Professional Documents
Culture Documents
ELIZABETH MOON
Bay Bryce ben yazarken ekrana bakmıyor; bu iyi bir şey. Sonra genel İnternet
sayfasını açıyorum. “Ona bildirdim,” diyorum.
“Pekala, o zaman şimdi yapman gereken şey sigorta şirketi için dosya açmak
olacak. Yerel bir acenteyle çalışıyorsan, şuradan başla -ya acentanın ya da
şirketin bir sitesi vardır.”
Ben zaten arıyorum. Yerel bir acenteyle çalışmıyorum. Şirketin sitesi çıkıyor
ve elektronik formu bulmak için hemen “müşteri hizmetleri”, “araba poliçeleri”
ve sonra “yeni talepler’ geçiş yapıyorum.
“Bu konuda iyisin,” diyor Bay Bryce. Sesi yükseliyor, bu da şaşırdığı
anlamına geliyor.
“Oldukça açıkmış,” diyorum. Adımı ve adresimi giriyorum, kişisel
dosyalarımdan poliçe numaramı buluyorum, tarih giriyorum ve "Durum polise
bildirildi mi?” sorusunun yanındaki kutucuğu işaret koyuyorum.
Diğer soruları anlamıyorum. “O polisin verdiği numara,” diyor Bay Bryce ve
kağıdın üzerinde gösteriyor. “Ve şu da olayı araştıran polisin sicil numarası, onu
da şuraya yazıyorsun ve adını da buraya ” Kendi kendime bulduğum şeyleri
bana açıklamadığını fark ediyorum. Neyi anladığımı, neyi anlamadığımı fark
edebiliyor. “Kendi sözcüklerinizle olayı anlatın” bölümü ne, olayı görmediğimi
yazıyorum. Gece arabamı park ettiğimi ve sabah dört lastiğimi de inmiş halde
bulduğumu ekliyorum. Bay Bryce bunun yeterli olduğunu söylüyor.
Sigorta talebi için dosya açtıktan sonra lastiklerle ilgilenecek birini bulmam
gerekiyor.
“Sana kimi arayabileceğini söyleyemem,” diyor Bay Bryce. “Bu konu
yüzünden geçen yıl bir karmaşa yaşamıştık ve insanlar polislerin servislerden
rüşvet aldığını iddia etti.” “Rüşvet” sözcüğünün ne anlama geldiğini
bilmiyorum. Apartman yöneticisi Bayan Tomasz aşağı inerken kimi
arayabileceğimi söylemek için beni durduruyor. Telefon numarasını veriyor.
Neler olduğunu nereden öğrendiğini bilmiyorum ancak bay Bryce buna şaşırmış
görünmüyor. Sanki bu normalmiş gibi davranıyor. Bizi park yerinde konuşurken
duymuş olabilir mi? Bu düşünce beni rahatsız ediyor.
“Arabayla seni durağa kadar bırakayım,” diyor Bay Bryce. “Yoksa ben de işe
geç kalacağım.”
Her gün işe arabayla gitmediğini bilmiyordum. Beni durağa bırakması
kibarlık. Bir dost gibi davranıyor. “Teşekkür ederim, Bay Bryce,” diyorum.
Başını sallıyor. “Sana daha önce de söylemiştim: bana Danny de, Lou. Biz
komşuyuz.”
Bana gülümsüyor ve arabasının kapılarını açıyor. Arabasının içi tertemiz, tıpkı
benimki gibi ancak koltuklarında post yok. Ses sistemini açıyor; çok yüksek,
beni rahatsız ediyor. Bundan hoşlanmıyorum ancak durağa yürümek zorunda
kalmamak hoşuma gidiyor.
Hem durak, hem de trenler oldukça kalabalık ve gürültülü. Sakin kalabilmek
ve bana hangi bileti almam ve sıraya girmek için hangi kapıdan geçmem
gerektiğini söyleyen tabelalara odaklanmak zor.
