You are on page 1of 125

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI

MEDENİYET ÂLEMİNDE YAZI


VE
İSLÂM MEDENİYETİNDE
KALEM GÜZELİ
III. Kısım

Yazan
Mahmud Bedreddin YAZIR

Neşre Hazırlayan
Ecz. Uğur DERMAN

GAYE MATBAACILIK A.Ş. ANKARA 1989


DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI No : 277

Bu eserde, merhum Mahmud YAZIR'ın seçip


yerleştirdiği mahdud sayıdaki resimler dışında

Adil ARIKAN (merhum)


Mustafa DÜZGÜNMAN
Hasan Âli GÖKSOY
Kâzım ZAİM

tarafından muhtelif zamanlarda çekilmiş olan


fotoğraflardan istifâde edilmiş, kitabın sahife
tertîbi Osman ÖZÇAY eliyle gerçekleştirilmiştir.

ISBN 975-19-0051-4

Yayın Hakkı (Copyright) : Diyanet İşleri Başkanlığı

"Bu eser, Din İşleri Yüksek Kurulu'nun 11.6.1987 tarih


ve 96 numaralı mütalaasıyle yayımlanmıştır."
MEDENİYET ÂLEMİNDE
YAZI VE
İSLÂM MEDENİYETİNDE
KALEM GÜZELİ
BAŞLIK'LARA GÖRE

ALFABETİK FİHRİST

Sahife

A E
Aks-i Hayal 315 Elif 344
Ayın 350 Estetik Bir Yazının Doğuşu 320
Ayn 365
F
B
Fâ 351
Bâ' 346
Fotoğraf Usûlü 315
Bazı Misâller Üzerinde Kritikler 367
Bir Kritik 307 H
Bölme İğne 316 Ha 363
Bu Üç Mebde'in Tahlîlî îzahı 323 Hâ' 355
Bünye Dışı Unsurlar 340 Hâ' 363
Bünye İçi Unsurlar 339 Hareke 360
Hareket Gâyesi 322
C Hareket Mebde'i 321
Cezimli Tirfil 364
Hareket Sahası 322
Cezm 362 Harflerin Tarif ve Talimleri 343
Cim 347
Hemze 363

Ç İ
Çizgi Yazıların Tashîhi 306 İç İğne 316
İltikaaî İttisal 342
D İltisâkî İttisal 341
Dal 348 İnce Yazıların Tashîhi 299
Dış İğne 316 İşâretlerin Târîf ve Talimleri 358
VII

5 —Tenvin 362
6 — Med 363
7 — Hemze ..... 363
8 —Sıla 363
II — Mühmel (Noktasız) Harf İşâretleri 363
1 — Hâ 363
2 — Sin 363
3 — Sad 363
4 — Tâ' 363
5 — Ayn 363
6 — Kâf 363
7 — Mim 363
8 — Ha 363
III — Tezyin İşâretleri 364
1 — Ufak Tırnak ..... 364
2 — Kalın Tırnak 364
3 —Ters Tırnak 364
4 — Tirfil 364
5 — Tırnaklı Tirfil 364
6 — M i m l i Tirfil .... 364

7 — Cezimli Tirfil 364


8 — Yuvarlak Nokta 365
H — İşâretler Hakkında Bazı Artistik Tavsiyeler 365
K — Bazı Misâller Üzerinde Kritikler ... 367
IX
İşâretler Hakkında Bazı
Artistik Tavsiyeler 365 Sad 349
İttisal ve İnfisâl 340 Sad 363
Sıla 363
Silkme, Çizme ve Doldurma 317
Kaf 352 Sin 349
Kâf 352 Sin 363
Kâf 363 Sülüs Kalemi 325
Kalın Tırnak 364
Kalın Yazıların Tashîhi 300
Kalıp Yazıların Tashîhi 303
Şedde 362

Lâm 353
Lâm - Elif 357 Tâ' 350
Tâ' 363
Ta'lîk Kalemi 334
M
Tashihli Yazmak 296
MECAZÎ YAZILARIN YAPILIŞI 312
Tashihsiz Yazma 293
Med 363
Tashih Usulleri 299
Mim 355
Tenvin 362
Mim 363
Terkîb Metodları 324
Mimli Tirfil 364
Terkîb Unsurları 339
Muhakkak Kalemi 328
Terkîb ve Tahlil Mebde'leri 321
Murabbaât (Satranç) Usûlü 314
Ters Tırnak 364
Mühmel (Noktasız) Harf İşâretleri 363
Tezyîn İşâretleri 364
Tırnaklı Tirfil 364

N Tirfil 364

Nesih Kalemi 326


Nokta 359 U
Nûn 354 Ufak Tırnak 364

U
ÜÇÜNCÜ KISIM (AMELÎÎZAHLAR).293
Okutma İşâretleri 359

R Vav 355
Ra' 348
Reyhâni Kalemi 329
Rıkaa' Kalemi 331 Yâ .. 357
X

Yazı Büyütme Usulleri 312 Yazı Taklid Etmek 310


Yazı İğneleme Usûlü 315 YAZMA ÇEŞİTLERİ 293
Yazı Kopya Etmek 309 YAZMANIN ARTİSTİK ÎZÂHI 320
Yazının Tohumu 320 Yuvarlak Nokta 365
İÇİNDEKİLER

Konu Sahife

ÜÇÜNCÜ KISIM (AMELÎ ÎZAHLAR) 293


1 — YAZMA ÇEŞİTLERİ 293
a — Tashihsiz Yazma 293
b—Tashihli Yazmak 296
c — Tashih Usulleri 299
I — İnce Yazıların Tashihi 299
II — Kalın Yazıların Tashihi 300
III — Kalıp Yazıların Tashihi 303
IV — Çizgi Yazıların Tashihi 306
V — Bir Kritik 307
d — Yazı Kopya Etmek 309
e — Yazı Taklid Etmek 310
2 — MECAZÎ YAZILARIN YAPILIŞI 312
a —Yazı Büyütme Usulleri 312
1 — Murabbaât (Satranç) Usûlü 314
2 — Fotoğraf Usûlü 315
3 — Aks-i Hayal Usûlü 315
b — Yazı İğneleme Usûlü 315
I — İç İğne 316
II — Dış İğne 316
III — Bölme İğne 316
c — Silkme, Çizme ve Doldurma , 317
3 —YAZMANIN ARTİSTİK İZAHI 320
I — Estetik Bir Yazının Doğuşu 320
A — Yazının Tohumu 320
B — Terkib ve Tahlil Mebde'leri 321
I — Hareket Mebde'i 321
II — Hareket Sahası 322
III — Hareket Gâyesi 322
IV —Bu Üç Mebde'in Tahlilî îzâhı 323
C — Terkib Metotları 324
I — Sülüs Kalemi 325
II — Nesih Kalemi : 326
III — Muhakkak Kalemi 328
IV — Reyhâni Kalemi 329
V—Tevkî Kalemi 330
VII — Ta'lîk Kalemi 334
D — Terkîb Unsurları 339
I — Bünye İçi Unsurları 339
II — Bünye Dışı Unsurları 340
E — İttisal ve İnfisâl 340
I — İltisâkî İttisal 341
II — İltikaaî İttisal 342
F — Harflerin Tarif ve Talimleri 343
I —Elif 344
II — Bâ' 346
III —Cim 347
IV-Dal 348
V—Ra' 348
VI —Sin 349
VII —Sad 349
VIII —Tâ' 350
IX —Ayın 350
X—Fâ 351
XI —Kaf 352
XII —Kâf 352
XIII —Lâm 353
XIV—Mim 354
XV—Nûn... 354
XVI—Vav 355
XVII — Hâ' 355
XVIII — Lâm - Elif 357
XIX —Yâ 357
G — İşâretlerin Târîf ve Tâlimleri 358
I — Okutma İşâretleri 359
1 —Nokta 359
2 —Hareke 360
3 —Cezm 362
4 —Şedde 362
ÜÇÜNCÜ KISIM

(AMELİ İZAHLAR)

1- YAZMA ÇEŞİTLERİ

a- TASHİHSİZ YAZMA: Tashihsiz yazabilmek için bilek


"Bir yazının tashihsiz yazılması" kuvvetli, el mümâreseli, kalem keskin,
demek, kalemden çıktığı gibi kalması, kâğıd elverişli, mürekkep koyu, yazan
yâni sonradan düzeltilmeye lüzûm ve da kalemine tamamiyle. hâkim olmalı­
ihtiyaç göstermiyecek kadar olgun, dır. Kalem keskin olmazsa, akışta kes­
metîn olması, güzel yazılmış ve kürsü­ kinlik ve tâbiîlik bulunmaz. Kâğıd, böyle
süne oturmuş bulunması demektir. yazmaya müsâid olmazsa, kalemin
San'atta asıl olan böyle yazmaktır ki Bir keskinliğinden bir netice alınmaz; mü­
kalemde yazmak da tâbir olunur. rekkep koyuca olursa, renk yeknesaklı­
Nesih, İcazet Nes-ta'lîk, Siya­ ğını muhâfaza etmek kolay olacağı için,
kat Çep, Rıkaa'gibi yazılar, umûmiyet­ bu bakımdan tashihe girişmekle doğa­
le bir kalemde yazılırlar. Yazarken, ka­ bilecek falsolara yer kalmaz.
lem ucu ile yapılan ufak tefek düzelt­
Harfi bir kalemde yazmalı, hare­
meler tashihden sayılmazlar. Esâsen,
ketleri bölmeden tamamlayabilmen
sırf amelî mâhiyette olup estetik değeri
bölmeye lüzûm ve hacet gösteren yer­
haiz olmıyan ince yazıları tashih etmek
lerde ve hâllerde de hareketin cereyâ¬
bahis mevzûu değildir. Estetik olanlar­
nındaki husûsiyetleri aksatmadan ka­
da ise,güzelliğini hırpalamamak, aksi­
lemi yerli yerince koyup nefes akar gibi
ne arttırmak kaydı ile cevaz verilebilir.
yürütebilmeli, ufak tefek tashihleri
Nitekim, tashihi dikkatle ve güzel ya­
mümkün olduğu kadar yazının mürek­
panlar, Nesih gibi bazı yazılarda da tas­
kebi kurumadan yapmalıdır.Tâ ki,fazla
hihe ehemmiyet vermişler ve muvaf­
mürekkep kullanmak yüzünden tashih­
fak da olmuşlardır.
ler sırıtmasın.
Kalem kalınlığı arttıkça, tashihsiz
yazma işi de o nisbette zorlaşır ve tas­ Bazıları, tashihsiz yazarken ağır
hih yapmak zarûret hâlini alır. Kalın, ağır, bazıları çabukça yazmayı tavsiye
celi müsennâ, istifli ve girift yazıları ederlerse de, doğrusu, ağır yazmak
tashihsiz yazmak, hemen hemen hiçbir îcâbeden yerlerde (inkibâb ve tedvir­
hattata nasîb olmamıştır, diyebiliriz. Fa­ lerde) ağır; inmeler, çıkmalar, keşide
kat, öyle tashihler yapmışlardır ki, tashih­ ve emsâli gibi çabukluk istiyen yerler­
siz yazılmış intiba'ını verir. Göz ve ruh de de çabuk, ikisi ortası hareket iktizâ
bir gûnâ menfî te'sir altında kalmaz. eden yerlerde ise ona göre yazmaktır.
294

Bu husûsda, Yâkût ile İbn Hilâl şu beş ile hatasızca başarmalıdır. Herhangi
aslı tavsiye etmişlerdir: bir harfin işbâ' denilen kısmını (Istılah­
1 - Yazının itmâmdan gelen hazzı­ lar kısmına bakınız: s. 221) kalemin
nı verebilmek; yâni; harfi bir kalemde göğsü ile doyurmalıdır.
tam olarak yazmak için itmâmı tevkıf¬
siz, yâni, durmayârak veyâ kalemi dur­
gibi.
durmayârak ve ihcâmsız, yâni def`aten
yapmayârak îfâ etmeli, bir çırpıda çıka¬
rıvermemelidir. Çünkü hat (yâni yazı) iki müsâvi parça­
dan ıstıfâ edilerek (seçilerek) vücuda
getirilebildiği cihetle, bu iki parçada
hiçbir sakatlık ve eğrilik bulunmamalı­
dır. Keşideleri, salmaları tevkıfsiz (kale­
mi durdurmadan), akışa tâbi' olarak ve
2- Takvîs: (Kavisli yapmak) imtinâsız, yâni süf'atle yapmalı. Kale­
min tâbîî akışına mâni' olarak değil, hız­
la ve akışa uygun olarak yazmalıdır (1).
Istılahlar bahsinde târif edilen;
tevfiye, itmâm, ikmâl işbâ', irsal, tar¬
3- Tâstîh: (Düz veyâ düzümsü sîf, te'lîf, tastır ve tansîl sûretinde İbn
yapmak) Mukle'nin tavsiyeleri ile bu esâslar
aşağı yukarı birbirini îzah eder mâhi­
yettedirler.
Kalkeşendî, Subhu'l-Â'şâ'nın üçün­
cü cildinde İbn Mukle'nin tavsiyelerini
kaydettikten sonra şöyle der:
"Bu husûsta, Serramerra ve İbn
4- İnkibâb: (Gözlü yapmak) gere­ Abdüsselâm gibi bazı âlimler şu tavsi­
yede bulunmuşlardır: Dik yazılan her
hatta lâyık olan; kalemin iki ucuna bir­
ken harflere iyi den dayanarak çıkmasıdır. Sağdan so­
la yazılan harflerde kalemin sola doğru
bir şekil verebilmeli, sıhhatli ve güzel biraz meyl ettirilmesi icab eder. Soldan
yapmalıdır. sağa yazılan harflerde de kalemin başı­
5- Eğer bir yazıda müstelkıyen nı biraz sağa meyl ettirmelidir. Herşaz-
(arkaya dayanır şekilde) bir harf gelirse za(takma)yı kalemin sağ dişi (vahşî ta­
rafı) ile yapmalıdır. Her noktayı kale­
min iki ucu ile birden yapmalıdır.Nun
bunu tam ve hakkı ve sad çanaklarında çukurları kalemin
sağ dişi ile yazmalıdır. Her irsali ve cim,
ayn gibi harflerde görülen ta'ricleri ka­

(1) Hat ve Hattâtân: (Bidâatü'l-Mücevvid) sahife: 281.


295

lemin sol dişi (ünsî tarafı) ile yapmalı­ tekniğine ve estetik îcablara uymadığı
dır. Lâm gibi sağdan başlayıp sola gi­ takdirde, bediî şekil ve durumun mev­
den her harfde kalemin başı sola doğru cûdiyeti tedkîka muhtaç kalır. Nitekim,
biraz meylettirilmelidir. Cim başı gibi bileği kuvvetli acemilerin yazıları, umû­
soldan sağa yapılan harflerde de kale­ miyetle keskin olmasına rağmen bo­
min başı sağa biraz meyilli tutularak zuk olur. Güzel olmamakla berâber tas¬
yürütülmelidir. Dökülürcesine yazılan hihsiz yazılmış bazı yazılar da vardır ki,
her harfin sonunun irsâl sûretiyle ya­ yazılmalarında amelî maslahat hâkim
pılması gerekir. Sin gibi dişli harflerin olmuş bulunduğundan, bunlar İşlek
diş uzunluğu yazıldığı kalemin elif har­ yazılar adıyla kendi nev'ilerinden olan
finin altıda biri kadar olmalıdır. 'Yedide estetik yazılardan ayırt edilirler.
biri kadar olmalıdır' diyenler de vardır. Demek oluyor ki, estetik bakım­
Başta veyâ sonda olan her şazza (takın­ dan her keskin ve işlek yazıya güzel
tı), yazıldığı kalemin elif'inin yedide biri vasfı verilemiyeceği gibi, her güzel ya­
kadar olmalıdır." (sahife: 44) zının da kenarları muhakkak bıçak gibi
Görülüyor ki, her yerde ağır veyâ keskin olsun diye tashîhe tâbi' tutulma­
çabuk yazmak bahis mevzûu olamıya¬ sı zarûrî değildir. Fakat keskin de olur­
caktır. Ağır yazılmak gereken yerde ça­ sa daha kıymetli olur. Acemi yazıları ne
buk yazmak yazının itmâm ve sıhhatini kadar keskin olurlarsa olsunlar, ilk ba­
bozacağı gibi, aksi de, cereyânı ağırlaş­ kışta bu keskinlik nazarı üzerine çekse
tırarak, kalemin tabiatından doğan es­ bile, keskin sezişli bir rûhu yavaş yavaş
tetik icabları yerli yerince izhâra mâni' didiklemeye başlar. Fakat, bir yazı haki­
olur, kalem hakları yerli yerince verile¬ katen güzel ise-tashih görmemiş de ol¬
miyeceği cihetle, işbâ' kısımlarında te¬ sa-ilk bakışta te'sîrini göstermese bile,
sâvî ve tenâsüb sağlanamaz. Binâena­ baktıkça içe işler ve rûhu yavaş yavaş
leyh, nerede ne sûretle hareket edile­ teshîr eder. Yukarıda verdiğimiz yüz­
ceğini bilmeli, üstâdın târif ve tâlimleri­ lerce örnek arasında böyle yazıları bul­
ni görmeli, yazılışı da birçok misâller mak mümkündür. Biz burada tashihsiz
üzerinde fiilen tatbîk ede ede meleke bir yazı misâli vermiş olmak için, Sâmi
hâsıl etmelidir. Çünkü bu târif ve tâlim­ Efendi (1838 - 1912)'nin Hulûsi Efendi
lere yabancı ellerin ve kalemlerin çıka­ (1869-1940)'ye siyah kâğıda sulu zırnık
racakları harfler ve kelimeler bir kalem­ mürekkebiyle, istif târifi için yazıverdiği
de de yazılmış olsalar, kenarları çok şu Sülüs hattını koyuyoruz (Resim:
keskin de görünseler, esâsları sanat 229).

Resim: 229 — Sâmi Efendi'nin ihtiyarlığında tashihsiz olarak yazdığı Sülüs hattıyla istif.
296

runda kalınır. Binaenaleyh, tashih işini


b- TASHİHLİ YAZMAK:
dâimâ ihtiyâtî bir tedbir olarak nazara
Tashihli yazmak, yazının fazla kı­ almak ve tashihsiz yazmak fikri hâkim
sımlarını gidermek ve noksanlarını ta­ bulunmak îcâb eder. Nitekim, üstâdlar
mamlamak sûreti ile gereken en güzel bu husûsu ihtâr ederlerken: "Her harfi
şekli ve durumu sağlamak demektir. levha olacakmış gibi yaz" derler.
Bu itibarla, tashih işi, bir heykeltraşın Yazı tashîhinde başlıca:
hammaddeyi yonta yonta veyâ bazı 1- Satır ve istif tashîhi,
ilâveler yapa yapa düzene koyması gi­ 2- Kelime tashîhi,
bi bir nevi' ameliyedir. Bu ameliyeye 3- Harf tashîhi,
takaddüm eden yazma işi, o hammad­ 4- Parça tashîhi,
deyi vücûda getirmeye benzetilebilir. 5- Hareke v.s. tashîhi
Yâni, kalem, kâğıd ve mürekkep gibi düşünülür. Bu tertipte dikkati çeken
vâsıtaları yazının hammaddesi değil, nokta şudur: Tashihde kaaide, yazma­
onu hazırlayan ve veren vâsıtalar ve nın aksinedir. Yazmada, azdan çoğa,
âletler olarak anlamak lâzımdır. Bu küçükten büyüğe, basitten mürekkebe
hammaddeyi hazırlamak, sonra bunun doğru gidildiği halde; tashihde mürek­
üzerinde ayrıca çalışmak bakımından; kepten basite, büyükten küçüğe, çok­
tashihli yazma işi önce ressamlık, son­ tan aza inilir. Çünkü kürsüsüne otur­
ra da heykeltraşlık çalışmalarını andı­ mamış, istifi bozuk, satırı çarpık, keli­
rır. meleri ve harfleri yerlerini almamış,
Yazı tekniği bakımından gerek va­ şeklini ve durumunu bulmamış bir ya­
sıtaların kullanılmasında ve gerek zının hareke ve noktalarından veyâ şu­
hammaddenin istihsâlinde hatsan'atı¬ radaki buradaki parçalarından tashîhe
nın şu veyâ bu nev'e tahmil ettiği bü­ başlamakta bir mânâ yoktur.
tün estetik şartları ve îcabları gözönün¬ Tashih işinin-biri kaba, diğeri in¬
de bulundurmak zarûrî olduğundan, ce-iki şekli veyâ safhası vardır. Kaba
yazma ve tashih etme işleri, biri diğeri­ tashihde yazının sıhhatle yazılmış ol­
nin elinden tutan ve müştereken netîce ması şarttır. Kenarlarının fazla keskin
veren bir ameliye olarak düşünülmeli­ olmasına ehemmiyet verilmez. Göze
dir. Yani, yazışa göre tashih yapmak, batan iri kabalıklar giderilmek ve fazla
yâhut tashih derecesini önceden hesa­ boşluklar kapanılmak sûreti ile yazının
ba katarak yazıyı ona göre yazmak ge­ kalemden çıkan fıtrî ve tâbîî hâlini mu­
rektiğini önceden düşünmek gerekir. hâfazaya dikkat edilir. Böyle tashihler,
Ancak şu noktayı da hatırlatalım ki, tas­ daha çok kalıp olarak yazılan Celî yazı­
hihli yazmada esâsen tashih yapmak larda tercih olunur.
matlub olmayıp, yazdıktan sonra tas­ İnce tashihde, kenarların keskin
hih yapmak gerekirse yapılır. Bu, şu olmasına, hiçbir yerinde küçük bir ku­
demektir ki, hiçbir yazıyı sonradan tas­ sur dahi bulunmamasına, renginin
hih yapmak fikri ile yazmamalıdır. Çün­ baştan sona aynı karakteri göstermesi­
kü böyle bir fikir altında yürüyen ka­ ne, tashihin belli olmamasına son de­
lem, karşımıza ümit etmediğimiz menfî recede îtinâ olunur. Bazan da öyle yer­
tezâhürleri yığıverir de, tashihle dahi ler ve hâller zuhûr eder ki, kaba ve ince
başa çıkılmaz, tekrâr tekrâr yazmak zo­ tashih birleşir. Yâni önce kaba tashih
297

yapılır, sonra da incesine geçilir. Yazı­ Filhakika, tashih yaparken yapan


nın ince veyâ kalın veyâ Celî olarak ya­ da, yazı da pek ağır buhranlara ve inkı­
zılmış olmasına, mevzû ve muhtevanın lâplara mâruz kalırlar. Hattat, bu esn­­
uzun ve zengin oluşuna göre tashihli da bir operatör gibidir. Önce, iyi bir teş­
yazı yazmak, kaba veyâ ince tashihden his yapabilmelidir, sonra yazının
geçirmek, tashihsiz yazma kadar, hattâ husûsiyetine, bünyevî. tahammülüne ve
bazı yerlerde ve hâllerde ondan daha hastalığın nev'ine ve derecesine göre,
zordur. Buna da bir misâl vermiş olmak neresinden ve ne sûretle ameliyat yap­
için meşhûr üstâdlardan Filibeli Hacı mak gerektiğini bilmeli ve yapmaya
Ârif Efendi (1830-1909) merhumun bir muktedir de bulunmalıdır. Bir vavın
yazısını koyuyoruz (Resim: 230). başını, bir hanın gözünü, bir aynın kar­
Yukarıdaki misâlin tedkîkinden nını tashih etmek, bir göz, bir beyin, bir
de anlaşılacağı üzere, tashih yapmakta apandisit veyâ kalp ameliyatı yapmaya
en zorlu cihet: benzer. Kaldı ki, zâhiren, yazıya veyâ
1- Kalemin hakkını vermek, yazmaya atfedilen hastalıkların nice
2- Kalemin nefes gibi akışını gizli sebepleri ve âmilleri vardır. Bunlar
muhâfaza etmek, uzun müşâhedeler, muâyene ve ted¬
3- Tenâsüb ve tenâzurları koru­ kîklerle meydana çıkan gizli hastalıklar
mak, gibidirler. Tashih esnâsında bazı
4- Bu kayıtlar ve şartlar altında tezâhürlerden şurasını kazımak veyâ
noksanları görüp tamamlamak, silmek, şurasını doldurmak, düzlemek
5- Fazlalıkları giderip yazıyı şekil lüzümu hissedilse bile, bununla asıl se­
ve durum bakımından lâyık olduğu bebin ve bundan tevellüd eden hastalı­
kürsüsüne oturtmaktır. ğın anlaşılması her zaman mümkün ol­
maz.
Nitekim, üstâdlar bile bunları sağ­
lamak için uğraşırken yazıyı büsbütün Meselâ, (Resim: 230)'daki birinci
bozarlar da, yeni baştan yazmak zorun­ elif'in başındaki zülfenin güzel olması­
da kalırlar. na rağmen, sadırla kuyruk arasında

Resim: 230—Hacı Ârif Efendi'nin üstte Sülüs Besmelesi, altta Rıkaa' hattıyla dört satır. (Besmele
baştan nihâyete tashih edilmiş ve bu tashih san'at lehinde muvaffakiyetle sağlanmıştır. İnce yazılarda
ise tashih yoktur)
298

görülen çarpıklığı gidermek için; sadır­ mek, sebebini anlamak, nasıl yola gele­
daki tahdîbi, kuyruktaki tahrîfi düzelt­ ceğini bilmek ve düzeltmek yine onu
meden zülfenin tashihi ile uğraşa uğ­ yazana terettüb eden bir iştir. Tashih
raşa nihâyet yazı ölür de, bir tarafa at­ işinde, nefsin bîtaraf ve doğru bir gö­
mak ve yeniden yazmak îcâb eder. rüşten başka, vukuflu bir kudrete sahip
bulunması da şarttır. Hele ince tashih
Ve yine meselâ, tashih sırasında
işlerinde öyle garip, sıkıcı, üzücü ve
müşâbih harfleri kıvâmına getirmek
hattâ güldürücü safhalar ve hâller gelir
için uğraşırken diğer harflerin tarzları
çatar ki, yazıdaki t e r k i b ameliyesinin
ve şiveleri üzerinde de değişiklik yap­
ve yazı güzelliğinin ne demek olduğu
mak lüzûmu başgösterir. Tabiatiyle,
bu sıralarda daha iyi anlaşılır.
tashih işi bir mertebe daha ince ve sert
bir mahiyet almış bulunur da, müsbet Mamafih îtirâf edelim ki, bu gibi
bir netice elde etmek şansa kalır. Tâlih ağır anlar ve üzücü haller san'at aşkı ve
yardım etmezse, yazının güzel bulun­ merâkı ile zâil olur da, yerini bedîî bir
masına rağmen, bazı falsolar, o yazıyı zevk istilâ eyler. Onun için yazma ve
diri diri gömmeye sevkeder. Nitekim tashih etme zevki, yazı seyretme zev­
(Resim: 231 )'deki yazı da böyle bir âkı­ kinden daha cana yakındır. Fakat, unu­
bete uğramış bir hâldedir. tulmamalıdır ki, tashih sırasında duyu­
lan zevklerin yalancı ve aldatıcı olanları
Hâsılı, yazı tashih etmenin ağırlı­ da bulunabilir. Bunlar daha ziyâde ace­
ğını hissetmiyen bir hattat tasavvur milerde ve henüz olgunlaşmamış olan­
edilemez. Nitekim birâderim ve üstâdım larda bulunur. Bu bazların ilerisine ve
Hamdi Yazır merhum, bir yazı tas­ gerçeğine yükselememîş olanlar,
hih ederken şöyle demişti: "Bozuk bir mahdud sâhada kalmak zorundadırlar.
yazıyı ve hattâ bir harfi düzeltmek, yü­ Aldatmayan hazlar ise, sanatkârı daha
züne bakılır bir hâle getirmek, bozuk bir ileri bir görüşe ve zevke tevdi' ede ede
adamı ıslâh etmek kadar zordur." Çün­ yürütür ve yükseltir. Böyle ellerden do­
kü, o adam belki söz anlar; nasihat din­ ğacak eserler de, şüphe yok ki yüksek
ler de, kendisini düzeltmeye çalışır. gönüllerde baştâcı sayılmağa müsta­
Halbuki, bir harfin bozukluğunu gör­ hak olur.

