You are on page 1of 40

Normal ve

Anormal
Davranışlar
+ Normaldışı davranışlar yazılı tarih boyunca insanların ilgi odağı
olmuştur; yakın tarihte olduğu gibi, eski Çin, Mısır, İbrani ve Yunan
dillerinde yazılmış yapıtlarda da davranış bozukluğu gösteren kişilerle
ilgili öykülere rastlanır. Yunan mitolojisinde Herkül’ün epilepsi
nöbetleri geçirdiği ve bu nöbetler sırasında insanlara saldırarak
öldürdüğünden söz edilir. "Deli İbrahim" adıyla anılan Osmanlı
padişahı (1615-1648) büyüklük hezeyanlarına kapılarak yenilmez
olduğuna inanmış, bu nedenle ordu ve ulema tarafından tahttan
indirilerek öldürülmüştü. Tarihsel belgelerde İngiltere Kralı III.
George'un (1738-1820) sık sık mani dönemlerine girdiği yazılıdır; III.
George bu nedenle "deli kral" olarak anılmıştır.
+ Tarih boyunca yaşamış birçok düşünür, yazar, ressam ve bestecinin yaşam
öykülerinde de normaldışı davranışlara rastlanır. Mozart’ bestelerini yaparken
bir yandan da zehirleneceği hezeyanları içindeydi. Van Gogh'un kulağını kesip
bir fahişeye yollaması, epilepsi sonucu geçirdiği bir bilinç bulanıklığı dönemine
rastlar. Ünlü Fransız düşünürü Jean-Jacques Rousseau, yaşamının son
döneminde paranoid eğilimler göstermiş, gizli düşmanları tarafından
izlendiğine inanmıştı.
+ Normaldışı davranışlar edebiyat ve tiyatro yapıtlarında da sıklıkla işlenmiştir.
Antik Yunan'ın oyun yazarı Sofokles "Oedipus Reks " ve "Elektra" adlı
oyunlarında ana-babaya yönelik cinsel isteklerin insan davranışlarına etkilerini,
on yedinci yüzyılın başlarında William Shakespeare, "Othello"da kıskançlık ve
intikam duygularını, "Macbeth"de suçluluk duygularını işlemişti. Edebiyat
dünyası benzer örneklerle doludur.
+ Çağdaş yazarların kimi de kendi yaşantılarından örnekler verme eğilimi
göstermiş, şizofreniden, alkol ve uyuşturucu tutkusuna kadar çeşitli
konuları işlemişlerdir. Yine normaldışı davranışlar çağdaş sinemanın sık
işlediği konulardan biri olmuştur.
+ Tarih boyunca bu denli ilgi görmüş olmasına ve günümüzde ileri uygarlık
düzeyine erişmiş bazı ülkelerde en önemli sağlık sorunu olarak kabul
edilmesine karşın, çağdaş insanın normaldışı davranışlar konusundaki
bilgisi, diğer birçok konuda sahip olduğu bilgiye oranla oldukça yetersiz
kalmış ya da bazı yanlış kavramlara saplanmıştır.
+ Normaldışı davranışlar tarihte ve edebiyatta çoğu kez, adam öldürme,
intihar, cinsel saldırı gibi toplum normlarından aşırı sapma gösteren
örnekleriyle yer almıştır. Bu nedenle, ruhsal bozukluklar toplum dışı ya
da tehlikeli davranışlarla özdeşleştirilmiştir. Oysa, bazı normaldışı
davranış türleri olağandışı görünümde olmasına karşılık, bazısı yalnızca,
kişinin yaşamı süresince karşılaştığı güçlüklerle etkin biçimde baş
edebilmesini engeller.
+ Birçok insan, normal ve normaldışı davranışların kesin bir sınırla ayrıldığı
ve bir yanda normal kişiler, diğer yanda da hasta kişiler olduğu
sanısındadır. Oysa, bilimsel açıdan normal ve normaldışı davranışların
ayrımını yaparken kullanılabilecek belirli bir ölçüt yoktur.
