Professional Documents
Culture Documents
Bölüm Bir
Bölüm İki
"Sonuç olarak," dedi Gerııma elindeki mikrofona, "Bu mülkü teklif edilen fiyat üzerinden
değerlendirerek tavsiye etmekte tereddüt etmedim."
Teybin düğmesine bastı. İçi rahatlamıştı. Fiyat konusunda bu kadar kolay anlaşma
sağlayabileceğini tahmin etmemişti doğrusu. O evi Cor nvalİ'a gitmeden önce incelemişti.
Oldukça yeni sayılırdı. Sadece merdivenlerde biraz tahta kurdu vardı ki, bununla da
kolayca başa çıkılabilirdi.
Mikrofonu açıp, "Bir sözleşme belgesi hazırlayabilir misin, Sarah," dedi. Tam o sırada
telefon çaldı. Genç kadın ahizeye uzanırken Sarah'ya, "Banttaki raporu bu sabah
postalamam istiyorum, mümkünse," dedi.
"Merhaba, Gem."
Genç kadın o tanıdık sesi işitince bir an duraksadı.
"Merhaba, Kevin. Sesini birden tanıyamadım."
Gemma rahatça arkasına yaslandı. Yedi yıl önce olsaydı bu yumuşak ve rahat ses bir anda
dünyasını değiştirirdi. Oysa şimdi hiçbir şey hissedemiyordu. Duyguların bu kadar büyük
değişim geçirmesi çok garipti.
Aslında arada bir partilerde falan karşılaşıyorlardı. Ayrıldıktan kısa süre sonra farklı
dünyaların insanları olmuşlardı. Geçen yıl Kevin onu evlenme törenine çağırmıştı.
Ayrılmalarına rağmen dostluğa benzer bir şeyleri muhafaza edebilmeleri yine de övgüye
değerdi.
"Lynn nasıl?" diye sordu.
"Karnı her geçen gün biraz daha büyüyor. Seni de bu yüzden aradım zaten. Daha geniş bir
yere ihtiyacımız var."
"Apartman katı mı, yoksa müstakil bir ev mi?"
"Sanırım, bir eve ihtiyacımız var. Lynn bebek için bahçeli bir yer istiyor."
"Anlıyorum."
"Aslında doğuma daha çok var. Ama nedense acele ediyor."
Genç kadının gözlerinin önüne sekiz aylık hamile olan Tamsin geldi. Bu arada önündeki
bloknota notlar alıyordu. Çocuk bekleyen bir kadının nasıl bir ev isteyeceğini Tamsin'den
hareketle tahmin etmesi zor değildi.
"Merak etme," dedi. "Elimden geleni yaparım. Şimdi oturduğun yere de iyi bir fiyat bulmaya
çalışırım."
"Şey... ev merkezi bir yerde olursa, sevinirim. En az iki yatak odası olmalı."
Gemma güldü. "Çok şey istiyorsun. Londra'nın göbeğinde öyle bir yer bulmak çok zor." ..
"Bu arada bizim banka beni şubelerden birine tayin etmek istiyor."
"Senin için ilginç bir iş olmalı."
"Pek sayılmaz. Sen nasılsın, Gem? işinden memnunsun herhalde."
"Biliyor musun, Kevin, seninle konuşurken kendimi unutulmuş bir ceket gibi hissediyorum."
Kevin bu sözlere güldü, daha doğrusu gülmeye çalıştı. Bu arada genç kadın ikinci kattaki
bürosunun penceresinden dışarıyı seyrediyordu. Bu büroyu ve yaptığı işi seviyordu aslında.
Pencerelerin önünde dışarıya doğru uzanan bir çıkıntı vardı. Üzerinde gün boyu bir sürü
güvercin olurdu. Aslında Kevin'in kuşkusu yersiz değildi. Yaptığı işi sevmesine rağmen hâlâ
bazı taşralı özellikleri taşıyordu.
"Londra dışında bir yerlere gidip yerleşmeyi düşünmüyor musun? Bir zamanlar böyle
fikirlerin vardı."
"Neden olmasın?"
"Mesela Cornvvall gibi bir yer. Bence senin için daha iyi olur. Sadece meslek hayatınla
yetinmemelisin."
"Bunu da nereden çikardın şimdi?"
"Meslek hayatına ne kadar büyük önem verdiğini biliyorum. O işten ayrılırsan kendine
ayıracak vaktin olur."
Gemma kaşlarını çattı. Bu adamla ne zaman konuşsa kendisini olduğundan yaşlı
hissediyordu. Otuz yaş çok fazla sayılmazdı aslında. Ama yine de bir kadın için bir dönüm
noktasını gösteriyordu.
"İnsan yaşlandıkça ailenin önemini daha iyi anlıyor," dedi genç adam, onun aklından
geçenleri anlamışçasına. "Bazen annemi düşünüyorum da, bir ailesi olmasaydı zavallı
kadıncağız kim bilir nasıl mutsuz olacaktı."
Bu sözler Gemma'ya hiç de yabancı değildi. Kendi annesine sorsa o da aynı şeyleri
söyleyebilirdi rahatlıkla. Kevin'in annesi bu gibi konularda daha da aşırıydı. Ona kalırsa
ancak çalışmayan bir kadın çocuk doğurabilir, bir aile kurabilirdi.
Öte yandan Gemma Kevin'in bu sözleri söylerken samimi olduğuna da pek inanamıyordu.
Yıllarca meslek hayatında başarılı olmak için büyük bir çaba harcamıştı. Bu arada annesinin
özenle kendisi için eğittiği bir kızla evlenmekte tereddüt etmemişti. Kevin'in annesi
Gemma'dan hiç hoşlanmamıştı.
Şimdi hepsi mutluydular. Biricik oğlu Kevin istediği kadınla evlenmişti ve gelini Lynn
çocuk bekliyordu. Yaşlı bir kadın daha ne isterdi?
"Eminim annen çok mutludur," dedi. "Bir de bahçe içinde küçük bir eviniz olursa..."
Kevin bir şey söylemedi. Gemma'yı iyi tanırdı. Kısaca vedalaşıp telefonu kapadılar.
Gemma derin düşüncelere daldı. Kevin'le ortak yanları çok azdı. Birleşmeleri ve
ayrılmaları belki de bu yüzden o kadar kolay olmuştu. Gözlerini yumdu ve kumsalda gördüğü
o yakışıklı yüz birden kafasının içinde canlanıverdi. Hayatında bu kadar çarpıcı bir erkek
yüzü görmemişti.
Saatine bir göz attı. Öğle yemeği vakti gelmişti. Sabahın dokuzundan beri sürekli çalışıyordu.
Az sonra bir elma ve koyu bir kahveden ibaret olan öğle yemeği masanın üzerinde hazırdı.
Birkaç saat daha çalıştıktan sonra el çantasını alıp binanın vestiyer bölümüne geçti. Orada
sadece bayanların kullanabildikleri geniş beyaz odaya girdi. Bu odayı nedense çok severdi.
Her taraf aynalarla örtülüydü. Dolapların kapıları bile aynadandı. Parlak haziran güneşi
içeriyi aydınlatıyordu. Genç kadın geniş mermer lavaboya doğru yürüdü. Üzerindeki kristal
aynada yüzünün bütün hatlarını olduğu gibi görebiliyordu. İnsanı hiç. aldatmayan bir aynaydı
bu. Bütün yönlerden ışık aldığı için yansıttığı şeyi en ince ayrıntılarına kadar gösteriyordu.
Gemma genellikle sabahları evden çıkmadan önce makyaj yapar ve sonra unuturdu.
Yüzünü aynaya yaklaştırarak dikkatle inceledi. Hayır, otuz yaşında göstermiyordu. Bununla
birlikte, gözlerinin altında belli belirsiz bir yorgunluk göze çarpıyordu.
'Lanet olasıca, Kevin,' diye geçirdi içinden. Bu adam ne zaman karşılaşsalar onun moralini
bozacak bir şeyler yapıyordu mutlaka. Bu sefer de yaşlandığını, zamanın hızla akıp gittiğini
hissettirmişti ona. Gemma'nın bir an önce evlenmesini, çalışmayı bırakıp çocuk doğurmasını
istiyordu besbelli. Böyle bir şey olursa rahatlayacaktı sanki.
Evhamlanmamalıydı. Bir kere teni pürüzsüzdü. Gergin ve yumuşaktu İlk gençliğinden bu
yana teni çok güzeldi ve bu özelliklerinin hiçbirini kaybetmemişti. Koyu renk saçlarını
çalışırken daha rahat etmek için topuz yapardı. Bu haliyle oldukça mazbut bir görünüşü
oluyordu. Ama hep böyle dolaşmak zorunda değildi. Firketeleri çıkardı ve saçlarını
omuzlarına dağıttı. Şimdi daha iyi görünüyordu. İri gözleri gün ışığında pırıl pırıldı. Değişik
bir göz rengi vardı. Kahverengi ile yeşil arası. Dudakları dolgundu. Onları diliyle hafifçe ısla
tıp yakından baktı.
Evet, endişeye gerek yoktu. Rahatlıkla güzel bir kadın olduğunu söyleyebilirdi.
Bakışlarında hoş bir ifade vardı şimdi. Fakat aynı bakışlarda biraz hesapçılık yok muydu?
Yani işbilir bir kadının kılı kırk yaran, her şeyi hesap eden bakışları... Belki, biraz, ama bunu
herkes fark edemezdi.
Birkaç adım ilerleyip boy aynasında vücudunu inceledi. Dikkatle yaptığı diyet faydasını
göstermişti, vücudu hiç bozulmamıştı.
Odadan çıkıp merdivenlere yöneldi. Her zaman çok yumuşak adımlarla yürürdü, tıpkı bir
kedi gibi. Alt basamakta postacıyı gördü. Bu adamla hep şakalaşırdı.
Gülümseyerek, "Merhaba," dedi. "Bugünün şanslısı kim?"
"Maalesef size bir şey yok, bayan," diye karşılık verdi postacı.
Gemma bahçeye çıktı. Çalışmayla geçen uzun saatlerden sonra işyerinden ayrılmadan
bahçede küçük bir tur atmayı severdi. Havada hoş bir koku vardı. Çiçek tarhlarının arasında
dolaştı. Leylaklar o gün sanki her zamankinden daha güzel kokuyorlardı. Ağaçların yemyeşil
yaprakları parlak güneş ışığının altında pırıl pırıl parlıyorlardı. Şirketin kurucusu Prens
Albert'in mermer büstü her zamanki gibi kımıldamadan durmuş binaya doğru bakıyordu.
Bahçede küçük bir tur attıktan sonra dışarı çıktı. Yandaki okuldan öğrenciler çıkıyordu.
Herhalde bir kutlama vardı, çünkü çeşitli kıyafetlere bürünmüş çocuklar çok neşeli
görünüyorlardı. Trafik polisi arabaları durdurup çocukların karşıdan karşıya güvenle geç-
melerini sağladı. Gemma da onlarla birlikte geçti. Tam önünde küçük çocuğunun elini sıkı
sıkı tutmuş genç bir anne yürüyordu. 'Benden en az beş yaş küçük,' diye içinden geçirdi
Gemma. Her zaman Round Pond'dan giderdi. Fakat o gün başka bir yolu denemeye karar
vermişti. Hava gerçekten çok güzeldi. Uzunca bir yürüyüş onu rahatlatacaktı.
Dar sokaklardan geçerek Serpentine Köprüsü'ne çıktı. Hızlı adımlarla yürüyor, derin derin
nefes alıyordu. Ansızın gözüne karşıdan gelen bir adam ilişti ve o anda soluğu kesilir gibi
oldu. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı. İster istemez adımlarını yavaşlattı. Dikkatle
bakıyor, fakat bir türlü emin olamıyordu. Uzun boylu adam ağır adımlarla onu doğru
yaklaşıyordu. Altında bir kot pantolon, üzerinde bir gemici fanilası vardı. Çıplak ayaklarına
basit sandaletler geçirmişti. Aralarındaki mesafe azaldıkça genç kadının heyecanı artıyordu.
Gemma olduğu yerde kalakalmıştı. Adam koyu renk bakışlarını onun yüzüne çevirdi. Bir
süre hiç kımıldamadan birbirlerine baktılar.
Yanılmıştı. Gülümsemeye çalışarak, "Özür dilerim," dedi. "Sizi tanıdığım birine
benzettim."
"Fark etmez," dedi genç adam. "Şu andan itibaren tanışmış sayılırız."
"Ama... benim gitmem gerekiyor. Tekrar özür dilerim."
Gemma hızlı adımlarla uzaklaştı. Nasıl böyle bir hata yapardı. Bir kere bu adam çok gençti.
En azından öyle komik bir kıyafetle dolaşacak kadar gençti. Ayrıca Bart Rule gibi bir adamın
kentin orta yerinde böyle acayip bir kılıkta dolaşması mümkün müydü? Kostümlerini mutlaka
Savile Row'da yaptırıyordu. Ayrıca o kadar zengin birinin kent içinde yürüyerek dolaşması
da pek mümkün değildi.
Geçen gün onunla bir kez daha görüşebilmek için yeterince uğraşmamıştı. Bu durum içinde
belli belirsiz bir pişmanlık yaratıyordu.
Bu adamda olağanüstü özellikler görmesi tam bir saçmalıktı. Onun da diğer insanlar gibi
olduğunu düşün-meye zorlamalıydı kendini. Bu düşünceler içinde eve girdi. İçersi birden çok
ıssız göründü gözüne.
Bu evi Kevin'le arasındaki ilişki sona erdikten sonra satın almıştı. İpotekten kurtarmak
biraz zor olmuştu. Ama ne pahasına olursa olsun kendisine ait bir yeri olsun istiyordu.
İstediği gibi dekore edip kullanabileceği bir yer. Hafta sonlarını ailesiyle birlikte geçiriyordu.
Ama yine de insanın anahtarla açıp girebileceği, evim diyebileceği bir yeri olmalıydı.
Ama nedense geçen gece eve geldiğinde içinde garip bir boşluk hissetmişti. Evin içi adeta
birden ıssızlaşmış- tı.
Akşam yemeği olarak hafif bir şeyler yedi. Sonra kütüphaneye geçip birkaç iş mektubu
yazdı. Uzunca bir alışveriş listesi hazırladı. Bunu yapmak zorunda değildi aslında. Ama
nedense bir şeylerle oyalanmak istiyordu. Sonunda televizyonun karşısına geçti. Berbat bir
polisiye filmi bir süre kadar boş gözlerle seyretti. İçinde o güne kadar hiç yaşamadığı garip
bir sıkıntı vardı. Bir tür dalgınlık. Sonunda televizyonu kapatıp yatağına girdi. Uzun zaman
uyuyamadı.
Düşünmesi gereken bazı şeyler vardı. Köprünün üzerinde karşılaştığı o adam ve birden
kapıldığı heyecan hayatında eksik olan bir şeyleri vurgulamıştı sanki. Adamı ilk bakışta Bart
Rule'a benzetmişti. Ertesi gün sabahın ilk saatlerinden itibaren kafasının içinde çok canlı
birtakım fotoğrafların varlığını hissetti. O uzun boylu, güçlü adam kumların üzerinde ağır
adımlarla yürüyerek ona yaklaşıyordu. Jilly'i kucağında taşımaktaydı. Yüzü güneş yanığı,
koyu gri gözlerinde ciddi, ama gülümseyen bir ifade...'
Kevin'den ayrıldığından beri hiçbir erkek onu böylesine çarpmamıştı. Kapıldığı cazibenin
gücünü ilk anda belki biraz küçümsemişti, ama zaman geçtikçe bunun nasıl büyüleyici bir
duygu olduğunu daha iyi anlıyordu. Kevin'i özellikle ilişkilerinin son döneminde daha iyi
tanımıştı. Birlikte olmak istediği erkek o değildi. Bunu anladığında ilişkiyi kesmekte tereddüt
etmemişti. Bu ayrılık bazı alışkanlıkların kesintiye uğramasına rağmen onu fazla
sarsmamıştı.
Tamamen özgürdü. Dolayısıyla Bart Rule gibi bir adamla görüşmemesi için ortada hiçbir
neden yoktu.
Tamsin'in onun hakkında anlattıklarını tekrar düşündü. Bart Rule geçen yıl eşinden
ayrılmıştı. Boşandıktan hemen sonra Rule Elektronik'i elden çıkarmaya karar vermişti. Gerçi
bu bir söylentiydi, ama ateş olmayan yerden duman çıkmazdı. Belki de Bart Rule hayat
tarzını değiştirmek istiyordu. Eğer böyleyse yapmayı düşüneceği ilk şey oturmakta olduğu
evi veya apartman katını elden çıkarmaktı.
Evini satmak veya kiralamak istemesi Gemma için fark etmezdi. Her iki durumda da ona
hizmet sunabilirdi. Bu durumda onu telefonla araması son derece doğal olacaktı. Onu nerede
bulabilirdi? Büyük ihtimalle hâlâ Felicity'deydi. Fakat herhalde telefona bakan sekreteri filan
vardı. Ona Bart Rule'la özel olarak görüşmek istediğini söyleyebilirdi. Eğer talihi yardım
ederse onunla iş yapabilirdi. Etmezse de kaybedeceği bir şey olmazdı.
Uzun bir sabah yürüyüşünün ardından bürosuna girdiğinde kafasının içi bu düşüncelerle
doluydu. Çantasını bir koltuğun üzerine fırlatıp masasının başına geçti. Uzun süre bakışlarını
masanın üzerinde duran telefondan ayıramadı.
Rule Elektronik'in numarasını bulup çevirdiğinde önce Mr. Rule adına kiminle
görüşebileceğini sordu. Kişisel yardımcısı ya da sekreteri var mıydı? Konuştuğu adam ona
Mr. Derby diye birinden söz etti. Bu adam Bart Rule'un hem kişisel yardımcısı hem de
sekreteriydi. Dolayısıyla Mr. Rule'a ulaşmak isteyen birinin işe ondan başlaması
gerekiyordu.
"Sizi bağlayayım mı?" dedi telefondaki ses. "Lütfen," diye karşılık verdi Gemma.
Karşı tarafta bir sessizlik oldu. Sonra küçük bir tıkırtı ve ardından bir kadının iş bilen,
soğuk sesi duyuldu. Gemma neden aradığını bir solukta anlattı.
"önce Mr. Derby'ye danışmalıyım," dedi kadım "Sizi sonra ararım."
Bu sözlerden sonra gergin bir bekleyiş başladı. Telefon çalar çalmaz Gemma ahizeyi kaptı.
Mr. Derby karşısındaydı.
"Mr. Rule'un zamanı çok değerlidir," dedi adam. "Özellikle son sıralarda hiç boş vakti
yok. Eğer buraya kadar gelip benimle görüşürseniz bir anlaşma yapabiliriz. Daha sonra ben
kendisine durumu anlatırım."
Gemma telefonu kapadıktan sonra, 'Bu da bir şey,' diye düşündü. En azından önerisi
dikkate alınmıştı. Mr. Derby ilk anda ona güvenmemekte haklıydı. Bu durum genç adamın
tam bir inziva hayatı yaşamak istediğini ortaya koyuyordu. Gazetecilerden ve bütün yabancı-
. lardan uzak duruyordu.
Telefon görüşmesi Gemma için ufak da olsa bir zaferdi. Böylelikle Rule imparatorluğuna
ilk adımını atmıştı. Bir dahaki adım onu daha da içerlere götürecekti. Akşama doğru saat
beşte imparatorluğa ikinci adımını atacaktı.
Artık bunları düşünmemeli, işine bakmalıydı. Müşterilerden birinin gönderdiği mektubu
inceledi. Adam evini satamıyordu ve çok acelesi vardı. Gemma o semtteki ev fiyatlarını
gösteren listeyi bilgisayarda bulup inceledi. Adama, uygun fiyatları gösteren bir mektup yaz-
dı. Evi için belirlediği fiyat çok yüksekti. Bu durumda hemen müşteri bulması mümkün
değildi.
Daha sonra bilgisayardaki verileri kontrol etmeye başladı. Kevin ile Lynn'e uygun bir ev
bulmalıydı. Birkaç örneği ayrı bir yere kaydetti. Bu evlerle ilgili gerekli soruşturmayı
yaptırıp Kevin'e bir an önce habervermeliydi.
Günlük raporları incelemeye başladı. Emlak fiyatları ve kiralar semtlere ve zamana göre
sürekli değişiyordu. Bu yüzden hemen her gün durumu yeni baştan ele alıp incelemesi
gerekiyordu.
İşi bittikten sonra saatine bir göz attı. Daha vakit vardı. Bir önceki gün teybe kaydettiği
raporu tekrar dinlemek istedi. Teybi çalıştırdı. Önüne bir kâğıt çekip rastgele şekiller
çizmeye başladı. Üçgenler, daireler, dikdörtgenler çiziyordu. Sonra birden aracın sesini
dinlemediğini fark etti. önündeki kâğıdın üzerindeki şekiller bir insanın yüzünü andırmaya
başlamıştı.
/Aracı kapatıp elini alnına koydu. 'Ne oluyor bana?' diye geçirdi içinden. Her şey o
kumsalda rastladığı adamın yüzünü hatırlatıyordu ona. En olmayacak şeyler bile.
Saatine bir kez daha göz attı. Artık hazırlanmalıydı. Yandaki odaya geçerek ciddi
görünüşlü bir etek- ceket giydi.
Saat beşe tam iki dakika kala Rule Elektronik'in asansöründeydi. Asansör son derece
gösterişli bir fuayeye açıldı. Gemma kendinden emin adımlarla ilerledi. Telefondaki kızı ilk
bakışta tanımıştı. Yüzü de sesi kadar ciddi ve soğuktu. Gemma kendini tanıttı. Kız gü-
lümseyerek iç telefonla Mr. Derby'ye haber verdi. Sonra kibar bir şekilde Gemma'ya kapıyı
gösterdi. Gemma ona gülümseyerek gösterdiği kapıyı açtı ve içeri girdi. İçerde kimseler
yoktu. Rahat koltuklardan birine oturup beklemeye başladı. Bir kaç dakika sonra Mr. Derby
içeri girmişti. Öldukça sert, hatta saldırgan görünüşlü bir adamdı. Bununla birlikte genç
kadımn uzun açıklamalarını büyük bir sabırla dinledi.
Gemma sözlerini bitirdiğinde derin bir sessizlik oldu.
"Bu konuda bir rapor hazırlamam gerekiyor, tabii," dedi Mr. Derby. "Şirketimizde işler
hep böyle yürür.
Kendi başıma karar vermem söz konusu değil."