Resim: 231 — Tashih neticesi "diri diriye gömülmeye sevk edilmiş", müellife âid bir Celî Sülüs sa­
tır.
299

zûcetli olduğundan silerken mürekkebi


c- TASHİH USULLERİ:
dağıtmaz, bunun yerine su kullanmak
I- İnce yazıların tashihi: Burada akla gelirse de su lüzûcetsiz olduğun­
ince yazılardan maksadımız Sülüs, Ne­ dan mürekkebi dağıtır. Yalnız tükrüğün
sih, Ta'lîk ve bunlar ayârındaki yazılar­ yağlı olmamasına dikkat etmelidir. Kâ­
dır. Böyle yazıları tashih ederken evve­ ğıdın tükrüklü ucu ile yazıdaki fazlalık­
lâ fazlalıklar giderilir, sonra eksikler ta­ lar dıştan içe doğru silinir. Silerken leke
mamlanır. Aksi takdirde, tashih yapar­ bırakmamaya ve kâğıdı zedelememe¬
ken göz fazlalıklara takılarak yazının ye dikkat etmelidir.
bünyesini kalınlaştırmak ve bu yüzden Kazıma: Silmek mümkün olmı­
yazıyı bozmak ihtimâli artar. yan veyâ lüzûm görülmeyen ufak pü­
Tashih işinde, silme, kazıma, ka­ rüzler tashih kalemtraşı* (Resim:
lemle düzeltme olmak üzere başlıca 232) ile -yâhut keskin uçlu bir çakı ile¬
üç safha vardır. yine dıştan içe doğru hafifçe kazıyarak
Silme şöyle yapılır: El ile silmek giderilir. Bunda da kâğıdı delmemeye
mümkün olmıyan yerler için, bükül­ dikkat etmelidir.
müş ince bir kâğıdın ucu dil üzerinde Sonra tashih kalemi ile noksan­
hafifçe tükrüklenerek ıslatılır, tükrük lü­ lar doldurulur ve kenarların keskin ve

Resim: 232 — Tashih kalemtraşlarından birkaçı

(*) Tashih kalemtraşı ikinci kısmın 175. sahifesinde tafsilatıyla anlatılmıştır. — U.D.
300

mürekkebinin düzgün olmasına dikkat tizam yapılmıştır. İkincisinde (Resim:


edilir. Tashih kaleminin ucu ince ve pü­ 234) yazı güzel ve renk bir siyâkda ol­
rüzsüz olmalı ve çok mürekkepli bulun­ makla berâber, silme ve kazıma sûretiyle
mamalıdır. Tarama kalemi ile de tashih baştan nihâyete kadar dikkat ve
yapılabilirse de, ucu sert ve esnemesi îtinâ ile ince bir tashîhe tâbi'tutulmuş
az olduğundan kâğıda takılıp yazıyı ve olduğu açıkça görülmektedir. Bu yazı,
kâğıdı zedeleyebilir. Bundan sakına sa­ Filibeli Hacı Ârif Efendi merhumundur.
kına yapılan tashihler ise, çok kere yazı­ Üçüncü yazının (Resim: 235) Nesh'in¬
yı bozmaya ve donuklaştırmaya sebeb de hiç tashih yoktur. Sülüs'te yapılan
olur. Onun için ince yazıların tashihin­ silme ve kazıma ise yok denecek kadar
de kamış kalem tavsiye olunur. azdır; belli de değildir. Yazılar ise hakî­
Noksanlar, mümkün olduğu ka­ katen güzeldir ve Hacı Kâmil Akdik
dar yazının mürekkebini yedirmek (1861-1941 )'in olması gerekir.
sûreti ile doldurulmalı, zarûret olmadıkça
sonradan mürekkep ilâve etmemeli­
dir. Çünkü her ilâve, yazının kabarma­ II- KALIN YAZILARIN TASHİHİ:
sına ve kalemin hareketinden ve tabia­
tından doğan fıtrî karakterlerin kaybol­ Kalın yazıdan muradımız, Sülüs
masına sebeb olur da, yazı "yazma" de­ kaleminden kalın olan ve kalınlaştıkça
ğil, "yapma" çeşnisi verir. celî namını alan yazılara şâmildir. Bun­
Mürekkep yazının şurasında do­ lar başlıca üç türlü yazılırlar. Bir kısmı
nuk, şurasında parlak görünebilir, bir kalemle orijinal eser olmak üzere yazı­
yazıda hangisi çok yer almışsa az olanı lırlar ve doğrudan doğruya levha ola­
da o hâle getirilmelidir. Zamklı parçala­ rak mevcûdiyetlerini muhâfaza eder­
rı donuklaştırmak için, biraz zırnık veyâ ler. Bir kısmı, kalıp olmak üzere yine ka­
zırnıklı ve donuk mürekkeple o yerler lemle yazılırlar ve iğneli kalıplardan, di­
tashih olunmalıdır. ğer sanatların yardımı ile, âbide yazısı
Yazının bünyesi buna müsâid değilse olarak yapılırlar. Bir kısmı da, bu kısım
veyâ kâğıdın tahammülü yoksa, bal¬ yazılardan faydalanmak sûreti ile yap­
mumunu ılık ılık zamklı kısımlar üzerine ma yazı olarak vücuda getirilirler. Bu­
bastırarak gidermek mümkündür. rada birinci kısma dahil olan kalın veyâ
Tashih sonunda yazının mürek­ celî yazıların tashihinden bahsedece­
kebi kırçıllı bir durum arz etmemeli, ğiz. Diğerlerini de bundan sonra sırası
parlaklık ve matlık bir ayârda olmalıdır. ile mütâlâa eyleyeceğiz.
Bu ayârı vermek için tashih mürekkebi Kalın yazılar, muhtelif tarzda yazı­
kullanmalıdır (Bu bahse bakınız: s. lırlar. Tashihleri de bunlara göre yapı­
186). Buraya tashih safhalarını göste­ lır.
ren üç örnek ilâve ediyoruz. I- Harfleri bir kalemde ve keskin
Bu üç levhadan birincisinde (Re­ olarak yazmak, yâhut, kalemi kesik ke­
sim: 233) yazı bozuk ve kırçıllı olmakla sik kullanmakla berâber aralık bırak­
berâber, tashihlerde silinti ve hâk yok­ madan hareketleri biribirine takarak
sa da, gâyet kaba bir tashih yapılmış ve yazmaktır. Bu çeşit yazılmış yazıların
bu da mahzâ bu kayıdlara bir misâl ver­ tashihleri ince yazıların tashihinde gö­
miş olmak için müellif tarafından bi'l-il- rüldüğü veçhile yapılır. (Resim: 234)
301

Resim: 233 — Müellife âid kabaca tashih edilmiş Sülüs bir satır.

Resim: 234 — Filibeli (Bakkal) Hacı Ârif Efendi'nin dikkat ve îtina ile tashih ettiği Muhakkak hat­
tıyla Besmelesi.

Resim: 235 — Haci Kâmil Akdik'e âid Sülüs'ü az tashih edilmiş, Nesih hattına hiç dokunulmamış
iki satır.
302

buna güzel bir misâl olabilir. Müellifin parçalar birleştirilir, tırtıllar ve fazlalık­
muşamba üzerine yazmış olduğu şu iki lar silerek veyâ kazıyarak giderilir. Nok­
levha da bu sûretle tashih edilmiş yazı­ sanlar tashih kalemi ile tamamlanır.
lardandır. (Resim: 236 ve 237) Sonra baştan başlayıp yazılış sırasını
II- Harfleri tırtıllı yazmaktır. Bunda ve kalem akışını takip ederek ince bir
kalemin hareketi ağır ve tam olduğu tashîhe tâbi tutulur. Tashih sırasında
için kenarlar pürüzlü olsa bile yazı otu­ kalem kalınlığını ve hakkını, meyilleri
raklı olur, yazılması da nisbeten kolay­ ve tenâsühleri muhâfaza edebilmek
dır. (Resim: 238), bunun güzel bir misâ­ için, noksan kısımlar birinci tashih
lidir. esnâsında ve sıra tâkîbi sûreti ile tamam­
III- Harfleri parça parça, aralıklı lanmalıdır. Yâni, bir oradan, bir bura­
yazmaktır. Kalemin tâbîî hareketini ve dan tashih yapmaktan sakınmalıdır.
cereyânı muhâfaza etmek, meyilleri, Çünkü böyle intizamsız tashihler, yazı­
dönüşleri, tenâzurları yerleri yerince nın umumî hüviyeti ve durumu üzerin­
sağlayabilmek için bilhassa kalın ve de yer yer menfî izler husûlüne ve ek­
celî yazılarda bu tarzda yazmak kolay­ seriyâ yazının heder olmasına sebeb
lıktır. Lâkin, bunları tashih etmek birin­ olur.
ciye nisbetle biraz daha zor olduğun­ Tashih işi umûmiyetle yazının az
dan fazla dikkat ve mesaî ister. Önce çok kalınlaşmasını mûcip olduğundan,

Resim: 236 ve 237 — Müellife âid muşamba üzerine yazılmış iki levha.
303

harflerin ve kelimelerin baştan sona da yazış topluca bulunabilir. Bu takdir­


kadar kalınlıklarını muhâfaza edebil­ de, her birisi kendi şartları altında tas­
mek için, kontrolü tashih esnâsında ko­ hih olunursa da, ince bir kontrol tashi­
hinden geçirmek daha iyi olur.
laylaştıracak olan

gibi aralıkları doldurmayı en sona bı­ III- KALIP YAZILARIN TASHİHİ:


rakmak muvafık olur. Nitekim birade­
rim merhumun (Resim: 239)'da görü­ İğnelenip kalıpları alınmak üzere
len yazısının aslı bu sûretle tashih edil­ yazılan celî yazıların kalınlıkları ne olur­
miştir. sa olsun, ya açık renk zemin üzerine
IV- Bir yazıda, yukarıdaki üç tarz­ mürekkep veyâ boya ile yazılır. Yâhut

Resim: 238 — Hattat Aziz Efendi'ye âid, elden çıktığı gibi bırakılmış, Celî Sülüs'le dört satır.
304

Resim: 239 — Elmalılı Hamdi Efendi'nin Celî Sülüs bir istifi.


305

siyah veyâ koyu renk zemin üzerine zır­ gözden geçirmek ve ondan sonra ge­
nık veyâ açık renk boya ile yazılır. rekirse tekrâr ince bir tashihe tâbi' tut­
Yâhut da kurşun kalemiyle çizgi halinde mak lâzımdır.
yazılmış da olabilir. Çizgi yazıları ayrı Böyle yazıların esâsı güzel yazıl­
bahse bırakarak ötekileri îzâh edelim. mış ise fazla tashihe, hele ince tashihe
Bunlar da yazılış tarzlarına göre yukarı­ gitmemelidir. Çünkü bir kere buna giri­
da bahsettiğimiz usûller dairesinde şince sonunun nereye çıkacağı kestiri­
tashih olunmakla berâber şu cihetleri lemez. Esâsen bu tarzdaki yazıların tas­
de gözönünde bulundurmak lâzımdır. hihleri sıkıntılı ve yorucu olduğundan
Meselâ, (Resim: 240)'da görüldüğü büyük hattatlar, ilk yazışta sulu mürek­
üzere, mürekkep sulu veyâ açık, dalgalı kep veyâ zırnıkla metîn ve îtinâlı yaz­
veyâ koyu görünebilir. Mürekkep yeri­ mayı tercih ederler. Zarûret yok iken
ne zırnık kullanılmış olabilir. Hangisi kaba tashihe bile pek girişmezler ve
olursa olsun, yazı kenarları ince bir ka­ hattâ kalem aralıklarını bile olduğu gibi
lemle ve koyuca bir renkle çizilerek dü­ bırakırlar.
zeltilir. İki tashih çizgisi arasında kalan Bir de, celî yazıların yakından gö­
yerler, mürekkep veyâ zırnık isrâf et­ rünüşleri ile uzaktan görünüşleri azçok
memek ve yazının tâbîî karakterleri farkettiğinden, tashih sırasında bu ci­
üzerinde fazla oynamamak için olduğu heti gözönünde tutmalıdır. Yakından
gibi bırakılır. Eğer, yazının umumî şek­ güzel görünen bir yazının kusurları
linde ve durumunda bir sakatlık varsa, uzaktan daha iyi anlaşılır, yakından ku­
sebebi ya bellidir veyâ henüz meçhul­ surlu görünen nice yazılar da vardır ki,
dür. Belli ise düzeltilir, belli değilse, yazı uzaktan bakılınca önceden kusur gibi
bir müddet hâliyle bırakılır, arasıra mü­ görünen yerlerin birtakım bediî icap­
tâlâa ede ede kontrolden geçirilir, se¬ lardan dolayı iltizâm edilmiş olduğu
beb araştırılır. Şâyed yine bulunamaz­ anlaşılır. (Kaaide üstü durumlar bah­
sa yazının mürekkebini veyâ zırnığını sine bakınız: s. 308). Bundan dolayı üs¬
baştan nihâyete kadar koyulaştırıp tadlar, umûmiyetle her yazıyı bünyesi
umûmî ve husûsî durumları bir daha ile mütenâsip bir mesâfeden kontrol

Resim: 240 — Müellife âid bir Celî Sülüs taslağı.


306

ede ede tashih etmeyi tercih ve tavsiye mürekkebi ile gidermeli, noksanları da
edegelmişlerdir. zamkı az zırnıkla doldurmalı ve kaba
Bâzan yazının zemîni, silmek ve tashihle iktifâ etmelidir.
kazımak kabul etmez. (Resim: 241 ('de­
ki gibi, mümkün olduğu kadar temiz
İV- ÇİZGİ YAZILARIN TASHÎHİ:
yazmayı ve az tashih ile iktifâ etmeyi
tercih eylemelidir.
Celî yazılarda çok mürekkep veyâ
Zırnıkla yazılan kalıp yazıların ke­ zırnık sarf etmek lâzım geldiği ve harf­
nar tashihlerinde az zırnık kullanmalı leri silmek veyâ düzeltmek müşkül bir
ve zamkı az az olmalıdır. Çünkü zamklı hâl aldığı için çift kurşun kalemiyle çizgi
zırnık ve çok tashih, yazı kenarlarını ka­ hâlinde yazmak tercih olunur.* Bunla­
bartır ve sertleştirir de iğnelenmesi rın tashîhi daha zordur. Çünkü çift kale­
zorlaşır ve alınan iğneli kalıbı bozuk mi asıl kalemin tabiatına uygun olarak
olur. kullanmak her yerde mümkün olmadı­
Onun için böyle yazıların kenarla­ ğından ve bu gibi bozuk yerleri iki çizgi
rındaki kalınlıkları ve fazlalıkları tashih arasında görmek ve düzeltmek husu-

Resim: 241 — Müellife âid az tashihli bir Celî Sülüs levhası.

(*) Bunun için kalem kalınlığı ne kadar olacaksa iki kurşun kalemin sivri uçlarının arası hesaplanıp
bir tahta çubuk yardımıyla bu hesaba göre biribirinden açılarak kalemler çubuğun iki tarafına sıkıca
bağlanır. Aynı maksadla, eski hattatlardan, Râkım çırağı Recâi Efendi (1804-1874)'nin sivri ağzı açılmış
ve bu açıklık tesbit edilmiş şekilde bir kağıd makası (ikinci kitap, renkli resim: 157) kullanarak kağıd üze­
rinde iz bırakıp, sonra üzerinden tek kalemle çizdiğini, yazdığı mezar kitâbesi kalıplarında g ö r d ü m .
Merhum Halim Özyazıcı (1898-1964) da füzen denilen kömür kalemlerini bir tahtanın iki tarafına
bağlar, Celî kuşak yazılarını yazmadan önce harflerin yerlerini bununla ayârlardı. — U.D.
307

sunda göz ekseriyâ aldanır. Düşünmeli meye sığmayan husûsiyetler bulundu­


ki, 8-10 santim kalınlıkta, 5-10 m. uzun­ ğundan daha fazla söze lüzûm görmü­
lukta yazılmış böyle bir yazıda estetik yoruz.
icapları ve bilhassa kalem haklarını ve
cereyânlarını yerli yerinde sağlamak V- BİR KRİTİK:
ne zorluklu bir iştir.
Bu tarzda yazılmış meşhûr yazı­ Estetik bir yazının fotoğrafla bü­
lardan birisi Sâmi Efendi (1838-1912) yüyüp küçülmesi halinde az çok deği­
merhumun, Şehzâde Camii'nin sağ ce­ şiklik arzettiğini gören bazı hattatlar in­
nah kapısı üstündeki ce yazıları büyüten, kalın ve celî yazıları
küçülten pertev-sûzla baka baka tas­
hih etmeyi tercih ve tavsiye ederler. Bu
sayede yazının ince ve kalın eb'ada ka­
yazısıdır (Resim: 242). Bunun aslı dar değişebildiği halde bile aslındaki
merhum müzehhip Bahaeddin Bey metanet ve güzelliğin muhâfaza edile­
(1866-1939)'de idi. Siyah kâğıd üzerine ceğini söylerler. Fakat burada sanat
beş santim kalınlıkta zırnıkla çift çizgi bakımından kayda değer husûslar var­
hâlinde yazılmış ve çizgilerin iç ve dış dır. Bunları tebârüze zemin teşkil ede­
kenarları son derece itina ile tashih cek olan bir hâdiseyi önceden kaydet­
olunmuştur.* Bu kısım yazılara kalıp mek isteriz.
yazıların tashihindeki usûller tatbîk "Gazi Evrenos Bey Vakfı" müte­
edilmekle berâber, biraz da yazanın ze­ vellisi Ressam Sâmi (Evrenosoğlu)
kâ ve mahâretine taalluk eden ve keli­ Bey (1880-1953), Hattat Nazif

Resim: 242 — Şehzâde Câmii'nin sağ cenah kapısı üzerinde, Sâmi Efendi'nin hattıyla Celî Sülüs
kitâbe.

(*) Üstad Necmeddin Okyay (1883-1976)'dan işittiğime göre, Sâmi Efendi bu Celî yazısını çift ka­
lemle değil, tek kalemle âdetâ resmederek yazmıştır. Onun tek kurşun kalemle yazdığı bir başka Celî
Sülüs'e numune olarak ikinci kitapta yer alan (Resim: 199)'a bakılabilir. — U.D.
308

Bey(1846-1913)'le aralarında geçen şu netmiyoruz. Nazif Bey de Râkım'ın


hâdiseyi anlattı. Sâmi Bey, bir gün Na­ böyle yapmış olduğunu anlatmak iste­
zif Bey'i evinde ziyarete gidiyor. Orada miyor. Belki, Râkım'ın bu kadar kuvvet­
merhum Sâmi Efendi'nin siyah kâğıda li ve güzel yazabilmiş olduğunu anlatı­
zırnıkla yazmış olduğu Sülüs Celîsi yor, büyüklüğünü de bunda buluyor.
Binaenaleyh, eğer Sâmi Efendi, Nazif
" hadî- Bey'in tavsiyesine uyarak tashihlerini
pertav-sûzla yapmış olsaydı, yazıları
sini ihtiva eden bir yazısını görüp hay­
belki Râkım'ın yazıları ayârında görü­
ran oluyor ve Nazif Bey'e "Ne güzel
nebilirdi. Fakat, böyle bir tashih, san'at
yazmış değil mi üstâd" diyor. Nazif Bey
bakımından bir nakîsa olurdu. Hüner,
yanından, Râkım(1757-1826)'ın aynı
o büyük yazıyı pertev-sûzun yardımına
kalınlıkta yazmış, olduğu bir yazısını çı­
dayanmadan Râkım gibi yazmaktır.
karıp, ufaltıcı pertev-sûzla birlikte vere­
Beriki, koltuk değneği ile yürümek gibi­
rek "Bununla önce şuna bir bak, ne gö­
dir. İşte, Sâmi Efendi'nin o tavsiyeye il­
receksin?" diyor. O da bakıyor, yazı Sü­
tifat etmemesinin asıl sebebi, bu koltuk
lüs kalemi kalınlığına kadar küçülmüş
değneğine arz-ı hâl etmeden Râkım gi­
olduğu halde hiçbir tarafında bir cılızlık
bi hareket etmek ve onun gibi yazmak
veyâ taşkınlık görmüyor, hepsini de
fikrinin hâkim olmasıdır. Nazif Bey gibi
tok ve metin yazılmış bir Sülüs ayârın­
yüksek bir san'atkârın bu inceliğe vâkıf
da buluyor. Nazif Bey, bir de Sâmi
olmadığını söylemek istemiyoruz. O,
Efendi'nin yazısına bakmasını söylü­
anlaşılıyor ki, san'atın hâkimiyetini ve
yor; pertev-sûzla ona da bakıyor. Elifle­
tekâmülünü gözetmiyerek, yazılan bir
ri cılız ve bacaklı görüyor, bâzı harflerin
yazının behemahâl güzel olmasını he­
bunlarla hem-âhenk olmadığını anlı­
def etmiş ve buna vusûl için her imkân­
yor. Bunun üzerine Nazif Bey: "Gördün
dan faydalanmayı meşrû ve lüzûmlu
mü Râkım'ın büyüklüğünü, Sâmi Efen¬
görüp o tavsiyede bulunmuştur. Lâkin
di'ye yazılarını pertev-sûzla küçülterek
Sâmi Efendi'nin san'atta meleke bakı­
tashih etmesini kaç defa söyledim,
mından daha ince düşünmüş olduğu­
lâkin mübarek adam aldırmadı vesse­
nu teslim etmek iktizâ eder.*
lâm." diyor. Hikâye burada bitiyor. Biz
bunun mevzûumuza taalluk eden bir Bir de şu var ki, bir yazının umûmî
noktasına temâs edeceğiz. Pertev-sûz­ âhenk bakımından bazı kelime ve harf­
la küçüldüğü hâlde hiçbir falso göster­ lerinde kaaide üstü durumlar olarak
meyen o yazıyı Râkım'ın pertev-sûzla biraz büyüklüğün veyâ küçüklüğün
küçülterek tashih etmiş olduğunu zan­ uzunluk veyâ kısalık, incelik veyâ kalın-

(*) Ayni bahsin tamamlayıcısı olarak şunu ilâve etmeden geçemiyeceğiz. Nazif Bey'in Celî Sülüs
yazılarında zaman zaman görülen bu aşırı tokluk, Mahmud Yazır merhumun pertev-sûz ismiyle andığı
küçük dürbün istimâlinden ileri gelmektedir. Batıda tiyatro sahnesi gibi kısa mesâfeler için kullanılan bu
dürbün, tersinden bakıldığında küçültür; Celî'yi Sülüs inceliğinde gösterir. Üstâd Necmeddin Ok¬
yay'dan işittiğime göre, Nazif Bey bununla da yetinmeyerek, Celî yazılarını çinkograf olan ahbabı Nazmi
Usta'ya fotoğrafla küçülttürüp o haliyle cılız gördüğü harfleri tashihle kalınlaştırırmış. Bu yüzden Celî
yazıları -hele yazıyı dolduran işâretler-tabii olarak bakıldığında aşırı dolgunluk göstermektedir.
Sâmi Efendi böyle bir yola tevessül etmediği için Celîlerinde tâbîî bir görünüş hâkimdir.
Tavır farkına sahip her iki büyük sanatkâr da hayatlarını hüsn-i hatta hizmetle geçirmişlerdir,
eserleri hâlâ gözleri nurlandırmaktadır. — U.D.
309

lık farkı bulunması bir zarûret olur. Ya­ I- Kopyası alınacak yazı, ya kâğıt
zının kalın olmasından dolayı harf o ya­ üzerindedir veyâ bu kâğıt mukavva ve
zıya, o mevzûa, o şekil ve duruma mah­ emsâli bir yere yapıştırılmıştır.
sus olmak üzere tebârüz ettirilmesi ge­ II- Bir zemin üzerine siyah veyâ
reken bu kabîl farkları, pertev-sûz altın­ renkli mürekkeple yazılmış veyâ altun¬
da küçülterek veyâ büyülterek tashih la doldurulmuştur.
ederken kaybetmek çok muhtemeldir. III- Kumaş üzerine yazılmış veyâ
Pertev-sûz altında güzel görünürken doldurulmuş veyâ işlenmiş veyâ basıl­
tâbîî durumu ile estetiğini zayî etmiş mıştır.
olarak karşımıza çıkması dâimâ düşü­ IV- Taş, çini, demir, tahta ve emsâli
nülmelidir. Bundan dolayı, bünye bü­ sert madde üzerine düz veyâ yuvar­
yük veyâ küçük olsun, tashih ederken lak olarak kabartma halinde hâkk olun­
harflere tek tek bakarak değil, aynı za­ muştur.
manda umumî durumu ve âhengi de V- Yâhut, bu şeyler üzerine derin­
nazara alarak ona göre tashih etmek liğine oyulmak sûreti ile vücuda getiril­
gerekir. Bu itibarla, pertev-sûzla tashi­ miştir.
he girişmek, her yerde ve her yazıda Birinci ve ikinci hâlde, yazının üze­
müsbet netice verir, zannedilmemeli¬ rine bütün inceliklerini gösterebilecek
dir. kadar ince kopya kâğıdı konup, kenar­
larından iğne veyâ tutkal ile tesbit ettik¬
ten sonra gâyet ince kurşun kalemi veyâ
d- YAZI KOPYA ETMEK:
tercihan tarama kalemiyle yazının
Bir yazının aynen kopyasını al­ başından başlayıp kalem akışını takip
mak, onu yazmak kadar zordur. Yazının ede ede, bütün husûsiyetlerini tebârüz
inceliklerine vâkıf olmıyanlar için bu ettire ettire çizmelidir. Bu çizgiler ufak
zorluk bir kat daha artar ve ekseriyâ noktalar veyâ kısa kısa hatlar veyâ
menfî netice verir. Bir yazının hâiz ol­ muttasıl ve müselsel çizgi halinde ya­
duğu bedîî karakterleri, canlılığı, şîve ve pılabilir. Çizerken acele etmemek, ne­
hâli muhâfaza ederek kopyasını almak fesi kesmek, kendiliğinden birşey ilâve
başlı başına bir san'at ve ihtisas işi olup etmemeye dikkat etmek, kolayına ge­
bilgi, anlayış, dikkat kudret ve sabır is­ len yerlerden parça parça çizmemek
ter. Bir sahife Nesih yazıyı ince kâğıd lâzımdır (Resim: 243).
üzerinde kalemle yazarak kopya etmek Bu iş bittikten sonra, alınan kop­
bir dereceye kadar mümkünse de, bu yayı bir mukavva üzerine koyup tesbit
tam kopya değil; kopya edenin şahsi­ etmeksizin ve kıvrılmasına meydan
yetinden biraz da birşeyler karıştırarak vermeksizin tarama kalemiyle aslına
yazması demektir. Onun için, ince yazı­ baka baka kontrol tashihinden geçir­
ların bizim kasdettiğimiz mânâda kop­ mek, pürüzlerini düzeltmek, lüzûmu
yalarını almak mümkün değildir. Çün­ halinde bir kâğıda iğneli kalıbını çıkar­
kü, bizim burada bahsetmek istediği­ mak muvafık olur.
miz kopya, kalın veyâ celî, hakîkî veyâ Üçüncü halde: Yukarıki tarzda
mecâzî yazıların estetik kıymetlerini kopya almak mümkün olduğu gibi, ka­
muhâfaza ederek alınandır. Bunda lınca bir kâğıt, kumaş altına konup ke­
başlıca beş ihtimal hatıra gelir,: narlardan tesbit ettikten sonra yazıyı
310

