You are on page 1of 523

EBU TALB EL-MEKKÎ

Kalplerin Az
[KÛTU'L-KULÛB]
-2-
SfAflMIID
stanbul 2004
EBÛ TÂLB EL-MEKKÎ

SEVGLYE GDEN YOLDA


KALPLERN AZII
[KÛTU'L-KULÛB]
KNC CLD

MÜTERCMLER
Prof. Dr. Yakup ÇÇEK

Dr. Dilaver SELV

wbm\d
Tasavvuf Kitapl: 9
ISBN: 975-8466-86-0 (Tk. no.)
975-8466-88-7

Eserin smi : Kûtu'l-Kulûb Fi Muameleti'l-Mahbub ve

Vasfu Tarik'l-Mürid lâ Makâmi't-Tevhid


Müellifi : Ebu Talib el-Mekkî

Tercüme : Prof. Dr. Yakup ÇÇEK


Dr. Dilaver SELV
Tashih : Hüseyin Okur
Kapak : Mehmet Akben
ç Düzen : M. Vehbi Ümit
Bask : Sistem Matbaaclk
Eylül 2004, stanbul

3. Bask

Bu cildin 9-307 ve 417-522 sayfalar aras Dr. Dilaver Selvi,

31 1-414 sayfalar aras Prof. Dr. Yakup Çiçek tarafndan tercüme edilmitir

Bu eserin tüm yayn haklar


Semerkand Basm Yayn Datm
San. Tic. Ltd. ii'ne aittir.

GENEL DAITIM

Pozitif
v.yn Oat'lm Putnam,

Eyüp Sultan Mah. Osmangazi Cd. Esma Sk. No: 4


amandra - STANBUL
Tel: 0 216 311 13 35 Faks: 0 216 31 1 83 03
ÇNDEKLER

31. Bölüm: lmin Fazileti ve Alimlerin Dereceleri 9


lmin Fazileti ve Ksmlar 10
Marifet Ehlinin Zahir lim Sahiplerinden Fark 19
Ahiret Alimlerinin ve Marifet Ehlinin Halleri 26
Sükut ve Tefekküre Dayal limlerin Fazileti 35
Takva Ehlinin limde zledikleri Yol 35
Batn lminin Zahir lmine Üstünlüü 45
Ahiret Alimleriyle Dünya Alimlerinin Fark 48
Gerçek Alimlerin Vasflar 69
Sonradan Ortaya Çkan Kssacln Kötülüü 79
Marifet lminin Fazileti, Kelam lminin Sakncalar 91
Marifet lminin dier limlere Üstünlüü 107
Sonradan Ortaya Çkan ler ve Haller 127
limlerin ksmlar 139
man ve Yakin lmine Ulama Yollar 162
Hadisleri Rivayette Takip ve Tercih Ettiimiz Usul 174

32. Bölüm: Yakin Makamlarnn Açklanmas

I- Tövbe Makam 183


Tövbe Farzdr 183
Nasuh Tövbesi Nasl Olur? 184
Tövbe Eden Kimseye Gerekenler 193
Geçmi Günahlar çin Ne Yapmaldr? 195
Zorlanarak Yaplan Hayrn Durumu 197
Günah Arzulamak Ne Zaman Günah Olur 198
1

Günahn Peinden Gelen Günahlar 198


Günahn Getirdii Kötü Sonuçlar 202
Günahn Cezas ve Temizlenme Yollar 209
Günaha Çare ...213

Tövbe Edenler Yüce Allah'n Dostu Olur 219


Günahlarn Ksmlar 229

II- Sabr Makam ve Sabredenlerin Vasf 239


Sabrn Fazileti « 239
Sabrn Ksmlar 247
Sabrn Mahiyeti ve Özellikleri 259
Sabr m ükür mü Faziletlidir? 261

li- ükür Makam ve ükredenlerin Vasf 275


ükrün Fazileti 275
ükür Nasl Yaplr? 278
ükredilecek En Önemli Nimetler 288
Sabr ve ükür Makam Arasndaki Fark 307

IV- Rece/Ümit Makam ve Recann Açklamas 31


Recan n/Allah'n Rahmetinden Ümitli Olmann Fazileti 31
Reca/Ümit Nedir? 319
Reca Ehlinde Bulunmas Gereken Sfat ve Ahlaklar 326
Allah'n Rahmetinin Genilii 336
Reca ile Havfn Dindeki Konumu 345
Recay Yanl Deerlendirenler 353

V- Havf/lahî Korku Makam ve Korku Sahiplerinin Halleri 357


Allah'tan Korkunun Manas Fazileti 357
lahî Korkunun Sonuçlar 362
Korku Çeitleri 365
Korku Sahiplerinin Halleri 369
Kötü Akbetin Alametleri 380
lahî Korkunun Kayna ve Çeitleri 388
Münafklk Korkusu 390
mansz Kalma Korkusu 393
Allah'tan Korkmann Gerçek Manas 398
Gerçek Korkunun Oluma ekli 400
Korkunun Vücutta Yapt Etkiler 401
Ümidin Asl ve Fazileti 409
En Faziletli Korku 414

V- Zühd Makam ve Zahidlerin HaJleri 417 *

Zühdün Fazileti 417


Dünyaya Yönelme Sebebi 429
Zühdün Farkl Bir Tarifi 437
Zühdün Deiik Bir Açklamas 438
Zühdün ç Yüzü ve Zühd Ehlinin Sfatlar 439
Zühde ayr bir yorum 442
Hadislerde Zühd : 444
Zahidin Sfatlar ve Zühdteki Fazileti 445
Alimlerin Zühdü Tarifleri 453
Dünya Hrsnn Sonu 463
Gerçek Zahidlerin Halleri 469
Örnek Bir Zahid 473
Zühdün Fazileti ve Fakirliin erefi 475
Giyim Kuamda Zühdün Ölçüsü 476
Yiyecek Konusunda Zühdün Ölçüsü 481
Bina Yapmnda Zühdün Ölçüsü 483
Zühd, Kula Takdir Edilen Rzk Azaltr m 486
Dünya ile Ahiretin Misali 489
Fakirlik mi Zenginlik mi Üstündür 492
Dünya Nedir, Dünyadan Gönlü Çekmek Nasl Olur? 501
Zühdü Gerektiren Sebepler 504
Zühd Sahibi Olmann Alametleri 505
Ar Arzu ve steklere Kar Zühd 512
..513
OTUZ BRNC BÖLÜM

LMN FAZLET, KISIMLARI


ve
ALMLERN DERECELER

Bu bölümde genel olarak u konular ele alnacaktr:


1- lmin fazileti ve ksmlar.
2- Gerçek alimlerin vasflar.

3- Marifet ilminin dier ilimlere üstünlüü.


4- Selef-i salihinin ilimde takip ettikleri usul ve yollar.

5- Sükut ve tefekküre dayal ilimlerin fazileti. Vera/takva ehlinin ilim-

deki metod ve yolu.

6- Zahir ve bâtn ilmi. Dünya alimleriyle ahiret alimleri arasndaki fark.

8- Marifet ehli ariflerin sadece zâhir ilmine sahip alimlere üstünlüü.

9- limleriyle dünyevî menfaatlerin peine düen kötü alimlerin tant-


m.
10- lim nedir? lmi örenme nasl olur?
11- Sonradan çkan kssacln kötülüü.
12- Sonradan ortaya çkan bir takm söz ve fiillerin durumu.
13- man ve yakînin dier ilimlere üstünlüü.
14- Din ilerinde kendi görüüyle fikir beyan etmekten/fetva vermek-
ten sakndrma.
10 KÛTU'L KULÛB

LMN FAZLET VE KISIMLARI


Önce Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin: "lim taleb etmek her mûslûma-
na farzdr" 1
hadisiyle, baka bir rivayette gelen:

"lim Çin gibi uzak ülkelerde de olsa onu elde etmek için peine düü-
nüz. lim taleb etmek, hiç üphesiz, hermüslûmana farzdr" 2 sözünün ma-
nasn zikredelim.

Alimlerimizden Ebu Muhammed Sehl demitir ki:

"Hz. Peygamber (s.a.v) herkese farz olan ilimle, ilm-i hâli, yani kulun

içinde bulunduu makamn hâlini bilmeyi kasdetmitir. Çünkü herkese,


Rabbi ile kendisi arasnda, din ve dünyasyla ilgili eyleri özellikle bilmesi
ve onlardaki Allahu Teala'nn ahkamn korumas gerekmektedir. (Bu se-
beple içinde bulunduu hâlin ilmini ve edebini örenmesi farzdr)

Ariflerden birisi de öyle demitir: "Hadisin manas, herkese, marifet


ilmini örenmesi ve gece gündüz içinde bulunduu saatin gereini yerine
getirmesi farzdr," demektir.

am alimlerinden birisi de: "Hadisle kasdedilen udur: Herkese, ihlas

ilmini örenmesi, nefsin afetlerini ve vesveselerini, eytann hile, tuzak ve


aldatmalarn tanmas, amelleri islah ve ifsad eden eyleri yakinen bilme-
si farzdr. Çünkü, amellerde ihlas sahibi olmak farzdr. Hem Allahu Teâlâ
blisin dümanln bildirmi ve ona düman olmay emretmitir."
Abdurrahman b. Yahya el-Ürmevî ve ona tabi olanlar bu görüü be-
nimsemilerdir.

Basra alimlerinden birisi demitir ki: "Kalblerin ilmini bilmek, ona ge-
.len düünce çeitlerini ve tafsilatn tanmak farzdr. Çünkü düünceler ku-
la, Allahu Teala'dan gelip onu bir ilim ve hayra davet eden elçiler veya ne-
fisle eytandan kaynaklanan vesveselerdir. Bu durumda kul, Rabbinden
gelenleri uygulamaya koyarak Allahu Teala'ya icabet eder. O düüncele-
rin bir ksm, kul için bir imtihan ve er olanlar defetme konusunda nefsin
mücahedesini tespit için bir imtihan olmaktadr. Bir de u var ki düünce,
her amelin balangc olan niyetin ilk oluum safhasdr. Fiiller niyetlerden

' bn Mace, Mukaddime, 17; Beyhaki, uabu'l-man, No: 1664-1666; Heysemî, Mecmau'z-
Zevaid, l, 119-120.
2
Beyhaki, uabu'l-man, No: 1663; bnu Adiy, K. Duafa, 1, 178; bnu Asakir, Tarih, cilt: 22; shf:
322. (Beyrut, 1998)
LMN FAZLET, KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 11

ortaya çkar ve niyetin kuvvet ve shhat derecesine göre fiillerin sonucu


katlanarak kulun amel defterine kaydedilir. Bu durumda kul, melekten ge-
len ilhamla eytandan gelen vesveseleri, ruhtan gelenle nefisten kaynak-
lanan düünceleri, yakîn ilmi ile akln te'sirlerini birbirinden ayrp tanmak
durumunda ve zorundadr. Çünkü, ancak bu ekilde onlara gerekli olan
hükümleri bilebilir."

Bu ilimler, yukardaki zat ve onun gibi düünen kimselere göre her


müslümana farzdr. Malik b. Dinar, Ferkad es-Sincî, Abdurrahman b. Zeyd
ve onlara tabi olan zahidlerin görüü de budur.

Zahidlerin imam Hasan- Basrî de bu konuda konumu ve öyle de-


mitir: "Kalbe ait ilimleri öreniniz."

am'l abidlerin bu konuda söyledikleri ise udur: "Helalin ilmini bil-

mek farzdr. Çünkü Allahu Teala onu emretmitir. Müslümanlar da, haram
yiyen kimsenin fask olduunda icma etmilerdir."

Bu konuyu açklayan bir haberde öyle buyrulmutur:

"Heiali (ve haram) örenmek, namaz ve zekattan sonra (herkese)


farzdr*

brahim b. Ethem, Yusuf b. Esbat, Vuheyb b. Verd ve Hubeyb b. Harb


bu görüü benimsemitir.

Marifet ehlinden birisi demitir ki: "Ehline, bâtn ilmini örenmek farz-
dr."

Alimler bunun, avam müslümanlarn dnda özellikle bu i için seçil-


mi kalb ehli kimselere ait olduunu söylemilerdir. Çünkü hadis-i erifte:
94
*Yakinl öreniniz buyurulmutur.

manas; yakîn ilmini öreniniz demektir. Yakîn ilmi de ancak


Hadisin
yakîn ehlinin yannda bulunur. Hem yakîn ilmi, yakîn ehlinin amellerinden-
dir ve ariflerin kalblerinde tahsis edilmi bir ilimdir. Faydal olan ilim ite
budur. Kulun, Allahu Teala'nn katndaki hâli ve makam bu ilimle oluur
ve ölçülür. Nitekim dier bir hadislerinde Rasûlullah (s.a.v) bu ilmi öyle
tarif ve tavsif etmilerdir:

3 Taberanî, el-Mu'cemu'l-Kebir, X, 90. Beyhaki, Sünen-i Kübra, VI, 128; Heysemi, Mecmau'z-
Zevaid, X, 291.
4
Ebu Nuaym, Hilye, VI, 95; Zebidi, thafu's-Sade, I, 409.
KÛTU'l-KULÛB

"Bir de kalpte bulunan bitin lmi vardr M, te aal faydal olan lim bu-
dur*

Bu, yukarda ksaca söylediinin bir açklamas durumundadr.


Cündüb (r.a) demitir ki:

"Rasûlullah (s.a.v), bize önce iman sonra Kur'an öretiyordu ve ima-


nmz artyordu. Bir zaman gelecek ki, bir grup, imandan önce Kur'an ö-
renecekler." 6

Cündüb (r.a): "man öretti" derken, imann ilmini kasdetmitir ki,

Basrah âbidlerin görüü de budur.

Selef alimlerinden birisi de farz olan ilim hakknda: "O, tevhid ilmi,
emir ve nehiyler, helal ve haram birbirinden ayrma gibi, hiç kimsenin ca-
hil kalmasna müsade edilmeyen eyleri bilmektir," demitir. Çünkü, dier
ilimler için bunlardan baka bir gaye yoktur.
Bütün hepsine bizatihi malumat olmalarndan dolay ilim ad verilebi-
lir. Sonra bütün müslümanlar, yukarda zikrettiklerimizin dndaki eyleri
örenmenin farz olmad, ancak onlar bilmenin fazilet ve mendub oldu-
unda icmâ etmilerdir.

Küfe fakihlerinden birisi de, ilmin farz olduunu bildiren hadis hakkn-
da öyle demitir:

"Al-veri nikah, boama gibi muamele ilmini bilmek farzdr. Kul bu


ileri yapaca zaman ilmini örenmesi farz olur." Bu manada Hz. Ömer
de (r.a) öyle demitir:
"Bu çar ve pazarmzda ancak dini hükümleri (al-veri muamelele-
rini) iyi bilen kimse ticaret yapsn. Aksi takdirde, isteyerek yahut istemeye-
rek faiz yer."

Nitekim: "Önce fkh ören, sonra ticaret yap" denmitir.

Süfyan es-Sevrî, Ebu Hanife ve onlara tabi olanlar bu görüe meylet-


milerdir.

Darimi, Mukaddime, 33; bnu Abdilber, Beyani'l-lm, I, 190-191; bnu Ebi eybe, Musannef,
VIII, 133; Münzirî, et-Terb, I, 103; Zebidi, thafu's-Sade, I, 349.
bnu Mace. Mukaddime. 9; Elbani, Sahihu bni Mace, I, 38.
LMN FAZLET, KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 13

Önceki Horasanl alimlerden birisi de bu konuda öyle demitir:

"Farz olan ilim udur: Bir adam evindeyken dini bir i yapmak istiyor,
yahut kalbinde, içinde Allahu Teala'ya ait bir hüküm ve orta kulluk olan bir
meseleyi düünüyor. O konuda kul da bir itikad ve amel düüyor. te bu
durumda o kimseye böyle bir konuda sükût etmesi helal deildir. Ayrca o
konuda kendi görüüyle amel. etmesi ve hevasna göre hüküm vermesi
caiz deildir. Derhâl ayakkablarn giyerek dar çkmas, beldesinin en
alim kimsesini bulup ona karlat bu meseleyi sormas gerekmektedir.
te bu i farzdr."
Bu söz, Abdullah b. Mubarek'ten ve baz hadis ehlinden de nakledil-
mitir.

Dier bazlar da: "Tevhid ilmini örenmek herkese farzdr, hadis bu-
nu kasdediyor," demilerdir.

Görüldüü gibi her görü sahibi neyin ne ekilde talep edilecei ko-
nusunda farkl görüler ileri sürmülerdir. Bazlar görüünü istidlal yoluy-

la, bazlar aratrma ve tefekkür yoluyla, bazlar da hadis ve haberlere


dayanarak ortaya koymutur.

Bunlardan bir grup da demitir ki: "Farz olan ilim, kulun, iittii veya
bana geldii zaman üpheli eylerin ve mükil meselelerin ilmini bitme-
sidir. Ancak normalde teslim hâli üzere bulunduundan bu tür eylerden

haberi olmayan kimseye üphelerle ilgili eyleri örenmemesinde bir sa-


knca yoktur. Hem bütün müslümanlarn düüncesinde ve kalbinde üphe
türü eylerin (aslen) bulunmad düünülerek, onlar aratrp örenmeyi

terketmesine müsade edilir. Bu tür bir eyi iittiinde ve kalbinde etkisini


gördüünde kendisi, onun bütün yönleriyle hükmünü bilmiyor ve hak olan-
lar batl olan birbirinden ayrmyorsa böyle bir durumda, batl bir eyi dü-

ünmemesi yahut herhangi bir hakk iptal etmemesi için susmas ve dur-
mas helal deildir. Hemen bu ileri bilenlere gidip hükmünü örenmesi ve
üpheye sebep olan eylerin gerçek yönünü ortaya çkarmas kendisine
farzdr. Taki iinde yakîn üzere hareket edip, hak olan kabulle batl olan
reddetsin ve batla saplanmasn. Aksi durumda kul, üpheyle hareket edip
hevasna tabi olmu, yahut dini konusunda üpheye düüp müminlerin
yolundan çkm veya bir bidata inanp bilmeden sünnet yolundan ve ce-
maatn gidiatndan ayrlm olur.
14 KÛTU'L-KULÛB

Bunun için, Hz. Ebu Bekir öyle dua ederdi:

"Allahml Hakk bize hak olarak göster ki ona tâbi olalm. Batl da ba-
tl olarak göster de ondan saknalm. Onlar bize kark etme, yoksa ne-
vamza tâbi oluruz.

Ebu Sevr brahim b. Hâlid el-Kelbî, Davud b. Ali, Hüseyin el-Kerâbîsî,


Haris b. Esed el-Muhasibî ve onlara tabi olan kelam alimlerinin görüü bu-
dur.

lmin herkese farz oluuyla ilgili hadisin manas hakknda alimlerimi-


zin görüleri bunlardr. Biz herkesin görülerini naklettik ve her sözü (ken-
di tevcihinde) delil olarak ortaya koyduk. Lafzlar bize, manalar ise sahip-
lerine aittir. Bütün bu görüler güzel ve muhtemeldir. Bu alimlerimiz, her
ne kadar hadisin açklamasnda deiik lafzlarla farkl eyler ortaya koy-
mularsa da, gerçekte onlar manaca birbirine yakn eyler söylemilerdir.
Ancak ehl-i zahir, hadisi bildikleri eylere hamletmi, ehl-i bâtn da, onu
kendi ilim ve anlaylarna göre yorumlamlardr.

Ömrüme yemin olsun ki zâhir ve bâtn ilmi, slam ve iman dairesinde


biri dierinden ayr kalamayacak, kalble beden gibi birbirine bal, birbirin-

den ayrlmayan iki ilimdir.

Bu deiik görü sahipleri de, Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin yukar-


daki hadisiyle, hüküm ve fetva ilmini, deiik görü ve mezheblerin ilmini

ve hadis kitaplarn bilmeyi kast etmedii konusunda müttefiktirler. Hem


bunlar farz olduu kesinlemeyen eylerdir. Gerçi Allahu Teala bu ilimleri

ayakta tutan kimseleri hiç eksik etmeyecektir. Fakat bunlar bütün ümme-
te farz klnarak eyler deildir.

Allah en iyisini bilir. Rasûlullah'n (s.a.v) "lim örenmek herkese farz-


dr." sözünün gerçek manas, bana göre udur:
"slam dininin üzerine bina edildii be temel eyi (ehadet, namaz,
oruç, zekat, hacc) bilmek herkese farzdr. Çünkü, müslümanlara bunlarn
dnda (bu derece önemle) farz klnan baka farzlar yoktur. Sonra bir

amel ancak, onunla ilgili ilmi bilmekle sahih olur. Demek ki, amelin evveli,
onu bilmektir. Bu durumda, farz olan her amelin ilmini bilmek de farzdr.
Her müslümana bu be eyin farz olmas gibi baka amel farz olmaynca,
bu be eyin ilmini örenmek de herkese farz olmutur. Çünkü, bu farzn
LMN FAZLET, KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 15

gerektirdii bir farzdr. Tevhid ilmi de bu farza girmektedir. Çünkü onlarn


banda: "Allah'tan baka ilah olmadna ehadet" gelmektedir. Kul bu
ehadetiyle, Zat- Bârî'ye ait sfatlar ispat, ondan bakalarnn sfatlarn
nefyetmi, yani ortadan kaldrm olacaktr. Bütün bunlar, "Allah'tan ba-
ka ilah yoktur" ehadetinin ilmi içine girmektedir. hlas ilmi de, slam'n sa-
hih anlalmas ve salam olmas için gerekli ilimlerlerdendir. Çünkü bir

kimse ancak amelinde ihlas sahibi olmakla müslüman olabilir. Nitekim Ra-

sûlullah (s.a.v) bunu u sözlerinde ifade buyurmutur:


"Üç ey var ki, müslüman m kalbi onlarda bir hiyan etlik (aklatma) çin-

de olamaz: Birincisi, amelinde Allah için ihlasl olmaktr..."7

Rasûlullah (s.a.v) sözüne ilk olarak ihlastan balad ve onu slam için

art kotu.

lmin farziyetini ifade eden hadis için söylenecek asl husus udur:

"Hz. Peygamber (s.a.v) bu sözüyle, bilinmesi, örenilmesi caiz olan


her eyin ilmini kast etmemitir. Bu konuda icma vardr. Yine bu hadiste,
tb ilmi, astronomi, nahiv, iir, tarih gibi ilimler de kast edilmemitir. Gerçi
bunlara da ilim denir. Çünkü onlar örenmekle elde edilen bir takm malu-
matlardr. Erbab da alim kimselerdir. Ancak eriat, "farzdr" emriyle, ilme

katlabilecek her eyi kastetmemitir. Yine ümmet, farz ilimle, fetva, kaza,

mezhepler arasndaki ihtilaflar deiik görülerin kast edilmedii konu-


ve
sunda da müttefiktirler. Evet, bunlarn hepsi ehli yannda birer ilimdirler ve
bir ksm farz- kifayedir. Hepsi herkese farz deildir. Hadis-i erif ise,

umumu içine alacak bir lafzla ve ilim ismini vererek hüküm bildirmi ve:

etmek her mOslûmana farzd/r/buyurmutur. Hem bu hüküm "il-


"lim taleb
mi araynz" emrinden sonra ifade buyurulmutur. Bu durumda emir, tek
tek her ahsa ait olmaktadr.

Bu emri, ilim ve bilgi olarak düünülen her eye hamletmek uygun de-
ildir. Buna göre, Hz. Peygamberin (s.a.v): "lim örenmek her mûslûma-
na farzdr." sözü, slam'n temeli olan eylerin ilmini örenmek farzdr" ma-

nasna alndnda sahih ve uygun olmaktadr. Bu görüümüze, Hz. Ra-


sûlullah'n (s.a.v) kendisine "Allah'n üzerime farz kld eyleri bana bil-

dir" eklinde soru soran bir a'rabiye verdii cevap delil olmaktadr. Baka
7
Ahmed, Müsned, V, 183; Darimî, Mukaddime, 23; Tabarani, el-Kebir, V, 143 (No: 4890); Hey-
semî, Mecmau'z-Zevaid, I, 137, 138- 139.
" 1

16 KÛTU'L-KULÜB

bir rivayette a'rabi: "Allah'n seni kendisiyle bize gönderdii eyi haber ver"
diye sormu, Efendimiz de adama, bunlarn, ehadet, be vakit namaz,
zekat, Ramazan orucu ve Allah'n evini (Kabe'yi) haccetmek olduunu ha-
ber vermitir.

Adam: "Bunlardan baka yapmam gereken bir ey var mdr?" diye

sorunca, Rasûlullah (s.a.v):

"Hayr (farz olarak) yoktur. Ancak nafile olarak yapabilecein ibadet-

ler vardr,'' buyurmutur. Bunun üzerine adam:

"Vallahi, onlara ne bir ey eklerim ne de bir ey noksaniatrrm," de-


di. O zaman Allah Rasulü (s.a.v):

"Eer doru söyledi ise kurtuldu ve Cennete girdi buyurdu. m


Demek ki, bu be eyin ilmini bilmek farzdr. Çünkü, onlara ait malu-
mat farzdr ve amel ancak ilimle olmaktadr.

Allahu Teala, ilimle ilgili olarak öyle buyurmaktadr:

"Ancak, bilerek ahitlik edenler bunun dndadr, (onlara efaat izni

verilir.)"9

Yine bu konuda öyle buyurmutur:

Ta W ne söylediinizi ölünceye kadar. " 10

Baka bir ayet:

"Yannzda, bize çkarp göstereceiniz bir bilgi var m? Siz sadece


zanna uyuyorsunuz. 1

Baka bir ayet:

"Hayr zalimler, bilgisizce keyiflerine uydular. Allah'n sapklk içinde

braktn kim yola getirebilir."' 2

8
Buharî, man, 34; Müslim, man, 7,9; Ebu Davud, Salat, 1, Tirmizî, Siyam, 1, Nesat, iman,
23.
9
Zuhruf 43/86.
10
Nisa 4/43.
11
En'am 6/148.
12
Rûm 30/29.
:

LMN FAZLET, KISIMLARI v ALMLERN DERECELER 17

Baka bir ayet:


"Bilmeyen kimselerin keyiflerine uyma. Çûnkû onlar Allah'tan (gele-
cek) hiçbir eyi senden gideremezler.
9 ™

Baka bir ayet:

"Bilin ki o (Kur'an) Allah'n ilmi (ve bilgisi dahilinde) indirilmitir.

O'ndan baka ilah yoktur.* 4


Baka bir ayet:

"Eer bilmiyorsanz, zikir (ilim ve kitap) ehline sorunuz.* 5


I

Bütün bu ayetlerde Allah ilim örenmeyi farz klmtr.


slam'n be temeliyle ilgili hadiste Rasûlullah (s.a.v) bu amellerin farz

olduunu belirtmi, bölümün banda verdiimiz hadiste de, önce özetle


"ilim örenmek farzdr" peinden "bütün müslümanlara" ilavesiy-
buyurup,
le emri pekitirmitir. Bunun açklamas udur: "üphesiz, slam'n temeli
olan be eyin ilmini örenmek, onlar yapmak farz olduu için, herkese
farzdr."

Rasûlullah'tan (s.a.v) mürsel bir yolla rivayet edilen bir haberde öyle
anlatlmtr:
Rasûlullah (s.a.v), bir adama urad. Etrafnda bir takm insanlar top-

lanmt. Oradakilere;

"Bu kimdir? ne yapyor?" diye sordu

"Çok bilgili (allame) bir adamdr?" dediler. Rasûlullah (s.a.v):

"Neyin allamesidir?" diye sorunca:

"iir, neseb ilmi ve Araplarn tarihini çok iyi bilir" dediler.

Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v):

"Bunlar, öyle ilimlerdir ki; onlan bilmemek zarar vermez" buyurdu.


Dier bir rivayette: "O öyle bir ilimdir ki, onu bilmenin bir faydas, ca-
16
hili olmann da her hangi bir zarar yoktur." ifadesini kullanmtr.

Bir haberde öyle buyurulmutur:

,3
Casiye 45/18-19.
14
Hûd 11/14.
15
Erçbiya 21/7.
bnu Abdilber, Beyani'l-lm, II, 23; Zebidî, ihafu's-Sade, I, 225.
18 KÛTU'L-KULÛfl

"öyle limler var ki, bircehâlet, öyle sözler var ki, bir Makettir.'»

Dier bir haberde de:


"Azck lâhî tevUk, (kula fayda vermeyen) çok limden daha hayrl-
dr**
Garib bir senetle rivayet edilen bir haberde de:
"Herey lme, ilim de Qlahi) tevfike muhtaçtr,"'buyrulmutur.
Mehur bir hadiste ise, Rasûlullah (s.a.v) öyle dua etmitir:

'Allah'm, fayda vermeyen ilimden sana snrm. 9 **

Rasûlullah (s.a.v) bu tür bir malumata da "ilim" ismini vermitir. Çün-


kü, o da bir bilgidir ve ona sahip olanlar ehli yannda alim diye anlrlar. Al-
lah Rasûlü (s.a.v) daha sonra onda menfeat bulunmadn belirtmi ve
ondan Allahu'a snmtr.
Bir haberde öyle nakledilmitir: Rasûlullah (s.a.v):

-eytan, bazan ilimle sizin önünüze geçer,' buyurdu. Biz:

-Ya Rasûlullah, ilimle nasl önümüze geçer ve bizi aldatr? diye sor-
duk, buyurdu ki:

-eytan (sizden birinize): "lim ören, tam öreninceye kadar amel et-
me" der. O kimse de durmadan ilimle megul olup, ameli sonraya brakr
ve nihayet hiç amel etmeden kendisine ölüm gelir. "*>

Bu haberde iki eye delil vardr. Birincisi, burada sahibine ahirette fay-
da vermeyen talebinde Allah'a bir yaknlk bulunmayan fuzûlî ilim kasde-
dilmitir.

kincisi, faziletli ve tevik edilen ilim, sahibini amele sevkeden ilimdir.

Çünkü Rasûlullah (s.a.v) ilimsiz ameli emretmez. Hem amel etmek için

fazla ilim talep etmek mekruh deildir. Nitekim, Allah Rasulü (s.a.v), dier
bir hadislerinde öyle buyurmutur:
"Fazla ilim bana fazla amelden daha sevimlidir. Dininizin en hayrl
ameli veradr.™

17
Ebu Davud, Edeb, No: 5012.
18
Zebidî, thafu's-Sade, I, 225.
,9
Müslim, Zikr, 73; Ebü Davud, Vilr, 32; Trmizî, Deavat, 68.
20
Hatib el-Badadi, el-Cami li Ahlaki'-Ravi, l, 132; Zebidi, thafu's-Sade, I, 376.
21
Taberanî, el-Mu'cemul-Kebîr, XI, 38; Hakim, Müstedrek, I, 92.
LMN FAZLET, KISIMLARI vi ALMLERN DERECELER 19

MARFET EHLNN ZÂHR LM SAHBNDEN FARKI

Rasûlullah (s.a.v) ahirete irtihâl ettiklerinde, arkasnda binlerce asha-

bn brakt. Hepsi marifetullah bilen, Allah'n murad ve hükmünü en iyi

anlayan ve Allahu Teala'nn kendilerinden raz olduu kimselerdi. Bunun-


la birlikte aralarnda fetva ehli diye tannan, hüküm ve kaza ile megul
olan ancak on küsür insan vard.

bnu Ömer'e bir fetva sorulduunda:

"Bunu git, insanlarn iini üstlenen halifeye sor, mesuliyeti onun omu-
zuna yükle!" derdi.

Bu söz Enes b. Malik'ten, dier Sahabe'den ve Tabiun'dan bir cema-


attan da nakledilmitir.

bnu Mesud derdi ki: "Kendisine her sorulan konuda insanlara fetva
veren kimse, muhakkak delidir."

bnu Ömer'e, on mesele sorulsa o, bunlarn birisine cevap verir, do-


kuzunu sükut geçerdi. bnu Abbas ise, bunun tersine hareket eder, kendi-
sine sorulan on meselenin, dokuzuna cevap verir, birisini cevapsz bra-
krd.

Fakihler içinde, kendisine bir mesele sorulduunda "bilmiyorum" di-

yenler, "biliyorum, farkndaym" diyenlerden daha fazla idiler.

Süfyan es-Sevrî, Malik b. Enes, Ahmed b. Hanbel, Fudayl b. lyaz,

Bir b. Haris bu gruptan idiler. Onlar, meclislerinde, kendilerine sorulan


meselelerin bazsna cevap veriyor, bazsn sükutla karlyor, her soru-
lan eye cevap vermiyorlard.

Abdurrahman b. Ebî Leyla demitir ki: "u mescitte, Rasûlullah'n


(s.a.v) ashabndan yüzyirmi sahabiyi görüp meclisinde bulundum. Onlar-
dan herbirisi, kendisine bir hadis veya fetva sorulduunda, yanndaki kar-
deinin onu yeteri kadar bildiini düünüyor ve soru sorann ona gitmesi-
ni istiyordu. Dier bir rivayette unu nakletmitir:

"Onlardan birisine bir mesele arzedildiinde o dierine o da öbürüne


yollar, sonunda mesele cevap için ilk sorulan kimseye gelirdi. O, bu duru-
mu, bnu Mesud, bn Ömer ve Tabiûnden baz zevattan rivayet etmitir.

Müsned olarak rivayet edilen bir hadis-i erifte öyle buyrulmutur:


20 KÛTUL-KULÛB

'nsanlara ancak u Oç kimse fetva varlr:

1- Emir (dareci),
2- Memur (görevli kimse),
3- Sözüyle nsanlara külfet ve sknt veren.™

Hadisin açklamas udur: üphesiz emir, fetva ve ahkamlar hakkn-


da konuur. Kendilerine mesele sorulduunda onlar da fetva verirler. Hâ-
kim, emirin fetva için görevlendirdii kimsedir. Ona bunu yapmasn, emre-
der, tebasyla meguliyetinden dolay, kendi yerine nasbeder ve ondan
yardm ister.

nsanlara sknt veren ise onlara, geçmi kssalar ve önceki haberle-


ri anlatan kssacdr. Çünkü onlara o anda ihtiyaç yoktur, bir ilim olarak

tevik de edilmemitir. Bazen anlatan, onlara ekleme çkarmada bulunur


ve bir takm ihtilafl meseleleri nakleder. Bunun için, kssalarn nakli mek-
ruh görülmütür. Bu sebeple kssac, benzeri bir takm zorlamalaryla in-

sanlar skntya sokmaktadr.


Bu konudaki baka bir hadiste, yukardaki manay açklar mahiyette,
öyle buyrulmutur:

"nsanlara ancak u ûç kimse konuur:


1- Emir (idareci),

2- Konumak için görevlendirilmi memur,


3- Gösteri içinde olan.™

Buradaki emir hükümlerde fetva veren kimsedir. Buna az önce dein-


mitik. Memurla anlatlmak istenen, Allahu Teala'y iyi tanyan, dünyadan
gönlünü çekmi, iman, yakîn ve Kur'an hakknda söz eden, dinin güzel
amel ve edeplerine tevik eden alim kimsedir. Bu, ilâhî emir ve nehiyleri
tebli hususunda Allahu Teala tarafndan izinlidir. Çünkü ayeti kerimede
Cenab- Hakk öyle buyurmutur:
"Allah, kendilerine kitap (ilim) verilenlerden: "Onu mutlaka insanlara
açklayacaksnz, gizlemeyeceksiniz" diye söz almt."24

22
Darimî, Mukaddime, 21.
23
bn Mace, Edeb, 40; Darimî, Rikak, 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 178.
Al-i mran 3/187.
24
LMN FAZLET. KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 21

Ebu Hureyre ve bakalar öyle demitir:


"ayet, Allahu Teala'nn kitabnda u iki ayeti kerime olmasayd, size
katiyyen bir hadis nakletmezdim." Sonra yukardaki ayetle ondan önceki
25
ayeti okumutur.

Ebu Hureyre, Rasûlullah'n (s.a.v), öyle buyurduunu rivayet etmitir:

"Allahu Teala, kendisine ilim verdii her alimden, peygamberlerden


onu açklayp gizlememek üzere söz ald gibi söz ald.*6

nsanlara konumasnda gösteri içinde olana gelince o, dünyevî ilim-

lerden bahseden, hevasndan konuan, bu sayede insanlarn kalblerinin


kendisine meyletmesini isteyen ve sözüyle daha fazla dünya ve yükseklik
elde etmeye çalan birisidir.

Alimlerden birisi demitir ki: "Sahabe-i Kiram ve onlar güzelce takib


eden Tabiûn, u dört eyden çekinirlerdi:

1- Emanet,
2- Bakasnn vasiyyeti,

3- Vedia (geçici korunmaya alnan mal),


4- Fetva."

Seleften bir alimde öyle demitir: "Onlarn fetva vermeye en heves-


li olanlar; ilmi en az olanlar idi. Ondan en çok saknanlar ve geri duran-
lar da, vera ve takvada en ileri bulunanlar idi."

Yine seleften birisi öyle der: "Sahabe ve onlarn izini güzelce takib
eden Tabiûn, daha çok u be eyle megul olurlard:
1- Kur'an kraati,
2- Mescidleri imar,

3- Allahu Teala'y zikir,

4- yilii emir,

5- Kötülükten nehiy.

Rasûlullah (s.a.v) bir hadislerinde öyle buyurmutur:

"u üç ey hariç insanolunun bütün sözleri zararnadr:


1- yilii emir,

25
Suyutî, ed-Dürrü'l-Mensur, II, 403.
26
Zebidî, thafu's-Sade, 1, 105; Ali Muttaki el-Hindî, Kenzu'l-Ummâl, No: 2900; bn Asakir, Teh-

zib, I, 10.
22 KÛTU'L-KULÛB

2- Kötülüü nehty,
3- Allahu Teala'y zikir.™

Sözü en doru olan Allahu Teala, ayet-l kerimesinde öyle buyurmu-


tur:

'Onlarn aralarndaki gizilkonumalarnn çounda hayr yoktur. Yal-


nz, sadaka, yahut iyilik ya da insanlarn arasn düzeltmeyi emredenin ko-
numas müstesna.™
Hadis ehlinden bir zat. Kûfe'nin ehl-i rey fakihlerinden birisini ölümün-
den sonra rüyasnda gördü.

Rüya sahibi diyor ki: Fakihe: "Fetva ve görülerinden dolay sana na-
sl muamele edildi, bana ne geldi?" diye sordum, yüzünü ekitti, benden
yüz çevirerek: "Pek faydasn görmedik, sonuç olarak da elimize övünüle-
cek bir ey geçmedi," diye cevap verdi.
Ali b. Nasr b. Ali el-Cahdamî, babasnn öyle dediini anlatt:

"Ölümünden sonra Hâlîl b. Ahmed'i rüyamda gördüm, kendisine: "So-


ru sormak için HâlîPden daha akll bir kimse göremiyorum" dedim. O da
bana: "Sen beni öyle mi görüyorsun?" Ben kendime: "Sübhanallahi vel-
hamdu lillahi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekbef zikrinden daha faydal bir

amel görmedim" dedi.

Meâyhtan birisi anlatyor: "Alimlerden birisini rüyamda gördüm.


Kendisine: "u üzerinde münakaa yaptmz ve çekiip durduumuz
ilimleri ne yaptn, sana bir faydas oldu mu?" diye sordum. Elini açt, içine
üfleyerek: "Hepsi toz olup gitti, elimde birey kalmad, ancak gece yarsn-
da kldm iki rekat namazn faydasn gördüm," dedi.

Ebu Davud es-Sicistânî öyle anlatyor:

"Arkadalarmzdan birisi hadis örenmeye çok hevesliydi ve hadisi


güzel de anlyordu. Bu zat öldü. Kendisini rüyada gördüm ve: "Sana nasl
muamele edildi?" diye sordum. Sustu, cevap vermedi, bir daha sordum,
yine sustu. O zaman ben: "Allah seni affetsin" dedim. O: "Böyle söyleme!"
dedi. Ben: "Niçin?" diye sorunca; "Günahlar çok, hesap ince, fakat ben (in-

sanlara elimdeki ilimle) hayr vadetmitim, ben de hayr umuyorum" dedi.


21
Tirmizî, Zühd, 63.
28
Nisâ4/114.
Ben: "Burada, hangi ameli daha faydal buldun?" diye sordum: "Kur'an
okumak ve gece yarsnda klnan namaz" diye cevap verdi. Ben: "Kur'an

okuman m yoksa okutman m, hangisi faziletli?" diye sordum. "Kendi oku-


duum Kur'an" diye cevap verdi. Ben tekrar: "Hadislerin ravileri hakknda:
"Filana sikadr, falanc zayftr" gibi sözlerimizi nasl buldun?" diye sor-
dum. O da:
"Bunda bir hayr görmedim. Eer bu ite iyi niyetli olsan bile, yaptn
i sana ne fayda verir, ne de zarar. Elinde ancak bo bir çaba kalr," dedi.
Yine, meayhtan birisi, Ahmed b. Ömer el-Hâkânî'nin, öyle dediini
anlatt:

"Rüyamda, bir yolda gittiimi gördüm. Karma aniden adam çkt.


bir

Bana doru geliyor, hem de: 'Yeryüzündeki insanlarn çounluuna uya-


cak olursan, onlar seni Allah'n yolundan saptrlar™ meal indeki ayeti oku-

yordu. Kendisine; "Beni mi kasdediyorsun?" dedim; "Evet, sana ve sen-


den sonra geleceklere söylüyorum," dedi. O esnada geri döndüm, bir de
baktm ki; Serî es-Sakatî karmda. Adam braktm ona yöneldim ve içim-

den: "Bu, dünyada bizi edeplendiren müridimiz ve üstadmzdr," dedim.


Yanna gelerek: "Ya Ebe'l-Hasan! Sen Allah'a kavutun; bize söyler misin,
Allahu Teala hangi ameli kabul eder?" diye sordum. Elimden tutarak:
"Gel!" dedi. Beraberce, Kabe'ye benzer bir binaya gittik, yannda durduk.

O esnada karmzda binadan bir adam göründü. Nurundan bulunduu-


muz yer aydnland. Serî es-Sakatî ona iaret etti ve beni ona doru kal-

drd. kimiz de ksa idik, beni O zaman binann üstün-


ona yetiti remed i.

deki ahs elini uzatarak beni tutup yanna çkartt. O mekanda etrafa ya-

ylan nurlardan gözümü açp bakmaya güç yetiremedim. O ahs bana:


"eyhe söylediin sözünü duydum: Kur'an'da övülen her ahlak yap, kö-
tülenen her eyden de kaç, bu sana yeter" dedi.

Serî es-Sakatî'nin öyle dedii nakledilmiim


"Bir genç zâhiri ilimleri örenmek istiyor ve bu konuda devaml çal-
yordu. Sonra ilim örenmeyi terketti, bir kenara çekilip ibadetle megul ol-
maya balad. Bu genci sordum. Birde baktm ki, insanlardan ayrlp evi-

ne kapanm ibadet ediyor. Yanna vardm ve kendisine:


» En"âm 6/116.
24 KÛTU'L-KULÛB

-Sen zâhirl ilimleri örenmeye çok hrsl ve hevesli idin, imdi ne oldu
ki onu brakp bu hâle büründün? diye sordum. Genç unlar söyledi:

-Rüyamda bir zat gördüm, bana öyle diyordu:

-Ameli terkederek, ilmi daha ne zamana kadar zayi edeceksin, Allah

seni zayi etsin!" dedi. Ben: "lmi korumaya çalyorum!" dedim. O zat da:
"lmin korunmas onunla amel etmektir," dedi. Bunun üzerine, ben de ilim

talebini brakp, örendiklerimle amele yöneldim."

bnu Mesud derdi ki: "lim, çokça rivayetlerde bulunmak deildir. lim
ancak Allah'a kar hayet/korku içinde olmaktr."30

Hasan- Basrî demitir ki: "stediiniz kadar ilim öreniniz. Vallahi, ö-


rendiklerinizle amel etmedikçe Allahu Teala size sevap vermez. Akl dü-
ük kimselerin bütün gayreti rivayetle megul olmaktr. Gerçek alimlerin
gayreti ise, ilmin gereine göre amel etmektir."

Yine Hasan- Basrî demitir ki: "Allah sadece söz ve nakille uraana
deer vermez. O ancak anlay ve dirayet sahibine kymet verir."

Ebu Husayn demitir ki: "Zamanmzdaki insanlardan birisi, önüne ge-


len bir meselede hemen fetva verir. Hâlbuki, eer o mesele Ömer b. Hat-
tab'a gelseydi, onu hâlletmek için bütün Bedir ehlini toplar, hükmünü on-
lara sorard."

Bir bakas da: "Zamanmzda insanlardan bazsna bir mesele soru-


lunca,hemen fetva verir. Hâlbuki ayn mesele Bedir ehline sorulacak ol-

sayd, hemen hüküm vermek onlara ar gelirdi," demitir.

Abdurrahman b. Yahya ve baka alimler öyle demilerdir: "lk za-

manlar fetva ve ahkam ilmini idareciler ve valiler ayakta tutar, halk bu ko-
nuda onlara müracaat ederdi. Sonra i zayflad ve valiler dünya ilerine
meyletti ve harplerle uramaktan dolay bu ii görmekten aciz kaldlar.
Bunun üzerine bu konuda, zahir alimlerinden ve müftülerden camilerde

yardm istediler. Emir, hakszlklar hâlletmek için oturduu zaman, san-


da ve solunda iki müftü bulunur, kaza ve hükümlerde onlara müracaat
ederdi. Meselelerin hâili için bu ekil bir meclis toplanmasn art koard.
Baz nsanlar da, idarecilerin hüküm ve kaza konusunda kendilerinden
yardm istemeleri için fetva ilmini öreniyorlard. Nihayet, dünya malna
30
ibnu Abdilber, Beyani'l-lm, II, 25.
"

LMN FAZLET, KI8IMLARI v ALMLERN DERECELER 25

ulamak ve riyaseti ele geçirmek için müftüler çoald. Daha sora i de-
iti. Sonunda idareciler alimelerden yardm istemeyi terkettiler."

JHz. Ömer'in, Ukbe b. Amir'e yazd u söz de bu durumu göstermek-


tedir: "Duyduuma göre, sen idareci ve görevli deilken insanlara fetva
veriyormusun."

Ebu Âmir el-Herevî öyle demitir: "Muaviye ile beraber hacca gitmi-
tim. Mekke'ye geldiimizde; Benî Manzum kabilesine mensup insanlara
fetva ve hüküm veren bir adamdan bahsedildi. Bunun üzerine Muaviye
adama haber gönderdi. Adam gelince ona: "Bu ii yapmak sana emredil-

di mi?" diye sordu. Adam: "Hayr!" dedi. Muaviye: "Peki o zaman seni bu
ie sevkeden nedir?" diye sordu. Adam: .

"Fetva vererek sahip olduumuz ilmi yaym oluyoruz" deyince Mu-


aviye: "Seninle daha önce karlam olsaydm seni bundan alkordum"
dedi ve adam fetva vermekten nehyetti."

Ashab- Kiram ve selef, zahir ilim ve fetva konusunda söylediklerini,

kalp, iman ve yakîn ilmi konusunda söylemiyorlard. Hatta Hz. Ömer ordu
komutanlarna unu yazmt: "taat ehli insanlardan duyduklarnz ezber-
leyip muhafaza ediniz. Gerçekten onlardan doru ve güzel iler zuhur
eder."

Hz. Ömer dervilerle beraber oturur, onlarn söz ve sohbetlerini din-


lerdi. Bir haberde öyle nakledilmitir:

"Bir kimseye sükut ve zûhd verildiini görürseniz, ona yaklanz.


üphesiz o hikmet ehlidir. 31

Hadis ehlinden birisi anlatyor: "Süfyan es-Sevrî'yi üzüntülü bir hâlde


gördüm, sebebini sordum. Can sklm bir ekilde: "Biz ancak dünya eh-
li insanlar piyasaya çkarr olduk," dedi. "Bu nasl oldu?" diye sorulduun-
da:

"nsanlardan bazlar, meclisimizden ayrlmaz, bizden bireyler aln-


caya ve sayemizde halk arasnda tannncaya kadar derslerimize devam
eder. Sonunda bir yere idareci, zekat ve vergi memuru veya hükümdarn
özel temsilcisi olurlar," dedi.
3'
bn Mace, Zühd, 1; Ebu Nuaym, Hilye, X, 405; Beyhakî, uabül-man, No: 4985) Heysemî,
Mecmafz-Zevaid, X, 286.
26 KÛTU'L-KULÛB

Hasan- Basrî öyle derdi: "Bu ilmi, ahirette hayrdan hiçbir nasibi ol-

mayan bir topluluk örenir. Allah (c.c), zayi olmamas için ümmetin ihtiya-

c olan ilmi onlarla korur."

Me'mun demitir ki: "Üç ey olmasa, dünya harap olurdu: ehvet ol-

masa nesil kesilirdi. Mal biriktirme muhabbeti olmasa geçim ii bozulurdu.


Ba olma sevdas olmasa, ilim yok olup giderdi."

Bütün bu anlattklarmz, dünya alimlerinin ve ii laftan öte geçmeyen


ilim sahiplerinin sfatdr.

AHRET ALMLERNN VE MARFET EHLNN HALLER

Ahiret alimleriyle, marifet ve yakîn ehline gelince onlar, dünya ehli ida-

recilerden, onlarn etba ve yaknlarndan kaçyorlar, ilmiyle dünya elde et-

mek isteyen alimleri kusurlu bulup knyorlar ve meclislerini terk ediyorlard.

bnu Ebî Leyla demitir ki: "u mescitte yüzyirmi sahabeye yetiip
meclislerinde bulundum. Kendisine bir hadis sorulan veya fetva istenen
herbiri yanndaki arkadana gidilmesini istiyor ve onun bu konuda daha
yeterli olduuna inanyordu."
Yine bnu Ebî Leylâ öyle demektedir: "Onlardan üçyüz tanesine ye-
titim. Herbirisi, kendisine bir fetva ve hadis sorulduunda, bir dierine ha-
vale, ediyor, o da bir dier arkadana yolluyor, fetvay birbirlerine havale

edip duruyorlard. Fakat, onlardan herhangi birine Kur'an, yakîn ve iman-


la mesele sorulduunda arkadana havale etmiyor soruyu da ce-
ilgili bir

vapsz brakmyordu."
Allahu Teala buyurmutur ki:

"Bilmiyorsanz, zikir (ilim, Kur'an) ehline sorunuz *2

Ehl-i zikir; Allahu Teala'y zikredenler, tevhid ilmini bilenler ve ilmi Al-

lahu Teala'dan alp anlayan kimselerdir. Onlar bu ilmi kitaplardan ören-


me ve birbirinden iitme yoluyla deil, ancak salih amel ve güzel muame-
le sayesinde elde etmilerdir. Onlardan hereyden kesilip tamamen
birisi,

Allahu Teala'ya yönelerek O'nunla megul olunca; Cenab- Mevla, onlar

Enbiya 31/7.
LMN FAZLET, KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 27

kalbî amellerle hizmetinde bulundurur. Onlar hâlvet hâlinde O'nun mane-


vi huzurunda olurlar. O'ndan bakasn zikretmezler ve bakasyla megul
olmazlar. Halkn arasna çktklarnda, halk kendilerine bir mesele sorduk-
larnda Allahu Teala, onlara doruyu ilham edip hakk söylemede muvaf-
fak klar. Kalbî safiyet, aklî fetanet ve yüksek himmetleriyle iledikleri kalp

amellerinin bir neticesi olarak kendilerine hikmet verir. Onlar, O'nun hiz-

metini seçip, güzel muameleleriyle tamamen O'na yöneldiklerinde, O da,


onlara hakikat ilmini ilham ederek ve sr hazinelerini önlerine sererek, gü-
zel tevfiki ile onlar bakalarna tercih eder. Bu durumda, kendilerine soru-

lan eylere, Allahu Teala'nm özel yardm ve güzel destei ile cevap ve-
rirler. Kudret ilmiyle konuurlar. Hikmeti ortaya çkarrlar. manî ilimlerden

söz ederler ve Kur'an'n bâtnî manalarn kefederler. te bu ilim, kul ile

Allahu Teala arasnda tezahür eden faydal ilimdir. Kul onu Rabbinden
alr, O'ndan sorar ve ona göre sonuca varr. Bu, bütün amellerin ölçüsü-
dür. Kul, yüce Rabbini tand ölçüde, O'nun raz olduu amelleri tercih

eder ve iyiliklerini fazlalatmr. Bu sayede Allahu Teala'nm huzurunda mu-


karrabûndan olur. Çünkü o, yakîn ehli sfatyla O'nun huzurunda bulun-
maktadr.

te bunlar Hz. Ali'nin, uzunca bir sözünde vasfettii ve faziletlerini or-


taya koyduu kimselerdir. O, bu taifeyi anlatrken unlar söylemitir:

"Kalpler, kab durumundadr. Onlarn en nayrls, en anlayl olanla-

rdr. nsanlar üçe ayrlr:

1- Allah' bilen alimler (alim-i Rabbânî),


2- Kurtulu yolunda ilim örenenler,

3- Basit, adi kimseler. Bunlar, her çarann peine taklr, her esen

rüzgara (fikri cereyanlara) kaplrlar. lmin nuru ile aydnlanmazlar ve sa-


lam bir dala da yapmazlar. lim maldan hayrldr. Çünkü ilim seni korur,

mal ise sen korursun. lim okumakla artar, mal harcamakla tükenir. Ha-
yatta güzelce dini yaamak ilim sayesinde olduu gibi, öldükten sonra da

iyi bir kimse olarak anlmak yine ilim sayesinde mümkündür. lim hakim,
mal ise mahkumdur. (Yani, ilim insana, insanda mala sahip ve hakimdir)

Maln menfaati, kiinin ölümü ile yok olur. Hazine sahipleri hayatta iken

ölü durumundadrlar. Alimler ise; zaman devam ettii müddetçe, (ilim ve


28 KÛTU'LKULÛB

hizmetleriyle halkn arasnda) diri olarak yaamaktadrlar." Hz. Ali sonra,

derince bir nefes alarak unlar söyledi:

"Ah! Ehlini bulsaydm; u kalbimde toplanm nice ilimler var. Ne ya-

zk ki istekliler, ya itimatsz kimselerdir, dini dünya menfaatna alet eder,

kendisine verilen ilâhî nimetleri ile Allah'n velilerine, örendii deliller ile

de, O'nun kullarna kar üstünlük taslamak ister. Veya hakikat ehline

uyar, fakat (henüz hakikata aina olmad için) ilk nazarda kalbinde üp-
he belirir. Onlarda tam bir basiret yoktur, ehvetlerini elde etmek için çr-
pnrlar, mal-mülk biriktirmekle aldanrlar, nevalarna boyun eerler. Onlar
bu durumlaryla daha çok arazide otlayan hayvanlara benzemektedirler.
Ancak, ite böyle ilim tayclarnn ölmesiyle ilim de sönüp gidecektir.

Bununla birlikte, yeryüzü ilâhî hükümleri ayakta tutanlardan bo kalmaz.


Bu kimseler ya halkn arasnda bilinip tannr veya Allahu Teala'nn mâne-
vî delil ve hüccetlerini korumak için gizli kalrlar. Bunlarn nerede bulundu-
unu Allah bilir. Çünkü onlarn saylar az, kymetleri ise çok yüksektir.
Zatlar gizli, fakat hâl ve hatralar gönüllerdedir. Allahu Teala hüküm ve
hüccetlerini onlarla korur. Ta ki onlar, kendilerinden sonra gelenlere ema-
net eder ve kendileri gibi olanlarn kalbelerine nakeder. Bu ekilde ilim

tam manasyla içlerine sirayet eder. Sonuçta ruhî yakîne ularlar; müla-
yim kimselerin sert gördükleri dahi onlar için yumuak olur. Gafillerin ürk-

tüü eylerle onlar ünsiyet/muhabbet ederler. Bedenleriyle dünyada bulu-


nurken, ruhlaryla alî makamlarda seyrederler. te bunlar, Allahu Te-

ala'nn, kullar içinden seçtii dostlar, yeryüzünde dinine davet ve irad

için görevfendirdii kullardr."

Hz. Ali'nin anlatt bütün sfatlar, ahiret alimlerinin sfatlardr. Bunlar

ancak bâtn ve yakîn ilmiyle ele geçecek vasflardr. Yoksa onlar dile da-
yal nakil ve rivayet ilimlerinin sonucu deildir.

Recâ b. Hayve'nin Abdurrahman b. anem'den rivayet ettii bir ha-

berde Muaz b. Cebel de bu sfat ve sahiplerini öyle anlatmtr:

"lim öreniniz. üphesiz, Allah için ilim örenmek kula ilâhî bir ha-
yet kazandrr. lim taleb etmek, bir basiret, onu müzakere etmek tebih,
ondan bahsetmek bir cihâd, onu bilmeyenlere öretmek bir sadaka, ehli

olana bolca vermek Allah'a bir yaknlktr. lim, yalnzlkta yakn bir dost,
LMN FAZLET, KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 29

hâlvet hâlinde arkada, sknt ve darlk hallerinde hayr gösteren bir delil,

dostlar yannda bir süs, yabanclara en güzel bir yaknlk vesilesidir.

lim Cennet yolunu aydnlatr. lim sayesinde Allahu Teala bir takm in-

sanlar yüceltir, onlar hayrlarda önder, hidayet yolunda imam, iyiliklerde

delil yapar. nsanlar arasnda onlarn eserleri anlatlr, amelleri örnek al-
nr, fiillerine uyulur, görülerine bavurulur. Melekler onlarn dostluuna
heves ederler, kanatlarn üzerlerine gererler. Kainatta ya-kuru, her ne
varsa, denizdeki balklar, karadaki canllar, gökteki yldzlara varncaya
kadar her ey alimler için Allahu Teala'dan mafiret dilerler. Çünkü ilim,

kalp gözünü açar, körelmi göz ve gönüllere k saçar, zayf bedenlere

kuvvet olur. Kul ilim sayesinde, ebrârn/salihlerin derecesine ve en alî ma-


kamlara ular. lmi tefekkür gündüz orucuna, onu öretmek gece ibadeti-

ne denktir. Allahu Teala'ya itaat, ibadet, tevhid, haramlardan korunma, s-


la-i rahim ilimle olur. lim öncüdür, amel ise ona tabidir. O, iyilere ilham
edilen bir nimettir. akîler/hak yoldan sapanlar ondan mahrumdur."

te bütün bu anlatlanlr ahiret alimlerin vasflar ve bâtn ilminin ka-


zandrdklardr.

Bilindii gibi, Ömer b, Abdülaziz dört raid halifeden sonra idarecile-


rin en faziletlisidir. Zekeriyya b. Yahya et-Taî'nin, amcas Zecr b. Hu-
seyn'den naklen haber verdiine göre, Ömer b. Abdülaziz, Hasan- Bas-
rî'ye yazd bir mektupta: "Bana, Allah'n emirlerinde kendisinden istifade
edip yardm göreceim kimseleri göster," diye ricada bulunmu, Hasan-
Basrî de cevaben unlar yazmtr:

"Gerçek din ehline gelince, onlar seninle olmak istemezler. Dünya eh-
lini de sen istemezsin. Fakat sen eref sahibi asil kimseleri yannda bulun-

dur. Çünkü onlar, ereflerini ona hiyanetlikle kirletmekten korurlar."

Hasan- Basrî, baz Basra alimleri hakknda konuur ve onlar kötüler-

di.

Medineli Ebu Hazim ve Rabîa da Benî Mervan alimlerini k narlard.


Süfyan es-Sevrî, bnu'l-Mubarek, Eyyûb ve bn Avn da, baz dünya ehli

Kufe alimleri hakknda olumsuz eyler söylerlerdi.

Fudayl b. lyaz, brahim b. Ethem, Yusuf b. Esbât am ve Mekke'li ba-


z dünya ehli alimler hakknda tenkitle konuurlard. Biz, haklarnda söz
30 KÛTU'L-KULÛB

söylenen bu zevatn smini zikretmeyi uygun görmedik. Çünkü böyle ko-


nularda sükut selamete daha yakndr.

Bir derdi ki: "Haddesena: Bize falanca rivayet etti" sözü dünya kap-
larndan bir kapdr. adam: "Falana bize unu rivayet etti" derken ii-
Bir

tirsen, bil ki o: "Bana yer açnz, dünyalk olarak genilik salaynz" de-
mek isitiyordur."

Süfyan es-Sevrî, zâhir ilim ehli için: "Bu ilmi örenmek, ahiret azn-
dan deildir," derdi.

bn Vehb demitir ki: "mam Mâlik'in yannda ilim örenmekten bah-


sedildiinde öyle dedi: Niyet sahih olduktan sonra, ilim örenmek ve onu
yaymak çok güzeldir. Fakat, sabahladn ve akamladn zaman sana
lazm olana bak. Ona kar hiçbir eyi tercih etme."

Ebu Süleyman ed-Dârânî demitir ki: "Kii, an ve öhret için yahut


evlendiinde veya geçim talebi için sefere çktnda dünyaya meyletmi
olur."

Fakat iman ve tevhid, marifet ve yakîn ilmine gelince, bu slam' gü-


zel, yakînî tamam olan ve her müminde bulunan bir ilimdir. O, Allah'tan
gelir, kut ile Rabbi arasnda oluur, sahibine cennette güzel dereceler ka-
zandrr. Bu ilimle sahibi Allah katnda mukarrebundan yani ilahi huzurda
kabül gören salihlerden olur.

Allahu Teala'y bilmek ve O'na iman etmek birbiriyle içiçedir, birbirin-


den ayrlmazlar. Allahu Teala'y bilmek, O'na imann ölçüsüdür. Onunla
fazlalk ve noksanlk birbirinden ayrdedilir. Çünkü ilim, imann zâhiridir,

onu açar, onu ortaya koyar. man ise, ilmin bâtndr; onu parlatr, nurunu
yakar. Demek ki, iman, ilmin destei ve gözüdür. lim ise imann kuvvet ve
lisandr.

mann zayfl, artmas ve noksanlamas, Allahu Teala'y


kuvveti,

bilmenin fazlalna, noksanlna, kuvvetine ve zayaflna göre deiir.

Lokman (a.s), oluna yapt bir vasiyetinde öyle demitir:


"Olum! Bir ekin (ziraat) ancak toprak ve su ile yetiebildii gibi, iman
da ancak ilim ve amelle sahih ve güzel olur."

Müahedinin, marifet, yakîn ve imandan ortaya çkmsann misali, un,

kavut ve balangçta undan ortaya çkan özün misali gibidir. Buday, bü-
LMN FAZLET, KISIMLARI vt ALMLERN DERECELER 31

tün bunlar içinde toplar. Ayn ekilde iman da bütün saydklarmzn asl-
dr. Müahede imann en yüksek ksmdr. Nitekim buday da dier
ise,

maddelerin asldr. Özü ise onun en güzel, en faydal ksmdr. Bütün ma-
nevî makamlar, imann nurlar içinde mevcuttur, onlar yakîn ilmi destek-

.
leyip kuvvetlendirir.

Sonra marifet iki yolla oluur: Birisi, dinleme yoluyla elde edilen mari-
fettir. Dieri ise, görme yoluyla oluan marifettir. itmeyle elde edilen ma-
rifet slam dairesine girile olmakta ve öyle gerçeklemektedir: "Kullar,
Allahu Teala ile ilgili bilgileri Peygamber lisanndan iitirler vo O'nu tanr-
lar. Bu, iman ve tasdiktir.

Müahedede görme yoluyla oluan marifet ise, ayne'l-yakîn hâlidir.

Ayn ekilde müahede de iki ekilde oluur:


1- stidlal yoluyla müahede.
2- Bizzat delilin müahedesi.

stidlalî müahede marifetten öncedir. Burada kasdedilen, habere da-


yal marifettir ki, bu iitmeyle olumakta ve sözle ifade edilmektedir. Bu
marifete ulaanlar Allahu Teala'y ilme'l-yakîn bilmektedirler. u ayet-i ke-

rimede anlatlan bilgi de bu türe misaldir.

"Hûdhûd dedi ki: Seba'dan sana gerçek bir haber getirdim. Gerçekten
ben (orada) hükümdarlk eden bir kadn buldum.

Burada anlatlan ilim, bizzat .bulmaktan (görmekten) öncedir ve duy-

maya dayanan bir ilim çeididir. Bazen bu ilmin sebebi, talim (öretme)

olur. Rasûlullah'n (s.a.v):

"Yakini öreniniz™ sözü bunu göstermektedir. Hadiste; "yakin ehli ile

oturunuz ve onlardan yakîn ilmini iitip öreniniz, çünkü onlar bunun ehli

ve alimidir" denmek isteniyor.

Bizzat delilin müahedesine gelince, bu ayne'l-yakînden oluan mari-


fetten sonradr. Bu, yakîn hâlidir. Bulmak (bizatihi görmekle) ifade edilir.

Bulan,bulduunu yakîn hâlinde bulmaktadr. Bundan sonra ayne'l-yakîn-


den oluan gerçek ilim elde edilir. Bu ilim, Allahu Teala'nm nuru ile tecel-

33 Nemi 27/22-23.
M Ebu Nuaym, Hitye, VI, 95; Zebidi, ithaf u's-Sade. I, 409.
32 KÛTU'L-KULÛB

ii, Kudretiyle takviye ederek kuluna nasib ettii bir ilm-i ilâhîdir. Hz. pey-

gamberin (s.a.v) hadisinde geçen:

X>'nun soukluunu (cierimde) hissettim ve yaklnen bildim*5 Sözü,


böyle bir yakini bulmaya ve kesin bilgiye iaret etmektedir.

Bu bilginin elde edilii, ayne'l-yakîn bulduktan ve gördükten sonra ol-

maktadr. Bütün bunlar kalbin amellerindendir. Bu ilme sahip olanlar da


ahiret alimi, melekût ehli ve kalp erbab kimselerdir. Onlar ashab- yemin
diye tarif ettiimiz müminlerin, mukarrabûn makamna ulam (ilâhî hu-

zurda kabul görmü) kesimidir.

Zahiri ilimler mülk (ve madde ) ile ilgili ilimlerdir, lisana dayaldr. Zâ-

hir ilmine sahip alimler dünya ehli olarak vasflandrlmlardr. çlerinde


ashab- yeminden salihler de vardr.

Bir adam Muaz b. Cebel'e (r.a) gelerek:

-u iki adam hakknda ne dersin: Onlardan birisi ibadetinde gayretli,

hayrl ameli çok, günah az, ancak yakîni zayf birisidir. Yapt ilerinde

kendisine ek ve üpheler arz olmaktadr, deyince Muaz b. Cebel:


#

-Onun ek ve üphesi yapt hayr amellerini boa çkarr, dedi Adam


devamla:

-Peki, ameli az, ancak yakîni kuvvetli, bununla birlikte günah çok olan
u dier adam hakknda ne dersin? diye sorunca Muaz sükut etti. O za-

man adam:

-Vallahi, eer birinci adamn ek ve üphesi iyi amellerini boa çka-


rrsa, bunun yakîni de onun bütün günahlarn yok eder, dedi.

Hadiseyi anlatan zat diyor ki: "Hz. Muaz adamn elinden tuttu, ayaa
kalkt ve: "Bu adamdan daha anlayl birisini görmedim, dedi."

Buna benzer bir hadis bize müsned olarak rivayet edilmitir. Hadis

öyledir. Allah Rasûlü'ne (s.a.v):

« Ebu Davud, Tbb, 12 Tirmizî, Tefsir, 2-4; Darimî, Rüya 12; Ahmed b. Hanbel Müsned, V 243.
LMN FAZLET, KISIMLARI va ALMLERN DERECELER 33

"Ya Rasulallah! Bir adam var; yakîni güzel, fakat günah çoktur. Dier
birisi de ibadetinde gayretli fakat yakîni azdr. Bunlar hakknda ne buyu-
rursunuz? diye sorulunca, öyle buyurdu:

"Bütün insanouHarnn muhakkak günahtan bulunur. Fakat hareket

kayna akl ve seciyyesl yakfn olan kimseye günahlar zarar vermez.


Çünkü o bir günah lediinde tövbe ve istifar edip piman olun günah-
larn düünür. Bundan sonras kendisiyle cennete girecei Allah'n ihsa-

nna kalmtr.*6
Ebu Umame'nin rivayet ettii bir hadiste Rasûlullah (s.a.v) öyle bu-

yurmutur:

'Size verilenlerin en az yakin ve sabr azimetidir. Kime bunlardan


(yeterli) nasibi verilmise onun, gece ibadetini ve gündüz (nafile) orucunu
kaçrmasnda önemli bir kayb yoktur.* 7
Lokman (a.s) oluna yapt bir vasiyyetinde unlar söylemitir:

"Yavrum, güzel bir amel yapmak ancak yakîn ile mümkündür. Kii an-
cak yakîni ölçüsünde hayr amel yapabilir. Kii yakîni noksanlamadkça
amelinde noksanlk ve kusur yapmaz. Bazen insann yakîn ile yapt az
amel, yakîni zayfken yapt kuvvetli ve çok amelden daha faziletlidir. Ki-

min yakîni zayflarsa önemsiz gördüü günahlar kendisine hakim olur."

Yahya b. Muaz (rah) derdi ki: 'Tevhidde bir nur, ate vadr.
irkte bir

üphesiz tevhid nuru, irkin müriklerin iyiliklerini yakmasndan daha faz-


la tevhid ehlinin günahlarn yakmaktadr."

Yakîn üç mertebededir.

1 - Muayene, müahede mertebesi: Bu mertebede bilinen, görülene

ters dümez; Allah' bilen kimse O'ndan en iyi haber verendir. Bu yakîn
mertebesi, sddklar ve ehidlere hastr.

2- Tasdik ve teslim mertebesi: Bu, haberlerde kendisini gösterir. Bu


mertebede Allah' bilen kimse, O'ndan haber veren bir müslümandr. Bu,

» Hakim Tirmizi, Nevadiru'l-Usul, II, 63.


37
Zebidi, thafu's-Sade, I, 674. Iraki, bu lafz ve senetle hadisi tespit edemediini bildirmitir.

Ancak ibnu Abdilber, hadisin ilk ksmyla ayn manada olan u rivayeti nakletmitir: "Allahu

Teala yakinden daha az bir ey indirmemitir." {Beyani'l-lm, I, 125.)


KÛTU'L-KULÛB

müminlere ait bir yakîn mertebesidir. Onlar ebrar snfdr. çlerinden bir

ksm salih, bazs da daha aa bir hâldedir. Ayet-i kerimede:

'Bu onlarn ancak man ve teslimiyetlerini artrd. ™ buyrularak imann


artmas ve eksilmesi yönüne iaret edilmitir
<

Bu mertebede bulunanlarn iman ve yakîni bazen onu takviye edecek


sebeplerin bulunmay ve ihtiyaç duyulan eylerin noksan olmasyla za-
yflar. Sebeblerin bulunmas ve normal seyrin devamyla da kuvvetlenir.

Onlar, vastalara bakp onlarla fazlaca ilgilenmeleri sebebiyle perde-


lenirler ayn zamanda onlar sayesinde gerçei kefederler. Halkla içiçey-
ken ünsiyet ve gayret içinde; onlardan ayr iken yalnzlk ve noksanlk hâ-
ündedirler. Aralarnda çeitli deiik görüler bulunabilir.
ihtilaflar ve Bu,
onlarn eyaya ve olaylara deiik baklarndan ileri gelmektedir.
3-Yakînin üçüncü ve en alt derecesi zan mertebesidir. Bu, ilim, doru
haber ve alimlerin sözleriyle kuvvet kazanr. Bu gruptakiler, Allahu Te-
ala'nn özel yardm ve nasibi ile imanlarn kuvvetlendirirler. Delillerin yok
olmas ve söz sahiplerini susmasyla zayflar. Bu, istidlale, aklî ilim ve
izahlara dayanan bir anlaytr. Müslüman kitlede, rey, aklî ilim ve kyasa
dayanan kelamclarn yakîni bu ksma girmektedir.

Allahu Teala'ya yakînen inanan herkes bir çeit tevhid ve marifet ilmi-

ne sahiptir. Ancak herkesin ilmi ve marifeti yakîni ölçüsündedir. Yakîni de


imannn safiyet ve kuvveti nisbetindedir. Herkesin iman Allah'la muame-
le ve edebe riayeti ölçüsünde kuvvet bulur.

Demek ki marifet ilimlerinin en üstünü ayne'l-yakîne dayanan müa-


hede ilmidir. Bu
mukarrabûn makamndaki ehullaha hastr. Onlar bu
ilim

ilmi, kurbiyyet makamlarnda, ilâhî huzurdaki söz ve ünsiyetierinde elde


etmilerdir. Marifet ilimlerinin en düüü ise, inkar ve üphelerin ortadan
kalkmasndan sonra oluan slam' kabul ve teslim ilmidir. Bu umumen
müminlerin sahip olduu iman ve onun artmasyla Hgili bir ilimdir ki; ashab-
yemînin sahip olduu da bu ilimdir. Marifet ilimlerinin en yüksei olan
müahede ilmiyle, en alt derecesini oluturan kabul ve teslim ilmi arasn-
da, mukarrabûna (Allah katnda özel yaknlk kazanm velilere) ve ashab-
yemine (iman ehli müminlere) ait pek çok dereceler vardr.
38
Ahzab 33/22.
LMN FAZLET. KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 35

SÜKUT VE TEFEKKÜRE DAYALI LMLERN FAZLET


TAKVA EHLNN LMDE ZLEDKLER YOL

Bir hadis-i erifte öyle buyrulmutur.


lim Qç eye dayanr: Aramzda hakk konuan Kitap (Kur'an), uygu-

lamada olan sünnet ve bilmiyomm demek.*9

a'bî öyle demitir: "Bilmiyorum, demek ilmin yarsdr."

O, bununla verây yani bilmeden hataya düerim korkusuyle pek çok


helali ve mubah terketmeyi kasdetmitir.

Süfyan es-Sevrî de öyle demitir: "lim ancak; kesin itimadla ruhsat


dairesinde kalmaktr. Zorlamaya gelince, onu herkes güzel yapar." Sevrî,
ilerde verâya/takvaya göre dikkatle hareket edilmesini ifade etmek iste-

mitir. Bu, hepsi alim olmasalar da, müminlerin ahlak ve gidiatdr. Çün-
kü verâ, bir ite hemen ileri atlmaktan, üpheli eylere sarlmaktan kork-
mak ve mükil meselelerde acel etmeden sükûnet içinde hareket etmektir.

Yakîn ise; bir ie basiret ve temkinle el atp ona doru, salam ve ke-
sin bir bilgiyle yanamaktr. Bu hâl, ilimlerinde kendilerine güvenilecek

alimlerin sfatdr. Bunu onlardan bakalar güzel yapamazlar. (Nitekim


Hz. Ali, olu Muhammed b. Hanefî'yi Cemel günü önüne geçirerek: "Ona;

öne geç, öne geç diyor, o da geri geri çetimilodb Hz. Ali ise mzrann
kabzasyla onu durdurmaya çalyordu. O zaman Muhammed b. Hanefî

babasna dönerek):

-Vallahi, bu sava körükörüne içine girilen karanlk bir fitnedir, deyin-

ce, Hz. Ali onu mzra ile durdurarak:

39 Heysemî, Mecmau'z- Zevaid, I, 172. Hadisin son ksm hariç bkz: Ebu Davud, Feraiz, 1, Ib-

nu Mace, Mukaddime, 8.
36 KÛTU'L-KULÛB

Bir kimse kendisine sorulan bir meselede "bilmiyorum" dediinde; il-

miyle amel, mevcut hâle göre hareket etmi olur. Bu durumda o, mesele-
yi bilen ve duruma göre hareket ederek meselenin cevabn veren kimse
gibi sevap alr. Bunun için "bilmiyorum" demek, ilmin yars olmaktadr.
Hem de, hataya düerim diye Allah için sükut edenin davran bir kar-
lk beklemeden Altah için ilmiyle cevap verenin durumu gibi güzel olmak-
tadr.

Ali b. Hüseyn ve Muhammed b. Adan demilerdir ki: "Bir alim "bilmi-

yorum" sözünde hata ettiinde bile, sözü isabetlidir," bu söz, onlardan


baka mam Malik ve afiî'den de rivayet edilmitir.

Bil ki, insanlarn ilim ve cehâletteki farkl durumlar, delilik ve aklllk-


taki durum ve dereceleri gibidir. Deliler snf snf olduu gibi, aklllar da
farkl derecelere sahiptirler. Ayn ekilde cahiller ve alimler de tabaka ta-

bakadr. Baz seçkin cahiller zâhiren alimlere benzemekte, halk da kar-


trp onlar hakiki alimlerden zannetmektedir. Hâlbuki arif-i billah olan alim-
yannda onlarn ne olduu bilinmekteder. Ayn ekilde arifler de görü-
ler

nüte umum alimlere benzemekte ve onlarla kartrlmaktadr. Hâlbuki


onlar yakîn ehli kimselerdir.

Alimlerden birisi demitir ki: "lim iki çeittir.

1 - darecilerin ilmi,

2- Muttakilerin ilmi.

darecilerin ilmi, kaza ve hükümlerle ilgili ilimlerdir. Muttakilerin ilmi

ise, yakîn ve marifet ilmidir. Allahu Teala, ayet-i kerimede müminlerin sa-
hip olduu ilimle, imana ait ilmin vasfn anlatrkan öyle buyurmutur:
"Allah sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle

yükseltir.'*0 Allah, ayet-i snfndan saymtr. Bu


kerimede müminleri alim
da, imanla ilmin birbirinden ayrlmayacan gösterir. Ayetteki "vav" cem

(bititirme, toplama) için deil, medh yani övgü içindir. Araplar bir ahsn

bir çok vasflarn bir arada zikrederken ifadede mübalaa için sfatlar ara-

sna "vav" getirirler. Mesela; falanc aklldr ve alimdir ve de ediptir, de-


mek gibi. u
ayet-i kerimede de ifade ekli böyledir:

40
Mücadele 58/11. '
LMN FAZLET, KISIMLARI vs ALMLERN DERECELER 37

"Fakat, onlardan limde derinleenler ve müminler, sana ndirilene ve


senden öncekilere ndirilenlere iman edenler, namaz dosdoru klp zeka-
t verenler."

Bütün bunlar sfat olarak zikredilmitir. Demek ki müminler ilimde yük-


sek bir payeye sahip kimselerdir. Ayn zamanda onlar namaz güzelce k-
lan ve zekatlarn veren kimselerdir. Bu saylanlarn hepsi ilimde râsih/de-
rinlemi kimseler için de birer sfat durumundadr. Bunu için sfat olan ke-
limeler nasb ve ref hallerinde gelmitir. Araplarn kullan tarz da bu e-
kildedir. u ayet de yukarda yaptmz deerlendirmeye uymaktadr.
"limde rasih (yüksek payeye sahip) olanlar "biz ona inandk" derler.""
Allahu Teala müminleri ilim sfatlaryla vasfettii gibi, alimleri de iman s-
fatyla zikretmitir. u ayet-i kerimede de durum ayndr:

"Kendilerine ilim ve iman verilenler dediler ki... * 2

Enes b. Malik'in rivayet ettii u hadis de konumuzla ilgilidir. Rasûlul-


lah (s.a.v) buyurmutur ki:

"Ümmetim be tabakadr. Her tabakann aras krk senedir. Benim ve


ashabmn bulunduu tabaka ilim ve iman ehlidir. Seksen seneye kadar,
olanlarn peinden gelenler iyilik ve takva üzeredirler. Onlardan sonra
yûzyirmi seneye kadar olanlar, birbirlerine kar yardmlama ve efkat
sahibi kimselerdir.'" 3

Rasûlullah (s.a.v) ilimle iman birarada zikretti ve onlar dierlerine


takdim etti. Ayet-i kerimede de imanla ilmin kayna olan Kur'an bir arada
zikredilmi ve öyle buyrulmutur:

"Allah onlarn kalplerine iman yazd ve onlar tarafndan bir ruh

(Kur'an) ile destekledi,"» dier bir ayette de öyle buyrulmutur:

Sen daha evvel kitap nedir, iman


"(Rasulüm) nedir, bilmezdin. Fakat
biz o Kufan' bir nur kldk (ve sana indirdik). * 5

41
Al-i mrân 3/7.
42
Rûm 30/52.
43
bnu Mace, Fiten, 28; Deylemi, Firdevsü'l-Ahbar, No: 1670.
44
Mücadele 58/22.
45
urâ 42/52.
38 KÛTU'L-KULÛB

Demek k), iman ehli Kur'an ehlidir. Kur'an ehli olanlar da Allahu Te-
ala'nn seçilmi Özel dostlardr.

Alimlerden Süfyan b. Hüseyin, halife Mehdî'nin yanna girince halife

kendisine: I

"Sen alim misin?" diye sordu. Süfyan cevap vermedi. Halife tekrar
sordu. Ona yine cevap vermeyecek misin? denildiinde:

"Öyle bir meseleden soruyor ki, onun cevab yoktur. Eer, ben alim
deilim desem; Allahu Teala'nn kitabn okudum. Bu durumda yalanc
olacam. Alimim desem, aslnda cahilim, bu durumda ne diyebilirsin ki?"

demitir.

.
Ebu Cafer er-Razî'nin Rebî'den naklettiine göre, Enes b. Malik, Alla-

hu Teala'nn:

"Allah'tan (gerçek manada) ancak alimler korkar."16 ayetinin tefsirin-


de; "Kim Allahu Teala'dan tam manasyla korkmazsa o, alim deildir," de-
mitir.

Baksana, Davud (a.s) bu konuda ne demitir:

"Ya Rabbî! Sen gerçek ilmi senden hayettte, hikmeti de sana iman-
da yaptn. Senden korkmayan gerçei bilemez, sana iman etmeyen de
hikmete eremez."

Abdullah b. Revaha (r.a) ilme, iman ismini vermitir. O, arkadalarna:


"Geliniz oturup bir saat (iman hakikatleri üzerinde konuup yakinen) iman
edelim." 47 derdi ve sonra oturup, imanla ilgili bahisleri müzakere ederlerdi.

Allahu Teala müminlere ilmi örenmede ve hakikatini elde etmede bi-

rer vasta olan göz, kulak ve kalb verip kendilerinden bunlarn ükrünü is-

temi ve öyle buyurmutur:


"Allah sizi, hiçbirey bilmediiniz bir hâlde annelerinizin kamndan ç-
kard, size iitme duyusu, gözler ve gönül verdi ki ükredesiniz.^

Allahu Teala, kulun önce hiçbir ey bilmediini ifade ettikten sonra,


kendisine ilim vastas olacak eyleri verdiini belirtmitir.

46
Fatr 35/28.
47
Ahmed, Müsned, III, 265; Münziri, et-Terb, II, 403; Heysemi, ez-Zevaid, X, 76.
48 Nahl 16/78.
.


LMN FAZLET, KISIMLARI v ALMLERN OEHECELER 39

Baka bir ayet-i kerimede ise mümin olmayan ve kendilerine verilen

azalarla bir ilim sahibi olmayan kimseler öyle tantlmtr:

'Onlara gözler, kulaklar ve gönüller yarattk. Fakat ne kulaklar, ne


gözleri ve de gönülleri kendilerine bir ey salamad. Zira (düünüp ibret
almyorlar, tersine) bile bile Allah'n ayetlerini nkar ediyorlard.**

Demek ki, kim Allah Teâlâ'nn ayetlerine iman ederse, gözü kula ve
kalbi kendisine fayda verir ve onun için ilim vesilesi olurlar. u ayet-i keri-

me de bu manadadr.

"Bilmediin bir eyin peine düme. Çünkü göz, kulak ve gönül bun-
larn hepsi (yaptklarndan) sorumludur.'50

Eer ilim, göz, kulak ve kalple elde edilmeseydi kul, bu azalarn bil-

medii eylerden nehyedilmezdi. Bu nehiyde bu azalarn bilmedii eyle-


redalnmamas emredilip, peinden de onlar vastasyla marifet ilmine

ulalmas isteniyor. Buna göre Allah'n fazl ve insanyla, göz, kulak ve

kalp sahibi olan her mümin (bu nimetlerin sahibini tand için) alimdir.

Allahu Teala, ümmet-i Muhammedi u üç eyle dier ümmetlere üs-

tün yazm ve bu üç eyi onlara has klmtr. Bunlar unlardr:

1- snad ilmine sahip olmalar: Bu ümmet Rasûlullah'a (s.a.v) ait ha-


berleri, birbirlerine Efendimize kadar uzanan bir senedle aktarmlardr.
Dier ümmetler ise; (dinlerine ait haberi) sahifelere geçiriyorlard. Bir sa-

hife eskidiinde yenileniyordu. Aralarnda ilim bu ekilde nakledilyordu.

2- Allahu Teala'nn ayb aleminden indirilen kitabn ezberlemek. Di-

er ümmetler, kitaplarn yüzünden bakarak okuyorlard. Bizim kitabmz-


dan baka, Allahu Teala'nn indirmi olduu hiç bir kitap ezberlenmemi-
tir. Ancak, Allahu Teala, Hz Üzeyr'e (a.s) Tevrat' ilham ederek öretmi-
tir. Bu da, Buhtunnasr, Beyt-i Makdis'i yakp yktnda Tevrat'n tamam-
n yaktktan sonra olmutu. Bunun için Yahudilerden bir grup Allahu Te-
ala'nn Tevrat'n tamamn sadece ve özellikle ona ilham ettii için; "Üzeyr

Allah'n oludur," dediler. Haa Allah (c.c) bu tür imkansz bir eyden mü-
nezzeh ve yücedir.
<» Ahkaf 46/26.
50
srâ 17/36.
40 KÛTÜ-L-KULÛB

3- Bu ümmetin her ferdine ya ba küçük de olsa imanla ilgili me-


seleler sorulabilir; onun sözü dinlenir, görüü ve ilmi alnr, istifade edilir.

Önceki ümmetler ise, ilmi sadece rahip, papaz ve din adamlarndan al-

yorlard.

Allahu Teala, Musa Aleyhisselam'n ümmetine kar bu ümmete dör-

düncü bir üstünlük daha vermitir ki, o da, kalpleri isyanlara yöneldii hâl-
de imanlarnn sabit kalp ek ve üphenin arz olmamasdr. Musa Aley-
hisselam'n ümmeti azalan günahlara buland gibi kalpleri de irk ve
üphe içinde dönüp duruyordu. Bunun için denizin yarlp yol olmas, on-

larn bu yoldan geçerek boulmaktan kurtulmalar, Firavun'un helak olma-

s gibi pek çok mucizeler gördükten sonra Musa Aleyhisselam'a:

X>nlann birer ilâh olduu gibi, bize de bir ilâh yap.™ demilerdi.

Rivayet edildiine göre, baz önceki kitaplarda öyle zikredilmitir:

"Ey srâiloullar! lim semadadr, onu kim indirecek, yahut yerin de-
rinliklerindedir, onu kim çkaracak veya denizlerin üstündedir onu kim gi-

dip getirecek, demeyin. lim kalplerinize yerletirilmitir. Huzurumda ruha-

nîlerin (meleklerin) edebiyle edeplenin ve bana kar sddklarn ahlak ile

kulluk yapn ki ilmi kalbinizden ortaya çkaraym. Öyle ki her yannz, bü-
tün bedeninizi ilim kaplasn."

ncil'de de unlar yazldr: "Amel etmedikçe bilmediklerinizi örenme-


ye çalmayn."
Hadis-i erifte de:

'Kim bildikleri ile amel ederse; Allah ona bilmediklerini öretir. ™ buy-
rulmutur.

Hatta "Kim bildiklerinin onda biri ile amel ederse, Allah ona bilmedik-
lerini öretir," denmitir.

Huzeyfetu'l-Yemanî öyle demitir: "Siz bugün öyle bir zamandasnz


ki; sizden birisi, bildiklerinin onda birini terkederse helak olur. Fakat sizden
sonra öyle bir zaman gelecek ki; o zaman bir kimse bildiklerinin onda biri

51
A'raf 7/38.
52
Hakim Tirmizi, Beyanu'l-Fark Beyne's-Sadri ve'l-Kalb, 50; Ebu Nuaym, Hilye, X,15; Aclunî,

Kefu'l- Hafa, No: 2542.


LMN FAZLET, KISIMLARI vt ALMLERN DERECELER 41^

ile amel etse kurtulur." Bu sonuç, amel edenlerin azlndan ve batla da-
lanlarn çokluundan ileri gelmektedir.

Yüce kitabmzda da bu durum u ksa ve öz ifadelerle anlatlmtr:


"Allah'tan korkun, o size lim öretir. *
"Allah'tan korkun ve bilin.*4

"Allah'tan korkun ve itin (anlayn).™

Bil ki, kim ilme göre amel eder ve konuursa Allah katndaki hakikate
isabet eder. Bundan dolay kendisine iki sevap verilir: Birisi,doruya ula-
mada muvaffak olma, dieri de amel sevabdr. Bu, ariflerin makamdr.

Kim cehâletle söz söyler ve amel eder de hakikate ters düerse, ona
da iki günah vardr. Bu da cahillerin makamdr.
Kim ilme göre amel eder ve söz söyler de yanlrsa, ona ilminden do-
lay bir sevap verilir. Bu da zahir alimlerinin makamdr.

Her kim de cehâletle söz söyler yahut amel eder ve doruya isabet
ederse, ilim örenmeyi terkettii için bir günah kazanr. Bu, cahil abidlerin

makamdr.
Alimin durumu hâkimin durumu gibidir. Rasûlullah (s.a.v) hüküm ve-
renleri üç gruba ayrmtr. Hadis-i erifte öyle buyurmutur.
"Hûkûm ehli ûç gruptur:
1- Bilerek, hak ile hüküm verir. Bu, cennettedir

2- Bile bile haksz hûkûm verir.

3- Bilmeden hakszlk (ve zûlümle) hûkûm verir. Bu son ikisi atete-


dir.™

Allahu Teala'nn

"EyAdemoullanl Size, çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve süslene-


cek giysi ndirdik. Takva elbisesi en hayrls (ve en güzelidir)* 7 ayetinin

açklanmasnda baz alimler u çok güzel izah yapmlardr:


5* Bakara 2/282.
54
Bakara, 2/194,196.
55
Mâide 5/108.
56
Ebu Davud, Akdiyye, 2; bn Mâce, Ahkâm, 3.
57
A'raf 7/26.
'

KÛTU'L-KULÛB

Ayette çirkinlikleri örterek elbiseyle anlatlmak istenen ilimdir. Süsleni-


lecek ey ise "yakîn" dir.

Takva libas ise, hayadr.

Vehb b. Münebbih el-Yemanî bu manada unlar söylemitir:


"man çplaktr; onun libas takvadr, süsü hayadr, meyvesi ise ilim-

dir."

Bu sözü, Hamza el Horasanî, Sevrî'den naklen, o da Abdullah b. Me-


sud kanalyla, Rasûlullah'a kadar ulaarak, Efendimiz'den (s.a.v) rivayet
etmitir. Hadis baka yollarla da müsned olarak rivayet edilmitir. 58

Mus'ir, Sa'd b. brahim'den unu nakleder. Bir adam kendisine: "Me-


dine ehlinin en fakihi kimdir?" diye sorunca, o da: "Allahu Teala'dan en çok
korkandr," diye cevap vermitir.

Alimlerden birisi demitir ki: "Bana, insanlarn en alimi kimdir?" diye


sorulsa, onlara: "nsanlara en çok nasihat edeni tanyor musunuz?" diye
sorardm: "Evet" derlerse: "te o, en hayrllardr" derdim.
Bir bakas da: Eer bana: "nsanlarn en ahmak kimdir?" diye sorul-
sa; hemen iinin ehli olmayan bir hâkimin elini tutarak: "te budur" derim,"
demitir.

Allahu Teala, ayet-i kerimelerde:

"Allah'tan korkun, ve hakk dinleyin. * 9

"Allah'tan korkun, doru söz söyleyin™ buyurarak, doru sözün, isa-


betli ilmin ve salam iitmenin anahtarn takva yapmtr. Takva, Allahu
Teala'nn, bizden öncekilere ve bize tavsiye ettii bir hâldir. Ayeti kerime-
de öyle buyrulmutur:

"Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size: "Allah'tan korkun"


diye emrettik™

Bu ayeti kerime, Kur'an'm bütün hükümlerinin temeli ve ana mihveri


durumundadr.

58
Bk2: Deylemi, Firdevsü'l-Ahbar, No: 380; bnu Asakir, Tarih, Cilt:43, shf: 241 (Beyrut. 1996);
Acluni, Kefu'l-Hafa, No: 27; Zebidi, thafu's-Sade, I, 109.
59
Mâide 5/I08.
60
Ahzab 33/70.
61
Nisâ 4/131.
LMN FAZLET, KISIMLARI v ALMLERN DERECELER 43

Rivayet edildiine göre, Isa (a.s) öyle buyurmutur: "Gidiat ahirete

iken, (niyet, gayret ve kalbiyle) dünyaya yönelmi kimse nasl ilim ehli olur.

Amel etmeyi düünmeden srf insanlara nakil ve haber için sözün peine
düen kimse nasl ehl-i ilim saylr."

Dahhak b. Müzahim demitir ki: "Benim yetitiim insanlar birbirlerine

ancak vera' ve takvay öretiyorlard. Bugünkü insanlar ise ancak konu-


may öreniyorlar."

Rasûlultah (s.a.v) bir hadisi erifte:

"Bir topluluk, (ameli brakp) cedele (birbirleriyle mücadele ve müna-


kaaya) girimedikçe, bulunduklar hidayet hâlinden saptmazlar*2 buyur-
mu ve daha sonra:
"Bunu sana ancak tartmak çin söylediler. Dorusu onlar kavgac bir
toplumdur.*3 ayetini okumutur.

Yine, Allahu Teala'nn:

"Kalplerinde erilik olanlara gelince...*4 ayetinin tefsirinde, Rasûluliah

(s.a.v):

'Vnlar, Allahu Teala'nn kasdettii cidal ehli (ii gücü çekimekten


ibaret olan) kimselerdir, onlardan saknnz*5 buyurmutur.
Seleften birisi demitir ki: "Ahir zamanda kendilerine amel kaps ka-
panp cedel (çekime) kaps açlm alimler bulunur."
Bir haberde de: "Siz, size amel ilham edilen bir zamanda yayorsu-
nuz. Öyle bir topluluk gelecek ki onlara cedel ho gelir, ameli brakrlar"
denmitir.

bnu Mesud (r.a) demitir ki: "Siz bugün öyle bir zamandasnz ki; en
hayrlnz; (yakîn ile hakk yaamada ve teblide) en süratli olannzdr.
Sizden sonra öyle bir zaman gelecek ki; o devirde en hayrl olannz, (in-

sanlara mükil ve üpheli eyleri) aç klayanan izdir."



- —
62 Ahmed, Müsned, V, 256; Tirmiz, Tefsiru Sure, No. 3264; bnu Mace, Mukaddime, 48; Ibn
Kesir, Tefsîr, IV. 132.
63
Zuhruf 43/58.
64
mran 3/7.
Al-i

65
bnu Ebi Hatim, Tefsir, II, 64; Tayalisî, Müsned, No. 1433; bn Kesîr, Tefsîr, I, 346.
"

44 KÛTU'l-KULÛB

Ibnu Mesud (r.a) bu sözüyle, ilk devirde hakkn ve yakînin açklanma-


s için gayret gösterenlerle, daha sonraki devirlerde, üphelerin çoalma-
s, kark ilerin artmas, gece ve gündüz yeni yeni eylerin icad edilme-
si ve bu durumda geçmi selefin yollarn ve hallerini bilenlere i içinden
çklmaz bir hâl almas sebebiyle, bütün bidatlardan kaçnan kimseleri
kasdetmitir.

Alimlerimizden birisi demitir ki: "Allahu Teala, bir kuluna hayr murad
ettii zaman; ona amel kapsn açar, cedel (münakaa-münazara) kap-
sn kapatr. O, bir kula er murad ederse, kendisine amel kapsn kapa-
tr, cedel kapsn açar."

Mehur bir hadiste, Rasûlullah (s.a.v) öyle buyurmutur:


"Allahu Teala'nn kullar içinde en çok buzettii kimse, mücadelede
çok ileri giden hasmdr.™
Bir haberde öyle buyrulmutur:

"Haya ve suskunluk imann u'belerinden iki u'bedir. Çirkin söz ve


çok konumak da münafkln u'belerinden iki u'bedir.* 7

Baka bir rivayette de bunu açklar mahiyette u ifadeler vardr:


"Suskunluk dilin tutulmasdr, kalbin tkanmas deildir.

Hakem b. Uyeyne'nin, Abdurrahman b. Ebî Leyla yoluyla naklettii bir

haberde, Rasûlullah (s.a.v) öyle buyurmutur:


"Kendisine (bol bol) konuma (hastal) verilen bir topluluk, amelden
geri braklmtr.™
Baka bir hadiste de öyle buyurulmutur:
"üphesiz, Allahu Teala, hayvann aznda ya otu gevelemesi gibi,

aznda kelimeleri geveleye geveleye konuan beli kimselere gazap


eder.™

Ahmed b. Hanbel: "Asl ilim; herhangi bir ta'lim olmakszn (ilham yo-
luyla) yukardan (Cenab- Hakk'tan kalbe) gelen ilimdir," derdi.

66
Buhar, Ahkam, 34.
67
Tirmizî, Birr, 80; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 269; Darimî, Mukaddime, 43.
68
Aclunî, Kefu'l-Hafa, No: 2167)
69
Ebu Davud, Edeb, 86; Tirmizî, Edeb, 72; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 165.
LMN FAZLET, KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER

Baka bir seferinde de: "(Srf) kelamla uraan alimler (genelde,


ameli brakp tevhid ve ilâhiyat konularnda söz edip üphe ve aibe ile
uratklarndan) zndktrlar," demitir.
Ondan önce Ebu Yusuf da: "Kim ilmi srf konumak için örenir ve
onunla yetinirse zndkla düer," demitir.

BÂTIN LMNN ZÂHR LMNE ÜSTÜNLÜÜ


Alimlerin faziletli gördüü, eref ve kymetini yücelttikleri, sahibini alim

olarak vasfedip övdükleri, fazileti hakknda pek çok eser ve haber gelen
ve kendisine tevik edilen ilim, sahibini Allah Teâlâ'ya götüren, iman, ya-

kn ve marifeti oluturan, muamelede müahadeyi gerçekletiren marifet

ilmidir; fetva ve hükümlerle ilgili ilimler deildir.

Alimler, "Kim ilmiyle amel ederse" ve "amel ancak ilimle sahih olur"

eklindeki sözleriyle ilimden bahsederken, ilmin hayet ve huû sfatyla


bulunmasn kasdelerler ki, bu da ancak kalb ilmidir. Sadece dille ifade

edilen, yakîn makamlarndan bahsetmeyen, muttakilerin sfatlarn olutu-

ran kalble ilgili imana dair amelleri konu etmeyen ve azalarla alakal olup
imann artmasn salayacak salih amellere deinmeyen zâhir ilmi, bu il-

me dahil deildir.

Fakr, zühd, tevekkül, havf, ak ve muhabbet sahibi kimselerin sahip

olduu ilim de, marifet ilmidir. Ehlullah, bir insann kaza ve ahkamla ilgili

ilimleri bilip onlara göre hareket etmesini, gerçek ilimle amel etmek olarak

görmüyorlard. Mesela, bir kimse, slam hukukunu örense ve hükümleri-


nin alimi olduunda, insanlar arasnda hüküm verse, yahut mal edinip ze-

kat ve al-verilerin ilmini bilerek alm-satm yapsa veya ilmini örenerek


evlenme ve boama gibi ameliyelerde bulunsa; bütün bunlarla, ilmiyle
amel etme sfatn ve faziletini ele geçirdiini hiç kimse söylememitir. Bi-

lakis srf bu ilimlerle uramay kötüleyen pek çok haber nakledilmitir. Bu


tür ilim sahipleri (genelde) dünyaya rabet ve mal toplama hrs ile sfat-

lanmlar, idarecilerle içiçe olup onlarn lehine çalmlar, böylece huû


ve zühd sahibi alim olma sfatn kaybetmilerdir.
46 KÛTU'L-KULÛB

Selef alimlerinin: "lim amelin üstündedir", "zerre kadar ilim u kadar


amelden daha faziletlidir", "alimin iki rekat namaza (cahil) abidin bin rekat

namazndan daha üstündür" gibi sözleriyle övdükleri ilim de, marifet ilmi-

dir, ahkam ilmi deildir. Ebu Said el-Hudrî'nin rivayet ettii bir hadiste, Ra-
sûlullah (s.a.v) öyle buyurmutur:
"Alimin abide üstünlüü benim ümmetime üstünlüüm gibidir."70
Mehur bir hadiste ise:

"Dolunayn, dier yldzlara üstünlüü gibidir,*" buyrulmutur.

bnu Abbas ve Sa'd yoluyla gelen bir hadiste de:

T9k bir alim, eytana kar, bin abitten daha iddetlidir7 * buyrulmu-
tur.

Yine: "Bir alimin ölümü, eytan için bin abidin ölümünden daha sevim-
lidir," denilmitir.

Büyükler, amelden daha faziletli olan ilimle, ancak marifetullah ilmini


kasdetmektedirler. Çünkü, Allahu Teala'y bilmek (marifetullah) imana ait

bir vasftr ve yakininin bir parçasdr. Yakînî iman öyle bir eydir ki, gök-
ten ondan daha erefli bir ey inmemitir. Artk ona hiç bir ey denk ol-

maz. Amel ancak onunla sahih ve kabul olur. Hem bu yakînî iman, bütün
amellerin ölçüsüdür. Onun derece ve miktarna göre ameller güzel olarak
kabul edilir; bazs dierinden farkl deerlendirilir. Mizanda arlklar ay-
n olmaz. Yakîni kuvvetli olan kimsenin ameli, yakîni zayf olanlarn ame-
linden daha ar gelir. Amel sahipleri onunla illiyyîn makamlarna ular,
orada da yakînlerinin derecesine göre farkl derecelere sahip olurlar.

Allahu Teala, bir ayet-i kerimede öyle buyurmutur:

"Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet ola-
rak, ilim üzere açkladmz bir kitap getirdik. 073

Baka bir ayet-i kerimede öyle .buyrulur:

70
Ebu Davud. lim, 1 ;
Tirmizî. lim. 19; bn Mâce, Mukaddime, 17; Dârimî, Mukaddime, 32-j Ah-
s
med b. Hanbel, Musned, V, 1 96.
71
Ebu Davud, lim, I;bn Mace, Mukaddime, 1 1 Ahmed , b. Hanbel, Müsned, V, 196.
72
Tirmizî, lim. 19; bn Mace, Mukaddime, 17.
73
*A'raf7/52.
LMN FAZLET, KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 47

ye onlara (okp bitenleri) tam bir bilgi ile mutlaka anlatacaz. Biz,

onlardan uzak deiliz.^

Dier bir ayeti kerimede de: *

"Ogün tart haktr. Kimin (sevap) tartlan ar gelirse, ite onlar kurtu-
lua erenlerdir,'75 buyrulmutur.
üphesiz Allahu Teala'ya ait olan ey (ilim ve marifet) daha makbul
ve daha faziletlidir. O kulu Rabbine daha çok yaklatrr. Amil ise, amel
edene (kula) ait bir vasftr ve kulluun bir neticesidir.

Selef, halkn halleriyle ilgili olan fetva, ahkam ve kaza ilmini, mukarra-
bûn makamnda yakîni müahede ve muayeneden kaynaklanan tevekkül,
rza ve muhabbet gibi Allahu Teala'ya kar muameleleri ihtiva eden kalbi
amellerden daha faziletli görmüyordü. Onlar, en faziletli ilimle fetva ilmini
kasdetmiyorlard. Fetva ilminin marifet ve takva ilminden daha faziletli ol-

duunu hiçbir alim söylememitir.

Muaz b. Cebel yoluyla bize kadar ulaan bir hadis-i erifte, Rasûlul-
lah (s.a.v) öyle buyurmutur:

"nsanlarn peygamberlik derecesine en yakn olanlar ilim ve dhmj


ehli olanlardr." 76

lim ehlinin bu dereceye ulamasnn sebebi, insanlar peygamberle-


rin getirmi olduu dine sevketmeleridir. Cihad ehli ise, Peygamberlerin
getirdii dini yaymak ve yaatmak için klçlaryla cihad etmilerdir. Baksa-
na, Allah Rasulü (s.a.v) cihad gibi ilmi de Allahu Teala'ya sevkeden bir

amil olarak göstermitir.

Bir haberde öyle buyrulmutur:

"Kyamet gûnû ilk efaat edecek kimseler önce peygamberler, sonra


alimler, sonra eh'diettar. mn

74
A'raf7/7.
75
Araf 7/8.
76
Sehavi, Mekasidü'l-Hasene'de hadis için u açklamay eklemitir: Hadisi Ebu Nuaym "Fad-
lu'l-Âlimi'l-Afif" isimli eserinde zayf bir senetle bnu Abbas yoluyla rivayet etmitir. Ayrca bkz:
el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, No: 10647.
77
bnu Mace, Zühd, 47; bnu Abdilber, Beyani'l-ilm, I, 30.
. .

4 KÛTU'l-KULÛB

Baka bir haberde ise:

"Peygamberlerin alimlere kar bir derece (nübüvvet) üstünlüü vardr.


Alimlerin se ehidfere kar iki derece üstünlüü vardr,™ buyrul mutur.
Allahu Teala'nn:

mümin olanlarn derecesini yükseltir. lim sahiplerine ise


"Allah sizden

kat kat dereceler verir,™ ayetinin tefsirinde, bnu Abbas demitir ki: "Alim-
lerin iman ehline kar yediyüz derece üstünlüü vardr. Her derece ara-
snda beyüz senelik mesafe vardr."

Hz. Ömer vefat edince bnu Mesud: "lmin onda dokuzunun gittiini

düünüyorum" demitir. Kendisine: "Sen böyle diyorsun, hâlbuki aramz-

da pek çok sahabe vardr!" denildiinde: "Ben sizin kasdettiiniz zâhir ilmi

kasdetmiyorum. Ben marifetullah' kasdediyorum," diye karlk vermitir.


Görüldüü gibi, bnu Mesud (r.a), birtakm malumat hakiki ilim kabul

etmemi, Allahu Teala'y bilmeyi ilmin onda dokuzu nispetinde faziletli

saymtr. Hem zâhir ilmi, amellerin daha ziyade deerlenmesini temin et-

mez. Çünkü o, dilde cereyan eden bir sfattr ve zâhir ameller içine girmek-

tedir. Hem zâhir ilim her müslümann elde edebilcei bir ilim çeididir. Bu
ilmin en yüksek seviyesi ihlastr. Eer zâhir ilimde ihlas bulunmayacak ol-

sa o da dier nefsanî eyler gibi dünyevî bir ey olur. Hâlbuki ihlas, bâtn
ilminde marifetullah için kalpte bulunmas gereken ilk eydir. Buna sahip

olanlarn, ariflerin makamlarna ve sddklarn derecelerine ulancaya ka-

dar katedecekleri makamlarn bir sonu yoktur.

AHRET ALMLERYLE DÜNYA ALMLERNN FARKI

Alimler, Allahu Teala'y bilmekle yani marifetullah ile Allah'n emirleri-

ni bilmenin farkl eyler olduunu belirtmiler ve ayn ekilde, ahiret alim-

leriyle dünya alimlerini birbirinden ayrmlardr.

Süfyan es-Sevrî demitir ki: "Alimler üç ksmdr:


1 -Allah' ve O'nun emrini bilen alim. Bu, kamil bir alimdir.

76
bnu Abdilber, Beyani'-lm, I, 31
79
Mücadele 58/1 1
LMN FAZLET. KISIMLARI Vt ALlMLCnn ucncvccm

2- Allahu Teala'y bilen/marifetullah sahibi alim. Bu, muttaki ve Al-

lah'tan korkan birisidir.

3- Allahu Teala'y bilmeyen/marifetullah'a sahip olmayan sadece Al-

lah'n emirlerini bilen alim. Bu, günaha dalan bir kimsedir."

Yine denilmitir ki: "Allah için ilim sahibi olan kimse, ilmiyle amel eden
kimsedir. Allah'n geçmi ümmetlerin bana getirdiklerini bilen kimse, kor-

ku ve ümid sahibidir."

Süfyan es-Sevrî'ye: "lim nedir?" diye sorulunca: "Verâdr" demi, "Ve-


râ nedir?" diye sorulunca da: "Kiiye verây öretecek ilmi örenmektir. Bu
da bu yolun büyüklerine göre, uzunca sükut ve az konumaktr," diye ce-
vap vermitir. Bize göre bu sfatlara sahip olup konuan bir alim, sükut
edenden daha faziletlidir.

Rivayet edildiine göre Lokman (a.s) bir vasiyetinde öyle demitir:


"lmin üç alameti vardr:

1- Allahu Teala'y tanmak,


2- Allah'n sevdii eyleri bilmek,
3- Allah'n sevmedii eyleri bilmek."

Lokman (a.s) ilmin hakikatini ve


bu üç eyde toplamtr.
Ahiret alimleriyle dünya alimlerinin arasndaki fark gösteren hallerden
birisi de udur: Onlar tanmayan bir kimse, bir çok alime uzaktan bakt-
nda, ancak Allahu Teala'y bilen/marifetullah sahibi kimselerin alim oldu-

unu anlar ve ilmin eserini ancak onlarn üzerinde görür. Onlar, yüzlerin-
deki huû, tavazu, sekinet ve alçak gönüllülük ile tannrlar. Bunlar, Allahu
Teala'nn, kendi evliyasn ve marifetullah sahibi dostlarn süsledii ma-
nevî boyasdr. Allah'tan daha güzel boya vuran kim vardr. Onlarn bu ko-
nudaki hâli bir sanatkarn hâline benzer. Çünkü herhangi bir sanatkar, ta-
nmayan kimseye sanatn gösterse, o kimse dier sanatlar arasnda bu-
nun kime olduunu bilemez ve sanatlar arasndaki fark göremez. Bu-
ait

nu ancak ehli olan bilir. Çünkü her sanat, sahibini tantr ve onun ustal-
n ortaya kor.

Nitekim "Allahu Teala, bir kula, huu ve sekinetten daha güzel bir el-

bise giydirmemitir" denilmitir.


KÛTU'L-KULÛB

Huû, peygamberlerin elbisesi, sddk ve alimlerin alametidir. Allahu

Teala'nn sevdii ve sevmedii eyleri insanlar içinde en iyi bilenler, Alla-

hu Teala'y en iyi bilen kalp ehli alimlerdir. Onlar, arifibillah olan zatlardr.

Sehl demitir ki: "Alimler üç ksmdr:


1- Allahu Teala'y bilen/marifetullah sahibi alimler.
2- Allahu Teala için alim olanlar

3- Allahu Teala'nn hükmünü bilen alimler."

Sehl, Allahu Teala'y bilen alimle yakîn ehli arifi, Allah için alim olanla
ihlas, hâl ve muamele ilmini bileni, Allah'n hükmünü bilen alimle de, helal

ve haram tafsilatyla bilen kimseleri kasdetmitir. Bunu yukarda açkla-


mtk.
Yine Sehl bir defasnda, yukardaki sözünden daha detayl olarak
öyle demitir: "Alimler bir kaç gruptur:

1 - Allah' bilen, fakat Allah'n bütün emirleriyle nimet ve azaplarn bil-

meyen kimseler. Bunlar umum müminlerdir.

2- Allah'n emrini bilip eyyamullah (nimet ve azaplarn) bilmeyenler.


Bunlar, helal ve haram bilen müftülerdir.

3- Allahu Teala'y ve eyyamullah bilenler. Bunlar sddklardr."

Sehl "eyyamullah" sözüyle, Allahu Teala'nn bâtni nimetlerini ve gö-


rünmeyen azaplarn kasdetmitir.

Sonra demitir ki: "Bütün insanlar manen ve kalben ölüdür, alimler

müstesna. Alimler uykudadr. lâhî korkuya sahip olan hariç. Korku sahip-
lerinin de hakka giden yolu kesilmitir, ancak muhabbet ehli olanlara yol
açktr. Allah' sevenler daima diridirler ve ehid olarak Mevla'ya kavuur-
lar. Onlar her hâlde Allahu Teala'y tercih der, O'nun için olan yaparlar ve
severler."

Yine Sehl derdi ki: "lim talebeleri üç çeittir: Birisi, ilmi amel etmek
için örenir. Dieri, ihtilafa düülen konular örenip onlardan saknarak
ihtiyatl olan yapmak için ilim örenir. Bir dieri de yanl tevil yollarn ö-
renerek haram alp onu helal yapmak için ilim örenir. te bu sonuncu
kimsenin elinde hak yok olur/din bozulur."
LMN FAZLET. KI3IMLARI v ALMLERN DERECELER

Bize kadar ulaan bir habere göre, Ebu Yusuf, zekat için sene ba ol-

duu zaman maln hanmna hibe eder, sonra da zekatn verme vakti ge-
çince onu kendisine hibe etmesini isterdi. Böylece her ikisine de zekat
dümüyordu. Bu durum Ebu Hanife'ye anlatlnca, mam:

"Bu onun derin fkh bilgisinden kaynaklanmaktadr," 80 demitir. unu


da belirtelim ki, ilim ancak verây örenmek ve dinde daha ihtiyatl (kabu-

le ayan) olan bilmek için örenilir. Faydal olan ilim budur. Bu tür eyler
ve batl teviller için örenilince, cahil olmak bu tür ilimden daha hayrl olur.
Hevaya hizmet eden ilim, Allah Rasûl'ünün (s.a.v) kendisinden Allah'a s-
nd zararl ilimdir.

Hz. Ömer ve bakalarndan u söz rivayet edilmitir: "Nice alimler var-


dr ki günahlara bulanm, nice abidler vardr ki cahil kalmtr. Günahkar
alimlerden ve cahil ibadet ehlinden saknnz."

Yine Hz. Ömer demitir ki: "Konumasyla alim gözüken münafk kim-
selerden saknnz. Onlar sizin güzel ve doru bulduunuz eyleri söyler-
ler, bununla birlikte sevmediiniz amelleri ilerler."

Rivayet edildiine göre yine Hz. Ömer öyle demitir:

•lim öreniniz. limle birlikte sekinet ve 'hilm elde ediniz. lim örendi-
iniz kimselere kar tevazu sahibi olunuz ki, sizden ilim örenenler de si-

ze kar tevazu sahibi olsunlar. Sert ve hain davranan alimlerden olma-

ynz, yoksa ilminiz cehlinizi ortaya kor."

Hz. Ali, bnu Abbas ve Ka'bu'l-Ahbar'dan u sözü nakletmitir:


"Ahir zamanda bir takm alimler ortaya çkar, insanlarn dünyaya kar-

rabetlerini azaltmalarn isterler fakat kendileri zühde yanamazlar.


Onlar korkuturlar kendileri (günah ve ilâhî azaptan) gereince korkmaz-
lar. Bakalarn vali ve idarecilerle içiçe olmaktan nehyederler, kendileri,

bundan saknmazlar. Dünyay ahirete tercih ederler. Dilleriyle dünya mal


kazanp tka basa yerler. Zenginlere yaklap, fakirlerden uzaklarlar. Ka-
dnlarn erkeklere kar birbirlerini kskandklar gibi, onlar da ilim üzerin-

80
mam Ebu Yusuf'un bu hareketi, her fiiline ve her zamana amil klnmamak Kendi durum ve
artlarna balanmal, Onun ilmi ve fetvalaryla nice fakih ve talebelerin yetitii bilinmelidir."
(Mut.).
52 KÛTU'L-KULÛB

de biri dieriyle anlaamazlar. Yanndaki birisi bakasnn meclisinde otur-


duu zaman ona kzar. Onlarn ilimden nasipleri ite bunlardr."

Hz. Ali bir sözünde öyle demitir: "O zamandaki alimler, halkn en
erlileridir. Fitne onlardan balayp tekrar onlara döner."

bnu Abbas ise bu tip kimseler için: "Onlar zalim ve gaddar olup Yüce
Allah'n dümandrlar," demitir.

Hz. Ali öyle demitir: "slam konusunda u iki adam belimi krd. Bi-

risi facir alim, dieri bidatlara bulanm ibadet ehli. Facir alim, kendisini
günah içinde görenleri ilimden soutmakta, bidatlara dalan ibadet ehli de
kendini bu hâlde görenleri bidata tevik etmektedir."

Salih b. Hasan- el-Basrî demitir ki: meayha yetitim, hep-


"Bir çok
si de sünnet bilgisi olan facir/günahkar alimden Allahu Teala'ya snyor-
lard."

Fudayl. b. lyaz öyle demitir: "Alimler iki ksmdr. Biri dünya alimi, di-

eri ahiret alimidir. Dünya alimin ilmi ortadadr. Ahiret aliminin ilmi ise giz-

lidir. Sen ahiret alimini ara bul, dünya ilminden sakn ki seni Allah'n ük-
ründen alkoymasn." Fudayl sonra u ayeti okumutur:
"Ruhban ve Ahbardan çoklar batl/haram yollarla insanlarn mallarn
yemekte ve onlar Allah'n yolundan alkoymaktadrlar,™ "ayette geçen
ahbar, alimler; ruhban ise zahidlerdir," demitir.

Sehl b. Abdullah demitir ki: "lim örenenler üç gruptur. Birisi, üphe-


lere dalmaktan korkarak vera/takva ilmini örenir.O, harama düme kor-

kusuyla birtakm helalleri de terkeder. Bu, muttaki bir zahiddir. Dieri, bir
meseledeki ihtilaflar ve deiik görüleri örenerek zararna olan eyleri
terkeder ve Allahu Teala'nn kendisine helal kld eyleri alarak ruhsat ile

amel eder. Üçüncü grupsa, bir meselenin hükmünü sorar, kendisine: "Bu
caiz deildir denilince, nasl yapaym ki, bu benim için caiz olsun diyerek
baka alimlere gider, meseleyi onlara sorar. Onlar da, o konudaki ihtilaf-

lar ve üpheleri haber verirler. Bu durumda kendilerini ve halk helak


ederler. Onlar kötü alimlerdir."

Bil ki, dünyay seven her ilim sahibi, batl/haram yollardan dünya ma-
l yer. nsanlarn maln haksz yere yiyen herkes, onlar Allah yolundan al-
81
Tövbe 9/34.
LMN FAZLET, KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER

koymaktadr. Bu mutlaka böyledir. Bu saptrma, sözlerinden açkça anla-


lmasa bile, insanlar ahiret yollarndan ve amellerinden engellemesi ve
kendisinden bakasnn meclisinden meneden sözlerinin ifade eklinden,
o kimsenin bozukluunu anlamak mümkündür. Çünkü dünya muhabbeti
ve ar heva, o istese de istemese de onun için bu hükmü verdirmektedir.

Alimlerden birisi demitir ki: "üphesiz Allahu Teala, mütevazi alimi

sever, sert ve hain alimlere de buzeder. Kim Ailah için tevazu gösterir-

se, Allahu Teala buna karlk kendisine hikmet verir."

Rivayet edildiine göre, bnu Abbas öyle demitir: "Allahu Teala,

(helal-haram kark gdalarla beslenip) imanlam alime gazap eder."


Rasûlullah (s.a.v), Yahudi alimlerinden Malik b. Sayfa: "Allah adyla
yemin ederek sana soruyoruz; Allahu Teala'nn, Musa Aleyhisselam'a in-

dirdii haberler içinde (Tevrat'ta): "Allah iman, besili alime gazap eder"

diye bir ifadeye rastladn m?" diye sordu. bnu's-Sayf semiz ve besili biri-

siydi. Bu soru karsnda kzd ve: "Allah hiçbir kuluna böyle birey indir-

medi" dedi. Bunun üzerine onun malubiyet ve mahcubiyetini ifade için:

"De ki: "Öyle se, Musa'nn insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdi-

i Kftab' kim ndirdi?* 2


ayeti nazil oldu. O zaman yanndaki arkadalar:
"Yazk sana! Sen ne diyorsun. Hz. Musa'ya inen Kitab bile bile inkar edi-
yorsun!" dediler. Bunun üzerine o:

"Ayetler beni knayan ve yeren hükümler bildiriyordu, ben de böyle


söyledimröeöl*3

Denilmitir ki: "Allahu Teala ilim verdii her kuluna, ilimle birlikte, hi-

lim, tevazu, güzel ahlak ve rfk da verir. Bu, faydal ilmin alemetidir."

Bir haberde bu manada öyle buyrulmutur:

"Allahu Teala kime zühd, tavazu, güzel ahlak ve yumuak muamele


vermise o, m uttakilerin imamdr.* 4

Hasan- Basrî demitir ki: "Hilim/yumuaklk ilmin veziri, rfk babas,


tevazu elbisesidir."

82
En'am 6/91.
83 evkanî, Fethu'l-Kadîr, II, 141.
84
Bu manada bir hadis için bkz: bnu Mace, Zühd, 1; Ebu Nuaym, Hilye, X, 405; Ebu Ya'la,

Müsned, No: 6803.


54 KÛTU'L-KULÛB

Rivayet edildiine göre Allahu Teala, Hz. Davud'a (a.s) öyle vahyet-
mitir. "Ya Davudi Sakn dünyann sarho ettii alime benden sorma ve
ona yanama. Yoksa seni benim muhabbet yolumdan alkor. Böyleleri ba-
na gelmek isteyen kullarmn yolunu kesen haramilerdir. Ya Davud! Bir
alim, kendi ehvetini benim muhabbetime tercih ettiinde ona vereceim
en küçük ceza, onu münacatmn lezzetinden mahrum brakmamdr.
Ey Davud! Beni arayan birini gördüünde ona yar ve yardmc ol. Kim
korkarak bana gelirse, onu derin alim yaparm. Kimi de derin afim eder-
sem onu ebediyyen azap etmem."85
Rivayet edildiine göre Hz. sa (a.s) öyle demitir: "Kötü alimler,

akan nehir yatann önüne düüp onu tkayan kayaya benzerler. Kaya
suyu içine çekmez ki kendisi istifade etsin, suyun önünden de çekilmez ki

su boalp baa bostana aksn. Dünya alimleri de böyledir. nsanlarn ahi-


ret yolu üzerine oturmulardr. Kendileri o yola girmedikleri gibi, insanlar
da brakmazlar ki Allah'a gitsinler."

Yine Hz. sa demitir ki: "Kötü alimler yemek borusu gibidirler. Onun
d güzel içi kokumutur. Ve yine bu alimler süslü ve yüksekçe ina edil-
mi kabirlere benzerler. Onlarn dlar mamur/güzel, içleri ise ölü kemik-
leriyle doludur."

Bir b. Hâris öyle demitir: "Riyaseti/ba ve idareci olmay talep eden


alim, Allah'n gazabyla karlar. Hiç üphesiz o, Allah'n yerde ve gökte
buzettii bir kimsedir."

Evzâî, Bilal b. Sa'd'm öyle dediini nakletmitir: "Sizden biriniz bir


emniyet görevlisine ve benzeri görevdeki birisine baktnda, onun hâlin-
den Allah Teâlâ'ya snr ve srf dünya için bu ileri yapana kzar. Bunun-
la birlikte bir dünya alimine bakt ve onun halk için yaadn, ar ta-

mah sahibi ve ba olma heveslisi olduu gördüünde ona hiç kzmaz. Hâl-
buki bu alim kzlmaya o görevliden daha layktr."

Ebu Muhammed derdi ki: "Alimlerle istiare etmeden sakn din ve


dünya ilerinden birine kesin karar vermeyin. Onlarla istiare yaparsanz
iinizin akibeti Allah katnda makbul olur, sonuçtan honut olursunuz."
Kendisine: "Gerçek alim kimdir? Ya Eba Muhammed!" diye sorulduunda:
85
Bkz. bnu Abdilberr, Beyani'l-lm, I, 193; Nevevi, Bustanu'l-Ârifin, 105.
LMN FAZLET, KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 55

"Ahireti dünyaya, Allahu Teala'y da nefislerine tercih eden kimselerdir/'


demitir.

Hz. Ömer, bir vasiyyetinde öyle demitir: "lerinde, Allahu Teala'dan

korkanlar ile istiare et."

srailoullaryla ilgili haberlerde öyle anlatlr: "Hikmet ehlinden birisi,

hikmet konusunda 360 tane kitap yazd ve adn "Hikmetler" koydu. Alla-

hu Teala, o zamanki peygamberine öyle vahyetti:

"Falancya söyle: O, yeryüzünü nifakla doldurdu, bunlarla hiç benim


rzam düünmedi. Ben onun nifandan hiç bir ey kabul etmiyorum."

Peygamber, o zata bunu söyleyince, kitab elinden att, duruma çok


üzüldü, bu ii brakt, halka kart, sokaklarda onlarla birlikte yürüdü. sra-

iloullarna yanat, içindeki kibri atp tevazu sahibi oldu. O zaman Allahu
Teala, peygamberine öyle vahyetti: "Ona, ite imdi rzama uyduunu
söyle."

Alimlerden birisi öyle demitir: "lim ehli olanlar iki ksmdr. Birisi

umumi, dieri hususi alim. Umuma ait alim helal ve haram konusunda fet-

va veren kimsedir. Bunlar sultanlarla içli dl olanlardr. Hususi/özel alim

ise; tevhid ve marifet ilmine sahip kimsedir. Bunlar tekkelerde yetiir ve

yerleirler. Onlar says çok az kimselerdir."

Alimler derlerdi ki: "Ahmed b. Hanbel Dicle'ye benzer. Herkes onu ta-

nr. Bir b. Hâris ise, üstü kapal tatl su kuyusuna benzer. Oraya ancak

çok az kimse urar."

Hammâd b. Zeyd demitir ki: "Eyyûb'a: "lim bugün mu çoktur, geç-

mite mi çok idi?" diye sorulunca Hammâd: "Geçmite ilim daha çoktu.

Bugün ise söz daha çoktur," dedi. O, bu sözüyle ilimle kuru kelam birbi-

rinden ayrmtr.

Selef: "Falanc alimdir, falanca mütekellimdir, filanca ise çok laf eden-

dir, filancann ilmi çoktur," derlerdi.

Ebu Süleyman ed-Dârânî derdi ki: "Sükut ile elde edilecek marifet, ko-

numakla elde edilecekten daha fazladr."


56 KÛTU'l-KULÛB

Ariflerden birisi demitir ki: "ilim iki ksmdr: Yars sükut, yars da
onu nere koyacan/kime vereceini bilmendir." Bir bakas unu ekle-

mitir: "Yars ciddiyet, yars nazar, yani tefekkür ve ibret almaktr."

Süfyan es-Sevrî'ye: "Alim kimdir?" diye sorulunca: "lmi yerine koyan


ve her eye hakkn veren kimsedir," demitir.

Hükemadan birisi demitir ki: "lim çoalnca, söz azalr."

brahim Havvas derdi ki: "Sûfînin ilmi arttkça hareketi azalr, tabiatn-

daki serkelikler noksanlar."

Meayhtan birisi demitir ki: "Cüneyd el-Badadî'ye: "Ya Ebe'l-Ka-


sm, bazlarnda lisan/konuma var, kalb/düünce yok," dedim. Cüneyd:
"Böyleleri çoktur," dedi. Ben: "Bazlarnn kalbi var, dili yok!" dedim. Cü-
neyd: "Evet, bazen de böyle olur, fakat bir kimsede kalpsiz yani düünce-
siz dil olursa bu beladr. Kalp/tefekkür ve düünce olur da, dil/söz olmaz-

sa bu bir nimettir," dedi. Ben: "Hem (hakk konuan) bir dil, hem de (tefek-

kürle düünen) bir kalp olunca nasl olur? deyince: "Bu, bal gibi en iyisi-

dir," dedi.

Malik b. Muavvel yoluyla gelen maktû bir hadiste, Malik unlar nak-
letmitir: Allahu Rasulü'ne (s.a.v):

-Ya Rasulallah! Hangi amel daha faziletlidir? diye soruldu. Efendimiz

(s.a.v) :

-Haramlardan saknmak ve aznn devaml zikirle megul olmasdr,


buyurdu.

-Hangi arkada daha zararldr? diye sorulunca, Allah Rasulü (s.a.v):

-Sen sustuun (ve unuttuun) da sana hakkn zikrini hatrlatmayan,


hatrladn zaman da yardm etmeyen arkada, kötü bir arkadatr, bu-
yurdu. Yine:

-nsanlarn en alimi kimdir? diye sorulunca:

-Allahu Teala'dan en fazla korkan kimsedir, buyurdu. Ashab:

-Bize en hayrlmz haber veriniz de onlarla oturup kalkalm" dedikle-


rinde, Rasûlullah (s.a.v):
"

LMN FAZLET, KISIMLARI v ALMLERN DERECELER 57

M
Onlar görüldüklerinde Allahu Teala hatrlanan kimselerdir, buyurdu.
Ashab :

-Ya Rasulallah! nsanlarn en kötüsü kimlerdir? dediklerinde, Efendi-


miz (s.a.v) :

-Allahm onlar affet! buyurdu.

-Onlar bize bildiriniz ey Allah'n Rasûlü!" dediklerinde, Rasûlullah


(s.a.v):

Onlar bozulduklarnda kötü bir hâle düen alimlerdir, buyurdu. 98

mran b. Husayn'n rivayetine göre, Hz. Ali kendi görü ve hevasyla


konuan dünya alimlerini öyle vasfetmitir:
"Hakk söylemek boynuma borçtur. Ben de bu konuda kefilim.

nsanlarn en cahili derecesini (ne olduunu) bilmeyendir. nsana ca-


hillik olarak ne olduunu bilmemek kafidir.

Hz. Ali, Kümeyi b. Ziyâd'n rivayet ettii bir sözünde, insanlar üç ks-
ma ayrm ve bir ksmn "alim-i Rabbani" Allah' bilenler diye tarif ederek
ahiret alimlerini tantmtr. Nitekim Allahu Teala da :

'örendiiniz Kitab ve okuduunuz eyler gereince Rabb'a hâlis kul-

lar olunl* 7 ayetinde Kitabn bilen ve onu müteala eden "Rabbanî" (Rab-
bini tanyan, Rabbine teslim olmu) sfatyla isimlendirmitir. Bu, ilim ve
amelin bir arada bulunmasyla oluur. Ayn ekilde bilen, amel eden ve in-

sanlara hayr öretene de Rabbanî alim denir. Bu kimse, semavat alemin-


de büyük, ulu kii diye anlr.

Allahu Teala: "Rabbanilerin ve ahbarn (alimlerin) onlar günah söz-


den menetmeleri gerekmez miydi?™ ayetinde, Rabbanileri, dier alimler-

den önce zikretmitir. Onlar Kitaplar bilen yüksek alimlerdir. Mücahid'den


rivayet edildiine göre, o da: "Rabbanîler, ahbârdan bir derece yüksektir,"
demitir.

86 Hadisin bir ksm için bkz: Ebu Nuaym, Hilye, !, 6; Münavî, Feyzu'l-Kadîr, No: 2801. Benzer
bir hadis için bkz: Darimi, Mukaddime, 34.
87
Al-i mran 3/79.
88 Mâide5/63.
58 KÛTUL-KULÛB

Bir bakas ise: "Ahbar, ruhbandan daha üstedir," demitir. Bununla,


kalp alimlerinin dil alimlerinden daha yüksek, kitaplar bilen alimlerin de di-
er kullardan bir derece daha üstün olduunu ifade etmitir. Allahu Teala:

"Nice peygamberler var ki, beraberinde birçok Rabbani alim bulundu-


u halde savat,™ ayetinde de, Rabbanileri peygamberlerle beraber zik-

retmi; ilâhîyardm ve sabrda onunla birlikte olduklarn, ayetin devamn-


da ise, hepsinin ilâhî hükme, karlatklar skntya sabr ve sebat göste-
rerek dini kuvvetlerini ortaya koyduklarn belirtmitir. Ribbiyyûn ve Rab-
baniyyûn ayn manadadr.

Hadis-i erifte, Rasûlullah (s.a.v) öyle buyurmutur:


"Kyamet gûnû önce peygamberler, sonra alimler, daha sonra da e-
hitler efaat ederler.
Görüldüü gibi, hadiste, alimler ehitlerden önce zikredilmitir. Çünkü
alim, ümmetin imamdr, ümmet ona tabi olduu için sevaplarnn bir mis-
li de uyduu alime yazlr. ehidin ameli ise, kendisinde kalmaktadr.

Baka bir hadiste öyle buyrulmutur:

rin mürekkebi ar basar. "S1

ehidin en yüksek hâli ve erefi kandr. Alimin ise en düük vasfta-


ki mal mürekkebidir. Böyle olmakla birlikte, ehidin kan ile alimin mürek-
kebi teraziye konunca, alim yüksek hâl ve makam ile ehitten daha fazla
ar basar.
Hz. Ali derdi ki: "Gerçek alim, geceyi ibadetle, gündüzü oruçla geçiren
ve devaml Allah yolunda cihad edenden daha faziletlidir. Bir alim vefat et-
tii zaman slam'da bir gedik açlr, onu ancak vefat eden alimin yerine ge-
çebilecek birisi kapatabilir."

Bu manada öyle bir hadis de rivayet edilmitir:

"Bir alim vefat edince, slam'da bir gedik açlr. Gün ve gece devam
ettii müddetçe (kyamete kadar) onu hiçbir ey kapatmaz. Alimin ölümü,

89 Al-i mran 3/146.


90
bn Mace, Zühd, 37.
91
ibnu Abdilber, Beyani'l-lm, I, 31 ;
Münavî, Feyzu'l-Kadîr, No: 10026.
LMN FAZLET, KISIMLARI v ALMLERN DERECELER

bir yldzn yok olmas gibidir. Bir kabilenin ölümü, bir alimin vefatndan
(din adna) daha kolay kabul edilir. *2
Hz. Ali yukarda geçen sözünde, insanlar üç gruba ayrm, biri Rab-
banî alimdir, dedikten sonra, ikinci olarak kurtulu yolunda ilim örenen ta-
labeyi zikretmitir. Bu talebeden maksat ilim peine düüp, dünyada ce-
hâletten, ahirette azaptan kurtulmak için, Allahu Teala'y bilen alimlerden
ihlas ve edep üzere ilim örenen müriddir."

Hz. Ali üçüncü olarak, hafif merep, kt akll, cehâletinden dolay ken-
dini helake atan, tamah, gazap, ucub ve kibir sahibi basit kimseleri say-
m, sonra alayarak: "te bu ekilde, ehlinin ölmesiyle ilim de ölür/yok
olur gider," demitir. Peinden derin bir nefes alarak, Rabbanî alimlerin

hâl ve sfatlarn anlatm, sözünün sonunda da: "Ah! nerede onlar bulsak
da istifade etsek, görsek de ilim versek" demitir. O, görmeyi arzulad
alimlerle, gerçek ilim sahibi Rabbanî alimleri kasdetmitir. Biz Hz. Ali'nin
bu uzunca sözünü bundan önceki bölümde tamamen zikretmitik. Hz.
Ali'nin özledii bu kimseler Hz. Rasûlullah'n (s.a.v), ondan önce görmek
istedii ve özlemini belirttii kimselerdir. Ashabyla yapt bir sohbetinde:

-Ah kardelerim! Szleri görmeyi ne kadar isterdim," buyurmu, Ashab:

-Sizin kardeleriniz bizler deil miyiz? diye sorduklarnda, Efendimiz


(s.a.v):

-bizler Donm asnaDimsmz. oansetogm Karoeenm ise, szoon son-


ra gelecek kimselerdir,** buyurup onlarn sfatlarn anlatmtr.

Onlarn, Rasûlullah'n (s.a.v) kardeleri olmas, kalplerinin peygam-


berlerin kalbi gibi hidayet yolu üzerinde olmas ve ahlaklarnn da imanî
vasflarla muttasf bulunmasndandr. Onlar bu ümmetin içinde ebdal diye
tannan velilerdir. Onlarn yüceliini anlatan pek çok hadisi erif gelmitir*

Onlar, sddklar, ehitler ve salihler olarak üç tabakadrlar. Onlarn bir

ksmnn kalbi (ahlak ve hâli) Hz. brahim Aleyhisselam'n kalbi üzerinde-


dir. Bazlarnn kalbi Hz. Musa, bir ksmnn Hz. sa ve bir ksmnn kalbi

92
bnu Abdilber, Beyani'l-lm, I, 37; Beyhaki, uabu'l-man, No: 1719; Deylemi, Firdevsü'l-Ah-
bar, No: 6771; Heysemi, ez-Zevaid, I, 201; Elbani, Daife, No: 4838.
93
Nesaî, Taharet, 1 09; ibnu Mace, Zuhd, 36; Muvatta, Taharet, 28; Ahmed b. Hanbel, Müsrted,
II, 300.
.

60 KÛTU'L-KULÛB

de Hz. Muhammed Habibullah'n kalbi üzeredir. Bazlarnn kalbi Cibril-i

Emîn'in, bazlarnn Mikail ve dier bazlarnn kalbi de, srafil'in (a.s) kal-

bi üzerindedir. 94

Kardelik, iki kimse arasndaki cins beraberlii, fiil ve ahlaklardaki ya-


knlk sebebiyle oluur. Nitekim Allahu Teala ayeti kerimede: "Münafklar
görmedin mi, kafir kardelerine dediklerini..."3 * buyurmutur.

Münafklarla kafirlerin küfürde ve ekte kalplerinin ayn olmasndan


dolay, Allahu Teala. onlar karde olarak tantmtr.
u ayeti kerimede de, bahsettiimiz duruma bir iaret vardr:

leri olmulardr.**

Bu kimselerin aslnda yaratl yönünden eytanlarla bir benzerlikleri

yoktur. Anne ve baba yönünden de bir ortaklklar bulunmamaktadr. Çün-


kü eytanlar blis'in evlatlar, israf edenlerse Hz. Adem'in çocuklardr. Fa-
kat his, ahlak ve fiiler konusunda kalpleri birbirine benzemektedir. Bu ben-
zerlikten dolay karde kabul edilmilerdir.

Buna göre, kim ahiret alimlerinden olur, akl kalbinin nuruyla aydnla-

nr, fehmi, ilim ve müahedesiyle elde ettiklerinden haber verir, ahlak ya-
*

kîn bir imana dayanr, yol ve gidiat Rasûlullah'n (s.a.v) sünneti ve yolu
üzere olursa, o kimse Rasûlullah'n ve dier peygamberlerin kardei olur.

Bu kimseler, Hz. Peygamberin kendilerini özledii ve dünyada görmek is-

tedii kimselerdir. Onlar halk içinde garib olan kimselerdir. Allahu Rasulü
(s.a.v) onlar öyle anlatmtr:

"slam garib olarak balad, yine garib olarak (sahibine) dönecektir.


(Onu yaamak çin gayret eden) gariblere müjdeler olsun." Kendisine:

-Garibler kimlerdir? diye sorulunca, Allah Rasulü (s.a.v):

zaman slah eden (ve haktan ayrlmayan) kim-


selerdir." Dier bir ifadesinde:

94
Ebu Nuaym, Hilye. I, 9.
95
Har 59/1 1

96
srâ 17/27.
LMN FAZLET, KI9IMLAR1 ve ALMLERN DERECELER

"nsanlarn bozduklar sünnetimi slah, kaybettikleri edeb ve emirleri-

mi hya eden kimselerdir,* 7 buyurmutur: Yani insanlarn terkettikleri ve


cahil kaldklar sünnet yolunu ortaya çkarr, yaayarak halka öretirler.

Baka bir haberde: "Onlar benim sünnetime ve sizin bugün üzerinde


bulunduunuz hâle smsk sarlan kimselerdir," buyurulmu, dier bir ha-
diste ise:

"Garibler, kötü insanlar arasnda kalm saylar iyice azalm sailh

kimselerdir. Onlara buzedenler sevenlerden daha fazladr* 6 buyrulmu-


-
tur.

Bu garibler, Allahu Teala'nn âlay- illiyîninde peygamberleriyle bera-


ber ederek, kendilerine özel ikram ve ihsanda bulunduu kimselerdir. On-
lar ayet-i kerimede öyle anlatlmtr.

"Allah'a ve Rasûlüne itaat edenler, Allah'n kendilerine nimetler verdi-

i Peygamberler, sddklar, ehitler ve salihlerle beraberdirler. Onlar ne


güzel arkadatr. m

Süfyân es-Sevrî derdi ki: "Dünya arkadalar çok olan bir alim gördü-
ünde bil ki o bozuk birisidir."

Süfyan yine demitir ki: "Bir kimseyi, arkadalar arasnda sevilen, ya-

knlar içinde övülen birisi olarak görürsen bil ki, o kimse, gösteriçidir.
(Çünkü devaml Allah için amel ve nasihat edenler halk tarafndan pek se-
vilmezler)."

Allahu Teala, kötü alimleri ilimle dünya mal yiyen kimseler olarak ta-
ntm, ahiret alimlerini ise, huû ve zühd sahibi olarak vasfetmitir. Dün-
ya alimleri için bir ayetinde öyle buyurmutur:
"Vaktiyle Allah, kendilerine kitap verilen (alimler) den: "Onu mutlaka
insanlara açklayacak, hiçbir eyini gizlemiyeceksiniz" diye söz almt.
Onlar ise onu arkalarna atp terkettller ve az bir semen (dünya menfaat-
na) onu sattlar. Bu ne kötü bir al-veritir.* 00

97 Müslim, man, 232, Tirmizî, man, 13; bn Mace, Fiten, 15; Darimî, Rikak, 42, Ahmed b. Han-
bel, Müsned, I, 398, IV. 73.
98 Aclunî, Kefu'l-Hafa, II, 101.
99 Nisa 4/69.
,0 °
Al-i mran 3/187.
62 KÛTU'l-KULÛB

Allahu Teala, ahiret alimlerini de öyle anlatmtr:

"Ehil Kitaptan bazlar da, Allah'a kar huu çinde, Allah'a man eder-
ler, size ndirilene de man ederler. Allah'n ayetlerini az bir dünya menfe-
atna satmazlar. Onlara Rableri katnda mûkafaatlar vardr.™

bnu Abbas yoluyla gelen bir hadis-i erifte Rasûlullah (s.a.v) öyle
buyurmutur:

*Bu ümmetin alimleri ki snfttr. Bilisine Allah ilim vermitir. O da bu


karlk bir yiyecek dünya meta almaz, onu az
lmi nsanlara yayar, ona
bir para karlnda satmaz. Bu kimseye, semadaki kular, sudaki balk-

lar, yeryüzündeki hayvanlar dua ve istifar ederler. Kiramen Kâtibîn me-


leklerikyamet gOnO o kimseyi Allahu Teala'nn huzuruna aziz ve erefli
bir kimse olarak getirir. Sonunda Paygamberierin meclisine katlp onlara

arkada olur.
Dier kimse ise, Allahu Teala kendisine dünyada ilim verir. O da bu
ilimle Allahu Teala'nn kullarn saptr. lmine karlk dünya mal alr, onu
az bir para karlnda satar. Bu kimse kyamet gönünde azna ateten
bir gem vurulmu olarak getirilir. Bir mûnadl halkn önünde: 'Bu, falan o-

lu filandr. Allahu Teala kendisine ilim vermi, o da bu ilimle Allah'n kulla-

rn saptm, ilmine karlk yiyecek (dünya meta) alm ve onu az bir pa-
ra karlna satmtr* diye Bu kimse insanlarn hesab sona
seslenir.

erene kadar azap görür. Sonra asl cezasn çeker.™

kimse hakknda bundan daha ar ve iddet-


li cezay içeren bir haberi Osman b. Ebî Süleyman öyle anlatmtr:

"Hz. Musa'ya (a.s) hizmet eden bir adam vard. Bu adam "Musa Safi-

yullah bana öyle haber verdi" "Musa unu söyledi" "Musa Kelimullah öy-
le bildirdi" diye halk arasnda konumaya balad. Bu sayede halkn ken-
disine teveccühü ile zengin oldu, mal çoald. Bir ara Musa Aleyhisselam
adam kaybetti, nerede olduunu aratrd, izine rastlayamad. Bir gün hu-
zuruna bir adam geldi. Yannda omuzunda siyah ip takl bir domuz vard.
Musa (a.s) adama: "Falancay tanyor musun?" diye kaybettii ahs sor-

du. Adam da: "Evet o, ite u domuzdur," dedi. Bunun üzerine Musa (a.s):

"Ya Rabbi, senden u adam ilk hâline döndürmeni istiyorum. Ta ki, ken-

™ Al-i mran 3/199.


102
Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, 1, 124; Münzirî, et-Tergîb, I, 100.
LMN FAZLET. KISIMLARI vt ALMLERN DERECELER

diine bana niçin bu belann geldiini soraym," diye dua etti. O zaman
Allahu Teala, kendisine öyle vahyetti: "Ya Musa! Adem'in ve dier pey-
gamberlerin kulland söz ve nazlar ile bana dua etsen dahi (bu konuda)
duana icabet etmem. Fakat onu niçin bu hâle getirdiimi sana haber veri-

yim: O dini alet edip dünya topluyordu, onun için bana bu geldi."

Rivayet edildiine göre, Hasan- Basrî, bir gün meclisinden dönmü,


sohbeti bitirmi oturuyordu. Horasanl bir zat yanna girmek için izin iste-
di. Hasan- Basrî'nin
çeri girince, önüne çinden bebin dirhem bulunan
bir kese koydu. Çantasnda da içinde Horosan ilemeli on elbise bulunan

bir paket çkartt. Hasan- Basrî:

-Bu nedir? diye sordu. Adam:

-Ya Eba Saîd! Bu nafaka, u da giyecek, dedi. Bunun üzerine Ha-


san- Basrî:

-Allah sana afiyet versin. Nafakan ve giyeceini kendine sakla. Bizim

buna ihtiyacmz yoktur. unu bilin ki, kim bizim u meclisimizde oturur da
insanlardan bu tür eyleri kabul ederse, kyamet, günü, elinde avucunda
hiçbir hayr olmadan Allah'n huzuruna çkar, dedi.

Bir haberde öyle buyrulmutur:

övgü ve ad yaylr. (O kadar mehur olur) Fakat Allah katnda bir sinein
kanad kadar kymeti yoktur. * 03
lmiyle dünyalk peine düen, dini kullanarak dünya mal yiyen, dün-

ya ehli dost ve arkadalar edinen, dünya ehline muhabbet ve ikram eden,


tatl söz ve güler yüzle onlara yönelen, dünya alimleri, her zaman, her de-
virde mevcut olmutur. Onlar,, kendilerine has sfat, söz ve görüntüleriyle
tannrlar.

Kötü alimlerin hâl ve ateteki durumlar hakknda çok iddetli hüküm-


ler bildiren bir hadis rivayet edilmitir. O hâl ve derecelerden Allah'a s-
nrm. Muaz b. Cebel'in: Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki diyerek haber ver-
dii, benimse Muaz b. Cebel'den kendisine aid olduu kanaatini tadm
bir haberde öyle buyrulmutur:
103 Aclunî, Kefu'l-Hafa, I, 256 (h. no: 673). Bu manada dier bir hadis için bkz: Buhari, Tefsiru
Sure (18), 6; Müslim, Münafkn, 18; Suyuti, ed-Dürrü'l-Mensur, V, 466-67.
64 KÛTU'L-KULÛB

"Bir alimle konumak, dinlemekten daha sevimli ise, bu onun için bir
fitnedir. Hâlbuki, konumakta, süsleme, ekleme ve sahibinin hatadan

emin olamayaca eyler, sükutta ise, selamet ve ilim vardr. Baz alimler,

ilmi toplar onun bakasnda olmasn sevmez. Bu kimse atein (cehenne-


min) ilk tabakasndadr. Bazlar, sahip olduklar ilimde kendini bir hüküm-
dar gibi görür. lminden bir ey reddedilse veya herhangi bir hakk hafife

alnsa kzar. Bu da atein ikinci tabakasndadr. Baz alimler, sözünü ilmi-

nin inceliklerini eref ve zenginlik sahibi insanlara layk görür, ona ihtiyac
olan (fakir halka) ilmini ehil görmez. Bu kimse de atein üçüncü tabaka-
snda azap görecektir. Alimlerden bazlar da kendi bana fetva için orta-

ya çkar ve hatal vermeye balar. Hâlbuki Allahu Teala güçlük ç-


fetvalar

karanlara, halk gereksiz yük altna sokanlara buzeder. Bu kimse, atein

dördüncü tabakasnda azap görecektir. Baz alimler, güya ilmini artrmak


ve yaymak için Yahudi ve Hristiyanlarn (batl) sözleriyle konuur. Bu kim-
se, atein beinci tabakasnda azap görecektir. Bazlar da ilmi, insanlar

arasnda an eref ve üstünlük elde etmek için örenir. Bu kimse atein


altnc tamakasnda azap görecektir. Baz alimler de ucub ve kibir içinde
hareket ederler. Vaaz etse kzarak konuur, kendisine vaaz edilse bee-
nip tenezzül etmez. Bu kimse de, atein yedinci tabakasnda azap göre-
cektir. Sana sükuta sarlman gerekir. Ancak bu sayede eytana galip ge-

lebilirsin. Hoa gidecek bir ey olmadan gülmekten, herhangi bir ihtiyaç

yokken babo gezmekten sa/c/n." 104

Bu haberde kötü alimlar anlatld. Cabir b. Abdullah yoluyla gelen ba-


ka bir hadiste de, ahiret alimlerinin sfat ve halleri anlatlmtr. Benim Ca-
bir b. Abdullah'n kendisine ait olduunu kabul ettiim bu haberde öyle
buyrulmutur:

"Her alimin meclisinde oturmaynz, ancak, sizi u be eyden çekip


davet eden alimin meclisinde oturunuz. Bunlar:

1 - ek ve üpheden, yakîne
2 - Riyadan, ihlasa,
3 - Dünyaya rabetten, zühde
4 - Kibirden, tevazuya
5-

'°4
Aclunî, Kefu'l-Hafa, No: 2549.
LMN FAZLET, KISIMLARI vt ALMLERN DERECELER

Yakîn ilminin, takvann, marifetullahn ve hidayetin, yukarda zikredi-

len ilimlerden olduunu ve selef yannda ilim deyince bunlarn anlald-


n gösteren delillerden birisi de udur:

Sahabe-i kiram ve tabiûn, kendilerinde bunlarn bulunmayndan son


derce korkuyorlar ve onlar kaybetmekten titriyorlard. Bu ilimlerin ahir za-

manda çok azalacan ve ortadan kalkacan haber veriyorlard. Onlar

ilimle; takvann, marifetullahn ve yakînin neticesi olan kalbi ilimleri ve rû-

hî müahedeleri kasdediyoriard. Müttakiler yava yava kaybolup, Al-


lah'tan hakkyla korkanlar azalnca ve zahidler kalmaynca, bu ilimler de
çekip gitti. Çünkü bu ilimler onlarla ayakta durmakta ve ancak onlarn ya-
nnda bulunmaktadr. Onlar bu ilimlerin ehli ve onlardan bahsedebilecek
kimselerdir. Bu ilimler onlarn hâli ve yoluydu. Onlar da bu yolda seyr u sü-
lük ederek, bahsettiimiz ilimleri ayakta tutup ihya etmilerdir. Sahabe ve
Tabiûn bu ilimlerin izzet ve erefini bildikleri için, onu kaybettiklerinde a-
lyorlard.

Allahu Teala alimleri, dünyaya kar zühd sahibi, onu gözlerinde kü-
çük gören, ameli salih ileyip kamil imana sahip olan kimseler olarak ta-

ntm, dünya ehlini de, ona dükün olup gözlerinde çok büyüten tipler ola-
rak vasfetmitir. Ayet-i kerimede bu iki grup öyle anlatlmtr:

"(Karun) süs (ve debdebe) içinde kavminin karsna çkt. Dünya ha-
yatn isteyenler "Keke Karun'a verilen (u dünyann) bir benzeri de bize
verilseydi, dorusu o çok ansl (ve zengin) birisi, dediler.

Kendilerine ilim verilmi olanlar ise, Onlara öyle dediler: "Yazklar ol-
sun size! man edip iyi iler yapanlar için Allah katndaki sevap daha ha-
yrldr. Ona da ancak sabredenler kavuur."* 05
Yani, bu hikmet ve rahmete ancak, Karun'un sahip olduu ve süsle-

nip sükse yapt u dünya malna kar sabredenler kavuur, denmek is-

tenmitir.

Cündüb b. Abdullah'n (r.a) öyle dedii rivayet edilmitir: Bizler Ra-


sûlullah'n (s.a.v) yannda bulunan dinamik bir gençler topluluu idik. Bize

105
Kasas 28/ 79- 80.
66 KÛTU'L-KULÛB

Kur'an'dan önce iman öretti, sonra da Kur'an' öretti. Kur'an örendik-


çe imanmz artard." 106

ibnu Mesud (r.a) demitir ki: "Kur'an, kendisiyle amel edilmesi için in-

dirilmitir. Siz ise, onu okuyup örenmeyi bir amel kabul edip (bu kadar
ile yetindiniz. leride öyle bir topluluk gelecek ki; onu mûsiki besteleri gibi

güzel güzel okuyacaklar. Fakat onlar sizin en hayrllarnz deildir."

Baka bir sözünde de: "Onu düzgünce okurlar, onunla dünya mal
toplarlar fakat ahiretlerinde kendilerine faydal olacak ekilde olacak ekil-
de deerlendirmezler" denmitir.

bn Ömer ve bakalarndan u söz nakledilmitir: "Biz (Rasûlullah


(s.a.v) ile birlikte) bir müddet beraber yaadk. Bizden birisine önce iman,
sonra Kur'an öretilirdi. Kur'an'dan bir sure (veya bir grub ayet) nazil ol-

duu zaman, herkes onun helalini, haramn, üzerinde durulmas gereken


yerleri iyice örenip amel ederdi. Siz de bugün Kur'an' öreniyorsunuz.
Fakat ben çoklarn görüyorum ki kendisine salam bir imandan önce
Kur'an öretilir, o da Fatiha'dan balayp sonuna kadar (bütün Kur'an )
okuyor, fakat ne emreden ayetleri, ne sakndran ayetleri ne de üzerinde
durulmas gereken yerleri biliyor. Ancak yelpaze gibi sallana sallana oku-
yup geçiyor."

Baka bir haberde de bu manada öyle denmitir: "Biz, Rasûlullah'la

(s.a.v) beraberdik. Bize önce iman, sonra Kur'an öretilirdi. Sizden sonra
bir kavim gelecek ki, onlara sahih, bir imandan önce Kur'an öretilecek.
Harflerinin hakkn verecek, (güzel okuyacaklar) fakat hüküm (ve edebini)
zayi edecekler. Birde: "Kur'an' biz okuruz, bizden daha güzel kim okuya-
bilir? Onu biz biliriz, bizden daha iyi kim bilebilir?'' diyecekler. Onlarn
Kur'an'dan nasipleri ite budur." Dier bir ifadede: "Onlar bu ümmetin en
erlileridir, " denmitir. 107

Sonraki alimlerin yani halefin önceki alimlerden yani seleften ald ri-

vayet yoluyla gelen ilme ve kitaplarda yazlan haberlere gelince, bunlar,


slam'n ahkam, fetva ve kaza ile ilgili ilimleridir. Bunlar örenme yolu iit-
mek, anahtar istidlal (delillerden hüküm çkarmak), hazinesi de akldr.

106
Bu konudaki bir rivayet için bkz: bnu Mace, Mukaddime, 9. Elbani, Sahihu bnu Mace. I, 38
107
Az önce Cündüp b. Abdullah'n rivayetinde ilk ksm geçti.
LMN FAZLET, KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 87

Onlar, kitaplarda ve sahifelerde yazlmtr. Küçükler tedrisat ile büyükler-

den alr, örenirler. Bu ilimler slam durduu müddetçe kyamete kadar


yeryüzünde bakîdir, müslümanlarn bulunduu yer ve sürede mevcut ola-

caklardr. Çünkü bunlar, Allahu Teala'nn, kullar üzerindeki delili ve mü-

kellefiyet sebebidir. Onlarn korunmasn ve yaylmasn Allahu Teala ga-


ranti altna ve kefaletine alm ve öyle buyurmutur:
"Mürikler holanmasalar da hak dini bütün dinler özerine ûstûn kl-
mak için, Resulünü hidayet ve hak ile gönderdi:' 06
Zâhir ilmin, kullar üzerinde hüccet oluuyla ilgili olarak Rasûlullah

(s.a.v) da bir hadislerinde:

"Dier bir ilim de zâhir ilimdir ki bu, dille (tedrisat ile) örenmeye da-
yaldr. Bu, Allahu Teala'nn, halk özerinde (mükellefiyeti ortaya koyan ve
onlar mesul tutan) hüccetidir,'109 buyurmutur.

Bir hadislerinde de Ashab- Kiram'a:

"(Kufan ve hadislerimi) benden siz iitiyorsunuz sizden bakalar, on-


110
lardan da daha sonrakiler iitip alacaklardr," buyurmutur.

Rasûlullah (s.a.v), kitaplara intikal eden ve herkesin bilmesi gereken


ilmi, dinin zahiri ilmi olarak bütün ümmete zaruri klm, cehaletinin ve hiç

bulunmaynn kiiyi irke götüreceini belirtmitir.

Nitekim Allahu Teala da, mürikler istemeseler bile slam'n devamn


garantisi altna/ilahi himayesine almtr.

Rasûlullah (s.a.v) bir hadislerinde öyle buyurmutur:

"Benden iittii bir hadisi duyduu ekilde tebli eden kimseye Allah

rahmet etsin. Nice kimseler vardr ki, kendisi fakih olmad hâlde fkha

kaynak ve malzeme olacak ilim tar. Nice fkh (için malzeme) tayan
kimse vardr ki, onu kendisinden daha fakih (anlayl) kimseye tar (teb-
li eder).*"

«* Tevbe9/33.
109
Darimi, Mukaddime, 34; Beyhaki, uabu'l-man, No: 1825; Münzirî, et-Terib, 1, 103.
1,0
Ebu Davud, lim, 10.
,n Ebu Davud, lim, 10; Tirmizî, lim, 7; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 437.
68 KÛTU'L-KULÛB

Rasûlullah (s.a.v) haber verdi ki, bazen fkh tayan bir kimse, ilmiy-
le amel etmedii zaman kalbiyle fakih olmaz. Bazen de fkh tebli ettii

kimse, onu iyice anlayp, gereince amel ederek, ondan daha anlayl
olabilir. Nitekim dier bir hadiste:

"Kendisine tebli yaplan nice kimseler, o haberi ilk iiten ve tebli ya-
pandan daha anlayl ve kavrayl olurlar,™ buyrulmutur.
Kendisine tebli yaplan kimse, onu güzelce anlayp, üzerinde tefek-
Peygamber (s.a.v) bu
kür ve tezekkür ederek onunla amel ettii için Hz.
kimseyi övmütür. Böyle olmasayd Efendimiz (s.a.v) onun bu hâlinden
övgüyle bahsetmezdi.

Allahu Teala öyle buyurmutur:


"Onu sizin çin bir öüt (ibret vesilesi) yapalm ve belleyici (anlayl)
kulaklar onu bellesin diye. ™
duyduunu muhafaza eden kalp, kulaklar ve
Ayette aldn anlayan
hafza kasdedilmitir. Dier bir ayeti kerimede ise:

"Hiç üphesiz bunda, (diri ve anlayl) bir kalbi olan ve (hereyl le ha-
zr olarak) kulak veren kimse için bir öüt Çbret) vardr, 0114 buyrulmutur.
Yani, söz sahibini can kula ile dinledi, dinlediini kalbi ile müahede et-

ti, demektir.

"Anlayl kulaklar bellesin (anlasn)" ayetinin tefsirinde öyle denmi-


tir: "O kulak sahipleri, Allahu Teala'nn emrini ve nehyini iitip anlayan ve
gereince amel eden kimselerdir. Nitekim Allahu Teala, müminlerin vasf-

larn sayarken onlarn bütün hallerini ifade eden u sfat zikretmitir:


"Allah'n (koyduu helal-haram) hudutlarn koruyanlar.™
Hz. Ali demitir ki: "Bir yerde zaman hemen ona talib
ilim iittiiniz

olup ilim kabnz doldurun. lme oyun elence gibi basit eyleri kartrma-
yn; yoksa kalplerinizde ilme hürmet ve haya kalmaz."

Seleften de öyle demitir: "Kim sebepsiz ve dengesizce


birisi güler-

se, ilimden bir parçay da


atm (zayi etmi) olur."
1,2
Buharî, lim. 9; Tirmizî, lim, 7; bn Mace, Mukaddime, 18; Darimî, Mukaddime, 24.
,13
Hakka 69/12.
Kaf 50/37.
" 5 Tevbe 9/112.
LMN FAZLET, KI8IMLARI v ALMLERN DERECELER 69

Hâlil b. Ahmed demitir ki: "Kitaplarda bulunan ilim ilim deildir, ilim

ancak göüste (kalp ve hafzada) bulunandr."

Bir alim, talabesine kar u üç eyi kendinde bulundurursa, bütün ni-

metler ona verilmitir demektir:

1- Sabr,
2- Tevazu,
3- Güzel ahlak.

Bir talebe de hocasna kar u üç eyi bir arada bulundurursa, bütün


nimetler kendisine verilmi demektir:

1- Akl,

2- Edep,

3- Güzel anlay.

En dorusunu Allah bilir.

Allahu Teala'y bilen marifetullah sahibi bir alime, ahiret alimlerinin

alameti olan u be ey gereklidir:

1 - Hayet,
2- Huu,
3- Tevazu,

4- Güzel ahlak,
5- Zühd.

Allahu Teala buyurmutur ki:

"Allah'tan kullar çinde ancak, hakiki manada alim olanlar korkar.™

Dier bir ayeti kerimede de öyle buyrulmutur:

"Allah için huu sahibi olarak, O'nun ayetlerini az bir dünya meta kar-
lnda satmazlar."" 7

Arif-i billah olana tevazu ve güzel ahlak da gereklidir. Bu konuda Al-

lahu Teala öyle buyurmutur:

»• Fatr 35/28.
117
Al-i Imrân 3/199.
70 KÛTU'L-KULÛB

"Müminler çin tavazu (efkat) kanadn ndir. Da U: üphesiz ben


apaçk bir korkutucuyum.™
»

"Sen, Allah'tan gelen bir rahmet (ve merhamet) sayesinde onlara yu-
muak davrand n. Eer, kaba, (sert) ve kat yürekli olsaydn, muhakkak
onlar etrafndan dalp giderlerdi. Artk onlar bala (kendilerine müsa-
mahal davran) ve onlara Allahu'tan mafiret dile. lerde onlarla istiare
119
öf," buyrulmutur.

Ahiret alimine zühd de gereklidir. Allahu Teala alimlerin zühdüne u


ayeti kerimede iaret buyurumutur:

"Kendilerine (ahiret ahvaline ait) ilim verilenler (Karun'un zenginliine

imrenenlere): "Yazklar olsun size! man edip saiih amel ileyenler için Al-
lah'n sevab daha hayrldr. Ona da ancak sabredenler kavuur," dedi-
ler.™

Kimde bu saydmz hasletler bulunursa o, Aziz ve Celil olan Allah'


bilen, marifet sahibi bir alimdir.

Bil ki alim, din konusunda bir mükilat olduu zaman ortaya çkar. Ari-

fe ise, insann kararsz kald üpheli eyler annda ihtiyaç duyulur. Ab-
dullah b. Mesud öyle demitir:

"Aranzda, tereddüde dütüünüz ve içinden çkamadnz eyleri


hâlledecek, dorusunu söyleyip sknty giderecek kimseler bulunduu
müddetçe hayr üzere kalrsnz. Allah'a yemin olsun ki, böyle bir kimseyi
bulamayacanz vakitler çok yakndr."

Nitekim Rasûlullah (s.a.v), bnu Mesud'a: "nsanlarn en alimi kimdir?"


diye sorduunda, bnu Mesud: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" deyince,
Efendimiz (s.a.v):

"üpheli iler ortaya çkp, mükilat vaki olduunda, hakk en iyi bilen-
ler, en alim olanlardr,™ buyurmutur.

1.8
Hcr 15/88.
1.9
Al-imran 3/159.
120
Kasas 28/80.
,21
Hakim, Müstedrek, II, 480; Tayalisî, Müsned, No: 376; Hatib, el-Fakîh vel-Mütefekkh, No:
746; bnu Abdilber, Beyani'l-lm, II, 43; Tabarani, el-Kebir, No: 10357; bnu Eb» Hatim, Tef-
siru l-Kur'anil-Azim, X, 3340 (Riyad, 1997); Suyuti, ed-Dürrül-Mensûr, VIII, 62-64; Heysemi,
Mecmau'z-Zevaid, VII, 260-261
LMN FAZLET, KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 71

nsanlar ihtilafa dütüklerinde, hak olan tesbit eden de böyledir, ame-


li noksan, kusurlu olsa da.

mran b. Husayn'n rivayet ettii bir hadiste de öyle buyrulmutur:

'üphesiz Allah TeaJa, üpheli ler ortaya çktnda, çlerinde hak


olan tesbit edip gören gözü, ehvetler hûcûm ettiinde (onlara direnen)

122
öldürmede de ortaya çksa, cesareti sever.*

bnu Mesud'un korktuu hâl, zamanmzda mevcuttur. Çünkü, kar-


na tevhidle ilgili bir mükilat ve üphe çksa, yahut muvahhid bir mümin
kalbinde kark bir mesele olusa, sen de bu mükilat ve üpheleri hak-
ka uygun bir biçimde hâlletmek ve kalbdeki sknty gidermek istesen, bu
zamanda bunu çok zor temin edersin. Böyle bir durumda karna be tür-
lü insan çkar:

1 - Bidat ve dalâlet sahibi. Bu, sana kendi görü ve hevasna göre fet-

va verir, senin hayret ve aknln artrr.


2- Kelamc. Bu, yakîn ehlinin müahedesi yannda kusurlu olan ilmiy-

le ve dinin zâhirine göre aklyla ortaya koyduu kyas ile fetva verir. Bu
fetvann kesin doru olduunda da bir üphe vardr. Bu durumda onunla
üphe nasl giderilir?

3- Takn, akn haddi aan sûfî. Bu da sana Kitab ve sünnetin d-


nda söz eder, onlara hiç dikkat etmez. Mezhep imamlarnn görülerine
ters düer, onlar nazar- itibara almaz. Kendi zan, vesvese, düünce ve
hissine göre cevaplar verir: Bütün alemi gözünden siler. lmi ve ahkam or-
tadan kaldrr. sim ve resimleri siler yok eder. Bunlar, aknlk içinde bo-
1

r calayan, bir delil ve dayanaa tutunmayan kimselerdir. Tevhid denizinde

boulup kalmlardr. Bu halleriyle müttakilere imam olamaz, hüccet say-


lamazlar. Böyle bir kimsenin sözüne itibar edilmez. Çünkü onun bir delili

olmad gibi, kendisi de delile dayanan bir yolda deildir.

4- Kendine göre alim, arkadalar yannda fakih olarak tannan bir

müfti. Bu kimseye de marifetullah, kalp ve tevhidle ilgili bir üphe veya me^
,22
Beyhaki, K. Zühd, No: 954; bnu Asakir, Tarihu Dmek, Cilt: 52; shf: 138; No: 6121; Ebu
Nuaym, Hilye, VI, 215; Zebidi, thafu's-Sade, XIII, 198.
72 KÛTU'L-KULÛB

sele götürdüünde sana: "Bu, ahiretle ilgili bir hüküm ve ayba ait bir ilim-

dir. Onun hakknda konumayz, çünkü onu bilmek ve anlamakla mükel-


lef deiliz," der. Hâlbuki o müfti ekseri münazaralarnda hiç mükellef olma-
dmz konularda konuur, selefin bahsetmedii meselelerde tartr, ö-
renilmesinde hiç zaruret olmayan ve ancak fuzuli bir çaba ile elde edilen
eyleri örenir ve öretir.

Bu miskin bilmez ki aslnda kendisi, yakîni iman ve tevhidin hakikati-

ni bilmek, amellerde ihlas ve ihias zedeleyen eyleri tanmakla mükellef-


tir. Çünkü bunlar bilmek gereklidir. üphesiz iman ilmi, tevhidin shhati,

Rabbe kar kullukta ihlas sahibi olmak, amelleri dünyevî heva ve heves-
lerden arndrmak ve kalbe bal dier amelleri tanmak, dinde fakih olma-

nn bir gereidir ve bütün bunlar müminlerin vasflardr. Çünkü Allahu Te-


ala'nn:

"Dinde fakih (derin bilgi sahibi) olmak ve savatan dönenleri uyanp kaz
etmeleri için, sizden bir topluluk geride kalsn* 23 ayetindeki inzar ve tahzir,
(uyarp korkutma) bunu icabettirmektedir. Hem, Rasûlullah (s.a.v) de:

"Yaktni öreniniz. Ben de sizinle yaktni öreniyorum,™ buyurmakta-


dr.

