You are on page 1of 112

DEVLET

I-II

Bu kitabýn hazýrlanmasýnda DEVLET I ve II'nin MEB Yunan Klasikleri dizisindeki 2. baskýl


arý temel alýnmýþ ve çeviri dili günümüz Türkçesine uyarlanmýþtýr.

P L A T O N
DEVLET
I-II
Dil ve Tarih-Coðrafya Fakültesi Klasik Filoloji
Baþkaný Prof. Dr. Georg Rohde'nin yönetiminde,
doktora öðrencileri Azra Erhat, Samim Sinanoðlu ve Suat Sinanoðlu tarafýndan aslýndan çevri
ir.

Eski Yunanca özel adlarýn yazýlýþý hakkýnda not

Yunan eserlerinin çevirisinde tanrý, insan ve ülke adlarýný, asýllarýndaki gibi yazmayý uyg
lduk; bunun için de bugün Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde kullanýlan çevriyazý yöntemini
. Yunancanýn her harfi, aþaðýdaki cetvelde gösterildiði gibi, tek veya çift harfle karþýlan
ve "kh" gibi çift harfleri kullanmaya gerek vardý; çünkü Yunancanýn Q'sýný da, T 'ýný da "t
remezdik, ikisini ayýrmak zorunluydu. "X" için de yalnýzca "h" harfini alsaydýk Yunancad
a bazan sesli harflerin önüne gelen ( ' ) iþareti ile karýþabilecekti.
"Ph" çift harfine gelince, Yunanca'nýn F harfini Avrupalýlar öteden beri böyle gösterirler;
eski Romalýlar da öyle göstermiþler; demek ki o harfin söyleniþi Romalýlarýn " " harfinin s
tümüyle uymuyormuþ.
Romalýlar ve bugünkü Avrupa ülkeleri, Yunanca'nýn X harfini de "x" ile gösterirler; ancak "
" harfi bizim alfabemizde yok; bu yüzden "x" yerine "ks" çift harfini kullanmayý daha
uygun bulduk.
Yunancada "y" harfi sessiz deðil, sesli harftir ve "ü" okunmasý gerekir. Ancak bu söyley
iþ kesin de deðil. Bugünkü Yunanlýlar onu "i" diye okuyorlar.
Çift sesli harfleri de gene çift olarak gösterdik. Ancak (ou) yerine tek bir "u" koydu
k; bu þimdiki uluslararasý çevriyazýda da böyledir.

Yunan Alfabesi:
A A H E N N T T
B B Q Th X Ks Y Y
G G I Ý O O F Ph
D D K K P P X Kh
E E ? L P R Y Ps
Z Z M M S S W O

DEVLET
I

"DEVLET"ÝN I. KÝTABI HAKKINDA

Çevirisine baþladýðýmýz eser, Symposion ve Phaidon'la birlikte Platon'un bütün eserlerinin


ek noktasýný oluþturur. Platon'un hemen hemen hiçbir gençlik dönemi diyaloðu yoktur ki, her
gi bir yönüyle "Devlet"i hazýrlamýþ olmasýn; son diyaloglar arasýnda hemen hemen hiçbiri yo
ki kökleri Devlet'te bulunmasýn, ya da hiç olmazsa onunla ilgili olmasýn. V'inci kitabýn s
onlarýna doðru, yani bütün eserin tam ortasýnda okunan ana cümle þunu ileri sürmektedir: "Y
rlar filozof, yahut da filozoflar hükümdar olmalýdýrlar; böyle olmazsa, devlet ve insanlýk
n mutluluk beklenemez. "Bu söz, felsefe tarihinin son derece önemli olaylarýndan biri
olan Sokrates'in ölümüne Platon'un verdiði son yanýttan baþka bir þey deðildir.
Devlet, elimizde bulunan el yazmalarýnda 10 kitaba ayrýlmýþtýr. Fakat bu ayýrma Platon'un k
ndisinden deðil, Ýmparator Tiberius zamanýnda yaþamýþ olan astrolog ve filozof Trasyllos't
n kalmadýr. Platon'un, eseri nasýl böldüðünü bilmiyoruz. Eserin 10 kitaba ayrýlmýþ olmasý,
na iyi uymuyor. Yalnýzca I'inci ve X'uncu kitaplar, fikir bakýmýndan, bir bütün meydana ge
tirmektedir.
I'inci kitap, örneðin Lakhes ve Lysis gibi, aporetik yani çýkmazlý denen diyaloglara pek b
enzer. Bu gibi diyaloglarý ötekilerden ayýran taraf, bunlarda bazý kavramlara, -Lakhes't
e cesarete, Lysis'te dostluða- ait birtakým tanýmlarýn arka arkaya gözden geçirilmesi, faka
ele alýnan sorunun özünün bununla ortaya çýkarýlamamasýdýr. Bu diyaloglarýn sonucu olumsuz
aporia'ya, bir çýkmaza varýlýr. Bunun gibi, devletin 1'inci kitabýnda da doðruluðun bazý ta
rka arkaya ele alýnmaktadýr. Hepsi için þu anlaþýlmaktadýr ki, bunlar, doðruluðun özünü tam
mýyorlar. Böylece 1'inci kitap, doðruluðun özünün ortaya çýkarýlamadýðý gibi olumsuz bir sa
rmektedir. Devletin 1'inci kitabýyla çýkmazlý diyaloglar arasýndaki bu benzerlik hiç de ras
ele deðildir. 1'inci kitabýn öteki kitaplardan epey zaman önce, yani ona benzer diyalogl
ar yazýldýðý sýralarda tasarlanmýþ olduðuna þüphe yoktur. Platon'un, bu diyaloða "Thrasyma
doðruluk" adýný vermiþ olmasý pekâlâ düþünülebilir. Sonralarý Platon bu diyaloðu, Devlet'e
anmýþtýr.
Hem yalnýzca bütününün kuruluþunda deðil, sanat bakýmýndan iþleniþinde de, çýkmazlý diyalog
inci kitabý arasýnda büyük bir benzerlik vardýr. Konuþmanýn içinde geçtiði çevre, konuþmada
r büyük bir zarafetle ve göze çarpacak biçimde canlandýrýlmýþlardýr.
Platon, doðruluk hakkýndaki konuþmayý Pire'ye koyuyor; bunun ne demek olduðunu araþtýrmalýy
kere konuþmanýn çýkýþ noktasý, doðruluðun tüccarca kavranmasýdýr. Ýþte ticaret limanýnýn h
maktadýr. Ama bununla kalmýyor: Platon'un kendi siyasal geliþmesi için pek önemli olan 404
-3 yýllarý olaylarýnda, oligarkhlýðýn (oligarþinin) yerleþmesiyle demokratlýðýn yeniden kab
nt önemli bir rol oynamýþtýr. Bu bakýmdan burasý Platon'a doðruluk ve Devlet üzerine yürütü
uþma için ayrýca anlamlý bir yer olarak görünmüþ olabilir. Fakat Platon'u buna karar verdir
a bir neden, özel bir neden olsa gerek. Konuþma, Polemarkhos'un evinde oluyor. Bunun
la Platon, bu kiþiye adeta bir anýt dikmek istemiþtir. Çünkü Polemarkhos, bir eðrilik ( hak
kurbaný olmuþtur: Büyük servetini ellerine geçirmek için, oligarkhlar, yani Otuzlar, onu ö
müþlerdir. Böylece, Polemarkhos'un ölümü ile, haksýzlýk bakýmýndan oligarkhlardan farký olm
asinin kurbaný Sokrates'in ölümü arasýnda bir benzerlik beliriyor. Onun içindir ki Platon,
olemarkhos'u Sokrates'le hep yan yana gösteriyor ve ona, ancak her ikisinin alýn yazýsý
göz önünde tutulunca anlaþýlabilen þu sözleri söyletiyor: Ben seninle birlikte savaþmaya ha
Birinci kitaptaki konuþmayý iyice anlamak için, konuþan kiþileri gözümüzde canlandýrmalýyýz
irbiriyle iliþkiye giren üç grup insan vardýr; birinci grubu Sokrates'le iki öðrencisi:Glau
on ve Adeimantos; ikinci grubu, ihtiyar Kephalos'la oðlu Polemarkhos; üçüncüsünü ise sofist
rasymakhos'la onun peþinden gelen öðrenciler meydana getirmektedir.
Glaukon'la Adeimantos, Ariston'un oðullarý ve Platon'un kardeþleridir. Bunlar, II'nci
kitabýn baþýndan hemen sonra konuþmanýn baþlýca kiþileri oluyorlar; durmadan Sokrates'in, k
daha etraflýca ele almasýný istiyor ve kanýtýn güçlükleri karþýsýnda kaçamak yollara sapma
lar; doðruluðun özünü kesin olarak meydana çýkarmak için Sokrates'in görüþünün tam karþýtýn
uyorlar. Sokrates'le düþüp kalkma sayesinde diyalektikte elde ettikleri ustalýk, onlara,
bu görüþü asýl benimseyenlerden daha keskin düþünce ile, fikirlerinde daha büyük tutarlýlý
imkânýný veriyor. II'nci kitabýn baþýnda Glaukon'la Adeimantos'un konuþmalarý, adeta heybe
irer kapýdýr; Okuyucu bu kapýlardan girince, Sokrates-Platon felsefesinin iç yapýsýna girmi
luyor. Acaba Platon haklarýnda hemen hemen hiçbir þey bilmediðimiz bu iki kardeþine Devlet
'te neden bu kadar önemli bir rol vermiþtir? Onlarý, unutulmaktan kurtarmak istemiþtir,
dendi. Fakat bu iki kiþi aracýlýðýyla kendi öz varlýðýnýn baþka baþka yönlerini gösterdiðin
lur. O, kendi adýný ileri sürmemek için böyle davranýyor. Þu da belli ki, II'nci kitapla ko
Platon'a özgü bir biçimde ele alýnmaktadýr; burada artýk Platon'un kendisi Sokrates'e soru
ar soruyor, Sokrates de Platon'un sanýsýna göre, yaþasaydý nasýl cevap verirse öyle cevapla
eriyor.
Ýkinci grubu, dediðimiz gibi, Sokrates'ten pek büyük bir saygý gören ihtiyar Kephalos'la oð
Polemarkhos oluþturuyor. Polemarkhos'un kardeþi ünlü hatip Lysias konuþmada hazýr, ama söze
rýþmýyor. Kephalos, doðuþtan Atinalý deðil, Siracusalý zengin bir silah tüccarýdýr. Perikle
'ya çaðýrmýþtý: Attika'nýn o zamanki yüksek kültürünün çekiciliðine dayanamayan bu adam, da
ire'ye yerleþmiþti. Çocuklarýna býraktýðý büyük servet, onlarýn felaketlerine sebep olmuþtu
s'a Otuzlar zehir içirmiþler, Lysias ise kaçabilmiþtir. Platon, Polemarkhos'a 1'inci kit
abýn baþýnda Kephalos'un varisi olma konusunda þakalar yaptýrarak, bu konuya, yanlýþ anlaþý
k kadar açýk bir þekilde deðinmektedir.
Sokrates'in bu grupla olan baðlarý dostçadýr. Bu gruptakiler filozofça düþünmeyen kimselerd
ma felsefeye henüz ihtiyacý olmayan, bilmeden doðru davranan, doðru duyan, hayatýn bütün te
lerinin sofistler tarafýndan çürütülmesini henüz yaþamamýþ olan bir kuþaktandýrlar. Onun iç
la tartýþýlamýyor. Kephalos, konuþma filozofça olmaya baþlar baþlamaz kurbanlarýna gidiyor.
rkhos ise konuþmada bir parça rol alýyor; ama Sokrates'in asýl hasýmlarý ortaya çýkýnca çek
iras sözcüðü, ayný zamanda Polemarkhos'un, babasýnýn namusunun mirasýna da konmuþ olmasýyla
r. Fakat Platon'un açýkça göstermek istediði þudur ki: dünün insanlarýnýn anladýðý gibi nam
i neden iyilik ettiðini bilmeden iyilik etmek, artýk yetmez; Sokrates'in döneminde gerçe
k hayattan pay almak isteyen, Glaukon'la Adeimantos gibi filozofça düþünmelidir.
Üçüncü ve sonuncu grubu sofist Tharsymakhos'la öðrencileri oluþturmaktadýr. Öðrencilerden K
tek bir defa söze karýþýyor; Kharmantides baþtan sona kadar sessiz duruyor. Khalkedon'lu
(þimdiki Kadýköy) Thrasymakhos en önemli sofistlerden biridir. 430'da Atina'ya gelmiþ ve 5
'inci yüzyýl sonuna kadar orada çalýþmýþtýr. Bu adamýn önemi, retorik sanatý ile bu sanat ü
slerinden ileri gelmektedir; "period"lu cümleler yazýþý ve onlarý ritimli sonlarla bitiriþi
in Hellen sanat düzyazýný üzerinde büyük etkisi olmuþtur. Bu zatýn ahlak alanýndaki görüþl
hemen sadece Platon'dan aktarýldýðý kadarýyla biliyoruz. Onun için, Platon'un onun hakkýnda
betimlemesinin nesnel olup olmadýðýný bilmiyoruz. Doðruluðu güçlünün hakký olarak tanýmlay
kkýndaki en ileri görüþ, Gorgias'ta Kallikles tarafýndan savunulmaktadýr. Zaten Devlet'te d
Thrasymakhos'un kiþiliði ve görevi, Kallikles'in Gorgias'taki kiþiliðine ve görevine pek b
nzemektedir. Bununla beraber, her ikisinin savunduðu görüþlerin incelikleri arasýnda önemli
farklar vardýr: Böylece, Platon'un, Devlet'in 1'inci kitabýnda, tarihteki Thrasymakhos
'un gerçek görüþlerini bildirmiþ olmasý olasýdýr. Þu var ki, bunlarda, Kallikles'in görüþle
iði ve bütünlüðü hiç yoktur. Bunlar, Sokrates'in diyalektik sanatý ile ortaya çýkarýlmasý g
le doludur. Bu durum, kitabýn ana fikrine çok iyi uymaktadýr; biliyoruz ki, kitapta doðr
uluk hakkýnda bilinen görüþlerin birer birer gözden geçirilmesi isteniyor. Bu görüþler aras
stlerinki de vardýr. Thrasymakhos'un düþünceleri, iç bütünlük bakýmýndan kusurlarý dolayýsý
veriþlidir. Onun içindir ki Thrasymakhos'la yürütülen tartýþma, Kallikles'le olan tartýþma
iddi deðildir ve hep "þundan bundan konuþma" olarak sürüp gider. Bu alanda sofistler, sonu
na kadar mücadeleyi beceremezler; bunu ancak Akademia'da yetiþmiþ genç filozoflarýn kendil
eri yapabilir.
Platon, Kephalos'un evindeki konuþmayý belli bir yýla koymuþ ve o yýlý diyaloðun baþýnda ta
k bildirmiþtir. Bu yýl, Pire'de Tanrýça Bendis þerefine ilk kez büyük bir alayla, atlý ve f
i bir koþuyla geceleyin kutlanan büyük bayramýn yapýldýðý yýldýr. Bayramýn hangi yýl Atina'
i bilmiyoruz. Bununla birlikte, Alkibiades'in zaferleriyle Atina ticaretinin ve
Pire Limaný'nýn yeni bir geliþme yaþadýklarý 410 ve 409 yýllarýný düþünebiliriz. Yeni bir b
mutla dolu bir zamana iyi uyuyor. 408 yýlýnda Olympia oyunlarýnda kazanan atlet Pulyda
mas'ýn adýnýn geçmesi de bu zamana iþarettir.
Devlet'in ne zaman kaleme alýndýðý kesin olarak söylenemez; zaten Platon'un diyaloglarýnýn
ma tarihleri için elimizde birtakým çýkarsamalardan baþka araç bulunmuyor. Bununla birlikte
eserin 372'de bitmiþ olduðunu kabul edebiliriz. O yýl Platon 56 yaþýndaydý. Tabii, Devlet
ibi bir eser kýsa zamanda yazýlmýþ deðildir. Platon'un eseri ne zaman tasarladýðýný, ne zam
adýðýný da bilmiyoruz. Çalýþmalarý on yýla, yahut daha uzun bir zamana yayýlmýþtýr diyelim;
et'teki baþka diyaloglarla olan birçok kesiþme noktasý kolayca anlaþýlabilir.

Profesör Dr. GEORG ROHDE

SOKRATES anlatýyor:

Dün Ariston'un oðlu Glaukon'la Pire'ye indim. Niyetim tanrýçaya (1) dua etmek hem de ilk
defa kutlanan bayramýnýn nasýl olacaðýný görmekti. Yerlilerin düzenledikleri alayý pek güz
, ama Thrak'larýnki de parlaklýktan yana onlarýnkinden aþaðý kalmadý. Dualarýmýzý bitirmiþ,
miþ, þehre dönüyorduk. O anda Kephalos'un oðlu Polemarkhos eve dönmek üzere yola çýktýðýmýz
durdurmak için çocuðu önden koþturdu. Çocuk arkamdan elbisemi yakalayarak "Polemarkhos kend
sini beklemenizi diliyor" dedi. Döndüm. "Efendin nerede?" diye sordum. "Ýþte, arkadan si
ze doðru geliyor, lütfen bekleyiniz" dedi.Glaukon da "Peki, bekleriz" dedi.
Biraz sonra Polemarkhos bize yetiþti; yanýnda Glaukon'un kardeþi Adeimantos, Nikias'ýn (
2) oðlu Nikeratos ve alaydan dönen daha birkaç kiþi vardý.
Polemarkhos "Sokrates, yanýlmýyorsam, þehre dönmek üzere yola çýktýnýz" dedi.
"Hayýr, hiç yanýlmýyorsun" dedim.
"Bizi görüyor musun kaç kiþiyiz?" diye sordu.
"Görmez olur muyum?"
"Öyleyse ya bizimle baþa çýkarsýnýz, ya burada kalýrsýnýz" dedi.
"Peki, bunun baþka bir yolu daha yok mu? Ya biz sizi ikna eder de, siz bizi serbes
t býrakýrsanýz?..." dedim.
"Dinlemesek de, gene ikna edebilir misiniz?" diye sordu.
Glaukon "Edemeyiz" dedi.
"Öyleyse sizi dinlemeyeceðimizi aklýnýza koyun!"
Adeimantos da "Akþama tanrýçanýn þerefine atlý bir meþale koþusu olacaðýndan da mý haberini
e sordu.
"Atlý mý?" dedim, "Bu da yeni birþey; yani koþucular meþaleleri elden ele geçirerek at üzer
e yarýþacak; bunu mu demek istiyorsun?"
Polemarkhos "Evet" dedi, "Bundan baþka görülmeye deðer gece þenlikleri de olacak. Zaten bi
z yemekten sonra çýkacak, þenlikleri seyredeceðiz; orada birçok gençle buluþacak, konuþacað
vazgeçin de kalýn."
Glaukon da "Anlaþýlan, kalmak gerekiyor" dedi.
"Öyle istersen, öyle olsun" dedim.
Bunun üzerine Polemarkhos'un evine gittik; Polemarkhos'un kardeþleri Lysias'la Euthy
demos'tan baþka Kalkhedon'lu Thrasymakhos, Paiania'lý Kharmantides, Aristonymos'un oðl
u Kleitophon da oradaydý. Polemarkhos'un babasý Kephalos da evdeydi. Onu pek ihtiyar
lamýþ buldum; kendisini görmeyeli çok olmuþtu. Sandalye üzerinde bir minderde oturuyordu; a
önce avluda kurban kestiði için baþýnda hâlâ bir çelenk vardý. Yanýna oturduk; orada çepeç
ler diziliydi.
Kephalos beni görür görmez selamladý, "Sokrates, Pire'ye inip bize uðradýðýn yok" dedi, "Ha
gelmeliydin; çünkü ben þehre kolayca gidebilseydim, buna gücüm yetseydi, sen buraya gelmes
n de olurdu; biz sana gelirdik. Ama þimdi bize daha sýk gelmelisin. Belki bende bede
nin hazlarý azaldýkça, konuþma isteði ve ondan aldýðým zevk o ölçüde artýyor: Beni dinle: S
rle buluþ, ama biz de senin candan dostlarýnýz, bize de sýk sýk uðra."
"Doðrusu Kephalos, yaþý çok ilerlemiþ insanlarla sohbet etmeyi severim" dedim. "Bence onla
r, belki bizim de yürüyeceðimiz bir yolda epeyce ilerlemiþlerdir, onun için, onlardan bu y
olun nasýl olduðunu öðrenmeliyiz. Acaba çetin ve yorucu mu, yoksa rahat ve düz mü? Ýþte sen
bu konuda ne düþündüðünü öðrenmek isterim; çünkü þairlerin 'ihtiyarlýðýn eþiði (3)' dedikle
u noktaya vardý. Bana söyler misin, bu çað sence ömrün sýkýntýlý, güç bir dönemi midir, deð
in?"
"Zeus hakký için! Ben sana ne düþündüðümü söyleyeyim, Sokrates" dedi. "Bazen biz, aþaðý yuk
eski ata sözünün (4) doðruluðuna örnek olarak bir araya geliyoruz. Toplandýðýmýz zaman ar
aþýr durur, gençliðin zevklerini, aþký, þarabý, cümbüþleri, o çaðýn buna benzer daha baþka
r. Sanki büyük nimetlerden mahrum kalmýþlar, vaktiyle pek iyi yaþadýklarý halde, þimdi hiç
rmýþ gibi kederlenirler. Kimi, yaþlý olduðu için yakýnlarýndan kötü muamele gördüðüne üzülü
an yaþlýlýktan ötürü sýzlanýp durur. Ama bana öyle geliyor ki gösterdikleri neden asýl nede
okrates; çünkü bütün bunlar yaþlýlýk yüzünden olsaydý, ben de, ben yaþta olan herkes de, ya
erdik. Oysa ayný acýlarý çekmeyen baþka yaþlýlar da gördüm. Bir gün þair Sophokles'le berab
gelip ona 'Aþkla aran nasýl? Hâlâ kadýnlarla iliþkide bulunabiliyor musun?' diye sordu. O
a 'Sus, arkadaþ! Ondan kurtulduðuma bilsen ne kadar seviniyorum!' dedi, 'Sanki deli
ve zalim bir efendiden yakamý sýyýrmýþým.' Sophokles'in bu sözünü o gün doðru bulduðum gibi
buluyorum. Gerçekten, yaþlýlýk bu þeylerde büyük bir rahatlýk ve erkinlik verir; çünkü hýrs
gerginliklerini kaybedip gevþeyince, tam Sophokles'in dediði olur. Ýnsan kendini birçok
deli zorbadan kurtarýr. Ama bu dertlerin, hiç deðilse yakýnlardan çekilen dertlerin bir t
ek nedeni var Sokrates, o da yaþlýlýk deðil, insanlarýn kendi huyudur. Ölçülü, uysal olsala
a o kadar zorlarýna gitmez. Halbuki öyle olmayanlara yaþlýlýk da gençlik de aðýr gelir."
Ben de, Kephalos'un bu sözleri çok hoþuma gittiði için, devam etmesini istiyor, onu kýþkýrt
"Kephalos, dedim, bence seni dinleyenlerin çoðu bu sözlerini doðru bulmayacak; huyunda
n dolayý deðil, büyük bir servet sahibi olduðun için yaþlýlýk yükünü kolayca taþýyorsun, di
er kendilerine birçok avuntu bulurlarmýþ."
"Haklýsýn, dedi, sözlerimi doðru bulmayacaklar. Onlar da haklý, ama sandýklarý kadar deðil.
Themistokles'in þu sözü ne kadar yerindedir! Themistokles'e hakaret etmek için, 'Þan ve þe
efini kendine deðil, yurduna borçlusun' diyen Seriphos'luya, o þu cevabý verdi: 'Evet, b
en Seriphos'lu olsaydým, ünlü olamazdým; ama sen Atinalý olsaydýn, ne olurdun?' (5) Ýþte bu
erçekten, zengin olmayan, yaþlýlýðýn yüküne de zor dayanan kimselere çok uygundur; çünkü us
m, yoksullukla birlikte yaþlýlýk yükünü pek kolay taþýyamayacaðý gibi, uslu akýllý olmayan
inleþse bile, gönlünde huzur bulamayacaktýr."
Ben de "Kephalos, dedim, þimdiki servetinin çoðu miras yoluyla mý eline geçti, yoksa onu s
en kendin mi kazandýn?"
"Ne kazandým ki?... dedi. Ben Sokrates, para iþlerinde büyük babamla babam arasýnda bir ye
rdeyim; çünkü adýný taþýdýðým büyük babam, tutarý benim bugünkü servetim kadar olan bir mir
bam Lysanias servetini þimdi elimde bulunandan da aþaðý düþürmüþtü. Ben ise kalan mirasý þu
küçülmüþ deðil, biraz daha büyümüþ býraksam memnun olurum."
"Bak bunu sana niye sormuþtum: Sen paraya hiç düþkün görünmüyorsun da ondan" dedim, "Halbuk
ayý kendileri kazanmayanlar çoðu zaman böyle olurlar; kazananlara gelince, onlar parayý ik
i katý severler; çünkü þairler þiirlerini, babalar oðullarýný nasýl severlerse, kendi emekl
rvet edinmiþ olan kimseler de paraya kendi eserleri imiþ gibi düþkündürler; bir de, herkes
ibi iþlerine yaradýðý için severler parayý. Bu yüzden onlarla bir araya gelmek bile hoþa gi
çünkü zenginliði övmekten baþka bir þey bilmezler."
"Hakkýn var" dedi.
"Öyledir; dedim, ama sen bana bir de þunu söyle: Zengin olmakla elde ettiðin en büyük nimet
sence nedir?"
"Bunu söylersem, birçoklarý inanmayacaktýr; sen þunu bil ki Sokrates, öleceðini aklýna geti
nsanýn içine, önceleri hiç aklýndan geçmeyen þeylerin korkusu, kaygýsý girer. Çünkü o zaman
yada kötülük edenler Hades'te cezalarýný çekecekler' gibi, Hades'te olup bitenler hakkýnda
nen sözlere gülerlerken, zaman gelir, ya bu sözler doðruysa diye onlarý bir korku alýr, ruh
arýnda azap duyarlar. Ýnsanlar ya yaþlýlýðýn verdiði dermansýzlýk yüzünden, yahut kendileri
daha yakýn gördüklerinden, orada olup bitenler üzerinde daha fazla kafa yorarlar. Böylece
içleri kuþku ve korkuyla dolar, artýk birine haksýzlýk edip etmediklerini hesaplar, araþtýr
. Hayatlarýný gözden geçirip birçok haksýzlýk ettiklerini gören kimseler çocuklar gibi sýk
uyanýr, ürker, kötü bir bekleyiþ içinde yaþarlar. Halbuki hiçbir zaman haksýzlýk etmedikle
nlerde daima tatlý bir umut, Pindaros'un (6) dediði gibi, 'yaþlýlýðý besleyen' iyi bir umut
rdýr. Gerçekten, Sokrates, bu þair ne güzel söylemiþ; ömrünün sonuna kadar doðru, dinli bir
arak yaþamýþ olana, 'Gönül hoþlandýran, yaþlýlýðý besleyen umut yoldaþlýk eder. O umut ki,
an saða sola sapan aklýnýn dümenini tutmakta her þeyden önce gelir' der. Ne doðru, ne hayra
lunacak bir söz! Ýþte bunun içindir ki ben servet edinmenin çok önemli bir þey olduðunu idd
iyorum; ama herhangi bir kimse için deðil, ancak uslu akýllý ve dengeli bir insan için. Çün
stemeyerek de olsa, hiç kimseyi aldatmamak veya kimseye yalancý çýkmamak, tanrýya kurban,
insana para borçlu olup Hades'e korka korka gitmemek... Ýþte elde bulunan para buna çok
yardým eder. Sonra daha baþka yararlarý da vardýr. Ama Sokrates, her þeyi tarttýktan sonra
en þunu diyebilirim ki, aklý baþýnda bir insan için zenginlik en çok bu iþe yarar."
"Çok güzel söylüyorsun, Kephalos! dedim; "Ama, þu senin dediðin þeyi, doðruluðu (7-8), nasý
aðýz? Sadece, gerçeði söylemek ve bir kimseden alýnan bir þeyi geri vermek diye mi? Yoksa b
davranmak bazan doðru, bazan eðri sayýlabilir mi? Örneðin biri, aklý baþýnda bir arkadaþýný
manet alsa, sonra arkadaþý çýldýrýp emanetini geri istese, bu gibi emanetlerin geri verilme
esi gerektiðini, geri verenin de doðru adam olmadýðýný herkes söyler; bir çýlgýna gerçeði t
mek isteyen de doðru adam deðildir."
"Haklýsýn" dedi.
"Demek oluyor ki doðruluk 'gerçeði söylemek, emaneti geri vermek' le sýnýrlý deðildir" dedi
Polemarkhos söze atýlarak, "Hayýr, bununla sýnýrlýdýr Simonides'e (9) inanmak gerekirse, ta
u sýnýrlara girer, Sokrates!" dedi.
Kephalos da "Evet, evet" dedi. "Ben sözü size býrakýyorum. Þimdi kurbanlarla (10) uðraþmam
."
Polemarkhos, "Öyleyse senin varisin benim, deðil mi?" diye sordu.
O da gülerek,
"Evet" dedi ve kurbanlarýna gitti.
"Madem ki sözün varisi sensin, söyle bakalým" dedim. "Simonides doðruluk üzerine ne diyor d
, sen onu haklý buluyorsun?"
"Herkese borç olaný vermek doðrudur, diyor ve bence böyle söylemekle iyi söylemiþ oluyor" d
.
"Evet, Simonides'e inanmamak kolay deðil", dedim; "çünkü o tanrý gibi akýllý uslu bir insan
Ama onun sözlerini belki sen Polemarkhos anlýyabilirsin; ben anlayamýyorum. Demin, bir
i birine bir þey emanet eder de, öteki artýk aklý baþýnda deðilken emanetinin geri verilmes
isterse, o þeyi vermeli mi vermemeli mi diye konuþmuþtuk; belli ki Simonides bunu kas
tetmiþtir. Bununla birlikte bu emanet bir borçtur, deðil mi?"
"Evet."
"Emanetini aklý baþýnda olmayan biri geri isteyecek olursa, o zaman asla vermemeli, deði
l mi?"
"Evet" dedi.
"O halde, borcun geri verilmesi doðrudur, demekle; anlaþýlan Simonides baþka bir þey söylem
k istiyor."
"Zeus hakký için! Gerçekten, baþka bir þey söylemek istiyor" dedi. "Çünkü onun fikri þudur:
orcu dostlara iyilik etmektir, kötülük etmek deðil?"
"Anlýyorum" dedim. "Alanla veren dostsa, vermekle almak da zararlý olursa, altýnýný emanet
etmiþ olana geri veren, borçlu olduðu þeyi geri vermiþ olmaz. Sence Simonides'in demek is
tediði bu deðil mi?"
"Tam da bu."
"Peki, düþmana bir þey borçluysak, geri vermeli miyiz?"
"Þüphesiz, ne borçluysak, onu vermeliyiz" dedi. "Düþman düþmana, bence ancak kötülük borç
düþen de budur."
"Görülüyor ki Simonides doðruluðun ne olduðunu bir bilmece þeklinde þairce söyledi; çünkü b
doðruluk herkese hakkýný vermektir demek istiyor; buna da 'borç' diyor" dedim.
"Peki, buna bir diyeceðin var mý?" diye sordu.
"Ey Zeus!" dedim, "biri þöyle sorsaydý: 'Simonides, bir sanat, hekimlik adýný almak için, n
ye neyi borç ve hak olarak vermelidir?' Simonides ne cevap verirdi sanýrsýn?"
"Þüphesiz, 'bedenlere ilaç ve yiyecek, içecek vermelidir' derdi."
"Bir sanat, aþçýlýk adýný almak için, neye neyi borç ve hak olarak vermelidir?"
"Katýklara tuz, biber vermelidir."
"Peki, öyleyse, kimlere ne veren sanata doðruluk denebilir?"
"Önce dediklerimize uymak gerekirse Sokrates, dosta fayda, düþmana zarar veren sanata.
"
"O halde Simonides, 'doðruluk dosta iyilik, düþmana kötülük etmektir' demek istiyor deðil m
"Öyle sanýrým."
"Peki, hastalýk saðlýk konularýnda, hastalýklarýnda dosta iyilik düþmana kötülük etmek en ç
den gelir?"
"Hekimin."
"Ya deniz yolculuklarýnda, tehlike baþgösterince, dosta iyilik, düþmana kötülük en çok kimi
en gelir?"
"Dümencinin."
"Doðru adama gelince, onun hangi iþte, hangi baþarýlarda dosta faydasý, düþmana zararý doku
ir?"
"Savaþta, düþmana saldýrmak, dosta yardým etmekte, sanýrým."
"Peki ama, azizim Polemarkhos, hasta olmayanlara hekim faydasýzdýr, deðil mi?"
"Doðru."
"Deniz yolculuðuna çýkmayanlara da dümenci faydasýzdýr, deðil mi?"
"Evet."
"Savaþmayanlara da doðru adam faydasýzdýr, deðil mi?"
"Hiç de bu fikirde deðilim."
"O halde doðruluk barýþta da faydalýdýr, deðil mi?"
"Evet, barýþta da faydalýdýr."
"Çiftçilik de faydalýdýr, deðil mi?"
"Evet."
"Ürün elde etmek bakýmýndan, deðil mi?"
"Evet."
"Ya ayakkabýcýlýk, o da faydalýdýr, deðil mi?"
"Evet."
"Bize ayakkabý saðladýðý için mi dersin?"
"Þüphesiz."
"Doðruluða gelince, sence o, barýþ zamanýnda neyin kullanýlmasýnda veya saðlanmasýnda fayda
"Ticaret sözleþmelerinde Sokrates."
"Ticaret sözleþmelerinden ortaklýðý mý anlýyorsun, yoksa baþka bir þeyi mi?"
"Þüphesiz, ortaklýðý."
"Peki, tavla oyununda hangisi daha iyi, daha faydalý ortaktýr? Doðru adam mý, yoksa iyi
oyuncu mu?"
"Ýyi oyuncu."
"Ya tuðlalarý ve taþlarý yerine koymakta doðru adam duvarcýdan daha faydalý, daha iyi iþ or
rsin?"
"Þüphesiz hayýr."
"Kitharacý mýzrabý iyi kullanmakta doðru adamdan üstün olduðuna göre, doðru adam bir ortakl
hangi iþte kitharacýdan daha iyi bir ortaktýr?"
"Para iþleri ortaklýðýnda, sanýrým."
"Yalnýz, Polemarkhos, parayý harcamakta, mesela parayla ortaklaþa bir at almak veya sa
tmak gerektiði zaman, doðru adam iyi bir ortak deðildir; o zaman, bence iyi ortak atta
n anlayandýr. Öyle deðil mi?"
"Söylediklerimizden bu çýkýyor."
"Bir gemi almak veya satmak gerekirse, en iyi ortak gemi yapýcýsý veya dümencisidir, deðil
mi?"
"Öyle."
"Gümüþün veya altýnýn ortaklaþa iþlerde kullanýlmasý gerekirse, bu iþlerin hangilerinde doð
rýndan daha faydalý olacaktýr?"
"Paranýn bir yana konup emniyette bulunmasý gerektiði zaman Sokrates."
"Yani para hiç kullanýlmayýnca, iþlemeyince demek istiyorsun, öyle mi?"
"Þüphesiz öyle."
"Demek ki doðruluk, paranýn bir iþe yaramadýðý zaman faydalýdýr."
"Öyle olacak."
"O halde bir bað býçaðýný saklamak gerekirse, doðruluk hem ortaklýða, hem de bireye faydalý
llanmak gerekirse baðcýlýk faydalýdýr, deðil mi?"
"Söylediklerimizden bu çýkýyor."
"Bir kalkan veya bir lyrayý saklamak, hiç kullanmamak gerektiðinde, doðruluk faydalýdýr diy
ceksin; ama onlarý kullanmak gerekirse hoplit sanatý (11) veya müzik faydalýdýr, deðil mi?"
"Öyle olmak gerek."
"Diðer bütün iþlerde de doðruluk bir þey kullanýldýðý zaman faydasýz, o þey kullanýlmadýðý
"
"Öyle olacak."
"Demek ki dostum, doðruluk, kullanýlmayan þeylerde faydalýysa, onun bir deðeri olmasa gere
k. Þimdi þunu araþtýralým: Yumruk döðüþünde veya baþka bir döðüþte vurmasýný çok iyi bilen,
bilir, deðil mi?" (12)
"Þüphesiz."
"Ya hastalýktan korunmasýný bilen, onu baþkalarýna gizlice aþýlamasýný herkesten iyi bilmez
"Bilir sanýrým."
"Sonra, düþmanýn niyetlerini gizlice öðrenen, bütün sýrlarýný çalan kimse, ayný zamanda ord
koruyucusudur, deðil mi?"
"Þüphesiz öyledir."
"O halde bir þeyin usta koruyucusu, bekçisi, ayný zamanda o þeyin usta hýrsýzýdýr."
"Evet."
"Öyleyse, doðru adam, paraya bekçilik etmesini biliyorsa, çalmasýný da bilir."
"Ne diyeyim? Söylediklerimizden bu çýkýyor" dedi.
"O halde, sonunda doðru adamýn bir hýrsýz olduðu ortaya çýkýyor. Bunu Homeros'tan öðrenmiþe
n; çünkü o da Odysseus'un ana tarafýndan dedesi Autolykos'u (13) över, hýrsýzlýkta, yalan y
emin etmekte bütün insanlardan üstün olduðunu söyler. Anlaþýlýyor ki hem sana, hem Homeros'
Simonides'e göre doðruluk bir tür hýrsýzlýk sanatýdýr, tabii dosta faydalý, düþmana zararlý
. Öyle demek istiyordun, deðil mi?"
"Hayýr, Zeus hakký için! Ne dediðimi artýk bilmiyorum. Bir bildiðim varsa o da, doðruluðun
yaradýðý, düþmana zarar verdiðidir."
"Peki, sen kime dost dersin? Sana iyi adam görünenlere mi, yoksa öyle görünmeseler de gerçe
ten iyi olanlara mý? Bunun gibi, kime düþman dersin?"
"Tabii, insan iyi sandýðý adamlarý sever, kötü sandýðý kimselerden nefret eder" dedi.
"Peki, birçok kimseyi iyi olmadýklarý halde iyi sanmakla; birçoklarýný da aksine, kötü olma
alde kötü bilmekle insanlar yanýlmýyorlar mý?"
"Yanýlýyorlar."
"Demek ki, onlar iyiyi düþman, kötüyü dost sanýyorlar, deðil mi?"
"Evet."
"Ýþ tersine döndü; demek ki þimdi doðruluk kötüye iyilik, iyiye kötülük etmek oluyor."
"Öyle anlaþýlýyor."
"Ama iyiler doðrudurlar, haksýzlýk edemeyecek yaratýlýþtadýrlar, deðil mi?"
"Evet"
"Hah! Senin sözlerine göre, doðruluk hiç haksýzlýk etmeyenlere kötülük etmektir."
"Hiç de deðil, Sokrates! Çünkü bu sözler besbelli ki yanlýþtýr."
"O halde, dedim, doðru olmayanlara zarar vermek, doðru olanlara faydalý olmak doðrudur."
"Bu söz bence deminkinden daha güzel."
"Demek ki, Polemarkhos, birçoklarý için, insanlar hakkýnda yanýlan herkes için, doðruluk do
zararlý, düþmana faydalý olmaktýr; çünkü birçoklarý gerçek dostlarýný kötü, düþmanlarýný
Simonides'in demin söylediðimiz sözünün tam tersini ileri sürmüþ oluyoruz."
"Evet, þüphesiz öyle oluyor" dedi.
"O halde deðiþtirelim. Anlaþýlan, dostu düþmaný iyi anlatamadýk."
"Nasýl anlatmýþtýk, Polemarkhos?"
"Dost, hem iyi görünen, hem iyi olan insandýr; iyi görünen ama iyi olmayan insan ise dost
görünür, ama dost deðildir diyelim. Düþmaný da týpký böyle anlatabiliriz."
"Bu sözümüzden iyi adamýn dost, kötü adamýn düþman olduðu çýkýyor."
"Evet."
"Demek doðruluk üzerine demin söylediklerimize bir þey katmamýzý istiyorsun. Önceden 'doðr
dosta iyilik, düþmana kötülük etmektir' demiþtik; þimdi þunu, yani 'dosta, iyiyse iyilik et
düþmana, kötüyse kötülük etmek doðrudur' dememizi istiyorsun."
"Bana kalýrsa, böyle söylenince, pek güzel söylenmiþ olur."
"Peki, herhangi bir insana kötülük etmek doðru adama yakýþýr mý?"
"Evet, hem kötü, hem düþman olanlara tabii kötülük edilmelidir."
"Ama atlara kötülük edersek, daha iyi mi olurlar, daha kötü mü?"
"Daha kötü"
"Köpeðin iyiliði (14) bakýmýndan mý, yoksa atýn iyiliði bakýmýndan mý?"
"Atýn iyiliði bakýmýndan daha kötü olurlar."
"O halde, kötülük görürlerse, köpekler atýn iyiliði bakýmýndan deðil, köpeðin iyiliði bakým
deðil mi"
"Diyecek yok."
"Ýnsanlara gelince, dostum, ayný þeyi söyleyemez miyiz? Kötülük görürlerse, onlar da insaný
akýmýndan daha kötü olurlar."
"Þüphesiz."
"Peki, doðruluk insanýn iyiliði deðil midir."
"Buna da bir diyecek yok."
"O halde, dostum insanlardan kötülük görenlerin doðruluklarýndan bir þey kaybetmeleri kaçýn
"Öyle görünüyor."
"Peki, müzikle uðraþanlar, sanatlarýný kullanarak birini müzikten anlayamaz hale getirebili
ler mi?"
"Getiremezler."
"Ya biniciler, binicilikte, birini ata binemez kýlabilirler mi?"
"Olamaz."
"Peki, doðrulukta doðru insanlar birini doðruluktan ayýrabilir mi? Yahut, sözün kýsasý, her
bir iyilikle iyiler birini kötü edebilirler mi?"
"Yoo... edemezler."
"Çünkü bence soðutmak sýcaklýðýn deðil, karþýtýnýn iþidir."
"Evet."
"Islatmak kuruluðun deðil, karþýtýnýn iþidir."
"Þüphesiz."
"Kötülük etmek iyinin deðil, karþýtýnýn iþidir."
"Öyle."
"Ama doðru adam iyidir, deðil mi?"
"Þüphesiz."
"Demek ki, Polemarkhos, dostuna ve baþka birine kötülük etmek doðru adamýn deðil, karþýtýný
olmayan adamýn iþidir" dedim.
"Sözlerini her bakýmdan doðru buluyorum, Sokrates!" dedi.
"O halde biri, doðruluk herkese verilmesi gerekeni, yani borç olaný vermektir, der de,
bundan doðru adamýn düþmana kötülük, dosta iyilik borçlu olduðunu anlarsa, bu sözü söyleye
, çünkü gerçeði söylemiþ olmaz; nitekim bir kimseye kötülük etmenin hiçbir durumda doðru ol
"Bu konuda sana hak veriyorum" dedi.
"Demek ki biri Simonides'in, Bias'ýn, Pittakos'un (15) veya uslu, mutlu adamlardan
birinin böyle bir þey söylediðini iddia ederse, seninle ben yanyana ona karþý savaþýrýz, d
"Ben, kendi hesabýma, seninle birlikte savaþmaya hazýrým" dedi.
"Fakat bu söz, yani 'doðruluk dostlara faydalý olmak, düþmanlara kötülük etmektir' diyen sö
dir, biliyor musun?" dedim.
"Kimin?"
"Bence ya Periandros'un, ya Perdikkas'ýn, ya Kserkses'in, ya Thebaili Ismenias'ýn (1
6) ya da kendini çok güçlü sanan zengin adamlardan birinindir."
"Çok doðru" dedi.
"Peki, dedim, madem ki doðruluðun da doðrunun da, bu son dediðimiz olmadýðý ortaya çýktý, o
uluk baþka ne olabilir?"
Biz daha konuþurken Thrasymakhos (17) birkaç defa atýlýp söze karýþmak istemiþ, yanýnda otu
sözü sonuna kadar dinlemek istedikleri için buna engel olmuþlardý. Benim sözlerimden sonra,
biz konuþmamýza ara verince, kendini artýk tutamadý, vahþi bir hayvan gibi toparlanýp bizi
arçalayacakmýþ gibi üzerimize saldýrdý.
Polemarkhos'la ben korkudan irkildik. O, herkese dönerek "Ey Sokrates!" dedi, "ned
ir bu sizin deminden beri içine daldýðýnýz boþ sözler? Hem birbirinizin karþýsýna geçip gös
aflýklar, bu karþýlýklý eðilmeler de ne oluyor? Doðruluðun ne olduðunu gerçekten öðrenmek i
lnýzca sormakla kalma; biri bir cevap verirse, alkýþ toplamak için onun sözünü çürütme. Bil
sormak, cevap vermekten kolaydýr; sen de cevap ver bakalým! Söyle: Doðruluk sence nedir?
Bak ama bana, doðruluk yok görevmiþ, yok faydaymýþ, yok iþe yarayan þeymiþ, yok kazançmýþ,
iþine gelenmiþ falan demeyeceksin. Bir söyleyeceðin varsa, açýkça ve tam söyle; çünkü böyle
rsen, ben kabul etmem."
Bunlarý duyunca þaþakaldým, yüzüne korka korka baktým; hem sanýyorum ki benim bakýþým o ban
ce üzerine düþmeseydi, dilim tutulacaktý (18). Ýyi ki sözlerimiz onu çileden çýkarmaya baþl
k olarak ben ona baktým da cevap verebildim. Hafifçe titreyerek, "Thrasymakhos", ded
im, "bize kýzma; bu meseleyi araþtýrýrken biz ikimiz yanýlýyorsak, bil ki istemeyerek yanýl
z. Altýn arasaydýk, araþtýrmamýzda birbirimizin karþýsýnda eðilmeye, böylece onu bulmak fýr
aya razý olur muyduk? Aradýðýmýz doðruluk -deðeri birçok altýn külçesinden yüksek olan doðr
zilip büzülerek birbirimize böylesine aptalca yol verdiðimizi, doðruluðu elimizden geldiði
ar ortaya çýkarmaya uðraþmadýðýmýzý sanma. Uðraþtýðýmýzdan emin ol dostum! uðraþýyoruz, ama
. Onun için sizin gibi yaman adamlarýn bize darýlmasý deðil, acýmasý çok daha doðru olur."
Bu sözlerim üzerine alaylý bir kahkaha attý, dedi ki: "Aman Herakles! Ýþte Sokrates'in o he
zamanki ironisi! (19) Ama ben bunu biliyordum ve buradakilere önceden söylemiþtim ki
sen cevap vermek istemeyeceksin, iþi ironiye dökeceksin. Bir soru karþýsýnda cevap vermekt
ense her þeyi yapacaksýn."
Ben de "Sen çok kurnazsýn da ondan, Thrasymakhos!" dedim. "Birine on iki nedir, diye
sorsaydýn, sorduktan sonra da 'Ama bak, arkadaþ, on iki iki kere altýdýr, yok üç kere dört
yok altý kere ikidir, yok dört kere üçtür demeyeceksin; çünkü böyle boþ sözler söylersen, b
m' diye ona önceden ihtar etseydin, böyle bir soruya kimsenin cevap veremeyeceðini her
halde bilirdin!Ama ya sana 'Ey Thrasymakhos, ne demek istiyorsun? Önce yasak ettiðin
cevaplardan hiçbirini vermeyeyim mi? Ya doðru cevap onlardan biriyse ne yapayým, ey a
cayip adam? Doðruyu deðil de baþka bir þeyi mi söyleyeyim? Yoksa ne buyuruyorsun?' diye so
rsaydý, sen onun bu sözlerine ne derdin?"
"Býrakalým bunu, bu dediklerinle benimkiler arasýnda bir benzerlik var mý ki" dedi.
"Niçin olmasýn? dedim, ama bir benzerlik olmasa da soruya cevap verecek adam varsa,
yasak etsek de etmesek de bildiðini söylemekten çekinecek mi sanýrsýn?"
"Demek ki sen de böyle yapacaksýn", dedi. "Sana yasak ettiðim cevaplardan birini verec
eksin, deðil mi?"
"Olur a!" dedim, "Düþünüp taþýnýr, doðru olduðunu görürsem."
"Peki, ya ben doðruluk hakkýnda bütün bunlardan baþka bir cevap, bunlardan üstün bir cevap
m, kendine hangi cezayý layýk görürsün?" (20)
"Bilmeyene yaraþan cezadan baþka bir cezayý deðil herhalde!" dedim. "Ona yaraþan ceza da b
ilen birinden öðrenmektir; iþte ben kendime bunu layýk görüyorum."
"Ne ömür adamsýn!" dedi, "Bil ki öðrenmekten baþka bir de para cezasý vermelisin."
"Yeter ki param olsun" dedim.
Glaukon "Para var, para var!" dedi, "Haydi Thrasymakhos, iþ paradaysa konuþ! Hepimiz
payýmýza düþeni Sokrates'e vereceðiz."
"Tabii, tabii...Siz bunu, Sokrates adetine baðlý kalsýn, kendi cevap vermesin, ama bir
i cevap verince, ortaya atýlan sözü eline alsýn, çürütsün diye istiyorsunuz."
"A dostum!" dedim,"insan sana nasýl cevap versin? Bir kere bildiði bir þey yoksa, bilm
ediðini de itiraf ediyorsa; sonra bir fikri varsa, deðersiz olmayan bir adam da ona
düþündüklerini söylemeyi yasaklýyorsa, nasýl cevap versin? Doðrusu söz sana düþer; çünkü se
ek sözlerin olduðunu iddia ediyorsun. Haydi buyur! Hatýrým için cevap ver! Glaukon'un da, ö
ekilerin de öðrenmesini çok görme!"
Bu sözlerim üzerine Glaukon ve ötekiler razý olmasýný dilediler. Zaten Thrasymakhos'un alký
lamak için konuþmaya can attýðý besbelliydi. Elinde çok güzel bir cevap bulunduðunu düþünüy
vaplarý bana verdirmek için inat eder gibi tavýrlar takýnýyordu. Sonunda razý oldu ve "Ýþte
ates'in hüneri!" dedi, "kendisi öðretmek istemez, ona buna gider, öðrenir, kimseye minnett
arlýk göstermez."
"Baþkalarýndan öðrendiðimi söylüyorsun, Thrasymakhos! Haklýsýn. Ama minnettarlýk göstermedi
bunda yanýlýyorsun; ben elimden geldiði kadar minnet borcumu ödüyorum. Elimden de sadece öv
ek gelir.. Param yok ki! Ama bunu candan yaptýðýmý, birinin iyi konuþtuðunu görürsem, onu c
övdüðümü, sen hele bir konuþ hemen görürsün; çünkü eminim, iyi konuþacaksýn" dedim.
"Dinle öyleyse!" dedi. "Ýþte benim fikrim: Doðruluk güçlünün iþine gelen þeydir, baþka bir
niçin övmüyorsun! Tabii övmek istemezsin!"
"Ne demek istediðini bir anlayayým da öyle", dedim. "Þimdilik daha anlamadým. Sen, doðruluk
güçlünün iþine gelen þeydir diyorsun? Peki Thrasymakhos, bunu söylerken acaba ne demek isti
sun? Örneðin pankration pehlivaný Pulydamas (21) bizden güçlü olduðuna ve sýðýr eti gücünü
yaradýðýna göre, bu besin onun kadar güçlü olmayan bizler için de hem yararlý, hem de doðr
u mu demek istiyorsun?"
"Sen insaný iðrendiriyorsun, Sokrates!" dedi. "Sözümü ne kadar yanlýþ anlamak mümkünse, o k
nlýþ anlýyorsun."
"Hiç de öyle deðil, dostum"; dedim. "Yalnýz ne demek istediðini daha açýk söyle!"
"Sokrates, sen kentlerde tiranlýk, demokrasi, aristokrasi gibi deðiþik hükümet þekilleri ol
uðunu gerçekten bilmiyor musun?"
"Bilmez olur muyum?"
"Her kentte iktidar, hüküm süren unsurun elindedir; öyle deðil mi?"
"Þüphesiz."
"Her hükümet yasalarýný kendi iþine geldiði gibi yapar: Demokrasi demokratlýða uygun yasala
ranlýk tiranlýða uygun yasalar koyar, diðerleri de týpký böyledir. Bu yasalarý koyarak, ken
rine gelenin yönetilenler için de doðru olduðunu söylerler; kendi iþlerine gelenden ayrýlan
yasaya, hakka karþý geliyor diye cezalandýrýrlar. Ýþte dostum, benim dediðim þudur: Doðrul
yerde birdir, yani oradaki hükümetin iþine gelen þeydir; güç onun elindedir. Doðru dürüst a
ni bilen bir adam, bundan þunu çýkarýr: Doðru olan hep aynýdýr, yani güçlünün iþine gelen n
"Ne demek istediðini þimdi anladým. Ama iþin gerçekten böyle olup olmadýðýný öðrenmeye çalý
khos, sen de 'doðruluk iþe gelen þeydir' cevabýný verdin; halbuki bana böyle bir cevap verm