Resim: 243 — Râkım Efendi'nin bir Celî Sülüs kitâbe kalıbının Sâmi Efendi tarafından içi doldu­
rulmak üzere çizilmiş bölümü.

bozmayacak sûrette ince iğneyle ke­ e- YAZI TAKLÎD ETMEK:


narlarından muntazaman iğnelemek
sûreti ile (bu bahse bakınız) kalıbı alınır. Yazının kopyasını almak, onun
Bundan da başka bir kağıda silkip çiz­ kolay yoldan bir nevi taklidini yapmak
mek kaabildir. demek ise de, bizim burada taklidden
maksadımız bu olmadığı gibi, sahte­
Dördüncü ve beşinci halde: Yazı­
kârlık manâsında bir taklid de bahs
yı kaplıyacak kadar yekpâre veyâ par­
mevzûu değildir.
ça kâğıtları süngerle nemlendirip yazı­
nın üzerine kapatarak, üzerinden el ile Belki herhangi estetik bir yazıya baka
bastıra bastıra kopyası alınır. Kuruduk­ baka onun aynı denecek kadar bir ben­
tan sonra kenarlarından tarama kale­ zerini hiçbir hîleye tevessül etmeden
miyle, dikkat ve itina göstererek çizilir. yazmak maksud olup, estetik bakım­
Bunların alçı ile kalıplarını almak ve dan ayrı bir kıymet ifâde eder. Nitekim
bunlar üzerinden bilâhare yukarıki Mimar Sinan devrinde yetişen ve şeş¬
târifler veçhile kâğıt üzerine kopyalarını kalemde Yâkût-i Rûm denilen ve yazı­
alıp çizmek de mümkündür. nın yüzünü ağartan* Ahmed Karahisâ-

(*) Ak ve kara kelimelerinin zıd mânâsından faydalanılarak, Ahmed Karahisârî(1469-1556) mer­


hum için, devrinde şu beyit söylenilmiştir:
"Hatt-ı hûb içre beyaza çıkaran kendüzünü
Yazının Karahisârî'dir ağartan yüzünü."
Birinci mısrâda geçen "kendüzünü" kelimesi, "kendi özünü" kelimelerinin, vezin îcâbı tahrife uğ­
ramış şeklidir. — U.D.
311

rî'nin yazısını, mânevi evlâdı Hasan Çe¬ ca kaabiliyeti bulunması da şarttır.


lebi'den başka kimsenin taklid edeme­ Taklid için belirli bir usûl olmamakla
diğini terceme-i hâlinde okuyoruz (1). berâber,** lüzûm da yoktur. En doğ­
Celî hocam Ömer Vasfı Efendi'nin bira­ rusu baka baka yazmaya çalışmaktır.
deri, hattat ve neyzen Hacı Emin Efendi Azını yapabilen, zamanla tam benzeri­
merhum da bu meyanda rahmet ve ni de yapar da, ilerisine bile geçer.
saygı ile anılacak sanatkârlarımızdan Taklid edilerek yazılmış bir yazı,
idi.* Şu kıt'a onun değerini isbâta yalnız başına bakıldığı zaman taklid ol­
kâfidir: (Resim: 244). duğunu anlatmazsa da, aslı ile muka­
Taklid işinde bilhassa çalışmak ik­ yese edildiği zaman, (s. 140, g madde­
tizâ etmekle birlikte yazanın buna ayrı­ sine bakınız) bazı farklar sezmek müm­-

Resim: 244 — Emin Efendi'nin Şevki Efendi'yi taklid ederek yazdığı Muhakkak- Nesih kıt'a. Şevki
Efendi'nin kıt'ası için birinci kitaptaki (Resim: 104)'e bakınız.

(1) Hat ve Hattâtân s. 84.


{*) Neyzen Emin Yazıcı (1883-1945), san'atını hakkıyla takdir eden arkadaşı Necmeddin Okyay
(1883-1976)'ın teşvikiyle, Şeyh Hamdullah, Hâfız Osman, Mustafa Râkım, Şevki, hattâ yazı şîvesi kendi­
sine tamamen zıd olan Mahmud Celaleddin gibi üstâdların Sülüs-Nesih hattıyla yazdıkları kıt'aları, bir
fotoğraf sadâkatıyle aynen taklid ederek meslekdaşlarını hayretler içinde bırakmıştır. 25 yıl önce Emin
Efendi'nin metrûkâtını incelediğimde, taklid etmek istediği kıt'aların üzerine "karamela kağıdı" denilen
yarı şeffaf kağıdı koyarak, elini o hattatın şivesine alıştırdığını, alışana kadar bunu tekrârladığını, eli kıvâma
gelince, âhârli kağıda kendi üslûbunda bir eser verircesine rahatlıkla yazdığını ve sonunda hattı ince
tashihten geçirdiğini, gördüğüm örneklerden anladım. — U.D.
(**) Rahmetli Halim Özyazıcı (1898-1964) Medresetü'l-Hattâtıyn'de Hasan Rıza Efendi (1849-
1920)'den Sülüs-Nesih meşketmeğe başladığında, katt-ı kalem (bkz. ikinci kitap, s. 170) bahsini anlatır­
ken, Hasan Rıza Efendi'nin şöyle söylediğini Halim Efendi'den bizzat duymuştum: "Bir yazı taklid edilir­
ken kaleminin nasıl kattedildiği bilinmezse, aynen taklidi mümkün olmaz. Ancak aynı meyilde kattedil¬
miş bir kalemle yazı taklid olunabilir." — U.D.
312

kündür. Bir de aynı zat tarafından yazıl­ tar. Hele Sülüs ve Ta'lîk celileri ve bun­
dığı halde başka başka imzâ taşıyan ların müsennâ şekilleri ayrı birer ekol
yazılar da vardır. Taklid mi, sahtekârlık teşkil edecek kadar san'atta husûsî bir
eseri mi, ilk nazarda fark edilmez. Nite­ ehemmiyet ve mevkî almışlardır. Bil­
kim Yakût'un terceme-i hâlinde böyle hassa İstanbul'un fethinden sonra git­
bir garîbe kaydedilmiştir. Gençliğimde tikçe yayılan bir seyir almış ve Osmanlı
karşılaştığım dikkate değer bir hâdise­ hattatlarının elinde her biri ayrı bir es­
yi de buraya kaydetmeden geçemiye¬ tetik kıymet hâline gelmiştir. Bu sebeb¬
ceğim: le her Celî yazının kendisine mahsus
Ebrû kâğıdı yapma bahsinde ken­ bir takım usûl ve kaaideleri de vaz'
disinden bahsettiğim müzehhib Safvet olunmuştur. Kalemle yazılmaları
Efendi'nin Bayezid'deki dükkânına mümkün olmıyacak kadar kalınlaşma­
mûtâdım olduğu üzere yine bir gün git­ sı gereken Celî yazının en büyük örne­
tiğimde, biri Ömer Vasfi, diğeri Hulûsi ğini Büyük Ayasofya mâbedindekî Ci¬
imzâlarını taşıyan zırnıkla yazılmış Celî har-yâr levhalarında görürüz (Resim:
Ta'lîk ve "Yâ Hz. Hüsâmüddin-i Uşşâki" 245). Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
ibâresini muhtevî iki levha gördüm. merhumun mahâreti eseri olan bu ya­
Yazıların aynı, imzâların başka oluşu zılardan daha irisinin hat tarihinde yer
dikkatimi çekti. Yazış ve tashih tarzı ho­ almış olduğu bizim mâlûmumuz değil­
cam Ömer Vasfi Efendi'nin yazısını an­ dir. Bunların herbiri bir san'at âbidesi­
dırıyordu. Fakat, imzâ ayrılığı bu görü­ dir (Yazıların mevkîî ve mazmunla
şümü bulandırdı ve merâkımı artırdı, münasebetleri bahsinde îzahları gele­
Saffet Efendi'den keyfiyeti sordum. cektir). Mimarlıkta Ayasofya ile Süley¬
"Aynı yazıyı ikisinden de istemişler, maniye'nin mevkîleri ne ise, bu yazılar
Hulûsi Efendi rahatsız bulunduğu için da hat san'atında ve bilhassa Celî eko­
Ömer Efendi'ye 'Sen yaz da imzâsını lünde öyledir. Kalınlıkları 37,5 santim
atıver' demiş." dedi. İkisi de hocam ol­ olan ve bu kalınlıkta bir kalemle yazma­
duğu için birer vesîle ile sorduğumda, ya imkân olmayan bu yazılara kalemle
Ömer Efendi "Hulûsi Efendi bize îtimad yazılmış gibi gereken estetik hüviyeti
etti, mahzur görmedim" dedi. Hulûsi sağlayabilmek, cidden merâkla ince­
Efendi de "Ömer Efendiye itimadım lenmeğe değer bir mes'eledir. Çünkü
vardır, mahzur görmedim" deyince, yüksek bir kudret ve tekniğe muhtaç
her iki san'atkârın birbiri hakkında gı­ olan bu levhalara, bir de kalemsiz yaz­
yâben aynı kelimeleri kullanmış olma­ mak kazıyyesi inzimam edince hayret
ları beni günlerce düşündürdü; sevgi etmemek elden gelmez. Mecazî yazı­
ve saygım bir kat daha arttı, Allah ikisi­ lardan olmasına rağmen böyle demek
ne de ganî ganî rahmet eylesin. ve hayret etmek, işin î'caz noktasını
ifâde etmiyeceğine göre, bunların na­
2- MECÂZÎ YAZILARIN YAPILIŞI: sıl yazıldıklarını veyâ yapıldıklarını an­
latmak için yazı büyütme usûllerinden
a- YAZI BÜYÜTME USULLERİ: bahsetmeyi gerekli buluyoruz. Bu
usûllerin en meşhûru ve kolayı satranç
Celî yazı yazmak esâsen zordur. yâhut murabbaât usûlüdür. Son za­
Kalem kalınlığı arttıkça bu zorluk da ar­ manlarda fotoğrafla ve aks-i hayal
314

sûreti ile de yazı büyütme imkânı elde Sonra, yazının büyüyüp de levha
edilmiştir. olarak bulunacağı mevkie göre olan
1- Murabbaât (Satranç) Usûlü: eb'âdı bir kâğıda tesbit olunur. Bu
Yazılması matlûb olan mevzû beyaz kâğıd üzerine (Resim: 247)'de görül­
kâğıda mürekkeple yâhut siyah kâğıda düğü gibi küçük kâğıddaki murab¬
zırnıkla küçük kıt'ada yazılıp tashih edi­ ba'lar adedince murabba'lar resmedi­
lir. Levha olacakmış gibi mükemmel lir. Büyük murabba'ların küçüklerin
bir hâle getirildikten sonra üzerine (Re­ kaç misli olduğu ölçülür. Aradaki nis¬
sim: 246)'da görüldüğü üzere müsâvi bet ne ise, asıl yazı da o nisbette büyü­
eb'adda küçük ve muntazam murab- yecek demektir.
ba'(kare)lar çizilir. Sağ ve alt kenarla­ Sonra büyük murabba'lar ya tek
rındaki murabba'lara resimde görül­ bir kâğıda yâhud dört, sekiz veyâ onaltı
düğü gibi sıra numarası konur. ufak parça hâlinde müteaddid kâğıdla­

Resim: 246 ve 247 — Küçük yazının murabba usûlüyle büyütülmesi.


313

Resim: 245 — Ayasofya Camii'ne Mustafa İzzet Efendi tarafından önce küçük olarak yazılıp son­
ra murabbaât usûlüyle büyültülen Celî Sülüs câmi levhalarından biri (Altında istifli imzâsı da görül­
mektedir).
316

mak ve iğnenin ucunda kalması muh­


temel parçaları almaktır.
Bir yazının, kalınlığına, inceliğine,
tekrâr kullanılıp kullanılmayacağına
alınacak kopyanın muvakkat ve dâimî
olmasına, yazının ince veyâ kaba tas­
hih edilmiş bulunmasına ve daha bâzı
lüzûm ve maksada göre sıkı veyâ sey­
rek, kalın veyâ ince iğne vurmak icabe¬
der. Bunlardan herbirisi de üç türlü ya­
pılabilir:
I- İç İğne: iğnenin ucu, yazının ke­
narına dik olarak öyle saplanmalıdır ki,
deliğin dış kenarları yazının kenarına
dayanmış ve onu taşmamış olsun. Bu
sûretle yazının tekmil iç ve dış kenarları
iğneden geçirilir. Bunda yazının kalınlı­
ğı ile iğneli kalıbın kalınlığı müsâvi olur.
Makbul olan budur (Resim: 249).
II- Dış İğne: Bunda evvelkinin ak­
sine olarak iğne, yazının kenarları dışı­
na temas etmek üzere saplanır. Bunda
kalıp, asıl yazıdan iğne deliği kadar her
tarafından kalınlaşmış olur. Bu sebeb¬
le, pek makbul değildir.
III- Bölme İğne: Buna Orta İğne
de denilir/Bunda iğnenin ucu yazının
Resim: 248 — İğneleme âleti. kenarına öyle saplanmalıdır ki, deliğin
yarısı yazının dışında, yarısı içinde kal­
ne tutturulur.* Tahta veyâ mukavva malıdır. Bu tarzda iğneleme hem zor
ile alttaki kâğıd arasına da bir bez örtü­ hem de hatalı olur. Pek ince işlerde kul­
lür. Bunun faydası, tahta veyâ mukav­ lanıldığından çok dikkat sarfını mucip
vadan veyâ kâğıdlardan iğneleme sıra­ olur. Celî yazılar için birincisi hem ko­
sında kopabilecek küçük kâğıd zerrele­ lay, hem kâfi, hem de isâbetli olduğun­
rinin deliklere tıkılıp kalmasına mâni ol­ dan diğerlerine müreccahdır.**

(*) İğneleme işleminden sonra, yazının aslının bulunduğu üstteki kağıda üst kalıp, alta konan ve
sadece iğne delikleri görülen kağıdlara da alt kalıp denilir. Üst kalıp silkme işinde kullanılırsa kirlenir.
Bu maksadla alt kalıbı kullanmalı, üst kalıpta iğne deliklerinin durumuna bakılmalıdır.— U.D.

(**) Üç çeşid iğnelemenin, bu yolla yazı hazırlayacak kimseleri en çok yanıltan tarzı Bölme iğne­
dir. Çünkü, ister kamış kalem, ister tarama ucu, ister fırça kullanılsın; bu âletler, silkmede kullanılan kö­
mür veyâ tebeşir tozlarına takılarak çalışmayı çok zorlaştırır. İlk iki tarzın, biraz da hattatların alışkanlık­
larına bağlı olarak benimsendiği görülür. Bilhassa zer-endûd (sürme altın) yapılacak olan yazılarda, İç
İğne - tebeşir tozları altın sürülen sâhada kalacağı için - mahzurludur. Yeri gelmişken Üstâd Necmeddin
Okyay'dan 1956'da dinlediğim şu hâdiseyi kaydedeyim: Sâmi Efendi merhum Celî yazılarını içten iğne-
315

ra resm olunur. Bu parçalar birbirlerine çizerek kâğıda tesbit olunur. Bunun


yapıştırılarak yekpâre hale getirilir. Bu­ üzerinde gereken kontrol tashîhi yapı­
nun da sağ ve alt murabba'ları küçük­ lır ve iğnelenip kalıbı alınır.
teki gibi numaralanır.
Sonra küçük murabba'lara bakı­
lır, yazı bunların neresinden geçiyorsa b- YAZI İĞNELEME USÛLÜ:
büyük kâğıddaki isâbet ettiği murab¬
ba'lar üzerinde yerleri kurşun kalemi Kalın ve Celî yazıları iğneleyerek
ile hafifçe işâret olunur ve böylece tek­ kalıplarını almak ve bunlardan başka
mil yazı resm edilir: yere silkerek doldurmak veyâ tekrâr
Sonra, küçülten dürbünle baka yazmak bir kolaylıktır. Fakat, doğrudan
baka, aslı ile kontrol ede ede, gereken doğruya yalnız iğne ile yazı kenarlarını
tashihler yapılır. Eğer bu yoksa, göz ka­ muntazam bir sûrette iğnelemek
rarı ile uzaktan kontrol ederek düzelti­ mümkün olmadığından pergel iğnesi
lir. Sonra iğnelenip kalıp haline getiri­ gibi mâdenî bir sapa takılmış veyâ ka­
lir. lem kalınlığında bir ağaca, bir santim
2- Fotoğraf Usûlü: Levha olacak kalana kadar ucu dışarıda kalmak sûreti ile
yazı küçük kıt'ada yazılıp fotoğrafı fil­ saplanmış ince uçlu iğne kullanılır.
me alınır ve agrandizman (büyütme) Bazı tabelâcılar, ufak saat çarkı gibi in­
makinasında istenilen büyüklükte yek­ ce ve müteaddid dişli tekerlek gibi mih­
pâre veyâ parça parça kopyası yapılır. veri üzerinde dönen, mâdenî veyâ
Parçalar birbirine yapıştırılarak iğnele­ ağaç bir sapa rabtedilmiş çark kullanır­
nip kalıba alınır. Murabbaât usûlüne larsa da, bununla yazının estetik
nisbetle daha kolay olan bu usûlde dik­ husûsiyetlerini tamamiyle muhâfaza
katle nazara alınacak en mühim cihet ederek iğnelemek mümkün olmayıp,
yazının her tarafı aynı nisbette büyütül­ hattatlar ve müzehhipler saplama iğneyi
müş olmasıdır. Çünkü ufak bir aksaklık tercih ve tavsiye edegelmişlerdir
büyükte fazlalaşır ve yazı bozulur.* (Resim: 248).
3- Aks-î Hayal Usûlü: Yazı bir
cam veyâ şeffaf ince bir kâğıt üzerine İğnenin ucunu kırılmaktan koru­
yazılır, duvara veyâ bir tablo üzerine mak ve rahatça iğnelemek için budak¬
büyük bir kâğıt gerilir. Karanlık odada sız ıhlamur ağacından tesviyelenmiş
yazılı cam veyâ kâğıd önüne elektrik zi­ takriben 100 x 50 santimetre eb'adında
yâsı aks ettirilir. Yazının gölgesi büyü­ bir iğne tahtası veyâ mukavva bulun­
müş olarak gerili kâğıt üzerinde belirir. durmak lâzımdır. İğnelenecek yazının
Cam ileri geri getirilmek sûreti ile re­ altına sert hamurlu ve dayanıklı bir veyâ
sim, istenen kalınlığa getirilir.** Sonra birkaç kâğıd koyup, iki kâğıd köşe ve
bunun kenarlarından kurşun kalemle kenarlardan zamk veyâ iğne ile birbiri-

(*) Eğer objektif kaliteli değilse, ne kadar dikkat edilirse edilsin, kenarlarda bir bozulma ve görün­
tü sapması (distorsiyon) olacağından, bu usûl çok defa iyi netice vermez. Ayrıca, kullanılan filmin
eb'âdına uygun odak (fokus) açıklığı bulunan bir agrandizör lâzımdır. — U.D.

(**) Şimdilerde, bu anlatılan usûlü daha düzgün bir teknikle gerçekleştiren ve Antiskop denilen
ışıklı optik cihazlar vardır. — U.D.
318

Resim: 249 — Kalıptan silkelenmiş Tuğrakeş Hakkı Bey'e âid Celî Sülüs bir yazıda kömür tozu iz­
lerinin görünüşü.
317

Sıkı ve seyrek iğne demiştik, bun­ rolü inzimâm etmiş bulunursa, bu bir
ları şöyle ayırt etmek mümkündür. İğ­ bakıma yine orijinal sayılabilirse de, as­
ne kâğıda saplanırken iki delik arasına lına nisbetle mecâzî yazılardan olması
üçüncü bir iğne saplamak kaabil ol­ san'at bakımından daha doğru olur. Bu
mazsa buna sıkı iğne, aralıklı olursa, husûsta Hat san'atının diğer san'at¬
buna da seyrek îğne adı verilir. larla münasebeti bahsinde gereken
Eğer delikler gâyet küçük ise bu­ izahlar verilmiş olduğundan biz asıl ko­
na ince iğne, irice ise buna da kalın iğne numuza devâm edelim.
tabir olunur. İnce ve sıkı iğne ince işler­ Kalıp yazının silkileceği yer siyah
de, kalın ve seyrek iğne kaba ve acele veyâ koyu renk ise tebeşir, (Resim:
işlerde kullanılır. 250) beyaz veyâ açık renk ise kömür
Kullanılacak iğne paslı ve ucu küt tozu bir çuha üzerine sürülür. Veya bir
olmamalıdır. Kâğıda dâimâ dikine sap¬ tülbent içine çıkın edilir. Kalıp, silkilecek
lamalıdır. Ucunu, iğneleme sırasında yere konur. Dört köşesinden ve kenarla­
başa sürmek sûreti ile arasıra yağla¬ rından tesbit edildikten sonra o çuha veyâ
malı, daha iyisi yanında kuru sabun bu­ çıkın bu kalıp üzerine sürüldükçe toz­
lundurarak ona batırıp çıkarmalıdır. lar deliklerden geçerek kopya alta çıkar.
Kâğıda kolay girer; ucu bozulmaz, yazı­ Kalıp sağa sola oynatılmadan kaldırılır.
yı da zedelemez. İşin teknik icabına göre tarama kalemi
veyâ fırça ile çizilir.
c- SİLKME, ÇİZME VE DOLDUR­ Şu var ki, çizerken:
MA:
1- İç iğneli kalıplarda çizgi yazının
İğnelenerek kalıbı, yâni kopyası dış kenarına dayanmak ve toz zerreleri
alınmış yazılar, bu kalıptan istenilen ye­ içinde kalmak,
re silkmek, çizmek ve doldurmak sûreti 2- Dış iğnede çizgi, yazının iç ke­
ile çoğaltılabilir. Yâhut silkip tekrâr ka­ narına dayanmak ve zerreler çizginin
lemle yazmak sûreti ile daha sıhhatli dışında kalmak,
orijinal eser vermek mümkün olur. An­ 3- Bölme iğnede, çizgi, toz zerrele­
cak çizme ve doldurma sûreti ile vücu­ rini ortadan bölmek, yarısı, içte yarısı
da getirilen yazı artık mecâzî yazılar­ dışta kalmak sûreti ile gâyet ince ve
dan sayılırsa da, çizme ve doldurma da keskin çizgi halinde ağır ağır çizilmek
hattatın eseri ise, bu orijinal bir yazı sa­ icabeder. Altın işlerinde doldurmayı ve
yılabilir. Fakat, başka elin ve san'atın tashîhi muhakkak fırça ile yapmalıdır.

lermiş. Fakat bir yazısını yazdıktan sonra, iğnelenip zer-endûd yapılmak üzere müzehhib Bahaddin
Efendi (1866-1939)'ye vermiş. Bahaddin Efendi, yazıyı altınla ve fırçayla çizerken tebeşir tozlarının dı­
şardan görünmesini münâsip bulduğundan dıştan iğnelemeyi tercih edermiş. İğnelemeyi bitirdikten
sonra Sâmi Efendi'ye gösterince, yapıldığında yazısının kalınlaşıp şişeceği endişesine kapılan Üstâd
"Eyvah! Keşke kendim iğneleseydim" diyerek hayıflanmış. Bir müddet sonra Bahaddin Efendi yazıyı
kendi usûlünde fevkalâde yapıp bitirince, dükkânının önündeki câmekâna koymuş. Zaten, her geçişin­
de sabırsızlıkla câmekâna bakan Sâmi Efendi, bir/sabah, eserinin hiç bozulmadan tamamlandığını gö­
rünce, Baha Efendi'ye kendine has söyleyiş tarzıyla üç defa "Ulan aferim!," demiş. (Sâmi Efendi bu iki
kelimeyi birleşik olarak ve "âferin"in â'sını kısa, sondaki n harfini de m şeklinde telâffuz edermiş).
Kendilerine mülâkî olduğum Necmeddin Okyay (1883-1976), Mâcid Ayral (1891-1961), Halim Ö2-
yazıcı (1898-1964) ve Hâmid Aytaç (1891 -1982) merhumlar dıştan iğnelemeyi benimsemişlerdi. — U.D.
320