+ Bedenin normal yapısı ve işlevleri bilindiğinden fiziksel hastalıkların
tanılanması kolaydır. Buna karşılık, psikolojik düzeyde ölçüt kabul
edilebilecek bir normal modeli mevcut değildir.
+ Bu konudaki çeşitli yaklaşımlar birbirine karşıt iki temel görüş
içerisinde toplanırlar. Birinci görüşü benimseyenler, toplumsal
normlara uyma ,oranının normali, bu kurallardan sapma oranının ise
normaldışını belirlediği görüşünü savunurlar. Bu görüşü
benimseyenler, toplum kabul ettiği sürece belirli bir davranışın
normaldışı sayılamayacağı görüşündedirler; bünyesindeki normal bir
davranışı, normaldışı olarak yorumlayabilen "hasta toplum" kavramını
kabul etmezler.
+ İkinci görüşte olanlar ise, belirli bir oranda toplum kurallarına
uymanın toplu halde yaşamak için gereklidir. Bunun karşıtı tutumlar
ise zaten hem bireyin kendisi hem de toplum için zararlı
olabilmektedir. Dolayısıyla gerçek normallik için ölçütün toplumun
onayı değil, kişinin kendisini iyi hissedebilmesi olduğunu savunurlar.
+ Kendini iyi hissetme kavramı, yalnızca yaşamın sürdürülebilmesini
değil, potansiyellerin ve İsteklerin gerçekleştirilmesini de kapsar. Bu
ölçüte göre bir davranış, toplumun isteğine uygun olsa bile, kişinin
gelişmesini engelleyici nitelikteyse uyumsuz ya da normaldışı
sayılabilir.
+ Toplumsal ve kültürel etmenlerin normaldışı davranışların
oluşumundaki rolünün günümüzde çok daha iyi anlaşılmıştır. Bu
nedenle araştırmacılar bununla ilgili kültürlerarası araştırmalara çok
daha fazla önem vermeye başlamışlardır.

+ Normaldışı davranışları inceleyen ilk araştırmacılar, topladıkları


verilerden, bir kültürde normaldışı olarak nitelendirilen bir davranışın
bir diğer kültürde normal karşılanabildiği ve normallik kavramının
kültüre göre belirlendiği görüşünü geliştirdiler.
+ Trobiand adası yerlilerinde Oedipus kompleksinin varlığına ait yeterli
kanıt bulamaması üzerine, bu olgunun evrensel olmayıp Batı
toplumlarının babaerkil aile yapısının bir ürünü olabileceği sonucuna
varılmıştır.
+ Bu ve benzeri gözlemler ile önceleri normal dışı davranışların her bir
kültürün evrensel boyutlu olmayan bağımsız bir bütün olarak ele
alınmasına neden olmuştur. Ancak sonraki yıllarda bu görüşler bazı
değişikliklere uğramış, örneğin önceleri yalnız Batı kültüründe
görüldüğü sanılan şizofreninin, en ilkelinden en gelişmişine değin, her
kültürde görülebildiği anlaşılmıştır.
+ Yaşam, canlı varlığın sürekli olarak çevresine uyum sağlama çabasıdır.
Uyum dinamik bir süreçtir ve bireyin çevresinde yer alan
değişikliklere karşı geliştirdiği tepkilerle sağlanır.
+ Uyum düzeyi iki temel etmen tarafından belirlenir: Bireyin kişisel
özellikleri ve çevresinde karşılaştığı durumlar. Diğer canlı varlıklardan
önemli farklılıklar gösteren insanın uyum düzeyinin değerlendirilmesi
oldukça güçtür. Çünkü insanın başarı ve yenilgisi, yalnızca temel
biyolojik varlığını sürdürebilmiş olmasıyla ölçülemez; dünya içindeki
kendine özgü yeriyle de değerlendirilir.
