Professional Documents
Culture Documents
9. SINIF KİMYA
1. ÜNİTE: KİMYANIN GELİŞİMİ
ÜNİTENİN KONU BAŞLIKLARI
• 1. SİMYADAN KİMYAYA
• 2. KİMYANIN TEMEL KANUNLARI
• 3. KİMYASAL BAĞ KAVRAMININ
GELİŞİMİ
KİMYANIN TANIMI
Kimya; maddenin iç yapısını, birbiriyle uyumunu,
ilişkisini, intizamını, ahengini, bizimle ilişkilerini,
içerdikleri fayda, önem ve gereklilikleri inceleyen;
düzenliliklerdeki perdeyi kaldırarak kanun olarak
ifade eden ve buradan elde ettiği bilgileri insanlığın
faydasına sunan, zamanla değişme ihtimali
olmayan gerçek teoriler üreten, elde ettiği kimya
bilgi ve kazanımlarıyla insanlığı doğruya, varlığın
hakikatini keşfetmeye götüren ve insana kendi
özünü tanıttıran bir ilim dalıdır.
Kimyacı, her şeyi yerli yerine
koyandır.
1. SİMYADAN KİMYAYA
MEŞHUR TÜRK VE İSLAM
KİMYA BİLGİNLERİNİN
HAYATLARI VE KİMYA İLMİNE
KATKILARI
CABİR BİN HAYYAN (721-805)
Horasan’da doğdu. Kufe’de vefat etti.
Kimya ilminin babasıdır. Türk bilim
adamıdır. Büyük dahidir. Dönemin en
büyük ilim merkezlerinden Harran
Üniversitesi’nin rektörüdür. Adı Latince’ye
Geber diye geçmiştir.
Cabir bin Hayyan’ın başta kimya olmak
üzere tıp, fizik, astronomi, matematik,
felsefe ve eğitim alanlarında çok hizmetleri
olmuştur.
Bunların içinde şüphe yok ki en önemlisi
atomla ilgili buluşudur. Yunanlı bilginler
maddenin en küçük parçasına,
bölünemeyen en küçük parçacık anlamına
gelen atom demişlerdi. İslam bilginleri, bu
kelimeyi o zamanın bilim dili olan
Arapçaya çevirirken cüz-ü layetecezza
dediler. Cüz-ü layetecezzanın diğer adı
cüz-ü ferttir. Hem atom hem de molekül
yerine kullanılabilir.
Cabir bin Hayyan ise Yunanlıların atomun
parçalanamayacağı yolundaki teorilerine
karşı çıktı. Bu konuda gerçek mahiyeti
asırlar sonra anlaşılabilecek farklı görüşü
ortaya koydu.
Günümüz dünyasında, atomla ilgili ilk
çalışmaların İngiliz kimyager John Dalton
(1766-1844) tarafından yapıldığı,
uranyumun çekirdeğinin parçalanabileceği
fikrinin de 1944 Nobel Kimya Ödülü sahibi
Alman kimyacı Otto Hahn (1879-1968)
tarafından ortaya atıldığı fikri yaygındır.
Halbuki onlardan 1000 yıl önce yaşamış
olan Müslüman kimyacı Cabir Bin
Hayyan’ın aşağıdaki sözleri asrımızın ilim
adamlarını dahi hayrete düşürecek
mahiyettedir: “Maddenin en küçük parçası
olan cüz-ü layetecezzada yoğun bir enerji
vardır. Yunan bilginlerinin iddia ettiği gibi
bunun parçalanamayacağı söylenemez. O
da parçalanabilir. Parçalanınca da
öylesine bir enerji meydana gelir ki
Bağdat’ın altını üstüne getirebilir. Bu,
Allah’ın bir kudret nişanıdır.
Cabir bin Hayyan da simyacılar gibi kalay,
kurşun, demir ve bakırdan altın elde
edilebileceğini düşünüyordu. Ancak bunun
yolunun atomların kontrol altında
parçalanıp değerlerinin değiştirilmesiyle
olacağını belirtmekteydi.
