Professional Documents
Culture Documents
BİLGİ TÜRLERİ
Âdî/Günlük
Bilimsel Bilgi Felsefî Bilgi
Bilgi
Bunların dışında, daha alt ve özel bilgi türleri olarak görülebilecek, “dînî bilgi”, “sanatsal bilgi” de sayılmaktadır.
1.1.2.BİLİMLER TASNİFİ
Matematik (Formel/Aksiyomatik Doğa/Fen Bilimleri Sosyal Bilimler (beşerî/insânî bilimler)
Bilimler)
Sayılarla ilgili bilimler. Doğayı inceleyen FKB vb. bilimler. İnsanı ve insanlar arası ilişkileri inceler.
Doğal gerçeklik fizik, kimya, biyoloji ve
jeoloji gibi doğal bilimlerin konusunu Değer yargılıdır.
oluşturur.
Somut reel veriler içerir.
SOSYAL BİLİMLER
(Beşerî Bilimler/İnsan Bilimleri/İnsanî Bilimler/Manevî-Tinsel Bilimler/Kültür Bilimleri)
1)Ahlâk, 1)Sosyoloji,
2)Hukuk. 2)Etnoloji,
3)Antropoloji, 4)Psikoloji,
*Hukuk Sosyolojisi 5)Tarih...
(karma bilim)
*Hukuk Sosyolojisi
BİLİMSEL FAALİYET
Teori
Yöntem
Bilgilerin birikmesi. Tutarlı bilgileri kapsayan
Verilerin toplanma usulü.
açıklamalar yapar.
HUKUKUN BOYUTLARI
*Davranış düzenleri,
*Örgütlerin işleyiş alanlarının belirlenmesi,
*Uyuşmazlıkların çözümlenmesi. (ör. Uyuşmazlık Mahkemesi)
1.1.4.HUKUK BİLİMLERİ (**ÇOK ÖNEMLİ)
HUKUK BİLİMLERİ
1-Karşılaştırmalı/ Mukayeseli
Hukuk,
1-Hukuk Sosyolojisi, 2-Hukuk a)Makro Karşılaştırmalı
Tarihi: Hukuk,
1-Hukuk Felsefesi, a)Genel/Dünya Hukuk Tarihi, b)Mikro Karşılaştırmalı Hukuk,
2-Hukuk Politikolojisi/ 1-Hukuk Doğmatiği, b)Milli Hukuk Tarihi, 2-Hukuk Psikolojisi,
Siyaseti 2-Hukuk Normolojisi. c)Hukuk Düşüncesi Tarihi, 3-Adalet Psikolojisi,
d)Hukuk Kurumları Tarihi, 4-Adli Tıp,
e)Hukuk Vesikaları/Belgeleri 5-Kriminoloji,
Tarihi.
6-Hukuk Antroplojisi.
1.2. TOPLUM, SOSYOLOJİ ve
HUKUK
1.2.1.TOPLUMSAL OLGU OLARAK HUKUK
*Toplumsal olgu olarak hukukun etki alanı ve ortaya çıkış süreçleri.
Olgu Kavramı
Hukuku hukuk sosyolojisi açısından ele aldığımız bu bölümde, toplumsal olguyu açıklamak zorunda olmamız şaşırtıcı olmamalıdır.
Çünkü hukuk sosyolojisi hukuku toplumsal bir olgu olarak ele alır. Sosyolojinin bir disiplin olarak ortaya çıkışının temelinde “olgu” kavramı
yatar. Olgu, dışımızda bulunan ve deney konusu olabilen her şeydir.
Olgu, bireysel bilincin dışında olup, bilince bağımlı değildir. Bu anlamıyla nesneldir. Bireysel bilincin dışında olduğu için ortaya çıkışı da
tek tek kişilerin düşüncesine bağlı değildir. Bu durum, olguya bir dizi özelliğin de atfedilmesini beraberinde getirir. Buna göre olgu tarafsızdır,
nesneldir, gözlenebilir ve irade dışıdır.
Bilincin, iradenin ya da düşüncenin dışında olması nedeniyle, olgu kavramı genelde doğa bilimleri alanında kabul görür. Oysa
Durkheim, “her toplumda diğer doğa bilimlerinin incelediği olgulardan farklı karakterlerle ayrılan belirli bir olgular kategorisi”nin varlığından
söz eder. Ona göre “bunlar, bireyin dışında bulunan ve sahip oldukları zorlayıcı güç sayesinde kendilerini bireye empoze eden davra nış,
düşünüş ve duyuş tarzlarından ibarettirler”.
Elbette insanları incelemek ile doğa bilimlerinin konusunu oluşturan fiziksel nesneleri incelemek aynı değildir. Zira, sosyolojinin
inceleme konusunu oluşturan insan, doğadaki nesnelerden farklıdır. İnsan, “anlamlı” davranışlarda bulunur. İnsan, düşünen ve akıl yürüten
bir varlık olarak, mevcudiyetinin ve davranışlarının anlamının bilincindedir.
Toplumsal Olgu Olarak Hukuk (**ÇOK ÖNEMLİ)
Sosyolojinin konusunu, toplumsal olgular oluşturur. (Aile, suç, göç..) Bu anlamda düşünüldüğünde, toplumsal yapı ve kurumlar, toplumsal birer
olgudur. Sözgelimi, hukuk da bir olgudur. Ama olgu denildiğinde yalnızca bu tür yapı ve kurumlar kastedilmez. Toplumsal olgu kavramını
açıklamaya çalışan Durkheim, toplumsal işbölümünü, toplumsal değerler ve normlar bütününü birer olgu olarak ele almış ve incelemiştir.
Hukuk olgusunu da, benzer şekilde araştırma konusu yapmıştır. Öyleyse toplumsal olgu, failleri bireyler olmakla birlikte, giderek onlardan
bağımsızlaşan bir nesnellik olarak karşımıza çıkar.
Göç Olgusu: Sözgelimi, göç olgusu. Bir toplumda bazı kimselerin kırdan kente göç etmeleri kendileri açısından bireysel bir olaydır. Ancak bir
toplumda yoğun olarak, kitleler halinde kırdan kente göç edilmesi, tek tek bireyleri aşan bir özelliğe sahiptir. Bu yönüyle göç, toplumsal olgu
kavramına örnek teşkil eder. Bu andan itibaren sosyal bilimcinin görevi, bu olguyu ele almak, incelemek, genellemelere ulaşmaktır.
Her ne kadar toplum, bilinçleri ve iradeleri olan öznelerden oluşuyorsa da toplum içerisinde yaşayan bireylerin öznelliklerinin dışında nesnel ve
gözlenebilir davranışlar da sözkonusudur. Göç örneğinde görüldüğü üzere, göç olgusu, bireylerin kendi öznel durumlarını aşarak nesnel,
dışarıdan gözlenebilir bir olgu halini kazanmıştır. Sosyolojiyi mümkün kılan, tam da budur. Aksi halde, insan bilincine ilişkin bilim ya da
disiplinler, toplumsal yaşamın bütününü de açıklayabilirlerdi. Oysa biliyoruz ki tek tek bireylerin bir araya gelmesi ile oluşan bütün, yani toplum,
bireylerin öznellikleri ile açıklanamaz.