+ İnsanın doğduğu andan başlayarak yaşadığı olumlu ve olumsuz olaylar
ve bunların izleri, varoluşunun bir parçası durumuna gelir. Kalıtsal ve
biyokimyasal etmenler ya da bedensel sakatlıklar gibi durumların
dışında, bireyin ruhsal sorunları çevresiyle etkileşimi sonucu oluşur.
+ Kişinin yaşı ile çevrenin onda bıraktığı izlerin derinliği ters orantılı
olduğundan, çocukluğun ilk dönemlerindeki sarsıntılar daha kalıcı bir
nitelik taşır ve etkilerini yaşam boyunca sürdürürler. Davranışa yön
veren sinir sistemi bağlantıları, bir kez oluştuktan sonra temel
örüntülerini pek değiştirmezler. Yeni edinilen davranışlar ise bu temel
örüntünün çevresinde oluşurlar. Dolayısıyla, bir insan yetişkinlik
dönemine eriştiğinde yaşam biçimi de belirlenmiş olur.
+ Bu konuda klasik psikanalitik ekol ile diğer dinamik psikiyatri
yaklaşımlar farklı görüşler geliştirmişlerdir.
+ Psikanalitik ekol yaşamı, çocukluk döneminde edinilen davranışların
yetişkinlik boyunca yinelenmesi olarak yorumlar. Buna karşılık, diğer
yaklaşımlar insanın, belirli bir davranış örüntüsünü izlemekle birlikte
sürekli bir gelişim ve değişim içinde olduğu görüşündedirler.
+ Öte yandan, tüm dinamik psikiyatri ekolleri, normaldışı nitelik
kazanmış davranışların psikolojik tedavi yöntemleriyle belirli bir
oranda değiştirilebileceği görüşünde birleşirler.
+ Çocukluk döneminde olumsuz çevre koşullarının yarattığı engellerle
karşılaşan insan, yetişkin yaşam için gerekli yetenekleri geliştiremez ve
zorlanma durumlarına karşı geliştirmiş olduğu yöntemler yetersiz kalır.
Böyle bir durumda yaşanan duygu anksiyetedir.
+ Anksiyete, hafif bir kaygıdan yoğun paniğe değişebilen, farklı
yoğunluklarda yaşanan bir duygudur. Normal koşullarda, fiziksel ya da
toplumsal çevreden gelen tehlikelere karşı insanı uyaran, aynı zamanda
gerekli uyumu yapabilme ve yaşamı sürdürebilme işlevlerine katkıda
bulunan anksiyete, bazen çok yoğun yaşanır.
+ Böyle bir durum, insanın anksiyeteyi azaltmak amacıyla abartılmış uyum
mekanizmaları kullanmasına ve normaldışı davranışların ortaya çıkmasına
yol açar.
+ Bu davranışın dıştan görülen semptomlarından daha çok, onu
oluşturan nedenlerin çözümlenmesi ve anlaşılması önem taşır.
+ Gerek normal ve gerekse normaldışı davranışlar, gerçekte, insanın
dünyayı algılayış biçimine göre yaşamını sürdürebilme
çabalarından başka bir şey değildir ve normal ya da normaldışı
sayılan davranışların tümünün işleyişinde aynı temel ilkeler
geçerlidir. Normaldışı belirtiler yalnızca insanın uyum yapma
çabalarının yetersizliğini yansıtır, ancak yetersizliğin gerçek
nedenini açıklamaz.
+ Nörobiyoloji alanında yapılan araştırmalar, bir insanın doğduğu andan
başlayarak yaşadığı tüm olayları ve onlara eşlik eden duyguları, bazı beyin
hücrelerindeki bellek moleküllerinde bir arşiv gibi sakladığını
göstermektedir.
+ Beyin, işlevlerini ekonomik bir biçimde sürdürmek zorunda olduğundan,
bu olayların ve duyguların tümünü algılaması olanaksızdır. Ancak, bu
izlenimlerin davranışları sürekli olarak etkilediğini kanıtlayan belirtiler
vardır. Örneğin, bir insan çocukluk dönemlerinde geçirdiği sarsıcı
yaşantılara ilişkin anksiyetesini bastırmış da olsa, yetişkin döneminde bu
yaşantıları çağrıştırıcı durumlarla karşılaştığında çocukluk dönemine ait
duygularını yeniden yaşayabilir. Ama çoğu kez, geçmişle şimdiki zaman
arasındaki ilişkiyi göremez.
