You are on page 1of 386

LS-'

- t o e p p re s e p H o iie

K R I S T E N P ROB Y

Qspend^s
Kaç Benim le
Orijinal Adı: Com e Away With Me

Yazan: Kristen Proby


Çevirmen: Gizem Pekin
Editör: Dilda Eşiyok
Kapak U ygulam a: İlknur M uştu
Sayfa Düzenleme: C eyda Çakıcı Baş

© 2012, Kristen Proby

Akçalı Telif Hakları Ajansı aracılığıyla Türkçe Yayım Hakkı


©Aspendos Yayıncılık ve E ğitim Hizm etleri

1. Baskı: N isan 2014

ISBN: 978-605-5175-54-2
YAYINEVİ SERTİFİKA NO: 26144

Baskı ve Cilt: G üven M ücellit ve M atbaacılık


Mahmutbey Mah. D evekaldırım Cad. G elincik Sok. Güven İş
Merkezi No: 6 B ağcılar / İSTA N BU L
Sertifika No: 11935
Tel: (0212) 445 00 04
Faks: (0212) 445 71 08

Yayımlayan:
ASPENDOS YAYINCILIK ve EĞİTİM HİZMETLERİ
Gürsel Mah. İcabet Sok. N o:4/B G ürsel M ahallesi
Kağıthane / İSTA N BU L
Tel: (0212) 220 61 88
Faks: (0212) 220 63 37
e-posta: editor@ aspendosyayinevi.com
ffla ç 'M e n ü n le '

KRISTEN PROBY

Çeviri
G izem Pekin

QSp end^s
Işık bu sabah muhteşemdi. Canon ’umu kendime çevirdim
ve deklanşöre bastım. Klik. Puget Sound pembe, sarı, mavi
renklere bürünmüştü ve rüzgâr ilk defa neredeyse hiç es­
miyordu. Dalgalar nazikçe ayaklarımın önündeki bariyer­
leri yalayıp gidiyordu ve ben önümde uzanan bu güzelliğin
içinde kaybolmuştum.
Klik.
Sol tarafıma döndüğümde kaldırımda yürüyen genç bir
çift gördüm. Alki Plajı, birkaç inatçı ve benim gibi sabahın
köründe uyanan erkenciler dışında genellikle boş olurdu.
Genç çift, birbirlerine gülümseyerek el ele uzaklaşırken,
ben objektifimi onlara yönelttim ve klik. Spor ayakkabılı
ayaklarına ve birbirine kenetlenmiş ellerine yakınlaşarak
birkaç poz daha çektim, fotoğrafçı bakış açım onların plaj­
daki bu özel anlarından keyif almıştı.
Tuzlu havayı içime çekip, kırmızı yelkenli bot suyun
üzerinde yavaş yavaş süzülürken Puget Sound’a bir kez
daha baktım. Sabahın ilk ışıklarının botun etrafında belli
belirsiz parıldamaya başladığı anı yakalamak için fotoğraf
makinemi tekrar denize döndürdüm.
“Ne halt ediyorsun sen öyle?”
Hızla, kızgın sesin geldiği yöne dönüp gözlerimi, parlak
sabah denizini y ansıtan m avi g ö z le re d ik tim . Bu g ö z le r çok
ama çok kızgın bir yüze aitti.
Sadece kızgın da değildi. Ö ik e d e n d e liy e d ö n m ü ştü .
"A ffedersiniz?” diye ç ık ıştım se sim i y ü k s e lte re k .“ N e ­
den hiçbiriniz beni y aln ız b ıra k m ıy o rsu n u z ? ” d iy e b a ğ ırd ı
önüm deki yakışıklı -ge rç e k te n y a k ışık lı - y a b a n c ı sin ird en
titreyerek. İçgüdüsel olarak g eri a d ım a ttım , k a şla rım çatıl-
mıştı ve ben de ona sin irle n m ey e b a şla m ıştım . S e n n e y a p ­
tığım sanıyorsun?
"Ben seni rahatsız e tm iy o rd u m ,” d iy e c e v a p la d ım , s e ­
simin kızgınlıkla g üçlü ç ık m a sın a m u tlu o lm u ş tu m ve b ir
adım daha geri çekildim . Ö y le g ö r ü n ü y o rd u ki B a y G ü z el
Mavi G özlü ve Seksi Y unan T an rısı S u ra tlı ta m b ir ç atlak tı.
Ne yazık ki geriye do ğ ru h a m le m i ta k ip e tti ve k o rk u m u n
bedenim i ele geçirm eye b a şla d ığ ın ı h isse ttim .
“Beni takip ediyordun. F a rk e tm e y e c e ğ im i m i sa n d ın ?
Kamerayı bana ver.” U zun p a rm a k lı e lin i u z a ttı, a ğ z ım a çık
kaldı. Kam eram ı göğsüm e b a stırd ım v e k o ru m a c ı b ir ta v ır­
la kollarım ı etrafına sardım .
“Hayır.” Sesim şaşırtıcı d e re c e d e sa k in d i. E tra fta k a ç ­
mak için bir yol aram ak istiy o rd u m , a n c a k g ö z le rim i o n u n
kızgın deniz m avisi g ö zle rin d e n a y ıra m ıy o rd u m .
Yutkundu, gözlerini kısıld ı, z o r n e fe s a lıy o rd u .
“Şu lanet olası k am erayı b a n a v e rirs e n se n i d a v a etm em .
Sadece fotoğraftan istiy o ru m .” S esi a lç a lm ış tı a m a h âlâ
tehditkârdı.
“Fotoğraflarım ı çek e m e z sin !” B u h e r if de k im d i? K o ş­
m ak için arkam ı d öndüğüm de k o lu m d a n y a k a la y ıp y ü z ü n e
bakm am için beni kendine çev ird i ve k a m e ra m ı yak alad ı.
Bağırm aya b aşladım , k ap ım ın ö n ü n d e sa ld ırıy a u ğ ra d ığ ım a
inanam ıyordum . Beni b ırak tığ ın d a , b e li b ü k ü lm ü ş, elleri
düzlerinin üstünde, kafası titriy o rd u . E lle rin in titred iğ in i
fark ettim.
KRISTEN PROBY

L anet olsun .
G eriye doğru b ir adım daha attım , koşm aya hazırdım
am a kafası hâlâ aşağıdayken elini kaldırdı ve “ Bekle,” dedi.
K açm alıydım . H em de hızla. Polisi arayıp bu kaçığı
bana saldırdığı için tutuklatm alıydım am a kıpırdayam adım .
N efes alıp verişim düzelm eye başladı, paniğim yok oldu ve
neden bilm iyorum , onun bana zarar vereceğini sanm ıyor­
dum .
Tabii, em inim Green R iver K atili fnin kurbanları da onun
kendilerine za ra r verm eyeceğini düşünm üşlerdir
“A h, iyi m isin ?” Soluk soluğaydı sesim . K am eram ı hâlâ,
neredeyse kendim i acıtacak kadar göğsüm e bastırm aya ça­
lıştığım ı fark ettim , sonra kafasını geriye yasladığında elle­
rim i rah at bırakıp indirm eye başladım .
“F otoğrafım ı çekm e sakın.” Sesi alçak, ölçülü ve kont­
rollüydü, fakat h âlâ titriyor ve sanki m araton koşm uşçasına
zor nefes alıyordu.
“T am am , tam am . Ç ekm eyeceğim . Lens kapağını kapatı­
yo ru m ,” derken kapağı kapattım , gözlerim i yüzünden ayır-
m am ıştım , o ise dikkatle ellerim i izliyordu.
Tanrım .
D erin b ir nefes alıp kafasını salladığı sırada yüzünden
başka y erlere bakm a fırsatım oldu. Vay canına. Biçimli bir
yüz, çizilm iş, h a fif sakallı bir çene ve o derin m avi gözler.
D ağınık sarı saçlar. U zun boylu, 1.70’ten uzun, fit, geniş
om uzlu. K ot pantolon ve siyah bir tişört giymiş, her ikisi de
form da v ücudunu tam da doğru yerlerde sarmış.
K ahretsin. Ç ıplak m uhteşem görünürdü. İşin garibi şu ki
onun objektifim in önünde olm asını isterdim.
Yeniden gözlerim in içine baktığında bir an için tanıdık
geldi. O nu bir yerlerden tanım am gerektiği hissine kapıl­
dım am a bu kısacık tanım a anı konuştuğu zam an uçup gitti.
“K am eranı bana verm en gerek, lütfen.”
Ciddi mi bu adam? Hâlâ beni gasp etm eye mi çalışacak?
Kısa bir kahkaha atıp sonunda göz tem asını kestim , ar­
tık mavi gökyüzüne bakıyor ve kafamı sallıyordum . G öz­
lerimi kapatıp açtığımda, gözlerini dikkatle bana diktiğini
gördüm.
Kendimi gülümseyerek, “Bu kam erayı asla sana verm e­
yeceğim,” derken buldum.
Kafasını yana eğdi ve gözlerini yeniden kıstı. O nun bu
seksi bakışı karşısında alt karın kaslarım kasıldı. Kendi
kendimi azarladım sessizce. Seksi sabah gaspçın tarafın­
dan baştan çıkarılayım deme sakın.
“Kameramı alamazsın. Kim olduğunu sanıyorsun ki
sen?” Artık sesim yükseliyordu ve bundan dolayı kendim le
gurur duyuyordum.
“Kim olduğumu biliyorsun.”
Cevabı kafamı karıştırdı, gözlerim i kısıp ona tekrar bak­
tım ve bir kez daha onu daha önceden tanıyor olabileceğim
hissine kapıldım, ancak reddederek başım ı iki yana salla­
dım.
“Hayır, bilmiyorum.”
Kaşını kaldırdı, elini ince dudaklarına götürüp m ükem ­
mel dişlerini gösterecek şekilde gülüm sedi. G özleri dudak­
ları gibi gülmüyordu.
“Yapma ama tatlım, oyun oynam ayı bırak. Ya b ana k a ­
merayı verirsin ya da fotoğrafları silersin ve ikim iz de y o ­
lumuza gideriz.”
Neden fotoğraflarımı istiyordu? B irdenbire, onun fotoğ­
raflarını çektiğimi düşünm üş olabileceği geldi aklım a.
“Burada sana ait hiç fotoğraf yok, tatlım ,” diye yanıtla­
dım.
Gözleri yeniden kısıldı ve gülüm sem esi yok oldu. B ana
inanmamıştı.
Ona doğru bir adım attım. G özlerim i gittikçe genişleyen
IS.K.1» 1 ELİN e r u d i

mavi bakışlarına dikerek tane tane konuşmaya başladım.


“Kameramda. Sana. Ait. Hiç. Fotoğraf. Yok. Ben portre fo­
toğrafçısı değilim.” Yanaklarımın kızardığını hissettim ve
yüzüm ü bir an yere eğdim.
“Neyin fotoğrafını çekiyordun?” Ses tonu artık düzel­
m işti ve kafası karışmış gibi görünüyordu.
“Denizin, kayıkların.” Ellerimle ağzımdan çıkanları gös­
teren jestler yapıyordum.
“Ben bankta otururken kameranı bana doğrulttuğunu
gördüm .” Arkam daki bankı işaret ediyordu. Burası, el ele
yürüyen genç çiftin fotoğrafını çektiğim yerin yanındaydı.
K am eram ı yeniden önüme alırken, gerildiğini gördüm ama
buna aldırış etm eden kameramı açıp, ona ait olmasından
korktuğu fotoğrafları buluncaya kadar çektiğim fotoğrafla­
rın arasında gezinm eye başladım. Ona doğru yürüyüp ya­
nında durdum , kolum neredeyse onun koluna değiyordu ve
onun seksi vücudunun sıcaklığını hissediyordum. Kendimi
bu fikirden uzaklaştırdım.
“ İşte, benim çektiğim fotoğraflar.” Ekranı ona çevirdim
ve bütün fotoğrafları ona göstererek ilerlemeye başladım.
“Ç ektiğim diğer fotoğrafları da görmek ister misin?”
“E vet,” diye fısıldadı.
D ağların, kayıkların, denizin, gökyüzünün fotoğrafları­
nı gösterm eye devam ettim. O, alt dudağını başparmağı ve
işaret parm ağı arasına almış her birini dikkatle inceleyerek
fotoğraflara bakarken, kendimi onun temiz kokusunu içime
çekm ekten alıkoyamıyordum. Kaşında bir iz vardı.
A m an Tanrım, harika kokuyor.
Bu sabah iki yüzden fazla fotoğraf çekmiştim, dolayısıy­
la hepsine bakm ak birkaç dakika aldı. Bitirdiğimde, gözle­
rim in içine m ahcup bir ifadeyle bakıyordu, emin değilim
am a neredeyse üzgün bile görünüyordu diyebilirim.
Ç ekinm eden, gerçek anlamda güldüğünde kalbim dura-
e ak gibi oldu, üzüntüyü silip atarcasına başını yavaşça iki
yana salladı. Bu gü lü m sem eyle buzulları eritebilirdi. Sa­
vaşlara son verebilirdi. Ulusal borç krizini çözebilirdi.
“Üzgünüm .”
“Olmalısın da.” Kamerayı kapattım ve uzaklaşm aya
başladım.
“Hey, gerçekten özür dilerim .”
“Elinde fotoğraf m akinesi olan herkesin senin fotoğraf­
larını çektiğini düşünüyorsan, korkunç derecede kendini
beğenmişin teki olm alısın.” Y ürüm eye devam ettim ; elbet­
te, bana yetişti ve yanım da yürüm eye koyuldu.
Neden hâlâ burada ki?
“Hafifçe öksürdü. “Adını sorabilir m iy im ? ”
“Hayır,” diye yanıtladım .
“Ah, neden?” Kafası karışm ıştı.
Kahretsin, asıl kafası karışan bendim .
“Gaspçılara adımı söylem em .”
“Gaspçı?” Tam adım atacakken d u rdu, beni de dirseğim -
en tutarak yanında durm am için çekti. K afam ı eğip eline
aktım, gözlerim i onun gözlerin e ç e v irere k ö fke d olu bir
bakış fırlattım.
“Bırak beni.” A nında k olum u b ıraktı.
“Ben gaspçı değilim .”
“Kameramı çalm aya çalıştın. B u n a b a şk a ne d iy eb ilir­
sin?” Yürüm eye devam ettim , a n ca k e v im in tam tersi yö n e
gittiğimi fark ettim . K ahretsin.
“Bak, ben gaspçı değilim . B ir d a k ik a d u rm a y a c a k m ısın,
haydi am a?” Yeniden durdu, e lle riy le y ü z ü n ü o v u ştu rd u ve
bana baktı. F otoğraf m akinem b o y n u m d a g ü v e n le sa lla n ır­
ken, ellerim i kot pantolonla sa rılm ış k a lç a la rım a k o y u p ona
dönüp baktım .
“Kim olduğunu b ilm iy o ru m ,” d e d im , e n k a y ıtsız ses to ­
num u takınarak.
KRISTEN PROBY

“ Ş üphesiz,” diye yanıtladı, dudaklarına hafif bir gü­


lüm sem e yerleşirken ve kendim i, midem de bir kasılmay­
la, ban a yine o büyük gülüm sem esiyle karşılık vereceğini
um m ak tan alıkoyam ıyordum . Benim onu tanımayışım, onu
m utlu etm iş görünüyordu am a beni deli ediyordu. Onu ta­
nıyor m uydum ?
“N eden gülüyorsun?” O na gülüm serken yakaladım ken­
dim i.
B eni süzüyordu; gözlerini, gelişigüzel toplanmış koyu
saçlarım da, göğüslerim i saran günlük kırmızı tişörtümde,
k otum da, kıvrım lı kalçalarım da gezdirdikten sonra derin
m avi b akışlarını benim kilere tekrar yöneltti. Gülümseyişi
yüzü n e yayıldı ve benim nefesim kesildi.
Vay canına.
“ B en L uke.” Ö nce, tokalaşm ak için bana doğru uzattı­
ğı eline güvensiz bir bakış attım, sonra tekrar ona baktım.
G özdağı verircesine kaşını kaldırdı ve ben küçük elimi
onun iri, güçlü eline koyup sıkıca elini sıktım.
“N a talie.”
“N a talie,” diye tekrarladı yavaşça, ben alt dudağımı ısı­
rırken dudaklarım a bakarak. Derin bir nefes aldı ve yeniden
gözlerim in içine baktı.
K ahretsin, çok yakışıklı. Elimi avcundan çekip, başka ne
diyeceğim i bilem eden ve neden hâlâ orada onunla olduğum
k onusunda kafam karışm ış hâlde yere doğru baktım.
“B en... Ben gitm eliyim ,” dedim kekeleyerek, ani bir
endişeyle. “ Seninle tanışm ak... oldukça ilginçti, Luke.” Et­
rafından dolaşıp evim e doğru yöneldim, önüme doğru bir
adım attı.
“B ekle, gitm e.” Elini dağınık altın renkli saçlarının ara­
sında gezdirdi. “Bütün bu olanlar için çok özür dilerim.
B unu telafi etm em e izin ver. Kahvaltı?”
Sanki bunu söylem ek istememiş gibi belli belirsiz suratı
asıldı am a sonra um ut dolu gözlerle bana baktı.
n
Hayır de, Nat. Evine git. Yatağına dön. Mmm... L u k e ’la
yatağa... Ter içinde kalmış vücutlar, buruşuk çarşaflar, ba­
caklarımın arasındaki kafası, orgazm olurken kasılan bede­
nim...
Yeter!
Kafamdaki fantezileri bir kenara atm aya çalışır gibi ka­
famı iki yana salladım, “Hayır teşekkür ederim. Gitmem
gerek,” deyiverdim.
“Evde seni bekleyen bir kocan mı var?” diye sordu, yü-
züksüz parmağıma bir bakış atarak.
“Ah, hayır.”
“Erkek arkadaş?”
Hafifçe gülümsedim. “Hayır.”
Rahatlamış görünüyordu. “Kız arkadaş?”
Bu defa gelen kahkahamı durduram adım . “H ayır.”
“Güzel.” Yine o kocam an gülüm sem esini yerleştirm işti
yüzüne; bu yakışıklı yabancıya çaresizce evet dem ek isti­
yordum ama sağduyum devreye girdi ve bunu güvenli ol­
madığını hatırlattım kendim e, onu tanım ıyordum ve her ne
kadar mest edici olsa da, o hâlâ bir yabancıydı benim için.
Ben yabancıların tehlikeli olabileceğini herkesten çok
daha iyi biliyordum.
Bu yüzden bacaklarım ın arasındaki kasılm ayı göz ardı
ederek, ona bir gülücük daha atıp olabildiğince nazik ve et­
kili bir şekilde, “Neyse, teşekkür ederim . İyi günler, L uke,”
dedim.
Tabii ki nazik ve etkili şu an bana çok im alı geliyor.
Lanet olsun.
Ben hızlıca uzaklaşırken, “ Sana da iyi günler, N atalie,”
diye mırıldandığını duydum.

Q^ )

Evime giden yolun köşesini dönene kad ar L u k e ’un göz-


K R ISlE N PRÜBY

lerini Kardashianımsı kalçalarımda hissederek hızlıca eve


doğru yürüdüm. Neden daha uzun bir bluz giymemiştim
ki sanki? Kalbim güm güm atıyordu, tek istediğim evimin
içinde, seksi gülüşlü gaspçılardan uzak, güvende hisset­
mekti. Bedenim çok uzun zamandır bir erkeğe böyle tepki
vermemişti ki bunun çok hoş bir his olduğunu kabul etme­
liydim, ayrıca Luke da çok... Vay canına.
Kapıyı kapayıp kilitledikten sonra mutfaktan burnuma
güzel kokular gelmeye başladı. Jules kahvaltı hazırlıyor!
“Selam Nat, bu sabah güzel kareler yakalayabildin mi?”
En yakın arkadaşım Jules, fırında pişen pastırmanın kokusu
m utfağı sarmış hâlde, tam da benim sevdiğim gibi, hazırla­
dığı krepleri tavada çeviriyordu. Fotoğraf makinemi mutfak
tezgâhına yerleştirirken kamım guruldadı ve bir sandalye
çekip oturdum.
“Ya, evet, güzel bir sabahtı,” diye yanıtladım. Luke’tan
bahsedip bahsetmemeye karar veremedim. Jules olaylara
rom antik tarafından yaklaşmaya bayılırdı ki muhtemelen
konuşm anın sonuna doğru bizi evlendirirdi de. Ama güve­
nip her şeyimi anlatabileceğim tek kişi oydu, yani neden
anlatmayacaktım ki? “Birkaç güzel kare yakaladım. Nere­
deyse gasp ediliyordum... Oldukça sıradan bir sabahtı anla­
yacağın.”
Jules, nefesi kesilmiş hâlde, elindeki krepi yere düşüre­
rek aniden arkasını döndüğünde ben kendi kendime gülüm­
süyordum.
“Ne? Sen iyi misin?”
“Ben iyiyim.” Nefes alıp anlatmaya koyuldum. “Bir
adam onun fotoğraflarını çekmiş olabileceğimi düşünüp
biraz sinirlendi.” Ona karşılaşmamızdan bahsettim, bitirdi­
ğimde tatlı tatlı gülümsüyordu.
“Adam senden etkilenmişe benziyor.”
Burnumdan soluyordum. “Her neyse. Sıradan bir adam
işte.”
15
Jules gözlerini devirerek kreplerine döndü. “Sıradan bir
adam olabilir ama anlattığın kadar ateşli biriyse eğer, onun­
la kahvaltıya gitmelisin."
Kaşlarımı çatarak sert bir bakış fırlattım. Şüpheci bir ta­
vırla, “Ateşli gaspçıyla kahvaltıya gitm ek m i?" diye sor­
dum.
“Haydi ama, dramatik olm a." Jules fırında pişm ekte
olan pastırmanın diğer yüzünü çevirdikten sonra sulu krep
hamurundan bir kepçe alarak tavaya döktü. “A dam nazik
biri gibi duruyor."
“Tabii ya, inanılmaz pahalı fotoğraf m akinem i çalm aya
çalışmadığı zaman tam bir centilm endi."
Jules güldü, ben de ona karşılık verm eden duram adım .
“Bugün ne işin var?"
Konunun değiştiğine m em nun olarak m utfak tezgâhının
etrafında dolaşıp lezzetli yiyeceklerle dolu bir tabak hazır­
ladım kendime. “Öğlen bir seansım var, öğleden sonra da
birkaç teslimat yapmam gerek. Bu sabah gerçekten bir uy­
kuya ihtiyacım var.”
“Yine mi uyuyamadın?” diye sordu Jules.
Başımı iki yana salladım. U yku benim için hiçbir zam an
kolay ulaşılabilir olmamıştı.
Sandalyemi düzelttim ve pastırm adan bir ısırık aldım .
Jules yanımda duruyordu. “ Senden ne h ab er?”
“Hım, bugün Salı olduğuna göre, sanırım işe gidece­
ğim.” Jules, Seattle şehir m erkezinde çok başarılı b ir y atı­
rım danışmanıydı. Senelerdir tanıdığım arkadaşım la daha
fazla gurur duyuyor olam azdım . O zeki o lm asını yanı sıra,
güzel ve başarılıydı da.
“Hayatımızı idame ettirm ek z o ru n d ay ız.” T abağım daki
lezzetli krepleri m idem e indirdikten sonra tabağım ı d urula­
yıp bulaşık m akinesine yerleştirdim .
“Ben yaparım.” Jules m utfağa g e liyordu ki ben onu
uzaklaştırdım.
KR1S1 EN rR U bY

“Hayır, kahvaltıyı sen hazırladın. Bulaşıkları ben halle­


derim. İşine git sen.”
“Teşekkürler! Seansta başarılar.” Kaşlarını kıpır kıpır
oynatarak garaja doğru yöneldi.
“Sana da ofiste, tatlım!” diye arkasından seslendim, son­
ra ikim iz de kıkırdadık.
Yatak odama giden merdivenleri tırmanıp üzerimdeki-
leri çıkardım. Gerçekten uyumaya ihtiyacım vardı. Müşte­
rilerim onlara eğlenceli, güzel fotoğraf seanslan sunmam
için bana para ödüyorlardı ve benim dinlenmiş olmam ge­
rekirdi.
O dam genişti ve yerden tavana kadar pencereyle kaplıy­
dı. Evde, içinde pembe renk olan tek oda da buydu. Açık
pembe yorganım a ve yumuşacık pembe yastıklarıma bayılı­
yordum . Yatağım sadeydi, ancak yatak başlığım, odaya kır­
sal bir hissiyat getirsin diye bizzat duvara çivilediğim eski
bir am bar kapısıydı.
K endim i devasa yatağıma bıraktım, vücudumu saran yu­
m uşak çarşaflar arasında pencereden okyanusa bakıyordum.
Bu evi seviyordum . Hiçbir zaman taşınmak istemedim.
H içbir zam an. Tek başına şu manzara bile paha biçilemezdi.
D ışarıdaki cam göbeği mavisi deniz beni sakinleştiriyordu;
gözlerim ağırlaşırken, o derin mavi gözleri ve öldürücü gü­
lüşü düşünerek uykuya dalıverdim.

17
f^ /U n o i/ ^ ¿ U ü *ri/

Uykumu almıştım, çerçevelenm iş çiçek ve kum sal fotoğraf­


larını Alki Plajı boyunca bulunan dükkânlara ve restoranla­
ra dağıtıyordum.
“Selam, Bayan H enderson!” Favori incik boncuk dük­
kânlarımdan biri olan G ift G a lo re ’da tezgâhın arkasında
duran gri saçlı, balık etli hanım a gülüm sedim . Sevinçle,
çalışmalarımdan birinin kasanın arkasında asılı olduğunu
fark ettim. Raflar dolusu ıvır zıvır, takı ve diğ er sanatsal ça­
lışmaların olduğu, içinde dolaşm anın eğ lenceye dönüştüğü
bir yerdi.
“Merhaba, Natalie! B enim için bir teslim atın var g ibi!”
dedi gülerek ve bankonun arkasından çıkıp b a n a sarıldı.
“Evet, var. Um arım işinize yarar.”
“Ah, elbette. Geçen hafta getirdiklerinin yan ın a ko y aca­
ğım. Oldukça popüler bir genç sanatçı o ld u n .” B ayan H en­
derson haz dolu sesler çıkararak işlerim e göz gezdirm eye
başladı ve bana bugün getirdiğim b ü tü n çalışm alarım ı ala­
cağını söylediğinde bütün kalbim le gururlandım .
Bayan Henderson bana geçen haftan ın h asılatı için bir
çek yazarken tezgâhın önünde biraz lafladık, ayrılm ak için
arkamı döndüğüm deyse, oldukça sert b ir göğüs kafesine
çarptım.

18
“Ah, özür dilerim...” Bir adım geriye atıp kafamı kaldır­
dım. Am an Tannm.
“M erhaba, Natalie.” Luke dudağının kenarına yerleşmiş
gülümsemesiyle bana bakıyordu. Şaşkındı, mutluydu, tam
anlamıyla... İnanamıyorum.
“M erhaba, Luke.” Sesim kısılmıştı yine ve zihnen ürk­
müştüm.
Bayan Henderson gelen bir müşterisiyle ilgilenmek üzere,
Luke’la beni yalnız bırakarak dükkânının başına döndü. Be­
nimse gözlerim sandaletlerime takıldı, ayaklarımın pediküre
ihtiyacı vardı.
Ne söylemem gerekiyor?
“D em ek bir sanatçısın.” Luke, hâlâ tezgâhın üzerinde yı­
ğın hâlinde duran çerçevelenmiş çalışmalarıma göz attı.
“Evet,” diyerek bakışlarını takip ettim. “Çalışmalarımı ci­
vardaki dükkânlara satıyorum.”
Güldü ve ben kamım da yine o kasılmayı hissettim.
“Burada ne işin var senin? Burası senin uğrayacağın türde
bir yer değil gibi.”
“Kız kardeşim için doğum günü hediyesi bakıyorum.”
Çalışmalarımı eline alıp incelemeye başladı. “Bunlar harika
olur. Yeni bir daire aldı. Hangilerini tavsiye edersin?” Bakış­
larını yeniden bana çevirdiğinde, yirmiden fazla fotoğrafa
birlikte bakm ak için eğilip ona katılmaktan başka seçeneğim
kalmamıştı.
“Çiçekleri mi tercih eder, yoksa manzara mı?” diye sor­
dum.
“Hım ,” dedi yutkunurken. Onu etkiliyor muydum acaba?
Tezgâhın üzerindeki fotoğraftan inceliyormuş gibi yaparak
eğilirken biraz daha yakınlaştım, nefes alıp verişini duyuyor­
dum. “Sanırım çiçekleri.”
“Bunu istiyorum.” Artık beni tehdit etmeyeceğini bildi­
ğim için yakınımda oluşundan keyif alarak kendi kendime
gülümsedim, hepsi birbirinden farklı türde ve renkte dört adet
fotoğraf seçip görebilm esi için kare şeklinde tezgâha dizdim .
“M ükem m el." G ülüm seyişi yüzünü aydınlattı, ben de
gülüm seyerek karşılık verdim . “ Ç ok y e ten ek lisin .”
İltifatı beni bir an için geçm işe götürdü, yanaklarım ın
kızardığını hissettim . “T eşekkür e d erim .”
Luke, Bayan H enderson’a a ldıklarının parasını ödeyip,
arabam a doğru yönelirken a rkam dan geldi.
“Sonraki durak neresi?” diye sordu bana yetişip.
“Bu son teslim atım dı, yani eve d ö n ü y o ru m .”
“Ya da,” dedi soğukkanlılıkla, “ sana b ir kahve ısm arla­
yabilirim .”
M idem heyecan içinde kasıldı. H âlâ ilgileniyor! Peki ya
ben? Baltalı bir katil olabilir. Ya da d ah a k ötüsü.
“Happy hour?” 1 diye devam ettirdi k o n u şm asın ı.
Hâlâ arabam a doğru yürürken ona b a k ara k gülüm sedim .
“Akşam yem eği? K ülahta d o n d u rm a ısm arlay ab ilirim
sana?” Boşta kalan elini d ağınık sa ç la rın a götü rd ü ğ ü n d e
mest oldum.
Halka açık bir yer güvenli olab ilird i, so n u n d a k endim i
bu duruma daha fazla k aptırm am ak için, “ B ir şe y ler içelim
0 hâlde. Bir blok ötede happy h o u r’u çok gü zel b ir b a r v ar,”
deyiverdim.
“Önden buyurun!” L anet olsun, şu g ü lü ş için neredeyse
her şeyi yapabilirdim .
“Kardeşinin hediyelerini arabana k o y m ay a ca k m ısın ? ”
“Yürüyordum ,” dedi om uz silkerek.
“Benim arabam a bırakabilirsin.” L exus S U V 2 arabam ın
bagajını açıp, o fotoğrafları y erleştirirk en kap ağ ı tuttum .

1 Bar, pub ya da restoranlarda, belirli saatler arası, belirli yiyecek ve


içeceklerin daha ucuza satıldığı uygulamaya verilen isim, (ç.n.)
2 Japon otomotiv üreticisi Toyota tarafından üretilen lüks otomobil mar­
kası. ABD’de en çok satan lüks otomobil markalarından biridir, (ç.n.)

20
“ G üzel a ra b a ,” dedi şaşırarak. B ana bakarken kaşlarını
kaldırm ıştı.
“T eşek k ü rler.” B agajı kapatıp arabayı tekrar kilitledik­
ten so n ra k a ld ırım d a n y ürüm eye devam ettik.
L uke, k im sen in onu izlem ediğinden em in olm ak ister­
m iş gibi e tra fın a bak ark en , pilot gözlüğünü beyaz tişörtü­
nün y a k asın d a n çık arıp gözüne taktı, benim suratım asıl­
m ıştı. B e n im le gö rü lm ek ten mi çekiniyor? Eğer öyleyse
ned en beni d a v et etti ki?
O , en sev d iğ im İrlanda barının kapısını benim girebil­
m em için açık tutarken ben hâlâ buna kafa yoruyordum .
G üzel b ir bara gelm iştik.
“ Selam ! C eltic S w ell’e hoş geldiniz.” Genç bir garson
ikim ize de g ülüm sedi, L u k e ’a daha bir dikkatle bakarak.
G özlerim i devirdim . K ız, “Ç ok güzel bir gün,” diye sür­
dürdü k o n u şm asın ı, “ dışarıda mı oturm ak isterdiniz, yoksa
içeride m i? ”
L u k e ’a bak ıy o rd u m ki o hiç duraksam adan ve bana ne
istediğim i sorm adan, “ İçeride,” diye yanıtladı.
“T abii ki, beni takip et yakışıklı.” Kız, beni yok sayıp
L u k e ’a göz kırparak, bizi barın arkasındaki bölüme götür­
dü.
B iz y erleşirken, B ayan Flörtöz, m asada duran happy
hour m enüsünü işaret ederken, tekrar L uke’a sırıttıktan
sonra yanım ızdan ayrıldı.
“B enim le dışarıda görünm ekten utanıyor m usun?” İşin
aslını öğrenm eye kararlıydım .
Luke bir nefes alıp gözlüğünü çıkardı; kocaman mavi
gözleri ortaya çıkm ıştı, dehşete kapılm ış görünüyordu.
K am ım daki kasılm a yavaş yavaş geçiyordu.
“Hayır! Tabii ki hayır, Natalie. Aslında, seninle vakit ge­
çirm ek beni heyecanlandırdı.” Samimi görünüyordu. “Ne­
den sordun?”
“ Şey...” H âlim den m em nun bir şekilde, garson kızın
önüme koyduğu sudan bir yudum aldım. “Biraz şey görü­
nüyorsun...”
“Ne?”
“Birdenbire sessizleştin.“ Ortaya atabildiğim en iyi argü­
man buydu. Kahretsin, bu adam neden beni geriyor böyle?
“Burada, seninle olmaktan m utluyum . Sadece...” Elini
güzel saçlarının arasında gezdirerek kafasını salladı. “ Ben
özel hayatına önem veren bir adam ım .” H ızla nefes alıp
verdi ve parlak mavi bakışlarını bana çevirm eden önce,
âdeta bir çeşit iç çatışm a yaşarcasına gözlerini kapadı.
“Sorun değil.” Teslim olm uş gibi ellerim i havaya kaldır­
dım. “Sadece sormak istedim. E ndişelenm e.”
Rahatlatıcı bir gülüm sem e takınarak, o başka bir şey
söylemeden önce happy hour m enüsüne uzandım . R uh hâ­
lindeki değişim ya da bunun arkasındaki n ed en ler beni ilgi­
lendirmiyordu. Sadece birer içki içip kalkacaktık. C iddiye
alınacak bir şey değildi..
Gülümsedi ve beni Flörtöz G a rso n ’a sipariş verm ek için
gireceğim küçük diyalogdan kurtardı.
Luke kaşlarını bana doğru kaldırıp, “ K üçük hanım ne is­
ter?” diye sordu.
“Ekstra limonlu, tuzsuz, buzlu b ir m arg a rita .” G arson
kızın kızarmış yanaklarını görünce k a şlarım h a v ay a kalktı,
benim sözlerim üzerine not defterine hırsla sip arişim i k a ra ­
layıverdi. Luke çekici bir adam dı, onu n la ilg ilen d i diye kızı
suçlayamazdım am a yine de içim deki ilkel b ir şe y ler kızın
o güzel kahverengi gözlerini çık a rm a k istiyordu.
Üstelik daha benim bile değildi.
Luke kendi kendine güldü. “ İki tan e o lsu n .”
“Elbette. Başka bir isteğiniz?” diye so rd u L u k e ’a, açık
açık beni görm ezden gelerek. L uke, “ H ayır, teşek k ü rler,”
diye m ırıldanm adan önce k ıza g ü ç b ela b ir b a k ış a ta rk en g ü ­
lümsedim.
KRISTEN PR OBY

“ B ö y le b ir g ü n ü n ard ın d an bir m argaritayı hak ettim ,”


d e d im , su y u m d a n b ir y u d u m daha alırken.
“ N a sıl b ir g ü n d ü ? ” L uke öne eğildi, gerçekten ilgili gö­
rü n m e sin e se v in m iştim .
“ P e k â lâ .” D ü şü n ce lere da la r gibi tavana bakarak geriye
d o ğ ru y a sla n d ım . “ B ir düşüneyim . D ün gece iyi uyuyama-
d ığ ım için b ira z ç ek im yapm ak üzere sabah yürüyüşüne
ç ık m a y a k a ra r verdim . B unun üzerine, neredeyse gasp edi­
liy o rd u m .” Y ü z ü m d e im alı b ir korku ifadesiyle yeniden ona
b a k tım . L u k e k a h k ah a attı, hem de oldukça gürültülü bir
k a h k ah a , b e n im k a m ım yine kasıldı. T annm , çok yakışıklı!
“ S o n ra ...? ”
“ S o n ra c e su rc a k a çtım .” G ülüm sedim , o çenesini eline
d a y a m ıştı, a ğ zı k u lak la rın a varıyordu. “Eve gittim, ev arka­
d a şım la k a h v a ltı ed ip biraz uyudum .”
“ S eni ö y le g ö rm ey i çok isterdim .” Gözleri kısıldı, utan­
dığ ım ı h isse ttim .
“ E v a rk a d a şım la kahvaltı ederken mi görm ek isterdin?”
“ H ayır, zek i şey, uyurken görm ek isterdim .”
“ O k a d a r eğ len celi olm adığına em inim .” Garsona içecek
için te ş e k k ü r edip koca b ir yudum aldım. Ah, iyi geldi.
“ E e, ne zam an uyan d ın ?”
“ G e rçe k ten b ü tü n günüm ü öğrenm ek mi istiyorsun?”
“ E vet, lü tfe n .” L uke pipetiyle içeceğini yudumlarken,
d u d a k la rın ı b ü z ü şü n ü izledim . Tanrım.
“ Şey...” Ö ksürdüm , L uke verdiğim tepkiden hoşnut hâl­
de g ü lüm sedi. “ Ö ğlen bir fotoğraf seansı vardı, saat iki ci­
varı bitti. S onra bu yakınlarda bazı teslim atlar yaptım ve an
itibariyle birlikte bir şeyler içm ekten key if aldığım şu hoş
g aspçıyla k arşılaştım .”
“B u son kısm ı çok sevdim .”
Vay canına.
“ Siz bugün n eler yaptınız, beyefendi?” diye sordum, dir-

23
seklerim masanın üzerinde, ilgiyi yeniden onun üzerine çek­
mekten memnun olarak.
“Ne tesadüftür ki dün gece ben de iyi uyuyamadım, bu
yüzden biraz yürümek ve denizin tadını çıkarmak için erken
kalktım/’ İçkisinden içmek için durakladı.
“Mmm hım...”
“Sonra karşılaştığım bu inanılmaz derecede seksi ve güzel
kadına büyük bir kabalık yaptım .” Nefesim kesilmişti, du­
daklarımı ısırdım. Seksi ve güzel? Vay.
Luke’un gözleri dudaklarıma çevrildi.
“Acaba yaptığın bu kabalık için seni affetti m i?” Sesim
fısıltıya dönmüştü.
“Emin değilim, um anm .”“Sonra ne yaptın?”“Bir şeyler
okumak için eve döndüm.”
“Ne tür şeyler okumak için?” M m m , m argaritam çok lez­
zetliydi.
Kaşları biraz çatılmıştı, om uz silkerek, “ İşle ilgili bazı
şeyler,” dedi.
“Öyle mi? Ne iş yapıyorsun?” Bayan Flörtöz’e içkimi ta­
zelemesi için elimle işaret ettim, L uke’a kaşlarım ı kaldırdım,
kafasıyla bir tane daha istediğini onayladı.
“Neden bilmek istiyorsun?” diye m ırıldandı ve birdenbi­
re rengi soldu. Ne bu şimdi? G erçekten seri katil m i yoksa?
Ajan mı? İşsizdi de ona bakacak bir kadın m ı arıyordu? Bu
son düşüncemi hemen attım kafam dan, işsiz olsaydı bu ci­
varda yaşayamazdı çünkü.
“Ya, işte şimdi merak ettim.” Öne doğru eğildim . Rahat­
sız olmuş görünüyordu; ben de bu işkenceye bir son verdim.
“Ama beni hiç ilgilendirmez. Ee, bir şeyler okudun, sonra?”
Rahatladığı fark ediliyordu am a ne iş yaptığını bana söy­
lememesi beni hayal kırıklığına uğratm ıştı.
“Ben de uyudum.”
Gülümserken ona bakıyordum . “B en de seni izlem ek is­
terdim.”
24
IV K IS 1 CİN ^ K U Ö Y

Ah, flö rt etmenin ne kadar eğlenceli bir şey olduğunu


neredeyse unutmuşum!
Kahkaha attı, beni de güldürdü.
“Ardından kız kardeşime doğum günü hediyesi bakın­
mak için alışverişe çıktım ve mükemmel bir şey buldum.”
“Öyle mi? Neymiş o?” Leziz içkimden yudumlayıp bu
flört oyunundan zevk alarak başımı yana eğdim.
“Harika fotoğraflar çeken muhteşem bir yerel sanatçı
var, ben de onun çalışmalarından bazılarım bulma şansını
yakaladım .” Bundan âdeta gurur duyuyor görünüyordu, bu
da bedenim in sıcaklığını artırıyordu.
“Çok güzel.” Başka ne diyeceğimi bilmiyordum.
“ Demek bugün bir fotoğraf seansın vardı?” Vay... Konu­
yu değiştirdi demek.
“Evet.” Eğer konuşm a düşündüğüm şekilde yön değiş­
tirecekse, sanırım bir margaritaya daha ihtiyacım olacaktı.
Onun da bir tane daha isteyip istemeyeceğini sormadan Ba­
yan Flörtöz’e işaret ettim.
Tek kaşını kaldırdı. “Portre fotoğrafçılığı yaptığını dü­
şünm em iştim .”
“Neden böyle düşündün ki?” dedim memnuniyetsiz bir
ifadeyle.
“Bu sabahki olağan dışı karşılaşmamızda öyle söyledin
çünkü.”
“Ah, tabii ya. Geleneksel portre fotoğrafçılığı yapmıyo­
rum .” Hafifçe öksürdüm başka bir soru sormamasını uma­
rak. Barda onun dışında her yere bakıyordum, buna rağmen
sorusunu sorduğunda suratım ekşidi.
“Ne tür portre fotoğrafçılığı yapıyorsun o hâlde?” Kafası
karışmıştı.
Derin bir nefes aldım. Lanet olsun.
“Değişiyor. Müşteriye bağlı.” Yeniden gerilmiştim. Faz­
la kimseye fotoğraf işimin bu yanlarından bahsetmemiştim;
birçok insanı yargılayıcı bulurdum ve açık söylemek gere-
kirse bu, müşterilerim ve benden başka kimseyi ilgilendir­
mezdi.
“Bana bak.” Sesi alçalmıştı ve sinirli geliyordu. Lanet
olsun.
Gözlerinin içine bakıp yutkundum. “Bana söyleyebilir­
sin, Natalie.”
Ah, öylesine... seksiydi ki. Üstelik çok da tatlıydı. Bu
mümkün olabilir miydi?“Belki bir gün anlatırım. Senin
bana ne iş yaptığını söylediğin gün.” Gülümsedim ve m a­
sanın altından ayağına hafifçe vurdum.“Demek başka ‘bir
gün’daha olacak?”
Ah, umarım! “Eğer kartlarını doğru oynayabilirsen.”
“Tam bir şımarıksın, öyle değil m i?”
“Hiçbir fikrin yok, Luke.”
’’Öğrenmeyi çok isterim, Natalie.” Ve işte yine beni kıv-
randıran o ciddi ifade.
“Tam bir çapkınsın, değil m i?”
Luke, kocaman muhteşem gülüm sem esiyle karşılık ver­
di. Ben yeniden gülümserken, üçüncü içkimi bitiriyordum .
Zihnim bulanmaya başlamıştı, alkol almayı bırakm am ın
daha iyi olacağının farkındaydım.
“Bir tane daha,” diyerek Bayan Flörtöz’ü çağırırken
Luke, ben başımı iki yana salladım.
“Suya dönsem iyi olacak.”
“Elbette. Kız arkadaşım ve benim için biraz su, lütfen.”
Fazlasıyla cana yakın garson kız ağır ağır, L uke’un dikkati­
ni çekmek ümidiyle kasten kalçalarını sallayarak uzaklaştı
ama o garson kızı görmezden gelerek bakışlarını üzerim e
dikmişti.
“Ne tür filmlerden hoşlanırsın?”
Efendim? Bana sinemaya gitm eyi mi tek lif edecek?
“Çok fazla film izlemem.”
O güzel kafasını yana eğip, sanki ona güneşin batıdan
doğduğunu söylemişim gibi baktı. “G erçekten m i?”
26
KRISTEN PROBY

“Film izlemek için çok fazla zamanım olmuyor.”


“En sevdiğin aktör kim?” Gülümsüyordu, bunun bir çe­
şit test olduğu hissine kapılmıştım ama kimse ders notlarını
vermemişti bana.
“Şu aralar kim popüler onu bile bilmiyorum.” Arkama
yaslanıp, düşüncelere dalarak dudaklarımı büzdüm. “Er­
genliğimde, Robert Redford hayranıydım,” dedim omuz
silkerek.
Luke sanki kamına tekme yemiş gibi görünüyordu, bir­
denbire utanmaya başladım. Daha sonra bu güzel surat eski
gülümseyen hâline geri döndü, gözleri beni içine alacak ka­
dar yumuşamıştı yeniden. “Neden? O senin için biraz yaşlı
değil m i?”
Kıkırdayarak, “Evet. Ama on beş yaşımdayken onu ve
Barbara Streisand’ı Bulunduğumuz Yol filminde izlemiştim
ve H ubbell’a âşık olmuştum. Rüya gibi bir adamdı. Filmler
pek de ilgimi çekmez. Saçmalıktan öteye gidemeyen çok
fazla film var,” diye cevap verdim.
Luke kahkaha attı. “ Saçmalık?”
“Tabii! Ne zaman başka bir aptal vampir filmi fragmanı
daha görsem, kendimi öldüresim geliyor.”
Yine o memnuniyetsiz bakışıyla önce ban süzdü, sonra
yeniden bana döndü; gözleri kısılmıştı, endişeli bakıyordu.
“Ne? Ne dedim ki?”
“Hiçbir şey. Tahmin edilemez birisin. Yirmi üç yaşın­
da falan mısm?”Neden yaşını bilmek istiyor?“Yirmi beş.
Sen?”
“Yirmi sekiz.”
“Yaşlanmışsın,” diyerek kıkırdadım.
“Harika bir gülümsemen var.” Gözleri mutluluktan par­
lıyordu ve ben üzerimdeki o gerginliği atmış yine kendimle
övünüyordum. Derken onunla eğlendiğimi fark ettim. Ko­
nuşurken zaman nasıl geçti anlamamıştım.

27
Saatimi kontrol ettiğimde soluğum kesildi. Üç saattir bu­
rada oturuyorduk!
“Gitmeliyim,” dedim ona gülümserken. “ Uzun zamandır
buradayız.”
“Güzel biriyle birlikte olduğunda zam an akıp gidiyor.”
Öne doğru eğilip elime uzandığında, artık onun büyüsüne
kapılmıştım. Gözlerim dudaklarına odaklandı, dudaklarını
yalıyordu, bense kıvranıyordum. Neredeyse hızlıca elini
geri çektiğinde, dokunuşundaki sıcaklığı hissedemeyece-
ğim için hayal kırıklığına uğramıştım.
“Katılıyorum,” dedim, yüzüm e yeniden o şım arık gü­
lümsememi yerleştirmiş bir hâlde hesaba uzanırken.
“Ah olmaz. Ben ısm arlıyorum .” Luke hesabı ellerim in
arasından kapıp cüzdanını karıştırm aya başladı.
“Kendi içtiklerimi ödem ek istiyorum .”
Luke bana baktı, gerçek anlam da sinirlenm iş görüntüsü
beni şaşkına çevirdi.“Hayır.”“Peki. Teşekkür ederim .”
“Rica ederim,” dedi gülüm sem esi yeniden yüzünü kap­
larken.
Luke bir yandan faturayı cüzdanına yerleştirirken, biz
kaldırımda yürümeye kaldığım ız yerden devam ediyorduk.
Alelacele güneş gözlüklerini taktı yeniden, gözle görülür
biçimde etrafımızda kim lerin olduğunun farkındaydı. E lim ­
den tutup arabaya doğru yürüm eye başladığım ızda kalbim
hızla çarptı.
Güneş batm aya başlam ıştı, göz kam aştırıcı Puget
Sound’u izliyordum; m asm avi deniz, denizin üzerinde sü­
zülen yelkenliler, dağlar, o an yanım da k am eram ın olm asını
çok isterdim. L uke’a baktığım da çenesi gergindi; kafasını
yere eğdi ve biz hızla yürüdük.
“Hey, yavaş ol,” diyerek hafifçe eline asıldım , bilerek
yavaşladım. “Benden kurtulm ak için m i acele ediyorsun?”
“Hayır, hiç de değil.” Yeniden etrafa bakındı, sonra
adım larını yavaşlatarak bana doğru döndü.
KRISTEN PROBY

“Harika bir günbatımı olacak. Deniz kenarında yürümek


ister misin? Söz, bu defa kamera yok.” Boşta kalan elimi
boş olduğunu göstermek için havaya kaldırdım.
Luke gülümsedi, sonra yeniden etrafına bakındı, ben­
se bakışlarının yönünü takip ettim. Alki Plajı’nın keyfini
çıkarmak için kendini dışarıya atmış bir sürü insan vardı.
Luke kafasını salladı, bir an için çaresiz göründü gözüme.
Arabanın yanında durduk, bana doğru baktığını sanıyor­
dum ama koyu güneş gözlüklerinin arkasından bunu kesti-
rebilmek çok zordu.
“ Kalabalıklardan hoşlanmam, Natalie. Bir çeşit fobi.”
Kafasını tekrar salladı, elini seksi saçlarının arasında gez­
dirdi, elimi bıraktıktan sonra ellerini kalçasına koydu.
“Sorun değil.” Onun adına üzülmüştüm ve onu rahatlat­
mak istiyordum. Daha önce hiçbir erkeği rahatlatmak iste­
memiştim. Daha önce hiçbir erkeğe karşı böyle naif hisler
beslem em iştim. Erkekler her zaman için hoş birer eğlence
ya da en kötü kâbuslarım oldular. Şaşırtıcı olansa, şu an,
onu sakinleştirm ek için uzanıp yüzünü ellerimin arasına al­
mak istiyor olmamdı.
“Hey,” dedim içten bir sesle. “Takma kafana, Luke.”
Bana doğru uzandı, nefes verirken, elini benimkinin
üzerine koyup sıkıca kavradı ve parmaklanma bir öpücük
kondurdu.
Am an Tanrım.
“H aydi,” diyerek bu sevgi dolu anı bilerek yarıda kes­
tim, biraz zam ana ihtiyacım vardı. “Seni eve bırakayım.”
L uke’un ağzı açık kalmıştı.
“Seni bu kalabalığın arasında elinde bu dikkat çekici,
muhteşem fotoğraflarla eve kadar yürütmeyeceğim. Atla
bakalım .”
O çekici, yüzünü kaplayan gülüşünü attı ve yan koltuğa
oturdu.
Ah, Natalie, kendini ne tür bir şey’in içine sokuyorsun?
fylçtin r î i ğBfU üjn/

Luke’un evi, sahilden arabayla kısa sürüyordu, dolayısıyla


hesaplarıma göre, benim evle arasında beş yüz m etreden az
bir mesafe vardı. Üzerinde dem ir kapı bulunan bir yolu ta rif
etti. Görebildiğim tek şey önüm de uzayan tek şeritli yoldu,
ortada ev falan yoktu.
“Şifre 112774,” diye yönlendirdi.
“Vay canına, kapının şifresini verecek kadar güveniyor
musun bana?” Evine gidiyor olm am ın bende yarattığı ger­
ginliği maskelemek için aramızdaki şakalaşm ayı sürdürm e­
ye çalışıyordum.
“Sana ne konuda güvendiğimi bilsen şaşırırdın, N atalie.”
Ona döndüğümde kaşlarını çattığını gördüm . “A slında, ben
de şaşırıyorum.”
Bu yorumunu duymazdan gelip, sol tarafa doğru açılan
kapıdan girdiğimde karşıma çıkan güzel, m o d em evi gö­
rünce nefesim kesildi. Büyük değil, sadeydi ancak Puget
Sound’un manzarası olağanüstüydü, beyaz evin dışı; on­
larca büyük pencereyle, kapının önünde bir çizgi hâlinde
hoş mavi mor ortancalar ve araba yolu boyunca budanm ış
küçük çalılıklarla daha yepyeniydi.
“Vay canına, Luke, evin çok güzel.”
“Teşekkür ederim.” Gurur sesine yeniden yerleşm işti ki

30
bu da evini ne kadar sevdiğinin bir kanıtıydı. Neler hissetti­
ğini anlayarak ona gülümsedim.
Yan koltuk, ön kapıya gelecek şekilde park ettim ara­
bayı, em niyet kem erim i çözmek için herhangi bir hareket
yapmadan bekliyordum . Luke çoktan arabadan inmişti, bir
de baktım ki ön taraftan dolaşarak kapıma uzanıp açtı.
“ Lütfen, içeri gel.” Elini bana doğru uzatmıştı ama ben
duraksadım.
“G itm eliyim ...”
“Gerçekten içeri gelmeni çok isterim.” O çekici gülüm­
semesi yerleşti yüzüne, yelkenleri suya indirdim. “Sana
m anzarayı gösterm em e izin ver. Belki sana akşam yemeği
hazırlarım. Sadece o kadar, söz veriyorum .” Gözleri hay­
lazca parıldıyordu ve ben ona daha fazla karşı koyamadım.
Ona karşı koym ak istemiyordum.
“ Seni m eşgul etm iyorum , değil m i?”
“Hayır, ben özgür bir adamım, Natalie. Haydi.”
Arabayı kapatıp, eline uzandım. Vay. Dokunuşundaki
elektrik hâlâ orada duruyor. Gözlerim onunkilerle buluş­
tuğunda büyüdü. Gülüm semesi kayboldu, dikkatle gözle­
rimin içine bakıyordu. Elimi kaldırıp dudaklarına götürdü,
sonra arkam dan arabanın kapısını kapatıp, sanki her an ka­
çacakm ışım gibi elimi bile bırakmadan evin kapısına kadar
sürükledi.
Poposunu şekillendiren kot pantolonunun kalçalarını
sarışını beğenm em ek elde değildi. Beyaz tişörtü pantolo­
nunun dışına sarkıyor, vücudunu sıkmıyordu ama omuz ve
kol kaslarını mükemmel şekilde sarıyordu. Ona arkadan
sarılmak, burnumu sırtına gömüp, kokusunu içime çekmek
ve onu belirgin köprücük kemiklerinin arasından öpmek is­
tiyordum.
Böylesine yakışıklı olmak yasa dışı olmalıydı. Belli ki
kendine çok iyi bakıyordu. Aniden onun, benim ligimin dı­

31
şında olduğu düşüncesine kapıldım. O, on üzerinden ondu,
bense, sevdiğim spor salonunda kendim e çekidüzen verdik­
ten sonra on üzerinden yedi olabilirsem şanslı sayılırdım.
Biraz popom ve o kadar m ekik çekm em e ya da Yoga eg­
zersizi yapmama rağmen asla gitm eyen ayva göbeğim ol­
duğundan bahsetmiyorum bile. Şişm an olm adığım ı biliyo­
rum, yine de Jules gibi m anken fiziğine de sahip değildim .
Ta ki bugüne kadar, bunu hiç de dert etm em iştim .
Luke kapının kilidini açıp bana döndü, bakışları kusur­
larımla ilgilenmediğini söylüyordu. G ördüğünden gayet
memnun gibiydi, umut içimi kaplam aya başlam ıştı.
“Hoş geldin Natalie. Kendini evinde hisset.” İçeriye gi­
rip, ihtişamlı evini görür görm ez yüzüm ü dolduran bir gü­
lümsemeyle onu takip ettim. Salonu iki kat yüksekliğindeki
tavanı ve kum beji renkli duvarlarıyla genişti. A rka duvar
tamamen camla ve Puget Sound m anzarasıyla kaplıydı.
Mavi-beyaz ve bir parça yeşil renkli m o bilyalar kocam an­
dı. İkili kanepesinde kıvrılıp bütün gün dışarıyı seyredebi­
lirdim.
Odanın içinde geziniyordum , sandaletlerim koyu p arke­
lerin üzerinde ses çıkarıyordu, birkaç dakika pencerelerden
manzaraya baktım. G üneş dağların hem en üstünde iyice
alçalmış, dalgalı m avi denize yansıyordu, küçük beyaz
yelkenliler zarafetle suyun üzerinde süzülüyorlardı. H âlâ
odanın diğer ucunda duran L u k e ’a bakm ak için kafam ı çe ­
virdiğimde ellerini göğsünde b irleştirm iş beni izlediğini
gördüm. Keşke aklından geçenleri okuyabilseydim .
“Ne var?” diye sordum , onun duruşunu taklit edip, V y a ­
kalı kırmızı tişörtüm den göğüs dekoltem i b iraz olsun g ö s­
terecek şekilde ellerim i önüm de birleştirirken.
“Çok güzelsin, N atalie.”
Ah.
Ellerimi indirdim , konuşm ak için dudaklarım ı araladım
KJ11STEN PROBY

ama hiçbir şey söyleyemedim, ben de sadece kafamı salla­


dım ve sağımdaki sevimli mutfağına baktım.
“Çok güzel bir mutfağın var.”
“ Evet.” Basit bir onaylamaydı, Luke yavaşça bana doğru
yürüyordu. Artık gözlerinde o esprili ifade yoktu, bunun adı
arzuydu. Bana duyduğu arzu.
İstedim ama yerimden kımıldayamadım.
“Yemek pişirmeyi sever misin?” Sesim normalden yük­
sek çıkıyordu ve gerginliğim geri gelmişti ama bu gerginlik
korkudan kaynaklanmıyordu. Ondan kesinlikle korkmuyor­
dum am a o benim gözümü korkutmaya çalışıyordu sanki.
“E vet,” diye yanıtladı yeniden bana yaklaşırken, uzun
parm aklı elinin arkasıyla yanağımı okşadı hafifçe. Güçlükle
nefes alıp veriyor, gözlerimi gözlerinden ayırmıyordum.
“M utfağın hakkında konuşmak istemiyor musun?” diye
fısıldadım .
“H ayır,” diye cevapladı fısıldayarak.
“Peki.” Gözlerim i dudaklarına sonra da mavi gözlerinin
içine yönelttim . “Ne hakkında konuşmak istiyorsun?”
“K onuşm ak istemiyorum, Natalie.” Fısıldaşmak ne za­
m andan beri bu kadar çekici olmuştu? Kalçalarım kasıldı
ve aniden vücudum u ateş basmış, ıslanmış ve soluk soluğa
kalm ıştım .
Luke, derin bir mesaj vermek istiyormuşçasına gözle­
rini gözlerinden ayırm adan yüzümü ellerinin arasına aldı.
Ya da belki onayım ı almak istiyordu? Başımı belli belirsiz
geriye çektim , o usul usul dudaklarını benimkilere yaklaş­
tırdı. D udaklarını değdirm eden orada bir süre durakladı, bu
süre bana dakikalar gibi gelmişti, sonra tatlı dudaklarıyla
nazikçe bir öpücük kondurup öylece kaldı. Elimi kaldırıp
kolunun ön kısm ına dokundum, o, öpücüğü daha derin bir
hâle getirm ek ister gibi, dudaklarımın açılıp hafifçe dilimin
diline değm esine beni ikna ederek inliyordu.

33
KAÇ BENİMLE

Tanrım, çok güzel kokuyordu, ne yaptığını bilen tec­


rübeli dudakları karşı koyamayacağım bir uyuşturucu gi­
biydiler. Dudaklarımın kenarlarını ve alt dudağımı hafifçe
ısırıyor, sonra yeniden tamamını istila ediyordu. Tokamı
çıkarıp saçımı açtığında omzuma dökülen uzun, kestane
rengi saçlarımın arasında ellerini yerleştirdi.
“Sen. Çok. Güzelsin,” diye mırıldanıyordu, dudakla­
rımdan ayrılmadan, her bir kelimeyi o güzel öpücüklerinin
arasına sıkıştırarak. Tam anlamıyla kendim den geçmiştim.
Ellerimi omuzlarında gezdiriyor, parm aklarım la saçlarını
karıştırıyordum.
Ah, bu adam çok iyi öpüşüyor!
Öpücüğü yeniden yavaşlatıp, elleriyle kibarca yüzümü
kavrayarak çeneme, yanaklarıma, burnum a, daha sonra da
alnıma küçük öpücükler kondurup derin bir nefes aldı. El­
lerimi omuzlarından - Aman Tanrım, kasları! - kollarına
doğru kaydırıp kolunun ön kısmını kavradım, sersem lemiş
hâldeydim.
Durmasını istemiyordum.
Gözüme inen perde kalktığında, Luke yüzüm hâlâ avuç­
larının arasında nazikçe bana gülümseyerek geri çekiliyor­
du. “Bunu bütün gün yapabilirim.”
Bu müzik de nereden geliyordu? Cep telefonum un çan­
tamın içinden çaldığını fark ettim, vücudum u çevirip, tesa­
düfen yakaladığımız bu özel bağı bozdum. Odaya M aroon
5’ın Payphone şarkısının melodisi yayıldı; ben telefona ce­
vap verirken, Luke’un yüzündeki tebessüm büyük bir gü­
lümsemeye dönüştü.
“Selam, Jules.” Dudaklarımı oynatarak oda arkadaşım
olduğunu söyledim, kaşlannı kaldırdı.
“Nat! Mesajlarıma cevap vermedin. İyi m isin?” Sesi kız­
mış geliyordu, gözlerimi devirdim.
“İyiyim. Mesajlarım görmemişim, özür dilerim. Tele-

34
KRISTEN PROBY

fonum çantamdaydı, duymadım.” Kafamı toparlamaya ça­


lışmak için Luke’tan bir adım daha uzaklaştım, o ellerini
kalçalarına koymuş bekliyordu.
“Akşam yem eği için bir planın var mı?”
“Akşam yem eği mi?”
Luke diğer kulağıma eğilip fısıldadı: “Sana akşam ye­
meği hazırlayacağım.” Göz kırptıktan sonra - göz kırptı!
- mutfağa doğru yürüyüp telefonla konuşmam için beni
yalnız bıraktı.
“Şey, evet, akşam yemeği için bir planım var.” Jules’un
‘Üçüncü Aşam ası’na geçmek üzere olduğumu fark ettiğim­
de biraz ürktüm.
“Aa?” Kusursuz şekil verilmiş kaşlarının havaya kalktı­
ğını tahmin edebiliyordum. Luke duyar diye bu konuşma­
yı daha fazla sürdürmek istemiyordum. Adele’in çalmaya
başladığını duydum, arkamı döndüğümde Luke’un müziği
kapatmak için iPod’unu kurcaladığını gördüm.
“Evet, öyle bir gelişme oldu. Neden sordun? Neler olu­
yor?” Luke şimdi mutfaktaydı, buzdolabını karıştırıyordu,
kot pantolonunun sardığı muhteşem kalçaları görünüyor­
du. Aman Tanrım.
“Bazı iş arkadaşlarımla birlikte akşam yemeğine çıka­
caktık, seni de davet edecektim ama eğer başka planlann
varsa yemekten sonra görüşürüz.” Bir an duraksadı. “Şu
gaspçıyla m ı?”
Nefesim kesildi. Rahat ver Jules! “Belki.”
“Harika! İyi eğlenceler, kendine dikkat et, eğer yapabi-
liyorsan da fotoğraf çek. Görüşürüz.” Telefonu kapattıktan
sonra kendimi ona gülmekten alamadım. Ah, arkadaşımın
şu tasasız tavrına da bak.
“Demek ev arkadaşındı arayan?” diye sordu Luke, iki­
mize de birer kadeh beyaz şarap koyarak. Sevimli flörtözlü-
ğüne m em nuniyetle şaşırarak, koyduğu içkiden bir yudum
aldım.
35
KAÇ ötiNiMLt

“Evet, beni kontrol etmek için aramış.” Hafifçe renk­


lendirilmiş granit mutfak tezgâhındaki bar sandalyesine
oturup mesajlarıma baktım. Üç yeni mesajım vardı, üçü de
Jules’tan.
Selam, Nat, akşam yemeğe gitm ek ister misin?
Nat? Telefonunu aç!
Natalie, rezervasyon yaptıracağım... akşam yem eği?
Hay Allah. iPhone’umu ters şekilde tezgâha koyup bir
yudum şarap içtim. Luke beni seyrediyordu.
“Kusura bakma, kabalık ettim .” Özür dilercesine gülüm ­
sedim. “Mesajlarına cevap vermediğim için endişelenm iş.”
Luke başını iki yana salladı. “Kesinlikle kabalık etm e­
din, Natalie. Ee, alffedo sosunu3 sever m isin?”
Çapkın ses tonuna gülerek karşılık verdim. “A ram ızda
uzun soluklu bir aşk ilişkisi var.”
“Öyle mi?” diyerek kıkırdadı ve bir tutam saçım ı kulağı­
mın arkasına sıkıştırdı. “A lfredo sos çok şanslıym ış.”
Sonra yeniden arkasını dönüp gerekli tencereleri ve m al­
zemeleri erzak dolabından ve buzdolabından çıkardı. M ut­
fakta çok... yetenekliydi.
Tezgâhtaki kaosu bir düzene sokm ak için döndüğünde,
beni, onu seyrederken görüp tebessüm etti. “N e düşünüyor­
sun?
“Mutfakta gayet yeteneklisin.”
“Aa, teşekkür ederim.” İhtişam lı bir reverans hareketi
yaparak beni güldürdü.
“Yemek yapmayı kimden öğrendin?
“Annemden.” Tencereye kaynam ası için bir sürahi su
koydu ve peyniri rendelemeye başladı.
“Sana nasıl yardım edebilirim ?”
“Bütün güzelliğinle orada oturabilirsin.”
3 Temeli tereyağı ve parmesan peynirinden oluşan geleneksel Italyan
soslarından biri, (ç.n.)

36
KRISTEN PROBY

U tançtan yüzüm kızardı. “Ciddiyim , yardım etmek isti­


yorum .”
“ Peki, sen peyniri rendele, ben de mutfağı düzenleye­
yim .”
Sevinç içinde ada m utfağın kenarına geldim, rahatlık
içinde m utfakta bir o yana bir bu yana gezinen Luke’u iz­
lerken peyniri rendelem eye başladım. Ağzımı sulandıran
kızaran tavuğun kokusu m utfağı kısa sürede kapladı. Luke
arkam a geçip, peyniri kontrol etmek için kollarıyla beni
çevreledi, tam anlam ıyla dokunm uyordu.
Tenim ateşler içindeydi. Dokun bana! Sar beni! Ama
yapm ıyordu; çabucak geri çekildi, bedenim yoksunluktan
neredeyse titriyordu.
En son ne zam an bir erkeğe böylesine bir fiziksel çekim
duyduğum u hatırlam ıyorum . Bu biraz korkutucuydu ama
bir o kadar da eğlenceliydi.
“Tam am , sanırım artık servise hazırız. Makarnayı süze­
bilir m isin?” O sosu bitirirken keyifle ona yardım ediyor­
dum, k am ım guruldam aya başlamıştı.
M m m m ... Yemek pişirebilen seksi bir erkek!
Luke tabakları, çatal bıçakları ve peçeteleri çıkardı. “Dı­
şarıda yiyelim , m anzaranın keyfini çıkarırız.”
“H arika fikir.” M asayı hazırlarken gülümsüyordum, şa­
rabım ızı alıp salonun önündeki verandaya çıkardım. Veran­
da olağanüstüydü. Kırm ızı ve kahverenginin sıcak tonları
kullanılm ış, altı kişilik bir masa ve dışarıya uygun buzdo­
labı, lavabo, küçük bir mutfak tezgâhı ile kocaman paslan­
maz çelik bir ızgara vardı.
O turduk, biraz önceki öpüşmemizin üzerimde yarattığı o
gerginlik yok olmuştu, kurt gibi acıkmıştım.
“Acıktın m ı?” diye sordu, aklımı okuyormuşçasına.
“Ölüyorum !”
“Hemen başla o zam an.”

37
Bir ısırık alıp gözlerimi kapadım. “Mmm... Çok lezzetli.”
Peçeteyle ağzımı silerken güldüm. Luke’un gözleri par­
lıyordu, şarabından bir yudum alırken gülümsedi.
“Beğendiğine sevindim.”
“Demek,” dedim bir ısırık daha alarak, “yem ek pişirm e­
yi sana annen öğretti.”
“Evet, yanından taşındıktan sonra bütün çocuklarının
kendi ayakları üzerinde durmaları gerektiğini söylerdi her
zaman.” Tavuğu bıçağıyla keserken onu izledim.
“Kaç kardeşin var?”
“Bir erkek kardeşim, bir de kız kardeşim var.”
“Senden büyükler mi, yoksa küçükler m i?” diye sor­
dum. Tanrım, bu adam yemek yapabiliyor.
“Kız kardeşim benden büyük, erkek kardeşim ise k üçük.”
“Ne iş yapıyorlar?”
“Samantha, kız kardeşim, Seattle M ag azin e’de editör.”
Luke’un gözleri gururla parlıyordu. “M ark da kolej eğ iti­
mini Alaska’da balıkçılık yaparak harcıyor.”
“Sen bu durumu pek onaylam ıyorsun sanırım .” K aşım ı
kaldırarak şarabımı içtim.
“Yani, o daha çok genç. Başında kavak yelleri esiyor,”
dedi omuz silkerek.
“Annenle baban?” Ailesinden bahsetm esi h o şu m a g it­
mişti. Onları sevdiği çok açıktı.
“Redmond’da yaşıyorlar. Babam , M ic ro so ft’ta çalışıyor,
annem ise ev hanımı,” derken boşalm ış tab a ğ ım a g ö zü ta ­
kıldı.
“Çok lezzetliydi, teşekkür ederim .” S andalyem e y a sla ­
nıp bacaklanmı uzattım.
“Rica ederim.” Utangaç gülüm sem esiyle ö y lesin e genç
görünüyordu ki. “Biraz daha ister m isin?”
“Ah, hayır, doydum ,” G öbeğim i okşayıp d enize d o ğ ru
bir bakış attım. “M anzara harika.”
KRISTEN PROBY

“E vet, öyle.” B akışlarım ı ona çevirdiğim de, onu bana


bakarken buldum . Y anaklarım kızardı.
“ İltifat etm eyi seviyorsun.”
“ İltifat etm eye değersin çünkü.”
G ülüm sedim .
B aşını yana doğru eğip, elim i ellerinin arasına aldı ve
dudaklarına götürdü. K alçalarım ın kasıldığı o öpücükten bu
yana, ban a ilk dokunuşu buydu ve bu dokunuşunun sıcaklı­
ğıyla iç geçirdim .
“Ç ok güzelsin, N atalie. N eden buna inanm ıyorsun?”
A ptala dönm üştüm . D aha önce hiç kimse güvensizlikle­
rimi yüzüm e vurm am ıştı, çünkü hiçbir zam an onları göster­
m em iştim . O m u z silktim .
“ B öyle dü şü n d ü ğ ü n e sevindim .”
C evab ım d an hoşnut olm am ıştı am a üzerim e gelmedi.
“Ö yle d ü şü n ü y o ru m .”
“K eşke k am eram yanım da olsaydı.” Bunu sesli söyledi­
ğim i fark etm em iştim , onun gerildiğini hissettim.
“N e d en ? ” Sesi soğuktu, gözleri ise buz gibiydi.
“ M anzara y ü z ü n d en ,” diyerek denizi gösteren bir işaret
yaptım . “ H arika b ir fo to ğ raf olurdu.”
R ahatlayıverdi. “ Belki bir gün fotoğraflayabilirsin.”
“ D em ek b aşka ‘bir g ü n ’ daha olacak.” Karşılıklı gülüm ­
sedik.
“B ir g ü n ,” diye tekrarladı, içten içe sersemlemiştim. Ve­
randasında rü zg âr estiğinde biraz ürperdim . Güneş batmış­
tı, gökyüzü m or ve turuncu renklere bürünm üştü ve hava
soğum aya başlam ıştı.
“Ü şüdün m ü?” diye sordu.
“H ayır, iyiyim .”
“ E m in m isin?”
“ Biraz üşüdüm am a içeri girm ek istem iyorum .”
“ B irazdan dönerim ,” diyerek ayağa kalktı ve kirli tabak­
larım ızı topladı.
“Hey, ben temizlerim. Yemeği sen yaptın.”
“Saçmalama. Sen benim misafirimsin, Natalie. Üstelik
sabahlan bu işlerin birçoğunu yapan bir yardım cım var.
Otur. Burada kal.” Ciddi bir bakışla beni yerim e çivileyip
içeri doğru yöneldi.
Ne kadar da otoriter. Sanırım bundan hoşlanmıştım.
Daha önce kimse bana karşı böyle otoriter olma cüretini
gösterememişti. Eğlenceliymiş.
iPod’tan gelen müziğin A dele’den, daha yum uşak ve
blues esintileri taşıyan bir şarkıya geçtiğini duydum , birkaç
dakika sonra yeşil polar bir battaniye ve iP hone’um la geri
döndü.
“Telefonunun ışığı yanıyordu, bakm ak istersin diye dü­
şündüm.” Telefonumu bana verdi am a ben daha bakam adan
elini bana doğru uzattı.
“Benimle gel.”“Nereye gidiyoruz?”
“Hemen şuraya.” Verandanın köşesine yakın iki kişilik
yumuşak bir kanepeyi işaret ediyordu. E lini tuttum , kane­
peye kadar o önde ben arkada yürüdük, y astıkların içine
gömülerek oturdum. Yanıma yerleşip ikim izin de üzerini
getirdiği battaniyeyle örttü. K olunu om zum a attı.
“Bu çok hızlı oldu.” Böyle kollarını arasında olm ak g ü ­
vende hissettirse de, tedirgin bir şekilde m avi gözlerin e b a ­
kıyordum ama yine de orada olm ak istiyordum .
“Bu hoş m anzaranın tadını çıkarıyoruz sadece, N a talie.”
Beni kendine çekip, elini om zum dan aşağı bıraktı, ben o m ­
zuna yaslanmıştım. Telefonu elim de tuttuğum u h atırladım ,
battaniyenin altından çıkarıp, L u k e ’tan saklam a gereği d u y ­
madan bakmaya başladım .
Selam tatlım, bu akşam bir p la n ın va r m ı?
Gönderen G rant’ti, bir süredir seks yap m am ıştık , eğer
ikimiz de sarhoş ya da yalnızsak, zam an zam an, b irb irim i­
zin ihtiyaçlarını karşılardık. O ndan h a fta la rd ır h a b er ala-
mamıştım ve tabii, tam da şu an yazmalıydı, ben bu ateşli
adamın kollarının arasında kıvrılmışken.
Lanet olsun. Lanet olsun. Lanet olsun. Luke gerildi ve
bense korkuyla olduğum yere sindim ama telefonu hâlâ gö­
rüş açısından uzaklaştırmadan cevapla tuşuna bastım.
Evet, b ir plan ım var. Üzgünüm.
Luke rahatlamamıştı, kızdığını biliyordum. Kahretsin.
Grant neredeyse anında cevap attı.
P eki y a r m ?
Ü zgünüm Grant, ilgilenmiyorum.
Peki, h o şça kal Nat.
Telefonum u cebime koyup hiçbir şey söylemeden başı­
mı yeniden L uke’un omzuna yasladım. Ne diyebilirdim ki?
Luke derin bir nefes aldı, bir süre hiçbir şey söylemeden,
daha sıkı sarıldı. Nihayet ona bir bakış attım.
“İyi m isin?”
“N eden olm ayayım ?”
H ım , bilm em . Sorm ak istedim.” Son iki kelime dudakla­
rım dan fısıltı hâlinde dökülmüştü. Bana kızmış görünüyor­
du am a ben yanlış b ir şey yapmamıştım. Adama ikilemesini
söyledim .
B irdenbire duraksadı ve cebinden iPhone’unu çıkardı.
“T elefon num aran kaç?”
B üyüyen gözlerim gözlerinin içine baktı, o kaşlannı
kaldırdı. H ızlıca num aram ı söyledim, telefonuna kaydetti.
“ Soyadın n e?”
“C onner.” A dım ı ve numaramı yazmayı bitirdiğinde,
gözlerim i kapadım ve o telefonunu kurcalamaya devam
ederken ben, onun o tem iz kokusunu içime çektim.
T elefonum cebim de titriyordu.
0 3 ö lü /* n /

Telefonu bulup, battaniyenin üzerine çıkardım.


“Vay canına, şuna bak, bir yeni m esajım var! A caba kim ­
den geliyor?” dedim tepkisiz bir surat ifadesi takınarak ona
bakıp, sonra tatlı tatlı gülümsedim.
Luke kahkaha attı. “Bence bakm alısın.”
“Ah, iyi fikir,” diyerek kendi kendim e güldüm ve tele­
fonumun kilidini açmak için ekranı sağa kaydırıp, tanım a­
dığım bir numaradan gelen mesajı açtım. L iseli kızlar gibi
çığlık çığlığa bağırmak istiyordum am a yalnızca sade bir
gülümsemeyle mesajı okudum.
Selam, Natalie, numaramı kaydet. B undan sonra ç o k sık
göreceksin. - Luke Williams
Ona bakıp gülümsedim ve num arasıyla adını rehberim e
kaydettim.
“Ee...” Yüzündeki gülümsem e yerini yeniden ciddiyete
bırakmıştı. Kolunun altından çıkıp ayağım ı diğer b acağ ı­
mın diz kısmının altına sıkıştırıp, zihnen kendim i ciddi bir
konuşmaya yapmaya hazırlayarak, vücudum u ona doğru
döndürdüm.
“Ee?”
“Ee,” dedi, neredeyse ihtiyatla yüzüm e bakarak. “G rant
de kim?”
“Sadece bir arkadaş,” diye yanıtladım om uz silkerek.
Kaşlarını kaldırdı. “Bu arkadaşça bir mesaj değildi, Na-
talie. Ben bir erkeğim, aradaki farkı biliyorum.”
Korkudan sinmiştim, kararmaya başlayan denize bak­
tım.
“Bana bak.” Sesi sertti, bakışlarımı ona çevirdim.
“Sadece bir arkadaş, Luke. Evet, geçmişte fiziksel bir
ilişkimiz oldu. Am a çok önceydi.”
“Ne kadar önce?”
“Birkaç ay.”
“Kaç ay?”
“Geçen sonbahardan beri.”
“Başkaları da var m ı?”
“Bu neden seni ilgilendiriyor ki?”
“Çünkü, evim e çağırdığım ilk kadınsın ve tek düşüne­
bildiğim o güzel vücudunu çırılçıplak görmek ve seni ken­
dimden geçerek becermek istiyorum. Herhangi bir rekabet
olup olm adığını bilm em gerek. Ben paylaşmam, Natalie.”
Gözlerinden alev fışkırıyordu, ağır ağır nefes aldığı için du­
dakları hafif aralıktı ve yumruğunu sıkıyordu.
Bir şeyler söylem ek için ağzımı açtım ama sonra kapat­
tım. A m an Tanrım, beni becermek istiyor. O zaman, önden
buyurunuz otoriter adam.
“Paylaşm ayacağını söyleyerek zaten senin olduğumu
kastediyorsun, Luke.”
“Değil m isin?” diye fısıldadı.
Bu çok fazlaydı. Bu adamı yirmi dört saatten az bir
süredir tanıyordum ve ona ait olmamı istiyordu! Bir tara­
fım E vet! diye haykırıyordu ama diğer mantıklı tarafım ise
o çirkin kafasını kaldırıp iki yana sallayarak katiyen Ha­
yır! diyordu.
Hiç beklenm edik şekilde, battaniyeyi üstümden atarak
ayağa kalktım.
“Bak, Luke...” O da aniden ayağa kalktı, çenemin altın­
dan tutup bakışlarımı bakışlarına kilitledi.
43
“Soruma cevap ver, lütfen.” Dokunuşu nazikti, ancak
bakışları vahşiceydi ve bu bana, daha önce hiç tatmadığım
bir şekilde çekici geliyordu.
“Başka kimse yok,” diye mırıldandım.
“Şükürler olsun.” Ve dudaklarımız birleşti, ancak benim
arzuladığım o tutkulu coşkunluk yerine, dudakları sanki
ağzımı ezberlemeye çalışıyormuşçasma kibar ve duyar-
lıydı. Çenemi tutmayı bırakıp bir eli saçlarıma dolanm ış­
ken, diğeri de belimde gezinerek beni kendine çekiyordu,
vücudum vücuduna değerken, boğazım ın derinliklerinden
inildiyordum. Göğsü ve kamı kaslıydı. Kollarımı vücuduna
dolayıp onu kendime çektim, ellerim i sırtında k enetlem iş-
tim.
Cesurca bir hareketle dudaklarını ısırıp nazikçe emdim.
Gözleri aniden açılıp benimkilerle buluştu, o da dilini hoş
bir ahenk içinde ağzımın içine kaydırdı. N efeslerim iz bir­
birine karışmıştı, ellerim sırtında, bana doğru hareket etti­
ğinde güçlü kaslarının kasıldığını hissederek bir aşağı bir
yukarı gidip geliyordu.
İki eli de kalçalarıma inmişti artık ve dudağım ın kena­
rından boynuma kadar ısırırken, sertçe sıkıyordu.
“Tanrım,” dedim başımı ona doğru eğerek, boynum dan
çekilmeden bana gülümsediğini seziyordum .
“Harika kalçaların var, N at.” A rtık daha sıkı çekiyordu
beni kendine, pantolonundaki hareketlenm eyi k am ım ın ci­
varında hissediyordum artık. Ellerim i kalçalarına indirdim .
“Senin de öyle, Luke.” Sesim soluk soluğa çıkıyordu,
beni biraz uzaklaştırdı, gözleri arzu ve şehvetle cam gibi
olmuştu, tıpkı benimkiler gibi.
Lanet olsun, bu adamı istiyorum.
Ellerimiz hâlâ birbirim izin sırtında, kalçalarındaydı. Son
bir kez daha kalçalarını sıktıktan sonra ellerim i düşünm eden
tişörtünün altından çıplak tenine dokunup gülüm sediğim de
KRISTEN PROBY

nefesi kesildi. Güzel mavi gözleri benimkilere bakıyordu,


bense parmaklarımı esnek boxerıyla teninin arasından içeri
sokup pantolonunun ön tarafına doğru ilerledim.
Ansızın ellerini ellerimin üzerine koyup gözlerini gözle­
rimden ayırmadan beni durdurdu. İki elimi alıp dudakları­
na götürdü ve her bir parmağımı tek tek öpüp geri çekildi,
sonra da uzaklaştı. Etrafımızda esen soğuk rüzgâr âdeta bir
tokat gibiydi, kafa karışıklığı ve hüsran içinde, reddedilme­
nin acısını tadarak somurttum.
Bu neydi şimdi?
“Neden durdun?” Sesimdeki acıyı duyabiliyordum, ök­
sürdüm.
“Nat, asla durm ak istemiyorum...” Ona doğru bir adım
attım ama o geri gitti ve teslim olur gibi ellerini kaldırdı.
“Luke...”
“Nat, biraz yavaştan alalım.
İyi de erkeklerin istediği bu değil miydi?
“Eğer benim hakkımdaki fikrin değiştiyse...” Cümlemi
bitirmeden karşımda dikildi, yüzümü avuçlarının arasına
alıp gözlerini gözlerime dikti, o vahşi ifade hiçbir yere git­
memişti.
“Beni dinle, Natalie. Fikrim değişmedi. Seni istiyorum.
Sen güzel, akıllı ve akıl almayacak kadar seksisin ama hızlı
gitmek istem iyorum .”
“Kafam çok karıştı.” Gözlerimi kapatarak kafamı salla­
dım.
“Hey.” Yeniden gözlerine baktım, elleriyle çenemi ok­
şarken bana gülümsüyordu. “Yavaş olalım.”
“Yavaş olmaktan anlamıyorum ben, Luke.”
Suratı düştü ve fısıldadı. “Ben de anlamıyorum, işte bir­
likte öğreneceğiz.”
Hayal kırıklığına uğramıştım, bedenim şiddetle onu isti­
yordu ama sözleri beni kendimden geçiriyordu.

45
“Ee, seks yok mu yani?” Bu kadar mı?” Sesim şekeri
elinden alınmış bir çocuk gibi çıkıyordu.
“Bu gece yok,” dedi gülümserken. Derin bir nefes aldı,
alnımdan öpüp elimi tuttu. Ben battaniyeyi aldım ve içeri
girdik. İçeride hâlâ müzik çalıyordu.
Battaniyeyi ellerimin arasından alıp sağ tarafımda duran
uzun mavi koltuğun üzerine fırlattı. “Dolaşmak ister mi­
sin?”
Ben şu ‘seks yok’ yorumu üzerine sinirliydim ama evi­
nin geri kalan kısmını dolaşma fikri beni biraz neşelendirdi,
teklifini kafamla onayladım.
Parmaklarını parmaklarımın arasından geçirdi. “B ugün­
kü turumuza katıldığınız için size teşekkür ederiz, Bayan
Conner, burada bizimle olduğunuz için çok m em nunuz.”
Bu tur rehberi sesine oldukça güldüm , biraz olsun gevşe­
miştim. Beni güldürmeye çalışıyordu.
“Mutfağı zaten gördün.”
“Mutfağı sevdim.”
Gülümseyerek, banyoyu ve boş bir odayı gösterip beni
koridora doğru sürükledi. K oridorun sonunda kapalı başka
bir kapı daha vardı, ama onu geçip, “B ir tür depo şim dilik,”
dedi.
Tekrar salona yönlendik, m erdivenlerden yukarı, daha
fazla yumuşak m obilyalı, televizyon odası olarak kullandı­
ğı geniş tavan arası bölüm üne çıktık. G eniş ekran televiz­
yonun asılı olduğu duvar kocam andı, kendim i gülm ekten
alıkoyamadım.“Bu kadar kom ik olan n e?” dedi televizyona
bakarak, ben kıs kıs gülüyordum .
“Erkekler ve onların devasa televizyonları.”
Kendi kendine güldü ve beni başka b ir boş oda ve b a n ­
yoya götürdü. Tavan arası bölüm ünün tam karşısında, m an­
zarayı tam amen gören boydan boya pencere kaplı yatak
odası vardı. Yeşil, m avi ve bej tonlarının hâkim olduğu
KRISTEN PROBY

kocaman mobilyalı, geniş bir odaydı. İnanılmaz derecede


huzurluydu.
Yumurta şeklinde, duştan ayrı duran küvetiyle başlı başı­
na bir oda sayılan banyosu harikaydı.
G iyinm e odasını gösterdiğinde keyifle gülümsedim.
“Kadınlar ve onların dolapları,” derken gülüyordu, ben
de.
“Bu, arkadaşım, mükemmel bir dolap.”
“Evet, öyle.” Beni onaylayarak elimi sıktı, daha sonra
yeniden yatak odasına, oradan da merdivenlerden inip sa­
lona geçtik.
Aniden rahatsız hissettim, fikrimi değiştirmeden, usul­
ca elini bıraktım, kollarımı beline dolayarak parmaklarımı
birbirine kenetleyip sarıldım. Kollarıyla omuzlanmı sarıp
kokum u içine çekerek saçlarımı öptü.
“Yemek için teşekkür ederim,” diye fısıldadım göğsüme
doğru.
“H er zam an.”
“Tur için de teşekkür ederim.”
G ülüm sem esini kafamın üzerinden hissedebiliyordum.
“H er zam an.”
“Telefon num aram verdiğin için teşekkür ederim.”
Güldü, geri çekildi. “Aramanı tavsiye ederim.”
“A rayacağım .” Kollarının arasından sıyrılıp çantamı al­
dım. A rtık eve gidip bu hoş ve seksi adamı düşünme vaktiy­
di. O nunlayken hiçbir şey düşünemediğim kesindi.
A rkam dan arabam a kadar eşlik etti, bagajdan fotoğrafla­
rı alıp içeri bıraktı, sonra arabamın kapısını açmak için geri
döndü.
“Eve sağ salim varınca haber ver.” Evinin ışıklarının
gölgesi yüzünde oyunlar oynuyordu, ışık muhteşem gözle­
rinden yansıyordu.
“Pekâlâ, otoriter adam ,” diyerek ona gülümsedim.

47
“Otoriter?” Düşünür gibi dudaklarını büzdü sonra güldü.
“Belki bir parça otoriter.”
Eğilip yalnızca dudaklarıyla hafifçe dokundu. “İyi gece­
ler, güzellik.”
“İyi geceler.” Aklım başımdan gitti! Vay be, dudakları
nefis. Arabama binip emniyet kemerimi bağlam am a yete­
cek kadar aklım kaldığı için şanslıydım. Kapısının eşiğine
kadar gitti, ben yola koyulurken bana el salladı.
Vay canına.

Çantamı girişteki küçük masaya, anahtarlarım ı ise üze­


rinde duran küçük kâseye atıp telefonum u aram aya koyul­
dum. Araba kullanırken titrediğini duym uştum , kim oldu­
ğunu gayet iyi biliyordum.
“Nat, sen misin?” Jules’un girişle oturm a odası arasın­
daki parkenin üzerinde keskin bir sesle tıkırdayan topuklu
ayakkabılarının sesini işittim.
“Evet, ben geldim.”
Bugün için teşekkür ederim. Lütfen eve vardığında haber
ver. - Luke
Gülümsedim, sersemlemiş hâlde bir aşağı bir yukarı zıp­
lamak geliyordu içimden.
“Güzel geçti sanırım?” dedi Jules elleri kalçasında, sarı
saçlı kafası, parıldayan yüzünü kaplayan bir gülüm sem eyle
yana doğru eğilmişti. Kızılcık renkli elbisesi ve işten kalm a
topukluları hâlâ üstündeydi, uzun saçlarını arkasında top­
lamıştı.
“Ah, evet, güzel geçti.”
“O kadar da gaspçı değildi ha?”
“Hayır,” diyerek kıkırdadım. “Çok tatlı. Ayrıca Jules,
Aman Tanrım, çok çekici.” Dudaklarımı endişe içinde ısır­
dım ama o aklımı okuyordu.
48
KRISTEN PROBY

“O sana fazla değil, Nat ” Kaşlarımı çatarak baktım.


“Onu kastetmemiştim.”
Gözlerini devirdi. “Ama bunu düşünüyordun. Sen de çe­
kicisin, Nat. Takıl. Onunla ilgilendiğin için çok şanslı. Bu
durumun çok sık yaşanmadığını ikimiz de biliyoruz.”
“ Evet, beni de endişelendiren bu.”
Ona gittiğimiz İrlanda barından ve benimle dışarıda ol­
maktan ne kadar rahatsızmış gibi göründüğünden, ancak
evine gittiğim izde ne kadar rahatlamış olduğundan bah­
settim. Tarihe geçmiş en iyi öpücükten ve gün batımını da
anlattım.
Jules lafımı kesmeden ya da her zamanki gibi kıkırda­
yan ve yerinde duramayan hâlinden eser olmadan sabırla
dinledi. Yalnızca gülümsüyordu, aniden beni kendine çekip
sarıldı.
“ İyi bir adamı hak ediyorsun, Natalie. Bu defa kaçma.
Keyfini çıkar. Gerçekten.” Ona yaslanmıştım, her an ağla­
yabilirdim ki bu benim için utanç verici bir şey olurdu.
“Onu bir daha ne zaman göreceğimi bile bilmiyorum.”
Geri çekilip sırıttı. “ İçimde bunun için çok da beklemene
gerek kalm ayacağına dair bir his var. Sana tutulmuş gibi.”
İşte, benim tanıdığım Jules!
Gülüm sedim , ayakkabılarımı ayağımdan fırlatıp çıkar­
dım. “Yatmaya gidiyorum. Olaylı bir gün oldu.”
“Tamam, iyi geceler tatlım.” Hızlıca yine sarıldı ve ben
eve gelmeden önce ne yapıyorduysa ona devam etmek için
oturma odasına geri döndü.
M erdivenleri tırmanıp doğruca banyoya attım kendimi.
Makyajımı temizleyip, dişlerimi fırçaladım ve aynada bir
süre kendime baktım. Dudaklarıma dokundum. Luke’un
öpücüklerinden dolayı hâlâ hassaslardı. Yanaklarımda bir
parlaklık vardı, gözlerimde de. Topuzumu çözüp saldığı
koyu saçlarım darmadağındı, bu da seksi bir hava katmıştı
onlara.
49
DCIMIVILC

Kalçalarımla ilgili yorumunu hatırlayınca, arkamı dönüp


dikkatle inceleyerek baktım. Her zaman popomun fazla bü­
yük, yuvarlak, çıkık olduğunu düşünmüştüm. Evet, kesin­
likle yusyuvarlak bir popom vardı. Sanırım Luke yuvarlak
popodan hoşlanıyordu. Kendi kendime gülüm sedim , üze-
rimdekileri tamamen çıkarıp, mesajına cevap yazm ak için
yatağa girdim.
Hayır, asıl ben SANA teşekkür ederim bugün için. Nere­
deyse gasp edilmeme rağmen güzel vakit geçirdim. Evde­
yim ve yatağıma kıvrıldım. - Nat.
Bu flörtöz cevaptan memnun bir şekilde, gülümseyerek
yastığıma gömüldüm. Birkaç saniye sonra telefonum titredi.
Sağ salim vardığına sevindim. Yarın için planın ne?
Vay! Alelacele ‘cevapla’ tuşuna bastım.
Yarın toplantım yok, Snoqualmie Şelalesi 'ne biraz fo to ğ ­
ra f çekmeye gitmeyi düşünüyordum. Senin planın ne?
Titrediğini görene kadar telefonum a baktım.
Seni kaçta alayım ?:)
Kendine oldukça güveniyor, değil m i? G ülüm sem em i
durduramıyordum, yazacağım cevabı düşünürken yatakta
yan döndüm.
Güvende olacak mıyım? Yanımda m akinem de olacak ve
bunun seni sinirlendirdiğini biliyorum. O ldukça hazırcevap
olduğumu düşünerek kendi kendim e kıkırdarken, telefo­
num çaldı, arayan oydu.
“Selam.”“Bu sabah için beni affettiğini sanıyordum .”
Sesi sinirli geliyordu. Bu da neydi?
“Esprili olmaya çalışıyordum, Luke. Ü zgünüm , sanırım
mesajlaşmak flört için uygun bir yöntem değil,” dedim göz­
lerimi kapayarak.
Derin bir nefes aldı. “Hayır, özür dilerim . Yarın sana ka­
tılmamda bir sakınca var m ı?” Tanrım , seksi bir sesi vardı
ve umut dolu geliyordu. Nasıl hayır diyebilirdim ?

50
KRISTEN PROBY

“Memnun olurum. Sabah on diyelim mi?


“Benim için uygun.” İçi rahatlamıştı, göğsümde yine o
baş döndürücü his beliriverdi.
“Sana adresi mesaj atarım.”
“Tamam,” diyerek nefes aldı. “Yani şimdi yataktasın?”
Vay, işte işler şimdi iyiye gitmeye başladı! Gülümseyip
sırtüstü uzandım. “Evet. Sen?”
“ Ben de.”
“Uzun bir gün oldu.” Onu, o büyük, gösterişli yatağın­
da çarşafların altında çırılçıplak hayal ettim, ağzım kurudu
birdenbire.
“Evet.” Yatağında dönüyormuş gibi hışırtılar işitiyor­
dum.
“Umarım bu gece daha iyi uyursun.”
“Ben de.” Sesinden gülümsediği anlaşılıyordu.
“Geceleri uyum akta neden güçlük çekiyorsun?”
Uzun bir sessizlik oldu, tam manasıyla derin bir sessiz­
lik, telefonun kapandığını sandım.
“Luke?”
“Buradayım ,” dedi yeniden gülümseyerek. “Çok fazla
uykuya ihtiyaç duymuyorum. Ya sen? Bugün neden o kadar
erken kalktın?”
Cevabı beni yeterinde tatmin etmemişti ama üsteleme­
dim.
“Birkaç yıldır uykusuzluk hastalığından muzdaribim.
Genellikle orada burada sadece birkaç saatliğine uyurum.”
“Bu çok kötü,” diye iç geçirdi.
“ Evet, ama sabahın ilk ışıklarından yararlanabiliyorum
böylece.”
“Bir çeşit işkoliksin, öyle değil mi Natalie?” diyerek
bana güldü!
“Hayır, sadece yaptığım işten zevk alıyorum.”
“Bu gece yatarken ne giyiyorsun?” Ups! Konuyu değiş­
tir!
51
K A Ç BENİMLE

“İyi geceler, Luke.” Sesimde gülüm sem e vardı.