SEKİZ
HER ŞEY ÇOK HIZLI GELİŞİYOR. Sanki olayların gelişme hızı ışığın
hızından daha hızlı ancak bunun nesnel olarak doğru olmadığını biliyorum.
Nesnel olarak doğru ifadesini nette okumaya çalıştığım metinlerden birinde
görmüştüm. Öznel olarak doğru, diyordu metinde, kişilerin hissettiği şeylerdir.
Bana göre birçok şey çok görülemeyecek kadar hızlı gelişiyor. Farkındalığın
önünde, her zaman ışıktan daha hızlı olan karanlık da -çünkü o daha önce gelir-
gelişiyor.
Bilgisayarın başında oturuyormuş, bunda bir biçim düzeni bulmaya
çalışıyorum. Yeteneğimde biçim düzeni arıyorum. Biçim düzenlerine inanmak -
biçim düzenlerinin varlığında- benim inancım. Benim bir parçam. Kitap
yazarları bir insanın kim olduğu onun genetiğine, altyapısına ve çevresine
bağlıdır, diye yazıyorlar.
Çocukken kütüphanede en küçüğünden en büyüğüne, tamamen çiçeklerle
ilgili bir kitap bulmuştum. Bunun okuldaki en iyi kitap olduğunu düşünmüştüm:
diğer çocukların neden temeli olmayan, insanların duygularının ve arzularının
karmaşasını anlatan kitapları tercih ettiğini anlayamamıştım. Hayali bir çocuğun
futbol takımına giriş hikayesini okumak neden aynı biçim düzeninde yer alan
deniz yıldızı ve yıldızları tanımaktan daha önemliydi?
Sayıların soyut biçim düzenlerinin, ilişkilerin soyut biçim düzenlerinden daha
önemli olduğunu bana kim öğretmişti acaba? Kum tanecikleri gerçektir.
Yıldızlar gerçektir. Onların birbirleriyle uyumu bana sıcacık, rahat duygular
hissettiriyor. Çevremdeki insanları anlamak yeterince güçtü, neredeyse imkansız.
Kitaplardaki insanları anlamak daha da anlamsız geliyor.
Şu anda ben olan ben, insanlar sayılara daha çok benzeseydi, daha kolay
anlaşılabilirlerdi diye düşünüyor. Dört her zaman on altının kare kökü değildir,
insanların dörtlerinde ya da on altılarında. İnsan insandır, karmaşık ve değişken,
her gün başka insanlarla farklı şekilde bir araya gelir -hatta her saat. Ben de bir
sayı değilim. Arabama zarar verilmesi olayını araştıran polis memuru için Bay
Arrendale ve o da bir polis memuru olmasına rağmen Danny için Lou’yum. Tom
ve Lucia için eskrimci Lou ancak Bay Aldrin ve Bay Crenshaw için çalışan Lou
ve Emmy için otizm hastası Lou’yum.
Bunları düşünmek kafamı bulandırıyor çünkü içimde tek bir insan olduğumu
hissediyorum, üç ya da dört ya da bir düzine insan değil. Ben trambolinde
sıçrayan ya da ofisinde oturan ya da Emmy’yle konuşan ya da Tom’la eskrim
yapan ya da Marjory’ye bakan ve güzel şeyler hisseden Lou’yum. Duygular
üzerimden tıpkı rüzgarlı bir günde bir manzaranın üzerinden geçen ışık ve
gölgeler gibi geçiyor. Tepeler hep aynıdır, ister bir bulutun gölgesinde kalsınlar,
ister güneş ışığının.
Gökyüzündeki hareket edenlerin hızlandırılmış çekimlerinde biçim düzenleri
gördüm... Tepelerin yükseldiği yerde bulutlar bir tarafta genişliyor, diğer tarafta
ise pırıl pırıl gökyüzünün içinde dağılıyorlar.
