You are on page 1of 178

ORTA ÇAĞ AVRUPA TARİHİ-I

AVRUPA’DA RÖNESANS

Doç. Dr. Cavid QASIMOV

VAN YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT

FAKÜLTESİ TARİH BÖLÜMÜ

VAN:2017
RÖNESANS (YENİDEN DOĞUŞ)

Rönesans Orta Çağ ve Reformasyon arasındaki tarihi


dönem olarak bilinir. 15 - 16. yüzyıl İtalya’sında batı ile
klasik antikite (Eski Roma ve Yunan Eserlerinin
incelenmesi) arasında sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta
bağın tekrar kurulmasını sağlayan, Antik Yunan filozof ve
bilim insanlarının çalışmalarının çeviri yoluyla alındığı,
deneysel düşüncenin canlandığı, insan yaşamı (hümanizm)
üzerine yoğunlaşıldığı, matbaanın bulunmasıyla bilginin
geniş kitlelerle paylaşımının arttığı ve radikal değişimlerin
yaşandığı dönemdir. Bu çağ uzun zamandır geriye düşmüş
olan Avrupa'nın ticaret ve Coğrafi Keşifler'le yükselişinin
öncüsü olmuştur. İtalyan rönesansı bu dönemin başlangıcı
sanatsal ve bilimsel gelişmeyi ifade eder.
İlk kez İtalyan sanatçı Giorgio Vasari tarafından Vite'de
kullanılmış, 1550 yılında basılmıştır. Rönesans teriminin
kökeni Fransızca'dır. Fransız tarihçi Jules
Michelet tarafından kullanılmış ve İsviçreli tarihçi Jacob
Burckhardt tarafından geliştirilmiştir. (1860'larda).
Yeniden doğuş iki anlamı içerir. İlki antik klasik
metinlerin tekrar keşfi, öğrenimi, sanat ve bilimdeki
uygulamalarının tespitidir. İkinci olarak bu entelektüel
aktivitelerin sonuçlarının Avrupalılık kültürünü genelde
güçlendirmesidir. Bu yüzden Rönesans'tan bahsederken
iki farklı fakat anlamlı yoldan söz edilebilir: Klasik
öğrenmenin ve bilimin antik metinlerin tekrar keşfiyle
yeniden doğması ve genel anlamda bir Avrupalılık
kültürünün yeniden doğuşu. Raphael Sanzio ve
Michelangelo gibi birçok ressam mevcuttur.
Rönesans döneminin yaratıcılığının esas yürütücü gücü
tüccarlardır. Bunlar en kârlı ticaretin hangi alanda
olduğunu araştırdılar ve bu yoldan sağladıkları
zenginlikleri sanat ve endüstri yeniliklerine yatırdılar.
Rönesans; Floransa, Venedik, İngiltere, Portekiz, Holland
a gibi büyük kent-devletlerinde ya
da metropollerde doğmuştur. Rönesans üzerinde derin
araştırmalar yapan Burkhard: “Rönesans insanın
keşfedilmesidir.” demektedir. Gerçekten
de Ortaçağ Avrupa’da insanın hiçbir kıymeti
yoktu. Engizisyon mahkemelerinde yüz binlerce insan
haksız yere ve çok defa sırf servetlerini ele geçirebilmek
için öldürüldü. Papazlar çeşitli menfaatler
karşılığında günahları affediyorlardı.
Hatta cennetten yerler satıyorlardı. Mantık ve insanî
esaslar kaybolmuştu. Dünya'nın döndüğü kanısına
varan Galile ve daha pek çok düşünür çeşitli işkenceler
görmüş pek çoğu öldürülmüştür. Bu itibarla Rönesans
hareketi ilim ve teknioloji deki ilerlemenin yanı
sıra insan ve tabiat sevgisini de beraberinde getirdi.
Rönesans`ın öncüleri, sanat faaliyetlerinin yanı
sıra edebiyat, tarih ve arkeolojiye de önem verdiler.
Resim ve tasvir anlayışı gelişti. Mimaride gotik tarzı terk
edilerek barok ve rokoko üslubu geliştirildi. Rönesans
mimarlığının başlıca özellikleri ölçü, sadelik ve tabiiliktir.
Bu şekilde İtalya’da başlayan Rönesans hareketi kısa
zamanda bütün Avrupa’da yayıldı. Rönesans daha
ziyade Fransa’da sanat; Almanya’da dini tablo ve
resimler; İngiltere’de edebiyat; İspanya’da resim ve
edebiyat alanında gelişti. İtalya’daki rönesans
hareketinde eski
Yunan ve Roma ediplerinden Tacitus, Sophokles, Domost
en, Platon, Çiçeron ve Virgil’in eserleri tekrar ortaya
çıkarıldı. İtalyan fikir adamı ve
yazarlarından Machiavel (1469-1531), Tasso (1544-1595)
yetişip eserler verdiler. Machiavel’in Hükümdar adlı eseri
meşhurdur. Ressamlardan Rafael (1483-1520) aynı
zamanda heykeltıraş, mimar ve edebiyatçı da
olan Leonardo da Vinci (1452-1519), Mikelanj (1475-
1564) bu devirde İtalya’da yetişen sanatkarlardır.
Fransa, edebiyat ve fikir sahalarında İtalya’yı
geçerek; Ronsard (1525-1585), Montaigne (1533-
1592), Rabelais (1495-1555), mimarlıkta Louvre Sarayı'nı
yapan Pierre Loscot, Tuileries Sarayını yapan Jean
Bullant, resimde de François Clouet yetiştiler. Fransız
krallarından I. François(1515-1547) zamanında Collège de
France kuruldu. Almanya’da daha çok din alanında
değişiklikler oldu. Almanya’da hümanizm
akımında Erasmus (1467-1536), Röklen (1452-
1522), Luther (1483-1546), resimde Albrecht Dürer (1471-
1528) yetişti. İngiltere’de tiyatro sahasında eserleriyle
tanınan ve Hamlet'in yazarı Shakespeare (1564-
1616), İspanya’da Don Kişot'un yazarı Cervantes (1547-
1616), ressam Velasquez (1599-1660), Hollanda’da
ressam Rembrandt (1607-1669),
Polonya’da ilk defa dünyanın güneş etrafında döndüğünü
söyleyen Kopernik'e yetiştiler. Rönesans devrinde yapılan
eserler Avrupa’da hala mevcuttur. Ressam ve
heykeltıraşların tablo ve heykelleri müzelerde
bulunmaktadır.
JAKOB BURCKHARDT(1818-1897)
RÖNESANS’IN SEBEPLERİ

1. Arap eserleri ve Arapça'ya çevrilmiş Antik


Mısır ve Roma (Yunan)eserlerinin tercüme edilmesi ve
yayımlanmasıdır.
2. Matbaanın geliştirilmesi çok önemlidir, bu
sayede bilim ve düşünce yayılmıştır.
3. Pusulanın geliştirilmesiyle birlikte, coğrafi
keşifler sonucunda zenginleşen ve güzel sanatlar gibi
alanlara destek veren, bu alanları koruyan bir sınıfın
oluşması (coğrafi keşifleri yapan Burjuva sınıfının
oluşturduğu ''mesen'' adlı sınıftır.).
1. Orta Doğu'ya düzenlenen Haçlı
Seferleri (Skolastik düşünce ürünü dogmaların çökmesi,
yeni üretim ve yeni tekniklerin öğrenilmesi)
2. Endülüs Emevileri'nin kıta Avrupası'na taşıdıkları kültür
(Astronomi, devlet-vatandaş ilişkisi, hukuki ve sosyal
haklar, mimari, sanat, bilimsel bilgi ve yöntemler gibi
konuların bütün Avrupa Kıtası'na taşınması)
RÖNESANS FELSEFESİ

• Rönesans felsefesi, 14. yüzyıl sonlarından başlayıp 16.