“Tatlı rüyalar, Natalie. Yarın sabah görüşürüz.”
Telefonu kapattı ve on saniyeden kısa bir süre içinde m e­
saj attı.
Yarın seni görmek için sabırsızlanıyorum , b ir gün d e y a ­
tarken ne giydiğini görm ek için.
Ah, onun büyüleyici olduğunu söylerken hedefi tam on
ikiden vurmuşum.
İşte, yine o ‘bir gün ‘iması! Yarını ben d e ip le çekiyorum .
Bu gece iyi uyu yakışıklı, yarın buna ih tiyacın olacak. :)
Öptüm.
İki yıldan fazla bir süredir ilk defa çabucak uykuya dal­
dım, sakin rüyalar gördüm ve güneşle beraber uyandım .
P jS e ^ r ır A / P /iö lw m /

Kahretsin! Geç kaldım!


Luke beni almak için her an burada olabilirdi ve ben hâlâ
kamera ekipm anlarım ı, çantamı ve sandaletlerimi almak
için evin içinde dört dönüyordum. Kapı çaldığında saçları­
mı atkuyruğu yapıyordum.
Lanet olsun!
“Selam .” Kapıyı açar açmaz gülümsedim ama sonra ha­
rika görüntüsü karşısında ağzım açık kaldı. Koyu san saç-
lan duştan çıktığı için hâlâ ıslak ve alabildiğine dağınıktı,
yakasına iliştirilm iş güneş gözlüğüyle basit bir gri tişört ve
haki renk kargo bir pantolon vardı üzerinde.
Tatlı.
Bana gülüm serken, mümkün olamayacak kadar mavi
gözleri parlıyordu. “Selam, güzellik. Kırmızılar içinde ha­
rika görünüyorsun.”Yanaklanmın yandığını hissettim. Bu
kolsuz bluzum u seviyordum, bunu popomu saran kot şor­
tumla giym eye karar vermiştim. Sadece onun için.
“H azır m ısın?”
“N eredeyse.” İçeri girebilmesi için bir adım geri çekilip
kapıyı arkasından kapattım. “Biraz bekleteceğim seni. Yo­
ğun bir sabah ama az sonra hazır olurum.”
“Yine mi uyuyam adm ?” Kaşlarını çatarak bana baktı.
“A slına bakarsan tam aksine. Öyle güzel uyudum ki

53
yoga için geç olmak üzereydi, ufak tefek işlerim vardı.”
Kamera ve el çantamı kapının yanındaki masadan aldım
Dağınık hissetmekten nefret ederim!
Luke kamera çantamı elimden alıp omzuna astı, ben te­
şekkür anlamında tebessüm ettim. “Ya sen? İyi uyuyabildin
mi?”
“Gayet iyi uyudum, teşekkür ederim.”
“Sana etrafı gezdirmek isterdim ama yola çıkm amız la­
zım. Ertelesek?”
“Tabii ki, haydi gidelim.”
Luke’un park etmiş olduğu üstü açılabilir spor Lexus
arabasını görünce ıslık çaldım. Kamera çantamı küçük arka
koltuğa yerleştirip, yakışıklı suratındaki o kocam an kendini
beğenmiş gülümsemesiyle benim için arabanın kapısını açtı.
“Güzel araba.”
“Yokuş aşağı sürmek için iyi olacağını düşündüm .”
“Kulağa güzel geliyor.” Deri koltukları alçak ve lükstü,
etkilenmemek elde değildi. İnce bir zevki vardı.
Çok geçmeden Seattle’ın çevre yolundan Interstate 904
otobanına doğru yola çıktık. Bu araba uçabiliyor! Güneş
yakıyor, rüzgâr tenimizi okşuyordu, Luke radyoya uzanıp
Maroon 5 tarzı bir şeyler açtı. Lafı dolaştırm aya gerek yok­
tu, birbirimizle olmaktan hoşlanıyorduk, ben yan koltuğa
gömülmüş şelaleye giden yolun üzerindeki yeşilin keyfini
çıkarıyordum.
Luke’un, Snoqualmie Şelalesi’nin nerede olduğunu bil­
diği belliydi, biz yaklaştıkça m üziğin sesini kısıp elini ba­
cağıma koydu. Sadece bu dokunuş bile cinsel dürtülerim i
harekete geçirip dikkat kesilm em i sağladı, düzensiz atan
kalbimi sakinleştirmek için derin bir nefes aldım .
“Buraya daha önce geldiğin açık.”

4 4,990.78 km ile ABD’nin doğu-batı yönünde uzanan en uzun oto­


yolu. Doğuda Boston’dan başlayıp, batıda Seattle’da sonra erer, (ç.n.)

54
KRISTEN PROBY

Luke bana gülüm sedi. “ Evet, küçükken piknik yapmak


için ailem bizi buraya getirirdi.”
“ K am era çantam ı arabada bıraksam olur mu? Sadece ka­
m eramı alayım .”
“Tabii ki arabanın üstünü kapatırım.” Luke sabırla çan­
tam dan ihtiyacım olanları almamı bekleyip arabanın üstünü
kapattı, arabayı kilitledi. Otele uzanan kapalı köprüye doğ­
ru yola koyulduk, şelaleye vardığımızda turistler bu harika
m anzara karşısında sevinç nidalan atıyordu.
“N e zam andır fotoğrafçılıkla uğraşıyorsun?” diye sordu
Luke. Ben m akinenin ayarlannı yaparken beni izliyordu.
“Ç ocukluğum dan beri, aslına bakarsan. Babam ben yak­
laşık on yaşlarındayken bana dijital bir fotoğraf makinesi
alm ıştı, o zam andan beri başka bir şey yapmayı hiç düşün­
m edim .” H atıralar yüzüm e bir tebessüm kondururken ona
bakıyordum .
“ Seninle gurur duyuyor olmalı,” diye mırıldandı.
A cım hâlâ taptaze ve derindi. “O artık yok.”
“Yok m u?”
“A nnem le babam yaklaşık üç yıl önce öldüler.” Kahret­
sin, bunu dem ek istem emiştim.
“Ah, N at. çok üzüldüm .” Luke yürümeyi bırakıp beni
sıkıca kollarının arasına aldı, makinem ikimizin arasında sı­
kışm ıştı, gözlerim in dolduğunu hissetmek beni utandırmış-
tı. B ugünü üzücü bir hâle getirmek istemiyordum.
“Ben iyiyim ,” dedim ellerimle onu sert göğsünden itip,
yüzüne bakarken. “Ben iyiyim. Bugün üzülmeyelim.”
Luke kaşlarını çatarak bana baktı, gözlerinde şefkat var­
dı am a beni rahatlatan şey herhangi bir acıma belirtisi ol­
m am asıydı. Benim için üzülmesini istemiyordum.
“Hey. B en iyiyim . Gerçekten.” Yüzünü ellerimin arasına
aldığım da, kafasını çevirip avucuma bir öpücük kondurdu.
“Peki.” Beni bıraktı, şelaleye yürüyüşümüze devam et­
tik. Yoldan çok uzak olmadığı için uzun sürmedi.
55
Ona bir bakış attım, hafif som urtkan bir ifadeyle hâlâ
düşünüyordu. “Luke, keyfine bak. Sen yanlış bir şey söyle,
medin. Burada olduğun için m utluyum ben.”
Yeniden gözlerimin içine bakıp dudağının kenarıyla gü>
lümsedi. Ruh hâli düzeldiği için m utluydum ve biraz olsun
rahatlamıştım, şelaleyi görm ek için köşeyi döndüğüm üzde
kameramı elime aldım.
“Bugün burada başka kimsenin olm am ası çok iyi.” Ko­
nuyu değiştirmeye çalışıyordum .“ K im senin olm am asına
şaşırdım,” diye yanıtladı.
“Eh, yaz bitmek üzere, hafta ortası, buranın çoğunlukla
bize ait olacağını tahmin etm iştim .”
Luke bir adım geri çekilip beni çalışırken izledi. Farklı
açılar yakalamak için eğilip doğruluyor, a yarlan değiştir­
mek için duruyor, çiçekleri, bir örüm cek ağını ve gözüm e
çarpan diğer her şeyi fotoğraflıyordum . A ğaçlar yeni yeni
renk değiştirmeye başlam ıştı, kam eram ı doğrultup onların
da birkaç kare fotoğrafını çektim.
“Devam edelim m i?” diyerek ona baktım . “U m an m seni
sıkmıyorumdur.”
Kafasını hayır anlam ında salladı, ellerini önünde bağla­
mış, bir yere yaslanmıştı. R ahatlam ış duruyordu am a göz­
leri pür dikkat beni izliyordu.
“Seninle ilgili hiçbir şey sıkıcı değil, N atalie.”
Vay.
Kollannı açıp, ellerimi öptü ve ardından şelalenin dökül­
düğü yeri fotoğraflayabilmem için beni biraz ilerideki kirli
yola soktu. Yeniden geri çekilip beni çalışm am için yalnız
bıraktı. Hareket ederken bakışlarını üzerim de hissediyor­
dum, kendi kendime gülümsedim.
Aşağı yukarı yirmi dakika sonra yakaladığım karelerden
hoşnuttum. “Tamam, sanırım bugünlük bu kadar.”Gözlerini
şaşkınlıktan büyümüş hâlde görm ek için arkam ı döndüm.
“N e?”
Kafasını sallıyordu. “İşin bu kadar çabuk mu bitti?”
“Eh,” dedim kameramı kontrol ederken. “Neredeyse
dört yüze yakın fotoğraf çektim. İçlerinden birkaç güzel
kare yakalarım diye düşünüyorum.”
“Çok güzel olduklarına eminim.”
Gülüm seyip, objektifimi ona çevirmemeye özen göste­
rerek kapağını kapatıp, kameramı aşağıya, kalçama doğru
sallandırdım. Neden fotoğraflarını çekilmesinden hoşlan­
madığını anlamıyordum. Bana poz vermesi için onu ikna
edebilseydim keşke. Onu fotoğraflamak çok zevkli olurdu.
“Ne düşünüyorsun?” diye sordu, arabaya doğru giden
patikayı tırm anırken. Yanımdan yürüyordu, eli betimdeydi.
“Fotoğrafının çekilmesinden neden hoşlanmıyorsun?”
Gözleri benim kilerle buluştu, sonra çabucak kaçırdı gözle­
rini. K ayıtsızca om uz silkti ama bir şeyler sakladığını gö­
rebiliyordum.
“Bana bak,” dedim gülümseyerek nazik bir ses tonuyla.
K ocam an mavi gözlerinden, ne demek istediğimi çöz­
meye çalıştığı anlaşılıyordu.
“Bana söyleyebilirsin ”
Patika üzerinde yüzümüz birbirine dönük hâlde durduk,
inişli çıkışlı toprak yüzünden onun göz seviyesine geliyor­
dum neredeyse. Ellerim omuzlarındaydı. Luke’un gözleri
daha da büyüdü ve yutkundu, sanki bir şey itiraf edecekmiş
gibiydi. Karnım kasılıyordu. Konuş benimle!
Aniden kafasını sallayıp hızlıca gözlerini kapatıp açtı.
“H oşlanm ıyorum işte.”
Yüzüm de m em nuniyetsiz bir ifadeyle ona baktım ama
o yine kafasını sallayıp, “Bu sadece kalabalık fobimin bir
parçası. Aptalca oluğunun farkındayım,” diye fısıldadı.
Onu daha da derinlemesine sorgulamak istiyordum ama
o ellerimi omzundan indirip, parmaklarını benimkilere
kenetleyip beni kendine yakınlaştırarak ikimizin kollannı

57
sırtıma dolandırdı. Burnunu burnuma sürttü, mavi gözleri
istekliydi.
“Bütün gün seni öpmenin hayalini kurdum .”
“Daha az düşünce, daha çok eylem .” A rsız cevabım beni
şaşkına çevirdi ya da belki kalbim bu denli hızlı atarken
cevap verebilmeme bile şaşırmışımdır.
Luke, dudakları dudaklarımın tam karşısında gülüm se­
yip şehvetle, beni içine çekercesine öptü. Ellerim i bırakıp,
dün gece olduğu gibi ellerini kalçalarım a koyup beni ken­
dine çekti. Yüzünü ellerimin arasına alıp onu kendim e yak­
laştırdım, sanki içinde kayboluyordum . D udaklarını öyle
iyi kullanıyor ki! Dudaklarıma küçük ısırıklar konduruyor,
diliyle dilime nazik ve sabırlı dokunuşlar yapıyordu. İnle­
yerek, ellerimi saçlarına dolayıp sıkıyordum .
“Affedersiniz.”
Arkamı döndüğümde, gezinm ek için yürüyüşe çıkan bir
kafileyi gördüm. Lanet olsun! Luke kahkaha atıp kafile yo­
luna devam edebilsin diye beni yoldan çekti.
“Sanırım yakalandık,” diye fısıldadı kulağım a, önüm e
düşen bir tutam saçımı arkaya atıp yanağım dan öptü.
“Sanırım öyle oldu,” diye kıkırdadım nefes nefese, sonra
onun seksi arabasına doğru yürüyüşüm üze devam ettik.

“Yemek mi getirdin?” Sesim deki şaşırm ış tonu saklaya-


madım Luke arabanın bagajından küçük bir soğutucu ve bir
battaniye çıkannca. Kam eramı yerleştirip arabaya yaslan­
dım.
Utangaç bir gülümseme belirdi yüzünde. “Piknik yapa­
rız diye düşündüm. Bu patikanın sonunda dinlenm ek için
çok hoş bir yer biliyorum. Sorun olm az um arım ? Bugün
toplantın olmadığını söylem iştin.”
“Kulağa hoş geliyor. Açlıktan ölm ek üzereyim .”
58
KRISTEN PROBY

“Güzel. Gel.” Elimi tutup beni bir başka çamurlu yoldan


ormanın içine soktu. Etrafımızdaki ağaçlar ve eğreltiotlan
yemyeşil ve güneş ışığını geçirmeyecek kadar sıktı. Birkaç
dakikalık bir yürüyüşten sonra patika bir açıklığa çıktı. Ye­
şil, uzun çimenlikli güzel bir çayırdı. Ortada ise upuzun,
yemyeşil bir meşe ağacı duruyor; kocaman, yeşil dallarıyla
etrafı gölgeliyordu.
“Ah, harika!” Elini bırakıp, çimenlerin arasından hey­
betli ağaca doğru koşup dallarına baktım. “Bu ağaç iki yüz
yaşında olm alı.”
L uke’a döndüğümde, yüzünde kocaman bir gülümseme
vardı. Ayağının dibinde soğutucu ve battaniye, elleri cebin­
de yanım da dikiliyordu.
“Beğendiğine sevindim.”
Yeniden çevirdim başımı. “Luke, buna bayıldım.”
Dün gece üzerim ize örttüğümüz büyük, yeşil battaniye­
yi, ağacın gölgesine sermesine yardım ettim.
“Rahatına bak.”
Sandaletlerim i ayağımdan fırlatarak yumuşak battani­
yenin üzerine bağdaş kurarak oturdum, ellerimin üzerine
geriye doğru yaslandım . Luke da ayakkabılarını çıkarıp -
mmm, çıplak ayaklar - soğutucuyu açmak için battaniyenin
üzerinde diz çöktü.
M eyve salatasını, sandviçleri, humusu ve krakerleri çı­
kardı. M idem guruldadı, ikimiz de kahkaha attık.
“Bunların hepsini sen mi yaptın?” dedim bana uzattığı
sandviçi yerken. Mmmmm...
“Evet, bu sabah hazırladım.” Meyve uzattı ve ağzı hu­
mus doluyken kraker yiyordu. “Yemek yemekten hoşlanan
kadınları severim .”
Çiğnemeyi bıraktım ve kalçamı ve yuvarlak popomu ha­
tırlayarak kaşlarımı çatıp ona baktım.. “Ne demek istiyor­
sun?”
“Ne dediysem o. Yemek seven kadınlardan hoşlanırım.”
59
Yüz ifadem karşısında suratını asarak om uz silkti. “Sen ne
demek istediğimi sandın ki?”
Lanet olsun. “Bilmem.” Çilek yiyordum.
Gözleri kısıldı. “Vücudunla ilgili problem lerin olduğunu
söyleme sakın.”
“Saçmalama.” Bu da ne şimdi?
“Natalie, sen çok güzelsin, kendine güvenm em en için
hiçbir neden yok.”
“Şu sandviçi nasıl mideye indirdiğimi görm edin m i? Öz-
güvensiz biri değilim.” Kapat şu konuyu.
Kafasını salladı.
“Çok leziz,” diyerek gülümsedim .
Konuyu değiştirme teşebbüsüm onu pek de ikna etmiş
gibi görünmüyordu ama üzerime daha fazla gelm edi ve ka­
lan yiyecekleri soğutucuya geri koydu.
Arkama yaslanıp derin, hâlinden m em nun bir nefes al­
dım. Ah, çok güzeldi. Sıcak bir yaz akşam ı, güzel yemek,
çekici bir adam... Evet, kesinlikle güzel bir gündü. A niden,
Luke, ayağımı kucağına alıp ovm aya başladı.
İşte, gün olağanüstü hâle geldi.
“Vay canına, yemek pişiriyor, ayak m asajı yapıyorsun.
Bir tür halüsinasyon falan olm alısın.”
“Hey, bu ne?” Sağ ayağım ın topuk çukurunun üzerinde
başparmağını gezdirdi.
Ah, şu.
“Dövme.”
Ayağımı gıdıkladı, kıvranıp kıkır kıkır güldüm .
“Onu görüyorum, seni bilm iş. Ne yazıyor?
“‘Adım A dım ’5 yazıyor,” diye cevapladım ve o, ayağı­
mın tabanında mucizevi çalışm asına devam ederken derin
bir iç çektim.
“Hangi dilde?”
5 Un passo alla volta, (ç.n.)

60
“İtalyanca,” diye yanıtladım.
Parmaklarıyla harflerin üzerinden geçti, dirseklerime
dayanıp onu izledim. Göz göze geldiğimizde, gözlerinden
ateş çıkıyordu, kaslarım, kamımın altındaki kaslarım kası­
lıyordu.
“S ek si,” diyerek gülümsedi.
“Teşekkür ederim ,” diyerek karşılık verdim.
“Başka dövm en var mı?” Kafasını yan yatırıp diğer aya­
ğıma geçti.
“Evet.”
Gözleri yeniden benimkilere odaklanmıştı, kısılmışlardı.
“N erede?”
“Çeşitli yerlerde.”
“Ben başka göremiyorum.” Gözlerini açıkta kalan ba­
caklarım da, kollarım da ve göğüs kafesimde gezdiriyordu.
“K ıyafetlerim üzerimdeyken görülebilen tek dövmem
ayağım daki, o da yalnızca çıplak ayaklı olduğum zaman,”
diye fısıldadım . Tanrım, çok eğlenceliydi.
Ayağımı bıraktı.
“Aa! Ayak m asajını sevmiştim.”
Ayak bileklerim den tutup bacaklarımı araladı, sonra el­
lerinin ve dizlerinin üzerinde vücudumun üzerine doğru ya­
vaş yavaş ilerledi, ta ki bum u benim burnuma neredeyse
değene kadar.
“D iğer dövm elerinin nerede olduğunu bilmek istiyorum,
N atalie.”
D udağım ı ısırarak kafamı iki yana salladım. Bedeni bu
kadar yakınken kim kelimeleri düzgün düzebilirdi ki?
“Bana söylem eyecek misin?” Yavaşça eğilip dudağımın
köşesini öptü.
Kafamı tekrar hayır anlamında salladım.
“Sanırım onları kendin bulmak zorunda kalacaksın.”

61
'ylltu n cı ¿fâölüm

Gözlerini gözlerimden ayırmadan dudağım ın diğer kenarını


da öptü.
Kafamı onaylar gibi salladım usulca.
Luke gülümseyerek beni yere doğru itip bedenim i be­
deniyle kapladı. Aman Tanrım, o kadar iyi hissettiriyordu
ki! Uzun kaslı gövdesi, yum uşak kıvrım larım a kusursuz bir
şekilde uyuyordu. Tek bacağını bacaklarım ın arasına bastı­
rıyordu ve ben etkileyici ereksiyonunu popom da hissedebi­
liyordum.
Elimi, çıplak tenini okşayabilm ek için bluzunun içine
soktum, göğsünde bir aşağı bir yukarı gezdiriyordum . Teni
o kadar pürüzsüz ve yontulmuş bir heykel gibi kaslıydı ki.
O yetenekli dudaklarıyla beni delirtm eye devam eder­
ken, elini kalçamdan çekip, bluzum un üzerinden göğüsle­
rime kaydırdığında, vücudum, göğüslerim i eline bastırm ak
için yerden yukarıya yay şeklinde kalktı. G öğüs uçlarım ,
sütyenimi ve tişörtümü zorlayacak kadar sertleşm işti, par­
maklarını üzerinde gezdiriyordu.
“Aç gözlerini.” Gözlerimi açtığım da karşım da onun, tut­
ku ve açlıkla bana bakan o m ükem m el m avi gözleriyle kar­
şılaştım. Nefesim kesilmişti, parm ak uçlarım ı yanağından
aşağı indirdim.

62
“O kadar seksisin ki, Natalie. Sana dokunmadan dura­
mıyorum.”
“Bana dokunman hoşuma gidiyor.”
“Öyle m i?” Yanağımdaki serseri saçları çekerek yüzümü
okşadı.
“Evet,” diye fısıldadım.
“Tenin öylesine yumuşak ki,” diye mırıldandı, yanakları
hâlâ yanağım dayken. “Kıvrımlı vücudunu seviyorum.”
Gözlerim büyüdü.
“Som urtm a.” Yüzümdeki sertliği yumuşatıyormuşçası-
na kaşlarım ın ortasından öptü.
“Kıvrımlı vücudumdan o kadar da emin değilim.” Bu,
daha önce hiç yapmadığım , fısıltıyla çıkan bir itiraftı ve dü­
rüst olm ak gerekirse, daha önce hiç bu kadar savunmasız
hissetm em iştim .
M avi gözleri yine gözlerimle buluştuğunda, her bir keli­
meyi kısa ve net bir şekilde: “Sen. Çok. Güzelsin.”
Gözlerim i kapadım ama o çeneme hafifçe dokunup, beni
yeniden ona bakm aya zorladı.
“Teşekkür ederim .”
Sonsuza kadar zamanımız varmış gibi, dudaklan şimdi
usul usul, oyalana oyalana, okşarcasına dudaklarımın üze­
rindeydi. K alçalanm ı hareket ettirip kendimi kasıklarına
doğru çektim , boğazının derinliklerinden kısık sesle inledi.
K anım kaynıyordu. Daha önce hiçbir erkeği Luke’u is­
tediğim gibi istemedim. Onu tüketmek istiyordum. Onu de­
licesine istiyordum . Bütün günü onunla geçirmek istiyor­
dum. Benim le şefkatli oluşunu seviyordum.
Beni de kendiyle birlikte kaldırıp oturdu, bluzumun ke­
narından tutuyordu. “Seni görmek istiyorum.” Nefes nefese
ve m uhtaç gibiydi, o andan sonra istediği her şeyi yapabi­
lirdim.
Ellerimi başımın üzerine kaldırdım, o bluzumu çıkar­

63
madan önce, yüzümde su damlaları hissettim. Yukarı bak­
tığımda gökyüzünün bulutlandığını ve yağmur başladığım
fark ettim, yağmur damlaları meşe ağacının dallarının ara­
sından aşağı süzülüyordu.
“Islanıyorum,” diye fısıldadım dudaklarına doğru.
Sırıtıyordu, gözleri bana gülüyordu. “ Um arım .”
Kahkaha atmaktan kendimi alamadım ve kollarımı boy­
nuna doladım. “O da var ama yağmura yakalanm ak üzere­
yiz.”
“Kahretsin,” diye homurdandı Luke, sade bir öpücük
kondurarak. Bir eli arkamda, boynumdan kalçam a dolanıp
duruyordu, sanırım mırıldandım.
“Gitmeliyiz.” Tek kaşımı kaldırdım.
“Güzel dövmelerini keşfetmeyeceğimi sanm a sakın.”
“Şu yavaştan alma işine ne oldu?” N efesim düzelmeye
başlıyor ama kalbim hâlâ hızla çarpıyordu. Ah, bu adam
bana ne yapıyor!
“Sanırım kararımı değiştirdim.” Tamamen ciddiydi.
Şükürler olsun!
“Nedenmiş o?” Ellerimi saçlarının arasından geçirdim,
kollarını bana sarmış, kucağında tam am en m utluydum .
“Çünkü ellerimi senden uzakta tutam ıyorum . Bana ne
yaptığını bilmiyorum ama bir çeşit büyünün etkisindeyim
sanırım.” Sallanıp kararan havada etrafım ıza bir bakış attı.
“Yağmur hızlanıyor, haydi, geri dönelim .” Kalkmam a
izin verdi, eşyalarımızı toparlayıp orm anın içine, oradan da
arabaya doğru yola koyulduk. Arabaya varıncaya kadar ıs­
lanmıştık ve çocuklar gibi kahkahalar atıyorduk.
“Deri koltuklarına ıslak ıslak oturmak istem iyorum !”
“Bunun için endişelenme, arabaya bin!” Kapıyı benim
için açtı. “Hasta olmanı istemiyorum, bebeğim .”
Bebeğim? Bebeğim! Bana bebeğim dem esine aldırm ı­
yor muyum? Beni koltuğa oturtup kapıyı kapattı ve s ü r ü c ü

64
koltuğuna geçti. Bana bakıyordu, saçlan ve bluzu sırılsık­
lamdı, zor nefes alıyordu, güzel mavi gözleri mutlulukla
parlıyordu.
Ah, evet. Kesinlikle aldırmıyordum.
“Haydi, seni evine götürüp kurutalım.” Arabayı çalıştı­
rıp otobana girmek üzere park ettiği yerden ayrıldı.
“Bana biraz kendinden bahsetsene.” Luke otoban yoluna
bağlanırken bana bakıyordu.
“Ne bilmek istiyorsun?” diye sordum.
“En sevdiğin müzisyen?”“Maroon 5,” diye yanıtladım
kolayca.
“En sevdiğin film?” diye sordu gülümsemeyle.
“Hım... Bundan bahsetmiştik,” diyerek güldüm. “Hâlâ,
Bulunduğumuz Yol”
“Ah, evet, sen Robert Redford hayranıydın.” Elinden
öptü, iç çektim.
“Öyleyim .”
“İlk erkek arkadaşın?” diye sordu, gözleri endişe içinde
benimkilere döndü, ben donakalmıştım. Bu somya nasıl ce­
vap verecektim?
“Bunu yapmayacağımı biliyorsun.” Koltukta ona doğru
döndüm.
Kafasını önce bana sonra yeniden yola çevirdi. “Neyi
yapmayacaksın?”
Kelimeleri bulmaya çalışarak ve neden kendimi açıkla­
ma ihtiyacı duyduğumu merak ederek omzumu silktim.
“Hey,” dedi, ellerini benimkilere kenetleyip öptü ve iki­
mizin elini de kucağına koydu. “Neymiş o yapmayacağın?”
“Genellikle erkeklerle fazla zaman geçirmem. Seviş­
mem. Yemek paylaşmam. Soru cevap oynayarak vakit ge­
çirmem. Ben sadece... yapmayacağım.” Bir şeyler yanlış
geliyordu.
Tekrar yüzüme baktı, şaşkındı.

65
“Peki öyleyse, erkeklerle ne yaparsın?” Koltuğunda kıv.
ranıyordu, kızdığını düşündüm.
“Onlarla düzüşürüm.” İşte. İşte söyledim.
“Ne?” Ah, tabii... Sanırım gerçekten kızdı.
“Luke, ben flört etmem.” Bunu nasıl açıklayabilirdim
mi? Daha önce kimseyle çıkmak istemedim. Ondan önce.
“Beni ret mi ediyorsun?” Sesi kuşkuluydu, elimi bıraktı.
“Hayır!” Gözlerimi kapayıp kafamı iki yana salladım.
“Seninle tanışmadan önce demek istiyorum. Sadece önüne
gelenle yatan biri olmadığımı ya da daha iki gündür tanıdı­
ğım erkeklerle ormanda dolaştığımı falan sanm anı istiyo­
rum.”
“Ama onlarla sevişiyorsun.” Kafası karm akarışık ol­
muştu.
“Şey, eskidendi.” Koltukta önümü dönüp ön cam dan dı­
şarıyı seyrettim. “Annemle babam ölm eden önce...”
Elimi yeniden tuttuğunda, şaşırm ış hâlde yeniden kafa­
mı ona çevirdim.
“Devam et.”
“Onlar ölmeden önce, ben üniversitede okurken, ken­
dimi çok düşünmezdim. Dolayısıyla başkalarını da. Flört
etmemeyi ben seçtim, Luke. Am a seks, anladığım bir şeydi.
Bir erkeğe başka şeyler hissetmeyi istem edim hiç.” Güç­
lükle yutkunup gözlerimi utanç içinde kapadım .
“Seni böyle düşünmeye itecek bir şey mi oldu?
“Hım...” Bundan kimseye bahsetm em iştim . Jules hariç.
“Bak, Nat, aramızda bir şeyler olduğunu hissediyorum
ve senin güzel, sevimli popon üzerine bahse girerim ki bu
gece seninle sevişeceğim. Seni becerm eyeceğim . Yani, bir­
birimize karşı dürüst olmamızın oldukça önem li olduğunu
düşünüyorum. Sürpriz yok.” Yakışıklı suratı öylesine sami­
mi ve tatlıydı ki.
“Dün gece beni becermek istediğini söylüyordun.”
“İstedim. İstiyorum. Ve isteyeceğim de. Ama bu gece
d e ğ il”
“Ah,” diyerek nefes aldım.
“Evet. Şimdi, ne oldu bebeğim?”
Elimi elinden çekip kucağımda birleştirdim. Luke şerit
değiştirirken ben de düşüncelerimi toparlamaya çalışıyor­
dum. Ah, işte bu canımı yaktı.
“On yedi yaşındayken, birkaç ay boyunca çok tatlı ol­
duğunu düşündüğüm bir çocukla flört ettim. Bakireydim,
bu konuda benimle alay ederdi ama ben aldırış etmezdim.
Tanrı aşkına daha on yedi yaşındaydım.
Neyse, uzun lafın kısası, bir gece çok ileri gitti. Benim
evdeydik, annemler parti gibi bir şey için dışarıdalardı, biz
yalnızdık ve o...” Konuşmayı kesip ağaçlan ya da binaları
görmeden utanç içinde camdan dışarı baktım.
“O, bana tecavüz etti.”
Luke keskin bir nefes aldı, yüzü sinirden buruşmuştu.
“Orospu çocuğu.”
“Daha kötüsü de var,” diye gülümsedim neşesiz bir ifa­
deyle.
“Lanet olsun, bu hiç komik değil.” Bana bakıyordu, yü­
züm eski hâline döndü.
“Güven bana, biliyorum,” diyerek yutkundum. “Çok kü-
fıirbazsın.”
“Henüz küfür duymadın. Daha sonra ne oldu?”
“Annemle babam geldi.” Dudaklarımın arasından bu iti­
raf döküldü. Luke yeniden gürültülü bir nefes aldı.
“Babam onu neredeyse öldürüyordu. Polisi aradık. Ceza
aldı. Babası senatördü, şu yasal saçmalıklardan sonra ai­
lem onları dava etti ve kazandı. Babam çok iyi bir avukattı.
Mahkemeden sonra yüklü bir tazminat aldım ve ona hiç do­
kunmadım. İhtiyacım yoktu, ailem sıkıntı çekmemi istemi­
yordu ama ben yine de o parayı istemedim.”

67
K A Ç b b N iM L c

Uzunca bir süre hiçbir şey söylem edi. Sadece araba sü­
rüyor ve tamamen düşüncelere dalmış görünüyordu.
“Yani,” diyerek sessizliği bozdum, “üniversitedeyken
erkeklerle bu yüzden bu kadar problemli ilişkilerim oldu.
Düzelmem birkaç senemi aldı ve ailem in ölümü beni bazı
zararlı davranışlar gösterm eye itti.”
“Dövmeler?” diye sordu.
“Hayır, ne tuhaftır ki dövmelerin ve diğer başka şeyle­
rin iyileşm eye çalışmamla ya da geçm işim le hiçbir alakası
yok.”
Hâlâ yüzüme bakmıyordu. Kahretsin, bu çok erken oldu!
“Hey,” dedim elini avucumun içine alırken. “Biliyorum,
anlattıklarım fazla geldi, üstelik daha yeni tanıştık. Eğer
beni eve bırakıp, benimle görüşmeyi kesm ek istersen, bunu
anlarım.”
“Hayır, Natalie, benden bu kadar kolay kurtulam ayacak­
sın.” Parmaklarımı ellerinin içinde sıktı, hissettiğim rahat­
lama inanılmazdı.
“Biraz sessiz duruyorsun.”
“Açıkçası ne söyleyeceğimi pek bilm iyorum .” Kaşlarını
çatarak bana baktı.
“Ben...” Durup düşüncelerim i toparlam aya çalıştım.
“Aramızdaki şeyin özel olduğunu hissediyorum ve bunu
bilmen gerektiğini düşündüm .” Son iki kelim e ağzımdan
fısıltıyla dökülmüştü.
“Demek daha önce kimseyle flört etm edin?”
Kafamı salladım.
“Tatlım, daha yapacak çok şeyim iz var.” Sesi yeniden
şefkat dolu geliyordu, içimi um ut kapladığını hissediyor­
dum.
“Öyle m i?”
“Ah, kesinlikle. Ama bir sorum var.”
“Evet.”
“Bu h erif nerede?”
68
KRISTEN PROBY

“Bilmiyorum. Neden?”
“Çünkü onu öldüreceğim.”
Bunu söylediğini inanamıyordum! Usulca kıkırdadım.
“Gerek yok. Eminim acınacak hâldedir, Luke.”
“Cehennemde yanmalı.”
“Yanacak.” Elini sıkıca kavradım. “Bana güven, o artık
problem değil. Babam beni kurtardı.”
“Tanrı’ya şükür.” Parmaklarımı öptüğünde, yanı başım­
da rahatlamaya başladığını sezdim.
Vay canına, ona olabilecek en kötü şeyi söyledim ve o
hâlâ beni istiyor? Nasıl bu kadar şanslı olabilirim?
Luke arabasını evimin önüne çekip kontağı kapadı. Be­
nim için kapımı açtı, arka koltuktan kamera çantamı alıp
beni eve kadar takip etti. Evin kapısını açıp içeri gelmesi
için işaret ettim.
“Jules!” Ev arkadaşıma seslendim ama ev boş gibiydi.
“Burada olduğunu sanmıyorum” Ona gülümseyerek ka­
mera çantamı elinden alıp yere koydum, kendi çantamı ve
onun anahtarlarını da masanın üzerine.
“Sana etrafı gösterebilir miyim?” Ansızın utanmıştım.
“Elbette, önden buyurun.”
El ele tutuştuk. “Bugünkü turumuza katıldığınız için size
teşekkür ederiz, Bay Williams, burada bizimle olduğunuz
için çok m em nunuz.”
Luke kam ını tutarak sesli bir kahkaha attı, utangaçlığım
eriyip gitmişti. “Ah, espri anlayışına bayıldım, Natalie.”
Kamera çantamı yerden aldığımda kaşlarını kaldırdı.
“Sana stüdyomu göstereceğim, bunu da ortadan kaldırmış
olurum.”
Onaylar anlamda kafasını salladı, ona evin içinde reh­
berlik ediyordum.
“Senin de çok güzel bir manzaran var,” dedi salonun
boydan boya pencerelerini işaret ederek, gülümsedim.
“Evet, var. Burası hem salon hem yemek odası hem de
69
mutfak.” Kırmızı ve kahverengi kanepelerimize, koyu ah-
şaptan yemek masamıza ve mutfağın sade şıklığına bir göz
attım.
“Güzel mutfak,” diyerek bana göz kırptı.
“Evet,” diye kıkırdayarak yanıtladım. “Ama çok fazla
yemek yapmam. Yemek işiyle daha çok Jules ilgilenir.”
“Sana burada yemek pişirmeyi çok isterim.” Bakışları
parıldıyordu.
“Ben de çok isterim.” Yanaklarımın yandığını hissedi­
yordum. “Tamam, haydi stüdyoya gitmek için çıkalım, son­
ra da sana üst katı gezdireyim.”
“Çıkalım?”
“Evet, dışarıdaki misafir odasını stüdyoya dönüştürdüm.
Evin en sevdiğim kısmı. Haydi gel.”
Yana açılır cam kapılardan, stüdyoya giden arka bahçe­
ye geçtik. Kapının önünde durup ona kuşku dolu bir bakış
attım.
“Ne var?” diye sordu, yüzünden merak okunuyordu.
“Bana kızmayacaksın, tamam m ı?”
“Neden kızacakmışım ki?
“Şey, sana geleneksel portreler çekm ediğimi söylemiş­
tim.” Dudaklarımı ısırdım.
“Bebeğim, bugünkü konuşmamızdan ve şu an sana kar­
şı hissettiklerinden sonra sana garanti ederim, kızm ayaca­
ğım.”
Yüzünden bunu gerçekten kastettiği anlaşılıyordu, dö­
nüp kapının kilidini açtım.
Hiçbir şey olmadı.
Onun önünden içeri girip kamera çantamı yere bıraktım.
Işıkları açtım, Luke beni içeri kadar takip etti. Tam eşikte
durdu; stüdyoma girerken ağzı açık kaldı, gözleri büyüdü.
Dönüp onun baktığı yöne baktım. Üzerindeki gölgelik­
ten aşağı sarkmış beyaz çarşafıyla köşede duran, yarınki

70
KRISTEN PROBY

seansa hazır, çift kişilik dev bir yatak vardı. Ve daha fazla
boydan boya pencere kaplı duvarlar - mükemmel ışık!
Raflar dolusu, kadın iç çamaşırları, korseler, pelüş kürkler,
ayakkabılar ve diğer malzemeler. Ama odaklandığı şey,
odanın etrafında asılı kanvas tablolar gibi görünüyordu.
Bir tanesine doğru yürüyüp, şiddetli bir şehvet içindeki
çifte baktı. Fotoğraf siyah beyazdı; devasa yatağımın üze­
rindeki çifti yandan görüyordu, adam üstteydi, ağzı kadının
göğüslerinde üzerine kapanmıştı. Kadının kafası arkaya ya­
tık, ağzı açık, bacakları adamın beline dolanmış, ayakları
kalçalarındaydı.
Erotik, özel bir fotoğraftı ve benim favorilerimden bi­
riydi.
Luke kendi etrafında bir tur dönüp duvarlarımdaki sanatı
kavramaya çalışıyordu; tahrik edici pozlar veren, bir çoğu
farklı pozisyonlardaki bazı kadın ve adamlar. Nihayet göz­
lerimiz birleşti.
“İşte çalışmalarım,” diye mırıldandım.
“Natalie.” Yutkundu, favori fotoğrafıma yeniden baktı.
“Bu inanılmaz.”
“Gerçekten mi?”
Kafasını aşağı yukarı salladı, gözleri büyümüştü. “Evet,
muhteşem. Akıl almayacak kadar seksi. Bu işe nasıl bulaş­
tın?”
Gülümsemem bütün yüzümü kaplamıştı. “Üniversite­
de. Kızlar, erkek arkadaşları için, kendi özel fotoğraflarını
çekmemi istediler, ben de daireme geçici bir stüdyo kurup
orada başladım.”
“Peki ya çiftler?”
“O kendiliğinden gelişti. Pek çoğu, kadınlarının fotoğ­
raflarından hoşlanarak geri dönüş yapan erkekler arkadaşla­
rı ya da eşleri, çift olarak özel fotoğraflarını istediler.”
“Bu pomo değil.” Durumu aydınlatmak istiyordum, yü­
züne baktım.
71
KAÇ BENİMLE

Kaşlarını çatmıştı. “Bebeğim, bu sanat. Kesinlikle porno


değil.”
Rahatlamıştım, gülümsedim. “Çeşitli kareler için mobil­
yalar ve malzemeleri depolamak için kullandığım bir yatak
odası var, mutfağa da müşterilerim için yiyecek içecek ko­
yuyorum. Zaman zaman kadınlar orada da fotoğraf çekil­
mek istiyorlar. Eğlenceli.”
Bana doğru yürüyüp yüzümü avuçlarının içine alıp beni
usulca öptü. “Şaşılacak derecede yeteneklisin.”
Vay.
“Teşekkür ederim. Ve kayıtlara geçmesi için söylüyo­
rum, burada hiç seks yapmadım. Hiç.” Gözleri hınzır bir
ifadeye büründü.“Bu bir meydan okuma m ı?”“Hayır, ger­
çek.”
“Neden?”
“Çünkü bunlar benim anılarım değil. M üşterilerimin
anılan.”
“Yani, buraya erkek sokm uyorsun?”
“Sadece sen, yakışıklı.” Utangaç bir tavırla gülümse-
dim.“Bunu bilmek iyi geldi.”
“Aslında bakarsan,” diye devam ettim, parlak m avi göz­
lerinin tam içine bakarak. “Daha önce evim e hiç erkek da­
vet etmedim.”
Gözleri büyüdü, derin bir nefes aldı. “Peki ya yatağın?”
“Sadece bana ait.”“İşte, bu neredeyse bir m eydan oku­
ma.” Elimden tutup kapıyı arkam ızdan çarparak beni stüd­
yodan çıkarıp eve götürdü.
“Yatak odan nerede?”

72
Aman Tanrım, işte ne yaptığını bilen, kararlı bir erkek.
Luke beni evin içinde vahşi bir hayvan gibi çekiştiriyor­
du.
“Yatak odan?” diye yineledi, dilim tutulmuş hâlde mer­
divenleri işaret ettim.
Kendi adımı hatırlamıyordum! Ve bana daha dokunma-
mıştı bile.
Tanrım.
M erdivenleri çıkarken, sıkı kalçaları gözüme ilişti, mi­
dem kasıldı.
“Sağa.” Sonunda ses çıkarabilmiştim, beni yatak odama
sürükleyip kapıyı kilitledi ve beni kendine çekti.
Mavi denizin sesinin odayı doldurduğu pencerelerden,
hâlâ yeteri kadar ışık içeri sızıyordu. Bir süre, ellerim geniş
omuzlarında, kollarım belime dolamış hâlde öylece ayakta
dikilip düzgün suratını büyük bir zevkle seyrettim.
“Öyle yakışıklısın ki,” diye mırıldandım.
Bana gülümseyip, beni geri geri yatağa götürürken boy­
numa sokuldu. Neyse ki yatağı bu sabah yapmıştım!
Beni yatağa itmesini bekliyordum ama onun yerine,
bana hiçbir şekilde dokunmadan geri çekildi, alev alev ya­
nan gözleri aşağıdan yukanya vücudumda geziniyordu, en
sonunda gözlerimiz birleşti.

73
KAÇ BENİM LE

“Bundan emin misin?” Ne?


“Şüphen mi var?”
“Tabii ki hayır, sadece bunu senin de istediğinden emin
olmak istiyorum bebeğim. Eğer hayır dersen, sorun değil
ama lütfen, Tanrı aşkına, hayır dem e.”
Vay canına. Kontrolü bana devrediyordu ve bunun, ona
arabada anlattığım şeyden mi yoksa, sadece kibar ve dürüst
olmasından mı kaynaklandığını bilm iyordum , ilgilenm i­
yordum da. Bu benim tercihimdi.
O benim tercihimdi.
Tam gözlerinin içine bakarak, şaşırtıcı ölçüde kendinden
emin bir ses tonuyla, “Luke, lütfen beni soy ve benim le se­
viş,” dedim.
O kocaman, kalp durduran gülüm sem esini takındı ve
bluzunu çıkardı.
Yuh!
Yağsız kaslı vücudu ve geniş om uzları ortaya çıktı. Karın
bölgesi, leğen kemiğinden penisine doğru inen inanılm az
şekilde çekici hatlarıyla çizilm iş gibiydi. K olları kaslıydı...
öylesine... güçlüydil ki.
Elimi kaldırıp ona dokundum am a o gülüm sem esini kay­
betmeden kafasını iki yana salladı. “E ğer bana dokunursan,
bu beklediğimizden de hızlı ilerler.”
Ah. “Bütün gece bizim .”
“Ve bundan yararlanacağız bebeğim , güven bana. Ama
bu ilk sefer özel olacak.”
Bluzumu çıkarm aya başlam ıştım ki beni durdurdu.
“Ben yaparım .”
“O zaman elini çabuk tut.” Sızlanır gibi çıkm ıştı sesim
ama bunun önüne geçem iyordum , ona gülm eden duram ı­
yordum.
“Büyük bir zevkle.” Hızlı bir hareketle pantolonunu ve
iç çam aşırını çıkardı, aniden L uke’un vücudunun ön kısm ı­
nın tam amı bütün ihtişam ıyla çıkm ıştı karşım a.
74
KRISTEN PROBY

Tam bir Yunan tanrısıydı. Vücudu her yönden kusursuz­


du.
Ve beni istiyordu!
Bana doğru yürüyüp bluzumun kenarından kavradı ve
kafamdan geçirerek üstümden çıkardı. Ellerini sütyenim-
den içeri sokup kulak mememin hemen altını ısırmak için
eğildi.
“Luke,” diye mırıldadım.
“Yavaş, bebeğim .” Elleri sırtıma ulaştı, ustalıkla sütye-
nimi çözüp kollarımdan çıkardı. Sıra şortum ve külotuma
geldiğinde daha hızlı davranıp ellerini kumaşların arasın­
dan itip popom u avuçladıktan sonra bacaklarıma kaydırdı.
Tanrım, ellerini çok iyi kullanıyor!
Ayağa kalkıp beni kaldırdı, ansızın kollarının arasında
bulmuştum kendim i. Ben de kollarımı boynuna doladım,
beni yatağa doğru yatırırken, yavaş yavaş dudaklarımı öpü­
yordu.
“Am an Tanrım, çok güzelsin, Nat,” diye fısıldadı ağzı­
ma doğru, gözlerim i kapayıp altımdaki battaniyeyi sıkmak­
tan başka bir şey gelmiyordu elimden.
“Haydi, şu diğer dövmeleri bulalım.”
O göğüslerim e doğru aşağıya inerken küçük öpücük­
ler ve dil darbeleri konduruyordu, bense gülümsüyordum.
Ardından göğüs ucumu sıkıca ağzına alıp tecrübeli diliyle
bırakırken nefesi kesildi. Doğruca Kasıklarıma giden hızlı
darbelerle, kalçalarım kendi ritimlerinde titremeye başladı.
İsmini m ırıldanıp, yumuşak sarı saçlarını ellerimin arasında
doladım.
“Şşş, bebeğim .” Eliyle diğer göğsümde geziniyor, baş­
parmağıyla çim dikliyordu.
“Ah, Tanrım !”
Bedenimin ona verdiği tepki karşı konulamazdı.
Tenime doğru gülümsediğini sezebiliyordum, sonra beni

75
K A Ç M E N İM L E

aniden beni sağa döndürüp aşağıya yöneldi. “Burada neyi,


miz var?”
“Muhtemelen başka bir dövm e?” Elini sol kalçamdan
omzuna kaydırdığında sesim çatallaştı.
“Burada ne yazıyor bebeğim ?”
Kaburgalarıma uzanan bir el yazısıydı, diğer tüm döv­
melerimde olduğu gibi ama ben konuşmak için nefes alma­
yı bile hatırlamakla m eşguldüm .
“Natalie, burada ne yazıyor?” Dirseklerine dayanmış,
kolları kalçalarımın sarılı hâlde her bir harfi nazikçe öpü­
yordu.
‘“ Şu an için mutlu o l,’” diye inleyip devam ettim. ‘“Şu
an senin hayatın’6 yazıyor.”
“Hangi dilde?” Parmakları şimdi okşuyordu.
“Sanskritçe.”
“M mm... Arkanı dön.”
Mecbur kalmıştım, o omuzlarımı öperken inliyordum;
ardından omurgalarıma geçip, aşağıya doğru ilerlemeye
başladı, aşağı, aşağı, daha da aşağı.
“Tanrım, dudakların o kadar iyi ki,” diyerek inildedim,
hassas tenimin hem en üzerinde güldüğünü hissediyordum.
“Ya bu?” Köprücük kemiklerimin arasını hafifçe ısırdı.
“Yunanca.”
“N e yazıyor, güzellik?” Vay canına, Tanrım, elleri her
yerdeydi, tenim yanıyordu ve benden konuşmamı mı bek­
liyordu?
“Derinden sev.”
“Kahretsin, çok seksisin, Nat.”
“Beni seksi hissettiren sensin, Luke.”
Küçük ısırıklarla kuyruk sokumuma kadar indi.
“Tramp stamp7 yok mu?” Güldüğünü duydum.
6 Ö m e r H a y y a m ’ın b ir sö z ü , (ç .n .)
7 S ırtın , b ö b re k le r ile k u y ru k s o k u m u a ra s ın d a k a la n k ısm a y a p tın !'111
d ö v m e , (ç .n .)

76
KRISTEN PROBY

“Hayır, ta b ii,” d iy e y a n ıtla d ım .


Ağzını açarak, sol kalçamı ıslak ıslak öpüp sağ kalçama
geçtiğinde nefesinin kesildiğini duydum.
“Aman Tanrım, bebeğim.”
Sağ kalçamın tam altına, üst bacağıma dişlerini değdirdi,
yataktan kalkmayı denedim.
“Sakin ol. Bu ne?”
Güldüm. “Dövme.”
“Vay, seni bilmiş şey.” Popoma bir şaplak attığında so­
luğum kesildi.
“Ah!” Arkamı dönüp şaşkınlık içinde ona baktım, gözle­
rim büyümüştü, o gülüyordu.
“Ne yazıyor?” Beni sulu bir cevap vermeye teşvik etme­
ye çalışarak tek kaşını kaldırm ıştı, ben yutkundum.
Lanet olsun, daha önce kimse popoma şaplak atmamıştı.
Bu... heyecan vericiydi.
“Mutluluk bir yolculuktur,” diye fısıldadım. “Fransız­
ca.”
İnleyen sesler çıkararak şefkatle dövmemi öptü. Yatağa
yeniden uzanıp kendim i L uke’un bacaklarımda bir aşağı bir
yukarı bıraktığı ısırıklarının ve öpücüklerinin keyfini çıkar­
maya koyuldum. Durdu, sağ ayağımın tabanına yeniden ve
bu defa daha özel bir ilgi gösterip beni güldürdü, aynı za­
manda da beni güldüren ve aynı zamanda da bacaklarımı
kapatarak birbirine yapıştırm a isteği uyandırdı.
Aniden beni sırtüstü döndürdü, dizimden kıvırarak sol
ayağımı yukarı kaldırıp ayak bileğimden öptü, yavaş yavaş
bacağıma doğru ilerliyordu. O bedenime tapınırken onu iz­
lemek bir mucizeydi.
Göbek piercingimi bir an için fark ettiğinde gözleri kı­
sıldı ama sonra yeni kremlenmiş kasığımı gördüğünde ye­
mden açıldılar.
“Ah, tatlım, bu ne?”

77
K/\(,' HI NİMI.I-

Nükteli bir cevap vermeye hazırlanıyordum ki o seksi


sarı saçlı kafasını eğip, kasık kemiğime kazılı el yazısının
her bir harfine olabilecek en yum uşak şekilde minik öpü-
cükler yağdırdığında kelim eler boğazım a dizildi.
“İtalyanca ‘A ffet’ yazıyor.”
Son ıslak öpücüğü kondurup karın bölgem e geçti, gö­
beğimdeki gümüş kalpten göğüs kafesim in ortasını takip
ederek yukarıya kadar öptü, ta ki dirsekleriyle başımın iki
yanında kendini destekleyerek durup, saçlarım ı yüzümden
çekip düzeltinceye kadar. M avi gözleri ihtiyaç içinde parlı­
yordu, hızlı hızlı soluk alıp verirken dudakları aralandı ve
ben daha önce hiç, biri tarafından bu kadar arzu edilen, ih­
tiyaç duyulan biri gibi hissetm em iştim hayatım boyunca.
“Ne kadar harikulade olduğun hakkında bir fikrin var
mı?” Burnunu burnum a değdirip, dudaklarım ın birleştiği
yeri hafifçe yaladı.
Düzensiz nefesim kesilm işti iyice. “ Bana hissettirdiği­
nin yarısı kadar harikulade bile değil.”
“Ah, Tanrım, bebeğim , seni istiyorum .” Etkileyici sert­
liğini hissedebiliyordum , kalçalarım ı davet edercesine sal­
ladım.
“Evet.” Alt dudağını ısırdım .
V ücutlarım ızın arasından aşağıya ulaşıp, bir parmağını
klitorisime dayadı. Belim den yukarı yay gibi kalkmıştım,
onu ayak parm aklarım ın ucuna kadar hissettiğim de solu­
ğum kesildi.
Şimdi, dudakları açlık içinde dudaklarım daydı, sert ve
haşin bir şekilde öpüyordu, aniden o olağanüstü parmağın
klitorisimden aşağı vajinam a doğru indiğini hissettim, du­
daklarımın içinde hırıldadı.
“ Siktir, ne kadar ıslaksın.”
“Seni çok istiyorum.”
Parmağını içime sokup çıkarıyordu, daha sonra parma'

78
KRISTEN PRÜBY

gına bir yenisi daha eklendi, bedenim in her yerini sarsan


heyecanlar yüzünden öleceğim i sandım.
P o p o su n u ellerim in arasına alıp leğen kemiğimi davet
eder gibi kaldırdım . “ Şim di.”
“B e k le .”
Ne? Bekle mi?!
Aniden yatağın yanından aşağı sarkıp pantolonuna doğ­
ru eğildi, arka cebinden p rezerv a tif çıkardı, açmak için yır­
tarken gülüm sedim , gözlerini gözlerim den ayırmadan pre­
zervatifi taktı.
Yeniden üzerim e uzandı, vajinam ın önünde bekliyordu.
Parmaklarımı kuyruk sokum undan saçlarına gezdirip, le­
ğen kemiğimi yen id en harek et ettirerek bacaklarımı yukarı
kaldırdım. B urnunu b u rn u m a sürtüyordu ve yavaşça, Tan­
rım o kadar yavaştı ki içim e yerleşti.
“Tanrım,” diye n efes aldım , o ise gözlerini sımsıkı kapa­
mış alnını alnım a dayam ıştı.
“Natalie,” diye fısıldadı belli belirsiz.
Sonuna kadar içim e girip durdu. Ben kalçalarımı hareket
ettirmeye başladığım da da beni durdurup gözlerini yeniden
bana dikti.
“Bekle.”
Ben ilerlem ek istiyordum , ileri geri içime çarpıp çıksın,
beni yakıp yıksın istiyordum am a o çok sakin görünüyordu.
Onu sarıp sarm alayan kaslarım ı sıktım , bir kereliğine, sa­
dece bu.
“Siktir,” diye fısıldayıp, gittikçe yükselen bir ivmeyle
ileri geri hareket etm eye başladı. Nefis bir uyum yakala­
mıştık. Birbirine karışan, kayıp giden dudaklarımız yeniden
birbiriyle buluştu, bir yandan elleriyle kafamı tutuyor, saç­
larımı karıştırıyordu.
Benim tırnaklarım sırtında dolaşıyordu, o ise tek elini
önce göğsüme, oradan kalçalarım a indirmişti ve son olarak

79
daha aşağıya, içim e daha rahat girebilm ek için dizim i tutup
yana doğru açtı.
“Evet, bebeğim , bırak kendini.”
Bıraktım , şiddetle sarsıldım .
“Ah, L uke!”A niden kaskatı kesildiğini hissettim , birkaç
kez daha itip içim e boşaldı.
“N atalie!”

N efes alıp verişim ve görüşüm dü zelm ey e başlıyordu,


L uke’u göğsüm e yatırdım . P arm aklarım ı y u m u şa k sarı saç­
larının arasında gezdiriyordum , nefesini tu ttu ğ u n d a aşağı,
ona doğru bir bakış attım .
“Ü zgünüm , biraz yavaşım . B ir saate k ıp ırd a rım .” Luke
kıpırdam ıyor am a gülüm süyordu.
Ellerim i aniden saçlarından çektim , u z an ıp a ln ın a bir
öpücük kondurdum .
“İyisin,” diye fısıldayıp saçlarıy la o y n a m a y a d ev am et­
tim.
“Sadece iyi m i?” Şakacı b ir ifad ey le k a şların ı çatm ıştı,
aram ızdaki değerli iletişim i kesip beni k e n d in d e n u zaklaş­
tırdı. Prezervatifi çıkarıp, beni k o lla rın ın a rasın a a larak ya­
nım a uzandı.
“Tam am , iyiden ötesin.”
“ Sen nasılsın?” diye sordu, artık ciddiydi.
“B en...” D oğru sözcüğü b u lm ay a çalışıy o rd u m . “O lağa­
nüstüyüm .”
“E vet, öylesin,” diyerek beni hafifçe öptü.
“Peki, neden farklı diller?”
U zağa bakıp om uz silktim am a o çen em d en tu tu p yüzü­
m ü kendine döndürdü.
“ B en söylem edikçe, yazılanları k im sen in bilm esini iste­
m iy o ru m .”
KRISTEN PROBY

“Bu şerefe kim ler ulaştı bugüne dek, Bayan Conner?”


Kaşlarını kaldırm ıştı.
“Sen,” diye fısıldadım.
“B aşka?”
“Sen.”
G ülüm sedi. “G erçekten mi?”
“Evet.”
Parm aklarının tersiyle yanağımı okşadı, alt dudağıma
yerleştirdiği başparm ağını ısırdım.
“ Ah, dem ek edepsizleşm ek istiyorsun, öyle mi?”
“B elki daha sonra.”
“Peki, ne yapm ak istersin bebeğim ?” Ah, ne kadar tatlı.
“ Sanırım duş alm aya ihtiyacım var.” Bir gülüş atıp aya­
ğa kalkıp ona döndüğüm de yatak titriyordu.
“P oponu çok seviyorum , N at.”
K ahkaha atıp arkam ı döndüm, popom u salladım, ardın­
dan aheste aheste banyoya doğru yürüdüm.
“B ütün sıcak suyu bitirm eden önce banyoda bana katıl-
san iyi olur!”

81
^ /eU i^ irıri ¿ S ö iü tri/

Bu kadın da kimdi ve bana ne yapmıştı böyle?


Luke’un yanında nasıl böyle rahat hissettiğime inanamı-
yordum, özellikle de çıplakken. Daha önce hiç, hem de hiç,
sanki önemli bir şey yokm uş gibi etrafta çıplak dolaşma-
mıştım. Müşterilerim bunu hep yapardı ama hiç bana göre
değildi.
Ta ki bugüne kadar.
Ta ki ona kadar.
“Poponu çok seviyorum, Nat.” Duşta bana katılmak için
yataktan çıkmadan ağzından dökülen bu sözler beni hâlâ
gülümsetiyordu. Bütün kalçamı, bütün dövmelerimi, bütün
kıvrımlarımı seviyordu.
Özellikle de kıvrımlarımı seviyor gibiydi.
Duşta ona bakıp gülümsedim. Ah, çok hoş. Saçlarını ka­
rıştırıyordu, elime biraz vücut şampuanı döküp, sırtını yıka­
maya başlamaktan alıkoyamadım kendimi.
“Mmm...” diye homurdanıp akan suyun altında saçım
durulamak için arkasını döndü.
“Ne kadar sıklıkla spor yaparsın?” diye sordum.
“Aşağı yukarı her gün,” diye yanıtlayıp döndü, ellerine
sabun dökerek. “Arkanı dön.”
“Ya sen?” diye sordu, omuzlanma masaj yaparken.
“Soru neydi?” diye mırıldandım.

82
KRISTEN PROBY

Güldüğünü duyuyordum. “Ne kadar sıklıkla spor yapar-


O”
sim
“Uygun olduğumda haftada üç ya da dört kere yoga ya­
parım. Benim sporum da oldukça fiziksel. Bu kadar,” diye­
rek omuz silktim.
“Sende işe yarıyor,” dedi içten bir ses tonuyla, ona bakıp
gülümsedim.
“Sende de.”
Ritmik hareketlerle sırtımda aşağı yukarı daireler çizi­
yordu, sonra sırtımı akan suya tutmak için önüme dolanıp
göğüslerime masaj yapmaya başladı.
“Harika ellerin var,” diye fısıldayıp kendimi leğen ke­
miklerine doğru yasladım.
“Harika bir tenin var,” diye yanıtladı. Sabun köpükleri
vücudumdan akıp giderken, elleri göğüslerimin ve sertleş­
miş göğüs uçlarımın üzerinde geziniyordu. Bir elini belim­
den aşağı kaydırıp klitorisimi buldu. Beni duvara yaslayıp
kulak mememi dişlerinin arasına aldı.
“Ah!”
“Seninle burada sevişmek isterdim bebeğim ama ban­
yoda kondom otomatı yok.” Gülümseyişini hissedebiliyor­
dum, dönüp parlak mavi gözlerine baktım.
Bir parmağını içime kaydırmadan önce, elini tuttum, du­
daklarıma götürüp sertçe yaladım. Gözbebekleri büyüdü ve
dudağını ısırdı.
“Daha iyi bir fikrim var.”
Ardından ellerimi, kam ının ve leğen kemiklerinin üze­
rinden göğsünden aşağı indirdim. Dizlerimin üzerine çök-
dim, sert ve etkileyici penisiyle göz hizasmdaydım artık.
Ellerimle onu kavrayıp, gözlerinin içine bakarak ellerimi
a?ağı yukarı hareket ettirmeye başladım.
“Kahretsin, bebeğim.” Gözlerini kapayıp ellerini duvara
dayadı, onun o zevk dolu yüzünü görmek beni teşvik etti.
Eğildim, kafasının kenarını yaladıktan sonra tamamını
ağzım a alıp emmeye başladım.
“Siktir!'’
Oh, evet! ?
Ağzımdan içeri itip, dışarı çıkarıyordum , dişlerim i du­
daklarım ın ardına saklam ıştım . Yukarı çıkarken, ucunu, l
çevresinde döne döne emiyor, yalıyordum . K alçalarını bana
doğru ileri geri hareket ettiriyordu ve ben, penisinin başını
boğazımda hissederek, onu derin, daha da derin içim e çe- l
kiyordum. \
“Ah, kahretsin, Nat. dur bebeğim , geliy o ru m .” î
Ama durm ak istem iyordum , durm adım da. O n u deliye *
döndürerek işkenceye devam ettim . Saçlarım ı tepem de top- \
lamış tutuyordu, gelirken hırıldayan sesler çıkardı ve ben i
sıvısını hızlıca yuttum . ■
Ona bakarken alnını fayansa yaslam ış soluk soluğaydı.
Nefesini tutup bana baktığında, erim iş m avi gözleriyle beni
ayağa kaldırdı ve bana uzun ve haşin bir ö p ücük verdi.
Tanrım.
“Haydi, sudan çıkalım .” U zaklaşıp m usluğu kapattı ve
bana yum uşacık bir havlu uzattı.
“Acıktın m ı?” diye sordum .
“Ölmek üzereyim .” Suç işlem iş b ir ifadeyle gülüm se­
di, kahkaha attım, yatak odam a doğru e trafından yürürken
havluyu kendim e sardım . G ri bluzunu yerde görüp kaldır­
dım. Havluyu atıp üzerim e bluzunu geçirdim . M m m ... T ıp­
kı onun gibi kokuyor.
İç çam aşınm ı giym eden, cesaretim e gülerek arkam ı
döndüğüm de beline sardığı havlusuyla kapı aralığında du­
ran gözlerini bana dikm iş L uke’u gördüm .
“Bu bir tür şov, N at.”
“Beğendiğine sevindim ,” diye yanıtladım gülüm seye­
rek. “ Haydi, gidip m utfakta yiyecek bir şeyler bu lalım .”
Pantolonunu giym esin i bekledim - iç çamaşırı yok! - ve
m erdivenlerden aşağı yöneldik.
Luke m utfaktaki bar taburesine oturup mutfakta gezinen
beni izlem eye koyuldu.
“N eyim iz olduğuna dair hiçbir fikrim yok,” dedim uta­
narak. “ Burası Ju les’un yeri. Hım.. Sezar salatası?”
Kâseyi buzdolabından çıkardım, onaylayarak kafasını
sallıyordu. İki kişilik servis hazırlayıp hemen yanındaki
sandalyeye oturdum .
D em ek fazla yem ek yapmıyorsun?”
Suratım ı ekşittim . “Yapabiliyorum, sadece tercih etmi­
yorum . Jules hep benim le yaşıyor ve yemek yapmayı sevi­
yor, yani böylesi ikim izin de işine geliyor.”
İsm ini anar anm az, ön kapının açıldığını duydum. “Nat?”
diye seslendi.
“ M utfaktayım ,” diye bağırdım.
“M isafirin m i var?”
K aşlarım ı çattım . “ Evet.”
“Tam am , odam a gidiyorum . Yarın görüşürüz.” Ayakka­
bılarının m erdivenlerde tıkırdadığını duydum.
L uke bana bakıp kaşını kaldırdı. Omuz silktim.
“ B elki de kötü bir gün geçirmiştir.”
“ B elki de,” diye yanıtladım hoşnutsuz bir ifadeyle, omuz
silkerek. O na yarın ne olduğunu soracaktım. Luke’u merak
edip bakm ak isteyebileceğini düşünmüştüm ama ikimizi de
yarı çıplak görm em esi, içimi rahatlatmıştı. Kimsenin Lu­
k e ’u, üzerinde tişörtü yokken görmesini gerçekten istemez­
dim.
Birkaç kirli bulaşığım ızı temizleyip, bulaşık makinesine
yerleştirdim , ardından geri dönüp dirseklerimi mutfak tez­
gâhına dayadım .
“Bu gece benim le kalacak mısın?” diye sordum.
L uke’un gözleri büyüdü, gülüyordu. Hiçbir şey söyle­
medi, ayağa kalkıp, yürüyerek benim için tezgâhın diğer ta­
85
rafına geçti. Hiçbir şekilde dokunmadan eğilip dudaklarıma
kibarca bir öpücük kondurdu.
Tanrım, bu adamı nereden buldum?
“Bu gece kalmayı çok isterim ,” diye fısıldadı dudakla­
rıma doğru. İşte, yine o çok iyi çıkardığı seksi fısıltılı sesi.
“Tamam, güzel,” diye m ırıldandım ben de.
Aniden bana arkasını döndü ve “Z ıpla,” dedi.
“Ne?”
“Sırtıma atla, yukarı çıkacağız.” Beni yakalayacakm ış
gibi kollarını geriye uzatmıştı, kahkaha attım, sırtına atla­
yıp, kollarımı boynuna, bacaklarımı da beline doladım .
Öne uzanıp kulak m em esini dişlerim in arasına aldım,
doğruldu, merdivenleri hiç zorlanm adan tırm anıyordu ve
yatağın yanında durup örtüyü yeniden çekerken ikim iz de
deliler gibi kahkahalarla gülüyorduk.
Beni apar topar yatağım a attığında ciyakladım .
“Biliyor musun,” dedi, yatakta yanım a uzanırken yüzü
aniden ciddileşmişti.
“Neyi?” diye sordum, alaycı bir ses tonuyla.
Parmak ucunu üzerimdeki tişörtünün boynunda gezdirdi.
“Tişörtümü ödünç alıp alam ayacağını bana hiç sorm adın.”
“Sormadım m ı?” Gözlerim büyüm üştü, dudağım ı ısır­
dım.
Kafasını iki yana salladı. “Hayır, sorm adın. Ç ok terbi­
yesizsin.”
“Özür dilerim. Bu hatam ı nasıl düzeltebilirim ?” dedim
pişmanmış gibi görünmeye çalışarak.
“Bilmiyorum. Çok kızdım .” H âlâ çok ciddi görünüyor­
du, kahkahalara boğulm ak üzereydim am a oyunum uzdan
da çok zevk alıyordum.
“ Sana yeni bir tane alabilir m iyim ?” diye sordum .
“Hım, ama ben buna çok düşkünüm .”
“Ya,” dedim yeniden dudağım ı ısırarak ve ona arkaya
doğru ittim. “Fotoğrafını çekip iade edebilir miyim?”
Pantolonunu açtım, bacaklarından geçirebilmem için
kalçalarını kaldırdı, kabarıklığı serbest kalmıştı. Paketten
bir prezervatif çıkarıp paketi bir köşeye fırlattım.
“Hayır,” diye fısıldadı, “artık eskisi gibi olmaz ”
“H ım ...” Prezervatifi penisine takıp, bacaklarını ayırdım.
Sanki, bir problem i çözm ek için derin düşüncelere dalmı­
şım gibi, gözlerim i kısmıştım.
“O hâlde.” Kollarım çapraz şekilde, yumuşak gri tişörtü
kenarlarından tutup kafamdan geçirerek çıkardım. “Sanı­
rım, onu geri versem daha iyi olacak.”
Ona tişörtünü uzattım ama o yere fırlatıp oturur pozisyo­
na geçti, artık burun burunaydık. Popomu ellerinin arasına
alıp beni kaldırdı, penisinin üzerinde kayıp oturdum.
“Kahretsin, bebeğim , sırılsıklamsın.”
“Şu ufak oyunum uz beni tahrik etti.”
Hırıldayıp popom daki elleriyle aşağı yukarı hareket et­
meme yardım ederek beni öpüyordu. Ellerimi omuzlarına
koyup onu ittim, sırtüstü yatağa uzanmıştı. Kalçalanm hâlâ
hareket ederken üzerine eğilip şehvetle öptüm, elleri hâlâ
popomdaydı.
Daha sonra doğrulup, onun ne kadar derin bir haz aldığı­
nı görüp m est olarak, etrafında kıvranarak, gerçekten hare­
ket etm eye başladım . Ellerini kaldırıp göğüslerimi avuçla-
dı, başparm aklarıyla göğüs uçlarımı sıktı.
“Ah!” K afam ı geri attım, kendimi ona daha sert, daha
hızlı bastırıyordum , kasılmıştım, neredeyse boşalmak üze­
reydim.
“Benim için boşal bebeğim.” Elleri kalçalarımı kavra­
mıştı, beni kendine daha da sert bastırıyordu, içimdeyken
patlayıverdim.
Daha dünyaya dönmeye fırsatım olmadan, Luke altım ­
dan kalkıp beni yüzüstü yatırdı. Sırtıma uzandı, göğüs kılla­
rv.‘\V DCINIMLE.

rı köprücük kemiklerimi gıdıklıyordu. Ensemden, ardından


da sırtımdaki dövmemden öptü. Bir eliyle bacağım ı arala*
yıp yeniden içime sokuldu.
“Aman Tanrım!”
“Oh, bebeğim, harikasın.” Kendini, diğer yanımdan,
yumruklarıyla destekleyip vajinamın ön kısm ındaki o tat-
Iı noktasına çarpa çarpa, vücudumun her yerine parıldayan
küçük kıvılcımlar göndererek içime tekrar tekrar girip çıkı*
yordu. Kendimi yeniden eşiğe itiliyorm uş gibi hissediyor­
dum, orgazmım vücudumu ele geçirip, beni kurak bıraka­
rak boşalırken L uke’un adını haykırıyordum .
O da kendi orgazmına ulaşırken benim adım ı sayıklayıp
üzerime yığıldı.
“Vay,” diye mırıldandım yastığım a göm ülüp, sırtımda
gülüşünü hissedebiliyordum.
“Bu neydi?”
“Vay,” dedim yeniden, kafam ı oynatm adan.
Omzumu ısırdığında acıyla viyaklayıp onu üzerimden
attım. Prezervatifi çıkanrken kendi kendine gülüyordu, ar­
kadan sarılıp beni kollarının arasına alarak üstüm üze batta­
niyeyi çekti.
“Özür dilerim, hanımefendi, sizi duyam adım ?”
“ ‘Eh işte’ dedim.”
İçten bir kahkaha atıp daha sıkı sarıldı.
“Doğum kontrol hapı kullandığım ı söylem ek için yanlış
zaman mı?” Bunu söylerken tepkisini görm ek için kolların­
da döndüm.
“Ne?” Gözleri kısılmıştı, kızmış görünüyordu. Kahretsin!
“Şey, evet, kullanıyorum. N eden kızdın?” Y üzünü göre­
bilmek için biraz geri çekilmiştim.
“Biriyle birlikte olmayalı neredeyse bir sene olduğunu
söylemiştin.”
“Oldu da.”

88
KRISTEN PROBY

Kaşını kaldırdı.
“Kadınlar yalnızca fiziksel bir ilişkileri olduğunda do­
ğum kontrol hapları kullanmazlar,” dedim gözlerimi devi­
rerek. “Yoksa hormonlarımızla başımız derde girerdi ”
“Aa.” Kaşları yeniden çatılmıştı, dövmelerime baktı.
“Her yıl sağlık kontrolü yaptırıyorum. Tamamen sağlık­
lıyım.” Gülümsedim.
“Yani, duşta seninle sevişebilirdik?”
Kahkaha atıp kafam la onayladım, sonra durup kuşku
dolu gözlerle onu süzdüm. “Yani...”
“Ben de düzenli olarak muayene oluyorum, seninle yak­
laşık olarak aynı süreden beri kimseyle birlikte olmadım ve
tamamen sağlıklıyım .”
“Öyleyse, evet.” Vay canına, onu başka bir kadınla oldu­
ğunu düşünm ek bile istemiyordum. Hayır, hayır, hayır.
“O hâlde, kahretsin, yeniden duş almak zorundayız sa­
nırım.”
G ülüm seyip, başımı göğsüne yaslayarak yeniden kolla­
rının arasına kıvrıldım.
“Yarın, uykum geldi.”
“Belki, birbirim izin uykusuzluk problemini çözeriz.”
“D enem eye değer.” Esneyerek göğsüne bir öpücük kon­
durdum.
“İyi geceler, bebeğim .”

Sabah pırıl pırıl bir güne uyandığımda üzerimde, yığıl­


mış ağır bir kol vardı. Biriyle daha önce hiç uyumamıştım,
benim için yeniydi. Ve şaşılacak derecede rahattı.
Luke yastığım ın üzerinde uyuyordu. Çok genç ve gev­
şemiş görünüyordu. Tıraş olması gerekiyordu, saçları her
zaman olduğu gibi darmadağındı. Parmaklarımı saçlarına

89
KAÇ BENİMLE

daldırmak istedim, ancak tuvalete gitmeliydim, dikkatliCç


kolunun altından sıyrılıp banyoya yöneldim.
Parmak uçlarıma basarak odaya geri döndüğümde, Luke
hâlâ uyuyordu ama diğer tarafa dönmüştü, çıplak bedeni
örtüye dolanmış; bir kolu, bacağı, poposu ve sırtı tamamen
açıkta kalmıştı.
Aman Tanrım, bakmaya doyulmayacak bir manzaraydı!
Kendimi tutamıyordum. Kendine saygısı olan hangi ka­
dın yatağında böyle bir şeye sahip olur da ona dokunmadan
durabilirdi?
Ben değil.
Yeniden yatağa çıkıp elimin dışıyla topuğundan, şekilli
baldırlarına ve diz kapağının arkasına, sıkı kalçalarından,
sırtına kadar okşadım, ardından parmaklarımı saçlarının
arasında gezdirdim. Boynunu ve omuzlarının arasında ka­
lan bölgeyi ısırdım. Omurgasını boylu boyunca, sırtının he­
men altında, kalçasının hemen üstündeki inanılmaz seksi
iki küçük bel gamzesine kadar öptüm.
Hafifçe inleyip güldü.
Tırnaklarımı kalçasından bacaklarına kaydırıp, göğüs
kafesinin yan kısımlarını yukarı doğru öpmeye başladım.
Yavaş yavaş yüzünü dönüp sırtüstü uzandı, göğüs uçla­
rını sıkarak, leğen kemiğinden aşağı uzanan seksi V böl­
gesinde dinlenerek gövdesini öpücüklerimle geziyordum
Gözlerimi yukarı çevirdiğimde, eğlenen mavi gözleriyk
karşılaştım.
“Günaydın, y a k ışık lı.”
“Günaydın, g ü zellik .”
Birden Luke beni itip sırtüstü yatırıp parmaklarını par­
maklarıma kenetleyip iki elim i de başım ın üzerine doğr11
kaldırdı. Boynum dan ve çen em d en öpüyordu, ellerini kol­
larımdan aşağı indirip yüzüm ü avuçlarının arasına aldı.
“Bu sabah nasılsın?” d iye fısıldadı dudaklarıma doğr11'
burnuyla burnumu okşuyordu.
KR1ST1İN l’ROHY

“İyiyim."
“Yalnızca iyi mi?” Yanağımdan öptü, derin bir nefes al­
dım.
“Ne tür bir cevap bekliyordun?” diye sordum, daha iyi
öpebilsin diye kafamı yana çevirdim.
“Muhteşem,” diye mırıldandı.
Gülümseyerek ellerim i sırtına götürdüm. “Ö yle de de­
nebilir.”
Bana yeniden bakm ak için doğrulduğunda yüzünü elle­
rimin arasına aldım.
“Sen nasılsın?” diye sordum .
“Hiç bu kadar iyi olm am ıştım .”
Bu ciddi cevabı karşısında gözlerim büyüdü.
“Vay canına, sıradan bir güzel cevabı da yeterdi bana.”
“Ah, tatlım, onu dün sabah bitirdim .”
“Büyüleyicisin.”
Gülümsedi.
“Sabahları çok güzel oluyorsun.”
Burnumdan soluyarak onu başım dan atm aya çalıştım
ama o sıkıca çenem den tuttu.
“Sen.” Öpücük. “Ç ok.” Öpücük. “G üzelsin.” Öpücük.
Aman Tanrım.
“Sen de hiç fena sayılm azsın,” diyerek gülümsedim du­
daklarına doğru.
“Seni istiyorum, bebeğim ,” diye mırıldandı.
“Anlayabiliyorum.” Kalçamı uyarılmış penisine doğru
kaldırdım, soluğu kesilmişti.
‘Tanrım, beni sanki bir ergenmişim gibi azdırıyorsun,
Nat. Ne yapıyorsun bana böyle?” Mavi gözleri gözlerime
dikilmişti, kalçasını hareket ettirip, penisinin ucunu vajina­
ca dayadı, leğen kemiğimi eğip içime girmesine izin ver­
dim.
Ah!” O daha derine inerken ben omuzlarını tutuyor-

9 i
dum. Yüzünü boynuma gömdü, nazikçe öpüp emiyordu
Darbeleri gittikçe daha da hızlı ve derin olm aya başladı
şiddetle nefes alıp veriyorduk.
“Ah bebeğim... Ben hiç... Tanrım harikasın.”
Onu daha derine itmek için poposunu tutup sıkıyordum.
“Benimle gel, bebeğim.” Düzensiz nefes alıp veriyordu,
orgazm olmak üzere olduğunu hissedebiliyordum ve beni
de yanında götürüyordu.
“Ah, evet!” diye haykırarak boşaldım .
Vücutlarımız ve nefeslerim iz sakinleştikten birkaç da­
kika sonra kafasını kaldırıp kibarca öptü. İçim den çıktı,
vücudumun biraz ağrıdığını hissediyordum am a fazla dert
etmedim.
“Hemen dönerim,” diyerek kalktı ve banyoya gitti.
Yatakta doğrulup ağır hareketlerle gerindim . A h, evet,
her yanım ağrıyordu. Bazı kasların bir süredir kullanılm adı­
ğı belliydi. Kendime sarılıp yataktan kalktım ve bir tişörtle
!f yoga taytı giydim.
“Giyinmişsin.” Banyodan çıktığında dudakları büzüş­
müş Luke’a bakıp bir kahkaha attım. B eni kollarının ara­
sına alıp sıkıca sardı, derin bir nefes aldım . Vay, bu gerçek
olamayacak kadar güzel bir şey degıl mi?
“Kahve yapacağım. Aşağıda buluşalım m ı?” Yanağını
okşuy ordum.
“Tabii, arkandan geliyorum .”

tu %

92
Çi)oJî4^^tı^ıct4/ S B ciilm /

“Günaydın, günışığım !” diye selamladım Jules’u, mutfakta


aylak aylak gezinirken. Koşudan henüz dönmüştü, sarı saç­
larını atkuyruğu yapm ıştı, benim gibi beyaz tişört ve siyah
yoga taytı vardı üzerinde. Kahve kavanozunu buzdolabına
geri koyup bana gülüm sedi.
“Sana da günaydın. O gitti m i?”
“Hayır, b ir dakika içinde aşağıda olur. Kahve içeceğiz.”
“Onu sen davet ettin.” Bu bir soru değildi.
“Evet.
“Ve kalm asına izin verdin.”
“Evet.”
Mavi gözleri keskinleşm işti.
“Pek de senin tarzın değil.”
“B iliyorum ,” diye iç geçirip dolaptan üç kahve fincanı
Çıkardım. “O farklı, Jules. Nereye gider bilmiyorum ama
öğrenmek istiyorum .”
Sırtımı sıvazlatıp gülümsedi. “Senin adına mutluyum,
hayatım .”
L uke’un içeri girdiğini duydum, Jules’un gözleri yuva­
larından fırlam ıştı. Çok seksi olduğunun farkındayım.
Arkam ı dönüp ona gülümsedim.
“Luke, bu en yakın arkadaşım Jules. Jules bu da...”
“Luke W illiam s!” dedi tiz bir ses tonuyla Jules, gülüm-
KAÇ BEN IM Lt

süyordu, ellerini yumruk yapmış neredeyse yerinde zıpjN


yordu.
“Aman Tanrım! Aman Tanrım! Aman Tanrım! Luke -
Williams bizim mutfağımızda!” Omzumdan itip duruyor
sevinçten küçük daireler çiziyordu.
Bu da neyin nesiydi böyle?
Yeniden Luke’a baktım, tepkisiz duruyordu. Yüzü ala­
bildiğine sararmıştı. Güçlükle yutkunup bana baktı, dokun­
muyordu.
Jules küçük mutluluk dansını bıraktı. “Bana aşırı tatlı
Muhteşem Luke WilliamsTa olduğunu söylem edin!”
“Onu tanıyor musun?” diye sordum, sesim fısıldar gibi İ
çıkmıştı.
Neyi kaçırmıştım?
Jules durakladı, ağzı açık, gözleri büyüm üş hâldeydi. J
“Elbette, onu tanıyorum. Nat, bu Luke W illiam s.”
“Farkındayım,” diye yanıtladım ama yüzüm kıpkırmı-
zıydı, içerideki herkesin büyük bir şakanın bir parçası oldu­
ğunu düşünmeye başlamıştım ve bu şakanın hedefi bendim.
“Hayır, Nat...”
Luke araya girdi. “Nat, açıklayabilirim .”
Bana dokunmaya çalıştı ama ben ondan kurtulup aram ı­
za mesafe koymak için mutfak tezgâhının etrafını dolaştım.
“Neyi açıklayacaksın?”
“Natalie.” Jules yutkunup ona baktı, sinir bozucu bayıl­
tan bir gülümseme takınarak bana döndü. “Bu Luke W illi­
ams ünlü.”
“Ne?” Gözlerimi kısarak yeniden L uke’a baktım , her
şey şimdi anlam kazanıyordu.
Fotoğraflarımı çekme sakın.
Neden hiçbiriniz beni yalnız bırakmıyorsunuz?
Kalabalıklardan hoşlanmam.
“Nightwalker filmlerinden, Nat,” diye fısıldadı Jules.

94
IVK.1Ö 1CİN riNAJD I

Luke hiçbir şey söylemiyor, artık bana bakmıyordu. El­


leri kalçalarındaydı ve kafasını yana eğmişti.
“Bana yalan söyledin.” Hayal kırıklığına uğramış ses to­
numdan hiç hoşlanmamıştım.
Hızla başını kaldırıp o güzel mavi gözleriyle bana baktı.
“Hayır, yalan söylem edim .”
“Sana ne iş yaptığını defalarca sordum ama sen beni ge­
çiştirdin.” Ah, işte, bu incitti.
“Ben sadece...” Ellerini saçına götürdü. “Natalie, senin
için hissettiğim şey...”
“Dur.” Elimi havaya kaldırdım. “Dün arabada sürpriz
yok dem iştin.”
Yutkundu.
“Tanrım, kendimi aptal gibi hissediyorum.” Gözlerimi
kapadım, kafam ı m utfak tezgâhına gömüp ağlamak istiyor­
dum.
“ Hayır, bebeğim ...” Bana doğru gelmeye başlamıştı ama
onu durdurarak yine geri çekildim.
“Hayır, beni dinle, bebeğim.” Öfke içimi kemiriyor, beni
ele geçirm eye başlıyordu. “Sana daha önce başka kimseye
güvenmediğim şeyler hakkında güvendim. Ve sen bunca
zaman bana yalan söylüyordun.”
“Öyle değil...”
“N atalie...” Jules bir adım öne çıktı ama bakışımla yeri­
ne çakıldı.
“O zam an, bu bir şakaydı. ‘Bakalım kim olduğumu an­
lamadan önce bu kızla ne kadar ileri gidebileceğim’? Onu
becerdin, Luke. Aferin sana.”
“Hayır!” Tüm uyarılarımı görmezden gelerek mutfak
tezgâhının etrafından dolaşıp elleriyle omuzlarımdan kav­
radı. Gözleri buz kesmişti, yüzü acı çekiyormuşçasma ger­
gindi.
“Hayır, Natalie. Bizimle ilgili hiçbir şey şaka değil. Ben
seni becermedim, seninle seviştim.”
95
KAÇ BENİMLE

Utancımdan yerin dibine girmiştim.


“Ülkedeki herkes senin kim olduğunu biliyor, Luke.”
“Herkes değil,” diye yanıtladı.
“Haklısın; görünüşe bakılırsa seni tanıyacak kadar zeki
olmayan bir ben varım.” Omzumdaki ellerini itip uzaklaş­
tım. Kollan iki yanında sallanıyordu.
“Natalie,” diye yeniden denedi şansını Jules, “kim oldu­
ğunu nereden bilecektin? Filmlerini hiç izlemedin ki.”
“Suratı milyonlarca tişörtün üzerine basılı, Jules! Ona
benzeyen oyuncaklar var.”
Luke yüzünü buruşturup arkasını döndü.
“Her yaştan kadın senin birkaç dakika önce yaptığın gibi
akıllarını kaçırıp çığlıklar atıyor! Yüzleri tanım ak benim la­
net olası işim!”
“Tanrım, salağın tekiyim.” Utancımdan yerin dibine gir­
miştim, koşmak istiyordum. Gitmesini istiyordum. Beni
tutup bütün bunların doğru olmadığını söylemesini istiyor­
dum.
Benden ne istemişti ki? Dünyadaki herkese sahip olabi­
lirdi. Gerçekten.
“Nat...” Luke bana uzanmaya çalıştı ama yüzündeki acı­
ya aldırmadan uzaklaştım.
“Git.”
“Hayır, gitmek istemiyorum.” Güzel suratı keder için­
deydi, tıpkı benimki gibi. Elime uzanm aya çalışmaması
için kollarımı kendime doladım.
“Seni burada istemiyorum. Bana yalan söyleyen biriyle
birlikte olamam.” Ah, git işte.
“Ben yalan söylemedim! Natalie, hayatım artık bu değil.
Konuşalım.”
Yeterince dinlemiştim, tek ihtiyacım olan şey ondan
uzaklaşmaktı.
“Bir saat içinde bir seansım var, duş almam gerek, ben
çıkana kadar gitmiş olmanı istiyorum.”
96
K_R1S 1 hN rRU BY

“Aşırı tepki gösteriyorsun!” Sesi deli gibi çıkıyordu, yal­


varan gözlerle bakıyordu.
“Evimden siktir olup git!” diye bağırdım, sıcak gözyaş­
ları süzülüyordu yanaklarımdan.
“Natalie, yapma bunu...”
Dönüp merdivenlere koştum, odamdan geçip kendimi
banyoya kilitledim. Kapıya yaslanıp yere kaydım, hıçkırık­
lara boğularak ağlarken bedenim sarsılıyordu.
“Natalie, kapıyı aç.”
Kahretsin, peşim den gelmiş.
“Git buradan.” Sesimde güç kalmamıştı. Sadece gitme­
sini istiyordum.
“Hiçbir yere gitmiyorum, lanet olsun! Aç şu aptal kapı-
yı!”
“Hayır!” Ayağa kalkıp, yumruk yaptığım ellerimle des­
tekleyerek alm m ı soğuk beyaz tahta kapıya dayadım.
“Natalie, Tanrım bana yardım et, eğer bu kapıyı açmaz­
san, kıracağım. Dışarı çık ve yüzüme bak.” Sesi öfkeli ge­
liyordu, benim sesime benziyordu. Çok sinirlenmişti. Ama
ben de sinirliydim! Cevap vermedim ve aniden Luke kapı­
nın sol yanındaki duvarı tekmeledi.
“AÇ ŞU SİKTİĞİM İN KAPISINI!”
Hâlâ cevap vermiyordum; gözyaşlarını yüzümden aşağı
kayıp düşüyorlardı.
“Peki, Nat, bir çocuk gibi davranmak istiyorsan, peki.
Buna ihtiyacım yok.” Odadan çıktığını ve merdivenlerden
indiğini duydum.
Kendimi bu karmaşanın içine nasıl sokmuştum? Onu na­
sıl tanımamıştım? Saçı daha uzundu, son film vizyona gireli
beş yıldan fazla olmuştu, dolayısıyla vücudu daha da şekle
girmişti, yaşlanm ıştı ama o güzel suratı nasıl olur da tanı­
yamamıştım?
Birden, barda içki içerkenki konuşmamı hatırladım. Ne

97
zaman başka bir aptal vampir film i fragm anı daha görsem,
kendimi öldüresim geliyor.
Aman Tanrım. Daha küçük düşürücü bir şey olabilir mi?
Lııke, üç vampir filminde rol almıştı ve film ler sadece iyj
gişe yapmakla kalmamış, öyle büyük bir etki yaratmışlardı
ki filmin yıldızlarıyla ilgili haberleri ya da her çeşit ürünü
görmemiş olmak imkânsıza yakındı.
Ve ben, geçtiğimiz yaklaşık kırk sekiz saati, ligim in dı­
şında olmasını bırak, aynı sporu bile yapm adığım bir ada­
ma âşık olarak geçirdim.
Neden bana söylemedi? Neden bütün sırlarım ı anlatma­
ma izin verip kendi sırlarından hiç bahsetm edi?
Küvete uzanıp musluğu açtım. Seansım a kadar kendimi
toparlamak zorundaydım. Küvete sindim. B ugünkü m üşte­
rilerim çift ve ben onların birbirlerini sevm elerini, romantik
olmalannı teşvik ederek özel anlarını fotoğraf!am ak zorun­
dayım.
Kahretsin.
Hızlıca duş aldım ama birkaç saniye daha suyun yüzü­
me püskürmesini istedim. Kırmızı, şişm iş gözlerle korkunç
görünüyordum.
Kurulanıp giyindikten sonra saçımı kurutup topladım.
Yüzümü inceledim. Evet, kırmızı, şişm iş gözler. Makyaj
yapmakla uğraşmadım, önümüzdeki yarım saat içinde yü­
zümün normale dönmesini umuyordum. Bu seansı atlatmak
zorundaydım, sonra yatağıma kıvrılıp eğer istersem günler­
ce ağlayabilirdim. Luke’u düşünmeden geçirilecek sadece
iki saat daha.
Banyo kapısından kafamı uzattım, yatak odası boştu.
Tanrı’ya şükür. Kapının yanındaki L uke’un tekm elediği du­
varda iz yoktu. O kadar da sert vurm am ıştı. Hole gidip ön
kısma bakan camdan dışarıyı dikizledim. L uke’un arabası
yola koyulmuştu.

98
KRISTEN PROBY

Gitti.
Aşağıda, Jules elinde kahvesi, gözünde yaşlarla hâlâ
mutfaktaydı.
“N atalie, üzgünüm .”
Ellerimiz teslim olur gibi yukarı kaldırdım. “Senin su­
çun değil. Şu an bunun hakkında konuşamam, Jules. Birkaç
dakika içinde seansım başlayacak.”
“Enkaza döndü, N at.”
“Yapma.”
“Onunla konuşm ak zorundasın.”
“Yapma! Jules, bunun hakkında konuşamam.” Sesim
kesildi, gözyaşlarım ın durmasını umarak derin bir nefes al­
dım.
“Tamam, seanstan sonra konuşuruz o hâlde.”
“Senin işin yok m u?” diye sordum.
“İptal ettim. Burada seninle kalacağım.” Hafifçe tebes­
süm etti.
“Seni seviyorum , Jules.” Gitmek için arkamı dönmüş­
tüm ama aklım a bir şey takıldı. “Bana bir iyilik yapar mı­
sın?”
“Tabii ki, ne istiyorsun, tatlım?”
“Nevresim leri çıkarıp hepsini yıkayabilir misin?” Ken­
dime acım akla kıvranırken daha sonra onun kokusunu duy­
maya dayanam azdım .
“Elbette.”

Q^S)

Hayatımdaki en kötü seanstı. Yaralı, üzgün ve sinirliy­


dim. Çift harikaydı, birbirlerine delicesine âşık ve seksiydi­
ler, üstelik m uhteşem kareler yakaladığımı da biliyordum,
ancak seanslarım da genellikle sağladığım o eğlenceyi bu
defa sağlayam adığım için kendimi kötü hissettim, bu yüz-
KAÇ BENİMLE

den de seans için aldığım parayı iade ettim. En azınd^


elimden bu geldi.
Üzerimi değiştirip bej şort ve askılı mavi bir bluz gjy.
dim, çarşaflarımın çıkarılıp, yıkanıp yatağım ın yeniden ya.
pıldığını gördüğümde en yakın arkadaşım için yukarıdaki^
teşekkür ettim. Kaslarım dün geceki aktivitelerin sabahım
hatırlatıyordu, her dönüğümde ve gerinişim de, kalbim bira?
daha kırılıyordu.
Aşağıya inip cevapsız aramaları ve m esajları kontrol et­
mek için iPhone’umu kapıp buzdolabından koca bir bardak
buzlu çay alarak arka bahçede oturan Ju les’a katıldım.
“Nasıl geçti?” diye sordu.
“Berbattı,” diye yanıtladım om uz silkerek, kırmızı pelüş
şezlonga gömüldüm.
“Üzüldüm.”
“Paralarım iade ettim, sanırım yine de fotoğraflardan
memnun kaldılar.” Telefonumu açıp derin bir nefes aldım.
“Bakmak istediğine emin m isin?” diye sordu yanımdaki
şezlongdan Jules. Gözleri kapalıydı, gün ışığında içiyordu.
“Müşterilerimden biri aramış mı diye bakmak zorunda­
yım. Onu es geçeceğim.” Adını yüksek sesle söylemek is­
temiyordum.
Yedi cevapsız arama, beş sesli mesaj, üç de mesaj varıl1
beni bekleyen.
Luke’tan hiçbir şekilde haber yoktu, hayal kırıklığı113
uğramadım desem yalan olurdu. Buna ihtiyacı olmadığı111
söylemişti, yani, her şey bitmiş miydi, bu şekilde? Büyi^
ihtimalle, evet. Luke Williams herkese sahip olabilir, ned^
beni isteyecekti ki?
“Ah, tatlım, ağlama.” Jules oturduğum şezlonga tim13
mp sarıldı.
“O kadar aptal hissediyorum ki kendimi,” diye fısıld3'
dım omzunda.
KRISTEN PROBY

“Gerçekten kim olduğunu bilmiyor muydun?”


