You are on page 1of 74

Tarama Que

İKİ BEYAZ KUĞU


Jessica Marchant
İngilizce adı: A STRANGER'S GLANCE

Copyright Jessica Marchant 1988


Gelişim Yayınları AŞ (1989)
Levent-Istanbul 80720
Tel: 169 66 80 (20 hat) Tlx: 26510 geby
Bu kitabın ya da orjinalinin adı ve/veya herhangi bir bölümü yayımcının yazılı izni olmadan
5846 sayılı yasa uyarınca kullanılamaz. Sözlü ya da yazılı olarak veya daha başka bir
yöntemle çoğaltılamaz ya da yayımlanamaz. Bu kitap, Harlequin Enterprises B.V. ile yapılan
anlaşma gereğince yayınlanmaktadır. Bu kitaptaki tüm karakterler gerçek dışıdır. Hayatta
olan ya da olmayan gerçek kişilere olabilecek benzerlikler tamamıyle rastlantıdır.
Gelişim Yayınları
Baskı: Orhan Ofset Basımevi

Bölüm Bir

"Bunlar sizin mi?"


Gemma yumuşak kumların üzerinde doğruldu. Uzun saçlarını çıplak omuzlarına savurdu.
Bir şey söylemek için önce aklını başına toplaması gerekiyordu.
Uzun boylu yabancı sabit bakışlarını onun yüzüne çevirmiş kımıldamadan duruyordu.
Yarattığı etkinin farkında değildi. Ya da öyle görünmeye çalışıyordu. Kucağındaki küçük kız
hayatından oldukça memnun görünüyordu.
Gemma hemen toparlanarak adamın kucağındaki çocuğu ve elindeki mavi şapkayı aldı.
Jilly onun kucağına geçerken hâlâ genç adama bakıyordu. Büyülenmiş gibiydi. Gerçekten de
yabancının koyu gri gözlerinde büyüleyici bir ifade vardı.
"Teşekkür ederim," diye mırıldandı Gemma.
Genç adam hiç kımıldamadı. Sadece dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm vardı şimdi.
Gemma, 'Nasıl bir adam bu,' diye geçirdi içinden. Bakışları rahatsız edici değildi. Sanki bir
kadına değil de, kusursuz bir bütün oluşturan bir kadınla çocuğa bakıyordu. Bir resme bakar
gibi.
"Bu çocuk her aklına eseni yapıyor galiba," diye mırıldandı. Jilly'nin poposuna hafifçe
vurup, elindeki mavi şapkayı alıverdi. Çocuğun hiç tepki göstermemesi Gemma'yı biraz
şaşırttı. Büyülenmiş gibiydi.
Gemma gülümsemeye çalıştı. "Uzunca bir çubuk arıyorduk," dedi. "Bayrak direği için."
Birkaç adım ötedeki kumdan şatoyu gösterdi. Dört yaşındaki Patrick kalenin çevresini deniz
yosunlarıyla kaplamakla meşguldü.
"Bu küçük maymun arkamı döndüğüm an ortadan kayboluyor," diye ekledi. Adamın
yüzündeki tebessüm hiç değişmedi.
"Gayet tabii, çünkü hayat dolu. Gerçek bir Cor nwall kızı."
"Evet, umarım öyledir. Şey... size tekrar teşekkür ederim."
Gemma bakışlarını ondan uzaklaştırdı. Polruan kayalıklarına doğru bakarak derin bir
soluk aldı. Bu adamla bir daha göz göze gelmemeliydi. Ama olmuyordu. Onun varlığını
böylesine canlı biçimde yanıbaşında hissettiği sürece başka yöne bakmasımn yararı ol-
mayacaktı. Bronz bir heykel gibi oracıkta duruyordu. Altında rengi solmuş bir kot pantolon,
üzerinde beyaz bir fanila.
Neden böyle sabit bakışlarla onu süzüyordu. İşin kötüsü Gemma bu bakışlardan rahatsız
olduğunu belirtmek için bir şey de yapamıyordu.
Genç adam onun aklından geçenleri anlamış gibi yavaşça yere diz çöküp kaleyi
incelemeye başladı.
"Hımm, çevresine bir hendek gerek."
"Kazıyorum," diye karşılık verdi Patrick. "İstersen bana yardım edebilirsin. Ama bir tane
küreğim var. Onu sana veremem."
"Burada bir tane daha var," dedi yabancı. Uzanıp Jilly'nin küreğini aldı.
"Onu alma," dedi Patrick. "Kıyameti koparır. O . küreği saatlerce elinde tutabilir."
Gerçekten de Jilly genç kadının kucağında kıpırdanmaya başlamıştı. Küreğini geri almak
için uzandı.
"Peki," dedi yabancı. Küreği iade etti. Bunu yaparken yüzünde öyle çocukça bir ifade
belirmişti ki, Gemma gülümsedi.
"Madem öyle, ben de elimle kazarım. Tamam mı, Kaptan."
"Tamam," dedi Patrick. "Sen şuradan kazmaya başla, ben de buradan. Bir yerde
buluşuruz, nasıl olsa."
Hendek kazma işi devam ederken Gemma da Jilly' le oynamaya çalıştı. Az ileriye yeni bir
kale inşa etmeye başladılar. Jilly, Patrick'in yaptığı her şeyi yapmak istiyordu. Patrick ise onu
küçümsüyor ve oyuna katmak istemiyordu. Gemma onun ikinci kez ortalıktan kaybolmasına
izin vermemeliydi.
Gemma'nın kızkardeşi Tamsin çocuklarına çok düşkündü. Jilly'nin kaybolduğunu duysa
kim bilir nasıl endişelenirdi. Çocukların üstlerini başlarını kirletmelerine hiç aldırmazdı.
Aslında çok titiz bir kadındı. Çocuklarına ve evine aşırı bir ihtimam gösterirdi. Son sıralarda
Gemma çocuklarla eskisine nazaran daha fazla ilgilenmek zorunda hissediyordu kendini.
Çünkü Tamsin üçüncü hamileliğini yaşamaktaydı. Tam bir anneydi. Gemma zaman zaman
ona gıpta ettiğini hissediyordu.
Aslında buna gerek yoktu. Tamsin'in gıpta edilecek nesi vardı ki? Her şey bir yana,
Gemma'nın hayatında, gurur duymasını gerektiren pek çok şey vardı. Bir kere özgürdü.
İstediği her şeyi yapabiliyordu. Öte yandan beş yıldır hayatına tek bir erkek bile sokmamış,
bütün gücünü mesleğine vermişti. Peki ama, Jilly'yi kucağında tutarken zaman zaman
kapıldığı hüznün anlamı neydi? Pişmanlığa benzer bir şey duyuyordu bazen. Hayatını boşa
harcıyormuş gibi bir duygu. Zaman hızla geçiyordu.
Kovayı ıslak kumla dolduruyor, sonra ters çevirip kalıbını çıkarıyordu. Böylece kalenin
gövdesi yavaş yavaş biçimleniyordu. Jilly'nin üçüncü yaş günü yaklaşmaktaydı. Ona çok
güzel bir hediye almalıydı. Bu arada kendi yaş günü de yaklaşıyordu. Otuzuna basacaktı.
Otuz yaş! İnsanların kendilerini buldukları bir yaştı bu. Gerçekten de öyleydi. Mesleğine
bağlanmıştı. Ke- vin'i de bu yüzden terk etmişti. Seçimini yapmıştı artık. Tekrar tekrar başa
dönüp, acaba öyle değil de böyle yapsaydım, diye düşünmenin anlamı yoktu.
"İşte oldu."
Gemma, Patrick'in sesiyle kendine geldi. "Şimdi içini suyla dolduralım."
Yabancı çömeldiği yerden doğrularak kolundaki saate bir göz attı. "Seninle birlikte bu işi
tamamlamayı çok isterdim. Kaptan," dedi. "Ama ne yazık ki, fazla oyalandım. İşim var. Geç
kalmamalıyım."
Gemma'ya baktı. Bir an göz göze geldiler. Genç kadın kızardığını hissetti. 'Ne oluyor bana'
diye geçirdi içinden. Jilly'i kucağına alarak doğruldu.
"Biz gidip biraz su getirelim. Patrick," dedi. "Versene şu kovayı." Bu sözleri söylerken o
koyu gri gözleri üzerinde hissediyordu. Genç adama dönerek gülümsedi. "Size tekrar çok
teşekkür ediyorum," dedi.
Genç adam başını biraz eğerek gülümsedi ve mavi şapkasını başına geçirdi. Birkaç adım
uzaklaştıktan sonra dönüp hafifçe eğilerek onu bir kez daha selamladı. Tavırları çok sıcak ve
nazikti. Sanki özel bir saygı göstermek istiyordu.
'Ben Tamsin'i nasıl görüyorsam o da beni öyle görüyor herhalde,' diye içinden geçirdi genç
kadın. Saygıdeğer bir anne ve çocukları...
Evet, insan bir kadına değil ancak bir anneye böyle selam verebilirdi. Ona bu çocukların
kendisine ait olmadıklarını söylemek isterdi. Ama artık çok geçti.
Aslında onunla konuşmaya, sohbet etmeye çalışabilirdi. Ama nedense o meşhur Londralı
kişiliğini bu dekor içinde canlandıramamıştı. Yıllardır pek çok erkekle tanışmıştı. Onlara
karşı yabancılık çekdiğini söyleyemezdi. Aksine çok rahattı. Üstelik davet edildiği bütün
partilere de giderdi. Bir erkekle birlikte olmak çocuk oyuncağı gibi bir şeydi onun için.
Herhangi bir konuda, hararetle konuşurken sol elinizi fark ettirmeden ona gösterirdiniz.
Adam yüzük olmadığını görünce evli olmadığınızı anlardı. Bundan sonra iş, hayatınızda dü-
zenli bir erkeğin bulunmadığını göstermeye kalıyordu. Bu da konuşmanın seyri içinde
rahatça ortaya konabilirdi. Doğal olarak bu arada karşınızdaki adamdan da bazı sinyaller
alacak ve bunları hemen değerlendirecektiniz.
'Ne sıkıcı şeyler,' diye geçirdi içinden. Beş yıl önce bu tür ilişkilerin ne anlama geldiğini
öğrenmişti. Kevin'le ilişkileri bir sürü saçma sapan dedikoduya yol açmıştı. Ondan
ayrıldıktan sonra ilk kez bir partiye yalnız gitmişti. Hayatında o kadar sıkıldığım hatırlamı-
yordu. İnsanların gözleri üzerindeydi. îşte o sıralarda bir erkeğe göre tanımlanmanın ne kadar
asap bozucu bir şey olduğunu fark etmişti. Hayatında erkeklere yer yoktu artık. O yalnız
olmak için yaratılmıştı. Kendi yolunu kendisi çizecekti.
Son zamanlara kadar fazla bir sorun olmamıştı. Ama nedense bazen aklına garip sorular
takılıyordu. Örneğin, hiç aklında yokken neden evlenmediğini, neden böyle güzel çocukları
olmadığını soruyordu kendi kendine.
Genç adam iyice uzaklaşmıştı. Çantasını omuzuna asmış, uzun hızlı adımlarla yürüyordu.
Gerçekten acelesi olmalıydı.
Haziran güneşi ortalığı ısıtıyordu. Cumartesi sabahları genellikle plajı aileler dolduruyordu.
Çocuklarıyla birlikte gelen anneler babalar, piknik sepetlerim açıp yere serilmiş örtülerin
üzerine yiyecekleri sererler, yüzerek, çocuklarıyla oynayarak, yiyip içerek akşama kadar
vakit geçirirlerdi.
Peki ama bu adamın günün bu saatinde burada işi neydi? Yalnız adamlar, hele çalışıyorlarsa,
cumartesi sabahları buraya gelmezlerdi. Belki de yat kulübünde çalışıyordu. Evet, bu
olabilirdi ya da yat kulübündeki arkadaşlarını ziyarete gelmiş olabilirdi. Arada şöyle bir
kıyıda dolaşmak istemiş olabilirdi. Yat sporu çok zevkliydi. Okul günlerindeyken babasımn
yat kiralamasına yardımcı olurdu. O sıralarda limanda bir sürü yat vardı. Gemma yatçıların
hemen hepsini tanıma fırşatı bulmuştu. Fowey'in insanı büyüleyen o mavi suları ve yumuşak
iklimi yat sporu için mükemmel bir ortam sağlıyordu.
"Bir kere daha denize girecek miyiz, teyze?"
Patrick hemen önünde durmuş ellerini beline dayamıştı. Gemma, onu hiç fark etmediği
için şaşırdı. Bakışları hâlâ, artık bir nokta halinde görünen genç adama yönelikti. Ufaklığın
sesini işitince birden kendine geldi.
"Sen gir canım," dedi çocuğa. "Jilly'le ben arkadan yavaş yavaş geliriz."
Patrick koşup suya girdi. Genç kadın Jilly kucağında olduğu halde kıyıya doğru yürüdü. Su
dizlerine kadar gelince durdu. Hâlâ o adamı düşünmekte olması biraz garip değil miydi?
Birden karşısına dikildiği anda tuhaf bir heyecana kapılmıştı. Bu ruh hali adamın
görünümünden kaynaklanıyordu herhalde. Bir kere çok uzun boyluydu ve çok gelişmiş
kasları vardı. Sonra yüzünde, ava çıkmış yırtıcı bir hayvanın kendine özgü o garip ve vahşi
ifadesi vardı. Ama bu ifade gülümsedi- ği anda kayboluyordu. Sonra o koyu gri gözler...
Evli miydi acaba? Evliyse, çocukları da vardı mutlaka. Ama nedense Gemma bundan pek
emin olamıyordu. Çünkü adamın halinde tavrında, karşılaştığı aile tablosundan duygulanmış
gibi bir hal vardı. Evli bir erkekte pek olmayan bir şey. Patrick'le oynayışı da öyleydi. Onu
yetişkin biri gibi görüyordu. Oysa aile babaları çocuklara genellikle çocuk gibi davranırlardı.
Evet, yalnız olmalıydı.
Onu tekrar gözlerinin önüne getirdi. Garip biriydi. Duygularını saklamak isteyen biri.
Çevresinde gördüğü, bildiği erkeklerden oldukça farklıydı. Bu farkı tam olarak
tanımlayamıyordu, ama güçlü bir biçimde hissetmişti.
Onü tekrar gözlerinin önüne getirdi. Garip biriydi. Duygularını saklamak isteyen biri.
Çevresinde gördüğü, bildiği erkeklerden oldukça farklıydı. Bu farkı tam olarak
tanımlayamıyordu, ama güçlü bir biçimde hissetmişti.
'Tıpkı benim gibi yalnız,' diye geçirdi içinden.
Kuşkusuz, mutlak bir yalnızlık değildi bu. Etrafında insanlar olmalıydı. Nitekim saatine
baktığında bir randevuya geç kaldığını düşünmüştü herhalde. Öğle vaktinde insanın ne
randevusu olabilirdi? Öğle yemeği için birilerine sözü vardı. Evet, kesinlikle böyleydi. Sa-
atine bakmış, geç kaldığını söylemiş ve hızlı adımlarla uzaklaşmıştı. Belki de karısına veya
kız arkadaşına sözü vardı.
Nedense içinden gelen bir ses bu adamın karısı veya kız arkadaşı olmadığını fısıldayıp
duruyordu. Üstelik bu fısıjtı ona hiç de anlamsız gelmiyordu. Yedi yıl kadar önce Kevin'le ilk
karşılaştığında da buna benzer şeyler hissetmişti. Yine de çok farklıydı. Kevin ona en azın-
dan sempatik gelmişti. Oysa bu adamda tedirgin edici bir şeyler vardı.
Sudan çıktı. Böyle saçma sapan şeyler düşünmekten vazgeçmeliydi. Çocukları eve
götürme zamanı gelmişti. Tamsin'in evinde cumartesi günleri öğle yemeğinin özel bir önemi
vardı. Gemma buradayken öğle yemekleri daha bir önem kazanıyordu. Bütün aile bir araya
geliyordu.
Gemma, Jilly'yi arabasına yerleştirdi ve küçük Patrick'in elinden tutup yola koyuldu. O
anda kafası kendi ailesiyle meşguldü.
. Aile üyeleri Londra'ya ilk gittiğinde kendisi için seçtiği ismi benimsemişlerdi. İyi huylu
Tamsin bile onun yeni ismine alışamamıştı. Özür dileyen bir tavırla, "Ne yapayım, bir türlü
alışamıyorum, Jen," demişti. Anne ve babası da aynı tavırdaydı. Onlara kalırsa isminde bir
anormallik yoktu.
"Jennifer çok güzel ve tarihi bir isim," diyorlardı. Ve ona Jenny demeye devam ettiler. Daha
kötüsü, iyice kısaltıp ona Jen demeleriydi. Böylece bütün Roseveare ailesi içinde Jen ismi
yerleşip kaldı. Böyle bir karar verilmiş değildi kuşkusuz. Zaten bu aile içinde her şey
kendiliğinden olurdu. Zaman zaman Gemma bütün hayatının kendisini eleştirip
sorgulamakla geçtiğini düşünürdü. Ailesinin onu bir türlü benimsemediğini düşünüyordu.
Kraliyet Akademisi'ni bitirip başarılı bir emlâk danışmanı olması ve Drew Brothers gibi bir
yerde çalışması onlar için önemliydi kuşkusuz. Ama kesinlikle yeterli değildi.
Annesi ikide bir içini çekerek, "Evlenmelisin," derdi. "Bir ailen olmalı."
Zavallı Tamsin, onların istediği gibi biri olmak için ne çok uğraşmıştı. Sonunda
başarmıştı işte. Ailenin gözünde bir kadının sahip olması gereken bütün özellikleri
taşıyordu . Hatta fazlasıyla. Şimdi üçüncü çocuğunu bekliyordu. Gemma kardeşinin bu
gidişle üç çocukla yetineceğini hiç sanmıyordu.
Eve mutfak tarafından girdiler. Gemma'nın annesi ufak tefek beyaz saçlı bir kadındı.
Onları her zamanki gibi güler yüzle karşıladı. Jilly'yi arabadan kucağına aldı. Tamsin hasır
bir koltukta oturuyordu. Sekiz buçuk aylık hamileydi. Ellerini kocaman karnının üzerine
koymuştu. Patrick annesine yaklaşarak merakla sordu.
"Üç numara tekme atıyor mu?"
"Bazen. Ama şimdi çok sakin. Herhalde uyuyor."
"Plajda güzel vakit geçirdin mi?" diye sordu Mrs. Roseveare. Torunlarını çok severdi.
"Çok eğlendim," diye karşılık verdi ufaklık. "Kumdan kocaman bir kale yaptık. Hendek
de kazdık. O adam yardım etmeseydi o kadar güzel olmazdı."
"Hangi adam?" diye sordu Mrs. Roseveare. Merak dolu bakışlarını Gemma'ya
çevirmişti. "Biz tanıyor muyuz?"
Gemma içini çekti. Annesinin gözleri tıpkı Tamsin'inkiler gibi koyu lacivertti. Ve şimdi o
bakışların merak dolu olduklarını görüyordu. Aklından neler geçtiğini çok iyi biliyordu.
'Sonunda Jen birini buldu mu acaba?' Evet, bakışlarındaki ifade bu soruyu açığa vuruyordu.
Kadıncağızın hayatındaki tek hedefi onun evlendiğini görmekti. Gemma evlenecek ve ona
birkaç torun daha verecekti. Bunu açıkça söylemiyordu, ama tavırlarına fazla yansıtıyordu.
Yine de Gemma annesinin günün birinde bu konuyu kendisiyle açık açık konuşacağını
hissediyordu.
Neden kızının sürekli çalışarak ve meslek hayatında ilerleyerek mutlu olabileceğine asla
inanmamıştı.
Seçtiği yolun doğru olduğunu annesine anlatamamanın sıkıntısı Gemma'yı sürekli
etkiliyordu. Evlenmek istemiyordu, hayatında ille de bir erkeğin olması şart değildi. Bunu ona
bir anlatabilseydi, hayatının belki de en önemli sorunu çözümlenmiş olacaktı.
Çalışan bir kadının mutlaka biriyle tanışıp evlenmesi gerekmiyordu ki. Günümüzde kadınlar
patronla evlenmeden veya onunla birlikte yaşamak zorunda kalmadan da çalışabiliyorlardı
pekâlâ.
"O adamı tanımıyorum" dedi. "Belki sen tanıyor- sundur, ama ben tanımıyorum. Jilly biraz
uzaklaşmıştı. Adam onu kucağına alıp yanıma getirdi. Hepsi bu kadar."
"Anlıyorum, canım, anlıyorum," dedi yaşlı kadın. Sonra çocukların ellerinden tutup, "Haydi
içeri gidip büyükbabanıza bakalım," dedi. Mutfak tenhalaşınca Gemma kızkardeşine baktı.
Birbirlerine gülümsediler. Tamsin onun neler hissettiğini anlıyordu.
"Nasıl bir adamdı?"
"Garip biri... Bir kere görünce unutamayacağın türden."
"Ondan hoşlanmış gibisin," diye mırıldandı Tamsin.
"Pek sayılmaz." Gemma bir an düşündü. Hoşlanmak denebilir miydi buna? "Adama bir kere
baktığın zaman gözünü ayırmadan hep bakmak istiyorsun," diye mırıldandı.
Tamsin ilgilenmişti. Oturduğu yerde biraz doğrulup kardeşine merakla baktı.
"Buralı mı?"
"Sanırım değil. Yatla gelmiş olabilir."
"Oh, anlıyorum. Şu tiplerden. Ayağında eski bir kot, üstünde yıpranmış bir süveter, başta
felaket bir şapka, öyle değil mi?"
"Evet. Hafif dalgalı güzel saçlar ve uzun bir boy..."
Birden sustu. 'Saçmalıyorum,' diye geçirdi içinden. Hayatında bir kez gördüğü biri hakkında
böyle yorumlar yapması garipti. Bunu kızkardeşinin yüzüne bakarak da anlayabiliyordu.
Tamsin gözlerini iri iri açmış hayretle onu dinliyordu. Ayrıca adam çok da yakışıklı
sayılmazdı. Bir kere burnu gaga gibiydi, kaşları çok gürdü. Sonra dudakları oldukça kalındı.
Ama gözleri... Hayır, onlar için söylenecek söz yoktu. Tek kelimeyle büyüleyiciydiler.
Bütün bunları kızkardeşine bir solukta anlattı.
"Onu tanıyorum," dedi Tamsin. "Bart Rule."
Gemma şaşırmıştı. "Fovveyli mi yoksa?"
"Neden olmasın? St. Austell'de doğmuş."
"Ama.. Burasıyla bir bağı kalmamıştır herhalde."
"Evet, olabilir. Eskiden yaşadığı yeri görmek istemiş olamaz mı?"
"Herhalde öyledir," diye mırıldandı Gemma.
'Nasıl oldu da tanıyamadım,' diye içinden geçirdi Gemma. Onun resimlerini daha önce
gazetelerde görmüştü. İnşaat işçisi olan babası çok genç yaşta ölmüştü. Hobart Rule okulu
bitirdiğinde ise annesini kaybetmişti. Herkes onu tanırdı. Dev bir bilgisayar impara-
torluğunun başındaydı. Çok güzel ve tanınmış bir televizyon yıldızıyla fırtınalı bir evliliği
vardı. Bu yüzden magazin basınının ilgisi üzerinden eksik olmazdı.
Tamsin onun buralarda sıradan bir insan gibi davranmaktan hoşlandığını anlattı. Belki de
çocukluğunu yeniden yaşamak istiyordu. Herkesle konuşur, insanlarla şakalaşırdı. Yine de
yirmi yıldır buralara uğramamıştı. Çevredeki insanlar onu çok seviyorlardı. Arada bir
evinde büyük partiler verirdi.
Tamsin konuştukça Gemma'nm gözlerinin önünde çeşitli fotoğraflar canlanıyordu. Onu
neden tanıyamadığını şimdi anlıyordu. Kıyafetinden ötürü olmalıydı. Basındaki fotoğrafları
çok şıktı ve çevresinde daima gösterişli insanlar olurdu. Ama bu kez...
"Neden öyle kılıksız dolaşıyor," diye sordu.
"Tatilde de ondan," diye karşılık verdi Tamsin.
"Ama yine de..."
"Felicity adında bir teknesi var. Denizle uğraşmayı çok seviyor. Eh, insan teknedeyken,
smokin giymiyor tabii."
"Karısı yanında mı?"
"Hayır, yalnız yaşıyor."
"Aman Tanrım, emin misin?"
"Elbette. Neden şaşırdın, anlayamıyorum. Boşandığını bütün gazeteler yazdı."
Bu haberi atlamış olması çok garipti. Caroline Lang önemli bir yıldızdı. Ama nedense son
sıralarda magazin basını ona daha az yer vermeye başlamıştı.
"Boşandıktan sonra Amerika'ya gitti," dedi Tamsin.
"Amerika'ya mı?"
"Evet. Sanırım orada film yapıyor. Başka bir erkekle birlikte olsaydı duyardık."
"Yoksa bir kadın yüzünden mi boşandılar?"
"Hiç sanmam. Bence Bart Rule iyi bir kocaydı. Evlilikleri boyunca hakkında tek bir
dedikodu bile çıkmadı. Yani, başka bir kadının varlığını gösteren hiçbir belirti yok."
"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"
"Burası büyük bir yer sayılmaz, hayatım. Bir kadınla ilişkisi olsa duyardık. Unutma ki Bart
Rule bizden biri. Buralarda onu herkes tanır."
"Yani bu adamın aşk hayatının olmadığını mı söylemek istiyorsun."
"Yok canım. Benim bildiğim kadarıyla bir zamanlar Sally Kivell'le birlikteydi. Sally
sonradan Mrs. Vosper'in yeğeniyle evlendi."
"Bir tane kız öyle mi?"
"Evet, öyle sayılır, ilişkiyi bitiren Sally olmuştu. Çünkü Bart buraları terk etti ve uzun
zaman uğramadı."
"İlginç bir öykü," diye mırıldandı Gemma. Yüzünde düşünceli bir ifade belirmişti.
"Sen son sıralarda çok kuşkucu oldun," dedi Tamsin.
"Özür dilerim. Sadece biraz şaşırdım. Sen devam et. Onun hakkında ne biliyorsan anlat."
"Evet, nerede kalmıştım. Ha, boşandıktan sonra yalnız yaşamaya başladı. Sanırım kırılan
kalbinin acısını dindirmeye çalışıyor."
"Amaan, bu kadar romantik olma, Tam."
"Romantik olmakla ilgisi yok bunun. Ayrıca hiç de komik değil. Adam beş yıl evli kaldı. Bir
erkeğin hayatında oldukça uzun bir süre."
"özür dilerim canım. Uzun zamandır kırık bir kalbin acılarından söz eden birini
işitmemiştim. Bu yüzden biraz garibime gitti."
"Hiç de garip değil, inzivaya çekilmek istedi bence. Rule Elektronik'i neden devretti
dersin?"
"Öyle mi yaptı?"
Tamsin Rule Elektronik'in onun hayatında ne kadar önemli olduğunu anlattı. Şirketi
kurmaya çocuk denecek yaşta başlamıştı. Daha henüz çok gençti. Otuz beş yaş civarında.
Bu kadar genç bir yaşta hayatını verdiği şirketi elden çıkarması başka nasıl açıklanabilirdi?
"Gazeteler de aynı yorumu yaptılar," diye ekledi Tamsin.
Gemma gülümsedi.
"Gazeteler böyle hikâyelere bayılırlar."
"Ağız birliği etmiş gibi aym şeyleri yazmazlar ama."
"Yanılıyorsun, dedikodu yazarları bazı konularda aynı şeyleri yazmak için anlaşırlar."
"Ama unuttuğun bir şey var. Ben bunları sadece dedikodu yazarlarından öğrenmedim. Okul
arkadaşlarım da aynı şeyi söylüyorlar."
Gemma başını salladı. Onu anlıyordu. Böyle bir adamın gelmesi bu küçük yerde bütün
ilginin onun üzerinde toplanmasına yol açmıştı.
Onu gözlerinin önüne getirmeye çalıştı. Çocuklara gerçekten de büyük bir yakınlık
göstermişti. Onların bir araya gelmelerine de çocuklar neden olmuşlardı. Neyse bu
rastlantının hayatında önemli bir rol oynayacağına inanıyordu. Bir fırsattı bu. Fırlatıp
atamayacağı veya görmezlikten gelemeyeceği kadar önemli bir fırsat.
Daha fazla düşünmenin anlamı yoktu. Bu adamla bir kez daha karşılaşmak istiyordu.
Burası apaçık ortadaydı. Nedenini tam olarak bilmese de, duygularının sesini dinlemeliydi.
Hayal kurmak ona yakışmazdı. Çünkü Gemma bir eylem kadınıydı, karar verir, verdiği kararı
da uygulardı. Hafta sonu bitmeden önce Bart Rule denilen bu adamla bir kez daha
karşılaşmanın yolunu bulmalıydı.
O gece uyuyamadı. Duvarları beyaza boyalı odasının içinde dolanıp durdu. Bu işi nasıl
yapabileceğini düşünüyordu. Örneğin yarın sabah Jilly ile Patrick'i yanına alıp şehre inebilir
ve onunla karşılaşabileceği yerlerde dolaşabilirdi. Bu bir işe yarar mıydı, bilemiyordu.
Mutlaka bir şeyler yapmalıydı.
Eğer sabahleyin onu bulamazsa öğleden sonra botla küçük bir gezinti yapabilirdi. Böylelikle
yatların bulunduğu yerlerde olacak ve ona rastlama şansını artıracaktı.
Aslında bu adamı hemen hemen hiç tanımıyordu. En büyük dezavantajı buydu. Ortak
yanları olsaydı daha kolay olacaktı. Belki de hiç uğraşmasa daha iyi ederdi.
Sonunda kafasının içindeki planları bir yana bırakıp derin bir uykuya daldı. Ertesi sabah
genç Tim Rowse pazar gazetelerini eve bıraktı. Bu arada bir kameramanla bir gazetecinin
babasının teknesini nasıl kiraladıklarını anlattı. Tim de onlara eşlik etmişti. Hep birlikte
denize açılıp Bart Rule'un teknesine çıkmışlardı. Amaçları onunla röportaj yapmaktı. Bart
Rule'u akşam yemeğini yerken bulmuşlardı. Fakat çabaları sonuç vermemişti. Onun
ağzından tek bir söz bile alamamışlardı.
"Tek bir kelime bile söylemedi," diye vurguladı Tim. Çok heyecanlanmışa benziyordu.
"Hemen demir aldı ve açıldı. Son anda kendi teknemize geçebildik. Yoksa biz de onunla
birlikte dönemeyeceğimiz bir noktaya kadar açılmış olacaktık."
Macera burada bitmiyordu. Gazeteciler onun peşini bırakmak istememişlerdi. Bart Rule
nasıl olsa döner diye gidip limanda onu beklemişlerdi. Gerçekten de birkaç saat sonra Bart'ın
teknesi görünmüştü. Fakat tam limana girdiğinde gazetecileri fark eden Bart tekrar dümen
kırmış ve hızla uzaklaşarak limandan ayrılmıştı.
"Buradan gitmesine biz sebep olduk," dedi Tim. "Bu yüzden çok üzgünüm. Şimdi kim
bilir nerelerdedir?" Bir an durduktan sonra, "O kadar eski bir tekneyle açılması hiç doğru
değil," diye mırıldandı.
"Felicity'yi mi kastediyorsun?" diye sordu Gemma. Biraz şaşırmıştı.
"Evet. Çok eski olmayabilir, aslında. Bir hayli genişti."
O anda Gemma, Tim'in tekne yarışlarına meraklı olduğunu hatırladı.
"Senin tekne nasıl bir şey?"
"Fiberglastan yapılmış, sıradan bir şey. Pek işe yaramaz. Daha çok aileler için yapılmış.
İçinde çocuk kamarası bile var."
Konuşmayı dinleyen Mrs. Roseveare kaşlarını çatarak çocuğa şöyle bir baktı. "Evli olmak
o kadar kötü bir şey değildir Tim Rowse," dedi. "Unutma ki günün birinde sen de
evleneceksin."
"Tim başka bir şeyden söz ediyor ama," diye araya girdi Gemma. Gülmemek için zor
tutuyordu kendini. "Bart Rule'un teknesinin daha hızlı olduğunu söylemek istiyorsun, öyle
değil mi, Tim?"
Tim başını salladı.
Gemma gülüyordu, ama içinde bir şeyler kırılmıştı sanki. Onunla görüşmek için yaptığı
bütün planlar suya düşmüştü. Ayrıca Bart Rule'un başının dertte olduğunu hissediyordu.
İnsanların, yalnız kalmak isteyen birini böyle kovalamaları tek kelimeyle vahşetti. Bart yalnız
kalmayı bir tutku haline getirmiş olmalıydı. Gazetecilerle karşılaşmaktansa denize açıldığına
göre...
Sakin bir pazar günü geçirdi. Ufak tefek ev işleri yaptı ve çocuklarla ilgilendi. Londra
trenine bindiğinde içi hüzün doldu. Tekerleklerin her dönüşü onu evinden ve ondan biraz
daha uzaklaştırıyordu çünkü.