yüzyıl ortalarına kadar geçen dönemde, özellikle de 15.
yüzyılda ortaya çıkan çok yönlü felsefi gelişmeleri
adlandırır. Rönesans felsefesi, genel olarak felsefe
tarihinde bir geçiş dönemi felsefesi olarak kabul edilir.
Bilimde ve düşünce alanında yeni gelişmeler meydana
gelmeye başlamış, ortaya çıkan yeni perspektifler ve
bilgiler rönesans felsefesini, ortaçağ düşüncesiyle yeni
çağ düşüncesi arasında köprü rolünü oynamaya
yöneltmiştir. Rönesans anlam olarak yeniden
doğuş anlamına gelmektedir. Avrupa'da gerçekleşmiş olan
bir olaydır, ancak özellikle Batı Roma'nın sürdürücüsü
olan Latin bölümünün, bu gelişmeleri sağladığı
• Tarihsel olarak rönesansın başlangıcını kesin bir şekilde
belirlemek güçtür; bu noktada birçok saptamalar vardır.
Genel olarak bunun için 1517'deki reformasyon'nun
başlamasına işaret edilmektedir. Rönesansa etki eden
gelişmelerin 14. yüzyılın sonlarından itibaren görmek
mümkündür. Bu dönem kilisenin gücünü hem ekonomik
hem de düşünsel anlamda kaybetmeye başladığı bir
dönemdir. Ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeler belirli
bir şekilde felsefi gelişmeleri etkilemiş ve bu dönemde
yeni sıçramalar göstermiştir. Dinsel otoritenin
zayıflamasına paralel olarak rönesansta felsefe, kendini
bağımsızlaştırmaya başlamıştır; bunu da deneyi ve aklı
öne çıkararak yapmaya çalışmıştır. Böylece ortaçağdaki
kapalı düşünce biçimi açılmaya ve parçalı bir görünümle
çoğullaşmaya başlamıştır.
Felsefe din adamlarının etkisinden çıkıp farklı konumlara
sahip yazarlar ve düşünürlerin ilgi alanında yer almaya
başlamıştır. Kurulan üniversiteler bu bakımdan önemli bir
rol oynamıştır. Rönesans felsefesi buna bağlı olarak farklı
düşüncelerin, felsefe sorularını farklı yollardan
değerlendiren felsefe eğilimlerinin varolmasını
sağlamıştır. Bu yönelimlerin ortak bir paydası varsa, o
da skolastik felsefeye karşı koymak olarak belirtilebilinir.
Skolastik felsefe inanç ile bilgi ya da din ile felsefe
arasındaki ilişkinin belirlenmesi konularında açık olmayan
bir yol izlemiş, ve bunları birbirlerine indirgemeye
yönelmiştir. Orta Çağın sonlarına doğru bu yaklaşım iyice
çözülmeye başlamış ve din-felsefe ilişkisi birbirinden
uzaklaşmaya yönelmiştir. Felsefe giderek bağımsızlaşacak
ve rönesansta kendi başına bir güç kazanacaktır.
• Özellikle bu kopuşta nominalizmin etkisini belirtmek
gerekir. Doğrunun çift nitelikliliği, bilgi bakımından
doğru olmayan bir şeyin inanç bakımından doğru
olabileceği düşüncesi bu dönemde temellendirilmiştir.
Böylece inanç ile bilginin sınırları kesin olarak
birbirinden ayrıştırılmış olunmaktadır. Skolastiğin son
dönemleri bu anlamda rönesans felsefesinin oluşmasının
ipuçlarını verir. Bu özerkleşme süreçlerinin bir parçası
olarak birey öne çıkmış, felesefe de insan düşüncesinde
sorun olan her şeyin irdelendiği bir disiplin olarak
yeniden ele alınmaya başlanmıştır. Parçalı, renkli,
monolitik olmayan rönesans düşüncesi böylece ortaya
çıkmıştır.
HÜMANİZİM
Hümanizm, Fransızca humanisme, insancılık,
beşeriyetçilik, insan odaklılık, insan-merkezcillik.
Hümanizm terimsel tanım açısından "sevgi" içermez. Daha
felsefi ve bilimsel bir temeli ifade eder. Türkçe karşılığı
"insan-merkezcillik"tir. Yani tanrı-merkezcillik geri plana
atılır ve bir anlamda reddedilir, insan-merkezcillik esas
alınır. Bu kavram psikolojik derinliği olan sübjektif bir
kavram (sevgi ve benzeri duygu durumları) değil, felsefi
temelli objektif bir kavramdır. Örneğin bir fiilin
değerlendirmesinde "tanrının/tanrıların hoşnutluğu" değil
"insana faydası/hoşnutluğu" esastır. Bu açıdan da
sekülarizmle sıkı bir ilişkisi vardır. Yine kanunların
düzenlenmesinde tanrı-merkezcilliği değil insan-
merkezcilliği önermektedir.
Adının Türkçe anlamı insancılıktır (human).
Genelde deizm, ateizm ve agnostisizm ile bütünleşebilir
ama hümanist anlayış bunlar için değildir. Hümanizm, bu
tür doğaüstü güçlerin varlığıyla ilgilenmeyen etik tabanlı
bir görüştür. Seküler bir hayat duruşu ilkesi ve her otorite
karşısında insanı özgürleştirme çabası hümanizmin
tanımıdır. Hümanizme göre doğruyu bulmak insanın bir
yetisidir. Fakat doğruyu bulma
yönteminde gizemcilik, mistisizm, gelenek ve bunlar gibi
genel geçer kanıtlarla ve mantıkla bütünleşmeyen
yöntemler izlenemez. Gerçeğe duyulan bu arzu, gözü
kapalı kabullenimlerle değil, bilimsel şüphecilik ve
bilimsel yöntemle doyurulmalıdır.
Otoriteyi ve aşırı şüpheciliği de reddederken, kaderin
olaylar üzerindeki etkisini kabul etmez. Doğrunun ve
yanlışın bilgisine kişisel ve ortak bilincin en doğru
biçimde algılanmasıyla ulaşılabileceğini savunur. Bunun
yanı sıra, humanizm insanın tüm diğer canlı türlerinden
daha özel olduğu düşüncesini reddeder. Hümanist filozof
Peter Singer “Birçok istisna olmasına rağmen,
hümanistlerin çoğu kendilerini en büyük dogmadan
özgürleştiremiyor… önyargılı türcülük… Hümanistler
diğer canlı türlerine karşı düşüncesizce istismarlara karşı
durmalıdır.” diyerek hümanizmin doğalcılığını ve
hayvanseverliğini belirtir. Bizim diğer canlıların üzerinde
tanrı vergisi bir hüküm hakkımız olmadığını ekler.
Hümanizm insanın kapasitesine iyimser yaklaşır, bunun
yanı sıra insan doğasının tümüyle iyi ya da tüm insanların
hümanizmin savunduğu ussalcı ve manevi değerlere
ulaşabileceğini savunmaz. Bu hedef birey için azim ve
diğerlerinin yardımını gerektirir. İnsanın gelişimidir
hümanizmin ereği, bütün insanlar için hayatı daha iyi
yapmak. Hümanizm güzel şeyler yapmaya, şimdi ve
burada iyi yaşamaya ve geleceğe daha iyi bir dünya
bırakmaya yoğunlaşır.
HÜMANİZMİN TARİHİ

Hümanizm Rönesans'a, İslamiyetin Altın Çağı’na ve


Antik Yunan kalıntılarına dayandırılabilir ve hatta
humanist düşünce Buddha ve Konfüçyüs’te de
görülebilir. Bunun yanında hümanizm terimi daha çok
batı felsefesiyle bağlaşıktır. Hümanizm terimi 19.
yüzyılın başlarında, 15. yüzyıl İtalya’sında klasik
edebiyatla ilgilenen kimseler için
söylenen umanista sözcüğünden kökenlenir. Rönesans
Düşüncesinin üzerinde durup antik örneklere göre işlediği
ilk sorun insan sorunudur. İnsanı arayan insana özgü olan
bu dünyadaki yerinin ne olduğunu araştıran çalışmalara
verilen addır.
Hümanizm deyimi ilk olarak filolojik açıdan
değerlendirilmiştir. Ancak sadece bu açıdan
değerlendirilirse bilimsel bir akım olamazdı. Oysa
hümanizm geniş anlamıyla modern insanın hayat
anlayışını ve duygusunu dile getiren bir akımdır. Milattan
önce 6. yüzyılda yaşamış Miletus’lu Thales ve
Colophon’lu Xenophanes kendilerinden sonrakiler için
humanist düşüncenin yolunu hazırlamıştır. Thales
“kendini bil'meyi dünyasının merkezine oturturken,
Xenophanes döneminin tanrılarına inanmayı reddetmiş ve
kutluluğu evrene ve evrendeki şeylere yüklemiştir. Sonra
gelen ve ilk serbest düşünür olarak
görülen Anaksagoras bilimsel yöntemlere katkıda
bulunarak evreni anlamanın başka bir yolunu göstermiş
oldu.
Anaksagoras’ın öğrencisi Perikles de demokrasinin
oluşumunu, özgür düşünceyi savunmuş ve etkilemiştir.
Yazılarından çok azı bugüne gelebilmişse
de Protagoras ve Demokritos da bilinmezciliği
benimsemiş ve ruhani varoluşlarının doğaüstü bir
varlıktan bağımsız olduğunu savunmuştur.
RÖNESANSIN İTALYA’DA BAŞLAMASININ NEDENLERİ
1.Ticaret hacminin fazlalığından dolayı Burjuva sınıfının
daha etkin olması;
2.Antikçağ uygarlığıyla ilişkisinin diğer Avrupa
ülkelerinden fazla olması;
3.Doğu ülkeleriyle etkileşim içinde olması;
4.İtalya'nın özgür insan ve düşüncenin ortaya
çıkmasına daha uygun yönetim biçimlerine sahip olması;
5.Papalığın ve İtalya üniversitelerinin etkisi;
6.İstanbul'un alınması üzerine Bizanslı bilgin ve sanatçıların
bu ülkeye yerleşmeleri;
NOT:Rönesans hareketleri İtalya savaşları, ticari ilişkiler,
üniversiteler ve Papayı ziyarete gelenler aracılığı ile diğer
Avrupa ülkelerine yayılmıştır.
İTALYA’DA RÖNESANS
İtalya’da rönesans Hümanizma ile başladı. Dante, Petrark
ve Bokaçiyus Hümanizmanın ilk öncüleridir. Siyasi
bakımdan hümanistler Makyavel, Gişarden ve Tasso’dur.
Bunlar dinden bağımsız bir kültür oluşturmak, insan ve
dünya ile ilgili bir felsefe yaratmak istiyorlardı. XV.
Yüzyılın ortalarına doğru Hümanizma diğer sanat
alanlarına da yayıldı. Sanatta doğaya dönüş ve gerçeğin
ifade edilmesi ön plâna çıktı.
Resimde; Giotto, Rafael, Leonardo da Vinci,
Mimaride; Bramant, Mikelanj ve
Heykeltraşlıkta; Donetello, Giberti, Mikelanjelo
ölümsüz eserler verdiler.
BATI’DA(FRANSA, İNGİLTERE, ALMANYA, İSPANYA ,
HLLANDA) RÖNESANS
• Fransa’da: Hümanizma hareketi kral tarafından Collège
de France’in (Kolej dö Frans) açılmasıyla başladı.
Fransa’da rönesans hareketi daha çok mimarlıkta ve bir
dereceye kadar heykeltraşlık ve resimde görüldü. Bu
dönemin en ünlü mimari Piyer Lesko, daha çok saray ve
şato yapımına yönelmiştir. Montaigne, bu dönemin ünlü
düşünürlerindendir ve deneme türünün babası sayılır.
François Villan, Pierre de Ransard, Rabelais, Fransa’da
yetişmiş ünlü hümanistlerdir.
1. İngiltere’de: rönesans daha çok Hümanizma alanında
gelişti. Dönemin en büyük Hümanisti Şekspir’dir.
2. Almanya’da: rönesansın resimde en büyük temsilcisi
Alber Dürer’dir.
3. İspanya’da: edebiyat alanında Cervantes, resimde
Velaskes ölümsüz eserler verdiler.
4. Hollanda’da: Erasmus ünlü hümanistlerdendir.
NİCCOLO MACHİAVELLİ
• Niccolò di Bernardo dei Machiavelli (1469 –
1527), tarih ve politika biliminin kurucusu
sayılan Floransalı düşünür, devlet adamı, askerî
stratejist, şair ve oyun yazarı. İtalyan Rönesans
hareketinin en önemli figürlerindendir. En ünlü
eseri Prens'te, politik yazın tarihinde ilk kez iktidarın
alınışı ve korunması gibi bir sorunu dinsel ya da ahlaki
kaygıları dikkate almaksızın kendinde bir amaç olarak
inceledi. Tüm yaşamı boyunca İtalya'nın birliği ideali için
mücadele verdi. Fikirleri politik yazında olduğu gibi
yaygın düşünüşte de giderek büsbütün olumsuz ve ilkesiz
bir politik hırsın anlatımı olarak görüldü,
"Makyavelizm" terimi bir düşünce sisteminden çok
"amaç için her yolu mübah gören" politikacının
tutumunu anlatan suçlayıcı bir sıfat haline geldi.
Yine de Diderot, Rousseau, Fichte ve Hegel gibi büyük
düşünürler Machiavelli düşüncesinin olumlu yönünü
açığa çıkarmaya çalıştılar. Hegel'e göre "Machiavelli'nin
gayesi, yani İtalya’nın bir devlet mertebesine çıkarılması,
bu yazarın eserinde tiranlığın haklı gösterilmesinden ve
muhteris bir despot için imal edilmiş altın yıldızlı bir
aynadan başka bir şey görmeyen bütün görme özürlülerce
anlaşılamadan kalmıştır." Hegel O'nun yöntemini şöyle
özetler: "Kangren olmuş uzuvlar lavanta suyuyla
iyileştirilemez." İtalyan komünist filozof Antonio
Gramsci ise O'nu "erken gelmiş Jakoben" olarak tanımlar.
SİYASAL GÖRÜŞLERİ