İnsanları, fiziksel nesneler gibi inceleyemeyeceğimiz kabul edildiğinde, bundan zorunlu olarak olumsuz bir anlam da çıkmaz. Aslında bazı
açılardan bu, bir üstünlük olarak bile kabul edilebilir. Çünkü doğa bilimciler araştırma nesneleri ile konuşamazlar, ama sosyal bilimciler
araştırdıkları toplumun üyeleri ile konuşup, davranışlarının anlamlarını çözmek konusunda yardım alabilirler.
Olgunun Olumlu/Olumsuz İçeriği: Şu da eklenmeli ki olguların içeriklerinin olumlu ya da olumsuz olması, sosyal bilimcinin araştırmasının
başlıbaşına konusunu oluşturmaz. Sözgelimi suç, olumsuz içeriğine ve çağrışımlarına rağmen bir olgudur ve içeriğinden bağımsız olarak nesnel
bir şekilde ele alınıp, toplumsal yaşamdaki diğer olgularla ilişki kurulabilir.
Toplum ve Hukuk: Toplumsal ilişkilerin ve davranışların giderek çeşitlendiği, farklılaştığı ve karmaşıklaştığı toplumsal yapılarda; insanların,
grupların, örgütlerin ve organların ilişkilerine, örgütlenmelerine ve işleyişlerine yön verebilmek için hukuka, hukuksal organlara ve
düzenlemelere daha fazla başvurulmaktadır. Hukuk sosyolojisi, böylece hayat bulmuştur.
1.2.2.Toplum ve Sosyoloji
İnsan biyolojik ihtiyaçları da dahil olmak üzere tüm ihtiyaçlarını sadece doğal çevrenin belirlediği bir şekilde değil; toplumsal yaşam
içinde geliştirdiği sosyokültürel ilişki biçimlerine, değer yargılarına ve davranış kalıplarına bağlı olarak karşılamaya çalışır.
Sosyolojinin inceleme konuları arasında siyasal, dinsel, ekonomik, sapkın davranışlar vardır.
*BİLGİ NOTU: Doğal Gerçeklik:
Toplum halinde yaşayan insanlar yaşamak için doğaya muhtaç olup onunla hem ilişki, hem de mücadele içindedirler. İnsan
tarafından yaratılmamış olan, ancak insanı etkileyen ve insan tarafından etkilenerek dönüştürülen bu alana denir.
Doğal gerçeklik fizik, kimya, biyoloji ve jeoloji gibi doğal bilimlerin konusunu oluştururken; toplumsal gerçeklik sosyoloji, psikoloji,
ekonomi ve siyaset bilimi gibi sosyal bilimlerin konusunu oluşturur. Sosyoloji toplumsal yaşam alanını veya toplumsal gerçekliği
incelemeye çalışan, onu anlamaya ve açıklama yönünde çabalayan bir bilim dalı olarak ortaya çıkmıştır.
Toplumsal Yaşam: Sosyolojinin inceleme alanı, toplumsal yaşamdır. Sosyoloji tek tek kişileri değil; kişilerin toplumsal yaşam içindeki
kurdukları ilişki kalıplarını, etkileşimlerini ve davranış biçimlerini incelemeye çalıştığı anlamına gelir.
Sosyologlar insanları bulundukları çevreden soyutlayarak değil, onları farklı toplumsal konumlara sahip etkileşim ve iletişim
halindeki varlıklar olarak ele alırlar. Sosyologlara göre kişiler her zaman başkalarıyla ilişki ve etkileşim halinde olup onlara bağlı olarak
davranışta bulunurlar. Sosyoloji geniş bir ilgi alanına sahiptir.
Sosyolojinin Alt Dalları: Geniş ve kapsamlı ilgisinden dolayı sosyoloji siyaset sosyolojisi, suç sosyolojisi, hukuk sosyolojisi, iktisat
sosyolojisi, din sosyolojisi, eğitim sosyolojisi gibi birçok alt dala ayrılmış durumdadır.
Sosyolojiyi, toplumu, toplumsal gurupların organizasyonu, insanlar arası etkileşimi ve insanların kendi toplumsal gerçekliklerine
verdikleri anlamı incelemeye çalışan bir sosyal bilim dalı olarak tanımlamak mümkündür.
Sosyolojiyi kısaca toplumun bilimi olarak tanımlamak mümkündür. Toplum, kişilerin bir toplamı olmayıp bir etkileşim sistemidir.
*Toplumsal Gerçeklik:
Toplumsal yaşamda birbirleriyle ilişki halinde bulunan insanlar etkileşim süreci içinde birtakım değerleri, inançları, kuralları ve
kurumları, kısaca kültürü yaratırlar.
• Bu ortak kültürel değerleri ve normları paylaşarak kendilerinin meydana getirmiş oldukları grupları ve toplumları başkalarından
farklı görmeye başlarlar.
• İnsanların birlikte yaşamaları ve karşılıklı etkileşimleriyle meydana gelen insan ilişkilerine ve davranışlarına yön veren bu
alana Toplumsal gerçeklik denir.
Toplumsal Kurumlar
Toplumsal kurum kavramı, dar ve geniş anlamda incelenebilir. Örneğin ilkokul dar anlamda bir kurumdur. Bir lise veya üniversite de dar
anlamda kurumdur. Ancak bu dar anlamda kurumları içine alan bir kurum vardır ki işte ona geniş anlamda eğitim kurumu adını
veriyoruz. Toplumsal olan her şey gibi toplumsal kurumlar da değişir. Toplumsal kurumlar arasında nispeten uyumlu bir bütünlük
vardır.
*Anomi: Kişilerin davranışlarına yön veren kuralların ve değer sistemlerinin zayıflamasıyla kişilerin şaşkınlığa sürüklendiği ve yoğun
bir doyumsuzluk içinde bulundukları toplumsal durumdur.
1.3. TOPLUMSAL YAŞAM ve
HUKUK
Toplumu Düzenleyen Kurallar
İnsanlık tarihinde ne kadar eskilere gidilirse gidilsin, insanları gruplar veya toplumlar halinde yaşarken buluruz. ( İnsan, doğası gereği
medenîdir=toplumsal hayvan.) Toplumsal hayatın belli bir düzen ve uyum içinde yaşanabilmesi, insanların gerek birbirleriyle, gerek
doğrudan doğruya toplumla olan ilişkilerinde dikkate alacakları birtakım kuralların varlığını gerektirir. Doğuma, ölüme, sigara içmeye,
şarkı söylemeye, ne zaman ayakta olunacağına, ne zaman oturulacağına, öfkenin ne zaman nasıl gösterileceğine, duyguların kime karşı
ne zaman nasıl ifade edileceğini, kişisel meselelerin ne zaman tartışmak gerektiğine varana kadar yaşamın her alanı düzenlenmiştir.