yi yasaklamýþtýn; ama doðrusu, sözüne bir de 'güçlünün' sözcüðünü kattýn."
"Anlaþýlan önemsiz bir sözcük katmýþým!" dedi.
"Önemli mi, önemsiz mi bu henüz belli deðil; fakat belli olan bir þey varsa, o da söylediði
gerçeðe uygun olup olmadýðýný araþtýrmak gerektiðidir. Madem ki sen doðrunun iþe gelen bir
lüyorsun, ben de bu fikirdeyim; ama sen bir þey daha katýyor, güçlünün iþine gelen þeydir,
n. Ben bunu bilmiyorum; onun için araþtýrmak gerekiyor."
"Araþtýr" dedi.
"Hepsi olacak", dedim. "Sen yalnýz þuna cevap ver: Tabii, yönetenleri dinlemenin de doðr
u olduðu fikrindesin, deðil mi?"
"Evet."
"Peki, acaba kentlerin baþýnda bulunanlar hiç yanýlmazlar mý? Yoksa onlarýn da yanýldýðý ol
"Onlar da bazen yanýlabilirler" dedi.
"Demek ki, yasa koymaya giriþtiler mi, bazýlarýný doðru, bazýlarýný yanlýþ koyabilirler, de
"Öyle sanýrým?"
"Tabii, doðru yasa koymak kendi iþlerine geleni, yanlýþ yasa koymak da kendi iþlerine gelm
eyen yasalarý koymaktýr diyeceksin; deðil mi?"
"Öyle."
"Ama nasýl bir yasa koyarlarsa koysunlar, yönetilenler ona uymalýdýr, doðru olan budur."
"Kuþku yok."
"Demek ki, sözlerine bakýlýrsa, doðru olan þey yalnýzca güçlünün iþine geleni yapmak deðil,
ne gelmeyeni de yapmaktýr."
"Ne? Ne diyorsun sen?"
"Senin söylediklerini sanýrým. Ama konuyu daha iyi araþtýralým. Söyle, anlaþmamýþ mýydýk? Y
ilenlere, þunu bunu yapmayý buyururken, bazan kendi gerçek çýkarlarýnýn ne olduðunda yanýld
at yönetilenlerin baþtakilerin emrini yerine getirmelerinin doðru olduðu üzerinde anlaþmamý
"
"Anlaþmýþtýk sanýyorum" dedi.
"Öyleyse þunu da bil ki, yönetenler kendilerine zararlý olan þeyler buyururlarsa, sen de b
u buyruklarýn yerine getirilmesini doðru buluyorsan, demek ki yönetenlerin ve güçlülerin i
e gelmeyeni de yapmanýn doðru olduðunu kabul etmiþ oluyorsun. Ýþte o zaman bundan þöyle bir
cun çýkmasý gerekmez mi? Senin söylediklerinin karþýtýný yapmak doðru olmaz mý? Çünkü görüy
rýna olan bir þey emrediliyor."
Polemarkhos "Zeus hakký için doðru! Ýþ meydanda Sokrates" dedi.
Kleitophon da, "Tabii, sen ona tanýklýk edersen" diye söze atýldý.
Polemarkhos "Tanýða neden ihtiyacý olsun?" dedi. "Yönetenlerin bazan kendilerine zararlý o
lan þeyler buyurduklarýný, yönetilenlerinse bu buyruklarý yerine getirmelerinin doðru olduð
Thrasymakhos kendisi kabul etmedi mi?" diye sordu.
"Evet, Polemarkhos, doðrudur; ama Thrasymakhos yalnýzca 'yönetenlerin buyruklarýnýn yerine
getirilmesi doðrudur' demiþti."
"Ýyi ama, Kleitophon; o, þunu da, yani güçlünün iþine gelenin doðru olduðunu da söylemiþti.
, güçlülerin bazan kendileri için zararlý olan þeyleri güçsüzlere, yönetim altýnda olanlara
rýný da kabul etmiþti. Bunlarý kabul ettiðine göre, güçlünün iþine gelmeyen þey de güçlünün
udur."
Kleitophon "Ýyi ama, Thrasymakhos 'güçlünün iþine gelen þey' demekle güçlünün iþine gelir
iyordu; güçsüzler bunu yapmalýdýr, doðruluk da budur, diye iddia etmiþti" dedi.
Polemarkhos da "Peki ama, daha önce böyle bir þey söylenmedi" dedi.
"Zararý yok, Polemarkhos! Thrasymakhos bunu böyle söylüyorsa, böyle kabul edelim" dedim.
"Söyle bakalým, Thrasymakhos! Senin demek istediðin bu mudur? Yani doðruluk, güçlünün iþine
gelmesin, iþine geldiðini sandýðý þey midir? Fikrin budur, diyebilir miyiz?"
"Yok, yok! dedi. Ben yanýlana, tam yanýldýðý anda güçlü der miyim?"
"Doðrusu, yönetenlerin yanýlmaz kimseler olmadýklarýný, bazan yanýldýklarýný kabul ettiðin
bunu demek istediðini sanmýþtým."
"Sen, Sokrates, insanýn sözlerini çarpýtýyorsun. Bak, örneðin sen, hastalarý hakkýnda yaný
ekime, yanýldýðý için mi hekim dersin? Yahut da hesabýnda yanýlan bir muhasebeciye, yanýldý
le yanýldýðý için mi muhasebeci dersin? Bence 'hekim yanýldý, muhasebeci yanýldý, öðretmen
deyiþ tarzýdýr. Bence onlarýn hiçbiri, eðer verdiðimiz ada layýksa yanýlmaz. Düþüncemi daha
gerekirse -sen de zaten tam sözlerden hoþlanýyorsun- þöyle diyeceðim: Sanat sahiplerinin hi
ri yanýlmaz; yanýlan, bilgisi yetmeyince yanýlýr, ama o zaman zaten sanat sahibi deðildir.
Sonunda hiçbir sanat sahibi, hiçbir bilgin, hiçbir yönetici -yönetici oldukça- yanýlmaz; a
em 'hekim yanýldý, yönetici yanýldý' diyebilir. Ýþte þimdi verdiðim cevabý sen böyle anlama
liyle düþüncem þudur: Yönetici, yönetici oldukça yanýlmaz, yanýlmadýðý için de kendine en f
r; yönetilene de bunu yapmak düþer. Görüyorsun ya, daha baþtan söylediðim gibi, doðruluk, g
eni yapmaktýr."
"Öyle mi, Thrasymakhos? Sözlerini çevirdiðimi mi düþünüyorsun?" dedim.
"Elbette" dedi.
"Demek ki sen, sorularýmý, sana tartýþmada bir oyun oynamak için kötü niyetle sordum sanýyo
öyle mi?"
"Eminim, öyledir"; dedi, "ama bir þey elde edemeyeceksin; çünkü ne oyununu benden gizleyeb
iliyorsun, ne de -gizleyemediðin için- beni sözünün gücüyle yenebiliyorsun."
"Ey mutlu Thrasymakhos!" dedim, "ben buna giriþmem bile. Ama, böyle bir þey bir daha b
aþýmýza gelmesin diye þunu söyle: Hem yönetici, hem güçlü olan insaný ne anlamda anlýyorsun
anladýðý gibi mi, yoksa tam anlamýyla mý? Tam anlamýyla anlýyorsan, o, demin dediðin gibi,
r adamdýr ki, güçlü olduðu için, güçsüzün onun iþine geleni yapmasý doðrudur."
"Tam anlamýnda, tam anlamýyla bir yönetici demek istiyorum", dedi. "Bunun üzerinde oyna,
sözlerimi çevir. Senden aman dilemiyorum; ama bir þey yapamayacaksýn?"
"Sen beni o kadar deli mi sanýyorsun? Ben hiç aslaný kýrkmaya (22), Thrasymakhos'a oyun
oynamaya kalkýþýr mýyým?"
"Demin kalkýþtýydýn ya! Ama bunu yine baþaramadýn!"
"Yeter", dedim, "bu konuyu kapatalým. Þimdi sen söyle bana: O senin daha önce sözünü ettiði
m anlamýyla hekim nedir? Para toplayan biri mi, yoksa hastalara bakan biri mi? Ama
gerçekten hekim olan hekimi anlat!"
"Hekim hastalara bakan biridir."
"Ya kaptan nedir? Gerçek anlamda bir kaptan, gemicilerin baþý mýdýr, yoksa bir gemici midi
r?"
"Gemicilerin baþýdýr."
"Demek gemide seyahat ettiði hesaba katýlmamalý, ona 'bir gemici' dememeli; çünkü ona, deni
de seyrettiðinden deðil, sanatýndan ve gemicilerin baþýnda olduðundan ötürü kaptan denir."
"Doðru."
"Bunlarýn her birinin iþine yarayan bir þey yok mudur dersin?"
"Var tabii."
"Hatta sanat da herkesin iþine yarayaný arayýp onu saðlamak için doðmuþ deðil midir?"
"Evet, bunun için doðmuþtur."
"Peki, her sanatýn, mükemmel olmanýn dýþýnda, iþine yarayan baþka bir þey var mýdýr?"
"Bu soruyla ne demek istiyorsun?"
"Þunu: Örneðin bana, 'bedene beden olmak yeter mi, yoksa baþka þeye ihtiyacý var mý?' diye
san, þöyle bir cevap veririm: 'Herhalde baþka þeye ihtiyacý var ki hekimlik sanatý bulunmuþ
eden aciz bir þeydir ve ona yalnýzca beden olmak yetmez. Ýþte bu sanat onun iþine gelenler
i, yani ona yarayan þeyleri saðlamak için meydana getirilmiþtir.' Böyle söylemekle sence do
mu söylüyorum, yoksa yanlýþ mý?"
"Doðru" dedi.
"Peki sonra, hekimliðin kendisi de aciz midir? Yahut baþka herhangi bir sanatýn ayrýca b
ir güce ihtiyacý olabilir mi? Örneðin göze görme, kulaða iþitme gücü gereklidir; bu yüzden
aðýn, kendilerine yararlý olaný araþtýracak ve saðlayacak bir sanata ihtiyaçlarý vardýr. Pe
arda da öyle midir? Sanatýn kendisinde bir eksiklik var mý? Her sanatýn kendi iþine geleni
araþtýracak baþka bir sanata, bu araþtýranýn da bir ötekine ihtiyacý var mýdýr? Bunun sonu
i? Yoksa kendine yararlý olaný kendi mi saðlar? Yetersizliðini gidermek için kendine de, b
aþka bir sanata da ihtiyacý yoktur, çünkü sanatta hiçbir yetersizlik, hiçbir kusur yoktur,
mi? Sanatýn da, kendi alanýndaki þeyden baþka bir þeyin yararýna olaný araþtýrmasý gerekme
sanat, saðlam oldukça, yani bütün olarak özünü korudukça, kusursuz ve saf deðil midir? Sor
in konuþtuðumuz 'tam anlama' göre araþtýr da söyle: Böyle midir, yoksa deðil midir?" (23)
"Böyledir sanýyorum."
"O halde hekimlik hekimliðin yararýna olaný deðil, bedenin yararýna olaný gözetir" dedim.
"Evet" dedi.
"Binicilik biniciliðin yararýna olaný deðil, atlarýn yararýna olaný gözetir. Bir sanat da,
hiçbir ihtiyacý olmadýðýndan, kendinin deðil, sanatý olduðu þeyin yararýna olaný gözetir.
"Öyle olacak" dedi.
"Fakat, Thrasymakhos, sanatlar, sanatý olduklarý alanda egemen ve üstündürler..." dedim.
Bunun üzerine istemeye istemeye "evet" dedi.
"... O halde hiçbir bilgi üstün olanýn iþine geleni deðil, kendi yönetimi altýnda bulunanýn
güçsüzün yararýna olaný gözetir ve emreder" dedim.
Sonunda dediðime geldi, ama önce karþý gelmek istemiþti. Razý olunca, "O halde hiçbir hekim
ekim oldukça, hekimin yararýný gözetmez, hastanýn yararýný gözetir, emreder; deðil mi? Nite
k anlamda hekim olanýn, bir tüccar olmayýp bedenlere bakan bir insan olduðunda anlaþmýþtý
ksa anlaþmamýþ mýydýk?" dedim.
"Anlaþmýþtýk."
"Gerçek kaptan tayfa deðil, tayfalarýn baþýdýr demiþtik, deðil mi?"
"Evet."
"O halde böyle bir kaptan, yani yöneten biri, kaptanýn yararýný deðil, tayfanýn, yani yöne
in yararýný gözetecek, emredecektir."
Bu fikre güçlükle yanaþtý.
"Demek ki, Thrasymakhos, hiçbir kimse, yönetici oldukça hiçbir yönetimde kendi yararýný göz
. Uðrunda çalýþtýðý, yönetilen kiþilerin yararýný gözetir ve emreder. Ve bu adam ne söylers
bu hedefle -yani yönetilenin yararýna uygun olaný gözeterek- söyler ve yapar."
Tartýþmamýz bu noktaya gelince ve herkes doðrunun ne olduðunda da tam ters bir sonuca varýl
e, Thrasymakhos cevap vermek yerine, "Sokrates söyle bana, senin bir sütninen var mý?"
diye sordu.
"Bu da ne!" dedim. "Bunlarý soracaðýna, cevap vermen daha iyi olmaz mýydý?"
"Olmazdý, çünkü sütninen senin sümüðünü göremiyor, çok ihtiyacýn olduðu halde, burnunu silm
iþte koyunlarla çobaný ayýrt edemiyorsun."
"Ne demek istiyorsun?" dedim.
"Þunu demek istiyorum: Sana göre, çobanlarla sýðýrtmaçlar koyunlarla öküzlerini efendilerin
endilerinin yararý için deðil, sadece koyunlarla öküzlerin yararý için besler, onlarýn yara
tutarak bakarlar. Týpký bunun gibi, sen öyle sanýyorsun ki, kentlerde gerçekten egemen ol
an yöneticilerin yönetilenler hakkýnda gece gündüz düþündükleri, sürünün baþýndaki çobanýn
anacaklarý deðildir. Sence onlar baþka türlü düþünürler. Sen doðru ile doðruluðu, eðri ile
kadar uzaksýn ki, þunu bilmiyorsun: Doðrulukla doðru gerçekten bir baþkasý için yararlý ol
i güçlünün, egemen olanýn iþine gelen þeydir; itaat edenin, hizmet görenin zararýnadýr. Eðr
tersinedir; gerçekten saf ve doðru olanlara hükmeder. Güçlü üstün olduðu için, yönetilenler
olaný yaparlar; hizmetleriyle kendi mutluluklarýný deðil, ancak onun mutluluðunu saðlarlar
Ey Sokrates, saf adam, þuna dikkat etmelisin ki, doðru adam her iþte, doðru olmayanýn karþ
a zararlý çýkar. Ýnsanlarýn, aralarýnda yaptýklarý anlaþmalarý ele alalým: Ortaklar böyle i
kça, ortaklýk daðýldýðý zaman, doðrunun doðru olmayandan daha çok kazandýðýný hiç göremezsi
evletle olan iþlerinde, vergi vermek gerekirse, ikisinin malý eþit olduðu halde, doðru ada
m çok, öteki az verir; ama almaya gelince, biri hiç kazanmaz, öteki çok kazanýr. Çünkü yöne
nce, doðru, baþka bir zarar görmese de, en azýndan ihmali yüzünden evi, ailesi kötü bir dur
; doðruluðu, onun devlet malýndan faydalanmasýna engel olur; üstelik doðruluða aykýrý bir
istemediði zaman, hýsýmlarýnýn, akrabalarýnýn nefretini kazanýr. Doðru olmayan insan için
tersinedir. Biraz önce de söylediðim gibi, ben eðri insan demekle pek büyük kazançlar elde
ebilen kimseyi anlýyorum. Ýþte sen, doðru olmaktansa doðru olmamanýn insanýn kendisi için n
ar kazançlý olduðunu anlamak istiyorsan, böyle bir adamý göz önünde tutmalýsýn. Bunu öðrenm
olay yol eðriliðin sonuna kadar gitmektir; o eðrilik ki, yapaný son derecede mutlu, haksýz
lýk görüp eðrilik etmek istemeyeni son derecede sefil eder. Eðriliðin son aþamasý tiran
, baþkalarýnýn mallarýný azar azar deðil, düzenbazlýk ve þiddet yollarýya birden zapteder;
tanrýlara veya insanlara, devlete veya bireye ait olup olmadýklarýna bakmaz. Oysa her
hangi bir kiþi bu türden eðrilikler yaparken yakalanacak olursa, cezasýný görür, pek çok da
nýr; çünkü çeþitli yolsuzluklarda bulunanlar, tapýnak soyan, insan tüccarlýðý yapan, duvar
unculuk, hýrsýzlýk edenler, iþledikleri suçlara göre ad alýrlar. Ama yurttaþlarýnýn mallarý
e kalmayýp onlarý köleliðe de sürükleyenlere bu çirkin adlar verilmez. Yalnýzca kendi vata
deðil, eðrilik yaptýðýný bilenlerin hepsi ona mutlu derler; çünkü eðriliði ayýplayanlar eðr
eðil, ona uðramaktan korktuklarý için eðriliði ayýplarlar. Böylece, Sokrates, oldukça ileri
bir eðrilik hür adama doðruluktan daha çok yakýþýr; böylece daha güçlü, daha efendi olur; v
diðim gibi, doðruluk güçlünün iþine gelendir, eðrilikse kendine yararlý olan, kendi iþine
"
Thrasymakhos bunlarý söyleyerek, bir yýðýn sözü bir natýr gibi kulaklarýmýza bol bol döktük
lip gitmek niyetindeydi; ama orada bulunanlar onu býrakmadýlar, kalmaya ve söyledikler
inin incelenmesini kabule zorladýlar. Ben de çok rica ettim ve "Ulu Thrasymakhos," d
edim, ortaya böyle bir sorun attýktan sonra, bu sorunun senin iddia ettiðin gibi mi, y
oksa baþka türlü mü olduðunu yeterince öðretmeden veya öðrenmeden mi gitmek istiyorsun? Yaþ
miz gereken, izlediðimizde bize iyi bir yaþam saðlayacak olanýn ne olduðunu anlatmaya giriþ
ekle basit bir iþ mi ele aldýn sanýyorsun?"
Thrasymakhos "Ben basit mi diyorum?" dedi.
"Öyle dermiþ gibi görünüyorsun," dedim. "Ya da bize aldýrmýyorsun ve o senin bilirim dedið
eri biz bilmediðimiz için, iyi mi yaþayacaðýz, kötü mü yaþayacaðýz, bu seni ilgilendirmiyor
stum, razý ol, bizi de aydýnlat! Biz o kadar çoðuz ki, bize edeceðin iyilik senin için hiç
kazançsýz bir iþ olmayacak. Ben sana kendi fikrimi söyliyeyim: Eðriliðe engel olmayýp onun
istediðini yapmasýna izin versek bile, eðriliðin doðruluktan daha kazançlý olduðuna ben ak
remem, inanamam. Bak dostum, biri haksýz olsun, gizliden gizliye yahut açýkça ve zorla eðr
ilik yapabilsin, yine beni eðriliðin doðruluktan daha kazançlý olduðuna inandýramaz. Zaten,
lki de yalnýz deðilim, içimizde böyle düþünen bir baþkasý da var; onun için, mutlu adam, do
ten üstün tutmakla yanlýþ düþündüðümüzü yeterince ispat et, bizi inandýr."
"Peki, seni nasýl inandýrayým?" dedi. "Madem ki deminden beri söylediklerime inanmýyorsun,
artýk ne yapabilirim? Yoksa sözlerimi kafana zorla mý sokayým?"
"Zeus hakký için! Bunu yapma. Ama her þeyden önce sözlerini deðiþtirme, deðiþtireceksen de,
yap ve bizi aldatma. Þimdi, biraz önceki sözler üzerinde duralým: Görüyorsun ki ilkin gerçe
hekim olaný anlattýðýn halde, Thrasymakhos, sonradan gerçek çoban hakkýnda verdiðin tanýma
ya gerek görmedin. Çoban olmak sýfatýyla çobanýn, koyunlarýnýn iyiliðini düþünen bir çoban
zýna düþkün bir adam gibi ziyafette iyi yiyebilmek için, yahut da bir ticaret adamý gibi ko
unlarýný satabilmek için onlarý gözettiðini sanýyorsun. Oysa çoban, baþýnda bulunduðu sürüy
sýl saðlayacaðýný düþünür, baþka tasasý da yoktur; çünkü çobanlýk sanatý, özünden bir þey k
rsuz olacak kadar, yeterince saðlamýþtýr. Bunun gibi þu nokta üzerinde de anlaþmamýz gerekt
anýyordum: Her yönetim, yönetim olarak ister devlet yaþamýnda olsun, ister tek insanýn yaþa
olsun, bir baþkasýnýn iyiliðini deðil, ancak yönettiði ve bakýmýný üzerine aldýðý þeyin iy
ntleri yönetenlerin, gerçekten yönetenlerin bu iþi seve seve yaptýklarýný mý sanýyorsun?"
"Zeus hakký için! Sanmakla kalmýyorum, eminim."
"Ne söylüyorsun, Thrasymakhos," dedim. "Kimsenin yönetim görevlerini isteyerek üzerine alm
adýðýný, aksine, onlarýn bu yönetim görevlerinden kendilerine deðil, yönetilenlere bir fayd
et istediklerini görmüyor musun? Sen yalnýz þuna cevap ver: Biz daima 'her sanatý diðerind
n farklý kýlan þey, her birinin diðerinden farklý bir baþarma gücü olmasýdýr' demedik mi? H
ap verme de biraz ilerleyelim, olmaz mý mutlu Thrasymakhos?"
"Evet, fark budur" dedi.
"Öyleyse, her bir sanatýn bize saðladýðý yarar ayný deðil, baþka baþkadýr. Örneðin hekimlik
denizlerde güvenliðimizi saðlar; ötekiler için de böyle deðil midir?"
"Evet."
"Öyleyse ücret alma sanatý (24) da ücret saðlar, deðil mi? çünkü onun baþarýsý bundadýr; yo
likle kaptanlýk bir midir? Ya da, demin önerdiðin gibi, biri kaptanlýk yapar da, denizle
rde sefere çýkmak ona yaradýðý için saðlýðý yerine gelirse, sen bu yüzden onun sanatýna he
daha doðru mu bulacaksýn?"
"Hayýr."
"Biri ücret alýrken saðlýðý düzelirse, gene de ücret alma sanatýna hekimlik diyemezsin, sa
"Tabii diyemem."
"Ya sonra? Biri hastaya bakar da ücret alýrsa, hekimliðe ücret alma sanatý mý dersin?"
"Hayýr."
"Demek her sanat kendine göre ayrý bir yarar saðlar. Bunda anlaþtýk mý?"
"Öyle olsun" dedi.
"O halde bütün sanat sahiplerinin ortak bir yararý varsa, kuþkusuz bunu ayrýca ortak bir þe
i kullanmakla edinirler."
"Öyle görünüyor."
"Ýþte biz de diyoruz ki, sanat sahiplerinin ücret alarak yarar saðlamalarý, kendilerinin a
yrýca ücret sanatýyla uðraþmalarýndan ileri geliyor."
Bunu güçlükle kabul etti.
"Demek oluyor ki, her sanat sahibi o yararý, yani ücret almayý, kendi sanatýndan çýkarmaz.
oktasý noktasýna araþtýracak olursak hekimlik saðlýk, ücret alma sanatý ise ücret saðlar. E
anatý, ev; ücret alma sanatý ise ona eþ olarak ücret saðlar; ötekiler de böylece kendi iþin
baþýnda bulunduðu þeye yararlý olur. Ama sanat sahibine ayrýca bir ücret verilmeyecek olurs
o sanatýndan faydalanabilir mi?"
"Sanmam" dedi.
"Ama o parasýz iþ gördüðü zaman da faydalý olmaz mý?"
"Bence olur."
"Þimdi, Thrasymakhos, þu belli oluyor ki hiçbir sanat, hiçbir yönetim kendine yarayaný sað
az. Deminden beri söylediðimiz gibi, güçlünün yararýný deðil, güçsüz olduðu için, küçüðün
arýna olaný saðlar ve buyurur. Ýþte dostum Thrasymakhos bunun içindir ki ben demin, kimseni
yönetmeyi gönülden istemediðini, baþkalarýnýn kötü durumlarýný düzeltmek için uðraþmaya ra
ileri sürüyordum. Çünkü sanatýyla baþarýlar elde etmek isteyen kimse sanatýna uygun þekild
, kendine en iyi olaný deðil, daima yönetilene en iyi olaný yapar ve buyurur. Ýþte, bu þeki
yönetmeyi göze alacak olanlara bir ücret verilmelidir: Para veya þeref; yönetimden kaçýnýr
, ceza."
Glaukon, "Sokrates ne demek istiyorsun," dedi. "Saydýðýn ücretlerin ikisini tanýyorum, ama
bu ceza nedir? Hem nasýl oluyor da onu ücretten sayýyorsun, anlayamadým."
"Sen en iyi insanlarýn ücreti nedir bilmiyorsun," dedim. "En deðerli kimseler yöneticiliðe
razý olduklarý zaman, iþte o ücret için yönetirler. Yoksa þerefe, paraya düþkün olmanýn ay
de öyle olduðunu bilmiyor musun?"
"Tabii biliyorum" dedi.
"Ýþte bu yüzden iyiler, ne para için yönetmeye razý olurlar, ne de þeref için; çünkü yönet
et isteyecek olurlarsa, kendilerine ' ücret kölesi' derler diye korkarlar. Yönetim mev
kiinden faydalanarak gizlice para çekecek olurlarsa, 'hýrsýz' derler diye korkarlar. Þer
ef için de razý olmazlar; çünkü þerefe düþkün deðildirler. Bu yüzden yönetimi üzerlerine al
ir zor, bir ceza bulunmasý gerekir. Belki bu yüzden, bir insanýn yöneticilik iþine kendilið
nden, zorlanmayý beklemeden atýlmasý ayýp sayýlmýþtýr. Cezanýn en büyüðü de, kendimiz yönet
aman, daha kötü biri tarafýndan yönetilmemizdir. Bence deðerli insanlar yönettikleri zaman,
içlerinde bu korkuyla yönetirler. Ýþte o zaman bir nimete konmak, rahatlarýný saðlamak için
yönetimi emanet edecek kendilerinden daha iyi veya kendilerine eþ kimseler bulamadýkl
arýndan ister istemez yönetimi üzerlerine alýrlar; çünkü sadece iyi insanlarla dolu bir ken
urulabilseydi, insanlar herhalde þimdiki gibi yönetmek için deðil, yönetmemek için uðraþýrl
o zaman gerçek yöneticinin gerçekte kendi iþine geleni deðil, yönetilenin iþine geleni göz
bir adam olduðu belli olurdu. Öyle ki, akýllý bir adam baþkasýna yararlý olmak için zahmete
anmaktansa, baþkasýndan yarar görmeyi yeðlerdi. Kýsaca, Thrasymakhos, 'doðru güçlünün iþine
sözünü hiç de kabul etmem. Fakat bunu bir dahaki sefere de inceleyebiliriz. Hem Thrasyma
khos'un az önce söylediði söz bana çok daha önemli görünüyor: Doðru olmayanýn hayatý doðrun
yiymiþ. Sen, Glaukon, iki fikirden hangisini seçiyorsun? Hangisini gerçeðe daha uygun bu
luyorsun?"
"Ben, doðru kiþinin yaþamý daha iyidir, diyorum" dedi.
"Az önce Thrasymakhos'un, doðru olmayan kiþinin yaþamýnda nice nimetler sayýp sýraladýðýný
"Evet, iþittim, ama inanmýyorum."
"Elimizden gelirse, bir yolunu bulalým da, söylediðinin doðru olmadýðýna onu inandýralým, i
sin?"
"Ýstemez olur muyum."
"Þimdi bak," dedim. "Onun sözüne karþýlýk olarak, doðru olmanýn bütün nimetlerini sayýp uzu
sek, o da bir daha söz alýr; biz de gene uzun sözlere giriþirsek, o zaman nimetleri saym
ak ve her birimizin ne kadar saydýðýný ölçmek gerekecek; hem de karar verecek hakemlere iht
yacýmýz olacak. Ama konuyu deminki gibi, birbirimizle uyuþarak araþtýrýrsak, ayný zamanda h
hakem, hem avukat oluruz."
"Doðrudur" dedi.
"Öyleyse bu araþtýrmalarýn hangisini beðeniyorsun" diye sordum.
"Ýkincisini" dedi.
"Haydi öyleyse, Thrasymakhos," dedim. "Baþtan baþlayalým, sen de cevap ver. Gerçek eðrilik,
gerçek doðruluktan daha elveriþli midir dersin?"
"Tabii, dedi; sebebini de söyledim."
"Peki, doðrulukla eðrilik konusunda ne dersin? Birine iyilik, ötekine kötülük mü dersin?"
"Elbette."
"Doðruluða iyilik, eðriliðe kötülük, öyle deðil mi?"
"A iki gözüm, öyle olsaydý, eðrilik elveriþlidir, doðruluk elveriþli deðildir der miydim?"
"Peki, öyleyse ne diyorsun?"
"Tam tersini" dedi.
"Doðruluk kötülük müdür?"
"Hayýr, ama doðru insana çok saf ve iyi yürekli derim."
"O halde eðri insana kötü yürekli mi dersin?"
"Hayýr, iþini bilen bir insan derim."
"Sence, Thrasymakhos, doðru olmayanlar uslu ve iyi insan mýdýrlar?"
"Evet, tam anlamýyla eðrilik edebilenler; kentleri de, uluslarý da altetmeye gücü yetenler
uslu ve iyidirler; halbuki sen belki yankesicilerden söz ettiðimi sanýyorsun. Elbette
bu gibi iþler de gizli kaldýkça yarar saðlar. Ama demin söylediklerimin yanýnda onlardan s
etmeye deðmez" dedi.
"Evet, evet," dedim. "Ne demek istediðini anlamýyor deðilim, ama bir þeye þaþýyorum: Eðrili
iðin, usluluðun; doðruluða da karþýtlarýnýn yanýnda yer vermene."
"Þaþsan da þaþmasan da, benim verdiðim yer budur."
"Ýþ çetinleþiyor dostum" dedim. "Buna verilecek cevap artýk kolay bulunamaz; çünkü eðriliði
olduðunu ileri sürmekle beraber baþka bazý kimseler gibi sen de onun kötü ve ayýp olduðunu
l etseydin, söyleyecek söz bulur, diðerlerinin kanýsýna baþvururdum. Ama þimdi madem ki eðr
yiliðin, usluluðun sýrasýna koymaktan bile çekinmedin, besbelli ki onun hem güzel, hem güçl
u söyleyeceksin ve bizim doðruluða yüklediðimiz özelliklerin hepsini ona yükleyeceksin."
"Senin de her þey içine doðuyor" dedi.
"Bununla birlikte, asýl düþünceni söylediðine inanabildikçe konuyu sonuna kadar araþtýrmakt
alý; çünkü görüyorum ki, Thrasymakhos, sen bu anda gerçekten þaka etmiyor, asýl düþünceni s
"Asýl düþüncem olsun olmasýn, sana ne," dedi. "Sen yalnýz sözü çürütmeye bak."
"Evet, bana ne, dedim. Ama sen bir de þuna cevap vermeye çalýþ; doðru adam sence herhangi
bir iþte doðru adamý aþmak ister mi?"
"Ýstemez, yoksa þimdi olduðu gibi kibar ve iyi yürekli olmazdý."
"Ya doðru bir iþte doðruluðu aþmak ister mi?"
"Onu da istemez" dedi.
"Doðru olmayaný aþmak isteyebilir mi, onu aþmayý doðru bulur mu, yoksa bulmaz mý?"
"Bulur, dedi, ister; ama elinden gelmez."
"Ben bunu sormuyorum ki... dedim. Doðruyu deðil, doðru olmayaný aþmak ister mi, onu aþmayý
bulur mu diye soruyorum."
"Evet, doðru bulur" dedi.
"Ya doðru olmayan adam, doðruyu ve doðru iþte doðruluðu aþmak ister mi?
"Hiç istemez olur mu! O herkesi aþmak ister!"
"Demek ki doðru olmayan, hem doðru olmayan adamý, hem de doðru olmayan iþte eðriliði aþacak
endisi herkesten fazla þey elde etsin diye uðraþacak, öyle mi?"
"Öyledir" dedi.
"O halde þöyle diyelim," dedim. "Doðru olan kendine benzeyeni deðil, benzemeyeni aþmak ist
er; doðru olmayan ise, hem kendine benzeyeni, hem de benzemeyeni aþmaya çalýþýr."
"Çok iyi söyledin" dedi.
"Doðru olmayan iyi ve ustadýr, doðru olan deðildir."
"Bu da iyi" dedi.
"Doðru olmayan iyiye, ustaya benzer; doðru olan benzemez, deðil mi?"
"Kuþkusuz, öyle olan kendisi gibi olanlara benzer; öyle olmayan benzemez."
"Güzel; demek her birinin benzediði kimseler ne ise, kendisi de odur. (25)"
"Baþka ne olacak" dedi.
"Neyse, Thrasymakhos, sen bazý kimselere müzikten anlar, bazýlarýna anlamaz der misin?"
"Derim."
"Hangisine usta, hangisine acemi dersin?"
"Tabii, müzikten anlayan ustadýr, anlamayan acemidir."
"Biri usta olduðu iþlerde iyidir, öteki acemi olduðu iþlerde kötüdür, deðil mi?"
"Evet."
"Peki, sence dostum, müzikten anlayan adam lyrasýnýn sesini düzeltirken müzikten anlayan
baþka birini tellerin gerilmesi veya gevþetilmesinde aþmak ister mi? Daha çok þey elde ede
rim der mi?"
"Hayýr, sanmam."
"Ya müzikten anlamayaný aþmak ister mi?"
"Evet, herhalde."
"Peki, hekim hastanýn yiyeceðini, içeceðini seçerken hekimi veya hekimliði bir þeyde aþmak
mi?"
"Ýstemez."
"Ya hekim olmayaný?"
"Onu aþmak ister."
"Bak bakalým, her bilgi ve her bilgisizlik alanýnda bir bilgili yaptýðýnda veya söylediðind
aþka bir bilgiliyi aþmak ister mi, yoksa ayný iþte benzerinin elde ettiðini elde etmekten
memnun olur mu?"
"Evet, belki öyle olmasý gerekiyor."
"Ya bilgisiz adam, bilgiliyi de bilgisizi de aþmak istemez mi?"
"Belki ister."
"Ama bilgili uslu deðil midir?"
"Usludur."
"Uslu olan iyi deðil midir?"
"Ýyidir."
"O halde iyi ve uslu olan, kendine benzeri deðil, benzemeyeni, karþýt olaný aþmak isteyece
k."
"Öyle görünüyor" dedi.
"Ama kötü ve bilgisiz olan, hem benzerini, hem de karþýtýný aþmak isteyecek."
"Besbelli" dedi.
"Doðru olmayan adam bizce kendine benzeyeni de, benzemeyeni de aþmak ister, deðil mi,
Thrasymakhos? Yoksa öyle demedin mi?"
"Öyle söyledim" dedi.
"Ama doðru adam kendine benzeyeni deðil, kendine benzemeyeni aþmak isteyecek deðil mi?"
"Evet."
"Öyleyse doðru adam usluya, iyiye; eðri adam kötüye, bilgisizliðe benzer."
"Olabilir."
"Peki ama her ikisinin de benzerleri ne ise, kendilerinin de o olduðu sözünde uyuþmuþtuk."
"Evet."
"En sonda doðrunun iyi ve uslu, eðrinin bilgisiz ve kötü olduðu meydana çýktý."
Thrasymakhos bütün bunlarý kabul etti, ama öyle benim þimdi anlattýðým gibi kolayca deðil;
nu sürüklediðim için, güçlükle kabul etti. Koca koca ter damlalarý döküyordu; zaten hava da
Hem o gün ben, önce hiç görmediðim bir þeyi, Thrasymakhos'un kýpkýrmýzý kesildiðini gördüm
uluk, iyilik ve usluluktur; eðrilikse kötülük ve bilgisizliktir diye anlaþtýktan sonra:
"Peki," dedim, "biz bunu böyle baðlamýþ olalým; ama eðriliðin güçlü olduðunu söylemiþtik, h
rasymakhos?"
"Hatýrlýyorum," dedi, "ama þimdi söylediklerin de hoþuma gitmiyor: Bu konuda söyleyeceðim v
Fakat konuþsam, iyi biliyorum ki nutuk atýyor diyeceksin. Onun için, býrak da istediðim g
ibi konuþayým, ya da sormak istiyorsan, sor: Ben de sana, masal anlatan yaþlý kadýnlara ce
vap verir gibi 'öyle olsun' derim, baþýmla da, 'evet' 'hayýr' diye iþaret ederim."
"Yalnýz, vereceðin cevap asýl düþüncene aykýrý olmasýn" dedim.
"Nasýl olsa beni konuþturmuyorsun, hiç olmazsa cevabým hoþuna gitsin. Daha ne istiyorsun?"

