı aktarımı psikanalitik sürecin nasıl seyredece
ğini belirleyen önemli bir etken olarak görmüşler, ancak l 950'lere
kadar psikanalitik kuramcılar; karşı aktarımın, analist tarafından üste
sinden gelinmesi gereken bir sorun alanı olduğunu vurgulamışlardır.
12 9
r ktanm ve Kar�ı Aktarım
33
Aktarım ve Kar§ı Aktaıım
Sonsöz
Karşı aktarım; aktarımın ifadesine, dışa vurumuna bizzat kendini
sunan alandır. Onu içinde barındırır, gelişimine olanak sunar, ya da
onu sınırlar, hareketini kırar. Karşı aktarıma, özgünlüğünü kazandı
ran hastanın bilinçdışının ifadesini karşılayışı, ağırlayışıdır. Bu tutum
ve bu tutumu sağlayan kapasite silinirse ya da imkansızlaşırsa karşı
aktarımın özgünlüğü kaybolur ve analitik ilişki gerilemeye, bozulmaya
başlar. Hastanın yatırımlarının aktarım özelliği kazanması, analitik
ilişki içinde, onların nasıl kabul edildiği ile ilgilidir. Yani analistin
karşı aktarımı ile yorumlanabilir oluşları ile.
Psikanaliz kiirü, bir karşılıklı etkileşim değildir, bir karşılıklı etkile
şimin analizidir . İki ayrı özgül ruhsal hareketin eklemlenmesi ve bir
likte bir bağ içinde işlenmesidir. Aktanmın akıbeti kar§ı aktanmdır. ı 9
17
a.g.e.
1 11
F. Duparc , " The Counteıtransfeı-ence scene İn France " , içinde: Key Papers On Coun
tertransference (Ed) R. Michels, L. Abensom, C . L . Eizirik, R. Rusbridger, Karüac,
Londoıı, 2002 , s. 1 1 7- 1 49.
1 ''
P. Deııis, " L'aveııir d'uııe desillusion: le co ;ıtre-transfeıt, destin du transfert " , Revue
Française de Psychanalyse, Tome LII, s. 829-840, 1 988.
34
iki kişilik alan·
VEHBİ KESER
" .
ki kişilik alan 11 , analitik süreçte somut olarak analiz oda
sıdır. Tüm bir analiz boyunca olan biten her şey bu oda
da sahnelenir ya da 11 gerçekleşir " . Sadece sözcüklerin
dolaşıma sokulduğu bir alandır burası ve öyle de olması
gerekir. Hem teknik olarak sözün özgürleşebilmesi için
eylem yasaktır analiz odasında, hem de şüphesiz etik
olarak. Bu yasak sadece analiz odasıyla da sınırlı değildir elbet. Sözü
edilen alan, analizan için odanın dışına da taşınır. Analist her an ya
nındadır. Analizamn şüphesiz ruhsal gerçekliği içinde her yere taşın
maktadır analist. Analist dış gerçeklik içinde yer aldığında ruhsal ala
nın oluşumu ve bu alan içinde çalışabilmek de mümkün olmaz . İşte
bu nedenle analist-analizan ikilisi 11 gerçek 11 le yokturlar, gerçeklik
içinde yan yana gelmezler . Tam da bu nedenle dünyadaki hemen
tüm psikanalitik kurumlarda analist adayının eğitiminden sorumlu ki
şi ya da kişiler adayın aynı zamanda analisti olamazlar.
Bu iki kişilik alan aktarımın zorlu alamdır aynı zamanda. Aktarımın
canlaridığı bu yerde analizan hatırlamak ve bilmek yerine geçmişi tek
rar etmeyi ve sahneleyerek yaşamayı isteyecektir. Aktarım aşkının fır
tınalarını ancak bu alanın sınırlarım kıskançlıkla koruyarak göğüsleye
bilir analist. Freud oldukça erken dönemlerde fark etmiştir bunu. He
kimlere bu konuda önerilerde bulunur. Hastanın bir hekim olarak si
ze yönelik hayranlık ya da aşkım sakın üzerinize alınmayın der . Çün
kü hastanın size yönelik hayranlığı sizin gerçek kişiliğinize yönelik ·de
ğildir, oluşan alanın yarattığı aktarımın canlanmasıyla sizde kendisinin
de bilincinde olmadığı geçmişinden bir nesneyi bulmuştur.
Bu noktada karşı aktarımın da önemi gösterir kendini. Yani anali
zanın aktarımına karşılık gelebilecek bir şeyler analistle de canlanabi-
* 14-19 Ekim 2008 tarihinde Antalya'da d iizenlenen 44. Ulusal Psikiyatri Kongresi'nde,
" Psikanaliz ve Etik" başlıklı panelde yapılan konıışmanın gözden geçirilmiş metnidir.
35
Aktanm ve Kaı"§ı Aktanm
Akıanm
Önce bu iki kişilik alanın önemli bileşenlerinden 11 aktarım t 1 a biraz
daha yakından bakıp, sonra da terapötik etkinin garantörü sayılabile
cek üç analitik kavramı incelemeye· çalışacağım. Aktarım kelimesi söz
lüklerde bir şeyi bir yerden bir yere taşımak, yani bir şeyin yerini de
ğiştirmek anlamına gelir. İşte psikanalizd1.- kullandığımız bu kavram
tam da kelimenin anlamına uygun düşer . Yani aktarımdan kastettiği
miz şey gerçekten de bir şeyi bir yerden bir başka yere aktarmaktır.
Freud'un aktarımın rolünü tanımlaması ilk olarak Breuer'le birlikte
yayınladıkları Histeri Üzerine Çalqmalar (1 895) adlı kitapta geçer.
Breuer konu üzerinde hiç durmazken Freud, hastaların hekime yöne
lik bir takım duygular geliştirdiklerinden söz eder. Ünlü Anna O . ol
gusunda, uyguladığı konuşma kürleri sırasında hastada kendisine yö
nelik ortaya çıkan duygular sonucunda tedirgin olan Breuer tedaviyi
yarıda kesip uzun bir yolculuğa çıkmıştır. Freud'un vakalarında da
benzer şeyler olmaktadır. Bu durum Freud'un aklını meşgul etmekte
ve durumu anlamaya, nedenlerini açıklamaya çalışmaktadır ( 1 895) .
İlkin hastalarda gelişen bu duyguları tedavi için bir dezavantaj olarak
kabul eder. Hastanın ön planda hekimi kişisel ilişkilere gereksiz yere
zorladığından söz eder. Bazı hastaların ihmal edilmişlik duygularına
eğilimli olduklarını, bazılarının bağımlı olmaktan korktuklarını dile ge
tirir. Daha sonra, 11 analizlerinden kaynaklanan üzüntü verici düşünce
leri hekim figürü üzerine aktaran t1 diye tanımladığı hastalardan söz
eder. Bu hastaların der Freud, hekime karşı geliştirdikleri bağlanma
hekimin gerçek kimliği ya da gerçek kişiliğine yönelik bir bağlanma
değildir, hastalar 11 sahte bir bağlantı" (false connection) kurmaktadır
lar. Sonra bu durumu ele alma tekniğini tanımlamaya girişir: "bilinçli
hale getirilmeli, nasıl bir engel oluşturduğu gösterilmeli ve seans için
de kökenlerine dek izlenmelidir" der. Freud'un o zamanlardan aklın
da bu duyguların geçmişle bir ilişkisi olduğu düşüncesi vardır. Yalnız
o zamanlar Freud bunu, "giderek artan t1 ve "çok sıkıntı veren" bir
36i
1
1
şey olarak tanımlar. Yani psikanalize bir engel olarak görmektedir.
Ancak kısa süre sonra değerini anlamıştır.
Dora olgusu psikanalitik teknikte bir dönüm noktasıdır (Freud ,
l 905a) . Psikanaliz tekniğindeki gelişme temel olarak aktarımın yapısı
hakkındaki bilginin gelişimi ile olmuştur. Daha önceleri hastalar yal
nızca belirtileri ortaya çıkaran bilinçdışı nedenleri bulmaya yönelik
sorgulamalarla analiz edilmeye çalışılırken , aktarımın anlaşılmasıyla
analiz, aktarımın analizini ya da aktarımın çözülmesini nihai hedefi
olarak almıştır. Teknikteki en büyük ilerlemeler Freud 'un aktarımın
iki yönlü gücü olduğunu keşfetmesiyle olmuştur. Freud , bu iki yönlü
gücü şöyle tanımlamaktaydı : 1 1 Aktarım, psikanaliz için yeri doldurula
maz değerde bir araç ve aynı zamanda en büyük tehlike kaynağıdır.
Aktarım tepkileri analiste erişilemez görünen geçmişin ve bilinçdışının
keşfi için çok değerli bir fırsat sunar. Ancak aynı zamanda dirençleri
ortaya çıkarır ki bu da çalışmamıza en ciddi engeli oluşturur. 1 1
Aktanmın Özellikleri
Şimdi aktarım kavramını biraz daha açıp, özelliklerini gözden geçir
meye çalışalım. Aktarım kavramıyla, bir kişiyle olan özel türde bir iliş
kiyi , farklı bir nesne ilişkisi türünü kastediyoruz. Temel özelliği, bir ki
şiye karşı yaşanan duyguların o kişiye uyan ya da o kişiyle ilgili bir şey
olmaması, gerçekte bir başkasıyla ilgili olmasıdır. Bir cümleyle formüle
edecek olursak: bir kişi şimdiki zamanda bir kişiye karşı bir tepkide
bulunmaktadır, ancak aslında ona değil farkında olmadan geçmişte bir
başka kişiye tepkide bulunur gibidir. Yani aktarım bir tekrardır (repe
tition) , eski nesne ilişkisinin bir yeni basımıdır (Freud l 905b) . Ortada
bir anakronizm vardır. Zamanda bir yanlışlık vardır. Konuşmamın baş
larında sözcüğün anlamıyla ilgili söylediklerimde olduğu gibi bir yer
değiştirme olmuştur. Geçmişte bir nesneyle ilgili itkiler, duygular, sa
vunmalar şimdiki zamanda bir başka nesne üzerine kaydırılmıştır. Ya
ni aktarılmıştır. Primer olarak bilinçdışı bir olgudur. Aktarım duygula
rıyla tepki gösteren bir kişi yaptığı çarpıtmanın (distortion) farkında de
ğildir. Aktarımın kökenini ya da kaynağını oluşturan nesneler çocukluk
çağının anlamlı ve önemli nesneleridir (Freud l 9 1 2a) .
37
!Aktarım Kaı"§ı Aktarım
ve
39
Aktarım ve Kar§ı A ktarım
40 1
İki Ki§ilik A lan ı
sık yeniden dönerek zaman zaman tekrarlara düşmemiz d e kaçınıl
maz olacaktır.
Etkili bir analitik uygulamada temel etkenler olarak kabul edilir
ler. Yansızlık (neutrality) ve Yoksunluk (abstinence) olmaksızın Tera
pötik Anlaşmanın (therapeutic alliance) mümkün olamayacağı ifade
edilir (Meissner, 1 998) .
Yansızlık (neutrality) , · analitik ortamın ve sürecin temel bileşenidir.
Yansızlık terimini Freud, 1 9 1 5' de karşı aktarımdan kaçınmaya dik
kati çekmek için kullanmıştır. Terim bir takım farklı yorumlarla eleş
tirilirken aslında Freud'un bu kavramı hastanın bireyselliğine saygı
anlamında kullandığı gözden kaçırılmamalıdır (Freud , 1 9 1 2 b) . Yan
sızlık çabucak yoksunluk kavramıyla bağlantılandırılmış olsa da Po
land ( 1 984) , iki kavramın birbiriyle karıştırılmamaları gerektiğini söy
ler. Yansızlık, analitik süreçte analistin tutumunun özelliklerinden bi
ridir. Analist dini, ahlaki ve toplumsal değerlere yönelik olarak yansız
olmalı, yani tedaviyi herhangi bir ideale doğru yönlendirmemeli, has
taya danışmanlık yapmaktan kaçınmalı, aktarımın göstergeleri söz ko
nusu olduğunda da yansız kalabilmelidir. Sonuçta hastanın söylemine
karşı yansız durabilmeli, diğer bir deyişle bu söylemin özel bazı kı
sımlarına ön kabullerle kulak kesilmemeli ya da kuramsal önyargılar
la söylemin içinden bazı özel anlamlar okumaya çalışmamalıdır
(Laplanche ve Pontalis, 1 96 7) .
B u bağlamda yoksunluk d a şöyle tanımlanmaktadır (Laplanche ve
Pontalis, 1 967) : analitik tedavi öyle düzenlenmelidir ki hasta belirti
leri için bir takım yedek ya da yerine geçen (substitute) doyumları
mümkün olduğunca az bulmalıdır. Yani bu tür doyumlardan yoksun
kalmalıdır. Analist için bu, şöyle bir şeyi ima eder: hastanın talepleri
ni "doyurmayı bir ilke üzerinden reddetmeli ve böylece hastanın onun
üzerine yüklediği rolleri yani aktarımı üstlenmelidir.
Yeniden yansızlık kavramına dönecek olursak, yukarıda b elirttiği
miz özellikleriyle yansızlık, hastanın özerkliğini ve özgürlüğün ü koru
yucu bir işlev de görmektedir. Bu anlamda " etik yansızlık " (ethical
neutrality) olarak adlandırılan bir kavram da bulunmaktadır (Meiss
ner, 1 998) . Bu tanımlamaya göre analiz, değerler ya da değer yargı
lan açısından yansızdır. Yani psikanaliz, herhangi bir değerler siste-
Aktarını ve Kar�ı Aktarını
1
1
j43
Aktarım ve Kaı"§ı Aktanm
Kaynakça
Adler, E . , Bachant J. L. ( 1 996) Free Association and Analytic Neutrality: The B asic
Structure of the Psychoanalytic Situation. Joumal of ıhe Aıııerican Psychoaııalytic
Associatioıı , 44: 1 0 2 1 - 1 046.
Freud, S. Breuer, J . ( 1 893- 1 895) Studies on Hysteria . Staııdard Ediıioıı , Yol il.
J a ınes Strachey (Ed.). The Hogart Press and The lnsitute of Psycho-Analysis,
London, 1 986.
Freud, S. ( l 9Q5a) Fragınent of An Analysis of A Case of Hysteria . Sıandard Ediıioıı ,
Vol Yii içind e . James Strachey ( E d . ) . The Hogart Press aııd The /ıısitute of
Psycho-Analysis , London 1 986. s . 3- 1 2 2 .
Freud, S . ( l 90 5b) Psychical (or M ental) Treatmeııt. Standard Edition, Yol Yii içind e .
James Strachey ( E d . ) . The Hogart Press and The lıısiıuıe of Psycho-Aııalysis,
Loııdon, 1 986, s . 2 83-302.
Freud, S. ( 1 9 1 2 a) The Dyııamics of Transferenc e . Standard Edition , Yol XII içinde.
Ja ıııes Strachey (Ed.). The Hogart Press and The lnsitute of Psyc ho-Analysis,
London, 1 986, s. 9 7- 1 08 .
Freud, S. ( 1 9 1 2b) Recomnıendatiorıs t o Physicians Practising Psychoanalysis.
Staııdard Edition, Vol XII içind e . James Strachey (Ed . ) . The Hogart Press aııd The
lıısitute of Ps_ycho-Analysis , London, 1 986, s . 1 09- 1 2 0 .
Freud, S. ( 1 9 1 4) Remembering, Repeating a n d Working-Through (Further
Reconınıendations on the Technique of Psycho-Analysis il) . Staııdard Editioıı , Yol
XII içinde. James Strachey ( E d . ) . The Hogart Press aııd The lıısitute of
Ps.rcho-A ııalysis , London, 1 986, s . 1 45- 1 56 .
44
İki Ki§ilik A lan ı
Freud, S. ( 1 9 1 5) Obsevations on Tranference-love. Standard Edition, Yol XII içinde .
Ja mes Straclıey (Ed.). 'i'he Hogart Press and The lnsıiıuıe of Psycho-Analysis ,
London 1 986. s. 1 5 7-1 7 1 .
Greenson, R. ( 1 967) The Tec hnique and Practice of Psycho-Analysis . The
lnternational Psycho-Analytical Lib rary, M . M asud R. Khan (Ed . ) . The Hogart Pres
and The lnstitute of Psycho-Analysis, London, 1 99 4 .
Kris, A. O. ( 1 990) Helping Patients by Analyzing Self-C riticism . Joumal of ıhe
Anıericaıı Psychoanalytic Association , 3 8 : 605-63 6 .
Laplanche, J. , Pontalis, J. B. ( 1 96 7 ) The Language of Psycho-Analysis. D.
Nicholson-Snıith (Çev . ) . W . W . N orton & Coıııpany, New York-London , 1 9 7 3 .
Meissner, W . W . ( 1 998) Neutrality, Abstinenc e , and the Therapeutic Allianc e . Journal
of the A nıeıicaıı Psychoaııalyıic Associaıioıı , 46(4) : 1 089- 1 1 28 .
Poland, W . S. ( 1 984) On the Analyst's Neııtrality. Journal of the A nıerican
Psychoanalytic Associatioıı , 3 2 : 283-299 .
ayna aynı zamanı gösterir mi?
kar şı aktanm ve zaman
TALA T PARMAN
Girif
"
arşı aktanmın �astanın analistin ruhsallığındaki
yansıması olduğu söylenebilir mi? Karşı aktanm söz
konusu olduğunda analistin ayna işlevi tartışmalıdır
ve hastadan yansıttığı büyük ölçüde sımnın rengine
bağlıdır. " 1 Fransız psikanalisti Paul Denis, " Kaçınıl
maz Karşı Aktarım " yazısına bu cümlelerle başlar.
Aynayı ayna yapan camın arkasındaki sırdır; psikanalisti de psikana
list yapanın kendinde kendine sır olan , yani kendi bilinçdışı olması
gibi. O nedenle Freud'un psikanalistin uğraşını , aynaya benzetmesini
basit bir yansıtma işlevinden çok daha karmaşık bir olgu olarak de
ğerlendirmek gerekir. Çünkü yalnızca analizanın değil analistin bi
linçdışının da analitik sürece dahil olması söz konusudur. Bu saptama
bizi aktarım ve karşı aktarım arasındaki ilişkileri değerlendirmeye ve
bunu da analitik zaman bağlamında ela almaya iter.
Burada İ ngiliz psikanalisti Margaret 1 . Little'ın karşı aktarıma olan
yaklaşımına özellikle analistin deneyiminin uzunluğuna verdiği önem
açısından değinmek istiyorum . 2 Little' a göre psikanalist h astasıyla
bir tür özdeşleşme yaşamalıdır ancak çalışmasında empatiyle uzak
laşmayı (detachment) birlikte kullanmalıdır. Sempati d uym ası ise
yansızlığını tehlikeye atacaktır. Empatinin de derinlerinde özdeşleme
vardır, ancak onu sempatiden ayıran uzaklaşmadır. Uzaklaşma ben
liğin bir işlevi olan gerçeklik ilkesinin baskın çıkması sayesinde olur,
1 Paul Deııis (2006) Incontoumable contre-tranfeıt RFP, LXX, 2 , s . 33 1 , PU F, Paıis.
� Margaret 1 . Little'a daha önceki b i r yazımda deği n miştim. Bkz . Talat Parman (2008)
" Psikanalizin Sınırlarında: Margaret 1 . Little'ııı D.W. Wiıınicotl İ le Yaptığı Analiz " Psi
kanaliz Yazılan 1 6 , Bağlam Yayıııları, İ stanbul.
