You are on page 1of 6

GİRİŞ

Yazarın 1934 yılında Sorbonne Üniversitesinde sunduğu “Conformisme et Révolte” isimli


doktora tezinin kitaplaşmış hali olan İsyan Ahlakı, hür hareketi isyan vasıtasıyla ve isyan içerisinde
tanımladığı kitaptır. Ona göre tabiat deternizminin ve sosyal uysallığın karşısına çıkar her hareket
hakiki bir isyandır.
Yazar anlayış bakımından 20. yüzyılın revaçtaki felsefi anlayışlardan Hareket (action)
felsefesini kabul etmiştir. Bu felsefi akım, 18. yüzyıldan beribatıda etkili olan materyalist- pozitivist
akımların karşısında durmuş ve insanlığın kurtuluşunu ahlakî ve moral değerlerin yükselişinde
görmüştür. Bu akımın kurucusu olan Maurice Blondel (1861- 1944) L'action adlı eserinde, insan
hareketlerinin aile, toplum, devlet ve insanlık dairelerinden geçip Allah'a ulaşma eğiliminde
olduklarını ince tespitlerle ifade etmiştir. Yazarın kitabında görüşünü sık sık ifade ettiği bu düşünür
akıl ile inancı ayırmanın sun'i olduğunu belirtmiş ve din ile felsefeyi birbirine yakınlaştırmaya
çalışmıştır.
Yazar isyanı; kendi dışına çıkma gayreti şeklinde anlar. Ona göre; “İnsanın kendi dışına
çıkma gayreti, sonradan kazandığı bütün eğilimlerine bütün uzvî alışkanlıklarına karşı mücadele
etmekten ibarettir.” Yazar bu mücadeleyi bir isyan olarak nitelendirmiş ve bu kelimeye popüler
kültürün yüklediği anlamdan farklı bir anlam yüklemiştir. Nitekim kitabın 37. sayfasında “fayda
mutluluk, ,çgüdü, toplum... bunların hepsi de insanın kurtulması gereken, insanî esaret şekilleridir”
diyerek isyanın hedefini ortaya koymuştur. .Kitabın fransızca orijinal isminden de anlaşılacağı üzere
isyanı conformizmin (uysallık) karşısına koymuştur.
Eser altı bölümden oluşmaktadır.
1. Hürriyet problemi
2. İnsanın esirliği
3. Sorumluluk ideali
4. Taklid ve inanç
5. Mistik iman
6. İmandan isyana
Kitap ahlak probleminin nasıl ortaya çıktığını inceleyerek çeşitli ahlak sistemlerini
eleştirmiştir. Bu anlamda teorik bir kitaptır.

ÖZET
►Kitabın ilk bölümünde Nurettin TOPÇU hürriyet problemi üzerinde durmuştur. Hürriyeti
dıştaki determinizmin yerine benliğin determinizmini koyabilmekten ibarettir. İç determinizmin
gücü miktarında hürriyetimiz de güçlüdür. Ona göre “insan esir doğar ve kendi hareketlerini
yaratmak suretiyle hürriyetini kazanır”. Yazar bu bölümde Spinoza'ya göre hürriyeti ve iradeyi
açıklamış ve onun görüşüne eleştirisini getirmiştir. Spinoza ruhta hür bir irade olmadığını ve insan
ruhunun herhangi bir sebeple herhangi bir şeyi istemeye azmettirilmiştir. Bu sebepte başka sebepler
tarafından belirlenmiştir ve diğer sebepte sonsuza dek uzanan sebepler zincirinin bir halkasıdır.
Spinoza Allah'ı ise bu edilgen sebepleri yaratan etkin sebep olarak görür. Dolayısıyla O sebep
yaratan sebeptir. Neticede Spinoza'nın sisteminde mutlak ve hür irade fikri de ortadan kalkmıştır.
Spinoza'ya göre insanın kendisini mutlak hür irade sahibi görmesinin sebebi şudur; “şuurunda
olduğumuz arzularımızın hem kendilerini meydana getiren hem de onların gerçekleşmesine
müsaade eden dış sebepleri bilmemek”
Yazar ilk bölümde sezgi ve hürriyet bahsi üzerinde de durmuş ve Bergson'un görüşlerine de
yer vermiştir.