Bir şey daha söyleyecekti, ama tam o sırada kapı açıldı. Gemma soluğunun kesildiğini
hissetti. İçeri giren Bart Rule'dan başkası değildi. Üzerinde plajda gördüğü giysinin bir
benzeri vardı. Bir gemici fanilası, altında bir kot pantolon ve bir lastik ayakkabı. Tek fark
üzerindeki beyaz ceketti.
Mr. Derby onu görünce ayağa kalktı. "Merhaba, Bart. Bir aksilik mi oldu?"
"Evet, teknenin motorunda bir gariplik var." Sırt çantasını çevik bir hareketle omzundan
kaydırıp yere bıraktı.
"Bu yüzden mi bir hafta erken döndün. Önceden haber verebilirdin. Ben de sandım ki..."
"Neden erken döndüğümü sen gayet iyi biliyorsun, Jim."
"Biliyorum, ama..." Mr. Derby çaresizliğini gösteren bir jest yaptı.
"Benden bir şey saklamamalısın," dedi Bart, bıkmış bir tavırla. "Olup bitenleri bana açık
açık anlatmanı istiyorum."
"Bilirsin, senden bir şey saklamam."
Odanın bir köşesinde oturduğu yerde iyice büzülen Gemma iki adam arasında geçen
konuşmayı büyük bir ilgiyle izliyordu. Rule Elektronik'teki insan ilişkileri biraz garibine
gitmişti. Bir patronun yanında çalışan biriyle böyle konuştuğuna ilk kez tanık oluyordu. Son
derece samimi bir havaları vardı. Sanki aralarında bir iş ilişki değil de derin bir dostluk
varmış gibi.
"Neyse," dedi Bart. "Bu meseleyi sonra konuşuruz."
Gemma'ya yaklaşırken birden durdu. Şaşırmış gibiydi. "Merhaba," dedi. "Ne işin var
burada senin?"
"Beni hatırladınız mı?"
"Elbette. Readymoney Plajı'nda karşılaşmıştık. Geçen cumartesi."
O anda Gemma avuçlarında bir sızı hissetti. Tırnaklarını avuçlarına batırmıştı çünkü.
Yumruklarını biraz gevşetti. Telaşa kapılmamalıydı. Onun gri gözlerinin içinde kaybolmuş
gibiydi.
"Çocuklar nasıl?"
Gemma sorunun anlamını ilk anda kavrayamadı. Sonra gülümsedi. Onu hâlâ çocukların
annesi sanıyor olmalıydı. Bart'ın dudaklarında çok tatlı bir tebessüm belirmişti. Çocukları
ve onlarla geçirdiği o kısa beraberliği düşünüyordu herhalde.
"Çok iyiler... Şey, aslında..."
"Bana, Bart, diyebilirsin."
"Gemma Roseveare buraya bir iş için geldi," diyerek araya girdi, Mr. Derby. "Greatwoods
konusunda seninle görüşmek istedi. Satış işleriyle ilgileniyor."
"Öyle mi?" Genç adam gözlerini kısarak Gemma' yı dikkatle inceledi. İnanmıyormuş gibi
bir hali vardı.
"Ben Drew Brothers'da çalışıyorum," dedi genç kadın. Nedense kendisini zor durumda
hissetmişti. Buraya gelmesinin bir nedeni olmalıydı, öyle değil mi? Derin bir soluk aldı. İş
hayatında kullandığı' o ciddi ve inandırıcı ses tonunu hemen bulmalıydı.
Bart odanın içinde bir tur attı. Tam genç kadının önüne gelince durdu. Kaşlarını hafifçe
çatmış dikkatle bakıyordu.
"Drew Brothers," diye mırıldandı. "Şu emlak şirketi, öyle mi?"
Gemma başını salladı. "Evet," dedi. "Oldukça büyük bir şirkettir, biliyorsunuz."
"Bu da ne demek oluyor?" Bart gözlerinde öfke kı- vılcımlarıyla Mr. Derby'ye dönmüştü.
"Bu da nereden çıktı şimdi? İnsanlar akbabalar gibi başıma üşüşüyorlar."
Akbabalar sözü genç kadının yüzüne bir tokat gibi çarptı. Bu kadarını beklemiyordu
doğrusu. "Beni incitiyorsunuz," diye mırıldandı.
Kısa bir sessizlik oldu. "Özür dilerim," dedi genç adam. "Özellikle sizi kastetmek
istememiştim. Mrs...
Roseveare'ydi değil mi?"
Gemma başını salladı. Altüst olmuştu. Ama cesaretini kaybetmemeliydi. Oturduğu yerde
biraz dikleşip kollarını göğsünde kavuşturdu.
"Evet, adım Roseveare, Mr. Rule, ben..." "Bir Cornvvall ismi," diye mırıldandı genç adam.
Şimdi onu hayatında ilk kez görmüş gibi bakıyordu. "Cornwall'den biriyle evli
olmalısınız."
Gemma bir solukta evli olmadığını ve o çocukların annesinin kendisi değil kızkardeşi
olduğunu söylemek istedi. Fakat özel bir konuya girdiği anda kendine güvenini
kaybedeceğini düşünerek sustu.
"Fovvey'de doğdum," dedi resmi bir tavırla, "ilginç. Oradan neden ayrıldınız?" Genç
kadın omuzlarını kaldırdı. "Siz de oradan ayrıldınız," dedi, "Sanırım aynı nedenlerden
ötürü."
"Anlıyorum. Benim oradan neden ayrıldığımı herhalde öğrenmişsinizdir. Benimle pek
ilgilidirler. Özellikle gazeteciler. Beni bir türlü rahat bırakmıyorlar."
Yüzünde sıkıntı dolu bir ifade belirmişti bunları söylerken. 'Hayatından memnun değil,'
diye içinden geçirdi Gemma. Onu biraz daha fazla konuşturabilirdi, öğreneceği en küçük
ayrıntılar bile önemliydi onun için. Kısa bir an duraksadı. Onun hakkında gerçekten de çok
şey söylemişlerdi. Özellikle-Tamsin, neredeyse genç adamın bütün hayat hikâyesini
anlatmıştı.
"Geçen cumartesi olanları kastediyorsunuz, herhalde."
"Evet, o lanet olasıca gazeteciler beni her gittiğim
yerde izliyorlar."
"Olayı biliyorum," dedi genç kadın. "Bu kadar telaşlanmanıza bir anlam veremedim
doğrusu. Alt tarafı yerel gazetede bir paragraflık bir haber yapacaklardı."
"Bir paragraflık, öyle mi? Bu işlerden hiç anlamadığınızı görüyorum."
Genç kadın fazla üstelemenin doğru olmayacağım düşündü.
"Evet, pek anlamam."
"Yerel basında çıkacak bir paragraf sadece bir başlangıç anlamına gelir. Çok sıkıcı bir iştir
bu. Gazetelerde hakkımda yalan haber okumaktan bıktım."
Odanın içinde derin bir sessizlik oldu. Genç adam bir aşağı ve yukarı gidip geliyordu. Sonra
birden, aklına bir şey gelmiş gibi durdu.
"Demek, Greatvvoods meselesini halletmek için beni aradınız."
'Nihayet,' diye içinden geçirdi genç kadın. Az önce açılan konu çok tehlikeli noktalara
sapabilirdi. Bu yüzden bir an önce iş konuşmaya başlamak gerekiyordu.
"Evet," dedi. "Evi satmayı mı yoksa kiraya vermeyi mi düşünüyorsunuz."
"Satacağım, öte yandan, Belgravia'da bir apartman katı var. Onu da kiraya vermek istiyorum.
Hepsini başımdan atıp kurtulacağım."
"Yaa," diye mırıldandı Mr. Derby. "Bu kararını bize söyleyebilirdin, Bart."
"Yeni karar verdim. Böyle şeyleri ilk önce gelip sana söylediğimi gayet iyi bilirsin, öyle
değil mi?"
"Evet. Demek hayatında değişiklikler yapmak istiyorsun. Gezi sırasında karar verdiğin başka
şey var mı?"
"Evet. Konuşmamız gereken bir kaç şey daha var. Şimdi Mrs. Roseveare'yle biraz yalnız
görüşmek istiyorum."
"Neden olmasın," dedi Derby, masanın üzerindeki mektupları işaret ederek. "Sen yokken bir
sürü şey birikti."
"Gözden geçirip ayıklar mısın, lütfen. Boşa zaman kaybetmek istemiyorum." Genç kadına
başıyla gelme-sini işaret ederek kapıya doğru yürüdü. Birden aklına bir şey gelmiş gibi durdu.
"İşin bittikten sonra birer içki içelim mi, ne dersin?"
Mr. Derby gülümsedi, 'İstediğin zaman konuşabiliriz, Bart. İşin bitince bana haber ver."
"Teşekkürler, Jim."
Aralarındaki samimiyet genç kadını şaşırtıyordu. Bu şirkette insan ilişkilerinin çok daha
resmi olacağını düşünmüştü nedense.
Genç adamın peşinden yürüdü. El çantasını sıkı sıkı tutuyordu. Bu durum sinirlerinin biraz
zayıfladığını gösteriyordu aslında. 'Bakalım neler olacak,' diye düşündü. Biri camlı olan çift
kapıdan geçtiler. Burası genç adamın özel çalışma odası olmalıydı. Muhteşem bir çalışma
masası ve çok gösterişli koltuklar vardı, dekorasyonu da çok moderndi. Bart yer gösterince
Gemma oturdu. Sinirli sinirli eteğini çekiştirdi. Genç adam onun yüzüne bakmamak için özel
bir çaba harcıyor gibiydi. Düşünceli bir hali vardı. Duvardaki bir düğmeye basarak, "Bize çay
getirin, lütfen," dedi.
Bölüm Üç
Böyle bir şeyi rüyasında görse inanmazdı. Bart Rule'la aynı odadaydı. Rule Elektronik'in ta
kalbine girmeyi başarmıştı. Bu kadarını beklemiyordu doğrusu.
Odanın havası sürekli temizleniyordu ve geniş camlar bütün kenti gözler önüne seriyordu.
Camlar güneş ışığına göre açılıp koyulaşabilen cinstendi. Masa ve koltuklar da dahil bütün
eşyalar çok kaliteli ahşaptan yapılmıştı. Bununla birlikte cam ve çelik de dekorasyonda
önemli bir rol oynuyordu. Çalışma masasının tam arkasında bir sehpanın üzerinde çok
gelişmiş, ama oldukça küçük bir bilgisayar durmaktaydı. Duvarda nefis bir yağlıboya tablo
vardı. Fırtınalı bir havada kayalara çarpmak üzere olan bir yelkenlinin resmiydi bu.
Çalışma masasının hemen yanında daha küçük bir başka masa duruyordu. Üzerindeki
elektronik yazı makinesine bakılırsa özel sekreter için olmalıydı.
Gemma çevreye bakarken genç adam odanın bir köşesinde kollarını göğsünde kavuşturmuş
onu izlemekteydi. Sonra ağır adımlarla gelip karşısındaki koltuğa oturdu.
"Bütün bu gördüklerin bir zamanlar babama aitti," diye mırıldandı Bart. Tam karşısında
oturan genç kadının bakışlarını izleyerek, "Evet, bu masa da," diye ekledi.
"Dekorasyonda iki ayrı kuşağın izleri var," diye mırıldandı Gemma.
"Aynı şey ev için de geçerli."
Ne demek istiyordu?
Bart onun kafasında beliren soru işaretini anlamış gibi, "Anılarla dolu bir ev emlakçı
aracılığıyla satılığa çıkarılmamalı," dedi.
Genç kadın hafifçe kızardığını hissetti. "Emlakçıları katil gibi görüyorsunuz, galiba."
"Yoo, o kadar değil. Unutmayın ki, ben daha çocuk yaştayken bir şeyler alıp satmaya
başlamıştım." "Ama bizim işimiz sadece bu değil." "Yok canım. İç çamaşırı alıp satar gibi
ev alıp satıyorsunuz."
Bu kadarı da fazlaydı. Gemma uzanıp çantasını aldı. Ayağa kalkmaya hazırlanırken, "Size
yardım edebileceğimizi ummuştum, Mr. Rule," dedi. "Yanıldığımı şimdi anlıyorum.
Gösterdiğiniz kabalığa tahammül edecek bir başka firma bulsanız iyi edersiniz." "Oturun!"
Bu bir emirdi. Ama genç kadının orada daha fazla kalmaya niyeti yoktu. Yerinden kalkıp
kapıya doğru yürüdü.
"Herkese emir vermeyi ve bu kadar kaba davranmayı nasıl öğrendiniz, bilmiyorum."
Genç adam hemen yerinden fırlayıp birkaç adımda onun yolunu kesti. Gemma
kımıldamadan durdu. Bart gerçekten de çok uzun boylu ve güçlü bir adamdı. Ona bu kadar
yakın olmak tedirginlik veriyordu. İster istemez birkaç adım geriledi. Böylelikle kapıdan da
iyice uzaklaşmış oldu. Bütün sinirleri ayağa kalkmıştı. Konuşmaya başlasa mantıklı ve
sakin sözler söyleyemeyeceğini biliyordu. En kötüsü de Bart'ın dudaklarındaki insanı
çileden çıkaran alaycı tebessümdü.
Genç adam kollarını iki yana açarak odanın ortasına doğru yürüdü, "özür dilerim."
Tam bu sözleri söylemişti ki kapı açıldı ve içeri elinde bir tepsiyle orta yaşlı bir kadın
girdi. Genç adam, "Teşekkürler, Beth," dedi. "Masanın üstüne bırakıver, lütfen."
Beth tepsiyi bıraktı. Odadan çıkarken Gemma'ya sempatik bir tebessümle bakmayı ihmal
etmedi. Onun zor durumda olduğunu bir bakışta anlamıştı sanki. Genç adam oldukça sakin
görünüyordu şimdi. Beth tam kapıdan çıkmak üzereyken, "Clare'in doğum günü partisi nasıl
geçti?" diye sordu.
"Çok eğlendi, Mr. Rule. Oyuncak ayı onu çok sevindirdi. Ona daha güzel bir hediye
alamazdınız, doğrusu."
"Bana yazdığı teşekkür mektubu çok sevimliydi. Sarılı, mavili, yeşilli kenar süsleri çok
güzeldi."
Gemma bu konuşmayı hayretle dinliyordu. Bir kez daha aynı şeye tanık olduğunu düşündü.
Bu şirkette insan ilişkileri gerçekten de çok garipti. Bart Rule yanında çalıştırdığı insanlarla
tam bir dostluk kuruyordu demek. Oysa başka şirketlerde patronlar bunun tam tersini
yapmaya özen gösterirlerdi.
Yalnız kaldıklarında genç adam Gemma'ya döndü.
"Bana hâlâ kızıyor musun?"
"Kızmam mı gerekiyor," diye karşılık verdi genç kadın. Sesinin buz gibi olmasına özen
göstermişti.
"Senden bir kez daha özür diliyorum," dedi genç adam. "Senin gibi biriyle ilk kez iş
konuşuyorum. Çaylarımızı alalım. Sana açıklamaya çalışacağım."
"Hiç gerek yok."
"Bence var. öncelikle şunu belirtmek isterim ki, bu tür işleri bizzat çözmeye alışkınım. Yani
ilk kez biri gelip bana yardım teklif ediyor."
Gemma hafifçe alt dudağını dişledi. Aslında adam haklıydı. Durumunda ve ısrarında bir
gariplik olduğunu sezinlemişti.
"Süt ya da şeker ister misin?"
"Ben mi? Şey... hayır."
"Pekâlâ."
Genç adam gümüş çaydanlığı alıp fincanları doldurdu. Gemma kendisine uzatılan fincanı
alırken elleri titriyordu.
Karşılıklı oturuyorlardı ve odanın içinde derin bir sessizlik vardı. Genç kadın elindeki
fincana büyülenmiş gibi baktı. Çok ince, mavi Çin porseleninden yapılmıştı.
Gemma ona eve gidip üstünü değiştiremeyeceğini söyledi. Büroya dönüp biraz çalışması
gerekiyordu. Daha doğrusu imzalanması gereken birkaç mektup vardı. Bu yüzden eve gidip
üstünü değiştiremeyecekti. Genç adam onu tepeden tırnağa süzdü.
"Muhteşem görünüyorsun," diye mırıldandı, "istersen biraz yürürüz."
"İyi olur."
"O halde saat yedide seni bürondan alırım, tamam mı?"
"Viktoryen binalarından biri. Parkın köşesinden dönüyorsun ve..."
"Şehir planından bulurum,"merak etme."
Saat tam yedide genç kadın bürodan çıktı. Bart üzerinde aynı gemici kıyafeti olduğu halde
büronun merdivenlerinin dibinde onu bekliyordu. Hava çok güzeldi. Yürümeye başladılar.
Bu arada St. Aüstell'den, Fo- wey'den ve gemicilikten konuştular. Daha sonra oldukça rahat
bir puba girdiler. Tezgâhın arkasındaki orta yaşlı adam hemen koşup onu karşıladı.
Cornwall aksanıyla konuştuğu genç kadının dikkatinden kaçmadı.
"Şefle eskiden birlikte çalışırdık," dedi genç adam. "Kendisi erken yaşta emekliye ayrılıp
burayı açtı. Her şey hazır mı, şef."
"Yarım saat içinde hazır olur."
Bart genç kadına dönerek, "Biftek yiyeceğiz," dedi. Sonra adama dönerek, "Garnitür zengin
olmalı," diye ekledi.
"Merak etmeyin. Siz telefon ettikten sonra sebzeleri kendi elimle topladım."
Genç adam Gemma'yı ayrı bir kapıya doğru götürdü.
"Ayrı bir yerde oturalım. Daha rahat olur."
Cam kapıyı açtı. Küçük bir bahçeye geçtiler. Genç kadının burnuna keskin bir gül kokusu
geldi. Bahçede tek bir masa vardı. Üzeri mumlarla süslenmişti.
"Çok güzel," diye mırıldandı genç kadın.
"Senin için."
"Anlıyorum. Rule Elektronik'in işleri buradan mı yürütülüyor?"
"Burada iş konuşmam. Kastettiğin buysa eğer. Bu bölümde genellikle ailece yemek yenir."
"Ailece mi? Böyle bir pubda?"
"Tabii. Ne var bunda?" Masanın başına geçip karşılıklı oturdular. "Şef ailesini sık sık
buraya getirir," dedi genç adam. "Onun en sevdiğim özelliklerinden biri de budur."
"Onu çok uzun zamandır tanıyorsun herhalde."
"Evet."
Masanın orta yerinde bir şişe Cötes-du-Rhöne duruyordu. Mantarı yarı yarıya çıkarılmıştı.
"Bir aperatif almaz mısın?" diye sordu genç adam.
"Evet, lütfen."
Genç adam becerikli hareketlerle koyu kırmızı şarabı uzun bardaklara doldurdu. O anda
genç kadın acıktığını hissetti. Açlık duygularını keskinleştirmişti. Genellikle haftada bir iki
gün az miktarda şarap içerdi. Nedense o gece biraz daha fazla içmek istiyordu.
Az sonra ortaya nefis bir salata geldi.
"Başlayabilir miyiz?" dedi Gemma.
"Elbette. İştahlı kadınlardan çok hoşlanırım."
Yemekler birbiri peşi sıra gelmeye başlamıştı. Daha doğrusu tabaklar boşaldıkça Bart
yerinden kalkıp gidiyor ve elinde bir tepsiyle geliyordu. Bu durum genç kadının çok
garibine gitmişti.
"Bar çok meşgul," dedi genç adam, gülümseyerek. "Bu yüzden kendi işimizi kendimiz
görmeliyiz."
"Peki, ama garsonlar nerede?"
"Restoran bölümü bugün kapalı." Bart camlı bölümden, içerdeki boş masaları işaret etti.
Gemma şaşırmıştı. Hem yemeğini yiyor hem de düşünüyordu. Milyonerlerin böyle
davrandıklarını hiç sanmazdı. Adam son derece egzotik, fazla bilinmeyen bir yere
götürüyordu onu. Herkesle şakalaşıyor ve üstelik servisi de kendisi yapıyordu. Biftek
masaya geldiğinde resmen heyecanlandı. Çok güzel kokuyordu. İştahla yemeğe başladı.
Genç adam arada bir başım kaldırıp yüzünde dalgın bir tebessümle ona bakıyordu.
Yemek bittikten sonra sıra Yorkshire pudingine geldi. Genç adam porselen tabaklar içinde,
usta bir garson gibi servis yaptı. Tabağı, tatlı kaşığı yan tarafında olduğu halde genç kadının
önüne koydu.
Gemma genellikle yavaş yemek yiyen biriydi. Ama nedense o gece önüne konan her şeyi
hızla silip süpü- rüyordu. Biftek tek kelimeyle nefisti. Hayatında bu kadar yumuşak ve
lezzetli bir et yememişti. Bu arada bir şişe şarabı bitirmişlerdi.
Genç kadın tatlısını bitirip arkasına yaslandığında Bart ikinci bir şişe şarap çıkardı.
"Biraz daha içelim mi?"
"Şey... Bilmem ki."
Çok hızlı içtiğini düşünüyordu. Şarabı genellikle hafta sonları ailesiyle birlikte içerdi. Ama
hem daha az miktarda hem de daha uzun süre içinde.
Genç kadının duraksadığını gören Bart, "Bence diyet yapmaya ihtiyacın yok," dedi.
"Herkesin diyet yapmaya ihtiyacı vardır."
"Ben hiç yapmam."
O anda Gemma son bir buçuk saattir yediklerini şöyle bir gözünün önünden geçirdi.
İnanılır gibi değildi gerçekten. Bir oturuşta ilk kez bu kadar çok şey yiyordu. Etler,
patatesler, çeşitli sebzeler, Yorkshire pudingi ve şarap.
"Bence senin gibi biri diyet yapmayı aklının ucundan bile geçirmemeli," dedi Bart. "Bir
kere, çok zayıfsın."
"Zayıf mı? Ben mi zayıfım?" Gemma resmen öfkelenmişti. "Hiç de değil," dedi sesini
yükselterek.
"Yanlış anlama. Kötü manada söylemedim. Aslında çok hoş bir görünüşün var. Vücudun da
çok güzel. Eliyle havada yumuşak bir hareketle genişçe bir daire çizdi. "Biraz daha dolgun
olsan bence mükemmel olur."
"Bu tür nasihatleri kendine saklasan iyi edersin," dedi genç kadın. "Ben halimden
memnunum." Bir an durdu. Onu kızdıracak bir şeyler düşündü.
"Söyler misin bana, bu kadar korkunç giyinmeyi nasıl başarıyorsun?"