Sahabe-i Kiram da: "Biz önce iman, sonra Kur'an' örendik iman-
mz artt," demilerdir. Bu yakîn sayesinde hidayetin artmas ve müminle-
rin iman noktasnda ilerlemeleridir. Nitekim ayet-i kerimelerde imann art-

öyle ifade edilmitir:

"Bu onlarn mann artrd.* 25

"Allah, hidayete ulaanlarn hidayetini artrr.* 26

Bu kimse bilmiyor ki, marifet ve yakîn ile muameledeki güzel edeb,


yakîn ehli müminlerin sfatdr. Hem bu, kulun bulunduu makamda, Yüce
Rabbi ile kendisi arasnda korumas gereken bir hâl, Allahu Teala'dan ala-
ca en büyük nasibi ve ahirette bulaca en güzel karlktr. Bu, irkten
123
Tevbe 9/122.
,24
Benzer rivayet için bkz. Ebu Nuaym, Hilye, VI, 95. Buradaki rivayet mürseldir. Ayrca bkz. Ali

Muttaki el-Hindî, Kenzu l-Ummâl, III, 438 (h. no: 7337).


,25
Al-i imrân 3/173.
m Meryem 19/76.
LMN FAZLET, KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 73

ve bütün nifak çeitlerinden arnm, hâlis bir imanla oluan tevhidin neti-
cesidir. Hem o, bir yönüyle de farzlarla ilgilidir. Hiç üphesiz farzlarn ba-
nda ihlas gelmektedir. Bunun dnda kalan ve bahsi geçen zata sevdi-
rilen fazladan ilimler ve garib anlaylar ise ancak, dier insanlarn ihtiyaç-
laryla ve meseleleriyle ilgilidir. Aslnda ilk anda onu ilgilendirmemektedir.
Hem bu ilimler, kendisine farz olan ilim ve amellere kar bir perde olmak-
ta ve onlardan alkoymakta, o gafil de, asl faydal ilmin hakikatini çok az
bilmesinden dolay, kendisine gerekli olan eyleri brakp, insanlarn ihti-

yac olan ilimleri tercih etmekte, nefsine ho ve güzel geldii için onlarn
peine dümekte, onlarn acil dünya meseleleri ve fetvalar ile urap
kendisinin Yüce Rabbinden elde edecei manevî nasibi ve dünyadan hem
daha hayrl hem de daha devaml olan ahireti için çalmamaktadr.
Halbuki onun sonunda gidecei ve ebediyyen kalaca yer ahirettir.

Bu durum da o, insanlara yakn olmay, Aziz ve Celil olan Rabbine yakn-


la tercih edip onlarla megul olarak Allahu Teala'dan alaca nasibini
terketmektedir. Mevla'snn hizmeti ve rzasn taleple megul olup yarn
kendisine fayda verecek takva ile kalbini doldurmak yerine, insanlar için

çrpnp boa kürek çekmektedir. Yine bu adam, insanlarn kendisinden o


iyi kimse diye bahsetmesine aldanp kalbini slah etmekten, onlarn zâhlrl

halleri ve davranlaryla oyalanp, bâtnn düzeltmekten uzak kalmakta-


dr. Bunun sebebi ise, ba olma sevgisi, insanlar yannda bir makam ve
mevki elde etme arzusu, ahiret ve ona hazrlanma konusunda yakînlnin
zayf, himmet ve gayretinin az olmas sebebiyle dünyevî zevk ve saltana-

ta rabet etmesidir. Böylece, ilimden bihaber olan cahillerin kendisine alim

demesi, batl ve bo uraanlar yannda fazl, kâmil bilinmesi için


ilerle

ve onlarn keyfi uruna günlerini harcam, ömrünü boa geçirmi, sonun-


da ahirete eli bo bir müflis olarak gelmi, yakîn ehline verilen mansb ve
dereceleri gördüünde piman olup ümidsiz kalmtr. Çünkü o gün ilâhî

yaknl amel sahipleri elde etmi, Allah'n rzsan gerçek ilim ehli kazan-
mtr. Fakat, ona hiçbir ey kalmam, bakasnn kazanc ve nasibi ona
fayda vermemitir.

üphesiz Allahu Teala, her amel için bir amil, her ilim için bir alim tak-
dir etmitir. Onlarn herbiri kitapta yazlan ve kendilerine takdir edilen na-

siblerine kavuurlar. Herkes kendisi için yaratld eyi kolay iler ve onun
peinde gider. Her iki taifenin arasnda verilecek kesin hüküm budur.
74 KÛTU'L-KULÛB

Bütün ümmet tevhid ilminin farz olduu konusunda ittifak halindedir-

ler. Özellikle kalbe üpheler arz olunca ve mükilatlar ortaya çknca bu


farziyyet daha önem kazanmaktadr. Ancak ümmet iki meselede ihtilaf et-

milerdir: Birisi, tevhid nedir? Dieri de, tevhid nasl örenilir ve ona nasl
ulalr?

Bazlar, tevhidin, aratrma ve örenme ile, bazlar istidlal ve nazar


ile, bazlar iitme ve haberlere dayanarak, bazlar ilâhî tevfik ve hakka
teslimiyetle ile elde edileceini söylerken, baz insanlar da, ona ulama-
daki acziyet ve kusuru anlamakla tevhidin hakikatine ulalacan ileri

5-Kalbe gelen üphe ve aibeleri halletmek için bavurulacak beinci


insan, hadis, haber ve rivayetleri bilen bir alimdir. Sen ona bu konuda bir

ey sorduunda, sana: "teslimiyet göster," der ve hadiste bildirildii gibi:

"Vesvesenin üzerinde durma, peine düme!" diye tenbihatta bulunur. Bu


kimse sözündeki selamet ve emniyet bakmndan müftiden önde gelir. Yu-
karda saydklarmz içinde yolu ve metodu en güzel olan, ahlak ve tutum
olarak selefe en çok benzeyen budur. Ancak ondaki bilgi yakîne dayal bir

ehadet, iin hakikatine ulam bir marifet deildir. Naklettii haberin asl
manasn müahede edip de anlatmamtr. Onun yapt sadece, ilme
dayal bir rivayetle, hadis ve haberleri nakletmekten ibarettir. Yapt na-

killerde derin bir fkh bilgisine de sahip deildir. Bunun için Rabbinden ge-
len bir delil üzere hareket etmemektedir ve her yaptn tasdik eden bir

ahidi de yoktur. Zührî: "Bana bu haberi falanc rivayet etti. O, ilmin kaby-
d," derdi, fakat: "Alim birisiydi" demezdi.

Malik b. Enes demitir ki: "Tabiûn'dan yetmi tane eyhe (büyük za-

ta) ulatm. Onlarn bir ksm abid, bir ksm duas makbul salih, bir ksm
da dua ve bereketiyle yamura kavuulan veli kimseler idi. Onlardan hiç

ilim almadm." Kendisine: "Niçin?" diye sorulduunda: "Onlar bu iin ehli

deildiler." Dier bir rivayette de: "Rivayet ettiklerini anlamyorlar ve ken-


dilerine sorulan meselede derin bir fkh bilgisine sahip bulunmuyorlard,"
demitir.

Yine mam Malik öyle demitir: "bnu ihab ez-Zührî ya genç oldu-
u hâlde ilimde bizden öndeydi. Kendisinden ilim almak için bana topla-
LMN FAZLET , KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 75

nrdk, kalabalktan yanna ulaamazdk. Çünkü o, rivayet ettii eylerin


alimiydi."

Bu anlattklarmz, Rasûlullah'tan (s.a.v) rivayet edilen u hadisle ay-


n manadadr.

1G8 fkh (malzemesi) tayan kimseler vardr ki kendisi faklh deil-


dir. Nice fkh tayanlar vardr ki onu, kendisinden daha fakih (daha anla-
yl) kimselere tar, nakleder.'127

Seleften birisi demitir ki: "Selef, ulema arasndaki ihtilaflar bilmeyen


kimsenin ilmini salam bir ilim kabul etmezdi."

Bir dieri de öyle demitir: "Alimler arasndaki ihtilaf bilmeyen kim-


senin fetva vermesi helal olmad gibi, ona alim denmesi de doru deil-
dir."

Katade ve Saîd bn Cübeyr; "nsanlarn en alimi, ulemâ arasndaki ih-

tilaflar en iyi bilenlerdir," demilerdir.

mam Ahmed b. Hanbel'e: "Bir adam yüzbin hadis yazdnda, insan-

lara fetva vermesi doru olur mu?" diye soruldunda: "Hayr" dedi. "kiyüz

bin hadis yazar (ve ezberlerse) fetva vermesi doru olur mu?" diye soru-

lunca, yine: "Hayr" dedi. "Üçyüz bin hadis yazan için ne dersiniz?" dendi-
inde: "Olabilir, doru fetva verebileceini ümid ederim," demitir.

Tevrat'ta öyle yazldr: "Ancak bâtnî hastalklar bilen, mahir doktor

insanlar slah eder."

Selman el-Farisî, Medâin'den Ebu'd-Derda'ya bir mektub yazd. Ra-


sûlullah (s.a.v) daha önce ikisini karde yapmt. Mektubunda öyle di-

yordu:

"Kardeim! Duyduuma göre, sen tabip olarak ortaya çkm, hasta-

lar tedavi ediyor/mükillerini hâllediyormusun. Eer gerçekten tabip isen

konu. Hiç üphesiz bu durumda sözün insanlara bir ifa olur. Eer tabip
olmadn hâlde, tabibim diye ortaya çkmsan, Allah akna bundan vaz-
geç; (ehliyetsizliin ile) bir müslüman öldürme."

Bundan sonra, Ebu'd-Derda, kendisine bir ey sorulduunda hemen


cevap vermeyip duruyordu.

,27
Ebu Davud, lim, 10; Tirmizî, lim, 7; bn Mace, Mukaddime. 18.
76 KÛTU'L-KULÛB

Birisi kendisine bir mesele sormu, o da cevap vermiti. Sonra: "Onu


bana geri çarn," dedi. Adam getirdiler. Ona: "Verdiim cevab bana tek-

rarla!" dedi. Adam da tekrarlad. Ebu'd-Derda; verdii fetvay yeterli bul-

mam olacak ki kendi kendine: "Vallahi ben doktor deil, ancak doktor

geçinen birisiyim," dedi ve cevabndan döndü.

Bu konuda, Rasûlullah (s.a.v) Efendimizden öyle bir hadis nakledil-

mitir:

"Kim tbb bilmedii hâlde, gerçek bir tabibmi gibi tedaviye kalkar da
hastas ölürse, açt zarar tazmin eder.™
bnu Abbas, kendisine bir mesele sorulunca: "Bunu Saîd b. Müsey-
yeb'e sorun" derdi.

Enes b. Malik de (r.a): "Meselelerinizi dostumuz Hasan- Basrî'ye so-


run. Çünkü o ilmi ezberledi, biz ise unuttuk," derdi.

Basra halkndan birisi unlar anlatmtr:

"Basra'ya Rasûlullah'n (s.a.v) ashabndan birisi gelmiti. Hasan-


Basrî'nin yanna giderek: "Biz bu sahabinin yanna gidip. Rasûlullah'n

(s.a.v) hadislerinden sormak istiyoruz, siz de bizimle gelir misiniz?" dedik.

Hasan- Basrî: "Evet, buyurun gidelim" dedi. Beraberce sahabenin yanna


girdik ve Rasûlullah'n (s.a.v) hadislerinden sorduk. O da bize anlatmaya
balad. Yirmi kadar hadis nakletti. Hasan- el-Basrî susmu onu dinliyor-

du. Sonra Hasan- el-Basrî, sahabinin önünde dizleri üzere oturarak:

"Ey Allah Rasûlünün arkada, Rasûlullah'tan (s.a.v) rivayet ettiin bu


hadislerin bir açklamasn yapsan da, onlardaki hükümleri anlasak," dedi.

Sahabi sustu ve: "Ben ancak duyduum ekliyle bu kadarn biliyorum,"

dedi. Bunun üzerine Hasan- Basrî; onun rivayet ettii hadisleri tek tek

açklamaya balad. Bize rivayet ettiiniz birinci hadisin tefsiri öyle öyle-
dir, ikincisininki böyledir, diyerek rivayet edilen bütün hadislerin tefsirini

yapt. Biz onun güzel hfz ve hadis bilgisinin yahut hadis ilminin ve erhi-
nin bu derece olduunu bilmiyorduk. Buna biz de hayret ettik. O zaman
Sahabî yerden bir avuç çakl ta alp bize doru att ve: "Aranzda böyle
bir alim varken bana neden ilimden soruyorsunuz?" dedi.

128
Ebu Davud, Diyet, 23; Nesaî, Kasame, 41 bnu Mace, Tbb,
; 16.
LMN FAZLET, KI8IMLARI v ALMLERN DERECELER 77

Ashab- Kiram fetva ve sözle ifade edilecek ilim Konusundaki mesele-


leri, kendilerinden derece bakmndan daha aada olan kimselere hava-
le ediyorlard. Hâlbuki kendileri tevhid, marifet ve yakîn konularnda onlar-
dan kat kat üstün idiler. Bunun yannda, konu üpheli eylere gelince ve
mesele marifetullahla yakîn ilmine ait olunca, bakalarna müracaat etmi-

yor, meseleyi kendileri hâllediyorlard.

Nitekim bir haberde: "lim bir nurdur. Allahu Teala onu sevdiklerinin

kalbine yerletirir," denmitir.

Bu iiim bazen ayn seviyedeki ahslar arasnda bir fazilet sebebi olur.

Bazs dierinin üstünde bulunur. Bazen de ilim, seleften ve Tabiûn'dan

sonra gelen genç kimselere verilmi olur. Çou zaman ilim tevazu sahibi
kimselere bir eref payesi olarak ikram edilir. Bununla onlarn durumuna
dikkat çekmek ve insanlarn onlar yüceltip hürmet etmelere istenir. Nite-

kim Allahu Teala bir ayeti kerimede:

o yerde güçsüz düürülenlere lutufta bulunmak ve onlar ön-


"Biz ise,

derler yapmak stiyorduk."™

Nur kalbe atlnca, kalp ilimle geniler, yakîn ile nazar eder, dil haki-

kati beyan eder. Bu, Allahu Teala'nn dostlarnn kalbine yerletirdii hik-

metttir. Allahu Teala'nn: ,

"Biz ona hikmetle dava ve mükllleri adaletle çözme yetenei ver-


dik,* 30 ayetinin tefsirinde: "Hikmet, sözde isabettir," denmitir. Allahu Te-
ala'nn kulunu doru sözde ve isabetli görüte hikmet sayesinde muvaffak
kld anlatlmtr.
Dier bir ayette: "Allah, dilediine hikmet verir. Kime hikmet verilmi-
se, gerçekten ona pek çok hayr verilmitir,™ buyrulmutur. Ayette geçen
hikmetin doru anlay ve güzel kavray olduu söylenmitir.

Rasûlullah (s.a.v), Allahu Teala'nn:

ulatrmak isterse, onun kalbini slam'a açar, 0132


"Allah kimi doru yola

ayetini okuyunca, Ashab- Kiram: "Ya Rasulallah! Bu açlma nedir? Nasl

olur?" diye sordular. O zaman Efendimiz (s.a.v):

'*»
Kasas28/5.
130
ad 38/20.
131
Bakara 2/269.
132
En'am 6/125.
78 KÛTU-L-KULÛB

"Allah'n hidayet nuru kalbe atlnca kalp açlr ve geniler, " buyurdu.
"Bunun bir alameti var mdr?" diye sorulunca da:

bunun alameti, bu aldanma yerinden (dünyadan) kalbi çekmek,


"Evet,

ebediyet yurdu olan ahlrete yönelmek ve baa gelmeden önce ölüm çin
hazrlanmaktr,* 33 buyurdu.

Rasûlullah (s.a.v) bunun sebebinin, dünyaya kar zühd yani dünya-


dan gönlü çekmek, Mevla'nn hizmetine yönelmek ve Allah'n güzel tevfi-

kî olduunu zikretmitir.

lim de isabet, Allahu Teala'nn bir ihsandr ve dilediklerine tahsis et-

tii bir fazilettir.

Musa el-Eârî Küfe valisi iken, kendisine yüzünü dü-


Nitekim Ebu
mandan çevirmeden savaan ve Allah yolunda ölen bir adamn durumu
ve nerede olduu? sorulunca: "Cennettedir," diye cevap verdi. Bunu du-
yan bnu Mesud soru sorana: "Meseleni emire bir daha sor, herhâlde so-
runu tam anlamad!" dedi. Soru soran demitir ki: "Ebu Musa'ya: "Ey emir
dümandan hiç yüz çevirmeden savaan ve Allah yolunda ölen kimse için

görüün nedir?" diye tekrar sordum. Ebu Musa: "O cennettedir," diye ce-

vap verdi. bnu Mesud: "Sorunu tekrar sor, emir soruyu anlamad herhâl-

de" dedi. Soru sahibi de üçüncü kez ayn soruyu sorunca Ebu Musa yine:
"Cennetedir," diye cevap verdi. Sonra bnu Mesud'a dönerek: "Bende
bundan baka cevap yok, bu meselede sen ne diyorsun?" diye sordu. b-
nu Mesud: "Ben böyle söylemiyorum," dedi. Peki ne diyorsun?" diye so-
runca, bnu Mesud: "Eer Allah yolunda öldürüldü ve bu ölüü hak üzere
oldu ise o zaman cennettedir," dedi. Bunu duyan Ebu Musa: "Doru söy-

ledin," dedi ve yanndakilere: "Bu büyük alim aranzda bulunduu sürece


bana bir ey sormayn, ona gidin," diye tenbihatta bulundu.

Hadis ehlinin dedii Cenab- Hakk'n sfatlar ile ilgili haberlere


gibi,

teslimiyet göstermeli ve onlar tefsire dalmamaldr. Ancak; ilahi isim ve s-

fatlarn manalarnn bilinmesi ve onlarn müahedesi insan zandan kurta-

rr ve vesveseyi giderir. Bununla birlikte, sfatlarda tebih ve temsili terket-


mek, müahede ile onlar tanyp yakîne ulamak yakîn ehlinin hâli ve ma-
kamdr. Onlar, Allahu Teala'nn sfatlardr. Onlarla diledii miktar ve e-

133
Hakim Müstedrek, IV, 31 1; Beyhaki, K. Zühd, No: 974; Suyutî, ed-Oürrü'l-Mensur, VII, 219.
LMN FAZLET, KI8IMLABI v ALMLERN DERECELER 79

kilde tecelli eder. ilâhî tecelli sadece bir sfata ait deildir. Onlarn tek bir

zuhur ekli de yoktur. Onlar bizim bildiimiz keyfiyetin dnda zuhur eder.
lâhî sfatlarn tecelisinin ifade ile anlatabileceimiz bir keyfiyeti ve unun
gibidir diyeceimiz bir benzeri yoktur. Bu anlay da müahade ehli, mu-
karrabûn makamna çkm kimselere aittir. Bunlar, gerçek sddk olanlar

ve yakîn ehli içinde seçilmi kimselerdir.

Bu zatlarn görü ve hâline sahib olamayan kimseler, onlarn itikadla-

rn güzel bulup görülerini tasdik etmelidir. O noktada durmaldr. Gerçek-


ten mukarrabûn makamndan öte övülecek bir makam ve zikredilecek bir

sfat yoktur. nsan ilahi sfatlar srf aklyla aratrp kendi görüüyle açk-

lamaya giderse, tebihe girer. Yani Yüce Allah' varlklara benzetir. Yahut
ilahi sfatlar hepten iptal eder, ortadan kaldrr. Her ikis de yanltr.

SONRADAN ORTAYA ÇIKAN KISSACILIIN KÖTÜLÜÜ

Marifet ilminin dier ilimlere kar üstün olduunu gösteren delillerden

birisi de zikir meclisleriyle zikir ehli hakknda Rasûlullah (s.a.v), Sahabe ve


Tabiûn'dan rivayet edilen hadis ve haberlerdir. Onlar ilim deyince, iman ve

marifet ilmini, kalplerin basiret ve tasfiyesi ile ilgili fkh ve muamele ilimle-

rini ve gaybn srlarna aynel yakîn nazar yani müahadeyi kasdediyorlar-


d. Selef, sonradan kssa meclisleriyle kssaclarn türediini söylüyorlar-
d. Onlar bunun bidat olduu, Rasûlullah (s.a.v), Hz. Ebu Bekir ve Hz.

Ömer zamannda kssacln olmad, fitnelerin çkmasyla ktssacln


ortaya çkt görüündeydiler.

Hz. Ali, Basra'ya geldiinde kssaclar mescidden çkararak: "Mesci-

dimizde kssa anlatlmasn," dedi. Sonra Hasan- Basrî'nin yanna gitti. O


da geçmi milletlerin kssalarndan bahsediyordu. Onu dinledi, sonra dö-

nüp gitti. Hasan- Basrî'ye bir ey demedi, onu mescitten çkarmad. Da-
ha sonra bnu Ömer Hasan- Basrî'nin mesciddeki meclisine geldi. Orada
baka kssacy kssa anlatrken buldu. Emniyet amirini mescide gön-
bir

dererek onu mescitten çkarmasn istedi. Görevli gelip adam dar çkar-

d. Eer kssa meclisi zikir meclisi gibi olsayd ve kssac da alimlerden ka-
80 KÛTU'L-KULÛB

bul edilseydi, ibnu Ömer vera/takva ve zühd sahibi bir kimse olarak onla-
r mescitten çkarmazd.

bnu evzeb, Ebu't-Tiyâh'n öyle dediini nakletmitir: Hasan- Bas-


rî'ye: "Bizden bazlar, kssa anlatyor yanna erkek ve kadnlar toplanyor,
ellerini uzatarak yüksek sesle dua ediyorlar, buna ne dersiniz?" dedim.
Hasan- Basrî:1

"Duada sesi yükseltmek ve dua edeken elleri ileri doru uzatmak bi-

dattir," dedi.

Ebu'l-Eheb; Hasan- Basrî'nin: "Kssaclk bidattir," dediini rivayet


etmitir.

bn Sîrîn'e: "Keke kardelerinize biraz kssalardan anlatsanz!" denil-


diinde, bn îrîn öyle demitir: "Duyduuma göre, insanlara ancak u üç
kimseden birisi konuur: Emir, memur veya ahmak. Ben emir/idareci ve
memur deilim. Üçüncüsü olmay da istemem."

Avn b. Musa, Muaviye b. Gurre'nin öyle dediini nakletmitir: Hasan-


Basrî'ye geldim ve: "Bir hastay m ziyaret edeyim, yoksa bir kssacnn
meclisinde mi oturaym, sence hangisi daha iyidir?" diye sordum. Hasan-
Basrî "Hastan ziyaret et!" dedi. Ben:

"Bir cenazeyi mi uurluyaym yoksa bir kssac ile mi oturaym?" de-


dim: "Cenazenle ilgilen," dedi. Ben tekrar: "Biradam benden kendisine
yardm etmemi istiyor, ona yardm m edeyim yoksa bir kssacnn mecli-
sinde mi bulunaym?" diye sordum: "Kardeinin ihtiyacn görmeye git,"

dedi."

Hasan- Basrî bu ileri bo meclislerde bulunmaktan daha hayrl gör-


mütür. Eer onlara göre, kssaclarn meclisi zikir meclisi olsayd ve ks-
salar da zikir yerine geçseydi. Hasan- Basrî ondan geri kalmaya cevaz
vermez ve pek çok ameli ona tercih etmezdi. Çünkü o, insanlar devaml
Allahu Teala'y tevhide çaryor, marifet ve yakîn ilmi hakknda konuu-
yor, Allahu Teala'y zikredenlerden bahsediyor, zikir meclisinde bulunma-
nn ileri derecedeki imandan kaynaklandn söylüyordu.

Allahu Teala, u ayet-i kerimede, zikredenlerin makamn dier mü-


minlerin makamndan daha üstte tutmu ve ayetinde öyle buyurmutur:
LMN FAZLET, KISIMLARI V ALIMLtmm oencvci.cn,

"Gerçekten mûslüman erkekler ve müslüman kadnlar, mümin erkek-


ler ve mümin kadnlar, Allah' çok zikreden erkekler ve kadnlar var ya, Al-

lah onlara bir mafiret ve büyük bir ecir hazrlamtr." 134

Ebu Zer'den rivayet edilen bir haberde öyle buyrulmutur:

"Bir zikir meclisinde bulunmak, bin rekat nafile namaz klmaktan daha
faziletlidir. Bir ilim meclisinde bulunmak, bin hasta ziyaretinden ve bin ce-

nazeye itirak etmekten daha faziletlidir.' Oradakiler:

-Ya Rasulallah! lim meclisinde bulunmak, Kur'an okumaktan da fazi-

letli midir?" ö\ye sordularnda, Allahu Rasulü (s.a.v):

-Kur'an okumak, ilimle olursa fayda verir,"135 buyurdu.

Seleften birisi demitir ki: "Bir zikir meclisinde bulunmak, on tane ba-
tl (bo ilerle geçirilen) meclisin günahna keffaret olur."

Atâ ise öyle demitir: "Bir kere zikir meclisinde bulunmak, yetmi ta-

ne bo eylerle geçen meclisin günahna keffaret olur."


Nakledildiine göre Muaz el-A'lem öyle demitir: "Ben, Mu'tezile

mezhebine mensup kimselerin meclisinde bulunurken, Yunus b. Ubeyd


beni gördü. Bana: "Buraya gel," dedi. Yanna gittim. Bana: "Eer illa bir

mecliste bulunman gerekirse (Mu'tezilî fikirlere sahip kimselerle deil, hiç


deilse) kssaclarn halkasnda bulun," dedi.

Hasan- Basrî zikir ehlinden birisiydi. Onun meclisleri zikir meclisleri

olurdu. O, Malik b. Dinar, Sabit el-Bennanî, Eyub es-Sehtiyanî, Muham-


med b. Vâsi', Ferkad es-Sincî ve Abdulvahid b. Zeyd gibi ibadet ve taat
ehli, etba ve arkadalaryla evinde özel olarak toplanrd. Onlara: "Geliniz
biraz ilâhî nur toplayp yaynz," derdi. Sonra onlara yakîn ilmi, ilâhî kud-
retin tecellileri, kalbe gelen düünceler, amelleri fesada götüren eyler ve
nefsin vesveseleri hakknda konuurdu. Bir seferinde hadis ehlinden biri-

si ban yüzünü kapatarak aralarna girip onun sözlerini dinlemek için ar-
kalarna kendini gizlemiti. Hasan- Basrî onu görünce: "Be adam sen bu-
rada ne yapyorsun? Biz buraya ancak bu ilimlerden anlayan kardeleri-
mizle toplanp müzakere ediyoruz," demitir.

134
Ahzab 33/35.
135
Zebidi, thaf, I, 150-151. Benzer rivayetler için bkz. Münzirî. et-Terib, l, 97, 98.
Hasan- Basl, bahsini yaptmz bu ilimlerde bizim imammzdr. Biz,
onun izini takip ediyor, yoluna tabi oluyor, onun ile aydnlanyoruz.
Biz, Allahu Teala'nn izniyle bu ilmi, Hasan- Basrî'ye kadar uzanan bir Sil-

sile ile, bir imam dierinden alarak örendik. O, Tabiûn neslinin en hayr-
llarndan idi.

Anlatldna göre Hasan- Basrî, krk sene boyunca hikmet örenmi


ve ondan sonra hikmetle konumaya balamtr. Bedir harbine katlm
olan yetmi kadar sahabiye kavumu, üçyüz kadar sahabî görmütür.
Hicretin 20. senesinde Hz. Ömer'in hilafetinin son iki senesi içinde, Medi-
ne'de domutur. Annesi, Rasûlullah'n (s.a.v) zevcesi Ümmü Seleme'nin
azatl kölesidir. Rivayet edildiine göre, Ümmü Seleme validemiz bir defa-
snda Hasan- Basrî bebek iken aladnda onu susturmak için kendisini

biraz emzirmitir.

Hasan- konumas, Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin konu-


Basrî'nin

masna benzerdi. Hz. Osman b. Affân ve Hz. Ali'ye ayrca onlarn devrine
yetitii Aere-i Mübeereden hayatta kalanlar gördü. Sonra Hz. Osman
zamanndan itibaren hicrî 27. seneden yetmi küsüre kadarki zaman için- 1

de yaayan pek çok sahabiyi gördü. Ayrca Allah Rasûlü'nün (s.a.v) asha-
bndan Basra'da en son vefat eden Enes b. Malik, Medine'de Sehl b. Sa'd
es-Sa'dî'yi, Mekke'de Ebu't-TufeyPi, Yemen'de Ebyad b. Cemâl el-Mazi-

nî'yi, Kufe'de Abdullah b. Ebî Evfâ'y, am'da Ebu Kursâfe'yi, Horasan'da


Bureyde el-Eslemî'yi gördü. Hicri 100. yl girince, yeryüzünde Rasûlullah'

(s.a.v) görmü hiç kimse hayatta kalmad, hepsi ahirete irtihâl etti. Hicri IIO.

senesinde de Hasan- Basrî vefat etti.

Ebu Katâde el-Adevî etrafndakilere dermi ki: "Bu eyhten ayrlma-


yn. Vallahi ben, Rasûlullah'n (a.s.v) sohbetinde bulunmad hâlde bu-
nun kadar, Allah Rasûlü'nün ashabna benzeyen kimse görmedim."

Zamanndaki ehli ilim demilerdir ki: "Biz Hasan- Barî'yi hilminde,

huusunda, vakar ve sekinetinde Hz. brahim el-HâliPe (a.s) benzetiyor-

duk. O, aynen bu yüce peygamberin hâl ve sfatlar üzerinde yayordu."

Kadnn bir tanesi, "Allahu Teala u ii bana nasip ederse, kendi elim-
le eirdiim ipten bir elbise dokuyacam ve onu Basra'nn en hayrl in-

sanna giydireceim," diye bir nezirde bulundu. Nezri yerine gelince, dedi-
LMN FAZLET, KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 83

ini yapt, elbiseyi hazrlad ve sonra: "Basra halknn en hayrl insan


kimdir? diye sordu: "Hasan'dr," dediler.

Hasan- Basrî bu ilmi belirli prensiplere bal olarak ilk defa ortaya ko-
yan, ondan açkça bahsedip ince manalarndan konuan, nurlarn yayp
üzerindeki perdeyi açan bir kimse idi. Bu konuda (marifet ve tevhid ilmîn-

de) arkadalarnn daha önce duymadklar eyler söylerdi. Kendisine: "Ya


Eba Said! Sen bu ilimde, bizim daha önce hiç duymadmz eyler söy-
lüyorsun, sen bunlar kimden aldn?" diye sorulduunda Hasan- Basrî:

"Huzeyfe b. Yeman'dan aldm," demitir.

Anlatldna göre; Huzeyfe b. el-Yeman'a: "Görüyoruz ki sen, bu ilim

(tevhid ve marifet) konusunda, Rasûlûllah'n (s.a.v) ashabndan hiçbiri-

sinde duymadmz eyler söylüyorsun, bunlar kimden aldn?" diye so-


rulunca: "Bunlar Allah Rasûlü (s.a.v) sadece bana verdi. nsanlar Allah
Rasûlü'ne (s.a.v) devaml hayrdan soruyorlar, ben ise, bilmeden içine
düerim korkusuyle (devaml) errin (kötü olan eylerin) hakknda soru-
yordum ve bana takdir edilen hayrn muhakkak bana ulaacan biliyor-

dum," demitir.

Bir defasnda da: "Kesin olarak bildim ki erri tanmayan hayr da ta-

nyamaz" demi. Baka bir sözünde ise: "nsanlar, Allah Rasûlüne: "Ya
Rasulallah! uu ileri yapanlara ne karlk vardr?" diye amellerin fazi-

letlerinden soruyorlar, ben ise: "Ya Rasulallah! uu ileri bozan, fesada


götüren eyler nedir?" diye erden soruyordum. Rasûlullah (s.a.v) benim
amellerin afeti olan eylerden sorduumu görünce, bu ilmi özel olarak ba-
na öretti, "demitir.

Hz. Huzeyfe'ye; özellikle münafklar tanma ilmi verilmiti ve nifa, il-

min srlarn, ince anlaylar ve yakînin gizliliklerini bilme konusunda As-


hab- Kiram arasnda tekten olmutu. Hz. Ömer, Hz. Osman ve Rasûlûl-
lah'n (s.a.v) ashabnn büyükleri, umuma ait ve özel ahslarla ilgili fitne-

leri ona soruyorlar, özellikle ona öretilen ilim konusunda kendisine müra-
caat ediyorlar, münafklarn durumunu sorup, Allahu Teala'nn isim ve s-
fatlarndan bahsedip hallerinden haber verdii kimselerden hayatta kalan
olup olmadn örenmek istiyorlard. O da hayatta olan münafklarn is-

mini zikretmeden adetlerini söylüyordu.


64 KÛTU'L-KULÛB

Hz. Ömer (r.a) Huzeyfe b. Yeman'a giderek, kendisi hakknda nifakla

ilgili herhangi birey bilip bilmediini sorarak durumunu ortaya çkarmaya


çalyor; Huzeyfe de (r.a), onun nifaktan uzak ve temiz olduunu söylü-
yordu. Sonra Hz. Ömer, Huzeyfe'ye, nifakn alametlerinden ve münafn
sfatlarndan soruyor; o da insanlara bildirilmesine izin verilen hallerden

anlatlmas uygun olan eyleri bildiriyor, haber vermesi caiz olmayan ey-
leri ise geçip bu konuda kendisinin mazur görülmesini istiyordu. Bu sebep-
le, Hz. Ömer, Huzeyfe bir cenazede bulunursa, onun namazn klar, eer
Huzeyfe'yi cenazede göremezse, bir bahanesini bulup o da cenaze na-
mazna katlmazd.
Huzeyfe'ye "sr sahibi" denirdi. Rasûlullah'n (s.a.v) ashabna bir ilmî

mesele sorulunca: "Sr sahibi aranzda iken bunu niçin bana soruyorsu-
nuz?" diyerek, Huzeyfe'ye iaret ederlerdi.

Bize kadar ulaan bir rivayete göre, Enes b. Malik, Rasûlullah (s.a.v)

Efendimiz'den zikir meclisinin fazileti hakknda u hadisi nakletmitir:


"Sabah namazndan sonra güne doana kadar, Allahu Teala'y zik-
reden bir toplulukla oturmam bana, dört köle azat etmekten daha sevimli-
dir,™ Ravi demitir ki, Enes bu hadisi naklettiinde, orda bulunan Yezid

er-Rakkaî ve Ziyad en-Numeyrî'ye dönerek: "Zikir meclisleri, sizin u


meclisleriniz gibi deildir. Sizden birisi, toplandnz meclislerde arkada-
larna bir takm kssalar anlatyor ve hadisleri öylesine nakledip geçiyor.
Biz ise, bir araya geldiimiz zaman, imanî hakikatleri zikreder, Kur'an'n

hikmetlerini düünür, dinin fkhî inceliklerini örenir ve Allahu Teala'nm


üzerimizdeki nimetlerini sayp dökerdik," dedi.

Abdullah b. Revâha, Rasûlullah'n (s.a.v) ashabna: "Geliniz, bir saat

iman (hakikatleri üzerinde konuarak imanmz takviye) edelim" der. On-


lar da yanna toplanr, onlara marifetullahtan, tevhid ve ahiret ilimlerinden

bahsederdi.

Rasûlullah (s.a.v) kalkp hane-i saadetlerine gittikten sonra Abdullah

b. Revâha O'nun yerine geçer, insanlar etrafna toplanr, onlara Allahu Te-

ala'dan, dünya ve ahiretteki ibretli hâl ve günlerden, anlatr, Rasûlullah'n


(s.a.v) hadislerindeki fkhî incelikleri öretirdi. Çou zaman, toplu hâlde
136
Ebu Davud, ilim, 13; Ebu Ya'la, Müsned, No: 3392; Heysemi ez-Zevaid, X, 105; Münzirî, et-

Terîb, I, 295.
LMN FAZLET. KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 85

onun etrafnda otururken Allah Rasûlü (s.a.v) yanlarna geldiinde susar-

lar, Efendimiz de yanlarna oturur, onlara yaptklar eye devam etmeleri-

ni emreder ve: "te bununla emrolundum ve bunu yapmaya davet edil-

dim''buyururdu. Buna benzer bir haber Muaz b. Cebel'den de rivayet edil-

mitir. O da bu tür (iman ve marifetle ilgili) ilimlerden bahsederdi.

Cündüb (r.a) hadisinde de bu durumu açklar mahiyette bir haber ri-

vayet edilmitir. Cündüb demitir ki: "Rasûlullah'la (s.a.v) beraber bulunur-

duk. O, bize, Kur'an'dari önce iman öretiyordu." O, bu sözünde, imanla


ilgili ilme "iman" ismini vermiitir. Nitekim Ibn Revâha da imanla ilgili ilme

"iman" ismini vermitir. Çünkü imanî ilim, imann vasfdr. Arapça'da bir

ey aslyla isimlendirildii gibi, sfatyla da isimlendirilir. Nitekim, Rasûlul-

lah (s.a.v.), buna benzer bir konuda öyle buyurmutur:

"Yaktni öreniniz,™ yani yakîn ilmini öreniniz demek istemitir.

Ayet-i kerimede de:

"Hüzünden gözlerine ak dütü,"* 38 buyrulmutur. Yani alamaktan do-


lay bu hâle geldii ifade edilmitir. Ayette bu hâle hüzün ismi verilmitir.

Çünkü hüzün, alamann asl ve kaynadr.

Rivayet edildiine göre, Rasûlullah (s.a.v), birgün hane-i saadetlerin-

den çkp mescide girdi. Mescidde iki meclis gördü. Meclisin birisindekiler

Allahu Teala'ya dua ve yakar ilemegul oluyorlard. Dier meclistekiler


ise, dinin fkhî konular üzerinde konuup onu insanlara öretiyorlard. Al-
lah Rasûlü (s.a.v) iki meclisin aralarnda durdu, sonra (dua edenlere ia-

retle):

"Bunlar Allahu Teala'ya dua etmektedirler. Allah dilerse isteklerini ve-

rir, dilerse vermez/'buyurdu. Dier meclise dönerek:

'unlar ise, insanlara ilim öretiyor ve dinin fkhî konularn öreniyor-


lar. Ben de ancak bir muallim olarak gönderildim" buyurdu. Sonra fkh ö-
renip insanlara öreten ve Allahu Teala'y zikreden meclise yöneldi ve gi-

dip meclislerine oturdu." 139

137
Bkz. Ebu Nuaym, Hilye, VI, 95; Ali Muttaki el-Hindî, Kenzu'l-ummâl, III, 438 (h. no: 7337).
138
Yusuf 12/84.
139
Darimi, Mukaddime, 32; et-Tayalisî, Müsned, 398 (No: 2251); bn Mace, Mukaddime, 17.
86 KÛTÜ'L-KULÛB

Anlatldna göre, selef-i salihinden birisi öyle demitir:

"Birgün mescide girdim, iki halka gördüm. Birisinde geçmilerin kssa-

larn anlatyor ve dua ediyorlar, dierinde ise, ilim ve amellerin fkhî hü-
kümleri hakknda konuuyorlard. Ben dua edenlerin yanna gittim ve hal-

kaya oturdum. Üzerime bir arlk çöktü, gözlerim kapand, oturduum


yerde uyudum. Rüyamda gizli bir ses veya ahs bana: "Bunlarn yanna
oturmu olsaydm, üphesiz Cibril-i Emin'i (a.s.) halkalarnda bulurdun,"

dedi.

Demek ki, zikrin hakikati, Allahu Teala'y bilmektir. Baksana Rasûlul-


lah (s.a.v) ne buyuruyor:

"Zikrin en faziletlisi la ilahe illallah" sözüdür.'' 40

Allahu Teala da bu tasdik mahiyetinde öyle buyurmutur:

"Bil ki Allah'tan baka ilah yoktur.™


Bir dier ayeti kerimede de:

"Bilin ki (o Kufan) Allah'n bilgisiyle ndirilmitir. O'dan baka ilah yok-


tur.™

Sonra bilinmelidir ki, zikir saylan ilim, müahede ilmidir. Müahede


ise ayne'l-yakînin sfatdr. Gözdeki perde açlnca, nurlaryla sfat ilâhîye-

nin mana ve tecellilerini görür. Bu hâl ise, imann kemali ve hakikati olan

ayne'l-yakîn nurunun artmas sonucu hasl olur. te o noktada Cenab-


Hakk'n sfatlar müahede edilerek, Zat- Bârî zikredilir. Allahu Teala, bu
hâle ulaamyanlar öyle vasfetmitir:

"Onlarn gözleri, zikrime kar bir perde içindedir (zatma ait tecellileri
müahede edip beni zikredemezler).**3
Demek ki, kimin O'nun zikrine kar gözü ve gönlü açlmsa o, zikre-

deni müahede eder. Müahade annda da zikreder. Bundan sonra halk

unutulup aradan çkar ve ilmin hakikati bulunur. Nitekim ayet-i kerimede


bu duruma iareten öyle buyrulmutur:

140
Tirmizî, Deavaî, 9; Hakim, Müstedrek, I, 4S8.
141
Muhammed 47/19.
142
Hûd 11/14.
143
Kehf 18/101.
I LM N FAZLET, KISIMLARI VI ALMLERN DERECELER 87

"(Maslvay) unuttuun zaman Rabbinl zikret*" Görülüyor ki, zikrin

tam olarak gerçeklemesi için Allah'tan gayri eylerin, yani masivann


unutulmas gerekir. Bunun gibi, hakiki bir iman da bütün batl ilahlar inkar-

la gerçekleir. u ayet-i kerimede de bu duruma bir iaret vardr:

•Her kim de tautlan (batl lah ve pullan) inkar eder ve Allah 'a man
ederse* 14*

Hadis ehlinden birisi öyle anlatmtr: "Marifet ehli kardelerimizden


birisi yanma geldi ve bana: "Kalbimde bir gaflet hâli buldum, (bunu gider-

mek için) beni bir zikir meclisine götürmeni istiyorum," dedi. Ben de:

"Olur," dedim. Sorduk, umumi ilimlerden bahseden bir kimsenin ismini

verdiler. O zatn yanna vardk. Halk etrafna topland. Adam kssalardan

anlatmaya balad. Cennet ve cehennemden bahsetti. Bu arada arkada-


m bana bakt ve: "Sen bu adamn Allah'n zikrinden ve O'nun (ibretlerle

dolu ahiret) günlerinden bahsettiini ve Allah' zikrettiini mi zannediyor-

sun?" dedi. Ben de: "Evet, bize göre öyle!" dedim. Bunun üzerine arkada-
m: "Ben ondan ancak halkn zikrini duyuyorum, Allahu Teala'nn zikri ne-

rede kald?" dedi. Sonra bir müddet bekledi. Bu arada adamdan, marifet

ilminden gafletini giderecek eyleri ve sûfîlerin büyüklerinden iittii hik-

metli sözleri bekliyordu. Adam ise sadece kssa ve hikayelerden bahsedi-


yordu. Sonunda arkadam bana dönerek: "Kalk gidelim, benim burada

oturmam uygun deildir, çünkü benim bunlar dinlemeye hiç niyetim yok!"

dedi. Ben: "nsanlar çineyip geçmeye haya ederim, sen nasl uygun gö-
rüyorsan öyle yap," dedim. O da kalkt ve insanlarn omuzlarndan atlaya

atlaya yürüyüp gitti."

Zuhrî'nin, Salim'den naklettiine göre, bnu Ömer birgün mescitten d-


ar çktnda öyle demitir: "Mescitten çkmama sebep, oradaki bir ks-

sacdr. Eer o adam olmasayd mescitten çkmazdm."

Damra demitir ki: Süfyan es-Sevrî'ye: "Mecliste kssa anlatana yüzü-


müzle yöneliyoruz, bunu nasl bulursunuz?" dediimde: "O bidatçya arka-
nz dönüp yüz çeviriniz," dedi.

144
Kehf 18/24.
«« Bakara 2/256.
88 KÛTU'L-KULÛB

Ibnu Avn demitir ki: Ibnu Sîrîn'ln yanma gittim, bana: "Bu gün ne ol-

du, ne haberler var?" diye sordu. Ben de: "Emir (halife) kssaclara, insan-

lara kssa anlatmalarn yasaklad," dedim.

Ebu Ma'mer, Hâlef b. Halife'nin öyle dediini nakletmitir: "Seyyar

Ebu'l-Hakem'i gördüm, mescidin kapsnda azn misvaklyordu. çerde


de bir kssac halka bir eyler anlatyordu. Yanna bir adam geldi ve: "Ya
Eba'l-Hakem, insanlar sana bakyorlar, içeri girip adam dinleseniz daha
güzel olmaz m?" dedi. O da adama: "Ben onlarn yaptndan daha ha-
yrl bir i yapyorum. Ben sünnet iliyorum, onlar ise bidatla urayorlar,"
dedi.

A'me, bundan daha ileri bir davran sergilemitir. öyle ki: Bir defa-
snda Basra'ya gitmiti. Orann yabancsyd. Bir camiye girdi, içeride ks-
sa anlatan bir adam gördü. Adam halka: "Bize A'me Ebu hak'tan ha-
ber verdi. Yine bize A'me Ebu Vaîl'den nakletti..." eklinde rivayetlerde
bulunuyordu.

Bunun üzerine A'me halkann ortasna girdi. Kolunu kaldrp koltuk


altndaki kllar yolmaya balad. Kssac onun bu hâlini görünce: "Ya
eyh! Biz burada ilimle megul olurken, sen öyle yapmaya utanmyor mu-
sun?" dedi. O zaman A'me: "Benim yaptm senin yaptndan daha ha-
yrldr," dedi. Adam:
"Nasl?" diye, sorunca, A'me:
"Çünkü ben u anda bir sünnet iliyorum, sen ise bir yalanla megul-
sün. Bahsettiin A'me benim, fakat ben sana, az önce bahsettiin ey-
lerden hiçbirini nakletmedim!" dedi. nsanlar, A'me'in sözlerini ve ismini

duyunca, kssacdan ayrlp onun etrafna toplandlar ve: "Ya Eba Muham-
med, bize (hadis ve fkh) naklet," dediler.

Muhammed b. Ebi Harun'dan nakledildiine göre, shak, ona unlar


anlatmtr: Ahmed b. Hanbel ile birlikte bayram namaz kldm. Bir de
baktk ki, camide birisi kssa anlatyor, bidatlara ve bidatçlara lanet oku-

yup sünnetten bahsediyor. Namazdan çkp yolun ksmna geldiimiz-


bir

de, mam Ahmed, kssacdan bahsederek: "Anlattklar eyden çou ya-


lan olsa da, bu kimselerin halka (etki ve) menfaati ne kadar çok," dedi. Ba-
na, Muhammed b. Cafer'den nakledildiine göre, Ebu'l-Hars ona öyle
LMN FAZLET, KISIMLARI v ALMLERN DERECELER 89

demitir: Ahmed b. Hanbel'i iittim öyle diyordu: "nsanlarn en yalancla-


r kssaclar ve dilencilerdir."

Yine Ahmed öyle dedii nakledilmitir: "nsanlar doru


b. Hanbel'in
sözlü kssaclara ne kadar muhtaçtrlar. Çünkü böyleler», mizan ve kabir
azabn anlatrlar." Kendisine: "Siz bunlarn meclisinde oturur musunuz?"
diye sorduumda: "Hayr," dedi.

Ziyad en-Nemirî demitir ki: Enes b. Malik'e geldim. Bir zaviyede bu-
lunuyordu. Bana: "Biraz kssalardan bahset," dedi. Ben: "Nasl olur, insan-
lar kssann bidat olduu görüündedir!" dedim. O da: "Allahu Teala'nn
zikrine ait olan bir ey bidat olmaz" dedi. Bunu duyunca ben de kssa an-
latmayabaladm. Kssalarm ve amin demesini umarak duam çoalt-
maya baladm. Ben kssa anlatyorum, o da (dua mahiyetinde sözler ge-
çince) amin diyordu." Onlar.duay kssalar eklinde nakledip "amin" diyor-
lard.

Yusuf b. Atiyye, Muhmmed b. Abdurrahman el-Harrâz'n öyle dedi-


ini nakletmitir:

Hasan- Basrî bir müddet Âmir b. Abdullah el-Anberî'yi göremedi. Ar-


kadalarna: "Bizi Ebu Abdullah'a götürün (nerede ne yapyor?) dedi. Ya-
nna geldiinde, Âmir, içinde serilmi kumdan baka bir ey bulunmayan
bir evde, ban sarm oturuyordu. Hasan- Basrî yanna yaklap: Ta
Eba Abdullah! Günlerdir seni göremedik neredesin?" diye sordu. O da:
"Ben daha önce halkn içinde kurulan u meclislerde oturuyordum. Orada
bir sürü yalan yanl eyler iitiyordum. Sonra ben büyüklerimizden iittim
ki Rasullullah (s.a.v) öyle buyurmutur.
"Kyamet günü insanlarn iman yönünden en safî olanlar, dünyada en
fazla tefekkür edenleridir, insanlarn cennette en çok güleni, dünyada en

fazla alayanlardr. nsanlarn ahirette en fazla sevinç ve feraha kavuan-

lar, dünyada en çok hüzün içinde olanlardr.** 6 te ben de bu evi, kalbi-

mi masivadan boaltp Rabbimin kudretini tefekkür etmeye ve istediim


eyleri yapmaya güç yetirmeye en müsait yer buldum" dedi.

Hasan- Basrî (rah): "O bizim meclislerimizi kasdetmiyor. Onun kasd


ve bahsettii ancak haberleri birbirine kartran, kendilerine göre bir ta-

<* Zebidî, thaf, I, 422.


kim ekleme ve çkarmada bulunan kssaclarn yol üstlerinde kurduklar

meclislerdir," demitir.

Alimlerden birisi mütekellimleri (kelamclar, halk önünde konuanla-


r) üç gruba ayrm ve her grubu bulunduklar yerlere göre öyle vasfet-
mitir: "Mütekellimler üç gruptur:

1- Kürsü ashab: Bunlar kssaclardr.


2- Sütün (Kolon) ashab: Bunlar müftülerdir.

3- Tekke ashab: Bunlar marifet ehli kimselerdir."

u hâlde marifetullah sahibi, tevhid ve marifet ehli kimselerle kurulan


meclisler, hadis ve haberlerde övülen zikir meclisleri olmaktadr. Bir hadi-

si erifte Rasûlullah (s.a.v):

'Cennet bahçelerine uradnz zaman, oralara girip istifade ediniz."


buyurdu.
-Cennet bahçeleri nerelerdir?" diye sorulduunda Rasûlullah (s.a.v):

-Zikir meclisleridir, buyurdu. 147


Baka bir hadisi erifte ise öyle buyrulmutur:
"Allahu Teala'nn halkn amellerini yazan melekeiereden ayr olarak
havada dolaan bir takm melekleri vardr. Bir zikir meclisi gördükleri za-
man dierlerine: "Geliniz, aradnz burada!" diye seslenirler. Onlar da
gelir ve hep beraber zikredenlerle birlikte otururlar. Onlarn etrafn kua-
tr, zikirlerini dinlerler. Dikkat edin, (sz de uyank olun zikir meclisleri ku-
rarak) Allah' zikredin, Allah'n (önünüze getirecei hesap ve azap) günle-
rini hatrlayn.* 4*

Vehb b. Münebbih el-Yemanî demitir ki: "çinde ilim alnp verilen bir
meclis, bana, o kadar vakitte namazla megul olmaktan daha sevimlidir.

Belki insanlardan birisi, (ilim meclisinde) bir kelime duyar da ömrünün ka-
lan günlerinde ondan istifade eder."

Ahmed b. Hanbel'e zikir meclislerinin durumu ve faziletinden sorulun-


ca, mam, böyle meclislere tevik ederek: "nsanlarn bir araya gelerek
Aziz ve Celil olan Allah' zikretmelerinden ve üzerlerindeki ilâhî nimetleri

sayp ükretmelerinden daha güzel ne olabilir ki?" demitir.

Tirmizi, Deavat, 82; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 150.


Tirmizi, Deavat, 129; Ahmed, b. Hanbel, Müsned, III, 150.
LMN FAZLET, K 81 ML ARI ve ALMLERN DERECELER 91

MARFETULLAH LMNN FAZLET


KELAM LMNN SAKINCALARI
Bize kadar ulaan bir rivayete göre, Hz. Ali öyle demitir:

"Allahu Teala'nn beni, küçükken öldürüp cennetin en yüksek derece-


lerine ulatrmas beni (fazla) sevindirmez." Kendisine "niçin?" diye soru-

lunca: "Çünkü ben Allah'n beni kendisini tanyncaya kadar yaatmasn

Malik b. Dinar da: "nsanlarn çou dünyada göçüp gitti, fakat ondan
hiçbir koku tadamad. Kendisine: "O nedir?" diye sorulunca, "Marifetul-
lah/Yüce Allah' tanmaktr" dedi ve u manadaki iiri okudu:

"üphesiz Celal sahibini tanmak,


Bir izzet, bir nur, güzellik ve sevinç,
Arifler için de bir heybettir.

Onlarn üzerinde muhabbet nuru parlamaktadr.


Ya lâhî! Seni tanyana ne mutlu!
Onun hâli kendisine mübarek olsun.
Vallahi, böyle bir kimsenin bütün zaman sevinç içinde geçmektedir."

Yahya b. Muaz er-Razî ise öyle demitir: "Dünyada öyle bir cennet

vardr ki, ona giren baka hiçbir eye arzu duymaz ve hiçbir eyden de
ürkmez." Kendisine: "O hangi cennettir?" diye sorulunca: "Marifetullah/Yü-
ce Allah' tanmadr," demitir.

Bir bakas da öyle demitir: Arif olan kimsede u üç hasletten birisi

mutlaka bulunur: 1- Heybet, 2- Hâlavet (ilâhî nee) 3- Cinsiyet (insanlarla

kaynama ve güzel geçim)."

Ebu Muhammed Sehl demitir ki: "Alimler, zahidler ve abidler kalple-


ri (marifetullah'a kar) kapal ve kilitli bir hâlde dünyadan çkp gittiler. An-
cak sddklarn ve ehidlerin kalpleri (ilâhî srlara) açld." Sonra u ayeti
kerimeyi okudu:

"Gaybn anahtarlar Allah'n yanndadrlar, onlar O'ndan bakas btt-

mez.* AS

'« 9
En'am6/59.
92 KÛTU'L-KULÛB

O, "kalpleri kilitli" sözüyle, onlarn marifeti ilâhîyeye ve gerçek tevhidin

müahadesine kar kapal olmalarn kasdetmitir.

Önceleri bu tür zikir meclislerini, marifet ehli, kalbî muamele ve ilm-i

bâtn sahibi kimseler kurarlard. Onlar ahiret alimi ve dini gerçek manada
anlam kimselerdi. Allahu Teala bir ayet-i kerimede bu alimlerin vazife ve

sfatn öyle ifade buyurmutur. üphesiz Allah en doru sözlüdür:

'Onlarn her kesiminden bir grup dinde (dini ilimlerde) geni bilgi elde

kalmaldr. Umulur ki saknrlar. " 50

Allahu Teala, ayet-i kerimede kalbin sfat olan fkh (derin anlay) ve
bu fkh sebebiyle oluan korkuyu (ilâhî hayeti) birarada zikretti. Akln il-

mi, zâhir ilmine dahildir, Allah' bilmek/marifetullah ise yakîne dahildir. Ni-

tekim bir haberde:

"Yakîn, tamamyla imandr.™ buyrulmutur. Allahu Teala da:

^Onlar ancak alim olanlar anlar * sz buyurarak, akl ilmin bir vasf yap-
mtr.
Rasûlullah (s.a.v) ilmin örenilmesini emrettii gibi, yakînin örenil-

mesini de emretmitir. limle ilgili hadis özellikle bu konuda olduu gibi:

*Yakmi öreniniz.*153 hadisi de özellikle yakînin örenilmesini emret-


mektedir. Çünkü yakîn ilmin üstünde bir makamdr. Rasûlullah'n (s.a.v):

"lim taleb etmek farzdr" sözü, herkese aittir, "yakîni öreniniz" sözü ise

yakîn ehli kimselerin meclisinde bulunmay emretmektedir. Çünkü yakîn


kendi bana ortaya çkmaz (elde edilmez). O ancak, yakîn ehlinin yann-

da (meclis ve halkalarnda iradla) örenilir. Bunun için Allah Rasulü

(s.a.v) onlarn yannda bulunup yakîni örenmeyi emretti. Bunun yannda,


"akli ilimleri veya fetva ilmini öreniniz" demedi. lk devirlerde zâhiri ilim

sahiplerine "müfti" ismi verilirdi. Allah Rasûlü'nün (s.a.v):

«o Tevbe 9/122.
,51
Taberanî, el-Mucemu'l-Kebîr, No: 8544; Beyhakî, uabu'l-man, No: 48); Hatîb, Tarihu Ba-
dat, XIII, 226; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, I, 57
,52
Ankebut 29/43.
153
Bkz. Ebu Nuaym, Hilye, VI, 95; Ali Muttaki el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, III, 438 (h. no: 7337.
LMN FAZLET, KISIMLARI v ALMLERN DERECELER 93

"Müftüler fetva verseler de sen (yapacan te) kalbine dan.™ ha-


disi de sözümüze destek vermektedir. Allah Rasulü (s.a.v), bu hadisinde,

soru soran müftülerin fetvasndan çevirip kalbin derinliklerindeki anlaya


(ve vicdani' kontrole) sevketmitir. ayet kalb fakih (derin anlay ve doru
kavray sahibi) olmasayd, Allah Rasulü'nün fakih olmayana sevketmesi
caiz olmazd. Eer bâtn ilmi, zahir ilmine hakim ve ondan üstün olmasay-
d; Efendimiz (s.a.v); zâhir alimlerinin dil ve nakle dayal ilimlerini braktrp
kalb ehlinin ilmi Ayn zamada bir fakihten
olan bâtn ilmine havale etmezdi.
çevirdii kimseyi ondan daha düük bir baka fakihe göndermesi doru ol-
mazd. Hem nasl olsun ki; hadis: "Sana fetva verseler de, evet sana fetva
55
verseler de sen (sonuçta) fetvay kalbinden sor '"
lafzlaryla tekrar ve
mübalaa ifadeleriyle zikredilmitir. Hemen unu da belirtelim ki, burada
kasd ve bahsedilen kimse, (uyank, temiz) bir kalb sahibi olan, hakka kulak
verip delilinin doruluunu müahede eden, ehvetinden ve basit adetle-
rinden uzaklaan bir kimsedir. Çünkü fkh (hakk görme, doruyu tesbit) di-
lin vasf deildir. Baksana Allahu Teala ne buyuruyor: •

"Onlann kalpleri vardr, onlarla (hakk) kavramazlar.* 5*

Demek ki, kimin hereyi iiten Allahu Teala ile iiten ve onunla müa-
hade eden bir kalbi varsa o, ilâhî hitab anlar ve duyduu hakikatlere ica-
bet edip Hakk'a yönelir.
«

Yukarda geçen: "Dini meselelerde fakih (derin anlay ve doru kav-


ray sahibi) olsunlar* 57 ayetinde, fkhn peinden iki vasf zikredilmitir.

Birincisi, inzar yani korkutma ve uyarmadr. Bu, Allahu Teala'ya davette

bir makamdr. nzar edici kimse ancak korkutan kimsedir. Korkutan ise

kendisi bizatihi korkan kimsedir. Allah'tan korkan da alimdir.

kincisi, saknmadr. Bu da Allahu Teala'y bilmek ve tanmakla oluan


bir hâldir ki buna hayet denir.

Fkh ve anlay ayn manada iki isimdir. Arapça'da: "Bu meselenin fa-

kihi oldum" demek "onu anladm" manasna gelir.

154
Darimî, Buyu", 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 227, 228.
155
Ebu Ya'la, Müsned, No: 1586; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, I, 175.
158
A'raf 7/179.
(

157
Tevbe 9/122.
ü KÛTU'L-KULÛB

Allahu Teala, tarafndan kula nasip ettii ince anlay ilim ve hikmet-
ten daha faziletli yapm, bu tür anlaylar zâhiri ilimlere dayal kaza ve
hükümlerin üstünde tutmutur. Bunu u ayet-i. kerimeden anlyoruz:

10 meselenin hükmünü (tarafmzdan verdiimiz özel bir anlay ile)

Süleyman'a biz örettik Hem biz onlarn herbirlne (Davud'a ve Süley-


man'a) hüküm ve ilim verdik.* 5*

Allahu Teala Hz. Süleyman'a (a.s) ayr bir anlay verdiini ve bu sa-
yede,babasnn verdii hükümden daha güzel ve isabetli hüküm ortaya
koyduunu ve bununla ayr bir fazilete sahip olduunu beyan etmi, ikisi-
ne beraber verdii hüküm ve ilimden sonra, ondaki bu nimeti özel olarak

Hasan b. Ali, kullar Allahu Teala'nn hidayet yoluna sevkeden ve Yü-


ce Mevla'ya yol gösteren alimleri üstün tutar ve onlara gerçek alimler, der-

di. O bunu, nazm hâlinde söyledii bir sözünde öyle ifade etmitir.

"Övünmek ancak ilim ehline yakr.


Çünkü onlar isteyenleri hidayet yoluna sevkeden kimselerdir.

Kiinin arl (deeri) onu güzelletiren eyler ölçüsüncedir.


Cahiller ise ilim ehline dümandrlar."

Bu söz Hz. Ali'den de rivayet edilmitir.

Kim alim olursa, onun malumat ve bilgisi Allahu Teala olur. Bu durum-
da ondan daha faziletli kim olabilir? Ve bu ilimden daha kymetli ne olabi-

lir? Çünkü her ilmin kymeti ihtiva ettii malumata göredir. Her alimin de-
eri de ilminin çeidine göre farkldr.

Zahidlerin imam Abdülvahid b. Zeyd, marifetullah sahibi alimlerin tek-


ten olduunu ve onlarn yollarnn bütün yollardan daha yüce, daha yük-
sek olduunu, nazm hâlinde u mealdeki sözleriyle dile getirmitir:

"Yollar çok çeitlidir,

Hakk'n yollar ise tektendir.

Hakk'n yoluna girenler de en kymetli kimselerdir.


Bakalar bunu bilmezler ve onlarn yoluna girmezler.
Onlar ellerindeki mühlet içinde hedeflerine doru yürürler.

,M Enbiyâ 21/79.
LMN FAZLET, KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 95

insanlar ise onlardan istenen (ve onlarn ulamak istedii) eylerden


gafildirler.

Bu insanlarn Hakk'n yolu karsnda ortaya koyduklar en belirgin

özellikleri gaflet ve atalettir."

Rivayet edildiine göre, Hz. Ömer vefat ettiinde, bnu Mesud: "Ger-
çekten ben bu adam seviyorum, onunla birlikte ilmin onda dokuzu gitti,"

demitir. Kendisine: "Sen böyle söylüyorsun; hâlbuki içimizde Allah Rasû-


lü'nün ashabndan pek çok kimse bulunmaktadr. Hepsi de ilim ehli kim-
selerdir," denilince, bnu Mesud: "Ben sizin bahsettiiniz fetva ilmini kas-
detmiyorum. Ben ancak, Aziz ve Celjl olan Allah' bilmeyi/marifetullah'
kasdediyorum," demitir.

bnu Mesud (r.a): "(Ümmet içinde) müttakiler pek çoktur," derdi.

Yine O, demitir ki: "Müttakiler insanlarn ümmetin ileri gelen seçkin


kimseleridir. Alimler ise, imam ve önder olan kimselerdir. Onlarla bir mec-
liste bulunmak iman ve edebi artrr."

bnu Mesud (r.a) muttakilerin insanlarn en seçkini ve en ereflisi ol-

duklarn ifade etmitir. Ayn ekilde Allahu Teala da ayet-i kerimede:

"Allah katnda en erefliniz Allah'tan en çok korkannzdr,* 59 buyur-


mutur.

Alimler ise, müttakilerin imam ve izlerini takip ettikleri önderleridir.

Çünkü Allahu Teala ayeti kerimede kamil müminlerin duasn beyan eder-
ken onlarn:

"Bizi müttakiler imam yap,"160 dediklerini ifade buyurmuutur. Allahu


Teala alimleri muttakilerden üstün tutmu ve onlarn imam yapm böyle-
ce müttakiler alimlerin ashab Olmulardr.

bnu Mesud (r.a), alimlerin meclisinde bir ziyadelik ve öncelik olduu-


nu belirtmitir. Yani alimlerin meclisinde bulunmann alim olmayan mutta-
kilerin meclisinde bulunmaktan daha üstün ve daha bereketli olduunu
anlatmak istemitir. Çünkü her gerçek alim muttakidir, fakat her muttaki in-

san alim deildir.

159
Hucurât 49/13.
'* Furkân 24/74.
96 kOtu-lkulûb

Nitekim bu manada öyle bir söz vardr:

"Alimler çoktur, alimlerden hikmet ehli azdr. Salihler çoktur, salihler

içinde sadklar azdr."

bnu'l-Mubarek'e: "nsanlarn en hayrllar kimlerdir?" diye sorulunca:


"Alimlerdir," cevabn vermi. "Gerçek sultanlar kimlerdir?" diye sorulunca:

"Zahidler/dünyadan gönlünü ve gözünü çekenlerdir," demi. "Alçak ve adi-

ler kimlerdir?" diye sorulunca da: "Dinini alet edip dünya mal yiyenlerdir,"

karln vermitir. Dier bir sözünde de: "üpheli ve kark ilere bula-
an, (haram yolla) dünyay talep eden ve ehvetlerine dalan kimselerdir,"

demitir.

Ferkad es-Sincî, Hasan- Basrî'ye baz eyler sordu. O da kendisine

cevap verdi. Ferkad:

"Ya Eba Said! Dier fakihler bu konuda senin söylediinin zddn söy-
lüyorlar," deyince, Hasan- Basrî: "Ey Ferkadçik! Annen seni dourmaz
olayd. Sen hiç u gözlerinle gerçek fakih gördün mü? Gerçek fakih, dün-

yadan gönlünü çekmi, rabetini ahirete döndermi, din konusunda basi-


ret sahibi, Rabbinin ibadetinde devaml, verâ ehli, müslümanlarm mal ve
rzndan elini (ve dilini) çekmi, iffet sahibi ve insanlara nasihat eden bir

kimsedir," demitir.

Biz Hasan- Basrî'nin bu sözlerini kendisinden nakledilen deiik üç


rivayetten bir araya getirdik. Bütün bunlar, Yüce Allah' yakînen tanyan
alimlerin sfatdr ki, onlar ariflerdir.

Ahmed b. Hanbel'in olu Abdullah'n öyle dedii nakledilmitir:

Babama: "Maruf el-Kerhî'nin yanna gidip geliyorsun, onda (alp nak-


ledecein) hadis mi var?" dedim. Babam: "Olum onda her hayrn ba
olan Yüce Allah korkusu var," dedi.

Ahmed b. Hanbel'e: "u imamlar ne ile anlr ve tannr?" diye soru-


lunca, O: "Onlarn en birinci vasf içlerindeki doruluk ve sadakattir," de-

mi, "Sdk nedir?" diye sorulunca; "hlastr," cevabn vermi, "hlasn ne


olduu?" sorulunca: "Zühd" olduunu söylemi, "Zühdün ne olduu?" so-
rulunca da; bir müddet ban önüne eip sonra: "Bunu zahidlere sorun.
Bir b. Haris'e sorun," demitir.
LMN FAZLET, KISIMLARI v ALMLERN DERECELER 97

Bana, Bir ile MansurAmmar arasnda geçen bir çok güzel hikaye
b.

nakledildi. Mansur b. Ammar vaiz ve nasihat ehli birisiydi. Bir b. Haris,


Ahmed ve Ebu Sevr gibi onunla ayn vakitte yaayan zatlar onu alim ka-
bul etmezlerdi. Onlara göre o, kssaclardan birisiydi. Halk ise ona alim di-

yordu.

Bana nakledilen bir habere göre: Nasr b. Ali el-Cehdamî, birgün mi-

zah/aka yapm ve akasnda da ileri gitmiti. Kendisine: "Alim bir kimse


olduunuz hâlde böyle söylüyorsunuz, hayret ettik!" denildiinde; O: "Gör-
düüm bütün alimler aka yapyorlar," dedi. Kendisine: "Siz, Bir b. Harisi
gördünüz, onun aka yaptn iittiniz mi?" diye sorulduunda: "Evet" de-
di ve unlar anlatt:

"Birgün kendisiyle bir yol geçidinde oturuyordum. Mansur b. Ammar


ziyaretine geldi ve kendisine: "Ya Eba Nasr! Emir/halife, alimlerin ve salih-

lerin toplanmasn emretti. Ben gizlenmeyi uygun buldum" dedi. Bir onu
yanndan kovdu ve:

"Bizden uzakla. Emir eline bir tiken ald, bize de batrma yaralamak
için seni bizim üstümüze att," dedi.

te selef alimleri kssaclar böyle deerlendiriyorlard. Zamanla bu


marifet ilminin ehli olanlar dünyadan gittiler. Zikir meclisleriyle yakîn mu-
amele ilimlerinden uzak kalnd. Ancak, öncekilerin gidiatn ve selefin yo-

lunu tanyanlar bu ilere talib oldular. Selef alimleri, zikir meclisleriyle ks-
saclar n meclislerini birbirinden ayryor, gerçek alimlerle mütekellimleri,
dile dayal ilimle kalbin (derin anlayn), yakîn ilmiyle akl ilmini ayr ayr
deerlendiriyorlard. Çünkü alim ile kssac arasnda fark vardr. Alim ken-

disine bir ey sorulmadkça konumaz. Sorulduunda da Allahu Teala'nn


kendisine nasip ve kefettii konularda bildikleri kadar cevap verir. Sus-
masn daha faziletli buluyorsa sükutu tercih eder. Eer ehlini bulamazsa,
ehlini buluncaya kadar bekler. lme ehil olan onu anlayan, inceliklerini mü-
ahede eden ve ilmin zevkini/tadn vicdannda hisseden kimsedir.

Allahu Teala, bir ayet-i kerimede:

"Bilmiyorsanz zikir (ilim ve kitap) ehline sorunuz,™ buyurmutur.

»' Nahl 16/43; Enbiya 21/7.


88 KÛTU'l-KULÛB

Bu ayeti kerimede iki mana vardr. Birincisi; zikir ehli Allahu Teala'y

bilen alimlerdir. Çünkü ayette "eer bilmiyorsanz" buyrulmas bunu ifade

etmektedir. Burada cahili olduklar bir ey için; "bilmeyenlere sorunuz" de-


nilmesi caiz deildir. Çünkü böyle bir durumda ancak cehâletleri artm
olacaktr.

kinci mana; alimler kendilerine soruluncaya kadar sükut eden kimse-


lerdir. Bir ey sorulunca da cevap vermeleri kendilerine vacip olur. Çünkü
ayette, bilmeyenlere: "Zikir ehline sorunuz" emri verilmitir. nsann bilme-

diini sormas farz olunca, kendisine sorulann da bildiini söylemesi farz

olur. Bu ayet-i kerime ayrca, zikir meclislerinin, alimlerin meclisleri oldu-

unu göstermektedir ki, bu meclislerin fazileti hakknda pek çok hadis ve


haber nakledilmitir. yice düünüldüünde, zikir ehlinin kendilerine soru

sorulan kimseler olduu anlalmaktadr. Onlar, kendilerine hak söz ula-

tnda düünen ve ibret alan, ilahi tehtitten korkan kimselerdir. Düün-


düklerinde gerçei bildiler ve o zaman da kendilerine sorulma emri veril-

di. Rasûlullah (s.a.v) bu manada öyle buyurmutur:


"Cahile, cehaletinde susup kalmas, alime de bildii konularda (soru-
lunca) susmas layk deildir.** 2
Allahu Teala da: •Bilmiyorsanz zikir (ilim ve kitap) ehline sorunuz.* 63
buyurmutur.

Ehl-i Beyt kanalyla rivayet edilen bir hadisi erifte, Rasûlullah (s.a.v)

öyle buyurmutur:

"lim bir hazinedir, anahtar sormaktr. Bilmediklerinizi ehline sorunuz.

Bu durum da dört kii sevap alr: 1- Soruyu soran, 2- Cevap veren, 3- Din-
leyen, 4- Onlar seven.* 64

bnu Mesud: "nsanlarn her sorduu soruya cevap vermeye kalkan


kimse, hiç üphesiz delidir," derdi.

A'me de: "Öyle sözler vardr ki cevab sükuttur," demitir.

162
Tabarani, el-Evsat, No: 5361; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, I, 164; Ali Muttakî, Kenzu'l-Um-

mal, X, No: 29264.


>* Nahl 16/43.
1M Ebu Nuaym, Hilye, li, 192; Münavî. Feyzu'l-Kadîr, No: 5712.
LMN FAZLET, KISIMLARI v> ALMLERN DERECELER 99

Zünnun el-Msrî öyle demitir: "Sadklarn güzel sualleri ariflerin

kalplerinin anahtardr, (içlerindeki srlar ortaya çkarr)."

Kssacya gelince o, söze kendisi balayarak bir takm haberleri anla-

tp kssalar zikreder. Bunun için geçmilerin kssalarnn peine dütüü


için, ona "kssac" denmitir. Allahu Teala'nn

'Kz kardeine: Xku takip eT dedi* 65 ayetinde de, bu mana vardr.


Yani, Musa'y takib et, onun hâl ve durumunu ören ve bana haberini bil-

dir, demek istemitir.

Malik b. Enes demitir ki: "Alimin kendisine soru sorulmadan anlatma-


ya balamas ilmin kymetini ortadan kaldrr."

Baka bir defasnda da: "Alimin, kendisine sorulan her soruya (tam bi-

lip bilmeden) cevap vermesi ilmin (kymetini) giderir," demi, böyle yap-
makla alnacan ve uygun olmayan yer ve zamanda kullan-
ilmin hafife

larak zayi olacan anlatmak istemitir.


"Sorulmadan (ehli ve isteyeni yokken) ilimden bahsettiin zaman, il-

min nurunun üçte bir gider," denmitir.

brahim b. Ethem ve bakalar öyle demilerdir: "Alimin sükut etme-

si, eytana, konumasndan daha ar gelir. Çünkü alim, hilimle sükut

eder, ilimle konuur. O zaman eytan: "una baknz, sükutu, konuma-


sndan bana daha ar gelmektedir" der. Bunun için: "Sükut, alim için bir

süs, cahil için de cehâletini örten bir perdedir," denmitir.

Kasm b. Muhammed demitir ki: "Kiinin bildii bir eyde, kendisine


soruluncaya kadar sükut etmesi nefsine bir iyilik ve ikramdr." Bu gerçek-
ten böyledir. Çünkü insan sualden sonra konutuu zaman sözünün sahi-

bi olur. Çou zaman da cevap vermek farz olur. Böyle bir durum gideril-

melidir. "Zikir ehline sorunuz" ayeti de bunu gerektirmektedir. Allahu Te-:


ala, bu ayet-i kerimede, bilinmeyen eylerin sorulmasn emretmekle bi-

lenlerin cevap vermesini de vacip klmtr.

Rasûlullah'n (s.a.v):

165
Kasas 28/11.
100 KÛTU'L-KULÛB

'Kime (bildii) bir limden bir mesele sorulur da (herhangi bir zaruret

yokken) bildiini gizlerse, (kyamette) azna ateten gem vurulur,™ ha-


disi de bu kimseyi azapla tehdit etmektedir.

nsann bir eye kendiliinden balamas gizli bir ehvetten yani airi
istekten kaynaklanmaktadr. ehvet/ar hrs ise dünyaya ait bir eydir.

mam Malik'e bir adam anlatlnca: "O, eer kendisine sorulmadan ön-
ce konuma hastal olmasayd iyi bir adamd," demitir. Bir defasnda
da: "Fena saylmaz, iyi bir adamdr, ancak bir aylk sözü bir günde konu-
ur," demitir.

Yukarda zikredilen manada öyle denmitir: "Konumak (insandaki


gizli) bir ehvetten/ar arzudan kaynaklanmaktadr." Yani bu kimse, ken-

disine herhangi bir ey sorulmadan önce (kendini ispat ve hislerini tatmin

için) mecliste konumaya balar.

Ehlullahtan birisi ebdallerin (velilerden bir grubun) sfatlarn sayarken

öyle demitir:
"Yiyecekleri ihtiyaçlar ölçüsünde, konumalar zaruret olduu kadar-

dr. Onlar, kendilerine sorulmadan konumaz ve cevap vermezler."

Kim ancak sorulunca konuursa, bo konumu ve kendisini ilgilen-


dirmeyen bir konuda laf etmi saylmaz. Çünkü sorulduktan sonra cevap
vermek, verilen selam iade etmek gibi farzdr. Nitekim bnu Abbas öyle
demitir: "Ben, sorulan bir suale cevap vermeyi, selam iade etmek gibi
vacip görüyorum."

Ebu Musa el-Earî ve bnu Mesud demilerdir ki: "Kime ilimden bir
mesele sorulsa, bildii cevab versin, bilmiyorsa, sükut etsin. Yoksa, mü-
tekelliflerden (ehli olmad iin altna giren ve ii kartranlardan) yazlr
ve dinden çkar."

Bu söz, bnu Abbas'tan da rivayet edilmitir. Ashab ve selef her eyde


tekellüfe/zora girmekten ve insanlar skntya sokmaktan çekiniyorlard.

Selef, herhangi bir sebep ve ihtiyaç olmakszr\ veya kendisine sorul-

makszn, yerini ve ehlini bulmakszn söze balamay tekellüf yani bo bir


zorlama ve sknt sayarlard.

166
Ebu Davud, lim, 9; Tirmizî, lim, 3; bn Mace, Mukaddime, 24; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II,

263, 305.
LMN FAZLET, KISIMLARI v ALMLERN DERECELER 101

bnu Abbas (r.a), Mücahid'e yapt bir vasiyyetinde öyle demitir:

"Seni ilgilendirmeyen konularda konuma. Hiç üphesiz bu senin için

daha faziletli ve hataya dümene kar daha emniyetlidir. Yerini (ve ehli-

ni) buluncaya kadar, seni ilgilendiren konularda da konuma. Kendisini il-

gilendiren konularda konuan nice kimseler, sözünü yerine koyamayp


onu boa harcamtr."

Ensar'dan bir gencin hadisesi mehurdur. Vefat annda annesi:

"Cennet sana mübarek olsun! Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte cihad ettin ve
Allah yolunda öldürüldün..," deyince, Rasûlullah (s.a.v):

"Onun cennetlik olduunu nereden biliyorsun. Belki o, kendisini lgi-

lendirmeyen konularda konumu ve malna bir noksanlk getirmeyecek


eylerde cimrilik etmitir* 67 buyurmutur.

Kim, kendisine sorulmakszn ortaya bir ilmi mesele atar ve ehli olma-
yanlara onu yaymaya/anlatmaya çalr da anlatt kabul görmez ve ho
karlanmazsa, kendisi sorumlu olur ve muhatabnn ters hareketinin me-
suliyeti onun üzerine olur. Çünkü o, ilmin ortaya çkmasnda yanl bir tu-

tum ortaya koymu ve ii zora sokmutur. Eer kendisine sorulduktan

sonra konuursa, cevab beenmeyenlerin davranndan mesul deildir.

Çünkü o, sorulan bir sualin cevabn ortaya koymutur. Bunun için, bu ilim-

lerde söz sahibi olan Selef alimleri, kendilerine bir ey soruluncaya kadar

Ebu Muhammed demitir ki: "Alim yerinde oturur ve sükut eder. Kalbi-

ni Mevtasna açar arzeder. Huzurunda güzel bir ekilde boyun büküp ken-
disine doruyu ilham etmesini ister. Bu durumda, ona hangi mesele sorul-

sa, Mevlasnn kendisine açt (ve ilham ettii) ekilde cevabn verir."

Ebu Muhammed, alimin sükut hâlinde ve Mevtasna nazarnda tevek-


küle muhtaç olduunu, ilham ve ihsan edecei eylerde vekili olan Allahu

Teala'nn tecellisini bekleyeceini belirtmitir.

Alimlerden birisi demitir ki: "Alim, ancak, kendisine bir mesele sorul-

duunda (onun doru cevabn vermede) sanki az dii sökülüyormu gi-

bi sknt çeken kimsedir."

,67
Tirmizî, Zühd, 11 ; Ebu Ya'la, Müsned, No: 4017; Ebu Nuaym, Hilye. V, 56.
102 KÛTU'L-KULÛB

Rukbe b. Mskale ve bakalar öyle demilerdir: "Etrafna insanlar


toplayp kssa anlatan kimse alim deildir. Asl alim, kendisine (ilmi) bir me-
sele sorulduu zaman, (meselenin ehemmiyet ve mesuliyeti karsnda)
hardaldan enfiye çeken kimse gibi (burun kemikleri szlayan kimse) dir.

A'me, Muhammed b. Sûk'a hadis soruyor, o da kendisinden yüz çe-


virip cevap vermiyordu. Bunun üzerine A'me, Rukbe'ye döndü. Rukbe,
A'me'e: "Eer hadisin faidesini kötü bir ahlak için terkediyor (ve nakletmi-

da senin gibi bir ahmaktr, dedi. Bunu duyan Muhammed b. Sûk:


yorsa) o
"Hay yazk sana! Ben onu bir ilaç mesabesinde görüyorum, menfaatini
umduum için aclna sabrediyorum," dedi.
Bize kadar ulaan bir bnu Mesud ile insanlara
rivayete göre Hz. Ali,

bireyler anlatan bir adam yanna urad. (Adam biraz dinledikten sonra,
onun iin ehli olmadn ve sözlerinin de gereksiz olduunu anlaynca:
"Bu adam: "Ey insanlar beni tanyn demek isityor," dedi.

Ebu Hafs en-Neysaburî demitir ki: "Gerçek alim ancak kendisine di-

ni konularda bir mesele sorulduunda (iin ciddiyet ve büyüklüünden do-


lay) gam ve kedere bürünen kimsedir. Öyle ki, herhangi bir azas kesilip

yaralansa, korkusundan vücudundan kan çkmaz. O, dünyada sorulan bu


sualin kendisine ahirette de sorulunca, mesuliyetinden kurtulamyacan-
dan korkar. Ancak baka alimlerin bulunmayndan dolay soruya cevap
vermenin kendisine farz olduunu anlaynca, cevap verir."

bnu Ömer, kendisine sorulan dokuz meseleye sükut eder, birisine


cevap verir ve: "Siz bizi cehennemde üzerinden geçeceiniz bir köprü ya-
pyorsunuz, hesaptan kurtulmak için: "bnu Ömer bize böyle fetva verdi

dersiniz," diye söylerdi.

brahim b. et-Teymî, kendisine bir mesele sorulduu zaman alar ve:


"Benden baka soru soracak kimse bulamadnz mi? Bana m muhtaç ol-

dunuz?" derdi.

Yine o, demitir ki: "brahim en-Nehâî'yi bir seriyyenin bana getirme-


ye çaltk, o buna yanamad. Kendisine dini bir mesele sorulunca; (ken-
disini cevap vermeye ehil ve ehliyetli bulmad için) alard."

u söz de brahim et-Teymî'nin: "Bu ite insanlar bana muhtaç oldu-


lar (meselelerini gelip bana açtlar)."
LMN FAZLET. KISIMLARI w ALMLERN DERECELER 103

Süfyân b. Uyeyne, ilim yönünden zamannn tekiydi. Bununla birlikte

kendisi için u misali verirdi:

"Diyarlar boald, Müsevved dndakiler fesada urad

âkilerden ise kötülüüyle ben kaldm."

Ebu'l-Aliye er-Reyyahî iki-üç kiiye konuurdu, dinleyenler dört olun-


ca kalkar giderdi. brahim, Sevrî ve brahim b. Edhem de, ayn ekilde bir

iki kiiye konuurlar, etraflarnda insanlar çoalnca, dönüp giderlerdi.

Ebu Muhammed Sehi'in meclisinde be, alt en fazla on kii bulunur-


du, f

eyhlerden birisi bana öyle dedi: "Cüneyd on onbe kiiye konuur-


du. Özel meclisinde oturanlar yirmiye varmamtr."
eyhimiz Ebu'l-Hasan b. Salim bana unu anlatt: "Bir topluluk Cü-
neyd'in mescidinde toplandlar. çlerinden birisiyle haber gnderip: "Kar-

delerin toplandlar, sizinle görümek ve sizden bireyler dinlemek istiyor-

lar, eer uygun görürseniz, terif ediniz" ricasnda bulundular. Mescit, evi-
nin kapsnn üstündeydi. Yanlarna çktktan sonra, haberciye: "Bunlar
kimdir?" diye sordu. O da falanc, filanc diyerek isimlerini sayd. Bunun
üzerine Cüneyd: "Bunlar benim (hususi sohbetime katlacak) ashabm de-
ildir. Bunlar umum meclislerde oturacak kimselerdir," dedi ve geri döndü.
Cüneyd onlar özel ilim ve sohbetine ehil olmayan umum halk olarak gör-

mü ve onlara vaktini ayramamtr.


Halvet hâlinde olan alim de böyle davranmaldr. Eer (manevi hâl ve
dilinden anlayacak) hususi arkadaalarna rast gelirse, onlarla olmay hâl-

vetine tercih eder. Bu, onlar için bir bereket olur. Eer böyle kimselerle
karlamazsa, halvetine baka bir eyi tercih etmez. Yoksa hâlvethane,
tembel kimselerin çöreklendii bir yer oluverir.

eyhimiz Ebu'l-Hasan b. Salim, kardeleri (ashab) içinde ilmine ehil


gördüklerinin yanna çkar, onlarla oturur, karlkl ilim müzakere ederler-

di. Gündüz veya gece çok kez bunu yapard.


Hiç üphesiz, karlkl müzakere ayn seviyedeki insanlar arasnda
olur. Karlkl konuma ve sohbet ise kardelerle birlikte oluur. lim için

meclis kurmak, ashab için yaplr. Soru sorup cevap almak avamn iidir.
"

104 KÛTU'L-KULÛB

Bu ilmin ehline göre, marifet ilmi seçilmi özel bir ilimdir, onu ancak
seçkin kimselere anlatmak uygun olur. Havas/seçkin insanlar ise pek az-
dr. Onlar bu ilmi ancak ehline anlatyor ve ehlini bulunca anlatmay ken-
dilerine vacip görüyorlard.

Nitekim Hz. Ali bir sözünde onlar öyle tantmtr: "Onlar ilimlerini

kendileri gibi olanlara emanet eder ve onu emsallerinin kalbine ekerler."

Hz. sa'dan (a.s.) ve Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz'den bu manada u


söz nakledilmitir:

"Ehil olmayann yannda (bahsederek) hikmeti zayi etmeyin, ona ya-


zk etmi olursunuz. Onu ehli olandan da esirgemeyiniz, (esirgerseniz)
onlara zûlmetmi olursunuz. Elindeki ilac hastaln yerinde (ve zamann-
68
da) kullanan efkatli doktor gibi olunuz. 1

Dier bir rivayette:

'Kim hikmeti ehli olmayanlara anlatmaya kalkarsa cahillik etmi olur.

Kim de onu ehlinden esirgerse zulmetmi olur. üphesiz hikmetin bir hak-
k olduu gibi, onun bir ehil, bu ehlinin de bir hakk vardr. Öyleyse herke-
se hakkn ver,* 69 buyrulmutur.

sa (a.s) öyle buyurmutur: 'Cevheri domuzlarn boynuna takma-


Hz.
ynz. üphesiz hikmet cevherden daha hayrldr. Kim onu kötü görürse,
o kimse domuzdan daha o erlidir.'' 70
Büyüklerden birisi demitir ki: "Bu marifet ilminin yars sükut, yars
da onu nereye koyacan/kime vereceini bilmendir."

Ariflerden birisi öyle demitir: "Kim insanlara, ilminin ve aklnn en


son noktasna göre konuur, akllarnn anlayaca seviyede hitap etmez-
se, onlarn hakkn yemi ve Allahu Teala'nn onlardaki hakkn yerine ge-
tirmemi olur."

Yahya b. Muaz derdi ki: "Herkesin nehrine göre elini daldr (onun ka-
pasitesini iyi bil) ve onu kendi barda ile sula/alaca kadar ilim ver."

168
Darimi, Mukaddime, 34; bnu Abdilber, Beyani'l-lm, 1, 109.
169
bnu Abdilber, Beyani'l-lm, I, 1 10.
170
Abdurrezzak, Musannef, II, 257; bnu Asakir, Tarihu Dmek, cilt: 47, shf: 458, (Beyrut, 1997),
ibnu Abdilber, Beyani'l-lm, I, 110
LMN FAZLET, KISIMLARI v ALMLERN DERECELER

de bu manada öyle diyoruz: "Herkesi akli ölçüsüne göre ve ilmi


Biz

seviyesine göre deerlendir ki; ondan zarar görmeyesin ve o da senden


istifade etsin. Yoksa, denge ve ölçüler farkl olduu için anlattn anlal-
maz ve inkar edilir."

Bana bu taifenin büyüklerinden birisi unu anlatt: Ebu mran el-Mek-


kî'yi dinledim. Ebu Bekir el-Kettanî hakknda konuuyordu. Ebu Bekir el-

Kettanî bu ilimde çok müsamahakar davranr, onu bütün fakirlere/dervi-

lere mran onu knam ve onu bu ilmi her gördüü-


anlatp dururdu. Ebu
ne arlatp çokça konumasndan nehyetmiti. Hatta ona: "Ben yirmi sene-
dir Allahu Teala'dan bana bu ilmi unutturmasn istiyorum" demi/ o da:

"Niçin?" deyince unu anlatmt: Ben Rasûlullah' (s.a.v) rüyamda gör-

düm öyle dediini iittim: "Her eyin Allahu Teala katnda bir hürmeti (ko-

runmas gereken edeb ve kymeti) vardr. Hürmeti çok büyük olan ey-
bir

lerden birisi de hikmettir. Kim onu ehli olmayan kimselere verirse, Allahu
Teala ondan bunu hesabn sorar hakkn ister. Allah kimden hak talep
ederse, onun hasm olur."

Seleften birisi demitir ki: "Bir kimse (kendiliinden ilim vermek ve ha-
dis rivayet etmek için mescitte) bir diree yasland veya kendisine soru
sorulmasn arzulad zaman onun meclisinde oturma."
nsann kendisinden bir ey sorulmasn istemesi uygun deildir. Geç-

mite bu ilim sahiplerinin meclisinde otuz kii, hatta yirmi kii bulunduu
görülmezdi. Ancak nadiren bulunur, onlar da devaml olmazd. Meclisle-

rinde ancak dört ile on aras, bazen de on küsür insan bulunurdu. Bunun
yannda, kssaclarn ve vaizlerin meclislerinde ise, yüzlerce kii toplanr-

d. Hasan- Basrî'den günümüze kadar böyle olmutur. Bu ayn zamanda


her iki meclisin ve ehlinin arasndaki fark göstermektedir. üphesiz mari-
fet ilmi baz seçkin insanlara mahsustur. Kssalar ise, pek çok kimseye hi-

tapeder.

Alimlerimizden birisi demitir ki: "Basra'da vaaz ve öütle megul yüz


yirmi kii mevcuttu. Fakat, marifet, yakîn, makam ve haller konusunda ko-
nuan ancak alt kii vard. Ebu Muhammed Sehl, es-Subeyhî ve Abdur-
rahim bunlardand."

Denilmitir ki: "Kim alimin sükutundan istifade edemezse, kelamndan


da faydalanamaz." Bu sözle, insann, alimin konumasyla edeplenip söz-
106 KÛTU'L-KULÛB

lerine uyduu gibi, sükutu, huusu ve verâsyla da edeplenip bu konular-


da onun yakîn hâlini örnek almas gerektii ifade edilmitir. Çünkü onlar
öyle diyorlard: "Zâhir ilmi mülk (eya) alemiyle, bâtn ilmi ise meleküt
alemi ile ilgildir." Bununla zâhir ilmin dünya ilmi olduunu, çünkü ona dün-
ya ilerinde ihtiyaç duyulduunu, bâtn ilminin ise ahiret ilmi olup, oraya bir

azk (ve hazrlk) olduunu ifade etmektedirler. Bu konuda u da söylen-


mitir:

Dil zâhiri bir azadr, mülk alemindedir ve zâhiri ilmin (ifade) kayna-
dr. Kalp ise meleküt hazinelerindendir ve bâtn ilmin kapsdr. Buna gö-
re, bâtnî ilmin zâhir ilme üstünlüü, meleküt aleminin mülk alemine, veya
kalbin dile üstünlüü gibi olmaktadr.

Bir b. Haris derdi ki: "Bize falanc anlatt, bize filanc haber verdi," gi-

bi sözler dünya kaplarndan bir kapdr. (Sahibinin bu yolla mal ve öhret


kazanmasn temin etmektedir)."

Baka bir defasnda da: "(Gereince amel etmeden, srf) hadis (nak-
liyle uramak, sahibi için) ahiret az deildir," demitir.

eyhlerimizden birisi bize, ashabndan (müridlerinden) birisinin öyle


dediini anlatt: "Bir b. Haris'e ait pek çok kitap sakladk. Bize, onlardan
hiç bir ey bahsetmemiti. Ancak kendisinden nadiren tek ahsa anlatt
eyler iitilmitir."

(Allah kendisine rahmet etsin) Bir b. Haris öyle derdi:

"Ben hadis rivayet etmeyi arzuluyorum. Eer bendeki bu hadis naklet-


me arsuzu olmasa, muhakkak hadis rivayet ederdim." Sonra öyle demi-
tir: "Ben bu hususta nefsimle krk senedir mücahede ediyorum."

Yine o, demitir ki: "Bir adam: "Falanc bize nakletti", "filanc bize ri-

vayet etti" gibi sözleri söylediini iitirseniz o ancak: "Bana yer açnz, ge-
nilik salaynz," demek istiyordur.

Bir, zahid ve alim birisiydi. O ve bakalar (bu konuda) öyle demi-


tir: itahn kabardnda, hadis
"Hadis rivayet etme rivayet etme, böyle bir
arzun bulunmad zaman hadis rivayet et..."

Rabiatul-Adeviyye, Bir b. Haris'ten daha önce, Süfyan es-Sevrî hak-


knda öyle diyordu: "Hadis rivayet etme muhabbeti olmasa, Süfyan ne
güzel bir adamdr."
LMN FAZLET. KISIMLARI V ALMLERN DERECELER 107

Yine Rabiatu'l-Adeviyye öyle derdi: "Hadis rivayet etme fitnesi, mal


ve evlat fitnesinden daha iddetlidir."

Yine bir defasnda da öyle demitir: "Keke o, dünyay sevmeseydi."


Bununla insanlarn onun etrafnda hadis için toplanmasn kasdetmitir.

Ebu Süleyman ed-Dârânî demitir ki: "Kim evlenir, yahut hadis yaz-
makla urar veya geçim derdine düerse o kimse dünyaya meyletmitir.."

MARFET LMNN DER LMLERE ÜSTÜNLÜÜ


Ehlullahtan birisi demitir ki: dndaki ilimleri elde
"Marifet ilminin

eden herkes sonradan bir eksiini gidermi/açn tamamlam olur. Ma-


rifet ilmini elde eden ise kemale erdirilir/ilâhî takviyeye mazhar olur. Son-
ra u ayeti okumutur:
"Eer Rabbinden ona bir nimet yetimeseydi, bo ve uzak bir yere at-
lrd.™
Yani marifet ilmiyle desteklenip yetimese kul, hevasna düüp
Hak'tan uzaklard. Ayette geçen "el-âra" kelimesi, uzak, ho yer anlam-
na gelmektedir. Akli ilimler de yakîn ilmi yannda (Hak'tan) bir uzaklktr.

Ayn zat:

"Eer biz sana (Hak yolda) sebat vermi olmasaydk, az kald onlara
meyledecektin.* 72 ayetinin tefsirinde öyle demitir: "Eer biz sana mari-
fet ilmiyle sebat vermi olmasaydk, aklî ilimlere yanap (onlarla yetine-

cektin)."

Sehl b. Abdullah, Allahu Teala'nn:

"Bana tarafndan yardmc bir kuvvet ver." 73 ayetinin manas hakkn-


da: "Bana bakalarn brakp hep senden bahseden bir dil ver," demitir.

Marifet, irr\an ve yakîn ilminin ahkam ve hüküm ilmine kar üstünlü-

ü (bir eyi bizzat) müahede etmenin ( o ey hakknda kulaktan duyulan)


habere üstünlüü gibidir. Rasûlullah (s.a.v) öyle buyurmutur:

,7 >
Kalem 68/49.
,7Z
Isra 17/74.
m sra 17/80. •
108 KÛTU-L-KUIÛB

"Haber yani itmek, bizzat görmek gibi deildir." Hadis, baka bir la-

fzda: "Haber alan, bizzat gören gibi deildir,™ eklinde ifade edilmitir.

lyâz b. anem, Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin

"Onlar mal ve evlat çokluu ile övünmek oyalad. Keke yakn bir ilim-
75
le bilserdi* ayetini tefsir ederken: "Yakîn gözle görmek gibidir,"buyurdu-
unu rivayet etmitir.

Bir haberde öyle buyrulmutur:

"Ümmetimin en hayrllar içinde öyle bir topluluk vardr ki onlar Rab-


lerinin rahmetinin geniliinden dolay açkta güler, azabnn iddetinden
dolay gizlice alarlar. Ayaklar yerde, kalpleri semada, ruhlar dünyada,
akllar ise ahlrette olarak yaarlar. (Yeryüzünde) sekinet içinde yürür (ha-
yrl) vesilelerle devaml Allah'a yaklarlar.* 76

Fetva, bir meselenin hükmünü haber vermek, istifta ise, meselenin


hükmünü sorup örenmektir.
"Onlara sor,* 77 ayetiyle, "Senden fetva istiyorlar,* 78 ayetleri de bu
manadadr.

Haber yani nakil yoluyla elde edilen ilme bazen zan ve üphe girebi-

lir. Müahede ise zann ortadan kaldrp üpheyi yok eder. Nitekim ayet-i
kerimede:

"Gözünün gördüünü gönlü (kalbi) yalanlamad.* 79 Yani gözü ile gör-

mesi, kalp için bir tespit yani takviye oldu. Kalbin görmesi yakîn hâlidir ve
(ancak müahedeye ulam bir) kalp sahibi, yakîn ehlidir. Rasûlullah
(s.a.v) öyle buyurmutur:

"Zenginlik olarak yakîn yeterlidir.™

Demek ki, yakîn ilmi sahibini dier bütün ilimlerden müstani klar/on-

lar aratmaz. Çünkü yakîn ilmi, ilmin hakikati ve özüdür. Dier bütün ilim*

' 7*
Hakim, Müstedrek, II, 380; bnu H.bban, Sahih, No: 6213; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 215.
m Tekasür 102/1-5.
178
Ebu Nuaym. Hilye. I. 16.
177
Saffat 37/11.
178
Nisâ 4/127,176.
179
Necm 53/11.
180
Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, X, 308; Zebidî, thafu's-Sade, IX, 131-132.
LMN FAZLET, KISIMLARI V ALMLERN DERECELER 109

ler ise yakîn ilminin yerini tutamaz. Hem tevhid ve iman ilminde üpheye
düürecek eyleri bilmeye ve yakîni elde etmeye olan ihtiyaç, fetva ve di-

er ilimleri elde etmeyle oluan kazanç ve zenginlik, dier ilimlerin hasl


edecei zenginlikten daha büyüktür. Yakînde, Fâtiha'nn dier Kur'an
ayetleri karsndaki fazileti ve kapsaycl gibi bir benzerlik vardr.

Nitekim, Rasûlullah (s.a.v) öyle buyurmutur:


"Fatiha (mana bakmndan özetle) bütün Kufan'n manalarn kar-
lar/içinde bulundurur. Kufan'n dier bötûn sûreleri ise Fâtiha'nn yerine

geçmez.™
Marifet ilminin karsndaki durumu da böyledir. Allahu
dier ilimler

Teala'y bilmek, dier bütün ilimlere bedel olur. Dier ilimler ise marifetul-
lahn yerine geçemez. Çünkü Allahu Teala'y tanyann dier eylere ha-
ceti kalmaz. Hem bütün ilimler O'nun bilgisi dahilindedir. Yakîn ilminin ö-
rettii de Allahu Teala'dr. Bu durumda, onun dier ilimlere üstünlüü, Al-

lahu Teala'nn dier varlklara üstünlüü gibi olmaktadr.

Hukemadan birisi, yukarda zikrettiklerimizin manasnda, öyle de-


mitir: "Allahu Teala'y tanyan neyin cahili olur? O'nun cahili olan da neyi

tanm olur ki?"


Allahu Teala'y tanyan marifet ehli alimler, peygamberlerin varisler-
dir. Çünkü onlar, peygamberlerden, Allahu Teâla'ya delil olmay, O'na da-
veti ve kalp amellerinde kendilerine tabi olmay miras almlardr. Allahu
Teala öyle buyurmutur:

"nsanlar Allah'a çaran, iyi i yapan ve "ben müslümanlardanm" di-


yenden daha güzel sözlü kim vardr?** 2

Dier bir ayeti kerimede öyle buyrulmutur:

"Rabbinin yoluna hikmetle davet et.* 63

Baka bir ayeti kerimede ise, Allahu Teala Rasulüne daveti emretmi
ve kendisine davette kendisine tabi olanlar da ortak yapmtr. Ancak ba-
siretîe deil. -Ayette öyle buyrulmutur:

"» Ali Muttakî el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, I, 557 (h. no: 2498).


,az
Fussilet 41/33.

Nahl 16/125.
110 KÛTU'l-KULÛB

"De ki: "te bu benim Ben basiretle


yolumdur. Allah'a davet ediyo-

rum. Ben ve bana uyanlar (bu daveti yapyoruz).™

Marifetullaha sahip ve peygamberlere varis olan alimler, kyamet gü-


nü peygamberlerle birlikte haredileceklerdir. Bu durum ayeti kerimede
öyle ifade edilmitir:

Onlar, Allah'n kendilerine özel nimet ve ihsanlarda bulunduu pey-


gamberlerle beraberdir.* 85

Dier bir ayette Allahu Teala:

'Peygamberler ve ahitler getirilir,*"3* buyurmu; dier ayet-i kerime-

de de, onlarn bu dereceye sahip olmalarnn sebebini öyle açklamtr:


"Allah'n kitabn kurmalar kendilerinden istendii için (onunla hükme-
derlerdi) ve hepsi ona ahittiler.™

Muaz b. CebePden bu manada bir haber rivayet etmitik. O haberde


Muaz b. Cebel öyle demitir: Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki:
nsanlann peygamberlik derecesine en yakn olanlar, ilim ve cihad

ehli olanlardr."

lim ehli, insanlar peygamberlerin getirdii eylere sevketmiler, ci-

ci-

Dünya alimleri ise, kyamet günü idareci ve sultanlarla birlikte hare-


dilecektir.

Seleften birisi demitir ki: "Alimler peygamberler ile, kadlar da sultan-


lar ile harolurlar."

Kad smail b. shak, dünya ehli alimlerden, kadlarn ileri gelenlerin-

den ve onlarn akl dant bir kimse idi. Ebu Hüseyn b. Ebi'l-Verd'le ara-

larnda samimi bir kardelik vard. Ebu Hüseyn ise, marifetullah ehli biri-

siydi. smail kadl/hüküm ve fetva ileri üstlenince bnu Ebi'l-Verd onu

,<w
Yusuf 12/108.
185
Nisa 4/69."
186
Zümer 39/69.
187
Maide 5/44.
188
Zebidi, thafu's-Sade, I, 109-1 10. (Burada u kayt vardr: Hadisi Ebu Nuaym "el-Alimu'l-Afif
adl eserinde, zayf bir senetle bnu Abbas'tan rivayet etmitir.
LMN FAZLET, KISIMLARI v ALMLERN DERECELER

terketti. Sonra, bir ahitlik konusunda yanma girmek zorunda kald. Yan-
yana geldiklerinde bnu Ebi'l-Verd kad smail'in omuzuna vurarak: "Ya s-

mail ilim seni bu yere oturttu. Hiç üphesiz cehâlet ondan daha hayrldr,"
dedi. Kad smail ridasn yüzüne koyarak alamaya balad, öyleki ridas

ya içinde kald.
Zâhir alimleri yeryüzünün ve mülk aleminin süsüdürler. Bâtn alimleri

ise, semann ve meleküt aleminin süsleridir. Zâhiri ilimlere sahip olan


alimler, haber ve lisan ehli, bâtn alimleri ise, kalp ve müahade erbab
kimselerdir.

Alimlerden birisi demitir ki: "Allahu Teala dili yaratnca: "Bu, benim
haberimi anlatan (ve akla izah eden) bir azadr. Eer bana sadk kalr (ya-
lan söylemezse) onu (azaptan) kurtarrm," derdi. Kalbi yaratnca da: "Bu,
benim nazar mahâllimdir, eer benim için saf ve temiz olursa, onu (nurum
ile temizleyip) sâfi yaparm," dedi.

Sonraki alimlerden birisi demitir ki: "Cahil; ilim ile, alim hüccet (delil)

ile, arif de eref ile kurtulur."

Ariflerden birisi de öyle demitir: "Zâhiri ilim hüküm, bâtnî ilim ha-

kimdir. Hüküm, hakim gelip hakknda kararn verinceye kadar mevkuftur,


askdadr.

Önceleri, zâhir alimleri delillerin ihtilaf sebebiyle bir meselede müki-


lata dütüklerinde, meseleyi marifetullah sahibi ariflere sorarlard. Çünkü
onlara göre ehlullah, ilâhî yardma en yakn olup heva ve masiyetten en

uzak kimselerdi. Bu alimlerden birisi de mam afi'dir.

O, bir meselede alimlerin ihtilaf ve istidlalde ayn seviyede olmalarn-


dan dolay mükilatla karlat (ve sonuca varamad) zaman marifet

ehline müracaat eder, meseleyi onlara sorard. mam afiî, ehlullahtan

eyban er-Raî'nin önünde küçük çocuun ders hocasnn önünde oturdu-


u gibi oturur ve kendisine: "u konuda nasl haraket edilir?, Bu konuda
ne yaplr?" diye mükil meselelerini sorard. Bir defa kendisine:

-Ya Eba Abdullah, sen bunca ilmin ve fkhnla gidip u bedeviye me-
sele soruyorsun, bu uygun mudur?" diye sorulunca, mam:
112 KÛTU'L-KULÛB

"O bizim bildiklerimize ilâhî tevfikle ulatrlmtr," demitir. 189


mam afiî, iddetli bir hastala yakalannca: "Allah'm! eer rzan bu
hastalkta ise, onu bana artr" diye dua etmiti. Onun bu duasna karlk
Msr'da bulunan el-Meâfirî kendisine unlar yazd:
"Ya Eba Abdullah! Ben ve sen bela ile kemale erecek adamlar dei-
liz. Öyleyse Allah'tan hastalk gelmeden rzasn isteyelim. Bize, nfk ve afi-

yet istemek düer." Bunu duyan mam, sözünden döndü ve:

"Allahu Teala'dan affm ister O'na tövbe ederim" dedi. Bundan son-
ra, bir hastalkla karlanca: "Allahm! Benim hayrm, sevdiim eyde
yap," derdi.

Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Maîn, Maruf b. Rrûz el-Kerhî'nin yan-


na gidip gelirlerdi.

Hâlbuki bu zatn onlar gibi güzel ilmi ve sünnet bilgisi yoktu. Bununla
birlikte marifetullah ile ilgili baz mükil meselelerini ona sorarlard.

Bir haberde öyle rivayet edilmitir:

Rasûlullah'a: "Ya Rasulallâh! Önümüze Allah'n Kitabnda ve Rasulü-


nün sünnetinde hükmü belirtilmeyen bir i/mesele geldiinde nasl hara-
ket edelim, ne yapalm?" diye sorulduunda, Allah Rasulü (s.a.v):

"Salihlere sorunuz ve onlarla istiare ederek hallediniz. Onlara dan-


madan tek olarak karar vermeyiniz,™ buyurdu.

Muaz b. Cebel'in hadisinde, Rasûlullah (s.a.v) Muaz' Yemen'e vali

olarak gönderirken:

- Önüne Allahu Teala'nn Kitabnda ve Rasulü'nün sünnetinde hükmü


belirtilmeyen bir mesele geldiinde nasl çözersin? diye sorduunda, Mu-
az:

-Salihlerin hüküm verdii ekilde hükme balarm. Dier bir rivayette:


"Kendi görüümle içtihad ederim," demi, bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v):

,89
Benzer bir olay mam Ahmed'le Bir-i Hafi arasnda geçmitir. Bkz: Feridüddin Artar, Tez-
kiretü'l-Evliya, 167, 289.
190
Tabarani, el-Kebir, No: 12042; bnu Abdilber, Beyani'l-lm, II, 59; Zebidî, thafu's-Sade, 1, 269.
LMK rMUBM r\ t o m w fi n i t w n» . ™. .

-Rasûiûnün elçisini doruya sabette muvaffak klan Allah'a hamdol-


sun,™ buyurmutur.
Anlatldna göre Cüneyd el-Badadî öyle demitir: Serî es-Seka-

tî'nin yanndan ayrlrken bana:


-Benden ayrldktan sonra kiminle oturup kalkyorsun? diye sordu.
Ben de:

-Haris el-Muhasibî ile, dedim. Serî:

-Evet, bu güzel. Onun ilim ve edebinden al, istifade et. Fakat atafat-

l sözlerinden sakn. G tür eyleri kelamclara brak! dedi. Dönüp giderken


öyle dediini iittim:

-Allahu Teala seni, önce muhaddis sonra sûfî birisi yapsn. Önce sû-
fî, sonra muhaddis yapmasn."

Hazret bu sözüyle unu kasdediyor: Sen, önce hadis ve eser ilmini

örenip usul ve sünnetleri tanyarak ie bala. Sonra zühd ve ibadetle

megul ol. Böyle yaparsan tasavvuf ilminde ilerlersin ve arif bir sûfî olur-

sun. Fakat ie ibadet, takva ve hâl ile balayp bunlarla uraarak ilim ve

sünnetlerden uzak kalrsan, usul ve sünnetleri bilmediin için ya dengesiz


ve ölçüsüz sözler sarfeden veya hak ile batl birbirine katp kartran bi-

risi olursun. Öyleyse, zâhiri ilimlere müracaat ederek ve sana lazm olan
hadisleri yazp örenerek hallerini güzelletir. Çünkü hadis, ibadet ve ilmin

asldr. Aksi durumda, asl brakp teferruat ile ie balam olursun ki so-
nucu selamet olmaz. Ancak asllar zayi edenler, hedefe ulamaktan mah-
rum brakldlar, denmitir. Buradaki asl, hadisleri yazp (tespit etmek)

eser ve sünnetleri tanmaktr. Sen (ilerisine gidemeyip) aslda kaldnda


muhakkiklerin mertebesinden alta dümü, ariflerin derecesinden aa
inmi ve ileri derecedeki iman ve yakîni kaçrm olursun. (Ama hiç deil-
se iman dairesinde kalp, küfre ve.sapkla dümemi olursun).

Süfyan es-Sevrî demitir ki: "Önceki insanlar, ilim örendiklerinde


amel eder, amel edince ihlas sahibi olur, ihlasa ulanca Allah'tan gayri-

sinden kaçarlard."

1S » Ebu Davud, Ekdiyye, 11, Tirmizi. Ahkam, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 230. 236, 242.
KÛTU'L-KULÛB

Bir bakas da: "Bir alimin insanlardan kaçtn görürsen, ona yap
(kendisinden edep ve ilim ören); insanlara yöneldiini görürsen ondan
kaç," demitir.

Ebu Muhammed Seni demitir ki: "lim ameli davet eder; icabet eder-
se insanda kalr, yoksa çeker gider."

Zünnûn el-Msrî demitir ki: "Güzel hâl ve sfat sana birey anlatann
meclisinde otur, srf diliyle sana bir eyler anlatann meclisinde bulunma."

Ondan önce. Hasan- Basrîde öyle diyordu: "Sana amelleri (ile hak
ve hayr) anlatan kimseyle otur, fakat srf kelimeleriyle hitap edenle otur-
ma."

Bazlar, halleriyle edeplenmek, güzel gidiat ve ahlaklarna bakp is-

tifade etmek için birçok marifet ehli ile beraber bulunuyor, alim olmasalar
bile onlardan istikamet öreniyorlard. Çünkü edep/eitim fiille gerçekleir,

talim/öretim ise söz ile meydana gelir.

Bu manada onlardan duyduum eylerin en çarpclarndan birisi de


hukemadan birisinin u sözüdür: "Fiil ile yaplan tek bir vaaz, insanlar için,

söz ile yaplan bin vaazdan daha etkili ve daha kalcdr."


-

Sehl derdi ki: "lmin hepsi dünyadr. Ondan ahirete ait olan onunla

ameldir. hlas hariç amel de yok olup gidecek."

Baka bir defasnda da öyle demitir: "Alimler hariç, bütün insanlar

(manen) ölüdürler. Amel edenler hariç alimler de aknlk içinderir. hlas-

l olanlar hariç, amel sahipleri de aldanma içindedir. hlas sahipleri ise, bu


hâlde ömürleri son buluncaya kadar korku üzere yaamaktadr."

Alimlere göre bakasna ait ilimle alim olan ve bakasnn fkhyla fa-

kih olan kimse gerçek alim deildir. Böyle bir kimseye ancak, ilmi rivayet

eden, ezberleyen, tayan veya nakleden denir.

Ebu Hazim ez-Zahid derdi ki: "Ulema gitti. limler, siyah kaplar (gü-

nahla kirlenmi kalpler) içinde kald."

Zührî: "Falanc ilim için bir kaptr. Bana filanc rivayet etti. O ilim top-

layan birisiydi," derdi. Herkes için:"0, alimdi," demezdi.


LMN FAZLET, KISIMLAR» w ALMLERN DERECELER 115

Ayn ekilde, hadis-i erifte de öyle buyrulmutur:

*Nice fkh (için malzeme olacak bilgi) tayan kimse vardr ki, (kendi-

si onlardan hüküm çkaracak derecede) fakih deildir. Nice fkh (malze-

mesi) tayanlar onu kendisinden daha fakih kimseye nakleder. (O da on-


dan hükümler çkarr).™
Alimler, bazlarn smini zikredince peinden râvi sfatn eklerlerdi.

Mesela, Hammâd er-Râvi gibi. Bununla, onun alim deil, ravi olduunu
ifade ederlerdi. Onlara göre alim, bakasnn ilmiyle deil, kendi ilmi ile ye-
tinen kimseydi. Gerçek fakih de, bakasnn sözüyle/nakliyle deil, kendi

fkh ve kalbî anlay ile fakih olan kimseydi. Nitekim bir haberde: "nsan-
larn en zengini kimdir?" diye sorulunca: "lmiyle zengin olan kimsedir,"
denmitir. Bu kimse, kendisine ihtiyaç duyulursa, faydal olur; duyulmaz-
sa, insanlara muhtaç olmayp, kendi ilmiyle yetinir. Çünkü bakasnn il-

miyle alim olan kimse, toplad ilimle alim olmaktadr. Toplad bu ilmin
kayna da (dier) alimlerdir. Yani, bakasn anlatarak fazilet sahibi gö-

rünenin kimsenin fazileti de anlatt fazilet sahiplerine dayanmaktadr.


Onlar terkedip tek bana kald zaman susar, hereyi biter. Kendisine

ait bir ilme de müracaat edemez. Bu durumda o, gerçekte cahil bir kimse
saylr. Onun fazilet sahiplerinin yollarn anlatan, iitme ve nakle dayal
ilimleri aktaran bir kimse olmaktan baka bir sfat yoktur.

Bakasnn ilmiyle alim olan kimsenin misali hiç bir hâl ve makama
sahip olmad hâlde, salihlerin hallerini anlatp duran ve sddklarn ma-
kamlarn sadece tanyp dille ifade eden kimse gibidir. Bu durumda ona
ait olan ancak ilmî delil ve sözle ifadedir. Hâlbuki marifetullah sahipleri o

hâl ve makamlara amelleriyle. ulam ve öne geçmilerdir. Sözde kalp ic-

raat olmayanlarn misali, Allahu Teala'nn ayetlerinde knad kimselere

benzemektedir. Ayette öyle buyrulmutur:

"Allah'a yaktrdnz sfatlardan dolay yazklar olsun sizel* 93


Baka bir ayet-i kerimede de (münafklarn hâli) öyle anlatlmtr:

192
Ebu Davud, lim, 10; Tirmizî, lim, 7; bn Mace, Mukaddime, 18; Darimî, Mukaddime, 24; Ah-
med b. Hanbel, Müsned, IV, 80, 82.
,93
Enbiyâ 21/18.
116 KÛTU'L-KULÛB

*lmek onlarn etrafn aydnlatnca, onun çinde biraz yürürler,


karanlk üzerlerine çökünce de olduklar yerde kalrlar.™

Bakasnn ilmiyle alim görünen de böyledir. Önüne ulemann ihtilaf

ettii konulardan kark meseleler çknca kendi basiret ve anlay ile

ona müdahâle edemez. Gerçek ulat vecd ve hâle o ulaa-


ilim ehlinin

maz. O, ancak bakasnn bulduu eyle bir ey bulmu görünmeye çal-


r. Hâlbuki asl bulan bakasdr. Yahut bu kimse, bakasnn ehadetine
ahitlik eden bir kimse durumundadr. Hâlbuki, asl ahit bakasdr.

Hasan- Basrî derdi ki: "Ailahu leala (srf) rivayet sahibine bir kymet
vermez, O ancak anlay ve dirayet sahibine kymet verir."

Yine O, demitir ki: "Kendisini hatadan koruyacak bir akl olmayann


çokça hadis rivayet etmesi ona bir fayda vermez."

Hukemadan birisi bu manada nazm hâlinde öyle demitir:


lim ikidir: Biri çalarak elde edilen,

Dieri de insann ftratnda bulunan.

Çalarak elde edilmeyince (oradan buradan) toplama ilmin bir fayda-


s olmaz.

Gözü kapal olana günein bir fayda vermedii gibi."

Cüneyd de çou zaman nazm hâlinde unlar söylerdi:

"Tasavvuf ilmini ancak hakka aina ve derin anlay sahipleri tanr.

Onu müahede etmeyen tanyamaz.


Gözleri kapal insan

Bilindii gibi, kitaplar


günein
ve içinde
n bir
nasl

konuyu
görebilir ki?"

ihitva eden eserler sonra-


dan telif edilmitir. nsanlara ait sözler, tek bir mezhebe göre fetva ve ken-
di mezhebinde fakih olma, hikaye ve benzeri eyler yenidir. Hicri birinci ve
ikinci asrlarda insanlar bu durumda deildiler. Kitap ve tasnif ii, Sahabe-
i Kiram ve Tabiûn büyüklerinin vefatndan sonra hicri 120 yln takip eden
senelerde ortaya çkmtr.
Rivayetlere göre slamî alanda tasnif edilen ilk kitap bnu Cüreyc'in
(0:150/767) Âsâr ismiyle hadis ve haberler hakknda yazd kitabdr. Bu

,94
Bakara 2/20.
LMN FAZLET, KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 117

devirde tefsir sahasnda Mekke'de, Mücahid, Ata ve bnu Abbas'n talabe-

lerinin yazdklar gelmektedir. Sonra, Ma'mer b. Raid es-Sanânî'nin Ye-


men'de, tellettii kitab mehurdur. Ma'mer, kitabnda, dank sünnetle-
ri bir araya getirerek bablara göre tasnif etmitir. Mâlik b. Enes'in fkh ko-

nusunda telif ettii Muvatta da bu devrin ürünüdür. Sonra bn Uyeyne "Ki-

tâbu'l-Cevâmi' fi's-Suneni ve'l-Ebvâb" eserini ve Kur'an ilminin baz bö-


lümlerini ihtiva eden Kitabu't-Tefsir'ini telif etti. Süfyan es-Sevrî fkh ve
hadisler konusunda cami (fkhi meseleleri ve hadisleri toplayc) eserler
yazd.

Saîd b. Cübeyr'in ve Tabiûn büyüklerinin vefatndan sonra telif edilen

ve ortaya konan ilk Sahabe tabakasn oluturan ve son-


eserler bunlardr.

raki alimlerin imam durumunda olan alimlerle kitaplarn tasnifinden önce


ahirete göçen Tabiûn büyüklerinden ilk tabaka alimleri, insanlar Kur'an' ,

zikri ve fikri brakr da bunlarla megul olurlar diye hadislerin yazlmasn


ve insanlarn önüne baka kitaplarn konulmasn uygun görmeyip: "Bizim
ezberlediimiz gibi siz de ezberleyin" diyorlard. Hem de insanlarn Allahu
Teala'dan gafil olup resim (yaz) ve iaretlerle uramamalar için bu ted-
biri tercih ediyorlard. Nitekim Hz. Ebu Bekir ve sahabenin ileri gelenleri

Kur'an'n tek bir mushafta yazlp toplanmasn uygun bulmayp: "Rasûlul-


lah'n (s.a.v) yapmad bir eyi biz nasl yaparz?" demiler ve insanlarn
bu eldeki yeni sahifelerle megul olup onlara güvenmelerinden (ve böyle-
ce Kur'an' hfzn zayflamasndan) korkmulardr. Bunun için: "Brakalm
insanlar Kur'an' birbirlerinden okuyup dinleyerek örensinler, meguliyet
ve zikirleri Kur'an olsun" demilerdir. Nihayet Hz. Ömer ve dier Sahabe-
i Kiram, Kur'an'n bir mushafta toplanmasn, onu muhafazas için daha
emniyetli ve dünyevi meguliyetler yüzünden onu güzel örenemiyenlerin
müracaat etmeleri için daha shhatli olacan söylemiler, bunun üzerine
Allahu Teala Hz. Ebu Bekr'in gösünü bu i için açm ve o da bunun ge-
reine inanmtr. Böylece dank sahife ve yerlerde bulunun Kur'an

ayetleri tek bir mushafta toplanmtr.

Onlar (Kur'an' olduu gibi) dier ilimleri de birbirlerinden (az yoluy-


la) alarak ezberliyorlard. Bu, onlarn kalplerinin üphelerden temiz, dün-

yevî sebep ve meguliyetlerden bo, nefsanî eylerden saf bir hâlde bu-
lunmas, himmetlerinin yüksek, azimlerinin kuvvetli ve niyetlerinin güzel

olmas sayesinde gerçeklemitir.


118 KÛTU'L-KULÛB

Hicri ikinci seneden sonra ve üçüncü tabakay oluturanlar vefat edip


dördüncü tabakann devreye girmesiyle kelamî eserlerle rey, akl ve kya-
sa dayanarak yazlan kelamclarn kitaplar ortaya çkt. Muttakilerin ilmi

gitti, yakîn ehli kimselerin takva, ilham, rüd ve yakîn gibi marifet ilimleri
kayboldu. Onlarn peinden gelenlerde de bu devam etti. Nihayet zama-
nmza kadar geldi. Sonra zamanmzda bu iler iyice kart. Kelamclara
alim, kssaclara arif dendi. Srf rivayet ve nakille uraan kimseler, dinde
fkh, hâlde yakîn ve basiret sahibi olmadklar hâlde ulema diye isimlen-
dirildiler.

bn Ebi Able demitir ki: "Biz, sabah namazndan sonra Ata el-Hora-
sanî'nin çevresine otururduk, o da bize (ilim ve marifetten) konuurdu. Bir

sabah hastalanp evinde kald. Onun yerine müezzinlerden birisi konutu.


Ata'nnkonutuu eylere göre, konumasnda bir beis yoktu. Reca b. Ebi
Hayve adamn sesini duyunca pek holanmad ve: "Bu konuan kimdir?"
diye sordu. O da: "Ben falancaym" dedi. Bunu duyan Reca: "Sükut et (bu

konularda sen konuma)" dedi. Reca bu tür ilimleri ehli olmayandan din-
lemeyi ho karlamyordu. Ayn ekilde marifetullah sahibi kimseler bu il-
mi ancak onun ehli zühd sahibi kimselerden dinliyor, ehli olmayandan sa-
knyor, onu dünya ehli kimselerden dinlemeyi ho karlamyor ve onlarn
buna ehil olmadn düünüyorlard.

Bil ki; marifetullahtan ve yakîn ilminden bahsedecek kimseye herhan-


gi bir alimi taklid etmesi doru deildir. Nitekim daha önceki alimler tahkik

ehli olup bu makam elde ettiklerinde, yakîn ve anlaylarnn ileri seviye-

muhâlefet etmilerdir.

bnu Abbas demitir ki: "Rasûlullah (s.a.v) hariç herkesin sözü alnr
da terkedilir de."

bnu Abbas, Zeyd b. Sabitten fkh örenmi, Ubeyy b. Ka'b'dan da


kraat dersi almt. Sonra (bu ilimlerde ilerleyince) fkhta Zeyd b. Sabit'e,

kratta Übeyy b. Ka'b'a bazen muhâlefet etmitir.

Selef fakihlerinden birisi (mam Ebu Hanife) demitir ki:

"Rasûlullah'dan (s.a.v) gelenlerin bamz gözümüz üstünde yeri var-


dr, olduu gibi kabul ederiz. Sahabe-i Kiramdan gelen haberlerin arasn-
da tercih yapp bazsn alr, bazsn terkederiz. Tabiûnden gelen haber-
LMN FAZLET, KISIMLARI V ALMLERN DERECELER 119

lere ve hükümlere gelince, onlar da ilim adam, biz de ilim adamyz. On-
lar bir konuda bir ey söyler, biz de söyleriz."

Bunun için selef: "Bir kimse fakihlerin arasndaki ihtilafl konular bitin-

ceye kadar fetva vermesi uygun deildir" diyorlard. Bununla anlatlmak is-

tenen udur: "Ulema arasndaki ihtilaflar bilen kimse, ilmine göre, dini için

en ihtiyatl ve yakîni en çok kuvvetlendirecek olan tercih eder. Eer ba-


kasnn görüüne göre fetva vermeyi müstehap görselerdi, ihtilaflar bil-

meye ihtiyac olmaz, arkadann (muhatabnn) mezhebini bilmesi ona


yeterdi. Bunun için kula yarn maherde: "Bildiklerinle ne iledin, nasl
amel yaptn!" denilecek, fakat: "Bakasnn bildikleriyle ne yaptn?" diye
sorulmayacaktr.

Allahu Teala bir ayet-i kerimede:

"Kendilerine ilim ve iman verilenler dediler ki:™ 5 buyurarak ilimle ima-

n birbirinden ayr zikretmitir. Bu, unu gösterir: Kendisine iman ve yakîn


verilenlere ilim de verilmiim. Ayn ekilde kendisine faydal iman verilen
kimseye de iman verilmitir. Bu söylediimiz Allahu Teala'nn:

"Allah kalplerine iman yazd (yerletirdi) ve onlar tarafndan bir ruh


ile destekledi* 96 ayetinin manasyla bir yönden ayndr. Yani Allah mümin-
leri, iman ilmiyle desteklemitir. Demek ki, iman ilmi onun ruhudur. Ayet-
teki "he" zamiri imana aittir.

Kitap ve sünnetten delil getirerek hüküm çkaran alim de böyledir

(iman ve slam' takviye eder). lim bu ite bir vasta ve alettir. Hem alim,

temyiz ve basiret sahibi, ibret ve derin düünce ehlidir. Cahil ve okuma-


m bireyden habersiz kimse ise alimleri taklid eder. Din hakknda genel
bilgilere sahip bir alim de bu konuda özel yetimi (muhakkik, müctehid)
bir alimi taklid edebilir. Yine zâhiri ilim sahibi bir alimin de, kendisinden üs-
tün, bâtn ilmine sahip kalp ehli bir alimi taklid (ve takib) etmesi uygun dü-
er. Çünkü Rasûlullah (s.a.v), kendisine soru soran, dil ve fetva ilminden
kalp ilmine sevketmi, fakat kalp ehlini kendilerine has ilimlerinde müftü-

lere göndermemitir. Bunun sebebi udur: Kalp ehli (marifet sahibi) kim-
seler müftülerden bir fetva aldklarnda, onun shhati konusunda kalplerin-

'» Rûm 30/56.


,£ * Mücadele 58/22.
120 KÛTU'L-KULÛB

de bir endie ve rahatszlk duyarlarsa, bu durumda kalplerinin fetvasna


uymalar gerekir. Çünkü Rasûlullah (s.a.):

"Müftüler sana fetva verseler de sen kalbine dan. "


w Dier bir hadis-
lerinde de:

'Günah, ilenen eyden kalbin rahatsz olmas, (sknt duymasdr).


Gösünde sknt veren (kalben huzur bulamadn) eyi terket, sana fet-

va verseler ete..."198 buyurmutur.

Umumen insanlar gerçek ilmin ne olduunu bilmedikleri ve selef alim-


lerinin güzel hallerini tanmadklar için, önlerinde her söz eden, dorusu-
nu erisini bilmeden dinleyenlere garib gelecek eylerden bahseden, asl
esas olmayan yaldzl sözlerle laf edip duran herkese alim dendi. Zama-
nn mütekellimlerinin/kelamclarn çou müftü bilinip, aslnda bir cehâlet
olan sözler, görüler ve akli izahlar cahiller yannda bir ilim kabul edildi. Bu
durumda insanlar, mütekellimlerle alimlerin, ilimle kelamn arasn ayra-
maz (fark edemez) oldular. Daha önce belirttiimiz gibi, insanlar alimlerle

cahillerin meclislerini birbirine kartryordu. unu bil ki, senin yaadn


zamanda insanlarn en alimi, öncekilerin gidiatn, selefin yollarn, (fay-

dal) ilmin, hangi ilim, hakiki alimin ve sadk talebenin kim olduunu en iyi

bilen kimsedir. Bu, ilim talebelerine bilmeleri farz olan bir ey gibidir. Çün-
kü Rasûlullah (s.a.v):

"lim örenmek farzdr,* 99 buyurmakla ilim talep edenlere, ilmin ne ol-

duunu ve hangi ilmi talep edeceklerini bilmelerini vacip klmtr. Ta ki

farz olann ne olduunu bilsinler ve onun peine düsünler. Çünkü güzel


görülmeyen bir eyin talep edilmesi doru deildir. Sonra, bu hadisten,
ilim talebelerinin ilmi kimden talep edeceklerini bilmelerinin de vacip oldu-
u ortaya çkyor. Çünkü ilim bir sfattr, ancak bir cisimle varln devam
ettirir ve ancak ehlinin (alimlerin) yannda bulunur.

197
Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 194, 227; Ebu Nuaym, Hilye, VIII, 172; Heysemî, Mecmau'z-
Zevaid, 1, 175-176.
198
Darimî, Buyu', 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 293; Ebu Nuaym, Hilye, II, 30. Heysemî,
Mecmau'z-Zevaid, I, 175-176.
,w l'bnMace, Mukaddime, 17; Beyhaki, uabu'l-man, No: 1663; Tabarani, es-Sar, No: 22;
Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, I, 120.
"

LMN FAZLET. KISIMLARI va ALMLERN DERECELER 121

Nitekim Hz. Ali'ye: "Bu konuda sen falancaya muhâlefet ettin?" deni-
lince: "Bizim en hayrlmz (ona buna deil) bu dine en güzel tabi olanmz-
dr," demitir.

Yine, Sa'd'a: "bnu'l-Müseyyeb nesh ayetini u ekilde okuyor" deni-


lince: "Kur'an bnu'l-Müseyyeb ve babasna inmedi," demi ve dorusunu,
(kraat imamlar arasnda en sahih olan vechini) okumutur.

Bugün insanlarn en alimi, ilâhî tevfik ve doruya en yakn olanlar,


selefe en güzel tabi olan ve hâli salihlerin hâl ve gidiatna en çok benze-
yenleridir. Nasl böyle olmasn ki? Bize kadar ulaan bir hadisde, Rasûlul-

lah'a (s.a.v): "nsanlarn en alimi kimdir?" diye sorulunca:

"ler kart zaman içlerinden hak olann en iyi tanyp alandr, 200

buyurmutur.

Hasan- Basrî der ki: "ki kimse var ki, slam'da yeni türedi: Birisi, gö-

rüü kötü/bozuk bir kimsedir; cennete ancak kendisi gibi düünenlerin gi-

receini zanneder. Dieri de dünyaya tapan bir zengindir. O, dünya için

kzar, onun için raz olur ve sadece onu ister. Bunlar terk edin, onlarn so-
nu cehenneme çkar. Onlarn amelleriyle Rablerine kar inkarlarn iyi ta-

nyn. üphesiz bir adam bu dünyada, kendisini dünyaya çaran bir zen-

ginle, hevai arzularna çaran bir heva sahibi arasnda bulunur. Allahu
Teala onu bu tiplerden korursa selef-i salihine gelir, onlarn ilerini sorar

örenir ve büyük bir ecir bekleyerek kendilerine tabi olur. te siz de böy-
le olunuz."

Nitekim bnu Mesud'dan nakledilen ve müsned bir yolla hadis olarak

da rivayet edilen bir haberde öyle buyrulmutur:

"Önemli olan ancak iki eydir: Söz ve hidayet: Sözlerin en güzeli Al-
lah'n kelam, hidayetin en güzeli de Muhammed'in (s.a.v) getirdii ve da-
vet ettii) hidayetidir. Dikkat edinl Sonradan çkan (ve dine sokulan) ey-
lerden saknn. üphesiz, ilerin en kötüsü sonradan çkarlan (ve hiçbir

dini mesnede dayanmayan) eylerdir. (Bu tür) her yeni ey bidattir ve her
bidat sapklktr. Dikkat edinl Üzerinizden uzun bir zaman geçip de kalble-

200 Hakim, Mustedrek, II, 480; Tayalisî, Müsned, No: 376; Hatib, el-Fakîh ve'l-Mütefekkh, No:
746; bnu Abdilber, Beyani'l-lm, II, 43; Tabarani, el-Kebir, No: 10357.
'

122 KÛTU'L-KULÛB

rinlz katlamasn. Dikkat edin! Her gelecek olan ey yakndr. Bilin ki ger-

çekten uzak olan, hiç gelmeyecek eydir. 201

Hz. Enes'den rivayet edildiine göre, Rasûlullah (s.a.v) bir hutbesin-

de öyle buyurmutur:

bakasnn ayptanyla uramaktan kendisini alko-


"Kendi ayplan
yan, harama dümeksizin kazand maldan in fak eden, fkh ve hikmet
ehliyle kaynap, basit ve günah ilere dalanlardan uzaklaan kimseye
müjdeler olsunl Kendi nefsinde tevazu içinde yaayan, ahlak güzel, içi te-

miz olan, insanlara kötülüü dokunmayan kimseye müjdeler olsunl lmiy-


le amel eden ve malnn fazlasn in fak eden, fazla konumaktan dilini tu-

tan, sünnet dairesinde kalan ve sünneti brakp bidata dalmayan kimseye


müjdeler olsun." 202

Ediplerden birisi, nazm hâlinde içinde bulunduumuz zaman anlat-

m ve sanki olanlar önceden görmü gibi öyle demitir:

"Fiilleri örnek alnanlar gittiler,

Münkirlerse her ii inkar ettiler.

Arkada kalanlar da överek birbirlerini,

Temize çkarp, örterler kötülüklerini.

Yavrum! Çoklar var ki hakikatte hayvandr,

Sûreten görüp iiten bir insandr.

Malndaki zarar bilir bütünü ile;

Dini elinden gitse, duymaz hiç ruhu bile.

Sen fakihe sor, sonunda sen de fakih olursun,

Fkh için koan hep zirvede bulursun.

Tirmizî, lim, 16; Ebu Davud, Sünnet, 5; ibn Mace, Mukaddime, 6,7; Darimî, Mukaddime, 16;
1

Ahmed, Müsned, IV, 126, 127.


Bkz: Tabarani, el-Kebir, No: 4615-4616; Deylemi, Firdevsü'l-Ahbar, No: 3742; Beyhaki,
Sünen, IV, 182; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, X, 229; Münavî, Feyzu'l-Kadîr, No: 5299, 5306.
LMN FAZLET. KISIMLARI v ALMLERN DERECELER 123

bnu Mesud (r.a) demitir ki: "Ahr zamanda güzel hidayet (üzere ol-

mak) çok amelden daha hayrldr."


Yine bnu Mesud, kendi zamanndaki yakîn hâliyle, zamanmzdaki
ek ve üphe hâlini anlatrken öyle demitir:
"Siz öyle birzamandasnz ki, bugün sizin en hayrlnz (çeitli hayr)
ilerde koannzdr. Fakat sizden sonra öyle bir zaman gelecek ki, onla-
rn en hayrllar (iman ve hidayet üzere) sabit kalp bunda muvaffak olan-
lardr."

bnu Mesud bu sözüyle o zamandaki üphelerin çokluunu kasdet-


mitir.
Huzeyfe (r.a) ise, bundan daha acaip bir söz söylemi ve öyle de-
mitir:

"Sizin bugün güzel bulduklarnz, geçmi/önceki zamanda kötü kar-


lanrd. Sizin kötü gördükleriniz ise ileride güzel kabul edilecektir. Siz hak-
k tandnz (ve batl ile kartrmadnz) ve alimleri de hafife almad-
nz sürece hayr üzere kalrsnz."

Yine Huzeyfe demitir ki: "Ahr zamanda öyle bir topluluk gelir ki, iç-

lerindeki alime ölü merkeb gibi kymet vermezler. Bugün aramzda müna-
fn hafife alnd gibi, o günde aralarndaki mümin hafife alnr. Mümin
onlarn içinde insanlarn en zelilidir."

Hz. Ali (r.a) bir sözünde öyle demitir:


"Öyle bir zaman gelecek ki, o devirlerde .insanlarn onda dokuzu hak-
k inkar edecek. O gün içlerinden ancak çokça sükut edip bir eyden ha-
bersiz görünen müminler kurtulacak. Onlar, ilim lambalar ve hidayet
imamlardr. Çok laf etmez ve sözle kimseye kar böbürlenmezler."

Bir haber de öyle nakledilir: Rasûlullah (s.a.v):

"Öyle bir zaman gelecek ki, o gûn hakk tanyan (ve kabul eden) kur-
tulur," buy urdu.

"Amel nerede kald?" diye sorulunca da:

X> gûn (dediiniz gibi çokça) amel yoktur. O zamanda, ancak, dinini

korumak için bir tepeden öbür tepeye kaçan kimse kurtulur," 203 buyurmu-
tur.

Benzeri bir hadisi için bkz: Buharî, Cihad, 2; Müslim, mare, 122-123; Nesaî, Cihad, 7; bn
Mace, Fiten, 13.
124 KÛTU'L-KULÛB

Ebu Hureyre (r.a) öyle demitir: "nsanlara öyle zaman gelecek ki,
bir

o gün, emredilenlerin onda birini yapan kimse kurtulur." Dier bir ifadesin-
204
de: "Bildiinin onda birini yapan kimse kurtulur," demitir.

Sahabe'den birisi de öyle demitir: "Siz bugün öyle bir zamandas-


nz ki bildiinin onda birini terkeden kimse helak olur. Fakat öyle bir za-
man gelecek ki o gün bildiinin onda biri ile amel eden kimse kurtulur."
Rait halifelerden birisi de öyle demitir: "Size öyle bir zaman gele-

cek ki, o gün, en faziletli ilim sükut, en üstün amel de uykudur."

O, bu sözüyle o gün üphelere dalan münafklarn çoalacan, bu

sebeple sükutün cahiller için bir ilim olacan, yine ehevi arzularna gö-
re amel edenlerin çoalmas sebebiyle (kiiyi bu hallere dümekten koru-

yan) uykunun büyük bir ibadet olacan anlatmak istemitir. Hiç üphesiz
sükut ve uyku alimin en basit, cahilin ise en yüksek (en faydal) iki hâlidir.

Yunus b. Ubeyd demitir ki: "Bugün sünneti tanyan kimse garib yani
az bulunur birisi olmutur. Selefin yolunu tanyan (ve onlara uyan) ise da-

ha az ve yalnzdr. Selefin yolunu bilen, geçmi büyüklerin yolunu ören-


mi olur. Bunu bilen de çok azdr. Çünkü o, (insanlar içinde) garib olan ya-

ni fazla bilinmeyen bir eyi örenmi olmaktadr."

Huzeyfe el-Mara'î demitir ki: "Yusuf b. Esbat (bir mektubunda) ba-


na unlar yazd: "Taat ve onu bilip yapanlar gittiler." Yine o, demitir ki:

"Bugün kendisiyle ülfet ve ünsiyet edilecek kimse kalmad. Artk ilim mü-
zakeresinin bir masiyet olduu zaman için ne düünürsün bilemem." Ken-
disine: "lim müzakeresi niçin masiyet olacak ki?" diye sorulduunda, o:

"Çünkü ehli bulunmayacak" demitir.

Ebu'd-Derda demitir ki: "çinizdeki hayrllarnz sevdiiniz sürece ve


aranzda hak konuulup tannd müddetçe hayr üzere kalmaya devam
edersiniz. Aranzdaki alim vurulup bir kenara dümü koyun gibi olduu-
nuz (kymeti bilip istifade edemediiniz) zaman vay hâlinize!"

Öncekilerin bir araya gelip müzakere ettikleri ve birbirlerine aktardkla-

r öyle ilimler vardr ki onlar zamanmzda kaybolup gitmitir. Önceki salih-


lerin sülük ettii pek çok yol ve birbirlerinden sorup örendikleri nice mana-

204
Bu söz Hz. Peygamber'e ait bir hadis olarak da rivayet edilmitir. Bkz: Tirmizi, Fiten, 79; Ah
med, Müsned, V, 155.
LMN FAZLET, KISIMLARI vt ALMLERN DERECELER 125

lar vardr ki, günümüzde mevcut deildir. Yine, yakîn ve marifetle ilgili, eh-

linin müzakere edip, erbabnn talep ettii nice makam ve haller vardr ki,

onlar talep edenlerin azl, rabet edenlerin yokluu, onlar bilen ve yo-

lunca gidenlerin bulunmay sebebiyle aramzda izleri silinip gitmitir.


Mesela, helal (rzk) aramak, kazanç ve muamelelerde veraya (son
derece takvaya) dikkat etmek, ihlas, nefsin afetlerini ve amelleri ifsat

eden eyleri, ilim ve ameldeki nifak halleriyle, bunlar arasndaki fark bil-

mek, kalbin nifa ile nifa arasndaki fark, nefsin ehvetlerini/ a-


nefsin

r arzularn ortaya çkarmas ile gizlemesi arasndaki deiik tutumlarn


tanmak, kalbin Allahu Teala ile huzur bulmasyla nefsin sebeplere yap-

p onlarla sükun bulmas arasndaki fark örenmek, ruhtan gelen düün-


celerle nefisten gelen, imandan, yakînden ve akldan kaynaklanan düün-
celeri birbirinden ayrt edebilmek, hallere bal ahlaklar, amel sahiplerinin

yollarn ve hallerini, ariflerin müahedesi ile müridlere gelen deiik tecel-


lileri, kabz ve bast hallerini, ubudiyette hakiki kulluk sfatnn gerçekleme-
sini bilmek, ilâhî ahlak ile ahlaklanmak, alimlerin makamlar arasndaki de-

receleri bilmek ve bunlarn dnda (burada tafsilatyla) zikretmediimiz

tevhid ilmini, sfatlarn manalarn, zati tecellilerin kefini, bâtnî sfatlara

delalet eden fiillerin ortaya çkmasn, nazar, yaknlk, uzaklk, noksanlk,

fazlalk, mükafat, ceza, imtihan ve ihtiyara delalet eden manalarn zuhuru


ile ilgili ilimleri bilmek. €vet bütün bunlarn bilinmesi, bizden önceki salih-

lerin sahip olduu fakat zamanmzda sadece ad kalan ilim ve hallerdir.

Biz bütün bunlar (kitabmzn ilgili yerlerinde) bölümler hâlinde zikre-

dip özetle açklayarak, konunun temel asllarna iaret ettik. Bu açklama


ve iaretlerimiz, bu ilimleri gerçek yönüyle düünebilen, onlar düünmek
isteyen ve kendisine bu ilimlerden bir nasip verilen kimse için onlarn te-

ferruatna iaret edecek ve kapal yönlerini açacak niteliktedir.

Alimlerimizden birisi demitir ki: "Önceki büyüklere ait, aralarnda ko-

nuup üzerinde anlatklar ve tantklar yetmi tane ilim biliyorum ki bu-

gün onlardan bilinen tek bir ilim kalmamtr. Yine, zamanmzda, ilim

adyla ortaya çkan öyle batl/bo ve aldatc eyler var ki geçmite hiç bi-

linmez ve tannmazd. Bunlar, Allahu Teala'nn ayetinde anlatt ve hak-


knda:
126 KÛTU'L-KULÛB

"Susuz kimse onu (uzaktan) bir su zanneder. Yanna geldiinde ora-

da su namna bir ey bulamaz* 05 buyurduu serap hâlindeki suya benzer.


Cüneyd bu söz sahibinden daha önce unlar söylemitir:

konuup durduumuz bu (marifet) ilmimiz, yirmi se-


"Meclislerimizde

neden beridir sergisini toplam (alcs ve ehli olmad için ortadan kalk-
mtr). Biz ise onun ancak kysndan kenarndan konuuyoruz."
Yine Cüneyd demitir ki: "Ben (marifet ehli) bir toplulukla senelerce
otururdum. Onlar kendilerine ait ilimler hakknda karlkl konuurlar, ben
ise onlar anlamaz ve ne olduklarn bilmezdim. Bununla birlikte, asla on-

lar inkar hastalna da dümedim. Anlamadm hâlde onlar sever ve

kabul ederdim."

Yine o, demitir ki: "Biz eskiden kardelerimizle birlikte bir çok ilimler

üzerinde konuur, müzakere ederdik. Onlar bu zamanda tannmamakta


(ve kimse tarafndan bilinmemektedir). Hiçbir kimse bana, o ilimlerden bir

soru da sormamaktadr. Bu kap artk kapanp kilitlenmitir."

eyhimiz Ebu Saîd b. ei-A'rabî "Tabakatu'n-Nussak" adl kitab tasnif


esnasnda, srasyla, bu ilim hakknda söz eden ve onu yayanlar anlatr-

ken Basra, am ve Horasanl alimleri zikredip bunlarn sonuncusu olarak


Badatllar ele alm ve: "Bu marifet ilmi hakknda (ehli olarak) söz eden-
lerin sonuncusu Cüneyd el-Badâdî el-Kavarirî'dir (ö: 298). O, bu alanda
basiret, ehliyet ve güzel söz sahibi idi. Ondan sonraya ise meclisleri kin ve
buz dolu kimseler kald, demitir.

Baka bir defasnda da: "Cüneyd'ten sonra ancak, (bu alanda) zikre-

dilmesinden haya edilecek kimseler kald," demitir.

mammz Ebu Muhammed Sehl derdi ki: "Hicri üçyüz senesinden


sonra bu (marifet) ilmimiz hakknda söz söylemek (herkes için) helal de-
I

ildir. Çünkü sonradan bir topluluk ortaya çkar, halka kar bir takm zor-

lama ve yapmack hallere girerler, sözü allayp pullarlar. (Onlar bu iin eh-

li deillerdir). Onlarn vecd ve zevkleri elbiseleri, süs ve deerleri kelime-


leri, taparcasna hizmet ettikleri de karnlardr."

205
Nur 24/39.
LMN FAZLET, KISIMLARI vt ALMLERN DERECELER 127

Huzeyfe'ye: "En büyük fitne hangisidir?" diye sorulduunda: "önüne


hayr ve err geldiinde, üpheli eylerin çok olmas (ve hayrla errin bir-

birine karmas) sebebiyle hangisi ile amel edeceini bilememendir," de-


mitir.

Nitekim Sehl de: "Hicri üçyüz senesinden sonra, kimsenin tövbesi


(tam olarak) sahih olmaz. Çünkü (kark kazanç ve mallardan elde ede-
rek yedikleri) ekmekleri tövbeyi bozar. Onlar da bu ekmee sabredemez
mecburen yerler." Sehl bu sözüyle nasuh tövbesinin balangcnn helal

yemek olduunu anlatmak istemitir.

Bir haberde öyle buyrulmutur:

"nsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki dinlerini kaybederler de ha-


berieri olmaz. O zaman kii sabaha bir din (ve hâl) üzere çkar. Akama
(baka) bir din (ve hâl) üzere girer. Hiç bilmeden iini (ve yolunu) saptr.
O zamandakilerin ekseriyetinin akllar balarndan alnr. (Madde ve eh-
vet sarholuu içinde hak ile batl birbirinden ayrdedemezler) Onlardan
206
ilk kaldrlan huû, sonra dualarna icabet, sonra da verâ/takvadr."

Denilmitir ki: nsanlardan ilk kaldrlp alnacak olan ey, güzel ge-
çim ve muhabbettir.

SONRADAN ORATAYA ÇIKAN LER VE HALLER

Önceleri insanlar, birbirleriyle karlat birarkadana: Hâlin nasl,


ne haberlerin var? diye sorduunda, nefsinie mücahadede ve bu yolda
sabrda ne hâldesin, iman ve yakîn ilmi konusunda kalbinin hâli nasldr?
demek isterlerdi. Yine onlar, böyle bir soruyla: "Mevla ile muamelelerinde
naslsn, dünya ve ahiret ilerinde ne hâldesin, (güzel hâlin ve hayrn) ar-

tyor mu yoksa eksiliyor mu? eklinde manevî hayatnn durumunu ören-


mek isterlerdi.

Önceki büyükler bir araya geldiklerinde, kalbî halleri müzakere eder-


lerdi. limlerinin gerektirdii amelleri tarif eder, onlar tantmaya çalrlar-
d. Allahu Teala'nm kendilerine ihsan ettii güzel muameleleri ve kapsn

206 Hadisin deiik rivayetleri için bkz: Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 391 ;
Heysemî, Mecmau'z-
Zevaid, II, 136; Münzirî, et-Terîb, IV, 248 Münavî, Feyzu'l-Kadîr, No: 2821, 2822.
.

128 KÛTITL-KULÛB

açt ince, garib anlaylar zikrederlerdi. Bunu, Allahu Teala'nn kendile-


rine ihsan ettii nimetleri zikretmek ve güzel ükürlerini yerine getirmek
için yapyorlard. Böylece marifetleri ve hizmetleri artard.

Seleften birisi demitir ki: "Bizim örendiimiz ilimlerin ve elde ettii-

miz manevî zevklerin ekseriyeti birbirimizle karlatmz zaman birimi-

zin dierine örettii ve haber verdii eylerdir."

Bugün insanlar bunlardan cahil olduklar için, bu tür eyler terkedildi.

Bugünkü insanlar birbirlerine hâl ve haber sorduklarnda ancak dünya i-


lerini ve nefsanî zevklerini sorarlar. Sonra herkes (kendisine takdir ve ta-

yin ettii duruma raz olmayp) Yüce Mevla'sn zelil kutlarna ikayet eder,
hükümlerine kzar, kazasndan kaçar, nefsini ve yaptklarn unutur. Bun-
larn durumu u ayetlerde anlatlan kimsenin hâline benzemektedir.
Allahu Teala buyurmutur ki:

"Kendisine Rabbinin ayetleri zikredilince onlardan yüz çeviren ve ken-


di elleriye (bizzat) yapt amelleri (isyan ve hatalarn) unutandan daha
zalim kim olabilir.* 07

Dier ayet-i kerimede öyle buyrulmutur:

"üphesiz insan Rabbine kar pek nankördür.*08 Bu ayetin tefsirin-


de: "nsan Rabbinin nimetlerine kar çok nankördür; bana gelen musi-

betleri sayp durur, fakat sahip olduu nimetleri unutur," denmitir.

Bütün bunlarn sebebi, Allahu Teala'y hakkyla bilmemek ve O'ndan


gafil olmaktr.

Bugünkü insanlarn birbirleriyle karlanca: "Nasl sabahladn, aka-


mn nasl geçti?" gibi sözleri de yeni ortaya çkm bir eydir. Öncekilerse
karlatklarnda: "Es-Selamü aleyküm ve Rahmetullah (Allah'n selam
ve rahmeti üzerinize olsun)" derlerdi.

Bir hadiste: "Kim size, selam vermeden önce söze balarsa, ona ce-
vap vermeyin,* 09 buyrulmutur.

207
Kehf 18/57.
208
Âdiyât 100/6.
209
Tabarani, el-Evsat, No: 431 ; Heysemî. Mecmau'z-Zevaid, VIII. 32.
LMN FAZLET, KIIMI AH V ALMLERN DEHECCLCHi

Yukarda geçen: "Nasl sabahladn, ne hâlde akamladn?" gibi söz-


ler, bir zaman am'da yaygn olan ve toplu ölümlere sebep olan taun has-

tal zamannda ortaya çkmtr. O zaman birisi sabahleyin arkadayla


karlanca ona: "Taunla nasl sabahladn, sana bir zarar dokundu mu?"
diye sorar, akam karlanca Tauna kar gecen nasl geçti nasl
da:
akamladn?" derdi. Çünkü hastaln yaygn olduu günlerde, akama
ulaan sabaha çkmaz, sabahlayan akama varmaz ölürdü. O söz bu gü-
ne kadar gelmi fakat asl sebebi unutulmutur. Bu sözün çk eklini ve
zamann bilen öncekiler onu ho karlamazlard.
Ahmed b. Ebi'l-Hivarî'nin öyle dedii nakledilmitir: Bir adam, Ebu
Bekir b. Ayya'a: "Nasl sabahladn, veya nasl akamladn?" diye sordu.
bn Ayya adama hiç cevap vermedi ve: "Brakn bidati" dedi. Sonra: u
"Ben de seleften birisine: "Nasl sabahladn?" diye sormutum, benden
yüz çevirdi ve: "Nasl sabahladn da nedir? es-Selamü aleyküm desene
dedi" diye bandan geçeni anlatt.

Ebu Ma'er, Hasan- Basrî'nin öyle dediini nakletmitir: "Selef "Val-

lahi "es-Selamü aleyküm" sözü kalbleri temizler" derdi. Bugün ise; "Nasl
sabahladn? Allah hâlini slah etsin, nasl akamladn? Allah sana afiyet

versin" gibi sözler söylenip durmaktadr. Eer bu sözleri alp kullansak, bi-

dat olur. Hem bunlarda bir keramet ve bereket de yoktur. Bu durumda ön-
cekiler isteseler bize kzabilirler."

Yeni çkan ilerden birisi de; insann yazd mektub, risale vesaire-
nin bana önce gönderilen ahsn ismini yazmasdr. Hâlbuki sünnet
olan, önce kendi ismiyle balamaktr. Mesela; falancdan filancya eklin-
de, önce kendi ismin, sonra gönderilen kimsenin ismi yazlr.

bn îrîn (rah) demitir ki: "Bir müddet vatanmdan ayr kaldm. Baba-
ma bir mektub yazdm ve söze önce babamn ismiyle baladm. Babam
cevabnda bana unlar yazd: "Olum! Bana bir ey yazdnda yazya
önce kendi isminle bala. Eer kendi isminden önce benim ismimle ba-
larsan mektubunu okumam ve cevap ta yollamam."

Alâ b. Hadramî Rasûlullah'a (s.a.) bir mektup yazd. Söze kendisin-


den balayarak: "Alâ b. Hadramî'den, Rasûlullah'a (s.a.) diye yazd.

Denildiine göre yukardaki deiik uygulamay ilk uygulayan Ziyâd


olmu, ulema da kendisini knayarak bu yaptn Ümeyye Oullarnn ye-
130 KOTU'L-KULÛB

ni icatlarndan birisi saymlardr. Kendi ismini önce yazma sünneti halife

ve idarecilerin yazlarnda bu güne kadar önceki ekliyle devam edip gel-

mitir. Onlar, yaz ve mektublarnda önce kendi isimlerini yazyorlard.

Sünnete uymayan ve sonradan çkan eylerden birisi de, bir adamn


din kardeinin evine geldiinde dardan: "Ey köle, ey cariye" diye evin
hizmetçilerine seslenmesidir. Bunda, Allahu Teala'nn ve Rasulü'nün
(bakasnn evine giri edebiyle ilgili) emirlerine uymama vardr. Bu konu-
da Allahu Teala öyle buyurmutur:
"Ey iman edenleri Kendi evinizden baka evlere, geldiinizi farkettiip
(zin alp) ev halkna selam vermedikçe girmeyiniz.™ 0
Tefsir alimleri, evdekilerle irtibat ve tanmay kapy veya zili çalmak,
yahut öksürmek veya geldiini belirten bir hareket yapp evde bir kimse
varsa ondan izin almak eklinde açklamlardr.

Rasûlullah da (s.a.v) izin ve giri konusunda:

"Sizden birisi (din) kardeinin evine gelince üç defa (aralklarla) selam


versin. Kendisine (giri için) izin verilirse girsin, yoksa geri dönsün," 2 ' 1
bu-
yurmutur.

Selefi salihin bir din kardeinin evine girmek istedii zaman kapya
vurur, sonra üç defa selam verir her selamdan sonra biraz bekler, (bu ara-

da) izin verilirse girer, yoksa geri dönerdi. Bazen ev sahibi, herhangi bir

özründen dolay o vakitte evine girmeni istemiyebilir. Böyle bir durumda,


verdiin selama: "Ve aleykümüs-selam ve rahmetullah" diyerek karlk
verir ve: "megulüm" der. O zaman kapy çalan geri dönmesinden rahat-
sz olmayarak ve içinden de olumsuz ekilde etkilenmeyerek geri dönme-
lidir.

Bazen ev sahibinin "dönünüz" demesi onun için daha hayrl ve daha


faziletli olabilir. Çünkü ayet-i kerimede:

"Eer size "geri dönûnl" denilirse, hemen dönün, çünkü bu, sizin için

daha temiz bir davrantr,™ 2 buyrulmutur.

210
Nûr 18/27.
211
Bkz: Buharî, isti'zan, 13; Müslim, Âdab, 32, 34; Ebu Davud, Edeb, 127; Tirmizî, sti'zan, 3;
bn Mace, Edeb, 17.
2 <2
Nûr 24/28.
LMN FAZLET, KISIMLARI vt ALMLERN DERECELER 1*2.

Bu anlayla hareket edilince, çok defa bir günde ev sahibinin geri çe-

virmesiyle iki veya üç defa geri dönse, bile tekrar kapsn çalabilir. Çünkü
bu, kalbinde herhangi bir olumsuz etki yapmaz.

Halbuki günümüzde baz insanlar kapdan bir kaç defa geri çevrilecek

olsa, bundan rahatsz olur ve belki de o gün bir daha o eve uramaz.

Alimlere gelince, insanlardan bazlar bir acelesi ve zarureti yoksa,

onlarn yanna girmek için izin istemiyor, kaplarnn önünde veya mescit-

lerinde oturup onlarn namaza çkmalarn bekliyor, bunu da ilmin kyme-


tini ve alimin heybetini yüceltmek için yapyordu.

Ebu Ubeyd'in öyle dedii nakledilmitir: "Ben hiçbir zaman bir alimin

kapsn çalmadm. (Kendisini görmek istediimde) evine gelir, kapsnn


önünde oturur, kendiliinden çkmasn beklerim. Bunu Allahu Teala'nn:

"Eer onlar, sen yanlarna çkncaya kadar (darda) sabretselerdi,

kendileri için daha hayrl olurdu™ ayetine göre yapardm.

bnu Abbas'tan da benzeri bir davran rivayet edilmitir. O da ilmin

deerini ve alimin erefini bildii için böyle yapyordu. Yoldan geçen birisi

onun, Ensar'dan birinin kaps önünde oturduunu, üzerine rüzgarn toz


toprak saçtn görünce:

-Ey Rasûlullah'n {s.a.v) amcasnn olu! Seni burada bu halde bek-


leten nedir? diye sorard. O:

-Ev sahibinin dar çkmasn bekliyorum, derdi. Bu arada ev sahibi

çkp onu bu hâlde görünce:

-Ey Rasûlullah'n amca olu, keke bir adam göndersen de ben sizin

yannza gelseydim, derdi. O ise:


-Hayr, benim size gelmem daha layktr, derdi ve kendisinin iitme-

yip, onun Rasûlullah'dan (s.a.v) dinlediini bildii hadisleri ondan sorar


örenirdi.

Selef arasnda ho karlanmayan hallerden birisi de; bir kimsenin din


kardeinin gizli ve özel hayatna varncaya kadar örenmek istemesidir.

Bu, kötü karlanmtr.


213
Hucurât49/5.
132 KÛTU'l-KULÛB

Selman- Fârisî evlenmiti. Ehli ile beraber olduktan sonra ertesi sa-
bah insanlarn yanna çknca, bir adam:
-Ya Eba Abdullah Naslsn? deyi sordu.
I O da:
-Elhamdülillah, hayr içindeyim, iyiyim, dedi. Adam:
-Hâlin nasldr, geceni nasl geçirdin? Baka bir rivayette: Ehlini nasl
buldun? diye sorunca, Selman- Fârisî kzd ve:
-Sizden birisi, kendisine gizli kalmas gereken meselelerden niçin so-

rar ki? Evin dndaki hallerden sorsa ya. Size, iin gördüünüz ksmn
sormanz yeterlidir, dedi.

Süleyman b. Mihran el-A'me'in de bandan benzeri bir olay geçmi-


tir. öyle ki: Bir adam Süleyman'n evinde, kendisine:

-Ya Eba Muhammedi Naslsnz? dedi. O da:


-Hayr içindeyim, iyiyim, dedi. Adam:
-Hâlin nasldr? diye sordu. Süleyman:

-Afiyet içindeyim! dedi. Adam:


-Geceyi nasl geçirdin!? diye sorunca, Süleyman b. Mihran, cariyesi-
ne seslenerek:

-Ey cariye yata yorgan aa indir, buraya getir, dedi. Cariye de de-
diini yapt. Cariyeye: "Yata ser ve içine yat, ben de yanna yatp, bu ge-
ceyi nasl geçirdiimizi u kardeimize bir gösterelim!" diyerek, adamn lü-

zumsuz sorusuna ineleyici bir cevap verdi.

Yine o, derdi ki: "u zamanmzdakiler bir din karlatn-


kardeiyle
da ondan, evindeki çoluk çocua varncaya kadar haber sorar. Eer ken-
disinden ufak bir ey (mesela biraz süt) istense, onu vermez. Selef-i ali-
nin ise kardeiyle karlatnda: "Naslsnz?" veya "Allah size selamet
versin" sözünden baka bir ey demezdi. Bununla birlikte, kendisinden
malnn yarsn vermesi istense, yarsn ayrr verirdi."
Selef arasnda ho karlanmayan hallerden birisi de, bir kimsenin, yol-
da karlat bir (din) kardeine: "Nereye gidiyorsun?" veya "nereden ge-
liyorsun?"eklinde sknt verecek sorular sormasdr. Bu da, ho görülme-
mitir. Böyle bir davran sünnet olmad gibi, edepten de deildir. O an-
cak tecessüs ve aratrmaya girmektedir. Çünkü aratrma hallerde, teces-
LMN FAZLET, KISIMLARI vt ALMLERN DERECELER 133

süs de haberlerde olur. Bu türlü bir sualde ikisi de vardr. Bazen insan ar-

kadann, kendisinin nereye gittiini ve nereden geldiini bilmesini isteme-

yebilir. Mücahid ve Ata bu tür sorular uygun bulmazlar ve öyle derlerdi:

"Yolda bir din kardeinle karlatn zaman ona: "Nereye gidiyor-


sun?" veya "nereden geliyorsun?" diye sorma. Bu durumda belki sana
dorusunu söyler, senin houna gitmez, belki sana yalan söyler, buna da
onu sen sevketmi olursun."

Selef, mushaflarn alnp satlmasn ho kar lamazlard. Bazs onla-


rn satn alndan daha çirkin bulurdu.

Sonraki insanlar öyle ilimler icat ettiler ki, onlar selef zamannda bilin-
mez ve bulunmazd. Mesela, kelam ve cedel ilmi, kyas, nazar. Rasûlul-
lah'n (s.a.v) sünnetlerine ahsi görü ve akli izahlarla delil getirme gibi
ilimler bunlardandr. Kur'an'n ve haberlerin zâhirlerine, akl, rey/ kyasa

dayal ilimleri tercih etmek de bu gruba girmektedir.

Yine, ilmini beyan etmeden, tafsilatn ortaya koymadan bir takm ma-
nevî hâl ve zevkleri iaretler yoluyla açklamak da bunlara dahildir. Çünkü
bunda, dinleyenler aknlk, amel edenler sapklk içinde kalr. kadar u
var ki, bu ilmin ehli olan alimler manevî vecd ve hallerle alakal ilimleri

açklyor, fakat iaretle ifadeyi gizliyorlard. nsanlara faydal olan açkça


beyan edip, (anlalmad zaman) zarar verecek eyleri saklyorlard.

Çünkü manevî zevkler kalplerin hâlidir. Onlarn gizlenmesi daha faziletli-

dir. Bu hâl ve zevklerin yolunu gösteren ve açan ilimler ise; müridlerin ve


amel sahiplerinin hakkdr. Çünkü onlarn açklanmas (ve bilinmesi) onla-

rn peine dütüü bir eydir. Bunun için ehlullah bu ilimleri açklayp, ken-
dilerine ait manevî halleri gizlemilerdir. Çünkü o, kendileri için bir srdr.
Böylece kendileri bo zorlama ve bir eyleri dava etme derdinden selamet
bulmu olurlar. Ayrca dinleyenlere de nasiblerini verip onlara ait (ve im-
dilik lazm) olmayan gizleyerek, hem kendileri hem de onlar için adil ola-

n yapm ve her iki hâlde de fazileti elde etmilerdir.

Zamanmzdaki insanlar bu ilmin cahili olduklarndan, tam zddn


yaptlar (iin ilmini, edebini ve usûlünü gizleyip, manevî halleri ve vecdle-
ri anlattlar). Bu ise, zarara daha yakn, selametten daha uzak bir durum-
dur. Halbuki bu alanda güzel açklama yapamayan ve düzgün ifadeden
yana nasibi olmayan kimse için en güzel ey (böyle konularda) sükut et-
134 KÛTU'L-KULÛB

mesidlr. Hiç üphesiz, sünnete dayal bir ilim üzere konumayan Kimsenin
sükût etmesi, kendisini Allahu Teala'ya daha çok yaklatrr. Bu durumda
onun hâli u ayet-i kerimede anlatlan kimsenin hâline benzer; Allahu Te-
ala buyurmutur ki:

"Rzk daralm bulunan da, Allah'n kendisine verdii kadanndan in-


fakta bulunsun. Allah hiç kimseyi verdii imkandan fazlasyla yükümlü kl-
maz.™
Kendisine rabeti çoaltmak ve fakirlerden/dervilerden ayr bir ko-
numda olduklarn ortaya koymak için bir kibir hâleti içinde marifet ilimle-

rinden bahsetmek de doru deildir. Bu durumda yaplacak ey, müridle-

rin hâl ve anlayna göre konumak ve manevî ilimleri nefsi hesabna kul-

lanmamaktr. Çünkü aksini yapmak, dünya kaplarnn en büyüü, ahiret

yolcularna en çok zarar vereni ve dindeki ykm için de en gizlisidir.

Selef zamannda olmayp sonraki devirlerde ortaya çkan kötülenmi


ilimlerden birisi de, eriat ilmine ters olarak tevhid konusunda kelam et-

mek ve hakikat, ilme muhâliftir, düüncesine sahip olmaktr. Halbuki haki-

kat de bir ilimdir ve eriatn yollarndan birisidir. eriat ilmi de hakikat il-

mindendir. Bu durumda aralarnda nasl ayrlk ve ztlk bulunabilir. Haki-

kat ilmine bu ismi gerekli klan, ondaki azimet ve ciddiliktir. Zâhir ilmi ise

ruhsat ve geniliktir. Kim, zâhir ilmin kaide ve asllarna dayanmadan bâ-


tn ilminde söz ederse, bu sonuçta onu dinsizlie, kitap ve sünnet ban-
dan uzaklamaya götürür.

Ariflerden birisi demitir ki: "u atahat sahiplerine (ölçüsüz ve den-


gesiz söz edenlere) baktm, onlarn her birini ya (hâline) aldanm bir ca-

hil, ya perian olmu bir alim, ya da hiçbir eyi olmad halde kendini gös-
termeye çalan bir gafil olarak buldum."

Sonrakilerin yapt ilerden birisi de, yaadklar vecd ve hallerini Ki-

tap ve sünnete arzetmeden dini konularda (kalplerine gelen vesvese ve


düüncelerle konumalardr. Halbuki müslümana vacip olan, kalbe gelen
düünceleri tafsilatiyla bilmek, içlerinden Kitap ve sünnetin doruluuna
ahitlik etmediklerini kalpten atmaktr. Çünkü, sahipleri muhabbet iddi-

asnda bulunsalar ve sünnette belirtilen kötü sfatlar kabul etmeseler bile,

2,4
Talak 65/7.
LMN FAZLET. KISIMLARI v ALMLERN DERECELER 135

birçok vecd ve manevî hallerde saptma ve aldanma, pek çok müahe-


bir

de de batl bir yön ve yalan bir görüntü vardr. Bu durumda olanlar çou

zaman, bir ey müahede etmedii halde etmi havasna girer, yakînen


tanmad halde tanm gibi görüntü verir. Bunlarn hepsi bir aldanma ve
zarardr.