• Machiavelli, siyasal düşünüşün laikleştirilmesi ve


bilimselleştirilmesi gerektiğini savunurdu. Ancak, her ne
kadar kiliseye karşı olan Machiavelli, laikliği savunmuş
biri olsa da hükümdarın gerektiği zaman dini de alet
olarak kullanması gerektiğini belirtmiştir. Machiavelli,
İtalyan birliğini kurmaya aday yöneticinin (dindar olsun
ya da olmasın) son derece dindar görünmesini isterdi.
Kendini dünya olaylarını kader ile açıklayan dini
görüşten tümüyle soyutlamıştır. Machiavelli, insan
doğasını kötü ve bencil olarak tanımlardı. Ayrıca,
başarıya ulaşmak için her yola, her araca başvurulması
gerektiğini savunurdu.
• Bir devlet adamının, siyasi tutumlarında bu gerçeği kabul
ederek davranması gerektiğini ve hatta devlet adamı bu
realiteyle birlikte, kendi de pragmatist davranmalı ve
bencil olmak zorunda olduğuna inanırdı. Machiavelli'ye
göre bencillerden oluşan bir toplumda bencil olmayan bir
lider davasını başarıyla yürütemez. Gene Machiavelli'ye
göre, insanlar en çok mala mülke yani maddi şeylere
önem verir. Machiavelli, İtalyan birliğinin kurulmasında
önemli derecede çaba göstermiştir. Ona göre; İtalyan
birliğinin sağlanmasının önündeki en büyük engellerden
biri Papalık Devleti idi. Cicero ve Seneca'nın çizdiği adil,
cömert ve yüce gönüllü hükümdar idealini eleştirdi.
Machiavelli, bu niteliklerin devlet işlerini yürütmede
uygun olmayacağına inanıyordu.
İNSAN DOĞASI

• Machiavelli, insanın özünde kötülük bulunduğunu


düşünür. Bu kötülük yine bizzat insanın kendinden
kaynaklanır. Özellikle insanlarda görülen ‘elde etme’
arzusu, bu kötülüğün en çok yansıdığı davranıştır. Ona
göre insan, her şeye sahip olmak ister ve bu arzusunun
sınırı yoktur. Ancak insanın hem ömrü, hem de maddî
imkânları sınırlıdır. Dolayısıyla bir insanın her şeyi elde
etmesi asla mümkün değildir. O hâlde bireyin, elde
edemeyeceği şeylerin peşinden koşması da yanlış bir
eylemdir.
SIFIR TOPLAMLI İKTİDAR TEORİSİ

• Machiavelli, iktidar gücünü miktarı asla değişmeyen bir


pastaya benzetir. Buna göre herhangi bir kişi, sahip olduğu
iktidar gücünü ne kadar arttırırsa, muhaliflerin ve diğer
kişilerin gücü de aynı ölçüde azalacaktır. Yani iktidar miktarı
asla değişmeyecek; ancak bu miktarın payı her zaman
değişecektir. Machiavelli, bu düşüncesini virtù kavramını
kullanarak Discorsi adlı eserinde şöyle açıklar:
• “Dünya her zaman aynıydı, yalnızca şu fark vardı: İlk
önce Asur'da bulunan büyük virtùlar, Med ülkesine yerleşti.
Sonra da Pers ülkesine, oradan da Roma İmparatorluğu'na
geçti. Roma'nın düşüşünden sonra dünya üzerinde var
olan virtùmiktarı, tek bir imparatorluk tarafından ele
geçirilememişse de, birçok ulus tarafından paylaşılmış
durumdadır.
Eskiden Franklar, Türkler ve Mısır sultanları, bugün
ise Alman imparatorları bu payı alanlar arasındadır.
Bundan çok önce de büyük şeyler başarmış olan Roma
İmparatorluğu'nun doğudaki topraklarını fethetmiş olan
şu ünlü Araplar vardı.„
İktidar mücadelesi veren tüm siyasal aktörler,
Machiavelli'ye göre kuşku içinde hareket eder. Her
insanın özünde kötülük bulunduğu için, siyasetçiler hiç
kimseye güvenmemelidir. Böylece tüm siyasetçiler hem
etraflarına güvenmezler, hem de etraflarındaki kişiler için
güvenilmez bireylere dönüşürler. Ancak yetenekli
siyasetçiler, bu kuşku ve güvenilmezlik hâlini saklamaya
çalışır. Ancak eninde sonunda güvenilmezliğini ortaya
çıkartır.
POLİTİKA VE TARİH İLE İLGİLİ ESERLERİ

1. Floransa'da Komplolar ve Karşı-komplolar Tarihi;


2. Savaş Sanatı;
3. Titus Livius'un İlk On Yılı Üzerine Söylev;
4. Luccalı Castruccio Castracani'nin Yaşamı (1520) (Daha
çok roman özellikleri taşımaktadır);
5. Floransa Tarihi (1525);
EDEBİ ESERLERİ

1. La Mandragola (Adamotu)
2. Altın Eşek
3. Başdiyakoz Belfagor
4. Prens
İÇİNDEKİLER

Prenslikler (Krallıklar)
Babadan oğula geçen Prenslikler
Sevilmek mi korkulmak mı daha iyidir?
Yeni kurulmuş veya karma Prenslikler
Savunma ve Ordu
Prensin Şöhreti
• Prens'te anlatılan görüşler okuyana uç noktalarda gelebilir,
fakat eserin Floransa'da süren kargaşa sırasında
yazılmasından dolayı Makyavel ancak mutlak güç sahibi
kararlı bir yöneticinin bütün sorunları aşabileceğini
düşünür. Prens'te dile getirilen görüşler genellikle bir
hükümdarın saltanatını ayakta nasıl tutabileceği ve
hükümdarlığını nasıl daha da güçlendirebileceği üzerinedir.
Makyavel'e göre ahlaki ilkeler her özel durumun
ihtiyaçlarına tamamen teslim olmalıdır. Bu yüzden, Prens
gücünü koruyabilmek için gerekirse her şeyi yapmaktan
çekinmemelidir. Makyavel, bir hükümdarın asıl gücünü
sevilmekten çok korkutmaktan alması gerektiğini
söylerken gene de kendinden nefret ettirmemesini öğütler.
Prens açılış bölümünde, çeşitli prenslikleri (yeni kurulmuş
ya da babadan oğula geçmiş) yönetmeyi sağlayacak etkin
yöntemleri anlatır.
Floransa aristokrasisinden olan Makyavel bir devleti ele
geçirmenin, yönetmenin ve korumanın en iyi yollarını
okuyucuya anlatır. Bu bakımdan yöntemler savaşı ve
acımasızlığı telkin eder. Daha sonra, Cesare Borgia'nın ilham
kaynağı olduğu ideal prensin sahip olması gereken özellikleri
anlatır. Günümüzde yazılan modern liderlik metinlerinin
birçoğu bu bölüme gönderme yapmaktadır. Etkili bir politik
liderin özellikleri şöyle sıralanabilir:
1. Büyük liderleri kendine örnek almaya istekli olmak.
Özellikle Antik Roma'dan.
2. Hükümetin halkın yaşam kalitesini yükseltmek için ne
kadar gerekli olduğunu göstermek. Örnek olarak: Herhangi
bir birey veya kurum üzerindeki kontrollü baskıyı geçici
olarak gevşetmenin neticesinde oluşacak kaos ortamınının
etkilerini göstermek.
3. Savaş sanatına hakim olmak;
4. Var olan acımasızlığın ve
ahlaksızlığın gücü ve dengeyi koruyabilmek için gerekli
olabileceğini anlamak;
5. Kaba ve ahlaksız sanılmamak için dindar görünmeye
çalışmak. Makyavel, İspanya kralı Ferdinand'ın İtalya'ya
dini bahane ederek saldırmasını över;
6. Gerektiği yerde öğüt ve tavsiye dinleyecek kadar erdemli
olmak;
Makyavel'in etik ve politika arasında kurulacak
bağlantıya fazla aldırış etmediği görünür, bu da
çağdaşlarından tepki toplar. Prens merhametli, güvenilir,
karşısındakini anlayan, dürüst ve güvenilir görünmeye
çalışmalıdır.
Fakat aslında Prens'in kudreti onun gerçekten merhametli
olmasına çok az izin vermelidir. Son bölümler İtalya'nın o
zamanki durumuyla ilgili duyulan endişeleri dile getirir
(İtalya'nın barbarlardan kurtarılması için teşvik edilmesi
gibi). Prens'in politika hakkında yazılmış en etkileyici
kitap olduğu kabul edilir. Beş yüz yıl öncesinde yaptığı
insanlığın halleriyle ilgili gözlemleri bugün için de
geçerli sayılabilir. Bu kitabı güç kazanması ve bu gücü
tutması için Medici Ailesi'ne yazmıştır. Günümüzde
"Prens" kelimesi insanları tarafından sevilen görkemli bir
adam çağrışımı yapsa da, Makyavel'in prensleri bu
anlamda romantik değillerdir ve gücünü korumak için
sürekli savaşan kişilerdir. Prens'te anlatılan yöntemlerin
birçoğu zamanında olduğu gibi günümüzde de
uygulandığı görünmektedir.
Prenslikler (Krallıklar): En başta, Makyavel varolan
bütün devletlerin ve idarelerin ya Prenslik ya da
Cumhuriyetle yönetildiğini söyler. Prens'te sadece
Prenslik konusuyla ilgilenmiş, Cumhuriyet kısmını diğer
eserlerinden birinde (Discourses) incelemiştir.
Prensliklerin ilk türünün halihazırda var olan ve babadan
oğula geçen, ikinci türünün de yeni kurulmuş ya da geniş
bir büyüme göstererek karma halini almış olanlar
olduğunu söyler.
Babadan oğula geçen Prenslikler: Prenslik,
hükümdarının prens olduğu servet ya da güçle elde edilen
bir devlettir. Bütün prenslik türleri içinde uzun yıllar
babadan oğula geçen prenslikler, geçmişte kazanılan bir
aile başarısı taşıdığından yönetmesi en kolay olanıdır
Kalıtsal prensliklerde insanlar kendiliğinden prense bağlı
olacaklardır, çünkü o geçmişten gelen bir soyu temsil
etmektedir ve insanlar onun soyadına alışmıştır, bu
yüzden halk ona doğal bir eğilim gösterecektir. Eğer
dışarıdan bir güç tehdit ederse, güç kolayca toparlanabilir
çünkü insanların yöneten aileyle ortak bir geçmişi vardır.
Sevilmek mi korkulmak mı daha iyidir?: Yazarın
kitabındaki düşüncesi "Korkulan" ama nefret edilmeyen
bir hükümdar olmaktır. Detaylı bir şekilde tarihsel
örneklerle açıklamalara yer verdiği konu, kesinlikle
üzerinde vakit ayırılması gerekli bir konu başlığıdır. "..Ve
insanlar kendisini sevdiren birinden çok, kendisinden
korkulan birine zarar vermeyi pek göze alamazlar..."
DANTE ALİGHİERİ(1265-1321)
• Dante 1265 yılında doğdu, Haziran ayında İkizler burcu
olarak doğduğunu söyler. Gerçek adı olan Durante'yi
kısaltarak Dante`yi kullanmıştır. Dante'nin ailesi köklü ve
asil bir aile olmakla beraber, sonradan fakir düşmüş ve
aristokratik önemini kaybetmişti. Dante'nin babası II.
Alighiero hakkında çok fazla bilgi yoktur, mesleği
bilinmemekle beraber noter, hakim veya faizci olduğuna
dair çeşitli görüşler mevcuttur. II. Alighiero hakkındaki
belki de tek "kesin" bilgi onun Guelfolar partisine mensup
olduğudur. O sıralarda yönetim Ghibellinolar'daydı ve
Ghibellinolar Guelfoları sürgün ederek şehirden
uzaklaştırmışlardı. Dante'nin babası II. Alighiero
Guelfolardan olmasına ve Dante doğduğunda Floransa
Ghibellinoların yönetiminde bulunmasına rağmen, II.
Alighiero ve ailesi Floransa'da ikamet etmekteydi.
Dante babasını sevmezdi, bunun nedeni babasının kötü
ünü veya silik kişiliği olabilir. Eserlerinin hiçbir yerinde
babasından söz etmemiştir, aksine her fırsatta şövalyelik
payesi bulunan dedesi Cacciaguida'dan bahseder,
ailesinin soyunun Roma'ya dayanması ile övünürdü.
Dante annesini daha çok küçük yaşlarda kaybetmiştir.
Babası da o on sekiz yaşlarındayken vefat etmiş, bunun
üzerine Dante üvey annesi (Monna Lapa) ve üvey
kardeşleriyle yaşamak zorunda kalmıştır. Dante'nin
eğitimi fazla bilinmemekte olup, kendi kendini
geliştirdiği varsayılmaktadır. Dante'nin ilk öğrenimini
Santa Croce papaz okulunda bitirdiği sanılmaktadır. Her
ne kadar Dante yüksek öğrenime devam edemese (veya
etmese) de, kendi kendine okumaya ve çalışmaya devam
etmiştir.
Öğrenmeye büyük bir tutkusu vardı,
önemli Latin ve Yunan eserlerini okumakla kalmıyor,
dönemin İtalyan şairlerlerinin eserlerini de okuyor,
bunlara büyük bir önem veriyordu. Yazmak konusundaki
yeteneklerini ilerletirken, astronomi, resim ve felsefe gibi
konularda da kendisini geliştiriyordu. Dönemin önemli
isimlerinin düzenlediği toplantıları kaçırmıyor, birçok
önemli isimle arkadaşlıklar kuruyordu. Bu kişilere örnek
olarak devrin ünlü Floransa'lı şairi Guido Cavalcanti'yi
verebiliriz.
DANTE'NİN SİYASİ HAYATI