Aktannı ve Karşı A ktannı
481
1
1
Ayna Zamanı Gösterir mi? Kar§ı A ktanm ve Zaman ı
hastanın iyile§mesini sağladıklan ya da engel olduklannı algılayabi
lirler, bll§ka bir deyi-§le ka'§ı aktanmsal dirençlerini ll§abilirler. "3
Ö yleyse analist olmak yolculuğuna çocuksu bir tüm güçlülük ve
kendine tam güvenle başlanm akta, sonra Oedipus karmaşası ve kas
trasyon kaygılarıyla, analitik formasyonun çeşitli aşamalarına karşılık
gelen bir temkinlilik dönemine girilm ekte -ki ruhsal gelişimde gizil
dönemin karşılığıdır bu- ve sonunda yine ruhsal gelişimde erişkin dö
nemin karşılığı olan deneyimli, formatör (training) psikanalist olmak
düzeyine erişilmektedir. Ö yleyse analistin yalnızca kendi öyküsünde
ki değil analitik deneyimindeki, analitik uğraştaki zamanı da önemli
olacaktır. Biz bunu " analist olmak zamanı " olarak tanımlıyoruz. Bu
önemlidir çünkü ne kadar süredir analist olarak çalışmaktadır, ne ka
dar . süredir analizanlarından dinlediklerinin tortusu birikmiştir ruh
sallığına; bunlar onun karşı aktarımının rengini belirleyecektir.
149
Aktanm ve Kar�ı Aktanm
lürken sonra sürecin sürekliliğini sağlayan bir " aygıt " olarak ele alın
mıştır. Freud 1 9 1 2 'de analistin neler yapmaması ve yapması gerekti
ğini madde madde belirlediği " Psikanaliz Tekniği Hakkında Hekim
lere Ö neriler " metninde " Analizan için hekim geçirgen olm am alıdır
ve bir ayna gibi ona gösterileni yansıtmalıdır. " 5 der. Sigmund Freud
aynı metnin önceki satırlarında analistin analitik çalışmada kendi bi
linçdışını kullanabilmesinin ve bunu sağlayabilmek için de d algalı bir
dikkati yeğlemesinin öneminden söz etmiştir. Ancak yine de analistin
işlevinin aynaya benzetilmesi psikanaliz tarihinde hayli kullanılmış,
ama o denli de eleştirilmiştir.
Aynada Zaman
Sigmund Freud analistin ona gösterileni aynen yansıtmasını yani
olduğu gibi göstermesini önerirken, kendinden de bir şeyler katması
olasılığını reddetmek mi istemiştir? Yoksa bu benzetme aslıda çok
daha karmaşık bir olguya mı gönderme yapmaktadır. Bu tartışmayı
birçok yönde ilerletmek olasıdır. Ancak ben burada ayna sorunsalını
karşı aktarım ve zaman ilişkisi içinde ele almaya çalışacağım .
Ayna v e zaman sözcüklerinin bir arada kullanımı hemen karşı çı
kışlara neden olacaktır. Şöyle denecektir: "Ayna günceli gösterir, za
manı değil. Oysa analistin görmesi ve elbette göstermesi gereken as
lında geçmiştir, yani eskil (arkaik) olandır. O nedenle Freud'un analis
ti aynaya benzetmesini zaman boyutunda ele almak yanlış olacaktır" .
Acaba gerçekten öyle mi? Ayna zamanı hiç mi gösteremez? Oysa
ayna kendi zamanını gösterebilir. Ö rneğin eskidiğinde yapabilir bu
nu, sırrının rengi kaçtığında. Ya da uzun süre hareketsiz kalıp tozla
kaplandığında. Şunu biliyoruz, yeryüzünde kimi kez nerden çıktığını,
nerden köken aldığını bilmediğimiz tozlar çok yavaş ama inatçı bir bi
çimde uzun süre yerinden hareket ettirilmeyen ve üstü kapalı olm a
yan tüm nesnelerin üzerine konarlar. Ev kadınları ya da temizlik ele
manları bunu çok iyi bilirler. Eşyalar sık sık tozları alınsa da kısa sü
rede yeniden tozlanacaklardır. " Daha üç gün önce temizlem iştim
bunları, ne çabuk tozlanmışlar. " diyen kişi geçen zamana da vurgu
yapmaktadır aslında. Ö yleyse toz zamanı gösterir. Ö yleyse " aynanın
;, Sigmund Freud ( 1 9 1 2) "Conseils aux medecins sur le traitement analytique " , içinde:
La technique psychanalytique, Fr çev. A. Berman, PUF, 1 989 , Paris, s . 6 1 -69.
50
Ayna Zamanı Gösterir mi? Kar§ı Aktanm 11e Zaman ı
göstereceği zamanın kanıtı üzerinde biriken tozdur " diyebiliriz. Ayna
üzerine konan tozu gösterirken, bu onun biraz buğulanması , netliğini
yitirmesi anlamına gelir.
Çünkü toz da aynadan yansır. Aynaya bakanla göreceği görüntü
arasına toz girmiştir. İ şte o nedenle analist ancak tozlu bir ayna olabi
lir analizanına. Ya da öyle olm alıdır. Analizan günceli yaşarken o ona
eskil olanı zamansal olanı gösterebilmelidir. O nedenle analistin b asit
bir ayna işlevi gördüğünü söylem ek yanıltıcı olacaktır. Analist koltu
ğunda hareketsiz oturup analizanın anlattıklarını, aktardıklarını d alga
lı bir dikkatle dinlerken, ruhsallığının üzerine düşlemlerin , duygula
rın , d üşüncelerin bilinçdışı tozlarının birikmesine izin vermelidir.
Yalnızca analizanınkilerin değil kendininkilerin de şüphesiz. Bu toz
lar kendisine ve analizanına ait eskili gösterecektir ona. Yani zamanın
geçtiğini. Ö yleyse psikanalizde aktarım ve karşı-aktarımın eklemli ça
lışabilmesi zamana bağlıdır saptamasını yapmak yanlış olmayacaktır.
Bu yaklaşımı Fransız psikanalisti François Duparc'ın analitik zaman
üzerine önerdiği görüşlerle destekleyebiliriz.
Kar§ı-Aktanm ve Zaman
" Aşkın olduğu gibi analizin hammaddesi de ..
zamandır " diyen şairi
6
anımsatan François Duparc " Karşı-aktarımın Uç Zamanı " başlıklı ya-
zısına analizin ideal hedeflerini sıralayarak başlar. Ona göre analiz, 1 )
analizanın günceliğinin mutlu y a da h iç olmazsa yaşanabilir olm asını,
2) ken d ini ilişkilere açık bir geleceğe yansıtabilmesi kapasitesine sahip
olmasını 3) öyküsünü yeniden oluşturabilme ve kendi geçmişinin mi
rasına bir anlam verebilme olanağına kavuşmasını hedeflemelidir.
Duparc, Freud'un " Histeri Ü zerine İ ncelemeler " deki , Elisabeth
won N. olgusunda, hastanın güncel durumuyla fazlasıyla m eşgul olu
ğunu ve aşık olduğu kişiyle arasında bir mutlu çıkış yolunun olup ol
madığını sorguladığını anımsatır. Ona göre güncelliğin aşın bir biçim
de var olması, bir zamansallık hastalığıdır. Oysa karşı aktarımda gün
celleştirme, zaman üzerine yapılacak uğraşa bir direnç oluşturur. Du
parc hastanın getirdiklerinin " bugün ve burada " yorumlanması eğili
mini böylesi bir karşı-aktarım yaklaşımına örnek olarak verir. Bu du-
" François Duparc (200 1 ) Les trnis temps d u contre-transfeıt, RFP, LXV , 3, s . 7 1 1 - 7 2 9 ,
P U F , Paris.
51
A ktarını ı>e Kaı"§ı Aktarını
rumda hasta geçmişten söz etse bile, söz konusu olan hiç değişmeyen
ve olgusal olarak anımsanan bir geçmiştir. Yani ne geçmişin sorgu
lanması ne de yas uğraşı ve dolayısıyla zamansallığın içselleştirilm esi
olanağı vardır. Burada elbette Andre Green'in zaman üzerine yaptığı
çalışma�arı anımsamalıyız . Green 'e göre böylesi bir çalışmada geçmi
şe güncel bir hayranlık söz konusudur ve o bunu " zamansallığın düş
mesi " (forclusion de la temporalite) olarak tanımlar.
Kendini bir ilişkiye açık bir geleceğe yansıtabilmek ise , tem elinde
arzunun da anlamıdır. Düşün arzunun gerçekleştirilmesi olduğunu
unutmamalıyız. Serbest çağrışı mın da bir düşünceden ötekine atlaya
rak tıpkı düşte olduğu gibi arzunun varsanısal gerçekleşmesini taklit
ettiği ni düşünebiliriz. Böylece Freud 'un " Düşlerin Yorumu " nd a de
diği gibi ruhsal yaşamın saklı kalmış bir parçası ortaya çıkacaktır.
Duparc sözü Freud 'un ayna benzetmesine de getirir. Bu kon uda
yapılan bir yorum şudur: Freud ' a göre analistin anali zanın arzularını
keşfedebilmesi için ayna gibi saydam olması , yani yansız olm ası gere
kir. Diğer bir deyişle gözlemci gözlenen olgunun saflığını bozmamak
için bütünüyle silmelidir kendini . Bu yaklaşıma göre aktarım bilinçdı
şı gibi zaman dışı olan arzunun ortaya çıkarılabilmesi için gerekli bir
sapma, karşı aktarım da, bilinçdışının açığa çıkarılmasına analistin di
renci olarak bu saydamlığı bozan ve zaman dışı ve bilinçdışı arzunun
fark edilmesinde beklenmedik bir engel olarak belirmektedir. Fre
ud 'un benzetmesine yapılan bu bilinen yoruma Duparc bir eleştiri
getirir ve analistin ayna gibi zaman dışı (intemporel) olarak aktarımda
saptadığı bilinçdışı içerikleri olabildiğinde yansız bir biçimde ve karşı
aktarı mı ile bozm adan algılamaya çalışmasının analizi bitmeyen bir
analiz olarak dondurma riskini taşıdığını belirtir. Ö rneğin tasarımla
namayan travmatik çekirdekler ancak çerçevede kendilerini göstere
bilecekler ve olumsuz terapötik tepki olarak ortaya çıkacaklardır.
Analistin bunlara tepki göstermesi sürecin ilerlemesi açısından kaçı
nılmazdır.
Analiz ve zaman ilişkisine gelince: Analizde çocukluk öyküsünün
yeniden oluşturulması Freud 'un analizin hedefleri olarak gösterdikle-
52
Ayna Zamanı Gösterir mi? Kar§ı A ktanm ve Zaman
7
rinden biridir. Freud 1 93 7' de analizde yapımdan söz ederken , kay
bolmuş bir kenti yeniden oluşturan arkeolog benzetmesinin yanı sıra
şu benzetmeyi de kullanır; içinde oturanlar olduğu için yapım ilerler
ken proj eyi değiştirmek zorunda kalan bir mimar gibidir analist. B u
rada birinci benzetme, kaybolmuş ama bellekleştirilmiş zaman dışı
bilinçdışına tasarım olarak kaydedilmiş bir geçmişin yeniden yapılan
ması, ikincisi ise geçmişin mirası, güncelin deneyimi ve kendini gele
ceğe yansıtmayı her an içine alan bir açık zamansallığa, yani bir sü
reç olarak yapılanmaya gönderme yapmaktadır.
Klinikte şunu saptıyoruz . Bastırılamayan , yani travmatik parça
ruhsallığın tasarımlanamayan bölümünü oluşturmakta ve yineleme
zorunlusu (compulsion de repetition) , ritmik bir zaman ya da döngü
sel bir zaman olarak ortaya çıkmaktadır. Yineleme zorunlusu , trav
matik iz zamanı içeren bir tasarım olarak kaydedilmediği için zama
nın akışını durdurmaktadır. Bu yineleme hem ölüm dürtüsünün hiz
metinde bir boşalım sağlar, hem de bir nesneyle mutlu bir buluşma
yaşayarak hiçbir zaman oluşmamış tasarımın yeniden oluşumu umu
dunu korumayı. Ö te yandan b u yineleme, haz ve acıyı birbirine ka
rıştırmakta ve bu da bir karışıklığa ve zaman dışılığa yol açmaktadır,
· çünkü Green'in Parçalanan Zaman (Le Temps E clate) başlıklı kita
bında dediği gibi duygular ve özellikle haz ve acı 11 zaman yönlendiri
cileri 11 dirler (orienteurs du temps) . İ şte analitik alan , analitik çerçeve
böylesi o] mayan bir zamanı oluşturmak ve söylemi zamansallığa yer
_
leştirmek işlevini yerine getirecektir. Karşı aktarım bazen doğrudan ,
bazen çerçeveden ve temel kurallardan destek alarak zamansallığın
oluşturulması için çok önemli bir dayanak oluşturacaktır.
Psikanaliz süreci, ruhsallığa zamansallığın sokulması ve ötekinin
zamanına, dünyanın zamanına açılmak demektir. Birinci zaman , geç
mişin unutmanın belirsizliklerine atılmasıyla bugünün güncelde be
tim]enmesi, ikinci zaman ise arzunun zaman dışılığının geleceğin be
timlenmesi olarak kullanımıdır. Ü çüncü zaman da, geçmişin mirası
nın ışığında, bir buluşmaya kapı açan bir geleceğin anlamını aydınla
tan gerçek bir geçmişin oluşum unu sağlar. İ şte karşı aktarımda trav
matik unsurlara kör olunan bir birinci zamanı, kötü deneyimlerin dö-
7 Sigın ııııd Freud ( 1 937) Conslrnction dans l'aı ıalyse, içiııdc: Resultats , idces problemes
il, PUF, Paris, 1 983.
53
Aktarım v e Kar§ı Aktarım
8 Paul Deııis (2001 ) " Le travail d u present " RFP, LXV , 3, PUF, Paris s. 731 -740.
54
Ayna Zamanı Gösterir mi? Kar�ı Aktanm ve Zaman ı
Bir " öyküyü yeniden yazma " atölyesi olan analistin odasını, çepe
çevre aynalarla kaplı bir alan olarak düşünebiliriz. Karşılıklı aynalar
birbirlerine sonsuza kadar görüntüler göndererek zaman algısının
sonsuzluğunu o anı, diğer bir deyişle günceli göstererek kanıtlamaya
çalışırlar. İ şte analistin görevi karşı aktarımının yardımıyla bu sonsuz
luk veya zaman dışılık duygusundan sıyrılabilmek ve analizanı şimdi
ye geri dönmek uğraşına sokmak olmalıdır. Analist " Peki , bugünlük
bu kadar. " der ve seans biter.
Kaynak ç a
Denis, Paul (2006) lncontoumable contre-transfert RFP, LXX, 2, s . 3 3 1 - 3 5 0 , PUF,
Paris.
Denis, Paul (200 1 ) " Le travail du present " RFP, LXV, 3, s' 73 1-740, PUF, Paris .
Duparc , François (200 1 ) Les trois temps du contre-transfert, RFP, LXV, 3 , PUF,
Paris, s . 7 1 1-729.
Freud, Sigmund ( 1 937) Construction dans l'analyse, içinde: Resultats, idees
problemes il, PUF, Paris, 1 98 3 .
Freud , Sigmund ( 1 9 1 2) " Conseils aux medecins sur l e traitement analytique " , içinde :
La technique psychanalytique, Fr çev . A. Berman, PUF, 1 989, Paris, s . 6 1 -69 .
Freud, Sigınund ( 1 9 1 0) " Perspectives d'avenir de la therapeutique analytique " ,
içinde: La technique psychanalytique, Fr çev. A. Berman, PUF, 1 989, Paris,
s . 2 3-34.
Green, Andre (2000) Le temps eclate, Minuit.
Little, 1 . Margaret ( 1 9 5 1 ) " Counter-transference and the patient's response " Int.J .
Psychoanal. 3 2 ; 32-40. in Fr çev. G. Nagier. " Des etats limites " , des
Fe � mes-Antoinette Fouque, Paris, France, 2005, s. 93 .
55
aktan-y orum öyle y se var-ım
ÖZGE ERŞEN-SOYSAL
11
. sevmek, ötekinin e§siz olmasını istemekir. Ya da
. .
57
! A ktarım ve Kar§ı Aktanm
aktarımın oluşabilmesi için her şeyden önce bir " yer " , analitik bir
" alan-çerçeve " gerekir. Bu gereksinim şu demektir: Nasıl ki bilinçdı
şının " olabilmesi " için onu bir d uyanın, tanıyanın, yani bir yer aça
nın olması gerekir, aktarımın da analitik alanda aktarım olabilmesi
için onu tanıyana ve yorumlayana ihtiyaç vardır.
Bu, aktarımı kendinde aktarım olarak değil bir takım sınırlar için
de düşünmek anlamına gelir. Bu çerçeve içinde terapist/analist olarak
bizim yerimiz nerededir? Bunu şöyle cevaplandırabiliriz: Gösterenle
rin kendi içlerinde akışkan olduklarını, Gösteren2 olmadan göste
ren ! 'i düşünemeyeceğimizi ve aslında bunun kendi içinde bircinsten
(homoj en) bir yapı olduğunu düşünürsek, bu ·yapıya ayrıcinsten (he
teroj en) olan ve gösterenlerin akışkanlığını sağlayan bir öğe vardır:
nesne a. H eterojen olması nesne a = şudur diyememizden, daha çok
" gerçeğin " düzleminde yer almasından kaynaklanır. Terapis
tin/analistin de seans sırasında çerçeveye içkin ama aynı zamanda öz
nenin gösterenlerinin akışkanlığını sağlayan ayrıcinsten bir konumu
vardır. Danışan ya da analizan söyleyerek, şikayet ederek, anlam ara
yarak ve aslında neyi söylediğini bilmeyerek aktarımı mümkün kılar;
çünkü tam da konuşarak gösterenlerin onunla terapisti/analisti arasın
da dolaşımda olduğunu ve dolaşımda olmaya devam edeceğini gös
termiş olur. Ve bu gösterenler de seansın kimi dönemlerinde hem
analizanın hem de analistin bedeninin nesne a konumu alabilecek ki
mi kısımlarından geçmekte , adeta bedeni-bedenleri dolaşmakta, böy
lelikle de terapötik/analitik bağı oluşturmaktadır.
Aktarım gibi ruhsal oluşumlar seansın iki katılanı arasında " bağ "
kurar. Bununla birlikte analitik alanın dışındaki oluşumlar da aktarım
ilişkisi içinde değerlendirilebilir. 2 Fakat farkları bağlanma tarzındaki
bir ilişkiyi m ümkün kılmaktansa, " kaynaşma " tarzında bir bağ geliş
tirmeleridir. Bu bir yeme krizi ya da erotomanik bir sanrı olabilir.