►Kitabın ikinci bölümünde ise yazar, insanın esirliğini açıklamaya koyulmuştur. Bu


bölümü üç kısım halinde incelemiştir; a)Hazzın anlamı, b) Dayanışma, c) Hakimiyet
Yazara göre insanın esirliğinin başlıca kaynakları bunlardır. Yazar hazzı hayatın tamiri
olarak meşru görmekle birlikte onu, hayatın gayesi yapmanın iradeyi esirleştirdiğini savunur. Haz
bu özelliği ile insanın zaafıdır ve gerçek manada istenmiş değildir, bir istek noksanlığı yani ne
istediğini bilememektir.
Diğer esaret kaynağı olan dayanışma ise kendi başına yaşayamayacağı için kaçamadığı bir
kaderdir. Yazara göre bu dayanışmanın kabulü ferdin ilk esirliğinin itirafıdır. Yani ferd burada
kendi tabiatına karşı esirdir. Diğer taraftan bu dayanışma hali hem ferdin hürriyetine tecavüz eder
hem de asalak yaşamaya zemin hazırlar.
Üçüncü esaret kaynağı ise hakimiyettir. Hakimiyet dayanışmanın devamı ve zorunlu
tamamlayıcısıdır. Dayanışmanın mümkün olabilmesi için fertlerin birbirlerine yaklaşması ve aynı
değerlerin etrafında birleşmeleri gerekir. Fakat ferd hürriyetinin hiçbir şeklinde korunmasının
mümkün değildir. Yazar bu bölümde Spencer'e ait görüşlere de yer vermiştir. Spencer'e göre
“sosyalizmin her türü bünyesinde esirlik taşır. Esir kendi yararına çalışacak yerde askı ile
başkalarının arzularını tatmine çalışan kimsedir. Ve demokratik rejim efendilerin sayısını
artırmaktan başka bir şey getirmez”.

►Kitabın üçüncü bölümü ise sorumluluk idealini işlemektedir. Topçu'ya göre sorumluluk
müspettir ve hareketin sonucu değil sebebidir. Yani insan yaptıklarından dolayı herhangi bir
egemene sorumlu olmamalıdır bilakis sorumlu olduğu bilinci ile eylemlerini ortaya koymalıdır.
Yazara göre “ahlaki denilebilecek bir sorumluluk , kendi gerçeğini bizzat bu gerçeği yaşayanın
şuurunda bulmalıdır; onun hakkında başkaları tarafından verilen bir hükmün sonucu olmamalıdır.”.
Dolayısıyla yazar insanın aklının ve vicdanının ulaşabileceği bütün hareketlerinden kendisini
sorumlu tutması gerektiğini savunur. İnsanın hareketlerine hakim olması ile esirlikten
kurtulabileceğini belirtir.
Diğer taraftan yazar hareketin sebebinin bizzat hareketin kendisinde olduğunu söyler. Bu
düşüncesini şu şekilde ifade eder; “Fikir, fikir olarak bir varsayımdır, onun irade ile, hareket
hürrüyeti ile hiçbir ilgisi yoktur. Saf niyet diye bir şey yoktur. Hareketin niyeti bizzat harekete bağlı
bulunmaktadır.”.
Yazar sorumluluğun hedefinin bilim, vatan, sanayi, devletin selameti değil evrensel nizam
olduğunu söyler. Ona göre evrensel nizam dışında kalanlar ahlaki açıdan aynı derecede iyiliğe ya da
kötülüğe yol açabilirler.