Dante daha 24 yaşında, 1289'da, Floransalı Guelfo


şövalyeleri ile birlikte Campaldino
savaşında Arezzo Ghibellinolarına karşı savaşmıştır. Eşi
Gemma Donati tarafından Siyahların başkanı konumundaki
Donati ailesi ile akraba olsa da Beyazların taraftarı
olmuştur. Devlet işlerine katılmak isteyen Dante, Hekim ve
Eczacılar loncasına yazılmıştır. Bunun nedeni dönemin
yasalarına göre asilzadelerin kamu işlerine girebilmeleri için
öncelikle zanaat loncalarından (Corporazioni di Arti e
Mestieri) birine kaydolmalarının şart koşulmasıydı. Dante
politik hayatına başladı. Bu sıralarda Papa VIII.
Bonifatius Floransa'nın iç işlerine karışmaya, Beyazlara
karşı sık sık Siyahlara arka çıkmaya başlamıştır.
Papanın bu girişimleri Floransa'nın önde gelenlerini,
özellikle de Beyazlar'ı fazlasıyla rahatsız ediyordu. 1300
yılında Dante iki aylığına Floransa hükümetinin
başındaki altı kişilik kurula seçildi. Beyazların
Floransa'daki iktidarına son vermek amacıyla Papa
Bonifatius harekete geçmeye karar verdi. Papa Fransa
kralı Philippe le Bel'in kardeşi Charles de Valois'yı
Floransa'ya gitmeye ikna etti. Floransa bundan rahatsız
olup Papa'yı kararından döndürmek amacıyla içinde
Dante'nin de bulunduğu bir heyeti Roma'ya gönderdi.
Roma'da heyeti oyalarken, 1301 yılında Charles de Valois
süvarileriyle birlikte Floransa'ya girdi. O sıralarda şehrin
iktidarı Beyazların elindeydi ve Siyahların çoğunluğu
sürgün edilmişti.
Charles de Valois Siyahları da kendi saflarına alarak
Beyazları şehirden çıkarmıştır. Beyazların mallarına el
konurken bir kısmına idam cezası verildi, çoğunluğu
sürgüne gönderildi. Dante hiçbir zaman Papa VIII.
Bonifatius'u sevmemişti. Beyazlara karşı girişilen
hareketten nasibini alarak, 27 Ocak 1302'de sahtekarlık,
gayri meşru kazanç elde etmek gibi asılsız suçlardan
ötürü para cezasına çarptırıldı ve iki yıllığına
Floransa'dan sürgün edildi. Dante ayrıca bir daha devlet
işlerinde çalıştırılmayacaktı. Daha sonra hakkında yeni
bir karar daha verildi: Floransalı askerler tarafından ele
geçirildiği takdirde idam edilecekti.
SÜRGÜN VE ÖLÜM

• Dante mahkemenin kararlarını öğrendiğinde Floransa'da


değildi. Hakkındaki sürgün kararı nedeniyle Floransa'ya
da dönemedi. Beyazlar Floransa'da iktidarı geri ele
geçirebilmek için çeşitli girişimlerde bulundular, fakat
başarısızlığa uğradılar. Zamanla arkadaşlarına olan
güveni ve inancını kaybetmeye başladı. Büyük bir acı
içinde olduğu bu günlerde İlahi Komedya'yı yazmaya
başladı. İlk olarak Verona'ya gitti, bir ara Padova'ya geçti.
Bazı kaynaklara göre Paris'e de gitmiş ve burada felsefe
ile teoloji okumuştur. Bazı zayıf rivayetlere göre Paris'ten
sonra Oxford'a da kısa süreliğine geçmiştir. Fakat bu çok
zayıf bir rivayettir ve bugünkü tarih otoriteleri tarafından
sıklıkla yalanlanmıştır.
Dante 1311 yılında o sıralarda Casentino'da bulunan ve
İtalya'yı işgale başlamış olan Lüksemburg kralı VII.
Henry'ye mektuplar yazarak, onu Floransa'ya da savaş
açmaya davet etti. Kralın İtalya'yı işgali birçok İtalyan
şehrinde büyük bir nefretle karşılandı, Floransa'nın da
dahil olduğu bu şehirler birlikte karşı koymak için kendi
içlerindeki sorunları bir süreliğine askıya alıyorlardı. Bu
dönemde Floransa sürgün edilmiş Beyazların birçoğunu
geri çağırdı, fakat Dante bunların arasında değildi. Bunun
nedeni büyük ihtimalle kral VII. Henry'ye yazmış olduğu
mektuplardı. 24 Ağustos 1313'de kral öldü, artık
Floransa'ya tekrar dönebilme umutları yok olmuştu.
Dante, kısa bir süreliğine Lucca'da kaldıktan sonra
Verona'ya döndü.
Daha sonra Ravenna prensi Guido Novelloda Potenta'nın
davetiyle Verona'dan Ravenna'ya geçti, kısa geziler ve
ayrılıklar dışında ömrünü burada geçirdi. 1321 yılında, 56
yaşındayken burada öldü. Ölüm nedeni kesin olarak
bilinmemekle beraber, bazı kaynaklara göre ölüm nedeni
sıtmadır. San Pier Maggiore Kilisesi'ne gömüldü. (Bu
kilise günümüzde San Francesco adını taşır.)
İLAHİ KOMEDYA
• İlahi Komedya , Dante tarafından 14. yüzyılın ilk
yarısında yazılmış, İtalyan edebiyatının en meşhur epik
şiiri ve dünya edebiyatının önemli bir başyapıtı.
Komedya'da Dante, ölüm sonrası
sırasıyla Cehennem, Araf ve Cennette geçen seyahati,
hikâyenin kahramanı da olan kendisinin ağzından anlatır.
Orta Çağda "Komedya", "tragedya'nın" aksine sonu iyi
biten hikâye anlamına gelirdi. Burada eserin adındaki
"komedya" kelimesi, öyküsünün güldürü unsurları
taşıdığı anlamına gelmez. Orta
Çağ ile Rönesans arasındaki geçiş döneminde yazılmış bu
şiir, hayalgücü ve alegorik tasavvuru, ölüm sonrası hayatı
anlattığı öyküsü ile Hıristiyan batı kiliseleri tarafından
benimsendi.
Eserin orijinal adı "Komedya" olmakla birlikte daha
sonra, 1360 yılında Giovanni Boccaccio tarafından başına
"İlahi" kelimesi eklenerek Hristiyanlaştırılmıştır.
Toskana lehçesi ile yazılan eser, bu lehçenin modern
İtalyan dili olarak gelişmesine yardım etmiştir.
ESERİN ARKA PLANI
• Dante, İlahi Komedya'yı
İtalya'nın Ortaçağ ile Rönesans arasındaki geçiş
döneminde yazdı. Komedya'da bu durum açıkça
yansıtılır: Hem ortaçağ hem de klasik temalar kuvvetle
ifade edilir. Dante'nin çalışması Hıristiyanlıkla ilgilidir ve
yaşam sonrası kurgusal seyahatleri içerir. Dönemin
Kuzey İtalya'sının Guelfo ve Ghibellinolar arasındaki
siyasi mücadele ortamında Dante, Kutsal Roma
İmparatoru karşısında Papalığı destekleyen Guelfler
arasında yer alır. Floransalı Guelfler 1300 yıllarında iki
hizbe bölünmüşlerdi:
Papa VIII. Boniface tarafından yürütülen laik idareye
muhalif ve Floransa'nın bağımsızlığını savunan Beyaz
Guelfler ve Floransa'da Papanın egemen olmasını
savunan Siyah Guelfler. Dante 1302 yılında, Siyahlar ile
ittifak halinde olan Papa VIII Boniface'nin buyruğu ile
Charles of Valois'nın kumandasındaki askeri birliklerin
şehre girmesi ile Şehremini Lord Cante de' Gabrielli di
Gubbio tarafından sürgün edilen Beyaz Guelfler arasında
yer alıyordu. Papa eğer sürgünden dönerse Dante'nin
kazığa bağlanıp yakılacağını söyledi. Dante'nin geri kalan
hayatı boyunca süren bu sürgün, Komedya'nın birçok
bölümünde Dante'nin sürgününün kehanetlerinden,
Dante'nin siyasi görüşlerine ve bazı düşmanlarının
sonsuza kadar lanetlenmesi şeklinde tesirini gösterir.
Dante muhtemelen Komedya'sını sürgünde olduğu ve hiç
geri dönemediği 1308 yılları ile öldüğü 1321 yılı arasında
yazmıştı. Cehennem ve Arafta, Dante sırasıyla günah ve
tövbekarlık içinde başından geçenleri anlatır.
ESERİN YAPISI