Toplumsal hayatı düzenleyen kuralları, din kuralları, ahlak kuralları, görgü kuralları, gelenekler, görenekler ve hukuk kuralları olarak
sıralayabiliriz. Aslında, toplumsal düzen kuralları da denilen bu kural türlerini mutlak anlamda birbirlerinden ayırmak da mümkün
değildir. Sözkonusu kuralların meydana getirdiği bütünün kapsamı, niteliği ve bu bütün içinde farklı kural türlerinin ağırlığı yere ve
zamana göre değişir. Toplumsal kurallar bütünü içinde hukuk kurallarının özel bir öneme sahip ayrı normlar bütünü olarak görülmesi,
modern toplum yapılarında sözkonusu olmuştur.
Toplumsal Norm
Sosyologlar yıllardır toplumun insan davranışlarını nasıl şekillendirdiğini açıklamak için “toplumsal norm” kavramını işlemektedir. Bu
bağlamda, hukuk ile diğer toplumsal normlar, formel kurallar ile informel kurallar arasındaki ilişki ve etkileşimi incelemeye
çalışmaktadırlar. Bu konuda çalışan sosyologlar, insan davranışı hakkında daha yeterli açıklamalarda bulunabilmek, hukuk kurallarının
insan davranışları üzerindeki etkilerini daha iyi bir şekilde öngörebilmek için norm kavramına başvurmaktadırlar.
(**ÇOK ÖNEMLİ)Literatürde norm kavramı ile bireylerin kendilerini takip etmek zorunda hissettikleri informel ya da resmî olmayan
toplumsal kurallar ifade edilmektedir. Toplumsal norm, onaylanan ve onaylanmayan toplumsal tutumları, yapılması istenen ve
istenmeyen davranışları gösteren kurallar olarak tanımlanabilmektedir. Bu kurallara uyma zorunluluğu, bunların bir ödev ve
yükümlülük olarak içselleştirilmesinden kaynaklanabileceği gibi, herhangi bir yaptırım endişesi veya korkusundan da kaynaklanabilir.
(vicdan/sultan) Çoğu zaman insanların normlara niçin uyduklarının veya uymadıklarının tam bir açıklamasını yapmak da mümkün
değildir. Aynı durum, bir toplumsal norm türü olarak hukuk kuralları için de geçerlidir. İnsanlar, hukuk kurallarına birçok değişkenin
etkisiyle uyum gösterebilecekleri gibi aykırı davranışlar da sergileyebilirler.
Çoğu zaman insanların normlara niçin uyduklarının veya uymadıklarının tam bir açıklamasını yapmak da mümkün değildir.
Aynı durum, bir toplumsal norm türü olarak hukuk kuralları için de geçerlidir. İnsanlar, hukuk kurallarına birçok değişkenin etkisiyle uyum
gösterebilecekleri gibi aykırı davranışlar da sergileyebilirler.
Normlar, insan davranışını açıklamak ve bu davranış üzerinde hukuk kurallarının etkisini incelemek bakımından son derece kullanışlı
araçlardır. Hukuk konusunda sosyolojik çalışma yapanlar, genellikle diğer toplumsal kuralları da inceleme konusu yaparlar. Çünkü gerek
toplumsal düzenin sağlanmasında, gerek toplumsal kontrolün gerçekleşmesinde bütün toplumsal kurallar önemli işlevler görür.
Toplumsal değerler, bir gruba veya topluma mensup olanların uymak durumunda oldukları genelleşmiş ahlâkî inançlardır. Örneğin,
insan öldürmenin, hırsızlık yapmanın, sarhoş ve pis gezmenin kabalığın yanlış ve kötü; temizliğin, dürüstlüğün, çalışkanlığın, yiğitliğin,
doğru ve iyi olduğuna inanmamızı sağlayan faktör toplumsal değerlerdir.
Toplumsal normlar, genellikle toplumsallaşma sürecinde öğrenilir ve zamanla kişiler için birer alışkanlık haline gelir. Norm kavramı,
yükümlülük kavramına dayanır. Yükümlülük hissi, sadece ceza gibi dışarıdan gelen toplumsal baskılardan ya da müeyyidelerden
doğmaz; daha çok normun gerekli olduğuna inanmaktan ve normu içten benimsemekten doğar. Buna normu içselleştirme denir.
Normu uygulamamak veya norma aykırı davranmak; kınama, alaya alınma, acı çekme, pişmanlık duyma, mahkum olma, tazminat
ödeme gibi üzücü sonuçlara yol açar. Normu uygulamak ise, kişilere fayda sağlar; onanma, sempati ve ödül kazanma gibi. Toplumsal
normlar özgürlük ve refah teşvik edebildiği gibi etmeyebilir de.
Toplumsal normlar, sadece yaygın toplumsal yaptırımlar yoluyla değil; aynı zamanda hukuksal yaptırım yoluyla hukuksal örgüt ve
mekanizmalar eliyle de uygulanabilir.
Toplumla Var Olan Hukuk (**ÇOK ÖNEMLİ)
Hukuk, bir yandan toplumla birlikte var olur. Diğer yandan da kendisi bir sosyal gerçekliktir. Hukukun toplumla birlikte var olması,
Cicero’nun ünlü deyişinde “Ubi societas ibi ius” (Eğer toplum varsa, hukuk da oradadır.) şeklinde dile getirilir.
*“Ubi societas ibi ius (Eğer toplum varsa, hukuk da oradadır./Nerede toplum, orada hukuk.)” (Cicero)
Romalı hukukçuların söyledikleri “Nerede bir toplum varsa, orada hukuk vardır.” deyişi, hukukun toplumsal yaşamla sıkı ilişkisini ve
onun ayrılmaz parçalarından biri olduğunu kısa ve özlü bir şekilde ortaya koyar.
Diğer kurumlar gibi hukuk da toplum içinde yer alır ve toplumsal sistemin temel bileşenlerinden birini oluşturur. Bu niteliğiyle, gerek
bir bütün olarak toplumla, gerek diğer toplumsal kurum ve kurallarla ilişki ve etkileşim halindedir. Hukukun toplumla birlikte var olması,
her hukuk düzeninin ve bu düzeni oluşturan norm ve düzenlemelerin, kural olarak, içinde geliştiği toplumun özelliklerini yansıtması
anlamına da gelir.
Hukuk, esasen fiilî bir ilişkinin de adıdır. Bu fiilî ilişki, bir gerçeklik olarak görülebilir niteliktedir ve etkileri de somut olarak
hissedilebilir. Kâğıt üzerindeki kurallar bütünü olarak tanımlanan hukuk, sonuçlarını gerçeklik dünyasında yaratır. Hukukun kâğıt üzerinde
kurguladığı normatif düzen ile gerçeklik dünyasındaki fiilî ve somut düzen arasında, her zaman mükemmel bir uyum olmaz.