Sonrakilerin ortaya çkarttklar ilerden birisi de; hakknda kitapta bir

ifade, sünnetten bir nakil, sahabeden bir örnek bulunmad halde duada

kafiyeli cümleler söylemek ve haddinden fazla ileri gitmektir. Halbuki mev-


cut naslar/ayet-h ad isler ve uygulamalar, duada ileri gitmekten nehyetmek-
te ve Allahu Teala'nn Kur'an- Kerim'de dostlarnn azndan naklettii
öz, ksa ve malum dualarn snrlarn amaktan sakndrmaktadr. Rivayet

edildiine göre, Rasûlullah (s.a.v) öyle buyurmutur:

"Duada kafiyeli (süslü) sözlerden saknn. Sizden birisine (en güzel


dua olarak) öyle söylemesi yeterlidir: "Allah'm Senden cennetini ve (be-
ni) oraya yaklatracak söz ve amelleri istiyorum. Cehennemden ve beni
oraya götürecek söz ve amellerden de sana snyorum.™*
Bir haberde öyle buyrulmutur:

"leride dua ve temizlikte haddi (ölçüyü) aan bir topluluk gelecek,^


Abdullah b. Muaffel, oluna derin ve ince manal sözlerle dua eder-
ken iitince: "Olum (dinde) yeni bir ey icat etmekten ve duada ileri git-

mekten sakn" demitir.

Allahu Teala'nn:

"Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. üphesiz O, haddi


aanlar sevmez,™ 7 ayetindeki haddi amann duada olaca söylenmi-
tir. Duada haddi amak, Allahu Teala'nn salih dostlarndan haber verdii

mafiret, rahmet, tövbe içeren ve bunlar gibi malum ve mehur dualar b-


rakp yaldzl, süslü ve fasih dualarla megul olmaktadr.

Ulema ve ebdallerin dualarnda yedi cümleden fazla dua etmedikleri


söylenmitir. Ben bu sözün doruluunu Allah'n Kitabnda da buldum.
Sadece bir yerde ki o da Bakara süresinin son ayetlerindedir yediden fate-

215 Bkz; Buharî, Deavat, 19; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 217.
216
Ebu Davud, Taharet, 45; bn Mace, Dua, 12; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 172, 183.
2 " A'raf7/55.
136 KÛTU'L-KULÛB

la dua zikredilmi, dier deiik ayetlerde iki, üç ve en fazla bee kadar


dua bir arada zikredilmitir.

Seleften birisi, bir kssacya uramt. Adam kafiyeli ve edebî sözler-


le dua ediyordu. Onu bu halde görünce: "Yazk sana, haddi ayorsun!
Vallahi ben Habîb el-Acemî'yi gördüm dua olarak sadece: "Allahm! Bizi

içi ve ii güzel olanlardan yap. Kyamet günü bizi rezil etme! Allahm bizi

hayrda muvaffak kl," diyordu. O böyle dua ederken insanlar her köede
alyorlard. Biz onun duasnn kabul ve bereketine tank olduk," demitir.

Ebu Yezîd el-Bistamî derdi ki: "Allah'tan ihtiyaç diliyle iste, hikmet di-

liyle isteme!"

Hasan- Basrî de: "Allah'tan, (ihtiyacn) zillet ve fakirlik diliyle iste, fe-

sahat ve yaldzl sözlerle isteme" demitir.

Sonrakilerin ortaya çkarttklar ilerden birisi de, Kur'an okurken, oku-


duu anlalmayacak, kelimelerin irab, uzatma ksaltma, idam ve izhar-
lar birbirine karacak ekilde name yapmaktr. Nameler birbirine uy-

sun diye kelimelerin bozulmasna ve aslnn deimesine dikkat etmemek


gerçekten bidattir ve onu dinlemek mekruhtur.

Bir b. Haris demitir ki: "bnu Davud el-Harbî'ye: Kur'an okuyan biri-

sine rastlyorum, onun meclisinde oturaym mi? diye sordum. O: "Name


yapyor mu?" diye sordu: "Evet," dedim. "Onunla oturma, o bidatini ortaya

koymutur," dedi.

Bidatlardan birisi de ezanda name yapmaktr. Bu da ezanda haddi


amaktr.
Müezzinlerden birisi, bn Ömer'e: üphesiz ben seni Allah rzas için

seviyorum," dediinde, o da: "Fakat ben Allah için sana kzyorum," dedi.

Adam: "Ya Ebu Abdurrahman, niçin bana kzyorsun?" diye sorduunda,


bn Ömer: "Çünkü sen ezannda haddi ayorsun ve ezan okumana kar-

lk ücret alyorsun," dedi.


Ebu Bekir el-Acurrî derdi ki: "Badat'tan çktm. Hem orada kalmam
artk benim için helal deildi. Çünkü, (oradakiler) Kur'an okuma ve ezana
varncaya kadar her eyde bidat çkarttlar." Ebu Bekir el-Acurrî bu sözüy-
le, Kur'an' name ile insanlarn rabetini çekmek için okumay kasdetmi-
tir. Sonunda o, hicri 330 senesinde Mekke'ye yanmza geldi.
LMN FAZLET, KISIMLARI vt ALMLERN DERECELER 137

Sonrakilerin yeni olarak uyguladklar ve selefe ters hareket ettikleri

ilerden birisi de, Selefin kolaylk gösterdikleri ve kolayn seçtikleri pek


çok konuda iddetli davranmalar, selefin titiz olduklar pek çok eyde ise

gevek olmalardr. Onlar bu konuda Hariciler'e benzemektedir. Hariciler


küçük günah ileyenler kar çok iddetli bir tutum sergilerken, Allah Ra-
sulü'ne ait haber ve sünnetleri deerlendirmede ve slam cemaatnn yo-

lunu terk etmede çok rahatça hareket etmektedirler.

Selefin üzerinde pek durmad halde, sonrakilerin çok önem verdii


konulardan birisi de, hadislerin yazlmas, geli yollarnn tesbiti, garib

olanlarn incelenmesi ve lafzlarnn aratrlp Hz. Peygamber'e (s.a.) ait

olup olmadnn ortaya konulma çalmasdr.


bnu Avn demitir ki: "Üç büyük zata yetitim, manen hadis rivayetine
ruhsat veriyorlard. Bunlar, brahim en-Nehaî, e-a'bî ve Hasan-* Bas-
rî'dir (Allah hepsine rahmet etsin).

Sahabe ve selef ulemasndan bir cemaatn hadislerin, tam lafzlaryla


rivayet edilemese bile mana olarak rivayetine ruhsat verdikleri nakledil-
mitir.

Selefin rahat davrand fakat sonrakilerin titiz davrand konulardan


birisi de, harflerin okunuu ve ayr ayr mahreçlerinden çkarlmasdr. Ba-
z okuyucular, sanki farzm gibi iin detayna kadar aratrrlar.

Bunlardan birisi de, kyas ve nazara fazlaca dalmak, nahiv ve Arapça


ilimlerinde mütehassis olmaktr. Nitekim brahim b. Ethem: "Sözlerimizde
dil kaidelerine uygun konuup hata etmedik, fakat amellerimizde büyük
hatalar yaptk. Keke konumada hata edip amellerde düzgün davransay-
dk," demitir.

Kasm b. el-Muhaymira'nn yannda Arapça ilmi zikredilince: "Onun


evveli kibir, sonu taknlktr," demitir.

Selefin birisi: "Nahiv ilmi kalpteki huuyu giderir," demitir.

Bir bakas da: "Kim bütün insanlar hafife almak istiyorsa, Arapça ö-
rensin .(Çünkü o, bilgiçlik taslamaya yeter)" demitir.

Sonrakiler, su ile temizleme ve elbisenin temizlii hususunda, cünüp


bir kimsenin terinden, hayz kannn bulamasndan, eti yenen hayvanla-
rn pisliklerininden hafif kan ve benzeri eylerden dolay elbisenin fazlaca
138 KÛTU'L-KULÛB

ykanmas konusunda çok titiz davranmaktadrlar. Halbuki selef bütün


bunlarda rahat hareket edip ruhsatla amel ediyorlard.

Yukarda anlattklarmzn tersi olarak; selefin çok titiz davrand fa-

kat sonrakilerin pek önem vermedii ilerden bazlar unlardr:

Kazançta helal ve haram aratrmak, kendisini ilgilendirmeyen eyi


konumak, batla, gybet ve dedikoduya dalp onlara/Kulak vermek, yay-
garalara kaplp su-i zanna kaplmak. Bu da gybet ve dedikoduya ortak
olmaktr. Her yaygara artar ve azalr. Kötülük de çoalr ve sahibi ona da-
lar durur. Hayr ise, pek rabet görmez.

Sonrakiler, yalan ve bo sözlere dalma, batl söz edenlerle oturma,


hevai eylerin peine düme, taassup, iddetli dünya hrs gibi sonuçta
hayr getirmeyecek eylerde çok gevek davranr, onlara dalmaktan pek
çekinmemektedirler. Halbuki selefi salihin bu konularda çok titiz davran-
yor, asla müsamaha etmiyorlard.

Sonrakilerin çkarttklari ilerden birisi de, kadnlarn zaruret yokken,


erkeklerin de petemalsz (avret mahalleri açk bir halde) hamama girme-
leridir. Bu büyük günahtr.

brahim el-Harbî'ye: "Nebiz içen fakat sarho olmayann arkasnda na-


maz klnr m?" diye sorulunca: "Evet, klnr," demi; "Peki örtüsüz hama-
ma girenin arkasnda namaz klnr m?" diye sorulunca ise: "Hayr, böyle
namaz klnmaz, çünkü nebiz sarho etmedii zaman
kimsenin arkasnda
haraml konusunda ihtilaf vardr, erkein petemalsz (avret mahalli açk
olarak) hamama girmesi ise icma ile haramdr," cevabn vermitir.

Alimlerden birisi demitir ki: "Hamama giren kimseye iki örtü lazmdr.
Birisi (bakasn perdeleyecek ekilde) yüzü için, dieri de avret yeri için.
Aksi takdirde hamamda (harama bakmaktan ve haram yerini göstermek-
ten) emin olamaz."

bnu Ömer: "Aslnda hamam, sonradan icat edilen güzel nimetlerden


birisidir," derdi.

Ulemann oturu ekli vücudu toplayp dizleri dikmek eklindeydi. Ba-


zlar, ayaklar üzere oturur, dirseklerini dizleri üzerine kordu. Ashab- Ki-
ram'dan, Hasan- Basrî'ye kadar bu ilim hakknda konuanlarn ekil ve
emaili böyle idi. Cüneyd el-Badadî'ye kadar ilim meclislerinde kürsüler
LMN FAZLET, KISIMLARI vt ALMLERN DERECELER 139

ortaya çkmadan önce, bu marifet ilmi hakknda konuan ve onu ortaya


açan Hasan- Basrî olmutur.

Rivayet edildiine göre, Rasûluliah (s.a.v) da yere oturup, bacaklar-


nn dikerek ellerini önden balamtr. 218 Dier bir rivayete göre, Allah Ra-

sûlü (s.a.v), ayaklar üzerine oturur, dirseklerini dizleri üzerine kordu.

Bu ilim ehlinden ilk konuan Msr'da Yahya


olarak kürsüye oturarak

b. Muaz olmu, onu Badat'ta Ebu Hamza takip etmitir. Meayih bunun
için onlar knamtr. Hem bu gibi eyler, marifetullah ve yakîn konusun-
da söz eden ariflerin usûlünden deildir. Ancak nahivcller, dilciler ve dün-

ya ehli müftiler bada kurarak oturmaktaydlar. Bu ise, genelde kibirli

kimselerin oturu eklidir.

Otururken derli toplu bir halde/dizler alta krlarak oturmak te-


/
vazudandr. '

LMLERN KISIMLARI

Bu balk altnda önceden mevcut olan, sonradan ortaya çkan, övü-


len ve yerilen ilimler ilenecektir.

Bil ki dini ilimler genel hatlaryla dokuzdur. Bunlardan dördü, sünnete


dayal, sahabe ve Tabiûn zamannda mevcut ve malum olan ilimlerdir. Di-
er bei ise, sonradan ortaya çkm olup selef zamannda pek malum ve
mehur deildir.

Bilinen dört ilim unlardr:

1- man ilmi

2- Kur'an ilmi

3- Sünnet ve haberlerin ilmi

4- Fetva ve ahkam ilmi

Sonradan ortaya çkan be ilim ise, unlardr:

t - Nahiv ve aruz ilmi

2- Fkhtaki kyas ve cedel ilmi

3- Nazar ve aklî istidlal ilmi

4- Hadisteki illetleri ve hadisin geli yollarn tesbit ilmi

5- Zayf hadislerin tannmas, cerh ve tadil ilmi.


140 KÛTU'L-KULÛB

Bu be ilim sonradan ortaya çkmtr. Ancak bunlar da ehlinin yann-


da bir ilimdir ve onu örenmek isteyenler kendilerinden dinleyerek ören-
mektedirler.

Selef, kssalar bidat görüyor, ondan nehyediyor ve kssaclarn mec-


lislerinde oturmay ho karlamyorlard.
Alimlerden birisi: "Falanca kssa anlatmasayd, ne güzel bir adamd,"
demitir.

Bu taifeden (tasavvuf ehlinden) birisi demitir ki:

"Hikaye sahiplerinin marifet ehli içindeki misali, kssaclarn fakihlerin

içindeki durumu gibidir."

Bir bakas da: "Kssaclarn alimler içindeki durumu, köylülerin ehir-

liler yanndaki durumuna benzemektedir," demitir. \

Din ile dünya mal toplayp yemeye, edep ve takvay alet ederel^dün-

ya meta almaya, dünya karlnda ilmi satmaya, halka yaldzîrSozler ve


yapmack hareketler yapmaya gelince, bunlar, sonradan ortaya çkan ey-
lerin en çirkinlerindendir. limden biraz anlayanlar yannda bu ilerin çirkin-

lii apaçk ortadadr. Ancak zamanmzda Selefi salihinin yolnu ve hâlini

pek bilmeyen ve dini ilimlerin hakikatine hiç nüfuz edemeyen bir takm ca-

hiller bu kimselere alim demekte, faziletten yana yoksun olan gafiller de


onlar fazilet ehli görmektedirler.

Bil ki, bize göre, (insanlarn konutuu) sözler yedi ksmdr.


Bunlardan birisi ilimdir. Dier alt tanesi (hükmü itibariyle) botur. Ona
sahip çkan, ancak, onu tanmyan ve ilimle cehaleti birbirinden fark ede-
meyen kimsedir. Araplar:

"Her düen maln bir alan, her sözün bir konuan vardr," demiler-

dir. Bu alt söz çeidi unlardr:

1- ftira,

2- Ölçüsüz konumalar,
3- Hata,

4- Zann,

5- Aldatmacal (süslü) sözler,

6- Vesvese.
LMN FAZLET, KISIMLARI V ALMLERN DERECELER 141

Bunlar alimlerce bilinmektedir. Alimlerimiz, Allahu Teala'mn, kitabn-


da kendilerine açklad ekilde, kendilerine verilen kitab koruma, Al-
lah'n dinine ve kullar üzerine ahid olma vazifesi gereince, onlar geni
geni açklamlardr.
Bu alt çeit sözün dnda kalan ve herhangi bir yönüyle kötü ismi ve-
rilmeyecek yedinci ksm ilimdir. lim, Kur'an ve sünnetin açkça belirttii

yahut onlarn delalet ettii eylerdir. Kur'an ve sünnetten istinbat (onlara


dayanarak elde) edilen, yahut herhangi bir söz olsun fiil olsun ismi veya
manas onlarda bulunan eyler ve icmann dna çkmad sürece
Kur'an ve sünnete dayal teviller (yorumlar da) ilme dahildir.

stinbat (ayet ve hadisten hüküm çkarma ii), hareket noktas Kur'an

olduu ve kendisine mücmel bir ekilde de olsa iaret edildii ve nassa


(yani ayet-hadise) ters dümedii sürece ilimdir, makbuldür.

bnu Mesud derdi ki: "Siz öyle birzamandasnz ki, bugün heva/nef-
sani arzular ilme tabidir. Öyle bir zaman gelecek ki o gün ilim heva ve he-

vese tabi olacak."

Allahu Teala:

"Evlerinin kaplarn ve üzerine yaslanacaklar koltuklan da (hep gü-


müten yapardk) Ve onlan zinetlere boardk,™ 9 ayetiyle;

"(Onlar) aldatmak için birbirlerine yaldzl sözler fsldarlar,*20 ayetin-

Buna göre, bir cahilin dini konularda (ehli olmad halde, nefsi hesa-

bna) istihsan gitmesi, yanî; bir sebebini gösterip ona güzel demesi, (ilim

deil, sadece) dünyevi gayeler için klfna uydurulmu bir aldatmadr. Bu


aynen, dünya ehli bir cahilin sahip olduu d altn ile kaplanm ve asln-
da altn olmayan adi bir eyaya benzemektedir.

Zuhruf altn ile kaplanp, altna benzeyen ve cahil kimsenin altn san-
d bir eydir. Sözdeki süsleme de böyledir. Söz de öyle bir uslubta söy-

218
Ebu Davud. Edeb, 22; Libas, 20; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 69.

Zuhruf 43/34-35.
En'am6/12.
142 KÛTU'L-KULÛB

lenir ki, iiten cahiller onu ilim zannederler. Bu sebeble Allahu Teala her

ikisine de zuhruf ismini vermitir.

Zuhrufa bizzat artn diyenler de olmutur. Buna göre aldatc sözler,


Rabbanî alimler ve hakikat ehli zahidler yannda pek kymeti bulunmayan
ve devamll söz konusu olmayan altna benzemektedir. Buradaki ben-
zerlik; peygamberlerle sddklarn ta ile topran arasndaki benzerlik gi-

bidir.

Ahmed b. Hanbel derdi ki: "nsanlar ilmi terkedip baa bostana yönel-
diler. lim aralarnda ne kadar azald. La havle vela kuvvete illa billah."

Malik b. Enes demitir ki: "Önceki insanlar bu (dini) ilerden, bugün-

kü insanlarn sorduu ekilde sormazlard. Alimler de pek çok i hakkn-


da: "u haramdr, bu helaldir," demezlerdi. Onlar (daha çok): "u müste-

habtr, bu mekruhtur," derlerdi.

mam Malik, kendisine bir soru sorulduunda hemen acele etmez,


çok düünür, ekseriyetle: Bilmiyorum, bakasna sorun, derdi.

Bir adam Abdurrahman b. Mehdî'ye: "Kendisine sorulan ilmî bir me-


selede, kesin olarak: "u helaldir, bu haramdr" diyen falanc ile sorulan

soruya: "Zannederim, bana öyle geliyor ki" gibi (ihtimalli ve ihtiyatl) söz

eden"mam Malik'i nasl deerlendirirsin?" diye sorunca, Abdurrahman:


"mam Malikin "zannederim, zannediyorum!" sözlerini brak. Bana en se-
vimli gelen, falancnm: "Kesin olarak ehadet ederim ki, hiç üphesiz de-
rim ki "sözleridir," demitir.

Hiam b. Urve demitir ki: "Bugünkü alimlere sonradan ortaya çkar-


dklar meselelerde soru sormayn. Çünkü onlar onun için (önceden ken-

dilerini hakl çkaracak) bir cevap hazrlamlardr. Fakat onlara sünnetle-


ri sorunuz, onu pek bilmezler."

a'bî insanlarn sonradan ortaya çkardklar görü ve hevai eyleri

"Önceleri u mescidde oturmak bana çkp gitmekten daha sevimli idi.

Bu gösteri dükünü (sözde ilim ehli olanlar) orada bulunduklar zaman-


dan beri benim mescitte oturmama kzmaktadrlar. (Böyle kimselerle,
mescitte oturmaktansa) bir çöplükte oturmak benim için daha sevimlidir."
LMN FAZLET, KISIMLARI v« ALMLERN DERECELER

Yine a'bî demitir ki: "(Zaman mzdaki alimlerin) sana, sünnet ve ha-
berlerden bahsettiklerini al (amel et); sonradan ortaya çkardklar kendi
görülerinden anlattklarnda ise üzerlerine sümkür." Bir defasnda da:
"Onun üzerine bevlet," demitir.

olmayan) aklî ilimleri bilmeme-


yi müstehab görüyorlard. Hem, Rasûlullah (s.a.v), suskunluk ile hayay
bir arada zikrederek onlar imann birer ubesi olarak tantm ve öyle bu-
yurmutur:

"Haya ve suskunluk imandan kaynaklanan iki huydur. Çirkin söz ve


kötü konuma da münafklara ait iki haslettir.'**
Rasûlullah (s.a.v) baka bir hadislerinde ise öyle buyurmutur:
"Allahu Teala'nn en buzettii kimse, srn ya otu dili ile döndere
dördere gevilodii gibi, laf aznda dolatm dolat ra konuarak edebi-
yat yapan kimsedir.'*22

Dier bir hadiste de öyle buyrulmutur:

"fadeden acziyet dilin acziyeti (ve suskun olmasdr), yoksa kalbin


aciz kalmas deildir.'*22

Yine Allah Rasûlü öyle buyurmutur:

"Allahu Teala, sizin her eyi konumanz ho karlamaz.'*2*


Demek ki, asl fkh kalbin Yüce Rabbinden alp anlayarak sahip oldu-
u fkh (ve anlay) olmakta, dilin açklad fkh ise, kalbin ehadet ale-
minden ve salam delillerden anlayp açklad eyler olmaktadr.

Selefin müstehab gördüü suskunluk ve uzunca sükut hâli, bugün


ayp olarak deerlendirilmektedir. Kelamclarn ortaya çkard nice söz
ve önceki büyüklerin kötüledii ve münafklarn türettii bir çok ilim var ki,

bugün sünnet zannedilmekte ve onlardan bahseden alim kabul edilmek-


tedir. Günümüzde, iyi olan eyler kötü, kötülükler iyi, sünnetler bidat, bi-

221
Tirmizî, Birr, 80; Ahmed b. Hanbel, ,
Müsned, V, 269.
222
Tirmizî, Edeb, 72; Ebu Davud, Edeb, 86; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 165.
223 Darimî, Mukaddime, 43.
224
Tabarani, el-Kebir, VIII, No: 7695; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VIII, 116; Münavî, Feyzu'l-
Kadîr, No: 1770
144 KÜTU'L-KULÛB

datlar sünnet oldu. Nitekim, ahir zamann alimlerini vasfeden bir haberde
bunlar zikredilmi, mehur bir haberde de öyle buyrulmutur:

"üphesiz Allah u Teala, kendini göstermek çin azn doldura dok/u-


ra konuan gevezelere buzeder.*25
u halde kimde bu sfat galipse, o kimse, ahsi görüe ve aklî izahla-

ra dayanan ilimlerde gayet konukan ve usta birisidir, fakat kalbi, yakîni mü-
ahede ve imanî ilimler yönünden tutuktur, bir ey anlamaz. Böyle bir kim-

se de, nifaka daha yakn ve imanî hakikatlerden daha uzak bir hâldedir.

Ebu Süleyman ed-Dârânî demitir ki: "Kendisine herhangi bir hayr


(ilim ve i) ilham edilen kimseye; onun Kitab ve Sünnetteki yerini iitip, on-

lara uyduunu görerek Allah'a hamdetmedikçe onunla amel etmesi uygun


deildir."

Ariflerden birisi 226 demitir ki: "Kalbime gelen herhangi bir düünceyi
iki adil ahit olan Kur'an ve sünnete azredip onlardan tasdik almadkça ka-
bul etmem."

Ebu Muhammed Sehl derdi ki: "Kul, kendisinde u dört haslet bulun-
madkça imann hakikatine ulaamaz. Bunlar:

1- Farzlar sünnete uygun eda etmek


2- Verâya/takvaya dikkat ederek helal yemek.
3- Zâhiren ve bâtnen nehyedilen eylerden kaçnmak.
4- Ölünceye kadar bu hâle devam etmek.

Selef, fecirden sonra günein domasna kadar zikrullahtan baka bir


eyle konuan ayplarlar ve (mescid edebine uymayacak ekilde) konu-
anlar mescitlerinden dar çkarrlard. Sonuçta mescitte, ya namaz k-
lan, ya da zikrullah ile megul olan kalrd.

Selef, kalplerindeki iman ve sünnet anlaynn büyüklüünden ve


hayrn hakikatini yakînen bildiklerinden dolay slam'da çkarlan ufack bir

bidati ve din hakknda sorumsuzca söylenen basit bir sözü gözlerinde çok
büyütüyor, ona müsamaha etmiyorlard.

225
Bkz: Tirmizî, Birr, 71; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 369; IV, 193.
226 Bu zat da Ebu Süleyman Dârânî'dir. Serrac, el-Lüma, 146; Kueyri, Risale, I, 96.
LMN FAZLET. KISIMLARI v ALMLERN DERECELER 1W

Abdullah b. Muaffel, olunu imamn arkasnda (susmas gerekirken)

Kur'an okuduunu iitince: "Yavrum! Bidatttan sakn, bidattan sakn," de-


mitir.

Sa'd b. Ebî Vakkas olu Ömer'i seçili seçili konuurken iitince

"te bu senin için kzdm bir eydir. Bundan sonra asla ihtiyacn

görmeyeceim," dedi. Olu gelir kendisinden ihtiyaçlarn isterdi. Sonra


Rasûlullah'n (s.a.v) u hadisini okudu:
"Bir kimseye konuurken dil parçalamasndan/edebiyat yapmasndan
daha kötü bir ey verilmemitir.*27

Rasûlullah (s.a.v), Abdullah b. Revaha'y seçili bir ekilde konuurken


iitince: "Ey bnu Ravaha! Seçili konumaktan sakn!" buyurdu. Halbuki

bn Ravaha iki veya üç kelime seçili konumutur.

Ayn ekilde Rasûlullah (s.a.v) (Huzeyl kabilesinden) bir adama (ya-

knlarnca vurulup düürülen) ceninin diyetini vermesini emrettiinde,

adam (seçili bir ekilde): "Ya Rasulallah! Henüz yiyip, içmeyen, konuup
ses çkarmayan karndaki çocuun diyetini nasl veririz. (Bence) bu ekil-

de düürülen bir çocuk hükümsüzdür, onun için birey gerekmez, deyin-


ce, Rasûlullah (s.a.v):

"Bu konuma, (cahilliyedeki) Araplarn secileri gibi bir seci midir?"^bu-

yurmutur. 228

Bize kadar ulaan bir rivayete göre, Mervan, bayram namaz için Mu-
salla'nn yannda bir minber icat edince; Ebu Said el-Hudrî ayaa kalka-

rak:

-Ya Mervan! Bu bidat nedir? diye sordu? Mervan:

-O bidat deildir. Senin bildiinden (ve düündüünden) daha hayrl


bir eydir. nsanlar çoaldlar, ben de sesimi onlara ulatrmak istedim ve

bunu yaptm, deyince Ebu Said:

227
Benzer bir rivayet için bkz: bnu Ebi'd-Dünya, es-Samtü ve Âdâbu'l-Lisan, No: 94.
228
Bkz: Müslim, Kasame, 38; Ebu Davud, Diyât, 19; Nesaî, Kasame, 40; Ahmed b. Hanbei,
Musned, IV, 245.
146 KÛTU'L-KULÛB

•Asla! Bildiimden daha hayrl bir i ortaya koymadn. Vallahi bugün


namaz klmayacam, deyip dönüp
senin arkanda gitti ve onunla bayram
namazn klmad.
Buna göre, bayram namaz hutbesini ve yamur duas ndaki hutbeyi
minber üzerinde yapmak bidattir. Rasûlullah (s.a.v) bu gibi durumlarda
hutbeyi bir yay veya asa üzerine dayanarak yerde yapyordu.

Rivayet edildiine göre, Hz. Ömer akam namazn (bir özrü yokken)
gökte bir yldz douncaya kadar geciktirdii için bir köle azat etmitir. Ay-
n eyi dedesine uyarak, Ömer b. Abdülaziz de yapmtr.
Yine bize kadar ulaan bir rivayete göre, bnu Ömer akam namazn
iki yldz douncaya kadar geciktirdii için iki köle azat etmitir.

Bir haberde öyle buyrulmutur:

"Ümmetim, akam namazn Yahudiler gibi yldzlar kûmeleninceye,


sabah namazn da Hristiyanlar gibi yldzlar dalncaya (ortalk iyice
aanncaya) kadar tehir etmedikleri müddetçe, dinlerinde kamil bir hâlde
kalmaya devam eder.

Süfyan es-Sevrî ve Yusuf b. Esbat demilerdir ki: "Dini bütün olma-


yandan dinini örenme."
Vekî' demitir ki: "Zina gibi bir suçu ilemek bana, dinim hakknda bir

bidatçya soru sormamdan daha sevimlidir."

Ahmed b. Hanbel, Ubeydullah b. Musa el-Abesî'den çokça hadis riva-

yetinde bulunurdu. Sonra onun basit bir bidat ilediini duydu. Denildiine
göre yapt da Hz. Ali'yi Hz. Osman'dan önde ve üstün görmesi idi. Ba-
ka bir iddiaya göre ise, Hz. Muaviye'yi kötü bir sfatla zikretmesiydi. Bunun
üzerine mam Ahmed onu terketti ve ondan alp yazd bütün katlar yr-
tp bir daha kendisinden hadis rivayet etmedi.

Bir defasnda mam Ahmed'e: "Ya Eba Abdullah! Vekî' mi selefe da-
ha çok benziyor yoksa (yukarda ismi geçen) Ubeydullah m?" diye sorul-

duunda: "Vekî' selefe daha çok benziyor, zina etse bile!" demitir.

Rivayet edildiine göre brahim el-Harbî demitir ki: "Ali b. el-Mede-


nî'den; Ubeydullah'tan bir harf olsun bahsetmemem artyla birçok ilim

229
Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 349.
LMN FAZLET, KISIMLARI V ALMLERN DERECELER 147

yazdm. Kendisine: "Niçin Ya Eba shak?" denilince: Onun bir bidatçnn


arkasnda namaz klmasn zikretmitir.

Yine brahim el-Harbî demitir ki: "Yetmi sene, fakihler, hadisçiler,

Arapça ve dil alimleriyie bir arada bulundum, hiç birinden u zamanda or-
taya atlan (ve konuulup durulan) eyi iitmedim." el-Harbî, bununla isim,

müsemma ve benzeri kelami konular kasdetmitir.

Yine o öyle demitir: "Kelam ve cedel ehlinden olan birisinin mecli-

simde bulunmasn ve bana herhangi bir ey sormasn hiç sevmem (mec-


lisimde böyle birisi varsa onu çkarrm). Çünkü ben kelam ilmini bilmem

ve onu güzel anlamam. Kelamclan da tasvip etmem. Onlardan birisini ta-


nsam, onunla konumam ve onun herhangi bir sorusuna cevap vermem."
mam Ahmed, mam
arkada Ebu Sevr'i farkl bir hadis yo-
afiî'nin

rumu yüzünden terk etmitir. öyle ki, Ebu Sevr'e: Rasûlullah'n (s.a.v)
"Allahu Teala Adem'i kendi sürerinde yaratt,™ hadisinin manas soruldu-

unda: "Buradaki zamir Adem aleyhisselam'a aittir. (Yani Allahu Teala

Adem'i, Adem'e ait bir ekilde ve sûrette yaratt) deyince, onu terketti ve
bu yorumuna kzarak:

"Yazk ona! Hz. Adem için hangi ekil ve sûret vard ki Allah ona uy-

gun yaratm olsun. Yazk ona. Nasl oluyor da Allah Adem'i bir misal üze-

re yaratt, diyor. Peki Rasûlullah'n (s.a.v) önceki hadisi açklar mahiyette

buyurduu: "Allahu Teala, Adem'i Rahman'n süratinde yaratt™ hadisi


hakknda ne yapacak?" demitir. Bu sözler Ebu Sevr'e ulanca. mam
Ahmed'e gelerek özür diledi vard sonucun ve yapt yorumun kesin bir
itikattan kaynaklanmadn, onun ancak kendine ait bir görü ve kendi

adna söyledii bir söz olduunu söyledi."

Ahmed b. Hanbel bir bidatçnn sorusuna cevap verdi diye Haris el-

Muhasibî'yi de terketmitir. Halbuki o, ehli sünnet birisiydi. Ona: "Onlara


ne diye cevap veriyorsun. Hem ben sana onlarn sözünü anlattm. Sen

tl ile hakkn reddedilmesine sebep olmaktadr," dedi.

230 Buharî, sti'zan, I; Müslim, Birr, 115; Ahmed b. Hanbel. Müsned, II, 244, 251, 315.
231
Münavî, Feyzu'l-Kadîr, III, 445 (No: 3978). Önceki ve bu rivayetle ilgili açklamalar için bkz.

bn Kuteybe, Te'vilu muhtelif i'l-hadîs, s. 338-343 (Tere. M. Hayri K.rbaolu) st. 1989
:

148 KÛTU'L-KULÛB

Yine Ahmed b. Hanbel bir sözü yüzünden Yahya b. Maîn'i de terket-

mitir. Söyledii de u idi: "Eer eytan bana bir ey vermi olsa onu alr-

dm."
Malik b. Enes (rah) demitir ki: "Sünnet adna bakasyla mücadele-
ye girmek sünnetten deildir. Fakat karndakine sünneti haber verirsin,

kabul ederse ne ala, yoksa sükut et."

Abrurrahman b. Mehdî'ye: "Falanc bidat ehline cevap veriyor," deni-


lince: "Allahu Teala'nn Kitab ve Rasulü'nün (s.a.v) sünnetiyle mi konuu-
yor ve ona karlk veriyor?" diye sordu. Yanndakiler: "Hayr akrî görüler-
le" dediler. O zaman: "Ne kötü yapyor. Bidatla bidata cevap veriyor," dedi.

Zeyd b. Ahzem, Vehb. b. Cerîr'in öyle dediini nakletmitir: u'be'nin

öyle dediini iittim: "el-Hars el-Aklî'ye gelip, Rasûlullah'n (s.a.v)

"Sizden birisi cenazeyi takib ettiinde, cenaze (yere) konuncaya ka-


dar oturmasn," 232 hadisininmanasnn ne olduunu sordum. Bana: "Ne
dersin, kabristana geldiimizde kabir kazlmamsa ayakta durmamz uy-

gun mudur?" dedi. Bunun üzerine soru sorduuma utandm. Bana: "Bu
soruyu sormasan olmaz myd?" dedi.

Mahmud aylan, Vehb'den u'be'nin öyle dediini rivayet etmi-


b.

tir: "Minhal b. Amr'a bir hadis sormaya geldim. Evinden tambur sesi geldi-

ini duydum, geri döndüm, birey sormadm. Sonra geliime piman ol-
dum. Kendi kendime: "Acaba sormasa mydm, belki de onun hükmünü
bilmiyordur," dedim.

Sonrakilerin ortaya çkard ilerden birisi de, yol üstünde al-veri


yapmaktr. Verâ/takva sahipleri, yol üstünde oturup sat yapan kimseden
bir ey almazlard. Verâ sahipleri çocuklardan al-veri yapmay da uy-

gun görmüyorlard. Çünkü onlar mülk sahibi deillerdir, ve (akit gibi ve


önemli ilerde) sözleri de kabul edilmez.

Bana, Ebu Bekir el-Mervezî'den u hadise nakledildi: Bir eyh Ahmed


b. HanbePin meclisinde bulunuyor ve kendisinden çekinilen heybet/itibar
sahibi bir kimse olarak tannyordu. mam Ahmed kendisine hürmet ve ik-

ram ediyordu. Bir ara mama, bu eyhin evinin duvarn d cepheden (yo-

la bakan taraftan) çamurla svand haberi geldi. Bunun üzerine mecliste

232 Buharî, Cenaiz, 48; Ebu Davud, Cenaiz, 41; Tirmizî, Cenaiz, 35.
LMN FAZLET, KISIMLARI v ALMLERN DERECELER 149

adamdan yüz çevirdi. Durumu farkeden ve bundan rahatsz olan eyh,


mama hitaben:
-Ya Eba Abdullah! Benden sana, seni rahatsz edecek bir ey mi ula-
t? diye sordu. mam:
-Evet, duvarn d cepheden çamurla svamsn, dedi. Adam:

-Bu caiz deil midir? diye sordu. mam:


-Hayr, çünkü sen böyle yaparak müslümanlarn yolundan parmak
ucu kadar da olsa kendine alm oldun. dedi. Adam:

-Peki nasl yapaym? diye sorunca; mam:


-Ya svadn svay sökersin, ya da duvar ykp bir kaç parmak geri-

ye çeker sonra d cepheden svarsn, Bunun dedi. üzerine adam duvar


ykt, birkaç parmak d ksmndan
geriye çekti ve tekrar svad. mam Ah-
med eskiden olduu gibi hürmete devam etti."

Selef, ölmü kedi ve hayvanlar yol üstündeki çöplüklere atarak, kötü

kokusuyla müslümanlara eziyet vermeyi ho karlamyorlard. urayh ve


bakalar kedileri öldüünde evlerinin uygun bir yerinde defnederlerdi.

Çat oluklarnn dar verilip yollara dökülmesi de ho karlanmayan


bir eydir. mam Ahmed b. Hanbel ve verâ ehli kimseler oluklarn evleri-

nin iç ksmna koyarak suyunu yol tarafna aktmyorlard.

brahim en-Nehaî demitir ki: "u insanlardan birisi konuurken iki ke-

re yalan söyler hiç farknda olmaz. Mesela: Bir ey yok, bir ey deil, bu
ne ki? gibi laflar eder."

O bununla, insanlarn basit konularda hiç dikkat etmeden: "Bu hiçbir

ey deil, deyip ileri geri helal-haram konumalarn kasdetmi, bunu gö-

zünde büyüterek iki yalan söylemek gibi deerlendirmitir.

Rivayet edildiine göre, Hz. Ömer (gözleri fazla görmeyen) bir arka-

dana: "Önceleri sana bu hâlinden dolay acrdm, imdi ise, sana imre-
niyorum" demi, o da: "Niçin? Bu nasl olur?" deyince: "Sen bari, bu hâlin-

le Medine'de ortaya çkan bidatlar görmüyorsun" cevabn vermitir.

Katade'ye: "Gözlerinin çok iyi görmesini ister misin? diye sorulunca:

"Hayr, bugünkü insanlar fazla görmek istemem. Fakat, Rasûlullah'n


150 KÛTU'L-KULÛB

(s.a.v) ashabn zamannda olsaydm; onlara doya doya bakmak isterdim,"

demitir.

Bize, Fadl. b. Mihran'n öyle dedii nakledildi: "Yahya b. Main'e: "Bir

kardeim var. Kssacnn meclisinde oturuyor. Ne yapaym?" dedim: "Onu


vazgeçir" dedi. Ben : "Kabul etmez" dedim: "Ona nasihat et" dedi.

Ben:"Nasihat da kabul etmez, onu terkedeyim mi?" dedim: "Evet terket,"


dedi. Sonra, Ahmed b. Hanbel'e geldim, ayn ekilde durumu anlattm.

mam bana: "Ona söyle Kur'an okusun, içinden Allahu Teala'y zikretsin
ve Rasûlullah'n (s.a.) hadislerini örensin," dedi. Ben: "Bunlar yapmaz-

sa! deyince: "naallah yapar. Çünkü o tür (kssa) meclisleri yeni çkm
(bidat eylerdir) dedi. Ben: "Eer (dediklerimi) kabul etmezse, onu terke-

deyim mi?" deyince, Hazret güldü ve sükut etti.

Adamn birisi, Bir b. Haris'e, kalp ilimlerinden bir mesele sordu. Bir,

önce biraz durdu, düündü Adam daha sonra, muame-


sonra cevap verdi.

lat ilminden bir mesele sordu. Bir sükut etti. Adama bakt ve: "Sen kimin

meclisinde oturup kalkyorsun?" diye sordu. Adam: "Mansur b. Ammar ve


bnu's-Semmak'n" diye cevap verince Bir: "Hem bize kalp ilimlerinden

soruyorsun, hem de kssaclarla oturuyorsun, utanmyor musun?" dedi ve


adamdan yüz çevirdi. Hadiseyi nakleden demitir ki: "Ya Eba Nasr! bu
adam ehli sünnettendir, saknlacak bir kimse deildir," diyene kadar ada-
ma iltilaf etmedi.

Selef mescitlerde ayrlm özel odalarda namaz klmay mekruh say-


yor ve onu mescitlerde ortaya çkm ilk bidat olarak görüyorlard. Ayn e-
kilde mescitleri süslemeyi, kble tarafn yaldzl eylerle parlatmay, mus-
haflar yaldzlamay da mekruh görüyorlard. Bunlar bidat eylerdir. Bir ha-

berde öyle buyrulmutur:

"Mescitlerinizi yaldzladnz ve mushaftarnz süslediiniz zaman


helak olursunuz.*33

Selef, bir mahallede (ihtiyaç yokken) birden fazla mescidin bulunma-


sn da ho karlamyordu.

bnu Mübarek, Zühd, No: 747; Münavî, Feyzu'l-Kadîr, No:658; Elbani, Sahiha, No: 1351.
LMN FAZLET, KISIMLARI vt ALMLERN DERECELER 151

Rivayet edildiine göre, Enes b. Malik (r.a), Basra'ya girdiinde, iki

admda bir mescit görmeye balaynca: "Bu bidat nedir? Mescitler çoa-
lnca, namaz klanlar azald," demitir.

Önceleri, bütün bir kabilede tek bir mescid vard. Kabileler, mahalle-
lerinin birinde bir mescit ina ederek namazlarn klyorlard.
Ulema, bir mahallede iki mescit bulunduunda hangisinde namaz k-
lnaca konusunda ihtilaf etmitir. Bazlar, ilk ina edilen mescitte namaz
klnacan söylemilerdir. Sahabeden Enes b. Malik ve bakalar bu gö-
rütedirler. Bazlar da yeni ve eski mescitlerde namaz klmay caiz gör-
mülerdir. Hasan- Basrî: "Kendisine en yakn mescitte namaz klar," de-
mitir.

Denildiine göre, bidatlardan ilk olarak ortaya çkan dört eydir. Bun-
lar; sofra, elek, çöven ve doyasya yemek.

Selef, evdeki kap-kaçan topran dndaki maddelerden yaplmas-


n ho kar lamazlard. Verâ/takva sahipleri gümü ve bakr kaplarda ab-
dest almazlard.

Cüneyd el-Badadî demitir ki: "Serî es-Sekatî bana dedi ki:

\ "Evinde ancak kendi cinsinden (yani topraktan) yaplm kaplar kul-

lanmaya gayret et."

/ Toprak kap ve eyaya hesap yoktur, denmitir.

Selef, evleri kireç ve tula ile süslemeyi ve yükseltmeyi de ho kar-


lamazd.

Denildiine göre topra ilk defa piirip tula vs. yapan Hâmân olmu-
Ona da Firavn emretmitir. Bu
tur. tür binalarn zalim hükümdarlarn bina-
s olduu söylenmitir.
Selef, kap ve çatlarn yaldzl eyler ve ileme ile süslenmesini de
çirkin bulurlard. Bu tür eyleri görünce gözlerini çevirir, bakmazlard.

Ahnef b. Kays bir müddet oturduu beldeden ayrlmt. Döndüünde,


evinin çatsnn yeniden yaplp sarya boyandn görünce, evden dar
çkt. Onlar çkarlmadan içeri girmeyeceine yemin etti. Sonra evi ilk hâ-
line getirdiler.

Süfyan es-Sevrî'nin arkadalarndan Yahya b. Muaz demitir ki:


152 KÛTITL-KULÛB

"Süfyan es-Sevrî ile bir yolda yürüyorduk. lemeli ve süslü bir kap-
nn yanndan geçtik. Ben kapya baktm. Süfyan beni çekip dürttü, gözü-
mü çektim ve: "Ona bakmay çirkin görmene sebeb ne?" dedim. O da:
"Onu kendisine baklsn diye yapmlar. Eer (buradan) her geçen ona
bakmasayd, onu yapmazlard" dedi ve sanki ona bakmak süretiyle yapl-

masna yardmc olmaktan çekindi.

Selefin ho karlamad ve sonrakilerin çkartt eylerden birisi de,


ince güzel elbiseler giymektir. Bu, güzel talarla süslenmi kumalardan
olabilecei gibi, erkek ve kadnlar için Msr pamuundan da olabilir. Bu
tür elbiseler kadnlar için daha çirkin ve daha uygunsuz dümektedir.

Öncekiler: "nce ve güzel elbise fasklarn giysisidir. Elbisesi ince

(süslü) olann dini de incelir (zayflar) demilerdir." u söz de selefe aittir:

"Kiinin yapaca ibadetlerinin banda elbisesine dikkat gelir."


bnu Mesud (r.a) demitir ki: "Kalpler birbirine benzemedikçe elbiseler

birbirine benzemez. (Yani insan kalben meylettii kimselerin elbisesini

giymeye çalr)."

Bir b. Mervan, üzerinde ince-süslü bir elbise olduu halde hutbe ve-
riyordu. Refî' b. Hudeyc onunla alay ederek etrafndakilere: "Emirinize ba-

knz, üzerinde fasklarn elbisesi varken insanlara vazediyor," demeye


balad.

Abdullah b. Amir b. Rabîa süslü elbisesi içinde Ebu Zer'e (r.a) gele-

rek, zühdden sordu ve onun hakknda konumaya balad. Onun bu hâl

ve davran karsnda Ebu Zerr (r.a) avcuyla sakaln svazlamaya ba-


lad ve kendisinden yüz çevirerek onunla hiç konumad. bn Amir buna
kzd. Kendisi Kurey'in ileri gelenlerindendi. Onu bnu Ömer'e ikayet et-
ti. bnu Ömer (r.a) de ona: "Bunu kendine sen yaptn. Sen böyle bir elbise

içinde Ebu Zerr'e gidip zühdden soruyorsun. Tabii ki o da böyle davranr,"


dedi.

Bir hadis-i erifte ahir zamandaki kadnlar anlatlrken öyle buyrul-


mutur:

"Onlar giyindii halde (elbiselerinin ince ve darlndan) açk hükmün-


dediier. Ona buna meylederler. Balan üzerinde sr (deve) hörgücü gi-
LMN FAZLET, KISIMLARI ve ALMLERN DERECELER 153

bl topuz yapp sarktrlar. Onlar (tövbe etmez ve bu hâlde ölürlerse) cen-


netin kokusunu alamazlar. * M

bnu Abbas (ayette yasaklanan) teberrücü, avret yerlerini gösteren el-

bise giymek eklinde tefsir etmi; "Cahil'yye adetinde olduu gibi açlp
saçlmayn*35 ayetini tefsir ederken de söyle demitir: "O zaman kadnlar
kymeti çok yüksek elbise giyerlerdi. Ancak, (elbiseleri ince ve dar oldu-
undan) altndan, namazda açlmas sahih olmayan avret yerleri görülür-
dü. Bunun için bu ho karlanmamtr.
tür elbiselerin giyilmesi

Selefin bütün giysisi, pamuktan yaplm uzunca parça elbise, iki d


Yemen ii bir sark, Msr Kbti ii ba örtüsü, iyice dokunmam Yemen ii
elbise' ve Hadramî pamuktan mamul giyeceklerden oluuyordu. Bunlarn
hepsi sert ve ar saylacak eylerdi. Fiatlar ise be ile seksen dirhem
arasnda deiiyordu. Daha sonra insanlar Msr keteni ile Horasan pamu-
undan mamul ince elbiseler icat ettiler. Rasûlullah'n (s.a.v) izan dört bu-
çuk zira uzunluuda idi ve fiat da dört-be dirhem arasnda deiiyordu.

Bir haberde öyle buyrulmutur:

"yi olan eyler kötü, kötülükler de iyi kabul edilmedikçe kyamet kop-
maz.*36

bnu Abbas (r.a) derdi ki: "nsanlara öyle bir zaman gelecek ki o za-
manda, bir sünneti öldürüp (yerine) bir bidati ortaya çkaracaklar. Böylece
sünnetler yok olup bidatlar yaylacak. nsanlar iyilie kötülük ismini vere-
cek. Çünkü (asl) iyiliin ne olduu bilinmeyecek. Malumdur ki, hak gizli ka-
lp bilinmezse, o tannmaz. Ayn ekilde kötülükler iyilik gibi yaylp iyice be-
nimsenecek. Batl yaylp cehalet çoalnca insanlar ona alacak ve sade-
ce onu tanyacaklar. Böylece ona iyilik (güzel) diyecektir. Aynen bunun gi-

bi zulüm de çoalp yaylacak. Öyle ki, yeni doanlar adaleti hiç tanmadan
kendilerini zulmün yayld ve yapld bir ortam içinde bulacaklar."

a'bî demitir ki: "nsanlara öyle bir zaman gelecek ki, Haccac'a ha-
yr dua edecekler."

234
Müslim, Libas, 135; Muvatta, Libas, 7; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 356.
235 Ahzab 33/33.
236 Konu ile ilgili geni rivayetler için bkz: bnu Hammad el-Mervezi, Kitabu'l-Fiten, I, 33-34; bnu
Mübarek, K. Zühd, No: 1367; Ebu Ya'la, Müsned, No: 6420.
154 KÛTU'L-KULÛB

Bu bir zamandan beridir olmaktadr. Çünkü Haccac, kendi zamann-


daki insanlarn kabul etmedii bir çok iler (ve uygulamalar) ortaya koydu.
Bugün onlar ho karlanan sünnetler ve güzel bulunan ameller olarak ka-
bul edilmekte, insanlar onlar ortaya (koyana) rahmet okuyup, gbta et-

mekte ve onun bu yapt alacan, çalmasnn hayr


ilerden sevap
karlk göreceini düünmektedirler. Ancak onlar, bunu yapann onlar bi-
dat olarak ortaya koyduunu bilmemektedirler. Gerçi onlar ona azlary-
la sözlü olarak dua etmiyorlar, ama onun ortaya koyduklar ile amel etme-
leri ve onu güzel bulmalar, onun namna bir hayr dua ve acmadr. Ac-
mak da dua etmektir. Bu sözün bir izah ekli de udur:

Haccac hayr saylacak ve ahiret ameli kabul edilebilecek bir takm


yeni eyler de ortaya koydu. Daha sonra gelen bir takm idareciler ise zu-

lüm ve günah saylacak bir takm uygulamalarda bulundular. Onlarn yap-


tklarnn yannda Haccac'n ortaya koyduklar sünnet gibi deerlendirildi.

Bunun için, daha sonrakilerin yannda ona dua etmek gerekti.

Rahatlk ve keyf için yaplan ve selefin uygulamasna ters olan kubbe


(çadrlar) ve tahtirevanlar Haccac'n çkartt eylerdir. Halbuki önceleri
insanlar, deve ve yük hayvanlar üzerinde kendilerini Allah yoluna adaya-
rak günee kar saçlar balar dank bir halde, toz toprak içinde yola

çkyorlard. Yiyecek ve uykular azd. Develerin rahat fazla idi. Çünkü


üzerlerindeki yük ve sknt onlar ypratmayacak kadard. Bu ekil bir yol-

culuk, kendileri için daha sevap, haclar için daha bereketli, develeri için

de daha selametli idi. Hem bu ekilde Hz. Peygamberin (s.a.v) sünnetine


uygun hareket etmi oluyorlard. Haccac ise çkartt yeni uygulamalar

ile, onlar bütün bu hallerin dna itti. Artk insanlar, develere yükle birlik-

te zorla tadklar gölgelikler yükleyerek ve içlerine binerek yola çkmaya


baladlar. Bu onlarn telef olmasna sebeb oldu. Böylece onlar bu konu-
da onu icat edene ortak oldular. O da bunlarn vebaline ortak oldu.

Haccac ayrca ilk olarak Kur'an da hizip ve ar iaretlerini, ayet ba-


lklarn, krmz, yeil ve sar noktalamalar koyarak onda olmayan süsle-
me ve ekilleri mushafa dahil etmitir.

Selef büyükleri: "Kur'an'a ondan olmayan eyleri kartrmayn, Onu


Allahu Teala'nn indirdii ekliyle koruyun, derlerdi.
LMN FAZLET, KISIMLARI v ALMLERN DERECELER 155

Alimler Haccac'n Kur'an üzerinde yapt eklemeleri ho karlama-


mlardr. Hatta Ebu Rezzîn demitir ki:

"nsanlara öyle bir zaman gelecek ki yeni nesiller, Haccac'n


Kur'an'da koyduu yeni iaretlerin Allahu Teala tarafndan bu ekilde in-

dirildiini zannedecekler." O, bu sözüyle Haccac' knamtr. Bu konuda


ihtilaf öyle ki, alimlerden bazlar krmz nokta ve hareke
nakledilmitir.

konmu mushaflardan okumay uygun bulmuyordu. Nitekim baz alimlerin


mushaf satn almay uygun bulduu halde, onu satmay ho karlama-
dklar nakledilmitir. Yani bununla, Kur'an' alan kimsenin kendisi nokta-

layp harekelemedikten sonra, bakasnn noktalayp harekeledii

cesiyle bu iine karlk olarak ücret almasnn da ho karlamyorlard.


Ebu Bekir el-Hezlî demitir ki: "Hasan- Basrî'ye mushaflar noktala-
ma iinden ücret alnp alnmayacan sordum; Bana: "Onun noktalanma-
s ne demektir? Ne yapyorlar?" dedi. Ben: "Kelimelerini Arapça'ya uygun
bir ekilde yazyorlar," deyince: "Kur'an'n bu ekil harakelenmesinde bir

saknca yoktur," dedi.

Halid el-Hazza demitir ki: "bnu Sîrîn'in yanna girdim, noktalanm


bir mushaftan Kur'an okuduunu gördüm. Halbuki kendisi nokta ve hara-

keyi ho karlamyordu."
Ferras b. Yahya demitir ki: "Haccac'n hapishanesinde nahve uygun
harakelenmi ve noktalanm bir mushaf yapra buldum, hayret ettim.

Çünkü bu benim gördüüm ilk harekeli (noktal) yaz idi.- Onu a'bî'ye gö-

türüp haber verdim, bana: "Ondan oku, fakat sen kendi elinle nokta (hara-

ke) koyma," dedi.

Haccac'n yaptklarndan birisi de, kurralardan otuz kiilik bir komis-

yon kurarak bir ay içinde onlara Kur'an'n harflerini ve kelimelerini saydr- .

mas idi. Eer, Hz. Ömer, yahut Hz. Osman veya Hz. Ali onlarn bu yapt-
n görselerdi, hiç balarna vurup fena halde canlarn
üphesiz sopa ile

yakarlard. Bu yaplan, Sahabe-i Kiram'n kötü gördüü ve ahir zamanda-


ki alimlerin sfat olarak anlattklar bir hâldir. O zamandaki insanlar,

Kur'an'n harflerini ezberlerler fakat hükümlerini zayi ederler. Haccac da


iyi bir Kur'an okuyucusu ve kuvvetli bir hafzd. Her üç günde bir Kur'an'
156 KÛTU'L-KULÛB

hatmederdi. Bununla birlikte, onun hükümlerini çineyenlerin de banda


geliyordu.

Haccac'n yapt ilerden birisi de mescidlerden çakl ve kumlar ç-


karp yerine kamtan yaplm hasr sermesiydi.

Anlatldna göre, Katade bir hasr üzerinde secde ettiinde gözüne


kam batt. Kendisi a*ma birisiydi. O zaman öyle demitir: "Allah Hac-

cac'a lanet etsin. Tuttu, namaz klanlara zarar veren u kam hasrlar
icad etti."

Selef, Allahu Teala'ya kar huu, tavazu ve zillet ifadesi olarak yer ve

toprak üzerine secde edilmesini müstehap görüyorlard.

te Haccac'n yukarda zikrettiimiz ve bunlardan baka burada say-


ma durumunda olmadmz pek çok bidati bugün halk içinde güzel olarak

bilinen uygulamalar ve allan esaslar olarak kabul görmütür. Bunlar ve


bunlarn dnda bakalarnn da sonradan icat ettii saylmas uzun süre-
cek pek çok ey var ki, salihlerin hâlini ve selefin gidiatn bilen kimseler

yannda hepsi güzel bulunmayacak eylerdir.

bnu Mesud demitir ki: "Münker ve bidatlar öyle yaylr ki; onlardan
bir ey deitirilince, sünnet deitirildi," denilir.

bnu Mesud, sözünün son ksmnda öyle demitir: "O zamanda in-

sanlarn en aklls, dinini korumak için tilki gibi kurnazlk (aklllk ve plan)
yapandr."

Enes b. Malik, hicri seksenlerde Haccac'n vali olduu günlerde de-


mitir ki: "Bugün "La ilahe illallah" kelime-i ehadeti hariç, Rasûlullah

(s.a.v)zamannda olan hiçbir eyin kaldn bilmiyorum." Kendisine: "Ya


Eba Hamza! Namaz var ya!" denilince: "Namazda u bildiiniz eyleri icat
etmediniz mi?" diyerek, namazn tehir edilmesini, öncesindeki duay ve
devaml yaplan selam kasdetmitir. Hatta onlar bunu kamete denk görüp
sünnet olarak deerlendiriyorlard.

Enes b. Malik (r.a), Yezîd er-Rakkaî, Ziyad en-Numeyrî ve Ferkad


es-Sincî gibi Kur'an ehli alimler yanna geldiklerinde onlara: "Siz Rasûlul-

lah'n (s.a.v) ashabna ne kadar çok benziyorsunuz," der, onlar bu söze


sevinirlerdi. Enes (r.a) onlara: "Banz ve sakallarnz ne güzel" derdi.

Sonraki gelenleri hâli, Mecnun'un u sözüne benzemektedir:


LMN FAZLET, KISIMLARI v ALMLERN DERECELER

"Çadrlar onlarn (sevgilinin kabilesinin) çadrlar gibi, ancak gördü-


üm kadnlar onlarn kadnlarna benzemiyor."
Sahabeden bir grup öyle demitir: Eer Rasûlullah'tn (s.a.v) ashab
dirilseydi namaz hariç, bugün içinde bulunduumuz hayattan hiçbir eyi
tanmazlard. Baka bir rivayette: "Ancak toplu halde kldnz namaz ha-
riç." ifadesi vardr.

Hasan- Basrî demitir ki: "Ben (ashabtan) öyle kimselerle oturdum ki,

eer siz onlar görseydiniz (ilâhî ak içinde dünyadan geçmi halleri kar-

snda kendilerine): "bunlar delidir" derdiniz. Eer onlar sizin en hayrlla-

rnz görselerdi; "bunlarn (gerçek iman ve slamdan) hiçbir nasipleri yok!"

derlerdi."

Ebu Hazim demitir ki: "Ben bir çok kurrâlara/Kur'an ehli insanlara ye-

titim. Onlar gerçekten kurrâ idiler. Eer gerçek bir Kur'an ehli, yüz kiinin
arasnda bulunsa, ileri seviyedeki tavazusu, güzel görünüü ve huûsun-
dan dolay hemen tannr. Gerçekten Kur'an ona, sima ve görüünde bir

vakar kazandrm, hâlinde tavazu sahibi yapm ve kalbini huû ile dol-

durmutur. Bugünkü Kur'an okuyanlara gelince, vallahi onlar (gerçek) kur-

râ deillerdir. Onlar ancak cerci (ilim sayesinde mal toplayp yiyen) kimse-

Seleften baz kimseler demilerdir ki: "Biz bir cenazede bulunduu-


muzda orada bulunan herkesin (ölüm karsndaki) iddetli hüznünden ce-
naze sahibinin kim olduunu tanyamaz ve kime taziyede bulunacamz
bilemezdik. Cenazede bulunanlardan birinin üzerinden üç gün geçerdi.
(Ölümün deheti ile hüzne boulduu için) kendisinden (herhangi dünye-
vi bir ey için) istifade edilemezdi."

Fudayl, etraf ndakileri zamanndaki kurralardan sakndrarak: "u kur-

ralarla beraber olmaktan saknn. Çünkü herhangi bir konuda kendilerine


muhalefet etsen, seni inkar ederler," derdi.

Süfyan es-Sevrî demitir ki: "Bana, bir gençle sohbet etmekten daha
sevimli gelen hiçbir ey yoktur. Yine bana (dünya ehli) bir kurra ile sohbet
etmekten de daha sevimsiz bir ey yoktur." Süfyan, çou
lerdi: "(Bu devirde) güzel name yapmayana güzel itibar görmez."
158 KÛTU'l-KULÛB

Bir b. Haris demitir ki: "Bir genç ile sohbet etmem, benim için, bir

(dünya ehli) kurra ile sohbet etmemden daha sevimlidir. Bu devirdeki kur-
ralar/Kur'an okuyucular ile beraber olmaktan sakn. üphesiz onlar, kötü-
lenmeyecek eyi kötülerler. Eer onlarla beraberken cemaatla namaz ter-
kedecek olsan, senin aleyhine ahinlik ederler. Bütün bunlar, onlarn her-
hangi bir konuda (bilinmesi ve korunmas gereken) ölçüyü amalarndan
ve koyu cehaletleri, alimlerle çok az oturmalar ve ilme fazla önem verme-
meleri sebebiyle her eyde hemen inkara kalkmalarndan kaynaklanmak-
tadrlar Bir de onlar, inkar edilmeyecek (kötülenmeyecek) eyleri inkar
eder, aslnda affedilecek (müsamaha gösterilecek) basit eylerde kzarak
ve meclisi terkederek taassuba düerler. Onlar güzel ahlak sahibi olma-
dklar gibi, güler yüzlü ve tatl dilli de deillerdir. Çünkü onlarda insanlara
kar bir katlk ve sertlik, zenginlere kar ise yaclk ve boyun eme has-
tal vardr. Öyle ki, sanki zenginlerin (verdii) rzk yiyormu gibi onlara
kymet verir ve sanki ibadeti onlara yapyorlarm gibi yanlarnda yaclk
yaparlar. Halbuki güler yüz ve tatl dilli dier insanlara kar içlerinde son

derece bir buz vardr."

Bunun için alimlerden birisi demitir ki: "erefli insan, kendisine ikram
ve iltifat ettiinde tavazu gösteren, alçak insan da sen ikram ettikçe kibir-

lenen kimsedir."

Bir bakas da öyle demitir: "Sefil (alçak) insan, sen kendisine ikram
ve iltifat ettikçe (sözde) çokça iyilii emreden ve her konuda yaknlarna
yüklenen (onlar tenkid eden) kimsedir." Yani, iyilii emreden bir kimse
olarak tannmak için böyle yapar. Bu sebepten dolay alimler onlar terket-
mi, hikmet ehli de bu tipleri kötülemitir. Çünkü ilim insanlara genilik
salar ve müsamaha ister. Böyle olunca, güzel ahlaklar, edepler ve her-
kesi kaplayan insanî yaklamlar ortaya çkar. Alim, insanlara konum ve
durumlarna göre davranr, yapamyacaklar ve güçlerinin yetmiyeceini
onlara yüklemez ve onlar mazur gösterecek sebebler bulur.

Gerçek alimlerin sfatlarndan birisi de, insanlara tand genilik (ve


ruhsattan) kendisini uzak tutmasdr.

mam afiî demiti ki: "Halk skmak, dümanlklarn kazandrr. Öy-


leyse sen, her konuda ruhsat veren ile iyice skan arasnda orta bir yol

tut."
LMN FAZLET, KISIMLARI V ALMLERN DERECELER 159

Bir haber öyle buyrulmutur:


a
S2 insanlar mallarnz le rahat/atamazsnz, öyleyse sizden birisi

onlan gûteryüz ve güzel ahlak ile rahatlatp kazanmaya çalsn. ™ 7 Ba-


ka bir rivayette "güler yüz ve tatl yaklam ile" ifadesi vardr. Bütün bu hâl

ve hasletler (dünya ehli) kurralarda mevcut deildir. Hem onlar bu tür ey-
leri pek bilmezler. Allahu Teala, her ey için bir ölçü koymutur. Kim o e-
yin ölçüsünü aarsa, onu bozar.

Seleften birisi demitir ki: "Az tavazu çok amelin yerine geçer, azck
vera sahibi olmak da çok ilme kafidir."

Selefin önem verip de, sonrakilerin pek önem vermedii ahlâklarn-


dan birisi de, insann, kendisiyle (normal olarak) konutuu bir kimsenin
hakknda, (olumsuz bir ekilde) veya (gyabnda) olumsuz olarak bahset-
tii bir kimseyle, (yüzyüze gelince) normal olarak konumasn münafklk
saymalaryd. Çünkü onlar, bir kimse ile konutuklarnda veya kendisine
selam verdiklerinde, kalpleri ona kar temiz olur ve artk onun hakknda
olumsuz olarak konumazlard. Ortaya çkartt bir bidat veya açkça
yapt bir günah sebebiyle hakknda (olumsuz olarak) konutuklar kim-
se ile de (yüzyüze gelince sözlerini deitirerek) konumazlard. Bir kim-
seyi söz ile övüp fiil ile kötülemezler, bir kimseyi fiilen kötülediklerinde de
söz ile övmezlerdi. Çünkü bu tür bir davranta iki yüzlülük, iki dil ve içle

dn farkl tutumu bulunmaktadr. Onlar, karlatklar kimseye "selamun


aleyke" dediklerinde, artk sen benden yana seni gybet etmemden ve kö-

tülememden selamettesin demek isterlerdi. Bir kimsenin (dta) selam


verdii kimse için içte kötülük düünmesini bir çeit münafklk olarak de-
erlendirirlerdi.

Bize kadar ulaan bir habere göre, Rasûlullah (s.a.v) öyle buyur-
mutur:

"Insanlann en kötüsü, unlara bir ekilde bunlara ayr bir ekilde ge-
len (davranan) ikiyüzlü kimsedir.* 38

237 Hakim, Müstedrek, 1, 124; Beyhaki, uabu'l-man, VI, No: 8054; Ebu Nuaym, Hilye, X, 25.
238 Ebu Davud, Edeb, 34.
.

160 KÛTU'L-KUIÛB

Dier bir hadisi erifte de öyle buyrulmutur:

"Kim dünyada iki dilli (M yüzlü) olursa, Allah kyamet gönü ona ate-
ten ki dil verir.™

Ehlullahtan birisi demitir ki:"Yanmda birisi zikredildiinde, mutlaka


onu mecliste oturuyormu gibi düünürüm ve ancak iittiinde holanaca-
eyleri söylerim."

Bir bakas da öyle demitir: "Yanmda birisi zikredildiinde, kendimi


onun yerine korum. Benim için (arkamda) konuulmasndan holandm
her eyi onun için söylerim."

Bütün bunlar, insanlarn el ve kalplerinden selamet bulduu (gerçek)


müslümanlarn sfatlardr. Onlardan birisinin yannda bir bakas kötü bir

sfatla zikredildiinde, durur ve kendi nefsinin durumu hakknda düünür-


dü. Eer kendisinde de benzeri bir sfat varsa, hayas onu kardei hakkn-
da konumaktan alkordu. Eer o çirkin sfat kendisinde yoksa, Allahu Te-
ala'ya hamdeder ve din kardeine de açrd. Onun o andaki meguliyeti,
kendisini bu tür bir eyden koruduu için Mevlâ'sna ükür olurdu. te se-
lefin hâl ve gidiat böyle idi.

Allahu Teala'nn daha önceki ümmetlere indirdii kitaplarndan birin-

de öyle denmitir: "Kendisinde hayr bulunmayan bir kimseye: "Bu hayr


ehlidir," denildiinde, nasl sevinç duyduuna hayret edilir. Kendisinde
olan kötülük söylendiinde de nasl kzdn alr. Bunlardan daha faz-
alacak olan ise, kendisinin yakîn üzere olmasn isterken,
la insanlara
ek ve üphe üzerinde bulunuyorlar diye kzan kimsedir."
Selefin üzerinde titizlikle durduklar bir ey de, methedilme arzusu ve
övülmek isteinin kiiye hakim olmamasyd. Hatta seleften birisi demitir
ki: "Kim methedilmekten holanr ve kötülenmekten rahatsz olursa, o mü-
nafktr."

Hz. Ömer (r.a) bir adama: "Kavminin efendisi (ileri geleni) kimdir?" di-

ye sorunca, adam: "Benim" dedi. Bunun duyan Hz. Ömer: "Eer sen kav-
minin efendisi olsaydn, böyle söylemezdin," dedi.

239 Ebu Davud, Edeb, 34, Darimî, Rikak, 51


LMN FAZLET, KlglMLAn v *±im±m

Süfyan es-Sevrî demitir ki: "Sana: "Bu ne kötü adam!" denildiinde


kzarsn, hâlbuki sen gerçekten kötü bir adamsn. (Sana kötü diyene kza-
cana üzerindeki kötü hâli gider)".

Bir bakas da demiti ki: "Sen kendinde hiçbir hayr görmediin müd-
detçe, sende hayr bulunmaya devam eder."

Alimlerden birisine: "Nifan alameti nedir?" diye sorulunca:

"nsann, kendisininde olmayan bir sfat ile övüldüünde kalbinin bun-

dan holanmasdr," demitir.


Süfyan (rah) derdi ki: "Bir adamn, bütün insanlarn onu sevmesini is-

tediini ve herhangi bir kimsenin onu kötü bir hâlde zikretmesinden ho-
lanmadn görürsen, bil ki o kimse münafk birisidir."

Bu kimse, Allahu Teala'nn münafklarn sfatlarn anlatt u ayetin


hükmüne girmektedir:

"Hem sizden hem de kendi toplumlarndan emin olmak isteyen ba-


Kalan n oa DuacaKsnz.

Bu durumda, ehli sünnet içinde emniyette olan bir kimsenin bidat eh-
li içinde emniyette olmasndan korkmas gerekir. Bu hâl, alimlerin devam-
l kötüledii dünya ehli kurralarn bana gelen eylerdendir.
in gerçeini bilmeyen ve nefsinin hilelerine aldanm bir kimse,
Hz.Rasûlullah'n (s.a.v) 'Mümin methedildikçe kalbinde iman atar/geli-

ir,™ hadisini, asl manasnn dnda yorumlamakta ve alannn dna


hamletmektedir. Dikkat edilirse, hadiste mümin geliir denmedi, sadece
"man geliir" dendi. mann gelimesi onun artmasdr. Bu art da insan-
da kötü görülen eylerden ve istidraç türü hallerin bulunmasndan çekinip

korkmakla meydana gelir.

Halbuki hadiste, arifler için en yüksek seviyedeki imana yükselerek en


yüce mümin olma yolu açlmtr. öyle ki: Arif kimse methedildikçe bun-
dan Yüce Mevlâ's için sevinir. Çünkü o sfatn asl sahibi O'dur. Bunun
için ftratnda ortaya çkan bir hâl aslnda onu yaratana aittir. Bu durumda
ona yaplan övgü onun asl sahibi için bir medh olur. Bu anda arif kendi

240
Nisâ4/91.
»• Hakim, el-Müstedrek, III, 597; Aclunî, Kefu'l-Hafa, No: 274, Zayf bir senedle.
KÛTU'L-KULÛB

nefsine nazar etmemekte ve (aslnda) Allah'a ait bir sfatla kendini been-
me hatasna dümemektedir.
Bütün bu anlattmz güzel ahlaklar izleri silinmi, Yüce Allah'n mer-
hamet edip sevkettikleri hariç, gidenleri kesilmi marifet yollardr. Cenab-
Hakk bizleri de selefi salihinin yollarna evketsin. Amin.

MAN VE YAKÎN LMNE ULAMA YOLLARI


Bil ki, pek çok ilimler vardr ki bir münafk veya bidatç veyahut bir mü-
rikin ona yönelip üzerinde durmas, örenmesi, hfzetmesi ve yaymas
mümkündür. Çünkü bu tür ilimler zihnin neticesi ve akln ürünüdür. man ve
yakîn ilmine gelince, onlar müahede hâlinde kalpte zuhur etmesi ve haki-

kati hakknda konuulmas ancak balangcnda yakîne ulam bir mümin


için mümkün olur. Çünkü bu güzel haller, son derece kuvvetli bir imannn
kalpte yerlemesine ve kiinin ilmin hakikatine ulamasna baldr.
Yakîn hâli, AJlahu Teala'nn kudretinin ve azametinin kefolmasyla
hasl olan ilâhî bir ayet ve va'd-i Suhbanidir. Hiç üphesiz Allahu Teala'nn
ayetleri fask kimselere kefolmaz, zalimler va'd-i ilâhîye ulaamaz, hak
yoldan çkanlara ilâhî kudret ve azamet açlmaz, batla dalanlarda mane-
vî vecd olumaz. Çünkü böyle bir durumda Allah'n ayetleri ve hüccetleri
hafifealnm, burhan ve kudretine noksanlk gelmi, muhlislerin en büyük
dayana olan yakîne üphe girmi sdk ehlinin en bariz vasf olan hak ile
batl birbirine karm olur. Sdk ehli öyle kimselerdir ki; Allahu Teala on-

lar muhabbet ehlinin önünde en büyük delil yapmtr. Bu anlattmz


marifet ilminin dier ilimlere üstünlüünü gösteren en açk delillerden biri-

sidir.
-

Allahu Teala buyurmutur ki:

"israil oullarnn bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir delil deil mi-
dir?**

™ uara 26/197.
LMN FAZLET, KISIMLARI V ALMLERN DERECELER 163

Dier bir ayet-i kerimelerde de öyle buyrulmutur:


"Hayr o (Kur'an), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yer eden)
apaçk ayetlerdir. * 43
"te bunda ibret alanlar için iaretler vardr. *«
"Gerçekleri bilmek isteyenlere ayetleri apaçk gösterdik.* 45
"Anlayan toplum için onu güzelce açklyoruz.*46

te, Allahu Teala'y bilen (marifet ilmine sahip) O'ndan anlatan bu


alimlere Allahu Teala, huzurunda yüksek bir paye ve alî bir makam ver-

mitir. Bu ise, ehil olmayana ve hak etmeyene verilmez. Çünkü bu mevki-


ye ulaanlar, Allahu Teala'nn ayetleri, delilleri, ahidleri, yolunu açan ve
beyanlarn açklayp yayan kimselerdir. Çünkü Allahu Teala öyle buyur-
mutur:

"Sonra, onu açklamak bize düer. * 47

Yine Allahu Teala:

"Zaten onlar buna layk ve ehil kimselerdi,* 48 ayetiyle birlikte;

"Müminlere yardm bize hak oldu, ^buyurduktan sonra;

"O, insan yaratt ve ona beyan (açklama yetki ve yeteneini) öret-


ti,* 50 buyurmutur.

Onlar da Allah'n kendilerine yardm ile O'na (dinini ihya konusunda)


yardm ettiler.

O'nun kendilerinde tahakkuk ettirdii ilâhî tecelliler sayesinde, gerçe-

e ulatlar ve onun kendilerine açt eylerde O'nun adna ahitlik yap-


tlar. Böylece muttakiler için birer imâm, hadiyet yolunda da birer rehber
oldular.

243
Ankebut 29/49.
m Hicr. 15/75.
245
Bakara 2/118.
246
ErTam 6/105.
247
Kyamet 75/19.
248
Fetih 48/26.
249 Rûm 30/47.
2M Rahmân55/4.
164 KÛTU'L-KULÛB

Marifet ehlinden birisi demitir ki: "Kimin bu ilimden bir müahedesi


yoksa irk veya nifaktan tam syrlmaz. Çünkü o yakîn ilminden habersiz-
dir. Yakînden hiç nasibi olmayan kimsede üphe krntlar bulunur."

Ariflerden birisi de demitir ki: "Kimin bu ilimden bir nasibi yoksa, onun

kötü akibetle ölmesinden korkarm. Ondan elde edilecek en küçük nasib,

bu ilmi tasdik (varln kabul) ve ehline (hakkn) teslim etmektir."

Bir bakas da öyle demitir: "Kim de iki haslet varsa, ona bu marifet

ilminden hiçbir ey açlmaz. Bunlar; kibir ve bidattir."

Bir grup marifet ehli öyle demitir: "Kim dünyay sever ve hevasnda
srar ederse o, marifet ilmini elde edemez."

Ebu Muhammed Sehl demitir ki: "Bu ilmi inkar edene verilecek en
küçük ceza kendisine ebediyyen ondan hiçbir ey verilmemesidir."
Ehlullah, marifet ilminin sddklarn ilmi olduunda ve ondan nasibi

olan kimsenin mukarrabundan olup ashab yemin derecesine ulaacan-


da ittifak etmilerdir.

Bil ki, tevhid ilmi ve sfat ilâhîyeyi tanma dier ilimlerden apayrdr.
Dier zâhirî ilimlerde ihtilaf (sahipleri ve ümmet) için bir rahmettir, tevhid

ilmindeki ihtilaf ise, dalalet ve bidattir. Zahiri ilimdeki (kastsz) hata affe-

dilmitir, hatta alimler içtihad edip de hataya dütüklerinde, hata (bir) se-

vap olarak yazlmaktadr. Tevhid ilminde ve yakînde hata ise, batan kü-

fürdür.

Hiç üphesiz kullar, Allahu Teala katnda, (srf) zâhirî ilmi taleb ede-

rek ilmin hakikatna ulamakla mükellef tutulmamlardr. Onlara gereken


tevhid konusunda Allahu Teala katndaki hakikata uygun bir anlay ele

geçirmeye çalmaktr. Kim bir bidat çkarrsa, bidati reddedilir, kendisi

bundan mesul olur. Bu kimse Allahu Teala'nn kullar üzerinde bir hüccet
(güvenilir bir delil) ve yeryüzünde faydal bir rahmet olmaz. Bilakis, dünya-
ya rabet eden dünya ehli birisi olarak tannr. Allahu Teala'ya sevkeden
bir delil, dinin davetçisi ve muttakiler için bir imam olamaz.
Bir haberde öyle buyrulmutur:
LMN FAZLET. KISIMLARI vt ALMLERN DERECELER 165

"Alimler, dünyaya dalmadklar müddetçe, peygamberlerin en emin


varisleridir. Dünyaya daldklarnda se, dininizi korumak için onlardan sa-
knnz.™
Mehur bir hadisi erifte ise öyle buyrulmutur:

'Kim dinimizde (herhangi bir eri delilin kabul etmedii) yeni bir ey
icad ederse, o kii (ve i) reddedilir. * 52
sâ Aleyhisselam'dan rivayet edilen bir haberde, kendisine:

"nsanlarn en çok fitneneye sebeb olan kimdir?" diye sorulunca, öy-


le demitir: "nsanlarn gözü önünde hata eden alimdir. Çünkü alim hata

edince ona bakan bütün halk hataya düer."

Bu manada Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz de öyle buyurmutur:

"Ümmetim için korktuum eylerden birisi de; alimin sürçmesi ve mü-


nafn Kurban hakknda mücadeleye girmesidir.™
Seleften birisi demitir ki: "Hata eden alimin durumu gemi gibidir. Ge-
mi bâtnca içindeki pek çok halk da batp gider. Veya böyle bir alimin hâli

güne tutulmasna benzer. (Güne tutulunca) insanlar: "Ey gafiller (kusuf)

namazna koun" diye barrlar. Hiç üphesiz bu durum halk yannda kor-

kulacak büyük bir tehlikenin iaretidir."

Garib bir haberde öyle buyrulmutur:

"Kim ümmetimi aldatrsa, Allah'n, meleklerin ve bütün insanlann la-

neti onun üzerine olsun."Kendisine:

"Ümmetinin aldatlmas nedir, nasl olur Ya Rasulallah?" diye sorulun-

ca, Rasûlullah (s.a.v):

"slam'da bir bidat çkarp insanlar ona sevketmektir," cevabn ver-

mitir. 254

bnu Abbas demitir ki: "Kendisine tabi olanlar yüzünden vay alime.
Alim yüzünden vay halkn bana gelenlere. Alim hataya devam eder du-

* bnu Abdilber, Beyani'l-lm, I, 185; Münavt, Feyzu'l-Kadîr, No: 5701; Elbani, Daife, No:2670
»2 Buharî, Sulh, 5; Müslim, Akdiyye, 17; bn Mace, Mukaddime, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned,

VI, 27.
253 Ali Muttakî el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, X, 199 (h. no: 20949).
254 Muttaki el-Hindî, Kenzu'l-Ummâl, 221 (h.no:1118).
Ali I,
166 KÛTU'L-KULÛB

rur, insanlardan bir grup da kendisine tabi olur ve hata bütün aleme yay-
lr. Allah'n dininde bidat çkaran, Allah'n Kitab hakknda ve Allah'n an-
latlmasna izin vermedii marifet ilmi konusunda konuan, bununla birlik-

te Allah'n bütün kullar üzerine bir delili, kullar içinde huzuruna yaklatr-
dklarnn ilahi huzura alnma sebebi ve kullarn fazilete erime vesilesi

olan Rasûlullah'n (s.a.v) sünnetlerine pek önem vermeyen kimseden da-


ha büyük günah sahibi bilmiyorum."

Dünya ilerine fazla dalan ve bu yolda ehvet ve hevasna uyarak bü-


yük günahlar ileyen kimsenin yannda dinde bidat çkaran, Kitab, sünnet
ve müminlerin yolunun dnda (kendine göre) bir yol tutann durumu,
Rabbi ile kendisi arasnda kalacak günahlar ileyerek nefsine zulmedenin
yannda, insanlarn mal ve kanlarna tecavüzle büyük zulümler yapan kim-
senin durumuna benzemektedir.

Hiç üphesiz kullara zulmetmek (kulun kendi nefsine zulmetmesin-


den) daha büyük günahtr. Onunla ilgili dava ve defterler (kyamette ihmal
edilip) göz ard edilmeyip muhakkak hesab sorulur. Bunun gibi dinde
(kendi heva ve hesabna göre) deitirme yapmak da (dünyaya dalmak-
tan) daha büyük bir günahtr. Çünkü böyle bir davran (kullara) ahiret i-
lerinde zulüm yapmak, müminlerin yolunu kesmek ve peygamberlerin e-
riatn temelden bozmaktr. Bu kimseyi u kimseye de benzetebiliriz.
Bir adam var ki günahn inkar ediyor ve nefsini hakl ç-
günah iliyor,

karmaya çalyor. Bunun yannda bir bakas da günah iliyor, fakat gü-
nahn itiraf ediyor ve nefsinin azgnlndan dolay özür diliyor. Bu kimse
dierine göre affa daha yakn ve acnmaya daha layktr. Ayn ekilde
amelinde ifrat ve tefrite düen, nefsi için hayr ilemeyen ancak bununla
birlikte, ilmin hakikatini ortaya koyan, Kitap ve sünneti açklayarak Allah
ve Rasulü'ne kar samimi olan kimse, Allahu Teala'nn dininde kendi ba-
na hükümler koyan, ümmet içinde Kitap ve sünnete ters düen bidatlar
çkaran kimseden hlasn güzelliine ulamaya daha yakndr. Ve bu kim-
se neticede noksann görmeye ve kusurlarn gidermeye daha layktr.
Çünkü bidat sahibi, sanki bir milletin yaantsn bozmu ve bir dini dei-
tirmi olmaktadr. Bu da onun kalbinde nifak dourur ve nihayet kalp ni-

fakla kapanr.
LMN FAZLET, KISIMLARI v ALMLERN DERECELER 187

Sünnete muhalif olarak ümmet içinde bidat çkaran kimse günahlara


dalarak nefsine kötülük edene nispetle hükümdarn emrine uymayp ona
ait haklarda kusur edenin yannda, hükümdara devletinin merkezinde is-

yan ederek onun saltanatn ortadan kaldrmak için ayaklanan kimseye


benzemektedir.

Hükemadan birisi demitir ki:

"Üç kimse var ki, hükümdarn onlar affetmeleri güzel olmaz:

1- Devleti deitirmek isteyen,


2- Hükümdar küçük düürecek iler yapan,
3- Koyduu yasa çineyen."
Rasûlullah'n (s.a.v) öyle buyurduu rivayet edilmitir:

"Allahu Teala'nn (özel olarak görevlendirdii) bir melei vardr, her

gün öyle seslenir: "Kim Rasûlullah'n (a.s) sünnetine muhalefet ederse,

O'nun efaatna ulaamaz.* 55

Hz. Ali demitir ki: "Heva/kötü arzular körlüün dier bir çeididir.".

En doru söz sahibi Allahu Teala buyurmutur ki:

"Bilgisizce insanlar saptmak için Allah adna yalan uydurandan daha


zalim kimdir?**

Sonra, Allahu Teala, ayn sûrenin dier bir ayet-i kerimesinde:

"Allah'a kar yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir ey vahyedil-


memiken "bana da vahyolundu" diyenden ve "ben de Allah'n indirdii
ayetlerin benzerini indireceim diyenden daha zalim kim vardr?* 57 buyur-
mutur.

Allahu Teala, bu ayetlerde, kendisine iftira yoluyla yalan söyleyenle


rububiyet davasna kalkan bir tutmutur. Bunun gibi inkarlarn en büyük-
lerinden birisi de hak ehlini inkar etmek ve onlar yalanla suçlamaktr. Al-

lahu Teala, aada vereceimiz ayetlerinde de, hakk yalanlamakla, ya-


ratc adna yalan ortaya atmay bir deerlendirmi ve öyle buyurmutur:

255
Zebidi, ithaf, I, 724. Ayn konudaki hadisler için bkz: atbî, el-'tisam, I, 92 vd.
258
En'am 6/144.
257
En'am 6/93.
168 KÛTU'L-KULÛB

"Allah'a kar yalan uyduran yahut kendisine hak gelmiken onu ya-
lan sayandan daha zalim kimdir?* 5*

Ayn konuda baka bir ayette ise öyle buyrulmutur:


"Allah'a kar yalan uyduran, kendisine gelen gerçei (Kur'an') yalan-
layandan daha zalim kimdir?*5 *

Allahu Teala, bunlarn zdd olan fiil sahiplerini yani doru söyleyenle,
onu tasdik edeni de bir zikretmi ve öyle buyurmutur:

"Doruyu getiren ve onu tasdik edenler var ya, ite muttakiler onlar-
dr.* 60

Rasûlullah (s.a.v) da öyle buyurmutur:


"Alim ve talebe ilimde (ilmin sevabnda) ortaktrlar.™

Hz. sa (a.s.) da bu manada demitir ki: "Dinleyen konuann orta-


dr."

Fakat, Allahu Teala, marifetullah ehli bu taifeyi, kendilerine ihsan etti-

i yakîn ilmi ve Rasûlullah'n (s.a.v) haklarnda:

"Bu ilmi her devirde (o neslin) en adil kimseleri yüklenip tar. Onlar,
haddi aanlarn tahrifini, batl ehlinin tahribâtn ve cahillerin (yanl) tevil-

lerini ortadan kaldrr (ilmi ve dini asl hâliyie muhafaza ederierp62 buyu-
rarak, ahitlik ettii ilim ve adalet vasflar sayesinde, atahata/dengesiz
konumalara düen, bidatlara dalan, dini bilmeyen ve müminlerin yolun-
dan sapan dier bütün gruplara üstün klmtr.

Hadiste geçen haddi aanlar, atahata düen manevî sarholuk için-

de ölçüsüz ve dengesiz söz eden kimselerdir. Çünkü onlar ilmin ölçülerini

am, snrlar ortadan kaldrm ve hükümlerin geçerliliini düürmüler-


dir. bo iddia ve bidat sahipleridir. Çünkü onlar hakk ma-
Batla dalanlar,
lub etmek için mücadeleye girer, bo eylerle eder, heva ve kendi gö- iftira

» AnkEbut 29/68.
259 Zümer 39/32.
260 Zümer 39/33.
261
bnu Mace, Mukaddime, 17; Tabarani, el-Kebir, No: 7875; Heysemi, ez-Zevaid, I, 122. Ali

Muttakî el-Hindî, Kenzu'l-Ummâl, No: 28672.


262
Bezzar, Müsned, No: 143; bnu Asakir, Tarih, cilt: 7; shf. 37, 39; Hatîb el-Badadî, erefu As-
habi'l-Hadîs, s. 11, 28, 29; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, I, 140; Ali el-Muttakî, Kenzu'l-Um-
mal, No: 28918.
. *

LMN FAZLET, KISIMLARI vt ALMLERN DERECELER 169

rülerine göre bidat ortaya sürerler. Cahiller ise, ilmin inceliklerini inkar

eden ve zâhiren akllaryla bildiklerine dayanp yalan yanl eyler ortaya


atan kimselerdir. Nitekim bu kimseler hakknda Rasûlullah (s.a.v) öyle
buyurmutur:

"Öyle ilimler vardr d; gizli hazine gibidir, onu ancak Allahu Teata'y
bilen (marifet ehli) alimler bilir. Onlar bu ilimlerden bahsettiklerinde onu
ancak, Allahu Tealadan gafil kimseler bilmez.'* 6*

"Allah Teala'nn ilim verdii alimi köçûk görmeyen (ve küçük düür-
meyin); üphesiz, Allahu Teala ona ilim vererek kendisine deer vermi-
tir.™

Sünnetleri kendi görü ve anlayna göre yorumlayan, selefin daha


önce hiç bahsetmedii veya bir iarette bulunmad ekilde (naslar üze-
rinde ahsî ve hissî bir yaklamla) konuan herkes, bo zorlamalara gir-
mi ve batla dalm birisidir.
Marifetullah sahibi alimler, aklî ilim (ve izahlar) yerine yakîn ilmini,

(ahsi) görüe dayal ilimler yerine de sünnet ilmini alp, haberlerine getir-
dikleri açklamalarla hadis ehline ve haber ravilerine destek olmu, nakle-
denlerin ulaamad ve rivayet edenlerin kefedemedii noktalarda Alla-

hu Teala'nn kendilerine emanet ettii, hakikatini müahade ettirdii, nu-

ruyla kalplerini aydnlatt ve bizatihi onlara bahsettii ilimlerle açklama-


larda bulunmulardr. Bu durumda onlar, Allahu Teala adna bahsettikleri-
ni bizzat O'ndan alp anlatmaktadrlar. Bu, Allah'n bir lutfudur, onu diledi-

ine verir.. Allahu Teala bu kimseleri öyle vasfetmitir:

"Sabrettikleri ve ayetlerimize yakînen inandklar zaman, onlarn içle-

rinden bazsn, buyruumuzla doru yola ileten önderler yaptk.™*


Ulemaden birisi demitir ki: "Selefin konutuu (dinî) bir meselede sü-
kut etmek (ondan hiç bahsetmemek onlara ve ümmete) bir sknt, onlarn
hiç söz etmedii (dinî) konularda (herhangi delile dayanmadan) konumak
da yersiz bir zorlamadr."

263
Deylemî, Firdevsu'l-Ahbar, No: 799; Münziri, et-Teb, I, 103; Ali Muttaki el-Hindî, Kenzu'l-
Ummal, No: 28942.
264
bnu Adiy, el-Kamil, IV, 1 1 1 ;
Zebidi, ithaf, I, 260-261
265
Secde 32/24.
170 KÛTU'L-KULÛB

Bir bakas da öyle demitir: "Hak, ardr, onu ap ilerisine geçen


zulmetmi, gerisinde kalan acze dümü, onunla yetinen de ihtiyacn gör-
mü olur."
Hz. Ali (r.a) demitir ki: "Size, (her iinizde) ileri gidenin dönecei, alt-

ta kalann yükselecei orta yola sarlmanz gerekir."

Selefin gidiat böyleydi. Selef, bidatçy dinlemezdi. Çünkü bu çirkin

bir eydir. Ona cedel ve münazara ile cevap da vermezdi, çünkü o da bi-

dattir. Fakat ona sünnetleri haber verir, eserlerle delil getirirdi. Eer kabul
ederse artk "o Allah için kardeimdir ve onu sevmem vaciptir" anlay ile
hareket eder, ayet bidati ndan dönmez ve hakk inkar ederse, onun inka-

rn tamamen reddeder, bidatini tantr, ona düman olur ve Allah için onu
terkederdi. Bu öyle bir yol ki, onun uygulamasn
faziletini ve selefin yakî-

nen bilenlerin dnda kimse ona girmemekte ve yanamamaktadr.

Anlatldna göre blis (lanetullah), Sahabe-i Kiram zamannda as-


kerlerini (müslümanlarn arasna, onlar haktan saptmak için) datt.
Hepsi perian bir vaziyette geri döndüler. blis onlar bu halde görünce:
"Nedir durumunuz, ne oldu?" diye sordu. Onlar da: "Bunlar gibisini görme-
dik, hiçbir ey yapamadk, kimse bize uymad," diye cevap verdiler. O za-
man blis: "Siz onlar saptmaya güç yetiremezsiniz, Çünkü onlar, Pey-
gamberlerinin sohbetinde bulundular, Rablerinin inen ayetlerine ahit ol-

dular. Fakat onlardan sonra bir topluluk gelecek, istediinizi onlardan el-

de edersiniz," dedi. Tabiûn devri gelince, blis askerlerini müslümanlarn


arasna datt. Yine boynu bükük perian bir hâlde geri döndüler. blis:
"Nedir durumunuz, ne oldu size böyle?" diye sordu. Onlar da: "Bunlardan
daha acaip kimse görmedik: onlar (gündüz) çeitli hatalara bulatrdk, fa-

kat akam olunca istifara sarldlar, kötülükleri iyilie çevrildi," dediler. O


zaman blis: "Siz, onlarn salam inançlar sebebiyle kendilerine bir ey
yapmazsnz. Fakat bunlardan sonra bir topluluk gelecek, onlar sizin yü-
zünüzü güldürecek, onlarla istediiniz gibi oynayacaksnz, nevalarnn
ipini boyunlarna geçirip istediiniz tarafa süreceksiniz. stifar edecek ol-

salar (istifarlar samimi olmad için) günahlar affedilmeyecek, güzel


tövbe de etmeyecekler ki kötülükleri iyilie çevrilsin," dedi. Hicri birinci

asrdan sonra (Tabiûn'un peinden) öyle bir topluluk geldi ki, eytan ara-

larnda kötü arzular yayd, kendilerine bidatlar süsledi. Onlar da bunu he-
lal ve güzel görüp din gibi sarldlar. Yaptklarna istifar ve Allah'a tövbe
LMN FAZLET, KISIMLARI vt ALMLERN DERECELER 171

etmediler. eytan askerlerini onlara musallat etti, onlar istedikleri yere çe-
kip götürdüler.

bnu Abbas (r.a) demitir ki: "Sapk yolda olanlarn kalbinde yaptkla-
r kötü eylere ait bir tad vardr." Buna iaret olarak Allahu Teala buyur-
mutur ki:

'Dinlerini oyun ve elence edindiler. ™*

"Kâtû i kendisine güzel gösterilip de onu güzel gören kimse (kötülü-


ü hiç istemeyen kimseye benzer) mi?"207

"Rabbi tarafndan (gelmi) açk bir delile dayanan ve kendisini Rab-


binden bir ahidin destekledii kimse (inkarclar gibi) midir?**8

Allah sana rahmet etsin! yi bil ki, asl ilim kendilerine tabi olunan ve
gidiatlar, halleri örnek alnan Selef-i Salihinin sahip olduu ilimdir. Selef-
i Salihin, sekinet ve rzaya ulam Ashab- Kiramla, onlara güzel bir e-
kilde tabi olan, zühd ve vera ehli Tabiûn cemaatdr.

Gerçek alim, insanlar kendisi gibi (salih bir hâlde) olmaya davet eder,
ta ki insanlar da onun gibi salih olsunlar. Ona baktklarnda, onun zühd hâ-
linden dolay dünyaya kar onlar da zühd ehli olurlar. Bu konuda Zünnûn
el-Msrî öyle demitir: "Sana diliyle söz edenle deil ilmi (ve hâliyle) ko-
nuanla otur." Hasan- Basrî ise ondan önce unlar söylemitir: "nsanla-
ra fiilin ile vaaz et/örnek ol, sadace sözünle vaaz etme."

Sehl demitir ki: "lim gizlice ameli davet eder, eer ona icabet eder-
se ne ala, yoksa ilim çeker gider (kalpte yerlemez)."

Bu manada rivayet edilen, bir hadiste; Rasûlullah'a (s.a.v):

"Oturacamz kimselerin en hayrls kimdir?" diye sorulduunda:


"Görülmesi size Allah' hatrlatan, konumas ilminizi artran ve ameli sizi
ahirete yönelten kimsedir,™* buyurmutur.

266 Araf 7/51.


267
Fâtr 35/8.
268
Hûd 11/17.
269
Abdullah b. Mübarek, K. Zühd, No: 217, 218; bn Mace, Zühd, 4; bn Ebi'd-Dunya, K. Evliya,
Shf: 39, 48; Beyhakî, uabu'l-man, No: 11108.
172 KÜTU'L-KULÛB

nsanlardan dünya taleb eden ve sonuçta onlar gibi olan kimseye ge-

lince, insanlar onu görünce, içinde bulunduu dünyala imrenirler. Bu on-


lar için bir erdir. Çünkü o kimse halk Mevtasna deil, kendi nefsine da-
vet etmekte, halk onun elindeki maldan ümid ve gönlünü çekmiken o,

halkn elindekine tamah etmektedir.

Peygamberlerin varisi olan (gerçek) alimlere gelince, onlar, Allahu Te-

ala'nn dininde verâ (takva) hâli üzere bulunan, fazla dünya malndan gön-
lünü çeken kendi neva ve görüüne göre deil, yakîn ve kudret ilmine gö-

re konuan üphelerden saknp (ahsi ve hissi) görülerden uzak duran


kimselerdir. Bu, Allahu Teala'ya ahit alimler yannda kyamete kadar de-
imeyen bir ahsi görüü ve bo iddialar ile bu gerçek deimez. Nite-

kim Abdullah b. Amr Rasûlullah'n (s.a.v) öyle buyurduunu rivayet et-

mitir:

"Bu ümmetin ilk dönemindekiler zûhd ve yakîn ile kurtulua erdiler,

son dönemindekiler ise, cimrilik ve uzun emel yüzünden helak olurlar.* 70

Yusuf b. Esbat demitir ki: "Huzeyfe el-Maraî bana bir mektup gön-
derek: "Selef-i Salihinden sonraya kalp gerçek bir zikir ve ilim ehli bula-

mayan, bulduklaryla Allahu Teala'y zikrettiinde (edebe dikkat edilmedi-


inden) günahkar olan ve ilmi müzakeresi de bir çeit günah olan kimse
hakkndaki görüün nedir?" diye sordu. Ben de kendisine: "Ya Eba Mu-
hammed onlar tanr msn?" dedim: "Onlar bize saldrmaktan hiç çekin-
mezler," dedi.

Denilir ki ebdallaVvelilerden bir grup yeryüzünün en ücra köelerine


çekilmiler ve insanlarn gözünden gizlenmilerdir. Sebebi udur: Onlar

bu zamann alimlerine bakp onlarla görümeye güç yetiremez, onlarn

sözlerini dinlemeye sabredemezler. Çünkü onlar ebdallar yannda Allahu


Teala'y bilmeyen, (marifetullah cahili) kimselerdir. Kendilerince ve cahil-

lerin gözünde ise alim kimselerdir. Onlar, bu (durumlaryla) cehalet sahibi


olmular, cahil olanlar ise, Sehl'in dedii gibi cahil olduklarn unutmular-

bnu Ebi'd-Dünya, K. Yakin, No: 3; Beyhaki, uabu'l-man, No: 10844-45; Suyutî, es-Sar,
No: 9256; Elbani, Sahihu'l-Cami, II, No:6746.
LMN FAZLET, KISIMLARI vt ALMLERN DERECELER 173

dr. Sehl öyle der: "Cehaletini bilmemek, halka nazar etmek ve gafillerin

kelamn dinlemek günahlarn en büyüklerindendir."

Ebdallarn hâli kendilerine hiç sknt vermemektedir. Onlar bulunduk-


lar yerlerde hallerinden bir ey kaybetmemektedirler. Çünkü dine batl bir
ey sokmamakta, müminleri aldatmamakta ve alim olduklarn idda etme-
mektedirler. Hem onlar bilmediklerini örenmeye çalmakta, cehaletlerini

itiraf etmektedirler. Bu halleriyle onlar, Allah'n rahmetine daha yakn, ga-


zabndan da daha uzaktrlar.

Yine Ebu Muhammed Sehl demitir ki: "limden cahil kalarak kalbin
katlamas, günahla katlamasndan daha iddetlidir. Çünkü ilmin cahili

olan kimse onu terketmekte ve bo iddialarda bulunmaktadr. Fiili ile gü-


nahkar olan kimse ise ilmin varln (ve kymetini) kabul etmektedir."

Yine Sehl demitir ki: "lim bir ilaçtr, hastalklar onunla slah edilir.

lim, amellerdeki noksanl tamamlayarak ondaki bozukluu giderir. Ce-


halet ise bir hastalktr, güzel bir hâle ulaan ameller onunla bozulur. Böy-

lece cehalet iyilikleri giderir, onlar kötülüe çevirir. Bozuk olan slah eden
ilimle, iyilikleri ifsat eden cehaletin arasndaki fark sen düün. Allahu Te-
ala buyurmutur ki:

"üphesiz, Allah, bozguncularn amelini slah etmez.™

"üphesiz biz slah edenlerin sevabn zayi etmeyiz. ™2

Bu, sadece alim olann gayret ehli abide üstünlüünü gösteren en

açk delillerden birisidir. Bil ki bir kul, bütün hallerinde insanlardan ayr
olursa, insan topluluklarndan ayrlp bir kenara çekilir ve hiçbir kimseyle
ülfet/yakn dostluk içinde olmaz. Eer insarlarn çou, hallerinde kendile-

rine aykr davranrsa o zaman insanlarn çounluundan ayrlr. Eer ba-


z hallerde insanlarla beraber olmas gerekirse, iyi insanlara karr, kötü-

2 " Yunus 10/81.


272
A'raf 7/170.
174 KÛTU'C-KULÛB

HADSLER RVAYETTE TAKP VE


TERCH ETTMZ USUL

Biz bu kitabmzda Rasûlullah'tan (s.a.v), sahabe-i kiramdan, tabiûn

ve etbau't-tabinînden rivayet ettiimiz bütün haberleri hfz yoluyla kaydet-


tik ve mana yoluyla naklettik. Ancak elimizde bulunan az bir ksmn, (ki-

taptan naklini) faydal bulduumuz için, uygun yerlere naklettik. Manen bi-

ze uzak gelen ve anlamakta güçlük çektiklerimizle hiç megul olmadk. Ki-

tabmzda bulunan dorular, güzel açklama ve tesbitler Allahu Teala'nn


güzel tevfiki ve kuvvetli destei ile kartrma ve
olmutur. Hatta acele ile

hevaya ait eyler ise, gaflet ve yanlma yoluyla bizden kaynaklanm ace-
le ve unutturma yoluyla da eytann ameli olarak ortaya çkmtr. Nitekim,

bnu Mesud da kendi görüüyle vermi olduu bir hükümde ayn ekilde
söylemitir. Bizim sözümüz onun görüüne (göre söylenmitir ve ona) ta-

bidir.

Bize ulaan bir hadisi erifte Rasûlullah (s.a.v) öyle buyurmutur:

"Doru beyan ve (güzel) tesbit Allahu Teala'dan, acele ve unutma se


eytandandr.* 73 Yani son iki durum eytann vastas ve ilâhî tevfikin az-

l sebebiyle meydana gelmektedir.

Haberlerin ekseriyetinde lafza itibar etmedim ve hemen hepsinde ma-


nen rivayette bulundum. Çünkü bana göre, kelamn geli ve kullan e-
killerini, manalarn deiik yönlerini bildikten ve kelam tahrif ve tebdil edip

anlalmasna mani- olan eylerden sakndktan sonra, haberi manen riva-

yet ettiinde artk lafzlar aratrmak vacip deildir.

Hadislerin bizzat lafzlarnn dnda mana yoluyla rivayet edilebildii


konusunda bir grup ruhsat vermitir. Hz. Ali, bnu Abbas, Enes b. Malik,

Vaîl b. el-Eska' ve Ebu Hureyre bunlardandr. Ayrca Tabiûn'dan pek çok


kimse de bu fikirdedir. mamlarn imam Hasan- Basrî, sonra a'bî, Amr
b. Dinar, brahim en-Nehaî, Mücahid, krime bu grubun içindedirler. Bunu
onlara ait haberleri içeren muhtelif siyer kitaplarndan naklettik. bn îrîn
demitir ki:

273 Hadisin son ksm için bkz: Tirmizî, Birr, 66; Ebu Ya'la, Müsned, No: 4256.
LMN FAZLET, KISIMLARI V ALMLERN DERECELER 175

"Ben bir hadisi on kiiden dinlerdim, hepsinin manas bir, lafzlar ise
farkl olurdu."

Bunun için, Sahabe-i Kiram, Rasûlullah'tan (s.a.v) yaptklar hadis ri-

vayetinde farkl metodlar kullanmlardr. Bir ksm hadisin tamamn riva-

yet etmi, bazlar özetle, bazlar mana yoluyla nakletmi, bazlar da, ma-
naya ters dümedii ve meram kartrmad sürece farkl lafzlar kullan-
mlardr. Bunu yaparken hiç birisi adna kasden yalana
Rasûlullah (s.a.v)
niyetlenmemitir. Onlarn hepsi de doruyu anlatmay ve iittiinin manas-
n nakletmeyi kasdetmitir. Bunun için bu konuda geni davranmlardr.

Alimler: "Yalan, ancak kasden yaptndr," demilerdir.

Rivayet edildiine göre mran b. Müslim öyle demitir:

"Bir adam Hasan- Basrî'ye: "Ya Eba Saîd! Sen bize hadis rivayet edi-
yorsun. Sizin bu konuda bize göre çok güzel bir anlatmnz, salam bir

aratrmanz ve çok fasih bir diliniz var. Bizler bu durumda ne yapacaz?"


diye sordu. Hasan- Basrî de: "Manay düzgün ifade
1 ettikten sonra, lafz-

lar aynen nakletmemende bir saknca yoktur," dedi.

Nadr b. umeyl demitir ki: "Hiam, ifadesi bozuk birisiydi bunun için

onun sözünü size (düzelterek) güzel bir tarzda sundum." Nadr ise nahivci
ve ifadesi düzgün birisiydi, ondan rivayet ettiimiz bütün eyleri onun de-
diine benzer ifadelerle ve ayn manada naklettik. Ibnu Mesud da bir ha-
disinde aynsn söylemitir.

Süleyman et-Teymî naklettii bütün rivayetleri için böyle söylerdi.

Süfyanes-Sevrî (rah) demitir ki: "Bir adam mecliste hadisin lafzlar-


na çok dikkat ederek ve iyice inceleyerek rivayette bulunurken görürsen
bil ki o (etrafndakilere): "Beni iyi tanynz/ilmimi görünüz," demek istiyor-

dur."

Yine o demitir ki: "Bir adam Yahya b. Saîd el-Kettân'dan hadisten bir

kelimenin lafznn nasl okunacan sorunca, Yahya ona:


"Ey adam elimizde, Allah'n Kitabndan daha üstün bir ey yokken
onun bile bir kelimesini yedi harf/tarz üzere okumaya ruhsat verildi," de-
mitir. Öyleyse rivayet etmi olduumuz baz mürsel ve maktu haberlerde
(niçin deiik lafzlarla ve manen rivayette bulundum diye) bana fazla yük-
lenilmesin. Onlarn bir ksmnn senedi hakknda pek çok söz edilmi ola-
176 KÛTUT-KULÛB

bilir. Çou kez maktû ve mürsel bir haber, imamlar rivayet ettii için baz
müsned haberlerden daha sahih olmaktadr.

Bizim böyle yapmamz bir kaç sebepten dolay caizdir:

1- Yakînen haberin batl olduunu bilmiyoruz.

2- Elimizde bir delil var, o da haberle ilgili rivayetimizdir. Biz onu biz-

zat iiterek naklettik. Bu durumda rivayetimiz Allah katndaki hakikate uy-


maz ise mesuliyet bizden düer. (Çünkü biz iittiimizi, kulaklarmzla a-
hit) olduumuzu naklediyoruz. Nitekim Hz.Yakub'un (a.s) oullar karde-

leri Bünyamin için babalarna: "Olun hrszlk yapt," derken, delili ileri u
sürmülerdir: 'Biz ancak bildiimize (gördüümüze) ahittik ediyoruz. Biz
gaybm bekçileri deiliz (iin içi yüzü hakknda bir ey diyemeyiz)* 7* Onlar
bu sözleriyle Allah katndaki hakikate yani iin aslna ters beyanda bulun-
mulard. Ancak, onlar bu karara ve kanaata sevkeden bir delil bulundu-
u için mazur idiler. O da; Bünyamin'in yükü içinden çkan çalnan tas

görmeleriydi.

3- Rivayet ettiimiz zayf haberlerin Kur'an ve sünnete ters olmamala-


rdr. Böyle olunca onlar reddetmemiz gerekmez. Hatta, Kur'an ve sün-
nette onlarn shhatine delalet eden beyan ve iaretler mevcuttur.
4- Biz!er güzel zan ile kulluk yapyoruz. Zannn bir çoundan nehyedil-
dik. Ayrca kötü zan da yasaklanmtr. (Bunun için her haber ve hadise
hemen olumsuz bir tavr koymak ve üphe ile yaklamak doru deildir).

5- Bir haberin hakikatine ancak bizzat görme yoluyla ulalr. Bizden


önceki haberler için buna imkanmz yok. Bu durumda elimize geçen bir

haberi gönül huzuru ve kalp sukünetiyle karlyor, rivayet edildii evliyle


hak olarak görebiliyorsak; ravileri hüsnü zanla deerlendirerek haberi tas-
dik ve aynen nakletmek zorunda kalrz. Ayrca, bizden önceki müminlerin
hakknda onlarn (risalet devrine daha yakn ve nurdan nasipleri daha çok
olduu için) bizden daha hayrl olduklarna itikad etmemiz gerekir. Sonra
biz, Ashab ve Tabiûn adna yalan söylemezken, onlarn
Rasûlullah (s.a.v)
yalan söyliyeceini nasl düünebiliriz. Hem onlar bizden daha üstün kim-
selerdir. Bir de u
var: Bazen sahih senetlerle zayf hadisler rivayet edildi-

i gibi, bir baka yönden sahih olarak rivayet edilme ihtimalinden dolay

«w Yûsuf 12/81.
LMN FAZLET, KfSfMLAHI Vf MlIRULCnm UEnsuskcn w w w

zayf senetlerle de sahih hadisler rivayet edilebilir. Çünkü biz bütün hadis-
leri toplayabilmi deiliz.

unu da gözden kaçrmamak gerekir:


Baz hadiscilerin zayf gördüünü, dier bazlar kuvvetli bulmakta,
bazlarnn sakat görüp zemmetii ravileri bazlar adil bulup methetmek-
tedir. Bu durumda o ravi, hakknda ihtilaf olan birisi olmaktadr. O zaman
kendisinden üstün veya (en azndan) kendisi gibi olmayan birinin sözüyle,

(bu kimsenin) hadisi reddedilmez.

Bazen hadis ravilerinin zayf görüp hadislerini sakncal kabul ettikleri

bir kimse, fakihler ve marifetullah sahibi alimler yannda sakncal görül-


mez. Mesela, ravi kendisini gizledii ve halk içinde pek ortaya çkmad
için -ki buna tevik de edildik- bilinmez veya talebe ve tabilerinin azln-
dan dolay pek tannmaz. Çünkü o, kendisini tantacak iz ve eserlerini or-
taya çkarmaz. Bu durumda, bir sözü veya hadisi sadece o bilmektedir ve
sika raviler ona ulaamam olabilir. Ya da hadisi asl lafzyla zikretmeyip
mana yolu ile rivayet etmi olur. Veya onu ezberlemeye ve örenmeye iti-

na göstermi olabilir. Bazen hadis hafzlar birisi hakknda cesaret ve atl-

ganlkla konuur, cerhde çok ileri gider, sözünde haddi aar. Halbuki ten-
kit edilen kimse alimler yannda tenkit edenden daha yüksek bir derecede
olur. Bu durumda tenkit kendisine döner, salam kimseye sakat diyen sa-
kata düer.

Bazen hadis hafzlar (fazla tannmayan) ravi üzerinde beenmedii


bir elbise görür veya kendisinden onu fakihlerin yannda cerh edecek bir

söz iitir ve bunlara göre deerlendirmesini yaparak onu kusurlu bulup


devre d brakr.

unu da belirtelim ki, bir takm hadisçilerin zayf bulduu baz kimse-
ler, ahiret alimlerinden ve marifet ehlinden olabilir. Bu kimselerin baz ha-
disçilerin usûlü dnda hadis ve haber rivayetinde kendine has bir (riva-
yet) metodu vardr, rivayetlerinde ona göre hareket eder. Artk hadisçiler
onun üzerinde bir hüccet olmaz, ancak o, hadisçiler için bir hüccettir. Çün-
kü kendi metod (ve görüünün) dnda bir görüü benimsedii zaman
kendisini zayf bulan hadisçilerin dnda kendi ashab yannda alim sayl-

mamaktadr.
KOTU'L-KULÛB

Alimlerden birisi demitir ki: "Hadis ehadet konusunda bile olsa gü-
zel zann ile (manen rivayete) genilik verilmitir. Nitekim doum yaptran
kadnn ve benzeri kimselerin ehadetinde olduu gibi. Zaruret hâlinde tek
kiinin ehadetinin kabul edilmesi caiz görülmütür."

Bu manada Ahmed b. Hanbel'in öyle dedii rivayet edilmitir:

"Rivayet edilen bir hadis Kitab ve (mehur) sünnete ters dümediin-


de, her ne kadar Kitab ve sünnet (açkça) bu rivayeti desteklemese bile,

hadisin mana ve mefhumu ümmetin icmas dna çkmaz ise, onu kabul
etmek ve Rasûlullah'n (sa.v) sözüyle amel etmek vaciptir."

Nasri böyle olmasn ki, (pek çok alim tarafndan) "Bana göre zayf ha-
dis, ahsî görü ve kyastan daha tercihlidir," elenmitir. Ahmed b. Han-
bel'in görüü de budur.

Bir hadis iki asr boyu insanlar arasnda nakledilip durmu, yahut onu
hicri üçüncü asr insanlar rivayet etmi veya birinci asrda ümmet içinde
nakledilirken o arn alimleri tarafndan inkar edilmemi ise o hadis me-
hur olmam olsa bile, artk daha sonraki tabakadan hiçbir müslümann
(onun zayflna ihtimal verip) inkara gitmesi doru deildir. Senedi hak-
knda söz edilmi olsa bile hadis bizim için bir hüccettir. Ancak Kitap ve
sahih sünnete veya ümmetin icmasna ters olan yahut ümmet içinde gü-
venilir sadk kimselerin ehadetiyle ravisinin yalan ortaya çkan haberler
bunun dndadr, onlar kabul edilmezler.

Vekî b. el-Cerrah demitir ki: "Hiç kimse için (kesin sebep ve delilini

göstermeden): "Bu hadis batldr," denmesi uygun deildir. Çünkü hadis-


ler onun bildiklerinden çok daha fazladr."

Ebu Davud, Ebu Zur'a er-Razî'nin öyle dediini nakletmitir:

"RasûluHah (s.a.v) kendisine bakan yirmi bin gözün (devaml) etrafn-


da bulunan Medine'linin arasnda vefat etmitir. Bunlarn herbiri kendisin-
den, bir hadis, bir kelime veya bir rivayet nakledecek olsalar, Allah Rasû-
lü'nün (s.a.v) hadisleri saylamayacak kadar çoalr."

Adamn biri Zührî'nin yannda bir hadis zikretti. Zührî: "Biz bunu iit-

medik," dedi. Adam: "Sen Rasûlullah'n (s.a.v) bütün hadislerini iittin mi?"
diye sordu. Zührî: "Hayr!" dedi. Adam: "Yarsn iittin mi?"diye sorunca,
LMN FAZLET, KISIMLARI v ALMLERN DERECELER 179

Zührî sükut etti. O zaman adam: "Bunu da o iitmediin ksmdan ayi"


dedi.

Ahmed b. Hanbel demitir ki: "Yezîd b. Harun zayf olduunu bildii

halde, kendisinde (güzel) zeka ve hadis ilmi gördüü kimselerden hadis

yazard."

shak b. Rahuvey demitir ki: Ahmed b. Hanbel'e: "u fevâid cinsi ha-
berlerin içinde bir takm münker/kabul edilmeyen haberler var, onlardan

güzel olanlar yazmamz uygun görür müsünüz?" diye soruldu. mam:


"Münker olan ebediyyen münkerdir (onun güzeli olmaz) dedi. "Zayf ha-
berler hakknda ne dersiniz" diye sorulunca: "Bir vakit gelir ki insanlar on-

lara ihtiyaç duyar," diye cevap verdi. Sanki onlarn yazlmasnda bir sakn-
ca görmedi.

Ebu Bekir el-Mervezî de mam Ahmed'in "Zayf raviler yoluyla gelen

hadislere bazen ihtiyaç duyulur," dediini nakletmitir.

mam Ahmed'in hadisler hakkndaki geni tutumunu ve anlayn


gösteren en büyük delillerden birisi, bütün hadislerini naklettii "Müsned"
isimli eseridir. Bu eser eyhlerimiz kanalyla olu Abdullah'n babasndan
rivayetiyle bize kadar ulamtr. mam, kitabnda sadece sahih hadisleri
dikkate almamtr. Eserde, sika ravilerin zayf olduunu bildikleri pek çok
hadis mevcuttur. Aslnda kendisi onlarn zayf olduunu dierlerinden da-
ha iyi bildii hâlde onlar Müsned'ine almtr. Çünkü o, sahih senetleri de-

il, müsned hadisleri ortaya koymak istemitir. Bu hadislerin istihrac da


iittii gibi nakletmektir. mam Ahmed hicri 228 senesinde insanlara hadis
rivayetini kesmiti. Kendisi 241 senesinde vefat etti. Bu müddet içinde hiç

kimse ondan hadis dinlemedi. Ancak olu Abdullah ve bnu Menî' kendi-
sinden bir cüz dolduracak hadis dinleyip rivayet ettiler. bnu Menî'e de de-
desi Ahmed b. Menî' araclk etmiti.

Bize ulaan bir habere göre mam Ahmed öyle demitir:


"Abdurrahman b. Mehdî, önce baz hadisleri münker bulurdu. Bir za-

man sonra yanmza gelerek, onun sahih olduunu tesbit ettim derdi. Ve-
kî' ise, hiçbir hadisi münker görmezdi, fakat böyle bir hadis kendisine so-

rulunca: "Ezberimde bilmiyorum," derdi.


180 KÛTU'L-KULÛB

Bize, kardeimin olu Abdurrahman b. Mehdî'nin öyle söyledii nak-


ledildi: "Benim (hadisçi) bir daym vard. Önceleri pek çok hadisin üzerini
çizer/shhatli bulmazd. Bir zaman sonra onlarm sahih olduunu söyledi

ve ben de onlar kendisine okudum. Bir ara:

"Sen bir zaman bunlar sahih bulmazdn, dediimde: "Evet önceleri


öyleydi, fakat sonra ben onlar zayf kabul edince, onu nakledenin adalet
sfatn düürmü oluyorum. Bu ravi kyamet günü Allah'n huzurunda ya-
kama yaparak: "Niçin benim adalet vasfm düürdün? Sen beni gördün
ve sözümü iittin mi ki bu karara varyorsun?" derse, ona kar kendimi sa-
vunacak bir delilimin olmayacan düündüm ve ilk yaptmdan vazgeç-
tim" dedi. Seleften verâ sahiplerinin hâli ve yolu bu idi.

Seleften birisi demitir ki: "u'be ile oturmay terkettik, çünkü bizi dur-

madan gybete sokuyordu. Bütün konumas bakalarnn (hadis ve ben-


zeri ilimlerde) zayf olduunu söylemekle (ve onlar cerhle) geçiyordu."

Birisi de ravileri cerh ve tadil konusunda: "Eer niyetini hâlis tutarsan,

yani yaptn Allah için ve dinin selameti için yaparsan sonuçta ne zara-

rn ne de kârn olur," demitir.

Burada zikrettiimiz eyler aslnda, hadis usûlünü ilgilendiren husus-


lardr. Bu, ehli için (özel) bir ilim ve (usûlüne göre) daldklar bir yoldur.

Sonra (sahasnda) ilmî ehliyeti, bu konuda güzel bir kabiliyeti ve ciddi bir

ibadet hayat olmayan baz kimseler bu sahada konutular. (El attklar bu

alan) megul olduklar bir ilim yaptlar, kendilerine kulak verenleri de


onunla megul ettiler. Bu sahada bir çok kitaplar yazdlar, raviler hakkn-
da cerh ve tadil ile konumaya baladlar. Hatalarn peine dütüler. Böy-
lece onlarn hadislerdeki eletirilerini gören bidat ehline, sünneti reddetme
ve aklî görüleri tercih etme yolunu açtlar. Onlar da özellikle zamanmz-
da insanlarn sünnet ve haberlere hiç önem vermediini görünce, kyas ve
akli izahlara yöneldiler. Halbuki ahirete tevik, dünyaya kar zühd sahibi
olma, Allahu Teala'nn azabndan korkutma, amellerin fazileti ve ashabn
üstünlüü konusunda bize gelen hadisler makbuldür. Munkat' veya mür-
sel hadis olsun, onlarn nakledildii gibi olmas her halde muhtemeldir.
Hemen kar gelinip reddedilmezler. Kyamet halleri ve dehetiyle ilgili ha-
disler de ayn ekildedir. Hemen inkara gidilmemeli, bilakis tasdik edilip

teslimiyet gösterilmelidir. Selefi Salihin böyle yapyorlard. Çünkü ilim an-


LMN FAZLET, KISIMLARI vt ALMLERN DERECELER 181

latlan eylere delalet etmekte ye asl kaynaklar bunu ortaya koymaktadr.


Bize ulaan bir haberde öyle buyrulmutur:

"Kime Allah ve Rasûlü'nden ular da onunla amel


(s.a.v) bir fazilet

ederse, söylenildii gibi olmasa bile Allah ona o amelin sevabn verir.* 75

Dier bir haberde de öyle buyrulmutur:

"Kim benden (nakille) hak bir ey rivayet ederse, ben onu söylememi
olsam bile söylemi saylrm. Kim de (benden) batl bir ey rivayet eder-
se, (onu reddedin, çünkü) ben batl söylemem.
Biz de bu kitabmzda nakledip kaydettiimiz bütün eyler hakknda
deriz ki: "En iyisini en dorusunu Allah bilir. Onun ilmi en öndedir. limle-
rin hakikati O'nun katndadr. Bütün iler sonuçta ona dönecektir. O, ne di-

lerse olur. Yardm O'ndan istenir. Hayra kuvvet kötülükten saknma ve ko-
runma ancak O'nunla mümkündür.
lim için ayrdmz otuz birinci bölüm burada bitti.

275
Biraz farkl bir rivayet için bkz: Ebü Ya'la, Müsned, No: 3443; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, l,

149. Hadisin tam metni ve deerlendirmesi için bkz: Aclunî, Kefu'l-Hafa, II, No: 2420; bnu'l-
Kaysaranî, Tezkiretu'l-Mevzuat, s. 880.
278 Benzeri bir hadis için bkz. Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, I, I50.
U 3

OTUZ KNC BÖLÜM

YAKÎN MAKAMLARI ve
YAKÎN EHLNN HALLER

Takva sahibi muttakilerin bütün güzel hallerinin temeli olan yakîn ma-
kamlarnn asllar dokuz tanedir. Bunlar srasyla, tövbe, sabr, ükür, re-
ca, havf, zühd, tevekkül, rza ve muhabbettir. Burada anlatlan hususi mu-
habbettir ki, o da yüce sevgilinin muhabbetidir. imdi, yakîn makamlarn
srasyla anlatmaya balyoruz.

TÖVBE MAKAMI I

TÖVBE FARZDIR
Allahu Teala tövbenin farz olduu konusunda bütün müminlere hitap-

la öyle buyurmutur:

"Ey müminleri Hep birden Allah'a tövbe ediniz ki, kurtulua emsiniz.
Ayetin manas; nefsinizin kötü arzularndan ve ehvetlerinize dalmaktan
vazgeçip Allah'a dönünüz. Böyle yaparsanz ahirette arzuladnz elde
edersiniz, zevali ve sonu olmayan bir nimet içinde Allahu Teala ile devam-
l bir beraberlik içinde kalrsnz, cennete girmek sûretiyle mutlu ve mesut
olursunuz, ateten kurtulursunuz. te asl kurtulu budur, demektir.

277
Nûr 24/31.
KÛTU'L-KULÛB

NASUH TÖVBES NASIL OLUR?


Allahu Teala tövbenin fazileti konusunda kendilerini özel olarak mu-

hatap ald müminlere öyle emretmitir:

"Ey iman edenleri Nasûh/samimi bir tövbe ile Allah'a tövbe ediniz.

Umulur ki Rabbiniz günahlarnz örter ve sizi altlarndan nehirler akan

cennetlere koyar.*7*

Ayette geçen "nasûh" ifadesi samimiyet manasna gelen nush kökün-


den gelmektedir. Bu kelime Arapça'da kullanlan "feûl" vezninde olup sa-

mimiyette çok ileri dereceyi ifade eder. Buna mübalaa sas denir. Bu
kelime "nasûhan" eklinde de okunmutur ki bu durumda masdar olmak-

tadr. Manas: "Srf Allah için tövbe ediniz" demektir. "Nasûh" kelimesinin

srf, sade, yaln manasna gelen "nisan" kökünden türedii de söylenmi-


tir. Buna göre mana: Hiçbir eye bal olmayan ve hiçbir eyin de kendi-

sine bal olmad, srf Allah için olan bir tövbe ile tövbe ediniz, baka bir

gaye gütmeyiniz, demektir. Bu da, hiçbir kötülüe bulamadan istikamet-

le taate devam etmek, imkan bulduunda herhangi bir günaha girme dü-

üncesine sahip olmamak, ehvetini ve kalbî hislerini birletirerek hevas

için günah iledii gibi, ayn günah srf Allah rzas için terk etmektir.

Kul heva denen kötü arzulardan temiz bir kalp ile ve sünnete uygun

güzel salih amelle Allahu Teala'nn huzuruna geldii zaman, kendisine

güzel bir netice verilir. O zaman daha önceden kaçrd güzel hâli de el-

de eder. te bu, nasûh tövbesidir. Onu yapan kul, çokça tövbe eden, gü-

zelce temizlenen ve Allah'n sevgilisi olan birisidir. Bunlar Allah tarafndan

daha önce hakknda iyilikle hüküm verilen kimselerin hâl ve haberleridir

Kime Rabbi tarafndan kendisini destekleyecek bir nimet (tevfik-i ilâhî) ve-

rilmise, Allah onunla kulunu kötülüklere bulamaktan korur. Bu kimse Al-

lahu Teala'nn ayet-i kerimede:

'Hiç üphesiz Allah, çokça tövbe edenlerle güzelce temizlenenleri se-

ver,* 79 hitabyla kast ettii kimsedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) de:

27*Tahrim66/8.
s» Bakara 2/222.
YAKN MAKAMLARI ve YAKN EHLNN H ALLER/TÛVBE MAKAMI 185

Tövbe eden Allah'n dostudur. ™


'Gerçekten tövbe eden kimse, hiç günah ilememi kimse gibidir,™
buyurmutur.

Hasan-i Basrî'ye, nasûh tövbesinin ne olduu sorulunca, öyle cevap


vermitir: "O, kalp ile piman olmak, dil ile istifar edip Allah'tan affn is-

temek, azalarla günahlar terk etmek ve içten bir daha günaha dönmeme-
ye karar vermektir."

Ebu Muhammed Seni demitir ki: "u insanlara tövbeden daha gerek-

tur. Bugün insanlar tövbe ilmini bilmemektedirler."

Yine o demitir ki: "Kim, tövbe farz deildir, derse, o kafirdir. (Onun bu
sözüne raz olup tövbenin farz olmadn düünen de kafirdir.")
u söz de Sehl'e ait: "Gerçek tövbe eden, bir an ve bir nefes de olsa

taatlanndaki gafletine tövbe eden kimsedir."

Hz. Ali, tövbeyi terk etmeyi manevî körlük olarak görmü, onu zanna
tabi olmak ve zikri unutmakla bir arada ifade etmi ve uzunca bir konu-
masnn içinde öyle söylemitir:

"Kimin kalbi körelirse, Allah'n zikrini unutur, zanna tabi olur, tövbe et-

meden ve boyun bükmeden mafiret olmay ister."

Samimi bir tövbenin farz, günah günah olarak kabul etmek, yaplan

zulmü itiraf etmek, nefsin hevaî/kötü arzularna kzmak, onu kötü ameller-
deki srarndan vazgeçirmek, gücü yettii kadar gdasn/rzkn haramdan
temizlemektir. Çünkü helal yemek salihlerin temel prensiplerindendir.

Sonra da daha önceki günah ve isyanlara piman olmaktr. Pimanln


hakikati ki eer pimanlk gerçek ise, kendisini piman eden eylerin ben-

zerine bir daha dönmemektir.

Tövbenin bir farz da, istikamet üzere emre uymak ve yasak eyler-
den kaçnmaktr. Gerçek istikamet, kulun ömründe daha önceki gibi sakat

a» Yüce Allah'n tövbe den kimseyi seveceini bildiren biraz fazl lafzdaki bir hadis için bkz: Ah-

med, Müsned, I, 86; Ebu Yala, Müsned, No: 483; Ebu Nuaym, Hilye, III, 209; Elbani, Daife,

No: 95-96.
28 '
bn Mace, Zühd, 30; Beyhaki, Sünen, X, 154; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, X, 200; Elbani,
Zaife, 615-616.
186 KÛTU'L-KULÛB

ve bozuk eylere dümemek, bütünüyle Allah'a yönelmi kimselerin yolu-


na tabi olmak, kendini eski haline döndürecek cahillerle arkada olma-
mak, sonra batlla megul olduu günlerde ifsat ettiklerini düzeltmekle u-
ramak ve böylece tövbe edip bozuk halini slah eden salihlerden olmaya
çalmaktr. Hiç üphesiz Allahu Teala iyilerin ecrini zayi etmedii gibi,

bozguncularn amelini de (onlar tövbe etmedii sürece) düzeltmez.

Tövbe edene gereken eylerden birisi de, kötülüklerini iyiliklerle, iyilik-

lerini de daha güzelleriyle deitirmektir. Tövbesinin tam olarak gerçekle-


mesi, Allah'a dönüünün güzel ve günahlar iyiliklere çevrilen kimselerden
olmas için böyle yapmas zaruridir. Çünkü bu deime dünyada olmak-
tadr. Kötü ameller iyi amellere çevrilmektedir. u ayet-i kerime bunu gös-
termektedir:

"Bir toplum kendilerindeki özellikleri deitirinceye kadar, Allah, onlar-


da bulunan deitirmez. «
Demek ki, insanlar içlerindeki bir kötülüü iyilie çevirdiklerinde, kötü

halleri iyiliklere çevrilmi olacaktr.

Sonra, gerçek pimanlk ve kaçrdklarna üzülmek, onlar telafi


bir

ederken ifrat ve geveklie dümemek, tekrar eski durumuna dönmemek


eklinde olur. Böyle olmazsa; nefis geçmite kaçrdklarn telafiye çalr-
ken, ikinci bir vakti zayi etmi olur. Uyank hâlinde ele geçirdii vakti zayi
etmemelidir. Yoksa uyank hâli geçmiteki gafleti gibi olur. Çünkü kaçr-
dklarnn telafisiyle gafletle geçirdii günlerdeki hâline benzemi olmakta-
dr. Nimetle (nimet ve rahat içinde bir hâlle) nimete ulalamayaca gibi;

eldeki vakti ve imkanlar zayi ederek de geçmi zararlar telafi edilemez.

Bu durumda olanlar, u ayet-i kerimede anlatlan kimselere benzemekte-


dirler:

"Dierleri ise günahlarn itiraf ettiler; iyi bir ameli kötü bir amelle ka-
rtrdlar.** 3 Bunun itiraf ve pimanlk olduu söylenmitir.

Ebu Süleyman ed-Dârânî (rah) demitir ki: "Akll bir kimse, kalan öm-
ründe, sadece daha önceki taatsz geçirdii vakitlerine alasa, bu, onu
ölene kadar hüzün içinde alatmaya yeterdi. Artk kalan ömrünü de geçen

282
Ra'd 13/11.
283
Tövbe 9/102.
YAKN MAKAMLARI vt YAKÎN HLNN HALLER/TOVBE MAKAMI 187

ömründeki gibi cehalet ve gafletle karlayan (ve eskisi gibi) yaayan kim-
senin hâli nasl olur!"

Sehl b. Abdullah (rah) demitir ki: "Gerçekten tövbe eden kimseyi hiç-
bir ey gevetmez. O, nefsinden ayrlncaya/ölünceye kadar kalbi Ar'a
ilâhî huzura bal olur. Onun, ayakta durmasn salayacak zaruri eyler

dnda, konfor içinde bir hayat yoktur. Geçmiine üzülür. Kalan ömründe
de emirlere ciddi olarak sarlr, yasaklardan uzaklar. Bunlarn tamam ol-

mas ancak, her eyde yakîn ilmine göre hareket etmesi ve salih amelle-
re sarlmasyia mümkündür. O zaman, Allah Teala'nn haklarnda:

•Kötülüü iyilikle giderirler™ Yani daha önce yapm olduklar kötü-


lükleri, iledikleri yeni hayrlarla giderip temizlerler, buyurduu kimseler-
den olur. Ayn ekilde, Rasûlullah (s.a.v), Ebu Zerr'in hadisinde öyle bu-
yurmutur:

"Bir kötülüü ilediin zaman, ondan sonra hemen bir iyilik yap. GizH
günaha kar gizlice, açk olana kar da açkça hayr yap ki dnu temizle-
sin.'**5

Rasûlullah (s.a.v), Muaz b. Cebel'e yapt bir vasiyyetinde de:

Kötülüün peinden bir iyilik yap ki onu temizlesin**6 buyurmutur.


Yukarda saydmz vasflarda tövbe eden bir kimse, salihler arasna
girer. Nitekim Allahu Teala bir ayet-i kerimede:

"man edip salih ameller ileyenleri, hiç üphesiz salihlerin arasna


katarz,** 7 buyurmutur.

Sonra tövbe eden kimsenin gücü yettiinde daha önce elinden kaçr-
d frsatlar ve zayi ettii vakitlerini telafi için hayrlarda komas ve bu
ekilde salihlerden olmaya çalmas gerekir. te bu makama çktnda
Mevla'snn huzuruna layk bir kul olur ve o zaman Allahu Teala onu mu-
hafaza ve himayesine alr. Nitekim ayet-i kerimede:

X), salihleri dost edinip ilerini üstlenir,*** buyurulmutur.

2W Ra'd 13/22.
285
Tabarani, el-Kebir, XX, 159; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, X, 74; Münavî, Feyzu'l-Kadir, No:
763.
286
Tirmizî, Birr, 55; Darimî, Rikak, 74; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 153, 158.
287
Ankebût29/9.
*» A'raf 7/196.
KÜTU'L-KUIÛB

Tövbede kula gereken ve tövbeyle alakal eyler özetle on eydir:

1 -Allahu Teala'ya isyan etmemenin kendisine farz olduunu bilmek.


2- Bir günaha dütüünde onda srar etmemek.
3- Günahtan Allah'a tövbe etmek.
4- ledii günaha piman olmak.
5- Ölene kadar istikamet üzere itaat içinde yaamaya kesin karar ver-

mek.
6- Günahn cezasndan korkmak.
7- Mafireti ümit etmek.
8- Günah itiraf etmek.
9- 0 günah Allahu Teala'nn takdir ettiine ve onun Allah tarafndan

(zulüm deil) bir adalet olduuna inanmak.


10- lediine keffaret olmas için, Rasûlullah'n (s.a.v): "Kötülükten
sonra bir iyim yap ki onu temizlesin™ hadisine uyarak, günahn peinden
salih amel yapmak.

Burada zikrettiimiz hasletler hakknda Sahabe ve Tabiûn'dan naklet-


tiimiz pek çok hadis, haber ve eser vardr. Ancak hepsini burada zikret-
mek çok uzun sürer.

Denilmitir ki, ölüm melei kula gözüktüü zaman ona, ömründen çok
az bir zaman kaldn ve artk ölümün bir göz yumup açma müddeti ka-
dar bile gecikmeyeceini bildirir.O zaman kulda bir esef ve hasret mey-
dana gelir. Öyle ki eer bir batan öbür baa bütün dünya kendisinin ol-

sa, bu son saatine bir saat daha katp tövbe etmek veya o andaki hükmü
deitirmek için hepsini elinden çkarp verirdi. Fakat buna imkan yoktur.
Bu duruma u ayet-i kerimede iaret edilmektedir:
"Kendileriyle istedikleri eyler arasna engel çekilir.™

Burada istenen eyin, tövbe etmek olduu söylenmitir. Ayrca ömrün


uzamasn veya güzel bir ölüm istemek olduu da söylenmitir. Ancak, on-
lardan önceki benzeri kimselere yapld gibi, onlarn bu arzularna engel
olunur. Aslnda kulun geçirmi olduu her saat bu son saat gibi kymetli-

dir. Sahibi anlayacak olsa, her saati bütün dünyadan kymetlidir. Bunun

289
Tirmizî, Birr, 55; Darimî, Rikak, 74; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 153, 158.
290
Sebe 34/54.
)

YAKÎN MAKAMLARI vs YAKN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAMI 189

için denilmitir ki: "Kul Allah Teala'nn kullarna diledii eklinde tecelli et-

tiini ve bunun bir hikmetle gerçekletiini yakînen bilince artk kalan öm-
rünün hiç bir kymeti kalmaz."

Allahu Teala'nn:

"Herhangi birinize ölüm gelip de "Rabbiml Beni yakn bir sûreye kadar
geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsaydml' demesinden önce, size
verdiim rzktan harcayn.™ ayetinde geçen yakn süre hakknda öyle
denmitir:

"Kul gözünden perde kalkp ahiret ahvalini görünce, ölüm meleine:


"Ölümü bir gün olsun tehir et de, o günde Rabbime kulluk edeyim, güna-
hma yanaym ve nefsim için salih bir amel hazrlayaym," der. Melek ken-
disine: "Bütün günlerini tükettin, artk sana hiçbir gün yok!" der. Kul: "Bir

saat olsun mühlet ver!" der. Melek de: "Bütün saatlerini harcadn, artk bir

saat olsun vakit yok" der. Ruh boaza ular, grtlaa gelince hançerede

tutulur. Artk tövbe kaps kapanr, kulun dünya ile irtibat kesilir, ameller

son bulur. Vakitler gitmi ve bitmi olur. Nefesler yükselir, ahiret perdesi-

nin açlmasyla o taraf müahede balar. Bundan sonra kulun gözü iyice
keskindir. (Gerçekleri ve bana gelenleri net bir ekilde görür.

Artk en son nefesine sra gelince nefesi zorla çkar. Kul, saadet eh-
lindense, önceden kendisine takdir edilen saadet hükmü üzerinde tecelli

eder ve ruhu tevhid üzere çkar. te bu, güze! sondur. Yahut kula ezelde-
ki ekavet hükmü tecelli eder ve ruhu ek ve üphe içinde çkar. Bu kim-
senin hâli ayet-i kerimede öyle anlatlmtr.
*

"Kötü ileri yapp dururken, kendisine ölüm gelince: "Ben imdi tövbe
ettim'' diyen kimsenin tövbesi makbul deildir. ™ 2

te bu durum, kötü akbettir. Ondan Allah'a snrz. Bu halde ölen


kimsenin münafk olduu söylenmitir. Ayette anlatlann günahta devam
ve srar eden kimse olduu da söylenmitir.

291
Münafikun 63/10.
292 Nisa 4/18.
190 KÛTUL-KULÛB

Allahu Teala, tövbesi kabul edilenin hâlini de öyle anlatmtr:

"Allah'n kabul edecei tövbe ancak cahillikle bir kötülük yapp da çok
geçmeden tövbe edenin tövbesidlr.™ 3

Bunun ölümden önce ve ahiret alametleri zuhur etmeden son nefes


gelmeden (can boaza dayanmadan) önce yaplan tövbe olduu söylen-
mitir. Çünkü Allahu Teala, ahiret alametleri zuhur ettikten sonra tövbenin

kabul edilmeyeceini bildirmi ve hükmünü öyle vermitir:

baz ayetleri geldii gün, daha önce inanmam ya da ima-


"Rabbinin
nyta bir hayr kazanmam kimseye artk o andaki iman bir fayda sala-
maz. *»
1

Buradaki hayrn tövbe olduu söylenmitir. Çünkü tövbe imann ka-


zanc ve hayrlarn temelidir. Bahsi geçen hayrn salih ameller olduu da
söylenmitir. Çünkü salih ameller imann artmasn temin eder ve yakîn
alametidir. Yukarda geçen "Sonra hemen tövbe ederler," ayetinin açklan-
masnda öyle söylenmitir: "O kimse, hatasnn hemen peinden tövbe
eder; onda devam etmez, tövbeden uzak kalmaz, günahnn peinden sa-
lih bir amel yapar, ondan sonra tekrar bir günah ilemez, kötülükten iyili-

e koar ve baka bir kötülüe de bulamaz."

Denilmitir ki bu ümmetten (ölürken dünyaya) dönmek isteyenlerin il-

ki (malnn zekatn vermeyen ve gücü yettii halde) Rabbinin evini (Ka-

be'yi) ziyaret etmeyen kimsedir. Allahu Teala'nn ayetinde geçen :

*ÖlümO biraz geciktir de, bol bol sadaka verip salihlerden olaym.™ 5
eklinde yaplan itiraf, böyle yorumlanmtr.

bnu Abbas (r.a) derdi ki: "Bu ayet tevhid ehli için en iddetli ikazda
bulunmaktadr. Çünkü ayetin evveli öyle balamaktadr:

"Ey man edenleri Mallarnz ve çocuklarnz sizi Allah'n zikrinden al-


koymasn ...'Ç96 Denilmitir ki, Allah katnda zerre kadar hayr olan kimse
dünyaya dönmek istemez. Bu manada öyle bir haber rivayet edilmitir:

293
Nisâ4/17.
294
En'am 6/158.
295 Münâfkûn63/10.
296 Münâfkûn 63/ 9.
YAKÎN MAKAMLARI V YAKN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAMI 191

kadar hayr olan kimse bütün dünya kendisine


"Ahlrette zerre verilse

(o hayn brakp da) dünyaya dönmek stemez. * 97

Ariflerden birisi demitir ki "Allah Teala'nn kuluna ilham yoluyla söy-


ledii iki tane srr vardr: Bunlardan birisi: Kul annesinin karnndan çkp
dounca Allahu Teala kendisine: "Ey kulum! Seni temiz ve günahlardan
uzak bir ekilde dünyaya çkarttm, sana ömrünü emanet ettim ve seni
onu emniyetle koruman için görevlendirdim, artk bu emaneti nasl koru-
yacana ve huzuruma ne ekilde geleceine bak."

Dieri de kulun ruhu çkarken olur. O zaman Allahu leala kula: "Ey
kulum! Sana verdiim emanetimi nasl kullandn? Bana kavuuncaya ka-
dar seninle yaptm ahde riayet ederek onu korudun mu ki ben de senin
bu vefana karlk olarak ecrini vereyim. Yoksa onu zayi mi ettin? Zayi et-

ti isen sana hesabn sorar cezan veririm. Kulun bu emanete sahip çk


ve Allah Teala'nn kulundan onu muhafaza etmesini istemesi u ayetler-
de ifade edilmitir:

'Onlar emanet ve ah idlerin korur gözetirler.


i

"Bana verdiiniz sözü yerine getirin, ben de size vaat ettiklerimi vere-
yim.'™9

Kulun ömrü yannda bir emanettir; eer onu (hak yolda geçirerek) ko-
rursa, emanetini yerine getirmi (sahibine güzelce iade etmi) olur. Eer
onu (küfür ve isyanla) zayi ederse, Allah Teala'ya hyanette bulunmu
olur; hiç üphesiz Allah hainleri sevmez.

bn Abbas'tan nakledildiine göre o, öyle demitir: "Kim, Allah'n


farzlarndan birisini (terk ve ihmal ile) zayi ederse; Allah'n emanetinden
çkm olur. Kul nasûh bir tövbe edince; kötülükleri temizlenir ve cennete
girmeye hak kazanr." 1

Seleften birisi demitir ki: "Allahu Teala'nn beni ne zaman mafiret


ettiini bilmekteyim."

297
Bu bulamadk. Cennetteki bir kamç boyu geniliinde bir yerin bütün dünya ve için-
lafzlarla

dekilerden daha hayrl olduunu ifade eden baka hadisler için bkz: Buhari, Rikak, 2; Tirmizi,
Fedailü'l-Cihad, 17,25; bnu Mace, Zühd, 39; Ahmed, Müsned, III, 315. (Müt: D. Selvi)
298 Müminun23/8.
299
Bakara 2/90.
192 KÛTU'L-KÜLÛB

Kendisine: "Ne zaman?" diye sorulduunda; "Tövbemi kabul buyurdu-


u zaman!" diye cevap vermitir.
Bir bakas da: "Tövbeden mahrum braklmam beni, mafiretten

mahrum edilmemden daha çok korkutuyor," demitir.

En doru söz sahibi Allahu Teala buyurmutur ki:

"Allah tövbenizi kabul edip sizi affetti.

*0, kullarnn tövbesini kabul eden ve kötülüklerini affedendir...™

Alimlerden birisi demitir ki: "Kul, ehvetlerini unutup kalbinden hiç


ayrlmayacak bir hüzün sahibi Olmadkça ve bir daha srrn (gönlünü)
megul etmeyecek ekilde günahtan uzaklamadkça tövbesi sahih ol-

maz."

am alimlerinden birisi de öyle demitir: "Bir mürid, solundaki mele-


in yirmi sene kendisi için yazacak bir günah bulamayaca ekilde (gü-

nahlardan uzak) olmadkça tam tövbe etmi olmaz."

Seleften birisi demitir ki: "Kulun tövbesinde samimi olduunun ala-

meti, hevasna uymann tadn taatn tadyla ve Allah'a güzelce dönme se-

vinciyle deitirmesidir."

Alimlerden birisi de bu manada öyle demitir: "Kul, nefsine uymann


tad yerine, ona muhalefetin acsna katlanmadkça
-
tövbe etmi olmaz."

srailiyyattan hikaye edildiine göre, adamn biri günahndan tövbe


edip uzun müddet ibadetle megul olduu halde tövbesinin kabul olduu-
na dair bir alamet göremeyince, zamann peygamberine gelerek tövbesi-
nin kabulü için dua etmesini istirham eder. Peygamber dua ettiinde Alla-

hu Teala peygamberine öyle vahyetmitir:

"zzetim ve Celalime yemin olsun ki, yer ve gök ehli onun için efaat
etseler; kalbinde tövbe ettii günahn tad varken onun tövbesini kabul et-

mem."

Kimin kalbinde günahn lezzeti kalmsa, yahut onu hatrlad zaman


düüncesiyle ona nazar ediyorsa, ona dönmesinden korkulur. Ancak, nef-

300 Bakara 2/187.


301
ura 42/25.
YAKN MAKAMLAR vt YAKÎN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAMI 193

siyle iddetli bir mücahede, gühah çirkin görme ve hatrladnda korku ve


ürperti ile onu hatrndan defetme gücüne sahipse, tövbesini koruyabilir."

TÖVBE EDEN KMSEYE GEREKENLER


Ebu Muhammed Sehl demitir ki: "Bu yola yeni girene ilk emredilecek
ey tövbedir. Tövbe, kötü hâl ve hareketleri, din tarafndan övülen hare-
ketlere çevirmek, nefsi yalnzla ve devaml sükuta altrmaktr. Kulun
tövbesi ancak helal yemekle sahih (ve salam) olur. Kul, Allahu Teala'nn
halkta ve kendi nefsindeki haklarn yerine getirmedikçe helal yemeye güç

yetiremez. Bu da, her halinde, devaml Allahu Teala ile olmadkça ve a-


lin ameller sebebiyle istidraca düeceinden korkmadkça düzgün olarak

gerçeklemez. Gerçek tövbe, kulun sakncal eylere/harama girmemek


içinsakncas olmayan eyleri terk etmesi, asla "ileride yaparm" deme-
mesi ve nefsini ancak içinde bulunduu vakitte gereken eyle megul et-
mesiyle gerçekleir."

Bize nakledildiine göre, Serî es-Sekatî öyle demitir: "unlar tövbe-


nin artlarndandr: Rabbine yönelip tövbe eden kimseye önce, kötü in-

sanlar sonra da kendisi için Allah Teala'ya isyan ettii nefsini terk etmesi

ve nefsine ancak zaruri ihtiyaçlarn vermesi gerekir. Sonra, bir daha gü-
naha dönmemeye kesin karar vermesi, insanlara yük olmamas, kendisi-
ni bakasnn elindeki fazla mala göz dikmeye zorlayan her eyi terk et-

mesi, hevasma/kötü arzularna uymayp geçmi büyüklerin yoluna girme-

si gerekir. Tövbe eden kimselere, her an kendilerini hesaba çekmeleri, bü-


tün ehvetleri ve fuzuli eyleri terk etmeleri icap eder. Bu fuzuli eyler alt
eyde olur: Konumada, bakmada, yürümede, yemekte, içmekte ve gi-

yimde. üpheleri terk etmeye ancak, ehvetlerini terkeden kimseler güç


yetirebilir."

Yahya b. Muaz'a, "Tövbe eden nasl hareket etmelidir?" diye sorulun-


ca, öyle demitir: "O, ömründen iki gün arasnda yaar. Biri geçen günü
öbürü de kalan gün. Bu ikisini üçüncü gün ile slah etmeye çalr. Geçen
gününü (yapt pimanlk ve istifar ile, kalan gününü de kötü-
hatalara)

lüe ve kötülere bulamaktan kaçp (sadk) müritlerden ve zikredenlerin


meclislerinden hiç ayrlmayarak slah eder. Üçüncü gününde de temiz n-
zk kazanmaya ve normal iini yapmaya çalr."
194 KÛTU'L-KULÛB

Samimi tövbenin alametlerinden birisi de kalbin incelmesi ve göz ya-


larnn akmasdr. Bir haberde;

Tövbe edenlerle beraber oturunuz; üphesiz onlar gönlü en yufka


(nce) kimselerdir™ 2 buyrulmutur.

Kulun günahn (gözünde) büyük görmesi samimi bir tövbenin gerçek-


letiini gösterir.

Denilmitir ki: "Kul günahn büyük gördükçe, (o günah) Allah katnda


küçülür. Günah küçük görmek (basite almak) büyük günahtr." Nitekim bir
haberde öyle buyurulmutur:

'Mümin, günahn her an üzerine dümesinden korktuu bir da gibi,


görür/gözünde bûyûtûr. Münafk ise günahnn, burnuna konmu ve bir
hareketle uçaca sinek gibi küçük ve basit görür.™3

Mürsel bir haberde de öyle buyurulmutur:

"Sizden (her) biriniz kendince en küçük bir günahnla yakalanp hesa-


ba çekilmesinden bile saknsn. 1904
Alimlerden birisi demitir ki: "Affedilmeyen günah, kulun; "Keke her
yaptm bu (günah) gibi olsayd!" demesidir. Bu konuda Bilal b. Sa'd öy-
le demitir:

"lediin günahn küçüklüüne deil, kime kar isyan ettiine bak."

Bize nakledildiine göre, Allahu Teala velilerinden birisine öyle vah-


yetmitir: "Hidayetin azlna deil, onun yüzünden karnda hesap vere-
cein zatn büyüklüüne bak."

Günahlar ancak, onlar sebebiyle karsnda hesaba durulacak zatn


azametini bilmekle (gözde) büyük olur ve kibriya sahibi zatn müahede-
sinden sonra emrine muhalefet etmek, kalplerde büyük bir etki yapar. Bu
durumda hiçbir günah küçük görülmez. Gerçekten Allah'tan korkanlar ya-
nnda küçük günahlar, büyük günah gibi deerlendirilir. Bu hâle u ayet-i
kerimelerde bir iaret vardr:

Bu söz Ihya'da Hz. Ömer'e izafe edilmitir. Bkz. Gazâlî. hyâ, Zebidî, thâfu's-Sade. X, 605
(Beyrut-Lübnan basks).
Buhar, Deavat, 4; Tirmizî, Kyamet, 49; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 313; Beyhaki, uabu'l-
iman, V, 411 (h. no: 7104).
Ebu Nuaym, Hilye, VIII, 224; Ali Muttakî el-Hindî, Kenzu'l-Ummâl, IV, 216 (No: 10228).
YAKN MAKAMLARI vt YAKN EHLNN H AL L E R l/T Û VB E MAKAMI 195

te bu ileri yapsnlar. korunmasn emrettii eyleri


Kim, Allah'n
büyük görürse, bu Rabbi katnda onun için çok daha hayrldr.™

"Kim, Allah'n eâlrinl/dinlnlne ait hüküm ve alametleri büyük tanrsa,


üphe yok ki bu, kalplerin taJcvasndandr.'* 06

Denilmitir ki; Allah'n haram kld eyler (takva sahibi kulun) kalbin-
de büyük gözükür ve onlar ilemekten çekinir.

Sahabe-i Kiram'n Tabiûn'a söyledii u söz de bu durumla ilgilidir:

"Sizler, kldan daha ince (yani çok basit) gördüünüz öyle ameller i-

liyorsunuz ki, bizler Rasûlullah (s.a.v) zamannda onlar, insan helake gö-

türen büyük günahlardan sayardk."

Onlar bu sözle, Rasûlullah (s.a.v) zamannda büyük günah olan eyle-

rin daha sonra küçük günah gibi deerlendirildiini kastetmilerdir. Çünkü


Sahabe kalplerindeki iman nurunun büyüklüünden kaynaklanan Allah Te-
ala'nn azametini idrakten dolay küçük günahlar bile büyük görüyorlard.
Onlardan sonra gelenlerin kalbinde ise bu (nur ve anlay) olumamtr.
Allahu Teala velilerinden birisine öyle bildirmitir: "Sizden öyle gü-
nahlar görüyorum ki, onlardan daha düük seviyedeki günahlar yüzünden

Ebân b. smail'in Enes'den rivayet ettiine göre Rasûlullah (s.a.v)

öyle buyurmutur.
"ABahu Teala, önceki ümmetlerden bir ümmeti tenasül aletleriyle oy-
nama yüzünden helak etmitir. * 07

GEÇM GÜNAHLAR ÇN NE YAPMALIDIR?


Tövbe eden kimsenin (önceki) günahlarn unutmas ve hatrlamas
meselesine gelince, arifler bu konuda farkl eyler söylemilerdir:

Ariflerden bazlar: "Hakiki tövbe, günahn devaml göz önünde bu-


lundurmanda," derken, bir dier grup: "Gerçek tövbe; tövbe ettiin güna-

hn tamamen unutmandr," demitir.

305
Hacc 22/30.
306
Hacc 22/32.
307
Rivayet kaynaklarda bulunamamtr.
196 KÜTU'L-KULÛB

Bu ki anlay (hadiseye farkl yaklaan) iki grubun yolu ve iki ayr ma-
kama sahip olan kimselerin farkl halleridir. Günahlar hatrlama; müridle-
rin yolu ve korku ehlinin hâlidir. Onlar günahlarn hatrlamakla, devaml
bir hüzün ve kalplerinden hiç ayrlmayan bir korkuyu elde ederler.

Zikir ve salih amellerle megul olarak günahlar tamamen unutmak


ise, ariflerin yolu ve sevenlerin hâlidir. Bunlarn hareket ekli, tevhidi mü-
ahede etmektir. Bu, Allah Teala'y tanmada bir makamdr. Öncekilerin
hâli ise, dikkat edilecek noktalar ve çizilen snrlar müahede etmektir.
Bu da Allah Teala'y tantmada bir makamdr. Kul hangi makamda bulu-
nursa, onu müahede eder ve onun gereine göre amel eder.

Tevhidi müahede makam arifler yannda varlklar müahededen


daha üstündür. Her ne kadar bu müahede alan daha geni ve (müahe-
de edilecek varlklar) daha çok ise de bu, ashab- yemin (olan) müminler-
le yaknlk elde etmi umum salihlere ait bir müahededir.
Allah Teala'ya

Tevhid müahedesi ise, daha az ve daha dar (özel) alanda olan bir müa-
hededir. Bu, müahede sahipleri daha yüksek ve daha faziletlidir. Bu mü-
ahede, mukarrabûn makamndaki veliler ve seçkin arifler içindir. Mürid
bazen, Davud Aleyhisselamn hatasn hatrlayp esef etmesi hadisesine
benzer bir halle karlar. üphesiz peygamberler dier insanlardan ayr
bir konumda olduklar için ümmetin hâli onlara kyas edilmez. Ancak onla-
ra da bazen müridlerin halleri yaatlr ve ilim taliplerinin hâli içinde bulun-
durulurlar. Bu durum, ümmetin onlar örnek almas ve alimlerin (ilim ve ter-

biyede takip edecekleri) bir yol olmas için olur.

Bil ki, yakîni zayf, nefsi kuvvetli olan kimsenin (geçmi) günahlarn
hatrlamas annda kalbin ehvetle ona nazar etmesi yahut nefsin önce-
den ald tat sebebiyle ona meyletme tehlikesi mevcuttur. Bu durumda o,
fitneye düme sebebi olur ve düzelttiini bozar. Ayn ekilde günaha da-
danm bir kimsenin günahn sebebine nazar etmesiyle, nefsin o tarafa
hareket etmesinden de emin olunamaz. Nefisle anlama noktas bir kötü-

lük olmad sürece, ona kar sabrla mücahede edebilsin diye onunla,
anlama içinde olmak daha faziletlidir. Ancak bunda bir aldanma ve tehli-

ke vardr. Bu durumda onunla beraberlik terk edilir ve sebepler kesilir. O


zaman mürid daha selamette olur. Mürid için daha selametli olan en fazi-
letlisidir.
YAKlN MAKAMLARI vt YAKN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAMI 197

Geçmi günahlarn unutulmasnda, gelecei düünme ve ikinci kez


boa geçirme korkusuyla zayi ettii vakitlerini telafi etmeye koma vardr.
Marifet ehlinden birisi demitir ki: "Müridlerin içinden durmadan cen-
düünmesi ve ondaki güzel nimetleri, giyecek ve hurileri hatrlayp
neti

durmas güzel karlanmaz. Mürid için güzel olan, kalbindeki düünceleri-


nin Allahu Teala'nn zikri, hayal ve arzularnn da masivaya deil, sadece
Allahu Teala ile alakal eylere bal olmasdr. Çünkü mürid daha yeni
tövbe etmitir; devaml bir istikamet haline ve uzunca sükûta alk deil-
dir. Bu durumda cennetin nimetlerini hatrlaynca, kalbinin zayf olmasn-
dan dolay, dünyada müahede ettii güzel yiyecekler, giyecekler ve ev-
lenme gibi cennet nimetlerine benzer eylere itah duymasndan (ve mey-
letmesinden) emin olunamaz. Çünkü dünyadakiler hemen ele geçen ni-
metler, cennettekiler ise daha sonra ulalacak eylerdir. Bunu için müri-
din nefsi, hatrlad ahiret nimetlerinin benzerlerini acele olarak dünyada
ele geçirmek ister. Müridin bütün düünce ve arzusu Allahu Teala olunca,
bu duygu onu dünya süslerinden ve ehvetlerinden daha çok uzaklatrr.
Böyle olunca eytan (cennet nimetlerinde olduu gibi) dünyada benzerini
gösterip onun yakîninin kuvvetlenmesine, adetinin hakikate dönmesine ve
ismet halinin devam etmesine kadar önceki gibi bir hileye cesaret ede-
mez. mkan bulamaz."

ZORLANARAK YAPILAN HAYRIN DURUMU


Alimler, bir günah terk edip istikamet üzere amel eden, fakat bu ara-
da nefsi kendisini günaha çekmeye çalt için onunla mücahede hâlin-
de olan bir kulla, günah terkedip kendini slahla uraan, nefsi kendisini
günaha çekmek ve eski haline döndürmek için hiç uramayan, bu ne-

denle kalbinde nefisten gelen bir arlk ve ona kar bir mücahede hâli ol-

mayan dier bir kulun hangisinin daha faziletli olduu konusunda ihtilaf et-

milerdir.

am'l alimlerden bazlar: "Nefsi kendisini günaha çeken ve onunla


mücahede eden kimse daha faziletlidir. Çünkü onda bir çekime ve onun-
la mücahede fazileti vardr, demitir.

Ahmed b. Ebi'l-Hivarî ve Ebu Süleyman ed-Dârânî'nin ashab bü gö-


rüü benimsemilerdir.
198 KÛTU'l-KULÛB

Basra alimleri ise: "Yakîni müahede ve huzur sebebiyle nefsi kendi-


siyle çekimeyen, içinde alt eylere kar bir arzu ve istek kalmayan
kimse daha faziletlidir," demilerdir. Basra alimlerinin büyüklerinden Ra-
bah Amr el-Kaysî bu görüü benimsemi ve demitir ki: "ayet bu kim-
b.

se hâlinde geveyecek olsa; selamete daha yakn olur. Dier kimsenin ise
bu geveme esnasnda günaha dönmesinden korkulur."

Gerçekten bu durum onun dedii gibidir.

Alimler, kendisinden Allah yolunda malndan bir ey vermesi istendi-

i zaman, nefsi buna yanamad için infak kendisine zor gelen, fakat

nefsiyle mücahede ederek maln infak eden kimseyle, kendisinden Allah

için bir ey istendiinde, nefsinden herhangi arlk gelmeden


bir itiraz ve
onunla bir mücahedeye de girmeden istenir istenmez gönül holuu ile in-

takta bulunan kimseden hangisinin daha faziletli olduu konusunda da ih-

tilaf etmilerdir.

Bir grup alim, nefsiyle mücahede ederek infakta bulunan kimsenin da-
ha faziletli olduunu söylemitir. Çünkü onda nefsinden gelen isteksizlik

ile onunla mücahede bir arada olmakta ve kendisi için iki amel olumak-
tadr. bn Ata ve ashab bu görüü benimsemilerdir.
Dier alimler de, herhangi bir ikrah ve olmakszn gönül holuu
itiraz

ile infakta bulunan kimsenin daha faziletli olduunu söylemilerdir. Çünkü


nefsin cömertlii ve zühd hâlinin gerçeklemesiyle elde edilen bu adamn
makam, birinci ahsn, nefsini zorlama, onunla mücahede ve bu halde
maln infak etmek gibi zorlanarak yapt bütün amellerinden daha fazilet-
lidir. Çünkü birinci ahs bu seferinde nefsine galip gelse bile, ikinci yahut
üçüncü seferinde nefsine hakim ve galip geleceinden emin olunamaz.
Çünkü cömertlik onun makam deildir ve nefis buna zorlanarak sevk edil-
mektedir." Cüneyd el-Badadî bu görütedir. Bence de dorusu onun de-
dii gibidir. Buradaki lafzlar bize aittir.

GÜNAHI ARZULAMAK NE ZAMAN GÜNAH OLUR?


Ebu Muhammed Sehl'e, bir günahtan tövbe edip onu terkeden,
ra kalbiyle onu hatrlayp veya görüp veyahut iitip içinde ona kar k

bulan kimsenin durumu sorulunca Sehl öyle demitir:


YAKN MAKAMLARI vt YAKN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAMI 199

"Tat almak insann tabiatdr. Bu tabiatn bulunmas gerekir. Böyle bir

durumda çare olarak kulun yapabilecei ancak udur: Kalbiyle ikayetini


Mevlâ'sna arzeder, gelen düünceyi kötü görür ve nefsini de devaml onu
kötü görmeye zorlar ve onu hep bu halde tutar. Ayrca, Allah Teala'ya, gü-
nah kendisine unutturup, zikir ve taatyla megul etmesi için dua eder.
Eer kalbe gelen günah arzusunu bir an inkardan gafil olsa, ondan kurtu-

lamamasndan ve günah tadnn kalbinde yer etmesinden korkulur. Fakat


bu tad bulmakla birlikte kalbiyle onu reddederek devaml üzüntü içinde ol-

sa bu ona zarar vermez."

Bence de durum (ve hüküm) böyledir. Çünkü, kalpte ehevî arzular


kald müddetçe tövbe sahih (ve salam) olmaz ve kuldan onlar temiz-
lemek ve kalbinden gidermek için mücahede istenir.

Bu, müridlerin hâlidir. ehvetlerin kalpten silinmesi ariflerin hâl ve ah-


lakna sarlmakla mümkün olur.

GÜNAHIN PENDEN GELEN GÜNAHLAR


Çou zaman, ilenen bir günaha ondan daha büyük pek çok günah
eklenir. Mesela, günahta srar etmek, ona özenmek tövbeyi geciktirmek,
benzeri bir günah elde edince tat almak, yahut kaçrnca üzülmek, günah
ilemekle sevinmek, yahut iki kii arasnda olacak bir günaha bakasn
sevk etmek, Allah Teala'nn (kendisine emanet ettii) maln günahta har-

camak ki, bu küfran- nimettir. Denilmitir ki:

"Kim haramda bir dirhem harcarsa, o müsriftir."

Ayrca günah küçük görmek ve onu basile almak, onu ilemekten da-
ha büyüktür. Bunlarla birlikte kulun, Allah Teala'nn iledii kusuru örtme-

sini basit bir ey görmesi ve Mevlâ'nn ona kar hilimle muamelesini ha-
fife almas; onun için bir aldanma ve kendisini emniyette görme olur W\,

bunlar da büyük günahlardandr. Yahut kulun, Allah Teala'nn günahn


örtmesi ve yapt kötü iin karl olan ceza yerine onun tam zdd olan
iyi muamelede bulunma nimetini bilmemesi de, ilenen günahtan daha
büyük bir günahtr.

Nitekim Allahu Teala'nn övüldüü bir duada Hz. Peygamber (s.a.v)

öyle demitir:
200 KÛTU'L-KULÛB

"Ey güzeli (güzellii) ortaya koyan, çirkini (çirkinlii) örten, günah le-
yeni hemen yakalayp hesaba çekmeyen ve kulun kusurlarn açp perde-
yi yrtmayan Allahml™
Denilmitir ki: "Her isyan eden Rahman'n himayesi altndadr. Allah o
kulun üzerinden himayesini çekince kulun günahn örten perdesi yrtlp
kusurlar ortaya çakr."

lenen günahtan daha büyük bir günah da, onu açklamak, onunla
övünmek ve böbürlenmektir. Bu bir taknlktr.
Bir hadis-i erifte öyle buyrulmutur:
"Günahlarn açklayanlar hariç bütün (samimi tövbe eden) insanlar
affedilmitir. nsanlardan birisi geceleyin bir günah iler, Allahu Teala gü-

nahn örtmütür. Ancak, sabaha çknca Allah Teala'nn örttüü perdeyi


açar ve günahn (insanlara) anlatrsa ite bu affedilmez.™»

Çou zaman bir günahkar, bakalarnn da uyduu bir günah çr


açar onunla amel edildii müddetçe o günahn getirecei kötülükler ken-
disine yazlmaya devam eder. 310

Denilmitir ki: "Öldüü zaman, günahlar da kendisiyle ölen ve onlar-


dan hesaba çekilmeyen kimseye müjdeler olsun. Günahn bakasna bu-
latrmayan kimseye de müjdeler olsun."

Alimlerden birisi demiti ki: "Günah ileme, eer günah ilemek duru-
munda kalrsan, günaha bakasn sevk etme, iki günah kazanm olur-

sun."

Allahu Teala, ayet-i kerimede, bakalarn günaha sevk etmeyi müna-


fklarn sfat olarak zikretmi ve öyle buyurmutur:

"Münafk erkekler ve münafk kadnlar (sizden deil) birbirlerindendir.

Çünkü onlar kötülüü emreder, iyilikten alkoyarlar.*"

Kim din kardeini bir günaha sevkederse, kötülüü emretmi iyilii

nehyetmi olur.

308
Hakim, Möstedrek, 1. 544; Kurtubî. Tefsîr, XVI, 17.
309
Buharî, Edeb, 60; Müslim, Zühd, 52.
310
Bkz: Müslim, lim, 15; Zekat, 69; Nesaî, Zekat, 64; bn Mace, Mukaddime, 14; Darimî, 14; Ah-
med b. Hanbel, Müsned, IV, 352. 359, 360. 362.
3,1
Tövbe 9/67.
YAKN MAKAMLARI v« YAKN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAMI 201

Seleften birisi demiti ki: "Kii bir din kardeinin iledii günaha yar-
dmc olup sonra bunu onun için basit bir ey görmesinden daha büyük bir
cinayet ilememitir."

Bazen bir kul, krk sene ömür yaar, sonra ölür. Fakat kendisinden
sonra günahlar yüz sene devam eder. Onlar yüzünden kabrinde azap gö-
rür. Bu, kötü bir çr açt ve ona tabi olunduu zaman olup, o ey orta-
dan kalkncaya, yahut onunla amel edenler (tamamyla) ölüp bitinceye ka-
dar devam eder, sonra günahn vebali üzerinden düer ve ondan rahat

eder."

Denilmitir ki: "Günahlarn en büyüü, kiinin öncekilerden bizzat ta-

nmad ve görmedii kimselere zulmetmesidir. Mesela, önceki imamla-


rn ve din büyüklerinin hakknda ileri geri konumak gibi. Bütün bu anlat-
tklarmz, tek bir günaha bal olup ondan daha büyük olan günahlar da
girmektedir. u ayet-i kerimede de buna iaret edilmektedir:

"Onlarn önden gönderdiklerini ve (geride braktklar) eserlerini yaza-


rz.™ 2

Ayetteki eserlerden maksadn, hayatlarndan sonraya braktklar


kendileriyle amel edilen (iyi veya kötü) eyler olduu söylenmitir.