3- YAZMANIN ARTİSTİK ÎZAHİ fazlasını ve benden gelen rûhî karakter­


lerin izlerini dışarı atarlar. Her biri ken­
I- ESTETİK BİR YAZININ DOĞU­ dine mahsus intizâmı resme vâsıta kı­
ŞU: larlar. Bu muntazam şekiller hoşumuza
da giderler.
a- Yazının Tohumu: Bu şekilleri çizmede melekem art­
tıkça cedvel veyâ pergele istinad et­
Estetik yazının, maddi hendese meksizin, hem de gâyet muntazam ola­
içinde yer almış rûhu, bir hendesenin rak çizebilir bir hâle gelirim. Çünkü, cet­
ifâdesi olduğu muhtelif yerlerde arz velin doğru, pergelin yuvarlak ve mun­
edilmişti. Yazma işinin artistik îzâhı ile tazam çizmedeki rolleri mümârese ve
samimî alâkası bulunan bu iki hende­ meleke ile elimin, yâni benim bir hâlim
senin birbiri içinde nasıl doğduklarını olmuş, o âletlerin sağladıkları maddî
san'at tekniği bakımından iyi anlamak hendesedeki intizam ve dürüstlük irâ­
gerektiği cihetle, bu husûsu bir iki mi­ de kudretimin tasarrufu altına girmiş
sâl ile tebârüz ettirmeğe çalışacağız. ve ben sanki bir nevi' cedvel ve pergel
Kâğıda cedvelle muntazam bir olmuş bulunduğumdan, çizerken ata­
murabba'(kare), yanına da pergelle bir cakları kendim atar, bırakılacakları ken­
dâire çizelim ve ne yaptığımızı baştan dim bırakırım. Demek oluyor ki âletler­
sona kadar bir inceliyelim. le çizilenlerdeki intizamlı hendese, çiz­
Önce kafamızda murabba' ve dâi­
me bakımından münhasıran bana, inti­
re mefhumları, sonra bunların zihni­
zam bakımından münhasıran âletlere
mizde veyâ hayalimizde izleri veyâ
dayandığı halde, âletsiz çizdiğim za­
sûretleri ve bu sûretlerin birçok şekille­
man çizmede intizam da münhasıran
ri vardır. Biz bunları hislerimizle ve çe­
bana istinad eder. Ancak ben çizerken
şit çeşit tecrübelerle şuradan buradan
rûhî karakterlerimin izlerini, o şe­
anlıyarak veyâ anlamıyarak kazanmış,
killerin intizamı lehine kendim ifnâ et­
hâfızamıza mâl etmişizdir. Murabba'ın
miş olurum da, onları maddî hendese
cedvelle veyâ cedvelsiz, dâirenin per­
içine sokmam.
gelle veyâ pergelsiz çizildiklerini de Bir de şu misâle bakalım: Şu kâğı­
görmüş ve bellemişizdir. Bu kazançla­ da cetvelle yine muntazam ve ufak'bir
rımız bize sonraki herhangi bir çizme­ murabba' çizelim ve içini dolduralım
mizde rehberlik yapmağa kifâyet eder
de, ne zaman istersek cedvel ve pergel yanına da kalemle bir
yardımı ile zihnimizdeki o sûret ve şe­
killerin aynını veyâ benzerlerini hâl ve nokta yazalım
makaama uygun olarak çizebiliriz. Bu
çizdiklerimiz cedvel ve pergele daya­
. Evvelkinde bir sertlik, in­
narak çizildikleri için muntazam olur­
lar. Bu, şu demektir ki; elimden çıkan tizam, ikincide intizamdan başka bir
hareketler önce serbest iken çizme sı­ hareket ve ifâde görürüz. Evvelkinde
rasında bu âletlere istinad ettiğim için,
âletler bu hareketlerden kendi kaabili¬ rûhî karektere delâlet eden bir iz gö­
yetlerine uyduğu kadarını kabullenip, rünmediği hâlde, ikincide nokta maddî
319

Resim: 250— Kalıptan siyah zemine tebeşir sürülmüş çuha yardımıyla geçirilmiş, Nazif Bey (1846-
1913)'e âid Celî Sülüs istifin bir bölümü.
321

bir hendese ifâde ettikden başka, en az usûl ve kaaideleri doğar. Lâkin nasıl
uyuyan bir beden hâlini ifâde eden rûhî doğar? Bu husûsta kalemi tahrikte
hendeseden hafif bir iz sezilmektedir. esâs olan ve bütün yazılarda hâkim bu­
Evvelkisi dâimâ muttarid olduğundan lunan terkib ve tahlil mebde'leri'nin
hendese âletleri ile ölçmek mümkün­ bilinmesine ve tatbik olunmasına ihti­
dür. Fakat ikinciyi tıpatıp ölçmemiz yaç vardır. Binaenaleyh sözü bu meb¬
mümkün olmaz. Çünkü her tahavvülde de'lere nakledelim.
başka bir ifâde taşır:
b- Terkib ve Tahlil Mebde'leri:

Bu san'atta en esâslı rolün el ve


kaleme taalluk ettiği şüphesiz olmakla
berâber, bunlar hareket ve faaliyetle­
rinde bilgili bir melekenin sevk ve id­­
resine tâbi' olmadıkça, ölçülü, yani gü­
gibi. Bu ifâde ruh gibi maddede yer al­ zel bir yazı vermekten âcizdirler. Binae­
dığı halde, maddî ölçülere sığmayan naleyh, bütün işin sıklet merkezi yazan­
ve yalnız ruhla sezilen bir karakter arz dadır. Eğer yazan harekete nasıl ve ne­
eder. reden başlıyacağını (hareket meb¬
İşte, güzel bir yazının doğuşu, yazı de'ini), kalemi nereye ve nasıl götüre­
terkîbinin ilk unsuru, artistik yazmanın ceğini (hareket sâhasını), hareketi nasıl
sıklet merkezi böyle rûhî hendeseyi hâ­ ve nerede bitireceğini (hareket gâyesi­
mil her an bir hareket ve ifâde taşıyan ni) bilmesse müsbet bir iş de göremez.
bir noktadır (Manevî âhenk bahsine I- Hareket Mebde'i: Bir yazının
bakınız). Bu nokta, yazı bünyesini teşkîl doğması için, önce buna tohum olacak
eden bir huceyre gibi mülâhaza oluna­ noktanın yazılacak yazı nev'ine göre
bilir. Bu îtibarla, noktaya "yazının tohu­ olan hareket mebde'ini bilmek şarttır.
mu" demek yerinde olur. Bu tohum, Bu mebde' her yazıda umûmiyetle
san'atkâr rûhunun bedâat güneşi ve noktadan başlar ve her yazının noktası
harâreti, meleke suyu ile neşv ü nemâ diğerinden az çok farklı bir husûsiyet
bularak, yazı nev'inin metod toprakları arz eder. Bu husûsiyetin san'at tekniği
altında kalemle tahrik edilerek evrile bakımından ehemmiyeti büyüktür. Ni­
çevrile, rûhî hendeseyle gıdâ ala ala, in­ tekim, bu san'atın üstâdları meşk ya­
ceden inceye dokuna dokuna yazı bün­ zarlarken, yazı tâlim ederlerken, yeni
yesi taazzuv ve inkişâf eder. Maddî bir kalem yonttukları zaman, yazmaya
hendese onun bünye malzemesi veyâ başlamadan önce satır başına veyâ
iskeleti yerinde kalır. Rûhî hendese de başka bir kâğıda noktalar atarlar. Bu, ilk
rûhu ve canı menzilesindedir. Fakat bu bakışta kalem ağzının matlub yazıyı
taazzuv rastgele olmayıp, âhenk kanu­ yazmaya elverişli olup olmadığını bir
nu altında intizam ve dürüstlük ifâde deneme, kalemin hamlığını gidererek
eden ve vahdetli bir hüviyet sûreti yazmaya alıştırma gibi telâkkî olunabi¬
hâlinde bediî bir realite olarak tezâhür lirse de, doğrusu, eldeki kalemle, yazı¬
etmiş bulunmalıdır. Bundan da mevzûn lacak yazının hareket mebde'i arasında
kalemlerin terkip metodlari; yazma bir uygunluk sağlamış olarak işe başla-
322

mak içindir. Çünkü kalemin, o ha­ gideceği yerdir. Bu sâha, yerine göre
rekete mebde' olacak noktayı çıkarma­ kısa veyâ uzun olabileceğine göre, bir­
ya müsâid olup olmadığını tecrübe et­ den fazla harekete ihtiyaç gösterebilir.
meden harekete geçildiği takdirde, öl­ Şu var ki, bir hareketten diğerine geçiş,
çülü bir yazıya lâzım olan karakterleri kesik kesik veyâ kesmeden yer ve isti­
ibraza müsâid bir terkib yapılamaz. kamet değiştirmek sûreti ile olabilir. Bu
Onun için, Yâkût ile İbn Bevvab'ın - Ka­ sebeble, hareket sâhasının her zaman
lem kesme bahsinde geçtiği üzere (s. bir menzilde ve bir hareketle bitmesi
170) - kalem ağzındaki sırların acâiblik¬ zarûrî değildir. Yazı nev'ine, harfin bu
lerini fâş etmeğe imkân olmadığını nev'e göre alacağı bünyevî vaziyete ve
söylemeleri de daha ziyâde bu ehem­ hareketin bununla mütenâsib derece
miyetli noktaya nazarları çekmek için­ ve istikaametine, ağır veyâ seri' yazılı­
dir. Çünkü kesimi başka, kâğıda konu­ şına göre müteaddid menzilli olabilir.
şu başka olan bir kalemin hareketlerin­ El, kalemi ve noktasını bu istasyonlar­
den doğacak izleri başka bir kalemde, da evire çevire, kılıktan kılığa soka so­
koyuşta ve hareketlerde bulmayız. ka, cereyânlar arasında sûretten sûrete
Bunlar, daha başlangıçta ayârlanma¬ aktara aktara yürütürken, hem kale­
dıkça, el ve kaleme belirli bir hareket min hareketini idâre eder, hem de kale­
mebde'i sağlamadıkça, denildiği gibi, mi gelecek harekete hazırlamak zorun­
yazan bir takım sırların acîb tesirleri da kalır. Hem de herbirini hareket meb¬
arasında bocalar kalır. de'indeki, meyle tevfîk ettirmeye ve
mahfuz tutmaya çalışır. Böylece gide
Hâsılı, kalem ağzının yazılacak ya­ gide bir sonuca varmayı gözetir, bun­
zı nev'inın terkib metoduna göre ayâr­ dan da üçüncü mebde' çıkar (Hareket
lanarak konması ve bunun önce bir sâhasının misâli için de biraz sonra söz
nokta üzerinde tatbik edilerek işe baş­ gelecektir).
lanması, o yazı nev'inin hareket meb¬
de'ini tesbit demek olup, bundan sonra III- Hareket Gâyesi: Her hareke­
kalem artık bu plâna göre hareket etti­ tin bir başlangıcı olduğu gibi, bir de so­
rilecek ve sona erecektir. Harfler, keli­ nu olmak zarûrîdir. Bu son ya önceden
meler, satırlar, harekeler ve süs işâret­ düşünülmüş veyâ düşünülmemiştir.
leri kâmilen o mebde'e göre ayârlana­ Düşünülmemişse sarfedilen hareket
rak yazılacak, dizilecek, bünyeleştirile¬ gâyesiz demektir. Yâni, o hareketin ne
cektir. Notadaki anahtar ne ise, yazıda sûretle biteceği meçhuldür. Düşünül­
hareket mebde'i olan nokta da odur. müşse, bu son, o hareket için bir gâye
Bir kalem, hareket mebde'inden işe olur. Onun için, "gâye mebde'de gizli­
başlayınca, az çok bir mesâfe kat' ede­ dir" derler. Bu gâye, bir harfin parçala­
cek, bunun için de bir menzilden diğer rında ve bütününde düşünülebilir.
bir menzile geçmek zorunda kalacaktır Gerçe kelimelerde veyâ bir mevzûu ih­
ki, bundan da ikinci mebde' çıkar. (Ha­ tiva eden zengin bir bütünde de gâye
reket mebde'inin misâli için, biraz son­ mülâhaza olunur. Lâkin bu gâyelerin
ra tahlilî îzah kısmında söz gelecektir) husûlleri, harfin husûlüne mütevakkıf
olduğundan, burada daha önce harfe
II- Hareket Sâhası: Kalemin ha­ ait gâye bahs mevzûu olur. Diğerleri
reket mebde'inden îtibâren yürüyüp buna tefri' olunur.
323

IV- Bu Üç Mebde'in Tahlilî Îzâhı: mak için hareket sâhasının iki yerinde,
yâni 3 ve 4'de mola verilmiştir. Hareket
Bu mebde'lerin bir misâl üzerinde tah­
mebde'inden yürüyen kalem, 3 nokta­
lilini yapmak için sülüs yazı nev'i üze­
sında hareketini bitirmiş, buradan ha­
rinde tatbîk edelim ve noktasından
reket mebde'indeki meyille, ikinci ha­
başlıyalım.
rekete geçerek bunu 4'de sona erdir­
miş, buradan yine hareket mebde'in­
1-2. hareket mebde'i, 3-4 deki meyille üçüncü hareketi yaparak,
2'de asıl gâyeye ermiş ve hareket meb­
de'indeki meyli de mahfuz tutmuştur.
hareket gâyesi, bu iki had arasındaki
Harfi, böyle üç parçaya ayırarak
parça da hareket sâhasıdır. Kalemin
yazmak, Sülüs kaleminin târifi olan "al­
hareket mebde'inde meyli
tıda dört behresi musattah, iki behresi
'ne ise, hareket gâyesinin müdevver olmak" metodunun tatbiki­
ni göstermeye mâtuf olup, birinci par-

meyli de odur. Hareket ça Sülüs'ün hareket meb-

sâhasının meyli ise hareket meb¬ de'i olan


de'inin
noktasına tekaabül eder.
iki mislidir ki, böylece
İkinci parça:
nokta sülüs ve sülüsan (üçte bir ve üç­
noktanın ile
te iki) nisbetini ve meylini ifâde eder.
İşte böyle olan nokta, Sülüs kaleminin ifâde olunan sülüsân nisbetine muâ­
ve dolayısıyle Sülüs hattının hareket dildir. Üçüncü parça da
mebde'i olup Sülüs kaleminin târifi de
bundan istihrâç olunmuştur. yine noktanın
Şimdi bu mebde'den hareket
edip, bâ harfini Sülüsle yazalım: ile ifâde olunan sülüs nisbetine tekaa¬
1 bül eder. Yani üçte iki ve üçte bir nokta­
ya nisbetle neyi ifâde ederse, altıda iki
1 ile gösterilen de harfe nisbetle onu gösterir.

Bu üç parçadan herbirine ayrı ay­


rı bakalım. Herbirinde kalem daha ufak
kalem konuşu hareket
üçer hareketle yürümüş ve her üç
mebde'idir. Buradan 2'ye kadar olan mebde' bunlarda da rollerini oynamış­
kısım, hareket sâhasıdır. Ve 2 kısmın­ lardır. Öyle ki, herbirindeki hareket
daki son mebde'leri ve gâyeleri ve meyilleri bir­
birinin aynıdır. Binaenaleyh, harf hakî¬
parça da hareket gâyesi­
katte birer nokta ifâde eden altı behre
dir ve hareket mebde'inin aynıdır. ile, bir noktalık hareket mebdeinden
Meyli de müsâvidir. Bu gâyeye vâsıl ol- teşekkül etmiştir; her noktanın meyli
324

ve harfin umûmîdurumunun meyli ha­ meyillerde bile hareket mebdeine ve


reket mebde'i'nin meyline denktir. Ni­ gâyesine aykırı bir meyil de buluna­
tekim bâ'nın çanak meyilleri toplanırsa maz.
3- Hareket mebdei hangi kayd ve
noktanın meyline şart altında başlamış ise, noktasında
ve buna tebe'an harf, kelime ve bir bü­
müsâvî olduğu görülür ve harfin tâlimi tünün husûlünde ve meyillerde de aynı
yukarıki îzahlara tevfikan şu olur: kayd ve şartın tatbîkı îcâb eder. Hare­
ket gâyelerinin en son haddi ister ihfâ,
ister izhâr ile olsun, hareket mebde'le¬
rine müsâvî ve muvâzî olmak şarttır.

V- Bazı Neticeler: Yukarıki tahlîlî


izahlarımızdan şu umûmî prensipler çı­
kar:
1- Bütün ölçülü yazılarda kalem,
misâlinde bütün bunlar yer almıştır.
hareket gâyesinde ya vahşî ve ünsî uç­
larla birlikte veyâ yalnız vahşî uçla Artık, bu prensipler dışında yürü­
nihâyet bulur. Yalnız ünsî uçla nihâyete yen kalemle yazılacak bir harf, miyârın­
ermek yoktur. Meselâ dan az çok inhirâf etmiş olacağından,
tenâsüb ve tenâzur bakımından bir hır­
palanma göze batar. Nazarî, olan bu
prensiplerin tatbikatta gereği gibi ba¬
şarılamamış olması hâlinde, hatâ ve
kusuru artık yazanda ve yazışında ara­
mak lâzım gelmekle berâber, her pren­
sibin yanında san'at ve ibdâ' icâbı olan
evvelkine izhâr, ikinciye ihfâ denir. Fa­ bazı istisnâların ve fevkalâdeliklerin
kat bu izhâr ve ihfâ yalnız gâyeye mün­ yer almış bulunabileceği de unutulma­
hasır değildir. Hareket mebde'inde, malıdır. (Kaaide Üstü Durumlar bah­
hareket sâhasında olabilir. sine bakınız.)

c- TERKİB METOTLARI:
Her mevzûn kalemin, diğer bir ifâ­
de, her ölçülü estetik yazının artistik bir
sûrette yazılmasını kolaylaştıran ken­
dine mahsus bir terkib metodu vardır.
Her kalemin târifi, onun ölçüsünü ifâde
eder. Bu ölçü, o kalemin hareket hattını
ve yazının terkib metodunu gösterir.
2- Mevzun bir yazıda, hareket Bu îtibarla, ne kadar ölçülü yazı varsa
mebdeine muârız hiçbir hareket meb­ herbirinin hareket hattını gösteren bir
de'i olamıyacağı gibi, birer noktalık târifi, yani terkib metodu olmak lâzım
325

gelir. Ancak, mevzûn kalemlerin çoğu görüldüğü veçhile, hep müsellesi olur
zamanla kaybolmuş, şekilleri gibi me¬ ve bu müsellesler üçte bir ve üçte iki
todları da zamanımıza kadar intikal et­ nisbetini muhâfaza ederler. Ma'kılî'de
memiş bulunduğundan, bunlar hakkın­ olduğu gibi, murabba' bir baş yoktur.
Meselâ Ma'kılî "mim"i:
da bir şey söylemeye imkân ve salâhi­
yet göremiyoruz. Bununla berâber,
hepsinin mihrâkını teşkil ettiği söyle­ ve "vav"ı
nen ve hutût-ı mevzûne-i asliye nâmı
verilen aklâm-ı sîtte (altı kaleminin ve murabba7 ve mustatilimsi'dir. Kûfî
Ta'lîk'ı de ilâve ederek heft kalem (ye­
di kalem)'in kitabımızın birinci kısmın­ "mim"i: "vav"ı 'nın
da kaydettiğimiz târiflerini ele alarak,
bunların terkib metodu olmaları, artis­ başları müsellesi ve mütesâvîdir. Yâni
tik husûsiyetleri ve estetikle alâkalı ci­ kalemin üç hareketi birbirine denktir.
hetleri üzerinde durmak lüzûmlu oldu­ Sülüs'te ise, görüldüğü üzere üçte bir
ğu kadar, ileride gelecek çetin mevzû­ ve üçte iki nisbeti ile müsellesidir. Harf
gözlerinin beyazlığı da aynı nisbette¬
ları anlamamıza da faydalıdır.
dir.
I- SÜLÜS KALEMİ: Bu kalem, ta
yukarılarda "Dört behresi musattah, iki Bu nisbetin daha açık bir misâlini
Sülüs bâ'sının hareketlerinde görürüz:
behresi müdevver olmaktır" diye târif
olunmuş ve behrenin ne demek oldu­
ğu da açıklanmış, terkib ve tahlil meb¬ de kalem, Sülüs'ün târifi
de'lerinin îzahı sırasında ufak bir tatbîk
misâli de verilmişti. Bu târif, "Altıda uyarınca altı noktalık bir mesâfe kat'
dördü düzümsü ve altıda ikisi yuvarla¬ ederken, dört noktadan sonra sola dö­
ğımsı olmak" yâhut "Üçte ikisi düz, üç­ nüşü iki nokta olur ki altıda iki nisbetin¬
te biri yuvarlak" yâhut "Sülüs ve sülü¬ dedir. Bu da sülüs, yâni üçte bir nisbeti
sân nisbeti" yâhut "üçtebir ve üçte iki demektir. Dört nokta da buna nisbetle
meyilli" diye de söylenir ki, hepsi de sülüsân, yâni üçte iki olur ki, Sülüs'ün
Sülüs'ün terkib metodunu ifâde eder. noktasında hareket mebde'i olarak
Sülüs'ün hareket mebde'i olarak tesbit edilen sülüs ve sülüsân nisbetini
tesbit edilen ifâdeden başka birşey değildir. Her
meyil, Sülüs'te böyle üçte bir mikyâsı
noktasına dikkat edilirse
üzerinde cereyân eder ve paylar (par­
tam düz bir murabba' değil, üçte bir ve çalar) dâimâ sülüs ve sülüsân nisbetini
üçte iki nisbetinde meyillidir ki, bu me­ muhâfaza eyler. Bütün çanaklar, küpler
yiller ufak noktalarla gösterilmiştir. Ka­ de bu minvâl üzeredir.
lem, başından sonuna kadar bu üç ha­ Burada bir husûsa temas etmek
reket ve üçte bir meyil esâsı üzerine lâzımdır. Sülüs'n hareket mebde'i ola­
yürür. Aynı metodun îcâbı olarak başlı rak tesbit edilen ve yukarıdaki târifleri
harfler veren noktası taayyün ettikten sonra,
bundan evvelâ elif terkib edilmiş ve di¬
ğer harfler bundan istinbat olunmuş
bulunduğu cihetle, şu kaydettiğimiz bâ
326

harfi îzâhı esâsen elife müteferri'dir. nisbet ve meyli muhâfaza etmiş bulu­
Binaenaleyh burada evvelâ, noktadan nur.
elif'in nasıl terkîb edilmiş olduğunu Anlaşılıyor ki bu yazıya Sülüs adı­
görmek daha ilmî olur. nı veren vâzı'lar, harflerin cereyân ve
tedvirinde hareket mebde'i ittihaz et­
miş oldukları sülüs ve sülüsân nisbe­
tinde meyilli olmak husûsunu esâs tu­
tarak, kalemin hareket mebdeinde, ha­
reket sâhasında ve hareket gâyesinde
tam bir Sülüs elif'inin bu ölçü üzerinde yürümeyi mülâhaza
etmişler ve harflerde asgarî ve âzamî
bünye ve tâlimine dikkat edersek, her
olarak kabul ettikleri hadleri de yine bu
üçte bir kısmında bir meyil buluruz. Bir
esâsa istinad ettirmişler ve Sülüs kale­
noktalık zülfesi bâ'nın başındaki bir
mi tâbiri ile de, bu esâsa işâret etmek
noktalık kısma tekaabül eder. Ortada
istemişlerdir. Böylece bu mebde'den
kalan dört noktalık kısım düzümsü, ya­
yürüyerek arzettiğimiz şekilde elif vü­
ni sülüs ve sülüsân nisbetinde meyilli,
cûda getirilmiş ve bunun terkib meto­
geri kalan iki noktalık kuyruk kısmı da
dunu gösteren tâlîmâtı da, bütün diğer
yuvarlağımsıdır. Elif'in -zülfe hâriç-ta­
harflerin taazzuv ve teşekkülünde esâs
mamı altıda dört ve altıda iki nisbetini
tutulmuştur. Nitekim Yâkut ile İbn Hilâl
ifâde eder ki - "bâ" da böyle idi- sülüs
elifi târif ettikten sonra (bu târife bakı­
ve sülüsân demektir. Zülfe'de de hare­
nız) "Her hat gerek aslı ve gerek fer'i îti¬
ket mebde'i olan noktadaki bu sülüs ve
bâriyle elife râci olur" demişlerdir. Eski
sülüsân nisbetini ve üçte bir meylini
yazı tâlimlerinde eliften birçok harfin
buluruz. Bu meylin îcâbı olarak elif
yâhut bir harften diğer bir harfin nasıl
tam dik değil, sülüs ve sülüsân nisbe­
doğduğunu göstermişlerdir ki mak¬
tinde bir meyille öne eğik bir vaziyet
sad, Sülüs kaleminin târifinde tesbit ve
alır. Öyle ki, tam başta kalemin vahşî
hareket mebdei ittihâz edilen terkib
ucunu gösteren re's ile kuyruk sonun­
metodunun muhtelif yönlerden tatbîk
da, kalemin vahşî ucunu gösteren nok­
şeklini tebârüz ettirmektir.
ta, kalemin hareket mebde'ine denk bir
meyille şâkûli çizgi üzerinde birleşmiş­
II- NESİH KALEMİ:
lerdir. Biri zülfenin ucundan, diğeri ha­
reket mebde'inin alt köşesinden aşağı "Sülüs'e tâbi'dir" diye kısaca târif
iki muvâzî hat çekersek, sağdaki açıklık edilmiş ise de bu tâbiyeti anlamak ko­
soldakinin iki misli olur ki, bu da sülüs lay değildir. Bu husûsu îzâh edebilmek
ve sülüsân nisbetini ifâde eder ve zül­ için, nesih (nesh) kelimesinin mânâla­
fenin durumu ile elif'in durumu aynı, rından (1) "izâle ve isbatın birlikte ol-