Normatif düzen ile gerçeklik arasındaki bu uyumsuzluk, tam da hukukun salt kurgusal bir düzen değil, toplumsal bir olgu ya da gerçek
olduğunun göstergesidir. Hukukun ya da hukuk normunun gerek ortaya çıkışına, gerek uygulanışına etki eden çok sayıda toplumsal etken
sözkonusudur. Bu etkenlerin anlaşılabilmesi, ancak hukukun toplumsal bir olgu olarak görülmesi ile mümkündür.
*Normatif:
“Norm” sözcüğü, kural, ilke ya da yasa anlamında kullanılsa da aslında “olması gerekeni ifade etme biçimi ”dir. Yani insanların
nasıl davranmaları gerektiğini ifade eden cümle ya da kurallara “norm”adı verilir. Bu anlamda “normatif’’, normlarla ilgili
normlar içeren anlamına gelir.
Toplumda süregelen alışkanlıklar, bu alışkanlıkların daha formel bir biçime kavuştuğu örf-âdet kuralları, hukukun olgusal temelli
kaynaklarından biri olarak da kabul edilebilir. İktisadi yapısındaki üretim, tüketim ve paylaşım ilişkileri de bir olgu olarak hukuksal gelişimi
etkiler. Siyasal, toplumsal, ekonomik ilişkilerin her biri, hukuku ortaya çıkaran olgusal etmenlerdir.
1.4. SOSYOLOJİ ve
HUKUK
*Pozitif Hukuk Düzeni: Belli bir toplumdaki mevcut hukuksal kavramların kuralların ve örgütlerin oluştuğu bütüne pozitif hukuk
düzeni denir.
*Hukuk Bilimi: Bu düzeni incelemeye çalışan bilim dalına ise, hukuk bilimi denir.
1.4.1.Hukukun Tanımı
Hukuk, başlangıcından beri sosyolojinin ilgilendiği bir konu olmakla birlikte, son zamanlara kadar sosyolojik bakışın temel bir odak
noktası haline gelememiştir. ( Sosyolog Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, konuyla ilgili özel kitap yazan erken Türk sosyologlardan) Oysa hukuk,
toplumsal sistemin veya toplumsal yapının diğer öğelerinden ayrı, soyut bir unsur değildir. Hukuk, toplumsal hayat üzerindeki örgütlü
kamusal kontrolün bir ifadesidir. Başka bir deyişle hukuk, toplumun organizasyonu ve düzeniyle yakından ilgili bir toplumsal olgu olup
toplumsal organizasyonun gerçekleşmesinde ve toplumsal düzenin sürdürülmesinde önemli işleve sahip bir kurumdur.
Toplumsal örgütlenme ilkeleriyle ve kurallarıyla yakından ilgilenen bir bilim dalı olarak sosyoloji, belli bir toplumdaki mevcut hukuksal
kavramları, kuralları ve örgütleri kendisine inceleme konusu yapan hukuk biliminin gelişmesine çok önemli katkılarda bulunur. Bir toplumsal
kurum olarak hukuka hayat veren toplumsal örgütlenme ve yapılanma ilkeleri kavranmaksızın, herhangi bir hukuk sistemini yeterince
kavramak mümkün olamaz.
Sosyologlar, toplumsal kurumlarla ve bu kurumların hayat verip desteklediği toplumsal örgütlerle ilgilenirler. Bu kurumlar ve örgütler,
toplumun temel ihtiyaçlarının karşılanmasında ve düzenin sağlanmasında toplumsal yapının esaslı bileşenleri büyük öneme sahiptirler.
Aile, ekonomi, siyaset, eğitim, din ve hukuk gibi temel kurumlar, toplumsal yapının esaslı bileşenleri olarak, bilim olarak sosyolojinin ana
inceleme konusunu oluştururlar. Hukukun kapsamlı bir kavranışı açısından, hukuk ile diğer toplumsal kurumlar ilişkisine ait sosyolojik
bilgi, büyük bir değer taşır.
Toplumsal hayatta hukuk normlarıyla diğer toplumsal davranış kuralları ve kalıpları arasında karşılıklı bir ilişki ve etkileşim
sözkonusudur. Buna rağmen, hukuk normlarının diğer toplumsal davranış kurallarını nasıl belirlediği ya da onlar tarafından nasıl
şekillendirildiği hususu, hukuk biliminin inceleme konusu yapılmaz.
* Hukukun gücü nedir? Hukuk toplumsal hayatta insan davranışlarını nasıl belirliyor? Hukuksal normların etkili olmalarında veya
etkisiz kalmalarında rol oynayan faktörler nelerdir?
*Bu gibi sorular, hukuk biliminin değil, sosyolojinin yanıtlaması gereken hususlar olarak karşımıza çıkar.
Hukukçuların Tekeli: Hukuk hakkındaki tartışmaların ve çalışmaların çoğu, doktrin üzerinde yoğunlaşan hukuk teorisyenlerinin ve
uygulamacılarının tekelinde kalmıştır. Bunlar, hukuksal kavramları açıklamaya, hukuk kurallarını sınıflandırmaya ve sistemleştirmeye,
yargılama sürecindeki akıl yürütme ve karar oluşturma kalıplarını, yönelimlerini ve bunlar arasındaki çelişkileri analiz etmeye
çalışmışlardır. Pozitif hukuk teorisi ve uygulaması alanında çalışmalar yaparken ve bu bağlamda yargı kararlarında yansıtılan değerleri ve
yargıçların somut olayları çözme tarzlarını tartışırken, zaman zaman toplumsal değişkenlere de başvurmuşlardır. Ancak, bu başvurunun
yeterli düzeyde olduğu söylenemez. Bunda birçok etkenin yanı sıra, hukuka yönelik sosyolojik ilginin yetersizliğinin temel bir rol
oynadığı ileri sürülebilir. Hukuk olgusunu, sosyolojik bir araştırma konusu olarak ele alıp inceleyen hukuk sosyolojisi, sosyoloji
bölümlerinden ziyade hukuk akademisyenleri tarafından hukuk fakültelerinde öğretilen bir konu olmuştur. Birçok sosyolog, hukuku,
toplumsal kontrol ve sapkın davranış gibi, daha geniş sosyolojik ilgi alanlarının bir türevi olarak görmüştür. Bu çerçevede yapılan hukuk
tanımlarında, hukukun normatif karakteri vurgulanarak yasaları ihlal eden davranışlara karşı gösterilen tepkilerle ilgilenilmiştir. Hukuk
üzerindeki sosyolojik çalışmalar, çoğunlukla suç hukuku ve onun uygulanması hakkındaki tartışmalarla sınırlı kalmıştır. (Anleu,
2000:1).