"Bak bu önemli bir soru," dedi genç adam. "inanır mısın, yanıtını hiç düşünmedim. Şu anda
üzerimde bulunan giysiler inanılmayacak kadar rahat." Bir an durdu. Gözlerini kısıp genç
kadının yüzüne dikkatle baktı. "Peki senin kendini bu kadar aç hissetmenin özel
bir sebebi yok mu?"
Gemma şaşırmıştı. Bu sorunun altında garip bir şeyler olduğunu sezinlemişti. Söyleyeceği
her şey aleyhine kullanılabilirdi. Bu yüzden çok dikkatli olmalıydı.
Kayıtsız görünmeye çalışarak, "Açlığımın özel bir sebebi olsa bile bu yalnızca beni
ilgilendirir," diye mırıldandı.
"Bence zayıf görünmek istiyorsun ve bu yüzden kendini aç bırakıyorsun."
"Ama daha demin zayıf olmadığımı söylemiştin."
"Zayıf değilsin... Şimdilik."
Bu son sözcüğü özel olarak vurgulamıştı. Gemma dikkatle onun gözlerinin içine bakıyordu.
"Ne demek istiyorsun, Bart."
"Zamanla anlarsın."
Genç kadın bir şey söylemedi. Şarabından büyükçe bir yudum alarak başını çiçeklere doğru
çevirdi. Onunla göz göze gelmek istemiyordu. Çünkü genç adamın bakışlarında az önce
fark ettiği o alaycı parıltının keskinliğini artırdığını gayet iyi biliyordu. O anda çok garip bir
şey fark etti. Kendisi, yüzünü güllere dönmüş duruyordu ve genç adamın bakışlarını çok
canlı biçimde üzerinde hissediyordu. Bakışların o anda nereye yöneldiğini hissedebiliyordu.
Bart'in saçlarına mı yoksa boynuna mı baktığını garip bir biçimde algılıyordu. İçinde
gittikçe büyüyen bir tedirginlikle ona döndü. "Nazik bir adam sayılmazsın," diye
mırıldandı. Bart başını arkaya atarak küçük bir kahkaha koyuverdi.
"Neden böylesine kötü bir ruh hali içinde olduğunu biliyorum, Gemma." "Neden?"
"Yeterince yemedin de ondan." "Mr. Rule..."
"Lütfen biraz daha puding al. Bana kimi hatırlatıyorsun, biliyor musun?" "Bilmek
istemiyorum."
"Muhteşem bir film vardı, hatırlıyor musun? Adı neydi? Evet, Afrikalı Kraliçe.
Yanılmıyorsam on yıl kadar önce sinematekte gösterilmişti. Humphrey Bogart' la Katherine
Hepburn oynuyorlardı."
Hatırlamıştı. Bir aşk filmiydi. O anda hafifçe başının döndüğünü hissetti. Küçük bahçeyi
hoş bir müzik sesi kaplamıştı şimdi. Genç adam boşalan bardakları tekrar şarapla doldurdu.
Gemma'nın bakışları masanın üzerinde duran şamdana takıldı. Mumlar yarı yarıya erimişti.
Kendisini bu kadar aç hissetmesinin özel bir nedeni olabilir miydi, o güne kadar hiç
düşünmediği bir nedeni, genel.olarak çok fazla yiyen biri değildi. Ayrıca böylesine kritik bir
akşam yemeğinde özellikle az yemesi gerekiyordu. Oysa önüne ne konulursa silip sü-
pürmüştü.
Bu kadar yiyecek nereye gitmişti? Midesini çok rahat hissediyordu. İşin garibi bir o kadar
daha yiyebilirdi. Genç adamın gözlerine baktı. Dikkâtle Gemma'yı araştıran bir çift göz...
Renkleri biraz koyulaşmış gibiydi. Yemek boyunca fazla konuşmamışlardı. Hatta hiç
konuşmamışlardı.
Çok rahat görünüyordu şimdi. Yüzünde en ufak bir gerginlik bile yoktu. Yüzünün yarısı
mum ışığının ay- dmlığındaydı. Kollarını masanın üzerine yaslamış, dalgın dalgm genç
kadını seyrediyordu. Parmakları boş kadehin uzun boynunu hafifçe okşuyordu. 'Şimdi bir şey
söyleyecek,' diye düşündü genç kadın.
"Biraz likör alır mısın?"
"Hayır, teşekkür ederim," dedi Gemma.
"O halde kahve içelim."
Genç kadın başını salladı. "Şu anda ne istiyorum, biliyor musun?" diye söze başladı, ama
birden sustu. Genç adamın bakışları dudaklarına yönelmişti. Ve Gemma, farkına bile
varmadan diliyle dudaklarını nemlendirdi. Bütün bunlar bir iki saniye içinde olup bitmişti.
"Şu anda hızlı bir yürüyüşe ihtiyacım var," diye devam etti. Gülümsemeye çalışıyordu.
"Yediklerimizi hazmedebilmemiz için bence çok gerekli."
Genç adam gülümsedi. "Neden olmasın?"
Anlamıştı. Bakışlarının dudaklarıyla birleştiği o anın, fiziksel bir temas arzusunu ortaya
koyduğunu anlamıştı. Sözcükleri kullanmadan sadece bakışlarıyla anlaşabiliyorlardı ve bu
durum Gemma için çok ilginç ve yeni bir şeydi.
Derinleşen sessizliği bozmak için, "St. Jolın's Wood'da oturuyorum," diye mırıldandı.
Fakat hemen sonra pişman oldu. Nedense köprüleri yakmaktaymış gibi bir duyguya
kapılmıştı. Derin bir soluk aldı. Geri dönmek istemiyordu.
"Yürümek için uygun bir mesafe," diye devam etti. Bakışlarını ayırmadan genç adamın
gözlerinin içine bakıyordu.
Sessizlik gittikçe derinleşmekteydi. O anda Gemma müziğin çoktan kesilmiş olduğunu fark
etti. Neden hemen yanıt vermiyordu? Ne düşünüyordu?
Genç adam bakışlarını onun gözlerinden çekmeden, "Nasıl istersen," diye mırıldandı.
Az sonra yürüyorlardı. Sokak lambalarının sarılı mavili yeşilli ışıkları çevreye büyüleyici bir
hava veriyordu. St. John's Wood mahallesinin evlerinden sokağa yayılan ışık çevreyi biraz
daha aydınlatıyordu. Çoğu evin perdesi açıktı.
Gittikçe birbirlerine daha fazla yaklaşıyorlardı. Gemma ne zaman el tutuştuklarını bile
hatırlamıyordu şimdi. Elini birden onun sıcak avucunda buluvermişti.
"Bu evler çok küçüktür," dedi bir ara. "İnsanların birbirine değmeden yaşamaları çok zor
olur."
Genç adam onun elini avucunda biraz sıktı ve güldü. "Küçük yerlerde yaşamayı tercih
ederim," diye mırıldandı.
"Gerçekten mi?"
"Elbette. Büyük yerlerin çok ciddi sakıncaları vardır. Bunu gayet iyi biliyorum. Şehirde
oturduğum evin sekiz yatak odası, beş banyosu ve iki mutfağı var..."
"Yer sıkıntısı çekmiyorsun demek," diye mırıldandı Gemma. Bu büyüklükte evlerin
bulunduğu sadece bir iki semt biliyordu. En zenginlerin yaşadıkları yerler,
"Neden o kadar büyük bir evi tercih ettin?" diye sordu ansızın.
Genç adam yanıt vermeden önce derin bir iç çekti. "O zamanlar," dedi. "Yani evi satın
aldığımız sırada kalabalık bir aile için ideal olduğunu söylemişlerdi."
Gemma gülümsedi. 'Tam bir emlakçı jargonu,' diye geçirdi içinden.
"Ben de olsâm, öyle bir evi aynı sözcüklerle tanıtırdım," dedi Gemma. "Evin içi oldukça
ilginçtir. Hemen her şey üzerinde özel olarak kafa yorularak yapılmış. Adam şömineleri,
Venedik tarzı lambriler, Sheraton tarzı süslemeler..."
"Nasıl bir yer olduğunu kafamda canlandırabiliyo rum."
"Profesyonel olarak, değil mi? Bu tür şeyler yapmak için eğitiliyorsunuz. Dışardan bakan
insanlar bu tür evlerde şahane hayatlar yaşandığını sanıyorlar. Onları profesyonel biçimde
dekore ediyorsunuz. Zamanla her şey, bütün bunlar dışarıya karşı bir tür gösteriye dönüşüyor.
Ve bütün bunları, siz, profesyoneller yapıyorsunuz."
Sesinde belli belirsiz bir öfke titreyişi vardı. Gemma bir şey söylemedi. Onu yan
sokaklardan birine yöneltti. Bu arada karısının nasıl biri olduğunu düşünüyordu. Caroline
Lang'ı sadece basından, bir de Tamsin' in anlattıklarından biliyordu. Fakat kim bilir özel ha-
yatlarında nasıldılar? Onu bir televizyon röportajında görmüştü bir keresinde. Kadın
gerçekten de kendine çok hâkim bir tipti. Program boyunca hayranlarını büyülemek için
elinden geleni yapmıştı. Özel hayatında da aynı biçimde davranıyor olmalıydı. Örneğin evini
çok gösterişli biçimde dekore etmek istemişti mutlaka. Bunu anlamak Gemma için hiç de zor
değildi. Çalışan ve başarılı olma hırsı taşıyan kadınları anlayabiliyor- du. Kendisi de bir
bakıma öyle sayılırdı.
Genç adamın bürosunu gözünün önüne getirdi. Her şey eski ve yeninin uygun bir bileşimi
gibiydi. Bütün eşyalar ince bir zevki yansıtıyordu, kuşkusuz. Ama işlevleri de düşünülmüştü.
Bart rahatına düşkün biri olmalıydı. Aynı zamanda geçmişin anısını taşıyan eşyalara da büyük
bir değer veriyordu. Bu kadar kısa süre içinde onun hakkında ne çok şey öğrenmişti.
Linden House'a gelmişlerdi. Genç kadın Bart'ı kapıya doğru çekti. Çantasından anahtarını
çıkarmak için onun elini yavaşça bıraktı. Anahtarı bulup dış kapıyı açtı.
"Korkarım içersi biraz dağınık."
"Hiç önemli değil," dedi genç adam, içeri girerken. Bir an durdu. Yüzünde muzip bir
ifadeyle Gemma' mn gözlerinin içine baktı. "Ayrıca, şu anda seni böyle şeylerin hiç
endişelendirmediğini gayet iyi biliyorum."
Genç kadın şaşırmıştı. "Beni endişelendiren şeyin ne olduğunu söyler misin?"
"Biz," dedi Bart. "Şu anda en çok bizimle ilgili endişelerin var. Aramızdaki ilişkinin nasıl
gelişeceğini merak ediyorsun."
Gemma ikinci kapıyı açıp, dar koridorun ışığını yaktı. Birlikte küçük salona geçtiler.
"Oh, ne güzel bir oda," dedi Bart.
"Bana bir dakika izin verir misin?" dedi genç kadın.
Bu arada Bart üzerindeki ceketi çıkarıp bir koltuğun arkalığına bırakıvermişti. Çok rahat
görünüyordu. Gemma mutfağa geçtiğinde içinde gittikçe büyüyen bir endişenin varlığını
hissetti. Kahve hazır-ladı. Bir iki dakika sonra bütün evi çok hoş bir kahve kokusu kaplamıştı.
Mutfakta mümkün olduğu kadar çok oyalanmak, kafasını toparlamak istiyordu. Bu adamı
evine neden getirmişti? Çok anlamsız bir soruydu bu aslında. O köprüleri yakma duygusuna
kapıldığı an karar vermişti. Yanlış bir iş yapmadığına inanıyordu. Belki biraz acele etmişti.
Ama yine de bazı şeyleri göze alması gerekiyordu. Oturma odasında bir erkeğin varlığı hiç
alışık olmadığı bir şeydi.
Mutfaktan çıkıp odaya geçtiğinde genç adamın varlığı adeta onü çarptı. Cesaretini hızla
kaybetmekte olduğunu hissediyordu. Onun bu kadar uzun boylu olduğunu nedense unutuyor
ve her karşılaşmalarında biraz şaşırıyordu.
Odaya girdiğinde genç adam ayakta durmuş, duvardaki resimleri inceliyordu. Gemma'nın
içeri girdiğini fark etmişti. Genç kadın nedense varlığını hissettirmemek isteğine kapıldı.
Sessizce ve hiç kımıldamadan onu seyretmeye koyuldu.
Genç adam resimlerin önünde duruyor, onları dikkatle inceliyordu. Dış görünüşüne
rağmen kafası başka şeylerle meşgul olmalıydı. O anda aklından geçirdiklerini bilmek için
Gemma'nın yapamayacağı şey yoktu. Belki nasıl başlayacağını, ona nasıl yaklaşacağım
düşünüyordu. Gemma ürperdi. Genç adam bir Salvador Dali röprodüksiyonunun önünde
durmuş, bir eli çenesinde dikkatle bakıyordu şimdi.
Genç kadın yavaşça oracıktaki bir koltuğa oturdu. Koltuk gıcırdamıştı. Bart hemen dönüp
bakışlarıyla onu buldu.
Kollarını göğsünde kavuşturarak ağır adımlarla genç kadına yaklaştı. "Evet," dedi.
"İkimizle ilgili olarak, ne yapmamız gerekiyor. Düşündüğün bir şey var mı?"
Gemma kayıtsız görünmeye çalışarak, "Kahve bir dakika içinde hazır olacak," dedi.
"Lütfen konuyu saptırma."
"Saptırmıyorum, sadece kahvenin hazır olacağını söylüyorum. Biliyorsun, seni buraya
kahve içmek için çağırdım."
"Hayır, kahve için değildi." Dudaklarında o alaycı, garip tebessüm belirmişti şimdi.
"Bence," dedi, düşünceli bir tavırla, "Kurtlarını dökmek istedin."
"Kurtlarımı dökmek mi?" Gemma dehşet içinde baktı ona. Nasıl bu kadar pervasız
olabiliyordu? "Ne demek istediğini anlamadım," diye ekledi.
"Özür dilerim," diye mırıldandı genç adam. "Ne demek istediğimi gayet iyi biliyorsun."
"Hayır, bilmiyorum. Ama açıklamaya çalışırsan seni dinlemeye hazırım." Genç adam
derin bir iç çekti.
"Sen ve ben, sevgilim, birbirimizin cazibesine kapılmış durumdayız."
"Senin için öyle olabilir."
"Lütfen böyle konuşma, Gemma. Birbirimizden hoşlanmış olmasaydık böyle bir gece
yaşayabilir mivdik?"
"Fakat bu benim için..."
"Biliyorum, senin için yeni bir şey değil. Benim için de öyle. Ayrıca şunu unutmamalısın
ki, burada sadece senin yatağına kendimi atmak için gelmiş de değilim."
"Ama sen..."
Bir şeyler söyleyecekti, ama ani bir kararla sustu. Pot kırmaktan korkuyordu. Onu<buraya
çağırmakla bazı şeyleri peşinen kabul etme durumundaydı kuşkusuz. Birlikte romantik bir
restoranda oturmuş, şarap içmişlerdi. Şamdanlarda mumlar yanıyor ve içerden piyano sesi
geliyordu. Böyle bir dekor içinde eve gidip kahve içme teklifi de kendisinden gelmişti
üstelik. Durumun olağanüstülüğünü hiçe savmanın anlamı yoktu. Bu konuda direndikçe
içinden çıkılamaz bir duruma düşeceğini hissediyordu.
"Evet, ne düşünüyorsun?" diye üsteledi genç adam.
Gemma ayağa kalktı.
"Gidip kahveye bakayım. Olmuştur herhalde."
Onunla göz göze gelmemek için başını çevirerek hızla odadan çıktı, mutfağa gitti. İçeri
girince bir an durup derin bir soluk aldı. Hayatında ilk kez ne yapacağını bilemiyordu.-
Daha doğrusu kendisini tam bir panik durumunun eşiğinde hissediyordu.
Fincanları çıkarıp tepsinin üzerine koyarken ellerinin titrediğini gözleriyle görebiliyordu.
Kahveyi fincanlara doldurdu.
Mutfaktan çıktı ve tam oturma odasına girerken ayağı yerdeki kilime takıldı. Birkaç adım
ötede duran genç adam son anda çevik bir hareketle onu omuzlarından
yakalamasaydı boylu boyunca yere uzanacaktı. Kısa bir an göz göze geldiler. Birkaç damla
kahve genç kadının bileğine sıçramıştı. Bart elindeki tepsiyi yavaşça alıp yandaki sehpanın
üzerine koydu. Bunu yaparken ondan fazla uzaklaşmamak için sanki özel bir dikkat sar
fetmişti. Nitekim hemen genç kadının bileğini tuttu."Yandı mı?"Gemma konuşamayacak
kadar heyecanlıydı. Kalbinin hızlı hızlı çarptığını duyabiliyordu. Başını sallamakla yetindi.
Genç adamın bileğini yavaşça okşayan eli sımsıcaktı.
"Dikkatli olmalısın," diye mırıldandı, yumuşak bir sesle. Gemma gözlerini yumup derin
bir soluk aldı. O anda genç adamın güçlü kollarını belinde hissetti. Birden öpüşmekte
olduklarını fark etti.
Bir ara göz göze geldiler. Genç adam onun saçlarını, sonra boynunu okşadı. Ve nihayet
avuçları yavaşça genç kadının dolgun göğüslerinin üzerinde durdu. O anda Gemma, Bart'ın
da çok heyecanlı olduğunu fark etti.
Sonra birden genç adamın ellerinin aşağı doğru kaydığını ve üzerindeki eteğin fermuarını
bulduğunu hissetti. 'Bu noktaya bu kadar çabuk gelmemeliydik,' diye geçirdi içinden.
Yıllardır hayatınız, ilk kez böyle bir şey oluyordu. Genç adamın dokunduğu her yer
ürperiyordu. Kollarını kaldırarak yavaşça onun geniş omuzlarına koydu. Başını göğsüne
yasladı. Bart'ın fermuara uzanan eli bu_ hareket üzerine durdu. Genç kadın hızla düşünüyor-
du. Evet, her şeyin bu kadar çabuk gelişebileceğini hiç düşünmemişti. Ama bu noktadan geri
dönmek için yapabileceği fazla bir şey olmadığını da biliyordu.
Genç adamın ellerinin gerildiğini, ona daha sıkı sarılmak istediğini fark etti birden. Başını
kaldırdığı an dudakları birleşti. Bu kez Bart onu daha büyük bir ihtirasla öpüyordu. Gemma
irkildi. Onun güçlü kollarından sıyrılmaya çalışarak, "Ne yapıyoruz biz?" diye mırıldandı.
"Lütfen, Bart, ben..."
"Ne yaptığımıza eminim, biliyorum, sevgilim." Bunları söylerken yavaşça genç kadını
bırakmıştı. Böyle bir şeyi beklemeyen Gemma biraz şaşırdı.
"Kahveler ne oldu?" diye sordu genç adam, gülümseyerek.
Gemma hemen odadan çıkıp mutfağa geçti. Cezveyi alıp döndü. Fincanlar az önce
sendelediğinde biraz boşalmıştı. İçlerine biraz kahve ekledi. Tepsiyi sildi. Sonra hemen
kendi fincanını alarak bir koltuğa oturdu. Genç adam hâlâ ayaktaydı.
"Özür dilerim," dedi Gemma. "Çok dikkatsizim."
"Özür dilemene hiç gerek yok. Bir şey olmadı." Kendi kahvesini aldı ve genç kadının tam
karşısındaki koltuğa rahat bir tavırla oturdu. "Sen hazır oluncaya kadar da hiçbir şey
olmayacak. Endişelenmeni istemem."
Gemma bu sözler üzerine biraz rahatladı. Yine de şaşırmıştı. Böyle bir tavır
beklemiyordu doğrusu. Ayrıca hazır olup olmadığından da pek emin değildi. Kahvesinden
büyük bir yudum aldı. Onun gözlerine bakmaya cesaret edemiyor ve genç adamın
bakışlarının üzerinde olduğunu hissediyordu.
"Daha yeni tanıştık," diye mırıldandı Bart. Sanki çok önemli bir şeyi ona hatırlatmak için
söylemişti bu sözleri. "Ayrıca aramızdaki ilişkinin nereye kadar gelişebileceğini şu anda
bilemeyiz," diye ekledi.
Gemma gülümsemekle yetindi. İyice rahatlamıştı. Tam bir şeyler söyleyecekti ki, sustu.
Genç adam kaşlarını hafifçe çatmıştı şimdi. Sanki önemli bir konuda karar vermeye
çalışıyordu.
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu.
"Aklıma bir şey geldi. Beraberliğimizi pekiştirecek, birbirimizi daha iyi tanımamızı
sağlayacak bir şey. Bir tekne gezisine ne dersin?"
"Tekne gezisi mi? Şey, olabilir, tabii..."
Bunu hiç beklemiyordu. Bart Rule onu Felicity'ye o meşhur tekneye davet ediyordu.
"Benimle Cherbourg'a kadar bir yolculuk yapar mısın?"
"Ne zaman?"
Genç kadın içinde bir sevincin kımıldadığını hissetti o an. "istersen bu hafta sonu olabilir,"
dedi sabırsızlıkla.
"Bu hafta sonu ne yazık ki, olamaz," diye karşılık verdi genç adam. "Hafta sonu burada
olmak zorundayım."
"Zorunda mısın?"
"Evet. Bir iş meselesi var. Oldukça sıkıcı bir iş. Seninle birlikte olmayı tercih ederdim."
Bu arada Gemma hayal kurmaya başlamıştı bile. Çok cazip bir teklifti bu. Haziranda
deniz... Onunla birlikte, masmavi bir gökyüzü ile masmavi bir deniz arasında kayıp
gitmek... Güneşin sıcaklığını teninde hissetmek! Yine de bu kadar çabuk karar vermemeliy-
di.
"Gelemeyebilirim," dedi. "Benim de işim çıkabilir. Ayrıça bu kadar acele karar vermek
istemiyorum."
"Fazla düşünmeyi gerektirecek bir durum yok," dedi genç adam, ona dikkatle bakarak.
"Küçük bir tekneyle kısa bir deniz yolculuğu sana iyi gelir."
"Evet, ama..."
"Hemen karar vermek zorunda değilsin." Bir an susup genç kadının gözlerinin içine
gülümseyerek baktı. "Şu anda öyle bir halin var ki," diye mırıldandı. "Her an bana yine Mr.
Rule diye hitap edeceksin sanki..."