“Hayır. Şimdilerde biraz farklı görünüyor,” diye yanıtla­
d ı kendimi savunarak.
“Evet, öyle. Yaşlanmak yakışm ış.” Sesindeki gülümse­
me vardı, katılmamak elde değildi.
“Öyle,” diyerek iç geçirdim. “Tabii, şimdi fark ediyo­
rum. Beni sahilde gasp etm eye çalıştığında anlamalıydım.”
“Belki, çok şaşırdığından anlamamışsındır.”
“Sanırım ama ya daha sonrası için bahanem ne? Nere­
deyse iki koca günü bu adam la geçirdim ben, Jules.”
“Hey, kendini suçlam ayı bırak. Sen iki gün boyunca tat­
lı, seksi bir adamla takıldın. Bunda bir suç yok.”
“Ona çok fazla şey anlattım . O na annemle babamdan,
tecavüzden, her şeyden bahsettim . Ona stüdyomu bile gös­
terdim.”
Jules kocaman olm uş gözleriyle bana bakıyordu. “Ve
kendi yatağında o adam la yattın?”
“Hatırlatma.”
“Tüm bunlara tepkisi ne oldu?”
Doğmlup buzlu çayım dan bir yudum aldım. “Annemle
babamın ölümüne benim için üzüldü gibi görünüyordu. Te­
cavüz olayı onu sinirlendirdi, o aşağılık herifi öldürmek is­
tedi. Stüdyo konusunu oldukça soğukkanlı karşıladı, bunun
Çok seksi, benimse çok yetenekli olduğunu söyledi.”
“Ee, bunlar kulağa üm it verici geliyor.”
“Ve dün gece...” N asıl tarif edecektim? “Akıl almaz ve
harikuladeydi. Kıvrım larım ı seviyordu ve bana dokundu­
ğunda... Tanrım.” Yüzüm e elimde olmadan bir tebessüm
yerleşmişti, Jules de karşılık verdi.
Luke WilliamsTa yattın.” Ve tebessüm yok oldu.
Özür dilerim ama bana cıvımak için beş dakika ver.
nüerde olduğu gibi gerçek hayatta da çıplakken seksi

101
“Filmde çıplak mı?” diye mırıldandım.
“Arkadan, evet. En sevdiğim kısm ı.”
Ah, bütün Amerika’nın Luke’un poposunu görm üş ol­
masından hiç ama hiç hoşlanmamıştım.
“Gerçeği daha iyi, şahsen,” diye yanıtladım .
“Haydi canım, şaka yapıyorsun!” Ju les’un sesi yeniden
on beş yaşındaymış gibiydi, kıkırdadım. “Biliyorsun, beş
yıl önceki son Night\ralker filminden sonra hiçbir filmde
oynamadı.”
“Neden?”
“Bilmiyorum,” dedi omuz silkerek Jules, sonra benim
buzlu çayımdan bir yudum içip kendi şezlonguna geri dön­
dü. “Dedikodulara göre, ateşli bir hayranı zorla evine gir­
miş ve kendini yaralamış.”
Nefesim kesilmişti. “Ona bir şey olm uş m u?”
“Hayır, sanmıyorum. Evde olduğunu düşünm üyorum .
Ama şu sıkıştırılmış televizyon program larının ne kadar
doğru söylediğini kim bilebilir ki? Ben Los A n g eles’tan ta­
şınıp aktörlüğü bıraktığını duymuştum. B uraya taşındığıyla
ilgili hiçbir fikrim yoktu.”
“O buralı,” dedim. “Ailesi buralarda yaşıyor.
“Vay, harika.” Jules alaycı gözlerle bana bakıyordu.
“Onunla işinin bittiğine emin misin, N at? Bu sabah sen git­
tikten sonra onu görmeliydin.”
“Ne yaptı?”
“Oldukça ağzı bozuk biri, tıpkı senin gibi. Volta atıp, kü­
fürler yağdırdı. Senin peşinden gelmesine engel olm aya ça­
lıştım, çünkü bunun işleri düzeltmenin bir yolu olm adığını
biliyordum.”
“Hayır, onu görmek istemiyordum.”
“Tam bir enkazdı. Sana çok kızmıştı. Bence onu daha
iyi tanımaya çalışmalısın, gerçek kişiliğini, bir şans ver.’
Suratımı asıp ona baktım. “Üstelik, bir erkek için daha önce

102
hiç böyle davrandığını görmemiştim. Bu kadar çabuk pes
etme.”
“Bana yalan söyledi ve bu konuda neler düşündüğümü
biliyorsun!”
“Ah, N atalie, düşün biraz. Hiç şunu düşündün mü, bel­
ki, ondan bir şeyler istemeyen birinin etrafında olmak onun
için hoş bir fırsattı? Kim onu tanıyınca çığlığı basıp aptal
sorular sorm az ki? O sadece normal bir kızla takılan normal
bir adamdı. Ben bunu bozmak istemezdim.”
Jules’un söylediklerini çok düşündüm ve evet, çok man­
tıklıydı.
“Yine de bana söylemeliydi, en azından dün.” Somurtu­
yordum am a um urum da değildi.
“Haklısın. Bırak kendini affettirsin. Belki hesapta olma­
yan hediyeler alırsın. Mücevher? Şarap? Çiçekler?” Dilimi
çıkardığım da gülüyordu.
“Bugün olm az.”
“O nunla oyun oynama, Nat.”
K aşlarım ı çatm ıştım . “Oyun oynadığım falan yok. Kal­
bimi kırdı. Bugün en iyi arkadaşımla takılıp kız kıza bir
şeyler yapm ak istiyorum . Hem, odamdan hışımla çıkarken,
buna ihtiyacı olm adığını söylemişti, ben de artık ilgilenme­
diğini varsayıyorum .”
“Aa, ilgileniyor,” dedi ellerini sallayıp kafasındaki dü­
şünceleri dağıtarak. “Alışverişe gitmek ister misin?”
“Hayır. İşin garibi, sinemaya gitmek istiyomm. Ama
içinde Luke W illiam sTn olmadığı bir şey olsun.”
“Tamam, zaten vizyonda isminin geçtiği bir film yok.
Sanırım patlam ış m ısırım ıza ekstra tereyağını hak ettik.”
“Diyet kola da yok. Ve onu benden önce tanıdığın için,
sen ısm arlıyorsun.”
Jules, eşyalarım ızı toplarken suratını astı, arabaya binip
bir başkasının hikâyesinde birkaç saatliğine kendimi unu-

103
KAÇ BENİMLE

tab ileceğim ve bu dünyada tamamen güvenebileceğim ^


in san la biraz vakit geçireb ileceğim sinemaya doğru y0ja
koyu ldu k .
(DnM/Mcu/ ıM ctürn/

Jules ve ben eve geldiğimizde geç olmuştu. İzlediğimiz hız­


lı aksiyon-m acera - tabii ki Vin Diesel’li - filmi, gerçeklik­
ten uzaklaşm ak için tam da ihtiyacım olan şeydi. Filmden
sonra alışverişe gitm ek konusunda Jules’a teslim oldum.
Yeni ayakkabı fırsatını ben, Natalie Conner, nasıl kaçırabi­
lirdim m i? Ayakkabılar benim zaafım.
“B ulduğun şu kırmızı Louboutin’ler muhteşem şeyler,”
dedi Jules, L ex u s’um un bagajına poşetleri yerleştirirken.
“Biliyorum , bayıldım . Ne zaman giyeceğimi bilmiyo­
rum am a karşı koyam adım ,” dedim ayakkabı çantasına uza­
nırken, sonra koltuklara doğru yöneldik.
Bizi eve giriş kapısında bekleyen şeyi gördüğümüzde
aniden durduk. Farklı şekillerde, renklerde ve ebatlarda dü­
zinelerce buket gül, giriş verandasındaki basamaklarda boş
yer kalm ayacak şekilde diziliydi. Koku mükemmeldi. En az
elli düzine gül olmalıydı burada.
“Ah, N atalie.” Jules’un gözleri yuvalarından fırlayacak­
tı, yüzünü duygulu bir ifade bürümüştü.
Onunla birlikte ben de duygusallaşmaktan alıkoyama­
dım kendim i.
“Vay.” Söyleyebildiğim tek şey bu olmuştu, çok rahatla­
mıştım. Belki de her şey bitmemişti? Hiçbir şeye çarpma-

105
'T î

KAÇ BENİMLE

mak için basamakları dikkatlice çıktık, kapıya y ap ıştırıl^


üzerinde adımın yazılı olduğu bir zarf gördüm.
“İşte!” Jules zarfı yerinden söküp bana uzattı. Hava ka.
rarmıştı, yazılanları göremedim, bu yüzden içeri girip p0,
şetlerimizi bıraktık. Jules buketleri içeri çekmeye başlamış,
tı.
“Bunları nereye koyayım ?”
“Hım... Bilmiyorum. Evin etrafına yay istersen.” Koca
bir gülümseme vardı yüzünde.
“Bunu için bir teşekkürü hak etti, kızım .”
“Evet, hak etti.” G ülüm sem em in yüzüm e yayıldığını
hissediyordum, zarfa bakıp özenle açtım.
Sevgili Natalie,
Burada, bugün seni düşündüğüm her an için bir gül var.
Keşke benimle konuşsan ve neden sana kim olduğumu söy­
lemediğimi açıklam am a izin versen, bunu arkadaşından
öğrenmek zorunda kaldığın için öyle üzgünüm ki. Açıklaya­
cak çok şeyim var, umarım bunu telafi edebilm em için bana
bir şans verirsin.
Konuşmaya hazır olduğunda lütfen beni ara.
Sevgiler,
Luke.
Tanrım evet, çok çekici. N otu cebim e tıkıştırıp, J u les’a,
evin her yanına yayılan çiçekleri içeri getirm esi için yardım
ettim. Yarın sabah, oturm a odam da bir cenaze ya da bir dü­
ğün olacakmış gibi bir hava vardı, bu da beni güldürüyordu.
“Gördün mü?” diye sırıttı Jules. “Senin için deli olduğu­
nu söylemiştim.”
“Belki de sadece delidir,” diye yanıtladım kahkahayla-
“Onu arayıp teşekkür etsen iyi olur.”
“Tamam, anne,” dedim gözlerimi devirirken. İçeri aldı­
ğımız son buket çiçekten sonra kapıyı kilitledik ve çiçekte'
re bakmaya başladık. “Bazılarını odana çıkarsana.”
“İkinci kez tekrarlatma!” Jules her bir kolunun altına b,r
106
KRISTliN PROHY

t|eınet s ık ış tır ıp , a l ı ş v e r i ş g a n i m e t l e r i y l e b irlik te o d asın a


çıktı.
Bütün gün kapalı kalan telefonum u, yeni ayakkabıları­
na ve taç yapraklarına iliştirilen incilerle göz kamaştırıcı
şekilde düzenlenm iş uzun saplı güllerden alıp odama çık-
tlnı. Sandaletlerimi çıkarıp kom odinim in üzerine bir vazo
koydum, yeni ayakkabılarım ı, yeni evlerindeki dolaplarına
yerleştirdim. Yeniden çiçeklerle ilgilenip burnumu yumu­
şacık, mis kokulu, yapraklarına göm düm . Güllerden birinin
sapına iliştirilmiş başka bir not daha fark ettim, notu alıp
yatağıma oturdum ve okum aya başladım .
Bunlar bana, senin m uhteşem uzun bacaklarını ve leziz
kırmızı dudaklarını hatırlattı. Ve bir gün, seni üzerinde inci­
lerden başka bir şey olm adan g örm ek istiyorum.
Tanrım. Sevilm ek böyle bir his m iym iş? Bilmiyordum
ama sanırım hoşum a gitm işti. B aşından beri bana romantik
davrandığı geldi aklım a; evindeki o lezzetli akşam yemeği,
gün batımını izlerken koltuğundaki sarılmamız, dün öğle­
den sonraki akıl alm ak piknik. Bana, dün gece benimle se­
viştiğini söylerken haklıym ış. Seks benim için hiçbir zaman
bu kadar özel olm am ıştı.
Ama bana yalan söylem işti, unutm uş bile olsa, bu benim
için ara bozucu bir şeydi.
Ona açıklaması için bir şans tanım aya karar verdim. Ya-
rın evine gidip onu dinleyecektim . Dokunuşunu, gülümse­
yişini, kahkahasını, parm aklarım ın arasındaki o yumuşak
sarı saçlarım şim diden özlem iştim . Umutsuzca, bu adamla
>yi bir şeyler olm asını istiyordum , belki de beni her şeyden
Ç°k korkutan, onun ünlü olm asıydı ve yeryüzündeki bütün
küçük sıska kadınları elde edebilecek olması gerçeğiydi.
Eğer işler ilerlerse, beni üzebilirdi.
Ama onu bir daha görem eyecek olmak fikri göğsümü sı­
kıştırıyordu.

107
Telefonumu ve ön kapıya yapıştırılm ış notum u cebim­
den çıkardım. Sabırsızlıkla telefonum un açılm asını bekle­
dim.
Üç cevapsız arama, iki sesli mesaj ve iki de m esaj vardı.
Hiçbiri Luke’tan değildi.
İki sesli mesaj da m üşterilerim dendi, ben de m esajları
kaydedip, bu sabah gelen dördünü de yarın geri aram ak için
hatırlatma yazdım.
Rehberde Luke’un num arasını bulup, “ara” tuşuna bas­
tım.
İlk çalışta telefonu açtı.
“Selam,” dedi yum uşacık ses tonuyla.
“Selam,” diye fısıldadım, sesini duyunca g özlerim ka­
panmıştı. “Güzel çiçekler için teşekkür ederim .”
“Sevdin m i?” Gülüşünü duyuyordum .
“Olağanüstüler. Ve çok fazlalar.” K ıkırdam am ın önüne
geçemedim.
“Bugün seni çok düşündüm .”
“Öyle görünüyor.”
“Natalie, özür dilerim ...”
“Hayır, Luke,” diye lafını kestim , sesindeki acı, benim
felaketim olmuştu. “Ben de özür dilerim . B iraz fazla tepki
göstermiş olabilirim.”
“Hayır, seni anlıyorum. D ün söylem eliydim sana.”
“Evet, söylemeliydin,” dedim om uz silkerek. “Bunu
telefonda konuşmak istem iyorum. Yarın sabah m üsait m i­
sin?”
“Beni yarın görmek mi istiyorsun?” Sesindeki heyecan
içimi eritmişti.
“Şey, yann sana uğranm ve konuşuruz diye düşünm üş­
tüm .”
“Evet. Şimdi gel.”
Gülüp yatağımda diğer yana döndüm .
KRISTEN PROBY

“Yorgunum, uzun bir konuşma için uykusuz kalabilece­


ğimi sanm ıyorum .”
“Ne yaptın bugün?” diye sordu.
“Jules’la alışverişe çıktık.” Ona filmden bahsetmeli miy­
dim?
“Ne aldın?” Tanrım, o seksi sesini seviyordum.
“Ayakkabı.”
“Ayakkabıları sever m isin?”
“Ben bir kadınım . Um utsuzca ve geri dönüşü olmayan
bir şekilde ayakkabılara âşığım .”
“Yeni ayakkabıların neye benziyor?”
“Kırm ızı L ouboutin topuklu ayakkabılar.” Seksi ayakka­
bılarımı düşünerek güldüm.
Islık çaldı. “Vay canına.”
“Evet, ayakkabılarım birer ‘vay canına’,” diye kahkaha
attım.
Aniden b ir sessizlik oldu, telefonun kapandığını sandım.
“L uke?”
“Evet, özür dilerim , üzerinde inci ve o kırmızı ayakkabı­
lardan başka bir şey olmadan hayal ettim seni.”
“Vay canına,” diye mırıldandım.
“Evet, vay canına.” Sesi alçalmıştı, güldüğünü duyabili­
yordum ve ona dokunm ak istiyordum.
“B aşka ne yaptın bugün?” diye sordu düşüncelerimi bö­
lüp.
“Ee, ironik bir şekilde, sinemaya gittik.”
Nefes aldığını duydum . “Fazla film izlemediğini sanı­
yordum.”
“Evet, zor bir sabah geçirdim, biraz olsun unutmak iste­
dim, biz de patlam ış mısır, kola ve kaslı Vin Diesel kom a­
sına girdik.”
“Güzel m iydi?”
“Kaslı bir Vin Diesel her zaman iyidir,” diye yanıtladım
mağrur bir ifadeyle.
109
“Beni incitiyorsun, Natalie.”
“Kaslı bir Luke daha iyidir,” diye fısıldadım.
“Bu daha güzel bir cevap,” diye fısıldadı o da.
“Fısıldamanı seviyorum.”
“Öyle mi? Neden?”
“Seksi çünkü.”
“Gerçekten mi?”
“Çok seksi hem de.” Tanrım, bu flörtümüzü seviyorum.
“Bunu hatırlatırım.”
Aniden biraz önceki davetini kabul etm iş olmayı dile­
dim, bu yüzden, kendimi salak yerine koyup yalvarmadan
önce, konuşmaya son verdim.
“Yarın sabah saat dokuz?” diye sordum.
“Kahvaltıya bekliyorum ,” diye m ırıldandı.
“İyi geceler.”
“İyi geceler, güzellik,” diye fısıldadı.

Aralıksız çalan kapı ziliyle uyandım . Saate baktım . Sa­


bahın yedi buçuğunda kim çalıyordu böyle kapım ı? El yor­
damıyla yoga taytımı ve bir tişört arayıp som urtarak merdi­
venlerden yorgun argın indim.
Kapımda belki on altı yaşlarında, elinde Starbucks kah­
vesi ve tek bir gülle sarışın bir kız duruyordu.
“Sen Natalie misin?” diye sordu gülüm seyerek.
“Evet.”
“Bunlar senin için.” Elindekileri bana uzatırken heyecan
içindeydi.
“Ah, teşekkür ederim,” diyerek elindekileri alıp gülü
burnum a götürdüm.
“Bir de not var.” Notu verip ellerini çırptı. “ Bu hayatım­
da gördüğüm en rom antik şey!”

110
H eyecan ı beni güldürmüştü, oturma odasındaki düzine­
lerce dem et gülü göreb ilsin diye kapıyı biraz daha araladım.
Gözleri yuvalarından fırlayacaktı.
“ A m a n T an rım ! N e k a d ar da şanslısın. H oşça kal!” El
sallayıp u z a k la ş tı.
K a h v ed e n b ir y u d u m alıp - A h Tanrım , çok güzeldi. B e­
yaz ç ik o la ta lı m o c h a sevdiğim i nereden biliyordu? - notu
açtım.
G ünaydın, h a rik a ş e y G üne g ü ze l başlayabilmen için
küçük b ir a rm a ğ a n . S e n i g ö rm ek için sabırsızlanıyorum. -
Luke
A m an T an rım , o k a d a r tatlıydı ki. Jules esneyerek aşağı
indi.
“G elen k im d i? ”
“ S ta rb u c k s’m ev le re servisi var m ı?” diye sordum.
“ A h, k e şk e .” G özleri elim deki kahveye ve güldeydi.
“B ir k ız az ö n c e bunları getirdi.”
“T anrım , iyice m ide bulandırıcı olm aya başladı bu iş.”
Jules m u tfağ a y öneldi, ben de onu takip ederken gülüyor­
dum.
“Bu sabah o nu göreceğim .”
“ İyi. D etayları öğrenm ek istem iyorum .” Kendine kahve
hazırlam aya koyuldu. “Bekle. Burada işi pişiren bir tek sen
varsın. E vet, ayrıntıları kesinlikle istiyorum. Hatta fotoğraf
da.”
Sırıtıp yeniden gülü kokladım. “Onunla yatmayacağım.
Sadece konuşacağız.”
“Tabii.”
“E vet.”
“Tamam. Nasıl geçtiğini haber ver.” Kahvesinden bir
yudum alıp bana gülüm sedi. “Ona bir şans vermene sevin­
dim.”
“Luke Wilîiams olduğu için m i?”
K AÇ B EN İM LE
â
1
“Hayır, sana hak ettiğin gibi davranan iyi bir adam 01 -
duğu için.”
“Kendimi neyin içine atıyorum ben böyle?”
“Eğlenceli bir şeyin,” dedi omuz silkerek. “ Üzerine dü-
şünmeyi bırak ve tadını çıkar.” ■
“Peki. Duş alıp kahvaltı için evine gideceğim .”
“Kendine dikkat et,” diye seslendi arkam dan.
“Her zaman ediyorum ,” diye yanıtladım .

j
Kapıyı çalmadan önce L uke’un kapısının önünde dur­
dum. Fazla mı süslenmiştim? Sarı yazlık elbisem e ve siyah
sandaletlerime baktım. Yaz intikam alır gibiydi ve bugün |
sıcak olacaktı. Belki de şort giym eliydim .
Belki de ağırdan almayı bırakıp kapıyı çalm alıydım .
Birkaç saniye sonra Luke kapıyı açtı ve ben tek kelime
edemeden beni kollarının arasına alıp sarıldı ve daha önce
hiç duyumsamadığım büyük bir ihtiyaç içinde öptü. Tek eli­
ni belime götürüp beni kendine doğru çekti. D iğer eliyle
yüzümü okşuyor, dudakları ustalıkla dudaklarım da gezinir- *
ken, dili ileri geri dudaklarım a girip çıkıyordu, dilim le dans
edip birlikte hareket ediyorlardı.
Aman Tanrım, onu özlemişim! H enüz yirm i dört saat ,
olmuştu ama sanki günlerdir onu görm em iş gibiydim . El­
lerim, tişörtünün içinde, yum uşak tenini hissederek sırtında
dolaşıyordu, dudaklarının içinde inildiyordum .
Öpücüğü yavaşlatıp, dudaklarıyla kibarca dudaklarıma ;
dokundu, gözlerimi açtığımda alnını alnım a dayam ıştı.
“Kapıya hep böyle mi bakarsın?” diye fısıldadım .
“Ah, Tanrım, Natalie, seni bir daha görem eyeceğim diye
öyle korktum ki.” Sesi acıyla titriyordu, yüzünü ellerimin
arasına alıp, gözlerimin içine bakmasını sağladım.

112
KRISTEN PROBY

“Buradayım.”
“Tanrı’ya şükür.” Geriye çekildiğinde, onu süzdüm. Vü­
cudu, kolları dirseğine kadar kıvrılmış beyaz göm lekle ve
pantolonla m uhteşem görünüyordu. Ayaklan çıplaktı. D a­
ğınık ve seksi saçları parmaklarımı bekliyor gibiydi.
“Harika görünüyorsun. İçeri gel, kendini evinde hisset.”
Mutfaktan gelen kokular inanılmazdı, midem guruldadı.
“Bir şeyler m i hazırlıyorsun?” diye sordum ona baka­
rak.
“Sana kahvaltı sözü verdim .”
“Zaten bir kahve gönderdin ki çok güzel ve beklenme­
dikti. Teşekkür ederim .” U zanıp minik bir öpücük kondur­
dum dudaklarına.
“Rica ederim .” Gülüm sedi. “Umarım Fransız tostu, pas­
tırma, m eyve ve kahveden hoşlanırsın.”
“M ükem m el.”
“Dışarıya hazırladım .”
Onu dışarıya hazırladığı şahane verandasına kadar takip
ettim, eliyle önden geçm em için işaret etti. Gerçekten bir­
kaç gece önce burada m ıydım ? Çok uzun zaman önceymiş
gibi geliyordu, o zam andan beri ne çok şey yaşandı.
M asa beyaz bir örtüyle kaplıydı. Yemekler, gümüş bom­
beli kapakların altında sıcak tutan tabaklardaydı. Kahve ve
meyve suyu vardı am a benim asıl dikkatimi çeken kırmızı
güllerdi. Üç ayrı dem et hâlindeki üç düzine kırmızı gül m a­
sanın altına eşit uzaklıklarda yerleştirilmişti.
Luke’un ellerini om uzlarım da hissettiğimde ağlamak
üzereydim. N e kadar zahm ete katlanmış! Üstelik ben dün
onunla öyle konuştuktan sonra bile.
Kollarında arkam a dönüp onun etkileyici, güzel mavi
gözlerine baktım . “Ç ok teşekkür ederim .”
“Benim için zevkti, tatlım. Sana arabada da söylemiştim,
yapacak çok şeyim iz var. Buna alış.”

113
KAÇ BENİMLE

Ne diyeceğimi bilmiyordum. Bana sarılıp alnım dan öptü 6


“Haydi, yiyelim artık. Açlıktan ölüyorum.” 1
Geçen gece oturduğumuz yerlere oturduk yine. Tabakla. ►
rımızın kapaklarını açtı, gelen leziz kokuları takdir ederek
içime çektim.
“Muhteşem kokuyor.” Fransız tostumun üzerine sıcak
şurup döküp pastırmamdan bir ısırık aldım. “M m m m... pas.
tırma.”
Güldü ve o da kendi pastırmasından bir ısırık aldı. “Seni
yerken izlemeyi seviyorum, bebeğim .”
“Neden?” diye sordum ağzım yum uşak, lezzetli tostla
doluyken.
“Çünkü bu konuda çok dürüstsün. Yaptığın her şeyi sevi- i
yorum, sanırım. Yemekten keyif almanı seviyorum .” 1
“Orası çok açık. Popomun büyüklüğünü gördün m ü?”
Kahve bardağının üzerinden bana bakarken gözleri alev
alevdi.
“Benim yanımda kendini böyle küçüm sem e bir daha,
Natalie.”
Aman Tanrım. |
Somurtup tabağıma döndüm. I
“Bunları kafandan atman için, ne kadar güzel olduğunu |
düşündüğümü daha kaç defa söylemem ya da göstermem i
gerekiyor bilmiyorum.” g
“Luke...” Parmaklarını uzatıp gözlerim in içine bakmak
için çenemden tutup yüzümü kaldırdı.
“Bana bak. Söz konusu vücudun olduğunda rahatsız ol­
manı gerektirecek hiçbir şey yok. Ne istersen ye. Seni yer­
ken izlemeyi seviyorum. Seninle spor yapm ak istiyorum,
çünkü yalnızca seni hareket ederken izlemeyi seviyorum.
Kıvrımların harika ve ben onlara yeniden dokunabilmek
için sabırsızlanıyorum.”
“Peki.”

114
KRİSTEN PROBY

B aşk a ne diyebilirdim ki?


“Çiçekçinin çocuklarını üniversiteye göndermeye mi ça­
lışıyorsun sen?” diye sordum, dikkatini dağıtmak için.
Luke esprime gülünce, biraz olsun rahatladım . Vücudum
hakkında ne konuştuğum a dikkat etm eliydim onun yanın­
da. Bir erkeğin yanında hiç bu kadar utangaç hissetme­
miştim ama bu m uhtem elen hakkım da ne düşündüklerini
umursamamamdan kaynaklanıyordu. Ya kabul eder ya da
giderlerdi.
Luke’un beni kabul etm esini istiyordum .
“Kahvaltı için teşekkür ederim .” D enizi ve üzerinde sü­
zülüp giden yelkenlileri hayran hayran seyrederken kahve­
mi alıp arkama yaslandım.
“Rica ederim,” dedi ayağa kalkıp elini bana uzatırken.
“Haydi, daha rahat bir yere geçelim de şu konuşm am ızı ta­
mam layalım .”
Vay, ağzından laf almak zorunda kalm ayacağım ! Bu gü­
zeldi. Elini tutup kahvem i bıraktım am a portakal suyunu
alıp onu çift kişilik yum uşak kanepesine kadar izledim . Yü­
züm ü ona dönerek oturdum ve başlam asını bekledim .
Luke kanepenin ucuna oturup parm aklarına saçlarına
götürdü. Tedirgindi, m uhtem elen de gergin. O nu rahatlat­
m ak için ne söyleyeceğim i gerçekten bilm iyordum . Çare­
sizce konuşm aya başlam asını bekliyordum .
“H ey,” dedim parmaklarımı onunkilere kenetleyerek.

116
“Sorun değil. Bana neyi anlatmak istiyorsan onu anlat ve
oradan devam ed elim .”
Arkasına yaslanıp parmaklarımı öperken gözleri endişe­
liydi bakıyordu, kaşları çatılmıştı.
“Öncelikle, sana yalan söylemek istememiştim.” Göz
ucuyla bana bakıyordu. “Burada olduğun gece sana karşı
dürüst olmalıydım ama açık olmak gerekirse, sana öylesine
kapılmıştım ki. Bana bazen adımı bile unutturuyorsun.”
Yani o da aynı sorunu yaşıyormuş, ha?
“A çıkçası, tanıştığım ız sabah, benim fotoğraflarımı çek­
tiğini sanm ıştım . Bu artık çok sık başıma gelmiyor ama na­
diren de olsa olur ve ben de panikledim.”
“Senin iznin olmadan asla fotoğraflarını çekmem.”
Elimi sıkıp üzgün bir gülümsemeyle karşılık verdi.
“Teşekkür ederim ,” diye mırıldandı. Derin bir nefes al­
dıktan sonra konuşm asını sürdürdü. “Birkaç yıl önce işler
çığırından çıktı. M agazinciler acımasızlardı ama zaman
zaman hayranlar daha da kötüydü. Kalabalıklarla hiçbir
derdim yoktu, neden bilmiyorum, kelimenin tam anlamıy­
la caddelerde yüzlerce insan tarafından muntazaman takip
ediliyor olm ak, bende bir fobiye dönüştü. Beş yıl boyunca
hayatımın her anı belgelendi.”
Bana doğru döndü, gözleri büyümüş ve tekinsizdi. “İs­
teseydim bile bir kız arkadaşım olamazdı. Kendime ayırdı­
ğım bir dakikam bile yoktu.”
“Kadın başrol oyuncusuyla birlikte olduğun gibi bir şeyi
okuduğumu hatırlıyorum ... Meredith Bir Şey ya da diğeri.”
Kafasını öfkeyle iki yana salladı. “Filmin gişesi için uy­
durulmuş bir şeydi o. Reklam için. Yapım şirketi büyük büt­
çeli bir filmin oyuncusuysan senin sahibin olur, Nat. Kimin­
le olacağına, ne yapacağına, nereye gideceğini onlar söyler.
Bunun gerçekten ne demek olduğunu anlayamayacak kadar
gençtim.

117
“Mereditlı hoş bir kızdı ama hiçbir zaman kız arkadaş^
olmadı ve bu da magazincilerin ne kadar insafsız olduğu,
nun bir başka kanıtıdır. Sıkıcı gerçektense, istedikleri hikâ­
yeyi alana kadar o şeyin etrafında dönüp dururlar.” Yutkun,
du, kaşları çatılmıştı, ardından güzel mavi gözleri yeniden
benimkilerle buluştu.
“Eğer geçmişimle ilgili soruların varsa, bana sormalısın.
Cevapları internette arama.”
Ups. “Tamam.”
“Bu çok önemli. Bu bizi birleştirebilir ya da koparabilir
ve artık hayatımın parçası olmayan bir şey yüzünden seni
kaybetmeyi kabul etm iyorum.”
“Hâlâ seninle ilgili haberler yazılıyor m u?” diye sordum.
“Zaman zaman, artık çok sık değil. TanrTya şükür.”
“Beş yıldır gerçekten hiç film yapm adın m ı?”
“Beş yıldır hiçbir filmde oynam adım ,” diye yanıtladı.
“Neden?”
Elleriyle yeniden saçını karıştırdı. “Ç ünkü parayla saa­
det olmaz.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Yaptığım filmlerden çok para kazandım , Nat. Ticari
alım satımlar, muhasebecim ve avukatlarım sayesinde hâlâ
da kazanıyorum. Ve filmlerde oynayarak daha da fazla ka­
zanabilirdim, peki neyin karşılığında? Takip edilm ek ve ha­
yatımın başkaları tarafından yönlendirilm esine izin vermek
pahasına mı?
“Peki, Matt Damon ve Ben Affleck gibi aktörler? On­
lar dürüstçe özel hayatlarını yaşıyorlarm ış gibi görünüyor,”
diye hatırlattım.
Kafasını onaylar gibi salladı. “Evet, öyleler am a şimdi
biraz daha yaşlılar ve genç kadınlara yönelik rom antik ko­
m edilerde rol almıyorlar. Onlar gazete m üsveddeleri için
artık iyi bir malzeme değiller.”

118
“Yani artık film işi yok,” diye sordum daha fazlasını öğ­
renmek istey erek , h âlâ ne iş yaptığını söylemiyordu.
“Ö y le sö y le m e d im .”
A h. “T a m a m .”
“Artık ü retiyoru m , film lerin çekilm esine yardım ediyo­
rum. Artık aktör d e ğ ilim .”
“Yani bu u zu n süreliğine gitm ek zorunda kaldığın an­
lamına m ı g e liy o r? ” Sesim deki korkuyu saklayabilmiştim
ama kanım d o nm uştu. O ndan uzun süre ayrı kalmak iste­
m iyordum !
“Hayır, işlerin çoğunu evden hallediyorum.” Yeniden
elimi öptü. “ Tek tük, birkaç günlüğüne LosAngeles’ay ad a
New Y ork’a gid iy o ru m , hepsi bu. İşin çoğunu üstlenebile­
cek başka y a p ım c ılarla da çalışıyorum .”
“A h.” Vay canına, gerçekten benimkinden tamamen
farklı bir h ay at yaşıyor. “Bir sorum var.”
“Sor.”
“Jules dün, birin in senin evinde kendini yaraladığını
duyduğunu sö y le d i.”
L uke’un y ü zü sarardı, gözleri kasvete büründü.
“Evet. Son film in reklam ını yapmak için New York’tay-
dım.” Y utkundu. “ G enç bir kız, bir hayranım, evime girip,
evi ateşe verdi.
Soluğum kesilm işti. “Am an Tanrım.”
“Daha kötüsü de olabilirdi ama kötü bir iş çıkarmış, ken­
disi de yangına yakalanm ıştı, ölümle sonuçlandı.”
“Lanet olsun, L uke.”
“ İşim in bittiğini o zam an anladım. Bu delilikti ve ben
bunun için yaratılm am ıştım . Diğer aktörler için bu dünya
sorun olm ayabilir am a benim için insanlann hayatlarından
daha önem li değildi.”
“Kız tam anlam ıyla bir kaçıkmış, tatlım.”
Gözleri benim kilere odaklandı. “Bana ilk defa adım di­
anda bir şekilde hitap ettin.”
119
KAÇ BENİMLE

Utangaç gülümsemeyle omuz silktim.


“Evet, tam bir kaçıktı. İşler iyi gitm edi.”
“O günleri özlüyor m usun?”
“İşimi özlüyorum. Oyunculuk eğlenceliydi, ben de \
işte iyi olduğumu düşünmeyi seviyorum. Sette olmak eğ.
lenceliydi, çok şey öğrendim. Am a bunlar dışındaki şeyleri
özlemiyorum.”
“Peki, o zaman m ilyon dolarlık soru geliyor. Neden bana
söylemedin?”
“Başta, benim kim olduğum u bilm ediğine inanmamış­
tım.” Hüzünlü bir ifadeyle gülümsedi. “Bu çok sık olmaz.
Ama sonra bu durumun gerçek olduğu bariz bir hâl alınca,
normal biri olmanın keyfini çıkardım .”
“Normal değilsin, Luke, yani iyi anlamda.”Kıkırdadı.
“Neyi kastettiğimi biliyorsun. Jules’un yaptığı gibi on beş
yaşında bir kıza dönüşmedin. Benden hoşlanmıştın, filmde­
ki bir karakterden değil.”
“Filmlerini hiç izlem edim ,” diye belirttim işin doğrusu­
nu açıklayarak.
ttl
Bunu sevdim.” Sesi tamamen dürüst geliyordu.
U
Ama bana hiç söyleyecek miydin? Er ya da geç öğrene­
cektim. Kafamı kurcalayan şey bu, Luke. Bu yüzden dün o
kadar sinirlendim. Sana güvenip kimseyle paylaşmadığı®
şeyleri anlattım. Jules bile dövmelerimin anlamını bilmez-
Konu dövmelerim olunca gözleri alev saçtı ama ben de­
vam ettim.
“Arabadaki konuşmamızdan sonra erkeklerle ilgil* g®
ven problemlerim olduğunu bilmeliydin. Bütün erkekleri
Hayatımda erkeklere yer yoktu.”
“Bunun değişmiş olduğunu umuyorum,” diye fısıldadı-
“Bu beni değişiklik yapmaya ikna etmek için güzel b,f
başlangıç değildi.”
“Natalie, birlikte geçirdiğimiz diğer zamanları düşü®

120
K R IS TE N PROBY

gen hâlâ, dün sabah m utfağa inmeden önceki o aynı ada­


mım- Hâlâ yemek pişirm eyi seviyorum, seksi olduğunu dü­
şünüyorum, sana dokunm adan duramıyorum. Sıradan bir
adam.”
“Biliyorum.”
“Biliyor m usun?”
“Evet. Aptal değilim . A m a sen, bir haftadan kısa bir sü­
rede, beni herkesten iyi tanıyorsun ve kendimi küçük bir
geri zekâlı gibi hissetm ekten alıkoyam ıyorum . Dün benim
için çok utanç vericiydi.”
“Benim için de utanç vericiydi.”
“0 zaman, bittiği için m utluyum .”
“Ne bittiği için?”
“Karşındaki ilk utanç verici anım .”
Gülümsedi am a gülüm seyişi hızla yok oldu. Yeniden
ciddileşti. “Baştan başlayabilir m iyiz?”
“Hayır.”
Suratı asılmıştı. “Bitti mi yani?”
“Hayır, baştan başlam ak istem iyorum , çünkü bu bizim,
dün hariç, dürüstçe yaşadığım ız ne varsa silip götürür, ge­
çirdiğimiz birkaç gün gerçekten güzeldi.” Dudağımı ısırıp
ona bir bakış attım.
Akıl almaz derecede güzel suratı, kalp durduran bir gü­
lümsemeyle kaplandı. Tanrım , o kadar... sevimli görünü­
yordu ki. Ona katılm am ak elim de değildi.
“Natalie, şu birkaç gün hayatım daki en güzel günlerdi ve
bunda ciddiyim.”
“Vay.”
Sonunda beni kucaklayıp kollarının arasına aldı. Suratı-
1111boynuna gömerek kollarım la onu sardım, o seksi koku­
c u içime çekip, yanağına küçük öpücükler kondurdum.
Geri çekilip yüzünü ellerimin arasına aldım ve gözlerinin
IÇlne derin derin baktım. “ Sakın benimle oyun oynama.”

121
“Bebeğim, bunun için endişelenm ene gerek yok.”
Aniden beni öpmeye başladı, harekete geçm iştik. Kuca*
ğındayken ayağa kalkıp içeri doğru yöneldi. Hiç ağırlığı^
yokmuş gibi taşıyordu beni ve çok... seksiydi.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordum dudaklarına doğru.
“Yatağıma.”
Vay.
“Kahvaltı sofrasını toplam adık.”
“Sonra.”
“Kanepede soyunabilirdik,” diye önerdim , kulak meme­
sini ısırırken.
Hırıldadı. “Hayır, yatağım a.” M erdivenleri çıkıyorduk.
“Seni soyup yatakta seninle bir hafta geçirm eyi planlıyo­
rum.”
Güldüm. “Pazartesi m üşterilerim var.”
“Tamam ama bugün ve yarın tam am en benim sin.”
“Senin?” diyerek tek kaşım ı kaldırdım .
“Benim,” diye yineledi ve yatağın kenarına nazikçe bı­
raktı. Elbisemin kenarından tutup kafam dan geçirerek çı­
kardı.
“Aman Tanrım, iç çam aşırı giym em işsin.”
Sırıttım. “Hayır.”
“Bunca zaman, on beş santim etre uzağım da iç çamaşır­
ların olmadan mı oturuyordun?”
“Evet.” Güldüm ve göm leğinin düğm elerini çözmeye
başladım. Dikkatle beni seyrediyordu, düğm eleri tek tek
açtım. Gömleği om uzlarından sıyırdım , o da omuzlarından
düşmesine izin verdi.
Ardından parm aklarım ı esnek iç çam aşırıyla teninin
arasına soktum, tıpkı geçen gece yaptığım ve elim i çektiği
gibi. Gözleri ihtiyaç içinde parlıyordu, bu defa beni durdur­
m ak için hiçbir hareket yapmadı. G ülüm seyerek dilimi alt
dudağında gezdirdim. Ellerimi kam ından ferm uarına gö­
türdüm ve kot pantolonunu açtım. Yumuşak pantolonu ve
i -n
| gri boxerını şek illi kalçalarından çekip bacaklarından indir-
t dim- Ayaklarıyla onlardan kurtulup onları bir kenara fırlattı.
| “Beni büyütüyorsun,” diye mırıldanıp kavrulan mavi
' gözlerine baktım .
Bana dokunm uyordu ki bu beni arzudan delirtiyordu. O
maharetli elleri üzerim de istiyordum!
“Bana böyle bakm anı seviyorum ,” diye mırıldadı ve
bana doğru geldi. G eri çekilip bacaklarımı arkasını yatağın
kenarına dayadım .
! “Nasıl bakıyorm uşum sana?”
“Yeşil gözlerinde sana dokunm am için sabırsızlanıyor
gibi bakıyorsun.”
( “Sabırsızlanıyorum .”
“Yatağa uzan, bebeğim .”
İstediğini yaptım ; karşım dakinin Luke olmasını keyfini
\ çıkararak ona bakıyordum . Vücudum daki bütün kan bacak­
larımın arasına akıyordu, soluk soluğaydım. Bütün bunların
hepsi bana daha dokunm adan oluyordu.
“Bana ne y a p ıyorsun?” diye sordum, kelimeler yüksek
i sesle çıkıyordu ağzım dan.
G ülüm seyerek yatağa çıktı, bacaklarım ı aralayarak elle­
rini om uzlarım ın iki yanına koydu. Bana hâlâ tam anlamıy­
la dokunm uyordu. B aşını eğip dudaklarını dudaklarımın
üzerinde gezdirdi, b ir defa, sonra bir defa daha.
“Seni baştan çıkarıyorum .”
“Gayet iyi başarıyorsun.” Dudaklarımın üzerinde du­
rurken gülüm sedi. K alçalarını tuttum ama o ellerimi iterek
uzanamayacağım kadar geri çekildi.
“Hey!”
“Yatak başlığına tutun.”
“Sana dokunm ak istiyorum .”
“Ellerin orada kalsın, tam am m ı?”
“Tamam.”

191
ö tlN İM L t

Gülümseyip önce bir defa daha dudaklarımı, sonra


çenemi öptü. Gözlerimi kapayıp, boynuma ulaşabilme^
için başımı geri yasladım. Kontrolü eline alıp köprücük ke-
miğime ulaşana kadar yaladı.
Ah Tanrım.
Vücudumu aşağı indirirken, kendi de benim vücudumda
aşağı iniyordu. Bir eliyle tek göğsümü sıkıyor, diğeri göğ.
sümü ağzına alıp emerken, hassas göğüs ucumla parmakla­
rının arasında oynuyordu; bu hareket direkt olarak kasıkla­
rımı harekete geçirmişti.
“Ah, lanet olsun.” Yatakta eğilip bükülüyordum , bede­
nim heyecansan sarsılıyordu. Göğüs ucum u yavaşça bıra­
kıp aynı ilgiyi ona da göstermek için bir diğerine geçti.
“Çok güzeller,” diye m ırıldandı göğüslerim e doğru.
“Göğüslerini seviyorum. Ellerimi m ükem m el bir şekilde
dolduruyor.”
“Ellerimi şimdi hareket ettirebilir m iyim ?”
“Hayır. Neredelerse orada tutm aya devam et.”
“Sana dokunmak istiyorum .”
“Dokunacaksın ama henüz değil.”
Öfkeyle homurdandım, yeniden gövdem i öpm eye baş­
ladı. Göbek piercingimi diliyle yıkadı. “O kadar çekici ki.”
“Çıkarmayı düşünüyordum .”
“Lütfen çıkarma. Onu seviyorum .”
“Tamam,” dedim utangaç bir tavırla.
Gülümseyerek daha da aşağıya doğru harekete geçti, el­
leri kalçamın iki yanında geziniyordu. A niden bacaklarımı
tutup ayırdı. Burnuyla kasığım daki dövm eyi okşadı, inle­
dim.
“Kimi affetmek zorundasın, bebeğim ?”
Güçlükle nefes alıp kocam an gözlerle ona doğru baktım-
Gözleri benim kilerle buluştu, göz kapaklarım da biriken
gözyaşlannı hissetmek beni utandırm ıştı.

124
“Kendimi,” diye fısıldadım.
“Ah, bebeğim .” Dövm em i tatlı tatlı öptü, parmakları
bacaklarımın içinden vajinama doğru harekete geçti. Bir
parmağını klitorisimden anüsüme kadar yarığımda gezdi­
riyordu. Haykırdım.
“Aah! Aman Tanrım!”
“Tatlım, sırılsıklam sın.” Dili de ellerini takip etti, kal­
çam sarsılıyordu. Bacaklanm ı sımsıkı tutup kendisi için ge­
nişçe bir açıklık yarattı.
“Çok tatlı.” O sihirli dilini getirip dudaklarımdan içeri
soktu, sanki yüzüm ü öpüyormuşçasına içtenlikle öpüyordu,
burnu klitorisim e baskı yapıyordu.
“Lanet olsun!” diye bağırdım, güldüğünü hissedebili­
yordum. Elleriyle kalçalarım ı avuçluyor, beni kaldırıyor,
yüzünü iyice içim e bastırıyordu, acıması yoktu. Burnunu
çekip, dili içim de oradan oraya dolanabilsin diye klitorisimi
açtı, orgazm ım dan neredeyse korkmuştum. Hâlâ yatak baş­
lığına kenetli ellerim le kendimi çekip hızlı ve sert bir şekil­
de boşaldım L u k e’un adını haykırarak ya da en azından ben
öyle söylediğim i hatırlıyorum .
Bir sürü dilde konuşm uş olabilirim.
Son titreşim bedenim den çıkıp gidene dek tatlı işken­
cesine devam etti, ardından vücudumu yukarıya doğru öp­
meye başladı, her bir göğsüme özel bir alaka göstermek
için duraklıyordu, sonunda dirsekleri omuzlarımın yanında
üzerime uzanm ıştı, cinsel organlarımız birbirine değiyordu.
Sert m ızrağı, benim sırılsıklam vajinamın karşısındaydı,
bacaklarımla ona dolanm ak için kalçamı hareket ettirdi­
ğimde, aşağı yukarı gidip geldiğini hissettim.
Luke sıkıca gözlerini kapadı. “Ah Tanrım, Nat, harika­
sın.”
“Sen de.” K endim i yukarı kaldırıp dudaklarından öpüp,
ikimizin de tadına baktım .

125
K .A V ö t iN IM L C

Şimdi o inanılmaz sert ve büyük penisini kaydırarak kak


çalarını oynatıyordu ama henüz içime girmemişti.
“Sana dokunmama izin ver,” diye yalvardım.
“Ah, evet, dokun bana.”
Tanrım!
Saçlarından tutup onu kendime doğru çektim, büyük bir
iştahla beni öpüyordu, o sırada aşağıda ne yapıyorsa olağa-
nüstü hissettiriyordu, onu içimde istiyordum.
“Luke,” diye fısıldadım dudaklarının içinde.
“Ne istiyorsun, bebeğim?”
“Seni. İçimde. İstiyorum. Şim di.” Her bir kelim e öpü­
cüklerin arasında kesik kesik çıkmıştı. B oğazının derinlik­
lerinden inildeyip nihayet içime doğru kaydı.
Sert.
Aman Tanrım!
“Ah!” Her bir darbesi bir öncekinden daha da sertleşerek
içime çarpıyordu durmaksızın. Soluğu düzensiz ve kesik
kesikti. Kalçalarını tutup, daha sert kendim e çektim .
“Ah, Natalie, benimle birlikte boşal bebeğim .” Kelime­
leri, sesi felaketim oldu, o içim deyken patlayıverdim . So­
nuna kadar içime girerken, ileri geri hareket ederek, beni
eze eze içime boşaldı.
O üzerimde dua eder gibi adımı sayıklayarak titrerken,
parmaklarımı omurgasının üzerinden, yavaşça terli saçları­
na götürdüm.
(Î)n/ <$U uwi/ ^ ö iü n v

Saçlarını seviyordum . Benim için, parmaklarımı yumuşak­


lığının arasından geçirebileceğim uzunluktaydı. Luke hâ­
linden m em nun bir hâlde soluk soluğaydı, yanağı göğüs ka-
fesimdeydi, kollarım ın arasında saklıyordum onu. Samimi
bir sessizlik içinde, uzun bir süre böyle kaldık.
Nefesi yavaşladığında uyuduğunu sanmıştım ama o ka­
fasını kaldırıp yanağını koyduğu yeri öptü ve gözlerimiz
buluştu.
“Bu hafta sonu benim le kal.”
“Bu konuyu hallettik sanıyordum.”
“Ah, evet.” H ızlı bir öpücük kondurup üzerimden kalk­
tı ve ağır adım larla banyoya yürüdü. Evet, harika kalçaları
vardı.
“Bir sorum var,” diye seslendim o banyodayken.
“D inliyorum ,” diye bağırdı içeriden.
“Filmde popon görünüyor muydu?” Elbisemi kafamın
üzerinden geçirdim , saçlarım ı ellerimle düzeltmeye, yeni­
den atkuyruğu toplam aya başladım.
“Hım ...” M usluğa çarpan su seslerini duyuyordum, kapı­
dan kafasını uzattı. “Hayır.”
“Ah.” Ne düşünm eliydim ?
‘Filmleri izlem ediğini sanıyordum?” Bana yarım yama-
^ gülümsedi. Bayıldım!

127
“İzlemedim. Bu Jules’un özellikle en sevdiği sahney.
iniş,” diye açıkladım.
“Ha.” Birkaç dakikalığına yeniden banyoya girmişti, ar.
dmdan kırmızı yeni bir boxerla - ağzım ın suyu aktı! - kapN
da belirip kenara fırlattığı pantolonunu ve beyaz göm leği^
giydi.
“Bununla ilgili ne hissetm em gerektiğini bilmiyorum,”
diye mırıldandım onu giyinirken izlerken.
“Neden?”
“Dışarıdaki herkesin senin poponu görm üş olmasından
hoşlandığımı sanm ıyorum .”
Beni yataktan kaldırıp göğsüne dayadı, ellerini belimde
birleştirmişti.
“Neden, Natalie, kıskandın m ı?”
Yaklaşık yüz m ilyon kadının seni arzulam asını m ı?” Ka­
şımı kaldırdım. “Bunda kıskanacak ne var ki?”
“Kesinlikle hiçbir şey yok.” N azikçe dudaklarım dan
öperken, dizlerim in bağı çözüldü. “Popom da olm asını iste­
diğim tek şey senin ellerin ve gözlerin, bebeğim .”
“Peki,” diye fısıldadım dudaklarına doğru. “E ğer bu haf­
ta sonunu burada geçireceksem ,” kollarından sıyrılıp geri
çekildim, ellerini avuçlarım ın arasına aldım , “eve gidip bir­
kaç şey almam lazım. H afta sonu dışarıda kalm ayı planla-
m am ıştım .”
“O zam an şimdi git, sonra hem en gel.”
“Bütün hafta sonunu burada, evde m i geçirm ek istiyor­
sun?”
“Çoğunu, evet.” Ellerim i dudaklarına götürdü. “Bugün
burada takılıp ne istersen onu yaparız. Sana yem ek pişirir,
seninle ilgilenirim .”
Şaşkınlıktan ağzım açık kalm ıştı, hiçbir şey söyleyem e-
dim .
“Ve yarın da, akşam yem eği için benim le ailemin evine
e e lm e n i istiyorum .”
“Ne?”
“Her Pazar aile toplantısı yaparlar, sanırım hafta sonu
için erkek kardeşim de burada.”
“Ailenle tanışam am !” Ellerim i çekip kollarımı önümde
birleştirdim. A ile s iy le tanışm ak!
“Neden o lm asın ?”
“Tanışalı bir hafta b ile olm adı!
“Yani?”
“Yani m i? Yani mi! L uke...”
Ellerimi y en id en ellerin e aldı h ızlıca, sakin bir tavırla
korku dolu g ö zlerim e bakarak gülüm sedi.
“Bir tür m angal partisi, Nat. Büyütülecek bir şey değil.
Ailemle tanışm anı istiyorum .”
“Biraz hızlı gitm iyor m uyuz?”
Kaşlarını çatarak ellerim ize baktıktan sonra gözlerimin
içine çevirdi gözlerini.
“Hafta sonu benim le olacaksın. Hafta sonum un bir kıs­
mı da ailem le b ir öğleden sonra zam an geçirmek. Gelmeni
istiyorum.”
Ailesiyle tanışm am ı istiyor! Buna bir türlü anlam vere-
miyordum. A ncak iyim ser görünüyordu, üstelik kabul et­
meliyim ki b ir yanım büyüdüğü yeri görm eyi ve ailesiyle
tanışmayı çok istiyordu.
“Tamam, gelirim .”
Gözleri küçük b ir oğlan çocuğu gibi heyecan içinde pa­
rıldadı. “G elecek m isin ?”
“Evet, görünen o ki cazibene karşı koyam ıyorum ,” diye
homurdandım alaycı bir tavırla.
“Haydi,” diyerek popom u bir şaplak atıp bana m erdi­
venlere kadar eşlik etti. “Ben üzerindeki elbiseyi yeniden
^karm adan eşyalarını alıp gelelim .”

129
ben im le

Luke’un yemek masasında, çektiğim fotoğrafları düzen»


lemek için oturuyordum. Kıyafetlerimi, bazı ihtiyaçların^
bilgisayarımı, makinemi ve hafıza kartlarımı almak için bi,
saatten fazla harcadık evim de, yarım saat kadar da kahvaltı
sofrasını kaldırmak için.
Bunca zaman birbirimizi öpmekle, birbirimize dokun­
makla ya da kaçamak bakışlar atmakla oyalanmasaydık
işler daha da hızlı ilerlerdi.
Aniden, Katy Perry’nin Teenage D ream şarkısı çok an­
lamlı gelm eye başladı.
Karşıdan, ışıl ışıl aydınlatılmış oturma odasına, Luke’un
yalınayaklarıyla bağdaş kurarak gelişigüzel yayılıp oturdu­
ğu, üzerinde senaryo metinlerinin serili olduğu kanepesi­
ne bakıyordum, bir senaryo kucağında açık duruyordu ve
okurken başparmağının tırnağını ısırıyordu.
Senaryoları kanepenin arkasına fırlatıp kucağına oturdu­
ğumu hayal edip gülümsedim ama bilgisayar ekranımdaki
fotoğraflara geri döndüm.
Önceki gün Luke’la beraber şelaledeyken çektiğim fo­
toğrafları düzenliyordum. Yaklaşık yirm i beş tanesini be­
ğenmiştim, onları basıp çerçeveleyecek ve civardaki dük­
kânlara satmayı teklif edecektim.
Şelalenin olduğu fotoğrafların dosyasını kapattığımda,
Luke’un kalkıp mutfağa yöneldiğini sezdim.
“Bir şeyler içmek ister m isin?”
“Biraz su alabilirim, teşekkürler.” Ona gülümseyip fo­
toğrafları düzenlemek için bir diğer dosyayı açtım.
Bu çok daha eğlenceliydi.
Dün fotoğrafladığım çift ekranımı dolduruyordu. Luke
arkamdan yaklaşıp suyum u m asaya koydu.
“Vay.”

130
KRİSTEN PROBY

Ona bakıp g ü lü m sed im . “G ü zel görünüyorlar, değil m i?”


“Evet. B iraz g e v ş e m e y e ihtiyaçları var.”
Kahkaha attım . “H er çek im d e ilk yirm i fotoğraf çöpe g i­
der. M üşterinin rahatlam ası en azından bu kadar sürer.”
Aşağı yukarı yirm i fo to ğ ra f ilerledikten sonra durdum.
“Gördün m ü? A rtık orada olduğum un farkında bile d e­
ğiller.” Sarışın kadın y ü zü zar zor seçilen çekici siyah ada­
mın içindeydi. S iy a h adam yatakta bağdaş kurmuş, kadınsa
y ü zü ona dönük k u cağın d a oturuyor, kolları boynuna do­
lanmış, elleri saçlarında onu öpüyordu.
“Evet, bu daha iyi.” Ç alışm alarım a bakarken om uzları­
mı ovmaya başlam ıştı.
“Bunları n e zam an çek tin ?” d iye sordu.
“Dün.” E line yaslanıp m ırıldadım . Ellerini çok iyi kul­
lanıyordu.
“T artışm am ızdan sonra.” B u bir soru değildi.
“Evet. Tanrım , sakın durm a.”
Saçlarımı öptü, güldüğünü seziyordum . “Bu sözleri, o
seksi dudaklarından, sen çıplakken duym ayı tercih ederim.”
Kahkaha atıp kafam ı geriye yaslayıp baş aşağı ona bak­
tım.
“Daha sonra. B unları bitirm ek zorundayım. Zaten para­
larını iade ettim , fotoğraflarını m üm kün olduğunca çabuk
almalarını istiyorum .”
“Neden paralarını iade ettin? Nat, bu fotoğraflar m uhte­
şem.”
“Çünkü bu olağan eğlenceli seanslarımdan olmadı. Kötü
hissettim.”
“Özür dilerim .” Yeniden saçlarımı öptü.
‘‘Dileme. Fotoğraflardan m em nun kalacak ve paralannı
geri alacaklar. B ana bir saat ver.”
“Tamam, işine bak, bebeğim .” Ellerini dağınık saçların­
da gezdirerek senaryo okum aya geri döndü, arkadaşlığım ız
hoşuma gitmişti, gülüm sem ekten kendimi alıkoyamadım .
131
KAÇ BENİMLE I

İki güzel müşterimin son seksi fotoğraflarına da son ■


dokunuşları yaptıktan sonra tatminkâr bir edayla sırıttım J
Dünkü korkunç ruh hâlime rağmen, harika iş çıkarmıştım.
“Tamam, gelip bakabilirsin.” t
Luke zarafetle kanepeden kalkıp, yeniden arkamdaki ye. |
rini aldı. Biten tüm fotoğraflar arasında, ortaya çıkan işten l
gurur duyarak gezindim. 1
“Harikuladeler.” Nazikçe yanağımdan öptü, övgüsü kar­
şısında kıpkırmızı olarak kocaman bir gülüm sem e yerleşti
yüzüme.
“Teşekkür ederim. Umarım onlar da beğenirler.”
“Beğenmemek aptallık olur. Bugünkü işlerin bitti mi?”
“Evet, hepsi buydu. Pazartesi günkü seansıma kadar bo­
şum.” Bilgisayarımı kapatıp ayağa kalktım, gerindim.
“Senin okuman nasıl gidiyor?” diye sordum, senaryo yı- f
ğımnı işaret ederek. I
“Sıkıcı. Şimdiye kadar hepsi saçmalıktı.”
“Şu yığının içinden etkileyici bir şey çıkm adı mı?” de- t
dim elimi yüzünde gezdirirken, ona dokunm adan duramı- ■
yordum. *
“Kesinlikle hayır.” Dönüp avucum a bir öpücük kondur- |
du, kanımın hızlandığını hissediyordum. fa
“Bugün sıkıcı bir arkadaş olduğum için özür dilerim.” i
Kollarımı omuzlarından uzatıp boynunun arkasında birleş- \
tirdim, onu kendime çekerek çenesinin altından öptüm.“-
Sen beni sıkmıyorsun, bebeğim.” Kafasını çevirip boynuna
ulaşmama izin verdi, köprücük kemiğine kadar m inik öpü­
cükler kondurdum. “Artık ikimiz de işlerimizi bitirdiğimize
göre...”
“Evet?” Parmaklarım şimdi saçlarındaydı, dudaklarını
benimkilere yakınlaştırdım.
“Biraz daha hareketli şeyler yapabiliriz.”
“Aklında ne var?” Beni kendine çekmek için ellerini be­
lime koymasını seviyordum.
132
1 1 in r ı \ u n ı

“Hâlâ iç çamaşırı giym iyor musun?”


“Bilmem,” dedim imalı bir ses tonuyla, gözlerimi aça­
ra k . “Kontrol etm elisin belki de.”
“ B u zorlu bir görev, bebeğim .” Elbisenin eteğini par­
m a k larıy la yukarı sıyırıp, kalçalarımı okşayarak popomu
av u çların ı arasına aldı.
“Poponu seviyorum .” Dudaklarımı ısırıyor, ritmik ha­
reketlerle popom u sıkıyordu. Mmm... harikaydı. Bir elini
bacaklarımın arasından sokup, parmağını arkamdan içime
doğru kaydırdı, ona doğru kıvnlmıştım .
“Ah, Luke...”
“Benim için öy le hazırsın ki bebeğim .”
“Sen okurken kanepede sana saldırdığımı hayal edip
durdum.”
“Öyle m i?” H az içinde gülümsedi ve parmağıyla bana
işkence etmeyi sürdürdü.
“Evet, bu beni tahrik etti.”
“Tanrım N atalie, sana bakmak bile beni tahrik ediyor.”
“Buraya gel.” O nu kanepeye sürükleyip oturmasını işa­
ret ettim. İtiraz etm edi, şehvetli, parlak mavi gözleriyle beni
izliyordu.
Kucağına oturm ak yerine, bacaklarını arasında diz çö­
küp pantolonunun ferm uarına uzandım.
“Ama sen çok fazla kıyafet giyiyorsun.” Sesim buğuluy­
du.
Fermuarını açtım, pantolonunu çıkanp atabilmem için
kalçalarını kaldırdı. Hareketlenmiş penisi özgür kalmıştı,
sertti ve benim için hazırdı.
Dudaklarımı yaladım.
Penisi bile sevimliydi ki bu sahip olabileceğimi aklımın
ucundan bile geçirm ediğim bir düşünceydi üstelik. Büyük,
sert ve küçük bir parça kıvırcık sarı tüylerle kaplı. Tıraş
edilmemişti, zaten gerek de yoktu.

133
KAÇ BENİM LE I
I
Ellerimi bacaklarına çıkarıp onları kavradım. Dişleri |
nin arasından nefes alıyordu, çenesi kasılmıştı, gözleri alev r
alev yanıyordu. f
Ellerimle aşağı yukarı hareketler yapm aya başladım, di- |
limle ucuna küçük darbelerle dokunup sonunda gelen sıVl i
damlayı tattım. |
“Kahretsin bebeğim.” ■
Tokamı açıp saçlarımı serbest bıraktıktan sonra elleri- |
ni saçlarımın arasından geçirdi, dudaklarım la daha cesur, I
daha hızlı hareketler yapıyor, etkileyici boyuttaki erkekliği-
ni dilimle aşağı yukarı okşayarak, onu daha derinim e çeki­
yordum. Sol elimi biraz daha aşağıya indirip yumurtalarını !
avuçladığımda, iyice deliye döndü.
“Yeter! ” Dirseklerimden tutup beni yukarı çekti ve kuca- ;
ğına oturttu, süratle içime girdi, elbisenin altına iç çamaşırı
giymemiş olmam büyük şanstı.
“Ah!”
“Sana. İhtiyacım. Var.” G özlerim iz buluştuğunda, elleri
kalçalarımda beni cezalandırırcasına aşağı yukarı, ahenkli
bir ritimle hareket ettiriyordu, o kadar derinim e girdi ki ne- j
redeyse acı çekiyordum. Elbisem i kafam dan geçirip çıkar­
dım, Luke’un dudakları göğüs ucum daydı, insafsızca içine
çekip yalıyordu.
Kafasının arkasından kanepeye tutunm uştum sıkıca, gö- j
ğüslerime özgürce sahip olabilm esi için geriye doğru yas­
landım, rahmim deki kasılm alara, bacaklarım ın esneyişine
teslim olmuştum ve vücudum heyecan içinde sayıklarken,
ben boşaldım. !
Luke beni durdurup, şiddetle, içim e boşaldı. “Ah evet,
bebeğim .”

K anepenin üzerinde yan yana uzanırken gerindik. Ka-


134
burgalanrnın üzerindeki harflerin üzerinden geçiyordu par-
mak uçlarıyla.
“Bu annem le babam için,” diye fısıldadım.
“Neden bu söz?” diye fısıldadı o da cevap verirken.
“Çünkü anı yaşam ayı hatırlamak önemli. Çok hızlı bite­
bilir her şey.”
“Peki, neden sol tarafında?”
“Kalbime yakın olduğu için.”
Alnımı öpüp parmaklarını, beni telkin edercesine sırtım­
da gezdirdi.
“Sana onlar hakkında bir soru sorabilir miyim?” Tanrım,
bu şekilde fısıldadığında, bana ne isterse sorabilirdi!
“Tabii ki.”
“Onlara ne oldu?”
İç geçirip, çenesinden öptüm. “Yaklaşık üç yıl önce bir
uçak kazasında öldüler. Babam uçardı ve hafta sonu gezileri
için kullandığı küçük bir uçağı vardı.”
“Pahalı bir hobi.”
“Evet, karşılayabiliyordu.” Derin bir nefes alıp Luke’un
rahatlamış gözlerinin içine baktım. “Sanırım, önceki gün
yüksek kazançlı bir avukat olduğundan bahsetmiştim.”“E-
vet.”
“Yani, bu işte iyiydi. İyi kazanmıştı ve birlikte öldükle­
rinde tek m irasçıları bendim .”
“Hey, ben sana m addi durumunu sormuyordum.” Par­
maklarının tersiyle yanağım ı okşadı.
“B iliyorum ,” dedim omuz silkerek. “Her neyse, hafta
sonu için M eksika’ya gidiyorlardı. Ben de onlarla gidecek­
tim.”
Luke’un beni daha sıkı sardı, parmaklarım göğüs türleri­
nin arasında geziyordu.
“Diğer hafta finallerim olduğu için son dakikada evde
kalmaya karar verdim .”

135
KAÇ BENİMLE

“Üzgünüm.” Dudaklarım alnıma dayamıştı artık, benSe


kollarının arasına kıvrılmıştım iyice, sıcaklığını, dayanıklı
lığını içime çekerek. “Eminim harika insanlardı.”
“Neden böyle söyledin?” Geriye çekilip m avi gözlerini
aradım.
“Çünkü sen harikasın, bebeğim .”
Tanrım, çekicilik bu adamı tanımlamanın yanından bile
geçem ez.
“Evet, harika insanlardı,” diye fısıldadım. “Babamın,
benim bir fotoğrafçıdan daha fazlası olmam ı istediğini bi­
liyorum, bir doktor mesela ya da bir avukat, ya da ekono­
mist; iyi para getirecek bir şeyler işte. A m a ne var biliyor
musun?”
“Nedir?”
“Yaşamak için fotoğraf çekm ek istediğim i söylediğim­
de, hiçbiri benimle mücadele etmedi. Beni sadece sevdiler.
Sadece mutlu olmamı istediler.”
“Babamın işi acımasız ve zahm etliydi, duruşm a salo­
nunda tam bir baş belası olabiliyordu. O nu bir defa gidip
izlediğimde, tanıyamamıştım bile. N eredeyse beni korkut­
muştu.”
“Ama eve geldiğinde öyle kibardı ki. B üyük elleri olan,
uzun, kocaman bir adamdı. Yumuşatıcı ve kahve kokardı.
Ve ben büyüdüğümde bile, kucağına uzanm am a müsaade
edip bana sarılırdı.”
Luke güçlükle yutkundu.
“Ne oldu?” diye sordum .“Artık seninle ilgilenecek kim­
sen yok.”
“Uzun zamandır kendi başım ın çaresine bakıyorum , tat­
lım. Ailem hayattayken bile.”
Sanki kızgın ya da hayal kırıklığına uğram ış gibi hızlıca
gözlerini kırpıp çenesini sıktı. Ne dedim ki ben?
Eğilip dudaklarını dudaklarım a dayadı, beni yavaşça al­
tına kaydırıp, usul usul, şefkatle benim le sevişti.
136
Kanepede tek başım a uyandım. Hafif bir battaniye örtülüy­
dü üzerimde ve sevişm em izden sonra hâlâ çıplaktım. Te­
nim, battaniyenin altında hassas ve sıcaktı. Burada kıvrılıp
bütün gece uyuyabilirdim .
Vay canına. D aha önce hiç böyle yumuşak, tatlı seks
yapmamıştım ve kabul etm eliyim ki üzerine konuşulacak
çok fazla şey vardı.
Doğrulup gerinirken, oturma odasında etrafa bakındım.
Dışarıda hava kararm ıştı, şaşırdım. Ne zamandır uyuyor­
dum? M utfaktan cennetteym işim gibi kokular geliyordu
ama Luke orada değildi. Ayağa kalktım, battaniyeyi üzeri­
me dolayıp onu bulm aya gittim.
M utfakta aylak aylak gezinirken, Luke’un verandada
konuştuğunu duydum . İki kişilik koltukta oturmuş telefonla
konuşuyordu. O nu rahat bırakm ak ve duş almak için merdi­
venlere yöneldim am a sonra adımı duyduğum için durup ne
dediğini dinlem eden edem edim .
“Onu seveceksin.”
Ailesi olm alı?
“Hayır, Sam antha, öyle bir şey değil. O farklı. Eğer öyle
olsaydı onu annem le babam ın evine getirmezdim. Bak,
sadece yarın onu da yanım da getireceğimi haber vermek
istedim. A nnem le çoktan konuştum, onunla tanışmak için

137
KAÇ BENİMLE

sabırsızlanıyor. Yarın aşırı korumacı abla gibi davranma


Lütfen.”
Gülümsememin önüne geçemedim.
“Ben ciddiyim, Sam. Kibar ol. Ben de seni seviyorum
Yarın görüşürüz.”
Telefonu kapatıp elleriyle saçım düzeltti, içeri girmek
için ayağa kalktığında kapı eşiğinde beni gördü. Beyaz
gömleği ve solmuş pantolonunun içindeki karmakarışık ya-
kışıklılığına bakıp hafifçe gülümsedim.
“Korumacı kız kardeş, ha?”
“Ne demezsin.”
“Bununla başa çıkabilirim, Bay Williams.” İçeri girip
yanıma geldi, belime sarılabilsin diye battaniyeyi açıp ar­
kasına doladım.
“Biliyorum ama bazen acımasız olabiliyor. Özellikle
Sam ve ben, aramızda iki yaştan daha az olduğu için yakı­
nız. Beni koruması gerektiğini düşünürdü, dolayısıyla yann
sana karşı biraz soğuk davranırsa, şaşırma.”
“Geçmişte, kız arkadaşlarından hiç hoşlanmamış mıy­
dı?”
“Geçmişte hiç kimseyle tanışmadı.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Daha önce kimseyi ailemle tanıştırmadım.”
“Neden ben?”
Uzanıp yine o nazik tavrıyla beni öptü, iç geçirdim'
“Çünkü kim olduğumu bilmiyorsun. Ve içime işledin. HİÇ'
bir zaman sana doyabileceğimi sanmıyorum.”
“Seni daha iyi tanımak istiyorum,” diye fısıldadım, var­
mak istediği noktayı bilerek atlayarak.
“Ben de, bebeğim.”“Sen beni herkesten çok tanıyorsun.
“Daha öğrenecek çok şey var yine de.” Yüzüme düş# 1
saçlarımı çekti, avucunu öpmek için bileğinden kavradım-
“Ne zamandır uyuyorum?”
KRISTEN PROBY

‘‘Bir sââttir.
»GüzeI kokular geliyor.” Gülüm sedi.
“Et sote yer m isin akşam yem eğinde?”
“jVimmm... K ulağa harika geliyor. A m a önce hızlı bir
dllŞ için vaktim var m ı?”
“Elbette, bebeğim . Sen git duşunu al ben de yemeği ha­
klayayım .” B attaniyeyi üzerim den çekip aldı.
“Böyle şım artılm aya alışabilirim ,” diye espri yaptım.
Arkamı dönüp m erdivenlere doğru yöneldiğim de m ırıl­
dandığım duydum. “B unun için uğraşıyorum .”

Luke’un ailesinin evi arab ay la oldukça kısa sürdü. Yağ­


murlu bir Pazar akşam ü stü y d ü , o yüzden L u k e’un Siyah
Mercedes S U V ’sini alm ıştık. K a ç arabası var? Sol tarafı­
ma bakıp gerginliğim i azaltm ak için derin bir nefes aldım.
Kamım karıncalanm ıştı.
Ailesiyle tanışm aktan ölü m ü n e korkuyordum .
Bu hafta sonu m uhteşem d i. D ün gece, akşam yem eğin­
den sonra koltukta sarm aş dolaş 8 0 ’lerin eski kom edi film­
lerini izleyip bütün gece güldük. Sonra beni yatağa götürdü
Vegündüz kanepede o ld u ğ u gibi aşkla seviştik.
Tanrım, öylesine içtendi ki. İster istem ez ilk seviştiği­
mde popoma şaplak attığı zamanı hatırlayıp bunu bir daha
ne zaman yapacağını merak ettim.
Her neyse, çeşitlilik, hayatın tuzu biberiydi. Belki, evine
^düğümüzde yine oynardık.
Siyah tişörtü ve yine solm uş başka bir kot pantolonuy­
l a otururken çok yakışıklı görünüyordu. Güçlü elleri
'Aksiyondaydı, üzerim de nasıl hissettiklerini düşündükçe
tyecandan ürperdim .“Ü şüdün m ü?” diye sordu, ön panel-
1klima düşm elerine uzanırken. Elini tuttum.

139
“Hayır, üşüm edim .”
Bana bakıp iki kaşını da kaldırdı.
“Ellerini seviyoru m ,” dedim , parm aklarım la parmakla,
rını sararken. Elim i dudağına götürüp b ileğim i öptü.
“Sıradan eller işte,” diyerek hınzır bir gü lü cü k attı, kar­
nım kasıldı.
“Bana çılgın ca şeyler yaptılar,” d iye fısıld ad ım .
“Uslu ol, yoksa arabayı kenara çekip seni beceririm .”
Sözleri nefesim i kesm işti. Bu dün gecekinden tamamen
farklı bir tarzdı ve dürüst olm ak gerekirse, çok da seksiydi.
Şehvet, kasıklarım a doluşm uştu, onunla b iraz oynamaya
karar verip gülüm sedim .
“Tutam ayacağın sözler verm e.”
“Ah tatlım , em in ol, bu kesinlikle tutabileceğim bir söz.”
Kırm ızı yazlık elbisem in bir k enarıyla uğraşıyordum .
H avanın serin olm ası yüzünden elbisem in üzerine açık
mavi bir kot ceket ve hafif topuklu b ir sandalet giym iştim .
“Kanıtla o zam an.”
K afasını bana çevirip gözlerini k ısa rak baktı. “Efen­
dim ?”
“Beni duydun,” diye fısıldayıp, eteğim i bacaklarım ın
üzerine doğru kaydırdım , p arm aklarım ı şim d id en hassas­
laşm ış ıslaklığım a götürdüm .
“A ilem le tanışm aya giderken seni arab ad a becerm em i
m i istiyorsun?” Sesi kuşku doluydu, an cak gözleri ateş sa­
çıyor, kesik kesik nefes alıyordu.
“Evet, lütfen.”
O tobandaki ilk çıkıştan çıkıp b ir alışveriş m erkezinin
o toparkına park etti. Sık yoğun ağaçlıklı b ir yerdi ve uzun
bin an ın arkasında hiç trafik yoktu. O toparkın en uzak kö­
şesine park edip kontağı kapattı, beni kucağ ın a çekti, bir
elini saçlarım a daldırdı, diğer eliyle de eteğim in köşesinden
p o p o m u avuçluyordu.“
Lanet olsun, çok seksisin. H ep seni istiyorum.”
“Ben de seni istiyorum .”
Muhtaç gib i so lu k solu ğayd ım , onu içim de istiyordum,
şimdi.
“K ucağım a otur, b eb eğ im .” Luke koltuğunu otomatik
tuşla geriye itti, gü m ü ş d ireksiyona yaslandım , fermuarım
açıp, harekete g e ç m iş p en isin i özgür bıraktı. İki eliyle po­
pomu avu çlayıp , tangam ı yana sıyırıp beni üzerine oturttu.
“Ah evet, L u k e.”
“A ah!”
Arabanın için d e daracık alanda şiddetle aşağı yukarı ha­
reket etm eye b a şlad ım . E lleri popom da bana rehberlik edi­
yordu, g ö zleri k ap alı, a ğ zı açık solu k alıyordu.
“K ahretsin, g eliy o ru m .”
“Evet, beb eğ im , ben im için gel.”
Bir, iki defa d aha inip kalktıktan sonra kaslarım la peni­
sini sıkıştırarak p atladım , benim hem en ardım dan içimde
boşaldığını h issettim .
Soluk alıp verişim iz düzene girene kadar öne eğilip alnı-
mı alnına dayadım .
“Tanrım, N at, b u beklenm edik bir şeydi.”
Ü zerinden k alk ark en elbisem i düzeltip yerim e geçtim.
“Seni araba kullan ırk en izlem ek beni tahrik etti.”
“Vay canına, dem ek çok fazla seyahate çıkacağız be­
beğim.” G üldüm ve aniden bunun gerginliğim i azalttığını
hissettim
Luke ferm uarını çekip koltuğunu düzeltti ve arabayı ça­
lıştırdı.

Birkaç d akika sonra ailesinin evine vardık, sadece birkaç


dakika sonra. O ldukça haz verici bir seks seansından sonra
ıv n v ^ UU,L>11V1I_L>

parlayan gözlerim ve kırmızı yanaklarımla, saçım ı ve malt*


yajımı dikiz aynasında kontrol ettim.
“Gergin m isin?” diye sordu.
“Evet,” diye itiraf ettim hafifçe gülüm seyerek. Uzanıp
çenem i işaret parm ağıyla başparm ağının arasına aldı ve na­
zikçe dudaklarımdan öptü.
“ Seni sevecekler. Endişelenm eni gerektirecek hiçbir şey
yok.”
“Umarım haklısındır.”
“Haydi.”
Arabadan inip kapım ı açm aya geldi, ardından evin bü­
yük girişine doğru bana yol gösterdi.
Çim enlikler ve güzel, renkli çiçek bahçeleriyle süslen­
miş, beyaz koloni tarzı bir evdi.
“Annen bahçe işiyle mi uğraşıyor?” diye sordum .
“Evet, çiçeklere tutkundur,” diye yanıtladı, sırıtmaktan
kendim i alam adım. “N e oldu?”
“Oğlu gibi. O turm a odam şu an onun gül bahçesiyle ka­
pışabilir.”
Kapıya vardığım ızda gülüyordu, elim i öptü. “ Şikâyetin
mi var?”
“Kesinlikle hayır.”
K ırm ızı kapı açıldı ve ufak tefek sarışın bir kadın yüzün­
de kocam an bir gülüm sem eyle bizi karşıladı.
“Ah, hayatım , işte geldin!” Luke yanağından öpebilsin
diye öne doğru eğilip onu şefkatle kucakladı.
“M erhaba anne. N atalie C o n n e r’la tanış.”
“N atalie, seninle tanışm ak b üyük zevk. E vim ize hoş gel­
din.” Sam im iyetle elim i sıktı, ondan hem en hoşlanmıştım.
“Beni kabul ettiğiniz için teşekkür ederim , B ayan Wil­
liam s.”
“ Lütfen bana Lucy de. H aydi, içeri girin.” Koridor
boyunca evin arka tarafına kadar onu takip ettik, mutfa­
ğın orada olduğunu tahm in ediyordum . B ir oturm a grubu

142
ve yemek m asasıyla, klasik döşenmiş salon gözüme ilişti.
Luke hâlâ elim i tutuyor, parmaklarımı öpüyordu. Ona bak-
tım, bana sıcak bir gülümsem e attı, burada olduğum için
n ıu tlu olduğu yüzünden okunuyordu.
Kahretsin, ço k tatlı.
“Luke ve N atalie geldi!” diye duyurdu Lucy biz mutfa­
ğa girerken. M utfak kahverengi ve bronz tonlarda dekore
edilmiş, güzel ve genişti. M utfak tezgâhı koyu kahverengi
granit, eşyalar paslanm az çelikti, fınn ise kocamandı. Her
aşçı bu m utfağa gıpta ederdi. Büyün bir televizyon ve kah­
verengi, bakır ve bronz tonlarında, yumuşak, göz alıcı ka­
nepelerin olduğu oturm a odasına açılan günlük bir yemek
bölümü vardı.
İnanılm azdı ve konforluydu.
“Hoş geldin, N atalie.” Oldukça uzun sarışın bir adam
mutfakta bir şeylerle meşguldü. Ellerini bir havluya silip
arkasına dönerek bana baktı. “ Seninle tanıştığımıza çok
memnun olduk.”
“Nat, bu babam , N eil.”“Ben de çok memnun oldum,
efendim.” Sıkıca elim i tuttu, tokalaştık ve aynı mavi gözler
bana gülüm sedi. Luke babasının kopyasıydı.
Luke’un, babasına ve ağabeyine benzeyen küçük erkek
kardeşi, M ark da babasına mutfakta yardım ediyordu. “N ’a-
ber N atalie?”
“Sen M ark olm alısın,” diyerek güldüm, kafa salladı.
“Evet, burada en iyi görünen benim, sen hariç.” Koca­
man bir gülücük attı, karşılık vermeden yapamadım. Wil­
liams erkeklerinin hepsi çok yakışıklı ve üstelik çekicilerdi
de!
“Ve bu da,” diye Luke küçük erkek kardeşine bakarak
araya girdi, “kız kardeşim Samantha.”
Samantha kucağında iPad ve elinde bir kadeh şarapla
yumuşak bir kanepede oturuyordu. Sade bir güzelliği vardı,
sanşm, m avi gözlü, ince yüz hatlı ve annesi gibi ufak tefek-
143
K A Ç B EN İM LE

ti, gözleri cin gibiydi ve gülüm sem iyordu, beni aile içinde
hoş karşılam adığı belliydi.
“N atalie.” Beni başıyla hafifçe selam layıp iPad’iyle uğ.
raşm aya devam etti.
Dönüp L uke’a baktım, o ise Sam antha’ya bakıyordu.
Geçen geceki telefon konuşm asını hatırladığım için onda-
ki gerginliği hissedebiliyordum , elini sıkıp bana bakmasını
sağladım . A çıkça görülüyordu ki Sam antha, ailesinde tanı­
m ası en güç olacak insandı.
Om uz silkip ona gülüm sedim , o da karşılık verirken ger­
ginliğinin birazı om uzlarından akıp gitm işti.
“N atalie, erkekler yem ek yaparken, sen de benim le otur
da biraz sohbet edelim . Luke bir önlük al, oğlum . Babanın
bifteklerle yardım a ihtiyacı var.”“B enim yardım a ihtiyacım
yok.” Neil alınm ış görünüyordu am a bu belli ki aile arasın­
da bir espriydi. “Bifteği güzel p işirebilirim .”L ucy ona göz­
lerini devirip bana yem ek m asasına kadar eşlik etti. “Bir
kadeh şarap ister m isin, tatlım ?”“ Evet, lütfen.”
içkilerim izle birlikte m asaya oturduk, m uhtem el bir sor­
gulam a seansı için kendim i zihinsel olarak hazırlam ak üze­
re şarabım dan koca bir yudum aldım .
“Evet, söyle bakalım neler yapıyorsun, N atalie?”

“F otoğrafçıyım .” B abasıyla m utfakta duran Luke göz


ucuyla baktım , görüş açım daki m utfakta dolanan üç yakı­
şıklı, yapılı adam yüzünden ağzım biraz kurum uştu. Yemek
p işireb ilen bir adam ın alam etifar ikası neydi?
“A h, ne kadar ilginç. N e tür fotoğraflar çekiyorsun?”
L ucy dirseklerini m asaya dayayarak şarabından bir yudum
aldı. B enim le içtenlikle ilgileniyordu, bu da beni biraz ol­
sun rahatlatıyordu.
“Ç oğunlukla doğa fotoğrafları çekiyorum . A lki P l a j ı ’nda
yaşıyorum , L u k e ’a yakın, dolayısıyla denizi, tekneleri ve
b u n u gibi şeyleri fotoğraflam ak için çok fırsatım oluyor. Ve
çiçekleri ya da güzel şeyleri çekmek için civarda
g e n e llik le ,
yürüyüşler yaparım .” Bir yudum daha aldım, Luke’un bana
yaramaz bir gülümsem eyle baktığını gördüm. Omuz silkip
bir şeyler doğram aya geri döndü.
“Birkaç çalışm anı görmeyi çok isterim. Bir internet ad­
resin var m ı?”
“Hayır, çalışm alarım ı A lki’deki dükkânlara ve Seattle’ın
merkezindeki P ike’s M arket8 yakınlarında satıyorum.”
“Bakacağım .” Lucy bana gülümsedi, bense sadece onun
duyabilmesi için öne doğru eğildim.
“Size bir şey için teşekkür etmeliyim,” diye fısıldadım.
Gözleri ilgiyle büyüdü ve gülümsemesi yüzüne yayıldı.
“Nedir tatlım ?”
“Oğlunuza yem ek yapmasını öğrettiğiniz için teşekkür
ederim. M utfakta harikalar yaratıyor.”
Kahkaha attı, hem de kocaman bir kahkaha ve ellerimi
avuçlarının içine aldı. “Ah tatlım, rica ederim.”
Mutfağa kafam ı çevirdiğim de Luke ağzı açık bir şekil­
de bize bakıyordu. A nlam ak istercesine kaşlarını çatmıştı,
kendi kendim e gülüm sedim .
“Siz ikiniz ne fısıldaşıyorsunuz öyle?”
“Bir şey yok,” diye yanıtladı Lucy masum görünmeye
çalışarak. “B ifteğim nasıl gidiyor?”

Q0g)

Hepimiz yem ek m asasının etrafında yerimizi almıştık.


Neil m asanın bir köşesinde, Lucy ise diğer köşesindeydi.
Ben N eil’ın sağ tarafında, Luke’un yanında oturuyordum,
Samantha ve M ark da karşımızdaydı.
8 Seattle’m merkezinde, Elliot koyunda bulunan 1907’de açılan ve hâlâ
faaliyette olan ABD’nin en eski halk pazan. Birçok işletmeye, birçok
k üÇük çaplı çiftlik ürünleri yetiştiricisine, zanaatkârlara ve pazarcılara
ev sahipliği yapmaktadır, (ç.n.)

145
f. f-

KAÇ BENİMLE

Erkekler sarımsak ve pastırma eşliğinde fırında


çük patatesler ve kuşkonmazlarla antrikot hazırlamışla^,
Luke, servis tabakları masaya yerleştirilirken kadehimi ye.
niden doldurdu.
“Ee, Natalie,” dedi Neil bana bir tabak dolusu köfte uza-
tırken. “Buralardan m ısın?”
“Evet, Bellevue’de büyüdüm .”
“Aa? Buraya uzak değil. Aileni tanıyor olabilir miyim?”
Babasının bu sorusu üzerine L uke’un çatalı ağzıyla taba­
ğı arasında asılı kaldı.
“B ab a...”
“Hayır, önemli değil,” diye m ırıldandım nazikçe ve Lu­
ke’un babasına gülüm sedim .
“Ailem birkaç sene önce vefat etti am a tanıyor olabilirsi­
niz. Jack ve Leslie Conner.”
N eil’ın kaşları havaya kalktı. “Avukat olan Jack Conner
mı?”
“Evet efendim,” diyerek etten bir ısırık aldım.
“Fırsat buldukça M icrosoft’ta bizim için çalışırdı.”
Suratını kusursuz ifadesiz hâline döndürmeden hemen
önce, Samantha’nın kısa bir anlığına kaşlarını çattığını ve
şarabının neredeyse yarısını bir yudum da içtiğini fark et­
tim. Kadehini yeniden doldurup biraz daha içti.
“Kaybın için üzüldüm N atalie,” dedi Lucy yumuşacık
bir ifadeyle. “Vefat ettiklerini haberlerden duymuştum.”
“Teşekkür ederim.” Çaresizce konuyu değiştirmek isti"
yordum ve Mark yardımım a koştu.
“Siz nasıl tanıştınız?”
Mağrur bir ifadeyle Luke’a gülümsedim ve kardeşi
kendim cevap verdim. “Luke bir sabah beni gasp etmeye
çalıştı.”
Bütün gözler Luke’a çevrilmişti, kendimi gü lm ek te11
alamadım. Luke bana bakarken yanakları kıpkırmızıydı-

146
KRISTEN PROBY

^gj-deşimin kimseyi gasp etmeye ihtiyacı olmadığını


r 0inıalıydın.” Sam antha’mn sesi soğuktu ve alaycı
^ dondaydı, beni kom ik bulmadığı aşikârdı. Mark onu dir­
seğiyle dürttü.
“Espri yapıyor, Sam .” Luke masanın altından elimi tut­
muştu, bense, sağ elim in avuçlarında olmasından hoşnut bir
halde sol yemek elim le yem eğe devam ettim.
«gir sabah plajda fotoğraf çekiyordum ve o, onun fo­
to ğ ra fla rın ı çektiğimi zannedip yanım a geldi. Gerçekten de
oldukça sinirliydi.”
Lucy oğluna nasıl olduğunu tahm in eder gibi baktı, daha
sonra bana döndü. “ Sen nasıl tepki verdin Natalie?”
“Ben de sinirlendim . F o to ğ raf m akinem için gasp edildi­
ğimi düşündüm.”
“Luke W illiam s’ın seni gasp etm eye çalıştığını mı san­
dın?” Samantha’nm sesi kuşkucu geliyordu.
“Kim olduğunu bilm iy o rd u m .”
“Tabii ya,” diye hom urdandı.
“Samantha...” L u k e ’un uyarısına çakırkeyif ablası hiç
de kulak asmamıştı.
“Her neyse,” diye devam ettim , “senin doğum günün
’Çinhediye bakm aya çıktığınd a aynı gün içinde birbirimizle
yeniden karşılaşınca sorun halloldu.”
Ki davranışların beni hediye konusunda yeniden dü­
şünmeye itti,” diye ekledi Luke.
, ^ani şimdi sen, kardeşim in ne iş yaptığını bilmediği-
m' söylüyorsun?” Suratı açık açık düşm anca bir ifadeye
“ürünmüştü.
Samantha, senin neyin var?” L u c y ’nin suratı kızarmış-
’^'zının sergilediği tavırdan utandığı belli oluyordu,
ş Şu anda L u k e’un ne iş yaptığını tabii ki biliyorum,
, ^antha,” diye yanıtladım Sam antha ağzını açamadan.
1113ilk başta kim olduğunu anlayam adım .”

147
KAÇ BEN İM LE

“Yani kardeşimle zengin bir film yıldızı olduğu


m ıyorsun?”
L anet olsun.
“Samantha!”
“Ne var!”
“Am an T anrım !”
W illiams ailesi L u k e ’un kız kardeşine hep bir ağızdan
bağırmaya b aşladı am a Sam antha sert tavrını koruyordu,
gözlerini üzerim e dikm işti. Şaşırtıcı bir şekilde, derin bir
nefes alıp âdeta hiç de tarzım olmayan bir zen sakinliğine
ulaştım.
Luke sinirle sandalyesinden kalktığında bacağını sıktım.
“Sam antha, senin neyin var?”
“Luke, dur.”
“Hayır, N atalie, seninle böyle konuşmasına izin verme­
yeceğim, hem de ailem in önünde!”
“Hey.” Y eniden bacağını tuttum, ben ona bakarken bü­
tün gözlerin ü zerim de olduğunu hissettim.
Biraz önceki sakinliklerinden tamamen uzak bakışlarımı
yeniden kız kardeşine çevirdim. Çok sinirlenmiştim.
“Ö ncelikle, L uke, tabii ki ailene saygısızlık etmek niye­
tinde değilim am a erkek kardeşin hakkında böyle konuşma-
Va nasıl cesaret ediyorsun?”
Samantha nefes aldı, ben devam ettim.
“Yalnızca benim bir fahişe olduğumu değil, aynı zaman-
kardeşinin de bir kadınla birlikte olabilmek için parası
KAÇ BENİMLE |

ve şöhretinden faydalanabilecek ve bunda da hiçbir sakın^


görmeyecek çirkin bir adamın anlayışına sahip olduğum,
ima ediyorsun.
Luke’un parasına ihtiyacım yok, istediğim de yok. Aksi
olsaydı bile bu seni ilgilendirmezdi ama problem değil, te-
şekkür ederim. Filmlerini hiç izlemedim ama ne kadar ye.
tenekli olduğundan hiç şüphem yok. Benim bildiğim şey,
onun tanıdığım en akıllı, en dürüst adam olduğu, yüzü gibi
kalbi de güzel. Kimsenin onun hakkında böyle konuşmasını
mazur göremeyeceğim, Bayan Williams.”
Sandalyemi itip ayağa kalktım.
“Natalie.” Luke elimi yakaladı, onu rahatlatırcasına elini
sıktım.
“Kendimi toparlayabileceğim bir yer var mı?” diye sor­
dum Lucy’ye.
“Elbette tatlım, koridorun sonunda solda.”
Luke’a baktım, risk alıp eğildim ve dudaklarına bir öpü­
cük kondurdum. “Hemen dönerim.”
Olduğumdan daha sakin bir hâlde koridorun sonuna
doğru yürürken, masadakilerin Luke’un kız kardeşine ateş
püskürdüğünü duyuyordum.
Güzel. Duyacağı her şeyi hak ediyor. A
Banyoyu bulup kendimi içeri kilitledim. Ellerimi tezga­
ha dayayarak kafamı eğip, titrememi durdurmaya çalıştım
Bunun adrenalinden kaynaklandığını biliyordum ama önü­
ne geçemiyordum. i
Belki de o koca ağzımı hiç açmamalıydım ama beni o |
kadar sinirlendirdi ki! Benimle derdinin ne olduğunu bilm*' f
yordum, ama bütün gece boyunca açık açık bana düşmanlık |
besledi. Ve yaptığı son yorumsa bardağı taşıran son dafld3 j
oldu. s
Ailesinin, yemek masasında kızlarını fiilen azarladığ1*11 '
için artık benden nefret ettiklerinden emindim. Olanlarda*1

150
KRISTEN PR O B Y

olmuş görünm elerine rağm en, ben masadan ayrılırken


^ k ’m yüzünde kocam an bir gülüm sem e vardı.
^ nasıl yanlarına dönüp de yüzlerine bakacağım?
geş defa derin nefes alıp verdim . Titremem yatışmaya
lam,ştı, ne kadar zam andır orada kilitli olduğumu bil­
i y o r d u m . Kapıyı açıp m asaya doğru yürüm eye başladım.
n”Köşeyj dönmeden önce L u c y ’nin yum uşak sesini duy­
dum. “Tatlım belli ki seni seviyor.”
Olduğum yere çakılıp dinledim .
“Anne...” Luke konuşm ay a başladı am a Lucy sözünü
kesti.
“Biliyorum bizi ilgilendirm ez am a seninle ilgili neler
hissettiği oldukça açık tatlım . Y oksa seni neden böyle sa­
vunsun ki?”
“Bu kızı kaçırm a.” B u M a rk ’ın sesiydi sanırım.
Kulak misafiri olm aktan vazgeçip odaya girdiğim de Sa-
mantha’nm artık m asada olm adığını fark ettim.
Luke ayağa kalkıp hızlı adım larla bana doğru yürüyüp
beni güçlü kollarının arasına aldı. “İyi m isin?”
“İyiyim.” Geriye çekilip ona gülüm sedim , sonra ailesin
>, “Kızınızla öyle konuştuğum için özür dilerim ...”
dedim.
Neil konuşmamı durdurm ak için elini kaldırdı. “Hayır,
b^talie, asıl biz onun bu tavrı yüzünden özür dileriz. Lüt-
en>gel de yemeğini bitir. Sam antha bize katılmayacak.”
Luke’un gözlerinin içine baktım , gergin ve kuşkucu göz-
er' benimkileri arıyordu.
Peki.”
tyi olduğuna emin misin?” diye mırıldandı.
0. bvef haydi, yemeği bitirelim.” Yeniden yerlerimize
yemeğe devam ettik.
u gerçekten çok leziz,” diyerek gülümsedim Neil’a, o
ana gülümsedi.

151
N.AI, ötiNIlVİLC

“Beğenm ene sevindim .”


“Yemek yapabilen erkekleri seviyorum .” L u cy ’ye sırıt
tim, gözlerinin içi gülüyordu, gecem izin geri kalanına keyif
hâkim oldu.