Hukuk ve sosyoloji, genel olarak iki farklı disiplin ve bilgi bütünü şeklinde sunulmuştur. Hukukçular, öncelikle hukuksal muhakeme
süreciyle ve mahkemelerin faaliyetleriyle ilgilenirken; sosyologlar, daha çok, hukuk ile toplumsal kurumlar, siyasal yapılar ve ekonomik
koşullar arasındaki karşılıklı bağlantılarla, hukuksal kurumlar ile diğer ihtilaf çözme ve toplumsal kontrol biçimleri arasındaki ilişkilerle
ilgilenmişlerdir. Toplumsal araştırmacılar, daha bireysel veya mikro ölçekte, yargıçlar, avukatlar ve sade vatandaşlar gibi, hukuk sürecinde rol
oynayan farklı aktörlerin hukuku, hukuksal kavram ve kuralları, hukuksal kurumları ve söylemi nasıl yaşadıklarını, kullandıklarını ve
yorumladıklarını incelemişlerdir.
Hukuk, sadece hukuk uygulamacılarının ve yargı personelinin erişebildiği bir bilgi bütünü olmadığı gibi, yalnızca formel hukuk sistemi
içinde yer alan yapılar ve süreçler tarafından da oluşturulmaz. Aynı şekilde hukuk, sadece yargıç, savcı, avukat, polis ve adliye
görevlileri gibi hukuksal rolleri olan personelin etkinliğinden de meydana gelmez.
Hukuk, toplumsal kontrolü veya düzeni sağlamaya yönelik bir kurallar, kurumlar ve pratikler bütünü olarak anlaşılmalıdır. Hukuk,
toplumsal sistemin bütünleyici bir ögesi olup bu sistem içindeki ekonomik ilişkiler, kültürel değerler, toplumsal yapılar, toplumsallaşma
süreçleri, siyasal kurumlar ve ideolojiler tarafından şekillenen ve onları şekillendiren bir toplumsal olgudur.
❔ Hukuk hakkındaki sosyolojik çalışmaların, genellikle suç hukuku konusundaki tartışmalarla sınırlı kalmasının nedenlerini
araştırınız.
Toplumsal Reformlarda Araçsallık: Hukuka yönelik diğer yetersiz bir yaklaşımı, hukuku daha çok toplumsal reform uygulamalarının bir
aracı olarak değerlendiren anlayışın temsil ettiği söylenebilir. Hiç kuşkusuz sosyolojinin 19. yüzyılda ayrı bir bilim dalı olarak ortaya
çıkmasından itibaren, temel ilgi alanı toplumsal değişme olmuştur. Zaten sosyolojinin oluşum dönemi, geniş ölçekli ekonomik,
toplumsal ve siyasal dönüşümlerin yaşandığı bir devirdir. Başlangıcından itibaren toplumsal değişme olgusuyla yakından ilgilenen
sosyolojinin de etkisiyle özellikle 20. yüzyılda hukuk, arzu edilen yönde toplumsal değişmeyi gerçekleştirmenin bir aracı ya da kaynağı
olarak görülmüştür. Bu bağlamda, refah devleti uygulamaları kapsamında öngörülen toplumsal programların uygulanmasında ve
toplumsal reformların gerçekleştirilmesinde hukuka başvurulmuştur. Birçok yorumcu, hukuka yönelik böylesine basitleştirici ve araçsal
nitelikteki yaklaşımın sınırlılıklarına işaret ederek, hukuk alanındaki analizlerine, hukuk kurallarının, hukuksal kurumların ve hukuksal
rol oynayan aktörlerin yanı sıra; hukuk kültürünü, ideolojisini ve söylemini de katmışlardır. Onlara göre hukuk, sadece toplumsal
reform yapmak veya istenilen yönde toplumsal değişim sağlamak üzere kullanılan edilgen bir araç olarak görülemez; hukuk, hem
toplumsal ilişkileri, kimlikleri ve kurumları şekillendiren önemli bir güçtür, hem de toplumsal sistem içindeki diğer ögelerce
oluşturulan ve şekillendirilen bir olgudur.
Antropologların
Tanımları
Sosyologların Hukukçuların
Tanımları Tanımları
Antropologların Hukuk Tanımları (**ÇOK ÖNEMLİ)
⇒ Yükümlülüklerin Ünlü antropolog Bronislaw Malinowski’ye göre hukuk, yükümlülüklerin
Düzenlenmesi ve düzenlenmesinin ve şekillendirilmesinin spesifik bir sonucudur. Hukuk, bir
Şekillendirilmesi kimsenin acı çekmeksizin ya da ıstırap duymaksızın kendi sorumluluklarından
(Malinowski): kaçınmasına izin vermeyen olgudur.
(Ünlü İslam hukukçusu İmam-ı Azam Ebu Hanife’yle benzer tanım: Hukuk -fıkıh-,
kişinin lehine (haklar) ve aleyhine (borç/yükümlülük) olan kuralları bilmesidir.)
⇒ Normun İhmaline veya Antropolog E.Adamson Hoebel’e göre, bir normun ihmaline veya ihlaline düzenli
İhlaline Düzenli Cevap bir şekilde cevap veriliyorsa, sözkonusu norm bir kişi veya grup tarafından fiziksel
Verilmesi (Hoebel): güç ya da tehdit yoluyla uygulanıyorsa, bu kişi ya da grubun bu şekilde davranma
hakkına ya da ayrıcalığa sahip olduğu toplumsal olarak kabul görüyorsa, o normu
hukuk normu olarak görmek gerekir.
Sosyologların Hukuk Tanımları (**ÇOK ÖNEMLİ)
1)Kuralın Yetkililer Eliyle ⇒ Max Weber, bir kuralı veya emri, eğer o kural veya emir
Zorlamayla Uygulanması fiziksel veya psikolojik zorlama olasılığı ile dışsal olarak garanti
(Weber): edilmişse ve bu zorlama, ihlali önlemek ve uyumu
gerçekleştirmek amacıyla özel olarak yetkilendirilmiş veya bu
amaç için hazırlanmış kimselerden oluşan bir grup tarafından
uygulanıyorsa “hukuk” olarak adlandırır.
2)Mahkemelerce Uygulanan Davranış Kuralı ⇒ Benzer şekilde, başka bir Federal Yüksek Mahkeme üyesi Benjamin N.
veya İlkesi (Cardozo): Cardozo, hukuku, otoritesine meydan okunduğunda mahkemeler tarafından
uygulanan, bir öngörüyü makul bir kesinlikle haklı çıkarmak üzere tesis edilen
bir davranış kuralı veya ilkesi olarak tanımlamıştır.
3)Muhakeme Edilebilir Kurallar ⇒Hukuk felsefecisi Hermann Kantorowicz ise, hukuku, dışsal davranışı
(Kantorowicz): çerçeveleyen, muhakeme edilebilir toplumsal kurallar bütünü olarak
tanımlamıştır (Trevino, 2008:5).
4)Adalet Amacına Yönlendiren Normlar ⇒“Hukuk: İnsanlar arası ilişkileri biçimlendiren, onlara görünür ve algılanabilir
Bütünü (Hukuk Felsefecisi Vecdi Aral) bir düzen veren, adalet amacına yönlendiren normlar bütünüdür.”.