Böyle bir durumda aktarım bir eylemde sıkışıp kalmış gibidir. Ve
sanki analizin gösterenler, anlam , imgeler, kurgular gibi sıradan bile
şenleri her şeyin yoğun (kompakt) olduğu tek bir eylemde, bazen be-
2 Burada aktarım ilişkisi içinde ele alınmayan eylem e geçişten (passage d l 'acte) faı·klı ola
'
rak her zaman bir adrese, ötekiye , çoğunlukla da analiste yönelen ve onun duyup, yo
nı mlaması için kelimelere dökmektense davranışa dökmek olan a cting -out t an bahsedi
yoruz. Freud'a göre bu yeniden hatırlamanın yerine geçer ve geçmiş bir eylem i akta
mnda yeniden harekete geçirir.
581
Aktarı-yorum Öyleyse Var-ım '
denin tek bir bölgesi tarafından emilmiş ve sonlanmıştır. Aktarım ,
böylesi durumlarda bir gösterenin diğerine gönderdiği simgesel dil
yapısı içinde değil, çoğu kez bedenin bir kısmının baskın ve hareketli
olduğu 11 eylem 11 şeklinde kendisini gösterir. Bu, biraz önce bahsetti
ğimiz gösterenler arası akışkanlığın , dolaşımın olmadığı anlamına ge
lir. Ç ünkü 11 eylem 11 bu dolaşımı garantileyen nesne a yı bedenin bir
bölümünün baskın olduğu bir olayda kristalleştirmiştir.
Terapistin/analistin aktarımı yorumlamasıysa özneler-arası , düz
lemler arası bağın olduğu kadar kopukluğun da habercisidir. Bilinç
dışı motifler adeta 11 bilinçdışı 11 olarak adlandırılmış, dürtüsel gi
diş-gelişler ruhsal zaman ve mekana yazılmıştır. Yorumun kendisi içi
çe geçmiş, uzayıp giden bilinçli-bilinçdışı söylemde bir duraktır veya
esasen ikisini birbirinden ayıran bir kopuştur.
·ı
- .. .
· S. Freud J. Breuer, Histeri Uzerine Çal l§mala r (1 893-1895), Paye! Yayınlan, Istanbul,
� 200 1 .
Ta lep (demande) daha çok simgesel, çagn (appel) imgesel düzlemdedir. Mesela bebeğin
ağlamalan bir çağn olabileceği gibi, zamanla talebe dönüşmektedir. Bunu sağlayansa
annenin bebeğinin ağlamalaıını yorumlaması ve kendi gösterenleıini bebeğinin ruhsal
lığına yazdırmasıdır. Aynı şeyi, yani çağımın talebe döniişme sürecini, genelleme yap
maktan kaçınsak da, analitik siireç için de diişiinebiliriz.
59
'Aktarını Kar§ı Aktaıını
ve
60
Aktarı-yorum Öyleyse Var-ıın ı
örnek gösterebiliriz. Aktarımın gelişebilmesi için bir ortam a gereksi
nimi olduğunu ve aktarımı belli sınırlar içinde kendi yerimizi , analiza
mn yerini ve hatta bu ilişkiye dışsal bir üçüncünün yerini sorgulaya
rak düşü nebileceğimizi söylemiştik. Oysa mekan ve zamanın özne
için sorunlu olduğu durumlarda aktarım ilişkisinin " bağ " şeklinde ge
lişmesinden bahsetmek zordur. Buna örnek olarak erotom anik sanrı
ları olan danışanların klinik çalışmalarda kurdukları ilişki biçimini
gösterebiliriz.
Böyle seansların gidişatında yoğun olarak hissedilen şeylerden
başlıcası danışanın terapötik ilişkiyi terapistini emmek/yutmak ya da
onun tarafından emilip/yutulm ak olarak kurmasıdır. Zam an ve m ekan
danışan için sorunlu olduğu gibi adeta sonsuzlukta yayılıyor gibidir.
Bitemeyen seanslar, terapinin geçtiği alam çoğu kez ev ortamı gibi al
gılamalar bunun yalnızca birkaç ifadesi olabilir. Danışanın terapistin
varlığına aşın duyarlı olmasıysa bu tür çalışmalardaki bir başka kırıl
gan noktayı oluşturmaktadır. Ö yle ki, yapılan yorumlar klasik nevro
tik aktarım ilişkilerinde olduğu gibi üzerinde çalışılıp, anlam üretile
bilecek öğeler olarak değil, danışan tarafından kişisel eksiklik ve ye
tersizlik belirtileri olarak algılanabilmektedir. Danışanın , deyim yerin
deyse çığlığı gerek kendi öyküsünde gerekse terapistiyle kurduğu iliş
kide çoğunlukla bir kadına yöneliktir. Freud , narsisistik psikonevroz
larda aktarımın nevrotiklerde olduğu gibi otorite figürü olan baba im
gesi üzerine yapılmadığını söylediğinde, adeta bir düşlem üreticisi
olan nevrotik aktarımı tutkusal aktarımdan ayırmıştır. Buradaki çağrı
bir kadına, daha doğrusu kendi annesinin içinde var olamayan kadı
na yöneliktir. Lacan 'ın da söylediği gibi onu " bir şeye adlandıran " ,
babaya " bu senin çocuğun " , çocuğa da " bu senin baban " diyebilen
kadına çağrıdır. Zaman ve mekanın ruhsal yazılımı bu yüzden sorun
ludur. Çünkü anne kendi kendine yetiyor gözükmekte ve adlandırma
çocuğun babasına yönelik olm aktan çok başka bir yere , kendi babası
na yönelmektedir. Bu da zamanın m antığını ve ailevi ilişkilerin ger
çekliğini zedelemektedir.
" Bir şeye adlandıran " babanın-adının , çocukta babanın adlandırıl
masının işlevi, geleceğe bir yatırım olan " projeye " , diğer bir deyişle
nevrotik aktarıma yol açm asıdır. Proje, bir başlangıca, ulaşılm ası
61
I
Aktanm ve Kar§ı Aktanm
um ulan ama ucu hep açık bırakılan imgesel bir noktaya sahip olm ak
tır. Ve bu d a ancak babaya değin işlevin dayanak olarak alındığı d u
rumlarda mümkündür.
Nevrotik aktarımı oluşturan düşlemsel üretimin, projenin olm adığı
tutkulu aktarım ilişkilerinde yapılabilecek öncelikli çalışma çerçeve
nin sınırlarına danışanın sonlanamayan söylemine karşılık uyulması
dır. Bu zamanda ve mekanda bir başlangıç ve bitişi , yeni bir b aşlan
gıç için bekleyişi , sonlanan ve yeniden gelecek olan bir sözü bekleyişi
işaret eder.
Danışanın diğer aile üyelerinden zamanda ve mekanda ayrışması,
yalnızca m aruz kalan değil ama kendi hikayesinin öznesi olabilmesiy
se ancak aile romanı etrafındaki çalışmalarla mümkündür. Bu çalış
ma da, danışanın terapistinin gösterenlerinden geçmesiyle , yani his
seden, yorumlayan , düşleyen bir terapistin varlığıyla gerçekleşebil
mektedir. Terapist böylelikle adlandırmaya yol açmakta, diğer bir d e
yişle adlandırmanın temel işlevi olan bedenle-sözün birbirine b ağlan
masını sağlamaktadır. Bu, ikisi arasında yerleşen bildi
ği-varsayılan-özneye, danışanı ve terapisti emilip yutulmaktan koru
yan terapötik alanın simgesel üçüncüsüne kurgusal bir yer yaratmayı
amaçlamaktan başka bir şey değildir.
63
Aktarını ve Kar§ı A ktanm
Kaynakça
Freud S. ve Breuer, J . , Histeri Üzeıine Çalı§malar (1 893-1 895) , Paye! Yayınları ,
İstanbul, 2 00 1 .
Freud , S . , " Observations sur l'amour de transferi " ( 1 9 1 5), içi nde: La techııique
Psychanalytique, PUF, Paris, 2004 , s . 1 1 6- 1 3 1 .
Lacan, J . , Le seminaire Livre VIII, Le traıısfert (1 960-1 961) , Le Seu . l , Paris , 200 1 .
Nasio , J .-D . , Jacques Lacan 'ın Kuramı Üzerine Be§ Ders (1 992) , İmge Kitabevi .
Ankara , 2007 .
64 1
olumsuz aktarımlar ve
aktarımda nefret *
**
THIERRY BOKANO WSKI
ÇE VİREN: ELDA ABREVA YA
65
' A ktarını ve Kar�ı A ktarını
66
Olumsuz Aktaıınılar ve A ktaıınıda Nefret i
3
notlar " . Ve şöyle der: " Olumsuz aktarım " "analitik bir kavram " d e
ğildir. Yani " görünür olmayanı kavramaya ve başka türlü bilinemez
olanı açıklamaya yarayan zihinsel bir araç değildir " . J . B . Pontalis
için tüm çiftedeğerlilik ve bununla bağlantılı olarak dürtüsel ikicilik
(dualite) sorununa, aktanm a§kı ve aktanm nefreti, yani tutku soru
nundan hareketle yaklaşabiliriz . " Her türlü tutkuya özgü karşıtlığı (is
ter gürültülü, ister az sesli olsun) ; " olumlu " ya yöneldiğini varsaydığı
mız yaşam dürtüleriyle, herşeyi imha etmeye yönelik olduğunu var
saydığımız ölüm dürtüleri arasındaki ilkesel karşıtlığa mı indirgemek
gerekmektedir? " Bazen psikanalistlerin aşkla yaşamı, nefretle ölümü
yaklaştırmakta aceleci davrandıklarını da sözlerine ekler. Aşkın ve
bunun ilk örneğini oluşturan anne aşkının ve sonsuz taleplerinin , ço
cuğunki kadar yıkıcı ve acımasız olduğunu unutmakta mıdırlar? Nef
reti güdüleyenin de nesneyi imha etme hedefine indirgenebileceği
kuşkuludur. "
Bu üç metin aracılığıyla, olumsuz aktarım(lar) ve aktarımda nefret
sorununun ortaya çıkardığı karmaşıklığı daha iyi görebiliriz. Hem
nesneyle ilişkide iletişim tarzı aracılığıyla açık veya örtülü bir şekilde
ifade ettikleri, hem de metapsikolojik düzeydeki göndermeleriyle so
runun ne denli çetrefil olduğunu saptarız.
'1 J . B. Pontalis ( 1 987) " C e transfert que !'on appelle negatif- Notes apres un " bon " .
congres " , içind e : Perdre de ııue , Paris , Galliınard , 1 988, s. 1 29-1 3 5 .
167
1
' A ktarım ııe Kaı"§ı Aktaıım
68
Olumsuz Aktaıımlar ııe A ktanmda Nefret
69
Aktarım ve Kar§ı Aktanm
70
Olumsuz Aktaıımlar ve Aktanmda Nefret
Paris, P U F , 1 9 5 3 , s. 50-60.
· 111
1
! A ktarım ve Kar§ı Aktanm
7 S. Freı ıd ( 1 920) " Au-dela du principe de plaisir" , OCF, XV, Paıis , PUF, 1 99 6 ,
s . 2 73-3 3 8 .
1 1 A. Green ( 1 993) Le travail du negatif, Paris, Editions de Minuit.
72
Olumsuz Akt aıını ar
l ve A ktarımda NPjret
11
A . Gı·ecıı ( 1 993) Le ıraııail du negatif, a.g.y.
12
A . Greeıı ( 1 995) " Sources , poussees, buts, objets de la violence " , içinde: " Destins ele
la violeııce, Colloque de Moııaco " , }ournal de la psychanalyse de l 'eı�(ant, 1 8 , Paris,
Bayard , s . 2 1 5-2 60.
1 73
Aktarım ve Kar�ı Aktaıım
74
Olumsuz Aktanmlar ve A ktarımda Nefret i
bağlı olan bu acı, " sürece " dairdir. Bu anlamda sürece ilişkin d üş
manca ve şiddetli duygular ve aktarımda nefret söz konusudur.
75
Aktarım ııe Kar§ı Aktaııın
77
r ktarım ve Kar§ı Aktarım
ra ilişkin) , " gri " (depresif) , " san " (hasete dair) veya " beyaz " ( " olum
suzlukla bağlantılı olarak) renkler taşıdığını saptarız. Bunlar bazen çok
acılı ayrılık/nüfuz edilme, parçalanma, dağılma, yok olma kaygılarıyla
bağlantılıdır. Bazı durumlarda aşılmaz gibi görünen dirençlere yol
açarlar ve olumsuz terapötik tepkiler veya en azından " bitmeyen " bir
analize neden olabilirler. Günümüzde çağdaş olarak adlandırabilece
ğimiz psikanalizin kökeninde yatan ve bu alanda ilerlemeleri sağlayan
işte tüm hu aktanmsal durumlara dair sorgulamalardır. Bunlar da
analiz edilebilirlik ve kürün idare edilebilirliği gibi sorunlara dairdir.
Böylelikle yıkıcı olumsuzlayan aktarımlar, " süreç karşıtlığı " (T. Bo
kanowski, 2 004) ı 9 içinde konumlanırlar. Yıkıcı dürtülerin aşın etkile
rinin, dürtüsel bağ kurma işlevini (intrication pulsionnelle) engelleme
si, yatırımları ve aktanmlanahilirliği yıkarak süreci yok etmesi, bazen
tersine çevrilmesi güç olan bir olumsuzlukla ilişkilidir. Süreç alanım
kısırlaştırarak, alana özgü dönüştürme kapasitelerinden yoksun bıra
kırlar. Bu eğilimler öznenin nesneleriyle olan birincil bağlarının örül
mesindeki kusurların egemen olduğu ruhsal örgütlenmelerde ortaya
20
çıkarlar. Michael Balint hunu " temel kusur" olarak adlandınr.
Bu " kusurlar " , öznede narsisizmin oluşumunda yetersizlikler ya
ratmışlardır. Bu yetersizlikler de, birincil travmalara neden olan nar
sisistik yaralara ve benliği örseleyen önemli tasarımsal yoksunluklara
yol açarlar. Aynı zamanda birincil aşkla nefret birbirinden aynşamaz
lar. Benliğe dair hu erken travmalar öylesine acılı ruhsal hallerin kö
keninde yatarlar ki, oluşturulan savunma mekanizmalarının radikal
niteliği (inkar, yarılma, yansıtma/patolojik yansıtmalı özdeşleşme) ve
hunlara eşlik eden duygulanımların yoğunluğu , özneyi ge rçek bir
" ruhsal çaresizliğe " 2 ı götürebilir.
"çökme tehdid i " , veya " ı:uhsal felaket" (D . W . Winnicott) , " içsel felaket " (W. R . Bion)
gibi terimlerle analistlerin dile getirdiği yıkıcı ruhsal bir deneyimde ifade bulurlar.
78!
Olumsuz Aktaıımlar ve A ktarımda Nefret i
M. Little 'ın Winnicoıı İle Analizinden Klinik Bir Ö rnek 22
Britanya Psikanalitik Kurum unun eğitim analisti olan ve süreğen
bir varolma kaygısıyla ya§ayan M . Little, E. Sharpe ile uzun süren bir
analizden sonra, Winnicott ile yeni bir analiz deneyimine gİFer.
" Bayan Sharpe ile analizimin genel tablosunu çizmek gerekirse,
ikimiz arasında süreğen bir çatı§ma söz konusuydu. O benim söyle
diklerimi hep çocuksu cinselliğe bağlı bir ruhsal çatı§ma olarak yo
rumlamakta inat etmekteydi . Oysa ben ona gerçek sorunlarımın var
lık ve kimliğe ili§kin olduklarını anlaması için çabalamaktaydım . Ben
kendimin ne old uğunu bilmiyordum . Cinselliğe ili§kin bir farkındalı
ğım olsa da bu, kendi varlığım , hayatta kalmam ve kimliğim garanti
lenmedikçe pek anlamı yoktu .
Winnicott ile ilk seans deh§et veren bir deneyimin yinelenmesi gi
biydi. Tamamıyla yuvarlanarak, örtü.n ün altında gizlenmi§ bir halde
yatarken , herhangi bir hareket yapmak veya söz söylemekten aciz
dim . Winnicott seansın sonuna kadar sessiz kaldı ve sadece §Unu söy
ledi : " Pek bilmiyorum ama sanırım anlamadığım bir nedenden dolayı
beni uzak tutmak istiyorsun uz " . Bilmediğini ve olası bir çeli§kiyi ka
bul etmesi beni rahatlattı. Çok sonra dı§ dünyaya kar§ı kendimi ufal
tarak, silikle§tirerek barikat kurduğumu anlayabildim. Anne karnında
saklanmaktaydım ama orada bile güvende değildim .
Winnicott ile ilk seanslardan bir tanesinde , kendimi tamamıyla
umutsuz hissettim. Hiçbir zaman kendimle ilgili bir §eyleri anlamasını
sağlayamayacağıma ikna olmu§tum . Kendimi pencereden atmayı dü
§Ünüyordum ama buna müsaade etmeyeceğini de biliyordu m . Sonra
onun tüm kitaplarını dı§arı atmayı dü§ündüm ve sonuçta beyaz ley
lakların b ulunduğu bir vazoyu kırdım . Odadan §im§ek hızıyla çıktı ve
seans bitmeden geri geldi. Beni her §eyi temizlerken buldu ve §öyle
dedi : " Bunu ancak daha sonra yapabileceğinizi (temizlemek? kır
mak?) beklemeliydim " . Ertesi gün o vazo ve leylakların yerine, aynısı
konulm u§tu ve birkaç gün sonra, bana çok sevdiği bir §eyi kırını§ ol
duğumu açıkladı . . . Jestimin Bayan Sharpe veya annemle olan çatı§
malarım kadar nafile olduğunu dü§ündüm ve sonrasında bu olayı
22M. Little ( 1 9 86) " U n teınoignage -En aııalyse avec Winnicott" , Noııııelle Reııue de
Psyclıaııalyse , 3 3 , 1 986, s. 2 8 1 -3 1 0 .
79
! A ktarını ve Karşı A ktarını
unuttum . . . . Yıllar sonra ve analizin bitişinden çok sonra, bile bile be
ni incitmeye çalışan çok rahatsız bir hastayla ilgili ona danıştığımda,
onu incitmiş olduğumu belirttim . Bunun doğru olduğunu ama " işe
yaramış " old uğunu söyledi " .
ao:
Olumsuz A ktanmlar ııe A ktarımda Nefret
81
! A ktarım ııe Kar�ı A ktarım
nim taşır. Şizoid nitelikli hastalar örneğin şöyle derler: " Dediğinizi
işitiyorum . Haklı olabilirsiniz ama benim için bir anlam taşımıyor " .