Bölüm İki

"Sonuç olarak," dedi Gerııma elindeki mikrofona, "Bu mülkü teklif edilen fiyat üzerinden
değerlendirerek tavsiye etmekte tereddüt etmedim."
Teybin düğmesine bastı. İçi rahatlamıştı. Fiyat konusunda bu kadar kolay anlaşma
sağlayabileceğini tahmin etmemişti doğrusu. O evi Cor nvalİ'a gitmeden önce incelemişti.
Oldukça yeni sayılırdı. Sadece merdivenlerde biraz tahta kurdu vardı ki, bununla da
kolayca başa çıkılabilirdi.
Mikrofonu açıp, "Bir sözleşme belgesi hazırlayabilir misin, Sarah," dedi. Tam o sırada
telefon çaldı. Genç kadın ahizeye uzanırken Sarah'ya, "Banttaki raporu bu sabah
postalamam istiyorum, mümkünse," dedi.
"Merhaba, Gem."
Genç kadın o tanıdık sesi işitince bir an duraksadı.
"Merhaba, Kevin. Sesini birden tanıyamadım."
Gemma rahatça arkasına yaslandı. Yedi yıl önce olsaydı bu yumuşak ve rahat ses bir anda
dünyasını değiştirirdi. Oysa şimdi hiçbir şey hissedemiyordu. Duyguların bu kadar büyük
değişim geçirmesi çok garipti.
Aslında arada bir partilerde falan karşılaşıyorlardı. Ayrıldıktan kısa süre sonra farklı
dünyaların insanları olmuşlardı. Geçen yıl Kevin onu evlenme törenine çağırmıştı.
Ayrılmalarına rağmen dostluğa benzer bir şeyleri muhafaza edebilmeleri yine de övgüye
değerdi.
"Lynn nasıl?" diye sordu.
"Karnı her geçen gün biraz daha büyüyor. Seni de bu yüzden aradım zaten. Daha geniş bir
yere ihtiyacımız var."
"Apartman katı mı, yoksa müstakil bir ev mi?"
"Sanırım, bir eve ihtiyacımız var. Lynn bebek için bahçeli bir yer istiyor."
"Anlıyorum."
"Aslında doğuma daha çok var. Ama nedense acele ediyor."
Genç kadının gözlerinin önüne sekiz aylık hamile olan Tamsin geldi. Bu arada önündeki
bloknota notlar alıyordu. Çocuk bekleyen bir kadının nasıl bir ev isteyeceğini Tamsin'den
hareketle tahmin etmesi zor değildi.
"Merak etme," dedi. "Elimden geleni yaparım. Şimdi oturduğun yere de iyi bir fiyat bulmaya
çalışırım."
"Şey... ev merkezi bir yerde olursa, sevinirim. En az iki yatak odası olmalı."
Gemma güldü. "Çok şey istiyorsun. Londra'nın göbeğinde öyle bir yer bulmak çok zor." ..
"Bu arada bizim banka beni şubelerden birine tayin etmek istiyor."
"Senin için ilginç bir iş olmalı."
"Pek sayılmaz. Sen nasılsın, Gem? işinden memnunsun herhalde."
"Biliyor musun, Kevin, seninle konuşurken kendimi unutulmuş bir ceket gibi hissediyorum."
Kevin bu sözlere güldü, daha doğrusu gülmeye çalıştı. Bu arada genç kadın ikinci kattaki
bürosunun penceresinden dışarıyı seyrediyordu. Bu büroyu ve yaptığı işi seviyordu aslında.
Pencerelerin önünde dışarıya doğru uzanan bir çıkıntı vardı. Üzerinde gün boyu bir sürü
güvercin olurdu. Aslında Kevin'in kuşkusu yersiz değildi. Yaptığı işi sevmesine rağmen hâlâ
bazı taşralı özellikleri taşıyordu.
"Londra dışında bir yerlere gidip yerleşmeyi düşünmüyor musun? Bir zamanlar böyle
fikirlerin vardı."
"Neden olmasın?"
"Mesela Cornvvall gibi bir yer. Bence senin için daha iyi olur. Sadece meslek hayatınla
yetinmemelisin."
"Bunu da nereden çikardın şimdi?"
"Meslek hayatına ne kadar büyük önem verdiğini biliyorum. O işten ayrılırsan kendine
ayıracak vaktin olur."
Gemma kaşlarını çattı. Bu adamla ne zaman konuşsa kendisini olduğundan yaşlı
hissediyordu. Otuz yaş çok fazla sayılmazdı aslında. Ama yine de bir kadın için bir dönüm
noktasını gösteriyordu.
"İnsan yaşlandıkça ailenin önemini daha iyi anlıyor," dedi genç adam, onun aklından
geçenleri anlamışçasına. "Bazen annemi düşünüyorum da, bir ailesi olmasaydı zavallı
kadıncağız kim bilir nasıl mutsuz olacaktı."
Bu sözler Gemma'ya hiç de yabancı değildi. Kendi annesine sorsa o da aynı şeyleri
söyleyebilirdi rahatlıkla. Kevin'in annesi bu gibi konularda daha da aşırıydı. Ona kalırsa
ancak çalışmayan bir kadın çocuk doğurabilir, bir aile kurabilirdi.
Öte yandan Gemma Kevin'in bu sözleri söylerken samimi olduğuna da pek inanamıyordu.
Yıllarca meslek hayatında başarılı olmak için büyük bir çaba harcamıştı. Bu arada annesinin
özenle kendisi için eğittiği bir kızla evlenmekte tereddüt etmemişti. Kevin'in annesi
Gemma'dan hiç hoşlanmamıştı.
Şimdi hepsi mutluydular. Biricik oğlu Kevin istediği kadınla evlenmişti ve gelini Lynn
çocuk bekliyordu. Yaşlı bir kadın daha ne isterdi?
"Eminim annen çok mutludur," dedi. "Bir de bahçe içinde küçük bir eviniz olursa..."
Kevin bir şey söylemedi. Gemma'yı iyi tanırdı. Kısaca vedalaşıp telefonu kapadılar.
Gemma derin düşüncelere daldı. Kevin'le ortak yanları çok azdı. Birleşmeleri ve
ayrılmaları belki de bu yüzden o kadar kolay olmuştu. Gözlerini yumdu ve kumsalda gördüğü
o yakışıklı yüz birden kafasının içinde canlanıverdi. Hayatında bu kadar çarpıcı bir erkek
yüzü görmemişti.
Saatine bir göz attı. Öğle yemeği vakti gelmişti. Sabahın dokuzundan beri sürekli çalışıyordu.
Az sonra bir elma ve koyu bir kahveden ibaret olan öğle yemeği masanın üzerinde hazırdı.
Birkaç saat daha çalıştıktan sonra el çantasını alıp binanın vestiyer bölümüne geçti. Orada
sadece bayanların kullanabildikleri geniş beyaz odaya girdi. Bu odayı nedense çok severdi.
Her taraf aynalarla örtülüydü. Dolapların kapıları bile aynadandı. Parlak haziran güneşi
içeriyi aydınlatıyordu. Genç kadın geniş mermer lavaboya doğru yürüdü. Üzerindeki kristal
aynada yüzünün bütün hatlarını olduğu gibi görebiliyordu. İnsanı hiç. aldatmayan bir aynaydı
bu. Bütün yönlerden ışık aldığı için yansıttığı şeyi en ince ayrıntılarına kadar gösteriyordu.
Gemma genellikle sabahları evden çıkmadan önce makyaj yapar ve sonra unuturdu.
Yüzünü aynaya yaklaştırarak dikkatle inceledi. Hayır, otuz yaşında göstermiyordu. Bununla
birlikte, gözlerinin altında belli belirsiz bir yorgunluk göze çarpıyordu.
'Lanet olasıca, Kevin,' diye geçirdi içinden. Bu adam ne zaman karşılaşsalar onun moralini
bozacak bir şeyler yapıyordu mutlaka. Bu sefer de yaşlandığını, zamanın hızla akıp gittiğini
hissettirmişti ona. Gemma'nın bir an önce evlenmesini, çalışmayı bırakıp çocuk doğurmasını
istiyordu besbelli. Böyle bir şey olursa rahatlayacaktı sanki.
Evhamlanmamalıydı. Bir kere teni pürüzsüzdü. Gergin ve yumuşaktu İlk gençliğinden bu
yana teni çok güzeldi ve bu özelliklerinin hiçbirini kaybetmemişti. Koyu renk saçlarını
çalışırken daha rahat etmek için topuz yapardı. Bu haliyle oldukça mazbut bir görünüşü
oluyordu. Ama hep böyle dolaşmak zorunda değildi. Firketeleri çıkardı ve saçlarını
omuzlarına dağıttı. Şimdi daha iyi görünüyordu. İri gözleri gün ışığında pırıl pırıldı. Değişik
bir göz rengi vardı. Kahverengi ile yeşil arası. Dudakları dolgundu. Onları diliyle hafifçe ısla
tıp yakından baktı.
Evet, endişeye gerek yoktu. Rahatlıkla güzel bir kadın olduğunu söyleyebilirdi.
Bakışlarında hoş bir ifade vardı şimdi. Fakat aynı bakışlarda biraz hesapçılık yok muydu?
Yani işbilir bir kadının kılı kırk yaran, her şeyi hesap eden bakışları... Belki, biraz, ama bunu
herkes fark edemezdi.
Birkaç adım ilerleyip boy aynasında vücudunu inceledi. Dikkatle yaptığı diyet faydasını
göstermişti, vücudu hiç bozulmamıştı.
Odadan çıkıp merdivenlere yöneldi. Her zaman çok yumuşak adımlarla yürürdü, tıpkı bir
kedi gibi. Alt basamakta postacıyı gördü. Bu adamla hep şakalaşırdı.
Gülümseyerek, "Merhaba," dedi. "Bugünün şanslısı kim?"
"Maalesef size bir şey yok, bayan," diye karşılık verdi postacı.
Gemma bahçeye çıktı. Çalışmayla geçen uzun saatlerden sonra işyerinden ayrılmadan
bahçede küçük bir tur atmayı severdi. Havada hoş bir koku vardı. Çiçek tarhlarının arasında
dolaştı. Leylaklar o gün sanki her zamankinden daha güzel kokuyorlardı. Ağaçların yemyeşil
yaprakları parlak güneş ışığının altında pırıl pırıl parlıyorlardı. Şirketin kurucusu Prens
Albert'in mermer büstü her zamanki gibi kımıldamadan durmuş binaya doğru bakıyordu.
Bahçede küçük bir tur attıktan sonra dışarı çıktı. Yandaki okuldan öğrenciler çıkıyordu.
Herhalde bir kutlama vardı, çünkü çeşitli kıyafetlere bürünmüş çocuklar çok neşeli
görünüyorlardı. Trafik polisi arabaları durdurup çocukların karşıdan karşıya güvenle geç-
melerini sağladı. Gemma da onlarla birlikte geçti. Tam önünde küçük çocuğunun elini sıkı
sıkı tutmuş genç bir anne yürüyordu. 'Benden en az beş yaş küçük,' diye içinden geçirdi
Gemma. Her zaman Round Pond'dan giderdi. Fakat o gün başka bir yolu denemeye karar
vermişti. Hava gerçekten çok güzeldi. Uzunca bir yürüyüş onu rahatlatacaktı.
Dar sokaklardan geçerek Serpentine Köprüsü'ne çıktı. Hızlı adımlarla yürüyor, derin derin
nefes alıyordu. Ansızın gözüne karşıdan gelen bir adam ilişti ve o anda soluğu kesilir gibi
oldu. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı. İster istemez adımlarını yavaşlattı. Dikkatle
bakıyor, fakat bir türlü emin olamıyordu. Uzun boylu adam ağır adımlarla onu doğru
yaklaşıyordu. Altında bir kot pantolon, üzerinde bir gemici fanilası vardı. Çıplak ayaklarına
basit sandaletler geçirmişti. Aralarındaki mesafe azaldıkça genç kadının heyecanı artıyordu.
Gemma olduğu yerde kalakalmıştı. Adam koyu renk bakışlarını onun yüzüne çevirdi. Bir
süre hiç kımıldamadan birbirlerine baktılar.
Yanılmıştı. Gülümsemeye çalışarak, "Özür dilerim," dedi. "Sizi tanıdığım birine
benzettim."
"Fark etmez," dedi genç adam. "Şu andan itibaren tanışmış sayılırız."
"Ama... benim gitmem gerekiyor. Tekrar özür dilerim."
Gemma hızlı adımlarla uzaklaştı. Nasıl böyle bir hata yapardı. Bir kere bu adam çok gençti.
En azından öyle komik bir kıyafetle dolaşacak kadar gençti. Ayrıca Bart Rule gibi bir adamın
kentin orta yerinde böyle acayip bir kılıkta dolaşması mümkün müydü? Kostümlerini mutlaka
Savile Row'da yaptırıyordu. Ayrıca o kadar zengin birinin kent içinde yürüyerek dolaşması
da pek mümkün değildi.
Geçen gün onunla bir kez daha görüşebilmek için yeterince uğraşmamıştı. Bu durum içinde
belli belirsiz bir pişmanlık yaratıyordu.
Bu adamda olağanüstü özellikler görmesi tam bir saçmalıktı. Onun da diğer insanlar gibi
olduğunu düşün-meye zorlamalıydı kendini. Bu düşünceler içinde eve girdi. İçersi birden çok
ıssız göründü gözüne.
Bu evi Kevin'le arasındaki ilişki sona erdikten sonra satın almıştı. İpotekten kurtarmak
biraz zor olmuştu. Ama ne pahasına olursa olsun kendisine ait bir yeri olsun istiyordu.
İstediği gibi dekore edip kullanabileceği bir yer. Hafta sonlarını ailesiyle birlikte geçiriyordu.
Ama yine de insanın anahtarla açıp girebileceği, evim diyebileceği bir yeri olmalıydı.
Ama nedense geçen gece eve geldiğinde içinde garip bir boşluk hissetmişti. Evin içi adeta
birden ıssızlaşmış- tı.
Akşam yemeği olarak hafif bir şeyler yedi. Sonra kütüphaneye geçip birkaç iş mektubu
yazdı. Uzunca bir alışveriş listesi hazırladı. Bunu yapmak zorunda değildi aslında. Ama
nedense bir şeylerle oyalanmak istiyordu. Sonunda televizyonun karşısına geçti. Berbat bir
polisiye filmi bir süre kadar boş gözlerle seyretti. İçinde o güne kadar hiç yaşamadığı garip
bir sıkıntı vardı. Bir tür dalgınlık. Sonunda televizyonu kapatıp yatağına girdi. Uzun zaman
uyuyamadı.
Düşünmesi gereken bazı şeyler vardı. Köprünün üzerinde karşılaştığı o adam ve birden
kapıldığı heyecan hayatında eksik olan bir şeyleri vurgulamıştı sanki. Adamı ilk bakışta Bart
Rule'a benzetmişti. Ertesi gün sabahın ilk saatlerinden itibaren kafasının içinde çok canlı
birtakım fotoğrafların varlığını hissetti. O uzun boylu, güçlü adam kumların üzerinde ağır
adımlarla yürüyerek ona yaklaşıyordu. Jilly'i kucağında taşımaktaydı. Yüzü güneş yanığı,
koyu gri gözlerinde ciddi, ama gülümseyen bir ifade...'
Kevin'den ayrıldığından beri hiçbir erkek onu böylesine çarpmamıştı. Kapıldığı cazibenin
gücünü ilk anda belki biraz küçümsemişti, ama zaman geçtikçe bunun nasıl büyüleyici bir
duygu olduğunu daha iyi anlıyordu. Kevin'i özellikle ilişkilerinin son döneminde daha iyi
tanımıştı. Birlikte olmak istediği erkek o değildi. Bunu anladığında ilişkiyi kesmekte tereddüt
etmemişti. Bu ayrılık bazı alışkanlıkların kesintiye uğramasına rağmen onu fazla
sarsmamıştı.
Tamamen özgürdü. Dolayısıyla Bart Rule gibi bir adamla görüşmemesi için ortada hiçbir
neden yoktu.
Tamsin'in onun hakkında anlattıklarını tekrar düşündü. Bart Rule geçen yıl eşinden
ayrılmıştı. Boşandıktan hemen sonra Rule Elektronik'i elden çıkarmaya karar vermişti. Gerçi
bu bir söylentiydi, ama ateş olmayan yerden duman çıkmazdı. Belki de Bart Rule hayat
tarzını değiştirmek istiyordu. Eğer böyleyse yapmayı düşüneceği ilk şey oturmakta olduğu
evi veya apartman katını elden çıkarmaktı.
Evini satmak veya kiralamak istemesi Gemma için fark etmezdi. Her iki durumda da ona
hizmet sunabilirdi. Bu durumda onu telefonla araması son derece doğal olacaktı. Onu nerede
bulabilirdi? Büyük ihtimalle hâlâ Felicity'deydi. Fakat herhalde telefona bakan sekreteri filan
vardı. Ona Bart Rule'la özel olarak görüşmek istediğini söyleyebilirdi. Eğer talihi yardım
ederse onunla iş yapabilirdi. Etmezse de kaybedeceği bir şey olmazdı.
Uzun bir sabah yürüyüşünün ardından bürosuna girdiğinde kafasının içi bu düşüncelerle
doluydu. Çantasını bir koltuğun üzerine fırlatıp masasının başına geçti. Uzun süre bakışlarını
masanın üzerinde duran telefondan ayıramadı.
Rule Elektronik'in numarasını bulup çevirdiğinde önce Mr. Rule adına kiminle
görüşebileceğini sordu. Kişisel yardımcısı ya da sekreteri var mıydı? Konuştuğu adam ona
Mr. Derby diye birinden söz etti. Bu adam Bart Rule'un hem kişisel yardımcısı hem de
sekreteriydi. Dolayısıyla Mr. Rule'a ulaşmak isteyen birinin işe ondan başlaması
gerekiyordu.
"Sizi bağlayayım mı?" dedi telefondaki ses. "Lütfen," diye karşılık verdi Gemma.
Karşı tarafta bir sessizlik oldu. Sonra küçük bir tıkırtı ve ardından bir kadının iş bilen,
soğuk sesi duyuldu. Gemma neden aradığını bir solukta anlattı.
"önce Mr. Derby'ye danışmalıyım," dedi kadım "Sizi sonra ararım."
Bu sözlerden sonra gergin bir bekleyiş başladı. Telefon çalar çalmaz Gemma ahizeyi kaptı.
Mr. Derby karşısındaydı.
"Mr. Rule'un zamanı çok değerlidir," dedi adam. "Özellikle son sıralarda hiç boş vakti
yok. Eğer buraya kadar gelip benimle görüşürseniz bir anlaşma yapabiliriz. Daha sonra ben
kendisine durumu anlatırım."
Gemma telefonu kapadıktan sonra, 'Bu da bir şey,' diye düşündü. En azından önerisi
dikkate alınmıştı. Mr. Derby ilk anda ona güvenmemekte haklıydı. Bu durum genç adamın
tam bir inziva hayatı yaşamak istediğini ortaya koyuyordu. Gazetecilerden ve bütün yabancı-
. lardan uzak duruyordu.
Telefon görüşmesi Gemma için ufak da olsa bir zaferdi. Böylelikle Rule imparatorluğuna
ilk adımını atmıştı. Bir dahaki adım onu daha da içerlere götürecekti. Akşama doğru saat
beşte imparatorluğa ikinci adımını atacaktı.
Artık bunları düşünmemeli, işine bakmalıydı. Müşterilerden birinin gönderdiği mektubu
inceledi. Adam evini satamıyordu ve çok acelesi vardı. Gemma o semtteki ev fiyatlarını
gösteren listeyi bilgisayarda bulup inceledi. Adama, uygun fiyatları gösteren bir mektup yaz-
dı. Evi için belirlediği fiyat çok yüksekti. Bu durumda hemen müşteri bulması mümkün
değildi.
Daha sonra bilgisayardaki verileri kontrol etmeye başladı. Kevin ile Lynn'e uygun bir ev
bulmalıydı. Birkaç örneği ayrı bir yere kaydetti. Bu evlerle ilgili gerekli soruşturmayı
yaptırıp Kevin'e bir an önce habervermeliydi.
Günlük raporları incelemeye başladı. Emlak fiyatları ve kiralar semtlere ve zamana göre
sürekli değişiyordu. Bu yüzden hemen her gün durumu yeni baştan ele alıp incelemesi
gerekiyordu.
İşi bittikten sonra saatine bir göz attı. Daha vakit vardı. Bir önceki gün teybe kaydettiği
raporu tekrar dinlemek istedi. Teybi çalıştırdı. Önüne bir kâğıt çekip rastgele şekiller
çizmeye başladı. Üçgenler, daireler, dikdörtgenler çiziyordu. Sonra birden aracın sesini
dinlemediğini fark etti. önündeki kâğıdın üzerindeki şekiller bir insanın yüzünü andırmaya
başlamıştı.
/Aracı kapatıp elini alnına koydu. 'Ne oluyor bana?' diye geçirdi içinden. Her şey o
kumsalda rastladığı adamın yüzünü hatırlatıyordu ona. En olmayacak şeyler bile.
Saatine bir kez daha göz attı. Artık hazırlanmalıydı. Yandaki odaya geçerek ciddi
görünüşlü bir etek- ceket giydi.
Saat beşe tam iki dakika kala Rule Elektronik'in asansöründeydi. Asansör son derece
gösterişli bir fuayeye açıldı. Gemma kendinden emin adımlarla ilerledi. Telefondaki kızı ilk
bakışta tanımıştı. Yüzü de sesi kadar ciddi ve soğuktu. Gemma kendini tanıttı. Kız gü-
lümseyerek iç telefonla Mr. Derby'ye haber verdi. Sonra kibar bir şekilde Gemma'ya kapıyı
gösterdi. Gemma ona gülümseyerek gösterdiği kapıyı açtı ve içeri girdi. İçerde kimseler
yoktu. Rahat koltuklardan birine oturup beklemeye başladı. Bir kaç dakika sonra Mr. Derby
içeri girmişti. Öldukça sert, hatta saldırgan görünüşlü bir adamdı. Bununla birlikte genç
kadımn uzun açıklamalarını büyük bir sabırla dinledi.
Gemma sözlerini bitirdiğinde derin bir sessizlik oldu.
"Bu konuda bir rapor hazırlamam gerekiyor, tabii," dedi Mr. Derby. "Şirketimizde işler
hep böyle yürür.
Kendi başıma karar vermem söz konusu değil."
Bir şey daha söyleyecekti, ama tam o sırada kapı açıldı. Gemma soluğunun kesildiğini
hissetti. İçeri giren Bart Rule'dan başkası değildi. Üzerinde plajda gördüğü giysinin bir
benzeri vardı. Bir gemici fanilası, altında bir kot pantolon ve bir lastik ayakkabı. Tek fark
üzerindeki beyaz ceketti.
Mr. Derby onu görünce ayağa kalktı. "Merhaba, Bart. Bir aksilik mi oldu?"
"Evet, teknenin motorunda bir gariplik var." Sırt çantasını çevik bir hareketle omzundan
kaydırıp yere bıraktı.
"Bu yüzden mi bir hafta erken döndün. Önceden haber verebilirdin. Ben de sandım ki..."
"Neden erken döndüğümü sen gayet iyi biliyorsun, Jim."
"Biliyorum, ama..." Mr. Derby çaresizliğini gösteren bir jest yaptı.
"Benden bir şey saklamamalısın," dedi Bart, bıkmış bir tavırla. "Olup bitenleri bana açık
açık anlatmanı istiyorum."
"Bilirsin, senden bir şey saklamam."
Odanın bir köşesinde oturduğu yerde iyice büzülen Gemma iki adam arasında geçen
konuşmayı büyük bir ilgiyle izliyordu. Rule Elektronik'teki insan ilişkileri biraz garibine
gitmişti. Bir patronun yanında çalışan biriyle böyle konuştuğuna ilk kez tanık oluyordu. Son
derece samimi bir havaları vardı. Sanki aralarında bir iş ilişki değil de derin bir dostluk
varmış gibi.
"Neyse," dedi Bart. "Bu meseleyi sonra konuşuruz."
Gemma'ya yaklaşırken birden durdu. Şaşırmış gibiydi. "Merhaba," dedi. "Ne işin var
burada senin?"
"Beni hatırladınız mı?"
"Elbette. Readymoney Plajı'nda karşılaşmıştık. Geçen cumartesi."
O anda Gemma avuçlarında bir sızı hissetti. Tırnaklarını avuçlarına batırmıştı çünkü.
Yumruklarını biraz gevşetti. Telaşa kapılmamalıydı. Onun gri gözlerinin içinde kaybolmuş
gibiydi.
"Çocuklar nasıl?"
Gemma sorunun anlamını ilk anda kavrayamadı. Sonra gülümsedi. Onu hâlâ çocukların
annesi sanıyor olmalıydı. Bart'ın dudaklarında çok tatlı bir tebessüm belirmişti. Çocukları
ve onlarla geçirdiği o kısa beraberliği düşünüyordu herhalde.
"Çok iyiler... Şey, aslında..."
"Bana, Bart, diyebilirsin."
"Gemma Roseveare buraya bir iş için geldi," diyerek araya girdi, Mr. Derby. "Greatwoods
konusunda seninle görüşmek istedi. Satış işleriyle ilgileniyor."
"Öyle mi?" Genç adam gözlerini kısarak Gemma' yı dikkatle inceledi. İnanmıyormuş gibi
bir hali vardı.
"Ben Drew Brothers'da çalışıyorum," dedi genç kadın. Nedense kendisini zor durumda
hissetmişti. Buraya gelmesinin bir nedeni olmalıydı, öyle değil mi? Derin bir soluk aldı. İş
hayatında kullandığı' o ciddi ve inandırıcı ses tonunu hemen bulmalıydı.
Bart odanın içinde bir tur attı. Tam genç kadının önüne gelince durdu. Kaşlarını hafifçe
çatmış dikkatle bakıyordu.
"Drew Brothers," diye mırıldandı. "Şu emlak şirketi, öyle mi?"
Gemma başını salladı. "Evet," dedi. "Oldukça büyük bir şirkettir, biliyorsunuz."
"Bu da ne demek oluyor?" Bart gözlerinde öfke kı- vılcımlarıyla Mr. Derby'ye dönmüştü.
"Bu da nereden çıktı şimdi? İnsanlar akbabalar gibi başıma üşüşüyorlar."
Akbabalar sözü genç kadının yüzüne bir tokat gibi çarptı. Bu kadarını beklemiyordu
doğrusu. "Beni incitiyorsunuz," diye mırıldandı.
Kısa bir sessizlik oldu. "Özür dilerim," dedi genç adam. "Özellikle sizi kastetmek
istememiştim. Mrs...
Roseveare'ydi değil mi?"
Gemma başını salladı. Altüst olmuştu. Ama cesaretini kaybetmemeliydi. Oturduğu yerde
biraz dikleşip kollarını göğsünde kavuşturdu.
"Evet, adım Roseveare, Mr. Rule, ben..." "Bir Cornvvall ismi," diye mırıldandı genç adam.
Şimdi onu hayatında ilk kez görmüş gibi bakıyordu. "Cornwall'den biriyle evli
olmalısınız."
Gemma bir solukta evli olmadığını ve o çocukların annesinin kendisi değil kızkardeşi
olduğunu söylemek istedi. Fakat özel bir konuya girdiği anda kendine güvenini
kaybedeceğini düşünerek sustu.
"Fovvey'de doğdum," dedi resmi bir tavırla, "ilginç. Oradan neden ayrıldınız?" Genç
kadın omuzlarını kaldırdı. "Siz de oradan ayrıldınız," dedi, "Sanırım aynı nedenlerden
ötürü."
"Anlıyorum. Benim oradan neden ayrıldığımı herhalde öğrenmişsinizdir. Benimle pek
ilgilidirler. Özellikle gazeteciler. Beni bir türlü rahat bırakmıyorlar."
Yüzünde sıkıntı dolu bir ifade belirmişti bunları söylerken. 'Hayatından memnun değil,'
diye içinden geçirdi Gemma. Onu biraz daha fazla konuşturabilirdi, öğreneceği en küçük
ayrıntılar bile önemliydi onun için. Kısa bir an duraksadı. Onun hakkında gerçekten de çok
şey söylemişlerdi. Özellikle-Tamsin, neredeyse genç adamın bütün hayat hikâyesini
anlatmıştı.
"Geçen cumartesi olanları kastediyorsunuz, herhalde."
"Evet, o lanet olasıca gazeteciler beni her gittiğim
yerde izliyorlar."
"Olayı biliyorum," dedi genç kadın. "Bu kadar telaşlanmanıza bir anlam veremedim
doğrusu. Alt tarafı yerel gazetede bir paragraflık bir haber yapacaklardı."
"Bir paragraflık, öyle mi? Bu işlerden hiç anlamadığınızı görüyorum."
Genç kadın fazla üstelemenin doğru olmayacağım düşündü.
"Evet, pek anlamam."
"Yerel basında çıkacak bir paragraf sadece bir başlangıç anlamına gelir. Çok sıkıcı bir iştir
bu. Gazetelerde hakkımda yalan haber okumaktan bıktım."
Odanın içinde derin bir sessizlik oldu. Genç adam bir aşağı ve yukarı gidip geliyordu. Sonra
birden, aklına bir şey gelmiş gibi durdu.
"Demek, Greatvvoods meselesini halletmek için beni aradınız."
'Nihayet,' diye içinden geçirdi genç kadın. Az önce açılan konu çok tehlikeli noktalara
sapabilirdi. Bu yüzden bir an önce iş konuşmaya başlamak gerekiyordu.
"Evet," dedi. "Evi satmayı mı yoksa kiraya vermeyi mi düşünüyorsunuz."
"Satacağım, öte yandan, Belgravia'da bir apartman katı var. Onu da kiraya vermek istiyorum.
Hepsini başımdan atıp kurtulacağım."
"Yaa," diye mırıldandı Mr. Derby. "Bu kararını bize söyleyebilirdin, Bart."
"Yeni karar verdim. Böyle şeyleri ilk önce gelip sana söylediğimi gayet iyi bilirsin, öyle
değil mi?"
"Evet. Demek hayatında değişiklikler yapmak istiyorsun. Gezi sırasında karar verdiğin başka
şey var mı?"
"Evet. Konuşmamız gereken bir kaç şey daha var. Şimdi Mrs. Roseveare'yle biraz yalnız
görüşmek istiyorum."
"Neden olmasın," dedi Derby, masanın üzerindeki mektupları işaret ederek. "Sen yokken bir
sürü şey birikti."
"Gözden geçirip ayıklar mısın, lütfen. Boşa zaman kaybetmek istemiyorum." Genç kadına
başıyla gelme-sini işaret ederek kapıya doğru yürüdü. Birden aklına bir şey gelmiş gibi durdu.
"İşin bittikten sonra birer içki içelim mi, ne dersin?"
Mr. Derby gülümsedi, 'İstediğin zaman konuşabiliriz, Bart. İşin bitince bana haber ver."
"Teşekkürler, Jim."
Aralarındaki samimiyet genç kadını şaşırtıyordu. Bu şirkette insan ilişkilerinin çok daha
resmi olacağını düşünmüştü nedense.
Genç adamın peşinden yürüdü. El çantasını sıkı sıkı tutuyordu. Bu durum sinirlerinin biraz
zayıfladığını gösteriyordu aslında. 'Bakalım neler olacak,' diye düşündü. Biri camlı olan çift
kapıdan geçtiler. Burası genç adamın özel çalışma odası olmalıydı. Muhteşem bir çalışma
masası ve çok gösterişli koltuklar vardı, dekorasyonu da çok moderndi. Bart yer gösterince
Gemma oturdu. Sinirli sinirli eteğini çekiştirdi. Genç adam onun yüzüne bakmamak için özel
bir çaba harcıyor gibiydi. Düşünceli bir hali vardı. Duvardaki bir düğmeye basarak, "Bize çay
getirin, lütfen," dedi.

Bölüm Üç

Böyle bir şeyi rüyasında görse inanmazdı. Bart Rule'la aynı odadaydı. Rule Elektronik'in ta
kalbine girmeyi başarmıştı. Bu kadarını beklemiyordu doğrusu.
Odanın havası sürekli temizleniyordu ve geniş camlar bütün kenti gözler önüne seriyordu.
Camlar güneş ışığına göre açılıp koyulaşabilen cinstendi. Masa ve koltuklar da dahil bütün
eşyalar çok kaliteli ahşaptan yapılmıştı. Bununla birlikte cam ve çelik de dekorasyonda
önemli bir rol oynuyordu. Çalışma masasının tam arkasında bir sehpanın üzerinde çok
gelişmiş, ama oldukça küçük bir bilgisayar durmaktaydı. Duvarda nefis bir yağlıboya tablo
vardı. Fırtınalı bir havada kayalara çarpmak üzere olan bir yelkenlinin resmiydi bu.
Çalışma masasının hemen yanında daha küçük bir başka masa duruyordu. Üzerindeki
elektronik yazı makinesine bakılırsa özel sekreter için olmalıydı.
Gemma çevreye bakarken genç adam odanın bir köşesinde kollarını göğsünde kavuşturmuş
onu izlemekteydi. Sonra ağır adımlarla gelip karşısındaki koltuğa oturdu.
"Bütün bu gördüklerin bir zamanlar babama aitti," diye mırıldandı Bart. Tam karşısında
oturan genç kadının bakışlarını izleyerek, "Evet, bu masa da," diye ekledi.
"Dekorasyonda iki ayrı kuşağın izleri var," diye mırıldandı Gemma.
"Aynı şey ev için de geçerli."
Ne demek istiyordu?
Bart onun kafasında beliren soru işaretini anlamış gibi, "Anılarla dolu bir ev emlakçı
aracılığıyla satılığa çıkarılmamalı," dedi.
Genç kadın hafifçe kızardığını hissetti. "Emlakçıları katil gibi görüyorsunuz, galiba."
"Yoo, o kadar değil. Unutmayın ki, ben daha çocuk yaştayken bir şeyler alıp satmaya
başlamıştım." "Ama bizim işimiz sadece bu değil." "Yok canım. İç çamaşırı alıp satar gibi
ev alıp satıyorsunuz."
Bu kadarı da fazlaydı. Gemma uzanıp çantasını aldı. Ayağa kalkmaya hazırlanırken, "Size
yardım edebileceğimizi ummuştum, Mr. Rule," dedi. "Yanıldığımı şimdi anlıyorum.
Gösterdiğiniz kabalığa tahammül edecek bir başka firma bulsanız iyi edersiniz." "Oturun!"
Bu bir emirdi. Ama genç kadının orada daha fazla kalmaya niyeti yoktu. Yerinden kalkıp
kapıya doğru yürüdü.
"Herkese emir vermeyi ve bu kadar kaba davranmayı nasıl öğrendiniz, bilmiyorum."
Genç adam hemen yerinden fırlayıp birkaç adımda onun yolunu kesti. Gemma
kımıldamadan durdu. Bart gerçekten de çok uzun boylu ve güçlü bir adamdı. Ona bu kadar
yakın olmak tedirginlik veriyordu. İster istemez birkaç adım geriledi. Böylelikle kapıdan da
iyice uzaklaşmış oldu. Bütün sinirleri ayağa kalkmıştı. Konuşmaya başlasa mantıklı ve
sakin sözler söyleyemeyeceğini biliyordu. En kötüsü de Bart'ın dudaklarındaki insanı
çileden çıkaran alaycı tebessümdü.
Genç adam kollarını iki yana açarak odanın ortasına doğru yürüdü, "özür dilerim."
Tam bu sözleri söylemişti ki kapı açıldı ve içeri elinde bir tepsiyle orta yaşlı bir kadın
girdi. Genç adam, "Teşekkürler, Beth," dedi. "Masanın üstüne bırakıver, lütfen."
Beth tepsiyi bıraktı. Odadan çıkarken Gemma'ya sempatik bir tebessümle bakmayı ihmal
etmedi. Onun zor durumda olduğunu bir bakışta anlamıştı sanki. Genç adam oldukça sakin
görünüyordu şimdi. Beth tam kapıdan çıkmak üzereyken, "Clare'in doğum günü partisi nasıl
geçti?" diye sordu.
"Çok eğlendi, Mr. Rule. Oyuncak ayı onu çok sevindirdi. Ona daha güzel bir hediye
alamazdınız, doğrusu."
"Bana yazdığı teşekkür mektubu çok sevimliydi. Sarılı, mavili, yeşilli kenar süsleri çok
güzeldi."
Gemma bu konuşmayı hayretle dinliyordu. Bir kez daha aynı şeye tanık olduğunu düşündü.
Bu şirkette insan ilişkileri gerçekten de çok garipti. Bart Rule yanında çalıştırdığı insanlarla
tam bir dostluk kuruyordu demek. Oysa başka şirketlerde patronlar bunun tam tersini
yapmaya özen gösterirlerdi.
Yalnız kaldıklarında genç adam Gemma'ya döndü.
"Bana hâlâ kızıyor musun?"
"Kızmam mı gerekiyor," diye karşılık verdi genç kadın. Sesinin buz gibi olmasına özen
göstermişti.
"Senden bir kez daha özür diliyorum," dedi genç adam. "Senin gibi biriyle ilk kez iş
konuşuyorum. Çaylarımızı alalım. Sana açıklamaya çalışacağım."
"Hiç gerek yok."
"Bence var. öncelikle şunu belirtmek isterim ki, bu tür işleri bizzat çözmeye alışkınım. Yani
ilk kez biri gelip bana yardım teklif ediyor."
Gemma hafifçe alt dudağını dişledi. Aslında adam haklıydı. Durumunda ve ısrarında bir
gariplik olduğunu sezinlemişti.
"Süt ya da şeker ister misin?"
"Ben mi? Şey... hayır."
"Pekâlâ."
Genç adam gümüş çaydanlığı alıp fincanları doldurdu. Gemma kendisine uzatılan fincanı
alırken elleri titriyordu.
Karşılıklı oturuyorlardı ve odanın içinde derin bir sessizlik vardı. Genç kadın elindeki
fincana büyülenmiş gibi baktı. Çok ince, mavi Çin porseleninden yapılmıştı.

Üzerinde çiçek desenleri vardı.