Eskrim grubundaki biçim düzenlerini düşünüyorum. Bu akşam arabamın ön
camını kim kırdıysa, onu kırmak isteyen kişinin o ön camı nerede bulacağını
biliyor olmasının benim için bir anlamı var. Orada olacağımı ve hangi arabanın
benim olduğunu biliyordu. O tepelerin üzerinde oluşan ve tertemiz gökyüzünün
içinde dağılan buluttu. Ben neredeysem o oradaydı.
Arabamı tanıyan ve çarşamba akşamları nerede olduğumu bilen insanları
düşündüğümde olasılıklar azalıyor. Kanıtlar beraberinde bir isimle bir noktaya
geliyor. Bu imkansız bir isim. Bu bir arkadaşın ismi. Arkadaşlar arkadaşlarının
ön camlarını kırmazlar. Tom ve Lucia’ya öfkelenmiş olsa da bana öfkelenmek
için hiçbir nedeni yok.
Başka biri olmalı. Biçim düzenleri konusunda iyi olmama rağmen, bu konuyu
dikkatlice düşünmüş olmama rağmen, söz konusu insanların davranış biçimleri
olunca mantığıma güvenemiyorum. Normal insanları anlamıyorum; her zaman
mantıklı biçim düzenlerine uymuyorlar. Bir başkası olmalı, arkadaş olmayan
biri, bana öfkeli, kızgın biri. Bu diğer biçim düzenini bulmalıyım, apaçık olanı
değil, imkansız olanı.
PETE ALDRIN ŞİRKET REHBERİNE BİR GÖZ ATTI. Şimdiye kadar işten
çıkarmalar yine de yavaş bir biçimde ilerliyordu, medyanın dikkatini çekecek
kadar yeterli değildi ancak tanıdığı isimlerin en azından yarısı listede yoktu.
Haber kısa zamanda yayılmalıydı. İnsan Kaynakları’ndan Betty...erken emekliye
ayrılmıştı. Muhasebe’den Shirley...
Ne yaparsa yapsın, önemli olan, yaptığı şeyi Crenshaw’a yardımcı olmak gibi
göstermekti. Ona karşı çıkmayı düşündüğü sürece midesinde hissettiği o buz gibi
düğüm onu bir şeyler yapmaktan alıkoyuyordu. Crenshaw’ı aşma cesaretini
gösteremiyordu. Crenshaw’ın üstlerinin plandan haberdar olup olmadığını
bilmiyordu; ya da bu sadece Crenshaw’ın bir planı olabilirdi. Bunu otizm hastası
çocukların hiçbiriyle paylaşmamıştı; acaba bir sır tutmanın önemini ne kadar
biliyorlardı?
Crenshaw’ın planı üst düzeye onaylatmadığından emindi. Crenshaw sorun
çözücü, geleceği düşünen bir üst düzey yönetici, imparatorluğunu verimli bir
şekilde yöneten biri olarak görünmek istiyordu. Soru sormazdı; izin almazdı. İş
ortaya çıkarsa olumsuz bir tanıtım kabusuyla karşı karşıya kalınabilirdi; üst
düzey birleri bunun farkında olmalıydı. Ancak ne kadar ileri gitmişti? Crenshaw
kötü reklamı, haber sızdırmaları ve dedikoduları hesaba katmıyordu. Kendi
bölümündeki insanların tümü üzerinde gücü olsa bile bu hiç mantıklı değildi.
Eğer Crenshaw batarsa ve Aldrin de onun yardımcısı olarak algılanırsa,
kendisi de işini kaybedebilirdi.
Peki, Bölüm A’yı araştırma deneklerine dönüştürme neye mal olurdu? Mesai
saatleri dışında zamanları kalacak mıydı; ne kadar zamanları kalacaktı? Buna
tatilleri ve hastalık izinleri de dahil edilecek miydi yoksa şirket onlara izin mi
verecekti? Eğer izin vermek gerekirse, ödeme nasıl olacaktı? Peki ya kendi
bölümünün muhasebesi nasıl olacaktı -bunu bölümün faaliyet bütçesinden mi
yoksa Araştırma’nın bütçesinden mi karşılayacaklardı?