Veya orada olmadıklarını belirtirler. " Anlam taşımıyor " ifadesi yoru
mun aktif olarak reddedilmesinden çok, kişiliğin bazı yönlerinin ve
duyguları n yarılmış olmalarına ve hastanın bunlardan uzak durması
na karşılık gelir. Bu tür hastalar yorumla ne yapacaklarını bilemezler:
ne onu kab ul edebilirler, ne de onu reddedebilirler. "
" Ö rnek olarak getirmek istediğim hasta, kaygılı olduğunu ama ne
denini bilmediğini dile getirerek seansa başladı. Kendisinden daha
başarılı veya zengin olan tanıdıklar veya insanlarla kendisini kıyasla
dı. Bu düşünceler benimle ilgiliydi. Böylelikle çok güçlü engellenme
duyguları , n efret dolu haset ve sitemler ön plana çıkmış oldular. Bu
duyguların benimle de bağlantılı olabileceklerini ve bendeki b u yön
lere saldırmak ve yıkmak istediğini ona ilettiğimde, duygusal hali bir
denbire değişti. Ses tonunu alçalttı ve yavaşça kon uşmaya başladı.
Durumun tümünden kendisini " kopuk " hissettiğini dile getirdi . Yoru
mum ona oldukça doğru gelmekle birlikte, bu konu üzerinde d üşün
mek anlamsızdı. Gerçekte hiçbir arzu taşımamaktaydı ve kendi kendi
ne eziyet etmenin anlamı yoktu .
" Bu açıklamalarını izleyen yorumlarım , seansın başında dile getir
diği olumsuz duyguların benimle de bağlantılı olabileceklerini ona
iletmemle onda aniden değişen duygusal halde odaklandılar. Yoru
mum sırasında beni imha etmiş olma tehdidi onun açısından o kadar
gerçekti ki , aniden beni kaybedebileceğine dair bir dehşet d uygusu
yaşamıştı . . .
" Hasta ilk yorumumdan sonra suçluluk hissedeceğine ve depresif
duygular taşıyacağına (bir evvelki analizinde olduğu gibi) , beni kay
betme tehdidini yarılma düzeneğiyle aşmaya çalışmıştı . Hastanın ana
liste yönelik nefret dolu , düşmanca ve tehlikeli kısmı yarılmaya m a
ruz kalmıştı . Böylelikle nesneye yönelik yıkıcı dürtülerini nesneden
uzaklaştırarak, kendine yöneltmişti . Bu yüzden benliğin bazı yönleri
geçici olarak işlevsiz kalmışlardı . Bilinçdışı fantezisinde kendi kişiliği
nin bir yönü yok edilmişti. Nesneye ilişkin yıkıcı dürtüyü kişiliğinin
bir kısmına yöneltmiş olması ve bunun sonucu olarak duygularının
dağıl m ası, kaygısını gizil bir halde muhafaza etmeye yaramıştı .
Olumsuz Aktanmlar ve A ktanmda Nefret i
" Yorumlarım yeniden duygusal halinin değişmesine yol açtılar.
Duygusallaşabildi , ağlamak istediğini ifade etti. Depresif ama yeniden
daha bütünleşmiş hissettiğini dile getirdi ve o zaman bir açlık duygu
su ortaya çıktı (bir içe yansıtma sürecinin yeniden başladığının kanı
tıydı bu) " .
2:; " Psikanalitik tedavinin başaıısız olmuş olmasını olumsuz terapötik tepkiyle kaııştırma
ınak gerekir" . A. Green ( 1 993) Le travail du negatif, a.g.y., s. 1 38 .
21' S. Freud ( 1 923) Le moi et le ça, Toplu yapıtlar, Paris, PUF, 1 99 1 , s . 2 5 5-302 .
83
! Aktarım ve Kar§ı Aktarım
ı ttR . Rousillon ( 1 990) " Clivage d u moi et transferi passionnel " , Revue française de
psychaııalyse , 2, 53, s . 345- 362.
lss
çocukluk çağı psikozlarında
kurumsal tedavi *
**
JACQUES HOCHMANN
ÇE VİREN: CE YLİN ÖZCAN
87
ı Ötesi
Dosya
89
!Dosya Ötesi
hareketler (kaka yapma veya kusma) ile bir dış nesnenin sağladığı ya
tışmayı ayırt edemez. Çocuk yalnızca, alert inactivity yani " eylem siz
uyanma " olarak nitelendirdiği kısa anlarda bölük pörçük bir biçimde,
Freud 'un " kurtarıcı nesne " ( " objet secourable " ) olarak adlandırdığı
nın bilincine varır. Gitgide bu canlı nesne, onun için " duygusal işa
ret " e ( " halise emotionnelle " ) yani bir çeşit bedensel deneyimini bü
tünlemeye yarayan bir sinyale dönüşür. (Bunun, Bion'un sözünü etti
ği anne düşleminin işleviyle olan yakınlığını görüyorsunuz.) Bu gitgi
de artan kendinin bilincine varma, çocuğun kendi bedenini annesinin
bedeninin bir uzantısı olarak yaşantıladığı, anneyle bir ortakyaşam
(symbiose) yanılsaması sayesinde gerçekleşir. (Winnicott'un da savun
muş olduğu bir düşüncedir bu.) Yalnızca bu " ikili birlik " sağlamca
yerleştiği takdirde, çocuk üçüncü evre olan " ayrılma- bireyselleş
me " yle ( "separation individuation" ) başa çıkabilir. Bu çabucak yapıl
mış tanıtımdan , Margaret Mahler için otistik psikozların birinci evre
de yaşadıkları saplanma ve sembiyotik psikozların da ikinci evredeki
bir saplanmayla sınırlı olduğu sonucuna varılmamalı. Mahler, iki tip
arasındaki ayrışmanın mutlak olmadığını ve aynı çocuğun, öne doğru
adımlar old uğu kadar geriye gidişlerin de bulunduğu bütün bir geli
şim süreci boyunca birinden diğerine geçebileceğini kabul ediyord u :
buna göre otist b i r çocuk, ikincil olarak sembiyotik bir ilişki kurabilir
ve sembiyoz umutları boşa çıkınca otizme gerileyebilir. Aynı zaman
da, otizmin olduğu �dar patolojik sembiyozun da normal otistik ve
sembiyotik kon umlardan çok farklı olduğunu kabul ediyordu . Patolo
jik otizm , normal bebekte var olmayan bir " zırhlanma " , dış dünyanın
" negatif sanrı " sı, duyumsallıktan yatırımını çekme savunma durumu
nu içerir. M argaret Mahler'in biyolojik olarak değerlendirdiği neden
lerden ötürü , anne nesnesiyle bir güven ve güvenlik ilişkisi kurmakta
yetersiz kalarak, kendine bir çeşit rahim-dışı koruyucu ana kalıp, bir
uyarıcı kalkan yaratır. Patolojik sembiyoz ise parazit olma, ötekine
nüfuz etme ve öteki üzerinde tüm güçlü bir denetimin korunması bo
yutunu içerir ki Melanie Klein bu durumu yansıtmalı özdeşleşme diye
tanımlar. Bu olguları adlandırmak için , Margaret Mahler, Freud'un
savunma düzeneklerin olarak belirttiğinden çok " yerinde tutma düze
nekleri " nden söz eder. Psikotik çocuğun Benliği için, uyumsuz dürtü-
901
Çocukluk Çağı Psikozlarında Kurumsal Tedavi l
l�re karşı kendini savunmaktan çok, güven ilişkisi kuramadığı bir
dünya karşısında homeostazı korumak söz konusudur. Otistik psikoz
lar ve sembiyotik psikozlar arasındaki fark uygulama açısından şöyle
açıklanabilir: bu tip çocuklarla, en azından birinci safhada, bilinçdışı
çatışmaları yorumlamayı hedefleyen klasik bir psikanalitik tedavi yü
rütmek yerine, çocuk ve çevresi arasında olası olabilecek bir ilişki
kurmak amaçlanır. Eğer otistik konum hakimse, ilişki kurmak, çocu
ğu yatıştırmak, onun için var olmak söz konusudur. Eğer sembiyoz
birinci plandaysa, yokluğu ifade edecek süreçleri oturtmayı deneye
rek ayrılık üzerinde özellikle çalışılmalıdır.
Psikotik ve otist çocukların analitik tedavisiyle ilgilenen özellikle
Klein 'cı yazarlar, Winnicott ve Mahler'ın önerdiklerine de kulak as
mışlardır. Frances Tustin de anne memesi ve yeni doğan çocuğun ağ
zı arasında başlangıçtaki süreklilik düşüncesini yeniden ele almıştır.
Sütten kesilme, bebeğin ağzı ve memenin birbirinden ayrılmasını ta
nıması anıdır. Eğer otistik konum hakimse, ilişki kurmak, çocuğu ya
tıştırmak, onun melankolik yaşantısını bırakan bir kopma, kendinden
bir parça yitirme olarak yaşantılamışlardır. Bunu çocuk, onarıcı bir
kendi kendini duyumlama (autosen.sualite) içine dalarak otistik biçim
veya nesnelere saplantılı bir bağlanmayla maskelemeye ve doldurma
ya çalışır. 6 Donald Meltzer ise, otistik durumları yansıtmalı özdeşleş
me eksikliğiyle nitelendirir. Çocuk huzursuzluğunu annesine yansıt
mada yetersiz kalır çünkü ona bir derinlik atfedemez ve ikiboyutlu
bir alan gibi yapışır. Meltzer bunun karşısına psikotik durumları ko
yar. Bu durumlarda ise çocuk, aşırı bir yansıtmalı özdeşleşmeyle,
ötekinin bedeninde onu denetlemeye çalışarak kaybolur. B urada,
Mahler'in bahsettiği sembiyotik psikozlarla benzerlik vardır. 7 ·
91
Dosya Ötesi
ren psikotik dizarmoniler ile gizil dönemde daha geç ortaya çıkan psi
kozları ayırdılar. Ö zellikle, defısiter psikozlarda psikotik alevlenmele
rin, savunmacı bir yeniden örgütlenmeye , öznenin patolojisine etkin
bir katkısına tanıklık etmekte olduğunda ısrar ederler. 8 Psikotik dizar
monilerde belirleyici olan , fazlasıyla çok yönlü bir semiyoloji d eğil ,
yadsıma, yarılma, yansıtmalı özdeşleşme gibi psikotik örgütlenmeye
9
has savunma düzeneklerinin ayrıcalıklı kullanımıdır. Bu yazarlar,
özellikle de özgün kurumsal deneyimleri çoğaltarak, Fransa'yı, psiko
tik çocukların hem bireysel hem de grup psikoterapilerinden , aygıtlı
yeniden eğitimlerden (konuşma terapisi , psikomotrisite) , hem de top
lumsal hem de okulsal eğitiminden yararlanabilecekleri özel kuruluş-
o
larla kuşatmaya çalıştılar. ı
Bu kurumlar zamanla değişik biçimler almışlardır. Ö ncelikle psiki
yatrik hastanelerin eski servislerini terapötik etkinlikli yatılı okullara
çevirmek söz konusu oldu. Sonra, Serge Lebovici tarafından Paris'te
kurulan ve çocuklar için ilk gündüz hastanesinden sonra, yarım günlü
kurumlar öncelik kazandılar. ı ı Bugün , bu yarım günlü kurumlar,
okul sistemiyle birlikte eğitimsel ve terapötik bir ağa eklemleniyorlar.
Ailelerin yeri , önemi gitgide daha iyi değerlendiriliyor.
l 'n!fance 7/8 .
92:
Çocukluk Çağı Psikozlannda Kurumsal Tedavi ı
şında elliye yakın çocuk, ergen ve genç yetişkin izleniyor. Her çocuk
ve ailesi, kurum içinde, bireysel olarak çift nirengiden yararlanıyor
lar. Başlangıçta, bir pedopsikiyatr aileyi görüyor ve bu aileyle aylık
olarak düzenli görüşmeler yapmaya devam ediyor. Çocuk ise, haftada
iki veya üç kez ya psikolog veya orada çalıştıkları sırada özel bir eği
tim almış bir hemşire ya da uzman eğitmen · olan bir terapist tarafın
dan bireysel olarak izleniyor. Çok küçük çocuklarla ise, bu bireysel
tedavi , evde, genellikle annenin bulunduğu ortamda, Margaret M ah
ler'in önerdiği anne-çocuk terapileri . modeli doğrultusunda yapılıyor.
Daha büyük çocuklarla, bireysel görüşmeler terapi merkezinde yapı
lıyor ve anne yalnızca bazı zamanlar katılıyor. Çocuklar büyüdükçe,
görüşmeler, haftada birkaç seans olmak üzere, çizim , hamur veya kü
çük oyuncakların araç olarak kullanıldığı çocuk psikoterapisi biçimini
alıyor. B azı durumlarda, bilhassa krizdeki çocuklarla, kendine zarar
vermenin mevcut olduğu çok yoğun kaygı döneminde, paketleme
(packing) olarak adlandırılan nemli sarmalamalar gibi bedensel tek
nikler uyguluyoruz. ı 2 Bu uygulama çocuğun çevresinde bir çeşit
grupsal zarfı temsil eden ve gevşeme durumunda olan birçok kişinin
bulunmasını gerektiriyor. Böylece dili kullanabiliyorsa, dile getirmesi
ne yardımcı olunuyor, konuşmuyorsa işaretini verdiği duyguları onun
yerine ifade ediliyor. Çocuklar, üç yaşından itibaren, iki veya üç ye
tişkinin çevrelediği beş veya altı çocuktan oluşan gruplara katılıyor
lar. B u gruplar, belirli gün ve saatlerde , duruma göre haftada birden
üç kereye kadar yapılabiliyor. Genellikle etkinliğe bağlı olarak bir ila
iki saat sürüyorlar. İ ki çeşit etkinlik söz konusudur: - Bazı gruplar te
rapötik amaçlıdır. Ya bir araç kullanılıyor: toplu çizi m , oynanılan bir
öykü kuklalarla yapılan toplu oyunlar veya rol oyunu , bazen birlikte
hazırlanan .ve yenen bir yem ek; ya da çocukların duygularını iletme
lerinin, başkalarının duygularını anlamalarının ve bu duyguların gru
bun yaşantısıyla ilişkilendirilmesinin çalışıldığı söz grupları .
- Diğer gruplar ise daha eğitimseldirler: şehrin tanınması, taşıtların
kullanımı, kütüphane veya m üze gezilerine katılım . Burada daha çok,
başka çocukların eleştirel bakışları altında, toplumda iletişim kurmak
ve gitgide özerklik kazanm a perspektifinde toplumsal gerçeklikle kar-
ı� P. Delion ( 1 998) Le packing avec les enfants autistes et psychotiques E l'es Ramonvil
le-Saint-Agııe.
193
i
' Dosya Ötesi
Kuramsal Öğeler
Kurumsal tedavilerin hepsi ilkesel olarak, kurumdaki güncel yaşa
mın değişik olaylarını terapötik bir amaçla kullanır. Birincil kurumsal
deneyimlerin öncelikli amacı, yeğlenen analitik psikoterapinin olası
olacağı bir yaşam çerçevesi yaratmaktı . Model olarak alınan , aktarım
çerçevesinde bilinçdışı çatışmaların yorumlanmasının ön planda ol-
1" J . I-loclınıaıııı ( 1 99 7 ) Poıır soigner l 'erıfanı aııtiste. O. Jacob.. Paris.
94 .
Çocukluk Çağı Psikozlaııııda Kurumsal Tedavi
95
' Dosya Ötesi
96i
Çocukluk Çağı Psikozlarında Kurumsal Tedavi ı
ler, değişik kurumlar arasında ilişki kuran görevli rolünü oynarlar ki
bu son derece önemlidir. Varoluşları ve anlattıklarıyla, birileri ve öte
kiler arasındaki eklemlenmeyi somut olarak desteklerler. Değişik za
man ve mekanlar arasındaki bu ilişki kurma çalışmasını, dilde bağ
laçların düzenlenmesine benzetebiliriz . Bildiğimiz gibi diğer sözcükle
ri birbirine bağlayan bu küçük sözcükler psikotik çocuklar tarafından
kullanılan dilde eksiktirler.
- Ü çüncü öğe de anlatıma dökmedir. Benim varsayımım şu : psiko
tik patolojinin temelinde, içsel bir öykünün eksik olması, yaşanan de
neyimin simgeleştirilememesi ve eklemlenmiş bir anlatım içinde bu
deneyimi oluşturan farklı olayları birbirine bağlama yetersizliği b u
lunmaktadır. Az önce yaptığını, çocuğa tekrar tekrar anlatarak, bu
yeni olayı, geçmiş olaylara, burada geçeni başka bir yerde geçen ve
ya geçmiş olana bağlayarak, yavaş yavaş kendi anılarını uyandırarak,
bu yeniden hatırlama eylemini somut öğelerle desteklemek: nesneler,
fotoğraflar, videolar, vs. kendi varoluşunu yapılandırmasına ve tasa
rımlarını geliştirmesine yardımcı oluyor. Bu nedenle , kurumsal yaşa
mın , bir anlatıma elverişli olacak şekilde düzenlenmesi önemlidir. Za
man ve alanların farklılaşması, aralarında bağ kurulması, bir öykü
anlatmak için malzemelere dönüşen olayların üretilmesini kolaylaştırı
yor. Birbirine sürekli ilintili durumların yan yana ve karşıtlıklı ko
numlanması çocuğun, somut durumlardan destek alarak, kullanabile
ceği şekilde yeniden betimleyeceği ve belki , anlatmayı öğreneceği bir
anlatının ilk biçimini oluşturur.
Bireysel terapistin rolü, her şeyden önce , bu öyküye koyma eyle
mini kolaylaştırmaktır. O, çocuğun bütün diğer dinleyicileri , grup
animatörleri, öğretmenleri, eğitmenleri ve ailesiyle ilişkili kurarak, ör
düğü öykü parçalarını bir araya getiren ve tutarlı bir bütün haline ge
tirendir. Bir kere daha, bilinçdışı malzemeyi yorumlamaktan çok, şu
anda yaşanana, bir önceki anda yaşanmış olanı referans alarak, an
lam verir. Daha çok önbilinç düzleminde çalışır. Freud , önbilincin
sözcüklerin tasarımı ve şeylerin tasarımı arasındaki bağı kuran araç
olduğunu söylemişti. Annenin düşlemine benzer olarak, terapistin
çağrıştıran düşlemi, ekip içerisinde düzenli süpervizyon çalışmasıyla
desteklenerek, çocuğun kaba yansıtmalarını, stereotipilerini , bazen
1
197
IDosya Ötesi
şiddetli olan eyleme geçişini, çığlıklarını veya kendine zarar vermele
rini, aynı zamanda nesneleri manipülasyonu veya karalamalarını, bir
biriyl e eklemli olarak ifade bulan düşüncelere dönüştürüyor. B u şe
kilde çocuk simgeleştirmeyi öğreniyor (çünkü bir çeşit öğrenme söz
konusudur) , yani bir nesneyi bir diğerini anımsamak için kullanmayı ,
başka bir anı hatırlatan ve tasarımlayan her yaşanan ana bir d erinlik
vermeyi öğrenir. Başkasılığa (alterite) yapılan gönderme, başka bir
yerdeki yankı , kurumsal terapötik etkinliğin zeminini oluşturuyor.
Ö yleyse, iki koşul tamamlanmalıdır.