Genç kadın gülümsedi. "Sana böyle hitap etmek zorundayım, çünkü bana kaba
davranıyordun. Aramıza bir mesafe koymak istedim."
"Kaba mı davranıyordum? Ben mi? Ne büyük haksızlık. Yoı uluk sırasında asla sana kaba
davranmaya- cağımı bilmeni isterim. Tabii dümen başındayken bir tankere çarpmadığın
sürece."
"Ya çarparsam?" Genç kadın birden durdu. Gözünün önüne getirmeye çalıştı. Tekneyle
yolculuk fikrine çok yabancı olduğunu fark etti birden. "Tekneyi kullanmama izin verecek
misin?"
"Elbette. İki kişi yola çıkınca, dümeni nöbetleşe kullanırlar."
Genç kadın derin bir iç çekti. Böyle bir şeye gerçekten ihtiyacı vardı. Farkında değildi, ama
yaptığı iş onu biraz yıpratıyordu. Üstelik tatil yapmaya kalkıştığı zaman da kafasını işle
ilgili düşüncelerden kurtaramıyordu bu türlü.
"Pekâlâ," dedi sonunda. "Bu gezi için zaman ayırabilirim, sanıyorum."
"Neden izin almıyorsun?"
"Gerek yok ki, işin organizasyonunu bizzat ben yapıyorum."
"O halde mesele yok. Hafta sonuna kadar çıkabiliriz."
"Felicity şu anda nerede demirli?"
"Solent'in ötesinde küçük bir limanda. Yarın sabah oraya gidiyorum."
"Güzel. İşlerimi halledip akşama doğru sana katıl- sam... Olabilir mi?"
"Elbette. Ben de akşama kadar tekneyi hazırlarım."
Konuşurlarken Gemma bir yandan da işlerini nasıl düzene koyacağını düşünüyordu.
Wandsworth'deki evle ilgili işleri yardımcılarından birine yaptırabilirdi. Kevin'in ev işini ise
halletmek o kadar zor değildi. Hafta sonuna kadar yokluğunu hissettirmeyecek bir düzen ku-
rabilirdi pekâlâ.
"Anlaştık," dedi gülümseyerek.
"Çok sevindim."
Bu sözcükleri Gemma'ya o anda garip gelen bir tavırla söylemişti. Genç kadın bir an
düşündü. Acaba çok meşgul bir kadın olması onu rahatsız mı ediyordu? Ama yine de önerisi
kabul edildiği için sevinçli bir hali vardı.
Hemen yatak odasına geçerek tren tarifesini aldı. Birlikte oturup Gemma'nın hangi trenle
yola çıkacağını saptadılar.
Gemma genç adamı dış kapıya kadar geçirdi. Döndüğünde iyi geceler Öpücüğünün ılıklığı
hâlâ yanağın- daydı. Işıkları söndürüp yatak odasına geçti. Elbiselerini çıkarırken etek
fermuarının yarıya kadar açık olduğunu fark etti. Kendi kendine gülümsedi. Rüya görmediği
kesindi. Hayatında ilk kez çok istediği bir şey bu kadar çabuk ve kolayca gerçekleşmişti.
Işığı söndürüp yatağına girer girmez derin bir uykuya daldı.
Bölüm Beş
"Neden olmasın?" diye sordu kendi kendine. "Neden benim de bir çocuğum olmasın?"
İnsanın bir çocuk sahibi olması için ille de bir koca gerekmiyordu ki. Pek çok kadın ya
isteyerek ya da rastlantı sonucu çocuk sahibi oluyordu.
Kendisi de aynı şeyi yapabilirdi. Hesap vermek zorunda olduğu insanlar yoktu. Ayrıca uzun
süredir ailesinden ayrı yaşıyordu. Böyle bir şey olursa apartman katı yerine, güzel, geniş,
havadar bir eve taşınabilirdi.
Peki ya evdekiler? Ona yardım ederlerdi gerçi, tabii yine de bu durumu çok normal
karşılayacakları söylenemezdi. Ama yirminci yüzyılda yaşıyorlardı. Bu çağda bir kadın
evlenmeden çocuk sahibi olmak isterse, bunu doğal karşılamak gerekiyordu.
Öte yandan çocuklu annelere hizmet veren bir sürü kuruluş vardı. Bakımevleri, kreşler...
Biraz hava almak için pencereyi açtı. Dolunay çevreyi gümüşsü, parlak bir ışığa boğuyordu.
Yaz gecesi ılık ve çiçek kokuluydu. Bart Rule'dan bir çocuk sahibi olmak istediğini düşündü.
Derin bir iç çekti.
Bart Rule!
Pencereyi kapadı. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı. Böyle bir şey olsa Bart nasıl bir
tepki gösterirdi? İşte bunu bilemiyordu. Ayrıca böyle bir teklifte bulunması da çok zordu.
Erkekleri hayatından uzak tutmak istemişti hep. Bu kural Bart Rule için de geçerli olacaktı,
kuşkusuz. Kararlarını, hayat tarzını, hatta çocuğunu bile onlardan uzak tutmalıydı.
Bu fikrini Bart'a açması halinde yanlış anlaşılacağı kesindi. En azından onunla parası için
evlenmek niyetinde olduğunu, bu yüzden çocuk istediğini sanacaktı.
Çok zengin bir adamdı ve kuşkusuz çevresinde bir sürü kadın vardı. Bu tür kadınların bir
erkeği kendilerine bağlama yöntemlerinden biri de çocuk sahibi olmaktı. Böyle bir girişimde
bulunursa Bart'ın gözünde diğer kadınlardan tamamen farksız olacaktı.
Bütün bunlara rağmen onu ikna etmenin bir yolu olmalıydı. Bir çocuk istiyordu ve Bart'ın
bu durumda hiç bir şey yapması gerekmiyordu. Ondan ne para ne evlilik ne de buna benzer
bir şey istemeyecekti. Böyle bir adamı böylesine kritik bir konuda nasıl ikna edebilirdi?
En iyisi ona evlenecek tipte bir kadın olmadığını kanıtlamasıydı. Yatağına uzandı, tavana
bakarak düşüncelere daldı. Ay ışığı odanın içini gündüz gibi aydınlatıyordu. Ona hayatında
bir sürü erkek olduğunu söyleyebilirdi; örneğin. Fakat böyle bir rol oynamak çok zor
olacaktı.
Adeta yeni bir kişiliğe bürünmesi gerekiyordu. Zor bir kadın gibi davranmalıydı. Elde
edilmesi kolay, ama elde tutulması zor bir kadın. Denemeliydi. Yan dönüp uyumaya çalıştı.
Çalar saat tam yedide çalmaya başlayacaktı.
Ertesi akşam Southampton trenindeydi. Yorucu bir gün geçirmişti. Bütün gün çalışmış,
işleri düzene koymuş, eve gidip hemen bir duş almıştı. Sonra giyinip dışarı fırlamış ve bir
taksiye atlayarak son anda trene yetişmişti.
Akşam yemeği yememişti, öğlen bir şeyler atıştırmış,tı. Geçen gece Bart'la birlikte yediği
akşam yemeği neredeyse birkaç gün idare edecek gibiydi. Trende bir kahve içti.
Trenden indiği an onu karşısında gördü. Aldığı kararların bir gereği olarak soğukkanlı,
hatta kayıtsız davranması gerekiyordu. Fakat kalbi öyle hızlı çarpıyordu ki, rol
yapamayacağını hemen anladı. Bart ona gülümseyerek baktı: Üzerinde mavi bir ceket vardı.
Genç kadın kendini bir anda onun kollarında buldu.
"O çantada neler var?" diye sordu Bart. "Yoksa yanına gece .elbisesi filan mı aldın?"
"Yok canım, sadece pantolon, etek gibi basit şeyler. Bir de güneş banyosu için gerekli ufak
tefek eşyalar."
"Güzel," dedi genç adam. "Umarım hava tahminleri doğru çıkar."
Elini güneşin henüz batmakta olduğu ufka doğru uzattı. "Şu yönde gideceğiz," dedi, "New
Forest'a doğru."
Birlikte az ilerde park etmiş BMW'ye doğru yürüdüler. Genç adam çantasını yerleştirmek
için bagajı açtığında Gemma içerde iki büyük tahta kürek durduğunu gördü. 'Denizcilik bu
adamın hayat tarzı haline gelmiş,' diye içinden geçirdi.
Genç adam motoru çalıştırdı. Hareket ettiklerinde Gemmâ yeni rolünü ne zaman oynamaya
başlayacağını düşünüyordu. Bart'ın öyle rahat ve kendine güvenen bir havası vardı ki,
başlamak hiç de kolay olmayacaktı.
"New Forest'ı daha önce hiç görmedim," dedi, sessizliği bir an önce bozma isteğiyle. "Güzel
bir yer mi?"
"Cornwall'a pek benzemez."
"Hoş bir yer herhalde."
"Evet, çok ilginç bir yerdir."
Akşamın loş ışığında ma.ızara nefisti. Ağaçlıklı bir yoldan geçiyorlardı. Çevrede büyük köy
evleri vardı.
"İnsanlar doğdukları şehirleri ve kasabaları daha çok beğeniyorlar, öyle değil mi?"
Genç adam bu sözler üzerine başını çevirip Gemma' ya baktı. Hafifçe gülümseyerek, "Aynı
şey bizim için de geçerli," dedi. "İkimiz de Cornvvall'a hayranız."
Gemma küçük bir kahkaha attı. Bu sözler çok hoşuna gitmişti. "Senden hoşlanıyorum, Bart
Rule," dedi. Bir şeyler daha söyleyecekti, ama devam edemedi. Yeni rolüne alışması biraz
zaman alacaktı anlaşılan.
"Sadece hoşlanıyor musun?" diye sordu genç adam, tek kaşını kaldırarak. "Bu kadarıyla
yetineceğimi sanıyorsan, yanılıyorsun."
"Erkeklerin neyle yetineceklerini gayet iyi bilirim. Bu konuda hiç kuşkun olmasın." Genç
adam bu sözler üzerine biraz şaşırmış gibi baktı
ona.
"Neyle yetinirler?"
"Aa bilmiyor musun, yoksa?"
"Bu sözleri övünmek için mi söylüyorsun, yoksa bir
tür mazeret gibi mi?"
Genç kadın hafifçe alt dudağını dişledi. Fazla mı ileri gitmişti acaba? Bu kadar acele
etmesi gerekmiyordu.
"İkisi de değil," diye mırıldandı yavaşça. Genç adam yavaşça uzanıp onun elini sıkı sıkı
tuttu.
"Bence bugün çok yorucu bir gün geçirdin," dedi Bart. "Artı, biraz heyecanlısın, sanırım."
"Yanılıyorsun," diye atıldı Gemma. Sonra birden durdu. "Evet," diye mırıldandı, "Biraz
yorgun olduğum doğru."
Lymington'a.vardıklarında sokak lambaları yanmıştı. BM W parke kaplı kaldırıma yaklaştı.
Kaldırımda bekleyen bir adam arabanın arka kapısını açıp içeriye rahat bir tavırla kuruldu.
Gemma biraz şaşırmıştı. Yalnız olacaklarını sanıyordu.
Bart genç kadının biraz tedirgin olduğunu anlamıştı. Ona dönerek, "Bu Mr. Price," dedi.
"Tekneyle ilgili işlerde bana yardım eder. Arabayı geri götürmek
için bizimle birlikte."
Şehirden çıktılar. BM W hızını gittikçe artırıyordu. Güneşin gökyüzünde meydana
getirdiği kızıllık çoktan kaybolmuştu ve arabanın farlarında hemen hiçbir şey
görünmüyordu. Bart arabayı birden durdurdu.
"Tekne nerede?" diye sordu Gemma. Ortalıkta suya benzer bir şey yoktu. Uzakta dev
binalar siluet ha-
70
linde görünüyorlardı.
"Sabırlı ol," dedi genç adam. Bagajı açıp çantaları aldı. "Henüz sular yükselmedi. Sonra
farların ışığında göz alabildiğine uzanan çakıllık araziyi gösterdi.
Gemma pek bir şey anlamamıştı, ama sesini çıkarmadı. Bu arada arkada oturan adam
sürücü yerine geçmişti.
"Teşekkürler, Mr. Price," dedi genç adam. "Görüşmek üzere."
Araba sert bir dönüş yaparak geldikleri yola girip, kayboldu. Ortalığa derin bir sessizlik
çökmüştü. Ay doğmak üzereydi. Birden Gemma'nın burnuna belli belirsiz bir yosun kokusu
geldi. Denizin hangi yönde olduğunu anlamıştı. Nedense birden ürpferdi. Bart'ın varlığına
rağmen kendini yapayalnız hissetmişti. Uzaktaki bina siluetlerine rağmen çevrede en ufak
bir uygarlık belirtisi görünmüyordu.
"İlerde bir pub var," dedi genç adam. "İstersen yola çıkmadan önce oraya gidip bir şeyler
içelim." Genç kadının titrediğini görünce. "İstersen tekneden sıcak bir şeyler alıp
yiyebiliriz," dedi.
Bir çorba! Evet şu anda en fazla ihtiyaç duyduğu şey buydu.
"Sıcak bir çorba istiyorum," dedi hiç duraksamadan. "Ya da sıcak bir limonata."
"Güzel. O halde şu tarafa doğru gidelim." Bu arada ay doğmuştu. Gemma çevreyi daha rahat
görebildiği için memnundu. Genç adam bagajdan aldığı tahta kürekleri rahat bir tavırla
omuzunda taşıyordu. "El feneri alabilirdim," dedi. "Ama görüyorsun, ay ışığı az sonra ortalığı
gündüz gibi aydınlatacak." "Önümü görebiliyorum," diye mırıldandı Gemma. Yer iri çakıl
taşlarıyla kaplıydı. Bu yüzden her adımım dikkatle atması gerekiyordu. Bazıları öyle bjiyüktü
ki, insanın sendeleyip bileğini burkması işten değildi. Kıyıda bir tekne duruyordu, küçük bir
sandal. Gem- ma'nm içini garip bir tedirginlik kapladı. Felicity'ye anlaşılan bu sandalla
çıkacaklardı. Bir milyonerin yatma çıkacağı için kendisini ne kadar şanslı saysa azdı. Ama
nedense içinde en ufak bir sevinç kıvılcımı bile hissetmiyordu. Genç adam rahat bir tavırla
sandala bindi. Tahta kürekleri ıskarmozlara yerleştirdi. Bu arada genç kadın kıyıda
beklemişti. Sonra o da sandala geçti. Ayağının altındaki oynak zemin tedirginlik veriyordu.
Bart Rule tekneyi kıyıya bağlayan halatı çözdü ve küreklere asıldı. Sandal gıcırdayarak açığa
doğru süzüldü.
Karanlık suların ortasındaydılar. Hiç de hoş bir durum değildi bu. Fakat genç kadın ne
olursa olsun hoşnutsuzluğunu göstermemeye kararlıydı. Tam karşısında, sandalın orta yerinde
oturan Bart karanlık bir siluet halinde görünüyordu. îleri geri hareket ederek yavaş, ama güçlü
hareketlerle kürekleri çekiyordu. Her asılışında sandalın ahşap zemininden insanın asabını
bozan bir gıcırtı yükseliyordu. Ay ışığında demirlemiş bir sürü tekne görünüyordu. Ama
nedense içlerinde en ufak bir hareket bile yoktu.
"işte geldik," dedi genç adam. Son bir kez küreklere asıldı. Oldukça büyük bir tekneye
yaklaşmışlardı. Bart çantaları güverteye fırlattı. Sonra kürekleri iterek yerleştirdi. Sandalın
baş tarafındaki ipi bir yere bağla- dı.
"Önce ben geçeyim, sonra seni çekerim," dedi.
Güverteye yaslanıp sıçradı ve yukarı çıktı. Bu arada Gemma ayağa kalktı. Altındaki sandal
oynayıp duruyordu. Üstelik sandalı tekneye bağlayan ip biraz uzun- caydı.
Bart uzanıp sandalın ipini çekti. Tekneye biraz yaklaştıklarını gören Gemma sandalın
burnuna doğru yürüdü.
"Elimi tut," dedi Bart.
"Gerek yok," diye karşılık verdi Gemma. "Sen nasıl çıktıysan ben de öyle çıkarım."
"Hey dikkatli ol!"
Gemma güverteye tutunmuştu bile. Fakat ayaklarının'altındaki sandalın hızla geriye doğru
kaydığını hissetti. Onun elini tutmamakla hata yapmıştı.
Tekrar saindala geçmek için bir hareket yaptı ve dengesini iyice kaybederek suya düştü.
Tuzlu su buz gibiydi. Genzine kaçan suyu atmak için bir iki kez öksürdü. Sonra yavaş
yavaş yüzerek suyun yüzeyinde durmayı başardı. Yukarı baktığında Bart Rule'un eğilmiş
kendisini seyretmekte olduğunu fark etti. Çok eğleniyordu herhalde. , "iyi misin?" diye
sordu genç adam. "Evet." "Tut elimi." .
Gemma suyun içinden elini uzattı. Genç adam onu
bileğinden sıkıca kavrayarak tek bir hareketle yukarı çekti.
Gemma sırılsıklam olmuştu. Titriyordu. Genç adamın güldüğünü görünce onu
tokatlamamak için zor tuttu kendini. Hem suya düşmesine sebep olmuştu, hem de alay
ediyordu.
"Tekneler hakkında çok şey biliyor gibi bir halin var," dedi Bart.
"Be-ben, ço-çok soğuk..."
"Gel aşağı inelim."
Bu iyi fikirdi işte. Güvertede birkaç dakika daha bu
vaziyette kalsa zatürree bile olabilirdi. Genç adam onu
ısıtmak istiyormuş gibi kolunu omzuna sardı. Birlikte
yürüdüler. Gemma ne tarafa gittiklerini bilmiyordu.
Bölüm Altı
Bölüm Yedi
Bart ona uzun uzun Cherbourg'daki küçük limandan söz etti. Limanın adı Petite Rade idi.
Oraya vardıklarında doğu bölgesinin karanlık suları üzerinde kocaman bir ay doğmuştu.
Deniz bir midye kabuğunun içi gibi parlıyordu.
Gemma teknenin burnuna geçmiş gerçeküstü bir resmi andıran manzarayı, ayışığı altında
sedef gibi parlayan suları seyrediyordu. Genç adam ona liman tarafında yakılan işaret
ışıklarını gözlemesini söyledi. Bir işe yaramak Gemma'yı memnun ediyordu.
Manzara o kadar güzeldi ki korunaklı sulara girdiklerini fark edememişti. Bart motoru
kapadı ve bağırarak genç kadına demiri serbest bırakmasını söyledi. Zincir gecenin
sessizliğinde büyük bir gürültü çıkararak karanlık suların içine daldı. Teknenin hızı yavaşladı.
Gelmişlerdi.
"Yelkenler!" diye seslendi Bart.
Genç kadın hemen koşup kamaranın üzerine çıktı. Yelkenleri birlikte topladılar. Bu iş
bitince Bart alt kamaradan sızan ışıkta ona bakıp gülümsedi.
"Çok iyi bir denizci olacaksın," diye mırıldandı. "Aynı dalga boyunda olmamız inanılır gibi
değil."
"Evet," dedi genç kadın, "İnanılmaz bir uyum."
Sonra derin bir soluk aldı, Yol boyunca aralarında önemli bir sorun çıkmadığı için
seviniyordu. Tam aksine çok hoş vakit geçirmişlerdi. Daha doğrusu bir teknede birlikte
yaşayabilecekleri kanıtlanmıştı.
Orada kısa bir an göz göze geldiklerinde genç kadın ürperdi. Gece çok sessiz, ay ışığı ise
büyüleyiciydi. Birden kendisini çıplak gibi hissetti. Bikinisinin üst kısmıyla ayağındaki kısa
şort bu çıplaklık duygusunu gidermeye yetmiyordu. Genç adamın bakışlarında öyle bir ifade
vardı ki onun da aynı şeyi düşündüğü anlaşılıyordu. Gemma rahatsızlığını ister istemez açığa
vuran bir hareketle bir-iki adım geriledi.
"Üşüdüm," diye mırıldandı. Oysa tam aksine içinde garip bir sıcaklık hissetmeye
başlamıştı. "Şey... aşağıdaki örtülerden birini alabilir miyim?"
"Elbette. Bir tane de bana getirir misin?"
Gemma hemen aşağı inip örtüleri aldı. Kendisininki havlu gibi bir kumaştan yapılmış deniz
mavisi renginde oldukça geniş bir örtüydü. Göğüslerinden dizlerine kadar uzanıyordu. Bu
sayede genç adamın yüzüne bakabiliyordu artık.
Bart düşüncelere dalmıştı. Ama Gemma bu sessizliğin altında insanı tedirgin eden bir
şeylerin olduğunu seziyordu.
"Burada bir süre oturabiliriz, değil mi?" dedi sonunda, sessizliği bozmak için.
Bart şaşırmış gibi baktı ona. "Elbette," dedi. "Oturuyoruz ya. İstersen, içeri girmeden önce
bir şeyler içebiliriz."
İçeri girmek? Ne demek istemişti? Genç adamın ses tonundan çok düşünceli olduğu
anlaşılıyordu.
"Teşekkür ederim," dedi. "Şu anda canım içki istemiyor. Biraz ışık olsa."
Bart hayretle dönüp ona baktı. Ay ışığı o kadar parlaktı ki ortalık gündüz gibiydi.
Gemma yutkundu. "Çok güzel bir gece," dedi telaşla. "Ay ışığını çok severim."
Genç adam bir şey söylemedi. Gemma neden bu kadar büyük bir tedirginlik duyduğunu
anlamaya çalışıyordu. Bütün bu düşünceleri kafasından kovmaya, önünde uzanıp giden
harikulade manzaraya dalmaya çalıştı. Ay ışığında suyun ters akıntıları coşkulu bir ırmak gibi
parlıyordu. Çok uzaklarda kent bir mücevherin büyülü ışıklarını saçıyordu çevreye.
"Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim," diye mırıldandı genç adam. "Gecenin bu
saatinde ne kadar da farklı. Sanırım ilk kez ay ışığında demirliyorum."
"Dolunay insanın duygularını daima etkiler," diye karşılık verdi genç kadın. "Ama beni aynı
şekilde etkilediğini söyleyemem."
Bu sözcükler dudaklarından döküldüğü an pişman oldu. Nedense kendisini hep savunma
durumunda hissediyordu.
"Etkilemiyor, öyle mi?" diye sordu genç adam. Şaşırmış gibiydi. "Hiç mi etkilemiyor?"