• İlahi Komedya, Cehennem, Araf ve Cennet isimlerindeki


her biri 33 kıtadan müteşekkil 14,233 satırdan meydana
gelir. Başlangıç kıtası şiire giriş bölümü olarak hizmet
eder ve genellikle ilk bölüm içinde sayılmaz, böylece 33
kıtalık 3 bölüm ve bir ilave giriş kantosuyla toplam 100
kantodan oluşur. Eserde 3, 7, 22, 33 sayıları dikkat çeker,
mesela şiirin bölümleri bu sayıların katları halinde
kuruludur. Şiir Terza Rima nazmına göre yazılmıştır,
mısra sonlarında kafiyeler aba, bcb, cdc, ded,... şeklinde
gider. Şiirin uyak yapısına uygun olarak Türkçeye
aktarılmasının güçlüğü dolayısıyla uzun yıllar Türkçe
çevirisi yayınlanamamıştır.
İlahi Komedya'nın biçimi rastlantı eseri ortaya
çıkmamıştır, diğer orta çağ çalışmaları gibi semboller ve
sayılarla kuruludur. İlahi Komedya'daki her üç paragrafın
son kelimesi "yıldızlar"'dır. Mısraların terza rima
uyağıyla örülü olması ve 3 parça olması
Hıristiyanlıktaki teslise, Kantoların 33 kıtadan
oluşması İsa Peygamber'in öldüğü zamanki yaşına işaret
eder. Giriş kantosuyla birlikte elde edilen 100 sayısı ise
kutsal ve mükemmel sayı olarak bilinirdi. Luigi Valli gibi
kimi araştırmacılara göre Fede Santa ya da Fedeli
D’Amore (Aşk Sadıkları) adlı ezoterik örgütün bir üyesi
olan ve “Tapınak Şövalyesi” ünvanını almış
olan Dante'nin “İlahi Komedya” adlı yapıtı baştan aşağı
ezoterik bilgilerin sembolizm içinde verildiği bir yapıttır.
Dante sembolizmi tam anlamıyla çözülememiş yapıtının
cehennem adlı bölümünde bunu kendisi şöyle dile
getirmektedir: “Sağlıklı bir akla sahipseniz, şu tuhaf
dizelerin arasında saklı öğretiyi kavrayınız.” Dante’nin
yapıtındaki “cehenneme iniş”
aslında inisiyasyonlarda yaşanan bir deneyimdir.
İnisiyasyonlardaki ilk aşamanın sonunda yaşanan bir
deneyimi ifade eder. Kimi inisiyasyonlarda bir tabutta
geçirilen, tüm inisiyasyonlarda mevcut bu deneyimi
yaşayan inisiye adayı, nefsani öğelerden ya da karmik
tortulardan arınarak “ikinci doğuş” diye adlandırılan saf
bilinç halini elde eder. Dante’nin göklerin kat kat
olduğunu belirtmesi de pek çok tradisyonda rastlanan bir
sembolizmdir.
Kimilerine göre Dünyanın kozmik tabakalaşmasını,
dünyanın esîrî maddelerinin gitgide süptillik göstermek
üzere derecelenmesini simgelemektedir. Dantenin bu
yapıtında kullandığı sayısal sembolizm incelendiğinde en
çok kullandığı sayılar, profesör Rodolfo Benini’nin de
saptadığı gibi 3, 7 ve 22’dir. Yani Dante “İlahi Komedya”
adlı yapıtını 3, 7 ve özellikle 22 sayısını esas alan bir
sistem üzerine kurmuştur. 22 sayısı Kabala’da,
tarotta, ezoterizmde önem verilen bir üstad sayıdır. Bu
yapıtta geçen, anlamı çözülememiş “Can Grande della
Scala” sözüyle de kimilerine göre “Merdivenin Büyük
Köpek Takımyıldızı” ya da “Merdivenin Büyük Kaanı”
demek istemişti.
CEHENNEME İNİŞ

• Cehennem 9 iç içe daireye bölünmüştür. Eşmerkezli


daireler gittikçe artan günahkarlığı temsil eder. Her dairenin
günahkarları işledikleri kötülükler gereğince ebediyete
kadar cezalandırılır. Mesela hayattayken gelecekten haber
verenler kafaları arkalarına dönük vaziyette dolaşırlar bu
nedenle önlerini hiçbir zaman göremezler. Dış dairelerde
şehvet ve nefislerinin kurbanı olan ve nefislerine söz
geçiremeyen kimseler, merkeze doğru ise küfre sapanlar ve
yalancılar vardır. Günah işleyen ama ölmeden önce tövbe
edip af dileyen insanlar günahları nedeniyle çile çektikleri
Arafta bulunurlar, cehenneme atılmazlar. En iç dairede
arzın merkezinde Şeytan'ın buzların içinde hapsolduğu en
son noktaya ulaşılır.
Günümüzde cehennemde cezalandırma şekli ateşte
yanma olarak bilinse de Ortaçağ'da cehennemde
cezalandırmada ateşte yanma figürü daha nadirdir onun
yerine buzun içinde acı çekme daha sıklıkla tanımlanır.
Bu yüzden Dante de Şeytanı buzun içinde hapsolmuş
şekilde resmetmiştir. Dante cehennemi çok politik bir
tabiatta tasvir eder, çoğu siyasi hasmını ve hatta
bazı Papaları ancak ayrıca aynı zamanda bazı dostlarını
da cehenneme koyar. Acheron nehri kıyıları cehenneme
girişin geçitindedir. Mitolojik kayıkçı Kharon tarafından
ölü ruhlar cehenneme taşınır. Burada geçidin kıyısında
hayattayken iyi ve kötü arasında bir seçim yapamamış
bazı kimseler kalmıştır.
Onlar hala gerçek bir cehennemde değildirler ancak bu
bölgede sonuza kadar hapsolmuş olarak deliler gibi
etrafta bir flamanın peşinde koşturan ve eşek arıları
tarafından sokulan ve bazı kurtçuk ve böcekler tarafından
kanları sürekli emilen kimselerdir. Dante, Vergilius'un
rehberliğinde cehennemin kıyısındaki Acheron nehrinin
kıyısına gelir. Kayığı kullanan Kharon, Dante'yi karşı
kıyıya, cehenneme geçirmeyi kabul etmez.
LİMBUS