Antropolojik ve sosyolojik nitelikteki tanımlara karşılık, hukuk bilimi ya da hukuk doktrini
tarafından yapılan tanımlar ise genellikle şöyledir: “Hukuk, toplum hayatında kişilerin
gerek birbirleriyle, gerekse toplumla ilişkilerini düzenleyen ve uyulması kamu gücü ile
desteklenmiş bulunan toplumsal kurallar bütünüdür.”
Pozitif hukuk kapsamında yapılan hukuk tanımlarında, hukukun devletin
zorlama gücüne dayalı yaptırımlarla garanti altına alındığı ve uygulandığı
hususu öne çıkarılırken; sosyolojik açıdan yapılan tanımlarda, yaptırımların
temelinde yer aldığı varsayılan toplumsal zorlama vurgulanır. Hukuk kurallarının
gerisindeki bu toplumsal zorlamayla kastedilen ayıplama, aşağılama ve kınama gi
bi tepkilerin ötesine geçen, son derece etkili bir fiilî zorlamadır. Toplum, hukuk
kurallarını ihlal edenleri bir şey yapmaya ya da yapmamaya zorlar; suçluyu ken
dince cezalandırır, örneğin onu boykot eder, gruptan atar, recmeder (taşa tutarak
öldürür) veya linç eder. Geniş anlamda toplumsal zorlama, devletin eliyle uygula
nan cebir ve infaz türlerini de içerir.
Özetlenen farklı hukuk tanımlarının ortak bir niteliği vardır; hukukun temelinde, emredici
normları, kurumları, süreçleri ve kuralları koyan, yorumlayan ve uygulayan insanları
buluruz. Toplumsal hayatta gözlenen bütün kurallar, hukukun bir parçası veya ilgi konusu
değildir; sadece toplum açısından önem verilen, kamusal yanı ağır basan, yetkili kişi ve
kişilerce uygulanması bir hak olarak görülen normlar, hukukun konusunu oluşturur.
Hukuk dünyası, daha ziyade emredici kuralların, bunları icra eden kurumların ve bunların
tümünün toplum üzerindeki etkisinin dünyasıdır. Bu açıdan bakıldığında, ulusal hukuk
sistemi kadar, şirketlerin de mikro ölçekte hukuk sistemlerinden söz edilebilir.
Şirketlere bir toplumsal grup türü olarak bakıldığında, bunların normlar koydukları ve
onları uygulamaya çalıştıkları görülür. Üstelik bu normların da yaptırımları vardır;
çalışanlarını ikramiye vererek, mevki ve rütbece yükselterek ödüllendirdikleri gibi, para
cezası vererek, mevki ve rütbece indirerek veya işten atarak cezalandırırlar da. Ulusal
hukuk açısından bakıldığında, bir şirketin özel meseleleri olarak görülen bu türden
uygulamalar, şirketin aynı zamanda bir topluluk türü olduğu kabul edildiğinde mini bir
hukuk sisteminin ögeleri olarak anlam ifade eder.
Hukuk, bir toplumun, bir topluluğun, bir grubun veya organizasyonun yönetme gücünün bir parçası
olarak karşımıza çıkabilir. Bu çerçevede bir kulüp veya kabilenin hukukundan da söz edilebilir. Eğer,
bu grupların bir takım gelenekleri ve kuralları varsa ve bunların bağlayıcı olduğu kabul ediliyorsa, o
grup bir hukuk sistemine sahip demektir. Üstelik bunun mutlaka formel bir şekilde cereyan etmesi
de şart değildir. Çünkü hukukun, kesin evrensel gerçekliğe sahip mutlak bir tanımı yoktur. Hukuka
sosyolojik bakış bağlamında araştırmacılar, gerek devlet gerek toplumsal gruplar ve örgütler
çerçevesinde gözlenen hukuksal nitelikli tüm kuralların nasıl oluştuklarını ve uygulandıklarını, ne
ölçüde itaat gördüklerini ve ihlal edildiklerini, insan davranışlarını nasıl etkilediklerini ve onlardan
nasıl etkilendiklerini incelemeye çalışırlar.
Hukuka sosyolojik yaklaşım kapsamında üretilen kavramların neredeyse hepsinde, hukuk normları,
tamamen bir devlet gücünün yaratımı olarak değil; bazı toplumsal gerekliliklerden doğan, kimi
toplumsal talepleri yansıtan kurallar olarak görülürler. Buna göre hukuk, bir hukuk kuralları
sisteminden daha fazlası olup toplumsal ilişkilerle bağlantılı, onları düzenleyen bir hukuksal ilişkiler
setidir. Hukuk normu, toplumsal olarak şekillendirilen ve değiştirilebilen insan yaratımı bir olgudur.
Hukuk normu, sadece doğrudan gerçekleşme yoluyla toplumsal hayatta işlerlik göstermez; hukuk
normları gerçekleşmemiş olsa bile, hukuk normları hakkındaki bilgi ve hukuksal bilinçlilik, dolaylı
olarak da toplumsal ilişkileri etkiler.
Tarihsel süreç içerisinde hukuku, her toplumda diğer toplumsal düzen kurallarından ayırt
etmek kolay değildir. Bu bağlamda, kamusal bir otorite ya da güç tarafından desteklenen
din ve ahlak kuralları, aynı zamanda hukukun kapsamı içinde de değerlendirilebilir. Her ne
kadar yazılı hukuk kuralları, günümüzde daha çok formel bir nitelik taşımaktaysa da her
zaman ve her yerde bu niteliğe sahip olduğu da ileri sürülemez. Çünkü hukuk, her
toplumun ekonomik, siyasal ve kültürel şartlarına, yaşam biçimine, dünya görüşüne,
düşünsel yapısına, geleneklerine ve göreneklerine göre farklılık gösterdiği gibi, aynı
toplumda zaman içinde de değişiklik gösterir. Yazılı olan ve olmayan kuralları bünyesinde
barındıran hukuk, yazının icadından önce doğal olarak yazılı kurallar bütünü anlamına
gelmediği gibi, yazının icadından sonra da sadece yazılı kurallar bütününü ifade etmez.
Toplumsal sistem içinde yazılı kuralların ve yazılı olmayan kuralların yeri ve önemi, zamana
ve yere göre değişir. Bir toplumun hukuk düzeni, çoğu zaman zannedildiği üzere, sadece
yasama organı tarafından veya bilinçli insan müdahalesiyle oluşturulan kurallardan
oluşmaz. Sözkonusu düzenin unsurları arasında yazılı kurallardan başka, yargı organlarının
kararları, yazılı olmayan genel hukuk ilkeleriyle örf ve adet kuralları da bulunur.