+ Ailede ve toplumda meydana gelen olumsuz olaylardan çocukların
yetişkinlere göre daha çok etkilenmesinin nedeni, çocukların yetişkinler
gibi yeterli tecrübe birikimine, gelişmiş mantığa ve güçlü iradeye sahip
olmamalarıdır. Dolayısıyla çocuklar karşılaştıkları olumsuz şartları, âni
değişiklikleri ve zorlukları anne baba desteği olmadan kolay aşamazlar.
+ Aile büyüklerinden birinin ölümü, babanın işini kaybetmesi, yeni bir eve
taşınılması, okulunun değiştirilmesi, yeni bir kardeşin dünyaya gelmesi gibi
beklenmedik olayları ve değişiklikleri çocuklar kolay kabullenemez, uyum
sağlamakta zorluk çekerler. Anne ve babadan destek gören, sevilen,
özgüven duygusu gelişmiş bir çocuk kısa sürede yeni duruma uyum
sağlayabilir.
+ Uyum sağlayıncaya kadar geçen süre içinde gösterilen davranış bozuklukları
ruh sağlığına zarar vermeyen geçici uyum bozukluklarıdır. Bunlar aslında
+ Bir diğer önemli nokta da sosyal çevre ile ilgili yaşamının ilk yıllarından
itibaren çocukların davranışlarını, bulundukları sosyal ortam ve norma
uygun yönde şekillendirmeyi öğretmesidir. Sosyal mesajlar aracılığıyla,
kendi tutumlarının başkalarını nasıl etkileyeceği yönünde bilgi sahibi
olurlar.
+ Başkalarının ihtiyaç ve duygu durumuna yönelik olarak kendini
düzenleyemeyen çocuklar, ilerleyen yaşlarda problem durumlarla
karşılaşır. Kuralları izlemekte, başkalarıyla empati kurmakta zorlanır, karşı
tarafın duygusunu anlamlandıramaz ya da hatalı şekilde atıfta bulunur.
Çabuk öfkelenir, kavga başlatabilir, kurallarla (otoriteyle) çatışır,
başkalarını suçlama ya da yalan söyleme gibi davranışlar sergileyebilir.
Kendi ve çevresinin (arkadaş ortamı gibi) güvenliğini tehlikeye atacak
davranışlarda bulunabilir.
+ Gelişimsel dönemler, bir davranış bozukluğunu yorumlarken
önemlidir Çocuğun yaşını ve davranış bozukluğuna yol açan olayın
ciddiyetini göz önünde bulundururlar.
+ Örnek verecek olursak, iki yaşına kadar bebeklerde parmak emme
fazla ciddiye alınacak bir davranış bozukluğu değildir. Nöropsikoloji
uzmanları bunun ana rahmindeki bir alışkanlığın devamı olduğunu
söylerken, gelişim psikolojisi uzmanları da çevreyi ve vücudunu
tanıma girişimi olarak değerlendirirler.
+ Memeden kesilen bir bebeğin yeni duruma uyum sağlayıncaya kadar
parmağını emmesi normal sayılır. Yine korktuğunda, acıktığında,
anneyi özlediğinde, uykuya dalarken parmak emmesi bir rahatlama
şeklidir; davranış bozukluğu sayılmaz.
+ Üç yaşındaki bir çocuğunun isteği yerine getirilmediği zaman ağlayıp
sızlanması, yatıp yuvarlanması eğitim eksikliğine verilir ve fazla
yadırganmaz. Ancak aynı hareketler on yaşındaki bir çocukta
davranış bozukluğu kabul edilir
+ Davranış bozukluğu olarak adlandırılan bu durum, ileride antisosyal
davranış bozukluğu olarak görülen tablonun önemli bir yordayıcısıdır.