• Cehennemdeki ilk daire limbus. Burada vaftiz edilmemiş


eski erdemli ve günahkâr olmayan ama İsa'yı da
tanımayan şair Vergilius gibi putperestler bulunur.
Gerçekten cezalandırılmazlar ama Tanrıdan ayrı olarak
ve bağışlanma ümidinden mahrum elem içinde kalırlar.
Limbo ile Yunan mitolojisindeki Elysion çayırları ile
ironik bir ilgi kurulmuştur. Suçsuz olup da İsa'yı
tanımayanlar, şeytanlar tarafından eziyete uğramazlar ve
kendilerine bir zarar verilmez ama lanetlenmiş olarak
karanlıklar içinde kutsal ışıktan uzak bir şekilde
yaşamaya mahkum kılınarak cezalandırılırlar. Limbus'da
hem Cicero, Öklid (Euclides), Homeros gibi kişiler ve
ayrıca İbn Rüşd ve İbn-i Sina gibi bazı Müslüman
filozoflar ve hatta şaşırtıcı bir şekilde Selahaddin
Eyyübi (VI. Kanto) bile vardır. Dante burada bulunan bir
kalede Homeros, Horatius, Ovidius, Lucan gibi ünlü şairler
ile ve Aristoteles ve Sokrates gibi filozoflar ile konuşur.
Dante bütün meşhur tarihe malolmuş paganların kendilerini
burada bulduklarını anlatmasına rağmen daha sonra ikisi ile
Araf ve Cennette de karşılaşmıştır (Sato ve Utica). Dante,
İlahi Komedya'da Limbus'u iki katlı olarak göstermektedir.
Limbus'un bir alt, bir de üst katı bulunur. Üst kat
karanlıktır. burada tarafsızlar bulunur. Yani yaşadıklarında
kötülük yapmamışlardır ancak iyilik de yapmamışlardır
zaten onun için buradadırlar. Limbusun bu bölümünde bir
de yansız melekler vardır. Tanrı, Adem'i yarattıktan sonra
meleklerine ve Lucifer'e (Şeytan) " Adem'in önünde eğilin"
demiştir.
• Bunun üzerine Lucifer isyan etmiştir. İşte tam o sırada
bazı melekler Lucifer'e destek çıkar, bazı melekler
Adem'in önünde eğilir. Ancak az da olsa birkaç melek ise
ne Adem'in önünde eğilmeyi kabul ederler, ne de
Lucifer'e destek çıkmayı isterler. Bunun için bunlara
yansız melekler denir. Alt Limbus ise aydınlıktır.
Cehennemdeki tek aydınlık yer burasıdır. Burada
bulunanlar insanlığa çok büyük faydası dokunmuş ancak
Hristiyan olmadıkları için burada bulunan kişilerdir.
Bunların Başlıcaları: Homeros, Horatius, Ovidius,
Lucanus, Electra, Hektor, Salahattin Eyyubi, Sokrates,
Platon, Diogenes, Tales, Herakleitos, Demokritos ve
Zenon gibi şahsiyetler vardır.
LEONARDO DA VİNCİ(1452-1519)
Leonardo di ser Piero da Vinci Rönesans döneminde
yaşamış İtalyan hezârfen, döneminin önemli bir filozofu,
astronomu, mimarı, mühendisi, mucidi, matematikçisi, an
atomisti, müzisyeni, heykeltıraşı, botanisti, jeoloğu, karto
grafı, yazarı ve ressamıdır. En tanınmış yapıtları Mona
Lisa (1503-1507) ve Son Akşam Yemeği'dir (1495-
1497). Rönesans sanatını doruğuna ulaştırmış, yalnız
sanat yapısına değil, çeşitli alanlardaki araştırmaları ve
buluşlarıyla da tanınan, dünyanın gelmiş geçmiş en
büyük sanatçılarından ve dehalarından biri kabul edilir. 2.
milenyumun adamı seçilmişti. Leonardo, genç bir noter
olan Messer/Ser (Üstad anlamında) Piero da Vinci'nin ve
muhtemelen bir çiftçi kızı olan Caterina'nın evlilik dışı
çocuğu olarak Vinci kasabası yakınlarındaki Anchiano'da
dünyaya geldi.
Avrupa'daki modern isimlendirme kurallarının
yerleşmesinden önce dünyaya tam ismi, "Vincili Üstad
Piero'nun oğlu Leonardo" manasına gelen Leonardo di ser
Piero da Vinci'dir. Eserlerini "Leonardo" ya da "Io,
Leonardo (Ben, Leonardo)" olarak imzalamıştır. Somut
kanıtlar bulunmasa da, Leonardo'nun annesi Caterina'nın,
babası Piero'ya ait Ortadoğulu bir köle olduğu tahmin
ediliyor. Babası, Leonardo’nun doğduğu yıl, Albiera
adındaki ilk eşi ile evlendi. Leonardo’ya bebekliğinde
annesi baktı, annesi başka biriyle evlendirilerek komşu
kasabaya yerleşince, babasının nadiren uğradığı
büyükbabasının evinde yaşamaya başladı; arada
sırada Floransa'ya babasının evine giderdi. Babasının ilk
eşinden çocuğu olmadığı için aileye kabul edilmişti ama
amcası Francesco dışında ailedeki kimseden sevgi görmedi.
• 14 yaşına kadar Vinci’de yaşayan Leonardo, büyükanne
ve büyükbabasının ardı ardına ölmesi üzerine 1466'da
babası ile birlikte Floransa'ya gitti. Evlilik dışı çocukların
üniversiteye gitmesi yasak olduğundan üniversite
öğrenimi görme şansı yoktu. Küçük yaştan itibaren çok
güzel çizimler yapan Leonardo’nun resimlerini babası,
dönemin ünlü ressam ve heykeltıraşı Andrea del
Verrocchio'ya gösterince, Verrochio onu çırak olarak
yanına aldı. Leonardo Verrocchio'nun yanında Lorenzo di
Credi ve Pietro Perugino gibi ünlü sanatçılarla çalışma
fırsatı buldu. Atölyede sadece resim yapmayı değil, lir
çalmayı da öğrendi. Gerçekten de iyi çalıyordu.
Floransa'yı 1482'de terkederek Milano Dükü Sforza'nın
hizmetine girdi.
Dükün hizmetine girebilmek için köprüler, silahlar,
gemiler, bronz, mermer ve kilden heykeller yapabileceğini
anlattığı ancak göndermediği mektubu bütün zamanların en
olağanüstü iş başvurusu olarak kabul edilmiştir. Leonardo,
1499’da şehir Fransızlar tarafından alınıncaya kadar 17 yıl
boyunca Milano Dükü için çalıştı. Dük için sadece resim ve
heykeller yapmak, festivaller organize etmekle uğraşmadı,
aynı zamanda bina, makine ve silah tasarımları yaptı. 1485
- 1490 yıllarında doğa, mekanik, geometri, uçan
makinelerin yanı sıra, kilise, kale ve kanal yapımı gibi
mimari yapılar ile ilgilendi, anatomi çalışmaları yaptı,
öğrenciler yetiştirdi. İlgi alanı o kadar genişti ki, başladığı
çoğu işi bitiremiyordu. 1490 - 1495 yıllarında çalışmalarını
ve çizimlerini deftere kaydetme alışkanlığı geliştirdi.
Bu çizimler ve defter sayfaları, müzeler ve kişisel
koleksiyonlarda toplanmıştır. Bu koleksiyonculardan birisi
de Leonardo’nun hidrolik alanındaki çalışmalarının el
yazmalarını toplayan Bill Gates’dir. 1499’da Milano'yu
terkeden ve yeni bir koruyucu (hami) aramaya başlayan
Leonardo, 16 yıl boyunca İtalya’da seyahat etti. Pek çok
kişi için çalıştı, çoğu eserini yarım bıraktı. İnsanlık
tarihinin en iyi resimlerinden birisi kabul edilen Mona
Lisa için 1503’te çalışmaya başladığı söylenir. Bu resmi
tamamladıktan sonra hiç yanından ayırmamış, tüm
seyahatlerinde yanında taşımıştı. 1504’te babasının ölüm
haberi üzerine Floransa’ya döndü. Miras hakkı için
kardeşleri ile mücadele etti ancak çabası sonuçsuz kaldı.
Ancak çok sevdiği amcası tüm varlığını ona bıraktı. 1506
yılında Leonardo, bir Lombardiya aristokratının 15
yaşındaki oğlu olan Kont Francesco Melzi'yle tanıştı.
Melzi, hayatının geri kalanında onun en iyi öğrencisi ve
en yakını oldu. 1490’da 10 yaşında iken korumasına
aldığı ve Salai adını verdiği genç de 30 yıl boyunca
onunla beraber olmuş, ancak öğrencisi olarak bilinen bu
genç hiçbir sanatsal ürün üretmemişti. 1513-1516
arasında Roma’da yaşadı ve Papa için geliştirilen çeşitli
projelerde yer aldı. Anatomi ve fizyoloji alanında
çalışmaya devam etti ancak Papa, kadavralar üzerinde
çalışmasını yasakladı. 1516’da koruyucusu Giuliano de'
Medici’nin ölümü üzerine Kral 1. Francis’ten Fransa’nın
baş ressam, mühendis ve mimarı olmak üzere davet
aldı. Paris’in güneybatısında, Amboise yakınlarındaki
Kraliyet Sarayı’nın hemen yanında kendisi için
hazırlanan konağa yerleşti.
Leonardo'ya büyük hayranlık duyan kral, sık sık ziyarete
gelir ve sohbet ederdi. Sağ koluna felç inen Leonardo da
Vinci, resimden çok bilimsel çalışmalara ağırlık verdi.
Kendisine dostu Melzi yardımcı olmaktaydı. Salai ise
Fransa’ya geldikten sonra onu terk etmişti.
Leonardo 2 Mayıs 1519’da Amboise’daki evinde 67
yaşında öldü. Kralın kollarında can verdiği rivayet edilir,
ancak, 1 Mayıs günü kralın bir başka şehirde olduğu ve
bir gün içinde oraya gelemeyeceği bilinmektedir.
Vasiyetinde mirasının esas bölümünü Melzi’ye
bıraktı. Amboise'daki Saint Florentin Kilisesi’nde
toprağa verilmiştir.
MONA LİSA (LA GİOCONDA VEYA LA JOCONDE)
Mona Lisa (La Gioconda veya La Joconde olarak da
bilinir), İtalya'nın Floransa şehrindeki Rönesans sırasında
Leonardo da Vinci tarafından kavak bir pano
üzerine Sfumato tekniği ile resmedilmiş 16. yüzyıl
yağlıboya portresidir. Resim halen Paris'teki Louvre
Müzesi'nde Francesco del Giocondo'nun karısı, Lisa
Gherardini Portresi başlığı altında sergilenmektedir.
Tabloda oturmuş bir kadın resmedilmiştir, kadının
yüzünün kime ait olduğu hala gizemini korumaktadır.
Yüz ifadesindeki belirsizlik, kompozisyonundaki
anıtsallık, atmosferdeki ilginçlikler, tablo hakkındaki
çalışmaları devam ettirmektedir. Bu tablo, geniş ölçüde
tanındı; karikatürleri yapıldı, araştırıldı ve Louvre
Müzesi'nin en önemli eserlerinden olarak düşünüldü.
Leonardo da Vinci, bu tabloya 1503 veya 1504
tarihinde, İtalya'nın Floransa kentinde başladı. Da
Vinci'nin çağdaşı, sanat tarihçisi Giorgio Vasari, "... Tablo
üzerinde dört yıl oyalandı ve tabloyu bitirmedi..."
demiştir. Bu, Leonardo için alışagelmiş bir davranıştı ve
hiçbir çalışmayı tamamen bitiremediği düşüncesi üzerine
pişman olmuştu. Sonra, Fransa'ya yolculuğun ardından 3
yıl süreyle tablo üzerine devam etmeyi tekrar düşündü ve
bunu gerçekleştirdi. Da Vinci Fransa'ya gitmişti ve tablo
üzerine çalışmalar devam ediyordu, Kral I.
François tarafından, yakınındaki kaleye davet edildi. Bu,
Leonardo'nun mirasçılarından olacak asistanı Salai ile
doğrudan ilgiliydi, sonra dönemin kralı, tabloyu 4.000
écus ile satın aldı ve Fontainebleau Sarayı'nda XIV.
Louis himayesinde asıldı.
Daha sonra tablo, Versay Sarayı'na taşınacaktı. Fransız
İhtilali'nin ardından, tablo Louvre Sarayı'na
taşındı. Napolyon Bonapart tarafından Tuileries sarayı'na
taşınsa da, daha sonra tekrar Louvre Sarayı'na döndü.
1870 - 1871 aralığında gerçekleşen Fransa-Prusya
Savaşı sırasında tablo, Fransızların askeri bölgesi "Brest
Arsenal"e taşındı. Tablodaki manzara ve model ile ilgili
birçok spekülasyon çıktı. Örneğin, da Vinci'nin modeli
güzel yanlarıyla resmettiği düşüncesi vardı, tablonun 21.
Yüzyıl standartlarında olduğu da düşünülmüştür. Doğulu
bazı sanat tarihçileri, örneğin Yukio Yashiro, tablodaki
manzaranın Çin'li sanatçıların eserlerinden etkilendiğini
öne sürmüştür ama kanıtlarının yetersizliğinden dolayı
birçok itiraz çıkmıştır.
Mona Lisa tablosu, 19. Yüzyıla değin gizemi hakkında
düşünce oluşmamıştı, henüz kavranmakta
olan Sembolizm akımı sayesinde, tabloda var olduğu
düşünülen simgeler için birçok düşünce çıkmıştır.
Eleştirmen Walter Pater, 1867 yılında tablo üzerine,
kadınlıkla ilgili gizli semboller içerdiğini belirtmiştir.
KONUSU