"Hiç, hiç," dedim. "Haydi, cevap vereceksen ver; ben de sorayým."


"Sor."
"Ýþte ben sözü sýrasýyla incelememiz için, demin sorduðumu gene soruyorum: Eðriliðin karþýs
bir þeydir? Gerçi bir aralýk, eðriliðin doðruluktan daha becerikli, daha güçlü olduðu söyl
mdi doðruluðun usluluk ve iyilik olduðunu kabul ediyorsak, þu bellidir ki doðruluk, bilgis
izlik olduðunu söylediðimiz eðrilikten daha güçlüdür; bunu herkes bilir. Ama ben, Thrasymak
araþtýrmamý bu sade þekilde deðil, þöyle yapmak istiyorum: eðri olan, baþka kentleri haksýz
tmeye kalkýþan, esir etmiþ olan, hatta birçoðunu boyunduruk altýnda tutan bir kent yok mudu
, ne dersin?"
"Var derim, hem de bunu en iyi, yani eðriliði tam olan kent yapar" dedi.
"Anlýyorum; demin de söylediðim buydu," dedim. "Ama dikkatimi çeken bir þey var: Baþka bir
ente hâkim olan kent, acaba bu gücünü eðrilikle mi koruyacaktýr, yoksa doðrulukla mý koruma
unda kalacaktýr."
"Eðer daha önce senin dediðin gibi, doðruluk usluluksa, doðrulukla," dedi; "yok benim dedið
m gibiyse, eðrilikle."
"Baþýnla 'evet', 'hayýr' demekle kalmadýðýna, güzel güzel cevap verdiðine çok memnun oluyor
ymakhos."
"Sana yaranmak istiyorum!" dedi.
"'Ýyi ediyorsun. Ama, haydi biraz daha yaran da söyle: Bir kent, bir ordu, haydutlar
, hýrsýzlar ve doðru olmayan bir hedefe birlikte yürüyen baþka neler varsa, bunlar biribirl
rine eðrilik edecek olurlarsa, bir iþ görebilirler mi, dersin?"
"Hayýr" dedi.
"Ya haksýzlýk etmezlerse, daha iyi çalýþmazlar mý?"
"Çalýþýrlar, tabii."
"Anlaþýlan, Thrasymakhos, eðrilik aralarýnda geçimsizlik, kin ve kavga çýkarýyor; doðruluk
geçimi, dostluðu saðlýyor; öyle deðil mi?"
"Öyle olsun; aramýz açýlmasýn."
"Çok iyi davranýyorsun, dostum. Þunu da bana söyle: eðriliðin iþi, bulunduðu herhangi bir y
kin yaratmaksa; hür insan olsun, köle olsun, onlarý birbirlerinden nefret ettirmez mi,
aralarýna geçimsizlik sokmaz mý, onlarý birlikte çalýþamayacak hale getirmez mi?"
"Getirir elbette."
"Ya eðrilik iki kiþide olursa? Aralarý açýlmayacak mý, birbirlerinden nefret etmeyecekler m
, doðru insanlara olduðu kadar birbirlerine de düþman kesilmeyecekler mi?"
"Elbette" dedi.
"Peki, yaman dostum, eðrilik bir tek insandaysa, kendi gücünü yok eder mi dersin? Yoksa
olduðu gibi kalýr mý?"
"Peki, olduðu gibi kalýr diyelim" dedi.
"Demek eðriliðin öyle bir gücü olduðu görülüyor ki, nerede bulunursa bulunsun, bir kentte,
da, bir orduda veya baþka herhangi bir toplulukta, onun etkisiyle bu topluluk önce iþ
göremez hale gelir, sonra kendine de, kendine karþýt olan her þeye ve doðruya da düþman kes
r."
"Evet."
"Tek bir kiþide de bulunsa, etkisi aynýdýr, çünkü bu onun doðasýdýr sanýrým. Önce etkisi al
an kendi kendisiyle uyumsuzluða düþtüðünden iþ göremez hale gelir. Sonra kendi kendine de,
nsanlara da düþman olur; deðil mi?"
"Öyledir."
"Ama tanrýlar doðru deðiller midir, dostum?"
"Öyledirler diyelim."
"Demek ki eðri insan tanrýlarýn da düþmaný olur, Thrasymakhos; ama doðru insan onlarýn dost
"
"Bu sözlerin tadýný doya doya çýkar!" dedi. "Çekinme! Nasýl olsa ben karþý gelmeyeceðim: Bu
düþmanlýðýný kazanmak istemiyorum."
"Haydi öyleyse," dedim, "ziyafetin sonlarýnda da beni memnun et, önceki gibi cevap ver
; çünkü doðru insanlarýn daha uslu, daha iyi, iþ görmekte daha becerikli olduklarýndan kuþk
yoruz. Eðri insanlarýn ise, birlikte iþ görmek hiç ellerinden gelmez. Ama bunlar da bazen,
çalýþýp çabalayarak, hep birlikte bir iþ görebilirler diyoruz, ama bununla pek de doðru bi
lemiþ olmuyoruz; çünkü onlar büsbütün eðri olsalardý, birbirlerini esirgemezlerdi; onlarda,
uklarý kimselere kötülük ederken, ayný zamanda birbirlerine de kötülük etmelerinin önüne ge
edeflerine eriþtiren doðruluk gibi bir þey bulunduðu meydandadýr. Onlar eðri iþlere atýldýk
endilerini eðriliðe yarý kaptýrmýþlardýr; çünkü büsbütün kötü ve aþýrý derecede eðri insanl
-bunun böyle olduðunu görüyorum: Sen demin yanýlmýþsýn- .Doðrularýn, -bunu sonradan araþtý
eðrilerden mutlu olup olmadýklarýný, daha iyi bir ömür sürüp sürmediklerini araþtýrmak gere
rimiz mutlu olduklarýný bence zaten ortaya çýkarmýþtýr; ama ne de olsa, konuyu daha iyi ara
: biz rasgele bir konudan deðil, nasýl yaþamak gerektiðinden söz ediyoruz."
"Araþtýr bakalým."
"Araþtýrýyorum. Söyle bana; sence atýn gördüðü bir iþ var mýdýr?"
"Var."
"Peki, bir atýn veya herhangi bir hayvanýn iþini, yalnýzca onunla görülen veya onunla en iy
görülen bir iþ diye kabul edebilir misin?
"Anlamýyorum."
"Haydi, þöyle anlatayým: Gözlerinden baþka bir þeyle görebilir misin?"
"Tabii göremem."
"Ya kulaklarýndan baþka bir þeyle iþitebilir misin?"
"Olamaz."
"Bu iþler onlarýn iþidir demek doðru olmaz mý?"
"Þüphesiz doðru olur."
"Güzel; bir üzüm kütüðünü bir kamayla, bir býçakla ve daha birçok aletle kesebilirsin, deði
"Keserim."
"Ama kütük her halde en iyi, bu iþ için yapýlmýþ bað býçaðýyla kesilir."
"Öyledir."
"Ýþte biz, bu iþ bað býçaðýnýn iþidir demez miyiz?"
"Elbette deriz."
"Demin 'herhangi bir þeyin iþi, yalnýzca kendinin baþarabileceði veya ötekilerin hepsinden
aha iyi baþarabileceði iþ deðil midir?' diye sorduðum soruyu þimdi daha iyi anlamýþsýndýr."
"Evet," dedi, "anladým: bence de her þeyin iþi, dediðin gibidir."
"Peki," dedim, "kendine bir iþ düþen herhangi bir þeyin bir de iyiliði olduðuna inanmýyor m
n? Önce söylediklerimize dönelim: Gözler bir iþ görür diyebilir miyiz?"
"Deriz."
"Peki, gözlerin bir de iyiliði yok mudur?"
"O da vardýr."
"Ya kulaklarýn da bir iþi yok muydu?"
"Vardý."
"Öyleyse onlarýn bir de iyiliði yok mu?"
"Ýyiliði de var."
"Diðer þeylerin hepsinde de böyle deðil mi?"
"Böyle."
"Dur bakalým, ya gözlerde kendilerine has olan iyilik yerine kötülük varsa, onlar iþlerini
aþarabilirler mi?"
"Nasýl olabilir? Anlaþýlan sen görmeyi deðil, körlüðü demek istiyorsun?"
"Býrak, onlarýn iyiliði ne ise o olsun... Ben daha bunu sormuyorum ki! Ben sana iþ gören n
e varsa, iþini kendine has olan iyilikle iyi, kötülükle kötü mü görür diye soruyorum."
"Þüphesiz söylediðin doðrudur" dedi.
"Kendilerine has olan iyilikten yoksun kulaklar iþlerini hiç baþarabilirler mi?
"Baþaramazlar."
"Baþka konularda da ayný þeyi söyleyebilir miyiz?"
"Bence söyleyebiliriz" dedi.
"Haydi öyleyse, þimdi de þunu incele: Ruhun dünyada baþka hiçbir þeyin yapamayacaðý bir yet
dýr: ilgilenmek, yönetmek, karar vermek ve buna benzer þeyler.. Bütün bu iþleri ruhtan baþk
ir þeye yüklemeye hakkýmýz olabilir mi? Bu yetiler ruhtan baþka bir þeye hastýr diyebilir m
z?"
"Diyemeyiz."
"Peki, yaþamaya gelince, bu, ruhun bir iþidir diyemez miyiz."
"Elbette deriz."
"O halde, Thrasymakhos, ruh kendine has gücünden yoksun olunca iþlerini iyi görebilir mi
, göremez mi?"
"Göremez."
"Öyleyse, kötü bir ruhun yönetimi de, ilgisi de kötü olur; oysa iyi bir ruh bütün bu iþleri
par."
"Bu kesin."
"Ama doðruluk ruhun iyiliði, eðrilik ruhun kötülüðüdür dememiþ miydik?"
"Evet, demiþtik."
"O halde doðru ruh ve doðru insan iyi, eðri insan kötü yaþar."
"Sözlerine göre öyle olmalý" dedi.
"Ama, kuþkusuz iyi yaþayan mutlu, bahtlýdýr; iyi yaþamayan deðildir."
"Tabii."
"O halde doðru adam bahtlý, eðri adam bahtsýzdýr."
"Öyle olsun."
"Fakat bahtsýz olmak uygun deðildir, bahtlý olmak uygundur."
"Elbette."
"O halde, mutlu Thrasymakhos, eðrilik hiçbir zaman doðruluktan daha elveriþli olamaz."
"Bu sözler, Bendis þenliklerinde sana bir þölen olsun Sokrates" dedi.
"Bu þöleni bana sen verdin Thrasymakhos," dedim. "Çünkü yumuþadýn ve öfken yatýþtý. Ama bu
n deðil, benim yüzümden pek de güzel olmadý. Önlerine çýkarýlan yemekleri kapayým derken, h
adýný alamayan oburlar gibi, ben de galiba asýl araþtýrdýðýmýzý, yani doðruluðun ne olduðun
a býrakýp doðruluðun kötülük mü, bilgisizlik mi, yahut da bilgi ve iyilik mi olduðunu araþt
Sonra söz, doðruluk eðrilikten daha yararlýdýr fikrine dönünce, öteki fikri býrakmaktan ke
lamadým. Ve sonunda konuþmamýzdan hiçbir þey öðrenemedim; çünkü doðrunun ne olduðunu bilmed
r iyilik olup olmadýðýný; kendisinde doðruluk bulunanýn bahtsýz veya bahtlý olup olmadýðýný
ilirim!"

DEVLET
II

SOKRATES (anlatmayý sürdürüyor):