Gemma derin bir iç çekti.
"Ne demek istediğini anlayamıyorum galiba."
"İşte bu çok doğru. Kadınlar nedense beni pek anlamıyorlar. Daha bir süre önce birlikte
yaşadığım kadınla beraberliğimizin bir aldatmaca olduğunu düşünmüştüm."
"Bu meseleyi çözdün sanıyorum. O kadın hayatından çıktı artık."
"Evet, öyle. Ama insan yine de zaman zaman düşünüyor."
Üzerinde yattığı geniş yastığı Gemma'ya doğru çekti. Yüzü şimdi ona dönüktü. Kolunu
yavaşça uzatıp genç kadının belini buldu. O anda Gemma bütün vücudunun kaskatı
kesildiğini hissetti.
"Çek elini üstümden."
Bart hiç kımıldamadı. Aksine genç kadının bileğini sıkı sıkı kavradı ve onu birden altına
alıverdi. O anda genç kadın kendisini tuzağa düşmüş gibi hissetti. Bereket üzerindeki havlu
çıplak tenlerinin birbiriyle temas etmesini önlüyordu.
"Lütfen, Gemma," dedi genç adam. "Lütfen bana direnme. Bırak sana dokunayım."
Onu itmenin faydası yoktu. En iyisi hiç kımılda- mamaktı.
Şimdi Bart ona daha sıkı sarılmıştı. Ay ışığı yüzünün yarısını aydınlatıyordu.
"Elinden bu kadarı mı geliyor?" diye mırıldandı.
"'Bana göstereceğin bir iki numara olduğundan eminim."
Genç kadın ilk önce bu sözlerin anlamını kavrayamadı. Sonra birden bir gece önce
aralarında geçen konuşmaları hatırladı ve dehşete kapıldı. Onu resmen kışkırtmış, çok
tecrübeli bir kadın gibi davranmıştı.
Genç adam onun iki elini birden sıkı sıkı tuttu. Gemma doğrulmaya çalıştı. Dudakları
dudaklarına değdiğinde paniğe kapılır gibi oldu. Bütün ağırlığını üzerinde hissediyordu.
"Nasıl... nasıl, yaparsın," diye bağırdı. Çırpınmaya başlamıştı.
"Haydi, Gemma," dedi genç adam. "Ne yaptığını sanıyorsun."
"Beni bir nesne gibi kullanmak istiyorsun."
"Geçen gece böyle konuşmuyordun ama."
Bu sözleri buz gibi bir tavırla söylemişti. Gemma resmen ürperdiğini hissetti. Durumu
düzeltmek için bir şeyler yapması gerekiyordu, ama nereden başlayacağım bilemiyordu.
Aslında Bart haklıydı. Ona çok kolay bir kadın izlenimi vermişti.
"Çok ilginç bir kadınsın sen," diye mırıldandı genç adam. "Neden bir yosma gibi
davrandığını bana söylemeyecek misin?"
"Ne? Sakın bir daha bana bu şekilde hitap etmeye kalkışma^"
"Ama doğru söylüyorum. Dün gece tam bir yosma gibi davrandın."
"Olabilir," diye bağırdı genç kadın, umutsuzluk içinde. "Öyle davranmış olsam bile bu sana
hakaret etme hakkım vermez."
Genç adam biraz doğruldu. Bakışlarında adeta dalgın bir ifade belirmişti. Gemma'mn
gözlerine baktı. Sanki neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Göz göze geldiklerinde genç
kadın bakışlarım kaçırdı. Bart' ın bakışları yavaşça onun göğüslerine kaydı. Bir an tereddüt
ettikten sonra genç kadının üzerindeki örtüyü ani bir hareketle çekip aldı. Gemma bunu
beklemiyordu. Elleri kendiliğinden göğüslerine doğru gitti. Bikininin üst kısmı çok küçüktü
ve özellikle sırtüstü yattığı için dolgun göğüslerini gizleyemiyordu.
"Neden saklanıyorsun?" diye sordu genç adam. Bu soruyu gerçekten de yanıtını öğrenmek
istediği için sormuştu.
' Gemma yutkundu.
"İstemiyorum," dedi kupkuru bir sesle. "Çünkü bana çok kötü davranıyorsun. Nazik
değilsin."
Genç adam hayretle baktı ona. "Nazik değilim, öyle mi?" diye mırıldandı. "İstersen baştan
başlayalım. Bu kez daha nazik olmaya çalışırım."
"Uzak dur benden!" diye bağırdı Gemma. Onu itip doğruldu.
Ayağa kalktığında şortunun düğmesinin koptuğunu ve fermuarının açıldığını fark etti. Tam
fermuarı çekmeye çalışırken bikinisinin iyice aşağı doğru kaydığını fark etti. Onu
düzeltmeye çalışırken şortu dizlerine kadar iniverdi. Gemma şortunu çekerken yere oturdu.
Aksi gibi tam da onun yanıbaşına oturuvermişti.
Bart onu hayret dolu bakışlarla seyrediyordu. Bir- iki dakika bekledi, sonra çok yumuşak,
neredeyse okşayıcı bir sesle, "Yeniden başlayalım mı, Gemma?" dedi.
Bu arada genç kadın Bart'ın az önce üzerinden çekip aldığı havluya sıkı sıkı sarındı. Ona
bakmamak için özel bir çaba harcıyordu.
Genç adam elini yavaşça onun omzuna koydu. Ona biraz daha sokuldu. Genç kadını
havlunun üzerinden okşamaya başladı. Gemma soluğunu tuttu. Engel olamayacağı kadar hoş
bir okşayıştı bu. İçinin ürperdiğini hissetti. Genç adamın vücudundan yayılan sıcaklığı
olduğu gibi hissediyordu. Göğüslerini okşayan eller öylesine yumuşak hareket ediyorlardı ki
karşı koyması imkânsızdı.
"Eğer az önce biraz daha sabırlı davransaydın, sana ne kadar nazik davranacağımı
görecektin," diye fısıldadı genç adam.
Gemma o anda ağlamamak için kendini zor tutuyordu. "Bir daha bana aynı şeyi yapmana
asla izin vermeyeceğim," dedi.
"Neyi? Neyi yapmama izin vermeyeceksin." Bart bunları söylerken genç kadının vücudunu
örten havluyu yavaşça çekti.
"Be... beni içi sıcak su dolu bir termoforla, ihtiyar kadınlar gibi yatağa sokmana izin
vermeyeceğim," diye mırıldandı Gemma.
Bart şaşırmıştı. Dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. Şimdi Gemma ay ışığının altında
onun yüzünü old-ığu gibi görebiliyordu.
"Yoksa bunu isteyerek yaptığımı mı sanıyorsun, Gemma?"
"Nasıl bilebilirim?" Genç adamın gözlerinin içine bakıyordu şimdi.
"Bunu bir hakaret olarak düşünebileceğin, aklımın ucundan bile geçmemişti," dedi Bart.
Gemma hıçkırınca onu koluyla iyice sardı. "Canım benim," diye fısıldadı kulağına.
"Aşkım."
Bu son sözcük genç kadını irkiltmişti. "Ne demek istiyorsun?" diye fısıldadı.
"Aşkım, diyorum sana. Güzelim. Seni seviyorum. Evet, seni seviyorum, Gemma
Roseveare."
"A...ama, bir başkasıyla da birlikte olabilirsin rahatlıkla."
"Hayır, senden başka kimseyi istemiyorum. Yalnızca seni istiyorum ben, yalnızca seni."
Yavaşça ellerini genç kadının üzerinden çekti. Kendi üzerindeki atleti tek bir hareketle hızla
çıkardı. Gem- ma'nın soluğu kesilir gibi oldu. Genç adamın kendisine doğru sokulduğunu
hissetti.
"Benden uzak durmamalısın, sevgilim," diye fısıldadı ona. "Aramızda ya aşk olabilir ya da
hiçbir şey."
"Benim için de öyle," dedi Gemma, soluk soluğa. Genç adam onu elinden tutup ayağa
kaldırdı. Gemma dizlerinin belli belirsiz titrediğini hissetti. Onun omuzlarına sıkı sıkı
tutundu.
"Ben..." diye söze başladı, ama sonunu getiremedi.
"Evet canım, söyle," diye fısıldadı genç adam.
"Ben, böyle düşündüğünü bilmiyordum. Yani, beni sevdiğini."
Titreyen parmaklarını onun yumuşak tüylerle kaplı göğsünde dolaştırdı. Vücudundan
yayılan sıcaklık öylesine başdöndürücüydü ki, bir an kendini kaybeder gibi oldu.
Üstündeki iki parçanın ne zaman çıktığını bile fark edemeden kendisini güvertedeki büyük
yastığın üzerinde buldu. Bütün varlığıyla şiddetli bir heyecan dalgasına kapılmıştı. Genç
adamın elleri ve dudakları vücudunun her yerindeydi. Saatler birbirini kovaladı. Ay
kıpkırmızı bir renk alarak ufka doğru yaklaştı.
Gemma çok hoş bir yorgunluk içinde onun kollarında yatarken, "Hiç bu kadar güzel
olmamıştı," diye mırıldandı uykulu bir sesle. Sonra derin bir uykuya daldı.
Daha sonra uyandığında güvertede değildi. Önce nerede olduğunu anlayamayarak
telaşlandı. Sonra genç adamın yanıbaşında olduğunu fark etti. O yanında olduğu sürece
nerede olduğu hiç önemli değildi. Aşağıda, büyük bir divanda yatıyorlardı. Gemma gözlerini
yumdu. îçinde büyük bir mutlulukla derin bir uykuya daldı. •
Tekrar uyandığında sabah olmuştu. Hafifçe gerinerek, "Bart," diye mırıldandı. "Neredeyiz
biz?"
"Seni bilmem, aırı ben cennetteyim," diye karşılık verdi genç adam.
"Ama gerçekten, neredeyiz?"
"Unuttun mu? Bir teknenin içindeyiz, Cherbourg'- da. Cherbourg'un nerede olduğunu
biliyor musun?"
"Lütfen saçmalama," dedi genç kadın, dirseğinin üzerinde doğrularak. "Nerede olduğumuzu
elbette biliyorum. Felicity'de bu kadar büyük bir yatağın olması beni biraz şaşırttı o kadar."
"Anlıyorum. Burası teknenin yemek salonudur. Üzerinde yattığımız divan ise yemek
masasının tersi."
"Çok güzel. Bütün bir gün burada yatabilirim."
"istiyorsan, yat."
Bir süre daha uyudular. Sonra genç adam ona, divanın nasıl yemek masası haline geldiğini
gösterdi. Ve aynı masanın üzerinde kahvaltı ettiler.
"Alışveriş yapmamız gerekiyor mu?" diye sordu Gemma.
Genç adam basını salladı. "Geçen salı gerekli heı şeyi Lymingtoıı'dan aldım. Günlerce
marinaya girmeden idare edebiliriz."
"Marinaya çıkmaktan pek hoşlamuıyoiiun galiba."
"Evet. Oraya ne zaman çıksam hoşlanmadığım insanlarla karşılaşıyorum." Derin bakışlarla
Gemma' nın gözlerine çevirerek söylemişti bu sözleri, "insanlardan pek hoşlanmadığımı
anlamışsındır umarım."
"Evet," diye atıldı Gemma. Bir an için onunla ilgili pek çok şeyi unuttuğunu fark etmişti.
Öyle rahat öyle doğal bir ilişki içindeydiler ki geçmiş zaman sanki tamamen yok olmuştu.
"Cherbourg'da göreceğin kimse yok mu?"
"İhtiyar Dumont'u mu kastediyorsun. Hayır, hiç gerek yok. Tekneye ne zaman olsa bakar."
"Buraya sadece benimle birlikte olmak için gelmen ne güzel."
"İşlerimi halletmek için yardımcılarımı görevlendiriyorum." Gözlerini kısarak Gemma'ya
baktı. "Düşünüyorum da," dedi, "Kendimize ayırdığımız zamanı biraz uzatsak nasıl olur?
Tam bir hafta bu hayatı sürdürebiliriz."
"Bart Rule!" dedi genç kadın. "Hayatım boyunca sürdürdüğüm çalışma alışkanlıklarımı
bu şekilde hiçe sayamazsın." Öfkelenmiş gibi yapıyordu, ama içinde büyük bir umut
doğmuştu.
Genç adam uzanıp onun elini tuttu.
"Çalışma tempona biraz ara versen ne çıkar? Hayatının sonuna kadar bir işkolik gibi
yaşamamalısın. Senin için çok yıpratıcı olabilir."
Gemma ona bakıp gülümsedi.
"Şu güzel kıyılarda biraz daha oyalanabiliriz," dedi genç adam. "Yeterince zamanımız
var."
O günü güvertede güneşlenerek ve derin sularda yüzerek geçirdiler. Akşama doğru
yemek yediler. Gün habersizce geçip gitti. Ertesi sabah erkenden demir alıp kıyı boyunca
seyrettiler. Akşama doğru Barfleur'a varmışlardı.
Ertesi sabah kıyıya çıktılar. Çok güzel bir yerdi. Bir yanı boydan boya orman olan sahil
boyunca uzun bir yürüyüş yaptılar. Yanlarında ne bir harita vardı ne de yol gösterecek
herhangi bir şey. Öğle yemeğini deniz kıyısındaki bir köy lokantasında yediler. Yörenin pa-
zarı olduğu için çevre oldukça kalabalıktı. Alışveriş yapmak için civar köylerden gelen
insanlar küçük lo- i kantayı doldurmuştu. Çok sevimli ve neşeli insanlardı. Akordeonun
kıvrak müziğine uyarak dans ediyor, ikide bir kahkahalarla ortalığı çınlatıyorlardı. Bart da '
çok neşeliydi. Gemma ise tam bir masal âlemindeydi. -
Ertesi gün öğleye doğru St.Vaast'a doğru yola çıktılar. Yine bir kıyı lokantasında yemek
yediler. Yemeğin sonunda yeryüzünün en lezzetli karideslerinin burada olduğuna karar
vermişlerdi. Bart karidesin hem kadınların hem de erkeklerin seks gücünü arttırdığını söyledi
bir ara.
"Ama bu benim için geçerli değil," diye ekledi. Benim için yeryüzünde var olabilecek en
güçlü afrodizyak senin varlığın."
Haziran günleri masmavi bir rüya gibi akıp gidiyordu. Uğradıkları yerlerden basit
yiyecekler, özellikle çeşitli peynirler ve çörekler satın alıyorlardı. Felicity'nin burnu bu kez
St.Marcouf Adası'na çevrilmişti.
Gittikleri yer bölgenin en ıssız adalarından biriydi. Eskiden deniz feneri nedeniyle büyük
bir önem taşıyan ada şimdi bir harabe halindeydi. Açığa demirleyip tekneyle kıyıya çıktılar.
Ortalık harabelerle doluydu.
Ertesi gün hava döndü. Şimdi gökyüzü gri renkli fırtına bulutlarıyla yüklüydü.
"Demirin tutacağından emin misin?" diye sordu genç kadın.
Rüzgâr iyice şiddetlenmişti. Demir tarayarak hiç istemedikleri yerlere, hatta kıyıdaki sivri
kayalara bile sürüklenebilirlerdi.
"Hiç merak etme," dedi Bart, "Çok sağlamdır."
Fırtına boyunca yemek salonundaki masayı ters çevirip yatak haline getirerek üzerinde
yattılar. Tekne zaman zaman azgın dalgaların üzerinde bir ceviz kabuğu gibi sallanıyordu.
Saatlerce seviştiler ve uyudular. Yağmur o kadar şiddetli yağıyordu ki lumbozlardan dışarısı
görülmüyordu.
"Dinle," dedi bir ara genç adam. "Fırtına diniyor."
"Hımm," diye mırıldandı genç kadın uykulu bir sesle. "Ama hâlâ yağmur yağıyor."
"Hadi gel, güverteye çıkalım."
"Ama ıslanırız."
"Biraz ıslanmaktan ne çıkar, canım."
El ele tutuşarak daracık merdivenlerden yukarı çıktılar. Denizin üzerinde ince bir sis tabakası
vardı. Su zerreciklerinden oluşan bu tabaka manzaraya gerçek üstü bir görünüm veriyordu.
Yağmur inceden inceye yağıyordu. Bart gidip demiri kontrol etti. Tekne kendi ekseni
etrafında birkaç tur atmış, ama yerini değiştirmemişti.
"Haydi, içeri girelim, üşüdüm," dedi Gemma.
"Yağmuru çok severim. Beni eğlendirir."
Aşağıya inerlerken, "Her şeyi bu kadar eğlenceli bulman bazen beni şaşırtıyor," diye
mırıldandı genç kadın.
"Seninle birlikteyken her şey bana çok eğlenceli geliyor," diye karşılık verdi genç adam.
Gemma bakışlarını genç adamın yüzüne çevirerek, "Pazartesi günü işimin başında olmak
istiyorum," diye mırıldandı.
"Yarın Cherbourg'a geri döneceğiz," dedi Bart. "ihtiyar Dumont'un Felicity'ye bir göz
atması gerekiyor."
"Felicity," diye kendi kendine mırıldandı genç kadın. "Mutluluk anlamına geliyor, değil
mi?"
Genç adam başını salladı. "Evet," dedi, "bu tekne ilk kez adını hak etti. Sayende."
"Aynı şey benim için de geçerli, Bart."
Son sıralarda Gemma'yı ikide bir yoklayan o garip duygu bir kez daha kendini gösterdi.
Umut gibi bir şeydi bu. Ona söylese miydi? Hayır, henüz böyle şeyleri konuşmak için çok
erkendi. Onunla evlenmek gibi bir düşünceye kendi kafasının içinde bile yer yoktu henüz.
İlişkilerinin bu teknenin dışında nasıl bir şekil alacağını bilemiyordu. Zamana ihtiyacı vardı.
Belki de uzun bir zamana.
Perşembe günü hava açık, gökyüzü pırıl pırıldı. Cherbourg'a doğru yelken açtılar. O akşam
yine Peti- te Rade'de demirlediler. Gökyüzünde kocaman bir ay vardı. Güvertede yan yana
şezlonglara oturdular. Gemma kendisini cennetteki Havva kadar rahat ve mutlu
hissediyordu.
Genç adam ona doğru eğilerek, "Mutlu musun?" diye sordu.
Gemma gülümseyerek başını salladı. O anda gerçekten de çok mutluydu.
Başını şezlongun arkasına yaslayıp gözlerini yumdu. Bütün gezi bir film şeridi gibi
gözlerinin önünden akmaya başladı. Hep içinde bulunduğu anın güzelliklerini yaşamaya
çalışmıştı. Zaten mutluluk dedikleri şey bu değil miydi? Ama bunun da bir sonu olduğunu
bilmeliydi. Günler birbirini kovalıyor ve bu güzel gezinin sona ereceği an yaklaşıyordu.
Artık konuşmaları gerekiyordu. Er ya da geç konuşacaklardı. Ne kadar erken olursa o
kadar iyi olacaktı. Gelecek hakkında ilk ve son kez gezinin başında konuşmuştu. Neler
söylediğini hatırlamaya çalıştı. Evet, gayet iyi hatırlıyordu. Ne Bart'la ne de bir başkasıyla
evlenmek niyetinde olmadığını söylemişti. Hatta bunu yaparken onunla evlenmeyi özellikle
düşünmediğini ısrarla belirtmişti. Ona fikrini değiştirdiğini bir biçimde hissettirmek
zorundaydı şimdi.
"Bart..."
"Evet, canım." Bart ona döndü. Ay ışığında genç kadının gözlerinin içine baktı bir süre.
Sessizlik uza- yınca, "Bana sırlarını açıklamayı mı düşünüyorsun yoksa?" diye mırıldandı.
"Sırlarım..." diyerek içini çekti genç kadın. "Sana karşı çok aptalca davrandım, öyle değil
mi?"
"Neden beni aradın?"
"Ben mi? Belirli bir nedeni yoktu."
Genç adam oturduğu yerde tedirgin tedirgin kıpırdandı. Ona biraz daha sokuldu, "Haydi,
Gemma," dedi. "Ne düşündüğünü bana söylemek zorundasın."
"Gerçekten, bir şey düşünmedim. Yani senin sandığın gibi değil. Aslına bakarsan ben..."
"Biliyorum, biliyorum. Ama yine de senin ağzından duymak istiyorum."
"Fark eder mi, senin için?"
"Elbette."
"Şimdi konuşmayalım istersen. Kendimi hazır hissetmiyorum. Daha sonra, uygun bir
zamanda bütün sorularını yanıtlayacağım, söz veriyorum."
"Benden bir şeyler saklıyorsun," diye mırıldandı genç-adam. "Oysa ben sana karşı daima
bütün kalbimle açık oldum, Gemma Roseveare. Senden de aynı şeyi bekliyorum."
"Sana karşı dürüst olmadığımı söyleyemezsin."
"Böyle bir şey söylemiyorum. Yine de birbirimize karşı dürüst davranmak zorunda
olduğumuzu biliyorsun."
"Artık bu konuyu kapatalım, lütfen."
"Anlıyorum, beni başından atmak istiyorsun."
Gemma çok şaşırmıştı. Yerinden doğrulup hayretle ona baktı.
"Nasıl böyle konuşabiliyorsun?"
"Bak canım, bu tekneye bindiğimizden bu yana sürekli düşünüyorum. Artık bana kesin bir
yanıt vermek zorundasın. İlişkimiz hakkında ne düşünüyorsun? Ciddi misin?"
Gözleri ay ışığında buluştu. Gemma derin bir iç çekti. "Evet, Bart," dedi, "Çok ciddiyim."
"Güzel. O halde benden bir şey saklamamak zorundasın." Onu bileğinden tutup yavaşça
kendine doğru çekti. "Bir ara benimle hoşça vakit geçirmeyi düşündüğünü sanmıştım. Ama
şimdi anlıyorum ki, daha fazla bir şeyler söz konusu. Gerçeği bana söylemelisin."
"Gerçeği biliyorsun," diye mırıldandı genç kadın. "Bu teknede hayatımın en güzel günlerini
geçirdim."
"Devam edecek miyiz, yoksa bitirecek miyiz?"
"Bart! Bu o kadar önemli değil."
"Şimdilik değil belki. Ama ileride olabilir. Ben tek bir kadınla yaşayabilecek türde bir
erkeğim. Tek bir kez evlendim ve sonra bunun bir hata olduğunu anladım. Tekrar
evlenmemek gibi bir niyetim yok. Ama böyle bir şey yapmaya kalkışacaksam.çok dikkatli
olmam gerektiği açık."
"Anlıyorum."