"Ne güzel porselen," diye mırıldandı. "Böylesine değerli antika parçaları günlük hayatta
kullanmak doğru değil bence."
"İlk satın alındıklarında annem de kelimesi kelimesine böyle söylemişti."
Gülümsüyordu. Sesi sıcak ve yumuşaktı şimdi. Oldukça rahat görünüyordu.
"Demek bunlar da anne ve babanıza ait."
"Evet, pek çok şey gibi." Bu sözlerden sonra derin bir sessizlik oldu. Genç adam bir şeye
karar vermiş gibi öne doğru eğilerek, "Mrs. Roseveare," dedi. "Şunu bilmenizi isterim ki,
emlak işiyle uğraşan insanlara karşı bir önyargım yoktur. Sadece bu işin kendisinden
hoşlanmıyorum o kadar."
Genç kadın boşalan fincanı dikkatle sehpanın üzerine bıraktı. Sıradan bir sohbet başlatma
girişimi başarısızlığa uğramıştı.
"Geçen cumartesi gününü hatırhyor musunuz?" diye ansızın sordu genç adam.
Gemma başını sallamakla yetindi.
"Çok hoş bir görünüşünüz vardı. Yani, çocuklarla birlikte. Uzun yıllardır böylesine insani
bir manzara gördüğümü hatırlamıyorum."
"Böyle düşündüğünüz için sevindim, ama..."
"Özel olarak sizden de çok hoşlandım. Uzun süredir denizde yaşıyorum. Bazen açılıyor
günlerce tek bir insan yüzü bile görmüyorum. O gün kendimi birden çok sıcak bir aile
ortamının içinde hissediverdim. Doğrusunu isterseniz, mucize gibi bir şeydi bu ve beni çok
etkiledi."
"Fakat Mr. Rule..."
"Sözümü kesmeyin, lütfen. Sonra buraya geldim ve birden sizi karşımda gördüm. Çok
başka bir biçimde. Kumsalda gördüğüm o yumuşak, sevecen kadın gitmiş, yerine bir iş
kadını gelmişti."
"Ne yapabilirdim? Benim işim bu."
"Elbette, haklısınız. Ben sadece nasıl şaşırdığımı anlatmaya çalışıyorum. Bu şaşkınlık
nedeniyle size karşı kaba davrandım. Tekrar özür diliyorum."
Gemma ona dikkatle baktı. Hayır, bu sözlerin samimiyetinden kuşku duyamazdı.
"İstediğinizi düşünmekte serbestsiniz, Mr. Rule," diye mırıldandı. "Ama küçük bir hata
yapıyorsunuz. O çocuklar benim değildi."
Genç adam birden şaşırdı. Gözlerini kırpıştırarak Gemma'ya baktı.
"Onlar kızkardeşimin çocuklarıydı."
"Peki sizin hiç çocuğunuz yok mu?"
Bu soruyu yüzünde öyle şaşkın bir ifadeyle sormuştu ki Gemma kendini tutamayıp güldü.
"Ben evli değilim ki, Mr. Rule."
Bu sözler adeta havada asılı kaldı. Gemma genç adama gülümseyerek bakıyordu. Neden bu
kadar şaşırmıştı?
"Demek kızkardeşinizin çocukları," diye mırıldandı Bart. Sonra gülümsedi. "Onları çok
seviyor olmalısınız."
"Siz de çok sevdiniz herhalde. Ayrıca onlar da sizi çok sevdiler. Eve döndüğümüzde uzun
süre sizden söz ettiler."
"Gerçekten mi?" Genç adamın gözleri sevinçle parladı. "Ben de onları çok düşündüm.
Kumsalda çok hoş bir görünüşünüz vardı. Çok mutluydunuz."
Bunları söyledikten sonra ayağa kalkıp pencereye doğru yürüdü. Çok duygulanmış gibi bir
hali vardı. Gemma genç adamın sert profilini inceliyordu. Çok şaşırmıştı. Onu bu kadar
etkilediklerini bilmiyordu doğrusu.
Çok yakışıklıydı. Gemma ona bakarken soluğunun kesildiğini hissetti. Böyle bir duyguyu ilk
gençliğinden bu yana ilk kez yaşıyordu. Sırtı ürperiyordu. Odanın içinde derin bir sessizlik
vardı şimdi. Genç adam pencerenin önünde durmuş, elleri pantolonunun ceplerinde, uzaklara
bakıyordu.
Bir şeyler yapmalıydı. En iyisi yeniden iş kadını havasına bürünmekti. Yavaşça uzanıp
çantasını aldı. Açıp içinden not defteriyle dolmakalemini çıkardı. Onun dikkatini çekme
isteğiyle çantayı biraz gürültü ederek kapadı.
Fakat lafa nereden başlayacağını bilemiyordu. Yaptığı teklif az önce geri çevrildiğine göre
daha başka bir yol denemeliydi. Not defterinin sayfalarını hızlı hızlı çevirdi.
Yoksa gitse miydi? îş konusunda tekrar bir konuşma başlatmanın pek bir anlamı yoktu.
Üstelik çayını da içmişti. Birden içinde bir yorgunluk duydu. Not defterini Çin porseleninin
yanma bırakıp arkasına yaslandı. Genç adam hâlâ pencerenin önünde kımıldamadan
duruyordu.
Konuşacakları başka bir şey kalmamıştı. En iyisi bu ziyarete burada son vermekti. Tam bir
şey söyleyecekti ki, genç adam döndü. Ağır adımlarla odanın ortasına doğru yürüdü.
Sehpanın üzerindeki not defterini görmemişti. Gemma dolmakalemini elinde sinirli sinirli
çeviriyordu.
Bart yazı masasına yaslanıp ona döndü. Gözlerinin içine bakarak, "Adınız Gemma'ydı
öyle değil mi?" dedi.
Çok yumuşak bir sesle söylemişti bu sözleri. Genç kadın başını salladı.
"Burada olduğun için çok memnunum, Gemma."
"Gerçekten mi?"
Genç adam gülümsedi. "Evet," dedi. "Gerçekten."
"Teşekkür ederim."
"Sadece çok güzel bir kadın olduğun için değil."
"Güzel mi?"
Gemma iyice şaşırmıştı. Bakışlarını onun gözlerinden ayıramıyordu. Bu iltifatın ne yeri ne de
zamanıydı. 'Herhalde az önce yaptığı kabalığı telafi etmek için böyle davranıyor,' diye geçirdi
içinden. Otomatik bir hareketle sehpanın üzerinde duran not defterine uzandı.
Dolmakaleminin kapağını çıkardı. Ayak ayak üstüne atıp profesyonel bir tavırla ona baktı.
"Şu ev meselesini konuşmaya başlayabiliriz, Mr. Rule," dedi. "Eğer isterseniz..."
"Bana Mr. Rule, demekten vazgeç artık. Bart diyebilirsin."
"Bu benim için hiç zor olmayacak. Çürikü Cor nwall'da herkes size Bart diyor."
"Biliyorum. Peki orada size ne diyorlar Mrs. Roseveare?"
Gemma hafifçe kızardı. "Şey...oradaki adımı kullanmıyorum, genellikle."
"Ya, demek bana söylemek istemiyorsunuz."
"Şey... o isimden pek hoşlanmıyorum da..."
Genç adam gülümsedi. Gemma'nın yüzü kıpkırmızı olmuştu ve o bunun farkındaydı. Şimdi
peş peşe sorular soracaktı. Hazırlıklı olmalıydı.
"İstediğimiz şeyler her zaman olmuyor," diye mırıldandı genç adam.
"Aynı şey sizin için geçerli değil ama."
Bu sözler ağzından çıktığı anda pişman oldu. Bu adamı kızdırmanın hiç anlamı yoktu.
Ayrıca müşteri daima haklıydı. Yaptığı işin en basit ve vazgeçilmez kuralıydı bu. Ayrıca
zenginlerin de bazı sorunları vardı. Onlar da her istediklerini yapamıyorlardı. Üstelik karşı-
sındaki adam bunun en somut örneklerinden biriydi.
"Benim bir milyoner olduğum için her istediğimi yapabildiğimi sanıyorsun galiba."
Gemma bu sözler üzerine biraz telaşlandı. Alt dudağını dişledi. Bir şeyler söyleyip bu can
sıkıcı durumu düzeltmeliydi.
"Üzülmene gerek yok," diye atıldı genç adam. "Bu nu bana ilk söyleyen sen değilsin. Neyse,
biz işimize bakalım. Evet, nereden başlayacağız?"
"Evin Belgiavia'da olduğunu söylemiştiniz, yanılmıyorsam."
Genç adam yorgun bir tavırla, "Yanılmıyorsunuz, Gemma Roseveare," diye mırıldandı. "Ev
gerçekten de Belgravia'da."
"Evet, şimdi isterseniz evin özelliklerine geçelim." Profesyonel sesini bulmak genç kadını
rahatlatmıştı. Ayak ayak üstüne atarak not tutmaya hazırlandı.
"Numara yapmanıza hiç gerek yok," diye mırıldandı Bart. Yüzünde alaycı bir tebessüm
belirmişti. "Buraya kadar neden geldiğinizi ikimiz de gayet iyi biliyoruz. Beni bir kez daha
görmek istediniz, hepsi bu."
"Ne?"
Gemma ağır bir darbe yemiş gibi sarsıldı. "Ama, Mr. Rule."
"Bart."
"Mr. Rule, yaptığım iş hakkında hiçbir fikrinizin olmadığını görüyorum."
"Yanılıyorsunuz, Miss Roseveare, yaptığınız işi çok iyi biliyorum. Emlak işleriyle biz de
uzun süre uğraştık. Şunu unutmayın ki, sadece iş için buraya gelmiş olsaydınız ve ben sizi
daha önceden tanımasaydım bu büronun kapısından içeri giremezdiniz." Eliyle kapıyı işaret
ediyordu.
Gemma yavaşça dolmakaleminin kapağını kapadı ve not defteriyle birlikte çantasına
yerleştirdi. Onunla göz göze gelmemek için özel bir çaba harcıyordu.
"Rule Holding'den söz edildiğini işitmiş miydiniz?"
"Evet, sanırım."
"Emlak işleriyle de uğraşan oldukça büyük bir inşaat şirketidir. Yani gerçekten böyle bir
hizmete ihtiyacımız olsa bunu kendimiz halledebiliriz."
"Anlıyorum."
Gemma çantasını alıp yavaşça ayağa kalktı. Kafasının içi boşalmış gibiydi. "Zaman kaybına
yol açtığım için özür dilerim, Mr. Rule," dedi.
Genç adam yüksek sesle güldü. Gemma taş kesilmiş gibi ona bakıyordu.
"Sizi düş kırıklığına uğratmadığım için sevinmeli miyim, Miss Roseveare?"
"Yanılıyorsunuz. Hemen büroma dönmeliyim, yoksa size hak ettiğiniz şeyleri söylerdim."
"Söyleyin, çekinmeyin."
"Hayır, sizinle daha fazla uğraşmak istemiyorum. Bir sürü işim var."
"İkinci kez özür dilememi beklemiyorsunuz, umarım."
"Hayır böyle bir beklentim yok."
Hızlı adımlarla odanın kapısına yürüdü. Son bir kez dönüp ona baktı.
"İyi akşamlar, Mr. Rule."
Tam kapıyı açtığı anda omzuna asmak üzere olduğu çanta her nasılsa ters döndü ve
içindekiler birden halının üzerine boşaldı. Dolmakalem, not defteri, birtakım kâğıtlar. Bu
arada makyaj çantası da yere düştü ve açıldı. Gemma çantadakilerin tamamen boşalmasını
önlemek için sert bir hareket yapınca, arada bir acıktığında yemek için bulundurduğu iri
elma çantadan fır layıverdi.
Genç kadın dehşete kapılmıştı. Elma yerde yuvarlanarak genç adamın ayaklarının dibine
kadar gitti. Gemma hemen yere çömelip dökülenleri toplamaya, çantanın içine rastgele
tıkıştırmaya başladı. Kendisini çok gülünç bir vaziyette hissediyordu. Bu kadar kötü bir
duruma düşmeyi hiç hak etmemişti.
İşi bitince doğruldu. Genç adam birkaç adım ötede durmuş elindeki elmayı inceliyordu. Bir
an göz göze geldiler.
Bart elmayı ona doğru uzatarak, "Sizin mi?" diye sordu. O anda genç kadın plajda ilk kez
karşılaştıkları anı hatırladı. Bir an göz göze geldiler. Onun da aynı şeyi düşündüğüne emindi.
Elmayı hemen alıp çantasına koydu. "Teşekkür ederim," diye mırıldandı.
Çantanın hem tokası hem de fermuarı vardı. Az önce not defterini koyarken sadece tokayı
kapatmıştı. Fermuarı sert bir hareketle çekti. Tokayı sıkı sıkı kapadı.
Bu sırada Bart Rule kapının önüne dikilmişti. Gemma yoldan çekileceğini düşünerek ona
doğru iki adım attı. Fakat genç adam hiç oralı olmadı.
Ne yapmak istiyordu bu adam? Gemma çok ciddi bir tavırla, "Mr. Rule," dedi. "Lütfen
önümden çekilir misiniz?"
"Mr. Rule demekte hâlâ ısrar etmen çok garip," diye mırıldandı genç adam. Bakışlarında
tuhaf bir ifade belirmişti. Yavaşça genç kadına sokulup dirseklerinden tuttu. Çok yumuşak
bir dokunuştu bu. Şimdi Gemma onun yüzüne bakmak için başını iyice yukarı kaldırmak
zorundaydı. Yüzü genç adamın neredeyse göğüs hizasına geliyordu.
"Bırakın gideyim, Mr. Rule."
"Bart."
O anda Gemma ondan uzaklaşmak için hiçbir hareket yapamadığını fark etti. Güçlü bir
ışıkla karşılaşan bir tavşan gibi donakalmıştı sanki. Kapıya uzanmak için bir hareket yaptı.
Genç adam onu engelledi. Gü- lümsemiyordu, aksine yüzünde dalgın bir ifade belirmişti.
Gemma'nın dirseklerini tutan parmakları biraz kasıldı.
"Seninle konuşmak istiyorum."
Bunları söylerken genç kadına iyice yaklaşmıştı. Gemma göğüslerinin genç adamın beyaz
ceketli geniş göğsüne değdiklerini dehşetle fark ederek soluğunu tuttu. Genç adam onu sıkı
sıkıya tutmamasına rağmen kurtulmak için hiçbir hareket yapamıyordu. Bart'ın elleri
dirseklerinden yavaşça ayrılıp, kollarını okşayarak
omuzlarına kadar çıktı. Sonra çenesini parmak uçlarıyla hafifçe tutup yüzünü kendine doğru
çevirdi. Bir an göz göze geldiler. Koyu gri gözler sakin ve derindi. Biraz irileşmiş gibiydiler.
Genç kadın telaşa kapıldı. Onun gözlerine bakmamalıydı, başını çevirmeliydi.
Fakat hiçbir şey yapamadı. Genç adamın elleri tekrar omuzlarına dokundu, kollarından
aşağı doğru kayıp belinde durdu. Yavaşça onu kendine doğru çekti. Gemma onun
dudaklarının hafifçe aralandığını görünce gözlerini yumdu.
Yumuşak, ama uzunca bir öpüşmeydi. Genç kadın kirpiklerini araladığında yine onun
bakışlarıyla karşılaştı.
"Dinle beni, Gemma Roseveare," diye fısıldadı genç adam. "Son yarım saattir hep bunu
yapmak istedim."
Genç kadın deminden beri onun dudaklarına bakmakta olduğunu fark etti. Başını öte yana
çevirdi.
"Lütfen, lütfen bırakın beni, gideyim."
"Gerçekten gitmek mi istiyorsun? Pekâlâ."
Ellerini yavaşça genç kadının belinden çekip kapıya yaslandı ve kollarım göğsünde
kavuşturup baktı. Gemma ne yapacağını bilemiyordu. Bir an gidip koltuğa oturmakla onu
kapımn önünden çekmeye çalışmak arasında bocaladı. Az önceki yakınlık ortadan kaybolun-
ca birden kendini çırılçıplak gibi hissetmişti.
Onun kendisini öpmesini istediğini fark etti birden. Evet, bunu istemişti. Karşı koymaması
başka türlü açıklanamazdı. Üstelik onu ilk gördüğü aıı da aynı şeyi hissetmişti.
"O gün kumsalda seni gördüğüm an öpmek istemiştim," diye mırıldandı genç adam.
Gemma titrememek için dişlerini sıktı. "Evli olduğunu düşünmüştüm," diye devam etti genç
adam. "Evlilik benim için çok önemlidir, bu yüzden o düşünceyi aklımdan kovmaya çalış-
mıştım."
"Evli olduğumu düşünmeniz benim hatam değildi,"
diye mırıldandı genç kadın. Saçmaladığını biliyordu. Bart hafifçe gülümsedi.
"Evli olmadığını bilseydim mutlaka bir şeyler yapardım."
"Bence yapılacak bir şey yoktu."
"Yanılıyorsun, Gemma Roseveare. Çok hoş bir kadınsın sen."
"Değilim. Ayrıca buraya geldiğimde de benim evli olduğumu düşünüyordunuz. Evliliğe o
kadar önem verdiğiniz halde ve benimle iş yapmaya niyetiniz olmadığına göre neden
benimle konuşmak istediniz."
Bart gülümsedi.
"Seni öpmek için." Genç kadının kızardığını gördü. "Endişelenmene gerek yok," diye
mırıldandı. "Böyle durumlarda kendimi denetlemeyi çok iyi bilirim."
"Bunu işittiğime memnun oldum."
"Seninle az önce karşılaştığımda çok yorgun ve sinirliydim. Kafam bir sürü şeyle meşguldü.
Seni birden karşımda görünce çok sevindim. Biraz konuşsak, iyi olur, diye düşündüm."
"Teşekkür ederim."
"Buna gerek yok."
"Şimdi izin verin de gideyim."
"Hiçbir yere gitmiyorsunuz."
"Daha fazla kalamam. Bir sürü işim var."
"Gitmek istemediğinizi biliyorum ama."
' "Sizinle daha fazla münakaşa etmek istemiyorum, Mr. Rule."
"Bart, demelisin bana. Şu Mr. Rule sözünden hiç hoşlanmıyorum." Gülümseyerek genç
kadının gözlerinin içine baktı. "Birbirimizi daha iyi tanımalıyız. Bu yüzden kalıyorsun. Seni
daha iyi tanımaktan başka bir niyetim yok, emin ol,"
"Neden tanımak istiyorsun beni."
"İyi bir başlangıç için. Ayrıca, sana tutulmuş olamaz mıyım?"
Elleri tekrar genç kadının beline gitti. Gemma bu kez de karşı koyamayacağını anlayarak
gözlerini yumdu.
Dudakları yavaşça birleşti. Genç adamın güçlü kolları Gemma'yı belinden sıkıca kavradı.
Uzun bir öpüş'- meydi bu seferki. Genç kadın içinde bir şeylerin eridiğini hissetti. Ona biraz
daha sokuldu. Dudakları yavaşça aralandı. Uzun uzun öpüştüler.
Genç adam başını kaldırdığında Gemma'nın parmakları onun gür saçlarının içindeydi.
Birden içinde büyük bir tedirginlik hissetti. Rüya mı görüyordu acaba? Onunla böyle bir şey
yaşamak inanılır gibi değildi. Ayrıca hayatında ilk kez böyle öpüşüyordu. Bu uzun öpüş-
menin üzerinde yarattığı etki tek kelimeyle büyüleyiciydi.
Bart onun gözlerinin içine bakıp gülümsedi.
"Evet, Gemma Roseveare, sana tutulduğum, kesin."
Fazla kendinden emindi. Gemma bu durumdan hoşlanmamıştı. Bir şeyler yapmalıydı. Ne
yazık ki yapabileceği bir şey yoktu, çünkü geç kalmıştı. Genç adam ellerini ve dudaklarını
çekmeden önce bir şeyler yapabilir, hatta onu itebilirdi. Ama şimdi bu şansını kaybetmişti.
Bart ağır adımlarla odanın ortasına doğru yürüdü. "Biliyor musun, seni bir daha
görebileceğimi hiç sanmıyordum," dedi. "Benim için güzel bir anı, hoş bir fotoğraf olarak
kalacaktın. Beni görmek için buraya kadar gelmen müthiş bir olay."
"Satış işini konuşmak için gelmiştim, Mr. Rule."
"Ama olmadı. Burada başka bir şey buldun."
Genç kadın ellerini sinirli sinirli ovuşturdu. "Aptalca hareket ettim," diye mırıldandı.
"Hiç de değil. Seninle tekrar karşılaşmak beni mutlu etti. Artık ortadan kaybolmana izin
veremem Gemma Roseveare."
"Bir şey söyleyebilir miyim, Mr. Rule."
Genç adam sabırsızlandığını belli eden bir hareket yaptı. "Bana Mr. Rule demekten ne
zaman vazgeçeceksin?"
"Kibar davranmakla bir şey kaybetmeyiz."
"Kibarlık değil dürüstlük istiyorum. Benimle konuşurken açık ve samimi olmalısın. Bak,
gitmeden önce Jim'le konuşmak zorundayım, biliyorsun."
"Size engel olmayayım."
Genç adam o anda başka şeyler düşünüyor gibiydi. Gözlerini hafifçe kısmış dikkatle
Gemma'ya bakıyordu.
"Bizi birbirimize bağlayan çok önemli bir şeyin varlığını hissediyorum."
"Bilmece gibi konuşuyorsun, Bart Rule."
"Neden söz ettiğimi gayet iyi biliyorsun, Gemma Roseveare."
Gerçekten biliyor muydu? içinde yükselen bir şeylerin ona doğru akmak üzere olduğunu
hissediyordu as* lında. Fakat böyle bir duyguyu uygun sözcüklerle tanımlamak çok zordu.
Birkaç saniyedir dikkatle birbirlerine baktıklarım fark etti Gemma. Bakışlarını o gri
gözlerden istese de ayıramayacağını biliyordu. Sanki sessizce, sadece bakışarak
konuşuyorlardı. 'Ona karşı sert mi davrandım acaba?' diye sordu kendi kendine. Ona karşı,
içinden geldiği gibi davranmayı başarabilseydi çok daha iyi olacaktı kuşkusuz. Ama bu
durumda kendini denetleme mekanizmalarını tamamen kaybedeceğini biliyordu. Onun
cinsel cazibesine bir kez daha kapılırsa kendini alıkoyamayacağını hissediyordu.
Gülümsemeye çalıştı. Genç adamın yüzü birden aydınlandı.
"İşte bu çok iyi," diye mırıldandı. "Sık sık gülüm- semelisin, Gemma Roseveare. Bu sana
çok yakışıyor."
"Hoşuma giden bir şey olduğu zaman genellikle gülümserim, Bart Rule. Benim için biraz
şaşırtıcı bir başlangıç oldu. Sanki birden kendimi uzaktan baktığım bir denizin içinde
buluverdim."
"Güzel bir benzetme," diye mırıldandı, genç adam. "Belki de bu yüzden biraz üşüdün ve
korktun."
"Bu bir iltifat değil herhalde."
"Benim için çok heyecan vericiydi. Bunu bir başlangıç olarak görmen çok güzel. Tamamen
aynı fikirdeyim. Bu bir başlangıçtı. Ama bir şey daha var. Keşfetmek zorunda olduğum bir
şey."
Yüzünde az önce beliren tebessüm şimdi kaybolmuştu. Bakışlarında ciddi bir ifade vardı.
Gerçekten bir şeyi anlamak istiyormuş gibiydi.
"Neyi keşfetmek zorunda olduğunu sorabilir miyim?" dedi genç kadın.
"Ben de tam olarak bilemiyorum. Şu anda bildiğim tek şey birbirimizden çok hoşlanmış
olduğumuz."
"Bunun ötesinde ne olabilir? Belki yanılıyorsun. Benden fazla hoşlanmamış olabilirsin."
Genç adam güldü. "Saçma," dedi. "İlk gördüğüm an hoşlandım senden. Tabii içinde
bulunduğun aile tablosu çok saygılı ve mesafeli davranmama yol açtı. Ama yine de beni ilk
görüşte cezbettiğini söyleyebilirim."
Yine bakışlarıyla konuşuyorlardı. Gemma birden tehkede olduğunu hissetti. Aynı şeye yine
başlarlarsa bu kez kendini alıkoyamayacağını biliyordu.
"İltifatların için teşekkür ederim, Bart Rule," diye mırıldandı. "Kadın ruhunu çok iyi
anlıyorsun. Bu konuda büyük bir tecrübeye sahip olduğun anlaşılıyor."
"Kadın ruhunu iyi anlamak, öyle mi? Oldukça eski tarz bir söz."
Gemma gülümsedi. "Bu annemin lafıdır," dedi. "Çok sık kullanır. Ben ise sanırım
hayatımda ilk kez böyle bir şey söylüyorum."
"Bu konuda daha önce fırsatın olmadığını söylemeyeceksin herhalde."
"Sanırım hiç olmadı. Ayrıca böyle bir şeyle ilk kez karşılaşıyorum." .
"Pekâlâ, söyle bakalım bu akşam ne yapıyorsun?"
Genç kadın bakışlarını indirdi. O gece yapacağı önemli bir şey yoktu. O bomboş, ıssız evde
cansıkıcı bir gece geçirecekti. Bir satıcıdan telefon bekleyecekti ve bir alıcıya telefon
edecekti. Kendi kendine gülümsedi.
"Haydi Gemma, bana bir şans tanı. Seninle karşılaşana kadar tatilimin mahvolduğunu
düşünüyordum."
"Nereye gideceğiz?"
"ingiliz Kanalı'nda bir yere."
"Ama benim..."
"Lütfen itiraz etme, Gemma. Akşam yemeğini birlikte yemeliyiz."
Genç kadın onun gözlerinin içine dikkatle baktı. Direnmenin anlamı yoktu. "Nasıl jstersen,"
dedi gülümseyerek.
Bölüm Dört

Gemma ona eve gidip üstünü değiştiremeyeceğini söyledi. Büroya dönüp biraz çalışması
gerekiyordu. Daha doğrusu imzalanması gereken birkaç mektup vardı. Bu yüzden eve gidip
üstünü değiştiremeyecekti. Genç adam onu tepeden tırnağa süzdü.
"Muhteşem görünüyorsun," diye mırıldandı, "istersen biraz yürürüz."
"İyi olur."
"O halde saat yedide seni bürondan alırım, tamam mı?"
"Viktoryen binalarından biri. Parkın köşesinden dönüyorsun ve..."
"Şehir planından bulurum,"merak etme."
Saat tam yedide genç kadın bürodan çıktı. Bart üzerinde aynı gemici kıyafeti olduğu halde
büronun merdivenlerinin dibinde onu bekliyordu. Hava çok güzeldi. Yürümeye başladılar.
Bu arada St. Aüstell'den, Fo- wey'den ve gemicilikten konuştular. Daha sonra oldukça rahat
bir puba girdiler. Tezgâhın arkasındaki orta yaşlı adam hemen koşup onu karşıladı.
Cornwall aksanıyla konuştuğu genç kadının dikkatinden kaçmadı.
"Şefle eskiden birlikte çalışırdık," dedi genç adam. "Kendisi erken yaşta emekliye ayrılıp
burayı açtı. Her şey hazır mı, şef."
"Yarım saat içinde hazır olur."
Bart genç kadına dönerek, "Biftek yiyeceğiz," dedi. Sonra adama dönerek, "Garnitür zengin
olmalı," diye ekledi.
"Merak etmeyin. Siz telefon ettikten sonra sebzeleri kendi elimle topladım."
Genç adam Gemma'yı ayrı bir kapıya doğru götürdü.
"Ayrı bir yerde oturalım. Daha rahat olur."

Cam kapıyı açtı. Küçük bir bahçeye geçtiler. Genç kadının burnuna keskin bir gül kokusu
geldi. Bahçede tek bir masa vardı. Üzeri mumlarla süslenmişti.
"Çok güzel," diye mırıldandı genç kadın.
"Senin için."
"Anlıyorum. Rule Elektronik'in işleri buradan mı yürütülüyor?"
"Burada iş konuşmam. Kastettiğin buysa eğer. Bu bölümde genellikle ailece yemek yenir."
"Ailece mi? Böyle bir pubda?"
"Tabii. Ne var bunda?" Masanın başına geçip karşılıklı oturdular. "Şef ailesini sık sık
buraya getirir," dedi genç adam. "Onun en sevdiğim özelliklerinden biri de budur."
"Onu çok uzun zamandır tanıyorsun herhalde."
"Evet."
Masanın orta yerinde bir şişe Cötes-du-Rhöne duruyordu. Mantarı yarı yarıya çıkarılmıştı.
"Bir aperatif almaz mısın?" diye sordu genç adam.
"Evet, lütfen."
Genç adam becerikli hareketlerle koyu kırmızı şarabı uzun bardaklara doldurdu. O anda
genç kadın acıktığını hissetti. Açlık duygularını keskinleştirmişti. Genellikle haftada bir iki
gün az miktarda şarap içerdi. Nedense o gece biraz daha fazla içmek istiyordu.
Az sonra ortaya nefis bir salata geldi.
"Başlayabilir miyiz?" dedi Gemma.
"Elbette. İştahlı kadınlardan çok hoşlanırım."
Yemekler birbiri peşi sıra gelmeye başlamıştı. Daha doğrusu tabaklar boşaldıkça Bart
yerinden kalkıp gidiyor ve elinde bir tepsiyle geliyordu. Bu durum genç kadının çok
garibine gitmişti.
"Bar çok meşgul," dedi genç adam, gülümseyerek. "Bu yüzden kendi işimizi kendimiz
görmeliyiz."
"Peki, ama garsonlar nerede?"
"Restoran bölümü bugün kapalı." Bart camlı bölümden, içerdeki boş masaları işaret etti.
Gemma şaşırmıştı. Hem yemeğini yiyor hem de düşünüyordu. Milyonerlerin böyle
davrandıklarını hiç sanmazdı. Adam son derece egzotik, fazla bilinmeyen bir yere
götürüyordu onu. Herkesle şakalaşıyor ve üstelik servisi de kendisi yapıyordu. Biftek
masaya geldiğinde resmen heyecanlandı. Çok güzel kokuyordu. İştahla yemeğe başladı.
Genç adam arada bir başım kaldırıp yüzünde dalgın bir tebessümle ona bakıyordu.
Yemek bittikten sonra sıra Yorkshire pudingine geldi. Genç adam porselen tabaklar içinde,
usta bir garson gibi servis yaptı. Tabağı, tatlı kaşığı yan tarafında olduğu halde genç kadının
önüne koydu.
Gemma genellikle yavaş yemek yiyen biriydi. Ama nedense o gece önüne konan her şeyi
hızla silip süpü- rüyordu. Biftek tek kelimeyle nefisti. Hayatında bu kadar yumuşak ve
lezzetli bir et yememişti. Bu arada bir şişe şarabı bitirmişlerdi.
Genç kadın tatlısını bitirip arkasına yaslandığında Bart ikinci bir şişe şarap çıkardı.
"Biraz daha içelim mi?"
"Şey... Bilmem ki."
Çok hızlı içtiğini düşünüyordu. Şarabı genellikle hafta sonları ailesiyle birlikte içerdi. Ama
hem daha az miktarda hem de daha uzun süre içinde.
Genç kadının duraksadığını gören Bart, "Bence diyet yapmaya ihtiyacın yok," dedi.
"Herkesin diyet yapmaya ihtiyacı vardır."
"Ben hiç yapmam."
O anda Gemma son bir buçuk saattir yediklerini şöyle bir gözünün önünden geçirdi.
İnanılır gibi değildi gerçekten. Bir oturuşta ilk kez bu kadar çok şey yiyordu. Etler,
patatesler, çeşitli sebzeler, Yorkshire pudingi ve şarap.
"Bence senin gibi biri diyet yapmayı aklının ucundan bile geçirmemeli," dedi Bart. "Bir
kere, çok zayıfsın."
"Zayıf mı? Ben mi zayıfım?" Gemma resmen öfkelenmişti. "Hiç de değil," dedi sesini
yükselterek.
"Yanlış anlama. Kötü manada söylemedim. Aslında çok hoş bir görünüşün var. Vücudun da
çok güzel. Eliyle havada yumuşak bir hareketle genişçe bir daire çizdi. "Biraz daha dolgun
olsan bence mükemmel olur."
"Bu tür nasihatleri kendine saklasan iyi edersin," dedi genç kadın. "Ben halimden
memnunum." Bir an durdu. Onu kızdıracak bir şeyler düşündü.
"Söyler misin bana, bu kadar korkunç giyinmeyi nasıl başarıyorsun?"
"Bak bu önemli bir soru," dedi genç adam. "inanır mısın, yanıtını hiç düşünmedim. Şu anda
üzerimde bulunan giysiler inanılmayacak kadar rahat." Bir an durdu. Gözlerini kısıp genç
kadının yüzüne dikkatle baktı. "Peki senin kendini bu kadar aç hissetmenin özel
bir sebebi yok mu?"
Gemma şaşırmıştı. Bu sorunun altında garip bir şeyler olduğunu sezinlemişti. Söyleyeceği
her şey aleyhine kullanılabilirdi. Bu yüzden çok dikkatli olmalıydı.
Kayıtsız görünmeye çalışarak, "Açlığımın özel bir sebebi olsa bile bu yalnızca beni
ilgilendirir," diye mırıldandı.
"Bence zayıf görünmek istiyorsun ve bu yüzden kendini aç bırakıyorsun."
"Ama daha demin zayıf olmadığımı söylemiştin."
"Zayıf değilsin... Şimdilik."
Bu son sözcüğü özel olarak vurgulamıştı. Gemma dikkatle onun gözlerinin içine bakıyordu.
"Ne demek istiyorsun, Bart."
"Zamanla anlarsın."
Genç kadın bir şey söylemedi. Şarabından büyükçe bir yudum alarak başını çiçeklere doğru
çevirdi. Onunla göz göze gelmek istemiyordu. Çünkü genç adamın bakışlarında az önce
fark ettiği o alaycı parıltının keskinliğini artırdığını gayet iyi biliyordu. O anda çok garip bir
şey fark etti. Kendisi, yüzünü güllere dönmüş duruyordu ve genç adamın bakışlarını çok
canlı biçimde üzerinde hissediyordu. Bakışların o anda nereye yöneldiğini hissedebiliyordu.
Bart'in saçlarına mı yoksa boynuna mı baktığını garip bir biçimde algılıyordu. İçinde
gittikçe büyüyen bir tedirginlikle ona döndü. "Nazik bir adam sayılmazsın," diye
mırıldandı. Bart başını arkaya atarak küçük bir kahkaha koyuverdi.
"Neden böylesine kötü bir ruh hali içinde olduğunu biliyorum, Gemma." "Neden?"
"Yeterince yemedin de ondan." "Mr. Rule..."
"Lütfen biraz daha puding al. Bana kimi hatırlatıyorsun, biliyor musun?" "Bilmek
istemiyorum."
"Muhteşem bir film vardı, hatırlıyor musun? Adı neydi? Evet, Afrikalı Kraliçe.
Yanılmıyorsam on yıl kadar önce sinematekte gösterilmişti. Humphrey Bogart' la Katherine
Hepburn oynuyorlardı."
Hatırlamıştı. Bir aşk filmiydi. O anda hafifçe başının döndüğünü hissetti. Küçük bahçeyi
hoş bir müzik sesi kaplamıştı şimdi. Genç adam boşalan bardakları tekrar şarapla doldurdu.
Gemma'nın bakışları masanın üzerinde duran şamdana takıldı. Mumlar yarı yarıya erimişti.
Kendisini bu kadar aç hissetmesinin özel bir nedeni olabilir miydi, o güne kadar hiç
düşünmediği bir nedeni, genel.olarak çok fazla yiyen biri değildi. Ayrıca böylesine kritik bir
akşam yemeğinde özellikle az yemesi gerekiyordu. Oysa önüne ne konulursa silip sü-
pürmüştü.
Bu kadar yiyecek nereye gitmişti? Midesini çok rahat hissediyordu. İşin garibi bir o kadar
daha yiyebilirdi. Genç adamın gözlerine baktı. Dikkâtle Gemma'yı araştıran bir çift göz...
Renkleri biraz koyulaşmış gibiydi. Yemek boyunca fazla konuşmamışlardı. Hatta hiç
konuşmamışlardı.
Çok rahat görünüyordu şimdi. Yüzünde en ufak bir gerginlik bile yoktu. Yüzünün yarısı
mum ışığının ay- dmlığındaydı. Kollarını masanın üzerine yaslamış, dalgın dalgm genç
kadını seyrediyordu. Parmakları boş kadehin uzun boynunu hafifçe okşuyordu. 'Şimdi bir şey
söyleyecek,' diye düşündü genç kadın.
"Biraz likör alır mısın?"
"Hayır, teşekkür ederim," dedi Gemma.
"O halde kahve içelim."
Genç kadın başını salladı. "Şu anda ne istiyorum, biliyor musun?" diye söze başladı, ama
birden sustu. Genç adamın bakışları dudaklarına yönelmişti. Ve Gemma, farkına bile
varmadan diliyle dudaklarını nemlendirdi. Bütün bunlar bir iki saniye içinde olup bitmişti.
"Şu anda hızlı bir yürüyüşe ihtiyacım var," diye devam etti. Gülümsemeye çalışıyordu.
"Yediklerimizi hazmedebilmemiz için bence çok gerekli."
Genç adam gülümsedi. "Neden olmasın?"
Anlamıştı. Bakışlarının dudaklarıyla birleştiği o anın, fiziksel bir temas arzusunu ortaya
koyduğunu anlamıştı. Sözcükleri kullanmadan sadece bakışlarıyla anlaşabiliyorlardı ve bu
durum Gemma için çok ilginç ve yeni bir şeydi.
Derinleşen sessizliği bozmak için, "St. Jolın's Wood'da oturuyorum," diye mırıldandı.
Fakat hemen sonra pişman oldu. Nedense köprüleri yakmaktaymış gibi bir duyguya
kapılmıştı. Derin bir soluk aldı. Geri dönmek istemiyordu.
"Yürümek için uygun bir mesafe," diye devam etti. Bakışlarını ayırmadan genç adamın
gözlerinin içine bakıyordu.
Sessizlik gittikçe derinleşmekteydi. O anda Gemma müziğin çoktan kesilmiş olduğunu fark
etti. Neden hemen yanıt vermiyordu? Ne düşünüyordu?
Genç adam bakışlarını onun gözlerinden çekmeden, "Nasıl istersen," diye mırıldandı.
Az sonra yürüyorlardı. Sokak lambalarının sarılı mavili yeşilli ışıkları çevreye büyüleyici bir
hava veriyordu. St. John's Wood mahallesinin evlerinden sokağa yayılan ışık çevreyi biraz
daha aydınlatıyordu. Çoğu evin perdesi açıktı.
Gittikçe birbirlerine daha fazla yaklaşıyorlardı. Gemma ne zaman el tutuştuklarını bile
hatırlamıyordu şimdi. Elini birden onun sıcak avucunda buluvermişti.
"Bu evler çok küçüktür," dedi bir ara. "İnsanların birbirine değmeden yaşamaları çok zor
olur."
Genç adam onun elini avucunda biraz sıktı ve güldü. "Küçük yerlerde yaşamayı tercih
ederim," diye mırıldandı.
"Gerçekten mi?"
"Elbette. Büyük yerlerin çok ciddi sakıncaları vardır. Bunu gayet iyi biliyorum. Şehirde
oturduğum evin sekiz yatak odası, beş banyosu ve iki mutfağı var..."
"Yer sıkıntısı çekmiyorsun demek," diye mırıldandı Gemma. Bu büyüklükte evlerin
bulunduğu sadece bir iki semt biliyordu. En zenginlerin yaşadıkları yerler,
"Neden o kadar büyük bir evi tercih ettin?" diye sordu ansızın.
Genç adam yanıt vermeden önce derin bir iç çekti. "O zamanlar," dedi. "Yani evi satın
aldığımız sırada kalabalık bir aile için ideal olduğunu söylemişlerdi."
Gemma gülümsedi. 'Tam bir emlakçı jargonu,' diye geçirdi içinden.
"Ben de olsâm, öyle bir evi aynı sözcüklerle tanıtırdım," dedi Gemma. "Evin içi oldukça
ilginçtir. Hemen her şey üzerinde özel olarak kafa yorularak yapılmış. Adam şömineleri,
Venedik tarzı lambriler, Sheraton tarzı süslemeler..."
"Nasıl bir yer olduğunu kafamda canlandırabiliyo rum."
"Profesyonel olarak, değil mi? Bu tür şeyler yapmak için eğitiliyorsunuz. Dışardan bakan
insanlar bu tür evlerde şahane hayatlar yaşandığını sanıyorlar. Onları profesyonel biçimde
dekore ediyorsunuz. Zamanla her şey, bütün bunlar dışarıya karşı bir tür gösteriye dönüşüyor.
Ve bütün bunları, siz, profesyoneller yapıyorsunuz."
Sesinde belli belirsiz bir öfke titreyişi vardı. Gemma bir şey söylemedi. Onu yan
sokaklardan birine yöneltti. Bu arada karısının nasıl biri olduğunu düşünüyordu. Caroline
Lang'ı sadece basından, bir de Tamsin' in anlattıklarından biliyordu. Fakat kim bilir özel ha-
yatlarında nasıldılar? Onu bir televizyon röportajında görmüştü bir keresinde. Kadın
gerçekten de kendine çok hâkim bir tipti. Program boyunca hayranlarını büyülemek için
elinden geleni yapmıştı. Özel hayatında da aynı biçimde davranıyor olmalıydı. Örneğin evini
çok gösterişli biçimde dekore etmek istemişti mutlaka. Bunu anlamak Gemma için hiç de zor
değildi. Çalışan ve başarılı olma hırsı taşıyan kadınları anlayabiliyor- du. Kendisi de bir
bakıma öyle sayılırdı.
Genç adamın bürosunu gözünün önüne getirdi. Her şey eski ve yeninin uygun bir bileşimi
gibiydi. Bütün eşyalar ince bir zevki yansıtıyordu, kuşkusuz. Ama işlevleri de düşünülmüştü.
Bart rahatına düşkün biri olmalıydı. Aynı zamanda geçmişin anısını taşıyan eşyalara da büyük
bir değer veriyordu. Bu kadar kısa süre içinde onun hakkında ne çok şey öğrenmişti.
Linden House'a gelmişlerdi. Genç kadın Bart'ı kapıya doğru çekti. Çantasından anahtarını
çıkarmak için onun elini yavaşça bıraktı. Anahtarı bulup dış kapıyı açtı.
"Korkarım içersi biraz dağınık."
"Hiç önemli değil," dedi genç adam, içeri girerken. Bir an durdu. Yüzünde muzip bir
ifadeyle Gemma' mn gözlerinin içine baktı. "Ayrıca, şu anda seni böyle şeylerin hiç
endişelendirmediğini gayet iyi biliyorum."
Genç kadın şaşırmıştı. "Beni endişelendiren şeyin ne olduğunu söyler misin?"
"Biz," dedi Bart. "Şu anda en çok bizimle ilgili endişelerin var. Aramızdaki ilişkinin nasıl
gelişeceğini merak ediyorsun."
Gemma ikinci kapıyı açıp, dar koridorun ışığını yaktı. Birlikte küçük salona geçtiler.
"Oh, ne güzel bir oda," dedi Bart.
"Bana bir dakika izin verir misin?" dedi genç kadın.
Bu arada Bart üzerindeki ceketi çıkarıp bir koltuğun arkalığına bırakıvermişti. Çok rahat
görünüyordu. Gemma mutfağa geçtiğinde içinde gittikçe büyüyen bir endişenin varlığını
hissetti. Kahve hazır-ladı. Bir iki dakika sonra bütün evi çok hoş bir kahve kokusu kaplamıştı.
Mutfakta mümkün olduğu kadar çok oyalanmak, kafasını toparlamak istiyordu. Bu adamı
evine neden getirmişti? Çok anlamsız bir soruydu bu aslında. O köprüleri yakma duygusuna
kapıldığı an karar vermişti. Yanlış bir iş yapmadığına inanıyordu. Belki biraz acele etmişti.
Ama yine de bazı şeyleri göze alması gerekiyordu. Oturma odasında bir erkeğin varlığı hiç
alışık olmadığı bir şeydi.
Mutfaktan çıkıp odaya geçtiğinde genç adamın varlığı adeta onü çarptı. Cesaretini hızla
kaybetmekte olduğunu hissediyordu. Onun bu kadar uzun boylu olduğunu nedense unutuyor
ve her karşılaşmalarında biraz şaşırıyordu.