Yemekten sonra eve dönüş yolunda L u k e ’un ağzını bı­


çak açmıyordu. Başparm ağının tırnağını yiyordu ki bu da
bana bir şeyler düşündüğünü gösteriyordu. E vden ayrıldı­
ğımızdan beri bana hiç dokunm am ıştı, bundan biraz endişe
duym aya başlam ıştım .
“İyi m isin?” diye sordum sessizliği bozarak.
Bana dönüp kaşlannı çattı. “E lbette.”
“Tamam. G üzel.” E llerim i kucağım da birb irin e bağla­
mış, pencerem den uzakta kalan şehrin ışık ların a bakıyor­
dum. Evine geldiğim izde sessizliği k u lak ları sağır eden
boyutlara ulaşm ıştı. A rabanın kapısını açıp evin giriş mer­
divenlerine kadar bana eşlik edip beni içeriye buyur etti.
Ben m utfağa doğru yürüyüp tezgâha ç antam ı bırakırken
ışıklan açtı.
D önüp ona baktığım da onun odada olm ad ığ ın ı görüp şa­
şırdım. N ereye gitm işti?
Tedirginlik hissi k am ım a y ay ılm ay a başlad ığ ın d a so­
m urttum . A m an Tanrım , her şeyi b erb at etm iştim . Yemekte
kız kardeşiyle konuşm a şeklim e sin irlen m iş olm alıydı. Ne­
redeydi?
B elki de gitm em i istiyordu ve eşy alarım ı toplam am için
bana biraz zam an verdi.
M erdivenleri çıkıp, eve gidene dek a ğlam am ak içın
kendim i telkin ederek yatak o dasına yöneldim . Eşyalarım 1
toplayacak ve buradan defolup gidecektim . S onra dağıtabi­
lirdim .
Yatak odasının kapısından çıkmadan hemen önce, tele­
fonum cebimde çaldı. Çıkardım, bir mesajım vardı.
Luke’tandı.
Natalie, banyoda bana katılır mısın lütfen?
Efendim?
Banyoya doğru yürüyüp kapısında kalakaldım.
Yumurta şeklindeki kocaman küvetini doldurmuştu, ha­
vada lavanta kokusu vardı. Banyo tezgâhında ve küvetin et­
rafında mumlar diziliydi. Luke küvetin yanında üzeri çıplak
altında kot pantolonuyla dikiliyordu.
Nihayet sesim yerine geldi ama tek söyleyebildiğim şey,
“Selam,” oldu.
“Selam .”
“Bana kızgın o ld uğunu sanıyordum .”
“N eden?” B ana doğru yürüyordu, çenemi başparmağı
ve işaret p a rm a ğ ıy la tutup gözlerinin içine bakabilm em için
kafamı biraz g eriy e d o ğru yatırdı.
“Çünkü a ilen in evinden ayrıldığım ızdan beri o kadar
sessizdin ki.”
“Sadece d ü şü n ü y o rd u m ” Parm akları yanaklarım ı okşu­
yordu, nazikçe aln ım ı öptü.
“Ne d ü şü n ü y o rd u n ? ” diye fısıldadım .
“Haydi, k ü v e te girelim .” Ah! Konuşm aya devam etsin
istiyordum.
“Banyo için b iraz fazla giyiniğim .”
“Öylesin, b e b e ğ im .” K ot ceketim i om uzlarımdan sıyırıp
kollarımdan aşağı indirdi ve yakındaki sandalyenin üzerine
bıraktı. E lbisem i kafam dan çıkarıp katladı ve ceketin üze­
rine yerleştirdi.
“Ayakkabılarını çıkar.”
Gözlerimi g ö zlerin d en ayıram adan dediklerini harfiyen
y iy o r d u m . K o lla n n ı etrafım a doladı, sütyenimi çözüp
kollarımdan çık arırk en om zum a bir öpücük kondurdu. Bir
rvAV B tiN IM L b

adım geriye çekildiğinde, başparm aklarım ı tangam a geçjr,


dim ve kalçalarım dan indirip yere düşm esine izin verdim.
Ö nünde ayakta duruyordum ve çıplak bedenim de bir aşa-
ğı bir yukarı gidip gelen arzudan cam gibi olm uş gözlerini
görm enin verdiği hazla heyecanlanm ıştım .
“ Sen de giyiniksin,” diye fısıldadım , gözbebeklerini g ö r­
düğüm de m idem kasıldı.
“Ö yleyim .” Pantolonunun ferm uarını açıp, boxerını ve
pantolonunu yum uşak bir hareketle tek ham lede çıkardı,
m uhteşem çıplaklığıyla karşım daydı.
“G el.” Suya girm em e yardım edebilm ek için elini bana
uzattı. Küvete oturup sıcak su bedenim i ö rterken kıvrıldım.
“Sen bana katılm ayacak m ısın?”
“Evet.” K üvete girip, bacaklarını etrafım a dolayarak
bana doğru oturdu.
“Çok güzel.” D oğruydu. Su, kız kardeşiyle çetin bir ta­
nışm anın ardından yatıştırm ıştı ve çıplaktı ki bu her şeyi
daha da güzel kılıyordu.
“Evet.”
“Bu gece tek kelim elik cevaplar v e rd in .”
N eredeyse utangaç bir tavırla ban a gülüm sedi. “Ö zür di­
lerim , kafam da dönen çok fazla şey var.”
“A nlat.”
K afasını iki yana salladı.
“Ah, hayır söylem eyeceksin. O güzel k afan d an neler ge­
çiyor, W illiam s?”
“K ız kardeşim in bu akşam sana olan tavırların d an dolayı
üzgünüm .”
Ah.
“Ö yle tepki verdiğim için de ben ü zgünüm , Luke. Hu­
zurunu kaçırdığım ve ailenle öyle k onuştuğum için özür
dilerim .”
“H ayır, özür dilem e. H atalı olan ablam . B öyle davrana-
bileceğinden korkuyordum , dün gece onu bu yüzden ara­
dım*”
“Luke.” B ir ayağını alıp masaj yapmaya başladım. Göz­
leri büyüdü, sonra kapandı, haz dolu bir nidayla kafasını
küvete doğru yasladı. “B enim hiç kardeşim yok ama sevdi­
ğin birini korum a içgüdüsünün ne dem ek olduğunu bilirim,
genim anlam adığım bu bariz düşm anlık neden? Anlayamı­
yorum.”
“Şey, bu akşam söylediğin bir şey ailecek çok da yaban­
cı olm adığım ız b ir şey aslında,” diye mırıldandı, gözlerini
açıp benim d ışım da h er yere bakarken iç geçirdi.
“Nedir?”
“Sırf zengin ve ü nlüyüm diye beni kullandığını bildiğim
biriyle o labilecek kad ar aptal olduğum kısım .”
Nefesim kesildi, ayağını bıraktım . Aman Tanrım, bu
utanç verici.
“A nlam adım .”
Sağ ayağım ı alıp som urtarak başparm ağım ın üzerinden
ovmaya başladı.
“Son ilişkim , b enim le bütün bu sebepler yüzünden bir­
likte olan b ir k a d ın la y d ı.”
“Ah.” B u n u d u y m ak istem iyordum .
“Evet.”
“Ne k adar zam an ö nceydi?”
“Bir yıl k a d ar önce ayrıldım .”
“Daha önce ailenle kim seyi tanıştırm adığını söylediğini
sanıyordum.” B aşım ı küvete doğru geriye yasladım, kıs­
kanç, gergin ve şüpheci hissederken yüzüne bakamıyor-
dum.
“T anıştırm adım . A ilem onunla hiç tanışmadı. Olan bite-
ni Çok sonra ö ğrendiler.”
Onu dinlerken, ailesinin yem ek masasındaki zen sakinli-
§ini bulm aya çalışarak tavana bakıyordum.
ix /a \, D u n u m su

“Neden?” Sesim hissettiğimden daha sakin çıkmıştı.


“Çünkü magazincilere, ben nişanım ızı atm aya karar ver.
diğimde hamile olduğunu söyledi.”
“Efendim?” Kafamı ani bir hareketle kaldırıp ona bak*
tim. “Bir çocuğun mu var?”
“Hayır!” Gözlerini sımsıkı kapayıp kafasını karşı çıkar
gibi iki yana salladı. “Ben ondan ayrıldıktan sonra bana geri
dönebilmek için magazincilere bu yalanı sattı.”
“Onunla evlenecek m iydin?” K am ım a bir yum ruk yemiş
gibi hissediyordum.
“Evet.” Bütün bunlara tepkim i ölçm eye çalışarak dik­
katle beni izliyordu.
“Ve onu ailenle hiç tanıştırm adın?”
“Onlarla tanışm ak için hiçbir zam an hevesli olmadı. Ne
zaman bir toplantı ayarlasam , hep bir aksilik çıktı,” diye
omuz silkti.
“Ve sen bunu garip bulm adın?”
“Biliyorum .”
“Neden ayrıldın peki?”
“Çünkü benim için doğru insan değildi?”
“Çok sıradan bir cevap.”
“Ama gerçek bu,” diyerek om uz silkip iç geçirdi. “Sa­
nırım sonunda fark ettim ki eğer m al varlığım ya da şöh­
retim olmasaydı benim yüzüm e bile bakm azdı. Mesleği
bırakm am dan hiç hoşlanm adı ve prodüktörlük işinin, ben
ilgi odağı olmayı özleyene kadar, bir geçiş evresi olmasını
umdu. Bir ünlünün eşi olm ak istedi, bu da benim hiç de
ilgilenm ediğim bir şeydi.”
“O nunla hâlâ konuşuyor m usun?”
“Hayır.”
Başımı yeniden geriye yaslayıp buruşm uş parmaklanma
bakıyordum . Su soğum aya başlam ıştı. Sevgilinizin eski ni­
şanlısıyla ilgili konuşm aya çalışırken zam an hızla akıp ge'
çiyorm uş.
156
“Sanırım bu birçok şeyi açıklıyor.”
“N a t...”
“Bekle.” O nu susturmak için elimi kaldırdım. “Bana bir
dakika ver.”
“Peki,” diyerek suratım astı ve ayağımı okşamaya de­
vam etti.
Neden yeniden ihanete uğramış gibi hissediyordum?
Kamıma yeniden bir yumruk yedim.
“Ailenin gözünde, eski nişanlın hakkında hiçbir şey bil­
mediğimi anladıklarında, fazlasıyla salak durumuna düş­
müş olmalıyım.”
Birdenbire öne doğru eğilip, küvetten yere taşan sulara
aldırmadan beni kucağına çekti, kollarım doladı.
“Bu akşam m uhteşem din. Sen beni öyle savunduğun
için gururlanm alı m ıyım , yoksa ezik mi hissetmeliyim bi­
lemedim.”
“Beni uyarm alıydın.”
“B iliyorum .”
Parm aklarım ı saçlarının arasında gezdirip derin bir ne­
fes aldım. ’’B irbirim iz hakkında öğrenecek çok şeyimiz var
hâlâ.”
“Ö ğreneceğiz bebeğim .”
“Ablanın seninle o şekilde konuşm ası beni deliye dön­
dürdü.”
Kafasını sallayıp üzgün bir şekilde gülümsedi. “İşin ga­
ribi aslında senin hakkında konuşuyordu, bebeğim .”
“Biliyorum am a böyle yaparak konuyu sana getirm iş
°ldu, buna k atlanam azdım .”
“Kimse beni böyle savunm aya kalkışmamıştı. Ö ylesine
sakin, kendinden öylesine em in ve aynı zam anda sinirliydin
ki- Yeşil gözlerin alevler saçıyordu ve harika görünüyordun.
Seni o anda, m asanın üzerinde becerm ek istedim .”
‘Luke W illiam s!” G eri çekilip şok olmuş hâlde gözleri -
ne baktım.

157
ıvrvy DCI'VUVILC

“G erçek bu. Beni tahrik ettiniz, tebrikler.”


“A ilen m asada otururken bunun pek de y ak ışık alacağını
san m ıy o ru m .”
“M asada Papa ve E lvis o tursaydı bile u m u ru m d a olmaz-
d ı.”
G ülüp kucağına kıvrıldım yeniden.
“A h bebeğim , seninle ne y a p ac ağ ım b e n ? ”
“N e istersen.”
“H aydi.” A yağa kalkıp beni k ü v e tte n ç ık a rd ı, sonra ya­
nım a geldi. N e k a d ar k u vvetli o ld u ğ u n u d ü şü n m e k te n ala­
m ıyordum kendim i. H iç b ir a ğ ırlığ ım y o k m u ş gib i taşıyordu
beni.
K alçasının etrafın a b ir h a v lu d o lay ıp , d o la p ta n başka bir
yum uşak, beyaz, tü y lü b ir h a v lu d a h a alıp b en i sardı. Beni
kendine çekip arzu y la, şe h v e tle ö p ü p so n ra b e n i vücudumu
kuru lay ab ilm ek için geri çekildi.
A m a n Tanrım.
Fazla suyu a la b ilm ek için h a v lu y u b ir a şa ğ ı b ir yukarı
bedenim de gezd iriy o rd u . Ö n e d o ğ ru e ğ ilip g ö ğ ü s kafesini
öptüm , h ızlan an n e fesin i d u y a b iliy o rd u m .
Ben artık k u ru lan d ığ ım d a , b e lin d e n h a v lu s u n u çekip o
büy ü ley en kaslı fiziğine k e y if için d e b ir b a k ış attım .
“ İşte k u ru lan d ık ,” diye fısıld a d ım .
“T an rı’ya şükür.” B eni k e n d in e d o ğ ru çek ti, elle ri saçla­
rım ın a rasın d a beni şe h v etle ö p ü y o rd u . K o lla rım ı doladım,
tırn a k larım la sırtını d o laşıy o rd u m .
“ T anrım , b e b eğ im ,
“ G ü z el.” T ırn a k larım d a sırtın ı k a z ıy o rd u m yeniden,
b o y n u m d a y k e n inliyordu. A ni b ir h a re k e tle a rk am ı döndü­
rü p , elle rim i b a n y o te z g âh ın a d a y ay ıp y ü z ü m ü ay n ay a doğ­
ru ç ev ird i. K afam ı k a ld ırd ım , altın sa ç la rı v e y a n ık teniyle
b e n d e n y a k la şık o n b eş sa n tim e tre u z u n L u k e ’u n arkamda
d ik ilip ç ıp la k o m u zla rım ı ö p m ek için e ğ ile n se k si görüntü­
sü karşısında şa şk ın a döndüm . Boynum un arkasını elleriyle
kavradıktan so n ra om urgam ın üzerinden aşağı kaydırdı, bir
süre için d ö v m em in etrafında oyalanıp ellerini seyretti, ne­
fes alıp verişi h ızla n d ı. Ö ne doğru eğilebilm em için kalçam ı
kendine do ğ ru ç ek ti, güzel, etkileyici suratını bana doku­
nurken izlem eye b a yılıyordum .
Nihayet, parm ağını aşağıya indirip içime doğru kaydırdı.
“Ah, Luke.”
“Bebeğim , hazırsın b ile.” Penisini vajinama yönlendir­
diğini hissettim ve yavaşça, Tanrım yavaşça, içime girdi.
Kıvrımlarıma göm ülene kadar kendini içime daha da bastı­
rırken gözleri aynada benim kilerle buluştu.
“Tokatla b e n i.” K ahretsin! B iraz önce ne dedim ben?
“Efendim ?” dedi duraksayıp elleri kalçalarında, aynadan
ağzı açık bana bakarken.
“T okatla b e n i.”
“Sert m i s e v iy o rsu n b e b eğ im ? ” M uzip bir ifadeyle sor­
gulam asına g ü lü m s e d i.
“S eninle ta n ış a n a k a d ar hayır.” Y üzü saniyeler içinde
meraklı b ir ifa d e d e n k a tık sız b ir sahiplenm eye dönüştü,
içim deyken k a sılıy o rd u m .
“Tanrım , N a ta lie .” Sağ elini kaldırıp kalçam a bir şaplak
indirdi.
“E vet!” K a lç a m ı h a rek e t ettirdim , bana tutunarak içimde
gidip g e lm e y e b a şlad ı. O n a ayak uydurdum ve ritm im izi
yakaladık. S o n u n d a e lini yine kaldırdı ve popom u tokatladı,
beni baştan ç ık a rıy o rd u !
“Bir d a h a ? ” d iy e so rd u nefes nefese.
“E vet.”
M em nun o lm u ş tu , k asıklarım daki gerilim i hissedebi­
liyordum. B a c a k la rım kasıldı, onu içim de sıkıştırdım , o r­
gazm içim d en taşıy o rd u .
“Ah b e b eğ im , e v e t.” B üyülenm iş hâlde L u k e ’un g ö z le ri-
K A Ç BEN İM LE

ni sıkıca kapadığını ve kalçalarımı daha da sert k a v ra d ığ ı


izliyordum, orgazmı onu da zorluyordu ve sonunda içime
doldu.
Güzel ellerini yine sırtımdan aşağı indirdi, hâlâ soluk
soluğaydı, aynadan bana gülümsüyordu. “ Sert sevdiğini
bilm iyordum .”
“Sonradan edinilmiş bir zevk.”
İçimden çıkıp aşağı eğilerek kalçam ın hem en altındaki
dövm em e bir öpücük kondurdu, derin bir nefes aldım.
“Bu en seksi dövm en bence.”
“Öyle m i?”
“Mmm, hım .” Parm ağıyla üzerinden geçiyordu, sırtım
ürperdi.
“N eden?”
“Çünkü, inanılm az seksi.”
“Beğendiğine sevindim .” A ynadan ona gülüm sedim .
“Hepsini seviyorum ,” dedi ciddiyetle, bu dürüst surata
biraz olsun âşık olm uştum sanırım .
“M utlu olmanı istiyorum , N at.”
“A h.” Bu sözleri üzerine arkam ı döndüm , ayağa kalkıp
kollarını om zum a dolayıp bana sım sıkı sarıldı.
“ Sana karşı hissettiklerim ne olacak bilm iyorum ,” diye
fısıldadım göğsünde.
“Bekleyip göreceğiz, bebeğim .” G eri çekilip o içten
öpücüklerinden birini kondurdu dudaklarım a.
“Tamam. Bunu başarabilirim .”
“Güzel, haydi biraz uyuyalım .” Beni kollarının arasına
alıp yatağa götürdü.
“Ben yürüyebilirim , biliyorsun,” diyerek güldüm , boy­
nuna yüzüm ü bastırarak.
“ G erek yok, ben seni taşırım .”
“G üçlü olm anı seviyorum .”
“ Şim di de seviyor m usun?”
“Evet. Bu arada yarın yoga için erken kalkmam gerek,
daha sonra saat on birde bir seansım var.”
“Tamam. Öğlen yem eği için seni almamı ister misin?”
Yorganı örtüp beni yatağa yatırdı, ardından arkama geçip
beni kollarının arasına aldı.
“Benden sıkılmıyor musun?”
“Sen benden sıkılıyor musun?” Yüzüme bakabilmek
için beni kendine döndürdü.
“Şey, hayır.”
“Öğlen seni görmek istiyorum. Lütfen.”
“Peki,” diye mırıldanarak kollarının arasına kıvrılıp uy­
kuya daldım.

161
İşin akıp gittiği bazı günler vardır, neyse ki bu da o günler­
den biriydi.
Bu sabah L uke’u yatakta bırakm ak çok zordu ama ka­
nım pom palansın diye yogaya gittiğim için mutluydum. Ju-
les’la, hafta sonunda olanları ona anlattığım geniş bir kah­
valtı yaptık ama on bir seansım geciktiği için daha sinirli
olamazdım.
Brad model potansiyeli taşıyan yirm i bir yaşında çeki­
ci biriydi. Yüzü ve vücudu yerindeydi ve beni portföyünü
sağlamlaştırmak için işe alm ıştı. G enellikle kadınlarla ya
da çiftlerle çalışıyordum am a B rad profesyoneldi ve tüm
kalbiyle şov dünyasına girm ek istiyordu, ben de onu gen
çeviremedim.
Uzun boylu, esm er ve akıl alm az derecede yakışıklı ol­
duğundan bahsetm iyorum bile. Günün birkaç saatini harca­
mak için hiç de kötü bir yol değil.
Bütün sabah çok eğlendik. Brad yaklaşık bir metre dok­
san santim boyundaydı ve şekilli bir vücuda sahipti- Lu*
k e ’tan farksızdı am a onu bilinçaltım ın derinliklerine gönıe
rek işime odaklandım. Luke ne kadar sarışın ve bronzsa-
Brad de yanık tenli ve esmerdi; koyu saçlar ve gözler, y°n
tulm uş çenesindeki kirli sakallar.
Takımını zar zor kapatan ince akıl almaz derecede küÇ
KRISTEN PROBY

. bo.\erbı kalana kadar soyundu, belinden aşağısı beyaz


i çarşafa dolanm ış hâlde uzandı.
5 ,*§en bu işte iyisin N atalie. İnsan çalışıyormuş gibi his-
setnıiy°r-'’
“T eşekkür ederim .” K am erayı gözüm e yükseltip dek-
lanşöre basmaya başladım . “ Seansların eğlenceli olması
gerek.”
“Bekâr m ısın?” diye sordu, kam eraya dudağının kena­
rıyla h afif bir gülüm sem e atarken.
“Ah, hayır,” diye yanıtladım kaşlarım ı çatarak. “Flört
yok, Brad.
“Özür dilerim, dayanam adım . Ben neredeyse yarı çıplak
yataktayım ve güzel b ir kadın fotoğraflarım ı çekiyor.”
Kahkaha atıp h afıza kartım ı değiştirdim . Tanrım, bura­
sı çok sıcak! M avi b lu zu m u çıkarıp üzerim e oturan siyah
sporcu sütyenimle kaldım . Y oga taytım ı sıyırmıştım ama
banyoya gidip y oga şortum la değiştirdim . Saçlarımı yeni­
den toplayıp, ayakkabılarım ı çıkardım .
“Tamam Brad, yatağ a geri dön.”
“Buna nasıl karşı koyabilirim ?” Tam bir flörtöz. Yatağa
yeniden uzandı ve çarşafı kalçalarının altına çekti.
“Tamam, arkanı dön, b ir kolunu başının üzerine koy. Gü-
Zel, kıpırdama.” Y atağa çıkıp, bacaklarım ı ayırarak kalçası-
t"n iki yanına ayaklarım ı koyup üzerinde ayakta dikildim.
Güzel poz.” D urm adan deklanşöre basıyordum, yakala-
'S'nı karelerden m em nundum .
Biraz ciddi durmalı m ıyım ?”
Evet, o seksi gülüşü yapma. M ükemm el!” Klik, klik
1 • Biraz yukarı adım adıp yüzüne odaklandım. Neredey­
s e m i kaybediyordum , uzanıp baldırımın arkasından

Ah! Teşekkür ederim .” Gülümseyip, bir eli kafasının


asinda, diğer eliyle de bacağımdan beni dengede tutma-
ÇallŞirken, portre fotoğraflarını çekmeye devam ettim.
163
“N eler oluyor burada?!”
Ön kapıdan gelen sinirli bağırışla şaşkına dönm üş hâlde
B rad ve ben yerim izden sıçradık.
“Luke! Ö düm ü kopardın!”
Brad, fotoğrafçısının her an bir yum ruk yiyebileceğini
tahm in ederek, çabucak bacağım dan tutm ayı bıraktı.
“Bu ne, N atalie!”
“Bana bağırm ayı kes!” Yataktan aşağı atlayıp kameramı
kapattım .
“Brad sen içeri gidip giyinebilirsin. N asıl olsa bugünlük
işim iz bitti.”
Brad yatakta doğrulup çarşafı üzerinden sıyırdı, gözle­
rimi başka yöne çevirdim . Ü zerini g iyinm ek için banyoya
yöneldi.
“Senin problem in ne?” diye çıkıştım L u k e ’a.
“ Sence? Ç ıplak bir adam la yatak tay d ın ve elleri senin
üzerindeydi!”
Derin bir nefes aldım . “Ç ıplak değildi, L uke. B en de çıp­
lak değilim .”
“N eredeyse,” diye hom urdandı.
“Hey, bu stüdyoyu sana gösterdiğim de ban a kızmamanı
bu nedenle söylem iştim .”
“B ana genç çıplak erkeklerle çalıştığını söylem em iştin.”
Y eniden sinirlenm işti.
“Ç alışm am zaten. P ortföyü için fotoğraflara ihtiyacı olan
b ir arkadaşım ın arkadaşı. K ıskanç b ir h e rif o lm a.”
“B ana kadınlarla ya da çiftlerle çalıştığını söylem iştin,
N a talie.”
“ L uke, sana söyledim , bu b ir istisna.
“ B undan hiç h oşlanm adım .”
“ H oşlanıp hoşlanm am an um u ru m d a değ il.”
L uke, sanki ikinci bir kafam çıkm ış gibi şaşkınlık içinde
b a k ıp ellerini saçlarının arasından geçiriyordu.
Brad, kot pantolonu, tişörtü ve ayakkabısıyla giyinik
hâlde banyodan çıktı.
“Tekrar teşekkür ederim, Natalie. Güzel vakit geçirdim.”
Ona içten bir gülümseme ile karşılık verdim. “Ben de,
rica ederim. Onları bu hafta senin için düzenlerim.”
“Güzel. G örüşürüz.” B rad kapıyı arkasından kapatarak
çıktı.
Luke’a döndüm, kısılm ış cam mavisi gözleri üzerimdey­
di. İnanılmaz sinirliydi.
“Tam olarak neye kızdın?” diye sordum, yatağa yönelip
çarşafları çıkarmaya başlarken.
“Natalie, stü d y o y a giriyorum ve kız arkadaşımı, sadece
gece giyilebilecek b ir kıyafetle, yatakta çıplak uzanmış bir
erkeğin ü zerinde, erkeğin elleri kız arkadaşımın çıplak ba­
cağında buluyorum . N eye kızm ış olabilirim sence?” Sesi
birkaç desibel y ü kselm işti ve ben tam bir salak gibi tek bir
kelimeye odaklanm ıştım .
“Kız ark ad a ş? ”
Ateş püsk ü rtm ey e b ir son verip bana baktı. “Evet, kız
arkadaş. G eçen h afta sonundan sonra öyle olduğunu düşün­
müştüm.”
Ah.
Vay.
“Yanılıyor m u y u m ? ” Sesi endişe verici derece sakindi.
“Şey, hayır, sanırım bunun hakkında düşünmemiştim.”
Yatağı bitirip ona doğru döndüm .
“Luke, bu ben im işim .”
“Bundan h o şlan m ad ım .”
“Bunu yapam ayacağım ı söyleyem ezsin.”
“Öyle b ir şey dem ed im .”
“K astettiğin bu. B unu senelerdir yapıyorum. Kimse
buna karışm adı. H atırlasana, sana söylemiştim, burada seks
yupmam, m ü şterilerim le seks yapmam. Tanrım, bana hiç
banm ıyor m u su n ? ”
KAÇ BENİMLE

“ Hayır, ben sad ece...” Elini yeniden saçlarından geçirç


rek arkasını dönüp bir iki adım attı. “Onun ellerini üzerin^
gördüğümde hissettiğim şeyleri anlam anı beklemiyorum.”
“Nasıl hissettin?” Kafamı yana eğdim , merakım doruğa
çıkmıştı.
“Onu öldürm ek istedim ,” diye hom urdandı.
“Ah.”
“Nat, bir filmde biriyle sevişm ek zorunda olsaydım nasıl
hissedeceğini bir düşün. Bu benim işim am a başka bir kadı­
na dokunmak, onu öpm ek zo ru n d ay ım ...”
“Orada dur bakayım .” B unu duym ak istemiyordum.
“Benim için ikisi de aynı şey.”
Tanrım.
Derin bir nefes alıp yatağın kenarına oturdum, aniden
••

yorulmuştum. “Ü zgünüm , bu benim aklım a gelmemişti.


Tatlım, davranışlarım ı yıllardır birine açıklam ak zorunda
olmamıştım .”
“Biliyorum .”
“Kıskançsın.
“Kıskanmak bu hissettiğim şeyi açıklam aya hafif kalır.”
Bir yanım avaz avaz bağırıp dans etm ek istiyordu ama
kendimi tutup vurdum duym az bir edayla ona baktım.
“Kıskanmak için hiçbir nedenin yok. Seninle değilken
bile gözüm senden başkasını görmüyor, Luke.”
Sanki koca bir yük taşıyorm uşçasına gözlerini sımsıkı
kapadı, ona baktım. Başka bir göm lek giyiyordu bugün, bn
seferki siyahtı ve siyah bir pantolon vardı altında. Genç ve
mümkün olamayacak kadar yakışıklı görünüyordu.
Ve ben onun kız arkadaşıyım!
Ayağa kalkıp ona doğru yürüdüm, kollarımı beline do
ladım. O da kollarını belimde kenetledi, birbirimize birknf
dakika öylece baktık.
“Lütfen bana kızma,” diye fısıldadım.

166
KRISTEN PROBY

-Kızmıyorum.”
-Kızdın.”
“Evet, kızdım.” Alnım dan öptü. “Burada giyecek düz­
gün bir şeylerin yok m u?”
-Var ama sıcak oldu, ben de çıkardım.”
Gözleri yine kısıldı, soğuk bakıyorlardı. Kahretsin.
“Bana sinirlenme, fotoğraf çekerken dünyayı unutuyo­
rum, burada klimam da yok.”
“Neden?”
“Şey, açıkçası terli bir vücut fotoğraflarda daha iyi gö­
rünüyor.”
“Ah.” Kaşları çatıldı.
“Hey, yapma böyle. K ıskanacak hiçbir şey yok, tatlım.”
Ellerimle, avuç içim deki sakalsız pürüzsüzlüğünün keyfine
vararak yüzünü okşadım .
“Bana böyle seslenm eni seviyorum .” Elime doğru yasla­
nıp gözlerini kapadı.
“Öyle mi?”
“Evet, bana genellikle adım la hitap ediyorsun.”
“Tatlı sözlerden hoşlanıyorsun demek, ha?” Ayak ucum­
da yükselerek dudaklarını m inik bir öpücük kondurdum,
gözleri alev alevdi.
“Öyle görünüyor, bebeğim .”
“Bana bebeğim dem eni seviyorum .” Şimdi gözleri yıl
başı ağacı gibi ışıl ışıldı.
“Neden?
‘Daha önce kim se böyle seslenmedi de ondan,” diye fı­
sladım.
*ÇÇekip sıkıca sarıldı. “Söz konusu ilişkiler olduğunda
ne kadar tecrübesiz olduğunu unutmuşum.”
“Evet, dolayısıyla biraz anlayışlı ol. Bir öğrenme süreci
0 ntalı.” Kalçasını çimdikledim, güldü.
. “Tamam, tamam. Sadece bana bir iyilik yap.” İfadesi ye-
n,(kn ciddileşmişti.
167
K A Ç B EN İM LE

“N edir?"
“ Daha fazla yalnız erkek yok. L ütfen."
Suratım asılm ıştı, onunla tartışm ak istiyordum .
“Lütfen, Natalie. Benim için."
“Peki ya bir refakatçi olursa?
“Başka bir adam la randevu ayarlam adan önce benimle
konuş, bunu tartışalım . Böyle hissetm ekten hoşlanmıyo­
rum. Duygularım a saygı duym anı rica ediyorum ."
Peki, öyle diyorsan.
“Tamam, önce seninle konuşacağım ." E vet, bu bir tesli­
m iyetti ama sevişm e sahnesiyle ilgili söylediği şeyi aklım­
dan çıkaram ıyordum ve eğer ben öyle bir d urum da olsay­
dım kıskançlıktan deliye döneceğim i biliyordum .
“Film lerinde seviştin mi hiç?" diye sorup yüzüne bak­
tım.
“K alçam ın göründüğü sahnenin neden o lduğu nu sanı­
yorsun?" G ülüm sedi.
“O filmleri hiçbir zam an görm ek istem iyorum , L uke.”
“Bana uyar, bebeğim .”
“D em ek, ben senin kız arkadaşınım , h a ? ”
“K esinlikle.” D erin b ir öpücük verdi, o n u ken d im e çeke­
rek om uzlarını tutuyordum .
Geri çekildiğinde, p arm aklarım ı sa çların d a gezdirm eye
koyuldum . “Tam am , haydi gidip öğlen y em eğ i yiyelim . Se­
ninle kavga etm ek beni acıktırdı.”
“Ö nce düzgün bir şeyler giy ü z erin e.”

L u k e ’u, Ju le s’la m utfakta b ırakıp yu k arı giy in m ey e çık-


tim . Ju le s’la karşılaştığında, L u k e ’u n y ü zü n d e beliren o
e n d işeli ifadeyi hatırlayıp kendi ken d im e gü lü y o rd u m ama
Ju le s olab ild iğ in ce sakindi, Ju le s’un L u k e ’u kaygılandıran
o y e n iy e tm e hâllerinin yatışm ası beni rahatlatm ıştı.
Altıma bir kot pantolon geçirip, üzerime yeşil bir bluz
ve ona uyumlu yeşil topuklu ayakkabılar giydim. Öğlen ye­
deği olabilirdi ama bu ayakkabılarımı giyme fırsatım hiç
olmamıştı ve Luke, her zaman yanında bu ayakkabılarla
dolaşabileceğim kadar uzundu.
Ben de olabilir diye düşündüm. Luke bunlan severdi.
Kahverengi saçlarımı tarayıp, yüzümün iki yanından dö­
külecek şekilde açık bıraktım, biraz da göz kalemi ve rimel
sürdüm.
Gitmeye hazırdım.
Luke ve Jules’u hâlâ mutfakta, yemek pişirmekle ilgili
bir şeyler konuşurlarken buldum.
“Ben p astırm am ı fırında p işiririm ,” diyordu Luke. Arka­
sı bana dönüktü, dolayısıyla içeri girdiğim i görmedi. “Böy-
lece ocakta p işird iğ in d e n daha az dağınıklık oluyor.”
“Nasıl p işirild iğ in in hiç önem i yok.” Kollarım ı beline
dolayarak b u rn u m u k ö p rücük kem iklerinin arasına gömüp
onu içim e çek tim . T em iz çam aşır yum uşatıcı ve vücut los­
yonu k o kuyordu, g öm leği yum uşacıktı. “Yolculuğu ağzım ­
da son b u ld u ğ u sü re ce ,” diye m ırıldandım sırtına doğru,
güldüğünü d u y u y o rd u m .
A rkasını d ö n ü p yü zü n e yayılan koca bir gülümsem eyle
bana baktı.
“Yeşiller için d e m u h teşem görünüyorsun. Gözlerine uy­
muş.” E llerini y ü z ü m d e gezdirirken ben iç geçirdim.
“T eşekkür ed erim . B iraz önceki hâlim den daha mı iyi?”
“Çok d a h a iyi. B u g ü n başka seansın var m ı?”
“Bu akşam se k iz civ arın d a bir tane daha var.”
Suratı asıldı. “N e d en o k adar geç?”
“Gün için d e in sa n la rın birçoğu çalışıyor, ben de zam an
zaman akşam se an sları düzenlem ek zorunda kalıyorum .
Çok sık olm uyor, ç ü n k ü ekipm anlarla yapılan ışıklardansa
doğal gün ışığını k u llan m ay ı tercih ediyorum am a b azen
ö re k li o lab iliy o r.”
KAÇ BENİMLE

“Kiminle?”
“Yıl dönümleri dolayısıyla kocası için birkaç güzel f0.
toğraf isteyen bir kadın.”
“Ah, tam am .”
Ellerimi saçlarında gezdirdim. “Endişelenm e bebeğim>
Şu an için listemde yalnız erkek yok.”
“Olduklarında haber verebilir m isin?” Jules hızlı bir ıs­
lık çaldı. “Bu aşırı rom antik hâller ne kadar uzun zamandır
hayatımda birinin olm adığını hatırlatıyor bana. Yemeğe gi-
din. Ya da odanıza çıkın.”
Veda edip evden ayrıldık, M ercedes’inin kapısını bine-
bilmem için açtı. D ireksiyonun başındayken, eğilip beni
hafifçe öptü.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordum , o arabayı çalıştırır­
ken.
“Deniz m ahsulleri kulağa nasıl geliyor?”
“Seattle’da yaşıyoruz. Sanırım deniz ürünleri sevmek,
burada yaşam ak için şart koşulan bir şey.”
“Deniz m ahsulleri o hâlde.” E llerim i ellerinin arasına
alıp gülümsedi. “Ç ok güzel görünüyorsun.”
“Teşekkür ederim .” Y üzüm ün kızardığını hissedebili­
yordum , kenetlenm iş ellerim ize doğru kafam ı eğdim . “Sen
her zam an iyi görünüyorsun.”
K ahkaha atıp kafasını salladı. “K alıtım sal.”
“Bu sabah ne yaptın?” diye sordum konuyu değiştirerek.
“ Spor salonuna gidip eğitm enim le çalıştım .”
“B ir eğitm enin m i var?” Tabii ki var.
“Evet, canım ı okuyor.” G ülüm sedi, k arşılık verdim.
“ Yoga nasıldı?”
“H arikaydı. Yogayı seviyorum . H iç denedin m i?”
“H ım , hayır.”
“ Senin için yeterince erkeksi değil m i?” d iyerek gözle­
rim i devirdim .
KRISTEN PROBY

“Ondan d eğil, ben daha zorlayıcı egzersizleri seviyorum


sadece.”
“Çarşamba sabahı benim le gel.”
Somurtup şüpheci gözlerle bana baktı. “Bir önerim var?”
A-aa, konuşma nereye gidiyor?
“Nasıl bir öneriymiş bakalım?”
“Sen benimle yarın spor salonuna gelirsen, ben de Çar­
şam ba günü seninle yogaya gelirim.”
Dudağımı ısırıp camdan dışarı baktım. Aptal gibi görün­
mekten korkuyordum. Spor salonuna giden diğer birçok ka­
dın gibi sıkı, ince bir vücudum yoktu. Yoga beni düzgün ve
esnek tutuyordu.
“Benimle gelm ek zorunda değilsin,” diye mırıldandım.
“Natalie, ne dedim ben?”
“Hiçbir şey.” Y üzüne bakam ıyordum . Güvensiz hisset­
mekten nefret ediyordum ve şim di L uke’un karşısında öyle
hissettiğim b ir noktadaydım .
“Bebeğin, n eyin var?” A rabayı restoranın park yerinde
çekip durdurdu ve koltuğunda bana doğru döndü.
“H içbir şey, b e n ...”
“Y üzüm e b a k .” Sesi kararlıydı ve gözleri buz mavisine
dönmüştü. “K onuş ben im le.”
“Hayır, vücu d u m hakkında konuştuğum da bana kızıyor­
sun. Boş ver gitsin. Ayrı ayrı çalışırız. Sorun değil.”
“Neden k e ndine böyle yükleniyorsun?” diye sordu, şaş­
kına dönm üş b ir biçim de.
“Y üklenm iyorum . E n azından şim diye kadar yüklenm i­
yordum,” diye fısıldadım .
“Kes şunu. U tan acak h içbir şeyin yok, bebeğim .”
“U tanm ıyorum . B eni çekici bulduğunu biliyorum ve bu
hoşuma gidiyor.”
“Öyleyse sorun olan n e ? ”
‘Kendimi aptal durum una düşürm ek istem iyorum .”
KAÇ BENİMLE

“Ama seninle yogaya gelip eğilip bükülmem i ve kend'


mi aptal durumuna düşürmemi sen istedin.”
Ah, doğru bir noktaya parm ak bastı.
Elimle ağzımı kapatarak kıkırdadım.
“Sen bana mı gülüyorsun?” Yeniden gülm eye başlamış,
tı, midemdeki kasılm a rahatlam ıştı.
“Cesaret edem em .”
“Yani, benim le spor salonuna geliyor m usun, gelmiyor
m usun?”
“Fotoğraflarını çekm em e izin verm eni öyle çok isterdim
ki.”
Gözleri büyüdü, donup kaldı, kendim e kızm ıştım . “Ne­
den?”
“Yogada fotoğraflarını çekm ek istiyorum . Ç ok eğlenceli
olacak!”
Rahatlam ıştı ve arabadan inip kapım ı açm aya gelirken
kahkaha attı. “Haydi, seni yem ek yerken izlem ek istiyo­
rum .”
0 3 ö 4 4 i# y t/

Salty’s, Puget S o u n d ’un rıhtım ına konuşlanmıştı. Harika


bir m anzarası ve harika yem ekleri vardı. Garson bizi pen­
cere kenarında denizi gören bir m asaya yerleştirdi, menüye
bakmaya başladık. L u k e ’a baktığım da hafif bir iç geçirme­
me engel olam adım . Ö ylesine sakinleştirici bir yakışıklılığı
vardı ki. M enüyü dikkatle incelerken başparm ağının tırna­
ğını ısırıyordu.
“Elini tu tab ilir m iyim , lütfen?” Elim i uzattım.
“Ne zam an istersen elim i tutabilirsin, bebeğim .” Yine o
seksi gülüm sem esini takınm ıştı am a yanlış elini uzattı.
“Hayır, tırnağını ısırdığın elini, lütfen.”
Suratını asa ra k elini uzattı, m asanın üzerinde eğilip
başparmağını öptüm . “K anatacaksın.” Nefes alıp verişinin
değiştiğini ve d okunuşum un onu tahrik ettiğini görmekten
zevk duyarak deniz m avisi gözlerine baktım.
“B urada b a şlam a ne olursun.” Sesi alçalmıştı ve seksi
Çıkıyordu, k a m ım kasıldı.
“Neden b ah settiğ in i anlam ıyorum .” Gözlerimi masumca
ona diktim . “ Ö ğ len yem eğin için iştahın olup olmadığından
enıin olm aya çalışıy o ru m sadece.”
“Sana ne için iştahım olduğunu söyleyeceğim .” Vahşi
kir gülüm sem e belirm işti yüzünde, ben cevap verem eden
garson m asanın y anına gelm işti.
“ B ugün ne yem ek istersiniz? Başlangıç için aperatif bjr
şeyler arzu eder m iydiniz?” Kadın ikim ize de gülümseye.
rek baktı am a L uke’u görünce dondu, vücudundaki bütün
kan yüzüne hücum etmişti.
“Luke W illiams! Ah vay canına! Sizin çok büyük bir
hayranınızım , L u k e ...ııı... efendim . B ütün Nightw>a /.
ker filmlerini neredeyse kırk defa izledim . A m an Tanrım,
hepsi çok güzeldi. Burada olduğunuza inanam ıyorum ! Bir
imza alabilir miyim ? F otoğraf çek ilebilir m iy iz ? ” B ütün ke­
lim eler ağzından bir çırpıda çıkm ıştı, sandalyem e yaslanıp
ağzım açık bir şekilde onu izliyordum .
Luke bana baktı, alelacele dengesini to p la m ay a çalışıyor
gibi görünüyordu, Bayan G eveze için yü zü n e göz kam aş­
tırıcı “çıkar o iç çam aşırlarını” gü lü m sem esin i yerleştirdi
ama gözleri aynı şeyi söylem iyordu, b u n u n hay ran ları için
kullandığı bir gülüm sem e olduğunu anlam ıştım .
Büyüleyiciydi.
“Üzgünüm am a fo to ğ raf çek ilm iy o ru m am a senin için
bir yeri im zalam aktan m utluluk d u y a rım .”
“Ah harika! İşte.” N ot defterini ve b ir k a le m uzattı.
“A dın ne tatlım ?” A h, gerçekten abartıy o rd u .
“Hilary. A m an T anrım , arkadaşlarım a sen in le tanıştığım ı
söylem ek için sabırsızlanıyorum . Ç ok k ısk a n ac ak la r.” Kız
neredeyse olduğu yerde zıplıyordu ve L u k e ’u n gülüm sem e­
si hiç sekteye uğram am ıştı.
“Film leri beğendiğine sevindim . A l b a k alım .” N o t defte­
rini kıza geri uzattı, kız da defteri g ö ğsüne b astırd ı. Y üzün­
de baygın ve m utluluk dolu bir ifade vard ı, gü lm em ek için
yere gözlerim i devirerek baktım .
K ız birkaç saniye daha, L u k e ’a b a k ara k y an ım ızd a Öyle­
ce ayakta dikildikten sonra L u k e ’u b u d u ru m d an kurtarm a­
y a k arar verdim .
“ Şey, ııı, şim di sipariş verm ek istiyoruz, senin için de
sakıncası yoksa, H ilary.”
Silkinerek girdiği transtan çıktı ve yüzü kızardı ama
bana bakmıyordu. “Ah, elbette. Size ne getirmemi istersi­
niz?” Bif şeyler beklercesine Luke’a gözünü dikmişti, Luke
y a p m a c ık bir ifadeyle sırıttı.
“Ne istersin, bebeğim ?” İşte, benim erkeğim geri döndü.
“Somonlu Sezar salata alacağım , lütfen, yanında da faz­
ladan limon olsun. N e tür beyaz şaraplannız var?” Ben hâlâ
Luke’un gözlerinin içine bakıyordum , gözlerinin m em nu­
niyet içinde dans ettiğini görm ek beni ferahlattı.
“Ah, ııı...” K ız beyaz şarap listesini saymaya başladı,
salatamla güzel gidecek tatlı R iesling’i seçtim.
“Size ne getirebilirim , B ay W illiam s... h ım ... efendim?”
Kızın yüzü kıpkırm ızıydı.
“Ben aslında kız arkadaşım ınkinin aynısından alacağım.
Kulağa leziz geliyor.”
Kız arkadaş!
“Tamam, sizin için yapabileceğim başka bir şey olursa
seslenin. İm za için tekrar teşekkür ederim !” Ve kız yanı­
mızdan ayrıldı.
“İyi m isin?” diye sordum yalnız kaldığımızda.
“Evet, bu seferki o kadar kötü değildi. Sen nasılsın?”
“Eğlendim. K ız için üzülsem mi, yoksa ona gülsem mi
bilemedim.”
“Hey, kadınları heyecanlandıran biri olmadığımı mı söy­
lemek istiyorsun yani? Ç ok kırıldım .” Arkasına yaslanıp
elini kalbine götürdü.
“Ah hayır, beni kesinlikle heyecanlandırıyorsun, özel­
likle de vücudum un bazı bölgelerini, Bay W illiam s... ııı...
efendim.”
“Edepsiz bir ağzın var, N atalie.”
“Fark etm ene sevindim .”
Yemeğin keyfini çıkarm ak için durulduk ama diğer gar­
sonlar ve m utfak çalışanları, imza alabilmek, filmlerinin ne

175
KAÇ BENİM LE
|

kadar güzel olduğu konusunda sevgi gösterisinde bulunmak f


ya da neden artık oyunculuk yapmadığını sormak için ma- î
saya gelip durdular. Neyse ki restoran çok kalabalık değile s
de, bizi rahatsız eden bir de müşteriler yoktu.
Sonunda, kaç personelin gelip yemeğimizi böldüğünü
sayamadığım an, Luke’tan izin istedim.
“iyi misin?” diye sordu.
“İyiyim, hemen dönerim .” Ona güven verici, neşeli bir
gülücük atıp masadan ayrıldım.
Hilary’yi barın yanında buldum. “M üdürle konuşmam
gerek, lütfen.”
“Ah, elbette. Kendisini çağırayım ,” deyip mutfak oldu­
ğunu tahmin ettiğim bir kapıdan geçip ortadan kayboldu
ve yanında, benim yaşlarım da, henüz masamıza gelmemiş
uzun boylu bir kızılla tekrar belirdi.
“Yardımcı olabilir m iyim , m a’am 9?” Tanrım, ne zaman­
dır ma ’am sayılıyorum?
“Yardımcı olmanızı um uyorum . Luke Williams ve ben
buraya öğlen yemeği yem eğe geldik ve personeliniz ondan
imza istemek ya da onunla konuşm ak için masamıza ge­
lip duruyorlar. Durmalarını rica edebilirseniz çok memnun
olurum.”
Şikâyetimi kaşlarını çatarak dinledi. “Özür dilerim, ya-
nınıza gelmemeleri gerekirdi. Bu kurallarımıza aykırı. Ye­
meğinizi size ikram edebilir m iyim ?”
“Mevzu bahis para değil. Bu özel hayata m ü d a h a le.
Onun restoranınıza gelen ilk ünlü müşteri olmadığına eını-
nim.”
“Elbette değil. İcabına bakacağım. Personelin tavrı iç111
özür dilerim.”
Masama dönerken Hilary’nin patronundan özür diledi'
ğini işittim.
9 Madam: Daha çok yaşça büyük kadınlara hitap için kullanılan b,r
terim, (ç.n.)
KRISTEN PROBY

pöndüğüm de masamızın yanında bir komi duruyordu,


azınla dokunup, “Patronun seni görmek istiyor,” dedim.
“Ah! Tamam, imza için teşekkür ederim!” Gülümseye­
nle yanımızdan ayrıldı.
“Bu bir daha olmayacak,” diye bilgilendirdim Luke’u.
«Ne yaptın?”
“Müdürle konuştum. M üşteriler değil ama personelin
l,eş dakikada bir bizi rahatsız etm esi hiç de hoş değil.”
“Nat, bunlar zaman zam an olacak.”
“Ee,” dedim omuz silkerek. “Onlar seninle yeterince il­
gilendi. Bu erkek arkadaşım la benim öğle yemeği rande­
vumve artık onu paylaşm ayacağım .”
Gözleri parladı ve bana, garsona verdiği “çıkar o iç ça­
maşırlarını” gülüm seyişinden daha aydınlık bir gülümse­
meyle baktı, içimi eritti.
“Erkek arkadaşın seninle bu öğlen yemeği randevusun­
dan büyük keyif duyuyor.”
“Sevindim.” U tangaç bir ifadeyle gülüp şarabımdan bir
yudum aldım.
Yemeğin geri kalanı lezzetliydi ve tatlı ya da biraz daha
şarap isteyip istem ediğim izi sormaları dışında hiç rahatsız
edilmedik. Hilary deri kaplı bir defterde hesabı masaya bı­
rakıp ayrıldı.
Luke defteri açtı ve ciddileşti, ardından gülümseyip def-
leribana uzattı. Deftere hesap yerine bir not iliştirilmişti.
Personelimize gösterdiğiniz sabrınız ve anlayışınız için
tyekkür ederiz. Bugünkü yemeğiniz restoranımız tarafın-
^an karşılanacaktır ve lütfen, rahatsız edilmeden yakında,
peniden restoranımıza gelmeniz için bu 250 dolarlık hediye
Artımızı kabul edin.
" Yönetim.
“Tanrım. Sanırım müdürle konuşmam işe yaradı.”
“Görünüşe göre bir akşam yemeği randevumuz oldu.”
ülce gülümseyip kartı cüzdanına yerleştirdi.
177
“ N atalie, bu akşam harika vakit geçirdim . Kocam bu
fotoğraflara bayılacak.” D arla stüdyodan ayrılm adan bana
gülüm seyip sım sıkı sarıldı.
“ Bunları görünce küçük dilini yutacak, garanti ediyo­
ru m .”
“ Belki tatilden önce bir ara gelip çift seansı yapabiliriz.
K ulağa çok eğlenceli geliyor,” dedi D arla, C oach m arka si­
yah çantasının om zuna asarken.
“Çok isterim ! N e zam an istediğinizi söyleyin yeter.
A yarlarım .”
D arla’yı yolcu edip yatak odası seansım ızın dağınıklığı­
nı toplam aya giriştim . D arla çok eğlenceli, sevim li ve çap­
kın bir kadındı ve çok da güzel fikirleri vardı. Temizleyiciye
gitm esi gereken bazı iç çam aşırlarını toplayıp, m obilyalan
eski yerlerine yerleştirdim , telefo n u m v ızıld ark en aydınlık
fo to ğ raf ışıklarını kapatıyordum .
K albim çarptı, arayanın L uke olm asın ı diliyordum . Öğ­
len yem eği randevum uzdan sonra beni eve bırakm ıştı ve
evde ilgilenm esi gereken birkaç işi o ld u ğ u n d an bahsetm iş­
ti, bu işim e geldi, çünkü çam aşır y ık am am ve b iraz çalış­
m am gerekiyordu.
A m a onu özlem iştim ve y arın sabah o n u n la spor salonu­
na gidene kadar - ki bu durum h â lâ içim i k orkuyla kaplı­
yordu - onu görem eyecek olm a fikri m o ral bozucuydu.
Seansın bitti m i bebeğim ?
B ana bebeğim dem esine b a yılıyorum .
B ira z önce bitti, eve geçiyorum . Sen ne y a p ıyorsun?
S tüdyoyu kilitleyip eve yöneldim . S o nbahar havası hâ­
kim di ve güneş battıktan sonra gerçekten serin olm aya baş­
lam ıştı, dolayısıyla arka bahçeyi geçerk en bluzum a sarın-
m ıştım .
jules m utfak ışığını benim için yanık bırakmıştı, yata­
ğıma geçm eden önce kendim e bir bardak su ve bir avuç
üzüm almak için buzdolabının önünde durdum. Merdiven­
leri çıkarken A d e le ’in şarkısını duydum ve sesin Jules’un
o d a s ın d a n m ı geldiğini m erak ettim.
Kendi odam a girdiğim de durdum.
Aman Tanrım.
Müzik benim odam dan geliyordu, Luke yatağımın üze­
rinde yalınayak, siyah basketbol şortuyla ve siyah tişörtüyle
oturuyordu. D ikkatle laptopuna bakıp başparmağının tırna­
ğını ısırıyordu.
“Demek işin b u y d u .”
Gülümsedi ve sesim in geldiği yöne doğru kafasını kal­
dırdı.
“Sakıncası y o k tu r um arım , Jules beni içeri aldı. Seni bu­
rada beklem eyi d ü şü n d ü m .”
Yatağa d o ğ ru yürü y ü p yanına oturdum , elimdeki son
üzüm tanesini o n a uzattım .
“Sakıncası yok. B en de seni düşünüyordum .”
“Öyle m i? ”
“Evet.”
Bilgisayarını k ap atıp yere koydu, arkasına yaslanırken
ben kucağına oturdum .
“Fazla c ü retk âr davrandığım ı düşünm enden korkmuş­
um .” K afam ı ö p e rk en sesindeki gülüşü duyabiliyordum,
kucağına y e rle şip göğsüne sokuldum . Onu görmek, ona do­
kunmak öyle iyi g eldi ki.
“C üretkâr d a v ran ıy o rsu n am a um urum da değil.”
“Bugün seni ö z le d im .”
Kafamı k a ld ırıp elim i yüzüne koydum. “Beni daha öğlen
gördün.”
“Evet, gördüm . A m a o saatler önceydi. Sana doyam ıyo­
rum demek ki b e b eğ im .”
ö h N IM L E

“Gece kalacak m ısın?” diye sordum fısıltıyla.


“Eğer sen izin verirsen, evet.”
“G üzel.”
Parmaklarımı yumuşak saçlarının arasında gezdirirken
uzanıp dudağının kenarına, çenesine, burnuna öpücükler
kondurdum. Gözleri benim kileri izliyordu ve sabırla ona
dokunmama, onu öpmeme m üsaade ediyordu. Elleri hafif
hafif sırtımda bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu ve şehvet
ağır ağır vücudumu ele geçiriyordu.
Tişörtünün kenarını ellerim in arasına alıp, kafasından
geçirip rahatça çıkarabilm ek için biraz geri çekildim.
“Vücudunu seviyorum ,” diye m ırıldandım , omuzlarına,
göğsüne, kollarına dokunurken, elleriyle kalçalarım ı sıkı­
yordu.
“Seviyor m usun?”
“H ım ...” Boynunu öpüp kulağını dişledim . “Lanet ol­
sun, çok seksisin.”
“Ah, bebeğim , seni istiyorum .” O nu dokunuşlarım la de­
liye döndürdüğüm ü bildiğim için güçlü ve çekici hissedi­
yordum, ikim iz de çırılçıplak kalalım istiyordum . Hemen.
“Ben şeninim , Luke.”
G özlerinden alev fışkırıyordu. “D oğru, sen benim sin.”
Hızlıca bluzum u ve sütyenim i çıkarıp pantolonum u ve
iç çam aşırlarım ı çıkarabilm ek için beni geriye yasladı. Du­
dakları her yerim deydi artık, göğüslerim de, boynum da, ya­
nımda. O şortunu ve b oxennı fırlatıp yere atarken, ellerim
saçlarındaydı.
“Oh, L uke.” K anım daha hızlı akm aya başladı, onu içim­
de istiyordum .
“Evet, bebeğim , ne istiyorsun?”
“ Seni, içim de. H em en.” K am ım a doğru güldü, piercin-
gim i diliyle yıkayıp geçti.
“ H enüz değil.”

180
S N . I V İ O l C ,IN r K U Ö Î
?
t altında kalçamı hareket ettirdim.
in le y e r e k
İ “H e n ü z değil bebeğim.” Kalçamı elleriyle durdurarak
l dirseklerini iki yanıma yerleştirip gövdeme eğildi. İçten,
S gır ağır, diliyle dudaklarıma leziz şeyler yaparak beni öpü-
\ yordu. Güçlü bedeni aşağı yukarı gidip geldikçe bedenime
! carpıy°rdu’ yüzünü ellerimin arasına alıp öpücüğüne aynı
| şevkle cevap veriyordum.
i Parmakları, göğüs uçlarımla buluşup, kasıklarıma doğru
] ^az titreşimleri göndererek acımasızca onlarla oynamaya
\ başladığında nefesim kesildi. Kalçamı oynatmadan dura-
| mıyordum, ellerimle onu içime kaydırmak için iki yandan
} aşağı indirerek poposunu kavradım.
“Kahretsin Nat, çok güzelsin.” Yaramaz dudaklan boğa­
zıma doğru inmişti bile. Ellerini aşağı, kalçama doğm kay­
dırıp bacağımı kalçasına doğru çekti. Belli belirsiz, usulca
yalnızca penisinin ucunu içime doğru kaydırdı.
“Ah, Tanrım evet.”
“İstediğin şey bu m u?”
“Evet!” O nu kendim e çekm ek için kollarımı etrafına do­
ladım. B irdenbire üzerim de yukarı çıktı, diğer bacağımı da
kalçasına attım , içim e var gücüyle saplanıyordu. Ben kalça­
mı hareket ettirdikçe, o, dudakları dudaklarımda inliyordu.
Kafamın iki yanm a dirseklerini dayayıp ellerini saçlarımın
arasına gömdü.
Poposunu avuçlarım ın içine almıştım ama o beklenme­
dik bir şekilde durdu ve bana baktı, gözleri erimiş buzlar
gibiydi, yüzündeki ifade tam am en ciddi ve saygılıydı.
“Neyin var?” diye sordum soluk soluğa.
Başını sallayıp acı çekiyorm uş gibi gözlerini kapadı ve
korku bir kıym ık gibi yüreğim e battı.
“Ne oldu?” Elim i yanağına koydum.
‘B en...” G özlerini yeniden açıp etkileyici bakışıyla beni
delip geçti, ardından şehveti onu itiyormuşçasma tekrar içi-
me girip çıkarak kalçalarını hareket ettirmeye başladı.

181
KAÇ BENİM LE

“Harikasın, bebeğim .”
inleyerek kalçalarım ı onunkilere uydurdum , aniden beni
de yanına çekip, aram ızdaki tem ası bozm adan topuklarının
üzerinde doğruldu. Kollarım ı boynuna dolayıp ayaklarımı
kalçalarını yanm a yerleştirdim , m ızrağının üzerinde aşağ!
yukarı hareket ederken bana rehberlik ediyordu, elleriyle
popom u sımsıkı tutuyordu.
V ücudum da, boşalm ak üzereyken gelen o çok tanıdık
kasılm ayı hissediyordum , bunu o da hissediyor olmalıydı,
çünkü beni düzeltip kendine doğru daha da hoyratça çek­
m eye başladı.
“Haydi bebeğim ... Haydi, g ü z el... B enim için boşal.”
İçim deyken param parça olm uştum , tam am en tükenmiştim.
Bir defa daha beni kendine çekip, kendini bırakırken
adımı haykırarak içim e fışkırdı.

Luke, yatağım da, göğsünü sırtım a b a stıra rak kollannı


bana dolam ıştı. Sıcacık, rahat v e ... güvenliydi.
“Seninle tanıştığım dan beri tam b ir d o yum suza dönüş­
tün, N atalie.”
K ahkaha atm aktan kendim i alam adım . “Ya, kendi bede­
nim için seni sadece kullanıyorum .”
“B iliyordum !” G öğsüm ü gıdıklıyordu, y ü zü m ü ona dö­
nerek iyice kollarının arasına süzüldüm .
“Yarın spor salonunda canım ı o k u y acak m ısın?” Par­
m aklarım la dudaklarına dokunuyordum .
“H ayır, kalçalarını izlem eyi tercih e d erim .” Kıkırdayıp
çen esin e b ir öpücük kondurdum .
“ O nu istediğin zam an yapabilirsin, b u n u n için beni spor
sa lo n u n a gö tü rm en e gerek y o k .”
“B irlik te sp o r yap m ak eğlenceli o lacak .”
KRISTEN PROBY

“Peki.”
“Güven bana.”
“Güveniyorum, kesinlikle.” Sesime tam bir dürüstlük
hâkimdi. Ona güveniyordum ve bu içimi, ailem öldüğünden
beri tatmadığım bir sıcaklıkla dolduruyordu.
Luke alnımdan öpüp beni göğsüne bastırdı. “Haydi uyu,
güzel kadın.
0 n / Ç fâ iU iin v

“Uyan bebeğim.” Luke saçımı yüzümden çekip alnımaufak


bir öpücük kondurdu.
Başımdan gitsin istiyordum ki kendimi yeniden çarşafa
gömüp uykuma dönebileyim. Saat çok erken!
“Hayır.”
“Haydi tatlım, aç o güzel yeşil gözlerini.”
“İstemiyorum.”
Kıkırdayıp yanağımdan öptü. “Haydi, erkenci, uyan.
Spor salonunda beni tahrik etmenin zamanı geldi.”
Yatakta diğer yanıma dönüp, belli belirsiz yalvaran ba­
kışlarla tek gözümü açtım.
“Benden nefret ediyorsun.”
“Hayır, bebeğim, tam aksine. Haydi, kalk.” Dudaklarını
önce yanağıma, sonra da dudaklarıma dokundurdu, iç ge'
çirdim.
“Haydi, evde kalıp seni burada tahrik edeyim, yakışıklı-
“Ah, hayır. Haydi, çık.” Popoma bir şaplak atıp üzerin1'
den çekildi. Çoktan giyinmiş!
“Ah Tanrım, tam bir erkencisin. Bu her şeyi değiştir^1'
lir.” Yatağa oturup esnerken dikkatle ona baktım.
“Beni şimdiden terk mi ediyorsun?” Keyifle gülümsek
“Düşünüyorum.” Ellerimi yüzüme götürmüşken etraft3
kahve kokusu olduğunu fark ettim.

184
KRISTEN PROBY

••Kahve kokusu mu alıyorum?”


Liıke masadan bir fincan alıp yudumladı. “Bunu senin
• g etirm iştim ama benden ayrıldığına göre kendim içe-
if'n s „
,eğim.
Y a ta k ta n fırlayıp elindeki fincana atıldım.
“Benim!”
İ-ıh, ı-ıh, ı-ıh!” Fincanı benden uzağa çekti. “Duygula­
r ı incittin.”
Gülüşü kendini ele veriyordu ama oyununda ona katıl­
dım. “Çok üzgünüm. Lütfen şu kahveyi alabilir miyim?”
Dudağımı ısırıp kirpiklerim in arasından masum bir ba-
fırlattım.
k lş

Dudaklarını büzüştürüp, ricamı düşünüyormuşçasına


kafasını bir yandan diğer yana sallıyordu.
“Yani, belki. Eğer beni öpersen.”
Dudaklarına doğru uzanıp, yanağına sesli bir öpücük
kondurdum.
“Şimdi?” diye sordum.
“Ah, bundan daha iyisini yapabilirsin. Kahve çok gü­
zel.” Bir yudum daha aldı, ben yeniden üzerine atılırken
hızla geri çekildi.
Taktik değiştirerek, elimi şortunun içinden, büyüyen
sertliğine doğru indirdim , aşağıdan yukarıya okşuyordum.
“Ya şimdi?”
Gözleri büyüdü, yüzünde şeytani bir gülümseme belirdi,
üşünme tarzını seviyorum, bebeğim.”
Dana kahveyi uzattı, bense onu serbest bırakıp banyoya
yürüdüm.
“Hey!”
Seni spor salonunda tahrik edeceğim, burada değil.”
^zumun üzerinden bir bakış fırlatıp, Luke kahkaha atar-
e,| banyonun kapısını arkamdan kapattım.
Tatlım,” diye bağırdı kapının ardından, “sen beni her
r e tahrik ediyorsun.”
KAÇ BENİMLE

L uke’un spor salonu küçüktü ve sapa bir yerdeydi, bu


beni hiç şaşırtmamıştı. Burada tanınm a ihtimali çok daha
düşüktü, fazla abartılı, hoparlöründen tem polu bir müzik
yayılan saçma sapan bir yer olmam ası hoşum a gitmişti. Vi­
tam in barı yok, etrafta kırıtarak dolaşan neredeyse yarı çıp,
lak kadınlar yok. İnsanlar buraya spor yapm aya geliyordu
kendilerini gösterm eye değil.
Tam onun tarzı.
“Nereden başlam ak istersin?” diye sordu, önden girip
bana yol gösterirken.
“Eğitm eninle buluşm ayacak m ıyız?” B ugün sadece iki­
miz olacağım ız için sevinm iştim . B ir eğitm enle çalışırken
kendim i o kadar da rahat hissetm ezdim . G üçlü ve tüm kıv­
rım larım a rağm en şekilli olduğum u biliyordum am a bana
dokunan ya da vücudum a bakan yabancılardan hoşlanmı­
yordum .
“Sadece ikim iziz, bebeğim .”
“Tamam, sanırım önce biraz koşacağım .”
“G üzel.” Beni koşu bantlarını olduğu bölüm e doğru gö­
türdü, kenarda kalm ış yan yana iki koşu bandına geçtik.
“M üziğim i getirdim .” Sütyenim den iP o d ’um u ve kulak­
lıklarım ı çıkarıp kulağım a taktım .
“O rada başka ne saklıyorsun?” İkim iz de kahkaha attık.
B ugünkü kaygısız hâlini sevm iştim . E ğleniyordu, bu da
beni rahat hissettiriyordu. “ İyi, ben de haberleri izleyece­
ğ im .” Y üzünü önüm üzdeki geniş ekran televizyona çevirdi.
B ana koşu bandının nasıl çalıştırılacağını gösterip baş­
lattı, ardından kendi m akinesine geçip tem polu koşusuna
b aşladı.
D ilim dam ağım kurum uştu. Tanrı aşkına, bu adam muh-
teşemdi- H iç zo rla n m a d a n hareket ediyordu, düşmeden
önce kafam ı b a şk a b ir yere çevirm em gerekiyor.
Müziği b a şla tıp - b ugün L ady G aga vardı - adımlarımı
ritme göre ay arlad ım . K oşm ayı her zaman sevmiştim ama
buna vakit b u lam ıy o rd u m .
Lady G ag a, B a d R o m a n c e ’ı söylerken ben zihnimi bo­
şaltarak ö n ü m d e k i p a n ele bakıyordum . Dakikalar içinde
konsantre o lm u ş tu m , K elly C larkson güçlü olmakla ilgili
şarkısını sö y le rk e n gülüm sedim .
Evet, b u n a a lışa b ilird im .
Ne o ld u ğ u n u a n la m ad a n , otuz dakika boyunca beş ki­
lometre k o şm u ş, d e lile r gibi terlem iştim . Beş dakika daha
düşük tem p o d a y ü rü d ü k te n sonra inip su içtim. Luke’a bak­
mak için sa ğ ım a d ö n d ü m am a o gitm işti.
K aşlarım ı ç a tıp şö y le b ir salona göz attım. Onu göre­
memiştim, b e n d e h a v lu m u b ir kenara bırakıp telefonumu
sütyenime sık ıştırıp , ağ ırlık kaldırm a aletlerinin arasında
dolaştım.
“Y ardım cı o la b ilir m iy im ? ” G elen sesin üzerine arkamı
dönüp g ü lü m sed im .
“Brad! S e lam , n a sıl g id iy o r? ”
“İyi.”
Eli o m u z u m d a y d ı, b iraz fazla uzun tutmuştu beni, gü­
lümsemeye d e v a m ediyordu.
“Seni d a h a ö n c e hiç burada görm em iştim . Katılmayı mı
düşünüyorsun?”
“Hayır, b u g ü n b iriy le geldim buraya.”
“Güzel. S a n a su y a da havlu getireyim m i?”
“B urada ç a lışıy o r olm alısın,” diye mırıldandım ilgisiz
bir edayla.
“Ah, evet. H ey, e ğ er istersen ağırlıkların bazılarının na-
S11 çalıştığını san a göstereb ilirim .”
“Gerek yok.” Brad de ben de L uke’un soğuk sesine doğ
ru döndük.
“Selam .” Brad, L uke’a gülüm seyip elini uzattı. “o ün
kendimi tanıtamamıştım. Ben Brad.”
Luke, B rad’in elini sıkıp sam im iyetsiz bir ifadeyle g{j.
lümsedi. “Luke.”
Brad’in gözleri büyüdü, yutkunup, “Tanrım, sen Luke
VVilliams’sın,” dedi.
L uke’un gülümsem esi değişm edi. “Evet, oyum .”
“Şey, h ım ...” Brad bana sorgulayıcı bir bakış attıktan
sonra L uke’a dönüp gülüm sedi. “ Sizinle tanıştığım a mem­
nun oldum. Sonra görüşürüz N atalie.” K afasıyla selam ve­
rip ağırlık aletlerinin arasında gözden kayboldu.
“Brad bir arkadaşın arkadaşından daha fazlası gibi gö­
rünüyor.” Luke bana doğru dönm üştü, gözleri buz gibiydi
ve uzaktı.
Lanet olsun.
“Hayır, tam olarak öyle.”
“Öyle görünm üyor am a.”
“Nasıl görünüyor peki?” B iraz geri çekilip kollarımı
göğsüm de birleştirdim .
“Sana asılıyor gibi görünüyor.”
Katı bir şekilde kafam ı salladım . “ Sadece çapkın bir er­
kek, Luke. K ibar olm aya çalışıyordu. E trafta seni arıyor­
dum .”
“B ir telefon geldi. G itm ek zorunda kaldım , üzgünüm.
Eve gidip bazı işlerle ilgilenm em gerek .”
“Peki, haydi gidelim .”
“ Sen bugün çalışacak m ısın?” A rabanın kapısını benim
için açtı, bindim .
“ H ayır,” diye yanıtladım o direksiyonun başına geçer­
ken. “B ugün boş günüm .”
“ B enim le eve gelebilirsin.” Sinirli ve kıskanç birinden,
tatlı ve uyum lu birine nasıl dönüşebiliyor?
188
“Gerek yo k , b e n i eve götür.”
“Bana kızdın m ı?” Sesi yumuşacıktı, yüzüne bakamı-
vordum.
“Evet. B ir e rk ek b e n im le konuştuğunda hep böyle aşırı
tepki mi v e re c e k sin ? ”
“jki günde ik in ci k e z elleri senin üzerindeydi Natalie.
Seninle sadece k o n u şm u y o rd u .”
“Ama ben y a n lış b ir şey y apm adım .”
“Senin için y a n ıp tutu şu y o rd u am a sen onu caydırmak
için hiçbir şey y a p m a d ın .”
“Luke, h a y ır d e m e k ten daha fazlasını yapabilirim. Ve
hayatım b o y u n c a y a p tığ ım tek şey h ayır demekti. Ta ki sana
kadar.” S esim ö fk e y le yükselm işti. Ona sinirli olduğumu
görmüyor m u y d u ? O ndan başkasını istem ediğim i?
“B aşka b ir a d am ın e llerini üzerinde görm eye hiçbir za­
man anlayış g ö sterm ey eceğ im . B una alış.” Sesi bıçak, göz­
leri ise buz g ib iy d i.
Evim in ö n ü n e arabasını çekti, kapım ı açm aya gelm esi­
ni beklem eden arab a d an indim . Luke inip ön kapıya kadar
benimle geldi.
“Evine g it L uke. G it ve çalış.” A nahtan kilide takıp dön­
dürdüm am a b e n d ah a kırıcı olm adan kocam an ellerini elle­
rimin üzerine koydu.
“N atalie, b a n a k ızm a .”
“Sana k ızm a y ay ım m ı? K ız arkadaşın olabilirim ama se­
nin malın d e ğ ilim .”
“Öyle o ld u ğ u n u söylem edim ki.” Sanki onu tokatlamı­
şım gibi geriye çekildi.
“Brad yaln ızca çapkın bir çocuk. Güven bana; onunla
aramızda asla h içb ir şey olm ayacak.”
Gözleri, B ra d ’in adını yeniden duyunca alevlendi ve ben
aynı anda, onu hem beni kıskanacak kadar ilgili olduğu için
öpmek ve hem de gözü hiçbir şeyi görmeyecek kadar kıs­
kanç olduğu için tokatlam ak istiyordum.
189
KAÇ BENİMLE

Derin bir nefes alıp taktik değiştirmeye karar verdim.


“Stüdyoda beni Brad’la yatakta görmenle, seni bir seviş,
me sahnesinde izlediğimi karşılaştırdığın örneğini hatırlı,
yor musun?”
“Evet.” Elini saçına götürdü, iyiden iyiye hayal kırıklığı-
na uğramış görünüyordu.
“Etrafın hayranlarınla her çevrildiğinde seni kıskanma­
mı bekleyebilir misin? Hepsi senin için yanıp tutuşuyor.
Hepsi. Seni becerdiklerini, sana kur yaptıklarını, onların er­
kek arkadaşı olduğunu hayal ediyorlar. Eminim, bu kızların
hepsi seni hayal etmeye, sandığımdan çok daha fazla zaman
harcıyorlardır.”
Konuşmaya başladı ama ağzını kapatıp kafasını salladı.
“Sakın bana ikisinin aynı şey olmadığını söylemeye
kalkma. Asılmak asılmaktır. Yalnızca Brad’in beni yatağa
atma ihtimali, tüm o diğer zavallı kadınların seni yatağa
atma ihtimalinden daha fazla o kadar.”
Yüksek sesle nefes aldı. “Şey, sanırım ne demek istedi­
ğini anlıyorum.”
“İşine git. Ben duş alacağım.”
“Bana hâlâ kızgın m ısın?” Bana biraz daha yaklaşarak
elimi sımsıkı kavradı.
“Biraz. Geçer. Git çalış, beni sonra ararsın.”
“Peki.” Eğilip önce dudaklarım a hafif bir öpücük kon­
durduktan sonra parmaklarını saçlarım ın arasına sokup beni
kendine çekti ve özrü öpücüğünde saklıym ış gibi kocaman
bir öpücük daha verdi, karşısında eriyip gitmemek gibi bir
şansım yoktu.
“Beni deli ediyorsun,” diye m ırıldandım dudaklarının
arasında.
“Sen de beni, bebeğim. Akşam a konuşuruz.”
Beni kapı girişinde bırakarak yanım dan ayrıldı, siyah
M ercedes’ine binerken onu izledim. Gülüm seyerek el sal­
ladı ve yola koyuldu.
190
0u s e k s i, tatlı, kıskanç kontrol manyağına âşık olmuş­
tum-
Kahretsin.

İçeri girdiğimde Jules mutfaktaydı. Mutfak tezgâhına


çantamı fırlatıp su almak için buzdolabını açtım.

“Vay, günaydın gün ışığım,” dedi Jules imalı bir ses to­
nuyla.
“Evde ne arıyorsun? Senin işte olman gerekmiyor muy­
du?”
“Bugün evden hallediyorum. Hey, sen gerçekten sinirli­
sin. Neler oldu?” Ellerini dudağına götürüp kaşlannı çata­
rak bana baktı, hemen iyi hissetmeye başlamıştım.
“Spor salonunda sinirimi bozdu. Luke kıskanç biri.”
“Korkutan cinsten mi, yoksa seksi mi?” diye sordu Jules,
kaşlarını kaldırarak.
“Aptal kıskanç,” diyerek iç geçirip oturma odasındaki
kırmızı kanepenin yastıklarının içine gömüldüm. Jules ya­
nıma gelip, çıplak ayaklarını koltuğa dayayarak karşımdaki
sandalyeye oturdu.
“Belli ki sana deli oluyor.” Suyunu bir dikişte bitirdi.
Omuz silktim. “Sanırım. Tüm bunlara alışık değilim,
Jules. Kötü anlam da değil. Beni düşündüğünü biliyorum.
Bana karşı çok tatlı ve nazik. Ama Brad’den hiç hoşlanma­
dı.” Gözlerimi devirip kafamı koltuğa doğru geriye yasla­
dım.
“Çekici m odel m üşterin Brad?”
“Evet.” Dün L uke’un stüdyoya gelip bizi gördüğünden
Ve bugün de B rad’le spor salonunda karşılaştığımızdan
bahsettim.

191
KAÇ BENİMLE

“Tanrım, neden olduğunu anlamak zor değil, o 0sı


sana deli oluyor.” n
Jules’a sert bir bakış attım. “Hayır, olmuyor! Yalnı2
biraz flörtöz! Sen de başlama lütfen.” Ca
“Birinin seninle ilgilenip ilgilenmediğini hiçbir zaman
anlayamadım Nat.”
“Luke’un endişe etmesini gerektirecek hiçbir şey y0k ”
“Ah, biliyorum.” Sözlerimi elini şöyle bir sallayarak
karşıladı.
“Neden endişelensin ki?”
“Çünkü bu onun da alışık olmadığı bir durum .”
“Sen kimin tarafındasın?”
“Senin tabii ki tatlım, her zaman senin tarafındayım. 0
nerede?”
“Çalışmak için eve gitti. Biz spordayken biri aradı.”
“Belki bugün biraz uzak kalm alısın.”
“Belki de. Hey, gerçekten senin evde ne işin var? Daha
geçenlerde evden çalışıyordun?
Yüzünü ekşitip omuz silkti. “İletişim artık çok kolay.”
“I-ıh. Sanmıyorum.” Bana söylem ediği bir şeyler vardı.
“Seni iyi tanıyorum, Julianne M ontgom ery.”
“Yeni patronum tam bir göt,” diyerek yeniden omuz
silkti ama sonra gözyaşlarına boğuldu. A m an Tanrım.
“Tatlım, neyin var?” Başını ellerinin arasına aldı, hıçkıra
hıçkıra ağlıyordu.
“Onunla yattım.” Ellerine kapanm ıştı.
“Ne?” Yerimde doğruldum, ağzım açık kalm ıştı, şok ol­
muştum. Jules’un iş arkadaşlarıyla yatm am ak gibi katı ku­
ralları vardı.
“Luke’u ilk defa eve getirdiğin gece.” O geceyi hatır­
lıyordum, Jules mutfağa gelip L uke’la tanışm adan direkt
yukarı çıkmıştı.
“Nasıl? Jules bu hiç senin tarzın değil.”

192
K K l o 1 c.rs F K A J Ö I

^iliyorum.” Gözyaşlarını ve burnunu elinin tersiyle sil-


^ “Ofisten bazı arkadaşlarla akşam yemeğine çıkmıştık,
c0k içkiliydim”
“Tatlım, iş yerinde huzursuzluk mu çıkarıyor?”
“Hayır! Hayır, onun gibi bir şey değil.” Derin bir nefes
ahp mendile doğru uzandı. “Durum o kadar rahatsız edi­
ci ki. Ve çok seksi olması durumu hiç de kolaylaştırmıyor,
peredeyse Luke W illiams seksiliğinde.” Gülümsedi, içime
biraz olsun su serpilmişti.
“Vay, çok seksi.”
“Evet, değil m i?” Kafasını sallayıp yeniden bana baktı.
Jules’u üzgün görm ekten nefret ediyordum. “Ve Nat, işe ge­
lirken giydiği o takım elbisesinin altında neler sakladığını
görsen şaşkına dönersin. Vay canına. Lanet olası hayatımda
y ap tığ ım en iyi seksti.”
“Jules, sen bu adam a asılıyor musun?”
“Asılsam bir şeyi değiştirm ez ki. Ofisimizde çalışanların
birbiriyle ilişkiye girmesi yasak. İkimiz de koyulabiliriz.”
Gözleri yeniden eski hâline dönmüştü, elim kolum bağlı
hissediyordum.
“Bütün bunlara onun tepkisi ne oldu peki?
“Şey, ertesi gün uyandığında çok sinirliydi, ben de çık­
tım.”
“Ah dem ek film lerdeki şu “yat ve sabah sıvış” taktiğini
uyguladın.” A nlayışla başımı onaylamasına salladım.
“Evet. O m eym enetsiz ertesi sabah onunla yüzleşmek
istemedim.”
“Seni suçlayam am . Am a eğer gittiğin için o kadar sinir­
lendikse, belki de senden gerçekten hoşlanıyordur.”
“Önemi yok. U m utsuz vaka.”
“A m a...”
“Hayır, durum u kurtarm aya çalışma Nat. Olan oldu.
Eninde sonunda ofise dönmek zorunda kalacağım; sadece

193
KAÇ BENİMLE

toparlanmak için biraz zam ana ihtiyacım var. Birkaç gy


lük izin aldım, onu yeniden görm ek gerginliğine kendinî'
hazırlayana kadar şimdilik evden çalışacağım .” 1
“Peki.” Kolunu telkin eder gibi okşayıp ayağa kalktı^
“Yukarı çıkıp bir duş alacağım. Bana ihtiyacın olursa haber
ver.”
“Teşekkür ederim .” Tatsız bir ifadeyle gülüm sedi.
Nat?”
“Evet?”
“Aptal kıskanç kulağa seksi geliyor.”
0 n / ğ ^ ö y lü m /

Bir saat içinde se n i alacağım . Lütfen resmi giyin.


Tanrım. M esa ja bakıp tekrar okudum.
Saate göz attım . B eş buçuktu ve resmi ya da seksi ol­
manın yanından b ile geçecek durum da değildim. Nereden
başlayacağımı b ile bilm iyordum .
Bu tam J u le s’a göre b ir iş.
“Jules!” Y atak o dam ın kapısından bağırdım, hayali ola­
rak dolabım da gezinirken.
“E fendim ?”
“Seksi o lm am g e rek .”
“E fendim ?”
T elefonum u o n a uzattım , koca bir kahkaha patlattı.
“Vay, b ir k ad ın a nasıl kur yapılacağını biliyor.”
“Jules!” O m z u n a b ir şaplak atıp onu sarstım. “Bana yar­
dım et. Bu işte iyi d e ğ ilim .”
“H aydi.” B eni bileğim den yakalayıp dolabımın önüne
sürükledi. “ H iç şüp h esiz yeni aldığın kırmızı LouboutinTe-
ri giyeceksin.” K u tu y u raftan indirip elime tutuşturdu.
‘Bunlarla ne giyeceğim ?” Telaş içindeydim.
^Siyah bir elbisen yok mu?”
Hayır.” S u ratım asılm ıştı. A slında çok fazla elbisem de
yoktu.

Herkesin siyah bir elbisesi vardır, Natalie.”


“ B e n im y o k ,” d iy e re k o m u z silk tim .
“ S e n d u şa gir, lifle g ü z e lc e y ık an . B e n d ö n e c e ğ im ”
“ K u la ğ a acı v e ric i g e liy o r.” G ö z le rim k o rk u y la b"
m ü ştü , Ju le s b an a güldü.
“ D a h a yeni b a şlıy o ru z . G it! Z a m a n g e ç iy o r.” Odas
k o ştu ben de d u şa girdim . a

E lli d akika sonra b a m b a şk a b iri o lm u ş tu m . Jules koyu


kestane saçlarım ı kıv ırıp y ü z ü m ü n iki y a n ın d a n salm an per.
çem lerle b ir çeşit seksi to p u z y a p m a y ı b a şa rm ıştı.
B u yüz Ju lia n n e ’nin şa h e se riy d i. Y eşil g ö z le rim i vurgu*
layan dum anlı ve yo ğ u n b ir g ö z m a k y a jı y a p m ıştı. Elmacık
kem iklerim ön plan d ay d ı, d u d a k la rım k ırm ız ı b ir rujla dol-
gunlaştırılm ıştı, ru ju n on se k iz sa a te k a d a r bulaşm adığı ya
da dağılm adığı garanti e d iliy o rd u , b a n a d o ğ ru olamayacak
kadar iyim ser gelse de yine de y a n ım a a ld ım .
G iysi dolabım ın b oy a y n a sın ın k a rş ıs ın d a kendim e baş­
tan aşağı baktım .
Seksi olm uştum .
Jules bana “ u ğrunda ö lü n e c e k ” siy a h b ir elbise ödünç
verm işti. E lbisenin derin V y a k alı d ü şü k o m u z lu üst kısmı,
E lizabeth T aylor’ın giydiği b ir şeyi h a tırla tm ış tı bana. Sırtı
bele kadar degaje iniyordu. K o lsu z d u v e b e li kalın bir ke­
m erle büzülm üştü. E teği k ıv ır k ıv ır ve d ö k ü m lü y d ü , dizle­
rim e kadar uzanıyordu.
E lbisenin altında etkileyici siy ah b ir iç çam aşırı, jarti­
y er ve jartiyer çorapları vardı. D a h a ö n c e h iç jartiy er çorabı
giym em iştim am a şaşılacak dereced e ra h attı; ipeksi ve sek­
si b ir histi.
G üzel, kırm ızı L ouboutinT erim k ıy afe tim in öldürül
darbesiydi.
jules odaya girip yüksek sesle uzun bir ıslık çaldı.
“Ee, daha hazırlanam adın mı arkadaşım?”
K a h k ah a atıp beni tam olarak görebilsin diye arkamı
¿öndüm.
“Olmuş mu?”
“Kızım, seni gördüğü dakika kalp krizinden düşüp öle­
cek. Muhteşem görünüyorsun.” Gülümseyip sıkıca sarıldı.
“İşte, bu şal ve çanta da kıyafetine çok uyacak.” Kırmızı
güzel bir şal ve ayakkabılarım la harika bir uyum sağlayan
bir el çantası uzattı, m innettar bir ifadeyle gülümsedim.
Kapı çaldı ve benim m idem de yaklaşık beş milyon kele­
bek uçuşuyordu şim di.
“Ben bakarım . Sen keyfine bak, onu m utlu et.” Yanağım­
dan öpüp aceleyle aşağıya koşturdu.
Birkaç d akika daha kendim e aynadan bakıp eşyalarımı
Jules’un kırm ızı el çantasına yerleştirdim .
Haydi bakalım .
Sakın m erdivenlerden yuvarlanm a. Sakın merdivenler­
den yuvarlanm a. M erdivenlerden inerken sayıkladığım
duam buydu. N e fes alam ıyordum , fazlasıyla gergindim.
Beni nereye götürecekti?
M erdivenin son basam ağına ulaşıp hole girdiğimde ak­
lımı kaçıracaktım .
Luke siyah b ir takım elbise, beyaz gömlek giymiş ve
inanılmaz g özleriyle m ükem m el derecede bir uyum yaka­
layan m avi b ir kravat takm ıştı. Dağınık saçları bir şekilde
şekle girm işti am a parm aklarım ı bekliyorlardı. Karşımda
her açıdan zengin, entelektüel bir film yıldızı duruyordu ve
° tamamen benim di.
Gözleri g ö zlerim e kilitlendi ve yüzünde yavaş yavaş
hoşnut bir gülüm sem e belirdi.
“Natalie, n efesim i kestin.”
“Sen de fena sayılm azsın.”
Luke bana yaklaşarak bir buket kırm ızı gül uzattı “3
lar senin için.” Un'
“Teşekkür ederim,” diye m ırıldandım , burnum u güjje
gömüp kokularını içime çekerken. “Ç ok güzeller.” Fe
“Artık gitmeliyiz, rezervasyonum uz var.” Elim den tutu
parmaklarımı öptü, bütün kolum uyuşm uştu. p
“Peki.”
Jules nereden çıktığını anlayam adığım ız bir yerden ani
den karşımızda beliriverdi. “Ben bunları senin için vazoya
koyarım. İyi eğlenin gençler. İkiniz de harika görünüyorsu­
nuz.”
“Teşekkürler Jules.” Çiçekleri ona uzattım , Luke kapı­
dan çıkana kadar bana yol gösterdi.
Mercedes ya da L exus’u yerine, açık kapının yanında
ayakta duran üniformalı bir şoförle, gö sterişli b ir limuzin
duruyordu kapının önünde.
“Hanımefendi,” diyerek başıyla selam ladı, ben de gü­
lümsedim. Aman Tanrım, Luke çıldırm ış olm alıydı! Özür
dileme şekli bu muydu? E ğer öyleyse, bu d a h a sık tartışabi­
liriz demek oluyordu.
Limuzinin geniş arka koltuğuna geçip L u k e ’un oturabil­
mesi için yana kaydım. İçeriye on kişi k o lay c a sığabilirdi,
yumuşak siyah deri koltuklar, etkileyici b ir ç eşit ses sistemi
ve diğer ıvır zıvırlar vardı içeride. C a m la r siyah ilimliydi.
Luke bütün zarafetiyle yanım a o turup yeniden elimi
öptü.
“Luke, b u ... inanılmaz. T eşekkür e d erim .”
“Daha hiçbir yere kıpırdam adık b ile .” Ö ylesine genç ve
m utlu görünüyordu ki bu akşam b izim için planladığı şey­
den heyecanlandığı belliydi.
“Yapman gerekenden çok daha fazlasın ı şim diden yap*
m ışsın bile.”
“’’Hayır, bu tam da hak ettiğin şey, b e b eğ im .” Eğilip da
daklarırna’ l(*ım * htretenî tatlı, içten bir öpücük kondurdu.
“Bu akşam mükemmel görünüyorsun.”
İltifatı karşısında gülümseyerek kıpkırmızı kesildim.
“Teşekkürler.”
“Bunlar yeni ayakkabıların mı?”
“Evet,” diyerek sırıttım .
“Harikalar.”
“Biliyorum .”
Kahkaha attı ve şoför evden ayrılıp Seattle’a doğru yola
koyulurken, bana bir kadeh şam panya doldurdu.
“Şerefe.” K adehini havaya kaldırdı, ben de ona ayak uy­
durdum. “B enim için çok özel olan güzel kadına, tanıdığım
en inanılmaz insana. B urada benim le olduğun için teşek­
kür ederim.” K adehini eğip kadehim e değdirdi, tatlı pembe
içkiden bir y udum alırken gözyaşlarım ı tutm aya çalışıyor­
dum.
“B üyüleyicisin,” diye m ırıldanıp utangaç bir gülümseme
takındım.
“Nefes k esecek k ad ar seksisin.”
“Nereye g id iy o ru z ? ” Şam panyam dan bir yudum daha
aldım. M m m ... nefis.
“Sürpriz.”
“Uzun sürecek m i? ”
“Biraz. N ed en so rd u n ?”
Kadehini elinden alıp, yanı başım da duran mini buzdola­
bının yanındaki m inik m asaya koydum .
“Ç ünkü.” E teğim i biraz sıyırıp kucağına oturdum. G öz­
leri şaşkınlıkla büyüm üştü, elleri çorapla sarılı bacakları­
mın üzerinde süzülüyordu. “Seninle bu limuzinde sevişm ek
istiyorum.”
“Aman T an n m bebeğim , jartiy er çorabı giyiyorsun.”
bendini beğenm iş bir ifadeyle gülüm seyip kafam ı onaylar­
ı m a salladım .
“Baştan çıkarma planlarımı gecenin sonu için yapm,
tim .” Ben sertliğine sürtünürken nefesi kesildi. ş'
“Güven bana, planlarını m ahvetm ek istemem.” Qn
eğilip dudaklarını öptüm. “Am a aşağı yukarı yirmi saniye
sonra içimde olmazsan, yapacaklarım dan ben sorumlu de
ğilim.”
“Bu asla, ama asla reddetm eyeceğim bir teklif, bebe­
ğim.” Pantolonunu açabilm ek için beni dizlerine doğru
kaydırdı, gömleğinin altım pantolonundan dışarı çıkanp
kalçasının üzerine bıraktı.
Kucağına oturmak yerine, kucağından inip, limuzinin
lüks bir halıyla kaplanmış zem ininde diz çöktüm . Ellerimi,
kaslı bacaklarını okşayarak geçip, penisinde aşağı yukan
hareket ettirdim.
“Kahretsin, Nat, akıl alm az derecede seksisin.”
“Beni çılgına çeviriyorsun.” D ilim le penisinin ucundaki
ıslaklığı yayıp ağzıma alıp yalam aya başladım , gözleri ko­
caman olmuştu.
“Tadı güzel mi?”
“M mm m... en sevdiğim .”
Onu ağzıma alıp dilimi ucunun etrafında gezdiriyor, el­
lerimi etkileyici uzunluğunda aşağı yukarı kaydırıyordum.
Parmak uçlarının, kulağım ın arkasındaki saç çizgimin üze­
rinde sürtündüğünü hissediyordum , parm aklarını saçlarıma
daldırmak istediğini biliyordum am a bozm ak istemiyordu.
Mızrağını ağzımla sımsıkı kavrayıp onu boğazımın di­
binde hissedene kadar kendim e sapladım .
“Tanrım, Natalie, dur.”
Kendi kendime gülümseyip yukarı çıktım am a sonra ye-
niden sapladım, onu çıldırttığım ı bilm ek hoşum a gidiyordu-
“Hayır, dur, ağzına boşalmak istemiyorum.” Uzandı»
kaldırıp beni yeniden kucağına oturttu. Aramızdan elm*
uzatarak külotumu kenara sıyırdı, ıslaklığım ın yayıldığ1111
hissederek vajinamı ona sürtüyordum.
“Tanrım b e b e ğ im , sırılsıklam sın.”
“Ö ylesine s e k sisin ki tatlım . Seni içimde istiyorum.”
¡çime d a h a r a h a t sü z ü leb ilm e k için kalçamdan tutup beni
Çaldırırken h ırıltıy la b e n i sertçe öptü. Kafasının arkasındaki
koltuk b a şlığ ın a tu tu n u p , üzerinde gidip gelmeye başladım,
başlarda a ğ ır a ğ ır, a m a elleri beni daha hızlı indirip kaldırı­
yordu, d a h a h ızlı.
“B enim iç in b o şa l h a y d i, bebeğim .” Boynumu öpüyor­
du ve b ir e lin i ik im iz in arasından, başparmağıyla klitori­
simle o y n a m a k iç in in d ird iğ i an kayboldum . Titriyordum,
! onu içim de k ıs tırd ım , so n kez, sert bir darbe daha indirirken
haykırıyordum , s o n u n d a o da içim e aktı.
“K a h retsin N a ta lie .” N e fes nefese kalmıştı. Parmaklan-
mı saçlarına d o la m ış , sah ip olduğum her şeyle onu öpüyor­
dum, ö p ü c ü ğ ü m e k a lb im i, ruhum u ve kelimeleri bir araya
getirmeye ç a lış ıp d a sö y leyem ediğim şeyi, onu ne kadar
sevdiğimi k a tm ış tım .
Tüm iç te n liğ iy le y ü z ü m ü avuçlarını arasına alıp öpücü­
ğü yavaşlattı, g ö z le rim e bakabilm ek için geriye yaslandı,
gözlerinden a şk y a n sıy o rd u . İçten içe bu beni heyecanlan­
dırmıştı a m a a y n ı z a m a n d a tam tersi yönde koşabildiğim
kadar hızlı k o ş m a isteğ i de doğurm uştu.
“Bu g e ce iç in te ş e k k ü r ederim ,” diye fısıldadım.
“Ah b e b e ğ im , d a h a y en i başlıyoruz.” Hafifçe, tatlı tatlı
gülümseyip b e n i k u c a ğ ın d a n kaldırdı. Etrafta bir havlu ara­
yıp buldum , te m iz le n ip kıyafetlerim ize çeki düzen verdik.
K o ltu k la rım ıza y e n id e n oturduğum uzda, Luke şampan­
yalarımızı ta z e le d i v e k o lu n u om zum a attı.
“B ugün iç in ö z ü r d ile rim ,” diye mırıldandı.
“Ben d e ,” d iy e iç g e çirip başım ı omzuna yasladım. “İşini
hallettin m i? ”
“Büyük ç o ğ u n lu ğ u n u . Yarın birkaç telefon görüşmesi
yapmam g e re k e c e k .”

om
KLAÇ B t N I M L t

“Ah, güzel.” Bir yandan parmak uçlarıyla kolumu olr


yordu, mırıldanmak istedim. Şu'
“Sen ne yaptın bugün?”
“Jules’la takıldım.” Elini tutup parm aklarım ı parmadı
rının arasından geçirdiğimde, parm aklarının ne kadar ^ '
ve biçimli olduğunu fark ettim. “B aşına gelen birkaç ola11
anlattı, ben de en iyi arkadaş ne yaparsa onu yaptım .”
“İyi mi?” Sesinden sam im iyetle ilgilendiği anlaşıhy0r
du, kendi kendime sırıttım. B enim tatlı erkeğim .
“İyi olacak. Erkek m eselesi.”
“Ah. Peki, şu en iyi arkadaşlık şeyi neler gerektiriy0r
tam olarak?” diye sordu alnım dan öperken.
“Hım, gevezelik etmek, dondurm a yem ek ve ifşa etmeye
yetkili olmadığım daha birçok şey.”
“Ah?” Kıkırdayıp bir daha alnım dan öptü.
“Evet, sana söyleyebilirim am a sonra seni öldürmek zo­
runda kalırım, tam da senden h oşlanm aya başlam ıştım .”
“Öyle m i?” G özlerim in içine bakabilm ek için geriye çe­
kildi, büyük bir ciddiyetle kafam ı salladım .
“Peki, başka neden h oşlanıyorsun tam olarak?” Tatlı tatlı
gülümsedi, şakalaşm am ıza rağm en ciddi b ir cevap istediği­
ni biliyordum.
“Bundan hoşlanıyorum .” E ğilip d u d a k la n n a minik bir
öpücük iliştirdim. “Bana öyle güzel şey ler söylüyorsun ki
bedenim buna tepki verm eden edem iyor.”
“Bunu duyduğum a sevindim , güzel k a d ın .”
Gülümseyip avuç içini öptüm . “E llerini seviyorum , e tk i­
leyici olmalarını ve üzerim de olduklarında h i s s e t t i r d i k l e r i m
seviyorum .”
“M m m ... Onlar da üzerinde olm ayı seviyorlar, bebe

ğ İm ” “ Atna
Yanağımı göğsüne, tam kalbinin üzerin e koydum . A
en çok da kalbini seviyorum ; bana karşı k ib ar ve anlay1
olduğu için. G enellikle,” diye ekleyip güldüm .
“Natalie, seni hak etm ek için ne yaptım bilmiyorum ama
yine olsa tekrar tekrar yapardım.” Limuzin durmaya hazır­
lanırken, elinin arkasıyla yüzüm ü okşayıp şefkatli bir öpü­
cük kondurdu.
“Geldik.”
Luke benim önüm den inip bu göz alıcı arabadan çıkma-
ma yardımcı olm ak için elini bana uzattı. Beni yanına çekti,
önümüzde duran şatoya bakakalm ıştım .
“Tanrım.”
“Burası C hateau Ste. M ichelle .10 Akşam yemeğimizi
burada y iyeceğiz.”
“Bir restoranları olduğunu bilm iyordum,” dedim gözle­
rim onunkilerle buluştuğunda.
“Yok zaten. Sadece özel etkinlikle yapıyorlar. Bu gece,
en azından birkaç saatliğine, tam am en bizim .”
Dilim tutulm uştu. K oskoca C hatea u yu benim için mi
tutmuştu?
“Gel.” E llilerinin ortalarında olgun bir kadının bizi bek­
lediği binanın girişine kadar bana rehberlik etti.
“Hoş geldiniz, B ay W illiam s ve Bayan Conner. Ben Ba­
yan Davidson. Sizi ağırladığım ız için çok memnunuz. Lüt­
fen beni takip eder m isiniz?” Bizi C hateau’nun yanındaki
taşlı yola götürdü. Y olun kenarında, binanın yan tarafını tü­
müyle aydınlatan eski tip sokak lambaları dizilmişti.
Luke elim i alıp koluna yerleştirdi, Bayan Davidson’ın
arkasından yan y ana yürüyorduk. Evin arkasındaki köşeyi
döndüğümüzde, gözüm ün önündeki manzara nefesimi kes­
mişti.
“Ah, L uke.” H ayatım da karşılaştığım en güzel görüntü­
ye vereceğim tepkim i izlerken bana gülümsediğini hissedi-
^ Abd’nin W ashington eyaletinde Seattle yakınlarında 1934 yılında
kurulan en eski ve en beğenilen şaraphane. Cabernet Sauvignon, Mal-
bec, Merlot, Syrah, Chardonnay, Chenin blanc, Pinot Gris, Riesling, Sa-
Uyignon Blanc gibi dünyaca ünlü şarapların üretim evi. (ç.n.)
KAÇ BENİMLE *
r

yordum. Taşlı yol bizi, şarap üzümleriyle örtülü bir çar(ı


doğru götürüyordu. Mor üzümler ağır, ağız sulandıran ti­
dendi. Tahmini on tane iki kişilik masanın üzerine dosf
aralıklarla aşağı sarkıtılmış, çardağa ve birazı da üzümi
sarılmış pırıltılı beyaz yıl başı ışıkları vardı. Arka plaı?
blues tarzı bir müzik çarpıyordu kulağa.
Taşlı yolun ortasındaki iki kişilik küçük masa bey^1
masa örtüsüyle kaplıydı. Porselen yem ek takımları da be 1
yazdı ama bir tanesinin üzerine kırm ızı bir gül iliştirilmişti i
Luke önden yürüyüp sandalyemi beni oturtmak için geriye'
çekti.
Kırmızı gülü aldı, m utlulukla dolu gözlerine baktım
Bana uzatmadan önce, narin gülü kokladı.
“Senin için, güzellik.”
“Teşekkür ederim.” Gülü burnum a götürdüm ve tatlı ko­
kusunu içime çektim.
Luke tam karşıma oturdu.
“Tatlım, bu muhteşem. Çok teşekkür ederim.” Bu etkile­
yici romantik jesti karşısında etkilenm iş hâlde, u z a n ıp elini
tuttum.
“Beğendiğine sevindim.” Gülüm seyerek garsona iş®1
etti.
“Buyurun efendim.” Garson beyaz bir ceket, siyah p®
tolon ve bir papyon giymişti. İngiliz aksanlı, beyaz saÇİ'
olgun bir beyefendiydi, ona hayran kalmıştım.
“Bu akşam bize katıldığınız için müteşekkiriz. Ana f
meğe geçmeden önce aperatif bir şeyler servis etmek *sli
rim. Umarım açsınızdır.” Bana göz kırptıktan sonra binan
içindeki birine işaret etti.
“Aperatifleriniz geliyor; 2009 sek Reisling eşligint*^s.
mısaklı kırmızı biber soslu kalamar ve 2008 C a b in e t
ling eşliğinde Havai usulü tavuk şiş.” Tabaklar şarap3
birlikte önümüze konmuştu.