+ Örneğin, ilk okul döneminde arkadaşlarıyla oynayan bir çocuk, diğerleri
aralarında şakalaşırken kendiyle alay edildiğini “düşünüp” öfke duyabilir ve
bu öfkeyi saldırgan bir tutumla yansıtabilir ya da arkadaşlarını üzecek bir
söz, kırıcı bir davranışta bulunabilir.
+ Bazıları bu davranış sonrası pişmanlık duyarken bazıları pişman olmayabilir.
Bu ve benzeri örnekler, davranış bozukluğunda gözlenen durumlara örnek
teşkil edebilir. Ancak bu tablo her çocukta aynı şekilde gözlenmeyebilir.
+ Gelişim süreci içerisinde insanlar, sosyal ya da psikolojik pek çok stres
unsuru ile karşılaşmakta ve bu stres unsurları ile baş edebilmek için
duygusal ve davranışsal başa çıkma yolları aramaktadırlar.
+ Bireyin karşılaştığı zorluklar karşısında çözüme yönelik geliştirdiği davranış biçimleri,
çevreye ya da kendine yönelik yeni zorluklara yol açtığında davranışsal ya da duygusal
sorunların ortaya çıkma riski de artar. Yaşam boyunca ortaya çıkan uyum ve davranış
sorunlarının varlığı, onların tanımlanması sorununu da beraberinde getirmektedir. Çünkü
uyum ve davranışa yönelik sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek ve bir davranışı “normal
dışı” olarak niteleyebilmek için çeşitli kriterlere ihtiyaç duyulmaktadır.
+
+ Bütün toplumlarda doğrudan ya da dolaylı olarak o toplumun insanlarına ifade edilen
belirli uygun davranışlar bulunmaktadır. Bir çocuk ya da ergenin davranışlarına normal
dışı diyebilmek için, toplumca belirlenen bu kurallara veya gelişim döneminin
özelliklerine uygun olmaması gerekmektedir.
+ Belirgin olarak bir çocuk ya da ergenin davranışlarına normal dışı demek için birtakım
kriterler geliştirilmiştir. Bu kriterler, davranışlardaki aşırılık veya yetersizlik, norm dışı
davranma, gelişimsel özelliklerin dışında olma ve zayıf uyum özellikleri olarak ifade edilebilir.
+ Normal davranış beklenen, ideal ve topluma uyum sağlayabilen davranışlar olarak
tanımlamıştır. Normal ve normal dışı davranışı ise iki kritere ayırt etmektedir: yaşa uygunluk
ve gelecekteki etki.
+ Yaşa uygunluk, bireyin yaşadığı problemle gelişimsel özellikleri çerçevesinde başa
çıkabilmesi; probleme ilişkin yaşa uygun düşünme, duygu ve eylem gerçekleştirebilmesidir.
+ Gelecekteki etki ise, çocukluk döneminde ortaya çıkmış ise, ilerleyen dönemlerde
kendiliğinden ortadan kalkabilir nitelikte bir sorun olup olmadığını ifade eder.
+ Bir davranış, toplumsal açıdan “normal” limitinin dışındaysa normal dışı davranış;
davranış bozukluğu olarak tanımlanması her zaman için doğruluğunu koruyamayabilir.
+ Örneğin; alkol kullanımının yaygın olduğu toplumlarda, bağımlılık oranı da yüksek
düzeyde olacağından o toplumda “alkol bağımlılığı” herhangi bir patoloji olarak
tanımlanamaz. Çünkü söz konusu toplumda alkol kullanım davranışı o toplum içerisinde
oldukça yaygın; dolayısıyla da “normal” tanımı içinde yer almaktadır.