Odaya girdiğinde genç adam ayakta durmuş, duvardaki resimleri inceliyordu. Gemma'nın
içeri girdiğini fark etmişti. Genç kadın nedense varlığını hissettirmemek isteğine kapıldı.
Sessizce ve hiç kımıldamadan onu seyretmeye koyuldu.
Genç adam resimlerin önünde duruyor, onları dikkatle inceliyordu. Dış görünüşüne
rağmen kafası başka şeylerle meşgul olmalıydı. O anda aklından geçirdiklerini bilmek için
Gemma'nın yapamayacağı şey yoktu. Belki nasıl başlayacağını, ona nasıl yaklaşacağım
düşünüyordu. Gemma ürperdi. Genç adam bir Salvador Dali röprodüksiyonunun önünde
durmuş, bir eli çenesinde dikkatle bakıyordu şimdi.
Genç kadın yavaşça oracıktaki bir koltuğa oturdu. Koltuk gıcırdamıştı. Bart hemen dönüp
bakışlarıyla onu buldu.
Kollarını göğsünde kavuşturarak ağır adımlarla genç kadına yaklaştı. "Evet," dedi.
"İkimizle ilgili olarak, ne yapmamız gerekiyor. Düşündüğün bir şey var mı?"
Gemma kayıtsız görünmeye çalışarak, "Kahve bir dakika içinde hazır olacak," dedi.
"Lütfen konuyu saptırma."
"Saptırmıyorum, sadece kahvenin hazır olacağını söylüyorum. Biliyorsun, seni buraya
kahve içmek için çağırdım."
"Hayır, kahve için değildi." Dudaklarında o alaycı, garip tebessüm belirmişti şimdi.
"Bence," dedi, düşünceli bir tavırla, "Kurtlarını dökmek istedin."
"Kurtlarımı dökmek mi?" Gemma dehşet içinde baktı ona. Nasıl bu kadar pervasız
olabiliyordu? "Ne demek istediğini anlamadım," diye ekledi.
"Özür dilerim," diye mırıldandı genç adam. "Ne demek istediğimi gayet iyi biliyorsun."
"Hayır, bilmiyorum. Ama açıklamaya çalışırsan seni dinlemeye hazırım." Genç adam
derin bir iç çekti.
"Sen ve ben, sevgilim, birbirimizin cazibesine kapılmış durumdayız."
"Senin için öyle olabilir."
"Lütfen böyle konuşma, Gemma. Birbirimizden hoşlanmış olmasaydık böyle bir gece
yaşayabilir mivdik?"
"Fakat bu benim için..."
"Biliyorum, senin için yeni bir şey değil. Benim için de öyle. Ayrıca şunu unutmamalısın
ki, burada sadece senin yatağına kendimi atmak için gelmiş de değilim."
"Ama sen..."
Bir şeyler söyleyecekti, ama ani bir kararla sustu. Pot kırmaktan korkuyordu. Onu<buraya
çağırmakla bazı şeyleri peşinen kabul etme durumundaydı kuşkusuz. Birlikte romantik bir
restoranda oturmuş, şarap içmişlerdi. Şamdanlarda mumlar yanıyor ve içerden piyano sesi
geliyordu. Böyle bir dekor içinde eve gidip kahve içme teklifi de kendisinden gelmişti
üstelik. Durumun olağanüstülüğünü hiçe savmanın anlamı yoktu. Bu konuda direndikçe
içinden çıkılamaz bir duruma düşeceğini hissediyordu.
"Evet, ne düşünüyorsun?" diye üsteledi genç adam.
Gemma ayağa kalktı.
"Gidip kahveye bakayım. Olmuştur herhalde."
Onunla göz göze gelmemek için başını çevirerek hızla odadan çıktı, mutfağa gitti. İçeri
girince bir an durup derin bir soluk aldı. Hayatında ilk kez ne yapacağını bilemiyordu.-
Daha doğrusu kendisini tam bir panik durumunun eşiğinde hissediyordu.
Fincanları çıkarıp tepsinin üzerine koyarken ellerinin titrediğini gözleriyle görebiliyordu.
Kahveyi fincanlara doldurdu.
Mutfaktan çıktı ve tam oturma odasına girerken ayağı yerdeki kilime takıldı. Birkaç adım
ötede duran genç adam son anda çevik bir hareketle onu omuzlarından
yakalamasaydı boylu boyunca yere uzanacaktı. Kısa bir an göz göze geldiler. Birkaç damla
kahve genç kadının bileğine sıçramıştı. Bart elindeki tepsiyi yavaşça alıp yandaki sehpanın
üzerine koydu. Bunu yaparken ondan fazla uzaklaşmamak için sanki özel bir dikkat sar
fetmişti. Nitekim hemen genç kadının bileğini tuttu."Yandı mı?"Gemma konuşamayacak
kadar heyecanlıydı. Kalbinin hızlı hızlı çarptığını duyabiliyordu. Başını sallamakla yetindi.
Genç adamın bileğini yavaşça okşayan eli sımsıcaktı.
"Dikkatli olmalısın," diye mırıldandı, yumuşak bir sesle. Gemma gözlerini yumup derin
bir soluk aldı. O anda genç adamın güçlü kollarını belinde hissetti. Birden öpüşmekte
olduklarını fark etti.
Bir ara göz göze geldiler. Genç adam onun saçlarını, sonra boynunu okşadı. Ve nihayet
avuçları yavaşça genç kadının dolgun göğüslerinin üzerinde durdu. O anda Gemma, Bart'ın
da çok heyecanlı olduğunu fark etti.
Sonra birden genç adamın ellerinin aşağı doğru kaydığını ve üzerindeki eteğin fermuarını
bulduğunu hissetti. 'Bu noktaya bu kadar çabuk gelmemeliydik,' diye geçirdi içinden.
Yıllardır hayatınız, ilk kez böyle bir şey oluyordu. Genç adamın dokunduğu her yer
ürperiyordu. Kollarını kaldırarak yavaşça onun geniş omuzlarına koydu. Başını göğsüne
yasladı. Bart'ın fermuara uzanan eli bu_ hareket üzerine durdu. Genç kadın hızla düşünüyor-
du. Evet, her şeyin bu kadar çabuk gelişebileceğini hiç düşünmemişti. Ama bu noktadan geri
dönmek için yapabileceği fazla bir şey olmadığını da biliyordu.
Genç adamın ellerinin gerildiğini, ona daha sıkı sarılmak istediğini fark etti birden. Başını
kaldırdığı an dudakları birleşti. Bu kez Bart onu daha büyük bir ihtirasla öpüyordu. Gemma
irkildi. Onun güçlü kollarından sıyrılmaya çalışarak, "Ne yapıyoruz biz?" diye mırıldandı.
"Lütfen, Bart, ben..."
"Ne yaptığımıza eminim, biliyorum, sevgilim." Bunları söylerken yavaşça genç kadını
bırakmıştı. Böyle bir şeyi beklemeyen Gemma biraz şaşırdı.
"Kahveler ne oldu?" diye sordu genç adam, gülümseyerek.
Gemma hemen odadan çıkıp mutfağa geçti. Cezveyi alıp döndü. Fincanlar az önce
sendelediğinde biraz boşalmıştı. İçlerine biraz kahve ekledi. Tepsiyi sildi. Sonra hemen
kendi fincanını alarak bir koltuğa oturdu. Genç adam hâlâ ayaktaydı.
"Özür dilerim," dedi Gemma. "Çok dikkatsizim."
"Özür dilemene hiç gerek yok. Bir şey olmadı." Kendi kahvesini aldı ve genç kadının tam
karşısındaki koltuğa rahat bir tavırla oturdu. "Sen hazır oluncaya kadar da hiçbir şey
olmayacak. Endişelenmeni istemem."
Gemma bu sözler üzerine biraz rahatladı. Yine de şaşırmıştı. Böyle bir tavır
beklemiyordu doğrusu. Ayrıca hazır olup olmadığından da pek emin değildi. Kahvesinden
büyük bir yudum aldı. Onun gözlerine bakmaya cesaret edemiyor ve genç adamın
bakışlarının üzerinde olduğunu hissediyordu.
"Daha yeni tanıştık," diye mırıldandı Bart. Sanki çok önemli bir şeyi ona hatırlatmak için
söylemişti bu sözleri. "Ayrıca aramızdaki ilişkinin nereye kadar gelişebileceğini şu anda
bilemeyiz," diye ekledi.
Gemma gülümsemekle yetindi. İyice rahatlamıştı. Tam bir şeyler söyleyecekti ki, sustu.
Genç adam kaşlarını hafifçe çatmıştı şimdi. Sanki önemli bir konuda karar vermeye
çalışıyordu.
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu.
"Aklıma bir şey geldi. Beraberliğimizi pekiştirecek, birbirimizi daha iyi tanımamızı
sağlayacak bir şey. Bir tekne gezisine ne dersin?"
"Tekne gezisi mi? Şey, olabilir, tabii..."
Bunu hiç beklemiyordu. Bart Rule onu Felicity'ye o meşhur tekneye davet ediyordu.
"Benimle Cherbourg'a kadar bir yolculuk yapar mısın?"
"Ne zaman?"
Genç kadın içinde bir sevincin kımıldadığını hissetti o an. "istersen bu hafta sonu olabilir,"
dedi sabırsızlıkla.
"Bu hafta sonu ne yazık ki, olamaz," diye karşılık verdi genç adam. "Hafta sonu burada
olmak zorundayım."
"Zorunda mısın?"
"Evet. Bir iş meselesi var. Oldukça sıkıcı bir iş. Seninle birlikte olmayı tercih ederdim."
Bu arada Gemma hayal kurmaya başlamıştı bile. Çok cazip bir teklifti bu. Haziranda
deniz... Onunla birlikte, masmavi bir gökyüzü ile masmavi bir deniz arasında kayıp
gitmek... Güneşin sıcaklığını teninde hissetmek! Yine de bu kadar çabuk karar vermemeliy-
di.
"Gelemeyebilirim," dedi. "Benim de işim çıkabilir. Ayrıça bu kadar acele karar vermek
istemiyorum."
"Fazla düşünmeyi gerektirecek bir durum yok," dedi genç adam, ona dikkatle bakarak.
"Küçük bir tekneyle kısa bir deniz yolculuğu sana iyi gelir."
"Evet, ama..."
"Hemen karar vermek zorunda değilsin." Bir an susup genç kadının gözlerinin içine
gülümseyerek baktı. "Şu anda öyle bir halin var ki," diye mırıldandı. "Her an bana yine Mr.
Rule diye hitap edeceksin sanki..."
Genç kadın gülümsedi. "Sana böyle hitap etmek zorundayım, çünkü bana kaba
davranıyordun. Aramıza bir mesafe koymak istedim."
"Kaba mı davranıyordum? Ben mi? Ne büyük haksızlık. Yoı uluk sırasında asla sana kaba
davranmaya- cağımı bilmeni isterim. Tabii dümen başındayken bir tankere çarpmadığın
sürece."
"Ya çarparsam?" Genç kadın birden durdu. Gözünün önüne getirmeye çalıştı. Tekneyle
yolculuk fikrine çok yabancı olduğunu fark etti birden. "Tekneyi kullanmama izin verecek
misin?"
"Elbette. İki kişi yola çıkınca, dümeni nöbetleşe kullanırlar."
Genç kadın derin bir iç çekti. Böyle bir şeye gerçekten ihtiyacı vardı. Farkında değildi, ama
yaptığı iş onu biraz yıpratıyordu. Üstelik tatil yapmaya kalkıştığı zaman da kafasını işle
ilgili düşüncelerden kurtaramıyordu bu türlü.
"Pekâlâ," dedi sonunda. "Bu gezi için zaman ayırabilirim, sanıyorum."
"Neden izin almıyorsun?"
"Gerek yok ki, işin organizasyonunu bizzat ben yapıyorum."
"O halde mesele yok. Hafta sonuna kadar çıkabiliriz."
"Felicity şu anda nerede demirli?"
"Solent'in ötesinde küçük bir limanda. Yarın sabah oraya gidiyorum."
"Güzel. İşlerimi halledip akşama doğru sana katıl- sam... Olabilir mi?"
"Elbette. Ben de akşama kadar tekneyi hazırlarım."
Konuşurlarken Gemma bir yandan da işlerini nasıl düzene koyacağını düşünüyordu.
Wandsworth'deki evle ilgili işleri yardımcılarından birine yaptırabilirdi. Kevin'in ev işini ise
halletmek o kadar zor değildi. Hafta sonuna kadar yokluğunu hissettirmeyecek bir düzen ku-
rabilirdi pekâlâ.
"Anlaştık," dedi gülümseyerek.
"Çok sevindim."
Bu sözcükleri Gemma'ya o anda garip gelen bir tavırla söylemişti. Genç kadın bir an
düşündü. Acaba çok meşgul bir kadın olması onu rahatsız mı ediyordu? Ama yine de önerisi
kabul edildiği için sevinçli bir hali vardı.
Hemen yatak odasına geçerek tren tarifesini aldı. Birlikte oturup Gemma'nın hangi trenle
yola çıkacağını saptadılar.
Gemma genç adamı dış kapıya kadar geçirdi. Döndüğünde iyi geceler Öpücüğünün ılıklığı
hâlâ yanağın- daydı. Işıkları söndürüp yatak odasına geçti. Elbiselerini çıkarırken etek
fermuarının yarıya kadar açık olduğunu fark etti. Kendi kendine gülümsedi. Rüya görmediği
kesindi. Hayatında ilk kez çok istediği bir şey bu kadar çabuk ve kolayca gerçekleşmişti.
Işığı söndürüp yatağına girer girmez derin bir uykuya daldı.

Bölüm Beş

"Neden olmasın?" diye sordu kendi kendine. "Neden benim de bir çocuğum olmasın?"
İnsanın bir çocuk sahibi olması için ille de bir koca gerekmiyordu ki. Pek çok kadın ya
isteyerek ya da rastlantı sonucu çocuk sahibi oluyordu.
Kendisi de aynı şeyi yapabilirdi. Hesap vermek zorunda olduğu insanlar yoktu. Ayrıca uzun
süredir ailesinden ayrı yaşıyordu. Böyle bir şey olursa apartman katı yerine, güzel, geniş,
havadar bir eve taşınabilirdi.
Peki ya evdekiler? Ona yardım ederlerdi gerçi, tabii yine de bu durumu çok normal
karşılayacakları söylenemezdi. Ama yirminci yüzyılda yaşıyorlardı. Bu çağda bir kadın
evlenmeden çocuk sahibi olmak isterse, bunu doğal karşılamak gerekiyordu.
Öte yandan çocuklu annelere hizmet veren bir sürü kuruluş vardı. Bakımevleri, kreşler...
Biraz hava almak için pencereyi açtı. Dolunay çevreyi gümüşsü, parlak bir ışığa boğuyordu.
Yaz gecesi ılık ve çiçek kokuluydu. Bart Rule'dan bir çocuk sahibi olmak istediğini düşündü.
Derin bir iç çekti.
Bart Rule!
Pencereyi kapadı. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı. Böyle bir şey olsa Bart nasıl bir
tepki gösterirdi? İşte bunu bilemiyordu. Ayrıca böyle bir teklifte bulunması da çok zordu.
Erkekleri hayatından uzak tutmak istemişti hep. Bu kural Bart Rule için de geçerli olacaktı,
kuşkusuz. Kararlarını, hayat tarzını, hatta çocuğunu bile onlardan uzak tutmalıydı.
Bu fikrini Bart'a açması halinde yanlış anlaşılacağı kesindi. En azından onunla parası için
evlenmek niyetinde olduğunu, bu yüzden çocuk istediğini sanacaktı.
Çok zengin bir adamdı ve kuşkusuz çevresinde bir sürü kadın vardı. Bu tür kadınların bir
erkeği kendilerine bağlama yöntemlerinden biri de çocuk sahibi olmaktı. Böyle bir girişimde
bulunursa Bart'ın gözünde diğer kadınlardan tamamen farksız olacaktı.
Bütün bunlara rağmen onu ikna etmenin bir yolu olmalıydı. Bir çocuk istiyordu ve Bart'ın
bu durumda hiç bir şey yapması gerekmiyordu. Ondan ne para ne evlilik ne de buna benzer
bir şey istemeyecekti. Böyle bir adamı böylesine kritik bir konuda nasıl ikna edebilirdi?
En iyisi ona evlenecek tipte bir kadın olmadığını kanıtlamasıydı. Yatağına uzandı, tavana
bakarak düşüncelere daldı. Ay ışığı odanın içini gündüz gibi aydınlatıyordu. Ona hayatında
bir sürü erkek olduğunu söyleyebilirdi; örneğin. Fakat böyle bir rol oynamak çok zor
olacaktı.
Adeta yeni bir kişiliğe bürünmesi gerekiyordu. Zor bir kadın gibi davranmalıydı. Elde
edilmesi kolay, ama elde tutulması zor bir kadın. Denemeliydi. Yan dönüp uyumaya çalıştı.
Çalar saat tam yedide çalmaya başlayacaktı.
Ertesi akşam Southampton trenindeydi. Yorucu bir gün geçirmişti. Bütün gün çalışmış,
işleri düzene koymuş, eve gidip hemen bir duş almıştı. Sonra giyinip dışarı fırlamış ve bir
taksiye atlayarak son anda trene yetişmişti.
Akşam yemeği yememişti, öğlen bir şeyler atıştırmış,tı. Geçen gece Bart'la birlikte yediği
akşam yemeği neredeyse birkaç gün idare edecek gibiydi. Trende bir kahve içti.
Trenden indiği an onu karşısında gördü. Aldığı kararların bir gereği olarak soğukkanlı,
hatta kayıtsız davranması gerekiyordu. Fakat kalbi öyle hızlı çarpıyordu ki, rol
yapamayacağını hemen anladı. Bart ona gülümseyerek baktı: Üzerinde mavi bir ceket vardı.
Genç kadın kendini bir anda onun kollarında buldu.
"O çantada neler var?" diye sordu Bart. "Yoksa yanına gece .elbisesi filan mı aldın?"
"Yok canım, sadece pantolon, etek gibi basit şeyler. Bir de güneş banyosu için gerekli ufak
tefek eşyalar."
"Güzel," dedi genç adam. "Umarım hava tahminleri doğru çıkar."
Elini güneşin henüz batmakta olduğu ufka doğru uzattı. "Şu yönde gideceğiz," dedi, "New
Forest'a doğru."
Birlikte az ilerde park etmiş BMW'ye doğru yürüdüler. Genç adam çantasını yerleştirmek
için bagajı açtığında Gemma içerde iki büyük tahta kürek durduğunu gördü. 'Denizcilik bu
adamın hayat tarzı haline gelmiş,' diye içinden geçirdi.
Genç adam motoru çalıştırdı. Hareket ettiklerinde Gemmâ yeni rolünü ne zaman oynamaya
başlayacağını düşünüyordu. Bart'ın öyle rahat ve kendine güvenen bir havası vardı ki,
başlamak hiç de kolay olmayacaktı.
"New Forest'ı daha önce hiç görmedim," dedi, sessizliği bir an önce bozma isteğiyle. "Güzel
bir yer mi?"
"Cornwall'a pek benzemez."
"Hoş bir yer herhalde."
"Evet, çok ilginç bir yerdir."
Akşamın loş ışığında ma.ızara nefisti. Ağaçlıklı bir yoldan geçiyorlardı. Çevrede büyük köy
evleri vardı.
"İnsanlar doğdukları şehirleri ve kasabaları daha çok beğeniyorlar, öyle değil mi?"
Genç adam bu sözler üzerine başını çevirip Gemma' ya baktı. Hafifçe gülümseyerek, "Aynı
şey bizim için de geçerli," dedi. "İkimiz de Cornvvall'a hayranız."
Gemma küçük bir kahkaha attı. Bu sözler çok hoşuna gitmişti. "Senden hoşlanıyorum, Bart
Rule," dedi. Bir şeyler daha söyleyecekti, ama devam edemedi. Yeni rolüne alışması biraz
zaman alacaktı anlaşılan.
"Sadece hoşlanıyor musun?" diye sordu genç adam, tek kaşını kaldırarak. "Bu kadarıyla
yetineceğimi sanıyorsan, yanılıyorsun."
"Erkeklerin neyle yetineceklerini gayet iyi bilirim. Bu konuda hiç kuşkun olmasın." Genç
adam bu sözler üzerine biraz şaşırmış gibi baktı
ona.
"Neyle yetinirler?"
"Aa bilmiyor musun, yoksa?"
"Bu sözleri övünmek için mi söylüyorsun, yoksa bir
tür mazeret gibi mi?"
Genç kadın hafifçe alt dudağını dişledi. Fazla mı ileri gitmişti acaba? Bu kadar acele
etmesi gerekmiyordu.
"İkisi de değil," diye mırıldandı yavaşça. Genç adam yavaşça uzanıp onun elini sıkı sıkı
tuttu.
"Bence bugün çok yorucu bir gün geçirdin," dedi Bart. "Artı, biraz heyecanlısın, sanırım."
"Yanılıyorsun," diye atıldı Gemma. Sonra birden durdu. "Evet," diye mırıldandı, "Biraz
yorgun olduğum doğru."
Lymington'a.vardıklarında sokak lambaları yanmıştı. BM W parke kaplı kaldırıma yaklaştı.
Kaldırımda bekleyen bir adam arabanın arka kapısını açıp içeriye rahat bir tavırla kuruldu.
Gemma biraz şaşırmıştı. Yalnız olacaklarını sanıyordu.
Bart genç kadının biraz tedirgin olduğunu anlamıştı. Ona dönerek, "Bu Mr. Price," dedi.
"Tekneyle ilgili işlerde bana yardım eder. Arabayı geri götürmek
için bizimle birlikte."
Şehirden çıktılar. BM W hızını gittikçe artırıyordu. Güneşin gökyüzünde meydana
getirdiği kızıllık çoktan kaybolmuştu ve arabanın farlarında hemen hiçbir şey
görünmüyordu. Bart arabayı birden durdurdu.
"Tekne nerede?" diye sordu Gemma. Ortalıkta suya benzer bir şey yoktu. Uzakta dev
binalar siluet ha-
70
linde görünüyorlardı.
"Sabırlı ol," dedi genç adam. Bagajı açıp çantaları aldı. "Henüz sular yükselmedi. Sonra
farların ışığında göz alabildiğine uzanan çakıllık araziyi gösterdi.
Gemma pek bir şey anlamamıştı, ama sesini çıkarmadı. Bu arada arkada oturan adam
sürücü yerine geçmişti.
"Teşekkürler, Mr. Price," dedi genç adam. "Görüşmek üzere."
Araba sert bir dönüş yaparak geldikleri yola girip, kayboldu. Ortalığa derin bir sessizlik
çökmüştü. Ay doğmak üzereydi. Birden Gemma'nın burnuna belli belirsiz bir yosun kokusu
geldi. Denizin hangi yönde olduğunu anlamıştı. Nedense birden ürpferdi. Bart'ın varlığına
rağmen kendini yapayalnız hissetmişti. Uzaktaki bina siluetlerine rağmen çevrede en ufak
bir uygarlık belirtisi görünmüyordu.
"İlerde bir pub var," dedi genç adam. "İstersen yola çıkmadan önce oraya gidip bir şeyler
içelim." Genç kadının titrediğini görünce. "İstersen tekneden sıcak bir şeyler alıp
yiyebiliriz," dedi.
Bir çorba! Evet şu anda en fazla ihtiyaç duyduğu şey buydu.
"Sıcak bir çorba istiyorum," dedi hiç duraksamadan. "Ya da sıcak bir limonata."
"Güzel. O halde şu tarafa doğru gidelim." Bu arada ay doğmuştu. Gemma çevreyi daha rahat
görebildiği için memnundu. Genç adam bagajdan aldığı tahta kürekleri rahat bir tavırla
omuzunda taşıyordu. "El feneri alabilirdim," dedi. "Ama görüyorsun, ay ışığı az sonra ortalığı
gündüz gibi aydınlatacak." "Önümü görebiliyorum," diye mırıldandı Gemma. Yer iri çakıl
taşlarıyla kaplıydı. Bu yüzden her adımım dikkatle atması gerekiyordu. Bazıları öyle bjiyüktü
ki, insanın sendeleyip bileğini burkması işten değildi. Kıyıda bir tekne duruyordu, küçük bir
sandal. Gem- ma'nm içini garip bir tedirginlik kapladı. Felicity'ye anlaşılan bu sandalla
çıkacaklardı. Bir milyonerin yatma çıkacağı için kendisini ne kadar şanslı saysa azdı. Ama
nedense içinde en ufak bir sevinç kıvılcımı bile hissetmiyordu. Genç adam rahat bir tavırla
sandala bindi. Tahta kürekleri ıskarmozlara yerleştirdi. Bu arada genç kadın kıyıda
beklemişti. Sonra o da sandala geçti. Ayağının altındaki oynak zemin tedirginlik veriyordu.
Bart Rule tekneyi kıyıya bağlayan halatı çözdü ve küreklere asıldı. Sandal gıcırdayarak açığa
doğru süzüldü.
Karanlık suların ortasındaydılar. Hiç de hoş bir durum değildi bu. Fakat genç kadın ne
olursa olsun hoşnutsuzluğunu göstermemeye kararlıydı. Tam karşısında, sandalın orta yerinde
oturan Bart karanlık bir siluet halinde görünüyordu. îleri geri hareket ederek yavaş, ama güçlü
hareketlerle kürekleri çekiyordu. Her asılışında sandalın ahşap zemininden insanın asabını
bozan bir gıcırtı yükseliyordu. Ay ışığında demirlemiş bir sürü tekne görünüyordu. Ama
nedense içlerinde en ufak bir hareket bile yoktu.
"işte geldik," dedi genç adam. Son bir kez küreklere asıldı. Oldukça büyük bir tekneye
yaklaşmışlardı. Bart çantaları güverteye fırlattı. Sonra kürekleri iterek yerleştirdi. Sandalın
baş tarafındaki ipi bir yere bağla- dı.
"Önce ben geçeyim, sonra seni çekerim," dedi.
Güverteye yaslanıp sıçradı ve yukarı çıktı. Bu arada Gemma ayağa kalktı. Altındaki sandal
oynayıp duruyordu. Üstelik sandalı tekneye bağlayan ip biraz uzun- caydı.
Bart uzanıp sandalın ipini çekti. Tekneye biraz yaklaştıklarını gören Gemma sandalın
burnuna doğru yürüdü.
"Elimi tut," dedi Bart.
"Gerek yok," diye karşılık verdi Gemma. "Sen nasıl çıktıysan ben de öyle çıkarım."
"Hey dikkatli ol!"
Gemma güverteye tutunmuştu bile. Fakat ayaklarının'altındaki sandalın hızla geriye doğru
kaydığını hissetti. Onun elini tutmamakla hata yapmıştı.
Tekrar saindala geçmek için bir hareket yaptı ve dengesini iyice kaybederek suya düştü.
Tuzlu su buz gibiydi. Genzine kaçan suyu atmak için bir iki kez öksürdü. Sonra yavaş
yavaş yüzerek suyun yüzeyinde durmayı başardı. Yukarı baktığında Bart Rule'un eğilmiş
kendisini seyretmekte olduğunu fark etti. Çok eğleniyordu herhalde. , "iyi misin?" diye
sordu genç adam. "Evet." "Tut elimi." .
Gemma suyun içinden elini uzattı. Genç adam onu
bileğinden sıkıca kavrayarak tek bir hareketle yukarı çekti.
Gemma sırılsıklam olmuştu. Titriyordu. Genç adamın güldüğünü görünce onu
tokatlamamak için zor tuttu kendini. Hem suya düşmesine sebep olmuştu, hem de alay
ediyordu.
"Tekneler hakkında çok şey biliyor gibi bir halin var," dedi Bart.
"Be-ben, ço-çok soğuk..."
"Gel aşağı inelim."
Bu iyi fikirdi işte. Güvertede birkaç dakika daha bu
vaziyette kalsa zatürree bile olabilirdi. Genç adam onu
ısıtmak istiyormuş gibi kolunu omzuna sardı. Birlikte
yürüdüler. Gemma ne tarafa gittiklerini bilmiyordu.

Umurunda da değildi. O anda istediği tek şey sıcak bir yerdi.


Demir bir merdivenden yukarı çıktılar. Genç adam onu sıkı sıkı tutuyordu. Yüksekçe bir
yerde olduklarını hisseden Gemma adımlarını çok dikkatli atıyordu.
Bart onu bırakıp yere çömeldi. Genç kadın kollarını göğsünde kavuşturup öne doğru biraz
eğilerek bekledi. Bart kapak gibi bir şeyi anahtarla açtı.
"Şimdi çok dikkatli ol," dedi. "Birkaç basamak merdiven ineceksin."
Gemma ona tutunarak dört beş basamak aşağı indi. Genç adam ışığı yakınca birden şaşırdı.
Çok geniş ve rahat bir oturma salonundaydılar. Böyle bir şeyi beklemiyordu doğrusu.
Mucize gibi bir şeydi. Hayretle Bart'a baktı.
"Hemen üstündekileri çıkar," dedi genç adam..
Bunları söyler söylemez arkasını dönüp maun kapıdan çıkıp gitti. Gemma çevresine
bakmırken tekrar içeri girdi. Bu kez elinde büyükçe bir havlu vardı.
"Kaldır kollarını."
Gemma onun istediğini yaptı. Genç adam üzerindeki kazağı bir çekişte çıkarıverdi.
Havluyla onu hızlı hızlı kuruladı. Sonra gidip bir dolap açtı ve içinden bir atlet çıkardı.
"Şimdilik şunu giy-," dedi.
Gemma ister istemez arkasını dönüp fanilayı üzerine geçirdi.
"Şuraya otur."
Onun emirlerine itaat etmekten başka çaresi yoktu. Genç adamın gösterdiği kanepeye
oturdu. Bir an göz göze geldiler. Genç kadın gülümsedi.
"Pantolonunu kendin çıkarabilirsin herhalde."
Gemma havluyla saçlarını hızlı hızlı kurulamaya başladı.
"Beni rahat bırakırsan ayakkabılarımı da çıkarırım," dedi öfkeyle.
"Çıkar o zaman."
Genç adam yine o kapının gerisinde kayboldu. Gemma bir yandan saçlarını kurularken bir
yandan da çevresine bakmıyordu. Kamara gerçekten de göz kamaştırıcı bir biçimde
döşenmişti ve içerde lüks bir evin oturma salonunda bulunabilecek her şey vardı.
O anda geçen adamın sesini duydu. "Her yeri ıslattık," diyordu.
Gemma kendi kendine gülümsedi. Çıplak ayakları kalın tüylü bir halının üzerindeydi.
Bart'ın son girişinde bıraktığı çantasını çabucak açtı, üzerindeki ıslak pantolonu çıkarıp
yenisini giydi.
Bu arada genç adam kapıda belirmişti. Büyük bir paspasla yerleri siliyordu. Çevreye
saçılan sular hafiften çamurlaşmıştı. Teknenin temizliğine bu kadar büyük bir özen
gösterilmesi biraz garibine gitmişti.
"Yardım edebilir miyim?"
"Gerek yok," dedi Bart. "Mesele çıkarmadan oturduğun yerde kalsan daha iyi edersin."
O andan itibaren hiçbir şey söylememeye karar veren Gemma oturduğu yerden kamaranın
içini incelemeye başladı. Yuvarlak lumbozlardan ayın dışarıda iyice yükseldiği
görülebiliyordu.
Genç adam paspas işini bitirince duvardaki gizli bir bölmeyi açtı. Burası içinde akla gelen
her türlü içkinin bulunduğu bir dolaptı. İki bardağa viski koydu.
Gemma genç adamın uzattığı içkiyi bir dikişte bitirdi. Buna gerçekten de ihtiyacı vardı.
Bart hemen önünde ayakta durmuş, yüzünde dalgın bir ifadeyle ona bakıyordu. Adeta onu
seyrediyordu. O anda Gemma üzerindeki ince fanilanın göğüslerini olduğu gibi ortaya çı-
kardığını fark etti. Oturduğu yerde biraz büzüldü. Bart bu küçük hareketi gözden
kaçırmamıştı. Hafifçe gülümseyerek baktı ona. Viskisinden küçük bir yudum aldı.
"Saçlarım iyi kurulayamamışsın," dedi. Elindeki içki bardağını bırakıp havluyu aldı ve
genç kadının saçlarını hızlı hızlı kurulamaya başladı.
"Lütfen yapma. Gerek yok."
Bu sözler genç kadının dudaklarından adeta kendiliğinden dökülmüşlerdi.
Genç adamın hareketleri yavaşladı. Sonra havluyu yavaşça bıraktı. Elleriyle genç kadının
boynunu tuttu.
Çok hoş bir temastı bu. Gemma onun sımsıcak avuçlarını boynunun iki yanında
hissediyordu. Başını biraz kaldırıp genç adamın gözlerinin içine baktı. Bart baş parmağıyla
önce onun çenesini, sonra alt dudağını hafifçe okşadı. Gemma içinin ürperdiğini hissetti, işte
o an gelmişti. Peki, ama neden korkuyordu. İstediği bu değil miydi?
Paniğe kapılmamalı, sakin olmalıydı.
Genç adam onun içinden geçenleri anlamış gibi ellerini okşarcasına boynundan
omuzlarına doğru kaydırdı. Gemma gözle görülebilecek şekilde titredi. Vücudu hızla
ısınıyordu.
Hep böyle baksaydı ne iyi olurdu. Ama bakmakla yetinmiyor, onu resmen okşuyordu. Bu
temasa daha fazla dayanamayacağını hissetti genç kadın. Yavaşça onun elini tuttu.
Genç adam durdu. Gözleri irileşmiş gibiydi ve kımıldamadan Gemma'nın gözlerinin içine
bakıyordu.
"Tatlım," diye fısıldadı ona. "Sen üşüydrsun."
Gemma bir an ne diyeceğini bilemedi. Bu arada Bart bakışlarını onun dudaklarına
çevirmişti. Genç kadın dudaklarının hafif aralık durduğunu o anda fark etti. Gülümsemeye
çalıştı. Bir şeyler söylemesi gerekiyordu.
"Şey," diye mırıldandı, "Soğuktan değil."
"Evet, anlıyorum."
Bart heyecanlanmış gibiydi. Gemma genç adamın yüzünün hafifçe pembeleştiğini fark
etti. Bakışları yavaşça aşağı kayıp genç kadının göğüslerini buldu. O anda Gemma göğüs
uçlarının hafifçe büzüldükl.erini hissetti. Genç adam bu küçük değişikliği fark etmiş gibi ba-
kışlarını onun gözlerine çevirdi. Soluk kesici birkaç saniye boyunca hiç kımıldamadan
bakıştılar.
"Çok güzelsin," diye mırıldandı Bart.
Gemma bütün cesaretini topladı. Şu an onun için çok • önemliydi.
"Sen de fena sayılmazsın," deyip mırıldandı, bütün gücünü toplayarak.
Bart biraz şaşırmıştı. Gözlerini hafifçe kısarak ona dikkatle baktı.
"Ne demek istiyorsun, Gemma?"
"Açık değil mi? Erkekler... böyle durumlarda, genellikle konuşmayı tercih etmezler."
"Öyle mi?"
Sesinde sert bir ifade belirmişti. 'Oluyor,' diye içinden geçirdi genç kadın. O anda biraz daha
rahat görünmek için yapamayacağı şey yoktu. Onun üzerinde yaratacağı ilk izlenim çok
önemliydi. Serbest bir kadın gibi davranmalıydı. Çok fazla erkek tanımış, onlardan zerre
kadar korkmayan serbest bir kadın gibi.
Bart onun yanına oturdu ve aynı anda göğüslerini tuttu. Gemma gözlerini yumarak başını
genç adamın omuzlarına bıraktı. Burada durmamalıydı, devam etmeliydi. Derin bir soluk
alarak yüzünü genç adama doğru çevirdi.
"Bütün yapabildiğin bu mu?"
Bart şaşırmıştı. Yüzünde şaşkın bir çocuğun ifadesi vardı.
"Ne demek istiyorsun sen?"
"Ben daha fazlasını yapabilirsin, demek istiyorum."
"Böyle mi?"
Genç adam dudaklarını onun göğüslerine bastırdı. Müthiş bir duyguydu bu. Gemma
titrediğini hissetti. Tırnaklarını onun geniş omuzlarına hafifçe bastırdı. Bart onu
dudaklarıyla okşamaya devam ediyordu. Üzerindeki fanila o kadar inceydi ki, Gemma
bütün bu olup bitenleri çıplak teninde hissediyordu. İçinde bir şeylerin çözüldüğünü hızla
erimeye başladığını hissetti. Bu kadarını beklemiyordu doğrusu.
Onu omuzlarından hafifçe itmeye çalışarak, "Yapma," diye fısıldadı.
Başlattığı şeyi, istediği anda durduramayacağını o anda anladı. Genç adam başın kaldırıp
onu kollarının
arasına alarak sıktı. Dudaklarını boynundan kulak arkasına kadar kaydırdı. Gemma şimdi
titriyordu. Parmaklarını genç adamın gür saçlarının içinden geçirdi. Onu itmek istiyor, ama
tam aksini yapıyordu.
"Lütfen, Bart," diye fısıldadı soluk soluğa "Sana dokunmak istiyorum."
"Peki," dedi genç adam, "Nasıl istersen." Sesinden onun da çok heyecanlı olduğu belliydi.
Gemma onu biraz frenlemek için vakit kazanması gerektiğini düşünüyordu.
Bakışlarına kışkırtıcı bir ifade yerleştirmeye çalışarak ona bakıp gülümsedi. Bu tebessümün
etkisi biraz şaşırtıcı oldu. Bart gözlerini hafifçe kısmış ona bakıyordu.
Gemma genç adamın geniş omuzlarını okşadı. Sonra ellerini yavaşça göğsüne doğru
kaydırdı. Bu hareketleri oldukça beceriksiz biçimde yaptığını hissediyordu. Fakat
dudaklarındaki tebessümün durumu kurtardığına emindi.
Ellerini yavaşça genç adamın pantolon kemerine kaydırdı.
"Ne kadar çok giymişsin," dedi gülerek.
"Önünde striptiz yapacak değilim herhalde."
Genç adamın sesinde apaçık bir hoşnutsuzluk vardı. incinmiş gibiydi.
"Şu üstündekileri değiştirsen, iyi edersin. Üzerindeki fanila çok ince."
'Bu da bir şey,' diye içinden geçirdi Gemma. Rolünün birinci bölümünü başarıyla oynadığı
anlaşılıyordu. Çok erkek tanımış, cinsel konularda deneyimli bir kadın görüntüsünü
yaratabilmişti.
"Geceliğimi giyeyim mi?"
"Ne istersen onu giy. Sana yatacağın yeri göstereyim."
Genç kadın bu sözler üzerine çok şaşırmış gibi yaparak, gözlerini iri iri açıp onun yüzüne
baktı.
"Birlikte uyumayacak mıyız?"
"Böyle şeyler insanın içgüdüleriyle olur. Şu anda içgüdülerim bana, hayır, diyor."
O anda Gemma fazla ileri gittiğini düşündü. Bu kadar sert tepki beklemiyordu doğrusu.
Ne vardı bunda? Alt tarafı ona bütün diğer kadınlar gibi davranmıştı. Daha önce birlikte
olduğu kadınların da böyle şeyler yaptıklarına emindi. Hiç kuşkusuz bir düzine kadınla
değişik zamanlarda aynı şeyleri yapıyordu. O halde neden yadırgamıştı? Gemma'dan
değişik bir şeyler bekliyor olmalıydı.
"Şey... neyin var senin?"
Genç adam soruyu duymamazlıktan geldi. Başını öte yana çevirerek bir süre hiç
kımıldamadan durdu. Gem- ma'ya saatler gibi gelen bitmek tükenmek bilmeyen birkaç
saniye sonra genç adam başını ağır ağır ona doğru çevirdi. Bakışlarında dayanılması zor,
ciddi bir ifade vardı. Gemma rolünü bu kadar iyi oynayabileceğini tahmin edememişti
doğrusu.
"Çok geç oldu," dedi genç adam. "Sen de çok yorgunsun. Uzun bir yoldan geldin."
Ay ışığı pencereden süzülüyor ve yüzünün yarısını aydınlatıyordu. Her şeye rağmen
Gemma onun bu tavrını biraz yadırgamıştı. Serbest tavırlı kadınlara alışık olduğunu
düşünmüştü. Belki de Bart Rule bu tür kadınlardan bıkmış biriydi. Böyle olsa bile başlattığı
oyunu sonuna kadar oynamaya devam etmeliydi.
"Evet," dedi "Gerçekten de çok yorgunum."
"Gel," diye mırıldandı genç adam, ayağa kalkarken. "Seni başkasaraya indireyim."
"Başkamara mı? O da ne? Ayrı bir oda mı?"
Genç adam güldü. "Kamara değil, kasara," dedi. "Fena yer değil, göreceksin."
"Umarım öyledir."
Maun kapıdan çıktılar. Dar bir koridora girdiler. Tavanda metal koruyucular içinde lambalar
vardı. Cilalı ahşap tahtalar teknenin yakın zamanda elden geçtiğini gösteriyordu. Koridor
boyunca birkaç kapı vardı. Bunların her birinin ayrı bir oda olduğunu düşündü genç kadın.
Koridor ileri doğru gidildikçe teknenin burun kısmının şeklini alıyor ve daralıyordu.
Genç adam kapılardan birini açtı. Burası küçük bir kamaraydı. Gemma içeriye bir göz attı.
Oldukça rahat olduğu anlaşılan bir yatak vardı içerde. Bir kenarıyla duvara sabitleştirilmişti.
Duvarda dolaplar vardı. Ayrıca raflar.
Bart, Gemma'nın çantasını raflardan birine koydu. 'İçindekileri boşaltıp dolaba
yerleştirmek gerekiyor,' diye düşündü genç kadın. Fakat bu işi hemen yapmasa da olurdu.
İpek geceliği çantanın en üst kısmında bulunuyordu. Fakat bu soğuk havada böyle ince bir
gecelikle yatmak akıl işi değildi. En iyisi üzerindekilerle, olduğu gibi yatmaktı.
"Sen hâlâ titriyorsun," dedi genç adam. "İstersen sıcak bir termofor getireyim."
Genç kadın kendi kendine gülümsedi. İncelikle hazırladığı planların vardığı yer birden
komiğine gitmişti. Sıcak bir termofor!
"Hayır, teşekkür ederim," diye mırıldandı. "Yaşlı kadınlar gibi sıcak termoforla
yatamayacak kadar genç hissediyorum kendimi."
Genç adam, nasıl istersen, der gibi omuz silkti, kamaradan çıktı. O anda genç kadın
üstündeki fanilanın biraz nemli olduğunu fark etti. Çantasını açıp altlardan kalınca bir kazak
çıkardı.
Kamaranın kapısı yarı aralıktı. Buna rağmen üstündeki fanilayı hemen çıkarıp kazağı giydi.
Oldukça kalın, yün bir kazaktı bu. Onu hem sıcak tutacak, hem de kendisini güçlü
hissetmesini sağlayacaktı. Aslında sıcak su dolu bir termofor hiç de fena olmazdı. Ama artık
bunu istemek için çok geçti.
Tam o sırada kapı açıldı ve Bart Rule içeri girdi. Elinde kalın bir battaniye vardı. Genç kadına
uzattı. Elde dokunmuş çok şık bir battaniyeydi bu.
"Ne güzel bir şey," dedi Gemma . •
Genç adam hafifçe gülümsedi. Mahçup olmuş ya da kendisini çok duygulandıran bir şey
hatırlamış gibiydi.
"Bunu annem ördü," diye mırıldandı. "Yat da üstüne örteyim."
Genç kadın ayakkabılarını çıkardı ve yatağa uzandı. Göründüğünden de yumuşak bir
yataktı. Genç adam onu battaniyeye sıkı sıkı sardı.
"Bu kadar erken yatışımız sakın seni yanıltmasın," dedi genç adam. "Seninle işimiz daha
bitmedi, Gemma Roseveare."
Genç kadın bu sözleri yorumlamaya çalışırken Bart tam karşıdaki duvardan şerit gibi sarkan
bir şeyi çekti. Bu portatif bir yataktı. Yatağın üzerindeki dolaptan bir battaniye çıkaran genç
adam, hemen uzandı. Teknede yatak odası olarak kullanılabilecek başka kamaraların olduğu
kesindi. Buna rağmen Bart onunla aynı yerde yatmak istemişti.
"Bu gece seni daha fazla yormak istemedim," diye mırıldandı genç adam. "Yarın sabah
konuşuruz."
"Hangi konuda?"
"Şimdi bunları düşünme. Uyumaya çalış."
Onunla nedense küçük bir kız çocuğuymuş gibi konuşmaya başlamıştı.
"Nasıl uyuyabilirim," diye mırıldandı. "Sabahleyin beni yoracağını söyledikten sonra."
"Ben öyle bir şey söylemedim ki."
"Söyledin. Daha doğrusu söylediklerinden böyle bir anlam çıktı. Lütfen söyler misin, yarın
sabah benimle hangi konuda münakaşa etmeyi düşünüyorsun?"
Genç adam yattığı yerde doğruldu. Tek dirseğine yaslanarak ona baktı.
"Seninle münakaşa edeceğimi de nereden çıkardın?" "Burada yatmandan belli. Neden
içerdeki kamarada yatmıyorsun."
Bart Rule gülmeye başladı. "Senin sinirlerin bozuk," diye mırıldandı. "Sazlıkların arasında
yan yana uyuyan kuğular gördün mü hiç?"
Bu garip soru genç kadının içinde tuhaf duygular uyandırdı birden. Yuvarlak pencereden
içeri ay ışığı doluyordu. Tekne belli belirsiz sallanıyordu.
Uykusu vardı. Gerçekten de çok yorucu bir gün geçirmişti. "Kuğuları severim," diye
mırıldandı. "Sadece güzel oldukları için değil. Hep çift yaşarlar."
"Evet, hayatı paylaşırlar."
"Doğru söyledin. Haydi uyuyalım şimdi." Genç kadın bu sözleri söylerken derin bir
uykunun eşiğinde olduğunu hissetti. "Teşekkür ederim, Bart," diye mırıldandı. Bu sözleri
yüksek sesle mi söylemişti? Yoksa sadece aklından mı geçirmişti? Bunu bilemeden derin bir
uykuya daldı.