Acaba Crenshaw halihazırda İnsan Kaynakları, Muhasebe, Hukuk ve
Araştırma bölümleriyle anlaşma yapmış mıydı? Bunlar ne tür anlaşmalardı?
Crenshaw’ın ismini kullanmak istemiyordu; onun ismini dile getirmeden nasıl
tepkiler alacağını görmek istiyordu.
Shirley hala Muhasebe’deydi; Aldrin onu aradı. “Bir çalışanın başka bir
bölüme geçiş yapabilmesi için gereken evrakları söyler misin?” diye sorarak
başladı. “Bu benim bütçemden mi çıkıyor ya da nasıl oluyor?”
“Geçişler donduruldu,” dedi Shirley. “Bu yeni yönetim -” Onun iç geçirdiğimi
duydu. “Bildiriyi almadın mı?”
“Sanmıyorum,” dedi Aldrin. “Peki -bir araştırma protokolünde yer almak
isteyen bir çalışanımız olduğunda onun ödeme kaynağını Araştırma’ya geçirsek
olmuyor mu?”
“Tanrım, hayır!” dedi Shirley. “Tim McDonough -Araştırma’nın başındaki
adam- anında derini yüzüp duvara asar. Bir süre bekledikten sonra, “Bu hangi
araştırma protokolü?” diye sordu.
“Yeni bir ilaç araştırması,” dedi.
“Aa...neyse. Eğer böyle bir şeyin içinde yer almak isteyen bir çalışanın varsa,
bunu gönüllü olarak yapmak zorunda -klinikte kalmayı gerektiren protokoller
için günde elli, diğerleri için günde yirmi beş dolar yani aylık en az iki yüz elli
dolar ücret ödeniyor. Tabii klinikte kalınca yatak ve yiyecek ve gerekli tıbbi
müdahale sağlanıyor. Bunlar karşılığında beni ilaç denemeye kimse zorlayamaz
ancak etik komitesi parasal bir teşvik olmaması gerektiğini söylüyor.”
“Bunun yanında maaşlarını almaya devam ediyorlar mı?"
“Sadece çalışırlarsa, yoksa tatil ücreti alıyorlar,” diyor Shirley. “Eğer herkesin
bir araştırma projesine katılmasını sağlayabilselerdi şirket büyük kar ederdi,
değil mi? Muhasebe işleri de daha kolay olurdu. Tanrıya şükür, bunu
yapamıyorlar.”
“Bence de,” dedi Aldrin. Crenshaw’ın maaşlar ve araştırma ücretleri
konusunda neler planladığını merak etti. Bunları kim karşılıyordu? Bunu neden
daha önce düşünmemişti? “Teşekkürler, Shirley,” dedi.
“İyi şanslar,” dedi Shirley.
Aldrin bu tedavinin ne kadar sürdüğünü bilmediğini fark etti. Acaba
Crenshaw’ın ona verdiği kağıtların arasında var mıydı? Kağıtları karıştırdı ve
dikkatle okuduğunda dudaklarını büzüştürdü. Eğer Crenshaw, Bölüm A’nın
maaşlarını Araştırma’nın üzerine geçirmek konusunda ayarlamalar yapmadıysa
o zaman kıdemli teknik personeli düşük ücretli laboratuvar farelerine
dönüştürecekti. Ve rehabilitasyondan bir ayda çıksalar bile (tasarıdaki en iyimser
tahmin buydu), bu da... şirkete yüklü bir para kazandırıyordu. Rakamları
hesapladı. Oldukça büyük bir miktar gibi görünüyordu ancak şirketin aldığı
risklerle karşılaştırıldığında fazla sayılmazdı.
Araştırma’da üst düzey birilerini tanımıyordu, sadece Veri Desteği bölümünde
Marcus vardı. İnsan Kaynakları’na geri döndü... Betty gittiğine göre diğer
isimleri hatırlamaya çalıştı. Paul. Debra. Paul listedeydi; Debra değildi.