Bir hadis-i erifte öyle buyrulmutur:

"Kim kötü bir çr açar da kendisinden sonra onunla amel edilirse,

onunla amel edenlerin kazand günahn bir misli de ona yazlr. Onlarn
günahlarndan da hiçbir ey noksan/atrlmaz.™ 3

bn Abbas derdi ki: "Kendisine tabi olanlar yüzünden vay alimin ba-
na gelenlere. Alim bir hata yapar, hemen hatasndan döner, insanlar ise,

o hatay dört bir yana yayarlar."

Edep ehlinden birisi demitir ki: "Alimin hatas geminin delinmesine


benzer. O delik yüzünden hem kendisi hem de içindeki insanlar batar."

Israiliyata ait haberlerin birinde öyle nakledilmitir: "Bir alim insanla-

r bidate sevk ederek saptrd. Sonra tövbe etti, Allah Teala'ya dönüp uzun

312 Yasin 36/1 2.


3,3 Müslim, lim, 15; Zeküt, 69; Nesaî, Zekat, 64; bn Mace, Mukaddime, 14; Darimî, Mukaddime,
44; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 357, 359, 360, 362.
202 KÛTU'l-KULÛB

bir süre hâlini slah ile urat. Allahu Teala zamann peygamberine öy-
le vahyetti: "O alime de ki: "Eer günahn seninle benim aramda kalan bir

günah olsayd, miktar ne olursa olsun seni affederdim, fakat, kullarmdan


saptp atee soktuklarn yüzünden halin nasl olacak?"

Günah helal görme ve bakalar içinde helal kabul etmeye gelince,


bu ilediimiz konunun tamamen dndadr. Çünkü o, slam milletinden
ayrlmak, eriat deitirmek ve ayn zamanda Allah Teala'y inkar etmek-
tir. Bu konuda Rasûluilah (s.a.v) öyle buyurmutur: "Kur'an'n haram kl-

dklarn helal gören, Kur'an'a iman etmemitir.'314


Allahu Teala, Kur'an- Kerimde, kötülük yapmaya cehalet ismini ver-
mi ve öyle buyurmutur:

'Sizden kim cahillikle bir kötülük, ilerse...™

"Bilakis siz, cahillik yapan bir topluluksunuz. * 16

"Hayr, bilakis siz (amellerinde) israf (taknlk) eden bir topluluksu-


nuz.™ 7

Denilmitir ki: "Allahu Teala, üç amele (çok) gazap eder ve onlardan


ar titrer: Bunlar;
1- Haksz yere (ksas olmakszn) cana kymak;
2- Erkein erkee yanamas,
3- Kadnn kadnla sevimesidir."

Bir haberde öyle nakledilmitir:

"Lût kavminin amelini leyen kimse denizler dolusu su He ykansa gü-


nahn temizleyemez. Onu ancak tövbe temizler.™

GÜNAHIN GETRD KÖTÜ SONUÇLAR


Günah ilemekte kötü netice olarak, taattan mahrumiyet, hizmetin ta-

dn yitirmek ve Mevlâ'nn gazabndan baka hiç bir ey olmasayd, bun-

3 " Beyhakî, uabu'l-man, l, 198 (h. no: 183); Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, 1, 177.
m En'am6/54.
3.6
Nemi 27/55.
3.7
A'raf7/81.
318
Hatîb, Tarihu Badad, III, 114; Deylemi, Firdevsü'l-Ahbar, No: 6892; Aclunî, Kefu'l-hafâ, No:
2093; Sehavî, Mekasd, No: 887.
YAKN MAKAMLARI vt YAKN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAMI 203

lar insana en büyük ceza olarak kafi gelirdi. Nitekim Vuheyb b. el-Verd'e:

"Günah ileyen ibadet ve tattan tat alr m?" diye sorulunca: "Hayr, güna-

ha niyetlenen de taattan tat alamaz," demitir. Bunun için Allah Teala, Hz.

Yahya'ya (a.s) "Seyyid" ismini vermitir. Çünkü o, hiçbir günaha niyetlen-

memitir. u halde seyyidliin (gerçek efendiliin) alameti, günaha niyet-

lenmemektir. Herkesin erefi günahlara kar gönlünün durumuyla ölçülür.


Demek ki, günahlara niyetlenmeyen kimse gerçek efendidir.

Bir haberde öyle buyurulmutur:

Kim öhret elbisesi giyerse (baz rivayetlerde; kim füzerindeki; palto


(ve benzeri giysisine; bakp (insanlara kar; kibirlenirse, Allah katnda
• •919

Nasl böyle olmasn ki ilâhî emirlere muhalefette, Hakk'tan uzaklk,

(kalpte) soukluk ve hizmetten geri kalma mevcuttur.

Bir haberde nakledildiine göre, Adem (a.s) yasak aaçtan yedii za-
man, bedenindeki elbiseler üzerinden uçtu gitti, avret yerleri açld, ban-
daki taç ve alnndaki süs üzerinde durmaktan haya ettiler. Bunun üzerine
Cebrail (a.s) gelip bandan tac, Mikail (a.s) da alnndaki süsü çözüp al-

d. Adem ile Havva'ya arn üstünden: "Huzurumdan (aa-yeryüzüne)


inin, bana isyan eden huzurumda bulanamaz." hitab geldi. Bunun üzeri-

ne Adem (a.s) alayarak Hz. Havva'ya döndü ve: "Bu, ilediimiz günahn
ilk uursuzluudur; bizi dostun huzurundan çkard," dedi.

Rivayet edildiine göre Süleyman (a.s) bir hatas yüzünden mülk ve


saltanat krk gün elinden alnm, yüz üstü meydanda kalm, nihayet krk

gün bitiminde, hatas affedilmi, saltanat geri verilmi, kular ba ucunda


birikmi, cinler ve vahi hayvanlar etrafna toplanmlardr. Daha sonra
kendisini hor ve hakir görüp itip kakanlar, imdi huzurunda boyun eip,
özür dilemiler, o da onlara:

"Ben, bundan önce yaptklarnzdan dolay sizi knamyor, imdiki


yaptnz hürmet için de sizi övmüyorum. Bu, gökten/Allah'tan gelen bir

itir, olmas muhakkakt oldu," demitir.

319
Ebû Davud, Libas, 4; bn Mace, Ubas, 24; Ahmed b. Hanbel. Müsned, II, 92, 139; Beyhakî,
uabu'l-man, No: 6230 (Biraz farkl lafzla), Ebu Nuaym, Hilye, IV, 190-191.
204 kûtu'l-kulûb

Bana kadar ulaan bir habere göre, Hz. Süleyman (a.s) ordusuyla bir-

likte bir yolculuk yapyordu. Kendisini ve ordusunu rüzgar tayordu. Hz.


Süleyman'n (a.s) üzerinde yeni ve güzel bir gömlek vard. Bir ara ona ba-
kp beenir gibi oldu. O zaman rüzgar kendisini yere brakt. Rüzgara:
"Sana emrettiim halde niçin böyle yaptn?" diye sorunca, rüzgar: "Biz an-
cak, sen Allah Teala'ya itaat ettiin zaman sana itaat ederiz, (imdi ise el-

biseni beenmekle nefsine uydun, hata ettin) demitir."

Alimlerden birisi bu manada öyle demitir: "Kim Allah'tan korkarsa,


her ey ondan korkar. Kim de Allah Teala'dan bakasndan korkarsa, Al-
lah onu her eyden korkutur. Ayn ekilde, kim Allah Teala'ya itaat eder-
se, Allah her eyi onun emrine verir. Kim de O'na isyan ederse, Allah o

kulu dier varlklann hizmetçisi yapar ve ona korktuu eyleri musallat


eder."

Eer günahta srarda uursuzluk olarak sadece kulun eline geçen her
imkann kendisi için bir ceza olmasndan baka bir ey olmasayd, bu bi-
le kafi gelirdi. Çünkü, (bu halde olan bir kulun eline geçen) zenginlik olsa,
bununla cezalandrlr ve istidraca dümesinden (hâline aldanp isyana
devam ederek azaba yaklamasndan) korkulur. Eer eli dar olup sknt
içindeyse bu zaten onun için bir cezadr.

Bir haberde:

"üphesiz kul, iledii günah sebebiyle rzkndan mahrum olur.*20 bu-


yurulmutur.

Haramdan rzk kazanmak kulu salih amellere sevk edecek ilâhî tev-

fikin/yardmn azlndandr, denilmitir. bn Mesud derdi ki: "Ben, kulun i-


ledii günah yüzünden ilmi unutacan düünüyorum."
ayet tövbenin, ilmin ve istikamet üzere itaatin (bu halde iken) elde

ettiklerinden baka bir bereketi olmasayd, bu onun için hayr olarak yeter-

di. Bu kimsenin eline geçen zenginlik ise, Allah Teala'nn ona bir rahmet
ve ihsandr. Eer darlk (sknt) ise bu, Allah'tan bir imtihandr, kulu çin
yapt bir tercihtir. Bunu anlayan kul o hâlin lezzetini tadar. Çünkü o, Al-

320
bn Mace, Mukaddime, 10; Fiten, 22; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 227, 280, 282; Zebidî,
thafu's-Sade, X, 780-81.
YAKN MAKAMLARI vt YAKN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAMI 205

lah Teala'nn yolundadr, kendisi O'nun taatnda sabit ve daim olduu hal-

de bana böyle bir durum gelmitir.

nsanlara karmakta hiçbir uursuzluk ve zarar olmasayd bile, din ve


dünya ilerindeki muamelelerinde onlarla birlikte zulme (hakszla) ortak
olmas günah olarak ona yeter de artar bile. nsanlar içinde bildik ve tan- •

dklar az olan kimselerin, onlarla ileyebilecei hatalar da az olur.

Seleften birisi demitir ki: "Laneti gerektiren yüzdeki siyahlk ve mal-


daki noksanlk deildir. nsan lanetlik eden ancak bir günahtan çkar çk-
maz bir benzerine veya daha beterine dalmaktr."

Bunun sebebi udur: Lanet, kovulma ve uzaklama demektir. Kul, ta-


attan uzak kalr, artk kendisi için iyiliklerin yolu açlmaz ve onlarda muvaf-
fak klnmaz ise; lanete uramtr.
Az önce yukarda geçen: "Kul, iledii günah yüzünden rzkndan
mahrum olur. " haberi hakknda öyle denmitir: "Kul günaha dald için

helalden mahrum olur ve onu kazanmaya muvaffak klnmaz." Hadis hak-


knda u yorumlar da yaplmtr.
"Günaha dalan kul, alimlerin meclisinden mahrum olur ve kalbi, ehl-i

hayrn sohbetine açlmaz (onlarn sohbetinden sklr)."

"Salihlerden ve marifetullah sahibi alimler, günahta srar eden kimse-


ye kzar ve kendisinden yüz çevirirler."

"Günaha dalan kul tamamen cehalete sapland için hâlini güzelle-


tirecek ve amelini slah edecek ilimden mahrum kalr. ehvetlerine dald-
için üpheli eyleri farkedemez, tam tersine bütün iler birbirine karr.
Bu durumdaki bir kul, Allah Teala'dan bir korumaya mazhar olmad için

ilerin içinde bocalar durur, en dorusuna en faziletlisine ulamaya mu-


vaffak olamaz."

Fudayl b. yaz derdi ki: "Zamann deimesinden, (din) kardelerinin


eziyetlerinden houna gitmeyen bütün eyler; senin günahlarn yüzünden
bana gelmitir, bunu böyle bilesin."

Denilmitir ki: "Kur'an' ezberledikten sonra unutmak, en iddetli ce-


zalardan birisidir. Onun tilavetinden mahrum olmak, okurken kalbin daral-
mas ve ona zt olan eylerle megul olmak günahta srarn cezasdr."
208 kûtu'L-külCib

am'l sûfîlerden birisi demitir ki: "Yüzü güzel olan Hristiyan bir gen-
ce gözüm takld. Durup bir müddet ona baktm. O esnada yanmdan b-
nu Cella ed-Dmekî geçiyordu, elimi tuttu, kendisinden utandm ve: "Ya
Eba Abdullah! Sübhanellah! u güzel surete hayret ettim. Bu güzel san'at

nasl ate için yaratlmtr, hayret ediyorum," dedim. O eliyle beni dürttü
ve: "Bir zaman sonra bunun cezasn muhakkak göreceksin," dedi. Ger-

çekten de, otuz sene sonra o bakmn ve sözümün cezasn çektim."

Seleften birisi demitir ki: "Ben yaptm bir hatann cezasn, merke-
bimin (bana kar) huysuzlamasndan anlyorum."
Bir bakas ise: "Yaptm hatalarn cezasn evimdeki atete elimin
yanmasna varana kadar her eyde fark ediyorum," demitir.

Bize, Mansûr el-Fakîh'in öyle dedii nakledildi: "Ebu Abdullah es-


Sukrâ'y rüyamda gördüm, kendisine: "Allahu Teala sana ne yapt?" diye
sordum. Dedi ki: "Beni ter içinde huzurunda durdurdu; öyle ki, (ter ve
utançtan) yanamn eti dütü." Ben: "Niçin ne sebeple bu muamele edil-

di?" diye sorunca: "Yanma gelen güzel yüzlü bir gence dikkatlice bakm-
tm. Giderken de ayn eyi yaptm. te bu hâl onun cezasdr," dedi.

Cezann konusu, iddet ve skntdr. Her kulun cezas, üzerine fazla

dütüü eyden olur. Dünya ehli kimseler, kazancn zorlamas ve malla-

rn helak olmasyla dünya rzkndan mahrum edilerek cezalandrlr. Ahi-


ret ehli ise, salih ameller sevk edecek ilâhî tevfikin azl ve doru ilimle-

rin yolunun açlmasndaki zorlukla ahiret rzklarndan mahrum braklrlar.

Bu, her eye hükmü "geçen ve her eyi en iyi bilen Allah'n takdiridir.

Ebu Süleyman ed-Dârânî: "Uykuda ihtilam olmak (ehlullah için) bir

(nevi) cezadr" derdi. u söz de ona ait: "Bir kimsenin cemaatla namaz
kaçrmas, ancak iledii yeni bir günah sebebiyledir."

Cezalarn naziklemesi (ve çeitlenmesi) derecelerin yükselmesine


göre farkl olur. Bir haber de öyle buyurulmutur:

"Zamannzdaki holanmadmz eyler amellerinizdeki bozukluklar


yüzündendir.™

321
Beyhakî, ez-Zühdu'l-Kebîr, No: 709; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, X, 231 ;
Zebidî, thafu's-

Sade, X, 783 (Beyrut-Lübnan basks). Heysemî isnadnn hasen olduunu belirtmitir.


YAKN MAKAMLARI v« YAKÎN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAMI 207

Dier bir (kudsi) haberde de Allahu Teala öyle buyurmutur:

'Kulum, teatime kar ehevî arzular tercih ettiinde, ona vereceim


cezalarn en küçüü, kendisini mûnacaatmn (bana yapaca naz ve ni-
yazn) lezzetinden mahrum brakmamdr.* 22 Bu, muamele ehlinin cezas-
dr.

Eer, kul bir günah ilediinde kalbin deimesi (ve bu deimenin


sonucu oluan zulmet) yüzüne vuracak olsayd, yüzü simsiyah olurdu.
Fakat Allah (c.c) yüce hilmi (ve rahmeti) ile kulu bu halden koruyup güna-
h saklyor ve onu kalpte örtüyor. Ancak, günah kalpte tesirini gösterir, sa-
hibine perde olur, kalbi Allah'n zikrine kar katlatrr, hayr ve iyilik ar-

zusunu ve hayrda koma evkini yok eder. te bu da cezalarn en büyü-


üdür.

Denilmiti ki: "Kul bir günah iledii zaman, kalpte bir zulmet olutu-
rur, ondan kalpte bir duman yükselir. man ona ahit olur. Bu hâl, kendisi-

ni günahn rahatsz ettii bir kulun üzülecei bir noktadr. Bu duman bulu-
tun günei perdelemesi gibi, kul için ilâhî ilimleri almaya ve anlatmaya kar-
bir perde olur. Bu hâl görülmez ancak, kul halka kar tavrlarnda onu
fark eder. Kul, tövbe edip halini slah edince, zulmet perdesi açlr, iman
ortaya çkar ve artk kula hak ilme göre hareket etmesini emreder. Güne-
in bulutun altndan çkp ortal aydnlatmas gibi, kalbin üzerindeki per-

de kalknca kalp aydnlanr, hak ile batl iyice fark eder.

u ayet-i kerime de kalbin günahlarla iyice kaplanp kapanmasn an-


latmaktadr:

'Hayrl Bilakis, onlarn lemekte olduklar (kötülükler) kalplerini ka-


patmtr.™
Kalbin bu hâli için denilmitir ki: "Ayetteki hâle düen kul, günah üstü-
ne günah iler. Öyle ki sonuçta, kalp iyice kararr, iman perdelenir, artk
tanmad gibi herhangi bir kötülüü de çirkin görmez. Kalbin siyah-
iyilii

l son noktasna gelince üstü altna çevrilip ters, yüz edilir. O zaman kalp
tamamen nifak türü ilerle dolar, onunla huzur bulur ve Allah Teala'nn

322
Zebidî, thafu's-Sade, X, 783. Irakî asln bulamadn belirtmitir.
323
Mutaffifîn 83/14.
208 KÛTU'l-KULÛB

(rahmet nazaryla ) nazar edip fazlyla kendisine acmasna kadar öylece

kalr.

Hasan- Basrî demitir ki: "Kul ile Rabbi arasnda malum bir günah s-
nr vardr. Kul onu anca, Allah kalbini mühürler ve bundan sonra onu
hayrda muvaffak etmez."

Ibn Ömer yoluyla gelen bir hadiste öyle buyrulmutur: "Mühür arta
asldr. Yasaklar çinendii ve haramla helal görülüp ilendiinde Allahu
Teala (bir melek ile) mûhrû gönderir, kalpler içindeki (nifak, kûfûr ve isyan)

sebebiyle mühürlenir.™

Mücahid de öyle demitir ki: "Kalp (ilk haliyle) açlm bir avuç gibidir.
Kul her günah ileyiinde bir parmak kapanr ve nihayet bütün parmaklar
kapanr. Kalp de ilenen (ve peinden tövbe edilip temizlenmeyen) her bir

günah ile iyice kapanr ve sonunda kilitlenir, (üzerine mühür vurulur)."

Denilmitir ki: "Her günah için kalpte biten bir bitki vardr. Günahlar

çoalnca kalbin etrafn meyve kabuu gibi sarar ve kalbi kapatr. te bu


durum, kalbin klfla örülmesidir."
325 kalbin hakk
Bu hâlin, Allahu Teala'nn ayet-i kerimelerde zikrettii ,

iitip anlamasna mani olan perde olduu zikredilmitir.

Velilerden birisi bana, Ebu Amr b. Ulvan'n uzunca bir kssasnda öy-
le söylediini anlatt:

"Bir gün namaz klyordum; kalbime kötü bir arzudütü ve uzun bir za-
man megul etti. Sonra bende erkeklerde
fikrimi oluan ehvet meydana
geldi. O an yere ykldm, bütün bedenim simsiyah oldu. Bunun üzerine üç

gün eve kapandm, dar çkamadm. Banyoya girip sabun ve benzeri


eyler ile bu siyahl gidemeye çaltm, fakat temizlemek bir yana, vücu-
dumun siyahl daha da artt. Üç günden sonra vücudumun rengi beya-
za dönütü. Ben de dar çktm. Ebu'l Kasm Cüneyd el-Badadî ile bu-

lutum. Hazret, Rakka tarafna gelmi ve beni görmek istiyormu. Yanna


vardmda, bana:

324
Bezzar, Müsned, No: 3298; Beyhaki, uabu'l-man, No: 7213; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid,
VII, 269; Münziri, et-Terb, I, 332; Elbani, Daife, No: 1270.
325 Enam 6/25; sra 17/46; Kehf 18/57.
YAKN MAKAMLARI vi VAKÎN EHLNN H ALLERI/TOVBE MAKAMI

"Allahu Teala'nn huzurunda takm ehevî eyler ge-


iken, içinden bir

çirerek Rabbinin huzurundan çkmaya haya etmiyor musun? Eer Allahu

Teala'ya dua edip senin adna tövbe istifar etmeseydim, hiç üphesiz Al-
lahu Teala'ya o siyah renkte kavuacaktn?" dedi. Ben buna ardm. O
Badat'ta, ben Rakka'da iken ve bu hâlimi de Allahu Teala'dan baka hiç

kimse bilmiyor iken onu nasl bildiine hayret ettim."

Ben bu hadiseyi alimlerden birisine anlatnca, o: "Bu, Allahu Teala'nn


ona bir acmas ve hayret edilecek bir ihsandr. Çünkü günah kalbini si-

yahlatmam, günahn zulmeti dna vurmu. Eer günah kalbinin derin-


liklerinde yer etseydi onu helak ederdi" dedi ve unlar ekledi:

devam ettii her günah, bu adamn cesedini


"Kulun iledii ve srarla
siyahlatt gibi kalbi siyahlatr. Onu ancak tövbe temizler. Fakat herkes,
günah için ne bn Ulvan'n yaptn yapar, ne de Ebu'l-Kasm Cüneyd gi-
bi kendisine acyp Allah'tan affn isteyecek kimse bulabilir.

GÜNAHLARIN CEZASI VE TEMZLENME YOLLARI »

Her günahn bir cezas vardr. Ancak Allah'n affettikleri hariç. Bu ce-
za, günahn miktarna göre ve kulun bildii ekilde deildir. O, Allah'n di-

lemesi ve ezeldeki takdirine göredir.

Günah cezas çou kez kalpte olur. Bu, kalplerin hasta Oluu eklin-
de tezahür etmektedir. Ceza çou kez de cesette Bu ceza bazen mal-olur.

larda, bazen ailede, bazen slam alimlerinin ve müminlerin gözünde itibar

ve mevkiin yitirmede kendini gösterir. Bazen ahirete braklr ki, bu cezala-


rn en büyüüdür. Bu tür ceza tövbe etmeden ölen büyük günah sahiple-
riyle günahnda srar eden, fiilinde kibir ve büyüklenme hâlinde olan kim-
selere mahsustur. Çünkü, eer günahn cezas acilen dünyada verilseydi,

dünya ölçülerine göre olacandan bu ceza kolay olurdu. Ahirete brakln-


ca ceza ahiret ölçülerine göre verileceinden iddeti büyük ve ar olur.
Bir haberde öyle buyurulmutur:

"Allahu Teala bir kula hayr murat ettii zaman, günahnn cezasn
(dünyada) peinen verir. Kötülük murat ettii zaman da cezasn geciktirir
ve ahirette tam olarak verir.* 26

Ahmed, Müsned, IV, 87; Hakim, Müstedrek, I, 349; bnu Hbban, Sahih, No: 291 1 ; Heysemî,
Mecma/z-Zevaid, X, 192.
KÛTU'L-KULÛ'B

Bil ki, dünyadan elde edemediine üzülmek, hrs ile dünyaya yönel-
mek kul için bir çeit ceza olduu gibi, dininden kaybettiine hiç aldr et-
meyerek eline geçen dünya malna sevinmek de bir tür cezadr.

Bazen, isyana sebep olduklar zaman, afiyetin devam etmesi ve zen-


ginliin artmas da bir nevi cezadr. (Çünkü kul hâline aldanp isyana de-
vam etmekte ve ahiretini unutmaktadr.)

Bazen, bir günahn cezas, onun gibi bir günah yahut ondan daha bü-
yüüne saplanmak olur. Nitekim bir taatm sevab da kulun bazen onun gi-

bi bir taata, bazen de ondan daha faziletlisine ulatrlmas eklinde orta-

ya çkar. u ayet-i kerimede ilk duruma bir iaret vardr:

"Allah size sevdiinizi gösterdikten sonra isyan ettiniz.* 27

Burada sevilen eyin afiyet ve zenginlik olduu söylenmitir.

Nitekim bazen de fakirlik ve hastalk, kulun günahtan korunmasna


sebep olduunda bu Allahu Teala'dan ona bir rahmet olmaktadr. Bunun-
la birlikte günaha ve isyana sebep olduklarnda da kötülüklerin kayna
durumundadrlar.

Bil ki, hilim (yumuaklk) cezay kaldrmaz, fakat geciktirir. Çok halim
olan Yüce Mevla'nn bir sfat da cezay çok geciktirmek deil, bir zaman

sonra vermektir. Bu manada Allahu Teala öyle buyurmutur:

"Kendilerine yaplan uyarlan unuttuklarnda (indirmi olduumuz s-


knt ve musibetleri kaldrp) üzerlerine her eyin kapsn açtk Nihayet
kendilerine verilen eylerle mardktan zaman onlar anszn yakaladk * 28
Bu ayette bahsedilen kimselerin, marp isyana dalmalarndan altm
sene sonra yakalanp cezaya çarptrldklar söylenmitir.

Bir haberde öyle buyurulmutur:

"Birtakm günahlar vardr ki onlar ancak geçim sknts ve derdi te-


mizler. * Dier bir rivayette ise; "Onlar ancak çekilen keder ve üzüntüler te-

mizler.™

327
Al-imran 2/152.
329 En'am6/44.
329 Tabarani, el-Evsat. No: 102; bnu Asakir, Tarih. Cilt:54, shf: 200; Ebu Nuaym, Hilye, VI, 335;

Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, IV, 63


YAKN MAKAMLARI ve YAKlN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAMI 211

Mübah dünya ihtiyaçlarn gidermek için çekilen skntlar fakirlerin gü-


nahlar için birer keffarettir. Bu endie ve üzüntü ahiret amellerinden kaç-
zaman müminler için birer manevi derece olur. An-
rlan eylere olursa, o
cak bu endieler dünya sevgisi ve hrs ve onu toplama için olursa, sahibi
için birer ceza olurlar.

Seleften birisi demitir ki: "Kiiye günah olarak, istifar etmedii dün-
ya sevgisi yeter."

Bir bakas da demitir bana gelen dünya skntlarn gi-


ki: "Kulun,
dermek için gösterdii gayreti, kaçrd ahiret amellerine ve ona hazrlan-
maya göstermemesi günah olarak kendisine yeter."

Hz. Aie'nin rivayet ettii bir hadiste öyle buyurulmutur:


'Mümin kulun günahlar çoalp da, onlara keffaret olacak amelleri
bulunmaynca, Allahu Teala ona çeitli gam ve üzüntüler verir; bunlar
onun günahlarna keffaret olur."330

Denilmitir ki: "Herhangi bir zamanda kulun kalbine sebebini bilmedi-


i bir üzüntü arz olursa bu, hatalara keffaret olan üzüntüdür." Bu üzüntü-
nün, akln bedenin iledii hatay düünmesi ve muhasebe etmesi annda
olutuu, akln zaruri olarak bu hüzne kapld ve sanki sebebini bilmiyor-
muçasna onu kulun üzerinde tezahür ettirdii söylenmitir."

Yakub'un (a.s) haberlerinde geçtiine göre Allahu Teala kendisine


öyle vahyetmitir: "Eer ezeli ilmimde sana inayetimi takdir etmeseydim,
uzunca yalvar ve yakarlarna icabeti geciktirerek sana kar amirlerin

en cimrisi olarak davranrdm. Fakat sana (takdir ettiim özel) inayetimden


dolay kendimi, senin kalbinde merhametlilerin en merhametlisi ve hüküm
verenlerin en güzel hüküm vereni olarak yaptm. Sana katmda, baka bir

amelinle deil, ancak Yusuf'a kar çektiin üzüntüyle ulaabilecein bir

makam takdir ettim. Seni bu makama ulatrmak istedim. (Onun için bu


üzüntüyü sana tattrdm)"

Yine rivayet edildiine göre, Cibril (a.s) zindanda Yusuf'un (a.s.) yan-
na girince, Yusuf (a.s): "Kederli ihtiyar (babam) nasl (ne halde) brak-
tn?" diye sordu. Cibril (a.s.): "Senin için yüz tane sevgiliyi kaybetmenin
330 Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 157; Bezzar, Müsned. No: 3260; Beyhakî, uabu'l-man, No:
9927; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, II, 291 X, 192.
;
212 KÛTU'L-KULÛB

hüznü gibi ac çekmektedir," dedi. "Peki, bunca hüznüne kar Allahu Te-

ala katnda kendisine ne var?" diye sorunca, Cibril (a.s): "Yüz ehit seva-

b var." cevabn verdi.


Seleften birisinin öyle dedii rivayet edilmitir: "Kul herhangi bir gü-

nah ilediinde; üzerinde bulunduu yer onu içine batrmak, kendisini ör-

ten gök de bir parça halinde kafasna dümek için Allah'tan izin isterler.

Allahu Teala da onlara: "Kulumu brakn ve ona mühlet verin, onu siz ya-

ratmadnz. Eer onu siz yaratm olsaydnz, hiç üphesiz ona acrdnz.
Bekleyin, umulur ki, bana tövbe eder ve kendisini affederim. Belki kötü hâ-

lini güzelletirir, ben de kötülüklerini iyilie çeviririm," der.

Burada u ayet-i kerime de anlatlan manaya bir uygunluk vardr.

Ayette öyle buyurulmutur:

"üphesiz Allah zeval bulmasnlar diye yeri ve göü tutmaktadr. An-


dolsun gökler ve yer yklsa onlar Allah'tan baka kimse tutamaz. üphe-
siz O, halimdir, çok balayandr.™

Yani Allah, insanlarn isyanlar yüzünden gök ve yerin yklmasn en-

gellemektedir. Onlarn isyanlarna kar çok halimdir ve kötü hallerini de


çok balayandr.

Bu ayetin tefsirinde öyle denmitir: "Allahu Teala kullarn günahlar-

na baknca gazaplanr. Bunun üzerine yer sallanr, gök titrer. O zaman se-
mann melekleri inip yerin eteklerini tutarlar. Yerlerin melekleri de yükse-

lip göklerin eteklerini tutarlar ve devaml ihlas süresini okurlar. Nihayet Al-

lah Teala'nn gazab sakinleir: "Allah gökleri yklmaktan tutar, korur."

ayetiyle anlatlan budur."

Alimlerden birisi demitir ki: "Yeryüzünde (Allah'a isyan için) çan çal-

nnca ve cahiliyye dua (ve ileri) yaplnca, Allah Teala'nn gazab iddet-
lenir; yeryüzündekilere azap etmek ister. Fakat, yeni okuma yazma öre-
nen çocuklara, mescitleri imar edenlere, Allah için birbirini seven ve ziya-

ret edenlere baknca ve müezzinlerin sesini iitince, yumuar ve affeder.

"O, çok halim ve affedicidir." ayetiyle anlatlmak istenen budur.

331
F£; r?'V41.
!
YAKN MAKAMLARI v YAKÎN EHLNN H A LL E R l/T 0V BE MAKAMI 213

GÜNAHA ÇARE
günahn peinden baka bir günah ileyip arada hiç tövbe et-
Bir kul

mezse, helak olmasndan korkulur. Çünkü bu, günahlarnda srar eden


kimsenin halidir. Hem de kul Rabbine tövbe edip dönmeyi terk etmekle ve
nefsinin hevasna uymakla azgnlap Mevlâ'sndan uzaklamtr. Bu du-
rum Allah'tan uzakln alameti ve gazaba uramann sebebidir.

Kulun yapaca en faziletli i, kendisine en tatl gelen ehevî arzula-

rn kesip atmak ve devamna nazar etmemektir. Böyle yaparsa bir dieri-

ne adm atmam olur. Eer kesip atmazsa, bu son olmaz devam gelir.

ayet balad ibadet ve taatlar ile megul, ibadetin tadn bulursa ne ala,

yoksa nefsini sabr ve mücahedeye zorlamas gerekir. Bu, sadk müridle-

rin yoludur.

Allahu Teala'nn

"Allah'tan yardm isteyin, sabredin™ 2 ayetinin tefsirinde:

.
"Taat için Allah'tan yardm isteyin, nefisle günahlara dalmama konu-
sunda mücahedede sabredin," denmitir.

Hz. Ali demiti ki: "Bütün hayrlar, iyilii emir ve kötülükten nehyin se-
vab yannda denizin yannda bir avuç su mesabesindedir. yilii emir ve
kötülüü nehyin cihad yanndaki durumu da denizin yannda bir avuç su
durumundadr. Allahu Teala yolunda yaplan cihadn haramlardan sakn-
mak için nefisle yaplan mücahede yanndaki durumu ise, cokun bir de-

nizin yanndaki bir avuç su derecesindedir."

Nefisle yaplan mücahedenin, dümanla yaplan cihattan daha üstün ,

olduu konusunda gelen bir hadiste öyle buyrulmutur:

"(Dümanla yaptnz) küçük cihattan (nefisle yapacanz) büyük d-


hada döndünüz.™

Sehl b. Abdullah demitir ki: "Sabr, kalpteki sadakati gösterir. En üs-


tün taat, kötülüklere dümemeye, sonra da taata devam etmeye sabrdr."

332 A'raf7/127.
333 Hatîb, Tarihu Badad, XIII, 523-524; Beyhakî, K. Zühd, 165; Suyutî, el-Camiu's-Saîr, No:
6107.
214 KÜTU'L-KULÜB

Israiloullarna ait haberlerin birinde öyle anlatlmtr:

Adamn birisi baka beldedeki bir kadnla evlendi. Yanndaki kölesini

onu yanna getirmek için gönderdi. Yolda kölenin nefsi kadn arzulad ve
ona sahip olmak Ama o nefsiyle mücadele edip Allah'tan kendisini
istedi.

korumasn istedi. Bu güzel davran üzerine Allahu Teala ona peygam-


berlik payesi verdi ve srailoullarna peygamber oldu.

Hz. Musa (a.s) ile ilgili kssalardan birisinde, Musa (a.s.) Hzr'a (a.s):

"Allah Teala, hangi ey sebebiyle seni gayb ilmine muttali kld?" diye so-
runca: Hzr (a.s): "Allah için günahlar terk etmem sebebiyle," demitir.

Allahu Teala bir güzel amele karlk olarak, amelin miktarnca kar-
lk deil, çok daha fazlasn (en az bire on sevap) ihsan etmektedir. Fakat
kul özellikle srf Allah için bir amel ilediinde Allah ona hesapsz ecir ver-

mektedir.

Sonra, tövbe eden bir kimse, herhangi bir günah adet haline getir-

mezse, Allahu Teala onun tövbesinin kabul buyurur. Hem Allahu Teala i-
lenen her günahtan dolay kulunu hemen hesaba çekmez. Ona tövbe im-
kan ve mühlet verir. Bu, Allah'n bir rahmetidir. Eer böyle olmasayd (da
ilk günahta kul bir ceza ile karlaacak olsayd) bütün insanlar tövbekar
olurdu.

Eer imtihan olmasayd bütün tövbe edenler istikamet hallerini korur-

lard. Sonra kul, mübtela olduu bir günah ile karlanca sabreder ve
nefsiyle mücahede ederse, bu müridlerin en faziletli hâli ve en temiz ame-
lidir. emmare sfatndan çkarak mutmainne sfatna bürünmesi, ol-
Nefsin
gunlua ve takvaya ulamas ancak mücahede ile olmakta ve gerçek ima-
nn meyvesi olan güzel ahlaka ancak bu ekilde ulalabilmektedir. Bu an-
lattmz, u haberde de ifade edilmektedir:
"Amellerin en faziletlisi nefislerinizi zorlayarak yaptnz ameller-
dir.™

Çünkü nefis, hevasna muhalif eylerden holanmaz. Heva, hakkn


zdd eylerdir. Allahu Teala ise hakk sever. Demek ki nefsin krlmas,

334 bn Ebi'd-Dünya, Muhasebetü'n-Nefs, No: 113. Burada bu rivayetin Ömer b. Abdilazîz'in sözü
olduu belirtilmektedir. (Bkz: Iraki, hya, IV, 76.)
YAKÎN MAKAMLARI v YAKN EHLNN HALLER l/TÖVBE MAKAMI 215

onun kötü arzularnn tersine hakka uygun amel etmekle mümkündür.


Çünkü hak olan sevmek amellerin en faziletlisidir. Nitekim Allah Teala:

"O gön ölçü haktr,"335 buyurmu, "Asr" sûresinde de birbirine hakk ve


sabr tavsiye edenleri helak olanlarn dnda tutmutur. Bu hâl, yakînin

balangcdr.
Bana salihlerden birisinin u hâli anlatld. Bu zat çamurlu bir yolda

yürüyordu. Çamurdan saknyor üzerine bulamasn diye elbisesini yuka-

r çekiyor ve yolun kenarndan yürümeye çalyordu. Bir ara ayann bi-


risi çamura kayd ve batt. Bunun üzerine dier ayan da çamura soka-
rak caddede yürümeye ve alamaya balad. Kendisine; niçin alad so-
rulunca: "u hâlim günaha bulamamak için devaml ondan saknan ve
kaçnan fakat bir iki günah ileyince de tamamen ona dalan kulun haline
benziyor, buna alyorum," dedi.

Kula, içine dütüü gafletten tövbe etmesi gerekir. Bunun gereini iyi-

ce anlaynca asla tövbeyi terk etmez. Allahu Teala, dünyada gaflet ehli

olanlarn, ahirette helake düeceini bildirerek öyle buyurmutur:

"Onlar gafil olanlardr. Elbette onlar ahirette hüsrana (ziyana) uraya-


caklardr.™

u unutulmamaldr ki, gaflet farkl derecelerde olduu. gibi, hüs-

ran/zarar da bir deildir. Öyleyse, gaflet asla küçük görülmemelidir. Çün-

kü o, günahlarn balangcdr. Yakîn ehline göre büyük günahlarn kay-


na gaflettir.

Hz. konumasnda gafleti küfrün bir balangc görmü ve onu


Ali bir

kalp körlüü ve üphe ile bir arada zikrederek sahibinin haktan kayp hüs-

rana dütüünü belirtmitir.

Ehl-i beyt yoluyla gelen bir haberde u anlatlmaktadr: Bir gün Am-
mar b. Yâsir, Hz. Ali'ye: "Ey müminlerin emiri! Bana küfrün hangi temele

dayandn bildirir misin?" diye sorunca, Hz. Ali öyle demitir: "Küfür dört

temel ie dayaldr.

335 A'raf7/8.
336 Nahl 16/108-109.
216 KÛTU'L-KULÛB

1- Cefa (zulüm),
2- (Kalp ve basiret) körlüü,
3- Gaflet,

4- üphe.
Kim zulüm yaparsa, hakk küçük görür, batl yayar ve alimlere kzar.
Kalbi kör olan Allah'n zikrini unutur. Gafil olan kimse, haktan sapar, bo
emellere aldanr, hasret ve pimanla düer, Allah'n huzurunda hiç he-
sap etmedii eyler (hesap ve azap) karsna çkar. üpheye düen de,
akn bir halde sapklk içinde yuvarlanp gider.

Alimlerden birisi demitir ki: "Kim, kötü arzularn terk konusunda sa-
mimi olur ve nefsiyle Allah için yedi defa mücahede ederse bir daha gü-
naha bulamaz."

Bir bakas da: "Kim bir günahtan tövbe eder ve yedi sene istikameti-

ni bozmazsa bir daha günaha dönmez," demitir.

Alimlerden birisi demitir ki: "Allm bir günahn keffareti, ona düül-
düü kadar o günahtan vazgeçmektir. Böylece günah her terkedi, önce-

ki yaplana keffaret olur."

Bu anlattmz, tövbe eden (irade ve azmi) kuvvetli kimselerin hâlidir.

Nefsinekar zayf kimselerin yolu bu deildir. Zayf olanlara düen (gü-


nahla karlap onu terk etmek deil, günaha hiç yanamadan) uzaklap
kaçmaktr. Ortada günaha vesile olacak bir ey yokken nefsi kendisine

günah vesvesesi veren kimse, günahla yüz yüze gelince nefsine sahip
olamaz. Öyleyse mürid, nefsinin günah arzusunu kesmeli ve vesvesesini
defetmeye çalmaldr. Yoksa günaha düer. Çünkü kötü düünce kalpte

kuvvetlenince vesvese olur. Vesvese çoalnca, eytann günah süsleyip

püslemesine bir yol açlr. Tövbe eden kimseye en fazla zarar veren ey;
kalbine gelen kötü düünceye kulak vererek onun kalpte yerlemesine im-

kan hazrlamaktr. Çünkü bu hâl onu, yava yava helake sürükler. nsa-
n günaha götüren veya günah hatrlatan her ey, günahtrr. Sonuçta gü-
naha dönüen ve ona götüren her sebep günahtr. lk haliyle mübah bile

olsa...

Böyle bir eyin etkisini kalpten kesip atmak bir taattr. Bu, amellerin

ince (ve gizli) olanlardr.


YAKN MAKAMLARI ve YAKÎN EHLNN HALLER l/TÖVBE MAKAMI 217

Denilmitir ki: "Kim krk sene bir günahta srar ederse, onun bundan
tövbe etmesi çok zordur. Ancak çok az kimse bunu baarabilir."

Bir haberde öyle buyurulmutur:

"Mümin her hata ediinde tövbe edendir. Mümin zaman zaman kusur
ileyebilir.™ 7

Müminin baz günahlar vardr ki, onu deiik zamanlarda alkanlk


hâline getirmitir. Bir hadis-i erifte öyle buyurulmutur:
"Bütün insanlar hata edicidir. Hata edenlerin en hayrllan hatasna
tövbe istifar edenlerdir.™ 8

Dier bir hadiste ise öyle buyrulmutur:


"Mümin (günah ile dinini) ykan ve (tövbe, istifar ile onu) tamir eden
kimsedir. Onlarn en hayrls da halini düzeltmi, yktn tamir etmiken
ölen kimsedir.™

Allahu Teala, Kur'an- Kerim'de, müminleri günahlarn peine düme-


yip, kötülüü iyilikle savan (karlayan) kimseler olarak tantm ve hakla-

rnda öyle buyurmutur:


"Kötülüü iyilikle savarlar...™

Yüce Allah bu hâli, sabreden amel sahiplerinin bir sfat olarak zikret-

mitir. Ayetin üst ksm öyledir:

"te onlara, sabretmelerinden dolay mükafatlar iki kez verilir..."

Allahu Teala onlar günahlara kar direnmede ve taata devam etme-


de sabretici kimseler yapp bu sebeple kendilerine iki kat ecir vermitir.

Allahu Teala ayet-i kerimede, müminlerden tövbe edenlere üç art ile-

risürmüken, münafklardan tövbe edenlere (tövbelerinin kabulü için)


dört art ortaya koymutur. Çünkü münafklarn, amelleri bozuktur, ihlas-
lar yoktur ve onlar Allah'a bakalarn ortak komaktadrlar. Bunun için

Tabarani, el-Kebk, No: 1 1710; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, X, 200; Bkz. Gazâlî, hyâ, IV, 44
ilgili dipnot.
a» Tirmizî, Kyame, 49; bn Mace. Zühd. 30. Darimî, Rikak, 18; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III,

198; Hakim, Müstedrek, IV, 244.


339 Bezzar, Müsned, No: 3236; Tabarani, el-Evsat, No: 1877; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, X,
201.
3*o Kasas 28/54.
218 kOtitl-kulûb

Yüce Allah onlarn tövbe artlarn arlatrd, müminlerinkini ise daha ha-
fif tuttu.

Cenab- Hakk müminler için öyle buyurdu:


•Ancak, tövbe edip (hallerini) düzeltenler ve (gerçei) açklayanlar
baka. Ben onlarn günahlarn balarm.
Yani onlar, kötü arzularna uymay brakp Hakk'a döndüler, kötü hal-
lerini slah ettiler ve gerçei-açklayp ortaya koydular. Bu açklama iki e-
kilde olmutur.

1- Gizledikleri hakk ve sakladklar gerçek ilmi açkladlar. Bu, ilmi

gizleyerek ve hak ile batl birbirine kartrarak isyan eden kimsenin töv-

be eklidir.

2- Tövbelerini açkladlar, tövbeleri içlerinde etkisini gösterdi ve tövbe-


nin hükümleri (güzel sonuçlar) üzerlerinde gözüktü.

Allahu Teala münafklar için ortaya koyduu dier iki art da öyle
belirtmitir:

"üphesiz münafklar, atein en alt tabakas adadrlar. Onlar için hiç-

bir yardmc bulamazsn. Ancak, tövbe edenler, hallerini düzeltenler, Al-

lah'a yapanlar ve dinlerini srf Allah için yaayanlar, ite onlar müminler-
le (cennette) beraberdirler.*42

Çünkü onlar, insanlara ve mallarna güveniyor, amellerinde gösteri


yapyorlard. Bunun için Allahu Teala, onlara kendisine sarlmay ve ken-
di rzas için ihlas sahibi olmalarn art kotu. u halde, herkesin tövbesi
günahlarnn tersi olan güzel amellere yönelerek yaplmas gerekir. Günah
az ise az, çok ise çok tövbe yaplr. Böylece tövbe eden kimse daha ön-
ceki bozuk hâlinin zdd olan güzel hâl üzere bulunmaya çalr. Nitekim
Allahu Teala:

"üphesiz biz hâlini güzelletirmeye çalanlarn ecrini zayi etme-


yiz,* 43 buyurmutur. Kul, hâlini slah etmedikçe tövbe etmi olmaz. Salih
ameller yapmadkça da hâlini slah etmi olmaz. Tövbe edip salih amelle-

341
Bakara 2/160.
342
Nisa 4/145-146.
343
A'raf 1/170.
YAKN MAKAMLARI ve YAKN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAMI 219

ri yaptnda ise salihlerin arasna girer. O zaman da Allahu Teala'nn u


müjdesine ular:

X), salihleri (dost edip) ilerini özerine alr.*** Bu gerçek tövbe eden
ve bu sayede Allah'n dostu olan kimselerin hâlidir.

TÖVBE EDENLER YÜCE ALLAH'IN DOSTU OLUR


Allahu Teala tövbe edenlere dostluunu öyle açklamtr: 'üphesiz
Allah tövbe edenleri sever.***

Yani Allah, kötü arzularna uymay brakp kendisine dönenleri ve çir-

kin eylerden temizlenenleri dost edinir, himayesine alr. Nitekim, Rasûlul-

lah (s.a.v) bir hadislerinde:

Günahlarndan tövbe eden, Allah'n sevgilisidir.

Ebu Muhammed Sehl'e: "Tövbe eden kul ne zaman Allah'n sevgilisi

olabilir?" diye sorulunca O: "Allahu Teala'nn u ayetindeki sfatlara sahip


olunca diyerek, aadaki ayeti okumutur:

"(Allah'n cennet karl canlarn ve mallarn satn ald müminler)


tövbe eden, ibadet eden, hamd eden, seyahat eden, rükû eden, secde
eden, iyilii emredip kötülüü meneden ve Allah'n snrlarn koruyan (on-
lar çinemeyen) kimselerdir. Bu müminleri müjdele.** 7
Sonra öyle demitir: "Sevgili dostunun sevmedii eye girmez. Kul,
iyiliklerindeki kusurlarndan da tövbe etmedikçe tövbesi sahih (ve salam)
olmaz."

Ariflerden birisi demitir ki: "Halk günahlarndan, sûfîler/veliler ise iyi-

liklerinden tövbe ederler." Yani veliler, Allahu Teala'nn ibadetlerdeki bü-


yük hakkn müahede edip, O'na kar kusurlarn anlaynca tövbe eder-
ler. Ayrca, iyiliklere yahut nefislerine nazar ettikleri zaman da tövbe eder-

344
A'raf7/196.
345
Bakara 2/222.
346
Yüce Allah'n tövbe eden kimseyi seveceini bildiren biraz fazl lafzdaki bir hadis için bkz:
Ahmed, Müsned, 86; Ebu Yala, Müsned, No: 483; Ebu Nuaym, Hilye, III, 209. Yukardaki
I,

hadis için bkz: Elbani, Daife, No: 95-96.


347
Tövbe 9/1 12.
220 KÛTU'L-KULÛB

ler. Çünkü, esasen iyilikler, Allahu Teala'dan kuluna ulatrlan (kulun ken-

disine mal edemeyecei) ihsanlardr."

Sehl derdi ki: "Tövbe, amellerin en faziletlisidir. Çünkü ameller ancak


güzel tövbe ile sahih olur. Tövbe harama düme korkusuyla bir çok hela-
li terk etmekle sahih ve salam olur. stifar, tövbe edenlerin az ve ha-
taya düenlerin snadr."
En doru söz sahibi Allahu Teala buyurmutur ki:

"Rabbînizden mafiret dileyin, sonra ona tövbe edin...**8

Bir dier ayette de öyle buyurmutur:

"Hâlâ Allah'a tövbe edip O'ndan af dilemiyorlar m?*43


Önceki ayette önce istifar sonra tövbe zikredilmi, ikinci ayette ise is-

tifar tövbenin peinden getirilmitir.

Günahlardan istifar etmek; Allahu Teala'nn onlar örtmesini iste-

mektir. Allah'n kulunu mafiret etmesi ise; günahn örtüp kendisine hilim-

le muamele etmesidir.

Denilmitir ki: Allahu Teala, kulun dünyada saklad her günahn


ahirette mutlaka affeder. Hiç üphesiz Allahu Teala, (dünyada) örttüü bir

günah (ahirette) açmaktan yüce ve uzaktr. Allahu Teala, dünyada açt


bir günah, kulun ahiretteki cezas olarak ortaya kor. Allah, kuluna iki defa

ceza vermekten uzaktr. Hz. Ali ve bn Abbas'tan da benzeri bir söz riva-

yet edilmitir. snad-ayn yoldan gelmektedir.

Kulun tövbeden sonra istifar etmesi Yüce Mevlâ'sndan kendisini ba-

layp hesaba çekmemesini istemesidir. Allahu Teala'nn tövbeden son-


ra kulunu mafiret etmesi ise; günahlarn örtmesi ve yüce affyla onlar
balamasdr ki bu, kötülüklerin iyilie çevrilmesidir. Bir haberde de bu
ekilde açklanmtr. Allahu Teala bu hususta açkça öyle buyurmutur:
50
"stikamet üzere O'na dönün ve O'ndan mafiret dileyin.*

348
Hûd 11/3.
349
Mâide5/74.
350 Fussilet 4I/6.
.

YAKN MAKAMLARI ve YAKN EHLNN HA L L E R /T


I OVB E MAKAMI 221

Dier bir ayette de öyle buyrulmutur:

"Rabbimiz Allatlr deyip sonra istikamet üzere olanlarn özerine


(ölüm halinde) melekler inerek: 'Korkmayn, üzülmeyin" derler.™

Yani onlar, Allahu Teala'y birlediler, sonra tevhid üzere istikamet sa-
hibi olup irke dümediler.

Denilmitir ki: "Ayette bahsi geçenler, sünnet üzere istikamet sahibi


olup, bidat çkarmayan kimselerdir."

öyle de denilmitir: "Onlar, tövbelerinde istikamet hallerini korudular,

tövbelerini bozmadlar. Melekler de kendilerine: "Günahlarn azabndan


korkmayn, tevhidiniz sayesinde Allah onlar temizledi. Geçmite kaçrd-
nz (hayr) amellere kar da üzülmeyiniz; Allahu Teala, güzel tövbeniz
sebebiyle onlar sizin için telafi etti ve istikametiniz sayesinde sizi iyilerin

derecelerine ulatrd," diyeceklerdir. Ayet öyle devam etmektedir:

"Size va'dedilen cennetle sevinin. Biz dünya hayatnda da, ahirette de


sizin dostlarnzz. Orada size nefislerinizin (cannzn) istedii her ey
mevcuttur ve istediiniz her ey verilecektir. 1552

Yani naîm cennetinden istediiniz eyler ve kalplerinizle temenni etti-

iniz Melik ve Rahim olan Allah'n cemaline bakma nimeti size bahedile-
cektir.

Bir haberde öyle buyrulmutur:

"Günahndan (samimi olarak) tövbe eden, hiç günah ilememi kim-


se gibi olur. Günaha srar (ve devam) ettii halde istifar eden kimse, Al-
lahu Teala'nn ayetleriyle alay eden gibidir.*53

Bazlar: "Kalbimde bir nedamet ve ciddi bir tövbe arzusu olmakszn


dilimle söylediim "estafirullah" sözüne istifar ediyorum" demitir.

Bir haberde: "Kalbinde nedamet ve tövbe arzusu olmakszn, sadece


dil ile istifar etmek yalanclarn tövbesidir,' 354 denmitir..

m Fussilet 41/30.
352 Fussilet 41/30-31
353
bn Mace, Zühd, 30; Tabarani, el-Kebir, No: 10281; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, X, 200;
Münavî, Feyzu'l-Kadir, No: 3385-87. (Hadisin ilk ksm). Hadisin tamam için bkz: Beyhaki,
uabu'l-man, No: 7187.
«« Bkz: Münavî, Feyzü'l-Kadîr, III, I77 (erhte).
222 KÛTU'l-KULÛB

Rabiatu'l-Adeviyye derdi ki: "Bizim (samimi ve artlarna uygun olma-


dan yaptmz) istifarmz da bir istifara muhtaçtr."

Nice tövbeler vardr ki, samimiyet ve ihlas konusunda baka bir "töv-

beye muhtaçtr. Kim iledii kötülüklerden sonra iyi ameller yapar, bu ara-
da iyilikleriyle kötülüklerini birbirine kartrrsa, onun kurtulmas ve ölme-
den önce istikamet sahibi olmas ümid edilir. Bu konuda Allahu Teala öy-
le buyurmutur:

"Dierleri ise, günahlarn itiraf ettiler, iyi bir ameli kötü bir amele ka-
rtrdlar. (Fakat tövbe ederlerse) umulur ki Atlah onlarn tövbesini kabul
eder™
Yani Allah onlara acr ve kendilerine rahmet nazaryla bakar.

Denilmitir ki: "Ayette geçen iyi amel; günahlar itiraf ve tövbedir. Kö-
tü amel ise; önceki gaflet ve cehalettir."

bn Abbas: "Allah, tövbe eden kimse için çok balayc, tövbeye ruh-
sat (ve imkan) verdii için de çok acycdr," demitir. Allahu Teala bir
ayet-i kerimede öyle buyurmaktadr:

"Muhakkak ki ben tövbe eden, inanan, salih amel ileyen sonra do-
ru yolda giden kimseyi çok balarm.* 56

Yani; irkten tövbe eden, tevhide inanan, farzlar yerine getiren ve ha-
ramlardan kaçnarak salih amel ileyen, sonra sünnet üzere doru yolda
gitmeye devam eden kimseyi balarm, demek istiyor.
"Tövbesinde istikamet üzere olan balarm," açklamasn yapanlar
da olmutur. Bunlar müminlerin sfatlardr.
Allahu Teala, muhlis kullarna yapt uygulamay münafk ve kafirle-

re uygulamamtr. Bu gerçek tövbedir. Çünkü her baka


birinin tövbeden
bir yolu olmad gibi, ilâhî muhabbet ve rzaya da ondan baka ulama
imkan yoktur. Allahu Teala münafklarn vasfn anlatrken öyle buyur-
mutur:

"Dierlerinin durumu Allah'n hükmüne kalmtr. Allah kendilerine ya


azap eder veya tövbelerini kabul eder.*57

355 Tövbe 9/102.


358 Tâhâ 20/82.
357 Tövbe 9/106.
YAKTN MAKAMLARI v YAKN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAMI 223

Yani, onlar günahta srar ederlerse, azap eder, istifarlar sebebiyle


de kendilerini affeder. Nitekim Allahu Teala, bunu açkça beyan edip, af
için istifar ve tövbeyi art komu ve kafirlerin durumu hakknda öyle
buyurmutur:

"Eer (mürik ve kafirler) tövbe eder, namaz güzelce klar ve zekat


verirlerse, artk yollan n serbest brakn. Allah çok affedici ve merhamet
ödlektir.™

ümmet içinde bulunmas sebebiyle


Allahu Teala, Rasûlullah'n (s.a.v)
ilâhî bir lütuf ve nimet olarak kendilerinden azabn kaldrlmasyla, istifa-

r beraberce zikretmi ve öyle buyurmutur:

"Halbuki sen onlarn içinde iken Allah onlara azap edecek deildir. Ve
onlar istifar ettikleri sûrece de Allah onlara azap edici deildir. * 59

Seleften birisi demitir ki: "Bizim için (azaba kar) iki emanmz var-
d. Birisi gitti; dieri kald. Eer o da giderse helak oluruz." O, giden eman
ve emniyetle Rasûlullah' (s.a.v), kalan eman ile de istifar kast etmitir.

Sehl'e günahlar temizleyen istifarn nasl olduu sorulunca öyle


demitir: "stifarn evveli icabet (ilâhî emir ve davete uymak)tr. Sonra
inabe (Allah'a dönme), sonra da tövbe gelir. cabet, azalarn, inabe de kal-
bin amelidir. Tövbe ise, kulun Mevlâ'sna yönelip halk terk etmesidir. Kul
sonra, içinde bulunduu kusurlu hallerinden, nimeti (ve sahibini) tanma-
masndan ve ükrü terk etmesinden dolay istifar eder. O zaman günah-
lar affolunur ve kul Mevlâ'snn huzuruna yönelir. Sonra sadece Allah ile

beraber olma hâline intikal eder. Sonra hak üzere sebat, arkasndan (hak-
k) beyan, sonra kurb yani ilahi yaknlk, sonra marifet, sonra münacat,
sonra dostluk, sonra dost ile gizlice te o za-
sohbet makamlarna ular.
man ilahî dostluk gerçekleir. lim kulun gdas, zikir kvam, rza az, tev-
fiz (her iini Allah'a havale) murad, tevekkül devaml olmadkça kulun kal-

bine bu hâl yerlemez. Sonra Allahu Teala bu kuluna nazar eder, onu
Ar'a yükseltir, artk onun makam Ar tayan meleklerin makam olur."
Yine Sehl derdi ki: "Kula, her hâlinde olmas gere-
Mevlâ's ile birlikte

kir. Onun en güzel hâli her eyde O'na dönmesidir. Mesela bir günah i-
leyince: "Ya Rabbi bunu ört, kimseye gösterme," der. Günahtan ayrlnca:
358
Tövbe 9/5.
359
Enfal8/33.
224 KÛTU'L-KULÛB

"Ya Rabbi, tövbemi kabul et," der. Tövbe edince: "Ya Rabbi, bana devam-
l günahtan korunma hâlini nasip et" der. Bir amel yapnca: "Ya Rabbi,
amelimi kabul et," der."

Günaha srara son verdikten sonra, günahn akabinde yaplan tövbe-


nin hatalara keffaret olmas umulur. Bunun için en güzel ameller sekiz ta-

nedir. Bunlarn dördü azalarn, dördü de kalbin amelleridir. Azalarn amel-


leri unlardr:

1- ki rekat tövbe namaz klmak


2- Yetmi defa istifar etmek
3- Yüz defa "Sübnallahil azim ve bi hamdihi" demek
4- Bir sadaka verip bir gün oruç tutmak.

Kalple yaplacak ameller ise unlardr:

1- Günahtan tövbe edilmesi gerektiine inanmak,


2- Günahtan tamamen kurtulmay sevmek ve istemek,
3- Günahn cezasndan korkmak,
4- Günahn affedileceini ümit etmek.
Sonra kul Allahu Teala'ya güzel zanda bulunmal ve yakînen günah-
nn temizleneceini düünmelidir. Bu amellerin, hata ve günahlar için kef-

faret olup, onlar temizleyecei konusunda bir çok hadis ve haberler varid
olmutur.

Baz hadislerde tövbe için kulun güzelce bir abdest alarak mescide gi-

rip iki rekat namaz klmas art koulmu, bazlarnda bu, dört rekat ola-
rak zikredilmitir. 360

Denilmitir ki: "Kul bir günah iledii zaman, sa taraftaki melek sol-
daki günahlar yazan ve idaresi altnda olan melee: "Bunun günahn al-
t saat bekle. Eer tövbe ve istifar ederse yazmazsn, istifar etmezse
1961
yazarsn" diye emir verir.

Yine denilmitir ki: "Gece verilen sadaka, gündüz ilenen günaha, giz-
lice verilen sadaka da gece ilenen günaha keffaret olur."

360
Tövbe namazn anlatan hadisler için bkz: Ebu Davud, Vitir, 26; Tirmizi, Salat, 181; Nesai,
Süne-i Kübra, Tefsir, 78; bnu Mace, kame,
193; Ahmed, Müsned, 2,9,10. I,

361
Tabarani, el-Kebir, No: 7971 Beyhaki, uabu'l-man, No: 7049; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid,
;

X, 208.
Y AKÎN MAKAMLARI v« YAKN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAMI 225

Bir haberde öyle buyrulmutur:

"Bir kötülük yaptn zaman, peinden bir iyilik yap ki onu temizlesin.
Gizli günahna gizlice, açna açktan iyilik ekte.**2

Bir araya getirerek zikrettiimiz deiik haberlerde öyle buyrulmutur:


"Her sabah ve akam iki melek kar karya gelerek öyle konuur-
lar. Meleklerden birisi:

-Ne olayd u mahlukat hiç yarat Imasayd, der. Dieri:

-Madem ki yaratld, keke niçin yaratldklarn bilselerdi, der. Dieri:

-Madem ki niçin yaratldklarn bilemediler, hiç olmazsa bildikleri ile

amel edeydiler." (Yahut bir rivayette):

-Ne olayd bir araya gelip de bildiklerini aralarnda müzakare edeydi-


ler, der. Dieri de:

-Mademki bildikleri ile amel etmediler, keke yaptklarna tövbe edey-


3
diler, der.'**

Allahu Teala'nn bir hakk ey, Onun nimet-


olarak kul için gereken ilk

leriyle O'na isyan etmemektir. Ta ki isyan, küfran- nimete dönümesin.

Kulun bütün azalar ve mal Allahu Teala'nn birer nimetidir. Çünkü insa-
nn ayakta durmas ve hayatn devam ettirmesi, azalar ile olmakta, aza-
lar hareket sayesinde çalmakta, hareket ise afiyet içinde fayda ve tesiri-

ni gösterebilmektedir. Kul, bu nimet ile Rabbine isyan edince, nimetin va-


zifesini deitirmi (tebdil-i nimet) ve nankörlük yapm olmaktadr. Nite-

kim ayet-i kerimede öyle buyrulmutur!

"Allah'n nimetini nankörlüe çevirdiler.™

Ayetin tefsirinde denmitir ki: "Onlar Allah'n nimetlerini isyanda kul-

landlar."

Sonra Allahu Teala, baka bir ayet-i kerimede nimetini deitirenlere


iddetli ceza ve azap tehdidinde bulunmu ve öyle buyurmutur:

m Tirmizî, Birr. 55; Darimî, Rikak, 74; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 163; I58, 169.

383
Zebldî, thafu's-Sade, X, 770. Irakî garib bulduu rivayeti bu ekliyle bulamadn, zayf is-

natl baka geli yolunun bulunduunu belirtir. Gazalî, hya, IV, 64.
384 brâhim 14/28.
226 KÛTU'L-KULÛB

'Kim Allah'n kendisine gelen nimetini deitirirse, bilsin kl, Allah'n


cezas cok iddetlidir. r385
Kendisine gelen nimeti kötülüe çevirmenin cezas bazen hemen
dünyada olur, bazen de ahirete braklr. Bu ceza bazen dünyevi eylerde
vaki olur, bazen de ahirette kurtulua vesile olacak eylerden mahrum b-
raklmak suretiyle gerçekleir. Çünkü kulun sonunda dönüp varaca yer
orasdr.

Bu ceza bazen her ikisinde birlikte olur. Bazen, nimetle isyan etmek
bizzat bir cezadr. Nimeti bilmemek, kar ükretmemek, onu küçük
ona
onunla yara girmek, gururlanmak, onu
ve bununla öünmek evet bütün bunlar günahkar
bir kul için bal bana birer cezadr.

Kul, Rabbine isyan edince tövbe etmesi farzdr. Nefsine uyup, neva-
sna kaplnca derhal tövbe etmesi gerekir. Tövbeyi geciktirmek ve günah-
ta srar etmek hataya eklenmi iki ayr günahtr.

günahndan tövbe edip, tövbesini güzel yapnca, taatta istikamet


Kul
üzere olmas ve günahtan korunma konusunda Rabbine kar devaml ih-
tiyaç içinde bulunmas gerektiine inanr. Sonra, günaha meyli ve temen-
niden, mahlukatn elindeki eylere tamah etmek ve onlardan korkmaya
varana kadar, bütün küçük günahlardan da tövbe eder. Bunlar havas de-
nen seçkin kullar için birer günahtr. Sonra baka eye iltifat, nefse nazar,
herhangi bir eyle sükun ve rahat etme gibi günahlara tövbe gelir ki, bü-
tün bunlar mukarrabûn makamnda olanlarn günahlardr. Nihayet kul öy-

le bir hâle gelir ki, üzerinde Hakk'a muhalefet olacak hiçbir ey kalmaz. l-

me uygun bir hayat yaar ve tam bir vefa hâline ular. Artk bundan son-
ra, Allahu Teala'nn ilmini mütalada, ayp makam-
alemini keiflerdeki (o
da günah olacak) kusurlar kalr. Onlarn ne olduunu ve nasl meydana
geldiini burada zikretmemiz mümkün deildir. Mukarrabûn olanlar için
günah gözüken bu eyler, dier muttaki müminler için salih amel duru-
mundadr. Çünkü onlar o makamlar müahede etmemekte ve genelde
müminler o hallerin hakikatini bilmemektedirler. Bu durumda mukarrabûn
makamndaki kulun hâli, Rabbine kavuana kadar her an ilâhî huzurdan
uzak kalmaktan endie, Mevlâ'nn yüz çevirmesinden ve daru'l-bekaya in-

365 Bakara 2/211.


YAKN MAKAMLARI V YAKÎN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAM 227

tikale kadar bu alemde bulunurlarken her hareketlerinde perdelenmekten


korku üzere olmaktr.

Bir haberde öyle nakledilmitir: Allahu Teala Yakub'a (a.s.) vahyede-


rek: "Seninle Yusuf'un arasn niçin ayrdm, biliyor musun?" diye sordu.
Yakub (a.s): "Bilmiyorum!" dedi. Allahu Teala: "Senin kardelerine: "Onu
kurt yemesinden korkuyorum!" sözün yüzünden ayrdm. Sen, niçin Yusuf
için kurttan korktun da bana güvenmedin, niçin kardelerinin gafletini dik-

kate aldn da benim onu korumama nazar etmedin?" dedi.

Yusuf'un (a.s) hapishane arkada olan sakiye: "Efendinin yannda


benim durumumu zikret, beni unutma!" sözü de, babasnn durumuna
benzemektedir. Allahu Teala olay öyle anlatmtr:

'Yusuf, o iki kiiden kurtulacan sand kimseye: "Beni efendinin


yannda an (benim suçsuz olduumu krala hatrlat) dedi. Fakat
(kraln)

eytan o adama, (Yusuf'un durumunu) efendisine söylemeyi unutturdu.


(Bundan dolay Yusuf) birkaç yl zindanda kald.™*

Havas tabakasnn, Allah Teala'dan gayrisine bir lahza nazar ve iltifat

etmeleri kendilerinin uyarlmasna ve knanmasna vesile olmaktadr.

Tabiûn'dan bazlar bu ileri seviyedeki halden mahrum braklmlar-


dr. Onlar, murakabenin gerektirdii güzel edebi koruyamamlar, ilerin-

de rahatlk ve ruhsatla amel etme yüzünden tövbenin halavetini tadama-


mlardr. Bu, tövbenin ahkam ve edebine tam riayet etmemekten kaynak-
lanmaktadr. Eer tek bir günahtan yaptklar tövbenin gereini tam olarak

yerine getirseler ve sadklarn tövbedeki halini güzelce koruyabilselerdi.


Allahu Teala'nn bu ikramndan mahrum kalmazlard. Çünkü bu hâli yaka-

lamak için gayret eden kimseler muhsin sfatyla anlatlan salihlerdir. Alla-
hu Teala onlar hakknda:
7
'Siz muhsinlerin/iyilik sahiplerinin ecrini arttracaz,™ buyurmaktadr.

Sen, salih amellere devam ettiin ve tövbende istikamet üzere bulun-


duun halde, kendinde ilâhî bir vecd ve tat, güzel hâl, zühd ve ehlince bi-

linen özel halleri bulamazsan, murakabe kapsna dön, yahut edebe yö-
nel, bunlardaki hâlini iyice gözden geçir ve gerekeni güzel yap.

Yusuf 12/42.
367 Bakara 2/59; A'raf 7/161.
228 KÛTU'L-KULÛB

Alimlerden birisi demitir ki: "Bir kimse doksan dokuz günaha tövbe et-

se de bir günahna tövbe etmese, bize göre tövbe edenlerden saylmaz."

Sakn, hâlini iyi aratrmaktan ve namazlarn akabinde tövbeyi tazele-

mekten gafil olma. Amel sahiplerine zarar ancak kendilerini kontrol etme-
yi ve nefis muhasebesini terk yüzünden gelir. Öyle ki hiç bilmedikleri bir

yerden ve ilerinde ruhsat ve genilik üzere heraket etmekten bu zarar


balarna gelir..

Bil ki, bütün günahlarn asl on ameldir. Kul, her bir günahtan on defa
güzelce tövbe etmedikçe, Allahu Teala'nn sevdii tövbe ehlinden olamaz
ve tövbesi de, Allahu Teala'nn artlarn ortaya koyduu, peygamberlerin
adabn ve esasn açklad nasûh tövbesi olmaz. Nasûh tövbesi için ya-

placak iler:

1- Günah olan fiili terk,

2- Günah konumaya tövbe,


3- Günaha sevk eden sebeplerle bulumaya tövbe,
4- Benzeri bir fiile komaya tövbe,
5- Günaha nazara tövbe,
6- Günah konuanlar dinlemeye tövbe,
7- Günaha niyetlenmeye ve yönelmeye tövbe,
8- Tövbenin hakkn yerine getirmedeki kusurlara tövbe,
9- Sonra, her eyi ile birlikte Allah'n rzasn arayan ve isteyen birisi

olamama hâlinden tövbe,


10- Yapt tövbeye bakp onunla yetinmekten ve ona güvenmekten
tövbe.

Sonra kul, Allahu Teala'nn azamet ve büyüklüünü müahedesinden


dolay O'nun rubûbiyet/rablk hakkn yerine getirmedeki noksann görür.

Artk bundan sonraki tövbesi, müahedesinin gereini yerine getirmekteki


kusuruna, istifar da, bulunduu makamdaki müahede ve mu-
ilimleri

ayenede himmetinin noksanlna ve kalbinin zayflna olur.


Bu durumda, arifin tövbesi için bir son nokta yoktur ve üzerinde bu-
lunduu hâlini ifade edecek bir nihayet noktas da mevcut deildir.. Hiç bir
peygamber ve derece olarak ondan aada olan salihler tövbeden uzak
kalamaz ve kendilerine tövbenin gerekmediini söyleyemez. Her bir ma-
kam için bir tövbe, her bir makamn hâli için ayr bir tövbe, her bir müa-
YAKÎN MAKAMLARI V YAKN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAMI ££9

hede ve mükaefe için baka bir tövbe vardr. Bu, Allahu Teala katnda
mukarreb/yakm sfatn alm ve O'na dost olmu kimselerin tövbesidir.

Bu, birçok eylerle imtihan edilip denenerek ilâhî huzura çekilen kimsele-
rin hâli ve makamdr. Allahu Teala onlar bu haller ile imtihan ederek,

onun kalbiyle kendisine mi yoksa o hallere mi baktn, himmetini zatna

m yoksa o eylere mi baladn, onlar elde etmekle kendisiyle mi yok-


sa onlarla m huzur bulduklarn, onlardan kaçarak kendisini mi istedikle-

riniyahut onlar m aradklarn görmek Bu durumda, Allah'tan gay- ister.

risini müahede kul


her için bir günah, O'ndan bakasyla her sükun ve
huzur bulma bir knama sebebi olur. Nitekim, bu makamdaki kul için her

bir müahedede bir ilim, kainatta zuhur eden her bir tecelli için bir hüküm
vardr. Bu sebeple (derecelerine göre) günahlarnn bir says olmad gi-

bi, Allah'a tövbelerinin de sonu yoktur. te bu, gerçek nasuh tövbesidir.


Allahu Teala'ya tam manasyla yönelmi bir kul, nefsinden rahat bulmu,
Allah katnda dini salam, hâli ve makam emniyette bir kimsedir.

Rasûlullah (s.a.v) buyurmutur ki:

"üphesiz Allahu Teala, çeitli skntl hallere düen ve arkasndan


tövbe eden kimseleri sever.™

GÜNAHLARIN KISIMLARI
Bil ki, günahlar yedi ksmdr. Bazs dierinden daha büyüktür. Her

ksm kendi arasnda bir çok dereceye ayrlr. Her derecede günahkarlar
bulunur.

1- Bir takm günahlar vardr ki, ona düen rububiyet/Rablk sfatlarn-


dan birisiyle imtihan olmaktr. Mesela kibir, övünme, zorlama, medh ve
övülmeyi sevmek, yücelik ve zenginlik vasf gibi. Bunlar insan helak eden
sfatlardr. Bunlar herkeste derece derece mevcuttur.

2- Baz günahlar vardr ki eytana ait ahlaklar temsil eder. Haset, ta-
knlk, hile, aldatma, kötülüü emir gibi. Bunlar da kiiyi azaba düürür. Bu
vasflar, dünya ehlinde deiik derecelerde mevcuttur.

3» Ahmed. Müsned, 1, 86; Ebu Ya'la, Müsned, No: 483; Ebu Nuaym, Hilye, III, 209. Deylemî, Fir-

devsu'l-Ahbar, 1, 156; Heysemi, ez-Zevaid, X, 200.


230 KÛTU'L-KULÛB

3- Baz günahlar, sünnetin zdd ona dine ters eylerdir. Bunlar; bidat

ve yeni icat edilip sokulmu eylerdir. Bu tür iler büyük günahlara


dine
dahildir. Onlarn bir ksm iman ortadan kaldrr nifa ortaya çkarr. Alt
tane büyük bidat var ki, bunlar; Kaderiyye, Mürcie, Rafiziyye, badiyye,

Cehmiyye ve atahat ehli kimseler yoluyla ortaya atlmtr. Bunlar, ilâhî

hudutlar ve ilmin ölçülerini çineme konusunda herhangi bir hüküm, snr


ve ahlak tanmazlar. Onlar bu ümmetin zndklardr.

4- Baz günahlar halkla ilgilidir. Bunlar, dinde zulüm, insanlar mümin-


lerin yolundan alkoyup dinsizlie sevk etmek, hidayet yolundan saptmak,
sünnetlerden alkoymak, Kitab tahrif ve sünneti yanl yorumlayarak fark
bir fikir ortaya koymak, sonra da insanlar bu bozuk düüncelerine davet
etmek gibi yollarla meydana gelir. nsanlar onun bu fikirlerini kabul edip

kendisine uyarlar.

Alimlerden birisi demitir ki: "Bu tür günahlar için tövbe (af) yoktur."

Nitekim alimlerden birisi de, haksz yere adam öldüren kimse hakkn-
da ilahî tehdit ve kesin azap hükmü olduundan dolay: "Katil için tövbe ve

af yoktur, o muhakkak cezasn çeker," demitir.

5- Günahlarn bu ksm dünyevî ilerde kullara zulümle ilgilidir. Mese-


la insan haksz yere dövmek, namusuna dil uzatmak, maln gasbetmek,
yalan ve iftira gibi günahlar bu ksma girer. Bunlar cezay gerektiren suç-

lardr. Âdil bir hakim önünde ksas uygulanr. Ancak bazs ahirete kalr ve
Allahu Teala dilerse lütuf ve keremiyle bu günah sahiplerini affeder, zul-

mettii kimselere de kendi katndan (affettii kimsenin hatasna karlk)


bol bol rahmet ihsan eder. Bir haberde öyle buyrulmutur:

IKullarm amellerin kaydedildii) divanlar/kayt öç çeittir. Bir sicilleri

divan affedilir, bir divan affedilmez, bir divan da terk edilmez (hesab soru-
lur). Affedilen divan, kullarn Allahu Teala ile aralarnda kalan
gûnahlann

yazld divandr. Affedilmeyen divan, Allahu Tealaya sirkin yazld di-


vandr. Terk edilmeyen divan ise, kullara zulümlerin yazld divandr. ™*
6- Bu ksm günahlar, kul ile Mevla's arasnda olan ve kalan günah-
lardr. Bunlar nefsin ehevi arzulan ve normal adetleriyle alakal eylerdir.

Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 640; Hakim, Müsledrek, IV, 575; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid,

X, 348; Zebidî, thaf u's-Sade, VII, 529.


*

YAKÎN MAKAMLARI vt YAKN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAMI 231

Bunlar günahlarn en hafifi ve affa en yakn olanlardr. Büyük ve küçük


günahlar olarak iki ksma ayrlrlar. Büyük günahlar, hakknda ilâhî tehdit

ve had/ceza bulunan günahlardr. Küçük günahlar ise, bunlarn gerisinde


kalan, harama nazar etmek ve kalpten geçen düünceler gibi günahlardr.
Nasûh tövbesi, hepsini kapsar. u ayetlerin umumi manas ve iaretleri

bunu ifade etmektedir:

70
"Allah tövbenizi kabul edip sizi affetti.

"Sonra Allah onlar tövbe etsinler diye kendilerine tövbe kapsn açk
tuttu. üphesiz Allah tövbeyi çok kabul eden, çok acyandr.™'

"nanm erkek ve kadnlara ikence edip sonra (yaptklarna) tövbe


etmeyenler (yok mu) onlar için yangn azab vardr.* 72

u ayet de bu ayet gibidir:

"Sonra üphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip, ardndan


da sabrederek cihad edenlerin yard ma s dr. Bütün bunlardan sonra Rab-
bin elbette çok balayan, çok esirgeyendir.* 73

am'l kraat alimleri, ayette geçen "fetenû" kelimesini "fetene" eklin-

de okumulardr. O zaman mana: "Eziyet edildikten sonra" deil, "eziyet

ettikten sonra" olur. Hem tövbeden beklenen günahlarn affedilmesi ve so-


nuçta cehennemden uzaklatrlmaktr.

Biz, büyük günah sahiplerine yaplan azap tehdidinindevaml (ebedi)


olmayaca görüündeyiz. Bize göre (mümin olan) büyük günah sahiple-
rinin ii Allahu Teala'nn iradesine kalmtr. Yüce Allah'n onlar affedip

hiç azap etmeden cennete koymas da mümkündür. Nitekim Allahu Te-


ala'nn:

"Haksz olarak (kasden) mümini öldürenin cezas ebediyyen cehen-


nemde kalmaktr,* 7* ayetinin tefsiri hakknda (Ebu Hureyre ve seleften bir
cemaattan nakledilen) bir haberde: "Eer Allah ona ceza verirse" denmi-
tir.^

370
Bakara 2/187.
371
Tövbe 9/118.
372
Buruc 85/10.
373
Nahl 16/110.
374
Nisâ4/93.
375
Bkz. bh Kesîr, Tefsîr, I, 537.
232 KÛTU'L-KULÛB

Ayrca Rasûlullah (s.a.v) bu konuda öyle buyurmutur:

"Allahu Teala kime sevap vadederse, muhakkak onu yerine getirir.

Azap vadettiine ise serbesttir, dilerse azap eder, dilerse affeder.* 76

bn Abbas da: "üphesiz Allah diledii kimsenin büyük günahn affe-

der, dilediine de küçük günah yüzünden azap eder," demitir.

Allahu Teala öyle buyurmutur:

"üphesiz Allah, kendisine irk koulmasn balamaz. Bundan ba-


ka günahlar ise diledii kimse için balar."* 77

Ayet-i kerimede irkin dndaki bütün günahlarn affedilecei irk


içinde ölenin affedilmeyecei, dier günahlarda ise, müslümanlarn duru-
munun Allah'n dilemesine kald belirtilmitir. Bir kimse, bu görüe: "Al-

lahu Teala, bidat sahibinin tövbesini engeller.* 76 Hadisini delil getirerek bi-

ze kar çkabilir. Hemen unu söyleyelim ki, bizim dediimiz bidatndan

tövbe etmeyen ve ezelde hakknda aki hükmü verilen kimseye mahsus-


tur. Dikkat edersen rivayette: "Allah tövbe eden bidat sahibinin tövbesini

men eder demedi, sadece tövbe edemeyen kimse hakknda Allah Te-
ala'nn onu tövbeden alkoymakla ilgili Ayn ekilde biz
hükmünü bildirdi.

de diyoruz ki, katil de, hakkknda tevhid akidesinin dnda bir anlay üze-
re ölecek eklinde (ezelde takdir edilen) kötü akbet tahakkuk edince (töv-

be edemeden ölür ve) yukarda bahsedilen sonuç meydana gelir. Bidat

ehli de ayn ekildedir. Eer ismi cehennemliklerin arasnda ise (tövbe

edemeden) ölür ve kötü akbeti bulur. Sonra kasten adam öldürme ve di-

ne bidat sokma ii, böyle bir akbetin alameti ve sebebidir. Her iki amel sa-
hipleri de tövbeden engellenmiler ve tövbe ile aralarna perde çekilmitir.

Ezelde hakknda azap hükmü verilen kimselerin durumu da ayndr.


Onlar da kötü akbetle giderler ve yetmi defa tövbe etseler tövbeleri ken-
dilerini ateten kurtaramaz. Bu kimselerin tövbeleri, Rasûlullah'n (s.a.v)

u sözünün hükmünden öte geçemez.


376 Ebu Ya'la, Müsned, No: 3316; Bezzar, Müsned, No: 3235; bnu Hacer, el-Metalib, No: 2988;
Heysemî, Mecmau'z-Zevaid. X, 211.
377
Nisâ4/48.
378
Bkz: bnu Adiy, el-Kamil, VI, 257; atbî, el-i'tisam, I, 94. (No: 73) (Beyrut, 1996) Ali Muttakî,

Kenzu'l-Ummal, No: 1103, 1105,1116.


YAKN MAKAMLARI v YAKN EHLNN HALLER/TÖVBE MAKAMI 233

•üphesiz bir kul, yetmi sene cennet ehlinin amelini ler. Hatta n-
sanlar ona: "Bu cennet ehllndendlr" derler. Cennetle arasnda ancak bir
kar mesafe kalmtr. Sonra ona (ezeldeki) ekavet/cehennemlik hûkmû
ular. Dier bir rivayette: "Sonra üzerinde (ezelde takdir edilen) cehen-
nem amelini yapma hükmü tahakkuk eder (ve kul cehennemliklerin ame-
lini ileyerek) cehenneme girer. * 79
üphesiz, yaplan tövbeler kulun salih amelleri içine girmektedir. Fa-

kat kul, kendisine takdir edilen kötü akbetin bir tecellisi olarak bütün bu
salih amellerini yok etmektedir.

Fakat kendisine kötü akbet takdir edilmeyen, tövbe-i nasuh ihsan


edilen ve bedbahtszla itilmeyen kimseye gelince, bu kimseden tövbe
engellenmez. Allahu Teala kendisine nasip ettii tövbe sebebiyle onu af-

feder. Bu durum Allahu Teala'nn münafklar hakknda buyurduu gibi ol-

maktadr. Ayette öyle buyrulmutur:

"Allah onlara ya azap eder veya tövbelerini kabul oder.*B0

Nifak, bidattan daha basit bir suç deildir. Bununla birlikte, Allah bütün

münafklarn tövbesini kabul etmedii gibi, hepsinin sonu kötü akbetle de


sonuçlanmamtr. u ayetin genel ifadesi de bu durumu bildirmektedir:

"Allah tövbenizi kabul edip siz affetti. ™


Ayet tövbe edenler hakknda mücmel/ksa ve öz olarak hüküm bildir-

mektedir; Yukarda geçen haber ise, tövbe etmeyen kimseye mahsustur.


u ayetler de konumuzla ilgilidir:

"Sonra (eski güzel hallerine) dönmeleri için Allah onlarn tövbesini ka-
bul etti.™2

"(Tövbe ederlerse) umulur ki Allah onlarn tövbesini kabul eder. Çün-


kü Allah çok balayan, pek esirgeyendir.*83

379 Konuyla ilgli hadisler için bkz: Buharî, Bed'u'l-Halk, 6; Kader, 1 ,


Enbiya, 1 ; Tevhid, 28; Müs-
lim, Kader, I; Ebû Davud, Sünnet, 16; Tirmizî, Kader, 41; bn Mace, Mukaddime, 10; Ahmed
b. Hanbel, Müsned, I, 382, 430.
™ Tövbe 9/106.
381
Bakara 2/1 87.
388 Tövbe 9/1 18.
383 Tövbe 9/102.
234 kOtitl.kulûb

Sonra insanlar tövbelerindeki durumlar itibariyle dört ksmdr. Her k-


smda bir grup insan bulunur ve her grubun kendine has bir hâl ve davra-
n biçimi vardr.

Bir grup günahndan tövbe eder, tövbe ve dönüünde istikamet üze-


re kalr, hayat boyunca nefsi ona bir daha günaha dönme arzusuyla ves-
vese vermez. Bu kul kötü amellerini güzel amele çevirir. Bu kimse, hayr-
larda öne geçmi birisidir. Tövbesi nasûh tövbesidir. Nefsi Allahu Te-
ala'nn rzasna ulam/merdiyye ve O'nunla huzur bulmu/ mutmainne
makamndadr. u hadis bu gibi kimselerin hâlini anlatmaktadr:

"Durmayn yol aln. Allah'n zlkriyle kendinden geçmi kimseler öne


geçtiler. Zikir onlardan günah arlklarn indirdi. Kyamet gönü günahlar-
dan haiif olarak (ilâhi huzura) geldiler. * M
Allah'a yaknlk hususunda yukardaki kimseleri takip eden ikinci gru-
ba gelince: Bu gruptaki kul tövbesinde kararl ve samimidir. Niyeti istika-
mettir. Herhangi bir günaha komaz, ona niyetlenmez, meyletmez ve için-

den geçirmez. Bununla birlikte bazen, herhangi bir kast olmakszn bir ta-

km hatalara müptela olur, ufak tefek günah düüncelerle imtihan olunur.


Bu hâl normalde müminlerin sfatdr. Onun istikamet hâline dönmesi bek-
lenir. Çünkü o, istikamet yolundadr, bu durumuyla u ayetin hükmüne gir-

mektedir:

"Onlar büyük günahlardan ve çirkin ilerden kaçnan ancak (bazen)


küçük hatalara düen kimselerdir. Hiç üphesiz Rabbin geni mafiret sa-
hibidir (kendisine) yönelen kulunu affeder.* 85

Ayrca bu kimse, Allahu Teala'nm haklarnda:

-Ve muttakiler, bir kötülük yaptklar ya da nefislerine zulmettikleri za-


man, Allah' zikreder ve hemen günahlarnn balanmasn dilerler,"386

buyurduu muttakilerin snfna girmektedir. Bu kimsenin nefsi, Allahu Te-


ala'nm kendisine yemin ettii "levvâme" sfatndadr ve kendisi de orta hal-
de giden bir kimsedir.

384
Müslim, Zikir, 4; Tirmizî, Dua, 128; Ahmed, Müsned, II, 323; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, X,
75.
385
Necm 53/32.
388
Al-i mrân 3/135.
YAKÎN MAKAMLARI vb YAKN EHLNN HALLER/TÛVBE MAKAMI 235

Bu günahlar nefse tad sfatlardan, cibilliyetindekl tabiatlardan ve


yerden ald gdalarla rahimlerdeki deiik ve türlü türlü yaratl ekille-

rinden kaynaklanarak gelmektedir. Bunun için Allahu Teala, yukarda ge-


çen "Necm" süresindeki ayetin devamnda öyle buyurmutur:

"O, sizi yerden (gdalardan oluturduu meniden) çkard zaman ve


siz cenin hâlinde annelerinizin kamnda bulunduunuz dönemde (halinizi)

387
en iyi bilendir."

Bu sebeple Allahu Teala (asl itibariyle) yerden ortaya çkan ve anne


rahminde hata ve kaymaya müsait bir terkibe nakledilen nefsi temize ç-

karmaktan nehyedip:

'Öyleyse kendinizi temize çkarmayn,™8 buyurmutur. Yani, onun


hilkatinde hatal eylere meyil sfat vardr (bu sebepte dikkatli olunmas
gerekmektedir). Ayn ekilde (erkek ve kadnn menisinden) kark olarak
yaratlarak çeitli eylere mübtela olma özelliine sahip yaplmtr. Bu du-

rum ayet-i kerimede öyle ifade edilmektedir:

'Gerçek u ki; biz insan kark bir nutfeden (erkek ve kadnn dölün-
den) yarattk. Onu imtihan edelim diye kendisini görür ve iitir kldk.

Bu yaratln ve terkibin anlatlmas çok uzun sürer. Biz bu kitabm-


zn baz bölümlerinde bunun temel özelliklerini zikrettik. Bu kulun hâli, da-

ha önce zikrettiimiz u hadislerde anlatlan kimsenin durumuna benze-


mektedir:

'Çeitli haller içinde imtihan edilen ve çokça tövbe eden mümin.'**0

"Mümin bazen kendini koruyup ayakta duran, bazen de (saa sola)


meyleden buday baa gibidir, w
Bu kulun, nefsine kar kuvvetli olmas ona kzmas, onu yakînen ta-

nmasndan, ondan nazarn kesmesinden ve hayrlara dalp onlarla su-

*> Necm 53/32.

389
nsan 76/2.
*» Ahmed, Müsned, I, 86; Ebu Ya'la, Müsned, No: 483; Ebu Nuaym, Hilye, III, 209; Heysemî,
Memau'z-Zevaid. X, 200.
391
Ebu Ya'la, Müsned, No: 3080; Buhari, Tarih-i Kebir, VI, 4;. Ayn konudaki hadisler için bkz:

Buhari, Merda, 1 ;
Müslim, Kyame» 55-60, Ahmed, Müsned, III, 349, 395.
236 KÛTU'L-KULÛB

kün bulmasndan kaynaklanmaktadr. Ona kar baars günahlarna kef-

faret olmaktadr. Çünkü o r


u ayetin manasn çok iyi düünenlerdendir:

*ö halde kendinizi temize çkarmayn. O, sizi en iyi bilendir.™ 2

Üçüncü gruptaki kimse hâl olarak ikinci gruptakine yakn bulunmakta-


dr. O, bir günah iler, peinden tövbe eder, sonra günaha tekrar döner.

Arkasndan da, günaha yönelmesi, onda çalmas ve onu taata tercih et-

memesi sebebiyle üzülür. Ancak tövbeyi erteler durur. leride tam tövbe
yapacan söyler, istikamet sahibi olacan düünür. Bu kimse tövbe eh-
linin güzel hallerini, yüksek derecelerini sever, kalbi, sddklarn makamla-
ryla ho olur, huzur bulur. Bununla birlikte, onun bu hâline tövbe den-
mez. Çünkü o, kendisinden fiilen istenilen hâli ortaya koyamamaktadr.
Çünkü hevas kendisini günahlara sevk etmekte, alkanlklar kötülüe
çekmekte, gaflet önünü perdelemektedir. Ancak o, günahlar arasnda
tövbe istifar elden brakmamakta, fakat alkanlklarndan da kurtulama-
makta, dönüp yine günaha dalmaktadr. Böylece asl tövbe, devaml ileri-

ki vakitlere tehir edilip durmaktadr. Böyle bir kimsenin güzel amelleri ve


geçmiteki iyi hallerinin kötülüklerine keffaret olmas sebebiyle istikamet
hâlini bulmas ümit edilir. Bununla birlikte bozuk hâlinin devaml oluun-
dan dolay vaziyetin kötüye gideceinden de korkulur. Bu kimsenin nefsi,

kötülüe tevik ve sevk eden bir nefistir. Sahibi de iyilikle kötülüü birbiri-

ne kartran (bazen iyilie bazen kötülüe dalan) ve Allahu Teala'nn töv-

besini kabul etmesi umulan bir kimsedir. O zaman kul, iki hâl arasndadr.
Yani, ya nefsin sfatlar kendisine galip gelir ve hakknda ezelde takdir edi-

len (azap) tahakkuk eder. Veya Yüce Mevlâ's kendisine rahmet nazary-
la nazar buyurur, hata ve kusurlarn tamir eder ve bütün skntlarn gide-
rerek ona ezelde takdir ettii ihsann ulatrp kendisini mukarrabûn ma-
kamnda bulunan kimselerin derecelerine kavuturur. Çünkü kul, Allah'n
rahmet ve fazlyla onlarn yoluna girmitir ve niyeti de ahirettir.

Dördüncü gruptaki kula gelince bu, kullar içinde hâli en kötü, nefsine

kar vebali en büyük ve Allah'tan (sevap namna) elde edecei en az


olan kimsedir. O, bir peinden onun
günah iler, gibi veya ondan daha bü-
yük bir günah düünür. mkan bulduunda hiç geri durmaz, tövbeye hiç
niyet etmez, asla istikamet hâline karar vermez. Hâlini ve sonunu olarak
392 Necm, 53/32.
YAKN MAKAMLARI V YAKN EHLNN HALLER/TÛVBE MAKAMI 237

güzel düündüünden, kendisini ilâhî müjdelere ulatracak güzel amelle-


re yönelmez, kendisini kesin emniyette gördüünden de herhangi bir teh-

ditten korkmaz.

Bu kimse gerçekten günahta srar hâlinde olup, azgnlk ve kibir ara-


93
snda bocalayp durmakta: "günahta srar edenler helak olmulardr.*
hadisinin tehdidi altna girmekte ve atee yönelmi olmaktadr.

Bu kimsenin emare/devaml kötülüü emreden nefistir.


nefsi, nefsi

Ruhu devaml hayrdan kaçar bir haldedir. Böyle bir hâle sahip olann ak-
betinin kötü olacandan korkulur. Çünkü o, kendisini bu sonuca götüre-

cek bir haldedir ve onun yoluna girmitir. Bu durumda kötü akbet ve e-


kavet uzak deildir. Böyle kimseler hakknda: "Kim, ileride Allah Teala'ya
tövbe edeceini söylüyorsa, O'na kar yalan söylemi olur," cfenmitir.
Burada laneti çeken, kulun bir günahtan çkp ondan daha büyüüne dal-

masdr. *

Bu kimse: "Onlarn i Allah'a kalmtr. O, dilerse onlara azap eder,


dilerse tövbelerini kabul eder,*
594
ayetinin hükmüne girer. Cenab- Hak gü-
nahta srarlar sebebiyle kendilerine azap edebilecei gibi, haklarnda
ezelde tercih ettii güzel akbet hükmünden dolay da günahlarn affedip
tövbelerini kabul edebilir. Bu O'nun tercihidir. Biz azabndan Allahu Te-

ala'ya snrz, Zat- Kerîm'inden bizi kendisine yaklatracak sevap ve ni-


metlerini isteriz.

Tövbe konusu burada bitti.

393 Rivayet bu lafzyla bulunamamtr. Mana bakmndan yakn olan bir rivayet için bkz. Ahmed
b. Hanbel, Müsned, II, 165, 219.
394
Tövbe 9/I06.
SABIR MAKAMI ve
SABREDENLERN VASFI

SABRIN FAZLET
Sabr makam, yakîn makamlarnn ikincisidir. Allahu Teala sabr eh-
lini, muttakilerin imam/önderi yapm ve dinde onlara vadettii güzel ih-

sanlarn tam olarak kendilerine ulatrmtr. Bu durumlar ayet-i kerime-

lerde öyle anlatlmtr:


"Onlardan bir ksmn, sabrettiklerinde, emrimizle doru yola ileten
imamlar (önderler) yaptk.™ 5

"Sabrlarna karlk, Rabbinin lou Harna


Israi verdii güzel söz (ve
vaadler) eksiksiz yerine geldi.™ 6

Rasûlullah (s.a.v) öyle buyurmutur:


"Holanmadn eye sabretmende büyük hayr vardr.™7
sâ (a.s) buyurmutur ki: "Siz sevdiiniz eylere ancak, sevmediiniz
eylere sabretmekle ulaabilirsiniz."

Sahabeden birisi demitir ki: "Allahu Teala'nn kulunda yaratt eka-


vet ve fazilet, onun takva ve sabrnda aranmaldr."

bn Mesud (r.a): "Sabr imann yarsdr," 398 derken, Hz. Ali (r.a.) de
sabr, imann rükünlerinden bir rükün olarak saym, onu cihat, adalet ve
yakin ile beraber zikrederek öyle demitir:

"slam dört temel esas üzerine kurulmutur. Bunlar, yakîn, sabr, cihat

ve adalettir."

Secde 32/24.
396
A'raf 7/137.
397
Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 307; Beyhakî, uabu'l-man, No: 1074.
398
Ebu Nuaym, Hilye, V, 34; Tabaranî, el-Kebir, No: 8544; Heysemi, ez-Zevaid, I, 57.
240 kûtu-l-kulOb

Hz. Ali (r.a.) bir dier sözünde de: "iman için sabr, cesetteki ba du-
rumundadr. Ba olmayann cesedi bir ie yaramayaca gibi (taat ve mu-
sibete) sabr olmayann da iman yok hükmündedir."

Rasûlullah (s.a.v) da, sabr yükseklik ve faziletçe yakînle ayn ma-


kamda deerlendirip, beraberce zikretmitir.
«
Ayn ekilde Allahu Teala da
ayet-i kerimede:

'Onlardan bazlarn, sabrettikleri ve ayetlerimize yakinen inandklar


zaman, emrimizle doru yola ileten imamlar yaptk.* 99
Rasûlullah (s.a.v); kendisine sabr ve yakinden nasibi verilen kimse-
ye, elde edemedii dier eylerden sual olunmayacan haber vermitir.
Yine, Rasûlullah (s.a.v), sabrn, amelin ve sevabn kemali olduunu belirt-

mitir. Ebu Umame el-Bahilî'den rivayet edildiine göre Rasûlullah (s.a.v),

öyle buyurmutur:
"Size ey, yakfn ve azimetle sabrdr. Kime bu ikisinden
en az verilen

nasibi verilmise, kaçrm olduu gece ibadetine ve gündüz (nafile) oru-


cuna üzülmesin. Sizin bugün içinde bulunduunuz hâle sabretmeniz, ba-
na, her birinizin, dier bütün mûslûmanlarn ameli gibi amelle gelmesin-
den daha sevimlidir. Fakat ben bundan sonra size dünya nimetlerinin ka-
psnn açlmasndan ve artk birbirinizi sevip ho görmemenizden korku-
yorum. O zaman göktekiler de sizi ho görmez. Bu durumda kim sabreder
ve mükafatn Allahtan beklerse, en büyük sevab alm olur."™ Allah Ra-
sûlü (s.a.v), sonra u ayeti okudu: 'Sizin yannzdakiler tükenir. Allah'n

katndakiler ise (hiç) tükenmez. Elbette, sabredenlere yapmakta oldukla-


rnn en güzeliyle karlk vereceiz. " t01

Cabir'den rivayet edildiine göre, Rasûlullah'a (s.a.v) imann ne oldu-


u sorulunca:
"O, sabr ve ho görüdür, moz buyurmutur.
»

399
Secde 32/24
400
Zebidi, thafu's-Sade, I, 674. Irakl, bu lafz ve senetle hadisi tespit edemediini bildirmitir.

Ancak bnu Abdilber, hadisin ilk ksmyla ayn manada olan u rivayeti nakletmitir: "Allahu

Teala yakinden daha az bir ey indirmemitir." (Beyani'l-lm, I, 125, Ayrca bkz: bnu Ebid-
Dünya, K. Yakin, No: 5.
401
Nahl 16/96.
402
Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 61 ; Ebu Ya'la, Müsned, No: 1754; bnu Hacer, el-Metalib, No:
2860; Heysemi, ez-Zevaid, I, 60. Biraz farkl bir rivayet için bkz: Buhari, Edebü'l-Müfred, No:
290.
:

SABIR MAKAMI vt SABREDENLERN VABPI

En güzel söz sahibi Allahu Teala, buyurmutur ki

'te onlara, sabrettiklerinden dolay, ecirleri ki kat verilecektir.'™

Dier bir ayette de öyle buyurulmutur:

"Ancak sabredenlere, mükafatlan hesapsz verilecektir.*0*

Allahu Teala, sabredenlerin ecrini bütün amellerin ecrinden fazla ola-

rak kat kat yapm; sonra sabrn mükafatn bütün mükafatlarn üstüne ç-
karp ona bir snr ve hesap koymamtr. Bu da sabrn, makamlarn en
yüksei olduunu gösterir. Allahu Teala, sabredenlere üç eyi bir arada
vermitir; dier bütün ibadet ehline ise bu nimetleri datarak taksim et-

mitir. Bunlar, ahiret ve ebedi alemde müjdeden sonra, Allah'n mafireti,


rahmeti ve hidayetidir. 405

Hz. Ömer (r.a) derdi ki: "Sabredenlere müjdelenen Allah'n mafireti


ve rahmeti ile bunlar temin eden hidayet ne güzeldir."

Allahu Teala, sabredenlerle beraber olduunu bildirmitir. Allah kimin-

le olursa o, galip gelir ve O'nunla beraber olan yücelir. Bu durum ayette


öyle ifade edilmitir:

*
no6
"Sabredin; üphesiz Allah sabredenlerle boraberdir.

"Allah sizinle beraberken, siz en üstünsünüz. *07


1

Dier bir ayet-i kerimede Allahu Teala, manevî ordularyla yardm ve


destei için sabr art koarak öyle buyurmutur:

"Evet, siz sabr gösterir ve Allah'tan korkarsanz, onlar (dümanlar-


nz) hemen u anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nianl be bin melekle
sizi takviye eder.™
Sehl (rah) der ki: "Sabr, doruyu tasdik etmektir. Taatlarn en yüksei,
günahlara kar sabrdr. Sonra ibadet ve taata devam etmeye sabr gelir."

403
Kasas 28/54.
«» Zümer 39/10.
405
Bkz: Bakara 2/157.
406
Enfal8/46.
407
Muhammed 47/35.
408
Al-i mrân 3/125.
242 KÛTU'L-KULOI

09
Sehl, Allahu Teala'nn: "AUahtan yardm leteyln ve sabredin...* aye-
tini açklarken:

"Allah'n emrini yerine getirmek için O'ndan yardm isteyiniz ve Allahu


Teala'ya kar edebinizi muhafaza etmek için sabrediniz," demitir.

Yine Sehl, demitir ki: "Allahu Teala, Kur'an- Kerim'de belaya ve s-


kntya sabreden kimseden bakasn methetmedi. Skntya sabreden
kimseyi ise sabn sebebiyle övdü."

u sözde ona ait: "Müminler içinde salih olanlar oldukça azdr. Salih-
ler içinde sadklar azdr. Sadklar içinde ise sabredenler azdr."

Sehl, sabr sdka ait bir hususiyet yapm ve sabr ehlini de sddkla-
rn havass/en seçkinleri olarak görmütür. Sözlerin en dorusunu söyle-
yen Allahu Teala da ayn ekilde, sabr makam itibariyle sadklardan
ehlini

üste zikretmi sabr, sdkta bir makam yapmtr. Bu durum u ayette an-
latlmaktadr:

"üphesiz, müstöman erkekler ve kadnlar, mümin erkekler ve kadn-


lar, sadk erkekler ve sadk kadn-
taat ehli erkekler ve taat ehli kadnlar,
lar, sabr ehli erkekler ve sabr ehli kadnlar... *™
Eer srasyla saylan sfatlar, müslümanlar için ayr ayr birer sfat

olarak kabul edersek, o zaman medh (övme)


aradaki atf harfi olan (vav),
içindir. Eer her birisi bir makam olarak zikredilmi ise, o zaman (vav) ter-

tip içindir. O zaman ayette, sabr ehli, taat ehlinden ve sadk olanlardan

üstte tutulmutur. (Yani, ayette zikredilen sfatlar, srasyla biri dierinden


sonra gelen ve elde edilen makamlar olarak düünürsek, o zaman sabr
makam, taat ve sdk makamndan üstte olmaktadr)

bn Abbas'tan (r.a), rivayet edildiine göre, Rasûlullah (s.a.v), bir gün


Ensar'n bulunduu meclise girdi ve onlara:

-Siz mümin misiniz? diye sordu. Oradakiler sükut ettiler. O zaman Hz.
Ömer (r.a.):

-Evet, Ya Resûlellah, müminiz, dedi. Rasûlullah (s.a.v):

"mannzn alameti nedir? diye sordu, Hz. Ömer:

*°* A'raf 7/128.


41 °
Ahzâb 33/35.
SABIR MAKAMI v 8ABRE DENL1RIN VASFI

-Genilikte ükreder, belaya sabreder, kazaya/ilahî takdire raz olu-


ruz, diye cevap verince Efendimiz (s.a.v):

•Kabe'nin Rabbine yemin olsun ki, bu sfatlarla siz gerçeklen mümin-


siniz 4 " buyurdu.

Sabr iki ksma ayrlmaktadr. Birisi, dinin slah için gerekli olan ey-
leri yapmak; dieri de, dîni bozan eyleri terk etmektir. Bunlar içinde de
sabr çeitli derecelere ve çeitlere aynlr. Kii, dinini slah ve ihya eden
eylere sabrederse, iman kamil olur. Dinini bozan eylere kar sabredin-
ce de yakini güzel olur. Bu anlattmza benzer bir anlay, Hz. Ali'den
(r.a) rivayet edilmitir. O, Basra'ya gittiinde ileri yoluna koyunca, Basra
camiine girdi. kssac gördü ve onu mescitten dar çkard.
Orada bir

Adam çkarrken de: "Bu tür kssaclk bidattir/ diyordu. Sonra, baka bir
halkaya vard. Halkada bir genç, cemaata bir eyler anlatyordu. Ona ku-
lak verdi, sözleri çok houna gitti; kendisine:

-Ey genç! Sana iki ey soracam; eer onlara doru cevap verirsen,
seni brakrm; insanlara konumaya devam edersin. Yoksa, dier kssa- u
c arkadalarn çkardm gibi, seni de buradan çkarrm..! dedi. Genç de:

-Sor, ey müminlerin emiri, dedi. Hz. Ali (r.a.):

-Dinin salah ve fesad nedir, ne iledir? diye sordu, genç:

-Dinin salah vera/haramlardan


kaçnmak, fesad da tamah/ dünya
hrs ve mala tapmaktr, diye cevap verdi. Bu cevap karsnda Hz. Ali:
-Doru söyledin, konumana devam et; senin gibilerin insanlara ko-
numas uygundur, dedi."

Bu gencin, tasavvuf yolunun büyüklerinden, imammz Hasan- Basrî


(rah) olduu söylenmitir.

Meymun b. Mihran derdi ki: "man, tasdik, marifet ve sabr; hepsi ay-
n eydir."
r

Ebu'd-Derda (r.a) demitir ki: "mann en kemal noktas, ilahî hükme


sabr ve kadere rza göstermektir."

Bil ki verâ, zühdün evvelidir. Zühd de, ahiret kaplarnn


Tamah ilkidir.

ise dünyaya rabetin evvelidir. O da, dünyaya açlan kaplarn en büyüü-


4"
Tabarani, el-Kebir, No. 11336; Heysemi, ez-Zevaid, \, 54; Zebîdî, thafu's-Sâde, XI, 11.
3

244 KÛTU'L-KULÛB

dür. O sahibinde dünya muhabbetinin varln gösterir. Dünya muhabbe-


ti ise, bütün hata ve isyanlarn badr.
Denilmitir ki: Allahu Teala'ya kar ilenen iik günah ar arzudur.
öyle ki: Hz. Adem, cennette ebedi kalmaya tamah ederek, yasaklanan
aaçtan yemitir. blis de, Hz. Adem'i cennetten çkarmaya tamah ederek
ona vesvese vermitir. Böylece, ikisi de Rablerine kar ayn günah ile-
milerdir. Ancak, tamah ettikleri ey farkldr ve sonuçlar ayn deildir. Hz.
Adem, Allahu Teala'nn ezelde, hakkndaki güzel takdiriyle tövbe edip ha-
tasn düzeltmitir, iblis ise, ezeldeki ekavet hükmüyle helak olmutur.
Tamah, zann yani kati ve kesin olmayan tasdik etmektir. Bunun için,

Allahu Teala, düman blisi anlatrken öyle buyurmutur:

"üphesiz, blis zannn onlara doru diye gösterdi."" 2


Zann, yakînin zdddr ve hak adna hiçbir ey ifade etmez. Allahu Te-
ala, müriklerin vasfn anlatrken, kendi dillerinden öyle nakletmitir:

"Onun (kyametin varln) binandan ibaret sayyoruz ve (hakknda)


yakin bilgiye sahip deiliz, demitiniz. * 1

Kim, halkn elindekine göz dikmemek için sabrederse, sabr onu verâ
hâline ulatrr. Kim de dininde verâ sahibi olmaya sabrederse, bu sabr
kendini gerçek zühd hâline yükseltir. Kim, yakîn yerine zann tasdik eder
ve onun peine düürse, bu onu dünya muhabbetine götürür. Dünya mu-
habbetine bulanan kimseyi bu muhabbet dinin hakikatini anlamaktan (ve
yaamaktan) uzaklatrr.

Alimlerden birisi demitir ki: "Biz, hiç eziyet görmeyen, ezaya taham-
mül ve sabr göstermeyen kimsenin imann gerçek iman saymayz."

Allahu Teala, eziyet ve sknty müminler için bir deneme ve imtihan


vesilesi yapmtr. Bunun, kendisi tarafndan bir azap olmadn, onun,
hakknda imtihan ve bela murad ettii kimseler için bir fitne olduunu bil-

dirmitir. Bu durumda, eza ve sknt, onu yapan için bir fitnedir. Halbuki
bu, eziyet edilen için bir rahmet olmaktadr.

412
Sebe 34/20.
413
Câsiye 45/32.
SABIR MAKAMI vt SABREDENLERN VASF 245

Bu durumu u ayet-i kerimede görmekteyiz:


"nsanlardan kimi vardr ki "Allah'a nandk" der, fakat Allah urunda
eziyete uratld vakit, insanlarn kencesini Allah'n azab gibi tutar.™
Yani, insanlarn yapt sknt ve eziyeti, Allah'n azab gibi görür.
Halbuki o sknt, Allah'tan bir azap deildir; belki görünmeyen bir rahmet
vesilesidir. u ayet de insann bu tür bir feryadn ortaya koymaktadr:

"Rabbi onu imtihan edip rzkn daralttnda ise: 'Rabbim beni alçalt-
t (perian etti) der. Hayr! öyle deil!"" 5 Yani, dier nimet verdiim kimse-
yi ikram ve nimetle erefli yapmadm gibi; seni de fakirlik ile alçaltm

deilim.

Bu manaya uygun olarak, Allahu Teala, Peygamberine sabretmesini


emrederek öyle buyurmutur:
'
16
"Onlarn söylediklerine sabretl Kulumuz Davud'u hatrla...

Allahu Teala, Rasülünü onunla teselli etmi, bu konudaki üstün hâlini

ortaya koymutur.

Bize nakledilen bir haberde öyle anlatlmtr:

"Kyamet günü, insanlarn en çok ükredeni (ilahi huzura) getirilir. Al-


lahu Teala, ona ükreden/erin mükafatn verir. Sonra, insanlarn en sabr-
l olan getirilir. Kendisine "Sana, u
ükredenlere verdiimiz mükafat ver-
sek raz olur musun?" diye sorulur. O da: "Evet, Ya Rabbi" der. O zaman
AllahrSana nimet verdiimizde ükrettiin ve bela verdimizde sabrettiin
gibi; senin mükafatn kat kat verilecektir der ve kendisine ükredenlerin
7
mükafatnn kat be kat verilir.™

bnu Ebi Nüceyh, halifelerden birine yazd taziye mektubunda öy-


le demitir: "Elinden alnan eylerde Allahu Teala'nn hakkn en iyi anla-
yan kimse, kendisine verilen eylerde Allahu Teala'nn hakkn büyük gö-
rendir. Bil ki; önceden yaptn (iyi veya kötü) eyler, senin için bakidir/he-

Ankebût 29/10.
«'5 Fecr 89/16.
4.6
Sad 38/17.
4.7 Iraki, bu lafzlarla hadisi tespit edemediini belirtir: Bkz: hya, IV, 166; Sabredenlere mizan

kurulmadan hesapsz sevap verileceine dair benzer bir rivayet için bkz: Suyutî, ed-Dürrü'l-

Mensur, VII, 215; Beavi, Meâlimü't-Tenzil, VII, "111.


246 KÛTU'L-KULÛB

sap için tutulmaktadr. Sonradan bana gelecekler ise, senin için bir ecir

vesilesi olabilir. Bil ki, karlatklar musibetlere sabredenlerin mükafat,


nimet ve afiyet içinde olanlarn mükafatndan daha büyüktür."

Baz haberlerde öyle nakledilmitir: "Sabredenler hariç, her kulun


mükafat belli bir hesap ve- ölçüde verilir. Sabredenlere ise mükafatlan öl-

çüsüz ve snrsz verilir.*" 8


Bir haberde ise öyle anlatlmtr:
"Sabr kaps hariç, cennetin kaplar ikier kanatldr. Sabr kaps is*
Dier kaptordan pek çok insan bir anda izdihamla girerken,
tek kanatldr.
sabr kapsndan ancak, dünyada bela ve musibete sabredenler teker te-
ker girerler.™

Allahu Teala ihlas sahibi kullarnn mükafat hakknda:

"Onlara belirlenmi bir rzk (mükafat) vardr,"™ buyururken, sabre-


denlerin mükafat hakknda:

"Ancak sabredenlere mükafatlar, hesapsz ödenecektir,™ buyur-


mutur. Ayetin tefsirinde, onlar için bir ölçü kullanlmakszn dolu dolu ve-
rilir denmitir. Bunun sebebi udur: Hiç üphesiz nefse en ar ve en zor
gelen ve en sevmedii ey sabrdr. Tabiata en ac ve iddetli gelen odur.
Nefis sabrda ac çeker. Hrs annda gazab tutmak sabrla olur. nsann
nefsini ezmesi ve yumuakl elde etmesi sabrla mümkündür. Tavazu ve
kendini gizlemek ayr bir Edeb ve güzel ahlak sabrla elde edi-
sabr ister.

lir. Hâlka eziyet etmemek ve skntlarna tahammül göstermek sabrla


salanr. Bunlar, ekseri ahslarn yapmakta zorland ve darland bü-
yük eylerdir. Nefisler bunlar kabul etmez, skntya ve iddete bavurur.
Bir haberde öyle zikredilir:

"Amellerin en faziletlisi, nefislerin zorlanarak yapt amellerdir.*22


Bunun için, Allahu Teala, muttaki ve sadklara iddetli sknt ve zor-
luklarda sabr art komu, sadakat ve takvalarn sabr sayesinde ger-

418
Benzer manadaki bir hadis için bkz: Buhar, Rikak, 20; Müslim, Zekat, 124.
4'9
Zebidi, ithaf, XI, 300.
420
Saffat 37/41.
421
Zümer 39/10
422
bnu Ebi'd-Dünya, Muhasebetu'n-Nefs, No: 113.
SABIR MAKAMI vt SABREDENLERN VASFI 247

çekletirip kemalatlarm onunla tamamlamtr. Ayet-i kerimede öyle buy-


rulmutur:

"Onlar sknt, hastalk ve sava anndada sabredenlerdir. Onlar, sa-


dk olanlardr ve takvaya ulam kimselerdir. ™
Sabr, nefsi nevasnn yani kötü arzularnn peinde komaktan al-
koymak ve Mevlâ'snn rzas için mücahede gereken durumlarda baa ge-
len imtihan ölçüsünde nefsi mücahede içinde tutmaktr. Çünkü mücahede,
kulun mübtela olduu imtihan ölçüsünde olur. Kötülüklerden korunmak,

nefsi devaml taat üzerinde tutmak, tabiatndan kaynaklanan ve Cenab-


Hakk'n huzurunda kötü edep saylan eylerden nefsi uzak tutmak, güzel
edep üzere muamele ve amelini yürütmek de sabrn dier çeitleridir.

SABRIN KISIMLARI
Sabr birçok ksmlara ayrlr: Bunlar içinde, nefsin isteklerine kar
sabr, Mevlâ'nn hizmetinde devam etmeye sabr en önemlileridir. Bütün
himmetini mücahede gereken eye yöneltmek, kalbini nefsani duygular-
dan, eytanî arzu ve isteklerden, dünyevî süs ve gösteriten temizlemek
de sabrn çeitlerindedir. Afetlere sabr ve feryat etmemek de bir sabr çe-
ididir. Nefsi kötülüklere dalmaktan alkoyup hak üzere tutmak; dil, kalp ve
cisimle hayr üzere amel etmek de deiik sabr çeitleridir. Allahu Teala
amel-i salih ileyen müminleri bu sfatlaryla anlatm, hâlini güzelletir-

mek için sabr art komu, bütün insanlarn hüsranda olduunu ancak,
hakkn peine düen ve sabra yapan kimselerin kurtulabileceini haber
vermitir. Cenab- Hak, sabr çok büyük bir amel olarak tantm ve kurtu-
lua eren müminlerin, birbirlerine sabr tavsiye ettiini belirtmitir.

Nefsi, Yüce Yaratcya ibadet üzere tutmak bir sabrdr. Rezzak- Ke-
rimin taksimine rza gösterip eldeki nimete kanaat etmek de bir sabrdr.

nsanlara eziyet etmemek de sabrla olur ve bu da bir sabr çeididir.


Bu, adil olanlarn makamdr ki, o: "üphesiz Allah (size) adaleti emre-

423
Bakara 2/177.
424 Nahl 16/90.
246 KÛTU'L-KULÛB

Sonra insanlarn eziyetine tahammül gelir ki, bu da muhsinlerin ma-


kam olup, yukardaki ayette geçen "ihsan" emrinin içine girer. Eldeki ma-
l infak etmeye, srasna göre yaknlardan balayarak hak sahiplerine ver-
meye sabretmek ve: "Allah, yaknlara (haklarn) vermenizi emreder.* 25
ayetinin hükmüne girer. (Fuhiyata) yani kötülüklere girmemeye sabr da

ayr bir sabr çeididir. Bunlar, ilim ve iman nokta-i nazarnda kötü kabul
edilen eylerdir. Ulemann kötü gördüü, tasvip etmedii eylere sabr, ki-
bir ve dünyevi ilerdeki arlk, haddi amak, azgnlk yapmak ve baka-
larna kar üstünlük taslamak gibi takmlklardar geri durmak da dier
sabr çeitleridir. Yukardaki ayet-i kerime bütün bunlar içinde toplayan bir

ayettir. O, Kur'an'n kutbu mesabesindedir. Ayette üç eyin yaplmas, üç


eyin de terk edilmesi emredilmitir.Terk edilmesi emridelenler , fuhiyat,
münkerat ve zülumdür. bnu Mesud (r.a.) derdi ki: "Kur'an'da emir ve ya-
saklarn içinde toplayan en cami/kapsayc ayet budur."

Allahu Teala bir ayet-i kerimede:

"Salih amel edenlerin mükafat ne güzeldir. Onlar, sabreden ve yalnz


Rablerine güvenip tevekkül eden kimselerdir,*26 buyurmutur.

Allahu Teala amel sahiplerine mükafatlarn ihsan etmeden onlarn


sabr sfatlarn zikretti ve kendilerini ilahi rzkiara kavuturmadan sabr
sfatlarn methetti. Gerçekten de amelden önce, amelin içinde ve sonun-
da sabra ihtiyaç vardr. Kul, niyetini tashih, onu yapmaya tam karar verme
ve hakkyla yerine getirmeye kakar vermek için amelin evvelinde sabra
muhtaçtr. Çünkü amel ancak bu sayede sahih olmaktadr. Nitekim, Rasû-
lullah (s.a.v), bir hadislerinde:

"Ameller ancak niyetlere göre deerlendirilir; herkese niyetinin kar-


l verilir,* 27
buyurmutur.

Allahu Teala da bu konuda:


"Halbuki onlar ancak dini srf Allah'a ait klarak O'na kullukla emrolun-
dular,*2* buyurmutur.

«s Nahl 16/90.
426
AnkEbût 29/58-59.
427
Buhârî, Bedu'l-Vahy, I; Müslim, mare, 155; Ebu Davud, Talak, II; Nesai, Teharet, 59; bnu
Mace, Zühd, 26.
428
Beyyine98/5.
SABIR MAKAMI vt SABREDENLERN VASFI 249

Niyetin hakikati/asl, ihlastr. Hem, Allahu Teala, baka bir ayet-i keri-

mede, sabr amelden önce zikrederek öyle buyurmutur:

"Ancak sabredip güzel amel yapanlar böyle deildir. Onlar için mafi-
ret ve bûyûk bir mükafat vardr. ^
Amelde sabr, teenni ile davranarak onu tamamlayana kadar sükune-
ti devam ettirmektir. u ayet-i kerime de amelde sabrn yerine iaret et-

mektedir:

"Sabreden salih amel sahiplerinin mükafat ne güzeldir.

Amelden sonraki sabra gelince, bu, yaplan ameli gizlemeye, onunla


övünmeyi terk etmeye, gösteri ve (ucuptan) yani, amelini ve kendini be-
enme duygusundan temiz tutularak sevabnn tam olmas için ona bak-
mamaya sabretmektir. Amelin riyadan uzak olmas için bu sabr arttr. Ni-

tekim, Allahu Teala:

"Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin ve amellerinizi (küfür ve ri-

ya ile) boa çkarmayn,™ buyurmutur. Yine bu konuda ayet-i kerimede


öyle buyrulmutur:
"Sadakalarnz baa kakarak ve eziyet ederek iptal etmeyin.*32
Seleften birisi demitir ki: "yilik ancak u üç eyle tamam olur: Yapl-
masnda acele etmek, büyütmeyip küçük görmek ve gizlemek."

Kendisine yaplan çirkin muameleye karlk vermemek için nefsi al-

koymak bir sabr türü olduu gibi; durumu Mevlâ'ya havale ederek kar-
lk vermemek de ayr bir sabr çeididir. u ayet-i kerimede bu sabr çei-
di anlatlmaktadr:

"Sizin bize verdiiniz eziyetlere muhakkak sabredeceiz. Tevekkül


edenler ancak Allah'a tevekkül edip, güvensinler."*3 Bu, havas denilen
seçkin tabakay oluturan salihlerin sabrdr. Bu manada marifet ehlinden

birisi demitir ki: "Bir kul, kendisine eziyet edilip de sabretmedikçe, tevek-
kül makamnda kalamaz.

Hüd 11/11.

* x Ankebut 29/58-59.
«* Muhammed 47/33.
432
Bakara 2/264.
433 brâhim 14/12.
250 KÛTU L-KULÛB

u ayetlerde de bu makam anlatlmaktadr:

"Onlarn eziyetlerine aldrma, Allah'a güvenip dayan.*»

'Artk yalnz Ona güven ve o müriklerin söylediklerine sabret"* 5


Bu hâl, rzann ilk basamadr. Rzann ikinci makam, ilahî hüküm ve
tecellilere sabretmektir ki bu, peygamberlerden sonra derecesine göre
(dünyevi) belaya mübtela edilen salihlerin sabrdr. Bu konuda, Rasûlullah
(s.a.v) öyle buyurmutur:
"Biz Peygamberler topluluu, insanlarn en iddetli belaya urayanla-
ryz. Bizden sonra en fazla belaya uratanlar peygamberlere en yakn
olan salihlerdir.*3* Ayet-i kerimede ise bu sabr özetle öyle anlatlmtr:
"Rabbin için sabret.* 37 Bunu açklayan dier bir ayet-i kerimede de
öyle buyrulmutur:

"Rabbinin hükmüne sabret. üphesiz sen bizim gözetim ve kontrolü-


mOzdesin.*36

Nefsi, takva üzere tutmak da bir sabr çeididir. Takva, bütün hayr
çeitlerini içinde toplayan bir isimdir. Sabr da, mana olarak, bütün iyilik-

lerde mevcuttur. Kul, bu ikisini bir arada bulundurduu zaman Muhsinler-


den/iyilik sahibi salihlerden olur. Muhsinlere de mükafat olarak hayrdan
baka bir ey yoktur. Bu durum ayet-i kerimelerde öyle ifade edilmitir:

"üphesiz, kim takva sahibi olur ve sabrederse, muhakkak Allah iyilik

sahiplerinin mükafatn zayi etmez.* 39


"Hiç üphesiz, mallarnz ve canlarnz konusunda imtihan edileceksi-
niz, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müriklerden birçok
üzücü sözler iiteceksiniz. Eer sabreder ve takva üzere kalrsanz, mu-
hakkak ki bu, yaplacak ilerin en deerfiidir.
434 Ahzab 33/48.
435 Müzzemmil 73/9-10.
436
Buharî, Merda, 3;Tirmizî, Zühd, 57; bn Mace, Fiten, 23; Darimî, Rikak, 67; Ahmed b. Han-
bel, Müsned, I, 172, 180, 185.
437
Müddessir 74/7.
438
Tür 52/48.
439
Yûsuf 12/90.
440
Al-i mrân 3/186.
SABIR MAKAMI vt SABREDENLERN VASFI 251

Yani, size yaplan eziyete karlk vermeyerek sabreder, bela ve s-


kntl anlarda takvadan ayrlmaz ve haddi amazsanz, bu sizin için en fa-
ziletli bir itir. Nitekim, dier ayetlerde bu durum öyle anlatlr:

"Eer ceza verecekseniz, size yaplan kencenin misliyle ceza verin.

Ama, sabrederseniz elbette bu, sabredenler için daha hayrldr. ™


'Kim sabreder ve affederse, üphesiz bu hareketi, yaplmaya deer
büyük ilerdendir.*42

Kim zulme uradktan sonra hakkn alrsa, artk onlara yaplacak bir
ey yoktur.*43
Birinci hareket, yani karlk verme ve hakkn alma, adalettendir.
Adalet de güzeldir. kinci davran, yani, af ve sabr ise fazilettendir. Bu
ise, daha güzeldir. Bu söylediklerimiz, Allahu Teala'nn u ayetinde de

özet olarak ifade edilmitir:

en güzeline uyan kullarm müjdele! te, Al-


"(Hak) sözü dinleyip de,
lah'n doru yola ilettii kimseler onlardr. Gerçek akl sahipleri de onlar-
dr.*44

Sözü dinlemek adalettir, adalet güzeldir. Bu hakk talep ve af olunca,

daha güzel olur. Görüldüü gibi bu durumda olanlara güzel hidayet ve akl
sahibi olduklarndan dolay övgü vardr. te bu, tamamen Allah'a yönel-

mi kimselerin makamdr.
Denilmitir ki, bu makamda olan kimseler, kendilerine zulmedildiin-
de kar tarafa zulüm yapmayan ve hakkn da aramayan kimselerdir. Bu
makam sahiplerinin övüldüü vasf, huu ve kalp sükunetidir. Bu sükunet,
huu ve Allahu Teala'nn ahirette verecei güzel karlk sebebiyle kalbin
mutmain olmasdr. Çünkü, Allah'a kavuma çok yakn, dünyann son bul-
mas ise çok süratlidir. te bu huu ve kalp sükuneti, övülmeye daha la-
yktr. Nitekim bir ayet-i kerimede Cenab- Hak öyle buyurmutur:

"Kyamet saati muhakkak gelecektir. Öyleyse, imdilik onlara güzel


muamele et.*45

441
Nahl 16/126.
442
urâ 42/43.
443 urâ 42/41.
444
Zümer, 39/18
*** Hicr 15/85.
252 KÛTU'L-KULÛB

Takva ve sabr ayn manadadr. Çünkü biri dierinin elde


bir yönüyle
edili sebebidir. Her biri ancak dieri ile tamam olur. Makam takva olan
kimseye sabr hâl olmutur. u
hâlde, takva, makamlarn en yüksei oldu-
u gibi, sabrda hâllerin en faziletlisidir. Çünkü en muttaki kimse, Allah ka-

tnda en ereflidir. Allah katnda en erefli olan da, en faziletlidir.

Allahu Teala, sabr emrettikten sonra onun (aslnda) kendisine ait ol-

duunu belirterek, sabr erefli klmtr. Ayette öyle buyurmutur:

"Sabretl Senin sabrn ancak Allah iledir.^


Dier bir ayette de:

"Rabbtn için sabretr447 buyurmutur. Gerçi, her ey O'nunla olmakta-


dr. Ama, bu ayetlerde özellikle sabr zikredilerek, onun eref ve fazileti or-

taya konmutur.

Allahu Teala, (aslnda hüküm ve takdir olarak) kendisine ait olan bü-

tün salih amellerde kulunu bela ile imtihan edip denemedikçe onu güzel
sfatla vasfetmez ve hakknda övgüde bulunmaz. Eer kul, sabreder ve
imtihandan salimen çkarsa, onu methedip güzel sfatla vasfeder. Yoksa
onun, davasnda bo iddia sahibi ve yalanc olduunu açklar.

Süfyan es-Sevri'ye (r.a): "Amellerin en faziletlisi hangisidir?" diye so-


rulunca: "Bela ve imtihan annda sabrdr!" demitir.

Alemlerden birisi demitir ki: "Sabrdan daha faziletli hangi ey var-


dr? Allahu Teala, Kitabnda, yetmi küsür yerde bizzat sabr zikretmitir.
Allahu Teala'nn abrdan baka herhangi bir eyi bu sayda zikrettiini
bilmiyoruz. Öyleyse hiç kimse, bir bela ile imtihan edilip de onda Allah için
sabretmedikçe, sakn Allahu Teala'nn kendisini methedip övmesini bek-
lemesin. Yine hiç kimse, Allahu Teala'nn kendisini methedip güzel sfatla
anmasndan önce, imann hakikatine ve yakînin güzelliine ulaacan
ummasn. ayet, Allahu Teala bir kulun azalarnda dier amel çeitlerini
ortaya koysa fakat kulu herhangi özel bir vasfla anp bir hayrdan dolay
övmese, o kimsenin kötü akbetinden emin olunmaz."

Bunun sebebi udur: Allahu Teala'nn (adet ve) ahlak öyledir: O bir
kulu sevince ve amelinden raz olunca, onu metheder ve (güzel hâlle) vas-

«• Nahl 16/127.
™ Müddessir 74/7.
SABIR MAKAMI V SABREDENLERN VASFI 253

feder. Allahu Teala, kimi herhangi bir heva ve ehvetle imtihan eder de, o,

bu skntya sabreder, heva ve ehvetini heva ve ehvetine kar koyarsa,

Cenab- Hakk, onu metheder, keremi ve cömertlii ile onu yüceltir. Böyle-

ce o kul, güzel sfat sahipleri arasnda zikredilir ve övülen kimselerden bi-

risi olur. Bu durumda olan bir kulun aya srat- müstakimden kaymaz. O
kul salih bir amelle güzel bir hâlde ömrünü tamamlar.

Sabrn bir çeidi de, Hak'a muhâlefet etmeyerek, afiyet ve shhat hâ-
line sabretmektir. Nefsin kötü arzularnda harcamadan zenginlik hâline

sabr, isyana kullanmadan nimete sabr da ayr sabr çeitleridir. Bir mü-
minin bu saydmz eylere (gösterilen ekilde) sabretmesi ve bu husus-

ta sabr istemesi, aynen sknt, fakirlik, darlk ve zorlua kar sabra ihti-

yac olduu gibi bir ihtiyaçtr ve bunlar için istedii sabr, onlarda da iste-

melidir.

Denilmitir ki; bela ve fakirlie mümin sabreder, afiyet ve nimete ise,

ancak sddik olan sabreder.

Seni b. Abdullah derdi ki: "Afiyete sabr edip isyana dümemek, bela-

ya sabrdan daha zordur."

Ayn ekilde Sahabe-i Kiram da (r.anhüm) kendilerine dünya nimetle-


rinin kaplar açlp, genilik ve rahatla ulatklarnda öyle'demiîerdir:
"Skntyla imtihan edildik, sabrettik; fakat genilikle imtihan edildik, sabre-

demedik."448

Görüldüü gibi, onlar genilik ve rahatlkla imtihan edilmeyi, sknt ve


darlkla imtihan edilmekten daha büyük görmülerdir. Allahu Teala öyle
buyurmutur:

"(O takva sahipleri) bollukta ve darlkta (Allah için) harcarlar.*"*

Allahu Teala onlar, güzel yakînleri, nefislerinin cömertlii ve gerçek

zühdleri sebebiyle farkl iki hâlde de ayn vasf yani cömertlii korumala-

rndan dolay övmütür.

u ayet de bu manadadr:
448
Bkz: bnu'l-Esir, Camiu'l-Usul, IV, 681 Tirmizi, ;
Kyame, 30.
449 Al-i imrân 3/I34.
254 KÛTU'L-KULÛB

"Ey man edenleri Mailesiniz ve göçükleriniz sizi Allah' anmaktan al-


koymasn. %6Q Çünkü onlarda, insana sürür verme ve zikirden alkoyma
özellii vardr. Dier bir ayette bu durum öyle dikkate verilmitir

"Ey man edenleri Zevcelerinizden ve evlatlarnzdan bir ksm (sizi

gaflet ve isyana sevk ettiklerinden) dümannzda onlardan saknn,"™


Çünkü, zevce ve evJatlarda insana sevinç, sürür verecek bir hâl vardr,
ona neva da karr ve insan bunlar yüzünden Mevlâ'snn emrine ters i-
lerde bulunur. Böylece zevceler ve evlatlar ahirette azap ve cezaya sebep
olduklarndan, insann düman olmu olurlar. Rasûlullah'tan (s.a.v) riva-
yet edilen u haber de konumuza k tutmaktadr:
"Rasûlullah (s.a.v), mimberde iken torunu Hasan'a bakt. Gömleinin
içinde, uçlarna basp yere yuvarlanyordu. Onu bu hâlde görünce, mim-
berden inip ve kucana ald ve:

"Mal ve evlatlarnz sizin için bir fitnedir,' buyuran Allah doru söyle-
452
di,''buyurdu. Efendimiz (s.a.): "Onu bu hâlde görünce, tutup kaldrmak-
tan kendimi alkoyamadm, mecburen ilgilendim" demek istemitir. Bunda,
basiret sahipleri için bir ibret vardr.

Bir dier hadiste de:

"Çocuk insan için, hûzun, cimrilik ve korkaklk sebebidir*5* buyrul-


mutur. Yani, mal ve evlat sevgisi kiiyi bunlara sevkeder.

u hâlde kim, afiyet, zenginlik, evlat ve dier nimetlerden oluan ge-


nilik hâlinde (bunlarla gaflet ve isyana dümemek için) sabreder ve her
birini yerli yerince kullanarak haklarn verirse o, ükreden sabr ehlinden
olur ki, bela ve fakirlie mübtela olup sabredenler, bu kimseden üstün de-
ildir. Ancak rzann ve ükrün hakikatine ulaanlar bu deerlendirmenin
dnda tutmalyz. Allahu Teala, sürür ve sknt veren eyleri bir arada
zikrederek, onlar muttakilerin vasf yapm ve bu iki durumdaki ihsan ve
ikramlarndan dolay kendilerini methederek öyle buyurmutur:

450 Münafkûn 63/9.


451
Teâbün 64/14.
452
Bkz. Ebu Davud, Salat, 227; Tirmizî, Menakb, 31; Nesaî, Cum'a, 30; deyn, 27; bn Mace,
Libas, 20; Atmed b. Hanbel, Müsned, V, 254
453
Ebû Ya'la, Müsned, No: 1032; Bezzar, Müsned, No: 1892; Heysemi, ez-Zevald, VII, 155; El-
bani, Daife, No: 4764.
SABIR MAKAMI. v» SABREDENLERN VA8FI 255

X) cennet; muttaJdler çki hazrlanmtr. Onlar, bollukta ve darlkt


(genilik ve sknt hâlinde) Allah çin harcarlar, öfkelerini yutarlar ve nsan-
lan affederler. Allah iyilik sahiplerini sever.

Sabr çeitlerinden birisi de, musibet ve aclar gizlemek, bunlardan

rahatlamak için bakalarna ikayeti terk etmektir. te bu, sabr- cemil de-
nen övülen sabrdr.

Denilmitir ki sabr- cemil, içinde herhangi bir ikayet ve hâlini göster-

me çabas olmayan sabrdr.

Rivayet edildiine göre, bnu Abbas (r.a.) öyle demitir:

"Kur'an'da zikredilen sabr üç çeittir:

1- Allahu kld eyleri yerine getirmeye sabr,


Teala'nn farz

2- Allahu Teala'nn haram kld eylere dümemeye sabr,

3- Musibetle karlald anda sabr. Kim, Allahu Teala'nn farz kl-

d eyleri yerine getirmeye sabrederse, ona üçyüz derece verilir. Ha-


ramlara kar sabredene, alt yüz derece verilir. Bana gelen musibete ilk

anda sabreden kimseye ise dokuz yüz derece verilir."

Bu söz biraz açklamaya muhtaçtr. bnu Abbas (r.a.) musibete sabr


en üstün gösterdi. Çünkü o göre, harama kar sabr, farzlar yerine getir-

medeki sabr göre daha üstündür. Bir de u var: Bu (son) iki eye sabr,

(umum) müslümanlarn hâlidir. Musibete sabr ise, yakîn makamlarna ait-

tir. Yakîn makam, slâm makamndan (yani yakîn hâline ulamak, sade-
ce slâm'a girmi olmaktan) daha faziletlidir. Rasûlullah'tan (s.a.) rivayet

edilen u dua da bu söylediimize dahildir. Dua udur:

"Allah'm! Senden, üzerime gelen dünya musibetlerini hafifletecek bir

yakîn isterim.*55

Demek ki, insanlarn musibet annda en güzel sabredeni, yakini en

fazla olan kimsedir. Musibet annda en fazla feryad edip kzan da, yakini

en az olan kimsedir.

4M Al-i mran 3/133-I34.


455 Tirmizî, Deavat, 80; Hakim, Müstedrek, I, 528.
250 KÛTU'l-KULÛÖ

Seleme b. el-EKva'dan(r.a) rivayet ettiimiz bu hadisin bir benzeri de,

Enes b. Malik (r.a) yoluyla gelmitir. O hadiste, Rasûlullah (s.a.v) buyur-

mutur ki:

"Kim, hakl olduu hâlde, çekimeyi terk ederse ona cennetin en yük-
sek yerinde bir ev bina edilir. Haksz iken çekimeye terkedene cennetin
ortasnda, yalan terkedene de cennetin kenar ksmnda bir ev bina edi-
lir.™

Sen bilirsin ki, yalanc ve haksz olann mücadeleyi terk etmesi daha
önde gelen bir farz ve vecibedir. Bu durumda onlarn daha faziletli olmas
gerekir. Fakat buradaki mana udur:
Yalan ve haksz mücadeleyi her müslüman terk eder. Hakl olduu
hâlde çekimeyi terkeden ise, sadk kimsedir. O, bilinmekten çekindii,
sükut ve selameti tercih ettii için çekimeye, mücadeleye girmez. Buna
da ancak yakîn ehli kimseler sabredebilir. Bunlar, seçkin müminlerdir.
Böyle bir kimsenin yakîn, zühd, kendini gizleme gibi faziletleri yannda ko-
numa yerine sükutu, öhret yerine kendini gizlemeyi tercih etmesiyle el-

de ettii makam daha faziletlidir. Bu, yakîn makamdr ki, bu makamn sa-
hibi bir mümin, yalan ve haksz yere çekimeyi terkeden umum mümin-
lerden daha üstündür. Her ne kadar yalan ve haksz yere çekimeyi terk

etmek önde gelen bir farz ve vecibe ise de, hakl kimsenin hakkndan fe-

raat edip çekimeyi terk etmesi daha olgun bir davrantr. Yukardaki
sözün manas ve açklamas budur:

Sabr çeitlerinden birisi de, hayr amelleri gizleyip nefsin onlar anlat-
maktan alaca zevke mani olmaktr. yiliklerin ve sadakalarn gizlenmesi -

onlarn ilannda bir tehlike olmasa ve duyurulmasnda iyilik olsa bile- edep-
tendir. Her hâlükarda bu tür amellerin gizli tutulmas daha faziletli, daha te-

miz ve Allahu Teala'ya daha sevimlidir. Onlar, iyilik hazineleridir. Bununla


aclarn, musibetlerin ve sadakann gizlenmesini kastediyorum. Yani onlar,
Allahu Teala'nn katnda en kymetli manevi azk ve sermayedir.

Sabr çeitlerinden birisi de, fakirlik hâlinin gizlenmesidir. Yokluk ve


sknt annda Allah'tan gelen bela ve musibetlere sabretmek, Allah'tan
(her hâlde) raz olan zahidlerin hâlidir.

Biraz farkl lafzlarla bkz: Ebu Davud, Edeb, 7; Trrmizî, Birr, 58; bn Mace, Mukaddime, 7,

Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, 1, 156-157.


SABIR MAKAMI v« SABREDENLERN VA8FI 257

Sabrn en faziletlisi, Allahu Teala'ya kar sabrdr ki, bu da, O'nunla


(huzurunda manen) beraber olma, O'ndan gelene kulak verme, bütün
himmeti O'nda toplama ve O'nunla kuvvetli vecd hâlini muhafaza eklin-
de meydana gelir. Bu, mukarrabûn makamndaki seçkin ariflere mahsus-
tur. Yahut bu sabr, O'ndan haya, O'na muhabbet veya bütün ileri O'na
havale etmektir ki bu, kaderin tecellileri karsnda ve nimetlerini müahe-
de annda huzur ve sükunet içinde bulunmaktr.

nsann önünde cereyan eden hâl ve hadiselerde, kendisine yönelen


bela ve musibetlerde güzel tedbir sahibi olmas u ayetlerin hükmü içine
girer:

"(Bana gelenlere) Rabbin için sabret. ^


"Rabbinin hükmüne (takdirlerine) sabret. üphesiz sen bizim kontro-
lûmOzdesin.™

Ömer b. Abdulaziz (r.a) ve dier büyüklerden bazlar demilerdir ki:

"Sabaha çktmda benim için tek sevinç sebebi, Allah'n kaza ve ka-
derinin tecellilerini görmek ve onlara rza göstermektir."

Denilmitir ki: "Güzel sabr ve rza ile kazaya teslim olmak, yakîn ala-

metidir. Bu da ariflerin makamdr."


Sehl b. Abdullah (rah): Hz. Ali'nin (r.a): "üphesiz Allahu Teala sus-
kunluk ve sükuneti seçen her kulunu sever," sözünü, açklarken öyle de-
mitir: "O, ilahî hüküm ve tecelliler karsnda sakin olan, yani, itiraz edip
honutsuzluk göstermeyen kimsedir."

Rasûlullah n (s.a.v): "Makbul olan sabr ancak musibetle ilk karla-


ld anda olan sabrdr.*** hadisinde, musibetin ilk annda sabrn art
koulmasna gelince, bunun sebebi udur: Denilmitir ki; musibet hariç,

her ey önce küçük olarak balar, sonra büyür. Musibet ise, önce büyük
olarak balar, sonra küçülür. Bunun için musibetin etkisi küçülmeden, ac
ve sknts büyük iken sabr art kouldu ki, sevab büyük olsun. Bunun
elde edilmesi için kul musibetle karlanca, kalbi ilk anda Rabbine nazar

457
Müddessir 74/7.
458
Tûr 52/48.
459
Buharî, Cenaiz, 32, 43; Ahkam, 1 1 ; Müslim, Cenaiz, 14, 15; Ebû Davud, Cenaiz, 27; Tirmizî,
Cenâiz, 13; Nesaî, Cenaiz, 22; ton Mace, Cenaiz, 55; Ahmed Müsned, III, I30, 143, 217.
KÛTU'L-KULÛr

eder, (feryat ve isyandan) haya eder ve güzel sabr sahibi olur. Nitekim

(yukarda zikrettiimiz ayet-i kerimede) Allahu Teala: "üphesiz sen, bizim


nazar ve kontrolOmOzdesin"*0 buyurmutur. Bu, Allahu Teala'ya tam te-

vekkül edenlerin makamdr.


Elinde zuhur eden kerametleri açklamamaya, kendisine kef olan ila-

hî kudret ve ayetleri bakasna bildirmemeye sabretmek de, Allahu Te-


ala'ya kar güzel edebi muhafaza etmektir. Bu, Allahu Teala'dan haya
anlamna da gelir. Cenab- Hakk' sevenlerin yolu budur. Bu hâl, zühdün
hakikatine ulamaktr.

Fazilet olan sabr çeitlerinden birisi de, nefsi övülme, sevilme ve ba


olma sevdasndan alkoymaktr. Sahabeden gelen bir hadiste, öyle bu-
yurulmutur:

"Sabr ûç yerde olur: 1 -Nefsin kendisini temize çkarma arzusuna kar-


sabr. 2-Musibet karsnda ikayet etmemeye sabr. 3-Allahu Teala'nn
hayr ve er takdir ettii kazasna rza göstermeye sabr. ** f
Sabrn çeitlerinden birisi de ahireti dünyaya tercihle Allahu Teala'ya

yönelip gerçek kulluk hâlini elde ederek nefsi zillet, tavazu ve bilinmeme-
ye hapsetmektir. Ayrca Allahu Teala'ya tam teslimiyet gösterip boyun
eerek, O'nunla Rab'lk sfatnda (nefse benlik vererek) çekimeyi ve
O'na benzemeyi terk etmektir. Sakn, sabrnn azl seni bu hâlden çka-
rp da Allah'a ait sfatlar elde etme derdine düürmesin. Bu hâlden Allah'a

snrz, yoksa ayan haktan kayp tehlikeye yuvarlanrsn.


Sabr çeitlerinden birisi de çoluk çocuun maietini kazanrken, on-
lara infak ederken ve onlardan gelen eziyetlere göüs gererken gösterilen
sabrdr. Hiç üphesiz evlat ve ailede insan Allah'a götüren bir çok sebep-
ler vardr. Bunlarn en basiti, onlara ihtimam gösterip (Allah'n emaneti
olarak) göz kulak olmak, bunun en üst seviyesi, Allahu Teala'nn takdirle-

rine rza gösterip onlar hakknda Zat- Bariye tevekkül etmek, en orta hâ-
li de, nefsi onlarn ileriyle megul edip, kendilerine infak etmektir.

Bil ki, kullarn ekseri günahlar iki eyden kaynaklanr. Birisi sevdikle-

ri, dieri de sevmedikleri eylere kar sabrlarnn azldr. Allahu Teala,

460
Tûr 52/48.
46 '
Rivayete bu lafzla rastlanlmamtr. Benzer bir rivayet için bkz: Ali el-Muttakî el-Hindî, Ken-

zu'l-Ummal, No: 6515.


SABIR MAKAMI v« S AB R E D E NL I R N I VASFI

aadaki ayet-i kerimede, hoa gitmeyen eyle hayr, sevilen eyle de


erri beraberce zikrederek öyle buyurmutur:
"Siz bazen eyden holanmazsnz, halbuki o ey, sizin çin daha
bir

hayrl olabilir. Yine siz bir eyi seversiniz, fakat o sizin için erli/zararl ola-
bilir.™

SABRIN MAHYET VE ÖZELLKLER


Sabrn mahiyetine/ne olduuna ve özelliine gelince, ilk hâliyle amel-
de ihlas farz olduu gibi, sabr da farzdr.

Ayrca sabr, hiçbir çk yolu olmayan kimse için (skntdan kurtulma-


ya) bir çare ve kurtulu sebebidir. Çünkü i/hüküm, senin dndaki birinin

(Yüce Allah'n) elinde olunca; ona sabrdanbaka yol yoktur. Bir de, muh-
taç olduun bir ey sana azar azar/yava yava gelince, onu elde etmek
için yine sabrdan baka çaren yoktur. Yoksa sabrszln yüzünden o az

da ele geçiremezsin.

nsandaki sabr azlnn temel nedeni, insann kendisi için sabrettii


eye karlk olarak alacana ait yakînin/inancn zayf olmasdr. Çünkü
insann bir konudaki yakîni/inanc kuvvetli olunca, vaat eden sadk ise, da-
ha sonra verilmek için bir yaplm olsa bile bu peine yaplm gibi
vaat
olur. Böyle olunca insan alaca karla olan kuvvetli inancndan dolay,
(onu temin eden eylere kar) güzel sabr gösterir.

Kul u iki eyle ancak sabredebilir. Birisi alaca karl görmek. Bu,
iin en basitidir. Normal müminlerin hâli ve ashab- yeminin makam bu-
dur. karlk verene bakmaktr ki, bu da yakîn ehlinin hâli ve mu-
Dieri de,
karrabûn makamnda olanlarn makamdr. Karl pein gören kimse,
sabra sarlr ve yükün altna girer. Karlk verene yani Yüce Allah'a nazar
edeni de bu nazar sabra sevk eder.

Ariflerden birisi, sabr üç ksma ayrm ve her birinde üç makama ia-


ret etmitir:

1 - ikayeti terk. Bu tövbe edenlerin derecesidir.


2- Kadere rza. Bu zâhidlerin derecesidir.
3- Mevlâ'nn yapt her eye muhabbet. Bu da, sadklarn derecesidir.

« 2 Bakara 2/216.
260 kûtu-l-kulûb

Geçmi selef büyükleri de sabr üç çeide ayrmlardr. Bu konuda


Hasan- Basrî ve dier büyüklerden gelen rivayetleri naklettim. Onlar öy-
le demilerdir:

"Sabr üç çeittir:

1 - Kötülüklere kar sabr: Bu, sabrn en faziletlisidir.

2- badet ve taata devam etmeye sabr.


3- Musibetlere sabr. Bütün bunlar, bizim yukarda taksim ettiimiz sa-
br çeitlerine içine girmektedir. Hepsinin özeti udur:

Sabr (duruma göre), farz ve fazilet olmak üzere temelde iki ksmdr.
Bunlar, ilahî hükümlere göre bilinir ve belirlenir. Bir hüküm (yaplmas ve-

ya yaplmamas yönüyle) farz ise, emredileni yapmak ve yasaklanan iten


kaçmak için sabretmek de farzdr. Eer bir ey tevik ve tavsiye ediliyor-

sa onu yapmak için sabretmek fazilettir.

Tasabbur, sabrdan ayr bir eydir. O, nefsi sabretmeye zorlamak ve


bunun için mücahede etmektir. Bunda, sabr için bir zorlama ve özel ame-
liye mevcuttur. Hakkyla sabredenler için bu zorlama, hakiki zühdü elde
etmek için çalmaya benzer.
zühd sebeplerine yaparak zâhid olmaya
Sabr ise, bir vasfn (asli hâl ve hüviyetiyle, pek zorlama ve yapmack da
olmadan insanda) tahakkuk etmesidir. O zaman bu, makam hâline gelmi
bir sfat olur.

Nefsin holanmay veya (sabrn) azln ve elemini hissetmemesi


kulu sabrl olmaktan çkarmaz. Bilakis kul, (bu hâlde de) sabr ehli olur.

Çünkü onlar, beeriyetin tabii hâlleridir; hâle ters deildir. Bu makamdaki


kulun hâli, (sknt ve musibet karsnda) ikayet etmemek ve Mevlâ'snn
hükmüne kzmamaktr. Bunlarn olmay (ilahî takdir ve tecellilere) rza ve
hakiki tevekkülü elde etmektir. Bu ikisi, yakîn makamlarnn en yüksekle-

rindendir. Bütün yakîn mertebelerinin bulunmay kulu, sabr sfatndan


çkarmaz. Kulu sabr dairesinin dna çkaran ey onun zdd olan feryat,
ilmin haddini amak, ilahî tecelliye kzmak, ikayeti çoaltmak, knama ve
kötülemeyle uramaktr.
Nefsi sabra altrmak ve buna zorlamak zayf müridlerin ve sabra ye-

ni alanlarn hâlidir. Bu, u yolla yaplabilir:


SABIR MAKAMI vt SABREDENLERN VASFI 261

Nefs-i emmare, kulu, fuzuli ehvetlere ve bo adetlere çektiinde,

onun bütün ihtiyaçlarn men ederek, onsuz duramayaca arzularn dahi


frenleyerek hzn kesmeli, onu megul etmelidir. Onu vermemeye raz
edip, helal arzularnda dahi zorla sabra altrrsan, fuzûli (haram) arzula-
rna kar sana boyun eer. Böylece mubah, acil bir karla raz olup,
(haram) ehvetini terk eder. Tehlikeli eylere uzanmaktan menetmenden
dolay, bo arzularna kar sabrl olur. Böylece helal gda ve arzusunu el-
de etmek için bo ve kötü arzularn terk eder. Azgn nefislerin terbiyesi
için en güzel terbiye yollarndan birisi budur.

Bunda, nefisleri sabr ve namaz ile kendilerine icabet etmeyen, açlk

ve susuzluk ile de hizaya gelmeyen ve bunun için nefislerini zorla sabra

altran kuvvetli kimselerin fazileti vardr.

Oruç ve namazn kendine yettii birinci tabakaya giremeyen, (yukar-


da ad geçen) riyazat ehlinden de olmayp üçüncü tabakadan sayaca-
mz zayf kimselere gelince, bunlarn nefisleri ehvetlerine kar sabrede-
medii gibi, onlar bu nefislerini normal ihtiyaçlarna kar sabretmeye de
altramazlar. Onlarn nefis terbiyesi adna ilk yapacaklar, nefsi bütün
haramlardan çekip onu helake götüren ehvetlerden alkoymaktr. Haram-
lardan alkoyup sakin olmasn salamak ve daha ötesine geçmemesi için
nefsin mübah arzular kendisine verilir. Zayf kimselerin nefsi, ancak bu

ekilde sükunet bulur.

SABIR MI ÜKÜR MÜ FAZLELDR?


nsanlar, sabr ve ükürden hangisinin daha faziletli olduu konusun-
da farkl görüler ileri sürmülerdir. Aslnda bu iki makam arasnda bir ter-

cih yapmak mümkün deildir. Çünkü her bir makamda, birbirinden farkl

tabaka (ve dereceler) mevcuttur.

Marifet ehli muhakkik alimler demilerdir ki: "ki kul bir makamda ayn
seviyede bulunmaz. Muhakkak onlardan birisi dierinden ilim, amel, vecd

ve müahede yönünden daha üstündür. Her ne kadar bu iki ey esasnda


bir olsa da, bu farkllk tabiidir. Bu en üst derecede birbirinden farkllk, Al-

lahu Teala'nn cemalini müahedede bile mevcuttur. En doru söz sahibi


Allahu Teala insanlardaki bu farkll ifade için buyurmutur ki:
262 KÛTU'L-KULÛB

"Herkesin yöneldii bir yönü (ve gidi ekli) vardr.™

"De ki: Herkes, mizaç ve merebine göre amel eder. Bu durumda, ki-

min en doru yolda olduunu en iyi Rabbiniz bilir.***

Denilmitir ki: Ayetin manas udur: Allah kimin en doru ve hakka en


yakn yolda olduunu en iyi bilendir.

Kitap ve sünnetin zahiri ifadeleri sabrn ükürden daha faziletli oldu-

unu gösteriyor. Mesela u ayete bakalm:


"Sabretmeleri sebebiyle ecirleri iki defa verilecektir.™

Halbuki ükredene ecri bir defa verilecektir. Bu durumda sabr maka-


m daha fazla havf/ilahi korku makamna, ükür makam da daha çok re-

câ/Hakkn rahmetine güven ve ümit makamna benzemektedir. Allahu Te-


ala, (ilahi korkunun faziletini anlatmak için) öyle buyurmutur:
"Rabbinln makamndan (huzurundan ve hesaptan) korkan için ki cen-
net vardr.™

Marifet ehli, ilmin amele üstünlüünde ittifak ettikleri gibi, ilahi korku-
nun da recâya/ümide üstünlüünde ittifak etmilerdir. Sabr, havf/ilahi kor-

ku makamndan bir hâldir. Bu durumda, sabredenin hâli, faziletçe o ma-


kama yakn olmaktadr. ükür de recâ makamndan bir hâldir. Ayn ekil-
de, ükredenin hâli de, o makama yakn olmaktadr.

Bu söylediklerimize sünnetten delile gelince, yukarda öyle bir hadis


rivayet etmitik:

"Size verilen eylerin en az, yaktn ve azimet üzere sabrdr. Kime


bunlardan yeterli nasibi verilmise, (dier hayrlardan) kaybettiklerinin bir
önemi yoktur.™

m Bakara 2/148.
m isrâ 17/84.
465
Kasas 28/54.
486
Rahman 55/48.
467
Zebidi, thafu's-Sade, I, 674. Irakî, bu lafz ve senetle hadisi tespit edemediini bildirmitir.
Ancak bnu Abdilber, hadisin ilk ksmyla ayn» manada olan u rivayeti nakletmitir: "Allahu

Teala yakinden daha az bir ey indirmemitir." Beyani'l-lm, I, 125. Ayrca bkz: bnu Ebid-
Dünya, K. Yakin, No: 5.
SABIR MAKAMI VI SABREDENLERN VASFI 263

Hadis yukarda da zikredilmiti. Hadiste sabr, kendisinden daha ky-


metli ve erefli bir ey olmayan amellerin kendisiyle yükseldii (ve ilahî hu-
zurda kabul gördüü) yakîn ile birlikte zikredilmitir.

Eyüp Aleyhisselam'n münacatlarnda öyle zikredilir: "Allahu Teala,

Eyüb'a (a.s) öyle vahyetti: "Ey Eyüp! Ben, nefsime/zatma yemin ederim
ki, sabr maherde onlar knayacak herhangi bir divan/amel def-
ehli için

teri açmayacam. Onlar srat görmeyecek (onu süratle geçecek), miza-


nn noksan olmasndan korkmayacaklar. Onlarn yeri, selam yurdu olan
cennet olacaktr."

Hz. Ali (r.a), uzunca bir konumasnda, sabr, dört tane yakîn ma-
kamlarnn üstüne çkarm ve onlar onun temel esaslar olarak zikret-

mitir. mann ubelerini anlatt bu konumasnda, sabr hakknda öy-


le demitir:

"Sabr, dört temel üzerinde (salam) olur: 1- evk, 2- efkat, 3- Zûhd,


4- Güzel murakabe. Cehennemden korkan kimse, haramlardan elini çe-
ker. Cennete itiyak duyan kimse, ehvetlerden syrlr. Dünyadan gönlü-
nü çekene (zûhd ehline) musibetler hafif/kolay gelir. ÖlOmO düünen kim-
se hayrlara koar. "* M

dü de, bu rükünlerin içine katt.

Allahu Teala sabr, takva hâli yapt ve muttakileri eref, ve fazilette en


üstün derecelere yükseltti. Cenab Hakk, ayet-i kerimede öyle buyurdu:

"Kim Allah'tan korkar ve sabrederse, hiç üphesiz Allah, iyilerin merini

zayi etmez.™
Dier bir ayette de:

"üphesiz, Allah katnda en erefliniz, O'ndan (rzasna ters davran-

468
Ebu Nuaym, Hilyetu'l-Evliya, I, 74.
469
Yusuf 12/90.
470
Hucurât 49/13.
264 KÛTU'L-KULÛB

Ayette geçen ekreme/en erefli ve etka/en takva sahibi ifadeleri dier


ifade türlerinden çok belidir ve bu, anlatlan eyde ileri derecedeki farkl-
la delalet eder.
Buna göre, kim takvada en ileri ise, Allahu Teala katnda en erefli
kimse olur. Kim de, takvay temin eden eylerde en sabrl ise, takvada en
ileri kimse olur.

Bil ki sabr, cennete girmenin ve cehennem ateinden kurtulmann


sebebidir. Çünkü bir hadis-i erifte:

'Cennet, hoa gitmeyen eylerle, cehennemde ehvetlerle (hevai ar-


zularla) çevrilmitir,™ Duyurulmutur.

u hâlde mümin, cennete girmek için sknt ve hoa gitmeyen eyle-


re sabretmeye muhtaçtr ve cehennemden kurtulmak için de, nefsin kötü
arzularna kaplmamaya kar sabra ihtiyac vardr.

Sabrn ükürden daha faziletli olduunu tafsilatla açklamak istersek,

bunu üç yönden ele alabiliriz:

Birincisi: Makamlar, hâllerden daha üstündür. Sabr ve ükür bazen


hâl, bazen makam olurlar. Makam sabr olan kimsenin ükür hâli olur. Bu
durumda sabr daha faziletlidir. Çünkü o, makam durumundadr. Makam
ükür olan kimsenin, sabr hâli olur. Bu durumda hâli makam için bir zi-

yadelik olur. Böylece sabr, ükür ehli için makamnda ziyade bir güzellik

olur.

kincisi: Mukarrabûn/ilahi huzurda yaknlk elde etmi olanlar, bu ma-


kamda olmayan ashab- yeminden daha üstündür. Bu durumda, mukarra-
bûn olan ehli sabr, ashab- yeminden olan ehl-i ükürden daha faziletlidir.
Bu böyle olduu gibi, mukarrabûndan olan ehl-i ükür, ashab- yeminden
olan ehl-i sabrdan daha faziletlidir. Bu durumda, "eer ükreden de, sab-
reden de mukarrabûndan ise, hangisi daha faziletlidir?" denilirse, cevaben
denilir ki:

Yukarda iki ahsn bir makamda bütün yönlerden ayn olamayaca-


n söylemitik. Çünkü içlerinden birisi, birçok inceliklerle dierinden ayr ve
kendi durumunda tekdir. Nitekim ince sanatlarda da durum ayndr. Belki

471
Buharî, Rikâk, 28; Müslim, Cennet, I; Ebu Davud, Sünnet, 22; Tirmizî, Cennet, 21; Nesaî, Ey-
mân, 3; Darimî, Rikak, 117; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 260.
SABIR MAKAMI v SABREDEN. E R N VASFI 285

o sanatta ayn malzeme, ayn alet ve adavat kullanlr. Hatta iki sanat ara-
snda zahiren benzerlik de bulunur, fakat, görülmeyen bir çok ince nokta-
laryla, bazs dierinden daha güzel olur. Böyle bir durumda (yani, her iki-

si de mukarrebûndan olunca), en faziletlileri en çok marifetullah bilgisine

sahip olandr. Çünkü, Allahu Teala'ya en sevimli ve en yakn olan odur.


Bir de içlerinden yakîni en güzel olan en faziletlidir. Çünkü yakîn, Allahu
Teala'nn indirdii en erefli bir nimettir.

Sabrn faziletini dier bir yönden öyle açklayabiliriz:

ükrü gerektiren eylere sabr daha faziletlidir. Ayn ekilde, sabr is-

teyen eylere ükür de en faziletli bir ameldir. Hâllere göre durum ve hü-
küm deimektedir. Bunun açklamas udur:
Nefsin nazlarna, nimet ve refaha kar sabr daha faziletlidir. Tabii ki,
eer kul, hâl olarak nimet içinde ise nimet ve zenginlie kar sabr, mari-

fet ilminde bir makamdr. Bu da en faziletli bir durumdur. Çünkü bunda, fa-

ziletinde ittifak edilen zühd (kalbi dünyadan tamamen çekme) hâli vardr.
Bunun yannda unu da söyleyebiliriz:

Eer kul, hâl olarak sknt ve bela içinde ise, bu durumda, fakirlikle

birlikte bela ve musibetlere ükretmesi daha faziletlidir. Çünkü bu hâlet


içinde ükür onun bir makam olmutur. O zaman bu türlü bir ükür sabr-
dan daha faziletli olmaktadr. Çünkü bu durumda kulda, faziletinde ittifak

edilen "rza" hâli vardr.

Sabrn daha faziletli olduuna bir delil de udur:


Sabr ehli bir arif, ükür ehli ariften daha faziletlidir. Çünkü, sabr fakr
hâli, ükür de zenginlik hâlidir. Mana itibari ile ükrü sabrdan üstün sayan .

kimse, sanki zenginlii fakirlikten faziletli yapm olur ki, önceki büyükler-
den hiçbirinin görüü böyle deildir. Bu ancak, dünya ehli alimlerin yolu ve
görüüdür. Onlar, bu tür bir anlayla (zenginlik fakirlikten üstündür görü-
üyle) kendileri için bir yol açtlar. Halk da (onlara bakp) kendilerine bun-
dan bir pay çkarp zengin olma yoluna girdiler. Zenginlii fakirlikten üstün
görenler, dünyaya rabeti zühde, izzeti zillete, kibri tavazuya üstün tutmu
olmaktadr. Bu anlayta, dünyaya rabet edenlerin ve zenginlerin, zâhid
ve fakirlere üstünlüü mevcuttur. Ayn zamanda bundan dünya ehlinin,

ahiret ehlinden üstün olduu sonucu da çkar ki, bu doru deildir. Bizim
hâl ve mana olarak sabr ükürden üstün tutmamzn sebebi udur:
266 KÛTU'L-KULÛB

Sabr, bela makamnn bir hâlidir. Bela ehli de, derecelerine göre,

Peygamberlere benzeyen ve onlara yakn olan kimselerdir. Bu durumda


sabr, nefsin heva ve arzularndan daha uzak, zorluk ve skntya daha ya-
kndr. Nefsin holanmad konularda sabr, nefse daha iddetli, daha se-
vimsiz, houna giden eylerden onu daha uzakta tutan bir eydir: Nefis bu
durumlarda sabrla sükunet bulur ve bunda ciddi olursa; bu onun eziyeti

için daha güzel, mutmainne hâlini bulmas için de daha ho olur. O zaman
nefis sükun ve mutmainne sfatlarn kazand için övülür, böylece nefis

Allah'tan raz, Allah da ondan raz bir hâle gelmi olur.

Ayrca, Allahu Teata, sabr bizlere emretmitir. Bu emrinde "sabrda


yarmay ve sabr birbirine tavsiyeyi" de ekleyerek bu konuya ileri dere-

cede ehemmiyet vermitir. Ayrca "rabta yapnz/gözetilmesi gereken s-


nrlar gözetiniz" emri ile de bu emirlerini pekitirmitir. Bütün bunlar u
ayette geçmektedir:

"Ey iman edenleri Sabredin, birbirinize sabr tavsiye ile sabrda yar-
n, (cihat için) hazrlkl ve uyank olunl*72

Ayette: "Rabitu" kelimesinin bir izah da udur: u iki emri yerine ge-
tirmede uyank olun. Bu iki ey ayn yerde zikredildiinde, hepsini "sabr"
manasnda anlayabiliriz. Bu da, Allahu Teala'nm sabra verdii büyük öne-
mi ve onu ne kadar sevdiini gösterir. u halde, kimde bu eyler bulunur-
sa o, Allahu Teala'nm emir ve hükümlerini yüceltmede en öndedir. Kim Al-

lah'n eârini/emir, hüküm ve dinine ait alametleri yüceltirse o, Allahu Te-

ala'dan en fazla korkan kimsedir. Allahu Teala'dan en çok korkan da,

O'nun katnda en erefli olandr. Çünkü bir ayet-i kerimede:

Kim Allah'n earini (dininin hüküm ve alametlerini) yüceltirse, bu,

kalplerin takvasndan kaynaklanmaktadr,* 73 buyrulmutur. Dier bir ayet-

te de:

'üphesiz Allah katnda en erefliniz, O'ndan en çok korkanlarnz-


dr. ™ Hükmü ilan edilmitir.

472
Al-i mran 3/200.
473
Hac 22/32.
474 Hucurat 49/13.
SABIR MAKAMI ve SABREDENLERN VASFI 267

Sabr ayn zamanda, Rasûlullah'n (s.a.v) kendilerini örnek almas


emredilen Ülü'l-Azim peygamberlerin makamdr. Allahu Teala bu pey-
gamberleri ile övünmektedir. Ayette öyle buyrulmutur:

"O halde (Rasulüm), peygamberlerden azim sahibi olanlarn sabretti-

i gibi, sen de sabretl* 75

unu da hatrlatalm: üphesiz dinde azimetlerle amel etmek, ruhsat-


larla amel etmekten daha hayrldr.

Bize, Süfyan es-Sevrî yoluyla nakledilen bir haberde, Hubeyb b. Ebî


Sâbifin öyle dedii rivayet edildi: Müslim el-Bttn'a: "Sabr m, ükür mü,
hangisi daha faziletlidir?" diye soruldu. O da:
"Sabr, ükür ve afiyet bizim için daha sevimlidir," diye cevap verdi.

Allahu Teala'nn: "Onlar ki, sözü iitirler ve en güzeline uyarlar...™


ayetinin tefsirinde denmitir ki:

"Onlar sözün ve hükmün en ar ve azimet tarafnda olanlarna uyar-


lar."