Günümüzde nükleer laboratuvarlarda
kontrollü çekirdek reaksiyonlarıyla yeni
yapay elementler veya mevcut
elementlerin yapay izotopu elde
edilmektedir.
İleride altın da elde edilebilir. Simyacılar,
fiziksel veya kimyasal yolla elementleri
altına çevirmek istedikleri için boşuna
uğraşıyorlardı. Yine kontrolsüz çekirdek
reaksiyonlarının atom bombası olduğu da
bilinmektedir. Cabir bin Hayyan, çok eski
yıllarda bütün bunlardan söz etmişti.
Kimya ilminin hem teorik hem de pratik
alanda büyük gelişimine sebep olmuştur.
Cabir bin Hayyan’ın en bariz vasfı
deneyciliğidir.
Cabir bin Hayyan, Lavoisier’den önce
Lavoisier kanununu (kütlenin korunumu
kanunu) ifade etmiştir; Newton’dan önce
Newton kanununu (yer çekimi kanunu)
açıklamıştır; Gay Lussac’dan önce Gay
Lussac kanunundan (gazlarda basınç-
sıcaklık ilişkisi) söz etmiştir.
Güneş enerjisinden faydalanma çığırını
açmıştır.
Modern kimya laboratuvarını ilk kuran
kişidir.
Cabir bin Hayyan’ın kimyadaki diğer
hizmetlerini şöyle sıralayabiliriz:
• HCl formülüyle gösterilen hidroklorik asidi
(tuz ruhu) elde etmiştir.
• HNO3 formülüyle gösterilen nitrik asidi
(kezzap) elde etmiştir.
• 3 hacim derişik HCl ile 1 hacim derişik
HNO3 karışımından oluşan, günümüzde de
bütün dünyada kullanılan kral suyunu
keşfetmiştir.
• Altın, yalnız kral suyuyla kimyasal
reaksiyona girer; başka hiçbir elementle
reaksiyona girmez. Kral suyu, hem altının
saf olup olmadığının anlaşılmasında hem
de altın alaşımlarındaki altının yüzde
bileşim miktarının bulunmasında kullanılır.
Altının saflığının belirlenmesi ve
sahteciliğin önlenmesinde bugün de
kullanılan en yaygın yoldur.
• Üretilen asitler sayesinde, hem Cabir bin
Hayyan hem de günümüze kadar bütün
kimyacılar bazı metal bileşiklerini elde
edebildiler.
• Cabir bin Hayyan’ın elde ettiği bazı
bileşikler şunlardır: Şap (KAlSO4), nişadır
(NH4Cl), gümüş nitrat (AgNO3) vb.
• Cabir bin Hayyan kristalizasyon, süzme,
eritme, buharlaştırma, süblimleştirme,
damıtma, çözme vb. metotları geliştirdi
veya kimya ilmine kazandırdı.
• George Sarton (Corc Sörtın), “Fen Bilimleri
Tarihine Giriş” adlı önemli çalışmasında
750 ile 800 yılları arasındaki dönemin en
önemli ilim adamı olarak Cabir bin
Hayyan’ın adını vermiştir.
• Bir kısım tabirler vardır ki Cabir bin
Hayyan ve diğer kimyacılar sayesinde Batı
dillerine geçmiştir. Bunlardan bir kısmı
şunlardır:
• Alcohol (Arapça aslı el kuhl)
• Alkali (Arapça aslı el kali)
• Kimya (Arapça aslı kimie)
• Alembic (Arapça aslı el imbik)
Görülüyor ki Cabir, günümüzün modern
ilminin dayanmış olduğu gözlem ve deney
metotlarını, asırlarca önce kullanmıştır.
RAZİ (864-925)’NİN KİMYA İLMİNE
HİZMETLERİ
Razi’nin önemi büyüktür.
Asırlar boyunca Avrupa’ya ders veren
Arap kimyager ve doktordur.
Tahran’a yakın Rey’de doğdu, Bağdat’ta
vefat etti.
Asıl adı Ebubekir Muhammed bin
Zekeriya’dır. Doğum yerinden dolayı Razi
adını almıştır.