+ Davranış bozukluklarının çocukların ve ergenlerin akademik, sosyal ve potansiyellerini ortaya
koymada sınırlılığa yol açması ve gerek duygusal gerekse sosyal pek çok farklı olumsuzlukları
içermesi tanılanma ve sosyal uyumunu gerçekleştirilmesi önemlidir. Eğitsel anlamda bir
sorunun davranış bozukluğu olarak tanımlanabilmesi için, sosyal ya da duygusal alandaki bir
güçlüğün belirli bir süreyle gözlenmesi ve bu güçlüğün akademik anlamda sınırlılığa yol
açması gerekmektedir. Buna göre bir sorunun duygusal ya da davranışsal problem olarak
tanımlanabilmesi için;
+ Zihinsel, duyusal ya da herhangi bir sağlık probleminden kaynaklanmayan akademik
başarısızlık,
+ Akran ve yetişkinlerle olan ilişkilerden memnuniyetsizlik,
+ Duruma uygun olmayan duygu ya da davranışlar,
+ Genel bir mutsuzluk hali,
+ Okul ya da kişilerarası ilişkilere yönelik geliştirilen normal dışı korku ya da fiziksel belirtiler.
Ruhsal
Durum(Anamnez)
Alma
+ Danışmanın kendini tanıtması, mahremiyete saygı, danışan veya
yakınlarına yeterli ve anlaşılır bilgilendirme, danışan kişinin
danışma sürecine yönelik önyargılarını ele almak, içten bir ilgiyle
dinlemek, yeterli zaman ayrılması yardım için önemli unsurlardır.
+ Görüşmenin içeriği yanı sıra saygılı ve ölçülü ancak danışanın
kendisini rahat hissedeceği destekleyici ve yüreklendirici bir güven
ortamı, soruların açık uçlu, yansız, yüksüz olması, danışanın
yakınmalarını bizzat kendi ifadeleriyle not etmek, iş, evlilik, eğitim,
kültürel durum, geçirilmiş ruhsal sorunlar ve ailesel hastalık
öyküsü not edilmesi gereken temel bilgilerdir.
Öykü Almaya Başlanmadan Önce Bilinmesi Gereken Görüşme Teknikleri
+ Danışanın kendi dilince anlatımına izin verilmeli
+ Toparlayıcı ve özetleyici anlatımlarla konuşma istenen yöne kaydırılmalı
+ Danışana karşı önyargısız olunmalı
+ Danışanın sosyokültürel düzeyine uygun iletişim kurulmalı
+ Danışan ile göz teması kurulmalı
 Açık uçlu sorular yönlendirici sorulara yeğlenmelidir.

 Örneğin:

Son zamanlarda nasıl uyuyorsunuz? açık uçlu;


Sabahları erken mi uyanıyorsunuz? Yönlendiricidir.
 Sık Yapılan Yanlışlar
+ Danışanın psikososyal sorunlarını anlatmasına izin vermeme
+ Yanıtı evet veya hayır olan sorular sorma
+ Suçlayıcı sorular sorma
+ Gereksiz güvenceler verme
+ Ani konu değişikliği
+ Göz temasının olmaması
Kimlik Bilgileri
+ Danışanın adı, soyadı, yaşı, işi, evlilik durumu, doğum yeri, doğum tarihi, yaşadığı yer,
danışmaya geliş biçimi( Kendiliğinden, ailesinin ısrarıyla, zorla, mahkeme kararıyla vb)
öğrenilir.
Ana Yakınma
+ Danışanın yakınması hem kendi ağzından hem de varsa ailesinin ağzından dinlenir.
Danışanın Öyküsü
+ Yakınmalarının başlangıç zamanı, biçimi,
+ İlk belirtiler,
+ Yakınmaların gelişmesi,
+ Bu süre içinde danışanın yaşayış biçimi,
+ Karşılaştığı fiziksel, ruhsal, toplumsal baskılar öğrenilir.
+ Rahatsızlık öncesi ve sonrası kişiliği,
+ Rahatsızlık öncesi ve sonrası başka insanlarla ilişkileri,
+ Gördüğü aktif ya da geçmiş tedaviler, Bunlardan yararlanıp yararlanmadığı öğrenilir.