Bu ısrarlı sorular Gemma'nın sinirlerini bozmaya başlamıştı. Ona ne söyleyeceğini
bilemiyordu. Belki de
yanlış anlaşılmaktan korkuyordu. Aslında anlattığı kadarıyla Bart Rule'u anlamak onun için
hiç de zor değildi. Birinci evliliği çok kötü anılar bırakarak sona ermişti. Bu yüzden yeni bir
ilişkiye girmeden önce her şeyi bilmek, iyice anlamak istiyordu. İncinmişti çünkü ve bunun
bir kez daha tekrarlanmasını istemiyordu. Ama Gemma'nın da yapabileceği, söyleyebileceği
fazla bir şey yoktu. Onun üzerinde yanlış bir izlenim bırakmaktan korkuyordu.
"Şu son birkaç gün içinde hep birlikteydik," diye söze başladı. "Şimdi birbirimizi yeterince
tanımadığımızı söylüyorsun."
"Sana güvenebileceğimi bilmeliyim, Gemma. Bu konuda hiçbir kuşkun olmamalı, anlıyor
musun beni?"
Gemma derin bir soluk aldı. Yalnış anlaşılma korkusunu bir yana bırakıp onunla içinden
geldiği gibi açık açık konuşmak zorundaydı.
"Seni aradım, çünkü... çünkü bir çocuğum olsun istedim. Çocuğumun babası
olarak da seni seçtim."
Bölüm Sekiz
Sözcükler derin bir sessizliğin içine düşüp adeta eridiler. Tam o sırada hafif bir rüzgâr
esmeye başladı. Genç kadın arkasına yaslandı. Bu hafif rüzgâr sanki onun içini ferahlatmak
için esiyordu. Saçları hafifçe uçuşuyor, ayın önünden hızla siyah, ince bir bulut geçiyordu.
Bart derin bir sessizliğe gömülmüştü.
"Biraz daha açıklar mısın?" dedi neden sonra. "Yani benden hamile kalmak istiyordun, öyle
mi?"
Gemma başını sallamakla yetindi.
"Ve o ilk gece, bana çok serbest, önüne gelen erkekle yatan bir kadınmışsın gibi davrandın.
Bunun durumu kolaylaştıracağını düşünüyordun, yanılmıyorsam."
"Bunda yadırganacak bir şey yok," dedi genç kadın. "Günümüzde bir çocuk sahibi olmak
isteyen kadınların çoğu böyle davranıyor. Bu sayede..."
"... bir erkekle sürekli birlikte olmak gibi bir sıkıntıdan da kurtulmuş oluyorlar, öyle mi?"
Bart başım iki yana salladı. "Doğrusu çok başarılıydın."
"Ama..."
"Gözüm görmesin seni. Kalk git, buradan."
Bu sözleri öyle acı bir tavırla söylemişti ki, Gemma tek bir söz bile etmeden ruh gibi ayağa
kalkıp merdivenlere yöneldi.
Kamara sıcak ve sessizdi. Genç kadın bir koltuğa oturdu. Kafasının içi bomboştu.
Güverteden gelen huzursuz ayak seslerini dinliyor, hiçbir şey düşünemiyordu.
Yapılacak bir şey yoktu. Bart Rule gerçeği öğrenmek istemiş ve amacına ulaşmıştı. Onu
öfkelendirdiyse, bu kendisinin değil onun sorunuydu. Kamaranın içi sessiz ve sıkıcıydı.
Yukarıdan gelen ayak sesleri gittikçe sıklaşıyordu. Sonra birden bir ses duydu. Suya büyük
bir şey düşmüş, ayak sesleri kesilmişti. Gemma telaşla
yerinden fırlayıp bir solukta güverteye çıktı. Bart güçlü kulaçlarla yüzerek tekneden
açılıyordu.
"Nereye gidiyorsun?" diye bağırdı genç kadın avazı çıktığı kadar. Denizin ve gökyüzünün
siyah ve gümüşsü renkleri içinde onu görebiliyordu.
Genç adam yanıt vermedi. Kulaçları yavaşladı, sonra arkasına dönüp baktı. Olağanüstü bir
şey yoktu. Birden kendisini denize atıvermişti. Herhalde yüzerek öfkesini yatıştırmak
istiyordu. Gemma aşağı indi. Mutfağa geçip ateşin üzerine cezveyi koydu. Bir şeyler yap-
mazsa çıldıracağını hissediyordu. Su yavaş yavaş ısınmaya, sonra kaynamaya başladı.
Tam o sırada güverteden bir ses duydu.
"Bornozumu getir."
Hemen fırlayıp kamaraya geçti, genç adamın bornozunu alıp güverteye çıktı. Bir havluyla
kurulanmakta olan Bart onun yüzüne bakmamak için özel bir dikkat gösteriyordu.
"Kahve içer misin?" diye sordu. "Düşündüm ki, sudan çıkınca sıcak bir kahve iyi gelir."
"Yine yanıldın," dedi genç adam, buz gibi bir sesle. "Şu anda bir bardak viskiye ihtiyacım
var." Gidip güverte dolabından bir şişe viski çıkardı, kalınca bir bardağı yarı yarıya
doldurdu.
"Bana vermeyecek misin?" diye sordu Gemma. Masanın başında oturuyorlardı. Genç adam
şişeyi ona doğru itti.
"İstediğin kadar alabilirsin, Gemma. Hep böyle yapıyorsun zaten. İstediğin kadar alıyorsun."
"Yanılıyorsun, ben..."
"Hayır, yanılmıyorum." Bir an durdu. Viskisinden büyük bir yudum alıp, "Başladığımız yere
geri döndük," diye mırıldandı.
"Ne demek istiyorsun?"
"Para!"
"Ama..."
"Sakın aksini iddia etme. Benden bir çocuk edinmek istiyorsun. Bunu para için yaptığına
eminim. Sakın edebiyat yapmaya kalkışma."
Gemma gözyaşlarını sildi. Ne diyeceğini bilmiyordu. "Aklımdan geçenleri sakladığımı ve
bunun çok kötü bir şey olduğunu kabul ediyorum," dedi. "Ama bunu para için yapmadım.
Lütfen inan bana."
Bart acı bir tebessümle baktı ona. "Sana inanacağımı sanıyorsan çok yanılıyorsun."
"Yemin ederim, senden bir şey istemek aklımdan bile geçmedi. Bir erkek çocuğu için
mükemmel bir model olacağını düşündüm sadece."
Genç adam şaşırmıştı. "Erkek çocuk mu? Ya kız olursa? Kızların babaya ihtiyaçları yok
mu?"
"Ben erkek çocuk istedim."
"Çok ilginç. İnanılır gibi değil." Genç adam viskisinden büyük bir yudum daha aldı.
"Bak Bart..." '
"Bart yok artık. Bundan sonra bana Mr. Rule diyeceksin."
Bu sözleri öyle sert ve umutsuz bir tavırla söylemişti ki, genç kadın yüreğinde keskin bir
sızı hissetti. İş dünyasının insanları böyle oluyorlardı işte. Sert, acımasız... Bart Rule'un
gerçek yüzünü gördüğünü düşündü bir an.
"Az önce kendimi neden güverteden denize atıp yüzdüğümü öğrenmek ister misin? Enerji
gerektiren bir şeyler yapmak istedim. Aksi halde seni çok fena halde inciteceğimi
anlamıştım. Yatışmak için tek çare buydu."
Gemma gözlerini iri iri açarak onun yüzüne baktı. "Beni incitmeyeceksin, değil mi?" diye
mırıldandı.
"Seni incitmek için elimden geleni yapacağım," dedi genç adam. "Ama bundan çok
hoşlanacaksın," diye ekledi dişlerinin arasından. "Ve bu seni daha çok incitecek." Sonra
sesine resmi bir hava vererek, "Beni anlıyor musunuz, Miss. Roseveare," dedi.
Genç kadın iyice şaşırmıştı. 'Viskiyi fazla kaçırdı galiba,' diye geçirdi içinden. Onu seksle
cezalandırmayı düşünmesi doğrusu çok garipti.
"Bunu hiç aklına getirmemiştin, değil mi?" dedi genç adam. "Her suçun bir karşılığı vardır
ve bu değişik biçimlerde ödenir. Seninki de böyle olacak işte."
"Bart!"
"Sakin olun Miss Roseveare. Şu ana kadar yaşadıklarımız sona erdi. Şimdi yeni bir sayfa
açıyoruz."
Gemma yutkundu. Ne diyeceğini bilemiyordu. "Makul değilsin," dedi sonunda.
"Düşünmeden konuşuyorsun. Senin yerinde bir başkası olsaydı, deminden beri
söylediklerimi bir iltifat olarak kabul ederdi."
"İltifat ha!"
Genç adam önünde duran bardağı bir dikişte boşalttı.
Rüzgâr çımanın zincirini zaman zaman hafifçe şıkırdatıyordu. Gemma yine öyle bir ses
duydu. Bu garip, soğuk ses onu ürpertiyordu.
"Haklı olabilirsin," dedi Bart. "Belki de ben eski kafalı biriyim. O eski güzel günleri
hatırlıyör musun? Hani erkeklerin kadınları sadece vücutları için istemedikleri günleri."
"Neden söz ettiğini anlayamadım."
"Şu iltifat dediğin şeyden. İnsanlar birbirlerine neden iltifat ederler? Karşılığında bir şey
almak için, değil mi?"
"Lütfen yine başlamayalım, Bart. Böyle konuşmaya hakkın yok." Öfkeyle yumruğunu
masaya vurdu. "Ben seni seçtim!" diye bağırdı. "Hepsi bu."
"Ama önemli bir hesap hatası yaptın. Neden biliyor musun? Ne yapmak istediğini
zamanında anlamış olsaydım, asla seni seçmezdim."
Gemma titredi. "Biliyorum," dedi başını öne eğerek.
"Hiç sanmam. Senin gibi bir kadının böyle şeyleri anlaması imkânsız. Benim bir çocuğum
olsa, senin gibi hesapçı, sinsi, aşırı soğukkanlı, kariyer sahibi bir iş kadınıyla birlikte
olmasını asla istemem."
"Meslek sahibi ve başarılı olmak suç değildir!" diye bağırdı Gemma.
"Elbette suç değildir. Ama senin gibi hırslı bir iş kadınının iyi bir anne olabileceğini kimse
iddia edemez."
Bu sözleri öyle acı bir tavırla söylemişti ki Gemma adeta taş kesildi.
Bart acı bir tebessümle baktı. "Biliyorsun," dedi, "Bebeklerin özel bir bakıma ihtiyaçları
oluyor. Beslenmeleri, giydirilmeleri, temizlenmeleri gerekiyor."
"Sen beni ne sanıyorsun? Ben bütün bunları yapabilirim."
"Yapamazsın. Çocuk gibi düşünüyorsun."
"Ne kötülük var bunda?"
"Bak zavallı yaratık. Çocukların mutlaka bir aileye ihtiyaçları vardır, erkek ve kız
kardeşlere... Anne ve babaya. Ama senin için bu sorun değil, çünkü çocuğuna bir kardeş
bulmak için benim gibi birini yine gözüne kestirebilirsin."
Gemma şaşırmıştı. "Be...ben öyle düşünmüyorum. Ayrıca, tek çocuklu olmak o kadar kötü
bir şey değil."
"Ya? Demek kardeşleri, hatta bir babası bile olmayan bir çocuk, senin için çok doğal öyle
mi? Neden köpek beslemeyi düşünmüyorsun?"
"Ama ben, çocuğumun babasıyla her şeye rağmen dost kalmak isterdim ve..."
"Böyle bir şey mümkün değildir. Ayrıca, benimle o garip ilişkiyi kurarken sadece anne
olmayı düşündüğüne inanacak kadar saf değilim."
Gemma içinde bir şeylerin hızla donduğunu hissetti. Genç adamın sesi arada bir öfkeden
titriyordu, bu durum da sinirlerini hızla bozuyordu.
"Benimle böyle konuşmaya hakkın yok," dedi.
"Senin de bana çocukmuşum gibi davranmaya hak— 116
kın yok. Sanki yeni bir... bir arabaymışım gibi. Ya da pahalı, lüks döşeli bir evmişim gibi...."
"Ben, asla böyle bir şey düşünmedim."
"Konuşmanın faydası yok. Gidip yats;ak iyi olacak. Uzun bir gün geçirdik."
"Fakat, bu konuyu burada kesemeyiz. Benim daha söyleyeceklerim var."
"Söyle o zaman."
"Her kadın çocuk sahibi olma hakkmâ sahiptir."
"Lütfen, kadın haklarından söz etme bana. Çocuğun hakları ne olacak? Kendini güvenli bir
aile içinde hissetmeyen, kardeşleri ve babası olmaya .n bir çocuğun haklan..."
"Ama bir sürü boşanma oluyor. Anne ve babaların zamanla birbirlerinden nefret ettikleri pok
çok örnek biliyorum."
"Bizi de öyle görüyorsun herhalde."
Gemma sustu. Kafasını toparlayamıyordu. "Böyle bir şey söylemedim," diye mırıldandı.
"Yakında söylersin," diye söylendi genç adam. Dirseklerini masaya dayayıp delici
bakışlarını onun gözlerine çevirdi. Kısa ve derin bir sessizlik oldu. "Beni kullandın Gemma
Roseveare. Seni bağışlayacağımı sanıyorsan çok yanılıyorsun."
Genç kadın umutsuzluk içinde arkasına yaslandı. Hafif bir dalga tekneyi sallıyordu ve her
sallanışta demirin o insanın içini ürperten şakırtısı duyulu yordu.
"Geceyi geçirmek için bir otel bulmalıyım."
"Saçmalama," dedi genç adam. "Suyun üzerinden yürüyerek mi gideceksin?"
"Sandalı kullanabilirim."
"Keyfin bilir."
Gemma paniğe kapılır gibi oldu. "Ama ben sandalı alırsam, karaya nasıl çıkacaksın?"
"Beni düşünme. Yarın marinaya gireceğim. Oraya bırakırsın, yarın alırım." Ne yapacaktı
şimdi? Bu karanlıkta eşyalarını bir sandala yükleyip kıyıya kadar kürek çekmesi neredeyse
imkânsızdı. Gerçi marinanın ışıkları uzaktan belli belirsiz titreşiyordu ama yine de arada
büyük bir mesafe vardı. Karanlık suların içinde yolunu kaybedebilirdi. Ayrıca, Fransız
topraklarına kadar kürek çekse bile gecenin bu saatinde uygun bir otel bulmak çok zor
olacaktı.
"Pekâlâ," dedi. "Yarın marinaya yanaşacağına göre, o zamana kadar beklerim."
Konuşmaları sona ermişti. Gemma yerinden kalkıp aşağı kamaraya indi. Bu arada genç
adamın viski şişesiyle bardağı güvertedeki dolaba koyduğunu göz ucuyla gördü.
Bart içeri girdiğinde yatağın üzerinde oturuyordu. Genç adam ona hiç bakmadan duvardaki
kayışı çekip yatağı açtı ve hemen yattı. Bir iki dakika kımıltısız kaldıktan sonra dönüp
Gemma'ya baktı.
"Yatsana," dedi. "Işığı da söndür."
"Şey... eğer benimle aynı kamarada yatmak istemiyorsan..."
"Fark etmez. Misafirim sayılırsın."
"Misafir mi?"
"Tabii. Sabaha kadar... Şimdi istersen uyuyalım."
Gemma ışığı söndürüp yatağın üzerine kıvrıldı. Uyu- yamayacağını biliyordu. Sabahleyin
Cherbourg'da yapayalnız olacaktı. Önce bir otel bulması gerekecekti. Botanik bahçesini
gezmeye karar verdi. Fakat Cerf'te yemek istemiyordu. Oraya giderse acı çekeceği kesindi,
çünkü Bart oranın Avrupa'nın en iyi lokantalarından biri olduğunu söylemişti.
Göz yaşlarının yastığı ıslattığını fark edince öteki tarafına döndü. O talihsiz konuşmaya keşke
hiç başlamasaydı. Üstelik bunun bir iltifat olduğunu söylemişti ona. Ne saçmalık. Bart gibi
bir adamın böyle bir şeyi iltifat olarak kabul etmesi mümkün müydü? Bu düşünceleri
kafasından kovmak ister gibi parmaklarını saçlarının içinden geçirdi. Sırt üstü yattı bir süre.
Derken martı sesleri işitti. Sabahın ilk saatleri yakındı. Martılar yiyecek bir şeyler bulmak
için teknenin çevresinde uçuşuyorlardı. Biraz doğrulup lumbozdan dışarı baktı. Hava biraz
aydınlanmıştı. Martıların arada bir yükselen çığlıkları dışında derin bir sessizlik vardı. Bu
teknede hayatının en güzel günlerini geçirmişti. Mutluluk dedikleri şey buydu işte. Ama
şimdi her şey bitmişti. Hem de çok kötü bir biçimde.
Ondan bir çocuk istemişti. Bu bir hayal miydi? Genç adamın söylediklerini kelimesi
kelimesine hatırlıyordu. Çok farklı bir bakış açısını yansıtıyordu o sözler. Gemma ağlamamak
için zor tutuyordu kendini. Acaba düş- kırıklığına uğramaktan korktuğu için mi böyle acayip
bir plan hazırlamıştı? Üstelik bu planı sonuna kadar benimsediği de pek söylenemezdi.
Teknede geçirdikleri bu birkaç gün boyunca ondan hayatının sonuna kadar ayrılamayacağını
hissetmişti.
Bart'ın bu kadar sert ve kaba davranması gerekmiyordu yine de. Onu anlamaya
çalışabilirdi. Oysa bütün önyargılarıyla çok kötü bir biçimde davranmıştı. Zaten bu adam o
kadar çok şeyden nefret ediyordu ki, hepsini saymak imkânsızdı. Emlak işiyle uğraşan in-
sanlardan, iş hayatında başarılı kadınlardan nefret ediyordu. Bir kadının kendisinden çocuk
sahibi olması düşüncesinden de en az bunlar kadar nefret ediyordu.
Birlikte geçirdikleri o güzel saatleri en ince ayrıntılarına kadar yaşıyor gibiydi. Gözlerini
yumdu. Gözka- pakları iyice ağırlaşmıştı. Tekne sabah rüzgârında hafif hafif sallanıyordu.
'Belki ondan bir bebeğim olur,' diye geçirdi içinden. 'Ama Bart Rule'u kesinlikle kaybettim.'
Az sonra genç kadın ritmik bir ses duydu. Yattığı yer belli belirsiz titreşimlerle sallanıyordu.
Gözlerini açmadan motorun çalıştığını ve teknenin yola çıktığını fark etti. Bart şu anda üst
güvertedeydi, dümenin başında. Oysa kendisi biraz daha uyumak istiyordu.
Motor sesi yavaşladı, sonra durdu. Bir iki dakika sonra insan sesleri duyuldu. İnsan sesleri
mi? Gemma heyecanla doğrulup lumbozdan dışarı baktı. Tam karşıda büyükçe bir tekne
vardı. Demek marinaya gelmişlerdi. Bart ondan bir an önce kurtulmak için acele ediyordu.
Hemen yataktan çıktı. Saçlarım elleriyle düzeltti. Giysileriyle yatmıştı. Üstüne başına biraz
çekidüzen verip yukarı çıktı.
Güverteye adımım attığında burnuna keskin bir kahve kokusu geldi.
"Nihayet uyanabildin," dedi genç adam. Yüzünde biraz hüzünlü garip bir tebessüm vardı.
"Kain iü hazırladım sana."
Gemma, "Hiç gerek yoktu," diye mırıldandı. Dikkatle genç adamın yüzünü inceliyor, o
anda nasıl bir ruh hali içinde olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"İstersen kahvaltı etmeyebilirsin," dedi genç adam, tek kaşım kaldırarak. 'Eskisi gibi,' diye
içinden geçirdi Gemma. Mümkün olduğu kadar az konuşmaya karar verdi.
"Kahve?"
"Teşekkür ederim. Ben kendim alırım."
Kahvesini doldurdu. Genç adamla yüz yüze gelmemek için sandalyesini biraz denize doğru
çevirerek masanın başına oturdu.
"Neden surat asıyorsun?"
Bu sözler birden genç kadım şaşırttı. Ona dönüp baktı. Genç adamın gözleri bir çift buz
parçasından farksızdı.
"Bu tekneyi terk etmek üzereyim ve..."
"Korkarım şimdi reklam spotları gibi konuşacaksın. Sabaha kadar yattığın yerde bir şeyler
düşündün herhalde. Çok özlü veda sözcükleri..."
"Benimle... benimle bu şekilde konuşmaya hakkın 120
yok."
Genç adam önündeki fincana kahve koydu. Şimdi daha rahat bir hali vardı. Az önceki
gerginlik ortadan kalkmıştı. Oysa Gemma tam tersine, kendisini müthiş sinirli hissediyordu.
"Siz kadınlar kendinizi daima haklı sanırsınız,"diye mırıldandı.
O anda Gemma parmaklarının arasındaki fincanın kırılmak üzere olduğunu fark edip ellerini
biraz gevşetti.
"Bu biraz da birlikte olduğumuz erkeğin tavrına bağlıdır,"diye karşılık verdi, buz gibi bir
sesle.
"Kadınların fazla duyarlı olduklarını sanmıyorum. Duygusal olduklarına dair bazı
doğrulanmamış yargılar var gerçi, ama yine de..."
"Bir uzman gibi konuşuyorsun."
"O kadar değil. Ama kadınlar hakkında bazı gözlemlerim var. Örneğin kahvaltıda neden
hoşlandıklarını, saçlarına ne tür şeyler taktıklarını, erkeklerden neler beklediklerini biraz
bilirim."
"Siz erkeklerin kadınlara oy hakkı vermenize bile şaşmak lazım," diye öfkeyle söylendi genç
kadın.
"Oy meselesi bence çok önemli değil. Çünkü bu gibi konularda genellikle erkekleri taklit
ediyorsunuz."
"Anlıyorum," dedi Gemma, dişlerini sıkarak. "Her şeyi erkekler yapmalı, öyle değil mi?"
Genç adam kahvesinden bir yudum aldı. "Her şeyi, değil," dedi sakin bir sesle. "Örneğin,
biliyorsun erkekler çocuk doğuramıyorlar."
"Va kadınlar başka bir işe yaramazlar. Böyle düşündüğüne eminim. Biliyor musun, seni kısa
süre içinde gerçek yüzünle tanıdığım için çok memnunum, Bart Rule."
"Demek memnunsun."
"Evet. Kendi gerçeklerinden sürekli kaçmaya çalışan birisin sen. Benimle ciddi bir ilişkiye
girmekten ka-çıyorsun. Çünkü böyle bir şey yaparsan..."