İskit Türklerindendir.
H2SO4, etil alkol, antiseptik vb. kimyasal
maddeleri keşfetmiştir.
Devrinin en büyük bilginidir.
Doğum günü olan 27 Ağustos İran’da her
sene Tıp Bayramı olarak kutlanır.
230 kitabı vardır. Bu kitaplardan 12 adedi
kimya eseridir. Kitab-ül Esrar (Sırların
Kitabı) adındaki en meşhur kimya kitabı,
14. asra kadar kimya ilminin baş eseri
olarak Batı’da okutulmuştur.
Kimyayı tıbbın hizmetine sunmuştur.
Bütün eşyayı fiziksel ya da kimyasal yolla
altına çevirme iddiasında olan simyacıların
saçma düşünceleriyle mücadele etmiştir.
En büyük hizmeti tıp sahasında olmuştur.
Böbrek mesanedeki taşları ilaçla
parçalıyor veya cerrahi müdahâle ile
çıkarıyordu; bundan dolayı operatörlüğün
ilerlemesine katkısı büyüktür.
Hayvan bağırsağından ameliyat ipliği
(katgüt) yapılarak cerrahide kullanılması,
onunla tıp tarihine girmiştir.
Bitkiden ilaç yapmayı ilk geliştirendir. Bir
ilaç terkibi yaparken onu önce hayvanlar
üzerinde denerdi. Bitkilerden ilaç yapma
konusunda İbni Sina, Razi’den çok daha
ileridedir.
George Sarton, An Introduction to the
History of Sciences (Fen Bilimleri Tarihine
Giriş) adlı kitabında 750 ile 1100 yılları
arasında geçen 350 senelik ilim tarihinin
her birini 50 yıllık 7 döneme ayırmış ve her
bir döneme o dönemdeki en önemli ilim
adamının ismini vermiştir. 850 ile 900
yılları arasını da Razi’nin adıyla anmıştır.
Petrolün ilk defa damıtılması ve
günümüzdeki adı olan nafta ismiyle
kullanılmaya başlanması Razi’nin
buluşudur.
İBNİ SİNA (980-1037)’NIN
KİMYA İLMİNE HİZMETLERİ
İslam hükemasının Eflatun’udur.
Filozofların üstadıdır.
Eserleri Avrupa üniversitelerinde 600 sene
temel kitap olarak okutulmuştur.
Kimya ilmini tıbbın hizmetine sokmada,
Razi’yi örnek almıştır; bu konuda dünyada
Razi’den sonra ikincidir diyebiliriz.
Zamanının en büyük dâhisidir.
Doktorların sultanı unvanıyla anılmıştır. En
büyük hizmeti tıp sahasındadır. Çağların
en büyük tıp araştırmacısıdır. Tıp
noktasında “Tıp ilmini iki satırda
topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır.
Yediğin vakit az ye. Yedikten sonra dört,
beş saat kadar yeme. Şifa hazımdadır.
Kolayca hazmedeceğin miktarı ye. Nefse
ve mideye en ağır ve yorucu hâl, taam
taam üzerine yemektir.” demiştir.
Yemek konusunda vücuda en zararlı olan,
dört, beş saat ara vermeden yemek
yemek veyahut lezzet için çeşitli yemekleri
birbiri üstüne mideye doldurmaktır.
Tıp ve kimya ilminden başka felsefe,
jeoloji, coğrafya, fizik, matematik, botanik,
zooloji, müzik dallarında da çok araştırma
ve keşifleri vardır.
Isı ve gaz basıncı konularında keşifleri
olmuştur. Toriçelli’den önce açık hava
basıncını ölçmüştür.
Suların temizlenmesiyle ilgili çalışmalar
yapmıştır. İçme suyunun, sağlık üzerindeki
etkisini araştırarak suyun kalitesinin
önemini belirtmiştir.
Farklı branşlardaki 29 meselede Avrupalı
bilim adamlarına öncülük yapmıştır.