- Birincisi , tedavi ekibi elemanlarının, psikozla birlikte bulunmanın
tetiklediği karşı-tavırların ekip içinde sürekli ele alınması çalışmasıyla
desteklenmesi . Çocukluk çağı psikozu , özellikle de otizm bulaşıcıdır.
Çocukla ikili bir otizm içine kapanma eğilimini tetikler, yani bu ikili
ğin dışındaki her şeyin yok sayıldığı , tedavi eden kişinin tüm güçlü
bir düşleme kapıldığı , kendini çocuğu anlayabilecek ve ona yardım
edebilecek tek kişi, doğru tekniğin tek sahibi olarak kurguladığı bir
çeşit karşılıklı büyülenme ortaya çıkar. Ailelerle olan zorluklar ve
yanlış anlamalar büyüklük düşlemleri içinde köklenirler, aynen farklı
görevleri olanlar (tedavide daha uzman olanlar, eğitimde daha uzman
olanlar, bireysel terapötler ve grup terapötleri) arasındaki ekip çatış
malarında olduğu gibi. Otizm alanında en azından Fransa'da güncel
olan acımasız ideolojik çatışmalar, bu gerçek bulaşmayla açıklanabi
lir. Bazıları için yalnızca eğitim önemlidir ve gerekli olan davranışın
değiştirilmesidir. Bazıları içinse asıl gerçek, ancak psikanalizdedir.
'
Otizm gibi psikoz da, yetkinsizlik duyguları, klinik çalışmadan yatırı
mı çeken ekip elemanlarının yenik düştüğü suçluluk duyguları, şu
meşhur Bum o ut ' tur söz konusu olan , yaratabilir. Derin olarak yaşa
nılan bu depresif duygulanımlarla başa çıkmak için, aşırı bir etkinli
ğe, manik bir uyarılmaya veya yorum aşırılığına da başvurabilirler.
Çoğunlukla, en azından geçmişte, bazı üstünkörü , psikanalitik varsa
yılan , ayrım gözetmeksizin ailelerin eylemlerini ve bilinÇdışı düşlem
lerini, psikozların kökeniyle ilintili olarak sorgulayan kuramlar, bu
karşı aktarım güçlüklerinin talihsiz sonuçları olmuşlardır. Hem b u ku
ramlar, hem de onları örtme çabası içinde olmuş toplu kurumsal sa
vunmalar da çok dikkatle incelenmelidirler. Bu kurumsal savunmalar
98
Çocukluk Çağı Psikozlarında Kurumsal Tedavi
6
sağlayandır. 1 Oysa kayıplarla başa çıkmamızı sağlayan ruhsal uğraş,
kendi içinde özel bir oto-erotik haz kaynağıdır. Bunu zihinsel
oto-erotizm olarak adlandırmayı öneriyorum . Zihinsel oto-erotizm , ya
şamın başında, çocuğun ilk gevezeliklerinde, ilk hareketli oyunların
da annenin düşleminin hazzına özdeşleşmesiyle oluşur. Bu düşle m ,
anne-bebek arasındaki ilk etkileşimli oyunlarda, gelişim psikologları
sayesinde keşfettiğimiz bu ilk-konuşmada, karşılıklı taklit etmelerde ,
7
" canlılık duygulanımları " nıiı aktarımında iletilendir. 1 B u oto-erotik
haz, oyundan alınan hazza benzer olarak, bir kere daha söyleyelim ,
bir gerilimin boşaltılmasının verdiği haz değildir. B u ölçülü , tutulmuş
ve sakin bir haz, Sacha Nacht'ın " neşe " diye adlandırdığı , çocuğun
8
" uyarılması " durumunda yok olan bir şeydir. 1 Bu yeniden hatırla
manın , simgeleştirmenin, tasarım etkinliğinin " neşe " sini duyamayan
psikotik çocuk, güncel yaşamın birçok kaybına boyun eğmek duru
munda kalarak, eyleme geçerek veya ürkünç imgeler fırtınasında teh
dit edici kaygılarını boşaltır. Otist çocuk ise, içine kapanır ve stereoti
pilerini, ritüellerini dış dünyaya dayatır. Bu çocuklarla öykülerini
oluşturmaktan ideal olarak gürültüsüzce haz alan tedaviciler, kurum
daki yolculukları boyunca onlara yeni bir yol keşfetmekte ve önceden
tanımadıkları değerli bir duyguya, yani özleme, kaybedileni yeniden
hatırlamadaki hafif mazoşik hazza ulaşmalarında yardımcı olurlar. 19
Bana bütün bunların içinde psikanalistin yeri nedir, diye sorula
caktır. Uzun bir deneyimden sonra, şunu hiç tereddütsüz söyleyebili""
rim ki, dar anlamıyla psikanalitik tedavi, M . Klein tarafından önerilen
(serbest çağrışım yerine geçen küçük nesnelerle oyun) . değişimlerle
bile, ağır çocukluk psikozları ve özellikle de çocukluk otizmiyle ilgili ,
ancak sınırlı bilgiler verebilir. Melanie Klein'ın küçük Dick'le keşfet
20
tiği gibi, ağır psikoz durumundaki çocuk, otist çocuk oynamaz . B u
durumda, Winnicott'un dediği gibi, ona oynamayı öğretmek gerekir
ki bazen daha ileri gidilemez. Ayrıca, çocukların psikanalizi, terapist-
"' S. Fı·eud ( 1 9 1 5) " On Transience " Standard Edition, T. XIV Hogaıth PI"ess, London,
1957.
17
D . Stern ( 1 985) The interpersonal world of the lnfant , Basic Books, New Y oı-k.
1 11
S. Naclıt ( 1 965) " Reflexions su!' les I"appoıts de la psychanalyse et de la biologie " Re
vue française de psychanalyse; 29 (2-3) : 1 1 - 1 5 .
1 '1 J . Hoclımann (2004) " La nostalgie d e l'ephemeI"e " , Adolescence; XXII; 67 7-686.
1 00
Çocukluk Çağı Psikozlannda Kurumsal Tedavi '
lerin belirli kişisel nitelikler sahibi olmalannı ve bir eğitim almalarını
gerektirir. Aynca, anne babalardan da sürekli hazır bulunma ve ba
zen de kolaylıkla karşılanamayacak maddi kaynaklar gerektirir. Bü
tün bu nedenlerden ötürü, analitik tedavide takip edilen otist ve psi
kotik olgular sayıca az kalırlar. Laboratuar deneyleri gibi , bize çok
şey öğretirler, ama ağır duygusal ve gelişimsel zorluklar içinde olan
çocuk kitlesiyle çalışmak için, başka yaklaşımlara da başvurmak gere
kir. Tanımladığım ve kuramsallaştırmaya çalıştığım yaklaşım bunlar
dan biridir. O halde psikanalistin rolü bir ekip animatörü olmaktır. O
çocuktan hissettiklerimizi ve anladıklarımızı, ona söylediklerimizi ve
yaptıklarımızı, bütün bunlan anlayıp çocuğa aktarmak için anlattığı
mız kişidir. Psikanalist ne ekip üyelerinin analisti, ne de uygulamasını
yöneteceği bir metodun önceden sahibidir. Belirli bir çerçevenin bek
çisi olarak, ortaya çıkmalan için çerçeve olmasa bir anlamlan olma
yacak karşı-tutumlan aydınlatır. Bir kuralın önemi, kuralın ufak ihlal
lerini ortaya koymaktır. Eğer her şey yapılabilirse, yaptığımız, anlam
sızlığın içinde kaybolur. Ama bu demek değildir ki psikanalist ne ya-
pılacağını aynntılanyla söyleyecektir. Şu varsayımı oluşturur: kar
şı-tavırlar çocuk tarafından teşvik ediliyor, öyleyse çocuğun ruhsal iş
leyişi ile ilgili bize bir şey öğretebilirler. Psikanalist dinlerken bu kar
şı-tavırlarda çocuğun gelişimiyle için olumlu olanları öne çıkarmayı
amaçlar. Yapılması gerekenleri kesin bir biçimde önermek yerine
olanları daha sonra analiz etmeye çalışır. Bir rotayı tutturmak, olası
anlamlar ve yönler göstermek için , elinin altında, bir kuramı vardır.
Bu kuramı çalışma arkadaşlanna iletmeye çalışır belki kendinin de
bu kuramı kullanmakta duyduğu hazla. Kuram bir dogma, fetiş nes
nesi , bir etiket değildir. Elde anahtar gibi tutulacak (İnternet üzerinde
gitgide daha çok satılanlar gibi) bir uzmanlık belgesi değildir. Çocuk
psikozlannın kökenine ilişkin bir cevap vermez ve bütün olası travma
tik, psikogenetik hatta organik nedenlere yer verir. Daha çok, emilen,
okşanan , koklanan, manipüle edip değiştirilebilen bir oyuncak, bir
geçiş nesnesidir. Bion'un dediği gibi bir " zirve " dir (verteks) ama baş
ka bakış açılarına da yer bırakması gerekir. Antonino Ferro'nun ifade
! 101
Dosya Ötesi
2
ettiği gibi , 1 yorumlan " doygunlaştırmayan " , olası olan birçok başka
yorumu açık kapı bırakan bir öykü kalıbıdır. Kısaca, şimdi sizi davet
ettiğim tartışma için bir konuya giriştir.
""
•) )
- A. FeITo ( 1 996) La psychanalyse comme ouvre ouııene. Trad . fr. Eres, Ramonv ille Sa-
iııt-Ag ııc. 2 000.
68 mayısının fransa' daki açılımı
duvarların yıkılması ve
anlamın sorgulanması
....
DOMINIQUE J. ARNO UX
ÇE VİREN: CEYLİN ÖZCAN
1 03
Dosya Ötesi
1 04i
1
68 Mayısının Fransa 'daki Açılımı: Duvarlann Yıkılması ve Anlamın Sorgulanması '
Düzen devam ediyor.
Polis her akşam saat 20. 00'de size sesleniyor.
Dikkat, radyo yalan söylüyor!
Azıcık boyun eğme çok fazla teslimiyete yol açar.
Gerçekçi ol, olanaksızı iste .
Mutluluğun satın alınıyor. Çal onu !
Koş yoldaş ! Eski dünya arkanda kaldı.
Tüketim toplumuna son !
Hepimiz sakıncalıyız . "
Bu kuşak için söz konusu olan , bütün dünyada cereyan eden bir
başkaldırıdır ama bir devrim değildir, her ne kadar Fransa'da ayak
lanma genel greve sebep olmuşsa da. Eğer bu hareketi bir devrim gi
bi değerlendirseydik, o zaman bazen kendini tanımladığı gibi bir " te
mel devrim " olurdu.
Ü niversite öğrencisi Jan Palach, Prag'da Wenceslas meydanında,
Amerikan tanklan karşısında direnen Vietnamlı Budist rahipler gibi,
Rus tankları karşısında kendini yaktığında, 1 969 Ocak'ında Janis
Joplin şarkısında "Bütün kıtalarda, eski düzene kar§ı gençliğin ba§
kaldınsı hayal kırıklığına gömüldü. Bu yılın baharının filizlerinin çi
11 diyecekti.
çek açması için yıllar geçmesi gerekecek.
Dönem , Amerika'da Asya'daki savaşa karşı yapılan mitinglerin, si
yah hareketin radikalleşmesinin , sonra Almanya'daki , Bü
yük-Britanya, İ spanya, Japonya ve Meksika'daki başkaldırıların döne
miydi. Şiddet her yerdeydi ve mayıs ayını belirleyen cinayetlerle de
ortaya çıkıyordu: Martin Luther King (Nisan 68) ve Robert Kennedy
(Haziran 68) cinayetleri. Bunlar yüklü anlam taşıyan bir başka kaybı
anımsatıyorlardı , l 967'deki Che Guevera cinayetini .
1 5 Mart 1 968'de, P. Vianson Ponte , Le Monde gazetesinde şöyle
yazıyordu: 11 Fransa sıkılıyor. 1 1
l ı os
1 • . _,
I
Dosya Ötesi
1 06
68 Mayısının Fransa 'daki Açılımı: Duvarlann Yıkılması ve Anlamın Sorgulanması
ları küçük düşüren Versailles antlaşmasına karşı nefret dolu bir rö
vanş olarak görülüyordu.
l 940'ın Temmuzunda iktidardaki Fransız Devleti diktatör bir dev
let olup, 3 . cumhuriyet'in yerine geçmiş ve l 944'e kadar sürmüştür.
1 958'den başlayarak benzeri olmayan bir modernleşme ve sömür
2
geleştirmeden çıkışı sağlamış olan Gaulizm görüşü bilinçleri zehirli
yordu. Yeni bir anayasa yapan ve referand u mla onaylanmış 5. cum
huriyeti oluşturan Gaulizm , devleti, medyayı , özellikle de radyo ve te
levizyonu elinde tutuyordu. Medya halka sun abilecek olanın onayını
alabilmek için önce bakanlığa başvuruyordu . Bu şekilde, hiçbir şey
ilerleyemezdi. Toplum kapalı ama üretken ve gelenekseldi.
Bilinçler, Cezayir Savaşı süresince herkesi kuşatmış olan uyuşuk
luktan uyanmaya başlıyordu . Bu durum resmi basına şu şekilde yan
sıyordu : " Cezayir olayları veya Kuzey Afrika' daki operasyonlar " . Söz
konusu olan , savaşın hatta ordu tarafından uygulanan işkencenin
yadsınması biçiminde oraya çıkan bir bilgi çarpıtmaydı. Bu da, bel
geleri duymak veya okumak isteyenlerin elden ele geçirdiği bitmeyen
tanıklıklara rağmen oluyordu. Rene Alleg'in Geceyarısı Y ayıne
vi'nden (Les ed . du Minuit) çıkan kitabı Soru (La question) , komünist
bir öğretmen olan ve FLN'i 3 destekleyen yazarın gördüğü işkencele
rin bir anlatısıydı. Bu kitap, işgalciye dönüşmüş bir ordunun, babala
n 1 9 1 4- 1 9 1 8 ve 1 939-1 945 savaşları boyunca yanında yer almasına
10 7
!Dosya Ötesi
etmeyi zorunlu kılıyordu. Bu sendromun , doktorlar ve kamu sağlığı
otoriteleri tarafından kabul edilmesi için 1 5 yıl geçmesi gerekti.
Dahası 50'li, 60'lı yıllarda şiddet nesnesi olan yalnızca çocuklar
değildi. Kadın da yasal olarak kocasının emrindeydi . Ailenin tüm güç
lü reisi , babaydı. Kadın d oğum kontrol konusunda yeni özgürleşmişti
(1 967) ancak kürtaj konusunda henüz özgür değildi. Yasak olması yü
zünden yaşanılan birçok ölüme rağmen kürtaj hala bir cinayet sayılı
yordu. Bu değişim için Simone Veil'i ( 1 9 7 5) beklemek gerekiyordu . 4
İ kinci Dünya Savaşı denilen 39/45 savaşı, çarpışanları ve utanmaz
ca programlanmış ölüm sanayinin bütün kurbanlannı yere sermişken,
bugün şunu fark ediyoruz: bu savaş ve öncekiler, hayatta kalanlara ve
onlann çocuklanna yadsınamaz bir kötülük yapmıştır. Çocuklar, ku
şaktan kuşaklar boyunca travmatize olmuş ebeveynlerindeki, saldırga
na özde§le§melere maruz kalmak ya da meydan okumak durumunda
1 08 i
68 Mayısıııııı Fransa 'daki Açılımı: Duvarlann Yıkılması ve Anlamın Sorgulanması '
Fransa sınırından geçmesine izin vermediği ve böylece kötünün dışa
rı atıldığının düşünüldüğü , " Kızıl Danny " yi yeniden hareketin merke
zine almaktı .
68, düzeni ve diktatörlüğü birbirine karıştırarak, vahşetin yarattığı
şaşkınlığa karşı bilinçlerde bir çeşit gedik açıyordu. Savaşçılar kuşağı
tarafından yapılandırılmış sistem , onu izleyen kuşağın reddetmesiyle
karşılaşıyordu. 45-SOli yılların baby-boom kuşağı önce protestoların
da pek ciddiye alınmamıştı . B aşkaldırı, dönemin başbakanı Georges
Pompidou tarafından " Maskaralık " olarak tanımlanıyordu . Ama baş
kaldıran gençlerin hedefi, devlet başkanı , Fransa'nın l 944'teki kur
tarıcısı , babaların kuşağının kahramanı , simgesel figür General De
Gaulle'dü. Otoritesi, o ana kadar düşünülemeyecek bir biçimde tersi
ne çevrilerek, saldırgan Nazi' nin küstahlığıyla özdeşleşmişti . Böylece,
saldırıya uğrayan-saldırgan arasındaki özdeşleşme kavramını yakınla
şıyoruz. Göndericiye iade !
Dünya genelinde, Vietnam Savaşı'na karşı güncel olan protestolar da
aynı döneme denk geliyordu. Joan Baez et Arlo Guthrie, bu bilincin
Amerika'daki öncüleriydi. Protestin eski geleneği, kurallara uymayı red
detme ki bu ahlaka aykırı olarak değerlendiriliyordu, küllerinden yeni
den doğmuştu. Vietnam Savaşı'na karşı yürütülen mücadele, kültürel
bir bölünmenin derin göstergesiydi ve Amerikan toplumunu değiştir
mek, dünyayı değiştirmek isteyen herkesin bir araya geliş çığlığıydı.
Dolayısıyla, Odeon'dan Sorbonne'a, Quartier Latin' 7 den tüm ülke
geneline kadar kazanılmış alan , devletle karşı karşıya gelinen kısıtlı
alandan daha genişti. Dengesini yitiren , bütün bir toplumun, tüm ku
şağın zihinsel evreniydi. Herkes " özerklik " istiyordu. Ö zerklik kudur
muşlar olarak adlandırılanların temel sözcüğüydü. Bundan, femi
nizm , çocuk haklan, " Dostum a dokunma" gibi ırkçılık karşıtı hare
ketler, kürtaj ve doğum kontrolünün serbest bırakılması hareketi ,
sonra kürtajı serbest bırakan kanun , Grenelle antlaşmaları yani sen
dikal demokrasinin örgütlenmesi, çok kültürlülük, ekoloji, hümanist
örgütler, kendi kendini yönetme doğacaktı. Bazıları , 68 hareketinin ,
devrimci mitin son bulması anlamına geldiğini ve sözün serbest bıra
kılmasıyla, ardından gelen özgürlük hareketlerinin tümünün yolunu
7 Nanten-e, Sorbonne, Odeon, Quartier Latin. Paris'te mahalle ve bölgele adlarıdır.
(ç. n .)
1 1 09
!
ı Dosya Ötesi
ı ı o:
68 Ma:rısıııııı Fraıısa 'daki Açılımı: Duvarlaıın Yıkılması ve Anlamın Soıgulanması ı
ğe erişmelerini önemsemeli ve bunun yerlerini önceden hazırlamalı
dır. Yerleri, yetişkinlerin yerleridir. " Gençlere yer verin! " sözünü d u
yuyoruz, bir olguyu anlamanın güçlüğünün de altını çizerek: her biri
nin olgunluğa erişmesinde, bir başkasının ölümü söz konusu olur. So
nuç olarak, üreme kapasitesine erişme , hiyerarşik bağlılığın korun
masına uyum sağlamaktan dışlamaya kadar varan toplumsal yanıtlar
doğuruyor.