(1) Kaamûs'un Nesih (Nesh) maddesinde kayd olunduğu üzere: Nesih: 1 - Bir şeyi yerinden zâil kıl­
mak, giderip atmak manasınadır. 2- Bir şey diğer bir şeyi arkasından tâkîb ederek zâil kılmak mânâsına
mevzûdur. Gölgenin güneşi, ihtiyarlığın gençliği tâkîb ve izâlesi gibi. 3- Nesihten bâzan izâle anlaşılır ki,
evvelkini tamâmen izâle eder. 4- Bâzan da isbat anlaşılır. Şu kitabı nesh ettim denir ki, sûretini başka bir
kâğıda naklettim, demektir. 5- Bâzan da izâle ve isbât ikisi birden anlaşılır. 6- Birşeyi tağyîr etmek ve
bozmak. 7- Bir şeyi ibtâl edip başka bir şeyi onun yerine koymak. 8- Nesh mânâsına da kullanılır ki, bir
şeyin sûretini çirkin bir sûrete çevirmekten ibârettir. 9- Bir şeyin sûretini çıkarmak. 10- Bir şeyi bulundu­
ğu yerden diğer bir yere nakl ve tahvil eylemek mânâlarına da kullanılır.
327

ması" mânâsını almak ve bunu, Sü¬ geri kalan üç noktayı sülüs ve sülüsân
lüs'ün üçte ikisini nesh ederek, üçte bi­ nisbeti ile ifâde edersek, üçte ikisi düz,
riyle ona tâbi olması sûretinde anla­ üçte biri yuvarlak olmak îcâb eder.
mak icab eder ki, bundan da Nesih mik­ Böylece Nesih elif'inin hareket meb­
yası, yâni terkib metodu çıkar. Şöyle ki: deinden îtibâren dört nokta düzümsü
Hattatlarca mâlûm olduğu üzere, ve sondaki bir noktalık kısım da yuvar¬
Nesih kaleminin esâs kalınlığı Sülüs'ün lağımsı olmak lâzım gelir. Filhakika Ne­
üçte biri kadar olup hareke kalemi de­ sih elif'inin tâlimi de böyledir.
nir. Buna göre Nesih, kalınlık bakımın­
dan Sülüs'ün üçte ikisini nesh (izâle) Nitekim aynı esâs üzere
etmiş, yâni kaldırıp atmış ve üçte biriy­
le de Sülüs'ün yukarıda geçen târifine de iki nokta düzümsü, bir
tâbî olmuştur dersek, bununla ince bir nokta meyilli
Sülüs yazılmış olursa da, Nesih bünye­
si doğmaz. Meselâ: Şu ince Sülüs de öyle olmuş, hareket
olursa da, Nesih vav'ı mebde'i olan birinci nokta

de izhâr,
olan doğmaz. Kaldı ki, Sülüs
de ihfâ edilerek yazılmış­
kalemi kalınlığında da Nesih vav'ı
tır. Bu îzahlarımızla Nesh'in Sülüs'e na­
sıl tâbi olduğu ve terkib metodunun
yazılabilir. Şu halde bura­
neden ibâret bulunduğu iyice anlaşıl­
daki tâbıyyeti başka türlü anlamak îcâb mıştır.
eder. Yalnız burada mühim bir noktaya
Sülüs'ün târifındeki altıda dört ve temas etmek isteriz. Prof. İsmâil Hakkı
altıda ikiden, sülüsân olan dördü atar­ Baltacıoğlu İlâhiyat Fakültesi Mecmua¬
sak, geri kalan bir sülüs iki nokta eder. sı'ndaki makalesinde, Nesih'le Sülüs
Bunu Sülüs kalemi ile şöyle yazalım: ve Sülüs Celîsi'nin bir nevi yazı olduğu­
nu söyliyerek Nesh'i çocuğa, Sülüs'ü
Nesih kalemi olan üçte bunun delikanlılık hâline, Celî'sini de
babaya, yani o delikanlının olgunluk
bir kalınlıkla bu iki nokta uzunluğunda
durumuna benzetmişdir. İlk nazarda
ve üçte bir meyille bir elif yazalım:
çekici görünen bu teşbihlerin san'at
tekniği ve yukarıda arz edilen terkîb
olur. Bu, Nesih kalemi ile
metotları ile ne dereceye kadar uyuş­
dört nokta eder. tuğu düşünmeye değer. Nesih harfleri
her ne kadar Sülüs'e nisbetle baba ile
Bunu sülüs ve sülüsân
çocuk, kumandanla yâver gibi bir
nisbeti ile ifâde edersek, "İki buçuğu tâbiyyetve metbûıyyet ifâde ederlerse
düz, bir buçuğu yuvarlak olur." deme­ de, bu, Nesih büyümüş de Sülüs ol­
miz lâzım gelir. Şu var ki, baştaki bir muş, Sülüs ihtiyarlamış da Celî olmuş,
noktalık kısmı, Sülüs'ün elif'inde oldu­ yâhut, Celî küçülüp Sülüs olmuş, bu da
ğu gibi hareket mebde'i olarak alır da, incelip Nesih olmuş, demek değildir.
328

Böyle olsaydı, birini yazarken diğerine okunmasında şüphe ve tereddüde dü­


uymak zorunda kalırdık. Sülüs Ne¬ şürecek bir hâl ve tavır bulunmaksızın
sih'den istinbat edilmiş, onun delikanlı­ yazılmış olmasıdır, denilebilir. Fakat
lık devri olsaydı, Sülüsle Celî'sinde ol­ bu mânâ ile yazının târîfi arasında Sü­
duğu gibi birini yazmak için diğerine lüs ve Nesih tâbirlerinde olduğu gibi
tâbi' olmadıkça bir harf dahi yazmaya bir münâsebet yok gibidir. Çünkü keli­
imkân bulamazdık. Onun için aklâm-ı meyi tahlîl etmekle târîfine, terkîb me­
sitte'nin her biri kendi târîfi ve terkîb toduna delâlet eden bir mânâ sezile¬
metodu dâiresinde ne kadar ince veyâ memektedir.
ne kadar kalın yazılırsa yazılsın, bu yazı­ Bu kalem, "Birbuçuk hassası düz,
lanlar asıl kalemin (yani nev'in) fürû⬠bakîsi müdevver olmakdır" diye tarîf
tından addedilerek kalınlarına celî, in­ edilmiş ve kalınlığının da Sülüs kalemi
celerine hafî denegelmişdir. Binâena­ kadar olduğu söylenmişdi. Bu târîfe
leyh Sülüs'ün büyümüşü Sülüs Celîsi, göre kalemin bir murabba' teşkîl eden
incesi ince Sülüs, Nesh'in büyümüşü
Nesih Celîsi, incesi de derecesine göre noktasının üst kısmı
ince, hafî veyâ gubârî Nesih'dir. Onun
için, Nesih kalemiyle Nesih yazısını iyi ikiye bölünüp bir buçuk
ayırdetmelidir. Asıl fark incelik ve ka­
lınlık değil, metod farkıdır. Gerçi Nesih kısmı alınırsa, bu
kalemi Sülüs kalemine tâbi'dir. Fakat
bu tâbiyetin mânâsı, denildiği mânâca de işâret edilen yere ka­
değil, yukarıda îzâh ettiğimiz veçhile­ dar olan olur. Bunun geri kalan kısmını
dir. Nesih kalemiyle ve bunun terkîb bu kadarcık meyillendirirsek
metoduyla vücûda getirilen Nesih ya­
zısı ne Sülüs'ün yavrusu, ne de ona tâ­ yedide ikibuçuk nisbetin*
bi'dir. Bu iki yazı kalınlaşıp incelmekle
ne nev'iyyet ve istiklâllerini, ne de alâ­ de bîr meyil ifâde eder ki, Sülüs'e naza­
ka ve münâsebetlerini kaybederler. Bi­ ran daha azdır. Bu sebeble ondan biraz
nâenaleyh ne Nesih Sülüs'ün incesidir, kalınca görülür. Kaleme Muhakkak de­
ne de onun inkişâf etmemiş, olgunlaş­ nilmesi, bu meyil azlığından ve biraz
mamış yavrusudur. Belki istinbatta tokça olmasından münbais olsa gerek­
ona tâbi', varlığında mümtaz ve müsta­ dir. İşte bu esâs dâiresinde konan bir
kil bir nevi, asıl bir kalemdir. Bundan is­ kalemin vaziyeti Muhakkak kaleminin
tinbat olunan hafî ve celîleri de fer'î ve hareket mebde'idir. Bu mebde'den ha­
tâbiîdir. reketle aynı esâsı Muhakkak elif'ine tat¬
bîk edersek:

III- MUHAKKAK KALEMİ:

Muhakkak, "tahakkuk etmiş, şüp­


heli bir yeri kalmamış" demek olduğu­
na göre, bu yazıya Muhakkak denilme­
sinin vechi, harflerin kalemden olan
nasîblerinde fedâkârlık yapılmaksızın,
329

olur. Afîf Risâlesi'nde kaydolunduğu olacaktır. Meselâ


üzere Sülüs elif'inin sadrındaki ve âhı¬
rindeki tahdîb bunda yokdur. Kuyru­
ğunda bir tahrif (eğrilik) vardır. Bu eğri­
lik, elif'in başındaki meylin devâmından
husûle gelmiş olup, hareket gâyesidir
ve hareket mebde'inin aynıdır. Dikkat de 1 ile gösterilen kalem ağzı 2 ve 3 ve
edilirse, elif'in meyli de zülfesinde oldu­ 4'de aynı olup noktasında tesbit ettiği­
ğu gibi hareket mebde'inde meyle mü¬ miz meyile müsâvîdir. Diğer harflerde
sâvîdir. bu mikyas üzerinden yürünecek, kâse
Elif'in boyuna gelince: Afîf Risâle­ ve çanaklar da bu minvâl üzere olacak­
si'nde "Elf-i müfredenin Muhakkak ve tır.
Reyhânî tâlîmi kendi kalemiyle kaddi
(boyu) ön nokta ve mahalline göre zi­
yâdece olur" denilmiş (1) ve on nokta IV- REYHÂNÎ KALEMİ:
olmasının teknik sebebi söylenmemiş¬
Reyhânî, "reyhana mensup" de­
dir. Yukarıkî târif ve tâlim gösteriyor ki,
mektir. Burada reyhânımsı, yani fesle­
Muhakkak kaleminin meyli, sülüs kale­
ğeni andıran bir yazı demek olursa da,
minin meyline nazaran dörtde bir ka­
bu benzemenin vechi hakkında bir nakl
dardır. Bunu Sülüs ve Muhakkak elifle­
bulamamış ve yazının güzelliğinden ki­
rinin boylarına nisbet edersek, şu olur:
nâye olmasının kuvvetle muhtemel ol­
Sülüs elif'inin boyu zülfesiyle yedi nok­
duğunu yazmıştık. Çünkü, maddî hen­
tadır. Bunun dörtde biri, birbuçuk nok­
desece umûmî görünüş itibariyle yazı
tadan fazla, ikiden biraz azdır. Bunu ye­
ile fesleğen arasında bir münâsebet
diye ilâve edersek dokuza yaklaşır. Bir
göremiyorduk. Hz. Ali'nin:
noktada zülfeyi teşkîl eden hareket
mebde'i ilâve olunursa on nokta eder.
Bunun yarışı olan beşe, tarîf uyarınca
diğer yarının ikibuçuğu ilâve edilince,
diye, güzel yazıyı "gönüller fesleğeni"
kalem yedibuçuk nokta düzümsü (yani
sûretinde vasıflandırmış olması da bizi
dik), iki buçuk nokta yuvarlağımsı yürü­
te'yid ediyordu. Bu satırları yazdıktan
yecek ve Muhakkak elifi yukarıki şekli
dört sene sonra Tuhfe-i Hattâtîn'i karış­
alacakdır. Buradaki düzlüğün dik veyâ
tırırken 622. sahifesinde, "Tuhfe-î Mah¬
dikimsi demek olduğu bellidir. Ne tam
mudî'de, dördüncü Reyhânî, ol şukûfe¬
şâkûlî, ne de sülüs gibi üçde bir değil,
ye hüsn ü bahâ cihetinden teşbîhen
dörtde bir meyilli olmakdır ki, ikisi orta­
tesmiye olunmuştur" denildiğini gör­
sı bir vaziyetdir.
dük.
İşte elifteki bu esâslar Reyhânî, "Muhakkak'a tâbi'dir"
harfinde ufkî olarak tat­ diye târif olunmuştu. Nesih, Sülüs'e tâ­
bi' olmakla berâber, aralarındaki harf
bik edilecek ve düzlüklerde tam bir uf kî
farklılıklarının çokluğuna mukaabil,
düzlük değil, hareket mebde'indeki Reyhânî, Muhakkak'ın üçte bir kale­
dörtte bire yakın bir meyille düzümsü miyle yazılan ve her hâliyle Muhak­

1-Tuhfe-i Hattâtîn, s: 611.


330

kak'ın üçte bir küçültülmüşünü hatırla­ Tuhfe-i Hattâtîn'in nakline göre (s.
tan bir yazı nev'idir. Resim: 81 ve Re­ 611), "İmâd-ı Afîf Risâlesi"nde bir de şu
sim: 82 bu hâli açıkça göstermektedir. fark belirtilmiştir: Muhakkak ve Reyhâ¬
Tuhfe-i Hattâtîn'in II. sânihasında nî'nin elifi, önündeki harfe bağlıysa,
şöyle denilmektedir (s. 612): "Muhak­ düz olarak yukarıya çıkar, sağa sola
kak ki ana Muennak dahi denir. Tarih­ meyli yoktur ve nihâyette bir kalemin
ler ve eş'âr ve ve kasâid içündür kî anı, ağız genişliği görülür. Sülüs kaleminin
İbnü'l-Basîs ve Nasrullah tenkîh eyle­ önündeki harfe bağlı ve elifi sonda sola
mişlerdir. Bâzılar, Muennak, Muhak­ meyl eder ve burasında kalemin ağız
kak'la Sülüsden müntehab ve mürek¬ genişliği görünür. Muhakkak'da ra',
keb zanneylediler ve nîçeler, kalem-i nun ve ya' uzunumsu ve derinliği az,
müstakildir dediler. Fark u temyîzi, eh¬ Sülüs'de ise kısa ve derin olur. Meselâ:
l-i kemâl ü hazâkât ve üstâd-ı sâhib dik¬
Sülüs'de:
kat-i pür-zekâvet kârıdır."*
Tuhfe-i Hattâtîn'de kayd olundu­
ğuna göre, gözlü harfler Muhakkak ve
Reyhanî'de mutlaka gözü açık olarak
yazılır. İkisinin birbirinden farkı, Reyha­
nî'de î'rab (hareke) kendi kalemi ile
olur ve î'rabları da meftûhü'l-ayn, yâni
Muhakkak'da:
zamme (ötre) işâretinin de gözü açık
yapılır. Muhakkak'ın î'rabı kendi kale­
minden ince bir kalemle konulur (s.
611).
Sülüs'de bir harfin müvelled de­
nilen diğer bir tarzı da yapılabilir. Mu­
hakkak ve Reyhanî'de ise her harfin
asıl olan şekli yapılır. Meselâ, Sülüs'de Bugün Muhakkak ve Reyhânî'nin
kullanılışı hemen hemen kalmamıştır**.
vav

V- TEVKİ KALEMİ:
mukavver ve mürsel olabildiği halde,
Muhakkak'da hep Kaamusun beyânına göre tevki';
"bir şeyi vâkı' ettirmek" demektir. Bu
münâsebetle "te'sîr" manâsında da
mürsel olarak yazılır. kullanılır. Bu alâka İle; beratlara, men­
şurlara, resmî mektuplara ve emsâline

(*) Müstakim zâde bu ifâdesiyle şöyle demek ister: "Aynı zamanda Muennak diye isimlendirilen
Muhakkak hattı târihler, şiirler ve kasideler yazılmasında kullanılır ki, İbnü'l-Basîs ve Nasrullah onun faz­
lalıklarını giderip ıslâh etmişlerdir. Bâzıları Muennak'ı, Muhakkak'la Sülüs'den seçilmiş ve birleştirilmiş
zannettiler ve birçokları da ayrı bir yazı cinsidir, dediler. Onların ayrılması, kemâl ve hazâkat ehliyle, dik­
kat ve akıl sâhibi üstâdların işidir."— U.D.
(**) Bu iki yazının bugünkü kullanılışları hakkında bir not için 102. sahife (1. kitap) deki (**) rumuzlu
hâşiyeye bakılabilir. — U.D.
331

vurulan nişâna da tevkî' ıtlâk olunur. sür'atle yazılması matlûb olan husû¬
Sonra te'sire medâr olduğu için fer­ satta kullanılır. Stenografik bir mâhiyet
manlara, beratlara, pâdişâh emirlerine arz eden bu kalem kadar, arap yazısı
vaz' ve keşîde olunan nişân-ı padişâ¬ çeşitleri içinde başka kalem yoktur, de­
hî'ye, hatt-ı humâyun'a, tûğra'ya, vüze¬ nilebilir. Sonraları rıkaa' ve ruk'a keli­
râ şahlarına, î'lâm'ların bâlâsına yazı­ meleri kullanılmaz olmuş ve bilhassa
lan kadı imzâlarına, nihâyet, bunlarda son zamanlarda Rık'a demek şâyi' ol­
kullanılan yazıya da Tevkî' adı veril­ muştur. Halbuki "rık'a " aslında mas¬
miştir. Önceleri resmî bir mevkii bulu­ dar ve binâ nevi' sîgasıdır. Binâena­
nan bu yazının yayılarak çeşitli mevzû­ leyh rık'a, mutlak sûrette rıkaa' karşılı­
larda kullanılmış olmasına bakılırsa, ğı olmayıp "bir nevi' rıkaa'" demektir.
tevkî' adı verilmesi, ilmî haysiyeti ve Yani rıkaa' umumi olduğu halde, rık'a
estetik hüviyeti bakımından değil, daha husûsî bir mânâ ifâde eder. Onun
amelî değerinden ileri gelmiş olduğu için, ne her rık'a rıkaa'dır. Ne de her rı­
söylenebilirse de, esâsı mevzûn ka­ kaa' rık'adır. Rık'a içinde rıkaa' olan ve
lemlerden bulunması hasebiyle bu ka­ olmayan bulunabilir. Nitekim rık'a keli­
lemde ilmî, estetik ve amelî haysiyetle­ mesi Sultan İkinci Abdülhamid zama­
rin mezci fikrinin hâkim olduğu anlaşılı­ nında Mehmed İzzet Efendi (1841-
yor. 1903) tarafından îcâd edilmiş olan ve
Tevkî' kalemi, "Yarısı düz ve yarı­ "İzzet Efendi Rık'ası" diye şöhret ka­
sı yuvarlak olmaktır" diye târif olun­ zanmış bulunan yazının adı olmuştur
muştur. kalınlığı hemen hemen Sü¬ ki, bu kitabın satırları ona bir misâl ola­
lüs'e yakındır (Resim: 83 - 1 . Kitap) Bu bilir. (Resim: 251-252) Rıkaa'dan çok
kalem Sülüs'ün âdetâ sür'atli yazılan, farklı olduğu halde, bu san'at farkını bil¬
îtinâsız, ihmâl edilmiş bir şeklidir. miyenler kelimeleri karıştırmışlar, birini
diğeri yerinde kullanmışlardır. (Resim:
253) Rık'a'ya, (Resim: 83 ve 230) de Rı­
VI- RIKAA' KALEMİ: kaa' hattına misâl vermektedirler.
Rıkaa' kalemi, terkib metodu ba­
kımından düşünülürse, stenografik bir
Rıkaa' kelimesi ruk'a mahiyet arzettiğinden kırık ve ufak ha­
reketlerle dâimî değişmeye ve çabuk
nın cem'idir. "Ruk'alar" demek-
yazılmaya elverişlidir. Hâl ve makama
tir. Bazıları "rukaa"' okumuşlarsa da uyan, seyyal ve çevik bir kalem oldu­
ğundan, öteki kalemler gibi muayyen
yanlıştır. Ruk'a, esâsen kâğıd ve deri-
bir hareket mebdei, hareket sahâsı, ha­
parçasına denilir. Rak' ve raka reket gâyesi yoktur. Yazanın takdir ve
irâde ve idrâsına ve bazı ahvalde insa­
da sür'at mânâsınadır. Bu mânâlardan fına kalmış bir iştir. Bu sebeble bu üç
me'hûz olarak Rıkaa' deri ve kâğıt par­ mebde' her an değişebilen bir elâstiki­
çalarına sür'atle yazılan bir nevi yazının yetle tatbik edilebildiğinden, harfleri
adı olmuştur. Nitekim bu yazı ve bunda çeşitli karakterlere sokar. Ve (Resim:
hâkim olan kalem, umûmiyetle tesvîd, 230) de bunun çeşitli misalleri bul­
mektup, pusûla ve mürâsele gibi, elde mak mümkündür. Harfler bazan biribi-
332

Resim: 251 — Müellif tarafından Rık'a hattıyla yazılmış olan Kalem Güzeli'nden bir sayfa.
Resim: 252 — Kalem Güzeli'nin aslından bir başka sayfa.
334

Resim: 253 — Müellifin bir Rık'a satırı.

rine takılarak gider, sür'at arttıkça biti­ VII-TA'LÎK KALEMİ:*


şik yazılması gereken harflerin birbirin­
den ayrılığı görülür. Ta'lîk, lûgatta "bir şeyi diğer bir
Rikaa' kalemi bu sür'at ve seyyâli¬ şeye geçirip asmak, yâhut bir şeyin husûlünü
yetinden dolayı herhangi bir kalemle hafî diğer bir şeyin husûlüne bağla­
veyâ celî bir sûrette iştirake müsâid¬ mak (muallâk kılmak) ki; ne kat', ne de
dir. Bunun rol aldığı yerlerde ıttıraddan terk eylemek" demektir. Bu kalemde
ziyade ıttıradsızlık ve karakter değişikli­ de bu mânâların az çok gözetilmiş ol­
ği insanı şaşırtır. Harfi aslından farklı bir duğunu görüyoruz. Ma'kıli yazıda hiç
hale sokar. Kırma veyâ hurda denilen yuvarlaklık olmadığı gibi, bunda da hiç
yepyeni bir taazzuva çevirir. Onun için ri­ düzlük yoktur. Esâsı Sülüs'le Kûfî'nin
kaa' kalemini, daha ziyade muhtelif yazı imtizâcından doğmuş mürekkep bir
çeşitleri ve bunların büründükleri yeni kalem olduğu halde, bu gün müstakil
şekillerle arzettikleri husûsiyetlerle ayırt bir kalem olmak üzere şöhret bulmuş­
edebiliriz. Kalemin hareketi şu veyâ bu tur. Bu îtibarla başlı başına bilinmesi
nev'e ne kadar merbûd kalırsa kalsın bi­ gereken teknik ve artistik husûsiyetleri
rinde düz veyâ düzümsü, şurada yuvar­ vardır. Sülüs ve Kûfî harflerinin bünye­
lak veyâ yuvarlağımsı, şurada dar veyâ leri Ta'lîk'de istihâleye uğramış, mese­
geniş, şurada uzun veyâ kısa, şurada lâ zülfeler atılmış, boylar kısalmış, ça­
büyük veyâ küçük, şurada bitişik şurada naklar küçülmüş ve derinleşmiş, bazı
ayrı bir renk alır ve harflerin bir kıvraklık harflerin gözleri kapanmış, hareket sâhası
içinde yazıldıkları apaçık görülür. Böyle kısaltılmış, hareket adedi artırılmış,
yazılarda estetik pek düşünülmez, amelî tahrîk kanunu gereğince hareket­
kıymeti daha büyük olur. Okunup anla­ lere daha ince ve daha seyyâl bir hâl
şılması da bir ihtisas mevzûu olabilir. verilmiş ve yazı muntazam münhanî¬
Hâsılı, Rikaa' kaleminin muayyen lerle tedvîrî bir şekle sokulmuştur. Ka­
ve kat'î bir terkib metodu yoktur. Bal­ lemin ilk vaz'ı Sülüs'e benzediği halde,
mumu gibi bir kaabiliyeti hâiz olduğun­ hareket gâyesi tedvîrî olarak sona erer
dan, birçok kalemlerle iştirak ve imtiza­ ve burada Kûfî'den olan hattını göste­
ca müsâittir. rir;

(*) Merhum müellif, burada hakîkîTa'lîk hattını değil de, Osmanlıların Ta'lîk adını verdikleri Nes¬
ta'lîk'ı anlatmaktadır (bkz. s. 97) — U.D.
335

bunu Celîsinde daha açık dolaşır. Keşideler, on nokta olup iki


harf îtibâr olunur. İtmâm, tastîh, tak¬
görürüz. vîs, inkibâb, işbâh bu yazıda da carî ise
de kalemin tamâmiyle tedvîrî bulun­
ması hasebiyle, bunların bu kaleme
mahsûs tatbîk tarzları vardır ve bunları
Bu esâsın icâbı olarak
üstâdın tâlîmi ile yakından öğrenmeye
ihtiyaç vardır.
harflerin biri sağa, diğeri sola bakan iki Bunda da hareket mebdei yuka­
müteâkis tenâzurları vardır. Meselâ: rıda görüldüğü üzere yine bir nokta
olup hareket gâyesi tedvîrîdir. Ünsî ta­
rafında bir kavis vardır. Bunlar, diğer
yazıların hiçbirisinde yokdur. Bu ka­
lemde de hareket mebde'i ile hareket
gâyesi birbirine denkdir. Gerek meb­
de' ve gerek gâye, yerine göre bazan
açık (celî), bazan kapalı (hafî), bâzan da
bu bakışlarda bir irtibât ve tenâsüb de pek gizli (ahfa) olur.
görülür. Harfin bir kısmı diğer kısmına
öyle takılmış bulunur ki, bir bakıma on­
dan ayrı, bir bakıma onun devâmı hâli­
ni ifâde eder. Her harfin biri şâkûlî, di­ Mebde' açık, gâye hafî-
ğeri ufkî hatta âid olmak üzere iki tenâ­
zuru görülür ki, "ta'lîk" kelimesinin ne
terk ve ne kat' eylemek manâsindaki dir.
terdîd ve muallâklığı ifâde ediyor gibi­
dir. Nitekim:
İkisi de hafîdir.

de görülen tenâzurlar şa­

kulî ve ufkî hatların kesiştikleri noktada, İkisi de ahfâdır.