Ben bunlarý söyledikten sonra konuþmaktan kurtulduðumu sanýyordum. Ama bu ancak bir önsözmü
kon her þeye her zaman cesaretle atýldýðý gibi, bu sefer de Thrasymakhos'un geri çekilmesin
razý olmayarak, "Sokrates, senin istediðin nedir?" dedi, "bizi inandýrmýþ gibi görünmek mi
oksa doðru olmanýn eðri olmaktan her bakýmdan daha iyi olduðuna inandýrmak mý?"
"Elimden gelseydi sizi gerçekten inandýrmayý daha çok isterdim" dedim.
"O halde istediðini yapmýyorsun. Söylesene bana; sence, verdiði sonuçlara hiç bakmadan, ken
i için sevdiðimiz, elimizde bulunmasýný istediðimiz bir 'iyi þey' var mýdýr? Örneðin sevinm
ya da zararsýz olan ve sonrasý için de sevinçten baþka bir þey vermeyen hazlar gibi..."
"Evet, bence böyle bir þey vardýr."
"Peki, hem kendi için, hem verdiði sonuçlar için sevdiðimiz þeyler de var mýdýr? Örneðin ak
mek, saðlýklý olmak...Bu gibi þeyler, sanýrým, her iki bakýmdan hoþumuza gider."
"Evet" dedim.
"Ýdmaný, hastalýk tedavisini, hekimliði ve öbür ücretli meslekleri içine alan üçüncü bir 'i
dersin? Bunlarýn zahmetli, ama yararlý olduðunu söyleyebiliriz; bunlarý kendileri için deði
e, kazandýrdýklarý ücret, verdikleri sonuçlar için elde etmek isteriz."
"Evet, bu üçüncü tür de vardýr," dedim, "ama nereye varmak istiyorsun?"
"Sen doðruluðu hangisinden sayarsýn?"
"Bana kalýrsa, en güzelinden; mutlu olmak isteyen kimselerin, hem kendi için, hem verd
iði sonuçlar için sevmesi gereken þeylerden sayarým."
"Ama çoðu böyle düþünmez, doðruluðu zahmetli iþlerden sayar. Derler ki doðruluða doðruluk o
o zordur, zor olduðu için de ondan kaçýnmalýdýr- gelir saðladýðý için, insanlar arasýnda ü
etmeli."
"Öyle düþündüklerini biliyorum," dedim. "Zaten öyledir diye Thrasymakhos deminden beri doðr
kötüleyip eðriliði övüyor; ama, anlaþýlan ben kalýn kafalýyým."
"Haydi, öyleyse, beni de bir dinle, belki fikrini deðiþtirirsin; çünkü bence, Thrasymakhos'
vaktinden önce yýlan gibi büyüledin, ama doðrulukla eðrilik hakkýnda ileri sürülen fikirle
henüz doyurmadý. Mesleklerin getirilerini, verdikleri sonuçlarý bir yana býrakalým; her bir
nedir, ruhun içinde kendi baþýna bulunurken her birinin gücü nedir? Senden bunlarý öðrenme
n atýyorum. Bir diyeceðin yoksa iþe þöyle baþlayacaðým: Thrasymakhos'un sözünü bir daha ele
arak doðruluðun herkesçe ne olduðunu, nereden doðduðunu söyleyeceðim; ikinci olarak doðrulu
yan herkesin onu, 'iyi þey'dir diye deðil, kaçýnýlmaz bir þey diye, istemeyerek uyguladýðý
böyle yapmakla haklý olduklarýný söyleyeceðim. Çünkü sonunda eðri adamýn hayatý doðrununki
dir derler. Ben bu fikirde deðilim Sokrates, ama ne yoldan gideceðimi þaþýrdým. Thrasymakho
'un, ondan baþka binlerce kiþinin sözlerini duya duya kafam þiþti; halbuki kimsenin doðrulu
tan istediðim gibi söz ettiðini, doðruluk eðrilikten daha iyidir dediðini duymadým. Doðrulu
disinin, kendi için övüldüðünü duymak isterim. Bunu senden duyabileceðimi umarým. Bunun içi
eðri adamýn hayatýný öveceðim; böylece eðriliði ne þekilde kötülemeni, doðruluðu da ne þek
göreceksin. Ama bak bakalým bu söylediklerim hoþuna gidiyor mu?"
"Elbette gidiyor," dedim, "aklý baþýnda bir adamýn sýksýk söylemekten, dinlemekten daha çok
dýðý baþka bir konu var mýdýr?"
"Çok iyi söylüyorsun," dedi. "Söylediðim gibi bu konuda en baþta anlatacaðýmý dinle: Doðrul
nereden doðmuþtur?
"Doðallýkla, haksýzlýk etmek iyi, haksýzlýða uðramak kötüdür derler; ama haksýzlýða uðraman
ikten çok daha büyüktür. Böylece insanlar birbirlerine haksýzlýk edip haksýzlýða uðrayýnca,
de tadýný alýnca, birinden sakýnamayan, ötekini beceremeyenler, hem haksýzlýk etmemek, hem
haksýzlýk görmemek üzere bir anlaþmaya varmanýn uygun olacaðýný düþünmüþler; yasa koymaya,
laþmaya ve yasanýn buyurduðuna 'yasaya uygun' ve doðru demeye baþlamýþlar. Doðruluðun doðuþ
. Doðruluk, en iyi þeyle, yani haksýzlýk edip ceza görmemekle en kötü þeyin, yani haksýzlýð
anýn arasýndadýr. Bu ikisinin arasýnda bulunan doðruluk, bir 'iyi þey' gibi sevilmez; haksý
etmek yasak olduðu için saygý görür. Fakat gerçek bir erkek, haksýzlýk ederse, haksýzlýk ed
e haksýzlýða uðramasýn diye kimseyle anlaþmaz; öyle yapsa, ona deli derler. Demek ki Sokrat
denildiðine göre, doðruluðun doðasý budur ve böyledir, doðuþu da anlattýðým gibidir."
"Doðruluðu uygulayanlarýn da, haksýzlýk edemediklerinden istemeye istemeye uyguladýklarýný
anlayabilmek için, þöyle bir örnek düþünelim: Ýkisine de, doðru adama da eðri adama da, he
i yapma olanaðýný verelim, sonra da arkalarýndan gidelim ve hýrs onlarý nereye götürecek ba
Kuþkusuz, baþkalarýndan daha çok elde etmek istediði için, doðruyu eðriyle ayný hedefe doðr
n, suç üstü yakalarýz; çünkü doðasý gereði her insan, bu hedefi iyi bir þey bilerek ona eri
asa onu zorla hedefinden ayýrýr, eþitliðe saygý gösterme yoluna sokar. Onlara, bir zamanlar
Lydialýnýn atasý Gyges'e (1) nasip olduðu söylenen erki vermek, aþaðý yukarý, söylemek iste
ermek olur. Bu adam, o zamanki Lydia hükümdarýnýn hizmetinde bir çobanmýþ; günün birinde þi
r saðnak ve bir yer sarsýntýsýyla toprak çatlamýþ ve hayvanlarýn otladýðý yerde bir yarýk a
kalmýþ, sonra yarýðýn içine inmiþ. Birçok þaþýlacak þey arasýnda; içi oyuk, çok pencereli,
mýþ. Eðilip içeriye bakýnca, insan boyundan büyük gözüken bir ölü görmüþ; parmaðýndaki altý
bir þey yokmuþ. Gyges yüzüðü alýp çýkmýþ. Çobanlar adet olduðu üzere, ayda bir krala sürül
k için toplandýklarý zaman, Gyges de toplantýya yüzüðü parmaðýnda gelmiþ. Öbür çobanlarla o
en kendine doðru, avcunun içine çevirmiþ. Bunu yapar yapmaz, etrafýnda oturanlara görünmez
uþ. Çobanlar da ondan, o orada deðilmiþ gibi söz ediyorlarmýþ. Gyges þaþa kalmýþ, yüzüðü bi
rmiþ; çevirir çevirmez gene gözlere görünür olmuþ. Ýþin farkýna varýnca, yüzükte böyle bir
Görmüþ ki yüzüðün taþýný içeriye çevirince görünmez, dýþarýya çevirince görünür oluyor. Bun
bercilerden biri olmanýn çaresini bulmuþ. Sarayda kralýn karýsýný baþtan çýkarmýþ, onun yar
öldürmüþ, egemenliði ele geçirmiþ. Þimdi bunun gibi iki yüzük olsa da, birini doðru adam,
am taksa; ihtimal hiçbiri, pazardan her istediðini hiç korkmadan almak, evlere girip gön
lünün hoþlandýðý kimseyle düþüp kalkmak, keyfine göre kimini öldürmek, kimini hapisten kurt
nlar arasýnda týpký bir tanrý gibi dolaþmak elinde olduðu halde, doðruluða baðlý kalacak, b
dan uzak durup el sürmeyecek kadar çelikten bir istenç gösteremez. Bu iþte biri ötekinden f
rklý davranmaz, ikisi de ayný hedefe doðru gider. Her halde bu örnek bir insanýn kendi ist
eðiyle deðil, ancak zorlanarak doðru olduðuna güçlü bir belirti sayýlabilir; çünkü, haksýzl
düþünen her insanýn haksýzlýk ettiðine bakýlýrsa, doðruluk doðru kiþinin kendisine hiçbir i
rçekten her adam kendisi için eðriliðin doðruluktan çok daha elveriþli olduðuna inanýr. Bu
savunanlarýn iddiasýna göre, inanmakta da haklýdýr; çünkü biri, demin sözünü ettiðim olanað
iç haksýzlýk etmek istemezse, baþkalarýnýn malýna dokunmazsa, bunun farkýna varanlar ona ço
lý, çok akýlsýz bir insan diye bakarlar; ama haksýzlýk görmekten korktuklarý için, birbirle
datarak, birbirlerinin yüzüne karþý onu överler. Bu nokta üzerinde söyleyeceðim iþte bu kad
"Sözünü ettiðimiz bu iki adamýn hayatlarý hakkýnda hüküm vermeye gelince, doðrular arasýnda
eðriler arasýnda en eðriden ayýrýp ikisini karþýlaþtýrýrsak, tam bir hüküm verebiliriz; yok
Ama bu ayrým nasýl olmalý? Þöyle: Eðrinin eðriliðine, doðrunun doðruluðuna dokunmayalým; b
ötekini tam doðru bir insan olarak alalým, kendi alanýna koyalým. Önce eðri adam becerikli
nat sahipleri nasýl davranýrsa öyle davransýn. Nasýl ki usta bir kaptan veya bir hekim, sa
natýnda yapamayacaðý þeyleri yapabileceði þeylerden ayýrt edip yapabileceklerini ele alýr,
ri býrakýr -hatta bir iþte yanýlsa bile, yanlýþýný düzeltmeye gücü yeter- ayný þekilde eðri
bir adam olmak istiyorsa, ustaca haksýzlýk edip kendini ele vermemeli; ama yakalanýrsa
, beceriksizin biridir deyip geçmeli; çünkü eðriliðin en yüksek derecesi, doðru olmayýp doð
r. Tam eðri olana tam geliþmiþ bir eðrilik vermeli, hatta o en büyük haksýzlýklarý iþlerken
luðun verdiði üne bürünebilmeli; bir yanlýþ yaparsa, düzeltmeye gücü yetmeli; iþlediði haks
dýþarýya sýzarsa, herkesi kandýracak kadar güzel söz söylemesini bilmeli; zor kullanmak ge
kçe, cesaretine, gücüne, edindiði dostlara ve servete dayanarak, zor kullanabilmelidir.
Eðriyi böyle niteledikten sonra, onun yanýna sade ve asil, Aiskhylos'un dediði gibi iyi
görünmek deðil, iyi olmak isteyen doðru adamý koyalým. O, olduðu gibi görünmemeli, çünkü do
esi ona onur ve kazanç getirir; doðru olmanýn aþkýna mý, yoksa onur ve kazanç aþkýna mý doð
olmaz. Onda doðruluktan baþka bir þey býrakmamalý. O, demin anlattýðým insanýn tam karþýtý
ik etmediði halde son derecede eðri görünsün ki kötü ününden, bundan doðan sonuçlardan sars
olduðu denenmiþ ve ispat edilmiþ olsun; tuttuðu yoldan ölünceye kadar ayrýlmasýn, doðru ol
e ömrünce eðri görünsün ki böylece ikisi de, biri doðruluðun, öteki eðriliðin son derecesin
larý zaman, hangisinin daha bahtlý olduðuna dair bir hüküm verebilelim."
"Aman, aziz Glaukon!" dedim, "bu iki adamý, hakkýnda hüküm verilecek birer heykel gibi t
emizleyip önümüze dikmek için ne kadar uðraþýyorsun!"
"Elimden geleni yapýyorum," dedi. "Ýkisini de böyle temizleyip önümüze dikersek, sanýrým ki
tlarýnýn nasýl olabileceði konusuna geçebiliriz; bu artýk güç olmaz. Ýþte söyleyeyim: Biraz
il kullanýrsam unutma ki bu sözleri ben deðil, doðruluk yerine eðriliði övenler söylüyorlar
derler ki doðru adam benim anlattýðým adamsa; dayak yiyecek, iþkence çekecek, zincire vuru
acak, gözlerine mil çekilecek, sonunda bütün bu eziyetleri çektikten sonra çarmýha gerilinc
doðru olmak deðil, doðru görünmek gerektiðini anlayacaktýr. Aiskhylos'un sözünü de eðri içi
daha yerinde olur; çünkü sahiden diyebilirler ki eðri gerçeðe baðlý kalýp görünüþ için yaþ
eðri olmak ister,
'zihninde deðerli düþünceler doðuran derin fikir tarlalarýnýn meyvelerini toplar'. (2)
Öncelikle, doðru görünerek devlet görevlerine atanýr, sonra istediði aileden kýz alýr, kýzl
kocalara verir. Kimi gözüne kestirirse, onunla dost, ortak olur ve bütün bunlardan fayda
lanýr; haksýzlýk etmekten çekinmediði için kazançlý çýkar; kendi iþlerinde ya da devlet iþl
e kavgaya tutuþtu mu, üstün gelir; düþmanlarýndan fazla kazanýr; kazanýnca da zengin olur,
arýna iyilik, düþmanlarýna kötülük eder; tanrýlara bol bol kurban keser, görkemli adaklar a
nrýlara ve istediði insanlara, doðru adamdan çok daha iyi saygý gösterebilir; her halde tan
arýn da doðrudan çok onu sevmeleri doðaldýr. Böylece Sokrates, tanrýlarýn da, insanlarýn da
verdikleri hayattan daha iyisini eðriye verdiklerini söylerler."
Glaukon'un bu sözleri üzerine ben cevap vermeye hazýrlanýrken, kardeþi Adeimantos atýldý: "
rates, umarým bu sorun hakkýndaki tartýþmalarý yeterli bulup kesmezsin" dedi.
"Neden yeter demiyeyim?" dedim.
"Söylenmesi en çok gereken þey söylenmedi de, ondan."
"Bak, kardeþ kardeþe yardým etsin diyen bir söz var; Glaukon'un sözlerinde bir eksik varsa
, sen ona yardým et. Ama bana gelince, söyledikleri beni yere sermeye yetti, doðruluðu s
avunacak halim kalmadý."
"Ne anlamsýz söz!" dedi. "Ama bir de þunu dinle: Glaukon'un düþündüðünü sezer gibiyim, ama
daha iyi anlaþýlmasý için sözlerinin karþýtýný da, yani doðruluðu övüp eðriliði kötüleyenle
memiz gerekiyor. Babalar oðullarýna doðru adam olacaksýn derler, doðruluk yolunu gösterirle
; veliler de hep öyle yaparlar; fakat doðruluðu doðruluktur diye deðil, insana ün kazandýrd
ler, doðru görünüp böylece yüksek mevkiler, evlilikler ve Glaukon'un demin sayýp döktüðü, y
en dolayý nasip olan þeyleri elde etmelerini isterler. Onlar ünlü olmaya daha da önem veri
rler; çünkü, tanrýlar tarafýndan beðenilmeyi de hesaba katarak, dini bütünlere nasip olan n
eri saymakla bitiremezler. Bunlarý insanlara tanrýlar baðýþlarmýþ; bizim koca Hesiodos da,
eros da ayný þeyi söylerler. Biri der ki tanrýlar doðru adamlar için 'meþe aðaçlarýnýn tepe
amut, gövdelerinde arý taþýmasýný, yünlü kuzularýn postlarýnýn yüküyle aðýrlaþmasýný' (3) s
imetler verirler. Homeros'un (4) dediði de buna yakýndýr: 'Doðru adamýn ünü, tanrýlardan ko
doðruluðu yüksek tutan, kusursuz bir kralýnki gibi göklere yükselir; esmer toprak onun iç
buðday ve arpa yetiþtirir, dallar meyvalarýn aðýrlýðýyla eðilir, koyunlar sýk sýk doðurur,
ir.'
Musaios (5) da, oðlu da, doðru adamlara tanrýlar adýna bunlardan da gösteriþli nimetler bað
r. Onlarý sözde Hades'e götürürler, dinibütünler için hazýrladýklarý þölen sofrasýnda onlar
aþlarýna çelenkler takar, þarap içirirler. Bütün vakitleri böyle geçer: sanki iyiliðin ödül
kmýþ gibi... Bazýlarý, tanrýlar adýna bunlardan da büyük ödüller daðýtýrlar. Dinibütün olan
insan, arkasýnda çocuklarýnýn çocuklarýný ve soyunu býrakýr. Doðruluðu bu gibi ve buna benz
den dolayý överler. Dinibütün olmayanlara ve eðrilere gelince, onlarý Hades'te çamura gömer
burla su taþýmaya zorlar, daha hayattayken onlarý þerefsizliðe mahkûm ederler. Glaukon'un,
i görünen doðru adamlar için saydýðý bütün cezalarýn, eðrilerin baþýna geleceðini söylerler
zler. Ýþte doðruluðu böyle överler, eðriliði de böyle kötülerler.
Ayrýca Sokrates, doðruluk ve eðrilik hakkýnda hem þunun bunun, hem þairlerin ortaya attýðý
görüþ daha vardýr; onun da üzerinde dur. Hepsi, ölçülülükle doðruluðu hep bir aðýzdan över
arýný da söylerler; halbuki ölçüsüzlük, eðrilik, tatlýdýr; kolayca elde edilir, yalnýzca sa
göre çirkin sayýlýr derler. Eðriliðin çoðu zaman doðruluktan daha yararlý olduðunu söylerle
nliðe ve baþka güçlere sahiplerse, onlarýn mutluluðunu halkýn önünde, dostlarý arasýnda öv
saygý göstermeye hazýrdýrlar. Ýyilere gelince, eðer bunlar, aciz ve yoksulsa, ötekilerden d
iyi olduklarý kabul edilmekle birlikte, hiçe sayýlýr, hor görülürler. Ama bütün bu sözleri
fý, tanrýlar ve iyilik hakkýnda söylenendir. Tanrýlar bile çok defa iyilere felaketlerle do
u kötü bir ömür, kötülere ise tam karþýtýný baðýþlarlarmýþ. Dilenci rahipler, falcýlar zeng
larý; kendilerinin veya atalarýnýn yaptýðý bir haksýzlýk varsa, bu haksýzlýðý tanrýlarýn ar
ayesinde, þenliklerde, bayramlarda kurbanlarla, büyülerle affettirebileceklerine inandýrýr
lar. Bir zengin, düþmanýna kötülük etmek isterse; rahiplerle falcýlar, tanrýlarý birtakým s
i yakarmalar ve bez baðlamalarla kendilerine hizmet etmeye kandýrdýklarý için, küçük bir ma
karþýlýk, doðruya da eðriye de ayný þekilde kötülük edebileceklerini söylerler. Bütün bu i
tanýk gösterirler. Bunlarýn bir bölümü kötülük etmenin kolay olduðunu þu dizelere dayanara
rir:
'Ýnsanlar kötülüðe yýðýnla akýn eder, ona kolayca ulaþýrlar; yolu düz, yeri yakýndýr; ama
lýn terini koymuþlardýr, (6) ona varan yol uzun ve diktir' derler. Diðerleri ise insanla
rýn tanrýlarý yumuþatabildiklerine Homeros'u tanýk gösterirler; çünkü Homeros'a göre:
'Yalvarýp yakarmakla tanrýlar bile kandýrýlýr; insanlar bir kabahat, bir günah iþlemiþ olur
, kurbanlarla, yatýþtýrýcý adaklarla, þarap armaðanlarýyla, kurbanlarýn yaðýyla ve yalvarar
sini giderirler. ' (7) Selene'den, Musa'lardan doðduklarý söylenen Musaios'la Orpheus'
un bir yýðýn kitabýný (8) gösterirler, din törenlerini onlara göre yaparlar ve yalnýzca bir
deðil, devletleri de, yapýlan haksýzlýklardan kurtulmanýn, temizlenmenin bu yaþamda, hatta
ten sonra bile mümkün olduðuna kandýrýrlar. Bunlara doðru yolu gösterme töreni denir. Bu tö
bizi öbür dünyada acýlardan kurtarýrmýþ; ihmal edilecek olursa, bizi korkunç cezalar bekler
Dostum Sokrates, iyilik ve kötülük hakkýnda, insanlarla tanrýlarýn onlara ne deðer biçtikle
kkýnda neler ve nice þeyler söyleniyor! Bir gencin -doðuþtan iyi ve her iþittiðinden kendin
ay çýkaran ve elden geldiði kadar iyi bir ömür sürebilmek için nasýl bir yol tutmak, nasýl
an olmak gerektiðine kafa yoran bir gencin- ruhuna bu sözlerin nasýl iþlediðini bir düþünel
herhalde kendine, Pindaros'un þu sorusunu sorar: ' Kendimi güvenceye alarak yaþamak içi
n, yüksek bir kaleye doðruluk yoluyla mý, yoksa dolambaçlý düzenlerle mi týrmanmalýyým?'(9)
sözlere bakýlýrsa, doðru olup doðru görünmezsem, hiçbir kazancým olmaz, hatta baþýma mutla
lir, cezalara çarpýlýrým; oysa doðru görünmesini bilen eðri adama, tanrýsal bir yaþam vaat
. Madem ki, uslu þairlerin bana öðrettiði gibi, görünüþ gerçekten üstündür ve mutluluðu eli
o halde, bütün benliðimle ona dönmeliyim. Etrafýma yalancý bir iyilik çemberi ve cephesi
malýyým. Fakat, o pek uslu þair Arkhilokhos'un (11) kurnaz, binbir yüzlü tilkisini hep ardý
dan götürmeliyim. Ama biri 'kötülük edip de günün birinde yakalanmamak kolay deðildir' ders
z de 'evet ama büyük iþler hiçbir zaman kolay baþarýlamaz' diye cevap veririz. Bununla birl
kte, eðer mutlu olmak istersek bu sözlerin izinden yürümeliyiz. Gizli kalabilmek için antl
aþýr, kendimize ortaklar buluruz. Bize halk önünde, mahkemede konuþmak sanatýný, kandýrma s
enler de vardýr; bunlar sayesinde kâh kandýrmaya, kâh zora baþvururuz, böylece hep üstün ge
ceza görmeyiz. 'Peki ama, tanrýlarýn gözünden bir þey kaçmaz, onlar zorlanamaz', diyeceksin
oðru fakat, tanrýlar yoksa, yahut da insanlarýn iþleriyle uðraþmýyorlarsa, biz niçin onlard
klanmaya çalýþalým? Eðer onlar varsa ve bizimle uðraþýyorlarsa, haklarýnda ne duymuþsak, ne
ak hepsini efsanelerden, tanrýlarýn soy aðaçlarýný anlatan þairlerden biliyoruz. Ama gene o
ler, tanrýlar kurbanlarla, yatýþtýrýcý adaklarla, armaðanlarla kandýrýlýr; iradeleri deðiþt
r. Bu iddialarýn ya her ikisine de inanmalý, ya hiçbirine inanmamalý. Ýnanmalýysak, haksýzl
ip haksýzlýklarýmýzýn geliriyle kurban kesmeliyiz; çünkü, doðruysak tanrýlardan ceza görmey
iðin verdiði bütün kazançlardan da vazgeçmiþ oluruz; oysa eðriysek kazançlý çýkarýz ve dual
dip günahlarýmýzý, kabahatlerimizi affettirir, cezadan kurtuluruz. Ama, bu dünyada iþlediði
haksýzlýklarýn cezasýný Hades'te ya biz çekeceðiz, ya torunlarýmýz, diyeceksiniz. O genç d
ki 'A dostum, bu iþte gene doðru yolu göstermenin ve günahlarýmýzý baðýþlatan tanrýlarýn (
r; bunun böyle olduðuna en büyük kentler inanýr, þair ve tanrýlarýn habercisi olarak dünyay
tanrý oðullarý da bunu müjdelerler. (13)
Demek hem çokluðun hem de aydýn insanlarýn fikrince doðruluðun göz alýcý bir görünüþünü eld
öldükten sonra da hem tanrýlarýn, hem insanlarýn yanýnda istediðimiz iþi baþarabiliyoruz.
n büyük eðriliðin yerine ne diye doðruluðu seçelim? Bütün bu sözlerimden sonra Sokrates, ru
beden veya soyca üstün olan bir adam hiç doðruluða deðer vermek ister mi, doðruluðun övüld
sýl gülmez! Çünkü biri söylediklerimizin yanlýþ olduðunu ispat edebiliyorsa ve doðruluðun e
uðunu yeterince kavramýþsa, çok anlayýþlý bir adamdýr, eðrilere öfkelenmez; çünkü bilir ki
lduklarýndan dolayý eðrilikten tiksinen veya bilgiye erdikleri için eðrilikten uzaklaþan in
anlardan baþka kimse doðru olmak istemez. Böyleleri ancak korkaklýk, yaþlýlýk veya baþka he
i bir acizlik yüzünden eðrilik edemedikleri için eðriliði kötülerler. Bunun böyle olduðu ap
ilerden, haksýzlýk etme olanaðýný ilk ele geçiren, onu hemen elinden geldiði kadar kullanýr
u söylediklerimizin bir tek nedeni var; kardeþimle benim baþlattýðýmýz tartýþma da bundan d
iz, Sokrates; sana þunu demek istedik: 'Ey yaman dostumuz, dünyanýn, sözleri bize kadar
gelen ilk kahramanlarýndan bugünün insanlarýna kadar, siz hepiniz kendinize doðruluðun övgü
diyorsunuz; ama eðriliði kötülerken, doðruluðu överken, yalnýzca onlarýn verdiði ün, þeref
uz. Doðrulukla eðriliðin, insanlar ve tanrýlardan gizli iken, insanýn ruhunda kendi baþýnay
ne olduðuna gelince, hiçbiriniz þiirlerinizde de, günlük konuþmalarýnýzda da, birinin, ruh
at býrakmayan felaketlerin en büyüðü, ötekinin ise ruhun en büyük nimeti olduðunu yeterince
diniz. Sizler hepiniz, bunu bize baþtan söyleseydiniz, bizi buna genç yaþýmýzda inandýrsayd
aksýzlýk edilmesin diye birbirimize bekçilik etmezdik. Her insan felaketlerin en büyüðüyle
tý altýnda yaþamaktan korkar, kendi kendisinin bekçisi olurdu!
Ýþte Sokrates, Thrasymakhos da baþkalarý da doðrulukla eðrilik hakkýnda bütün bu sözleri, b
undan daha çoðunu söyleyebilirler; ama bence bu sözlerle, doðrulukla eðriliðin özünü kabaca
tmiþ olurlar. Ama, -bunu senden niçin gizleyeyim?- ben senin aðzýndan karþýtýný duymaya can
var gücümle onlarýn tarafýný tuttum. Doðruluðun eðrilikten güçlü olduðunu ispat etmekle ka
eðrilik ruhlara nasýl iþlerler de, biri kendiliðinden iyi þey, öteki de kendiliðinden kötü
, bize bunu da göster. Glaukon'u dinle de doðrulukla eðriliðin görünüþlerini bir yana býrak
kisinin de gerçek görünüþünü kaldýrýp, yerine yalancýsýný koymazsan, sen de doðruluðu deðil
olmayý deðil, eðri görünmeyi kötülüyorsun; insanlarý, haksýzlýk edip saklanmaya özendiriyor
n de Thrasymakhos'la ayný fikirde olup doðruluðun baþkasýnýn yararýna olduðunu, güçlünün iþ
nimet olduðunu, eðriliðin ise kendine yararlý ve kazançlý olmakla beraber, güçsüze yaramad
iþ olursun. Madem ki doðruluðun en büyük nimetlerden -yani hem doðurduðu sonuçlar için, hem
iþitmek, düþünmek, saðlam olmak gibi, görünüþte deðil, özden verimli olan baþka iyi þeyler
endileri için elde edilmeye deðer nimetlerden- olduðunu kabul ettin, o halde doðruluðun, k
endiliðinden ruha faydalý olduðunu, eðriliðin de zarar verdiðini göster; ödülleri, ünleri b
çünkü herkesin doðruluðu böyle övüp eðriliði böyle kötülemesini, yani her birinin saðladýð
deðersizliðini sayýp dökmesini kabul edebilirim, ama, sen beni buna zorlamadýkça bu sözler
senin tarafýndan söylenmesini kabul edemem; çünkü sen bütün ömrünü bunu araþtýrmakla geçird
nýzca doðruluk eðrilikten güçlüdür deme; tanrýlara, insanlara gizli kalsýn kalmasýn, doðrul
ruhlara nasýl iþler de biri kendiliðinden iyi þey, öteki kendiliðinden kötü þey olur, bize
er."
Ben Glaukon'un ve Adeimantos'un yaratýlýþýna eskiden beri hayrandým; ama iþte bunu duyunca
sevindim ve þöyle dedim: "Ey þu adamýn(14) çocuklarý! Glaukon'un dostu(15) Megara þavaþýnd
ef kazandýðýnýz için sizin hakkýnýzda 'Ey Ariston'un çocuklarý, ünlü bir kahramanýn tanrýsa
, aðýtýna hiç de fena baþlamamýþ! Bu övme, dostlarým, tam yerindedir sanýrým; eðriliðin doð
nu bu kadar güçlü iddia ettikten sonra, buna inanmýyorsanýz, ruhunuzda gerçekten de tanrýsa
ir þey vardýr. Öyle sanýyorum ki buna gerçekten inanmýþ deðilsiniz; ben, sözlerinizden deði
dan bu sonucu çýkarýyorum; çünkü yalnýz sözlerinize baksaydým, sizden þüphe ederdim. Ama si
güveniyorsam, hangi yoldan gideceðimde de bir o kadar ikircikliyim. Bir yandan doðrul
uða nasýl yardým edeceðimi bilmiyorum, çünkü elimden gelmeyeceðini sanýyorum; bak neden: Th
hos'a söylediðim sözlerle, doðruluðun eðrilikten daha iyi olduðunu ispat ettiðimi sanmýþtým
iz kabul etmediniz. Öte yandan, onun yardýmýna koþmamak da olmaz; çünkü, doðruluk benim önü
de ben nefes aldýðým halde, sesim çýktýðý halde, onun için bir þey yapmaz, yardýmýna koþma
günah iþlemiþ olurum. Öyleyse, en iyisi elimden geldiði kadar doðruluðu tutmaktýr".
Bunun üzerine Glaukon'la ötekiler, benim her çareye baþvurarak doðruluðun yardýmýna koþmamý
an vazgeçmememi dilediler. Eðrilikle doðruluðun ne olduðuna, her ikisinin ne gibi faydalar
verdiðine gelince, gerçeðin hangi tarafta olduðunu araþtýrmamý istediler. Ben de fikrimi s
im: "Giriþtiðimiz iþ bence basit deðildir, keskin bir göz ister," dedim. "Madem ki bizde b
u güç yok, araþtýrmayý þu yoldan yürütmeyi doðru buluyorum: Gözü pek keskin olmayan kimsele
küçük küçük harfler okutulmak istenseydi, sonra bunlardan biri ayný harflerin baþka bir yer
daha büyük olarak, daha büyük alanda bulunduðunun farkýna varsaydý, onun önceden büyükleri
onra da küçük harflere bakarak ayný olup olmadýklarýný kestirebilmesi, sanýrým, büyük bir þ
Adeimantos "Bu pek güzel bir þey olurdu," dedi. "Ama Sokrates, doðruluðun araþtýrýlmasýyla
arasýnda nasýl bir benzerlik görüyorsun?"
"Ben sana söyleyeyim" dedim. "Doðruluk hem tek tek bireylerde, hem de bütün bir devlette
bulunabilir deriz, deðil mi?"
"Evet, deriz" dedi.
"Peki, devlet bireyden daha büyük deðil midir?"
"Daha büyüktür."
"Ýþte, büyük alanda, daha büyük ve sezilmesi daha kolay olan bir doðruluk vardýr. Bunun içi
rseniz önce doðruluðun devletlerde nasýl bir þey olduðunu araþtýralým. Sonra da, büyüðün kü
küçükte araþtýrarak, böylece inceleyelim".(17)
"Güzel bir öneri" dedi.
"Öyleyse doðuþ halinde bir devlet tasarlayalým. Orada doðruluðu da eðriliði de doðarken gör
?"
"Belki" dedi.
"Böyle olunca, aradýðýmýz þeyi daha kolay görebileceðimizi ummaz mýyýz?"
"Elbette..."
"O halde bu iþi sonuna kadar götürmeye kalkýþalým mý acaba, ne dersiniz? Çünkü bence bu, kü
. Bir düþünün bakalým".
Adeimantos "Biz düþündük" dedi, "sen dediðin gibi yap".
"Peki. Bence bir devlet; insan, tek baþýna kendine yetmediði, birçok þeye ihtiyaç duyduðu a
doðar. Yoksa devlet kurmanýn baþka bir baþlangýcý var mýdýr? Ne dersin?"
"Bence yoktur" dedi.
"O halde, kimi þu, kimi bu ihtiyacý karþýlasýn diye insanlar birbirini yardýma çaðýrýrlar;
yaçlarý olduðu için, birçok eþiti ve yardýmcýyý bir mekânda toplarlar. Bu topluluða da kent
dýný veririz, deðil mi?"
"Çok doðru".
"Biri, birine bir þey veriyorsa, birinden bir þey alýyorsa; bunu, kendisi için yararlý old
uðunu düþünerek yapmýyor mu?"
"Kuþkusuz".
"Haydi öyleyse bir kentin nasýl kurulduðunu gözümüzün önüne getirelim. Tabii bu kent ihtiya
oðacaktýr".
"Elbette".
"Ama ihtiyaçlarýmýzýn baþta geleni ve en büyüðü yiyeceðimizi, içeceðimizi saðlayabilmektir;
aþamamýz buna baðlýdýr".
"Çok doðru".
"Ýkincisi, oturacak yer; üçüncüsü de giyecek ve bu gibi þeyler saðlayabilmektir".
"Öyle".
"Dur bakalým," dedim. "Bu kent bütün bu ihtiyaçlarý nasýl karþýlayacak? Biri çiftçi, biri d
diðeri dokumacý olacak, deðil mi? Yoksa bunlarýn yanýna bir de ayakkabýcý veya bedenimizin
tiyaçlarý için baþka biri de katýlmalý mý?"
"Elbette".
"Bir kent hiç deðilse dört veya beþ kiþiden ibaret olmalýdýr".
"Besbelli".
"Devam edelim. Bunlarýn her biri kendi sanatýný herkesin hizmetine koymalý mýdýr? Örneðin ç
baþýna dört kiþi için mi yiyecek saðlamalý ve yiyecek saðlamak için dört katý zaman ve güç
lerin de faydalanmasý için çalýþmalý mýdýr? Yoksa onlarý düþünmeksizin, yalnýzca kendisi iç
inde bu yiyeceklerin dörtte birini mi elde etmeli ve geri kalan dörtte üçün birini kendine
bir ev, öbürünü bir elbise, üçüncüsünü ayakkabý için mi harcamalýdýr? Ötekilerin faydalanm
ndisi kendi baþýna kendi iþlerini mi görmelidir?"
Adeimantos "Sokrates, dedi, belki ilk gösterdiðin yol daha kolaydýr".
"Zeus hakký için! Þaþýlacak bir þey deðil," dedim. "Senin cevabýn beni de düþündürüyor: Her
irimize benzer yaratýlmýþ deðiliz, aramýzda yaratýlýþ farký vardýr. Kimimiz þu, kimimiz bu
le deðil mi?"(18)
"Öyle".
"Ne dersin? Bir kimse tek baþýna birçok sanatla uðraþarak mý daha iyi iþ görür, yoksa tek b
anatla mý?"
"Bir sanatla uðraþarak" dedi.
"Ama aldanmýyorsam þu da bellidir ki, bir iþte fýrsat kaçýrýlýrsa, o iþ bozulur".
"Belli".
"Öyle sanýyorum ki iþ, iþçinin boþ vaktini bekleyecek deðildir. Ýþçi, bu iþi ana görev bile
amalýdýr".
"Evet, öyle olmalýdýr".
"Böylece, bir adam baþka iþlerle uðraþmaksýzýn doðasýna uygun olan iþi zamanýnda görürse, i
güzel, hem daha kolay olur".
"Çok doðru".
"Öyleyse, Adeimantos, demin saydýðýmýz ihtiyaçlarý karþýlamak için bir kentte dört kiþiden
gerek vardýr; çünkü pek doðal olarak çiftçi, aletlerinin iyi olmasýný istiyorsa, ne kendi s
belini, ne çiftçilikte kullanýlan öbür aletleri kendi yapacak deðildir... Mimar da öyle; o
da birçok alet gerekir. Dokumacý, ayakkabýcý için de böyledir, deðil mi?"
"Doðru".
"Ýþte böyle dülgerler, çilingirler ve daha bu gibi birçok iþçi bize katýlarak küçük kentim
acaklardýr".
"Kuþkusuz."
"Çiftçilere, çift sürmek için öküz; çiftçilerle mimarlara, taþýtlarý için yük hayvaný; doku
deri ve yün saðlamak için sýðýrtmaçlar, çobanlar, bir de öbür hayvanlarý güden kimseler kat
z gene pek büyümüþ olmayacak".
"Ama, bütün bu kalabalýk bir araya gelirse, kent pek o kadar küçük de olmayacak" dedi.
"Ama kenti dýþarýdan getirilecek hiçbir þeye ihtiyacý olmayan bir yer bulup orada kurmak he
en hemen olanaksýzdýr dedim.
"Evet, olanaksýzdýr."
"O halde ihtiyaç maddelerini baþka kentlerden getirecek baþka kimselere de ihtiyacý olac