Bu antropolojik saptama, daha XVIII. yy da Buffon ve Rousseau ta
rafından yapılmış olan , ergenin psikolojisiyle erinlik .arasındaki bağın
gözlemlenmesiyle doğrulanır. Bunlar, bu dönemi 3 ile 5 yaş arasında
ilk olarak ortaya çıkan olgunlaşmamış ama genital ve ödipal çatışmala
rın yeniden canlanması olarak değerlendiren psikanaliz tarafından da
vurgulanmıştır. Ergenlikteki gerginlikler, erinlik ve ergenlik dönemle
rindeki karmaşayı göz önüne alırsak hem içte, hem de dıştadır.
Birçok toplum , bu olguya, onu hem cinsel yönleriyle hem çocuklu
ğa dair olan bağların kaybı yönleriyle ele alarak, ritüeller ve törenler
le eşlik etmeye çalışmıştır. Kastrasyon kaygısı , bilinçdışı olan ensestü
el ve baba cinayetine dair ödipal yaşantının yeniden canlanması ne
deniyle, tasarımlaşma ve simgeleşme beklentisi içine girer. B azı top
lumlar, bu tasarımlama sürecini erişkin gruplarının kabullendiği yerli
yerinde kavramlarla (örneğin biseksüellik) bezenmiş mitolojilerini su
narak yardımcı olurlar.
Psikanaliz, ruhsallığın soy ağacıyla ilgili olarak bize çok şey öğretir.
Ruhsallık ve ruhsal düzlemler, bedensel deneyim ve öznelliklerarası
(intersubj ectif) deneyimlere yaslanır. Bu soy ağacı çift belirleyenlidir:
öznelliklerarası olan, diğer insanların duygularına verdikleri çarpıtıl
mış ifadeleri düzeltme, anlamlandırma ve yorumlama aygıtına gönder
me yapar. Bir de içruhsallık (intrapsychique) vardır ve bu Freud ' un
ikinci ruhsal aygıt yerleştirmesinin (topique) belirttiği gibi, kalıtsal bir
Alt-benlik, Alt-benlikten türeyen bir Benlik, Oedipus karmaşasının mi
rasçısı bir Ü st-benlik, yani ebeveynlerin Ü st-benliğinden oluşur.
Psikanalizin öznesi, bir mirasın v e aldığı mirasta oluşturduğu aralı
ğın, farklılığın öznesidir. Sahip olabilmek için , özne bu mirası kazan
malıdır. Ö znelleşme (subjectivation) deneyimi budur.
l ıı ı
1
' Dosya Otesi
1 12
68 Mayısının Fransa 'daki Açılımı: Duvarların Yıkılması ve Anlamın Soıgulanınası '
yasaklar dile getirdi. Gruba ait olan ruhsal eylemler, tasarımların bas
tırılmasını , d uygulanımların (affect) baskılanmasını , dürtüsel vazgeçişi
destekledi veya serbest bıraktı . Böylelikle arzunun , arzunun sözcüle
rinin , yasağın ve tümünün tasarımlarının eşliğinde konuşan ve konu
şulan özne oldum.
Buna öznede farklı biçimlerde miras olarak elde ettiği birçok öz
nelliklerarası ruhsal alanın bir arada bulunabileceğini de eklemeliyiz.
Bu farklı şekiller bastırmanın birbirine uyumlu ya da uyumsuz şekil
de zorlamasıyla yaslanma, özdeşleşme, bedenselleştirmedir ve bu da
bize, ilgilendiğimiz konunun göze almamız gereken karmaşıklığını
gösterir.
Ö ncelikle şunu söyleyebilirim ki , bu bakış açısıyla bakıldığında,
bir çocuk veya ergenle karşılaşm anın yerini , aynı anda kon�an özne
lerden ol�an bir grupla karşılaşma alır. İletim hatası, yani hükümsüz
kılma (forclusion) , gömü (encryptage) ret, şikayete yönelik dikkatin
toplandığı nokta olm alıdır. Bu durumda analiz, semptomların, savun
ma düzeneklerinin , nesne ilişkilerinin örgütlenmesinin , gösterenlerin
(signifıants) , fosilleşen kalıntıların iletilme şekillerinin üzerinde yo
ğunlaşır. İletimin , bir kusur, bir eksiklik etrafında oluştuğu görüşü ,
modern araştırmacılar tarafından kanıtlanmıştır. h etim (transmission)
dilde ortaya çıkmayandan, kayıt ve tasarım yokluğundan veya gömü
(encryptage) şeklinde durandan yola çıkarak gerçekleşir. Duygulanı
mın , tuhaf nesne veya işlenmemiş bir gösterenin iletim biçimlerinde,
simgeselin kırılması olarak saptadığımız işte budur. Biraz önce söyle
nene şu da eklenmelidir: sıklıkla, bu özgül malzemeyi içeren tedavi
ler sırasında, öznelliklerarası bilinçdışı anlaşmanın varlığı nedeniyle ,
tasarımı, düşlem oyununu , hazzı ve düşünce çalışmasını olanaksız kı
lan bir yasak ertelenmesi olgusu olduğunu fark ederiz .
1 13
' Dosya Ötesi
kanalist olan bir doktorla ve sosyal hizmet uzmanından olu§an bir çift
tarafından yapılır. Ben hep aynı §ekilde çalı§ırım , yani asla yalnızca
ergenle görü§m em, her zaman birlikte ya§adığı kimler varsa onları da
görü§meye alırım : baba, anne, üvey-baba, üvey-anne, tek ebeveyn ,
vs. bu her olgunun özgün durumuna göre deği§ir. Bu görü§melerin
amacı, biçimi veya nedeni ne olursa olsun , krize, konu§arak geli§mesi
fırsatını vermek ve bir anlam bulması için zaman tanımaktır. Sonra
sında da ke§fedilen problemi ve sonra sık sık gürültücü olan ve tek
rarlanan ama ne özne ne de çevresi için tatmin edici bir cevap olm a
yan semptomu ele almak için bir araya gelme olanakları üzerine bir
gerekçe bulmaktır. Ergeni ele alırken , onu olduğu kadar, " söz
cü " lerini de d uymak önemlidir. Yani sanki , bu ya§a özgü dürtüsel
akımların deği§imi kar§ısında, onun bakı§ açısını tamamlamak adına,
hem nehri (ergen) hem de nehir yatağını (ebeveynler) ele almak gere
kir. Uzun vadede, bu uygulama çok yararlı olmu§tUr.
Georges 1 6 ya§ında, ba§ta çok sessiz ve tüm yüzünü kaplayan
uzun saçları olan bir gençti. Annesi ve üvey-babası tarafından konsül
tasyona getirildi. Bu iki yeti§kin, alarm verici bir durum kar§ısında
harekete geçmi§lerdi. Ve bu durum , gitgide kötüye gidiyordu . Geor
ges , liseye devam etmiyor, hiçbir dersi takip etmiyor, bütün zamanını
bilgisayarının ba§ında bütünüyle içine daldığı bir oyunu gece gündüz
oynayarak geçiriyordu. Bu da bütün toplumsal ili§kilerini , ailesiyle
olanlar dahil, olanaksız kılıyordu. Bu durum kar§ısında ailesi , bütü
nüyle çaresiz kalmı§tı. Durumun tanımlandığı §ekliyle ben de kendi
içimde, olayın , kar§ıla§an ama birbirinden itinayla kaçan bu iki ku§ak
arasında bir uzla§maya denk geldiğini dü§ündüm . Çünkü kimse ne
otorite ne de sağduyu kullanıyor, yalnızca ya§am koruyuculuğu yapı
yord u . Buna daha sonra anlayacak ve §a§ıracaktım .
Şimdilik, bu üç ki§inin nasıl da bir örümcek ağına takıldığını ve
bunun da çocuğun okul ya§amını ve sonrasında da entelektüel gele
ceğini nasıl da ba§arısızlıkla tehdit ettiğini dinliyordum . En ince ay
rıntısına kadar görünür olanı kar§ılamaya yönelik olan bu teknik, bir
arada ya§ayan bu iki ku§ağın , duygularını en canlı §ekilde ifade et
mesini sağlıyordu. Y ava§ yava§, payla§ılanın , bir özneye çağrı oldu
ğunu fark etti m . Bu çağrı tabii ki bilinçdı§ıydı. ama yoğun biçimde
1 14
68 Mayısının Fransa 'daki Açılımı: Duvarlann Yıkılması ve Anlamın Sorgulanması
l ı ıs
1
1
Dosya Ötesi
1 16
68 Ma_vısıııın Fransa 'daki Açılımı: Duvarların Yıkılması ve Anlamın Sorgulanması
ııı7
1
IDosya Ötesi
Sami Olgusu: Geri Dönen Baba
Sami, bana psikiyatr olan annesi tarafından , arkadaşlarıyla alkol
aldığı bir akşam yaşadığı manik bir atak sonrasında getirildi. 1 5 ya
şında, parlak bir öğrenciydi. Bu atak, sakin bir gökyüzündeki , anlık
bir fırtına gibi ortaya çıkmıştı . Annesi , Sami'nin , annesinin deyimiyle
bir anlık delirdiği bu atağı aşırı bir rahatlıkla karşılaması nedeniyle
çok endişeliydi. Bu olay, hastaneye yatış ve bir ilaç tedavisini gerek
tirmiş, ama Sami kısa bir süre sonra, çabuk iyileşen durumu karşısın
da tedaviyi bırakmıştı . Buna karşın , bu olay ve hastaneye yatışından
beri, Sami ders çalışmak ve arkadaşlarıyla ilişkiler konusunda istek
sizdi . Ü zgün ve kuruntulu düşüncelere dal mıştı. Bütün sevincini , kay
gısızlığını ve çalışma isteğini yitirmişti . Sami bana, kendinde bir ya.:.
hancılık duygusunun belirdiğini anlattığında, bu hemen dikkatimi
çekti . Bu duygu , ona hep eşlik ediyordu ve şimdi ona utanç veren ve
anlamlandıramadığı bu şey karşısında mücadele veriyordu. Sanki ba
bası tarafından terk edilmiş gibi hissediyordu. Bu duygu , annesi tara
fından hemen yadsındı o burada bir gerileme görüyordu. Ama bu
durum bana temel otantik bir yıkım gibi göründü. Sami'nin annesi,
babasından söz etti .
Bu adamı -yıllar önce ondan ayrılmıştı- uzak ülkelerde çok çalışan
ve çok para gönderen parlak bir entelektüel, ama oğlunun yanında
somut olarak varolamayan ve hiçbir sözünü tutamayan biri olarak an
latıyordu . Ayrıca baba, annenin mesleğinin oğluna karşı eğitimci tu
tumu üzerindeki etkileri ve onunla ilgili kaygılarından dolayı onu çok
eleştiriyordu . Konuşulanların amacının , babanın dışarıda tutulacağı
bir tedaviye beni hazırlamak olduğunu hissettim. Tedavi kurumların
da buna ne çok sıklıkla rastlarız çocuk veya ergeni özne olarak değer
lendirmek isteyen tedaviciler olarak. Bu durum ne çok kabullenilmiş
tir, ama öznenin statüsü açısından ne kadar da önemlidir. Kesin bir
tavırla şunu belirttim : Sami'nin durumu ciddiydi. Sami'yle anne ba
basının da bulunduğu bir karşılaşm a ve üçünün de yapılacak tedaviy
le ilgili ortak uzlaşması olmadan , ne bir sorgulamaya ne de bir teda
viye başlayacaktım.
1. Dört kişilik birinci görüşme gösterdi ki Sami'nin babası oğlunun
sorunlarının ciddiyeti hakkında son derece bilinçsiz d i.
1 18
68 Ma:vısının Fransa 'daki Açılımı: Durarlarııı Yıkılması ııe Anlamın Sorgulanması
1 1 19
1
'Dosya Ötesi
Aile psikoterapisi dört yıl sürdü. Aile grubunun hepsi ve genç kız
için de bir başarı old u. Haftada bir görülen grup, ikisi de analizden
geçmiş anne baba, ağabey, kız kardeş ve genç hastamdan oluşuyor
du. Anne baba, bu çalışmada açıklananlan , anne ve baba bireysel
analizlerinde ortaya çıkmayan am a burada ortaya çıkarak her birini
yabancılaşmadan kurtaran öğeler olarak kabullendiler. Bu da dikkat
edilmesi gereken önemli bir noktadır.
Söz kon usu olan , hem anne ile baba arasındaki ilişkiyi, hem ebe
veyn oluş tarzlarını koşullandıran çifte bilinçdışı bir sözleşmeydi:
Baba tarafında; bu sözleşme dedenin kardeşleri arasında bir çocu
ğun Lerk edilmesinin hayalet varlığının izini taşımaktaydı . Ayrıca ço
cuk, çocukları taciz eden ve katil bir adam tarafından tehdit de edil
mişti. Bahada bu anı , tam bir kabus gibi bir anda ortaya çıktı ve grup
onu bu sırada destekledi . Ü ç kuşağın her biri , kendilerine göre farklı
bir biçimde, bu tip bir tekrarlanan durumu deneyimlemişti . Anlaşıldı
ki , asla doymayan bu hayaletin varlığı , aile yaşamını bedeli yüksek
karşı-yatırımlara zorluyor ve tetikte duran çocukların yoksunluklarını,
hepsini güncelleyerek açıklıyordu . Anl amını tanımlayamadıkları bir
gölge Üzerlerinde dolaşıyor, şefkatli, sevgi dolu ve ilgili bir ortama
rağmen, varlığını mantıksız davranışlarla kendini belli ediyordu.
Anne tarafındaysa, sözleşmeye kadı nsıya dair olanı yatırım nesne
lerinin dışkılaştırılmasına (fecalisation) m ahkum etme gerekliliği dam
gasını vuruyord u . Bunun nedeni, anne dünyaya geldiği sırada büyü
kannenin depresyona girmiş olmasıydı . Bu dönem boyunca, üzerin
deki tuhaf narsistik yankı nedeniyle annenin babasının bir kar
şı-yatırımı söz konusuydu, bu ortaya çıktı. Bu karşı-yatırım , yinelenen
ve ritüelleşen bir biçimde özgül bir grupsal ekonomiyi sürekli kılmış
tı. Sonrasında ailenin bütün çocukları acı çekmiş ve bu diğer kuşakla
ra iletilmişti . Bunu, savunmacı davranışlarla maskelenmiş ensestüel
bir iklimde bir çocuğun zorunlu kurban edilmesini içeren bilinçdışı
kolektif düşlem izliyordu. Genç hasta, böylece , ele alınan nedenler
yüzünden , kendini bu ikili bilinçdışı sözleşmenin kavşağında bulmuş
tu . Bu sözleşm eler hem ortaya çıkışlarını hem de dehşet verici ger
çekleşmelerini içeatma (incorporation) ile ortaya koyuyorlar, bunu
1 20
68 Mayısının Fransa 'daki Açılımı: Duvarların Yıkılması ve Anlamın Sorgulanması '
anlaşılmaz eyleme geçişlerin felaketinden sonra aile seanslarının ha
vasını hemen işgal eden bir tekinsizlik içinde yapıyorlardı.
Psikanaliz Uğraıı
Psikanaliz uğraşın , üvey akrabası olan ergen görüşmelerinde uygu
lananı üzerinde düşünmek için , değişim ve tekniğin derinleştirilmesi
üzerinde durulmalıdır. Psikanalitik alanla birlikte analistin zihinsel iş
leyişi de onunla genişledi. Eğer analist, hastanın aktarımıyla doğru
dan temastaysa, analiz ve çerçeve üzerine kendi aktarımını fark etme
siyle onun da ötesine geçer. P. Heimann ( 1 9 5 1 ) tarafından üzerinde
durulan karşı-aktarım kavramı, D.W. Winnicott, M . Neyraut, A . Gre
en , L. De Urtubey, J . L. Donnet ve R. Rousillon ' un çalışmalarıyla ge
nişlemiştir. Bu bağlamda analist, hastasının malzemesine yaklaşımda
iletişim biçimlerine duyarlı hale gelir.
A. Green "Analist, simgele§tirme ve yokluk " yazısında §öyle yazar:
"Çağda§ analitik alan iki uç arasında salınır. Bir uçta, toplumsal
"normallik ", ki bu }oyce Mac Dougall 'a, antianalizan adı altında he
yecan verici bir klinik tanımı yapma fırsatını venni.§tir. . . Diğer uçta, bi
çimsel gerilemeye ve nesne bağımlılığına eğilim göstennek gib i ortak
özelliğe sahip durumlar. . . Burada nesnenin mevcudiyeti ve yardımı ka
çınılmazdır. "
Analistin uğraşı yalnızca nevrozdaki gibi arzu sorunsalını kapsa
makla kalmaz, düşüncenin kendi oluşumunu da içerir. Ö rneğin, W.
Bion 'un çalışmaları, bu bakış açısını ele alır. Analist nesne olarak
kendi işlevini ve süreci değerlendirme yetisine sahip olmalıdır. Böyle
ce, oluşturulamayan yokluk, yani düşünce yokluğu sorunu, nesne iliş
kileri için bir veri oluşturur. Yokm uş, sessiz gibi olan , yani varolan
çerçeveye , bir öz hatta bir kaza olarak çerçeve sunulur. Böylelikle,
hassas bir sınır olan çerçevede biçimi olmayana (informe) bir biçim
katar. Bu, çerçeve içinde osmotik paylaşımlar gerçekleşir ve bağ kur
ma etkinliğinin mümkün olduğu potansiyel alan oluşturur. Her şey
sanki psikanalistler analize ve aynı zamanda yasını tutmuş oldukları
en temel figürlere aktarım içinde karanlığı ve geçişleri dikkatle ince
lemişler gibi gerçekleşir.