Bölüm Altı

O büyük geniş kanatların serinliğini hissediyordu. Vücudunu sarmışlardı ve onun suyun


üzerinde göğe doğru yükseltiyorlardı. Şimdi Gemma onun güçlü kollarına tutunuyordu.
Genç adam bembeyaz kanatlarıyla onun vücudunu sardı. Tek vücut oldular ve dalgaların
üzerinden sekerek göğe doğru yükseldiler.
Gemma sıçrayarak uyandı. Hemen yanındaki lumbozdan dışarı baktı. Güneş ışıkları suyun
üzerinde oynaşıyorlardı. Derin bir iç çekip yan döndü.
Bart'ın kalktığını, dışarı çıktığını işitti. Onu rüyasında görmüştü. Dev bir kuğu biçimindeydi.
Neden kuğu?
Tam bunu düşünürken kamaranın kapısı açıldı.
"Merhaba. Kahve içer misin?"
Genç kadın başını salladı. Bart az sonra elinde çok zarif bir porselen fincanla dönmüştü.
Gemma yatağın içinde oturdu. Fincanı alırken mırıldanarak teşekkür etti.
Kahvesinden bir yudum içip dün gece olanları düşünmeye başladı. Hatırladıkça canı sıkıldı.
Ona kendisini resmen sunmuş ve reddedilmişti. Tam o sırada yatağın içinde garip bir cisim
fark etti. Elini battaniyenin altına sokup baktı. Bu bir termofordu.
Genç adam gülümseyerek onu izliyordu. Geceleyin Gemma'ya fark ettirmeden termoforu
oraya koymuş olmalıydı.
"Teşekkür ederim," dedi genç kadın. "Hava gerçekten çok soğuktu."
"Deniz, özellikle geceleri çok soğuk olur."
Ona gördüğü rüyayı anlatsa mıydı?
"Saat kaç?" diye mırıldandı.
"Sekizi yirmi geçiyor."
"Ah, çok geç olmuş. Ne kadar çok uyumuşum."
"Seni yedide uyandıracaktım. Ama öyle derin uyu yordun ki, kıyamadım. Sonra bir duş
aldım."
"Duş mu aldın? Nasıl?'
"Gel, sana göstereyim."
Genç kadın kendisine uzanan eli tutup kalktı. Kamaradan çıktılar. Bart küçük bir kapıyı açtı.
Burası küçük bir banyo kabiniydi.
"Ne güzel," dedi Gemma. "Çok zekice bir düşünce. Bu kadar dar bir yere bir banyonun
sığdırılması, inanılır gibi değil. Sıcak su da var, değil mi?"
"Elbette. Yalnız elini çabuk tutmalısın. Kahvaltı on dakika sonra hazır olacak."
"On dakika sürmez."
Gemma beş dakika içinde yıkandı. Üstüne bir süveterle bir kot pantolon geçirdi. Saçlarını
büyükçe bir havluyla sardı.
Banyo kabininden çıktığında burnuna bir jambon kokusu geldi. Az ilerde yarı açık duran
kapıyı itti. Burası bir mutfaktı. Genç adam tabaklara yerleştirdiği jambonun yanma domates
dilimlemekle meşguldü. İçerde normal bir mutfakta olması gereken hemen her şey vardı.
"Jambon sever misin, bilmiyorum," dedi Bart. "istersen yumurta da pişirebilirsin."
"Şey... tatlı bir şeyler var mı acaba?"
Genç adam eliyle rafta sırayla dizilmiş küçük porselen kavanozları gösterdi. Gemma
kapaklarını kaldırıp içlerine bir göz attı. İnanılır gibi değildi. Porselen kavanozların içi çeşitli
reçeller ve marmelatlarla doluydu.
"Çok ilginç," diye mırıldandı. "Çok teşekkür ede- rım.
"Bu teknede normal bir evde bulunabilecek her şey vardır."
Az sonra güvertenin üstü açık bölümünde oturuyorlardı. Bart iki tane yumurta pişirmişti.
Kahvaltı sofrası gerçekten çok zengin görünüyordu. Bütün eşyalar, 'çatal bıçaklar hep
gümüştendi. Porselen kaplar gümüş ışığında pırıl pırıl parlıyorlardı. Lüks bir otelde bile böy-
lesine lüks bir kahvaltı sofrası bulmak çok zordu.
Önündeki jambonu bitirdikten sonra yumurtasını yemeğe başladı.
"Yumurta istemediğini sanmıştım," diye mırıldandı genç adam. Onu seyrediyordu.
Gemma başını kaldırdığında göz göze geldiler. Bart Rule hafifçe gülümsedi.
"Fikrimi değiştirdim," dedi Gemma.
Marmelat gerçekten nefisti. Kendisini bu kadar aç hissetmesi Gemma'nın garibine gitmişti.
Londra'da sabahları genellikle pek az şey yerdi. Bazı günler evden çıkmadan tek bir çörek
atıştırdığı olurdu.
Kahvaltı bittikten sonra birer kahve daha aldılar. Genç Vadin arkasına yaslandı. Çok güzel
bir gündü. Deniz »c gökyüzü pırıl pırıldı. Felicity'nin bu kadar konforlu olduğunu tahmin
edememişti doğrusu.
j'skne demirlediği yerin çevresinde geniş bir kavis çizerek ağır hareketlerle dönüyordu.
Gen£ kadın duvardaki dolap kapaklarına baktı. Teknenin içinde hemen her şeyin bir yeri
vardı. Bu yüzden ortalıkta hiçbir şey görünmüyordu. Kapaklardan biri diğerlerinden fark-
lıydı.
"Şu kapak niye ötekilerden ayrı?" diye sordu.
"O bir buzdolabı," diye karşılık verdi genç adam. "Tam anlamıyla ısı yalıtımı sağlamak için
ikinci bir kapak yaptım."
"Yani kapağı sen mi taktın?"
"Elbette. Evimde de birkaç buzdolabı vardır. Soğuk yiyecek ve içeceklerden hoşlanırım.
Bunu yeni yaptım. Fakat batarya yeterli olacak mı, bilemiyorum.".
"Daha büyük bir batarya kullanamaz mısın?"
"Kullanabilirim, tabii. Ama bu sefer de yer problemi çıkar. Bu tür teknelerde mekanı çok
ekonomik biçimde kullanmak gerekir." "Ama Bart..." diye söze başladı genç kadın. Sonra
birden sustu. Yanlış anlaşılmaktan korkuyordu. Ayrıca tekneler hakkında pek az bilgisi
vardı. "Madem öyle," diye devam etti. "Neden kendine daha büyük bir tekne satın
almıyorsun? Yer sorununu ancak böyle çözebilirsin."
Genç adam bu sözler üzerine dikkat kesildi. Gözlerini hafifçe kısarak baktı ona.
"Demek daha geniş bir tekne istiyorsun."
"Yo, hayır yanlış anlama. Felicity'yi çok severdim. Ayrıca hayatımda ilk kez bu kadar
büyük bir tekne görüyorum. Bence yeterli."
"Böyle bir teknenin hareket kabiliyeti daha büyüklerine oranla oldukça fazladır."
"Anlıyorum," diye mırıldandı genç kadın. "Tekneyi kullanmama izin verecek misin?"
Genç adam güldü. "Bu tekneye gelen herkes bunu ister. Fakat dümen başında bir iki saat
geçirdikten sonra vazgeçerler."
"Onların ne hissettiklerini anlayabiliyorum," diye mırıldandı Gemma. Oysa o anda kafası
başka bir konuyla meşguldü. Bu tekneye kendisinden önce gelen insanları gözlerinin önüne
getirmeye çalıştı. Şık ve güzel kadınlar bunların başında geliyordu, kuşkusuz. Caroline Lang
burada çok uzun bir süre geçirmiş olmalıydı. Uzun yaz ayları. Tekneyi kullanmayı da bu
arada öğrenmişti herhalde.
"Tekne küçük partiler verilebilecek kadar geniş," dedi Gemma.
"Bu tür partilerden pek hoşlanmam. Aslına bakarsan teknenin boyutları böyle bir şeye
müsait değil. Ben bunu bir tür avantaj olarak görüyorum. Tek veya en fazla iki kişinin rahat
yaşayabileceği şekilde yapıldı. Teknenin yapımı sırasında bütün aşamalarda bulundum ve
ustalara hep müdahale ettim. Hatta modeli kendim geliştirdim diyebilirim."
"Anlıyorum," dedi genç kadın. Çevreye şimdi daha değişik bir gözle bakıyordu. "Bunun
bir prototip olduğunu mu söylemek istiyorsun?"
"Elbette. Planlara bakılarak buna benzer bir sürü tekne yapılabilir. İlerde böyle bir işe
girişebilirim. Tabii büyük yatırım gerektiriyor. Ama bu çok önemli değil. Öncelikle
oturduğum yere yakın bir yat limanı satın aldım."
Konu yavaş yavaş Gemma'nın iyi anladığı işe geliyordu. Dikkat kesildi. Onun yaptıklarını,
gelecekle ilgili planlarını bir an önce öğrenmek için sabırsızlanıyordu.
"Cornvvall'ı mı kastediyorsun?" diye sordu.
"Evet," dedi genç adam. "Pensilva Limanı'na taşınmayı düşünüyorum. Orada yeni tekneler
yapabilirim. Değişik modeller denemeyi düşünüyorum. Bu durumda Felicity'yi patenti ile
birlikte satabilirim. En uygun ve en rahat tekne modelini bulmak gibi bir arzum vaı. Sanıldığı
kadar kolay bir iş değil. Çok çalışmak gerekiyor."
"Bence Felicity çok rahat bir tekne."
"Evet, ama sadece bir ya da iki kişi için. Oysa geniş ailelerin rahatlıkla kullanabilecekleri
bir model geliştirmek lazım."
"Yani bir aile gezinti teknesi"
Genç adam başını salladı. 'Çok ilginç,' diye içinden geçirdi genç kadın. Demek bu tekneyi
Caroline Lang ile baş başa kalmak için yapmıştı. Olamaz mıydı?
"Düşündüğüm tekne beş kişinin rahatlıkla yaşayabileceği kadar geniş olacak," dedi genç
adam. Gözleri parlıyordu konuşurken. "Hatta, altı," diye ekledi. "Anne, baba ve dört çocuk.
Tabii büyük olacağı için limanda bağlı tutulması gerekecek."
"Anlıyorum," dedi genç kadın. "Açıkta demirlemek güvenli olmuyor, sanırım."
"Çok doğru" dedi genç adam. Gemma'nın bu kadar önemli bir noktayı kendiliğinden
kavramasına sevinmiş gibiydi.
"Artık yeni prototipi geliştirmeye hazırım," diye devam etti heyecanla. "Ama önce
Felicity'nin patent meselesini halletmem gerekiyor. Bunun anlamı ne biliyor musun?" Birden
durdu. Sanki ona çok fazla şey anlattığını düşünüp endişelenmişti. Kaşlarını kaldırarak, "Bu
konu canını sıkmıyor ya?" diye sordu.
"Tam tersine," diye karşılık verdi genç kadın duraksamadan. "Elektronikten sonra
gemiciliğe merak salman çok ilginç."
"İlk gençlik yıllarımdaki isteklerime geri dönmüş oluyorum böylece," diye mırıldandı genç
adam. Fakat sesinde az önceki gibi bir heyecan yoktu. "O zamanlar Tech'te denizcilik tahsili
görmüştüm."
"Ama aradan çok uzun zaman geçti, öyle değil mi?"
Genç adam gözlerini kısıp ona dikkatle baktı. "Bu gemicilik hikâyesini daha önceden
biliyordun," diye mırıldandı. "Yani pazartesi günü beni görmeye geldiğin zaman..."
Gemma yutkundu. Neden bu kadar kuşkucuydu?
"Evet, ama bir de sen anlatırsan iyi olur diye düşündüm."
"Beni anlıyorsun. Sevindirici bir durum."
Gemma başını salladı. Gülümsemeye çalıştı. Ama genç adamın yüzünde çok ciddi bir ifade
belirmişti. 'Bana güvenmiyor,' diye geçirdi içinden. Ondan bir şey istemediğini sadece iyi
vakit geçirmeye çalıştığım kanıtlamak zorundaydı. Serbest ve her önüne gelen erkekle
birlikte olmaktan çekinmeyen bir kadın Bart Rule gibi bir erkekten ne beklerdi? Şimdi onu
tam aksine, öyle bir kadın olmadığına ikna etmek zorundaydı.
"Para sence çok önemli mi?" diye soruverdi birdenbire.
Genç adam şaşırmıştı. "Elbette,'' diye karşılık verdi. "insanlar, istediklerine para sayesinde
sahip olabiliyorlar."
"Biliyor musun, para benim için hiç önemli değildir. Daha doğrusu bir peni daha fazla
kazanmak için kendimi sıkıntıya sokmam."
Bart Rule'un şaşkınlığı bir kat daha artmıştı.
Gemma bu noktada duramayacağını hissetti. Bir şeyler yapmalıydı.
"Seni ilk gördüğümde," dedi, "Üzerinde şimdikine çok benzeyen eski ptiskü gemici
giysileri vardı. Zengin biri olduğunu bilmiyordum."
"Ama öğrendin."
"Evet... ama, ne diyebilirim?" Çaresizlik içinde ellerini ovuşturdu. En iyisi açık açık
konuşmaktı. "Bak Rule, seninle zengin bir adam olduğun için birlikte olmak istediğimi
sanıyorsan, çok yanılıyorsun. İnsan ilişkilerinde paraya önem vermem ben. Ayrıca işimden
me-nnunum. Yeterince para kazanıyorum. Hatta gerektiğinden çok."
"İnsanlar bir işte para kazandıkça daha fazlasını ister."
"Haklısın. Örneğin televizyonda çalışan biri olsaydım..."
Gemma kızararak sustu. Pot kırmıştı. Caroline Lang o anda aklının ucundan bile
geçmemişti, ama nedense, birden onun mesleğinden söz edivermişti. Oysa Bart' in
evliliğinden söz etmemeye kesinlikle kararlıydı.
Bart dalgınlaşmıştı. "Caroline ve ben gösterişli partiler verirdik," diye mırıldandı. "Bu tür
partilerde dikkati çekmeyi çok severdi."
"Bence çok iyi bir kadın olmalı," diye atıldı Gemma.
"Evet," dedi Bart. "İyi bir kadındı. Bir zamanlar."
Derin bir iç çekti. Genç kadın birden içinde derin bir sızı hissetti. Onu üzmek istememişti.
Yavaşça genç adamın omuzuna dokundu. Uzanıp onu yanağından öptü. "Beni yanlış
anlamanı istemem," diye mırıldandı. "Şu para konusunu kapatalım," dedi genç adam. Sonra
ansızın aklına bir şey gelmiş gibi ona dönerek, "Yoksul biri olsaydım, benimle evlenir
miydin?" diye sordu.
"Ben de sana bunu anlatmaya çalışıyorum," diye atıldı genç kadın. "Seninle hiçbir şart
altında evlenmezdim ben. Böyle bir şey aklımın ucundan bile geçmedi. Ayrıca ben değişik bir
kadınım. Evlenmeyi hiç düşünmedim. Böyle bir şeye ihtiyaç duymuyorum."
"Seni gayet iyi anlıyorum," diye mırıldandı genç adam. "Senin durumunda olan bir kadının
evlenmesine gerek de yok. Nasıl olsa istediğinle birlikte olabiliyorsun."
Bu sözler üzerinde Gemma yanaklarına bir sıcaklığın yayıldığını hissetti. Bir an ne
söylemesi gerektiğini düşündü. Sonra durgun bir tavırla, "Bir kadının bir erkekten hoşlanması
suç değildir," dedi.
"Peki, birkaç erkekten hoşlanması?" Bu sözleri gülümseyerek, hafif alaycı bir tavırla
söylemişti.
Gemma bakışlarını kaçırdı. Onun hakkında ne düşündüğünü iyice anlamıştı. Dün geceki
tavırlarıyla onun üzerinde çok belirgin ve değiştirilmesi zor bir izlenim yaratmıştı. Zengin
erkeklerle çıkmaya meraklı bir kadın... Evet, onun böyle biri olduğunu düşünüyordu. Hatta
belki daha da kötüsü, erkeklerle paraları için yatan bir kadın. Oysa kendisi onda tam aksi
yönde bir izlenim uyandırmaya çalışmıştı. O anda yapabileceği bir şey yoktu. Ayağa kalkıp
sofrayı toplamaya başladı.
"Artık yola çıkalım," diye mırıldandı.
Genç adam başını salladı. Şimdilik bu konuyu kapatmış oluyorlardı.
"Tekneyi ben de kullanacağım değil mi?" dedi Gemma. "Sakın unutma bana söz
vermiştin."
Genç adam tabakları göstererek, "Önce bulaşıkları yıkamalı ve böylece asıl görevini yerine
getirmelisin," dedi.
"Anlıyorum," dedi Gemma. "Mutlaka kadınların yapması gereken işler vardır."
Bart kayıtsız bir tavırla omuzlarını silkti. Tartışmaya girmek istemiyordu. "Motoru
çalıştırıp denize açılmayı becerebilsen, bulaşıkları ben de yıkardım."
"Nasıl çalıştığını göstersen, yapabilirim."
"Çok istekliysen gösterebilirim. Ama bu sadece zaman kaybına yol açar." Ufka doğru bir
göz attı. "Sular şu anda yükselmiş durumda," dedi. "Zaman kaybedersek tam on iki saat
beklememiz gerekir."
Bir an göz göze geldiler. Gemma o anda genç adamın aklından geçenleri öğrenmek için
neler vermezdi.
"Zamanla tekneyle ilgili işlerde bana yardım etmeyi öğrenirsin."
Bu sözler en azından umut vericiydi. Zamanla, derken uzun süreli bir beraberliği kastettiği
açıktı.
"Şimdi bulaşıkları yıkamaya gidiyorum," dedi.
Daracık merdivenlerden aşağı, mutfak bölümüne indi. İTir iki dakika geçmemişti ki
motorun sesi duyuldu.
"İşin bitince yukarı gel," diye seslendi genç adam. "Yelkenleri açarken dümeni tutman
gerekiyor."
Gemma bulaşıkları hızla yıkayıp yukarı çıktı. Dümenin başına oturduğunda içini hoş bir
heyecan kapladı. Dümen çok hafifti. Tam önünde elektronik bir kontrol tablosu vardı.
Ekrandaki ibreler oynamaya başlamıştı. Bütün bu aletlerin ne işe yaradıklarım öğrenmek çok
zevkli olacaktı. Açık denize doğru hızla yol alıyorlardı. Genç kadın hafif bir rüzgârın
saçlarını uçuşturduğunu hissetti. îçinı kemirip duran düşüncelerini bir yana bırakmalıydı
artık, içinde bulunduğu anı yaşamaya çalışsa çok daha iyi ederdi. Bu keyifli yolculuk son
ayların yoğun çalışmasının yarattığı sinir yorgunluğunu giderecekti en azından.
Genç adam birden yanıbaşında bitiverdi. Dümeni tutup hızla çevirdi. Gemma o anda bir hata
yaptığını fark etti. Bu adamın güvenini kazanmak çok zor olacağa benziyordu.
"Yönünü sancak tarafına göre ayarlayacaksın," dedi Bart.
"O kadarını ben de biliyorum," diye karşılık verdi genç kadın. "Yoksa beni aptal mı
sanıyorsun?"
"Yok canım."
"Şu anda ileri doğru bakıldığında, liman solda, sancak tarafı sağda kalıyor."
"Çok güzel. Emin olmak için sormak istiyorum, teknenin sancak tarafını tam olarak
gösterebilir misin?"
Gemma öfkeyle ona döndü. (
"Sağımı solumdan ayıramayacağımı sanıyorsun galiba."
"Şey... demin tam ters yönde gidiyordun da... Bu yüzden müdahale etmek zorunda kaldım."
. Gemma alt dudağını dişledi. Tekne kıyıdayken kendisini daha rahat hissediyordu. Denize
açılınca yeni sorunlar çıkmıştı. Asabımn hızla bozulmakta olduğunu hissediyordu şimdi.
Genç adam bir eliyle hafifçe dümeni tutuyordu. Gemma kendisini büyük bir baskı altında
hissetmeye başlamıştı. Tekne kanal gibi dar bir yerden geçiyordu şimdi.
"Biraz sağa kır," dedi Bart. "Sancak tarafına doğru kırk iki derecede sapmanı istesem, ne
yaparsın?"
Gemma öfkeyle ona baktı. "İnsanlar önce öğrenirler, sonra sınava girerler," dedi.
Genç adam bu sözler üzerine gülmeye başladı. Çok eğlendiği her halinden belli oluyordu.
"Aslında hiç de fena değilsin," dedi.
"Sen neden gidip yelkenliyle uğraşmıyorsun?"
"Zaman bol."
Gemma'mn çok kızdığım anlamış gibi, dikkatle baktı ona. "Peki," dedi, "Seni dümenle biraz
baş başa bırakayım."
Bunları söyledikten sonra kabinin üstüne çıktı. Genç kadın bir yandan hata yapmamaya
çalışıyor, bir yandan da yan gözle onu izliyordu.
Bart yelkenleri açtı. Şimdi tekne yeni bir hız kazanmıştı ve Gemma'mn bu durumda daha
dikkatli olması gerekiyordu.
Her şey ne kadar çabuk gelişiyordu. Onunla daha geçen cumartesi karşılaşmıştı. Kısa süre
içinde böyle bir ilişkinin içine gireceğini hiç ummamıştı doğrusu. Bir gece içinde hayatı
değişivermişti. Bu değişikliğin gittikçe bütün hayatım belirleyeceğini .hissediyordu. Bu
durum ona belli belirsiz bir korku veriyordu. Üstelik aralarındaki ilişki özellikle o sabahtan
beri itici bir hal almaya başlamıştı.
Yoksa Bart Rule onu bir parazit gibi mi görüyordu? Eğer böyleyse bu kanaati değiştirmek
için elinden gelen her şeyi yapması gerekecekti. Dün gece onda uyandırdığı izlenimden sonra
çok zordu bu. Ama yine de denemek zorundaydı.
Kendisi onun yerinde olsaydı ne düşünecekti? Pek farkl şeyler düşüneceğini sanmıyordu.
Çünkü birlikte olma isteği Gemma'dan gelmişti. Rule Elektronik'e kadar gidip onunla
görülmüştü. Üstelik onu sadece iş nedeniyle aramadığı da ortaya çıkmıştı.
Genç adam aşağı indi ve motoru durdurdu. O anda Gemma çok hoş bir duyguya kapıldı.
Motorun gücü kesilince rüzgârın gücünü hissetmeye başlamıştı. Tekne sanki suyun üzerinden
uçuyordu. Birden gece gördüğü rüyayı hatırladı. Beyaz kuğu kanatlarını açmıştı.
Açık denize çıkmışlardı. Genç kadın bütün sorunların geride kaldığını hissetti. Tekne
açıldıkça ruhu hafifliyordu sanki. Gökyüzünde beyaz bulut parçacıkları uçuşuyordu. Onun
dışında gökyüzü ufka kadar göz alabildiğine masmaviydi.
"Biraz daha sancak tarafına kır," diye uyardj Bart. "Yoksa geniş bir kavis çizerek geri
dönmek mi istiyorsun?"
Hayır, Gemma'mn böyle bir niyeti yoktu. Dümeni kırdı. Genç adamın sesindeki mutluluk
dolu hava gözünden kaçmamıştı.
Onun tek başına denize açıldığı zaman neler hissettiğini anlayabiliyordu. Bir tür özgürlük
duygusuydu bu. Masmavi gökyüzü ile masmavi deniz arasında dilediği yere kayıp
gidebiliyor, bu arada bütün dertlerini, o mutsuz evliliği ve canını sıkan her şeyi
unutabiliyordu.
"Çok ciddi görünüyorsun," diye mırıldandı genç adam.
"Elbette," dedi Gemma, "Önemli bir iş yapıyorum."
"Peki, şapkamı giymeme izin verir misin?"
Genç kadın yan gözle ona baktı. O meşhur mavi şapkayı başma yerleştirmekle meşguldü.
"İzin verip vermemem fark eder mi?"
"Nedense bu şapkadan hoşlanmadığını hissediyorum."
"Öyle mi?"
"Evet. Fakat bilmeni isterim ki, çok rahattır."
"Yenisini alsan daha iyi olmaz mı?"
"Hayır, insan bir şapkaya alıştığında ondan kolay
kolay vazgeçmez."
Genç adam deri kirveye oturup bacaklarını uzattı. Çok rahat görün i;, ordu. Kollarını
göğsünde kavuşturup Gemma'yı seyretmeye başladı. Bu arada genç kadın hata yapmamak
için dikkat kesilmişti.
"Çok iyi gidiyor," diye mırıldandı genç adam. "Çok yeteneklisin."
"Teşekkür ederim."
"Hava, ne güzel değil mi? Needles'ı görebiliyor musun?"
Uzakta yüksek kayaların tepesinde bembeyaz göğe doğru yükselen bir fener kulesi
belirmişti. Genç kadın başını salladı.
"Çok güzel bir fener."
"Yönünü ona göre belirleyebilirsin. Aynı hizaya gelinceye kadar."
Hızla kuleye doğru yaklaşıyorlardı. Gemma dümeni biraz açığa kırdı. Kulenin mümkün
olduğu kadar uzağından geçmek istiyordu. Artık dümene iyice alışmıştı. Dümeni her
çevirişinde teknenin ne kadar döneceğini öğreniyordu.
"Şimdi güneye doğru," dedi Bart. "Haritaya bir göz atmam gerekiyor."
Gemma başını salladı. Bu arada tam karşıda büyük bir petrol tankeri belirmişti. Tam
arkasında iki feribot vardı. Birden heyecanlandı. Dümeni sıkıca kavradı. Bu arada Bart aşağı
inmişti. Küçük yuvarlak masanın üzerine açtığı haritayı inceliyordu.
Gemma karşıdaki gemilerle içinde bulundukları teknenin çok farklı rotalarda
seyrettiklerini anlayınca ferahladı. O sırada genç adam ona yaklaşıp ufka doğru baktı.
Şapkasını gözlerine kadar indirmişti.
önlerinde açılan manzara büyüleyiciydi. Wight Adası uzakta mavi bir siluet gibi belirmişti.
Güneş gökyüzünde ağır ağır tırmanıyor, beyaz bulutlanın arasından geçiyordu.
Gemma bir buçuk saattir hiç konuşmadıklarını fark etti. Buna gerek olmamıştı. Her şey
sessiz ve sakin bir biçimde yolunda gidiyordu. Teknenin suları yararken çıkardığı hışırtı
dışında hiçbir ses duyulmuyordu. Bu arada deniz trafiği .yavaş yavaş artıyordu.
Hem bu yüzden hem de çevreyi ısıtan güneşi kaçırmak istemediği için Gemma dümeni
genç adama bıraktı. Bart üzerindeki fanilayı çıkarmıştı. Güneş yanığı vücudu çok hoş
görünüyordu.
Genç kadın aşağı inmeye gerek görmeden üstündekileri oracıkta çıkardı ve bikinisiyle
kaldı. Renkli ve oldukça açık bir bikiniydi bu. Hafif bir tedirginlik hissetti ama aldırmadı.
Bart onu tepeden tırnağa dikkatle süzdüyse de bir şey söylemedi. Genç kadın güverteye
uzandı. Güneş yakıçı değildi, ama insanın içini ısıtıyordu. Gözlerini kapayıp teknenin suyun
üzerinden kayarken çıkardığı sesi dinledi.
Genç adam dümeni sabitleştirip onun yanında geldiğinde Gemma uykuyla uyanıklık
arasındaydı. Bart'ın gölge'si üzerine vurunca kirpiklerini aralayıp ona baktı.
"öğle yemeği yiyelim mi?"
"Hayır," dedi genç kadın. "Hiç aç değilim. Ayrıca çok geç kahvaltı ettik."
"Nasıl istersen," dedi Bart. Kendisi biraz şarapla peynir ekmek yedi. Sonra tekrar genç
kadının yanına gelip yere oturdu. Gemma uzandığı yerde biraz yan dönüp ona baktı. Ufku
inceliyordu.
"Hava bizden yana," diye mırıldandı Bart. "Böyle devam ederse akşam yemeğini güvertede
yiyebiliriz."
Gemma şaşırmıştı. Dirseğine yaslanıp doğruldu.
"Akşam yemeği mi? Akşama kadar bir limana varacağımızı sanıyordum."
Genç adam güldü. "Karaya varmak daha saatler sürer."
Gemma güneş ufka iyice yaklaşmcaya kadar yerinden kımıldamadı. Sonra burnuna çok hoş
bir yemek kokusu geldi. Bart aşağıda bir şeyler hazırlıyor olmalıydı. Doğrulup denize baktı.
Mavilikler biraz koyulaş- mıştı. Akşam oluyordu.
"Sofra hazır," dedi Bart.
Gemma yerinden kalktı. Arka güvertede mükemmel bir sofra kurulmuştu. Masanın orta
yerinde neredeyse tepsi büyüklüğünde bir tabağın içinde soğanlı mantarlı nefis bir biftek
yemeği vardı. Çukur bir tabak dolusu salata yanında duruyordu.
"Aman Tanrım," dedi genç kadın "Bütün bunları ne zaman aldın?"
"Dün. Senin şerefine."
"Bütün bunları sen mi hazırladın?"
"Elbette. Ancak burada yemek yapma fırsatı buluyorum. Evde hizmetkârım mutfakta ayak
altında dolaşmamdan hiç hoşlanmaz."
Sofranın başına oturdular. Genç kadın müthiş acıkmıştı.
"Cherbourg'da küçük bir marina var," dedi genç adam. "Ama bu saatte oraya girmek biraz
zor olur. istersen geceyi burada demirleyerek geçirelim."
"Nasıl istersen, Bart."
Onunla birlikte olmaktan mutluydu. Kendisini güven içinde hissediyordu. Ayrıca açık
denizde demirleme düşüncesi hoş bir duygu uyandırıyordu onda.