Tıp alanında onlarca hastalığı ilk teşhis ve
tedavi etmiştir. Örneğin; şeker
hastalığında, idrarda şeker bulgusunun
varlığını ilk keşfeden odur. Bulaşıcı
hastalıklara küçük mikroorganizmaların
sebep olduğunu tespit etmiştir.
Ameliyatlardan önce hastaya anestezik
ilaç yapmak da onun buluşudur. Etil alkolü
tıpta steril amaçlı olarak ilk kullanandır.
Damar içine yapılan şırınga da İbni
Sina’nın icadıdır.
Koruyucu hekimlik ve tedavide İbni
Sina’nın belirttiği 780 ilacın istisnasız
hepsi günümüzde kullanılmaktadır.
Batılılar ona Avicenna derler.
EBU’L HEYSEM (965-1051)
• Atmosfer basıncıyla ilgili öncü çalışmalar
yapmıştır.
EBU'L VEFA (940-988)
(1852-1928)
*Alman fizikçi.
İslam kimyacılarının
kendilerinden sonra gelenlere
bıraktıkları miras saymakla
bitmez.
ROGER GARAUDY*
(1913-…)
*Arap tarihçisi.
Kimyaya deneyciliği kazandıran
Müslümanlardır. Cabir bin Hayyan
kimya ilmine buharlaştırma, süzme,
saflaştırma, eritme, damıtma,
kristalizasyon metotlarını keşfederek
uygulamaya soktu.
Max Meyerhof*
(884-1951)
* İngiliz fizikçi ve gök bilimci, en çok termodinamik ve ısı konuları ile ilgilendi.
“Etrafımızdaki Kainat” kitabı, termodinamik ve ısı konularıyla özellikle
ilgilidir.
Sözün kısası evrenin ezeli
olması imkansızdır.
Prof. Dr. Sir James Jeans*
(Sör Ceyms Jiyns)
(1877-1946)
Albert Einstein
• “Kainatın yaratıcısına olan inanç, ilmi
araştırmanın en kuvvetli ve en asil
muharrik (tahrik eden, harekete geçiren)
gücüdür."
Albert Einstein
*Oryantalist.
Yaratıcı’nın hukuku ile yaratılanların hukuku,
ancak Müslümanlık tarafından mükemmel bir
surette tarif olunmuştur. Bunu yalnız
Müslümanlar değil, Hıristiyanlar da Museviler
de itiraf ediyorlar.
Marmaduke William Pickthall
(Marmadük Piktol)*
(1795-1881)
Jochahim Du Rulph
(Yoahim Dü Raf)*
F= G
r2
F= k
r2
• G ve k sabit sayıdır. F, çekim kuvvetidir;
birimi Newton (N)’dur. r, uzaklıktır. m
gezegenlerin kütlesi, q ise elektron ve
protonun yüküdür.
• En büyük alemdeki en büyük sistemlerdeki
itme ve çekme kanunları ile en küçük atom
parçacıklarındaki kanunlar aynıdır. Eğer
bu tür kanunlar değişseydi, hiçbir ilim
inkişaf edemez ve kanunlar belirli, kararlı
olamadığından hiçbir formülden, sabit
sayıdan vb. hususlardan bahsedilemezdi.
• İlimlerin meydana gelmesi, bu değişmez
kananlar vasıtasıyla olmaktadır.
• Gezegenlerdeki ve atomdaki kanunun adı
değişmiştir, ama aynı kanundur.
SABİT ORANLAR KANUNU
• Oksijen, nefes içinde kana temas ettiğinde
kimyasal aşktan dolayı kanı kirleten
karbonu kendine çeker. İkisi birleşir. CO2
oluşur. Bu birleşme gerçekleştiğinde hem
karbonun hem de oksijenin tamamı da
birleşmiştir. Karbondan da oksijenden de
her ikisinden de arta kalan madde
kalmamıştır (sabit oranlar kanunu).
• C + O2 → CO2 + ısı
• Örneğin; kanı kirleten 1 mol karbon varsa
1 mol de oksijene gereksinim vardır.