Çünkü dünya malnn helal olanndan almak güzeldir, ondan gönlü


çekmek (zühd) ise daha güzeldir. Allahu Teala bir ayetinde sabr azimet-
ler içinde zikrederek öyle buyurmutur:
"Eer sabreder ve takvadan ayrlmazsanz, üphesiz bu, (yaplacak)
ilerin en deeriisidir. m77
ükürde kullarn kendisine ortak etmitir. Fakat sabrda
Allahu Teala,
kimseyi ortak etmemi, sadece Zat- Bârî'sini zikretmitir. Buna göre, sa-
dece Allah'a ait klnan sabr, kullar ile ortak olunan ükürden daha üstün
olmas gerekir. Allahu Teala, ükür konusunda öyle buyurmutur:
"Biz insana, bana ve anne-babana ükret diye tavsiyede bulun-
duk..™
Hadis-i erifte de öyle buyrulmutur:

47 *
Ahkaf 46/35.
476 Zümer 39/17.
477
Al i mrân 3/186.
478
Lokman 31/15.
478 Ebu Davud, Edeb, 1 1; Tirmizî, Birr, 35; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 258, III, 32.
268 KÛTU'L-KULÛB

Sabrda ise hiç kimseyi kendisine ortak yapmamtr. Ayetlerde öyle


buyurlmutur:

"Sadece Rabbin için sabret. *»

"Rabbinin hükmüne sabret"™


Bil ki ükür sabra dahildir ve sabr, ükrü de içine almaktadr. Çünkü
kim, Allahu Teala'ya O'nun nimeti ile isyan etmemeye sabrederse; o ni-

mete ükretmi olur. Kim Allah'a itaat eder ve nefsini O'nun taatnda sab-
rettirirse, o da Allah'n nimetine ükretmi olur.
-

Cüneyd el-Badadî'ye: "ükreden zengin mi, sabreden fakir mi, han-


gisi daha faziletlidir?" diye sorulunca; Cüneyd, öyle cevap vermitir:

"Zengin, elindeki maldan, fakir de elinde olmayan sabrdan dolay


övülmeyi hak etmez. Övülme ancak, her ikisinin artlarn tamasnda
olur. Zengine düen; kendisinde hâline uygun eylerin bulunmas ve on-
lardan istifade edip lezzetlenmesidir. Fakirde de, hâline uygun eylerin

bulunmas ve onlardan (bir derece) azalp rahatsz olmas icap eder. Bu


iki ey, artlarn tayarak Allahu Teala için yerine getirilirse, sahibi hâl

olarak daha olgun ve daha mükemmel olur. Cüneyd el-Badâdî'nin (r.ah)

sözü burada bitti.

Ebu'l-Abbas b. Ata bu konuda Cüneyd el-Badâdî'den ayr düünür-


dü. Denilir ki: Cüneyd ona beddua etti. Bu yüzden, evlatlarnn öldürülme-
si, malnn telef olmas ve on dört sene aklnn gitmesi gibi bana bir çok
bela geldi. Bu durum karsnda:

"Bana, Cüneyd'in duas isabet etti," derdi. Daha sonra, zenginliin fa-
kirlikten üstün olduuna dair görüünden döndü; fakirliin fazilet ve ere-
finden anlatmaya balad.
Bir haberde öyle nakledilmitir: "Sizin nefsini en iyi bileniniz; onun
yüzünden mübtela olduu eyleri en iyi bileninizdir.** 2

480
Müddessir, 74/7.
481
Tûr 52/48.
482
Bu lafzlarla kaynaklarda bulamadk. Tecrübenin insana ilm, hilim ve hikmet kazandracan
bildiren bir hadis bkz: Tirmizi, Birr, 86; bnu Hbban, Sahih, No: 193; Hakim, Müstedrek, IV,
293;.Buhari, Edebü'l-Müfred, No: 565.
SABIR MAKAMI vt SABREDENLERN VASFI 269

olduunuz eylerin en büyüü; ona muhab-


Nefis yüzünden mübtela
betimizde. Onunla mücahedeye sabreden kimseden daha faziletli kim var-
dr. O, insann düman olduu gibi, Allahu Teala'nn da Rububiyet sfat-
larnda (kendine bir pay çkarmak için) mücadele eden dümandr. Sana
verilip muhabbetine mübtela olduktan sonra, Allahu Teala'nn muhabbeti
için onun muhabbetini terk edip Allahu Teala'nn rzas için onunla müca-
hedeye devam ederek, dümanlna sabrettiin bu dümandan daha id-
detli hangi bela vardr? Bu hâl en güzel bir denge ve en faziletli bir itir.

Buna ulamak da ancak, Allahu Teala'nn fazl, güzel inayeti ve devaml


rahmet nazar ile mümkündür. Çünkü, Allahu Teala'dan baka, kuvvet,
tevfik ve sabr verecek hiç kimse yoktur. Her ey O'nun elindedir.
imdi baka bir meseleyi tahlil edeceiz: O da udur: Selef büyükle-
rinden birisine: "Kendisine bela verilip sabreden bir kulla, nimet verilip ük-
reden baka bir kulun hangisi daha faziletlidir?" diye sorulduunda, O:

"kisi de fazilette eittir. Çünkü, Allahu Teala, sabreden bir kuluyla,

ükreden baka bir kulunu ayn ekilde övmütür. Verdii belaya sabre-
den Eyüp (a.s) için öyle buyurmutur:
X>, ne güzel bir kuldu I Daima Allah'a yönelirdi.**3

hsanlarna ükreden Süleyman' (a.s) anlatrken de ayn ekilde: X)


ne güzel bir kuldu. Daima Allah'a yönelirdi, buyurmutur.

Allah kendisine rahmet etsin, bu zatn sözünde, kelamn hakikatinden


bir uzaklama ve ince anlaylardan bir gaflet mevcuttur. Çünkü bize gö-
re, Allahu Teala'nn, Eyüb'ü (a.s) övmesinde Süleyman' (a.s) övmesin-
den on üç noktada faziletçe üstünlük vardr. Allahu Teala, bunlarn dn-
daki iki ona ortak yapm, on üç noktada
vasfta Süleyman' (a.s) ise Eyüp
Aleyhisselam'n üstünlüünü ayr olarak ortaya koymutur.
*

Bunlarn birincisi: Allahu Teala, Eyüp peygamberi (a.s) överken: ayet-


te "Vezkür/zikret" lafzn kullanmtr. Bu ifade, durumu anlatlan ahs öv-
mek için kullanlr. Allahu Teala, Eyüp (a.s) ile, Rasûlü Hz. Mustafa'ya
(s.a.v) kar övünmü; "zikret, hatrla Ya Muhammedi" buyurarak onun e-
ref ve faziletini belirtmi ve O'nu hatrlayp kendisine uymasn emretmi-
tir. Mesela u ayette de durum ayndr:
483
Sad 38/44.
484
Sad 38/30.
270 KÛTU'l-KULÛB

"Azim sahibi peygamberlerin sabrettii gibi, sen de sabreti™

Denilmitir ki: Ayette anlatlan peygamberler bela ve iddetli skntla-


ra maruz kalm peygamberlerdir ki, Eyüp (a.s) da onlardan birisiydi. Ba-

z peygamberler kafirler tarafndan makaslarla etleri kesilip, testere ile

doranyorlard. Bunlar, yetmi kadar peygamberdi. Ülü'l-Azim peygam-


berlerin, brahim, shak ve Yakub (a.s) olduu da söylenmitir. Haberleri

anlatlan bu peygamberler u ayetlerin iaretiyle azim sahibi peygamber-


lerin en faziletlilerindendir.

Kitapta, brahim'i zikretl™

"Kuvvetli ve basiretli kullarmz brahim, shak ve Yakub'u da zik-

ret/ani"* 7 Yani, kuvvet ve temkin sahibi, basiret ve yakin ehli kullarmz an.

Sonra, Allahu Teala, Eyüb'ü (a.s) onlarn makamna yükseltti, onlara

katarak onu Rasûlullah'a (a.s) bir teselli vesilesi yapp onu kendisine zik-

retti.

Sonra, Allahu Teala, Eyüp (a.s) için: "Abdenâ" kulumuz, ifadesini kul-

lanarak, özel bir tahsis ve yaknlk ifade eden lafzla onu kendisine izafe

etti. "Bize ait bir kul" derken, kendisiyle onun arasna mükliyet ifade eden
lam harfini getirmedi. Böylece onu, "Kullarmz brahim, shak ve Yakub'u
an*** ayetinde zikrettii, kendileriyle dier peygamberlere övündüü ve
zürriyetlerinden pek çok seçkin getirdii kendisi gibi belalara maruz kalm
peygamberlere katt, güzel övgüde onlarla beraber yapt.

Sonra, Eyüb'ün (a.s)# münacatn anlatrken Allahu Teala:

X> vakit Rabbine öyle nida etti,™ buyurarak, "Rabbi" ifadesiyle onu
zat için tek olarak zikretti ve bu hitapta tek olarak ona muhatap oldu. Eyüp
(a.s) devamnda:
"Bana sknt dokundu. Sen, merhametlilerin en merhametl'sisin.™
dedi.

4<* Ahkaf 46/35.


486
Meryem 19/41.
487
Sad 38/45.
488
Sad 38/45.
489
Sad 38/41.
490
Enbiya 21/83.
SABIR MAKAMI vt SABREDENLERN VASFI 271

Allahu Teala (bu ifade ve yalvar ekliyle) onu, kendisine kar çok
yakn bir dostun yöneli ve nazikçe yakar vasfyla anlatt. Ona rahmeti-

ni gösterdi, kendisinden rahatlk istemesini bekledi, o da hâlini Zat- Ba-


rî'ye arz edip, yardm istedi.

Böylece, Eyüb'ün (a.s) makam, Hz. Musa ve Hz. Yunus'un (aleyhi-

müsselam) makamna benzedi. Çünkü, Musa (a.s):

"Seni tebih ederim, sana tövbe ettim,™ demi, Yunus (a.s) da:

"Seni tebih ve takdis ederim. Senden baka hiçbir ilah yoktur. üp-
hesiz ben, (nefsime) zulmedenlerden oldum,*92 diye hâlini arzetmiti.

müahede makamnda olanlarn


Bunlar, ve muhatapla yüzyüze konu-
anlarn yapaca hitaplardr. Sonra Allahu Teala, onun duasna icabet
edip skntsn gidererek ehlini kendisine iade etmi ve onun bu kelamn
kudretinin tecellisi için bir sebep, hikmetinin cereyan etmesine bir mahâl
ve icabetin gerçeklemesine bir vesile yapmtr. Bütün bunlardan sonra,
Allahu Teala:

*Ona ehlini (ailesini) hibe ettik,* 93 buyurarak, Süleyman'a (a.s) yapt-


ihsandan daha ziyade bir ikram yaptn ifade etmitir. Çünkü kendisi

hibe edilen bir kimse ile, ehlinin kendisine hibe edildii kimse arasnda
medih yönünden bir fazilet vardr. Allahu Teala Süleyman' (a.s) anlatr-
ken öyle buyurmutur:

"Biz Davud'a Süleyman' hibe ettik. ™


Eyüb'ün (a.s) bu hususta, Süleyman'a (a.s) fazileti, Musa'nn (a.s),

Harun'a (a.s) üstünlüü gibidir. Çünkü, Allahu Teala Musa'y (a.s) överken
ve Harun'a (a.s) kar faziletini belirtirken:

Tarafmzdan bir rahmet sonucu ona kardei Harun'u bir peygamber


olarak hibe ettik,* 95 buyurmutur.

Ayn ekilde, Davud (a.s) methedilirken de:


-

491
A'raf7/143.
492
Enbiyâ 21/87.
493
Enbiyâ 21/84.
494
Sad 38/30.
495
Meryem 19/53.
272 KÛTUT-KULÛB

"Davud'a Süleyman' hibe ettik,* 96 buyrulmutur. Demek ki: Hz. Mu-


sa'ya kardei hibe edildii gibi, Hz. Davud'a da olu hibe edilmitir. Bu du-
rumda, kendisiyle övünme ve ibret vesilesi olarak zikredilmesi konusunda,
Hz. Eyüb'ün makam, Hz. Davud'un makamdr. Çünkü, Allahu Teala, Hz.

Davud'u, Rasûlü Hz. Muhammed'e (s.a.v) anlatrken:

"Rasûlûm, onlarn söylediklerine sabret! Kulumuz Davud'u hatrla,* 97


buyurmu ayn ekilde, Hz. Eyüb'ü anlatrken de:

"Kulumuz Eyûb'u da hatrla/an. O Rabbine öyle nida etmiti...* 98


bu-
yurmutur. Demek ki Allahu Teala, Eyüb'ü (a.s), Hz. Davud ve Hz. Mu-

sa'ya benzetmi ve kendisini onlarn makamna yükseltmitir. Bize göre

Hz. Davud ile Hz. Musa, Hz. Süleyman'dan daha faziletlidir.

Görülüyor ki Hz. Eyüb'ün hâli, Hz. Süleyman'n hâline daha çok ben-
zemektedir. En iyisini Allahu Teala bilir, fakat, bizim kalbimize böyle ilham

edildi. Allahu Teala, bütün bunlardan sonra: Tarafmzdan bir rahmet ola-
rak... "buyurdu. Burada önce Zat- Bârî'sini zikredip, peinden de eref ve
büyüklüünü ortaya koymak için, kulunun vasfn anlatt ve onun hâlini:

"Gerçek akl sahipleri için bir ibret...* 99 eklinde ortaya koydu. Böyle-
ce onu, aklllar için bir imam, belaya düüp kendini sabra zorlayanlara bir

örnek, skntlara maruz kalm seçkin kullar için bir teselli ve ibret yapm-
tr. Sonra Cenab- Hak devamndaki ayeti-i kerimede:

"Biz onu sabrl bulduk,* 00 buyurmutur. Burada da yine Zat- Bârî'si-

ni kulu ile birlikte ikinci defa zikretmi, ona olan muhabbet ve onun kendi-
sine yaknln ifade için, ismiyle ismini birletirmitir. Onun için sabrl
vasfn zikretmekle, sabrdaki kuvvetini ve ilahî ahlak ile ahlaklanmasn
ortaya koymutur. Vasflarnn sonunda da:

"O ne güzel kuldu. Daima Allah'a yönelirdi™ buyurmutur. Bu son iki

vasf, Süleyman (a.s) için de zikredilmitir. Böylece Süleyman (a.s) övgü-


de Hz. Eyüb'a ortak olmutur. Fakat, Hz. Eyüp daha önce zikredilen ve

^3 â d 3 8/3 0
Sad 38/17.
** Sad 38/41.
499
Sad 38/43.
500
Sad 38/43.
«" Sad 38/44.
8 ABI R MAKAMI v« SABREDENLERN VASFI Cf o

ona ait olan övgüler sebebiyle bu konuda Hz. Süleyman' geçmitir diye-

biliriz. Çünkü her ikisini anlatan ayetlerin zikredili ekil ve seyrinde bu

fark ehlince anlalmaktadr. Süleyman (a.s) ilk anlatlmaya balanrken,


kendisinin babas Davud'a hibe edildii zikredilmitir. Bu durumda o, Hz.

Davud'a ait bir iyilik olmaktadr. Bize kadar ulaan bir haberde, Rasûlullah

(s.a.v) öyle buyurmutur:

'Peygamberler içinde Cennete en son girecek olan sahip olduu mülk


ve saltanattan dolay Davud'un olu Süleyman (a.s)'dr. Ashabmn çinde
en son Cennete girecek olan da, zenginlii sebebiyle Abdurrahman b.

Avfdr.™2

Dier bir rivayette hadis u lafzlarla zikredilmitir:


"Davud olu Süleyman (a.s), cennete, peygamberlerden krk sene
sonra girer.™*

Baz eserler (haberler) içinde öyle zikredilmitir:

*^^onfâ&f& tik çjifo cö/c 0/3/7/3/" ^du nyâds bolâ A!PtABKMffft9 iYi^wuz /cd/â/?

ve buna sabreden) bela ehlidir. Balarnda Eyüp (a.s) bulunur. O, bela eh-
linin imamdr."

"Cennetin bütün kaplan iki kanatldr, ancak sabr kaps hariç. O, tek
kanatldr. Oradan ilk girenler de ehl-i beladr.™4

Bütün bu haberlerde, Hz. Eyüb'ün (a.s) Hz. Süleyman (a.s) üzerine

fazileti ortaya çkmaktadr. Çünkü, o ehl-i belann efendisi, gerçek akl sa-
hipleri için bir ibret vesilesi, sknt, bela ve musibete dümü olanlarn

imamdr. Bu arada unu da belirtelim ki biz, bu zikrettiklerimizle, peygam-


berler arasnda bir üstünlük ispatna çalmyoruz. Çünkü, böyle bir ey bi-
ze yasaklanmtr. Bu konuda, Rasûlullah'n (s.a.v) öyle buyurduu riva-

yet edilmitir:

502
Zebîdî, thafu's-Sade, XI, 300.
503 Zebîdî, thafu's-Sade, XI, 300.
504
Zebîdî, age, XI, 300.
KÛTU'L-KULÛB

"Peygamberler arasnda (birbirine) üstünlük vermeye çalmayn.* 05


Fakat Allahu Teala bize, peygamberlerden bazsnn dierine üstün kln-
dn haber vermitir. Ayet-i kerimede öyle buyrulmutur:
"üphesiz biz, peygamberlerden bazsn bazsna üstün kldk.*06

.
Biz sadece, Kur'an'da zikredilen Eyüp (a.s) ile Süleyman'n (a.s) ks-
salarndan ortaya çkarlabilecek sonucu ortaya koyduk. En dorusunu
Aziz ve Celîl olan Allah bilir. Bizi Kur'an'dan bu ekilde hüküm çkarmaya
u hadis-i erif tevik etmektedir.
"Kufan' okuyunuz ve onun inceliklerini aratrnz. *°7
Bu kssalarda, sabr ve bela ehli için bir izzet, onlarn kalplerini takvi-

ye, Allahu Teala'nn dostlarna yapt bol ihsanlarn tantma, O'nun bati-

nî (gizli) nimetlerini ortaya koyma, kelamn inceliklerine bir iaret, dünya


ve nefse kar zühd, ahirete rabet, sabr, peygamberlerden sonra dere-
celerine göre belalara maruz kalanlarn faziletini ortaya koymak gibi ey-
ler vardr. Bir de bu anlattklarmzdan, Allahu Teala'dan gelen belaya
sabreden, Mevlâ'snn hükmüne raz olan ve ondan gelen eylere teslimi-
yet gösteren kimsenin, kendisine bolca nimet ihsan edilmi ükreden kim-
seden daha üstün olduu ortaya çkmaktadr. Çünkü nimetler, insan tabi-
at için hotur ve nefsin arzularna uygundur. Onda nefsin sabra zorlan-
mas, rza gösterip meakkate tahammül ettirilmesi gibi bir eye hacet
yoktur. Bela ise, tabiata zttr ve nefis ondan nefret etmektedir. Bela geldi-
inde nefsi sknt altna sokmaya ve meakkati göüslemeye ihtiyaç var-
dr. Bu durumda, nefsin holanmad ey, daha hayrl ve daha faziletli-

dir. Buna da ancak, Allahu Teala tarafndan bir sekinet, manevî kuvvet ve
inayetle güç yetirilebilir. "Senin sabrn ancak Allah iledir.™* ayeti de buna
iaret etmektedir. En iyisini Yüce Allah bilir.

Sabr makamnn açklanmas burada bitti.

505 Buhar, Enbiya, 35; Müslim, Feda», 159.


506
sra 17/55.
507
Ebu, Ya'la, Müsned, No: 6560; bnu Ebi eybe, Musannef, VII, 150; Heysemi, Mecmau'z-
Zevaid, VII, 163; Zebidî, thafu's-Sade, IV, 529.
506
Nahl 16/127.
ÜKÜR MAKAMI ve
ÜKREDENLERN VASFI

ÜKRÜN FAZLET
ükür makam, yakin makamlarnn üçüncüsüdür. Allahu Teala bu-

yurrnutur ki:

"Siz ükreder ve iman ederseniz Allah size niçin azap etsin Allah ûk-
redenlerin karln veren ve her eyi bilendir.*09
Allah (c.c) bu ayette ükürle iman bir arada zikretmi ve ikisi bulun-

duunda azab kaldracan bildirmitir. Dier bir ayet-i kerimede öyle


buyrulmutur:

"Biz, ûkredenlerin (ükrünün) karln vereceiz.™ 0

Rivayet edildiine göre Rasûlullah (s.a.v) öyle buyurmutur:

"Yiyip, ükreden kimse, sabredip oruç tutan kimse gibi sevap a//r.* 11

bn Mesud (r.a) demitir ki: "ükür imann yarsdr."

Allahu Teala, ükrü emretmi ve onu zikirle birlikte zikrederek öyle


buyurmutur.

"Öyle ise siz beni zikredin kî ben de sizi zikredeyim. Bana ükredin,
nankörlük etmeyin.™ 2

509 Nisâ 4/147.


510
mran 3/145.
Al-i
511
Buhar, Efme, 56; Tirmizî, Kyame, 43; bnu Mace Siyam, 55; Darimî, Et'ime, 4; Ahmed b.

Hanbel, Müsned, II, 283, 289; IV, 343.


5,2
Bakara 2/152.
276 KÛTU'L-KULÛB

Allahu Teala, dier bir ayetinde zikrin derecesini çok büyülterek:

"üphesiz Allah'n zikri en büyük ibadettir,™ buyurmutur. Böylece


ükür de, zikirle beraber zikredildii için en büyük bir ibadet ve amel ol-

maktadr. Allahu Teala'nn ükür sebebiyle kulundan raz olmas sonsuz


keremiyle kullarna bir karlktr. Çünkü Allahu Teala'nn,

"Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim; bana ükredin" sözü, verilen
emir gerçekletii zaman karlnn da gerçekleeceini ve ükrün bü-
yüklüünü ifade etmektedir. Çünkü ayetin metninde geçen (fâ) harfi, Arap-
ça'da art ve ceza cümlesinde kullanldnda "karlk" ifade etmektedir.
Önceki ayette geçen "kef" harfi ise temsil, misil gibi manalar ifade etmek-
tedir. Buna göre "fezkurûnî" ayeti, mana olarak önceki ayet-i kerimeye
baldr. ki ayeti beraber düündüümüzde mana u olur:
"Size içinizden bir peygamber gönderdiim için beni zikredin ve bana
ükredin..."

Arapça'da bu tür kullanm ve ifade tarz yaygndr.

Bu ayet-i kerime, ükrün fazilet ve büyüklüünü ortaya koymaktadr.


Bunu ancak arifibillah olan alimler bilir.

Bize kadar ulaan bir haberde, Allahu Teala Eyyûb'e (a.s) öyle vah-
yetmitir: "Ben, dostlarmdan karlk olarak ükre raz oldum."

Ayet-i kerimede eytann u sözü nakledilir:

"Ben de onlar saptrmak için senin doru yolun üstüne oturaca-


m.™
eytann kesecei ükür yolu olduu söylenmi-
yollardan birisinin de
tir. Eer ükür, kulu Allahu Teala'ya ulatran bir yol olmasayd, eytan

onu kesmeye ve engellemeye çalmazd.

Eer ükredenler Allahu Teala'nn dostu olmasayd; lanetlik blis, on-


larn az olacan söylemezdi. Yukardaki ayetin peinden eytann u iti-

raf zikredilmitir:

"Ve çoklann ükredenlerden bulmayacaksn.™

5.3
Ankebut 29/45.
5.4 A'raf7/16.
515
A'raf7/17.
ÜKÜR MAKAMI v> ÜKREDENLER N I VASFI 277

Ayn ekilde Allahu Teala da:

"Kullarmdan (hakkyla) ükreden azdr.™ buyurmutur. u ayet de


bu manadadr.

"Andolsun iblis, onlar hakkndaki zannn doru çkard; inananlardan


bir grup hariç (hepsi) ona uydular.'5 ' 7

Allahu Teala, ükürle artacan kesin ve mutlak ola-


birlikte nimetin
rak zikredip, bu konuda hiçbir istisna yapmamtr. Halbuki u be eyde
istisna yapm, onlarn olmasn kendisinin de istemesine balamtr:

Bunlar zenginlik, duaya icabet, rzk, mafiret ve tövbe. Ayet-i kerimeler-


de öyle buyrulmutur: -

"Allah dilerse sizi fazlndan zengin eder.™

"O dilerse (kaldrlmasn) istediiniz sknty giderir.™


"Allah, dilediine hesapsz nzk verir.

"O dilediini mafiret eder. ™


"Bundan sonra Allah dilediinin tövbesini kabul eder.* 22

Halbuki Allah (c.c) hiçbir istisna yapmadan, ükredildiinde nimetin


artacan kesin olarak ifade ederek öyle buyurmutur:

"Eer ükrederseniz, hiç üphesiz size verdiim nimeti artnnm.*23


u halde, nimete ükredene nimet artrlr, çok çok ükredene ise

haddinden fazla artrlr.

Çok ükreden kimse, az nimete ükreden, sahip olduu tek bir nimet
için devaml ükür ve sena eden kimsedir. Bu, rububiyet ahlaklarndan bir

ahlaktr. Bunun için Allahu Teala, kendisini "ekûr" ismiyle isimlendirmitir.


Nimeti artran zat, istediine dilediini verir. Artrlacak nimetlerin en fazilet-

lisi, güzel yakînî iman, ilahi sfat ve tecellileri müahededir. Bu artn ilk be-

516
Sebe 34/13.

5,8
Tövbe 9/28.
519
En'ame/41.
520
Bakara 2/212.
521
Al-i mran 3/129.
522
Tövbe 9/27.
523
brahim 14/7.
278 KÛTU'L-KÜIÛB

lirtisi, kiinin sahip olduu nimete ancak Azîz ve Celîl olan Allah'n kuvvet
ve kudretiyle sahip olduunu görmesidir. Bunun ortas (kulun sahip oldu-
u) hâlin devam etmesi, hizmet ve ibadetinin azalp aksamamasdr.
ükürle artacak nimet; güzel ahlaklardan bir ahlak, manevî ilimlerden

bir ilim olabilecei gibi, bu nimet kula ahirette veya dünyadan ayrlrken de
ihsan edilebilir. Allahu Teala ükrü, cennet ehlinin ilk sözü ve en son te-

mennileri yapmtr. Cennetliklerin ilk sözü udur:

"Bize vadini gerçekletiren Allah'a harndolsun.* 2*

Allahu Teala, cennetliklerin son temennilerini de öyle beyan eder:

'Vnlarn dualarnn sonu da udur: Hamd, alemleri olan Allah'a mahsus-


tur.™ »

Eer hamd ve ükür Allahu Teala'ya amellerin en sevimlisi olmasay-

d, Allah'n huzurunda, cennetliklerin devaml bir ameli olarak kalmazd.

Eyyûb (a.s) münacatlarnda nakledildiine göre, Allahu Teala, sabre-


denlerin sfat ve mükafatlar hakknda O'na öyle vahyetmitir:
"Belalara sabredenlerin yeri ahirette Daru's-Selâm cennetidir. Oraya
girdiklerinde, kendilerine ükrü ilham ederim. O, sözlerin en hayrlsdr.
ükrettiklerinde nimet ve derecelerini artrrm. Bana nazar ettiklerinde de
(nûr ve güzelliklerini) artrrm."

Bu durum, fazilette ulalacak son noktadr."

ÜKÜR NASIL YAPILIR?


Demek ki ükrün evveli, bütün nimetlerin ei ve benzeri olmayan, bu
nimetlerde herhangi yardmc ve orta bulunmayan Yüce Mevlâ'dan
bir

geldiini bilmektir. Çünkü Allahu Teala zatna hiçbir ortak ve yardmc ol-
madn bildirmitir. O her eyde ilktir ve tektir. O'nunla beraber hiçbir
kimse mevcut deildir. Hiçbir eyde onun yardmcs da yoktur. Darlk da
genilik de O'ndan gelmekte, her ey O'nun taksimiyle olmaktadr. Ve bu
taksim kullar üzerinde (ilâhî hesaba uygun) cereyan etmektedirler: Ce-
nab- Hakk ayet-i kerimede öyle buyurmutur:

524
Zümer 29/74.
525
Yunus 10/10.
ÜKÜR MAKAMI ve ÜKREDENLER N 1 VASFI 279

•Onlarn yerde ve gökte hiçbir ortakl yoktur. Ve Allah'n onlardan bir


yardmcs da yoktur. *
Dier bir ayette öyle buyurulmutur:

"Nimet olarak size ulaan ne varsa (hepsi), Allah'tandr. Sonra size bir
zarar dokunduu zaman yalnz ona yalvarrsnz.*27
Baka bir ayette ise öyle buyurulmutur:

"Eer Allah seni bir zarara uratrsa, onu O'ndan baka giderecek
yoktur. Ve eer sana bir hayr verirse (buna da mani olacak yoktur). üp-
hesiz O, her eye gûcû yetendir. 1528

Allahu Teala, nimetleri kendisine izafe ettikten sonra, onlar topluca

öyle beyan etmitir:

"O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendi katndan (bir lütuf olmak

üzere) sizin emrinize (hizmetinize) vermitir.* 29

Dier bir ayette ise bu durum öyle ifade edilmitir:

"O size, nimetlerini gizli ve açk olarak bolca aktt (verdi).*30

Görülüyor ki, (bu nimetlerin bize ulamas için vasta yaplan ve) ka-
buletmek zorunda olduumuz bütün sebep ve artlar ancak Allah'n hük-
müdür. Nimetlerin olumas ve kula ulamas için ortaya konan artlarla,
bu nimete ulamalar için insanlarn gösterdikleri gayret ve çabalar, nime-
ti Allah'a ait olmaktan çkarmaz. Bütün bunlar da ilahî bir hüküm ve hesap-
la olmaktadr. Kul bunlara tâbi olmak zorundadr. Baka türlü olmaz. Bü-

tün bunlar tayin ve tespit eden, hükmünde hiçbir orta olmayan, yegane
hâkim Allahu Teala'dr. Bu gerçek, aml kraat alimlerinin Kehf sûresi 26.
ayetini;

"Hükmünde O'na hiçbir kimseye ortak yapma™ okuyu tarzyla, ifa-

de edilmitir.

Sebe' 34/22.
™ Nahl 16/53.
528
En'âm6/7.
529 Câsiye 45/13.
530 Lokmân 31/20.
Kehf 18/26.
280 KÛTU'L-KULÛB

Demek ki sebepler Cenab- Hakk'n hükümleridir, artlar da Onun


hükmüdür. Bu durumda, nimette onu vereni müahede etmek ve bir ihsan
annda onu asl vereni bilmek, kalbin ükrüdür. Çünkü ükür ehline göre
ükür, kalbin nimeti vereni tanmasdr. Kalbin sfat ve nimet vereni tan-
mas, dilin sözle ifade edip geçmesi gibi deildir. Rasûlullah (s.a.v) ükür-
le yetinmeyi, onu ahirette bir sermaye edinmeyi ve dünya malyla kanaat
yerine ükrü tercih etmeyi emretmitir. Sevban (r.a) ve Hz. Ömer'in (r.a)

rivayet ettii bir hadiste, hazine (altn ve gümüü toplayp ymakla) ilgili

ayet-i kerime nazil olduu zaman, Hz. Ömer (r.a) Hz. Peygamber'e
(s.a.v): "Hangi mal biriktirip mülk edinelim?" diye sorunca, Rasûlullah
(s.a.v): ,

"Sizden her biriniz (en güzel hazine olarak) zikreden bir dil ve ükre-
den bir kalp edinsin* 32 buyurmutur.
Davud (a.s)'n öyle dedii rivayet edilmitir: "Ya Rabbi: Sana nasl
ükredeyim? Ben ancak senin ikinci bir nimetin sayesinde ükredebilirim."
Dier bir ifadesinde:

"Benim sana ükretmem sana yeni ükrü gerektiren dier bir ni- bir

mettir. (Bu durumda tam olarak sana ükürden aciz kalrm) dediinde, Al-

lahu Teala ona: "Bunu dilediin zaman bana ükretmi olursun," diye vah-
yetmitir.

Baka bir rivayette de: "Nimetlerin benden olduunu bildiin zaman,


senden ükür olarak buna raz olurum," buyurulmutur. 533

Dilin ükrü, Allahu Teala'y güzelce sena etmek, O'na çokça hamd ve
övgüde bulunmak, nimet ve ikramlarn zikredip iyilik ve ihsanlarn yay-
mak, Yüce mülk sahibini yaratklara, zelil kullara ikayet etmemektir.

Bir haberde öyle nakledilmitir: Rasûlullah (s.a.v) bir adama:


-Nasl sabahladn? diye sordu. Adam;
-Hayr içinde, dedi. Efendimiz ikinci kez sorusunu tekrarlayarak:
-Nasl ne halde sabahladn? diye sordu. Adam tekrar:

Tirmizî, Tefsir, Sûre(9) 9; bn Mâce, Nikâh, 5; Ahmed b. Hanbel, Musned, V, 278, 282, 366;
bnu Kesîr, Tefsîr, II. Tirmizî hadisi hasen diye nitelendirmitir.

Rivayetler için bkz: Ahmed, K. Zühd, No: 373; bnu Asakir, Tarihu Dmek, cilt:16, Shf: 96-
97. (Beyrut, 1995)
ÜKÜR MAKAMI v ÜKRE DEN L 1H N
1 VASFI 281

-Hayr içinde, diye cevap verdi. Allah Rasûlü (s.a.v) üçüncü kez:
•Nasl, ne halde sabahladn? diye sorunca adam:
-Elhamdülillah, Allah'a ükrolsun, hayr içinde!" diye cevap verdi. O
zaman Rasûlullah (s.a.v):

Senden söylemeni istediim ite bu idi, buyurdular. 53* Yani Efendimiz


(s.a.v), adamn shhat ve nimete kar Allah'a hamd, sena ve ükrü açk-

ça ifade etmesini istedi.

Selef, din kardeleriyle karlatklar zaman birbirlerine hâl ve hatr


sorduklarnda, bununla sadece karsndakinin Allahu Teala'ya hamd ve
ükrünü ortaya çkarmak, bu ekilde onlarn ükür sevabna ortak olmak
isterlerdi. Çünkü onlar, böyle davranmakla karsndakinin Allahu Teala'y
zikretmesine sebep olmaktayd. Bunun için sen, bir kimseye hâlini sordu-
unda Mevlâ'sndan ikayet edip Onun kader ve kazasna honutsuzluu-
nu belirteceini bilirsen sakn ona hâl ve hatr sorma. Bu durumda sen
onun ikayet ve cehaletine ortak olmu olursun. Her eyin mülk ve mele-
kütü kudret elinde olan, misli ve benzeri olmayan Mevlâ'y, hiçbir eye sa-
hip olmayan aciz kula ikayet eden kimse ne kadar çirkin bir i yapm ol-
maktadr.

Az bir nimete kar Allahu Teala'ya ükretmek de ükür olur. Çünkü


dosttan gelen az ey çoktur. Hem Allahu Teala hikmet sahibidir; kuluna
her istediini vermemesi bir hikmet icab ve kudretinin tezahürüdür. Kul,
her eye gücü yeten Rabbinin, istediini vermemesindeki hikmeti anlarsa;
O'nun kendisine baka bir ey vermek için bu isteini vermediini bilir. Bu
durumda bu vermeyi (kul için) bir ihsan olmu olur. Az bir ihsan büyük bir

nimettir. Yahut, istdii verilmedii zaman sabredip boyun bükmesinin as-


lnda bir izzet ve eref olduunu bilir. Bu da, alimlerin belirttii gibi, kulla-
ra kar üstünlük taslamaktan ve onlardan eref beklemekten daha fazilet-
li ve daha güzel bir eydir. Hem, kullarn alkna ve elindekine tamah edip
onlara kar bel krp boyun emek, senin gibi bir kuldan eref beklemek
zillet ve zelilliktir. Aziz kimseye boyun bükmek ise sevgiliye boyun bükmek
gibidir. Zelil kimselere boyun bükmek dümana boyun bükmek gibidir. Al-

lahu Teala öyle buyurmutur:-


534
Tabarani, el-Evsat, No? 4374. (Üç kere sual yok); Beyhakî, uabu'l-man, No: 4448-4449;
Heysemi, ez-Zevaid, VIII, 36.
282 KÛTU'L-KULÛB

"Biliniz ki Allah' brakp da taptklarnz, size hiçbir nzk veremezler,


öyleyse rzk Allah katnda arayn, O'na kulluk edin ve O'na ükredin. So-
nuçta hepiniz O'na döndürüleceksiniz.™ 5

u ayet de bu manadadr:
"Hiç üphesiz, Allah'tan baka yalvardklarnz sizin gibi kullardr.™ 6
badet, hizmet etmektir. Taat ise her eyini Hakka vermektir. Allah'a
yönelmi bir kulun, fakirlik ve ihtiyacn her eyini tedbir eden ve üstlenen
Mevlâ'snn gayrisine açmas ho deildir. Çünkü O, onun hâlini en iyi bil-
mekte, onu görmekte ve iitmektedir. Onun için iyi (ve uygun) olan ken-
disinden daha iyi O (c.c.) bilir. Allahu Teala, bu manaya iaret olarak öy-
le buyurmutur:

"Allah kullarna rzk bollatrsayd, yeryüzünde azarlard.™ 7


Demek ki yakînen Allah'a inanan bir kula, genilik ve ihsan annda
ükrettii gibi, sknt ve her isteinin verilmemesi durumunda da ükret-
mesi gerekir. Sonra ükreden yakînen müahede eder ve bilir ki kendisi
kuldur, üzerinde kulluk ahkam cereyan etmektedir ve her zaman Rububi-
yetin hükümlerine mahkumdur. Hem kendisi Allah'a kar hiçbir hakka sa-
hip deildir. Allahu Teala ise her eyi ile onda hak sahibidir. Kul, O'nun
mahluku ve sanatdr. Rabbi ise onun yaratcs ve sahibidir. Kul bu haki-
katimüahede edince, her eyin Allahu Teala'ya ait olduunu görür ve
O'ndan gelen azck eye de raz blur. Kendisi için, Allahu Teala üzerine
hiçbir olmadn anlar ve kendisinin hiçbir eyinin Allahu Te-
eyin vacip
ala'y raz edecek nitelikte olmadn kabul eder, artk Mevlâ'sndan daha
(baka) bir ey talep etmez.

Nimet sahibini çokça zikretmek güzel senada bulunmak, nimet ve ih-

sanlar sayp anlatmak dilin ükrüdür: Çünkü sözlükte ükrün manas, aç-
mak ve ortaya koymaktr.

Bu manada ükrün ortaya konmas ve dille açklanmas zikrettiimiz


ekilde olmaktadr. Nitekim bir haberde:

535
Ankebût 29/17.
536 A'raf 7/194.
537
urâ 42/27.
538 Aliyyu'l-Karî, El-Esrâru'l-Merfua, 196; Zebîdî, thafu's-Sade, XI, 97.
ÜKÜR MAKAMI v ÜKREDENLER N I VA3FI 283

Bir hadis-i erifte de öyle buyurulmutur:

"Kim, "Sûbhanellah" derse, ona on iyilik yazlr. Kim: "lâ ilâhe llallah"

derse, ona yirmi iyilik yazlr. Kim de; "elhamdülillah" derse ona otuz iyilik
yazlr.*39

hamde daha fazla sevap yazlmas, onun tevhidden daha üs-


Burada,
tün olduu için deil, ükür makamnn faziletini beyan içindir. Bir de Alla-

hu Teala'nn kitab Kur'an- Hakîm'de kelamn onunla açmaktadr. Bir ha-


berde öyle buyurulmutur:

"el-Hamd, Azz ve Celil olan Rahman'm ridas/örtüsüdür.™


Dier bir haberde ise:

"Zikrin en faziletlisi "lâ ilâhe illallah" duann en faziletlisi de "el-hamdû-


lillahi rabbi'l-âlemin'dir*5*! buyrulmutur.

Bazen, ükrün kalpte zuhuru ve galebesi kalbin ükrü olur.

Allahu Teala'nn kulu için ükrü (yani kulun ükrüne karlk vermesi)
ona gizli olan ilimleri açmas ve perdelendii kader srlarn ortaya çkarma-

sdr. Bu, Allahu Teala'nn: "ükrederseniz artrrm" buyurduu artrmaya


girmektedir. Bunu kula, bütün noksan sfatlardan uzak olan Yüce Allah'
güzel tanmas (marifetullah) ve ileri müahedesi
seviyede ilahî tecellileri

temin etmektedir. Sonuçta hepsinde kef-açma ve izhar/ortaya koyma ma-


nas vardr ki, zaten sözlükte ükre, keif ve izhar manas verilmitir.

Nimetleri ikram ve ihsan eden Yüce Allah'a kar azalarn ükrüne ge-
lince bu, vücudun onun nimetlerinden hiçbiriyle kendisine isyan etmeme-
sidir. Çünkü bütün nimetler kula, onunla Allahu Teala'ya itaat etmesi için

verilmitir, onlarla isyan edilmesi için verilmemitir. Aksi durumda küfran-

nimet yaplm (nimete nankörlük edilmi) olur. Nitekim Allahu Teala bu-
nu öyle ifade buyurmutur:
1
"Baksana unlara, Allah'n nimetini küfre (nankörlüe) çevirdiler... **2

»» Ahmed, Müsned, II, 302; Nesai, Ameli'l-Yevmi ve'l-Leyle, No: 840; Hakim, Müstedrek, I, 512;
Beyhaki, uabu'l-man, No: 576.
540
Zebîdî, thafu's-Sade, XI, 94.
541
Tirmizî, Deavat, 84, 112; bn Mace, Edeb, 55; Dua, 5; Nesaî, Ameli'l-Yevmi ve'l-Leyle, s.

480-81; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 127; Münzirî, et-Terîb, II, 415.
542
brahim 14/28.
284 KÛTU'L-KULÛB

Ayetin tefsirinde: "O'nun nimetlerini O'na isyanda kullandlar" denmi-


tir. Aslnda halk, Allahu Teala'nn nimetini deitirmeye güç yetiremezler.
Bunun manas; onlar Allah'n nimetine ükür yerine nankörlük yaptlar de-
mektir. Ayetin manasndan anlalan budur, ayetin delâleti bunu göster-
mektedir. Çünkü Allah onlara, bunca nimetleriyle kendisine taat emret-

mi, onlar ise bu emre muhalefet ederek o nimetlerde Allah'a isyan etmi-
lerdir. Böylece, kendilerine emredileni deitirmi olmaktadrlar. u ayet
de benzeri bir durumu ifade etmektedir:

"Allah'n verdii rzka kar ükrü Onu yalanlamakla m yarine getiri-

yorsunuz.?"*43 Yani, size verilen rzkn ükrünü Hz. Peygamber'i (s.a.v)


yalanlayarak m yapyorsunuz?
Rasûlullah'dan (s.a.v) rivayet edilen bir kraatta bu mana açkça belir-

tilmitir. Efendimiz (s.a.) yukardaki ayeti:

"ükrünüzü böyle mi yapyorsunuz" 544 eklinde okumutur. Bu durum-


da mana açktr. u ayet-i kerime de bu manadadr:

"Kim (mucizeler ve hak) kendisine geldikten sonra Allah'n nimetini


(inkar ve küfran- nimetle) deitirirse, bilsin ki Allah'n azab çok iddetli-
dir.™

Yani Allah, nimetini inkar edip, onu isyanda kullanarak ükrünü zayi
edene azap eder. Bu azap o nimetin kulun elinden gitmesi eklinde teza-
hür edebilir. u ayet-i kerime de bu manadadr:

"Eer nankörlük ederseniz, hiç üphesiz azabm çok iddetlidir.™


Ayetin tefsirinde denmitir ki: "Eer nimetleri inkar ederseniz bunun
cezas bazen dünyada verilir. Zira nimetin deimesi (elden çkmas) bir

ceza türüdür. Onun bozulmas (mahvolmas) da bir zillet ve skntdr. Bu


azap bazen de geciktirilerek ahirette verilir. Nitekim ayet-i kerimede:

"Dorusu onun azab sargndr (suçluyu çepeçevre sarar.)' 547 Allah


onlardan nimetlere kar ükür amelini ister. Onlarda da bu bulunmad
için, nimetlerin karl olarak onlar borçlu yapp cehennemde hapseder.

543
Vaka 57/82.
544
bnu Kesîr, Tefsir, IV, 298-299.
545
Bakara 2/211.
546
brahim 14/7.
547
Furkan 25/65.
ÜKÜR MAKAMI v ÜKREDENLERN VASFI 285

Allahu Teala bir ayet-i kerimede öyle buyurmutur:


4548
"O size zâhirde ve bâtnda nimetlerini bol bol aktp verdi. Dier bir

ayetinde de:

'Günahn açn da gizlisini de brakn!™ buyurmutur.

Bu ayette akl sahiplerinin düünmeleri ve zâhirde verilen nimetlerin

ükrü olarak zahirdeki günahlar, bâtnî nimetlerin ükrü olarak da gizli gü-
nahlar terk etmelerine bir uyar vardr.

Zâhiri nimötler, cesedin afiyeti ve kiiye yetecek miktarda maln bu-


lunmasdr. Zahiri günahlar azalarn yapt nefsin kötü haz ve arzulardr.

Bâtnî nimetler, kalbin afiyetiyle niyetin güzel ve anlayn hak üzere olma-
sdr. Bâtnî günah ise, (günahlarda) srar, kötü zan ve bozuk niyet gibi
kalbin çirkin amelleridir.

Mutarrf b. Abdullah demitir ki "Afiyet içinde olup ükretmem bana,

belâ ile yüz yüze gelip sabretmemden daha sevimlidir." Çünkü afiyet hâli

ve makam selamete daha yakndr. Bunun için o, ükür hâlini' sabr hâli-

ne tercih etmitir. Hem sabr belâ ehlinin hâlidir. ükürle birlikte afiyette,

sabredildiinde ise musibette bir zararn söz konusu olmad manasnda


Hasan- Basrî öyle demitir:
"Nice nimet sahipleri vardr ki, ükür ehli deildir. Nice musibete ma-
ruz kalmlar vardr ki sabredici deildir."

Bu manada, Rasûlullah (s.a.v) öyle buyurmutur:


**>
"Senin afiyet içinde olman bana daha sevimlidir.

Allah Resûlü (s.a.v), bu sözü, Hz. Ali'yi bir hastalnda: "Allah'm sen-
den sabr isterim," derken iitince söylemi ve:

"Bu sözünle Allah'tan bela istemi oldun. Sen O'ndan afiyet iste..."bu-
yurmutur. 551

Salih amel ilemek de bir ükürdür. Allahu Teala ve Rasûlü (s.a.v) ük-
rü amel olarak açklamlardr. Allahu Teala ayetinde öyle buyurmutur:

s« Lokman 31/20.
En'am 6/120.
550 Zebîdî, lthâfu"s-Sade, XI, 291.
5S '
Tirmizî, Deavat, 91 ; Nesaî, Ameli'l-Yevmi ve'l-Leyle, 574. Tirmizî hadisi hasen-sahih olarak
nitelendirmitir.
286 KÛTU'L-KULÛB

"Ey Davud ailesi! ükür olarak (Allah için) amel edin. 1552

Rasûlullah (s.a.v) ayaklar iinceye kadar geceyi namaz ve ibadetle

ayakta geçirmesinden dolay yaknlar tarafndan uyarlnca:

lah Resûlü (s.a.v) bu sözüyle, mücahedenin ve güzel itaatin, nimetlere

kar bir ükür olduunu belirtmitir.

Âlimlerden birisi demitir ki: "Kalbin ükrü, nimetlerin ancak asl nimet
ükrü de, Allahu Teala sana
sahibi Allah'tan geldiini bilmektir. Amelin
(hayrl) bir amel ihsan edince, buna bir ükür olarak ikinci (hayrl) ameli
peinden getirmektir. Bu durumda (güzel) amel ve muamelenin devamy-
la ükür sürekli olur."

Ariflere göre ükrün evveli, Allah'n nimetlerinden herhangi birisiyle

ona isyan etmemen ve nimeti kötü arzularna itaatte kullanmamandr. ü-


kür ehlinin ükrüne gelince; bütün nimetler ile Allah'a itaat ederek, onlar

Mevlâ'nn yolunda kullanmaktr. Bu, bütün müminlerin yapaca ükürdür.

Gerçek ükür, takva hâline sahip olmaktr. Takva, Allahu Teala'nn u


ayetinde kullarna emrettii bütün ibadet çeitlerini içine alan bir isimdir:

"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz.


Böyle yaparsanz takvaya ulam olursunuz.* 5*

Sonra, Allahu Teala baka bir ayet-i kerimede, gerçek ükrü kendisin-

den korkmak (takva sahibi olmak) eklinde tarif etmi, takvann esasen
ükür olduunu belirterek öyle buyurmutur:

"Allah'tan korkun ki, ükretmi olasnz. 1555


ükürde, müahededen meydana gelen iki makam vardr.
iki ayr
Bunlarn en yüksei ekûr (çok ükredid). olanlarn makamdr. ekûr; s-
knt, bela, mihnet ve aclara kar da ükredebilen kimsedir. Bu hâl ancak
sahih yakîn ve gerçek zühd sayesinde bütün bunlarn ükrü gerektirecek
birer nimet olduunu müahede ettikten sonra meydana gelir. Bu, rzada

552 Sebe 34/13.


553 Buharî, Teheccüd, 6; Müslim, Münafikun, 79.-81 ; Tirmizî, Salat, 187; Nesaî, Amelu'l-Yevm
ve'l-leyl, s. 17; bn Mace, kamet, 200; Ahmed b. Hanbel. Müsned, IV, 251, 255..
554 Bakara, 2/21.
555 Âl-i mran 3/123.
ÜKÜR MAKAM ve ÜKREOENLERN VASF 287

bir makam ve muhabbetten kaynaklanan bir hâldir. Allahu Teala peygam-


beri Nuh'u (a.s) bu vasfyla zikrederek öyle buyurmutur:

"Gerçekten o, çok ükreden bir kuldu. 1556

Tefsirlerin beyanna göre Hz Nuh (a.s), hayr, er, fayda, zarar her
hâlde Allahu Teala'ya ükrederdi. Bir haberde öyle buyurulmutur:
"Kyamet gününde bir münâdi: "Hammâdûn (Hamd edenler) ayaa
kalksn!" diye seslenir. Bunun üzerine bir grup ayaa kalkar: Onlar için ön-
lerinde bir bayrak dikilir ve öylece Cennet'e girerler." Efendimiz'e "Ham-
mâdûn kimlerdir?" diye sorulduunda: "Onlar her hâlde (baka bir ifade-

de) genilik ve darlkta Allahu Teala'ya hamdedenlerdir" buyurmutur. 1,557

Alimlerden birisi: "O, size zâhirî ve bâtinî nimetlerini bolca aktp ver-
di," ayetini açklarken: "Zâhirî nimetler; afiyet ve zenginlik, bâtinî gizli ni-

metler de, bela ve fakirliktir. Çünkü bunlar (sabredilip deerlendirildiinde)


âhiret nimetidir." Nitekim Rasûlullah (s.a.v):

"Hayat ancak âhiret hayatdr,"558 buyurmutur.

ükrün ikinci makam; kulun dünya ilerinde ve dini durumlarda ken-


diinden daha aada olana bakp Allahu Teala'nn kendisine ihsan etti-

i kalp ve din selâmetine sahip olmasn ve ayrca dier kimselerin müp-


tela olduu eylerden afiyette olma nimetini gözünde büyüterek bunu ken-
di adna kâfi görüp Allah'a snr ve O'na ükreder. Sonra iman ilmi ve
güzel yakîniyle dini konuda kendisinden üstün olana bakar; nefsine kzp
knar ve o kimsenin güzel hallerine imrenip onun gibi olmaya çalr. O
hallere ulat zaman" da ükredenlerden olur ve hamdedenlerin snfna
girer. Bu manada Rasûlullah (s.a.v) öyle buyurmutur:
"Kim, dünya iinde kendisinden daha aada olana, dini konusunda
da kendisinden üstün (ileride) bulunana bakarsa; Allahu Teala, onu ük-
reden sabr ehli kimselerden yazar. Kim de, dünya iinde kendisinden üs-
te olana, din iinde ise kendisinden altta (ve geride) olana bakar (da hâli-

556 sra17/3.
557
Rivayetin ilk ksm hariç bkz: Tabarani, el-Kebir, No: 12345; Beavi, erhu's-Sünne, V, 50;
Ebu Nuaym, Hilye, V, 69; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, X, 95; Zebidî, thâfu's-Sade, XI, 94.
558 Buharî, Rikak, 1; Cihad, 33; Müslim, Cihad, 126, 129; Tirmizî, Menakb, 55'; bn Mace,
Mesacid, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 172, 216, 276.
288 KÛTU'L-KULÛB

ne aklanrsa) Allah onu ükreden sabr sahibi olarak yazma2. Bunu, r-


za makamn anlatrken, orada geniçe izah ettik, burada bir daha o açk-
lamay uygun bulmuyoruz.
Kul, hangi ükür kul için bir
vasfta Rabbine ükredici oluyorsa; o halde
makam olur. Hiç üphesiz nimeti inkar etmek insan ükrün zdd olan du-
ruma götürür. Bu durum nankörlüktür. Nimete nankörlük ükrün zdddr.

ÜKREDLECEK EN ÖNEML NMETLER


Üç büyük nimet var ki, kim onlarn kymetini bilmezse, onlarn ükrü-
nü ve hakkn zayi eder:

Birincisi; Allahu Teala'nn kudret ve yüceliini gözlerden perdelemesi-


dir. ayet bunlar kullara (tam olarak) açlsayd, (bu durumda ileyecekle-
ri bütün) isyanlar küfür olurdu. Çünkü kullar, kendilerine takdir edilen gü-
nahlar birazck olsun eksiltmeden ilemek durumundadrlar. Allahu Teala
(kudret ve yücelii ile) öyle zuhur ediyor ki kullar (bunlardan perdeli ve gâ-
fil olduklar için) günahlardan geri durmuyorlar. Bunun ötesi, gaybn srla-
ryla doludur. (O konularda söz etmek bizi aar.) Ancak, kullar, müahe-
denin hürmetini (ve hakkn bilemeyip) çinedikleri için, zatla yüz yüze gel-

meyi inkar etmektedirler. Bir de u var ki, her ey apaçk olsayd; kullarn
u durumda Allah'a imanlar sayesinde elde ettikleri büyük derecelere sa-
hip olunamazd. Çünkü o zaman kullar bizzat ahid olduklar bir eye iman
etmi olacaklard. Halbuki u
anda gayba iman etmektedirler ve bu du-
rumda güzel yakîn sebebiyle dereceleri yükselmektedir. Bunun için Allahu
Teala, müminleri gaybe iman edici sfatlaryla tantp övmütür

kinci büyük nimet; halkn ekseriyetinden kaderin ve ilâhî ayetlerin giz-

li tutulmasdr. Çünkü bunlar gaybe ait srlardr. Hem böyle olmasnda kul-

larn iyilii, din ve dünya ilerinin düzgün bir ekilde devam mevcuttur.
Eer bu srlar ve ilâhî tecelliler açklanp ortaya konsayd, bunca ayetleri
müahede ile birlikte ileyecekleri küçük günahlar büyük günah gibi olur-
du. Bir de, u anda gayba iman ederek yaplan salih amellerin katlanarak
sevab çevrilmesi mümkün olmazd.
/

559 Beyhakî, uabu'l-iman, No: 4575; Ebû Nuaym, Hilye, VIII, 286. Biraz farkl lafzla rivayeti Tir-

mizî rivayet etmitir ve garib olarak nitelendirmitir. Bkz: Tirmizî, Kyame, 58; Elbani, Daife,
No: 633.
ÜKÜR MAKAMI vt OK RE DENLERN VASFI 289

Üçüncü büyük nimet, ecellerin kullardan gizli tutulmasdr. Çünkü, eer


kullar ecellerini bilmi olsalard, hayr ve er olarak yaptklarn zerre kadar
artrp eksilmezlerdi. Ecellerini bildikleri bir hâlde onlardan bir ey yapma-
larn istemek kendilerine çok zor ve iddetli gelir, hem de onlar adna çok
kesin bir delil olurdu. Bunun için kullara bir mazeret vesilesi olsun diye ve
ayn zamanda kendileri için bir lütuf olarak ecelleri gizlendi ve hiç bekleme-
dikleri bir zamanda ölümle yüz yüze gelmelerine imkan hazrland.

Bunlardan baka, kullara ihsan edilen nimetlerden birisi de, Allahu


Teala'nn bütün insanlarn günahlarn örtüp birbirlerine göstermemesidir.
Halkn günahlarnn, alimlerin ve salihlerin yannda örtülmesi de böyledir.

Eer böyle olmasayd, onlara nazar etmezlerdi.

Sonra Allahu Teala salihler ve velileri de halktan perdelemitir. Eer


onlarn üzerinde kendilerini tantacak alametleri ortaya çkaracak olsayd,
cahiller bile Allahu Teala'nn onlara dostluunu ve onlar Zat- Bâri'ye ya-
knln yakinen anlarlard. Bu durumda iyilik sahiplerinin onlara kar gü-
zel muamelelerinin sevab ortadan kalkar, amellerinin kabulünden mah-
rum olurlar, kötülerin onlara kar iledikleri ameller ise iptal olurdu. (yile-

rin iyilii, kötülerin kötülüü tam karln bulsun diye ehlullah halktan
gizlenmitir.)

Bu perdelenmede, onlara kar iyilik edenler de kötülük edenler


için

için de bir nimet vardr. Onlara kar iyi muamelede bulunanlar, bunu Al-
lah'tan rahmet ümidi ve onlara kar güzeJ bir zanla yapmaktadrlar. Bu
onlar için bir sevap vesilesi olmaktadr. Onlara eziyet edenlerin ise ceza-
lar geciktirilmektedir. Çünkü onlarn Allah katndaki kymet ve dereceleri

gizli olduundan, kendilerine köülük yapan bilmeden yapmaktadr, bir de-


rece mazur olmaktadr.

Bu perdelenme bizzat velilerin kendileri için de Çünkü bu


bir nimettir.

hâl onlarn dini için daha selametlidir ve fitneye dümeleri daha az mey-
dana gelmektedir. Onlara kar hürmeti çineyen ve onlarn temsil ettii

Allahu Teala'nn eâirini küçük gören kimseler için nimet oluu ise; onlara
kar iledikleri kötülükleri onlarn hâlini gizleyen bir perde gerisinde bil-

meden yaptklar (ve bu sebeple mazur görülmelerinin söz konusu oldu-


u) içindir. Bu, gerçekten ihsan ve ikram sahibini Mevlâ'nn lütuflarndan
bir gizli nimettir. Çünkü bilerek Allah dostlarna eziyet edenler hakknda
Allahu Teala kudsî bir hadiste öyle buyurmutur:
290 KÛTUL-KULÛB

"Kim velilerimden birisine eziyet ederse, benimle savaa girmi olur.


Sonra ben velim çin gayrete gelirim ve ona yardm (ntikamm) bakas-
na brakmaz (bizzat kendim üstlenirim.)'^

Halini bilmedii bir veliye eziyet eden kimse, peygamber olduunu bil-

meden bir peygambere eziyet eden kimsenin durumuna düer. Ancak bu-
rada öyle bir ayrcalk var: Allahu Teala, peygamberin peygamber oldu-
unu halka bildirir. Kullarn onun peygamber olduunu bilmeden önce
yaptklar eziyet peygamberliini bildirdikten sonra yaptklar eziyet ve
zulmü gibi olmaz. Çünkü, peygamberliin erefi çok büyüktür.

Cafer es-Sadk, gizli tutulmasyla bize ükür gereken nimetleri sayar-

ken, yukardaki manada unlar söylemitir:

"üphesiz Allahu Teala, üç eyi üç eyde gizlemitir. Rzasn taatn-


da gizlemitir. Öyleyse hiçbir taat ve hayr küçük görüp de terk etmeyin.
Belki Allah'n rzas ondadr. Allahu Teala gazabn günahlarda gizlemi-
tir. Sakn hiçbir günah küçümseyip ilemeyin, Allah'n gazab onda olabi-
lir. Allah, velilerini mümin kullar içinde gizlemitir. Sakn hiçbir kimseyi ha-

kir görmeyin; basit gördüünüz bir kimse Allahu Tealanm velisi olabilir."

ükür ehli için iki yol vardr ki, biri dierinden daha üstündür. Bu yol-

lardan birisi, ümit ehlinin ükrüdür. Bu, zâhiri nimetlerden istenen ve arzu-
lanan eyleri elde etmek için güzel muameleye sarlp bu nimetlerin ta-

mamlanmas ümidiyle amel etmektir. Bu durumdakilerin yapaca i, Alla-


hu Teala'nn dier kullar arasnda kendilerine tahsis ettii nimetlere ükür
olarak sahih amellerde komak ve yarmaktr.
Bu yollarn en üstünü ise korku ehlinin ükrüdür. Bu korku, kötü ak-
bet ve ilâhî takdirin hükmüyle ekavete/hak yoldan çkma tehlikesine dü-
me korkusudur. Böyle bir hal ve akbetten Allahu Teala'ya snrz. Onla-
rn bu korkusu, imann kazandraca ilâhî ihsan ve hediyelere rabetleri-
nin bir delilidir. Bu rabet de kalplerde slam'n kadrinin büyüklüüne ve
üstün deerine bir alamettir. slam onlar için büyük bir nimettir. Onlarn bu
marifetleri, (slam nimetine kar) ükürleri olmaktadr. Demek ki ilâhî kor-

ku ve endie, Rezzak- Kerim'e kar onlar için bir ükür yolu olmaktadr.

560
Buharî, Rikak, 38; bn Mace, Fiten, 16; Tabarani, el-KebV, No: 7880; Beavi, erhu's-Sün-
ne, 1, 142; Beyhaki. K. Zühd, No: 699-699; Münzirî, et-Terîb, I, 68.
ÜKÜR MAKAMI ve ÜKREOENLERN VASFI 291

Allahu Teala ilâhi korkuyu bir nimet yapmtr. Tabi ki her nimet bir ükür
ister. Bunu u ayet-i kerimede görüyoruz:
'Allah'tan korkanlardan Allah'n kendilerine lûtufta bulunduu ki kii
öyle dedi.™
Baz müfessirler, Allah Teala'nn bu kimselere korku ile ikram ve ih-

sanda bulunduunu söylemilerdir. Bu görü, izahlardan birisidir.

ayet kul Mevlâ'sna hiç ükretmese, unu bilmelidir ki, Allahu Teala
nihayetsiz karem, cömertlik, sonsuz ihsan ve ilim sfatlaryla muttasf olup

bu yüce ahlaklara sahiptir. Cenab- Hakk bu yüce ahlak ve güzel sfatlara

sahip olunca (bunlarn tecellisi ve yansmas rahmet olarak kullara ait olur

ki, o zaman) kullarn O'na ükretmeleri gerekir. Bu ükür, O'nun nimet ve


ihsanlarndan dolay deil, O'nun bu sfatlarn sahibi kerim bir Mevla oldu-
u içindir. Bu, sevgililerin zikridir, t

Eer Allahu Teala kendisinde bulunmas gereken ve ariflerin yakinen


bildikleri bu sfat ve ahlaklarn dnda ahlak ve sfatlarda olsayd, kullar
ne yapar, ne ederlerdi? Öyleyse lâyk ve hak ettii bütünhamd ve ükür-
ler O'na aittir. O kendini nasl yüceltiyorsa, biz de o ekilde hamd ve sena
ederiz. Bütün hamdler ancak O'na layktr. O, ezelde hangisi sfat ve gü-
zel isimlerin sahibiyle, imdi de o haldedir. te bunlar bilmek ariflerin ük-
rüdür ve onu müahede etmek mukarrabûn makamndakilerin makamdr.
Onlarn Allahu Teala'ya ükürleri herhangi bir nimet ve ihsan için deil,
ancak Azîz ve Celîl olan Allah'n yücelii içindir. Onlarn duas ve O'nu
takdisleri O'nu yüceltmek ve tazimden ibarettir. stekleri ise, sfatlarnn te-

cellisi ve zat- keriminin nurlarn müahededir. Bu durum dille anlatla-

maz. Bu bizzat müahedeyle ve ilahî kelam anlamakla mümkündür. Çün-


kü Allahu Teala:

X)nun benzeri hiçbir ey yoktur, buyurmutur.

Bu srr müahededen dolay Musa (a.s) Cenab- Hakk'n Rububiye-


tine gpta etmi, ilâhî huzurundaki yaknln ünsiyeti ve temkin hâlinin ge-

nilii içinde: "Benim için olan senin için yok!" demitir. Allahu Teala: "O
nedir?" diye sorunca, Hz. Musa: "Benim için senin gibi bir Rabbim var.

561
Maide5/23
ûrâ 42/11
292 KÛTU'L-KULÜB

Halbuki senin için zâtnn benzeri yoktur!" diye cevap vermi, Allahu Teala

da: "Doru söyledin" buyurmutur.

Hz. Musa (a.s) bu sözüyle unu demek istemitir: "Ey Rabbim! Benim
için dost olarak hak aklarnn gayesi ve rabet ehlinin en son arzusu
olan bu vasflarn sahibi Zat- Kerîm'in var. Halbuki Zatnz için böyle bir

yar veyardmc mevcut deildir. Çünkü hiçbir ey senin benzerin deildir,

sen her eyi ile tek ilahsn, senden baka ilah yoktur."

Yukarda anlattklarmza göre düünürsen; sana verilmeyen fazla


dünya malnn ükür isteyen gizli nimetlerden birisi olduunu anlarsn.
Çünkü bu durumdaki kimsenin meguliyeti ve eya ile ilgilenme derdi da-

ha azdr; hesab da daha kolaydr. Sonra Allahu Teala'nn seni deil de


bakalarn kendisinden alkoyacak dünya ile megul ve mübtela etmesi
de bir nimettir. Demek ki fazla dünya malnn senden alnp bakalarna
verilmesinde iki ayr nimet vardr; bunlara ükür gerekir. Ayn ekilde sen,
bir bakasnn münafklarn sfatlaryla dininde manevi bir hastala müb-

tela olduunu yahut kibirli kimselerin ahlaklaryla fesada bulatn veya-


hut fasklarn kötü hallerine dütüünü gördüünde bütün bunlar Allah ta-

rafndan senin adna bir nimet say. Çünkü seni bu ahlak ve sfatta yapma-
mtr. Eer Allah'n fazl ve rahmeti olmasyd sen de öyle olabilirdin. Öy-

leyse sana ulatrlan hayr ve senden uzaklatrlan kötülüü bir nimet

gördüün gibi, (sana da gelebilecek) herhangi bir kötülüün bakasna


sevk edilmesini de bir nimet bil. Çünkü kötülüü emretmede nefisler bir-

dir. Onu isteme ve güç de birdir. u halde Allahu Teala kötülüü senden
gidermekle sana acmtr. Bu, Allahu Teala'nn sana bir ihsandr. Bunu
bilmen, Allah için bir ükür olmaktadr.
«

bana gelen cezalarn çou, ellerindeki nimetlere ükürlerinin


Halkn
azlndandr. ükür azlnn asl ise nimeti (hakkyla) bilmemektir. Nime-
ti bilememenin sebebi de, marifetullah noksanldr. Bir de nimet sahibin-
den uzun zaman gâfii kalmak, nimetlerde tefekkürü ve ilahî ihsanlarda te-

zekkürü terk etmektir. Halbuki Allahu Teala, nimetlerini hatrlamamz em-


rederek öyle buyurmutur:
"Allah'n nimetlerini zikredin. Böyle yaparsanz kurtulua eresiniz.*63

563 A'raf7/69
ÜKÜR MAKAMI V ÛKREDENURN VA8FI

Dier ilâhî emir udur:

"Allah'n sizin üzerinizdeki nimeti, size öüt vermek üzere ndirdii Ki-
tab ve hikmeti hatrlayn...***

u ayet de bu manadadr:
"Bütün bunlar sayy tamamlamanz ve sizi doru yola ulatrmasna
karlk Allah' yüceltip ükretmeniz içindir.™5
Yani ayette Yüce Allah, hidayet nimetine ve sizi taatta muvaffak kl-
masna ükredin, demek istiyor.

u halde, kul nimetin cahili olunca, onu tanmaz. Tanmaynca ükret-


mez. ükretmeyince nimetin art kesilir. Art kesilen kimse, davasnda
noksanlk içindedir. Bir de u var ki, nimetin hakkn bilmedii için ükret-
meyen kimsenin onu inkar etmesinden emin olunamaz. Nimeti (ve sahibi-
ni) inkar eden kimse, nankörlere haber azab hakeder. An-
verilen iddetli
cak Rabbinden bir nimet ve rahmet sayesinde uyanr da ükre ve taata
yönelirse o baka.
Ekilme yoluyla ortaya çkan nimetlerin asl dört eydir:

Birincisi, nutfedir: Nutfe yoluyla bütün canl insan ve hayvanlar rahim


hazinesinden ortaya çkarlar.

kincisi, ekme (ve dikme) ameliyesidir ki, bu ameliye ile bütün meyve-
ler yer hazinesinden meydana çkmaktadr.
Üçüncüsü sudur. nsan ve hayvann temel maddesi oçlur.

Dördüncüsü olarak ate gelir ki, aydnlanma ve yiyeceklerin hazrla-


np ortaya konulmas onunla yaplmaktadr. Hem de basiret ehli için onda
ibret alnacak yönler ve hikmetler mevcuttur. Bu nimetler, Vâka sûresinin
sonlarnda 566 zikredilmi ve Altehu Teala onlarn meydana gelmesinin
kendisine ait olduunu haber vererek, bu ilerde ortann bulunma-
hiçbir

dn belirtmi, amel edecek kullara onlarn kapsn açmtr.


Nimetlerin en faziletli ve en büyüklerinden birisi de, Allahu Teala'ya
iman nimetidir. Sonra, bize gönderilen peygamber ve Kur'an nimeti ve in-

564
Bakara 2/231.
565 Bakara 2/185.
566
Vâka 56/62-74
294 KÛTU'L-KULÛB

sanlar için çkarlm en hayrl bir ümmet oluumuz gelmektedir. Bunlar-


dan önce düünebileceimiz nimetlerin banda yokluktan varlk alemine
çkarlmz gelir. Sonra dier cansz varlklardan ayrlarak canl yaplma-
mz, sonra hayvanlardan ayr tutularak insan olarak yaratlmamz, sonra
en güzel ekilde halk edilmemiz, sonra kalplerimizin sünnetten ayrlp
nefs-i emmareye meyilden korunmas, sonra cesetlerimizin shhat ve afi-

yet içinde tutulmas, ihtiyaçlarmz için yeterli eylere sahip klnmamz,


çeit çeit gdalar, yerdeki ve gökteki birçok eyin emrimize balanmas
gibi nimetleri sayabiliriz. Bunlar dier bütün nimetlerin asldr. Bu nimetler
çoaldkça o nispette güzel ükür gerekmektedir. Allah'n nimetlerini tek
tek deil topluca saymaya kalksak, sayp bitiremeyiz.

Ebu Muhammed Sehl (r.a) derdi ki: " Mahu Teala'nn nimetlerini
O'nun hilminin ve kusurlar örtmesinin büyüklüünü hakiki manada ancak
sddklar bilir."

En güzel ve en doru söz sahibi Allahu Teala buyurmutur ki:

saymaya kalksanz, onu sayamazsnz. Hakikaten


"Allah'n nimetini
çok balayan, pek esirgeyendir. 567
"
Allah

Allahu Teala, nimetlerini kendisinin sahip olduu mafiret ve rahmet


nimetleriyle tamamlanmtr. Bu manada dier bir ayetin peinden:

"Dorusu insan çok zalim, çok nankördür,**8 buyrulmutur.


nsanolunun bu zulüm ve nankörlük vasflarna kar Allahu Te-
ala'nn zatn mafiret ve takvann sahibi olarak tantmas en büyük bir ni-
met olmaktadr. Demek ki, amel sahipleri O'nun nimetiyle.amel etmekte,
Allahu Teala nimetiyle onlara karlk vermekte, isyan edenler (bile) O'nu
hilim nimetine aldanarak günaha girmektedirler. Günahkarlara (hemen
azap etmeyip) hilimle muamele etmesi ve günahlarn örtmesi Allah'n ni-

metlerindendir.

Kullarn güzel hallerinin ortaya konulup, çirkinliklerin örtülmesi O'nun


nimetlerindendir. Bu iki nimetin hangisinin daha büyük olduunu bilemiyo-
ruz. Güzel halin ortaya çkarlmas m yoksa çirkin eylerin gizlenmesi mi
daha büyük nimet bunu Allah bilir.
I

567 Nahl 16/18


s» brahim 14/34
.

ÜKÜR MAKAMI V ÜKREDERLERN VASFI 295

Bir duada Allahu Teala her iki sfatla da methedilmitir Efendimiz


(s.a.v) bir duasnda öyle münacat etmitir:

"Ey güzel olan ortaya çkarp, çirkin eyleri örten Atehim!*"

Shhat ve bo vakit de iki ayr nimettir. Bunlar dünya nimetlerinin ilki

ve ahiret amellerinin asllardr. Fakat (insanlarn kymetini bilmeyip en


çok) aldanma bu ikisinde olmaktadr. Nitekim Rasûlullah (s.a) öyle bu-
yurmutur:

1ta nimet var ki insanlarn çou onlarda aldan içindedirler. Bunlar


shhat ve bo vakittir.
1570

Fudayl b. îyaz demitir ki: "Size nimetlere kar devaml ükretmeniz


gerekir. Bir topluluktan gittikten sonra geri dönen nimet çok azdr."

Seleften birisi demitir ki: "Nimetler hemen elden kaçacak vahi hay-
vana benzer, onlar ükür ile balayp elde tutunuz."

Bir haberde öyle buyurulmutur.

'Kulda Allahu Teala'nn nimeti çoaldkça insanlarn ona ihtiyac ço-


alr. Kim onlar hafife alr (küçük görürse) nimet elinden çkar."*"

Allahu Teala buyurmutur ki:

"Bir toplum kendilerindeki özellikleri deitirmedikçe Allah, onlarda

bulunan deitirmez.*72
'
Denilmitir ki; bir topluluk ükrünü zayi ederek nimetleri deitirmedik-

çe Allahu Teala onlardaki nimetleri deitirmez. Nankörlük ettiklerinde ise;

nimetleri ellerinden alarak onlar cezalandrr.

Ayete verilecek dier bir mana da udur: Onlar günahlarn tövbe ile

deitirmedikçe, Allahu Teala kendileri için hazrlad azab deitirmez.


Allah, birinci sebebi hüküm, ikincisini hikmet olarak zikretmitir. Halbuki o
hikmeti de, dilemeyi de yaratan asl müsebbiptir.
Denilmitir ki kulun cesedindeki her bir kln altnda bir nimet vardr.
Hareket ve sükûneti temin eden her damar atnda iki nimet mevcuttur.

569 544
Hakim, Müstedrek, I,

570
Buharî, Rikak; 1 ;
Tirmzî, Zühd, 1; bn Mace, Zühd, 15
571
bun Ebi'd-Dünya, Kazai'l-Hâce, No: 48-50; Beyhaki, uabu'l-man, No: 7664; Hatib, Tarih,
V, 1 81 ; bnu Adiy, 1, 174; Münavî, Feyzu'l-Kadîr, No: 7942; Elbani, Daife, No. 2291
572 Ra'd 13/11.
296 KÛTU'L-KULÛB

Her bir kemikte dört nimet, her mafsalda yedi nimet vardr, insan vücudun-
da ise üç yüzaltm mafsal (eklem) vardr. Kemikler de bu durumdadr.
Her bak ve nefeste iki nimet vardr. Kulun ömrü boyunca her an ve da-
kikasnda saylamayacak kadar nimet gelmektedir. Kulun günde ald ne-
fesler biniercedir.

Musa (a.s)'n haberlerinde nakledildiine göre o, demitir ki: "Ya Rab-


bi! Sana (hakkyla) nasl ükredebilirim ki; senin benim cesedimde yarat-
tn her bir klda iki nimet vardr: Onlarn kökünü yumuak, ucunu sert ya-
parak bana ihsanda bulundun."

Bir haberde öyle buyurulmutur:

"Kim Allahu Teala'nm nimetlerini sadece yedii ve içtiinde tanr (di-

erlerini unutursa); onun Umi az, azab hazrdr.* 73


Buna sebep, kula shhat ve afiyet bata olmak üzere sahip olduu di-
er hayat ihtiyaçlarnn bolca aktlmas kulun da bunlarn farknda olma-
masdr.
Denilmitir ki; cismin batnnda bulunan nimetler zahirinde bulunanla-
rn yedi katdr. Sadece kalbde, bütün cesette bulunan nimetlerin kat be
kat nimetler mevcuttur. Hiç üphesiz, Allahu Teala'ya iman, ilim ve yakîn
nimetleri, ceset ve kalbdeki nimetlerin çok çok üstündedir. Bütün bunlar,
ancak onlar ihsan edenin sayabilecei ve yaratan Mevlâ'nn bilebilecei
pepee kula akan nimetlerdir. Elbette yaratan bilir. O latif ve her eyden
haberdardr. O, sadece yenen, içilen, giyilen, evlilikle elde edilen nimetle-
ri deil, kula gelen ve giden, her an tekrar eden ve artan dier bütün ni-

metleri bilir ve verir. nsann yeme içmesindeki nimetleri, onlarn hazm,


fazlalklarn kolayca atlmas faydal olanlarn vücutta kalmas, yenen ey-
lerin deiik doku ve hücrelere dönümesi evet bütün bunlar ibret alna-
cak, kiiyi tezekkür ve tefekküre sevkedecek nimetlerdir.

Denilmitir ki; bir somun ekmeinin meydana gelmesi için yerde ve


gökte üçyüz altm sanat icra edilmekte, varlk vasta klnmaktadr. Onu
oluturan maddeler, felekleri, rüzgar, gece, gündüz insanlarn emei ve
sanatlar hayvanlarn hizmeti ve yerin madenleri düünülürse bir ekmek-
teki nimet (ve rahmet) ortaya çkar. Bu nimet ve vesilelerin banda Mika-

S7J uabu'l-man, No: 4467;


Hatîb, Tarîh, VI, 52; Beyhakî. Elbanî, Daîfe, IV, 312.
ÜKÜR MAKAM V ÜKREDEN L ER NI VASFI 297

il (a.s.) gelmektedir. Rzk çin lazm olan suyun sevkiyatn üstlenen odur.
Suyu yatandan alr bulutlara boaltr, sonra onlar rüzgar ile tar sonra

yamurun yamas için görevli melekler devreye girer, gök gürültüsü ve


imekle bulut yamuru yere boaltr. in son noktasnda ekmei piiren
vardr. Bir somun ekmei ortaya çkncaya kadar (yerde ve gökte) yedi bin
görevli sanatn icra etmektedir. Bu sanatlarn her biri ve onu icra edenler

de bal bana birer nimettirler. Bir ekmek için görünürde bunca icraat
olursa, bunun ötesini ve yukarsn sen düün. Öyleyse kula her bir nimet

için bir ükür gerekmektedir.

Eer kuldan, tekbir nimet için gerçek manada ükür etmesi istense

kul helak olurdu. Ancak Allahu Teala geni rahmeti ile onu sorarsa ancak
kurtulabilir. O'nun bu rahmeti nimetin tamamdr. Rivayet edildiine göre,
Rasûlullah (s.a) bir adamn:
"Allah'm senden nimetin tamamn isterim dediini iitince, adama:
"Nimetin tamamnn ne olduunu biliyor musun?" diye sordu. Adam: "Bil-

miyorum, deyince, Efendimiz (s.a.): "Cennete girmektir" buyurdu: 574

Hukemâdan birisine: "Güzel nimet (ho hayat) nedir?" diye sorulunca:

"Zenginliktir, ben fakir görüyorum (doru dürüst) bir hayat yok" diye ce-
vap verdi. Devam et denince: "(Güzel nimetin birisi de) afiyettir; gördüm
ki; hastann (düzgün) bir hayat yoktur" dedi. Biraz daha nimetlerden bah-
set denince, hikmet ehli zat: "Bunlardan daha fazla ve güzel nimet bula-
myorum (bilmiyorum)" diye cevap verdi. Onun bahsettii nimetlerin baz-
sna u ayette iaret edilmektedir: Allahu Teala buyurmutur ki:
575
"Dünyadaki hayatnzda bütün güzel eylerinizi harcadnz."

Harcanan bu nimetin gençlik, bo vakit ve shhat olduu söylenmitir.


Yine, Allahu Teala'mn:
576
"Size sevdiinizi gösterip (verdikten) sonra syan ettiniz" ayet-i keri-

mesinde geçen sevilen ve istenen eylerin âfiyet ve zenginlik olduu söy-


lenmitir.

574
Tirmizî, Deavat, 93. Tirmizî, isnadnn hasen olduunu belirtmitir.

'» Ahkaf 46/20


57«
Âl-i mran 3/152
298 KÛTU'L-KULÛB

X), size, nimetlerini açk ve gizil olarak bolca hsan etti,*77 ayetinde

geçen zahirî nimetlerin afiyetler, bâtini nimetlerin de (sabredip rzâ göste-


renler için) ahiret nimetlerine sebep olacak bela ve skntlar olduu söy-
lenmitir. u ayet-i kerimede de buna bir iaret vardr:

'Muhakkak sizi mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltarak


(fakirlik ve sknt) ile deneriz. (Ey peygamber!) sabredenleri müjdele.™

Bir haberde öyle buyurulmutur:

"Kim, bedeni afiyette kalbi huzur emniyette günlük yiyecei de yann-


da sabahlarsa; sanki bütün dünyaya sahip olmu demektir.*79
Kanaat ehli birisi bu manada nazm halinde öyle demitir:

Shhat ve emniyet içinde, yiyecein gelir iken, hala keder içindeysen;

hüzün hiç ayrlmasn senden."

Bir bakas da: "Sen bir parça ekmek ve bir testi suya sahip olarak
emniyet içinde en tatl bir hayat yaamaya bak; her hal sana ho olur,"

demitir."

Rivayet edildiine göre bir abid Allahu Teala'ya yetmi yl ibadet etti.

Allahu Teala kendisine bir melek göndererek rahmeti ile onu cennetine
sokacan müjdeledi. Abid içinden kendi amelinin karl olarak cenne-
i. Allahu Teala buna muttali olup (ona asl nimet ve rah-
met sahibinin kim olduunu yakinen göstermek için) sakin duran damar-

lardan birisine çarpnt yapmasn vahyetti. Damar çarpntya balaynca


abidin vücut dengesi bozuldu, ibadetinden geri kald, kendisiyle ura-
maktan amellerini yapamaz oldu. Sonra Allahu Teala o damara sakinle-
mesini vahyetti, damar sükunet buldu ve abid ibadetine döndü. O zaman
Allahu Teala abide: "Senin ibadetin, damarlarndan sükûnet içinde vazife
gören tek bir damara baldr. (Kendine deil, bana ve rahmetime güven)
diye vahyetti; abid hakikati anlayp kusurunu itiraf etti.

Bu manada, Rasûlullah (s.a.v) baka bir adamn durumunu öyle an-

latmtr:

577
Lokman 1/20.
"8 Bakara 2/155.
579
Tirmizî, Zühd, 34; ibnu Mace, Zühd, 9; Münavî, Feyzu'l-Kadîr, No: 8455.
ÜKÜR MAKAMI vt g Ü K R E D E N L E R N VASFI
I 299

"Bir adam, yetmi yl Allah'a badet etti. Allahu Teala ona rahmetlyle
I

cennete girmesini emretti. Adam: 'Ben amelimin karl olarak cennete


girmek isterimi" dedi. Bunun üzerine Allahu Teala (meleklere): "Kulumu,

ameli karlnda cennete sokunuz," buyurdu. Adam yetmi yl cennette


kald. Sonra Allahu Teala oradan çkmasn emretti kendisine: "Sen ame-
linin karln tam olarak aldn (yetmi sene cennette kaldn, amelin bit-
ti) denildi. Adamn eli bo kald. Piman oldu. Rabbi ile kendisi arasnda
en kuvvetli ve geçerli eyin ne olduunu dûûndû, bunun ümit ve güzel
zan olduunu gördü ve hemen: "Ya RabbiI Beni amelimin karl olarak
deil, rahmetinle cennette brak" diye yalvard. O zaman Allahu Teala me-
leklerine: O kulumu rahmetimle cennetimde braknz*80 buyurdu.
Bana u hâdise anlatld: Adamn birisi Medineli bir alime fakirliinden

ikayet ederek bu yüzden çektii skntlar anlatt. Bunun üzerine alim:

-ster misin, sana on bin altn verilsin, sen de gözünü verip kör olasn?

diye sordu: Adam:

-Hayr, istemem! dedi: Âlim:

-Peki, on bin altna dilini verip, dilsiz kalman houna gider mi? diye

sordu. Adam:

-Hayr! dedi. Alim:

"Sana on bin altn verilse, iki el ve ayaklarn verir misin? diye sordu;

adam:

-Hayr! dedi, alim tekrar:

-Peki sana on bin altn verilse, akln verip deli olmak ister misin? di-

ye sordu, adam yine:

-Hayr! diye cevap verince alim:

-Be adam, bir de fakirlikten ikayet ediyorsun. Yannda sadece u


saydmz eylerde mukabil eli bin altnn varken, Mevlâ'na hâlini ikayet
etmeye utanmyor musun? dedi.

580
Ayn konuda biraz farkl daha uzun bir hadis için bkz: Hakim, Müsledrek, IV, 250; Beyhaki,
uabu'l-man, IV, 150; Herâitî, Fedailü'-ükr, 59.

300 KÛTU'l-KUlÛB

Gerçekten durum onun dedii gibidir. Çünkü insandaki bu azalarn


her birinin bir kymeti ve bahsedilen maldan daha ziyade deeri vardr:
Mesela bu uzuvlar kesildiinde diyet olarak bu deerler sahibine verilir.

Büyüklerden birisi, bana bu manada unu anlatt: Yakîn ehli Kur'an

hafzlarndan birine iddetli bir fakirlik isabet etti. Öyle ki bu durum kendi-
sini çok üzdü ve geçimi darald. Gece bir rüya gördü. Birisi kendisine: "Bin
dinar altn karlnda sana En'am sûresini unutturmamz ister misin?"
diye sordu. O: "Hayr!" dedi. "Hûd sûresi için kabul eder misin?" diye sor-
du adam yine: "Hayr!" dedi. "Yûsuf sûresi için kabul eder mi3in?" diye sor-
du,adam yine: "Hayr!" diye karlk verdi. O zaman sesin sahibi: "Senin
yannda yüz bin altndan daha kymetli ayetler var, sen ise fakirlikten ika-
yet ediyorsun!" dedi. Kurrâ uyandnda içindeki fakirlik sknts gitmiti.

Bu manay ifade eden bir haberde öyle buyurulmutur:

"Kufan'la yetininiz, kim Allahu Teaia'nn ayetleri ile yetinmez (kendini


oniaria zengin görmezse) Allahu Teala onu zengin yapmaz. üphesiz
Kur'an öyle bir zenginliktir ki, onunla birlikte fakirlik, ondan öte de herhan-
gi bir zenginlik yoktur. Kime Allah Kur'an'! verir de o, herhangi bir kimseyi
kendisinden daha zengin zannederse; Allahu Teaia'nn ayetteriyle (sanki)
alay etmi (dier bir rivayette) Allahu Teaia'nn indirdiklerini hafife alm
olur.'56 '

Bir baak haberde ise öyle buyurulmutur:


"Kim Kur'an ile kendini zengin saymaz (veya Kuran' (bilerek) güzel
sesle okumaz da deerini düûrûrse) bizden deildir.

Ksa ve öz olarak zikredilen bir haberde de:

'Zenginlik olarak yaktn yeterlidir,™ buyurulmutur. Hiç üphesiz


Kur'an yakînin ta kendisidir.

Seleften birisi demitir ki: "Allahu Teala buyurur ki: Bir kulumu u üç
kimseye muhtaç etmez isem ona nimetimi tamamlam olurum: Bunlar gi-

581
Irakî bu haberi bu lafzla bulamadn belirtmitir. Bkz. Gazâlî, hya, IV, 125. Benzeri hadis-
ler için bkz. Darimî, Fedailu'I-Kur'an, 4; Münavî, Feyzu'l-Kadîr, No: 8481 ; Ali el-Muttakî el-
Hindî, Kenzu'l-Ummal, No: 2349, 2350).
582 Buhar, Tevhîd, 44; Ebû Davud, Vitr, 20; Darimî, Salât, 171; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I,

172, 175, 179


*3 Heysemî, Mecamu'z-Zevaid, X, 308. Elbanî, Daîfe, II, 1.
3ÜKÜR MAKAMI V ÛKREDENLB RN VASFI 301

dip hâlini arzedecei sultan, hastaln tedavi edecek doktor ve ihtiyacn


görecek din kardei."

Eyyûb (a.s) münacaatnda öyle rivayet edilmitir: Allahu Teala Ey-

yûb'e (a.s) vahyetti ki: "Her insanla birlikte iki melek vardr. Kul kendisine
verilen nimetlere ükrettii zaman iki melek:

"Allah'm, ona verdiin nimetlerine daha fazlasn ekle, üphesiz sen


hamd ve ükre layksn," derler.

"Ey Eyyûb! Sen de ükredenlere yakn ol. Onlara bolca ihsanda bu-

lun. ükredenlere katmda ve meleklerin yannda yüksek derece olarak,


kendilerine benim teekkür edip (ükürlerinin karln vermem) ve me-

leklerimin onlara dua etmesi yeterlidir. Yeryüzü onlar sever, onlar vefat
ettiinde pelerinden eya ve eserleri alar. Ey Eyyûb! Sen bana ükre-
denlerden ve nimetlerimi zikredenlerden ol. Ben seni zikredinceye kadar

sen beni zikredemezsin. Ben senin amellerine karlk verinceye kadar


sen bana ükredemezsin. Ben dostlarm (önce) salih amellerde muvaffak
klarm, (onlar bana itaat ve ibadetle ükrederler) sonra bu ükürlerine
karlk olarak onlar mükafatlandrrm. Ben onlara ükrü gerekli kldm ve
çok nimete kar az ükre raz oldum. Az ükürlerini de kabul ettim ve ona
karlk olarak bol bol mükafat verdim^Katmda kullarmn en kötüsü, ba-
na ancak ihtiyac annda ükreden ve huzurumda sadece cezaya maruz
kald zaman tazarru niyaz eden kimsedir." 584

Allahu Teala ükredenleri, salih, mukarrabûn ve alim sfatlarnda zik-

retmitir. Bu üç vasf, yakîn ehlinin en yüksek makamlarndandr. Ayet-i

kerimede öyle buyurulmutur:

"Kullarmdan ükredenlerçok azdr. ™ 5

Dier bir ayet-i kerimede öyle buyurulmutur:

'Yalnz iman edip iyi iler yapanlar müstesna.. Bunlar da ne kadar az-
dr.'586 Mukarrabunlarn hâli ise öyle anlatlmtr.

584
Eyyûb Aleyhisselam'la ilgili rivayetler için bkz: bnu Asakir, Tarihu Dmek, X, 58-83. (Beyrut,

1995); bnu Kesir, El-Bidaye, I, 246-251. (Tahriçli bask)


585 Sebe 34/13
586
Sâd 38/24
302 KÛTU'L-KULÛB

"O mukarrabunlann çou evvelkilerdendir. Az bir grubu da sonrakiler-


dendir.™

Adetleri az bulunan alimler hakknda da öyle buyurulmutur:

"Onlan ancak çok az kimse bilir.™

Hz. Ebû Bekir'in (r.a) rivayet ettii bir hadis-i erifte, Rasûlullah (s.a.v)

öyle buyurmutur: "Allah'tan afiyet isteyiniz. Yakfn hariç kula afiyetten


daha faziletli bir ey verilmemitir. ™
Görüldüü gibi hadiste, afiyet bütün ihsanlardan üstün tutulmu, ya-
kîn de afiyetin üstüne çkarlmtr. Çünkü afiyetle dünyevî rahatlk tamam
olur. Afiyetle birlikte yakîn ise, ahiret saadetini kazandrr. Devaml haya-
tn geçici hayata üstünlüü gibi yakîn de afiyetten üstündür. Afiyet; vücu-

dun hastalk ve rahatszlklardan sâlim olmasdr. Yakîn ise, (kalbin ve) di-
nin sapklk ve hevâdan temiz kalmasdr. Her ikisi de büyük nimetler olup

kula ükür gerekir. Kalb ve bedeni içine alan bu iki nimet, gerçekten çok

büyük eylerdir. Bu manay en güzel u ayet-i kerime ifade etmektedir.


"O gün, ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah'a temiz bir kalple
gelenler (o günde fayda bulur).'590

Kalb-i selimin irk ve ekten temiz kalp olduu söylenmitir. Selim


kalp, afiyet içinde doru ve güzel bir halde olan, sahip olduu yakîn saye-

sinde içinde irk ve nifak bulunmayan kalptir. irk ve nifak en büyük kalb
hastalklardr. Nitekim ayet-i kerimede:

"Onlarn kalplerinde bir (tür) hastalk vardr,™ buyurulmutur: Bu


hastaln, irk ve olduu söylenmitir. Kalbin büyük günahlardan
nifak

korunmu ve temiz olmas da onun sâlim/temiz olmas için arttr. Nitekim


ayet-i kerimede hastalkl kalp anlatlrken:
1592
"Kalbinde hastalk bulunan kimse kötü arzuya kaplr, buyurulmu-
tur Buradaki hastaln riya olduu söylenmitir.

w Vaka 56/13, 14
ses Kehf 18/22
Buharî, EdebTI-Müfred, No: 724; Nesâî, Ameluil-Yevm, s. 501 ; bn Mace. Dua. 5; Ahmed.
Müsned, I, 5, 6, 7, 8; Hakim, Müstedrek, I. 589; Beyhakî, uabu'l-man, II, 161.

uarâ 26/88, 89
»' Bakara 2/10
Ahzab 33/32
ÜKÜR MAKAMI v ÜKRE DE NLERN VASFI 303

Denilmitir ki; kula gelen her (dünyevî) musibette Allah'n be niyeti

vardr;

1- Bu musibet dinde olmamtr. Denilir ki; dinin dnda baa gelen


her musibet, kulun dine dönmesine bir vesiledir.

2- Gelen musibetten daha büyüü olabilirdi olmad.

3- Bu musibet ona takdir edilmitir, gelmesi kaçnlmazd, geldi ve kul

onu görerek sonras için ondan rahata kavutu.


4- O dünyada baa geldi, ahirette vukû bulmad. Ahirette olsayd, da-
ha büyük, daha iddetli olurdu.

5- (Sabredildiinde) musibetin sevab kendisinden daha büyüktür.

üphesiz, musibet dünyevî bir eyde olunca, kul için ahirete yönelmesine
bir vesile olabilir. nsann hali ayette öyle anlatlmaktadr.

"üphesiz insan çok zalim ve çok nankördür.*93

Denilmitir ki insan, nimeti azmsayarak (gaflet ve isyanla) nefsine


çok zalimlik yapmakta ve günahlara dalp nimetlere kar çok küfran- ni-

mette bulunmaktadr.

Anlatldna göre Abbas (r.a) vefat ettii zaman, olu Abdullah (r.a)
oturmu insanlarn taziyelerini kabul ediyordu. nsanlar da grup grup ge-
lerek taziyelerini bildiriyorlard. O arada bir arabi yanna yaklaarak nazm

halinde unlar söyledi:

"Sabret ki, sana bakp bizde ehl-i sabr olalm. Teban n/halkn sabr,
batakilerin sabrndan sonradr. Sabrederek alacan ecir, senin için ba-
ban Abbas'tan daha hayrldr. Allah da baban Abbas için senden daha
merhametli ve hayrldr." Bunu duyan bn Abbas (r.a):

"u arabi gibi kimse taziyede bulunmad," diyerek sözlerini çok ho


buldu.

Dier bir ayet-i kerimede:

"Dorusu insan Rabbine kar pek nankördür. 1594

593 ibrahim 14/34


594
Âdiyât 100/6
304 KÛTU'L'KULÛB

Ayetin tefsirinde; o musibetleri ikayet eder, nimetleri unutur, denmi-


tir.

Eer insan, her musibette on türlü nimet ve bereket olduunu bilse,

ikayeti az olur, feryat yerine ükre sarlrd. Sonra, her musibet u üç du-
rumdan uzak deildir. Bunlarn her biri Allahu Teala'dan kuluna bir nimet-

tir. Baa gelen bir musibet kula ya bir manevi derece kazandrr. Bu mu-
karrabûn ve muhsin olanlara aittir. Ya, günahlar için bir keffâret olur ki bu,

mü'minler içinde havas tabakasna ve ebrar diye tantlan salihlere aittir.

Veya acilen verilmi bir ceza olur. Bu da umum müslümanlara aittir. Bir

günahn cezasnn dünyada verilip ahirete braklmamas kul için bir rah-
met ve nimettir. Bu tür nimetlerin bilinmesi, ve tannmas ükür ehlinin yo-
ludur.

Alimlere göre, nimetlerin en faziletlisi, iman nimeti ve onun devamdr.


Çünkü bir eyin devam etmesi ikinci bir nimettir, onun ikinci bir irade ve is-

tekle ortaya konmu ayr bir hüküm olduunu gösterir. Çünkü Allahu Te-

ala'nn bir eyin meydana gelmesini irade etmesi, onun devamn icap et-

tirmez. Meselâ bir ey ilâhi irade ile ortaya çkar (sonra) yok olup gider;

sanki hiç olmam durumuna gelir. Ancak, Cenab- Hak ikinci bir irade ile

o eyin sabit kalp devamna hükmederse, o devam edebilir. Bir örnek ve-
relim:

Eer Allahu Teala yerlerin ve göklerin devamn murat etmese, yer ve


gökler devam edemezdi. Yine, dalarn sabit kalmasn murat etmeseydi,
dalar yok olur giderdi. Ayn ekilde, Allah kalplere iman yazdktan son-
ra, onun devamn murat etmeseydi, ilâhî hüküm gerei iman önce kalbe
iner, sonra kalb küfre dönerdi. Fakat Allahu Teala imann kalpte sabit olup
devam etmesini murat ederek (o iman sahibine) saylamayacak nimetler
ihsan etmitir. u ayet-i kerime bu söylediklerimize ibaret etmektedir:

"Allah dilediini giderir (yok eder), dilediini yerinde brakp sabit tu-

tar.™

Yani, Allah kalmasn istemediini giderir, sevdii eyleri de sabit k-


lar.

595
Ra'd 13/39.
ÜKÜR MAKAMI vt ÜKREDENLE RN VASFI 305

Kul, iman nimetine ükretmeye ve hidayette onunla nasl bir fazilet el-

de ettiini bilmeye güç yetiremez. Bu ihsanda kulun bir dahli ve hakk yok-
tur. O, tamamen Allah'n fazl ve rahmetiyle olmutur. u ayette, kulun

içinde bulunduu ükürsüzlük hâline bir iaret vardr.


"Hayrl (nsan henüz Allah'n) emrettiini (ükür ve itaat vazifesini)

yapmad.**
Yani o insan dünya ve ahirette bütün nimetlerin asl, ateten kurtulu-
un ve cennete giriin vesilesi olan slam nimetine kar emrettii ükrü
asla yerine getirmedi. Halbuki bu nimetin olumasnda kulun hiçbir etkisi

olmad gibi, onun kula ulamas için de Allah ile arasnda yardmc ola-

cak kimse mevcut deildir. Bu imann her an ve her nefeste ilâhî yardm-
la kulun kalbinde kalmas ard arkas kesilmeyen bir nimettir. u ayet-i ke-

rime bunu ifade etmektedir.

"Allah onlarn kalbine iman yazm ve katndan bir ruh ile onlar des-
teklemitir.'597

Yani onlar, imanlarn sabit ve kavi tutacak bir yardmla takviye etmi-
tir. Bu mana, u ayette de ifade edilmektedir.
"Allah müminleri dünya hayatnda ve ahirette sabit sözde (iman üze-
re) tutar.™

Bu sebepten dolay, Allah Rasûlü (s.a.v) sk sk öyle dua ederdi.

"Ey kalpleri (istedii ekilde, diledii yöne) çeviren Allah'm! Kalbimi,


taatn üzere sabit kl*99

Bu büyük nimeti bilmek, kalblerin ilâhî irade ile süratle çevrilmesi yaki-

nen müahade edildii için kalpten kötü ölüm korkusunu giderir; kulun Al-
lah'a ükrünü artrr. Bu anlattmz, u hadis-i erifin manasna dahildir.

"Bolca ihsan ederek sizi gda/andrd nimetlerine karlk olarak Al-


lahu Tealay seviniz.*00

596
Abese 80/23
597
Mücadele 58/22
598
brahim 14/27
599 Buharî, Eyman, 3; Kader, 14;Tirmizî. Kader. 7; bn Mace, Mukaddime, 13; Dua, 2; Ahmed b.

Hanbel, Müsned, II, 4, 8


600 Tirmizî, Menakb. 32; Hakim, Müstedrek, III, 150; Beyhakî, uabu'l-man, No: 408.
306 KÛTU'L-KULÛB

Allahu Teala'nn bizi gdalandrd nimetlerin en büyüü kendisine


iman ve zatn tanma nimetidir. Tarafndan bu nimetle bizi gdalandrma-
s; iman kalbimizde devam ettirmesi, onu ilahi bir destekle kuvvetlendir-
mesi ve deien bir çok hal içinde bizi iman üzere sabit klmasdr. Çünkü
iman, ilâhi ihsanlarn geli sebebi olan amellerin asldr. ayet, azalarm-
zn günahlar içinde itaattan döndüü gibi kalplerimiz de tevhitten döndü-
rülse, amellerim izdeki niyetlerimiz gibi kalplerimiz de üphe ve sapklk
içinde braklsayd ne yapardk? Neye dayanr, ne ile huzur bulur, kiminle
sükunete kavuurduk? u halde kalplerin iman üzere sabit kalmas, ni-

metlerin en büyüklerindendir. Bu nimetin sahibini tanmak, iman nimetine


bir, ükürdür. Bunu bildikten sonra iman nimetinden gafil olmak cezay ge-
rektirir.

mann, insann akl gayretiyle, kendi güç ve kuvvetiyle olduunu id-

dia etmek iman düünen kimseden imann gitme-


nimetini inkardr. Böyle

sinden korkarm. Çünkü o, Allah'n nimetine kar ükrü brakp küfre git-
mitir. Allahu Teala hayrlar, imann bir kazanc ve meyvesi yapmtr. -
lediimiz hayrlarda, bizim aslnda bir etkimiz yoktur. Bilakis, Allahu Teala

bizi imana ulatrarak büyük bir ihsanda bulunmu ve iman iyilik ve hayr-
lar ilememiz için bir sebep yapmtr. Nitekim ayet-i kerimede:

inanmam, yada imanyla


"Rabbinin alametleri geldii gün, önceden
bir hayr kazanmam kimseye artk o andaki iman bir fayda salamaz.™

Buyurmutur.

man ile kazanlacak hayrn, tövbe veya salih ameller olduu söylen-

mitir. Aslnda hepsi imann kazandrd eylerdir. mandan sonra, bize

ihsan edilen büyük nimetlerden birisi de, iyilikte muvaffak klnp kolayln
bize açlmasdr. Sonra, inkar hâlinin, kâfirlerin amel ve ahlaklarnn biz-

den uzaklatrlmas gelir.

Bunlarn yannda, Allah'n bir fazl ve ihsan olarak bize bahedilen


imann süslenip sevdirilmesi, günah ve isyanlarn çirkin gösterilmesi ve
buna benzer saylamayacak kadar çok nimetler mevcuttur. Bunlarn ük-
rü de yine ancak Yüce Allah'n ihsan edecei anlay ve kuvvetle olmak-
tadr.

601
En'am 6/158.
ÜKÜR MAKAMI vt ÜKREDERLERN VA8FI 307

Allahu Teala'nn ibadet ve ükürdeki yardmn bilmek, nimetlerin pe


pee akmasndan (ve buna karlk veremeyiten) haya etmek bir ükür-
dür.

ükürde noksan ve kusurlu olduu bilmek de bir ükürdür. ükrün az-

lndan dolay özür dilemek de bir ükürdür. Allahu Teala'nn (ilenen gü-
nahlara kar) çok büyük hilim sahibi olduunu ve devaml onlar örttüü-
nü bilmek de bir ükürdür.

vKendisine nasip olan halk içinde güzel bir sfatla övülme ve anlma ni-

metinin aslen kendisinden kaynaklanmayp Allah'n nimetlerinden bir ni-

met olduunu bilmek ve itiraf etmek bir ükürdür. Nimete kavuunca tava-
zu sahibi olmak ve kendini hiç görmek de bir ükürdür.

Halka teekkür, onlara hayr dua ve kendilerini güzel övgüyle anmak-

la olur. Çünkü onlar, ilahî ihsann kula ulamasnda bir mahal ve verilen

eyin sebebi yaplmlardr. Allahu Teala onlara hayr yaptrmakla iyilikte

bulunmutur. Öyleyse, Allah'n ahlakna bürünerek bu kimselere hayr dua


ve senada bulunmak bir tür ükür olmaktadr.

Nimeti verenin huzurunda güzel ebedi muhafaza etmek ve itiraza git-

memek bir ükürdür. Nimeti güzel bir ekilde kabul etmek, azn çok, ba-

sitini bile büyük görmek de ükür olmaktadr. Çünkü bîr grup insan, ken-
dilerine verilen eyleri küçük ve hakir görmeleri, Allah'n ondaki hikmetini
bilmedikleri için nimetleri hafife almalar sebebiyle helak olmulardr. Bu*
verilen nimete kar bir küfran- nimet olmaktadr.

SABIR VE ÜKÜR MAKAMI ARASINDAK FARK


Bazlar, sabrn ükürden daha faziletli olduunu söylemitir. Halbuki;

bu iki hâli elde edenlerin birinin dierine üstünlüü söz konusu deildir.
Çünkü ükür, müminler içinde büyük bir çounluun makamdr. Yakîn ve
müahedelerinin oluundan dolay bir grubun dierinden daha fazi-
farkl

letli olduunu söylemek doru deildir. Çünkü ehl-i sabrdan bazlar, gü-

zel sabr sayesinde, baz ükür ehlinden daha üstündür. ükür ehli olan

havas tabaka ise, yakinlerinin güzellii ve müahedelerinin yükseklii se-

bebiyle sabredenlerin umumundan daha faziletlidir. Fakat bu üstünlük,

hallerinin ve makamlarnn durumundan kaynaklanmaktadr.


308 KÛTU'l-KULÛB

Allah en iyisini bilir, biz deriz ki: Elde mevcut olan nimete kar sabr
daha faziletlidir. Çünkü bunda zühd ve havf/ilahî korku mevcuttur. Bunlar

da makamlarn en yükseidir. Bunun yannda, skntlara kar (yokluk


içinde) ükredebilmek daha faziletlidir. Çünkü bunda bela ve rza vardr.

Hiç üphesiz, sknt ve zorluklara sabretmek, nimet ve rahatla ükret-


mekten daha faziletlidir. Çünkü bu, nefse daha ardr. Ayn ekilde, zen-
ginlik hâlinde ve isyana gücü yeterken sabretmek, nimetlere ükretmek-
ten daha faziletlidir. Çünkü, nimetlerle isyan etmemeye sabretmek, nefsiy-
le bu konuda mücahede içinde olan kimse için, nimetlerle itaat etmekten

daha faziletlidir. Kul, sabrettii eye ükrederse, bela ona göre nimet olur
ki bü, en faziletlisidir. Çünkü bu hâl, mukarrabun snfndaki velilerin mü-
ahede hâlidir. Kulun ükredecei nimetlere sabretmesi, daha faziletlidir.

Çünkü o, mücahede hâlidir. Rasûlullah (s.a.v) buyurmutur ki:

"Biz peygamberler insanlar çinde belalarla en fazla muhatap olanla-


rz. Sonra srasyla derece olarak peygamberlere en yakn olanlar belâ ile

mûbtelâ klnrlar.™ 2

Yani, bize en yakn olanlar daha çok bela ile imtihan edilirler, demek
istiyor Allah Rasûlü (s.a.v) bela ehlini kendisine yakn bir makama yükselt-
mi; kendisini de onlarla beraber yapmtr. Kim, Rasûlullah (s.a.v) ile be-

raber olursa, en faziletli kimse o olur. Efendimiz (s.a.v) iddetli belaya kar-

ükrederdi. Sabredenlerden ükür ehli olan kimse de belaya kar ük-


rü sebebiyle en faziletli olur Çünkü o, Allah Rasûlüne (s.a.v) en yakn olan

kimsedir. unu da hatrlatalm ki; mukarrabun derecesinde olan velilerin

makamlarndan her bir makamn bir sabr ve ükre ihtiyac vardr. Onlar-

dan birisi ancak dieri ile tamam olur. Çünkü sabr tam olmas için, ona
mukabil ükredilmeye ihtiyac vardr. ükrün de daha fazla nimeti çekebil-

mesi için sabra ihtiyac vardr. Allahu Teala, ayet-i kerimede sabrla ükrü
bir arada zikretmi ve onlarn müminleri temel vasf olduunu belirterek
öyle buyurmutur:
"Muhakkak bunda çokça ükreden sabr ehli için pek çok ayetler var-
dr."603
602 Buharî, Merda, 3;Tirmizî, Zühd, 57; Deavat, 90; bn Mace, Fiten, 23; Darimî, Rikak, 67; Ah-

med b. Hanbel, Müsned, 1, 172, 180, 185


603 Lokman 31/31
ÜKÜR MAKAMI v> ÜKRED E NLE R I N VASFI 309

Ayette ifadeler mübalaa sas ile kullanlmtr Manas; çokça sab-


reden ve ükreden kimseler demektir. Bunun için sabr ve ükür imann
birer yars olmutur. Nitekim hadis-i erifte:

"Sabr imann yarsdr; ükür imann yansdr. Yakin, mann hepsi-


dir, *M buyurulmutur. Çünkü yakîn, sabr ve ükrün asldr. Onlar yakinin

ükreden kimse yakînen bilir ki; sahip olduu nimetler O'nu


meyveleridir.
veren Cenab- Hakk'a aittir ve yine yakinen inanr ki Allahu Teala ükre
kar te yakîn ehli bu iman
vadettii nimeti artrmay yerine getirecektir.
ve anlayla ükreder: Ayn ekilde gerçek sabr ehli de, bana gelen be-
lann Allah tarafndan geldiini yakînen bilir ve Allahu Teala'nn sabreden-
lere güzel' mükafat ihsan edeceine, onlar güzel bir övgü ile övdüüne
kesin olarak inanarak (kendisine gelen musibetlere) sabreder.

Her ite kuvvet ve kudret ancak Allahu Teala'dandr. Sabr ve ükür,


yakîn ehlinin iyi ve kötü durumlarda hiçbir an uzak kalmad iki erefli hal-

dir. Her eyde yakîn ehli için bir ayet ve ibret vardr. Yakine ulaan kimse,
bela içinde sabr, nimet içinde ükürle urar. Allah, sabredenleri ve ük-
redenleri sever.

Bu, ükür makamn anlattmz bölümün sonudur.

Hamdolsun alemlerin Rabbi olan Allah'a ...

604 Beyhakî, uabu'l-man, No: 9515-9717; K. Zühd, No: 984; Zebidî, thafu's-Sade, II, 1, 8.

Hadisin bir ksm için bkz: Ebû Nuaym, Hilye, V, 34; Hatîb, Tarîhu Badad, XIII, 226.
31»

RECA/ÜMT MAKAMI ve
RECANIN AÇIKLAMASI

RECAN N/ALLAH' N RAHMETNDEN


ÜMTL OLMANIN FAZLET
Bu konuda Yüce Allah buyurmutur ki: "Allah kullarna bol insanda
bulunandr, O dilediini rzklandrr.*05
Yine Allahu Teala bir baka ayette öyle buyurmutur; "Allah, mümin-
lere kar çok merhametlidir.'*0*
Bir baka ayette ise: Ve ki: Ey günah ilemede haddi aan kullarm!
Allah'n rahmetinden ümit kesmeyin. Çûnkû Allah bütün günahlar ba-
lar,*07 buyurmaktadr.

Allah Rasûlü'nün (s.a.v) bu ayet-i kerimeyi okuduunda X) günahn


çokluuna aldr etmez. üphesiz Allah, çok balayan ve çok esirge-
yendir,"'buyurmutur.*»

Mehur hadiste öyle nakledilmitir: "Allah (Ademi ve zürriyetini yarat-


t) topraktan bir avuç ald ve: Onlar cennettedir, yaptklarna aldr-
mam,*0 » dedi.

Allah en iyisini bilir, bunun manas udur: "Rahmetim her eyi kuat-
mtr, kullarm bu rahmetin dnda kalamazlar. Onlarn cennete girmele-
rine aldrmam; onlar cennete girecekler, onlarn kötü amellerinin varlna
da aldrmam."
605 ura 42/19
«* Ahzab 33/43
607
Zümer 39/53
608 bnu Kesir, Tefsir, VII, 107; Tirmizî, Tefsîru Sure (40), 2.
609
Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 186; Hakim, Müstedrek, I, 31 ; Ebu Ya'la, Müsned, No: 3422;
Bezzar, Müsned, No: 2143; Elbanî, Sahîha, I, 76-78.
312 KÛTU'L-KULÛB

Yüce Allah, muttaki kullarn öyle tantmtr:


"Onlar ki, bir kötülük yaptklar zaman ya da kendilerine zulmettiklerin-
de Allah' zikreder ve hemen günahlarna istifar ederler. Hem günahlar
Allah'tan baka kim balayabilir MI™

Allahu Teala tevekkül sahibi kullarn da öyle tantmtr:


'Onlar ki büyük günahlardan ve kötü ilerden kaçnrlar. Ancak küçük
kusurlara dütükleri dur. Rabbin, aff bol olandr.
™ 1

Allah (c.c) Ar'n çevresinde tavaf eden meleklerin müminler için na-

sl istifarla megul olduklarn öyle haber vermitir:

ler için mafiret dilerler. ™


Allah (c.c), cehennemi dümanlar için hazrladn ve onunla dostla-

rn korkuttuunu haber vererek öyle buyurmutur: "Onlarn üstlerinde


ateten tabakalar, altlarnda da tabakalar vardr. te Allah kullarn bu-
nunla korkutuyor.™

"Kafirler için hazrlanm bulunan ateten saknn.™


"(Ey insanlar!) Alev alev yanan bir atele sizi uyardm. O atee ancak
yalanlayp yüz çeviren kötüler girer.™

Bu üç ayet de önceki ayetin manasn desteklemektedir. Yüce Allah

zalimleri affetmesi hakknda öyle buyurmutur.

"Hiç üphesiz Rabbin insanlarn kötülüklerine kar çok mafiret edi-


cidir.*™

Bize rivayet edildiine göre, Allah Rasûlü (s.a.v) devaml olarak üm-
meti için dua ediyordu. Nihayet Allahu Teala kendisine (s.a.v) öyle vah-
yetti: "Rasûlüm sen: "Hiç üphesiz Rabbin insanlarn kötülüklerine kar
çok mafiret sahibidir™ ayetine raz olmadn m?:™

«« Al-i mran-3/135
*" Necm-53/32
*<*

6.3
ura 42/5
Zumer 39/16
^
6.4
Al-i mran 3/131
6.5 Leyi 92/14-15
6.6 Ra"d13/6
6.7
Ra'd13/6
m Bkz: bnu Kesir, Tefsir, IV, 343-344; bnu Asakir. Tarih, XIII, 136. (Beyrut, 1995).
RECA/ÜMT MAKAMI V RE CAN N AÇIKLAMASI
I 313

"Hiç üphesiz Rabbln sana istediini verecek ve sen raz olacakn™


ayetinin tefsirinde öyle denmitir: Hz. Muhammed (s.a.v), ümmetinden
tek kiinin bile cehenneme gitmesine raz olmayacaktr.
Ebu Cafer Muhammed b. Ali (rah) derdi ki: "Siz ey Irakllar! Kur'an'da

en ümit verici ayetin: "Ey günah ileyerek haddi aan ve kendine zulme-
den kullarm! Allah'n rahmetinden ümit kesmeyin™ ayeti olduunu söy-
lüyorsunuz. Oysa biz, Ehl-i Beyt Kur'an'da en ümit verici ayetin: 'Hiç üp-
hesiz Rabbin sana istediini verecek ve sen raz olacaksn,™ ayeti oldu-

unu düünüyoruz. Çünkü Yüco Allah, Hz Peygamber'e (s.a.v) kendisini

ümmeti hakknda honut edeceini vaat etmitir. 622

Ebu Bürde, babas yoluyla Ebu Musa el-E'arî'den u hadisi rivayet


etmitir: "Ümmetim kendisine rahmet edilmi bir ümmettir. Ahirette onun
için azap Onun azab dünyada depremler ve fitneler eklindedir.
yoktur.

Kyamet günü olduu zaman ümmetimden her bir kiiye Ehl-i Kitaptan bi-
risi verilecek ve: "Bu senin kurtulu fkfyendir," denilecek. Böylece onun
yerine Ehl-i Kitaptan birisi atee atlacaktr. ™
Bir hadiste öyle buyurulmutur: "Stma hastal cehennemin scak-
lndan küçük bir yansmadr. O, müminin cehennemden tadaca aza-
bn dünyada tattrlmasdr.™
"Allah'n peygamberi ve onunla beraber iman edenleri utandrmaya-
ca bir günde...™ ayetinin tefsirinde u rivayet nakledilmitir:
"Yüce Allah, Hz. Peygamber'e (s.a.v): "Ümmetininhesabn görmeyi
sana vermemi ister misin? Diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v): "Hayr Ya
Rabbi. Sen ümmetim için benden daha hayrl ve daha merhametlisin" de-
di. Bunun üzerine Yüce Allah: "Onlar hakknda seni utandrmayacam,"
buyurdu. 626

«• Duna 93/5
620 Zümer 39/53
«' Duha93/5
622 543.
Ebu Nuaym, Hilye, III, 209-210; Suyutî, ed-Dürrü'l-Mensur, VIII,

623 Ebu Davud, Fiten, 7; bnu Mace, Zühd, 34; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 402. bn Mace
rivayeti zayf bir senedle rivayet etmitir.
624
Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 21, 85
«S Tahrim66/8
«• bnu Ebi'd-Dünya, "Hüsnü'z-Zan Billâh, 73. {No: 63).
314 KÛTUT-KULÛB

Süfyan es-Sevrî: "Ben hesabmn annem ve babama dahi braklma-


sn istemiyorum. Çünkü AHahu Teala bana onlardan çok daha merhamet-
lidir," demitir.

Seleme b. Verdâ'nn Enes b. Malik'ten rivayet ettii bir hadiste öyle


buyurulmutur:

"Allah'n Rasûlü (s.a.v), ümmetinin günahlar hakknda Rabbine ni-

yazda bulundu ve: "Ya Rabbil Onlann hesaplarn bana brak ki, benden
bakas onlarn kötülüklerinin farkna varmasn," dedi. Allah ona öyle
vahyetti: "Onlar senin ümmetin ise, benim de kullarmdr. Ben onlar bak-
ibiyim. Onlarn hesabn kimseye brak-
mam ki; ne sen ne de bakas onlarn günahlarna baksn, farkna varabil-
sin.™

,
Hz. Peygamber'in (s.a.v) öyle buyurduu rivayet edilmitir:

"Benim hayatm da ölümüm de sizin için hayrldr. Hayatm hayrldr,


çûnkû hayatta iken sizlere yol gösteriyor, dinin hükümlerini koyuyorum.
Ölümüm hayrldr, çünkü, yaptnz amelleriniz bana arzedilir. Onlarn
içinde iyilik gördüüm vakit Allah'a hamd ederim. Kötülükler için de ma-

firet dilerim.* 2*

turur ve günahlarn hasenata kyamet gldiinde, yap-


çevirir. Öyle ki kul

t kötülüklere ahitlik edecek hiç bir ahit kalmaz:™ B/ hadiste de yer

ald gibi, kul günah iledii zaman Allah, görüp ahitlik yapmasnlar di-
ye onu meleklerden bile gizli tutar.

Bir gün Allah Rasûlü (s.a.v): "Ey aff kerim Allahml" dedi. Bunun üze-
rine Hz. Cebrail (a.s): "Ey Allah'n Rasûlü, bunun ne demek olduunu bi-

liyor musun? Bunun manas: "O rahmetiyle önce günahlar affeder, daha

Zebidi, thaf, XI, 348; Deylemi, Firdesül-Ahbar, No: 3225; Suyuti, es-Sar, No: 4601 ; Elbani,
Daife, No: 330.

bnu Sa'd, Tabakat, II, 149; Bezzar, el-Bahru'z-Zehhar, V, 308 (No: 1925); Heysemi, ez-
Zevaid, IX, 24; Elbani, Daife, No: 975.
Rivayeti bnu Asakir Enes'den rivayet etmitir. Bkz: Al Muttakî el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, No;
10179; Münzirî, et-Terîb, IV-94
RECA/ÜMT MAKAMI V RECANIN AÇIKLAMASI 315

sonra onlar keremlyte/cömertlll le yilik ve sevaba çevirir, demektir," de-


630
di.

Bir gün Allah'n Rasûlü adamn: "Allah'm senden nimetin


(s.a.v), bir

tamamn isterim" dediini duydu. Adama: "Bunun ne demek olduunu bi-


liyor musun? diye sordu, adam: "Hayr bilmiyorum," diye cevap verdi; Al-

lah Rasûlü (s.a.v): "Nimetin tamam cennete girmektir," buyurdu. 631


Yüce Allah, slam dinini bize ihsan buyurmakla üzerimizdeki nimetini
tamamladn haber vermitir. te bu, müminlerin cennete gireceini
gösterir. Yüce Allah öyle buyurmutur: "Bugün size dininizi kemale erer-
dim; üzerinizdeki nimetimi tamamladm ve din olarak sizin için islam'a ra-

z oldum.*32 Biz bu konuda Allah Rasûlü'nün söylediklerine inanyor/Al-


lah'n sonsuz keremiyle günahlarmz affetmesini diliyoruz.

Yüce Allah öyle buyurmutur: "Böylece Allah, senin geçmi ve gele-


cek günahn balar. Sana olan nimetini tamamlar.*33

Hz. Ali'nin rivayet ettii bir hadiste öyle buyrulmutur:


"Kim bir günah iler de Allah onun günahn dünyada gizlerse, Allah

dünyada gizledii eyi ahirette ortaya çkarmayacak kadar kerem/cömert-


lik sahibidir. Kim bir günah iler ve bu yüzden dünyada cezalandrlrsa;
Yüce Allah, onu ahirette ikinci kez cezalandrmayacak kadar adalet sahi-
bidir.™

rette azap etmez," buyrulmutur.

Seleften/önceki alimlerden birisi demitir ki:

"Günah ileyen herkes iledii günah Allah'n himayesi ve perdesi al-

tnda iken yapmaktadr. Allah kimi himayesine alr üzerine perdeyi örter-

se, onun ayplarn gizler. Kimin üzerinden perdeyi kaldrrsa, o kimse re-
zil olur.

630 Zebidi, thaf, XI, 348. Ebu'-eyh, Kitabu'l-Azame, 75. (Beyrut, 1994) Burada konuma Hz.
brahim (a.s) ile Cebrail (a.s) arasnda geçmitir.
631
Tirmizî, Deavat, 93. Tirmizî rivayeti hasen bir senedle rivayet etmitir.
632 MakJe5/3
633 Fetih 48/2
634
Ahmed b. Hanbel, Müsned. I, 99. 159; Hakim, Müstedrek, IV, 388
316 KÜTU'L-KÜLÜB

Denilmitir ki: "Kim dünyada günahlarnn ortaya çkmasyla rezii ol-

musa, bu durum günahlarnn keffareti saylr; ayrca ahirette bu günah-


lar ortaya konup kula hesab sorulmaz."
Bir hadiste öyle buyrulmutur: "Kul bir günah ilediinde peinden
Allah'a istifar ederse Allah meleklere: u kuluma bakn, bir günah iledi
ve yapt günah affedecek ve günahtan dolay kendisini cezalandracak
bir rabblnin olduunu bildi; ahit olunuz, ben onu affettim, " buyuruyor. 635

Muhammed Musap demitir ki: Esved b. Salim kendi el yazs ile


b.

bana bir mektup gönderdi, orada öyle diyordu: "Kul, haddi ap ar gi-
derek bir günah iledii zaman ellerini kaldrr ve: "Allah'm" diye duaya
balar. Melekler, sesini Allah'a ulamaktan alkor. Üçüncü ve dördüncü
kez yine: "Allah'm" der; melekler yine sesini engeller. Son kez ayn sözü
tekrarlaynca Yüce Allah: "Ne zamana kadar kulumun sesini engelliyecek-
siniz? Kulum kendisini affeden bir rabbinin olduunu bildi; ahit olunuz ki
ben onu affettim," buyurur.

Bir kudsî hadiste öyle rivayet edilmitir:

"Kul bir çok günah ilese ve günahlar gök boluunu dolduracak de-
receye varsa bile benden mafiret diledii ve affm umduu müddetçe
onu affederim.™
Bir baka kudsî hadiste öyle rivayet edilmitir:

"Kulum, yer dolusu günahlarla bana gelse, ben de yer dolusu mafi-
retle onu karlarm. Yeter ki bana hiçbir eyi ortak komasn™7
Dier bir hadiste öyle buyurulmutur:
* "Kul günah iledii zaman, melek alt saat kalemi kaldrr ve günah
yazmadan bekler. Kul, tövbe ve istifarda bulunursa, onu yazmaz; aksi
takdirde onu bir günah olarak yazar* 38

Bu durum bir baka rivayette öyle geçmektedir: "Melek, günahn


yazdktan sonra, kul tövbe ederse, amir olan sadaki melek soldaki mele-

635 Buharî, Tevhîd, 35; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 296, 405, 492.
635 Tirmizî, Daavat, 98; Darimî, Rikak, Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 167, 172..
637 Müslim, Zikir, 22; bn Mace, Edeb, 58; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 147
638 Tabarani, el-Kebir, No: 7971 ;
Beyhaki, uabu'l-man, No: 7049; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid,
X, 208.
"

RECA/ÜMT MAKAMI V RECANIN AÇIKLAMASI 317

e: 'sen onun günahn sil, ben de buna karlk alaca on yilikten birisi-

ni siler dokuz sevap yazarm. ' der. Böylece kulun kötülüü silinmi olur..

Denilir ki: Yüce Allah sadaki melein kalbine, soldaki melee verdi-
inden daha fazla rahmet vermitir. Ayrca onu soldaki melee amir yap-
mtr. Kul iyi bir i yapt zaman sadaki melek sevinir.

Denilir ki, kul bir iyilik yapt zaman bütün melekler sevinir ve melek-
lerin sevinci sebebiyle kendisine bir çok sevap yazlr.

Fnes b. Malik yoluyla gelen uzunca bir hadiste öyle anlatlmtr:


Efendimiz (s.a.v):

-Kul bir günah iledii zaman günah yazlr," buyurdu; orada bulanan
bir Arâbî:

-Tövbe ederse ne olur?" diye sordu. Allah Rasûlü (s.a.v):

-Sayfasndan silinir, buyurdu. Arâbi ayn soruyu tekrar sordu, Allah'n

Rasûlü (s.a.v) yine ayn cevab verdi. Adam:

-Bu ne zamana kadar böyle devam eder? Deyince; Allah'n Rasûlü


(s.a.v):

"Kul tövbe ve istifarda bulunduu sürece devam eder. Kul, mafiret

yazar. Ancak niyet ettii eyi yaparsa on kat sevap yazar, bu sevap yedi
yüze kadar çkar. Bir hata yapmaya niyet ettii zaman, bir ey yazlmaz.
Yapmay düündüü kötülüü yaparsa kendisi için bir günah yazlr. Bu-
nun da ötesinde Allah'n güzel aff vardr.* 39

adam Allah'n Rasûlü'ne (s.a.v) gelerek: "Ey Allah'n Rasûlü! Ben


Bir

Ramazan ayndan baka oruç tutmam, be vakitten baka namaz kl-


mam. Zekat verecek ve hacca gidecek kadar da malm yoktur. Bu durum-
da öldüüm zaman yerim neresi olacaktr? Diye sordu. Allah Rasûlü,

-Cennet, buyurdu. Adam:

839 Hadisin ilk ksm hariç bkz: Buharî, Rikak, 31; Müslim, iman, 203, 204, 206; Tirmizî, Tefsîr

Sûre (6) 10; Darimî, Rikak, 70; Ahmed Müsned, I, 227, II, 234; III, 149.
318 KÛTU'L-KULÛB

-Sizinle beraber mi? dedi. Allah'n Rasûlü tebessüm etti ve:

"Evet, eer kalbini kin ve hasetten, dilini gybet ve yalandan, gözünü Al-
lah'n bakmay haram kld eylerden ve onlarla bir müslümana eziyet et-

mekten muhafaza edersen benimle beraber cennete girersin,'**0 buyurdu.

Enes'den (r.a) nakledilen uzun bir haber öyledir:

Bedevi bir adam:

-Ey Allah'n Rasûlü, mahlukatn hesabn kim görecektir? diye sordu.


Allah'n Rasûlü:

-Allahu Teala görecektir, buyurdu. Bedevi:

-Bizzat kendisi mi görecek?" diye sordu. Allah Rasûlü:

-Evet, dedi.

Bunun üzerine adam tebessüm etti. Allah Rasûlü (s.a.v)

-Niye güldün? dedi. Bedevi:

-Kerim/cömert olan zat gücü yettiinde affeder; hesaba çektiinde


müsamaha gösterir, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v):

-Bedevf doru söyledi. Dikkat ediniz Allah'tan daha çok kerem/cö-


mertlik ve iyilik sahibi yoktur. O cömertlerin en cömerdidir,'' buyurdu ve u-
nu ekledi: "Bedevi fakih oldu/meseleyi kavrad.™

Yukardaki haberde u ksm da vardr: Yüce Allah, Kabe'yi erefli kl-


ykp yaksa, Allah'n dostlarndan birisini basite alp hakaret etmesi kadar
büyük bir suç ilemi olmaz."

Bedevi: "Allah'n dostlar kimdir? Diye sordu. Allah Rasülü (S.a.v) "Bü-

tün müminler Allah'n dostudur. Sen Yüce Allah'n: "Allah müminlerin dos-

tudur, onlar karanlklardan aydnla çkarr,™ ayetini duymadn m? bu-


yurdu.

640
Bkz: Zebidi, thaf, XI, 351-352; Bursevî, Ruhu'l-Beyan, II, 158-159.
641
Zebidi, thaf, XI, 302. Buradaki kayda göre Irakî, bu lafzlarla hadisi tespit edemediini belirt-

mitir.
642
Bakara 2/257
;

RECA/UMT MAKAMI v RECAN1N AÇIKLAMASI 319

Allah Rasûlü (s.a.v) baka bir hadislerinde buyurmutur: "Mümin Ka-


be'den üstündür. Mümin güzeldir, temizdir. Mümin, Allah katnda baz me-
leklerden daha deerlidir. W3
'

Abdullah b Amr, Ebû Hureyre ve Kab el-Ahbar'dan rivayet edilen


mehur bir haberde, öyle anlatlmtr: Allah Rasülü (s.a.v) Kabe'ye bak-
t ve:

"Sen ne kadar ereflisin, ne kadar büyüksün. Ama müminin Allah ka-


tndaki hürmeti senden daha büyüktür. 644 Dedi.

Yüce Allah peygamberlerine, veli kullar için Kabe'yi putlardan temiz-

lemelerini emretmi ve Kabe'yi onlarla ereflendirmitir.

Allahu Teala kudsi bir hadiste öyle buyurmutur "Kim benim bir dos-
tumu alaya alrsa o, bana kar sava ilan etmitir. Ben dünya ve ahirette
dostumu savunur; intikamn alnm.*» 5

Hz. Yakup (a.s) ile ilgili haberlerde nakledildiine göre, Yüce Allah
ona öyle vahyetmitir: "Seni olun Yusuf'tan niçin ayrdm biliyor mu-
sun? Hz. Yakup: "Hayr" dedi. Allahu Teala: "Senin, Yusuf'un kardeleri-

ne: 'Korkarm ki ondan gafil olduunuz bir srada onu kurt yer," sözünüz-
den dolay aranz ayrdm. Sen neden kurttan korktun da benim onu ko-
ruyacam ümit etmedin? Niçin kardelerinin gafletine baktn da benim
onu himaye edeceimi düünmedin? Benim sana olan ezeldeki inayetim
sebebiyle ben kendimi senin için merhamet edenlerin en merhametlisi
yaptm. Öyleyse bana güven ve ümidini bana bala. Eer böyle olmasay-
d, sana kar kendimi cimrilerin en cimrisi yapardm."-

RECA/ÜMT NEDR?
Reca, bir eyde ar derece istekli ve ümitli olmaktr. Bunun karsn-
da olan havf/ilahi korku ise, bir eyden son derece çekinmektir. Bunun için

Yüce Allah ayetinde tamah recann yerine, çekinmeyi de havfn yerine

643
bnu Mac©, Fiten, 2, 6; Tebrizi, Mikatu'l-Masabih, No: 5733.
644
Beyhaki, uabu'l-man; V, 296-297; Tabarani, el-Evsat, No: 699; Heysemi, ez-Zevaid, 1, 181
Zebidî, thafu's-Sade, IX,-173
645
bn Mace, Fiten, 16; Tabarani, el-Kebir, No: 7880.
320 KÛTU'L-KULÛB

koymutur. Sözü pek yüce olan Allah, ayetinde öyle buyurmutur: "On-
lar, korkarak ve (rahmetini) umarak rablerine dua ederler.™

Bir baka ayette öyle buyuruyor: "Onlar ahiretten çekinir ve rabbinln


rahmetini umarlar.*47 Ahiretten çekinmek ve Rabbinin rahmetini ummak,
müminlerin sfatlarndan bir sfattr. Ve o, imann temel ahlaklarndan biri-

sidir. Çünkü iman ancak reca/Allah'n rahmetine güvenmekle sahih olur.

Ayn ekilde iman havf/ilahi korku ile sahih olur. Buna göre, reca uçan bir
kuun kanadna benzer. Nasl bir ku ancak iki kanadyla uçabilirse, Al-
lah'tan korkan fakat O'nun rahmetine güvenmeyen kimse iman etmi ola-

maz.Reca/ümit, ayn zamanda Allah hakknda hüsn-ü zan besleme ve


Ondan güzel eyler bekleme makamdr. Bunun için Allah Rasûlü (s.a)
öyle buyurmutür:

'Sizden birisi ancak Allah'a kar güzel zan sahibi olarak ölsün.™
Çünkü Yüce Allah bir kudsi hadiste:

"Ben, her kuluma benim hakkmdaki düüncesine göre muamele ede-


rim. Artk herkes benim hakkmda istedii gibi düünsün, ™ buyurmutur.
bn Mesud (r.a), Allah hakknda güzel zan besleyen herkese, Al-

lah'tan istedii eyin verilecei konusunda yemin etmi ve: "Çünkü bütün
hayrlar Allah'n elindedir," demitir. Yani Allah, kuluna güzel zann verdi-

ine göre, düündüü ve istedii eyi de verecektir demektir. Çünkü kulu-


nun Yüce Zat hakknda güzel zan sahibi olmasn dileyen Allah ona, iste-

dii eyleri de ihsan edecektir.

Yûsuf b. Esbat demitir ki: Süfyan es-Sevrî'nin öyle dediini iittim:

Yüce Allah'n: "Her iinizde ihsan sahibi olunuz. Çünkü Allah, muhsinle-

ri/güzel i sahiplerini sever,*50 ayeti, Allah hakknda güzel zan besleyiniz

anlamndadr.

m Secde 32/16
847
Zümer39/9 ,

848
Müslim, Cennet, 81 82; Ebu Davud, Cenaiz, 13;
, bn Mace, Zühd, 14; Ahmed b. Hanbel, Müs-
ned, III, 293, 315.
649
Hadisin birinci bölümü muttefkun aleyhtir. Bkz. Buhar, Tevhîd, 15, 35; Müslim Tevbe , 1.

kinci bölümü için bkz: Gazâlî, hya, IV, 145 ilgili dipnot.
650 Bakara 2/195
RECA/ÛMT MAKAMI vt R6C ANIN AÇIKLAMASI 321

Allah'n Rasûlü (s.a) ölmek üzere olan bir adamn yanna girdi ve
Ona:

-Kenrtnl nasl buluyorsun? diye sordu. Adam:


-Kendimi günahlarndan korkar ve rabbinin rahmetini ümit eder bir va-
ziyette buluyorum, dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v):

"Bu durumda bu iki hasleti (korku ve ümidi) kalbinde bulunduran her-


kese Allah ümit ettiini verir ve korktuu eyden onu emin /a/ar/ 651 buyur-
du.

Bunun için Hz. Ali (r.a), ilahi korkunun deli gibi ettii ve kendisini ümit-
sizlie sevkettii birisine: "Senin Allah'n rahmetinden umudunu kesmen,
ilediin günahtan daha büyük bir suçtur," demitir.

Hz. Ali (r.a) doru söylemitir. Çünkü, günahlara bulanm bir insann
tek huzur ve ümit kayna olan Allah'n rahmetinden ümit kesmesi, iledi-
i günahlardan daha büyüktür. Çünkü o insan, kendi heva ve hevesiyle Al-
lah'n ümit balanacak sfatlarn yok saym ve; kendi kötü sfatlaryla Yü-
ce Allah'n keremi hakknda hüküm vermitir. te iledii günahlar büyük
günahlardan olsa bile, bu yapt daha büyük günahlardandr.
"Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmaynz,'** ayet-i kerimenin

tefsiri hakknda öyle denmitir: "Nefsini tehlikeye atan kimse, büyük bir

günah iler, tövbe etmez, kendisini tehlikeye atar, peinden de: Ben helâk
oldum, artk bana hiç bir ey fayda vermez" der. Ayette böyle yapmak ya-
saklanmtr.
Ancak reca/Allah'tan ümitli' olmak, yüksek bir makam ve erefli bir hâl-
dir. O, ancak ilim ve haya ehli erefli insanlara yarar. Bu reca, havf ma-
kamndan sonra meydana gelen bir hâldir. nsan onunla üzüntüden kurtu-
lur ve günahlarn kirlerinden uzaklaarak rahat eder.

Kim havf tanmazsa, recay da tanmaz. Kim havf makamn elde et-
mezse, salam ve temiz bir ekilde reca ehlinin makamlarna yüksele-
mez. Her kulun recas, ondaki ilahi korku derecesinde olur. Kul, korkulan
sfatlardan kendisine açlan manalar kefettii ve sevilen ahlakî güzellik-
lere ulat oranda recay elde eder.

65 '
Tirmizî, Cenaiz, 1 1 ; bnu Mace, Zühd, 31
652
Bakara 2/195
322 KÛTU'L-KULÜB

Eer kul, günahlar, kusurlar ve sebepler gibi yaratklar yoluyla gelen


eylerden korkma makamnda bulunduruluyorsa, bu makamlara uygun
reca makamlarna yükseltilir. Bu durumda Allah'n vadinin gerçekleece-
ini, günahlarn mafiret edileceini, insan cennete tevik eden güzel
eyleri umarak reca makamnda bulunur. te bunlar ashab- yemin diye
tarif edilen cennetlik müminlerin hakka yöneli ekilleridir.

Bazen kul, Zat- Bariyi müahedeyle ilahi sfatlarn tecellisini görmek-


ten ileri gelen korku makamnda bulundurulur. Mesela, bu makamdaki
kimse kullar için ezeli ilimde takdir edilen hükmü, kötü akbeti, gizli tuzak
ve imtihanlar, görünmeyen istidraç hallerini, ilahi kudretin bir anda yaka-
lamasn, Yüce Allah'n büyüklük ve kahrnn kulda hükmetmesi gibi ilahi
sfatlarn tecellilerini müahede eder. Bulunduu bu makamdan muhabbet
ve rza makamna yükseltilir. Artk korku yerine Allah'n güzel ahlaklarn,
ilahi cömertlik ve ihsan ifade eden isimlerini, O'nun sonsuz ihsan, ikram,
lütuf ve hediyelerini düünerek, reca makamnda bulunur; korku ümide

döner.

Burada reca ehlinin makamlarndaki müahedelerinden bütün bildik-

lerimizi haber vermemiz doru olmaz. Çünkü bu ilmi bütün müminlere aç-
mak uygun deildir. Her eyi söylemek bu ilim ve hallerden nasibi olma-

yanlar büyük bir fitneye düürür. Onlar ancak ehline mahsus ilim ve hal-

lerdir. Onlara ancak muhabbet ehli kimseler yönelir ve elde etmek için

gayret gösterir. Muhabbet de ancak kalp korkudan tamamen kurtulduktan


sonra elde edilir. Nefislerin çou, ancak korku ile slah edilir. nsanlarn ço-
u, kötü ahlakl hizmetçiye benzer. Onlar ancak kamç ve sopa ile düzgün
hareket ederler. Bazlar da ancak klçla hizaya gelir.

Kulun reca hâlinin güzel olmasnn alametlerinden birisi, ümidin için-

de gizli olarak ilahi korkunun da bulunmasdr. Çünkü insan, gönlünde bir

eye kar ümit olutuunda, ona kar kalbindeki beklentisinin ve rabe-


tinin büyüklüü orannda onu elden kaçrmaktan korkar. Bu durumda in-

san, bir taraftan ümit hâlini yaarken, dier yandan ümit ettii eyi kaybet-
me korkusundan kurtulamaz.

Aslnda ümit, korku sahipleri için bir rahatlk sebebidir. Bu nedenle


Araplar recaya havf da derler. Çünkü onlar, birbirinden ayrlmayan iki va-

sftr. Araplarda, bir ey dier eyin lazm, sfat veya sebebi ise; ona bu-
REC A/ÜMT MAKAMI vi RECANIN AÇIKLAMASI 323

nun ismini verirler. Mesela: "Sana ne oluyor da bunu ummuyorsun/bekle-


miyorsun" ifadesini, "sana ne oluyor da ondan korkmuyorsun" ifadesinin
yerinde kullanrlar. u ayet bu kullana bir örnektir.

"Size ne oluyor ki Allah'a büyüklüü yaktramyorsunuz™


Müfessirler bu ayetin: "Size ne oluyor ki Allah'n azametinden kork-
muyorsunuz? anlamna geldii konusunda ittifak etmilerdir. Bunu u aye-
tin tefsirinde de görüyoruz: "Artk her kim Rabbine kavumay umuyor-
-654
53 yani, kim Onunla karlamaktan korkuyorsa.
Reca ile havfn birbirine kar durumlar gece ile gündüz gibidir. Gece
ile gündüzün birbirlerinden ayrlmalar söz konusu olmad için, zamann
bunlardan birisiyle ifade edilmesi caiz görülmütür. Üç gün ve üç gece
dendii gibi. Hz. Zekeriya'nn kssasndaki u ayet, bu anlam destekle-
mektedir:

"Allah ona dedi ki: Senin iaretin, tam üç gün insanlarla konuma-
mandr.^ 55
Daha sonra Allahu Teala: "Senin iaretin (alametin) insanlarla üç gün
iaretten baka söz söylememendir,™ buyurmutur. Gece ile gündüz bir-
birinden ayrlmad için, birisiyle dieri ifade edilmi; birbirlerinin yerinde
kullanlmlardr. Çünkü her biri dierinin içinde bulunduu için, biri dieri-
ne benzer. Allah'n hikmeti ve kudretiyle birisi ortaya çkar, onda ilahî ni-

metler zuhur eder. Çünkü hikmet ve nimet bakmndan gece ile gündüz
farkldr. Bu nedenle gündüz olunca Allah'n hikmeti gerei gece dürülür,
gece olunca da gündüz onda sakl kalr. te bu, Allah'n gece ile gündü-
zü birbirine katmas ve birini dieriyle örtmesidir.

Reca ve havfn melekût alemindeki durumlar da böyledir. Havf orta-


ya çkt zaman kul, Allah'tan korkar ve korkutucu sfatlarn tecellisini mü-
ahedesinden dolay onda havf hâli gözükür. Bu durumda ona havf hâli

hakim olduu için kendisine hâif/korkan denir. Ayrca bu korkunun içeri-

sinde reca/ümit gizli olarak bulunur. Kulda reca hâli ortaya çknca, onun-
da rububiyetin tecellisini müahedesinden kaynaklanan reca halleri zuhur

653 Nûh 71/13


654
Kehf 18/110
656
Meryem 19/10
656 Al-i mrân 3/41
324 KÛTU'L-KULÛB

eder. Bunun sonucunda kul, reca sfatn kazanr. Çünkü artk onda galip

olan hâl, recadr. Bu durumda havf, kulun recasnda gizlenmi olur. Çün-

kü reca ile havf tpk bir kuun kanatlar gibidir. Nasl ki bir ku iki kanad
ile uçar ve hayatiyetini sürdürürse; iman da reca ve havf ile canlln ko-

rur. Bunu terazinin her iki kefesine benzetenler de olmutur. Yani mümin
reca ile havf dengesini, terazi gibi dengeli tutmaldr. Mutarrifin (rah):

"Eer mümin kulun recas ile havf tartlsa birbirine denk gelir," sözü de

bunu anlatmaktadr..
Bu ölçü, kulun recanjn hakikatini bilmesi ve ümit balad eyi iste-

mesindeki sadakatini tanmas için temel bir kaidedir. Havf ve recann bir-

birini dengelemesi konusunda müminler iki makama sahiptir. Bu makam-


larn en yücesi "mukarrabûn" makamdr. Bu, havfa vesile olan sfatlarn,

ve ilahi ahlâkn müahedesinden kaynaklanr.

kincisi ise ashabü'l-yemîn olan müminlerin makamdr. Bu da ilahi

hükümlerin güzelliini ve taksimlerdeki hikmetini yakinen bilmeye dayanr.


Bu arada u
gerçein de bilinmesi gerekir: Yüce Allah yarattklarna ken-
di tercihi ve fazl ile nimet vermektedir. Bunda hiç kimsenin bir zorlamas
yoktur. Allahu Teala, kendilerine bunu bildirdii zaman, onlar, daha iin
banda bütün nimetleri Allah'tan beklerler.

Hz. Musa'ya (a.s) iman etmeleri sebebiyle kendilerine nimet ikram


edilen sihirbazlarn daha sonra mafiret dilemeleri buna bir örnektir. On-
lar öyle demilerdi: "Biz ilk iman edenler olduumuz için, Rabbimizin ha-

talarmz balayacan umarz.™ 7

Yani Allah urada bizi ilk iman edenlerden kldna göre; ilk mümin-
ler olmamz hasebiyle bizi mafiret etmesini umarz, dediler ve Yüce Al-

lah'n rahmetine ümit baladlar. Öte yandan Yüce Allah, nimet verip, son-

ra nimetini geri ald ve kendisi de bundan dolay umutsuzlua kaplan in-


san knamtr. Bu konuda Yüce Allah:

"Eer insana tarafmzdan bir rahmet (nimet) tattrr da sonra bunu


658 buyurmutur.
ondan çekip alrsak, tamamen ümitsiz ve nankör o/ur,'
Daha sonra Yüce Allah, nimetin geri alnmasna sabreden ve güzel ilere

«s? uarâ 26/51


«• Hud11/9
RECA/ÜMT MAKAMI V RECANIN AÇIKLAMASI 325

devam eden salih kullarn ayr tutarak öyle buyurmutur: "Ancak sabre-
dip güzel ler yapanlar böyle deildir.™
Rivayet edildiine göre Lokman (a.s) oluna öyle demitir:

"mtihanndan emin olmayacak bir ekilde Allah'tan kork. Allah'a bes-


lediin ümidin korkundan daha çok olsun." Olu: "Babacm bunlar nasl
yapabilirim ki? Benim tek kalbim vardr," deyince, Hz. Lokman:

"Sen müminin iki kalp sahibi olduunu bilmiyor musun? Birisi ile Al-

lah'tan korkar, dieri ile O'na ümit balar," dedi. Yani demek istiyor ki, havf
ve reca, müminin kalbinden çkmamas gereken iki önemli sfattr. Bu ne-
denle mümin iki kalp sahibi gibidir.

nsanlar dört tabaka hâlinde bulunurlar. Bir dier ifade ile dört tabaka

eklinde yaratlmlardr. Her bir tabakada bir snf bulunur.

Birinci snf; mümin olarak yaar, mümin olarak ölür. Bu insanlarn re-

cas/ümidi hem kendileri için hem de dier müminler içindir. Çünkü Allah,

kendilerine ikramda bulunmutur; onlar da kendilerine verilen nimetin ta-

mamn ikram etmesini ve kendilerine verilen nimetin geri alnmamasn


rablerinden ümit ederler.

kinci snf; mümin olarak yaar, ama kafir olarak ölür. te bu, onlarn
kendileri ve bakalar için korkmalar gerekli olan bir durumdur. Bu durum
onlarn bu hükmün varln bilmeleri, fakat Allah'n onlar hakkndaki eze-
lî ilmiyle verdii hükmün ne olduunu bilmemelerinden ileri gelir

Üçüncü snf; kafir olarak yaar, mümin olarak ölür.

Dördüncüsü; kafir olarak yaar, kafir olarak ölür. Bu iki hüküm insanla-

rn Allah'n rahmetinden ümitli olmalarn gerekli klmtr. kincisi mürik


içindir. Onu gördükleri zaman, zahirine bakarak ümitsizlie kaplmamaldr-
lar. Bu konudaki recann tad ikinci bir korku da, kiinin bu hâl üzere öl-

mesi ve bu zahir durumun Allah katnda gerçek olmasdr. Bu dört hükmü


bilmesi mümine havf ve recay birlikte kazandrr. Böylece durumu denge-
li bir hâle girer. Çünkü bu durumda olan kimsenin iman dengededir.

Dengeli mümin, insanlar hakknda zahire göre hüküm verir ve gizli sr-
1

lar gayb bilen Allah'a brakr. Hiç bir kimse hakknda zahire bakarak kö-

*• Hud 11/11
326 KÛTITL-KULÛB

tülükle hüküm vermez; bilakis onun hakknda Allah'tan ümitli bulunur. Yi-

ne mümin, kendi bakas için zahirine bakarak kesin iyilerden ol-


nefsi ve
duuna ehadette bulunmaz. Tam tersine Allah katnda, netice itibariyle
kötülerden olacandan korkar. Ancak olgunluk hâli; kiinin kendisi için

korkmas, bakalar için ise ümitli bulunmasdr. Çünkü kamil insanlar, gü-

zel zanla ibadet ederler, insanlar hakknda güzel düünce içinde bulunur-

lar; kalplerinin temiz olduunu düünerek insanlar için mazeretler ortaya

koyarlar. Onlarn gizli ileri her eyin kendisine arz edilecei Yüce Allah'a

havale ederler, hükmü Ona brakrlar. Bununla beraber kamil müminler

kendi nefisleri hakknda iyi düünmezler. Çünkü onlar nefislerinin sfatla-

rn bilir, onu kötülerler. Sahip olduklar güzel manevi halleri, kendilerinin

olduu konusunda bir delil olarak kullanmazlar. Bütün bunlar kendileri


iyi

hakknda tadklar endieden ve nefislerinin asl hâlini gizlemekten kork-


tuklarndan dolay yaparlar. Bu iki durum kimde ters dönerse o aklanm-
tr. Bu kimse kendisi hakknda iyi, bakalar hakknda kötü düünür. Bu-
nun bir neticesi olarak insanlar hakknda havf, kendi nefsi hakknda reca
duygularn besler. Artk kendi noksanlk ve kusurlar için mazeretler uy-

durur fakat dier insanlarn hep kötülük içinde olduklarn düünür Bu hâ-

ayenl, münafklarn ahlak ve düüncesidir.

RECA EHLNDE BULUNMASI GEREKEN


SIFAT VE AHLAKLAR
Reca sahibi, içinde bulunduu makamdan kaynaklanan özel bir hâle

sahiptir. Bu hâli yanstan baz alametler vardr.

Recann alametlerinden biri, kulun ameline devam etmesi, salih amel

ve nafilelerle Allah'a çokça yaklamaya çalmasdr. Çünkü reca ehli,

Rabbi hakknda güzel zan sahibidir ve O'nun hakknda güzel ümidini mu-
hafaza eder. Öilir ki, kendisine emrettii iyi ileri Yüce Allah mecburiyetten
deil, kendi lütfü ile kabul eder. Yine yapt kötülükleri Yüce Allah'n ihsa-

n ve keremi ile örttüünü bilir. Allah bütün bunlar bir zorlama ile deil,

kendi lütuf ve ihsan ile yapmaktadr. O, kulun kendisine güzel zann se-
bebiyle ikram etmektedir. Süfyan- Sevrî'nin (rah) de dedii gibi; kim bir

günah iler, günahnn Allah tarafndan takdir edildiini bilerek mafiretini


RECA/ÜMT MAKAMI v RECANIN AÇIKLAMASI 327

beklerse, Allah onu affeder. Çünkü Allah bir topluluu knayarak öyle bu-
yurmutur:

"Rabbiniz hakknda beslediiniz zan var ya, ite sizi o mahvetti.'960


Buna benzer bir baka öyle buyurmutur: Kötü
ayette ise Yüce Allah

zanda bulundunuz ve helaki hâk etmi bir topluluk oldunuz. *61 Yani helâk
olmu insanlar oldunuz. Yüce Allah'n bu hitabndan, Allah hakknda hüs-
nü zan beslemenin kurtulu vesilesi olduu anlalmaktadr. Bir haberde
öyle rivayet edilmitir:

"Kim bir günah ilerde bu kendisini üzerse, istifarda bulunmazsa bi-


le günah affolun*62
Reca makamnn da dier yakin makamlar gibi farz olan ksm vardr.
Kulun Mevlas, yaratcs, mabudu, rzkn veren Rabbinin ihsan ve ikra-

mndan dolay Onun rahmetinden ümitli olmas farz klnmtr. Yoksa


Rabbinin ihsan ve ikramlarn brakp, nefsinin sfatlarna ve kötülüklerine
ümit beslememelidir.

Sehl (rah) öyle demitir: "Kim nefsine ve amellerine bakarak Rabbin-


den bir eyler dilerse, duas kabul olunmaz. Ta ki Allah'n keremine ve faz-
lna nazar edip, duasnn
*
kabul edileceine kesin olarak inan ncaya kadar
bu böyle devam eder."

Kesinlikle ifade ediyoruz ki, Allah'tan bir dilek ve istekte bulunan kii,
nefsine ve amellerine bakarak istekte bulunuyorsa, kesinlikle recasnda
ihlasl deildir. Çünkü nazarnda Allah'a bir bakasn ortak komutur. h-
las sahibi olmayan kimse, yakîn sahibi olamaz. Oysa Allah ancak ihlas ve
yakîn sahibi müminin duasn kabul eder. Kul, tevhidi müahede ettii vm
Allahu Teala'nn vahdaniyetine nazar ettii zaman ihlas ve yakîn sahibi
olur. Bir hadiste öyle buyrulmutur:

lahu Teala ancak yakinen inanan ve içten dua edenin duasn kabul

660 Fussilet 41/23


661
Fetih 48/12
662
Ayn konuda Benzer bir hadis için bkz: Tabarani, el-Evsat, No: 1697; Heysemi, ez-Zevatd, X,
21 1 Bu manay destekleyen ve içteki pimanln tövbe kabul edildiini belirten bir hadis için
.

bkz: Hakim, Müstedrek, IV, 243.


kOtul-kulûb

eder.*» Çünkü Allah, kimi kendisine du a


.
A bir . . .

* etmeye
3 sevk ederse, ona iba-
detten kap
,

açar.

Bir baka haberde: Vua badetin


^S/d/r. 684 buyrulmutur.
Yüce Allah ancak ihlasla yaplan dur»
... ,„ nn *Mr kabul eder. Kiinin duasna
. . . . . .

verilecek en az karlk, bu duann on km, KJ , -


11
... _ ^ 4 hdan yedi
3 yuz
7 katna kadar se-
vap verilmesidir. Duann en ustun taraf .
V B en kymetli yan ise, Allah n
-
.
u .
u
ahrette ona aklna gelmeyecek ve dün
,
,
7
y^nn tamamndan daha hayrl
_ w .

eyler ihsan etmesidir. D Bu sonuç, 0


. .
L .

Rabbj^.
i l
bakmas u^
onu *tercih m n,~ -w-
etmesiyle elde ^ii-
edilir. ^
n, n kendisine rahmet nazar ile

Dua ile elde edilecek nimet, bana g^.


d, bandan savaca bir belann Allah t> es,n ,stemedll
**«*™*' Bu ko
'

"

nuda Rasûl-i Ekrem (s.a.v) öyle buyurr*/*"


"Günah olan bir i ve akraba hukuku,,
u ^yecek bir ey istemedik-
tan sonra, duasmm kabul edileceine ,^
dua
Teala muhakkak ûç eyden birini vBr%™*
V duas!"'
u 'SÎSSIS
eyi verir. Yahut iyilik yerine bir kOtûluQ ^ i** W*-*
ona istediinden daha hm» eyleri v^^f"
Rivayet edildiine göre
zarsn? diye sorduunda, Allahu Teala:
£ Musa
kjme

"Hükmüme, kaderime raz olmayan»


_
eyden holanmayan u v e benden hayr
*
JM ^,_,

* halde
diledii
,

kendisine verdiim s
hsana," buyurmutur.
Bir baka habere göre Hz. Musa (a.»\
* sevdiin
y ve
en çok
,

kzdn ey nedir? ..

diye sormu, * Rabbi en


"Ya fazla
A Allahu Teala da:
"En fazla sevdiim ve en çok
termek; en çok ted..m ey ise kiinin
houm-,
» r,2a ^
yen
Rivayet edildiine göre, Rasûlullah
bir adama öyle buyurmutur:
'^fsn ovmesdr," buyurmutur.

***
_
*»» <a" *9 5
,
.

* ^ f
*
683 Tirmizi, Deavat, 65; Hakim, Müstedrek, I, 393; j\u
664 Bu lafzlarla tespit edilemedi. Ancak "Dua »bad^ ed Mösned 177 - >

h ta kediskJir." Ve -Dua ibadetin özüdür."


Hadisleri mehurdur. Bkz: Tirmizi, Deavat, 1; bn,
M Hbban, Sahih, No: 790; Hakim, Müsted-
rek , 491
"» Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 18; Ebu Ya'la,

Bezzar, Müsned, No: 3143. No: 1019; Hakim, Müstedrek, f 393,


RECA/ÛMT MAKAMI vt RECANIN AÇIKLAMASI 329

-Hakknda hükmettii hiç bir konuda Allah'a tiraz etme. **

Baka bir hadiste u olay anlatlmtr:


Allah Rasûlü (s.a.v) bir gün semaya doru bakt ve güldü. Kendisine,
neden güldüü sorulunca, öyle buyurdu:

"Allahu Teala'nn mümin kulu hakkndaki kazasna ve kaderine baka-


rak hayret ediyorum. Yüce Allah'n her hükmü mümin için hayrldr. Eer
ona rahatlk ve huzur verse, mümin ona raz olur. Bu kendisi için hayrdr.
Ona sknt ve darlk verse, ona da raz olur. Bu da kendisi için hayrl
olur.™

Kim Allah hakknda güzel zan sahibi olursa, Allah'a yaknlk nimetine
kavuur. Bu yaknlk kulun kendisini Allah'a teslim etmesine bir kuvvet olur.

Bir baka hadiste: "Allah hakknda güzel düünce içinde bulunmak,

Allah için yaplan güzel ibadetlerdendir,"** buyrulmutur. Bunun bir örne-

i de u ayetin tefsirinde görüyoruz: "Adem (ilham yoluyla) Rabbinden bir


takm kelimeler ald. ***

Hz. Adem'in Yüce Allah'tan gelen bir ilhamla örendii kelimeler onun
u sözleridir. Hz. Adem (a.s) Allahu Teala'ya:

-Ey Rabbim! lediim bu günah tamamen nefsimden midir? Yoksa


beni yaratmadan önce senin benim için ezelde takdir ettiin bir ey midir?
Diye sordu. Allah Teala:

-O, seni yaratmadan önce ezelî ilmimde takdir ettiim bir eydir, bu-

yurmutur. Adem (a.s);

-Allah'm onu benim için takdir ettiin gibi, affetmeni diliyorum" dedi. 670

Allahu Teala'nn Hz. Adem'e (a.s) ilham ettii kelimelerin bu dua olduu
söylenmitir.

Hz. Peygamber'in (s.a.v) öyle buyurduu rivayet edilmitir:

•* Benzer bir hadis için bkz: Heysemî, Mecma'uz-Zevaid, I, 59; Zebidî, thaf, IX, 140.
«* 7 Buharî, Cenaiz, 37; Merda, 75; Müslim, Vasiyyet, 5; Ahmed b. Hanbel. Müsned. I. 173. 177,
182; III, 117, 184; IV, 332, 333, VI, 15, 16..

*• Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 297, 304, 359, 407, 491.


688 Bakara 2/37
670 Ebu'-eyh, Kitabu'l-Azame, No: 1023.
Suyuti, ed-Dürrül-Mensur, 1, 144;
330 KÛTITL-KULÛB

"Allahu Teala kyamet gününde kuluna: Gördüün bir kötülüe kar


çkmaktan seni engelleyen ey neydi? diye sorar. Eer Allah kuluna ken-
disini kurtaracak delilini telkin ederse kul: " Ya Rabbi senin rahmetine gü-
vendim, insanlardan korktum" der. Bunun üzerine Yüce Allah: 'Seni affet-
tim" buyurur."™

Mehur olan bir hadiste u olay anlatlmtr:


"Bir adam, insanlara kar iyi davranr, ödünç para verir, onlara geni-
lik salar, ileri zorlua sokmazd. Bu insan bunlardan baka hiç bir hayr-
l i yapmadan öldü. Yüce Allah, onu huzuruna aldnda, kendisine: "Biz

kullara genilik salamaya senden daha ehiliz," buyurdu ve adam Allah'n


72
rahmetine güvenmesi ve güzel zann sebebiyle aletti.'*

Reca sahipleri, reca ile elde edilecek faziletler konusunda farkl dere-

celere sahiptirler.

Mukarrebûn snfnda olan arifler, en büyük paya göz dikip ümit ba-
ladlar. Bunlar ilahi yaknlk, Allahu Teala ile meclis kurma ve yakinen ta-
ndklar ilahi sfatlarn tecellilerini ulama gibi manevi nimetlere ulama
arzusudur. Bu, onlarn Allahu Teala'y tanmalarndan ileri gelmektedir.

Ashabu'l-yemin snfndan olan reca ehli ise, Allah'n vadettiine ina-


narak, onun verecei bol ikram ve ihsanlara ümit balamaktadrlar.

Hayrl amellerle gönlün huzur bulmas, bu amellerin elden kaçrlma-


sndan korkarak hemen onlar yapmaya komak, sonra bunlarn kabul

edilmesini ummak reca ehline gereken eylerdir. Ayn ekilde kötülükler-


den kaçnmak, vaat edilen ilahi müjdelere ulamak ve çok acyan, çok se-
ven Yüce Mevla'ya yaklamak ümidiyle nefisle mücahede yapmak da re-

cann gerei olan amellerdir. En doru söz sahibi'olan Allahu Teala'nn u


sözü de bu tür bir recay /Allah'n rahmetini ummay ifade etmektedir:

"man edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya; ite

67 '
bn Mace, Fiten, 21; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 27, 29
672
Buharî, Enbiya, 54; Müslim, Musakat, 30, 31; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 263, 339; IV,

120.
673
Bakara 2/218
REC A/ÜMT MAKAMI vt RECANIN AÇIKLAMASI 331

Allah'n Rasûlü (s.a.v) gerçek muhacir ve mücahidi açklarken eder-

ken öyle buyurmutur:

"Asl muhacir/hicret eden, kötülükten kaçan kiidir.* 7 * Gerçek müca-


hit, Allah yolunda ne fsiyle savaan kimsedir.* 75
unlar da Allah'n rahmetine ümit balayan reca ehli kimselerde bu-

lunmas gereken amellerdir: Allahu Tealann kelamn çokça okumak, Yü-


ce Mabuda bir hizmet olan namaz hakkyla klmak, gizli -açk, az-çok el-

deki mal Allah yolunda harcamak, dünya ticaretini bu ilere engel yapma-
mak. Allahu Teala'nn gerçek reca sahiplerini tantt u ayetteki sfatlara
sahip olmak:

Yüce Allah öyle buyurmutur:

"Allah'n kitabn okuyanlar, namaz klanlar ve kendilerine verdiimiz


rzktan (Allah için) gizli ve açk san" edenler, asla zarara uramayacak bir
kazanç umabilirler.* 76

unlar da Allah'n rahmetine ümit balayan reca ehlinde bulunmas


gereken amellerdir: Gece vakitlerinde teheccüd için kalkp uzun uzun na-
maz klmak, uzanp yattnda dua ile megul olmak. Bu hâl, kalplerde yer

eden ilahi korkudan ileri gelmektedir. Yüce Allah bir ayet-i kerimede reca

ehlini bu sfatlaryla öyle tantmtr:

retten çekinen ve rabbinin rahmetini dileyen kimse, (o inkarc gibi) midir?

(Rasûlüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?* 77


Yüce Allah, reca ve havf ehlini ve geceleyin secde ederek namaz k-
lanlar alim sfatyla tantmtr. Ayetten anlaldna göre, Allah'tan kork-

mayan ve Allah'n rahmetini ummayan kimse alim saylmaz. Çünkü alim

olan korkar. Korkmazsa o, gerçek alim deildir. limle isyan birbirine zt


eylerdir.

674 Buhari,. man, 4, 5; Ebu Davud,cihat, 2, Nesai, mar, 8; 9, 11; Darimi. Rikak, 4, 8, Ahmed,
Müsned, 160, 163
675 54
Beyhaki, uabu'l-man, No: 1 1 123; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, I,

676 Fâtr 35/29


677 Zümer39/9
332 KÛTU'L-KULÛB

Mukarrebûn snfndaki ariflere göre reca, yakîn makamlarnn ilkidir.

Reca sddklarn en belirgin, en açk vasfdr. Bir insanda u vasflar top-


lanmadkça o kimsenin kalbi olgunlamaz, kendisi hakikate ulaamaz. Al-

lah'a iman ve O'na hicret, nefis mücahedesi, Kur'an tilaveti, namaz hak-
kyla klmak, Allah yolunda mal sarfetmek, geceleri namaz klmak ve bü-
tün bunlarla beraber Allah'n azabndan korkmak ve azaba sebep olan
hallerden çekinmek. Bu saydklarmz özetle reca ehlinin vasflardr. On-
lar yakîn sahiplerinin ilk halleridir. Sonra insanda sahip olduu bu sfatlar
sayesinde hasl olan gayb kef halleri, manevi ilim ve nurlar arttkça

amellerinde yeni artlar meydana gelir, zahiren ve batinen kalp ve azala-


ryla ilgili amelleri çoalr.

Özetle unu söylemek mümkündür:

Havf ile reca iki makama giden iki deiik yoldur. Havf, alimler için ilim

makamna giden bir yoldur. Reca ise, amel edenler için amel makamna
giden bir yoldur. Yüce Allah, reca/ümit sahiplerinin güzel amelleriyle birlik-

te korku içinde olduklarn bildirmitir. Çünkü onlarn recas ilahi korku ile

kuvvet bulmaktadr. Ayrca bu korku reca hâlindeki sadakati kemale erdir-


mektedir. Allahu Teala öyle buyurmutur:
"Onlar, Rablerine döneceklerine inandklar için, yapmakta olduklar
ileri kalpleri ilahi korkudan titreyerek yaparlar.'*7 *

Yine Yüce Allah onlarn vefa hallerinden ve hayrl ilerinden haber


vererek öyle buyurmutur:

"Daha önce biz ailemiz içinde bile (ilâhî azaptan) korkardk Allah bi-
ze lütfetti de bu cehennem azabndan kurtard.'*79
"Onlar, verdikleri sözü yerine getirirler, felaketi her yan saran kyamet
gününden korkarlar.'*60

Havfn reca ile irtibatl olmas açsndan durum böyledir. Kendisinde


reca hâlini gerçekletiren insan, umduu eye ulaamama korkusu sarar.
Arap "man edenlere söyle; Allah'n (ceza) günlerinin gele-
dil bilimcileri:

ceini ummayanlar balasnlar,™ ayetinin tefsirinde: "Onlar Allah'n


878 Müminun 23/60
879
Tûr 52/26-27
680
nsan 76/7
™ Casiye 45/14
RECA/ÛMT MAKAMI vt HEC AN N AÇIKLAMASI 333

verecei cezadan korkmayanlardr," demilerdir. Cenab- Allah'n bu azap


günlerini ummayanlar hakkndaki emri böyle olduuna göre; Onun affn
ve ihsann bekleyenlere ne derece rahmet edeceni düünün artk. Hat-
ta bazlar: 'Siz Allah'tan onlarn Omft etmedikleri eyleri bekliyorsunuz** 2
ayetini: "Siz onlarn korkmad eylerden korkuyorsunuz" eklinde tefsir

etmilerdir. Eer ilim adamlarna göre reca ile havf ayn eyler olmasayd,
biri dieri iie tefsir edilmeyecekti.

u haller de recann gerei olan amellerdendir: Halvet yerlerinde Al-

lah ile ünsiyet elde edip, huzur bulmak. Allah ile ünsiyet kazanmann bir

ekli de ilim ehli ile ünsiyet/dostluk ve muhabbet etmek, velilere yakrn ol-

maya çalmak, hayrl insanlarla oturmak suretiyle aradaki yabancl


kaldrmak, onlarn yannda gönül ve ruh ferahl duymaktr.

u haller de reca ehlinin amellerindendir: Salih amellerin manevi ta-

dn tadarak ve hayrlarda koarak hayr ve takvada yardmlamann nef-

se verdii arln ortadan kalkmas, insanlar iyilik ve takvaya tevik et-

mek, iyilikleri yapamadna üzülmek ve yapt zaman sevinmek. u ha-


dis bunu ifade etmektedir:

Kimi iyilikleri sevindiriyor, kötülükleri üzüyorsa o kimse gerçek mü-


mindir.*83

Bir baka haberde öyle buyurulmutur:

"Ümmetinin seçkinleri iyilikte bulunduklar zaman sevinir, kötülük yap-


tklar zaman istifarda bulunurlar.**4

Çünkü mümin, iinde yakîn üzere hareket eden ve dininde basiret sa-
hibi olan kiidir.
-

Havf ve reca, Allah'a yakîn derecesinde inanan bir müminin sfatdr.