• Mona Lisa'da Lisa del


Giocondo resmedilmiştir; Gherardini ailesine mensup
birisiydi ve tüccar Francesco del Giocondo'nun karısıydı.
Giocondo'nun ikinci oğlu Andrea'nın doğumu anısına
tablonun yapıldığı tahmin edilmektedir. Tabloda oturan
kadının kimliği, 2005 yılında, Heidelberg Üniversitesi'nin
kütüphanesinde bulunan Agostino Vespucci'ye ait bir not
ile tespit edilmiştir. Fakat başka uzmanlar tarafından,
tablodaki kadın için üç farklı şahsiyet de öne
sürülmüştür. Da Vinci'nin annesi Caterina Buti del
Vacca de öne sürüldüyse de, çoğu uzman tarafından
düşük ihtimal olarak değerlendirilmiştir.
Milano düşesi Isabella of Aragon, Cecilia
Gallerani, düşes Costanza d'Avalos (La Gioconda olduğu
söylenir) öne sürülen diğer şahsiyetlerdendir. Tablodaki
kadının da Vinci tarafından adlandırıldığı da öne
sürülmüştür. Öne sürülen bu karakterler, Giorgio
Vasari'nin yazdığı Leonardo da Vinci'nin biyografisindeki
tariflerine göre tahmin edilmiştir. Vassari'nin yazdığı
biyografide "Leonardo resmetmeyi üstlendi, tüccar
Francesco del Giocondo için, onun karısı..." cümlesine
dayanılmaktadır (İtalyanca: Prese Lionardo a fare per
Francesco del Giocondo il ritratto di mona Lisa sua
moglie). Da Vinci'nin ölümünün ardından, tablo asistanı
Salai'ye geçti ve özel yazılarında tablodan la
Gioconda olarak bahsetti.
SON AKŞAM YEMEĞİ PORTRESİ
SON AKŞAM YEMEĞİ PORTRESİ VE DA VİNÇİ
ŞİFRESİ
Kitapta İsa ile ilgili tarihi sırlar ve Da Vinci'nin eserlerinde
bu sırlarla ilgili ipuçları bıraktığına değinilir. Ayrıca Da
Vinci'nin gizli bir tarikata üye olduğundan bahsetmektedir.
Tüm bunlar kitapta bulmacalar ve kovalamacalarla ele
alınmıştır. Dan Brown'un, sinemalarda da ilgi gören Da Vinci
Şifresi bir cinayetle başlar. Cinayetin çözüm sürecinde ise
İsa'nın evlenmiş ve soyunun yürümüş olduğu düşüncesi
savunularak Hristiyan dünyasını karıştıran tez ortaya atılır.
Kitabın sürprizlerinden biri de, Leonardo da Vinci'nin, S.
Maria delle Grazie Manastırı için yaptığı Son Akşam
Yemeği adlı freskte, İsa'nın yanında oturan kişinin Havari
Yuhanna değil; Magdalalı Meryem (Maria Magdalena)
olabileceği ve Mecdeli Meryem'in İsa'nın eşi olduğu
iddiasıdır. İddiaya göre, Bizans
İmparatoru Konstantin, İznik'te toplanan Birinci Konsül
sırasında, pagan toplumları Hristiyanlıka çekebilmek ve
çatışmayı önleyebilmek için İsa'yı Roma stili tanrılaştıran
anlayışın desteklenmesini ve bazı gerçeklerin
perdelenmesini sağlamıştır. İşte bu gerçeği ortaya
koyacak belgeler, Sion Tarikatı tarafından korunmaktadır.
Ayrıca, Hristiyanlık tarihinin en önemli simgelerinden
biri olan 'Kutsal Kase', aslında bir dişiyi, Magdalalı
Meryem'i simgelemektedir. Kitabın Hristiyan dünyasını
karıştıran en tartışmalı özelliği ise, hikâyenin kurgusu
içinde cinayetlerin, Papa 2. Jean Paul döneminde gücünü
arttırdığı bilinen Opus Dei tarikatının üyelerine
işletilmesidir.
• Dindar Hristiyanlar Dan Brown'un kitabının İncil'in
büyük bir örtbas operasyonundan ibaret olduğunu ileri
sürmekte ve İncilin güvenilirliğinin sorgulandığını iddia
etmektedir. Özellikle Dan Brown'ın İsa'nın ölmediğini,
hatta dirilmediğini; aksine Galile Denizi'nin batısında,
Tiberias ile Kefernaum yolunun üstünde küçük bir balıkçı
kasabası olan Magdala'dan Magdalalı Meryem ile evlenip
Sara adında bir çocukları olduğunu yazması Hristiyan
dünyasının çok fazla tepkisini çekmiştir. Ayrıca kurgusal
roman olduğu yazarı tarafından belirtildiği halde Da
Vinci Şifresi'nin bazı Arap ülkelerindeki ilahiyat
fakültelerinde okutulmaya başlanması da dikkat çekicidir.
Dan Brown ise eleştirilere "Hristiyan tarihini değiştirip
değiştirmediğimi bilmiyorum, ama sanıyorum ki
Hristiyanları İncil, kutsal yazıların doğruluğu ve tarihi
konusunda tartışmaya teşvik ettim." şeklinde cevap
vermiştir.
ZIRHLI ARAÇ
ÇADIR PARAŞÜT
BİLYELİ RULMAN
MAKİNE İNSAN
HİDROLİK TESTERE
MAKİNELİ TÜFEK
KANAT MAKİNESİ
ARABA
HELİKOPTER
KÖPRÜ
RAFFAELLO SANZİO(1483-1520)
• Raffaello Sanzio da Urbino kısaca Rafael olarak
bilinen Rönesans dönemimin İtalyan ressamı ve mimarıdı
r. Çalışmaları, şekillerin belirginliği, eserlerinin
zenginliği ve insan ihtişamın neoplatonic (Platonun insan
hakkındaki fikirleri) fikirlerinin ifadesindeki görsel
başarıları sebebiyle takdir
görmektedir. Michelangelo ve Leonardo da Vinci ile
birlikte, bu dönemin geleneksel üçlüsü olarak büyük
üstatlarını oluşturmaktadır. Rafael muazzam derecede
üretkendi, genellikle büyük bir atölyede çalışırdı ve
37’sinde ölmesine rağmen çalışmalarının büyük bir
vücudunu ardında bıraktı. Çalışmalarının büyük bir
çoğunluğu, merkezde bulunan ve kariyerindeki en büyük
eseri olan fresk edilmiş Rafael odası, Vatikan Palace’da
bulunmaktadır.
En iyi bilinen eseri olan Vatikan Stanza della Sefnatura’da
bulunan Atina Okulu’dur. İlk yıllarından sonra Roma'daki
çalışmalarının büyük kısmı, atölyesindeki çizimlerinden
büyük miktarda kayıp yaşanmıştır. Hayatı boyunca her ne
kadar Roma dışındaki eserleri daha çok
ortaklaşa gravür olarak bilinse de aşırı derecede nüfuzludur.
Ölümünden sonra, Rafael’in daha asude ve ahenkli vasfı
yüce bir model olarak hürmet edilirken, en büyük rakibi
olan Michelangelo 18 ve 19. Yüzyıllara kadar Rafael’e
karşı daha çok bilinmiştir. Mesleki başarısı, doğal olarak üç
faza ve üç tarza indi. İlki Georgio Vasari tarafından
tanımlanan: Umbria’daki ilk yıllarında, daha
sonra Floransa’daki sanatsal gelenekleri emen yaklaşık dört
yıllık dönem (1504- 1508), bunu iki Papa ve onların yakın
kişilere çalışarak geçirdiği Roma’daki hummalı ve
muzaffer on iki yılı.
İtalya'nın Urbino kentinde 6 Nisan 1483'te doğdu.
Raffaello, Rönesans hareketlerini, erken gelişmiş
becerikli bir genç olarak görmüş, işe on altı yaşında
yaptığı Havva’nın yaratılışı ve Trinite tabloları ile
başlamıştır. Raffaello’in babası olan Giovanni Santi de
Urbino da ressamlık yapıyordu. Babası 1494 senesinde
ölünce Raffaello, kendi evinde dış etkilerden uzak bir
şekilde çalışmalarını sürdürdü. Raffaello’in Urbino’daki
çalışmalarında Melozzo da Forlì, Piero della Francesca ve
en çok Pietro Perugino’nun üslûbu görülür. Özellikle,
1503 senesinde tamamladığı Coronation of Virgin - Taç
Giyme tablosunda Perugino’nun etkisi görülür. Bunun en
büyük nedeni Floransa'ya gitmeden önce, Perugia'da
Pietro Perugino'dan öğrenim görmüş olmasıdır.
Perugino'nun bu etkisi altında, 1504 senesinde, çizdiği en
son tablo Marriage of the Virgin - Kutsal Bâkirenin
Evlenmesi'dir. Bu resmi ile Perugino’dan üslûp olarak
ayrılmaya başlamıştır. Raffaello, Floransa’ya gidince
kendisini Rönesans’ın içinde buldu. Leonardo da Vinci ve
Michelangelo etkisinde kalarak sanatına yenilikler kattı.
Floransa’da 1508 senesine kadar yaptığı tabloları Sistine
Madonne, La Belle Jandinière, Madonna of the
Chair ve Entombmeut'tur. Raffaello, Roma’da Papa II.
Julius için çalıştı. Roma’ya geldiği zaman, Michelangelo,
Julius’un yaptırdığı Sistine Kilisesi'nin süslemesini
çiziyordu. Raffaello, burada ilk olarak Papanın
kütüphanesini dekore etti. Çizdiği teolojik, felsefi, lirik
tablolarında sükunet; renklerde âhenk; konularda
berraklık ve bir bütün ifâde hâkimdir.
Raffaello’in yaptığı işlerden biri de kumaş üzerine
koyduğu süslemelerle, duvar örtüleri hazırlamasıdır.
1513-1521 seneleri arasında hazırladığı on adet büyük
duvar süsleme örtüleri, Sistine Kilisesi'nde kullanılmıştır.
1514 yılında, Papa Leo X'in emri altında da Saint Peter
Bazilikası'nın baş mimarı olarak görev yaptı.
ATİNA OKULU
SİSTİN MERYEMİ PORTRESİ
MERYEM'İN EVLİLİĞİ
MİKELANJELO(1475-1564)
• Michelangelo İtalyan rönesans dönemi ressam,
heykeltıraş, mimar ve şairidir. Michelangelo, 6
Mart 1475'te Arezzo yakınlarında Caprese’de doğar.
Ailesi, o daha bir aylıkken Floransa’ya taşınır. Annesi,
kendisi altı yaşındayken ölen Michelangelo, 13 yaşına
geldiğinde Floransa’da Domenico Ghirlandaio’nun
yanına öğrenci olarak verilir. Bertoldo di Giovanni’nin
zamanında, Medici ailesine ait olan San Marko
bahçesinde çalışan genç Michelangelo, bu arada Lorenzo
de' Medici ile tanışır. Michelangelo, heykeldeki rüştünü
kanıtladığı ilk ve en ünlü eseri olan çocuk kral Davud’un
heykelini yaptığında henüz 26 yaşındadır. Beş buçuk
metrelik bir mermer kütleden çıkaracağı eser için genç
dâhi, mermer bloğun yanına bir
baraka inşa ederek, yardımcısız bir şekilde, çoğu zaman
geceli gündüzlü çalışarak Rönesans sanatının
harikalarından biri olarak kabul edilen David’i yaratır.
1505 yılında Papa II. Julius tarafından kendisine, en
önemli başarılarından biri olacak Vatikan’ın
yanındaki Sistine Şapeli’nin tavan resimlerinin yapılması
işi verilir. 3 yıl sonra başlayacağı bu görevi sanatçı, 520
metrekarelik bir alanda yaklaşık dört yıllık bir çalışmanın
ürünü olarak bitirir. Ortasında , her
biri Âdem, Havva ve Nuh Tufanıyla ilgili İncil’in Eski
Ahit’inden alınma öykülerden esinlenerek yapılan
resimlerin bulunduğu dokuz pano bulunan freskin yan
unsurları da mitolojik figürlerle bezelidir. Özellikle
“Adem'in Yaratılışı” ismindeki sahne batı resim
sanatının en canlı tasvirlerinden biri kabul edilir.
1519 yılında Cosimo de' Medici’nin soyunun son
temsilcisi Lorenzo de' Medici’nin ölmesiyle Michelangelo,
onla birlikte genç yaşta ölen Nemours Dükü Giuliano’nun
mezarlarının konulduğu kiliseye iki ünlünün heykelini
yapar. 1534’te Papa III. Paulus’un heykeltıraşı ve mimarı
yapılan Michelangelo’ya Sistine Kilisesi’nin sunak
duvarına bir ‘Kıyamet Günü’ tasviri yapmasını
ister. Meryem’in Göğe Yükselişi, İsa’nın
Vaftizi ve Musa’nın Hükmü’nün anlatıldığı freskler süsler
bu duvarı. Kıyamet Günü tablosuna başından beri
muhalefet eden yeni Papa IV. Paulus ise, tablodaki
imgelerin fazlaca müstehcen göründüğünü belirterek
Michelangelo’dan tabloyu biraz daha ‘düzgün’ hale
getirmesini isteyince, ustanın cevabı şu olur: “Papa’ya
söyleyin, bu küçük bir mesele ve kolaylıkla uygun hale
getirilebilir.
Önce kendisi yaşadığımız bu dünyayı uygun ve yaşanılır
bir hale getirsin, sonra da bu tablo da aynı uygunluğa
girecektir.” Michelangelo’nun yaşadığı çağ, kendisiyle boy
ölçüşebilecek derecede yetkin ressam ve heykeltıraşçılara
da tanıktır aynı zamanda. Bunların
başında Rafael ve Leonardo Da Vinci gelir. Bu sanatçılar
arasında keskin ancak hoşça bir rekabet vardır. Anlatılan bir
öyküye göre, sanatçının rakiplerinden Rafael ve Bramante,
iş birliği yaparak Michelangelo’ya Sistine Kilisesinin işini
verdirmeye çalışırlar. Böylelikle, kendini ressamdan çok bir
heykeltıraş olarak kabul eden Michelangelo, bu işi kabul
etmeyerek Papanın gözünden düşecektir. Hayatının son
dönemini Roma’daki Aziz Peter Kilisesi’nin mimarı olarak
geçiren Michelangelo 18 Şubat 1564'te 89 yaşında ölür.
Rönesans sanatına benzersiz bir etkide bulunan
Michelangelo, klasik sanat tekniklerini öğrenmesinin yanı
sıra asıl olarak, insan formunu her açıdan tasvir
edebilmek için kadavralar üzerinde çalışıp, Yunan ve
Roma sanatından devraldığı idealleştirilmiş insan
tasarımlarını ulaştığı gerçekçilik boyutunu yakalamaya
çalışır. Batı resminin babası olarak bilinen Giotto’nun
resmindeki doğallık ve gerçekçilik ile 15. yüzyılbaşında
tam olarak anlaşılabilen derinlikte perspektif olgusunu
geliştirip kendi tarzına temel yapan Michelangelo onlarca
heykel, freske imza atıp Roma’nın yeniden inşa ve
düzenlenmesinde de önemli görevler almıştır.Onu idolü
olarak seçen birçok kişi vardır.
MUSA’NIN HÜKMÜ HEYKELİ
DAVUD HEYKELİ
THOMAS MORE(1478-1535)
Thomas More, İngiliz yazar, devlet adamı ve hukukçu.
Yaşamında önde gelen bir hümanist bilgin ünvanına
kavuşup birçok kamu görevi üstlendi. 1516'da
yazdığı Ütopya adlı eserinde ideal hayalî bir ada ülkenin
siyasi sistemini tarif etti. Bu eseri ile edebiyatta yeni bir
nesil yarattı. More’un Kral Henry VIII’in İngiliz
kilisesinin başına geçme niyetine ilke olarak karşı
çıkması, kendi siyasi kariyerinin sonunu hazırlayıp hain
olarak idam edilmesine sebep oldu. Ölümünden 400 yıl
sonra, 1935’de Papa XI. Pius tarafından aziz ilan edildi. 7
Şubat 1478'de, Londra'da doğmuştur. Babası dönemin
önemli bir yargıcı olan Sir John More'dur. Ailesi
sonradan aristokratlık kazanan, burjuva kökenli bir
aileydi.
1490-1492 yılları arasında Canterbury Başpiskoposu
John Morton'nun hizmetine girdi ve burada eğitimine
başladı. Bu dönemde Rönesans'tan da etkilenmeye
başladı. Eğitimini tamamladıktan sonra Başpiskopos
Morton'un sayesinde Oxford Üniversitesi'ne girmeye hak
kazanan Thomas More, burada geçirdiği 2 yılda yazılar
yazmaya başladı. Antik Yunan ve Latin edebiyatına ilgisi
de bu dönemde başladı. Ancak bu 2 yılın ardından
babasının ısrarıyla Oxford'u bırakıp Londra'ya geri döndü
ve 1496 yılında hukuk öğrenimi görmeye başladı. 21
yaşında geldiğinde bir avukat olarak Londra Barosu'na
kaydoldu.
POLİTİKA HAYATI