Sosyal Öykü
+ Danışanın yaşadığı kültürel, toplumsal, ekonomik ortamın genel bir tanımlanması
yapılır
+ Örneğin; Anadolu’da kasabada geleneksel bir şekilde yetiştirilmiş..
+ Aile bireylerine ve diğer insanlara olan tutumu,
+ Kimlerle arkadaşlık yaptığı,
+ Gezme eğlenme hobi gibi uğraşları olup olmadığı,
+ Bulunduğu çevreye göre sosyo ekonomik durumu öğrenilir.
Aile Öyküsü
+ Danışanın anne babasının
yaşları,
ne iş yaptıkları,
yaşadıkları yerler,
eğitimleri,
ölmüşlerse ölüm nedenleri ve zamanları,
kişilik özellikleri,
ailede egemen kişinin kim olduğu,
evlilik öyküsü,
nasıl geçindikleri
diğer kardeşlere davranışları, bazı kardeşleri diğerlerinden ayırıp ayırmadığı
öğrenilir.
+ Danışanın kardeşlerinin
isimleri,
işleri,
kardeşleriyle iletişimi öğrenilir.
+ Danışanın nasıl bir evde ve kimlerle yaşadığı, evde kendine ait bir oda bulunup
bulunmadığı öğrenilir.
+ Ailede başka bir kişide psikiyatrik bir hastalık olup olmadığı öğrenilir.
Özgeçmiş
+ Danışanın çocukluk çağlarına ilişkin bilgiler öğrenilir.
+ Danışanın doğum tarihi ve yeri,
+ Doğduğunda herhangi bir doğumsal anomalisi olup olmadığı,
+ Çocukken geçirdiği hastalıklar, travmalar, kazalar,
+ Ergenliğe ne zaman girdiği ve ergenliği nasıl karşıladığı,
+ Askerliğini ne zaman, nerede, nasıl bir hizmette yaptığı,
+ Askerde üstleri ile olan ilişkileri,
+ Askerliğe karşı duygu ve davranışı,
+ Askerlikten kaçıp kaçmadığı,
+ Askerlikte ceza alıp almadığı,
+ Askerlikten nasıl terhis olduğu öğrenilir.
+ Evlenme tarihi ve biçimi,
+ Daha önce evlilik veya nişanlılık dönemi olup olmadığı,
+ Eşinin kişiliği, yaşı, mesleği,
+ Eşiyle olan diyaloğu, cinsel ilişkileri sorulur.
Ruhsal Durum Analizi
+ Ruhsal durum muayenesi danışan ile konuşmaya ve gözleme dayanır.
+ Konuşma ve gözlemi yapabilmek için olumlu ilişkisi kurabilmek gerekir.
+ Ruhsal analizi danışanın görüşme odasına girmesiyle başlar.
+ Danışanın
- odaya girişi,
- Danışmana ve sürece yönelik tutumu,
- çevreye ilgisi,
-dış görünümü (giyim kuşamı, kendine bakımı, yürüyüşü, bedensel sakatlığı olup
olmadığı, vücudunda yara izi olup olmadığı, dövmesi olup olmadığı, aşırı makyaj yapıp
yapmadığı vb) gözlemlenir.
+ Danışanın duruşu, konuşması, danışmaya geliş biçimi, psikomotor etkinliği, giyimi,
kendine bakımı, çevreye ilgisi, jest-mimikleri, tikleri, vücudunda yara izleri olup olmadığı
değerlendirilir.
Aşırı bakımsız bir dış görünüm, ciddi mental hastalıkları akla getirirken, çok canlı, parlak,
olağan dışı giysiler ve fazla konuşma isteği bipolar bozukluğu, kederlilik, çökmüş yüz
ifadesi, özensiz bir giyim ve suskunluk depresyonu akla getirmelidir.
Danışanın danışmana karşı savunucu, öfkeli ya da kuşkucu tutumu psikotik /paranoid bir
sürecin parçası olabilir.