204
KRISTEN PROBY

IVlasay3 bakarken L uke’la göz göze geldim . “H arika gö-


winüY°rlar'
“Afiyet olsun bebeğim .”
A p e r a tif le r i yem eğe başladık. Şaraplar her bir tabakla
su rsu z bir uyum içindeydi, ağzım ı m uhteşem arom aları
vetatlarıyla doldurdum .
Ş a r a p la r ım ız ı bitirip d iğer tabaklarım ızı beklerken, Luke
uzanıp elimi tutu, b aşparm ağ ı elim in üzerini okşuyordu.
“Eğleniyor musun?”
“Eğlenmekten fazlası bu. B u ... peri m asalı.” Yanakları­
mın yandığını h issediyordum am a g erçek buydu.
“Burası harika b ir ü zü m bağı. E trafı görm en için buraya
gündüz de gelm eliyiz.”
“Çok isterim.”
“İlk tabağınızı su n ab ilir m iy im ? ” G arsonum uz geri dön­
müştü, boş tabaklarım ızı ve k ad eh lerim izi kaldırıyordu.
“2009 M idsum m er’s W hite eşliğ in d e, m ojito ile m arine
edilmiş mango, avokado ve kırm ızı fasulye salatasıyla bir­
likte kalkan fileto. A fiyet o lsu n .” B izi bu leziz yem eklerle
H başa bırakıp y anım ızdan ayrıldı.
Ana yemeğimiz ise, altın sarısı p atatesler ve tabii ki yine,
yemeğe mükemmel b ir uyum sağlayan bir şarap eşliğinde
domuz bonfile ve antrikot oldu.
Sıra tatlıya geldiğinde ağzım a k ad ar doym uş ve içtiğim iz
Ş^aplar yüzünden biraz da olsa çak ırk ey if hissediyordum .
Ah Luke, bu elbisede tatlı için boş yer kalıp kalm adı­
ksan emin değilim .” A rkam a yaslanm ış göbeğim i okşu-
(jr Unı- Luke kahkaha attı, gözleri m utlulukla parıldıyor-
tie r°k 'y* vakit geçirdiği belliydi, yem eğim iz boyunca
*ydi ve övgü dolu sözler söylem işti. En iyi olduğu şey.
H rd ^ e ®arsona i§aret ettiğinde, adam hemen yanım ızda

^uyurun, efendim .”

205
“Sanırım, Bayan Conner ve ben tatlıyı paylaşacağa *
“Elbette efendim .”
“Güzel fikir. Ama bugün aldığım ız kalorileri yakmak
için yarın yogada çok çalışacağız.”
“Ah evet, yoga. Gelmek zorunda m ıyım ?”
“Hayır, zorunda değilsin.”
“Yogayı boş verip bütün günü yatakta geçirebiliriz.” jça
dehinin üzerinden bana göz kırptı.
“Boş veremem, eğitm en benim .”
“Hiç bilm iyordum ,” dedi, kafası karışm ış hâlde kaşlarım
çatarken.
“Haftada sadece üç dersim var,” diy erek om uz silktim.
“Üstelik çok da esneğim . G österinin tadını çıkarmalısın.”
Kendini beğenm iş bir gülüm sem e takındım kadehim in üze­
rinden ona bakarken.
“Hayatta kaçırm am .”
Garson elinde çilekli crèm e b rû lée o lan b ir tabakla ve iki
kadeh Eroica Ice şarabı ile geri geldi.
Ayrıca m asanın ortasına, T iffany m arka, açık mavi, kol­
ye kutusu boyutlarında bir kutu b ırak a rak ikim izi de başıyla
selamlayıp uzaklaştı.
Aman. Tanrım.
0 n / Q)€)Aw%um cu / ğ B ciiim /

Hareketsiz hâlde beyaz bir kurdeleyle bağlanmış muhteşem


mavi kutuya bakıyordum . Bu neydi?
“Senin için,” diye m ırıldandı elimi tutarken. Gözlerimi
gözlerine diktim , ne diyeceğim i bilmiyordum.
“Buna yapm ana hiç gerek yoktu.” Sesim fısıltıyla çıkı­
yordu.
“Daha açm adın bile,” diye yanıtladı sade bir ses tonuyla,
gözleri ihtiyatlıydı, böyle bir cevap beklemediğine eminim.
Duygularını incitm ek istem iyordum .
Kutuyu alıp b ana uzattı. “Aç bebeğim .”
Kurdeleyi çözüp alta sıkıştırdım , kutunun üzerinde bir
not vardı.
Bu bana se n i hatırlattı. Sade güzellik.
Luke
Tanrım.
G ülüm sedim , biraz olsun rahatladığını gördüm. Masaya
yaklaşıp öne doğru eğildi, benim kutuyu açmamı hevesle
bekliyordu.
Kutunun kapağını kaldırdım , nefesim kesilmişti.
Mavi saten Tiffany kutuya yerleştirilmiş hâlde enfes bir
inci kolye duruyordu. Platin bir klipsi vardı; inciler, etrafı­
nızdan yansıyan beyaz ışıklarla renk değiştiren neredeyse

207
sedefli süt beyazıydı. Kolyeyi kutudan çıkardım , püriiz^
ve biraz soğuktu. *
“Luke, bu şahane.”
“Gel.” Büyük bir zarafetle şekilli bedenini sandalyesjn
den kaldırarak, arkamda durdu, harika inci kolyeyi elleri,
min arasından alarak klipsini açtı. B oynum un etrafından
geçirdi, o kolyeyi takarken parm aklarım la hem en doloın.
dum. Kolye köprücük kem iğim in hem en üzerine düşüy0r.
du. Eğilip nazikçe yanağım dan öptü ve N orah Jones’tan
Come Away With M e çalarken elini bana uzattı.
“Dan et benim le.” M asm avi gözleri m utluluk içinde pa.
rıldıyordu, bense rom antizm in ve onun rüzgârına kapılmış­
tım, ona karşı koyam ıyordum .
“Zevkle.” Beni kollarının arasına alıp taş yolun etrafında
döndürmeye başladı.
“Bu güzel inci kolye için teşekkür e d erim ,” diye kulağı­
na fısıldadım.
“Rica ederim, güzellik. B oynunda m ü th iş durdu.” Mü­
zikle ahenkli bir şekilde bir sağa b ir sola salınırken, eğilip
dudaklarıma ufacık bir öpücük kondurdu.
“Bu işte iyisin.”
Gülümsedi. “Sette ders alm ıştım .”
“Beğendim .”
“Bunu duyduğum a sevindim .” Şarkı b ite rk en beni göğ­
süne daha da çekip dudaklarını alnım a iliştirirk e n kollarıyla
belim e dolandı. “ Bu gece benim le g e l.”
“Bu gece sana gitm eyi m i istiy o rsu n ?”
“Evet. Seni yatağım da istiyorum .”
G üldüm , parm aklarım ı yum u şacık sarı saçlarında
dirip güzel yüzüne daldım . G özleri m asm a v iy d i, yeni tıraş
olm uş çenesi keskin hatlara sahipti. D ah a önce kimseyi bu
kadar sevm em iştim .
“Tam am . E vim den birkaç şeye ihtiy acım olacak.”
Elleri inci kolyenin hemen altında süzülürken, omur­
gamda11 aşağıya doğru bir heyecan dalgası hücum etti. “Ju-
les çoktan icabına bakm ıştır.”
Kaşımı kaldırdım . “Kendinden çok eminsin.”
“Sadece bir um ut, bebeğim .” Yeniden alnımdan öpüp
yüzümü ellerinin arasına aldı. Dudakları burnuma, yana­
ğıma ve daha sonra da uysal uysal dudaklarımı buldu. Bu
onun özel, kibar öpücüklerinden biriydi, kamımın derinlik­
lerindeki kaslar kasılm aya başlayınca derin bir nefes aldım.
“Beni eve götür,” diye fısıldadım dudaklarının arasında,
gözlerini açtı, arzuyla yanıp tutuşuyorlardı.
M asaya geri döndüğüm üzde eşyalarımızın toplandığı­
nı gördüm, m uhtem elen arabaya götürülmüşlerdi. Garson
elinde şalım ve el çantam la göründü. Luke elimi kolunun
kıvrımına y erleştirip arabaya kadar bana eşlik etti, ben kol­
tuğa geçtikten sonra arabaya bindi.
İçeride yeni b ir şişe şam panya ve yeni kırmızı güller var­
dı.
“Bu kırm ızı g üller de ne?”
“Sevm edin m i? ” Sesi endişeliydi, kaşları çatılmıştı.
“Hayır, sevdim . B eni şım artıyorsun.” Burnumu çiçekle­
re gömüp kirp ik lerim in arasından onu gözetledim.
“İnci kolye, siyah elbise ve yüzündeki şu kırmızı güller­
le, şu an çok güzel görünüyorsun.” Eliyle yüzümü okşar­
ken, iç geçirdim .
“T eşekkür e d erim .”
“Buraya g e l.” H iç zorlanm adan beni kucağına aldı, yü­
zümü boynuna göm erek kıvrıldım .
“Bu gece hayatım ın en sihirli gecesi, Luke.”
“Alm m ı öperk en gülüm sediğini hissedebiliyordum.
Benim için de ö y le.”
KAÇ BENİMLE

“Uyan bebeğim, eve geldik.” Luke kafam ı öpüp par


inaklarıyla yanağımı okşadı.
“Uyuyakalmışım özür dilerim .” K alktığım da hâlâ gmü
tuttuğumu fark ettim.
“Uyurken seni tutmayı seviyorum , bebeğim . Haydi, iÇe.
ri gir.” Şoför Luke’un kapısını açtı, beni kaldırıp yanındaki
koltuğa oturttu, hemen arkam dan arabadan indi. Şoföre te­
şekkür edip eve kadar bana eşlik etti.
Ayaklarım bu fevkalade güzel ay akkabıların etkisini his­
setmeye başlamıştı ama henüz onları a yağım dan çıkartmak
istemiyordum. Luke şalım ı o m uzlarım dan alıp parmakla­
rını om uzlanm da gezdirdi, içim deki a rzuyu uyandırmıştı.
“Ayakların acıyor m u?” N asıl h isse d iy o r olabileceğimin
her zaman o kadar farkındaydı ki bu beni gülümsetiyordu.
“Biraz ama iyiyim .”
Eğilip beni kucağına aldı ve y atak o d a sın a yolculuğu­
muz başlamış oldu.
“Beni taşımaktan gerçekten h o şla n ıy o rsu n ,” diye mırıl­
danıp yanağından öptüm.
“Tamamen bencil sebeplerden ö tü rü .”
“Öyle mi? Peki neym iş o sebepler?” Y anağını tekrar öp­
tüm. Yüzümde tenini hissetm eye b a y ılıy o rd u m .
“Hım, birincisi, kollarım ın arasında olm an ı seviyorum.
İkincisi de, bu ayakkabıları henüz çık a rm a n ı istemiyorum.
Beni yatak odasına kadar taşıyıp o d an ın ortasında yem
bıraktı. Duvardaki düğm eye dokunup o d a n ın ucundaki ma­
sada duran ışığı yaktı, odanın içinde g ö lg ele r salınıyordu.
“ E lbiseyi çıkarm ana yardım etm em e izin ver.”
A rkam ı döndüm , sırtım daki ferm uarı açıp, elbisenin ko
lan n ı indirirken o m z u m u öpüyordu. E lb ise o m u z l a r ı m d a n
süzülüp ayaklarımın dibine düştü. Elimi tutarak beni elbise
yığıntısından çıkarıp kendine döndürdü.
Nefesi kesilm işti, bana hiç dokunmadan bir adım geriye
attı, daha önce hiç bu denli güzel hissetmemiştim. Gözleri
h a y r a n l ı k ve tutkuyla ışıldıyor, saçlarımdan inci kolyeme,
oradan siyah askısız dantel sütyenin kavradığı göğüsleri­
nle kayıyordu. Bakışlarını göbeğimdeki piercingime, süt-
yenimle uyum lu siyah dantelli minicik külotuma, jartiyere,
çoraplarıma ve son olarak da katillerim olan kırmızı ayak­
kabılarıma indirdi.
Evet, şu an inanılm az göründüğümü biliyordum ve bu
dünyadaki en güçlü, en seksi histi.
Ona doğru yürüm üyordum , beni gözleriyle içmesine
izin vererek olduğum yerde dikiliyordum. Ağır ağır elimi
saçıma götürüp topuzum u çözdüm , tokayı yere atarken saç­
larımın om uzlarım dan dökülm esine izin verdim.
“Şimdiye k adar gerçekleştirdiğim bütün düşlerim sen-
sin, N atalie.” G üçlükle yutkunup yumruğunu sıkıyordu,
bana dokunm ak için öldüğünü biliyordum.
Büyüyü bo zm am ak için hafifçe gülümsedim, arkama
geçip sütyenim i çıkardı, toka ve elbise gibi onu da yere bı­
raktı, göğüslerim serbest kalm ıştı. Göğüs uçlarım iştah dolu
bakışları karşısında buruşm uştu.
“Şimdi ne yapm am ı istersin?” diye fısıldadım.
Gözlerini gözlerim e odaklanm ıştı, biraz sarhoş olmuş­
çasına cam gibi bakıyordu ama bunun şaraptan ve yediği­
miz diğer h e r şeyden kaynaklandığını biliyordum. Hızlıca
gözlerini açıp kapadı ve giysilerini yere düşmelerine aldırış
etmeden ortalığa saçm aya başladı.
Birdenbire, çırılçıplak karşım da duruyordu. “ Sana do­
kunmaya korkuyorum neredeyse,” diye fısıldadı.
“N eden?” B aşım ı yana eğdim , kafam karışmıştı. D okun
bana! L ütfen, Tanrı aşkına, dokun bana!
“Gerçek olmamandan korkuyorum .” Ve böyle d e r d e ı ^
gözlerindeki savunmasızlığı gördüm , ona doğru yürüyün
elimi göğsüne, omuzlarına, oradan da saçlarına götürdüm'
Mavi bakışları gözlerimdeydi, şefkatle gülüm sedim .
“Gerçeğim ve şeninim.” Ayak uçlarım da yükselip dudak-
larımı dudaklarına değdirdim, ürpererek derin bir nefes aldı
Eğilip bacağımı kavrayarak beni kucağına aldı, bacak
ianmı beline dolayıp yatağa yöneldi. A m a bu defa beni at-
madı; akıl almaz derecede güçlü kollarıyla beni sarmalaya­
rak, dudaklarını dudaklarım dan ayırm adan kibarca yatağa
bıraktı.
Üzerime uzanıp dirsekleriyle kendini desteklerken, beni
deli gibi, arzuyla, yüzümü avuçlarının arasına alarak öpü­
yordu. Ellerim sırtından poposuna doğru tek ra r tekrar, aşağı
yukarı gidip geliyordu. Sertliği artık ıslak külotum a baskı
yapıyordu, kalçalarını, içim e titreşim ler göndererek, ileri
geri hareket ettiriyordu.
“Tanrım, seninle tanıştığım günden beri bu n u hayal edi­
yordum,” diye m ırıldandı, dudaklarını b o y n u m a doğru in­
dirirken.
“Neyi hayal ediyordun?”
“Seni, inciler içinde, bu ayakkabılarla, belim e dolanmış
hâlde.”
“Nasıl gidiyor şu ana kadar?” K alçasını yeniden bana
doğru bastınrken soluğum kesildi, b a ca k la rım d a onu daha
sıkı sardım.
Boynuma doğru güldü. “ H ayal edebileceğim den çok
daha güzel.”
Burnunu inci kolyem e dokundurdu. “ B u nlarla şahane
görünüyorsun.”
“Çok sevdim. Teşekkür ederim .”
D irseklerinin üzerinde doğrulup p a rla y an o m avi gözle­
rini, bir şey dem ek isterm iş gibi gözlerim e dikti.
“Me v a r? ” d iy e so rd u m , d e rin b akışlarından etkilenerek.
“Seni se v iy o ru m .”
K elim eler a ğ z ın d a n ç o k g ü çlü , kararlı, tereddütsüz çık­
mıştı, d erin b a k ış la rı h iç d e ğ işm e m işti ve biliyordum ki
şüphesiz b u n u iç in d e n g e le re k söylüyordu. K albim durdu,
gözyaşları g ö z le rim in k e n a rla rın d a n döküldü, inanılm az er­
keğime b a k a ra k g ü z e l y ü z ü n ü avu çlarım ın arasına aldım.
“Ben de se n i se v iy o ru m .” G özyaşlarım ı parm ak uçlarıy­
la sildi, a rd ın d a n u z a n ıp g ö z kap ağ ım d an öptü.
“A ğlam a, b e b e ğ im .” D u d a k ları yanağım a dokundu, ora­
dan da y e n id e n d u d a k la rım a yerleşti, tam anlam ıyla ser­
sem lem iş b ir h â ld e y d im , o n d a kaybolm uştum .
“B enim le se v iş, lü tfe n .” O n u her şeyden çok istiyordum.
İçimde g e z in d iğ in i h isse tm e k istiyordum . İçim e fışkırırken,
yüzündeki şe h v e ti g ö rm e k istiyordum .
İçtenlikle g ü lü m s e d i, do ğ ru lu p başparm ağını külotuma
geçirdi. B a c a k la rım d a n sıy ırıp çıkarabilm esi için kalçamı
kaldırdım. Y e n id en ü z e rim e uzanıp b ir elini bacağım a, jar­
tiyer ç o ra b ım ın ü z e rin e koy d u ; parm ak ucuyla hafifçe, he­
men ço rab ın b ittiğ i y e rd e başlayan tenim i okşuyordu.
Enfesti.
Yetenekli eli b a c a k la rım ın arasına yöneldi, iki parmağını
içime k a y d ırd ı, b a şp a rm a ğ ı klitorisim i hırpalıyordu, yata­
ğın üzerinde k ıv ran ıy o rd u m .
Ah T anrım , ö y le h a rikaydı ki.
“H isset, b e b e ğ im .”
Ah, h isse d iy o rd u m . K alçalarım ı oynatıyordum , parm ak­
ları şehvetli b ir ah en k le içim e girip çıkıyordu. Uzanıp beni
öPtü, dili, p a rm a k la rıy la aynı ahenkle ağzım ın içini işgal
ediyordu. B e d en im in hareketlenip titremeye başladığım an­
ladığım an, p arm a k la rın ı çekti.
“H ayır!”
G ülüm seyip, içim e göm ülerek çabucak boşluğum u dol­
durdu.
“Ah, evet.”
“ Daha iyi değil m i?” G özleri, g ö zlerim i yakıyordu ha
reket etm eye başladı, heyecandan y o rg u n düşm üştüm . Be
denim yanıyordu; kalbim bu güzel ad am ın aşkıyla dolu
taşm ıştı. Sesim i kaybetm iştim , ben de k a fam ı sallayarak
sıkı sırtına tutundum ve onu k endim e çektim .
“Ah bebeğim , çok darsın.” Ç en esin i sık ıy o rd u , en gi2ij
kaslarım da onu kavram ıştım , şiddetli p a tla m a sın ın yakın
olduğunun farkına vardım , ben de o n u n la b irlik te gelecek­
tim.
“Benim le boşal, aşkım .” İçim de titre rk e n gözleri aniden
açılıp geri kapandı, vücudum onu izle d i, içim d ey k en kası­
lıp, ihtiyaç içinde titredim .
“Ah N atalie, evet!”

Luke en sevdiği yerdeydi, b a şın ı g ö ğ ü sle rim in arasına


yaslamış, kollarım belim e d o lan m ıştı, n e fe sle rim iz yavaş­
lamaya başlıyordu.
Bir adam ın benim le aşkla, şe h v e tle se v işm e s i için yirmi
beş sene beklem ek zorunda k a ld ığ ım a in anam ıyordum .
Şey, Cum artesi itibariyle n e red e y se y irm i altı sene.
Ayrıca, biraz önce birb irim ize b irb irim iz i sevdiğimi­
zi söylediğim ize de inanam ıyordum . U m a n m b u yalnızca
anın büyüsünden ya da inanılm az d e re c e d e ro m an tik geçen
gece yüzünden değildir. A m a geriye d ö n ü p , o cüm le ağzın­
dan dökülürkenki bakışlarını d ü şü n d ü ğ ü m d e b u n u gerçek­
ten kastettiğini biliyordum . Ü ste lik , d a h a birbirim izi çok
kısa bir süredir tanıyor olm am ıza v e d a h a ö ğ ren ecek çok
fazla şeyim iz olm asına rağm en.
K albim in hiç bu kadar dolu o lm a d ığ ın ı d a biliyorum-
daha önce onun gibi kibar, zeki ve o n u n k a d a r tatlı bir er
kek tanım am ıştım . O nun yanında güvende hissediyordum,
güzel ve şefk at d o lu hissediyordum .
Evet, k ısk a n ç bir tarafı vardı am a hangim izin yoktu ki?
“Bunu a k lın dan b ile g eçirm e, bebeğim ?”
Ona doğru bak ıp kaşlarım ı çattım .
“N eyi?”
“O g ü z e l k a fa n d a dönüp duran düşünceleri duydum.”
Göğüs k a fe sim d e n öp ü p yuvarlanarak yanım a uzandı, ka­
fasını d ir se ğ iy le d este k le y ip yüzünü bana döndü.
“D ü şü n m ü y o rd u m .”
“Hiç de iyi b ir yalancı değilsin.” Uzanıp burnumdan
öptü, y a n ağ ım a d ü şe n b ir tutam saçı eliyle çekti.
“İnci k o ly ey i çık a rm a m gerek.” Yatağa oturup arkamı
ona döndüm , k lip si açtığını hissettim .
“N eden?” K o ly e y i başucundaki kom odine koydu, bense
geri uzandım .
“Gece b ir şe y e tak ılıp kopm asını istem iyorum .” Derin
bir nefes alıp e lim i v ücudunun yanından kalçasına indir­
dim.
“S öylediğim de ciddiydim , biliyorsun.”
G ülüm seyip, a ğ ır ağ ır gerindim . “B iliyorum .”
“Yarın sa b a h k a çta uyanacağız?” K onuyu değiştirdiği
için rahatlam ıştım . D üşünecek çok şeyim vardı.
“Ders d o k u z d a .”
“O zam an b ira z u y u sa k iyi olacak.”
“Bu a y ak k a b ıla rla uy u m am .”
Güldü, d o ğ ru lu p ayakkabıların her birini ayağımdan çı­
karıp nazikçe y e re koydu. Sonra jartiyerin klipsini açıp ço­
rapları b a ca k la rım d a n söküp aldı.
“G üzel b a ca k la rın var, bebeğim .” Bacaklarımı öpüp, ja r­
tiyeri de ç ık a rıp y ere fırlattı.
Yanıma k ıv rılıp , beni kollarının arasına alırken yorganı
b e rim iz e örttü. B aşım ı göğsüne yaslanıp derin bir nefes
aldım, dud ak ların ı alnım da hissediyordum .
“Uyu, güzellik.”
“İyi geceler,” diye mırıldanıp derin bir uykuya daldım

Aniden uyandım ve L uke’a uzanm aya çalıştım ama o


yoktu. Yatak soğuk ve boştu.
Nereye gitti?
Dün gece giydiği beyaz göm leği üzerim e geçirip odadan
ayrıldım. Yukarıda değildi, ben de aşağıya indim .
Karanlıktı. Onu oturma odasında ya da m utfakta da gö­
remedim, bahçede bir hareket gördüğüm de neredeyse kor­
kuyordum.
Kendimi fark ettirmeden kapıyı açm ak için karanlığın
içinden yürüdüm. Tırabzanların önünde duruyor, ay ışığıy­
la yıkanıyordu. Seksi kalçalarını örten siyah b ir pijama altı
giymişti, üstsüzdü. Dirseklerini tırabzanlara dayamış, ayın
yansıdığı gece mavisi denize bakıyordu.
Tüm kalbimle o an bir kam eram olm asını diledim.
Arkasından yaklaştım, sırtına bir öpücük kondurup kol­
larımı beline doladım. Ona böyle sarılm aya bayılıyordum.
“Seni ben mi uyandırdım ?”
“Hayır, yanımda olm adığın için uyan d ım .” Yeniden öp­
tüm. “İyi m isin?”
“İyiyim, sadece uyuyam adım .” Y üzüm e bakm ak için ar­
kasını dönüp kalçalarını tırabzanlara dayadı, kollarıyla beni
sardı. Yüzü ay ışığıyla yıkanm ıştı, gözleri dikkatle bana ba­
kıyordu. “Nasılsın?”
“Yalnız. Yatağa gel.”
“Tamam,” diye fısıldayıp alnım dan öptü. “Yine gömle­
ğim i alm ışsın.”
“Bu benim kötü bir alışkanlığım .”
“ Yukarıda bana geri verebilirsin.” B eni kucağına al
yatak odasına taşırken gülüyordum.

216
W i/M rU n€Î/^öiüm /

Luke’tan ön ce uyandığım için şaşırmıştım. Bir saat içinde


yogada derste o lm am ız gerekiyordu ama uzanıp onu seyret­
mekten kendim i alam adım .
Gün ışığı pencerelerden yere doğru sızıyordu. Koca mo­
bilyalı geniş yatak odasını seviyordum. Yatağı devasa bo­
yutlardaydı, beyaz nevresim leri Mısır pamuğuydu ve teni­
me yum uşacık değiyordu.
Luke bir elini kafasının üstüne atmış sırtüstü yatıyordu.
Uyurken suratında çok tatlı bir ifade vardı. Çenesinde belli
belirsiz çıkan sakalları çok seksiydi ve genellikle zaten da­
ğınık olan saçları norm alden çok daha dağınıktı.
Ve beni seviyordu!
Tuvalete girm ek için salma salına banyoya gittim, yatak
odasına geri döndüğüm de, dün gece etrafa saçılmış kıya­
fetlerimi, ayakkabılarım ı ve saç tokamı topladım, koca bir
gülümseme gelip yüzüm e yapıştı.
Küçük valizim in pencerenin yanındaki sandalyede dur­
duğunu fark ettim , içim den Jules’a teşekkür ettim.
Yoga kıyafetlerim , tem iz iç çamaşırları ve diğer günlük
kıyafetlerimin yanında diş fırçası ve bunu gibi temizlik
Malzemelerimi de görünce çok mutlu oldum. Eşyalarımı çı­
karıp biraz olsun yerleştirm eye karar verdim. Kaldırmamı

217
isterse sorun olmazdı. Eğer o da eşyalarını bana getirm l
isterse, bu da sorun olmazdı.
Banyo tezgâhına diş fırçamı, deodorantım ı, bir şiŞe ^
cut losyonumu ve şampuanımı koydum. Jules bütün bunları
almak için dün gece alışverişe çıkmış olm alıydı, içimden
ona yalnızca teşekkür etmiyordum, ona özel bir sürpriz de
yapmayı planlıyordum.
Kıyafetlerimi valizde bıraktım am a yoga kıyafetlerimi
çıkarıp yatağa doğru yeniden baktım.
Luke hâlâ uyuyordu, hâlâ çok zam anım ız vardı, ben de
onu öylece bırakıp kahve yapmak için aşağı indim.
Espresso renkli dolapları açıp kapayarak m utfağı karıştı,
rıyordum, sonunda kahve m akinesinin yerini saptayıp çalış,
tirdim ve kahve fincanı aram aya koyuldum . K ahve filtreden
geçerken ben verandaya çıkan Fransız kapıyı açıp, Puget
Sound’un eşsiz manzarasının keyfine varabilm ek için dışan
doğru çıktım ve derin bir nefes alarak tem iz havayı içime
çektim.
Güzel bir gündü. Gökyüzü m asm avi parlıyor, güneş
tamamen görünüyor ve derin m avi denizi aydınlatıyordu.
Feribot Bainbridge A dası’na doğru zarafet içinde süzülü­
yordu. Martılar denizin üzerinde uçuşuyor, rüzgâr nazikçe
saçlarımı yalayıp geçiyordu. M uhteşem b ir gündü.
“Sabah insanı olmadığını sanıyordum .”
Sert, seksi sesine doğru döndüm . Beni kollarının arasına
alıp sımsıkı kucakladı.
“Günaydın, yakışıklı.”
“Günaydın bebeğim .”
Kafamı geriye çekerek ona baktım . “K ahve yapıyorum.
“Kokusu geldi. Teşekkür ederim . N eden beni uyandır-
m adın?” Alnımdan öpüp derin bir nefes aldı.
“Çok huzurlu görünüyordun, acelem iz de yok.”
“Eşyalarını çıkarmışsın.” B akışından kaçm ak için başı
mı göğsüne yasladım.
218
“Evet, eğer eşyalarımı burada bırakmamı istemezsen
toplayabilirim.”
g e ri

Çenemi parmaklarının arasına alıp kafamı geriye yasla­


dı dudaklarını dudaklarıma değdirdi, ben aşağıda ayaklan­
dı kıvırıyordum.
“Eşyalarının burada olm asını seviyorum. Bırak.”
“Peki.” Utangaç bir ifadeyle gülümsedim. “Haydi, gidip
kahve alalım.”

“Hazır m ısın?” Bol, siyah basketbol şortu ve atlet giymiş


Luke’a gülüm sedim . Harika görünüyordu.
“Her zam an olduğu gibi.” Kaygılı görünüyordu ve be­
nim kalbim eridi.
“İyi olacaksın. Sadece dediğimi hatırla, kendi yoga halı­
nın üzerine yerine geç ve rahat olduğu üzere esneyebildiğin
kadar esne. K endini incitm eni istemiyorum.”
“Kendimi incitm eyeceğim .”
“Tamam.” B u işin çantada keklik olduğunu düşündüğü­
nü biliyordum. Fiziksel olarak kusursuz bir durumda oldu­
ğundan hiç şüphem yoktu ama yoga, çoğu insanın sandığın­
dan çok daha fazla fiziksel güç istiyordu.
Stüdyonun kapısını açıp onu içeri aldım. Dışanda yürü­
yen insanlar durup içeriye bakamasın diye pencereler buzlu
camla kaplıydı. B ütün bir duvarı kaplayan ve öğleden son­
raki bale dersi için üzerine bir bar monte edilmiş aynalar
vardı, yoga halıları rulo hâlinde katlanmış ve stüdyonun
köşesine istiflenm işti. M üzik setine doğru yürüdüm ve sa­
kinleştirici bir m üzik seçtim.
“Tamam, haydi halılarım ızı alalım. Müşteriler birazdan
gelmeye başlar.”
“Derslere genellikle kaç kişi katılıyor?” Tanınma kaygı-
s,nı sezebiliyordum.
219
KAÇ BENİMLE

“Yalnızca sekiz ya da on kişi. Bu küçük bir sınıf.”


Başını salladı, yoga halılarımızı yaydık, ben aynanın ya
nına sınıfın en önüne, o da benim karşıma. Müşteriler iÇerj
girip halılarını alıp stüdyonun değişik yerlerine yayılmaya
başladılar. Kimse Luke’a dikkat bile etm iyordu, rahatladı,
ğını görebiliyordum. Güven verici bir ifadeyle ona gülüm,
sedim, bana göz kırptı.
“Tamam millet, haydi başlayalım .” Önüm üzdeki bir saat
sınıfa bir dizi duruş serisi konusunda, hem acemi hem de
tecrübeli müşterilere uysun diye duruşlarım ı çeşitlendire­
rek, öncülük edecektim. Tipik olarak kendim i müziğe ve
yoganın kendi akışına kaptırırdım am a bu defa Luke, o güç­
lü vücuduyla dikkatimi dağıtıyordu. D üşündüğüm den daha
esnekti ve hâlinden memnun görünüyordu. Ve onun şekilli
bedenini hareket edip esnerken görm ek haz vericiydi.
O da, sadece hangi duruşu yapacağım a bakmaktan çok
daha fazla bir ilgiyle beni seyrediyordu. Gözlerim iz buluş­
tuğunda aramızdaki çekim göz ardı edilem eyecek kadar
açıktı ve onun beni tahrik ettiği kadar benim de onu tahrik
ettiğimi biliyordum.
Onunla yalnız kalmak için sabırsızlanıyordum .
Ben baş aşağı köpek pozisyonundayken, sınıfa bakmak
için yüzümü çevirdim ve L uke’un popom a baktığını gör­
düm.
Kıkırdadım.
Nihayet ders bitmişti ve ben öyle baştan çıkmıştım kı
önümü göremiyordum. M üşterilerin hepsi günlerine devam
etmek üzere el sallayarak güle güle dediler ve sonunda Lu*
ke’la yalnız kalmıştık. Kapıya doğru yürüyüp kilidini çevir­
di ve kalbim göğsümden fırlayacakm ış gibi atıyordu
“Bu sabah başka ders var m ı?” diye sordu.
“Hayır, yarın öğleden sonraya kadar yok.”
“Güzel.”
KRISTEN PROBY

“Aklından ne geçiyor?” diye sordum.


“Sanırım,” diye söze başladı, yavaşça bana doğru yürür­
ken, “sen hayanmda gördüğüm en seksi kadınsın.”
Gözleri kısıldı, bana sokulurken suratı ciddileşmişti.
“Ah.” Kafamı toplamaya çalışıyordum. “Yani, bundan
hoşlandığım anlıyorum ?”
“O muhteşem m inik vücudunla böyle hareketler yapa­
bildiğini hiç bilm iyordum .”
“Bunu uzun süredir yapıyorum.”
“Evet, görebiliyorum .” Sonunda, benden bir adım kadar
geride duruyordu, uzanıp elimle yüzünü okşadım.
“Burada olduğuna çok sevindim. Seni hareketleri yapar­
ken izlemek büyük zevkti.”
Gülümseyerek beni ödüllendirdi, eliyle elimi kavrayıp
gözlerini birkaç dakikalığına kapayarak dokunuşuma yas­
landı. Masmavi gözleri, açtığında artık alevler içindeydi.
Tanrım, bana bu şekilde bakmasına bayılıyordum.
Beni aynaya dayayıp yüzümü ellerinin arasına aldı, tüm
hayatı buna bağlıym ış gibi öpüyordu beni. Poposunu avuç-
layıp, geçen bir saatin tüm o heyecanını akıtarak kendimi
öpücüğüne bıraktım .
“Seni istiyorum ,” diye mırıldandı dudaklarımın içindey­
ken.
“Seni bir saattir istiyorum . Ders boyunca konuşabildiği­
me bile şaşırdım .” Gülüm sedi dudaklarımın üzerindeyken.
“Şunları çıkaralım , olur mu?” Atletimi ve sporcu süt-
yenimi kafam dan geçirerek çıkarıp yere fırlattı, ardından
hızlıca taytım ve iç çam aşırım ı da. İyiliğine onu siyah spor
kıyafetlerinden kurtararak karşılık verdim ve beni, yüzüm
aynaya gelecek şekilde döndürdü.
“Ellerini barın üzerine koy, bebeğim.”
M emnuniyetle dediğine uydum. Ellerimi önüme doladı,
göğüslerimi avuçlayıp göğüs uçlarımı parmaklarıyla uya-

221
nrken bir yandan da omzumu öpüyordu. Yansımamızı av
dan seyretmek, elektriği doğrudan kaşıklanm a gönderdi &
Güçlü bronz elleri beyaz göğüslerim i kavramıştı. Dudakl *
n omzumda, gözleri kapalıydı ve yüzündeki bakış vahşi v
şehvetliydi, aman Tanrım.
“Ah!” Göğüslerimi ellerine iterken kafam ı göğsüne doğn,
geriye yasladım.
“Bütün o pozisyonlarda seni izlerken beni deliye döndür,
dün, bebeğim. Kendimi tutmayı nasıl başardım bilmiyorum ”
Derin bir nefes alıp, aynadan ona gülüm sedim .
Bir elini yan tarafımdan aşağı doğru kaydırdı, kalçamın
üzerindeki bel dövmenin izinden giderek vajinam a ulaştı.
“Kahretsin, bebeğim, benim için hazırsın bile.” Dudak­
larıyla boynumu dişliyor, om urgam a titreşim ler yolluyordu.
Birdenbire beni belimden itti, bense, ellerim bann üzerin­
de eğiliyordum, popoma sert bir şaplak attıktan sonra penisi­
ni içime geçirdi.
“Ah, Tanrım!” Bir elini saçlarım a dolam ıştı, diğer eli be­
limde her defasında daha da hızlı, her defasında daha da sert
beni kendine doğru itip çekiyordu, şim şek çakan gözleri ay­
nadan bana bakıyordu.
Kahretsin, harikaydı! Yeniden ona doğru gittiğim de içim­
den akan hızlı ve güçlü orgazm dalgasını hissettim ve o içim­
deyken patladım.
Luke da iki defa daha içim de gidip geldikten sonra titre­
yerek boşaldı.

Biz yoga stüdyosunu terk ederken Ju le s’tan bir mesaj al­


dım.
Yarın akşam bizimkilerde akşam y em eğ i? L uke ’u da gdır-
K aşlarım çatılm ıştı. K onuyu nasıl açacaktım ?
“Soru11 n e? ” B e n i arabaya bindirdi ve direksiyonun başı­
na geçm eden ö n c e e ğ ilip öptü.
n “Yok bir şe y .”
Kaşlarını k ald ırd ı, y erim d e kıpırdandım.
“Anlat b an a, b e b e ğ im .”
“Jules’un ailesi yarın akşam bizi akşam yem eğine davet
etti-”
“Aa? N e d e n ? ” A rabayı çalıştırdı, eve gitmek için park
yerinden a yrıldı.
“D oğu m g ü n ü m iç in ,” d iye fısıldayıp dudağımı ısırdım.
“N e?” G ö z leri b ü y ü m ü ş hâlde bana baktı, sonra tekrar
yola döndü.
“A slında, C u m arte si günü am a yarın akşam doğum günü
yemeği v e rm e k istiy o rlar.” Ellerim i kucağımda birleştir­
miştim, ö n ü m e b ak ıy o rd u m . Ç ok tatsız bir durumdu.
“A ilesiyle y a k ın m ısın ız ? ”
“Evet, a ile m ö ld ü k te n sonra beni çok sahiplendiler.” Bu
konuşması d a h a k o la y b ir konuydu. “Ailesi muhteşemdir.
Jules’un d ö rt a ğ ab e y i var. E n büyüğü Isaac ve karısının he­
nüz bebekleri old u . B en onunla daha tanışm adım .”
“D em ek b ir a ile to plantısı olacak.” Ah, acaba aklından
ne geçiyor? K ız g ın değildi am a m em nun da olmamıştı.
“Evet. B e n im le g e le ce k m isin?”
“Elbette. K u la ğ a eğlenceli geliyor. Ama hafta sonu do­
ğum günün o ld u ğ u n u bana ne zam an söyleyecektin?
Ah.
O m zum u silk e re k pencereden dışarı baktım. “Üzerine
düşünm em iştim , d ü rü st olm ak gerekirse. Doğum günümü
pek ö n em sem em .”
“Belki b en ö n e m sem ek istiyorum .” Sesinde aldatıcı bir
yumuşaklık vardı.
“S inirlenm e,” d iy e fısıldadım . “ ‘Şey, haydi yogaya gide-
bu arada C u m arte si benim doğum günüm ’ demek çok
aPtalca o lu rd u .”
223
KAÇ BENİMLE

“Hayır, çok yararlı olurdu.” Evim in önüne geldik, Ça|j


şabilmem için beni eve bırakacaktı. Ju le s’un elbisesini ve
benim ayakkabılarımı arabanın bagajından aldı, eve g ir^
“Yani, yarın akşam yem eğe gidiyoruz sanırım ?”
“Evet, gidiyoruz.” Bana sım sıkı sarıldı.
“Teşekkür ederim. Bugün çok işin var m ı?” diye sordum
dikkatini dağıtmaya çalışarak.
“Evet, biraz. Senin?”
“İki seansım var, sonra da Ju le s’un elbisesini kuru te­
mizleyiciye götürm em gerek.”
Kaşları iyice çatılm ıştı. “Ju le s’un e lb isesi?”
Kahretsin.
“Evet, bana ödünç verdi.”
“Neden?”
“Çünkü benim hiç resm i kıyafetim y o k ,” dedim omuz
silkerek. “Önem li değil.”
“Kıyafet ödünç alm ak zorunda olm anı istemiyorum.”
Gözlerini kısıp ellerini beline koym uştu.
“Luke, kızlar böyle şeyler yapar. B irb irim izin kıyafetle­
rini ödünç alırız. Ö nem li b ir şey d e ğ il.”
“Doğum günün için yarın seni a lışv erişe götürmek isti­
yorum .”
“Hayır.” K esin bir tavırla b aşım ı iki y a n a sallayıp mut­
fağa doğru yürüdüm .
“N eden hayır?”
“Bana kıyafet alm ak zorunda d eğilsin. Gözüm ü bile
kırpm adan üç yüz dolarlık a y ak k a b ıla r alıyorum , Luke.
Beni giydirm ene ihtiyacım y o k .”
“Bana ihtiyacın olduğunu söy lem ed im . T anrı aşkına ben
senin erkek arkadaşınım . B izim işim iz bu. Seni şımartma­
m a izin ver.”
“ Beni zaten şım artıyorsun.” G e çe n akşam ki akşam ye'
m eğini, kahveyi, çiçekleri h a tırlay ın ca güldüm . “Mümkün
olan her şekilde beni sım artıvorsun ”
KRISTEN PROBY

“Hat, ben çok varlıklıyım . Sana para harcamayı karşıla­


y a b ilir im .”
“Ben de.” K ollarım ı göğsümde birleştirdim.
“He kadar da inatçısın!” Kafasını sallayıp elini saçları-
nln arasından geçirdi, ister istem ez eğlenmiştim.
“Sen sırıtıyor m usun?”
“Öyle de denebilir. Bana sinirlendiğinde çok komik olu­
yorsun.”
Tavana bakarken kahkaha attı. “Tanrım, çok sinir bozu­
cusun.”
“Biliyorum am a seni seviyorum .”
Bakışları yum uşam ıştı, beni kollarının arasına aldı. “Ben
de seni seviyorum .”
Uzanıp önce tatlı dudaklarına, sonra da dudağının kena­
rına bir öpücük kondurdum .
“Ben ciddiyim , bebeğim . Kredi kartım ı al ve JulesTa
alışverişe git. D o ğ u m günün için ikiniz de bendensiniz.”
Tartışmak için ağzım ı açm ıştım ki Jules mutfağa dalı­
verdi. “T am am , seni ikiletm em . Teşekkürler.” Jules ona göz
kırpıp gülüm sedi.
“Hey! İm kanı yok. C iddiyim .”
“Jules, y a rın yem ekten önce bir planın var mı?” Luke
bana bakarak o n u n la konuşuyor, ciddi görünüyordu.
Bu tartışm ayı fe n a kaybedecektim .
“Hayır. Yarın tam am en boşum .” Gülümsedi.
“Harika. R ica etsem kız arkadaşım ı alışverişe götürür
müsün? Ve san ırım spa da bu plana dâhil.”
Spa da m ı? A ğ zım açık kalm ıştı.
“Benim için b ir o n u r ve m utluluktur, enişte.” Jules espri­
sine kahkahalarla güldü, L uke da ona katıldı, benimse ya­
pabildiğim tek şey kafam ı b ir ona, bir diğerine çevirmekti.
“Ben de burad ay ım , m illet!”
“Biliyorum beb eğ im , sadece doğum günün için ufak bir
şey planlıyorum .” Şeytani bir şekilde gülüm seyip gö2 ^
tı, onu tokatlam ak mı, yoksa öpm ek m i istiyordum bifoj
yordum.
“Erkek arkadaşını sevdim , N at.” Jules bana tatlı tatlı gn
lümsedi, yenildiğim in farkındaydım .
“İyi,” diye geveledim .
“Hevesin göz yaşartıcı.” L u k e ’un gözleri neşe içinde pa.
rıldıyordu.
“Spaya gideceğiz, alışverişe değ il.” U zlaşm aya yanaşa.
cağını um uyordum am a ciddiyetinden, tartışm anın bir fay.
dası olm adığını anlayabiliyordum .
“Alışveriş yapacaksınız. N e isterseniz alın. Kartın limiti
yok.”
Kafamı salladım . “B ana inatçı d iyene de b ak .”
O m uz silkti, beni sertçe öptü, d en g em i bozarak birden­
bire kendine çekti.
“Jules, onun p arasını harcam ak istemiyorum.” Sesim sızla­
nır gibi çıkıyordu am a um urum da değildi.
“Tatlım, senin için hoş bir şeyler yapmak istiyor. Senin
doğum günün.”
Seattle’ın m erkezindeki Neim an M arcus’ta 11 dolanıyor­
duk. Hafta içi olduğu için fazla kalabalık değildi. Saçlan
kusursuz yapılm ış satış danışm anı çok ilgili ve hafta ortası
komisyonunu kap m ak için fazla hevesliydi.
“K endimi zen g in koca avcısı gibi hissediyorum.”
Jules, askıdan m avi b ir bluzu çekip sonra hızlıca yerine
koyarken k ahkaha attı. “ Sen zengin koca avcısı değilsin.
İşte, bunu dene.” B ana siyah bir bluz uzattı, bakınmaya de­
vam ettik.
Sabah spaya gitm iştik. İkim iz de yüz masajı, vücut ma­
sajı, pedikür ve m anikür, ağda yaptırmıştık. Mükemmel
hissettirdiğini itira f etm eliydim . “Spa yeterliydi. Cömert,
rahatlatıcı ve kusursuzdu.”
“Nat, şu d urum u kurcalam ayı bırak. Luke inanılmaz de­
recede cöm ert biri ve bugün kendimizi şımartmamızı iste-
di istedi -. T am am , öyle çileden çıkmasının gereksiz ol­
u ğunu ben de kabul ediyorum ama mutlu et şu adamı ve
Ehzel bir şevler al. G eçen akşamki gibi geceler planlam aya
lüks m ağazalar zinciri, (ç.n.)
İV A ^ t tf c lN U V I L C

devam edecekse, bu arada, o neydi öyle, muhtemelen h'


gece kıyafetine ihtiyacın olacak. Üstelik, zaman zaman
film galasına ya da onun gibi bir şeye gitm ek zorunda k ^
bilirsin, ortama uygun görünm elisin.” a
Kahretsin, haklıydı.
Bunu hiç düşünmemiştim. Şimdi prodüktörlüğünü v
tığı filmlerin galalarına gidiyor m uydu? ^
Lanet olsun.
İki saat ve birkaç yüz dolar harcadıktan sonra elimiz ko
lumuz torbalarla ve iki kutuyla dolu m ağazadan aynldık
Jules’un beni buna ikna ettiğine inanam ıyordum . Yinede
onun da kendisi için birkaç şey alabildiğine sevinmiştim
Luke beğenecekti.
Üç yeni gece elbisesi ve onlara uygun iç çamaşırları, bir­
kaç bluz ve kot pantolon, iki çift ayakkabı - Manolo Blah-
niks! - ve yeni bir Gucci çanta alm ıştım .
Korkup yarın hepsini iade edebilirdim .
Jules de yeni bir çift L ouboutin ayakkabı ve çanta almış­
tı. Biz mağazadan çıkarken çok güzel görünüyordu, direk­
siyonun başına geçti. Patronuyla olan buluşm asından beri,
onu ilk defa bu denli m utlu, gülerken, endişesiz ve rahatla­
mış görüyordum.
Spada geçirilen üç ve N eim an ’da bir başkasının parası­
nı harcayarak harcanan iki saat, b ir kadını bu kadar mutlu
edebilir.
Eve dönüp akşamki parti için hazırlanacaktık. Jules’un
ailesini göreceğim ve yeğeni, Sophie ile tanışacağım için
gerçekten heyecanlıydım .
Luke bir saat içinde burada olacaktı.
“Kot pantolonla yeni, güzel kırm ızı bluzunu mu giye'
çeksin?” Jules yeni Louis V uitton çantasını, kahverengi
plastik kabından çıkarıyordu, diğer tüm aldıklarını da pa*
ketlerinden çabucak çıkardı.

228
“Evet, sanırım öyle yapacağım. Bu muhteşem bir çanta.”
Ayakkabıların yanında, çantalar da zaafımdı ve yeni, zarif
0UCCi çantamın karşısında sevinç nidalan atmaktan kendi-
mi alamıyordum.
“Erkek arkadaşını sevdiğimi söylemiş miydim?” Jules
s ır ı tı y o r d u .
“Rüya gibi bir adam, bu bir gerçek.”
“Seni gerçekten seviyor, Nat. Her yerinden okuyabiliyo­
rum bunu. Yalnızca senin mutlu olmanı istiyor.”
Sözleri karşısında kalbim pır pır olmuştu. Haklıydı. Ve
eğer bana küçük şeyler alarak beni şımartmak onu mutlu
ediyorsa, ne diye şikâyet ediyordum?
“Aileni onun hakkında uyardın mı? Çılgın hayranlar gibi
üstüne atlam alarını istem em .”
“Evet, uyardım . Kendi kendilerine çılgına dönmek için
yeterince boş vakitleri oldu. Biliyorsun, sakin davranırlar.
Hem, benim ağabeylerim var. Onun seksiliğiyle ilgilen­
mezler.”
“Doğru söylüyorsun.” Birbirimize gülüp akşama hazır­
lanmak için yukarı çıktık.

“Selam, güzellik.” Luke beni kollannın arasına alıp gü­


rültüyle öptü.
“Selam, yakışıklı.” Ona gülümseyip eve geçmesini işa­
ret ettim.
“Hazır m ısınız hanım lar?” Siyah pantolonu ve pantolo­
nunun dışına bıraktığı beyaz gömleğiyle nefis görünüyordu.
Parmaklarımı yum uşak san saçlarının arasından geçiriyor­
dum.
“Evet.”
“Mutlu görünüyorsun.” Yanağımdan öpüp beni yine sar­
maladı. “Ve kırm ızı bluzunun içinde çok güzelsin.”
229
“Bu yeni.” Yanaklarımın kızardığını hissediyordum
“Öyle mi? Çok beğendim.”
“Teşekkür ederim, her şey için.” G üzel suratını elleri
arasına alarak bir öpücük kondurdum . 111111
“Eğlendiniz m i?”
“Harika vakit geçirdik. Bugün bizi şım arttın. Jules’u d
dâhil ettiğin için teşekkür ederim .” a
“Jules’u seviyorum.”
“A h?” Kaşımı kaldırdım.
“Seni seviyor ve senin en iyi arkadaşın.”
Ah Tanrım, öyle tatlı ki.
“Tanrım, lütfen bütün gece böyle olm ayın.” Jules holde
belirip gözlerini devirdi.
“Sana da m erhaba.” Luke kahkaha attı, alnım dan öpüp
beni bıraktı.
“Bugün için teşekkürler, Luke. Ç ok g üzel vakit geçirdik,
ben de bu olağanüstü çantanın yeni sahibi olm aktan gurur
duyuyorum .” Jules tatlı tatlı gülüm sedi.
“Çok yakışmış. Rica ederim . A rtık gidelim m i?”
Kam era çantam ı alıp arabaya doğru yürü rk en Luke’u ta­
kip ettim. Kam era çantam a b ir bakış a tarken kaşları kalktı.
“Yeni bebeğim le aile yem eğine kam erasız gideceğimi mi
sanıyordun? Ben bir kadınım , L uke.”
Sırıtıp arabanın kapısını benim için açtı.
Jules Ta ayn arabalardaydık, ailesine giderken biz onu
takip ediyorduk. A ilesi, biçilm iş çim enleri, rengarenk çi­
çeklerin bulunduğu sepetlerin asılı o lduğu küçük ön sun­
durm aları ve kaldırım da bisiklet süren kü çü k çocuklar olan,
evlerin çoğunun tek tip olduğu K uzey S e a ttle ’ın yeni bir
bölgesinde yaşıyorlardı. Evleri, geniş b ir arka b a h çe y i
orta büyüklükteydi.
H iç kim se, M ontgom erylerin kendileri bile, bu yıhn ba­
şında ev kredilerini ödeyen isim siz b ağışçının ben olduğu*
m u bilm iyordu.
“Burası g ü z e l b ir m u h it,” diye yorum yaptı Luke, ben de
gülümsedim.
“Öyle. J u le s ’u n a ile sin e uyuyor. Sadece annesi ve babası
yaşıyor, d o la y ıs ıy la e v o n la r için m ükem m el büyüklükte.
Bugün, g ü z el b ir g ü n ge çirec e ğ im iz için mutluyum; arka
bahçede o tu ra b iliriz . B a b ası harik a bir bahçe düzenlemesi
yaptı- B a y ıla c a k s ın .”
Jules’u n e v in in ö n ü n d e y d ik , Ju le s’un annesi, Gail, bizi
karşılam ak iç in k o ş a r a d ım geliyordu.
“Ah, k ız la rım g e ld i! M e rh a b a hayatım .” Beni sarmaladı,
gözlerim in d o ld u ğ u n u h isse d iy o rd u m . Bu kadın benim için
çok özeldi.
Bir a d ım g e ri ç e k ilip b a n a baktı, elleri hâlâ omuzlarımı
tutuyordu. “ Ç o k g ü z e l gö rü n ü y o rsu n , hayatım . Mutlu yıl­
lar.”
“T eşek k ü r e d e rim , G ail. B u e rkek arkadaşım , Luke.”
“B ayan M o n tg o m e ry .” L u k e elini uzattı am a Gail onu da
kucakladı.
“S eninle ta n ış m a k n e k a d ar güzel, Luke. Lütfen bana
Gail de. H o ş g e ld in .”
G ü lü m se m e si y ü z ü n e y ay ılm ıştı, biraz utanarak, “Teşek­
kür ed erim ,” d e d i.
“Selam , a n n e .” Ju le s ann esin e sıkıca sarıldı.
“H erkes g e ld i. H e p im iz arka bahçedeyiz. Baban ızgara­
ya başladı, e v i y a k m a s ın diye dua ediyorum .”
Luke e lim i tu ttu , z ev k le döşenm iş eve doğru salma sa­
lına y ü rü y o rd u k , so n m o d a döşenm iş mutfağı geçip arka
bahçeye çık tık . L u k e ’un şaşkınlığına güldüm.
“Sana s ö y le m iş tim ,” diye m ırıldandım .
Evin a rk ası y e şil alandı, arka taraflarında komşuları
yoktu. A razi d ö rt d ö n ü m d e n azdı. Uzun çitler boyunca sıra­
lanmış güzel ç a lılık la r ve ağaççıklar bahçeyi çevreliyordu.
Lambalarla a y d ın la tılm ış, farklı bahçelere uzanan taş yol-
lar vardı. Kırmızı, sarı, mor, pem be çiçeklerle tam bir
cümbüşü vardı. Bazı bahçelerin yanında, oturup günün
fini çıkarabileceğin banklar vardı.
Gölgelik için kocaman m eyve ağaçları da vardı. Stev
Montgomery, bu bahçe için bitm ek tükenm ek bilmeyen ^
atler harcamıştı, bu belli oluyordu. Sa'
Veranda da oldukça büyük ve üzeri kapalıydı. Uzakta
sol köşede, şu an dum anlar tüten bacasıyla, paslanmak çelik
bir barbekü vardı. Altı kişilik iki yuvarlak m asa duruyordu
ikisi de verandanın ortasındaydı ve sağ tarafta, iki kişilik iki
tane sallanan koltuk bulunuyordu.
“Bütün bir günü burada g eçirebilirim ,” diye mırıldadı
Luke, ben de onayladım.
Masalara baktığımda, tanıdık am a beklenm edik iki ta­
nıdık yüz fark edip kafam ı L uke’a çevirdim aniden. “Ailen
burada!”
Biraz yüzü kızardı ve om uz silkti. “Jules onları davet
edip edemeyeceğini sordu, ben de iyi bir fikir olabileceği­
ni düşündüm. Ailelerim izin birbirini tanım asını istiyorum,
Nat.”
“Vay canına.” Sersem lem iştim . B eni durm adan şaşırtı­
yordu.
“Bir sorun olur m u?”
Bir sorun olur mu? Onu seviyordum . A ilesi de çok sı­
cakkanlı insanlardı ve evet, onların ailem i tanım asını iste­
rim. Jules’un ailesi sahip olduğum tek aile.
“Harika.” Gülümsedi, rahatlam ıştı, elim i öptü.
Luke’a masaya kadar yol gösterip, L ucy ve N eil’e sarıl­
dıktan sonra Jules’un geniş ailesiyle tanıştırdım .
“Seni görmek çok güzel, tatlı kız.” L ucy beni normalde
daha sıkı kucakladı, ben de ona sarıldım .
“Geldiğiniz için teşekkür ederim . İkinizi de gördüğü *11
çok sevindim .”
jules’un babası ızgaranın başından kalkıp bana doğru
yürüdü. “Gel buraya, seni doğum günü kızı!” Beni kucak­
larken kaldırıp olduğum uz yerde bir tur döndürdü.
“Çok zayıfsın. Seni bugün şişmanlatacağım.”
Kahkaha attım ve yum uşacık yanağından öptüm. Kısa
boylu bir adamdı am a oğulları gibi güçlü kasları vardı, kel­
di ama önceden kızı gibi sarışındı. Tanıdığım en kibar in­
sanlardan biriydi. “ Sabırsızlanıyorum . Çok acıktım.”
“Güzel. Sevgilin bu m u?” Luke’a dönüp elini uzattı.
“Evet, L uke.”
“Havalı bir film yıldızısın demek?” Ah, Tanrım. Luke’a
zor zamanlar yaşatacaktı. Herkes konuşmayı bırakıp onun
yerine, kulak kesildiğinden verandaya bir sessizlik çökmüş­
tü.
Yüzüm kırm ızıya döndü, araya girmeye teşebbüs ettim
ama Luke elini dirseğim e koyup bana gülümsedi ve Ste-
ven’la sıkıca tokalaştı.
“Hayır, efendim , havalı ya da yıldız değilim. Beni ve ai­
lemi bugün davet ettiğiniz için teşekkür ederim.”
“Onu üzdüğün için, beni, seni öldürmeye mecbur bıra­
kacak m ısın?” Steven gözlerini kısmış Luke’a bakarken
onun elini bırakm ıyordu, ölm ek istiyordum. Hemen.
Kahretsin.
Luke kahkaha patlattı. “Hayır, efendim. Izgarada size
yardım edebilir m iyim ?”
“Izgaradan anlar m ısın?” Steven gülümsedi, ben derin
bir nefes aldım.
“Evet.”
“O zam an neden daha önce söylemedin? Kırmızı et ve
^vuk pişiriyoruz.” Ve Steven, Luke’un omzuna vurup onu
barbeküye doğru götürdü.
Jules’un erkek kardeşleri L uke’a kendilerini tanıtmak
JÇin yanlarına gidip ona bira ikram ettiler ve sohbet devam
etti.
233
lsaac’in karısı, Stacy beni sımsıkı kucakladı. “ö 0>
günün kutlu olsun.” Güzel mavi gözleri olan, kırmızı s
ufak tefek bir kadındı. ^ l>
“Teşekkür ederim. M uhteşem görünüyorsun! Bebek
rede?” Sallanan koltukların birinde oturan Ju le s’un kolT
rında kıvrılmış Sophie’yi görene kadar gözlerim veranda
taradı. 1
Stacy ve ben, Jules ’a katıldık, elim i uzatıp, “Bebeği
Bana ver,” dedim.
Jules kahkaha attı. “Daha yeni kucağım a aldım .”
“Umurumda değil. Onu hiç tutm adım . O nu bana ver
Montgomery.”
Jules, küçük Sophie’yi bana bıraktı, erim iştim . Ufacık­
tı, iki haftadan küçüktü. U zun koyu saçları yumuşacıktı ve
minik bir rüzgârda dalgalanıyordu, Stacy sevim li pembe bir
taç takmıştı. Fırfırlı eteği olan küçük p em be b ir elbisesi var­
dı üzerinde ve yalınayaktı.
Elimi yüzünde gezdirip dudaklarım ı alnına kondurdum.
Uyuyordu, etrafında olup biten p artiden habersizdi.
“Ah, Stacy, ona âşık oldum .” K afam ı kaldırıp anneye
gülümsedim, şöyle bir kendini toparladı.
“Çok güzel bir bebek.”
“Çok kıym etli.” Yeniden gözüm ü S o p h ie ’ye diktim,
göğsümde uyusun diye çenem in altına yerleştirdim . Sırtını
okşayarak, sallanıp m ırıldanm aya b aşladım . Yeni doğmuş
bir bebek kucaklam ak gibisi yoktu.
“Çok tatlısın,” diye m ırıldandım S o p h ie ’ye doğru.
Kafamı kaldırdığım da L u k e ’un derin bakışlarıyla karşı­
laştım. Beni izliyordu, görüntüsü in anılm azdı. N e düşünü'
yordu?
Ona gülüm sedim , dudağının k en arıy la karşılık verdi, ba­
kışları yum uşam ıştı.
Sağım a döndüğüm de, L uke’un annesi L u c y ’nin dikka
N R i a ı e -in r ı v v ^ u i

baktŞİarınl da üzerim de yakaladım. Yüzüne minik bir gü­


lümseme yerleşti, bana göz kırptı.
Sophie vızıldanır gibi oldu, kafamı eğip ona baktım.
Emziğini alıp ağzına koydum, parmak uçlarımı yumuşacık
saçlarında gezdirirken o iştahla emmeye başladı.
“Natalie!”
“Efendim?"
Jules gülüyordu. “Kam eranı getirmeni istemiştim.”
“Elbette, getirdim . Yeni modelim kucağımda. Belki ye­
mekten sonra birkaç poz aile fotoğrafı çekilebiliriz.”
“K esinlikle. Şim di, bebeği bana geri ver.”
“Hayır.”
“Çok bencilsin.” Jules sert bir bakış attı, Stacy güldü.
“Evet. Sophie ve ben yürüyüşe çıkacağız.” Ayağa kal­
kıp, gölgeli yeşilliğe doğru taşlı yoldan salına salına yürü­
meye başladım .
“Çiçekler çok hoş, değil mi, Sophie?” Sırtım okşarken,
kulağına çocuk şarkısı fısıldıyordum.
“İyi anlaştınız.” Luke bize katıldı, ona gülümsedim.
“Bebekleri severim . Hiç kardeşim olmadı, ben de Jules
sayesinde tadıyorum bunları,” dedim omuz silkerek, Sop-
hie’nin kafasını öptüm .
Yaklaşıp elinin tersiyle Sophie’nin yanağını okşadı, kal­
bimin sıkıştığını hissettim . Parmakları, onun narin, minik
yüzünde kocam an görünüyordu.
“Çok tatlı,” diye m ırıldadım .
“Sen de çok tatlısın.” Bir tutam saçımı kulağımın arkası­
na sıkıştırıp başparm ağını yanağım a indirdi, ardından elini
yeniden cebine soktu.
Uyuyan bebeğe bakıp, hayatımda ilk defa, bir gün bir
bebeğim olduğunu hayal ettim. Bir eş ve bir bebek, kafam­
da bu resm i canlandırdığım da, kendimden önce yanımdaki
bu adam geldi gözüm ün önüne.

235
K A V D fcN IM L t

A barttım . K es şunu. Bebekten kurtul.


“Hey! Yemek hazır ve ben o bebeği geri istiyorum!»
les taşlı yolun kenarında durmuş bize bağırıyordu, LulJİ
gülüm sedim . a
“Bebeği geri alabilmek için bilek güreşi yapmak zorun
da kalacağım.”
Luke kahkahayla güldü, taşlı yoldan verandaya doğm
yürüdük.

Hayatımdaki en güzel akşam yem eğiydi. Montgomery,


ler, Luke’un ailesini, varlıklarından k e y if duyarak, ardı ar­
kası kesilmeyen m uazzam sohbetlerine katıyorlardı. Neil
ve Lucy rahat ve m utlu görünüyorlardı, Steven ve Gail ile
birlikte gülüyor, çocuklarının gençlik hikâyelerini paylaşı­
yorlardı.
Bütün erkek kardeşler; Isaac, W ill, C aleb ve Matt, ünlü
bir oyuncu olmakla ilgili acım asızca L u k e ’a takılıyorlar,
ona güzel kadın oyuncularla ilgili sorular soruyorlardı, Will
şu anda Seahaw ks’ta 12 oynadığı ve erkek oldukları için bol­
ca futbol sohbeti de yapm ışlardı.
Erkekler ve futbol arasında nasıl b ir ilişki vardı böyle?
Luke, onu gördüğüm den çok daha fazla gülüyordu ve
onu ailemle birlikte seyrederken ona daha çok âşık olu­
yordum. Bana çok ilgiliydi, içkim i tazeliyor, elim i tutuyor,
gece boyu gözünü üzerim den ayırm ıyordu. B ir başkası olsa
böyle bir ilgiden sıkılabilirdim am a o bana sevildiğimi his­
settiriyordu.
Çünkü beni seviyordu.
Sophie bebek, neredeyse bütün geceyi, hâlâ olduğu gihh
12 Seattle Seahawks ABD ’nin Seattle, W ashington eyaletinde bulun»11
Amerikan futbolu takımı, (ç.n.)
KRISTEN PROBY

LuCy ’nin kollarının arasında sessizce yatarak geçirmişti.


Lücy onunla oynuyordu.
“Torunlar en güzeli değil mi sizce de?” Lucy, Gail’e gü­
lümsedi, ardından Luke’a baktı, Luke sandalyesinde kıpır­
dandı.
Kendimi ona yüksek sesle gülmekten alıkoyamadım.
“Beni komik mi buluyorsun, bebeğim?” Luke gözlerini
kısmış bana bakıyordu ama gözlerindeki keyfi görebiliyor­
dum.
“Evet, kom iksin.”
“Evet, pasta zam anı!” Jules, evden, üzerinde yirmi altı
mum olan bir çikolatalı kek ile çıktı.
“Bununla evi yakıp kül edeceksin, Jules.”
Jules kıkırdadı ve pastayı önüme koydu.
“Dilek tut,” diye fısıldadı kulağıma Luke.
Tek nefeste bütün mumları söndürdüm.
Gail pastayı kesip servis etti. Kokusu olağanüstüydü. En
leziz pastaları Gail yapardı.
“En sevdiğim pastadan yaptığın için teşekkür ederim,
Gail.” Uzanıp onu öptüm.
“Bir şey değil, hayatım. Seni seviyorum.”
“Ben de seni seviyorum .”
“Tamam, sıra hediyelerde!” Jules yerinden fırladı, ben
kaşlarımı çatm ıştım .
“Hediye yok. Hediye istemediğimi daha kaç defa söyle­
mem gerekecek!”
Herkes bana kahkahalarla güldü.
“Seni dinlem eyeceğiz, çocuk.” Isaac sırıttı, ona dik dik
baktım.
“Senden hoşlanm ıyorum .”
“Beni seviyorsun.”
“Hepiniz benim için zaten çok fazla şey yaptınız zaten.”
Kaygıyla L uke’a baktım . “ Siz bana bir şeyler aldığınızda
banıyorum.”
237
KAÇ BENİMLE

“Hediyesiz bir doğum günü, doğum günü sayılm^»


les güzel kırmızı bir hediye paketi bıraktı önüme
benimkini aç.” Heyecan içinde sandalyesine geçti, m0 ^
hemen düzeldi. ^
Bana en sevdiğim parfüm ü ve gümüş bir bilezik alm
“Ah, teşekkür ederim! Çok beğendim !” lşt| |
“Ödünç alabilir m iyim ?” H epim iz gülüyorduk, ben i
niden rahatlamıştım, ailemle eğleniyordum. ^ t

«-1>"■"
Her zamanki gibi, aşırıya kaçm ışlardı. Erkeklerin hepSl

'mm*
birleşerek bana hediye kartı verdiler.

“'■ - ş s j ı i r t u ! -
“Daha fazla alışveriş!” Jules ve ben uyum içinde durumu,
açıklayıp kahkahalara boğulduk. i
Luke, yanımda gülüyor, şakağım dan öpüyordu, bense
utanarak ona gülüyordum.
Lucy ve Neil, bana, B ellevue’deki Microsoft mağazasın­
da kullanılmak üzere çok cöm ert bir hediye kartı verdiler.
“Çok teşekkür ederim .”
“Rica ederiz, tatlım .” Lucy gülüm seyip Sophie’nin tatlı
kafasını öptü.
“Sırada bizim hediyemiz var.” Gail, mor hediye paketi
kaplı bir kutu uzattı.
“Bu parti amacını aştı!”
“Şımarıklık etme bakayım .” Steven sert görünmeye?3
lışarak parmağını sallıyordu ama bunu daha önce de
muştum, kıkırdadım. “Pataklarım seni.” ^^
“Peki efendim.” Kutuyu açtığımda tanıdık bir çif
gördüm, nefesim kesildi, gözlerim yüzlerini arıyordu-
İkisi de şefkatle bana gülümsüyordu. ^
“Bunlar senin.” Kafamı eğip, yeniden muhteşem V ^
ta küpelere bakıp elimi üzerlerinde gezdirdim. Yem
lenmişlerdi ve alacakaranlıkta ışıldıyorlardı. •$
“Bunları kabul etmeni istiyoruz.” G a il’in göze
muştu, tabii benim de.

238
K RISTEN PROBY

“0uıılar annenin küpeleriydi. Jules’a vermelisin.” Sesim


,laniakl'yd1’ titriyordu.
•‘B e n im bir sürü mücevherim var. Bunlar senin olma-
Büyiikanne seni severdi.” Jules saçımı okşadı, hareket
'tsem gözyaşlarına boğulacağımı biliyordum. Bu ailenin
Üana olan sevgisinin altında eziliyordum.
K afam ı salladım, sandalyemi geriye itip masayı dolan-
jırnye Steven v e G ail’e sarıldım sıkıca. Gail gözlerini sildi,
SteVen yüzümü ellerinin arasına alıp gülümsedi.
“Seni seviyorum, güzel kızım .”
“Ben de sizi seviyorum. Teşekkür ederim.”
Yerime geçip L uke’un güzel suratına baktım. Bana gü­
lümseyip parmaklarımı öptü.
“Sırada sonuncusu ve en önem lisi.” Luke kahverengi
ambalajlı bir zarf bıraktı önüme.
“Hayır, tatlım, zaten çok fazla şey yaptın bana.” Kafamı
iki yana sallatıp hediyeyi ona doğru sürükledim.
“Aç haydi,” dedi sinirlenerek ve paketi yeniden önüme
doğru itti.
“Şimdiye kadar açm ıştın!” Will masanın diğer ucundan
bağırdı, ona dik dik baktım . “M eraktan öleceğim!”
Hepimiz gülüştük, ben zarfı açtım. İki pasaport ve bir se-
yahat rehberi çıkardım. Rehbere bakınca yüzümdeki bütün
tan çekildi, soldu, ağzım açık kalmıştı.
Tahiti’ye mi gidiyoruz?!”
M asadan nidalar, ıslıklar ve sevinç çığlıkları yükseliyor-
A Erkek kardeşler alkışlayıp ayağa kalkarak Luke’a teza-
örat ettiler, Luke kahkahalarla gülüyordu.
Evet, yann, bir haftalığına.”
Ama işlerimiz var.”
^ Şimdiki işimi askıya aldım, sen de randevularını yeni-
!n düzenlersin diye umuyorum.” Aşkla parıldayan mavi
2 eriyle bana bakıyordu.
“ Vay canına. Demek Tahiti?”
Güldü, bütün ailem in önünde beni dudağım ın kö
den öptü. ŞCS,n'
“Aile var!” diye bağırdı M atthew.
Öksürüp verandaya göz gezdirdim . “ B ir şeyler s ö y l e ş
istiyorum ,” diye başladım , gözyaşlarım ı silip. “ Bu dünyad
sevdiğim bütün insanlar burada, sizlere sahip olduğum içjn
ne kadar m innettar olduğum u anlatam am . B enim için yap.
tığınız her şey için, çok teşekkür ederim , her ne kadar hari­
kulade olsalar da, yalnızca bu h ediyeler için değil. Benim
hediyem sîzlersiniz. Şu adam ları bile sevdiğim zamanlar
oluyor.” Onlara gülüm sedim , bana göz kırpıp kadehlerini
kaldırarak selam ladılar.
Derin bir nefes aldım . “ Beni ailenizin b ir parçası olarak
kabul ettiğiniz için teşekkür ederim . Sizi ç o k seviyorum.”
L uke’a ve benim için çok değerli olan verandadaki her
bir yüze tek tek baktım .
“ Şimdi, o bebeği bana ver.”
W iM nd/<$U in4>i/^oiütn/

“Onları sevdim .” A rabayla Alki Piajı’na doğru giderken,


Luke ellerini benim kilere kenetlem iş, parmaklarımı öpü­
yordu.
“Onlar da seni sevdi. G eldiğin ve aileni davet ettiğin için
teşekkür ederim . H arika vakit geçirdim .” K eyif dolu gü­
lümsememi saklayam ıyordum .
“Sevindim . G ezim iz için heyecanlı mısın?” Gülümse­
mesi yüzüne yayılm ıştı.
“Bu akşam , hazırlanm ak için yapacak çok şeyim var.
Belki de toparlanabilm ek, birkaç aram a yapmak ve bu gibi
şeyler için bu gece evim de kalm alıyım .”
Luke’un yü zü asıldı. “ Benim toplanm am çok uzun sür­
mez. Seni evine bırakır, toparlanır, sana gelirim.” Yutkunup
bana baktı.
“Sorun n e?” N eden birdenbire endişeli görünmeye baş­
ladı?
“Bana bak ıcılık etm eni istem iyorum .”
“Bakıcılık etmek mi?
“Evet, g elm ek istem ediğini düşünüyorum .”
Bu çaresizlik de nereden çıkmıştı şimdi? “Kesinlikle gel­
mek istiyorum .”
“G üzel.” Y eniden gülüm sedi.
Benim hazırlanmam da çok uzun sürmedi. Tahiti’de bir
hafta için, birkaç bikini, etekler, bir iki üst baş ve p a rn ^
arası terlikler aldım. Yemeğe gidersek diye hoş bir kols^
elbise, bir çift topuklu ayakkabı, birkaç şort ve kolsuz üstler
de koydum.
Kişisel bakım eşyalarımı çantam a, sabah dokuzdaki
uçuştan önce atacaktım.
Luke’un arabasının ön kapıya geldiğini duyduğumda
m utfak tezgâhına oturmuş randevuları yeniden düzenlemek
için gelecek haftanın m üşterilerini aram aya başlamıştım.
“Bebeğim?”
“M utfaktayım!”
“Selam.” Uzanıp dudaklarım a tatlı bir öpücük kondurdu,
iç geçirdim.
“Selam. Birkaç aram a yapacağım , sen rahatına bak.”
“Peki.” M utfakta dolanm aya başladı, buzdolabından bir
şişe su aldı.
Yarım saat sonunda tüm aram alarım ı b itirip randevulan-
mı ertelediğimde, artık resm i olarak izindeydim .
Hayal gibi!
Koltuğumda oturan L u k e’un kucağına kıvrıldığımda,
yüzümde kocam an haz dolu bir gülüm sem e vardı. Bir se­
naryo okuyordu.
“Vay, merhaba m utlu şey.” B urnunu boy n u m a sürtüyor­
du.
“ Selam, takıntılı derecede cöm ert erk ek arkadaş.” Kah­
kaha atıp kollannı nazikçe etrafım a doladı.
“ Seninle bir kum salda uzanm ayı dört gözle bekliyorum,
bebeğim .”
“H ım ... ben de. Ve şnorkelle y ü zm ey i!”
“Şnorkelle yüzer m isin?” B urnunu b o y n u m a sürtmeye
devam ediyordu, kulağım ı ısırdı, g ıdıklanıp kıpırdandım.
“Evet, bir zam anlar yüzerdim . U zun zam an oldu.”
“Ç ok güzel kokuyorsun. B aşka ne y a p m a k istiyorsun.
ir is t e n pr u b y

“Şey, koskoca bir g ü n ...” Parmaklarımla saçlarının ara­


sına sızıp bu yakışıklı şeye bakabilmek için biraz geri çe­
kildim.
“Evet?”
“Seninle çırılçıplak yatakta kalmayı istiyorum.”
“Tüm tatil b oyu n ca en sevdiğim gün bu olacak.” Elleri
bir aşağı bir yukarı kibarca sırtımı okşuyordu.
“Benim de. D en izin üzerine yerleştirilmiş şu bungalov­
lardan birinde m i kalacağız?
“Evet.”
“Harika. Ç ıplak yü zeb iliriz.”
Keyifle kahkaha attı. “Teşhircilik m i yapacaksın?”
“Hayır, g e c e y ü z e c e ğ iz .” Başım ı omzuna yaslayıp derin
bir nefes aldım , aniden yorgunluk çökmüştü ama tamamen
rahattım. “F o to ğ ra f m akinem i de getirebilir m iyim?”
“G etirebilirsin sanırım .”
“Eğer seni rahatsız edecekse getirm em .” Bu akşam ye­
mekten sonra m inik Sophie ve ailenin geri kalanını fotoğ­
raflarken, onu çekm em eye özen göstermiştim.
“Sana tam am en güveniyorum . Fotoğraflarımı çekebilir­
sin.”
Kucağında doğruldum , ağzım açık, gözlerim kocaman­
dı. “G erçekten m i?”
“Ee, tatilim izden fotoğraflar isteyeceğiz, öyle değil mi?
Natalie, yaşadığım ız onca şeyden sonra fotoğraf çekmen
konusunda sana nasıl güvenm em ? Beraber hatıralarımız
olmalı.”
G ülüm sem em in yüzüm e yayıldığını hissediyordum ve
Çok... m utluydum . “Fotoğrafını çekmek için ölüyorum ve
sen bana sinirlenm eden ö n c e ...”
“Sana sinirlenm eyeceğim ,” dedi bir kahkahayla.
“Fotoğraflarını çekm ek istiyorum, çünkü bu benim işim
ve sen öyle yakışıklısın ki, Luke. Yakalamak istediğim öyle
çok kare oldu ki. Senin iznin olm adan hiçbir fotoğraf
paylaşmam ama fotoğrafın olsun istiyorum . Bizim fot ^
raflarımız olsun istiyorum.”
“Ben de fotoğraflarımız olsun istiyorum .”
Ona sıkıca sarılıp başımı yeniden om zuna yasladım.
“Uykun mu geldi?” diye m ırıldandı, aynı anda parmak,
larıyla saçlarımı okşarken.
“Biraz.” Başımı yukarı kaldırıp güzel gözlerine baktım
“Teşekkür ederim.”
“Bebeğim, sana söylem iştim , seni şım artm aktan keyif
alıyorum.”
“Hayır, o değil.” Kafam ı sallayıp yere baktım . “Aslında
evet, onun için de teşekkür ederim . B e n .. . ”
“Ne?” Yüzüme bakabilm ek için çenem den tutup başımı
kaldırdı.
“Ben seni seviyorum .”
Gözleri titredi, derin bir nefes aldı. “ Seni seviyorum, be­
beğim.”
“Haydi, yatağa gidelim .”
“Büyük zevkle.” Hiç zorlanm adan beni kaldırdı, kolları­
nın arasında yukarı taşıdı.

“Uzun bir uçuş olacak.” Sesim gü çlü y d ü am a kamıma


yum ruk yemiş gibiydim . Luke bizi h a v aalan ın a götürmesi
için bir şoför tutm uştu, arka koltukta oturuyorduk. Güçlü
koluna yapışmış, dudağım ı ısırıyordum endişeyle.
“İyi olacağız.” Beni kucağına doğru çekti, boynum a so­
kuldu. Dikkat dağıtm a tekniğini an lam ıştım am a hiçbir ışe
yaram am ıştı.
“Los A ngeles’ta konaklayacak m ıy ız?” diye sordum.
“Hayır.”
“Ah.” Suratım asılm ıştı, dudakları kulağımın altındaki
duyarlı kısım larda gezinirken nefesim i tuttum. “Tahin’ye
d irekt uçuş olduğunu bilm iyordum .”
“Olup olm adığın ı ben de bilmiyorum. Bir arkadaşım
bize jetini ödünç v e r d i”
“Vay.” Tanrım.
“Nat, ailen öldüğünden beri hiç uçağa bindin mi?” Çe­
nemden tutarak kaldırıp gözlerim in içine baktı, benim için
endişeli v e gergin görünüyordu. Elim i yanağına koydum.
“Hayır.”
“Bebeğim, senin için sorun olacak mı?” Başını çevirip
avuç içimi öptü.
“İyi olacağım . Yara bandını söküp almak gibi; yapmak
zorundayım.”
“Eğer seni daha iyi hissettirecekse, uçuşun çoğunda seni
oyalayabilecek b ir şeyler planlanm . Korkacak zamanın kal­
maz.” Y üzünde yarm az bir gülüm sem e belirdi, kıkırdadım.
“Tabii, ta b ii...”
Biraz sonra S eaT oc’a 13 vardık. Şoför arabayı, büyük özel
jetin yanındaki asfalta çekti. Bu babam ın uçtuğu diğer tüm
uçaklardan da büyüktü.
Şoför k apım ızı açıp, bagaj lanm ızı güzel uçağa yerleştir­
meye başladı. L uke pilot, yardım cı pilot ve sevimli hostesle
konuşuyordu am a kulaklarım ama ne konuştuklarını duyup
ilgilenemeyecek aşırı gerginlikten uğulduyordu.
Uçağın içi çok güzeldi. On iki yolcu koltuğu vardı. Kol­
tuklar geniş ve lüks siyah deridendi. Luke beni yan yana iki
koltuğa doğru yönlendirdi, oturduk.
“Nasılsın?”
“Nasıl görünüyorum ?” diye fısıldadım.
“Solgun ve donuk bakışlı.”
‘Korkmuş görünüyorum yani.”

Seattle-Tacoma U luslararası Havaalanı, (ç.n.)

245
“ Bu doğru.“
Luke em niyet kemerim i benim yerim e taktı - Tanrımı
ve bir kolunu bana doladı. “Seni tuttum , bebeğim .”
“ Biliyorum. Biraz sonra iyi o lu ru m .”
Güzel mavi gözleri endişe içindeydi, on u öpmek içjn
kafasını kendim e çektim. İçim i titreten o öpücüğüyle bana
karşılık verdi, parm akları saçlarım ın arasındaydı.
“Bugün çok güzel görünüyorsun.” Yeşil kolsuz bir üst ve
kot pantolonum vardı üzerim de yaln ızca. Siyah tişörtü ve
haki şortuna bakıp gülüm sedim .
“Sen de öyle, yakışıklı.”
Hoparlörden, pilotun kalkm aya h a zır olduğum uzu, yük­
sekliğimizi ve uçuş sürem izi söyleyen sesi duyuldu. Neyse
ki oldukça sakin bir uçuş olacaktı.
M otorun gürültüyle çalışm aya b a şlad ığ ın ı duydum , Lu-
k e ’un eline yapışabilm ek için k o lu n u in d ird im . Saniyeler
içinde pistte hızlandık ve yerden y ü k se ld ik .
Bayılacağım ı sandım.
“Nefes al bebeğim .”
Derin bir nefes alıp verdim .
“Yeniden. B enim le kal, beb eğ im , sa d e c e n e fes al.”
Tanrım, o an onu seviyordum . Sesi b e n i rahatlatıyordu
ve uçak yükselip düzeldikçe, sa k in le şm e y e başlam ıştım .
‘İy iy im ,” diye fısıldadım .
“ Size bir şeyler getireyim m i? ” U z u n b o y lu , uzun ba­
caklı hostes yanım ızda duruyordu. N e k a d a r çekici oldu­
ğunu daha önce fark etm em iştim . “ E ğ e r iste rse n iz kahvaltı
getirebilirim .”
K ararlı bir tavırla kafam ı salladım . “ Y a ln ız ca su, lütfen.
“ İkim iz için de su, lütfen.”
Soğuk sularım ızı içtik, L u k e ’u n g ö z le ri h â lâ üzerimdey*
di, b iraz kızardım .
“Ee, bu uçak kim in?” diye sordum.
“Spielberg’ün.” B ana gülümsedi.
Aman Tanrım.
“Steven olan mı?” diye sordum.
“Ta kendisi. Şim di askıya aldığım ve prodüktörlüğüne
yardım ettiğim film i yönetti. Bir süredir beraber çalışıyo­
ruz. Ondan rica ettim ,” dedi om uz silkerek.
“Ben senin hiç dengin değilim ,” dedim kafamı sallayarak.
“O da ne d em ek şim d i?” K afam aniden ani çıkışına dön­
dü, bana attığı b a k ış karşısında ağzım açık kalmıştı.
“Özür d ile r im ...” S om urtup bakışlarım ı uçağın içine
doğru kaydırdım . B u zenginliğin ötesinde bir şeydi. Zen­
ginlik nedir b iliy o rd u m . B u F orbes dergisinin, “bir üçüncü
dünya ülkesini satın alab ilirim ” 100 listesine gidiyordu.
“Bu benim d eğil. Ö dünç aldım . H oşuna gideceğini dü­
şünmüştüm.”
“H oşum a gitti. H er şey harika. Sen harikasın. Yalnızca
bazen b unların a ltın d a eziliy o ru m , L uke.”
“Evet, d e m e k ki b u b u laşıcı b ir şey, çünkü sen de beni ta­
mamen tah rik e d iy o rs u n .” K endim i kırılgan, korkm uş, he­
yecanlı ve âşık h isse d iy o rd u m , kollarının arasında olm aya
ihtiyacım vardı. B e n de k em erim i çözüp bir bacağım ı üze­
rine atarak k u c a ğ ın a çıktım . K aşları şaşkınlık içinde kalktı,
yuvarlak k a lç am ı e lle rin in arasın a aldı. Bu pozisyondayken
hile göz h iza sın d a o lab ilec eğ im kad ar uzun olm asına bayı­
lıyordum. K u su rsu z y ü z ü n ü ellerim le tutarak eğilip, h aya­
tım bu öpücüğe b a ğ lıy m ışç a sın a onu öptüm .
Ellerinin sırtım da aşağı yukarı oynadığını hissediyor­
dum, bir yandan ona sürtünüyordum.
“Kahretsin, bebeğim , beni deli ediyorsun.”
“H ım ...” D u d a ğ ın ın kenarını hafifçe ısırıp g ö zlerin e
haktim. “ Seni istiy o ru m . B ana n erede olduğ u m u zu u n u t­
tur.”
K A Ç bfcNIM Lfc

Öpücüğün kontrolünü ele geçirdi, ellerini saçlarıma a


lamıştı, yüzümü yüzüne bastırıyor, beni sanki günlerdir 1°
memiş gibi öpüyordu. P'
Sanki daha bu sabah sevişm em işiz gibi.
Aramızdan kemerine uzanıp, çözdü, beni kolaylıkla kal
dırdı, elleri popoma sımsıkı yerleşmişti. Bacaklarımı inCg
beline, kollarımı omuzlarına yerleştirip, ellerimi saçlanna
doladım.
“Nereye gidiyoruz?” diye m ırıldandım .
“Yatak odasına.” Yatak odası? U çakta?
“Oturduğumuz koltuğun nesi vardı?” E ğilip kulak me­
mesini ısırdım.
“Hostese bir seks gösterisi izletm eyeceğim .”
“Ah.” Unutmuştum. İşte, bana yaptığı buydu. Unutturu­
yordu. Ve bu çok seksiydi!
Beni uçağın arkasına taşıyıp, iki k işilik bir yatağın bu­
lunduğu küçük odaya çıkan bir kapıdan geçirdi. Kahveren­
gi ve yeşil tonlarında güzel, d avetkâr nevresim leri ve yas­
tıkları vardı.
“Uçakta seks!” K ollarını arasında doğrulup yüzünü
avuçlarımın arasına aldım . “U çakta hiç seks yapmamıştım.”
Kocaman bir gülüm sem eyle yan ağ ım d an öptü. “Ben f
de.” [
Parm aklarım hafifçe, o yum uşak sarı saçlarının arasın- |
dan süzülüyordu, gökyüzü m avisi gö zlerin in içine bakıyor, j
bu yakışıklı adam ı hak edecek ne yap tığ ım ı m erak etmek­
ten kendim i alam ıyordum .
“Ö ylesine güzelsin ki.” Y üzüm deki an lık değişimi gö- j
rünce kaşları çatıldı, odanın ortasında, öylece dikildi, ba­
caklarım hâlâ beline sarılm ış h âldeydi ve beni yere bırak­
m am ıştı. i
K afasını iki yana sallayıp k ö p rücük kem iğim e bir öpü­
cük kondurdu. “H içbir özelliğim y o k .”