Bu sfattaki mümin, bir iyilik yapt zaman sevabna inanarak yapar. Çün-
kü o kesin olarak bilir ki, Allah o amel için ne vaat etmi
doru- ise hepsi

dur. Bu vaadi yapan zat çok cömerttir. Bu kimse bir günah ilediinde de

kesin olarak bunun kötü olduunu bilir; onun yüzünden ilahi azaba ura-
yacandan korkar. Çünkü o unu bilir: Bu günah için haber verilen ve sa-
682
Nisa 4/1 04.
883 Ahmed, Müsned, I, 18; Nesai, Sünen-i Kübra, No: 9221 ;
Tabarani, el-Evsat. No: 6479; Bey-
haki, uabu'l-man, No: 7994.
664
Ebu Nuaym, Hilye, IV, 120; Suyuti, es-Sair, No, 3974; Elbani, Daife, No: 3557.
334 KÛTU'L-KULÛB

kmdrlan azap gerçekten korkunçtur; azap tehdidinde bulanan zat ise çok

büyüktür.

Kim Allah'a itaat etmenin, Allah'n rzasna ve sevgisine götürdüünü


kabul ederse yapaca budur. Çünkü ilim bunu göstermektedir. Allah'n
dünyada raz olduu ey salih amel ve itaatir. Artk nasl olur da Allah'n
raz olduu ey onu sevindirmez! Yine kim günah ilemenin Allah'n gaza-
bna ve honutsuzluuna götürdüünü kabul ederse ki -ilim bunu göster-
mektedir- o zaman iledii günahtan üzülür. Çünkü dünyada Allah'n ga-
zab günahlardadr. Yarn kyamet günü bu gazap azap sebebi olacaktr.

En doru söz sahibi Allahu Teala bu konuda öyle buyurmutur: "Al-

lah'n gazab sizin kendi nefislerinize olan gazabndan daha büyüktür.™ 5

Deniliyor ki kafirler, cehennem ateinde yandklarn gördüklerinde,

kendilerine: "Sizin dünyada günah ileyerek nefislerinize yaptklarnz


bundan daha büyüktür," diye seslenilir. Nitekim Allah'n rzas yarn mü-
minler için bir nimet olacaktr. Bu gün Allah'n rzas Allah'n taatine ve r-

zasna uygun olarak iyi iler yapmalarndadr. te yakin bir ilimle bu ger-

çekleri kefeden kulun sfat ve hâli budur.


-

Hz. Peygamber'den (s.a.v) rivayet edilen u hadis bunun delilidir:

686
Zeyd el-Hayl (r.a) Allah'n Rasûlü'ne (s.a.v) gelerek:

-Allah'n istedii ve istemedii kimselerin alamet ve özelliklerini sor-

mak için sana geldim, dedi. Allah'n Rasûlü (s.a.v) kendisine:


-

-Ne halde sabahladn?" diye sordu. Zeyd (r.a):

-Hayrl ileri ve hayr ehlini seviyorum. Gücüm yettiince hayr ilere

kouyorum. Ona verilecek sevabna kesin olarak inanyorum. Hayrl bir

ii kaçrdm zaman üzülüyor ve hayflanyorum. te bu halde sabahla-


dm, dedi. Bunun üzerine Allah'n Rasûlü (s.a.vj öyle buyurdu:

685 Mümin 40/10.


686 Bu zatn tam ismi Zeyd el-Hayl b. Mühelhel Zeyd. Münehheb et-Tâî'dir. (Bkz: Zebidî, t-
b. ..

haf, XI, 331). Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, bu zatn ismini "Zeyd el-Hayr" olarak deitirmi-
tir. Bkz: Tabarani, el-Kebir, No: 1 0474.
RECA/OMT MAKAMI vt HECANIN AÇIKLAMASI 335

-Bunlar Allah'n sevdii kiilerde bulunmasn stedii alametlerdir.


Eer Allah senin çin baka bir durumu murat etseydi, seni ona hazrlar ve
sevk ederdi. Sonra da hangi çukurda helak olduuna aldr etmezdi. ™
unlar da Allah'n rahmetine güvenen reca ehlinde bulunmas gere-
ken hallerdir: Allah'a güzel kulluktan zevk almak, azamet sahibi Allah'a
dua ve yalvar bir nimet bilmek, kendisine çok yakn olan Yüce Zatn ke-
lamn dinlemeye kulak vermek, Allah'n sevgisi için her eyini ortaya koy-
mak, Onun güzel aff ve bol ihsanlar için güzel zan beslemek.

Ariflerden birisi demitir ki: Tevhid için bir nûr, irk için de bir ate var-
dr. Tevhidin nuru, müminin iledii kötülükleri, irkin mürikin iyiliklerini

yakmasndan daha fazla yakar, yok eder."

Süleyman et-Teymî ölmek üzereyken oluna: "Bana recadan bahse-


den hadisler oku. Ta ki Yüce Allah'a güzel zan içindeyken kavuaym," de-

Ayn ekilde Süfyan es-Sevri de (rah), ölüm döeinde yatarken etra-


fnda toplanan alimler, kendisine Allah'n rahmetini ve ona güvenmesini
anlatyorlard.

Ahmed b. Hanbel de, ölüm esnasnda oluna: "Bana Allah'n rahme-


tine güvendiren ve Allah'a kar güzel düünmeyi öven hadisleri anlat,"
demitir. Eer ümit ve güzel zan üstün makamlardan olmasayd, ilim

adamlar son nefeslerinde bunlar istemezlerdi. te onlar dünyadan ayrl-


ma annda ve Mevlâ ile buluma zamannda bunlar istemilerdir ki, ha-
yatlar onlarla noktalansn. Çünkü onlar hayatlar boyunca Yüce Allah'tan
güzel ölüm istemilerdir. Bunun için denilmitir ki: "Müminin yaad sü-
rece korku içinde bulunmas, ölüm gelip çatnca ümit hâlinde olmas daha
faziletlidir."

Yahya b. Muaz (rah) reca makamlar hakknda öyle demitir: "Bir


saatlik tevhid inanc elli senenin günahlarn siliyorsa, elli senelik tevhid
inanc günahlar ne yapar, bir düünülmelidir."

Ebu Muhammed Sehl (rah) korkunun ancak reca ehli için sahih ola-
can söylemitir. Bir dier seferinde de unlar söylemitir:

Tabarani, el-Kebir, No: 10474; bnu Adiy, el-Kamil, II, 22; Heysemi, ez-Zevaid, VII, 194;
Zebidî, thaf, XI, 331.
336 KUTU'L-KULUB

"Alimler istedikleri eylerden mahrum braklmlardr; ancak korku


ehli alimler dndadr. Korkanlar da yolda kalmlardr; ancak
bunun reca
sahipleri bunun dndadr. Onlar isteklerine ulaacaklardr."

O, recay muhabbetin makamlarndan biri sayyordu. Oysa alimlere


göre reca muhabbet makamlarnn ilkidir. nsan, ilahi rahmetten ümidi ve
Allah'a kar güzel düüncesi orannda muhabbette yükselir.

ALLAH'IN RAHMETNN GENL


Reca ile ilgili rivayet edilen bütün hadislerin avam halka anlatlmas
uygun deildir. Fakat bunlardan ilk akla gelen baz hadisleri burada zikre-

deceiz. Allah Rasülü (s.a.v) buyurmutur ki:

"Allah cehennemi kendi fazlu rahmetinden bir asa olarak yaratt.


Onunla kullarn cennete sevk etmektedir.***

"Allah buyuruyor ki: Ben insanlar yarattm ki onlar benden istifade et-

sinler, ben onlardan deil.*99


Atab. Yesar'n Ebu Said el-Hudrîden rivayet ettii bir hadis-i erifte

Allah'n Rasûlü (s.a.v) öyle buyurmutur: •

"Allah her ey için,


ona galip gelecek baka bir ey yaratmtr. Ken-
di rahmetini de gazabna galip klmtr. * 90

Bir mehur hadiste öyle buyurulmutur: "Allah mahlukat yaratma-


dan önce, kendisi adna: "üphesiz rahmetim gazabmdan öne geçti," di-
ye yazmtr.™

Ayrca Muaz b. Cebel ve Enes b. Malik'ten nakledilen mehur hadis-


ler vardr. Bu hadislerden bir kaçn nakletmekte fayda vardr:

Kim Lâ ilâhe illallah derse (ve bu inanç üzere ölürse) cennete gi-
rer.* 92

e* Zebidi, thaf, XI, 353. Irakî, bu lafzlarla hadisin asln bulamad belirtir.
689 Zebidi, thaf, XI, 353. Buradaki kayt öyledir: Kueyri'nin risalesinde, bu söz Hz. brahim'e
vahyedilmi bir söz olarak nakledilmitir.
690
Hakim, Müstedrek, IV, 249; Bezzar, Müsned, No: 3255; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, X, 213
691
Buharî, Tevhîd, 15, 22, Müslim, Tövbe, 14-16..
692
Nesaî, Ameli'l-Yevm, s. 604; Hakim, Müstedrek, IV, 251 Münzirî, Terîb,.
; II, 422.
.

RECA/OMIT MAKAMI V HECANIN AÇIKLAMASI wvr

Kimin son sözü LA llAhelUâllah olursa cehennem atei ona dokun-


maz.™
'Kim irk komadan Allah'n huzuruna çkarsa kendisine cehennem
atei haram olur.™

Kalbinde zerre arl iman olan kimse atee girmez.™


Kafirler Allah'n rahmetinin geniliini bilselerdi, hiç kimse O'nun rah-
metinden ümitsiz olmazd.™

Yüce Allah en büyük günahlan dahi affedecei konusunda öyle bu-


yuruyor: "Nihayet kendilerine açk deliller geldikten sonra buzay tann
edindiler. Biz onu da affettik.™

Yüce Allah böylece evliyasna hitap ederek ilahi hükümlerin yüce ira-

denin nasl cereyan ettiini bildirmitir. "Size (Kur'an ve sünnet gibi) apa-
çk deliller geldikten sonra, eer haktan saparsanz, unu iyi bilin ki Allah
azizdir, hakimdir.™ Azizdir, çünkü ona ancak O'nunla ulalr. Hakimdir,
çünkü mutlak iradesiyle kullarna hükmeder, sonra da büyüklüüne bak-
madan bütün günahlarn affeder. Bu, aynen kendilerini bütün aleme üs-
tün kld kimselerin yani srail oullarnn kafirlerin sözlerini söyledikleri

halde bunun kendilerine zarar vermemesi gibidir. Onlar Hz. Musa'ya öy-
le demilerdir:

"Ey Musa! Onlarn tann lan olduu gibi, sen de bizim için bir tann yap!
dediler. Musa dedi ki: Allah sizi alemlere üstün klmken ben size Al-

lah'tan baka bir tanr m arayaym?™


Hz. Ali (r.a) Calut adnda bir Yahudiye bu ayet-i kerime ile karlk ver-
mitir. öyle ki adam Hz. Ali'ye: Siz peygamberinizden sonra otuz sene

durabildiniz; sonra birbirinizin boynunu vurup kann akttnz," dedi. Buna

693
Ebû Davud, Cenaiz, 6; Hakim, Müstedrek, I, 500.
m ibnu Mace, Diyat, 1 ; Ahmed b. Hanbel, Mösned, II, 362; 421
695 Müslim.-man, 39, 148.
696
Buharî, Rikak, 19; Müslim, Tövbe, 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 334.
897
Nisâ 4/153.
698
Bakara 2/209.
699
A'raf 7/138-140.
338 KÛTU'L-KULÛB

karlk Hz. Ali: "Siz de denizden çktktan sonra ayaklarnz kurumadan,


Hz. Musa'ya: "Bize onlarn ilah gibi bir ilah yap!" dediniz, karln verdi. «

Allah'n Rasûlü (s.a.v) öyle buyurmutur:


'nsanlara rableri hakkndakonutuunuz zaman, onlar korkutacak
ve nefret ettirecek eyleri konumaynz. TO

Baka bir hadis-i erifte:

buyurulmutur.

Allah'n Rasûlü (s.a.v) sahabelere vaaz ederken:

"Eer siz benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok alardnz, 0702 bu-
yurdu. Bunun üzerine gökten Cebrail (a.s) geldi ve Rasûlullah'a: "Allahu Te-

ala: "Neden kullarm ümitsizlie sevk ettin?" buyuruyor, dedi. Bunun üzeri-

ne Allah'n Rasûlü (s.a.v) sahabelerin yanna geldi, kendilerine Allah'n rah-


703
metinin geniliini anlatt ve onlar ümit sahibi olmaya tevik etti.

Bir gün Allah' n Rasûlü (s.a) "Kyamet vaktinin sarsnts müthi bir

eydir,™ ayetini okudu ve sahabelerine: "Bunun hangi gün olduunu bi-

liyor musunuz?" diye sordu ve cevab kendisi vererek öyle buyurdular::

X) gün Hz. Adem'e (a.s) kalk ve züniyetinden cehennemlik olanlar ayr


ve atee gönder," denilir. Adem (a.s): "Ne kadar göndereyim?" der. Ken-
disine her ümmetten doksan dokuz kiiyi cehenneme, birisini cennete
gönder denir." Bu sözü iittikten sonra Sahabe gece gündüz alamaya
baladlar ve ilerini braktlar. Bunun üzerine Allah'n Rasûlü (s.a.v) yan-
larna gelerek:

"Size ne oluyorl Siz, dier ümmetler arasnda, simsiyah bir öküzün


vücudundaki beyaz bir kl mesabesinde azsnz,"705 buyurdu.

™ Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, 1, 191; Ali Muttakî el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, III, 5307.


701
Buharî, lim, 1 1 ;
Müslim, Cihad, 5.

™ Buharî, Kusûf, 2; Müslim, Salat, 112.


703
Benzer bir rivayet için bkz: Taberi, Camiu'l-Beyan, VIII, 52. (Beyrut, 1995); bnu Kesir, Tefsir,

IV, 540 (Riyad, 1997).


704
Hac 22/1
705
Tirmizî, Tefsiru sure (23), 2. Ayrca baknz: Buhar, Enbiya, 7; Müslim, man, 222; Hakim,
Müstedrek, II, 385.
RECA/ÜMT MAKAMI V RECANIN AÇIKLAMASI 339

Bir mehur hadiste öyle buyurulmutur:


"Eer günah flemesenlz, Allah günah leyen bir kavim yaratr, daha
sonra kendilerini affeder.™ Bir baka rivayette:

"Allah sizi dünyadan alr, yerinize günah ileyen ve O'nun da mafiret


edecei bir kavim getirir," 707 buyrulmutur.
Çünkü Allah gafûr ve rahimdir. Yani mafiret etmek ve merhamette
bulunmak O'nun yüce sfatlarndandr. Öyleyse bu sfatlarnn gereini
yapmak için günah ileyen kimseler gerekmektedir ki bu sfatlarn onlarn
üzerinde icra etsin. Marifet ilminde de denildii gibi; Allah'n her isminin bir
sfat ve her sfatn da bir fiili vardr. te burada marifetin srr yatmakta-
dr. te havassn/seçkin velilerin marifeti bu ksma girmektedir.

Bu manada brahim b. Edhem'in (rah) u sözü nakledilmitir:


"Karanlk ve yamurlu bir gecede tavaf ederken, tavaf esnasnda,
Mültezem'de kapnn yannda durdum ve Allah'a öyle dua ettim: "Al-
lah'm! Beni bütün günahlardan muhafaza et; öyle ki sana hiç isyan etme-
yeyim." Bunun üzerine Beytullah'n içinden bana öyle bir ses geldi: "Ey
brahim sen benden ismet sfatyla bütün günahlardan korunmay istiyor-
sun; bütün kullarm da bunu istiyor. Eer hepsini günahtan korursam, rah-
metimi kime ihsan edeceim ve kimi affedeceim?"
Hasan- Basrî (rah) demitir ki: "Eer insan günah ilemese ku gibi
uçup giderdi. Fakat Yüce Allah günahlarla onun kanatlarn krmtr."
Buna benzer bir hadiste, Allah Rasûlü (s.a.v):

"Eer hiç günah ilemeseniz; sizin için günahlardan daha kötü bir
eyden korkarm," buyurdu. Kendisine:

-Nedir bu korktuunuz ey? diye sorulduunda:


-Ucup/kendini ve ibadetini beenmektir, buyurdu. 708

Yemin olsun ki ucup/kendini beenmilik, kibirli nefsin sfatlarndan


birisidir. O bütün amellerin sevabn yok eden, kalbe ait büyük günahlar-
dandr. Oysa dier günahlar nefsin kötü arzularna bal çirkin ahlaklardr.

706
Tirmizî, Cennet, 13; Beyhaki, uabu'l-man No: 7103.
707
Müslim, Tövbe, 9, 1 1 ; Tirmizi, Cennet,
2; Ahmed, Müsned, I, 289, II, 305.
708
Beyhaki, uabu'l-man, No: 7255; Bezzar, Müsned, No: 3633; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid,
X, 260; Elbani, Sahiha, No: 658.
340 KÛTU'L-KULÛB

Bir kimsenin ehvetine bal on kötü ahlaka bulamas, kendisi için, kalbe
ait günahlardan tek birine bulamaktan daha iyidir. Kalbe ait günahlara ki-

bir, ucup, kin, haset, övülme sevgisi ve halk içinde anlma arzusu gibi kö-

tü ahlaklar örnek verebiliriz. Çünkü bunlarn bir ksmnda Allah'n sfatla-

rna ait özellikler vardr. Onlarn bazs da eytana ait sfatlardr. eytan
bu tür sfatlar yüzünden helak olmutur. Halbuki nefse ait kötü arzular
onun yaratlnda bulunan sfatlardr. Adem (a.s) bu arzu yüzünden rab-
bine isyan etti ama daha sonra rabbi onu affetti, tövbesini kabul edip ken-
disine doruyu gösterdi.

Bir b. Haris demitir ki: "Nefsin övülmek karsnda rahatlamas gü-


nahlardan daha zararldr."

Yusuf b. Hüseyin, cinsiyeti kark bir muhannesi gördü ve kendisini

küçük görerek ondan yüz çevirdi. Adam ona bakt ve:

-Sende bulunan bu hâl, kötü sfat olarak sana yeter, dedi. Yusuf b.

Hüseyin irkildi ve:

-Sen hakkmda ne biliyorsun? diye sordu; muhannes:


-Çünkü sana göre, serç benden daha üstünsün/ kendini benden daha
hayrl görüyorsun, dedi. Yusuf bunun üzerine hatasn kabul etti, tövbe ve
istifar ederek oradan ayrld.

Reca sahibi ariflerden birisi Bakara süresindeki borç okuduu


ayetini

zaman sevinir ve bu ayetle ile gönlü ho olurdu. O ayeti okuduunda Al-


lah'n rahmetine güveni ve ümidi artard. Kendisine:

-Bu ayette kulu Allah'n rahmetine güvendirecek bir ey yok. Sen bu


sonuca nereden varyorsun?"diye sorulunca, öyle demitir:
-Hayr, onda insana büyük ümit veren bir mana mevcuttur.

-Nasl? diye sorulunca, u cevab vermitir:


-Dünyann tamam yannda azdr. nsann dünyadaki rzk da-
ahiret

ha azdr. Rzk içindeki bu borç ise daha da azdr. Yüce Allah bu konuda
ihtiyatl davranmamz istemi; bize efkat göstererek borçlarmz ahit-

lerle ve belgelerle kaydetmemizi tavsiye etmi ve bu konuda Kur'an- Ke-

rim'deki en uzun ayeti indirmitir. Dünyada bizimle bu kadar ilgilendiine

göre, ahiretteki nimeti ne kadar büyük olacaktr kim bilir? O ahiret ki ora-

da nefsimi azaptan kurtaracak hiç bir karl ve bedeli yoktur."


REC A/ÜMT MAKAMI vi RECANIN AÇIKLAMASI 341

Yine Yüce Allah'n rahmetine güvenenlerden birisi: "Halbuki o gün on-

lar çin, Allah tarafndan hiç hesaba katmadklar eyler ortaya çkar,™
ayet-i kerimesini okuduu zaman umutlanyor; Yüce Allah'tan dünyada hiç
beklemedii cömertlik, kerem ve insanyla ahirette muamele göreceini i

düünüyordu.

Cüneyd-i Badadî demitir ki: "Cömertlik ve ihsanla bakan bir göz, kö-

tüleri de iyilere katar."

Bununla ilgili olarak hadislerde öyle buyrulmutur:

la mafiret edecektir. Öyle ki eytan dahi kendisine de bir pay düer mi di-
ye umutlanr.'™

"Allah'n doksan dokuz rahmeti vardr. Dünyada bunlardan sadece


birisini çkarmtr. Canllarn birbirine acmas bu rahmet sebebiy-
ortaya
ledir. Anne çocuuna o rahmetle acr. Hayvanlar yavrularna o rahmet sa-

yesinde efkat gösterir. Kyamet günü olduu zaman bu rahmet dier dok-
san dokuz rahmetle birletirilir Allah onunla bütün mahlukata rahmet eder.
Her rahmetin genilii yer ve gök genilii kadardr." 71 1
.

"Allah ancak (azck iman ve hiçbir hayr olmayp) helaki hak edeni
helak eder."712

lim ehlinden birisi demitir ki "Yüce Allah kyamet günü bir günah af-

fettii zaman, onu ileyen dier bütün insanlar da affeder." Allah'n Rasû-
lü (s.a.v) öyle buyurmutur:

"Amel ediniz, amelinize sevininiz. Bununla birlikte biliniz ki hiç kimse-


"713
yi ameli kurtaramaz.

Baka bir hadiste Allah'n Rasûlü (s.a.v):

"Sizden birinizin ameli onu ne cehennemden kurtarabilir, ne de cen-


nete /coyaM/r, 'buyurdu. Ashab:

709 Zümer 39/47


7,0
bnu Ebi'd-Dünya, Hüsnü'z -Zann Billah, No: 94; Tabarani, el-Kebir, No: 3021 Heysemi, ez-
Zevaid, X, 216
711
Buharî, Edeb, 19; Müslim, Tövbe, 17, 20.
7.2
Müslim, man, 208; Ebu Avane, Müsned, No: 242.
7. 3 Müslim, Münafkûn, 73, 74; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 235
342 KÛTU'l-KULÛB

-Sizi de mi koyamaz? Diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a.v:

-Evet beni de koyamaz. Ancak Allahu Teala beni rahmetiyle kuatp


ihsan ile cennete koyacaktr, buyurdu. 714

Hz. Peygamber'in (s.a.v) öyle buyurduu rivayet edilmitir:

5
"Ben efaatimi ümmetimden büyük günah ileyenler için sakladm.""
Baka bir rivayette:

"Siz efaatimin muttaki ve günahtan temiz olanlara ait olduunu mu


düünüyorsunuz? Hayr o, ümmetimden hata ve günahlara bulanm kim-
seler içindir,^ ^ buyrulmutur.

Allah'n Rasûlü (s.a.v) Muaz b. Cebel ve Ebu Musa el-E'arî'yi Ye-


men'e vali olarak tayin ederken onlara baz tavsiyelerde bulunarak öyle
buyurmutur:

"Kolaylarnz, zoriatrmaynz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.™

Müminin Allahu Teaia'nn kullarna olan cömertliini, gizli açk sonsuz


ihsanlarn bilmesi, onu Allah'tan bir ey beklemekten alkoymaz; rahme-
tini ümit etmekten ve zatna güzel zan ile yönelmekten gevetmez. Mü-
minlerin Yüce Allah'n azamet ve ululuunu bilmeleri onlarn ilahi korkusu-

nu kuvvetlendirip kendilerini Allah'n rahmetinden ümit kesmeye de sevk


etmez. Çünkü kendisinden çekinilen zat, aslnda onlarn gerçek sevgilisi-

dir. Allah'n muhabbeti onlar Yüce Allah'a sndrr ve kendilerine ümit ve-

rir. Allah'n azamet ve heybeti ise onlar ürkütür ve korkutur. Onlarn aza-
met-i ilahiyeden korkularnda bir lezzet bile vardr. Onlar, ilahi sevgi için-

de zevklenirken ayn zamanda bir korku da yaarlar. Yani onlar korku ve


muhabbet makamnda denge içindedirler. Yüce Allah'n kendilerine verdi-
i bir kuvvet ve ilim sayesinde bulunduklar makamda temkin sahibidir-
ler/o makama uymayan hal ve tavrlara girmezler. Onlar, kendisinden kor-

kulan ve ayn zamanda sevilen Yüce Allah' müahede hallerinde istika-

met üzeredirler.

714 Buharî, Rikak, 18; Müslim, Münafikûn, 71-73; Ahmed, b.. Hanbel, Müsned, II, 235.
7.5
Buharî, Tevhîd, 31 ;
Müslim, man, 334-345; Tirmizi, Deavat, 132.
7.6 Ahmed, Müsned, II, 75; bnu Asm, Sünnet, No:844. (Riyad, 1998); Heysemi, ez-Zevaid, X,

378.
7.7
Buharî, Cihad, 164; Müslim, Cihad, 5.
RECA/ÜMT MAKAMI ve REC ANIN AÇIKLAMASI 343

te bu makam için anlattklarmz yakîn sahibi ariflerin sfatdr. Onlar


kamil iman ehlidir, havassn safiyetine sahip yakîn sahibi insanlardr. Çün-
kü onlar bilirler ki Allah, bütün sfatlarnda kemal sahibidir; hiç bir sfatn-
da eksiklik yoktur. Rahmet ancak ilmin genilii kadar olur. Nitekim ilim de
ilahi kudretin genilii kadardr. Müminler Kur'an'da iittikleri Yüce Allah'n
alîm ve kadîr sfatlarn müahede edince Onu yakinen tandlar. Yüce Al-
lah öyle buyurmutur:
"Ey Rabbim! Senin rahmet ve ilmin her eyi kuatmtr.™

Ayrca Yüce Allah'n u ayetinden de bu gerçei anladlar:


"Rahmetim her eyi kuatmtr.™

Cehennem ve onun dndaki eyler bu geni rahmetin kapsamna


girmektedir. Çünkü onlar eyin içindedirler. Yüce Al-
da ayette geçen "her

lah'n: "Rahmetimi takva sahiplerine yazacam,'720 ayetini öyle anlama-


ldr:

Takva sahiplerine müjdelenen rahmet özel ve hususi rahmettir, o, bü-


tün manasyla rahmet çeitlerini kapsamaz. Çünkü rahmetin sonu yoktur.
Rahmet, sonu olmayan Rahîm sfatna sahip Allah'n bir sfatdr. Hiçbir
ey Allah'n hikmet ve kudretinin dnda olmad gibi, rahmetinin de ha-

ricinde deildir. Çünkü cehennem ve içindeki büyük azaplar O'nun azab-


nn hepsi ve bütünü deildir. Kim böyle zannederse, O'nu tanmam de-
mektir.

Bir mahlukatn güç yetirebilecei miktarda azabn or-


de Yüce Allah,

taya koymutur. Onun ortaya koyduu mülk ve nimetler de kullarn mas-


lahat ve menfaatine göredir. Aslnda halkn, kendilerine verilen nimetin

ötesinde ulamas ve gösterilen azabn üstünde bir azab orta-


bir nimete
ya koymas mümkün deildir. Hatta kendilerine gösterilen nimet ve azabn
ötesindeki nimet ve azab anlamalar gerekli de deildir. Çünkü Allah'n
azab ve nimeti kendi zat ile kaim olan mülkünün, kudretinin ve saltana-
tnn nihayetsizlii gibi sonsuzdur. Kald ki halkn tamam bunun açklan-
masna tahammül edemezler. Bu da Yüce Allah'n sfatlarnn yüceliin-
den ve isimlerinin sonsuz güzelliinden ileri gelmektedir. Bu tür gaybe ait
*

718
Gâfir40/7
7,9
A'raf 7/156
72°
451 A'raf 7/156
344 KÛTU'.L-KULÛB

ilimlerin açklanmasna imkan yoktur. Kudretine nihayet, azametine ve


saltanatna bir snr olmayan Allah ne kadar yücedir.

Reca ehli müminler u ayetlerden de bu gerçee ahit olmulardr.


10 halimdir, balaycdr. ™
"Allah hakkyla bilendir, halimdir.™

Onlar bilirler ki Yüce Allah'n mafireti hilminin/af ve merhametinin ge-

nilii kadardr. Tpk O'nun hilmi, ilminin genilii kadar olduu gibi. te
ilahi rahmete güvenen reca ehli, Yüce Allah'n büyük hilmîni gördükleri za-

man, O'nun büyük mafiretine güvendiler. O'nun devaml günahlar gizle-

diine ahit olduklar zaman, güzel affna ümit baladlar.

Denildiine göre Ar' tayan melekler öyle tebih etmektedirler:

"Ey Rabbimiz! lminden sonra hilminle ne kadar yücesin! Kudretinden

sonra affnla ne kadar yücesin."

Reca sahipleri, Kur'an' dinlerken çok deiik anlaylara ularlar. Bu,

onlarn ilahî sfatlarn manalarn ileri derecede bilmelerinden kaynaklanr.

Her makam makamndan müahede eder


sahibi ilahi tecellileri kendi

ve o makamda müahedesine uygun eyleri iitir. Müahede bakmndan


en yüksek derecede olanlar, sras ile sddklar, ehitler, salihler ve daha
sonra müminlerin dier seçkinleridir. Onlar bizzat Yüce Allah'n yardmy-
la O'nun varlna yol bulmular, O'ndan gelen bir nur ve destekle O'na

nazar etmilerdir. Onlar Allah katnda farkl derecelere sahiptirler. Allah

bütün kullarnn yaptklarn görmektedir.

Sehl, (rah) derdi ki: "Bu dünyada iyilik sahipleri Allahu Teala'nn geni
rahmeti içinde, kötüler ise O'nun geni hilmi/af ve müsamahas içinde ya-

ar."

Allah'n bütün sfatlar kâmildir/hiçbir noksanlk yoktur. Onlarn bir ks-


mn dierlerine tercih edenin müahedesi noksandr. Çünkü bu kimsenin
ilmi kendisinden yüksek olanlarn ilminden azdr. Ayrca makam da hâl

72t
452 sra 17/44
722 453 Ahzab 33/51
"

REC A/ÜMT MAKAMI vt RECANIN AÇIKLAMASI 345

olarak kuvvetli olan sddklarn makamndan daha geridedir. Herkesin Al-

lah'a uzaklk ve yaknl müahedesi ile belirlenir. Müahede edilen Al-

lah'n sfatlar ise noksan olmaktan ve snrl olmaktan yücedir.

RECA LE HAVFIN DNDEK KONUMU


Reca ile havf arasnda, dinimizdeki ruhsatlarla azimetler arasndaki

gibi bir ilgi vardr. Bu konuda Allah'n Rasûlü (s.a.v) öyle buyurmutur:
"Allah dinde azimet Özere hareket edilmesini sevdii gibi, ruhsatlar ile

amel ediimesini de sever.'723

Bundan daha açk bir rivayette:

"Allah günah ilenmesini sevmedii gibi, ruhsatlarn kabul edilip ilen-


724
mesini sever, buyrulmutur.

Efendimiz (s.a.v) dier hadislerinde öyle buyurmutur:

"üphesiz ki bu din salamdr. O'na yumuaklkla yana ve Allah'a


ibadeti nefsine nefret ettirme. Dinde en hayrl amel, en kolay olandr. 1725

"Fazla derinlie inenler helak oldu. (nce eleyip sk dokuyanlar helak


"726
oldu.) Zorlanarak iyi konumaya özenenler de helak oldu.

"Ben, hanif/irkten uzak ve müsamaha/kolaylk üzere kurulmu birdin


ile gönderildim."727

"Ehl-i Kitabn dinimizde nasl bir ho görü ve geniliin olduunu bil-


melerini severim."72*

En doru söz sahibi Yüce Allah bir ayette öyle buyurmutur:

723
Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 108, IV, 151; bnu Hbban, el-hsan, No: 354; Heysemî, Mec-
mau'z-Zevaid, III, 163

™ Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 199, IV, 338; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 1 62,

726
Abdurrezzak, Musannef, No:15820. Biraz deiik lafzlarla bkz: Buhar, Temenna, 9, Müslim,
lim, 7
727 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 266; Tabarani, el-Kebir, No: 78768.
728 Bkz: Ahmed, Müsned, VI, 116; Humeydî, Müsned, No: 254.
729
A'raf7/157
"

346 KÛTU'L-KULÛB

Yüce Allah, müminlerin: "Ey rabbimizl Bizden öncekilere yüklediin


gibi bize de ar bir yûk yükleme,™ ayetiyle yaptklar duay kabul etmi
ve: "Evet istediinizi yaptm," buyurmutur. 731

te bütün bu bilgiler, akl sahibi insanlarda Allah'n rahmetine güven-


cin kuvvetlenmesine sebep olmaktadr. Nasl olmasn ki? Kulun bir aldan-

maya dümeden Allah'n rahmetine güvenmesinin kalpte daha ar bas-


masn gerektiren rivayetler vardr. Yüce Allah'n bir kudsi hadiste geçen

u sözü de bunu göstermektedir:


"Ben, rahmet ve affetmeye, ceza vermekten daha yaknm.

Bir hadiste: konutuunuz zaman onlara


"nsanlara Rableri hakknda
korkutucu ve zora sokucu eyler konumayn,"732 buyurulmutur.

Hz. Ali (r.a) gerçek alimin, insanlar Allah'n rahmetinden ümitsizlie


sevk etmeyen ve Allah'n azabndan da emin klmayan kimse olduunu
söylemitir.

Yüce Allah, Hz. ayrlm ve tek bana görünce,


Davud'u insanlardan
ona: "Ne oluyor ki böyle yalnzla çekildin?" diye sordu. O da: "Senin r-
zan için insanlara düman oldum ve kendilerinden ayrldm!" diye cevap
verdi. Bunun üzerine Yüce Allah ona öyle vahyetti:

"Sen benim sevgimin kullarma efkat göstermek ve kendilerine iyilik-

le ihsanda bulunmakta olduunu bilmiyor musun? Böyle yaparsan seni


dostlarmdan ve sevgililerimden yazarm. Sen kullarma eziyet verici ve
kat bir nazarla bakma! Yoksa sevabn iptal etmi Üç eyi iyi mu-
olursun!

hafaza et: Dostlarma kar ihlasl ve samimi ol. Dünya adamlarnn ahla-
kna uyma, din iinde benim emirlerime uy."

Yüce Allah, Hz. Davud ve dier bir baz peygamberlerine öyle vah-
yetmitir:

V-Beni seviniz, beni sevenleri seviniz ve beni insanlara sevdiriniz"

Hz. brahim (a.s) demitir ki:

730
Bakara 2/286
™ Müslim, man, 200; Tirmizi, Tefsiru Sure (2). 40; Hakim, Müstedrek, II, 286; bnu Kesir, Tef-

sir, I, 737.
732
Tabarani, el-Evsat, No: 8192; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, 1, 191.
REC A/ÜMT MAKAMI v RECANIN AÇIKLAMASI 347

-Ya Rabbi seni sevmek ve seni sevenleri sevmek anlald. Ama seni

insanlara sevdirmek nasl olur? diye sordu. Yüce Allah:

-Beni onlara güzel ekilde ann, nimetlerimi ve ihsanm kendilerine


anlatn! Çünkü onlar benden ancak güzelin ve iyiliin meydana gelecei-
ni bilmelidirler," buyurdu. 733

Yezîd er-Rakkaî, Enes'ten (r.a) unu nakleder: Peygamberimiz


(s.a.v) bir defasnda:

"Size, peygamber ve ehit olmadklar halele, peygamber ve ehitlerin


bile onlarn Allah katndaki makamlarna gpta ettikleri kimseleri haber ve-
reyim mi? diye sordu. Sahabeler: "Onlar kimlerdir?" diye sordular. Allah'n
Rasûlü (s.a.v):

-Onlar Allah' kullarna, kullar da Allah'a sevdiren insanlardr," buyur-


du. Hz. Enes diyor ki: Biz:

-Ey Allah'n Rasûlü, Allah' kullarn sevdirenleri anladk. Ama kullar

Allah'a sevdirenler bunu nasl yaparlar? Diye sorduk; Allah'n Rasûlü


(s.a.v):

"Onlara Allah'n sevdii eyleri emreder, haram kld eylerden de


onlar uzaklatrrlar. Bu durumda insanlar kendilerine itaat ettii zaman
Allah onlar sever,™ buyurdu.

Ebân b. Ayyâ (rah) ruhsatlardan ve ümitten çok söz eden biriydi. Ve-
fat ettikten sonra birisi onu rüyada gördü; Ebân ona unlar anlatt:

"Yüce Allah beni huzuruna çard ve: "Seni benim hakkmda konu-
urken bu kadar ruhsata/genilie sevk eden ey neydi?" buyurdu. Ben:

"Ey rabbim! Benim gayem seni kullarna sevdirmekti," dedim; o zaman


Yüce Allah: "Seni mafiret ettim," buyurdu.

Malik b. Dinar, Ebân'a urad. Ona: "Ne zamana kadar insanlara ruh-

sattan söz edeceksin?" diye sordu. O da: "Ey Ebu Yahya! Ben ümit ede-
rim ki kyamet günü Allah'n affn gördüünde sevinçten elbiseni yrtacak-
sn," cevabn verdi.

7*>
Ahmed, Müsned, K. Zühd, No: 372.
™ Beyhaki, uabu'l-man, No: 409; Alî Muttakî el-Hindî, Kenzu'l-Ummâl, NO: 5565, 8459.
348 KÛTU'L-KULÛB

Hap'I b. Hira kardeinden naklediyor. O Tabiûn'un seçkinlerindendi


ve ölümünden sonra konuan bir kimseydi. Rab'î der ki: "Kardeim vefat

ettiinde elbisesine sardk, tabutun üzerine koyduk. O anda örtüyü yüzün-


den kaldrd, dorularak oturdu ve öyle dedi:

"Ben Yüce Rabbimle bulutum. Beni gazapl olmakszn sevgiyle ho-


luk ve güzellik içinde karlad. Ben, buradaki ii sizin düündüünüzden
daha kolay gördüm. Sakn dünyaya aklanmaynz. Hz. Muhammed (s.a.v)
ve ashab onlara dönmemi bekliyor." Rab'î diyor ki: "Kardeim bu sözün-
den sonra leene atlm ta gibi sessizce tekrar tabutuna yatt, daha son-
ra onu defnettik."

Bekir b. Süleyman demitir ki: Mâlik'in yanna gittik. Bu gidiimiz onun


vefat ettii akamd. Ona kendini nasl hissettiini sorduk. Dedi ki: Size ne

söyleyeceimi bilmiyorum. Ancak unu size haber vereyim ki yarn mah-


er günü düündüünüzden daha fazla Allah'n rahmeti ve aff ile karla-
rsnz." Bekir demitir ki: "Mâlik bu sözden sonra gözlerini bir daha aç-
mad. Sonra onu defnettik."

Yahya b. Eksem rüyada görüldü ve kendisine rabbi tarafndan nasl

bir muamele ile karlat soruldu; unlar anlatt: "Allah beni huzuruna
ald ve: "Ey kötü ahlakl ihtiyar! Sen unu, unu yaptn" dedi. Bunun üze-
rine beni öyle müthi bir korku sard ki, iddetini ancak Allah bilir. Ben:

-Ya Rabbi, bana senin hakknda böyle bahsedilmedi, dedim.

-Peki hakkmda nasl bahsedildi? Diye sordu. Ben:

-Bize Abdurrezzak Mamer'den, o da Zührî'den o da Enes b. Ma-


lik'den, o da Peygamberin Hz. Muhammed'den (s.a.v), o da Yüce Zatnz-
dan senin öyle buyurduunu nakletti:

"Kulum benim hakkmda nasl düünürse ben kendisine ona göre mu-
amele ederim. Artk hakkmda istediini düünsün."735 Ben senin bana
azap etmeyeceini düünmütüm," dedim. Bunun üzerine Allahu Teala:

-Peygamberim doru söyledi, Enes doru söyledi, Zühri doru söyle-

di,- fvlamer doru söyledi, Abdurrazzak doru söyledi, sen de doru söyle-

din/buyurdu. Bunun üzerine bir örtü içine sarldm, güzel elbiseler giydi-

735 Buhar, Tevhid, 15; Müslim, Tövbe, 1.


RECA/ÜMT MAKAMI v RECANIN AÇIKLAMASI 349

rildim, cennete doru önümde hizmetçiler yürüdü. Ben bunu görünce: "Al-

lah'm bu ne büyük sevinç!," dedim.

Bir haberde öyle nakledilmitir.

"srailoullarndan birisi insanlara zorluk çkaryor, onlarn Allah'n

rahmetinden ümitlerini kesiyordu. Yüce Allah kyamet günü o adama diye-

cek ki: Ben de bugün seni rahmetimden ümitsiz brakyorum.'736

Bir hadiste öyle nakledilmitir:

"srailoullarndan iki kii Allah için karde oldular. Bunlarn birisi iba-
det ehli, dieri kötülüklere dalan bir kimseydi. badete dükün olan abid,

dierini kötülük yapmaktan sakndryordu. O ise: "Allah akna beni ken-


di hâlimde brak. Sen beni kontrol için mi gönderildin? diyordu. Bir gün
abid arkadan büyük bir günah ilerken gördü. Kendisine kzd ve: "Allah
seni affetmezi" dedi. Allah kyamet gûnû ona öyle buyurur:
"Senin kullarma rahmetimi kstlamaya gücün yeter mi? Sonra gü-
nahkara: "Git seni affettim," buyurur. Abide de: "Sana bu sözün sebebiyle
atei gerekli kldm, 9 buyurur. 137

Hadisi nakleden Ebu Hureyre demitir ki: "Allah'a yemin olsun ki o


abid, dünya ve ahiretini helak eden bir söz konutu."

Bu konudaki bir baka rivayet öyledir.

Yine srailoullar zamannda bir hrsz krk sene yol kesicilik yapm-
t. Bir gün Hz. sa ve O'nun peinden giden bir abid bu hrszn yanndan
geçtiler. Bu abid Hz. sa'nn havarilerindendi. Hrsz adam kendi kendine:
"Bu zat Allah'n peygamberidir; yanndaki ise havarilerinden birisidir. Ke-
ke yanlarna gidip onlarn üçüncüsü olsaydm!" dedi. Sonra bulunduu
yerden inip havariye yaklamak istedi. Bu esnada nefsini küçük görüyor
ve havariyi de güzünde büyüterek içinden:

"Benim gibi birisi bu abidin yannda olmamaldr, diye düünüyordu.


Sonra havari onu fark etti ve kendini toparlayarak:

736 Bkz: Beyhaki, uabu'l-man, No: 1052. Söz, Zeyd b. EslenVe aittir.

737
Ebû Davud, Edeb, 43.
350 KÛTU'L-KULÛB

"Nasl olur da o benimle beraber yürür, diyerek ondan ayrld. Hz.


sa'nn (a.s) yanna gitti ve onunla yürümeye .balad. Hrsz gerilerinde
kald. O esnada Allahu Teala Hz. sa'ya (a.s) öyle vahyetti:

"Onlara söyle, ikisi de amele batan balasnlar. kisinin de amelini


sildim. Havariye gelince o, kendini beenerek yapt hayrl amelleri bo-
a çkard. Hrsza gelince; onun kendisini küçük görmesi önceki kötülük-
lerini sildi." Hz. sa (a.s) kendilerine durumu bildirdi, hrsz yolculuunda
yanna ald ve kendisini havarilerinden biri yapt.

Masrûk b. Ecda'dan rivayet edildiine göre, peygamberlerden biri

secdedeyken kibirli insanlardan biri onun boynuna bast. Öyle ki, yerdeki
talar alnna batt. Peygamber kzarak ban kaldrd ve adama: "Git ba-

mdan, Allah seni asla affetmez!" dedi. Bunun üzerine Allahu Teala ona
öyle vahyetti:

"Kullarm hakknda benim adma hüküm mü veriyorsun? Ben onu af-

fettim."

bnu Abbas (r.a) anlatyor: Allah'n Rasûlü (s.a.v) sabah namaznda


kunût duas okuyor, müriklere beddua ediyor ve kendilerine lanet okuyor-
du. Bunun üzerine u ayet-i kerime indi: "Allah, kafirlerden ileri gelen bir
ksmn kökünü kesmek veya onlar perian etmek ve böylece bozulmu
bir halde dönüp gitmeleri için size bu yardm yapt. Bu ite senin yapaca-

n bir ey yoktur." 733


Bu ayetin indirilmesinden sonra Allah'n Rasûlü,

bedduay kesti. Nitekim Yüce Allah, daha sonra bunlarn tamamn hida-
yete erdirdi. 739

Allah'n rahmetine güvenmenin ve Yüce Allah'a kar güzel düünce


içinde olmann gerekli olduu konusundaki rivayetler saylamayacak ka-
dar çoktur. Zaten biz de bu konudaki bütün delilleri toplamay hedefleme-
dik. Onlarn az bir ksmn zikrederek çouna iaret ettik ve böylece basi-
retli uyarm olduk. Yüce Allah buyurmutur ki: "Ey insani
akl sahiplerini
hsan bol rabbine kar seni aldatan nedir? O seni yaratt, ekillendirdi ve
düzene koydu.™

738
Al-i mran 3/127-128
739
Buhârî, Megazî, 21; Tirmizî, Tefsîr, Sûre, 3, 12; Ahmed, Müsned, II, 104.
7 *°
nfitâr 82/6
REC A/ÜMT MAKAMI vi RBCANIN AÇIKLAMASI 351

nsanolu, Allah'n rahmetiyle aldand halde, Allah kendisini ikaz et-


mektedir. Kulun bu güzel yaratlndaki bilgisizliine ramen ikaz edilme-
si, Allah'n ona olan nimetini göstermektedir.

Dahhâk'n öyle dedii rivayet edilmitir: "Kul maherde amellerin ila-

hi huzura arz esnasnda rabbine yaklar. Allah: "Ey kulum amellerini mi


hesaplamak istiyorsun?" diye sorar. Kul: "Allah'm! Sen olmadan ben na-
sil hesaplayabilirim ki. Sen her eyi en iyi ekilde muhafaza edensin," der.
Bunun üzerine Yüce Allah onun dünyada yaptklarnn tamamn kendisi-
ne hatrlatr. Sonra Duyurur ki:

"Sen kulumsun. Sana tanttm ve hatrlattm eyleri kabul ve ikrar


ediyor musun? Diye sorar Kul, "Evet Ya rabbi," der. Bunun üzerine Allah:

"Ben bunlar dünyada gizli tuttum. Öyle ki sende günah kokusu dahi gös-
termedim ve yüzünden günahlarn izini sildim. te bu gün, bana iman et-

tiin ve gönderdiim peygamberleri tasdik ettiin için bütün günahlarn af-

fediyorum," buyurur.

Muhammed b. Hanefi'den rivayet edildiine göre, babas Hz. Ali (r.a)

öyle demitir: "imdilik onlara güzel muamele öf,"


741
ayeti indii zaman
Allah'n Rasûlü (S.a.v): "Ey Cibril 'Onlara güzel muamele et' ne demektir?"
Diye sordu. Cebrail (a.s) öyle dedi: "Sana zulmedeni affetmen ve onu ce-
zalandrmamandr. Sonra Rasûlullah (s.a.v): "Allah keremi ile kendisinden
af dileyenlere azap etmemeye daha layktr," buyurdu. Bu konumadan
sonra Cebrail (a.s) alad, Allah'n Rasûlü (s.a.v) de alad. Bunun üzeri-

ne Yüce Allah kendilerine Mikâil'i (a.s) göndererek öyle buyurdu: "Rabbi-


niz size selam söylüyor ve buyuruyor ki: Nasl olur da affettiim insan k-
narm? Bu keremime yakmaz."

RACAYI YANLI DEERLENDRENLER


Kerim olan Allah'n tevik ettii ibadetleri evkle yapmak ve Rahim
olan Allah'n davet ettii eyleri yapmada yarmak da recann gereidir.
Fakat insanlarn günah içinde yaayp ve hatalara dalarak ilâhî mafireti
ummalar ve Allah'n keremini beklemeleri, alimlere göre reca saylmaz.
Çünkü reca bir yakîn makamdr. Günahlara dalma ise yakîn sahiplerinin
™ Hicr 15/85.
352 KÛTU'L-KULÜB

bir sfat deildir. Bu bir aldanmak, Allah'tan gafil olmak ve ilâhî hükümle-
ri bilmemektir. Böyle yapanlar Allah tehdit etmitir ve onlara mafiretini

vadetmemitir. Yüce Allah bunlar, half diye isimlendirmitir. Half, insanla-

rn geride kalan en düük ksm demektir. Ayrca Allah bunlar, yüce aye-
tinde iddetli bir azapla korkutmu ve öyle buyurmutur:
X)nlarn ardndan da (ayetleri tahrif karlnda) u deersiz dünya
maln alp: nasl olsa balanacaz, diyerek kitaba varis olan bir takm
kötö kimseler geldi.™

Allah'n rahmetine güvenme ile ilgili haberler, aldanm insanlarn al-

danmln artrr. Günahlarnn örtülmesi ve nimetlerin devam etmesi is-

tidraç içinde olanlarn zararn çoaltr. Öte yandan bu haberler, tövbe

eden sadklarn, dorularn derecelerini artrr; ihlas sahibi muhabbet ehli-

nin de gönlünü ho, gözünü aydn eder. Allah'n rahmeti kerem ve haya
sahibi insanlarn sevinci olur; günahlardan korunan ve vefa sahibi olanla-
ra huzur ve rahatlk verir. Reca ile onlarn erefli halleri daha güzel hâle
gelir; hayalar artar, üzüntüleri gider ve akllar skntdan kurtulur. Bu hâl,

insanlarda korkunun meydana getiremedii ibadet evkini ve Allah'a kar-

güzel düünceyi ortaya çkartr. Çünkü korku ile onlarn bir çok muame-
le ve ibadetleri yarm kalr; onlar korku ile amel edemezler. Reca ibadet
ehlinin yolu olmu ve onunla hedeflerine yükselmilerdir. Bu manada Hz.
Ömer (r.a) öyle söylemitir:

"Allah Suheyb'e rahmet etsin o, Allah'tan korkmasa bile günah ile-


mezdi." Yani o, günahlar korkudan deil, Allah'n rahmetine güvendii
için terk eder. Dolaysyla reca onun yolu olmutur. te bunlar gerçek re-

ca sahipleridir, bu saydklarmz da onlarn alametidir.

te biz, bu hedef için recay ve safa ehlinin kalbinde güzel düünce-


yi meydana getiren sebepleri zikrettik.

nsanlara kar iyi ahlakl olmak, onlara sabrl davranmak, kusurlar-


n affetmek, her ite idare yolun tutmak ve bütün bunlar Allah'a yakla-
mak ve ilahi ahlak ile ahlaklanmak, onlarn sevabn Allah'tan beklemek,

O'nun vaat ettii müjdelere ermeyi arzulamak ve Allah Rasûlü'nün (s.a.v)

sünnetine tabi olmak için yapmak gerçek recann gerekli kld ameller-

™ A'raf 7/169
RECA/ÛMT MAKAMI vt REC ANIN AÇIKLAMASI 353

dir. Ayrca kötü arzular terk etmek, sapkla götüren ehvetlerden uzak
durmak ve bunlar yaparken Allah'n yüce hazinelerinden/rahmetinden bir

eyler beklemek de reca içinde yer alr.

Humeyd yoluyla gelen bir haberde Enes (r.a) öyle demitir:

"Rahman olan Allah'n arnn karsnda bir kök vardr. Hz. Cebrail
(a.s) oraya varnca secdeye kapanr ve: "Ya Rabbi bunu hangi peygam-
ber, hangi sddk ve hangi ehid için hazrladn?" diye sorar; Allahu Teala:

"Bunu kendi arzularn brakp benim arzularm tercih edenler için hazr-
ladm," buyurur.

Devaml itaat içinde bulunmak ve her hâlde hakka uygun hareket et-

mek de recann/Allah'm rahmetine güvenmenin gerektirdii bir hâldir. Bu-


nu yapan kul Kerim Mevlasndan büyük nimetleri ve kymetli manevi hedi-
yeleri bekler. Çünkü Yüce Allah'n onun güzel zann sebebiyle bunlar
kendisine vereceini bilir. Bu konuda Hz. Peygamberin (s.a.v) öyle bu-
yurduu rivayet edilmitir:

"Allah'tan bir ey isteyeceiniz zaman büyük eylere gözünü-


zü dikin, O'ndan Firdevs cennetini isteyin. Çünkü Allah için hiç bir

ey büyük deildir. ™
Baka bir hadiste ise öyle buyurmulardr:

"Çok isteyiniz ve yüksek dereceler isteyiniz. Çünkü siz çok cömert ve


ikram sahibi olandan istiyorsunuz™
'

Baz haberlerde öyle rivayet, edilmitir:

"badet yapmakta birbirine eit iki adam vard. Bunlar cennete girdik-
leri zaman birisi arkadandan daha yüksek derecelere çkarld.

Arkada: "Ya Rabbi bu, dünyada benden daha fazla ibadet etmedi.

Onu neden yüksek derecelere çkarttn?" diye sordu. Allahu Teala öyle
buyurdu: "Çünkü o, benden yüksek dereceler istemiti. Sen ise beden sa-
dece ateten kurtulmay istedin. Her birinize istediini verdim."

743 Birbirini tamamlayan rivayetler için bkz: Buhari, Cihad, 4; Müslim, Zikir, 8; bnu Hbban,
Sahih, No: 896; Ahmed, Müsned, II, 457; Beavi, erhu's-Sünne, No: 1393.
744 Benzer bir hadis için bkz: bnu Hbban, Sahih, No: 889; Tabarani, el-Evsat, No: 2061 ;
Hey-
semi, ez-Zevaid, X, 150.
KÛTU'L-KULÛB

Hz. Peygamber'den (s.a.v) rivayet edilen bir hadiste u anlatlmtr:


"Ahirette bir adam cehennemden çkar, Allahu Teala'nn huzuruna
getirilir. Allahu Teala adama: "Yerin nasld? Diye sorar. Adam: "Çok kötü
bir yerdi," der. Allah: "Onu tekrar eski yerine götürün," buyurur. Adam yü-

rür ve ikide bir arkasna bakar. Bunun üzerine Allah: "Neden arkana bak-
yorsun?" diye sorar. Adam: "Beni çkardn o kötü yere geri göndermeye-
ceini ümit ettiim için arkama bakyorum," der. O zaman Allahu Teala:

"Onu cennete götürün," buyurur. 745


Bu haberde, kulun reca hâli onu cennete götüren bir sebep olmutur.
Nitekim yukarda iki arkadatan birisi için de dünyadaki ilahi korku onu
cennete götüren bir sebep olmutu.

Baka bir rivayette öyle geçer: Allah "Onu geri atee götürün" buyur-
duu zaman, adam hzla atee doru gitti. Kendisine: "Niçin böyle yapt-
?" sorulunca: "Sana kar yaptm günahlarn cezasn dünyada çektim,
artk ahiretteki azabndan korkmuyorum" dedi. Bunun üzerine: "Onu cen-
net tarafna çevirin," denildi.

Dier rivayette adam: "Dünyada Allah asi olduum gibi, ahirette de


asi olmaktan korktum, onun için cehenneme götürün emrine hemen uy-
dum," dedi. Bunun üzerine Allah: Onu cennete götürün" buyurdu. 746

Yüce Allah öyle buyurmutur: 'Onlar dua ederler ve rablerine hangi-


si daha yakn olacak diye vesile ararlar, O'nun rahmetini umarlar ve aza-
bndan korkarlar."™

Allah yaknla bir vesile olarak dostlar için rahmetine güvenme-


ilahi

yi bir yol yapmtr. Ayn ekilde kendisinden korkuyu da ilahi yaknlk için
bir yol yapmtr. Bu, ayetin tefsirlerinden biridir. Böyle tefsir yapanlar,
ayette putlarn söz konusu olmadn söylerler. Çünkü bu manaya göre
ayet "tedûne" eklinde okunur. Talha b. Müsrifin kraati böyledir. Ayrca
Allah insanlar kendine yaklatracak eyleri aramaya tevik ederek öyle
buyurmutur:

7« Ahmed, Müsned, III, 230; Ebu Ya'la, Müsned, No: 4210; Heysemi, ez-Zevaid, X, 384. Ayn
konuda ksa bir hadis için bkz: Müslim; man, 321.
746
Benzer rivayetler için bkz: bnu Ebi'd-Dünya, Hüsnü'z-Zanni Billah, No: 58-60; bnu Mübarek,
K. Zühd, Cüz: 16; No: 409-410.
747
474 sra 17/57
R E C A/Ü M I T MAKAMI ve RECANIN AÇIKLAMASI 355

"Ey man edenleri Allahtan korkun. O'na yaklamaya vesile ara-


yn.™
te recann/ilahi rahmete güvenmenin hükümleri ve reca ehlinin sfat-
lar özetle bunlardr. Kim bunlarn hepsini gerçekletirirse, reca sahipleri-

nin bütün derecelerini elde eder. Allah katnda mukarrabûn/ilahi yaknla


ulam kullardan olur. Kimde bu anlattklarmzdan bir sfat bulunursa o
da, reca makamlarndan bir makamda demektir.

Bilinmelidir ki, yakîn makamlarnn bir ksm dier bir ksmn ortadan
kaldrmaz; fakat her biri dieriyle iç içe bulunur. Mesela kimde müahede
hâli galip gelirse o, kendinde hâkim olarak bulunan bu hâl ile sfatlanr ve
tannr. Onun ulat dier makamlar kendisinde gizli kalr. Kim bir maka-
mn amelini yapar ve ondaki ilâhî hükümleri yerine getirirse o makama in-
tikal eder. Artk ilk makam onun için bir ilim, yerletirildii ikinci makam ise
kendisi için manevî bir vecd olur. Vecdini gizli tutar çünkü vecd onun sr-
rdr. Fakat ilim makamn bakalarna anlatabilir. Çünkü bu kimse o ma-
kam geçmi ve artk o makam kendisi için aleni olmutur.

Reca makam Allah'n kullarn kendisine sevk ettii manevî ordularn-


dan bir kuvvettir. Bu makamda baz kullardan ortaya çkan eyler, dier-
lerinde görülmeyebilir. Çünkü baz kalpler, müahede ettikleri ilahi ihsan
ve iyiliklerle yumuar; ilahi davete uyar, hakk kabul eder, gördüü bu iyi-

lik ve ihsanlarla huzur bulur. Bu kalpler ayn sonucu korku ve tehdit ile el-

de edemezler. Aksine korku ve tehdit onlar bu hallerden alkor, yollarn


keser. Çünkü Yüce Allah rahmetine güvenerek ümit içinde olmay, o hal-

lere ulamak için bir yol yapmtr. Bu kalpler de ne bulduysa onda bul-

mutur.

Reca, haller içinde insandaki salk ve zenginlik gibidir. Bir ksm in-

sanlarn kalbi shhat ve zeninlikle kendisini toparlar, onlarla neesini el-

de eder ve güzel ileri baarr. Onun hayr bunlardadr. Bu konuda Allahu


Teala kudsi bir hadiste öyle buyurmutur:

"Baz kullanma sadece zenginlik iyi gelir; onu fakir yapsam dini mah-
volur. Baz kullarma shhat iyi gelir; onu hasta yapsam hastalk onun di-

748
Maide5/35.
356 KÛTU'L-KULÛB

nlnl bozar. Ben kullarmn lerini lmimle tedbir ediyorum. Ben onlarn du-
"749
rumunu çok yi bilmekteyim.
Bu hadiste anlatld gibi; Allah'n kullarndan bazlarna sadece re-
ca/ümit hâli uygun düer ve onlarn kalpleri ancak reca ile istikametini ka-

zanr. Bu kimsenin muameleleri ancak hüsnü zan ile güzel olur. Bu du-
rumda reca, o insann Allah'a giden yolu olmu olur. Artk reca, onun Al-

lah katndaki makam olur. Kul onunla ilahi bilgiye ular. Reca makamn-
da kulun kalbi Allah ile olur ve huzur bulur. unu da hatrlatalm ki reca,
kulun Allah'a giden yoludur, fakat havf/ilahl korku yolu ondan daha yakn-
dr. Yani ilahi korku, kulu Allah'a daha fazla yaklat rcdr. Allah'a daha
fazla yaklatran makam daha yüksektir. Bunun gibi; zenginlik ve salk
Allah'a giden iki yoldur, fakat bana göre; fakirlik ve hastalk insan Allah'a
daha fazla yaklatrr. Allah her iinde galiptir; her hükmünü yerine geti-
rendir.

Bize Mamer yoluyla gelen bir haberde, Hasan- Basri (rah) öyle de-
mitir:

"nsanlarn amelleri ancak Rablerine kar düüncelerine göre sonuç


verir. Mümin, Allah'a kar güzel düünceye sahiptir ve bu düünce içinde

güzel amel yapar. Kafir ve münafklar ise Allah hakknda kötü düünceler
içindedirler; bunun için kötü iler yaparlar. nsanlarn çou bu incelii bil-

mez."

En dorusunu Yüce Allah bilir.

Reca bölümü burada bitti.

749
ibn Kesîr, Tefsîr, VII, 206 (Riyad, 1997); Heysemi, ez-Zevaid, X, 270; bnu Receb, Camiu'l-
Ulum, II, 220.
HAVF/LAHÎ KORKU MAKAMI ve
KORKU SAHPLERNN HALLER

ALLAH'TAN KORKMANIN MANASI VE FAZLET


Bu konuda Yüce Allah öyle buyurmutur: "Fakat onlar ancak alimler
düünüp anlayabilir.'750 Allahu Teala, ilmi akldan üstün klm ve onu ilim-

de bir makam yapmtr. Yüce Allah dier ayette öyle buyurmutur:

"Kullar arasndan Allah'tan (gereince) ancak alimler korkar.™ Allah


hayeti/Hani korkuyu da ilimde bir makam yapm ve ilmin onunla gerçek-
leeceini belirtmitir.

Hayet, havf makamnn bir hâlidir. Havf ise gerçek takvann addr.
Takva, bütün ibadetleri içine alan bir kavramdr. Takva, Allahu Teala'nn
önceki ümmetlere ve sonra gelenlere tavsiye ettii bir emirdir. Bu her iki

manay Allah'n u ayetlerinde görmekteyiz:


"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz.
Ancak böylece takva sahibi olursunuz.

"Sizden önce kendilerine kitap verilenlere ve size "Allahtan korkun/


takva sahibi olun" diye emrettik 9753

Bu ayet Kur'an'n kutbudur; yani Kur'an'n bütün ayetleri onun üzerin-


de dönüp durmakta ve onda özetlenen manay açklamaktadr.

Yüce Allah takvay kendine ait klarak yüceltmi ve onunla kullarna


ikramda bulunmutur. Ayette öyle buyurmutur:
750
Ankebut29/43
751
Fâtr 35/28
752
Bakara 2/21
753
Nisa 4/131
358 KÛTU'L-KULÛB

M
Onlann ne etleri ne de kanlar Allah'a ular. Fakat O'na sadece si-

zin takvanz ular." 754


Dier ayette ise öyle buyrulmutur:

"Muhakkak ki Allah yannda en deerli olannz, O'ndan en çok korka-


nnzdr." 755

Bir hadis-i erifte öyle buyurulmutur:

"Yüce Allah, önceki ve sonraki tüm insanlar vakti belirlenmi kyamet


gönünde toplad zaman, onlara en uzaktaki ve en yakndakilerin duya-
bilecei bir ses ile seslenerek öyle der:

Ey insanlar, sizi yarattm günden bu güne kadar sizin için sustum.

Siz de bu gün bana kulak vermek üzere sununuz. te bunlar size karl-
verilecek olan amellerinizdir. Ey insanlar, ben kendim için bir nesep/ba
yaptm. Sz de kendiniz için bir nesep/övünme sebebi edindiniz. Siz benim

nesebime önem vermeyip kendi nesebinizi yücelttiniz. Ben: "Sizin en ha-


yrlnz Allah'tan en çok korkannzdr," dedim. Siz buna yanamayp 1a-
1
lanca kii falancadan daha zengindir diyerek aranzda erefi malda mülk-
te aradnz. te bu gün ben sizin nesebinizi/ balandnz ve kymet ver-
diiniz dünya itibarlarn alçafîyor, kendi nesebimi/takva ile bana bala-
nanlar yüceltiyorum. Takva sahipleri nerdedr? Daha sonra takva sahip-
leri için bir sancak dikilir. Onlar onu takip eder ve Allah onlar hesapsz
olarak cennete gönderir.

Havf/ilahi korku ilim makamndan bir hâldir. Yüce Allah, müminlere


ayr ayr verdii vasflar havf sahiplerine bir arada vermitir. Bunlar, hida-
yet, rahmet, ilim ve ilahi rzadr. Bu saylan eyler, cennet ehlinin makam-
lardr. Bu konuda Yüce Allah öyle buyurmutur:
0757
"Rablerinden korkanlar için hidayet ve rahmet vardr.

"Kullan arasndan Allah'tan (gereince) ancak alimler korkar. 0758

754
Hac 22/37
755
Hucurat 49/13
758
Hakim, Müstedrek, II, 464; Beyhaki, uabu'l-man, No: 5138-5140; Suyuti, ed-Dürrü'l-Men-
sur, VII, 579-580,
757
A'raf7/54
758
Fâtr 35/28
HAVF/LAHf KORKU MAKAMI v KORKU SAHPLERNN HALLER 359

"Allah kendilerinden honut olmu, olanlar da Allah'tan honut olmu-


lardr. Bu müjde, Rabblnden korkanlar çindir.
Hz. Musa'nn (a.s) bir sözünde öyle geçmitir: "Allah'tan korkanlar
için Refik-i A'lâ vardr. Hiç kimse bu konuda kendilerine ortak olmayacak-
tr."

Yüce Allah muttakilere dünyada özel olarak tasdik ve hakka ahitlik


makamn verdii gibi, ahirette de kendilerine Refik-i Alâ'y verecektir. Bu
anlattmz makamdr. Çünkü muttakiler ilim ehli oldukla-
nübüvvetten bir

rndan peygamberlere varistirler. Bu sebeple de onlarla beraberdirler. Yü-


ce Allah bu beraberlii öyle belirtmitir:

"te onlar, Allah'n kendilerine lüîuflarda bulunduu peygamberler ve


sddklarla beraberdir."760

Daha sonra Allah, onlarn ulatklar menzili ve makam öyle tant-


* 761
mtr: "Bunlar ne güzel arkadatr.

Yüce Allah: "onlar ne güzel arkada" derken, hepsini tekil bir ifadeyle
zikretti. Böylece onlarn bir tek insan gibi bir ve beraber olduklarna dikka-
ti çekti.

Ayette geçen "refik" cennette bir makam ismi olabilir. Çünkü Peygam-
berimiz (s.a.v), vefat esnasnda dünyada kalmak ile Allah'a gitmek ara-
snda serbest braklnca, Refik-i A lâ'y istemitir. 762

Hz. Musa (a.s) da: "Onlar için Refik--A'lâ vardr," demitir. Bu da on-
larn Peygamberlerle beraber olduunu gösteriyor. Çünkü Hz. Peygamber
(s.a.v) ayeti böyle tefsir etmitir. Böylece Allah Resûlü de (s.a.v) bu ma-
kam istemi olduundan, Allah'tan korkan muttakilerin makam bütün ma-
kamlarn üstünde en erefli bir makam yaplmtr.
Havf/Allah korkusu imann hakikatini kapsayan bir isimdir. Bu korku,
içinde yakin bulunduu için bir ilimdir. Allah korkusu bütün yasaklanan kö-
tülüklerden kaçnmann sebebidir ve ayn zamanda her hayrl iin anah-

759
Beyyine98/8.
760 Nisâ4/69.
761
Nisâ4/69.
762
Buharî, Megazî, 83; Müslim, Selam, 46,Tirmizi, Deavat, 76; bnu Mace, Cenaiz, 64; Muvatta,
Cenaiz, 46-47.
360 KÛTU'L-KULÛB

tandr. Havf makamndan baka nefsin ehvetlerini yakp yok eden bir

makam yoktur.

Ebu Muhammed Sehl demitir ki: "mann kemali ilimdedir, ilmin ke-
mali ise ilahi korkudur."

O, bir baka sözünde ise: "lim imann kazanc/ürünü, havf da marife-


tin kazanc/ürünüdür," demitir.

Zunnûn el-Msrî demitir ki: "Sevenin kalbinde havf olgun-


Ebu'l-Feyz
lamad müddetçe muhabbet bardandan içmesi mümkün deildir. Al-
lah' seven kimsenin cehennem ateinden korkusu, Yüce Allah'tan ayrlk

korkusu yannda büyük bir deniz yannda bir su damlas mesabesindedir."

Allah'a iman eden herkes O'ndan korkar, fakat, herkesin korkusu Al-
lah'a olan yaknl orannda Çünkü müslümann korkusu, Allah'n
olur.

yüceliine ve kudretine inanmak, güç ve kuvvetin O'na ait olduunu kabul


etmek, haber verdii azabn ve tehdit edici cezasn tasdik etmekten kay-
naklanr.

Fudayl b.yaz demitir ki: "Sana Allah'tan korkar msn? diye sorulun-
ca sükut et! Çünkü eer: "Hayr" dersen kafir olursun. "Evet korkarm" der-
sen, yalan söylemi olursun. Çünkü senin sfatn gerçek olarak Allah'tan
korkan kimselerin sfat deil."

Bir vaiz, hikmet ehli bir zata: "u insanlara baksana! Onlara vaaz ve-
riyorum, nasihatte bulunuyorum, fakat bir türlü kalpleri incelmiyor, hiç et-
kilenmiyorlar!" diye ikayette bulundu. Hikmet ehlinin cevab u oldu: "Kal-
binde Allah korkusu olmayana vaaz nasl etki etsin ki!" Yüce Allah bu du-
rumu, bir ayette öyle ifade buyurmutur:

"Allah'tan korkan öütten alr yararlanr. En büyük atee girecek olan


kötü kimse ise öütten kaçnr.™
Yani aki olanlar vaazdan kaçnr ve kalplerinde Allah korkusu olma-
d için nasihatten bir nasip alamazlar.

Müminlerin genelindeki Allah korkusu, zahir ilmin belirttii eyleri kal-


bin d ksmyla (yani taklit yoluyla sadece dille) tasdikten ibarettir. Mümin-
lerin yakin ehli olan seçkinlerinin korkusu ise, ulatklar bâtn ilminin ö-
rettii eyleri kalbin içiyle (gönülden) tasdik ederek meydana gelir. Bir de
763
A'la 87/10-11.
HAVF/LAHt KORKU MAKAMI vt KORKU SAHPLERNN HALLER 361

sddklara ait olan yakine bal korku vardr ki bu, ariflerin ilahî sfatlar mü-
ahedesinden ileri gelmektedir.

Bir rivayette öyle denmitir: "nsan kabre girdikten sonra Allah'tan


baka kendisinden korkacak bir ey kalmaz. Ancak dünyada Allah'tan
gayri korktuu eye kabirde bir sûret verilip yani temessül ettirilip kars-
na getirilir, o ey kendisini kyamete kadar korkutur, rahatsz eder." 764

Yakinden kaynaklanan ilahi korkunun ilk derecesi, kulun her zaman


nefsinihesaba çekmesi, her an murakabe hâlinde Rabbihin hukukunu gö-
zetlemesi ve üpheli eylerden kaçnp kesin bilgi sahibi olmad ilimden
ve fkhî hükmünü bilmedii amellerden uzak durmasdr.

Hz. Musa (a.s) ilgili bir haberde öyle geçmektedir:

"Verâ sahiplerine gelince; onlar, kendileriyle hesaplamadm, mü-


nakaa etmediim ve önündeki amelleri tefti etmediim kimselerdir. On-
lar hesap için karma dikmekten haya ederim."

mak, kalp huusu ve Allah'a tam bir yöneli hâli içinde, helal de olsa her
eyin arsndan kaçmaktr.

Hz. Ali (r.a) demitir ki: "Kim cenneti özlüyor ve arzuluyorsa nefsini
ehvetlerden syrmaldr. Kim de, ateten korkuyorsa haramlardan uzak
durmaldr."

Yine takva sahibinin Allah'n hakknda yanl bir ey söylememe-


dini

si, Allah'n kitabnda helal klnmayan bir eyi dinden saymamas, Allah
Rasûlü'nün (s.a.v) sünnetinde zikretmedii ve Selef-i Salihinin konuma-
d bir eyi söylememesi için dilini tutmas ve her iini ilme göre yapma-
s gerekir. Yani kitapta ve sünnette mevcut olmayan eylerden kaçnma-
s, hakknda bilgi sahibi olmad eyler üzerinde durmamas ve kendi ka-
naatiyle bu çeit konulara girmemesi icap eder. Ayrca dünyalk bir men-
faat elde etmek için de bu tür konulara girmemesi gerekir.

Bütün bunlarla beraber korku ehlinin Allah'a kar samimi olmas ken-
disi için çok önemlidir. Ayrca Allah için insanlara kar samimi davranma-
s, sonra bu samimi hâlini din ve ahiretiyle ilgilidevam ettirmesi
konularda
gerekir. Sonra dünya ile ilgili meselelerinde de samimi olmaldr. Önce ahi-

7M Söz brahim er-Rakkî'ye aittir. Bkz: bnu Recep, Ehvâlü'l-Kubûr, 64 (Beyrut, 1994).
362 KÛTU'L-KULÛB

ret ve din gelir. Çünkü ahiret ileri daha mühimdir ve din ilerinde aldatma

daha büyük bir vebaldir. Bir de, en tercih edilecek i, sonuçta dönülecek

ahiret için hazrlk yapmaktr. Bu konuda Allah'n Resûlü (s.a.v): "Kim üm-

metimi aldatrsa Allah'n laneti üzerine olsun," buyurdu. Kendisine:

"Ümmetinin aldatlmas nasl olur?" diye sorulunca:

"Ümmetim içinde dinden olmayan bidatlar icat eder ve kendisine tabi


olunur. te bunu yapan kimse onlar aldatmtr,™5 karln verdi.

LAH KORKUNUN SONUÇLARI


Havfn sonucu, Allah' bilmek ve Allah'tan haya etmektir. Bu, devam-
l kemalat olarak art içinde olanlara verilmi en yüksek bir derecedir. Bu
haya iki ekilde kendisini gösterir. Birincisi kulun ban ve bandaki ku-

lak, göz ve dil gibi azalarn haramlardan muhafaza etmesidir. Dieri de,

karnn ve karnn çevreleyen kalp, avret mahalli, el ve ayak gibi azalarn


haramlardan korumasdr. Bu anlattmz, umum halka ait korku olup ha-

yann ilk aamasdr.


Havassn/seçkin müminlerin korkusuna gelince, bu korku makamnda
olan kimse, yemediini kenarda biriktirmez, oturmayaca binay yapmaz,
terk edecei eyleri çoaltmaz, haktan gaflete dümez ve asl gidecei
yer olan ahirete hazrlkta gevek davranmaz. te bu durum, zühttür. O,
mukarrebun makamndaki müminlerin ileri derecedeki havasdr. Haya

hakkndaki bu anlattklarmz iki ayr hadiste açklanmtr. Bu hadislerden


biri umumi, dieri hususidir. 766

765 hadisi Darekutnî'nin "el-frad" adl eserin-


Ali Muttaki el-Hindî. Kenzu'l-Ummal I, 1118; Irak»,

de zikrettiini belirtmitir. Bkz: hya, I, 114.


766 Müellifin umumi hadisten kasd muhtemelen u hadistir: "Utanmadktan sonra, istediini yap."

(Buhari, Edeb, 78, Ebu Davud, Edeb, 6, bnu Mace, Zühd, 17; Ahmed, Müsned, IV, 121.)
Edebi hususi olarak anlatan hadis ise u hadistir: Allah Rasülü (s.a.v): "Allah'tan gerçek man-
ada haya edin." Buyurdu. Ashab: "Elhamdü lillah, bizler Allah'tan haya ediyoruz." Dediler. Al-

lah Rasülü (s.a.v): "Benim kasdettiim bu deildir. Allah'tan gerçek manada haya etmek;
ban ve ona bal azalarn, karnn ve onun etrafndaki organlarn (edep yerlerini) haram-
dan koruman, ölümü ve çürümeyi düünmendir. Kim ahireti isterse,dünyann süsünü terk
eder. Kim bunlar yaparsa, Allah'tan haya etmi olur." (Tirmizi, Kyame, 24; Ahmed, Müsned,
I, 387.)
HAVF/LAH KORKU MAKAMI v KORKU SAHPLERNN HALLER 363

in banda kalbini kullanmayan, ilahi korku bütün benliini sarmayan


kimsenin son deminde ölümü kolay olmaz. Marifeti yüksek ariflere göre bu
kimse, takva sahiplerine imam da olamaz.
Korkunun en yüksek makam, kulun kalbinin son nefesini nasl bite-

cei korkusuyla megul olmas, herhangi bir ilim ve amelle sakin olmama-
s, ilmi ne kadar yüksek olsa da hiç bir ekilde kurtulduuna hüküm ver-
memesidir. Kul, ne kadar büyük olsa da her hangi bir amelini sebep gös-
tererek kurtuluuna kesin gözü ile bakmamas gerekir. Çünkü o, son ne-
fesin nasl bitecei hakknda kesin bir bilgi sahibi deildir.

Denilmitir ki: "Ameller son durumuyla tartya getirilir." Bu konuda Al-

lah Resûlü (s.a.v) öyle buyurmutur:

"Kul, elli sene cennet ehlinin amelini iler durur. Öyle ki, ona 'bu cen-

netliktir' denilir." Dier rivayette hadis öyle devam etmektedir: 'Öyle ki ki-

iyle cennet arasnda bir kar miktar mesafe kalr. Fakat daha sonra ka-
der yazs öne geçer; hayat cehennemliklerin ameli ile son bulur.™7

adam bu dakikadan sonra zahiri organlaryla bir amel yapa-


Yani bu
cak kadar bir zaman bulamaz. Ancak onun yapt i, akln müahedesi
ile yaplan kalbî amellerdendir. Ki bu kendisinde gerçekletiremedii tev-
hid inancnda irke dümek ve dünya hayatnda müahede edemedii ya-
kîndeki üphedir. Kulun gözünden perdeler kalkt zaman bunun hakika-
ti apaçk belli olur. Kulun sahip olduu sfat kendisine galip gelir ve asl hâ-
li ortaya çkar. Bu durumda daha önce yapt kötü amelleri kendisine gö-

zükür ve kalbi onlar güzel bulur veya dili onlar konuur veya onlarn zev-
ki akln bandan alr. te bu hâl onun ruhunu verdii son an olur. Bu du-
rum, onun için ezelde takdir edilen eydir.

Yüce Allah bu konuda öyle buyurmutur:

"Onlarn kitaptaki nasipleri kendilerine eriecektir."766 Bu durum, ru-

hun bedenden ayrld zamanda olacaktr.

767
Birbirini tamamlayan rivayetler için Bkz: Müslim, Kader, 11; Tirmizî, Kader, 48; bn Mace,
Vesaya, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 382; II, 278; Bezzar, Müsned, 2159; Heysemi, ez-
Zevaid, VII, 212.
768
A'raf7/37
364 KÛTU'l-KULÛB

'Biz onlarn (ezeldeki) nasiplerini mutlaka eksiksiz olarak verece-


iz.™
Bir rivayette öyle buyurulmutur: 'Kul öyle amel eder kl kendisi le
cennet arasnda bir deve sam zaman dilimi kadar mesafe kalr. Fakat
neticede cehennem ehlinin ameli ile hayat son bulur.'770

jte bu, ruhun köprücük kemiine ulat ve nefesin bütün vücuttan


çkp kalpte ve boazda topland zamanda olur. Bir karlk mesafe ve-

ya "bir defalk deve sam" denen ksa zaman ite budur.

Bu hâl, onun tevhid yönünün, dalalet ve irk yönüne çevrilmesiyle kal-


binde meydana gelen deiikliktir. O esnada kuldaki dünya akl gider, ma-
kul ilimler devreden çkar, hiç beklenmedik eyler onun için ortaya çkma-

ya ve görünmeye balar.

Kötü akbet en çok üç snf insanda meydana gelir.

Bunlarn birincisi, dinde bidat çkaran ve dini bozan insanlardr. Bun-


larn imanlar sadece aklî delillere baldr. Ölüm annda Allah'n kudreti-

nin alametlerinden biri ortaya çkt zaman, bunlarn akllar karr, iman-
lar gider ve onu görmek için sabit kalamaz. Bu kimsenin durumu fitili bi-

tip sönen bir kandile benzer.

kincisi, kibir sahibi olup ayetleri inkar eden ve Allah'n velilerine ver-

dii kerametleri kabul etmeyenlerdir. Çünkü onlar bu türlü eyleri anlama-

ya sevk edecek bir imanlar ve onu destekleyecek yakînleri yoktur. Yakî-


nin olmamasndan dolay kendilerine üphe arz olur ve ölüm annda bu
üphe hâli galip gelir.

Üçüncü snf, üç gruba ayrlmaktadr. Bunlar kötü so-


birbirinden farkl

nuçta birbirinden farkl olduklar gibi; dier iki snftan daha bir du- aa
rumda bulunurlar. Çünkü kötü sonuç da hayattaki yakin ve üphe gibi fark-
l derecelerde gerçekleir.

Bunlardan bir grup, sürekli nefsine ve ameline bakar; üstünlük taslar

ve bo iddialarda bulunur. açkça büyük günahlar iler-


Bu gruba girenler

ler ve ömrünün sonuna kadar bunda srar ederler. Ölüm annda gözünden

perdenin kalkmasna kadar günahlara devam eder. Ayetleri gördükleri za-

769
A'raf 11/109
770
Bu konudaki hadisler ve kaynaklar az önce geçti.
HAV F/i LA H i KORKU MAKAMI Vfl KORKU SAHPLERNN HALLER 365

man kalpleriyle Allah'a dönmek isterler, ancak organlarla amel ilemek


sona erdii için, bu durumda hiçbir amel ileyemezler. O andaki tövbeleri
kabul edilmez; kusurlarndan vazgeçilmez ve göz ya dökmelerine acn-
maz. Bunlar u ayette anlatlan insanlardr:
"Kötülükleri yapp da içlerinden birine ölüm gelip çatnca "Ben imdi
tövbe ettim" diyenler için tövbe yoktur. ™
u ayetler de bu kimselerin durumunu anlatr:

"Artk o çetin azabmz gördükleri vakit: Allah'a inandk derler."™


Aslnda bu ayetler kafirler hakknda inmitir, ancak içerdikleri mana,
büyük günah ileyen, günahta srar eden fasklar ve kalplerinde erilik
bulunanlar da içine almaktadr. Bu halde olanlar kötü sonda dierlerine
ortak olmulardr. Ama kötü ölümde farkl derecelere sahiptirler. Nitekim

bu durumda bazlarna günahlar gösterilir, ayrca kalplerinin zikir ve ilahi

korkudan uzak olmalarndan dolay günahlar kendilerine tekrar hatrlat-


lr. Böylece günahlarna ahitlik ederek ömürlerini tamamlarlar.

te bütün bu sebepler insan ilahi korkuya sevk eder ve akl sahibi in-

KORKU ÇETLER
Ebu Muhammed Sehl (rah) öyle demitir: "Mürid günaha dümekten,
arif ise küfre girmekten korkar."

Ondan daha önce Ebu Yezîd Bistamî (rah) demitir ki:

"Evimden çkp camiye yöneldiim zaman sanki belimde bir zünnar


(Hrstiyanln alameti olan kemeri) görüyorum. (Nefsimi irk ve günaha
istekli bir halde buluyorum). Onun beni kiliseye ve atee tapanlarn yerine
götüreceinden korkuyorum. Bu hâl camiye girene kadar devam ediyor.
Camiye girince belimdeki zünnar (nefsimin kötülük arzular) kesilip atl-
yor. Bu durum bende her gün be defa meydana geliyor."
771
Nisa 4/ 18
772
Sebe 34/54
773
Gâfir 40/84
"

366 KÛTU'L-KULÜB

te bütün bunlar ariflerin, kalbin gayb bilen Allah'n kudretiyle nasl


süratle deitiini bilmelerinden kaynaklanr.

Hz. sa'nn (a.s) öyle dedii rivayet edilmitir: "Ey Havariler toplulu-

u! Siz günahlardan korkuyorsunuz, biz peygamberler ise küfürden korku-

yoruz."

Önceki peygamberlerin haberlerinde öyle bir olay nakledilmitir:

Bir peygamber, senelerce çektii fakirlik, açklk ve sefaleti Allah'a i-


kayette bulundu. Bu peygamberin elbisesi yünden yaplm bir elbiseydi.

Yüce Allah kendisine öyle vahyetti: "Senin kalbini küfürden korumama


raz olmadn m ki benden ayrca dünyay istiyorsun?" O peygamber pi-
man oldu, bana toprak saçt ve:

"Evet ya Rabbi, ben raz oldum, beni küfürden muhafaza et, bu bana
yeter," dedi.

Dikkat edilirse Yüce Allah ona daha önce verdii peygamberlik nime-
tini hatrlatmad, önüne küfür tehlikesini koydu, bununla peygamberlikten
sonra da küfre düebileceine iaret etmi oldu. O Peygamber (a.s), bu-

nu kabul etti, içinde bulunduu durumuna raz oldu ve küfürden muhafa-


za edilmesini istedi.

Zahidlerin imam Abdulvahid b. Zeyd (rah) yukardaki iki zattan daha


önce öyle demitir: "Atee girmeyeceini düünen kimse korkusunda sa-
dk deildir. Yine atee girebileceini düündüü halde orada ebediyyen

kalacandan korkmayan da korkusunda sadk deildir.

Bütün bu zatlardan önce alimlerin imam Hasan- Basri (rah) öyle de-
mitir: "Bin sene sonra cehennemden çkan kimse keke ben olsaydm."
Bu, onun ebediyyen cehennemde kalmaktan korktuunu gösterir. Yi-

ne o: "Ateten çktktan sonra, ne zaman çkacam hiç önemli deil!" di-

yordu.

nsann azl düman olan eytan, ariflere tevhitte ilhad/dinden çkara-


cak fikirlere saplanma yolundan girerek zarar verir. Yine eytan ariflere ya-
kîn hâlindeyken onlar tebih/Allah' yaratklara benzetme anlayna düü-
rerek ve ilahi sfatlarda vesvese verme yoluyla musallat olur. Müritlere ise,

günahlara bulatrma ve ehvetlerine uydurma yoluyla zarar verir. Aslnda


HAVF/LAH KORKU MAKAMI v KORKU SAHPLERNN HALLER 367

eytan her kula düüncesi yoluyla girer ve inancnda üphe vermeye çal-
r. O ayn zamanda kula kötü arzulan güzel göstermekle urar.

Bunun için ariflerin korkusu daha büyüktür. Sddklarn ruhlar kader-


lerinde önceden yazlm ilahi hükme baldr. Orada kendileri için ne tak-
dir edilmise onu görürler. te korkular bundandr. Onlar Rableri katnda
kendileri için "bu sadklardandr" hükmünün verilip verilmediini, son ne-
feslerinin sdk makamnda bitip bitmeyeceini ve u ayetle anlatlan kim-
selerden olup olmadklarn bilmezler.

Taralmzdan kendilerine güzel akbet takdir edilmi olanlara gelince,


ite bunlar cehennemden uzak tutulurlar.™

Ve yine sddklar u hadis-i erifin kapsamna girmekten korkarlar.


"Allahu Teala buyurur ki: "Bunlar atetedir, artk ne olsa aldr etmem 1,775

Bu durumda onlara hiçbir bir efaatçinin efaati fayda salamaz ve kimse


onlar ateten kurtaramaz. Bu konuda Yüce Allah öyle buyurmutur:

"Rasûlüml Hakknda azap hükmü gerçeklemi kimseyi ve atete ola-


n sen mi kurtaracaksn?" 776

"Fakat cehennemi dolduracama dair benden kesin söz çkmtr. 0777

düünen insanlar için bir korkutma


Gerçekten bu ayette akl sahibi ve
mevcuttur. Alimimiz Ebu Muhamammed Sehl (rah): "Yalnzca benden kor-
kun,"778 ayetinin umumi olduunu, yani Allah'n yasaklad tüm eylerden
saknmak anlamnda olduunu: "Yalnz benden çekinin"779 ayetinin ise
geçmite/ezelde verilen hükümlerden korkmay ifade ettiini belirtmitir.

Bu ayet hususi bir durumu ifade eder.

Ariflerden birisi müminlerin korkusunu iki ksma ayrmtr. Bu zat de-


mitir ki: "Ebrar snfna giren salihlerin kalbi son nefese baldr; sürekli o
an düünürler ve: "Keke sonumuzun nasl olacan bilseydik!" derler.
Mukarrebln makamnda olan ariflerin kalpleri ise önceden verilmi ilahi

774
Enbiya 21/101
775
lgili hadisler için bkz: Ahmed, Müsned, v. 186; bnu Hbban, Sahih, No: 338; Ebu Ya'la, Müs-
ned, No: 3422; Bezzar, Müsned, No. 2143; Beyhaki, Kitabu'l-Kader, No: 63; Heysemi, Mec-
mau'z-Zevaid, VII, 185-186. Elbanî. Sahîha, I, No: 46-50.
776
Zumer 39/19
777
Meryem 32/13
778
Bakara 2/41.
779
Bakara 2/40.
368 KÛTU'L-KULÛB

hükme/kaderdeki yazya bakar ve: "Keke bizim için ne takdir edildiini

bilseydik!" derler.

Bu iki makam, iki ayn müaheden kaynaklanr. Bunlarn biri iki hal-

den dolay dierinden daha üstün ve daha geçerlidir. Bu hallerden birisi

daha kâmil ve daha üstündür. Bu hâl u sözle anlatlmtr: "Mukarrabû-


nun günahlar ebrârn hasenatdr." Yani ebrar snfnda olan salihlerin ar-
zulad ve faziletli bildii eylerden, mukarrebun makamnda olan arifler
gönlünü çekerler ve onu kendileri için bir perde görürler.

Kimin hakknda azap hükmü verilmi ve Yüce Mevlas tarafndan kö-

tü ilerinin bir neticesi olarak kötü akbet takdir edilmise ona hiç bir ey
fayda vermez. O bouna amel etmi olur, Kendisine herhangi bir sevap ve
güzel sonuç yoktur. Çünkü kötü akbet bazen ömrün ortasnda kendini
gösterir, artk sonuna baklmaz. nsan kendisini bu kötü sonuca götürecek
haramlara bular durur ve sanki kötü son gerçeklemi gibi olur. Çünkü
her ikisi ezelî ilimde ayndr. Yani ömrün ortasndaki kötü son ile, ömrün
bitimindeki kötü son ayndr. Çünkü bu sonuç, o yolu açan bir sebeptir. ki

vakit de sonuç olarak birdir. Artk bu kimseye haktan uzaklam gözüyle


baklr. O ne yapsa ancak Allah'tan uzakl artar. Ecel bitip ameller sona

erdiinde bu kimse haktan uzaklkta son noktada olur ve bu hâl içinde


öbür aleme göçer. Bir haberde öyle buyrulmutur:

"Allah bidat sahibinin hiç bir amelini kabul etmez. 780

Çünkü o, Allah'n koyduu hükümleri kabul etmemitir; Allah da onun


amellerini kabul etmez. Bu kimse, amel olarak ne yapsa Allah'tan biraz

daha uzaklar.

Bu konuda bir hikmet sahibi öyle der:


Boazna bir ey tkanan onu su ile açar.

Ya boazn su tkayan kimse nasl yapar?


Sahibinin huzurundan uzaklatrd kimse ne yapar?
Ona fayda vermez tp ve doktorlar.

te Hasan- Basrî'nin (rah) korkusu ve üzüntüsü bu gerçei müahe-


de etmesinden kaynaklanyordu. Çünkü o biliyordu ki Yüce Allah yapt

780
Bkz: Buhari, Cizye, 10; Müslim, Hacc, 85; Ebu Davud, Menasik, 95; Ahmed, Müsned, I, 81;

atbî, el-tisam, I, 54, 81; Elbanî, Daîfe, III, No. 1492.


n»vrnL«n rsunnu mkkkmi v« nunnu gAnriEnmn n«uucn

ilerde kimseye bakmaz, sonuçtan korkmaz. Bunun için o, Allah'n kahr


sfatyla tecelli edip onu bir kenara atmasndan ve kendisini arkadalar
için bir ibret vesilesi ve emsalleri için de bir öüt sebebi yapmasndan kor-

kuyordu.

Denildiine göre Hasan- Basri, tam krk sene gülmemitir. O'nu otu-

ve garip otururdu. Konutuu zaman sanki ahireti görerek konuurdu.


Sustuu zaman sanki gözleri önünde cehennem atei tututurulmu da
ona bakyor gibi tefekkür içinde olurdu. O, iddetli üzüntüsünden dolay
kendisini ayplayanlara öyle demitir:
"Allah'n beni sevmedii bir halde görüp de gazap ederek: Git seni af-
fetmiyorum!" demesinden beni emin eden ne vardr? Çünkü ben, yaplma-
s gereken ilerin dndaki ilerle urayorum."
Allah kendisine rahmet eylesin bizler, Hasan- Basri'den daha fazla

korkma durumundayz. Fakat onlardaki bu ilahi korku sadece günahlarn


çokluundan deildir. Eer böyle olsayd biz ondan daha çok korkmal
idik. Halbuki, bu korku kalbin temizliinden ve Allah' çokça yüceltmesin-

den kaynaklanmaktadr.

KORKU SAHPLERNN HALLER


Ala b. Ziyad el-Adevî cennetle müjdelenmiti. Bu kimse ibadet ehli bi-

risiydi. Yedi gün kapsn kapatp yemek yemedi. Sürekli alyor ve: Ben,

ben.," diyip duruyordu. Onun hâli uzunca bir kssada anlatlmaktadr. Ni-
hayet Hasan- Basri yanna gitti ve onu ar korku ve çok alamaktan do-
lay knad. Ona: "Ey kardeim, sen inaallah cennet ehlindensin. Bu e-
kilde nefsini öldüreceksin yoksa!" diye öütte bulundu. Peki Hasan- Bas-
rî gibi zatn ilahi korku konusunda uyarmak zorunda kald bu kimse hak-
knda ne dersin?!

Onlardan daha üstün derecede olan sahabelerin bir çou cennetle


müjdelendikleri halde: "Keke insan olarak yaratlmasaydk" diyorlard.

Bunlara örnek olarak unlar zikredebiliriz:

Hz. Ebu Bekir (r.a), bir kua hitaben: "Ey ku, keke senin gibi olsay-

dm da insan olarak yarat Imasayd m!" demitir.


Hz. Ömer (r.a): "Keke ben, sahiplerinin kesip misafirlerine ikram

edecekleri bir koç olsaydm," demitir.

Ebu Zerr el-Gifarî (r,a): "Azda çinenen bir ya aaç dal olmay ne
kadar isterdim," demitir.

'Talha ve Zübeyr (r.a): "Keke yaratlmasaydk!" diyorlard.

Hz. Osman (r.a): "Keke öldükten sonra bir daha diriltilmesem" derdi.

Hz. Aie (r.ah) : "Keke bütünüyle unutulup gitsem," demitir.

bn Mesud (r.a) "Keke kül olup gitseydim," diyordu. Baka bir rivayet-
te ise: "Keke bir tezek olaydm, keke hiçbir ey olmasaydm," demitir.
Sahabeden böyle konuanlarn saysn çoaltmak mümkündür. On-
lar böyle idi. Biz ise büyük günahlar içinde yüzüyoruz; bununla birlikte içi-

mizden yüksek dereceleri ve Sidretu'l-Müntehaya kadar Allah'a yaknl


hayal ediyoruz. Babamz Hz. Adem'in cennete girmiken, bir tek günah
yüzünden oradan çkarldn unutuyoruz! Halbuki bizler cenneti hiç gör-

medik. Bu hâlimizle bizler sadece souk demiri döven kimseye benziyo-


ruz. Yani bo yere kürek çekiyoruz.

Rivayet edildiine göre, Ashab içinde Sutta ehlinden birisi ehit oldu.
Annesi: "Ne mutlu sana, sen cennet kularndan bir ku oldun. Allah'n

Rasûlü'ne hicret ettin ve Allah yolunda öldürüldün," dedi. Bunu duyan Al-

lah Rasûlü (s.a.v) kadn öyle uyard:

"Ne biliyorsun belki o, anlamsz eyler konuuyor ve verilmesi kendi-


sine zarar vermeyen mal elinde tutuyor, cimrilik yapyordur.™

Bu kssann benzeri baka bir hadiste öyle rivayet edilmitir:

"Allah'n Rasûlü (s.a.v) hasta olan bir sahabesinin yanna gitti. O sra-
da annesinin: "Ne mutlu sana ki cennetliksin!" dediini duydu, ftasûlullah

(s.a.v):

"Allah adna konuan bu kadn kimdir?" dedi. Adam: "Annemdir," de-

yence, Allah'n Rasûlü (s.a.v) kadna:

™ Tirmizi, Zühd, 1 1 ; Ebu Ya'la, Müsned, No: 4017; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, X, 303.
HA VF/LAHÎ KORKU MAKAMI VI KORKU SAHPLERNN HALLER 371

"Ne biliyorsun belki olun kendisine fayda vermeyen bo eyleri ko-


nuuyor ve vermesi kendisine zarar vermeyecek malda cimrilik yapyor-
782
du," buyurdu.

Yine bu manada gelen baka bir rivayet udur:

"Allah'n Rasûlü (s.a.v) vefat eden bir çocuun cenaze namazn kl-

d. Cenaze namaznda öyle dua ettii duyuldu: "Allah'm onu kabir aza-

bndan ve cehennem azabndan koru."


kinci bir rivayete göre ise Allah Rasûlü (s.a.v), çocuun annesinin:

"Ne mutlu sana, sen cennet kulanndansn" dediini duyunca kzd ve

öyle buyurdu:

"Ne biliyorsun onun böyle olduunu? Allah'a yemin olsun ki peygam-

ber olduum halde ben ne olacam bilmiyorum.™ Allah cennet ve ce-


hennemi yaratt ve onlar için insanlar da yaratt. Bu insanlar ne artar, ne
de azalr.™

Rasûlullah (s.a.v), bunu Osman b. Maz'ûn'un (r.a) cenazesinde söy-


lemitir. Osman b. Maz'ûn ilk muhacirlerden olup ehit olmutu. Cenaze-

de Ümmü Seleme, az önce geçen sözleri sarf ederken ona cevap olarak
bunlar söylemiti. Ümmü Seleme (r.a) hep öyle derdi:

"Vallahi ben Osman b. Maz'ûn'dan sonra hiç kimseyi tezkiye et-

mem/kesin olarak iyi ve cennetlik olduunu söylemem."

Bundan daha dikkat çekici bir ifade de, Hz. Ali'nin olu Muhammed b.

Hanefiyye'nin u sözüdür:
"Allah Rasûlü (s.a.v) ve benim dünyaya geli sebebim olan babam-
danbaka hiç kimseyi tezkiye etmem/günahlardan temiz ve cennetlik ol-

duunu söylemem."
O demitir ki: "iîler ileri geri konumaya baladlar." O zaman Mu-
hammed b. Hanefiyye Hz. Ali'nin faziletlerini ve menkbelerini anlatmaya
balad.
782
Zebîdî, hhaf.Vil, -461 Ali Muttakî el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, No: 17102
7 » Buhari, Cenaiz, 3; bnu Hacer, Fethu'l-Bâri, III, 448-451.
784
Müslim, Kader, 30, 31; Ebu Davud, Sünnet, 18; ibnu Mace, Mukaddime, 10; Nesai, Cenaiz,
58.
372 KÛTl/'L-KULÛB

Bütün bu anlatlanlar, korku sahiplerinin kalplerini yakan haberlerdir.

Belki de buna sebep olan Allah'n Habibi ve en yakn dostu Rasûlullah'


(s.a.v) ihtiyarlatan sûrelerde anlatlan Allah'tan uzak kalma korkusudur.

Allah Rasûlü (s.a.v) öyle buyurmutur:


M
Beni Hûd sûresi ve onun kardeleri olan Vaka, Tekvîr ve Nebe sû-
releri ihtiyarlatt."765

Çünkü Hûd sûresinde öyle buyrulmutur:


0"*
"Dikkat ediniz Semûd kavmi Allah'n rahmetinden uzaklatrlrd.
•Silin ki Hûd'un kavmi Ad, Allah'n rahmetinden uzaklat. m
"unu iyi biliniz ki Semûd kavmi Allah'n rahmetinden uzaklat gibi
Medyen kavmi de uzaklamtr.
Vak'a sûresinde ise öyle buyurulmutur:

"O kyametin oluunu yalanlayacak hiç kimse yoktur.™ Yani olan ol-

mu ve gerçeklemesi hak olan ey gerçeklemitir.


"O kyamet kimisini alçaltn kimisini yükseltir.™ Yani gerçekler orta-

ya çktnda ve herkesin sonu belli olduunda, dünyada makam yüksek


olan nicelerini alçaltn

Tekvir sûresinde ise herkesin son dura anlatlmaktadr. Bunlar yakî-


nen inananlar için kyametin sfatdr. O sûredeki ayetlere iyi baklrsa ila-

hi gazabn nasl olduu anlalr. Bunun için u ayetleri okumak yeterlidir:

"Cehennem tututurulduunda, cennet yaklatrldnda, herkes ahi-

rete neler getirdiini örenmi olacaktr."791


Bu, iin sonunu balayan bir hükümdür. Yani atein yaklmas ve cen-
netin yaklatn mas esnasnda kii, ne getirdiini; cehenneme yakan
kötülük mü, cennete yaraan iyilik mi getirdiini bilir. Yine her iki yerden
hangisine gireceini de bilir.

"
7
Hâkim, Müstedrek, II, 343; Zebîdî, thâf, IX, 225
788 Hûd 11/68
787
Hûd 11/60
788
Hûd 11/95
789
Vakâ56/2
790
Vakâ56/3
791
Tekvir 81/12-13-14
HAVF/LAH KORKU MAKAMI v» KORKU SAHPLERNN HALLER 373

Nice insanlar cennete yaklamalarnn ardndan ondan uzaklatrl-


mann hasret ve elemini yaayacaklardr! Nice insanlarn imanlarndaki
karanlklar, atei görüp ona girdiklerinde ortadan kalkacaktr. Nice gözler,
gördükleri dehet karsnda perian ve zelil olacaktr. Nice akllar o zel-

zele karsnda aknlk içinde kalacaklardr.

Ebu Muhammed Sehl'in öyle dedii nakledilmitir:

"Rüyamda cennete girdirildiimi gördüm, orada üçyüz tane peygam-


berle karlatm ve kendilerine dünyada en çok korktuklar eyin ne oldu-
unu sordum, bana: "En çok korktuumuz ey kötü son idi," dediler.
Gerçekten bu son nefes hâdisesi Yüce Allah'n gizli bir imtihandr ki

onun ne olduunu anlatmak, iç yüzünü anlamak, srrna vakf olmak müm-


kün deildir. Hem Allah'n imtihannn bir sonu yoktur. Çünkü O'nun dile-

mesi ve hükümleri nihayetsizdir. u mehur haber, bu gerçei vurgula-


maktadr:

"Allah'n Rasûlü (s.a.v) ve Cebrail (a.s) Allah'n korkusundan alad-


lar. Yüce Allah onlara: "Ben sizi azabmdan emniyette kldm, daha niçin
alyorsunuz? diye sordu. Onlar: "Senin tuzak ve imtihanndan kim emin
792
olabilir ki?" dediler.

Eer onlar Allah'n imtihan ve tuzann nihayetsiz olduunu bümese-


lerdi-ki onun hükmünün sonu azabndan kim emin olabi-
yoktur-: "Senin

lir?" demezlerdi. Halbuki Allah: "Sizi azabmdan emin kldm" buyurmutu.


Onlar, ilahi imtihan ve azabn kendilerine açklanan ksmndan emin oldu-
lar fakat, onun görünmeyen, kendilerine gizli olan ksmndan korktular ve
Allah'n kendilerine gizledii ayba vakf olamayacaklarn bildiler. Çünkü
bütünüyle gayb bilen sadece Yüce Allah'tr. Her eyi bilen Yüce Allah'n
ilmine bir snr yoktur; bilinmeyen bu gaybn ne olduunu anlatmak da bi-

zim için mümkün deildir.


Ancak Allahu Teala onlarn zararna olan hüküm vermez, çünkü bir

Allah'n inayeti onlarladr ve ilahi nazar onlara yöneliktir. Çünkü onlar ila-
hi sfatlar tanmada ileri derecede bir ilme sahiptirler. Sanki Hz. Peygam-

ber (s.a.v) ile Cebrail (a.s), Allah'n: "sizi azabmdan emin kldm", sözü-
nün, ancak kendisinin bildii bir hikmet gerei, özel bir vasf tayan ve

792 Bkz: Zebidi, ithaf, XI, 444.


374 KÛTU'l-KUlÛB

kendi hallerini denemek, yapacaklarn görmek ve kendilerine kulluk ö-


retmek için uygulanan ayr bir mekr/gizli bir imtihan olmasndan korkmu-
lardr.

Çünkü Allah'n bir ismi de el-Mübtelî'dir. Yani kullarn deneyendir. b-


tila/deneme onun vasf olmutur. Bu nedenle Yüce Allah, isminin gerçek-
lemesi için bu vasfn gerei olan eyi terk etmez; daha önceki ümmetler-
de uygulad sünnetini/adetullah deitirmez. Nitekim Allahu Teala Hz.

brahim'i imtihan etmitir. O, mancnkla atee atld zaman havada:


"Rabbim olan Allah bana yeter," demiti. Tam o srada Cebrail kendisini
karlad ve bir ihtiyacnn olup olmadn sordu. O kendisinin: "Rabbim
benim için kafidir" sözüne vefa göstererek: "Hayr, ihtiyacm yoktur," dedi.

Yani sözünü ameli ile tasdik etti. Yüce Allah onun hakknda: "Sözüne ve-
fa gösteren brahim" 793 buyurdu. Yani onun: "Rabbim bana yeter," sözü-

nün gereini yerine getirdiini belirtti.

Bir de Allahu Teala hükümlerin kayd altna girmez, yani mahlukat için

koyduu hükümler O'nu balamaz. Yüce Allah sözünde duruyor mu dur-

muyor mu diye imtihan edilemez. O, sadece sdk/doru sfatyla tantlr,


bundan baka bir sfatla tantlamaz. Sözünde/emir ve hükmünde bir de-
iiklik yapsa bu, kendisinin olmasn istedii bir deiikliktir. Çünkü sözü
O'nunla kaimdir. O, istedii ve dilediini deitirebilir. O, her iki sözünde
sadk, her hükümde âdil ve her iki hâlde de hâkimdir. Çünkü hükmü ko-
iki

yan Odur. Kendisini balayan hiçbir hüküm yoktur. O, emir ve nehiyleri


belirleyen ilim ve akllar amtr. Hüküm ve kaderlerin gerçekleme orta-
m olan zahirdeki ekil ve akl ölçülerini geçmitir. Bu anlattklarmzn mü-
ahedesinde tevhid ilimlerinden ince bir ilim ve tevhid hallerinden yüksek
bir makam vardr. Bu anlattmz manada Yüce Allah seçkin kulu Hz. Mu-
sa'y (a.s) ayette öyle tantmtr:
"Musa birden içinde gizli bir korku duydu."794 Bu durum, "Korkmayn,
çünkü ben sizinle beraberim"795 ayetinden sonra olmutur. Hz. Musa, sa-
dece Allahu Teala'nn bilecei ve kendisine açklanmayan baz eylerin
kendisinden gizlenmi olmasndan emin deildi. Çünkü Hz. Musa ilahi

793
Necm 53/37
794
Tâhâ 20/67
795
Tâhâ 20/46
H AVF/LAH KORKU MAKAMI vt KORKU SAHPLERNN HALLER 375

mekrin gizli olduunu, onun görünmeyen bir vasfnn bulunduunu, kendi-

sinin hüküm verici deil, ilahi hükümle mahkum olduunu biliyordu. Bunun
için Hz. Musa korkma dendii halde yine korktu, Allah da ikinci defa ken-

disine güven vererek öyle buyurdu: "Korkmal Ostûn gelecek olan muhak-

kak sensin.™
hükmü söyleyen Rabbi ile sakinleti, huzur bul-
Hz. Musa'nn kalbi bu
du. Halbuki ilk açklama ile rahat etmemiti. Çünkü o unu iyi biliyordu: Al-
lahu Teala sonsuz ilim sahibidir, sonu olmayan gayb sadece O bilir. Her
yerde O'nun sözü ve hükmü geçer. Hüküm veren O'dur. Hiçbir hüküm
O'nu balamaz. Bütün hükümler O'nun tarafndan konur ve ebediyyen ge-
çerliliini korur. O'nun hükmü hükmedilenleri balar. Allah, akl ve ilim öl-

çüleri altna da girmez, O bundan yücedir, münezzehtir. Allah' gerçekten

tanyanlar yannda bu böyledir. Allah kendisini tanmayanlarn cahilce


söylediklerinden uzak ve yücedir. te Hz. sa'nn (a.s) u sözü bu mana-
da söylenmi bir sözdür. Kur'an'n ifadesiyle o öyle demiti:

"Ben söyleseydim Sen onu üphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bi-
lirsin. Halbuki ben senin zâtnda olan bilmem." 797

Hz. sa'nn bu sözleri, yine Kur'an ifadesiyle u soruya cevap olarak


söylemitir: "Allah: Ey Meryem olu sal nsanlara, "Beni ve anam, Al-

lah'tan baka iki tanr bilin," diye sen mi söyledin?"798


Hz. sa'nn kyamet günü söyleyecei ve u ayette ifade edilen sözü
de böyledir:

799
"Eer azap edersen onlar senin kullarndr dilediini yaparsn." Hz.

sa (a.s) Allah'n izzetinden ve hikmetinden dolay onlar ilahi iradeye b-


rakmtr.
Açkladmz eylerin hakikatini böyle bir kitapta ortaya koymamz ve
ilahî hitabn remizlerini/iaretlerini göstermemiz uygun deildir. Anlatlan
gerçeklerin inkar edilmesinden korktuumuz için bunu yapamayz. Bir de
aklî ilim ve ölçü sahibi olanlarn anlay farkllklar söz konusudur. Ancak
kuvvet ve basiret sahibi insanlarn bundan sormalarnda bir saknca yok-

7 * Tâhâ 20/68
797 Mâide 5/116
798 Mâide 5/116
799 Mâide 5/1 18
376 kûtu-l-kulûb

tur. Bu durumda o bilgiler kalpten kalbe geçer ve o ilmin peinde onu tas-

dik eden bir ahidi de bulunur. Yahut gayb bilen Allah, ilham ile onu kalp-
lerin srlarna açar. Allah, kullarndan dilediini ilimin incelilerinde muvaf-
fak klar. O bütün kaplar açandr, her eyi hakk ile bilendir. O bir kalbi

açp ona ilim vererek yakîn ile nurlandrd zaman ona ilhamda bulunur.

Ariflerin korku sebeplerinden birisi de unu bilmeleridir: Allahu Teala


kullarn makam ve hâli yüksek kullarndan diledii ile korkutur. Onlar
kendilerinden aada hâli düük kimseler için bir ibret vesilesi yapar.
Allahu Teala seçkin kullarndan bazlarn cezalandrarak avam halk
korkutur. Bu bir hikmet gerei gerçekleir, hüküm Allah'tandr. Korku ehli
unu iyi bilirler: Allahu Teala salihlerden bir grubu bulunduklar halden ç-
kararak dier müminleri korkutmutur. ehitlerden bazsn bulunduu
halden çkararak salihleri korkutmutur. Sddîklardan bir grubu bulunduk-
lar halden çkararak ehitleri korkutmutur. Bunun ötesindeki halleri en iyi

Allahu Teala bilir. Yine Allahu Teala meleklerden bir grubu bulunduklar
halden çkararak peygamberlere öüt vermi ve onlarla kendisine en ya-
kn melekleri korkutmutur.

Böylece her makamn ehli, kendinden aadakiler için bir ibret, yuka-
rdakiler için bir öüt ve basiret sahipleri için bir korkutma ve tehdit vesile-

si olmutur. Bu, yüce Allah'n u ayetinin tefsirlerinden biridir: X)na ayet-


lerimizi verdik ve fakat ondan syrlp çkt...*00

Baz tefsir alimlere göre bu ayette bahsedilen Bel'am b. Bâûrâ'ya pey-


gamberlik verilmiti. Fakat mehur olan görüe göre ona peygamberlik
deil, sm-i Azam duas verilmiti. Ancak bu, onun helakine sebep oldu.
Bu onun sahip olduu sfatlarn bir sonucu idi. Bel'am ilim ve amele önem
vermeyi terk etmiti. Bu durumda hiç bir makam sahibi makamnda huzur
içinde duramaz, hiçbir hâl sahibi baka herhangi bir hâle bakamaz. Bunu
bilen kimse hiçbir halde Allah'n azabndan emin olamaz. Nasl olsunlar ki

onlar Allah'n öyle buyurduunu duymulardr:

"Rablerinin azab kimsenin emin olamayaca bir eydir.™

800
A'raf7/175
801
Meâric 70/28
HAVF/LAH KORKU MAKAMI v KORKU SAHPLERNN HALLER 377

nsanlarn en cahili, Allah'n emin olunamaz diye tantt azabndan


emin olan kimsedir. En bilgili insan ise bu korku dünyasndan emniyet ma-
kam olan cennete varncaya kadar Allah'n azabndan emin olmayan kim-
sedir. Bu öyle bir korkudur ki, onun yerine hiçbir ey geçmez. Öyle bir

üzüntüdür ki hiç bir makam ve amel onunla eit olamaz. Eer Yüce Allah,
recâ/ilahi rahmete güvenme ile korkuyu dengelemeseydi, sonuç Allah'n
rahmetinden ümidi kesmeye çkard. Eer Allah kulunu kendisine güzel
zan ve ünsiyet sevinci ile rahatlatmasayd, insan ümitsizlie düerdi. Ama
dengeleyen ve rahatlatan O (c.c) olunca; korku ve ümit dengede olur ve
hüzün ile rahatlk bir arada bulunur.

lahi takdire rza göstermek büyük hikmetler tayan bir ameldir. O


geçmi ilim ve kader için geçerli bir hükümdür. Allah ne dilerse o olur. Kö-
tülüklerden korunmak ve iyiliklerde muvaffak olmak ancak Allah'n yard-
m ile mümkündür.

Bu anlattklarmzn bilinmesinde, Allahu Teala'nn müahede ettirdii


kimseler için tevhidin müahedesinden kaynaklanan bir ilim vardr.
Mavf/korku sahiplerinin bununla elde ettii ilmin en az; amellerine bakma-
y ve ilimlerine güvenmeyi terk etmek, her halde gerçek bir iktikar yani fa-
kirlik hâline bürünmek, sürekli bir ekilde bütün bo düüncelerden kesil-
mek ve nefislerine ait her sfat knamaktr. te bunlar, baz insanlarn el-
de ettii makamlardr. Havf, onlar için bu tür durumlara dümekten bir kur-
tulu sebebi olur. Çünkü Allah, ilahi korkuyu aniden yakalayp cezalandr-
maya kar bir emniyet yapm, kendisine korku elbisesini giydirdii kim-
selere efkat ve rahmet için de bir sebep klmtr. Bu, u ayetin içerdii
manaya giremktedir:

"Kötülük için tuzaklar kuranlar, Allah'n kendilerini yere geçirmeyece-


inden emin mi oldular?" 802
'Yoksa Allah'n kendilerini korkutarak yakalayvermesinden emin mi
oldular? Hiç üphesiz Rabbiniz çok efkatli ve çok merhametlidir. «*
Ömrün son anndan ve geçmite takdir edilen kaderden kaynaklanan
korkularn srlarn açklamamz doru olmaz. Çünkü bunlar, Cenab- Hak-

m Nahl 16/43
803
Nahl 16/47
378 KÛTU'L-KULÛB

kn Zatnn hakikatinden zuhur eden sfatlarn ortaya çkmasdr. Yüce Al-

lah bu sfatlaryla tecelli ederek alacak fiilleri ve hayret edilecek netice-


leri ortaya çkarr. Sonra da hangi fiil kimde tecelli etmise onun gerei
olan hüküm bana gelir; böylece ezelde verilen hükümler kulda uygulan-
m olur. Bunlar kulun ilahi sfatlarn gizli çkan nasi-
tecellisinden ortaya

bidir. Bunu açklamamz bizi ilahî sfatlarn srlarn açklamaya götürür.

Halbuki bu bize emredilmemi ve ona izin de verilmemitir. Çünkü bunlar,


kula gerekli olmad için emredilmemi ve mubah olmad için de açk-
lanmasna izin verilmemitir. Bunlar bir çok haberde açklanmas yasakla-
nan kader srrdr. Bu srr bilenler vardr, fakat açklanmas yasaktr. Eer
evliya/arifler bu srra vakf olmasayd, kendilerine: "onu yaymayn" denil-

mezdi.

Yüce Allah bir kulunu müahede makamna çkarnca, ona gerçekle-


ri bizzat gösterdii için, kendisini nakil yoluyla gelen haberlerden müsta-
ni klar/kulun onlara haceti kalmaz. Yüce Allah onunla ilham yoluyla bizzat

konutuundan kendisini eser ve nakillerden kurtarr. te bu, her eyi bi-

len Allah'n kendisinin örettii faydal ilimdir. O, bizzat Allah'n ortaya


koyduu herkese lazm olan eserdir/asl peine düülecek haberdir.

Kim, Allah'tan korkarsa Allah ona bir çk yolu gösterir. Onu umma-
d yerden rzklandrr. Kim, Allah'a güvenip dayanrsa Allah ona yeter.

Sabit olan ve silinmesinden korkulmayan yaz, (kitaplardaki yaz de-


il) O'nun nurundan (kalplere) yazlan yazdr. Asl göz, ilahi huzurda bu-
lunduu için kendisine bir eyin gizli kalmad (ariflerdeki) gözdür. Hiç
sönmeyen nur, O'nun sevgisiyle beslenen (arifin kalbindeki) nurdur. Asl
sevinç, ilahi sevgiden gelen ve içinde üzüntü olmayan sevinçtir. Ondan
gelen yardm ve sevinç sona ermez. Yüce Allah (dostlarnn kalbine mari-
feti) yazm ve onu desteklemitir. nsanlarn eliyle yazlan yaz koruma
altnda deildir; çou kere zayi olur gider. Arkasnda ilahi destek olmayan
her kuvvet Yüce Yaratcnn emaneti koruyan
kesilir, biter. kalplere yaz-
dklar ise sabittir, devamldr.
Rivayete göre Zeyd b. Elem, Yüce Allah'n: "O Kur'an levh-i Mah-
fuz'dadr,™ 4 ayetinin tefsirinde: "Burada bahsedilen Levh-i Mahfuz, mümi-
nin kalbidir," demitir.

804
Burûc, 85/22
HAVF/LAH KORKU MAKAMI va KORKU SAHPLERNN HALLER 379

Baka birisi de: "Beyt-I Mamura yemin olsun kl 805


ayetinde geçen
Beyt-i Mamur için: "O, arifin kalbidir," demitir.

Marifet ehlinden birisi: "Allah'n sminin yûceltilmesine izin verdii ev-


ler,™* ayetindeki evlerle kast edilenin, mukarrebun makamndaki ariflerin

kalpleri olduunu, bu kalplerin mahlukatn zikrinden kopup Yüce Yaratcir


nn sfatlarn müahedeye yükseldiklerini belirtmitir. Az önceki ayetin de-
vamnda gelen: "Orada Allah'n ismi zikredilir," ksmna u mana verilmi-
tir: "O kalpler Cenab-Hakkn birliini müahede ettiklerinden dolay Onu

bütün varlklardan ayr tutarak tam bir tevhid ile zikredeler."

Ebu Muhammed Sehl (rah) öyle demitir: nsann gösü Kürsî'dir,

kalbi de Ar'tr. Allah o kalbe azametini ve celalini koymutur. O bu kalp-


lerde ilahi lütfü ve yaknl ile devaml müahede edilir. Müminin ösü-
nün evveli samediyyet, sonu ruhaniyyet, ortas rububiyyet tecellileri ile e-
reflenmitir. O, samedîdir, ruhanîdir, ve rabbanîdir. Müminin kalbinin ev-

veli kudrettir. Sonu iyilik, ortas lütuftur. Böyle olunca sanki o, içinde lam-
ba olan bir kandildir. O kandili kuatan cam inci gibi bir yldzdr. Onunla
dier eyleri müahede eder. Böylece o, bir ayna olmutur. Bununla
O'nun zatn görür, ilahi tecellileri seyreder. Onu yannda bulur. O ayn za-
manda yakîne ulam bir kalp ile müahede aynasnn gerisinde de O'nu
görmektedir.

Alimlerin de amel sahiplerinde gördükleri kötü sona ait alametleri

açklamalar helâl deildir. Çünkü kötü ölümün, keif ehline görünen ala-
metleri ve bu srlara vakf edilen ariflerce bilinen gizli delilleri vardr. Fakat
bu ilim, Allah'n kuluna verdii bir srdr. O sr nefis hazinelerinde gizlidir.

Ona çok az insan vakf olabilir. Yüce Allah bu hâli, rahmetinin ve hilminin
genilii, günahlar fazlaca örtmesi ve sonsuz ihsann bir gerei olarak
perdelemitir.

Bu srlar, bütün srlarn açkland bir günde 807 O'nun gazab ve kud-
reti tecelli ettiinde ortaya çkarlacaktr. nsan o günde amel olarak hiç bir
kuvvete ve ilim olarak bir yardmcya sahip deildir. Kuvveti yok ki onunla
yardm bulsun. Çünkü Allah'n yardm kul için en büyük kuvvettir. Kul ise

805 Tûr 52/4


806
Nûr 24/36
807
Târik 86/9
380 KÛTU'L-KUIÛB

bu günde zelildir. O gün kendisine yardm eden de yoktur. Çünkü gerçek


yardmc olan Allah onu yardmsz brakm ve kuvvet veren Allah, onu za-
O
yf hâle getirmitir. günde kendisine bile yardm edemeyen ve Yüce
Mevla'sna bir yaknl olmayan kimsenin hâli ne kadar kötüdür. Eer Al-
lah'a yakn olsayd hiç üphesiz Allah ona yardm ederdi. Yardm etseydi

onu aziz klard. Allah onu kendisine dost etseydi, düman olan eytan
ondan kaçard. Bu konuda Yüce Allah öyle buyurmaktadr:
yardm edecek güçte
"(O ilah dedikleri eyler) kendilerine bile deil-
dirler. Onlar bizden zaten bir destek görmezler. **

Yüce Allah kendisine yardm ettii, dost yapp destekledii kimseyi

anlatrken öyle buyurmutur:

"Allah sizin dümanlarnz en iyi bilendir. Allah dost ve yardmc ola-

rak kuluna kafidir.™

"De ki: onu göklerde ve yerdeki gizlilikleri bilen Allah indirdi. O çok af-
fedici ve çok merhamet edicidir.™ 0

Allah'n günahlar affetmesi hikmetinin gereidir, günahlar örtmesi


ise rahmetinin sonucudur. Ayette öyle buyrulmutur:

"O Allah göklerde ve yerde gizli olan çkarr. O gizlediiniz ve açkla-


dnz her eyi bilir * u Allahu Teala gizli eyleri bütün kalplerin içinde

çaktr.

Anlattmz bu bilgiler, anlayanlar için ilahi korkunun ne olduunu an-


lamay gerektirir. Bunlar, her eyin mülküne sahip Yüce Allah'n srr ve
melekût/gayb aleminin gizli ilmleridir.

KÖTÜ AKIBETN ALAMETLER


Arif olan kimseler bu gizli srlar müahede ettiklerinden dolay onlara
kötü ölümün alametleri gizli deildir. Yaayanlarn kötü akbetine ait bir ta-

km alametler vardr ki; kefe ulaan kimseler onlar bilirler. Bu özel bir

808 Enbiyâ 21/43


809 Nisa 4/45.
8 '° Furkan25/6
8 " Nemi 27/25
HAVF/LAHt KORKU MAKAMI vt KORKU 8AHPLERNN HALLER 381

ilimdir. O, Cenab- Hakkn zatnn tecellilerini müahede makamnda olan


kimselere mahsus bir ilimdir. Bu, gayb bilen Allah'n kalp ehline örettii
bir srrdr. Bu srr bilenler ancak keif sahibi insanlardr.

Keif bir kaç çeittir. Ahiretin iç yüzünü kefetmek, dünyann görün-


meyen yüzünü kefetmek, bize nakledilen hükümlerin zahirine bakarak
eyann gizli hakikatlerini kefetmek, bunlardan bazlardr.

Akbetle ilgili ilim, melekûtun/ayb aleminin srrndandr ve Ceberût


aleminin kefiyle ilgilidir. Bir haberde: "Kader Allah'n srlarndan bir srdr,
onu açklamaynz," denmitir. Bu, kendisine kader srr kefedilen kimse-
ye yönelik bir hitaptr. Bir baka haberde: "Kader Allah'n perdesidir, onu
açmaynz," denmitir. Bu ise kendisine kader srr açklanmayan kimseye
ait bir hitaptr. Bu ayn zamanda kader konusunda soru sormaktan neh-
yetmektedir. Bu yasak u ayetin kapsamna girmektedir:
"Hakknda bilgin olmayan eyin ardna düme.** 2 Yani mükellef tutul-
madn eylerin ardna düme, senin bilmek durumunda olmadn ey-
leri sorma! Çünkü onlar bilmek sahibine hiç bir fayda salamaz. Kula an-
cak ilahi hükümlerin ve kulu Allah'a yaklatran sebeplerin bilinmesi fayda
salar. Çünkü bunlar Allah'a giden yollardr. Hatta bu konuda müminlere
olan hitabn bir benzeri de peygamberlere yaplmtr. Nitekim Hz. Nuh
(a.s):

"Ey Rabbiml üphesiz olum da ailemdendir. Senin vaadin elbette


haktr,™ bedi. Çünkü Yüce Allah kendisine ehlinin kurtulacan vaat et-

miti. Buna karlk Yüce Allah ona:

"Ey Nuhl O senin ailenden deildir. O, uygun olmayan bir amel sahi-
bidir. O halde hakknda bilgin olmayan eyi benden isteme * u ayeti
bir

kerimesiyle cevap verdi. Allahu Teala unu demek istedi: "Ey Nuh! Senin
bana bu ekil dua etmen ve benden böyle bir istekte bulunman, sana bil-

dirmediim ve havale etmediim bir alanda yaptn uygun olmayan bir i-


tir. Seni böyle davranarak cahillerden olmaktan sakndrrm." Bunun üze-
rine Hz. Nuh (a.s) rabbinden mafiret ve rahmet diledi. lmi dahilinde ol-

8,2sra 17/36
•» Hûd 11/45
Hûd 11/46
382 KÛTU'L-KULÛB

mayan ve kendisine bir açklama yaplmayan konularda bir ey istemek-

ten Allah'a snd.


Hiç üphesiz kulun ömrünün son annda, gözünden perdenin kaldrl-
ma esnasnda kendisine bir çok ekiller görünmeye balar. Bunlar Allah'n
dnda edindii ilahlar veya Yüce Allah'a ortak kotuu bir takm varlklar
olabilir. Bütün bunlar eytan tarafndan bir süsleme ve aldatma olarak kar-

sna gelir. Eer kalp bunlardan birisine meyleder ve bunu son nefesleri-

ne kadar sürdürürse ölümü bu hâl üzere olur; ruhu üphe veya irk üzere
çkar. te bu, daha önceden kendisine ezelde yazlan hükme uygun ola-

rak gerçekleen kötü sondur. Bu, ruha refakat edecek/onu dünyada ta-
yacak olan bedenler mevcut deilken ruhlarn yaratlmas esnasnda ken-
disi için yazlan yazdaki nasibidir. Ruhlar orada buna ahit olmular ve bu
ehadet üzere kalmlardr. Kendisini saran ve tayan cesetler yaratlma-

dan ve suretlerle perdelenmeden önce kalpler de bu hükme uygun olarak


ekil alm, kendisine ona göre meyil verilmitir.

Bütün bunlar (yani ruh, kalp ve vücut) Yüce Allah'n kayyûmiyeti/ya-


ratmas ve ayakta tutmas ile vücut bulmutur. Bunlar Onun toplayc sfa-

tyla dünyada bir annda ise birbirinden ayrlmakta-


araya gelmitir. Ölüm
dr. te ruh bedenden ayrlrken onunla buluma annda ahit olduu ey
ortaya çkmaktadr. Ruh son demde de daha önce söylediini ve yapt-
n itiraf etmektedir. Böylece ruh, ahit olduu ey üzere çkmakta ve o an-
da daha önce kendisine ahitlik yaptrlan duruma uygun ahitlik yapmak-
ta ve bu ahadetiyle gidecei yere dönmektedir. Çünkü kyamet gününde

ruhlar, son anda yapt ahitlie göre dirilecektir. Allah her iinde galip-

tir/istediini yapar, fakat insanlarn çou bunu bilmezler.

te bu anlattklarmz, bedenlerde bulunan ruhlarn son anda yüz yü-


ze geldii daha önceden takdir edilen hükümlerdir. Ruh bedene girdii hâl
üzere ondan çkm, ondan çk ekline göre de bir makama ulam
olur. Bu konudaki bir hadiste öyle rivayet edilmitir:

"Rahimlerde görevli melek, nutfeyi eline alr ve: 'Ya Rabbi, bu erkek
mi, kz m, dûzgûn mü, eri mi olsun? Rzk ne kadar olacak, neler yapa-

cak, ahlak nasl olacak, eceli ne kadar olacak?' Diye sorar. Allahu Teala,

melee dilediini söyler; melek de ona göre hareket eder. Allahu Teala o

nutfeyi diledii ekilde yaratr. Melek: 'Ya Rabbi ona saadet mi akavet mi
3

HA VF/L AH KORKU MAKAM V KORKU SAHPLERNN HALLER 383

üfürelimT Diye sorar. Melik olan Allah dilediini söyler; melek de ona gö-
re ruhu üfürür.™ 5 Bunun için ruh, bedene girdii hükme göre (cennetlik

veya cehennemlik olarak) bedenden çkar.

u ayetler ruhun bedenden ayrldktan sonraki durumunu bildirmekte-

dir:

"Eer (ölen kii Allah'a) yakn olanlardan ise, ona rahatlk, güzel rzk

ve naîm cenneti vardr. Eer ölen kimse, amel defterini sa taraftan ala-

cak biri ise kendisine: 'Sana selam olsun' denir. Ama yalanc sapklardan
ise, ite ona da kaynar sudan bir ziyafet vardr.™*
-

"Sizi ilk yaratt gibi O'na döneceksiniz. O, insanlardan bir grubu do-
ru yola ulatrd. Bir grup için de sapklk üzere kalmasna hükmü veril-

di.™ 7

Tpk ilk yaratmaya baladmz gibi onu tekrar o hale geri döndürü-
rüz. Bu bizim yapmay vaat ettiimiz bir itir. ™8
"Biz dilesek her insana elbette hidayetini verirdik; fakat (bazlarnn
cehennemlik olacana dair) benden kesin söz çkmtr.™ 9

Trafmzdan kendilerine güzel akbet takdir edilenlere gelince onlar,

ateten uzaklatrlmlardr.*20

'Gerçekten haklarnda Rabbinin azap sözü/hükmü sabit olanlar iman


etmezler."™

"Andolsun ki, biz cinlerden ve insanlardan bir çounu cehennem için

yarattk."* 22 Sonra Yüce Allah ayetin devamnda onlar öyle tantmtr:


"Onlarn kalpleri vardr onunla hakk anlamazlar."

Baka bir ayette öyle buyrulur:

8.5
Müslim, Kader, 2; Ahmed b. :Hanbel, Müsned, IV, 7
8.6
Vaka 56/88-89-.90-91 ,-92-93
8.7
A'raf7/29.
8.8
Enbiyâ 21/104
819
Secde 32/1
820 Enbiyâ 21/101
821
Yûnus10/96
822
ATaf 7/179
384 KÛTU'L-KULÛB

"Ayrca onlarn bundan baka bir takm kötü ileri vardr ki onlar bu -
leri yaparlar.*
23 Yani u anda yaptklarnn dnda bir takm iler vardr ki

onlar bu amelleri daha sonra ömrünün sonunda yapacaklardr.

"O gün onlar için Allah tarafndan hiç hesaba katlmadklar eyler or-
taya çkmtr.' 824 Gerçei ahirette gördüklerinde böyle olur. Onlar dünya-
da iyi düüncesiyle bir takm ameller yapmlard, fakat ahirette hesap
annda onlarn kötülük olduunu görürler.
"te bunda kulluk eden bir kavim için bir mesaj/duyuru ve uyar var-

Bu tür korku içeren ayetler muhkem ayetlerdir/bildirdikleri kesindir.


Onlarda herhangi bir emir ve sakndrma yoktur. Onlar kul için evvelce ve-

rilen hükümleri ve sonuçta görecei halleri ifade etmektedir. Bütün bunlar

Yüce Allah'tan gelmi haberlerdir. Onlarda uyank bir kalp için ayba ait

srlar, gizli ve hayret verici anlaylar, kalpleri korkutacak, nefisleri kötülük-

ten men edecek, akla basiret kazandracak haberler mevcuttur. Bunlar


Ar'taki ve A'raf'taki her eyi bilen Yüce Allah'n dostlarn uyard ayet-

leridir.

Ömrünün çounu ibadet ve taat içinde geçirip de sonunda bir anlk


kendini beenme veya kibir ifade eden bir söz söyleme veya bakalarn
küçük görme gibi bir hâle girme yüzünden hayr amellerini boa çkaran-
larla ilgili pek çok haber vardr. Ayn ekilde öyle ameller vardr ki sema-
ya yükselmi ve sahibine yüksek dereceler kazandrmtr. Fakat sonra-
dan bu amel sahibi bir hatas yüzünden ilahi huzurdan kovulmu, Allah'n
gazabna uram, elde ettii dereceler silinmi, makamlar elinden aln-
mtr. Bu tür haberler de çoktur. 826

Ariflerden "Eer bir insann elli sene tevhid üzere ya-


birisi demitir ki:

adn görsem sonra aramza bir engel girse ve o vefat etse, onun ke-
sin tevhid üzere öldüünü söyleyemem. Çünkü ben bu arada onda ne gi-

bi deiiklikler olduunu bilemem."

823 Mü'minûn 23/63


824
Zumer 39/47
825
Ebiya 21/106
826
Bu ksm kitabn ilk basklarnda yoktur. Onu kitap üzerinde yaplan üç ciltlik tahkikti baskdan
aldk. Bu tahkik Mahmud brahim Muhammed Radvânî tarafndan yaplm olup 2001 Kahire
baskldr. (D. Selvl)
HAVF/LAH KORKU MAKAMI V KORKU SAHPLERNN HALLER ggg

Muhammed b. Sehl (rah) demitir ki. '"Sddklarn korkusu kötü son-


dandr. Onlar her hareketlerinde, her düüncelerinde ve davranlarnda
Allah'tan uzak kalmaktan korkarlar." Halbuki Allahu Teala kendilerini: 'On-
lar kalpleri korku çinde amel yaparlar*21 diye övmütür.

Yine Sehl demitir ki: "Kii günahlardan korktuu kadar yapt iyilik-

lerden azaba düeceinden korkmadkça korkusu salkl olmaz. Korku-


nun en üstün olan Allah'n kendisi için ezelde verdii hükümden korkmak-
tr ve bana sünnete aykr bir durumun gelip onu küfre çekmesinden sa-
knmaktr. Yüce Allah'n büyüklüünden ileri gelen tazim korkusu, kader
korkusunun ölçüsüdür."

Ariflerden birisi öyle demitir: "çinde bulunduum evin d kapsnda


ehitlik, iç oda kapsnda da slam üzere ölmek imkan olsa, ben, iç kap-
daki ölümü, d kapdaki ehitlie tercihe ederim." Kendisine: "Niçin?" di-

ye sorulduunda: Çünkü hücre kaps ile iç odann kaps arasnda ba-


ma neler geleceini bilmiyorum. Böylece tevhidin bozulmas söz konusu
olabilir," demitir.

Züheyr b. Nuaym el-Bâni'nin öyle dedii nakledilmitir: "Benim en


büyük üzüntüm günahlarmdan deildir. Esasen ben, günahlardan daha
çok tevhid inancmn alnp baka bir halde ölmekten korkuyorum."

bn Mübarek, Ebû Lühey'a yoluyla Bekre b. Sevâde'nin öyle dedii-


ni nakletmitir: "Sürekli tek kalmay, insanlardan ayr durmay seven bir

adam vard. Ebu'd-Derda (r.a), bu adamn yanna geldi ve:

-Allah akna söyle seni insanlardan ayr kalmaya sevk eden nedir?
Diye sordu. Adam:

-nsanlar arasna girince farknda olmadan dinimi yitirmekten korku-


yorum" dedi. Ebu'd-Derda:

-Söyle bakaym, senin tadn bu endieyi mahallede yüz kii ta-


yor mu? Diye sordu. O: "Hayr!" dedi. Ebu'd-Derda, sora sora on kiiye ka-
dar geldi. Hadiseyi nakleden Bekre b. Sevâde demitir ki:

"Ben bu olay amllardan birine anlattm. O da bana: "Bahsedilen ki-

i, Sahabeden urahbîl b. Smt'dr," dedi.

827 Müminun 23/60


386 KÛTU'L-KULÛB

Ebu'd-Derda, Allah adna yemin ederek demitir ki: "Kim ölüm annda
iman için hiç bir endie tamyorsa, o kimse imansz gider."

Ondan gelen baka bir rivayette: "nsan, ölüm annda iman unutup
ondan gafil olacandan korkmazsa, imansz gider," demitir.

Alimlerden birisi demitir ki: "Allah kime tevhid inancn verirse tam
verir; vermediine de hiç vermez. Çünkü tevhid inanc bölünmez, parça-
lanmaz."

Süfyan es-Sevri (rah) ölürken çok alam, figan etmiti. Kendisine:

"Ey Ebu Abdullah, Allah'n rahmetine güven, çünkü Allah'n aff senin gü-
nahlarndan büyüktür," denildi. O: "Günahlarma m alyorum zannedi-
yorsunuz? Eer ben tevhid üzere öleceimi bilsem, da kadar hatam ol-

sa dahi aldrmam ve Allah'n huzuruna böyle çkmam önemli görmem,"


dedi.

Bir keresinde eline yerden bir buday alarak: "Günahlarm benim için

bundan daha basittir, ben esas son nefeste imansz gitmekten korkuyo-
rum," demitir. Allah kendisine rahmet etsin, Süfyan es-Sevri korkudan id-

rarn kan boaltrd. O, ilahi korkunun etkisiyle bir çok hastala yakalan-
yordu. Bir keresinde idrarn alp gayr-i müslim bir doktora gösterdiler.
Doktor idrar biraz inceleyince: "Bu idrar Allah'tan korkan birisinin idrar-

dr," dedi.

Süfyan es-Sevri, Hammad b. Seleme'ye bakarak: "Benim gibi birisi

için af ümidi tayor musun yahut benim gibi birisinin günahlarnn ba-
lanacan umar msn?" diye sorard. Hammad da: "Evet senin affedile-
ceini umuyorum" derdi.

Selef/geçmi büyüklerden birisi demitir ki: "Eer son nefesimin hayr


üzere biteceini bilsem bu benim için bütün dünyaya sahip olup onlar Al-

lah yolunda harcamamdan daha sevimlidir."

Marifet ehlinden birisi : "O hanginizin daha güzel amel edeceini dene-
mek için ölümü ve hayat yaratt," 828 ayeti hakknda öyle demitir: "Allah
sizi hayatta iken kalplerinizi günah düünceleri için dönüp durmasyla,
ölüm hâlinde ise tevhitten yüz çevirmekle imtihan eder. Kimin ruhu tevhid
inanc üzere çkar, bütün bela ve imtihanlar geride brakp imtihann sahi-

828 Mülk/2
HAVF/LAH KORKU MAKAMI vt KORKU SAHPLERNN HALLER 387

bl Yüce Allah'a kavuursa, o kimse mümindir. Bu güzel bir imtihandr. Yü-

ce Allah u ayette böyle bir imtihan anlatmaktadr. "Allah bunu müminle-


ri güzel bir imtihandan geçirmek için yapt. "™

Kardelerimden biri bana sadk insanlardan birisinin u hâlini anlatt.

Bu zat Allah'tan son derece korkan birisiydi. Arkadalarndan birisine va-

siyet ederek öyle dedi:

"Vefatm gerçekleirken ba ucumda otur. Gözlerimi açtmda bana


bak; eer tevhid üzere vefat edersem, bütün mallarm sat, paras ile ba-
t ve: "Bu, kurtulan o insann dü-
ün hediyesidir," de. Yok eer tevhid üzere ölmediimi görürsen; insanla-
ra benim bu vaziyette öldüümü bildir ki, cenazemde bulunmakla aldan-
masnlar, beni sevenler cenazemde durumu bilerek hazr bulunsunlar. Ay-
rca vefatmdan sonra peimden gösteri yapmasnlar. Yoksa diri iken de
ölü iken de onlar aldatm olurum."

Bunun üzerine ben kendisine: "Senin tevhid üzere öldüünü nerden


anlayabilirim ki?" diye sordum; o, tevhid üzere vefat edenler için baz ala-
metler söyledi, ama burada onlar anlatmak istemiyoruz. Ben, onun söy-
ledii gibi ba ucunda durdum ve dikkatle kendisini gözetledim, onda gü-
zel ölüm alametlerini ve tevhid üzere gitme iaretlerini gördüm. Bu alamet
ve iaretler net bir ekilde ortaya çkarak ruhunu Allah'a teslim etti. Daha
sonra onun istedii ekilde vasiyetini yerine getirdim. Bu olay sadece
alimlerden baz seçkin kardelerimize anlattm.

Bu durumun asl udur: Kul vefat ederken hayatnda yapt kötülük-

ler kendisine bir daha hatrlatlr. Böylece, ömrünün son saatinde o kötü-

lükleri görmü olur. Eer o, bunlar görünce kalbiyle onlardan zevk alr ve
nefsiyle onlara meylederse, o halde kalr ve onunla sakin olur. Son anda
üzerinde durduu bu amelden hesaba çekilir. Bu az da olsa kendisi için

bir amel saylr ve bu onun hâtimesi/sonu olur. Ayn ekilde iyi amelleri de
kendisine hatrlatlr. Eer kalbi bu iyi amellere balanr ve onlar severse,
kalp bu amel üzerindeyken durur ve bu onun son ameli kabul edilir. Bu ay-
n zamanda onun güzel sonu olur.

«» Enfal8/17.
386 KÛTU'L-KULÛB

LAHÎ KORKUNUN KAYNAI VE ÇETLER


te yukarda bahsettiimiz türden ilimler korku ehline ilahî takdirden

korkmalarn gerektirmektedir. Bunlar, bu ilimle birlikte Rablerini yakinen


tandklar ve marifete erdikleri için devaml O'na nazar ederler; artk ken-

di amellerine bakmazlar.

Bu korku onlarn sahip olduu marifet ilmine karlk olarak verilmi

bir hediyedir. Onlar bildiklerini talepte ihlasl olduklar ve ilimlerinin hakk-

n verdiklerinde, ilahi bir ikram olarak kendilerinde Allahu Teala'y» bilme


korkusu meydana geldi. Bu hâl onlar için bir makam oldu. Bu konuda Yü-
ce Allah öyle buyurmutur:

"Korkanlarn içinden Allah'n lûtufta bulunduu iki kii öyle dedi.*30


Bu ayette geçen lütfün korku olduu söylenmitir.

Ashabu'l-Yemîn snfna giren müminler için bundan baka korku ma-

kamlar vardr. Bunlarn bir ksm unlardr:

Büyük günahlara düme korkusu. Azap ve ceza korkusu. Emirleri ye-

rine getirirken kusur ileme korkusu. lahi snrlar ama korkusu. Manevi
art ve yükseli sebeplerinin elinden alnma korkusu. Uyanklk hâlinin

Allah'a verdii sözde durmama korkusu. Kendisini tövbe ettii eylere gö-
türecek sebeplere tekrar düme ve onlarla imtihan edilme korkusu. stika-

metten bozuk hâle dönme korkusu. Alt ehvetlere tekrar bulama kor-
kusu. Salam delili/hak yolu bulduktan sonra kötü arzulara ve dünya men-
faatine dönme korkusu. Allahu Teala'nn geçmiteki günahlarna vakf ol-

mas, onlar kötü ileri yaparken kendilerine bakp yüz çevirmesi ve gazap

etmesi korkusu. Evet bütün bunlar marifet ehli için korku yollardr. Onla-

rn bazs dierinden daha yüksektir. Baz korkular dierinden daha id-


detlidir.

Denilir ki Ar, kainat dolduracak parlaklkta bir cevherdir. Kul herhan-

gi bir hâle girdiinde, o andaki ekli Ar'ta resimlenir. Kyamet günü olup

kulun muhasebesi yapld zaman kendisine Ar'taki sureti gösterilir; ora-

da kendisini dünyadaki hâli ile görür ve yaptklarn bizzat orada müahe-


830 Mâide5/23
"

HAVF/LAHÎ KORKU MAKAM vt KORKU 8AHPL6RNN HALLER 389

de eder. O anda kendisini tarifi imkansz derecede bir utanma ve korku


sarar.

Ariflerden birisi demitir ki: "Yüce Allah, kula bir marifet verdii zaman
kul onun gereine göre amel etmediinde kendisinden bu marifeti/ilmi al-

maz, aksine onu nimet miktarnca hesaba çekmek için verdiini kulda b-
rakr. Fakat ondan bereketi kaldrr ve manevi ilerlemesini durdurur."

Bunun dünyadaki misali cimri zenginin hâline benzer. Cimri zengin

dünyada parasn harcamaktan korkup fakirler gibi yaar, fakat ahirette


zenginler gibi hesap verir. lmin hakkn vermeyen alim de böyledir. O dün-
yada cahiller gibi yaar, ahirette alimlerin hesaba çekildii gibi hesaba çe-
kilir. Allahu Teala bir kula heva ve heveslerine tabi olduktan sonra kendi-
sine güzel nimet ve salih amel nasip ettiinde kul bu nimet ve salih amel-
le övünüp daha önce yapt kötülükleri unutursa ve tekrar onlara dön-
mekten korkmazsa Allah onu knamaktadr. Yüce Allah bu konuda öyle
buyurmutur:

"Eer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattrsak
i" der ve o bu hâliyle sevinip övünür. ™ Al-

lahu bu ayetin peinden öyle buyurmutur:

"Ancak (kötülüklere) sabredenler ve salih amel ileyenler bu hâlin d-


ndadr. Onlar için bir mafiret ve büyük bir sevap vardr.

Çünkü onlar amelleriyle övünmezler. Amele bakp onunla bir makam


elde edeceiz diye düünmezler. Böyle yaparlarsa amellerinden yüz çev-
rileceini ve farknda olmadan hepsinin boa gideceini bilirler.

Allahu Teala kulun hiç farknda olmadan amellerini iptal etmesi gibi,

onun bilmeden tuzaa da düeceini belirtmitir. ki durumda da kul iin

farknda olmaz. Bu konuda Yüce Allah öyle buyurmutur:

"Biz de onlara hiç farknda olmadklar bir tuzak hazrladk.*32

"Hiç farknda olmadan amellerinizi boa çkarmaktan korkun ve böyle


yapmayn.*33

831
Hud 11/10
832 Nemi 27/50
833 Hucurat49/2.
390 KÛTÜ'L-KUtÛB

AHahu Teala mekir/gizli tuzak ile fitneyi ayr tutmutur. Fitne/imtihan,


kulun kaderin act-tatl tecellileri karsnda ne yaptn denemektir. AHa-

hu Teala bu konuda öyle buyurmutur:

"Aksine o (nimet), bir imtihandr. Fakat onlarn çou bunu bilmez"634


Bu ayetin iaretine göre; onlarn içinde bu imtihan bilen az saydaki insan,
Yüce Allah'n kul için tercih ettii durumun ne hikmet tadn ve imtiha-
nn srrn bilmektedir. Mekir/gizli tuzak ile fitne arasndaki hâle istidraç de-

nir. Asl tuzak budur. Onu insanlar hiç fark edemezler. stidraç kelimesinin
asl, bir eye yava yava ulamaktr, istidraca düürülen kul isyan ettii

nimetler içinde yava yava azaba yaklatrlr. Farknda olmasn diye


böyle yaplr. u ayette istidraca düenlerin hâli anlatlmaktadr:

"Ne zaman ki kendilerine yaplan uyarlan unuttular, biz de üzerlerine


bütün nimet ve zevklerin kaplarn açtk. Onlar kendilerine verilen bu ni-

met ve zevk içinde sevinip elenirken aniden kendilerini yakaladk O an-


da bütün ümitleri bitti.*35

Bu ayetin manas hakknda denilmitir ki: Onlar yeni bir günaha dal-

dklarnda biz de kendilerine yeni bir nimet verdik. Bir kötü arzuyu hatrla-
dklarnda onlara tövbeyi unutturduk. Onlar bu hâl içinde sevinip elenir-

ken aniden kendilerini yakaladk. Böylece gülüp elendikten sonra kendi-


836
lerini alattk. Hiç üphesiz O'nun yakalamas çok iddetlidir.

MÜNAFIKLIK KORKUSU
Korkularn bir çeidi de nifak korkusudur. Sahabe-i Kiram ve selef-i

salihin/önceki büyükler nifaktan çok korkuyordu.

Huzeyfe (r.a) derdi ki: zamannda birisi bir söz


"Allah'n Rasûlü (s.a.v)

söylerdi de onun yüzünden Allah'a kavuana kadar münafk olarak kalr-


d. Halbuki ben bu sözleri sizden birinizden günde on kere iitiyorum."

Yine o derdi ki: "Kalp bazervöyle anlar yaar ki, kalbin içi imanla do-
lar. Öyle ki orada nifak için bir ine ucu kadar boluk kalmaz. Bazen de

634
Zümer 39/49.
*» En'am6/44.
838 Bu ksm tahkikli baskdan alnmtr.
HA VF/L AH KORKU MAKAMI vt KORKU SAHPLERNN HALLER 391

kalp nifakla dolar, öyle olur ki orada iman için bir ine ucu kadar bo yer
kalmaz."

Allah Rasülünün (s.a.v) Ashab öyle diyordu: "Siz, gözünüzde çok


küçük gördüünüz öyle iler yapyorsunuz ki; biz onlar Allah Rasûlü
(s.a.v) zamannda büyük günahlardan sayyorduk."

Bir baka rivayette: "Biz bunlar insan helak edici günahlardan görü-
yorduk," denmitir.

Allah rahmet etsin, Hasan- Basrî (rah) öyle diyordu: "Eer ben, ni-

faktan tamamen arndm bilsem bu benim için üzerine güne doan her
eyden/dünya ve içindekilerden daha sevimlidir."

Birisi kendisine künyesi ile hitap ederek: "Ey Ebu Said! Baz insanlar

günümüzde nifak yoktur, diyorlar, buna ne dersiniz? diye sordu. Hazret u


cevab verdi:

"Ey kardeim! Eer münafklar bu ehirden çkp gitseler/ehir boa-


lrd ve sizler yalnzlktan ürkerdiniz."

Bir defasnda Hasan- Basri demitir ki: "Eer münafklarn kuyruu


olsayd, her yan kaplarlar ve müminler ayak basacak yer bulamazlard."
Biz bu sözü bakalarndan da rivayet ettik. 837

Denilmitir ki: Nifaktan kendisini kurtaran ancak üç snf vardr. Bun-


lar sddklar, ehitler ve salihlerdir. Bunlar sahip olduklar kamil iman ve
yakin sayesinde Allahu Teala'nm kendilerini peygamberlere katt ve en
büyük nimete ermekle övdüü kimselerdir.

Denilmitir ki: "Kim nifaktan emin olursa o, münaftktr."

Alimlerden birisi demitir ki; "Münafkln alameti kiinin bakas için

ho görmedii eyin aynsn yapmas, zulümle elde edilen bir eyi sev-
mesi ve hak olan herhangi bir eye kzmasdr."

Kendisinde olmayan bir eyle övüldüü zaman kiinin bunu been-


mesi de bir münafklktr. Münafkln alametleri saylmayacak kadar çok-
tur. Bir rivayete göre yetmi tanedir. Bir hadis-i erifte bunlardan münafk-
ln dier ksmlarna temel tekil eden dört tanesi saylmaktadr. Bu ko-
nuda Allah'n Rasûlü (s.a.v) öyle buyurmutur:
837
Son iki söz, tahkikti baskdan alnmtr.
392 KÛTU'L-KULÛB

"Dört ey vardr M, onlar kimde bulunursa, o kimse namaz da klsa,

oruç da tutsa, kendisini mûslûman da zannetse yine tam bir münafktr.


Kendisinde bunlardan birisi varsa, onu terkedinceye kadar nifaktan bir iz

tar. Bunlar konutuu zaman yalan söyler, söz verdiinde sözünde dur-
maz, kendisine bir ey emanet edildii zaman ihanette bulunur ve tartt-
zaman haddi ap zulmeder.*38
Baka bir rivayette: "Anlat zaman, sözünde durmaz' sfat vardr.
Bununla beraber be tane olmaktadr.
Sahabeden Amr b. el-Âs (r.a) vefat yaklatnda oullarna: "Ben-
den sonra kzm falanca ile evlendirin," diye vasiyette bulundu. Onlar hay-
ret ederek bakmaya baladlar. Çünkü bahsedilen adam kzn
birbirlerine

dengi deildi. Onlar bu vaziyette görünce açklamay yapt: u


"Ben ona seni kzmla evlendireceim, diye söz vermitim. imdi bu
sözümü tutmayarak Allahu Teala'nn huzuruna münafklarn üç sfatndan
birisiyle gitmek istemiyorum."

Sahabe-i Kiram (r.anhüm): "Yalan nifaktan bir kapdr; yalan söyleyen


nifaka girmi olur," derlerdi. 839

Bir adam bnu Ömer'e (r.a) yanna gider,


gelerek: "Biz bu yöneticilerin

söylediklerini tasdik ediyoruz. Fakat yanlarndan ayrldmz zaman hak-


larnda olumsuz eyler konuuyoruz. Bu nasl bir durumdur?" diye sordu-
unda bnu Ömer (r.a): "Biz bu davran Allah Rasûlü (s.a.v) döneminde
nifaktan sayyorduk," demitir.

Yine baka bir yolla gelen bir rivayette öyle anlatlmtr: "Abdullah
b. Ömer (r.a) bir gün Haccac' kötüleyen, onun aleyhinde konuan bir
adam gördü. Adama: "Eer Haccac' n yannda olsaydn bunlar söyler
miydin?" diye sordu. Adam: "Hayr!" dedi. bnu Ömer: "Biz bu davran Al-
lah Rasûlü (s.a.v) zamannda münafklk sayardk," dedi.

Bu örneklerden daha ar olan bir örnek de öyledir: Bir grup insan


Hz. Huzeyfe'nin (r.a) kapsnda oturmu onu bekliyorlard. Bu arada onun-
la ilgili bir eyler konuuyorlard. O, evinden çkp yanlarna gelince ondan
utanarak sustular. Onlara: "Konumanza kaldnz yerden devam edin,"
838 Buhar, man, 24; Müslim, man, 59.
839 Amr b el-As (r.a) ile ilgili hâdise tahkikli baskdan alnmtr. (D. Selvi)
HAVF/LAHt KORKU MAKAMI v« KORKU SAHPLERNN HALLER 393

dedi, onlar sükût ettiler. Bunun üzerine Huzeyfe, "Biz bu durumu Allah Ra-
sûlü döneminde münafklk sayardk," dedi.

Denilmitir ki, "Kim münafklktan hiç endie etmezse o kimse müna-


fktr."

Bir adam alayarak Hz. Huzeyfe'ye (r.a) geldi ve:

-Helak oldum, dedi. Huzeyfe (r.a):

-Ne oldu neyin var? Diye sordu. Adam:

-Münafklktan korkuyorum, dedi. O zaman Huzeyfe (r.a):

-Eer sen münafk olsaydn, nifaktan korkmazdn. Münafk, nifaktan


840
hiç endie etmeyen ve kendini emin gören kimsedir, dedi.

Nifak hakknda bundan daha ar hüküm Hasan- Basrî'nin u görü-


üdür: "nsann içiyle dnn, diliyle kalbinin, giriiyle çknn farkl olma-
s nifaktandr."

Kulun tevhid inancndaki noksanlndan ve yakîninin zayflndan


kaynaklanan nifak ve gizli irk halleri müminlerin Allah'n azabndan ve
amellerinin boa çkacandan korkmasn gerektiren bir durumdur.

bn Mesud'un (r.a) u sözü de bunu ifade etmektedir: "Kii, dindar bir

halde evinden çkar, ama dinsiz olarak eve döner. Birisiyle karlar, 'sen

öyle öyle iyi birisisin' der. Bir bakas ile karlar 'sen öyle söylesin'

der. Öyle olur ki adamda hiçbir ey brakmadan sayp döker. Bu yüzden


Allah, kendisine gazap eder." Yani bilmedii insanlar temize çkarp, "sen
iyisin" der; kötülenmesi gerekenleri över; bu durumda kalbi ve dili farkl
olur. te bunda Allah'n gazab vardr.

MANSIZ KALMA KORKUSU


Bütün bu korkularn üstünde insanda imann sökülüp alnmas korku-

su vardr. man el-Mümin olan Allah'n sana emanet olarak verdii bir ha-

zinesidir. Diledii zaman onu ortaya çkarr; diledii zaman da senden alr.

Acaba, bu hazine Allah'n sana keremiyle ikram ettii bir ba m yoksa


sana emanet ve ödünç olarak verip sonra alaca bir ey midir? Bunu bil-
mek mümkün deildir. Hiç üphesiz bu Yüce Allah'n adalet ve hikmetiyle

840 Bu ksm, Kûtu'l-Kulûb'un tahkikti basksndan alnmtr.


394 KÛTU'L-KULÛB

olmaktadr. O bunu senden gizli tutmutur, akbetin ne olacan ancak


kendisi bilmektedir.

Yahya (rah) derdi ki: "Günlük yiyeceinin helalden mi haramdan m


olduunu bilmeme korkun seni, daha fazla eyleri temenni etmekten al-

koymaldr. Yine imansz kalma korkun seni, Abdallarn/velilerin derecele-

rini temenni etmekten alkoymaldr. Sana istediin dünya nimeti verilme-


yince, verilenleri de az bulursun. Halbuki Allahu Teala sana iman vermek-
le hazinelerindeki en hayrl eyi vermitir. Bundan büyük nimet olmaz."

Hiç üphesiz insandaki iman kaybetme korkusu, onun varl ile se-
vinme ve övünme alametidir.

Ariflerden birisi demitir ki: "nsan ancak son nefesinde Allah'a vasl

olduunda imansz kalma korkusu biter."

Ebu'd-Derdâ'nn yemin ederek söyledii gibi, imann alnmasndan


hiç endie etmeyen kimse sonuçta imansz kalr. Yine Hz. Huzeyfe'nin az
yukarda söyledii, öyle anlar olur ki kalp nifakla dolar; içinde iman için bir

ine ucu kadar bo yer kalmaz, sözü iyi düünülmelidir. Eer ölüm tam bu
zamana denk gelse ve bu durum kiinin son nefesi olsa, ruhu nifak üzere
dünyadan çkmaz m?!

Bunun gibi kalbin deiik irk ve üphe halleri içinde dönüp durmas
da korkulacak bir eydir. Çünkü eer kalpte o hâl kulun vefat anma denk
gelirse; Mevlâ'syla karlamas yani hatimesi bu hâl üzere olacaktr. Bu
son zamana "hatime" denmesinin sebebi, bunun insann amelinin ve öm-
rünün sonu olmasndandr. Bir eyin hatimesi onun sonu demektir. Yüce
Allah bu manada Hz. Peygamber'e (s.a.v) "Hâtemü'n-Nebiyyin" sfatn
vermitir. 841 Peygamberlerin sonuncusu demektir. Yine: "Onun hitâm
misktir,"* 42 ayetinde anlatlmak istenen de ayn manadr. Yani cennette içi-

len kadehin sonu misktir.

Korku çeitlerinden birisi de kula verilen ilk marifetin kalmasyla bera-


ber, iman ilmindeki artn kesilmesidir. Bu da kul için bir istidraç hâlidir.

Alimlerden birisinin dedii gibi, Allahu Teala bir kuluna marifet verir de o
buna göre muamele etmezse, bu marifeti ondan geri almaz, fakat bunu
841
Ahzab 33/40
«« Mutaffifin 83/27
HAVF/LAH KORKU MAKAMI vt KORKU SAHPLERNN HALLER 395

aleyhinde bir hüccet yapar. Karlnda da kendisini hesaba çeker. Ancak


onun manevi ilerlemesi durur.

Bazen kulun kalbi kat iken gözü yal olur. Bu hâl ancak kamil insan-
larn bilebilecei bir noksanlktr. Çünkü bu hâl kulu Allah katnda kendisi-
ne fayda verecek eyleri elde etmekten engeller. Ona kendisiyle aldana-
ca ve halkn içinde fitneye düecei bir eyler verir. nsana verilen ba-
taki göz dünya içindir; melekut aleminden olan kalp gözü ise ahiret içindir.

Mücahid demitir ki: "Hiç üphesiz baz insanlar vardr ki iki gözü a-
lar fakat kalbi tatan daha katdr."

Malik b. Dinar demitir ki: "Tevrat'ta unu okudum: "Kul tam bir müna-
fk olduu zaman gözlerine tamamen hakim olur ve diledii zaman istedi-

i kadar alar. Nitekim onlar, nifaktan kaynaklanan bu alamaktan Allah'a

snyorlard. huu, kula alama kaplarnn açlmas fakat sa-


Nifak olan
dakat ve zillet ile huu kaplarnn kapanmasdr. Bu tür bir alamaya mi-
sal olarak Allahu Teala öyle buyurmutur: "Yusufun kardeleri onu kuyu-

ya attktan sonra akamleyin alayarak babalarna geldiler.™3


Selef-i Salihîn/önceki büyükler: "Nifak olan huudan Allah'a snn"
diyorlard. "Kendilerine: "Bu, ne demektir? diye sorulunca: "Kalp kat iken

Bir insana yasz bir gözle kalp incelii vermesi, yal bir gözle kan bir

kalp vermesinden daha hayrldr. Kalp ehli ariflere göre, kalbin ince olma-
s onun huu, korku, tevazu sahibi olmas, mahzun ve Allah'a yöneli hâ-
linde bulunmasdr. Kalbi bu durumda olanlara gözlerinin alamamas bir

zarar vermez. Ancak bunlarla beraber alamas büyük bir fazilettir. Allah
kime göz ya verir de onu kalp huusundan, tavazudan, boyun eip hak-
ka yönelmekten mahrum etmise; bu onun için bir tuzaktr. te bu hâl,

gerçek mahrumiyet ve faydal eyi kaybetmektir.

Bu durumda gözün bütün alamas, akln ilmiyle olur. Tevhit ilmi ise
yakînin müahedesiyle gerçekleir ve onda alamak yoktur. Çünkü tevhit
ilmi, vahdaniyeti müahede eden insan için zuhur eder ve bu, onu kudret
ilmine götürür. Artk yalar, bu kudretin etkisiyle akmaya balar. Yüce Al-

lah, gerçek alayanlar, alamalarnn kendilerinde huuyu artrdn bil-

direrek onlar övmü ve öyle buyurmutur:


e*3
Yûsuf 12/16
396 KOTU'l-KULOB

"Alayarak yüzüstü yere kapanrlar. Bu onlarn saygsn artrr.*"


Eer alamak, kibir ve övünmeyi artryorsa biz, bundan hareketle
kalpte huuun olmadn anlarz. Bu bir zorlama ve nefsin gizli afetlerin-

den doan kendini beenme hâlidir. Demek ki korkunun en büyüü, ezel-

de takdir edilen hükümden ve son nefesteki halden korkmaktr. Nitekim

ariflerden birisi demitir ki:

"Benim alamam ve üzüntüm, günahlarmdan ve ehvetlerimden de-


Çünkü bunlar benim tabii huy ve sfatlarmdr Zaten bir insan olarak
ildir.

benim için uygun olan da onlardr. Benim asl üzüntüm ve endiem; ilahî
kaderde kullar arasnda taksimat yapld zaman payma neyin dütüü-
dür. ayet benim nasibimde haktan uzaklk varsa, hâlim nice olur, ben bu-

nu düünüyorum."

Bizim burada anlattklarmz peygamberlere varis olan ariflerin ve


muttakilerin imam olan kuvvet ve temkin sahibi ilim adamlarnn korkula-

rdr.

Ebu Muhammed'e (rah) "Allah mümin bir kimseye zerre arlnca


korku verir mi?" diye soruldu, o da: "Müminlerden öyle insanlar var ki ken-

dilerine Uhud da arlnca korku verilmitir," dedi. Kendisine: "Peki bu


korku içinde onlarn durumu nasl olur? Onlar yerler, içerler ve evlenirler,"
diye soruldu, Hazret u cevab verdi: "Evet onlar bu dediklerinizi yaparlar;
ama müahede hâli onlardan hiç ayrlmaz. Me'vâ cenneti onlar gölge-
ler/kalpleriyle hep onun içinde seyrederler," dedi. "Peki bu durumda korku
nerede kald?" diye sorduklarnda, Ebu Muhammed öyle demitir:

"Allahu Teala'nn kudret perdesi ilahi bir hikmetle onu tar, kalbi be-

eriyet sfatlaryla yapt tasarruflarda bu perde altnda gizler. Bu kulun


durumu peygamberlere benzer."

Bu durum onun dedii gibidir. Çünkü kulun Allahu Teala'nn tasarruf

ve hikmetinde tevhidi müahede etmesi onu ilahi hükümleri tam olarak ye-

rine getirmeye sevkeder. öyle ki; imann kalpteki nuru çok büyüktür.

Eer kalbin üstüne veya dna taarsa vücudu yakar. Hatta ona bal
olan maddi eyleri de yakar. Ancak kalp, hükümlere mahal olmas ve on-

srâ 17/109
HAVF/LAH KORKU MAKAMI v« KORKU SAHPLERNN HALLER 397

lan hakkyla yerine getirebilmesi için ilahi bir lütufla gizlenmi ve ilimle ör-

tülmütür.

Kalpteki korku nurlar ilahi kudret ve sfatlarn tecellisidir. Çünkü nur-

lar ilahî isimlerle perdelenmitir. simler fiillerle, fiiller ise hareketlerle per-

delidir. Hareket kudreti ile ortaya çkar. Bu hareketin ötesinde ayba ait bir
durumdur. Bunun gibi hikmetle tasarruf da imann nurundan meydana ge-
lir. mann nurlar, onun ötesinde sakldr.

Ariflerden birisi "Eer müminin Allah katndaki gerçek yü-


demitir ki:

zü halka gösterilse onlar Allah' brakp ona ibadet ederlerdi. Eer mümi-
nin kalbinde gizlenen nur, dünyada ortaya çksa yeryüzünde hiçbir ey sa-

bit kalmaz, hepsini yakard."

Tarafndan bir merhamet ve rahmet olarak kendisine yol bulsunlar ve


istifade etsinler diye hikmetiyle kudretini gizleyen Allah ne kadar yücedir
ve her türlü noksan sfatlardan uzaktr.

Ubey b. Ka'b'n kratnda Nur süresindeki X>'nun nurunun misali" aye- ^

ti, "müminin nurunun misali" eklinde okunmutur. . Eer müminin nuru,


O'nun nurundan olmasayd "O'nun nurunun" yerine "müminin nuru" den-
mesi caiz olmazd.

Sehl (rah) öyle demitir: "Gerçek korku, yasaklanan eylerden uzak-


lamaktr. Hayet verâya/takvaya ulamaktr. Azaptan çekinmenin sonu
zühttür."

Sehl baka bir sözünde öyle demitir: "Cahilin korkmas, onu ilme,

alimin korkmas zühde, amel edenin korkmas da onu ihlasa çarr. hlas
farzdr, ona ancak havf/ilahi korku ile ulalr. Gerçek.korkuya ancak zühd
ile ulalr. Demek ki korku herkes için en uygun olandr. Çünkü avamn
Allah korkusu, onlar haramdan uzaklatrr. Seçkin velilerin korkusu onla-
r verâ ve zühde götürür. Allah'tan gerçek manada korkan kimse haram-
lar ve dünya muhabbetini terk eder. u halde korku ibadetin evveli olmak-

tadr. Çünkü korku, ihlas meydana getirir. Onun meyvesi, gönlü dünya-
dan çekmektir. Bu ise haramlardan kaçmay gerektirir."