Bölüm Yedi

Bart ona uzun uzun Cherbourg'daki küçük limandan söz etti. Limanın adı Petite Rade idi.
Oraya vardıklarında doğu bölgesinin karanlık suları üzerinde kocaman bir ay doğmuştu.
Deniz bir midye kabuğunun içi gibi parlıyordu.
Gemma teknenin burnuna geçmiş gerçeküstü bir resmi andıran manzarayı, ayışığı altında
sedef gibi parlayan suları seyrediyordu. Genç adam ona liman tarafında yakılan işaret
ışıklarını gözlemesini söyledi. Bir işe yaramak Gemma'yı memnun ediyordu.
Manzara o kadar güzeldi ki korunaklı sulara girdiklerini fark edememişti. Bart motoru
kapadı ve bağırarak genç kadına demiri serbest bırakmasını söyledi. Zincir gecenin
sessizliğinde büyük bir gürültü çıkararak karanlık suların içine daldı. Teknenin hızı yavaşladı.
Gelmişlerdi.
"Yelkenler!" diye seslendi Bart.
Genç kadın hemen koşup kamaranın üzerine çıktı. Yelkenleri birlikte topladılar. Bu iş
bitince Bart alt kamaradan sızan ışıkta ona bakıp gülümsedi.
"Çok iyi bir denizci olacaksın," diye mırıldandı. "Aynı dalga boyunda olmamız inanılır gibi
değil."
"Evet," dedi genç kadın, "İnanılmaz bir uyum."
Sonra derin bir soluk aldı, Yol boyunca aralarında önemli bir sorun çıkmadığı için
seviniyordu. Tam aksine çok hoş vakit geçirmişlerdi. Daha doğrusu bir teknede birlikte
yaşayabilecekleri kanıtlanmıştı.
Orada kısa bir an göz göze geldiklerinde genç kadın ürperdi. Gece çok sessiz, ay ışığı ise
büyüleyiciydi. Birden kendisini çıplak gibi hissetti. Bikinisinin üst kısmıyla ayağındaki kısa
şort bu çıplaklık duygusunu gidermeye yetmiyordu. Genç adamın bakışlarında öyle bir ifade
vardı ki onun da aynı şeyi düşündüğü anlaşılıyordu. Gemma rahatsızlığını ister istemez açığa
vuran bir hareketle bir-iki adım geriledi.
"Üşüdüm," diye mırıldandı. Oysa tam aksine içinde garip bir sıcaklık hissetmeye
başlamıştı. "Şey... aşağıdaki örtülerden birini alabilir miyim?"
"Elbette. Bir tane de bana getirir misin?"
Gemma hemen aşağı inip örtüleri aldı. Kendisininki havlu gibi bir kumaştan yapılmış deniz
mavisi renginde oldukça geniş bir örtüydü. Göğüslerinden dizlerine kadar uzanıyordu. Bu
sayede genç adamın yüzüne bakabiliyordu artık.
Bart düşüncelere dalmıştı. Ama Gemma bu sessizliğin altında insanı tedirgin eden bir
şeylerin olduğunu seziyordu.
"Burada bir süre oturabiliriz, değil mi?" dedi sonunda, sessizliği bozmak için.
Bart şaşırmış gibi baktı ona. "Elbette," dedi. "Oturuyoruz ya. İstersen, içeri girmeden önce
bir şeyler içebiliriz."
İçeri girmek? Ne demek istemişti? Genç adamın ses tonundan çok düşünceli olduğu
anlaşılıyordu.
"Teşekkür ederim," dedi. "Şu anda canım içki istemiyor. Biraz ışık olsa."
Bart hayretle dönüp ona baktı. Ay ışığı o kadar parlaktı ki ortalık gündüz gibiydi.
Gemma yutkundu. "Çok güzel bir gece," dedi telaşla. "Ay ışığını çok severim."
Genç adam bir şey söylemedi. Gemma neden bu kadar büyük bir tedirginlik duyduğunu
anlamaya çalışıyordu. Bütün bu düşünceleri kafasından kovmaya, önünde uzanıp giden
harikulade manzaraya dalmaya çalıştı. Ay ışığında suyun ters akıntıları coşkulu bir ırmak gibi
parlıyordu. Çok uzaklarda kent bir mücevherin büyülü ışıklarını saçıyordu çevreye.
"Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim," diye mırıldandı genç adam. "Gecenin bu
saatinde ne kadar da farklı. Sanırım ilk kez ay ışığında demirliyorum."
"Dolunay insanın duygularını daima etkiler," diye karşılık verdi genç kadın. "Ama beni aynı
şekilde etkilediğini söyleyemem."
Bu sözcükler dudaklarından döküldüğü an pişman oldu. Nedense kendisini hep savunma
durumunda hissediyordu.
"Etkilemiyor, öyle mi?" diye sordu genç adam. Şaşırmış gibiydi. "Hiç mi etkilemiyor?"
Gemma derin bir iç çekti.
"Ne demek istediğini anlayamıyorum galiba."
"İşte bu çok doğru. Kadınlar nedense beni pek anlamıyorlar. Daha bir süre önce birlikte
yaşadığım kadınla beraberliğimizin bir aldatmaca olduğunu düşünmüştüm."
"Bu meseleyi çözdün sanıyorum. O kadın hayatından çıktı artık."
"Evet, öyle. Ama insan yine de zaman zaman düşünüyor."
Üzerinde yattığı geniş yastığı Gemma'ya doğru çekti. Yüzü şimdi ona dönüktü. Kolunu
yavaşça uzatıp genç kadının belini buldu. O anda Gemma bütün vücudunun kaskatı
kesildiğini hissetti.
"Çek elini üstümden."
Bart hiç kımıldamadı. Aksine genç kadının bileğini sıkı sıkı kavradı ve onu birden altına
alıverdi. O anda genç kadın kendisini tuzağa düşmüş gibi hissetti. Bereket üzerindeki havlu
çıplak tenlerinin birbiriyle temas etmesini önlüyordu.
"Lütfen, Gemma," dedi genç adam. "Lütfen bana direnme. Bırak sana dokunayım."
Onu itmenin faydası yoktu. En iyisi hiç kımılda- mamaktı.
Şimdi Bart ona daha sıkı sarılmıştı. Ay ışığı yüzünün yarısını aydınlatıyordu.
"Elinden bu kadarı mı geliyor?" diye mırıldandı.
"'Bana göstereceğin bir iki numara olduğundan eminim."
Genç kadın ilk önce bu sözlerin anlamını kavrayamadı. Sonra birden bir gece önce
aralarında geçen konuşmaları hatırladı ve dehşete kapıldı. Onu resmen kışkırtmış, çok
tecrübeli bir kadın gibi davranmıştı.
Genç adam onun iki elini birden sıkı sıkı tuttu. Gemma doğrulmaya çalıştı. Dudakları
dudaklarına değdiğinde paniğe kapılır gibi oldu. Bütün ağırlığını üzerinde hissediyordu.
"Nasıl... nasıl, yaparsın," diye bağırdı. Çırpınmaya başlamıştı.
"Haydi, Gemma," dedi genç adam. "Ne yaptığını sanıyorsun."
"Beni bir nesne gibi kullanmak istiyorsun."
"Geçen gece böyle konuşmuyordun ama."
Bu sözleri buz gibi bir tavırla söylemişti. Gemma resmen ürperdiğini hissetti. Durumu
düzeltmek için bir şeyler yapması gerekiyordu, ama nereden başlayacağım bilemiyordu.
Aslında Bart haklıydı. Ona çok kolay bir kadın izlenimi vermişti.
"Çok ilginç bir kadınsın sen," diye mırıldandı genç adam. "Neden bir yosma gibi
davrandığını bana söylemeyecek misin?"
"Ne? Sakın bir daha bana bu şekilde hitap etmeye kalkışma^"
"Ama doğru söylüyorum. Dün gece tam bir yosma gibi davrandın."
"Olabilir," diye bağırdı genç kadın, umutsuzluk içinde. "Öyle davranmış olsam bile bu sana
hakaret etme hakkım vermez."
Genç adam biraz doğruldu. Bakışlarında adeta dalgın bir ifade belirmişti. Gemma'mn
gözlerine baktı. Sanki neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Göz göze geldiklerinde genç
kadın bakışlarım kaçırdı. Bart' ın bakışları yavaşça onun göğüslerine kaydı. Bir an tereddüt
ettikten sonra genç kadının üzerindeki örtüyü ani bir hareketle çekip aldı. Gemma bunu
beklemiyordu. Elleri kendiliğinden göğüslerine doğru gitti. Bikininin üst kısmı çok küçüktü
ve özellikle sırtüstü yattığı için dolgun göğüslerini gizleyemiyordu.
"Neden saklanıyorsun?" diye sordu genç adam. Bu soruyu gerçekten de yanıtını öğrenmek
istediği için sormuştu.
' Gemma yutkundu.
"İstemiyorum," dedi kupkuru bir sesle. "Çünkü bana çok kötü davranıyorsun. Nazik
değilsin."
Genç adam hayretle baktı ona. "Nazik değilim, öyle mi?" diye mırıldandı. "İstersen baştan
başlayalım. Bu kez daha nazik olmaya çalışırım."
"Uzak dur benden!" diye bağırdı Gemma. Onu itip doğruldu.
Ayağa kalktığında şortunun düğmesinin koptuğunu ve fermuarının açıldığını fark etti. Tam
fermuarı çekmeye çalışırken bikinisinin iyice aşağı doğru kaydığını fark etti. Onu
düzeltmeye çalışırken şortu dizlerine kadar iniverdi. Gemma şortunu çekerken yere oturdu.
Aksi gibi tam da onun yanıbaşına oturuvermişti.
Bart onu hayret dolu bakışlarla seyrediyordu. Bir- iki dakika bekledi, sonra çok yumuşak,
neredeyse okşayıcı bir sesle, "Yeniden başlayalım mı, Gemma?" dedi.
Bu arada genç kadın Bart'ın az önce üzerinden çekip aldığı havluya sıkı sıkı sarındı. Ona
bakmamak için özel bir çaba harcıyordu.
Genç adam elini yavaşça onun omzuna koydu. Ona biraz daha sokuldu. Genç kadını
havlunun üzerinden okşamaya başladı. Gemma soluğunu tuttu. Engel olamayacağı kadar hoş
bir okşayıştı bu. İçinin ürperdiğini hissetti. Genç adamın vücudundan yayılan sıcaklığı
olduğu gibi hissediyordu. Göğüslerini okşayan eller öylesine yumuşak hareket ediyorlardı ki
karşı koyması imkânsızdı.
"Eğer az önce biraz daha sabırlı davransaydın, sana ne kadar nazik davranacağımı
görecektin," diye fısıldadı genç adam.
Gemma o anda ağlamamak için kendini zor tutuyordu. "Bir daha bana aynı şeyi yapmana
asla izin vermeyeceğim," dedi.
"Neyi? Neyi yapmama izin vermeyeceksin." Bart bunları söylerken genç kadının vücudunu
örten havluyu yavaşça çekti.
"Be... beni içi sıcak su dolu bir termoforla, ihtiyar kadınlar gibi yatağa sokmana izin
vermeyeceğim," diye mırıldandı Gemma.
Bart şaşırmıştı. Dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. Şimdi Gemma ay ışığının altında
onun yüzünü old-ığu gibi görebiliyordu.
"Yoksa bunu isteyerek yaptığımı mı sanıyorsun, Gemma?"
"Nasıl bilebilirim?" Genç adamın gözlerinin içine bakıyordu şimdi.
"Bunu bir hakaret olarak düşünebileceğin, aklımın ucundan bile geçmemişti," dedi Bart.
Gemma hıçkırınca onu koluyla iyice sardı. "Canım benim," diye fısıldadı kulağına.
"Aşkım."
Bu son sözcük genç kadını irkiltmişti. "Ne demek istiyorsun?" diye fısıldadı.
"Aşkım, diyorum sana. Güzelim. Seni seviyorum. Evet, seni seviyorum, Gemma
Roseveare."
"A...ama, bir başkasıyla da birlikte olabilirsin rahatlıkla."
"Hayır, senden başka kimseyi istemiyorum. Yalnızca seni istiyorum ben, yalnızca seni."
Yavaşça ellerini genç kadının üzerinden çekti. Kendi üzerindeki atleti tek bir hareketle hızla
çıkardı. Gem- ma'nın soluğu kesilir gibi oldu. Genç adamın kendisine doğru sokulduğunu
hissetti.
"Benden uzak durmamalısın, sevgilim," diye fısıldadı ona. "Aramızda ya aşk olabilir ya da
hiçbir şey."
"Benim için de öyle," dedi Gemma, soluk soluğa. Genç adam onu elinden tutup ayağa
kaldırdı. Gemma dizlerinin belli belirsiz titrediğini hissetti. Onun omuzlarına sıkı sıkı
tutundu.
"Ben..." diye söze başladı, ama sonunu getiremedi.
"Evet canım, söyle," diye fısıldadı genç adam.
"Ben, böyle düşündüğünü bilmiyordum. Yani, beni sevdiğini."
Titreyen parmaklarını onun yumuşak tüylerle kaplı göğsünde dolaştırdı. Vücudundan
yayılan sıcaklık öylesine başdöndürücüydü ki, bir an kendini kaybeder gibi oldu.
Üstündeki iki parçanın ne zaman çıktığını bile fark edemeden kendisini güvertedeki büyük
yastığın üzerinde buldu. Bütün varlığıyla şiddetli bir heyecan dalgasına kapılmıştı. Genç
adamın elleri ve dudakları vücudunun her yerindeydi. Saatler birbirini kovaladı. Ay
kıpkırmızı bir renk alarak ufka doğru yaklaştı.
Gemma çok hoş bir yorgunluk içinde onun kollarında yatarken, "Hiç bu kadar güzel
olmamıştı," diye mırıldandı uykulu bir sesle. Sonra derin bir uykuya daldı.
Daha sonra uyandığında güvertede değildi. Önce nerede olduğunu anlayamayarak
telaşlandı. Sonra genç adamın yanıbaşında olduğunu fark etti. O yanında olduğu sürece
nerede olduğu hiç önemli değildi. Aşağıda, büyük bir divanda yatıyorlardı. Gemma gözlerini
yumdu. îçinde büyük bir mutlulukla derin bir uykuya daldı. •
Tekrar uyandığında sabah olmuştu. Hafifçe gerinerek, "Bart," diye mırıldandı. "Neredeyiz
biz?"
"Seni bilmem, aırı ben cennetteyim," diye karşılık verdi genç adam.
"Ama gerçekten, neredeyiz?"
"Unuttun mu? Bir teknenin içindeyiz, Cherbourg'- da. Cherbourg'un nerede olduğunu
biliyor musun?"
"Lütfen saçmalama," dedi genç kadın, dirseğinin üzerinde doğrularak. "Nerede olduğumuzu
elbette biliyorum. Felicity'de bu kadar büyük bir yatağın olması beni biraz şaşırttı o kadar."
"Anlıyorum. Burası teknenin yemek salonudur. Üzerinde yattığımız divan ise yemek
masasının tersi."
"Çok güzel. Bütün bir gün burada yatabilirim."
"istiyorsan, yat."
Bir süre daha uyudular. Sonra genç adam ona, divanın nasıl yemek masası haline geldiğini
gösterdi. Ve aynı masanın üzerinde kahvaltı ettiler.
"Alışveriş yapmamız gerekiyor mu?" diye sordu Gemma.
Genç adam basını salladı. "Geçen salı gerekli heı şeyi Lymingtoıı'dan aldım. Günlerce
marinaya girmeden idare edebiliriz."
"Marinaya çıkmaktan pek hoşlamuıyoiiun galiba."
"Evet. Oraya ne zaman çıksam hoşlanmadığım insanlarla karşılaşıyorum." Derin bakışlarla
Gemma' nın gözlerine çevirerek söylemişti bu sözleri, "insanlardan pek hoşlanmadığımı
anlamışsındır umarım."
"Evet," diye atıldı Gemma. Bir an için onunla ilgili pek çok şeyi unuttuğunu fark etmişti.
Öyle rahat öyle doğal bir ilişki içindeydiler ki geçmiş zaman sanki tamamen yok olmuştu.
"Cherbourg'da göreceğin kimse yok mu?"
"İhtiyar Dumont'u mu kastediyorsun. Hayır, hiç gerek yok. Tekneye ne zaman olsa bakar."
"Buraya sadece benimle birlikte olmak için gelmen ne güzel."
"İşlerimi halletmek için yardımcılarımı görevlendiriyorum." Gözlerini kısarak Gemma'ya
baktı. "Düşünüyorum da," dedi, "Kendimize ayırdığımız zamanı biraz uzatsak nasıl olur?
Tam bir hafta bu hayatı sürdürebiliriz."
"Bart Rule!" dedi genç kadın. "Hayatım boyunca sürdürdüğüm çalışma alışkanlıklarımı
bu şekilde hiçe sayamazsın." Öfkelenmiş gibi yapıyordu, ama içinde büyük bir umut
doğmuştu.
Genç adam uzanıp onun elini tuttu.
"Çalışma tempona biraz ara versen ne çıkar? Hayatının sonuna kadar bir işkolik gibi
yaşamamalısın. Senin için çok yıpratıcı olabilir."
Gemma ona bakıp gülümsedi.
"Şu güzel kıyılarda biraz daha oyalanabiliriz," dedi genç adam. "Yeterince zamanımız
var."
O günü güvertede güneşlenerek ve derin sularda yüzerek geçirdiler. Akşama doğru
yemek yediler. Gün habersizce geçip gitti. Ertesi sabah erkenden demir alıp kıyı boyunca
seyrettiler. Akşama doğru Barfleur'a varmışlardı.
Ertesi sabah kıyıya çıktılar. Çok güzel bir yerdi. Bir yanı boydan boya orman olan sahil
boyunca uzun bir yürüyüş yaptılar. Yanlarında ne bir harita vardı ne de yol gösterecek
herhangi bir şey. Öğle yemeğini deniz kıyısındaki bir köy lokantasında yediler. Yörenin pa-
zarı olduğu için çevre oldukça kalabalıktı. Alışveriş yapmak için civar köylerden gelen
insanlar küçük lo- i kantayı doldurmuştu. Çok sevimli ve neşeli insanlardı. Akordeonun
kıvrak müziğine uyarak dans ediyor, ikide bir kahkahalarla ortalığı çınlatıyorlardı. Bart da '
çok neşeliydi. Gemma ise tam bir masal âlemindeydi. -
Ertesi gün öğleye doğru St.Vaast'a doğru yola çıktılar. Yine bir kıyı lokantasında yemek
yediler. Yemeğin sonunda yeryüzünün en lezzetli karideslerinin burada olduğuna karar
vermişlerdi. Bart karidesin hem kadınların hem de erkeklerin seks gücünü arttırdığını söyledi
bir ara.
"Ama bu benim için geçerli değil," diye ekledi. Benim için yeryüzünde var olabilecek en
güçlü afrodizyak senin varlığın."
Haziran günleri masmavi bir rüya gibi akıp gidiyordu. Uğradıkları yerlerden basit
yiyecekler, özellikle çeşitli peynirler ve çörekler satın alıyorlardı. Felicity'nin burnu bu kez
St.Marcouf Adası'na çevrilmişti.
Gittikleri yer bölgenin en ıssız adalarından biriydi. Eskiden deniz feneri nedeniyle büyük
bir önem taşıyan ada şimdi bir harabe halindeydi. Açığa demirleyip tekneyle kıyıya çıktılar.
Ortalık harabelerle doluydu.
Ertesi gün hava döndü. Şimdi gökyüzü gri renkli fırtına bulutlarıyla yüklüydü.
"Demirin tutacağından emin misin?" diye sordu genç kadın.
Rüzgâr iyice şiddetlenmişti. Demir tarayarak hiç istemedikleri yerlere, hatta kıyıdaki sivri
kayalara bile sürüklenebilirlerdi.
"Hiç merak etme," dedi Bart, "Çok sağlamdır."
Fırtına boyunca yemek salonundaki masayı ters çevirip yatak haline getirerek üzerinde
yattılar. Tekne zaman zaman azgın dalgaların üzerinde bir ceviz kabuğu gibi sallanıyordu.
Saatlerce seviştiler ve uyudular. Yağmur o kadar şiddetli yağıyordu ki lumbozlardan dışarısı
görülmüyordu.
"Dinle," dedi bir ara genç adam. "Fırtına diniyor."
"Hımm," diye mırıldandı genç kadın uykulu bir sesle. "Ama hâlâ yağmur yağıyor."
"Hadi gel, güverteye çıkalım."
"Ama ıslanırız."
"Biraz ıslanmaktan ne çıkar, canım."
El ele tutuşarak daracık merdivenlerden yukarı çıktılar. Denizin üzerinde ince bir sis tabakası
vardı. Su zerreciklerinden oluşan bu tabaka manzaraya gerçek üstü bir görünüm veriyordu.
Yağmur inceden inceye yağıyordu. Bart gidip demiri kontrol etti. Tekne kendi ekseni
etrafında birkaç tur atmış, ama yerini değiştirmemişti.
"Haydi, içeri girelim, üşüdüm," dedi Gemma.
"Yağmuru çok severim. Beni eğlendirir."
Aşağıya inerlerken, "Her şeyi bu kadar eğlenceli bulman bazen beni şaşırtıyor," diye
mırıldandı genç kadın.
"Seninle birlikteyken her şey bana çok eğlenceli geliyor," diye karşılık verdi genç adam.
Gemma bakışlarını genç adamın yüzüne çevirerek, "Pazartesi günü işimin başında olmak
istiyorum," diye mırıldandı.
"Yarın Cherbourg'a geri döneceğiz," dedi Bart. "ihtiyar Dumont'un Felicity'ye bir göz
atması gerekiyor."
"Felicity," diye kendi kendine mırıldandı genç kadın. "Mutluluk anlamına geliyor, değil
mi?"
Genç adam başını salladı. "Evet," dedi, "bu tekne ilk kez adını hak etti. Sayende."
"Aynı şey benim için de geçerli, Bart."
Son sıralarda Gemma'yı ikide bir yoklayan o garip duygu bir kez daha kendini gösterdi.
Umut gibi bir şeydi bu. Ona söylese miydi? Hayır, henüz böyle şeyleri konuşmak için çok
erkendi. Onunla evlenmek gibi bir düşünceye kendi kafasının içinde bile yer yoktu henüz.
İlişkilerinin bu teknenin dışında nasıl bir şekil alacağını bilemiyordu. Zamana ihtiyacı vardı.
Belki de uzun bir zamana.
Perşembe günü hava açık, gökyüzü pırıl pırıldı. Cherbourg'a doğru yelken açtılar. O akşam
yine Peti- te Rade'de demirlediler. Gökyüzünde kocaman bir ay vardı. Güvertede yan yana
şezlonglara oturdular. Gemma kendisini cennetteki Havva kadar rahat ve mutlu
hissediyordu.
Genç adam ona doğru eğilerek, "Mutlu musun?" diye sordu.
Gemma gülümseyerek başını salladı. O anda gerçekten de çok mutluydu.
Başını şezlongun arkasına yaslayıp gözlerini yumdu. Bütün gezi bir film şeridi gibi
gözlerinin önünden akmaya başladı. Hep içinde bulunduğu anın güzelliklerini yaşamaya
çalışmıştı. Zaten mutluluk dedikleri şey bu değil miydi? Ama bunun da bir sonu olduğunu
bilmeliydi. Günler birbirini kovalıyor ve bu güzel gezinin sona ereceği an yaklaşıyordu.
Artık konuşmaları gerekiyordu. Er ya da geç konuşacaklardı. Ne kadar erken olursa o
kadar iyi olacaktı. Gelecek hakkında ilk ve son kez gezinin başında konuşmuştu. Neler
söylediğini hatırlamaya çalıştı. Evet, gayet iyi hatırlıyordu. Ne Bart'la ne de bir başkasıyla
evlenmek niyetinde olmadığını söylemişti. Hatta bunu yaparken onunla evlenmeyi özellikle
düşünmediğini ısrarla belirtmişti. Ona fikrini değiştirdiğini bir biçimde hissettirmek
zorundaydı şimdi.
"Bart..."
"Evet, canım." Bart ona döndü. Ay ışığında genç kadının gözlerinin içine baktı bir süre.
Sessizlik uza- yınca, "Bana sırlarını açıklamayı mı düşünüyorsun yoksa?" diye mırıldandı.
"Sırlarım..." diyerek içini çekti genç kadın. "Sana karşı çok aptalca davrandım, öyle değil
mi?"
"Neden beni aradın?"
"Ben mi? Belirli bir nedeni yoktu."
Genç adam oturduğu yerde tedirgin tedirgin kıpırdandı. Ona biraz daha sokuldu, "Haydi,
Gemma," dedi. "Ne düşündüğünü bana söylemek zorundasın."
"Gerçekten, bir şey düşünmedim. Yani senin sandığın gibi değil. Aslına bakarsan ben..."
"Biliyorum, biliyorum. Ama yine de senin ağzından duymak istiyorum."
"Fark eder mi, senin için?"
"Elbette."
"Şimdi konuşmayalım istersen. Kendimi hazır hissetmiyorum. Daha sonra, uygun bir
zamanda bütün sorularını yanıtlayacağım, söz veriyorum."
"Benden bir şeyler saklıyorsun," diye mırıldandı genç-adam. "Oysa ben sana karşı daima
bütün kalbimle açık oldum, Gemma Roseveare. Senden de aynı şeyi bekliyorum."
"Sana karşı dürüst olmadığımı söyleyemezsin."
"Böyle bir şey söylemiyorum. Yine de birbirimize karşı dürüst davranmak zorunda
olduğumuzu biliyorsun."
"Artık bu konuyu kapatalım, lütfen."
"Anlıyorum, beni başından atmak istiyorsun."
Gemma çok şaşırmıştı. Yerinden doğrulup hayretle ona baktı.
"Nasıl böyle konuşabiliyorsun?"
"Bak canım, bu tekneye bindiğimizden bu yana sürekli düşünüyorum. Artık bana kesin bir
yanıt vermek zorundasın. İlişkimiz hakkında ne düşünüyorsun? Ciddi misin?"
Gözleri ay ışığında buluştu. Gemma derin bir iç çekti. "Evet, Bart," dedi, "Çok ciddiyim."
"Güzel. O halde benden bir şey saklamamak zorundasın." Onu bileğinden tutup yavaşça
kendine doğru çekti. "Bir ara benimle hoşça vakit geçirmeyi düşündüğünü sanmıştım. Ama
şimdi anlıyorum ki, daha fazla bir şeyler söz konusu. Gerçeği bana söylemelisin."
"Gerçeği biliyorsun," diye mırıldandı genç kadın. "Bu teknede hayatımın en güzel günlerini
geçirdim."
"Devam edecek miyiz, yoksa bitirecek miyiz?"
"Bart! Bu o kadar önemli değil."
"Şimdilik değil belki. Ama ileride olabilir. Ben tek bir kadınla yaşayabilecek türde bir
erkeğim. Tek bir kez evlendim ve sonra bunun bir hata olduğunu anladım. Tekrar
evlenmemek gibi bir niyetim yok. Ama böyle bir şey yapmaya kalkışacaksam.çok dikkatli
olmam gerektiği açık."
"Anlıyorum."
Bu ısrarlı sorular Gemma'nın sinirlerini bozmaya başlamıştı. Ona ne söyleyeceğini
bilemiyordu. Belki de
yanlış anlaşılmaktan korkuyordu. Aslında anlattığı kadarıyla Bart Rule'u anlamak onun için
hiç de zor değildi. Birinci evliliği çok kötü anılar bırakarak sona ermişti. Bu yüzden yeni bir
ilişkiye girmeden önce her şeyi bilmek, iyice anlamak istiyordu. İncinmişti çünkü ve bunun
bir kez daha tekrarlanmasını istemiyordu. Ama Gemma'nın da yapabileceği, söyleyebileceği
fazla bir şey yoktu. Onun üzerinde yanlış bir izlenim bırakmaktan korkuyordu.
"Şu son birkaç gün içinde hep birlikteydik," diye söze başladı. "Şimdi birbirimizi yeterince
tanımadığımızı söylüyorsun."
"Sana güvenebileceğimi bilmeliyim, Gemma. Bu konuda hiçbir kuşkun olmamalı, anlıyor
musun beni?"
Gemma derin bir soluk aldı. Yalnış anlaşılma korkusunu bir yana bırakıp onunla içinden
geldiği gibi açık açık konuşmak zorundaydı.
"Seni aradım, çünkü... çünkü bir çocuğum olsun istedim. Çocuğumun babası
olarak da seni seçtim."