“Acele etsen iyi olur," dedi Paul. “Yarın ayrılıyorum."
“Ayrılıyor musun?"
“Şu meşhur yüzde onun içindeyim," dedi Paul. Aldrin sesindeki öfkeyi
hissediyordu. “Şirket para kaybettiğinden değil, personel azalttığından değil;
sadece artık bana ihtiyaçları yokmuş."
Tüyleri ürperdi. Gelecek ay sıra ona gelebilirdi. Hayır, Crenshaw neler
yaptığını öğrenseydi belki sırası bugün bile gelebilirdi.
“Sana kahve ısmarlayayım," dedi Aldrin.
“Tabii, sanki geceleri uykumu kaçıracak bir şeye ihtiyacım varmış gibi," dedi
Paul.
“Paul, dinle. Seninle konuşmam gerek ve telefonda olmaz."
Uzun bir sessizlik oldu ve sonra, “Oh, sen de mi?" dedi.
“Henüz değil. Kahve?"
“Tabii. On buçukta snack barda."
“Hayır, on bir buçukta erken bir öğle yemeği," dedi Aldrin ve kapattı.
Avuçları terlemişti.
JIM KALK, DİYOR. Merhaba Jim. Jim gülümsüyor. Jim mutlu, merhaba Jim
diyorum. Kalk, banyoya git, tuvaleti kullan, giysilerini çıkar, duşa gir. Yuvarlak
şeye uzan. Jim aferin diyor ve kapıyı kapatıyor. Yuvarlak şeyi çevir. Su. Sabun.
Su. İyi bir his. Çok iyi bir his. Kapıyı aç. Jim gülümsüyor. Kendim duş aldım.
Jim mutlu. Jim havlu tutuyor. Havluyu al. Her yerini kurula. Kuruluk. Kuruluk
iyi bir his. Islaklık da iyi bir his. Sabah iyi bir his.
Giysileri giy, kahvaltıya yürü. Sally’yle masada otur. Merhaba Sally. Sally
gülümsüyor. Sally merhaba Sally dedim diye mutlu. Çevrene bak diyor Sally.
Çevrene bak. Daha çok masa var. Başka insanlar. Sally’yi tanıyorlar. Sally’yi
tanıyorum. Amber’i tanıyorum. Jim’i tanıyorum. Diğerlerini tanımıyorum. Sally
aç mısın diye soruyor. Evet diyorum. Sally gülümsüyor. Sally evet dediğim için
mutlu oluyor. Kase. Kasede yemek için tahıl gevreği var. Üstünde meyve var.
Önce meyveyi yiyorum, tahılı yiyorum, iyi, iyi diyorum. Sally gülümsüyor. Sally
iyi dedim diye mutlu oluyor. Sally mutlu ben mutlu. Ben mutlu çünkü meyve
tatlı.
Amber gitme zamanı diyor. Merhaba Amber. Amber merhaba Amber dediğim
için mutlu. Amber çalışma odasına gidiyor. Ben çalışma odasına gidiyorum.
Amber orada otur diyor. Orada oturuyorum. Masa önümde. Amber masanın
diğer tarafında oturuyor. Amber oyun zamanı diyor. Amber masanın üstüne bir
şey koyuyor. Bu nedir diye soruyor Amber. Mavi.
Mavi diyorum. O rengi diyor Amber, bu şey ne diyor. Dokunmak istiyorum.
Amber dokunma sadece bak diyor. Şeyin tuhaf biçimi var, buruşuk. Mavi.
Üzülüyorum. Bilmemek iyi değil.
Üzülme diyor Amber. Tamam, tamam. Amber dokunabilirsin diyor.
Dokunuyorum. Bir giysi parçası. Tişört. Benim için fazla küçük. Amber gülüyor.