aktýr".
"Evet, olacaktýr".
"Ama bir aracý, eli boþ olarak, yani kentin ihtiyaçlarýný karþýlayacak olanlarýn yanýna, ek
ni tamamlayacak bir þey götürmeden giderse, onlardan eli boþ olarak ayrýlacak; öyle deðil m
"Sanýrým".
"O halde kent yalnýz kendine yetecek kadar mal üretmemeli; bu mal, gerek çeþitlilik, ger
ekse miktar bakýmýndan, ihtiyaçlarý karþýlanacak kimselere de yetmelidir".
"Evet, öyle olmalýdýr".
"Öyleyse kentimizdeki çiftçilerle öteki iþçilerin sayýsýný artýrmamýz gerekiyor".
"Evet, gerekiyor".
"Sonra, dýþarýdan mal getirmek ve dýþarýya mal göndermek için daha baþka aracýlara da ihtiy
nlar tüccarlardýr, deðil mi?"
"Evet".
"O halde tüccarlara da ihtiyacýmýz vardýr".
"Pek doðal".
"Ve tabii, ticaret deniz yoluyla yapýlýrsa, denizcilik iþlerini bilen baþka birçok kimseye
de ihtiyacýmýz olur".
"Evet, birçok kimseye."
"Dur bakalým; bunlar kentte emeklerinin verimini aralarýnda nasýl paylaþacaklar? Zaten b
iz birleþip kenti bunun için kurduk".
"Tabii, alým satýmla paylaþacaklar" dedi.
"Bundan da, bir pazar yeri ve deðiþtokuþ aracý olan para doðacak kuþkusuz."
"Çok doðru".
"Peki ama bir çiftçi veya herhangi bir iþçi, yaptýðý bir þeyi satmak için pazara, kendisind
y almak isteyenlerle ayný zamanda gelemezse, iþini býrakýp da pazarda mý oturacak?"
"Asla, dedi. Durumu görüp bu iþi üzerlerine alan kimseler vardýr. Bunlar, iyi düzenlenmiþ k
lerde hemen her zaman saðlýkça zayýf ve baþka iþe yaramayan kimselerdir; çünkü onlarýn iþi
leyip bir þey satmak isteyenlerden para karþýlýðýnda satýn almak, bir þey satýn almak istey
de gene para karþýlýðýnda satmaktýr."
"Demek ki, bu ihtiyaç kentimizde satýcýlarýn doðmasýna neden oluyor. Pazarlarda yerleþerek
satým iþleriyle uðraþanlara satýcý, kent kent dolaþanlara da tüccar demez miyiz?"
"Evet, deriz".
"Ve gene, sanýrým ki, zekâ bakýmýndan kentimizin pek de deðerli unsurlarý olmayan, fakat be
leri aðýr iþlere uygun daha baþka çalýþan adamlar da vardýr. Ýþte bunlar iþ güçlerini satar
aldýklarý paraya da gündelik denir; onlara gündelikçi adý da bu yüzden verilmiþtir sanýrým;
i?"
"Çok doðru".
"Demek oluyor ki kentimizi dolduranlar arasýnda gündelikçiler de olacak".
"Öyle".
"O halde, Adeimantos, kent artýk yeterli ölçüde büyümüþtür, deðil mi?"
"Belki."
"Öyleyse, doðrulukla eðrilik onun neresindedir? Ve kente gözden geçirdiðimiz insanlarýn han
iyle birlikte girmiþtir?"
"Doðrusu çýkaramýyorum Sokrates," dedi. "Olsa olsa bu insanlarýn birbirleriyle olan iliþkil
rindedir."
"Evet, belki doðru söylüyorsun," dedim. "Ama hiç yýlmadan konuyu inceleyelim!
Önce, bu þekilde düzene sokulmuþ insanlarýn nasýl yaþayacaklarý üzerinde durmalýyýz. Onlar
mek, þarap, yiyecek, ayakkabý yapacaklar; evlerini kurduktan sonra da, yazýn çoðu zaman çýp
ve yalýnayak, kýþýn da gerektiðince elbise, ayakkabý giyerek çalýþacaklar. Beslenmek için
uðdaydan un yapacaklar, bunun bir kýsmýný piþirip bir kýsmýný yoðurup hazýrladýklarý nefis
eri, yanlarýna serilmiþ hasýrlarýn, temiz yapraklarýn üzerine koyacaklar. Porsuk ve mersin
cý yapraklarýndan yapýlmýþ döþeklere uzanýp kendileri de, çocuklarý da keyifle yiyecekler,
ekler; baþlarýnda çelenkler, tanrýlarý övecek, birbirleriyle sevinçle birleþecekler. Açlýkt
n çekindikleri için ancak servetleri ölçüsünde çocuk yetiþtirecekler; öyle deðil mi?"
Glaukon söze atýlarak; "Öyle görüyorum ki sen bu adamlarý yavan ekmekle doyuruyorsun" dedi.
(19)
"Haklýsýn;" dedim, "unutmuþtum. Tabii onlarýn, tuz, zeytin, peynir gibi katýklarý da olacak
soðan ve lahana gibi köy yemekleri de piþirecekler. Önlerine incir, nohut, bakla gibi çer
ezler de koyacaðýz; onlar da bir yandan azar azar içecek, öte yandan küle, mersin yemiþiyle
palamut gömecekler. Barýþ ve saðlýk içinde, doðal olarak böyle ömür sürecek, yaþlanacak ve
e ayný yaþayýþý çocuklarýna devretmiþ olacaklar."
O da: "Sokrates, bu senin kurduðun kent, domuzlarýn kenti olsaydý, onlarý baþka türlü besle
din" dedi.
Ben de: "Peki, ama ne yapmalýyýz?" diye sordum.
"Adet ne ise, onu," dedi. "Bence onlar, darlýk içinde yaþamayacaklarsa, yatakta yatmak
, masada yemek yemek isteyecekler; katýklarý, çerezleri bugünkü katýklar, bugünkü çerezler
"
"Peki, öyle olsun," dedim. "Anlýyorum. Demek biz bir kentin deðil, refah içinde bir kent
in nasýl doðduðunu araþtýrýyoruz. Böyle yapmak, belki de fena olmaz; çünkü bu gibi bir kent
elersek, belki doðrulukla eðriliðin kentlerde nasýl kök saldýklarýný görebiliriz. Doðrusu,
miz bu kent, bana gerçek ve saðlýklý bir kent olarak görünüyor; ama hasta, çürümüþ bir kent
lim diyorsanýz, buna bir engel yok; onu da inceleyelim. Çünkü bazýlarý senin saydýklarýndan
emnun olmayacaklar, bizim bu yaþayýþýmýzdan da... Yataklar, masalar, her türlü eþya, katýkl
ular, buhur, kadýnlar, tatlýlar da isteyecekler; bunlarýn bir çeþidini deðil, binbir çeþidi
le olunca, biraz önce en gerekli þeyler arasýnda saydýðýmýz o evlerle, giyeceklerle, ayakk
arla yetinmeyip, resim ve nakýþ sanatlarýný da harekete geçirmeli; altýn, fildiþi ve bunlar
enzer her þeyi saðlamalýyýz; öyle deðil mi?"
"Evet" dedi.
"Demek ki kenti daha da büyütmeliyiz. Saðlýklý kentimiz artýk yetersiz kaldýðýndan onu þiþi
için zorunlu gereksinimleri aþan þeylerle, yani türlü türlü avcýlarla ve, kimi çizgiler v
erle, -þairler ve yardýmcýlarý rhapsodlar, oyuncular, korocular, oyun düzenleyiciler gibi
-müzikle uðraþan taklitçilerle ve her türden iþçiyle, her þeyden önce kadýn süsüne yarayan
iþçi kalabalýðýyla doldurmalýyýz. Ýþte bu yüzden, daha birçok hizmet görene ihtiyacýmýz ola
lalara, sütninelere, dadýlara, süsleyici kadýnlara, berberlere, sonra aþçýlara, aþçýbaþýlar
ayacak mý sanýyorsun? Dahasý var; domuz çobanlarýna da ihtiyacýmýz olacak. Bunlar ilk kurdu
kentte yoktu, çünkü gereksizdiler. Ama bu kentte onlara da ihtiyaç olacak, hatta bütün öte
sürü hayvanlarýnýn bulunmasý, hem de bol bol bulunmasý gerekecek; çünkü etlerinden yemek is
r olabilir; öyle deðil mi?"
"Elbette öyle."
"Demek, biraz önce anlattýðýmýz gibi yaþamayýp bu þekilde yaþayacak olursak, hekimlere olan
cýmýz çok artacak."
"Evet, çok artacak."
"Sonra, topraða gelince... Önceki nüfusu beslemeye yeten toprak acaba þimdi artýk dar gelm
eyecek mi? Ne dersin?"
"Haklýsýn" dedi.
"O halde, sürüleri otlatmaya, sapan sürmeye yetecek topraðýmýz olmasýný istiyorsak, komþula
klarýnýn bir parçasýný ele geçirmeliyiz. Bunun gibi, onlar da, baþlýca ihtiyaçlarýn sýnýrýn
edinme hýrsýna kapýlýrlarsa, bizim topraðýmýzdan bir parça isteyecekler; deðil mi?"
"Ne diyeyim, Sokrates? öyledir" dedi.
"Bu durumda savaþa giriþmeyiz de ne yaparýz, Glaukon? Yoksa baþka bir çare var mý?"
"Ne çare olabilir ki?"
"Peki, savaþ zarar mý, yoksa yarar mý saðlar, bunu þimdilik bir yana býrakalým da; ancak þu
rýný savaþýn nasýl doðduðunu bulduðumuzu söyleyelim. Savaþ, her baþgösterdiðinde, hem birey
için, kentlere pek çok zararý dokunan isteklerden doðar."
"Evet, öyledir."
"Demek ki dostum, kenti daha da büyütmeliyiz; ona öyle az buz deðil, bütün bir ordu katmalý
i, bu ordu kentin servetini korumak ve demin sözünü ettiðimiz þeyleri saðlamak uðruna sefer
saldýranlarla savaþsýn."
"Ne? Bu iþe kentliler yetmiyor mu?"
"Yetmiyor. Sen de, biz de kente þekil verirken, doðru bir yol üzerinde uyuþmuþsak, yetemez
ler. Üzerinde uyuþtuðumuz þey de, hatýrlýyorsan, tek kiþinin birçok sanatý iyi beceremeyec
(20)
"Doðru söylüyorsun" dedi.
"Peki; dedim, savaþta dövüþmek sence bir sanat deðil midir?"
"Þüphesiz, bir sanattýr" dedi.
"Peki; ayakkabýcýlýðý savaþ sanatýndan daha çok mu önemsemeliyiz?"
"Asla."
"Bak; demin ayakkabýcýya, ayakkabý iþlerimiz güzel olsun diye, ayný zamanda çiftçi, dokumac
r olmaya kalkýþmasýný yasaklamýþtýk, onun yalnýz ayakkabýcý kalmasýný istemiþtik. Ayný þeki
baþka iþten serbest kalýp ömürleri boyunca sürekli uðraþarak baþarabilecekleri bir iþ, yar
n bir iþ aramýþtýk. Savaþ iþlerinin baþarýlmasý son derece önemli deðil midir? Yoksa bu iþ
r ayakkabýcýnýn herhangi bir iþle uðraþan birinin ayný zamanda savaþçýlýk da yapmasýna olan
dar kolay mýdýr? Düþün ki bir insan, pul veya zar oyununu asýl iþi saymamýþ, onunla çocuklu
uðraþmamýþsa, iyi bir oyuncu bile olamaz. Sonra biri, bir kalkan ya da savaþta kullanýlan
ir silahý veya bir aleti kapýnca, aðýr silahlarla veya baþka bir þekilde yapýlan savaþta he
erli bir asker oluveriyor da; baþka bir alet ele alýnýnca, niçin kimseyi iþçi veya atlet ký
r? Niçin o sanatýn bilgisini edinmiþ, sanatla yeterince uðraþmýþ olmayana bir yarar getirm
r?"
"Öyle olsaydý, aletlerin deðeri çok yüksek olurdu" dedi.
"Demek ki, iþleri çok önemli olduðuna göre, savaþçýlar diðer bütün iþlerden serbest kalmalý
ustalýk ve büyük dikkat ister."
"Ben de öyle düþünüyorum."
"Peki; bu iþ için uygun bir yaratýlýþ da istemez mi?"
"Ýstemez olur mu?"
"Öyleyse, kentin bekçiliði için hangi yaratýlýþlarýn uygun olduðunu seçip bulmak, anlaþýlan
r ki elimizden gelsin."
"Evet, bize düþüyor."
"Zeus hakký için!" dedim. "Bu üzerimize aldýðýmýz, öyle küçük bir iþ deðil; ama gücümüz yet
"Yýlmamalýyýz" dedi.
"Peki, sence, bekçilik açýsýndan bakýlýrsa, cins bir köpek yavrusunun yaradýlýþý, soylu bir
en farklý mýdýr?"
"Ne demek istiyorsun?"
"Þunu: Her ikisi de, düþmaný sezebilmek için keskin duygulu; sezer sezmez kovalayabilmek iç
n çevik; yakalayýnca boðuþmak için de güçlü olmalýdýr."
"Evet dedi, tam böyle olmalýdýr."
"Üstelik, iyi dövüþmesini istiyorsak cesur da olmalý."
"Kuþkusuz."
"Ýyi ama, bir at, bir köpek, herhangi bir canlý varlýk, coþkun yürekli deðilse, cesur olabi
mi? Yoksa sen coþkunluðun yatýþtýrýlmaz, yenilmez olduðunu; içinde coþkunluk olan bir ruhu
den korkmadýðýný, bir þeye boyun eðmediðini görmedin mi?"
"Gördüm."
"Ýþte, bir savaþçý da bedence nasýl olmalýdýr, bunu artýk biliyoruz."
"Evet."
"Ruhça da nasýl olacaðýný, yani coþkun olmasý gerektiðini de gördük, deðil mi?"
"Evet, onu da gördük."
"Peki, ama, Glaukon, yaratýlýþý böyle olanlar, birbirlerine ve diðer yurttaþlara vahþice da
ayacaklar mý?"
"Zeus hakký için! Böyle davranmamalarý biraz güç olur."
"Demek oluyor ki yurttaþlarýna yumuþak, düþmana sert olmalarý gerekiyor. Yoksa yurttaþlarýn
rýndan önce kendileri yok edecekler."
"Doðru" dedi.
"Öyleyse ne yapalým? Hem yumuþak huylu, hem yiðit olan birini nerede bulabiliriz? Yumuþak
bir yaradýlýþ, sanýrým ki, coþkun yaratýlýþýn tam karþýtýdýr."
"Doðru."
"Ýyi ama, kendinde bu iki huydan biri bulunmayan insan korkarým iyi bir savaþçý olamaz. Ha
lbuki her iki huyu bir arada bulmak olanaksýzdýr. Ýþte bu yüzden iyi bir savaþçý bulamýyoru
"Öyle görünüyor"
Bir çýkmaza girdiðimi görerek, önce söylediðimiz sözleri düþündüm ve "tabii, çýkar yol bula
m, "önümüze koyduðumuz örnekten ayrýlmýþýz."
"Ne dedin?"
"Demin düþünmediðimiz yaratýlýþlar vardýr; ancak, bunlarýn farkýna varmamýþýz; bu yaratýl
y birlikte bulunur."
"Nerede görülür bunlar?"
"Her canlýda, ama en çok, savaþçýya benzettiðimiz canlýda. Herhalde bilirsin; cins köpekler
yu yaratýlýþtan, alýþtýklarý ve tanýdýklarý kimselere pek yumuþak davranmak, tanýmadýklarýn
"Evet, biliyorum."
"Demek ki bu olabiliyor," dedim. "Biz böyle bir savaþçý ararken doðaya aykýrý davranmýyoru
"Hayýr" dedi.
"Peki; bekçilik edecek olan birine sence bir þey daha lazým deðil midir? Coþkun olmaktan b
aþka, bir de yaratýlýþtan filozof olmamalý mý?"
"Ne?" dedi, "anlamýyorum."
"Sen bunu köpeklerde de göreceksin," dedim. "Bu özelliðin bir hayvanda bulunmasý gerçekten
ak þey!"
"Nasýl þey?"
"Tanýmadýðý birini görünce, ondan kötülük görmediði halde, hýrlar; gördüðü kimse tanýdýksa,
halde sevinç gösterir. Sen buna þimdiye kadar hiç þaþmadýn mý?"
"Doðrusu, þimdiye kadar pek dikkat etmemiþtim. Ama köpeðin böyle davrandýðý biliniyor."
"Kuþkusuz köpeðin yaratýlýþýndan gelen bu hal, bize hoþ ve gerçekten filozofça bir hal gibi
"Nasýl olur?" diye sordu.
"Nasýl mý? Köpek gördüðünün dost veya düþman olduðunu, ancak tanýdýk olup olmadýðýna göre k
etisi vardýr; çünkü evdeki insanla yabancýyý, onu tanýmasýna veya tanýmamasýna göre ayýrt e
"Kuþkusuz öyledir" dedi.
"Ama öðrenmeye meraklý olmakla filozof olmak hep birlikte gider, deðil mi?"
"Doðru, hep birlikte gider."
"Peki, ayný þeyin insanda da olduðunu güvenle kabul edemez miyiz? Herhalde, evdekilere v
e tanýdýðýna yumuþak davranacaksa, insan da yaratýlýþtan filozof ve öðrenmeye meraklý olmal
"Evet," dedi, "bunu kabul edebiliriz."
"Demek oluyor ki kente iyi bekçilik edecek olan adam, yaratýlýþý bakýmýndan filozof, coþkun
u, çevik, güçlü olmalý."
"Kuþkusuz öyle olmalý" dedi.
"Savaþçýnýn böyle olmasý gerekiyor... Peki, bunlar nasýl yetiþmeli, nasýl eðitilmeli? Ama d
mýzýn asýl hedefine varmamýz için, yani doðrulukla eðriliðin kentte nasýl olduðunu görebilm
araþtýrma bize yardým edebilecek mi? Önemli bir konuyu býrakýp, boþuna konuþmuþ olmayalým.
Bu sýrada Glaukon'un kardeþi: "Evet, evet" dedi, "ben de bu araþtýrmanýn bize çok faydasý d
nacaðý fikrindeyim."
"Zeus hakký için! Adeimantos, dostum! Uzunca da olsa, bu iþin arkasýný býrakmamalý" dedim.
"Hayýr, býrakmamalý."
"Haydi öyleyse," dedim, "bir masal anlatýyormuþ, vakit geçiriyormuþ gibi, bu adamlarý nasýl
tiþtirdiðimizi tasarlayalým. (21)
"Böyle yapmalýyýz."
"Peki, bu eðitim nasýl olmalý? Yýllardan beri bilinen, uygulanmakta olan eðitimden daha iy
isini bulmak zordur, deðil mi? Bu da, tabii, beden için idman, ruh için müziktir." (22)
"Evet."
"Peki, iþe idmanla deðil, müzikle baþlayacaðýz, deðil mi?"
"Tabii."
"Söyle, sözü de müzikten sayar mýsýn?"
"Evet."
"Söz de iki çeþittir: Biri doðru, öteki yalan; öyle deðil mi?"
"Evet."
"Eðitimde her ikisini de kullanmalýyýz, ama önce yalan olaný, (23) deðil mi?"
"Neler söylüyorsun? Anlamýyorum" dedi.
"Çocuklara önce masal anlatýrýz, bilmiyor musun? Ýçinde doðru þeyler varsa da, masallar çoð
alandýr diyebiliriz. Küçükleri yetiþtirirken idmandan önce masallarý kullanýrýz."
"Öyledir" dedi.
"Ýþte ben de bunu söylüyordum. Ýdmandan önce müzikle uðraþmalý."
"Doðru" dedi.
"Peki, her þeyin en önemli noktasý baþlangýcýdýr: Bunu biliyorsun, deðil mi? Bu, en çok gen
kimseler için geçerlidir; çünkü insan tam o çaðlarda biçimlenir, hangi kalýbýn damgasýný ta
alýba girer."
"Þüphesiz, öyledir" dedi.
"O halde çocuklar, rastgele kimselerin uydurduðu masallarý dinlemeli mi? Ruhlarýna, büyüyün
edineceklerini umduðumuz fikirlere çoðu zaman karþýt fikirler mi girsin? Buna göz yumacak m
"
"Asla."
"Demek, anlaþýldýðýna göre, biz önce masal yaratanlarýn baþýnda durmalýyýz; güzel masallarý
anlarý yasak etmeliyiz. Dadýlarý, analarý ikna etmeliyiz; çocuklara bizim kabul ettiðimiz m
sallarý anlatmalarýný, çocuklarýn bedenlerine elleriyle biçim vermekten çok, ruhlarýna bu m
arla biçim vermelerini saðlamalýyýz. Bugün anlatýlan masallara gelince, onlarýn çoðunu atma
"Acaba hangilerini?" diye sordu.
"Büyük masallara, yani efsanelere bir bakarsak, küçükleri de gözden geçirmiþ oluruz; dedim.
i de, küçükleri de bir kalýpta olsa gerek; yoksa sen böyle düþünmüyor musun?"
"Yoo, böyle düþünüyorum. Ama hangilerine büyük diyorsun, anlamýyorum."
"Hesiodos'un, Homeros'un, diðer þairlerin bize anlattýklarýna büyük diyorum. Onlar yalancý
allar yaratýyor, insanlara anlatýyorlardý; hâlâ da anlatýyorlar."
"Bu masallar hangileri? Bunlarýn nesini eleþtiriyorsun?"
"Öncelikle ve en çok eleþtirilmesi gereken þeyi...Hele de uydurulan masallar çirkin olursa
..."
"Ne demek istiyorsun?"
"Þunu: Resimlerini, benzetmek istedikleri þeylere hiç de benzetemeyen ressamlar vardýr.
Bazý kimseler de bu ressamlar gibi tanrýlarla kahramanlarýn nasýl olduklarýný kötü betimler
"Evet, böyle betimlemeleri herkes haklý olarak eleþtirir, dedi; ama ne diyeceðiz, hangi
kusurlardan söz edeceðiz?"
"Önce en büyüðünden ve en büyükler hakkýnda anlatýlan yalandan: 'Uranos, Hesiodos'un onun h
nlattýðý þeyleri yapmýþtýr, Kronos da öcünü almýþtýr' (24) diyen adam çirkin bir yalan uydu
k bile olsa, Kronos'un yaptýklarýný, oðlundan çektiklerini, aklý ermeyen küçüklere anlatýve
rsun, böyle þeylerin sözünü bile açmak doðru olmaz. Ama bunlardan konuþmak zorunluðu varsa,
konuþmalý ki mümkün olduðu kadar az kimse iþitsin. Önce de bir domuz yavrusu deðil, (25) bü
kurban kesmeli ki, bu sözleri iþitmek mümkün olduðu kadar az kimseye nasip olsun."
"Evet, dedi, bu masallar herhalde insaný sýkar."
"Bunlarý, bizim kentimizde anlatmamalý, Adeimantos, dedim. Bir gencin yanýnda eðrilikler
in en büyüðünü iþlersen, hatta eðrilik yapmýþ olan babaný bile amansýzca cezalandýrýrsan,
l, ilk tanrýlar, en büyük tanrýlar gibi davranmýþ olursun." (26)
"Zeus hakký için"! dedi. "Bana da böyle þeylerin bir gence söylenmesi yerinde olmaz gibi g
eliyor."
"Ýnsanlarýn birbirinden öyle kolayca nefret etmelerinin ayýp olduðuna kentimizi bekleyenle
rin inanmalarý gerekiyorsa, tanrýlarýn tanrýlarla savaþtýklarýný, birbirlerine tuzak kurup
gelip boðuþtuklarýný hiç söylememeli: Zaten bunlar gerçekten olmuþ þeyler deðil; nerede ka
savaþýnýn (27) söylenmesi, tanrýlarla kahramanlarýn hýsýmlarýna, dostlarýna karþý saygýsýzl
anlatýlmasý... Ama onlarý, bir kentlinin bir kentliye hiç nefret beslemediðine, böyle bir
efretin günah olduðuna herhangi bir þekilde inandýrmak istiyorsak, erkek kadýn her yaþlý ki
uklara henüz küçükken bambaþka þeyler anlatmalýdýr. Çocuklar büyüdükleri zaman, þairler de,
un masallar yaratmaya zorlanmalýdýr. Hera'nýn, oðlu tarafýndan zincire vurulduðunu, (28) He
haistos'un, dayak yiyen annesini korumak istemesi üzerine babasý tarafýndan gökten aþaðýya
týldýðýný, (29) Homeros'un tanrýlar savaþý (30) diye anlattýklarýný kentimize sokmamalý. Ýs
(31) olsunlar, ister olmasýnlar, bütün bu masallarý uzak tutmalý. Çünkü çocuk, ikisini birb
ayýramaz: Ama bu yaþta iþittiðimiz þeyler hemen hemen hiç akýldan silinmez ve deðiþmez, öy
Ýþte bunun içindir ki çocuklarýn ilk iþittikleri sözlerin iyilik yolunu gösterecek güzel m
olmasýna çok önem verilmeli."
"Mantýklý sözler söylüyorsun; dedi, ama gene biri kalkýp 'bunlar nedir? Hangi masallardýr?'
ye sorsa, hangilerini sayarýz?"
Ben þöyle cevap verdim: "Þimdilik ben de sen de þair deðil kent kurucusuyuz. Kuruculara i
se, þairlerin masallarýný hangi kalýba göre yaratmalarý gerektiðini bilmek, o kalýplardan a
arýna izin vermemek düþer. Kurucular, kendileri masal yaratacak deðildirler."
"Doðru", dedi; "ama þu da var: Tanrýlar hakkýnda anlatýlacak masallarýn kalýplarý acaba han
idir?"
"Þöyle söyleyim", dedim. "Tanrý, ister sözlerde, ister þarkýlarda, ister sahnede olsun, ger
n nasýlsa hep öyle anlatýlmalýdýr."
"Tabii, öyle olmalýdýr."
"Þimdi bana söyle: Tanrý aslýnda iyidir, onu öyle göstermeli, deðil mi?"
"Elbette."
"Ama iyi þeylerin hiçbiri zararlý olamaz, deðil mi?"
"Öyle sanýrým."
"Tabii, bir þey zararlý olmazsa zarar vermez, deðil mi?"
"Vermez."
"Zarar vermeyen, kötülük eder mi?"
"Hayýr, etmez."
"Kötülük etmeyen, kötülüðe sebep de olmaz, deðil mi?"
"Tabii, olmaz."
"Peki; iyi þey faydalýdýr, deðil mi?"
"Evet."
"Öyleyse, refaha neden olur."
"Evet."
"Demek ki, iyi, her þeyin nedeni deðil, ancak iyi olanýn nedenidir; kötü olan þeylerle ilgi
i deðildir."
"Evet, tam öyledir."
"Demek oluyor ki, tanrý, iyi olduðu için, çoðunun dediði gibi insanlarýn baþýna gelen her þ
ancak birkaçýna neden olur; baþýmýza gelenlerin çoðunun nedeni o deðildir. Çünkü iyilikler
aha azdýr. Ýyi þeylere tanrý neden olur; kötü þeyler için ise, baþka nedenler aranmalý; ned
tanrý gösterilmemelidir."
"Bence çok doðru söylüyorsun" dedi.
"Tanrýlar hakkýnda böyle akla sýðmaz bir yanýlgýyý, ne Homeros'tan, ne de baþka bir þairden
tmeli.
'Zeus'un kapýsý eþiðinde biri ak öteki kara bahtlarla dolu iki küp vardýr.(32)'
Zeus kime her ikisinden karýþtýrýp verirse, ona bazen bahtýn kötüsü, bazen iyisi nasip olur
e yalnýz kötüsünden verirse, onu 'kemirici bir açlýk, kutlu yeryüzünde kovalar' diyenleri d
emeli; 'Gerçekten, iyiliði de, kötülüðü de bize Zeus daðýtýr' diyenlere de bakmamalý.
Verilen söz ve yeminleri Pandaros'un bozmasýna gelince(33), biri bunun Athena ile Ze
us'un yardýmýyla olduðunu söylerse, onu hoþ görmeyeceðiz; 'Tanrýçalarýn o kavgasýna, o hükm
Themis'le Zeus sebep olmuþlardýr'(34), sonra da, Aiskhylos'un dediði gibi, 'Tanrý bir ev
i temelinden yýkmak istedi mi, insaný suça sürükler'(35) gibi sözleri gençlere duyurmamalý.
biri Niobe'nin çektiklerini (deminki iamb'lar(36) Niobe masalýndan alýnmýþtýr), ya Pelopid'
eri ya da Troia efsanelerini veya buna benzer baþka þeyleri anlatýrsa, bunlarý tanrýnýn iþl
diye göstermemeli, yahut, 'bir tanrý yapmýþtýr' derse, þimdi hemen hemen bizim yaptýðýmýz
nedenini bulmalý ve 'tanrý haklýdýr, iyi etmiþtir; ceza görenler de bundan faydalanmýþlard
eli. Þaire 'ceza görenler haksýzdýrlar, buna neden olan da Tanrýdýr' dedirtmemeli. Ama 'Kö
kara bahtlýdýrlar, ceza görmeye muhtaçtýrlar, tanrýdan gördükleri cezadan da yararlanmýþla
erlerse, varsýn desinler. Oysa birinin baþýna gelen felaketlerin nedeni olarak iyi ola
n tanrý gösterilirse, ne yapýp yapýp bunun önüne geçmeli; þehrimizde de iyi âdetlerle yaþan
rsak, genç yaþlý kim varsa, bu gibi sözleri -ister vezinli, ister vezinsiz olsun- ne söyle
meli, ne iþitmeli; çünkü ne söyleseler, dine uygun, bize faydalý, uyumlu bir þey söylemiþ o
."
"Bu yasaya oyumu seninle birlikte ben de veriyorum, dedi, benim de hoþuma gidiyor"
.
"Demek ki bu, tanrýlar hakkýndaki yasa ve kalýplardan biridir. Düzyazýcýlar yazýlarýný, þai
rini buna göre yaratacaklar.Yasa þöyledir: Tanrý her þeyin nedeni deðil, ancak iyi þeylerin
denidir" dedim.
"O kadarý da yeter" dedi.
"Ya þu ikinci yasa ne der?.. Sence tanrý bir sihirbaz mýdýr? Bazan birçok þekillere girip k
rþýmýza çýkarak, bazan kendi yerine hayaller gösterip bizi aldatarak, tuzak kurup zamanýna
baþka baþka kýlýklara girerek görünebilir mi?(38) Yoksa o kendi þeklinden hiç çýkmayan, sad
lýk mýdýr?"
"Sana öyle çabucak cevap veremem" dedi.
"Peki, þuna cevap ver: Bir þey kendi þeklinden çýkarsa, ya kendi kendini deðiþtirmiþtir, ya
nu baþka bir þey deðiþtirmiþtir; öyle olmayacak mý?"
"Evet".
"Ama doðalarý en saðlam olan þeyler, baþka birinin en az dokunabileceði, en az deðiþtirebil
lerdir, deðil mi? Diyelim bir beden, yiyeceðin içeceðin, yorgunluðun etkisi altýnda; bütün
ler de güneþin sýcaklýðý, rüzgârlarýn ve buna benzer güçlerin etkisi altýnda ne kadar saðlý
er o kadar az deðiþirler; öyle deðil mi?"
"Tabii öyledir".
"Ruh da ne kadar cesur ve uslu akýllýysa, onu dýþtan gelen bir etki o kadar az deðiþtirir,
eðil mi?"
"Evet".
"Ev eþyasý, bina, giyecek gibi yapým ürünleri, iyi iþlenmiþlerse ve iyi durumdalarsa, bu ne
le baþka güçlerin etkisiyle pek az deðiþirler diyebiliriz."
"Öyledir".
"Demek ki, doða ya da sanat, veya doða ve sanat bakýmýndan güzel olan þeyler, bir baþkasýný
i altýnda ancak pek küçük bir deðiþiklik kabul ederler".
"Öyle görünüyor".
"Ýþte tanrý da, dýþtan gelen etkiler altýnda, baþka baþka þekillere girmekten pek uzaktýr".
"Evet, öyledir".
"Acaba kendi kendisine baþka bir þekil vererek mi deðiþir?"
"Eðer deðiþiyorsa, belli ki böyle deðiþiyor".
"Kendini daha iyiye, daha güzele mi, yoksa daha kötüye, daha çirkine mi çevirir?"
"Kendini deðiþtiriyorsa, bu mutlaka daha kötüye doðrudur; çünkü tanrýnýn güzelden ve iyiden
ksiði vardýr diyemeyiz".
"Çok doðru söylüyorsun", dedim. "Bu böyle olduktan sonra Adeimantos, tanrý olsun insan olsu
, kim, herhangi bir bakýmdan kendini isteyerek daha kötü kýlar?"
"Kimse" dedi.
"Demek ki, bir tanrýnýn kendini deðiþtirmek istemesi de olanaksýz bir þey", dedim. "Aksine,
le anlaþýlýyor ki tanrýlar en güzel ve en iyi varlýklar olduklarýndan hep kendi þekillerind
lar".
"Bence böyledir, baþka türlü de olamaz".
"Demek, azizim", dedim, "hiçbir þair gelip bize:'Tanrýlar uzaktan gelen yabancýlara benz
eyerek türlü türlü þekillerde belirir, kentleri dolaþýrlar.'(39) demesin, Proteus'la(40) Th
s(41) hakkýnda yalanlar uydurmasýn, tragedialarda, baþka manzumelerde Hera'yý 'Argos'un ýr
maðý Inakhos'un hayat veren çocuklarý için' dilenen bir rahibe kýlýðýna sokmasýn(42). Buna
rçok yalan uydurmasýn. Analar, bunlarýn sözlerine kanýp 'Bazý tanrýlar geceleyin çeþitli ya
ra girer, þurada burada dolaþýrlar' diyerek yavrularýný korkutmasýnlar; yoksa tanrýlara küf
çocuklarýnýn korkaklýðýný artýrmýþ olurlar".
"Aman, bundan kaçýnsýnlar!" dedi.
"Öyleyse tanrýlar þekil deðiþtirmezler; ama bizi aldatarak, sihirbazlýk ederek, kendilerini
türlü türlü þekillerde göstererek, kandýrýrlar, öyle mi?"
"Belki öyledir" dedi.
"Peki, bir tanrý, önümüze bir hayalet koyup, bir þeyler söyleyip bir þeyler yaparak sahtekâ
mek ister mi?"
"Bilmiyorum" dedi.
"Gerçek yanlýþtan -gerçekle yanlýþ bir araya gelebilirse!- insanlar da tanrýlar da hep nefr
ederler, bunu bilmiyor musun?"
"Ne demek istiyorsun?" dedi.
"Þunu": dedim. "Kimse özünün en önemli bölümü ve en önemli þeyler konusunda, gerçekten uzak
maz; her þeyden önce özünün gerçekten uzak kalmasýndan çekinir".
"Gene anlamýyorum" dedi.
"Anlamýyorsun, çünkü kim bilir ne yüce þeyler söylüyorum sanýyorsun", dedim. "Ben ise þunu
Kendi ruhuyla gerçek üzerinde aldanmayý, aldanmýþ olarak kalmayý, yani bilgisiz olmayý ve y
hta tutmayý, ona orada yer vermeyi kimse kabul etmez; herkes ondan, onun ruhta olm
asýndan pek büyük bir nefret duyar".
"Evet".
"Ama aldanmýþ insanýn ruhundaki bilgisizliðe -demin dediðim gibi- gerçek yanlýþ deseler çok
ur; çünkü sözlerle aldatma, yani yalan, ruhtaki durumun ancak bir gölgesidir; sonradan mey
dana gelen bir hayaldir, gerçekten büsbütün uzak olmak deðildir. Yoksa öyle deðil mi?"
"Tam öyle".
"Demek gerçekten büsbütün uzak olmaktan yalnýz tanrýlar deðil, insanlar da nefret ederler".
"Öyle sanýrým".
"Öyleyse, sözlerde gerçekten uzaklaþmak hakkýnda, yani yalan hakkýnda ne diyeceðiz? Yalan n
aman, kime faydalý olur da nefrete hak kazanmaz? Acaba düþmanlara karþý kullanýlýrsa veya d
dediklerimiz, bir çýlgýnlýk veya akýlsýzlýk yüzünden kötü bir þeye kalkýþýnca, onlarý cayd
lmaz mý? Demin sözünü ettiðimiz masallara gelince, madem ki gerçeðin geçmiþte ne olduðunu b
, yalaný mümkün olduðu kadar gerçeðe benzetmekle onu yararlý kýlmýþ olmaz mýyýz?(43)
"Evet, evet, öyledir" dedi.
"Peki ama, gerçekten ayrýlmak, saydýðýmýz hedeflerin hangisi için tanrýya faydalý olabilir?
tanrý geçmiþi bilmez de yerine ona benzer bir þey koymak istediði için mi gerçekten ayrýlýr
"Böyle düþünmek gülünç olur".
"Demek tanrýda yalancý bir þairlik yoktur."
"Hayýr, yoktur."
"Yoksa düþmanlarýndan korktuðu için mi gerçekten ayrýlýr?"
"Buna imkân mý var?"
"Yoksa dostlarýnýn akýlsýzlýðý veya çýlgýnlýðý yüzünden mi?"
"Akýlsýz veya çýlgýnlarýn hiçbiri tanrýnýn dostu deðildir ki..."
"Öyleyse tanrýnýn gerçekten ayrýlmasýna hiçbir neden yoktur".
"Yoktur" dedi.
"Demek tanrýlar dünyasýnda ve tanrýlardan gelen þeylerde gerçekten ayrýlmak yoktur".
"Tam öyledir".
"Demek oluyor ki tanrý iþinde de, sözünde de sade ve doðru bir varlýktýr; þekil deðiþtirme
nýk olana alametler gösterir, ne de rüya görene; kimseyi hayallerle veya sözlerle aldatmaz
".
"Senin sözlerin üzerine bunun böyle olduðuna ben de inanýyorum".
"Öyleyse kabul edersin ki ikinci kalýp da þudur: Bu kalýba göre, tanrýlardan söz ederken, o
rý betimlerken, unutmamalý ki, onlar þekil deðiþtiren sihirbazlar deðildirler. Bir þey söyl
k veya yaparak sahtekârlýk edip bizi yoldan çýkarmazlar."
"Evet, sana hak veriyorum".
"O halde, Homeros'un birçok sözünü beðenmekle birlikte, Zeus'un Agamemnon'a o rüyayý gönder
i(44) beðenmeyeceðiz; Aiskhylos'un þu dizelerini (45) de: 'Thetis der ki, Apollon, düðününd
utlu analýðýný överek, çocuklarýnýn hastalýk nedir bilmeyeceklerini, uzun ömürlü olacaklarý
unlarý söyledikten sonra, benim tanrýlarýn gözettiði kaderimi uðurlu bir paian'la(46) övmey
dý, beni sevindirdi. Ben de Phoibos'un kehanet sanatýyla taþýp kaynayan aðzýnýn yalansýz ol
sanýyordum. Ama, o þarkýyý söyleyen, o sofrada oturan, bu sözleri söyleyen Phoibos, benim o
öldürdü'.
Biri tanrýlar hakkýnda böyle þeyler söylerse, öfkeleneceðiz, ona katýlmayacaðýz; savaþçýlar
malarýný istiyorsak, onlarýn insana nasip olduðu ölçüde tanrýlara benzemelerini istiyorsak,
lerin, gençleri yetiþtirirken böyle þeyler kullanmalarýný yasak edeceðiz".
"Evet, dedi, ben bu kalýplarý candan kabul ediyorum; onlara yasa gözüyle bakmak isterim"
.