harfi iki müsâvî parçaya ayırır ve ara­
daki açıklıklar aşağı yukarı birbirine
benzer. Harfin kendisi ve hattâ birer
noktalık parçalan bile üç hareketin
hâsılası olup, ortadaki parçanın ortası, de bunların muhtelif çe­
iki müteâkis parçanın telâkî noktasını
teşkil eder. Bu prensibin bütün harfler­ şitlerini bulmak mümkündür. Kalemin
de ve parçalarında dahi tatbik edilmiş her yerde vaz'ı ve nihâyete erişi, hare­
olduğunu görmek mümkündür. ket mebde'indeki ilk vaz'ın aynıdır.
Harfleri ölçmekde kullanılan ölçü­ Ta'lîk kaleminde vahşî kısmı, ünsîsin¬
ler Sülüs'dekiler gibidir. Harfler umû­ den daha çok faaldir. Ünsî kısmı rolünü
miyetle birle beş nokta arasında döner daha çok vahşîye tebean ve onun mü-
336

temmimi olarak yapar. konuşdaki cereyân meylini dâimâ mu­


Bu kalemin; tam, nısıf sülüsân, hâfaza eder. Bu sûretle yazının başın­
sülüs ve rubu' olmak üzere başlıca beş dan sonuna kadar her yerde ve fakat
çeşid rolü vardır. Cim harfinde hepsini kalemin beş mertebe hareketine uy­
görmek mümkündür. gun olarak muhâfaza eder. Yukarıki
harflerde bunları görürüz/İkinci mıs­
tarda ise harf veyâ kelimelerin ağırlık
merkezini teşkîl eden kısımlara isâbet
etmek üzere gözetilen düz mıstar çizgi­
si üzerinde kelimeler öyle birer yer alır­
lar ki, umûmî durum sanki baştaki har­
Kalem, noktasını bünyenin tabia­ fin bir devâmı imiş gibi yekpâre bir insi­
tına göre bu beş çeşit hareket içinde câm ve vahdet arz eder de harfler ara­
veyâ bunlardan birisiyle yürütür, her sındaki boşluklar, bünyenin tamamla­
-hareket bir noktaya veyâ bir noktanın yıcı birer unsuru gibi rol almış bulunur­
bu beş mertebesinden birine isâbet et­ lar. Harflerin sağa sola olan bakışları
mek üzere, kalemin hareket sâhası beş arasında bu boşlukların estetik lehinde
noktalık bir mesâfe tutar. Harflerin bir­ kullanılabilmiş olması, diğer yazılarda­
le beş nokta arasında dönüp dolaşma­ ki zorluklardan daha zordur. Bunda en
sının bu beş hareketle bir münâsebeti mühim başarı, nüfuzlu bir görüşle, me­
olsa gerekdir. Kalem, bu beş çeşit ha­ lekeye istinâd eder.
reketi yerinde ve sırasında yapabilmek Bu mıstarlar arasındaki tevâfuk
için, bir kısmını diğer kısım içinde tayy ve âhengin neticesi olmak üzere, harf­
veyâ indirâç ettirmek zarûrî olduğun­ lerde ve kelimelerdeki muvâzeneyi ni¬
dan, bu hal, kalemin mütemâdiyen ted­ zamlayan ve tartan şâkûlî ve ufkî ve
vîri ve cevvâl bir sûrette tahrîk edilme­ mâil hatlar ne kadar çoğaltılırsa çoğal­
sini gerektirir. Harflerde tab'ıatiyle in­ tılsın, ilk harfdeki vaz'a (hareket meb­
ceden kalına, kalından inceye inip çı­ deine) aykırı düşmemek esâs oldu­
kan seyirler içinde tahakkuk eder. Bu ğundan, her yerde şâkûlîler birbirine,
bakımdan Ta'lîk hattına," beş tel üze­ ufkîler birbirine, mâiller birbirine yalnız
rinde muhtelif hareketler ibrâz eden bir yakından değil, uzakdan uzağa da mu¬
nevi' çizgiler mûsikîsi" demek yaraşır. vâzî bulunurlar. Bazı müstesnâ hallerin
Mamafîh, yazının sâdelik içinde incelik zuhûru bu kaaideyi ihlâl etmez. Şâyet
ve zarâfet gösterebilmesi cidden hay­ ederse, bunun da bir kıymete müte­
rete şâyandır. Sâde güzel diyebileceği­ veccih olması şartdır. Böyle bir şey
miz bu estetik şekil ve durumdaki yoksa, o kaaidenin ihlâl edilmiş veyâ
âhengi te'min etmenin ne kadar güç edilmemiş olmasının bir değeri ve
bir san'at işi olduğunu takdîr etmek ma'nâsı da kalmaz. (Resim: 254)'de bu
müşkül olmasa gerektir. muvâzâtı her bakımdan mütâlâa ve
tedkîk etmek mümkündür.
Gerçi Ta'lîk de, biri harf veyâ keli­
meye, diğeri umûmî bünyeye âid iki Ta'lîk harflerinde kalem kalınlı­
esâslı mıstar ta'kîb eder. Fakat bunda ğından doğan ve düzümsü hissini ve­
ötekilerden farklı olan bazı husûsiyyet¬ ren kısımlar bile tamâmiyle tedvîrî
ler vardır. Birinci mıstarda kalem, ilk olup, sâdelik içinde incelik, tegâyür
337

Resim: 254 — Sâmi Efendi'nin Celî Ta'lîk'le bir âyet istifi.

içinde tevâfuk, dar sâhada hareket de değil, her harfde parçalar birbirleri­
çokluğu görülür. Birinci mıstara tebe¬ ne öyle bir tarzda takılırlar ki, hareket­
an harekete geçen kalem, harfin bün­ ler tenevvuu hasebiyle kalem cereyânı
yesinde öyle bir taazzuv husûle getirir bir aksilik içinde bir uysallık gösterir.
ki, hareket gâyeleri hareket mebde'le¬ Hodgâmlığın diğergâmlık lehine tema­
rine ve hareket sâhasında her parça yülü hissini veren bu akma içinde, haf¬
birbirine hem bir istiklâl, hem de bir t⬠lerin ve parçaların takılmalarındaki bu
biyet ifâde edercesine mütezâd bir in­ dikkate değer hal, bizim anlayışımıza
sicam meşhûd olur. Harf parçaları bir­ göre bu kaleme "Ta'lîk" denilmesi se¬
birlerine mâni' oluyorlarmış gibi bir hâl beblerinden birisini teşkil etse gerek¬
arz etmekle berâber, aynı zamanda dir. Tıpkı mûsikîdeki tîz ve pest ses par­
ikinci mıstara riâyet sâyesinde ma'nevî çaları bütün istiklâllerine rağmen, biri¬
bir irtibât içinde kaynaşmış olarak, birlerine takıla takıla nasıl âhenkli bir
umûmî bünyenin yekpâre hüviyeti le­ bütün ve vahdet teşkîl ediyorlarsa,
hine bir birleşme nizâmı altında akıp Ta'lîk'de de böyle bir hâl görmek
akıp giderler: mümkündür. Gerçi bu çeşit âhenk sırf
Yalnız çanaklı ve muka'ar harfler­ Ta'lîk'a münhasır bir şey değildir. Di-
338

Resim: 255 — Hulûsi Efendi'den Ta'lîk hattıyla Arapça bir beyit.

ğer yazılarda da vardır. Fakat onlarda sa Nesta'likteki mahâretleri inkâr olu­


aynı makaamın muhtelif nağmeleri hâ­ namaz. Fakat, Osmanlı hattatları Ta'lîkî
kim olduğu halde, Ta'lîk'de muhtelif aldıktan sonra Türk bedîî zevkine uy­
makaamların nağmelerinden dokun­ gun yeni bir estetik hüviyete kalbede¬
muş bir âhenk meşhûd olur. Sanki yazı, rek bir Türk ekolü hâline getirmişlerdir.
muhâtabını hissin ötesinde zekâ sâha­ Bilhassa Celî Ta'lîk üzerindeki fevkalâ­
sında arıyor gibidir. Bu sebeble Ta'lîk de mahâretlerini İranlılar ibrâza güç
hattının bedîî inceliklerini sezmede be¬ yetirememişlerdir. Meselâ, Sâmi Efen­
dîî hassasiyetle berâber, cevvâl bir ze­ di'nin İstanbul'da Kapalı Çarşı'nın
kânın da bir estetik mantığı içinde işle­ Bâyezîd tarafındaki ikinci kapısı üzerin­
mesine ihtiyâç gösterir. Yanî, Ta'lîk ya­ de yer almış bulunan (Resim: 256)
zısının basîrete olan hitâbı, hisse olan­
dan daha çok ve daha müessirdir.
Bu yazı üzerinde en çok kalem oy­
natan İranlılarla Osmanlılar olmuştur.
âbidesini yalnız İstanbul'un ve Türk'ün
İran Ta'lîk'leri ve Nesta'lîkleri bizimki­ değil, "bütün bir insanlık âleminin sîne¬
lerle mukayese edildikleri zaman, İran­ sine asılmış bir bedâat madalyası, Rab¬
lıların üslûb bakımından bir fevkalâde­ bânî bir gerdanlık diye tasvîretmek ye­
lik göstermiş oldukları gözükür. Bilhas­ rinde olur.*

(*) Bu kitâbe yazılıp taşa hâkkolunarak yerine konduktan sonra, İstanbul'a gelen ismini tesbit
edemediğimiz bir İranlı hattat kitâbeyi yerinde görür ve zamanın sahhaflarından İranlı Nasrullah Efen­
di'ye, kendisini bu yazının hattatına götürmesini söyler. Gittiklerinde, Sâmi Efendi'nin elini öpmek is­
ter. Sâmi Efendi elini kaçırırken, tercümanlık eden Nasrullah vasıtasıyla, bu tâzîmin sebebimi sorar.
İranlı hattatın cevâbı şu olmuştur: "Ta'lîkıh incesini güzel yazan bizde hâlâ çoktur. Lâkin bu kalınlıkta
Celî Ta'lîkı bu letafette yazacak yoktur. Onun için öpmek istedim!"— U.D.
339

Resim: 256— Sâmi Efendi tarafından Kapalıçarşı'nın Fesçiler Kapısı üzerine yazılan Celî Ta'lîk kitâbe
(yüksekte olduğu için fotoğrafı tam cepheden çekilememiştir).

Resim: 257 — Aynı hadîsin, yıllar sonra Sâmi Efendi eliyle tekrâr yazılmış örneği (Levha hâlinde oldu­
ğundan fotoğrafı düzgün çekilebilmiştir).

D- TERKÎB UNSURLARI: mevzûun ilmî haysiyeti bir tarafa bıra­


kılırsa, san'at haysiyeti bakımından ba­
Yukarıda îzâh edilen yedi kalemin zı terkîb unsurlarının vücûduna ihtiyâç
terkîb metodlarını veren târifleri başlı gösterir. Her yazı nev'ine göre, başka
başına alındıkları zaman bize hiçbir şey bir şekl ve karakter arzeden bu unsur­
vaadetmezler. Her birinde hareket ları esâs îtibâriyle bünye içi ve bünye
mebde'i olarak kabul edilen noktanın, dışı olmak üzere iki guruba ayırabiliriz.
o metodlar altında tahavvül ede ede I- Bünye İçi Unsurlar: Harflerin
bir tohum gibi inkişâf bulması ve bu­ kurulmasında ilk rolü alan nokta başta
nun için de el ve kalemle belirli bir mev­ olmak üzere, elif-bâ harfleri ve bunların
zû' üzerinde tatbîk görmesi, terkîb ka­ başta, ortada ve sonda şekilleri, visâk¬
nûnunun içinden geçmesi zarûrîdir. Bu lar, bitişmeler, dokunma ve takılmalar,
340

keşideler, geçme ve kesmeler ve ben­ sezdirecek bir yakınlığı da bulunması


zerleridir. lâzımdır ki, seçilme ciheti bir ayrılığı,
II- Bünye Dışı Unsurlar: Gözler, yakınlık ciheti de bir bitişmeyi göster­
ağızlar, çanaklar, küpler, kâseler, aralık­ sin. Bundan dolayı harflere esâs itibâ­
lar, açıklıklar ile okutma işâretleri, müh­ riyle iki nevi' sûret verilmiştir.
mel harf işâretleri, tezyîn işâretleri ve Birincisi, her harfin başlı başına
benzerleridir. seçilme ve ayrılma cihetidir ki, bunda
Terkîb, bu unsurların yerine göre harf bitişmez, yalnız başına, kendine
birleşmesi, yerine göre ayrılması sûre­ mahsûs bir şekilde ayrı olarak bulunur.
tiyle bir mevzû üzerinde bir şekil ve du­ Bu, elif-bâ'da ayrı ve yalnız olarak gös­
rum ifâde edercesine bir nizâm ve vah­ terilen sûretlerdir. Bunda yazı nev'i ne
dete bağlanması demek olduğuna gö­ olursa olsun, her harfin yalnız olan bir
re, evvelâ ittisâl ve infisâlin mahiyeti­ sûreti gösterilir. Bunlar Elif-bâ harfleri,
ni, çeşitlerini, ilim ve san'at bakımından yâhud müfred harfler, yâhud müfre­
olan husûsiyetlerini bilmek gerekir. dat diye tanına gelmişlerdir.
İkincisi, harflerin bir kelimede
E- İTTİSAL VE İNFİSÂL: toplanabilmeleri bakımından olan
sûretlerdir ki, bu da, seçilme içinde bir
Harfler kelimenin unsurları, keli­ nevi' bitişme şekilleridir. Şu kadar ki,
meler de cümlenin, kelâmın cüzleridir. bu bitişme her harfde denk ve tam ol­
Kelâm, tek tek harflerden yapılabildiği maz. Bir çok münferid şekillerinin tâbî¬
gibi, bir takım terkîb ve cümlelerden de atına göre hem sağına, hem soluna bi­
yapılabilir. Bundan dolayı ilk önce, keli­ tişebilecek bir sûret alabilirler. Bunla­
melerin birbirinden ayırd edilmesi rın bitişmesi her cihetce tam olabilir.
lâzımdır. Her kelime kendinden evvelki Onun için, bunların; biri yalnız, biri baş¬
ve sonraki veyâ yalnız evvelki veyâ yal­ da, biri ortada ve biri sonda olmak üze­
nız sonraki kelimeye mânâ itibariyle re en az dört sûreti vardır. Bu kısım
bağlı olmakla berâber, sûreten ayrıl­ harflere muttasıl harfler denir.
malıdırlar. Bâzıları ise ancak sağına bitişebi­
Şu halde, kelimeler birbirine bitiş¬ lir de soluna bitişemez. Onun için, bun­
tirildiği vakit hepsinin bir kelime hâlin­ ların biri yalnız, biri de sonda olmak
de düşünülmesi mümkün olmalı; üzere iki sûreti vardır. Soluna başka bir
yâhud, bu bitişme hâlinde onları ayırt harf bitişemediği için başta ve ortada
edecek bir de ayrılma ciheti bulunmalı­ başka sûreti yokdur. Bunlar bir vechile
dır ki, her kelimenin sûret ve mânâsı bitişen ve iki cihetle de bitişemeyip kıs­
ayrı ayrı muhâfaza edilmiş olsun. Binâ­ men ayrı yazılan harfler olduğundan,
enaleyh, kelimelerin infisâli aslî, ittisâli bunlara da munfasıl harfler denilmiş¬
ârızîdir. Bu bitişme aynı zamanda ayrı­ dir.
lığı andırır cüz'î bir sûrette bir bitişme­ Harflerin bu bitişme ve ayrılma
dir ki, yapışma değil, yanaşma demek¬ halleri yazının ilmî haysiyetine ve imlâ
dir. şekline taallûk eden bir ittisal ve infisâl
Yine bunun gibi, bir kelime içinde olup, bir de san'at haysiyyeti ile alâkalı
harflerin de biribirinden hem seçilme­ olan ve bitiştiği halde ayrı, ayrıldığı hal­
si, hem de bir kelimeye âid olduklarını de bitişik sayılan çeşidi de vardır. Bun-
341

ları fark ve temyîz edebilmek için, ittisâl gibi ve daha bazı şekillerde yazabi­
ve infisâlin mâhiyetini bilmek iktizâ liriz. Görülüyor ki harfler, münferid va­
eder. ziyetlerini az çok değişdirmiş olmakla
1- İltisakî İttisâl: Buna "yapışa­ berâber, birinci ile ikinci arasındaki
rak veya kaynaşarak bitişme" de diye­
biliriz. Bunda bir harf diğerine iyice
kaynaşarak bitişir. Kalemin tabiî akışı
îcâbı olarak, biri diğerinin devâmı imiş ikinci üçüncü arasındaki
gibi kelime yekpâre bir şekil alır. Harf-

ler, vîsâk denilen bağla biribirine

bağlanırken münferid haldeki durum­ üçüncü dördüncü arasındaki


larını az çok değiştirerek, sağındaki ve­
ya solundaki harfin mizâcına uygun bir
tavır alır. Ferdiyetin cemiyete intibâkı­
nı ve içtimâî şartlara tevâfukunu ifâde sûretinde görülen visâklar, harfle­
eden, içtimaî temâyül veyâ birleşme rin cevherlerine dâhil olmamakla berâ­
temâyülü denilen tavırlar, visâklar ber (sonuncu müstesnâ), sağındaki
vâsıtasıyla biribirine kaynaşır da, bu harfin devâmı vaziyetindedir. Visâkın
sâyede kelime yekpâre bir taazzuv arz bittiği yerden ikinci harf başlar. Ancak,
eder. Meselâ: her visâk sağ ve solunda harf arasında
müşterekdir. Okunurken sağındaki
harfin devâm eden parçası, yazarken
harfini soldaki harfin başlıyan parçası imiş gi­
bi düşünülmelidir. Mamafîh bunun da
müstesnâları vardır. Meselâ Ta'lîk'de

ile,bunu

ile, bunu da

kelim esinin keşîde denilen uzun kısım,


"sin" harfi olduğu halde,
ile

birleştirerek bir kelime sûretinde terkîb


etmek istersek

de "hâ'nın devâmı ve visâkıdır.


Onun için her yazıda visâklar, bulun­
dukları harflere ve harfler de visaklara
uygun bir hal ve tavır alırlar. Harflerin
342

olduğu kadar visâkların da şekilleri ye­ şerek dokunur, iğreti bir halde bulunur.
rine ve îcâbına göre değişebilir. Bâzan Meselâ:
harfler münferid vaziyetlerini tam­­
men veyâ kısmen muhâfaza ederler,
bâzan da cevherleriyle iktifâ olunurlar.
Bâzan da cevher kısımları

ve de

görüldüğü gibi yepyeni bir hüviyet alır­


lar. Hattâ, kelimelerinde görüldüğü gibi, her harf
ayrılığını muhâfaza etmekle berâber,
diğeriyle bir ilgisi de bulunur. Bu kısım
bitişme sayesinde istifli ve girift yazı­
larda harfler biribirine geçmiş olduğu
halde, ayrılık tavırlarını muhâfaza eder­
de "tâ" ile "yâ"da istihdam yapılmış
ler.
ve bu sâyede ayrı bir visâk ilâvesine lü­
Şu halde hakikatte iki değil, dört
zûm kalmamışdır. Çünkü "tâ" dediği­
çeşit bitişme nazara almak îcâb eder ki,
miz noktanın altına isâbet eden kısım,
bunları şöylece sıralayabiliriz:
yâ'nın münferîd vaziyetindeki
1- Kaynaşarak tam bitişme:

parçasından başka bir şey değildir. 2- Kaynaşarak yarım bitişme:


Noktalar iltibâsı def ettiği için bu ka­
darla iktifâ olunmuşdur. Bir de bunun
zıddı vardır. Meselâ başta ve ortada
yazılan "sad" ve "dad"a bir diş ilâve
edilir. Bu harf değil harfleri "ha" ve 3- İlişerek tam bitişme:
"hı"dan ayırd etmek için bir fârika olup,
visâk mevkiindedir. Meselâ "sad"a bir
diş ilâve edilmezse "had" gibi olur, baş¬
daki "hâ" mı, "sâd"mı ayırd edilemez.
Hele estetik şekiller ve durumlarda
böyle fârikaların bir kat daha faydası
olduğu görülür.
II- İltikaaî İttisâl: Buna, "ilişerek
veyâ dokunarak bitişme" de denilebi­
lir. Çünkü bunda harfler biribirlerine İşte muttasıl (bitişen) harfler de­
kaynaşmaz. Visâk denilen bağlantı bu­ nildiği zaman, bu dörtden birincisi olan
lunmaz. Sâdece bir uçdan diğerine ili­ tam kaynaşarak bitişen harfler kasdo­
343

lunur. Elif-bâ'daki bu kısım harflerin Bunlar, sağındaki harfe bir visâkla


hepsini ortada yazmak kaabil olur ve kaynaşarak bitiştiği vakit:
bitişmek harflerin zâtında bulunur.
Bundan dolayı bu kısım harfler mütte¬
hid bir kelime teşkîline elverişli harfler­
dir ki şunlardır: gibi bir hâl alırlar. Herbiri diğer bir
harfin soluna dokunmak sûretiyle de
bitişebilir. Şâyet kelime hep bu harfler­
den terekküp etmiş ise, yukarıda geçen
Şâyet, bu harflerden birinde bir misâllerde görüldüğü gibi, biribirlerine
ayrılma görülürse bunlardan değil, yu­ ilişerek bitiştikleri halde, hakîkatte ayrı­
karı ikinci sıradaki misâllerde görüldü­ dırlar. Bu hâl yalnız Sülüs veyâ Nesih
ğü gibi, sağ tarafında ayrı bir harfin bu­ yazılarına münhasır olmayıp, altı kale­
lunmasından ileri gelmiştir. Binaena­ min hepsinde, Nesta'lîk'da ve hattâ bi­
leyh, bunlara mukabil munfasıl (ayrı­ tişmeye elverişli olan Dîvânî, Siyâkat
lan) harfler denildiği zaman da, tam ve bütün kırma yazılarda bu gibi ilişme¬
kaynaşarak bitişmesi olmayan harfler ler daha çok bulunur.
anlaşılmak lâzım gelir. Bu da yukarıki 2, Bir de, hadd-i zâtında kaynaşarak
3 ve 4'de görülen üç kısmın hepsine şâ­ bitişen harflerden mürekkep kelimeler,
mildir. Üçü de ayrı sayılır. Mamafih, yazı san'at ve estetiği bakımından satır
dokunarak bitişme ister tam, ister ve istif icabı olarak dokunma ve ilişme
nâkıs olsun, evvelkisi gibi zâtî olmayıp, sûretine dökülerek de yazılırlar. Mese¬
san'at îcablarından ve estetik yazma­
lâ: kelimesi
dan mütevellid ârızî şeyler olduğun­
dan, hat ve imlâ dilinde bitişme sayıl­
maz. Bundan dolayı "ayrılan harfler"
denilince, kaynaşarak bitişmesi olma­
yan ve yalnız sağına kaynaşabilen
harfler anlaşılır. Çünkü bu yazılarda
kaynaşarak bitişmesi hiç olmıyan tek
harf bile yoktur. Meğer ki, ya pek çirkin
bir yazı ola veyâ husûsî bir maksatla sûretinde de yazılabilir.
yazılmış buluna... Hattâ dokunarak bi­ İttisâl ve infisâlin estetik husûsi­
tişmesi kaabil olmayan hiçbir harf de yetleri tenâsüb ve tenâzur kanunu ile
yoktur. Meğer ki, böyle yazmak lüzûmu alâkadar olduğundan îzahını o bahse
hissedilmemiş ola... bırakıyoruz.
Sağındakilere kaynaşarak bitişip,
solundakilerle kaynaşamıyan ve nihâ­ F- HARFLERİN TARİF VE
yet bazı hallerde dokunma ve ilişme TÂLİMLERİ:
sûretiyle yazılabilen harfler de şu yedi
harftir: Harflerin müfred ve mürekkep
şekillerinin hiç olmazsa yedi kaleme
göre târif ve tâlimlerini bu sahifelerde
göstermek çok yerinde olurdu. Fakat
344

bunları bize tamâmiyle tekeffül etmiş ne münhasırdır. Nesih ve Ta'lîk harfle­


bir eser bulamadık. "Subhu'l-Â'şâ"da rinin târifleri hakkında tedvin edilmiş
verilen mâlûmatı da yazının bugünkü bir eser bulamadık. Bunlar daha çok
tekâmül seyriyle te'lif edemediğimiz hocaların tâlim sırasında şifâhen târif­
gibi, maksada yeter derecede de bula­ leri ile belletile geldiğinden, satırlarda
madık. İstanbul'da İnkılâp Müzesi'nde tesbite lüzûm ve ihtiyaç görülmemiş.
vaktiyle gördüğüm "Mîzânü'l-Hat" adlı Binaenaleyh biz de kendiliğimizden
tek nüsha* yazma kitapta Şeyh Ham­ birşey söyliyemiyeceğiz. Yalnız, önce
dullah'ın üslûbu üzere aklâm-ı sitte'nin Sülüs'ün, sonra Nesih'in üçüncü dere­
müfred ve mürekkeb harf şekilleri cede de Ta'lîk'ın yalnız, başta, ortada
mevcud, târif ve tâlimleri münderiç ise ve sonda harf şekillerinin tâlimlerini
de, istifâdeye fırsat ve imkân buluna­ gösterecek bazı müvelled ve mürsel
madı. Mamafih yazı tâliminde mikyas harflere de işâret edeceğiz. Farkları
ittihaz edilmiş olan Sülüs harflerinin tâ­ noktalı ve noktasız olmaktan ibâret bu­
rif ve tâlimlerini görmek, diğerlerini de lunanların da yalnız birisini göstermek­
mukayese ve istidlal sûretiyle anlama­ le iktifâ eyliyeceğiz.
ya kifâyet eder. Bugün başlıca üzerin­ I- Elif: Hasan-ı Sencârî elifi şöyle
de çalışılmakta bulunan Nesih'le târîf etmiştir: Dimdik, sağlam, ayakda,
Ta'lîk'ın tâlimlerini de ilâve ettik. **Sü­ ne uzun, ne kısa, ikisi ortası olup pürüz­
lüs ve Ta'lîk' Celîleri ile Müsennâ'ları, süzdür. Buna nisbet olunabilecek baş­
Sülüs ve Ta'lîk esâslarına müstenid ve
ka bir harf yokdur. Elif, müfred ve mug¬
tâbi' olduklarından, kitaba dercedilmiş
terib bir harfdîr. Bu târîf, elif-bâ'nın ilk
levhalar üzerinde mürekkebâta âid hu­
harfi olan yalnız elife âiddir.
sûsiyetlerini mütâlâa ve tedkik müm­
İbn Hilâl'e göre: "Elif, saçlarını el­
kün olacağına göre, bu mevzuda hasis
bisesi üzerine salıvermiş, mihrâbında
hareket etmediğimizi sanıyoruz. Kaldı
ve ayakda duran râhibe benzer. Boyu,
ki asıl maksadımız yazı estetiğini mütâ­
yedi noktadır. Başından asılmış bir yı­
lâa ve tedkîka zemin ve imkân hazırla­
lanın yukarıdan aşağıya dökülürcesine
maktır.
inişi gibi yazmalıdır" (Bu söz, kalem ce­
Müfredâtın târifi hakkında İbn reyânının tâbîî hâlini anlatmıya ma'tuf¬
Sencârî'nin Bidâatü'l-Mücevvîd adlı dur).
eserini esâs olarak aldık; noksanlarını Yakût'a göre: Elifi temkinli, yâni
ve zamanla değişmiş bulunanlarını da oturaklı yapmak için, yazmaya başlar­
ilâve eyledik. İbn Sencârî'nin târifleri ken kalemin ağzıyla gizli tarafından bîr
hat mikyâsında asıl olan Sülüs harfleri­ nokta kadar almalıdır. Yâni

(*) Muhtelif müze ve kütüphanelerimizde aklâm-ı sitte'nin tamamını veyâ bir kısmını noktalı ola­
rak târif eden mensur veyâ manzûm yazma eserler (Mîzânü'l-hat Fîrûznâme...) mevcuddur. Bunları
herkesin görmesi mümkün olmadığı cihetle, son yıllarda matbû hale getirilen iki eseri buraya kayde­
delim ki, hat merâklıları daha kolay bulabilsinler: 1) Sülüs Yazısı Rehberi. Müellifi: Seyyid Mehmed
Mecdi, 1278 H. —- Nâşiri: Medîne-i Münevvere'de mücâvir Erzurum'lu Mustafa Necâtüddin, 42 sahife,
Şam - tarihsiz. (Bu eserin müellifinin 4. Murad devri hattatlarından Tokatlı İmam Mehmed Efendi (?-
1642) olduğu, Mehmed Mecdî Efendi'nin sadece istinsahta bulunduğu Prof. Dr. Nihad Çetin tarafından
tesbit edilmiştir) 2) Mîzânü'l-hat. Hakkâkzâde Mustafa Hilmi, 1266H.-Nâşiri: Osmanlı Yayınevi, 160 sa­
hife, İstanbul -1986.— U.D.
(**) Müteakip sahifelerdeki Ta'lîk harflerinin Sâmî, Hulûsîve Necmeddin Efendilerin meşklerin­
den yenilenme zarûreti doğmuştur.— U.D.
345