►Kitabın dördüncü bölümünde yazar “Taklit ve İnanç” meselesini ele almıştır. Yazar
düşünceyi insan hareketinin devamı olarak ele almıştır. Yazar hareketi düşünülmüş olmadan önce ve
hatta düşünülmüş olmaksızın zeki olarak kabul eder. Yazar deneyci ahlakı savunanlara benzer
görüşleri dile getirmiştir. Deneyci ahlak savunucuları iyinin bilinmesinin yetmeyeceğini ve onun
tatbikinin esas olduğunu savunur. Sokrates da “iyinin bilgisi, onun uygulanmasını da birlikte getirir,
kötülük bilgisizliktir. Hiç kimse bile bile kötülük etmez.” diyerek ahlakın esası hakkında görüşlerini
bildirmiştir. Nurettin TOPÇU da kötülük iradesinin olmadığını savunur. Ona göre ahlaksızlık iradi
hareketin yok edilmesi kişinin kendi kendini inkarıdır. Nurettin TOPÇU burada kendine sahip
olmanın imkansız olduğunu düşünenlerin görüşünü de dile getirmiştir. “Bir yandan atalarımız bizi
bulunduğumuz hale hazırladılar, öte yandan eğitim bizi şekillendirdi ve nihayet sosyal hayat bizi
baskı altına aldı. Demek ki gerçekte, tam ve hakiki benlik yoktur. Benlik denilen şey bir karışımdır
veya her türlü etkinin bir sonucudur.” burada yazar taklidin düşünce üzerindeki etkisini ortaya
koymuştur.
Kitabın devamında ise inancı gerçek bilgi olarak tanımlayıp inancı hazırlayan düşünce
biçimlerini açıklamıştır; a)sezgili düşünce b) mantıkî düşünce.
Bu bölümün devamında ise inancın ne olduğunu açıklamaya koyulmuştur. Burada Pascal'a,
Kant'a, Fichte'e ve Hamilton'a göre inanç açıklanalarına yer vermiştir.
Burada Pascal'a göre üç çeşit inanma yolu vardır: Akıl, alışkanlık ve ilham. Akıl ile ilgili
olarak “insanı büyük yapan düşüncesidir” görüşünü dile getirir. Fakat hakikatin sadece akıl yoluyla
değil aynı zamanda kalp yoluyla da tanınabileceğini savunur. İnanmanın ikinci yolu olan
alışkanlıktır. O örfü ve alışkanlığı dinin uygulanması olarak anlar. Pascal'a göre aynı fikir sürekli
zihinde canlandırılırsa o duyguya dönüşür. Böylece alışkanlıklar bir inanma biçimi olur. Fakat örf
ve adetin itaat etmeye değer olması için de aklın peşinden gelmesi gerekir. İnanmanın üçünçü yolu
olan ilham ise tabiat üstü bir lütuf olarak nitelendirilmiştir.
Kant ise inancı bilginin üstüne ve ayrı bir alana, ahlaki hakikatler alanına yerleştirir.
Fichte ise inancın bilginin bütün alanlarına hakim olduğunu savunur. Kaynağının ise ahlaki
hakikatler olduğunu savunur.
Hamilton'a göre ise inanç aklın ilk şartı ve bilgiden önce gelen bir kanaattir.
Bu bölümün sonunda ise yazar inancın taklidi mevzusu üzerinde durur. Ona göre inanç
iletilebilir olmasaydı ve doğduğu ferdde ebediyyen kapalı kalsaydı ne insan toplu ne de medeniyet
olurdu. Taklit inancın yansımasıdır. Ona göre inanç çoğunlukla taklitçilerde uzun süre kalabilecek
güçte değildir ve ekseriyetle yerini konformizme bırakır. Bazen de taklitçisinde gelişir ve taklitçinin
kişiliğinden dolayı farklı şekillere bürünür. Neticede inancın taklit yoluyla yayılması
toplumsallaşmanın temel sebebi olarak ortaya konulmuştur.

►Kitabın beşinci bölümü mistik iman bahsini işler. Yazar imanı inancın bir devamı olarak
görür ve bir inancın iman olabilmesi için insan ruhunda devamlılık kazanması ve hayatına hakim
olması gerekitiğini savunur. Yazar bu bölüm altında imanın niçin mistik bir aleme atıldığını iki
sebeple açıklamaktadır. İlk olarak imanın insanın kendisini tam manasıyla gerektirmesi gereğini öne
sürmüştür. İkinci sebep olarak imanın aklın sınırlarını aşmasını göstermiştir. Bu düşüncesini şu
sözleriyle ifade etmiştir; “imanın mistik bir özellik arzetmesinin ikinci sebebi, onun aklın ulaşılmış
sınırlarını aşması bundan da öte, bizzat aklı bir manevranın eşiğine kadar götürmesi, düşünen aklın
ışığını gölgeleyen ve boğan çok büyük bir iç aydınlanma sağlamayı başarmasıdır.”
Yazar beşinci bölümde estetik ve dinî iman konularını da incelemiştir.