AÇIKLAMALAR

DEVLET I

(1) Burada sözü geçen tanrýça kültü, Pire'de oturan Thrak tüccarlarý tarafýndan Hellas'a ge
hraklar tanrýçasý Bendis'tir. Bayramý, her yýl haziran ayý baþlangýcýnda kutlanýrdý.
(2) 421 barýþýna ad veren ve Sicilya seferinin yarýda kalmasý üzerine esir düþüp Siracusa k
öldürülen ünlü Atina komutaný.
(3) Yaþlýlýkla öteki dünya arasýnda bulunan eþik.
(4) "Yaþýt yaþýtýndan,yaþlý yaþlýdan hoþlanýr."
(5) Herodotos (8. 125) ayný masalý biraz deðiþik biçimde anlatmýþtýr.
(6) Pindaros'un kaybolmuþ bir þiirinden.
(7-8) Hellence "Dikaiosyne" sözcüðünün anlamýný, hiçbir dil tek sözcükle çeviremez. Biz bu
genellikle "doðruluk", bazan da "adalet" sözcüðünü kullandýk. "Dikaios"a karþýlýk olarak
e "doðru" sözcüðünü kullandýk; bazý yerlerde "adaletli" veya "haksever" sözcükleri de uygun
"Dikaiosyne" ve "Dikaios"un karþýtý olan "Adikia" ve "Adikos" sözcükleri için "doðru" kökün
me bir karþýlýk olmadýðýndan, Platon çevirilerinde kullanýlagelen "eðrilik" ve "eðri" sözcü
e kullandýk. Fakat yerine göre "haksýzlýk" "adaletsizlik" "adaletsiz" sözcüklerini de kulla
mayý uygun bulduk.
(9) Keos'lu Simonides (Ý.Ö. 556-468). Hellen koro liriðinin en büyük þairlerinden biridir.
irlerinde düþüncelere büyük bir yer ayýrdýðýndan, ahlâk sorunlarýnda sözü geçen bir þair sa
(10) "Kurban" sözcüðünü geniþ bir anlamda, yalnýzca "kesilen hayvan"ý deðil, kurban törenle
u törenlerde tanrýlara armaðan edilen baþka þeyleri de göstermek için kullandýk.
(11) Hoplit: aðýr silahlý asker.
(12) Sokrates sonraki satýrlarda doðru adamýn bir hýrsýz olduðunu göstermek için sofistleri
lama yöntemlerinden birini alayla kullanmaktadýr. Fakat bu sözlerin arkasýnda, karþýt olan
ki þeyin birbirleriyle baðlý olduðunu kabul eden ciddi bir görüþ gizlenmektedir.
(13) Homeros, Odysseia, 19.395 vs. Homeros'un bu sözlerinde ahlâk bakýmýndan bir hüküm ara
mamalýdýr: Autolykos yarý gülünç bir kiþidir; ustalýkla yaptýðý hýrsýzlýklar insaný güldürü
anrý Hermes'in hýrsýzlýklarýna Apollon bile gülmüþtü.
(14) Hiçbir dilde tam karþýlýðý bulunmayan Hellence "arete" sözcüðünü, "iyilik" sözcüðüyle
göre "erdem" "yetenek", "yetkinlik", "yararlýlýk" anlamlarýna geldiðinin anlaþýlacaðýný u
(15) Prieneli Bias'la Mityleneli Pittakos "Yedi Uslular"dandýr. (Yedi akiller)
(16) Periandros (627-568/5) Korinthos tiranýydý. Makedonya kralý II. Perdikkas 545'ten
413'e kadar hüküm sürmüþtür; Atinalýlar onu kötü adam bilirlerdi, çünkü Peloponnes savaþýn
uðu halde, onlara hainlik etmiþti. Kserkses, herkesçe tanýnmýþ Pers kralýdýr. Thebaili Isme
kötülüðü ile ün almýþ bir devlet adamýdýr; Pers kralýndan rüþvet alarak, Thebai'yi Isparta
eltmiþtir; fakat sonradan Ispartalýlar, Thebai þehrini alýnca, Ismenias'ý öldürmekle ondan
mýþlardýr.
(17) Thrasymakhos, tartýþma siyasal konulara gelince, söze karýþýyor. O, kaba bir adam ola
ak gösterilmektedir. Thrasymakhos, Gorgias diyaloðunda söz alan ve nezaketten, kibarlýk
tan hiç ayrýlmayan Kallikles'ten çok farklýdýr.
(18) Bu sözlerle Sokrates Thrasymakhos'u bir kurda benzetmiþ oluyor; çünkü Hellenler bir i
nsanla bir kurt karþý karþýya geldiði zaman, insan kurdu daha önce görürse, ona bir zarar g
eceðine; kurt insaný daha önce görürse, insanýn dilinin tutulacaðýna inanýrlardý.
(19) Sokrates'in ünlü "eironeia"sý, ilk baskýda "bilmezlikten gelme" diye çevrilmiþti.
(20) Attika mahkemelerinde suçlu, suçu tespit edildikten sonra, bazý hallerde, kendin
e layýk gördüðü cezayý kendi isteyebilirdi.
(21) Pulydamas 408 yýlýnda Olympia'da "pankration" karþýlaþmasýný kazanmýþtýr. "Pankration"
s karýþýmý bir dövüþtür.
(22) Olanaksýz, baþarýlý olmayacaðý önceden bilinen bir iþe giriþmek demektir.
(23) Sokrates'in, burada Thrasymakhos'un görüþlerini benimsemesi, Thrasymakhos'un gene
alt edilmesine neden olacak.
(24) Sokrates ücret alma sanatýndan söz ederken, tabii bu iþe, bir mesleðe sarýlýr gibi sa
bir insan sýnýfýnýn bulunduðunu düþünmüyor; bir sanattan elde edilen ücreti, o sanatýn asý
ayýrýp böylece, bu yapma ayrýmla, Thrasymakhos'un sözlerinde göze çarpan karýþýklýða dayana
iasýný çürütmek istiyor.
(25) Besbelli ki Sokrates bu sonuca gene kuþkulu bir tanýmlama yoluyla varmýþtýr. "Olmak"t
an "benzemek"e varýlabilir, ama bu mantýk baðlantýsý tersine çevrilemez. Bununla birlikte S
krates Thrasymakhos'a karþý sofistlerin tanýmlama yöntemlerinden birini kullanmaktan çekin
miyor.
DEVLET II

(1) Lydialý, Lydia Kralý Karun'dur; atasý olan, Mermnad soyunun kurucusudur ve aþaðý yukarý
5 yýlýnda Lydia tahtýný zorla ele geçirmiþtir. Hellas'ta Gyges hakkýnda birçok efsane doðmu
odotos'un (I, 1-8-13) Gyges hakkýnda anlattýðý masal da efsanelere dayalýdýr; Herodotos'ta
astlamadýðýmýz, Platon'un anlattýðý masal, belki tarihçinin çaðýyla Platon'un yaþadýðý zama
enlerin hayal güçlerini hep kurcalamýþ olan Gyges'in kiþiliðine yakýþtýrýlmýþtýr.
(2) Aiskhylos'un 'Thebai'ye karþý Yedileri' (592-595). Bu sözler tragedianýn görkemli bir
kiþiliði olan tanrý sözcüsü Amphiaraos hakkýnda söylenmiþtir.
(3) Hesiodos, 'Ýþler ve Günler' (232-34).
(4) Homeros, 'Odysseia XIX, 119-113.
(5) Orphiklerin inancýna göre Homeros'tan önceki çaðlarda yaþamýþ olan mitolojik rahip ve
u Eumolpos'tur.
(6) Hesiodos, 'Ýþler ve Günler', m. 287-289.
(7) Homeros, Ilyada, XI. 497-501,
(8) Orphikler kitaba büyük bir deðer verirlerdi; mezhebin geniþ bir edebiyatý vardý. Bu sat
ardan, Platon'un Orphik mezhebini ne kadar hor gördüðü anlaþýlmaktadýr: Adeimantos'un sözle
rphik öðretinin etkisine inancýn doðrudan doðruya ahlâksýzlýða neden olduðunu gösteriyor.
(9) Pindaros'un kaybolmuþ bir þiirinden.
(10) Bu sözler Simonides'indir.
(11) Paroslu Arkhilokhos, þiirlerinde birçok defa tilkiyi kurnazlýða örnek olarak göstermiþ
(12) Doðru yolu bulmuþ kimseleri ahret cezalarýndan kurtaran tanrýlar.
(13) Orpheus ve Musaios'tan söz edilmektedir.
(14) Sokrates, alay ederek, Glaukon'la Adeimantos'a Thrasymakhos'un oðullarý diyor; çünkü
onlar, Thrasymakhos'un tezini savunmayý üzerlerine almýþlardýr.
(15) Burada belki Kritias'tan söz ediliyor. Kritias, Platon'un hasmý olan oligarþi tar
aftarý bir siyaset adamýydý. Oligarhlarýn 404 yýlýnda yaptýklarý hükümet darbesinde Kritias
a davranmýþtý. Sofistlerin görüþleriyle yetiþmiþ olan, çok okumuþ bir adamdý; yazdýðý bazý
ir.
(16) Burada Megara savaþlarýnýn hangisinden söz edildiði tam bilinmiyor.
(17) Devlet ve insan ruhu arasýndaki benzerlik bu satýrlardan itibaren büyük bir rol oyn
ayacaktýr (Örneðin IV. kitapta verilen doðruluk tanýmýnda).
(18) Ýnsanlarda yaratýlýþlarýndan farklý yetenekler olduðu ve bu yüzden onlarýn baþka baþka
anýlmalarý gerektiði fikri, Platon'un ana fikirlerinden biridir. O bu fikre dayanarak,
'Devlet'te, birden fazla iþi birlikte yapmayý (polypragmosyne) kötüleyip, doðruluk 'herke
sin kendine düþen iþi görmesidir' der.
(19) Glaukon'un bu ve bundan hemen sonraki itirazý, savaþçý sýnýfýna ihtiyacý olan bir devl
doðmasý için gereken þartlarýn sayýlmasýna yol açýyor. Bu parçadan, Platon'un, savaþçý kes
simin eðitilmesinin betimine varmak istediði anlaþýlýyor.
(20) Bak: not 18.
(21) Savaþçýlarýn eðitimi konusu bu kitabýn sonunu ve üçüncü kitabýn hemen hemen bütününü k
(22) Klasik çaðda Hellen eðitiminin, beden eðitimiyle ruh eðitimi arasýndaki denklik üzeri
kurulmuþ olduðu bilinir. Böyle bir denklik tarihin baþka hiçbir çaðýnda, hiçbir ülkede elde
iþtir. Müzik sözcüðüyle Platon, bütün ruh eðitimini anlýyor.
(23) Bu sözlerde eleþtiri yoktur: Platon bazý durumlarda yalan söylenebileceði, hatta bunu
n gerekli olduðu fikrindedir.
(24) Uranos (Gök) ve Gaia (Yer), tanrýlarýn en eskileridir. Uranos, Gaia ile birleþmesin
den doðan çocuklarýnýn yeryüzüne çýkmalarýna, güneþ ýþýðýný görmelerine izin vermez, onlarý
aya zorlarmýþ. Gaia, oðullarýný babalarýndan öc almaya teþvik edince, yalnýzca Kronos cesar
Uranos'u bir orakla yaralayarak erkekliðinden yoksun býrakmýþ ve böylece dünya egemenliðin
le geçirmiþ. Hesiodos Theogonia adlý eserinde (m. 154-181) efsaneyi bu þekilde anlatmýþtýr.
korkunç efsanelerin, Hellenlerin hayal gücünden doðmadýðýna iþaret etmeliyiz. Tanrýlarýn s
enler büyük olasýlýkla Fenikelilerden almýþlardýr. Nitekim XIV. yüzyýldan kalma Ras Þamra m
de bunlara raslanmaktadýr.
(25) Platon bu satýrlarda myster'lere deðinmektedir; myster'lerde domuz kurban etmek
âdeti vardý.
(26) Burada Euthyphron diyaloðunu hatýrlamak gerekir: Bu diyalogda Euthyphron babasýný,
sözde iþlediði bir günah için, mahkemeye vermek ister.
(27) Burada devlerden söz edilmektedir. Devler, Uranos'un yarasýndan yere akan kanda
n doðmuþlardý. Gaia onlarý göðü fethetmeye teþvik edince, en yüksek daðlarý birbiri üstüne
ama Zeus'a yenilmiþlerdi. Tanrýlarla devler arasýndaki cenk, Yunan sanatýnda çok kullanýlan
bir konudur. Bu cenk Bergama sunaðýnda da betimlenmiþtir.
(28) Hephaistos, Zeus'la Hera'nýn oðludur. Hera, onu doðar doðmaz, gökten aþaðý atmýþ; bu b
tanrý da, annesinden öc almak için, içinde görünmez zincirler saklý bir taht yapýp Hera'ya
etmiþ. Hera tahta oturunca zincirler onu birdenbire sarmýþ. Tanrýlarýn hiçbiri baðlarý çöz
aramamýþ. Sonunda Dionysos Hephaistos'u sarhoþ etmeyi, onu Olympos'a götürüp, Hera'yý çözdü
mýþ.
(29) Homeros, Ýlyada I, 590-594
(30) Ýlyada'nýn XX. ve XXI. kitaplarýnda tanrýlar bir Akhalarýn tarafýnda, bir Troialýlarýn
fýnda savaþýrlar.
(31) Þiirleri benzetme (kinaye) yoluyla anlatmak Platon'dan önce de çok yayýlmýþ bir yöntem
Ýlk olarak XVI. yüzyýlda Rhegion'lu Theagenes tarafýndan kullanýlmýþtý. Theagenes'e göre Ý
X. ve XXI. kitaplarýndaki tanrýlar savaþý doða güçlerinin birbiriyle çarpýþmasýdýr.
(32) Homeros, Ýlyada XXIV, 527-532.
(33) Homeros, Ýlyada IV, 69 v.s.
(34) 'Kypria' destanýnda Troia savaþýnýn doðuþu anlatýlmýþtý.
(35) 'Niobe' tragediasýndan alýnmýþtýr.
(36) Ýamb, tragedianýn en önemli vezinlerindendir.
(37) Ceza hakkýnda ayný fikre Gorgias diyaloðunda da rastlanýr.
(38) Platon iki olanak görüyor: 1) Tanrý, gerçekten deðiþir, 2) Tanrý insanlarý aldatmak iç
ibi görünür; her ikisinin de gerçeðe aykýrý olduðu gösteriliyor.
(39) Homeros, Odysseia, XVII, 485/6.
(40) Odysseia IV, 456/57'de, sýrasýyla ejderha, pars, domuz, su ve aðaç þeklini aldýðý anla
(41) Pindaros'un anlattýðýna göre (Nem. V, 6 vs.), Thetis, Peleus'la evlenmemek için çeþitl
illere girmiþtir.
(42) Aiskhylos, kaybolan tragedialarýndan birinde, Hera'yý öyle betimlemiþ.
(43) Eseri okumakta ilerledikçe, Platon'un, devletin kurulmasý için izin verilen, gere
kli bir yalana baþvurmakta olduðunu görürüz; üç toplumsal kesimin kesin olarak ayrýlmasý bu
dayanýr.
(44) Homeros, Ýlya'da II, 1-34.
(45) Aiskhylos'un tanýmadýðýmýz bir tragediasýndan.
(46) Apollon'un kendisine ve kültüne baðlý bir þarký.

P L A T O N
DEVLET

III-IV
Dil ve Tarih-Coðrafya Fakültesi Klasik Filoloji Profesörü Dr. George Rohde'nin yönetiminde
, DEVLET III Klasik Filoloji Doçenti Azra Erhat, DEVLET IV Klasik Filoloji Asistaný
Türkan Tunga tarafýndan Yunanca asýllarýndan çevrilmiþtir.

Eski Yunanca özel adlarýn yazýlýþý hakkýnda not

Yunan eserlerinin çevirisinde tanrý, insan ve ülke adlarýný, asýllarýndaki gibi yazmayý uyg
lduk; bunun için de bugün Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde kullanýlan çevriyazý yöntemini
. Yunancanýn her harfi, aþaðýdaki cetvelde gösterildiði gibi, tek veya çift harfle karþýlan
ve "kh" gibi çift harfleri kullanmaya gerek vardý; çünkü Yunancanýn Q'sýný da, T 'ýný da "t
remezdik, ikisini ayýrmak zorunluydu. "X" için de yalnýzca "h" harfini alsaydýk Yunancad
a bazan sesli harflerin önüne gelen ( ' ) iþareti ile karýþabilecekti.
"Ph" çift harfine gelince, Yunanca'nýn F harfini Avrupalýlar öteden beri böyle gösterirler;
eski Romalýlar da öyle göstermiþler; demek ki o harfin söyleniþi Romalýlarýn " " harfinin s
tümüyle uymuyormuþ.
Romalýlar ve bugünkü Avrupa ülkeleri, Yunanca'nýn X harfini de "x" ile gösterirler; ancak "
" harfi bizim alfabemizde yok; bu yüzden "x" yerine "ks" çift harfini kullanmayý daha
uygun bulduk.
Yunancada "y" harfi sessiz deðil, sesli harftir ve "ü" okunmasý gerekir. Ancak bu söyley
iþ kesin de deðil. Bugünkü Yunanlýlar onu "i" diye okuyorlar.
Çift sesli harfleri de gene çift olarak gösterdik. Ancak (ou) yerine tek bir "u" koydu
k; bu þimdiki uluslararasý çevriyazýda da böyledir.