Sehl (rah) dier bir sözünde öyle demitir: "Kalbinde Allah korkusu
görmek isteyen kimse, yalnz helal lokmadan yesin. Recâ ilmi ancak kor-
ku sahibine layktr."
398 KÜTU'L-KULÛB

Yine o demitir ki: "Havf/korku kelime olarak müzekker, recann bir

parças olan muhabbet ise müennes snfna girmektedir. Baksana, ibadet

ehlinin çou muhabbet iddiasnda bulunmaktadr"

O, bu sözüyle, havfn recadan üstünlüünün erkein kadna olan üs-


tünlüü gibi olduunu kasdetmektedir. Çünkü havf, ilim adamlarnn hâli-
dir; recâ ise amel edenlerin hâlidir. Alimin abide üstünlüü, dolun ayn di-
er yldzlara olan üstünlüü gibidir.

Bu konuda Hz. Peygamber'den (s.a.v) u hadis nakledilmitir: "Fazla

ilim benim için fazla ibadetten daha sevimlidir. Dininizin en hayrls vera-
drtakvadr.™

ALLAH'TAN KORKMANIN GERÇEK MANASI


Bil ki alimlere göre havf, halkndüündüünden bakadr. O, halkn
korku deyince aklna gelen kzma, yakma, barma, kökünü kazma gibi
manalarn dnda bir eydir. Çünkü bunlar, korkak ve akn kimselerin

birtakm hayal ve histeridir. Bunlar gerçek bir ilme dayanmaz. Onlar arif-
lerden baz sûfîlerin muhabbet halleri içinde yaadklar yanma ve kendin-

den geçme halleri gibi de deildir.

Alimlere göre havf/ilahi korku, salam bir ilmin ve doru bir müahe-
denin addr. Buna göre; eer bir kula, ilmin hakikati ve sdka dayal bir ya-

kin hâli verilmise ite ona korku sahibi denir. Bunun için Hz. Peygamber
(s.a.v) insanlar içinde Allah'tan en çok korkan idi. Çünkü o ilmin hakikati-

ne ulamt. Ve yine o, insanlar içinde Allah' en fazla sevendi. Çünkü o,


ilahi yaknln zirvesinde idi. Onun hâli her iki makamda da sekinet ve va-

kard. Allah Rasülü (s.a.v) bütün hallerinde temkin ve tesbit üzere bulun-
maktayd. Onun zaman zdrap, sknt, hayret ve aknlk olma-
hâli hiçbir

mtr. Kendisine bütün halkn sahip olduu akln ve ilmin kat kat fazlas
verilmiti. Allahu Teala halk için onun kalbini geniletti ve onlara sabretme-
si için gösünü açp nurla doldurdu. Allah Rasûlü (s.a.v), köylüye köylü üs-

lubuyla davranr, çocukla çocuk gibi olur, kadnlara kar hâline uygun dav-
ranrd. Yani onlarn her birine ilim ve akllarna göre hareket ederdi. Her-

845 Heysemî, Mecmau'z-Zevaid ,


I, 120. Elbânî hadisin sahih olduunu söylemitir. Bkz: Elbânî,

Sahîhu'l-Câmii's-Saîr, II, 776.


O "

H AVF/L AHl KORKU MAKAMI V K RKU SAHPLERNN HALLER 399

kese kendi seviyesine uygun davranrd. Bunu onlardan her biriyle yakn-
lk kurarak ilim ve edepten nasibini vermek ve haklarn tam olarak yerine
getirip noksanlarn tamamlamak için yapard. Böylece, onlarn kendisini
gözlerinde çok büyüterek bir ey sormaktan ve kendisine yakn olmaktan
uzak kalmamalarn salyordu. Bütün bunlar onlarn tam olarak bileme-
yecei bir hikmetten ve ftratna konulan rahmetten yapyordu. Kendisine
onlarn zevk ve hallerinden bir derece verilmiti. O bütün bunlar, hiç zor-
lanmadan ve yapmack bir tavra girmeden kolayca yapyordu. Onlar son-
suz hikmet sahibi ve her eyi bilen Allah öretmiti. Bunun içindir ki Yüce
Allah O'nu yüksek ahlakla vasflandrarak hakknda öyle buyurdu:
846
"Hiç üphesiz sen yüce/büyük bir ahlak üzeresin.
Ayetin tefsirinde öyle denmitir: "Rasûlüm sen rububiyyet ahlâk/ila-

hi ahlak üzerindesin." Ayetin baka bir kratnda azîm kelimesi sfat deil
muzafun ileh olarak izafetle okunmutur. Bu durumda mana: "Azim/büyük
olan Allah'n ahlak üzerindesin" eklinde olmaktadr.

Bu ahlakta olan kimse temkin hâlinin kuvvetinden ve aklnn yüksek


seviyede olmasndan dolay kendi hâlinden bir ey ortaya çkarmaz; hâli-

ni gizler. Bunu yaparken karsndaki insanlarn kendisinden alaca nasi-

bi de noksanlatrmadan onlara ulatrr. Adaletin gerçeklemesi için böy-


le yapar. O gerçek zühde ulat ve son derece huu ve tavazu sahibi ol-

duu için, sahip olduu hiçbir eyle kimseye üstünlük salamaya çal-
maz. Manevi hâlinin kuvvetli olmasndan, ilim ve hikmette yüksek payeye
ulamasndan dolay hiçbir ey ona üstün gelemez. Onlar göründükleri gi-
bidirler; ayrca göründüklerinin ötesinde pek çok güzel hallere sahiptirler.

Bu anlattmz eyler, arif velilerin yoludur ve derece srasyla peygam-


berlerden sonra gelen, hâlinde sabit asfiyan n/seçkin kullarn usulüdür.

Ariflerden birisi demitir ki: "Kim kendi ilmî seviyesine göre halktan
anlay beklerse ve onlara kendi aklnn seviyesinde konuursa, onlarn
nasibini kesmi olur ve onlar için Allah'n koyduu hukjku yerine getirme-
mi olur."
Alimlerden birisi öyle demitir: "Bildii her eyi halka anlatan ve ken-
disine nasip edilen her eyi onlara açklayan kimse imam/önder olamaz."

846
Kalem 68/4
400 KÛTU'l-KULOB

Yahya Muaz öyle demitir: "Kimseyi yolundan yani takip ettii çiz-
b.

gisinden çkarma ve ona anlamayaca bir ey konuma. Çünkü böyle ya-


parsan onuyormu olursun ve kendisine bir fayda vermezsin. Fakat her-

kese alaca kadar anlat, kapasitesi kadar konu."

Alimlerden birisine: "Arif olan halktan kaçar m?" diye sorulunca: "Ha-

yr kaçmaz, fakat onlarn bir çok iinden nefret eder," dedi. "nsanlar arif-

ten kaçar m?" diye sorulunca: "Hayr kaçmazlar, ama kendisinden çeki-

nirler," dedi.

Havfn, ulamak manasna geldiinin bir delili de


ilmin hakikatine

Übey b. Kab'n: "Onlar azdrp inkara sürüklemesinden kodduk da böyle


yaptk*47 ayetini "Rabbin onlar inkara sürüklemesinden korktu." Manasn-
da okumasdr.Nahiv alimlerinden Yahya b. Ziyad der ki: "Allah korktu" de-

mek, Allah bildi, manasndadr. lmin bir dier ismi de havftr. En dorusu-
nu Allah bilir.

GERÇEK KORKUNUN OLUMA EKL


Korku, ayn zamanda mana isimlerinden olup sfat manas tar.
Onun varl zdd olan sfatn yokluu ile olur. Kalpten dünya ve ahiret
halleriyle ilgili bütün emniyet düünceleri yok olup gittii zaman gerçek
korku oluur. O zaman insan bütün hallerinde, dünya ile ilgili bütün i ve
tasarruflarnda, kalplerin ve nefislerin deimesinde, ehvetlerin kendisini

çekme durumlarnda Allah'n mekrinden/gizli tuzak ve imtihanndan emin

olmaz, örf ve adetlerle huzur bulmaz ve hiç bir eyde kesin olarak güven-

cede olduu hükmüne varmaz. te o zaman insan gerçek korkuya ula-

m demektir. Buna göre kul bütün bu durumlardaki güvenini kaybetmek-


le hâif/korkan ismini alr. Bu, Arap lisannda kullanlan ve yaygn olan bir

ifade tarzdr. Arapça'da birisi "u eyden korkuyorum" dedii zaman "on-
dan emin deilim" demek ister. Veya bir eyin oluu hakkndaki bilgisi ke~

sinleince: "u iin olmasndan korkuyorum" der.

Alimlerden birisine: "u arife ne oluyor ki her durumda korkuyor?" di-

ye sorulunca: "O Allah'n kendisini her halde hesaba çekeceini bildiin-

847
Kehf 18/80
den korkar," demitir. Bunun için o, hiçbir halde emin olmaz ve hiçbir hâ-
le güvenip rahat edemez.

Bütün bunlardan sonra unu da zikretmeliyiz: Korku sahiplerinin fark-

l yollar ve halleri vardr. Bunlar, içine dütükleri iddetli, ürpertici ve yak-

c korkudan kaynaklanmaktadr. Bu yollar, seçkin ve faziletli takva imam-


larnn gittii yollardan farkldr. Onlara benzer gözükür fakat onlarda bü-
yük alimlerin ve seçkin imamlarn naklettii bir takm tehlikeler vardr. O
yollara sadece baz zahit ve abidler girmilerdir Ancak alimlerin belirttii

gibi; bunlarn hiç biri faziletli deildir.


-

Ariflere göre bu yollar, kendisi için yar edilecek ve imrenilecek ey-


ler deildir. Çünkü onlar bazen insan gidilecek yoldan çkarp tehlike' çu-
kurlarna iter. Ben bunlarn bir ksmn tantmak ve onlarn ne olduunu
açklamak istiyorum.

KORKUNUN VÜCUTTA YAPTII ETKLER


Bilmi ol ki korku yedi yoldan vücuda girer ve etkisini gösterir. Baz is-

tisnalar hariç, bu korkular vücudu tahrip ve sahibini telef eder.

Bazen korku kalpten doru vücudun en hassas noktas olan öd kese-


sine sirayet eder; onu yakarak ölüme götürür. Bunlar, korkudan kaynakla-
nan baylma, sayha ve ani vecdle ölen zayf kimselerdir.
-

Bazen korku kalpten dimaa sçrar; akl yakar, kul akna döner, gü-
zel hâli gider, makam düer.

Bazen korku ak ciere girer ve onu yakar deler. Bu durumda kul ye-

meden içmeden kesilir. Öyle ki vücut verem olur, kan kurur. Bu hâl, açlk
içinde sknt çeken, sararp solan kimselerin bana gelir.
Bazen korku kara ciere yerleir. Yüzde solgunluk ve devaml bir

üzüntü hâli meydana getirir. Kulu uzun düüncelere ve uzun süre uykusuz
kalmaya sevk eder. Bu makamda uyku gider, devaml uykusuzluk hâli

meydana gelir. Bu, önceki korkularn en faziletlisidir. Bu tür korkuda ilim

ve müahede mevcuttur. O amel ehlinin korkusudur.


Bazen korku omuzla kürek kemii arasnda/srtta etkisini gösterir.

Hayvanlarda vücudun bu ksmndaki et en yumuak ve en tatl ettir. Pey-

gamberimiz (s.a.v) de etin bu ksmn yemekten holanrlard. 848 te bu

bölgeye yerleen korkudan dolay, vücutta titreme meydana gelir, hare-

ketler karr, vücut davranlar dengesiz olur.

Bazen korku etkisini göstermeye kalpten balar, akl sarar, onun dü-

tr. Bu aynen günein gökte ay n


ünme gücünü mahveder. Çünkü korkunun kuvveti onu etkisi altna alm-

ku melekût hazinelerinden ortaya çkarak srrn en üst noktasnda


yok etmesine benzer. Bu halde kor-
etkisini

göstermektedir. Bu durumda onu tayan akl zayf kalr, akl zayf dütü-
ü için vücut zdrap ve skntya düer. Bu durumda kulun denge sfat za-
yflad için bir kararda kalamaz.

Bunun sebebi udur: nsann bütün organlar bir hikmet icab ve sa-
lam bir denge için ayr ayr olsalar da, hepsi bir tek ey gibi hareket eder-

ler. Allahu Teala kudretinin inceliini ortaya koymak ve ilahi iradeyi gös-
termek için onlar bir araya getirmitir. Bünyenin en alttaki organ en üste-

ki ile balantldr. En üste bulunan organ bir sarsnt geçirince, bu onda


kalmaz, en alttaki organa doru iner. Organlardan birisinde bir hastalk
meydana gelse, bu dier bütün organlarda etkisini gösterir. Bu organn iyi-

lemesi de böyledir.

Bu korku hâline sahip olanlar fazilete daha yakndr ve kendilerine ilim

ehli denmeye daha layktr. Onun için bu yola büyük alimler ve kalp ehli

faziletli insanlar sülük etmilerdir. Bunlar Tabiûn nesli içinde çoktur. Rabi'

b. Heysem, Üveys el-Karanî, Zurare b. Evfâ ve benzeri seçkin insanlar

bunlardan bazlardr. Allah kendilerinden raz olsun, Hz. Ömer ve bnu


Mesud (r.a) gibi sahabenin ileri gelenleri bu hâli kötü görmemilerdir.

Hatta bizzat Hz. Ömer (r.a), bazen baylr ve yere düen bir deve gi-

biçrpnrd. Dengesini kaybeder yere düerdi. Bu durumu Saîd b. Cü-


zeym de yaard. Kendisi zahit sahabilerinden ve ordu komutanlarndan
biriydi. Hz. Ömer onu am'a vali olarak göndermiti. Hz. Ömer'e onun
zühdü ve ar fakirlii anlatlnca, kendisini knar ve uyarrd. Hz. Ömer,'
kendisine çoluk çocuu için harcasn diye yüz ila dörtyüz dinar arasnda

deien oranlarda para gönderdi. Ancak o, bu paray alr almaz tamam-


848 es-Sar, No: 7097-7098.
Bkz: Suyuti,
H A V r MU M n I nwnr>w mnnnm . »

nt gazilere datt. Bu hâdise uzunca bir kssada anlatlmaktadr. Nihayet


am'llar onun durumunu yazl olarak halife Ömer'e bildirdiler. Saîd'in ba-

zen otururken aniden kendinden geçip bayldn, onun akln kaybetme-


sinden korktuklarn söylediler. Onlar Said'in yaad manevi hâli bilmi-

yordu. Hz. Ömer, kendisiyle karlatnda bunun sebebini sordu. O da


bilip gördüü bir hâdisenin kalbinde yapt etkiyi haber verdi. Bu hal, as-
lnda sûfîlerin vecd hâlidir. Hz. Ömer, bunu örenince kendisini mazur
gördü. Bu durum onun halife katndaki deerini daha da artrd. Hz. Ömer
kendisine sayg gösterir ve faziletini kabul ederdi. Bunun üzerine amlla-
ra bir mektup yazarak, Saîd'i knamamalarn ve onu kendi hâline brak-
849
malarn istedi.

Güçlülerin en kuvvetlisi ve hidayet yolunun rehberi Rasûl-i Ekrem


(s.a.v) Efendimiz dahi'vahyin inii esnasnda baylma hâli geçirirdi. Allah

Rasülü (s.a.v) o manevî hâlin içine girince Allahu Teala kendisinden nor-
mal akl düzenini giderir, içinde bulunduu kainat artlarn ortadan kald-
rrd. Bunun için Efendimiz'in (s.a.v) üzerine bir örtü atlr, yüzü kapatlrd.
Bir k günü dahi olsa yüzünden inci taneleri gibi ter boanrd. Ancak bu,
sadece bir çeit vahiyde olurdu. Bu hâl, vahiy kendisini tamamen kaplad-
ve Ruhu'l-Kudüs/Cebrail (a.s) gelip kalbinin içinde göründüünde olu-
yordu.

Vahiy dört çeittir. kisi muttasl/bitiik vahiydir ki bu anlattmz, on-


lardan birisidir. kisi de munfasl/ayr vahiydir. Müahedeye ulam kalp
ehli arifibillah olan zatlar bu vahiy çeitlerinden birisiyle ilhama ularlar.
Bunun açklamas uzun sürer. Bunu, ilme'l-yakin olarak ancak yoluna sü-
lük edenler bilebilir. Onun hakikatini ancak bizzat tadanlar müahede ede-
bilir. Bu hallere tam bir teslimiyetle iman eden kimsenin ondan bir nasibi

olur. Ancak bu anlattmz eyler, mukarrebûn/ilahi huzurda kabul gör-

mü veliler için marifet, muhabbet ve havf makamlarnda gerçekleir. Bu


dört vahiy baka on vahiy çeidi daha vardr. Marifet, muhab-
çeidinden
bet ve korku makamna sahip kimselerin bu vahiy çeitlerden bir nasibi
vardr. Bunlar, havatr, vecd, ehadet, hâl veya makam olarak ortaya ç-
kar. Ancak vahyin iki çeidi sadece peygamberlere mahsustur. Birisi me-
lein görünmesi, dieri ise kendi sfatyla Allah'n kelamn duymaktr.
849
Said b. Cüzeym'in kssas için bkz: Ebu Nuaym, Hilye, I, 245; Kahdehlevi, Hayatu's-Sahabe,
II, 143-144.
rsuu l au l uo

Bunlar çok ar vahiy eklidir, öyle ki peygamberler bile o hallerde farkl


durumlara girmilerdir. Allah'n Rasulü (s.a.v) Abtah'da Cebrâil'i aslî sure-

tinde görünce baylmtr.


Hamza ez-Zeyyât, Humran b. A'yun'dan unu rivayet etmitir:

"Allah'n Rasûlü (s.a.v.) el-Hâkka sûresinden bir ayet okudu ve bayl-

di.*850

Yüce Allah öyle buyurmutur: "Musa, baylp dûtû.™


Bazen korku, kalpten nefse akar, bu durumda ehvetleri yakar adet-
leri yok eder, tabiat sakinletirir, heva ve hevesin ateini söndürür. Bu da,
korku çeitlerinden birisidir. O, marifet ehline göre korkunun en üstünüdür.
Bu çeit korku içinde olanlar, korku sahiplerinin en faziletlisi ve makam en
yüksek olanlardr. Bu, peygamberlerin, sddklarn ve seçkin ehitlerin
korkusudur. Korku sahibinin gbta edip imrenecei bundan daha yüksek
bir makam yoktur.

Eer korku, bu anlattmz sfat ve hallerin ötesine geçerse haddin-


den çkm ve ölçüsünü am olur. Çünkü böyle bir korku bütün ehvet-
leri yakar, bütün arzular siler; insanda ne bir ehvet ne de bir arzu bra-
kr. Bir u var eer haddini aan korku hâlinden korunmazsa,
de ki kul,

korku onu u üç durumdan birine götürür. Bunlarn en korkunun nef- iyisi

se sirayet etmesi ve onu yakarak öldürmesidir. Bu onun için bir ehadet


olur. Bu durum ilim ve müahede ehlinden korku sahibi olan alimlere gö-
re övülecek bir durum deildir. Ancak alimlerden birisi demitir ki: "Bedir
-

ehitleti vecd'den ölenlerden daha büyük sevap kazanmamlardr." Bun-


lar, zayf müritlerin vasflardr. Çünkü yakîn sahibi alimlere yakîne dayal
her müahedeleri için bir ehit sevab verilir.

Bu korkunun orta derecesi onun dimaa kadar yükselip onu etkisi al-

tna almas ve akln normal fonksiyonunu yitirmesidir. Akl dengesini kay-


bettiinde bünye sarsnt geçirir, vücudun tabiat bozulur. Vücuda denge
veren safra maddesi yanar, siyaha dönüür. Mizacn karmasndan dola-

y insanda vesvese, hezeyan, aknlk gibi durumlar ortaya çkar.


'*» Bkz: Gazâlî, hya, 180. Rivayet mürsel olarak rivayet edilmitir.
II, 287; IV,
851
Atat 7/143
HAVF/LAHÎ KORKU MAKAMI vt KORKU SAHPLERNN HALLER 405

Bunun sebebi udur: nsan dima camittir yani donuktur. O, akln


mekandr; akl ona baldr. Mizaçlar kart zaman parlar ve kvlcmla-
r dimaa kadar yükselip onu yakar ve eritir. Böylece dimada bulunan
akl çözülür, fonksiyonunu yitirir. Akln zahir kalpteki etkisi, göz bebein-
deki nurun görmeye etkisi gibidir. Akln durumu domu bir günee de
benzer. Günein kendisi yüksek felekte, nlar ise yerdedir. Akl da böy-
ledir. Yeri bata dimadadr, etkisi kalptedir. Onun için yukarda anlatt-

mz makamda akl bozukluu ve hastalk vardr. Bu da ulemaca ho kar-


lanmamtr. Muhabbet makamndaki baz insanlar bu duruma dümü-
ler ve vecd sonucu akllarn yitirmilerdir. Bazlar da bunu kalplerinden
söküp atmlar, bu hâlin etkisinden kurtulmular, kendilerine gelmiler ve
ilme uygun eyler konumulardr.
Ebu Muhammed Seni (rah), az yeyip az içen ve her eyden el etek

çekmi insanlara: "Aklnz muhafaza ediniz; çünkü Allah'n hiçbir velisi

akl noksan olmaz," derdi.

Bahsettiimiz korkunun sebep olaca üçüncü duruma gelince bu,

haddi amann en kötü eklidir. Bu hâl korkunun büyüyüp kuvvetlenmesi


neticesinde recânn/ümidin tamamen ortadan kalkmasdr. Çünkü korku
makamndaki bir kulda onu dengeleyen Allah'n cömertlii, keremi ve h-
sanna ait ilim bulunarak korku hâlinden ileri gelen skntlar gidermezse,
korku onu Allah'n rahmetinden'ümit kesmeye götürür ve Allah ile bulaca-
huzurdan tamamen ümitsiz hâle getirir.

görüe akl ölçüsüne göre hareket ederek insaf ve adaleti


Onlar bu
bulmaya çalmalar ve bol ilahi ihsanlar yok saymalar yüzünden ula-
mlardr. Bu anlay onlara Allahu Teala'nn cömertlik, gizli ihsanlar gibi
ümit edilecek ahlaklarnn bulunduunu unutturmutur. Onlar sadece çal-

p kazanmay dikkate alrlar; sebeplere göre hüküm verirler. Ayrca bütön


güç ve kuvveti kendi nefislerinde görürler. Bu sebeple haddi amlardr.

Bu anlaya ulamalarnn baka sebepleri de vardr. lahi vadin ken-

dileri için muhakkak gerçekleeceini kabul etmeleri, ilerini ilahi iradeye

havale etmeden ve Allah'n kudretine teslimiyet göstermeden kendi akl


ve ilimleriyle hüküm ve rahmet sahibi Allah adna hüküm vermeleri, onla-

rn kötü sfatlarn da içine alan Allah'n güzel sfatlarnn tecellisini hiç kim-

se için beklememeleri, bunlarn banda gelmektedir. Böyle düündükle-


406 KÛTU'L-KULÛB

rinden en ufak günahlar dahi önlerine çkmakta ve onlar Allah'tan gele-

cek ihsanlara kar perdelemektedir. Onlar Allah'n kendilerine verdii bir

genilikle kötülük yapmaya imkan bulduklarn ve haklarnda önceden ve-


rilen hüküm sebebiyle haddi atklarn bilmiyorlar. Hiç üphesiz bunlarn
bana gelecekleri yazarken kader kalemi bunlarn elinde deildi. Nasl
hareket edecekleri çizilirken Levh-i Mahfuz bunlarn kucanda bulunmu-
yordu. Çünkü onlar günahla buluturan Allah'tr. Bu kötü ahlaklarn O ira-
de ettii için, yaptklarna sabretmektedir. O kudreti ve azametiyle onlar
için saklad eyleri böylece ortaya çkarmaktadr.

Bu söylediimiz eylerin doruluunun bir delili de; bu tür korkunun


ekseriyetle Basrallar, Abadanllar ve Askeriler arasnda bulunmasdr.
-

Onlarn itikatta mezhepleri Kaderiyyedir. 852 Bu yüzden büyük hatalara


dümülerdir. Onlarn ilahi lütuf görüü, iradeyi tamamen insana havale
etmeleri ve fiilden önce insann onu yapacak güce sahip olduunu, bunun
için ilahi yardma muhtaç olmadklarn söylemeleri belli bal görüleridir.

Amr b. Ubeyde bal olan ve Amriyye olarak adlandrlan grup, bad'n ta-

raftar olan Ibâdiyye grubu, Hiam el Favtî ile bnu Atâ el-Gazalî'ye men-
sup Favtyye ve Ataviyye gruplar bunlardandr. Bunlardan Teymiyye gru-
bu kaderin yarsn inkar ederler. el-Menziletu Beyne'l-Menziyleteyn fikri-

ni savunan el-Menâziliyye de onlardandr.

Bunlar birisi Allah, dieri kul olmak üzere iki kudret sahibinin ve iki fa-

ilin bulunduunu savunurlar. Bunlar, bütünüyle sebepleri esas aldklarn-

dan ve yaplan iin evvelinde kendilerine gördüklerinden yanl yola girdi-

ler. Bu anlay, onlar asl nimet ve gerçek kudret sahibi Allah'tan perde-

lemitir. Bunlar, Allah'n rahmetine güvenmekten ve ilahi rahmetle aldan-


ma tehlikesine dümekten kaçatm derken; onlardan daha büyük iki güna-
ha dütüler: Bu günahlar, Allah'n rahmetinden ümidi kesmek ve ümitsiz-
lie dümektir. Böylece onlar aslnda küçük olan günahlardan kaçarken
daha büyüüne dütüler. Bunlarn durumu tpk Haricilerin durumuna ben-
zemektedir. Hariciler, kötü bir fiilinden dolay devlet bakanna kar klç
çekip ayaklandlar. Fakat neticede idarecileri kafirlikle suçlamak gibi bü-
yük günaha girdiler. Ayrca ümmetin küçük günah ileyenlerinin de küfre

832 Kaderiye, Kadere inanan deil, kaderi inkar eden, her eyi insann irade ve kudretine ba-
layan, insann fiillerini kendisinin yarattn söyleyen gruptur.
HAVF/LAH KORKU MAKAM) V KORKU SAHPLERNN HALLER 407

girdiini söylediler. Bu ise en kötü bir bidat ve haramdr. Bir hadiste, Hâri-

cilerin, cehennem ehlinin köpekleri olduu belirtilmitir. 853

Bunlar bir yönüyle de Mutezileye benzemektedir. Mutezile, tevhit eh-


linin (büyük günah ilese cehenneme girmeyeceini söyleyen Mür-
bile)

cie'nin görüünden kaçarak tevhid ehline azabn gerçekleeceini ve bü-

yük günah ileyenlerin ebediyyen cehennemde kalacaklarn iddia edip


onlardan çok daha ileri gitmitir. Mürcie de ehfi sünnetin yolundan çkm
ve doruya isabette onlardan kalmtr. Çünkü (iman edene günah
geri
zarar vermez ve mümin cehenneme girmez diyen) Mürcie, günahkar kim-
seleri salihlerin derecesine çkarm olmaktadr.
eyhimiz Ebu Muhammed (rah) derdi ki: "Bütün bidat ehli sultana kar-
ba kaldrmay ve ümmete silah çekmeyi caiz görmektedir. Ayrca on-
lar devletbakan olan imamlar kafir olmakla suçlarlar." Bu görü, korku-
nun snrlarn amada en zararl bir anlaytr. Bu, Allah'n tayin ettii s-
nrlar amak ve emrine kar gelmektir. Allah, her ey için bir ölçü koy-
mutur. Kim Allah'n çizdii hudutlar geçerse nefsine zulüm etmi olur.

lahi rahmete güvenmenin yani recann doru olmas ve korkunun


onunla dengelenmesi Allahu Teala'y hakkyla bilmeye baldr. Bir eyde
haddi amak, onu eksik yapmak gibi kötüdür. Gerçek mümin havf/korku
ile reca/ümit arasndaki dengeyi çok iyi kurandr. Ancak insan öldüren
veya akl gideren korku, Allah'n rahmetinden bütünüyle ümit kestiren kor-
kudan daha hayrldr. Çünkü ümitsizlik ilmi yok eder, makam düürür ve
insan büyük günahlara sevk eder. Buna unu da ekleyelim ki; korkudan
kaynaklanan bu iki makamda bir ilim ve müahede yoktur. O, ancak cier-
leri yakan bir vecd kuvvetidir ki, nefsin yok olmasn ve akln gitmesini
meydana getirir. Bu korku Kerrûbîlerden/ilahi huzurda özel yaknlk elde
etmi melekler topluluunun içindeki yaknlk ve temkin sahibi meleklerin
korkusuna benzer. Çünkü onlar, ilahi huzurda yaknlk elde eden dier ru-
hâniler gibi, kendilerine denge verilen makamlara intikal etmezler.

Bize ulaan bir habere göre; bu meleklerden her gün insanlarn say-
snca bir topluluk Arn altndan çkar. Ak onlar sarsm ve hüzün ken-
dilerini hakir ve zelil etmitir. Onlar, Yücelerden Yüce Allah'n cemaline
nazar etmek isterler. Fakat Allahu Teala'nn yüce zatnn nurlar onlar ya-

bnu Mace, Mukaddime, 12; Hakim, Müstedrek, II, 149; III, 571; Ahmed, IV, 355.
408 KÛTU'L-KULÛB

kar. Bu, kelebeklerin yanan kandile düüp yanmasna benzer. Ertesi gün,
ayn ekilde baka bir melek grubu gelir ve bu kyamete kadar bu böyle
devam eder gider. Bu melekler o kadar büyüktür ki; yerler ve gökler avu-
cunun içine konsa, kaybolup giderdi. üphesiz dier melekler, ilahi huzur-
da kabul gören müminler gibi bir makamdan dierine geçmezler. Her bir
melein belli bir makam vardr. Ondan baka bir makama geçmez. Ancak
onlar, bu makamda kyamete kadar bütün beeriyete verilen destekten

daha fazla bir destekle Allah tarafndan desteklenirler. Fakat onlara veri-

len kuvvet üzerlerine çöken korku hâlinin arln kaldrr ve kendinden


korktuklar Allah'n sfatlarn müahede etmeleri onlar makamlarnda sa-
bit tutar. Bu korku, onlar yormaz ve öldürmez. Çünkü onlar, kendilerine

verilen ilahi bir kuvvetle desteklenip uzun süre yaarlar ve ecellerinin son
anna kadar ölümden korunurlar.
I

u kadar var ki bu meleklerin ksmnn ilahi korkudan akl gider,


bir

kalbi kendinden geçer. Bir ksm geçirdii aknlk içinde kalr. Bir ksm
kendinden geçer, kyamete kadar hiçbir eye yüzünü çevirip bakamaz. Bir

ksm öyle bir korku hâli yaar gözü kyamete kadar dönüp kendine ba-
ki,

kamaz, akl bana gelmez. Bu korku içindeki meleklerin bir ksm öyle bir
sayha atar ki bu bar ve çrpn hâli içinde Sûr'un üfürülmesine kadar
kalr. Onlarn bir çou da Meliku'l-Cebbâr olan Allah'n kelamn duyduk-
lar vakit kendilerini kaybederler. Kalplerinden korku alnnca, kurbiyyet
perdesine ve yüksek derecelere sahip mukarreb meleklerden Cebrâil, s-
râfil, Mikâil'e: "Rabbiniz ne dedi?" diye sorarlar. Bu mukarreb melekler ila-

hi huzurda devaml ilahi emirleri gözetleyen ve hazr vaziyette bekleyen,


sürekli yüce tecellilere ahit olan, kudsî dairenin kapcln yapan, ilahi

muhabbet ve yaknlk elde etmi meleklerdir. Kendilerine sorulan soruya

karlk: "Allah hakk konutu, O'çok yüce ve uludur," derler. 854

Bu korku sahipleri Yüce Allah'n haklarnda "Onlar için bilinen bir nzk
vardr,* 55 buyurduu ihlas sahibi müminler gibidirler. Alimlerden basiret
sahibi ve hâlinde sabit olan kuvvetli kimseler ise, mükafatlar hesapsz
olarak verilen sabr ehli gibidirler.

Yakin sahibi alimler, yakîn makamlar içinde devaml ilerlerler. çinde


bulunduklar makamn hakkn verdikçe bir korku makamndan onun gibi

854
Sebe 34/23
855
Saffât 37/41
HA VF/LAH KORKU MAKAMI vt KORKU SAHPLERNN HALLER 409

bir ümit makamna intikal ederler. Bu makamlarda gereince amel ettikle-

ri vakit bir üst makam yükselirler.

Dier müminler ise bir recâ makamndan ondan daha hayrl bir recâ
makamna, bir korku hâlinden ondan daha erefli bir korku hâline geçer-
ler. Sonra hâl sahipleri korku makamlarndan itiyak hâline, ürperme ve
kendinden geçme hallerinden sevgi ve itminan makamna, korku hâlinden
üns hâline geçerler. Haktan uzak kalma, yalnzlk korkusu ve ar ürperti
hâlinden rza, muhabbet ve ilahi rahmeti umma hâline intikal ederler. On-
larn bu hâli, olduu makamda kalp bir baka makama geçemeyen dier

müminlerden daha faziletli olduklarn gösterir. Kim bir hâlin içinde perde-
lenir ve onun gölgesinde kalp ileri geçemez ise, o ancak, çok acyc ve
çok seven Allah'n yüksek destei ile ilerleyip bir üst makama çkabilir.
Korku sahibi müminler, Kerrûbîn/Allah'a en yakn meleklere benze-
mektedirler. Muhabbet ehlinden recâ/ümit sahipleri ise mukarrebûndan
olan ruhanilere benzemektedir.

ÜMDN ASLI VE FAZLET


Allahu Teala'y bilen alimlere göre, ümidin büyüklüü, onun karsn-
da oluan ilahi korkunun büyüklüü kadardr. Kulda ümide sebep olan
ey; Yüce Allah'n insana ümit veren ahlaklara sahip olmasdr. Korkunun
sebebi ise Allahu Teala'nn insana korku veren sfatlara sahip olmasdr.
nsan bünyesi korku ve ümit içinde kendisini dengeler. Böyle olunca her
iki makamn ayn seviyede olduu hükmüne varlabilir. Bu durumda kul,

kendisine korku veren ilahi sfatlardan birisini müahede edip korkuya dü-
ünce, hemen arkasndan Cenab- Hakk'n insana ümit veren bir ahlakn
müahede eder ve böylece rahatlar. Kalpte sahibini korkutacak bir ey be-
lirince, hemen peinden Allah'a muhabbet edecekleri bir ümit hâli ortaya
çkar. Böylece Allahu Teala'nn sfatlarnn tecellilerini müahede etmele-
rinden dolay sfatlar dengede olur, makamlar bir seviyede kalr.

Onlarn ümit ile korku arasnda denge salayan kalpler/terazinin ayar

veren dili gibidir. Veya onlarn durumu iki kanadyla düzgün olarak uçan
kua benzer. Bu hâl Cenab- Hakk'n nimet ve azabn ayn anda müa-
hede etmekten kaynaklanr. Bu müahede ile kalp genileyerek korkuyu

ve ümidi içinde tar hâle gelir. Ancak ümit korkuya galip olur. Kalbin ge-
4Î0 KÛTU'L-KULÛB

nilii ve kuvvetli oluu sayesinde her ikisi de kalpte zuhur eder ve kalbin

genilii içinde kaybolup giderler. Çünkü kalp asl kuvvet sahibi Allahu Te-
ala ile kuvvetlidir, O'nun geniletmesiyle genilemitir ve O'nun verdii ka-
biliyetlerle çok eye gücü yeter. Kalpte oluan bu iki duygu ile kulun dü-
üncesi ey olur ve kul tek olan Yüce Allah'n müahedesiyle kalr. Bu
tek

durumda kalbin tek olarak baland eye ait olduuna hükmedilir. Buna
tevhit denir. Allah Rasûlü'nün (s.a.v) dümanla karlatnda söyledii
u sözü, onun kalbinin bu hâlini gösterir:. "Ya Rabbi, ben seninle engel
olur, seninle söyler, seninle dümana hücum ederim. 1966
Yine Allah Rasûlü'nün (s.a.v) yüksek müahedesini ve engin ilmini

gösteren bir sözü de udur: "Senden sana snnm.* 57

u hadis de bu anlamdadr; "Dikkat edin, Allah'n dnda her ey ba-


tldr/botur.™

Bu, fenâ hâlinden sonra bekâ makamndaki vecd'den dolay söylenen


bir sözdür. Kul o makamda el-Bâkî/ebedî ve el-Munî/kimseye muhtaç ol-
mayan Allah'n u sözünü duymutur:
"Yeryüzünde bulunan her canl yok olacak Ancak azamet ve ikram
sahibi Rabbinin zat baki kalacak.™ 9

u mehur kudsî hadis de bu konu ile ilgilidir: "Gök ve yer beni içine
alamad ama mümin kulumun ükreden, yumuak ve sekinet içindeki kal-
bi beni içine ald.™
Burada özetle anlattmz ve iaret ettiimiz bu eylerin geniçe
açklanmas uygun olmaz.
Selef alimlerinden birisi demitir ki: "Bir mümin huu içerisinde seki-

netten ve Allah'a boyun büküklüü içinde tavazudan daha güzel bir elbise

giymemitir."

856 Ebu Davud, Cihad, 99; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 16


857
Müslim, Salat, 222; Ebu Davud, Salat, 152; Neseî, Sehavî, 89; Tirmizî, Deavat, 113; bnu
Mace, Dua, 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 96, 118, 150, IV, 58, 201.
^ Buharî, Rikak, 29; Edeb, 90; Müslim, i'ir, 2-6; bn Mace, Edeb, 41 ; Ahmed b. Hanbel, Müs-
ned, II, 248, 393, 458, 470 30.
859
Rahman 55/26-27
860 Aliyyü'l-Karî, el-Merfua', No: 423; bnu Arak, Tenzihü'-eria; I, 148;Aclunî, Kef'l-Hafa, II,

195.
HAVF/LAH KORKU MAKAMI v« KORKU SAHPLERNN HALLER 411

Bunlar ilahi korkudan kaynaklanan iki hâldir. Bu, peygamberlerin elbi-

sesidir. Özellikle evliya ve alimlerin elbisesidir.

Lokman (a.s) oluna öyle demitir: 'Oulcuum, Allatlan öyle bir


korku ile kork ki içerisinde Allah'n rahmetinden ümit kesme olmasn.
Onun rahmetine öyle ümit bala ki içinde Allah'n mekrinden/lmtihan ve
azabndan emin olma bulunmasn," daha sonra bu sözlerini ksaca öyle
açklamtr:
, iki kalp sahibi gibidir. Bunlarn birisi ile korkar, dieri ile ümit-

Bunun anlam udur: Mümin müahedesinde bu iki vasf tar. Çünkü


el-Mümin sfatnn sahibi olan Allahu Teala, iddetle yakalama, kahretme,
ezme ve azap verme gibi korkmay gerektiren sfatlara sahiptir. Kul, inan-

d bu sfatlar müahede ettiinde Allah'tan korkar. Çünkü O'nu bunlar-

la tanr ve Allah bu sfatlarla kulda tecelli eder. Yine bu tand Rabbi cö-
mertlik, ihsan, hilm/efkatle muamele, acma ve lütuf gibi kula ümit vere-

cek ahlaklara sahiptir. Kalp, inand bu sfatlar müahede ettii zaman


ilahi rahmetten ümitlenir. Böylece kul, Allah'n bu sfatlarn müahede ile,
hem korkma hem de ümitli olma hâlini elde eder. Bu durumda sanki iki

kalp sahibi olup birisiyle ümit, dieriyle korku sahibi olmu olur. Bu ayn
kalple gerçekleen iki ayr müahededir. Çünkü kalp kendisine ümit ba-
lanacak ve ayn zamanda kendisinden korkulacak tek bir zatn sfatlarn
müahede etmektedir.

te bu, Hz. Lokman'n (a.s) sözünün açklamasdr. Bu hâl yakîn sa-

hibi müminin sfatdr. Ancak u durumu da bilmek gerekir: Kul müahe-


desinin kuvvetine göre kendisine galip gelen hâlle tannr. Mesela kendi-

sine hakim olan korku hâline baklp bu korku sahibidir denir. Bununla bir-

likte onda ümit hâli de mevcuttur. Bazen de bunun tersi gerçekleir. Kul-

da müahedesinin kuvvetine göre recâ/ümit hâli ar basar. Buna bakla-


rak kendisine ümit sahibi denir. Bu durumda korku hâli bu makamn için-

de sakldr. Aslnda kendisinden korkulan ve rahmetine güvenilen Allahu


Teala'nn zatn tam olarak tanmak mümkün deildir. Ancak Ona yakinen
inanan, alim olan, ilahi huzurda yaknlk kazanan müahede sahibi kimse-
ler iki hâle birden sahiptirler . Bu kimseler her iki halde de dengeyi korur-
412 KÛTU'L-KULÛB

lar. Sonra bu hallerden birisi onda tam ve kamil manada bulununca onun-
la tannr ve anlr.
Allahu Teala'y tanyan kimsede korku ile ümit zaten mevcuttur. Bu
kimseye "sddîk" denir. Bu kimse gerçek sdk ve sadakati elde etmitir. Ar-
tk kendisine bir de demeye gerek kalmamtr. Bu kim-
muhlis/ihlas sahibi
seye "arif" de denir. Çünkü o ilimde derinlemitir. Ona sadece "sadk" den-
mesi yeterlidir. Sonra ona "mukarreb" de denir. Çünkü o, ilahi yaknl ger-
çekletirmi ve Allah'a yaklamtr. Bu durumda ona âmil/amel edici den-
mesi gerekmez. Zaten bu kimse o yaknl amel ederek elde etmitir.

Bu isimler, tam olgunluk sfat için kullanlrlar ve kemal hâlini ifade


ederler. Onlar zikredince ayrca baka bir sfat zikretmeye gerek kalmaz.
Arife korku ve ümit sahibi demeye gerek yoktur. Çünkü bunlarn her ikisi

de dengeli bir ekilde kendisinde mevcuttur. O zaten devaml korku ve


ümit içinde bulunur. Bu sfatlar arifte önce ortaya çkar, sonra gizlenirler.

Bu sfatlar tayan bir kimseye arif yahut mukarreb/Allah'a yakn dost ya-
hut sddîk dediin zaman üphesiz ona muhib/Allah' seven, Ondan
hiç

korkan, rahmetini ümit eden, onun için amel eden de demi saylrsn. Na-
sl ki Haimî dediiniz zaman, artk ona Kureyli ve Arap demene
birine

gerek kalmaz. Çünkü her Haimî ayn zamanda Arap ve Kureylidir. Sen
onu öyle tam bir vasfla vasflandryorsun onda bu her iki vasf da yer
ki

alyor. Mesela sen birisine Hasanî ve Hüseynî demekle aslnda ona Hai-
mî, veya Kureyî veya Alevî/Hz. Aliye mensup kimse demi olursun. Çün-
kü o insan hem Haimî, hem Kureyî ve hem de Alevîdir. Ama sen falan
kimse Araptr veya Haimîdir veya Kureyîdir veya Alevîdir dediin za-
man, onu sadece ifade ettiin özellikle tantm olursun. Çünkü olabilir ki
o Alevî olup da Hüseynî olmayabilir. Yine Haimî olup, Alevî olmayabilir.
Kureyli olup Haimî olmayabilir. Arap olup Kureyli olmayabilir. Bu du-
rumda onu sadece verdiin sfatla tantm olursun. Bunun gibi birisine arif
veya muhip veya mukarreb veyahut sddîk desen, dier bütün isim ve s-
söylemi saylrsn. Çünkü bu isimlerin her birisi bütün bu kemal
fatlar

makamlarn ve ona götüren sebepleri ifade etmektedir. Meselâ birine Ha-


senî/Hz. Hasan'n soyundan gelen kimse dediin zaman onu bütün soy ve
nesepleri içinde toplayan en üstün bir isimle anm olursun.
Marifet makam, ancak ayne'l-yakin ve tevhid müahedesiyle sahih
ve düzgün olur. Bu da, yakîn makamnda nefsin kötü sfatlarndan hiçbir
HAVF/ILAH1 KORKU MAKAMI v« KORKU 8AHPLERNN HALLER 413

eyin kalmamas ve tevhid müahedesinde yaratklara hiç nazar edilme-


mesinden sonra gerçekleir. Bu kimse yakin ile nefsinin kötü sfatlarn
yok ettikten sonra "ruhânî" olur/ruhu maneviyat alemiyle irtibat kurar ve
naks nefisleri terbiye edici olur. nsan Yüce Yaratcy müahedeyle "rab-

banî/Allah dostu olur. Çünkü arif tek bir isimle isimlendirilmez. O, bütün

güzel hallerin içinde yüzer. Yine arif, tek bir makam sahibi olarak tantla-

maz. Çünkü o, bütün makamlar amtr. Arifin manas; her eyin nihaye-
ti ve bütün faziletlerin sahibi olan Zat tanyandr. Bu kimse, ariflik sfaty-
la sfatlanmtr fakat irfan ehli olmayanlar kendisini inkar ederler diye giz-

lenmitir. Bir kimse kendisini arif olarak tantr veya insanlar onu halk ara-
snda arif diye yayarsa o gerçek arif deildir.

Ariflerden birisi demitir ki: "Arif, her eyi tanr ama kendisini kimseye
tantmaz."

Yine denilmitir ki, arif rubûbiyet vasflarndan birinin gerei olarak her
eyi bilen fakat kendisi bilinmeyen kimsedir. Çünkü o, rûhanîdir/maneviyat
ikliminde yaar, rabbânîdir/Allah dostudur.
»

Üç makam vardr ki; onlara hiç bir ey kyas edilmez ve onlarn takli-
di olmaz. Kim onlara bir eyi kyaslarsa hata eder; onlar taklide yeltenen

bo bir davaya kalkm olur. Bunlar, nübüvvet makam, marifet makam ve


mahbûb/sevgililer makamdr. Biz, bu üçüncü makamn özelliklerini bu ki-

tapta "Muhabbet Makamm" anlatrken zikrettik

te bunlar, korku ehlinin sahip olduu deiik yollar ve özette arifle-

rin sfatlardr. Çünkü onlar Allah'a yaknlkta farkl derecelere ve birbirin-

den üstün hallere sahiptirler. Her birinin Hakk tanmas ve tantmas fark-
ldr. Müahede ehlinden olan yakîn sahipleri Allah'a yakn sddklardr.

Onlar bu müahede hâlleri içinde sabit ve devamldrlar. Onlar için devam-


l manevi bir yaknlk, yaklama, marifet ve dostluk vardr. Çünkü Yüce Al-

lah tarafndan kendilerine ihsan edilen bu makamlar, Allah'a giden en ya-


kn, en yüksek yoldur ve bu çok büyük bir yönelitir, Onlar, Ashab- yemin-
den olan dier müminlerin sahip olduu makamlar daha ilk admda, ilk

yaknlk ve ilahi muhabbeti tattklarnda ileri geçmilerdir. Bunlar ebrâr s-


fatyla anlan salih insanlardr.
414 KÛTU'L-KULÛB

EN FAZLETL KORKU
Korku yollarn en üstünü, korkunun nefse sirayet edip insan nefsin
kötü ilerinden kurtarmas, ehvet ateini söndürerek insann üzerindeki

mücahede arlklarn ortadan kaldrmas, onun sknt yükünü hafifletme-


si, günahn tadn yok ederek ona ibadet ve taatn tadn tatt rmasdr. Bu

korku, nefsin hevasna uyarak veya halka nazar ederek kalbin dalmas-
n ortadan kaldrdktan sonra kalbi hakta toplar. Kalbin müahedesi sebe-
biyle nefis sukün bulup huzur hâlini elde eder. Sona içte sakl ihlas ve sa-

dakatin bereketlyle kalpte zühd ve rza nimetleri ortaya çkar. Bundan son-
ra ilahi korku kalbe yerleir. Artk bu korku ondan hiç ayrlmaz ki insan

haddi aarak daha önce zikrettiimiz tehlike bölgesine geçsin. Aksine on-

da sürekli bir hüzün, hiç ayrlmayan bir keder, devaml bir huu, yerlemi
bir takva, selim bir kalp ve ilim yüklü bir tefekkür hâli bulunur. Bu anlatt-

mz durum krk/mahzun kalbin sfatdr, hayret içinde kalan kulun hâli-

dir. O kul ki bütün krk ve yaralar sarp iyiletiren Yüce Allah onun yann-
da bulunmaktadr.Yüce Allah onun mahzun kalbinin yaralarn sarm, d-
ardan gelen bozukluklar slah etmitir.

lahi korkuya sahip olan bir alimin Allahu Teala'dan elde edecei fazi-

let; kendisine yakin hâlinin açlmas ve o hâl içinde yakin ehli salihlerin

müahedesine ve ilahi huzurda kabul görmü velilerin makamlarna yük-


seltilmesidir. Bu makama çkan için tek mevcut her eye yakn olan Yüce

Allah'tr. Arad tek sevgili O'dur. Çünkü bu makamdakilerin kalbi O'na

ulama derdiyle mahzundur. O bu krk kalbi rahmetiyle sarp shhatine


kavuturmutur. Böylece kul Allah katnda Onun ehli/dostu olmutur. Al-

lah onu iyilik ve ihsanlar için hazrlamtr.

Bilmi ol ki, insanlar bu anlattmz güzel hallerden ve yüksek ma-

kamlardan alkoyan engel, kalbe yerleen kötü arzularn taddr. nsan bu


tattan ancak iki yolla kurtulur. Birisi ilahi korkunun acln tatmaktr. Bu
korku kötü arzularn tadna galip gelir ve onu kalpten dar atar. Dieri

ise ilahi muhabbet tadnn kalbi sarmasdr. lahi muhabbet kalpteki kötü

arzularn tadn çepeçevre sarar, örter ve etkisini yok eder.

Rivayet edildiine göre Hz. akln kaçran ve bu durumu ken-


Ali (r.a)

disini ümitsizlie sevk eden bir korku sahibine: "Seni bu hâle düüren ne-
dir?" diye sordu. Adam: "Büyük günahlarm," diye cevap verdi. Hz. Ali:
HAVF/tLAHI KORKU MAKAMI vt KORKU SAHPLERNN HALLER 415

"Hay yazk sana! Allah'n rahmeti senin günahlarndan daha büyüktür,"


dedi. Adam: "Benim günahlarm hiçbir eyin temizlemeyecei kadar bü-
yüktür," dedi. Hz. Ali: "Hayr asl senin Allah'n rahmetinden ümidini kes-
men ilediin günahlarndan daha büyüktür," dedi.

Korku Allah'n askerlerinden bir askerdir; Allah onunla kullarn kendi-


sine sevk eder Bazen korku mürid ve abidlerin kalplerinden ümidin ortaya

çkaramayaca eyleri çkarr. O zaman Allah tarafndan hayr murat edi-


len kalpler bu korku ile son derece zühd sahibi olur; gerçek tövbeye ula-
r ve sk bir murakabe sahibi olur. Aliahu Teala bazen bütün bunlar ümit
ve muhabbet sahipleri için reca/ümit makamlarnda yapar. Reca kendile-

rinde cömertlik ve hayay ortaya çkarr.

Havf/Allah korkusu muttakilerin bütün makamlarn ifade eden bir

isimdir. Ayrca havf, be snf içine alr; her snfta üç grup vardr.

Havfn birinci makam takvadr. Bu makamda, muttakiler, salihler ve


amel sahipleri bulunur.

Havfn ikinci makam "hazer" denilen saknmaktr. Bu makamda zühd,


vera ve huû sahipleri bulunur.

Üçüncüsü "hayet" makamdr. Burada alimler, abidler ve muhsinler


bulunur.

Dördüncüsü "vecel" yani korku makamdr. Bu makam zikredenlere,

gönülden Hakka boyun eenlere ve ariflere aittir.

Beincisi "ifâk" yani çekinme makamdr. Bu makam sddklara aittir.


Sddklar, Allah'a ak olanlarn, ehitlerin ve ilahi huzurda kabul görmü
velilerin seçkinleridir. Bunlarn korkular, yaptklar kusurlara kar uraya-
caklar cezay müahede etmelerinden deildir. Onlarn korkusu, Aliahu
Teala'nn sfatlarn tanmalarndan ve Onun yüceliini bilmelerindendir.

Aliahu Teala, Hz. Davud'a (a.s) öyle vahyetmitir:


"Ey Davudi Zararl ve yrtc hayvanlardan korktuun gibi benden
kork."

Bunun manas udur: Yrtc hayvanlardan güçlerinden ve yakalayp


parçalamalarndan korkulur. Bir de onlarn yüzünde bir heybet ve kibir var-

dr. Yoksa insan onlara kar bir suç iledii için kendilerinden korkmaz.
Bunun için Allah Rasülü (s.a.v) bir adama hayal olmay tavsiye ederken
.

416 KUTUL-KUUUO

öyle buyurmutur: "Allahu Teala'dan tandn sallh bir nsandan utand-


n gibi haya et™
Ayn ekilde bu makamdaki kimseler öyle büyük bir ümide sahiptirler

ki bu ümit, korkunun çok üzerindedir. Bunun nasl olduunu halka anlat-


mak uygun deildir. Bu makamdaki kimselerin ümitleri ve güzel zanlar ile

olduunu ancak
Allahu Teala'dan istedii eylerin ne kendileri anlatabilir

ve onlardan bakas onun ne olduunu bilemez.

Bunun özeti udur. Bu makamdaki Allah dostlar Ona çok yakndrlar.


Onlar Allah ile ünsiyet/tanma ve muhabbet nimetine ulamlardr. Safi

bir sevgiyi elde etmilerdir. Ona kavuma sevincini ve boyun büküp yal-
varma sürürünü yaamaktadrlar. Ona münacat etmenin/yakarp dua et-
menin tadn tatmlardr. Ihlasla kulluk safna durmular ve hizmet sevin-
ciyle ho olmulardr. Onunla konumann huzuruna ermiler, halvetin ra-

hatln ele geçirmilerdir. Allahu Teala kendilerine güzel sfatlar ile özel
karlk olarak
olarak tecelli etmitir. Ayette belirtildii gibi 'Yaptklarna
onlar için göz aydnl olacak eylerden nelerin saklandn hiç kimse bil-
mez.™ 2
Allahu Teala ashab- yemin olan dier müminlere ise fiilleri yoluyla te-
celli ederek.güzel nimet ve ihsanlar bahetmitir.

Yahya b. Muaz derdi ki: "Kim Allah'a ilahi rahmetten ümitli olmadan
srf korku ile ibadet ederse, fikir denizlerinde boulur. Kim O'na korku ol-

madan ümit ve güvenme ile ibadet ederse, aldanma çukurlarnda kendisi-


ni kaybeder. Kim hem korku ve hem de ümitle ibadet ederse, dosdoru bir

istikamet üzere yürür."

Mekhul en-Nesefî (rah) buna yakn eyler söylemitir. Fakat o, bu ko-


nuda daha ileri giderek öyle demitir: "Kim Allah'a sadece havf ile ibadet
ederse eli bo döner. Kim srf recâ ile ibadet ederse, muradna eremez.
Kim sadece muhabbetle ibadet ederse o zndkla düer. Kim havf, recâ

ve muhabbet içinde ibadet ederse ite o, gerçek bir tevhid ehlidir."

Allahu Teala en dorusunu bilir.

Korku makam burada bitti.

«' Ahmed, K. Zühd, No: 248; Beyhaki, uabu'l-lman; II, 462; Tabarani, el-Kebir, IV, 85; Hey-
semi, ez-Zevaid, X, 284; Elbani, Sahiha, No: 741
•* Secde 32/17.
<V1

ZÜHD MAKAMI ve
ZAHDLERN HALLER

ZÜHDÜN FAZLET

Zühd, yakin makamlarnn altncsdr. Yüce Allah, ayet-i kerimede


zühd sahiplerinden 'alimler' diye bahsetmitir. Bunu u ayette görüyoruz:
"Karun, ihtiam içinde kavminin karsna çkt* 63 Kendilerine ilim ve-
rilenler öyle dediler: Yazklar olsun size, iman edip iyi iler yapanlar için
Allah'n verecei mükafat daha hayrldr.*64

Bu ayette 'ilim verilenler' kelimesiyle dünyaya kar zahid olan kimse-


lerin kast edildii söylenmitir.

Baka bir ayette Yüce Allah öyle buyurur: "te onlara sabretmelerin-
den dolay mükafatlar iki defa verilecektir.

Bu ayetin tefsirinde: "Zira onlar zühd üzerine sabrettiler" denilmitir.

Yüce Allah baka bir ayette de:

"Melekler de her kapdan onlarn yanna varacaklar ve kendilerine:

Sabrettiinize karlk size selam olsun diyecekler,*66 buyurmutur. Bu


ayetin tefsirinde: "Sabrettikleri ey fakirlikti," denilmitir. Bu iki ayette bildi-

rilenler, dünyaya kar sabretmenin önemini gösteren delillerdir.

Cenab- Allah zahid alimler hakknda: "Kendilerine ilim verilenler ise:

Yazklar olsun size. Allah*n sevab iman eden ve salih amel ileyenler için
daha hayrldr," buyurduktan sonra, onlar hakkndaki övgüsüne devam
863
Kasas 28/79
864
Kasas 28/80
865 Kasas 28/54
866 Rad 13/23-24
418 KÛTU'L-KULÛB

ederek: "Ona da ancak sabredenler kavuabilir,™ 7 buyurmutur. Yani ona


ancak dünya cazibesinden kurtulanlar erebilir.

Daha sonra onlar bir baka sfatlaryla överek öyle buyurmutur:


te onlara sabretmelerinden dolay mükafatlan iki defa verilecek-
#"868

Zahid için bu iki sevap vardr. Birisi, fakirlie sabretmesinden, dieri

de gönlünü maldan çekip zahid olmasndan dolaydr.

Hiç bir eyi olmayan yoksul kimseye, zühd sahibi olmayan zenginden
ayr olarak bir sevap vardr. Hz. Peygamber Efendimiz'den (s.a.v) rivayet

edilen u iki hadis de bunu göstermektedir. Birinci hadis-i erifte öyle bu-
yurulmutur:

"Ümmetimin fakirleri, zenginlerinden krk yl önce cennete girecekler-


dir.™

"Müminlerin fakirleri, zenginlerinden be yûz yl önce cennete gire-


cekler.* 70

Yani zahid fakir, salih zenginden be yüz sene önce cennete girer.

Bunlar, fakirlerin seçilmileridir.

Zahid olmayan fakir ise zenginlerden krk yl önce cennete girer. Bu,

sadece fakirliinden dolaydr. Bunlar ise fakirlerin avamn oluturur. Her

iki durumda da zenginlere kar bir üstünlükleri söz konusudur. Genel ola-
rak bütün fakirler zenginlerden daha önce cennete gireceklerdir. Bunun
sebebi zenginlerin dünyadaki zenginlikleridir.

Bütün zenginler ve dünya ehli olanlar, hesap için durdurulacak ve


kendilerinden kazandklarnn ve harcamalarnn hesab sorulacaktr.

Konu ile ilgili üçüncü haber öyledir: "Cenneti gördüm, oradakilerin


çou fakirlerdendi. Cehennemi gördüm, oradakilerin çou zenginlerden-
di."
87 '
Baka bir hadiste:

867
Kasas 28/80
868
Kasas 28/54
869 Tirmizi, Zühd, 37; Beyhaki, Sünen-i Kübra, uabu'l-man, No: 10379;
VII, 12; Taberi, 12-203-
870
Tirmizi, bnu Mace, Zühd, 6;
Zühd, 37; Ahmed, Müsned, II, 296, 343.
871
Ahmed, Müsned, II, 173; Son ksm farkl bir hadis için bkz: Buhari, Rikak, 16; Müslim, Rikak,

94; Beyhaki, uabu'l-man, No: 10383; Ahmed, Müsned, IV, 443


*

ZÜHD MAKAMI vb ZAHDLEHN HALLER 419

•Ben, zenginler nerededir? Diye sordum: "Zenginlikleri kendilerini en-

gelledi; onlar hesap veriyorlar, " denildi. * 72

Yüce Allah, fakir ve zahidleri Kur'an'da, 'muhsinler' diye isimlendirmi

ve azaba götüren yoldan onlar kurtarmtr. Onlar hakknda öyle buyur-


mutur:

"Harcayacak bir ey bulamayanlar için günah yoktur. 73


Daha sonra
da: "Zira, muhsinlere bir sorumluluk yoktur,* 74 buyurmutur.

Aleyhinde delil olan ve bunun için hesaba çekilecek kimseler hakkn-


da da öyle buyurmutur: "Sorumluluk ancak, zengin olduklar halde sa-
vatan kaçmak için senden izin isteyenler içindir. Çünkü onlar geri kalan-
larla (kadnlarla) beraber olmaya raz oldular.* 75

u ilahi kelamn tefsiri de bu manaya göre yaplmtr: "Biz, nsanla-


rn daha güzel amel edeceini deneyelim
hangisinin diye, yeryüzündeki
her eyi bir süs yaptk. * 76

Yani, kimin daha zahid olacan denemek için böyle yaptk, demek-
tir. Böylece "ihsan", zahitlerin makam olmutur. Bu ayn zamanda yakînin

de bir sfatdr.

r: ihsan nedir?" diye sorulduu zaman Allah Rasûlü (s.a.v):

buyurmutur Yani yakîn inan-


c içinde kulluk etmendir. Buna müahede hâli denir.

Hiç üphesiz zühd, yakîn sahibinin hâlidir. Çünkü o, yakînin bir gere-
idir. Zenginlerin fakirlerden üstün olduunu sananlar, fakirler hakkndaki
u ayeti delil getirirler:

"Harcayacak bir ey bulamadklarndan dolay üzüntüden alayarak


geri döndüler.* 75

Ayn konuda biraz farkl lafzlardaki hadis için bkz: Buhari, Rikak, 51
;
Ahmed, Müsned, V,

973 Tövbe, 9/91


874
Tövbe 9/91
875
Tövbe 9/93
876
isra 17/7
877
Buhari, man, 37; Müslim, man, 1; Ebu Davud, Sünnet, 16; Tirmizi, man, 4.
878
Tövbe 9/92
420 KÛTU'L-KULÛB

Halbuki durum böyle deildir. Kur'an' iyice düünen kime bu ayette


fakirler için güzel hallerinden dolay ayr bir fazilet olduunu anlar. Çünkü
bahsi geçen fakirler, muhsin/ihsan ve iyilik sahipleri olarak tantlmlardr.
Yüce Allah onlar hakknda; "Biz muhsinlere daha ziyade veririz,* 79 buyur-

maktadr. Onlara verilen bu fazla nimet ve ihsanlar, onlardaki üzüntü ve


korkuyu artrmaktadr. Çünkü onlar Allahu Teala'nn rablk hakknn bü-
yüklüünü müahede ettiklerinden, Ona kar kusur yapmaktan korkmak-
tadrlar. Öyle ki, bu kusurlarndan dolay kendilerini günah ilemi olarak
görmektedirler.

Bu korku Yüce Allah'n onlarn muhsin olduklarn müjdeleyerek:


"Muhsinler için bir sorumluluk yoktur.*80 Hükmünü haber vermesine kadar
devam etmitir. Çünkü Allah, zahidleri vasflar bakmndan muhsinlere
katmtr. Ayrca onlarn alamas, dünyay elden kaçrdklar veya zen-
ginlik istedikleri için deildir.

Yüce Allah onlar, dünyaya kar sabretmelerinden dolay övmü ve


dünyay kötülemitir. Onlarn üzüntüleri, Allah yolunda daha çok infak
edebilmek için zengin olmak istemelerindendi. Yani imkan bulup hepsini
infak ederek yine fakirliklerini sürdürmek ^istiyorlard.

te onlarn üzüntüsü daha çok infak etme isteinden ileri geliyordu.


Kendileri için istedikleri ise gerçek fakirlikti. Bu üzüntü onlar için ikinci bir

fazilettir. Yoksa bu fazilet, mal toplamaya ve kenarda biriktirmeye ait de-


ildir.

Hüküm ve tefekkür ehline göre, bu ayette fakirler için en yüksek ko-


num vardr. O da, onlarn bu hâl ve sfatlarnda Allah Rasûlüne (s.a.v) or-

tak olmalardr.

Yüce Allah, Hz Peygamberin (s.a.v) de onlarla ayn durumda olduu- .

nu belirterek öyle buyurmutur: "Senin onlara: Sizi bindirecek bir binek


bulamyorum dediin zaman.™
Bu ayette Yüce Allah onlar peygamberine (s.a.v) benzetmitir. Çün-
kü onlar derece derece onunla ayn artlar ve skntlar paylayorlard.

879 Bakara, 2/58


880 Tövbe 9//91
881
Tövbe 9/92
ZÜHD MAKAMI vt ZAHDLERN HALLER 421

Allahu Teala onlar anlatrken de: "Harcayacak bir ey bulamadklar


çin,*92 buyurmutur. Kim Allah Rasûlüne (s.a.v) daha fazla benzerse, o
daha faziletlidir.

Bir rivayette: "Müminin dünyadaki hediyesi fakirliktir,* 83 buyrulmutur.

Allah'n Rasûlü fakirlii övmü ve ona çok deer vermitir. Mehur bir
hadiste de: "Mümindeki fakirlik, güzel bir atn yanaklarna taklan taklar-
dan daha sewm/«//r/buyurulmutur. 884
Fakirlik, Peygamberimizin (s.a.v) seçtii bir durumdur ve bütün nebi-
lerin iardr. Ayn zamanda büyük sahabi ve sufilerin de yoludur.
Bir haberde Allah Rasûlünün öyle buyurduu rivayet edilmitir:

"Peygamberlerden en son cennete girecek olan, sahip olduu mül-


künden dolay Davud'un olu Süleyman olacaktr. Sahabelerimden en
son cennete girecek olan ise, zenginliinden dolay Abdurrahman b. Avf
olacaktr.* 85

Bir rivayette de: "Abdurrahman b. Avf' emekleyerek cennete girerken


gördüm.*86 buyurmutur.

Bizim ümmet içerisinde bildiimiz en üstün iki grup vardr. Bunlarn il-

ki Muhacirler, dierleri de Ehl-i Suffa'dr. Hepsini de Yüce Allah, fakirlik s-


fatlaryla övmütür. Yüce Mevla bir ayetinde:

"(Yapacanz hayrlar) kendilerini Allah yoluna adam ve bu sebep-


le yeryüzünde kazanç için dolaamayan fakirlere aittir,* 87 buyurarak, on-

larn fakirlik halleriyle kendilerini hak yoluna adama sfatlarn dier sfat-
larndan önce zikretmitir. Allah sevdiklerini ancak sevdii eylerle över ve
birini sevmedikçe de onu iyilikle vasflandrmaz.

Yüce Allah'n: "Onlar,, emrimiz dorultusunda sabrettikleri için doru


yolu gösteren önderler yaptk,*88 ayeti hakknda u açklama yaplmtr:
"Onlar dünyaya kar sabrettiklerinden dolay bu övgüye mazhar oldular."

882 Tövbe 9/92


888
Deylemi, Firdevsü'l-Ahbar, No: 2219; 185; Zebidi, thaf, XI, 541.
884
bnu Mübarek, K. Zühd, No: 568; Zebidi, thaf, XI, 539/540.
885
Zebidi, thaf, XI, 542.
886
Ahmed, Müsned, VI, 1 1 5; Zebidi, thaf, XI, 542.
887 Bakara 2/273
888 Enbiya 21/73
422 KÛTU'L-KULÛB

Bir hadis-i erifte Hz Peygamber (s.a.v) öyle buyurmutur:

"Alimler, dünya malnn peine dümedikleri müddetçe peygamberle-


rin emin varisleridir. Dünyaya daldklar zaman dininiz hakknda onlardan
saknn.*89
Bir haberde öyle nakledilmitir:

"Dinlerinin selameti için ellerinden dünyann azalmasna aldr etme-


dikleri müddetçe lâ ilahe illallah zikri, insanlardan Allah'n gazabn kaldr-

maya devam eder."

Baka bir rivayette bu haber u ekildedir:


"Dünya ticaretlerini dinlerine tercih etmedikleri müddetçe, lâ ilahe illal-

lah zikri, onlar ilahi gazaptan korumaya devam eder. Dünyay tercih ede-
rek lâ ilahe illallah zikrini söylediklerinde Allah: "Siz yalan söylediniz, bu
konuda sadk deilsiniz, " buyurur.

Ehl-i Beyt'ten rivayet edilen bir hadiste öyle buyrulmutur;

"Allah bir kulunu sevdii zaman ona belâ verir. Onu çok fazla sevdi-
inde ise elinde avucunda ne varsa kurutur." Efendimiz' e (s.a.v): "Bu na-

sl olur? Diye soruldu: "Ailesini elinden alr, kendisinde mal-mülk brak-


maz/'buyurdu.' 891
Ehl-i Kitabn haberlerinde öyle geçmitir: "Allahu Teala, dostlarndan
birisine öyle vahyetti:"Gazabmdan sakn; yoksa benim gözümden dü-
ersin ve bana dünya mal yadrrm!"

Denilmitir ki: Zühdden baka bütün iyilik çeitlerini kendinde topla-

yan baka bir ey yoktur."


Sahabeden birisi öyle demitir: "Biz bütün amelleri aratrdk; ahiret

iinde zühd'den yani dünyadan gönlü çekmekten daha iyi bir amel göre-
medik."

Sahabeden birisi, Tabiûn'dan ileri gelen birisine: "Siz Allah Rasûlünün


(s.a.v) ashabndan daha çok amel yapyorsunuz, fakat onlar sizden üstün-

889 bnu Abdiiber, Beyani'l-lm, 1, 185; Suyutî, es-Sar, No: 5701; bnu Arak, Tenzihü'-eria, II,

84.
890 Beyhaki, uabu'l-man, No: 10497.
891
Deylemi, Firdevsü'l-Ahbar, No: 973; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid; II, 291; Zebidî, thaf, XI,
542.
ZÜHO MAKAMI V ZAHDIERIN HALLER

düler," dedi. "Bunun sebebi nedir?" diye sorduklarnda: "Çünkü onlar, dün-

yaya kar sizden daha çok zühd sahibi idiler," cevabn verdi.

Lokman (a.s) oluna vasiyet ederken öyle demitir: "Dine en çok


yardmc olan ey, dünyalk eylere kar zahid olmaktr."

Denilir ki: "Kim krk gün dünyaya kar zahidce yaarsa Allah, onun
kalbinde hikmet pnarlar açar ve onu hikmetle konuturur."

"Eer siz, bir insana sükût ve dünyaya kar zühd hâ-


Bir hadiste ise:
92
li verildii görürseniz ona yaklanz. Çünkü ona hikmet verilmitir..'* du-

yurulmutur.

Yüce konuda öyle buyurmutur: "Kime hikmet verilmise,


Allah bu

ona pek çok hayr verilmitir. * 93

Bu konuda pek çok hadis ve haber mevcuttur. u hadis bütün bunla-


r özetlemektedir:

'Kim bütün derdi dünya olarak sabahlarsa Allah onun ilerini datr,
fakirlii gözünün önüne getirir ve dünyadan takdir edilenden fazla bir ey
eline geçmez. Kimin bütün derdi ah iret olursa Allah onun dank düün-
ce ve ilerini toplar; onun mal ve mülkünü korur, kalbine zenginlik kor.

Dünya ona koarak gelir. * 94

Bu gerçek, bir ayet-i kerimede öyle ifade edilmitir. "Kim ahiret ka-
zancn isterse, onun kazancn artrrz. Kim de dünyay ona da
isterse

dünyadan bir eyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz. * 95

Sahabelerden birisi (r.a) demitir ki: Peygamber Efendimiz'e (s.a.v):

"Ya Rasûlellah, insanlarn en hayrls kimdir?" diye sorduk: "Kalbi temiz


ve sözü doru olandr," buyurdu. Biz: "Ya Rasûlellah! Kalbin temizlii na-
sl olur?" diye sorduk:

-
892 bnu Mace, Zühd, 1; Ebu Nuaym, Hilye, X, 405; Beyhaki, uabu'l-man; No: 10524; EbU
Ya'la, Müsned, No: 6803.
893 Bakara 2/269
894
Tirmizi,Kyame, 30; bnu Mace, Zühd, 2; Tabarani, el-Kebir, No: 11690; Beyhaki, K. Zühd,
No: 181; bnu Hbban, el-hsan, No: 680; Elbani, Daife, No: 1018.
895
ura 42/20
.

Kötülükten temiz, takva sahibi, çinde kin, haset ve zulüm olmayan


kalptir," buyurdular. "Kim bu yoldadr?" diye soruldu, Allah'n Rasûlü
(s.a.v): "Dünyay kötü görüp ahireti seven kimse," buyurdular. 896

Bir ey benzeri ile tannd gibi zdd ile de tannr. Nefret etmenin
zdd muhabbettir; zühdün zdd rabettir. nsanlarn en kötüsü, kalbi dün-
ya muhabbetiyle dolu olandr. Dünyaya rabet eden onu seviyor demek-
tir. Dünyal daha çok artrmaya çalmak, ona rabetin bir alametidir.

Nasl olmasn ki, bir hadiste: "Allah'n seni sevmesini istiyorsan dünyadan
gönlünü çoklm97 buyurulmutur.

Zühd, Allah sevgisinin sebebi klndna göre, zahid kii, Allah'n sev-
gilisi demektir. Buna göre zühdün en üstün hâl olmas gerekir. Çünkü mu-
habbet, en yüce makamdr. Yani muhabbet, makamlarn en yükseidir.
Bu sözden unu anlyoruz:

Kim dünyaya yönelirse Yüce Allah'n gazabna urar. Bundan daha


büyük kayp yoktur. O halde dünyay seven insan, Allah'n kendisine ga-

zap ettii kimsedir

Ebu Muhammed (rah.) öyle demitir: "Bütün hayrl ilerin sevab za-
hitlerin terazisine konur. Onlarn zühdlerinin sevab ise kendilerine ayrca
verilir."

Yine o demitir ki: "Kyamet günü kullar alimlerin terazisinde, alimler

de zahitlerin terazisinde tartlr. Dünyay seven hiçbir kimse Allah'n mu-


habbetinden dem vurmasn ve bu ekilde Onu sevdiini iddia etmesin.
Çünkü Allah dünyaya gazap etmektedir."

Bir haberde öyle nakledilmitir: "Yüce Allah, yaratt günden beri

dünyaya nazar etmedi."898 Ona der ki: Sus, ey hiç bir deeri olmayan ey.
Sen ve seni sevenler atee girecektir."

Bir haberde öyle nakledilmitir: "Yüce Allah kyamet günü dünya


hakknda öyle buyurur: Benim için olan ksmn ayrn, gerisini atee

898 bnu Mace, Zühd, 24; Beyhaki, uabu'l-man, No: 6604; Zebidi, thaf, VIII, 430.
897
bnu Mace, Zühd, 1; Hakim, Müstedrek, IV, 313, Beyhaki, uabu'l-man, VII, 344.
898 Beyhaki, uabu'l-man, No: 10500;
899 Beyhaki, uabu'l-man, No: 10515-10516.
ZÜHD MAKAMI va ZAHDLERN HALLER 425

Bir hadis-i erifte öyle buyurulmutur:


'Allah'n zikri ile zikre sebep olan eyler hariç, dünya ve çindekiler la-
netlenmitir.™0

Bir rivayette: "Dünya sevgisi bütün hatalarn badr,™ buyrulmutur.


Dünyann eytana benzer. Allah eytan, uzaklk ve lanetlemek için
misali,

yaratmtr. Ona imtihan etmi ve kullar için bir imtihan sebebi yapmtr.
Onun kendisini helak etmi, bakalarnn helak olmasna da sebep yap-
mtr. Dünya da böyledir.

Baz keif sahipleri bunu keif yoluyla müahede etmitir. Bunlardan

birisi öyle der: "Ben dünyay cife eklinde, blisi de ona saldran bir köpek
sûretinde gördüm. Bir münadi gaipten öyle sesleniyordu: "Sen, köpekle-
rimden bir köpek, bu da yarattm bir cifedir. Ben onu sana nasibin ola-

rak verdim; kim onu almak için seninle tartmaya girerse, seni ona mu-
sallat ederim."

Buradan anlalmaktadr ki, dünya eytann yeridir. Kim onu ele geçir-

mek ve oraya yerlemek isterse, elde etmek istedii miktarda eytan ken-
disine musallat edilir. Çünkü dünya ona mekan edilmitir.

de dünya kadn sûretinde görünmütür. Veli, bütün


Velilerden birisine
insanlarn ellerini ona doru uzattn ve onun da onlara bir eyler verdi-
ini görmütür. Bunu bana anlatnca kendisine: "Peki kadn sûretindeki
dünya insanlara ne veriyordu?" diye sordum; öyle dedi: "Lezzetli bir ey-
ler veriyordu. Bir gurup insan da elleri kapal olarak dünyann yanndan
geçiyor, o da onlara bir ey vermiyordu."
Dünya Müverrik el-lclî'ye de yal, saçlar aarm, ileri geri konuan
ve üzerinde çeitli boyalar ve süsler bulunan bir kadn sûretinde görün-

mü. Müverrik ona: "Senden Allah'a snrm," deyince, dünya kendisine:


"Eer Allah'n seni benden korumasn istiyorsan altn ve gümüe muhab-
bet etme," demitir.

Bir rivayette Hz. Peygamber (s.a.v) öyle buyurmutur:


"Dünya, Allah'n yaratt günden beri yer ile gök arasnda durmakta-
dr. Yüce Allah ona asla nazar etmez. Kyamet gûnû dünya der ki: "Al-

900 Tirmizi, Zühd, 14; bnu Mace, Zühd, 3; Beyhaki, uabu'l-man, No: 10512; bnu Ebi'd-Dünya,
Resail, II, 10.
901
Beyhaki, uabu'l-man, No: 10501 ; bnu Ebi'd-Dünya, K. Zemmi'd-Dünya, No: 9.
426 KÛTU'L-KULÛB

lah'ml Beni en aa derecedeki veline nasip kl." Bunun özerine Allah:

"Sus ey hiç bir kymeti olmayan dûnyal Ben dünyadayken seni onlara ver-
medim, bu gün mû vereceim? buyurur. *02 1

Seleften birisi der ki: "Dünya deersiz adi bir eydir. Ondan daha âdi

olan ise, onu sevenin kalbidir."

Hz. Ali de öyle demitir: "Dünya bir letir; onu almak isteyen kimse
köpeklerle boumaya sabretsin."
Hz. Musa ile ilgili nakledilen haberlerin birinde Allah'n ona öyle bu-
yurduu rivayet edilmitir: "Eer zengini karladn gibi fakiri karlamaz-

san, örendiin her eyi topraa göm! Fakirliin sana doru geldiini gör-
düün zaman: "Merhaba ey salihlerin iar/süsü ve alameti!" de. Zenginli-
in sana yöneldiini gördüünde ise: "Bu, yaptm bir günahn daha dün-
yadayken pein verilmi cezasdr," de.

mammz Ebu Muhammed (rah) öyle demitir: Bize, Hz. Davud'la

(a.s) ilgili öyle bir haber rivayet edilmitir:

"Allahu Teala, Davud'a (a.s) öyle vahyetti: Ben, Muhammed'i kendim


için yarattm. Adem'i Muhammed için yarattm. Dier bütün varlklar da
Ademoullar için yarattm. Kim, kendisi için yarattm dünya ile megul
olup beni unutursa, onu benden perdelerim. Kim benimle, ibadet ederek
megul olursa, ona kendisi için yarattm bütün eyleri veririm."

Sddklar bu yolun bandayken öyle derlerdi: " in banda dünya-


y istedik; Yüce Allah dünyay bize vermedi. yi hal sahibi olduumuzda ise

dünya önümüze arz edildi; bu sefer biz reddettik."

Rivayet edildiine göre Hz. sa (a.s) dünyaya: "Benden uzakla ey


hnzr," derdi.

Ayn sözü am alimlerinden Yezid b. Meysere de söylemitir. Yezid


demitir ki: "Bizim eyhlerimiz de dünyaya hnzr diyorlard. Eer onun için

daha kötü bir isim bilselerdi onu söylerlerdi. Onlardan birisine dünya yö-
neldii zaman ona: "Benden uzakla ey hnzr, benim sana ihtiyacm yok.
Biz Yüce ilahmz tandk," derdi. 903

902 Benzer bir haber için bkz: Ebu Nuaym, Hilye, 1, 72; bnu Ebi'd-Dünya, K. Zemmi'd-Dünya, No:
40; Zebidi, thaf, 547-548.
*» Bkz: Ebu Nuaym, Hilye, V, 230; Beyhaki, K. Zühd, No: 268.
.

ZÜHD MAKAMI v ZAHDLERN HALLER 427

Bu sözün Aanas udur: Ey dünya, biz Yüce Allah'n sana kar nasl
zühd sahibi olup kendisini tercih edeceimizi denemek için bizi seninle im-

tihan ettiini biliyoruz. Ayrca O'nun sana gazap ettiini de biliyoruz ve bu


konuda biz de Ona uyarak sana gazap ediyoruz. Yine Onu yakinen ta-
biz

ndk; artk kalplerimiz Ona yöneldi ve Ondan bakasndan yüz çevirdi.

Hasan el-Basri (rah), eyhlerini öyle tantmtr: "Onlardan birisine he-

lâl mal verilip: 'bunu al, ihtiyacn giderirsin' dendiinde o: "Benim buna ih-

tiyacm yok; onun kalbimin huzurunu bozmasndan korkarm," derdi. Çün-


kü onun slah olmu bir kalbi vard ve onun deimesinden korkuyordu."

Rivayet edildiine göre, Allah Rasûlü (s.a.v) ölü bir hayvann yann-
dan geçti ve yanndakiler: "Bunun, sahibinin yannda hiç bir deerinin ol-

madn biliyor musunuz?" diye sordu. Yanndakiler: "Zaten deersiz ol-

duundan dolay atmlar!" dediler. Allah'n Rasûlü (s.a.v): "Muhakkak ki

dünya Allah'n nazarnda, bunun sahipleri nezdindeki deerinden daha


904
kymetsizdir, * buyurdu

Ayn hadisin dier bir rivayetinde Rasûlüllah (s. a v): "Hanginiz bir dir-
hem karlnda bu lee sahip olmak ister?". Diye sordu; oradakiler: "Hiç
birimiz istemez. Bunun ne kymeti var ki?" dediler. O zaman Allah'n Ra-
sûlü (s.a.v) öyle buyurdu:
"te dünyann deeri, bunun deerinden daha düüktür. "»»

Yine Allah Rasûlü (s.a.v) dünyann son derece az ve deersiz oldu-

unu bildirmek için öyle buyurmutur:


"Eer Allah katnda dünyann sinein kanad kadar deeri olsayd, ka-
fire ondan bir yudum su bile içirmezdi.^
06

Dünyann kokumuluunu ve basitliini bildirmek için, Allah Rasûlü


(s.a.v) bir bedeviye:

-Yiyip içtiklerinizi düünüyor musun? Onlar sebebiyle büyük ve küçük


abdest bozmaya çkmyor musunuz? diye sordu; adam:

-Evet, dedi. Hz. Peygamber (s.a.v):

-Bunlar neye dönüüyor? Diye sordu; Adam:


904
Tirmizi, Zühd, 13; bnu Mace, Zühd, 3.
905
Müslim, Zühd, 2; Ebu Davud, Taharet, 74.
** Tirmizi, Zühd, 13; bnu Mace, Zühd, 3; Münziri, Terib. IV, 173.
KÛTU'L-KULÛB

-Bildiiniz eye ey Allah'n Rasûlü, dedi. Allah'n RasCflü (s.a.v):

-Herhangi biriniz evinin arkasnda ihtiyaç gidermek için otururken pis


kokudan dolay elini burnuna kapatmyor mu? diye sordu; adam:

-Evet, dedi. O zaman Allah Rasûlü (s.a.v) öyle buyurdu:


"Allah, dünyay ademolundan çkan eyler için bir misal yapm-
tr. Dünya da onun gibi deersizdir.'907
Allahu Teala'nn: "Kendi nefislerinizde de öyle, görmüyor musu-
nuz?'908 mealindeki ayetin tefsirinde; nefislerimizdekiler, büyük ve küçük
abdest bozmalardr, denmitir.

öyle buyuruyor: "Oysa ahiretin yannda dünya hayat,


Allahu Teala
geçici bir metadan baka bir ey deildir."909

Dil alimlerinden birisi, metann, cife/ölmü ve kokmu hayvan mana-


sna geldiini söylemitir.

Asmai'nin öyle dediini duydum: Baz Araplar, et koktuu ve bozul-


duu zaman: Et metâ oldu/koktu, diyorlard.

Hasan- Basri (r.a) demitir ki: "Hz. Adem'in, dünyaya indii zaman
yapt ilk i, büyük abdest bozmak olmutur."
bnu Abbas'tan (r.a) öyle rivayet edilmitir: "Hz. Adem abdest bozdu-
u zaman kendisinden çkan eyin kokusundan rahatsz oldu. Bunun üze-
rine Cebrail (a.s): "te bu, senin günahnn kokusudur," dedi.

Akl sahipleri, dünyay, bir kenef gibi görmüler ve zaruret olmadkça


içine girmeyip: Tuvalete ne kadar az girilirse o kadar iyi olur' demilerdir*

Bazlar dünyay bir cife/kokmu le olarak görmüler ve ondan ancak


ihtiyaç kadar almlar; ona ne kadar, az yaklarsan o kadar hayrl oldu-
unu söylemilerdir.

Vehb b. Münebbih demitir ki: "Kitaplarn birinde öyle okudum:


Ademolu,
"Ey beni istiyorsan dünyay terket. Dünyay istersen esirli-

in devam eder."

907
bnu Mübarek, K. Zühd, No: 491-493; Beyhaki, uabu'l-man; No: 10472-73. Hadisin son ks-
m için bkz: Ahmed, Müsned, III, 452.
908
Zâriyat, 51/21
*» Rad 13/26
ZÜHD MAKAMI v ZAHDLERN HALLER 429

Baka bir semavî kitapta da Yüce Allah öyle buyurmutur: "Ey Ade-
molu, ben senin için gerekliyim, gereksiz olanlar bana tercih etme."

Alimlerden birisi Allahu Teala'nn dünyaya öyle vahyettiini bildirmi-

tir: "Ey dünya, bana hizmet edene hizmet et, sana hizmet edene de zah-
met ver."910

Seleften birisi demitir: Allahu Teala dünyaya öyle vahyetti:

"Dostlarma sevimsiz ve ac görün ki benim katmdakilere rabet et-

sinler. Dümanlarma da tatl ol ve ho görün ki benimle karlamay is-


temesinler."

Bu söz, müsned olarak da rivayet edilmitir.

Hz. Aie'den (r.ah) rivayet edilen bir hadiste Allah'n Rasûlü (s.a.v)
öyle buyurmutur: "Kim, Allah'a kavumak isterse Allah da ona kavu-
mak ister. Kim Allah'a kavumaktan holanmazsa, Allah da onunla kar-
lamaktan holanmaz.*3 "
Buraya kadar naklettiimiz bütün haberler, aslnda dünya ehli olanla-

rn belini kracak ve onu sevenlerin gözünü yala dolduracak niteliktedir.

Buna karlk zühdün fazileti ve fakirliin erefini bildiren rivayetler ise, sa-
dk fakirlerin balarn yükseltmekte ve Allah için zühd sahibi olan salih in-
sanlarn gözünü aydn edecek müjdeler içermektedir.

u ayet de bunu göstermektedir:

"Hiç kimse, onlarn yaptklarna karlk, kendilerine göz aydnl ola-


cak eylerden nelerin hazrlandn bilemez.™ 2

DÜNYAYA YÖNELME SEBEB


Dünyaya rabet etmenin temelinde, yakîn zayfl vardr. Çünkü ku-
lun yakîni salam olsa, bu yakînin nuru ile ahirete bakar; dünyay unutur
ve neticede dünyaya kar zühd sahibi olur. Böylece kendisine vadedile-

ni, daha sürekli, daha yararl ve Mevlâ'snn rzasna daha uygun olan ter-

cih eder. Fani olana iltifat etmez, aksine ebedi olana sarlr. te zühd böy-
910 Bu Ebu
Bkz: Beyhaki, K. Zühd, 14. zat Hâzim'dir. (rah)
9"
Buhar, Rikak, 41; Müslim, Zikr, 14, 16-18; Tirmizi, Cenaiz, 67, Zühd, 6, Nesaî, Cenaiz, 10,
ibnu Mace, Zühd, 31, Darimî, Rikak, 43, Ahmed, Müsned, II, 313.
9,2
Secde, 32/17
430 KÜTU'L-KULÜB

le oluur. O, yakin sahibi müminin bizzat müahede ettii bir hâldir. lahi

huzurda olan bir kimse, orada bulunmayan ve geçici olan eyleri sevmez.

Allahu Teala'nn Hz. brahim'den nasl bahsettiine baksana. *Yâk-


nen iman edenlerden olmas için biz brahim'e göklerin melukûtunu/gay-

bn ve srrn gösterdik ,' 913


ayetinde belirtilen yakin ve huzur hâlinden

sonra Hz. brahim (a.s) öyle demitir:

'Ben, batp kaybolan eyleri sevmem. * 14


Yakîn sahibi her mümin, Hz. brahim'in (a.s) milletine/dinine ve yolu-
na tabi olmakla yükümlüdür. Ayette öyle buyrulmutur: 'Babanz bra-
him'in dini de böyleydi^ 5 Yani sizin atanz Hz. brahim'in milletine, dinine

ve gittii yola uymanz gerekir; onun yoluna uyun.

Kul, ahiretteki müjde ve azap haberlerin hakikatini akln nuru ile deil,
yakînin nuru ile müahede edebilir. Bunu una göre söylüyoruz:

Nurlar dört çeittir. Kalp de dört yöne yöneliktir. Bunlar: Mülk, Mele-

kût, zzet ve el-Ceberût alemine bakan yönlerdir. Akln nuru ile mülk ale-

mi müahede edilir. man nuru ile melekût alemi müahede edilir. Mele-
kût, ahirettir. Yakînin nuru ile Yüce Allah'n izzeti müahede edilir. zzet

deyince ilahi sfatlar ve onlara ait tecelliler anlalr. Marifet nuru ile Cebe-
rût müahede edilir. Ceberût, vahdaniyettir/Yüce Allah'n birliidir.

Cebbar olan Allahu Teala, kalbin üzerinde tecelli eder ve bu tecelliler

onu tamamen kuatr. Allahu Teala diledii eyleri kalbe açar. Onun kal-

be müahede ettirdii eylerin vecdi, kalbe hakim olur.

Yakin zayfl, her eyde kendisini gösterir. Kulun her amelde yakinin
kuvvetlenmesine ihtiyaç vardr. Böyle olmad takdirde kalp, dünyevi bir

ey olup amele ancak akl nûru ile' ulalabilir. Kime yakîn nuru verilme-
mise o, büyük mülkü/ahireti göremez. Artk onu küçük mülk/dünya ken-
disine çeker. Bundan sonra kul, hiç bir kymeti olmayan dünyay sever;
himmeti/niyet ve azmi yükseklere çkamaz; onun yannda yüksek eyler
hiçbir kymet ifade etmez.

913 Enam 5/75


9.4 Enam, 6/76
9.5
Hacc 22/78
ZÜHD MAKAMI vt ZAHOLERN HALLER 431

ZÜHD NEDR?
Kul, dünyann ne olduunu anlamadan zühdü anlamas ve elde etme-
si mümkün deildir. Alimler, zühd ile ilgili çok eyler söylemilerdir. Bizim
bunlar, tek tek zikretmeye ihtiyacmz yoktur. Allahu Teala, kitabnda züh-
dün ne olduunu açklamtr. Onda bizim için bütün manevî dertlerimize
ifa ve ihtiyacmz olan konuda yeterli açklama mevcuttur. O Allah'tan

korkan muttakiler içir bir hidayet kitabdr. Allah'n Rasûlü (s.a.v), Kur'an'
bize öyle tantmtr:
salam ipidir ve dosdoru yoludur. Kim doruyu on-
"Kur'an, Allah'n

dan baka bir yerde ararsa, Allah onu saptr.™

Yüce Allah bu konuda öyle buyurmutur: "ihtilaf ettiiniz bir eyde


hüküm Allah'a aittir.™ Yine O (c.c), öyle buyurmutur:
"Bu ekilde Allah, iman edenlere, üzerinde ihtilafa dütükleri eyin
gerçeini izni ile gösterdi.™

Yüce Allah, kitabnda dünya hayatnn temelde yedi eyden ibaret ol-

duunu öyle zikretmitir: "nsanlara nefsin arzular, kadnlar, oullar, y-


n yn biriktirilmi altn ve gümü mallar, salma atlar, samal hayvanlar
ve ekinler süslendi.™

Ayet i Kerîme nin sonunda: "Bunlar dünya hayatnn geçici menfaat-


leridir, " buyurulmutur.

Allahu Teala, ehevî arzulara dükünlüü "çekicilik" olarak niteledi.


Daha sonra insann dükün olduu yedi eyi, muhabbet derecesine göre
sralad. Ayet üzerinde güzelce düünülünce anlalr ki, bunlar dünyann
tamamdr ve dünya bu yedi eyden ibarettir.

Bunlarn dndaki dier dünya zevkleri ise bunlardan birine dayan-


makta ve ondan kaynaklanmaktadr. Kim bu yedi eyin hepsini severse o,

dünyann tamamn sevmi olur. Bu, çok ileri derecede bir dünya sevgisi-

dir. Kim de bunlardan birini veya bir ksmn severse o, dünyann bir ks-
mn sevmi olur. Ayetin ifadesinden unu anlamaktayz:
9,6
Tirmizi, Fedailü'l-Kur'an, 14.
9 ' 7
ûrâ, 42/10
9.8
Bakara 2/213
9.9 Âl-i mran, 3/14
432 KÛTU'l-KULÛB

ehvet/Dir eye ar dükünlük dünyadr. Bundan u ortaya çkar:

Temel ihtiyaç maddeleri dünya saylmaz. Çünkü ihtiyaçlar, zaruri olan

eylerdir. htiyaçlar dünya saylmadna göre, "ehvet" diye isimlendiril-

mezler. Çünkü ehvet, dünyadr. Bunlarn farkl isimde zikredilmeleri, hü-

kümlerinin de farkl olduunu göstermek içindir.

Bu hüküm, srailoullarmdan rivayet edilen u habere dayanr:


"Hz. brahim'in (a.s) bir eye ihtiyac oldu. Borç almak için bir arkada-
na gitti. Arkada ona borç vermeyince üzüntülü bir halde geri döndü.
Bunun üzerine Allahu Teala kendisine: "Eer dostundan isteseydin O sa-
na verirdi," diye vahyetti. Hz. brahim: "Ya Rabbi, senin dünyaya gazap et-

tiini biliyorum. Senden istediimde bana gazap edeceinden korktum,"


dedi. Bunun üzerine Yüce Allah öyle vahyetti: "htiyaç olan eyler, dün-
yalk deildir."

Allahu Teala yukardaki ayette dünya meta ve süsü olarak sayd bu


yedi eyi, baka bir ayette be türe indirerek öyle buyurmutur:
"Bilin ki, dünya hayat ancak bir oyun, elence, bir süs, aranzda
Övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteinden ibarettir. * 20

Allahu Teala baka bir ayette ise her iki ayette zikredilenleri içerecek

ekilde dünya hayâlnn iki eyden ibaret olduunu öyle belirtmitir:

"Dünya hayat ancak bir oyun ve elenceden ibarettir.™

Bu ey de aslnda tek eydir ki o da hevadr. Böylece dünya asln-


iki

da hevadan ibarettir. Dier yedi ey nefsin hevasna dahildir.

Yüce Allah öyle buyuruyor: "Rabbinin makamndan korkan ve nefsi-


ni nevadan/kötü arzulardan alkoyap kimsenin varaca yer üphesiz cen-
nettir* 22

Bu ayete göre dünya, nefsin heva ve hevesine itaat etme anlamnda


kullanlmaktadr. Bunun delili u ayet-i kerimedir: "Haddi aan ve dünya
hayatn ahirete tercih edenin varaca yer üphesiz cehennemdir.*22

920 Madid 57/20


921
Muhammed, 47/36
922 Nâziat, 79/40-41
923 Nâziat, 79/27-28-29
ZÛHD MAKAMI v> ZAHPLERN HALLER 433

Cennet, cehennemin kart olduuna göre "neva" da dünya olur.

Çünkü nehyetmek, onu tercih etmenin zdddr. Buna göre kim, nefsini ne-

vadan/kötü arzulardan alkoyarsa o, dünyay tercih etmemi olur. Dünya-


y tercih etmemesi de "zühd" olur. Bu manada zühd sahibi olan kimse ce-
hennemin zdd olan cenneti hak etmi olur. Nefsini hevadan sakndrma-
yan kimse dünyay etmi demektir. Buna göre zûhd,
tercih nefsi bütün kö-

tü arzularndan alkoymak manasnda anlalmaldr.

Heva'nn ifade ettii ve 'dünya' saylan dier mana ise, nefsin keyf ve
elence için dünyada devaml kalma arzusudur. Bu manay ayetten ç- u
karyoruz:

"Onlar: Rabbimizl Bize sava niçin yazdn! Bizi yakn bir sûreye ka-
dar ertelesen olmaz myd? dediler.*2*
Sava, dünya hayatndan ayrlmaktr. Çünkü o, klçla çarpmak ve
iki klç arasnda yok olmaktr. Bu nedenle savan farz klnmasna kar
çkarak: "Bize sava emrini daha ileri bir vakte tehir etseydin ya!" Dediler.
Yani savata deil, kendi ecelimizle ölseydik demek istediler. te bu, dün-
yada kalmay sevmektir. Dünyada kalma sevgisi, 'dünya' eklinde açklan-
mtr.
Onlarn bu ekildeki itirazlar üzerine Yüce Allah öyle buyurdu:
"Onlara de ki: dünya mal-mülkü önemsizdir. Takva sahibi olanlar için
ahiret daha hayrldr.'*25

Bu ayetlerle insanlarn gerçek durumu ortaya çkm; böylece müna-


fklar rezil olmutur. Müminler bu cihad emriyle imtihan edildiler. Bu imti-

han içinde Allah yolunda kenetlenmi bir kale gibi saf balayp savaan
muhabbet ehli de ortaya çkmtr. Mallarn ve canlarn Allah yolunda fe-

da edenler kârl çkmlar; ahiretini dünyalarna karlk satanlar ise hüs-

rana uramlardr. Nitekim Yüce Allah bu hususta öyle buyurmutur:


"Allah müminlerden, mallarn ve canlarn cennet karlnda satn
ald.* 26 O (c.c), satn almak isteyince onlar da sattlar. Allahu Teala, so-

nuçta zarar edenler hakknda ise; "onlar ahireti brakp dünyay satn ald-

924 Nisa 4/77


925 Tövbe 9/1 11
926 Tövbe 9/1 11
434 KÛTU'L-KUIÛB

ter,*
27
buyurmutur. Yani onlar, bu ah-verile, ebedi, kalc ve çok yüce
ahireti brakp, geçici ve basit dünyada kalmaya rabet ettiler.

Kim otuz yl veya krk yl karlnda, bir milyon seneyi, ebedî bir ha-

yat satarsa, o, zarar etmitir. Ve gittii yol da doru deildir. Bu, dünya
hayatn isteyen, ebedî hayat verip dünya hayatn satn alan kimsenin ti-

caretidir. Bu kimse yüksek bir hayat, basit dünya hayatnn bedeli yapp
dünyay tercih etmitir. Âlî bir hayat, basit dünya hayatna satmtr. Yü-

ce Allah'n: "dünya hayatn satn aldlar,"sözü: "onlar, yüce hayat sattlar


demektir.

u birinci kimsenin ticareti ise, kendi hayatn ve bütün maln Allah'a

satan ve O'nun da karlk olarak kendisine ahiret yurdunu ve yanndaki

cenneti verdii kiinin ticaretidir. Bu kii ticaretinde kâr etmi ve doru yo-

lu bulmutur. Çünkü o, yirmi-otuz senelik ksa bir ömrü vermi, karln-


da ise ebedî hayat satn almtr. te bu, dünyadan gönlünü çekerek ahi-
reti kazananlarn ticaretidir.

Dier ticaret ise, dünya hayatna rabet eden, heva ve heves pein-
de koanlarn perianl ile sonuçlanmtr. Bu iki ticaret arasnda ne ka-
dar büyük fark vardr. Dünyadan gönlünü çeken zahidlerin ölümden son-
ra elde ettikleri kazanc elinden kaçranlarn pimanlklar ne kadar büyük
olacaktr!

dönemde insanlarn, dünyada kalma konusundaki zühd halleri giz-


lk
liidi. Bu durumda onlarn Yüce Allah' ve ebedi alemi sevdikleri
düünü-
lürdü. u
ayet-i kerime ininceye kadar böyle devam etti:

savatan çekin, namaz kln ve zekât verin"


"Kendilerine: "ellerinizi

denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara sava farz klnnca, çlerin-
den bir gurup hemen Allah'tan korkar gibi hatta daha fazla bir korku ile in-
sanlardan korkmaya baladlar.
1928
Bu ayetin arkasndan u ayet indi:

"Ey iman edenleri Yapmayacanz eyleri niçin söylüyorsunuz.™»

Allah'mz seviyoruz. Eer onun sevgisinin hangi eyde


Onlar: 'Biz

olduunu bilsek hemen onu yaparz' diyorlard. Bunun için Yüce Allah:
"Yapmayacanz eyi söylemeniz, Allah katnda bûyûk bir gazaba sebep
927 Bakara 2/86.
928
Nisâ,4/77
s» Saf 61/2
.

ZÜHD MAKAMI vt ZAHDL6RN HALLER 435

olur. Allah kendi yolunda, kenetlenmi bir yap gibi saf balayp savaan-
lar sever,™ buyurmutur.
bnu Mesud (r.a) öyle demitir: "Ben, içimizdeki hiç kimsenin dünya-

y istediini sanmyordum. Ama: "Sizden dünyay isteyeniniz de vardr,


ahireti isteyeniniz de vardr,™ ayeti indiinde durumun böyle olmadn
anladm."

Ayn sözü Rasûlü Ekrem (s.a.v) de u ayet-i kerime indii zaman söy-
lemitir: "Eer onlara: 'kendinizi öldürün, yahut yurtlarnzdan çkn' diye
'*
emretmi olsaydk -içlerinden pek az müstesna- bunu yapmazlard. 32
Allah Rasûlü (s.a.v), bnu Mesud'a: "Sen de onu yapacak azlardan-

sn" demitir. 933


Dünyada devaml kalmay arzulamak "dünya" sayldna göre, ebedi
olan ahiret hayatnn arzulanmas da zühd olmas gerekir. Böylece dünya-
ya kar zühd sahibi olmak, onda devaml kalma arzusundan gönlü çek-
mektir. Kim fani dünya hayatndan gönlünü çeker, Allah yolunda nefsi ve
malyla cihat ederse zahid olur. Böyle bir zahidi Allah sever. Nitekim Pey-

gamber Efendimiz (s.a.v) de böyle buyurmutur. Bunun için cihad en üs-

tün amel saylmtr. Çünkü cihad, gerçek olarak dünyadan yüz çevirmek-
tir. Yüce Allah bu sfatta olanlar sever.

Ayrca heva ve hevese muhalefet etmek de en üstün cihad saylm-


tr. Çünkü nefsin hevasna uymas, dünyaya rabet etmesidir. Onun için

Allah'n Rasûlü (s.a.v), heva ve hevese muhalefeti zühdden saymtr. Bir

hadislerinde:

"Dünyadan gönlünü çek ki Allah seni sevsin,™ buyurmutur. Dier


hadislerinde de:

"Haramlardan sakn ki, Allah seni sevsin,"* 35 buyurmutur.

Günahlardan ve haramlardan korunmak zühdün ta kendisidir.

930
Saf 61/3-4
93 '
Ali mran3/152
932
Nisâ, 4/66
933 Suyutî, ed-Dürrü'l-Mensur, II, 587-588.
934 bnu Mace, Zühd, 1; Hakim, Müstedrek, IV, 313; Beyhaki, uabu'l-man, No: 10523.
935 Benzer manada bir hadis için bkz: Beyhaki.uabu'l-man, No: 201 Nasbu'r. Raye, 1
; , 301
*

436 KÛTU'L- KULÛB

u halde dünyadan gönlünü çeken zahid, Allah'n dotudur. Dünyada


daha fazla kalmaya rabet eden ise Rabbinin dininde iki yüzlü davranan

bir münafktr. Bir hadiste bu mana öyle vurgulanmtr:


"Kim Allah yolunda hiç savamadan ve savamay içinden geçirme-

den ölürse, bir nevi münafklk üzerine ölmütür. 35

Allahu Teala, sözünde yalanc olanlar cihat ile ortaya çkarm ve on-
larn kalpleri hasta kimseler olduunu öyle belirtmitir:

"Ayet ve hükümleri apaçk (muhkem) bir sûre de onda cihat-


indirilip

tan söz edilince, kalplerinde hastalk olanlann, üzerine ölüm baygnl


çökmü kiilerin bak gibi sana baktklarn görürsün. Onlara ate layk-
tr.™
Bu söz, tehdit ve azap içermektedir. Azap onlara yakt ve yaklat
demektir. Bu ayetin peinden Allahu Teala öyle buyurmutur: "Halbuki
onlara düen i itaat ve güzel sözdür. kesinleince (onu yalanladlar ve
verdikleri sözlerinden döndüler). Eer Allah'a verdikleri sözde dursalard,
bu kendileri için daha hayrl olurdu.* 38

Bu ayet, kapal bir kelamdr. Dolaysyla mükil yani anlalmas zor-

dur.

Bekâ ile hayat ayn manaya gelen iki isimdir. O'nun için Allah, dünya-
y hayat için bir sfat yapmtr. Buna göre dünya, hayatn kendisidir.

Buna örnek u ayettir: 'Vnlarn ardndan u basit dünya maln alan-


lar geldi..* 39

Ayette geçen 'a'raz' kelimesi, ârzi ve bâkî olmayan demektir. Kim bu-

nu severse, o dünyay en düük sevgisiyle sevmi demektir. Bu da, haya-

tn aslna ait bir sevgidir. Çünkü o, ancak bekas az olan aalk eyleri
hayatta kalmak için ister. Buna göre hayatta kalma ve yaama sevgisi

dünyann bizzat kendisi olur.

Dünya malnn sevgisi dünyada kalmak içindir. Dünyann hakikati, ne-

va ve hevesi tatmin için onda biraz daha yaama arzusudur. Heva ise da-

936 Müslim, maret, 158; Ebu Davud, Cihad, 17; Nesai, Cihad, 2; Darimi, Cihad, 25.
937 Muhammed 47/20
938 Muhammed 47/21
939
Araf 7/169
ZÛHD MAKAMI y ZAHDLE RN HALLER 437

ha fazla yaamak için araz/geçici olan dünyay sevmekle olur. Çünkü da-
ha fazla yaama arzusu, nefsin dünya malndan istifadesi içindir. Bu ise,

kötülüü emreden nefsin sfatlarndan olan hevadan kaynaklanr.

Nefsin isteklerine uymak olan hevaya itaat ise, ancak dünyada daha
fazla kalma arzusu eer bir an ölüme yakînen inansa
için olur. Çünkü kul,

Cenab- Hakkn emirlerini, neva ve hevesine tercih eder. Eer dünyada


kalma ümidini kaybetse, o zaman çok düük olan dünya malna rabet et-
mez. u
halde daha fazla yaama arzusu, heva ve hevesten ileri gelir. Ya-
ni nevann tercih edilmesi ancak yaama arzusundan kaynaklanr. te

dünyann hakikati budur.

Yaama arzusunu en az seviyede tayan insan, en zahid insandr.


Öyle ki bu kimse yarn için gereksiz herhangi bir ey biriktirmez. Çünkü
o, yarna çkp çkmayacan bilemez.

En çok dünyay isteyen ise, en uzun emele sahip insandr. Çünkü on-
larn dünyaya kar artm ve hrs çoalmtr. Bu insan dünyada
rabeti
hep uzun emeller peinden koar. Çünkü eer emelleri yarn kadar ksa
olmu olsayd, fakirlii tercih ederdi. te zühd budur.

ZÜHDÜN FARKLI BR TARF


Yüce Allah bir ayetinde öyle buyurmutur: 'Kardeleri Yusufu deer-
siz bir paraya, sayl bir kaç dirheme sattlar; onun hakknda çok zahidçe
davrandlar/kendisine hiç kymet vermediler.'**0

Hz. Yusuf'un (a.s) kardeleri onu Msrllara satarken normalden da-


ha ucuza sattklar için, kendilerine zahid dendi. Onlar, bu halleriyle züh-
dün hakikatini ortaya koydular. Burada meselenin iç yüzünü açklayaca-
z. Kim gerçekten zahid olmak isterse, bu hâli elde etmelidir ki ona zahid
densin.

Arapçada bir mal satma ve elden çkarma ii iki deiik fiille ifade edi-
lir. Bunlar "bâa" ve "erâ" fiilleridir. Bunlar, satt ve satn ald manalarna
gelirler. muamele ile elden maln çkaran kimse bu mala kar
Böyle bir

zahid olmu/ondan gönlünü çekmi olur.

940 Yusuf 12/20


Aynen bunun gibi, kul da, nefsini ve maln Allah'a satp heva ve he-
vesinin yolundan ayrlarak Mevla'snn yoluna girince zahidlerden olmu
olur.

Bu konuda Yüce Allah öyle buyurmutur: "Allah cennet karlnda


müminlerden mal ve canlarn satn afc//. 941

Baka bir ayette ise öyle buyurmutur: "Rabbinin makamndan kor-

kan ve nefsini kötü arzularndan uzaklatran kimsenin varaca yer hiç


üphesiz cennettir.™ 2
Bu alverilerin bedeli her ikisinde de cennettir.

Maln ve nefsin satlmas ve onlarn Allah için elden çkarlmas, nef-

sin nevasna kar çkp, ona uymamas anlamna gelir. Yani dünya haya-
t demek olan hevaya uymamak ve nefsin mala rabetine engel olmak de-
mektir. Kul, nefsini heva ve hevesinden uzaklatrp onu fakirlie sokarak
önceki durumun zddn elde etmi olur. te bu hâl zühddür. Bu zühd, de-
vaml kötülüü emreden nefsin ii deildir. Çünkü bu, sonsuz bir hayrdr.
Bu hâl, nefsi mal toplama ve onu elinde tutma arzusundan uzaklatrmak-
tr. Nefsin, devaml kötülüü emreden sfatyla mal toplama ve biriktirme

arzusu ise dünyadr. Böyle olunca her ey kötü olmaktadr. Kimin nefsi bu

durumda olursa, o hep kötülüü emrettii için kendisine rahmet edilmez.

Nefse rahmet edilip acnmaynca sahibi onu Allah'a satmaz; satmaynca

onu Allah yolunda harcamadan bir kenarda yan, dünyaya yönelen' ve

onu seven birisi ojur. Bu ise müminlerin sfat deildir. En iyisini Yüce Al-

lah bilir.

ZÜHDÜN DEK BR AÇIKLAMASI


Yüce Allah: "Onlar Allah yolunda savarlar; öldürürler, öldürülür-
ler,
1** 3
ayet-i kerimesinde zühdü, nefis zenginlii ve maln Allah yolunda

harcanmas eklinde bir al veri olarak ortaya koymaktadr. O halde

zühd, heva ve hevesi terkederek, nefsi kötülükten uzaklatrmak, onu he-

941
Tövbe 9/1 11
942 Naziat 79/40-41.
943 Tövbe 9/1 11
2ÜHD MAKAMI vt 2AHDLERN HALLER 439

vadan yani kötü arzularndan sakndrmak ve Allah'a feda etmektir. Bunun


bedeli de cennettir.

Buna göre zahid, Rabbinin makamndan korkan ve ölmeden önce, is-

teyerek, nefsini Allah yolunda satan kiidir. Bu durumda Yüce Allah onun
sevgilisi ve çok yakn dostu olur. Kul Rabbini sever. Böylece Allahu Teala
onu katnda kendisine yakn ettii kullarndan yapar.

Dünya, nefsin hevasna uymak ve nefsin ehevî isteklerini elde etmek


için basit dünya hayatn sevmek olduuna göre; buna rabet eden kii,

Allah'n mekrinden/gizli azap ve tuzandan kendisini emniyette görür. O,

yüce ahiret hayatn terk edip dünya hayatn satn alan birisi olur. Böyle
olunca, Allah' sevmemi, kendi tercihi ile Allah'tan uzaklam, ahirette

hüsrana uram ve cehennemi hakketmi olur. Çünkü böyle birisi, ilahi

huzura yaklatrlm, ahirette sevgilisi ve yakn dostu olan Allah'n cenne-


tinde Onun yaknln elde etmi zahid insandan tam zt bir konumdadr.

ZÜHDÜN Ç
YÜZÜ VE ZÜHD EHLNN SIFATLARI
/
Bilmi ol ki zühd ekilde olur. Eer bir ey mevcut ise onun zühdü,
iki

onu elden çkarmak ve kalbi ondan bo bir hâle getirmektir. Elde mevcut
bir malda, kalben onun elde tutulmasn isteyerek yaplan zahidlik sahih
deildir. Çünkü o eyi elde tutmak kalbin ona rabet. ettiini gösterir. Bu
eklide yaplacak zühd, zenginlerin zühdüdür.

Eer mal bulunmaz ve mal yokluu onun devaml hâli olursa,


kiinin

bu durumda zühd, zühde ve zühd sahiplerine imrenmek ve yoklua raz


olmaktr. Bu ise, fakir olanlarn zühdüdür.

Heva ve hevesi terk etme konusundaki zühd hakknda da söylenecek


ey ayndr. Bir kul kötü arzular ile yüz yüze gelir ve onu yapmaya gücü
olduktan sonra, kendisini bu kötü eyden çekerse zühdü sahih olur.

Bu durumu, Hz. Yusuf'un kardelerinde görmek mümkündür. öyle


4
ki, onlar: "Yusufla kardei, babamza bizden daha sevgilidir,** dedikle-

rinde Yusuf'tan sevgilerini çekmi ve onu gözden çkarm gözüküyorlar-


d. Fakat Yüce Allah onlarn bu sözlerinden dolay kendilerine zahid ismi-

ni vermedi.
944 Yusuf 12/8
440 KOTU'L-KULÛB

Kardeleri onu terk etmeyi konutular ve: 'Yusufu öldürün veya onu
uzak bir yare atn d babanzn sevgi ve teveccühü yalnz size kalsn,™
dediler. Onlarn bu sözlerinden dolay da kendilerine zahid/ondan yüz çe-
viren denmedi..

Onlar, Yusuf u temelli gözden çkarmak istediler ve babalarna gele-


rek: *Yann onu bizimle kra gönder de yiyip içelim, elenelim,™ dediler.

Bu sözle de Yusuf'u tam elden çkaramadlar, ancak buna karar verdiler,

onun için ittifak ettiler. Allahu Teala:

X>nu götürüp kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdiklerinde,*47

ayetinde onlarn kesin kararn bildirmi, fakat onlara yine zahid ismini ver-
memitir. Çünkü bütün bunlar, gerçek zühdün sebepleri ve ön hazrlklar-
dr. Zühdün hakikatini bilmeyenler ve onu kartranlar bu ilk giriimleri

zühd sayabilirler. Oysa bunlar zühd deildir. Çünkü Yusuf (a.s) hâlâ elle-

rinde bulunmaktayd. Ama ellerinden çkt ve onu bir bedel karl sat-
tklar zaman artk onun hakkndaki zühdleri gerçeklemi oldu.

Yüce Allah onlarn bu durumunu öyle bildirmektedir: X>nu çok ucu-


za sattlar, onun hakknda zahidlerden/ondan gönlünü tamamen çekenler-
den oldular.™

Bu örnee göre, elindeki bir elbiseyi düün. Onu satmay düünürsün,


satmay istersin, hatta satma arzusu sana hakim olur. Bütün bu durumlar-

da elbise hakknda sana zahid/gönlünü çekmi birisi denmez. Bu durum-


da sana, satma iradesine sahip olduun için "onu elden çkarmaya niyeti

vardr" denebilir. Ancak onu sattn ve bedelini eline aldn zaman onda-
ki zühdün gerçeklemi olur.

"Onun hakknda zahidlerden/ondan gönlünü tamamen çekenlerden


oldular," ayetini iyi düündüümüz zaman, u
ortaya çkar: Kim elindeki

bir eyi kendi istei ve iradesiyle elinden çkarr ve nefsi de bu konuda


kendisine tabi olursa, onun mücahede ile elde ettii bir zühd makam var

demektir.

55 Yusuf 12/9
m Yusuf 12/12
« 7 Yusuf 12/15
* Yusuf, 12/20
ZÜHD MAKAMI vt ZAH DLERN HALLER 441

Kim de bir eyi elinde tuttuu halde onu elinden çkarmak niyet ve ar-

zusunda olduunu söylerse, bununla zühd makamna sahip olmu olmaz.


Çünkü o eyi elinde tutmas kalbinin hâla ona rabet ettiini gösterir, Hal-

buki rabet zühdün zdddr. Dolaysyla bir eyin zdd mevcutken o eye
sahip olduunu söylemek nasl mümkün olabilir?

Bir eyi elinde tutan ve onu elden çkarma düüncesini zühd sanan ki-

i ya zühdü bilmiyor, ya da nefsinin gizli arzularndan habersizdir.

Kalbini mal ve mülkten tamamen uzak tutan kii zühdünü gerçekle-


tirmi olur. Allahu Teala Hz. Yusuf'un (a.s) kardelerini zahid diye tantt-

zühd ekli budur.

Kendisine rabet edilecek bir eyi elinde tutan, fikri onunla megul,
kalbi ona bal olan kimse, o eye rabet ediyor demektir. Bu anlatlan du-
rum Msr Azizi'nin hâlidir.

öyle ki: Msr Azizi Yusuf'u satn ald zaman Allah kalbinde ona
kar büyük bir rabet yaratt. Bu sebeple aziz onu yanna ald. Yüce Al-

lah bu durumu öyle haber vermitir: 'Msrda onu satn alan adam kar-
sna öyle dedi: Ona deer ver ve güzel bak. Umulur ki bize faydas do-
1949
kunur veya onu evlat ediniriz.

Firavun'un karsnn Hz. Musa'ya (a.s) olan rabeti de böyledir. Ko-

nuyla ilgili olarak Allahu Teala ayet-i kerimede öyle buyurmutur:

"Firavunun kars dedi ki: O benim ve senin için göz aydnldr. Onu
öldürmeyin, belki bize faydas dokunur veya onu evlat ediniriz.™

Bunun gibi, bir kimse bir eyi ister ve onu yannda tutarsa, onu elden
çkarncaya ve kalbinden tamamen söküp atncaya kadar o ey hakknda
zahid/gönlünü çekmi deildir. Çünkü Yusuf'u terk etmek isteyen karde-
leri, onu yanlarnda tuttuklar sürece kendilerine zahid denmedi. Ne za-

man ki, onu küçümseyerek ellerinden çkardlar ve kendisini çok az bir be-

del karlnda sattlar, o zaman kendilerine Yusuf için zahid/gönlünü


çekti dendi.

949
Kasas 28/21
950
Yusuf 12/21
442 KÛTU'L-KULÜB

ZÜHDE AYRI BR YORUM


Bil ki, Hz. Yusuf'un kardelerinin Bünyamin hakkndaki tutumlar Yu-
suf'a takndklar tavra yaknd. Çünkü Hz. Yakub'un nezdinde o, Yusuf gi-
bi sevimli idi. Babalarnn teveccühünü ondan kendilerine çevirmek için

onu da gözden çkardlar. Onlarn Yusuf için söyledikleri u sözleri bunu


göstermektedir: "Yusufla kardei, babamza bizden daha sevimlidir. ™
Bir rivayete göre onlar, Yusuf'un kardeini de onunla beraber kuyuya
atmak istemilerdi. Ancak Bünyamin kendini Yahûda isimli kardeinin
üzerine att, o da kendisine acyp araya girdi ve onu kuyuya atmalarna
mani oldu. Yahûda onlar arasnda güçlü idi, kendisinden çekinilirdi. Anla-
tldna göre, Yahûda, onu kendisine balamalarn istemi ve: "Hiç de-
ilse bunu brakn da pir-i fani olan babamz daha fazla incitmeyin!" de-
miti. Bunun üzerine onu Yahûda'ya baladlar.

Ama onlarn bu isteklerine ramen Allahu Teala: 'Onlar Yusuf ve kar-


dei hakknda zahidlerden oldular.' Demedi. Çünkü onlar Yusuf'u gözden
çkardklar gibi kardeini gözden çkarmamlard. Onu yanlarnda tut-

mular ve brakmamlard.
Tpk bu hadisede olduu gibi; eer bir ey senin yannda mevcut
olup onu nefsin için elinde tuttuun halde srf aklndan zühd düüncesi
geçtii veya zühd sahibi olmak istediin için kendini zahit kabul etmen,
kendi kendini aldatmaktr. Yahut bu durum zühdüh ne olduunu bilmeyen
nefsin bir aldatmasdr. Veya Allah hakkndaki cehaletin sebebiyle ulatm
zannettiin hâl seni aldatmaktadr. Veyahut sen, zühdü bilmeyen bir kim-
seyi gerçek zahid zannederek ii kartrm olabilirsin.
Bu hâl, senin için zühde kar zühddür yani zühd hâlinden uzakla-
maktr. Ve o hâl ayn zamanda, dünyaya kar rabettir. Zira hakknda za-
hid olduunu düündüün/gönlünü çektiin eyi elinden çkarp onun ye-
rine Yüce Allah'n sevgisini ele geçirmedikçe, Onun rzasn veya katnda-
kisevab aramadkça zahid olamazsn. Bunu yaptnda zühdün ilme uy-
gun olarak sahih olur; alimler katnda sen davanda sadk olursun. Böyle-
ce sen, gerçekten zühde ulam bir zahid olursun ve hakiki zahidler sa-
na zahid ismini verirler.

951
Yusuf, 12/8
ZÜHD MAKAMI v« ZAHDLERN HALLER

Gelelim elinde mevcut olmayan bir eydeki zühde:

Sahip olmadn bir eyde zühd sahih deildir. Çünkü mevcut olma-
yan bir eyde zühd hükümsüzdür. Sahibi olmadn bir eyde tasarrufta
bulunman geçerli olmad gibi; elinde olmayan bir ey için:' "ben ondan
gönlümü çektim" demenin de bir manas yoktur. Kim bilir, belki o ey elin-
de olsayd kalbin deiecek ve farkl eylere meyledecektin.

unu hatrlatalm: Bir eyin haberini duymak onu bizzat görmek gibi

deildir. Çünkü bazen haber karabilir ve insan yanl kanaate sevk ede-
bilir. Bizzat görmek, o eyin gerçek yüzünü ortaya çkarr ve onun asl

hakknda salam hükmü verir. Hem nefis, refah ve nimet içinde kalma
sevgisi üzerinde yaratlmtr. Öyleyse sen, mevcut olmayan ve zandan
öte geçmeyen içindeki bir haberi, yakinen mevcut olan ey gibi deerlen-
dirme. Eer ikisi ayn görülürse, iin nasl bir sonuca varacan düün.
Fakat bununla birlikte baz durumlarda -artlarn yerine getirmek kay-

dyla- elde olmayan eyde de zühd sahibi olmak mümkündür. Bu, o e-


bir

yin elinde olmasn istememen, yokluundan üzüntüye dümemen, onun

sende olmayyla övünç duyman ve fakirlik hâlinle sevinmenle oluur. -

Allahu Teala senin içini biliyor ki sen o eyi ele geçirince sevinmezsin
ve eline geçtiinde de onu infak edersin. Kalbin, Allah ile kanaat sahibi ve
dünyevî yokluk karsnda Rabbinden razdr. Zühdün faziletine yakîn

imanndan dolay, yoksulluk yerine zenginlii de istemezsin.

Eer bu saydmz vasflara sahip olursan, bütün bunlar zühd olarak


sana yeter. Ve bunlarn her birisine karlk sana zahitlerin sevab verilir.

Dünyalk olarak bir eylerin olmasa da bu böyledir. te bu, sadk fakirle-

rin zühdü ve gerçek fakirliin elde edilmesidir.

Ariflerden birisi demitir ki: "Gerçek fakirlik kiinin fakirlii ile övünme-
si ve onun elinden alnmasndan korkmasdr. Nitekim zengin de zenginli-
iyle övünür ve onun elinden gitmesinden korkar."

Malik b. Dinar'a (rah): "Sen zahid misin?" denildii zaman öyle ce-

vap vermitir: "Zahid, ancak Ömer b. Abdulaziz gibi birisi olabilir. Ona dün-
ya ve dünyann saltanat verildii halde yine de zahidler gibi yaad. Ben
hangi konuda zahitçe davranabildim kil?"
444 KÜTU'l-KUlÛB

Arifin elinde mal varken de zahid olmas mümkündür. Arif, elindeki

mal ile yetinmez, onu nefsin keyfi için elinde tutmaz, elindeki eyi kendi
mülkü görmez ve onunla huzur bulmaz, aksine onun Allah'a ait olduunu
bilir, kendisini mal elinde tutan ve yerine ulatrmak için Rabbinin hükmü-

nü bekleyen bir emanetçi görürse; gerçek zühde ulam olur. Bu zühd


hâline gerçekten ulam olmann alameti; onun yannda maln varl ile

yokluunun eit olmas, Yüce Allah'n o mal üzerindeki emrini hemen ye-
rine getirmesi, o mala kendisinin deil de sanki ailesinin dnda bir baka

din kardeinin mal gibi bakmas ve onu Allah yolunda harcamasdr.

Anlattmz bu durum, zühdün de üzerinde bir makamdr. O ayn za-

manda tevekkül makamdr.

HADSLERDE ZÜHD
Hadislere göre zühd; dünya maln iyice azaltmak, dünyann sonunu
yakn görmek, dünyay kalpte basitletirmek ve onu küçümsemektir

Hz. Peygamber'in (s.a.v) Cuma günündeki faziletli saat hakkndaki

sözü zühdün bu anlama geldiini göstermektedir. Allah Rasûlü (s.a.v) bu


zaman için: "O, vaktin sorumdadr,* 52 buyurmu ve eliyle bu sürenin çok
az olduuna iaret etmitir.

Ravi diyor ki: Allah Rasûlü (s.a.v) bu vaktin azlna eliyle iaret etti;
o vaktin çok ksa ve az olduunu, günein batna yakn bir zamana rast
geldiini anlatmaya çalt. 953

Baka bir rivayette Allah Rasûlü'nün (s.a.v) Hz. Ali'ye (k.v) söyledii

söz, zühdün bir eye deer vermeme manasn ifade etmektedir. Allah

Rasûlü'ne (s.a.v) her hangi bir soru-sormak isteyen kimsenin, onunla özel
görüme yapaca zaman sadaka vermesini emreden ayet nazil olduun-

da, Efendimiz (s.a.v), Hz. Ali'ye:

"Bunun için ne kadar sadaka belirlesek uygundur?" diye sordu; Hz.

Ali: "Bir arpa arl altn yeter," diye cevap verdi. Allah Rasûlü (s.a.v)
ona:

952 bnu Mace. kame, 99; evkani, Neylü'l-Evtar, III, 310.


953
Bkz; Buhari, Cuma, 37; Müslim, Cuma, 14; Aynî, Umdetü'l-Kârî, V, 1 16; evkani, Neylü'l-Ev-
tar, III, 303.
.

ZÜHD MAKAMI v« ZAHDLERN HALLER 445

"Gerçekten sen çok zahtdsin. Fakat onlarn bir dinar vermelerini em-
redellm," 95* buyurdu. Allah Rasûlü (s.a.v) Hz. Ali'ye, sen zehîdsin derken,

sen dünyay gözünde çok küçülten ve ona deer vermeyen birisisin


hiç

demek istedi. Efendimizin (s.a.v) kulland kelime, mübalaa ifade et-


mektedir. Bunun benzerleri Arapça'da çoktur.

ZAHDN SIFATLARI VE ZÜHTTEK FAZLET


Zühd için gerekli olan. zahidin sfatn ortaya koyan ve onu dünyaya
rabet eden kimseden ayran ey; zühd sahibinin nefsinin haz ald dün-
ya malyla sevinmemesi ve onun elden çkmasna üzülmemesidir. Bir de
herhangi bir eyi ancak ihtiyaç duyduunda ve muhtaç olduu kadaryla
almasdr. Ayrca ihtiyac olmadan hiç bir ey talep etmemesidir.
Zühdün balangc, ahiret düüncesinin kalbe girmesi, ardndan Allah
için amel etmenin zevkine varmasdr. Dünya tasas çkmadan ahiret en-
diesi kalbe girmez. Heva ve hevesin lezzeti kalpten çkmadan, Allah için
amel etme zevki kalbe yerlemez. Kim tövbe eder de kalbinde Allah'a ta-

atn tadn bulamazsa onun, tövbe ettii günaha tekrar dümesinden kor-

kulur. Her kim dünyay terk eder fakat kabinde zühdün tadn bulamazsa,
o tekrar dünyaya döner. Ksaca heva ve hevesin tad kalpten çkmadan
salih amellerin tad kalbe girmez.

Zühdün esas, önce elde mevcut eylerin sevgisini kalpten atmak,

sonra da kalbinden çkard bu eyleri elden çkarmaktr. Bu, elinde olan


eylerin yok edilmesidir. Bu ise dünyann onun nazarnda basitleip gö-
zünde küçüldüü için dünya maln deersiz, hakir ve az görmesiyle olur.

Böylece kulda zühd hâli tam olarak gerçekleir.

Bundan sonra insan zühd sahibi olduunu bile unutur. Buna zühtte
zühd denir. Çünkü onun bütün rabeti kendisi için zühdü seçtii Rabbine
olur. Zühd bununla tam kemal hâlini bulur. te bu hâl, zühdün özü ve ha-
kikatidir. O, yakîn makamlar içindeki hallerin en yücesidir. Bu hâl, nefis

için dünyay deil, Allah için nefsi terk etmektir. Bunda zühd hâlini elde et-
mek için zühde yönelme yoktur. O makamda her ey Allah için olmakta-
954
Bkz: Beavî, Mealimü't-Tenzil, VIII, 60; Taberi, Camiu'l-Beyan, Cüz: XXVIII, 20-21 ;
evkani,
Fethu'l-Kadir, V. 191.
446 KÛTU'L-KULÛB

dr. Bu anlattmz, sddîklarn müahedesidir ve o, ilahi yaknla eren


velilerin ayne'l-yakin mertebesinde elde ettikleri zühd hâlidir.

Bu derecelerin dnda da çeitli zühd dereceleri vardr. Mesela, insa-


nn houna giden malda sevgisi ve gözü varken, nefsiyle mücahede ede-
rek onu elinden çkarmas gibi. Bu, müminlerin zühdüdür. Bu, zühdün

amelidir. Çünkü zühd, imandan bir parçadr. man, ikrar ve amelden olu-
ur. Ayn ekilde zühd de karar ve amelden olumaktadr.

Zühdün karar safhas, kalbe ahiret sevgisinin girmesiyle dünya sevgi-


sinin çkmasna kesin karar verilmesidir.

Zühdün amel safhas ise, sevilen bir eyin Yüce Allah yolunda elden

çkarlmas ve buna karlk olarak Yüce Mevla'dan cennetinde cemalinin


ve yaknlnn istenmesidir.

nsan elinde hiçbir mal olmadnda da zühd sahibi olabilir. öyle ki:

Kulun maln yokluuna hiç üzülmemesi, mala kar hrsnn çok az olma-
s, dünyalk peinde komay ve mal biriktirme arzusunu terk etmesi, elin-

de majn olmayndan kalbinin huzur duymas ve bu hâle rza gösterme-

si onun için bir zühd saylr. Çünkü gerçek fakirin hâli budur. nsan iin bu
ksmn yerine getirdii zaman, daha fazlas gerekmez.

Zühd, imann bir parças olduu gibi, vera/takva da zühdün bir parça-
955 birisi
sdr. Haya ile iman ikiz karde gibidir; bir hadiste belirtildii gibi,

kalpten çekilip alndnda, dieri de alnr.

Ehl-i Beyt yoluyla gelen bir hadiste öyle buyrulmutur: "Zühd ile ve-
râ, her gece kalpleri dolar; içerisinde haya ve iman bulunan kalbe tesa-
düf ederlerse yerleirler; yoksa ayrlp giderler. * 56

Kanaat da zühdden bir parçadr. Aza rza göstermek de zühde ait hâl-

lerden birisidir. Az bir ey ile yetinmek zühdün anahtardr.

brahim b. Edhem (rah) demitir ki: "Kalplerimiz üç perde ile örtülüdür;

bu perdeler kalkmadkça kul için yâkinin kefedilmesi mümkün olmaz. Bu

955 Hakim, Müstedrek, I, 23; Ebu Nuaym, uabu'l-man, No: 7726.


Hilye, IV, 297; Beyhaki,
956 Zebidi, bu sözün doru rivayetinin: "îman ve haya, her gece kalpleri dolar; içinde zühd ve

vera bulunan kalplerde yerleir, yoksa çeker giderler." eklinde olduunu belirtmitir. Bkz: t-
hafu's-Sade, XI, 640. Buradaki kaytta Hafz Irakî, bu sözü hadis olarak tespit edemediini
belirtir.
ZÜHD MAKAMI v« ZAHDLBRN HALLER 447

perdeler, elde mevcut malla sevinmek, onun yokluuna üzülmek ve övül-


mekten holanmaktr."

Sen, sahip olduun bir malla sevindiin zaman ona kar hrs sahibi-

sin demektir. Hrs sahibi, ilahi rahmetten mahrumdur. Sen, elinde olma-
yan bir mal için üzüldüünde, ilahi taksime kzm olursun. lahi taksime

kzan kimse azap görür. Övülmekten holandn zaman, kendini been-


mi olursun. Kendini beenmek amelin sevabn yok eder. Bu konuda Yü-
ce Allah öyle buyurmutur:

"Elinizden çkana üzûlmeyesiniz ve Allah'n size

Bu iki sfat, yani elden gidene üzülmemek ve ele geçene sevinmemek


zühdün en kamil halleridir. Kime bunlardan biri verilmise, dieri de veri-

lir. Çünkü elden kaçrd dünyalk eylere üzülmeyen kimse, kendisine


verilen eyden dolay da marmaz. Bunlar birbirinin benzeridir. Ayn e-
kilde kendisine verilen nimetle marmayan kimse, kaybedecei eye de
üzülmez. te bu, mülkü kendisinin görmeyen ve Rabbinin hükmüne uy-
gun hareket eden kulun hâlidir. Bu, özellikle yakinî imana ulam muhab-
bet ehlinin sfatdr. Bu sfattaki kulun ahiret hallerini müahede etmesi,

kendisini dünya zevklerine vakit ayrmaktan alkoymutur. Onun ayb ale-


müahede
mini etmesi, onun fani eylerle megul olmasna vakit brak-
mamtr.
Yüce Allah'n: "Hiç üphesiz zengin eden de fakir eden de Odur,"*5*
ayetinin tefsirinde öyle denmitir: Allah, ahiret ehlini kendi zatyla zengin
ederek dünyaya muhtaç olmaktan kurtarmtr. Dünya ehlini ise dünya ile

yetindirmitir. Yani dünyay onlar için bir kazanç, birikim ve servet yapm-
tr. Kur'an'da dünya ehli olan kimse öyle knanmaktadr:

"Mal toplayp devaml onu saymakla uraana yazklar olsun.


Yani onlar, mallar biriktirdikten sonra: 'bu, u i

için..' diyerek devaml mallarn saymakla urarlar. Yüce Allah:

olsun onlara.," diyerek kendilerini tehdit etmitir.

957 Hadid 57/23


9*>
Necm, 53/48
959 Hümeze, 104/2
448 KÛTU'L-KULOB

Bütün bunlardan ortaya çkan udur: Gönlünü maldan çeken bir zahi-

din bütün hallerde ele geçirmek istedii tek ey Allah rzasdr. Onun bü-
tün hazinesi ve birikimi budur. Ne mutlu ona. Onun varaca yer ne güzel-

dir.

Allah Rasûlü (s.a.v.) öyle buyuruyor: "Zenginlik olarak yaktn, megu-


liyet olarak ibadet ve vâiz olarak ölüm yeter.'** te bunlar, devaml ölü-

mü düünen, yakîn sahibi, zahid kullarn vasflardr.

Allah'n Rasûlünden rivayet edilen bir mehur haberde: "Asl zengin-


lik mal çokluu deil, gönlün zengin olmasdr,™ buyurulmutur.

Allah Rasûlü (s.a.v), zühdü, hakiki imann bir alameti saym ve onun
yakin müahedesine yakn bir durum olduunu belirtmitir. Harise (r.a):

'Ben gerçekten müminim' dedii zaman, Allah Rasûlü (s.a.v): mannn


alameti nedir?" diye sordu; Harise (r.a), imannn alametlerini saymaya
zühd hâlinden balayarak öyle dedi:

"Nefsimi dünyadan uzaklat rdm, öyle ki, dünyann ta ile altn be-
nim gözümde birdir. Sanki cennet ve cehenneme girenlerin hallerini görü-

yorum ve Rabbimin Ar'na açktan bakyorum," dedi. 962

Zühdün hakiki imann alameti olduunu ifade eden bundan açk bir

haber, Allah Rasûlünün (s.a.v) nûr He kalbin açlp genilemesini bildirdii

haberdir. Bu nur, bütün müminlerin vasf olan tasdik nurudur. Çünkü o,

gerçek slam'n elde edilmesiyle bulunacak bir eydir. Rasulullah (s.a.v):

"Allah kimi hidayete erdirmek isterse onun kalbini slam'a açar,* 63 ayetini

okudu. Bunun üzerine Sahabe-i Kiram:

-Ey Allah'n Rasûlü, kalbin açlmas nasl olur? diye sordular. Hz. Pey-

gamber (s.a.v):

-Nur, kalbe girdii zaman göüs slam'a açlr ve geniler," buyurdu.

Sahabe:

960 Beyhaki, uabu'l-man, No: 10556; bnu Ebi'd-Dünya, K. Yakin, No: 31.
961
Buhari, Rikak, 15; Müslim, Zekat, 120; Tirmizi, Zühd, 40.
962 ibnu Mübarek, K.Zühd. No:314; Abudurrezzak, Musannef, XI, 129; Taberani, el-Kebir, No:
3366; Beyhaki, uabu'l-man, No: 10590-10592; Heysemi, ez-Zevaid, I, 57.

98En'am,6/25
ZÛHD MAKAMI v« ZAH DLE RN HALLER 449

-Ya Rasûlallah, bunun bir alameti var mdjr? diye sordular; Allah Ra-
sûlü (s.a.v):

-Evet vardr. Onun alameti; aldanma yurdu olan dünyadan kopup


ebedi aleme yönelmek ve ölüme hazrlkl olmaktr,**4 buyurdu.

te bu, Allah RasûJü'nün (s.a.v) slam'n hakikati için art yapt


zühddür.

Zühdün slam'n hakikatine ulamak için art olduunu ifade eden bu


iki hadisten daha açk olan u üçüncü hadistir. Bu hadiste, Allah'tan ger-
çek manada haya etmenin, dünyaya kar zahid olmakla gerçekletii bil-

dirilmitir.

Bir defasnda Allah'n Rasûlü (s.a.v), Ashabna: "Allah'tan fakkyla


haya ediniz," buyurdular. Sahabe: "Ey Allah'n Rasûlü, biz Allah'tan haya
ediyoruz!" dediler. Allah Rasûlü (s.a.v) onlara: "Böyle söylüyorsunuz fakat

oturmayacanz evleri ina ediyor, yemeyeceiniz eyler topluyorsunuz,"


buyurdu. 965

Bu hadisi Rasûlullah'n (s.a.v) kendisini ziyarete gelen heyete söyle-

dikleri ile beraber düünürsek, mana daha tamam olacaktr. Rasûlullah

(s.a.v) kendisine gelen bir heyete: "Sizler kimsiniz?" diye sordu; onlar da:
"Biz müminleriz," diye karlk verdiler: Rasûlullah (s.a.v): "mannzn ala-
meti nedir?" diye sordu; onlar, belaya kar sabrettiklerini, genilik annda
ükrettiklerini, baa gelen kazaya rza gösterdiklerini, dümana bile gelse,
musibet annda elenip amata etmediklerini/ibret aldklarn, söylediler.

Allah Rasûlü (s.a.v):

"Eer öyle iseniz, yemeyeceiniz eyleri toplamayn, oturmayaca-


nz binalar yapmayn ve brakp gideceiniz eyler için yarmayn" buyur-
du. 966

te zühd budur. Allah Rasûlü (s.a.v) zühdü, onlarn imanlarn ta-

mamlayc ve kemale erdirici bir unsur yapmtr.

964
Hakim, Müstedrek, IV, 31 1 ;
Beyhaki, K. Zühd; No: 974; Suyuti, eDürrü'l-Mensûr, VII, 219.
965
Tabarani, el-Kebir, XXV, 172; bnu Ebi'd-Dünya, K. Kasr'I-Emel, No: 5; Beyhaki, uabu'l-
man; No: 10562; Heysemi, ez-Zevaid, X, 284.
966
bnu Asakir, Tarihu Dmek, cilt:41; shf: 198-200; Ali el-Muttakî, Kenzu'l-Ummal, No: 1363;
Zebidî, thaf, XI, 643.
"

450 KÛTU'L-KULÛB

Zühdün imann bir parças ve tamamlayc cüzü olduunu gösteren


bunlardan daha açk dördüncü bir hadis mevcuttur. Allah Rasûlü (s.a.v)

bu hadislerinde zühdü, ihlas üzere safî tevhidin art yapmtr. Bu konu-

da bnu'l- Münkedir, Hz. Cabir'in (r.a) öyle dediini rivayet emitir:

"Allah'n Rasûlü (s.a.v) bize bir hutbe verdi; hutbesinde öyle buyur-
du: "Kim, baka bir ey kartrmadan tevhid inanc ile Allah'n huzuruna
gelirse ona cennet vacip olur.

Hz. Ali (k.v) ayaa kalkarak: "Anam, babam sana feda olsun, imana
baka bir ey kartrmamak nasl olur? Bize açklaynz," dedi. Allah'n
Rasûlü (s.a.v) öyle buyurdu:
"mann safiyetini bozan eyler, dünya sevgisi, dünya peinde ko-
mak ve ona tabi olmaktr. Baz insanlar, peygamberlerin söylediklerini
söylerler; ama zalimlerin ilerini yaparlar. Kim bunlarla safiyetini bozma-
dan 1â ilâhe illallah' inanc ile ahirete gelirse cennete girer.**7

te bunun için Hz. Ali (r.a), zühdü sabrdan bir makam saym ve onu
imann temel direi yapmtr. Ayn ekilde Hz. Ali imann ksmlarn say-
d iki konumasnda yakin makamlarn açklamtr. Kendisinden riva-

yet edilen iki hadiste sabr, imann temel direi saymtr. Bu hadislerden
ilkini, krime, Utbe b.Humeyd, Hars el-AVerî ve Kubeyse b. Cabir el-Ese-
dî rivayet etmitir. Rivayet, imann temellerini anlatan uzunca bir hadistir.

Bu sözünde Hz. Ali (r.a) demitir ki:

"mann dört temel direi vardr. Bunlar; sabr, yakîn, adalet ve cihat-

tr. Sonra sabr da dört ksma ayrlr. Bunlar, evk, korku, zühd ve mura-
kabedir. Kim cennete itiyak duyarsa ehvetlerden uzak kalr. Kim ateten
korkarsa haramlardan el çeker. Kim dünyadan gönlünü çekerse musibet-
ler ona kolay gelir. Kim devaml ölümü göz önünde bulundurursa hayrl
ilere koar."968

kincisi hadis sabrla ilgilidir. Bu hadiste sabrn imann direi olduu


söylenmi; bu direin yklmasyla imann da yklaca belirtilmitir. Hz.

Ali (r.a) demitir ki:

967 Zebidî, thaf, XI, 644. (Benzer bir hadisi Hakim Tirmizi Nevadiru'l-Usul isimli eserinde, Zeyd
b. Erkam'dan zikretmitir.)
968 Ebu Nuaym, Hilye, I, 74-75; bnu Ebi'-Dünya, K. Yakin, No: 4; Beyhaki, uabu'l-man, No: 39.
ZÜHD MAKAMI v» ZAHDLE RN HALLER

"Sabrn imana göre konumu, ban vücuttaki yeri gibidir. Ba olma-


yann cesedi olmad gibi; sabr olmayann da iman yoktur."969

Maktû yolla seleften gelen bir rivayette öyle denmitir:

"Cömertlik, yakîndendir; yakin derecesinde bir imana sahip olan kim-


se atee girmez. Cimrilik üpheden kaynaklanr; üphe içinde ölen kimse
"
de cennete giremez.
Bu söz, u hadise açklk getirmektedir: "Cömert insan, Allah'a yakn-
dr, insanlara yakndr, cennete yakndr; ama ateten uzaktr. Cimri nsan
Allah'tan uzaktr, insanlardan uzaktr; ama atee yakndr.™
Allah'n Resulü (s.a.v) bu hadisi ile unu açklamtr: Hangi mana ve
türden olursa olusun cömert kimse Allahu Teala'ya ve cennete yakndr.
Çünkü cömertlik, yakin derecesindeki imandan kaynaklanmaktadr. Ne
ekil olursa olsun cimri, Allahu Teala'dan uzaktr, cehenneme yakndr.
Çünkü cimrilik, ilahi hüküm ve vaatlere üpheden ileri gelmektedir.

u halde cömertlik, zahidin sfatdr ve zahid olan kimse, muhakkak


cömerttir. Cimrilik ise, dünyaya rabet edenlerin sfatdr; hrs sahibi an-

cak cimri olur. Cimriler zahid olamaz. Çünkü zühd, insan elde olan eyle-
ri vermeye götürür. Halbuki cimrilik, insan elindeki eyi tutmaya sevk
eder.

Cömertliin bizzat kendisi zühddür/gönlü dünyadan çekmektir. te


bunun için cimrilik kötülenmitir. Çünkü o, dünya malna rabet etmektir.

Öte yandan hrs, cimriliin alametidir. Çünkü hrs, kalpteki dünya sevgisi-

ni gösterir.

Kanaat, cömertliin alametidir. Çünkü o, zühdün bir kapsdr; insan


zühd hâline götürür. Bunun için öyle denilmitir:

"Nefsin, insanlarn elindekilere kar cömert davranp onlardan gönlü-


nü ve gözünü çekmesi, elindeki mal datarak cömertlik yapmaktan daha
üstündür."

Bu ikisine isim olarak cömertlik denir, fakat onlarn hükümleri/sonuç-

lar farkldr. Kim elindeki malla Allah için cömertlik yaparsa o, Allah için

969 Beyhaki, uabu'l-man, No.40; Zebidi, thaf, XI, 654.


970 Tirmizi, Birr, 40; Tabarani, el-Evsat, No:3284; Heysemi, ez-Zevaid, I, 127.
452 KÛTU'L-KULÛB

maldan gönlünü çekmi bir zahid olur ve onun sevab Allah'a aittir. Kim
malyla insanlar için cömertlik yaparsa o, maldan gönlünü çekmi saylr
ve kendisine cömert sfat verilir. Fakat bu yapt nefsi ve hevas için ol-

duundan Allah'tan bir ecir alamaz. Bu kimse Allah için amel etmediin-
den yapt boa gitmitir. Çünkü onun yaptktan hep nefsi içindir. O, in-

sanlar için amel ettiinden, dünyada insanlar kendisini hayrla anmlar ve


yaptna teekkür etmilerdir.

bnu Mübarek (rah), öyle demitir; "Ben kraat ile fütüvvet arasnda
bir fark göremiyorum. Kraatin sakndrd her eyi fütüvvet de çirkin gö-
rür. Ama u noktada ayrlrlar: Kraatta srf Allah rzas aranr; fütüvvet-
te/iyilik ve cömertlikte ise çok defa insanlarn teveccühü ve övgüsü dikka-
te alnr."

Üstad Süfyan es-Sevri (rah) de öyle demitir; "Fütüvveti güzel yapa-

mayan kimse; ibadeti de yapamaz." Yani kim, fütüvvetin hükümlerini bile-

rek gereini yerine getirip 'fetâ' sfatn elde etmeye hak kazanamazsa;
güzel kraat ve ibadet yapp "kârî/ibadet ehli" sfatn da de alamaz."

unu hatrlatalm: Bazen insann, nefsinin hevasna uymamak ve


hakkn hükümleri altnda sabretmek için gayret gösterdii gibi, zühdü elde
etmek için de gayret göstermesi gerekir. Bunu, nefsin holanmamasna
ramen elindeki beendii ve sevdii mal Allah yolunda harcayarak ya-

par. Nefsini o maldan muhabbetini çekmek için zorlar. Böylece bir zühd
makam elde eder, o vesileyle hayra ular ve halk içinde hayrla anlma-
y hak eder.
Yapmacktan zahitlik olmaz. Zahid olmad halde zahid görünen kim-
se, zahid deildir Bu kimse zühd sahibi görünmeye çalr; her eyde az
ile yetinmek ve eski püskü elbise giyinmek gibi zühd sebeplerini yapmaya
urar. Bu kimsenin hâli, nefsini sabra altrm ve sabr makamn elde
etmi gerçek sabr ehline benzemek için kendisini sabra zorlayan kimse-

ye benzer.
ZÜHD MAKAMI v» ZAHDLERN HALLER 4Ö3

ALMLERN ZÜHDÜ TARFLER


Zühdün özü, ölümü beklemek ve ksa emelli olmaktr. Çünkü, kenar-
da mal biriktirmeyi terk etmek ve güzel amel yapmak bunlarla mümkün-
dür.

bnu Uyeyne (rah) demitir ki: "Zahitlik; kulun genilik ve rahatlk ann-
da ükretmesi, belâ annda sabretmesidir."

Bir b. el-Hars (rah) demitir ki: "Dünyaya kar zühd, insanlardan


gönlü çekmektir. Kim insanlardan gönlünü çekerse dünyadan da gönlünü
çekmi ve zahid olmu olur."

Ayn ekilde hikmet ehlinden birisi, bu konuda öyle demitir:

"Zahidim diyen birisini insanlardan bir ey isterken görürsen ondan


kaç. Onun insanlardan kaçtn görürsen, peine dü."
Yahya b. Muaz'a insann ne zaman zahid olaca sorulunca, öyle
cevap vermitir: "nsann dünyay terk etme hrs, dünyay talep edenin

hrsna ulanca zahid olur."

Kasm el-Cûî (rah) demitir ki: "Aslnda zühd, kiinin karnna girecek
yiyeceklerde gerçekleir. Karnna giren eylerden ne kadar gönlünü çe-

ehvetlerini tatmin etmektir.

Fudayl b. lyaz (rah) demitir ki: "Zühd, kanaattir." Ona göre dünya,
hrs ve ar dükünlüktür.
Süfyan es-Servi (rah): "Zühd, ksa emeldir," der. Ona göre dünya,
uzun emeldir.

Ebu Süleyman Darânî (rah) derdi ki: "Dünya, seni Allah'tan megul
eden her eydir." Ona göre zühd, her eyi brakp kendini Allah'a vermek-
tir.

Yine O demitir ki: "Zahid, kalbini dünya dert ve meguliyetinden bo-


altp bütün gayretiyle ibadet ve nefis mücahedesiyle megul olan kimse-
dir. Kim ibadet ve mücahedeyi terk ederse o, nefsinin rahatlna dönmü-
tür."

Davud et-Taî (rah) ise öyle derdi: "Ailen ve malndan seni Allah'tan
alkoyan her ey senin için bir uursuzluktur."
454 KÛTU'L-KULÛB

Ebu Süleyman Darânî (rah) demitir ki: "Kim evlenir, yahut sadece
hadîs yazmakla megul olur yahut bir maa peinde koarsa o, dünyaya
meyletmitir." Hazret, sonra: "Ancak Allah'a selim bir kalple gelenler (o
günde fayda bulur)* 7 ' okumu ve selim kalbi öyle açklamtr:
ayetini

"O, içerisinde Allahu Teala'dan bakas olmayan kalptir."

Yine Ebu Süleyman demitir ki: "Allah dostlar, kalpleri tamamen ahi-

rete yönelsin diye dünyadan gönüllerini çektiler."

Üveys el Karanî (rah) demitir ki: "Kii dünyevî bir ey elde etmek için
evinden çkarsa zahidlii gider."

Önderimiz ve eyhimizin eyhi Ebu Muhammed Sehl b Abdullah (rah)

demitir ki: /"Zühdün ba Allah'a tevekkül, ortas ise kudretini izhar et-

mektir."

Yine o öyle demitir: "Kul, geri dönüü olmayan kalc ve hakiki bir

zühde ancak ilahi kudreti müahede ettikten sonra ular. Bu müahede-


nin evveli, kendisine zühdü ihsan eden ve her eye kudreti yeten Allahu

Teala'nn u ayetindeki hikmeti görmektir: "Süs veya (dier) eya yapmak


için atete erittikleri eylerin üstünde de buna benzer köpük olur.*72
Ayette geçen 'hilye' kelimesinden maksat, altn ve gümütür. Bu ikisi,

nefisleri teslim alan ve önünde ba ediren en kymetli eyalardr. Ayette


geçen "meta/eya" ise altn ve gümüün dndaki dier madenlerdir.

Kul, dünyadaki geçimin temel sebebi yaplan, kalbe sevgisinin girme-


siyle Allah irk koulan ve insan bir sürü tehlikelere düüren altnn asl
hâlini müahede edince, ondan gönlünü çeker. Kul altn ve gümü cevhe-
rini, su üzerinde yüzen bir köpük gibi faydasz ve deersiz bir halde göre-

bilse, onlardan gönlünü çekip gerçekten zahid olur. Çünkü böyle bir zahid-

lik haber ve nakil yoluyla deil, bizzat görmekle gerçekleir. Artk bu kim-
se, Allah'n Kur'an'da övdüü ve u ekilde sfatlarn sayd gerçek mü-
minlerden olur:

"Allah'n ismi zikredildiinde onlarn kalpleri ürperir. Kendilerine Al-


lah'n ayetleri okunduunda da imanlar artar.* 73

97 '
Ra'd 13/17
972
Enfal8/2
973 Enfal8/2
ZÜHD MAKAMI vt ZAHDLERN HALLER

Evet zühd, onlarn imanlarn artrr. Daha sonra Yüce Allah ayetin de-
vamnda: 'Onlar Rablerine dayanp tevekkül ederler,™ buyurarak züh-
dün, tevekkül içinde yer aldn bildirmitir.

Allahu Teala baka bir ayette: "O'nu vekil kabul et ve Onlarn söyle-
diklerine sabret,* 7 * buyurarak, tevekkülün de sabretmeye bal olduunu
haber vermitir.

Kul Allah'n anladnda Allahu Teala onu ahirette cen-


kelamn iitip

net ve çemelerin içinde emin bir makama ulatrr. Bu kimse, Yüce Al-
lah'n Kur'an' hakkyla okuduunda geçek mümin olarak tantt mümin-
lerden olmaya hak kazanr. Çünkü o, Kur'an okuduu zaman tam bir

imanla okur. Yüce Allah bu hususta öyle buyurdu:

'Kendilerine kitap verdiimiz kimseler (den bazs) Onu, hakkn göze-


terek okurlar. Onlar, Kufan'a gerçekten iman etmilerdir.* 76

Yukardaki ayette "köpükle" bir benzetme yaplmtr. Yüce Allah, bu


benzetmeyi hak ve batl tantmak için yapmtr. Buradaki mesel su ve kö-
püktür. Allahu Teala insanlara faydas ve kalc olmas yönüyle hakk su-
ya benzetmitir. Geçici oluu ve bir fayda salamamas yönüyle batl kö-
püe benzetmitir. Sonra altn kendi hakikatinden çkt için köpüe ben-
zetmitir. Bu benzetme mecazî deil, benzerinden hareketle yaplan bir

benzetmedir. Bunu "suyun üzerinde onun gibi köpük vardr," ifadesinden


anlyoruz. Bu, meram son derece açkça ifade eden bir benzetmedir. Al-
lahu Teala bu misalin peinden öyle buyurmutur:

"te Allah böyle misaller verir. Rab erin in emrine uyanlar için en güzel
I

mükafat vardr.* 77 Yani onlar için cennet ve orda ebediyyen kalmalardr.

Yüce Allah ahirete inanmayanlar hakknda: "Ahirete inanmayanlar


için kötü mesel vardr,* 76 buyurarak, onlarn, dünya hayatn ve süsünü s-
tediklerini, ona raz olup onunla huzur bulduklarn, onlar için ahirette ate-
ten baka bir ey olmadn belirtmitir.

"~
974 Enfal/2.
975
Müzzemmil 73/9-10
976
Bakara 2/121.
977
Ra'd, 13/17-18
978
Nahl 16/60
456 KÛTU'L-KULÛB

Bütün gözlerin bakn gören ve kulun bakarken kalbindeki niyetleri-


ni bilen, gece ile gündüzü evirip çeviren, katnda her eyi bir ölçüyle var
eden, bizim görmediklerimizi gören, güç yetiremediklerimize güç yetiren
Allah ne kadar yücedir.

Yüce müahede ehline özel olarak tecellilerini müahede nime-


Allah,

tini vermitir. Ayn ekilde onlara ilahî ilminden baz eyleri bilmeyi nasip

etmi; onlar diledii eyle kuatmtr. Allah onlar diledii ilim ve hikmet-
le ihata edince/doldurunca, onlarn gözünde altn ve gümü, su üzerinde

rüzgarn saa solasavurduu köpük kabarcklar gibi olmutur. Aslnda


altn ve gümü dalarda bulunan iki madendir. Bu zühd ehline göre da-
lar, sabit dalgalar gibidir. Allah onlar bir ekilde sabit ve sakin olarak tut-

maktadr. Sen onlar donuk/sabit zannedersin; aslnda onlar bulutlar gibi

hareket etmektedir. Bütün bunlar, her eyi en mükemmel ekilde yaratan


Allah'n eseridir. 979

Bunlar arasnda ehirler ve ssz bölgeler ortaya çkmtr. Allah'n


takdir ettii ekilde inili ve çkla yollar olumutur. nsanlar bunlarn için

denizdeki balk veya su üzerinde akp giden çöp gibidir. O yeryüzünde ya-
adklar sürece onun omuzlarnda/üzerinde yürürler; içindeki rzklardan
yerler. Öldüklerinde ise onun dibindeki derinliklere doru dalar giderler.
Yüce Allah bütün bunlar bir ölçü ile yaratmtr.

Bütün bunlar hikmeti ortaya çkarmak, gizli kudretini göstermek, yap-

t ilerdeki sanat ve ondaki güzellii gözler önüne sermek için yaplm-

mek içindir.

Bunun için Allahu Teala öyle buyurmutur:


'Yeryüzünü sizin için ayaklar altna seren Odur. O'nun özerinde yürü-
yün ve Allah'n rzkndan yeyin.
*Ve ontar her tepeden akn ettii zaman.™
'Rabbim dilediine bol ihsan edecidir. ™
879
Nemi 27/88
980
Mülk 67/15
981
Enbiya 21/96.
982
Yusuf 12/100.
ZÛHD MAKAMI v» ZAHDLERN HALLER 40 r

Allahu Teala'nn tedbiriyle farkl türler bir araya gelmi, birbirinden ko-
puk olanlar birlemi ve bütün parçalar O'nun isimlerinin tecellilerine maz-
har olmutur. Bu gerçei u ayet dile getirmektedir:

"O, hanginizin daha güzel amel edecei hususunda sizi imtihan et-

mek için, Ar su üzerinde iken, gökleri ve yeri alt günde yaratt.™ 3

te bunlar, ahiret ehlinin müahedesidir. Bu, onlarn dünya hakknda-


ki zühdlerinden daha yücedir.

Yine ilahi takdir ile toplu olarak bir arada bulunan eyler birbirinden

ayrld, bitiik olanlarn aras açld, her türlü canl sudan ortaya çkt, uzay
boluu geniledi, varlklarn üzerine kudret perdesi çekildi: Kullara her
eyin açklamas yapld. Yaplanlarn karl olarak verilecek eyler bir

hesapla hükme baland. Bunu ayetten öreniyoruz: u


"nkar edenler, göklerle yer bitiik bir halde iken, bizim onlar birbirin-

den koparp ayrdmz ve her canl eyi sudan yarattmz görüp dü-
ünmezler mi? Yine de inanmayacaklar m?™
Bu, dünya ehlinin müahedesi olup, gaflet uykusundan uyandklar
zaman bu gerçekleri anlayacaklar, fakat durum kendileri için çok ar ola-
caktr. u ayetler bu durumu anlatmaktadr:

"Ölüm sarholuu gerçekten gelir. O an insana: te bu senin öteden


beri kaçtn eydir. Sen bundan gaflet içindeydin. Bugün gözündeki per-
deyi kaldrdk, artk gözün çok keskindir; gerçekleri net olarak görür.
^
"Ruhu derinden söküp çkaranlara, yavaça çekenlere, yüzdükçe yü-
zenlere yemin olsun ki...
m6

Bunlar, herkesin ölüm esnasnda müahede edecei durumlardr.


Onlarn elden kaçrd eylere pimanlklar çok büyük olacaktr.

Seçkin kullar ilahî tecellilerin müahedesiyle birçok dünyevî nazlarn-

dan vazgeçmilerdir. Onlar, ileride alacaklar ilahi lütuflara gözlerini dik-

milerdir. Devaml Cenab- Hak ile megul olup kullardan uzaklamlar-


dr. Onlar Hakk'n ahitliini yerine getirirler. O'nun kendilerini ahit yap-

983 Hud 11/7


984
Enbiya 21/30.
985
Kâf/19-20
986 Naziat 79/1 -2-3
2 .

458 KÛTU'L-KULÛB

masyla zahirde, batnda, gizli, açk, bilinen ve bilinmeyen bir ekilde ka-
inatta tasarrufta bulunurlar.

Bu konuda Allahu Teala öyle buyurmutur: "Allah her iini yerine ge-
tirmeye kadirdir. Fakat insanlann çou bunu bilmezler."*87
O bir eye hükmederse, kimse aksini ortaya koyamaz. O insanlar için
bir eye hükmederse onu yerine getirir, engel tanmaz.

Allah'n Rasûlü (s.a.v) buyurmutur ki: "airin söyledii u söz ne ka-


dar da dorudur:

"Dikkat edin Allahtan baka her ey botur.™


Allahu Teala öyle buyurmutur: "Allah yedi kat göü ve yerden de bir
o kadarn yaratmtr. Allah'n her eye kadir olduunu ve her eyi ilmi ile
kuattn bilesiniz diye ilahi hüküm bunlar arasnda inip durmaktadr
bnu Abbas (r.a), bu ayet için: "Eer size bu ayeti tefsir etsem, onu in-

kara gidip kafir olurdunuz," demitir. Etrafndakiler: "Bu nasl olur?" diye

sorunca, u cevab vermitir:


"Ayet hakknda yaptm açklamay inkar ederdiniz; onun açklama-
sn inkar etmeniz ayeti inkar olurdu." Baka bir rivayette,

"Eer küçük Nisa süresindeki -yani Talak Süresindeki- bir ayeti size

tefsir etseydim beni talardnz," eklinde bir ifade vardr. Bunun manas,
'beni kafir olmakla suçlardnz," demektir. Çünkü müslümanlar, ancak küf-
re girenleri talayp öldürürler.

"O Allah, yerde ve gökte ne varsa hepsini kendinden bir lütuf olarak
H990
sizin emrinize boyun edirmitir, m
aye\m\ bnu Abbas'n (r.a) öyle açk-
lad nakledilmitir:

"Allah'n yaratt her eyde O'nun isimlerinden bir tecelli vardr. Her

eyin asl Ondandr. Sen her eyinle O'nun isim, sfat ve fiillerinin tecellisi

ile varsn. O'nun kudretiyle konuur, hikmetiyle varlk alemine çkarsn."

987
Yusuf 12/21
988
Buhari, Edeb, 90; Müslim, i'r, 3-6; bnu Mace, Edeb, 41 ;
Ahmed, II, 248, 393
989
Talak 65/1
990 Casiye 45/13.
2 Ü H D MAKAMI vt ZAHDLERN HALLER 459

Ebu Muhammed Sehl (rah) de ayeti bu manada yorumlayarak öyle


demitir: "Gökten, yakinden daha kymetli bir ey inmemitir."

Yakin hâlinde gece ve gündüzü ile dünya tamamen kaybolduunda,


eya gizlenip her eyin sonunda gizli olan Zat- Bari'nin
zahirdeki perdeli

varl ortaya çktnda kul, Allah Rasûlü'nün "Dikkat edin, Allah'tan ba-
ka her ey batldr,* sözünün hakikatini bizzat müahede eder.

Yüce Allah, ona ufuklardaki ayetlerini göstermi ve Hak kendisine


açkça zahir olmutur. Bu durum u ayette anlatlmaktadr:
"nsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceiz.
Ta ki, onun (Allah'n ve Kufan'n) gerçek olduu iyice belli olsun. Rabbl-
nin her eye ahit olmas yetmez mi? Dikkat edin onlar, Rablerine kavu-
ma konusunda üphe içindedirler. Bilesiniz ki O, her eyi ilmiyle kuatm-
tr.™
Allah Rasûlü (s.a.v) de: "Allah'm, dünyay gördüün gibi bana gös-
ter," diyen bir adama: "Sakn bir daha böyle söyleme. Çünkü Allah, dün-
yay senin gördüün gibi görmez. Fakat: "Allahm, dünyay salih kullanna
gösterdiin gibi bana da göster, diyebilirsin,"*32 buyurmutur.

Bu, Allah ehli olanlarn müahedesidir. Birinci müahede bunda gaib

olmutur. Nitekim ilk müahede dünya ehlinin müahedesinde kaybol-

mutur. Ve bu makam zuhur etmitir. Bu müahedenin izhar, ancak sd-


dîklar makamna sahip müahede ehli için gerçekleir.

Hikmet sahibi birisi öyle söylemitir;Onun manalar o kadar üstün-


dür ki müahede ehli hariç, tüm gözlerden sakldr. Halk ile megul olan
kimse onlar göremez. Onu ancak tek olan zata balanm kalp anlayabi-
993
lir."

Yüce Hakkn varlna gerçekten ahit olanlar, Kur'an hakknda vuku-


fiyet sahibidirler. Onlar, sr olan bilgileri yayma korkusundan emniyet için-

dedirler. Çünkü rububiyetin srrn ifa etmek bir masiyettir. Sr olan Al-

lah'n srrn ilan etmek ise küfürdür.

991 Fussilet 41/53-54.


992 Zebidi, thâfus'-Sade; XI, 629.
993 Burada baz manalar tahkikli baskdan alnd.
9

460 KÛTU'L-KULÛB

Fakat zahid, duyup ahitlik yapabilmek Hak Teala'nn müahede-


için

sine ulaamamsa, zühd gösterdii eyi köpük deerinde görmek zorun-


dadr. Kalbinin zikri ile bildiklerini de unutur. Bu durumda o, Allah katnda
ecir ve nuru olan bir zahiddir. Nitekim en yüce ahit olan Allah böyle bu-

yurur: "ehitler için Rableri katnda ecirleri ve nurlar vardr.™

O'nun ehadetine ahitlik etmeyen bir kimse nasl ahit olabilir? a-


hitliin nuru olmadan, evveliyet sfatn nasl müahede edebilir? Yahut,

O'nun "kayyumiyetini" müahede etmeyen ahitliini nasl yerine getirebi-

lir? Onun vahdaniyetinin nûru olmadan kayyumiyetini nasl görebilir? S-


fatlar ile perdeli, nefsinin hevasyla megul olan bir kimse, Onun kudreti-

ni nasl muayene edebilir?

Eer kul, Yüce Allah'n: "Yahut da ahid olarak kulak veren kimse.™ 5
Sfatyla tantt birisi olup yakin makamnda müahedeye ulaarak hak-
k iitmezse, artk o bundan uzak bir mekanda kalp beyan ve fikir ehlin-
den olur. Bu kimse u ayetle muhatap alnanlardan olur:

"Allah, size ayetleri böyle açklyor ki (dünya ve ahiret hakknda iyice)


düünesiniz.™ 6

Ayette u denmek isteniyor: Dünyann faniliini ve geçiciliini, ahire-

tinde baki ve devaml oluunu düünesiniz de bâki ve dâim olan tercih


edip, ona rabet edesiniz. Fani olana aldanmaktan vazgeçip, onun hak-

knda zühd sahibi olasnz! Çünkü sonu yokluk olann evveli de sonuna
benzer. Sonu, bâki ve devaml olan ise, sanki hiç yok olmaz gibidir. De-
vaml olmada evveli de sonuna benzer.

Ayn ekilde eyi bilen ve sonsuz hikmet sahibi


her olan Allah öyle
7
buymutur: "Ahiret daha hayrl ve daha devamldr.™

Yüce Allah, ahiret bâki olduu için onu kendisine ait iki sfat ile vasf-

landrmtr. öyle ki, daha hayrl ve daha bakidir,™* buyur-


ayette "Allah,
mutur. Baka bir ayette de "Sizin yannzdaki (dünya mal) tükenir. Al-
999
lah'n katndakiler ise bitmez, devamldr buyurmutur.