Elif, hemze şeklinde yazılmak ge­


rektiği zaman nibre veyâ (ayn-ı betra')
(kuyruğu kesik ayn) adı verilen
de görüldüğü üzere, önce başında­
ki bir noktalık çengelli kısmı-yâni hare­
ket mebde'ini-takarak elifi bunun için­
den çekip çıkarırcasına yazmalıdır.
Böyle yazılırsa, tâbîî akış daha kolay
şeklinde yazılır.
te'mîn olunur.
Yâkut ile İbn Hilâl şöyle demişler­
Tâlimleri
dir: "Her hat gerek aslı ve gerek fer'i iti­
bariyle elife râci' olur." Bu söz, diğer
harflerin hep elifden istinbâd edilmiş
olduğunu ifâde eder.
Elif'in, yalnız ve sonda olmak üze­
re iki şekli vardır. Yalnız elif'in başında­
ki kısma zülfe veyâ zülüf denir; bu, süs
olmakdan ziyâde hareket mebde'i olan
noktanın önce vaz' olunarak bundan
Bazan Müvelled denilen
elif'in çekilip çıkarılacağını gösteren bir
san'at inceliğini İfâde eder. Bu, her zül¬
feli harfde ve hattâ her harfde takdîr
olunmalıdır. Asıl elif, bu zülfeden son­
raki altı noktalık kısımdır. Zülfeden
sonra iki noktalık kısma sadr, onu tâkîb
eden iki noktalı kısma gövde, bunu ta­
kıb eden iki noktalık son parçaya da
tarzlarda da yazılır.
kuyruk denir, Elif'in sadrında öne ba­
kan, gövdede sola bakan hafif bir tah¬
dîb (kanburluk) vardır. Bunlar, sülüs Nesih'de elif, zülfesizdir:
veyâ sülüsân nisbetindeki bir kalemin, başda kalem ağzı (hareket mebdei)
tâbîî cereyânı sırasında kalem hakkı görünür. Sonunda görünmez, hafidir.
olarak husûle gelen tâbiî tezâhürler ol­ Bir cezm meyille ve dört nokta uzunlu­
duğundan, elif'in hüsnünü artıran ka¬ ğundadır. Sondaki elifde üç hâl vardır.
rakterlerindendir. Kuyrukta da bir tah­ Dik çıkar ve kalem ağzı görülmez:
rif vardır; yılan kuyruğunu andırır.
Bitişik elif'in sonu sola, sülüs ve
sülüsân nisbetinde meyilli olmakla be­
râber, kalem ağzı görünür; ortasından
îtibaren iki müsâvî kısma ayrılır, öyle ki kalem ağzı görünür:
üst kısım alt kısmın ma'kûs bir tavrını
ifâde eder, şâyed, ortadan bükülüp de
biri diğeri üzerine kapansa tevâfuk
ederler.
346

sağa mâil olur: Bâ'nın aslında, yılan kuyruğunu andırır


bir hâl vardır. Bâ'nın genişliği altı nok­
tadır. Bir noktalık baş (hareket meb-
de'i)'a ilâve olunursa, elif'in boyu kadar
olur. Bâ'da rutubet ve yübûset (yaşlık
Tâlimleri: ve kuruluk) olduğu söylenmişse de
mânâsı bizce kestirilememişdir. Yalnız
bâ'nın iki şekli vardır.
Tâlimleri: Yalnız:

Ta'lîk'de: Yalnız şekli

Başta:
dir. Sağdan sola ve aşağı bir cezm
meyille yazılır, başında kalem ağzı gö­
rünür. Boyu üç noktadır. Kalem, hare­
ket gâyesinde hafî olarak nihâyet bu­
lur. Sonda elif:

olup soldan sağa ve yukarı doğru Ortada:


bir cezm meyille yazılır, kalem ağzı gö­
rünür. Boyu sağ kenardan üç, sol ke­
nardan dörtdür, bir nokta visâkdır.
Hemzesi

olup, başı ve sonu rubu' kalem, or­


tası sülüs kalem kalınlıkdadır. Bütün
meyiller birer cezmdir.
Tâlimleri: Sonda:

II- Bâ': Yâkut ve Ibn Hilâl'e göre:


Bâ'yı elifle terkîb edince, kâf olur. Mürsel:
347

göre elif'in yarısı diğer yarısına ve be­


yazlığın tam yarısına binmiş olup şek­
lin güzel olması için beyâzi müselle¬
sü'l-adla' olmalıdır. Bu da

Nesih'de:

bu şeklin târifidir. Her İki şeklin ka­


rın ve küp kısımları zâid olduğundan tâ­
riflere sokulmamışlardır. Bunlar, cim
ve benzerleri olan Çe, ha, hı'nın da yal­
nız şekilleridir.
Başta:
Ta'lîk'de:

Ortada:

III- Cim: Yâkut ve İbn Hilâl'e göre,


sağa ve sola iki ve üst tarafda tamam
bir takvîs ile olur ve şu şekli alır:
Sonda:

cim'in en asîl şekli budur. Yakût'a


348

Sonda yazıldığı vakit

olup tamâmının üçde ikisi derinlik­


Nesih'de: le yuvarlaklık arasında, yukarı doğru
suûd eder. Bazan mürsel denilen şu

şekilde de yazılır.
Ta'lîk'de: Nesih'de:

Ta'lîk'de:

V- Râ': Yâkut ve İbn Hilâl'e göre


kavislenmiş bir hattan ibâret olup, elif
kadar olan çevresinin dörtde biri, başta
öyle bir tarzda konur ki

IV- Dal: Üstlü altlı öyle iki hattır ki,


kendilerine mahsus birer halâveti var­
elifde bulunan kalem ağzı burada
dır. Ortasındaki beyazlık erik şeklini an­
da takdîr olunur. Yâkût râ'nın elif den
dırır. Yâkut'a göre dal, ortasından ikiye
mahlûl veyâ muhavvel olduğunu söy¬
bükülmüş bir elifdir.
lemişdir. Râ'nın asıl şekli budur. Mür¬
sel denilen
349

ve mukavver adı verilen görüldüğü veçhile yalnız cevher


kısmı yazılır ve visaklar dişlerden bir
nokta fazla olur. Bir de müvelled olan
şu

şekillerde de yazılır. Bunların elif-


den kalbedilmiş oldukları daha açık gö­
rülür. Sondaki şekilleri şunlardır.
şekilde de yazılır. Bu da üç elifden
mürekkebdir. Ortada kullanılmaz.

Nesih'de:

Nesih'de:

Ta'lîk'de:

Ta'lîk'de:

VI- Sin: Yâkut ile İbn Hilâl'e göre;


dikine kavislenmiş dört hattan ibâret
olup, birbirinden ayrılmıyan iki mîm ile VII- Sâd: İbn-i Hilâl'e göre, kavisli
nûn'un sadrından ibârettir. iki hatt ile, sonda dikine çıkan bir hattan
mürekkebdir. Yakût'a göre, beyazı bi­
raz dikilmiş, arkaya doğru binmiş,
badem gibi olup, üstden ve altdan yazı­
lır ve nûn şekliyle birleşir.

dişler, gövdenin takıldığı yere ka­


dar bir elif, ondan sonrası da bir elifdir.
Dişli kısım cevher, kâse kısmı zâid olup,
başta ve ortada

Bu da iki elifden terkîb olunmuş-


dur. Başta ve ortada bir dişle yazılır. Bir
de müvelled denilen, başta ve ortada
bazan kullanılan
350

dir. Ta'lîk'de;

şekli de vardır.
Nesih'de: dir. Her üç yazıda da başda ve orta­
da ve sonda şekilleri münferid şekilleri
gibidir. Zâ'da nokta da dâimâ kolun sa­
ğında bulunur. Sülüs ve sülüs celisinde
kol müvelled olarak

Ta'lîk'de:

şeklinde yazılır.

IX- Ayın: Yâkut ile İbn Hilâl'e gö­


re, kavisli iki hattan, elif'in ayn şekline
kalbedilmiş olmasından ibâretdir.

VIII- Tâ': Yâkut ile Ibn-i Hilâl'e gö­


re, sad başı ile elif den mürekkebdir.
Sâd başı bir elif olduğuna göre, iki
elif den ibâretdir.
bu târîf cevher kısmına âid olup, alt
kısmı zâid ve ikinci bir elif dir. Sülüsde
ayn'ın başlıca yedi çeşidi vardır: 1 - Na'l
(nal) şeklinde olur, ayn-ı na'lî denir.:

fakat, bizim tahkikimize göre tâ'nın


başı sad'dan biraz basıkça olur. Bu se-
karnı ve küpü olmaz, dâimâ başda
beble tâ, sad'dan biraz uzunumsu gö­
yazılır. 2- Ters sad'a benzer ve ayn-ı
rünür.
sâdî denir.
Nesih'de:
351

bu da başta kullanılır. 3-Yılan çene­ bu ma'kûd şekil elif'in düğümlen­


sine veyâ açılmış yılan ağzına benzer mişidir. "Kasap satırına benzer" de­
ve fem-i sü'bân denilir. Karınlı ve küp­ mişlerdir. Bu yedi çeşit ayayalnız Sü­
lü de olur. lüs ve Sülüs Celîsi'ne mahsûs olup,
Muhakkak ve Reyhânî'de, muhayyer,
sâdî ve ma'kûd ve na'lî kullanılır, diğer
kalemlerde bunların az çok tahavvül
etmiş şekilleri yapılır. Meselâ: Ne-
sih'de;
4- Arslan çenesine veyâ açılmış
arslan ağzına benzer fem-i esed veyâ
fil kulağı denilir, ayn-ı na'lî karşılığıdır,
zevâidi yoktur, başta kullanılır.
Ta'lîk'de:

5-Tilki ağzına benzer. Başda kulla­


nılır, zevâidi yokdur fem-i sa'leb denir.
Ayn-ı sâdî karşılığıdır.

6- Ayn-ı muhayyer denilen, yalnız, X- Fâ: Yâkut ve İbn Hilâl'e göre,


başda, ortadş ve sonda yazıldığı gibi, bâ'ya bindirilmiş vav başıdır. Beyazı el­
karınlı veyâ küplü de olur ki şekli, târif ma çekirdeğine benzer.
sırasında gösterilmiştir. Küplüsü de
şudur:

yazarken boynunu büktürmemeli,


öne eğik olmayıp dik durmalıdır. Bo­
yun ne kısık, ne de uzun olmalıdır, Fâ
mürekkeb olarak, yâni ortada veyâ
7- Ortada ve sonda yazılan, küplü sonda yazıldığı zaman, beyazı merci­
veyâ karınlı da olan meğe benler.
352

Nesih'de:
Nesih'de:

Ta'lîk'de:
Ta'lîk'de:

XII- Kâf: Yakût'a göre yâ ile


vav'dan mürekkeb olup başı sad'a
benzer, Yâkut ile İbn Hilâl "kâfin sadrı
bir sad olup, munsatıh şekildedir" de­
mişlerdir. Buna boru kâfi da derler.
XI- Kaf: Yâkut ile İbn Hilâl'e göre,
nûn'a bindirilmiş vav'dır. Temkinli bir
elden çıkarken gövdesi cılız olarak çı­
kar.

Bunun müvelled şekli de: "kâf-ı


mücellesî" denilen ve elif ile bâ'dan
terekküb etmiş görünen

Gözü ayva çekirdeğine benzer,


vav'ın sadrı kafin sadrı gibi olduğu da
rivayet edilmişdir. Kafin boynu
vav'dan biraz farklıdır. Çene ile gövde
arası kaf da bir nokta, bir cezim; vav'da
ve fâ'da bir noktadır. Mütekâmil şekil­
lerinde gövde nûn gibi beş noktadır. şeklin aslını göstermek için, içine
Bu itibârla vav'dan farklıdır. Başda ve ufağını koymuşlardır. Bunun boru
ortada kaf, başda ve ortada fâ gibidir. kâf dan nasıl tahavvül ettiğini şöylece
Yalnız başına ve sonda mürseli de olur. gösterebiliriz:
353

Ta'lîk'de:

birincinin kâsesi üç veyâ beş nokta da


olur.

Tarihçilerin beyanlarına göre,


başta kât dal'ın elife bitişmiş şekli
olup, beyazı erik şeklindedir:

ortada:

XIII- Lâm: Yâkut ile İbn Hilâl'e gö­


re, dik ve düz bir şekil olur elif ile nûn
çanağından ibarettir.

sonda:

Nesih'de:
354

Nesih'de: Sonda:

Ta'lîk'de:

XIV- Mim: Yâkut ile İbn Hilâl'e


göre: Sin başı ile mürsel râ'dan terek­
küb etmiş olup, beyazı haşhaşa benzer.
Çok şekli vardır.
Yalnız: Nesih'de:

Başta: Ta'lîk'de

Ortada:

XV- Nûn: Yarım dâire kadar yu­


varlanmış olup, başında mukadder bir
kalem ağzı vardır.
355

Yâkut ile İbn Hilâl'e göre nûn; mu­ Öyle ki, başın hem dik, hem de öne
kavves kaş gibidir. Nûn, elif'in iki nokta­ çalımla bakan bir hâli vardır, başa mür­
lık kısmı başa, mütebaki kısmı sadr'a sel râ takılırsa mürsel vav, mukavver
isâbet etmek üzere yapılmış bir kavis- râ takılırsa mukavver vav nâmını alır ki
dir. Yâhut baştaki iki noktalık kısımdan o da şudur:
elif'in beş noktalık kısmı atılmış, bu iki
noktalık parçaya ikinci bir elif kavisle­
nerek takılmışdır. Bir de nûn-ı râî deni­
len müvelled bir şekil daha vardır ki

Mukavver vav, diğer bir harfle bir­


leştiği zaman kirpi ve yılana

iki râ'dan ibâretdir. Her iki şeklin de


mürselleri vardır.

mürsel yazıldığı zaman yırtıcı hayvana,


ejdere benzer denilmişdir:

Nunun başda ve ortada şekilleri


bâ'nın başta ve ortada şekilleri gibidir.

Nesih'de:
Nesih'de:

Ta'lîk'de:
Ta'lîk'de:

XVI-Vav: Yâkut ile İbn Hilâl'e gö­


re: Bir kısmı diğer kısmı üzerine arkaya XVII- Hâ': Yâkut ile İbn Hilâl'e gö­
dayanarak ve kavislenerek kapanmış re; aslında bir dâl'dır. Altı üst tarafına
ve bu kısım râ'nın üzerine takılmışdır. asılmış ve beyazı müsellesî hâle getiril­
mişdir.
356

başı kedi başını ve gözleri kedi gö­ sında bulunduğu zaman, karınca hor­
zünü andırır diye târîf olunmuşdur. tumu gibi
Hâ'nın aslı bu olmakla berâber, bu, yal­
nız olarak pek az yazılmış ve yazılanlar
da hoş görülmemişdir. Çünkü bünye­
de bir noksanlık göze batar. Başka bir
harfe bitişmek isteyen bir hâli vardır.
Bir harf vahdeti değil, bir kelime parça­
sı ifâde ettiği için hoş görülmemiş, bu­ şeklinde de yazılır. Sonda iki sâd gibi
nun, bir vahdet ifâde edecek şekilde tâ-
dîl ve ihtisar edilmiş olan

ve bunun mürseli olan:

müvelled şekli tercîh olunagelmiş­


dir. Bunda yukarıki şeklin sağ gözüyle
iktifâ edilmiş ve harfe bir istiklâl ve vah­
det verilmişdir.
Başda:
bazan da

kullanılır.
ortada:
Nesih'de:

Ta'lîk'de:
bunun ve benzerinin alt parçasına
katır hayası, üst parçasına at kulağı
denir, bir de nadiren kullanılan

müvelled şekil de vardır. Haberde


şöyle vârid olmuşdur: Hâ, iki harf ara­
357

XVIII- Lâm-Elif: Başda lâmla Bu şekiller görüldükden sonra ak­


sonda elif'in, yâhut yalnız ve bitişik iki la şöyle bir suâl gelir: Madem ki bu harf
elif'in terkibinden ibâret olup makasa lâm ile elifden ibâretdir, o halde niçin
benzer. aslı üzere

şeklinde yazılmıyor? Bunu îzâh


alt kısmı yalnız hâ gibidir. Beyazı eden bir söze rastlamadık. Ancak Siyâ¬
müsellesidir. Mürekkeb olduğu zaman kat'de
lâm ile elif, iki lâm gibi muntazam bir
şekilde karşılaşır.

tarzında kullanılmış olduğunu eski


Siyâkat yazılı kayıtlarda görüyoruz. Es­
tetik yazılarda bu şeklin iltizâm edilme­
sinin sebebi bizim anlayışımıza göre,
esâsen Arabların sâkin elif dedikleri
harf karşılığında, tek bir harf olmak
üzere "elif-bâ"ya konulmuş olan bu
Yâhut, bu şekilde görüldüğü gibi şeklin tam bir harf vahdeti arzetmesi
elif lâm'ın ortasına kılınç ağzı gibi iz ve düşüncesi olsa gerekdir. Nitekim hâ
başka bir harfle harfinde de böyle bir fikir iltizâm edil­
miş olduğu geçmişdi. Filhakika

de iki harf çeşnisi sezildiği halde

sûretinde bir visâkla yazılır ve birin­


ci elif, ortada lâm şeklini alır. de bir vahdet görülür. Göze daha
Nesih'de: câzip göründüğü de inkâr olunamaz.
XIX- Yâ: Elif-bâ'nın son harfidir.
Yâkut ve İbn-i Hilâl'e göre, biri diğerinin
Ta'lîk'de: tersine takılmış iki dâl'den ibârettir.
358

dâ'lin elif den kalbedilmiş olduğu dü­ îtibâren Arablar, hem harekeleri, hem
şünülürse, bu da iki elif den ibâretdir. de noktaları kullanmaya başlamışlarsa
Yâ'yı gâyet keskin kılıç ağzına benze­ da, bunlardan hoşlanmazlardı. Mede-
tenler olmuşsa da bu, yâ-yı makûs niyyet-i İslâmiyye Tarihi'nde kaydo¬
denilen ve yukarıki şeklin müvelledi
lunduğu üzere: "Mushaflar vesâire gi­
olan
bi zabt u dikkati müstelzim olan kitap­
lardan başka şeylerde hareke ve nok­
taların istimalini istemezlerdi. Noktasız
yazıyı bâhusûs mürselün-ileyh âlim bir
zât ise, müreccah addederlerdi. Kâtip­
şekle âiddir. Bu iki şekil yâ'nın yal­ ler, medeniyyet-i İslâmiyye'nin geçir­
nız ve sonda şekilleridir. Başta ve orta­ diği devirler esnâsında, yazıyı noktalı
da tâ harfinin başta ve ortada şekilleri ve noktasız yazmakta muhayyer kal­
gibidir. Yâ'nın iki noktası, harfin altında mışlardı. Fakat, ekseriya noktasız ya­
bulunur. Yalnız ve sonda şekillere nok­ zarlardı. Bunun neticesinde bir çok ah­
ta ekseriyâ konulmamış, bâzan konul­ valde ve bilhassa garîb mahaller isim­
duğu olmuştur. Terk edilmesi, bu şekil­ lerinde vesâir elfâz-ı Arabiyye'de, ilti­
lerde iltibâsa mahal olmadığı içindir, bâs vuku' bulmuşdur. Üdebâ, ulûm ve
kullanılması da bir muhtıra, yâhud mu­ fünûna dâir olan kitaplarda nokta isti­
vâzene veya
veyâ süs içindir. mâlini lâzım ve muvafık gördükleri hal­
de, muhâberâtta nokta kullanılmasını
Nesih'de: çirkin bulduklarından, inşâ ve hüsn-i
hattaki iktidâr ve gururlarına binâen,
yalnız sözün fasâhatına ve hattın güzel­
liğine ehemmiyet vererek, tahrîrde
muhtasar bir uslûb ihtiyâr ve ufak, be¬
Ta'lîk'de: * lîğ cümle ile iktifâ ederler ve fazla îzâ¬
hat î'tâsını ve nokta ve hareke vaz'ını
kitâbette bir acz ve taksîr addederler­
di" (c. 3-s. 106)

Muhakkak olan şudur ki, İslâmiy¬


yet'in sınırları genişledikçe, yazı da gir­
diği muhitlerdeki zekâ ve hâfıza, istîdâd
ve kaabiliyet dikkat ve kültür derece­
G- İŞÂRETLERİN TÂRÎF VE siyle mütenâsip olarak şekiller almış,
TÂLİMLERİ yer yer ve zaman zaman, harekeli ve
harekesiz, noktalı ve noktasız vaziyet­
İslâm'ın ilk devirlerinde nokta ve lere girmiş; harekeli olanların bir kıs­
hareke ve emsâli işâretler kullanılma¬ mında, yalnız okumayı kolaylaştırmıya
mışdır. Birinci asr-ı hicrînin ortasından mâtûf işâretler kullanılmış, bir kısmın­

(*) Ta'lîk'ın harf ve terkib cihetinden müstesnâ bir nümûnesi olan, Yesarîzâde hattıyla 24 kıt'alık
Hilye-i Hâkanî metni de (Resim: 267 — Resim: 290) arası, kitaba ilâve edilmiştir. Yukarda şekli verileme­
yen diğer Ta'lîk harf örnekleri bu kıt'alarda bulunabilir.— U.D.
359

da fazla olarak mühmel harflere süs İslâm yazılarında kullanılan işâ­


işâretleri de ilâve edilmişdir. Osmanlı retler; I- Okutma, II- Mühmel harf, III-
Türkleri'nin ellerinde san'at haysiyyeti Tezyîn işâretleri olmak üzere, başlıca
bakımından muhtelif şekiller almış ve üç gurupda mütâlâa olunabilirler.
husûsî bir dikkat ve itinâya tâbi' tutul­
muş olan bu işâretler, bir kısım yazıla­ I- Okutma İşâretleri: Bunlar, baş­
rın estetik unsurları olmak üzere yer al­ lıca Kûfî, Sülüs, Muhakkak, Reyhânî,
mış, Rık'a ve Ta'lîk gibi bir kısım yazılar­ Tevkî, Celî, Müsennâ, Celî Dîvânî yazıla­
da ise, iki üç işâretle iktifâ edilmiş oldu­ rında kullanılmıştır ve başlıca 1- Nokta,
ğu gibi, Siyâkat gibi hiçbirisini kullan­ 2- Hareke, 3- Cezm, 4- Şedde, 5- Med,
madan, hattâ noktalar bile terk edilmiş, 6- Tenvin, 7- Hemze, 8- Sıla olmak
stenografik bir hâl almış kırma yazılar üzere sekizdir. (1)
da, resmî işlerde bol bol yer almışdır.
Bunun aksine olarak ihtiyât tedbîri alır¬ 1- Nokta: Her yazının kendi kale­
casına, Celî Dîvânî gibi resmiyeti hâiz mi îcâbı olarak noktanın da şekli vardır.*
bazı yazılarda, hareke ve tezyîn işâret­ Umûmiyetle dört köşedir. Bazı Kûfî'ler¬
leri ifrât derecesine vardırılmışdır. de yuvarlak da yapılmışdır. Ancak

(1) Bu işâretlerin fonetik husûsiyyetleri burada bizi alâkadar etmediğinden ve "Eski Yazıları Oku­
ma Anahtarı"nda etraflıca îzâh edilmiş olduğundan, san'at bakımından olan husûsiyyetlerini bahs
mevzûu ediyoruz.

(*) Harflerin ölçülerinin hesabında yazıldığı kalemin noktasının kullanıldığı mâlumdur. Fakat ölçü­
ye esâs olan, noktanın köşegen boyudur. Bu sebeple önce noktanın doğruluğunu tesbit etmek gerekir.
Sâmi Efendi gibi titiz bir üstâdın Celî Sülüs ve Celî Ta'lik yazılarında kullandığı noktaları hassas pergelle
müteaddid defalar ölçtükten sonra Üstad Necmeddin Okyay ile şu neticelere varmıştık (1959 yılı):

Sülüs noktası, satır çizgisine takrîben 45° meyilli olarak konulan ve mustatil
(dikdörtgen) şekline yakın bir "paralelkenar"dır, kalem ağzının eğri kesilme­
sinden dolayı, nokta kalemden tam dikdörtgen şeklinde çıkmaz; dikdörtgenin
dört köşesi de içerden 90° ye sahipken, "paralelkenar" şekle uyan Sülüs nok­
tasında üst ve alt köşeler 90° den birkaç derece dar, sağ ve sol köşelerse
90°'den birkaç derece geniş olur. Harflerin nokta boyuna göre hesabında, dik
(elif gibi) ölçümlerde noktanın üst ve alt köşelen arasındaki mesâfe, yatık (be
gibi) ölçümlerde sağ ve sol köşeler arasındaki mesâfe nokta boyu olarak alı­
nır: Bu iki köşegen boyu açı farkı dolayısıyla birbirinden biraz farklı olmakla
berâber, tatbikatta aynı kabul edilir. Köşegen boyu kalem ağzının takrîben yarısı kadar fazlalık gösterir.
Şu izahattan anlaşılacağı gibi, kaleminin ağzı 7 mm. olan bir Celî Sülüsün noktasının boyu 8 mm, "nokta
ölçüsü olarak kullanılacak köşegen boyu takrîben 10,5 mm. tutar. "Yarım nokta" ölçüsü de yarım köşe­
gen boyudur.