-MO
“Ah, tatlım .” Ona iyice ve sımsıkı sarıldım. “Senin için
¿e dışın Ç°k 8üzeV ’ diye fısıldadım kulağına.
“Soyun, hem en,” diye homurdandı beni indirirken. B u
kadar hızlı bir şekilde, odanın içine yayılmış, ortalığa saçıl­
mış* birbirine karışm ış kıyafetlerle, ikimizin de çırılçıplak
k a ln ıa k ve birbirim ize dokunmak için hevesli hâle gelme­
m iz beni güldürmüştü.
Son parça kıyafet de yere düştüğünde, Luke beni aldı,
bir kucaklam ayla beni kendine çekti ama yatağa ya­
t u tk u lu
tır m a k yerine, güçlü gövdesini ve kalçalarını üzerime yas­
layarak, beni duvara sıkıştırdı, dimdik sertliği kamımdaydı.
Ellerini kollarım dan aşağı kaydırdı, parmaklarını par­
maklarıma kenetleyip, beni yerime çivileyerek, ellerimi
başımın üzerine kaldırdı. Olağanüstü dudaklan boynumda
aşağı yukarı geziniyordu. İki bileğimi de tek eliyle tutarken,
açıkta kalan elini kolum dan aşağı süzüp, parmaklarıyla gö­
ğüs uçlarım la oynam ak için göğüslerime indirdi.
“K ahretsin, L uke.”
“Tanrım, çok güzelsin. Göğüslerini avuçlarımda hisset­
meye bayılıyorum .”
Ellerim hâlâ başım ın üzerinde asılıyken, ihtiyaç içinde,
vücudumu duvardan yay gibi ayırdım.
“Şşt, bebeğim .” Elleri acele etmeden sakin sakin leğen
kemiklerime, oradan da kalçalarım a doğru yolculuğa başla­
dı, popomu önce nazikçe okşadı, ardından tokatladı. Sertçe.
“Ah!” B oynum un karşısında gülümsediğini hissedebi­
liyordum, dudaklarım ı ısırdım. Popomu tokatlaması beni
nasıl bu kadar baştan çıkarabilirdi ki? İnanılmayacak kadar
seksiydi.
“Bir daha,” diye fısıldadım .
“Ah, bebeğim ,” dedi çenemi ve dudağımın köşesini
öPüp, yanağım ı ısırırken. “Sert mi istiyorsun?”
“Sadece seninleyken.” Ve bu gerçekti. Onun dokunduğu

249
gibi, bana yaln ızca o d o k u n a b ilird i v e te n im e ya!nızCa
böyle şarkı söyletebilirdi. B u in san ı s a rh o ş e d iy o rd u . °’
“ Bu d o ğ ru .” B eni y e n id e n to k a tla d ı v e b a ca ğ ım ı kal
sına kaldırdı am a o, p e n isin i v a jin a m d a h isse d e m e y ec e ğ j^
k ad ar uzun boyluydu.
“K aldır b eni,” diye y a lv a rd ım .
“Oh, kaldıracağım . S abret, g ü z e lim .” M u h te ş e m eli, ar.
kam dan şim di yanan p o p o m a, d e rin im e k a y d ı. B ir parma-
ğıyla içim e süzülüp, h e y ec an d a lg a la rı g ö n d e r e re k daireler
çizm eye başladı.
“Luke! L ü tfen !” B ile k lerim i e lle rin d e n k u rta rm a y a ça.
lışıyordum am a nafileydi. O n a d o k u n m a k istiy o rd u m ! Onu
içim de istiyordum !
“Ne istiyorsun b e b e ğ im !” d iy e m ır ıld a n d ı, parm ağıyla,
olabilecek en nefis şe k ild e s a ld ırırk e n .
“Seni. L ütfen,” diye fısıld a d ım b o y n u n a d o ğ ru .
“A lacaksın. Sabırlı ol, a şk ım . S a n a h e r ş e y i unutturaca­
ğım, hatırladın m ı? ”
“Lanet olası adım ı b ile h a tırla m ıy o ru m şu a n .”
Gülüp, tatlı b ir ö p ü c ü k k o n d u rd u . “ Ş im d i e lle rin i bıraka­
cağım . B aşının ü z erin e k o y .”
“N e?” H içb ir şey a n la m ıy o rd u m .
“ Sadece ellerini b a şın ın ü z e rin e k o y .”
“Sana d o k u n m ak istiy o ru m .” D u d a ğ ım ı b ü k ü p ısırdım.
“ H enüz değil. G ü v e n b a n a .”
E llerim i b ıraktı, b e n e lle rim i b ir a z k a f a m a in d irip , par­
m aklarım ı birb irin e k e n e tle d im , k a f a m ı d u v a r a yasladım .
“G üzel. E llerini k ıp ırd a tm a , b e b e ğ im .”
“T am am ,” diye fısıld a d ım .
Y üzüm ü ve b o y n u m u ö p m e y e d e v a m e tti, k u la k meme
m e m inik ısırık la r a tıy o rd u , a r d ın d a n a ş a ğ ıy a d o ğ ru yöne
di.
N e v a n ac ae ın ı adım o ihi h iliv m rh ım
KRISTEN PROBY

“Kahretsin.” O göğü slerim i öpüp göğüs uçlarım la ağ­


oynarken, on a bakıyordum . N efesim kesiliyor, kanım
z ıy la
bedenimde ışık h ız ıy la akıyordu.
Hayatımda hiç bu kadar tahrik olmamıştım.
“Sakin ol bebeğim . B enim sin.”
Yere diz d ök erk en , sağ bacağım ı om zuna kaldırıp, kolla­
rını etrafıma d o la d ı, kollarının ön k ısm ıyla beni destekliyor,
kocaman e lle r iy le p o p o m u avuçluyordu.
“D ü şe ceğ im .”
“D üşm ene izin verm eyeceğim .” Göbek piercingimi
öptü, ardından d ö v m em in üzerine üç tatlı öpücük kondurdu.
D üşünm eden ellerim d en birini indirip parmaklarımı saç­
larının arasına d ald ırd ım am a k afasın ı sallayıp bana baktı.
“Başının. Ü z e r in e . K oy.”
Ah.
“Sana d o k u n m ak istiy o ru m .”
“Sonra. H a y d i b eb eğ im . K atıl bana.”
“Peki.” E lle rim i b a şım ın üzerinde birleştirdim ; dudakla-
n, tereddüt e tm e k siz in klitorisim i yalayıp emiyordu.
Lanet olsun.
“K ahretsin!” K a lça m ı dudaklarına doğru ittim, vajina­
mın dudaklarını ö p m e k üzere aşağıya doğru harekete geç­
mek için hafifçe g eri çekildi, dilini aşağı yukarı gezdiriyor­
du. Küçük ısırık la r a ttık ta n sonra kokum u içine çekerken
dilini içim e g ö m d ü .
G özlerim i o n d a n alam ıyordum . D udaklarını üzerimde
görmek, tan ık o lu p o lab ilec eğ im en erotik sahneydi.
Elleri p o p o m u ok şu y o rd u . D engem i sağlayan sağ eli, va­
jinama doğru kay d ı. Serçe parm ağını ıslaklığım a batırarak
feride b üküp g e ri ç ek iy o rd u , dudakları enfes işkencesini
sürdürürken, serçe p a rm a ğ ı tam d a ... oradaydı.
Derin m av i g ö z le ri y üzüm e baktı. H azdan kendim den
Seçmiş, b itap d ü şm ü ştü m . Parm ağı içim de ağır ağır gidip
geliyordu, verdiği his tahm in bile edilem ezdi. Kendimi kü
çük bir edepsiz, azgın ve Tanrım, çok seksi h is s e d iy o r ^
Burnunu klitorisime bastırıyordu ve her şey sona erdi
Bütün noktalarım a dokunuyordu - tam m anasıyla dağ^
mıştım, titreyerek, sarsılarak, tekrar tekrar boşalarak. Sanki
hiç bitmeyecek gibiydi.
Serçe parmağını içim den söküp aldı, kasığım ı, göbeği,
mi, oradan göğüslerim i ve en sonra dudaklarım ı öperek yu-
karı çıktı. Beni vücuduyla yeniden duvara sıkıştırdı, çünkü
onsuz yere devrilirdim .
“Lütfen,” diye vızıldandım , kendi sesim i tanıyamıyor-
dum.
“Söyle, bebeğim .”
“Becer beni.” Bulanık bakışları, ben im k ilerle buluştu.
“Biraz önce yaptım ,” diye m ırıldandı dudağım ın için­
deyken, dilini içeri itip çekiyordu. Y eniden ellerim i tutup
başımın üzerine kaldırdı.
“Beni yatakta becer.” Ö ptüm . “ L ü tfe n .”
Beni kendine yapıştırıp, bizi y e r y a ta ğ ın a doğru döndür­
dü. Yorganı sıyırıp beni yatağın ü z erin e b ıraktı.
“Yüzüstü yat, bebeğim .”
K am ım ın üstünde yere uzandım , b ird en b ire kendini üze­
rime kapadı, sert penisi k a lç a la n m a b a sk ı yapıyor, göğüs
kılları sırtımı gıdıklıyordu. B oynum un tam ortasına bir öpü­
cük kondurup, om urgalarım ı ö p erek a şa ğ ıy a doğru bir yol
izledi, sırtım ın ortasındaki dövm em e ö zel b ir ilgi gösterdi.
“N eden ‘Derinden S ev’ yazıy o r?” d iy e sordu.
“Efendim ?”
“N eden bu yazı?”
Sorusuna cevap verebilm ek için g özlerim i kırpışOT
birkaç beyin hücrem i bir araya to p la m am gerekti.
“Ç ünkü bu her daim istediğim b ir şey, derinden sevme
ve sevilm ek.”
Burnunu d ö v m em e sürttü. “Seviliyorsun, Nat.”
“Biliyor11111”
Aşağı doğru y olu n a devam ederken gülüşünü hissettim ,
popomun iki yanağına birer öpücük kondurduktan sonra
sağ kalçamda, pop om u n hem en altında duran dövm em in
üzerinden dudaklarıyla geçti.
“Peki ya bu? ‘M utluluk B ir Yolculuktur’ ne demek?”
“Çünkü b en im için y en id en m utlu olm ak, çıkması uzun
bir yolculuk.”
“Ah, bebeğim .” B acaklarım ı, bacaklarıyla ayırıp, par­
mağıyla anüsüm den klitorisim e kadar gezindi, vücudum
havaya doğru yataktan ayrılıp bir açı oluşturdu.
“Ah, L uke.”
Kalçalarımı ayırıp içim e doğru kaydı, elinden geldiğince
hızlı bir şekilde kendini içim e gömdü.
M uhteşem di. T am am lanm ış, m utlu, seksi ve seviliyor
hissediyordum.
Beni duvara dayadığında ihm al ettiği tarafa da bir şap­
lak atıp, içim de gidip gelm eye başladı, ardı ardına, şiddetle
içime çarparak.
Yum ruğum la çarşafı sıkıyor, penisinin etrafındaki kasla­
rın o tanıdık çekilişini hissederken haykırıyordum , bacak­
larım kasılm ıştı. K alçalarım ı tutup, neredeyse acı içinde,
kendini son b ir defa daha içim e sapladıktan sonra şiddetle
içime fışkırdı.
^llçün4>ü/

Olağanüstü derecede güzel bungalov evim izin tahtadan gü­


vertesinde ayakta dikiliyor, kam eram ı suya doğrultm uş par­
lak renkli balıkların fotoğrafını çekiyordum . B ir düzineye
yakın fotoğraf çektikten sonra kafam ı yu k arı kaldırıp adayı
birkaç kare fotoğrafladım . G ün neredeyse b atm ak üzereydi
ve ben gün batım ında p alm iyelerin fotoğraflarını çekmek
için sabırsızlanıyordum .
“ Selam, bebeğim .” Luke arkadan kolların ı dolayıp bur­
nunu enseme gömdü. “N asılsın?”
“Sanırım yarın her yerim ağ rıy acak am a iyiyim . Şnor­
kelle yüzm enin ne kadar yorucu o ld u ğ u n u unutmuşum.”
G ülüm seyerek yüzüm ü ona döndüm .
Nefesim i kesilm işti.
Ü stsüzdü, kalçalarını seksi b ir şekilde saran, kumaşın al­
tına uzanıp kaybolan adonis kasını g ö ste ren siyah bir şort
giyiyordu yalnızca. B uraya g eld iğ im izd en b e ri biraz güneş-
lenm işti, teni altın san sı olm uştu. O n a ne zam an baksam
dilim dam ağım kuruyordu.
İm kanım varken, objektifim i kald ırıp fotoğrafını çektim-
U tangaç bir tavırla gülüm sedi, b ir kare d a h a çektim .
“Fotoğrafını çekm eye bayılıy o ru m .”
“ Fark ettim . B uraya geldiğim izden b eri, üç gündür en
fazla yaptığın şey o kam erayı b ana d o ğ ru ltm a k tı.”
“Bu doğru d eğ il.” Kahkaha atım, kamerayı ellerim den
aldı, fotoğraf!anan birdenbire ben olmuştum. “Hey! K am e­
ranın yanlış tarafındayım .”
“Her şey karşılıklı, b ebeğim . Bana o tatlı gülüşünden
ver.” Tırabzanlara yaslanıp b elim e sarılmış pareomla kalça-
mı yana atarak n eşe içinde p oz verdim.
“Buraya daha sık g elm eliy iz ,” diye mırıldandı, fotoğraf-
lanmı çek m eye devam ederken.
“Neden?”
“Çünkü seni b ik in iy le etrafta dolaşırken izlem eye bayılı­
yorum. D öv m elerin i görebiliyorum .”
Gülüm seyip arkam ı döndüm , sol kolum u yüzümün ya­
nında kaldırıp, k o lu m u kıvırd ığım aralıktan arkamı dönmüş
ona bakıyordum . “ B u d ö vm em in fotoğrafını çek, böylece
istediğin zam an b ak ab ilirsin .”
“Tanrım, b u işte iyisin.” G özleri m utluluk ve şehvetle
parıldayan gözleriyle fotoğrafım ı çekti, gülümsüyordum.
“Tamam, b e k le .” P areom u ç ıkanp tahta güverteye yere
düşmesi üzere yere bırakarak gözlerinin büyüm esini seyret­
tim. V ücudum u b eğenm esi hoşum a gidiyordu. Önceki gü­
vensizliklerim çoktan silinip gitm işti. Sırtımı yeniden ona
dönüp saçlarım ı o m u zlarım a bıraktım , ellerim yanda tırab­
zanlara tutunuyordu. B u şekilde, sırtım ve üst bacağımdaki
dövmeleri g ö rebildiğini biliyordum .” İşte böyle.”
Deklanşörün sesini duydum , L uke’un nefes alıp verişi
değişmişti.
“Bunlarla işin b itti m i? ” diye sordum.
“Evet,” diye fısıldadı. Y üzüm ü ona dönüp, tırabzanlara
zıplayarak oturdum .
“Dikkat et!”
“İyiyim, aşağı d ü şm em .” D üzgünce oturup sağ ayağım ı
tlrabzanlann üzerine çıkardım . Dövm em açığa çıkm ıştı.”
Çek haydi.”
Ayağıma yakınlaşıp deklanşöre neredeyse on defa ba
“Seni hayal kırıklığına uğratmak istem ezdim ,” diye
rıldandım sıkılgan bir edayla, “ama, son dövm e, bizim kii
çük sırrımız olarak kalacak.”
Geriye çekilip birkaç pozumu daha çekerken gözleri bu
lanmıştı.
“Başka kimse bu dövm eleri görm edi dem ek?” diye sor­
du, kamera hâlâ yüzündeydi.
“Çoğunu.”
“Ne demek istiyorsun?” Kam erayı indirip bana baktı.
Lanet olsun.
“Kasığımdakini yeni yaptırdım , sen ve dövmemi yapan
dışında kimse görmedi. Sırtım daki dövm e, bazı elbise ya da
bluzlardan bazen görülebiliyor am a kim se anlam ını sorma­
mıştı. Aslında senden başka kim se ne anlam a geldiklerini
bilmiyor.”
“Yan tarafındaki ve bacağındaki?” diye sordu.
Omuz silkerek, “Seninle tanıştığım da, bakire değildim,”
dedim.
Kaşları çatıldı, yere bakıyordu, çaresizce moralini dü­
zeltmek istiyordum.
“Hey.” Tırabzanlardan aşağı atlayıp ona doğru yürüdüm,
“Geçmiş geçmişte kaldı. İkim iz için de.”
“Biliyorum .” Yutkunup m avi gözleriyle bana baktı.
“Başka adam ların sana dokunm uş olduğunu düşünmek
beni biraz deli ediyor.”
“Tatlım.” Gülüm seyip parm aklarım la yüzünü okşadım.
“Benim için anlam ı olan tek dokunuş seninki. Varlığından
dahi haberdar olm adığım hisleri tattırdın bana. Öncesi için
kaygılanm a. Benim görebildiğim tek şey sensin. Ayrıca,
diyerek kam eram ı ondan geri alıp lensi kapattım , “sen de,
aşkım , kesinlikle bakir değildin.”
“N ereden biliyorsun. Belki öyleydim ,” diye sırıttı.

256
“Yatakta hem bu kadar iyi olup hem de bakir olmana
imkân yok.”
“Öyle mi? N e kadar iyiym işim ?” G öz kırpıp beni k ol­
a y l a sardı, elleri neredeyse çıplak sırtımda geziniyordu.
“Hım. • Fena d eğilsin .” Eğilip dudağımın kenarına tüy
ibi yumuşacık öpücüğünden yerleştirirken kahkaha attı.
g “Fena değil, ö y le m i?”
“Evet, katlanıyorum. Senin için.”
“Katlanıyor m usun?” Tecrübeli, yumuşak dudakları ya­
n g ı m d a n kulağım a doğru yolculuğuna devam ediyordu.
“Çok zor oluyor am a nasıl oluyorsa dayanacak gücü bu­
luyorum.”
Kıkırdadı, yü zü m ü n azikçe ellerinin arasına alıp, dudak­
larıyla dudaklarımın üzerinden geçiyor, sakince ileri geri
hareket ediyordu; ardından dudaklarımın içine gömüldü,
derinlemesine öpüyordu ama hâlâ sakindi. Sevecendi. Tıp­
kı bütün gün o ld u ğum u z gibi. Kalçalarını tutuyordum, orta
parmaklarımı pantolonunun kem er yerlerine geçirm iştim,
ellerimin yarını kum aşta diğer yarısı ise çıplak tenindeydi.
Tanrım, erkeğim öpüşebiliyordu.
Hâlâ yüzüm ü tutarken geri çekilip gözlerime baktı.
“Vay,” diye m ırıldandım , gözleri keyifle parıldadı.
“Buna da katlanabildin m i?”
“Gerçekten çok güzel öpüşüyorsun.”
“Sen de öyle. Elbise getirdin m i?”
Konuyu değiştirm esine gözüm ü kısarak ona baktım.
“Evet, neden?”
“Akşam yem eği için bir şeyler planladım .”
“Ah. Gün batım ında fotoğraf çekecektim .”
“Yine çekebilirsin. K am erayı yanında getir.”
“Tamam. N e zam an çıkıyoruz.”
‘Yarım saat içinde.”
Nereye gideceğiz?” diye sordum.

257
“Bu bir sürpriz, doğum günü kızı.” Gülümsedi, ba
inağının ucuyla alt dudağımı okşadı. Par'
“ Doğum günüm geçti.”
“Bu senin doğum günü tatilin, d olayısıyla hâlâ bir do&
günü kızı sayılırsın.” Dudağıma ufak bir öpücük kondu ^
kafasını kafama yasladıktan sonra beni içeri yönlendirdi ^
K ulübemiz ki kulübe d em eye bin şahit isterdi, kesinlikle
nefes kesiciydi. Gerçek anlamda suyun üzerinde bir bunga
lovdu. Hiçbir küçük otel kulübesi benim erkeğim e yeterli
olmazdı.
Bungalovumuz kocam andı, iki yatak odası, geniş bir or­
tak alan, iki banyo bulunuyordu. İki banyodan daha büyük
olanında, tahtadan güvertenin üzerinde hem en açıkta duran
okyanus manzaralı iki kişilik bir küvet vardı. Aslında oda­
ların çoğu gizliliği sağlam ak için uçuşan güzel perdelerle
dışarıya açılıyordu. Zem in koyu tahtadandı ama odalann
çoğuna, aşağıdaki balıkları izlem ek için cam bir bölme yer­
leştirilmişti.
M obilyalar lüks, pahalı ve davetkârdı. Üzerinde yumu­
şak beyaz nevresim , pike ve yastık olan yatak oldukça bü­
yüktü. Ortak alan rengarenkti: turuncular, sarılar, kırmızı­
lar. Gerçekten çok güzeldi.
“Buraya daha önce gelm iş m iydin?” diye sordum, elbi­
semi ve topuklu ayakkabılarım ı giyerken.
“Hayır, ilk defa geliyorum . Topuklu ayakkabılara ihtiya­
cın olm ayacak.”
“Ah, tam am. Terlik?”
“Evet.”
“ K um salda bir yere mi gidiyoruz?”
G ülüm seyip göz kırptı. Tamam, söylem eyeceksin .
“ Sen üzerini değiştirecek m isin?” ^
Beyaz kısa kollu bir göm lek giyip düğm elerini açık 1
raktı. “ İşte, değiştirdim .”

2 58
Kahkaha attım, arkama uzanarak bikinimin altını çıkarıp
elime aldım. A ynısını üstüm için de yaptım. Çıplak hâlde
gardıroba doğru yürüyüp tangalarıma uzandım.
“İç çamaşırı yok .” Dönüp şaşkın şaşkın ona baktım.
Gözleri için için yanıyordu.
“A m a...”
“İç çamaşırı. Y ok.”
Tanrım. Ne kadar otoriter. Ve bu hoşuma gitti. Garip.
“Peki.” Siyah k olsu z elbisem i başımdan giyerek üzerim­
de düzeltip ayağım a siyah parmak arası terliklerimi geçir­
dim. Saçlarımı h ızlıca taradıktan sonra sol tarafımda örüp
göğsümün üzerine bıraktım. Kirpiklerime hafifçe bir rimel
sürüp beni izley en L u k e’a döndüm, ifadesi anlaşılmıyordu.
“Hazırım.”
Kafasını toplam aya çalışırm ış gibi kafasını sallayıp, iç­
tenlikle bana gü lü m sed i. “Haydi, gidelim .”

“Ee, şim diye kadar tatilim izin en sevdiğin kısmı hangisi


oldu?” diye sordum L uke’a, bifteğimden bir ısırık alırken.
Suyun üzerinde kişiye özel, ufak bir adada akşam yemeğiy­
le sürpriz yapm ıştı. K aldığım ız otel bizi, bembeyaz kumlu
mükemmel berraklıkta sığ denizin içinde, üzerine yemekle­
rin ve içkilerim izin çoktan yerleştirilmiş olduğu küçük bir
masanın ve sandalyelerin olduğu yere botla götürmüştü.
Romantizm sıralam asında, üzüm bağındaki geceyle ne­
redeyse eşitti.
“Bugün şnorkelle yüzm ek eğlenceliydi,” dedi omuz sil­
kerek, şarabından bir yudum alırken. “En sevdiğim kısım
burada seninle olm ak.”
Başımı sallayıp gülüm sedim . “Büyüleyici.”
Kahkaha atıp yem eğine devam etti. “Peki ya senin? En
sevdiğin kısım ?”

259
“Ben de bugün şnorkelle yüzm ek ten çok key if aldı^
Vatozlar inanılm azdı. A m a dün, k asab ay ı keşfederken de
çok eğlenm iştim . H alhal için tek rar çok teşek k ü r ederim »
“Sana çok yakıştı.”
“Yarın ne yapıyoruz?” diye sordum . A yaklarım ı suyun
içinde ileri geri oynatıyordum . A yak p a rm a k la rım ın arasın­
dan süzülüşü çok güzel bir duyguydu.
“Bütün bir günü yatakta g e çirm e k le ilgili bir şeyden
bahsettiğini hatırlıyorum .”
“A h.” Gözlerim büyüm üştü.
“Yarın bir haftalık tatilim izin o rta s ın a geliyoruz, güzel
bir zam an gibi görünüyor.” K aşların ı k a ld ıra ra k gülümsedi.
“Çırılçıplak yüzeriz! B a lıkları k o rk u ta b iliriz .”
“Kom şuları da,” diye sırıttı.
“I-ıh, odam ızın arkası bom boş. Ç o k ta n k o n tro l ettim.”
Şaşkınlıktan donup kalm ış h â ld e b a n a b a k tı, sonra kah­
kahalara boğuldu. Ö zgüven için d e b e n d e o n a güldüm ve
şarabımı yudum ladım .
“Burası çok güzel.” D enize b a k ıp iç geçird im . Güneş
batmaya başlam ıştı ve y e m e k le rim iz i b itirm iş tik . “Birkaç
kare fotoğraf çekebilir m iy im ? ”
“Tabii, bebeğim .” K endine b ir k a d e h d a h a şarap doldu­
rup beni izlem ek için ark asın a y a sla n d ı. K a m e ra m ın askısı­
nı boynum a geçirip - suya d ü şü rm e k iste m iy o rd u m - ayağa
kalktım, sığ suyun içinde z o rlu k la a d ım atıyordum . Ayak
bileklerim in etrafı sıcacıktı, k u m y u m u ş a c ık , ışık ise mü­
kem m eldi.
D enizin, ağaçların ve m in ik a d a n ın y ü z e y akın fotoğ­
rafını çektim . A da, b ir çeşit tro p ik b ir ta k v im d e n çıkmış
gibiydi. D aha sonra objektifim i ra h a tla m ış görünen erkek
arkadaşım a çevirip, o beni g ö rm e d e n b irk a ç kare onu fo*
toğrafladım . D üşünceli b ir ifad e y le k a d e h in e bakıyordu.
K afasını kaldırıp bana, d u d a ğ ın ın k e n a rıy la o seksi gülüm­
I S J K İ İ 1 H İN k k u d i

semesinden verdi, kusursuzluk abidesiydi. Önü açık beyaz


gömlek siyah şort, sarı saçlar ve altın rengi bir ten; iki kişi
için hazırlanmış, vazoya iliştirilmiş tek bir kırmızı gülle,
r o m a n t i k bir m asada salaş bir şekilde oturuyordu.
Manzara müthişti.
Birdenbire ayağa kalkarak, suyun içinden bana doğru
y ü rü y ü p kam eram ı elim den aldı. Kollarını bana dolayıp
beni kendine çekti, kam eranın objektifini bize döndürüp,
ikimizin fotoğrafını çekti.
Geçtiğimiz üç günde, dışarıda olduğumuz zamanlar,
eğer kameram yanım daysa, binlerinden bizim fotoğrafımı­
zı çekmesini rica etm işti.
Evet, bir sürü anı fotoğraflam ıştık ve bu yüzümü güldü­
rüyordu.
Kamera askısını yeniden boynum a geçirip alnımdan
öptü.
“Akşam yem eği için teşekkür ederim. Çok leziz ve ro­
mantikti.”
“Büyük zevkti.”
“Bizi ne zam an alacaklar?” Ellerim le, açık gömleğinin
içinden sırtını okşuyordum .
“Yaklaşık yirm i dakika içinde.”
“Tamam, haydi, adada yürüyüşe çıkalım. Ada küçük, on
dakika falan sürer.”
“Haydi, gidelim .” Parm aklarını parmaklarıma kenetle­
yip, bilek hizasındaki suda yavaşça yürümeye başladık.
Masaya vardığım ızda, bizi bungalovumuza geri götüre­
cek olan bot gelm işti. M inik bota yerleşip koyulaşan deniz­
de ilerlemeye başladık.

Yüzüme vuran güneşle uyandım, üzerimde çıplak vücu-

261
dum u örten hiçbir şey yoktu. L uke’un kafası bacaklarım
arasındaydı. n
“Aman Tanrım!” Hafifçe doğrulup dirseklerime daya
dım, katıksız bir şok içinde, kendini içim e gömmek, klj
torisim i yalam ak, onunla oynam ak için kalçam ı kaldıran
L uke'a baktım.
“Günaydın, bebeğim ,” diye fısıldadı kasıklarım a doğru
en hassas noktam a doğru nefesini veriyordu.
Yeniden yatağa devrilirken söyleyebildiğim tek şey
“Aman Tanrım,” oldu. G ülüm sediğini hissediyordum, iki
parmağını içime daldırıp içeride büküyordu, içimde kıvıl­
cım lar patlıyordu.
Am an Tanrım.
Yenilip, o klitorisimi em m eye devam edip, iki parmağıy.
la içimde gezinirken kaslarım titredi ve şiddetle boşaldım.
Sonunda, kibarca kasığım daki dövm eyi öptü ve vücudum­
dan yukarı doğru, ta ki yanım a uzanıncaya kadar, sihirli
yolculuğuna devam etti ve saçlarım ı yüzüm den çekti.
“G ünaydın,” diye m ırıldandım . “ U yanm ak için hiç de
kötü bir yol değil.”
“Beğendiğine sevindim .” Beni öptüğünde, dudaklann-
dan kendi tadım ı aldım , bu da dürtülerim i yeniden ateşle­
di. Onu şaşırtan bir hareketle om uzlarından bastırarak onu
yatağa itip üzerine çıktım ve sertleşen penisinin üzerinde
gidip gelm eye başladım . Parm aklarım ı onunkilere kenetle­
yerek, ellerim izi kafasının iki yanm a uzattım . Onun oyu­
nunu oynuyordum , parm aklarım ı onunkilere kenetleyerek,
ellerim izi kafasının iki yanına uzatıp onu sıkıştırdım .
“Bana ne yapacaksın?” diye gülüm sedi, gözleri arzuyla
parlıyordu. Üzerinde kalçam ı hareket ettirdim , keskin bir
nefes aldı.
“ Bir bakalım .” Aşağı kıvrılarak hafifçe boynunu ısırıp
ardından dilim le üzerinden geçtim . “ Bu olağanüstü uyan'
dırm a servisinden sonra sanırım seni becereceğim .”
262
IVJK.IS I t f N rl\U D I

“Öyle m i?” Kurtulmaya çalışıyordu ama var gücüm­


le onu tutuyordum. İkim iz de onun kolaylıkla ellerimden
kurtulabileceğini biliyorduk ama oyunuma katılmıştı. “Seni
durdurmayacağım, bebeğim .”
penisinin ucunu vajinamda hissedene kadar aşağıya in­
dim, sonra tam am en içime gömülene kadar onu kendime
sapladım.
“Kahretsin!” diye fısıldadı sıktığı dişlerini arasından.
“Harikasın.”
Onu kışkırtarak, yavaş yavaş ve derine inmeden ileri
geri salınmaya başladım . Aşağı doğru her inişimde bacak­
larımın arasındaki kasları sıkıyor, yukarı çıkarken gevşeti­
yordum. D udaklarım ı kibarca dudaklarına değdiriyor, bur­
numu burnuna sürtüyordum .
Boşalmaya yaklaştığını anladığım an, durup kaslarımı
gevşettim.
“Ah, beni ne kadar kışkırtıyorsun. Seni tokatlamalıyım.”
“Ellerin bende,” diye yanıtlayıp salınmaya devam ettim.
“Evet.” Ben tem pom u yükseltirken gözlerini kapatıp du­
daklarını ısırdı. D uyduğum haz doruktaydı. Üzerinde hızlı
ve şiddetle gidip gelirken ellerini bırakıp oturur pozisyona
geçtim.
“Yatak başlığını tut.” Yöneten olmayı seviyordum, göz­
leri biraz daha büyüdü. Dediğim i yaptı.
Aniden üzerinden kalkıp, onu ellerimin arasında tutarak
ağzımın derinliklerine alıp sertçe emmeye başladım.
“Aman T anrım !” Kafam ı tuttu ama ben ellerini yakala­
yıp ona baktım .
“Yatak. B aşlığını. Tut.”
Gülümseyip dediğim i yaptı, üzerinde kendi tadımı ya­
layarak, sertliğinde ellerim i aşağı yukarı hareket ettirerek
tatlı işkencemi sürdürdüm ve o ağzımın üçüne fışkırdı.
G sakinleşirken ben de vücudunu yukarı doğru, şekil­

263
li kam ında kendim den geçerek, göbek deliğini dişlerim,
uyararak öpm eye başladım . Parm ak uçlarım ı yan taraflar,ne
da gezdirirken kıvranıp kahkaha attı. B oynunu ve çenesin
öpüp son olarak dudaklarına ufak bir öpücük kondurdum
“Her şey karşılıklı.” Dün bana söylediği aynı şeyi 0na
yeniden fısıldadım , inliyordu.
“Tanrım, Nat, beni öldüreceksin.”
“Ah, atın ölüm ü arpadan olsun.”
K ahkaha attı, içtenlikle beni öptü, ardından birdenbire
ayağa kalkıp beni de kendiyle birlikte çekip çıplak omzuna
aldı.
“Şu an popona en güzel yerden b akıyorum , aşkım.” Ha­
fifçe vurdum , o da popom a bir şaplak atarak karşılık verdi.
“N ereye gidiyoruz?”
“Çırılçıplak y ü zm eye!” O m zunda benim le birlikte gü­
verteye koştu -k o ştu !-, bir adım atıp beni suya doğru fırlattı.
G ürültüyle suyun sıcak yüzeyine çarp ıp sıçrayarak yu­
karı çıktım . Fazla derin değildi, y a ln ız ca b ir m etre seksen
santim kadardı, ıslak saçlarım ı y ü z ü m d e n çekerken Lu-
k e ’un balıklam a suya d aldığını g ördüm . M utluluk içinde
bana doğru yüzüyordu, h areket eden sırt kaslarına hayran
olm am ak elde değildi.
“Selam ,” diyerek gülüm sedim , h e m e n önüm de sudan
çıktığında kollarım ı ve bacak larım ı etra fın a doladım .
“ Selam .” G ülüm seyerek ellerini b e lim e koydu, beni ha­
vaya kaldırıp tekrar suya daldırdı.
A h, oyun oynayacağız! H em de çıplak!
Y üzeye çıktığım da çığlık atıy o rd u m , birbirim ize kahka­
h alar içinde su sıçratıyorduk.
Y eniden bana doğru y üzm eye b aşlad ı, h ızlıca kaçmaya
çalıştım am a beni yakaladı ve y e n id e n su y a batırdı.
“ Beni boğm aya m ı çalışıy o rsu n ?”
“ B elki suni teneffüs yapm ak istiy o ru m .”
IV IV IO I I

“Bunun için beni öldürmene gerek yok! Ben banko-


vufli ”14 Kıkırdayarak ona bir daha vurdum, berrak suda
jplak vücudunun görüntüsüne ve suyun gözlerine yansı-
fasına bayılm ıştım .
“Tanrım, şu an harika görünüyorsun,” dedi.
“Ben de senin için aynı şeyi düşünüyordum.” Ona doğru
yüzüp kollarım ı yeniden etrafına doladım.
“Seninle oynam aktan çok k ey if alıyorum,” diyerek bur­
numa bir öpücük kondurdu.
“Ben de. Yatağın içinde ya da dışında.” Haylazca gülüm­
dudaklarını ısırdı.
sedim ,
“Şunu söylem ek zorundayım ki bu sabah benim için bir
ilkti.”
“İyi bir ilk m i, kötü bir ilk m i?” Parmaklarımı ıslak saç­
larını arasından geçiriyordum , çıplak vücutlarımızın sıcak
okyanusta birbirine değm esine bayılmıştım.
“K esinlikle iyi anlam da ama yine de kontrol etmeyi sev­
diğimi itiraf ediyorum .”
“Ama çeşitlilik hayatın tuzu biberi. Nadiren de olsa seni
şaşırtmayı seviyorum .” Çenesini öptüm, kıkırdadı.
“Buna b ir şikâyetim yok, bebeğim .”
“Hım... güzel.”
K alçalarım dan kaldırıp, içime kayarak beni şaşırttı. Beni
tamamlayarak sakince ayakta dikilirken, alnımı alnına da­
yadım.
“Seni seviyorum .”
“Ah bebeğim , ben de seni seviyorum. Haydi, balıklan
korkutalım.”

4 Bahiste tutacağından emin olunan iddia, (ç.n.)


WitnU Çfiöır/ünrü ffiöJünv

Tropikal cennetim izde son g ü nüm üzdü ve ben, Luke’tan


önce kalkabilm ek için bilerek daha da e rken uyanmıştım.
Bu hafta - tam am, bütün ay - benim için çok şey yapmıştı
ve benim de gerçek hayata, evim ize dön m ed en önce, onun
için özel bir şeyler yapm am gerekirdi. T am am , gerçek ha­
yat, o kadar da kötü değildi am a bütün haftayı onunla geçir­
mek neşe kaynağıydı.
Çıplaklar G ünü’m üzden - a k lım d an b undan hep öyle
kalacak - sonra Luke yavru köpek b alık ların ı besleme ge­
zisiyle şaşırttı ki bu tatilden önce o lsa m en ü d e ben vanm
sanabilirdim am a hayatım ın en eğ len celi deneyimlerinden
birine dönüştü. Elim izden yem ek y e m e k için etrafımızda
yüzen bir düzine köpek balığının o rtasın d a bele gelen sıcak
suda ayakta durduğum uzu hiçbir zam an unutmayacağım.
Dün de, ikim izin rom antik spa se a n slarıy la geçti. İki haf­
tada, geçtiğim iz iki yıldan daha fazla sp ay a gitm iştim .
Şikâyetim yoktu.
Am a bugün bizim son günüm üzdü. H â lâ uyuduğundan
em in olm ak için yatak odasına kafam ı u zattık tan sonra gi­
dip denize inen m erdivenlerde b e k le m ey e koyuldum , kano
suda süzülerek kahvaltım ızı getirdi. Y em ekleri ve kahveyi
tepsiye yerleştirip yatak odasına girdim .
H arika kokan yem ekleri, y atağın ucun d ak i komodini*1
KRISTEN PROBY

-zerine bıraktıktan sonra Luke’un üzerine atlayıp dudakla­


r a bir öpücük kondurdum.
“Luke, tatlım , haydi uyan.” O altımda kıpırdanırken du­
daklarım ısırıp boynuna kadar öptüm.
“Günaydın,” diye mırıldadı.
“Günaydın, aşkım . Uyan. Senin için bir şeyim var.”
Elini sırtım da aşağı yukarı gezdirip kaşlarını çattı. “Sen
giyinikken sevişm ek zor, bebeğim .”
O seksi m avi gözlerini açarken güldüm. “Ondan bahset-
nıiyorum.” O yatakta doğrulurken üzerinden kalkıp yatağın
sonuna yürüdüm , çarşa f kucağında toplanmıştı, elini yüzü­
ne doğru kaldırıp saçlarını karıştırdı. Yeni çıkmaya başla­
yan sakalları inanılm ayacak kadar seksiydi.
“Kahvaltı!” Tepsiyi alıp ikim izin arasına yerleştirip ta­
bağın üzerindeki güm üş kapağı kaldırdım. Geniş porsiyon­
lar hâlinde, krepler, pastırm a, yum urta ve meyveler vardı.
Kenarda bir sürahi dolusu kahve ve iki fincan duruyordu.
“Bunları sen m i sipariş ettin?” diye sordu.
“Evet, bir kere olsun ben de seni doyurmak istedim.”
Gülümseyerek yüzüm ü avuçlarının arasına aldı. $
“Teşekkür ederim , bebeğim .”
“Rica ederim . U m arım açsındır.” Ona bir çilek uzattım,
bir ısırık aldı, kalanını ağzım a attım.
“Ölm ek üzereyim ,” dedi, şehvet yüklü gözleriyle.
“Sonra,” diye fısıldadım .
“Hiç eğlenceli değilsin.” Kendine kahve doldururken
dudağını büzdü, kahkaha attım.
“Dün gece öyle söylem iyordun.” Aklıma, verandada du­
ran küvette sevişm e fikri geldi, dudaklarımı ısırdım.
“Hayır, dün gece hiçbir şikâyetim yoktu.”
“Ne zam an ayrılıyoruz buradan?” diye sordum.
“Akşam a k adar buradayız. Neden?”
. “Bugün için özel bir planım ız var mı?” Krep yiyordum
d eyerek. “Tanrım , çok lezzetli.”
“Lanet olsun, seni yerken izlem eyi seviyorum , bebeği^
Hayır, aklımıza ne eserse onu y aparız diye düşünmüştü^
Senin aklında bir şey mi var?”
Omuz silkip krepten bir ısırık daha aldım .
“Neyin var?
“Hiçbir şey, ne istersen onu y a p a b iliriz ,” dedim omu2
silkerek, bakışlarından kaçıyordum , a n id e n utanmıştım
Bugün bir yere gitm ek istem iyordum , y a ln ız ca onunla ol­
mak istiyordum ve bunu ona sö y le rk en n ed en bu kadar
utandım bilmiyorum. Ç ok aptalcaydı.
“Natalie.” Sesi sert çıkm ıştı, g ö z ü n e bakıyordum . “So­
run ne?”
“Sorun yok. D üşünüyordum da, y a ln ız c a ...” Çatalımı
tepsiye bırakıp dudağım ı ısırdım . “ H a v a a la n ın a gidene ka­
dar, yalnızca seninle burada k a lm a k istiy o ru m . B u tropikal
hayalimizin içinde, burada, e lim iz d en g e ld iğ in c e seninle
baş başa olmak istiyorum .” Son b irk aç k e lim e fısıltıyla dö­
külmüştü ağzım dan, tepkisini g ö rm ek için bakışlarım ı ona
çevirdim.
Şefkatle gülüm süyordu. “B u n u sö y le rk e n n eden utanı­
yorsun?”
Yeniden om uz silkip aşağı b a k tım . “ B ilm iy o ru m . Bura­
dan ayrılm adan önce birkaç b ü y ü k m a c e ra y a şa m a k isteye­
bilirsin, diye düşündüm am a b e n y a ln ız c a se n i istiyorum.”
“Bebeğim , bana bak.” H iç ik ile tm e d e n isted iğ in i yaptım
ve o güzel gülüşünü gördüğüm de içim ö y le rahatlam ıştı ki.
“Bu cennette, günü seninle b aş b a şa g e ç irm e k kulağa mü­
kem m el geliyor.”
“Peki,” diyerek ona gü lü m sed im , ra h a tla m ış tım ve kre­
pim i ısırm aya devam ettim .
K ahvaltım ızı bitirdik, L uke d u şta y k e n , o d a servisi bir
kanoyla kirli tabakları ve çarşafları a lm a y a geldi. Aldı?1
şeyleri kanoya yerleştirm ek için b ir k u tu y a k o y a n k o c a m a n
b ir adam benim le gevezelik etti.
I V K lb lt-N T K U B I

“Kocan çok şanslı bir adam,” diyerek gülümsedi, ben de


karşıhlc verdim ama bir şeylerin ters gittiğini sezmiştim.
Ne kadar da uygunsuz bir şey söylemişti. Medeni duru­
mumla ilgili yanlış anlaşılmayı düzeltmeden, sadece, “Te­
şe k k ü r ederim,” dem ekle yetindim.
“Ne zam andır evlisiniz?”
“Hım, çok uzun değil.” Bu konuşma neden beni kor­
kutmaya başlam ıştı? Çok uzun zaman önce içgüdülerime
güvenmeyi öğrenm iştim , bu yüzden odanın diğer yanına
geçtim, artık büyük kanepenin arkasında, banyo kapısının
yanında dikiliyordum .
“Ah, güzel.” K anepeye doğru geldi, kanepenin kolun­
daki turuncu kum aşın üzerindeki pam uklan alıyormuş gibi
yapıyordu. K albim korkuya yenilm iş, hızla çarpıyordu.
Bana yaklaşm aya çalışıyordu, gözleri yağmacı gibi bakı­
yordu. “Seni bu hafta fark ettim. Çok güzelsin.”
“Şu an gitsen iyi olur.” K anepenin diğer ucuna, ondan
uzağa doğru hareketlendim ama o beni takip ediyordu, kal­
bim boğazım da atm aya başladı.
“N e d e n ? ”
“Çünkü seni burada istem iyorum. Kocam bir dakika
içinde çıkm ış olur ve seninle ilgilenmiyorum. Ya defol ya
da seni kovdururum .”
“Bunu yapam azsın, am cam bu otelin sahibi.” Kahkaha
atıp bana doğru daha hızlı adım larla yürümeye başladı.
“Luke!” Ç ığlık attım , ben bağırm adan hemen önce koca
adam arkadan üzerim e atlam ış duvara çarpmıştı. Burnun­
dan soluyan ve yüzü öfkeden buruşm uş Luke adamın bo­
ğazına yapıştı. A dam ın suratına iki yumruk indirdi, burnun­
dan kan fışkırdı, adam kız gibi bağırıyordu.
Daha önce kim senin ona böyle el kaldırmaya cesaret
edemediğine em indim .
“Bu otelde başka bir kadına daha dokunm adığından
emin olacağım , seni piç.” Luke’un sesi soğuk ve saki
gözleri donuktu, bu onun daha önce hiç görm ediğim s i ^
yanıydı. 1
“İyi misin bebeğim ?” Konuşurken bana bakmıy0r(lll
gözlerini adamdan ayırmamıştı.
“İyiyim.” Sesim, hissettiğim den daha güçlü çıkıyor^
buna sevinmiştim.
“Resepsiyonu ara ve polis çağırm alarını söyle. Onlara
olanları anlat.”
Dediğini yaptım, dakikalar içinde m otor içinde yönetim
polis ve bu göt herifin amcası olduğunu tahm in ettiğim bir
adamla beraber bungalovum uza yanaştı.
Polis durumu kontrol altına alıp L u k e ’u serbest bıraktı
yanıma gelip beni kollarının arasına aldı. Çevrem izde olan
bitenden öylesine şok olm uş olm alıydım ki etrafa kocaman
gözlerle bakmaktan başka bir şey yapam ıyordum .
“İyi m isin?” Beni yatıştırm ak için, sırtım ı sıvazlıyordu.
“Evet, iyiyim. Bana dokunm adı, sadece çok korkunçtu
ama sen olm asaydın dokunurdu, biliyorum . Buraya geldi­
ği ilk an niyetini hissettim , ben de, e ğ er b ir şeye kalkışırsa
diye banyoya yakın olm ak için k anepenin arkasına geçtim
ve kalkıştı da.” Ürperdim , Luke beni d aha sıkı kendine çek­
ti.
Amcası, onu tutuklam aları için po lise bağırıyordu, ilk
defa böyle bir şey yapm adığı belli oluyordu. G öt Herif ağlı­
yor, zırlıyordu ama kim senin um urunda değildi.
Olan biteni izlerken, içim deki k o rk u y erini öfkeye bırak­
tı. L uke’un kollarından kurtulup, po lisin kelepçelediği Göt
H e r ife doğru yürüdüm . K orkm uş ve z a y ıf b ir hâlde Önüm­
de ağlıyordu, ne yaptığım ı anlam adan, sağ dizim i kaldırıp
bacaklarının arasına vurdum , dizlerin in üzerine çöktü.
G öğsüm kabarm ıştı, etrafım ızda d e rin b ir sessizlik oldu
“ Ben bir kurban değilim .” Sesim güçlü, k o n tr o l lü ve
ı^Kib l fcN PROBY

yüksek^* çünkü her kelim em i duymasını istiyordum. “Sen


\ç bir bok çuvalından başka bir şey değilsin.”
“Bana ne yaptığını gördün mü? Ondan şikâyetçiyim!”
Ağlak Göt H erif feryat ediyordu ama amcası elini kaldırıp
onu susturdu.
“Ben senin hak etm ediğin bir şey yaptığını görmedim.
Onu bu bungalovdan çıkarın.”
Polis eşliğin d e çıkarıldı, otelin sahibi, ikramlar, indirim­
ler ve daha akla geleb ilecek pek çok şey teklif ederek defa­
larca özür diledi. Em inim , olayı basma taşımadığımız için
dua etmiştir ki y in e de taşım ayacağız.
Luke hiçbir teklifini kabul etmedi.
Arkamı dönüp, gözleri kısık, yüzü katı Luke’a baktım.
Yöneticiye bugün y in e de ayrılacağım ızı söyledi.
“Dava açacağız am a ben de bu konunun basma yansıma­
sını istem iyorum ,” diye m ırıldandı Luke, kalbim duracaktı.
Aman Tanrım . Paparazziler olayı duysaydı, onun için iş­
leri gerçekten de kötüye götürebilirdi. Aniden kendimi çok
suçlu hissettim . İşin geri kalan kısmıyla ilgilenmesi için
Luke’u yalnız bırakıp toplanm ak için odaya geri döndüm.
Ben iç çam aşırı çekm ecesini toplamayı bitirmişken Luke
içeri girdi. D oğruca bana yürüdü, beni kollarıyla sarmıştı,
beni sallıyor, alnım dan öpüyordu. “Gerçekten iyi misin?”
“Özür dilerim .”
“Ne için?” G eriye çekilip kaşlarını çatarak bana baktı.
“Sen yanlış b ir şey yapm adın ki.”
“Eğer paparazziler olayı duyarlarsa, senin için gerçekten
kötü olabilir.”
“Güven bana, duym ayacaklar. Ne otel ne de ben bunu
istiyoruz. A m a önem li olan bu değil, önemli olan sensin,
bebeğim. Seni incitti m i?”
“Hayır, sana söyledim , bana dokunmadı. Ama hayaları­
na tekme atınca çok iyi hissettim .” Gülümsedim, Luke beni
yeniden kendine çekti.
271
“Banyodan çıkıp bağırdığını duyduğum da o kadar kork
tum ki. Sana saldırdığını gördüm, ondan sonrasını gerçek
ten hatırlamıyorum. Sadece sana dokunm adığından er^
olmak istedim .” Başparm ağıyla çen em i okşuyordu, avııCll
nu öptüm.
“Teşekkür ederim.”
“Seni her zaman koruyacağım , bebeğim . Ben bunun içjn
varım. Yapmak istediğim bu.”
“Biliyorum, seni sevm em in nedenlerinden biri de bu
Aklımı nasıl böyle kaybettim bilm iyorum .” Omuz silkip
gülümsedim. “Sanırım, güçlü hissettim , senin yanımda ol­
duğunu ve bana zarar verem eyeceğini biliyordum .” Elle-
rimle saçlarını okşadım. “ Sen iyi m isin ?”
“Sen iyi olduğun sürece, evet, ben de iyiyim. Tanrım,
bu kadar güçlü olmanı seviyorum , bebeğim . O nu dizlerinin
üzerine çöktürm eni izlem ek harika bir m anzaraydı.”
“Beni sinirlendirdiğin zam anlarda bunu hatırlasan iyi
olur.” Vücudum u onunkine bastırıp ona gülüm sedim .
“Öyle mi? Beni alt edebileceğini m i düşünüyorsun?”
Burnunu burnum a sürttü, derin bir nefes aldım .
“M uhtemelen hayır am a etrafta güreşm e kısm ı eğlenceli
olabilir.”
Kahkaha atıp bana sıcak bir gülü cü k attı. Ve şimdi, sıra
diğer hediyesindeydi.
“Evet, böyle terbiyesizce rahatsız e dilm eden önce, duş­
tan çıktığında sana bir hediye v e rec ek tim .”
Kaşlarını kaldırdı. “ B ana hediye m i a ld ın ?”
“Öyle de denebilir.” Siyah, kapalı plaj elbisesi giyiyor­
dum. Önü boydan boya ferm uarlıydı ve üzerim i boynum­
dan dizlerim e kadar örtüyordu.
L uke’un kollarından bir adım geriye çekildim , elbiseyt
kapalı tutarak ağır ağır ferm uarı açm aya başladım . Fermuar
tam am en açıldığında, elbiseyi om u zlarım d an atıp yere düş­
m esine izin verdim .
KRISTEN PROBY

Luke’un n efesi kesildi, gözleri büyüyüp benimkilerle


buluştu, gülüm sem esi tüm suratına yayıldı. Ellerimi çıplak
belime yerleştirip kafamı yana çevirdim. “Kıyafetimi be­
ğendin m i?”
Bana doğru yürüdü, ellerini incimin altında gezdirip beni
o içten öpücüğüne boğdu, dizlerim in bağının çözüldüğünü
hissettim.
“B ebeğim , bu kıyafeti beğendiğim i biliyorsun. Sana,
üzerinde inciden başka bir şey yokken bakmaya bayılıyo­
rum.”
“Bana b ö y le bakm anı seviyorum ,” diye fısıldadım.
Luke’un gözleri büyük bir iştahla bedenimden aşağıya
doğru indi, gö zlerim iz yeniden buluştuğunda beni şehvetle
öptü.
“Bugün seni becerm ek istem iyorum, Natalie,” diye fısıl­
dadı dudaklarım ın içindeyken.
Ah. “İstem iyor m usun?” diye geri fısıldayıp diliyle boy­
numa inerken kafam ı geriye yasladım.
“Hayır.”
“Fısıltılı sesini seviyorum .”
Gülüm sedi. “ B iliyorum .”
“Ne yapm ak istiyorsun?”
“Seninle yavaş yavaş, tatlı tatlı sevişmek istiyorum.”
Parmak uçları bana neredeyse dokunm uyordu bile, sırtım ­
da aşağı yukarı süzülüyor, içime titreşimler gönderiyordu,
dudakları boynum da, parm ak uçlarının yansıması gibiydi.
Verdiği his çığırından çıkıyordu.
“Kulağa harika geliyor.”
Beni kucağına aldı, dudaklarım yumuşak öpücüğüyle
buluşurken, parm aklarım ı saçlarına doladım. Beni kibarca
yatağa indirip bedenim i bedeniyle örttü, bacaklan bacakla-
n nun arasındaydı. Sağ elini kaldırıp, sol kolumdan yukarı
kaydırarak parm aklarını benim kilere kenetledi am a bu defa

2 73
KAC BENİMLE

elini başınım üzerinde tutmak yerine, yalnızca başımın ya


nında bıraktı.
Bunun beni zapt etmekle ya da benim le oynamakla ilgjsj
yoktu. Bu onun, beni ne kadar sevdiğini gösterm e biçimiyjj
ve bu içimi, güç, güven ve sevecenlikle dolduruyordu.
Hafifçe, kibarca, arzuyla beni öpm eyi sürdürürken, sol
elinin parmaklarıyla yüzüm ün yanındaki saçları okşuyor-
du. Ayak tabanlarımı baldırlarına yerleştirm iş, aşağı yukarı
sürtüyor, serbest olan elimin parm ak uçlarıyla, kaslı sırtını
okşuyordum.
Sertliğini kasıklarım da hissediyordum am a o içime gir­
mek için hiçbir hamle yapm ıyordu.
“Çok güzelsin,” diye fısıldadı dudaklarım ın içinde.
“Beni güzel hissettiriyorsun,” diye fısıldadım , inliyordu.
Dudağımın kenarına ufacık öpü cü k ler konduruyordu.
Parmak uçlarımı saçlarına kondurup onu nazikçe okşuyor­
dum.
“Saçlarını seviyorum. Parm aklarım ın arasında harika­
lar.”
“Fark ettim ,” diye fısıldadı, boynum un üzerinde gülüm­
sediğini hissediyordum. “E llerin sürekli o rad a.”
“Sakın kısa kesm e, lütfen.” Fısıltılı sesini duym aya ba­
yılıyordum.
“Tamam.” K ulak m em em i öpüp dişlerin in arasında sı­
kıştırdı. “M uhteşem bir tenin var, öyle pü rü zsü z ve yumu­
şak ki. Ve her zam an m is gibi k o k u y o rsu n .”
Sözleri baştan çıkarıcıydı, eli hâlâ saçım da hareket edi­
yordu, bedenim uğulduyordu.
Kalçalarım vücudunun altında o ynam aya başladı, boğa­
zım a doğru gülüm sem esini hissedebiliyordum . “ Bana ne
yaptığını biliyorsun.”
“ Sen de öyle, bebeğim .” K alçalarını esnetip, penisim *s'
lak vajinam a doğru itti. Penisinin ucu k litorisim in üzerinde
kaydı, derin bir nefes aldım.
KRISTEN PROBY

“Seni istiyorum .”
“Biliyorum . B en de seni istiyorum.” Fısıltıları, yumuşak
iç çekişleri v e n efes alıp verişleri seviyordum. Bu bizim en
sessiz sevişm em izd i, aklımı başımdan almıştı.
Ah, ö y lesin e ağır ağır içim i doldurmaya başladı ki her
defasında biraz daha bir şekilde, girebileceği en derine ka­
dar göm üldü. H em fiziksel hem duygusal olarak beni dol­
duruyordu v e gözyaşları, gözlerim in kenarından aşağıya
yuvarlandı.
Bu hoş, korum acı, nazik, seksi adam beni seviyordu. Ve
ben de onu seviyordum , hem de çok.
“Ağlama, bebeğim .” Fısıltılı sesi duygu yoğunluğuyla
titriyordu, yavaşça içim de gidip gelmeye başladı. Onu daha
derinime alarak bacaklarım ı kalçalarına doğru kaldırdım,
en hassas noktam a çarptığında, kıvılcım ların içinde uçuş­
maya başladığını hissettim .
“Ah, geliyorum , aşkım .”
“Evet,” diye fısıldadı kulağım a, kendimi kaybetmiştim,
orgazm beni tüketm işti am a neredeyse hiç sesimi çıkarama­
mıştım, kendim i sessiz sevişm em ize kaptırmıştım.
Luke sessizleşip kendini son bir defa daha içime bastır­
dıktan sonra adım ı sayıklayarak boşaldı.
Gerçek hayata dönm enin o kadar da kötü olm adığına karar
verdim.
Bir haftalık rom antik Tahiti kaçam ağım ızdan dönmüş,
rahatlatıcı iş rutinim ize, gün boyunca flörtöz mesajlara, be­
raber spor salonuna ya da yogaya gitm eye, geceleri deği­
şimli olarak benim ve onun evi arasında m ekik dokumaya
başlamıştık.
Bu gece benim evim de kalıp Ju le s’la b eraber akşam ye­
meği yiyecektik.
“M akama öyle pişirilm ez! Jules h er zam an olduğu gibi
güzel görünüyordu, o erkek arkadaşım a bakarken ben sın-
tıy ordum.
“Nasıl yaptın peki?” Luke ona gerçekten sinirlenmişti ve
bense, arkama yaslanm ış, elim de bir k adeh şarapla gösteri­
nin keyfini çıkarıyordum.
“Tuzu, su kaynam aya başlam adan önce atm alısın. Bunu
herkes bilir.”
“Ne var biliyor m usun, bildiğin gibi yap. Ben kız arka­
daşım ı öpeceğim .” Jules’u yem eği bitirm esi için yalnız bı­
rakıp beni öpm ek için m utfak tezgâhını dolaştı.
“ Sana kabalık mı ediyor?” diye sordum yüzünü okşar­
ken.
“ Hayır, yem ek pişirm eyi bilm iyor ve dinlem iyor.

->-76
r v j v ı a ı E/iN r R U D i

“Sizi duyabiliyorum , biliyorsunuz.” Jules bize dik dik


baktı, biz kahkaha attık.
Bu ikisiyle vakit geçirm eye bayılıyordum. İkisi de bana
çok şey ifade ediyordu ve bu kadar iyi anlaşmalarına bayı­
yordum .
“Ee, Luke, y en i film in ne zaman gösterime girecek?” Ju­
les makarnayı karıştırıyordu.
“Bu Cum a,” d iye yanıtlayıp şarabından bir yudum aldı.
“Ne?” diyerek şaşırdım. Hiçbir fikrim yoktu! Neden
bana bunları söylem iyordu?
“Hım, Cum a günü gösterim e girecek bir filmim var.”
Şaşkınlıktan dilim tutulmuş hâlde ona bir bakış attım.
Jules bakışlarını bir onun, bir benim üzerime çeviriyordu.
“Ups,” diye m ırıldandı.
“Neden bir şey söylem edin?” Çok incinmiştim.
“Hiç aklım a gelm edi,” dedi kaşlarını çatıp omuz silke­
rek.
“M ilyonların izleyeceği, uzun metrajlı bir filmin göste­
rime girecek ve senin aklına bundan kız arkadaşına bahset­
mek gelm edi m i?” Taburem de dönüp yüzüne baktım.
Bu neydi şim di?
“Yapım aşam asında bulundum o kadar; filmde oynamı­
yorum ya da başka bir şey yapm ıyorum .”
“U m urum da değil, Luke. Bu önemli bir mesele. Galaya
gidecek m isin?”
“Hayır, kesinlikle gitm eyeceğim .” Elini saçına götürüp
kafasını iki yana salladı.
“N eden? G itm elisin. Sen de bir parçasısın.”
“Hayır.” G üçlükle yutkundu. “Artık bir parçası değilim .”
“Her neyse, yine de bana söylemeliydin. Bana işinden
hiç bahsetm iyorsun ama sen benimle ilgili her şeyi biliyor­
sun.” Bu beni huzursuz eden bir şeydi, Jules’un konuyu aç­
ığına m utluydum .

277
“Bir yapım cı ne yapar ki zaten ?” diye sordu Jules, ma
kam anın suyunu süzüp lazanyanın bir katını cam tabağa
döşerken.
“Yapımcısına göre değişir. B irçok farklı rol var. Bazılar,
tüm iş boyunca sette dum p orada işlerin yürüm esini sağlar
Bazıları kamera arkasında çalışır, stü d y o y a para temin eder
ya da oyuncuları ve yönetm eni ayarlar. Y apılacak birçok
şey var ve genellikle farklı işler y ap an ç o k az yapım cı var.”
“Peki, sen tam olarak ne y a p ıy o rsu n ? ” diye sordum ger­
çekten ilgili bir şekilde.
“Ben kam era arkasıyla, film in h a zırla n m a aşamasındaki
işlerle ilgileniyorum , böylece b u ra d an çalışabiliyorum . Za­
man zam an kısa toplantılar için, L os A n g e le s ’a ya da New
York’a gitm ek zorunda kalıy o ru m a m a so n günlerde o da
azaldı. N eredeyse her şey, telefo n y a da e -m a il yoluyla hal-
ledilebiliyor. Ben oyuncularla ve y ö n e tm e n le konuşuyor,
bazen bir projeye para sağlam ak için k o n fe ra n s görüşmele­
ri yapıyorum .” E lleriyle je s tle r y a p a ra k konuşuyordu, öyle
coşkulu ve hevesliydi ki y aptığı işi g e rç e k te n sevdiğini an­
lamıştım. G ülüm seyip y a n ağ ın d an ö p tü m .
“ Seninle gurur duyuyorum .”
“N eden?”
“Çünkü sevdiğin b ir şey y a p ıy o rsu n ve b u işte başanlı-
sın.”
“N ereden biliyorsun?”
“B aşarısız biriyle birlikte o lm a z d ım ,” d iy e yanıtladım
şım arık bir ifadeyle, k ahkaha attı.
“Yani, bu C um a gösterim e g irec ek film için ne kadar
para yatırm ak zorunda kaldın? B ir de k im le r oynuyor?” Ju­
les lazanyayı fırına sürüp d aha d ik k atli dinleyebilm ek iç*n
m utfak tezgâhına yaslandı.
“A dı, R ough Shot, başrolde C h a n n in g T atum oynuyor-
İçinde uçan, patlayan şeyler olan b ir a k siy o n film i, dolay1'
sıyla yüksek bütçeli b ir proje oldu. Yüz milyon dolar ka-
dar-
Jules ve ben birbirim ize daha sonra Luke’a baktık.
“A ffedersin, biraz önce yüz m ilyon dolar mı dedin sen?”
geSim tiz çıkm ıştı. B u rahatsız ediciydi. En az, erkek ar­
kadaşımın y üz m ily o n doların sorum luluğu altında olması
kadar rahatsız.
“Evet,” dedi utangaç bir tavırla gülümseyerek. “Aksiyon
macera film leri, içinde C G I 15 ve bunun gibi, benim çok an­
lamadığım a m a p ahalı olduğunu bildiğim, sinematografik
birçok öğe b arın d ırd ığ ı için yüksek bütçe gerektiriyor.”
Yutkundum . Vay canına.
“Yani, gişesi yük sek olacak bir film .”
“Evet, bu ha fta sonu yüz elli m ilyon getirmesini bekli­
yoruz.” Y eniden o m uz silkti ama gözlerindeki gururu oku­
yabiliyordum.
“Şey, b iraz k işisel bir sorum olacak, tabii, kendi işime
bakmamı sö yleyebilirsin am a m erak ediyorum, çünkü ben
para k azanm ak için çalışıyorum .” Jules’un gözleri merak
içinde p arlıy o rd u ve ben ne soracağını tam olarak biliyor­
dum.
“Tam am , so r bakalım ,” dedi Luke sırıtırken. O da onu
neyin beklediğini biliyordu.
“Y üksek bütçeli film ler için oyuncuların ne kadar kazan­
dıklarını biliyorum am a peki ya yapım cılar?”
“Yani, tüm ödem eler yapıldıktan sonra bu filmden elime
muhtemelen on beş geçecek.”
A ğzından çıkan kelim eleri doğru anlayıp anlamadığım­
dan emin olm ayarak, gözlerim i kısıp dudaklarımı ısırarak
ona baktım. Ju le s’a baktım, ağzı bir açılıp bir kapanıyordu
ama sesi çıkm ıyordu.

15 Computer Generated Imaginary: Bilgisayarda oluşturulmuş görüntü


Ve efektler için kullanılan terim, (ç.n.)

279
Luke ikimize de bakmıyordu. K afasını eğmiş şarabına
bakıyordu.
Sonunda, ilk konuşan Jules oldu. “L ütfen bunun için ^
bir avukatın ve bir muhasebe ekibin olduğunu söyle. Çün>
kü eğer yoksa bu işle ilgilenebilecek birilerini tanıyorum ”
Tamamen ciddiydi.
Luke başıyla onayladı. “Evet, birkaç senedir bir ekibim
var.”
“Güzel,” diye yanıtladı Jules.
Ben ne diyeceğim i bilem iyordum . Varlıklı olduğunu
biliyordum ama bu kadarını tahm in etm em iştim . Nihayet,
Luke bana baktı, “iyi m isin?”
“İyiyim,” diye fısıldadım.
“Biraz solgun görünüyorsun.” E ndişeli gözlerle beni iz­
liyordu.
“İyiyim ben.” Kafam ı sallayarak bakışlarım ı kaçınp
bana yol gösterm esi için Ju les’a baktım .
“N at,” dedi Jules, “sen paraya yabancı değilsin.”
“Hayır, değilim .”
“Ailen sana yirm i m ilyona yakın m iras bıraktı.”
Luke’un yüzü bem beyaz kesildi.
“Biliyorum .”
“O zaman, sorun ne?” diye sordu sessizce.
Suratım asılmıştı. “Tam am sanırım b iraz fazla tepki ver­
dim.” L uke’a baktım , sonunda ona dokunm a ihtiyacıyla
elini elime aldım. “Ö zür dilerim , tatlım . Para benim için
büyütülecek bir m esele değil, biliyorsun. Sanırım , erkeği­
m in aktörlerle ve m ilyon dolarlarla uğraştığını ve Steven
Spielberg’le arkadaş olduğunu duym ak biraz şaşırttı. Ama
şim diye dek bu hayattan uzak yaşadığım ız için unutması
kolay olacak.”
“N at, bu hayattan bilerek uzak kalıyorum .”
“B iliyorum .”
rs.iv.io ı E-1-N r r v w tJ ı

“Bana kızm a,” diye fısıldadı.


“Sana kızm ıyorum .” Gülümsedim, dengemi bulmuştum.
“Hım, bir soru daha sorabilir m iyim ?” Jules sanki sınıf-
taymışız gibi parmak kaldırıyordu.
“Tabii.”
“Channing Tatum’un numarasını alabilir miyim?”
Hepimiz bir anda kahkahalara boğulmuştuk, gerilimin
azalmasına seviniyordum .
“Adam ev li, Jules.”
“Kahretsin.” Suratı asıldı. “Bütün iyiler kapılmış.”
“Luke.” Taburem den aşağıya atlayıp bacaklarının ara­
s ın d a dikildim, ellerim i kollarında gezdiriyordum. “Bu haf­
ta sonu filmini izlem ek istiyorum .”
“Öyle m i?” Tam am en şaşırm ış görünüyordu.
“Evet. İstiyorum . Seni desteklem ek istiyorum. Gala ge­
cesine gidelim .”
“Sana söylem iştim . Pröm iyerlere gitmem. Bunun için
Los A ngeles’a gitm eyeceğim .” Kendinden emin bir edayla
kafasını iki yana sallıyordu.
“Hayır, burayı kastetm iştim . Burada, Seattle’daki gala
gecesine gidelim .”
Jules heyecan içinde yerinde zıpladı. “Ben de gelmek is­
tiyorum! B enim le gelecek birini bulabileceğime eminim.”
“Haydi, böyle bir gece yapalım. Çifte randevu yaparız,
sinemaya gider, belki bir akşam yemeği yeriz. Haydi, bunu
kutlayalım!”
Luke’un yüzüne kocam an bir gülümseme yerleşmişti,
hem de içimi eriten bir gülüm sem e ve onunla tanıştığımdan
heri ilk defa, yaptığı işten gerçek anlamda gururlu ve heye­
canlıydı. “Bunu gerçekten istiyor m usun?”
“K esinlikle.”
“O zam an gidiyoruz demektir. Ama çok göz önünde ol­
mayan bir sinem aya gidelim. Tanınacağım ve dolayısıyla

281
KAÇ BENİMLE

üç saat ayakta dikilip bir şeyler imzalamak zorunda kal


ğım için gecemizin mahvolmasını istem em .” a'
“Akşam yemeğinden sonra şehir merkezinden uzaö
geç bir seansa gideriz. Şapka güneş gözlüğü ve palto gjyj’
sin.” Kıkırdadım, gözlerini kısarak bana baktı.
“Bilmiş cadının tekisin.”
“Ama beni seviyorsun.” Tatlı tatlı gülümsedim.
“Tanrım, aile var burada.” Jules lazanyayı fırından çN
kardı.

“Gerginim.” Korkuyla Jules’a bakıyordum . “Ya filmi


beğenmezsem?”
“Sen de yalan söyleyip düzgün güzel dişlerini göstererek
ona gülümseyip, çok beğendiğini söylersin. Erkek arkadaş­
ları neyle uğraşırsa uğraşsın, kız arkadaşlar bunu yapar.”
Jules, bu akşamki film için giyecek bir şeyler arayarak gar­
dırobumun önünde volta atıyordu.
“Bu akşam kimi getiriyorsun?” diye sordum , siyah el­
bisemi kafamdan geçirip, M anolo B lahniks ayakkabılarımı
giyerken.
“Beni azarlama.”
“Ah, peki.”
“Patronumu getiriyorum.”
“Kahretsin! Onu bir daha göreceğini düşünmüyor­
dum.” Ne oluyordu böyle?
“Tam olarak görüşüyor sayılm ayız.”
“Yatıyor musunuz?”
“Hayır. Kesinlikle hayır. D üşündüğüm kadar kötü biri
değilmiş. Şaşkınlığımı atlatınca... şey, oldukça hoş bir
adam. Neden onu getirm eyeyim ki diye düşündüm.’ Du'
daklarını ısırdı ve gümüş küpelerim den birini taktı.

282
M \ 1 D 1 LİN r IVUU l

“Umarım ne yaptığının farkmdasındır, Jules.”


“Ne yaptığımdan emin değilim ama bu bir gecelik bir
«ey. Lütfen nazik ol, olur mu?”
“Nezaketin timsali olacağım. Aksini söylersen bozuşu-
rllZ< Ve bu akşam yem eği de ben ısmarlıyorum.”
Kapı çalarken gülümsüyordu.
“Erkeklerimizden biri geldi.” Kapıya doğru yöneldim,
gitmeye hazırdım. “Ben bakarım.”
Merdivenlerden aşağı koşar adım inip, kapıyı açınca
karşımda, yüzüm e bakan koca bir demet buldum.
“Selam.”
Luke güllerin arkasından kafasını uzatıp bana gülümse­
di. “Selam güzellik, bunlar senin için.”
“Teşekkür ederim, aşkım.” O içeri girerken, ben de gül­
lerin içine burnum u gömüp kokularını içime çektim, son­
ra da kapıyı arkasından kapattım. Gözleriyle uyumlu mavi
gömleği ve krem rengi pantolonu içinde olağanüstü görü­
nüyordu.
“Yakışıklı görünüyorsun,” diye mırıldandım, dudakları­
na yumuşak bir öpücük kondururken.
“Nefes kesicisin.” Eliyle yanağımı okşadı, kıpkırmızı
olmuştum.
“Haydi, şunları suya koyayım, sonra erkek arkadaşımın
filmini izlemeye gideceğim .”
Luke kahkaha attı.” Öyle mi? Güzel.”
“Biliyorum. O çok ünlü ama sana kim olduğunu söyle­
yemem, çünkü biz özel hayatlarına önem veren insanlarız.”
Gözlerimi açmış bilm iş bilmiş kafamı sallıyordum.
“Lafı ağzından alamayacağımdan emin misin?” Ben va­
zoya koyduğum çiçekleri düzenlerken, o kollarını belime
doladı.
“Evet, dudaklarım mühürlü.”
“Lanet olsun, ben de bu akşam seni dışarı çıkarırım diye

283
K A V tS fcfN H V IL E

umuyordum.” Burnuyla boynuma sokuldu, derin bir


aldım. es
“Hım, seninle daha sonra çıkabilirim , diğer randevum
dan sonra.”
Luke göğüs kafesimi gıdıkladı, ciyakladım . “Rüyanda
görürsün. Sen benimsin, bebeğim. A lış buna.”
Kollarının arasında arkamı dönüp ona gülerken ellerimi
saçlarının arasında gezdiriyordum . “İstediğim tek şey sen-
sin, aşkım.”
Bakışları yumuşadı, beni tahrik eden o öpücüğünden
verdi bana. “Benim için de öyle, bebeğim .”
“Aman Tanrım, siz ikiniz hiç durm az m ısınız?” Jules
odaya girdiğinde gözlerini devirdi, Luke yüzüne gururlu bir
gülümseme yerleştirip yanağım dan öptü.
“Hayır.”
“Neyse. Nathan biraz önce mesaj attı, birkaç dakika için­
de burad a...”
Tam o anda kapı çaldı.
“Şimdi burada olacak. B en açarım .” Jules gülümseyip
ön kapıya doğru yürüdü.
“Adam kim ?” diye sordu Luke.
“Birlikte çalıştığı bir adam ,” diye yanıtladı, Luke’un
kaşları kalkmıştı.
“Gerçekten m i?”
“Evet. İlginç olabilir.”
“İçeri gel ve onlarla tanış.” Jules, uzun kollu siyah bir
göm lek ve koyu bir pantolon giym iş, oldukça çekici bir
adam ın önünden m utfağa girdi. L uke boylarında, gemŞ
om uzlu, dar kalçalıydı; koyu renk saçları ensesinde küçük
bir atkuyruğuyla toplanm ıştı, gözleri griydi ve yeni tıraş ol­
m uş hoş bir suratı vardı. Jules’un daha önce dediği gibi, baş
döndürücüydü. Hoş bakan gözleri vardı ve Jules onu bıze
tanıştırırken, gözlerini Jules’un üzerinden alamıyordu.

284
IVIV13 1 E,in r R U D I

Abayı yakm ıştı.


“Mate, bu benim oda arkadaşım Natalie ve erkek arkada­
şa Luke W illiam s.”
Mate ikimizle de tokalaşıp Luke’a gülümsedi. “Memnun
oldum. Vıllar önce oynadığın filmlerin hayranı olduğumu
söyleyemem ama şimdi yapımcılığını yaptığın filmleri se­
viyorum. Aylardır Rough S h o f ın vizyona girmesini bekli­
y o rd u m .” İkimize de gülümseyip, kolunu Jules’un omzuna
atmak için geri çekildi.
“Umarım beğenirsin, o hâlde.” Luke rahatlamış görünü­
yordu, ben de derin bir nefes aldım.
“Artık gidelim mi? Açlıktan ölüyorum.”
“Haydi gidelim .” Luke elimden tutu, hepimiz onun Mer­
cedes SUV m arka arabasına bindik, ben öne Luke’un yanı­
na, Jules ve N ate arkaya.
“Nerede yem ek istersiniz?” diye sordu Luke.
Cevap verm ek için arkamı döndüğümde N ate’in, Ju­
les’un elini öptüğünü gördüm. Sadece arkadaşmış. Onu
sonra deşecektim .
“Beni geçen hafta götürdüğün o küçük Meksika restora­
nı nasıl?” diye önerdim . “Sessiz bir yer ve harika margarita
yapıyorlar.”
Jules ve N ate başlarıyla onayladılar.
“M eksika restoranı o hâlde.” Luke elimi alıp parmakla­
rımı öptü, utangaç bir tavırla gülümsedim.
Restoran bir Cum a gecesine nazaran sakindi. Sahipleri
Luke’u tanıyorlardı, bu yüzden bizi, fark edilmeyeceğimiz,
arkalarda bir m asaya yönlendirdiler.
Cips ve salsa sosu m asaya geldikten ve hepimiz sipariş­
lerimizi verdikten sonra arkamıza yaslanıp margaritalarımı-
21 yudumlamaya ve N ate’i tanımaya başladık.
“Ee, Nate, ne iş yapıyorsun?” diye sordu Luke.
‘‘Julianne’le aynı yatınm şirketinde çalışıyorum,” diye
yanıtladı Ju les’a gülümseyerek.
285
KA Ç BE N İM LE

Kaşlarım neredeyse uzaya fırlayacaktı, Jules’la .


geldik. *****
Julianne nü? Kimse ona böyle seslenm ezdi.
Jules gözlerini kısarak bana bakıyor, telepatik olarak
bana çenemi kapatmamı söylüyordu.
“Ne zam andır bu işle uğraşıyorsun?” diye sordu Luke
Jules ve benim sessiz diyalogum uzdan bihaber.
“Aşağı yukarı sekiz senedir.”
Yemeğimiz süresince kısa sohbetler yaptık. Nate kibar
ve dikkatli biriydi ve açıkça belli oluyordu ki Jules’tan hoş­
lanıyordu.
Ve hisleri kesinlikle karşılıklıydı.
Luke uzanıp bacağım ı sıktı, ben de parm aklarım ı par­
maklarının arasına soktum.
“Denize açılır m ısın?” diye sordu N ate, birdenbire.
“Birkaç kere açılm ıştım am a bir süredir yapmadım.
Sen?”
“Evet, aslında, S eattle’da dem irli bir teknem var. Siz iki­
niz yarın öğleden sonra Puget S o u n d ’d a b ir tur için bize
katılmak ister m isiniz?”
Luke onayım ı alm ak için bana baktı, Ju le s’un belli belir­
siz kafasını sallayışını görünce, gü lü m sey erek onayladım.
“Kulağa eğlenceli geliyor.”
Hesap geldi, kim se uzanm adan önce, hesabı masada
kendim e doğru çektim .
“ Bunu sen ödem eyeceksin.” L uke cüzdanını karıştırı­
yordu ama hesabı ondan uzaklaştırdım .
“ Evet, ödeyeceğim . B urada senin film pröm iyerini kut­
luyoruz, dolayısıyla ben ö düyorum .”
“A sla olm az, hesabı bana ver.”
“ B enim .” H esabı göğsüm e k apatıp, cüzdanım dan kre
kartım ı çıkardım .
“ L anet olsun, N a t...”
KRISTEN PROBY

Yüzünü çekip uzun uzun ve ağır ağır onu öptüm. Geri


^ildiğimde ikim iz de n efessiz kalmıştık. “Bana bırak. S e­
ninle gurur duyuyorum , kahretsin.”
“Bunu yaptığında seninle tartışamıyorum,” diye mı­
rıldandı, suratında nefret eden bir ifade vardı ama ben, o
inanılmaz m avi gözlerindeki mutluluk pırıltısını görebili­
yordum, hesabı ve kredi kartım ı garsona uzatırken kendini
beğenmiş bir edayla gülümsedim.
Nate m eraklı g ö zlerle bizdeki d eğişim i izledi, sonra ge­
niş bir g ü lü m sem e kapladı suratını.
“Dostum , sen fena hâlde aşıksın,” dedi Luke’a.
“Hem de nasıl,” diye söylendi Luke.
e r j / f t n c i â B tU ü 'tn ,

“Rough Shot'd dört bilet, lütfen.” S inem ada, bilet gişesin­


deki kıza kredi kartım ı uzatıp gülüm sedim . Oldukça erken
gelmiştik ama arka sıralarda o turm ak istiyorduk ki göze
çarpm ayalım ve film bittiğinde h erkesten sonra çıkabilelim.
“Bu benim için ödediğin son lanet şey,” diye homurdan­
dı Luke arkam da.
Jules ve Nate kahkaha attılar, bense sad ece huzur içinde
gülümsedim .
Paylaşm ak için iki ekstra büyük b oy patlam ış mısır ve
soda alıp yerlerim ize yöneldik. Yarım saat erken gelmemize
rağmen, salonda bir avuç dolusu insanın o lm asına şaşırmış­
tım.
M erdivenlerden en üst sıraya çıkıp o rtay a oturduk, Jules
ve ben yan yana erkeklerin arasındaydık.
Luke iki elini bacaklarında g ezdirip d erin bir nefes aldı.
“Gergin m isin?” diye fısıldadım kulağına.
Bana doğru gülüm seyip alnım a b ir öp ü cü k kondurdu.
“B iraz.”
“ Film lerini izler m isin?” diye sordum .
“ Evet am a genellikle, izleyicilerin yorum larını duynj3
için açılış haftasından sonraya kad ar bek lerim . Açılış na
sı çoğunlukla gergin ve yoğun olur.”
“ B urada olduğum uz için m utluyum . Ç o k heyecanlı-
KRISTEN PROBY

K a h k a h a atıp bir avuç dolusu patlamış mısır aldı. “Ben


de. Umarım seversin.”
“Seveceğim .”
Salon hızlıca doldu, sonunda ışıklar karardı ve fragman­
la rbaşladı.
Luke E. W illia m s’ın yapım cılığını üstlendiği beş film ­
den ikisini g örünce afalladım . Şaşkın bir hâlde ona baktım,
utangaç bir ifadeyle bana gülüm sedi. Kafamı sallayıp, ağzı­
na birkaç patlam ış m ısır koydum , kahkaha attı.
Rough S h o t b aşladığında heyecandan ölüyordum, açılış
jeneriği sırasında, ekranda L uke’un adı belirdiğinde ayağa
kalkıp alkışlam ak geldi içim den. O nun yerine ona sesli bir
öpücük verip, tu h a f bir gururla gülüm sedim .
Söylemesi zor am a sanırım , yanakları sahiden kızarmıştı.
Film m uazzam dı. N eredeyse çırılçıplak Channing Ta-
tum ekranda göründüğünde, Jules ve ben birbirim ize bakıp
gülmeye başladık. K endim izi tutam am ıştık. Luke yüzünde
iğrenme ifadesiyle bana patlam ış m ısır fırlattı.
Yüksek tem polu iki saatlik, “katil kim ?” sorusunun ce­
vabını öğrenm ek için, insanı bitene kadar koltuğuna çivile­
yen bir filmdi. Tam m anasıyla çok fazla aksiyon ve etrafta
uçuşup duran şeylerle doluydu. Channing Tatum ve başrolü
paylaştığı kadın oyuncunun çarpıcı bir sevişme sahnesi de
vardı, C hanning’in gerçek hayatta evli olduğunu ve karısı­
nın bu sahnelere nasıl taham mül edebildiğini merak ederek
tarafsız bir gözle izledim.
Ayrıca L uke’un sinem a sektöründe kendine bam başka
bir yol çizdiğine de inanılm az derecede sevindim.
Özellikle kanlar içinde geçen bir sahnede Jule s ve ben
yerimizde çığlık attık.
“Ah, Tanrım, gerçekten m i?” Bunu sesli söylediğim i
fark edince elim le ağzımı tuttum sıkıca, Nate ve Luke bize
g ü ld ü ler.

28 9
KAÇ BENİMLE

Bitişteki yazılar akmaya başladığında gülünç


durduramıyordum. Luke’un ismi ekranda y e n i d e n ^
düğünde, kimseye belli etmeden gerçekten de alkış^”' *
bana gülümsedi. Diğer seyirciler çıkana dek bekledik1'1'1’ ‘
lonun ışıkları açıldı. Ayağa kalktığımızda kollarımı L^! •
dolayıp sıkıca sarıldım, burnumu göğsüne gömüp seksi k & I
kuşunu içime çektim. Kafamı kaldırıp parlak mavi ofu [
ne baktım. •
“Filmi çok beğendim. Seninle o kadar gurur duyuyor^
ki. Bunu her film için yapalım. Bir program istiyorum.” I
Parmaklarını yüzüm de gezdirip tatlı tatlı gülümsedi ■
“Ayarlayacağım.” N azikçe bir öpücük kondurdu.
“ H ı m , N a t ? B u b i r ç i f t e r a n d e v u . S ü p e r k a r i z m a t i k erkek '
a r k a d a ş ı n l a s e v i ş m e y i b ı r a k , l ü t f e n . ” K a h k a h a a tıp Jules’a •
döndüm .
“ S a d e c e s a n a t ı n ı t e b r i k e d i y o r u m , ” d e d i c i d d i b ir ifadeyle.
“ B a ş b a ş a t e b r i k e d e r s i n . H a y d i , g i d e l i m . ” J u l e s v e Nate ■
ö n ü m ü z d e , s a l o n d a n ç ı k ı y o r l a r d ı . O n l a r ı t a k i p e tm e k için ,
h a r e k e t e t t i ğ i m d e , L u k e d i r s e ğ i m d e n t u t u p b e n i durdurdu.
A r k a m ı d ö n d ü m , b e n i b u d e f a t u t k u y l a , a ş k l a yeniden
ö p tü . G e r iy e ç e k ilip a ln ın ı a ln ım a d a y a d ı. !
N e o ld u ? ” d iy e s o rd u m .

B u g e c e iç in te ş e k k ü r e d e rim . S e n i s e v iy o ru m , ^ j
ğ im .” i
“ B e n d e s e n i s e v iy o r u m .” j

• hir !
H e p i m i z k u t l a m a y a d e v a m e t m e y e k a r a r verip d ^ ?
i ç m e y e g i t t i k . G e c e y i , e v i m i z e y a k ı n o l a n Celtic Sv^
n o k t a l a d ı k , b u r a n ı n , L u k e ’l a b i r l i k t e ilk d e f a b ir
ğ i m i z y e r o l d u ğ u n u h a t ı r l a y ı p g ü l ü m s e d i m . Üzerin
ö m ü r g e ç m iş g ib iy d i.
KRISTEN PROBY

Bar, civardaki sakinlerle oldukça kalabalıktı, arka taraf­


lıdaki bir masaya geçerken, kimse bize dikkat etmemişti.
“Buranın margaritaları oldukça güzel,” diye yorumladı
j^uke, bana gülümseyerek. O da hatırlıyordu!
Gülümseyip başımla onayladım, hepimiz margarita iç­
meye karar verdik.
L u k e b e n im k in i t a m d a s e v d iğ im ş e k ild e s ip a r iş e tti.
“E e , N a t e , ” d e d i m m a r g a r i t a m d a n b i r y u d u m a lıp . E n ­
festi. “ F i l m i n a s ı l b u l d u n ? ”
“M ü k e m m e ld i, ta m d a ta h m in e ttiğ im g ib i. S e n ? ”
“E v e t, a ç ı k ç a g ö r ü l ü y o r k i t a r a f l ı y ı m a m a g e r ç e k te n b e ­
ğ e n d im . O ç o k k a n l ı s a h n e d ı ş ı n d a . ”
“E v e t, s i z e r k e k l e r l e k a n a r a s ı n d a n e t ü r b i r iliş k i v a r ? ”
Jules b u r n u n u ş i r i n b i r ş e k i l d e s ı k ı y o r d u .
“B en b ir e rk e ğ im . K a n ı s e v e r im .” N a te y u m ru ğ u n u g ö ğ ­
süne v u r d u , h e p i m i z k a h k a h a l a r a b o ğ u l d u k .
“N e r e d e y s e ç ı r ı l ç ı p l a k C h a n n i n g T a t u m g ö z d o l d u r u y o r ­
du.” J u l e s ’ l a b i r b i r i m i z e b a k ı p g ö z k ı r p t ı k .
N a te J u l e s ’ a b i r b a k ı ş f ı r l a t ı r k e n , L u k e d a d i r s e ğ i y l e b e n i
h afifçe d ü r t t ü , b e n k ı k ı r d ı y o r d u m .
“S iz in d e ç o k b a ş a r ı l ı o l d u ğ u n u z a k e s i n l i k l e in a n ıy o r u m ,
e fe n d im .” L u k e ’u n y a n a ğ ı n ı ö p t ü m , o d a b a n a d u d a ğ ı n ı n
A n a r ıy la o s e k s i g ü l ü ş ü n d e n a t t ı . T a n r ı m !
“Hepinizin de beğendiğine sevindim.”
“S en n e d ü ş ü n ü y o r s u n f ilm le ilg ili? ” d iy e s o rd u J u le s .
“O r ta y a ç ı k a n ş e y d e n m e m n u n u m . O y u n c u l a r v e s e t ç a ­
k a n la rı iy i iş ç ı k a r d ı l a r , f ilm e ğ le n c e liy d i. S e y ir c ile r b e ­
b e n m iş g ö r ü n ü y o r d u . ”
0 k o n u ş u rk e n y ü z ü m d e a p ta l b ir s ırıtm a o ld u ğ u n u b ili-
y ° rd u m a m a e l i m d e d e ğ i l d i .
H e?” d iy e s o rd u b a n a .
He kadar hoş olduğunu düşünüyordum,” dedim omuz
Sl'k e r e k .

291
“Sen de oldukça hoşsun.”
“Ah. biliyorum.” İçkimden bir yudum alıp bize m-ı
Nate e goz kırptım.
“Şimdi ne üzerinde çalışıyorsun?” diye sordum.
“Gelecek yaz gösterim e girecek olan bir Marvel çizgi ro
manı üzerine, bir stüdyoyla yazışm aya başladım . Daha önce
Tahiti'de çekilen, başrolünde A nne H athaw ay’in oynadığı
bir romantik komedi de bu ilkbaharda gösterim e girecek ”
Onu işiyle ilgili konuşurken dinlem ek öylesine... sek­
siydi ki. O konuşurken parm ak uçlarım la bacağını okşuyor-
dum. Elimi alıp dudaklarına götürdü, parm aklarım ı öpüp
yeniden kucağına bıraktı.
“Unutmadan,” dedi Luke ve içkisinden koca bir yudum
aldı. “Babam, gelecek Cum artesi, evlilik yıl dönümleri için
anneme büyük bir sürpriz parti hazırlıyor. Jules, sen ve ai­
len. hepiniz davetlisiniz.”
Ona gülümsedim, ailem i, ailesinin p artisine çağırmasına
sevinmiştim.
“Ah, ne kadar eğlenceli! B izim kilere h aber vereceğim.
Resmi bir davet mi olacak?” diye sordu Jules.
“Evet, babam büyük oynuyor. O tuz beşinci evlilik yıl
dönümleri.”
“Vay canına.” İçkim den bir y udum aldım . Otuz beş yıl.
“Ne?” Luke bana baktı, yutkundum .
“Çok uzun bir zam an,” diyerek om u z silktim .
“Benim ailem kırk yıldır evliler,” diye ekledi Jules.
“ Senin annenle baban hâlâ b irlik teler m i, Nate?” diye
sordum.
“Hayır, beni babam büyüttü. B abam her zam an bekârdı.
“ Parti için sana yardım edebilir m iy im ? ” diye sordum
L uke’a.
Bana sıcak bir gülümseme atıp aln ım d an Öptü. “Haym
babam ve Sam üstesinden gelirler sanırım. Yalnızca benim
le gel.”
K K l b 1 1 ,in r ı \ w o i

“Yani ben bir çeşit konu m ankeniyim , bu kadar mı yani?”


Alınmışım gibi somurttum, Luke kahkaha attı.
“Ah, sen konu m ankeninden çok daha fazlasısın, bebe­
ğim.” Beni nazikçe öptü, Nate gülerken Jules öğürür gibi
sesler çıkarıyordu.
“Hâlâ onları çekip ayırabiliyorken, gitsek iyi olacak,”
dedi Jules ve garsona hesabı getirm esi için işaret etti.

Cumartesi sabahına boş yatakta uyandım . Doğrulup ge­


rindim, yum uşak beyaz çarşaf çıplak vücudum dan kayıp
kucağımda toplandı. N erede olabileceğini çözm eye çalışa­
rak L uke’un evinde kulak kabarttım ama sessizlik hâkimdi.
Elimle yüzüm ü ovuşturduktan sonra kom odinin üzerin­
de bir notla birlikte, kırm ızı bir gül ve bir Starbucks kahve­
sinin durduğunu fark ettim.
Ah, evet, beni şım artıyordu.
Kahveden bir yudum aldım . H âlâ sıcaktı, yani gideli çok
olmamıştı. G üzel kırm ızı gülü koklayıp notu açtım.
Bu sabah çalışacağım. A şağıdaki ofisteyim. Seni seviyo­
rum. - Luke
Ofiste mi? Ben herhangi bir ofis gördüğüm ü hatırlam ı­
yordum. Evi ilk gezdiğim de, aşağıda, depo olarak kullan­
dığını söylediği büro da vardı. O olup olm adığını m erak
ettim.
Ve eğer öyleyse, neden depo olarak kullandığını söyledi
ki?
Omuz silkip, güzel yatağında kahveden biraz daha y u ­
dumladım. Bugün hava yağm urluydu, geniş cam ları, Puget
Sound’un dalgalı denizini bulanıklaştıran yağm ur dam lala­
rıyla kaplıydı.
L uke’un dün akşam giydiği m avi göm leğini üzerim e g e­
çirip ona bakınm aya başladım .
293
KAÇ BENİMLE

B e k le d iğ im g ib i, a ş a ğ ıy a in ip h o le y ö n e ld iğ i^
k e ’u n d e p o d e d i ğ i o d a n ı n k a p ı s ı a ç ı k t ı v e o n u n te le f ^
k o n u ş tu ğ u n u d u y a b iliy o r d u m .
“ E v e t, r a k a m la r ı b u s a b a h g ö r d ü m . H a r ik a h ab er
o l m a n a s e v i n d i m . H a y ı r , o k a r a r ı a l m a d a n ö n c e , p a2 ^
si g ü n ü n r a k a m la r ın ı b e k le y e c e ğ iz . T a m a m , so n ra e ö ^
rü z .” B e n o d a y a g ir e r k e n t e l e f o n u k a p a d ı. ^
“ D e p o l a y a c a k ç o k f a z l a b i r ş e y y o k m u ş . ” O fisin e •
g e z d i r d i m v e k e n d i f i l m i m d e y m i ş g i b i h i s s e t m e k t e n alıko
y a m a d ım .
B u r a s ı s i n e m a k a r i y e r i y l e i l g i l i a n ı l a r ı n ı s a k la d ığ ı bir
y e r d i . Nightwalker f i l m l e r i n d e n , ü z e r i n d e f o to ğ r a f ın ın ba­
s ı l ı o l d u ğ u ç e r ç e v e l i a f i ş l e r d u v a r d a a s ı l ı y d ı . O d a n ın çeşitli
y e r l e r i n e d a ğ ı l m ı ş ö d ü l l e r v e s e r t i f i k a l a r , ü n l ü l e r l e çekilmiş
f o t o ğ r a f l a r v a r d ı . F o t o ğ r a f l a r ı n ç o ğ u n d a ö y l e s i n e genç gö­
r ü n ü y o r d u k i.
E t k i l e y i c i m a s a s ı n d a o t u r a n e r k e ğ i m e b a k t ı m . Arkasına
y a s l a n m ı ş t ı , b e y a z b i r t i ş ö r t v e k o t p a n t o l o n g i y m i ş , kaygılı
g ö z le rle b e n i iz liy o r d u .
“N e ? ” d iy e s o rd u m , k a f a m ı y a n a y a tır ıp .
“ K ız d ın m ı? ”
“ B u o d a h a k k ın d a y a la n s ö y le m e n e m i? ”
“ E v e t.”
“ H a y ır .”
“ A h . ” K a ş l a r ı k a l k m ı ş t ı v e b i r a z ş ü p h e l i görünüyor ^
“ N e d e n y a p t ı ğ ı n ı a n l ı y o r u m . B u r a l a r d a b a ş k a sü rp nZ
rin v a r m ı? ” d iy e s o r d u m , m a s a s ı n a y a k la ş ır k e n .
“ H a y ır .”
“ G ü z e l.” eSjji
S a n d a ly e s in i g e r iy e itti, b e n , a y a k la r ım ı san a f
k o l l a n n a d a y a y a r a k , ö n ü n d e m a s a y a o t u r d u m , ° _s
s in i y a k l a ş t ı r a r a k k o l l a r ı n ı b e l i m e d o l a y ı p yüzünü
göm dü.
KRISTEN PROBY

E lle r im i k a f a s ı n a k o y u p k a f a s ı n ı ö p m e k i ç i n e ğ i l d i m .
“Çok g ü z e l k o k u y o r s u n , ” d i y e m ı r ı l d a n d ı m . “ B e n s i z d u ş
„ u a ld m ? "

“Evet, e r k e n k a l k t ı m . G ö s t e r i m d e n s o n r a k i s a b a h h e r
zam an ç o k y o ğ u n o l u r . H e m d e , s a n a k a h v e a l m a m g e r e ­
k iy o rd u .”
Dudaklarım kafasm dayken gülümsedim. “ K a h v e için te­
şekkür derim.”
“R ic a e d e r i m .”
Telefonu ç a l d ı . B i r e l i b e l i m d e a r k a s ı n a y a s l a n ı p y a n ı t ­
ladı.
“W illia m s .” S e s i k a r a r l ı v e iş to n u n d a y d ı . O n a b a k ıp g ü ­
lü m s e d im .
“ S e la m , C h a n n i n g , b e n i g e r i a r a d ı ğ ı n iç in te ş e k k ü r e d e ­
rim , d o s t u m . D ü n g e c e f i l m i i z l e d i ğ i m i s ö y l e m e k i s t e d i m
sa d e c e . O l a ğ a n ü s t ü b i r i ş ç ı k a r m ı ş s ı n . ” B i r d a k i k a k a d a r
d in le d ik te n s o n r a k a h k a h a a t t ı . “ B i l i y o r u m . A l t ı n d a n k a l k ­
tığ ın a s e v i n d i m . G ü z e l e ş i n n a s ı l ? İ y i . H e y , g e l e c e k s e n e
için d ü ş ü n d ü ğ ü m b a ş k a b i r p r o j e d a h a v a r , s a n a s e n a r y o y u
g ö n d e r e b i lir m i y i m ? O l d u k ç a i y i . ” L u k e y e n i d e n k u c a ğ ı m a
s o k u ld u , t e l e f o n u n d i ğ e r u c u n d a k o n u ş a n C h a n n i n g ’ i n -
C h a n n in g T a t u m ! - s e s i n i b i r a z d u y a b i l i y o r d u m .
“T a m a m , g e le c e k h a f ta y o lla r ım s a n a . H a fta s o n u n u n
k e y fin i ç ı k a r . B u n u h a k e t t i n . H o ş ç a k a l . ”
“S esi n e ş e li g e liy o r d u ,” d iy e m ır ıld a n d ım .
“Ö y le d e o l m a l ı , b u s a b a h r a k a m l a r i y i .”
“D ü n g e c e , s e n in le n e k a d a r g u r u r d u y d u ğ u m u s ö y le m iş
m iydim ?”
“ S ö y le d in . B u n u s e n ç ıp la k k e n d u y m a y ı ö z e llik le s e v i­
y o ru m .” B a n a m u z i p b i r i f a d e y l e g ü l ü m s e d i , k a h k a h a a t t ı m .
“B u n u b e n d e s e v d im .”
“ A s lın d a .” P o p o m u a v u ç l a r ı n ı n a r a s ın a a lıp b e n i k e n d i-
ne d a h a s ı k ı ç e k t i . “ B u g ö m l e ğ i g i y m e k i ç i n i z i n a l m a d ı n . ”

295
“Tanrım, bunu yapmayı kesm eliyim .”
“Biliyorum. Tişörtlerimi giydiğinde neler olduğunu •
diye kadar öğrenmiş olman lazımdı diye düşünüyorum ^ 11
“Ama tişörtlerini giymeyi seviyorum ,” dedim dudae
bükerek. 81,1,1
“Ben de bunu yapmayı seviyorum .” A ğır ağır gömleö
her bir düğmesini açtı, yum uşak göm lekten sıyrılıp arkam1
dan masanın üzerine düşmesine izin verdim .
Keskin bir nefes aldı, gözleri göğüslerim in hizasındaydı
sanki beni bakışlarıyla diri diri yiyorm uş gibi, o mavi güzel
gözlerini her yerimde gezdiriyordu.
“Aman Tanrım, o kadar güzelsin ki.” E ğilip burnuyla sağ
meme ucumla ileri geri yaparak, etrafında dolanarak oynu­
yordu. Luke seyrederken m em e ucum buruştu. “Muhteşem
bedeninin bana verdiği tepkilere bayılıyorum .”
Aynı ilgiyi sol meme ucum a da gösterdi, ben hafifçe
inliyordum.
Tamamen giyinik hâlde sandalyesinde oturuyordu ve
ben yalnızca burnuyla kendim den geçm ek üzereydim.
İnanılmazdı.
Meme ucumu ağzına alıp em erken gözleri bana kaydı,
ardından yalayıp öpücükler kondurarak göğüs kafesimin
üzerinden diğer meme ucum a geçip aynı şeyleri tekrarladı.
Vücudumu aşağıya doğru öperken, elleriyle popomu okşu­
yor, sıkıyordu.
“Ellerinle geriye yaslan, bebeğim .”
Ne istiyorsa yaptım, göbek piercingim i öpüyordu. “La­
net olsun, çok seksi. Ne zam andır piercingin var?”
“On sekizince doğum günüm de yaptırm ıştım .”
“Harika.” Yeniden öptü ve dövm em e doğru inerken u a
ısırıklar bıraktı.
Ani bir hareketle beni m asanın kenarına doğru çekti,
seklerimin üzerinde uzanır hâle gelm iştim , önünde sere

296
KRISTEN PROBY

pe uzanıyordum . K oyu harflerin üzerine m inik bir öpücük


kondurdu. “Yatma. İzlem eni istiyorum .”
K ahretsin. Bu bana sö y le d iğ i en seksi şey olabilirdi.
“Tam am .” Sesim , ihtiyaç içinde derinden geliyordu,
bana gülüm sedi, gözleri erim işti.
Eğilip, yalnızca dilinin ucuyla klitorisimden başlayarak
tüm vajinam ı yukarıdan aşağı yaladı, ardından dudaklarını
klitorisimin tam üzerine yerleştirip, dilini tekrar tekrar yu­
varladı, sonra kibarca em di.
K afam ı geriye atıp y üksek sesle adım haykırdıktan sonra
kafamı yeniden kaldırıp onu izlem eye devam ettim.
D udaklarının üzerim de olm ası öylesine seksiydi ki.
Popom daki bir elini, bacağım ın üzerinden geçirip, bir
parm ağını içim e kaydırdı.
M asanın ü zerinde yerim de sıçradım , ayaklarım hâlâ
sandalyenin kollarındaydı am a o beni dudaklanna daha sıkı
çekti. D udakları k litorisim in üzerinde gidip geliyor, parma­
ğı içim de harik alar yaratıyordu. B en bağıra çağıra fışkırır­
ken, derin m avi gözleri gözlerim deydi.
B acak lan m d a yukarıdan aşağıya doğru öpücükler kon­
durup, içim deki parm ağını çıkardı.
“Tanrım , tadın harika. H er daim seni istiyorum. Sana hiç
doyam ıyorum .”
“İçim e gir. H em en.” Soluk soluğaydım , ona ihtiyacım
vardı.
Ayağa kalkıp pantolonunu bacaklarına indirdi. “Bacak­
larını belim e dola, bebeğim .”
Ben etrafına dolanırken, o boşluğum u doldurdu, eğilip
beni öpüyordu, acım asızca içim e girerken, bir eliyle sağ ya­
nağımı kavram ış, diğeriyle de m asanın kenarını tutmuştu.
“Ah, T anrım .” E llerim onu kendim e daha sert çekmek
için poposundaydı. K endi orgazm ım ın çoktan geldiğini his­
sediyordum .