"Yine aynı noktaya geldik. Ciddi ilişki." Bu son iki sözcüğü Gemma'nın sesini ve
mimiklerini taklit ederek söylemişti. "Bu anlamsız sözü bu kadar benimsemiş olman beni
şaşırtıyor. Daha doğrudan ve içinden geldiği gibi konuşamaz mısın?"
"Pekâlâ, madem gerçeği istiyorsun, hakkında ne düşündüğümü söyleyeyim. Sen en kötü
tipten bir maşist- sin..." Bir an durup derin bir soluk aldı. Onu yaralamak için eline büyük bir
fırsat geçmişti sanki ve bunu en iyi biçimde kullanmak istiyordu.
"Sen bugüne kadar karşılaştığım domuzların en büyüğüsün," dedi bir solükta.
Genç adam gülümsedi. "Haklı olabilirsin," dedi. "Ama unutma ki, domuzlar çok
saygıdeğer hayvanlardır."
"Çok doğru," dedi Gemma, masanın üzerinden eğilerek. "En azından daha zekidirler. Senin
gibi adamlara kıyasla çok daha sevimlidirler."
Bart ellerini ensesinde kenetleyer'ek oturduğu yerde arkaya doğru yaylandı.
"Başka."
"Senin gibi erkekler karşılarına çıkan her şeye egemen olmak isterler. Kadınların da
kendilerine göre bir hayatları olduğunu asla düşünmezler, bilmezler..."
"Çok saçma!" diye bağırdı Bart. "Bunun doğru olmadığını gayet iyi biliyorsun. Dün gece
senin hayatından değil, bir erkeğin ve bir çocuğun hayatından söz ettik."
"Bir kadının tek başına bir çocuğun sorumluluğunu yüklenebileceği düşüncesine
katlanamıyorsun."
Gemma saldırıya geçtikçe ferahlıyordu. Dün gece kapıldığı umutsuzluktan eser kalmamıştı
şimdi. "Böyle bir düşünce sana çok yabancı, değil mi?" diye devam etti. "Kendilerine güveni
olan, kendi kararlarını erkeklere danışmadan bizzat alan kadınlar..."
"Unutmaman gereken bir şey var ama. Senin aldığın karar sadece seni ilgilendirmiyordu.
Benimle işbirliği sağlamadan tek başına uygulayabileceğin bir şey değil bu."
"Evet, doğru. Kararımı gerçekleştirebilmem için senden bir şey almam gerekiyor. Ve dün
geceye kadar o şeyi vermek seni çok mutlu ediyordu. Bunun aksini iddia edemezsin."
Genç adam kalın kaşlarını hayretle kaldırarak Gemma'nın yüzüne dikkatle baktı.
"Yani demek istiyorsun ki..."
"Ne demek istediğimi bal gibi anladın. Seni kullandığımı düşünüyorsun, ama bu kullanım
sırasında büyük bir mutluluk duyduğunu inkâr edemezsin."
"Böyle bir şeye mutluluk denmez."
"Yapma!" diye bağırdı genç kadın. Birlikte geçirdikleri o aşk dolu saatler bir film şeridi gibi
gözlerinin önünden akıp gitti. "Bütün yaşadıklarımızı bu şekilde ucuzlatamazsın."
"Asıl ucuzlatan sensin."
"Hayır."
"Amacına ulaşmak için beni neredeyse bir deney hayvanı gibi kullandın. Damızlık bir
hayvan gibi."
"Yeter!" diye haykırdı Gemma. Elini birkaç kez masanın üzerine şiddetle vurdu. "Her şeyi
mahvediyorsun."
"Her şey mahvedildi zaten. Senin tarafından."
"Hayır."
Bart Rule yutkundu. Söyleyecek bir şey bulamıyormuş gibi baktı ona. Gemma'nın içinde acı
dolu bir zafer duygusu belirmişti. Onun önünde boyun eğmemiş, dün geceki gibi zavallı bir
duruma düşmemişti.
"Anlayışsızsın," diye mırıldandı. Sesi, belki az önce bağırdığı için, küçük bir kız çocuğunun
sesi gibi çıkmıştı. "Başkalarının bakış açısına asla saygı göstermi- yorsun," diye devam etti.
"Gerçeklerin çarpıtılmasından da hiç hoşlanmıyorum."
"Ben mi gerçekleri çarpıtıyorum. Tekrar edeyim istersen. Yol boyunca benimle seviştiğin
için çok mutluydun. Her defasında nasıl mutlu olduğunu kendi gözlerimle gördüm."
"Özelliği neydi peki?"
"Bilemiyorum. Ben sadece gördüğümü ve hissettiğimi söylüyorum. Seni bu süre içinde
oldukça iyi tanıdığımı sanıyorum."
"Yine de benim hakkımda çok az şey biliyorsun. Buma rağmen nasıl oluyor da benden bir
çocuğun olsun
istiyorsun?"
"Çıldırmış olmalıyım," diye mırıldandı genç kadın, yorgun bir sesle.
Bir an bakışlar ı karşılaştı. 'Hiç umut yok,' diye düşündü Gemma. Genç adamın
dudaklarındaki soğuk tebessüm onu yaralıyordu. "Kapatalım bu konuyu artık," diye
mırıldandı.
"Nasıl istersen."
"Biliyor musun, senin gibi bir adamla asla yaşayamam ben asla, asla!"
"Bunu söyleyeceğini biliyordum," diye mırıldandı .genç adam.
O anda Gemma onu yaralamak istediğini fark etti. Ona öyle bir şey söylemeliydi ki hedefi
tam on ikiden vursun.
Sözcüklerin üstüne basa basa, "Karının seni neden terk ettiğini şimdi daha iyi anlıyorum,"
dedi.
Tam isabet! Genç adamın yüzü birden gölgelendi.
"Sözlerine dikkat et, Gemma."
Ciddi bir uyarıydı bu. Genç kadın onun gözlerinin iç ine baktı. Gerçekten çok bozulmuştu.
Adeta Gemma’nın konuşmaya devam etmesinden korkuyormuş gibi bir hali vardı.
Genç adam elini yavaşça alnına götürdü. Dün gece denize girdikten sonra duş almamıştı. Bu
yüzden saçları karmakarışıktı.
Gemma yutkundu. İkinci darbeyi indirmeye hazırdı.
"Bence çok şanslı bir kadın. Sonunda senden kur tulabildiği için."
"Seni bir kez daha uyarıyorum, Gemma."
Çok alçak bir sesle, neredeyse fısıldayarak söylemişti bu sözleri. Yavaşça ayağa kalktı. O
kadar uzun boyluydu ve genç kadına öylesine tepeden bakıyordu ki, Gemma ürperdiğini
hissetti.
"Bu konunun açılmasını istemediğini görüyorum," diye mırıldandı. "Karınla aranda çok
büyük sorunlar geçmiş olmalı."
Bart geniş bir soluk aldı. Gemma'mn yüreğinde hafif bir korku rüzgârı esti. Ama o anda
öyle büyük bir umutsuzluk içindeydi ki, "Zavallı kadına kim bilir neler yaptın," diye
mırıldanmaktan kendini alıkoyamadı.
İşte o anda genç adamın tokadı yüzünde patladı. Çok ani olmuştu. Gemma oturduğu yerden
ayağa fırladı. Eli ister istemez ateş gibi yanan yanağına gitti. Bir an birbirlerine öldürecekmiş
gibi baktılar. Ona saldırmalı, aynı şekilde karşılık vermeliydi. Ama bunu yapamayacağım
anladı. Kendisini çok zayıf hissediyordu. Dizleri öyle titriyordu ki, daha fazla ayakta
kalamayacağım anlayarak yavaşça oturdu. Eh hâlâ yanağındaydı. Gözlerine biriken yaşlar
umurunda bile değildi. Yavaşça gözyaşlarını sildi.
Bart başım öte yana çevirmişti. Ona bakmak istemiyordu. Gemma genç adamın göğsünün
hızlı hızlı inip kalktığını fark etti. Bart uzaklara bakıyordu, açık denize.
Her şey bir anda kristal bir vazo gibi parçalanıp dağılıvermişti. 'Kazandı,' diye içinden
geçirdi Gemma. kaba kuvvet kullanarak kazandı.' Hayatında ilk kez bu kadar vahşi bir
davranışla karşılaşıyordu. Başının dönmekte olduğunu fark etti. Hıçkıra hıçkıra ağlamamak
için alt dudağını kanatırcasına dişledi.
Bart yavaşça yerine oturduğunda, kendisini tutama-yarak hıçkırdı. Genç adam eliyle alnını
ovuşturuyordu. Bir an için kendini kaybetmişti.
"Daha önce kimse bana bunu yapmadı," diye mırıldandı Gemma.
"Birinin yapması gerekiyordu," dedi Bart, derinlerden gelen boğuk bir sesle. "Annen ve
baban zamanında sana gerektiği gibi davranmamışlar."
"Ailemi karıştırma bu işe!"
"Onların sorumluluğu büyük bence. seni terbiye etme işini yabancılara
bırakmamalıydılar."
"Babam bu güne kadar bana bir kez bile vurmadı."
Gerçekten de çok huzurlu bir aile ortamında büyümüştü. Ne o ne de Tamsin en ufak bir
aile baskısıyla karşılaşmamışlardı. Zaten Gemma küçüklüğünden beri kendi yolunu kendisi
seçmişti. Ve şimdi bu adam kalkıp... Ne yapacağını bilemiyordu. İçinde dalga dalga
yükselen öfke tek kelimeyle korkutucuydu. Elini yanağından çekti. Hâlâ sızlıyordu. Aslında
çok şiddetli bir darbe değildi bu, ama yine de karşısındaki adamın nasıl biri olduğunu ortaya
koyuyordu. Sakin olmak için derin bir soluk aldı.
"Şiddet asla bir çözüm değildir."
"Yine reklam spotları gibi konuştun," dedi genç adam.
Hâlâ açık denize bakıyordu. Sıkılmış gibi bir hali vardı. Sanki derin bir yalnızlığa
gömülmüştü. Ani bir hareketle saatine baktı.
"Feribot saatini kaçırmamalısın," diye mırıldandı. Başını yavaşça öne eğdi.
'İşte şimdi her şey bitti,' dedi içinden genç kadın. Yapılacak bir şey kalmamıştı. Bart Rule
son sözünü söylemişti.
Birlikte geçirdikleri son gecenin sabahını da bu kilde tüketmiş oluyorlardı. Genç adam onu
bir an önce başından atmak, kendisinden ve teknesinden uzaklaştırmak istiyordu.
Gemma ani bir kararla, "İngiltere'ye hemen dönmek istemiyorum," dedi. "Şu anda
Fransa'dayım ve biraz eğlenmek, tatilime devam etmek istiyorum."
Eğlenmek! Bu aptalca sözcüğü kullanmanın hiç sırası değildi. Ama olmuştu bir kez. Hemen
yerinden kalkıp aşağı, kamaraya indi. Önce yatağını topladı. Bu arada Bart'ın yatağına elini
bile sürmedi. Sonra eşyalarını hazırlamaya başladı.
Bir iki saniye sonra Bart kamaranın kapısında belirdi.
"Yardım edeyim mi?"
"İstemez."
Genç kadının katlayıp bir kenara koyduğu yatak takımlarını aldı. "Bunları yıkamak
gerekecek," diyerek oradaki bir dolabın içine'tıktı. Gemma bir kez daha hayatının en büyük
hakaretlerinden birine uğradığını hissetti. 'Belki de ben gittikten sonra tekneyi dezenfekte
eder,' diye geçirdi içinden. Ondan kalan bütün izleri temizlemek isteyecekti. Çantasını alıp
kapıya doğru yürüdü. Çanta olduğundan daha ağır geliyordu ona.
"Bir dakika," dedi genç adam.
Gemma durdu. Fakat dönüp ona bakmadı.
"Hangi otelde kalacaksın? Bildiğin bir yer var mı?"
O anki koşullar içinde bu soru o kadar anlamsızdı ki, genç kadın sinirli sinirli gülmemek
için kendisini zor tuttu.
"Bir otel bulurum," dedi kupkuru bir sesle.
"Seni Clermont'a götüreyim."
"Hiç gerek yok. Zahmet etme."
Banyo kısmına geçip aynanın önündeki kutudan diş fırçasını aldı. Geride hiçbir şey
bırakmak istemiyordu. Bart'ın güverteye çıktığını işitti. Tekrar kamaraya girip çevreye bir
göz attı. Dolapları açıp kapadı. İçerisi öyle derli toplu görünüyordu ki, gerçekten de orada o
gecelerin gerçekten yaşanmış olduklarını gösteren tek bir belirti bile kalmamıştı.
Bu iş bitmişti artık. Umuda yer yoktu. Ağır çantası elinde olduğu halde merdivenleri çıkıp
çevreye bir göz attı. Genç adam kahvaltı masasının başında, aynı yerde oturuyordu.
Yüzünde dalgın bir ifade vardı. Gem- ma bir süre hiç kımıldamadan ona baktı. Bart onun
varlığını hissetmiş gibi ağır ağır başını çevirdi. Sonra yavaşça oturduğu yerden kalkıp ona
doğru yürüdü. "Şu çantayı ver bana." "Ben taşırım."
Genç adamın yüzüne bakmadan teknenin kıç tarafına doğru yürüdü. 'Tanrım yoksa
ağlayacak mıyım,' diye düşündü sessizce. Gözleri yanıyor, içinde tarifi imkânsız bir sıkıntı
büyüyordu. Demir bir merdiven tekneyi kıyıya bağlayan tahta bir dubaya doğru uzatılmıştı.
Merdiven çok dar ve dikti. O büyük çantayla buradan aşağı inmek çok zor olacaktı.
Ondan yardım istemediği için bir an pişman oldu. Fakat artık çok geçti. Merdivenin
korkuluğunu sıkıca tutarak, elindeki çantayla dengesini bulmaya çalıştı. Son basamağa
geldiğinde yapacağı tek şey dubaya atlamaktı.
Tam atlamak üzereydi ki, çantası elinden kayar gibi oldu. Onu sıkıca tutmak için bir
hareket yaptığı an dengesini kaybetti ve dubanın üzerine doğru kapaklandı. Omuzunda
keskin bir acı hissetmişti.
Bölüm Dokuz
Bölüm On
Gemma'nın odasının bir köşesinde yıllardan beri duran sallanan koltukta oturan Tamsin
başını iki yana sallayarak, "Zavallı, zavallı," diye mırıldandı. "Her şeyin üstüne bir de soğuk
algınlığı."
"Annem de bütün bu olup bitenler yüzünden hastalandığımı söylüyor," diye karşılık verdi
Gemma. Cebinden bir mendil çıkarıp burnunu sildi. "Kazanın beni çok sarstığını ve bünyemi
zayıflattığını düşünüyor."
"Önce boğazından başladıysa, biraz öksürürsün, sonra biraz burnun akar."
"Biraz, diyorsun, ama beni çok rahatsız ediyor."
"Ben, John ve çocuklar sırayla geçirdik. Seninki daha kötü olamaz."
"Umarım öyle olur," diye mırıldandı Gemma. Kız- kardeşine dikkatle baktı. Mavi, kolsuz
giysisinin içinde çok güzel görünüyordu. Siyah saçları ne kadar da parlak ve canlıydı.
Oysa tuvalet masasındaki aynanın aksinde gördüğü kendi yüzü hiç de öyle değildi. Odanın
içini pencereden dolan amansız haziran güneşi aydınlatıyordu ve Gemma kendisinden hiç
memnun değildi. Aynada yüzünü çok solgun, neredeyse cansız görüyordu. Üzerinde
annesinden ödünç aldığı pamuklu bir giysi vardı.
"Şu aynaya baktıkça asabım bozuluyor," diye mırıldandı kendi kendine. "Ne kadar kötü
görünüyorum. Sen ise, üzerindeki hamile giysilerine rağmen tek kelimeyle mükemmelsin."
Tamsin başını geriye atıp küçük bir kahkaha koy- verdi. "Abartıyorsun," dedi. "Ama yine
de hamilelik bazı kadınları güzelleştirir." Sonra açık pencereden dışarı baktı. Bahçedeki iri
güllerin kokusu içeri kadar geliyordu.
"Erkek arkadaşının hâlâ buralarda olduğunu biliyor musun?"
Bu soru genç kadının canını sıkmıştı. Tamsin'e, kaşlarını çatarak, ne demek istiyorsun, der
gibi baktı. "Çok eski bir mesele bu," diye mırıldandı. "Onun hâlâ erkek arkadaşım olduğunu
söyleyemezsin." Hapşırma- mak için kendini zor tutuyordu. Elindeki mendili burnuna
bastırdı.
O garip cuma gününden beri aile üyeleriyle bir araya gelmekten çekinir olmuştu. Bart
Rule onu kucağında taşıyarak içeri girmişti. Annesi, babası, Tamsin, Tamsin'in kocası ve
hayretle bakan çocukların gözleri önünde onu getirip divanın üzerine bir patates çuvalı gibi
bırakmıştı. Üstelik aile üyeleriyle birlikte oturup biraz sohbet etmek, bir şeyler içmek de
istememişti.
Yine de Gemma' yla aralarında bir şey geçmemiş gibi davranmak nezaketi göstermişti.
Kendisi de Bart gidene kadar elinden geldiğince nazik davranmaya gayret etmişti. Genç
adam ayakta biraz çene çaldıktan sonra aile üyelerine tek tek gülümsemiş, sıra Gemma'ya
gelince somurtmuştu.
Ortaya çıkan garip durum hiç şüphesiz anne ve babasını biraz kuşkulandırmıştı. Gerçi bir
şey söylememişlerdi, ama durumun garipliğini rahatlıkla sezebildikleri açıktı. Tom
Roseveare'nin tavırları ise pek iç açıcı değildi. Ne düşündüğünü genellikle tavırlarıyla belli
ederdi. O günden beri Gemma'yla mümkün olduğu kadar yüz yüze gelmemeye çalışıyordu.
O gittikten sonra Gemma kendisini ruhsal bir çöküntünün eşiğinde hissetmişti. Odasına
çekilmiş ve saatlerce uyumuştu. Ama bunun bir faydası olmamıştı. O günün akşamına doğru
yine de kendisini biraz güçlü hissedebilmişti. Öte yandan aile fertlerinin sorularından
korkuyordu. Bir şeylerden kuşkulandıkları kesindi. Nitekim hepsi o günden itibaren kendi
tavırlarını değişik biçimlerde göstermişlerdi. Babası tam bir sessizliğe gömülmüştü. Ona
bakmıyor ve hiçbir şey söylemivordu. Annesi arada bir kaçamak sorular soruyordu. Tamsin'e
gelince, o da her zamanki gibi anlayış dolu tebessümüyle susuyordu. Bereket Patrick ile Jilly'
nin tavrında herhangi bir değişiklik yoktu.
Gemma derin bir iç çekti. Kızkardeşinin eninde sonunda bütün olup bitenleri öğrenmek
isteyeceğini gayet iyi biliyordu. Tamsin'in, kocası ve çocuklarıyla yalnız kalabildiği tek gün
olan pazar gelip geçmişti. Ardından yeni bir iş haftası başlamıştı. Nihayet iki kız- kardeş bir
odada baş başa kalmışlardı. Çocuklar kendilerine hayran büyükanne ve büyükbabalarıyla
birlikte aşağı katta mutlu mesut eğleniyorlardı. Ve Tamsin her zamanki gibi anlayışlı,
sevecen ve sempatik bakışlarla kızkardeşini süzüyordu.
Gemma lafa bir yerden girmek istiyor, ama nereden başlayacağım bilemiyordu. Sonunda,
"Buraya erkek arkadaşımdan söz etmek için mi geldin?" diye soru- verdi.
"Ne münasebet," dedi Tamsin. "Aklıma geldi, öylece söyleyiverdim. Sakın yanlış anlama,
burada yaşıyor demek istemedim. Kendisi Royal'de kalıyor, Pensilva'da."
Bart'ın nerede olduğunu nasıl bilebilirdi? Gemma gözlerini kısarak dikkatle kardeşinin
yüzüne baktı. Tamsin bakışlarını kaçırdı. Çok rahat görünüyordu, ama bir şeyleri gizlediği
apaçık ortadaydı.
"Demek orada işe başladı," diye mırıldandı Gemma. Sonra dayanamayarak, "Sen nereden
biliyorsun?" diye sordu. .
"Kendisi söyledi."
Bu sözler üzerine genç kadın oturduğu yerde şöyle bir doğruldu.
"Onunla konuştun mu?"
"Annem ona bir teşekkür notu yazması için babamı ikna etti."
Gemma'nın kalbi hızlı hızlı çarpmava başladı.
"Babam bu işten çok hoşlanmıştır," diye mırıldandı kayıtsız görünmeye çalışarak.
"Evet, sonunda yazdı da."
Derin bir sessizlik oldu. Tamsin dikkatle kızkardeşinin yüzünü inceliyor, sempatik sempatik
gülümsüyor- du. "Ama ne yazdığını bize söylemedi," diye devam etti. "Bir zarfın içine
koydu ve sıkıca kapattı."
"Bak buna hiç şaşırmadım."
"Sonra annem mektubu postaya vermenin ayıp olacağını söyledi. Ve notu sahibine elden
teslim etme işi bana düştü."
"Ee, neler konuştunuz?"
"Bu kadar sabırsız olma, Jen. Sana hiç yakışmıyor."
"Onunla konuştun mu, konuşmadın mı?" diyerek sesini yükseltti Gemma.
"Bart Rule'la mı? Elbette konuştum."
"Sana her şeyi anlattı, öyle değil m' .'"
Genç kadın bu sözleri umutsuzluk içinde söylemişti. İçinde gittikçe büyüyen bir yorgunluk
vardı. Öfkelenecek enerjiyi bile kaybetmişti. Ayrıca Temsin'e kızmanın son derece anlamsız
olacağını da gayet iyi biliyordu.
"Nasıl düştüğünü anlattı, tabii," dedi Tamsin, son derece dikkatli bir tavırla. "Doğrusu, feci
bir kaza. Ucuz atlatmışsın."
Gemma'nın öfke dolu bakışlarıyla karşılaşınca du- daklarındaki tebessüm silindi. Daha fazla
numara yapmanın çok tehlikeli sonuçlar doğuracağını fark etmişti. "Evet, evet," dedi telaşla,
"Onunla konuştum,. Bana her şeyi anlattı."
"Bak Tammy, eğer beri kandırmaya çalışırsan seni öldürürüm."