1
1 12 1
1
ıDosya Ötesi
Burada Freud ve Lou Andreas Salome arasındaki diyalog aklım a
geliyor. Freud 1 9 1 6 yılında ona şöyle yazar:
"Biliyorum ki yazdığım zaman, bütünün tutarlılığını, uyumu, soylu
dil§ünceleri, simgesel öğeler dediğiniz her şeyi reddederek, herhangi b ir
karanlık noktaya bütün �ığı yoğunl�tırmak için göril§ümü yüzeysel
bir biçimde sınırlandınyorum. Çünkü deneyimim bana şunu gösterdi;
tüm kendini beğenmişlik ve bu çeşit beklentiler, bilmek için aradığımı
zı bazen çarpıtma ve güzel kılma tehlikesine yol açarlar. " Ve ekler:
"Sizi her zaman izleyemem, çünkü karanlığa al�m� gözlerim, ne faz
la parlak �ığı ne de fazlasıyla geniş göril§ açısını büyük olasılıkla kal
dıramaz. "
Aynı zamanda, l 937'deki Biten analiz, bitmeyen analiz'de yazdı
ğını düşünüyoru m : " Aslında, geçişler ve aracı evreler, birbirinden zıt
ve netlikle ayrılmış durumlardan daha sıktır. "
Freud , daha önce W. Fliess'e şunu yazmıştı :
"Bizim krallığımız, arada kalandır. " Ve " Düşlerin yorumu " nda
şunu doğrular:
" İçsel algımızın nesnesi olabilecek her şey sanaldır. "
·
Bugün , yalnızca hakikat sözcüğüne değil , derinlik sözcüğüne de
öncelik tanıyorum ki derinlik, bence içsel göreceliğe ve akla, en iyi
tanıklık edendir - doğal şeyler arasındaki ilişkileri netleştirendir-. B u
içsel görecelik v e akıl, karşılıklı olarak e n derindekini, yer altı akıntı
sını anlama deneyiminden kaynaklanır. Ah ! Şu güzel Mayıs ayı !
ergenlik, ha ş kaldın ve
deği şimler·
••
DIDIER DRJEu
ÇE VİREN: ZEREN OKÇUOGLU
•
] etimin (transmission) ortaya koyd uklarıyla bağlantılı ola
rak ve Goethe'nin Faust' unun sözünü yeniden ele alarak
başkaldırının ergenlik süreçlerinin bir parçası olduğunu
söyleyebiliriz. Yine de, ergenlikteki değişimler kırk yıl ön
cesinde olduğu gibi aynı şekilde " bağlamlanmış " (contex
tualises) olarak bulunmaz . Eğer 1 968'de, katılaştırılmış
bir ataerkil toplumda baba figüründen , eskimiş bir otoriteden kurtul
mak söz konusuysa, daha sonra bahsedeceğim gibi Fransa'nın banli
yölerindeki güncel başkaldırılar bana daha çok boşluk çağına, düş kı
rıklığı yaratan bir dünyaya karşı babasal göndermeleri yeniden bul
ma arzusuna bağlı gibi geliyor.
Ergenlikte öznelleşme koşullan üzerinde sonuçlan olacak olan ant
ropolojik temelimizin değişimlerine hızlı bir şekilde yeniden değinmek
istiyorum . Kültürümüzdeki değişimlerin, ergenlik uğraşını erinlik (pu
berte) , ergenlik, genç erişkinin özdeşimsel özümlemesi gibi zor zaman
larında değişik şekilde yönlendirdiğini düşünüyorum. Bana öyle geli
yor ki her öznel kendine mal etme (cinselleşmiş beden, bireysel bir
düşünce, yeni sınırlar ve yeni düşünceleri) çabasına denk gelen öznel
liklerarası bir dinamik (mahremiyetin yeniden yapılanması, nesilselde
kendini doğurmak (auto-engendrement) ve düş kırıklığıyla yüzleşmek)
vardır. Postmodern çağımızda bu bağlantıların çoğu zaman sıkıntıda
olduğunu veya kısıtlı bir bağ] amda harekete geçtiklerini düşünüyoruz.
• 9- 1 0 Mayıs 2 008 tarihlerinde İ stanbul Psikanaliz De rııeği tarafından Galatasaray Ü ni
versitesi Fen ve Edebiyat Fakiiltesiyle oıtaklaşa diizenlenen Gençlik Ü zerine Taıtışma
lar-9 etkinliğinde sunulan konuşmanın metnidir.
•• Psikolog-psikoterapist, Caen (Fransa) Ü niversitesi öğretim iiyesi.
123
Dosya
I
Ötesi
Antropolojik Çalkantılar
68 Mayıs'ının olaylan, özellikle kırkıncı yıldönümü dolayısıyla çe
şitli tartışm aların konusu olmaktadır, çünkü Fransa'da ve birçok batı
ülkesinde savaş sonrası pozitivizm , ataerkil ve endüstriyel dünyanın
mirasıyla simgesel bir kopuşun sinyalini oluşturur gibi görünmekte
dirler. 1 968'de öğrenciler her zaman sanıldığı gibi otoriteye karşı d e
ğil, ama daha çok üniversitede, ailelerde, kadınların karşısında, vb . . .
hüküm süren bir otorite biçimine karşı ayaklandılar. 68 hareketinin
bir başka parolası da herkesi bir tüketici olmak işleyişine indirgem e
ye başlayarak gelişen tüketim toplumunun eleştirisidir. Otoriterliğin
ortaya konuluşunda kurumlardan yana önemli değişiklikler gerçekleş
tirilmiş olsa da (psikiyatri hastanesinde, üniversitede duvarların orta
dan kaldırılması , kadınların özgürleşmesi) , tüketici vatandaşın sorunu
olduğu gibi kalmıştır. İletim bağlarımızı düzenleyen simgesel me
ta-çerçeveleri ortadan kaldıran yeni öznelliksizleştirme (desubjectiva
tion) biçimleri yaratılmıştır. Benim ait olduğum kuşak koruyucu gön
dermelerl e ve babalar dünyasının yasaklarının korkusuyla büyüdü
(bu üstbenliksel d ünyanın çerçevesini ailenin babası, öğretmen ve ba
zen de papaz oluşturuyordu) . Bu duru m , inisiyatif almakta belli bir
engellenme yaşamak, yaşamına sahip çıkmak, ama aynı zamanda da
varlığını kanıtlayacağın projelerde var olacağın zaman ise hiç olmazsa.
bir kararsızlık demekti. " Ne yapabileceğini daha sonra göreceksin "
yani zamansallığın yerine bugün; " yeteneklerini kanıtlamayı bildiğin
ölçüde istediğini yapabilirsin " geçmiştir. Toplumsal yaşamda sınıf sa
vaşları varoluşsal, narsisistik kırılganlığımızı gerginleştirecek biçimde
yer savaşları tarafından devrilmiştir.
Bu köklü değişimlerin ergenlerin dünyasını şeyleştirmeye ittiği gö
rülmektedir; bazı meslektaşlara göre toplumumuz " ergen merkezli "
hale gelmektedir. (Huerre, 1 997; Anatrella, 1 988) .
Böylece toplumsal tasarımlarımızda ergenliği sınırsız bir zamana
yerleştirerek bir gençlikçiliğe gönderme yapıyoruz, böylece onları ki
mi kez genç kahramanlarımız kimi kez günah keçileri yaparak iletim
deki sıkıntıların potansiyel sorumlusu olarak görüyoruz. Acaba lisede
ki gençler onlarla örneğin bağımlılıkla ilgili riskler gibi ergenliğe geçiş
konusu konuşulduğunda ne diyorlar? 68'in genç yetişkinlerinin tersi-
1 24
Ergenlik, BG.§kaldırı ve Deği§imler ı
ne, ergenler bugün daha fazla yardım talep ediyorlar. Boşluk çağı
karşısında tedirgin olarak ve liselerde uyuşturucu trafiği yerleşirken
sınırlan yeniden güçlendirmemizi bize salık vermektedirler. Aynı şe
kilde , öğrencilerimiz profesyonel yaşamın belirsizliği karşısında, dip
loma teslimin törenlerinin yeniden yapılm aya başlanması için bizi teş
vik ediyorlar. Bu örnekler, dünyamızda simge �eğeri alamayan geçiş
törenlerini yeniden oluşturmanın gerekliliğini değil, ama simgesel ola
rak daha " belirli " bir dünyanın yeniden oluşturulması gerektiğini
gösteriyorlar, Böylece zamansallık ve sınır değişim ve bağış-karşı ba
ğış (don/ contre don) tarafından belirlenen kuşaklararası ilişkilerde
simgeleşebilir (Mauss, 1 92 5) .
Aile evreninde , Roma hukukundan miras kalmış bir model olan
ataerkil aile , yerini bazen birkaç bireye indirgenmiş, daha demokra
tik ve aynı zamanda da daha belirsiz (örn . yeniden oluşmuş aileleri n ,
boşan mış ailelerin çocuklarının öyküleri) olan çekirdek aileye bıraka
rak neredeyse kaybolmuştur. Bağlar ve genelde iletim, zamanın ge
rekliliklerine uyan daha esnek anlaşmalarla gerçekleştirilmektedir.
Ayrıca, hücre ailenin bir soy işlevine sahip olmaktan çok, kimlikleri
ve kendi n ormlarını üretimi işlevi vardır. Demokratikleşme ve birbiri
ni izleyen sözleşme benzerlerinin oluşumu ailevi yaşamı giderek daha
fazla düzenlemeye çalışmaktadır. Yine de, bu yeni düzenlem e biçim
leri örneğin anne babalar arasında bir eşitliği var saymakta ancak bu
her zaman olmamaktadır, hele anne babalar toplumsal şiddetle baş
etmek zorunda kaldıklarında kendileri köklerinden kopmuşlarsa veya
travmatik bir mirası taşıyorlarsa.
Bu yüzden toplumsal gerilimleri ailenin tam ortasında, bazen ebe
veynlerin kendi aralarındaki bağımlılık davranışlarında ve özgürlük
istekleri ve tutarlılıkları arasındaki zıtlıklarda görebiliriz. Ailenin için
de yer alan iletim modelimiz hepimiz için daha çok bir kendini ger
çekleştirme biçimi arayışına, farklılaşmanın olumlanmasına doğru yö
nelmektedir. Yine de, bazı açılardan toplum umuz, hiyerarşik ve ata
erkil bir mantığa dayanmaktadır. (örn . kurumlar ve bir tür otoriteye
yeniden dönüş eğilimi) . Seçkinler Fransa'nın banliyölerindeki ergen
lerin sorunları karşısında örneğin anne babaların sorumsuzlukların
dan veya hareketsizliklerinden söz etm ektedirler ancak bazı m ahalle-
i
1 125
! Dosya Ötesi
1 261
Ergenlik, Ba§kaldırı ııe Deği§iınler ı
çocukluğun narsisistik, regresif otoerotizminden kurtulma potansiyel
lerini yıpratırlar.
Çoğu kez bu çocuklara, travmatik bir soy bağlamında yaralanmış
olan ebeveynsel bir narsisizm nedeniyle, kurtarıcı bir görev verilmiş
tir (Guyotat , 2005; Drieu, 2 004) . Böylece ayna oyunları, düşselarası
yankılanışlar, ebeveynsel karşı-erinlik, kuşaklar arasında bir farklılaş
mamışhğı n oluşmasına katkıda bulunarak ebeveynler ile çocuklar
arasındaki karşılıkl ı etkileşimi etkiler ve ergenlik çağındaki gerilimin
tırmanışını besler.
Bu bağlamda, cinsellik deneyimini özümlemek zor olacaktır. Ken
dilerini kız ya da erkek olarak yeniden oluşturabilmek için narsisistik
devamlılığı bir ölçüde korurken çocukluk yatırımlarından uzaklaştır
maları gerekir. Bu da, ebeveynlerle olan gerçeklik ve bütünleyicilik
ilişkileriyle , aynı cinsten yaşıtlarıyla olan ilişkilerinde karşılaştıklarıyla
ve nihayet aşk deneyimiyle gerçekleşir. Bu hedefler ergenin kırılgan
lık deneyimleri , kendine güvensizlik, kararsızlık ve ergenlikte kadınsı
deneyiminin metaforu karşısında kendini güvencede hissetmesini sağ
larlar. Erkek çocuk için kazanma arzularına şefkati ekleyebilme, genç
kız için ise kendi derinliğini , kendindeki kadınsıyı deneyimlem esi söz
konusu olacaktır. Ebeveynlerle tartışmalar, yaşıtlarla mesajlaşm alar
bunların hepsi ergenliğin başındaki zorlu deneyimleri uzakl a ştırma,
arındırma çabasının sonuçlandır. Yine de, cinselliğin bütünleşmesi
ancak çocuksu geçmiş çok önemli bir müdahale, bir zorlama, bir nar
sisistik baştan çıkarma, bir narsistik travmanın ağırlığı ve bir " trav
matik soy karmaşası " nın ağırlığı altında ezilmiyorsa olasıdır (Drieu ,
2003) . Aynca, aynı cinsten ebeveynle olan bağın bütünleşebilmiş ol
ması ve ruhsal yapılanmanın zor zamanlarında yenilenmiş olarak b u
lunm ası gerekir. ( İlk ayrılma bireyselleşme süreci, Ö dip, ergenlik)
Ailevi değişimler ve kuşaklararası farklılaşmama, genelde ergenin
ve ebeveynlerin başka şekilde bağlar bulmaları, daha yansız özel
alanlar düşünmeleri gerektiğinde kendilerini yalıtılmış ve yoksun his
setmelerine yol açar. Banyonun meşgul edilmesi ve okul çıkışınd a
unutulan randevular konusundaki çekişmeleri, ergen tarafından sonu
" kapıların vurulmasına " na varan dışarı çıkışma pazarlıklarını, ebe
veyn kendi narsisistik kırılganlığı ve terk etme düşlemleri nedeniyle
1 127
1
/ Dosya Ötesi
1 281
!
Eıgenlik. Ba§kaldırı ııe Deği§inıler l
zieu , 1 9 7 5 ; Chapelier, 2000) . Burada grupsal terapötik sürecin iş1 e
yişinde, bir şekilde terapiste (ya da terapistlere) karşı bir karşı grup
oluşturarak kargaşa içinde çalışm aya koyulan ergenler söz konusu�
dur. Ergenler, bu kişinin kışkırttığı birincil sahnenin düşlemlerine ve
gruplaşmanın harekete geçirdiği ettiği gerilemeye tepki verirler. Grup
bağlamında, birincil sahne ve oedipe karmaşaya dayanan ailesel dü
zenden dayanak almalarının olanaksızlığı içerisinde ol duklarını göste
rirler. O nedenle, akranlık ve cinsiyet farklılığından yola çıkan bir
gruplaşmayı yeniden düzenlemeye çalışırlar (önce çiftin işleyişi , son
ra benzerin ve son olarak da karşı cinsle) Ancak terapistlerin depre
sifliklerinin ağırlığını ve sağ kalabilmelerini deneyimledikten sonra
kuşak farklılı klarının sonuçlarını yeniden değerlendirebilirler.
Ergenlik işleyişinde bu kendi kendini doğurma düzeneklerine er
genin kendi düşünce biçimini sahiplen mesi gerektiğinde de rastlıyo
ruz . Aile içi grupsallığa çok dahil yatırımlarını dön üştürebilmek için ,
çünkü bunl ar kalıtımın narsislik yatırımların yükünü taşımaktadır,
toplumsa] gruptan veya yaşıtlardan kendini farklı kıl mak zorunlu hale
gelir. y alırımların seçimi kendi kuşağının beklentileriyle daha uyum
içinde olan yeni özdeşiml eri düzenler (Keslemberg, 1 963) . Orta öğ
reni min sonundaki gençlerde görülen ani ilgi ve yatırım değişimleri
bu şekilde anlaşılabilir. Duygusal, ikili, homo-erotik ve heteroseksüel
ilişkiler bir şekilde daha kuşaksa] idealler ve ikincil bir ailesel hücre
ye yat�rım yapma olasılığını ortaya çıkarır.
Ancak, iki olumsuz olasılık vardır. Ergen, kendisini doğrulayıp
farklılaşamaz , çünkü özümsenmemiş temel bir travma karşısında ço
cuksu bir duruma yapışık kalmaktadır. Böylece, aşırı koruyucu bir
aile ortamında anoreksik sorunlar ya da önemli bir depresif engellen
me yaşayabilir. Bugün bu durumlara, intihar girişimleri ve yem e dav
ranışındaki bozukluklarla kendini gösteren ergen başvurularında rast
lıyoruz. Tersine, daha geleneksc!l ailelerde, narsisistik ve travm atik
bir soy biçiminin kalıtımından dolayı kendini ifade etme karmaşık
olabiliyor. Daha önce neredeyse psikotik davranışları olan ergenlerle
karşılaştım . Bunlar Türkiye'de sıklıkla görebileceklerinize benzer bir
şekilde , modernlik ve gelenek arasında pusulasını şaşırmış bir aile or
tamı karşısında soyzinciri ilişkilerini kavramakta güçlük çeken · ergen-
129
! Dosya Ötesi
130
Ergenlik, Ba§kaldırı ve Deği§iıııler
11 31
i
1
IDosva Ötesi
1 .
sorunlarının arttığını göstermektedir; ülkem çok genel bir kötümserlik
le ve gerilemeyle damgalanmıştır. O nedenle her altı gençten biri , yal
nızca coşkulu cumartesi akşamları değil ama çoğu kez haftada üç ke
reden daha fazla yapılan birtakım vahşi kutlamaların, " partilerin " , sa
hici dibe vurmaların bağımlısı olmaktaydı. Yine aynı ankete göre , bu
gün bu gençler toplumsal bölünmeleri aşabil mektedirler. Zengin genç
ler ise ünlü okullardaki sıra kavgaları ve kuşaklararası bağların zayıflı
ğıyla damgalan mış maddi zenginlikteki bir dünyada yalnızlıklarım
un utmak için bir tür doping arayışına girmektedirler. Diğer uçta, top
lumsal olarak en eğreti olanlar, yani banliyö çocukl arı başarısızlık
döngül eri ve utanç karşısında var olmaya çalışmak için riskin merdive
nine tutunmakta ve çoğu zaman şiddetin uygulayıcıları olmaktadırlar.
Her ne olursa olsun , yatırımsızlık ve kendi kendine duyumsallık
(auto-sensorialite) yaratmanın tırmanmasına yol açan bir imgesel karşı
sında büyülenmeyle karşılaşıyoruz. Bağımlılıkla çözümleme ikinci gizil
dönemim farklılaşma uğraşının aleyhine gelişerek anne babanın ideal
sizleştiril mesini ve henüz hala çok megalomanyak olan projel erinin ol
gunlaşmasını engelleyerek üstün gelebilir. Bu kendinden geçme (exta
se) davranışları ölüme meydan okumak ve bağları ve ayrılığı simgeleş
tirmeye yarayan kültürel nesnelerin yetersizliğine karşı koymak için et
kin bir şekilde aranmaktadır. (Le Breton , 1 99 1 ) . Eğer bu gençlerin en
kırılgan olanları bedenlerinin acısında sınırın deneyimini yaşamayı arı
yorlarsa, (kendini sakinleştirici davranışlar) uyarıl maların yoğunluğu ve
öznenin ikincilleştirme potansiyelleri arasındaki denge bozulduğunda,
içe almanın şiddeti ve risk daha büyük olur. Böylece, kendi kendini
duyumsama ve uyarılma arayışı, aynı zamanda depresif potansiyeli de
güçlendirerek zihinselleştirilmiş davranışlarına üstün gelebilir.
Bana öyle geliyor ki , yoğunluğun kural çiğnemenin heyecanı üzeri
ne galip geldiği sınırla bu uç deneyim gençlerin aylaklığıyla artmakta
ve 2005 Sonbaharındaki banliyö başkaldırıcılarımn umutsuzluğunda
ve hatta 2006 da yeni çalışma yasasına karşı çıkan gençlerde artarak
görülm ektedir.