Hadid 57/19
995 Kaf 50/37
996 Bakara 2/21
997
Alâ87/1
998 Taha 20/73
«» Nah 16/96
ZÜHD MAKAMI V ZAHDLERN HALLER 461

Allahu Teala, kendisiyle bizi zetil etmek ve ondan rabetimizi çekmek


için dünyay bize nispet etmitir. Çünkü bizler fani olacak kimseleriz. Ahire-
tin ise kendisiyle kymetli olduunu bildirmek için onu zatna nispet etmi-
tir. Çünkü O, bâkîdir. Bu ekilde bizim ahirete rabet etmemizi istemitir.

Kul, kalp gözü ve yakîne dayal imanyla tasdik ettii eyleri gördüü
ve sonu fani olan eylerin yokluunu, sonu bâki olan ahiretin ise ebediy-
yen kalacan anlad zaman bu ayeti düünenlerden, hakikatini müa-
hede edenlerden ve onu hakkyla tilavet edenlerden olur. Böylece gerçek
iman ile iman eder, gerçek zühde ular; ahirete rabet eder ve basiret sa-
hibi olur. Yani dinde kuvvet, yakînde basiret sahibi olur. Kendi kuvvetiyle
bakt zaman, dünyay brakp Allah'a doru gider; böylece az takva
olur.

Nitekim Yüce Allah öyle buyurmutur;"Her eyden çift çift yarattk kl,
düünüp öüt alasnz.* 000 Yani Tek (c.c) olan düünüp ibret alarak ekil
ve zdlardan oluan eyadan kaçp Allah'a koun. Baka bir ayette "Ey ba-
siret sahiplen, ibret aln," 1
™ buyurmutur. Görüldüü gibi ayette 'basiret'

esas alnarak hitap edilmitir.

Bazlarna göre basiret sahipleri, kitaba kuvvetle sarlanlardr. Yani

onunla amel edenlerdir veya yakîn ile ona sarlanlardr. Bazlarna göre ki-

tapla amel etmede ciddiyet ve gayret edenlerdir. Bu kimse kitaba smsk


sarlan ve namaz dosdoru eda eden ihsan sahiplerinden olur.

Allah'n Rasûlü (s.a.v): "Onlar, ayakta dururken, otururken, yanlar


üzerine yatarken (her vakit) Allah' zikrederler. Göklerin ve yerin yaratl-
n düünürler,* 002 ayetini okudu ve:

"Bunu okuyup da tefekkür etmeyenlere yazklar olsun,* 003 buyurdu.


Bunun sebebi udur: Gökler ve yer ile bunlarn ötesinde bulunan cennet
dereceleri ve cehennem çukurlar ifade edilmitir. Bütün bunlar melekût

alemidir. Ona gizli mülk ve en büyük mülk de denir. Tefekkür eden kimse-
ye göklerin ve yerlerin üstünde altnda bulunan ve onlarn ihata ettii Ar
ve yerin derinlikleri gibi bütün alemler kefedilir.

1000
Zariyat 51/49
,00 '
Har59/2
Ali mran 3/191
1002

"»* bnu Kesir, Tefsir, II, 189; Suyuti, ed-Dürrü'l-Mensur, II, 409; bnu Hbban, Sahih, No: 620.
462 KÛTU'L-KULÛB

Sonra kul bunlarn ötesinde zzet ve Ceberut ismiyle anlan alemlerin


kefi gerçekleir. Kalpler yakin nurlar ile açlp aydnladnda kulun te-

fekkürü bütün mülk ve meiekûte ulaabilir, kul basireti ile en yüksek ufka
bakabilir. Böylece tefekkür eden kimseler, yakin nurlarnn kuvveti ile ilahi

celal ve cemali müahede ederler. Bütün bunlar mülk ve melekût aleminin


perdelerinin açlmasndan sonra gerçekleir. Bunlar, az önce zikrettiimiz
gibi açklanmas uygun olmayan srlardr. Nitekim Allahu Teala da böyle
yapmaktadr. O, kullara müahede ettikleri eyleri gösterip onun ötesinde
inandklar eylerin varlna dikkatlerini çekmekte; gördüklerini görmedik-
leri için bir kap, bildiklerini bilmediklerine bir anahtar yapmaktadr.

Dünya hakknda müminlerin umumuna ait buna yakn bir müahede


vardr. Ona akl ve ilmi yoluyla ularlar. Bu sayede dünyann bir çeit im-
tihan ve tuzak olduunu müahede ederler. Bu konuda öyle denilmitir:

"Bir kula dünyann açlmas onun için ancak bir gizli imtihandr. Dün-

yann ondan çekilip alnmas ise kendisi için bir iyiliktir."

Hz. Davut (a.s)'dan nakledilen haberlerde öyle anlatlr:

Yüce Allah Hz. Davud'a öyle vahyetti: "Neden Adem'i o aaçtan ye-
mekle imtihan ettim biliyor musun? Çünkü onun bu günahn dünyann
imar için sebep kldm."

Buradan anlalyor ki Allah'a itaat, dünyann harap olmasna sebep


yaplmtr. Bu da dünyadan gönlü çekmektir ki ona zühd denir.

Konuyla ilgili mehur bir hadis-i erif de öyledirvfotfn-


rivayet edilen

ya sevgisi her kötülüün badr.* 00 * Çünkü bu sevgi, bütün hatalarn te-


melini oluturmaktadr. Ama bu durum, genele amil olamaz. Çünkü on-

lardan dünyay imar etmeleri istenmektedir. Bu türlü zühd, ancak baz


seçkin kullara aittir. Çünkü onlarn says azdr ve dünyann imarna bir

noksanlk getirmezler. Asl önemli olan, dünyann kendi ehli tarafndan


imar edilmesidir.

Rivayet edilir ki Hz. Adem (a.s) Cennet'te yemesi yasaklanan aacn


meyvesinden yiyince, midesi o arl dar atmak için harekete geçti. Bu
durum, dier Cennet meyvelerinde deil, sadece onun yediinde vard.
Zaten bu nedenle bu meyveyi yemekten menedilmilerdi.

1004
Beyhaki, uabu'l-man; No: 10501; bnu Ebi'd-Dünya, K. Zemmi'-Dünya, No: 9.
ZÜHD MAKAMI v ZAHDLERN HALLER 463

Hz. Adem, yedii meyveyi çkarabilmek için Cennetle dönüp dola-


maya balad. Yüce Allah, onunla konumas melee emretti. Me-
için bir

lek ona, "Ne aryorsun?" dedi. Adem (a.s): "Karnmdaki u sknty gider-
mek istiyorum," dedi. Melee öyle emredildi: "Ona söyle ki, karnndaki
fazlal Cennetin neresine brakacaksn? Yataklarn üzerine mi, tahtlarn

üstüne mi, nehirlerin içine mi, yoksa aaç gölgelerinin altna m? Sen bu-
rada buna uygun bir yer görüyor musun? Sen en iyisi dünyaya in!.." Allah
kendisine lütfederek onu dünyaya indirdi.

'
Allah dünya meyvelerini ve dier yiyecekleri, insana arlk ve sknt
verici bir ekilde yaratmtr. Böylelikle de kalbi ondan çekmek istemi;
onun sonunun olduunu, her zaman ele geçmeyeceini haber vermi ve
böylece insanlarn ahirette ihsan edilecek devaml nimetlere rabet etme-
lerini beklemitir.

Alimlerden birisi demitir ki: "Dünya nimet ve süslerinden herhangi bi-

risi bana cazip gelince, hemen bana onun iç yüzü gösterilir ve bende on-
dan çekinme duygusu belirir."

Bu durum, Allah'n veli kullarna özel bir yardmdr. _


Kim dünyay ilk sfatyla tanrsa, sonu itibaryla aldanmaz. Kim dünya-
y iç yüzüyle tanrsa, zahiri görüntüsüne kaplmaz. Kime dünyann akbe-
ti gösterilirse, dünya süsü onu kendine çekmez.

Hz. sa (a.s) derdi ki: "Ey kötü ilim adamlar! Size yazklar olsun. Siz-
ler d kireçli ve temiz, içi ise pis kokulu tuvalet borusu gibisiniz."

Malik b. Dinar da öyle demitir; "Sihirli dünyadan saknn. Çünkü o


alimlerin kalplerini bile büyüler."

DÜNYA HIRSININ SONU


Kim haram bir yoldan dünyaya hrsla yönelirse kendini öldürmü olur.

Eer dünya elde etme hrs kuvvetlenir ve ona kar ak iddetlenirse, bu


sefer bakalarn öldürür. Bu konuda Yüce Allah öyle buyurmutur:
"Mallarnz aranzda haksz sebeplerle yemeyiniz ve kendi nefisleri-

nizi öldürmeyiniz.* 005

«x* Nisa 4/29


464 KÛTU'L-KULÛB

Bakasn Allah yolundan saptrmann insan öldürme gibi olduunu


belirterek öyle buyurdu: "Hahamlardan ve rahiplerden bir çou, insanla-

rn mallarn haksz yollardan yerler ve Allah yolundan engellerler.* 006

Hz. sa (a.s) ile ilgili nakledilen haberlerin birisinde öyle rivayet edil-

mitir:

Hz. sa (a.s) havarilerinden bir grupla yolculuk yapyordu. Yol esna-

snda, yere saçlm bir miktar altn gördü. Altnn yannda durdu ve: "Bu,

öldürücüdür; ondan saknnz!" diyerek yanndakilerle birlikte oradan ayrl-


d. Ancak onlardan üç tanesi bu altn almak için geri kaldlar. Üç kiiden
ikisi altnn yannda kald, dierine bir miktar altn verip kendilerine yiyecek

bir eyler satn almas için en yakn ehre gönderdiler.

eytan onlara vesvese ile: "Bu mal üçe bölmeye mi raz oldunuz? O
ehre gideni öldürün; altnlar aranzda ikiye bölün!" diyerek niyetlerini

bozdu. Onlar da, ehre giden arkadalarn dönünce öldürmeye karar ver-

diler.

eytan, yiyecek almaya giden üçüncü arkadalarna da gelip: "Altn-

larn tamamen olmasn istemez misin? Sana altnn üçte birini ve-
senin
recekler. Onlar öldür ki maln tamam senin olsun," diye vesvese verdi. O
da ehirden biraz zehir satn ald ve yemee koydu. Arkadalarnn yan-
nadöndüü zaman, hemen üzerine atlayarak onu öldürdüler. Ardndan
yemei yemeye baladlar. Yemei bitirdikten ksa bir müddet sonra onlar
da zehirlenip öldüler.

Hz. sa (a.s) seyahatinden dönünce onlarn altnn etrafnda ölmü ol-


duklarn gördü. Altnlar yerinde durjjyordu. Hz. sa'nn ashab ard ve
onlarn durumunu sordu. O da kendilerine olan biteni haber verdi.

bnu Mübarek'e "Gerçek insanlar kimdir?" diye soruldu: "Alimler," ce-

vabn verdi. "Peki, hakiki padiah ve sultanlar kimdir?" diye sorulunca:

"Zahidler" cevabn verdi.

,
bnu'l-Müsseyyeb, Ebu Zer'den nakille Allah Rasûlü'nün (s.a.v) öyle
buyurduunu rivayet etmitir:

'°° 6
Tövbe 9/34
ZUHD MAKAMI vt ZAHIDLERIN HALLER .553

dünyada zahfdane bir ekilde yaarsa, AUahu Teala onun kalbi-


'Kim,

ne hikmet verir, onu hikmetle konuturur. Ona dünyann derdini ve deva-


sn gösterir ve kendisini selametle selam yurdu olan Cennete ulat-

Bir hadiste öyle buyrulmutur. "Dünya evi olmayann evi; mal olma-
yann maldr. Onu ancak akl olmayan biriktirir."1006
Hasan el-Basri (rah) diyordu ki: "Bedir savana katlm sahabeler-

den yetmi kii gördüm. Allah'a yemin olsun ki onlar, sizin haramlardan
çekindiinizden daha fazla Allah'n kendilerine helâl kld eylerden çe-
kmiyorlard."

Hasan el-Basri, dier bir sözünde de öyle demitir: "Sizin, bollua


ükretmenizden daha fazla onlar balarna gelen belâya ükrediyorlard.
Onlar görseydiniz: "Bunlar delidir," derdiniz. Onlar sizin iyilerinizi görseler:

"Bunlara maneviyattan bir pay verilmemitir" derlerdi. Kötü olanlarnz


görseler: "Bunlar hesap gününe iman etmiyor!" derlerdi. 1009

Baka bir sefer de öyle demitir: "Bedir Ehli'nden birisine helâl bir

mal verilince almaz ve: "Bunun kalbimi bozmasndan korkarm," derdi.

Kimin uyank ve güzel sfatlarla süslü bir kalbi varsa onu bozulmaktan
muhafaza eder; onun güzel hâlinin deimesinden ve haktan uzaklama-
sndan korkar. O hep, kalbinin güze! hâli ve irad için amel eder. Böyle
bir kalbi olmayan kimse ise, hevâ ve hevesin karanlklarnda bocalayp
durur. Çou kez bu kimse hakka srt çevirir; dünya ve ahirette perian
olur.Veya bu kimse dünyaya raz olup Allah'n ayetlerinden gafil bulunan-
lardan biri olur. Neticede Allah katnda hiçbir deeri olmayan eylere raz
olup, onu hiçbir eyin kendisine benzemedii Allah'a tercih etmi olur. Bu

kimse u ayette sfat anlatlan gruba girer: "Dünya hayatna raz olup
onunla huzur bulanlar ve ayetlerimizden gafil olanlar yok ma.."1010

Böylece gerçek sevgili olan Yüce Allah da ondan yüz çevirir; en yakn
dostu olan Rabbinin gazabn hak eder. Bu kimse, Allah'n kendilerinden

1007 Benzer hadis Ebu Nuaym, Hiiye, V, 189; bnu'l-


Zebidi, thafu's-Sâde, XI, 645. bir için bkz:
Esir, Camiu'l-Usul, XI, 557; Münziri, et-Terb, I, 56.
,0M Ahmed, Müsned, VI, 71; Beyhaki, uabu'l-man, No: 10637-38; Münziri, et-Terb, IV, 104.
1009 Ebu Nuaym, Hilye, II, 134.
1010 Yunus 10/7
466 KÛTU'L-KULÛB

yüz çevirmeyi ve kendilerinden bir ey kabul etmemeyi emir buyurduu


u insanlardan olur:

"Rasûlüm, bizi zikretmekten yüz çeviren ve dünya hayatndan baka


bir ey istemeyen kimselerden yüz çevir. te onlarn eriebilecekleri bilgi
budur.™"

Baka bir ayette de öyle buyurmutur; "Kalbini bizi anmaktan gafil

kldmz, havasna uymu ve ii gücü arlk olan kimseye boyun e-


me.™ 12 Yani kendisine yasaklanan konularda haddi aan ve emredilen
vazifelerde geri kalanlara uyma! Onlarn kendini helâke atan kimseler ol-

duu da söylenmitir.

Yüce Allah, peygamberine, onlara bir ceza olsun diye dünya ehline
imrenerek bakmamasn emretmi ve dünyalk olarak kendilerine verilen
eylerin bir fitne olduunu haber vermi, kanaat ve zühdün daha hayrl ve
kalc olduunu bildirmitir. Bütün bunlar, u ayet-i kerimede ifade edilmi-
tir: 'Sakn, kendilerini denemek için verdiimiz dünya hayatnn çekici ni-

metlerine gözlerini dikme I Rabbinin verecei rzk hem daha hayrl, hem
de daha süreklidir."™ 3

Bir görüe göre ayetteki rzk'tan maksat kanaattir. Bir dier görüe
göre günlük yiyecektir. Bir baka görüe göre de zühttür. Bu son görü Al-
lah'n kitabna daha uygundur. Çünkü: "Ahiret hayat ise daha hayrl ve
daha sûrekUdir,"™* ayeti buna delildir. Dördüncü bir görüe göre ise ayet-

te geçen rzk, helâl maldr.'

Bir rivayete göre Allah Rasûlü (s.a.v), sahabeleri ile birlikte bir deve
sürüsünün yanndan geçtiler. Bu develer hâmile idiler. O günkü Araplar ta-
rafndan en deerli sermaye saylyordu. Çünkü onlarn tamasndan,
etinden, sütünden, yavrulamasndan ve kllarndan faydalanlyordu.

Allah Rasûlü (s.a.v), hayrl bir insan için bu develeri misal olarak ver-
di ve öyle buyurdu; "nsanlar, bu develere benzer. Yüz deve içinde her

1011
Necm 53/29-30
,0 ' 2
Kehf 18/28
,013
Tâhâ, 20/131
'O' 4
Tâhâ 20/131.
ZÜHD MAKAMI vt ZAHDLERN HALLER 487

ey ile e yarar bir deve çkt gibi; yûz nsan çinde de e yarar bir n-
san bulunur.™*
Yani deve çoktur, fakat yukarda zikredilen be özellii tayan deve
azdr. Bu kymetli develeri Yüce Allah, Tekvir Sûresinin dördüncü ayetin-
de öyle zikretmitir: "Gebe develer kendi hallerine brakldnda..." Yani
sahipleri bu deerli develerini kyametin korkusundan dolay brakp ken-
di dertlerine dütükleri zaman., demektir.

te Allah Rasûlü (s.a.v) bu alml develeri görünce onlardan yüz çe-


virmi ve kapatmtr. Kendisine: "Ey Allah'n Rasûlü, bunlar bi-
gözlerini

zim en deerli mallanmzdr. Neden yüzünüzü çevirdiniz ve onlara bakm-


yorsunuz?" diye sorulunca: "Allah, bundan beni nehyetti"'cevabn vererek
yukarda geçen: "Dünya hayatnn çekici nimetlerine gözlerini dikmet".
1016
ayetini okudu

Hz. Ömer'in rivayet ettii bir hadis-i erife göre: "Altn ve gûmûû y-
maya çalp malî ibadetlerini yapmayanlar..." ayeti zaman Allah Ra-
indii
sûlü (s.a.v) öyle buyurdu: "Altn ve dirhemin kökü kurusun.™ 7 Sahabe-i
Kiram: "Allah bizi, altn ve gümü biriktirmekten nehyetti, peki neyi birikti-

receiz?" dediler. Bunun üzerine Allah Rasûlü öyle buyurdu: "Sizden her
biriniz, zikreden bir dil, ükreden bir kalp ve ahiret ilerinde kendisine yar-
dm edecek saliha bir zevce edinsin.™ 5

Huzeyfe'nin (r.a) rivayet ettii bir hadiste Rasûlüllah (s.a.v) öyle bu-
yurmutur: "Dünyay ahirete tercih edenin kalbine Allah u üç eyi kor: kal-
binden hiç ayrlmayan bir ûzûntü, hiç gitmeyecek bir fakirlik korkusu ve hiç
doymayacak derecede bir hrs.™*
Bize Ali b. Ma'bed, Ali b. Ebi Talha'dan mürsel yolla u hadisi naklet-
ti: Allah Rasûlü (s.a.v) buyurdu ki:

"Bir kula halk içinde bilinmemek bilinmekten daha sevimli oluncaya ve


az mal çok maldan daha sevimli gelinceye kadar iman kemale ermez.
1015
Buhari, Rikak, 35; Müslim, Fedailü's-Sahabe, 232; Tirmizi, Edeb, 83; bnu Mace, Fiten, 16.
,0, «
Zebidi, thafu's-Sâde, XI, 646.
1017
Ahmed, Müsned, V, 366.
1018
Tirmizi, Tefsiru Sure (10), 9; bnu Mace, Nikah, 5; Suyuti, ed-Dürrü'l-Mensûr, IV, 178.
1019
Benzer bir hadis için bkz: Tabarani, el-Kebir, No: 10328; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, X, 249;

Zebidi, thaf, XI, 651.


1020
Bkz: Zebidi, ithâf; XI, 652.
468 KÛTU'L-KULÛB

Hz. isa'nn (a.s) öyle dedii rivayet edilir: "Dünya ahirete geçmek için

yaplm bir köprüdür. Siz o köprüyü geçin, onu imara çalmayn."


Adamn biri Hz. sa'ya (a.s): "Seyahate çkarken beni de yannda gö-
tür," dedi. Hz. sa (a.s): "Maln elinden çkar ve bana katl!" dedi. Adam:
"Buna güç yetiremem" dedi. Hz. sa (as): " "Zenginler cennete çok zor gi-
rer!" buyurdu." Bu sözün baka bir rivayetinde: "En arkadan girer," dedii

nakledilmitir.

defasnda da ona öyle demilerdi: "Ey Allah'n Peygamberi, Bize


Bir

emretsen de içinde Allahu Tealaya ibadet edeceimiz bir mabed yapsay-


dk." Bunu üzerine sa (a.s): "Öyleyse gidin ve su üstünde bir mabed bina
edin," dedi. Yanndakiler: "Suyun üstünde bina durur mu? diyerek akn-
lklarn ifade ettiler. O zaman sa (a.s) onlara öyle dedi: "Peki dünya sev-
gisi üzerinde ibadet nasl güzel olur?"

sa (a.s) baka bir sefer de öyle demitir:

"Sizden biri, Allahu Teala'ya ibadetiyle övülmeyi istemedikçe ve dün-

yay kimin yediini önemsemedikçe imann hakikatine varamaz."

Bir b. Hars (rah) öyle demitir: 'Takva, ancak zühd ile güzelleir."

Bir, bir defasnda da öyle demitir: "badet, (kalbi dünya sevgisiyle

dolu olan) zenginlerin üzerinde güzel durmaz. Zenginlerin ibadeti, çöplü-


ün üzerindeki bir bahçe gibidir. Fakirin ibadeti ise, bir güzelin boynunda-

ki mücevher gerdanlk gibidir."

Biz bu manalar Allahu Teala'nn kitabndan çkarttk. Allah (c.c),. iba-

det noktasnda fakir kullarn anlatrken öyle buyurmutur:


1,1021
"Sadakalar, kendini Allah yoluna adayan fakirler içindir.

Allahu Teala onlarn sfatlarn Zikrederken öyle buyurmutur:


"Onlar rüku edenler, secdeye kapananlar olarak görürsün.^22 badet
elbisesi, fakirliin yüzlerine aksettirdii güzellik nedeniyle onlar üzerine
çok güzel oturmutur.

Lokman (a.s), oluna, eytann insana gelebilecei noktalardan sa-


knmasn tavsiye ederken unlar söylemitir: "Eer eytan sana fakirlik

,02 '
Bakara, 2/273
1 °22 48/29
Fetih,
ZÜHD MAKAMI v« ZAH DLE R N HALLER 469

tarafndan gelirse ona, asl zenginin Allah Tela'ya itaat eden, asl fakirin

de O'nun haramlarn ileyen kimse olduunu söyle. Eer seni zenginlie

özendirirse, o zaman da zenginlikle kraat ve kulluun bir arada güzel ol-

mayacan söyle".

GERÇEK ZAHDLERN HALLER


Selef-i salihinden bir zat öyle demitir: "Allahu Teala'y hakkyla bilen
arifler, vaaz ve hikmeti zühd .sahiplerinden bakasndan dinlemekten
kaçnrlar. Onlar öyle derlerdi: "Dünyaya sarlanlar, bu konularda konu-
maya ehil deildirler. Bu konuda konumak, onlara layk deildir."

Allahu Teala, Hz. sa'ya (a.s) indirdii vahiylerden birinde öyle


buyurmutur:

"Ey Adem olu, dünya hayatnda ona veda eden ve Allah'n katn-'
dakilere rabet eden kimsenin alayyla ala. Dünyadan ihtiyacn
kadaryla yetin. Sana ondan kuru ekmekle kaba giysi yetsin. Sana hakk
söylerim ki, dünyadan aldklarn ve infak ettiklerin günüyle saatiyle
yazldr. Buna göre davran, çünkü sen ondan sorumlusun. Eer salih kul-

larma vaadettiklerimi görseydin heyecandan nefsin bedeninin terk eder

ölürdün.

sa (a.s) öyle derdi: "Dünyann tad, ahiretin acsdr. Elbisenin güzel-


lii kalbin kibir ve gurura dümesindendir. Karnn dolu oluu nefsin gücü
ve kudretini toplamas demektir. unu hak olarak söylüyorum ki, bir has-
ta nasl yemein tadndan lezzet alamazsa; dünyay seven de ibadetin

tadn alamaz."

Dünyada zühd sahibi olmann alametlerinden biri de, yumuak, dikkat

çekici ve gösterili giysilerden uzak durmaktr. Çeitli tatlardaki leziz

yemeklere dükün olmamak, nimet içinde yüzenlerin arzu ettikleri ehvet-


lerden uzak durmak ve lükse dükün olanlarn aina olduklar lüks alet ve
ev eyas ile süsleri terk etmek de zühdün alametlerindendir.

eyasnda azla yetinirlerdi. Ehli dünya ise, bunun tam aksine bir i için bir-
KÛTU'l-KULÛB

den fazla eya kullanrlar ki bu da, çoklukla övünmenin tezahürlerinden ve


dünya kaplarndan biridir.

Seleften bir zat öyle der: Nüsk yani Allah'a hakkyla kulluun ba-
langc giysiden geçer.

Alimlerden birisi öyle demitir : Giysisi yumuak olann dindarl da


yumuak olur.

bnu Mesud (ra) öyle demitir: Kalp kalbe benzeyinceye kadar giy-

side giysiye benzemez.

Mehur bir hadiste ise Allah Rasûlü'nün (s.a.v) öyle buyurduu


rivayet edilmitir: "Sade elbise giymek imandan kaynaklanan güzel bir

haslettir.™ 3

Bu hadisi açklayan bir dier hadis öyledir: "Kim imkan varken srf
Allahu Teala'ya kar tevazuundan dolay güzel elbise giymeyi terk eder-

serbest brakr.* 02 *

Bu hadisin baka bir lafz ise öyledir: "Her kim, Allahu Teala'nn

rzas için bir süsü terk eder, O'na kar tevazusundan dolay ve rzasn
umarak güzel bir elbiseyi giymezse, Allahu Teala'nn onun için yakuttan
*
tahtlar üzerinde cennet ipekleri hazrlamas haktr.

Allah Rasûlü (s.a.v) Kuba halkna konuk olduunda O'na süt ve bal

karm bir içecek sunmulard. O, barda yere brakt ve öyle buyurdu:


"Ben bunu haram klyor deilim. Fakat Allahu Teala'ya kar tevazumdan
dolay içmiyorum.* 025

Scak bir yaz gününde Hz. Ömer'e (r.a) souk su ve bal getirildi. Hz
Ömer : "Bunlar benden uzaklatrn; beni onlarn hesabndan kurtarn!"

dedi.

1023
Ebu Davud, Teraccül; 1 ; bnu Mace, Zühd, 4; Hakim, Müstedrek, I, 9; Tabarani, el-Kebir, I,

No: 791.
1024
Tirmizi, Sfatu'l-Kyame, 39; Hakim, Müstedrek, IV, 184.
1025
Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, X, 325 (Tabarani, el-Evsat'ta rivayet etmitir)
ZÜHD MAKAMI v« Z A H D L E R
I N HALLER 471

Allahu Teala peygamberlerinden birine öyle vahyetmitir:

'Velilerime söyle de benim dümanlarmn giysilerini giymesinler, dü-


manlarmn girdikleri yerlere girmesinler. Yoksa onlar gibi dümanlarm
olurlar."

Bir b. Mervan, Kufe'de minbere çkm hutbe veriyordu. Orada bulu-


nan Sahabelerden Râfi b. Hudeyc (r.a): "Emirinize bakn! Üzerinde fask-
larn elbisesi ile insanlara vaaz veriyor!" dedi. Ravi diyor ki: "Üzerinde ne

vard?" diye sordum: "nce bir elbise vard" dedi.

Amir b. Abdullah b. Rebia el-Kuraî, Ebu yanna gelmiti.


Zerr'in (r.a)

Üzerinde süslü ve gösterili elbiseler vard. Bu vaziyette zühd hakknda


konumaya balad. Ebu Zerr eliyle azn kapatt ve yellenme sesi gibi

sesler çkarmaya balad. Amir buna çok kzd ve bnu Ömer'e (r.a)

giderek: 'Kardeiniz Ebu Zerr'in bana ne yaptn görüyor musunuz?'


dedi. bnu Ömer: 'Ne yapt ki?' diye sordu; Amir: "Ona zühdü anlatyor-
dum. Benimle alay etmeye balad," dedi. bnu Ömer (r.a) Amir'e: "Bunu
kendine sen yapmsn. Ebu Zerr gibi bir zatn yanna böyle bir elbiseyle
gidiyorsun, bir de kalkm zühd hakknda konuuyorsun!" dedi.

Ali (k.v) demitir ki Allahu Teala hidayet yolunda imam olan kimseler-

den u ahdi almtr: "nsanlarn en sade hayat süreni gibi olun ki, zengin-

ler sizi örnek alsn, fakirler de fakirlii ile gocunmasn."

Ömer (r.a) sert pamuklu giysiler giydii için knanmt. Gömleinin


fiat üc be dirhemi geçmezdi. O, elbisenin parmaklarndan uca sarkan
ksmlar keserek: "Bu, tevazuya daha yakndr; hem de bir müslümann
bana uyabilmesi için daha uygundur," derdi. {

Bir defasnda Yemen yapm hrkalar gelmiti. Ömer (r.a) onlar teker
teker sahabeye datt. Daha sonra Cuma günü hutbeye çkt. Üzerinde
datt kumatan yaplm bir hülle vard. Hülle, Araplar tarafndan ayn
cins kumatan yaplm iki parçadan oluan elbiseye denir. Hülle, o

dönemde giyilen en güzel giysiydi. Ömer (r.a) bu halde: 'Dinleyin, dikkat-


le dinleyin' diyerek hutbesine balad.

O anda Selman (r.a) ayaa kalkt ve: "Allah'a yemin olsun ki din-

lemeyiz, Allah'a yemin ederim ki dinlemeyiz!" dedi. Bunun üzerine Ömer


(r.a) 'Ne oldu ki ? diye sordu. Selman da: "Çünkü sen bize tek elbise ver-
472 KÛTU'L-KULÛB

din; kendin ise iki parça hülle giyerek bizden fazla dünya mal aldn" dedi.

Ömer (r.a) tebessüm etti, sonra Selman'a künyesi ile hitap ederek:

"'Ey Ebu Abdullah, acele ettin, Allah sana rahmet etsin. Ben kendi el-

bisemi ykamtm. Olum Abdullah'n hrkasn ödünç aldm ve onu ken-

di hrkamla beraber giydim," dedi. Bunun üzerine Selman (r.a): "imdi


konu, artk sözünü dinleriz," dedi.

Allah Rasûlü (s.a.v) dünya nimetlerine fazla dalmaktan yasaklayarak

öyle buyurmutur: "üphesiz Allahu Teala'nn seçkin kullar, dünya


nimetlerine fazla dalmazlar." 1020

Fudale b. Ubeyd, Msr valisi iken saç ba dank ve çplak ayakla


gezerken görülmütü. Kendisine: "Sen bir emirsin, nasl böyle olursun?"
denildi. O da: "Allah Rasûlü (s.a.v) bizi refaha dükünlükten menetti ve
bize bazen çplak ayakla yürümeyi emretti," dedi.

Rivayet ediline göre Ömer (r.a) bir defasnda insanlara hutbe


veriyordu. Bir ara: "Allah için, bende bir kusur gören varsa rica ediyorum
bana bildirsin" dedi. Bir genç ayaa kalkarak:

"Sende iki kusur var," dedi. Ömer (r.a): "Allah sana rahmet buyursun,
nedir onlar?" diye sordu. Genç: "ki elbiseyi birbirine ekleyip uçunca elbise
giyiyor; ekmeine katk katyorsun" dedi. Bunun üzerine Ömer (r.a), ölün-

ceye kadar iki elbiseyi bir arada giymedi ve ekmeine katk katmad.
Ali (k.v) de defasnda Ömer'e öyle demiti 'Eer ahirette senden
bir :

önceki iki yoldana (Hz. Peygamber (s.a.v) ve Hz. Ebu Bekir'e) katlmak
istiyorsan, gömleini yama, elbiseni ters çevirip giy, ayakkabn tamir et,

bir de doymayacak kadar yemek ye!".

Ömer (r.a) kendisi de öyle derdi: "Avurtlar çökertin, besili olmaktan


ve imanlamaktan korkun. Kisra ve Kayser'in giydii gibi acem giysilerin-
den saknn."

Ali (k.v) öyle demitir: "Kim bir kavmin (kendine has) giysisini giyer-

se, o onlardandr."

Allah Rasûlü'nün (s..v) bundan daha ar bir ifadeyle öyle buyur-


duu rivayet edilmitirV "Ümmetimin en kötüleri, türlü türlü yemekler

1026
Ahmed, Müsned, V, 243; Beyhaki. uabu'l-man, No: 6178; Ebu Nuaym, Hilye. V, 155; El-

bani, Sahiha, No:353.


ZÜHD MAKAMI vt ZAHDLERN HALLER 473

deiik elbiseler giyme derdiyle yanan


arayan, ve azn doldura doldura
bo konuan refah çindeki kimselerdir. 7 ™

ÖRNEK BR ZÂHD
Umeyr b. Sa'd (r.a) Humus valisi olarak Ömer'in (r.a) yanna geldii
zaman, Halife kendisine: "Yannda dünyalk olarak ne var ey Umeyr?"
diye sordu. Umeyr (r.a):

"Yanmda yorulunca kendisine dayandm ve yolda karma çkan


ylanlar öldürdüüm bir deneim, azm tadm heybem, içinde

yemek yediim bam ve giysilerimi ykadm çanam,


bir kabm, bir iç-

me ve abdest suyunu tadm testim Dünya mal olarak bunlarn


bir var.

dnda olanlar da benim sahip olduklarma tabidir. Fazlasna hacet yok,"

dedi.

Ömer (r.a): "Ey Umeyr, Allah sana rahmet etsin, doru söyledin,"

dedi.

Halife Ömer (r.a) Humus halkna bir mektup yazarak ehirdeki fakir-

lerin isimlerini kendisine bildirmelerini istemiti. Onlar da fakirlerin isimlerini


yazdklar mektuba Said b. Cüzeym'in -daha dorusu Umeyr b. Sa'd'n- is-

mini de yazdlar. Ömer (r.a): "Said b. Cüzeym de kim? diye sordu: "Bizim
emirimiz ey müminlerin emiri!" dediler. Ömer (r.a): "O da m fakir?" diye

sorunca: 'Evet ehrimizde ondan daha fakiri yoktur!"cevabn verdiler.

Ömer (r.a): 'Peki maan ne yapyor?' diye sorunca, Humuslular: "Onun


tamamn datr, kendisi ve ailesi için hiç bir ey brakmaz," dediler.
Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) ona dört yüz dinar göndererek kendisi

ve ailesinin ihtiyaçlar için kullanmasn istedi. Para Umeyr'e (r.a) ulan-


ca, derhal onu alarak hanmnn yanna gitti. Sürekli alyordu. Hanm:
"Neyin var; yoksa müminlerin emiri mi öldü? diye sordu. Umeyr: "Daha da
kötü!" diye cevap verdi. Hanm: "Yoksa müslümanlarda bir parçalanma
m oldu?" diye sorunca, Daha da beter dedi. "Peki ne oldu?" deyince,

Umeyr (r.a) öyle dedi:

Ahmed, K. Zühd, No: 400; Tabarani, el-Kebir, No: 7512; Hakim, Müstedrek, III, 568; Elbani,
Sahiha, No: 1891.
474 KÛTU'L-KULÛB

"Bana dünya mal geldi. Allah Rasûlü (s.a.v) ile beraberken dünya
kaps bana açlmamt. Ebu Bekir'in (r.a) devrinde de dünya bana açl-
mamt. Ömer'in (r.a) günlerine geldiimde i deiti. Benim en kötü gün-
lerim Ömer'in (r.a) devrinde geçirdiim günlerdir."

Sonra Halifenin kendisine gönderdii paradan söz etti. Hanm:


"Canm sana feda olsun. Onu dilediin gibi harca," dedi.Umeyr (r.a) "s-
tediimi yapmakta bana bana yardmc olur musun? diye sorunca,

hanm: Umeyr (r.a): "Öyleyse bana


"Evet," dedi. hrkay ver," dedi. u
Sonra hrkay parçalamaya balad. Parçalar kese eklinde düümlüyor,
içlerine üçer, beer, onar dinar para koyup düümlüyordu. Sonunda
paracklarn tamamn keseciklere ayrarak bitirdi. Sonrada onlar bir tor-

baya koyarak koltuunun altna ald ve dar çkt.

Yolda müslüman askerlerden oluan bir orduyla karlat. Bunlar


cihada giden erlerdi. Askerlerin durumlarna göre keseleri onlara datt
ve Ömer'in gönderdii paradan tek bir dinar dahi ailesi için alkoymad. -
te Allah Rasûlü'nün (s.a.v) ashab ve onlara güzelce tabi olanlar böyle
yüksek sfat ve erdemlere sahiptiler.

lyaz b. Ganem, bu ümmetin hayrllar hakknda Allah Rasûlü'nden

(s.a.v) u hadisi rivayet etmitir:


"Mele-iA'la sakinlerinin bana bildirildiine göre ümmetimin içinde öy-
le kimseler vardr ki onlar, Rablerinin rahmetinin geniliinden dolay açk-
tan güler, O'nun azabnn korkusuyla da gizli gizli alarlar. Onlarn geçim
yükü halka çok hafif gelirken, kendilerine çok ar gelir. Eski elbise giyer-
ler, halktan uzaklap kendini ibadete verenlere uyarlar. Bedenleri dün-
yada, gönülleri ise Arladr.* 02 »

lyaz b. anem (r.a) demitir ki: "Ebu'd-Derda (r.a) bize velilerden ab-
dal zümresin sfatlarn anlattnda kendisine: "Bu sfatlara biz nasl sahip

olabiliriz?" diye sordum; u cevab verdi:


"Ey kardeimin olu! Bu yolun banda ve içinde sana gereken ey;
dünyaya kar zühd sahibi olman, ahirete bütün kalbinle inanman ve onun
için amelde bulunmandr."

1028 Hakim, Müstedrek, uabu'l-man, No: 765.


III, 17; Beyhaki,
2ÜHD MAKAMI v« ZAHDLERN HALLER 475

Bir hadiste Allah Rasûlü'nün (s.a.v) öyle buyurduu rivayet edilmitir:

"Hiç üphesiz Allahu Teala basit giyinen, ne giydiine fazla önem ver-
meyen mûtevazi müminleri sever. 01029
Allah kendilerine rahmet etsin, Sevr ve Fudayl öyle demilerdir:
"Bütün kötülükler bir eve kondu; onun anahtar dünyaya dükünlük yapl-
d. Bütün iyilikler bir eve kondu; onun anahtar da zühd/dünyadan gönlü
çekmek yapld."

ZÜHDÜN FAZLET VE FAKRLN EREF


Allah kendilerine rahmet etsin Yusuf b. Esbat ve Süfyan- Sevri'ye:
"Amellerin hangisi daha üstündür?" diye sorulduunda u cevab verdiler:
"Dünyada zühd sahibi olmak."

Bu anlatlanlar Hz. sa'dan (a.s) rivayet edilen aadaki sözün


manas içinde mevcuttur. 1030 Bu hadis Allah Rasûlünden (s.a.v) de rivayet
edilmitir: "Dünya sevgisi, her türlü günahn badr.*™
Bunun üzerinde düünüldüü zaman, dünyay buzetmenin bütün
ibadetlerin ba olaca anlalmaktadr. Seleften bir zat öyle derdi:

"Sahibi tövbe etmedikçe balanmayacak günah olarak dünya sev-


gisi yeter."

Bundan daha ar bir söz Süfyan'n (rah) Yahya b. Süleym et-

Taifî'den rivayet ettii u sözdür. "Eer bir kul, bütün sema ve arz ehlinin
ibadeti kadar ibadette bulunsa fakat dünyay sever bir halde ilahi huzura
çksa; Allahu Teala onu hesap yerinde durdurur, halkn önüne çkarr ve:
"Haberiniz olsun bu filan olu filan Allahu Teala'nn buzettii dünyay
seven kimsedir," diye ilan eder." Bu söz Hz. Peygamber'e (s.a.v) nispet

edilerek de rivayet edilmitir. 1032

1029
Beyhaki, uabu'l-man, No: 6175; Deylemi, Firdevsü'l-Ahbar; No: 571; Münziri, et-Terb, III,

107; Elbani, Zaife, No: 2324.


,03° Bkz: Beyhaki, K. Zühd, No: 247.
1031
Beyhaki, uabu'l-man, No: 10501; bnu Ebi'd-Dünya, K. Zemmi'-Dünya, No:'9; Sehavi,
Mekasdu'l-Hasene, No: 384:
,032
Benzer bir hadis için bkz: evkani. el-Fevaidü'l-Mecmua, No: 708 (Hatib, Cabir'den rivayet
etmitir.)
476 KÛTUT-KULÛB

Yahya b. Cabir et-Ta'i, Amr b. el-Esved el-Ansî'nin (rah) öyle


dediini nakletm itir:

"Asla dikkat çekici bir elbise giymem. Asla bir yorgana sarlp gece
boyunca uyumam. Asla güzel ve rahat bineklere binmem. Asla doyasya
yemek yemem". Ömer (r.a) öyle demitir: Kim Allah Rasûlü'nün (s.a.v)

gidiatna bakmak isterse Amr b. el-Esved'e baksn."

Allah Rasûlü (s.a.v) bir sefer dönüünde kz Fatma'nn (r.ah) yanna


uramt. Kapsnda aslm ince bir perde ve kollarnda da gümüten iki

bilezik gördü; içeri girmeden geri döndü. Bir süre sonra Ebu Râfi* (r.a)

Fatma'nn (r.ah) yanna gittiinde onun aladn gördü; nedenini sordu.


Fatma (r.ah), Allah Rasûlünün (s.a.v) geri dönüünü anlatt. Ebu Râfi'

(r.a) Allah Rasûlü'ne (s.a.v) eve girmeyi sebebini sordu. Allah Rasûlü
(s.a.v) kapdaki perde ve kznn koluna takt iki bilezik yüzünden gir-

mediini söyledi.

Bunun üzerine Fatma (r.ah) perdeyi yrtt, iki bilezii Bilal (r.a) ile Al-

lah Rasûlü'ne (s.a.v) gönderdi. Onlar sadaka olarak verdiini ve diledii


gibi tasarrufta bulunabilecei söyledi. Allah Rasûlü (s.a.v) de, Bilal'e (r.a)

onlar pazarda satp parasn Suffe ashabna datmasn söyledi. Bilal'e

(r.a) iki bilezii iki buçuk dirheme satt ve parasn Suffe ashabna sadaka
olarak verdi. Ondan sonra Allah Rasûlü (s.a.v) kz Fatma'nn yanna
giderek:

"Babam sana feda olsun, güzel yaptn,*1033 buyurdu.

GYM-KUAMDA ZÜHDÜN ÖLÇÜSÜ


Bir hadiste Allah Rasûlü'nün (s.a.v) öyle buyurduu rivayet edilmi
tir: "Kim öhret için bir elbise giyerse, onu üzerinden çkarp yerine koyun-
caya kadar Allahu Teala o kimseden yüz çevirir. Bu kimse Allah katnda
sevilen bir kimse olsa bile. * 034

1033
Zebidi, thafu's-Sade, XI, 718. Konu ile ilgili benzer rivayetler için bkz: Ebu Davud, Et'me, 8;

bnu Mace, Et'me, 56; Nesai, Zinet, 39. (No: 5155)


1034
Hadisin son ksm hariç bkz: bnu Mace, Libas, 34; Tabarani, el-Kebir, XXIII, 283; bnu Asakir,

Tarihu Dmek, XXXIV, 98, Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, V, 135.


ZÜHD MAKAMI v» ZAHDLERN HALLER 477

Süfyan- Sevri (rah) ve dierleri öyle demilerdir: "öyle bir elbise

giyin ki sizi alimler yannda mehur etmesin, cahiller yannda hakir göster-

mesin."

Yine o, öyle derdi: "Ben namaz klarken önümden bir fakir geçse
onun geçmesini engellemem, brakrm geçer gider. Ama ehli dünyadan
bir kii uradnda, üstündeki gösterili elbiselerden dolay hiddetlenerek
onun önümden geçmesine izin vermem.

Bir zat öyle demitir: "Zenginlerin hiç bir mecliste Sevri'nin meclisin-
deki kadar zelil edildiini görmedim. Fakirlerin de hiç bir mecliste Sevri'nin

meclisindeki kadar aziz tutulduunu görmedim."

Baka biri ise unu söylemitir: "Bizler Sevri'nin meclisinde otur-

duumuzda, onun fakirlere gösterdii iltifat ve hürmetinden dolay fakir ol-

may arzu ederdik."

Dier bir zat ise unu söylemitir: "Alim ancak o kimsedir ki, fakir onun
yannda zengin; zengin de fakir olarak ayrlr."

Büyüklerden bir zat öyle demitir: "Süfyan- Sevri'nin (rah) giysilerine

ve ayakkablarna sadece bir dirhem dört kuru deer biçtim.

Ibnu übrüme öyle derdi: "Giysilerin en hayrls, bana hizmet eden;,


en kötüsü ise benim kendisine hizmet ettiim elbisedir.

Seleften bir zat ise öyle demitir: "Benim için giysilerin en güzeli beni
kendisine hizmet ettirmeyen elbisedir. Yemeklerin en sevimlisi ise, kendisi

için ellerimi ykamak zorunda kalmadm yemektir."

Alimlerden bir zat unu söylemitir: "Seni sokaktaki insanlardan ayr

tutmayacak ve fark ettirmeyecek giysiler giy. Seni mehur edecek ve ak-


ln sana bakmasn salayacak giysiler giyme. Ömer'in (r.a) giysisinde on
dört yama saydk, onlarn bir ksm deridendi."

Baka bir zat ise öyle demitir: "nsanlarn srtndaki giysilerin çok-
luu, Allahu Teala'dan onlara bir cezadr."

Velilerden el-Havvas (rah) iki parça izardan veya bir gömlek ile altn
giydii etekten fazlasn giymezdi. Gömleinin ucuyla ban örterdi. Fakir

için müstehab olan bu olduu gibi, normal bir giysinin ölçüsü de budur.
478 KÛTU'L-KUIÛB

Ebu Süleyman ed-Darani (rah) demitir ki: "Giysiler üç çeittir: Allahu

Teala için giyilen giysi, nefis için giyilen giysi ve halk için giyilen giysi. Al-

lahu Teala için giyilen, avret mahallini örtüp içinde farzlar eda edebil-

diiniz giysidir. Nefis için olan, yumuaklk ve klk aradn giysidir. Halk
için olan ise, gösterili ve süslü giysidir. Bazen bir giysi, hem Allahu Teala,

hem de nefis için olabilir."

Alimlerden bazlar krk dirhemin -baka bir görüe göre yüz dirhemin-
üstünde deere sahip olan giysilerin giyilmesini mekruh görürlerdi. Bu
deerlerin üstünde olan giysileri, israf ve arlk olarak görürlerdi. Alim-

lerin çounluu ve Tabiun'un önde gelenlerinin giysilerinin deeri yirmi ile

otuz dirhem arsnda idi. lk sahabilerin giysileri ise on iki dirhem civarn-
dayd. Onlar genellikle iki parçadan oluan yirmi küsur dirhem kymetinde
elbise giyerlerdi.

Allah Rasûlü (s.a.v) de dört dirheme bir elbise satn almt. O'nun iki

elbisesinin deeri on dirhem ile bir dinar arasndayd. Allah Rasûlü'nün

(s.a.v) izarnn boyu dört buçuk arn idi. O, üç dirheme de bir kaç alvar
almt. Yünden dokunmu iki adet beyaz ihram giyerdi. Bunlar, ayn tür
iki bölümden olutuu için hülle olarak da anlrd. Çou kez ayn cins

kumatan iki parça elbise giyerdi. Çou zaman Yemen ii iki hrka veya
ondan daha kaln Sehuli'lerin yapm iki parça elbise giyerdi.

Bir hadiste Allah Rasûlü'nün (s.a.v) gömleinin sanki zeytin ya


satan kimsenin gömlei gibi koku sald söylenmitir. 1035

Allah Rasûlü (s.a.v) hayatnda bir gün, iki yüz dirhem deerinde ince
ve saf ipekten yaplm sar çizgili bir hrka giymiti. O gün ashab hrkaya
dokunuyor ve beenilerinden dolay: "Bu sana cennetten mi geldi? diyor-

lard. Halbuki onu skenderiye kral Mukavks hediye etmi ve Allah


Rasûlünden (s.a.v) hediyesini kabul etme lütfunda bulunmasn ve onu
bizzat giymesini rica etmiti.

Allah Rasûlü (s.a.v) daha sonra bu hrkay çkard ve onu yakn çev-
resindeki ihtiyaç sahibi müriklerden birine gönderdi. Ardndan da ipei ve
yine saf ipekten yaplan dibaceyi yasaklad. O'nun ipei giymi olmas,
1035
Hafz Iraki, Allah Rasûlünün (s.a.v) çok defa ban ve sakaln zeytin ya yalad ve koku
süründüü için bunun elbisesine yansdn belirtmitir. Bkz: Zebidi, ithaf, XI, 694. (Buradaki

kayda göre hadisi Tirmizi, email'de zikretmitir.)


.

ZÜHD MAKAMI vt ZAH DLERN HALLER

daha sonraki yasak emrini kuvvetlendirmek içindi. Nitekim Allah Rasûlü

(s.a.v) altn yüzüü de sadece bir gün takm, sonra onu çkarp atm ve
erkekler tarafndan taklmasn yasaklamt. 1036

Bu anlattmza bir örnek de velâ/köjenin velayeti meselesidir. Allah


Rasûlü (s.a.v) Hz. Aie'ye (r.ah) cariyesi Behre hakknda: 'Volann onun
sahiplerine ait olmas artn kabul et," buyurdu. Hz. Aie (r.ah) bu art
kabul ederek cariyeyi satn ald. Allah Rasûlü (s.a.v) sonra minbere

çkarak bu tür akdi yasaklad. 1037 Bu da, söz konusu yasa pekitirme
yönünde bir davrantr.

Ayn ekilde Mut'a nikahn da üç defa mübah kldktan sonra yasak-


lam 1038 ve bunu nikah emrini pekitirmek için yapmtr.

Baz dünya ehli alimler, yukardaki örnekleri delil gösterip, nefislerinin

telkinlerine boyun eerek insanlar hükmü kaldrlm bu tür eylere çarr


ve onlar Allahu Teala'ya davet ettiklerini düünürler. Halbuki onlar, fitne

çkarmak ve dünya menfat ele geçirmek için Kur'an'n müteabih/manas


gizli ayetlerini hevalarna göre te'vil eden/yorumlayan sapklar gibi;

hadisin müteabih olann kendi hevalarna göre yorumlamaktadrlar.

unu hatrlatalm ki Allah Rasûlü'nün (s.a.v) hadisleri de, Kur'an ayet-

leri gibi, nâsih-mensuh, muhkem-müteabih, hâss-âmm gibi ksmlara ay-

rlmaktadr. Heva ve dünya ehli alimler, Allah Rasûlü'nün (s.a.v) söz ve fiil-

lerindeki muhkem sünnetten yüz çevirerek yukarda anlattmz türden

rivayetlere yönelmilerdir.

Allah Rasûlü (s.a.v) bir defasnda üzerinde alamet bulunan nakl bir

elbise ile namaz kld. Selam verdikten sonra: " Bundaki naklar beni
megul etti; bunu Ebu Cehm'e götürün de bana onun elbisesini getirin,
buyurdu. Böylelikle kaba giysiyi, yumuak giysiye tercih etti.

1036 Ebu Davud, Hâtem,


Buhari, Libas, 45; 48; Müslim, libas, 51-52; 59-60; 2; Nesai, Zinet, 75, 79.
1037 Buhari, Hibe, 8; Mekatib, 3; Müslim, tk, 8; Nesai, Buyu, 76; bnu Mace, Ahkam, 96.
1038
Müslim, Nikah, 18.
1039 Buhari, Salat, 244; Müslim, Mesacid, 61; Ebu Davud, Salat, 168; Nesüi, Salat, 187; bnu
Mace, libas, 1
480 KÛTU'L-KULÛB

Allah Rasûlü (s.a.v), bir defasnda Hz. Aie'nin (r.ah) kapsnda süslü
bir perde gördü, onu yrtarak: "Onu her görüümde dünyay hatrlyorum.
Onu falan aileye gönder," 1040
buyurdu.

Bir gece Hz. Aie (r.ah), Allah Rasûlü (s.a.v) için yeni bir yatak ser-
miti. Kendisi, her zaman eski bir abann üstünde uyurdu. O gece sabaha
kadar yatakta dönüp durdu. Sabaha çktnda Aie'ye (r.ah)

"Eski abay tekrar ser, bu yata da benden uzaklatr. Beni bütün


gece uyutmad," 1
™ buyurdu.
Bir defasnda Allah Rasûlü'ne (s.a.v) yats vakti be veya alt dinar

para gelmiti. O gece para yanndayken yataa yatt. Ama gece yars
kalkt, geç vakitte paray elinden çkartt. Hz. Aie (r.ah) diyor ki: "Ancak
bundan sonra uyudu ve hrltsn duymaya baladm. Allah Rasûlü (s.a.v)

daha sonra öyle buyurdu:

"Eer Muhammed yannda bu parayla Rabbine kavuursa, ne


olacan zanneder acaba?™2
Bir defasnda ayakkabsnn ba eskimiti.
Allah Rasûlü'nün (s.a.v)

Onlar deriden yeni balarla deitirdikten sonra namaza durdu. Selam


verdikten sonra: "Bana eski olan getirin, bunu da aln. Namaz boyunca
ona baktm,"10*3 buyurdu.

Allah Rasûlü (s.a.v) yeni bir yüzük takmt. Minberde iken ona dikkat-
le bakt, sonra da çkarp att ve öyle buyurdu: "Bir size bakyorum, bir

buna bakyorum beni sizden alkoydu.* 0 *4


,

Allahu Teala buyurmutur ki: "Rasûlüm de ki: Eer Allah' seviyor-


-, °45
sanz, bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin.

Aynt konuda benzer hadisler için bkz: Müslim, Libas, 88-90; Tirmizi, Zühd, 97; Sfatu'l-
Kyame, 32; Nesai, Zinet, 109; bnu H.bban, Sahih, No: 672; Ahmed, Müsned, VI, 53; bnu
Mübarek, K.Zühd, No: 382. (skenderiyye, 1998)
1041
Ayn konudaki hadis için bkz: bnu Sad, Tabakat, I, 465; Ebu'-eyh sfahan, Ahlaku'n-
Nebiyyi, No: 478. (Riyad, 1998)
1042
Ahmed, Müsned, VI, 49; Humeydi, Müsned, No: 283; bnu Hbban, Sahih. No. 715.
1043
bnu Mübarek, K. Zühd, No: 383.
1044
Ahmed, Müsned, I, 322; Nesai, Zinet, 81.
1045
Âl-i mran, 3/31
ZÜHD MAKAMI vt Z AH DLERN HALLER 481

Allah Rasûlü (s.a.v) de buyurur ki:

"Kim beni severse, sünnetime uysunV 04*

Mehur bir hadisinde ise öyle buyurmaktadr:


"Size benim sünnetime ve benden sonraki hak üzere giden raid hal-
ifelerin gidiatna uymanz gerekir. Sünnetime bütün gücünüzle smsk
sanln."10* 7

Ebu Muhammed Sehl (rah) öyle derdi: "Allah sevgisinin alameti Al-

lah Rasûlünü (s.a.v) sevmektir. Allah Rasûlünü sevmenin alameti, onun


sünneti sevmektir. Sünneti sevmenin alameti, dünyaya buzetmektir.
Dünyaya buzetmenin alameti, ondan sadece yeteri kadarn almaktr."
Rivayete göre Allah Rasûlü (s.a.v), Aie'ye (r.a) öyle buyurmutur:
"Eer kyamette bana katlmak istiyorsan, zenginlerle içli-dl olma ve
yama vuruncaya kadar elbiseni deitirme."* 0 **
Allah Rasûlü (s.a.v) yeni bir çift ayakkab edinmiti. Onlarn güzellii
houna gidince hemen secdeye kapand. Sonra öyle buyurdu:
"Onlarn güzellii houma gitti. Bana gazap etmemesi için hemen
Rabbimin önünde tevazu ile çkard ve
eildim." Ardndan o ayakkablar
gördüü ilk fakire verdi. Hz. Ali'ye (k.v) yeni bir çift ayakkab almasn em-
retti. O da Allah Rasûlü (s.a.v) için bir çift sind ii gösterisiz ayakkab

satn ald. Allah Rasûlü (s.a.v) onlar giydi." 1049

YYECEK KONUSUNDA ZÜHDÜN ÖLÇÜSÜ


Allah Rasûlü (s.a.v) buyurmutur ki: "Kyamet günü benim en
yaknmda oturacak olanlar, dünyalk yaant konusunda benim gibi olan-
lardr.™ 0 -...J

1046
Bkz: Beyhaki, uabu'l-man, No: 5478; bnu Asakir, Tarih, cilt: 61 , shf: 239.
1047 Ebu Davud, Sünnet, 5; Tirmizi, lim, 16, bnu Mace, Mukaddime, 6, Ahmed, Müsned, IV, 126,
127.
o» Tirmizi, Ljbas, 38; Hakim, Müstedrek, IV, 312; Beyhaki, uabu'l-man, No: 6131.
1049 Zebidi, thafu's-Sâde, III, 204. (Buradaki kayda göre hadisi, Abdullah b. Hufeyf, "erefü'l-
Fukara" isimli eserinde zayf bir senetle Hz. Âie'den rivayet etmitir.)
1050
Bkz: Ahmed, Müsned, I, 196; Bezzar, Müsned, No: 3683; Heysemi, Mezmau'z-Zevaid, X,
325.
482 KÛTU'L-KULÛB

Allah Rasûlü (s.a.v) öyle dua ederdi: "Attahml Mubammed ailesinin


rzkn günlük gda mlktannca ver.*™

Allah Rasûlü (s.a.v), öyle buyurmutur: 'AHahu Teala, dünyadaki rz-


kn her gûn o güne yetecek miktannca verdii kuluna azap etmez. * 052
Dier bir hadislerinde öyle buyurmulardr:
"slam nimetine ulatrlan, dünyada günlük olarak kendisine yetecek
rzka kavuan ve ona kanaat eden kimseye ne mutlul* 05* Bu hadisin ba-
ka bir lafznda "Günlük azna sabreden" ifadesi yer almaktadr.
Allah Rasûlü (s.a.v) dier bir hadisinde öyle buyurmutur:
Kyamet gOnû, dünyadaki nz-
"Zengin veya fakir hiç kimse yoktur ki

knn günlük azktan ibaret olmasn temenni etmi olmasnV 054


Allah Rasûlü (s.a.v) buyurmutur ki: "Allahm, her kim beni sever ve
benim davetime icabet ederse, onun mallarn ve çocuklarn azalt. Her
kim de bana buzeder ve davetime icabet etmezse onun mallarn ve
çocuklarn çoalt, onun peini doldur.™ 5 Yani ona tabi olanlar artr.

Sahabe (r.a) sevmedikleri kii için böyle dua ederlerdi.

Bir haberde öyle rivayet edilmitir:

"Dünya malnn eksik olmas, ahiret nimetlerinin fazla olmasna vesile


olur. Dünya malnn fazla olmas ise, ahiret nimetlerinin noksan olmasna
sebeptir."

öyle denmitir: "Kendisine dünyalk


Seleften gelen bir haberde
namna bir ey verilen hiç kimse yoktur ki, derecesi eksilmemi olsun. Bu
kimse Allahu Teala katnda pek deerli olsa bile, durum budur."

brahim b. Ahmed el-Havvas (rah) bo iddia sahiplerini anlatrken

öyle demitir: "Bir topluluk da vardr ki, zühd iddiasnda bulunurlar, fakat

kendileri gösterili elbiseler giyerler. Böylelikle insanlarn gözlerini boya-

1051
Buhari, Rikak, 17; Müslim, Zekat, 126, Tirmizi, Zühd, 38; Beyhaki, Sünen-i Kübra, II, 150; b-
nu Hbban, Sahih, No: 6343.
1052 Günlük rzkna sabredenlerin cennete gireceini ifade eden bir hadis için bkz: Tabarani, es-

Sar, No: 1071; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid. X, 248.


,053 Hakim, Müstedrek,
Tirmizi, Zühd, 35 ;
I, 35.
1054
bnu Mace, Zühd, 9.
1055 ibnu Mace, Zühd, 8; bnu Hbban, Sahih, No: 208; Tabarani, el-Kebir, X, 285; Elbani, Sahiha,
1338.
ZÛHO MAKAMI vt ZAHOLERN HALLER 463

yarak onlarn da kendileri gibi giyinmelerini ve onlara fakirlere baktklar


gözle bakmamalarn salamak isterler. Bu ekilde hakir görülmekten ve
yoksullar gibi sadaka verilir olmaktan kurtulmak isterler. Onlar bunu zan-
lannca ilimlerinin geniliinden yaptklarn ileri sürerler ve kendilerini sün-

net üzerinde görürler. Kendilerinin uzakta durduu halde eyann ken-


dilerine geldiini söylerler. Oysa onlar, dünya maln, bakalarnn içine

dütüü mal hrs ile almaktadrlar.

Olarn gerçek hâli budur. Kendilerinden gerçekleri söylemeleri isten-


dii zaman, dar yollara snrlar. Bütün bu insanlar, dini kullanarak dün-
yalk yeme peinde olanlardr. Onlarn iç alemlerini temizlemek ve nefis-

lerini terbiye etmek gibi bir dertleri yoktur. Zaten sahip olduklar sfatlar
üzerlerinde açkça görülmekte ve kendilerine hakim olmaktadr. Onlar,

dünyaya meyleden ve hevalarna tabi olan kimseler olduklar halde, yine

de kendileri için bir hâl iddiasndadrlar.

Fakirlerin üstünlüü, fakirliin faziletleri, dünyann knanmas ve zen-


ginlerin eksiklii hakkndaki hadis ve nakiller saylamayacak kadar çoktur.

Bunlarn hepsine yer verme gayesinde deiliz. Zaten bu hususta delil

olabilmesi için çounu zikretmek de gerekmemektedir.

BNA YAPIMINDA ZÜHDÜN ÖLÇÜSÜ


Zühdün alametlerinden biri de; binalar lüzumundan büyük tutmamak,
yüksek bina ina etmemek ve binalar ancak gerektii kadar toprak kullan-
mak sûretiyle yaparak d cephesine sva vurmaktan kaçnmaktr. Denilir

ki: Allah Rasûlü'nden (s.a.v) sonra ortaya çkan ilk bidat, unu elemek için

kullanlan kalburlar ve binalar birbirine balamak için yaplan kirilerdir.


i

Uzun emel sebebiyle ilk ortaya Çkan eyler birisi de, terzilik ve

svaclktr. Halbuki eskiden giysiler kabaca biçilip dikiliverilirdi. Binalar


kireç ve ince kumla svamaya gelince, bu da sonradan çkm bir âdettir.

Önceleri, binalar yaprakl hurma dal ve buday sapyla kapatrlard.


Seleften gelen bir haberde öyle denilmitir:

"nsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, Yemen hrkalarnn


süslenmesi gibi binalarn süsleyecektir."
484 KÛTU'L-KULÛB

Ömer (r.a) am yolunda kireç ve toprakla ina edilmi bir köke bak-
t ve tekbir getirerek öyle dedi: "Bu ümmetin içinde, Hâman'n Firavun
için yapt binalar gibi bina yapan biri çkacan hiç düünmemitim." O,
bu sözüyle Firavun'un Kur'an- Hakim'de geçen u sözünü kastetmitir:
"Ey Hâmanl Benim için çamur üzerine ate yak (ve tula imal et),

bana bir kule yap..."* 056

Kireç ve kum kullanarak bina yapanlarn ilki Firavunolduu söylenir.


Bunun inasn ilk gerçekletirin kii de onun veziri Hâman'dr. Daha son-
ra dier azgn kimseler bunlar izlemilerdir.

Kur'an'da geçen "Zuhruf" yani süs ile anlatlan ite budur.

Seleften birisi, bir ehirde gördüü cami hakknda unu söylemitir:

"Ben o mescidi gördüümde hurma dallarndan yaplmt. Daha sonra


ilk

kerpiçten yaplm olduunu gördüm. imdi ise tuladan örülmü ol-


duunu görüyorum. Hurma dalndan yaparak orada ibadet edenler, ker-
piçten yapanlardan; kerpiçten yapanlar tuladan yapanlardan daha hayr-
l idiler."

Selef arasnda hayat boyunca evini birkaç kez yeniden yapanlar var-
d. Çünkü evlerinin salam bir temeli yoktu, kendisi uzun emelli olmad
için uzun, süre kalacak dayankl bir bina yapmazd. Hatta kimileri, hacca
veya cihat için sefere çktklarnda, evlerini boaltarak baka bir müs-
lümana karlksz verir, seferden dönülerinde geri alrlard. Çünkü on-
larn evleri kuru ot, bir tür yeil yaprak veya deridendi. Günümüzde de
Yemen civarndaki Arap'larn evleri böyledir.

Allah Rasûlü (s.a.v) amcas Abbas'a (r.a) yükselttii bir teras yk-
masn emretmiti.

Allah Rasûlü (s.a.v), bir defasnda yüksek kubbesi olan bir ev gördü,
yanndakilere: "Bu ev kimin?" diye sordu. Onlar da sahibinin ismini söy-
lediler. Bu kii Allah Rasûlü'nün (s.a.v) meclisine gelince Efendimiz, ken-

disinden yüz çevirerek ona iltifat etmedi. Adam orada bulunanlara Allah
Rasûlü'nün (s.a.v) yüzünün deime sebebini sordu. Onlar da yaanan
olay anlattlar. Bunun üzerine adam giderek o kubbeyi ykt. Bilahere Al-

lah Rasûlü (s.a.v) oradan geçerken, kubbenin ykldn gördü. Yann-


1056
Kasas 28/38.
ZÜHD MAKAMI vt ZAHDLERN HALLER 485

dakilere durum sordu, bahsi geçen ahsn onu yktn söylediler. Bunun
üzerine Allah Rasûlü (s.a.v) o ahs için hayr duada bulundu. 1057
Selefin binalarnda tavan, insan boyundan biraz yüksek tutulurdu.
Hasan el-Basri (rah) demitir ki: "Allah Rasûlü'nün (s.a.v) ashabnn ev-
lerine girdiimde elimle tavana deerdim."

Amr b. Dinar ise öyle demitir: "Kul, binay alt arnn üstüne yük-
seltmeye balaynca bir melek ona öyle seslenir: "Nereye doru gidiyor-

sun ey fask adam?"

Rivayete göre Allah Rasûlü (s.a.v) de öyle buyurmutur:

"Kendine yetenden daha yüksek (ve fazla) bina ina eden kii,
Kyamet günü onu tamak zorunda braklr.* 05*
Ömer (r.a) yüksek bir evin önünden geçerken öyle demitir:
"Dirhemler bu insanlarn balarnn üstünden baka bir yerde bulun-
maya raz olmad için, onunla böyle yüksek ev yapmlar."

Yine Hz Ömer, valilerinden birine gittiinde, onun gayet yüksek ve


sval bir bina yapm olduunu görünce unu söyledi: "Benim, her hâin
üzerinde iki güvenilir denetçim vardr; onlar, su ve topraktr." Yani, genel-
de haksz kazanç salayanlar, böyle binalar yaparlar. Ben de
gizli yollarla

böylece onlarn mal kaçrdn anlarm. Ardndan valinin mal varln tak-
sim ederek devlet hazinesine koydu.

Bir haberde ise u ifade yer almtr: "Yaplan her harcama için kula
sevap yazlr. Su ve topraa harcananlar hariç.* 059

Seleften öyle bir söz rivayet edilmitir: "Allahu Teala bir kulun malna
kar hiddetlendii zaman ona su ve topra musallat eder.

Yahya b. Yeman (rah) öyle anlatt: Süfyan- Sevri (rah) ile yürüyor-
duk. kap gördüm, ona dikkatle baktm.
Yolumuzun üzerinde görkemli bir

Sevri: "Ona bakma!" dedi. Ben: "Ey Ebu Abdullah, bakmay mekruh mu

görüyorsun? dedim." hazret: "Ona baktn zaman yaptrana destek olur-


sun. Çünkü o, sadece ona baklmas için böyle bir kap yaptrmtr. Eer

1057
Ebu Davud, Edeb, 156. Benzer bir hadis için bkz: bnu Mace, Zühd, 13.
1058 Tabarani, el-Kebir, No: 10287; Ebu Nuaym, Hilye, VIII, 246; Elbani, Daife, No: 178.
1059
Bkz: Buhar, Merda, 19; Tirmizi, Sfatu'l-Kyame, 40; bnu Mace, Zühd, 13; Ahmed, Müsned,
V, 1 10; Tabarani, el-Kebir, No: 3632. (Hadis mevkuf ve müsned olarak gelmitir.)
486 KÛTU'L-KULÛB

önünden geçenlerin hiçbiri ona bakmasayd, böyle bir kap yaptrmazd,"


dedi.

Selef-i Salih'ten bir zat öyle demitir: "Onlarn gösterili binalarna

bakmayn. Çünkü onlar, bu binalar sizin için süslerler."

Allahu Teala bir ayet-i kerimede öyle buyurmutur: "O ahiret yur-
dunu, dünyada azgnlk ve fesat istemeyenlere veririz.* 060 : Yani ahireti,

fazla mal biriktirme ve önderlik muhabbeti içinde olmayan ve yüksek


binalar için yarmayanlara veririz, demektir.

Allah Rasûlü (s.a.v) öyle buyurmutur: "Souk ve scaktan korunmak


için yaplanlar dnda her bina, kyamet günü sahibi için vebaldir.*™
Allah Rasûlü (s.a.v), evinin darlndan yaknan bir kiiye: 1062
"Semada geni ol,* 063 buyurmutur.

Hadise, 'cennette yerini geniletmeye bak' manas verilmitir. Dier


bir yoruma göre, Allah Rasûlü (s.a.v) bu sözüyle, adamn mekann deil,
marifet ve ilmini geniletmesini kasdetmitir.

ZÜHD, KULA TAKDR EDLEN RIZKI AZALTIR M?


unu bil ki zühd, rzk eksiltmez; fakat zühd sabr artrr, açlk ve fakir-

lii devam ettirir. Bunlar da zahid için dünyadaki mahrumiyetine, mal birik-

tirme ve rahata erme sevdasndan uzak durmasna karlk ahirette

manevi bir rzk olur. te zühd bu rzkn vesilesi ve sebebi olmu olur.

Zahidi dünyadan uzak tutan, zenginlikten ve genilikten alkoyan her


ey, onun güzel bir ekilde Allahu Teala'dan gelecek eyi tercih etmesi ve
nazarn ona balamas sebebiyle kendisi için ahirette manevi bir rzk ve
yüksek derecelere çkma sebebi olur.

Bu konuda u olay nakledilmitir Bir bakkal bir alime gelerek: "Ben,


benden baka bakkal olmayan bir mahallede sat yapyorum. Ayn semt-

1060
Kasas 28/83.
1061
Bkz: Ebu Davud, Edeb, 156. Hadisin sonu: "gerekli olann dnda" eklindedir.
1062
Bu kiinin Halid b. Velid olduu rivayet edilmitir. Bkz: Tabarani, el-Kebir, No: 3842; Heysemi,
Mecmau'z-Zevaid, X, 169.
1063
Ayn konuda bkz: Tabarani, el-Kebir, No: 3842; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, X, 169; Suyuti,

es-Saîr. No: 948; Elbani, Daife, No: 1185


ZÜHD MAKAMI va ZAH DLERN HALLER 487

te bir bakkal daha açld. Acaba bu, benim rzkm eksiltir mi? diye sordu;
alim: "Hayr, ama satn azaltabilir," dedi.
Belki ahiret ilerinde gayretsiz ve bo megul olan birisi, et-
ilerle

rafndaki sevenlerine, dünya mal konusundaki geni tutumuna ve


hevasna uyma konusundaki rahatlna bir delil olarak, öyle diyebilir:

"Dünyada zühd, benim rzkmdan hiç bir eyi eksiltmez. Bu nedenle


de, zenginlik, rahatlk, zevklere dalma, mal biriktirme ve nimetlerden bol-
ca yararlanma durumunda bile insan zühd makamnda olabilir. Çünkü
benim yediim, sadece benim için takdir edilen rzktr ve ben kendi ks-
metimi yemekteyim. Bu durumda bile benim için zühd makam, tevekkül
ve rza halleri söz konusu olabilir."

Bu tarz düünen biri öyle de diyebilir: "Gerçek zühd, servet ve dün-


ya süslerinin içindeyken olur." O, bu tür konumalarla zühdü bilmeyenlere
zenginlii süslemektedir. Öyle gözüküyor ki bu kimse, dini kullanarak dün-
ya mal yemekte, yahut sözü allayp pullayp bilmeyenlere ilim diye yuttur-

maktadr. Bu kimsenin durumu, haricilere benzemektedir. Nitekim, Hz.


Ali'nin (k.v) "Allah'tan baka hakem yoktur!" diyen Hariciler hakknda: "On-
lar, hak olan bir sözle, batl olan bir manay kasdettiler," demitir

Hz. Ali (r.a) gerçekten doruyu söyledi. Çünkü Hariciler, üstteki söz-
leriyle imamlarn hüküm ve hakemliklerini ortadan kaldrarak âdil imama
itaati terk etmek istemilerdir. 'Ben yalnzca kendi rzkm yiyor ve e-
yadan da kendi ksmetimi alyorum' diyen kimse de, asl itibaryla

hevasna bahane aramakta ve cahillerin kendisini knamalar endiesiyle


onlarn yannda bir özür bulmaya çalmaktadr.

Bir aldan içinde olan kii, bu hastaln bilemez. Bu gibi iddialarda

bulunan kimse, gerçi dünyadan kendisine takdir edilen rzkn yemekte ve


Allahu Teala'nn verdii ksmetini almaktadr, fakat o bunu, dinini noksan-

latrarak ve haktan uzaklaarak, dünyaya ar dükünlük ve hrs sfaty-


la yapmaktadr. Çünkü hrsz ve gasp edici de kendi rzklarn yemekte ve
kendi ksmetlerini almaktadrlar. Ama bu yaptklar ilahi gazaba sebep ok
maktadr. Çünkü onlar bu yaptklarn kötü olan tercih ederek yapmak-
tadrlar. Zira Allahu Teala, zalimlere rzkn haramn verirken, takva sahip-

lerine de onun helalini nasip etmektedir. Bu iki zümre arasndaki fark;


488 KÛTU'l-KULÛB

Kerim olan Yüce Allah tarafndan dümanlar için kötü kaza ve bedbahtlk

takdir edilmesi, dostlar içinse güzel baar ve saadet tercih edilmesidir.

Bu tür iddiada bulunan kimse, zühd sayesinde elde edilecek manevi


rzkndan kendini mahrum etmi, fakirlik sevgisiyle elde edilecek büyük
ksmetini kaçrmtr. Böylelikle ahiretteki en faziletli nasibini de eksiltmi-
tir. Çünkü dünya, ahiretin zdddr. Kulun dünyay ele geçirmek için sarfet-

tii çabalar, kendisi için, zahidlerin yollarnda elde edilecek manevi


derecelerde eksilme sebebi yaplmtr.
Aslnda bu kul, dünya mal ile ve kendisine verilen genilikle imtihan
edilmitir. Bununla, samimiyet ve yalanclk derecesi ortaya konmak isten-

mitir. Kul bu fitneye dümü ve imtihan edildiini fark edememitir.


Kulun bu müahedesi -eer müahedesinde samimi ise, ulat hâl-

de yalanc olmam olur- onun için günahtan korunmu ariflerin ilimlerine

kar bir perde olur ve o, bu ilmiyle derece derece azaba yaklar. Çünkü
bu ilim, dünya ilimlerinden olup dünyann yok olmasyla silinip gidecek ve

ahirette hiçbir meyvesi/karl olmayacaktr. O, bu ilimle tuzaa dümü-


tür; onunla oyalanp gerçek korku ehlinin ilimlerinden ve helal mal titizlik-

le inceleyen, dünya malna rabeti terk ettiini ameli ile gösteren ve ger-

çek zühd hâlini elde eden takva sahiplerinin müahedesinden mahrum


kalmtr.

Eer bu kimse, müahedesinde samimi deilse, ulatm diye iddia et-

tii hâlle nefisine zulmetmi olur. Bu haliyle o, eytanlarn dostudur ve


sapk yola sevk edenlerin öncüsüdür. Allahu Teala oyun ve elencede
olanlar için bir fitne hazrlam ve opu'da bu fitneye doru sürüklemitir. Bu
hâlde olan bir kimse, asla takva yolunda imam olamaz. Olsa olsa gaflete

dümü dünya ehli bir insan sfatyla hidayetten mahrum saptm kim-

selere öncü olabilir. Çünkü o, dünyaya rabet etmi, önceki s.alihlerin

yolundan yüz çevirmi, mala tamah etmi ve yakini elde edememitir. O,


yakin ehlinin ilimlerinden ve müahede sahiplerinin ulat hakikatlerden

yüz çevirdii bu dümü, aldanm ve onunla oyalanp dur-


ilmiyle tuzaa
mutur. O bunun farknda deildir. Nimetlerle azaba yaklatn bilmemek-
tedir. Hem nasl bilsin ki. Allahu Teala onun hâlini öyle anlatmaktadr:
ZOHD MAKAMI vt ZAHDLEflN HALLER

'Biz onlar, bilmeyecekleri bir yönden derece derece (azaba) yakla-


tracaz."™*
"Onlar bir tuzak kurdular. Biz de onlarn fark etmedikleri yönden bir

tuzak kurduk.™*

Allahu Teala'nn tuzak kurduu kimsenin bunu fark etmesi ya da


azaba derece derece çekilenin bunu bilmesi, ne kadar uzak bir ihtimaldir!

Çünkü tuzak kuran, tuzak kurucularn en titizi, azaba çeken de hüküm


sahiplerinin en hikmetli olandr.

Ariflerden birisi demitir ki: "Kim nefsinin içine dütüü afetlerini giz-

lerse, ulamad dereceleri elde etme iddiasyla cezalandrlr."


-

Bizde olmayan bir ilmi var gibi göstermekle aldanmaktan Allahu


Teala'ya snrz. Allahu Teala'dan, Rasûlü'ne ve ailesine salat etmesini

ve bizi ilmin hakikatini müahede etmeye muvaffak klmasn niyaz ederiz.

DÜNYA LE AHRETN MSAL


Bu konuda yukarda söylediklerimize benzer birçok hadis ve haber
mevcuttur. Bu haberlerde dünya ile ahiretin hâli öyle ifade edilmitir

Dünya ile ahiret iki kuma gibidir; birisinin raz olmas, dierini öfkelen-
dirmeye baldr.

Dünya ile dou ile


ahiret, bat gibidir. Birisine yönelen, dierine srt
çevirmi ve uzaklam olur.
Dünya ile ahiret, terazinin iki kefesine benzer. Birinin ar basmas,
dierinin noksanlamas demektir.

Ömer (r.a) öyle demitir: "Allah'a yemin olsun ki dünya ve ahiret,

elinizdeki iki bardak gibidir. Birisini doldurmanz, ancak dierini boalt-


manzla mümkün olur."

Yani, eer gönlünüz, dünya düüncesiyle dolarsa; ahiret düüncesin-


den boalr/uzak kalr. Ahiret düüncesiyle dolarsa; dünya düüncesinden
bo kalr. Eer gönlünüzün üçte biri, ahiret düüncesiyle dolu olursa; kalan

1064
A'raf 7/182.
1065
Nemi 27/50/
490 KÛTU'L-KULÛB

üçte ikisi dünya ile megul olur. Eer gönlünüzün üçte ikisi ahiret düün-
cesiyle dolu olursa, o zaman da kalan üçte biri dünya ile megul olur.

Bu, güzel bir benzetmedir. Ancak kalbin bu hâlini anlamada bir zorluk

ve incelik vardr.

Seleften bir zat öyle demitir: "Dünya nimetlerinden bol bol yararlan-

d halde, ondan gönlünü çektiini ve zahid olduunu söyleyen kimse,


balk yedikten sonra yal ellerini (onu temizleyecek su ve sabunla deil

de, ya daha fazla ele yayacak) bir koku ile ykayan kimseye benzer"
(Dünyaya dalan kimse ondan gönlünü temizlemi olamaz).

Baka bir zat ise öyle demitir: "Dünyay talep ettii hâlde zühd
sahibi olmak isteyen kimse, hasr otuyla ate söndürene benzer." (Kuru ot

atei söndürmez, ancak alevi yükseltir.)

am halknn zahidlerinden bir zat, insanlara zühdü anlatrd. Reca b.

Hayye de am'n en tannm fkh alimlerinden biriydi. Bir gün bu zahid


camiye gelmedi. Caminin müezzini onun yerine konumaya balaynca,
Reca b Hayve sesin sahibini yadrgad ve: "Bu da kim?" diye sordu.
Konuan kii de: "Ben falanm!" diyerek kendisini tantt. Bunun üzerine
Reca öyle dedi: "Sus, Allah sana afiyet versin; bizler zühdü, ancak ehlin-
den dinlemek isteriz."

Bu olayn deiik bir naklinde ise: "Biz vaaz, ancak zühd ehlinden
dinlemek isteriz," dedii bildirilmitir.

sa (a.s) rivayete göre öyle buyurmutur: "Dünya ehlinin mallarna


bakmayn. Çünkü onlarn mallarnn prlts, sizin imannzn nurunu sön-
dürür."

Alimlerden bir zat öyle demitir: "Dünya malyla çokça uramak,


kalpten imann tadn çeker alr."

Bir hadiste, Allah Rasûlü'nün (s.a.v) öyle buyurduu rivayet edilmi-

tir: "Her ümmetin tapt bir buzas vardr. Bu ümmetin buzas ise altn
ve gümütür.™ 5 Buzann asl, altn ve süstür.

1068
Deylemi, Firdevsü'l-Ahbar, No: 5057; Zebidi, thaf, XI, 568.
ZÜHD MAKAMI VI ZAHDLERN HALLER 491

u ayette buna iaret vardr: "Bir süs veya eya yapmak çin atete
erittikleri eylerden de bunun gibi bir posa çkar.* 067

Bu ayet-i kerimeyi dinleyen kii, u hadisi de rahatlkla anlayacaktr:


Allah Rasûlü (s.a.v) buyurmutur ki:

"Muhakkak doan her yeni günde dört melek bûtûn aleme seslenir.
Onlann ikisi batda, ikisi de doudadr. Doudaki iki melekten biri öyle
Ey hayr peinde olan kimse, gel, hayra ko. Ey kötülüün pein-
seslenir:

de koan kimse, kötülükten elini pek 1088

Dier melek de öyle nida eder: "Allahm, maln intak edene ver-

diinin yerine daha hayrl mal ver; maln elinde tutan cimrinin maln telef
opm Batda olan meleklerden biri öyle seslenir: "nsanlar ölüm için do-

dular; harap olmas için bina yaptlar. Dieri de öyle seslenir: Ey nsan-
lar! Hesabnzn uzamasn istiyorsanz dünya nimetlerinden bolca yiyin,

zevk aln.* 070

Alimlerden bir zat öyle demitir: "Allahu Teala, kendisine itaat eden-

leri Zatyla ünsiyet ve muhabbet ettirmek için dünyay soukluk sfatyla


damgalayp onlara sevimsiz göstermitir."

Ebu Bekir-i Sddk'n (r.a) öyle dua ettii rivayet edilmitir;

"Allahm, ömrümün kalan yarsnda senden nefsim için zillet ve


tavazu isterim. Bana yetecek rzkn fazlasndan gönlümü çekmeni (zühd)
dilerim."

Ariflerden bir zat öyle demitir: "Her ey hazinelere konulup bir

kenara atlm haldedir; ancak marifetle birlikte sahip olunan fakirlik böyle

deildir. Fakirlik özel yerlerde muhafaza altna alnp mühürlenmitir. Al-

lahu Teala onu ancak ehidlerin sfat ve tabiatndaki kimselere verir."

1067
Ra'd 13/17
1068 Nesai, Siyam, 5; bnu Mace, Siyam, 2; Ahmed, Müsned, IV, 312.
1069 Buhari, Zekat, 27; Müslim, Zekat, 57; Ahmed, Müsned, II, 306.
1070
Benzer rivayetler için bkz: Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, X, 255.
.

KÛTU'L-KULÛB

FAKRLK M ZENGNLK M ÜSTÜNDÜR?


Dünya alimlerinden bazlar, zenginliin fakirlikten üstün olduuna Al-

lah Rasûlü'nün (s.a.v) u hadisini delil getirirler: "Bu hâl, Allah'n lütfudur;
onu dilediine verir. *™
Halbuki akl sahiplerine göre, hadisin manas iyice düünülürse, bura-
da kasdedilenin bizatihi fakirler olduu görülecektir. Çünkü hadisin ban-
da, fakirlere hitaben öyle buyrulmaktadr:
"Eer bu zikirleri yaparsanz,
dii gibi, sonrakilerden hiç biri de size ulaamaz.'

Bu söz, Allah Rasûlünden (s.a.v) sabit olduu için sahihtir. Çünkü O,


fiillerinde olduu gibi sözlerinde de masumdur. O'nun ilk söyledii ile son-
radan söyledii söz birbiri ile manann
çelimez. Sonradan gelen, önceki
içine katlr. Bunun deimesi düünülmez. Çünkü burada bir eyden
haber verilmektedir. Ondan vazgeçip aksini söylemek caiz olmaz.

Zenginler, fakirlere emredilen zikirleri yapnca, fakirler Allah


Rasûlü'nün (s.a.v) sözünü düünmeye baladlar; zenginlerin kendilerin-
den daha faziletli olduu fikrine vardlar. Sonunda Allah Rasûlüne (s.a.v)
bavurarak sözünün ne anlama geldiini sordular. Allah Rasûlü (s.a.v) de:
"Acele etmeyin, benim size söylediim, aynen ifade ettiim gibidir. O Al-
lahu Teala'nn lûtfu olup onu dilediine verir. Sizler Allahu Teala'nn ih-
sann vermek istedii kimselersiniz, " buyurdu
Bu ekilde bizim yaptmz izah doru olmaktadr. Zenginliin fazilet-
olduunu
li ileri sürenlerin görüü ise Allah Rasûlü'nün (s.a.v) ilk söylemi
olduu söz ile geçersiz olmaktadr. O'nun sonraki sözü, ilk söylediine uy-
gunluk arzetmektedir. Dolaysyla jlk sözü, sonraki sözüne ters dü-
memektedir.

Zeyd b. Elem kanalyla Enes'ten (r.a) rivayet edilen ve yukardaki


hadisi açklayan bir hadis-i erifte de bu husus açklk kazanmaktadr.
Hadis öyledir:
1071
Hadis için bkz: Buhari, Deavat, 18; Salat, 306; Müslim, Mesacid, 142; Ebu Davud, Vitir, 2; Tir-
mizi, Salat, 185; Nesai, Ameli'l-Yevmi ve'l-Leyle, 57. (Hadis uzundur. Bu söz hadisin bir ks-
mdr. Hadisin evvelinde, fakir Sahabiler Allah Rasülüne gelerek fakirlik hallerinden yakn-
dlar. Kendilerine baz zikirler tavsiye edildi. Bu zikirleri zenginler de yapmaya balaynca,
fakirler yeniden müracaat ettiler.)
ZÜHD MAKAMI v« ZAHDLERN HALLER 493

Fakirler, Allah Rasûlü'ne (s.a.v) bir elçi gönderdiler. Elçi huzura çkn-
ca:

-Ben, fakirlerin sana gönderdikleri elçiyim, dedi. Allah Rasûlü (s.a.v)


ona:

-Sevdiim insanlarn yanndan gelen kimse merhaba, ho geldin,

dedi. Elçi:

-Ey Allah Rasûlü, zenginler cennete giderler; çünkü haccedebilirler,

biz ise buna güç yetiremeyiz. Onlar umre


bunu yapa-yaparlar, biz ise
mayz. Hastalandklar zaman da mallaryla kendileri için sadaka gönderir-
ler, dedi. Allah Rasûlü (s.a.v) öyle buyurdu:
-Fakirlere benden unu ulatr: Eer onlar sabrederlerse, onlara üç
fazilet verilir ki onlardan hiçbirisi zenginlere verilmez. Bu faziletlerin lki

udur: Cennette öyle odalar vardr ki, cennet halk onlara dünya halknn
gökteki yldzlara bakt gibi uzaktan bakarlar. Bu odalara, ancak fakir
peygamber, fakir ehid ve fakir müminler girebilirler. kinci fazilet udur:
Onlar, cennete zenginlerden yarm gün önce girerler. Bu da be yüz yl-
dr. Üçüncüsü udur: Zengin 'Sübhanallah vel hamdü lillah, vela ilahe illal-

lahu vallahü ekbef dediinde, eer fakir de ayn tesbihatta bulunursa,


zengin asla fakirin mertebesine ulaamaz. sterse bu uurda on bin dir-
hem sadaka Bu durum, bütün hayrlar için geçerlidir." Fakirlerin el-
versin.

çisi, Allah Rasûlü'nün (s.a.v) bu müjdeleriyle fakirlerin yanna döndü.

Fakirler: "Buna raz olduk, memnun olduk," dediler." 1072

Bu hadis de bizim yukarda yaptmz yorumun doruluunu göster-


mektedir.

Yukardaki hadis-i erif ayn meajdeki daha ksa bir hadisi smail b.
ile

Aya, Abdullah b. Dinar kanalyla bnu Ömer'den (r.a) rivayet etmektedir.


Hadis öyledir:

Allah Rasûlü (s.a.v) ashabna "nsanlarn en hayrls kimdir?" diye


sordu. Onlar da: "Mal bol olup, Allah'n mal ve can üzerindeki haklarn
eda edendir," dediler. Allah Rasûlü (s.a.v): "O, ne güzel bir kimsedir; an-
cak o deildir," buy urdu. Bunun üzerine sahabe: "Peki insanlarn en hayr-
ls kimdir? diye sordular. Allah Rasûlü (s.a.v; "mkanlarn zorlayarak
1072
Benzer ve biraz ksa bir rivayet için bkz: bnu Mace, Zühd, 6.
494 KÛTU'L-KULÛB

sadaka veren fakir mümindir,*1073 duyurdu." Görüldüü gibi sahabe, insan-


larn en hayrlsn tespit ederken kendi aklarna göre bir cevap vermi,
Allah Rasûlü (s.a.v) ise onlara yakine dayal ilimle cevap vermitir.

Zenginin hâlini, fakirin hâlinden üstün gören için de bu geçerlidir. Çün-


kü o, ilme akl gözüyle bakmaktadr. Halbuki ahiret ve hakikat, ancak
yakin gözüyle müahede edilebilir. Yukardaki hadis nass, fakirlerin hali-

ni üstün tutmaktadr. Buna ramen zenginin halini üstün görmeye devam


eden kimse Allah Rasûlü'nün (s.a.v) sünnetine kar inatç kesilmi olur.

Eer alim ise, en iyi durumda hadisleri yeterince bilmedii düünülür.

Cahil ise, onun bu cehaletteki konumu, kendisi için ilim hakknda hevasy-
la konumasndan daha zararldr.

Konuyla ilgili baka bir hadis-i erifte Allah Rasûlü'nün (s.a.v) öyle
buyurduu rivayet edilmektedir: "Bu ümmetin en hayrllar fakirleri, cen-
nete en çabuk yerleecek olanlan ise zayflardr™
Yine O Bilal'e (r.a) öyle buyurmutur: "Allahu Teala'ya fakir olarak

kavu, O'na zengin olarak kavuma. Bunun üzerine Bilal (r.a: '"Bu nasl
olur?" diye sordu. Allah Rasûlü (s.a.v): "Senden bir ey istendiinde ver;
sana bir ey verildiinde ise onu kenarda saklama" buyurdu."1075 Görül-
düü gibi Allah Rasûlü (s.a.v) sahabenin en güzide ahsiyetlerinden biri

olan Bilal'e (r.a) Allahu Teala'nn rzasna en yakn hallerde bulunmay


emrederken fakirlii tavsiye etmektedir.

Haller arasnda fakr hâli, iman içinde yakinin konumuna benzemek-


tedir. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.v), bnu Ömer'e (r.a) öyle buyurmutur:

"Allahu Teala için rza ve yakin ile amel et Eer olmazsa, holan-
madn bir eye kar sabretmendö de çok büyük hayr vardr.* 076
Görül-

düü üzere Allah Rasûlü (s.a.v) faziletinden dolay sabr yakin mer-

Sual-cevap eklinde olmadan, ayn konuda gelen bir hadis için bkz: Deylemi, Firdevsü'l-Ah-

bar, No: 2716; Suyuti, es-Sar, No: 4043; Elbani, Daife, No: 3568
1074 Zebidi, thafu's-Sade, XI, 538. Fakirlerin faziletini ve ilk olarak cennete gireceklerini bildiren

hadisleri toplu olarak görmek için bkz: Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, X, 258-267.


1075
Bkz: Hâkim, Müstedrek, IV, 316; Tabarani, el-Kebir, No: 1 021 ;
Heysemi, Mecmau'z-Zevaid,
III, 125.
' 076 Ayn konuda biraz farkl lafzlarla hadis için bkz: Ahmed, Müsned, I, 307; Beyhaki, uabu'l-
man, No: 1074; bnu Receb, Camiul-Ulum, II, 578 (Kahire, 1998)
ZÜHD MAKAMI v» ZAHIDLERIN HALLER

tebesine yükseltmitir. O, Bilal-i Habei'yi de (ra) fakirliinden dolay


yüceltmitir. Çünkü fakirlik haller arasnda itibarl bir mertebeye sahiptir.

Allah Rasûlü (s.a.v), Bilal (r.a) hakknda ancak kendi için raz olduu
halden raz olmutur. Böylelikle fakirlik, yakin sahibinin belirgin hali olmu-
tur. Zira ahireti aça çkarp gösteren odur. Zenginlikte ükür ise,
müminin halidir. Çünkü o, dünyay da bulmaktadr. Buna göre de, fakir
zahidin zengin ükür sahibine üstünlüü, ahireti müahede eden yakin
sahibinin cehd sahibi yakin ehline üstünlüü mesabesinde olmaktadr.
Ata'nn Ebu Said el-Hudri'den (r.a) rivayet ettii bir hadis-i erifte Al-
lah Rasûlü (s.a.v) öyle buyurmutur:

"Alanm beni fakir olarak vefat ettir. Beni zengin olarak vefat ettir-

me.* 077

Zaten bunu kendi için temenni etmeseydi, Bilal-i Habei'ye de emret-


mez ve ona: "Allahu Teala'ya fakir olarak kavu" diye emir buyurmazd. b-
nu Ömer'i de (r.a) makamlarn en gizlisine davet ederek, "Allahu Teala için

yakin üzere rza ile amel et" diye emretmezdi.

Mehur bir hadiste de Allah Rasûlü'nün (s.a.v) kendisi için dua eder-
ken Allahu Teala'dan kendisini fakir olarak yaatmasn, fakir olarak
cann almasn ve fakirler zümresinde haretmesini niyaz ettii rivayet

edilmitir. 1078 Bütün bu hadis ve haberler fakirliin üstünlüünü ve fakir-

lerin erefini ortaya koymaktadr. Bütün bunlar u hadisle birlikte düün-


düümüzde durum daha net anlalacaktr:

"Ümmetimin fakirleri cennete zenginlerinden yarm gün önce girerler


ki bu süre (dünya yl ile) be yüz yl eder* 079
Hz. sa'nn (a.s) öyle buyurduu rivayet edilmitir: "Ben yoksulluu
çok severim, zenginin malna buzederim. Çünkü malda birçok illet mev-
cuttur. Bunun üzerine yanndakiler: "Ey Ruhullah! Eer o mal helalinden
kazanyorsa?" diye sordular. O da: "Onu kazanma çabas, kendisini Al-
lahu Teala'nn zikrinden alkor," buyurdu."

1077
Tirmizi, Zühd, 37; bnu Mace, Zühd, 7; Beyhaki, uabu'l-man, No: 1453; 10506.
1078
bnu Mace, Zühd, 7; Hakim, Müstedrek, IV, 332; Beyhaki, uabu'l-man, No: 10506.
1079
Tirmizi, Zühd, 38; bnu Hbban, Sahih, No: 676; bnu Mace, Zühd, 6; Ahmed, Müsned, II, 296,
451; Ebu Nuaym, Hilye, VII, 91.
496 KÛTU'L-KULÛB

Vehb b. Münebbih, bnu Abbas'a (r.a) unu söyledi: "Biz Tevrat'ta

salah sahibi fakirin zengin alinden daha hayrl olduunu görüyoruz." O


da öyle karlk verdi: 'Görmez misin ki Allahu Teala'ya en sevimli gelen
kul, fakir ve salih olandr.

Bir yerde de öyle denilmitir: "sa (a.s) için isimlerin en sevimli olan,
kendisinin 'Ey yoksul!' diye çarlmasyd."
Baka bir yerde de, onun öyle buyurduu rivayet edilmitir: "Kul,
zengin olmak için günah iler. Fakir olmak için günah ilemez."
Hikmet ehlinden bir zat ise, bu anlamda u manzumeyi söylemitir:
Ey zenginliine güvenerek umarak fakirlii knayan kii
Zenginliin ayb daha büyüktür eer anlasan,
Zenginlie kavumak için ilerken günah
Fakir olmak için ilemezsin hiçbir günah.

Ata', Ebu Said el Hudri'nin (r.a) öyle dediini nakletmitir: "Ey insan-
lar, darlk ve yokluk sizi helal dnda rzk aramaya sevketmesin. Çünkü
ben Allah Rasûlü'nün (s.a.v) öyle buyurduunu duydum: "Allahm, beni
fakir olarak vefat ettir. Beni zengini olarak vefat ettirme ve beni fakirler

arasnda haret.™ 0
Lokman (a.s) oluna öütte bulunurken öyle demitir: "Ey oul, dinin
düzgünlüüne en çok yardm eden ahlak esaslarndan biri de dünyaya
kar zühddür. Çünkü dünyada zühd sahibi olan, Allahu Teala'nn katn-
dakine rabet eder. Allah'n katndakine rabet eden kimse ise, yalnz
O'nun için amelde bulunur. Allahu Teala ise ancak kendisi için amelde
bulunana ecir verir."

Havariler, Hz. sa'ya (as) hitaben öyle demilerdir:


'Ey Ruhullah! Biz senin namaz kldn gibi namaz klyor, senin oruç
tuttuun gibi oruç tutuyor, bize emrettiin gibi Allah' zikrediyoruz; ama
senin yaptn gibi suyun üstünde yürüyemiyoruz. Bunun üzerine sa (a.s)

onlara "Söyleyin bana, dünya sevginiz nasl?" diye sordu; onlar da: "Biz
dünyay severiz," dediler. O da: 'Dünya sevgisi, dini ifsad eder. Benim için

dünya, ta ve çamurdan mesabesindedir, "dedi. Baka bir rivayette öyle


anlatlmtr:

1080
Beyhaki, uabu'l-man, No: 1453; 10506.
ZUMU MAKAMI vt ZAnmucmn HHitn

"isa (a.s) bir ta ald ve: "Sizin için hangisi sevimli; bu ta m, yoksa
altn ve gümü mü?" diye sordu; onlar: "Altn bizim için daha sevimlidir,"

dediler. Hz. sa (a.s): "Onlarn ikisi benim nazarmda eittir," dedi."

Denir ki: "Her kim gerçek zühde ular; gözünde altn ile ta ayn
deerde olursa, suda yürür." Bu söz avam arasnda o kadar yaygnla-
mtr ki, air bunu öyle dile getirmitir:

Eer dünyaya zühdün, vuslattaki zühdün kadar olursa,


Hiç kukusuz suyun üzerinde de yürürsün.
sa (a.s) hakknda u olay nakledilmitir: "sa (a.s), bir seyahatinde
abasna bürünmü yatan bir adam gördü. Onu uyandrd ve öyle dedi:

"Ey uyuyan, kalk ve Allahu Teala'y zikret." Adam kalkt ve: "Benden ne is-

tiyorsun? Ben dünyay ehline braktm," dedi. Bunu duyan sa (a.s),

adama: "Öyleyse uyu ey dostum!" dedi.

Baka bir rivayette ise Musa (a.s) hakknda u olay nakledilmitir:

"Hz. Musa (a.s) topran üstünde uyuyan bir adama rastlamt. Kafasnn
altnda bir kerpiç vard, yüzü ve sakallar topraa gömülmütü. Kendisi bir

abaya sarlmt. Musa (a:s): "Ey Rabbim, bu kulun dünyada her eyini
zayi etmi," dedi. Bunun üzerine Allahu Teala kendisine vahyederek öy-
le buyurdu: "Ey Musa, bilmez misin ki ben, kuluma zatmla nazar edip
bütün sevgimle yöneldiimde, onu dünyadan tamamyla uzaklatrrm?"

Allahu Teala, peygamberi smail'e (as) öyle vahyeîmiti: "Beni, kalbi

krklarn arasnda ara." O: "Ey Rabbim, onlar kimlerdir?" diye sordu. Al-

lahu Teala: "Özü sözü sadk fakirlerdir," buyurdu."

Bu haber, sanki: "Seni nerede bulabilirim?' diye Rabbine soran

Musa'ya (a.s), Allahu Teala'nn vahyettii: "Beni kalbi krklarn yannda


ara" sözünün tefsiri gibidir.

Sonraki alimlerden Ahmed b. Ata', içine dütüü bir üpheden dolay


zenginlik hâlini fakirlie üstün tutard. eyhlerden birisi, ona, zenginlikle
fakirlikten hangisinin daha faziletli olduunu sorduu zaman: "Zenginlik

daha faziletlidir; çünkü o, Hak Teala'nn sfatdr," cevabn verdi. Bunun


üzerine eyh kendisine: "Allahu Teala, bizim gibi eya ve maddi sebepler-
le mi zengindir?" Diye sordu. Bunun üzerine bnu Ata sustu; tek bir kelime

dahi söylemedi. Gerçekten eyhin sözü dorudur. Çünkü Allahu Teala,


496 KÛTU'L-KULÛB

ilahlk sfat ile zengindir. Fakir de bu anlamda üstünlüe daha layktr.


Çünkü o, eya ile deil iman sfatyla zengindir ve baka bir eye ihtiyac

yoktur. Bu durumda onun daha üstün ve faziletli olmas gerekir. Zengin


ise, zenginlik sebebi olan eyleri toplamasna ramen, kalben danktr.
Dolaysyla da içinde bulunduu kuku ve tereddüt hâlinden ötürü fakirden

daha alttadr.

el-Havvas, Ahmed b. Ata'nn bu görüüne muhalefet ederek doruya


ulamtr. O, marifet bakmndan bnu Ata'nn üstünde bir zat idi. ere-

fü'l-Fakr isimli eserinde öyle demektedir:

"Fakirlik, Hak Teala'nn fakirler için kulland özel bir sfattr."

O bu ayn düünceyi paylamaktadr. Buna göre Al-


sözüyle bizimle
lahu Teala, bütün sebeplerden uzak ve beridir. Ahmed b. Ata'nn dütüü

bir dier yanlg da udur: Eer zenginlik, Hak Teala'nn sfat olduu için

zenginin fakirden üstün tutulmas gerekseydi, cebbar ve mütekebbir olan-


larn, övgü, izzet ve hamdedilmeyi sevenlerin dierlerine göre üstün tutul-

mas gerekirdi. Çünkü bütün bu sfatlar da Allahu Teala'nn sfatlardr.

Ama bütün kble ehli, bu sfatlara sahip olan insanlarn knanmas yönün-
de ittifak etmilerdir.

Zenginlik sfatna Allahu Teala'nn zenginlik sfatyla ayn anlamda


sahip olan biri, söz konusu ilahi sfatn izzet ve kibriya ile birlikte bulun-

masndan dolay zemmedilme konumunda olacaktr. Doru olan, Hak


Teala'nn sfatlarnn yalnz O'na ait görmek ve bu noktada hiçbir beerin
ortaklk ve rekabetine izin vermemektir. te bütün bu hakikatler çer-
çevesinde Ahmed b. Ata'nn sözleri boa çkmaktadr. Çünkü Allah
Rasûlü (s.a.v) sahih bir kudsi hadiste Allahu Teala'nn öyle buyurduunu
nakletmitir "izzet : Benim izarm, Kbriya/ululuk ise ridamdr. Her kim bun-
larda bana rekabet ederse onu cehennemde mahvederim.*™

Havas ve avamdan hiç kimsenin marifet ve ilmindeki yerinde tereddüt


etmedii dostlarmzdan biri olan Ebu Muhammed Sehl b. Abdullah da

(rah), Ahmed b. Ata'nn fikrine kar çkm ve öyle demitir:

'o81
Buhari, Edebü'l-Müfred, No: 552; Müslim, Birr, 136; Ahmed, Müsned, II, 376, 427; Hakim,

Müstedrek, I, 61; Elbani, Sahiha, No: 541.


ZÜHD MAKAMI v» ZAHDLERN HALLER

"Her kim, zenginlik, beka ve izzet isterse, Allahu Teala'nn sfatlarn-


da rekabete girimi olur. Bu sfatlar, rububiyet sfatlar olduu için, böyle
birinin helakinden endie edilir."

Bu bilgiler sabit olduun göre, fakirlik zenginlikten daha faziletli ol-

maktadr. Çünkü fakirlik, kulluk sfatlarndandr. Fakirlik sfatn tayan


ermi olur. Zira
kimse, kulluun hakikatine kulluun sfatlan, ayn zaman-
da imana dayal mümin ahlaknn temelidir. Allahu Teala müminlerde bu
gibi sfatlar görmek istemitir. Zillet, korku, tevazu ve fakirlik bu sfatlar-
dan bazlardr. Rububiyet sfatlar ise, Allah düman zorba, cebbar ve
mütekebbirlerin kalplerinin müptela klnd sfatlardr. Bunlara örnek
olarak izzet, kibir ve beka sfatlarn zikredebiliriz. Zenginlik de bu gruba
giren bir sfattr.

Hasan el-Basri (rah) öyle demitir: "Allahu Teala'nn, dünyada uzun


süre kalmay ancak en çok buzettii mahluk olan blis'e verdiini gör-
düm."

Alimler de bu konuda öyle demilerdir:

"Dünyada uzun süre kalmay arzu etmeyin. Çünkü yaratklar içinde bu


dünyada en süre kalanlar, halkn en kötüleri olan eytanlardr."

Zenginlik, ancak uzun süre yaama arzusuyla istenen bir hâldir.

Rivayete göre Cüneyd (rah) bu meselede Ahmed b. Ata'ya lanet et-


mi ve bedduada bulunmutur. Cüneyd (rah) onun bu fikrini iddetle red-
dederek öyle derdi: "Sabreden fakir, ükreden zenginden daha üstündür.
Her ikisi de içinde bulunduu sfatn hakkn yerine getirmi olsa bile, bu
böyledir. Çünkü zengin nefsini doyurmakta ve zenginlik sfatnn nimet-
lerinden yararlanmaktadr. Sabreden fakir ise, aclar ve skntlar içindedir.
Bu da onun zenginden üstün klnmasn salamaktadr." Hakikat,
Cüneyd'in (rah) ifade ettii gibidir.

Ayn ekilde Ahmed b. Hanbel (rah) de öyle derdi: "Hiçbir ey fakir-


lie denk deildir." Ahmed b. Hanbel fakirin hâlini üstün tutar, sabreden
fakirin ann yüceltirdi. Mervezi unu nakleder:

"mam Ahmed b. Hanbel'e fakirlerden biri bahsedildi. Onu yüceltmeye


ve durumunu merakla sormaya balad. Ben: "Onun ilme ihtiyac vardr,"
dedim; imam bana döndü ve: "Yazk sana, sus. Onun fakirlie kar sabr
500 KÛTU'L-KULÛB

ve skntlar göüsleyii, ilmin bir çok bölümünden daha hayrldr," dedi;


ardndan da unu ekledi: "Onlar, bizden çok daha hayrl kimselerdir."

Derim ki, her kim zenginlik hâlini yoksulluk hâlinden üstün tutarsa, o
yoksulluun acsn ve lezzetini tatmam demektir. O, fakirliin zorluuna
aldanarak lezzetini kaybetmitir. Eer o, fakirliin sknt ve eleminin

acsn tatsayd, onu daha üstün tutard. Yine fakirliin zühd ve rzadan
kaynaklanan lezzetini tatm oysayd, ona hiçbir eyi üstün tutmazd.
öyle demitir: "Zengin, üç özellikten biri sebebiy-
Rivayete göre blis
le benden kurtulamaz. Ben ona mal sevgisi alarm; o, haksz yere mal

kazanr veya onu haksz yolda harcar ya da onu hakk olandan meneder."

Eer eytan fakirliin en faziletli hâl olduunu bilmeseydi, ona giden


yolun üstüne oturup geleni engellemezdi. Ayette belirtildii gibi, eytan
öyle demitir
'Onlar saptrmak için kesinlikle senin dosdoru yolunun üzerinde otu-
racam.* 082 Doru yolun fakirlik olduu söylenmitir. Dier bir ayette de

bunu açklar mahiyette öyle buyrulmutur: 'eytan sizi fakirlikle kor-

kutur.* 063 Yani sizi fakir kalrsnz diye korkutur.

Sdk sahibi fakir kendisini ahirete götüren dosdoru yola girdiinde,


Allahu Teala'nn verdii kuvvetle eytann korkutmasn bir kenara atar.
Denilmitir ki: Zenginlikleriyle övünen zenginler, bunu eytann kor-

kutmasyla yapmaktadrlar. Fakir çocuklar zenginlerin yanna gelince,


zenginleri çok kötü bir hâl kaplar; onlar fakirleri görünce daralr ve fakir

dümekten korkarlar. u ayet buna iaret etmektedir: "te bu eytan, an-


cak kendi dostlarn korkutur. Siz onlardan korkmayn, eer mûminler-
seniz, benden korkun.* 064 eytann dostlar, onun korkutmasn ciddiye
alp istediini kabul etmiler; Yüce Rahman'n davet ve tevik ettii hâllere

ise kulak asmamlardr. Sonuç itibaryla onlar, haklarnda öyle buyrulan


kimseler gibi olmulardr:

"nsanlardan kimi de, Allah'a dinin kysndan kenarndan tutarak e-


reti bir ekilde ibadet eder. Eer kendine bir hayr dokunursa, bununla

1082
A'raf 7/16.
1083
Bakara 2/267.
10M Âl-i mran 3/173-175.
.

ZÜHD MAKAMI v# ZAHDLERN HALLER

huzur bulur. Eer kendisine bir fitne sabet edecek oluna derhal dinden
dönüverir. Bu kimse dünyasn da ahlretlnl de kaybetmitir.*™
Eer zahidlerin faziletini göstermek için, onlarn insanlarn yana-
mad orta yolu tutmalarndan, Allahu Teala'ya tevekkül etmelerinden ve
ehl-idünyann korktuu konularda Allah'tan raz olmalarndan baka bir
sfatlar olmasayd bile, bunlar zahidlerin faziletini ispat etmeye yeterdi.

DÜNYA NEDR, DÜNYADAN GÖNLÜ ÇEKMEK NASIL OLUR?


Dünya denen ey, her kulun heva ve hevesine uyarak elde ey-
ettii

lerden ve kalbini saran ehvetlerden ibarettir. Kim kötülenen haram ey-


lerden gönlünü ve elini çekerse, bu yapt farz olan zühttür. Kim ken-
disine mübah klnan ihtiyaç fazlas eylerden gönlünü ve elini çekerse; bu
yapt fazilet olan zühttür. Bu zühdün sonucunda kul, vücudun dünyaya
açlan kaplar ve ona giden yollar durumunda olan âzalarnn zevklerini

keser ;
f

Dünyann haram olan nimetlerinden gönlü ve eli çekmek genelde


bütün müslümanlara ait bir zühttür. Bu zühd ile onlarn müslümanlklar
güzel olur.

Dünyann üpheli eylerinden gönlü ve eli çekmek, vera' ehlinin züh-

düdür. Bu zühd ile onlarn imanlar kemale erer. Dünyann ihtiyaç dn-
daki helal nimetlerinden gönlü çekmek, zahidlerin zühdüdür. Bu zühd ile

onlarn yakini safileir.

Amr b. Meymun, Zübeyr b. el-Avvam'dan (r.a) naklettiine göre Allah


Rasûlü (s.a.v) Zübeyr'e u tavsiyede bulunmutu.
"Ey Zübeyr, ehvetler ve üpheli eylerle yûz yüze geldiinde, nefsin-
le mücadele et ve Allahu Teala'nm haram kld eylerden samimi olarak
uzak dur ki, hesaba çekilmeden cennete giresin.* 06*

Sehl (rah), zühdün faziletleri ve en yüksek makamlar hakknda öyle


derdi: "Kul u üç konuda zühdü elde etmedikçe zühd hâli tamam olmaz:
1 -Allahu Teala'ya yaknlamak gayesiyle iyilik yolunda harcamak istedii

1085
Hac 22/1 1

1066
ibnu Asakir, Tarihu Dmek, cilt: 54; shf: 466; Hakim Tirmizi, Nevadiru'l-Usul, II, 77 (116.
Usul) Beyrut, 1992)
502 KÛTU'L-KULÛB

parada. 2-badet yaparken bedenini örttüü giysisinde. 3-ibadete


gücünün yetmesi için alaca gdada."
Sehl (rah) bu sözü, zühdü makamlarn en yücesi olarak gördüü için
söylemitir. Zira o öyle derdi: "Bütün alim ve abidlerin sevab zahidlere
verilir, sonra da müminlere amellerinin sevaplar taksim edilir."

Onun konuyla ilgili bir dier sözü de öyledir: "Hiç kimse kyamette,

vera sahibi bir alimden ve zühd ehli kimseden daha faziletli olamaz." Yine
o, öyle demitir:
"Zühd ancak korku ile elde edilir. Çünkü Allahu Teala'dan korkan kii
dünyay terkeder." Sehl, zühdü korku makamlarndan biri yapm, zahid-
leri korku ehlinden daha üste çkarmtr.
Mesruk, bnu Mesud'un (r.a) u sözünü nakletmitir: "Kalbinden dün-
ya sevgisini çkaran zahid bir kimsenin kld iki rekat namaz, Allahu

Teala'ya, kyamete kadar ibadet eden dünya ehlinin ibadetinden daha


sevimlidir. Böyle bir namaz zahid için dier kimsenin onca ibadetinden
daha hayrldr."

Ariflerden bir toplulua göre zühd için bir snr ve nihayet yoktur. Çün-
kü gerçek zühd ancak, dünyaya açlan kaplar ve hevann gizli yönlerini

bilmekle meydana gelir ki, bu da çok geni bir ilim gerektirir.

Bir ksm arif, zühdün son snrnn olduunu öyle belirtmilerdir.

"Zühdün son snr, içinde nefse ait bir zevk ve rahatln bulunduu her
eyden gönlü ve eli çekmektir."

Bu zühde Hz. sa'dan u olay örnektir: "Hz sa


(as) rivayet edilen bir

(a.s), bann altna bir ta koyaraK, yatmt. Ba yerden yukar kalkt


için sanki rahatlamt. O durumda iken blis, karsna çkt ve: Ey Mer-
yem olu, sen dünyaya kar tamamen zühd sahibi olduunu iddia et-

miyor muydun?" diye sordu; Hz. sa: "Evet," dedi. Bunun üzerine blis:
"Peki ya bu bann altna koyduun ey ne oluyor?" deyince sa (a.s) ta
frlatp att ve öyle dedi: "Bu da terk ettiim dier dünya gibi al senin ol-

sun!"

Zekeriyya Peygamberin (a.s) olu Yahya peygamber (a.s) hakknda


u hâdise nakledilmitir:
ZÜHD MAKAMI vt ZAHDLERN HALLER 503

"Bir defasnda Yahya (a.s) kaba bir yün elbise giymiti; elbise derisini

yaralad. Bunun üzerine annesi, onu çkararak yünden bir cübbe giy-

mesini istedi, o da annesinin dediini yapt. Allahu Teala, kendisine :"Ey


Yahya, sen bana dünyay m tercih ettin?" diye vahyetti. Bunun üzerine
Yahya (a.s) cübbesini çkartarak keçeden gömleini tekrar giydi."

Hasan el-Basri (rah) öyle derdi: "Ümmetin en hayrllarndan yetmi


zatn hayatna yetitim. Onlarn, üzerinde giydii elbiseden baka bir giy-

sileri yoktu. Yatarken altlarna hiçbir örtü sermezlerdi. Onlardan biri uyu-
maya niyetlendii zaman, topraa uzanr ve giysisini üstüne örterdi."

Bil ki ben, nimetlerin temelde u üç eyden ibaret olduunu gördüm.


Bunlarn hepsi ancak zühd ile tamam bulur. Bunun açklamas udur:

Bütün nimetlerin asl ve en büyüü slam nimetidir. Çünkü slam'n


dnda pek çok hâller ve yollar vardr ki insanlar onlarda gerçek tevhidi

bulmada yanlmlardr.

slam'dn sonra ikinci nimet olarak Sünnet gelir. Çünkü onun dnda
birçok bidatlar vardr. nsanlarn çou sünnetin hakikatini anlamada yanl-
mlardr.
Üçüncü nimet ise, Allahu Teala'y bilmektir. Çünkü bu marifetten

mahrum olanlar, onun dndaki ilimlerle urarken Allah'tan gafil olmu-


lar, O'nun sfatlarn anlamada cahil kalmlar, yüce Zatn tanyamam-
lardr. Bu nimetten sonra, dünyaya kar zühd hâli gelir. Kime, bu üç
nimetle beraber zühd hâli verilirse, onun için bütün nimetler tamamlanm
olur. Bu kimse Allahu Teala'nn kendilerine özel nimetler verdii peygam-
berler, sddklar, ehitler ve salihlerle birlikte olur. Yani Allah onlara bu
saydmz nimetlerini tamamlamtr. Çünkü zühdün dndaki üpheli
eylere kar insanda büyük bir hrs ve ehvetlere kar ar bir arzu mev-

cuttur.

Sehl (rah), zühd sahibi olmay, sünnetin birart sayar ve onu: "Deki:
Eer Allah' seviyorsanz, bana uyun,* 067 ayetine uymann bir gerei gör-

erek öyle derdi: "Allah Rasûlü'ne (s.a.v) uymak sünnettir. O zühd sahibiy-
di; ona gerçekten uyan zühd sahibi olur."

Âl-i mran3/31.
504 KÛTU'L-KULÛB

ZÜHDÜ GEREKTREN SEBEPLER


unu da hatrlatalm ki, zühd ehli, müahede ettikleri eylerin

yüceliine uygun olarak sahip olduklar zühd hallerinde deiik makam-


lara ve derecelere sahiptirler.

Zahidlerden kimi, Allahu Teala'y yüceltmek için zühde sarlr. Kimisi

Allahu Teala'dan haya ettiinden zühd hâlini ele geçirmitir. Kimileri Al-

lahu Teala'dan duyduklar korku sebebiyle zühde ularlar. Bazlarr Allahu

Teala'nn müjde ve vaadlerine ulamak ümidiyle zühd sahibi olurlar.

Bazlar Allahu Teala'nn zühd emrine koarak zühd sahibi olurlar.

Bazlar, Allahu Teala'ya olan muhabbetlerinden dolay zühd sahibi olur-

lar. Bunlar, zühd ehlinin en üstünde yer alanlardr. Bazlar da hesap günü
ilahi huzurda beklemenin uzamasndan ve hesabn iddetinden korkarak
zühde yönelirler ki bunlar, zühd ehlinin en alt derecesinde yer alrlar.

Denilir ki: Kyamet günü iki dirhemi olann hesab, bir dirhemi olann

hesabndan daha ar olacaktr. Takva sahiplerinin yolu, dünyada herhan-


gi bir eyden iki taneye sahip olanlarn giremeyecei bir yoldur. Kendisine

dünyalk bir eyler verilen kimsenin ona mukabil ahirette derecesi noksan-

lar. Kendisine dünyalk bir eyler verilen herkese muhakkak öyle denir:

"Onu üç eit parçaya böl: Üçte biri tasa, üçte biri megale ve üçte biri

de hesap olarak karna çkar."

Zengin biri hesap için durdurulduu zaman, eer arkasndan yüz

susam deve gelse, ondan çkan terle susuzluklarn giderirler. Zengin bu


ter içinde beklerken, cennetteki yerlerini görür; fakat hesaptan kurtulup da

bir an evvel ona ulaamaz. Bu anlatlanlar takva sahiplerinin kalbinde

büyük bir etki yapm ve onlar ahirette hesabn uzamasndan korkarak


dünyada mal toplamaktan, onu ellerinde tutmaktan ve engellemekten

gönüllerini çekip zühd sahibi olmulardr. Sorgu ve hesaplarnn hafif ol-

masn isteyerek ve kyametin dehetli hallerinden korkarak bo emelleri

terk etmilerdir.
ZÜHD MAKAMI vt ZAHDLERN HALLER 505

ZÜHD SAHB OLMANIN ALAMETLER


Dünyada zühd sahibi olmann alametlerinden birisi, fakirlii, fakirleri

ve onlarla kendi ortamlarnda sohbet ederek onlara kar alttan almay4

sevmektir.

Velilerden Mutarrf (rah) eksi-püskü elbise giyen yoksullarn meclisin-

de oturur ve bu ekilde Rabbinin yaknln kazanmay umard.


Muhammed b. Yusuf el-lsfahanî de (rah) zühd sahibi bir alimdi. Hat-

ta bazlar onu, Sevri'den (rah) üstün tutard. Kendisi fazla mehur deil-
di. O, halk içinde tannmamay ve gizli kalmay tercih ederdi. Bu yüzden
onu sadece alimler tanrd. O, Allahu Teala'nn rzasn en güzel ekilde
gözetmesi ve sürekli uyank davranmas sebebiyle, bulunduu anda
yapabilecei en faziletli ameli yapard. Bir defasnda bnu Mübarek,
Massa beldesinde kendisini görmek istedi. Nerede olduunu sordu;
tanyanlar, onun ancak ehrin en faziletli yerinde olacan söylediler. b-
nu Mübarek: "O halde camidedir!" Dedi. Camiye varnca, kendisine onu
caminin en faziletli yerinde oturduunu söylediler; bnu Mübarek de onu
fakirlerinbulunduu yerde arad. Yanna vardnda bir de bakt ki ban
elbisesinin içine saklam, fakirlerin arasnda oturuyor. Çünkü ona göre o

beldenin en hayrl yeri cami idi. Camimin en faziletli yeri fakirlerin bulun-
duu yerdi. Fakirlerin içinde en faziletli amel de kendini gizlemekti. Bunun
için kendisini saklayarak en faziletli ameli yapmak istiyordu.

Zühdün bir alameti de, zahidin, Allahu Teala'nn üzerindeki nimetini


müahede ederek fakirlii ile övünmesidir. Bu durumda o, zenginin zen-

ginlii ile övünüp fakirlie dümekten korktuu gibi; Allahu Teala'nn ken-
disine nasip ettii fakirliin elinden alnmasndan ve zühtten uzaklamak-

tan korkar.

Sonra zühd sahibi, zühdün tadn almaldr. Öyle ki Allahu Teala onun
kalbinde az maln çok maldan; halk tarafndan hor görülmenin izzetten
daha sevimli olduunu; yalnzln kalabalklara tercih edildiini, halk için-

de kymeti bilinmeyip gizli ho bulunduunu gör-


kalmann öhretten daha
melidir. Bütün bunlar, onun zühdündeki ihlas ve sadakatini gösterir. te o

zaman hakiki iman elde edilmi ve imann zirvesine ulalm olur.


Hz. sa'nn (a.s) ve Allah Rasûlü'nün (s.a.v) öyle buyurduklar rivayet

edilmitir: "Dört ey vardr ki onlar ancak büyük bir çaba ile ele geçer:
"

506 KÛTU'L-KULÛB

Bunlar; ibadetin evveli olan sükût (bir rivayette sabr), tevazu; Allahu
Teala'y çokça zikir ve az mal ile yetinmek.™*

Süfyan- Sevri (rah) öyle demitir: "Kii, belay bir çeit nimet, refah
da bir tür ceza kabul etmedikçe gerçek alim olamaz."

Selef-i salihinden bir zat öyle demitir: "Kul, fakirlik kendisine zengin-
likten daha sevimli, halk tarafndan hakir görülme de izzetten daha tercihe
ayan gelmedikçe gerçek fakih olamaz."

Maktu' (Tâbiun yoluyla gelen) bir haberde öyle rivayet edilmitr: "Bir

kula, halk tannmamak tannmaktan, az mal çok maldan daha


taralndan
ho gelmedikçe imann hakikatine ermi olmaz. 1089
Selef-i Salihin öyle derdi: "Allahu Teala'nn bizden dünya maln
uzaklatrarak bize ihsan ettii nimeti, bize dünyay göndererek verdii
nimetten daha büyüktür."

Süfyan es-Sevri (rah) öyle demitin^Dünya, yerleme yeri deil,


çekip gitme yeridirv/o, sevinç evi deil, hüzün yurdudur. Dünyay hakky-
la tanyan kimse, refah ile sevinmedii gibi; bana gelen kötü bir durum-
dan da üzüntüye kaplmaz."

Sehl b. Abdullah (rah) öyle derdi: "Kul u dört eyden korkmaz ve


kaçmaz ise ancak o zaman ihlas ile güzel kulluk yapabilir. Bunlar açlk, el-

bise sknts, fakirlik ve zillet."

brahim et-Teymi'nin (rah) u hâli anlatlr: "Bir defasnda kendisine el-


li bin dirhem verildi, o bunu geri çevirdi. Kendisine: "Onu niçin geri çevir-
din?" diye sordular; Hazret: "Elli bin dirhem yüzünden, admn fakirler

arasndan silinmesini ho görmem," dedi.


Zahidlere göre zühd çeitlerinden birisi de fuzuli ve faydasz ilimleri

terk etmektir. Bu tür ilimler, daha çok dünyalk elde etmeye, mevki makam
edinmeye, ehl-i dünya yannda itibar kazanmaya yarayan; ahirette hiçbir

faydas olmayan ve Allahu Teala'ya yaknlk salamayan ilimlerdir. Çünkü


bunlar kulu Allah'a kulluktan uzaklatrr, kalbin Allahu Teala ile elde

1088
Hakim, Müstedrek, IV, 31 1 ;
Tabarani, el-Kebir, I, 229; bnu Ebi'd-Dünya, K. Zemmi'd-Dünya,
No: 97; bnu Mübarek, K. Zühd, No: 629; Beyhaki, uabu'l-man, No: 8150.
1089
Bkz. Zebidi, thafu's-Sade, XII, 574. Buradaki kayda göre hadisi Deylemi rivayet etmitir.
(Beyrut, 1989)
ZÜHD MAKAMI vt ZAHDLERN HALLER 507

edecei huzurunu bozar, Onu zikretmekten soutur, kalbi Yüce Allah'n


nimetleri ve azameti üzerinde tefekkür etmekten uzaklatrr.

Önceki zamannda bilinmeyen birçok ilim ortaya çkt. Bir-


salihler

takm gafiller bunlar ilim diye örenmeye çalt; baz gevek insanlar on-
lar kendilerine bir megale edendiler; onlarla urarken Allahu Teala'dan

uzaklatlar; onlarn yüzünden hakikat ilmini müahede etmekten per-


delendiler. Bunlarn peine düenler çok olduu için burada onlar zikret-

meye güç yetiremeyiz.

Bununla birlikte u sorular sorabiliriz: Bunlar bir ilim mi, yoksa kelam
mdr? Hakikat m yoksa tebih midir? Sdk ve hikmet mi, yoksa göz boya-
ma ve aldatma mdr? Önceden beri gelen bir sünnet mi, yoksa bidat ve
aklabanlk mdr? Bu sorulara verilen cevaplara göre, o ilim hakknda bir
neticeye varabiliriz.

Zühdün en faziletli türlerinden biri de, insanlara liderlik etme, olarn


arasnda bir makam ve mevkii edinme arzusundan gönlü çekmektir. Halk
içinde övülmek ve güzel nam ile anlmaktan gönlü çekmek de bu zühd
çeidine dahildir. Çünkü bütün bunlar, ilim ehli nezdinde en büyük dünya
kaplarndandr. Bu konularda gösterilen zühd, hakiki alimlerin zühdüdür.

Süfyan- Sevri (rah) öyle derdi: "nsanlara liderlik arzusundan ve hal-


kn övgüsünden gönlü çekmek, altn ve gümüten gönlü çekip zühd sahibi
olmaktan daha zordur. Çünkü altn ve gümü, liderlik ve övülmeyi elde et-
mek için harcanr. Bu, çok kapal bir fitne kapsdr; onu ancak basiret

sahibi alimler görebilir."

Fudayl b. lyaz (rah) demitir ki: "Dalardan kaya tamak, bir cahilin

gönlüne yerlemi liderlik sevdasn gidermekten daha kolaydr.

Veysel Karani'ye (rah) göre zühd, her ey ilahi takdirle belirlenip

garanti altna alnd için, herhangi bir konuda istekli olmay terk etmektir.

Herem b. Heyyan öyle anlatr: "Veysel Karani'yi Frat nehrinin


kenarnda gördüm. Sokaa atlm yiyecek ve giyecekler arasnda bul-
duu krntlar ve yrtk giysileri ykyordu. Yedii ve giydii bunlardan
ibaretti. Kendisine: "Zühd nedir?" diye sordum; bana: "Ne için evinden çk-
tn?" diye sordu. Ben: "Geçim ve rzk peindeyim!" dedim. Bana: "Rzk
arama peine düünce zühd hâli gider," dedi.
OUO KÛTITL-KULÜB

Ahmed b. Hanbel (rah) de öyle derdi: "Gerçek zühd, Veysel


Karanî'nin zühd hâlidir. Onun çplakl o dereceye varmt ki, elbise

bulamad için, kamtan yaplm hurma sepeti içinde otururdu."

Ebu Süleyman ed-Dâranî (rah) demitir ki: "Bir kimse, geçim peine
dütüünde, yahut evlenmeye kalktnda veya hadis yazma iine gir-

diinde dünyaya rabet etmi olur."

Yahya b. Muaz'a (rah): "u ilim talebelerine ne dersin? Onlar ilim yaz-
maya ve hikmetli sözleri toplamaya çok düüyorlar" diye sorurlunca, Haz-
ret u
cevab vermitir:
"Onlar bununla bir münazara annda insanlara kar delil getirmek ve
nefislerini savunmak istiyorlar. Böylece insanlarla megul oluyorlar. Eer
kendi nefisleriyle megul olsalard, halktan kesilip bütün vakitlerini ken-
dilerine ayrarak Allah'a yönelselerdi, kalpleriyle bizzat Allahu Teala'dan
ilim alrlard."

Rivayet edildiine göre, önceki kitaplarda Allahu Teala öyle vahyet-


mitir:

"Ey srâiloullar! lim semadadr, onu kim indirecek, yahut yerin


derinliklerindedir, onu kim çkaracak veya denizlerin üstündedir onu kim
gidip getirecek demeyin. lim kalplerinize yerletirilmitir. Huzurumda
ruhanîlerin (meleklerin) edebiyle edeplenin ve bana kar sddklann ah-
lak ile kulluk yapn ki ilmi kalbinizden ortaya çkaraym. Öyle ki her
yannz, bütün bedeninizi ilim kaplasn."

Ruhâni alemle irtibat salayan kimselerin kalbi Allahu Teala'dan ba-


kasyla rahat edemez. Onlarn tek sevinç ve rahatl Allahu Teala'dr.
Sddk olan kimseler, Yüce Allah'n" yüz çevirdii eye bakmazlar; Onun
kötüledii ve kzd eyleri sevmezler. Onlar yeryüzünde Allahu Teala'nn
kullarn irat için ortaya çkartt ahitleridir. Gerçek ilim onlarn kalplerin-
de sakldr.

Ariflerden birisi demitir ki: "Kul, sevdiini Allah için sevmedikçe


mümin olmaz. Onun sevdiklerini sevmedikçe ve kzdklarna kzmadkça
da Allah için seven birisi olamaz. Allah zühdü/dünyadan gönlü çekmeyi
sevmekte ve dünya muhabbetine kzmaktadr. Onu sevenler de böyle ol-

maldr."
ZÖHD MAKAM v ZAHDLERN HALLER 509

Yine bu zat demitir ki: "insan dünyay tabiat icab sever; çünkü in-

san dünyaya ait topraktan yaratlmtr. Fakat gabya iman gerçekleince,


tabiat sakinleir ve içindeki dünya muhabbeti söner."

Yahya Muaz (rah) demitir ki: "Aslnda Allahu Teala dünyadaki


b.

yaratt her eyi alnp kullanlsn diye yaratt. Fakat bir imtihan olarak kul-
larn ondan gönlünü çekmesini ve kalbini kesmesini istedi. Kullar dün-
1090
yadan gönüllerini çekince, dünyay onlara geri verdi."

Ebu Süleyman ed-Dâranî (rah) der ki: "Kadnlar konusunda sahip olu-
nacak zühd hâli, alt seviyedeki veya yetim bir kadm, güzel veya itibarl bir

kadna tercih etmendir.

Malik b. Dinar (rah) da bu görüteydi.

Sehl b. Abdullah (rah) demii ki: "Kadnlar hakknda zühd sahibi ol-
mak ve onlardan gönlü çekmek dou olmaz. Çünkü kadnlar, zahidlerin
imam olan Allah Rasûlü'ne (s.a.v) sevdirilmilerdir."

bnu Uyeyne de onun bu görüüne katlarak öyle demitir:


"(Dinin ruhsat verdii ölçüde) çok kadna sahip olmann bir sakncas
yoktur. Çünkü Sahabe'nin en zahidi olan Ali b. Ebi Talib'in (k.v) dört

hanm ve on küsur cariyesi vard."

Cüneyd (rah) öyle demitir: "Yolun bandaki müridin, kalbini u üç


eyle megul etmemesini isterim; aksi takdirde hâli deiir. Bunlar; mal

kazanmak, hadis yazma peinde komak ve evliliktir."

öyle demitir: Sufinin (ihtiyacnn dndaki faydasz eyleri)


Yine o,

okuma ve yazma ile uramamas güzel olur. Çünkü bu, kalbini top-
lamasn salar."

Kendisi bunu öyle açklamtr:


"Düünceyi Allahu Teala'nn huzurunda toplamak, bütün azalarla

yaplan amellerden daha faziletlidir."

Cüneyd-i Badadî (rah) baka bir sözünde öyle demitir:

"Bir saat kalbini Allahu Teala'ya yöneltip Ona balanman, senin için,
1091
bütün dünyaya sahip olup Allah yolunda harcamaktan daha hayrldr."

1090 Bu ksmlar tahkikli baskdan alnmtr. (D. Selvi)


1091
Son iki söz tahkikli baskdan alnd. Bkz: Kûtu'l-Kulûb, II, 829. (Kahire, 2001.)
510 KÛTU'L-KUIÛB

Bir hadiste Allah Rasûiü'nün (s.a.v) öyle buyurduu rivayet edilmi-


tir: 'Zûhd, senin Allahu Teala'nn katndaki eylere, kendi elindekinden
daha fazla gOvenmendir.™ 2
Bu hadiste anlatlan durum, tevekkül makamdr.
Bir grup alime göre zühd; mal biriktirmeyi terk etmektir. Onlara göre
dünya, mal toplamaktan ibarettir.

Bir zat öyle demitir: "Dünya, kalbi megul eden ve onu kendisiyle
uratrp Allah'a yönelmekten alkoyan her eydir."

Sufilerden bir topluluk, bu görüü esas alarak zühdü; dünya kaygsn


terkederek, nefsi Allahu Teala'nn hükümlerine teslim etmek eklinde tarif

etmilerdir. Bu da tefvîz, yani ilerini Allah'a havale etme ve O'nun hüküm-


lerine rza gösterme makamdr.

Ahmed b. Ebi'l-Havarî anlatr: Ebu Süleyman ed-Darani'ye: Malik b.


Dinar'n (rah), Muire'ye: "Eve git ve bana hediye etmi olduun su kr-
basn al. Çünkü eytan bana onun hrsz tarafndan çalnacan vesvese
veriyor," dediini söyledim. Bunu iiten Ebu Süleyman öyle dedi:

"Bu, sufilerin kalplerinin zayflndandr. Halbuki dünya malndan


gönlünü çeken zahid, onu kimin aldna aldr etmez."

Ebu Süleyman, bu sözüyle ilahi hükümlere hakiki anlamda rza gös-


termenin gereine iaret etmitir. Malik b. Dinar (rah) ise, kalbinden mal
düüncesini gidererek nefsi adna zühdün hakikatine ermek istemitir.

Alimlerden birisi demitir ki: "Dünya, rey ve akl ile amel etmektir.
Zühd ise, ilme tabi olmak ve sünnetten ayrlmamaktr."

Bu tarif, hadis ehli'nin izledii yoldur. Bu söz, zahiri manada olup zahir
ulemasnn sözlerine benzemektedir. Bu meyanda Süfyan- Sevri'den u
hadiseyi naklederler: mam Zühri'ye: "Zühd nedir?" diye sordular; u
cevab verdi:

"Zühd, haramlarn kulun sabrna galip gelmemesi; helallerin de onun


ükrüne mani olmamasdr."
O, bu sözüyle unu kasdetmitir: Gerçek zühd udur: Kul, harama
kar sabrl olmaldr^ öyle ki hiç bir zaman haram ileme arzusu ken-

1092
Tirmizi, Zühd, 29; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, X, 286.
ZÜHO MAKAMI v« ZAHDLERIN HALLER

diine galip gelmemelidir. Yine kul, helalin içinde ükreden bir kul ol-

maldr. Öyle olmal ki, helal kendisini megul edip onu ükürden alkoy-
mamaldr.

Hasan el-Basri (rah) öyle demitir: "Zahid, birini gördüü zaman:


'Bu, benden daha faziletli' diyebilendir."

O, bu sözüyle zühdün, tevazu olduunu ifade etmitir.

Fudayl der di ki: "Kanaat var ya, ite zühd odur."


Ebu Süleyman ed-Darani ise: "Zühdün evveli, vera/takvadr,"' demitir.

Ahmed b. Ebi'l-Havari der ki: "bnu Hiam el-Meazilî'ye: "Zühd

nedir?" diye sordum; u cevab verdi: "Zühd; bo emelleri terk etmek, hak
yolunda bütün gücünü ortaya koymak ve rahatlktan uzak durmaktr."

Yusuf b. Esbat ise öyle derdi: "Her kim hak yolunda bana gelen
eziyetlere sabreder, kötü ehevî arzular terkeder ve ekmeini helalinden
yerse zühdün esasn elde etmi olur."

Ahmed demitir ki: "Ebu Safvan er-Ru'aynî'ye: 'Allahu Teala'nn


Kur'an'da kötüledii ve akll kimsenin de saknmas gereken dünyann ne
olduunu? sordum; bana u cevab verdi: "Dünyada dünyay isteyerek
yaptn her ey kötülenmitir. Ahireti niyet ederek yaptklarn ise, dün-

yadan deildir." Onun bu sözünü, Mervan'a naklettiimde öyle dedi: "Ebu


Safvan'n sözünün gerçek anlam udur: hlas dnda her ey dünyadr."
Yaplan ilerden ilme uygun olanlar mübahtr; ilme ters düenler ise

hevadr. Heva, nefsin paydr; ihlas ile Allahu Teala'ya ait ksmdr. hlas-

l kullar, Allahu Teala'nn düman olan eytana kar açk delilleridir. On-
lar, kendileri dünyada, gönülleri ahirette olan kimselerdir.

bnu's-Semmak öyle derdi: "Zahid, kalbi saran sevinç ve hüzünler-


den arnan kimsedir. O, kendisine gelen hiçbir dünyala sevinmedii gibi;
elinden giden hiçbir dünyalk için de üzülmez. Rahatlk içinde mi yoksa
sknt içinde mi sabahladna bakmaz."
Ebu Said b. el-A'rabi sufi eyhlerinden naklederek öyle demitir:
"Sufi büyüklerine göre zühd; aslnda hiçbir deeri olmayan dünyann ky-
metinin kalpten atlmasdr. Kul, hiçbir ey olan nefsinden atmadkça ger-

çek zahid olamaz.


512 KÛTU'L-KULÛB

te zühd içinde zühd de budur. Çünkü bu zühde sahip olan kimse,


zühd hâlini elde ettikten sonra, gönlünü çektii eylere bir daha bakmaz
Çünkü o, gölünü çektii dünyay zaten hiçbir deeri olmayan bir ey
olarak görmektedir. Bu, u söze benziyor: "Gerçek zühd, insann nefsinin
arzularnda gerçekleen zühttür." Çünkü zahid, karln elde etmek için
dünyadan gönlünü çekmitir. Aslnda bu bir baka eye rabet etmektir.

Kul, zühdüne karlk bir bedel bekleyen nefsinin arzularndan gönlünü


çekince, gerçek zühde ulam olur.
Bu, u söze benzemektedir: Geçici ve fâni eylerden gerçek manada
gönül çekildiinde, bu, bâki olan ahiretten de gönlü çekmeyi gerektirir.

Çünkü kul, fani dünyadan gönlünü çektii halde, bâki olan ahiret nimet-

lerinden gönlünü çekemeyebilir. Bu durumda da içinde bir rabet ve arzu


bulunmu olur. Oysa bâki olan ahiret nimetlerinden gönlünü çektiinde,

fâni olan dünyadan zaten gönlünü çekmi olur. Çünkü dünya, ahiret için

istenir.

AIRI ARZU VE STEKLERE KARI ZÜHD


Dünyann asl hevâ ve heveslere dükünlüktür. Bazen insana bir

konuda zühd hâli verilir, dier alanda verilmez. Mesela, kul dünya maln-
dan gönlünü çeker, fakat nefsin kötü arzularndan gönlünü çekemez. Yine
ev-ocak yapmaktan gönlünü çeker, fakat giyim kuam ve yemek konusun-
da zühd hâlini elde edemez. Dünya malndan gözünü gönlünü çeker,
fakat her hangi bir günahtan veya nevasnn kendisine galip gelmesinden
dolay makam ve mansptan gönlünü çekemez. Her ne ekilde olursa ol-

sun kul, nefsinin kötü arzularndan gönlünü çekerse, bütünüyle dünyadan


gönlünü çekmi olur. te bu, insannnefsine kar zühd hâlini elde etmek-
tir.. Çünkü nefis, dünyaya rabetin kaynadr; heva/kötü arzular ise nef-

sin ruhudur. Onu iyi tan.

Yunus b. Meysere el- Geylânî öyle demitir: "Dünyaya kar zühd


sahibi olmak, helal olan eyleri nefsine haram yapmak , elindeki mal zayi

etmek deildir. Dünyaya kar zühd, Allah'n katndaki nimet ve sevaplara


kendi elindeki maldan daha fazla güvenmen, bir musibete uradndaki
hâlinin, musibetten önceki hâlinle ayn olmas, hak yolda seni knayanla
övenin bir fark olmamasdr."
ZÛHD MAKAMI ve 2AHDHRN HAIHR 513

ZÜHDÜN KISIMLARI
Selam b. Ebî Mutî (rah) öyle demitir: "Zöhd üç çeittir. Birincisi,

kiinin bütün hâl ve hareketlerinde Allah'n rzasn gözetip onlardan hiç-


biriyle dünya istememek. kincisi; Allah'n rzasna uygun olmayan ileri

brakarak Allah'n rzasna uyanla amel etmek. Üçüncüsü; helal nimetler-

den gönlü çekmektir ki bu, nafile bir ibadettir."

Marifet iimindeki imammz brahim b. Ethem (rah) öyle demitir:


"Üç türlü zühd vardr. Farz, fazilet ve selamet olan zühd. Farz olan
zühd, haramlardan gönlü çekmektir. Fazilet olan zühd, helal nimetlerden
gönlü çekmektir. Kul için selamet olan zühd ise üpheli eylerde olur."

Eyyûb es-Sahtiyânî (rah) öyle demitir: "Zühd, sizden birisinin evin-


de oturup ne yapacan iyi bilmesidir. Eer onun evinde oturmas Allahu

Teala'nn rzasna uygunsa oturmaya devam etmesi, deilse dar çk-


masdr. Evden çk Allahu Teala'nn rzasna uygunsa çkmas, deilse
geri dönmesidir. Evine geri dönmesi Allahu Teala'nn rzasna uygunsa
dönmesi, yoksa darda dolamaya devam etmesidir. Elindeki paralar in-
fak etmek ilahi rzaya uygunsa vermesi, deilse elinde tutmasdr. Konu-
mak rzaya uygunsa konumas, deilse konumamasdr. Susmas ilahi

rzaya uygunsa sükût etmesi, deilse konumasdr." Kendisine:

"Bütün bunlar yapmak çok zordur" dediklerinde Hazret u cevab ver-


"te böyle davranmak
di: kulu Yüce Allah'a götürür. Yoksa bo yere
oyalanm olursunuz."
Ona göre gerçek zühd, her hâlini murakabe etmektir Murakabe ise ih-

lastan ibarettir.

akîk-i Belhî'nin yareni Hatem-i Esamm'a zühdün ne demek olduu


sorulduunda öyle cevap verdi: "Zühdün evveli Allah'a güven, ortas
sabr, sonu ise ihlastr."

hlas, zühdün son merhalesi olduuna göre, zühdün evveline ula-


madan sonuna ulalabilmesi mümkün müdür? Veya hlas atlayarak mar-
ifetin dier makamlarna çkmak mümkün müdür? smi geçen büyüklere

göre zühdün son mertebesi, marifetin evveli olmu olmaktadr.

Alimlerden bir cemaate göre dünyaya kar zühd sahibi olmak,


müminler için bir farzdr. Çünkü hlasn hakikati zühtten ibarettir. Onlar, ih-
514 KÛTU'L-KULÛB

las farz gördüklerinden dolay zühdü farz görmektedirler. Abdurrahim b.

Yahya el- Esved de bu görüe meyletmitir.

mam Ahmed b. Hanbel'den (rah) bu manada eyler nakledilmitir. Bir


defasnda kendisine:

"Büyük zatlarn alameti nedir? Onlar ne ile hak yolunda imam oldular?
Diye sorulunca: "Sdk ile," dedi. "Sdk nedir? diye soruldu: "hlastr," dedi.

"Peki ihlas nedir? diye sordular: "Zühttür," dedi. "Ey Eba Abdullah, zühd

nedir?" diye sorulunca bir süre düündü; sonra u cevab verdi: "Onu Bir
b. El- Hars gibi zahidlere sorun."

Alimlerden bir cemaate göre, dünyaya kar zühd sahibi olmak, helal

mal kazanmaya çalmaktr. Bu, her eyin karmakark olduu, üpheli


eylerin artt böyle bir zamanda müslümanlara farz klnm bir zühttür.
brahim b. Ethem, Vüheyb b. Verd, Süleyman b. Havvas gibi alimler ve
aml bir grup alim, zühdün farz olduunu savunan alimlerdendir.

Sehl (rah) öyle demitir: "Dünyaya kar insanlarn en zahidi, yiyip

içecei en temiz ve en helal olan kimsedir."

Yine o demitir ki: "Verâ/takvann en üst makam, zühdün en alt

makamdr."
Yusuf b. Esbat ve Vekî' (ra) öyle demitir: "Bu zamanda bir kul zühd
sahibi olsa, öyle ki Ebu'd-Derdâ ve Ebû Zer (r.a) gibi zühd ehli olsa, onu
zahid diye nitelendirenleyiz. Çünkü günümüzde zühd, ancak katksz
helaldedir. Bu gün içine haram karmam bir helal bilmiyoruz."
mamlar imam Hasan el-Basrî (rah) öyle demitir: "Dünyay reddet-

mekten daha faziletli bir amel yoktur"

Fudayl b. Sevr öyle demitir: "Hasan el-Basrî'ye: 'Ey Ebâ Saîd! ki


kii var. Birisi, dünya maln helal yoldan elde edip hem yakn çevresine

harcamay, hem de kendisi faydalanmay istiyor. kincisi ise dünyaya


tamamen srt çeviriyor. Bunlar hakknda ne dersiniz? diye sordum. Bana:

"Dünyaya srt çeviren, benim için daha makbuldür," dedi. Ben: "Ey Ebû
Said! u dier adam helalinden dünya mal kazanp hem yakn aile çev-

resini görüp gözetiyor; hem de kendi faydalanyor" dedim. O yine: "Bence


dünyaya srt çeviren daha makbuldür, diye sözünü tekrarlad.
ZÜHD MAKAMI vt ZAHDLERN HALLER 919

Hasan el-Basrî'nln (ra), dünyaya srt çevireni makbul görmesinin


sebebi; zühdün hem tevekkül hem de rza mertebelerini içine almasndan
dolaydr. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v) öyle buyurmutur:
"Zühd, Allahu Teala'nm katndakilere kendi elinde sahip olduun mal-
dan daha fazla güvenmendir." te bu, ayn zamanda tevekkülün ken-
disidir. Hadisin devamnda da öyle duyurulmutur;
"Bana gelen bir musibetin sende kalp getirecei sevaba, bu musi-
betin gitmesinden daha çok sevinmendir."* 093 Bu hâl, ilahi takdire rza
makamdr
Zühtten sonra marifet ve muhabbet makamlar gelir. Bu dört makam
bünyesinde bulunduran bir makamdan daha üstün makam düünülebilir
mi? Hak yolcularnn nihâî hedefi olan zühd, ite böylesine deerlidir.

Bu hususta bnu Abbas'dan (r.a) içinde iddetli uyarlar bulunan u


söz nakledilmitir: "Dünya kyamet günü insanlara, saç aarm, dileri

mavi, kambur ve çok çirkin, ihtiyar bir kadn suretinde gösterilir. Sonra on-
lara: Bunu tanyor musunuz? diye sorulur. nsanlar: "Bu kimseyi tanmak-
tan Allah'a snrz," derler. Bunun üzerine öyle nida edilir: "te bu, bir-

kar övündüünüz, urunda akrabal kestiiniz, birbirinizi çeke-


birinize

meyip dümanlk beslediiniz, kendisiyle aldandnz dünyadr."

Sonra dünya Cehenneme atlr; oraya girerken öyle seslenir: Ey


Rabbim! Benim taraftarlarm ve peimden gidenler nerede? Bunun üzer-
ine Allahu Teala: "Onun peinden gidenleri ve taraftarlarn onun yanna
kam mm buyurur.
Allah Rasûlü (s.a.v) de öyle buyurmutur: "Kyamet günü hesap
meydanna, Tihame Dalan büyüklüünde ameli olmasna ramen
Cehenneme atlmas emredilen insanlar gelirler." Bunun üzerine Sahabe:
"Ey Allah'n Rasûlül Onlar namaz klarlar myd?" diye sordular; Efendimiz
(s.a.v): "Evet, namaz klarlar, oruç tutarlar, geceleri alayp inlerler fakat

önlerine bir dünyalk geldiinde (helal haram demeden) hemen üzerine at-
larlard," buyurdu. 1095

1093
Tirmizi, Zühd, 29; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, X, 286.
,094
bnu Ebi'd-Dünya, K. Zemmi'd-Dünya, No: 122.
1095
Ebu Nuaym, Hilye, I, 233.
516 kOtitl-kuiûb

Haris-i Muhasibî (rah) öyle demitir: "Zühd, dünyaya ait kymet ve


deerlerin kalpten atlmas ve dünya ile ilgili her eyin çkarlmasdr. Kalp-
ten eyann deeri dütüü zaman, onun varl ile^yokluu eit olur. te
o zaman zühd gerçeklemi olur."

Zühdün tarifini yapan bir alim de öyle demitir: "Zahid dünyalk hiç-

bir eye sahip olmayan ve eya ile huzur bulmayan kimsedir."

Yine ayn zat öyle demitir: "Zahidin günlük yiyecei o gün eline

geçendir. Giysisi avret yerlerini örten eydir. Evi, barnd yerdir. Hâli ise,

içinde bulunduu zamanda lazm olan yapmaktr."


Ariflerdin birisi öyle demitir: "Zahid, kendi tedbir ve tercihini bir

kenara brakan, sknt veya rahat hallerinde Allah'n takdirine rza gös-
terip teslim olan kimsedir."

Ariflerden el-Havvas, Sevrî ve Zünnûn'un zühd konusundaki görüleri


böyledir.

Beyazid-i Bistamî (rah) bir defasnda öyle demitir: "Zahid, hiçbir

eye sahip olmayan, hiçbir eyin de kendisine sahip olmad kimsedir."

Yine o demitir ki: "Gerçek zühd, ilahi kudretin kulda zuhuruyla ortaya

çkar. Aciz kimsenin zühdü gerçek deildir. Bu öyle olur: Allahu Teala
sevdii kulunu eyaya "Ol" emrini verme yetkisine sahip yapar; onu ilahi

isimlerin tecellisine vakf eder ve kendisine eya üzerinde tasarruf etme


kuvveti verir. Bütün bu nimetlere ulaan kul, Rabbinden haya ettii için on-

lardan gönlünü çeker Yüce Allah' sevdii için bu tür ileri terk eder."

Beyazid-i Bistamî (rah), ilahi kudretin ortaya konmasyla elde edilen

yirmi dört makamdan Allah'a snrd. «

Beyazid-i Bistamî (rah), Harun b. Süleyman el-Kûfî'ye: "Ey Ebu Musa,


Abdurrahim el-Ermevî size hangi konularda konuuyor?" diye sordu. O
da: "Zühd" hakknda," dedi. El-Bistamî: "Ne hakknda zühtten bahsediyor?
Deyi sordu; Harun: "Dünyayla ilgili zühtten" dedi. Bunun üzerine el-Bis-

tamî elini sallayarak: "Ben de kymeti olan bir ey hakknda zühtten bah-
sediyor zannettim. Dünyann hiçbir kymeti yok ki, ondan gönül çekilsin,"

dedi.

Sehl ve dier ariflerden de bu manada görüler nakledilmitir.


2ÛHD MAKAMI v ZAHOLBHN HALLER 5T7

Ariflerden birisi demitir Ki: "Marifet yolunda on yedi makam vardr.


Bunlarn en düüü, su üstünde ve havada yürümek, yer alt hazinelerinin
yerini bilmektir. Bütün bunlar, dünyann aldatc süsü olarak kabul edil-

mektedir."

Bu konuda Cüneyd el-Badâdi'den (rah) u olay nakledilmitir:


"Abdal'lardan dört veli, bir bayram gecesi el-Mansur Camiinde bir

araya gelmilerdi. Seher vaktinden sonra birisi: "Ben bayram namazn


Beyt-i Makdis'te klacam, dedi. Dieri: "Ben de Tarsus'ta klacam,
dedi. Bir dieri: "Ben de Mekke'de klmaya niyetlendim, dedi. Dördüncüleri
susuyordu. Bu zatn irfan bilgisi dierlerinden üstündü. Ona: "Senin
niyetin nedir? diye sordular. O öyle dedi: "Ben bütün dünyevi arzular terk
etmeye ve bu mescidden baka bir yerde namaz klmamaya karar ver-
dim," dedi. Bunun üzerine dierleri: "Sen bizim en arifimizsin," dediler. Ve
onunla birlikte orada kaldlar.

Bu tür istekler bile onlara göre ehvet olmu oluyordu. Bunlar makam-
larn icap ettii eylerden deildir. Çünkü bunlar yapmann ardnda hevâi
duygular vardr. Ayrca bu ilerde kulun tedbir ve tercihi mevcuttur. Zühd
sahibi ariflere ve muhabbet ehline göre bunlar, bir imtihan vesilesi olan
hile ve tuzaklardr. Allahu Teala bu tür eylerle onlar imtihan ederek nasl
davran sergileyeceklerine bakar. Çünkü herkesin imtihan kendi durum
ve derecesine göredir. Ama herkes bulunduu makamda zühd hâlini elde
etmelidir.

Denilir ki, gerçek zühd marifet makamlarnn on yedincisinde gerçek-


leir. Bu yola girer, salik, o makama gelince onu görür. Halbuki bu
makamn üzerinde ondan daha üstün olan yetmi küsur makam vardr.
4

Cüneyd'e (rah) zühdün ne demek olduu soruldu; öyle cevap verdi:

"Zühdün, biri zâhir, biri bâtn olmak üzere iki manas vardr, Zâhirî zühd;
elindeki mal ve mülke kar sevgi duymamak ve elinden kaçrd eyin ar-
dna dümemektir. Batnî zühd ise, kalpte dünya arzularnn yok olmas ve
bunlar hatrna bile getirmemektir."

Bu mertebeye ulaan sûfî, Allahu Teala tarafndan ahireti görme lüt-

funa erdirilir ve kalben oraya muttalî olur. Bu durumdaki insan emellerini

ksa tutarak amel eder ve ecelini unutmaz. Çünkü kalbi dünyevi sebepler-
518 KÛTU'L-KULÛB

den kesilmi ve yalnzca ahirete yönelmitir. Böylece zühdün hakikati kal-

bine tam olarak yerlemi ve sadece Rabbinin zikriyle dolmutur.

Zühd, imann hakikatinden doar. Ahireti müahede edebilmek zühd-


le ve kalpte eyann varl ile yokluu bir olmasyla mümkün hâle gelir

Bu, müahededen sonra, kalpte eyann yokluu varl gibi olur. Çünkü,
kalp, her iki durumu da ayn derecede deerlendirmektedir. Bu hâl ile bir-

likte övülmekle yerilmek bir olur. Çünkü, kalpten nefsin hakimiyeti bitmi,
halka nazar etme duygusu gitmitir. Kul bu hâli ele geçirince, gönlünü var-

lklardan çektii için ihlas kalbine tam olarak yerleir; nefsin bo arzular
devre d kald için de kalpte zühd sabitleir.

Bu anlattmz duruma u hadis delil olmaktadr:

Allah Rasûlü (s.a.v) bir adama: "Eit hâle geldin mi/dengeni buldun
mu? diye sordu. Adam: "Nasl eit hâle gelebilirim?" Dedi. Rasûlüllah
(s.a.v): "Övülmekle yerilmenin senin nazarnda eit olmasyla," buyur-
du. 1096

Ashaptan Harise'nin (r.a) sözünde de buna benzer eyler vardr.


Rasûlüllah (s.a.v), Harise'ye (r.a) imannn hakikatinin ne olduunu sorun-
ca, Harise: "Nefsimi dünyadan çektim," diyerek zühtten balam, sonra
dünyann altnyla tann gözünde bir olduunu söylemi, peinden Ar'
ve melekleri müahede ettiini zikretmitir. 1097 Bütün bu durumlar zühde

Marifet erbab, kalbin sahip olduu iman iki ksma ayrm, her ksm
için de farkl zühd tarifi yapmlardr. Onlara göre iman, kalbin zahirinde
kald zaman mümin hem dünyay, hem de ahireti sever ve her ikisi için
de çalr. man kalbin içine sirayet ettiinde ve orada etkisini gösterdiin-
de kul dünyaya buzeder; ona bakmaz ve onun için hiçbir amel etmez.

Ebû Süleyman ed-Dârânî (rah) öyle derdi ki: "Her kim kendi nefsiyle
megul olursa, insanlarla megul olmaktan kurtulur. Bu, amel edenlerin
makamdr. Her kim de Rabbi ile megul olursa, nefsiyle megul olmaktan
kurtulur. Bu da ariflerin makamdr."
Hermakamla ilgili Allah'n Rasûlü'nün (s.a.v) hadislerinde deliller
iki.

vardr. Amel ehlinin hâlini anlatan hadis udur: Allah'n Rasûlüne (s.a.v)

1096
Kamil imann alametlerini bildiren hadisler için bkz: Heysemi, ez-Zevaid, I, 53-60.
ZÛHD MAKAM vt ZAH DLERN HALLER 871

insanlarn en hayrlsnn kim olduu sorulduunda öyle buyurdu: Vûn-


yaya küsüp ahlreti seven kimsedir.* 09*

Kalpte dünyaya kar küskünlük ve ondan yüz çevirme, onun zdd


olan ahirete muhabbet sebebiyle meydana gelmitir.

Makamlarn en üstünü ile ilgili hadis udur:

Wm bütün düüncesini tek bir noktada toplayp ahirete yöneltirse, Ah


lahu Teala onun dünya ve ahiretine yeter.
",0 "
Kaygnn tek olmas, tek bir Rabbe ait tek bir muhabbetten kaynak-
lanr. Bu hâl, bir olan Zatn birliini ikrar eden kulun sfatdr. Onun sözü,
tek olan Allah'adr. Allahu Teala da bu sfat sebebiyle ona, kendi ahlakn-
dan bir ahlak ihsan etmitir.

Allahu Teala, bütün sfatlaryla tekdir. Muvahhid kul, elde ettii bu lim
ve marifeti sayesinde insanlar arasnda tekden olur. Çünkü onun düün-
cesi bir eye yönelmi, kalbi tek bir noktada toplanmtr.

Bu hâl, kuldaki nevann/kötü düüncelerin temizlenip yok olmasndan


sonra elde edilir. Hevann temizlenmesi ise kalbin takva imtihan kazan-
masndan sonra gerçekleir, kalbin tek bir noktada toplanmas, nefsin
iman ile huzurlu ve ho olmasndan sonra meydana gelir. Yahut bu hâl,

nefsin manevi kirlerden temizlenip rzâya ulaarak felâha ermesiyle müm-


kün olur.

Bu konuda Allah'n Rasûlü (s.a.v) öyle buyurmutur: 'Nefsin holuk


ve huzur içinde olmas, Allahu Teala'nn kuluna verdii güzel nimetlerden-
dir."*^

Allahu Teala da öyle buyurmutur: "Nefsini arndran kurtulmu-


tur.™ Baka bir ayette öyle buyurmutur:

1097
bnu Mübarek, K. Zühd, No: 314; Abdurrezzak, Musannef, XI, 129; Tabarani, el-Keblr, No:

3367; Beyhaki, uabu'l-man, No: 1590-10592; Heysemi, ez-Zevaid, I, 57.


1098
Hadisin ilk ksm için bnu Mace, Zühd, 37. Hadisin burada geçen ksmn Heraltî,
bkz:
Mekarimu'l-Ahlak kitabnda ayn senetle zikretmitir. Ayrca bkz: Ebu Nuaym, Hilye, VI, 70-
71 (Beyrut, 1997)
,099
Bkz: Hakim, Müstedrek, II, 443; bnu Mace, Zühd. 2; Beyhaki, uabu'l-mah, No: 10340.
1100
Ahmed, Müsned, V, 372; bnu Mace, Ticârât, 1; Suyuti, ed-Dürrül-Mensur, VIII, 619.
1,01
ems, 9/91
520 kûtu'l-kulOb

"Ey Allah tan raz, Allah'n da kendisinden de raz olduu nalla (sahibi
kulum), dön RabUne...™*
Bu nefis, ruh ile birlik salam, iman ahlaklaryla ahlaklanm, yakini
imann müahedesiyle kalbe boyun eip hayrda kendisine uyum sa-
lam bir nefistir..
Vehb b. Münebbih öyle demitir: "Allahu Teala'nn Hz. Musa'ya (a.s)

vahyettii ayetler arasnda unu gördüm: "Her kim dünyay severse Allah
ona buzeder. Her kim de dünyaya buzederse Allah onu sever. Her kim
dünyaya deer verirse Allah onu alçaltr. Her kim de onu alçaltrsa Allah
ona deer verir."

Zâhir ulemas zühd hakknda öyle derler: "Dünyaya kar zühd, ilme
sarlmak, Kur'an'nn hükümlerini yerine getirmek, eyay helal yolla almak
ve onu hakkettii yere koymaktr. lme aykr olan bütün durumlar, hevânn
neticesidir." Bu yaklamyla zahir ulemas, zühdün farz ksmn ve zâhiri-
ni belirtmi fakat inceliklerini ve gizli yönlerini ortaya koymamlardr.
Süfyan b. Uyeyne ve Sevrî'den öyle dedikleri nakledilmitir:
(rah)

Onlara: "Bir kimse mala mülke sahip olduu halde zahid olabilir mi? diye
sordular. Cevaben öyle dediler: "Evet, bana bir bela geldiinde sab-
rederse, ulat bir nimete ükrederse zahid olmu olur," dediler.

bnu Ebî'l-Havârî demitir ki: "bnu Uyeyne'ye: "Ya Ebâ Muhammedi


Allahu Teala bir kimseye nimet verdiinde ükreder, bana musibet gel-
diinde sabreder ama kendisine lütfedilen nimeti de yalnz kendine sak-
larsa bu adam nasl zahid olabilir? Diye sordum; bnu Uyeyne bana eliyle

dokunarak: "Sus, Allah iyiliini versin, nimetlerin kendisini ükürden,


belalarn da sabrdan alkoymad kimse gerçekten zahittir," dedi. mam
Zühri bu konuda onlara uyarak, ayffl görüü dile getirmitir.

Ebu Süleyman ed-Dârâni buna biraz açklk getirmitir. öyle ki:

bnu Ebi'l-Havarî anlatr:

Ebû Süleyman ed-Dârânî'ye (rah): "Davud-u Tâî bir zahid miydi? diye
sordum. Bana: "Evet. dedi. Ben: "Duyduuma göre ona babasndan yirmi
bin dinar kalm. O da bunu yirmi ylda harcam. Bu kadar zaman par-
alar yannda tutan birisi nasl zahid olabilir?" dedim. Bana u cevab ver-
"°2 Fecr 89/28
ZÛHO MAKAMI vt ZAHDLERN HALLER

di: "Sen ondan zühdün hakikatine ulamasn istiyorsun." Biz Allah

Rasûlünün (s.a.v) öyle buyurduunu iittik: "Salih kii çin sallh mal ne
güzeldir*™ Salih mal, helal maldr. Salih kii ise, Allahu Teala'nn
Kur'an'da sfatlarn anlatt, ve övdüü gibi; Allah rzasn isteyerek

maln gece-gündüz, gizli-açk Onun yolunda harcayan kimsedir."

J Allah'n Rasûlü (s.a.v) öyle buyurmutur; "Allahu Teala, dünyay sev-


diine de sevmediine de verir. Dîni ise sadece sevdiine verir.*" 04

Allahu Teala'nn sevgisine mazhar olup kendisine dünyalk da verilen

kimse, hevasna uyarak Habib'inin isteklerine kar çkmamaldr. Nefsini,

Mevla'snn muhabbetine tercih etmemelidir. Çünkü O, kendisine ver-

diiyle birlikte onu dost edinmitir.

Allah Rasûlü (s.a.v) baka bir hadisinde de öyle buyurmutur:

"Yiyip de ükreden kimse, sabredip oruç tutan kimse gibi sevap


alr.."" 05 Çünkü yemek yedikten sonra ükreden kimse, bu yemein ver-

dii gücü Rabb'inin hizmetinde kullanmakta ve O'nun kendisine nasip et-

tiine ükrederek ibadet etmektedir.

Alimler, zühtte, kalplerin bütün hallerini bünyesinde toplayan iki özel-

liin bulunduu söylemilerdir.

Muda b. sa demitir ki: "Seba' el-Mavsilî"ye: "Ya Eba Muhammedi


Zühd insan nereye kadar götürür?" diye sordum: "Allahu Teala ile ünsiyet

ve muhabbete kadar götürür," dedi.

Osman b. Ammâra öyle demitir: "Veran n/takvann kulu zühde ula-


trd, zühdün ise Allah sevgisine götürdüü söylenmitir."

te bu iki hâl, bütün talep sahiplerinin varmak istedikleri nihai nok-


tadr. Bunlarn birisi, Yüce Allah ile muhabbet, dieri ünsiyettir.

Gerçek zühd hâlini elde edemeyen kimse, ilahi sevgi makamna


çkamayaca gibi; ünsiyet hâlini de ele geçiremez. Çünkü, ayb aleminin
1,03
Buhari, Edebü'l-Müfred, No: 299; Ahmed, Müsned, IV. 197; 202; Ebu Ya'la, Müsned, XIII,

321 Tabarani, el-Vasît, No: 3213.


;

1104
Buhari, Edebü'l-Müfred, No: 275; Hakim, Müstedrek, I, 33; Ahmed, Müsned, I, 387.
1105 Tirmizi, Sfatu'l-Kyame, 43; bnu Mace, Siyam, 55; Hakim, Müstedrek, I, 422; Ahmed, Müt-
ned, II, 289; bnu Hbban, Sahih, No: 315.
522 kCitu-l-kulûb

srlar, sevgi ve dostluk makamyla, ünsivet ve kurb/ilahi yaknlk hâllerin-

de gizlidir.

Allahu Teala, bizleri ve sizleri sevdii amellerde muvaffak klsn. Biz-


leri lütuf ve rahmetiyle, ulamak istediimiz güzel eylere ulatrsn.
O'ndan baka insan hayrda muvaffak edecek, kötülükten koruyacak hiç-

bir güç ve kuvvet sahibi yoktur.

Zühd bahsi burada sona erdi.


ISBN 975 X466 *6-0
ISBN 975-8466-90-9

You might also like