+ Konuşmanın miktarı ve düzeni, şive, anlatım tarzı, ses tonu, netliği ile ilişkili sorunlar, göz
teması, sorulara verilen yanıtların uygunluğu, ayrıntıcılık, konu dışı sapmalar var mıdır?
+ Niceliksel bozukluk: Basınçlı konuşma, konuşmada artma / azalma; ses tonunun yüksek,
alçak ya da fısıltı biçiminde olması.
Niteliksel bozukluk: konuşma tikleri, kekemelik, dağınıklık, pelteklik, çocuksuluk, küfürlü
konuşma.
Duygulanımda azalmalar
+ Anhedoni: Zevk alamama hali. depresyon, şizofreni, sınır kişilik gibi durumları işaret
eder.
Küntleşme-düzleşme : Duyguların dışa vurumunun azalması veya ortadan kalkması hali,
şizofreniyi düşündürür.
İlgisizlik: Duygulanımda umursamazlık, lakaytlık hali, şizofrenide rastlanabilir.
Güzel Aldırmazlık (La belle İndiferans) : Ciddi bir tıbbi sorun olduğu izlenimi verirken
kişinin bu duruma adeta mutlulukla tepki vermesi. konversiyon bozukluğunda görülebilir.
Apati (Donukluk) : Duygulanımda düşünce ve davranışla birlikte ileri derecede bir
yavaşlama ve donukluk halidir. Zeka geriliklerini, kronik şizofreniyi düşündürmelidir.
Duygulanımda artmalar
+ Neşe ya da elem yönünde artıştan söz edebiliriz.
Artmış neşelilik, coşku, olağandışı bir zevk, keyif alma halini ifade eder. Hipomani / mani,
Elem yönünde artma: çökkün duygulanım: depresyonu akla getirmelidir.
+ Danışanın konuşması (konuşmasının miktarı, düzeni, hızı, dağınık olup olmadığı, ses tonu,
kekemeliği olup olmadığı) gözlemlenir.
+ Danışan-Danışman ilişkisi, göz teması kurup kurmadığı, saldırganlığı olup olmadığı, varsa tikleri,
görüşmeye istekli olup olmadığı gözlemlenir.
+ Danışanın duygulanım ve duygudurum değerlendirmesi yapılır.
+ Duygulanım (affect): Hastanın dıştan ya da içten gelen uyaranlara duygularıyla tepki verebilme
yetisidir. Bu uyaranlara karşı hoşlanma, sevinme, üzüntü, korkma, öfkelenme, utanma, suçlanma
gibi yanıtlarımız olur. Bu yanıtların hepsi birden duygulanımı oluşturur.
+ Duygudurum(mood): Uzunca bir süre belli duyguların baskın olarak yaşanması durumudur.
Örneğin çökkün duygudurum ya da taşkın duygudurum gibi.
+ Duygudurum ve duygulanımı birbirinden ayırmak kolay değildir.
Bu ayrımı yapabilmek için duygulanımı nesnel yani dışardan gözlemlenen tepkiler ve o anda
gördüğümüz tepkiler olarak değerlendirmek,
duygudurumu ise öznel yani kişinin kendisine nasıl hissettiğini sorduğumuzda verdiği yanıt olarak
değerlendirmek gerekir.
Danışanın bilişsel yetilerine bakılır:
Danışanın bilinci,
Belleği (hafızası),
Algılaması,
Gerçeği değerlendirme ve yargılama yetisi,
Yer, zaman ve kişi oryantasyonu,
Zekası değerlendirilir.
Danışanın içgörüsü olup olmadığına bakılır.
İçgörü:Rahatsızlığının farkında mı? Varolan belirtileri dış güçlere mi bağlıyor?
+ Danışanın düşünce içeriği (kafasını meşgul eden konular) sorularak
şu özelliklerin olup olmadığına bakılır: sanrılar, halüsinasyonlar,
obsesyonlar, kompulsiyonlar, anormal inançlar vb.
+ Danışanın dışa vuran davranışlarına bakılır: Saldırganlık, ağlama,
hareketlerde yavaşlama vb

You might also like