Aferin, evet bu bir tişört ve sana fazla küçük. Oyuncak bebek için tişört. Amber
bebek tişörtünü alıyor ve başka bir şey koyuyor. Bunun da biçimi komik,
buruşuk siyah. Dokunmak yok, sadece bak. Buruşuk mavi şey oyuncak bebek
içinse buruşuk siyah şey de oyuncak bebek için mi? Amber dokunuyor. Şey
düzleşiyor. Alta doğru iki parça çıkıyor. Pantolon. Oyuncak bebek için pantolon
diyorum. Amber gülüyor. Aferin, gerçekten aferin. Sally mutlu. Sally gülüyor.
Daha birçok aferin. Sally güzel. Sally iyi.
Öğle yemeğinden sonra Amber geliyor. Ben yerdeki çizgide sürünüyorum ya
da önce bir ayağımı sonra diğerini kaldırıyorum. Amber de sürünüyor. Amber de
bir ayağını sonra diğer ayağını kaldırıyor. Düşüyor. Gülüyor. Gülmek güzel. Ben
de gülüyorum. Daha çok aferin alıyorum. Amber’i seviyorum.
Yerde sürünmeden sonra masada oyun var. Amber masanın üzerine bir şeyler
koyuyor. İsimlerini bilmiyorum. Amber konuşuyor. Şuna bak: Amber siyah şeye
dokunuyor. Sen de bir şey bul, Amber diyor. Şeylere bakıyorum. Ona benzer şey
bulmaya çalışıyorum. Dokunuyorum. Amber gülümsüyor. Aferin. Amber beyaz
şeyle siyah şeyi yan yana koyuyor. Aynısını yap, diyor Amber. Korkutucu.
Bilmiyorum. Tamam, tamam, diyor Amber. Bilmemen normal. Amber
gülmüyor. Normal değil. Siyah şeyi bul. Bak. Beyaz şeyi bul. Yan yana koy.
Amber şimdi gülüyor. Aferin.
Amber üç şeyi yan yana koyuyor. Sen de yap, diyor Amber. Bekliyorum. Bir
şey siyah, bir şey siyahı olan beyaz, bir şey sarısı olan bir kırmızı. Bak. Siyah
şeyi koy. Siyahı olan beyaz şeyi bul. Onu koy. Sonra sansı olan kırmızı şeyi bul,
onu da koy. Aferin diyor Amber. Gerçekten aferin. Mutlu. Amber mutlu, ben
mutlu. Birlikte mutlu olmak güzel.
Başka insanlar geliyor. Beyaz önlüklü adını bilmiyorum sadece doktor. Bir
tanesi renkli kazaklı, ten rengi pantolonlu.
Amber beyaz önlüklüye merhaba doktor diyor. Doktor Amber’le konuşuyor,
bu adam onun arkadaşı diyor. Amber bana bakıyor, sonra diğer adama bakıyor.
Adam bana bakıyor. Gülüyor ama mutlu değil.
Adam merhaba Lou ben Tom diyor.
Merhaba Tom diyorum. Bana aferin demiyor. Doktorsun diyorum.
Tıp doktoru değilim diyor Tom. Tıp doktoru olmamak ne bilmiyorum.
Amber bu adam seni ziyaret edebilecekler listesinde diyor. Onu önceden
tanıyorsun.
Neden önce? Tom mutlu görünmüyor. Tom üzgün görünüyor.
Tom’u tanımıyorum diyorum. Amber’e bakıyorum. Tom’u tanımamak kötü
mü?
“Eskiye dair hiçbir şey hatırlamıyor musun?” diyor Tom.
Eskiye? Bu soru beni rahatsız ediyor. Ben bu anı biliyorum. Ben Jim’i,
Sally’yi, Amber’ı, doktoru, yatak odasını, banyoyu, nerede yediğimi, nerede
oyun oynadığımı biliyorum.
Önemli değil diyor Amber. Sana sonra anlatırız. Önemli değil. İyi gidiyorsun.
Gitsek iyi olacak diyor doktor. Tom’la doktor gidiyor.
Neden önce?
Amber yeni bir sıra yapıyor. Benim yaptığımı yap diyor.