Ölçme sisteminin aynı olduğu Ta'lîk'ın noktası şeklen başka türlüdür; sağ alt
kenarı -mürekkebin akışına göre- muhaddeb (yuvarlağımsı kabarık) olan bir
murabba'(kare)dır.Konumu ve iç açı durumu Sülüs noktasıyla aynı olan ta'lîk
noktasının üst köşesinin keskin düz kenarlarına mukabil, alt köşenin sağ yanı
ve sağ köşenin alt yanı yuvarlağımsı kalır. Ancak akıntı altta toplandığı için bu
muhaddebiyet sağ köşe altında az, alt köşe sağında fazladır. Yuvarlak kenarın
az veyâ fazla akıntılı oluşu noktanın da eksik veyâ fazla olmasını intâc ettirece­
ğinden, harf ölçümünde kullanılacak sıhhatli bir Ta'lîk noktası şöyle olur: Nok­
tanın üst köşesinden alt köşesine mesâfe, kalem ağzının üçte dördü (4/3)'dür.
Yâni ağzı 3 mm.lik bir Ta'lîk kalemiyle konulan noktanın üst-alt köşegen boyu 4 mm. olmalıdır. Bu ölçü­
ye uymazsa sıhhatli değildir. Sağ-sol köşegen boyu da tatbîkatta üst-alt köşegen boyuyla aynı kabul
edilir. Yarım nokta boyu da yarım köşegen boyudur.— U.D.
360

Rık'a ile Dîvânî'nin bir noktası duğundan, ayrıca hareke kalemi kulla­
nılır. Bunlar arasında estetik durumun
, iki noktası îcâbı olarak kendi kalemleriyle konu­
lanlar da vardır. (Resim: 215)
üç noktası Nesih'in, Muhakkak'ın, Reyhânî¬
nin, Tevkî'hin, Celî Dîvânî'nin harekele­
şeklindedir. Maksat sür'at ve ihti­ ri kendi kalemleriyle konduğu gibi, baş­
sardır. Bazı yazılarda az olmak şartıyla, ka bir kalemle de konabilir. Ta'lîk'ın
kendi kalemi dışında yuvarlak esâsen harekesi yokdur. Yalnız koca

med denilen

şekilde nokta kullanılmışdır. Sebe­


bi de yerinin müsâid olmaması ve este­ kendi kalemiyle, şedde
tik durumun korunmasıdır.
Harfler, ya bîr, ya iki veyâ üç nok­
ve hemze
talı olur. Bir nokta:
ve iki esre
iki nokta: veyâ
kalemin üçde biri ile konulmuşdur.
Nes-ta'lîk'le yazılmış Mushaflarda
üç nokta: üstte, Ta'lîka yakışır bir şekilde hareke ve di­
ğer işâretlerden bazıları kullanılmış­
altta, yâhut üstte veyâ altta
dır. Nitekim, Ta'lîk hocalarımdan mer­
hum Abdülaziz Efendi (1870-1934)'nin
veyâ yazdığı bir Mushafdan yâdigâr olarak
hediye ettiği bir sahifede örneklerini
tarzında kullanılır. Bâzan bir nokta ile iki görüyoruz (Resim: 258)
nokta veyâ üç nokta, yâhut iki nokta ve­ Harekelerin ve diğer işâretlerin
yâ dört tane bir nokta bir araya toplan­ tâlimlerini bâriz bir şekilde göstermek
mış olabilir. Her noktanın tâlîmi men¬ için Sülüs'le Nesih'i esâs tutmayı ve
sûb olduğu yazının tâlîmine göredir. sülüs (üçte bir) kalem kalınlığında yaz­
2- Hareke: Esâsen üçdür: 1- Fet¬ mayı tercîh eylemiş bulunuyoruz.
haf 2- Kesre, 3- Zammedir. Kûfî'nin ha­ Harekelerden fetha, buna türkçe¬
rekesi bidâyette bir takım yuvarlak de üstün veyâ bir üstün denir. Çünkü
noktalardan ibâret iken (Resim: 74-75) harfin üstünde bulunur, uzun veyâ
bunlar sonradan terk edilerek diğer ya­ kısa yazılabilir. Sülüs'de
zılardaki şekillerden Kûfî bünyesine
uygun şekiller intihâb olunarak istîmâl
olunmuşdur. (Resim: 76 - 77)
Sülüs ve Sülüs Celîsi'nin hareke­
leri ve diğer işâretleri, yazıldıkları kale­ bazan yazının kendi kalemiyle de
min üçde biri kalınlıkda olması asıl ol- yapılabilir. Tâlîmi şöyledir:
Resim: 258 - Hocam Aziz Efendi'nin yazdığı Ta'lîk hattıyla bir mushaf sahifesi.
362

Nesih'de veyâ

Sülüs ve Sülüs Celîsi ve Müsennâ


yazılarda kalın cezm denilen
hafif kavisli ve ortasından itibaren
şeklinde de bâzan kullanılır.
meyille müsâvîdir. Nesihde:
Tâlimleri:

Kesre, esre veyâ bîr esre de deni­


lir. Harfin altında bulunur. Sülüs'de

4- Şedde: Türkçede teşdîd adı


şekli sâdece
da verilir. Harfin üstünde bulunur. Sü­
lüs'de ve Celî Sülüs'de:
ve Nesih'de veyâ

dir. Sülüs'de hareke kaleminden


kalını ve kuyruk tarafı kıvrık olanı hiç
kullanılmamışdır.
Nesih'de:
Zamme: ötre veyâ bir ötre adıy­
la da anılır. Harfin üstünde bulunur. Sü­
5- Tenvîn üç türlüdür: !- İki üs­
tün
lüs'de şekli:

dir. Bazan yazının kalemiyle ve kalın


harfin üstünde bulunur. Kalın ka­
ötre adiyle kullanıldığı da vardır.
lemle de yapılabilir. Tâlîmi üstününkü
Tâlimi:
gibidir. 2- İki esre

harfin altında bulunur. Kalını yapılmaz.


İki üstün ve iki esre bâzan

Nesih'de:
sûretinde de yapılabilir. 3-İki ötre,
3 - Cezm: Türkçede tutar adıyla harfin üstünde bulunur, Sülüs ve Celî
Sülüs'de
da anılır. Harfin üstünde bulunur. Sü­
lüs ve Celî'de

dir. Nesih'de dir.


Tevkî'de
363

6- Med üç türlüdür. 1- Âsâr (kol): hareke kalemiyle yazılır. Nesih'de


Harfin üstünde bulunur. dir ve diğerlerinde

Nesih'de:
II- Mühmel (Noktasız) Harf İşâretleri: Bunlar da başlıca

2- Çeker: harfin altında bulunur.


Şekli âsâr gibidir. Her ikisi de hareke 1-Hâ'
veyâ yazının asıl kalemiyle de yapılabi­
lirler. 3- Koca med, dâimâ hareke kale­
2- Sin
miyle yapılır.

3-Sad

4-Tâ'

Nesih'de dir.
5- Ayn
7- Hemze: Harf olur, hareke olur,
6-Kâf yâhut
bir iltibâsı def veyâ süs için kullanılır.
Harf ise, yazının kalemiyle yazılması
asıldır. Zarûret hâlinde hareke kale­ 7- Mim yâhut
miyle yapılabilir. Diğer hallerde hare­
ke kalemiyle yazılmalıdır. Sülüs ve Celîsinde
8-Ha

talimleri sırasıyla şöyledir:

Nesih'de dir.

8- Sıla: Yazılıp da okunmayan ve­


yâ bâzı ahvâlde okunup, bâzı ahvâlde
okunmayan hemze elif üzerine konur.
Bu sebeble yazılması bazı şartlara
tâbi'dir. Bu husûsda "Eski Yazıları Oku­
ma Anahtarı" adlı eserimizde gereken
îzâhât verilmişdir. Hat bakımından Sü¬
lüs'de ve Nesih'de ve Celî'de, dâimâ
364

kullanılır.

2- Kalın tırnak; yazının kalemiyle


yazılır. Az olması şartdır. Talîmi yukarı­
ki gibidir.
3- Ters tırnak; hem hareke, hem de
yazının kalemiyle yazılabilir. Satır altın­
da ve pek az kullanılması şartdır.

Bunlardan (1, 2, 3, 4, 5, 7) kendi 4- Tirfil


adiyle anılan harfin altına konur ve
o harfin noktasız harflerden olduğunu
anlatır. Bu sebeble noktalıların altına
konulması hoş görülmez. (6) kâf kolu­
nun altına veyâ kâf çanağının içine ve
ortası üstüne, (8) Hâ' harfinin üstüne Satır altında bulunmaması ve hare­
konur. Bu işâretler, hem bir iltibâsı ke kalemini aşmaması asıldır. Nesihde
defe, hem de yazının umûmî âhengini
te'mîne yararlar.
III- Tezyîn İşâretleri: Bunlar da yokdur. Nesihde
başlıca sekizdir: hilâl denilen ve daha çok keşideler
1- Ufak tırnak hareke kalemiyle ortasına ve bir tane konur.*
atılır.

5- Tırnaklı tirfil

6- Mimli Tirfil;*
altda ve üstte, sağda ve solda bulu­
nur. Sülüs ve Celî Sülüs'de kullanılır.
Nesih'de bâzan bunun yerinde 7- Cezimli tirfil;

(*) Tirfil husûsunda merhum müelliften farklı olarak, şunu ilâve etmeliyim: Bu işâret, yakın vakte
kadar tezyînî mâhiyette sanılıyordu; müdekkık üstâdlar dahi böyle kabul ediyorlardı. 1969 yılında, Şeyh
Hamdullah (1429-1520)'ın eserlerini incelerken, bu işâretin münhasıran rı ve sin harflerinin üzerine ko­
nulduğunu müşâhede ettim; bununla kalmayıp Hâfız Osman (1652-1698)'ın yazılarına baktığımda da
aynı neticeyle karşılaştım. Anlaşılan, kelimelerde bir önceki harfe âid noktanın rı üstüne kayârak ze gibi,
bir önceki veyâ sonraki üç noktanın sin üzerine kayârak şın gibi okunmasını önlemek için, mezkûr harf­
lerin yukarı tarafına -ikâz mâhiyetinde-tirfil işâretinin konması teamül hâline getirilmişti. Ancak, ondo¬
kuzuncu asırdan başlayârak, tirfil, Celî Sülüs'te tamâmen boşluk doldurucu bir işâret sayılmış, Sülüs ve
Nesih'te de kullanılış gâyesini yavaş yavaş kaybetmiştir. Tirfile bağlı mim harfiyle yapılan işâret de,
lâm sadâsıyla okunabileceği cihetle, aslında kef harfinden ayırd etmek için lâm harfinin boşluğuna
konuluyorken, o da zaman içinde, heryere konur hâle gelmiştir.
Tirfil hakkındaki düşüncemi müdekkık ağabeyim, muhterem Prof.Dr. Nihad M. Çetin'e o tarihler­
de açtığımda, Şeyh Hamdullah'dan önceki eski aklâm-ı sitte örneklerinde de tirfilin yukarıda anlattı­
ğım tarzda bir vazifesi olduğunun kat'iyetle görüldüğünü beyân etmişti. — U.D.
365

bunun aslı cezimle tirfilin birleşme­ H- İŞARETLER HAKKINDA BAZI


si olup, cezimli harf üzerine bazan ko­ ARTİSTİK TAVSİYELER:
nur.
8- Yuvarlak nokta; Yukarıda çeşitlerini verdiğimiz
her üç gruba dâhil işâretlerin estetik
Satır altında bir boşluğu doldur­ bakımdan yazılmaları bazı usûl ve kai­
mak için kullanılır. Noktalı harf altına deye tâbi' olduğundan bunlara da kısa­
konmamalıdır. Bir de, Muhakkak ve ca temas etmeyi estetiklerini mütâlaa­
ya yararlı olmaları îtibâriyle gerekli bu­
Ta'lîk sinlerinin altına luyoruz.
I-Harekelerin ve işâretlerin meyil­
şekilde üç nokta konulursa da zarûri leri biribirine müsâvî ve mütenazır ol­
değildir. malıdır. Bunda esâs, yazının ilk yazılır-

Resim: 259 — Sâmi Efendi'nin Celî Sülüs yazılarında kullandığı, henüz daha güzeli yazılamayan
hareke ve tezyîn işâretleri.
366

ken hareket mebde'i olarak konulan ne de tezyîn işâreti koymamalıdır. Hat­


kalem ağzının meylidir. Bu meyil me­ tâ yazının tertîbi ve umûmî vaziyeti şu
selâ veyâ bu harekeyi koymaya âhenk bakı­
mından müsâid değilse terk edilmesi
müreccahıdır. (Resim: 239) de bu cihet
ise, ilk konulan hareke veyâ işâretin tercîh edilmişdir. (Resim: 267) da tev¬
meyli de buna mütenâzır ve müsâvî ol­ zî'e ehemmiyet verilmişdir.
mak üzere VI- Mühmel harflerde de ifrâta
düşmemelidir. Çünkü her mühmel har­
fin altına ufağını koymak şart değildir.
Bu işlerde ifrâta sapanlar noktalı bazı
harflerin altlarına ufağını noktasız ola­
rak koymuşlarsa da, böyle sakatlıklar
olur ki, hepsinin hareket mebde'i ve büyük üstâdların eserlerinde görül-
hareket gâyesi ve umûmî vazıyetleri
aynı meyle tâbi' olarak yazılırlar. Bütün mez. Çünkü cim altına
diğer işâretlerde hep o mebde' istika­
gayn altına
metinde konmak gerekir. Aşağı veyâ
yukarı olabilir. koymak mânâsızdır. Muvâzene için
II- Bir tezyîn işâreti yan yana iki başka işâret pek âlâ mümkündür.
defa konmaz; ancak, kalın ve ince tır­ VII- Bir yazıda yer alan okutma,
nak, mütenâzır ve mütenâsib bir sûret­ mühmel ve tezyîn işâretleri, bakıldığı
te konabilir. Meselâ: zaman ütüsüz ve âriyet giyilmiş bir el­
bise gibi göze batmamalıdır. Yazının
yapılmaz, bünyesiyle kaynaşan ve onu âhenkleş¬
tiren bir durum arz etmelidirler. Her
kullanılan işâret, yazının estetik bir uz­
olabilir. vu olarak yer almalı, onun estetik bir ih­
tiyâcını cevaplandıracak bir kat'iyet ve
III- Zarûret bulunmadıkça işâret­ isâbette bulunmalıdır. "Şu işâret, bura­
lerden hiç birisi tek başına bulunma­ ya konmasaydı veyâ bunun yerinde şu
malıdır. Yakın veyâ uzak, meyli istikâ­ ve şöyle yapılmış olsaydı daha iyi olur,
metinde diğer bir işâret, bu olamadığı daha güzel görünürdü" gibi bir fikre
takdirde bir harekeye veyâ sağ yâhut düşürmemelidir. Yazı, bu işâretlerle
soldaki harfin bir parçasıyle mütenâzır kuvvetlenmeli, güzelleşmeli, za'fa, pe­
bulunmalıdır. (Harekeli yazılara bakı­ rişanlığa mâruz kalmamalı, estetiği işâ­
nız). retler arasında boğulmamalı veyâ bu­
IV- Sülüs'de mümkün olduğu ka­ ğulanmamalıdır.
dar tezyîn işâretinin az olmasını eski VIII- Bu işâretler, ne çok kalın, ne
üstâdlar tercîh ederler ve tırnak kullan¬ de cılız olmalı, bünyenin üçde biri kalın¬
mazlarmış. Reyhânî ve Muhakkak'da lıkda bulunmalı, evvelkisi yazıyı boğar,
ve Nesih'de tezyîn işâreti hoş görülme¬ ikincisi, seyrek bir durum gösterir de
mişdir. (Geçen levhalara bakınız). çok tezyîn işâreti kullanmaya sevk
V- Lüzumsuz yere ne bir hareke, eder. Şâyet, harekeler ve işâretler,
367

umûmî bünye bakımından hareke ka­ akıp akıp gitmektedir. Hiçbir tarafında
leminden biraz kalınca veyâ biraz ince tasannu' yokdur, olgun ve metîn bir
yapmayı gerektiriyorsa, ona göre ka­ elin ve kalemin eseri olduğu açıkça gö­
lem kullanmalıdır. rülmektedir.
IX- Okutma, mühmel harf ve tez¬
III - (Resim: 262) Hacı Ârif Efendi
yîn işâretleri, karakterlerini değiştirme­
merhumun eser-i mahâreti olan bu ya­
men, ittırâdı muhâfaza etmelidir. Şura­
zının esâsen güzel ve i'tinâlı bir tashîh
da şu üslûbda, burada şu tarzda olma­
gördüğü zâhir ise de, harekelerde bir
malıdır. Bu hâl, san'at rûhunu ve zevki­
kabalık ve âhenksizlik meşhûd olmak¬
ni bulandırır, gizli parazitler hâlinde ya­
dadır. Bu yüzden eser, bir kenara atıl­
zının estetiğini zedeler.
mak bedbahtlığına uğramışdır. Satır
X- Bütün işâretler arasında sağ­
altı ile satır üstü harekelerdeki âhenk¬
dan ve soldan, üstden ve altdan açıklık
sizlikden dolayı ikiye bölünmüş gibi bi­
ve yakınlık münâsebetleri arasında
rer durum arz etmekdedirler. Bu hâl ta¬
muvâzene ve müsâvât gözetilmeli. Bir
bîatıyle yazının zatî güzelliği üzerinde
tarafı sıkı, öbür tarafı seyrek olmamalı;
bir nevi' buğulanma ihdas ediyor. Bil­
hâsılı, tâbîî, zarûrî ve bedîî vazîyetler ve
hassa tirfillerin hantal oluşları ve arala­
îcâblar hilâfına hiçbir hareket iltizâm
rında bir tesânüd ve insicâm bulunma­
edilmemelidir. Aşağıdaki levhaları işâ­
ması, bu buğulanma arasında menfî
retler bakımından ayrıca mütâlâa ve
te'sirler yapmakdan hâlî kalmıyor. Fa­
tetkîk edelim.
kat, yazıya biraz uzakdan bakınca bun­
lar pek göze batmıyorsa da, san'atkâ¬
K- BAZI MİSÂLLER ÜZERİNDE
rın kendisi de beğenmemiş, tekrâr yaz­
KRİTİKLER:
maya lüzûm görmüştür. Bunun en gü­
zel bir örneği üstâdın meşhûr türkçe
I - (Resim: 260) da harekeler, yazı­ hilyesinde yer almışdır.
nın umûmî âhengi gözetilerek konmuş
ve hareke kalemi ayârı muhâfaza olun¬ IV- (Resim: 263) başdan nihâyete
muşdur. Harekeler yazıyı sıkmamış, büyük bir dikkat ve îtinâ ile yazıldığı
buğulandırmamış, yazının güzelliğini gözden kaçmıyan bu levhada, hareke
artırmıya ma'tuf olacak sûrette tevzî' ve işâretlerin estetik şerîtalara ne ka­
ve taksîm olunmuşdur. Yazı, harekeler­ dar riâyet edildiğini de göstermekde¬
den ve harekeler yazıdan ilk nazarda dir. (Resim: 267) de, ayni mükemmeli­
ayrılabildiği halde, aralarında estetik yette bir başka örnektir.
bir insicâm da meşhûd bulunmaktadır. V - (Resim: 264) de Sülüs hattına
nisbetle harekeleri çok ince konmuş ve
II - (Resim: 261) da harekeler, yazı süs işâretleri de terk edilmiş olduğun­
bünyesiyle son derecede âhenkli ve dan, bunda harekeler yazının bir tâbîi
sehl-i mümtenî' hâlindedir. Kelimeler­ gibi yer almışlardır. Önce yazı nazara
le satırlar arasında olduğu kadar, sahi¬ çarpıyor ve harekelerin rolleri bir gölge
fenin umûmî durumu da ruha sıcaklık gibi kalıyor.
ve mûnislik telkîn eden bir câzibeyi
hâizdir/Kalem cereyânı yazıda olduğu VI - (Resim: 265) de hareke ve işâ­
gibi, harekelerde de nefes akar gibi retler ifrât denecek kadar çokdur. Bun­
368

Resim: 260 — Mahmud Celâleddin (?-1829)'in Celî Sülüs hattıyla yazdığı ve Peygamberimizin
ömrünü, nübüvvet müddetini, Mekke ve Medîne'deki yaşayışlarını ebced hesabıyla gösteren şu lev­
hada yazı ve harekeler, Mahmud Celâleddin'in sert üslûbu içinde birbirleriyle âhenkli bir şekilde kay­
naşmışlardır.
369

Resim: 261 — Hacı Kâmil Akdik (1861-1941 )'den bir Nesih sayfa.
370

Resim: 262 — Bakkal Ârif Efendi'nin metin içinde bahsî geçen, harekeleri ihmâl edilmiş bir Sülüs
satırı.

Resim: 263 — Halim Özyacı (1898-1964)'dan hattı ve harekeleriyle îtinalı bir kıt'a.
371

Resim: 264— Lâz Ömer Efendi (? - 1824)'nin bahsi geçen levhası.

Resim: 265 — Hacı Nazif Bey'in hareke ve şâir işaretleri sıkışık olarak tertiplediği bir levhası.
372

Resim: 266 — Müellife âîd Celî Sülüs bir hat. (Celîyazı ile hareke ve işâretler arasında âhenkli bir
tevzi' ve taksim ifâde eden bir misâl.

da hareke ve işâretler, yazının cüz'ü ve güzelliği ilk nazarda kolluyor ve dikkati


levâzımı gibi nazara alınmışdır. İki sa­ üzerine çekiyor. Yazının estetik zevkini
tırda bu kadar sık bir vaziyeti, umûmî gereği gibi tatmak için uzun müddet
bünye üzerinde tevzi' ve taksîm etmek müşâhedeye tâbi' tutmak lâzım geli­
ve topunu bir âhenge tâbi' tutmak ise, yor. Kanaatimizce harekeler yarı yarı­
cidden mühim bir işdir. Bu yazı esâsen ya azaltılmış olsaydı, yazı daha vâzıh
güzeldir, tezyîni işâretlerin çokluğu bu bir estetikle kendisini tanıtırdı.

(*) Kitabın bundan sonrası, neşre hazırlayan tarafından seçilip ilâve edilmiş fotoğraflara ayrıl­
mıştır. İlk olarak, 358. sahifenin (*) haşiyesinde belirttiğimiz gibi Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi (? -
1849) tarafından meşk için yazılmış 48 beyitlik (24 kıt'alık) bu Hilye-i Hâkanî metnini veriyoruz. Hâlen
Tanman Koleksiyonu'nda bulunan ve aslîeb'âdında basılan bu "mürekkebât meşkleri" ehemmiyeti do­
layısıyla Nazif Bey (1846 -1913), Aziz Efendi (1870 -1934) ve Ömer Vasfi Efendi (1880 -1928) gibi daha
sonraki hat üstâdlarınca da nokta ölçülerine varana kadar aynen taklid edilerek yazılmıştır. Hâkanî
Mehmed Bey (? - 1606)'in önce Besmele'yi, sonra da Peygamberimizi Türkçe olarak nazm ettiği bu Hil­
ye metninin, ölçü için konulan nokta ve işâret çokluğundan dolayı kolay sökülemiyeceği endîşesiyle,
okunuşunu da veriyorum:

Resim: 267
Besmele'yle îdelim feth-i kelâm Olmasa Besmele resmi memdûd
Feth ola tâ bu muammâ-yı benâm Cins-i eşyada olur muydu vücûd
Resim: 268
Bilmeyen şevket-i Bismillâh'ı Bârekallah, zehî sırr-ı latîf
Anlamaz sırr-ı Kelâmullâh'ı Bulur ânınla şeref nazm-ı şerîf
Resim: 269
Göre izzetle sutûr-ı mushaf İbtidâsında olan ba'sı anın
Karşı durur ana gûyâ saf saf Başları tâcıdürür âsumanın
Resim: 270
Fikr edersen o hurüf-ı memdûd Bağ-ı vahdetde nem-i lütfile pür
Oldu sırr-ı hadd ekaalîm-i şuhûd Gûyiyâ Besmele bir sünbüldür
Resim: 271
Nâzır olsan ana âyîne misâl Gösterir âyinesi Besmele'nin
Görünür ârız-ı lutf-î müteâl Hilye-î pâkin o vech-î hasenin
Resim: 272
Hem demişler dürür eşrâf, el-hak Şem'-i ruhsâre dönerdî mâha
Ârız-î pâki arafnâk olıcak İki kandil idi arşullah'a
374

Resim: 267 — Neyzen Emin Yazıcı (1883-1945)'nın îtinalı bir Sülüs levhası.

Resim: 290
Gûyiyâ ol dürr-i dendân-ı nefis Şöyle şeffaf idi ol cevher-i sâf
İki mısrâ îdi mevzûn-ı selis İncilâsiyle dolardı etraf.

Hilye-i Hâkanî'nin devâmını Yesârizâde'nin yazıp yazmadığı belli olmadığı gibi, imzâsının bulun­
duğu kıt'a da elde mevcud değildir. Ancak, "müfredât"ı ikmâl etmiş bir hat müntesibiTa'lîk'ın bütün
nükte ve ölçülerini bu kıt'alarda görüp istifâde edebilir. Bu fotoğraflardan sonra, örnek olarak diğer yazı
resimleri de sırayla verilecektir.— Uğur DERMAN
375

Resim: 268 - Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (1)


Resim: 269 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (2)
377

Resim: 270 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (3)


378

Resim: 271 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (4)


379

Resim: 272 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (5)


380

: 273 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (6)


Resim: 274 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (7)
382

Resim: 275 - Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (8)


383

Resim: 276 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (9)


384

Resim: 277 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (10)


385

Resim: 278 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (11)


386

Resim: 279 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (12)


387

Resim: 280 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (13)


388

Resim: 281 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (14)


389

Resim: 282 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (15)


390

Resim: 283 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (16)


391

Resim: 284 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (17)


392

Resim: 285 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (18)


394

Resim: 287 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (20)


396

Resim: 289 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (22)


395

Resim: 288 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (21)


397

Resim: 290 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (23)


398

Resim: 291 — Yesârîzâde'nin Hilye-i Hâkanî meşki (24)


399

Resim: 292 - Ahmed Karahisârî (1469-1556)'nin Muhakkak, Nesih ve Sülüs hatlarıyla yazdığı
mushaftan bir sahife (Topkapı Sarayı)
400

Resim: 293 — Hasan Çelebi (16. asır)'nin bir eserinden Muhakkak hattıyla imzâ sahifesi (974
H.- 1556 M. tarihli, Topkapı Sarayı).
401

Resim: 294 — Yesarî Es'ad Efendi (?-1798)'den mâil Ta'lîk kıt'a.


402

Resim: 295 — Nazif Bey (1846-1913)'in İran üslûbunda yazdığı düz satirli Ta'lîk kıt'a (1324
H.-1906 M. tarihli).
404

Resim: 297 — Mustafa Râkım (1757- Resim: 298 — Sâmi Efendi (1838-
1826)'ın Celî Sülüs'le yazdığı bir mezar kitâbesi 1912)'nin Celî Sülüs'le yazdığı latîf bir mezar
şaheseri. (Aslı Eyüp Sultan Câmii'nin nazire­ kitâbesi. (Aslı Karacaahmed kabristan'ında
sinde olup 1234 H.-1819 M. tarihlidir). olup 1322 H-1904 M. tarihlidir).
403

Resim: 296 — Hâmid Aytaç (1891-1982)'ın Türk üslûbunda yazdığı mâil Ta'lîk kıt'a (1360 H.-
1942 M. tarihli).
405

Resim: 299 — Mustafa Râkım'ın Nakşî tâcı şeklînde istiflediği Celî Sülüs bir şaheser (Topka-
pı Sarayı).
406

Resim: 300 — Nazif Bey'in Celî Sülüs'le yazdığı enfes bir beyit:
"Fariğ ol, aybın gözetme kimsenin,
Ta ki Hak setr eyleye aybın senin."

Resim: 301 — Nazif Bey'in elden çıktığı gibi kalmış Celî Sülüs bir istifi (Ancak baştan birkaç
harf tashih edilmiştir).
Resim: 302 — Hâfız Osman (1652-1698)'den Sülüs-Nesih bir kıt'a.

Resim: 303 — Yedikuleli Abdullah (1670-1731 )'dan Nesih bir kıt'a.


408

Resim: 304 — Hacı Kâmil Efendi'nin Sülüs-Nesih Hilye'sî.


409

Resim: 305 — Necmeddin Okyay (1883-1976)'ın Celî Ta'lîk'ıyle "ism-i Nebî"

ÜÇÜNCÜ KISMIN SONU

You might also like