Bugünkü İsyanlar
Mahall e etkinlikleştiricilerinin (anim ateur) formasyom,ıyla ilgili bir
Ergenlik, Ba§kaldırı ı>e Değ4iınlerı
kuruluşun oluşumunda görev almış old uğumdan 2005 Ekiminin so
nunda Clichy Sous Bois'da 1 iki gencin kazara ölümünün neden old u
ğu ayaklanm alardan sonra oluşturulan bir çalışma grubu ve Paris
banliyösünün bazı semtlerinde çalışan toplumsal aracılar tarafından
arandım . Durumun gösterdiği gibi bu karışıklıklara karışan gençlerin
isyanlarda ortaya koyduğu travmatik kırılganlık birikiminin genel ola
rak farkındaydım . Bu gençlerden bazıları çete liderleri tarafından el
altından kışkırtılsalar da, diğer bazıları bir öğrenim sistemine veya çı
raklık eğitimine iyice uyum sağlamış gibi gözükseler de, çoğu suça
bağlı utancın neden olduğu um utsuzluk yaşantılarını sırtarlında ağır
bir yük olarak taşıyorlardı. Kendilerini polislerin sık sık yaptıkları
kontrollerden ve köklerinden kopmuş olmaktan dolayı aşağılanmış
hissediyorlardı. Bu göçsel travmanın ve bir travm atik mirasın (trav
matik soyzinciri) sonucuydu. Bu çalışmalar sırasında, babaları içi n ,
2
b u " tanınmayan askerler " için, intikam diye bağırarak CRS ve polisi
tedirgin eden " yeni harkiler" diye adlandırılan küçük bir genç grub u
için aracı rol oynamak zorunda kalmış iki etkinlikleştirici tarafından
anlatılanlar beni özellikle etkiledi (Drieu , 2 007) .
Harkiler, kökenlerinde 1 956 ile 1 962 arasında Cezayir savaşında
Fransız ord usuna yardımcı ol mak için belirli durumlarda çoğu zaman
taraf tutmak zorunda kalmış genç Cezayirlilerdir. Fransız devleti tara
fından her hangi bir hazırlık olmadan , Evian 3 anlaşmasından hemen
sonra apar topar Fransa'ya getirilmişler ve önce yıllar boyunca transit
kamplarının güvenilmezliğini yaşayarak sonra da özellikle otomobil
fabrikalarının lojmanlarına ve banliyönün işçi mahallerine yerleştiril
mişlerdi . l 954'ten beri Fransız kamuoyunun büyük bölümü onları
Nazi işbirlikçileriyle özdeşleştirmektedir. Cezayir asıllı göçmenler için,
harkilerin çocukları; Fransızlara satılmış babalan nedeniyle vatan ha
inlerinin oğullarıydılar. Lanetlenmiş insanın durumu ortak düşlemde
öylesine köklenmiştir ki, harkilerin özgün kimliklerinin temellerinden
birini oluşturur. Bu konudaki sessizlik harkiyi çifte utanç duygusunu
deneyimlemeye iter: verdiği sözün ( engagement) bıraktığı ize bağlı
1 Paris'in kuzeyinde özellikle Arap ve Afrikalı göçmenleıin oturdukları banliyö semti (çe
virenin notu) .
ı Fransız çevik kuvvet polisi (ç. n . )
"
Evian anlaş masıyla Cezair'in bağımsızlığı Fransa tarafından taııııı mıştır (ç . n . ) .
133
!Dosya Ötesi
utanç ve onu üstüne alamamanın utancı. Birçok nedenden dolayı bu
babaların bir bölümü susmayı, diğerleri ise alkole ve aile içi şiddete
sığınmayı tercih etmişlerdir. Burada ilişkilerle ilgili olanın ötesinde,
kimlik oluşumunun ta kendisi için bir sorunsal söz konusudur.
O halde harkilerin çocukları ağır bir sessizlikle belirgin bir geçmişi
tartışılmalı bir kimliğin mirasçısı olarak taşımaktadırlar. Kimi zaman
saygı duyulan , kimi zaman nefret edilen , kimi zaman ise yadsınan ta
rihsel bir bağlamın tekrar ortaya çıkışıyla karşı karşıyadırlar. Göç
menleri n tersine harkiler, aidiyetlerinin temellerini, birbirini tamam
layan özdeş iki nirengi noktasının, kökenlerinin ülkesi ve onları ağır
layan ülke , bir arada yaşaması üzerine meşru olarak dayandıramadı
lar ve zaten dayandıramazlar. Bana anlatılan olaylar arasında özellik
le Cezair savaşına gönderme yaparak gerçekleştirdikleri suçlar ve bir
polis arabasının yakılması nedeniyle tutuklanan üç genci düşündüm.
Hepsi harkil erin çocukları ya torunl arı olan bu üç genç suçlandıkları
olayları yadsımadılar ama polislerin ve yargıçların karşısında başka
bir öykünün kahramanlarıymış gibi çıktılar. Aralarından 1 5 ve 1 7
yaşlarında olan ikisi, harkilerin torunlarıydılar, büyükbabalarının dış
lanmışlığı ve babalarının alkolizmi , işsizliği ve toplumsal güçsüzlüğü
ile damgalanmış olan iki kardeştiler. Bir hayli Fransızca olan adların
taşıyıcıları olarak, bir tarihsel görev ve bir uyum kaygısı arasında bo
calamış gibi gözükmekteydiler. Ayaklanmalardan çok önce , eskiden
büyükbabalarının yaşamış olduğu komando ortamını yoğun şekilde
anımsatan geçiş deneyimlerini eyleme geçirip tehlikeye atılırken , ken
dilerine C ezayirli kökenlerini daha fazla anımsatan başka adlar veril
mişlerdi. 2 7 yaşında, kendisi harki oğlu olan çetenin üçüncü genci,
Fransızlaşmış üv ey erkek kardeşlerinin tersine bir ilk evliliğin meyve
si olarak Magrepli bir adın taşıyıcısıydı .
Burada, içinde oldukları kimliksel ve kültürel belirsizlik, babaları
nın soyundan gelen yabancılaştırıcı özdeşimleri ve travmatik şiddetin
yükünü sürekli bir şekilde yeniden canlandırır gibi gözükmektedir.
Bu ayaklanmalara katılan tüm gençlerde çoğu zaman görüldüğü gibi
davranışları düş kırıklığına karşı savaş biçiminin kanıtı olmaktadır:
1 34
Ergenlik, Ba§kaldırı ve Deği§imler
1135
Dosya Ötesi
Kaynakça
Anatrella T . , lnternıinables adolesceııces - les 1 2/30 aııs , Cerf/Cujas, Ethique et societe ,
1 988.
Anzieu D . ( 1 9 7 5 ) , Le groupe et l'inconscient - L'imaginaire groupal , Paris , Dunod,
2 t-ı ı ı e ecl . , 1 98 2 .
Bizouard E . , L e cinquieme fantasnıe Auto-engeııdreıııent et iıııpulsion creatrice, Paris ,
PUF, Le Fi l Rouge, 1 9 9 5 .
Chapclier J .-B . (d i r . ) , L e lien groupal d l 'adolescence , Paris, Dıınod , 2000.
D rieu D., Genvresse P . , Anorexie nıentale et troııbles d u fonctionneıııent faıııilial,
L 'Evoluıioıı Psychiatrique , vol. 68, n° 2, 2003 : 249-2 5 9 .
Drieıı D . , Les e nıpreintes traumatiques en jeu dans l e s tentatives de suicide a
l' adolesccııce, Perspectives Psychiatriq ues, 4 3 , 2 , 2004: 1 30- 1 36 .
Drieu D., Autonıutilations, traumatoplıilie . et eııjeux traıısgenerationnels a
l' adolescence, Adolescence, 2 2 , 2, 2004: 3 1 1 -3 2 3 .
Green A . , L e travail d u negatif, Paris, E d . du M iııuit, 1 99 3 .
Guillaunıin J . , A dolescence e t deseııchantenıeııt , Bordeaux, L'e � prit d u temps, Coll.
Perspectives psychanalytiques, 200 1 .
H ııe rre P. ( l 9 9 7 ) L 'adolesceııce n 'existe pas , reed . , Odile Jacob , 2003 .
Kcste ıııberg E . , L'identite et J ' identification chez l�s adolescents, problenıes theoriques
et techniques, Psychiatrie de l 'eııfaııt , 1 96 2 , 5-2 , V : 4 4 1 - 5 2 2 .
L e Breton D . ( 1 99 1 ) Passions du risque , Paris, Metailie, Coll. Traversees, 4 e m e ed . ,
2000.
Marty F. , La latence dans l'adolescence avec A . Green, Adolesceııce, Paris, GRE U P P ,
1 99 9 , 1 7 , 1 : 1 0 1 - 1 1 0 .
Marty F., (sous la direction de) Lejeune delinquant , Paris, Payot, 2002.
Mauss M. ( 1 9 2 5) Essai sur le don, Sociologie et A ııthropologie , Paris, PUF, 1 96 8 .
Parıııan, T . , " Du grand-pere a u petit-fils: J'histoire de fam ille turque " CiLA
2007-2008 konferansları çerçevesinde 1 0 Ocak 2007 'de Geo rges Heuyer
Kliııiği'nde yapılan konuşma (basılnıamış , ıııetin) .
Zanello F. , D rieu D . , Au-dela des etats lim ites et de quelques aııtres principes - Le
Border !ine dans la clinique des enfants et des adolescents, Evolution
Psychiatrique , soumis 2008.
Winnicott D .-W. ( 1 96 3 ) , La crainte de l'effondrenıent, La crainte de l 'effondrement et
autres situations cliniques, tr. fr., Paris, Galliınard , NRF, 2000.
•
summarıe s
Trans/erence and iıs Dynamics / RtJ§it Tükel
Transference is Freud's ter m , comes from the very begi n n i n g of
psychoanalysi s , and is a core an d essential concept. As with m an y of
Freud's theoretical discoveries, his elaboratİons of the concept of
transference were attem pts to understand the causes of n e urosi s .
Transference in İts widest sense is regarded a s a universal pheno m e n o n i n
interpersonal relationships . in its restrİcted sense, transference i m plies a
specific relationship of patient to psychoanalyst, especially as revealed İ n
the so-called transference neurosİs . Thİs paper presen ts some
consİ d eratİons on t h e dynamics of tran sference a n d t h e part i t plays i n the
psychoanalytic process .
1
113 7
1
Dosra Ötesi
1 38
Summaı-ies ı
object. it appears m ost of the ti m e , in m o m ents where the an alytical
process leads to fragile zones of narcissistic natu re. The negativati n g
motions are essentially related to Agi eren (ac t) and to repetition
com pulsion . This modality of negativity is related to destructivity as the
expression of death drive.
139
ıDosya Ötesi
democracy, the 11 m ulti- cultu rally 11 , the ecology, the h u m ani tarian
organizatio n s , the self-man agement. This revolt which was if transform ative
in the heart of societies İt has i ts equivalent İn the s u bject on the occasi o n
o f İls own İden tical crisis which realİzes i t s adolescence?
The subj ect of the psychoanalysis is subj ect of an inheritance and a
distance which it İntroduces into what İt recei ves . To possess hi m , the subject
owes win this in heritance. it is İt the expeıiment of the 11 subjectivation 11 • The
fırst space of the sociability is the family space. i t i s fro m h i m that can weave
a creative reality widened for the child and of the teenager without riskİng to
create an exclusİon because of outside concepts too foreign to the universe of
the chİld and his family.
The whole long-term job is led İn a reference to the psychoanalys i s .
Study o n i tself Lhe arisen of t h e defenses or the w o r k of undermining of Lhe
thought which appears b ecause of the fears Prİ m i ti v e fears or obstacles of
capaci ties is in the heart of the step of the psychoanalyst. Live what could
ham per and facilitate the establishment of the nearn ess or the contact i n
the psychic sense o f the term i s essential becau se this one i s Lhe condition
for the integration and the symbolization.
1401
haberler • duyurular
Uluslararası Psikanaliz Birliğinin Türkiye 'deki ilk etkinliği
COWAP'ın 1 0 . kuruluş Yıldönümü dolayısıyla gerçekleştirildi
Uluslararası Psikanaliz Birliği Kadınlar ve Psikanaliz Komi tesi n i n (CO
W A P) onu ncu yıl ı nı kutlamak üzere , Türk Psi kanaliz Çalışm a Gru b u ile b i r
li kte B ilgi Ü n iversitesi , Santralistan b ul ' d a 2 4-2 6 Ekim 2 00 8 ' d e " An neli k
Üzerine " b aşlı klı b i r etkinlik düzenlend i . Uluslararası Psi kan ali z B i rliği ' n i n
Türki ye ' d e d üzenlediği bu i l k etki nli kte analistler , analist adayları , profes
yoneller ve öğrenciler tarafından yoğun bir ilgi toplad ı . Avru pa ve A B D ' d e n
çeşitli psikanal i t i k ku ru m u na m e n s u p psikanalistler klinik atölyelerde sunu
cu , tartı şm acı ve b aşkan olarak yer aldılar ve Türkiye'den katılı mcılarla kli
nik bir d iyaloga girebildiler. Bazı klinik atölyelerde ise Türk Ç alışma Gru
b u ' ndan analist adayları olgu sunarak etki n bir rol oynadılar . B öylelikle ko
nuk analistler Türkiye' deki genç analistleri tanı mak fı rsatı nı elde ettiler.
2 4 Eki m C u m a gü n ü Sylvie Faure " K adın daki çocuk arzusu sadece pe
nise h asedin i kamesinden mi i barettir? " b aşlıklı bir konferans verd i . Tartış
macı J ordi Sala'ydı . Sylvie Fau re ' a göre, Freud l 9 2 5 ' d e yazdığı " Ci n siyet
lerarasındaki Anato m i k Farkı n Bazı H u h sal Sonuçları " adl ı metninden b aş
layarak, kadınlık kuramı nda epistemoloj i k bir kır ı l m a yaratmıştı r . Oysa
l 9 2 5 ' d en önce, Freud küçük kızın babayla olan ilişkisindeki kad ı n sılığı
vurgulam aktaydı. Sylvie Faure kıs ı rlığa ilişkin soru nlar yaşayan hastaların
ru hsal i şleyişiyl e , 1 92 5 'den sonra Freu dcu kura m d aki " kadın " versiyonu
arasında b i r b enzerlik saptar. Her i kisinde egemen olan inkar m ekan i z m a
sıdır. Her iki tür kadın annelerine çok fazla bağlıdır ve baba ru hsal yaşam
lan n d a etki l i değildir. Kısırlık soru n u yaşayan hastalar, annedeki eroti k
yönl e rle ve o n u n kadınsılığıyla özdeşleşem ezl er ve anneye bağı mlı ol m am a k
i ç i n bir çocuk isterler. Ama bilinçdışı s aldı rganlıklarına ilişkin şiddetli yan
sıtmalar, geb eliği i m kansız kılar .
J ordi S�a'ya göre ise, her kadının benlik idealinin doğu r m aya ve cin s el
doyu m a ilişkin olmasıyla, kısırlık soru n u yaşayanlar için bu den eyi m i n trav
m atik olm ası kaçınıl m azdır . Bu yüzden tah am m ül edilemez bu boşluğ u ,
si m gesel olarak penisi n ikamesi olabilecek b i r nesn eyle doldu r m aya ç alışır
lar. Jordi Sala " zihi nsel kısı rlı k " düşüncesiyle, bu tartışmaya ilginç b i r bo
yu t kattı . B u d u r u m d a kadın kendi yaratıcılığına dair bir inanç taşımaz ve
de b aşarısı zdır. Kısırl ı k soru n u olm ayan kadınlarda ise; penis erkeksi bir
özell i k taşı dığı için her şeyin üstünde arzu edilen bir nesne olarak değil de,
çiftin b i rleşmesinin somut bir ifadesi olduğu için haset kaynağı h aline gele-
141
Dosya Ötesi
bilir . Melani e Klei n , Ernest Jones, J oan Riviere , J anine C hasseguet-Sm i rgel
gi bi analistler Fre u d ' u n penise haset teri m i n i sorgulayarak, çiftin erotik b a
ğını ve aşkı v u rgulamışlard ır .
2 5 Eki m C u m artesi günü Anat Palgi " Psi kanalizde Bir Ö z n e Olarak An
ne Soru nsalı " adlı bir konferans sund u . Freudcu kuramda ve genel olarak
psikanalitik kuramd a annenin bir nesne olarak ku rgulandığı için öznelliği
nin in kar edildiğini ileri sürer. Anne çocuğu dışında am açları olan bir özne
olarak göz ö n ü n d e b ulundurulmaz. H ayat veren anneye olan evrensel borç;
yoğun b i r şekilde i n kar, bastırma ve yarıl m a m ekani zmalarına yol açar. Tu
tan , destekleyen annenin önem ini vu rgulayan Wi nnicott bile, annenin bi
linçdışını ö n e m s e m e mişti r . Anat Palgi , J essica Benjamin'in " karşılı klı tanı
m a " (mutual recognition) kavramına önem verir. Anneyle çocuk arasın d aki
karşılıklı tan ı m a, ruhsal yaşama öznelliklerarası bir boyut katar. Benj a
min ' i n yapıtı ; anneliği topl u msal cinsiyet açısı ndan yeniden kavramlaştır
mak isteyen C hodorow, Bernard , Benedek, Kestenberg, Langer, Chassegu
et-Smirgel , lrigaray , Cixous, Kristeva gib i analistlerin kolektif çabaları n ı n
bir ü r ü n ü d ü r .
Anat Palgi ' ye y a n ı t oluştu ran .Jacqueli n e Godfri n d ' i n metninde ise " öz
ne " soru n u sorgulan m ıştı r . Bu teri m fen o m e noloj i k ve ru hbilim sel anlam
lar taşıyabildi ği ölçüde risklidir. Godfrind özne yeri n e , an neliğe özgü psi
kan alitik nitelikl e r düşüncesini tercih eder. B u ni telikleri de belirleyen ;
hem narsisistik h e m de nesne ilişkileri açısı n d an varolan dengeyi al t ü s t
eden temel b i r kri zdir. Yeni kimliği oluşturmak b i r ö z ü m l e m e sürecini ge
rekti ri r. A n n eliğe özgü bilinçdışı mekan i z m alar v e fan tezileri inceleyerek,
b u dönemde kadı nlara özgü psikanalitik nitel i kl e ri saptamak m ü m kü n d ü r.
Annenin öznelli ğine başka bir yaklaş m a şekl i d e onun kadınsılığı n ı , yani
eroti k yatırı m ları n ı , çocuksu ci nselliği ni i ncel e m ekti r . B u da annelikl e ka
dınsılı k arası n d aki b ağları incelemeyi gerektirir. Etkinlik b oyunca yer alan
diğer tartı ş m alarda da Freudcu metapsikoloj i ye özne kavramının katmanın
gerekliliği üzeri n d e d uruld u . Çünkü özne kavram ı psikan alitik kura m ı n dı
şında b ır akılm ış tı r . Annenin bir özne olarak ele alı n m ası; anneliğe ilişkin
olanla kad ı n sılığa ilişkin olanın ayrışm ası anl a m ı n a gelir. Kadınsılık o n u n
erotik yaşamını içeri r .
Yoğun katıl ı m ı n old uğu etkinlik 2 6 Eki m Pazar günü yapılan ve tü m ko
nuşmalarla atölye ç alışmalarının değerlendi rildiği bir oturumla son buld u .
ELDA ABREVAYA
1 421