Hukuk, uzun süre toplumsal bilimlerle yakın bir ilişkiden uzak bir genel uygu
lama veya yaygın bir pratik alanı olarak görülmüştür. Bu konudaki asıl kusurun,
hukukçulara ait olduğu söylenebilir. Çünkü hukukçular, hukuksal sorunları,
çoğu zaman hukuk kurallarının doktrin bakımından doğru yorumlanmasına
ilişkin sorunlar olarak görmüşlerdir. Oysa hukuk, her şeyden önce bir
toplumsal kurumdur. Bir toplumun veya grubun varlığını sürdürebilmesi için
hayatî işlevleri olan temel kurumlardan birisidir. Başka deyişle hukuk,
toplumda bazı işlevleri yerine getirmek, kimi işleri yoluna koymak üzere
örgütlenmiş kurumsal bir etkinliktir. Bir toplumsal kurum olarak hukuk,
fiziksel araçların, değerlerin, normların, kalıplaşmış ilişkilerin ve
davranışların yerleşik usul ve pratiklerin, sembollerin ve standartların
bütünüdür. Bu niteliğiyle de, sosyolojinin temel inceleme konularından
biridir.
Bilim Olarak Hukuk Sosyolojisi: Sosyolojiden
Sosyolojilere > Hukuk Sosyolojisi
*aile sosyolojisi/eğitim sosyolojisi/din sosyolojisi/bilgi sosyolojisi/siyaset
sosyolojisi/tarih sosyolojisi/kent sosyolojisi/Bilgi Sosyolojisi/Ahlâk Sosyolojisi/
Siyaset Sosyolojisi/Ekonomi Sosyolojisi/Sanayi Sosyolojisi/göç
sosyolojisi../hukuk.. sosyolojisi..
*genel sosyoloji/⇒hukuk felsefesi uzantısı/⇒bağımsız hukuk sosyolojisi
Hukuku anlamaya yönelik yaklaşımlar arasında, hukukun üç boyutlu olduğu
konusundaki yaklaşım ağırlık kazanır. Burada üç boyut etik değer, toplumsal olgu
ve norm olarak ayırt edilmiştir. Etik değer boyutu hukuk felsefecisinin,
toplumsal olgu boyutu hukuk sosyologunun ve norm pozitif hukukçunun
çalışma alanları olarak ayrıştırılabilir.
Hukuk sosyolojisinin bilim olarak neyi hedefediği ve hukuk uygulamasında işe yarayıp
yaramayacağı sorunu hukuk bilimi ve hukuk felsefesiyle karşılaştırılmak suretiyle ele
alınmalıdır. Hukuk toplumsal yaşam içinde yer alan insan ilişkilerini düzenleme iddiasıyla
ortaya çıkarken, bunu normatif şekilde ortaya koyar. Normlar davranışı düzenlerler ve
rasyonel şekilde ifade edilen emirlerden oluşurlar. Normlar kendilerine uyulmayı emrederler.
Her bir normun altında doğru davranışın ne olduğuna dair bir düşünce vardır. Örneğin
hırsızlığı yasaklayan bir normun altında, hırsızlığın kötü bir davranış olduğunu ifade etmiş olur.
Neyin doğru/yanlış olduğunu belirten normun içindeki değer aslında tartışılmaya açıktır.
Hukuk uygulamacısından beklenen, hukukun tartışılmadan önündeki uyuşmazlığa
uygulanmasıdır. Hukuk bilimi, işte bu sınırlarda hukuku konu edinir. Yani hukukun meşruluğu,
etkinliği sorunuyla ilgilenmez. Sadece yürüklükteki hukuk ve normlarla ilgilenir.
Hukukçu toplumsal düzeni temin eden bir aktördür, hukuk bilimi de ona temel bilgisel
araç ve metotları temin eder. Hukuk bilimi, hukukun boşluksuz olması gerektiği
önkabulünden hareketle çalışır. Eğer fiilen bir boşluk mevcutsa, bu da hukukun sınırları
içinde, yargıç tarafından doldurulur.
Hukuk biliminin objesi, gerçeklik değil, bir düzen tasarımıdır. Konusu tasarım
olan hukuk bir bilim midir, değil midir? (**ÇOK ÖNEMLİ)
Bilimler, doğa bilimleri ve sosyal bilimler olarak, iki temel sınıfa ayrılmıştır. Her
ikisinin objelerini oluşturan olgu ve süreçler, bilim adamına dışsal maddî
gerçeklikleri vardır. Bunların dışında kalan mantık ve matematik gibi objesi
maddî olmayan araştırma alanları, bilim değil, teknik olarak adlandırılabilir.
Bu durum mantık ve matematiği değersiz kılmaz, çünkü onlar olmaksızın
hiçbir bilimde doğrulama ve/veya yanlışlamayı başarabilmek, yani bilginin
konu edindiği objeleri yansıtıp yansıtmadığını denetlemek olanaksızdır.
Bu açıdan bakıldığında, hukuk bilimi bu sınıflandırmaların içine dahil
edilemez. Hukuk bilimi, bu anlamda, objesi maddî olmadığı için doğa bilimleri
ve sosyal bilimler anlamında bir bilim sayılmamak gerekir. Bu alanda N. S.
Timasheff’in kullanmayı tercih ettiği ideografik ve nomografik bilimler
ayrımına başvurabiliriz.
HUKUKUN BİLİMSELLİĞİ (N. S. Timasheff) (**ÇOK ÖNEMLİ)
2)Hukuk sosyolojisinin aksine, hukuk biliminde bilgi Hukuk sosyolojisinde bilgi yanlışlanabilir.
yanlışlanabilir değildir; objesine uygunluk yerine iç
tutarlılık esas alınır. Hukuk, buradaki ele alınış şekliyle,
işleyişindeki amaç ve çalışma usulleri bakımından ahlak ve
politika sanatının benzeridir.
3) Hukuk sosyolojisi ile hukuk bilimi arasındaki ilişkide bir Oysa hukuk sosyolojisinin bilgisinin betimleyici veya
diğer önemli nokta, hukuk biliminin bilgisinin normatif, açıklayıcıdır.
yani düzenleyici olmasıdır.
Hukuk biliminin hedefi toplumsal düzenin işlemeyen Hukuk sosyolojisi hukukla ilişkili olguların ve bunlarla ilgili
yönlerini tamir ederek topluma düzen getirmek veya insan eylemlerinin düzenliliklerini açıklamaya kavuşturan
mevcut düzenlemeyi geliştirmektir. bir bilimdir.
Hukuk Sosyolojisinin Diğer Bilimlerle İlişkisi
Hukuk Sosyolojisi-Felsefe: Diğer bilimlerle hukuk sosyolojisinin
ilişkisine bakarsak; her bilim dalı gibi hukuk sosyolojisi de
felsefeden, hukukla bağlantılı olarak hukuk felsefesinden
bağımsızlaşmıştır. Felsefe, kavramlarla işgörür. Felsefe insana ve
evrene ilişkin hakikati bulmaya çalışır. Felsefe, sezgisel ve sistemik
nitelikli şekilde dış dünyanın kavramsal ve analitik bilgisini kurar.
Diğer bir ifadeyle, evren ve insana dair anlam kurar. Bu bilgi
yanlışlanabilir ya da doğrulanabilir nitelikte değildir. Felsefe sorular
sorarak aydınlatılmaya değer toplumsal olguları ve başlangıç
düzeyindeki kavramsal çerçeveyi sağlayarak hukuk sosyolojisine
katkıda bulunur.