• Hukuk öğrenimi gördüğü yıllarda manastır yaşamı


yaşamaktaydı ve bir rahip olmak isteğiyle yanıp
tutuşmaktaydı. 1501-1504 yılları arasında keşiş olmak
amacıyla bir manastıra çekilen More, 1504'te Avam
Kamarası seçimlerine katılmaya karar verdi. Parlamentoya
seçilince manastır hayatına son veren More, ertesi sene
Jane Colt ile evlendi. 1499'da Hollandalı yazar Erasmus ile
tanıştı aralarında sıkı bir dostluk başladı. Öyle ki Erasmus,
1509'da basılan Deliliğe Övgü adlı eserini Thomas More'a
adadı. Hem avukatlık yapan hem de Parlamentoda yasama
faaliyetlerine katılan More, kralların mutlak iktidarına
şiddetle karşı çıkıyor ve bu düşüncesini etrafıyla
paylaşıyordu.
Bu yüzden zamanla Kral VII. Henry'nin öfkesini üzerine
çekti. Kralın öfkesinden kurtulmak için seyahate çıkmak
zorunda kalan More, VII. Henry'nin 1509'da ölmesi
üzerine ülkesine geri döndü. Ertesi yıl yargıçlığa atanan
More, hümanist tutumuyla halkın sevgisini kazanmaya
başladı. Örneğin Chelsea'de bir huzurevi kuran More,
1517'ye ayaklanan yoksul halkı yatıştırarak isyanı
önleyecek, isyanın elebaşlarını da idamdan kurtaracaktır.
More, üst düzey devlet görevlerine karşı isteksizdi ancak
Kral VIII. Henry, 1517'de More'u hizmetine alır ve özel
danışmanı yaptı. Bu dönemde Kral tarafından Kutsal
Roma-Cermen İmparatoru Şarlken'e elçi olarak
gönderilen More, bu başarılı diplomatik görevinin
ardından 1521'de şövalye unvanını elde etti.
More, diplomatik görevinin ardından Hazine
Bakanlığı'nda yardımcı veznedar olarak görev yapmaya
başladı. Kariyeri gittikçe parlayan More, kısa süre sonra
Kralın sekreteri olarak da görev yapmaya başladı.
Zamanla yetki ve görevleri arttı; resmî belgeleri yazmaya,
yabancı elçileri karşılamaya, Kral VIII. Henry ile Lordlar
Kamarası başkanı Kardinal Thomas Wolsey arasında
iletişimi sağlayan birilcil kişi hâline gelmeye başladı.
LORDLAR KAMARASI BAŞKANLIĞI

• Thomas More, 1523 yılındaki seçimlerde şövalye


ünvanıyla Middlesex kentinden Lordlar Kamarası'na
seçildi. 2 yıl sonra mevcut Meclis Başkanı Thomas
Wolsey'in istifası üzerine Avam Kamarası Başkanı
seçildi. Aynı yıl Lancaster Düklüğü'nün şansölyesi oldu
ve Britanya'nın kuzey topraklarında geniş yetkiler elde
etti. O dönemde Kral VIII. Henry, mevcut eşi Catherine
d’Aragon'dan boşanıp Anne Boleyn ile evlenmek istedi.
Bu evlilikle ilgili kendisine yeterince yardım edemeyen
mevcut başkan Thomas Wolsey'i istifaya zorladıktan
sonra yerine Thomas More'u Lordlar Kamarası Başkanı
ilân etti.
Başlarda Kralın düşüncelerini paylaşan More, zamanla
Kralın protestanlığa olan artan ilgisi ve kiliseye olan
negatif düşüncelerinden rahatsız oldu. Catherine
d’Aragon'dan boşanmak isteyen Kral'a
özellikle Papalık karşı çıkıyordu. Papalık'a karşı Thomas
More'u ve Lordlar Kamarası'nı kendi safına çekmek
isteyen Kral, 1532'de Act of Supremacy adlı yasayı
çıkarttı. Bu yasaya göre Kral, kendisini İngiltere
Kilisesi'nin başı ilân ediyordu ve ülkesini Katolik
dünyadan kopartarak Anglikan mezhebini kuruyordu.
Thomas More ise kişisel olarak Protestanlığı doğru
bulmuyor; Katolikliği benimsiyordu. Bu dönemde
protestanlığı eleştiren kitaplarıyla Kral ile olan ilişkisini
gerdi. Böylece 1531'de Kral'a bağlılık yemini etmeyi
reddetti.
Ancak kısa süre sonra hem katolikliğe bağlı olduğu için,
hem de Kral'la çatışmak istemediği için sağlık
problemlerini bahane eden More, 1532'de istifa etti.
İstifasına rağmen Kral, More'un peşini bırakmadı. Önceli
mallarına en konulan, ardından göstermelik nedenlerle
sorgulanan More, 1533'te Anne Boleyn'in İngiltere
Kraliçesi olarak ilan edildiği taç giydirme törenine
katılmayı reddedince şimşekleri üzerine çekti. Yalan
davalar ve dedikodular başladı. Parlamentonun Anne
Boleyn'i İngiltere'nin kraliçesi olarak ilân edebileceğini
kabul etmesine rağmen, bağlılık yemini etmeyi reddetti.
Zira bu durum Papa'ya karşı bir davranış olacaktı. Kralı
kilisenin başı olarak görmemeyi sürdüren Thomas More,
Mart 1534'te Act of Supremacy'yi kabul ettiğine dair
yemin etmeye zorlandı.
Bu yasaya direnmesi üzerine tutuklandı ve Londra
Kalesi'ne hapsedildi. Aynı yıl yargılanmaya başlanan
More, başlarda sessiz kalmak istedi. Ancak hakkında
vatan hainliğine varan asılsız iddialar öne sürülmesi
üzerine konuşmaya başladı. Konuştuğunda Act of
Supremacy'nin Tanrı'nın yasalarına aykırı olduğu ve
parlamentonun kimseyi Kilise'nin başı olarak ilân
edemeyeceğini söyledi. Bu sözleri üzerine ölüm cezasına
çarptırılan More, 6 Temmuz 1535'te idam edildi.
THOMAS MORE: ÜTOPYA (ROMAN)

Ütopya, Thomas More tarafından


yazılan, Yunanca “olmayan yer” sözcüğünden "yaratılmış"
kelime ile aynı ismi taşıyan kitap.
More, Yunanca yer anlamına gelen sözcüğün önüne iyi
anlamına gelen "eu" ve yok anlamına gelen "ou" takılarını
birlikte çağrıştıran bir hece getirmiş, böylece aynı anda "iyi
yer" ve "yok yer", yani "olmayan yer" anlamını taşıyan bir
tür cinas yapmıştır. More'un 1516'da yazdığı aynı isimdeki
kitap, var olmayan bir kurgusal adada geçmektedir. More
kitabında ütopyalıları ve onların yaşam biçimlerini
anlatarak, döneminin İngilteresi'ne bir eleştiri getirir.
Thomas More'un Latince kaleme aldığı eser ilk
olarak Almanca'ya çevirildi. İlk İngilizce çevirisi
ise 1551 yılında Ralph Robinson tarafından yapıldı.
RÖNESANSIN SONUÇLARI

1. Avrupa’da bilim ve sanat alanında yeni bir anlayış


egemen oldu;
2. Skolastik düşünce yıkıldı. Gözlem ve deneye dayalı
bilgiler yerleşti;
3. Bilim ve sanat alanında birçok eser verildi;
4. Milli diller gelişti, milli edebiyatlar ortaya çıktı;
5. İncil yeniden incelendi. Kutsal kitaplar ve din adamları
eleştirildi. Kilisenin otoritesi sarsıldı ve Reform
hareketleri başladı;
6. Avrupalılar her alanda ilerleme sağlayarak dünyada
üstün duruma geldiler;

You might also like