• Bu mikro düzeyde de böyledir. Örneğin; 1
adet karbon atomu ve 1 adet oksijen
molekülü dahi arta kalmama kaydıyla bu iş
hayatımız boyunca devam eder. Böylece
yaşamın sağlıkla devamı temin edilir.
• Kanı kirleten karbon elementinin
tamamının ne kadar oksijenle reaksiyona
girmesi gerekiyorsa o kadar oksijeni
solunumla alıyoruz.
KİMYA KANUNLARINDAN
SAPIŞIN (İSTİSNA KANUNLARIN
ORTAYA ÇIKIŞININ) SEBEPLERİ
• Adetin harikalığını göstermek içindir.
• Alışılmışlık perdesini yırtmak içindir.
• Dikkatimizi toplayıp bakışımızı sebepten
başka tarafa çevirmek içindir.
• Su gibi bazı maddeler; çok önemli
olduklarından, yeknesaklık kaidesine
girmemek için, çok yönlerden farklı
kanunlara tabidir.
SUDAKİ FARKLI KANUNLAR
• Suyun benzeri olan moleküllerde hidrojen
bağından hiç söz edilmezken, suda
hidrojen bağı vardır. Bu sayede suyun
kaynama noktasının -80 °C olması
beklenirken, +100 °C olmuştur.
• Buz molekülleri arasındaki uzaklık, su
molekülleri arasındaki uzaklığa göre % 11
oranında daha fazladır. Bu, buza mahsus
özel bir durumdur.
• Normalinde maddenin katı hâlinde,
moleküller birbirine sıvı hâline göre daha
yakındır; sıvı donunca hacim büyümesi
değil, hacim küçülmesi olur.
• Yalnız suya has olan farklı bir kanun
vardır. Su donunca diğer sıvılara zıt olarak
genleşir. Su, donunca hacmi genişler,
yoğunluğu azalır.
• Suyun bu istisnai özelliğinin hayat için çok
faydaları vardır.
• Buz erirken kristal yapı bozulur. Moleküller
birbirine yaklaşır. Hacim küçülmesi istisna
olarak +4 °C’a kadar devam eder; 0 °C’ta
kalmaz. +4 °C’a kadar az da olsa kristaller
bulunur; bunlar H2O(s) kristalleridir.
• Kristal yapı; 0 °C’ta değil, +4 °C’ta
tamamen bozulur.
• +4 °C’ta yoğunluk en büyüktür.
• +4 °C’tan sonra su ısıtıldıkça hacim
genişler, yoğunluk azalır.
BUZUN YOĞUNLUĞU SUDAN
AZDIR
• Genelde maddelerin katı hâli, sıvı hâli
içinde batar. Suda istisna olarak farklı bir
durum vardır. Genel kaidenin tersine
buzun yoğunluğu, sudan küçüktür. Su katı
hâle geçince hacmi genişler. Bu nedenle
buz, su üzerinde yüzer. Kışın buzların su
yüzeyinde durması, yoğunluğunun sudan
daha az oluşundandır.
• Denizler, göller, akarsular donsa bile, bu olay
yüzeyde olur. Böylece, suyun içindeki canlılar
için, donma olayı, adeta koruyucu bir tabaka
meydana getirir. Kışın tarlaları örten karın
altındaki ekinlerin korunması da sudaki bu
özelliktendir. Diğer maddeler gibi katı hâl en
yoğun hâl olsaydı, denizler, göller, akarsular
alttan donardı. Bu durum denizlerin, göllerin ve
akarsuların buz hâline gelmesine neden olurdu
ve canlı kalmazdı. Bu da bütün suların buz
olması ve hayatın sona ermesi demek olacaktı.
SUYUN YOĞUNLUĞU HANGİ
SICAKLIK DERECESİNDE EN
BÜYÜKTÜR?
• Sıcaklık +4 °C iken suyun yoğunluğu en
büyüktür. Denizlerde ve büyük göllerde en
alttaki su +4 °C’ta bulunur. Yukarıya doğru
çıktıkça suyun sıcaklığı yazın yükselir,
kışın düşer. +4 °C’taki su ısıtılsa da
soğutulsa da yoğunluk düşer. En yoğun
hâlin +4 °C olması denizlerde hayatın
devamı için şarttır.