Tarih ve Hukuk Tarihi: Tarih ve hukuk tarihi, incelenecek olgu ve
süreçlerin bütünsel bilgisini sağladığı için hukuk sosyologunun
bütünsel nitelikte kuramlar kurmasına olanak sağlar. Tarihsel bilgi
bize bilimsel nitelikte bilgi sağlamaz. Olaylar geçmişte yaşanmış ve
tekrar edilemez niteliktedir, test edilemezler. Tarihçi, açıklama
getirmek istediği olaylar seçtiği gibi, bu olayları çevreleyen toplumsal
olayların hangisinin incelemeye dahil olacağını da seçer. Tarihsel
olayı elde ettiği bilgilerle yeniden kurar. Böylece, tarihçinin ürettiği
bilgiyi de, doğrulamak veya yanlışlamak olanaksızdır. Sonuç olarak,
tarihsel bilgiyi de bilimsel bilgi sayma olanağı yoktur. Sosyoloji
kuramları, hep geniş bir tarih bilgisi olanlar tarafından
kurgulanabilmiştir. (ör. İbn Haldun/Max Weber.. Bunlar aynı
zamanda, birer büyük hukukçudur.)
Büyük Sosyoloji Kuramcıları (**ÇOK ÖNEMLİ)
İbn Haldun, İslâm hukuk geleneğindeki Max Weber, doktora tezi Roma toprak
mâlikî mezhebine mensup Mısır’da yıllarca hukuku olan Roma hukukçusu, dinler ve
başyargıçlık (kâdî’l-kudât) yapmış bir İslâm hukuk tarihçisi.
hukukçusu.
Tarih bilgisi, sosyolojiye toplumsalın anlaşılması için bilgi ve sürece dair birikim sağladığı için
önemi büyüktür. Büyük sosyoloji kuramcılarının tabanında, derin hukuk bilgisi yer alır.
Hukuk Uygulaması-Hukuk Sosyolojisi: Hukuk sosyolojisi bir bilim dalı olarak çok yakın bir
döneme aittir. Fakat hukuk düzeni üzerine çalışmalar çok daha eskiye dayanır. Bu açıdan,
olağan koşullarda hukuk uygulaması için, hukuk sosyolojisi mutlak bir gereklilik değildir.
Hukuka verili hukuk düzeninin çerçevesinden bakarsak, zâten hukuk sosyolojisine de
ihtiyaç duymayız. Fakat hukukla toplumu daha iyi düzenleme gibi hukukun araçsal
kullanımı hedefleniyorsa, hukuk sosyolojisinin sağladığı bilgi gereklilik haline gelir.
Nedenlerini sıralarsak; birincisi, modern toplum koşullarında daha iyi işleyen bir toplumsal
düzen için, konuyla ilgili toplumsal fenomenlerin daha iyi bilinmesi gerekir. Buna, hukuk
sosyolojisinin status quo’yu sürdürmek yolunda kullanımı diyebiliriz. İkinci olarak ise,
toplumsal değişme için hukukun araçsal kullanımı söz konusu olabilmektedir. Hukuksal
değişme devrimci değişimler için kullanılabileceği gibi, azalan hukukun etkinliğinin
arttırılması için de kullanılabilir. Burada hukukun araç olarak devrimci kullanımına hukuk
devrimi koşullarındaki kullanımını örnek verebiliriz. Diğeri ise, örneğin daha kalabalıklaşan
kentlerde artan suçları önlemeye yönelik kullanımda görülebildiği gibi, toplumsal düzeni
daha dinamik algılamayla yeniden tesis etme yönündeki kullanımdır. Bu değişimlerin
yönünün tayin edilebilmesi için hukuk sosyolojisinin sağladığı bilgilere ihtiyaç duyulur.
Hukuk sosyolojisin toplumsal süreçler ve fenomenlere ilişkin sağladığı bilginin
başarılı olması kullanımının da başarılı olacağı anlamına gelmez. Bu bilgi yargıç,
yasakoyucu veya hukukla ilgili başka kurumlar ve aktörler tarafından hukuk
politikalarını belirlemede kullanılır. (=Hukuk Politikolojisi/Siyaseti) Fakat bu bilgi ile
birlikte bu kişi ve kurumların hangi toplumsal değerleri temel aldıkları ve/veya hangi
ideolojiye sahip oldukları bilginin kullanımına yön verir. Örneğin çalışanların sosyal
güvenliklerinin pratikte işlemediği bilgisi, bir sosyal güvenliğe önem vermeyen bir
hukuk politikası çerçevesinde sürdürülmesi gereken bir durum olarak
değerlendirilebilir. Aynı bilgi sosyal güvenlik konusunun güçlendirilmesini düşünen
başka bir hukuk politikası yaklaşımı çerçevesinde bu alanda reform yapılması gerektiği
yönünde kullanılabilir. Burada, ilk yaklaşıma sınai işletmelerin daha düşük işgücü
maliyetiyle rekabet gücünün yüksek olacağını düşünen bir neo-liberal, diğerine de
çalışan sınıfların tatmininin toplumsal düzeni daha sağlamlaştıracağına inanan bir
hukukçu veya politikacıyı örnek verebiliriz. Örnekte, aynı bilgi uygulamaya dönük iki
farklı tutuma hizmet edebilir.
*Toplumsal olgu olarak hukukun etki alanı ve ortaya çıkış süreçleri,
*Olan hukuk sisteminin hangi etkilerle ve ne şekilde var olduğu, (toplumsal
yapıyı nasıl etkilediği-ne tür hukuk uygulamalarının ne tür sonuçlara yol açacağı)
*Hukuk ve hukuk olmayanlar, hukukun kaynakları, hukukun kaynakları
açısından değeri,
*Hukukçu tutumları, profilleri ve hukuk süreçleri (yargı sosyolojisi), (hukuk
sosyolojisi-kriminoloji-adalet psikolojisi)
*Hukukun etkin uygulanmasını garanti etmenin yolları..
Hukuk sosyolojisinin konusunu genel olarak, toplumsal yaşamda hukuksal
düzenlemelerin yeri ve önemi oluşturur. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
hukuk sosyolojisinin giderek artan önemi, hukukun toplumsal yaşamdaki
ağırlığının artmasından kaynaklanmaktadır. Hukuk sosyolojisi açısından
hukukun, etkinlik problemi merkeze alınarak tanımlanmaya çalışılır.
Hukuku devletin yasama faaliyeti çevresinde ele alan çalışmalarda eksik
kalan bir boyut, toplumsallık boyutu da çalışmalara dahil edilir. İkinci olarak ise
bu toplumsal yaklaşım sayesinde toplumsal sistem içerisinde hukuksal gelişim
sürecinin izlenmesi mümkün olur. Böylece etkinlik kavramı bizi, “yaşayan
hukuk” kavramına ulaştırır. Yaşayan hukuk sayesinde, hem sosyal gerçekliğe en
uygun açıklamaları yapabilmek mümkündür, hem de kavram hukuka dair
eleştirel düşünebilme imkânı tanır.