Bölüm Sekiz

Sözcükler derin bir sessizliğin içine düşüp adeta eridiler. Tam o sırada hafif bir rüzgâr
esmeye başladı. Genç kadın arkasına yaslandı. Bu hafif rüzgâr sanki onun içini ferahlatmak
için esiyordu. Saçları hafifçe uçuşuyor, ayın önünden hızla siyah, ince bir bulut geçiyordu.
Bart derin bir sessizliğe gömülmüştü.
"Biraz daha açıklar mısın?" dedi neden sonra. "Yani benden hamile kalmak istiyordun, öyle
mi?"
Gemma başını sallamakla yetindi.
"Ve o ilk gece, bana çok serbest, önüne gelen erkekle yatan bir kadınmışsın gibi davrandın.
Bunun durumu kolaylaştıracağını düşünüyordun, yanılmıyorsam."
"Bunda yadırganacak bir şey yok," dedi genç kadın. "Günümüzde bir çocuk sahibi olmak
isteyen kadınların çoğu böyle davranıyor. Bu sayede..."
"... bir erkekle sürekli birlikte olmak gibi bir sıkıntıdan da kurtulmuş oluyorlar, öyle mi?"
Bart başım iki yana salladı. "Doğrusu çok başarılıydın."
"Ama..."
"Gözüm görmesin seni. Kalk git, buradan."
Bu sözleri öyle acı bir tavırla söylemişti ki, Gemma tek bir söz bile etmeden ruh gibi ayağa
kalkıp merdivenlere yöneldi.
Kamara sıcak ve sessizdi. Genç kadın bir koltuğa oturdu. Kafasının içi bomboştu.
Güverteden gelen huzursuz ayak seslerini dinliyor, hiçbir şey düşünemiyordu.
Yapılacak bir şey yoktu. Bart Rule gerçeği öğrenmek istemiş ve amacına ulaşmıştı. Onu
öfkelendirdiyse, bu kendisinin değil onun sorunuydu. Kamaranın içi sessiz ve sıkıcıydı.
Yukarıdan gelen ayak sesleri gittikçe sıklaşıyordu. Sonra birden bir ses duydu. Suya büyük
bir şey düşmüş, ayak sesleri kesilmişti. Gemma telaşla
yerinden fırlayıp bir solukta güverteye çıktı. Bart güçlü kulaçlarla yüzerek tekneden
açılıyordu.
"Nereye gidiyorsun?" diye bağırdı genç kadın avazı çıktığı kadar. Denizin ve gökyüzünün
siyah ve gümüşsü renkleri içinde onu görebiliyordu.
Genç adam yanıt vermedi. Kulaçları yavaşladı, sonra arkasına dönüp baktı. Olağanüstü bir
şey yoktu. Birden kendisini denize atıvermişti. Herhalde yüzerek öfkesini yatıştırmak
istiyordu. Gemma aşağı indi. Mutfağa geçip ateşin üzerine cezveyi koydu. Bir şeyler yap-
mazsa çıldıracağını hissediyordu. Su yavaş yavaş ısınmaya, sonra kaynamaya başladı.
Tam o sırada güverteden bir ses duydu.
"Bornozumu getir."
Hemen fırlayıp kamaraya geçti, genç adamın bornozunu alıp güverteye çıktı. Bir havluyla
kurulanmakta olan Bart onun yüzüne bakmamak için özel bir dikkat gösteriyordu.
"Kahve içer misin?" diye sordu. "Düşündüm ki, sudan çıkınca sıcak bir kahve iyi gelir."
"Yine yanıldın," dedi genç adam, buz gibi bir sesle. "Şu anda bir bardak viskiye ihtiyacım
var." Gidip güverte dolabından bir şişe viski çıkardı, kalınca bir bardağı yarı yarıya
doldurdu.
"Bana vermeyecek misin?" diye sordu Gemma. Masanın başında oturuyorlardı. Genç adam
şişeyi ona doğru itti.
"İstediğin kadar alabilirsin, Gemma. Hep böyle yapıyorsun zaten. İstediğin kadar alıyorsun."
"Yanılıyorsun, ben..."
"Hayır, yanılmıyorum." Bir an durdu. Viskisinden büyük bir yudum alıp, "Başladığımız yere
geri döndük," diye mırıldandı.
"Ne demek istiyorsun?"
"Para!"
"Ama..."
"Sakın aksini iddia etme. Benden bir çocuk edinmek istiyorsun. Bunu para için yaptığına
eminim. Sakın edebiyat yapmaya kalkışma."
Gemma gözyaşlarını sildi. Ne diyeceğini bilmiyordu. "Aklımdan geçenleri sakladığımı ve
bunun çok kötü bir şey olduğunu kabul ediyorum," dedi. "Ama bunu para için yapmadım.
Lütfen inan bana."
Bart acı bir tebessümle baktı ona. "Sana inanacağımı sanıyorsan çok yanılıyorsun."
"Yemin ederim, senden bir şey istemek aklımdan bile geçmedi. Bir erkek çocuğu için
mükemmel bir model olacağını düşündüm sadece."
Genç adam şaşırmıştı. "Erkek çocuk mu? Ya kız olursa? Kızların babaya ihtiyaçları yok
mu?"
"Ben erkek çocuk istedim."
"Çok ilginç. İnanılır gibi değil." Genç adam viskisinden büyük bir yudum daha aldı.
"Bak Bart..." '
"Bart yok artık. Bundan sonra bana Mr. Rule diyeceksin."
Bu sözleri öyle sert ve umutsuz bir tavırla söylemişti ki, genç kadın yüreğinde keskin bir
sızı hissetti. İş dünyasının insanları böyle oluyorlardı işte. Sert, acımasız... Bart Rule'un
gerçek yüzünü gördüğünü düşündü bir an.
"Az önce kendimi neden güverteden denize atıp yüzdüğümü öğrenmek ister misin? Enerji
gerektiren bir şeyler yapmak istedim. Aksi halde seni çok fena halde inciteceğimi
anlamıştım. Yatışmak için tek çare buydu."
Gemma gözlerini iri iri açarak onun yüzüne baktı. "Beni incitmeyeceksin, değil mi?" diye
mırıldandı.
"Seni incitmek için elimden geleni yapacağım," dedi genç adam. "Ama bundan çok
hoşlanacaksın," diye ekledi dişlerinin arasından. "Ve bu seni daha çok incitecek." Sonra
sesine resmi bir hava vererek, "Beni anlıyor musunuz, Miss. Roseveare," dedi.
Genç kadın iyice şaşırmıştı. 'Viskiyi fazla kaçırdı galiba,' diye geçirdi içinden. Onu seksle
cezalandırmayı düşünmesi doğrusu çok garipti.
"Bunu hiç aklına getirmemiştin, değil mi?" dedi genç adam. "Her suçun bir karşılığı vardır
ve bu değişik biçimlerde ödenir. Seninki de böyle olacak işte."
"Bart!"
"Sakin olun Miss Roseveare. Şu ana kadar yaşadıklarımız sona erdi. Şimdi yeni bir sayfa
açıyoruz."
Gemma yutkundu. Ne diyeceğini bilemiyordu. "Makul değilsin," dedi sonunda.
"Düşünmeden konuşuyorsun. Senin yerinde bir başkası olsaydı, deminden beri
söylediklerimi bir iltifat olarak kabul ederdi."
"İltifat ha!"
Genç adam önünde duran bardağı bir dikişte boşalttı.
Rüzgâr çımanın zincirini zaman zaman hafifçe şıkırdatıyordu. Gemma yine öyle bir ses
duydu. Bu garip, soğuk ses onu ürpertiyordu.
"Haklı olabilirsin," dedi Bart. "Belki de ben eski kafalı biriyim. O eski güzel günleri
hatırlıyör musun? Hani erkeklerin kadınları sadece vücutları için istemedikleri günleri."
"Neden söz ettiğini anlayamadım."
"Şu iltifat dediğin şeyden. İnsanlar birbirlerine neden iltifat ederler? Karşılığında bir şey
almak için, değil mi?"
"Lütfen yine başlamayalım, Bart. Böyle konuşmaya hakkın yok." Öfkeyle yumruğunu
masaya vurdu. "Ben seni seçtim!" diye bağırdı. "Hepsi bu."
"Ama önemli bir hesap hatası yaptın. Neden biliyor musun? Ne yapmak istediğini
zamanında anlamış olsaydım, asla seni seçmezdim."
Gemma titredi. "Biliyorum," dedi başını öne eğerek.
"Hiç sanmam. Senin gibi bir kadının böyle şeyleri anlaması imkânsız. Benim bir çocuğum
olsa, senin gibi hesapçı, sinsi, aşırı soğukkanlı, kariyer sahibi bir iş kadınıyla birlikte
olmasını asla istemem."
"Meslek sahibi ve başarılı olmak suç değildir!" diye bağırdı Gemma.
"Elbette suç değildir. Ama senin gibi hırslı bir iş kadınının iyi bir anne olabileceğini kimse
iddia edemez."
Bu sözleri öyle acı bir tavırla söylemişti ki Gemma adeta taş kesildi.
Bart acı bir tebessümle baktı. "Biliyorsun," dedi, "Bebeklerin özel bir bakıma ihtiyaçları
oluyor. Beslenmeleri, giydirilmeleri, temizlenmeleri gerekiyor."
"Sen beni ne sanıyorsun? Ben bütün bunları yapabilirim."
"Yapamazsın. Çocuk gibi düşünüyorsun."
"Ne kötülük var bunda?"
"Bak zavallı yaratık. Çocukların mutlaka bir aileye ihtiyaçları vardır, erkek ve kız
kardeşlere... Anne ve babaya. Ama senin için bu sorun değil, çünkü çocuğuna bir kardeş
bulmak için benim gibi birini yine gözüne kestirebilirsin."
Gemma şaşırmıştı. "Be...ben öyle düşünmüyorum. Ayrıca, tek çocuklu olmak o kadar kötü
bir şey değil."
"Ya? Demek kardeşleri, hatta bir babası bile olmayan bir çocuk, senin için çok doğal öyle
mi? Neden köpek beslemeyi düşünmüyorsun?"
"Ama ben, çocuğumun babasıyla her şeye rağmen dost kalmak isterdim ve..."
"Böyle bir şey mümkün değildir. Ayrıca, benimle o garip ilişkiyi kurarken sadece anne
olmayı düşündüğüne inanacak kadar saf değilim."
Gemma içinde bir şeylerin hızla donduğunu hissetti. Genç adamın sesi arada bir öfkeden
titriyordu, bu durum da sinirlerini hızla bozuyordu.
"Benimle böyle konuşmaya hakkın yok," dedi.
"Senin de bana çocukmuşum gibi davranmaya hak— 116
kın yok. Sanki yeni bir... bir arabaymışım gibi. Ya da pahalı, lüks döşeli bir evmişim gibi...."
"Ben, asla böyle bir şey düşünmedim."
"Konuşmanın faydası yok. Gidip yats;ak iyi olacak. Uzun bir gün geçirdik."
"Fakat, bu konuyu burada kesemeyiz. Benim daha söyleyeceklerim var."
"Söyle o zaman."
"Her kadın çocuk sahibi olma hakkmâ sahiptir."
"Lütfen, kadın haklarından söz etme bana. Çocuğun hakları ne olacak? Kendini güvenli bir
aile içinde hissetmeyen, kardeşleri ve babası olmaya .n bir çocuğun haklan..."
"Ama bir sürü boşanma oluyor. Anne ve babaların zamanla birbirlerinden nefret ettikleri pok
çok örnek biliyorum."
"Bizi de öyle görüyorsun herhalde."
Gemma sustu. Kafasını toparlayamıyordu. "Böyle bir şey söylemedim," diye mırıldandı.
"Yakında söylersin," diye söylendi genç adam. Dirseklerini masaya dayayıp delici
bakışlarını onun gözlerine çevirdi. Kısa ve derin bir sessizlik oldu. "Beni kullandın Gemma
Roseveare. Seni bağışlayacağımı sanıyorsan çok yanılıyorsun."
Genç kadın umutsuzluk içinde arkasına yaslandı. Hafif bir dalga tekneyi sallıyordu ve her
sallanışta demirin o insanın içini ürperten şakırtısı duyulu yordu.
"Geceyi geçirmek için bir otel bulmalıyım."
"Saçmalama," dedi genç adam. "Suyun üzerinden yürüyerek mi gideceksin?"
"Sandalı kullanabilirim."
"Keyfin bilir."
Gemma paniğe kapılır gibi oldu. "Ama ben sandalı alırsam, karaya nasıl çıkacaksın?"
"Beni düşünme. Yarın marinaya gireceğim. Oraya bırakırsın, yarın alırım." Ne yapacaktı
şimdi? Bu karanlıkta eşyalarını bir sandala yükleyip kıyıya kadar kürek çekmesi neredeyse
imkânsızdı. Gerçi marinanın ışıkları uzaktan belli belirsiz titreşiyordu ama yine de arada
büyük bir mesafe vardı. Karanlık suların içinde yolunu kaybedebilirdi. Ayrıca, Fransız
topraklarına kadar kürek çekse bile gecenin bu saatinde uygun bir otel bulmak çok zor
olacaktı.
"Pekâlâ," dedi. "Yarın marinaya yanaşacağına göre, o zamana kadar beklerim."
Konuşmaları sona ermişti. Gemma yerinden kalkıp aşağı kamaraya indi. Bu arada genç
adamın viski şişesiyle bardağı güvertedeki dolaba koyduğunu göz ucuyla gördü.
Bart içeri girdiğinde yatağın üzerinde oturuyordu. Genç adam ona hiç bakmadan duvardaki
kayışı çekip yatağı açtı ve hemen yattı. Bir iki dakika kımıltısız kaldıktan sonra dönüp
Gemma'ya baktı.
"Yatsana," dedi. "Işığı da söndür."
"Şey... eğer benimle aynı kamarada yatmak istemiyorsan..."
"Fark etmez. Misafirim sayılırsın."
"Misafir mi?"
"Tabii. Sabaha kadar... Şimdi istersen uyuyalım."
Gemma ışığı söndürüp yatağın üzerine kıvrıldı. Uyu- yamayacağını biliyordu. Sabahleyin
Cherbourg'da yapayalnız olacaktı. Önce bir otel bulması gerekecekti. Botanik bahçesini
gezmeye karar verdi. Fakat Cerf'te yemek istemiyordu. Oraya giderse acı çekeceği kesindi,
çünkü Bart oranın Avrupa'nın en iyi lokantalarından biri olduğunu söylemişti.
Göz yaşlarının yastığı ıslattığını fark edince öteki tarafına döndü. O talihsiz konuşmaya keşke
hiç başlamasaydı. Üstelik bunun bir iltifat olduğunu söylemişti ona. Ne saçmalık. Bart gibi
bir adamın böyle bir şeyi iltifat olarak kabul etmesi mümkün müydü? Bu düşünceleri
kafasından kovmak ister gibi parmaklarını saçlarının içinden geçirdi. Sırt üstü yattı bir süre.
Derken martı sesleri işitti. Sabahın ilk saatleri yakındı. Martılar yiyecek bir şeyler bulmak
için teknenin çevresinde uçuşuyorlardı. Biraz doğrulup lumbozdan dışarı baktı. Hava biraz
aydınlanmıştı. Martıların arada bir yükselen çığlıkları dışında derin bir sessizlik vardı. Bu
teknede hayatının en güzel günlerini geçirmişti. Mutluluk dedikleri şey buydu işte. Ama
şimdi her şey bitmişti. Hem de çok kötü bir biçimde.
Ondan bir çocuk istemişti. Bu bir hayal miydi? Genç adamın söylediklerini kelimesi
kelimesine hatırlıyordu. Çok farklı bir bakış açısını yansıtıyordu o sözler. Gemma ağlamamak
için zor tutuyordu kendini. Acaba düş- kırıklığına uğramaktan korktuğu için mi böyle acayip
bir plan hazırlamıştı? Üstelik bu planı sonuna kadar benimsediği de pek söylenemezdi.
Teknede geçirdikleri bu birkaç gün boyunca ondan hayatının sonuna kadar ayrılamayacağını
hissetmişti.
Bart'ın bu kadar sert ve kaba davranması gerekmiyordu yine de. Onu anlamaya
çalışabilirdi. Oysa bütün önyargılarıyla çok kötü bir biçimde davranmıştı. Zaten bu adam o
kadar çok şeyden nefret ediyordu ki, hepsini saymak imkânsızdı. Emlak işiyle uğraşan in-
sanlardan, iş hayatında başarılı kadınlardan nefret ediyordu. Bir kadının kendisinden çocuk
sahibi olması düşüncesinden de en az bunlar kadar nefret ediyordu.
Birlikte geçirdikleri o güzel saatleri en ince ayrıntılarına kadar yaşıyor gibiydi. Gözlerini
yumdu. Gözka- pakları iyice ağırlaşmıştı. Tekne sabah rüzgârında hafif hafif sallanıyordu.
'Belki ondan bir bebeğim olur,' diye geçirdi içinden. 'Ama Bart Rule'u kesinlikle kaybettim.'
Az sonra genç kadın ritmik bir ses duydu. Yattığı yer belli belirsiz titreşimlerle sallanıyordu.
Gözlerini açmadan motorun çalıştığını ve teknenin yola çıktığını fark etti. Bart şu anda üst
güvertedeydi, dümenin başında. Oysa kendisi biraz daha uyumak istiyordu.
Motor sesi yavaşladı, sonra durdu. Bir iki dakika sonra insan sesleri duyuldu. İnsan sesleri
mi? Gemma heyecanla doğrulup lumbozdan dışarı baktı. Tam karşıda büyükçe bir tekne
vardı. Demek marinaya gelmişlerdi. Bart ondan bir an önce kurtulmak için acele ediyordu.
Hemen yataktan çıktı. Saçlarım elleriyle düzeltti. Giysileriyle yatmıştı. Üstüne başına biraz
çekidüzen verip yukarı çıktı.
Güverteye adımım attığında burnuna keskin bir kahve kokusu geldi.
"Nihayet uyanabildin," dedi genç adam. Yüzünde biraz hüzünlü garip bir tebessüm vardı.
"Kain iü hazırladım sana."
Gemma, "Hiç gerek yoktu," diye mırıldandı. Dikkatle genç adamın yüzünü inceliyor, o
anda nasıl bir ruh hali içinde olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"İstersen kahvaltı etmeyebilirsin," dedi genç adam, tek kaşım kaldırarak. 'Eskisi gibi,' diye
içinden geçirdi Gemma. Mümkün olduğu kadar az konuşmaya karar verdi.
"Kahve?"
"Teşekkür ederim. Ben kendim alırım."
Kahvesini doldurdu. Genç adamla yüz yüze gelmemek için sandalyesini biraz denize doğru
çevirerek masanın başına oturdu.
"Neden surat asıyorsun?"
Bu sözler birden genç kadım şaşırttı. Ona dönüp baktı. Genç adamın gözleri bir çift buz
parçasından farksızdı.
"Bu tekneyi terk etmek üzereyim ve..."
"Korkarım şimdi reklam spotları gibi konuşacaksın. Sabaha kadar yattığın yerde bir şeyler
düşündün herhalde. Çok özlü veda sözcükleri..."
"Benimle... benimle bu şekilde konuşmaya hakkın 120
yok."
Genç adam önündeki fincana kahve koydu. Şimdi daha rahat bir hali vardı. Az önceki
gerginlik ortadan kalkmıştı. Oysa Gemma tam tersine, kendisini müthiş sinirli hissediyordu.
"Siz kadınlar kendinizi daima haklı sanırsınız,"diye mırıldandı.
O anda Gemma parmaklarının arasındaki fincanın kırılmak üzere olduğunu fark edip ellerini
biraz gevşetti.
"Bu biraz da birlikte olduğumuz erkeğin tavrına bağlıdır,"diye karşılık verdi, buz gibi bir
sesle.
"Kadınların fazla duyarlı olduklarını sanmıyorum. Duygusal olduklarına dair bazı
doğrulanmamış yargılar var gerçi, ama yine de..."
"Bir uzman gibi konuşuyorsun."
"O kadar değil. Ama kadınlar hakkında bazı gözlemlerim var. Örneğin kahvaltıda neden
hoşlandıklarını, saçlarına ne tür şeyler taktıklarını, erkeklerden neler beklediklerini biraz
bilirim."
"Siz erkeklerin kadınlara oy hakkı vermenize bile şaşmak lazım," diye öfkeyle söylendi genç
kadın.
"Oy meselesi bence çok önemli değil. Çünkü bu gibi konularda genellikle erkekleri taklit
ediyorsunuz."
"Anlıyorum," dedi Gemma, dişlerini sıkarak. "Her şeyi erkekler yapmalı, öyle değil mi?"
Genç adam kahvesinden bir yudum aldı. "Her şeyi, değil," dedi sakin bir sesle. "Örneğin,
biliyorsun erkekler çocuk doğuramıyorlar."
"Va kadınlar başka bir işe yaramazlar. Böyle düşündüğüne eminim. Biliyor musun, seni kısa
süre içinde gerçek yüzünle tanıdığım için çok memnunum, Bart Rule."
"Demek memnunsun."
"Evet. Kendi gerçeklerinden sürekli kaçmaya çalışan birisin sen. Benimle ciddi bir ilişkiye
girmekten ka-çıyorsun. Çünkü böyle bir şey yaparsan..."
"Yine aynı noktaya geldik. Ciddi ilişki." Bu son iki sözcüğü Gemma'nın sesini ve
mimiklerini taklit ederek söylemişti. "Bu anlamsız sözü bu kadar benimsemiş olman beni
şaşırtıyor. Daha doğrudan ve içinden geldiği gibi konuşamaz mısın?"
"Pekâlâ, madem gerçeği istiyorsun, hakkında ne düşündüğümü söyleyeyim. Sen en kötü
tipten bir maşist- sin..." Bir an durup derin bir soluk aldı. Onu yaralamak için eline büyük bir
fırsat geçmişti sanki ve bunu en iyi biçimde kullanmak istiyordu.
"Sen bugüne kadar karşılaştığım domuzların en büyüğüsün," dedi bir solükta.
Genç adam gülümsedi. "Haklı olabilirsin," dedi. "Ama unutma ki, domuzlar çok
saygıdeğer hayvanlardır."
"Çok doğru," dedi Gemma, masanın üzerinden eğilerek. "En azından daha zekidirler. Senin
gibi adamlara kıyasla çok daha sevimlidirler."
Bart ellerini ensesinde kenetleyer'ek oturduğu yerde arkaya doğru yaylandı.
"Başka."
"Senin gibi erkekler karşılarına çıkan her şeye egemen olmak isterler. Kadınların da
kendilerine göre bir hayatları olduğunu asla düşünmezler, bilmezler..."
"Çok saçma!" diye bağırdı Bart. "Bunun doğru olmadığını gayet iyi biliyorsun. Dün gece
senin hayatından değil, bir erkeğin ve bir çocuğun hayatından söz ettik."
"Bir kadının tek başına bir çocuğun sorumluluğunu yüklenebileceği düşüncesine
katlanamıyorsun."
Gemma saldırıya geçtikçe ferahlıyordu. Dün gece kapıldığı umutsuzluktan eser kalmamıştı
şimdi. "Böyle bir düşünce sana çok yabancı, değil mi?" diye devam etti. "Kendilerine güveni
olan, kendi kararlarını erkeklere danışmadan bizzat alan kadınlar..."
"Unutmaman gereken bir şey var ama. Senin aldığın karar sadece seni ilgilendirmiyordu.
Benimle işbirliği sağlamadan tek başına uygulayabileceğin bir şey değil bu."
"Evet, doğru. Kararımı gerçekleştirebilmem için senden bir şey almam gerekiyor. Ve dün
geceye kadar o şeyi vermek seni çok mutlu ediyordu. Bunun aksini iddia edemezsin."
Genç adam kalın kaşlarını hayretle kaldırarak Gemma'nın yüzüne dikkatle baktı.
"Yani demek istiyorsun ki..."
"Ne demek istediğimi bal gibi anladın. Seni kullandığımı düşünüyorsun, ama bu kullanım
sırasında büyük bir mutluluk duyduğunu inkâr edemezsin."
"Böyle bir şeye mutluluk denmez."
"Yapma!" diye bağırdı genç kadın. Birlikte geçirdikleri o aşk dolu saatler bir film şeridi gibi
gözlerinin önünden akıp gitti. "Bütün yaşadıklarımızı bu şekilde ucuzlatamazsın."
"Asıl ucuzlatan sensin."
"Hayır."
"Amacına ulaşmak için beni neredeyse bir deney hayvanı gibi kullandın. Damızlık bir
hayvan gibi."
"Yeter!" diye haykırdı Gemma. Elini birkaç kez masanın üzerine şiddetle vurdu. "Her şeyi
mahvediyorsun."
"Her şey mahvedildi zaten. Senin tarafından."
"Hayır."
Bart Rule yutkundu. Söyleyecek bir şey bulamıyormuş gibi baktı ona. Gemma'nın içinde acı
dolu bir zafer duygusu belirmişti. Onun önünde boyun eğmemiş, dün geceki gibi zavallı bir
duruma düşmemişti.
"Anlayışsızsın," diye mırıldandı. Sesi, belki az önce bağırdığı için, küçük bir kız çocuğunun
sesi gibi çıkmıştı. "Başkalarının bakış açısına asla saygı göstermi- yorsun," diye devam etti.
"Gerçeklerin çarpıtılmasından da hiç hoşlanmıyorum."
"Ben mi gerçekleri çarpıtıyorum. Tekrar edeyim istersen. Yol boyunca benimle seviştiğin
için çok mutluydun. Her defasında nasıl mutlu olduğunu kendi gözlerimle gördüm."
"Özelliği neydi peki?"
"Bilemiyorum. Ben sadece gördüğümü ve hissettiğimi söylüyorum. Seni bu süre içinde
oldukça iyi tanıdığımı sanıyorum."
"Yine de benim hakkımda çok az şey biliyorsun. Buma rağmen nasıl oluyor da benden bir
çocuğun olsun
istiyorsun?"
"Çıldırmış olmalıyım," diye mırıldandı genç kadın, yorgun bir sesle.
Bir an bakışlar ı karşılaştı. 'Hiç umut yok,' diye düşündü Gemma. Genç adamın
dudaklarındaki soğuk tebessüm onu yaralıyordu. "Kapatalım bu konuyu artık," diye
mırıldandı.
"Nasıl istersen."
"Biliyor musun, senin gibi bir adamla asla yaşayamam ben asla, asla!"
"Bunu söyleyeceğini biliyordum," diye mırıldandı .genç adam.
O anda Gemma onu yaralamak istediğini fark etti. Ona öyle bir şey söylemeliydi ki hedefi
tam on ikiden vursun.
Sözcüklerin üstüne basa basa, "Karının seni neden terk ettiğini şimdi daha iyi anlıyorum,"
dedi.
Tam isabet! Genç adamın yüzü birden gölgelendi.
"Sözlerine dikkat et, Gemma."
Ciddi bir uyarıydı bu. Genç kadın onun gözlerinin iç ine baktı. Gerçekten çok bozulmuştu.
Adeta Gemma’nın konuşmaya devam etmesinden korkuyormuş gibi bir hali vardı.
Genç adam elini yavaşça alnına götürdü. Dün gece denize girdikten sonra duş almamıştı. Bu
yüzden saçları karmakarışıktı.
Gemma yutkundu. İkinci darbeyi indirmeye hazırdı.
"Bence çok şanslı bir kadın. Sonunda senden kur tulabildiği için."
"Seni bir kez daha uyarıyorum, Gemma."
Çok alçak bir sesle, neredeyse fısıldayarak söylemişti bu sözleri. Yavaşça ayağa kalktı. O
kadar uzun boyluydu ve genç kadına öylesine tepeden bakıyordu ki, Gemma ürperdiğini
hissetti.
"Bu konunun açılmasını istemediğini görüyorum," diye mırıldandı. "Karınla aranda çok
büyük sorunlar geçmiş olmalı."
Bart geniş bir soluk aldı. Gemma'mn yüreğinde hafif bir korku rüzgârı esti. Ama o anda
öyle büyük bir umutsuzluk içindeydi ki, "Zavallı kadına kim bilir neler yaptın," diye
mırıldanmaktan kendini alıkoyamadı.
İşte o anda genç adamın tokadı yüzünde patladı. Çok ani olmuştu. Gemma oturduğu yerden
ayağa fırladı. Eli ister istemez ateş gibi yanan yanağına gitti. Bir an birbirlerine öldürecekmiş
gibi baktılar. Ona saldırmalı, aynı şekilde karşılık vermeliydi. Ama bunu yapamayacağım
anladı. Kendisini çok zayıf hissediyordu. Dizleri öyle titriyordu ki, daha fazla ayakta
kalamayacağım anlayarak yavaşça oturdu. Eh hâlâ yanağındaydı. Gözlerine biriken yaşlar
umurunda bile değildi. Yavaşça gözyaşlarını sildi.
Bart başım öte yana çevirmişti. Ona bakmak istemiyordu. Gemma genç adamın göğsünün
hızlı hızlı inip kalktığını fark etti. Bart uzaklara bakıyordu, açık denize.
Her şey bir anda kristal bir vazo gibi parçalanıp dağılıvermişti. 'Kazandı,' diye içinden
geçirdi Gemma. kaba kuvvet kullanarak kazandı.' Hayatında ilk kez bu kadar vahşi bir
davranışla karşılaşıyordu. Başının dönmekte olduğunu fark etti. Hıçkıra hıçkıra ağlamamak
için alt dudağını kanatırcasına dişledi.
Bart yavaşça yerine oturduğunda, kendisini tutama-yarak hıçkırdı. Genç adam eliyle alnını
ovuşturuyordu. Bir an için kendini kaybetmişti.
"Daha önce kimse bana bunu yapmadı," diye mırıldandı Gemma.
"Birinin yapması gerekiyordu," dedi Bart, derinlerden gelen boğuk bir sesle. "Annen ve
baban zamanında sana gerektiği gibi davranmamışlar."
"Ailemi karıştırma bu işe!"
"Onların sorumluluğu büyük bence. seni terbiye etme işini yabancılara
bırakmamalıydılar."
"Babam bu güne kadar bana bir kez bile vurmadı."
Gerçekten de çok huzurlu bir aile ortamında büyümüştü. Ne o ne de Tamsin en ufak bir
aile baskısıyla karşılaşmamışlardı. Zaten Gemma küçüklüğünden beri kendi yolunu kendisi
seçmişti. Ve şimdi bu adam kalkıp... Ne yapacağını bilemiyordu. İçinde dalga dalga
yükselen öfke tek kelimeyle korkutucuydu. Elini yanağından çekti. Hâlâ sızlıyordu. Aslında
çok şiddetli bir darbe değildi bu, ama yine de karşısındaki adamın nasıl biri olduğunu ortaya
koyuyordu. Sakin olmak için derin bir soluk aldı.
"Şiddet asla bir çözüm değildir."
"Yine reklam spotları gibi konuştun," dedi genç adam.
Hâlâ açık denize bakıyordu. Sıkılmış gibi bir hali vardı. Sanki derin bir yalnızlığa
gömülmüştü. Ani bir hareketle saatine baktı.
"Feribot saatini kaçırmamalısın," diye mırıldandı. Başını yavaşça öne eğdi.
'İşte şimdi her şey bitti,' dedi içinden genç kadın. Yapılacak bir şey kalmamıştı. Bart Rule
son sözünü söylemişti.
Birlikte geçirdikleri son gecenin sabahını da bu kilde tüketmiş oluyorlardı. Genç adam onu
bir an önce başından atmak, kendisinden ve teknesinden uzaklaştırmak istiyordu.
Gemma ani bir kararla, "İngiltere'ye hemen dönmek istemiyorum," dedi. "Şu anda
Fransa'dayım ve biraz eğlenmek, tatilime devam etmek istiyorum."
Eğlenmek! Bu aptalca sözcüğü kullanmanın hiç sırası değildi. Ama olmuştu bir kez. Hemen
yerinden kalkıp aşağı, kamaraya indi. Önce yatağını topladı. Bu arada Bart'ın yatağına elini
bile sürmedi. Sonra eşyalarını hazırlamaya başladı.
Bir iki saniye sonra Bart kamaranın kapısında belirdi.
"Yardım edeyim mi?"
"İstemez."
Genç kadının katlayıp bir kenara koyduğu yatak takımlarını aldı. "Bunları yıkamak
gerekecek," diyerek oradaki bir dolabın içine'tıktı. Gemma bir kez daha hayatının en büyük
hakaretlerinden birine uğradığını hissetti. 'Belki de ben gittikten sonra tekneyi dezenfekte
eder,' diye geçirdi içinden. Ondan kalan bütün izleri temizlemek isteyecekti. Çantasını alıp
kapıya doğru yürüdü. Çanta olduğundan daha ağır geliyordu ona.
"Bir dakika," dedi genç adam.
Gemma durdu. Fakat dönüp ona bakmadı.
"Hangi otelde kalacaksın? Bildiğin bir yer var mı?"
O anki koşullar içinde bu soru o kadar anlamsızdı ki, genç kadın sinirli sinirli gülmemek
için kendisini zor tuttu.
"Bir otel bulurum," dedi kupkuru bir sesle.
"Seni Clermont'a götüreyim."
"Hiç gerek yok. Zahmet etme."
Banyo kısmına geçip aynanın önündeki kutudan diş fırçasını aldı. Geride hiçbir şey
bırakmak istemiyordu. Bart'ın güverteye çıktığını işitti. Tekrar kamaraya girip çevreye bir
göz attı. Dolapları açıp kapadı. İçerisi öyle derli toplu görünüyordu ki, gerçekten de orada o
gecelerin gerçekten yaşanmış olduklarını gösteren tek bir belirti bile kalmamıştı.
Bu iş bitmişti artık. Umuda yer yoktu. Ağır çantası elinde olduğu halde merdivenleri çıkıp
çevreye bir göz attı. Genç adam kahvaltı masasının başında, aynı yerde oturuyordu.
Yüzünde dalgın bir ifade vardı. Gem- ma bir süre hiç kımıldamadan ona baktı. Bart onun
varlığını hissetmiş gibi ağır ağır başını çevirdi. Sonra yavaşça oturduğu yerden kalkıp ona
doğru yürüdü. "Şu çantayı ver bana." "Ben taşırım."
Genç adamın yüzüne bakmadan teknenin kıç tarafına doğru yürüdü. 'Tanrım yoksa
ağlayacak mıyım,' diye düşündü sessizce. Gözleri yanıyor, içinde tarifi imkânsız bir sıkıntı
büyüyordu. Demir bir merdiven tekneyi kıyıya bağlayan tahta bir dubaya doğru uzatılmıştı.
Merdiven çok dar ve dikti. O büyük çantayla buradan aşağı inmek çok zor olacaktı.
Ondan yardım istemediği için bir an pişman oldu. Fakat artık çok geçti. Merdivenin
korkuluğunu sıkıca tutarak, elindeki çantayla dengesini bulmaya çalıştı. Son basamağa
geldiğinde yapacağı tek şey dubaya atlamaktı.
Tam atlamak üzereydi ki, çantası elinden kayar gibi oldu. Onu sıkıca tutmak için bir
hareket yaptığı an dengesini kaybetti ve dubanın üzerine doğru kapaklandı. Omuzunda
keskin bir acı hissetmişti.

Bölüm Dokuz

Dr. Charlot röntgen filmlerini yerlerine koydu ve dikkatle inceledi.


"Hımm," dedi, "Omuz kemikleri, fakat önemli bir tahribat yok."
Gemma doktorun parmağıyla işaret ettiği yere baktı, ama bir şey anlamadı. Hafifçe omzunu
oynattı. Ağrı devam ediyordu.
"Kırılmamış, değil mi?"
"Yok canım, kırık söz konusu değil. Hafif bir incinme? diyebiliriz. Kendiliğinden, geçer."
"Te...teşekkür ederim," diye mırıldandı Gemma. Bir ara gerçekten çok telaşlanmıştı. Çünkü
omuz kemiği kırıklarının insanın başına ne büyük işler açtığını biliyordu. Doktoru bulması
hiç de kolay olmamıştı. Bereket adam iyi İngilizce biliyordu. Doğrusu bu büyük bir şanstı,
çünkü kendisi hastanenin tek ortopedistiydi.
Bart olmasaydı tek başına buraya kadar gelemeyecekti. Dubanın üzerine kapaklandığında
bir an bayılacağım sanmıştı. Bart da çok telaşlanmıştı. Onu hemen düştüğü yerden kaldırıp,
en yakın taksi durağına kadar kucağında taşımıştı. Araba hastanenin önünde durduğunda onu
yine kucağında indirmişti.
Bütün bunlar olurken genç kadın aralarındaki ilişkinin bu talihsiz olay yüzünden biraz
düzeldiğini düşünmekten kendini alıkoyamamıştı. Ama ne yazık ki kısa süre içinde
yanıldığını anladı. Genç adamın küskün ve suskun tavrında en ufak bir değişiklik bile yoktu.
Bütün bunlar olurken tek kelime bile konuşmamıştı. Hastanenin resepsiyonunda ona bir
tekerlekli sandalye vermişlerdi. Sonra İngilizce bilen ortopedisti aramaya başlamışlardı.
Tekerlekli sandalyeyi bir Fransız hemşire itiyordu ve bu çok can sıkıcı bir durumdu.
Bütün bu olanlardan ötürü Bart'ı suçlamak tam bir haksızlık olacaktı, kuskusuz. İlk anda o da
Gemma' nın bir yerini kırdığını düşünmüştü herhalde. Bu durumda onu hastaneye bir an
önce yetiştirmekten başka yapılacak bir şey yoktu. Bart da bunu yapmışt1 Gemma'nın
sakarlığı sayesinde çok güzel bir günü hastane koridorlarında geçirmek zorunda kalabilirdi.
Doktorla konuşurken Gemma'nın aklı hep dışarıdaydı. Acaba bekliyor muydu, yoksa
görevini yapmış insanların huzuru içinde çekip gitmiş miydi?
"Dikkatli olmalısınız," dedi doktor "tuhaf bir İngilizce'yle. "Öyle sanıyorum ki iki hafta
içinde iyileşeceksiniz."
Gemma, tekrar, "Teşekkür ederim," diya» mırıldandı.
"Ama kesin istirahat etmelisiniz," diye ekledi doktor.
Bu koşullarda istirahat etmek hiç de kolay olmayacaktı. Birden kendisini çok yorgun
hissetti., Yabancı bir ülkede dilini bile doğru dürüst bilmeyen insanların bulunduğu bir
hastanedeydi. Buradan çıkınca ne yapacağına dair en ufak bir fikri bile yoktu o an. Acaba
feribota kadar hastaneden bir taksiyle mi gitseydi? Fakat bu bile çok kolay olmayacaktı. Bu
haliyle çok zorlanacağı kesindi.
Yoksa kalsa mıydı? Ama bu durumda daha büyük zorluklarla yüz yüze geleceği
görülüyordu. Bir kere, uygun bir otel bulması, sonra cebindeki kredi kartını değiştirmesi
gerekecekti, çünkü üstünde tek bir Fransız frangı bile yoktu. Kredi kartını nerede
değiştireceğini bile bilmiyordu. Bütün bu işleri tek başına yapması neredeyse imkânsızdı.
. Tam o sırada içeriye bir hemşire girdi. Doktor ona Fransızca bir şeyler söyledi.
Aralarında seri bir konuşma geçti. Sonra doktor Gemma'ya döndü.
"Bir elastik band kullanmamız gerekiyor," dedi. "Ve istirahatinize özen göstermelisiniz.
Kocanıza söyleyin..."
"O benim kocam değil," diyerek doktorun sözünü kesti genç kadın. Nedense birden
telaşlanmıştı.
Doktor muayenenin bittiğini belirten bir işaret yaptı. Hemşire tekerlekli sandalyeyi tam
odadan dışarı çıkarmak üzereydi ki Gemma doktora teşekkür etmeyi akıl etti. El sıkıştılar.
Bart'ı kocası sanmıştı. Keşke olsaydı. .
Artık bu tür şeyler düşünmemeliydi. Bart'ın ona karşı en ufak bir sempati bile duymadığı
kesindi. Aksi halde muayenenin sonucunu öğrenmeden gider miydi?
Hemşirenin hızla ittiği tekerlekli sandalye bitmek tükenmek bilmez, upuzun koridorlardan
hızla geçerken Gemma bunları düşünüyordu. Hep yabancı insanlar... Kimse onunla
ilgilenmiyordu. Yanlarından gelip geçenler dönüp bakmıyorlardı bile. Sonunda bir odaya gir-
diler. Bandaj takılırken, Gemma'nın kafası bambaşka şeylerle meşguldü.
Neden gitmişti? Aslında bu sorunun yanıtı apaçık ortadaydı. Onu umutlandırmak
istememişti. Ya da bira rada olmaya artık hiç tahammülü kalmamıştı. Tam tekneden inerken
düşmesi onda ilk anda bir şok yaratmış olmalıydı.
'Yolculuk bitti,' diye geçirdi içinden. Yine de pişman değildi. Hayatının en güzel
yolculuğunu yapmıştı. O güzel teknede bir yuva sıcaklığı hissetmişti. Zaten onu büyüleyen
de bu olmuştu. Bart onu sevdiğini söylediği an duyduğu mutluluğu hayatının sonuna kadar
unutmayacaktı. Ne kadar da heyecanlanmıştı. Gerçekten inanmıştı ona. Aslında inanmaması
için bir sebep de yoktu. Ö tekneye neden bindiğini ve kendisiyle neden ilişki kurduğunu
söyleyinceye kadar mutluluğu bir an bile eksilmemişti. Ve Bart genç kadının onu çocuğunun
babası olarak seçtiğini öğrendiği an her şey bitmiş, bütün umutlar sert bir fırtınanın acımasız
rüzgârlarında savrulup gitmişti. İkiyüzlü, hesapçı bir kadın gibi görmüştü onu Bart. Güveni
kırılmıştı. Ne büyük haksızlık!
Her şey bir yana, Bart'ın özelikle mesleğinde başarılı kadınlardan nefret ettiği apaçık
ortadaydı. Erkeklerin çoğu buna benzer duyguları paylaşıyorlardı, kuşkusuz. Örneğin Kevin
onlardan biriydi. Ve Gemma erkeklerin başarılı kadınlardan pek hoşlanmadıklarını ilk kez
onunla birlikteyken düşünmüştü. Fakat aynı şeyin Bart gibi çok başarılı ve güçlü bir adamda
olması biraz garipsenecek bir durumdu. İlk karısından ayrılmasının sebebi de bu muydu
acaba? Çünkü o da bir televizyon yıldızı olarak çok başarılı olmuştu.
Bu kadar bozulacak ne vardı? Alt tarafı Gemma, onun parasında gözü olmadığını
kanıtlamak istemişti. Gerçi bunu tam bir iş kadını gibi yapmıştı, ama yine de Bart onunla
konuşabilir, anlamaya çalışabilirdi.
"Gidelim."
Hemşirenin bozuk İngilizcesi Gemma'nın düşüncelerini bir bıçak gibi kesiverdi.
Kadın tekerlekli sandalyeyi kendi ekseninde döndürdü ve bir kez daha o sonsuz
koridorlara çıktılar.
Böylesine çaresiz olmak tek kelimeyle mahvediciydi. Sandalyeyi iten kadına nereye
gittiklerini bile sora- mıyordu. Sorsa alacağı yanıtı tam olarak anlayamaya- bilirdi. En iyisi
hiçbir şey düşünmemekti. Arkasına yaslanarak gözlerini yumdu.
"Çok teşekkür ederim."
Derinden gelen bu tanıdık erkek sesiyle gözlerini açtı.
"O da ne, ağlıyor musun yoksa?"
O anda Gemma dehşetle ağlamakta olduğunu fark etti. Genç adam cebinden büyük beyaz
bir mendil çıkarıp onun kucağına bıraktı. Gemma mendili itti. Telaşla gözyaşlarını sildi.
"Hayır," dedi, "Hayır, ağlamıyorum. Şey... sadece biraz üşüdüm."
"Haklısın. Hastanenin içi biraz serin."
Bart Rule'un sesi de çok serindi. Kendine gelmeli, aklını başına toplamalıydı. Gerçi durum
pek iç açıcı değildi, ama böyle farkında bile olmadan gözyaşı dökmesini de gerektirmiyordu.
"Pekâlâ," dedi genç adam, "Gidiyoruz."
Gemma'nın kucağında duran mendili alıp cebine koydu.
"Daha önce sözünü ettiğin otele beni bırakabilirsen, sevinirim." '
"Lütfen saçmalama."
Bu sözü öyle bir tavırla söylemişti ki, bir an donup kaldı. Yoksa ona yardım etmeye mi
karar vermişti?
Karmaşık duygular içindeydi. Daha doğrusu o anda ne söyleyeceğine karar veremiyordu.
"Doktor dinlenmem gerektiğini söyledi. Eğer beni Felicity'ye götürmek istiyorsan..."
"Merak etme her şeyi ayarladım."
Ne demek istiyordu? Gemma genç adamın yüzüne dikkatle baktı. Hayır, gri gözlerde en
ufak bir ipucu bile yoktu.
"Neyi ayarladın, söyler misin?"
"Bili Varco bugün uçakla geliyor. Tekne, bakımı yapıldıktan sonra yelken açacak. Bili onu
geri götürecek."
Gemma şaşırmıştı. Gözlerini kırpıştırarak genç adamın yüzüne baktı.
"Yani... Felicity'den ayrılıyor musun... Benim yüzümden. Ama buna hiç gerek yok."
"Seni evine kadar götürmek zorundayım."
"Eve mi?"
Söylenecek bir şey yoktu aslında. İçinde bir şeylerin altüst olduğunu hisseden Gemma
başını tekerlekli sandalyenin arkalığına yasladı.
Aslında sevinmesi gerekiyordu. İngiltere'ye kadar tek başına gitmesi çok zor olacaktı.
Taksilere binip inmesi gerekecekti ve kuşkusuz, feribotta da ona yardım edecek kimse
olmayacaktı. Üstelik feribottan inince tekrar bir taksiye binmesi ve bu kez treni kaçırmaması
gerekecekti. Doğrusu bu yolculuğu tek başına yapmak düşüncesi tek kelimeyle dehşet
vericiydi. Omzu sarıldıktan sonra biraz rahatlamışsa da, çok küçük hareketlerde bile
ağrıyordu.
Fakat birlikte yapacakları yolculuğun da korkutucu bir yanı vardı. Ne konuşacaklardı?
Teknedeki kavganın bu yolculuk boyunca sürmesi bir ihtimaldi ve Gem ma'nın canını
sıkıyordu.
O bunları düşünürken genç adam tekerlekli sandalyeyi koridor boyunca çıkış kapışım-
doğru itmeye başlamıştı. Gemma başının döndüğünü hissediyordu. Kapıdan çıktıklarında az
ileride park etmiş bir ambulans gördü. Genç adam sandalyeyi ambulansa doğru itiyordu.
Sonra onu kucağına alıp ambulansın içindeki sedyeye yerleştirdi.
"İyi misin?"
Genç kadın hiç gülümsemeden başını salladı.
"Merak etme kısa bir yolculuk yapacağız."
Bunları söyledikten sonra şoförün yanına geçip oturdu. Ambulans hareket etti. 'Aslında
arkada da oturabilirdi,' diye içinden geçirdi Gemma. Sedyenin yanıbaşında sabitleştirilmiş
bir sandalye vardı.
Ambulans sarsılarak yola koyuldu. Gemma yattığı yerden dışarıyı seyredebiliyordu.
'Herhalde feribot iskelesine gidiyoruz,' diye düşündü. Bildiği kadarıyla iskeleye giden yolun
iki tarafı binalarla kaplıydı. Oysa pencereden gördüğü manzara oldukça farklıydı. Sanki
kentin dışına çıkıyorlardı. Pencereden ağaçlar, uzaklarda tepeler görünüyordu. Ana yolda
ilerliyorlardı.
Gözlerini yumdu. Nereye gittikleri umurunda bile değildi artık. Kendisini ona tamamen
emanet etmiş durumdaydı. Bir ara Bart'ın şoföre, "Buradan sağa dönelim," dediğini işitti.
Ambulans bozuk bir yola girdi. Şimdi biraz sarsılıyordu. Fakat sedye tam bu işler için
yapılmış olduğu için Gemma'nın canı acımıyordu.
Sonunda ambulans sarsılarak durdu. Bart şoförün yanından inip arka kapıyı açtı. Tam o
anda Gemma kulakları sağır eden bir gürültü duydu. Biraz doğrularak açık kapıdan dışarı
baktı.
"Aman Tanrım," diye mırıldandı. "Bir helikopter."
Bart'ın dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm vardı şimdi. Tekerlekli sandalyeyi
arabadan çıkardı. Sonra genç kadını yavaşça kucağına alarak sandalyeye oturttu. Dev
helikopter hemen önlerindeydi şimdi.
"Yola çıkmadan önce istediğin bir şey var mı?" diye sordu genç adam.
"Çantam... çantam nerede?"
Bart hafifçe öne doğru eğilerek sırtına astığı çantayı gösterdi ona.
"Nasıl bu kadar çabucak ayarlayabildin?" diye sordu Gemma. Sesi kendisine bile çok
yabancıydı. Gürültü öyle yüksekti ki genç adam onun ne dediğini ancak dıi- dak
hareketlerinden anlayabildi.
Gemma'nın kulağına eğilerek, "Benim bir sanayici olduğumu unutuyorsun galiba," diye
seslendi.
Gemma kendi kendine gülümsedi. Bunun saçma bir soru olduğunu biliyordu. Bart
kuşkusuz büyük bir organizatördü. Zaten öyle olmasaydı bu kadar zengin olamazdı. Bu tür
adamlar karşılaştıkları sorunları hiç duraksamadan bir hamlede çözmeye alışmışlardı. Hiç
kuşkusuz Gemma'yı başından atmak istediği zaman da aynı amansız dakiklikle hareket
edecekti. Vakit nakit anlamına geliyordu. Feribotla uzun bir yolculuk yapmaktansa bir
hamlede helikopterle gidip sorunu çözmek Bart'a daha kolay gelmiş olmalıydı.
Genç kadın içinde bir şeylerin kırıldığını hissetti. Böylece uzun bir seyahat yapmamış
olacaklardı. Oysa feribotla gitselerdi en azından yol boyunca bir şeyler konuşmaları, daha
doğrusu ilişkilerini yeniden gözden geçirmeleri gerekecekti. Kanatlan boşluğu büyük bir
gürültüyle dövüp duran bu dev kuş sayesinde bir-iki saat sonra evinde, o ıssız apartman
katında olacaktı. Ve fena halde yalnız... Bart'ın onu bir daha görmek istemeyeceğini adı gibi
biliyordu.
Helikopterin kapısı oldukça yüksekti. Oraya tekerlekli sandalye ile birlikte nasıl
tırmanacağını bilemiyordu doğrusu. Kapıya iyice yaklaştıklarında içerideki pilot aşağıya
basamaksız bir merdiven uzattı. Gemma kendi kendine, 'Her şey ne kadar kolay,' diye
düşündü. Bart sandalyeyi itti. Yukarıdaki adam onu çekti ve böylece kabinin, içine girdi.
"Koltuğa oturup kemerini bağlayabilecek misin?"
diye sordu Bart. "Elbette."
Tekerlekli sandalyeden dikkatle yandaki koltuğa geçti. Tam o anda içeride sadece bir
yolcu koltuğu olduğunu dehşetle fark etti. İşte ayrılık anı gelmişti. Bart onu terk ediyordu.
Yüzünün kızardığını hissetti. Ama
pilot nereye gidiyordu?
Bu arada Bart tekerlekli sandalyeyi aşağı indirmiş, ambulans şoförüne eliyle işaret
ediyordu. Aşağıdaki pilotla bir şeyler konuştu. Gemma neler olduğunu anlamak için dikkat
kesildi.
Ambulans şoförü tekerlekli sandalyeyi alıp araca doğru yürüdü. Pilot da onunla birlikte
uzaklaştı. Bu arada Bart çevik bir hareketle helikopterin pilot kabinine girdi. Kulaklıkları
taktı. Kulaklığa bağlı mikrofondan bir şeyler söylüyordu, ama Gemma onun ne dediğini
işitemiyordu.
Genç adam işini bitirdikten sonra arkadaki koltuğu öne doğru çekti. Şimdi Gemma
onunla aynı hizada bulunuyordu.
"Kemerini bağlayabilecek misin?" "Şey... evet."
Genç kadın hafifçe titreyen elleriyle kemerin uçlarını bulup, birbirine taktı.
"Evet," dedi Bart, "Söyle bakalım seni nereye götüreyim?"
"Şey... bu aleti sen mi kullanacaksın?" Genç adam gülümsedi. Helikopterin kapısını ve
pencerelerini kapadı. Az önceki kulakları sağır eden gürültü şimdi biraz yatışmıştı.
"Elbette," dedi Gemma'ya. "Yoksa helikopteri kiraladığımı mı düşünüyorsun." "Hayır,
ama..."
"Pilot ehliyetim var, merak etme." "Anlıyorum."
"Şimdi söyle bakalım, nereye gidiyoruz?" "Şey, Londra'ya, sanırım." "Pek emin
değil gibisin." "Ben..."
Bu arada havalanmışlardı bile. Gemma hayatında ilk kez böyle bir alete biniyordu.
Koltuğun kenarlarını sıkı sıkı tuttu.
"Düşünmedim," dedi. "Bunu istediğin her yere indirebilir misin?"
"Hemen hemen. Çok küçük bir helikopter bu. Bir kentin içine bile inebilir."
Gemma aşağılara baktı. Masmavi deniz cam gibi görünüyordu. Kıyı boyunca dalgaların
beyaz köpüğü upuzun bir şerit gibiydi. Sonra küçücük evler, maket gibi görünen küçük yeşil
tepeler... Hafiften başı dönmeye başlamıştı.
"Eve gidebilir miyiz, lütfen," diye mırıldandı. Sonra başını arkaya bırakıp gözlerini
yumdu. Kendisini bir tuhaf hissediyordu. Korkuya benzer garip bir heyecan duyuyor ve
bunu bastırmak istiyordu. Onunla yapayalnız göklerde uçmayı hiç düşünmemişti doğrusu.
Helikopterin sesi şimdi değişmişti. Sürekli bir vınlama gibi duyuluyordu. Boşluğun içinde
sonsuza doğru kayıyorlardı sanki.
'Endişelenmeye gerek yok,' diye geçirdi içinden. Bart yanıbaşındaydı ve ona güveniyordu.
Bart onu evine gö- türüyordu. Orada yeryüzünde en sevdiği insanlar vardı. Annesinin biraz
telaşlı, ama sevecen, babasının ise duygularını fazla belli etmeyen ve pratik ilgisine büyük
bir ihtiyaç duyuyordu. Sonra Tamsin... Ona anlatacağı o kadar çök şey vardı ki, sabahlara
kadar konuşabilirlerdi. Ve çocuklar... Sevgili Jilly ve Patrick... Onları çok özlemişti.
Derin bir uykuya daldı. Helikopterin vınlaması ona tatlı bir ninni gibi gelmişti. Uyandığında
derin bir sessizlikle karşılaşarak şaşırdı. Sürekli gürültü sanki varlığının bir parçası haline
gelmişti. Birden büyük bir sessizlikle karşılaşınca endişelendi.
"Ne oldu? Neredeyiz?"
Genç adam uzanıp onun kemerini çözdü. Uzakta göğe doğru yükselen granit kayaların
arasında küçük bir liman görünüyordu. Etraf günlük güneşlikti. Gemma gözlerini ovuşturdu.
Öyle derin bir uykuya dalmıştı ki hâlâ açılamamıştı.
"Neden buradayız?" diye sordu. "Beni evin bahçesine indireceğini sanıyordum. Annemin
evinin bahçesine."
"Tavsiyeni yerine getirmek isterdim, ama düşündüm ki..."
"Ne düşündün?"
Gemma'nın uykusu iyice açılmıştı. Telaşla çevresine bakıyor ve nerede olduklarını
anlamaya çalışıyordu.
"Felicity'nin getirileceği yerde bulunuyoruz."
"Oh, özür dilerim. Bunu tamamen unutmuşum."
Tam o sırada genç adamın yüzünde sempatik bir tebessüm belirdi. Gemma umutlanmak
üzereydi ki, genç adamın pencereden el salladığını gördü. Genç bir adam küçük bir arabadan
çıkmış onlara doğru yürüyordu. Bart helikopterin kapısını açtı ve hiçbir şey söylemeden
aşağı atladı. Adamla bir peyler konuştu. Ona çok sempatik davrandığına bakılırsa iyi arkadaş
olmalıydılar.
"İnmene yardım edeyim," dedi Bart.
"Gerek yok, ben inerim," diye karşılık verdi genç kadın. Fakat bunu söyler söylemez
pişman oldu. Kapı oldukça yüksekteydi. Yine de oturduğu yerden doğruldu. Tam o anda da
omzunda şiddetli bir ağrı hissetti. Ağrı öylesine keskindi ki bir an olduğu yerde taş kesildi
sanki.
"Dikkatli ol," dedi Bart. İçeri doğru uzanıp merdiveni açtı. Birkaç basamak^çıkıp genç
kadını belinden kavradı. "Omzuna dikkat et," diye fısıldadı. Gemma hafifçe titreyen elleriyle
ona sıkı sıkı tutundu.
Bart genç kadını kucağına alarak ağır adımlarla merdivenlerden indirdi. Hep basamaklara
bakıyordu. Gemma ise onun yüzüne. Bir an göz göze geldiler. Genç kadın o gri gözlerdeki
soğuk bakışı görünce içinde derin bir sızı hissetti. Hemen bakışlarını kaçırdı.
Bir şeylerin sona erdiği apaçık ortadaydı. Bir-iki kez yanılmıştı, ama bu soğuk bakışlar
hayale, yer bırakmıyordu. Bart'ın ilk fırsatta ondan kurtulmak isteyeceği apaçık ortadaydı.
Genç adamın üzerinde mavi bir ceket vardı ve o anda o kadar yakındı ki Gemma onun
vücudundan yayılan o büyüleyici sıcaklığı olduğu gibi duyabiliyordu. İlişkilerinde bu saatten
sonra bir mucize olmadıkça eskiye dönüş mümkün değildi.
Bütün bu düşünceler genç kadının kafasında birkaç saniye içinde hızla gelip geçti.
Öteki adam, "Yardım edeyim mi, Bart?" dedi. Sesinde ve tavrında muziplik yapmak için
fırsat kollayan çocuksu bir şeyler vardı.
"Sizi tanıştırayım," dedi Bart, bir şey hatırlamış gibi. "Bu gelecekteki ortağım Bili Varco.
Tekne dizaynı işinde birlikte çalışacağız. Daha doğrusu uzun bir süredir çalışmaya başladık.
Bu ise Gemma Roseveare. Kendisi... yardım ettiğim kişi..."
Yardım ettiğim kişi! Bundan daha saçma bir tanıştırma olamazdı. Gemma ters bir şey
söylememek için alt dudağını dişledi.
Bili Varco geaç kadına alıcı gözüyle bakıyordu adeta.
"Bu kadar güzel olduğunu söylememiştin, Bart," dedi, gülümseyerek. "İstersen helikopteri
sen götür, ben de ona yardım edeyim. Doğrusu benim için büyük bir mutluluk olur."
"Neden olmasın," diye mırıldandı Bart. "Hem yat hem de helikopter gezisi bana biraz fazla
geldi doğrusu."
Gemma kıpkırmızı olduğunu hissetti. Bu kadarı da fazlaydı arık. Resmen hakarete
uğruyordu.
"Ben olsam böyle düşünmezdim," dedi Bili. Aralarındaki ilişki biraz garibine gitmiş
gibiydi. "Bu kadar güzel bir kızla nereye olsa gidilir."
O anda Gemma genç adamın kollarının gerildiğini hissetti. Gerçekten de Bart konuşma
istemediği yerlere gelmiş gibi sıkılmıştı.
Bill'e dönerek, "Depo dolu," dedi, buz gibi ciddi bir sesle.
"Tamam, şef»," diye karşılık verdi öteki. Onun da sesi birden ciddileşmişti. "Hemen
gidiyorum," diye ekledi. Gemma'ya başıyla selam verdikten sonra çevik adımlarla
helikoptere yaklaşıp pilot yerine tırmandı.
Bart genç kadını kucağında taşıyarak Volkswagen'e doğru ilerledi. "Bili, iyi
arkadaşlarımdan biridir," diye mırıldandı. Gemma ağlamamak için kendisini zor tutuyordu.
Bart bu sözleri sanki az önceki kabalığını bağışlatmak ister gibi bir tavırla söylemişti. Genç
kadın tam bir şey söyleyecekti ki, helikopterin kulakları sağır eden gürültüsü duyuldu.
Bart arabanın kapısını biraz eğilerek açtı ve genç kadını yavaşça ayaklarının üzerinde yere
bıraktı. Kırmızı Volksvvagen'in arkasında altın renkli harflerle 'Cindy' yazılıydı. Gemma
içeri girip oturdu. Bu arada helikopter yükselmişti. Bart onu bir süre gözleriyle izledi, sonra
direksiyon başına geçti.
"Kadınlarla makineler arasında hiçbir fark görmüyorsun, öyle değil mi?" dedi Gemma. Bu
arada emniyet kemerini takmıştı.
"Yanılıyorsun," diye karşılık verdi genç adam. "Makineler daha güvenilirdir."
'Yine başladık,' diye içinden geçirdi genç kadın.
"Buraya inmeyi önceden mi kararlaştırmıştın? Bizi karşılayan biri olduğuna göre."
"Evet."
"Bana söyleyebilirdin."
"Billy'ye beni karşılaması için telsizle haber verdim."
"Bütün kararlarını tek başına alıyorsun. Yanındaki insanların hiç önemi yok." Bu sözleri
sinirli bir tavırla söylemişti.
Genç adam ona doğru eğilerek gözlerinin içine dikkatle baktı. Bir şey söyleyecekti sanki.
Son anda vazgeçti. Kontak anahtarını çevirerek motoru çalıştırdı.
"Annenin adresini söyler misin, lütfen."
Gemma cansız bir sesle adresi verdi. .
"Evde olduklarına emin misin?"
"Evde daima birileri vardır."
"Çok şanslısın."
Ana yola çıktılar.
"Ne demek istediğini anlayamadım," dedi Gemma. "İnsanın anne ve babasının olmasını
neden şans olarak görüyorsun?"
"Annenin ve babanın sağ olması iyi bir şey. Bir aile ortamı içinde yaşıyorsun. Sadece
annenle yaşasaydın ve babanı tanımasaydın, pek iyi olmazdı, sanırım."
Gemma derin bir soluk aldı.
"Yine başa dönüyoruz."
"Şaşırdın mı yoksa? Ailenle ilişkilerin..."
"Benin ailem seni hiç ilgilendirmez," dedi genç kadın sert bir sesle. Giderayak bu konulara
tekrar girmek istemiyordu. Daha doğrusu gireceği tartışmanın Bart'ın üstünlüğüyle sona
ereceğini hissediyor ve ona son anda böyle bir zevk vermek istemiyordu. Yorgundu ve hiçbir
şey düşünecek halde değildi.
'Yirmi dakikalık yolumuz var,'- diye mırıldandı Bart. Senin için ne zahmetlere katlandım,
der gibi bir hali vardı.
"Biliyorum," dedi Gemma sert bir sesle, "Sana teşekkür borçluyum, Bart."
"Bart değil, Mr.Rule. Ayrıca teşekkürünü de istemiyorum
"Ne istiyorsun, peki?"
"Senden mi? Hiçbir şey. Ancak bana asla veremeyeceğin bir şeyi istevebilirdim."
"Nedir?"
"Bana yapmaya kalkıştığın şeyi bir başka erkeğe yapmamanı. Benden sonra kendine başka
bir talihsiz erkek arayacağını gayet iyi biliyorum."
"Çok duygulusun."
"Elbette. Ama belki de seninle işbirliği yapabilecek tipte birini bulursun. Böyle bir şey
olursa doğacak çocuğa çok yazık olur."
"Övle birini bulursam sana bildiririm. Bir kart atarım."
Genç adam bir virajı alırken biraz yavaşladı. Döndükten sonra Gemma'ya bakarak, "Kartı
bir zarfa koymayı ve üzerine 'özeldir' diye yazmayı unutma sakın. Sekreterimin böyle bir
şeyle karşılaşmasını istemem."
"Neden? Yetişkin bir kadın değil mi?"
"Yetişkinlik meselesi değil."
"Belki de kadın olduğu için?"
"Sana bir şey söyleyeyim mi, Gemma, sen insanlar hakkında hiçbir şey bilmiyorsun.
Onları tanımıyorsun. Çeşitli olaylar karşısında nasıl bir tepki gösterebileceklerine dair en
ufak bir fikrin bile yok."
"Peki ya sen, senin var mı?"
"Elbette. Örneğin, senin nasıl bir tip olduğunu gayet iyi anladım. Reklam spotları ile düşünen,
görüşlerini ve duygularını basit sloganlar biçiminde if'ade eden, dar kafalı bir kadınsın. Ve
başkalarının duygu ve düşüncelerine saygı göstermeyen asıl sensin."
Gemma müthiş bir öfkeye kapılmış titriyordu. En ağır sözcükleri bulmak için beynini
zorladı.
"Ve sen... sen nesin biliyor musun?" diye söze başladı. "Kötü huylu, hiçbir konuda olumlu
düşüııeme- yen yeteneksiz bir..."
"Maşist veya koca bir domuz, öyle değil mi?"
Gemma şaşırdı.
"Ne oldu?" diye sordu genç adam. "Bunları daha önce sen söylemiştin bana."
Gemma bu sözler üzerine derin bir sessizliğe gömüldü, hiçbir şey düşünmüyordu artık.
Kulaklarında sadece araba motorunun ve tekerleklerin monoton sesi vardı. Doğruca önünde
uzayan ve gittikçe kısalan yola bakıyordu.