BUZDA H2O(k) MOLEKÜLLERİ
ARASINDA KOVALENT
KRİSTAL ÖRGÜ BAĞI VE
HACİM GENİŞLEMESİ
• Su, buz hâlindeyken H2O(k) molekülleri
neredeyse hareketsizdir.
• Su moleküllerine kıyasla buz molekülünde,
moleküller arası mesafe fazladır.
• Buz molekülü; birisi düzgün dört
yüzlünün ağırlık merkezinde, diğer dördü
de dört köşesinde olmak üzere beşerli
moleküllerden oluşur.
• Buzun kristal örgüsü, düzgün dört
yüzlüdür. Bu kristal örgünün
bozulmaması için moleküller
hareketsizdir. Bu şekliyle kararlıdır.
• Buz molekülleri arasındaki uzaklık, su
molekülleri arasındaki uzaklığa göre %
11 oranında daha fazladır.
• Su donunca % 11 hacim büyümesi
gerçekleşir.
• Suyun bu istisnai özelliğinin hayat için
çok faydaları vardır.
• Su donma noktasına gelince , H2O(k)
molekülleri arasında kovalent kristal örgü
bağı ortaya çıkar.
• Kovalent kristal örgü bağı, en kuvvetli
kimyasal bağlardandır. Bu nedenle su
donduğunda, içinde bulunduğu demir
kabı bile parçalar.
• SORU: Moleküller arası bağ olduğu hâlde
niçin kovalent bağ denmiştir?
• CEVAP: Çok kuvvetli bir kimyasal bağ
olduğundan ve kristal yapı oluştuğundan
denmiştir.
• SORU: Buz molekülleri arasındaki
kimyasal bağın kuvvetli olması nereden
anlaşılır?
• CEVAP: Su donunca içinde bulunduğu
demir kabı parçalamasından anlaşılır.
• SORU: Buzdaki kimyasal bağ çok kuvvetli
diye niçin yanlış olarak kovalent bağ
denmiştir?
• CEVAP: Tanecik içi kimyasal bağ,
tanecikler arası kimyasal bağdan daha
kuvvetlidir. Kovalent bağ tabiri, tanecik içi
bağı anımsatmaktadır. Kuvvetli olduğunu
ifade için denmiştir.
KRİSTAL SUYU İÇEREN
BİLEŞİKLERDE, ORTAMDA SU
OLDUĞU HÂLDE BİLEŞİK NİÇİN
ISLANMAZ?
• Bazı iyonik katıların kristal olabilmesi için
H2O(s) içermesi gerekir. Buna kristal suyu
denir. Aşağıdaki örnekler verilebilir:
• Göz taşı (CuSO4 x 5H2O)
• Alçı taşı (CaSO4 x 2H2O)
• Boksit (Al2O3 x H2O)
• Bu bileşiklerde H2O katı hâlde değil, sıvı
hâldedir. Buna rağmen 0 °C’ın üstündeki
sıcaklıklarda çözünme olmaz. İyonik
bileşiklerdeki kristal su, toz hâldeki
maddeyi oda sıcaklığında ıslatmamakta
ve kristal yapıyı bozmamaktadır. Kristal
suyu içeren iyonik bileşik güneşte az bir
zaman kalsa veya kısa bir süre ısıtılsa
kristal yapı bozulur, bileşik bulamaç
hâline gelir. Buna rağmen kristal suyu
içeren bileşiğin içindeki su, toz hâlindeki
katıya zarar vermemektedir.
• Bu konunun +4 °C’a kadar suda bulunan
H2O(s) kristalleri ile ilgisinin olduğundan şu
yönlerden söz edilebilir: Buz erirken kristal
yapı bozulur. Moleküller birbirine yaklaşır.
+4 °C’a kadar hacim küçülmesi devam
eder. +4 °C’a kadar az da olsa kristaller
bulunur; bunlar H2O(s) kristalleridir. Kristal
yapı +4 °C’ta tamamen bozulur. +4 °C’ta
yoğunluk en büyüktür. +4 °C’tan sonra su
ısıtıldıkça hacim genişler, yoğunluk azalır.