►Kitabın son bölümü ise “İmandan isyana” adını taşımaktadır. Bu bölümde yazar, iradenin
Mutlak Bir'e münhasır olduğu düşüncesinin, insan iradesinin olaylar dünyasındaki yetersizliği
olduğunu savunur. İradenin yetersizliği insanı Mutlak Bir'in araştırılmasına itmiştir. Ona göre irade
Allah'ı istemeden önce tabiatı bütün varlıkları ile istedi. Bundan da tatmin olamayınca da ötelere
uzandı.
Bununla beraber imanda görülen benlik ile Allah arasında bir ikilik vardır. Yazara göre bu
ikilik iradi hareketin yetersizliğinden doğan şuur ile, onun kendi kendini tabiatüstü bir alemde
tamamlamaya atılışı arasındaki ikiliktir. Yazar bu atılış hamlesini bizdeki Allah'ın hareketi olarak
görür. Eksik hareketlerimizi tamamlayan bu hareket bizzat yetersizliğin ve eksikliğin delili
olmaktadır. Bu tamamlama hareketi insanın isyanını doğurmuştur. İnsanın isyanı herşeyden önce
kendi tabiatına karşı, kendi iç kuvvetlerine, dar ve bencil arzularına karşı isyandır. Böyle bir tabiat
esareti temsil etmektedir. İsyan ise hareketimizdeki hürriyetin bir teyidi olarak bu çeşit esaretleri
hedef almaktadır.
Yazar burada Stirner'in anarşizmini, Rousseau'nun ferdiyetçiliğini, schopenhauer'in
kötümserliğini açıklayıp bunlara karşı olduğunu bildirmiş ve Hallâc gibi bir İslam mistiğine
bağlandığını bildirmiştir. Hallâc'ı anlatırken de ene'l Hakk sözünü açıklayıp tasdik ettiğini
bildirmiştir.
Stirner, ferdi varlığın bencilliğini dışarıdan gelerek onu kısıtlamaya çalışan herşeyin
karşısına koyar. Tabiata ve topluma, devlete ve insanlığa, ahlaka ve dine isyan eder. Stirner'e göre
hiçbir sınırlamayı kabul etmeyen yegane benliğin haricinde onu engelleyecek olan herşeyi ortadan
kaldırmak gerekir.
Rousseau'nun hayat tecrübesi onu, içerisinde kendisini tabiat gereği huzursuz, küçülmüş,
samimiyetsiz, bizzat kendisinden uzaklaşmış, hasılı tuhaf ve sefil hissettiği insan toplumundan
uzaklaştırmıştır. Burada topluma olan uysallığa isyan edebilmesine karşın Rousseau'nun isyanı,
“bizzat kendisiyle mücadele ihtiyacı duyan ferdiyetçiliği içersinde sonuçsuz kalmıştır; bu isyan
hedefine ulaşamamıştır.”
Schopenhauer'in isyanı bizzat varoluşu hedef almıştır. Ona göre varolmak, kötülüğü
istemektir. Bu köklü kötülükten kurtulmak için varlığı inkar etmek gerekir. Mademki dünya bu
kadar kötüdür en iyisi varolmamaktır. Bu varolmama eğilimi insanda kendi iradesinin başvuracağı
son şeydir.
Hallâc-ı Mansur'un anlayışını açıklarken yazar daha önce de söylediği gibi, kendisi hakkında
bilgi insanın kendi hareketindeki yetersizliğini ihtiva ederken, Uluhiyet hakkındaki bilgi ise kendi
kaderini yapabilecek yegane güç hakkındaki düşünce olduğunu belirtir.. Böyle olunca isyan, söz
konusu yetersizliğin bu kurtarıcı güce çağrısı olacaktır. Yetersizliğinin şuuruna varan mistiğin iç
müdahalesinin gayesi, bu insani yetersizliği İlahi şuur ve hareket mükemmelliğinde yol etmektir; bu
bir ölçüde Tanrılaşmak bir anlıkta olsa adeta Allah'ın varlığında kaybolmaktır. İşte böylece Hallac,
bütün beşeri yetersizliklere karşı isyan etmek suretiyle uluhiyete ererek bu varlıkla birleşmeyi
gerçekleştirecek ve “Ben Hakikat'im veya Ene'l Hakk” diyebilecektir. Mistiğin hareketi yegane
varlığa doğru bir yükseliştir, “vecd ehlinin isteği Yegane Varlıktır, Büyük Yalnızdır.” Mistik, bir
defa bile olsun bu noktaya ulaşıp orada ebediyyen kalamayacaktır. Bütün hayatı boyunca bunu
arayacak bu arayışı kendi iradesi haline getirecek, bu mutlak irade içerisinde kaybolacaktır. Yazara
göre belki de Hallac'ın “herkesin selameti için lanetlenmiş olarak ölme yolundaki şaşırtıcı arzusu
böylece açıklanabilir.