"Asla böyle bir şey yapmam, Jen. Seni asla kırmak istemediğimi bilirsin."
"Evet," diye mırıldandı genç kadın. Başını öne eğdi. Babasız bir çocuk doğurma isteğinin
kendi ailesi ta-rafından ne kadar ters algılanacağını bilmesi gerekirdi. Bu ailenin bütün
bireyleri için bundan daha garip ve aykırı bir fikir olamazdı. Ama yapmıştı bunu. Bedelini
ödemek zorundaydı.
"Onu ikna etmek için elimden geleni yaptım." "Teşekkür ederim, sevgili kızkardeşim."
"Senin kötü biri olduğunu düşünmüyor bence. Kalbinin derinliklerinde senin nasıl biri
olduğunu hissettiği kesin."
"Çok duygulandım."
Bu alaycı tavır Tamsin'in asabını bozmuştu. "Lütfen kendine gel, Gemma," dedi. "Bütün o
aptalca fikirlerin Bart gibi bir adamı nasıl etkileyeceğini
sanıyordun?" '
"Neden aptalca dediğini anlayamıyorum. Bence kusursuz bir baba olabilirdi."
Bu sözleri önüne bakarak söylemişti. Elindeki mendili didikleyip duruyordu. Evet,
kuşkusuz Bart iyi bir baba olabilirdi. Ama bunun için onunla evlenecek kadar talihli bir
kadın olmak gerekiyordu. İlk karısı onu terk ettiğine göre mutlaka çıldırmış olmalıydı.
Öyle bir adam terk edilir miydi? "
"Karısı ameliyat olmak istemiş." Daldığı düşüncelerden sıyrılan Gemma başını kaldırıp
kardeşine baktı.
"Ameliyat mı? Ne ameliyatı?"
"Dinle beni, Jen. Mrs. Rule'dan söz ediyorum."
"Caroline Lang..."
"Canım ne fark eder. Mrs. Rule, diyorum ya!" "Boşandılar ama."
"Şu Londralı ukalalığını bırakıp, beni dinleyecek misin sen?"
"Özür dilerim," dedi Gemma. "Biraz dalgınım da. Evet, ne olmuş Caroline Lang'a?"
"Çocuk istemiyormuş." "Belki de yapamıyordu."
"Hayır, ameliyatla kısırlaştırılmak istemiş."
"Aman Tanrım." Gemma hayatında bu kadar garip bir şey işitmemişti. İnsan çocuk
istemeyebilirdi, ama bu konuda bütün şansını kaybedecek şekilde davranması hiç de normal
değildi.
"Bu durum, onu... şey, çok kötü etkilemiş olmalı."
"Haklısın," dedi Tamsin. "Böyle bir şey bütün erkekleri çok kötü etkiler. Ama Bart Rule
gibi birini yıkabilir."
Kardeşinin bunları söylerken kullandığı özel vurgu Gemma'nın dikkatini çekti. Bir an
gözlerini kısarak baktı ona. "Neden?" diye sordu. "Bart'ın diğer erkeklerden farkı ne?".
Tamsin karnındaki üç numaradan rahatsız olmuş gibi oturduğu yerde biraz kımıldadı.
"Fark etmedin mi?" diye sordu.
"Neyi fark etmedim mi?"
"Onun ne kadar yalnız bir adam olduğunu."
"Yalnız mı?"
Bir an gözlerini kapadı Gemma. Onun yalnızlık çektiğini fark etmişti kuşkusuz, ama
üzerinde fazla durmamıştı. Ne de olsa Bart Rule bir milyonerdi. Bir insanın özlem
duyabileceği hemen her şey elinin altında hazırdı. Böyle bir adam kendini yalnız hissetse
bile, bu yalnızlığı giderebilecek bütün araçlara sahip olduğunun bilincinde olacaktı,
kuşkusuz. Oysa yoksul biri söz konusu olsaydı, durum çok farklı olacaktı.
"Yalnız..." diye mırıldandı. "Bunu fazla dert ettiğini hiç düşünmedim doğrusu."
"Oysa ilk düşünmen gereken şey buydu. Babası öldüğünde çok küçükmüş. Annesi
öldüğünde ise sadece on beş yaşındaymış. Düşünebiliyor musun, adamın hayatının hiçbir
döneminde doğru dürüst bir ailesi olmamış."
"Anne ve babasının ölümünü çoktan unutmuştur," diye mırıldandı Gemma. Sırtındaki yastığı
çekip yatağın içine uzandı.
Karısının onu neden terk ettiğini öğrenmek için birkaç kez genç adamın ağzını aradığını
gayet iyi hatırlıyordu. Her defasında çok sert bir tepkiyle karşılaşmıştı. Bunun nedenini
şimdi daha iyi anlıyordu. Neden ko- nuşmamıştı onunla? Üstelik o kadar birlikte olmuşlardı
ve o, Tamsin'in çok kısa süre içinde görebildiği bazı basit gerçekleri fark etmeyi
başaramamıştı. Aralarında geçenler hızla gözlerinin önüne geldi. Tanışmaları,birlikte
yedikleri yemek, teknede geçildikleri günler... Çok basit bir gerçeği bile keşfedememişti.
Bart karısından çocuk istediği ve karısı bunu vermeyi reddettiği için ayrılmıştı.
Tam o sırada odanın kapısı ardına kadar açıldı ve Patrick içeri girerek, "Anne, Jilly sabun
yiyor," diye bağırdı.
"Şimdi geliyorum, canım," dedi Tamsin. Oturduğu yerden zorlukla kalktı, kapıya doğru
yürüdü. Tam çıkmak üzereyken döndü, "Asprin, sıcak limonata gibi bir şeyler istersen
seslen," dedi.
Gemma başını salladı. Yattığı yerde yüzünü duvara çevirerek döndü.
Ne zaman hastalansa eve dönerdi. Bu yüzden durumunu fazla garipsemiyordu. Nedense
insan hasta olunca anne ve babasının şefkatine ihtiyaç duyuyordu. Yatağın içinde içi sıcak su
dolu bir termos vardı. Her ne kadar teknede geçirdiği o ilk geceyi hatırlatıyorsa da iyi
geliyordu.
Nedense birden aklına Bart'ın çalışma odası geldi. Hayatında bu kadar ilginç bir büro
görmemişti. Son derece modern eşyalarla çok eski olanlar yan yana ve mükemmel bir uyum
içindeydiler. Ailesinden kalan bütün eşyalara sahip çıkmıştı. Onları seviyordu besbelli. Belki
de bu sayede yuva özlemini hafifletiyordu. Tamsin o büroya girmişti ve hiç kuşku yok,
gördüklerinden derhal bazı sonuçlar çıkarmıştı. Yalnızlık, aile özlemi gibi...
Oysa kendisi bütün bunları anlamamıştı. Daha doğrusu genç adamın hayatında taşıdıkları
önemi fark edememişti. Peki ya kendisi... Yalnızdı, ama bunu hiçbir zaman dert etmemişti.
Hatta küçüklüğünden beri yalnızlığı bir çeşit ayrıcalık gibi görmüştü. Böylelikle değişik ve
ilginç bir kişilik edinebiliyordu sanki. Oysa bütün bu yalnızlıklara rağmen, üzerine kol kanat
geren bir aileye sahip olmaya detam etmişti. Onu çok seven bir anne baba, çok sevgili bir
kızkardeş, hastalandığı veya canı sıkıldığı zaman kendisini atabileceği sıcak bir yuva...
İstediği her şeyi yaparlardı.
'Tıpkı bir maymun gibi aklına gelen her şeyi istiyorsun.' Kendi kendine gülümsedi. Ban
haksız da sayılmazdı. Bir çocuk istemişti, sevdiği birinden hamile kalmak istemişti.
İstemekle de kalmamış hemen bir plan kurup _ygulamaya girişmişti.
Gözlerini kapayarak yattığı yerde düşünmeye başladı. Asla vazgeçemeyeceğin üç şey
nedir diye sorsalardı ne yanıt verirdi? İş, özgürlük ve bağımsızlık. Evet, bu üç şey onun için
çok önemliydi.
Ama hiç ailesi olmasaydı, onu seven, korumaya özen gösteren insanlar olmasaydı
çevresinde belki bunlara özlem duyacaktı. Belki o zaman titiz, başarılı olmak isteyen bir ev
kadını olmaktan çok iyi bir anne olmak, bir aile kurmak isteyecekti.
'Zavallı Bart,' diye geçirdi içinden. Bir kadınla mutlu olmak, bir aile kurmak istemiş ve
başaramamıştı. Ama yine de geç kalmış sayılmazdı. Onun gibi bir adam aradığı, ihtiyaç
duyduğu kadını er ya da geç bulabilirdi. Yeni yaptırdığı tekne tam bir ailenin seyahat
edebileceği türdendi. Anlatırken o tekneyi gelecekteki ailesi için yaptırdığını açık açık
belirtmişti. Belki bir ara Gemma'nın aradığı kadın olduğunu düşünmüştü. Ve kendisinden
babasız bir çocuk istediğini öğrendiği an resmen şok geçirmiş olmalıydı. Müthiş bir öfkeye
kapıldığı kesindi. Öyle ki, sinirlerini yatıştırmak için kendini güverteden denize atmıştı.
Bart'ın bir kadına ihtiyacı olduğu kuşkusuzdu. Ama bunun kendisi gibi bir kadın
olamayacağı da apaçık ortadaydı. Bugünlerin birinde Gemma gazeteyi açacaktı ve ön
sayfada bir resim görecekti. Bart ve evleneceği kadının resmi. O anda neler hissedecekti
kimbilir? Belki de üzülecekti. Evet, kesinlikle üzülecekti. Resimdeki kadına dalgın dalgın
bakıp, 'Onun yerinde olabilirdim,' diye düşünecekti. Böylece hayatının bu sayfası kapanmış
olacaktı. Hem de acıyla. Çenesinden süzülen bir gözyaşı damlası yastığın üstüne damladı.
Gemma gözlerini sıkıca yumdu. Bart'ın evlenme haberi kuşkusuz bütün gazetelerde yer
alacaktı. Haftalık dergiler aylarca onlardan bahsedecekti. Evlerini nasıl döşedikleri, balayım
nerede geçirdikleri, tekneyle yaptıkları seyahatler...
Onu acı dolu günler bekliyordu. Bu acıdan kurtulmak için bütün gücüyle kendini işe
verecek, ölesiye çalışacaktı. Başarılı olacağı kesindi, peki ya mutluluk.
Tam o anda odanın kapısının yavaşça açıldığını fark etti. Tamsin'e belli etmemek için
gözlerini sildi ve yavaşça döndü.
"Bart!" diye bir çığlık koptu dudaklarından. Genç adam karşısında duruyordu. Gri
bakışlarını yüzüne çevirmiş dikkatle, araştırır gibi bakıyordu ona. Nasıl girebilmişti buraya.
Kimden izin almıştı? Birden babasının bahçede çalışmakta olduğunu hatırladı. Peki ya an-
nesi, pek az tanıdığı bir adamı kızının odasına bırakması akıl alır şey değildi. Belki de Bart
yukarı çıkmak için annesini ikna etmişti. Bu adamın hayatta yapamayacağı hiçbir şey yoktu.
Gemma yattığı yerde doğrulmaya çalıştı. Gülümsedi. Genç adam son derece ciddi
görünüyordu. Yatağa
iyice yaklaştı.
"Bu sabah kızkardeşinle konuştum," dedi damdan düşercesine.
"Biliyorum."
"Sana hiç benzemiyor."
"Evet, ben biraz değişiğim."
"Ama seninle gurur duyuyor. Baban da öyle. O da seninle gurur duyuyor. Tabii. Bu
yüzden onu suçlayacak değilim..."
"Suçlamak mı? Neden?"
"Şunu okursan anlarsın."
Genç adam cebinden bir zarf çıkarıp Gemma'ya uzattı. Genç kadın zarfın içinde ne
olduğunu tahmin edebiliyordu. Zarfın üzerinde babasının yazısını tanıdı. Büyük harflerle,
'Elden Verilecek, Zata Mahsus,' diye yazmıştı.
"Kızkardeşin bunun bir teşekkür notu olduğunu söyledi. Okuyunca ne notu olduğunu
anladım."
Genç adam bunları söyledikten sonra yavaşça yatağın kenarına oturdu. Gemma notu
okumaya başladı.
Sayın Mr. Rule,
Kızımız Jen'e yaptığınız muamele hakkında neler düşündüğümü size bildirmek için bu
notu yazıyorum. Benim kızım son derece güçlü ve iyi bir insandır. Onu bu hale getirmek
için ne yaptığınızı bilemiyorum ve sizi kınıyorum. Sizinle tatile çıkmadan önce çok iyiydi,
oysa şimdi hasta bir kediye benziyor. Onu tekneyle gezmeye götürüyorsunuz ve sonra yaralı
olarak getiriyorsunuz ve üstelik, büyük bir kabalık göstererek kendisiyle
ilgilenmiyorsunuz.. Günün birinde masum bir genç kadına yaptıklarınızdan ötürü vicdanen
muzdarip olacağınıza inanıyorum.
Thomas Roseveare "Ah Tanrım," diye mırıldandı Gemma, "Onu öldürebilirim."
Yatağından çıkmak için çok sert bir hareket yaptı ve aynı anda omuzunda şiddetli bir acı
hissetti. Genç adam onu yavaşça öteki omuzundan tutarak kımıldamasına engel oldu.
"Kımıldama küçük aptal. Hep böyle davranıyorsan babanın endişelenmesi çok normal."
"Siz erkekler, hepiniz birbirinize benziyorsunuz."
"Bu da nereden çıktı, şimdi."
"Nereden çıkacak? Okumadın mı, hakkımda neler yazmış. Kadınların hep size ihtiyacı var
sanıyorsunuz. Şu ifadelere bak: Hasta bir kedi, masum bir genç kadın... İnsan böyle şeyler
yazar mı?"
"Ama seni sevdiği için yazmış. Benim kızım olsaydın ben de böyle şeyler yazardım."
"Benim kızımın babası olsaydın böyle şeyler yazamazdın."
Bu sözler üzerine derin bir sessizlik oldu. Gemma o anda genç adamın yüzünde kocaman
bir tebessümün belirdiğini, yüz hatlarının gevşediğini görerek şaşırdı. Bu durum bir-iki
saniye sürdü. Bart ansızın bir şey hatırlamış gibi ciddileşti.
"Ona neden bütün olup bitenlerin benim hatam olduğunu söyledin? Neden gerçeği
anlatmadın ona? Adamcağız haklı olarak beni azarlıyor. Senin ise gökten inmiş bir melek
olduğunu düşünüyor."
Hiçbir şey söylemeyecekti. Başını yastığa bırakıp gözlerini kapadı.
"Grip oluyorum."
"Hayır, olamazsın."
Genç kadın yattığı yerde elleriyle yüzünü kapadı. Gözyaşlarını ona göstermemek için her
şeyi yapabilirdi. Bart'ın hemen yanıbaşında olduğunu ve onun en küçük hareketlerini bile
dikkatle gözlediğini biliyordu.
"Burnum akıyor," dedi.
"Peki, al şunu."
Genç adam cebinden çıkardığı bir mendili onun yüzüne bıraktı. Gemma mendili bir
kurtarıcı gibi kabul etti. Önce gözlerini sildi, sonra şiddetle sümkürdü. Bir an ne yapacağını
bilemez bir halde kımıldamadan durdu. Sonra yavaş yavar mendili burnundan çekti.
"Şey... mendili burada bırakmalısın... yıkanması için."
Bart gülümsüyordu. Alay mı ediyordu acaba? "Benim mendillerimden birini alabilirsin,"
dedi Gemma.
Genç adam uzanıp Gemma'nın elindeki mendili alıverdi. "Kendiminkini tercih ederim,"
diye mırıldandı "Ama dikkatli olmalısın," dedi Gemma. "Sen de grip olabilirsin. Bulaşır."
"Olabilir. Bana bulaştın zaten." "Hayır... Yani... sen, asla beni istemedin." Bart güldü.
Onun yanaklarını avuçlarının arasına alıp gözlerinin içine uzun uzun baktı.
"Sana neden kızdığımı babana söylemeyecek misin?" V
Gemma bakışlarını kaçırdı. Ateşi vardı herhalde, çünkü genç adamın serin avuçları çok iyi
gelmişti. "Söyleyecek misin?"
"Hayır," diye fısıldadı Gemma. Gözlerini yumdu. "Peki neden söylemeyeceksin."
"Çünkü..." Burnunu çekti. "Çünkü, söylersem ben den utanabilir. Çok utanabilir." "Neden
utanır?"
"Çünkü evlenmeden çocuk sahibi olmayı doğru karşılamaz."
"Peki ya sen? Böyle bir şeyin doğru olduğunu hâlâ düşünüyor musun?"
"Ha...hayır, tam olarak değil." "Neden ağlıyorsun?" "Burnum sızlıyor."
Genç adam ondan biraz uzaklaşarak oturduğu yerde doğruldu. Genç kadın rahat bir nefes
aldı. Elindeki mendili yüzüne bastırarak gözlerini yumdu. Bir süre öyle hiç kımıldamadan
durdu. Gemma kirpiklerini aralayıp ona baktı. Göz göze geldiler, "özür dilerim, Bart."
Genç adamın dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm vardı şimdi.
"Neden özür diliyorsun, Gemma?" "Şimdi anlatmam... çok uzun sürer." "Vaktim var,
dinleyebilirim." "Gerçekten mi? Bütün bu olup bitenlerden sonra, beni dinlemek için zaman
ayırabilecek misin?"
"Elbette. Ailenden çok hoşlandım. Çok tatlı insanlar."
"Yani, ailemden hoşlandığın için mi bana ilgi gösteriyorsun?"
"Böyle bir şey demedim. Düşündüm de... bence Felicity'ye çok ideal bir tayfa olabilirsin."
Genç kadın gülümsedi. "Tayfadan başka bir şey olamaz mıyım sence?"
"Birkaç şey daha düşünüyorum, senin hakkında?" "Benimle evlenmek için yeterli mi
bunlar?" "En azından bunu düşünmeye yeterli." Gemma yatmakta olduğu yerden heyecanla
doğruldu. "Bebek doğar doğmaz işimden vazgeçebilirim," dedi. Sesinde sabırsızlık vardı..
"Senden böyle bir şey yapmanı isteyemem." Elini yavaşça genç kadının kalçasına koydu.
Onu yatak örtüsünün üzerinden hafifçe okşadı. "Ayrıca," diye mırıldandı, "Senin yanında
olmalıydım, yardım etmeliydim."
"O halde elimizi çabuk tutmamız gerekiyor."
"Yani, bizimkilerin yolda olduğunu mu söylemek istiyorsun?"
"Emin değilim. Yolda olmasa bile devam etmeliyiz. Biliyorsun, artık genç değilim."
"Oh, sevgilim!"
"Yaklaşma, bulaşır."
"Fark etmez," dedi genç adam. Eğilip onu dudaklarından öptü. Çok yumuşak, tatlı bir
öpücüktü bu. "Senin olan her şey benim sayılır artık." "Ama çözümlememiz gereken..."
Birden sustu. Odanın kapısı yavaşça açılmıştı. Kapı kendi kendine hareket ediyormuş gibi
sonuna kadar açıldı. Bu işin kendi kendine olması mümkün değildi. Aileden birinin kapıya
kulağını dayayıp içerdeki konuşmaları dinlemesi ise düşünülemeyecek bir şeydi. Yattığı
yerden biraz daha doğruldu ve davetsiz misafiri gördü. Bu Jilly'den başkası değildi. Dört
ayak üstünde odanın ortasına kadar ilerlemişti, Bart'ı görünce şaşırmıştı. Şimdi ne yapacağını
bilemiyor, iri iri açtığı gözleriyle şaşkın şaşkın bir Bart'a bir de Gemma'ya bakıyordu.
"İşte ailemin en müthiş bireylerinden biri," dedi Gemma. "Odalara gizlice girip insanları
korkutmaya bayılır."
Bart hemen çocuğu kucağına aldı. Tam bir şey söyleyecekti ki, sustu, kulak kabarttı.
Merdivenlerde bir kadına ait olduğu anlaşılan ayak sesleri duyuluyordu. Birkaç saniye
sonra Gemma'nın annesi kapıda belirdi.
"Çok özür dilerim," dedi yaşlı kadın. Çocuğu Bart' ın kucağından aldı. "Pek meraklıdır bu
küçük, aklına koyduğu her şeyi yapmak ister." "Tıpkı teyzesi gibi," diye mırıldandı Bart.
"Teyzesi mi? Jen'i mi kastediyorsunuz?" "Ona Jen mi diyorsunuz?"
"Kızım Londra'da olduğu zamanlar Gemma ismini kullanır Mr. Rule."
"Lütfen bana Bart deyiniz."
"Peki, Bart. Öğle yemeği hazır. Sizi de aramızda görmek istiyoruz."
"Teşekkür ederim, çok isterdim, fakat yedim."
"Bizimle birlikte hiç olmazsa bir kahve için."
"Çok teşekkür ederim. Ama uygun görürseniz, burada kalıp, şeyle, Jen'le biraz konuşmak
istiyorum."
Annesi çıktıktan sonra Gemma genç adama, "Bundan sonra yoksa bana Jen diye mi hitap
edeceksin?" diye sordu.
"Neden olmasın, herkes öyle söylüyorsa."
"Buna ancak bir şartla razı olabilirim. Eğer üzerindeki o korkunç giysilerden vazgeçersen."
"Gemici giysilerinden mi söz ediyorsun?"
"Evet. Özellikle de o acayip şapkadan."
"Şapka mı? İlginç. Ama bence sorun değil. Balayı mızı Felicity'de geçireceğimize göre,
şapka senin için fazla sorun olmayabilir."
"Oh, Bart!"
Bir an onunla birlikte yeni yapılan teknede Olmayı ' düşledi. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya
başlamıştı. Gülümseyerek baktı ona. "Pekâlâ," dedi, "Ama kıyıya çıktığımızda seni başka
giysiler içinde görmek istiyorum."
"İstediğin bu olsun. Senin için her şeyi yaparım."
Genç kadın kollarını onun omuzlarına koydu. "Gözümle görmeden inanmam," diye
fısıldadı. Bir rüyada gibiydi.
"O halde başlayalım?"
"Neye başlayalım."
Bart yavaşça eğilip onıı dudaklarından öptü. "Şimdi gözlerini kapat ve benim
söylediklerimi tekrar et."
"Peki."
"Ben, Jennifer Roseveare, Tanrı'nın ve şahitlerin huzurunda Hobart Rule ismindeki bu
adamı..."