0 °C ile +4 °C arasında H2O(s) kristallerinin
bulunabilme özelliği vardır.
• Kristal yapı, yalnız buzda değildir. Buzda
olduğu gibi, suda da kristal yapı vardır.
Kristal yapı, katılara ait bir özelliktir. Su,
kristal olunca, katıyla etkileşmez. Demir
kabı donduğunda parçalayan su, kristal
olduğunda tam tersine yan yana olduğu
suda çok çözünen toz hâlindeki katı
maddeyi ıslatmıyor bile..
H2O’DA ÖZEL OLARAK
BULUNAN KİMYASAL BAĞ:
HİDROJEN BAĞI
• VI A grubu elementleri, hidrojenle
birleşerek sırasıyla H2O, H2S, H2Se, H2Te
bileşikleri oluşur.
• Bu bileşiklerin hepsinde moleküller
arasında dipol-dipol etkileşimi ve Van der
Waals bağı vardır. Molekül kütlesi arttıkça,
bu bağların kuvvetliliği de artar.
• H2O’nun molekül kütlesi en düşük
olduğundan kaynama noktasının da an
düşük olması beklenirdi. Ancak öyle
olmamıştır.
• Bu durumu daha iyi anlamak için hidrojenin
VI A grubu elementleri ile yaptığı
bileşiklerin kaynama noktası ve molekül
kütlesini karşılaştıralım:
• H2Te’ün molekül kütlesi en büyük
olduğundan, kaynama noktası da en
yüksektir.
• Molekül kütlesi azaldıkça, moleküller arası
kimyasal bağ zayıfladığından, kaynama
noktası da azalır. Suyun kaynama
noktasının -80 °C olması beklenirken,
+100 °C olmuştur.
• Suyun benzeri olan moleküllerde hidrojen
bağından hiç söz edilmezken, suda ayrıca
bir de hidrojen bağı vardır. Bu sebeple
kaynama noktasının +100 °C olması
sağlanmıştır.
• Bu istisnai sebep, diğer bir deyimle suya
has bu özel ayrıcalık; suya ayırt edici
farklı özellikleri kazandırmakla görevlidir.
Hidrojen bağı, su molekülleri arasına
konulmasaydı; su -80 °C’ta
kaynayacaktı. Bu kaynama noktasından
ötürü de yeryüzündeki suların tamamı su
buharı olacaktı. Bu durumda içeceğimiz,
kullanacağımız suyu nasıl bulacaktık?
Canlılar hayatlarını nasıl devam
ettireceklerdi?
3. KİMYASAL BAĞ
KAVRAMININ GELİŞİMİ
KİMYASAL BAĞLAR
• İki ya da daha fazla atom arasında
elektron alış verişi veya elektronların ortak
kullanılmasıyla oluşan bağlar kimyasal
bağlardır.
• Bir kimyasal bağ oluşurken ısı açığa çıkar.
• Oluşan bu bağın kırılması için de aynı
miktar enerji gerekir.
• Bu enerjiye kimyasal bağ enerjisi denir.
• Bir moleküldeki bağ enerjisinin toplamı ne
kadar büyükse molekül o kadar kararlıdır.
• Kimyasal bağlar iki gruba ayrılarak
incelenecektir:
1- MOLEKÜL İÇİ BAĞLAR
2- MOLEKÜLLER ARASI BAĞLAR
(KATI, SIVI VE GAZLARDA BAĞLAR)
MOLEKÜL İÇİ BAĞLAR
(KİMYASAL BAĞLAR)
• A- İYONİK BAĞ: İyonik bağ anyonlarla
katyonlar arasında meydana gelir.
Genelde metal atomu son yörünge
elektronlarını vererek katyon, bunu alan
ametal atomu da anyon oluşturur. Bu
iyonlar bir kristal yapı oluşturmak üzere
elektriksel çekim kuvveti ile birbirlerini
çekerler. Bu etkileşimden iyonik bağ
oluşur.