KRİTİK
Yazar kitabında manifestosu olarak şunları söylemiştir. “Biz, hem uysallığa hem de
anarşizme karşıyız. Her türlü sosyolojizme, yani toplum gerçeğinin her şey olduğu anlayışına karşı
olduğumuz kadar, bencil ve katı ferdiyetçiliğin de karşısındayız. Ferdin, sadece bütün iradeleri aynı
şekilde belirleyen bir İrade karşısındaki uysallığını kabul ediyoruz.” Yazar düşüncelerin karşılıklı
cephe haline geldiği zamanda alışılmışın dışına çıkabilmiştir. Böylelikle anlayageldiğimiz fikirlerin
de dışına çıkarak, kalıplarımıza uymadığından anlaşılması zor ve kapalı bir kitap yazmıştır. Daha
açık ifade etmek gerekirse kitabı okudukça zihnimizdeki isyan, anarşizm, devrim gibi kavramların
alt üst olduğu görülecektir.
Öte yandan kitabın Fransızcadan tercüme edilmiş olması da anlaşılmasını büsbütün
güçleştirmiştir. Tercüme edenlerin de itiraf ettikleri gibi felsefi bir metnin çevirisi diğer metinlere
göre en zor olanıdır. Bu bakımdan tercümede biraz da yorum vardır. Tercümanların tüm gayretlerine
rağmen özellikle kitabın yazıldığı devir ile günümüze kadar Türkçenin geçirdiği evrim ve devrimler
kitabı bir rivayet haline getirmiştir.

SONUÇ
Kitabın sonuç bölümünde yazar hareket ile isyanı bir arada açıklamayı uygun görmüştür.
Hür hareketi, isyan vasıtası ile ve isyan içerisinde tanımlamaya çalışmıştır. Yazar isyanı, tabiat
determinizmi ve sosyal uysallığın karşısına dikilen her hareket ile tanımlamıştır. Kitabı yazarken de
tüm gayretinin insanların hareketlerinin yöneldiği ideali tanıtmaktan ibaret olduğunu belirtmiştir.
Bu şekilde ondaki üstün görev şuurunu uyandırmayı hedeflemiştir.
Kitabında isyanının hedeflerini belirlerken söylediği; “Biz, hem uysallığa hem de anarşizme
karşıyız. Her türlü sosyolojizme, yani toplum gerçeğinin her şey olduğu anlayışına karşı
olduğumuz kadar, bencil ve katı ferdiyetçiliğin de karşısındayız.” cümlesi ile nelere karşı geleceğini
ortaya koyarken, “Ferdin, sadece bütün iradeleri aynı şekilde belirleyen bir İrade karşısındaki
uysallığını kabul ediyoruz.” cümlesi ile de dayandığı ve savunduğu görüşünü de belli etmiştir.
Dahası bu İlahi İrade'nin fert tarafından isyan ile dilenmiş olduğunu ve isyanının sonucu olarak
verildiğini ifade etmiştir.
Yazar kitabında ahlaksızlığın sınırları hakkındaki görüşlerini de ifade etmiştir. Ona göre
ahlaksızlık merhamet ve isyana karşı gelen harekette bulunmaktadır. Buna karşın merhamet ve
isyan gereği işlenen suç ahlaksızlık değildir.
Yazar, nihayetinde selâmeti tanımlamıştır. Ona göre selâmet, “tarih ve insanlıkla birlikte,
tarihin ve insanlığın var oluş sebeplerini içinde bulacakları bir Mutlak'a bağlanmaktan ibarettir.”
bununla beraber yazara göre, aklı başında bir insalık “kendini asla gayesi ve gerçekleştireceği
mukadderatı olmayan bir varlık olarak düşünemeyecektir; Kendi gayesini bilecek noktaya erişmese
bile o, sanki arka arkaya gelen nesillerin sonsuzluğunda ulaşılacakmış gibi hareket edecektir.” kendi
hareketlerinin gayesinin yine kendisi sanmak olan ebedi aldanışın farkına varanlar hareketlerini
sonsuzluğa adamakla daha aydın görüşlü olurlar. Yazar nihai hedef olarak ise insalarına sadece
sınırlarda değil kalplerinin derinliklerinde kutsal cihat ilan ederek toplumun selameti için kendini
feda edebilmeyi ortaya sunmaktadır.

You might also like