297
“Benim için gel, güzelim,” diye fısıldadı kulağlma
o seksi ses, beni, topuklarımı kalçasına saplatan bir baş^
mükemmel orgazmın eşiğine getirdi. a
“Tanrım, Nat.” İçime boşalırken titriyor, yüzümü öpa,
cüklere boğuyor, ellerini saçılarım a göm üyordu.
“Verandada seks öneriyorum ,” diye mırıldandım, ag,r
ağır ona gülümserken.
Kahkaha attı ve beni oturtm ak için kaldırdı. “Evet, bunu
daha sık yapalım.”
“Hey, Natalie! Bunları alm ak için evine gelm em dense, b e ­
nimle burada buluştuğun için teşekkür ederim .”
Brad’e gülüm seyip hızlıca sarıldım . Bu öğleden sonra
yapılacak bazı seçm elere gitm eden önce portföyüne ekle­
mesi için bitm iş fotoğraflarını verm em için S tarbucks’ta
buluşmuştuk.
İçeceklerim izle bir m asaya geçtik, fotoğraflara bakıyor­
du.
“Vay, bu işte gerçekten iyisin.”
“M ankenim iyiydi.” O na göz kırpıp kahvem den bir y u ­
dum aldım. Sonbahar yaklaştıkça, havalar soğum uş, yağ­
murlar başlam ıştı, bu yüzden sıcak m okaya m innettardım .
Brad utangaç bir ifadeyle gülüm seyip fotoğraflara göz
gezdirmeye devam etti.
“Sen beni güzel fotoğraflam ışsın. B aşka b ir çekim i ne
zaman ayarlayabilirim ?”
“Şey, Brad, bu biraz sorun olabilir.” Suratım ı b u ruştur­
dum, Luke’u düşünüyordum . Tanrım , Luke, B radT e kahve
içtiğimi bile bilse, bundan hoşlanm azdı.
“Ah?” K aşlan kalkm ıştı.
“Erkek arkadaşım yalnız başım a erkek m odellerle ç alış­
mamdan haz etmiyor. Bu tam am en onun korum acı ta v n n -
KAÇ BENİMLE

dan kaynaklanan bir durum.” Omuz silkip özür dilercesin


gülümsedim.
“Ben sana hiç zarar vermedim ki, N at.” Brad’in suratı
asılmıştı, kendimi bok gibi hissediyordum.
“Biliyorum. Belki Jules’un da yanım ızda olabileceği bir
şeyler ayarlayabilirim, böylece yalnız olmayız. Luke buna
bir şey demeyecektir m uhtem elen.”
“Bana uyar. Senin işlerini çok beğeniyorum . Geçen defa
fazla ileri gittiysem özür dilerim. Sen güzel bir kadınsın
şansımı denememek aptallık olurdu am a ilgilenmediğini
görebiliyorum. Hiç sorun değil. E ğer istersen onunla ko­
nuşabilirim.” Brad çok samimi görünüyordu, omzuna vur­
dum.
“Teşekkür ederim. Biz hallederiz.”
“Natalie?”
O tamdık mavi gözlere baktım , kalbim mideme inmişti.
“Merhaba, Samantha.”
“Sen olduğunu tahmin etm iştim .” B rad ’e bakarken göz­
leri kurnazca parlıyordu, sonra bakışlarını bana çevirdi, ye­
rin dibine girmek istiyordum. Lanet olsun! Onca insanın
içinde B ra d ’le beni görm üştü!
“Cumartesi günü babam la annem in partisine gelecek
misin?” diye sordu, güzel yüzünde sahte bir gülümsemeyle.
“Evet, Luke ve ben orada olacağız.”
“Görüşürüz o hâlde.” Yavaş adım larla Starbucks’tan çık­
tı, kafamı ellerimin arasına alıp inledim .
“Kimdi o?”
“Luke’un kız kardeşi.”
“Senden hoşlanmadığı açık.”
Ona bakıp kıkırdadım. “Evet, hoşlanm ıyor.”
“Neden?”
“Uzun hikâye. Fotoğraflarını beğenm ene sevindim. ^
les ve LukeTa başka bir randevu ayarlam a konusunda
nuştuktan sonra sana haber veririm .”
i r\r\
KRİSTEN PROB Y

“Tamam, güzel.” Hey, bu arada, eğer yardımı olacaksa


Luke’la konuşmakla ilgili ciddiyim, sana aşılmadığımı söy­
le.”
“Aklımda tutacağım. Kahve için teşekkür ederim.”
“Zevkti.”

Kahretsin.
Bugün Brad’le buluşmamı Luke’a nasıl açıklayacaktım?
Sam’in ona bir şeyler söyleyeceğinden emindim, ben ona
söylemek için eve varmadan önce Luke’u aramaması için
dua ediyordum. Brad söz konusu olduğunda, Luke gerçek­
ten sahiplenici oluyordu, bunu ona daha önceden söylemem
gerektiğini biliyordum ama halka açık bir yerde, bir müşte­
rimle buluşmak için ondan izin almak saçma gelmişti.
Sanırım beni büyük bir sorun bekliyordu. Belki dikkatini
seksle dağıtabilirdim.
“Tatlım, geldim!” Tahiti’den döndüğümüzde bana verdi­
ği anahtarla eve girdim.
“Ofisteyim,” diye seslendi.
Çantamı kanepeye koyup, elimde iki büyük alışveriş tor­
basıyla ofisine girdim.
Beni sıcak bir gülümsemeyle karşıladı, ardından elimde­
ki torbaları görünce şaşkınlık içinde kaşlarını kaldırdı.
“Bunların içinde ne var?”
“Ailenin evlilik yıl dönümü için bir şeyler aldım,” diye
gülümsedim, gergindim.
“Öyle mi?” Neşe içinde gülümsüyordu. “Ne aldın?”
“Bu hafta babandan biraz yardım aldım.” Torbadan çer­
çeveleri çıkarmaya başlamıştım. Sekiz tane fotoğraf vardı.
“Babana, yalnızca annen ve kendisinin, düğün fotoğrafla­
rından başlayarak evli oldukları her beş yılda bir çekilmiş
fotoğraflarından istedim.”
301
KAC BENİMLE

Son çerçeveyi de çıkarıp L uke’un masasına dizeli


Gözleri tabloların üzerinde gezip son fotoğrafta durdu
“Düğün fotoğraflarını ve doğum günüm de çektiğim f0
toğraflan diğerlerinden büyük yaptım , diğerleri onların et
rafında düzenlenebilir.”
Partide çektiğim fotoğrafı eline alıp uzun uzun baktı
Bana donuk gülümsemeleriyle ve vücutlarıyla bakmışlardı
Luke bir espri yapıp hepimizi kahkahaya boğmuştu. Fotoğl
rafta Lucy kameraya bakarak gülüyor, Neil yüzü Lucy’ye
yakın bir şekilde ona bakıp gülüm süyordu. Aralarındaki aşk
kalbe dokunuyordu.
Bu benim o gün çekilmiş en sevdiğim fotoğraftı.
“Çok yeteneklisin bebeğim, hediyene bayılacaklar. An­
nem fotoğrafları oturma odasına asacaktır.” Çerçeveyi ye­
niden masanın üzerine koyup beni kendine çekti ve dizleri­
min bağını çözen o yumuşak öpücüğünden kondurdu.
“Umarım beğenirler.”
“Çok tatlısın. Bunu yapm ana gerek yoktu. Ben aldığım
hediyeye zaten ikimizin adını yazm ıştım .”
“Biliyorum.” Ona sımsıkı sarılıp yüzüm ü göğsüne göm­
düm. “Ama onlar için hoş bir şeyler yapm ak istedim. Aileni
çok sevdim. Hediyemin üzerine ben de ikim izin isimlerini
yazdım.”
Kafamın üzerinde gülüm sediğini hissediyordum .
“Bu arada, sen onlara ne aldın?”
“Biz,” diye vurguladı, gülüm sedim . “Onlara Güney
Fransa’da ikinci bir balayı ayarladık.”
“Kesinlikle ayarladık, evet.” K ahkaha atıp göğüs kafe­
sini öptüm.
“Komik mi?”
“Hayır.” Geriye çekilip inanılm az derecede güzel yüzü
ne baktım. Bu sabah tıraş olm am ıştı, pürüzsüzlüğünün key
fini çıkararak yüzünü okşadım. “ Bu denli cömert olma*13
bayılıyorum.”
KRİSTEN PROBY

Omuz silkti, rahatsız olmuş görünüyordu. “Bunu hak


ediyorlar.”
“Evet, ediyorlar.”
“Cumartesi günü ne giyeceğine karar verdin mi?” diye
sordu, ben çerçeveleri yeniden torbalara yerleştirirken.
“Evet, Jules ve ben, Stacy’i alışverişe götürdüğümüzde
bir şeyler almıştım. Jules’un ailesini de davet ettiğin için
tekrar teşekkür ederim. Gelecekleri için heyecanlılar.”
“Ailem onlarla çok eğlendi. Jules’un ailesini orada gör­
mekten çok mutlu olacaklar.”
“Bugün çok işin var m ı?” diye sordum, Brad’den bahset­
mekten imtina ederek.
“Hayır, bitirdim. Senin?”
“Günün geri kalanında tamamen boşum.”
“Hım... Böyle yağmurlu bir günde bütün gün ne yapa­
biliriz ki?” Parmağını dudağına götürüp gerçekten düşü­
nüyormuş gibi yaptı, kahkaha attım ama hemen sonra bir
yere gitmem gerektiğini hatırladım; ruh hâlim değişmişti ve
Brad ve Sam ’le olan karşılaşmamız o an aklına gelecek en
son şeydi.
“Aslında, düşünce balonunu dağıttığım için özür dilerim
ama bir yere gitmem gerekiyor.” Kafamı önüme eğip elleri­
me baktım ve dudaklarımı ısırdım.
“Tamam, gelmemi ister misin?”
“İstemezsen gelmek zorunda değilsin.”
“Ben her zaman seninle olmak istiyorum. Nereye gi­
deceksin?” İlgili görünüyordu, masaya yaslanmış ellerini
göğsünde birleştirmişti.
“Mezarlığa,” diyerek omuz silktim gergin gergin.
“Neden?”
“Yılda sadece iki defa gidiyorum, biri doğum günümde
ki bu sene müthiş seksi erkek arkadaşım beni tropik bir cen­
nete kaçırdığı için gidemedim.” Şımarıkça gülümsedim, o
da karşılık verdi.
303
KAÇ B EN İM LE

“Diğeri de onların doğum gününde.”


“Onların doğum günü m ü?” diye sordu, kafası karışm,
tı. Ş'
Başımı sallayarak onayladım . “Ü ç yıl arayla aynı gün
doğmuşlar. Bunu her zam an çok önem serlerdi, ya büyük bir
parti verirler ya da bir seyahate çıkarlardı. Benim de yan.
larında olmamı isterlerdi her daim , o yüzden ben de bunu
onlar için yaşatm ak istiyorum .” Son kelim eler ağzımdan
fısıltı hâlinde çıkm ıştı.
Beni sarm alayıp alnım dan öptü. “ H aydi, gidelim .”

M ezarlığa yaklaştıkça içim e b ir m elankoli çöküyordu.


Geniş m ezarlıkta nereye gideceğim izi ben bildiğim için be­
nim arabamı alm ıştık, zihnim i m eşgul etm em gerekiyordu.
Luke, arabayı büyük ihtim alle eve gid erk en sürecekti.
“Özür dilerim , tatlım . A m a bugün ben im için üzücü bir
güne dönüştü. B unu çok sık y aşam am am a buraya geldik­
ten sonra genelde iyi bir arkadaş o lm a m .”
Parm aklarım ı nazikçe öpüp derin b ir iç çekti. “Keşke
bunları hiç yaşam ıyor olsaydın, N at. B unu senin için dü­
zeltebilirim ve eğer elim den gelirse sen in için her şeyi ya­
parım .”
“Biliyorum ,” diye fısıldadım .
Ailem in geniş m ezarlarından b irkaç sıra gerisindeki tek
şeritli taş yola park ettim . A rabadan indikten sonra arka
koltuktaki iki dem et çiçeği aldım , b a b am için zambaklar,
annem için ayçiçekleri. En sevdikleri çiçeklerdi.
Yattıkları yere doğru yürüdüm ; L uke beni yalnız bıra­
kabilm ek için birkaç adım arkam dan geliyordu. Beni rahat
hissettirm ek için ne yapacağını h er zam an biliyordu. Ona
daha sonra teşekkür etm eliydim .
KRISTEN PROBY

M ezarlığın bu kısm ı, Puget Sound ve Space N eedle’ı gö­


ren harika bir şehir m erkezi m anzarasına sahip bir tepeciğin
üzerine konum lanm ıştı. O nların gördüğü şekilde etrafım a
baktım , sonra yeniden büyük, siyah m erm er m ezar taşına
döndüm .
Islak yere değm eden diz çöküp m ezarın üzerindeki yap­
rakları ve otları sıyırarak tem izledim , kendim i oyalam aya
devam ediyor, gözlerim i isim lerinden, doğum ve ölüm ta­
rihlerinden başka yerlere çeviriyordum . Çiçekleri isimleri­
nin altına y erleştirip doğruldum ve m ezar taşm a baktım.
İsim lerinin ve tarihlerin üzerinde büyük ve koyu harf­
lerle C O N N E R yazıyordu. A ltta, “B en aşkımın, aşkım be­
nim"' sözü vardı.
Ö ne doğru eğilip soğuk, düz m ezar taşm a, her ikisinin de
değerli isim lerini dokunup, anıların zihnim e akın etmesine
izin vererek gözlerim i kapadım .
L uke yan ım d a diz çöküp elini sırtım a koydu.
“ B ana onları anlat, bebeğim .” Sesi boğuktu, nazikçe sır­
tım ı okşuyordu.
O na bakm ıyordum , yalnızca gözlerim i kapam ış, ellerimi
m ezar taşına koym uştum am a kendim i konuşurken buldum.
“A nnem h am ur işi yapm ayı severdi. Her hafta sonu ku­
rabiye pişirirdik, ben üniversiteye giderken bile. Çok güzel­
di ve bana h er zam an sarılırdı.” G özyaşlarını artık serbestçe
ve um arsızca yanaklarım dan süzülerek, etrafım ızda yağan
yağm ura karışarak akıyordu.
“ Stanford Ü niversitesinde işletm e yüksek lisansı yapı­
yorm uş am a beni bir kreşe bırakm aktansa, evde kalıp beni
kendisi büyütm eyi seçm iş. Bana her zaman, bunun haya­
tında yaptığı en iyi şey olduğunu, benim le ve babamla il­
gilenm e şansı bulduğu için ne kadar m innettar olduğunu
söylerdi.
“Öyle zeki ve eğlenceliydi ki benim en yakın arkadaşım-

305
KAÇ BENİMLE

di,” dive fısıldayıp gözyaşlarımı yanaklarım dan sildikt


sonra elimi yeniden m ezar taşına koydum . en
“ Babam da çok eğlenceli biriydi am a daha çok kendi tar
zında. Annem için deli olurdu. İlgilenebildiği sürece, güne
annemle doğup annemle batardı onun için. Sürekli olarak
annemi şımartırdı, bu, seni düşündüğüm de bana onu hatır­
latan şeylerden biri.” Kendi kendim e güldüm .
“İşi ne kadar yoğun olursa olsun, her gece bizimle evde
olurdu. Acımasız bir iş adam ıydı am a tanıdığım en kibar
adamdı. Ve söz konusu kızını savunm ak olduğunda, hırslı
ve inatçıydı, hiçbir şey onu durduram azdı.”
“Dünyamın merkezi onlardı.” Şim di başım ı ellerimin
arasına almış, ileri geri sallanıyor, acının içime yerleşme­
sine izin veriyordum. Luke kollarını etrafım a dolayıp beni
göğsüne bastırdı, benim le birlikte sallanıyor, kafamın üze­
rinde anlamadığım sözcükler m ırıldanıyordu. Başımı öpüp
üzgün olduğunu söyledi.
Sonunda, dökecek gözyaşım kalm adığında, burnumu
bluzumun koluna silip, siyah taşa baktım , isimlerini, tarih­
leri ve aşağıda yazan sözü okudum .
“Yaşasalardı, onlar da bu sene otuz senedir evli olacak­
lardı.” Derin bir nefes alıp yeniden başım ı öptü. “Yedi sene
boyunca çocuk sahibi olmayı istem işler. H er şeyi denemiş­
ler ama hiçbir işe yaram am ış, onlar da vazgeçip, hiç ço­
cuk sahibi olmamak ya da belki daha sonra evlat edinmek
fikrini kabullenmişler. Annem bir firm aya ortak olmuş ve
hayatlanna çocuksuz bir yol çizerek devam etmeye karar
vermişler.
“Ve sonra birdenbire, sekizinci sene, annem hamile kal­
mış. Beş aylıkken neredeyse beni kaybediyorm uş ve aylan*
nı yatakta istirahat ederek geçirm iş am a işte ben buradayım
sağ salim.”
“Tanrı’ya şükür,” diye fısıldadı Luke.

106
KRISTEN PROBY

“Onları özlüyorum.” Yeniden gözyaşlarına boğuldum.


“Biliyorum, bebeğim.”
Uzun süre orada, üzerimize yağan yağmurun altında, ıs­
lak yere diz çökmüştük. Saatler gibi geliyordu ama sadece
dakikalar geçmiş olmalıydı. Sonunda Luke ayağa kalkıp
beni kaldırdı, beni göğsüne çekip kucaklayarak arabaya
doğru götürdü. Beni koltuğuma oturtup alnımdan öptü. O
sürücü kısmına geçerken ben dizlerimi kendime çekerek,
kollarımı etrafına doladım, yüzümü gömüp yol boyunca ağ­
lamaya devam ettim.
Luke beni içeri, yatak odasına kucağında taşıdı. Artık
ağlamıyordum ama bitkindim, gözlerim acıyordu ve yal­
nızca üzgündüm.
Beni nazikçe yatağın kenarına bıraktı ve ayakkabılarımı
çıkardı.
“Kalk bebeğim .” Dediğini yaptım, kirlenmiş pantolonu­
mu çıkardı. “Kollar yukarı,” diyerek, tişörtümü kafamdan
geçirerek çıkardı.
Sütyenimi çözüp omuzlarımdan kavrayarak beni yatağa
yeniden oturttu. Gardıroba yürüyüp beyaz bir tişört alarak
bana doğru yürüdü ve tişörtü başımdan geçirdi. Sonra ken­
di kirli kıyafetlerini çıkarıp temiz bir tişört ve pijama altı
giydi.
Yatağın örtüsünü sıyırıp beni yatırdı.
“Daha öğlen,” diye itiraz ettim ama alnımdan öpüp ya­
nağımı okşadı.
“Biraz kestir. Hırpalandın, bebeğim. Laptopumu alıp ya­
nında oturacağım, tamam m ı?”
“Teşekkür ederim.” Elini alıp yüzüme götürüp avuç içi­
ne burnumu sürttüm. “Bugün için teşekkür ederim. Seni
çok seviyorum. Sensiz ne yapardım bilmiyorum.” Gözleri­
min yeniden dolduğunu hissettim, utanmıştım.
“Hey, şşt, bebeğim .” Alnımdan ve yanağımdan öpüp ser­

307
KAÇ BKNIMLF

best eliyle teselli ederek sırtımı sıvazladı. “ Bana hiçbir se


olmayacak. Uyu. Hemen döneceğim .”
Telefonunu alıp kapattı, aynı işlem i benim telefonun)
için de yaptı, yorganı om uzlarım a çekip odadan çıktı.
Birkaç dakika sonra büyük bir bardak suyla ve laptopuy.
la geri döndü.
Yatağa, yanım a kıvrıldı, yüzünü görm ek için döndüm.
Elini kaldırarak, saçlarım ı parm aklarıyla geriye atıp, hafif­
çe bana gülümsedi.
“ Seni seviyorum, güzel kız. Biraz uyu. Birkaç saat sonra
seni uyandırırım .”
“Peki,” diye fısıldadım ve saçlarım ın arasındaki par­
maklarının ahenk içindeki okşayışlarının tadını çıkararak
gözlerimi kapadım ve uykuya daldım .
Bu gece L uke’un ailesinin partisi var ve ben daha heyecanlı
olamazdım. Luke yatak odamda giyinirken, ben makyajı­
ma - bu işte gittikçe daha iyi oluyordum! - son dokunuşları
yaptım. Jules bir şeyler ödünç almak, bir şeyler hakkında
dırdır etmek ya da o da gergin olduğundan dolayı sadece
gevezelik etm ek için odama girip çıkıyordu.
Onu seviyordum.
L uke’un kahkahasını duydum ve odaya girdim. Telefon­
la konuşuyordu ve beni görür görmez gözleri koyulaştı, bü­
yüdü, tatm inkâr şekilde kafamı salladım.
Görev tamamlanmıştı.
Tek omuzlu siyah bir elbise giymiştim. Elbisenin bel kıs­
mı pullarla kaplıydı ve ayağımdaki LouboutinTerle uyum­
lulardı. Jules’un el işçiliği sayesinde saçlarımı toplamıştım
ve incilerimi takmıştım.
Sofistike ve seksi hissediyordum.
“Tamam, baba, kapatmak zorundayım. Kulüpte görüşü­
rüz. Onu yemeğe götürdüğünü söyle yeter. Tamam, hoşça
kal.” Telefonu kapatıp bana döndü.
Siyah takım elbisesinin içinde, beyaz gömleği ve siyah
kravatıyla o denli seksiydi ki. Sarı saçları nispeten düzgün­
dü ama eminim ki benim saçlarını dağıtmam uzun sürme­
yecekti.

309
Bakışlarını elbisemin üzerinde gezdirip parmakla
inci kolyemin altına sokup tenim e dokundu. “Sen gördü*
güm en güzel kadınsın." Başımı döndüren o öpücüğün'
kondurdu, pürüzsüz yanaklarını okşadım .
“Teşekkür ederim. Sen de kendini oldukça toparlamış
sın, yakışıklı. Bu akşam oradaki kalabalığın içinde iyi 0ja,
cak mısın?"
“Evet, iyi olacağım. Ben bir aktörüm , unuttun mu? Bir
geceliğine oynayabilirim."
“Rahatsız hissetmeni istem iyorum ." Beni kandırama-
mıştı. Gözlerindeki gerginliği görebiliyordum , kravatıyla
oynayıp duruyordu.
“Oradaki çoğu kişiyi tanıyorum . A ilem bir dolu yabancı-
yı davet etmemiştir, bu yüzden iyi olm alı." Alnımdan öpüp,
dudağını yan çevirip alnım ın üzerinden konuşmasına de­
vam etti. “Benim için endişeleniyor m usun?"
“Elbette, endişeleniyorum . Seni seviyorum ."
Bakışları yum uşadı. “ Ben de seni seviyorum ."
“Hey, Nat, küpelerini ödünç... Ah, Tanrım . Bunun için
zamanımız yok." Jules yüzünü buruşturarak kafasını sallı­
yordu, paldır küldür gardırobum a gidip, bir çift küpemle
göründü. “Bu küpelerini ödünç alabilir m iyim ?"
“Evet," diye yanıtladım kahkaha atarken. “Bu elbise ola­
ğanüstü."
“Öyle değil mi? B iliyorum ." Y üzünde kocam an bir gü­
lümseme belirdi, askısız kırm ızı elbisesini göstermek için
kendi etrafında küçük bir daire çizerek döndü.
“Bu gece N ate’i getiriyor m usun?" diye sordum.
“Hayır, onu ailemle tanıştırm ayacağım ." Jules katı bir
tavırla kafasını salladı, üzerine gitm edim . N ate hakkın^3
hâlâ fazla konuşm uyordu.
“Peki," diye omuz silkerek gülüm sedim . “Bizimle ge
m ek ister m isin?"

310
KRISTEN PROBY

“Hayır, Isaac ve Stacy gelip beni alacak. Sizinle orada


görüşürüz.”
“H azır m ısın, bebeğim ?” diye sordu Luke bana.
“Haydi gidelim .”

Evlilik yıl dönüm ü partisi, Bellevue’de Luke’un ailesine


ait bir g o lf kulübünde düzenleniyordu. Balo salonu, ortasın­
da panldayan ışıklar ve m um larla rengarenk çiçeklerle gü­
zelce dekore edilm işti. Bir ziyaretçi defteri yerine, herkesin
im zalam ası için siyah kalem lerle birlikte, girişin yanında
iki kişilik tahta bir oturak vardı. Neil, bunu, evde Lucy’nin
en sevdiği bahçesinin yanına yerleştirecekti.
“Luke, bu m ükem m el. Sam antha ve baban harika bir iş
çıkarmış. A nnen aklını kaçıracak.”
Luke kocam an gülüm sedi. “Bayılacak. Haydi, seni bazı
insanlarla tanıştırm ak istiyorum .”
Biz salonun içinde gezinirken, Luke garsondan iki ka­
deh şam panya kapıp birini bana uzattı. Çoktan oraya varmış
olan Gail ve Steven’ı görünce heyecanlandım ve ikisine de
sarıldım.
“Am an Tanrım, ne kadar da şahane görünüyorsun!”
Gail, san, kısa saç m odeliyle göz kamaştırıcıydı, güzel bir
lacivert gece elbisesi giymişti. Steven, siyah takım elbisesi
ve kravatıyla olabildiğince şıktı. Onlarla daha fazla gurur
duyamazdım.
“Hayatım , nefes kesiyorsun.” Gail, gözleri sevgiyle ve
m utlulukla panldayarak bana sımsıkı sarıldı.
“Geldiğiniz için teşekkür ederim, ikinize de. Ailem sizi
görünce çok m utlu olacak.” Luke, Steven’m elini sıkıp, Ga-
il’in yanağından öptü.
“Bizi davet ettiğin için teşekkür ederiz. Çok yakışıklı
görünüyorsun, hayatım .”
311
“Burada olmaktan m utluyuz,” diye yanıtladı Steven
Luke’a göz kırptı. Ve
M/.'> Steven’m neden göz kırptığını m erak edip Luk ’
baktım ama Luke'un suratı hiçbir şey belli etmiyordu &
Salon hızlı bir şekilde insanlarla dolm uştu, Luke ben
yanından ayırmıyor, eli sırtım da, beni aile üyelerine ve ar
kadaşlanna tanıştırıyordu.
Nihayet, yalnız kaldığım ız bir an, bana yeni bir kadeh
şampanya uzatıp kulağım a, “ Bu akşam inanılm az derece­
de göz kamaştırıcısın. Ve bu salondaki herkesi büyüledin ”
diye fısıldadı.
Gülümseyişi, sahiplenici ve aşk doluydu, sözleri içimi
ısıtmıştı.
“Büyüleyici olan sensin. E ğleniyor m usun?”
“Evet, annemin tepkisini görm ek için sabırsızlanıyorum.
Aslında.” Saatine baktı. “A rtık herkesin yerini alma vakti
geldi.”
Anonsları yapan grup liderine b ir şey ler söyledi, daha
sonra şu anons duyuldu: “H anım lar ve beyler, lütfen yer­
lerinizi alın. O nur konuğum uz kısa b ir süre içinde burada
olacak.”
Luke ve ben, onun ailesi, Sam antha ve erkek arkadaşı,
L uke’un kardeşi, M ark ile birlikte ilk m asaya oturduk.
“Luke, Natalie, bu benim erkek arkadaşım , Paul.” Luke
sam im iyetsiz bir bakış atarak P au l’ün elini sıktı, kendi ken­
dim e güldüm.
A şın korum acı erkek kardeş.
“Hey, güzellik.” M ark, W illiam s erkeklerinin imzası olan
o parlak gülüm sem esiyle, bana sıkıca sarıldı. Hâlâ kardeşi
m e katlandığını görm ek güzel. A m a ondan bıktığında, ben1
ara.” G öz kırptı, kahkaha atm aktan alıkoyam adım
“Kız arkadaşım a asılm ayı bırak. K endine başkasını
M ark gülerken, Luke beni M ark ’ın kollarından çekti-
KRISTEN PROBY

Evet, bu W illiams erkekleri çekiciydi.


Luke, M ark’la kendinin arasında kalan sandalyeye beni
oturturken, elimi tutup parmaklarımı öptü.
Birdenbire balo salonun kapısı salınarak açıldı ve tüm
salon alkışa boğuldu. L ucy’nin ağzı açık kalmış, geniş sa­
lona bakıp herkesi tanıdığını fark ederken, Neil sevgiyle
gelinine gülümsüyordu.
Şaşkın bir gülüm sem eyle N eil’a döndü, Neil kulağına
eğildikten sonra onu şefkatle öptü. Ne dediğini duyamam ış­
tım ama, “Mutlu yıldönüm leri, aşkım ,” dediğine neredeyse
emindim.
Gülüm semem i durduram ıyordum .
Lucy güzel, siyah bir gece elbisesi giymişti, Neil ise si­
yah bir takım elbise ve kırmızı kravat. Çok genç ve mutlu
görünüyorlardı, birbirlerini hâlâ çok sevdikleri belliydi.
Onlar kalabalığın arasından m asam ıza doğru yürürler­
ken, diğer m isafirlere el sallam ak ve onları kucaklam ak için
durdular. L uke’a dönüp gülüm sedim .
“Ne kadar m utlu görünüyorlar. Onlar adına çok sevini­
yorum.”
“Ben de.” A lnım dan öptü ve büyüklük ben de kalsın di­
yerek, ablasıyla aram ı düzeltm ek için bir şeyler yapmaya
karar verdim.
“Sam antha.” Dikkatini çekm ek için L uke’un üzerinden
ona doğru eğildim. “Harika bir parti olmuş. M uhteşem bir
iş başarm ışsın.”
Bir süre afallam ış göründü, ardından yüzüne o sahte gü­
lümsemesini yapıştırdı, kalbim kırılm ıştı. Bu gece hiçbir
şey düzelmeyecekti. “Teşekkürler, N atalie.”
Luke’a bakıp om uz silktim. Ü züntüyle kafasını salladı,
sonra ikimiz de dikkatlerim izi yeniden annesiyle babasına
yönelttik.
Lucy, yerine oturm adan önce bana sım sıkı sarıldı. “Ah,
Natalie, bu inanılm az.”

313
KAÇ BIINIMLE

“Şaşırdığına ve mutlu olduğuna çok sevindim, Luc


Mutlu yıllar.” y'
“Teşekkür ederim.” Yanağımdan öpüp bu defa Luke’a
sarıldı.
“Merhaba, hayatım.” Neil, gülücükleri içinde, beni çekip
kucakladı. “Üzerinde çalıştığım ız projeyi bitirebildin mi?”
“Evet, yarın bruncha gelirken getireceğim .” Yarın sabah
Luke’un evinde, ailesine hediyelerim izi verm ek ve aile ara­
sında özel bir kutlama yapmak için bir brunch daveti vere­
cektik.
“Muhteşem. Teşekkür ederim .” K ibarca bana gülümse­
yerek masayı dolaştı.
“Ailem seni seviyor,” diye m ırıldadı Luke kulağıma.
“Ben de onları.”
Biz yerlerimize otururken Neil ayakta kalıp su bardağına
kaşığıyla vurdu ve salon sessizliğe göm üldü. Biri ona bir
mikrofon uzattı.
“Hepinize bu akşam buraya geldiğiniz için teşekkür et­
mek istiyorum, özellikle de, bu suçta bana aylardır ortaklık
eden çok sevgili kızım Sam antha’ya. Bu küçük sırrı güzel
gelinimden saklamak korkunçtu.” K arısına gülümsedi, Lu-
cy’nin yüzü sevimli bir şekilde kızardı. “Ben çok şanslı bir
adamım. Yarından itibaren, otuz beş yıl boyunca her gü­
nümü, tanıdığım en iyi insanla geçirm iş olm a şerefine nail
olacağım. Luce, sen benim en iyi arkadaşım , hayatımın aş­
kısın ve bunu her gün yeniden yaşayacağım . Tüm saçmalık­
larıma katlandığın, bana üç m uhteşem çocuk verdiğin ve et
pişirmesini öğrettiğin için sana çok teşekkür ederim.”
Hepimiz gülerken, Lucy, gözünün kenarından akan yaş­
ları silip kocasına gülümsüyordu.
“Mutlu yıllar, aşkım. Nice otuz beş yıla.” Lucy alkışla
arasında ayağa kalkıp yüksek sesle N e il’a bir öpücük kon­
durdu.

11 A
KRISTEN PROBY

Sahnedeki grup blues tarzı bir şarkı çalmaya, yemek ser­


vis edilmeye başladı.
“Ee, Natalie, Tahiti nasıldı?” diye sordu Lucy, sıcak bir
gülümsemeyle masanın karşısından.
“Sıcak, romantik ve tam anlamıyla mükemmeldi,” diye
yanıtladım göz kırparak. “Eve dönmek istemedim.”
Luke parmaklarımı öptü. “Yeniden gideceğiz.”
Grup, Etta Jam es’ten A t last parçasını çalmaya başladı,
Neil ayağa kalktı. “Sanırım bu bizim şarkımız, güzelim.”
Neil, Lucy’nin elinden tuttu, hepimiz Neil’in onu hiç
zorlanmadan dans pistine götürüşünü izliyorduk. Salonda
ikisinden başka kimse yokmuş gibi birbirlerine bakıyorlar­
dı.
“Annen ve baban birbirlerine çok aşık,” diye mırıldadım
Luke’a.
“Evet, bir çocuğun buna şahit olması çok kötü.” Kafa­
sını sallıyordu ama gözlerinde memnuniyet vardı. “Onlara
katılalım mı?”
“Evet.”
O beni piste doğru götürürken, diğer çiftlerin de, Ju-
les’un anne ve babası da dâhil olmak üzere, bu güzel şarkı­
da dans etmek için kalktığını gördüm. Luke beni kollarını
arasına aldı, dans pistinde süzülüyorduk.
“Seninle dans etmeyi seviyorum.” Yanağını okşuyor-
dum, gözleri parıldadı.
“O zaman daha sık dans etmeliyiz.”
“Evet, etmeliyiz.” Ona bakıp gülümserken, birden cid­
dileşti. Sorun ne? Hâlâ kalabalıktan dolayı mı geriliyor?
“Nat, ben...”
Jules, Luke’un kuzenlerinden birinin kollannda salmı­
yordu. “Kesinlikle yalnız geldiğim için mutluyum,” diye
geveledi, gülüp, omuz silkerek yanımdan geçerken, ardın­
dan bize el salladı, gecenin tadını çıkardığı belli oluyordu.

315
“Sen ne diyordun?” diye sordum L u k e ’a.
Nefes alıp beni kendine sım sıkı çekti, burnuyla kula^
la oynayıp, “Seni seviyorum ,” diye fısıldadı. lnı'
Gece hızla ve büyüleyerek geçiyordu. Luke, beni dansa
kaldırmaya cesaret eden kim olursa olsun dik dik bakarak
bütün gece beni yanında ayırm ıyordu, sahiplenici erkeğin^
gülmeden edemiyordum.
Kimse imza istememişti ve L uke, S am an th a’nm orga,
nizasyon için tuttuğu fotoğrafçıya, fotoğrafların aile içinde
kalacağını bilerek, kibarca poz verm işti.
“İşte buradasın!” Stacy’nin heyecan içindeki sesine dö­
nüp ona sımsıkı sarıldım.
“Vay canına, m erhaba, güzel kız! A lırk en sana elbisenin
nefes keseceğini söylem iştim .” G eri çekilip, beyaz düşük
omuzlu elbisesine hayran hayran b aktım , vücuduna tam
oturmuştu ve Stacy m utluluk içinde p arlıyordu.
“Teşekkür ederim, sen de göz kam aştırıy o rsu n .”
Isaac bana sarıldı. “Selam , küçük. S ta c y ’ye bu elbiseyi
bulmasında yardım ettiğin için teşek k ü r ederim . Bu bir iş­
kence. Ona dokunm am a daha iki hafta v a r ve sanırım öle­
ceğim.”
Hepimiz onun yüzündeki acı dolu ifadeye güldük, göğ­
süne vurup, “Zavallı adam. Sanırım Sophie buna değer,
dedim.
“Evet,” yüzündeki ifade koca b ir gülüm sem eye dönüş­
müştü. “Ona değer. Hey, benim le dans e d er m isin?”
Luke’a baktım, om uz silkerek S ta c y ’e döndü. “ Bana bu
onum bahşeder m isiniz, güzel h a n ım ? ”
Stacy kıpkırmızı kesilip elini tuttu, L uke onu dans pı§t|
ne götürüyordu. Stacy’nin ne hissettiğini biliyordum , o y0
rek hoplatan bir erkekti.
Isaac de fena sayılm azdı. U zun bo y lu ve düzgün viıc^
luydu, koyu sarı saçlan ve öldürücü kahverengi gözleri
dı. Ondan seneler boyunca hoşlanm ıştım .
KRISTEN PROBY

“Eğleniyor m usun?” diye sordum Isaac’e.


“Evet ama Stacy daha çok eğleniyor, dolayısıyla ben
şikâyet edemem. Luke iyi bir adam. Ondan ilk başlarda pek
emin olam am ıştım ama onu sevdim.”
“Fikrini ne değiştirdi?”
“Babam ve ben geçen gün onunla konuştuk.”
“N e?” Bundan neden haberim yoktu?
“Evet, sen çalışıyordun, biz bütün erkekler onu öğlen ye­
meğine davet ettik.” O m uz silkerek, bir şeyler saklıyormuş
gibi gülümsedi. Isaac’i anıyordum . Fort Knox gibi adamdı.
Eğer bir sır varsa, asla açık etmezdi.
“Ah, Luke bundan bahsetm edi.”
“Öyle m i?” Önem li bir mesele değilm iş gibi yeniden
omuz silkti. “N eyse, dem ek istediğim, onu sevdim.”
“Vay canına, ağabeyin onayını aldım mı yani?” Gözleri­
mi büyütüp, alaycı bir tavırla ağzım ı açmıştım.
“D avranışlarına dikkat ettiği sürece, evet.”
“D avranışlarına dikkat etm ediği zam an, onu daha çok
seviyorum .” O donup kaldığında, göz kırpıp kahkaha attım.
“G ereksiz bilgi. Tanrım bunu bilm ek istemiyorum. M ut­
lu m usun?” B ana dikkatle bakıyordu, artık ciddiydi, kendi­
mi seviliyor hissediyordum .
“M utluyum . O iyi bir adam , Isaac. Beni seviyor. Bunun,
onun ne iş yaptığıyla, benim geçm işim de neler yaşadığım la
ya da birbirim izin ne kadar parası olduğuyla hiçbir ilgisi
yok. Bunun, onunlayken kim olduğum la ilgili.” Omuz silk­
tim, biraz utanm ıştım . “Beni özel hissettiriyor.”
“Ah, Nat. Sen zaten özelsin, tatlım, bir şeyleri aştığını
görmek beni sadece m utlu eder. Senin âşık olmanı izlemek
çok keyifli.” Göz kırptı. “ Şimdi, ben daha fazla duygusal-
laşmadan, bu günlerde bebeğe bakabilir m isin? Karım la
ciddi anlam da yalnız kalm aya ihtiyacım var.”
Kahkaha attım. “Elbette, Ö nüm üzdeki iki hafta içinde
olur m u?”
317
KAÇ BENİMLE

“Ah, Tanrım, evet. Teşekkür ederim .”

Gece bitmeye yaklaşırken, Luke beni son bir dans için


piste doğru götürdü. Ayaklarım beni öldürüyordu ama onu
reddedemedim. Kollarında salınm aya bayılıyordum.
Grubun, Norah Jones’un Come A w ay With M e adlı şarkı­
sını çaldığını fark edip şaşkın bakışlarım ı L u k e’a çevirdim.
Şefkatle bana bakıyordu.
“Bence bu bizim şarkımız. Bu gece, bu inci kolyeyle,
şarap evinde, bahçede geçirdiğim iz geceki kadar güzel gö­
rünüyorsun. Nefesimi kesiyorsun, N atalie Grace Conner.”
Ah.
Ona bakarken gözlerim in dolduğunu hissettim . Parmak­
larımı yumuşacık sarı saçlarının arasından geçirdim. “Bir
kadının ayaklarını nasıl yerden keseceğini çok iyi biliyor­
sun, Luke Edward W illiam s.”
Salonun içinde hareket ederken gözleri yüzümde gezi­
yordu. Orada sadece ikim iz olduğuna yem in edebilirdim,
kimin izlediği um urumda değildi.
Eğilip, nazikçe yanağını yanağım a dayadı. “Teşekkür
ederim,” diye fısıldadı.
“Ne için?” diye fısıldadım.
“Benim olduğun için.”

Q^>)

Luke’un evine vardığım ızda beni içeri alıp kapıyı ar­


kamdan kapattı. Nazikçe elim e asılarak beni kollarının ara­
sına çekti.
“Bu gece m uhteşem din. H erkesi büyüledin,” diye m«1
dandı saçlarımın arasından.
KRISTEN PROBY

“Harika vakit geçirdim . Ailen mükemmel insanlar.”


Göğsüne burnum u bastırıp onun o seksi Luke kokusunu
içime çektim.
“Yarm sabah ailem i brunch ağırlam amızın senin için so­
run olm ayacağına em in m isin?”
“Elbette. Sana yem ek pişirm ende bile yardım edece­
ğim.”
Kıkırdadı. “H izm etlerin için teşekkür ederim.”
“İyi bir am aç için. Haydi, yatağa gidelim.” Onu çektim
ama beni durdurdu, bakışları aniden ciddileşmişti.
“H enüz değil.”
“İyi m isin?”
“İyinin de ötesindeyim . Sana göstermem gereken bir şey
var.”
“Ah, peki.”
Elim den tutup beni odanın içinde yürüttü. Müzik çala­
rın yanında durup iP o d ’unu çalıştırdı, blues tarzı ve yavaş
bir şeyler hoparlörlerden yayılm aya başladı. Bizi verandaya
götürdü, Fransız cam ı açıp yana kaydırdı ve nefesim kesil­
di.
Veranda tatlı ve rom antik bir yere dönüşmüştü. Taç yap­
raklarına sıkıştırılm ış m inik beyaz İncili demetlerce kırmızı
gül yeri kaplam ıştı. Tavandaki boşluklar boyunca ileri geri
sıralanmış parıldayan beyaz ışıklar vardı ve iki kişilik kol­
tuğun yanında, üzerinde bir kova buzun içinde şampanya ve
iki kadeh olan küçük bir m asa duruyordu.
Hızla ona döndüm , gözlerim büyümüştü. “Bunu ne za­
man yaptın?”
“Senin evinde partiye hazırlanm aya gelmeden önce yap­
tım.”
“Luke, bu harikulade.” D önüp yeniden güzel düzenlen­
miş etrafa baktım, nefes kesiciydi. Ne kadar romantikti.
Arkadan kollarını etrafım a dolayıp kafasını boynum a
gömdü. “ Beğendin m i?”
1 1Q
nr.iMiviLC

“ Bayıldım. Teşekkür ederim .”


“Gel. otur.” Beni iki kişilik koltuğa götü rü p oturttu. Ben
otururken elbisem bacaklarım ın e trafın d a dalgalanmış te
ilimin üzerinde yum uşacık süzülm üştü. İç çam aşırı giyme
diğimi hatırlayarak kendi kendim e g ülüm sedim . Luke öğ-
reııince çok sevinecekti.
¡kimiz için kadehlere şam panya d o ld u ru p , kadehini be­
nimkine vurdu ve bir yudum aldım .
“Bu gece hava güzel. Soğuk bile sa y ılm a z .” Başımı ge­
riye, koltuğun yastığına dayayıp, k a ran lık ta göremediğimiz
denizin sesini dinlerken gözlerim i k ap ad ım . Luke ayağımı
kucağına aldı, onu izleyebilm ek için k afam ı çevirdim.
Ayakkabılarımı çıkarıp ayaklarım ı o k şa m ay a başladı.
“Ah, aman Tanrım, seni se v iy o ru m .”
Kahkaha attı. “A cıyor m u?”
“Biraz. Ama bu ayakkabılara d e ğ er.”
“ Evet. Bu gece ne kadar güzel o ld u ğ u n d an bahsetmiş
miydim?”
“Bir ya da iki defa.” O na göz k ırp ıp , başparm ağıyla ayak
tabanıma bastırırken, derin bir nefes a ld ım . “ E llerini çok iyi
kullanıyorsun.”
“Beğendiğine sevindim .”
“Buna alışabilirim , biliyorsun. T ü m bu çiçekler, ayak
masajları, şam panya ve sen, benim y a k ışık lı sevgilim .”
Somurttu ve kalbim bir an için d u rm u ştu . Yanlış bir şey
mi söylemiştim?
“Hey.” Ayağımı kucağından alıp , o n a do ğ ru eğilip ku­
cağına doğru yattım. Beni k o lların ın a ra sın a aldı, göğsüne
yatırmıştı, ellerim le yüzünü okşadım . “ S o ru n ne?”
Son derece mavi ve ciddi g özleri, g ö z le rim in içine ba­
kıyordu, kafasında önem li bir şe y ler o ld u ğ u n u anlamıştık-
“Konuş benim le, bebeğim .” Y ü z ü n ü okşam aya devam
ediyordum, kafasını çevirip av cu m u öptü.
KRISTEN PROBY

“Artık sevgilin olm ak istem iyorum, sanırım.”


Ne?
Kaskatı kesilm iş hâlde gözlerim i kısarak ona baktım.
“Peki, eşyalarım ı toplayayım .” K alkm ak için hamle yaptım
ama beni saran kollarını ve çenesini sıkıyordu, gözlerini ka­
pamıştı.
“Hayır, kastettiğim bu değil. Senden ayrılm ıyorum .”
“N e yapıyorsun peki?” diye fısıldadım.
“ Şunu ilerletm eye çalışıyorum .” Gözlerini açtı, gözleri­
nin içinde korku, arzu ve aşk gördüm .
Neyi?
“Bunu bütün gece boyunca yapm ak istedim ama doğ­
ru zam anı bulam adım ve yapm adığım a mutluyum, çünkü
burada olm ası gerekiyordu, biz yalnızken.” Yutkunup derin
bir nefes aldı. “N atalie, seni tanıdığım günden beri, dünyam
değişti. İçin de dışın gibi o kadar güzel ki. Beni büyütüyor­
sun. Ellerim i senin üzerinden alam ıyorum . Seksi, eğlenceli
ve akıllısın. E depsiz ağzın beni deli ediyor.” Bana gülümse­
yip parm ağının ucuyla dudaklarım a dokundu.
D ilim tutulm uştu ki bu iyi bir şeydi, çünkü konuşmasını
henüz bitirm em iş görünüyordu.
“Sensiz bir hayatı hayal bile edem iyorum . Sen dünya­
mın m erkezisin, Nat. Seni sevm ek, korum ak, seninle kavga
etmek, çocuklar yapm ak ve lanet olası hayatımın geri kala­
nı boyunca seni el üstünde tutm ak istiyorum .”
D erin bir nefes alıp cebinden m avi bir Tiffany kutu çı­
kardı. G özlerim in fal taşı gibi açıldığını hissediyordum,
kalbim yerinden çıkacaktı, nefesim kesilm işti.
O m inik kuruyu ellerinin arasında tutarken, gözlerinin
içine baktım .
“N atalie, karım ol. Evlen benim le.”
9/H m i $boAa%u*%€Uf PJSöltint

Aman. Tanrım.
G ö z l e r i m y ü z ü n e k i l i t l e n m i ş t i , r u h u m v ü c u d u m u terk
e tm i ş ti.
O n u n l a e v l e n m e k m i ! Onunla evlenmek mi?
D a h a ç o k e r k e n d i . B i r b i r i m i z i n e k a d a r s ü r e d i r tanıyor­
d u k k i, n e , i k i a y d ı r f a l a n m ı ? İ k i a k ı l a l m a z a y .
E n d i ş e l i g ö z l e r i d e r i n l e m e s i n e g ö z l e r i m e bakıyordu,
m a v i d e n y e ş i l e d ö n m ü ş t ü v e k a l b i m d e c e v a b ı n e v e t oldu­
ğ u n u b i l i y o r d u m . B u i k i a y d a y a ş a d ı ğ ı m ı z , pay laştığım ız
o n c a ş e y d e n s o n r a b e n d e o n s u z b i r h a y a t d ü ş ü n e m iy o rd u m .
V e d ü şü n m e k z o ru n d a d a d e ğ ild im .
B e n im le e v le n m e k is tiy o r !
“ B e b e ğ i m , b e n i ö l d ü r ü y o r s u n b u r a d a . L u k e m in ik mavi
k u tu y u a ç m a y a y e l t e n d i a m a e l i m i e l i n i n ü z e r i n e k o y u p onu
d u r d u r d u m . Ş a ş k ı n g ö z l e r l e b a n a d ö n d ü , o n u te lk in ederce
s in e g ü l ü m s e d i m .
“ B i r k a ç ş e y s ö y l e m e k i s t i y o r u m . ” Ş i m d i i ç i m k 'P 11^
p ır d ı, o r a d a n o r a y a z ı p l ı y o r , k a l b i m b o ğ a z ı m d a atıy °
a m a d ı ş a r ı d a n b a k ı l d ı ğ ı n d a i n a n ı l m a z d e r e c e d e s a k in d m ^
“ S ö y le b a k a l ı m , ” d i y e m ı r ı l d a n d ı , h â l â b i r a z k o r k m a
ş ü p h e li g ö r ü n ü y o r d u . .. ..^
“ G e le c e ğ im e b a k tığ ım d a , L uke, s e n i 8° (J.
m m . Seni g ö r ü y o r u m , p a r a n ı , y a p t ı ğ ı n iş i y a d a se

322
1

K.RISTEN PR O B Y

n ıd ığ ın k i ş i y i d e ğ i l . S e n i , s e v g i d o l u , n a z i k , b a ğ ı ş l a y ı c ı b i r
adam o ld u ğ u n iç in s e v i y o r v e s a y g ı d u y u y o r u m . A i l e m i n
sa h ip o l d u ğ u ; a i l e n i n h â l â p a y l a ş t ı ğ ı ş e y i i s t i y o r u m . K a r ı n
o lm a k ta n , s a n a ç o c u k l a r v e r m e k t e n v e s e n i n l e b i r h a y a t g e ­ i ....
ç irm e k te n g u r u r d u y a r ı m . ” t

B en k o n u ş u rk e n g ö z y a ş la rı y a n a k la rım d a n k o n tro ls ü z c e
a k ıy o r d u . L u k e ’u n g ö z l e r i y u m u ş a m ı ş , k o l l a r ı b e n i d a h a d a g
sık ı s a r m ı ş t ı . &
“B u b ir e v e t m i? ” d iy e f ıs ıld a d ı, g ö z y a ş la r ı iç in d e g ü l­
düm .
“ E v e t.”
“ T a n r ı ’y a ş ü k ü r . ” Y a v a ş ç a d u d a k l a r ı m ı ö p t ü , y a n a k l a r ı n ı
e ll e r im in a r a s ı n a a l d ı m .
“ B ir d a k i k a l ı ğ ı n a b e n i e n d i ş e l e n d i r d i n b u r a d a , ” d i y e f ı­
s ıld a d ı d u d a k l a r ı m ı n ü z e r i n d e y k e n .
A h , f ı s ı l d a y a n L u k e ’u s e v i y o r d u m .
L u k e ’u s e v i y o r d u m i ş t e .
“ B e n i a k ıl a lm a z d e r e c e d e ş a ş ır ttın . N e f e s a lm a y ı u n u t­
tu m s a n ı r ı m . ”
“B u n u sa n a ş im d i g ö s te r e b ilir m iy im ? ” E lin d e tu ttu ğ u
k u tu y u k a l d ı r ı p b a n a g ü l ü m s e d i .
“ E lb e tte .”
B eni k o ltu ğ a o tu r tu p ö n ü m d e d iz ç ö k tü . T a n rım . G e v ­
ş e m iş k r a v a t ı v e s i y a h t a k ı m e l b i s e y l e , d a ğ ı n ı k s a ç l ı , p a r ­
la k m a v i g ö z l ü e r k e ğ i m i , ö n ü m d e d i z ç ö k m ü ş h â l d e e l i n d e
m avi b ir y ü z ü k k u tu s u t u ta r k e n g ö r m e k , s o n s u z a k a d a r a k ­
lım a k a z ı n a c a k b i r r e s i m d i .
“ B u n u g ö r d ü ğ ü m d e , s e n in o la c a ğ ın ı b iliy o r d u m . B u in c i
kolyeyi v e r d i ğ i m g ü n a l m ı ş t ı m b u n u . ”
D e rin b ir n e f e s a l d ı m , g ö z l e r i m f a l t a ş ı g i b i a ç ı l m ı ş t ı .
Ş a ra p h a n e d e k i g e c e d e n b e r i b e n im le e v le n m e k is tiy o r m u ş !
“O z a m a n , b u n a h a z ır o lm a d ığ ın ı d ü ş ü n m ü ş tü m .” B e n
k a fa m ı s a lla r k e n o g ü l ü y o r d u .

323
KAÇ BENİMLE

K u t u y u a ç t ı , k a d i f e n i n i ç i n e y e r l e ş t i r i l m i ş p ırla n t
k e m m e l d i . O r t a d a k i t a ş ı p r e n s e s k e s i m d i v e iriydi a 3 ^
c a m a n d e ğ i l d i . H e r i k i y a n ı n d a d a h e m b i r b i r l e r i n e do)
v e h e m d e o r t a d a k i t a ş t a b i r l e ş e n i k i s ı r a , d a h a u fa k ^
ta y la d iz ilm iş p la tin y e r le ş tirilm iş ti. ai1'
O y ü z ü ğ ü k u t u s u n d a n ç ı k a r ı r k e n , g ö z y a ş l a r ı n ı y enj,j
d ö k ü l m e y e b a ş l a m ı ş t ı ; y ü z ü ğ ü s o l e l i m e t a k ı p ö p tü . ^
“ T e ş e k k ü r e d e rim . M u h te ş e m .”
“ S e n i n g i b i . ” U z a n ı p b e n i t u t k u y l a ö p t ü , k e n d im e iyjCe
ç e k e r e k o n a s a r ı l d ı m . U z u n e t e ğ i m i e l i n e a l ı p , bacağım ,,
ü z e r i n e s ı y ı r d ı , e l l e r i b a c a k l a r ı m d a g e z i y o r , e te ğ im in altın-
d a n p o p o m u a v u ç lu y o rd u .
“ T a n r ı m , ş u y e n i , i ç ç a m a ş ı r ı g i y m e m e a lış k a n lığ ım sev­
d i m . ” D u d a k l a r ı d u d a k l a r ı m d a y k e n g ü l ü m s e d i m . “Bunu
y e m i n l e r i m i z e y a z m a l ı y ı z . S a n a iç ç a m a ş ı r ı y o k .”
K o c a m a n b i r k a h k a h a p a t l a t t ı m , h e m e n a rd ın d a n , kal­
ç a m d a n ç e k i p b e n i g e r i y e , k o l t u ğ u n y a s t ı k l a n n a yaslarken
n e fe s im k e s ilm iş ti.
S i y a h e t e ğ i m b o y n u m d a k i i n c i k o l y e d e to p la n m ış , bel­
d e n a ş a ğ ı m t a m a m e n o r t a y a ç ı k t ı ğ ı n d a , b a n a b a k a rk e n kes­
k in b ir n e f e s a ld ı.
“ Ş u a n n e k a d a r g ü z e l g ö r ü n d ü ğ ü n h a k k ı n d a herhang1
b ir fik rin v a r m ı? ”
“ B e n i g ü z e l h is s e ttire n s e n s in .” ..
Y e n i d e n a y a ğ a k a l k ı p b i r p a r m a ğ ı n ı i ç i m e itti, g°
v a j i n a m a k i l i t l e n m i ş , e l i n i i z l i y o r d u . “ S e n hayatım daa
d ığ ım e n g ü z e l k a d ın s ın , b e b e ğ im .” ¡„ü-
O , p a rm a ğ ıy la b a n a iş k e n c e e tm e y e d e v a m eder
y o r d u m . S o l u k a l ı p v e r i ş i m d ü z e n s i z l e ş m i ş t i , hız*1
lu m a y a b a ş la m ış tım . T a n rım , y a ln ız c a te k p a rm a g o
n e le r y a p ıy o rd u .
“ L u k e , s e n i is tiy o ru m . „ a^ ısla110"’'
“ A h , g ü v e n b a n a , is te d iğ in i a la c a k s ın . A rt
KRISTEN PROBY

p a rm a ğ ın ı iç im d e n ç ık a r ıp a ğ z ı n a g ö tü r d ü v e y a la d ı. “ T a d ın
çok g ü z e l.”
E ğ ilip b a c a k la r ım ı e l l e r i y l e g e n iş ç e a ç tı, v a jin a m ın d u ­
d a k la rı a y r ı l d ı . D u d a k l a r ı n ı n a k ı l a l m a z i s t i l a s ı n a k e n d im i
h a z ırla y a ra k k o ltu ğ u n y a s t ı k l a r ı n a tu tu n d u m ; d u d a k la rı
beni k a p la d ığ ın d a , d ilin i b a c a k la r ım ın a r a s ın a a s tırd ığ ın d a
i r k i ld im .
“A m a n T a n r ım ! ” E lle r im i s a ç la r ın a d a ld ırd ım , k a lç a la ­
r ım d a i r e ç i z i y o r d u . P o p o m u t u t u p v a j i n a m ı d a h a y u k a r ı
k a ld ırd ı v e o y e t e n e k l i d i l i y l e b e n i ç ı l g ı n a ç e v i r m e y e d e ­
v a m e tti. B u r n u n u n u c u n u k l i t o r i s i m e s ü r t ü y o r d u , k e n d im i
k ıv ra n a ra k , t i t r e y e r e k , a d ı n ı h a y k ı r a r a k o r g a z m ım a te s lim
e ttim .
B e d e n im s a k in le ş ir k e n b a c a k iç le r im i h a f if h a f if ıs ırıy o r­
du.
“ L a n e t o ls u n , b u iş te ç o k iy is in ,” d e d im s o lu k s o lu ğ a ,
e lim i k a b a r ı k s a r ı s a ç l a r ı n d a g e z d i r i r k e n .
“ M m m m , b e ğ e n d i ğ i n e s e v i n d i m , b e b e ğ im . B e n im iç in
ay ağ a k a lk .” Z a r a f e tle a y a ğ a k a lk a r a k c e k e tin i, k r a v a tın ı v e
g ö m le ğ in i ç ı k a r ı p v e r a n d a n ı n y e r i n e b ı r a k t ı .
“ B a n a b ira z ö n c e y a p tığ ın ş e y d e n s o n ra b a c a k la rım g ü ç -
s ü z le ş ti. A y a k t a d u r a b i l e c e ğ i m i p e k s a n m ı y o r u m . ”
E lle rim i tu tu p b e n i o t u r u r p o z i s y o n a g e tir d i v e e lle rim i
Ç ıp la k o m u z l a r ı n a d o l a d ı . “ B a n a t u t u n . ”
“ M e m n u n iy e tle ,” d iy e m ır ıld a n d ım b o y n u n a g ö m ü lm ü ş ­
ken, o d a b u e s n a d a e lin i s ır tım a a tm ış e lb is e m in fe rm u a rın ı
a ç ıy o r d u . S a ğ k o l u m u e l b i s e m i ç ı k a r a b i l s i n d i y e i n d i r d i m ,
e lb is e m a y a k l a r ı m ı n d i b i n e y ı ğ ı l d ı .
“ T a n rım , s ü ty e n in d e m i y o k ? B u n u d a h a ö n c e ö ğ r e n m e ­
d iğ im i y i o l m u ş , y o k s a b i z i k u l ü p t e b i r t u v a l e t e k i l i t l e r v e
seni b ü tü n g e c e ç ıp la k t u t a r d ı m .” E lle r iy le s ır tım ı k u y r u k
sokum um a k a d a r o k ş u y o rd u .
“ S en h â lâ ç ıp la k d e ğ ils in .”
“Ah, benim de mi soyunm am ı istiyorsun?” diye sordu
m asumca, köprücük kem iğini ısırdım .
“Soyun."
“Sen küçük bir ısrarcısın, öyle değil m i?
“Neden çıplak değilsin?" Elleri k u yruk sokumumdan
sırtımdan yukarı doğru dolaşıp saç tokam ı açm aya başladı*
saçlarım om uzlarım a dökülüyordu.
“Saçlarını seviyorum ," diye m ırıldanıp saçlanm ın tutam
hâlinde dökülmesini izledi.
“Ben de senin saçlarını seviyorum ." Parm aklarım ı saçla-
rının arasından geçirdim , gülüm sedi.
“Biliyorum ."
Saçlarım tam am en açıldığında, ellerim i alıp, gözleri
gözlerimde, her bir parm ağım ı tek tek öptü. Bir adım geri
çekildi, gecenin serin havası, içim i ürperterek, meme uçla­
rımı büzüştürerek vücudum u yalıyordu.
"Vücudunu seviyorum . K ıvrım lı am a yine de güçlü ve
fit bir vücudun olm asını seviyorum ." G özleri, açlık içinde
kıvrım larım da yukarı aşağı süzülüyordu.
"Sevindim ." U tangaç bir ifadeyle gülüm sedim . "Hâlâ
çıplak değilsin.”
Kaşını kaldırdı. "S abırsızlandın m ı? "
"N işanlım ın benim le sevişm esini istiy o ru m ," diye fısıl­
dadım, gözleri büyüdü.
"Tekrar söyle," diye fısıldadı.
"Seviş benim le," diye karşılık verdim .
"Hayır, diğer kısm ını."
Yüzüm e ufak bir gülüm sem e yayıldı. "N işanlım .”
"Tanrım, evet dedin." Y utkundu, gözlerini yuvarlayıp*
gülüm sedi; nefes kesen, kocam an, neşeli b ir gülümsemeyle
ve ben ona yeniden âşık oldum .
Kafam ı onaylar gibi sallayıp güzel yüzüğüm e baktım-
O na bir yüzük alm ak için sabırsızlanıyordum .
IS.H.IÖI CİN rKUÖT

“Hayır d iyeceğim i mi düşünmüştün?”


“Hayır, sad ece...” Elini saçlarının arasından geçirip,
“Sadece, gerçekten gerildim ,” dedi.
Aram ızdaki m esafeyi kapatıp dudaklarına yumuşak bir
öpücük kondurdum . “Benim leyken gergin olmak için hiç­
bir sebebin yok. K albim uzun süredir sana ait. Şimdi, benim
harika nişanlım , lütfen beni yatağa götür ve seviş benimle.”
Beni kollarının arasına alıp, bütün yol boyunca minik
öpücükler kondurarak yatak odasına kadar taşıdı.

“Hey, güzellik, uyan.” Luke, kulak mememe burnunu


sürttü, yüzüm ü ona döndüm .
“Gece beni uyutm adın,” diye mırıldandım gözlerimi aç­
madan. K ıkırdadığını duydum .
“Özür dilerim . A m a kalkıp brunch için hazırlık yapma­
ya başlam am ız gerek.” Yanağımdan, ardından burnumdan
öptü.
Gözlerim i aniden açıp sol elim in avucuyla yanağını ok­
şadım, yüzüğüm e gün ışığı vuruyordu. Parlak bir gülümse­
me takındım , o da gülüm seyip beni tatlı tatlı öptü.
“Haydi, bütün gün yatakta kalıp sevişelim.”
“K ulağa harika geliyor.” Geri çekilip yataktan çıktı.
“Herkes iki saat içinde burada olur ve yapacak şeylerimiz
var. Kahven kom odinin üzerinde seni bekliyor. Kalk ve duş
al, seni m utfakta bekliyorum .”
“Seni seviyorum .”
Yüzünde kendinden em in bir gülümseme belirdi. “Ben
de seni seviyorum . Haydi, kalk. Aşağıda görüşürüz.”
Odadan çıktı, bir dakika kadar yatakta oturup, yüzüğü­
me bakarak aptal bir ifadeyle sırıttım. Sonunda kendimi
kaldırarak kahvem i alıp hızlı bir duş aldım.

327
“ T am am , senin için ne y a p ab ilirim ? ” diye sordum, mut
fağa ağır ağır girerken. L uke, o m zu n d a b eyaz bir mutfak
havlusu asılı hâlde ocağın b a şın d ay d ı. B eyaz keten bir
göm lek ve soluk bir kot pan to lo n g iy m işti, yalınayaktı.
A ğzım a layık.
“ İşte, biraz m eyve d o ğ ra .” B u z d o la b ın d an kavun, çilek
üzüm ve şeftali çıkardı, ben b ir k e sm e tah ta sı ve keskin bir
bıçak alarak göreve başladım .
“Isaac, dün gece, erkekleri g e çe n g ün öğlen yemeğine
çıkardığından b ah setti.” B ir ka v u n alıp ik iy e böldüm , çekir­
deklerini çıkarıp dilim lem ey e b a şlad ım .
“Ö yle m i?” L u k e ’un belli b e lirsiz su ratı asılm ıştı, krep
ham urunu karıştırıyordu.
“ Evet, sadece bun u söyledi, o n u n d ışın d a seni sevmiş,
bana olan davranışlarına d ik k at e ttiğ in sürece. Ona, dikkat
etm em eni tercih ettiğim i sö y le d im .” S ırıtıp , çileklerin sap­
larını çıkarm aya başladım .
“ Sana evlenm e te k lif etm em in o n la r için bir sakıncası
olup olm adığını sorm ak isted im .”
B u cüm lesinin ü zerine a niden o n a d ö n d ü m , ağzım açık
bakakalm ıştım . O m uz silkip h a m u ru o c ağ ın üzerindeki ta­
vaya döktü.
“N eden?”
“Ç ünkü onlar senin ailen. Seni se v iy o r ve koruyorlar,
hem bu bir gelenek.” K ah v esin d en b ir y u d u m alıp şüphe ı
bakışlarla bana güldü.
Vay canına.
“N e dediler?”
“ Sana evlenm e te k lif ettim , öyle değil m i?”
“ Peki ya hayır deselerdi?”
K ahkaha atıp kafasını salladı. “ Y ine de te k lif eder ı^*
Krepleri döndürdü, bir çilekle etrafından dolanıp, du­
daklarına doğrulttum .
“A l.” Ç ilekten bir ısırık aldı, gerisini ben ağzıma attım.
“Mmm, güzelm iş.”
B aşparm ağım ı yaladım , belim den tutarak beni kendine
çekip işaret parm ağım ı yaladı. “ Seni yem ek yerken izleme­
ye bayılıyorum .”
İçim de, hızlı ve ateşli bir arzu patlam ası oldu.
“Öyle m i?”
“Evet.”
Tekrar m eyvelere doğru gidip, salkım dan bir üzüm ko­
pardım. A rkam ı döndüğüm de, Luke krepleri tavadan alıp
ocağın altını kapatıyordu.
D üşündüğü şey hoşum a gitm işti.
Ü züm ü dudaklarım ın üzerinde gezdirip ağzıma attım ve
ağır ağır çiğnem eye başladım .
“ Sen de ister m isin?” Ü züm ü ondan uzaklaştırdım, ara­
m ızdaki m esafeyi yavaş yavaş kapatıp, üzümleri parmakla­
rımın arasından aldı.
“Bu oyunu sevdim ,” diye fısıldadı, gülümsedim. Beni
m utfak tezgâhının üzerine kaldırdı, ayaklarım aşağıya sar­
kıyordu, bacaklarım ın arasına geçip ağzım a bir tane daha
çilek koydu. Çileği dudaklarım la aldıktan sonra öne doğru
eğildim, o dudaklarım ın arasından çilekten bir ısırık alırken
ben de aynı zam anda onu öpüyordum .
Çileğin tadını alan Luke ve ben, dudaklarının içinde in­
liyorduk.
“Tanrım, ne kadar seksisin.”
Yeşil bluzum u kafam dan geçirerek çıkarıp yere fırlattım,
aynı yolu sütyenim de izledi. Bir çilek daha alırken, gözle­
rine bakıp dudaklarım ı ısırdım ve kırmızı meyveyi, m em e
uçlarıma gezdirerek buruşm alarını sağladım. Luke hızlıca
bir nefes alıp kalçalarım daki ellerini daha da sıktı, bu da

329
bana gözünün önündeki m anzaradan hoşlandığım söylü
yordu.
Çileği göğsüm den çekip tenim in üzerin d en çeneme ç!
kardım ve ağzım a koyup, m eyvenin tatlı suluğunun keyfini
çıkardım.
Kıpırdamıyordu, yalnızca beni izliyordu, elleri panto-
lonlu kalçalarımı avuçluyordu, bense ü z erim çıplak, seksi
nişanlımı baştan çıkarm aya başlıyordum .
Kocaman bir dilim kavunu L u k e ’un a ğ zın a soktum ve
eğilip, meyvenin dudağım daki suyunu e m e rek onu öptüm.
“Beni deli ediyorsun,” diye fısıldadı dudaklarım ın üze­
rindeyken.
“İstediğim de bu,” diye fısıldadım b e n de.
Birdenbire beni kaldırdı, y em ek m asasın ın etrafına ace­
leyle dönerken, bacaklarım ı beline d o lad ım . Beni yemek
masasına yatırdıktan sonra ben k a lç ala rım ı kaldırırken, o
pantolonumu ve onunla birlikte iç ç am aşırım ı çıkardı.
Gömleğini, düğm elerini u m u rsa m a d an kafasından geçi­
rip çıkardı ve pantolonunu b acak ların a indirdi.
“Sana doyam ıyorum .” Beni g ö v d e siy le kapladı, elleri
saçlarımda, yüzü boynum a göm ü lü y d ü , h a ssa s tenim i öpü­
yor, yalıyordu.
“Bana doym anı istem iyorum .” B a ca k la rım ı kalçalanna
doladım, sertliğini köküne k adar içim e k a y d ırd ı, onu içim­
de kavramıştım.
Sağ elimi sol eline alıp b aşım ın ü z erin e k oydu ve sabit
bir hızda içime girip çıkm aya başladı.
“Seni bir şeyler yerken izlem ek b en i ö y le sertleştirdi kı.
Tatlı dudakların, gördüğüm en se k si a fro d izy a k .” Dudakla
rımız buluşmuştu; k elim elerind e, z a r if v e tam am ıyla üze­
rimde olan bedeninde kayb oluyordu m .
O hızını artırırken, elim i sırtından sık ı k alçalarına indmP
sım sıkı tutundum.
“A h T anrım ,” diye inledim .
“ B ana b a k ,” diye h o m urdandı, göz göze geldik. “ Boşal­
m anı izlem ek istiy o ru m .”
K ahretsin.
Ve işte tüm b u n la r beni d oruğa çıkarm ıştı. Beni iki defa
tokatlad ık tan so n ra içim e patlarken, hareketsiz kaldı ve du­
daklarını ısırdı.
“T anrım , N at, sen beni öldüreceksin.” N azikçe öpüp
içim den çıktı, se rt m asad an k alkm am a yardım etti.
“Y em ek fetişin o ld u ğ u n u düşünm ekten kendim i alam ı­
yorum .” Ç ıp la k p o p o su n a b ir şaplak atıp tem izlenm ek ve
giyinm ek için b a n y o y a gid erk en etrafa saçılm ış kıyafetle­
rim i topladım .
M utfağa, y a n ın a g ittiğim d e, tam am en giyinm işti ve ta­
vada p işm ek te o la n d a h a fazla krep vardı.
Y anağından ö p ü p m ey v eleri kesm eye devam ettim.
“G e lec ek ha fta L os A n g e le s’a gitm ek zorundayım .”
Luke k rep lerin i ç ev irip ban a döndü.
“N e d en ? ” Ç ilek leri d o ğram ayı bitirm iş, şeftalilere geç­
m iştim .
“ B izzat b u lu n m a m g ereken bir toplantım var. Sadece bir
gece orada k a la ca ğ ım .”
“A h, p e k i.” S uratım asılm ıştı. Şaraphanedeki büyülü ge­
ceden sonra b irb irim iz d en ayrı geçireceğim iz ilk gece ola­
caktı.
“B enim le g e l,” diye önerdi.
“G elem em . H âlâ tatilim iz için ertelediğim randevuları
tam am lıyorum . G e lec ek h afta tam am en doluyum .” Çekir­
deği çöpe atıp b ir başk a şeftali aldım .
“ Sadece bir g ece,” diye m ırıldandı, arkam da durduğunu
fark ettim . B irdenbire kendim i savunm asız hissetm iştim ve
neden olduğunu bilm iyordum . Sadece bir gece! Elbette, on­
suz bir gece geçirebilirdim .
KAÇ BENİMLE

G ü v e n s i z l i ğ i m i g ö r m e m e s i i ç i n d ö n ü p p a r l a k b ir
s e m e ta k ın d ım . “ S o ru n o lm a y a c a k . N e z a m a n g id iy o r ^ '
“ Ç a r ş a m b a s a b a h e r k e n d e n . P e r ş e m b e ö ğ l e d e n so
e v d e o la c a ğ ım .” a
“ U z u n b ir to p la n tı.” K a ş la rım k a lk m ış tı.
“ Z a t e n o r a d a o l a c a ğ ı m i ç i n , b i r k a ç t o p l a n t ı d a h a s ık ı^
ra c a ğ ım . S o ru n o lm a y a c a ğ ın a e m in m is in ? ”
“ T a b i i k i . S e n i s e v i y o r u m a m a s a n ı r ı m , s e n s i z b ir gece
h a y a t t a k a l a b i l i r i m . J u l e s v e b e n k ı z l a r g e c e s i yapanz.”
“ P e k i . ” B u r n u m d a n ö p ü p k r e p l e r i n e g e r i d ö n d ü v e firma
b ira z p a s tırm a k o y d u .
“ D ı ş a r ı d a k i t ü m o ç i ç e k l e r i n e y a p a c a ğ ı z ? ” d i y e sordum
k o n u y u d e ğ iş tire re k .
“N e y i k a s te d iy o rs u n ? ”
“ V e ra n d a d a y e m e k is te m iy o r m u s u n ? ”
“ H a y ır, iç e r id e y e r iz . D ile r s e n iç e r i g e tiririz .”
C a m k a p ı y a d o ğ r u y ü r ü y ü p , L u k e ’ u n g e l e c e k h a fta bir
g e c e o l m a y a c a ğ ı n ı ö ğ r e n d i ğ i m i ç i n ü z e r i m e ç ö k e n depre-
s i f r u h h â l i n d e n k u r t u l m a y a ç a l ı ş a r a k g ü z e l ç iç e k le r im e bir
g ö z a ttım .
“ Ç o k g ü z e l l e r . H e p s i n i n e r e y e k o y a c a ğ ı m ı z ı bilm iyo­
ru m .”
“ Ş i m d i l i k b ı r a k , d a h a s o n r a b i r ç a r e s i n e b a k a r ız .”
“ P e k i . ” G e n i ş y e m e k m a s a s ı n ı a l t ı k i ş i i ç i n hazırladı®*
s ü r a h i l e r e p o r t a k a l s u y u v e k a h v e k o y u p m a sa y a yerleş11'
rirk e n k a p ı ç a ld ı.
“Ben bakarım.” Luke’un yüzünde bir g ü l ü m s e m e pad3
dı, biraz olsun rahatlamıştım, ailesini göreceğim ve hedıye
lerini vereceğim için heyecanlanmıştım. .
“Selam, hayatım.” Lucy, Luke’un yanağından $
oturma odasına geldi. N eil’ı, Mark izliyordu, arkala 11
da Samantha vardı. . jj
Belli ki Luke’un evinde çokça zaman geçirme

332
KRISTEN PROBY

Etrafta rahatça hareket ed iy o rla rd ı, bir süre ö y le c e durup


Luke ve ailesin i k e y ifle iz le d im .
A r tık b e n i m d e a i l e m d i .
“ M il le t, s i z e g ü z e l n i ş a n l ı m N a t a l i e ’y i t a n ı ş t ı r m a k i s t e ­
rim .” L u k e y a n ı m a g e l i p e l i m i ö p e r k e n k a h k a h a a t t ı m .
“ E v e t,” d e d i m y a v a n b i r i f a d e y l e . “ T a n ı ş t ı k . ”
“A h , N a ta lie , a ile m iz in b ir p a r ç a s ı o la c a ğ ın iç in ç o k h e ­
y e c a n lıy ım .” L u c y b a n a s ı k ı c a s a r ı l d ı , b a s t ı r a n a n i g ö z y a ş -
la rıy la g ö z l e r i m i k ı r p ı ş t ı r d ı m .
“T e şe k k ü r e d e r im .”
“V e b e n d e d o ğ ru k a r d e ş i s e ç e c e ğ in i d ü ş ü n m ü ş tü m .”
M a rk p i ş m a n l ı k l a k a f a s ı n ı s a l l a y ı p k ü s m ü ş g i b i y a p t ı .
“ S e ç t i m .” O n u n s o m u r t k a n s u r a t ı n a b a k a r a k k a h k a h a
a tıp o n u h ı z l ı c a k u c a k l a d ı m . “ Ü z ü l m e . S a n a i y i b i r k ı z b u ­
lu ru z .”
M a rk b ir k a h k a h a p a tla tıp , b ir p a r ç a p a s tır m a a ş ır m a k
iç in m u t f a ğ a d o ğ r u y ö n e l d i . “ G e r e k y o k . B ö y l e i y i y i m . ”
“P a s tırm a d a n u z a k d u r ! ” d iy e b a ğ ır d ı L u k e .
N e il b a n a s a r ı l ı p y ü z ü m ü e l l e r i n i n a r a s ı n a a l d ı , m ü ş f i k
g ö z le ri m u t l u y d u . “ M u t l u m u s u n , t a t l ı k ı z ? ”
“ E v e t, t e ş e k k ü r e d e r i m . ”
“Güzel.”
L u k e ’u n a n n e s i y l e b a b a s ı o l d u k ç a s e v g i d o l u v e h o ş g ö ­
rü lü y d ü ; b u n a r a ğ m e n S a m a n t h a , g ö z l e r i n i d e v i r i p k e n d i n e
b ir f in c a n k a h v e k o y d u .
“ E e ,” d e d i g ö z l e r i k ö t ü n i y e t l e p a r ı l d a y a r a k . L u k e ’a
b a k tık ta n s o n r a g ö z l e r i n i b a n a ç e v i r d i , k e n d i m i i ğ n e l e y i c i
d u d a k la r ın d a n d ö k ü l m e k ü z e r e o l a n ş e y l e r e h a z ı r l a m ı ş t ı m .
“Ö n cek i g ü n , k a h v e c id e b ir lik te o tu rd u ğ u n o y a k ış ık lı
adam d a k im d i? ”
0 liiy ^ itn e t€ / P M ö /iirri/

Öfkeli bir bakış attım , yüzüm b e m b e y az olm uştu, Luke’a


döndüm. Kaşları neredeyse saç ç iz g isin e k a d ar kalkmıştı.
Odaya sessizlik çökm üştü.
“ Satın aldığı bazı işlerini teslim e tm e k için bir müşteriyle
buluştum .” G özlerim i L u k e ’un g ö z le rin d e n ayırmıyordum
ama yüzü değişti, o keyfi y erinde ve n e şe li adam gitmişti.
Kim den bahsettiğim i kesinlikle b iliy o rd u ve sinirlenmişti.
Lanet olsun.
B rad’le buluştuğum u söylem eyi un u tm u ştu m , çünkü
aynı gün m ezarlığa gitm iştik.
“Adı neydi?” diye sordu Sam ve k a h v e sin d e n bir yudum
aldı.
“ Brad,” diye m ırıldandım , n e fes alıp elini kaldırırken
Luke izleyerek. “ Sana söylem eyi u n u ttu m , çünkü o gün
m ezarlığa gittik.” Sesim alçalm ış ve incelm işti.
Sam antha bir an için k aşlarını ç attı, y u tk u n d u ve nere­
deyse kendini suçlu hissetm iş gö rü n ü y o rd u .
Luke bana baktı, bakışları soğuktu, g ö zlerim in dolduğu
nu hissettim . “Bana kızm a, ona sa d e ce fotoğraflarını ver
dim , başka bir randevu daha ay arlay ıp a y a r l a y a m a y a c a ğ j u
sordu am a ben ona senin b u ndan hoşlanm ayacağını soy
dim. Seni arayıp artık benim le öyle ilgilenm ediğini söy
m eyi tek lif etti. H içbir şey olm adı.”
K K l b 1 fc,IN r K U B Ï

“Neden eve geldiğinde bir şey söylemedin?”


“Gerçekten unuttum . H içbir şey olm adı.”
“Ona gülüm seyip om zunu ovalarken hiçbir şey olmu­
yormuş gibi görünm üyordu.” Sam antha kendini beğenmiş
bir edayla om uz silkti, derin bir nefes aldım.
“Sam .” L ucy’nin sesi sert ve yüksekti.
L uke’un gözleri yüzüm den ayrılm ıyordu, kafamı salla­
dım.
Bir bakışla S am ’i yerine çivileyip elimi yum ruk yap­
tım. Buna nasıl cüret eder?
“Senin neyin var b öyle?” Sesim öfkeyle titriyordu.
“Ben ne yaptım k i?” G özlerini m asum bir ifadeyle aç­
mıştı.
“B ir m üşteriyle buluştum . B enim le, bir refakatçi eşliğin­
de fotoğraf çektirebilm e ihtim ali olup olmadığı hakkında,
korum acı erkek arkadaşım la konuşabileceğiyle ilgili endi­
şesini dile getirdiğinde, om zuna dokundum . Bunları, lanet
olasıca kam uya açık b ir alanda konuşuyorduk.
“Bu hep böyle m i olacak, Sam antha? Önümüzdeki alt­
mış yıl boyunca kardeşine olan hislerim i mi sorgulayacak­
sın? Luke olm adan, ne kadar param olduğu hakkında bir
fikrin var m ı? O nun p arasına ya da bağlantılarına ihtiyacım
yok. A nnem le babam öldüğünde bana yirm i m ilyon dolar
miras bıraktılar.” S a m ’in yüzü kızarm ıştı, L ucy’ninse nefe­
si kesilm işti am a ben devam ettim .
“K ardeşin ünlü. A rtık bunu aş. E ğer tutkusu oysa, yaşa­
mak için ham burger yapan birinden fazlası olmasaydı da,
onu daha az sevm ezdim . O nun kim olduğuna takılıp kalmış
tek kişi sen gibi görünüyorsun.
“Ben onunla evleniyorum , Sam. Bu öm ür boyu sürecek
bir şey. Seninle arkadaşça bir ilişkim olm asını tercih ede­
rim. Bana biraz şans versen, benden hoşlanacağını düşünü­
yorum.
“ Ama senin tarafından daha fazla saygısızlığa uğramaya
devam edem eyeceğim. Ben bunu hak etm iyorum .”
“Sana güvenm iyorum ,” diye söylendi, dişlerinin arasın­
dan.
“ Ben de sana güvenm iyorum , sanırım bu durumda eşi­
tiz." Ne düşündüğünü anlam ak için L u k e’a baktım. Elleri
cebinde, düşünceli bir şekilde bana bakıyordu. “Gitmemi
ister m isin?”
“Hayır, gitm e!” Lucy, kızına bakarak bana doğru yürü­
yordu. “Samantha, saçm alıyorsun.”
Ben Luke’a bakm ayı sürdürdüm . B ana cevap vermemiş­
ti. Neil ve Mark da dik dik S am antha’ya bakıyorlardı.
“Ee?” Kaşlarım ı kaldırdım .
“Hayır, burası senin evin,” dedi sakin bir ses tonuyla,
gözleri samimiydi. Ah, Tanrı y a şükür.
“Sam,” dedi sessizce, m asanın etrafından ona doğru iler­
lerken. Sam hâlâ kaşlarını çatm ış bana bakıyordu ama Luke
çenesinden tutup onu gözlerinin içine baksın diye kendine
çevirdi. Lucy elim i ellerinin arasına alıp hafifçe gülümsedi.
Deli gibi titriyordum .
“Kes şunu. N atalie’yle evleniyorum . O na âşığım, Sam.
Geçm işim den kim seye benzem iyor. Savaş baltalannı indi­
rip devam etm ek zorundasın. Ben öyle yapıyorum .”
Elini saçlarına götürüp bana baktı, sonra dikkatini ye­
niden Sam ’e verdi. “E ğer ona güvenm iyorsan bana güven.
Ona bir şans ver. Sana bir kötülük yapm adı.”
Sam kafasını sallayıp gözlerini kapadı, birdenbire yorul­
m uş görünüyordu. “ Seni yeniden üzgün görm eye dayana­
m am .”
“Beni sen üzüyorsun, Sam .”
Luke sanki ona yum ruk atm ış gibi nefesi kesildi. “Efen­
dim ?”
“Onu üzdüğünde, beni üzüyorsun. Yapma. Burası bizim
K RISTEN PROBY

evimiz ve eğer burada ona saygı göstermeyeceksen, burada


kalmanın bir anlam ı yok.”
Lanet olsun. Beni kız kardeşine karşı savunuyordu ve
ben ona sarılm ak, onu öpm ek istiyordum ama olduğum
yere çakılıp kalm ıştım .
Oturma odasına göz gezdirdim , Lucy’ye, N eil’a ve
M ark’a baktım ve bu durum un çok uzadığına karar verdim.
“Acıktım .” Sesim sakin ve yum uşaktı. “Haydi, brunch
yapalım. Sanırım M ark bütün pastırm aları tek başına ye­
mek üzere.”
Yemekleri m asaya yerleştirm ek için m utfağa doğru yö­
nelirken Lucy bana gülüm seyip elim i sıktı. M ark ve Neil
bize yardım ediyordu, göz ucuyla L uke’un Sam ’e bir şeyler
mırıldandığını gördüm . Luke ona sarıldı ve m utfakta bana
katıldı.
“Özür dilerim .” B eline sanldım ve kokusunu içime çek­
tim.
“Dileme. Sen yanlış bir şey yapm adın. Sam adına ben
özür dilerim .”
Kafamı salladım . “H aydi, yiyelim .”
“Tamam.”
Keyifle yem eğim izi yiyorduk, ortam oldukça düzelmişti.
Sam’le olan tartışm am ın ardından sohbetin sekteye uğra­
maması ya da rahatsız bir hâl alm am ası sıkıntımı hafiflet­
mişti. M asanın diğer ucundan bana şüpheyle göz atmaya
devam ediyordu am a artık kötü kötü bakm ıyordu, bir enge­
lin üstesinden geldiğim i varsayıyordum .
“Natalie, haydi bana yüzüğünü göster.” Lucy bana doğru
eğildi ve ben, yüzüm de şapşal bir gülüm sem eyle güzel yü­
züğümü gösterdim.
Lucy oğluna gülüm sedi. “ Seni çok iyi yetiştirm işim .”
Luke kahkaha attı ve ben kafam ı sallayarak onayladım .
“Aynen öyle. Güzel bir zevki var.”
KAÇ BENİMLE

Luke elimi öpüp bana gülüm sedi, gözleri yumuşak ve


sevgi doluydu.
Kahvaltıdan sonra sofrayı kaldırdık. Lucy, Sam ve ben
dağınıklığı topladıktan sonra taze kahvelerle, oturma oda­
sındaki erkeklere katıldık.
“Hediyeler!” Luke’un annesiyle babasına hediyelerini
verecek olmanın heyecanı içinde, ellerim i çırparak aşağı
yukarı zıplıyordum. Herkes bana güldü, ben sırıtıyordum.
“Hediye vermeyi çok seviyorum .”
“Bize hiçbir şey almak zorunda değildin.”
“Yalnızca bir defa otuz beşinci evlilik yıl dönümünüzü
kutluyorsunuz.” Bir zeytin dalı daha uzatm ayı denemeye
karar verip Sam ’e döndüm. “Rica etsem diğer odadan hedi­
yeleri getirmeme yardım cı olur m usun?”
Gözleri şaşkınlık içinde büyüdü am a sonra iyi huylu bir
şekilde omuz silkerek, “Tabii,” dedi.
Gülümsedim ve m asasının üzerinde büyük bir kutunun
durduğu Luke’un ofisine indik.
“Aman Tannm , çok büyük bir kutu b u .”
Kahkaha attım. “Biliyorum . Bu şeyi kaplarken çok vakit
harcadım. İşte, sen bu tarafından tut, ben de bu tarafından.”
Kutuyu birlikte kaldırdık, o kadar da ağır değildi ama
zorluk çıkanyordu, onu oturm a odasına kadar taşıdık.
“Ne yaptın böyle, onlara m obilya m ı aldın?” diye sordu
Mark sıkılan bir ses tonuyla. O na dilim i çıkardım , Sam ve
ben, kutuyu Neil ve L ucy’nin önüne yere koyduk.
“Haydi, açın.” Koltuğa, L uke’un yanına oturdum, kolu­
nu omzuma attı.
İki yandan kutuyu açm aya giriştiler, paketi yırtıp kapağı
açtılar.
“Tanrım.” Lucy, kutunun içindekilere bakarken eliyle
ağzını kapadı. Siyah çerçeveli fotoğrafları, tek tek kutudan
çıkarmaya başladı, Neil onları L ucy’den alıp yere düzenli
KRISTEN PROBY

bir şekilde koyuyordu. Kutunun en altında, düğün günleri


ve benim doğum günüm de çekilmiş iki büyük çerçeve var­
dı.
“Bunlar m uhteşem .” Partide çekilmiş fotoğrafı önlerine
tutup baktılar. “N atalie, sen çok yeteneklisin.”
Yüzüm kızardı, hediyelerini beğendikleri için mutlu ol­
muştum. “Teşekkür ederim .”
Luke elimi öptü. “Dahası da var.”
“N e?” H ediyenin bu kısm ından haberi olmadığı için
Neil kaşlarını çatm ıştı, ben kıkırdadım.
“Sizi, Güney Fransa’da ikinci balayına gönderiyoruz.
Her şey ödendi, nereye isterseniz gidebilirsiniz.”
A ğızlan açık kalm ıştı, Lucy gözlerini yeniden fotoğraf­
lara çevirip ağlam aya başladı.
“Tanrım, anne, neyin var?” M ark beceriksizce annesinin
sırtını sıvazlıyordu, belli ki ağlayan bir kadına dayanamı­
yordu.
“ Sanınm biraz duygusallaştım . Önce, dün geceki parti,
ardından oğlum un bana getirdiği güzel gelin ve şimdi Gü­
ney Fransa seyahati. Bu kadar kısa zamanda çok fazla şey
yaşadım.”
Neil, L ucy’nin alnından öpüp ona bir mendil uzattı. Er­
keklerin hâlâ bunlardan taşıdığını bilmiyordum.
Herkesin kahvelerini tazeledim , oturup bir saatten fazla
düğünle ilgili konuştuk.
“Bir tarih belirlediniz m i?” diye sordu Lucy.
“Hayır,” diye kıkırdayarak L uke’a baktım. “Teklif edeli
daha on iki saat oldu.”
“Kış düğünleri çok güzeldir.”
“Yardıma ihtiyacım olacak. Hem ...” Kaşlarımı çatıp dik­
katle Luke’a baktım , eliyle sırtımı okşuyordu.
“Ne oldu?”
“Paparazzilerin öğrenm esini istem iyorum.”

339
“ Büyük bir düğün mü istiyorsun?” diye sordu Neil.
“ Hayır, yalnızca aileler ve yakın arkadaşlar,” diye omuz
silktim. “Üzerine hiç düşünm em iştim .”
“Her kız kendi düğününü düşünür. Bu erkekleri ölümüne
korkutur," diye sırıttı Mark.
Kafamı iki yana salladım. “ Evlenm eyi hiç planlamamış-
tım. Düşüncelerimin arasında bile yoktu.”
“ Bir fikrim var,” dedi Sam yum uşak bir ses tonuyla.
“Uzakta bir yerde evlenm eye ne dersiniz? Uçakla herkesi
bir yere götürür ve şirin bir yerde küçük bir düğün yaparsı­
nız, örneğin Tahiti ya da ona benzer bir yerde.”
Fikir kafam da şekillenm işti, gülüm sedim . L uke’a baktı­
ğımda o da bana gülüm süyordu.
“Ne dersin?” diye sordum ona.
“Ben erkeğim. Sadece ne zam an ve nerede olacağımı ve
ne giymem gerektiğini söyle, yapayım .”
Sam ’e sırıttım. “ Bu fikri beğendim . Bunu daha sonra
yine konuşalım .”
Sam bana gülüm sedi - bana g ü lü m sed i! - ve kafamda,
Luke’la, kristal berraklığında m asm avi bir denizin etrafımı­
zı çevrelediği bem beyaz bir kum salda evlendiğim görüntü­
sü canlandı.

“Yarın akşam Jules’la planınız nedir?” Luke ve ben ka­


nepeye kıvrılm ış yatıyorduk. Salı gecesiydi ve yarın sabah
yola çıkacaktı, bunun üzerinde durm am ak için çok çabala­
m ıştım. Gitmesini istem iyordum .
“Sanırım stüdyoda olacağız.”
Luke kaşlannı kaldırıp bana doğru baktı. “Neden?”
“ Birkaç fotoğrafını çekm em i istedi,” diyerek omuz silk­
tim. “Neden olduğunu bilm iyorum , zaten bir arşivi var.
KRISTEN PROBY

“Ne demek istiyorsun?”