İYONİK BİLEŞİKLERİN ÖZELLİKLERİ
• İyonik bileşikler kristal yapıda bulunurlar.
• İyonik bileşikler katı hâlde elektrik akımını
iletmezler. Sulu çözeltileri ve sıvı hâlleri,
elektrik akımını iletir.
• Kristalleri saydamdır.
• Aktif bir metal ile aktif bir ametal arasında
oluşan bileşik kuvvetli iyonik karakter
gösterir.
• En kararlı iyonik bileşikler iyonlaşma
enerjisi düşük element ile, elektron ilgisi
yüksek elementler arasında oluşur.
• B- KOVALENT BAĞ: Kovalent bağ,
elektron çiftinin atomlar arasında ortaklaşa
kullanılmasıyla oluşur. Burada ortaklaşa
kullanılan elektronlarla, pozitif atom
çekirdekleri arasındaki çekme kuvveti
etkisiyle bağ oluşur. Ametal atomunun son
yörüngesinde kaç tane yarı dolu orbital
varsa o kadar kovalent bağ oluşturur.
Bazen de atomun son yörüngesinde
ortaklanmamış olan elektronlar uyarılarak
yarı dolu orbitaller oluşturulur ve atom
daha fazla bağ yapabilecek hâle gelir.
APOLAR KOVALENT BAĞ
• Aynı cins ametal atomları arasında olan
kovalent bağlardır. Bu bağlarda yük
dağılımı simetrik olduğu için kutupsuzdur.
• Örnek olarak iki hidrojen atomu arasında
oluşan bağı inceleyelim: Her bir hidrojen
atomu 1s orbitalinde 1 elektrona sahiptir.
Bu birer elektronun ortaklaşa
kullanılmasıyla hidrojen atomları arasında
bir bağ meydana gelir. Oluşan molekül H2
molekülüdür.
• Hidrojen molekülü; H..H veya H–H
şeklinde gösterilir. Birincisi elektron nokta
yapısı (Lewis yapısı), ikincisi ise açık
formüldür.
• Molekül şekli doğrusaldır. Moleküldeki H
atomlarının elektronları çekme yetenekleri
aynı olduğundan molekül apolar olur.
• O2, F2, Cl2, Br2, I2 ve N2 moleküllerinde de
apolar kovalent bağ vardır.
POLAR KOVALENT BAĞ
• Farklı cinste ametal atomları arasında
oluşan kovalent bağlardır.
• Bu tür bağlarda elektron yük yoğunluğu
elektron severliği fazla olan atoma daha
yakın olduğundan bağda kutuplaşma
meydana gelir.
• İki ametal atomu arasında kovalent bağ
varsa, bu iki atomun elektron çekme
yetenekleri arasındaki fark ne kadar
büyükse, bağ da o kadar polar olur.
• HF, HCI, CO, NO molekülleri arasındaki
kovalent bağlar polardır.
• Örnek olarak HF molekülündeki bağı
inceleyelim: Florun 2 p’deki yarı dolu
orbitali ile hidrojenin 1 s’deki yarı dolu
orbitali arasında bir kovalent bağ oluşur.
Florun elektron severliği hidrojenden fazla
olduğundan ortaklaşa kullanılan
elektronları kendisine daha fazla
çekeceğinden kısmi negatif yükle, hidrojen
de kısmi pozitif yükle yüklenir.
• Bağda kutuplanma meydana gelir.
• Oluşan HF bileşiğidir.
• H..F elektron nokta yapısıdır.
• Açık formül H–F şeklinde gösterilir.
• Molekül doğrusaldır.
Kimyasal bağların tamamı, zıt
değerlerin birbirini çekmesidir.
Ancak her zıt değerin birbirini
çekmesi, kimyasal bağ adını
almaz.
NE KADAR ŞEY VARSA HEPSİ DE
ÇİFT (ZIT KUTUPLU BAŞKA BİR
İFADEYLE POZİTİF VE NEGATİF
OLARAK) VAR EDİLMİŞTİR.