You are on page 1of 432

226

Rüzgârı Yaşamak

desi beni hem üzüyor hem de kelimeleri daha dikkatli seçecek


kadar duraksamama sebep oluyordu.
"Çok güzel bir kahverengi," diye fısıldadım sonunda. “Bu fo
toğraftaki hâlinden çok daha koyu. Ama sıradan bir kahve de
ğil. Gün batımında bir kızıllık olur, o yerini karanlığa bırakırken
ufukta karışık bir renk görünür ya... İşte, gün ışığında aynen
öyle görünüyor. Yer yer turuncuya çalan çok hoş bir kahve."
Rüya, “Yoksa gözleri gibi mi?” diye sordu.
“Evet," diye mırıldandım. “Güneş değdiğinde gözlerinin al
dığı renge benziyor."

“Çok güzel olmalı,” diye tebessüm etti.


"Öyle," diyebildim.
Bir süre fotoğraftaki iki çocuğu izledim. Tuna, elini kız kar
deşinin omzuna atmıştı; yine bir tatil manzarasına benziyordu,
yüzlerinde büyük bir gülümseme vardı. Tam bu tatlı tebessüm
lerini kimden aldıklarını merak edecek oldum ki albümün son
raki yaprağındaki genç kadınla yüz yüze geldik.
Gözlerime bakan parlak gözleri fotoğrafa ışık saçıyor gibiy
di. Upuzun, kumral saçları vardı. Çiçekli bir taç takmış, güzel
yüzündeki aydınlık gülüşü hiçbir şeyin gölgelemesine izin ver
memişti.

Bir eli yanındaki genç oğlanın omzundaydı, diğer elini ise


kızının omzuna atmıştı. Giydiği uzun elbisenin eteğinde, tacın
dakiyle aynı pembe çiçeklerden vardı; gözlerimin takılı kaldığı
yüzü öylesine güzeldi ki âdeta bakmaktan kendimi alamıyor
dum. Hemen yanındaki kızı, annesinin ince beline kollarını
sarmıştı; oğlanın gözlerindeyse sert bir bakış vardı. Belki de
isteksizdi bu fotoğraf çekilirken, bilmiyordum. Yine de anne
sinin omzuna attığı elini sıkıca tutmuştu. Aruk genç bir çocuk
olduğu için saçlarını, önceki fotoğraftakinden çok daha farklı
352
Rüzgârı Yaşamak

Hepimiz şaşkınca Elvan'a bakarken o, hiç beklemediğimiz


bir şey yaptı ve diğerlerinin de hiçbir şey anlamadığı bu andan
faydalanarak cebindeki anahtarı çıkarıp kapıyı üzerimize kilir
ledi.

Şimdi içeride Füsun, ben, Elvan ve sevmediğim diğer ikisi


vardı.

“Ne oluyor?” diye sesimi yükselttim huzursuzca. "Aç şu ka


piyi."

Umay Hanım, bana ters bir bakış atıp Elvan'a döndü. Çene
sini dikleştirmiş, burada asistanlarla olmaktan duyduğu huzur
suzluğu belli eden bir tavır takınmıştı.
Kollarını göğsünde birleştirip sertçe araya girdi: “Sizinle uğ
raşacak vaktim yok.”
Elvan, onun sözleriyle büyük bir kahkaha atarken ben, aynı
şaşkınlıkla bu manzarayı izliyordum.
"Sizin gibi bir uzman doktor, hiçbir şeye vakit bulamıyor
ama konu Rüzgâr'ın hayatını zindan etmek olunca orurup gün
lerce planlar yapabiliyorsunuz!"
İşittiğim şeylerle donakalırken Umay denilen kadının surat
nin gerildiğini gördüm. Yutkundu, dönüp Burcu'ya baku.
Burcu ise panikle Elvan'a atıldı: “Ne diyorsun sen? Saçmala
ma. Aç şu kapıyı."
Elvan, ikinci kez beklemediğim bir şey yapıp ona işaret par
mağını salladığında tuttuğum nefesimi bırakamıyordum.
"Benimle konuşurken kelimelerine dikkat et. Sana çok bile
katlandım."

“Ne oluyor burada?” diye fısıldadım dehşetle.


Göz ucuyla Füsun'a bakuğımda sırıtarak bu inanzarayı izle
diğini gördüm. Bana göz kırpıp dudaklarını kımıldarti:

You might also like