“Playboy okumamış olamazsın.”
“Azgın bir ergenken evet, ama o zamandan beri hayır.
Neden?” Kanepede yüzünü görmek için ona döndüğümde
kafası kanşm ış görünüyordu, sonunda aydınlandığında,
gözleri fal taşı gibi açıldı.
“Dalga geçiyorsun.”
“Hayır. Üniversitedeyken onlar için poz vermişti.” O za­
manları düşünüp kahkaha attım. “Yaptığım işte iyi olmak
için, üzerinde en çok denem e yaptığım insandır. Bir yıl ka­
dar Playboy’la çalıştı, sonra aniden bıraktı. Bitirdiğini söy­
lemişti, devam etme zamanı gelmiş.”
“Vay canına.”
“Sakın internete girip Jules’un çıplak fotoğraflarını ara­
maya kalkm a.” Gözlerimi kısarak kollanm ı göğsümde bir­
leştirdim.
Luke bir kahkaha patlattı. “Hayır, teşekkürler. Jules gü­
zel bir kadın ama ona tam am en kardeşçe duygular besliyo­
rum. Onu çıplak görm ek istem em .”
“Bunu duyduğum a sevindim .”
“Çıplak görm ek istediğim yalnızca tek bir kadın var.”
“Öyle m i?” diye sordum masum bir edayla. “Kim bu
şanslı kadın?”
“Tanıdığım bu m uhteşem esmer. Hayatımda gördüğüm
en seksi dövm elere ve kıvrım lara sahip kadın.” Beni kuca­
ğına çekti, bacaklarımı açmış üzerinde oturuyordum. Onun
tişörtlerinden birini giymiştim ve altımda sadece iç çama­
şırım vardı, çünkü uyum adan önce televizyon izliyorduk.
“Onu tanıyor m uyum ?” diye sordum.
“Bilmem. Her zam an tişörtlerimi çalar ve sol elinde çok
çekici bir yüzüğü var.” Tişörtü kafamdan geçirip burnuyla
meme ucumla oynamaya başladı.
“Sanırım, kimden bahsettiğini biliyorum,” diye fısılda-

341
KAÇ BENİMLE

yıp, burnuyla beni sırtımdan aşağıya ürpertirken gözlerim;


kapadım.
“Tanıyor musun?”
“Hım... Sana umutsuzca aşık.” Vajinamı, kotunun üze­
rinden hissetmenin keyif verdiği sertliğine bastırıyordum
“Kahretsin, bebeğim, pantolonumdan bile ne kadar sıcak
ve ıslak olduğunu hissedebiliyorum.” Elleri kalçalarımday-
dı ve beni kendine bastırıyordu.
“ S e n i i s t i y o r u m , ” d e d i m , d u d a k l a r ı m ö p e r e k . “ H e m e n .”
Beni dizlerine doğru kaydırdıktan sonra pantolonunun
fermuarını açıp kalçasından aşağı kaydırdı. Büyük elleri
popomu avuçluyordu, beni kaldırdı ve üzerine oturttu.
“Ah, Tanrım! Luke harikasın.” Kalçalarımla daire çiz­
meye başladım, üzerine binmiş, buz mavisi gözlerine bakı­
yordum. Ağzı açıktı, güçlükle ve hızlı hızlı nefes alıyordu.
Meme ucundan birini içine çekerek emdi, çığlık attım.
Meme uçlarım son zamanlarda daha bir hassastı.
“Yavaş ol,” dedim soluk soluğa, emmeyi bırakıp dilini
hafifçe üzerinde gezdirmeye başladı.
“Böyle iyi mi?” diye sordu.
“Ah evet, iyiden de fazla.”
Birleşmemizi bozmadan, ben hâlâ ona sarılmış hâldey­
ken hızlı bir manevrayla ayağa kalktı. Beni kanepeye boylu
boyunca yatırdı ve bedenimi bedeniyle kapladı. Sol baca­
ğımı omzuna kaldırıp göğsüme doğru bastırdı ve vajina*111
genişletip içime bir balyoz gibi vurmaya başladı.
“Luke,” diye haykırıyordum, heyecan içimde yayıl**^11
Kalçalarımız birlikte hareket ediyordu, gözleri bana ey
bir sahiplenici, öyle vahşi bir ihtiyaçla bakıyordu ki ş*d
bir şekilde boşaldım. .. ^
“Evet.” Bacağımı indirip beni aniden döndürüp y1*2^
yatırdı. Popomu havaya kaldırıp bir yandan tokatlarken,
nişini yeniden içime sapladı.
K RISTEN PROBY

“A m a n T a n rım !” d iy e c iy a k la y a r a k y a s tık la rı y u m ru k la ­
rım ın a r a s ı n a a l ı p s ı k ı y o r d u m .
U z a n ıp g ü ç lü e liy le s a ç la r ım ı tu tu p b e n i g e riy e d o ğ ru
ç e k ti, d i ğ e r e li k a l ç a m d a , b e n i p e n i s i n e d a h a h ız lı v e d a h a
k u v v e tle b a s tır ıy o r d u .
Beni becerm esini seviyorum .
Zar z o r n e f e s a l ı y o r d u . “ Y e n i d e n b o ş a l . ”
“ Y a p a m a m .” E ğ e r y e n id e n b o ş a lır s a m , n a lla r ı d ik e rd im .
“ Y e n id e n . B o ş a l.” S a ç la r ım a d a h a h ız lı a s ıla r a k p o p o m u
y e n id e n to k a tla d ı v e b e n d a h a f a z la d a y a n a m a d ım . K a s la ­
rım g e r i l d i , t i t r e d i , b u y a ş a d ı ğ ı m e n y o ğ u n o r g a z m d ı . V ü ­
c u d u m , L u k e ’u n v ü c u d u n a b a t ı p ç ı k a r k e n , y u m r u k la r ım d a
k a n e p e y e tu tu n m u ş , b a ğ ır ıp ç a ğ ır ıy o r d u m v e L u k e b o ş a lır­
k en a d ım ı h a y k ır ıy o r d u .
“ B e c e r b e n i.” İ ç im d e n ç ık ıp b e n i k e n d in e d ö n d ü rd ü , y ü ­
zü m ü , y a n a k la rın ı, b u r n u m u , g ö z le r im i ö p ü p y ü z ü m ü a v u ç ­
la rın ın a r a s ın a a l d ı . “ İ y i m i s i n ? ”
“ E lb e tte ,” d e d im n e d e m e k is te d iğ in i a n la m a d a n , k a ş la -
n m ı ç a ta ra k . “ N e d e n iy i o lm a y a y ım ? ”
“ S a n a h iç b u k a d a r s e r t o lm a m ış tım . T a n rım , N a t, b e n i
d a rm a d a ğ ın e d iy o r s u n . S e n in le y k e n k e n d im i u n u tu y o r u m .”
E lle ri s ı r t ı m d a y d ı , b a n a h u z u r v e r i y o r d u .
“ T a tlım , s e n in le s e r t s e k s i s e v iy o r u m . B iliy o r s u n . S a n a
ta m a m e n g ü v e n iy o r u m . B e n i y i y i m .” O n a g ü lü m s e d im .
“ İs te d iğ in z a m a n p o p o m u to k a t l a y a b i l i r s i n . Ç o k a te ş li.”
L u k e k a h k a h a a ttı, n e fe s i h â lâ d ü z e lm e m iş ti, b e n i g ö ğ ­
sü n e s ık ış tırd ı. “ T a n r ım , s e n i s e v iy o r u m .”
Bütün gece uyum adım . M iden bulanıyor, biraz kusacakmış
gibi hissediyordum. L uke’un bu sabah gidişi beni gerdiği
için böyle olduğunu biliyordum . Sağ salim eve gelene ka­
dar onun için endişelenecektim . U çakla seyahat etmesinden
nefret ediyordum.
Bütün bir gün boyunca Los A n g e les’a kadar araba sür­
mesi m üm kün değildi.
Saatin yeşil ışıkları, sabahın beşini gösteriyordu. Luke
birazdan kalkıp sekizdeki uçağı için hazırlanacaktı, ben de
onu uyandırm aya başladım .
Onu uyandırm aya bayılıyordum .
Yanağından öpüp, ellerim i saçlarının arasından geçir­
dim. “Uyan, aşkım .”
“I-ıh.”
“Haydi,” diye yanıtladım , ona gülerek. “Uyan. Yola çık­
m ak için hazırlanm an gerek.”
Bana doğru dönerek kollarını etrafım a dolayıp y ü z ü n ü
boynum a gömdü.
“ Uyuyalım ,” diye m ırıldandı.
Ah, onun güçlü kollarında olm ayı seviyordum . „
“Eğer uyum aya devam edersek, uçağını kaçıracaksın^
Dudaklarına bir öpücük kondurup saçlarını okşamaya
vam ettim.
KRISTEN PROBY

“Keşke benimle gelseydin.”


“Yarın evde olacaksın.”
“Seni burada bırakm aktan hoşlanmıyorum.”
Gülümsedim, kalbim bir an için duracak gibi oldu. “İyi
olacağım.”
“Beni havaalanına götürecek m isin?”
“Elbette.”
Derin bir nefes aldı, gözlerini bana çevirdiğinde, ciddi­
leşti.
“İyi m isin?” Elimle sakallı yanağını okşadım.
“Seni şimdiden özledim .”
“Ah, aşıksınız, Bay W illiam s.”
Luke kahkaha atıp beni yuvarlayıp sırtımın üzerine yatır­
dı. Parmak eklem leriyle yanağım ı okşayıp başımı döndüren
o kibar öpücüklerinden kondurdu. “Evet, korkarım âşığım.”
“Ben de,” diye fısıldadım.
“Bunu duyduğum a sevindim .”
Bacaklarımı kaldırıp beline sararken burnunu burnuma
sürtüyordu. Dün geceki sevişm em izden sonra hâlâ çıplak­
tık. Yerini değiştirdi, sert penisi vajinamın üzerinde uzan­
mış, ileri geri nazikçe hareket ediyordu.
Bu seferki, dün gece beni kanepede becerdiğinden çok
daha farklı olacaktı, biliyordum. Bu seferki yavaş ve tatlı
olacaktı.
Şefkatle öpüyordu, gözleri açık ve gözlerime kilitlen­
mişti. Kalçasını geriye çekip ardından ağır ağır içime kaydı.
“Luke,” diye iç geçirdim dudaklanndayken.
“Seni seviyorum,” diye fısıldadı.
Hızını artırmıyordu; yüzümü avuçlarının arasına almış,
yalnızca ileri geri, tekdüze, yavaş ritmine devam ediyordu,
o denli güzeldi ki gözyaşlarım ın gözlerimin kenarlarından
akıp gitmesine hâkim olamadım.
“Ağlama, bebeğim .” Parmak uçlarıyla gözyaşlarımı si­
lip, yeniden burnumu, burnuyla okşamaya başladı.
345
“Seni o kadar çok seviyorum ki,” diye fısıldadım. “Lüt­
fen. kendine dikkat et.” G özleri büyüm üştü, gözlerimdeki
çaresizliği görebildiğini biliyordum ve sonunda yolculu­
ğuyla ilgili korkum u anlam ıştı.
“Ah. bebeğim .” Gözlerini sım sıkı kapatıp yüzünü boy­
numa gömdü. Kollarım ı ona dolayıp, o hızını ve içimdeki
baskısını kademe kadem e artırırken ona tutundum ve ken­
dini içime boşaltırken, ben de titreyerek orgazm oldum.

“Senin uçağını anons ediyorlar. G ü venlikten geçsen iyi


olacak.” Luke bir beysbol şapkası ve havaalanında tanınma­
mak için bir güneş gözlüğü takm ıştı. Ç ekici görünüyordu.
Her zam an çekici görünüyordu.
“Bu gece Jules’la iyi eğlen.” Beni kendine çekip uzun
uzun ve yavaşça öptü.
“Yarın görüşürüz. O tele vardığım da seni ararım .” Yeni­
den öptü, sonra dudaklarını alnım a yerleştirip, sanki ger­
çekten gitmemi istem iyorm uş gibi derin bir nefes aldı.
“Tamam. İyi yolculuklar, aşkım .” E llerim i göğsünden
indirip bir adım geri çekildim ve g üvenlikten geçip termi­
nale girişini izledim.

“Natalie?” diye seslendi Jules, evim in kapısını açtığım­


da. Bu hafta neredeyse hiç kendi evim e gitm em iştim .
“ Evet, benim .” G erçekten iyi hissetm iyordum ve bunun
Luke’un seyahatiyle ilgili olm adığını düşünüyordum .
“ Bu sabah Luke gitti mi?
M utfağa yürüdüm . Jules bir ekm eği yağlıyordu, kokuyu
alır almaz midem bulandı.
KRISTEN PROBY

“Ah, kahretsin.” H olü koşarak geçip kendimi banyoya


attım, neredeyse zam anında yetişem eyecektim .
“Hey, sen iyi m isin?” Kapı eşiğinde durm uş beni izliyor­
du. Jules bu dünyada, orada durup kusm am ı izlemesine izin
vereceğim nadir insanlardan biriydi.
“Sanırım , grip oldum . B ütün sabah bulantım vardı. Ger­
ginlikten olduğunu düşünm üştüm ama görünüşe göre, de­
ğilmiş.”
M idem yeniden bulandı, şiddetle öğürürken tuvalete tu­
tunuyordum.
Jules bir ara kaybolup, ağzım ı çalkalam am için elinde
bir bardak suyla ve soğuk bir el havlusuyla yeniden görün­
dü. Bardağı lavaboya yerleştirdikten sonra el havlusunu
boynum a bastırdı, inledim .
“Teşekkür ederim .”
“Haydi, yukarı çıkıp yatağa gir. Bir süre uzan, bakalım
miden düzelecek m i.”
“Peki.”
Jules beni yukarı kadar takip etti. Çok kötü hissetmiyor­
dum, sadece yoğun bir m ide bulantım vardı. Kusmaktan
nefret ediyordum .
Ben yatağa girdiğim de telefonum cebimde titredi. Luke
mesaj atmıştı.
Uçak kalkm ak üzere. K im se beni tanımadı. Seni şimdi­
den özledim, güzelim .
Gülüm seyip, cevapla tuşuna bastım.
Ben de seni özledim. D ikkatli ol. Eve tek parça dönmeni
istiyorum, lütfen.
Ve yeniden kusm ak zorundaydım . Banyoya koşup önü­
müzdeki otuz dakika boyunca orada kaldım. Jules elinde
ıslak m endiller ve suyla etrafta geziniyor, dizlerimin altına
havlu tıkıştırıyordu.
“Sanırım acile gitm em iz gerek.”
KAÇ BENİMLE

“Hayır, ben iyiyim.” Biraz daha çıkardım .


“Evet, sağlıklı olduğunu görebiliyorum ,” diye yanıtladı
Jules yavan bir şekilde.
“Annelik taslama.”
“Nat, endişeleniyorum. Durmadan kusuyorsun.”
“Kusacak pek bir şeyim kalm adı.”
“Ama hâlâ öğürüyorsun. Bu norm al değil, grip bile ol­
san. Ateşin de yok.”
Tuvaletin kenarında öğürürken karın kaslarım ağrımaya
başlamıştı.
“Nat, bana annemi aratma.”
“Benim tarafımda olacaktır,” diye yanıtladım .
“Peki, Luke’u ararım.”
“Hayır, zaten Los A ngeles’tan bir şey yapam az.”
Daha çok öğürme. Tanrım, içim de hiçbir şey kalmadı.
Benim neyim vardı böyle?
“Tamam, Nat... Lanet olası arabaya bin. İşte kova.” Jules
elime büyük plastik bir kova tutuşturup ayağa kalkmama
yardım etti. “Bir saat kontrolsüzce kusm ak çok fazla. Muh­
temelen susuz kaldın.”
Arabaya binmeme yardım edip beni en yakın hastanenin
acil servisine götürdü. Şans eseri, hastane oldukça sakindi
ve hemen, benimle hangi bölüm ün ilgileneceği belirlendi,
hızlıca bir odaya yatırıldım. Kişisel bilgilerim i vermek için
yanımda olduğu için Jules’a m innettardım , çünkü cümle
kurmaya yetecek kadar bir süre bile öğürm eden duramıyor­
dum
İdrar örneği verebilmiş ve hastane önlüğü giymeyi başa­
rabilmiştim.
“Natalie, Ben Mo. Bugün senin hem şiren ben olacağım-
Bu hapı dilinin altına koy. Adı Zofran, m ide bulantına ıy1
gelecek ” Nazik, ufak tefek hem şireden memnuniyetle ilaç1
aldım.
KRISTEN PROBY

“Haydi, vital bulgularına yeniden bakalım.” Mo gülüm­


seyip ateşim i, tansiyonum u ve kalp ritmimi ölçtü.
“Her şey norm al. Bu iyiye işaret. Doktor Anderson bir­
kaç dakika içinde burada olur.”
“Teşekkür ederim .” Jules yanım a bir sandalye çekti, te­
lefonum çalm aya başladı. A rayan L uke’tu.
“M erhaba?”
“ Selam bebeğim , ben oteldeyim . Her şey yolunda mı?”
“Evet, her şey yolunda. Ju le s’la takılıyoruz.” Jules göz­
lerini devirdi, dudaklarını oynatarak, “Ne halt ediyorsun
sen?” dedi. O nu dikkate alm adım .
“Tamam, güzel. İlk toplantım a gideceğim. Zaman bu­
lunca sana m esaj atarım .”
“Tamam, iyi toplantılar. Seni seviyorum .”
“Ben de seni seviyorum .” Telefonu kapatırken, sesinde
gülüm sem esini duydum .
“N atalie...”
“Kes. Los A n g e les’tayken elinden hiçbir şey gelmez.
Onu endişelendirm enin gereği yok. Yarın nasıl olsa evde
olacak.”
“Acil serviste olduğunu bilm eli.” Tanrım, çok inatçıydı.
“Bana verdikleri bu ilaç bulantım a iyi gelecek. Muhte­
melen beni eve gönderecekler.”
“Tak tak.” M inik sarışın bir kadın kapıya vuruyordu.
“Ben D oktor A nderson. İyi hissetm ediğini duydum, Nata­
lie.”
“Son bir buçuk saattir kusuyorum .”
“Sürekli mi, yoksa gelip geçiyor m u?”
“Sürekli. H em şire bana bulantı önleyici bir ilaç verene
kadar nefes alam ıyordum .”
“İshal, ateş ya da karın ağrısı gibi başka şikâyetlerin var
mı?” Elindeki dosyam a bir şeyler not ediyordu.
“Hayır, yalnızca kusm a. Sabah erken saatlerde biraz bu-

349
KAÇ BENİMLE

lantım vardı ama sinirsel bir şey olabileceğini düşünmüş


tüm. Sonra kusma başladı.”
“Tamam, şimdi, durumu kontrol altma almışız gibi dü.
ruyor.” Ellimin üzerindeki deriye bastırdı, ağzımın ve bur­
numun içine baktı. “Çok susuz kalmışsın, bu yüzden sana
serum takacağız, vücuduna biraz sıvı girsin, biraz da kan
alıp, idrar tahlili yapacağız, sonra neler yapabiliriz bir ba­
karız, tamam mı?” Kibarca bana gülümsedi.
“Tamam. Bugün eve gidebilir miyim?”
“Yüksek ihtimalle evet. Test sonuçlarını alıp kısa bir
süre içinde yanında olurum.”
“Gördün mü?” dedim Jules’a, doktor gittikten sonra.
“Büyük olasılıkla grip oldum.”
Hemşire Mo, aceleyle odama girip, damar yolu açtı.
“Ah, hayır, ben gidiyorum!” Jules ayağa fırlayıp odadan
koşarak çıktı. M o’ya bakarak sırıttım.
“Çoğumuzun örümceklerden nefret ettiği gibi o da iğne­
lerden nefret eder.”
Mo kahkaha attı, enjektöre biraz kan alıp, beni Jules’la
yalnız bırakarak odadan yine aceleyle çıktı.
“Nasıl hissediyorsun?” diye sordu Jules.
“Daha iyiyim. Hâlâ biraz bulantım var ama artık kusa­
cakmışım gibi hissetmiyorum.”
“Güzel. Beni korkutmaya başlamıştın.”
İkim iz de, te le fo n la r ım ız ı k o n tro l ed erek v e biraz da te­
lev izy o n izley erek , bir süre s e s s iz lik iç in d e oturduk. Dokto­
ru yen id en görm ed en ö n c e , g e r ç e k te n u zu n ca bir süre bek­
ledik, yak laşık iki saat kadar.
“Beklettiğim için özür dilerim. Yapmak istediğim birkaç
kan testi vardı, onlar biraz zamanımı aldı.” Bir s a n d a ly 6
yanıma çekip oturdu, görünüşe göre uzun bir konuşmaya
hazırlanıyordu.
Lanet olsun, neyim vardı benim?

350
KRISTLiN PR OBY

“Bir iyi, bir de senin nasıl bakmayı seçtiğine bağlı ola­


rak, iyi de kötü de sayılabilecek haberim var.”
“Peki. Önce iyi haber, lütfen.”
“Çok sağlıklısın. Bütün vital bulguların normal ve bütün
laboratuvar sonuçların tam am en iyi.”
“Güzel.”
“Bunun haricinde, diğer haber de, ham ilesin.”
Yanımda Jules’un nefesinin kesildiğini duydum ama ben
anlamamıştım.
“Ne dediniz?”
“Hamilesin.”
“Hayır, bu imkânsız.” Kesin bir ifadeyle kafamı sallıyor­
dum. Bir yanlışlık olm alıydı.
“Öyle mi?” Doktor kaşlarını kaldırdı. “N eden?”
“Hamile kalmamak için doğum kontrol hapı kullanı­
yorum. Asla, ama asla ilacım ı aksatm am . Ben İlaç Nazi-
si’yim.”
“Hap doğum kontrolde etkili bir yol olabilir ama tüm
doğum kontrol yöntemleri gibi, o da başarısız olabilir.”
“Hayır, eğer aksatmadan kullanırsam ki öyle yaptım, ha­
mile kalmayacaktım.”
Doktor bana sabırla gülüm seyip bacağıma dokunurken,
Jules’un telefonunu kapıp ekrana hırsla tıklamaya başladı­
ğını gördüm.
“Natalie, hap, doğru kullanıldığında yüzde doksan do­
kuz etki gösterir. Ama yüzde bir de olsa başarısızlık oranı
vardır ve öyle görünüyor ki sen o yüzde birlik dilimdesin.”
“Ne?!” Başımdan kaynar sular dökülmüştü.
“Doktor haklı, Nat.” Jules telefonunu burnuma tuttu.
“Sana burada bunu söyleyen eğitimli bir doktora aldırmı­
yorsun ama WebMD’de de yazıyor. Yüzde doksan dokuz
etkili.”
“Kötü haber mi yani?” diye sordu Doktor Anderson.
Julcs'a baktım, cn az benim kadar şaşkın görünüyordu
“ Bilmiyorum."
Doktor yüzüğüme bakıp geniş bir gülüm sem e takındı
“ Belki sadece şoktandır. Doğrulamak için idrar ve kan tak
lili yapacağız. Ne kadar zam andır ham ile olduğunu belirle­
mek için bir de ultrasonografi istiyorum ."
Hemşire Mo odadan çıkıp, tekerlekli bir ultrason maki-
nesiyle geri döndü. Ultrason probunu düz kam ım a koymak
yerine, vajinal ultrason çekebilm ek için litotomi pozisyonu«
ııa geçmemi istedi.
“ Bebek, karından ultrasonla görm ek için çok küçük,”
diye açıkladı.
Bebek? Ah. Tanrım.
Hemşire makineyi çalıştırdı, hepim iz m akinenin ekranı­
na bakıyorduk. Aniden, bozuk para boyutlarında siyah bir
daire belirdi, içinde bir titreşim vardı.
“ İşte burada!" Doktor A nderson gülüm sedi. “Altı hafta­
lık olduğunu söyleyebilirim ."
Jules elimi kaptı, ikim iz de huşu içinde ekrana bakıyor­
duk.
“Bu kalbi m i?" diye sordum ekrandaki titreşimi işaret
ederek.
“Evet. Bu m akineyle anlam ak çok zor am a siyah bölge
amniyon sıvısı ve şu titreşim de kalbi. B ulantıların ve kus­
maların, hiperem ezis gravidarum dediğim iz bir şey. Daha
çok sabah bulantısı. Ham ileliğin boyunca büyük ihtimalle
çok bulantı yaşayacaksın, bu nedenle sana evde kullanmak
için bazı bulantı önleyici ilaçlar yazacağım . Bebeği etki­
lemezler. Ayrıca doğum kontrol hapını da hem en bırak ve
doğum öncesi folik asitli vitam inler alm aya başla ve dört
hafta içinde jinekologundan bir randevu ayarla."
M akinenin bir düğm esine basıp bir fotoğraf çıkardı.
“ İşte, göstermen için bir şey." G öz kırptı. “ Seni biraz
daha burada tutacağız, bu sürede bir şişe daha serum ala­
caksın, kusm anı kontrol altına aldığım ıza emin olduktan
sonra da eve gidebilirsin.”
“Tam am .”
D oktor odadan çıktı, Jules ve ben birbirim ize baktık.
“İyi m isin?” diye sordu.
“Hayır.” U yuşm uş hissediyordum .
“Y üzüğünü sevdim . C um artesi gecesi bana gönderdiğin
fotoğrafta kötü çıkm ıştı.”
“Teşekkürler.”
“Tam am , bunu m antıklı bir şekilde konuşalım .” Jules
elimi avuçlarının arasına alıp gözlerim in içine baktı. “Luke
seni seviyor.”
“Onu kandırdığım ı düşünecek.”
K ahkaha attı - kahkaha - ve elim i sıktı. “Natalie, bu ak­
lının ucundan bile g eçm ey ecek .”
i “Ailesi öyle düşü n ecek .”
I “K im in um urunda ki?”
i “Daha yeni evlenm e te k lif etti.”
“ İşte, şim di boş konuşuyorsun. N atalie, bana bak.”
“Çok erken.” O na b akarken gözlerim doluydu. Tanrı’ya
şükür ki burada, benim yanım daydı. “ Daha yeni tanıştık,
hâlâ birbirim izi tanım aya çalışıyoruz, Jules. Nişanlanalı iki
hafta bile olm adı. Ç ok e rk en .”
Telefonum çalarken gözyaşlarını akıyordu. Direkt ola­
rak sesli m esaja yönlendirdim .
“Nat, onunla konuşm ak zorundasın.”
“Bunu ona telefonda sö ylem eyeceğim .”
“Hayır, telefona cevap verm ezsen, endişelenecek, ap­
tal.” Telefonum yeniden çalıyordu am a cevap verem eyecek
kadar çok ağlıyordum .
“Sen bak telefona. O na banyoda olduğum u ya da onun
gibi bir şeyler söyle.”

353
“N atalie'nin telefonu,” diye yanıtladı Jules. “Hayır ü2
günüm Luke, banyoda. Seni geri aram asını söylememi isteî
misin? Hı hı. Ah, peki, ona söylerim . H oşça kal.”
“Ee?" diye sordum , Jules telefonu kapadığında.
“ Başka bir toplantıya giriyorm uş am a daha sonra seni
arayacakm ış."
“G üzel." Kafamı geriye yasladım . “A h, Tanrım, ne ya­
pacağım ben?"
“Sen neden bahsediyorsun? Sen ve Luke anne ve baba
olacaksınız." Jules yeniden elim i tuttu. “ Nat, siz muhteşem
birer ebeveyn olacaksınız."
“Çok erken," diye fısıldayarak iki elim i yüzüm e kapatıp
ağladım.
ı$ U i* h c i/

Hemşire Mo serum um u değiştirm eye geldiğinde ağla­


mamın sersem liği yatışm ıştı, derin bir nefes aldım.
Luke’a ham ile olduğum u nasıl söyleyecektim? Çocuk
istediğini biliyordum , ben de istiyordum ama henüz değil.
Daha evli bile değildik. Onu istem ediği bir şeyin içine çek­
mek için oyuna getirdiğim i düşünm esine katlanamazdım.
Jules televizyonu açıp kanallar arasında gezmeye başla­
dı, gece hayatı dedikodusu yayınlayan bir magazin progra­
mı bulduğunda durdu.
“Bugün Luke W illiam s’ı yakaladık.”
Kahretsin!
“N ightw alker serisinden eski oyuncu arkadaşı Vanessa
Hom ’la rom antik bir öğlen yem eği yiyordu. Luke sonunda,
güzel V anessa’ya olan aşkının yeniden alevlendiğini sak­
lamaktan vaz mı geçiyordu? Geçen seneki ayrılıklarından
önce, bir seneden fazla nişanlı kalmışlardı. Havada aşk ko­
kusu alıyoruz! Detayları öğrendiğim izde, sizi Luke ve Va­
nessa hakkında bilgilendirm eye devam edeceğiz.” Ekranda
bugün çekilmiş bir dizi fotoğraf geçiyordu. Uçağa binerken
giydiği siyah tişörtü ve pantolonu tanımıştım. O ve sarışın
güzel Vanessa, gerçekten de bir restorandan çıkıyorlardı,
Luke’un kolu kadının om zundaydı ve burnunu onun kulağı­
na koymuş ona gülüm süyordu. Sonra bir başka fotoğrafta,

ICC
KAÇ BENİM LE

Luke kolunu onun om zuna dolam ıştı ve kadını öpmek içjn


kendine çekiyordu. K am eranın açısı kötüydü, bu yüzden
onu gerçekten dudağından mı öptüğünü görem edim ama ne
yaptıkları çok açıktı. Diğer fotoğrafta, kadın arabaya bini-
yor, Luke da ona kapıyı açıyordu. Son fotoğrafta ise, Luke
aynı arabanın yan koltuğuna oturuyordu.
“Kahretsin! Beni aldatıyor.”
“Bunu bilm iyoruz.”
“Biraz önce kendi gözlerim le g ö rd ü m !”
“Nat, bu saçma bir m agazin p rogram ı. H e r şeyi uyduru­
yorlar.”
“Fotoğraflar yalan söylem ez. B unu h e r şeyden iyi bili­
yorum. Ona nasıl dokunup, nasıl b ak tığ ın ı sen de gördün.
Onu öpüyordu.”
İlkel bir kıskançlık beni delip g e çiy o rd u . K albim hızla
atıyordu, zar zor nefes alıyordum , y ü z ü m ü n yandığını his­
sediyordum. Eğer bulantı önleyici ila ç la rın etkisinde olma­
saydım, yeniden kusardım .
“Natalie,” diye m ırıldadı Jules, elim i tutarken. “Eminim
düşündüğün gibi değildir.”
Kafamı sallayıp gözyaşlarına b o ğ u ld u m . “B itti.”
“Hayır, Natalie. Hayır. Yarın onu n la k o n u ş.”
“Konuşacak bir şey yok.” K afam ı y e n id e n salladım , gör­
düklerime inanam ıyordum . “O na g ü v en m iştim . B u ünlüle­
rin dünyasını, onunla yaşayam am .”
“Aptallık ediyorsun.”
“Kapa çeneni! Benim tarafım d a o lm an gerekiyor!
Sen benim arkadaşım sın, onun değil. A rk am d an iş çevir­
miş! K anıtlan gördüm , bu yüzden b iraz sad ak at göster, Ju­
les.”
“Özür dilerim .” O da ağlam aya b aşlad ı, kendim i bok
gibi hissediyordum .
“Gel buraya,” deyip yanaştım , Jules y a ta ğ a yanım a ktv-

356
KRISTEN PROBY

nldı, birlikte ağlaşırken onu tutuyordum. “Ne yapacağım


ben?”
“Zamana bırak. Şiddetli bir hastalığın ardından hamile
olduğunu henüz öğrendin. Doğru düşünemiyorsun. Zamana
bırak.” Saçımı okşuyordu ve ben ona minnettardım.
“Peki.”
Telefonum titredi, Luke’tan mesaj gelmişti.
Bugünün toplantıları neredeyse bitti, bebeğim. Bu ak­
şam seni arayacağım. Seni seviyorum.
“Piç.” Telefonu bir kenara fırlattım, cevap bile vermeye
tenezzül etmedim ama göz pınarlarım çalışmaya başlamıştı
bir kere. Yaklaşık beş dakika sonra bir mesaj daha geldi.
Bütün gün hiç sesini duymadım. Seni özledim. İyi misin?
“Nat, onunla konuşm ak zorundasın.”
“Hayır.” Telefonu kapatıp çantama attım.
Birkaç dakika sonra Doktor Anderson reçetelerim ve ta­
burcu işlemleriyle ilgili belgelerle odaya girdi. “Gidebilir­
sin, Natalie. İyi şanslar.”
Buna ihtiyacım olacaktı.
Jules önce eczaneye uğradı, oradan da eve geçtik. İlaç ve
vitamin yüklenmiştim.
Eve vardığımızda, odama çıkıp yatağıma cenin gibi kıv­
rılarak, annem ve babam öldüğünden beri ağlamadığım ka­
dar ağladım. Dünyam resm en yıkılmış gibi hissediyordum,
aslında yıkılmıştı da. Luke’la olamazdım. Bugün gördüğüm
şeylere bahaneler üretip duracaktı ama bu gerçeği değiş­
tirmezdi. Elleri o kadının üzerindeydi, hem de samimi bir
şekilde. Eskiden onunla nişanlıydı ve bana eski nişanlısıyla
asla konuşmadığını söylerken, yalan söylemişti.
Elimi kamıma bastırıyordum. Ah, Tanrım, bebek mese­
lesini ne yapacaktım? Yalnız bir anne mi olacaktım? Sanı­
rım bunu yapabilirdim, başka bir seçenek göremiyordum.
Ama düşüncesi bile, kalbimi söküp atmaya yetiyordu.

357
* • ' - ....

KAÇ BENİMLE ;

Hıçkıra hıçkıra, hayatımın geri kalanını birlikte ge •


meyi düşlediğim tek insanı kaybetmenin acısıyla, yata-^
mın ortasında uykuya daldım.

“Uyan, Nat.” Luke’un sesiyle irkildim.


“Burada ne arıyorsun?” Endişeli gözlerle bakıyordu
üzerime eğilmişti, yüzü sararmıştı.
“Bütün gün sana ulaşamadım, ben de endişelenip eve
döndüm. Neden bana hasta olduğunu söylemedin?”
“Sana hasta olduğumu kim söyledi?” Yatakta doğrulup
ondan uzaklaştım, kaşlarını çattı, kafası karışmıştı.
“Bütün gün hasta olduğunu ve seni acile götürdüğünü
Jules söyledi. Bebeğim iyi görünmüyorsun.”
“Evet, sana da bulaşabilir. Eve gitsen iyi olur.” Kollarımı
göğsümde birleştirdim, yüzüne bakamıyordum.
“Natalie, sorun ne?”
“Yalnızca iyi hissetmiyorum.”
“Saçmalık, bana bak. Yüzüğün nerede?” Gözleri sol
elimdeydi.
“Mücevher kutumda.”
“Neden parmağında değil?” Sesi yükseliyordu, çaresiz
görünmeye başlamıştı ama ben hâlâ üzgün, sinirli ve hor­
monlarımın etkisindeydim, bunun iyiye gitmeyeceğini bi­
liyordum.
“Luke, sanırım eve gitsen iyi olur.”
“Hayır, bana ne olduğunu söyle.”
Gözyaşlarımm yanağımdan süzülmesine engel olama
dım. Luke bana doğru uzandı, ben geri çekildim.
“Sana dokunm am a izin ver.” ,e
“Hayır,” diyerek kafam ı iki yana salladım . “Sadece e'
gitm eni istiyorum .”
K R I S T E N PR OBY

Hayal kırıklığı içinde elini saçlarına götürdü. “Nat, yar­


dım etmeme izin ver. K onuş benim le.”
“Yapacağını yaptın.”
“Ne demek bu şim di?”
“Evine git!” diye bağırdım .
“Hayır!” diye bağırdı o da.
Ellerimle yüzüm ü kapadım , onun karşısında ağlamaktan
nefret ediyordum. “ Sadece g it,” diye fısıldadım.
“Beni korkutuyorsun. N eyin var?”
“Seni gördüm .” K afam ı kaldırıp göz ucuyla ona baktım.
“Seni, Los A ngeles’ta b ir restoran çıkışında Vanessa’yla
gördüm. Seni, kolunu onun om zuna atmış, burnunu onun
lanet olasıca kulağına dayam ış hâlde gördüm, dudakların
onun dudaklarındaydı, onunla birlikte arabaya bindin.”
Kaşlarını çatıp yutkundu.
“Şimdi defol git.”
“Natalie, bir film de oynam asını te k lif etm ek için bir öğ­
len yemeğinde buluştuk. Y anım ızda üç kişi daha vardı. Fo­
toğraflarda onları da gördün m ü?
“Umurumda değil.”
“Sana yalan söylem iyorum .”
“Ben ne gördüğüm ü biliy o ru m .”
“Sıçtığımın paparazzilerinin, senin görmeni istediği şeyi
görüyorsun! Sana baştan söylem iştim , benimle konuşman
gerek, Natalie.”
Kesin bir şekilde kafam ı salladım . “Eski nişanlınla ko­
nuşmadığını söyleyerek beni kandırdın. Beni Brad konu­
sunda azarlamış, iş bir erkekle çalışm aya geldiğinde duygu­
larına saygı göstermemi rica etm iştin ama, eskiden onunla
yalnızca yatmayı bırak, evlenm eyi düşündüğün bir kadınla
buluşacağını haber verm e gereğini bile duymadın mı? Bu
fotoğraflara bakılırsa, onunla konuşmaktan fazlasını yap­
mışsın. Onu o arabada becerdin m i?”

359
K AÇ B EN İM LE

“Aman Tanrım, hayır! Böyle mi düşünüyorsun?”


“Git. Sana güvenm iyorum ve seni burada istemiyorum ”
“Olayı olduğundan fazla büyütüyorsun. Yalnızca bir iş
yemeği olduğunu söylüyorum sana.”
“Tamam. Yine de burada istem iyorum seni.”
“Kahretsin, N at.” Ayağa kalktı, odanın içinde her yere
bakarak volta attı, ellerini saçlarına götürdü. “Neden bana
inanm ıyorsun?”
“Bana yalan söyledin, bu çizgiyi aştığını görm eye daya­
nam ıyorum .”
“Yalan söylem iyorum !” diye bağırdı. “Onunla, bu hafta,
lanet olasıca bir film de rol tek lif edene kadar hiç konuşma­
dım !”
Ah, neden sadece gitm iyordu? G özyaşlarını yeniden ak­
maya başlam ıştı.
“Bebeğim , ağlam a. Sana yem in ediyorum , bu konuda
sana yalan söylem iyorum .” B ana doğru bir adım attı ama
ben onu durdurm ak için elim i kaldırdım .
“O m anzarayla karşılaşm anın bana neler yaptığını bil­
m elisin. tş arkadaşı gibi görünm üyordunuz, Luke. Ellerin
onun üzerindeydi ve senin yüzündeki bakış, bana gülerken
attığın o bakışla aynıydı.” Yutkundu, devam ettim. “Tek bir
bakışınla kalbim i yerinden söküp çam ura attın. Şu an, üz­
günüm , yaralıyım ve duygusalım ve seninle bu gece uğra-
şam ayacağım . Beni biraz rahat bırakm an gerek, buna ihti­
yacım var, çünkü artık yüzüne bakam ıyorum .”
“N atalie, ikim iz de pişm an olduğum uz şeyler yaptık.
Tanrı aşkına, senin bütün vücudun, hatalarını gösteren bir
yol haritası.”
Gözlerim i kısarak ona baktım . B unu bana sahiden söy­
lem iş miydi?
“ Sanırım , bu da yalnızca haritam a ekleyeceğim hatalar­
dan biri olacak. Şimdi polisi aram adan önce evimden de­
fol.”
KRISTEN PROBY

“Seni sev iy o ru m .” G ö z ucuyla bana bakıyordu, mavi


gözleri korkuyla yanıyord u. “B itm edi. Sana biraz zaman
vereceğim am a lanet olsun, N at, bitm edi.”
K apıyı çarparak od ad an çıktı. Birkaç saniye sonra giriş
kapısının da sertçe kapan d ığ ın ı ve ardından arabasının -
Lexus? - patinaj ç ek e rek g ittiğini duydum .
A ğlam aktan y a da iro n ik olarak uyum aktan yorulmuş bir
hâlde yen iden y atağ a u zandım .
“O na beb ek ten b a h se tm e d im ,” dedim , Jules odama gir­
diğinde.
“A nladım . Y alanladı m ı? ”
“O na, rol alm asın ı te k lif ettiği film iyle ilgili bir iş yeme­
ği olduğunu sö y lü y o r.” S esim tekdüze çıkıyordu.
“D o ğruyu sö y lü y o r olab ilir.”
O na dik dik bak tım , o k onuşm asını dürdürdü. “Natalie,
eğer, haberi izle m e d en b e ş saniye önce, bir bebeğin olaca­
ğını henüz ö ğ re n m e m iş olsay d ın , yine de aynı tepkiyi verir
m iydin?
“E vet.”
“B en öyle d ü şü n m ü y o ru m .” Jules yatağa atladı ama
bana dok u n m u y o rd u . “ T atlım , bugün senin için duygusal
açıdan b ir ro lle r c o a ste r o ld u .”
“Bu d o ğ ru ,” d iy e iç g e çird im , bir elim le yüzümü kapa­
dım. “ B ugün b irb irim iz i g e rçe k te n çok üzdük.”
“D uy d u m .”
O na y e niden d ik d ik b a k tım , om uz silkti. “Odam senin
odandan üç m etre u z ak ta, ü ste lik sen bağırıyordun.”
“N e d ü şü n ü y o rsu n ? ” diy e sordum , çünkü Jules’u sevi­
yordum , o da beni se v iy o rd u ve bana gerçeği söylerdi.
“ Sana g erçeği sö y le m e m i m i, yoksa en-iyi-arkadaş-sa-
dakati şeyini m i u y g u lam a m ı istersin?”
“ Hım , ikisi d e .”
KAÇ BE N İM LE

kadar başına gelen en iyi şey. Bugün seni aldattığını san­


mıyorum. Nasıl davrandığına, özellikle de halka açık yer­
lerdeyken, daha çok dikkat etm esini hatırlam ası gerektiğini
düşünüyorum , çünkü lanet olası m agazinciler herhangi bir
şeyi, iyi bir hikâyeye dönüştürm ek için çarpıtacaklar. Ama
Luke, şimdiye kadar, bütün bunlardan yıllarca uzak kaldı,
bu yüzden neden gardım düşürdüğünü anlayabiliyorum .”
Durup dikkatle bana baktı. “Natalie, o seni seviyor. Bu­
radan esip geçerken gözlerinde yaşlar vardı. Mahvolduğu­
nu biliyordu. Yalnızca bu da değil.” Beni susturm ak için
elini kaldırdı. “Bebeği de düşünm ek zorundasın. Sırf bebek
yüzünden onunla kalm anı söylem iyorum am a bilmesi ge­
rek ve senin de inanılmaz derecede horm onlarının etkisinde
olduğunu unutm am an gerek.”
Söylediklerini m antık süzgecim den geçirm eye çalışıyor­
dum. Haklıydı.
“Bebek yüzünden onu benim le olm aya zorlam aya çalış­
tığımı düşünm esini istem iyorum .”
“Tatlım, neden böyle düşünsün? Sen bunu bilerek yap­
madın ki.”
“Korkuyorum .”
“Her şey yoluna girecek.” Beni kollarının arasına alıp
sımsıkı sarıldı.

Ertesi sabahtan itibaren biraz sersem gibi hissetmeye


başlam ıştım . Biraz bulantı önleyici ilacın ve ağlamanın bu
kadar güzel uyutm ası inanılmazdı.
Şimdi, işleri nasıl yoluna koyacaktım ?
Güne hazırlanırken, uzun bir duş alıp, aynadan somur­
tarak şişmiş gözlerim e baktım . Korkunç görünüyordum-
Üzerim e bir pantolon ve sw eatshirt geçirip, yüzüğümü mü­
cevher kutumdan çıkardım ve parm ağım a geri taktım.
362
KRISTEN PROBY

Konuşacak çok şeyim iz vardı am a bunu atlatacaktık.


Aşağı indiğimde Jules m utfaktaydı. “Korkunç görünü­
yorsun.”
“Teşekkürler. Şimdi daha iyi hissediyorum .”
“İyi. Ona gidecek m isin?”
“Evet.”
“Güzel.”
“Tamam, sanırım gideceğim .”
“Her şey düzelecek.”
“Teşekkür ederim. H er şey için Jules.”
“Seni seviyorum. Şim di, git ve erkeğini al.” Birbirimi­
ze gülümsedik ve evden çıktım yürüyerek. Biraz egzersiz
yapmak ve tem iz hava alm ak için evine yürüyecektim. Evi
bana çok uzak değildi.
Yürürken, iki aydır beni sevdiğini göstermek için neler
yaptığını düşündüm . K ahveler, m asajlar, ne düşündüğüm
ve ne hissettiğim le ne kadar ilgili olduğu. Beni sahiplen­
mesi bile sevgi doluydu. Ve çiçekler! Aldığı yüzlerce çiçek.
Doğum günüm den ve beni T ahiti’ye götürmesinden bah­
setmeye gerek bile yoktu. U çak yolculuğum uz. Mezarlıkta
bana sarılışı.
Tannm, beni ne kadar seviyordu. Ve ben dün gece hepsi­
ni bir kenara atm ıştım .
Özür dilem ek zorundaydım . Durum u düzeltmek zorun­
daydım.
Hızlanıp evine on beş dakikadan daha kısa sürede var­
dım. Anahtarımı kullanm aktansa, kapıyı çalmaya karar
verdim, çünkü nasıl karşılanacağım dan emin değildim ama
cevap vermedi. Kapı zilini tekrar tekrar çaldım ama cevap
yoktu.
Garipti.
Anahtarımla içeri girdim , ona seslenerek evin içinde do­
landım. Hiçbir yerde yoktu. Yukarı çıktım, orada da değil-

363
KAÇ BENİMLE

di. Yatağı, dün sabah onu havaalanına götürürken bıraktığı


mızdan beri, hiç bozulmamış gibiydi.
Kahretsin. Neredeydi?
Telefonumu cebimden çıkarıp onu aradım. Çaldı, çald,
ve sesli mesaja yönlendi.
“Selam, benim. Evindeyim, ama sen yoksun. Lütfen ara
beni. Endişeleniyorum.” Telefonu kapattıktan sonra dün
gece endişelendiği için evime geldiğinde onu kovduğum
için, kendimi ikiyüzlü hissettim.
Sesli mesajlarını kontrol etmez diye, mesaj da attım ve
aşağıya indim.
Verandaya çıkıp çiçeklerimi kokladım. Soğuk, erken
sonbahar havası sayesinde dikkat çekecek derecede canlı
kalmışlardı. İki kişilik koltuğa oturdum ve ailesinin evlilik
yıl dönümü partisinden sonra bana evlenme teklif ettiği Cu­
martesi gecesini hatırladım.
Yüzüğüme bakıp gülümsedim.
Neredeydi?
Onu yeniden aramayı denedim ama sesli mesaja yöneldi.
Birdenbire kapı çaldı, bakmaya gittim. Gelen Samant-
ha’ydı.
“Tanrı’ya şükür buradasın.” Bana sarıldı, şaşkınlık için­
de, istemsiz olarak karşılık verdim.
“Sorun ne?”
“Seni bulmaya çalışıyordum. Telefon numaranı bilmi­
yorum. Biraz önce evine gittim ve Jules buraya geldiğim
söyledi.”
“Sorun ne?” diye tekrarladım.
“Luke. Nat, bir kaza olmuş. Hastaneye gitmek zorunda­
yız.”
Ah, aman Tanrım, olamaz!

364
“N e o l m u ş ? ” S a m a n t h a ’n ı n a r a b a s ı n d a o t u r u y o r d u m , d e l i
g ib i k u l l a n ı y o r d u . O k e s k i n b i r v i r a j ı a l ı r k e n , ö n p a n e l e t u ­
tu n d u m .
“A y rın tıla rı b i lm iy o r u m . B a b a m y a rım sa a t ö n c e a ra d ı
ve H a rb o r V ie w H a s t a n e s i n d e n L u k e ’u n o r a d a o l d u ğ u n u
a ra y ıp h a b e r v e r d i k l e r i n i s ö y l e d i . K i m i a r a y a c a k l a n n ı s o r ­
m ak iç in u y a n m a s ın ı b e k l e m i ş l e r . ”
H ıç k ırık la ra b o ğ u la r a k a ğ l a m a y a b a ş l a d ı , iç g ü d ü s e l o la ­
ra k e lin i tu ttu m . B e n d e n n e f r e t e t m e s i u m u r u m d a d e ğ i l d i , o
an te k d a y a n a ğ ı b e n d i m .
“ Y a n i, o u y a n ı k m ı ? ” G ö z y a ş l a r ı u m a r s ı z c a y a n a k l a r ı m ­
d an a k ıy o rd u . Y a n m a g i t m e y e , o n a s a r ı l m a y a v e y a ş a d ığ ın a
e m in o l m a y a i h t i y a c ı m v a r d ı .
“U y a n ık tı, s a n ır ım b i r u y u y u p b i r u y a n ıy o r . A n n e m , b a ­
bam v e M a rk y a n ın d a la r. N e d e n h iç b ir im iz d e te le fo n n u ­
m a ra n y o k , b ilm iy o r u m . Ş e y , b e n d e n e d e n o lm a d ığ ın ı b i­
liy o ru m a m a d i ğ e r l e r i n d e d e y o k . A m a L u k e b i r d e f a s ı n d a
bana n e re d e y a ş a d ığ ın ı s ö y le m iş ti, b e n d e e v in e g ittim , J u ­
le s d a b a n a o z a m a n s e n i n L u k e ’ u n e v i n e g i t t i ğ i n i s ö y l e d i . ”
“B e n i a ra d ığ ın iç in te ş e k k ü r e d e r im . H iç b ir ş e y d e n h a ­
b e r i m y o k t u . ” Tanrım, dah a h ızlı sür.
“N a ta lie , h e r ş e y iç in ö z ü r d i l e r i m .” Ş im d i ik im iz d e h ıç ­
k ırık la ra b o ğ u l m u ş t u k . “ C u m a r t e s i s a b a h ı n a k a d a r , b i r b i r i -
niz için ne kadar değerli olduğunuzu fark etm em iştim , ben
sadece onu korum aya çalışıyordum . O kaltak , Vanessa, onu
kandırdı ve ben kim senin onu bir d a h a b ö y lesin e incitme­
sine dayanamazdım. A m a sizin b irb irin ize nasıl baktığınızı
görebiliyorum, siz birbirinizi gerçek ten sev iy o rsu n u z .”
“Biliyorum. Unut gitsin, Sam . S ad ece bizi on a götür, lüt­
fen.” ^/? Tanrım, eğer onu k a yb ed ersem n e y a p a rd ım ? Ona
söylediğim onca korkunç şeyden so n ra ?
Ya bebeğini hiç görem ezse?
Hayır, böyle düşünm em eliydim . O iyi.
Lütfen iyi olsun!
Samantha arabayı park etti, biz d e v asa h a stan e y e girer­
ken, o bir yandan, babasının n ereye g id e c e ğ im iz i ta rif ettiği
mesajı bulmak için m esajlarını k a rıştırıy o rd u .
Hayatımın en uzun asansör y o lc u lu ğ u n d a el ele tutuştuk.
Nihayet odasını bulm uştuk. N eil ve L u c y k a p ın ın dışında
dikilmiş doktorla konuşuyorlardı. L ucy, b izi k o rid o rd a koş­
tururken görür görm ez, hem en b ize d o ğ ru y ü rü d ü .
“İyi olacak.”
Ah, Tanrı y a şükür.
“Neler olmuş? O nu görebilir m iy im ? ” Y a n ağ ım d an akıp
giden yaşları kontrol edem iyordum , y a ln ız c a o n u b ir kenara
itip aşkıma koşm ak istiyordum .
“Evet, onu görebilirsin. S a k in le ştiric i v e rd iler.” Lucy
ikimizin de bir elini tuttu. “O nu k a y b e d e b ilird ik .”
Ona baktım , m avi gözlerinin a ltın d ak i m o r halkaları,
solgun suratını fark ettim. S ım sıkı sa rıld ım .
“Ne olm uş?” diye sordum yeniden.
“ Sabahın erken saatlerinde, iki c iv a rı, b ir trafik kazası
geçirmiş. Sarhoş bir sürücü arab a sın a y a n d a n çarpm ış, In­
terstate 5 yolunun ortasına k adar sü rü k le m iş.” L u cy gözle­
rindeki yaşı sildi, öğürecekm iş gibi h isse ttim .
Ben onu gönderdikten sonra olm u ştu . A h , hepsi benim
suçumdu!
366
“O saatte neden dışarıdaym ış?” diye sordu Samantha.
“Kavga ettik,” diye fısıldadım. “Benim suçum. Ah, Tan­
rım, özür dilerim .”
“Hayır, tatlım, hayır.” Lucy beni kollarını arasına alıp
salladı. “Senin suçun değil.”
“Nat, sen git onu gör. Ben burada annemle kalacağım.”
Sam beni teselli edercesine om zum a vurdu ve ben Luke’un
odasına girdim.
Dünya durm uştu.
Hastane yatağında hareketsiz yatıyordu. Sol gözünün
üzerinde bir bandaj ve sol yanağında büyük bir iz. Benim
dün giydiklerim den bir hastane önlüğü giydirmişlerdi. Baş­
parmağına bir kablo, kolunda bir tansiyon aleti ve kolunun
kıvrımında bir serum takılıydı. Sol bileği sıkıca sanlıydı.
Yatağının yanına yürüyüp elini avuçlanmın arasına al­
dım, sonra bir sandalyeye çöküp ağlamaya başladım.
“Lütfen, bebeğim , uyan. Sesini duymaya ihtiyacım var.”
Elini okşuyor, uyanm asını um arak yüzüne bakıyordum.
Neil odaya girdi ve om zum a dokundu. “Uyumasına yar­
dımcı olmak için bazı ilaçlar verdiler.”
“İç organlarında hasar var m ı?”
“Hayır, birkaç kaburga kemiği zedelenmiş ve bileği in­
cinmiş ve biraz da darbe alm ış ama çok şanslı. Arabası di­
ğer yöne geçm iş olsaydı, onu kaybetmiş olabilirdik.”
Nefesim kesilm işti, yanağım ı Luke’un omzuna daya­
dım. “Özür dilerim .”
“Natalie, senin hatan değil, tatlım. Çiftler kavga eder.”
Şaşkınlık içinde kafam ı kaldırıp N eil’a baktım.
“Lucy kavga ettiğinizi söyledi, Luke muhtemelen bu ne­
denle o geç saatte dışarıdaydı.” Nazikçe bana gülümseyip
yeniden om zum a dokundu.
“Onu kaybedebilirdim ,” diye fısıldadım.
“İyileşecek. Birkaç hafta biraz sevgiye ihtiyacı olacak.

367
KA Ç B E N İ M L E

Lucy ve çocukları alıp kahvaltı etmek için kafeteryaya ine


ceğim. Keyfine bak.”
“Yanından ayrılmayacağım.”
“Bunu istemiyorum zaten.”
Sevimli sarışın bir hemşire gelip Luke’un vital bulgula,
rım kontrol etti ve bana gülümsedi. “Durumu iyi. Sen Na-
talie misin?”
“Evet,” diye yanıtladım, şaşırmıştım.
“Bu sabah bilinci yerine geldiğinde seni soruyordu
Uyandığında seni gördüğüne sevinecek.” Bana göz kırpıp
odadan ayrıldı, Luke ve ben yalnız kalmıştık.
“Ah, tatlım.” Eğilip parm aklarım ı yumuşak sarı saçlan-
nın arasında gezdirdim. L uke’u bu steril yatakta böylesine
yaralı ve çaresiz görm ekten nefret etmiştim. O öyle güçlü
ve sarsılmazdı ki. Bu o değildi. Bu doğru değildi.
Herkes öyle olm adığını söylüyordu ama ben burada ol­
masının benim suçum olduğunu hissetmekten alıkoyamı-
yordum kendimi.
Telefonum çaldı, arayan Jules’tu.
“M erhaba,” diye fısıldadım, L uke’u uyandırmamak için.
“Neler oldu?” K orku içinde olduğunu anlayabiliyordum,
kısık sesle ve hızla konuşm aya başladım.
“Luke, dün gece bizden çıktıktan sonra bir trafik kaza­
sı geçirmiş. Harbor V iew’deyiz. O iyi, sadece hırpalanmış
ama sakinleştirici veriyorlar.”
“Yoldayım.”
“Teşekkürler, Jules.”
İnsanlar gelip giderken bütün sabah Luke’un yanında
oturdum. Annesi, babası ve kardeşleri gelip bana sariliyi
lar, nöbetleşe benimle birlikte oturuyorlardı. J u le s g e
kahve getirmişti, o da benimle bir süre oturdu. .
Hemşire ve doktor, odaya girip çıkıyorlar, m a k in e
okuyup, notlar alıyorlardı.
KRISTEN PROBY

“D ah a n e k a d a r u y u y a c a k ? ” d iy e s o rd u m d o k to ra .
“ S a k in le ş tiric iy i a ltı s a a t ö n c e v e r d ik , y a n i y a k ın d a u y a ­
n ır .”
“ Y a n ın a y a t a b i l i r m i y i m ? ” Y a l v a r a n g ö z l e r l e d o k t o r a
b a k tım .
“ S o l b ile ğ i in c in m iş , v e y i n e s o l k a b u r g a k e m i k l e r i n d e
z e d e le n m e v a r. S a ğ t a r a f ı n a y a t a r s a n ı z i y i o l u r a m a n a z i k
o l u n .”
“ T e şe k k ü r e d e r im .”
D ik k a tle s a ğ t a r a f ı n a k ı v r ı l d ı m v e t ı r a ş ı g e l m i ş y a n a ğ ı n ı
ö p tü m . B a ş ı m ı o m z u n a y a s l a y ı p , p a r m a k l a r ı m ı s a ç l a r ı n d a n
y ü zü n e in d ird im .
A h, o n u ç o k s e v iy o rd u m .
“ S eni ç o k s e v iy o ru m ,” d iy e f ıs ıld a d ım o n a . “ S a n a ö y le
••

d a v ra n d ığ ım iç in ü z g ü n ü m . Ö z ü r d i l e r i m . ”
B a ş ım o m z u n d a , e l i m k a l b i n d e y k e n o n a m ı r ı l d a n m a y a
d e v a m e ttim . O n u y e r i n d e n o y n a t ı p s ı k ı ş t ı r m a m a k iç in s a ­
b it d u m y o r d u m .
L u k e ’u n d u d a k l a r ı n ı a l n ı m d a h i s s e t t i m . K a f a m ı k a l d ı r ­
d ığ ım d a o n u m a v i g ö z l e r i y l e b a n a b a k a r k e n b u l d u m .
“ A h , T a n rım , L u k e .” Y e n i d e n a ğ l a m a y a b a ş l a d ı m a m a
bu se fe rk i r a h a tla m a k ta n k a y n a k l a n ı y o r d u . U y a n m ış tı!
“ Ş şş, b e b e ğ im , b e n iy iy im .” S a ğ k o lu n u o m z u m a a ta ­
b ilm e s i i ç i n k e n d i m i d ü z e l t t i m , p a r l a k l a r ı m s a ç l a r ı n ı o k ş u ­
y o rd u .
“Ö z ü r d ile rim . H e r ş e y i ç i n .” Y e n id e n a ln ım d a n ö p tü .
“B en d e ö z ü r d ile r im .” P a r m a k la r ın ı s a ç la r ım d a n g e ç ir ­
d i, y a n a ğ ı n d a n ö p t ü m .
“ N a s ıl h i s s e d i y o r s u n ? ”
“ A ğ rım v a r. A m a b u r a d a o l d u ğ u n i ç i n r a h a t l a d ı m . ”
“B u sab ah b e n i S a m b u ld u .”
“Sam mi?”
“Evet, annenle baban onu aram ış, o da beni evinde bul­
du.”
KAÇ BENİMLE

Kaşlarını kaldırdı. “Benim evimde mi?”


“Bu sabah senden özür dilemek için gelmiştim ama sen
evde yoktun, ben de seni orada bekliyordum. Orada oldu­
ğumu Jules söylemiş.” Onun hayatta olup olmadığını bil­
mediğim o korkunç anları hatırlayınca irkildim.
“Üşüdün mü?”
“Hayır, senin için endişelendim. O saatte neden dışarı­
daydın?”
“Eve gidemedim. Sen orada değildin, seninle kalmama
da izin vermiyordun, ben de araba sürmeye karar verdim.”
Gözlerimi kapayıp, dün gece ona konuşma şeklimden
utanarak kafamı salladım.
“Dün zor bir gündü.”
“Evet, öyleydi. Bana neler olduğunu söyleyecek misin?”
Doğruldum, yüzü asıldı. “Önce, seni muayene etmesi
için doktoru çağırayım, iyi olduğundan emin olduktan son­
ra eğer hâlâ istiyorsan, konuşuruz.”
“Beni bırakma.” Gözlerini kapatarak bana sımsıkı sanl-
dı.
“Bir daha asla,” dedim, hızla gözlerini açıp, gözlerimin
içine baktı. “Asla,” diye tekrarladım.
Uzanıp hemşireyi çağırmak için kırmızı düğmeye bas­
tım.
“Nasıl yardım edebilirim?” dedi gaipten bir ses.
“Luke uyandı,” diye yanıtladım, hâlâ Luke’un s a ç la n n ı
okşuyordum.
“Hemen birini gönderiyorum.”
“Merhaba, Bay Williams.” Doktor, Luke’a gülümsüyor­
du, beni yanına kıvrılmış hâlde görünce göz kırptı. “Sana
iyi haberlerim var. Seni yarın buradan defediyoruz. Sağla*11
bir çarpışma olmuş ama kırığın yok ve tomografi sonucuna
göre iç organ yaralanman da yok. Çok şanslı bir adamsın-
“Teşekkür ederim. Yemek yiyebilir miyim?”

370
>4

K.RIS TEN P R O B Y

“ A ç m ıs ın ? ” d iy e s o rd u m .
“ Ö lm e k ü z e r e y im .”
“ E lb e tte , y iy e b ilir s in . H a f if ş e y le r le b a ş la . B u g ü n e t y e ­
m e k y o k . ” D o k t o r u n L u k e ’u m u a y e n e e d e b i l m e s i i ç i n y a ­
t a k t a n k a l k t ı m . F ı r s a t t a n i s t i f a d e , J u l e s ’u a r a y ı p e n s e v d i ğ i ­
m iz h a z ır y e m e k r e s t o r a n ı n d a n , h a f i f b i r s a n d v iç v e b ir k â s e
ç o rb a g e tir m e s in i is te d im , a r d ı n d a n d a h a ö n c e b a n a v e rd iğ i
n u m a r a d a n L u k e ’ u n a n n e s i n i a r a d ı m v e L u k e ’u n u y a n d ı ğ ı ­
n ı v e y a rın ta b u r c u e d ile c e ğ in i h a b e r v e r d im .”
B u a k ş a m g e ç s a a tte u ğ r a y a c a k la r ın a s ö z v e rd ile r.
B e n te le f o n u k a p a ttığ ım d a d o k to r d a iş in i b itirm iş ti.
“ J u le s s a n a y i y e c e k b i r ş e y l e r g e t i r e c e k .” S a ğ e lin i e lim e
a lıp y a n a ğ ı m a g ö t ü r d ü m .
“ E v e g itm e lis in , b ir ş e y le r y e v e d in le n .”
“ S e n b e n i b ır a k a n a k a d a r , b e n s e n i b ır a k m a y a c a ğ ım .”
U fa k b ir ta r tış m a b e k le m iş tim a m a o y a ln ız c a u ta n g a ç
ifa d e y le g ü lü m s e d i v e y a n a ğ ı m ı o k ş a d ı. “ P e k i. B a n a d ü n
n e le r o ld u ğ u n u a n l a t a c a k m ı s ı n ? ”
“ Is ra rc ıs ın d e m e k ? ”
“N e le r o ld u ğ u n u b ilm e k is tiy o r u m .”
“ B e lk i d e b u n u y a n n k o n u ş m a l ı y ı z , e v e g ittik te n s o n r a .”
“ A n la t b a n a , b e b e ğ im .” Y ü z ü k a r a m s a r v e b ira z d a ü z ­
g ü n d ü , g ö z le rim i k a p a d ım . O n a b e b e k te n h a s ta n e d e y k e n
m i b a h s e tm e li m iy d im , y o k s a b e k le m e li m iy d im ?
G ö z le rim i a ç tım , h â lâ s a b ır la b e n i iz liy o r d u , g e rç e ğ i b il­
m ey i h a k e ttiğ in i d ü ş ü n d ü m .
D e rin b ir n e f e s a ld ım . “ D ü n s a b a h s e n g itm e d e n ö n c e ,
iy i h i s s e t m i y o r d u m a m a u ç a c a ğ ı n i ç i n s i n i r d e n o l d u ğ u n u
s a n m ış tım , k o r k tu m .”
E lin i e lim e a ld ım , k i b a r c a e l i m i s ık tı. “ K e ş k e b a n a s ö y -
le s e y d in .”
“ S e n i e n d iş e le n d ir m e k is te m e d im . E v e g e ld iğ im d e , ç o k
h a s ta la n d ım . B ir s a a t b o y u n c a , k u s a c a k h iç b ir ş e y im k a l-

371
mamasına rağmen kustum.” İğrenerek yüzüm ü buruştur­
dum. “Ne seksi, değil m i?”
“Devam et,” diye yanıtladı.
“Kusmamın durmayacağını anlayınca Jules beni acile
götürdü.”
“Neden biriniz beni aram adınız?
“Bütün gün toplantıların vardı ve Los A n g e les’tan yapa­
bileceğin herhangi bir şey yoktu.”
“İlk uçağa atlayıp gelirdim .”
“Doktorun ne diyeceğini beklem ek istedim . Grip oldu­
ğuma emindim, meyve suyu içip dinlenm em i söyleyecek­
lerdi.”
“Ne dediler?”
Dudaklarımı ısırıp kısa bir süreliğine gözlerim i kapa­
dım. “Ee, sağlıklıymışım .”
“Ama?”
işte geliyor.
“Altı haftalık ham ileyim ,” diye fısıldadım .
Kafamı öne eğmiş eline bakıyordum . O da sessizdi.
Sonunda, saatler geçm iş gibi, fısıldadı. “ B ana bak.”
Kafamı hayır anlam ında iki yana salladım .
“Bana bak, bebeğim .”
“Bilerek yapm adım .”
“Yüzüme bak, Natalie.”
Yavaşça başımı kaldırdım , sevgiyle, hayretle ve biraz da
kafası karışmış hâlde bana bakıyordu. A m a kızgın değildi.
“Kızgın değil m isin?” diye sordum .
“Neden kızgın olayım ki?
“Çünkü daha çok erken.” K afam ı sallayıp gözlerimi ka­
padım. “Daha çok erken.”
“Kızgın değilim. Am a Nat, doğum kontrol hapı kullan­
dığını söylememiş m iydin?”
“Kullanıyordum. Söz konusu ilaçlarım ı alm ak oldu-
ıviAia ı hin rıvwo i

ğunda takıntılıyim dir da am a doktor, tüm doğum kontrol


yöntemleri gibi, bunun da başarısız olabileceğini söyledi ve
görünüşe bakılırsa, başarısız oldu.”
M uhteşem suratına bakıp, hikâyem i bitirm ek için sakin­
leşmeye çalışarak derin bir nefes aldım.
“Yani doktor ham ile olduğum u söyledi ve ne kadarlık
olduğunu öğrenm ek için ultrasona soktu. Fotoğrafım var.
Birazdan gösteririm .”
“Tam am ,” diye fısıldadı.
“Doktor gittikten sonra Jules odada kanallar arasında ge­
ziniyordu, bir m agazin program ında durdu, seni o zaman
gördüm .” Ayağa kalkıp yürüm ek için elini bırakmaya çalış­
tım ama o elim i sıkı sıkı tutm uştu.
“Gitme. H ikâyeni bitir.”
“Dünyam yıkılm ıştı. H ayatım da hiçbir şeyden etmedi­
ğim kadar çok, o fotoğrafları görm ekten nefret ettim. Ona
bakışından nefret ettim ...” Sesim çatallaştı, öksürdüm.
“Nat, bir şey olm adı.”
“Biliyorum am a öyle görünm üyordu, sonra onunla ni­
şanlı olduğunu öğrendim , duygusaldım , korkmuştum ve
hastaydım, yalnızca kollarında olmak istiyordum.”
“Gel buraya.”
Yanına uzandım , beni özenle kucakladı.
“Dün sana ulaşam adığım da deliye döndüm. Toplantıla­
rımın hiçbirine konsantre olam adım . Telefonuna ya da me­
sajlarına cevap verm em ek senin yapacağın bir şey değildi.”
“Başta ne diyeceğim i bilem em iştim , sonra sana çok kız­
gındım.”
“Seattle’a geç saatte bir uçuş bulup direkt evine geldim,
gerisini biliyorsun.”
“Tüm söylediklerim için özür dilerim .”
“Ben de.”
“Luke seni o kadının yakınında görmek istemiyorum.
Onunla çalışm anı istem iyorum .”
KA Ç B E N İ M L E

“Dün gece evinden ayrıldıktan sonra onu aradım ve film


de başka biriyle çalışacağımı söyledim. Onunla bir daha
konuşmayacağım. Seni üzdüğüm için özür dilerim. Resto.
randan çıkarken elini tutmuyordum ve kesinlikle onu öp.
medim. Muhtemelen vedalaşmak için sarılmıştım ama bir
anlamı yoktu. Ne yaptığımı bile hatırlamıyorum ama ma­
gazinciler olayları her zaman, kendi görmek istedikleri gibi
çarpıtırlar. O sırada m uhtem elen seni aramayı düşünüyor­
dum.”
“Yani,” dedi Luke, gözlerine bakabilm ek için kafamı ge­
riye yasladım. “Bir bebeğim iz olacak.”
Kocaman gülüm süyordu, öyle şey görünüyordu ki... ken­
disiyle gurur duyuyor gibi.
“Öyle görünüyor.”
“Sanırım gecikm ektense, bir an önce evlenmemiz iyi
olur.”
“Luke, hamile olduğum için benim le evlenmek zorunda
hissetmeni istem iyorum .”
“Orada dur bakalım. Ham ile olduğunu öğrenmeden önce
sana evlenme teklif etm iştim .”
“Biliyorum ama...”
“Aması yok. Natalie, seni çok seviyorum. Seninle ço­
cuklarımız olsun istiyorum. Bu harika bir şey. Evet, düşün­
düğümüzden biraz erken am a bir bebek hiçbir zaman kotu
değildir. Şahane bir anne olacaksın.”
Bir günde bu kadar çok ağlayabileceğimi bilmiyordum'
Daha çok gözyaşı akıyordu. Çok rahatlamış ve mutluydum
ve bu güzel adama âşıktım.
Eğilip burnunu burnuma sürttü v e ayaklarımı yerden ke
sen o nazik öpücüğünden kondurdu. “Seni seviyorum , be
beğim.”
“Ben de seni seviyorum.”
KRISTEN PROBY

“Ah, Tanrım, N atalie, za v a llı ad am neredeyse ölüyordu.


Onu hırpalam ak zo ru n d a m ısın ? ” Ju les elinde bir torba do­
lusu yiyecekle coşku için d e o d a y a daldı. Ellerini kalçasına
koymuş, kafasını sallıy o rd u .
“Çocukluk yapm a, Ju le s.” K a lk ıp L uke için yemekleri
çıkarmaya başladım . M id em g u ru ld u y o rd u , Ju les’un benim
için de bir şeyler g etird iğ in i g ö rü n c e sevindim .
“Bir bebeğim iz o la c a k ,” d ed i L u k e kocam an gülerek Ju-
les’a.
“Biliyorum. S izin a d ın ız a se v in iy o ru m çocuklar.” Jules
ona doğru yürüyüp ik im ize d e g ü lü m sey e re k yanağını öptü.
“Dudaklarını e rk eğ im in ü z e rin d e n çek, M ontgom ery.”
“Tanrım, çok b e n c ilsin .”

Bir haftadır ev d ey d ik ve L u k e ’u n yaraları neredeyse iyi­


leşmişti. Birkaç h afta d ah a sp o r salonuna gidemeyecekti
ama morlukları geçm işti.
“Kamyon geldi.”
“Sen hiçbir şey k ald ırm ıy o rsu n . A klından bile geçirme.
Bileğin hâlâ iyileşiyor.” Son zam an lard a beni de kucağına
almamıştı, bunu özlüyordum .
“O zaman, ikim iz de k ald ırm ay acağ ız.”
“Ben bileğimi incitm ed im .” O danın bir ucundan bana
doğru gelirken tek kaşım ı kaldırdım .
“Şımarık ağzını seviyorum .” Popom u tokatladı, ciyakla­
dım, ardından elini kam ım a koydu. “ Bu güzel hamile kadı­
nın bir şey kaldırması yasak.”
Kahkaha atıp yakışıklı suratını okşadım . Buraya taşın­
mam konusunda em in m isin?”

375
KAÇ BENİMLE

“Elbette. İki ay içinde evleniyoruz nasıl olsa, mantıklı


olan bu." Ciddileşip kaşlarını çattı. “Sen istem iyor musun?”
“Sen neredeysen orada olmak istiyorum . İkimizin, Ju-
les'un yanına taşınması doğru olm azdı,” diye sırıttım. “JU-
les, istediği kadar evde oturabilir, ben de hâlâ stüdyoyu iş
için kullanacağım.”
“Ama?” Kaşını kaldırdı.
“Ama ailemiz genişlediğine göre, bir odaya daha ihtiya­
cımız olabilir.”
Yüzü yumuşadı ve nazikçe alnım dan öptü. “ Sana istedi­
ğin yeri alırım.”
“Şimdilik burada kalm ak istiyorum . Seçenekleri sonra
değerlendiririz.”
“Peki.” Nakliye için gelen adam lar kapıyı çalıp kutula­
rı ve birkaç parça eşyayı boşaltm adan önce beni yeniden
öptü. Eşyalann çoğunu Jules için evde bırakm ıştım . Tüm
eşyaları yukarıdaki boş odaya yığdık, ben kendi düzenime
göre daha sonra ayıklayacaktım . B oşaltm a işlem i çok uzun
sürmedi.
“Bu öğleden sonra çalışm an gerekiyor m u?” diye sor­
dum Luke’a, adam lar gittikten sonra.
“Hayır, senin?”
“Hayır.” M erdivenlere doğru yürüyüp yatak odamıza
doğru çıkmaya başladım.
“Yağmurlu bir Perşem be gününde, öğleden sonra vakit
geçirmek için ne yapabiliriz ki? diye m ırıldandı Luke kula­
ğıma, m erdivenlerin başında.
“Hım... Kitap okuyabiliriz,” diye önerdim .
“ I-ıh, bunu son zam anlarda çok yaptım .” Boynuma ha­
fif ısırıklar konduruyordu, kollarım belim e dolayıp kamımı
avucunun içine aldı.
“Film izleyebiliriz.”
KRISTEN PROBY

“Havamda değilim .”
Sonunda yatak odasına ulaşm ıştık, kollarında dönüp,
parmaklarımı yanağında gezdirirken, onu yavaşça öptüm.
“Başka fikrim yok,” diye fısıldadım.
“Önemli değil,” diye m ırıldandı. “ Benim birkaç fikrim
var.”

377
“Kahretsin.”
Tahiti’de muhteşem bir b u n g alo v u n içinde bir boy ayna­
sının önünde duruyor, aynadan b an a bakan kadını tanıya-
mıyordum bile.
Gelinliğime bayılm ıştım . U zu n ve kat kattı. Beyaz şifon
kumaştandı, bel kısm ı b o n cu k lu , ince askılıydı, eteği ise
belden genişleyerek yere k ad ar dökülüyordu. Bugün ayak­
kabı giymeyecektim. M ak y ajım ise b ir plaj düğünü için kla­
sik, sade ve m uhteşem di, saçlarım kıvrılm ış ve dağınık bir
topuz şeklinde sol kulağım ın ark asın d a, üzerine kırm ızı bir
gül iliştirilmiş şekilde toplan m ıştı.
“Göz kam aştırıyorsun.” Ju les yanağ ım d an öptü, gergin
gülümsemeyle karşılık verdim . P em be şifon elbisesinin
içinde o da harika görünü y o rd u . B ungalova bir göz atıp,
aşk, mutluluk ve heyecan içinde gülüm sedim . Etrafım gü­
zel kadınlarla çevriliydi. L u k e ’un annesi Lucy ve Jules’un
annesi Gail, bir köşede kafa k afay a verm işlerdi. Pembe el­
biseleri ile çok sevim lilerdi.
Samantha ve Stacy ise, açık p em b e bir elbise ve ona uy­
gun bir taç giymiş olan m inik S ophie ile oynuyorlardı.
•Jules, elbette, baş nedim ey d i; S tacy ve Sam de nedime-
lerimdi. Sam ve ben L u k e’un k azasın d an sonra savaş balta­
larımızı gömmüş, iki iyi arkadaş olm u ş gibi görünüyorduk.

379
KAÇ BENİMLE

Bu olağanüstü düğünün planlamasındaki ayak işlerinin ço-


ğuna koşturdu.
“Gergin misin?” diye sordu Stacy.
“Gelinliği giyene kadar hayır am a şimdi biraz gerildim.”
Aynaya tekrar gülümseyerek baktım. Aman Tanrım, evle­
niyorum!
Neil kapıdan içeri girdiğinde, hepimizi görür görmez,
yüzünde koca bir gülüm sem e belirdi. “ Sana bunu vermek
için geldim.” Üzerine kart iliştirilm işm iş kapalı bir kutu
uzatıp yanağımdan öptü.
“Zaman yaklaştı.”
“Siz erkekler, hazır m ısınız?” diye sordum.
“Evet ve senin m üstakbel kocan heyecandan ölecek.
Seni eşi yapmaya hazır.”
Kahkaha atıp N eil’in yanağına bir öpücük kondurdum.
“Al, bunu ona götür.” Ben de ona kapalı bir kutu ve bir not
uzattım. “Ve ona birkaç dakika içinde geleceğimi söyle. Be­
yaz giymiş olan benim .”
Hediyesini özel olarak açm ak için yatak odasına geçtim.
Erkeğim beni şımartmayı seviyordu. Ailelerimizin ve arka­
daşlarımızın keyifli vakit geçirmeleri ve düğünümüz için
koca bir haftalığına tüm bu oteli kiralaması yetmezmiş gibi,
bana her gün küçük hediyeler veriyordu.
Ona deli oluyordum.
Luke zarfın üzerine, Önce kutuyu aç, sonra notu
oku, yazmıştı.
Ne kadar dominanttı.
Kutunun üzerindeki beyaz kâğıdı yırttım, ellerim in ara­
sında küçük mavi bir Tiffany kutusu duruyordu. İçinde
saten kumaşa gömülmüş bir çift inanılmaz p ırla n ta küpe
vardı. Açık pembe prenses kesim pırlantalardan sallanan
damla şeklinde pırlantalar. Nefesim kesilmişti.
Yatağın kenarına oturarak zarfı açıp kartı okum aya baŞ
ladım.
KRİSTliN l’ROBY

Aşkım,
Sen bunu okurken, b en im ka rım olm ana sadece birkaç
dakika kalmış olacak. B e n im o ld u ğ u n için ne kadar gurur
duyduğumu anlatam am . E şin o la ra k hayatım ın kalanında
seni sevm eye hazırım .
Seni tüm ben liğ im le sev iy o ru m .
- Luke.
Büyüleyici değil m i?

Natalie, ev len m ek iste d iğ i y e rin ailem iz ve arkadaşları­


mızla birlikte T ahiti o ld u ğ u n a k a ra r verdi, ben de herkesi
buraya getirip, o teli b ir h a fta lığ ın a , sadece bizim için ayar­
ladım. U m arım h e r şey h a y a l e ttiğ i gibi olur.
Beyaz göm leğim i ilik le y ip , aile m in bungalovundaki bü­
yük yatak o d asın d a d u ra n a y n a d a n yansım am ı kontrol et­
tim. Nat, tören için, e rk e k le rin bej p an to lo n ve beyaz göm­
lek giym elerini istem işti, b e n d e ö y le giyinm iştim .
Patron oydu.
Saçlarım h er z a m a n k i g ib i d arm ad ağ ın d ı, bu somn de­
ğildi, çünkü N a t’in p a rm a k la rı b en i g ö rü r görm ez saçlarıma
dolanacaktı.
Gelinimi d ü şü n d ü k çe g ü lü m sü y o rd u m . Ben şanslı bir
piç kuruşuydum . N atalie, h iç şü p h esiz, uzun koyu saçları,
güzel yeşil gözleri ve alev alev y an an kıvrım lı vücudu ile
gördüğüm en seksi k ad ın d ı. A m a beni çeken kalbiydi. Mer­
hametli, sevecen doğası ve ed ep siz ağzı, onlarsız yaşamayı
hayal edem eyeceğim şeyler.
Zaten artık yaşam ay acağ ım da.
“Hey, W illiam s, etrafta d o lan ıp durm ayı bırak da, kut­
lama içkisi için b u ray a g el!” diye bağırdı, Jules’un erkek
kardeşi Isaac bungalovun ana odasından.

381
K A V HhlNIMLfc

Bütün erkekler buradaydı: kardeşim M ark, Jules’u n ~ v e


N at'in - kardeşleri Isaac, Caleb, M att ve Will ve babaları
Steven. Babanı bana bir bardak uzatırken, kendi bardağını
bir konuşma yapmak için kaldırdı.
“Oğlum ve N atalie’ye. Şükürler olsun ki evet dedi.”
“Haydi, haydi.”
Herkes bardağını kafasına dikti, oda tam bir kaos için­
deydi, bağır çağır açık saçık espriler yapan, küftir eden er­
kekler.
Bu sinirlerimi yatıştırmıyordu.
Kadınımla evlenm ek değildi beni gerginleştiren, ona za­
ten hazırdım.
“Baba, N atalie’ye bir şey götürm eni isteyecektim .” Ba­
bama küçük mavi Tiffany bir kutu uzattım .
“Tabii, ben de anneni kontrol edecektim . H azır olmak
üzere m isin?” Gülüm seyip om zum a vurdu.
“Evet, çoktan. Haydi, gösteri başlasın.” Babam , gelin
bungalovuna doğru yönelm işken kahkaha attı, Isaac elinde
başka bir bardakla yanım a geldi.
“Hayır dostum, bunu yaparken kafam bulanık olsun iste­
m iyorum .” Bardağı itip, N a t’in bungalovuna doğru baktım.
“Bu senin için değil m oron, benim için.” Sırıtıp tekilayı
kafasına dikti, yüzü buruştu. “Tanrım, bu iyiydi. Hazır mı­
sın?”
“Herkes bana bunu sorup duruyor. Evet, hazırım . Hazır
olmanın ötesindeyim .”
“Ona iyi geliyorsun, biliyorsun.”
Şaşkın gözlerle Isaac’e baktım . N atalie’nin tüm ailesi
arkadaş canlısı ve bana karşı sıcak olm uştu am a erkek kar­
deşlerin korum acı olduğunu biliyordum ve kendim de bir
erkek kardeş olarak onları suçlayam azdım .
“Nasıl?”
Isaac omuz silkerek diğer çocuklara bir bakış atıp yeniden
bana döndü. “Daha girişken oldu, daha fazla gülüyor. Tan­
382
rım, bilmiyorum dostum. Mutlu işte. Onu çok uzun zamandır
tanıyorum ve onu bu kadar fazla gülerken gördüğümü hatır­
lamıyorum.”
“Sevindim.” Kafam ı sallayıp kendi kendime gülümsedim.
“Ama eğer onu ya da o bebeği üzersen,” diye sürdürdü
lsaac konuşmasını, ne söyleyeceğini biliyordum, “seni öldü­
rürüm.”
“Gerek olm ayacak, onu üzmeyeceğim.” Tokalaşmak için
elimi ona uzattım , elimi tutup beni kendime çekti ve sıkıca
sarıldı.
“Ailemize hoş geldin, kanka.”
“Kızlar hazır,” diyerek odaya daldı babam, elinde kapalı
bir kutuyla. Bana bir şey almamasını söylemiştim oysaki. O
ve bebeğimiz ihtiyacım olan tek şeydi. “Bu senin için.”
Hediyeyi ve notu yalnız açm ak için yatak odasına girdim,
ona gönderdiğim pem be pırlanta küpeleri beğenip beğenme­
diğini m erak ediyordum . Düğündeki her şey pembeydi, pır­
lantalar da pem be olmalıydı.
Luke,
Bugün ihtiyacın olan tek şeyin bebeğimiz ve ben olduğunu
söylediğini biliyorum am a sana hediye almadan yapamadım.
Sana bu özel hediyeyi seçtim, çünkü bu hediye benim için ne
kadar değerli olduğunun bir simgesi. Benimle birlikte har­
cadığın zam an ve bir aile ve iki âşık olarak birlikte geçire­
ceğimiz yıllar için sana minnettarım. Beklediğim şey şendin,
Luke ve birkaç saat sonra gerçek anlamda ben senin olurken,
senin de benim olacağına inanamıyorum.
Hayatı birlikte yaşam ak üzere beni seçtiğin için teşekkür
ederim.
Sevgiler.
-Nat.
Not: Seni öpm ek için sabırsızlanıyorum.
Bir de bana çekici diyordu. Tanrım, bu kadını seviyor­
dum.
383
KAÇ BENİMLE

Beyaz kutunun içinde siyah platin bir Omega saat var­


dı. İçinde beni gülümseten bir yazı daha vardı. Nat bu yazı
işinde iyiydi. O seksi vücudu yazılarla doluydu.
Şimdi, her zaman ve sonsuza dek benimsin. - Nat.
Ah, evet.
Sol kolumdaki saati çıkarıp büyük odada ayağımın altın­
da ezdim. “Haydi, gidelim. Artık bekleyemiyorum.”
Kimseden bir yanıt beklem eden tahta yoldan yürüyüp
törenin düzenleneceği kum sala geldim. Otel harika bir iş
çıkarmıştı: beyaz sandalyeler, kırm ızı güllerle süslü minik
bir çardak, kumsala hafif bir ışıltı veren rastgele yerleştiril­
miş yanan mumlar. Güneş neredeyse batm ak üzereydi ve
Nat ışığın muhteşem olduğunu düşünecekti, biliyorum.
Bir haftalık kutlam a için buraya gelm iş elli kadar davet­
limize el sallayıp arkam da Isaac ve M ark’la birlikte çardak­
taki yerimi aldım. Ön sıra aile üyelerim iz için ayrılmıştı,
otelden N atalie’nin annesi ve babası anısına iki sandalyeye
zambak ve ayçiçekleri koym alarını istemiştim.
O neredeydi? Pembe giysiler içindeki kızları görüyor­
dum. Ablam Sam ve N at’in arkadaş olm asına ve ben evlen­
me teklif ettikten sonra birbirlerini tanım aya çalışmalarına
seviniyordum. Sam m em nuniyetle düğünün planlanmasın­
da yardımcı olmuştu.
Annelerimiz yerlerine geçti, kalbim daha hızlı atmaya
başlamıştı. Tanrım, bu m eraka daha fazla katlanamıyor-
dum. Onu görmeliydim.
Nerede kalmıştı?
Nihayet Jules, Sam ve Stacy önüm üzden geçerek y e r le r i­
ni aldılar ve müzik değişti. Natalie ve babası göründüğünde
dünyadaki diğer her şey yok oldu. Güzel koyu saçları kıv­
rılmış ve sol kulağının arkasında, üzerinde kırmızı bir güHe
dağınık bir topuz yapılmıştı. Gelinliği uzun ve kat kattı, be
kısmı boncuklu, ince askılıydı, elinde, içine inciler s e r p iş * 1'

384
K R IS T E N I’ROİÎY

rilnıiş bir d em et kırmızı gül tutuyordu. Yeni pırlantaları ku­


laklarında ışıldıyordu, Tanrım, bizim incilerimizi takmıştı.
Onun o muhteşem yeşil gözlerine bakarken gülümseme­
min yüzüme yayıldığını hissettim , kalbim sakinlemişti. İşte
bu.
“Gelini, damada kim verecek?” diye sordu papaz.
“Ailesi adına, ben,” diye yanıtladı Steven ve N at’in elini
elime bıraktı.
Ona her dokunduğumda, kam ım a yum ruk yemiş gibi
hissediyordum. Her defasında. M üm kün olduğunu asla bil­
mediğim şekilde ona çekiliyordum ve o yanımdayken his­
settiğim şeylerden asla bıkm ayacaktım .
“Olağanüstüsün,” diye fısıldadım , o utangaç bir tavırla
gülümseyip koyu kirpiklerinin arasından bana bakarken.
Ben de karşılık verdim.
“Sen de oldukça yakışıklısın,” diye fısıldadı o da.
Artık istediği zam an bana y akışıklı diyebilecekti.
“Hepiniz hoş geldiniz,” diyerek söze girdi papaz. Kısa
bir dua ettikten sonra yüzük tak m a törenine geçildi.
“Bu yüzükle, sana olan bağlılığım ı gösteriyorum ,” dedi
Natalie, gözleri gözlerim de, tatlı sesiyle, yüzüğüm ü parma­
ğıma geçirirken.
“Bu yüzükle, sana olan bağlılığım ı gösteriyorum ,” diye
yanıtladım ve evlilik yüzüğünü serçe parm ağına, nişan yü­
züğünün yanına taktım.
Törenin geri kalan kısm ı nispeten kısaydı. Yalnızca,
birbirimize edeceğimiz yem inlerim ize odaklanmayı istedi­
ğimiz için, bağlılık m um u16 töreni ve canlı müziğe karar
vermiştik. Tahiti’ye gelm eden önceki hafta, yeminlerimizi
birlikte yazmıştık.
Güldük, tartıştık, N at ağladı am a sonunda ikimizin de
16 Klasik Amerikan düğün törenlerine son zam anlarda eklenmiş yeni
bir gelenek, (ç.n.)

385
KAÇ BENİM LE

söylemek istediği bir şeye karar verdik. Her birimizin kendi


yeminini tam olarak okum asındansa, birlikte okuyacaktık
bir onun bir benim söyleyeceğim cümlelerle.
“Ve şimdi, Luke ve N atalie yem inlerini birlikte okuya­
caklar.” Papaz geri çekildi, ben N atalie’nin küçük elini eli­
min içine aldım, başparm ağım la elini okşuyordum.
“Hazır m ısın?” diye fısıldadım ve derin bir nefes aldım.
“Evet,” diye fısıldadı o da, şım arık gülümsemesi yüzüne
yerleşmişti. Tanrım, bu gülüm sem e bana bir şeyler yapıyor­
du.
Gözlerinin içine bakarak hafifçe öksürdüm, başladık.
“Seni seveceğime söz veriyorum .”
“Seni seveceğime söz veriyorum ,” diye yanıtladı, sesi
güçlüydü.
“Sana saygı duyacağım a.”
“En iyi arkadaşın olacağım a.”
“Sana yüksek sesle kitap okuyacağım a.” Elimin tersini
yanağında gezdiriyordum, gözlerinin yaşarmaya başladığı­
nı gördüm.
“Sana büyülü bir hayat sunacağım a.”
“Sana aşk mektupları yazacağım a.”
“Esprilerine güleceğim e.” Bana göz kırptı, gülümsedim.
“Her zaman kahve yapacağım a ya da getireceğime.”
“Sana yemek yapmanda yardım edeceğime.”
“Yeni saç kesiminin sana her zaman en çok yakışan ol­
duğuna inanacağıma.” Bir tutam yumuşak saçını kulağının
arkasına sıkıştırdım.
“Hoşgörülü olacağıma.”
“ D ile k le r in i v e d ü şle r in i h er z a m a n d estek leyeceğim e-
“ S e n i şö h r e tim le g ö lg e d e b ıra k m a y a c a ğ ım a ,” dedi ve
b en h e r k e sle b irlik te k ah k ah a a tm a m a k iç in kendim i z°f
tuttum .

386
K R I S T E N PR OBY

“En büyük hayranın olacağım a,” diye yanıtladım. Tan­


rım onu seviyordum.
“Seni her sabah uyandıracağım a.”
“Seni her sabah uyandıracağım a. Sabah insanı değilsin.”
“Her gece seni öpeceğim e.”
“Elini tutacağıma.”
“Telefonumu ve anahtarlarım ı nerede bıraktığımı her za­
man hatırlayacağıma.”
“Sana değer vereceğim e.” D erin bir nefes daha aldım.
“Sana inanacağıma.”
“Bize inanacağıma.”
“Hiçbir zaman pes etm eyeceğim e.” Elimi daha sıkı tu­
tuyordu.
“Asla ama asla pes etm eyeceğim e.”
“Diğer herkesten vazgeçsem bile senden vazgeçmeye­
ceğime.”
“Hak ettiğin adam olabilm ek için her gün çalışacağıma.”
“Hak ettiğin kadın olabilm ek için her gün çalışacağıma.”
Artık ikimizin de gözlerinde yaşlar vardı.
“Karım olmaya söz veriyor m usun?”
“Evet. Sen kocam olm aya söz veriyor musun?”
“Evet.” Kahretsin, evet, söz veriyorum.
“Sizi Bay ve Bayan W illiam s ilan ediyorum. Gelini öpe­
bilirsiniz.”
Güzel yüzünü avuçlarım ın arasına aldım, parmaklarını
saçlarımın arasında gezdiriyordu, bana öylesine bir aşkla
ve güvenle bakıyordu ki nefesim kesilmişti. Yavaşça eğile­
rek burnunu burnuma değdirdim ve sevdiğini bildiğim şe­
kilde, dudaklarımı dudaklarına kondurdum. Dudaklarımın
üzerinde derin bir nefes aldı; ben kollarımı etrafına dolayıp
kendime daha sıkı çekiyor, bir yandan küçük hamile kamını
tutuyordum.

387
KAÇ BENİMLE

Misafirlerimiz alkışlıyor, annelerimiz gözyaşlarını «


yordu. Alnımı alnına koydum, eli yanağımı okşuyordu.
“Seni seviyorum,” diye fısıldadım.
“Ben de seni seviyorum. Haydi, dans edelim.”

www.webcanavari.net /
Orppersephone
Öncelikle, eşime: Kafamı bilgisayara gömmüş, kendimi
dünyadan soyutlam ışken bile beni sevdiğin, beni kamçı­
ladığın, beni bu işe zorladığın için teşekkür ederim. Seni
seviyorum, yakışıklı.
Anne ve Babam: BENİM annem ve babam olduğunuz
için, beni okum aya, hayal gücümü kullanmaya ve kafama
koyduğum ne varsa yapabileceğime inanmaya teşvik etti­
ğiniz için teşekkür ederim. Tanıdığım en sevgi dolu, kibar,
entelektüel iki insansınız ve sizi seviyomm.
Mike: Çocukken bana çektirdiğin işkenceler, şimdi ki­
taplarımda kom ik hikâyeler olarak hak ettiği yerini buldu.
Yani... böylesine karakteristik bir küçük kardeş olduğun
için teşekkür ederim. Ve en iyi arkadaşlarımdan biri oldu­
ğun için de teşekkürler. Seninle gurur duyuyorum, Mikey.
Tanya Robo: Sen yalnızca dünyadaki en iyi redaktör de­
ğilsin. Benim için her zam an en iyi arkadaş, amigo kız ve
geride bıraktığım otuz yılın en iyi kısımlarının sırdaşı oldun
(şşt). Kitap yazm am söz konusu olduğunda, hayatımda kim­
se senin gibi cesaretlendirm edi beni. Yeteneğime her daim
güvendiğin için ve hayatımın çok güzel bir parçası olduğun
için teşekkür ederim. Sensiz ne yapardım bilmiyorum.
Nichole Boyovich, Kara Erickson, Eke Leo, Courtney
KAÇ BENİMLE

McDaniel, Holly Pierce ve Samantha Bear’a: Siz hanımlar


tam bir ÇILGINSINIZ! Benimle Gel'i okuyup fikir verdiği­
niz ve Natalie ve Luke’a âşık olduğunuz için teşekkür ede­
rim. Bir kızın isteyebileceği en iyi okuyucularsınız!
Lori Francis: Kızım, sen basbayağı inanılmaz birisin. Bu
yeni yazara karşı ne kadar yardımsever ve ciddi anlamda
nazik olduğuna inanamıyorum, öyle tavsiyeler verdin ve
yardımcı oldun ki etkilenmemek elde değil. Seni bulduğum
için çok şanslıyım! Benimle GePe âşık olduğun ve kitabı
savunmak için savaştığın için çok ama çok teşekkür ede­
rim. Yalnızca, tüm o sıkı çalışmana ve şevkine değil, aynı
zamanda arkadaşlığına da minnettarım.
Sali Powers ve Jenny Aspinall: Dünyanın diğer ucu
Avustralya’da yaşayan siz iki muhteşem kadının, kitabı
okumakla, bana büyük bir destek ve yardımcı olmakla kal­
mayıp aynı zamanda benim iki yakın arkadaşım olmanızın
ne kadar delice bir şey olduğunu biliyor musunuz? Tüm
yardımlarınız, harcadığınız zaman ve bana verdiğiniz cesa­
ret için teşekkür ederim. Sizler öyle değerlisiniz ki!
Renae Porter: Sen gelmiş geçmiş en iyi kapak fotoğraf-
çısısın. Ah Tanrım, kitabımın kapağına tapıyorum. B e n im le
çalıştığın için teşekkür ederim.
Büyük bir destek, cesaret ve bilgi kaynağı olan blog ya­
zarlarına ve yazarlara: Teşekkürler! Sizler kim olduğunuzu
biliyorsunuz.
Ve son olarak ama en önemlisi, SANA. Bu kitabı tutan
kişiye. Luke ve Natalie’nin aşk hikâyesini okuduğun iç>n
teşekkür ederim. Umarım beğenmişsindir.
Mutlu okumalar!

390

You might also like