Bölüm On

Gemma'nın odasının bir köşesinde yıllardan beri duran sallanan koltukta oturan Tamsin
başını iki yana sallayarak, "Zavallı, zavallı," diye mırıldandı. "Her şeyin üstüne bir de soğuk
algınlığı."
"Annem de bütün bu olup bitenler yüzünden hastalandığımı söylüyor," diye karşılık verdi
Gemma. Cebinden bir mendil çıkarıp burnunu sildi. "Kazanın beni çok sarstığını ve bünyemi
zayıflattığını düşünüyor."
"Önce boğazından başladıysa, biraz öksürürsün, sonra biraz burnun akar."
"Biraz, diyorsun, ama beni çok rahatsız ediyor."
"Ben, John ve çocuklar sırayla geçirdik. Seninki daha kötü olamaz."
"Umarım öyle olur," diye mırıldandı Gemma. Kız- kardeşine dikkatle baktı. Mavi, kolsuz
giysisinin içinde çok güzel görünüyordu. Siyah saçları ne kadar da parlak ve canlıydı.
Oysa tuvalet masasındaki aynanın aksinde gördüğü kendi yüzü hiç de öyle değildi. Odanın
içini pencereden dolan amansız haziran güneşi aydınlatıyordu ve Gemma kendisinden hiç
memnun değildi. Aynada yüzünü çok solgun, neredeyse cansız görüyordu. Üzerinde
annesinden ödünç aldığı pamuklu bir giysi vardı.
"Şu aynaya baktıkça asabım bozuluyor," diye mırıldandı kendi kendine. "Ne kadar kötü
görünüyorum. Sen ise, üzerindeki hamile giysilerine rağmen tek kelimeyle mükemmelsin."
Tamsin başını geriye atıp küçük bir kahkaha koy- verdi. "Abartıyorsun," dedi. "Ama yine
de hamilelik bazı kadınları güzelleştirir." Sonra açık pencereden dışarı baktı. Bahçedeki iri
güllerin kokusu içeri kadar geliyordu.
"Erkek arkadaşının hâlâ buralarda olduğunu biliyor musun?"
Bu soru genç kadının canını sıkmıştı. Tamsin'e, kaşlarını çatarak, ne demek istiyorsun, der
gibi baktı. "Çok eski bir mesele bu," diye mırıldandı. "Onun hâlâ erkek arkadaşım olduğunu
söyleyemezsin." Hapşırma- mak için kendini zor tutuyordu. Elindeki mendili burnuna
bastırdı.
O garip cuma gününden beri aile üyeleriyle bir araya gelmekten çekinir olmuştu. Bart
Rule onu kucağında taşıyarak içeri girmişti. Annesi, babası, Tamsin, Tamsin'in kocası ve
hayretle bakan çocukların gözleri önünde onu getirip divanın üzerine bir patates çuvalı gibi
bırakmıştı. Üstelik aile üyeleriyle birlikte oturup biraz sohbet etmek, bir şeyler içmek de
istememişti.
Yine de Gemma' yla aralarında bir şey geçmemiş gibi davranmak nezaketi göstermişti.
Kendisi de Bart gidene kadar elinden geldiğince nazik davranmaya gayret etmişti. Genç
adam ayakta biraz çene çaldıktan sonra aile üyelerine tek tek gülümsemiş, sıra Gemma'ya
gelince somurtmuştu.
Ortaya çıkan garip durum hiç şüphesiz anne ve babasını biraz kuşkulandırmıştı. Gerçi bir
şey söylememişlerdi, ama durumun garipliğini rahatlıkla sezebildikleri açıktı. Tom
Roseveare'nin tavırları ise pek iç açıcı değildi. Ne düşündüğünü genellikle tavırlarıyla belli
ederdi. O günden beri Gemma'yla mümkün olduğu kadar yüz yüze gelmemeye çalışıyordu.
O gittikten sonra Gemma kendisini ruhsal bir çöküntünün eşiğinde hissetmişti. Odasına
çekilmiş ve saatlerce uyumuştu. Ama bunun bir faydası olmamıştı. O günün akşamına doğru
yine de kendisini biraz güçlü hissedebilmişti. Öte yandan aile fertlerinin sorularından
korkuyordu. Bir şeylerden kuşkulandıkları kesindi. Nitekim hepsi o günden itibaren kendi
tavırlarını değişik biçimlerde göstermişlerdi. Babası tam bir sessizliğe gömülmüştü. Ona
bakmıyor ve hiçbir şey söylemivordu. Annesi arada bir kaçamak sorular soruyordu. Tamsin'e
gelince, o da her zamanki gibi anlayış dolu tebessümüyle susuyordu. Bereket Patrick ile Jilly'
nin tavrında herhangi bir değişiklik yoktu.
Gemma derin bir iç çekti. Kızkardeşinin eninde sonunda bütün olup bitenleri öğrenmek
isteyeceğini gayet iyi biliyordu. Tamsin'in, kocası ve çocuklarıyla yalnız kalabildiği tek gün
olan pazar gelip geçmişti. Ardından yeni bir iş haftası başlamıştı. Nihayet iki kız- kardeş bir
odada baş başa kalmışlardı. Çocuklar kendilerine hayran büyükanne ve büyükbabalarıyla
birlikte aşağı katta mutlu mesut eğleniyorlardı. Ve Tamsin her zamanki gibi anlayışlı,
sevecen ve sempatik bakışlarla kızkardeşini süzüyordu.
Gemma lafa bir yerden girmek istiyor, ama nereden başlayacağım bilemiyordu. Sonunda,
"Buraya erkek arkadaşımdan söz etmek için mi geldin?" diye soru- verdi.
"Ne münasebet," dedi Tamsin. "Aklıma geldi, öylece söyleyiverdim. Sakın yanlış anlama,
burada yaşıyor demek istemedim. Kendisi Royal'de kalıyor, Pensilva'da."
Bart'ın nerede olduğunu nasıl bilebilirdi? Gemma gözlerini kısarak dikkatle kardeşinin
yüzüne baktı. Tamsin bakışlarını kaçırdı. Çok rahat görünüyordu, ama bir şeyleri gizlediği
apaçık ortadaydı.
"Demek orada işe başladı," diye mırıldandı Gemma. Sonra dayanamayarak, "Sen nereden
biliyorsun?" diye sordu. .
"Kendisi söyledi."
Bu sözler üzerine genç kadın oturduğu yerde şöyle bir doğruldu.
"Onunla konuştun mu?"
"Annem ona bir teşekkür notu yazması için babamı ikna etti."
Gemma'nın kalbi hızlı hızlı çarpmava başladı.
"Babam bu işten çok hoşlanmıştır," diye mırıldandı kayıtsız görünmeye çalışarak.
"Evet, sonunda yazdı da."
Derin bir sessizlik oldu. Tamsin dikkatle kızkardeşinin yüzünü inceliyor, sempatik sempatik
gülümsüyor- du. "Ama ne yazdığını bize söylemedi," diye devam etti. "Bir zarfın içine
koydu ve sıkıca kapattı."
"Bak buna hiç şaşırmadım."
"Sonra annem mektubu postaya vermenin ayıp olacağını söyledi. Ve notu sahibine elden
teslim etme işi bana düştü."
"Ee, neler konuştunuz?"
"Bu kadar sabırsız olma, Jen. Sana hiç yakışmıyor."
"Onunla konuştun mu, konuşmadın mı?" diyerek sesini yükseltti Gemma.
"Bart Rule'la mı? Elbette konuştum."
"Sana her şeyi anlattı, öyle değil m' .'"
Genç kadın bu sözleri umutsuzluk içinde söylemişti. İçinde gittikçe büyüyen bir yorgunluk
vardı. Öfkelenecek enerjiyi bile kaybetmişti. Ayrıca Temsin'e kızmanın son derece anlamsız
olacağını da gayet iyi biliyordu.
"Nasıl düştüğünü anlattı, tabii," dedi Tamsin, son derece dikkatli bir tavırla. "Doğrusu, feci
bir kaza. Ucuz atlatmışsın."
Gemma'nın öfke dolu bakışlarıyla karşılaşınca du- daklarındaki tebessüm silindi. Daha fazla
numara yapmanın çok tehlikeli sonuçlar doğuracağını fark etmişti. "Evet, evet," dedi telaşla,
"Onunla konuştum,. Bana her şeyi anlattı."
"Bak Tammy, eğer beri kandırmaya çalışırsan seni öldürürüm."
"Asla böyle bir şey yapmam, Jen. Seni asla kırmak istemediğimi bilirsin."
"Evet," diye mırıldandı genç kadın. Başını öne eğdi. Babasız bir çocuk doğurma isteğinin
kendi ailesi ta-rafından ne kadar ters algılanacağını bilmesi gerekirdi. Bu ailenin bütün
bireyleri için bundan daha garip ve aykırı bir fikir olamazdı. Ama yapmıştı bunu. Bedelini
ödemek zorundaydı.
"Onu ikna etmek için elimden geleni yaptım." "Teşekkür ederim, sevgili kızkardeşim."
"Senin kötü biri olduğunu düşünmüyor bence. Kalbinin derinliklerinde senin nasıl biri
olduğunu hissettiği kesin."
"Çok duygulandım."
Bu alaycı tavır Tamsin'in asabını bozmuştu. "Lütfen kendine gel, Gemma," dedi. "Bütün o
aptalca fikirlerin Bart gibi bir adamı nasıl etkileyeceğini
sanıyordun?" '
"Neden aptalca dediğini anlayamıyorum. Bence kusursuz bir baba olabilirdi."
Bu sözleri önüne bakarak söylemişti. Elindeki mendili didikleyip duruyordu. Evet,
kuşkusuz Bart iyi bir baba olabilirdi. Ama bunun için onunla evlenecek kadar talihli bir
kadın olmak gerekiyordu. İlk karısı onu terk ettiğine göre mutlaka çıldırmış olmalıydı.
Öyle bir adam terk edilir miydi? "
"Karısı ameliyat olmak istemiş." Daldığı düşüncelerden sıyrılan Gemma başını kaldırıp
kardeşine baktı.
"Ameliyat mı? Ne ameliyatı?"
"Dinle beni, Jen. Mrs. Rule'dan söz ediyorum."
"Caroline Lang..."
"Canım ne fark eder. Mrs. Rule, diyorum ya!" "Boşandılar ama."
"Şu Londralı ukalalığını bırakıp, beni dinleyecek misin sen?"
"Özür dilerim," dedi Gemma. "Biraz dalgınım da. Evet, ne olmuş Caroline Lang'a?"
"Çocuk istemiyormuş." "Belki de yapamıyordu."
"Hayır, ameliyatla kısırlaştırılmak istemiş."
"Aman Tanrım." Gemma hayatında bu kadar garip bir şey işitmemişti. İnsan çocuk
istemeyebilirdi, ama bu konuda bütün şansını kaybedecek şekilde davranması hiç de normal
değildi.
"Bu durum, onu... şey, çok kötü etkilemiş olmalı."
"Haklısın," dedi Tamsin. "Böyle bir şey bütün erkekleri çok kötü etkiler. Ama Bart Rule
gibi birini yıkabilir."
Kardeşinin bunları söylerken kullandığı özel vurgu Gemma'nın dikkatini çekti. Bir an
gözlerini kısarak baktı ona. "Neden?" diye sordu. "Bart'ın diğer erkeklerden farkı ne?".
Tamsin karnındaki üç numaradan rahatsız olmuş gibi oturduğu yerde biraz kımıldadı.
"Fark etmedin mi?" diye sordu.
"Neyi fark etmedim mi?"
"Onun ne kadar yalnız bir adam olduğunu."
"Yalnız mı?"
Bir an gözlerini kapadı Gemma. Onun yalnızlık çektiğini fark etmişti kuşkusuz, ama
üzerinde fazla durmamıştı. Ne de olsa Bart Rule bir milyonerdi. Bir insanın özlem
duyabileceği hemen her şey elinin altında hazırdı. Böyle bir adam kendini yalnız hissetse
bile, bu yalnızlığı giderebilecek bütün araçlara sahip olduğunun bilincinde olacaktı,
kuşkusuz. Oysa yoksul biri söz konusu olsaydı, durum çok farklı olacaktı.
"Yalnız..." diye mırıldandı. "Bunu fazla dert ettiğini hiç düşünmedim doğrusu."
"Oysa ilk düşünmen gereken şey buydu. Babası öldüğünde çok küçükmüş. Annesi
öldüğünde ise sadece on beş yaşındaymış. Düşünebiliyor musun, adamın hayatının hiçbir
döneminde doğru dürüst bir ailesi olmamış."
"Anne ve babasının ölümünü çoktan unutmuştur," diye mırıldandı Gemma. Sırtındaki yastığı
çekip yatağın içine uzandı.
Karısının onu neden terk ettiğini öğrenmek için birkaç kez genç adamın ağzını aradığını
gayet iyi hatırlıyordu. Her defasında çok sert bir tepkiyle karşılaşmıştı. Bunun nedenini
şimdi daha iyi anlıyordu. Neden ko- nuşmamıştı onunla? Üstelik o kadar birlikte olmuşlardı
ve o, Tamsin'in çok kısa süre içinde görebildiği bazı basit gerçekleri fark etmeyi
başaramamıştı. Aralarında geçenler hızla gözlerinin önüne geldi. Tanışmaları,birlikte
yedikleri yemek, teknede geçildikleri günler... Çok basit bir gerçeği bile keşfedememişti.
Bart karısından çocuk istediği ve karısı bunu vermeyi reddettiği için ayrılmıştı.
Tam o sırada odanın kapısı ardına kadar açıldı ve Patrick içeri girerek, "Anne, Jilly sabun
yiyor," diye bağırdı.
"Şimdi geliyorum, canım," dedi Tamsin. Oturduğu yerden zorlukla kalktı, kapıya doğru
yürüdü. Tam çıkmak üzereyken döndü, "Asprin, sıcak limonata gibi bir şeyler istersen
seslen," dedi.
Gemma başını salladı. Yattığı yerde yüzünü duvara çevirerek döndü.
Ne zaman hastalansa eve dönerdi. Bu yüzden durumunu fazla garipsemiyordu. Nedense
insan hasta olunca anne ve babasının şefkatine ihtiyaç duyuyordu. Yatağın içinde içi sıcak su
dolu bir termos vardı. Her ne kadar teknede geçirdiği o ilk geceyi hatırlatıyorsa da iyi
geliyordu.
Nedense birden aklına Bart'ın çalışma odası geldi. Hayatında bu kadar ilginç bir büro
görmemişti. Son derece modern eşyalarla çok eski olanlar yan yana ve mükemmel bir uyum
içindeydiler. Ailesinden kalan bütün eşyalara sahip çıkmıştı. Onları seviyordu besbelli. Belki
de bu sayede yuva özlemini hafifletiyordu. Tamsin o büroya girmişti ve hiç kuşku yok,
gördüklerinden derhal bazı sonuçlar çıkarmıştı. Yalnızlık, aile özlemi gibi...
Oysa kendisi bütün bunları anlamamıştı. Daha doğrusu genç adamın hayatında taşıdıkları
önemi fark edememişti. Peki ya kendisi... Yalnızdı, ama bunu hiçbir zaman dert etmemişti.
Hatta küçüklüğünden beri yalnızlığı bir çeşit ayrıcalık gibi görmüştü. Böylelikle değişik ve
ilginç bir kişilik edinebiliyordu sanki. Oysa bütün bu yalnızlıklara rağmen, üzerine kol kanat
geren bir aileye sahip olmaya detam etmişti. Onu çok seven bir anne baba, çok sevgili bir
kızkardeş, hastalandığı veya canı sıkıldığı zaman kendisini atabileceği sıcak bir yuva...
İstediği her şeyi yaparlardı.
'Tıpkı bir maymun gibi aklına gelen her şeyi istiyorsun.' Kendi kendine gülümsedi. Ban
haksız da sayılmazdı. Bir çocuk istemişti, sevdiği birinden hamile kalmak istemişti.
İstemekle de kalmamış hemen bir plan kurup _ygulamaya girişmişti.
Gözlerini kapayarak yattığı yerde düşünmeye başladı. Asla vazgeçemeyeceğin üç şey
nedir diye sorsalardı ne yanıt verirdi? İş, özgürlük ve bağımsızlık. Evet, bu üç şey onun için
çok önemliydi.
Ama hiç ailesi olmasaydı, onu seven, korumaya özen gösteren insanlar olmasaydı
çevresinde belki bunlara özlem duyacaktı. Belki o zaman titiz, başarılı olmak isteyen bir ev
kadını olmaktan çok iyi bir anne olmak, bir aile kurmak isteyecekti.
'Zavallı Bart,' diye geçirdi içinden. Bir kadınla mutlu olmak, bir aile kurmak istemiş ve
başaramamıştı. Ama yine de geç kalmış sayılmazdı. Onun gibi bir adam aradığı, ihtiyaç
duyduğu kadını er ya da geç bulabilirdi. Yeni yaptırdığı tekne tam bir ailenin seyahat
edebileceği türdendi. Anlatırken o tekneyi gelecekteki ailesi için yaptırdığını açık açık
belirtmişti. Belki bir ara Gemma'nın aradığı kadın olduğunu düşünmüştü. Ve kendisinden
babasız bir çocuk istediğini öğrendiği an resmen şok geçirmiş olmalıydı. Müthiş bir öfkeye
kapıldığı kesindi. Öyle ki, sinirlerini yatıştırmak için kendini güverteden denize atmıştı.
Bart'ın bir kadına ihtiyacı olduğu kuşkusuzdu. Ama bunun kendisi gibi bir kadın
olamayacağı da apaçık ortadaydı. Bugünlerin birinde Gemma gazeteyi açacaktı ve ön
sayfada bir resim görecekti. Bart ve evleneceği kadının resmi. O anda neler hissedecekti
kimbilir? Belki de üzülecekti. Evet, kesinlikle üzülecekti. Resimdeki kadına dalgın dalgın
bakıp, 'Onun yerinde olabilirdim,' diye düşünecekti. Böylece hayatının bu sayfası kapanmış
olacaktı. Hem de acıyla. Çenesinden süzülen bir gözyaşı damlası yastığın üstüne damladı.
Gemma gözlerini sıkıca yumdu. Bart'ın evlenme haberi kuşkusuz bütün gazetelerde yer
alacaktı. Haftalık dergiler aylarca onlardan bahsedecekti. Evlerini nasıl döşedikleri, balayım
nerede geçirdikleri, tekneyle yaptıkları seyahatler...
Onu acı dolu günler bekliyordu. Bu acıdan kurtulmak için bütün gücüyle kendini işe
verecek, ölesiye çalışacaktı. Başarılı olacağı kesindi, peki ya mutluluk.
Tam o anda odanın kapısının yavaşça açıldığını fark etti. Tamsin'e belli etmemek için
gözlerini sildi ve yavaşça döndü.
"Bart!" diye bir çığlık koptu dudaklarından. Genç adam karşısında duruyordu. Gri
bakışlarını yüzüne çevirmiş dikkatle, araştırır gibi bakıyordu ona. Nasıl girebilmişti buraya.
Kimden izin almıştı? Birden babasının bahçede çalışmakta olduğunu hatırladı. Peki ya an-
nesi, pek az tanıdığı bir adamı kızının odasına bırakması akıl alır şey değildi. Belki de Bart
yukarı çıkmak için annesini ikna etmişti. Bu adamın hayatta yapamayacağı hiçbir şey yoktu.
Gemma yattığı yerde doğrulmaya çalıştı. Gülümsedi. Genç adam son derece ciddi
görünüyordu. Yatağa
iyice yaklaştı.
"Bu sabah kızkardeşinle konuştum," dedi damdan düşercesine.
"Biliyorum."
"Sana hiç benzemiyor."
"Evet, ben biraz değişiğim."
"Ama seninle gurur duyuyor. Baban da öyle. O da seninle gurur duyuyor. Tabii. Bu
yüzden onu suçlayacak değilim..."
"Suçlamak mı? Neden?"
"Şunu okursan anlarsın."
Genç adam cebinden bir zarf çıkarıp Gemma'ya uzattı. Genç kadın zarfın içinde ne
olduğunu tahmin edebiliyordu. Zarfın üzerinde babasının yazısını tanıdı. Büyük harflerle,
'Elden Verilecek, Zata Mahsus,' diye yazmıştı.
"Kızkardeşin bunun bir teşekkür notu olduğunu söyledi. Okuyunca ne notu olduğunu
anladım."
Genç adam bunları söyledikten sonra yavaşça yatağın kenarına oturdu. Gemma notu
okumaya başladı.
Sayın Mr. Rule,
Kızımız Jen'e yaptığınız muamele hakkında neler düşündüğümü size bildirmek için bu
notu yazıyorum. Benim kızım son derece güçlü ve iyi bir insandır. Onu bu hale getirmek
için ne yaptığınızı bilemiyorum ve sizi kınıyorum. Sizinle tatile çıkmadan önce çok iyiydi,
oysa şimdi hasta bir kediye benziyor. Onu tekneyle gezmeye götürüyorsunuz ve sonra yaralı
olarak getiriyorsunuz ve üstelik, büyük bir kabalık göstererek kendisiyle
ilgilenmiyorsunuz.. Günün birinde masum bir genç kadına yaptıklarınızdan ötürü vicdanen
muzdarip olacağınıza inanıyorum.
Thomas Roseveare "Ah Tanrım," diye mırıldandı Gemma, "Onu öldürebilirim."
Yatağından çıkmak için çok sert bir hareket yaptı ve aynı anda omuzunda şiddetli bir acı
hissetti. Genç adam onu yavaşça öteki omuzundan tutarak kımıldamasına engel oldu.
"Kımıldama küçük aptal. Hep böyle davranıyorsan babanın endişelenmesi çok normal."
"Siz erkekler, hepiniz birbirinize benziyorsunuz."
"Bu da nereden çıktı, şimdi."
"Nereden çıkacak? Okumadın mı, hakkımda neler yazmış. Kadınların hep size ihtiyacı var
sanıyorsunuz. Şu ifadelere bak: Hasta bir kedi, masum bir genç kadın... İnsan böyle şeyler
yazar mı?"
"Ama seni sevdiği için yazmış. Benim kızım olsaydın ben de böyle şeyler yazardım."
"Benim kızımın babası olsaydın böyle şeyler yazamazdın."
Bu sözler üzerine derin bir sessizlik oldu. Gemma o anda genç adamın yüzünde kocaman
bir tebessümün belirdiğini, yüz hatlarının gevşediğini görerek şaşırdı. Bu durum bir-iki
saniye sürdü. Bart ansızın bir şey hatırlamış gibi ciddileşti.
"Ona neden bütün olup bitenlerin benim hatam olduğunu söyledin? Neden gerçeği
anlatmadın ona? Adamcağız haklı olarak beni azarlıyor. Senin ise gökten inmiş bir melek
olduğunu düşünüyor."
Hiçbir şey söylemeyecekti. Başını yastığa bırakıp gözlerini kapadı.
"Grip oluyorum."
"Hayır, olamazsın."
Genç kadın yattığı yerde elleriyle yüzünü kapadı. Gözyaşlarını ona göstermemek için her
şeyi yapabilirdi. Bart'ın hemen yanıbaşında olduğunu ve onun en küçük hareketlerini bile
dikkatle gözlediğini biliyordu.
"Burnum akıyor," dedi.
"Peki, al şunu."
Genç adam cebinden çıkardığı bir mendili onun yüzüne bıraktı. Gemma mendili bir
kurtarıcı gibi kabul etti. Önce gözlerini sildi, sonra şiddetle sümkürdü. Bir an ne yapacağını
bilemez bir halde kımıldamadan durdu. Sonra yavaş yavar mendili burnundan çekti.
"Şey... mendili burada bırakmalısın... yıkanması için."
Bart gülümsüyordu. Alay mı ediyordu acaba? "Benim mendillerimden birini alabilirsin,"
dedi Gemma.
Genç adam uzanıp Gemma'nın elindeki mendili alıverdi. "Kendiminkini tercih ederim,"
diye mırıldandı "Ama dikkatli olmalısın," dedi Gemma. "Sen de grip olabilirsin. Bulaşır."
"Olabilir. Bana bulaştın zaten." "Hayır... Yani... sen, asla beni istemedin." Bart güldü.
Onun yanaklarını avuçlarının arasına alıp gözlerinin içine uzun uzun baktı.
"Sana neden kızdığımı babana söylemeyecek misin?" V
Gemma bakışlarını kaçırdı. Ateşi vardı herhalde, çünkü genç adamın serin avuçları çok iyi
gelmişti. "Söyleyecek misin?"
"Hayır," diye fısıldadı Gemma. Gözlerini yumdu. "Peki neden söylemeyeceksin."
"Çünkü..." Burnunu çekti. "Çünkü, söylersem ben den utanabilir. Çok utanabilir." "Neden
utanır?"
"Çünkü evlenmeden çocuk sahibi olmayı doğru karşılamaz."
"Peki ya sen? Böyle bir şeyin doğru olduğunu hâlâ düşünüyor musun?"
"Ha...hayır, tam olarak değil." "Neden ağlıyorsun?" "Burnum sızlıyor."
Genç adam ondan biraz uzaklaşarak oturduğu yerde doğruldu. Genç kadın rahat bir nefes
aldı. Elindeki mendili yüzüne bastırarak gözlerini yumdu. Bir süre öyle hiç kımıldamadan
durdu. Gemma kirpiklerini aralayıp ona baktı. Göz göze geldiler, "özür dilerim, Bart."
Genç adamın dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm vardı şimdi.
"Neden özür diliyorsun, Gemma?" "Şimdi anlatmam... çok uzun sürer." "Vaktim var,
dinleyebilirim." "Gerçekten mi? Bütün bu olup bitenlerden sonra, beni dinlemek için zaman
ayırabilecek misin?"
"Elbette. Ailenden çok hoşlandım. Çok tatlı insanlar."
"Yani, ailemden hoşlandığın için mi bana ilgi gösteriyorsun?"
"Böyle bir şey demedim. Düşündüm de... bence Felicity'ye çok ideal bir tayfa olabilirsin."
Genç kadın gülümsedi. "Tayfadan başka bir şey olamaz mıyım sence?"
"Birkaç şey daha düşünüyorum, senin hakkında?" "Benimle evlenmek için yeterli mi
bunlar?" "En azından bunu düşünmeye yeterli." Gemma yatmakta olduğu yerden heyecanla
doğruldu. "Bebek doğar doğmaz işimden vazgeçebilirim," dedi. Sesinde sabırsızlık vardı..
"Senden böyle bir şey yapmanı isteyemem." Elini yavaşça genç kadının kalçasına koydu.
Onu yatak örtüsünün üzerinden hafifçe okşadı. "Ayrıca," diye mırıldandı, "Senin yanında
olmalıydım, yardım etmeliydim."
"O halde elimizi çabuk tutmamız gerekiyor."
"Yani, bizimkilerin yolda olduğunu mu söylemek istiyorsun?"
"Emin değilim. Yolda olmasa bile devam etmeliyiz. Biliyorsun, artık genç değilim."
"Oh, sevgilim!"
"Yaklaşma, bulaşır."
"Fark etmez," dedi genç adam. Eğilip onu dudaklarından öptü. Çok yumuşak, tatlı bir
öpücüktü bu. "Senin olan her şey benim sayılır artık." "Ama çözümlememiz gereken..."
Birden sustu. Odanın kapısı yavaşça açılmıştı. Kapı kendi kendine hareket ediyormuş gibi
sonuna kadar açıldı. Bu işin kendi kendine olması mümkün değildi. Aileden birinin kapıya
kulağını dayayıp içerdeki konuşmaları dinlemesi ise düşünülemeyecek bir şeydi. Yattığı
yerden biraz daha doğruldu ve davetsiz misafiri gördü. Bu Jilly'den başkası değildi. Dört
ayak üstünde odanın ortasına kadar ilerlemişti, Bart'ı görünce şaşırmıştı. Şimdi ne yapacağını
bilemiyor, iri iri açtığı gözleriyle şaşkın şaşkın bir Bart'a bir de Gemma'ya bakıyordu.
"İşte ailemin en müthiş bireylerinden biri," dedi Gemma. "Odalara gizlice girip insanları
korkutmaya bayılır."
Bart hemen çocuğu kucağına aldı. Tam bir şey söyleyecekti ki, sustu, kulak kabarttı.
Merdivenlerde bir kadına ait olduğu anlaşılan ayak sesleri duyuluyordu. Birkaç saniye
sonra Gemma'nın annesi kapıda belirdi.
"Çok özür dilerim," dedi yaşlı kadın. Çocuğu Bart' ın kucağından aldı. "Pek meraklıdır bu
küçük, aklına koyduğu her şeyi yapmak ister." "Tıpkı teyzesi gibi," diye mırıldandı Bart.
"Teyzesi mi? Jen'i mi kastediyorsunuz?" "Ona Jen mi diyorsunuz?"
"Kızım Londra'da olduğu zamanlar Gemma ismini kullanır Mr. Rule."
"Lütfen bana Bart deyiniz."
"Peki, Bart. Öğle yemeği hazır. Sizi de aramızda görmek istiyoruz."
"Teşekkür ederim, çok isterdim, fakat yedim."
"Bizimle birlikte hiç olmazsa bir kahve için."
"Çok teşekkür ederim. Ama uygun görürseniz, burada kalıp, şeyle, Jen'le biraz konuşmak
istiyorum."
Annesi çıktıktan sonra Gemma genç adama, "Bundan sonra yoksa bana Jen diye mi hitap
edeceksin?" diye sordu.
"Neden olmasın, herkes öyle söylüyorsa."
"Buna ancak bir şartla razı olabilirim. Eğer üzerindeki o korkunç giysilerden vazgeçersen."
"Gemici giysilerinden mi söz ediyorsun?"
"Evet. Özellikle de o acayip şapkadan."
"Şapka mı? İlginç. Ama bence sorun değil. Balayı mızı Felicity'de geçireceğimize göre,
şapka senin için fazla sorun olmayabilir."
"Oh, Bart!"
Bir an onunla birlikte yeni yapılan teknede Olmayı ' düşledi. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya
başlamıştı. Gülümseyerek baktı ona. "Pekâlâ," dedi, "Ama kıyıya çıktığımızda seni başka
giysiler içinde görmek istiyorum."
"İstediğin bu olsun. Senin için her şeyi yaparım."
Genç kadın kollarını onun omuzlarına koydu. "Gözümle görmeden inanmam," diye
fısıldadı. Bir rüyada gibiydi.
"O halde başlayalım?"
"Neye başlayalım."
Bart yavaşça eğilip onıı dudaklarından öptü. "Şimdi gözlerini kapat ve benim
söylediklerimi tekrar et."
"Peki."
"Ben, Jennifer Roseveare, Tanrı'nın ve şahitlerin huzurunda Hobart Rule ismindeki bu
adamı..."

You might also like