Yunan Alfabesi:
A A H E N N T T
B B Q Th X Ks Y Y
G G I Ý O O F Ph
D D K K P P X Kh
E E ? L P R Y Ps
Z Z M M S S W O

DEVLET
III

SOKRATES (anlatmayý sürdürüyor) :

"Ýþte tanrýlar hakkýnda söylediðimiz sözler arasýnda, insanlarýn tanrýlara ve ana babalarýn
eleri, birbirleriyle dost olmayý hiçe saymamalarý için, çocukluktan beri duymalarý ve duyma
alarý gereken þeyler aþaðý yukarý bunlardýr." (1)
"Bence bu görüþlerin doðrudur" dedi.
"Peki, bu adamlarýn gözüpek olmalarý gerekiyorsa, onlara bu sözleri, bir de ölümden olabil
ce az korkmalarýný saðlayacak sözleri söylemeli deðil mi? Yoksa içinde ölüm korkusu olan bi
gözüpek olabileceðini mi sanýyorsun?"
"Zeus hakký için, hayýr" dedi.
"Peki, Hades için söylenenlerin gerçekliðine inanan ve korkunç olduðunu düþünen birinin öl
ayacaðýný, savaþlarda yenilmekten, esir düþmektense ölmeyi seçeceðini sanýr mýsýn?"
"Hiç de sanmam."
"Demek ki, bu masallarý anlatmaya kalkýþanlarý gözaltýnda tutmalýyýz ; Hades'te olup biten
böyle geliþigüzel kötülememelerini, aksine, övmelerini rica etmeliyiz; çünkü söyledikleri g
bi, savaþa katýlacak olanlara yararlý da deðil."
"Evet, öyle yapmalý" dedi.
"Öyleyse, þu sözden baþlayýp bütün benzerlerini silip atmalý," dedim: 'El kapýsýnda ýrgat
l, yiyeceði kýt bir adama hizmet etmeyi, gelmiþ geçmiþ bütün ölülere kýral olmaktan daha ço
(2) Bir de þunu: 'Tanrýlarýn bile nefret ettiði korkunç, küflü konutlar ölümlülere de ölüms
n.'(3) `Heyhat! Hades konutlarýnda da bir ruh, bir tayf var, ama içinde can yoktur.
'(4)
"Yalnýzca o kendini bilir, ötekiler uçuþan gölgelerdir'.(5)
ve:
'Ruh, gücünü, gençliðini býrakýp yazgýsýna aðlayýp sýzlayarak vücuttan uçtu, Hades'e gitti
ve:
`Ruh yeraltýnda bir duman gibi cýrlayarak gidiyordu.(7)
ya þu:
`Dehþet verici bir maðaranýn dibinde yarasalar, aralarýndan biri kayadan sýyrýlýp aþaðý düþ
r, birbirlerine asýlýrlarsa, onlar (ruhlar) da hep birlikte ^baðrýþarak gidiyorlardý.'(8)
Bunlarý ve buna benzer bütün sözleri silmemize, Homeros'un ve öbür þairlerin kýzmamasýný di
u sözler þiirsiz ve çoðu insanýn duyup da hoþlanmayacaðý þeyler midir? Hayýr; ama þiirli ol
aþamalarý, ölümden çok tutsaklýktan korkmalarý gereken çocuklarýn, insanlarýn kulaklarý içi
da."
"Çok doðru."
"Öyleyse Hades dünyasýna verilen o korkunç, o ürpertici adlarý, Kokyos, inilti ýrmaðý, Styk
maðý,(9)hortlaklar, kansýzlar ve bu gibi daha bir sürü, duyanlarýn tüylerini diken diken ed
adlarý da atmalý. Bunlarýn baþka bakýmdan bir deðeri olabilir.(10) Ama biz, bekçilerimiz bö
ir ürpermeden sonra gereðinden fazla heyecanlý ve gevþek olur diye korkarýz."
"Korkmakta da haklýyýz" dedi.
"Öyleyse kaldýrmalý mý bu adlarý?"
"Evet."
"Konuþmada da, þiirde de bunun tam tersini söylemeli."
"Tabii."
"Ünlü adamlara söyletilen þikâyetleri, iniltileri de kaldýrmalý."
"Önce söylediklerimize bakýlýrsa, öyle olmalý."
"Bak bakalým kaldýrmakta haklý mýyýz, deðil miyiz. Akýllý uslu bir adam, dostu olan akýllý
bir adam için ölümü korkulu birþey saymaz deriz."
"Öyle deriz."
"O halde dostunun baþýna feci birþey gelmiþ gibi ona aðlayýp durmayacak."
"Hayýr."
"Ama þunu da söyleriz : akýllý uslu adam, iyi yaþamak için kendi kendine yeter. O öbür insa
an farklý olarak baþkalarýna pek az muhtaçtýr."
"Sahi" dedi.
"Demek ki oðlundan, kardeþinden, servetinden ya da bunun gibi baþka bir þeyden yoksun býra
kýlmak onu pek az etkileyecektir."'
"Þüphesiz pek az."
"Demek oluyor ki baþýna böyle bir felaket geldiði zaman, pek az aðlayýp sýzlayacak, ona her
ten kolay katlanacak."
"Evet, öyle."
"Öyleyse bu aðlamalarý ünlü adamlara deðil kadýnlara, hem de sýradan kadýnlara ve en bayað
býrakmakta haklýyýz. Böylece memleketin bekçiliðine yetiþtirmeye kalkýþtýðýmýz kimseler bu
düþmekten iðreneceklerdir."
"Doðru" dedi.
"Gene Homeros'tan ve öbür þairlerden, bir tanrýçanýn oðlu Akhilleus'un
`kâh yana dönüp, kâh sýrt üstü, kâh yüz üstü yatarak'
sonra da ayaða kalkýp, durmadan dalgalanan denizin kýyýsýnda kendinden geçmiþ bir halde yür
`iki eliyle kurumlu topraklarý yerden kaldýrýp baþýna döktüðünü' (11)
söylememesini dileyeceðiz. Þairin onu aðlar ve inler gösterdiði baþka daha ne kadar yer va
atmasýný isteyeceðiz; soyu tanrýlara yakýn olan Priamos'un da,`Yalvardýðýný ve gübre üzeri
narak, askerlerin her birini adýyla çaðýrdýðýný'(12) söylemesinler. Daha da ýsrarla rica ed
irlerinde tanrýlarý: `Eyvah, zavallý ben, felaketli kahraman anasý!' (13) gibi sözlerle aðl
göstermesinler. Öbür tanrýlarý böyle anlatacaklarsa da, hiç olmazsa tanrýlarýn en büyüðünü
dip, ona þu sözleri söyletmeye dilleri varmasýn:
`Eyvah! sevdiðim bir insanýn kent çevresinde kovalandýðýný gözlerimle görüyorum, yüreðim sý
Vah, vah bana! Yazgý, insanlar arasýnda en çok sevdiðim Sarpedon'un, Menoitios'un oðlu Pat
roklos tarafýndan alt edileceðini belirledi.'(15).
Öyleyse, sevgili Adeimantos, gençlerimiz bu gibi sözleri ciddi ciddi dinler, yakýþýk almadý
geçmezlerse, Tanrý deðil de insan olan kendilerine bu hallerin yakýþmadýðýný anlamalarý ve
y söyleyecek ya da yapacak olurlarsa, kendi kendilerini ayýplamalarý zor olacaktýr. Ters
ine, hiç utanmaksýzýn, kendini toparlamaksýzýn, en ufak dertler karþýsýnda uzun uzadýya aðl
nleyecekler."
"Tam gerçeði söylüyorsun" dedi.
"Ama, deminki düþüncelerimize göre böyle olmamalýdýr; biri bizi daha güzel bir düþünceye in
a baðlý kalmalýyýz.
"Evet, olmamalýdýr."
"Ama bekçilerimiz gülmeye düþkün de olmamalý. Çünkü insan güçlü bir gülmeye kapýldý mý, ruh
"
"Bence öyle" dedi.
"Öyleyse saygýn adamlarýn kahkahaya kapýlmýþ gibi gösterilmeleri kabul edilemez, hele Tanrý
er, o zaman hiç olmaz."'
' "Olmaz, tabii" dedi.
"Homeros'un Tanrýlar hakkýndaki þu sözlerini de kabul etmeyeceðiz, d eðil mi? `Hephaistos'
arayda bir baþtan bir baþa koþar görünce, mutlu tanrýlar arasýnda bitmez tükenmez bir kahka
ptu'(16)."
"Senin sözüne göre kabul edilmesi olanaksýz."
"Peki, istersen benim sözüm olsun, ama herhalde kabul edilemez."
"Fakat gerçeðe de deðer vermeli. Demin yanýlmadýksa ve gerçekten ayrýlmak tanrýlar için yar
(17) ancak insanlara bir ilaç gibi(18) yararlýysa, belli ki böyle bir ilacý hekimlere te
slim etmeli, fakat sýradan kiþiler ona dokunmamalýdýr."
"Öyle" dedi.
"O halde gerçekten ayrýlmanýn yakýþtýðý kimseler varsa, bunlar devleti yönetenlerdir; devl
iliði için, ya düþmanlar ya da yurttaþlarý yüzünden gerçekten ayrýlabilirler. Ama öbür insa
e bir yola baþ vuramaz. Fakat, sýradan bir adamýn yönetenlere yalan söylemesi, hastanýn hek
me, beden eðitimi öðrencisinin öðretmene vücudunun durumu hakkýnda doðruyu söylememesi kada
ya da kaptanýn dümenciye gemi ve tayfa hakkýndaki gerçeði söylememesi yani kendisinin ve y
ldaþlarýnýn ne durumda olduklarýný gizlemesi kadar büyük, hatta bundan daha da büyük bir su
"Çok doðru" dedi.
"Öyleyse, yönetici, kentte bir baþkasýný yalan söylerken yakalarsa; `Sanatçýlarýn sýnýfýnda
hekim olsun, doðramacý olsun' (20) devleti, fýrtýnaya kapýlmýþ bir gemi gibi devirecek, yo
decek bir yol gösterdiði için onu cezalandýracaktýr."
"Evet, eðer bu sözleri eylemle de tamamlarsa" dedi .
"Peki, gençlerimizin ölçülü, akýllý uslu olmalarý gerekmeyecek mi?"'
"Gerekecek kuþkusuz."
"Ýnsanlarýn çoðuna göre ölçülü, akýllý uslu olmanýn özü þu deðil midir? Egemenlere baþeðmek
zlarda da kendi nefsine hâkim olmak." (21)
"Bence öyle" dedi.
"Homeros'ta Diomedes'in söylediði þu sözleri ve benzerlerini beðeneceðiz: `Babacýðým, sess
ur, benim sözümü dinle', (22) ve buna baðlý olan þu dizeleri: `Savaþ hýrsý saçan Akhai'ler
en çekinerek sessizce ilerliyorlardý' (23) ve buna benzer daha ne varsa beðeneceðiz."
"Güzel."
"Ama þuna ne dersin:`Seni köpek gözlü, geyik yürekli þarap tulumu! (24) Ya sonra gelen mýsr
r güzel mi? Düzyazýda, þiirde halktan herhangi birinin yönetenlere karþý söylediði bütün kü
midir?"
"Hiç deðil."
"Bunlar, bence, gençlere ölçülülüðü öðretmeye uygun deðildir.Baþka bakýmdan hoþa gitmelerin
un?"
"Senin gibi" dedi.
"Ya þiirde; `ekmekle, etlerle dolu bir masadan, sakinin Krater'den aldýðý þarabý getirip ka
ehlere doldurmasý'(25) dünyada en güzel þeydir, gibi sözlerin en ölçülü, en uslu bir adamýn
sýna ne dersin? Bunlar, sence, gencin kendine egemen olmasýna yarayacak sözler mi? bir
de þu:`En feci ölüm açlýktan yok olup gitmektir',(26) ya þunlar:`Zeus öbür tanrýlarýn da,
da uyuduðu bir saatte, yalnýz baþýna uyanýk kalarak verdiði bütün kararlarý aþk arzusu yüzü
utmuþ; Hera'yý görünce de o kadar ateþlenmiþ ki, yatak odasýna gitmeye bile katlanmaksýzýn,
yerde onunla birleþmek istemiþ ve onu hiçbir zaman o anda olduðu kadar þiddetle arzulamadý
atta ilk defa ana babalarýndan gizli buluþtuklarý zaman bile bu kadar arzuyla yanýp tutuþm
adýðýný söylemiþ'(27). Ya buna benzer nedenlerle Ares ile Aphrodite'nin Hephaistos tarafýnd
zincire vurulmasýna (28) ne dersin?"
"Evet, Zeus hakký için," dedi, "bunlar bence yakýþýk alýr þeyler deðil."
"Ama ünlü adamlarýn hem sözlerinde, hem davranýþlarýnda her bakýmdan gözüpeklik ve dayanma
arý seyretmeli, dinlemeli, örneðin þunu:`Göðsüne vurarak, kendi kendine þu sözlerle çýkýþtý
bir zamanlar daha da kötüsüne dayanmýþtýn'(29)."
"Herhalde" dedi.
"Adamlarýmýzýn rüþvet ve para düþkünü olmalarýna da izin vermeyeceðiz. "
"Asla."
"Armaðanlarla tanrýlar da, saygýdeðer krallar da kandýrýlýr'(30) gibi teraneler duymamalýdý
khilleus'un eðitmeni Phoiniks, öðrencisine, 'Armaðan alacak olursa, Akhalara yardým etsin,
yoksa öfkesinden dönmesin' diye öðüt vermekle(31) akýllýca söz söyledi dememeli, onu övmem
khilleus'un da Agamemnon'dan armaðan alacak,(32) bir ölüyü ancak kurtulmalýðý ödendikten so
eslim edecek, baþka türlü onu býrakmak istemeyecek kadar kazanç düþkünü olduðunu(33) kabul
, bu davranýþlarý ona layýk görmeyeceðiz."
"Evet, bunlarý övmek doðru deðil" dedi.
"Homeros'a olan saygýmdan dolayý," dedim, "Akhilleus için bu sözleri söylemenin ve söyleyen
ere inanmanýn günah olduðunu ileri sürmekten çekiniyorum. Hem de onu Apollon'a þöyle söylet
Bana kötülük ettin, ey güçlü okçu, tanrýlarýn en zalimi olan sen! Öc alýrdým senden kuþkusu
dý',(34)
Bir tanrý olan ýrmaða karþý itaatsýz davrandýðýný, onunla savaþmaya hazýr olduðunu(35) öbür
s'a adanmýþ olan saçlarýna gelince, öldüðü için 'Yiðit Patroklos'a saçlarýmý baðýþlamak ist
lemek günah deðil de nedir? Bunlarý yaptýðýna inanmamalý. Hektor'u Patroklos'un anýtý etraf
esi, (37) esirleri odun yýðýnýnýn önünde boðazlamasý, (38) bütün bunlarýn gerçeðe uygun old
eðiz; bekçilerimizin, bir tanrýçanýn ve Zeus'un bir torunu olan (39) uslu akýllý Peleus'un
ve bilge Kheiron'un yetiþtirdiði Akhilleus'un, içinde birbirine karþýt iki hastalýk, yani a
klýk ile para düþkünlüðü, üstelik de tanrýlara, insanlara karþý yaman bir gurur taþýyacak k
r ruhu olduðuna inanmalarýna müsaade etmeyeceðiz.''
"Doðru söylüyorsun" dedi.
" O halde," dedim, "ne Poseidon'un oðlu Theseus'un ve Zeus'un oðlu Perithous'un ahla
ksýzca kýz kaçýrmaya kalkýþtýklarýna (40) inanacaðýz, ne de baþka bir tanrý oðlunun ya da y
i yalan yere yüklenen ahlaksýzca, dinsizce iþleri gördüklerinin anlatýlmasýna izin vereceði
rsine þairleri, yiðitlerin ya bu iþleri görmediðini ya da Tanrý oðullarý olmadýðýný itiraf
acaðýz. Ýkisini birden ileri sürüp de gençlerimizi tanrýlardan kötü þeyler doðduðuna, yiðit
an hiç de iyi olmadýklarýna kandýrmaya kalkýþmasýnlar. Çünkü demin de dediðimiz gibi,(41) b
ine uygundur, ne de gerçektir, tanrýlardan kötülük gelmesine de olanak yoktur, bunu da göst
rdik."
"Yoktur, tabii."
"Üstelik dinleyenlere zararlýdýr bu sözler; çünkü insan kötü olur da, eðer: `Rüzgarlý Ýda t
larý Zeus'a adanmýþ bir sunaklarý olan ve damarlarýnda tanrýlarýn kaný durmadan akan, tanrý
s soyundan yakýn akrabalarýnýn' (42) ayný þeyleri yaptýklarýna ve yapmýþ olduklarýna inaný
kendisinin suçu olmadýðýný düþünmez mi ? Bu nedenle, bu gibi masallarý susturmalý ki, gençl
büyük bir kolaylýkla atýlmak hevesini doðurmasýnlar."
"Þüphesiz susturmalý."
"Peki, dedim, madem ki söylenecek ve söylenmeyecek sözleri sýnýrlamaktayýz, acaba ele alýna
baþka bir tür kaldý mý? Tanrýlardan, daimonlardan, yiðitlerden ve Hades'te olup bitenlerde
nasýl söz etmek gerektiðini saydýk."
"Saydýk."
"Ýnsanlar hakkýnda nasýl söz söylemeli, bu kaldý, deðil mi?"
"Besbelli."
"Ama konuyu þu anda ele alýp irdelememize olanak yok dostum."
"Neden?"
"Çünkü ele alýrsak, þairler de yazarlar da insanlardan söz ederken, birçok eðri adamýn tali
ularýn ise talihsiz olduklarýný; haksýzlýðýn gizli kalýrsa, yararlý birþey olduðunu, doðrul
arar, kendine zarar verdiðini (43) söylemekle, bence en önemli noktalar üzerinde yanýlýyorl
r demeliyiz. Böyle þeyler söylemelerini yasak etmeli, þiirlerinde, masallarýnda bunlarýn te
sini anlatmalarýný buyurmalýyýz. Bu düþüncede deðil misin?"
"Evet, evet, bu düþüncedeyim."
"Haklý olduðumu kabul ediyorsan, öteden beri incelediðimiz konular üzerinde de benimle ayný
düþüncede olduðunu kabul edebilirim, deðil mi?"
"Haklý olarak, kabul edebilirsin" dedi.
"Ýnsanlardan demin dediðimiz gibi söz etmek gerektiði sorunu üzerinde, doðruluðun ne olduðu
nun, doðru kiþiye, doðru görünsün görünmesin, yarar getirdiðini araþtýrýp bulduðumuz zaman
"Çok doðru" dedi.
"O halde söylenen sözler hakkýndaki konuþmamýz burada bitsin. Bundan sonra söyleme biçimini
celemeli. Sanýrým böylece, ne söylemeli ve nasýl söylemeli konusunu tümüyle gözden geçirmiþ
Bunun üzerine Adeimantos "Ne demek istediðini anlayamýyorum" dedi.
"Oysa anlaman gerek," dedim; "belki þöyle daha iyi anlarsýn: Masalcýlarýn, þairlerin bütün
kleri geçmiþte, günümüzde ya da gelecekteki olaylarýn anlatýlmasýndan ibaret deðil midir?"
"Tabii, baþka ne olabilir?" dedi.
"Peki, bunlarý ya basit anlatma, ya taklit yöntemiyle ya da her iki yönteme de baþ vurar
ak anlatabilir, deðil mi?"(45)
"Bunu daha açýk söylemeni dilerim" dedi.
"Amma da gülünç bir hocaymýþým, meramýmý anlatamýyorum. Öyleyse sorunun bütününü deðil de k
bi, bir parçasýný ele alarak ne istediðimi bir örnekle göstermeye çalýþacaðým. Söyle bana:
46) bilirsin; þair orada, Khryses'in Agamemnon'a, kýzýný serbest býraksýn diye yalvardýðýný
gamemnon'un kýzdýðýný, Khryses'in de istediðini elde edemeyince, tanrýdan, Akhalarýn baþýna
getirmesini dilediðini. Öyle deðil mi?"
"Evet."
"O halde þunu da bilirsin ki, `bütün Akhalara, en çok da ordu önderleri iki Atreusoðullarýn
alvarýyordu' sözlerine kadar olan parçayý þair kendi söyler ve bizde, bunlarý bir baþkasý s
bi bir izlenim uyandýrmaya çalýþmaz bile. Ama sonrasý için, kendisi Khryses imiþ gibi konuþ
bize konuþanýn Homeros deðil de, yaþlý rahip olduðu duygusunu vermeye uðraþýr. Ilion'da, Ý
bütün Odysseus destanýnda olup bitenlerin hepsini aþaðý yukarý bu biçimde anlatýr."
"Evet" dedi.
"Kiþilerin her fýrsatta söyledikleri sözler ve bu sözler arasýndaki olup bitenlerin aktarý
sý birer anlatma deðil midir?'
"Öyledir tabii."
"Bir baþkasý imiþ gibi söz söylediði zaman, konuþmasýný, söz alacaðýný önceden bildirdiði k
kadar benzetir diyemez miyiz?"(47)
"Deriz, elbette."
"Kendini, sesiyle, davranýþlarýyla bir baþkasýna benzetmek, kendisine benzemek istediði kiþ
öykünmek deðil midir?"
"Þüphesiz."
"Öyleyse, görülüyor ki, Homeros da, öbür þairler de anlatmalarýnda öykünmeye baþvururlar."
"Öyle."
"Ama þair kendini hiç gizlemeseydi, þiirlerinde, hikâyelerinde öykünme olmazdý. Ama gene `n
olur, anlamýyorum' dememen için, ben anlatayým. Homeros, Khryses'in kýzý için kurtulmalýk g
rerek, Akhalarýn, en baþta da krallarýn ayaklarýna kapanmaya geldiðini söyledikten sonra, k
ndisi Khryses olmuþ gibi deðil de, Homeros olarak konuþmayý sürdürseydi, bil ki öykünme olm
asit anlatým olurdu. Þöyle bir þey olurdu. Ama vezinsiz söyleyeceðim, þair deðilim ki. 'Rah
ldi ve tanrýlardan Akhalarýn sað salim kalarak Troia'yý almalarýný diledi, kurtulmalýðý kab
ek, tanrýya saygý gereði kýzýný serbest býrakmalarýný istedi. Bunlarý söyleyince, Akhalarýn
uklarýný saygýyla bildirdiler, yalnýzca Agamemnon öfkelenerek derhal çekilmesini ve bir dah
oralara ayak basmamasýný buyurdu, yoksa asasýyla tanrýnýn yünden çelenkleri bir daha kendi
i kurtarmaya yaramayacakmýþ, kýzýný býrakmak þöyle dursun, Argos'ta kendisiyle birlikte yaþ
mýþ. Evine sað salim dönmek isterse, onu kýzdýrmadan çekilip gitmesini buyurdu. Yaþlý adam
duyunca korktu, sessizce gitti. Karargâhtan uzaklaþtýktan sonra, Apollon'a, onu bütün ek
adlarýyla çaðýrarak ve rahibinin yaptýðý tapýnaklardan ya da sunduðu kurbanlardan bir gün z
anýmsamasýný ve bu hizmetlerine karþýlýk, Akhalarý ona döktürdükleri göz yaþlarý için oklar
vardý. Ýþte, dostum, dedim, öykünmesiz, basit anlatma böyle olur."
"Anladým" dedi.
"Öyleyse þunu da anla ki, þairin konuþmalar arasýndaki sözleri kaldýrýlýr da yalnýzca kiþil
uþmasý kalýrsa, yukarda saydýðýmýz türün karþýtý olur."
"Bunu da anlýyorum," dedi, "bu biçim tragedyada görülür."
"Çok doðru düþünüyorsun," dedim, "demin (48) anlayamadýðýný, þimdi sanýrým açýkça kavrayabi
irin ve masalýn bir türü baþtan aþaðý öykünmedir, örneðin dediðin gibi tragedya ile komedya
e þairin anlatmasýndan ibarettir: bunu en çok dithyramboslarda (49) görebilirsin. Ýki türün
rýþmasýndan oluþan üçüncü türe destan þiirinde ve daha birçok anlatým biçimlerinde raslarýz
?"
"Demin ne demek istediðini þimdi anlýyorum" dedi.
"Bundan önce de, neler söylemek gerektiðini saydýk, þimdiyse nasýl söylemek gerektiðini in
ek 'kaldý demiþtik, anýmsýyor musun?" (50).
"Evet."
"Ýþte dediðim de þuydu: Þairlerin, anlatýrken öykünmeye baþvurmalarýna izin verecek miyiz?
atmalarýnýn bazýlarýnda öykünme olsun, bazýlarýnda olmasýn mý diyeceðiz, ve ne zaman ve han
Yoksa öykünmeyi toptan yasak mý edeceðiz?"
"Devletimize tragedyayý, komedyayý kabul edip etmeyeceðimizi incelemek niyetinde olduðun
u þimdiden seziyorum."
"Belki," dedim, "ama belki de daha baþka þeyleri; þimdilik daha bilmiyorum; sözün gidiþi bi
i bir rüzgâr gibi nereye atarsa, oraya gitmeli."
"Ýyi söylüyorsun" dedi.
"Bir bak bakalým, Adeimantos (51), bekçilerimiz öykünmeci olmalý mý, olmamalý mýdýrlar? Yok
n söylediklerimizden, bir adamýn bir tek iþi iyi baþarabileceði, ama birçok iþe birden gir
e, hiç birini ün kazanacak kadar baþaramayacaðý sonucu çýkmýyor mu?"
"Çaresiz, öyle."
"Öykünme için ayný þey söylenemez mi? Bir insan her þeye, bir tek þeye öykündüðü kadar iyi
"Yapamaz, elbette."
"O halde önemli bir görevi olan bir adamýn birden birçok þeye öykünmesi zordur, nitekim bir
ine yakýn görünen iki öykünme türünde, yani tragedya ile komedyada da ayný kiþiler baþarýlý
2). Yoksa, demin bunlarýn birer öykünme türü olduðunu söylememiþ miydin?"
"Söyledim, ayný kiþiler ikisini birden baþaramaz demekte haklýsýn."
"Demek hem rhapsod, hem oyuncu olunamaz."
"Hayýr."
"Ama ayný oyuncular hem tragedya, hem komedya da oynamaz; oysa her ikisi de öykünme türünd
endir, deðil mi?"
"Öyle."
"Hatta bence, Adeimantos, insan doðasý daha da çok bölümlüdür öyle ki, bir insanýn birçok þ
künmesine yahut öykünmeyle bir benzeri verilen þeyleri yapmasýna olanak yoktur."
"Çok doðru" dedi.
"Öyleyse ilk düþüncemizi koruyup, bekçilerimiz öbür bütün iþlerle uðraþmayarak ancak devlet
atli iþçiler olmalý ve bu sonuca varmayan baþka hiç bir iþe bakmamalýdýrlar, demiþtik; deme
r ki onlar baþka hiçbir þey yapmayacaklar, hiçbir þeye öykünmeyecekler. Yok eðer öykünürler
rine yakýþacak üstün özellikleri olan, gözüpek, uslu akýllý, dini bütün, özgür kiþilere ve
lere ta çocukluktan öykünmelidirler; ama alçakça iþlere giriþmeyecekleri gibi, alçaklýða da
hangi bir kusura da öykünmekte hünerli olmamalýdýrlar, ki öyküne öyküne sonunda gerçekten ö
r (53). Yoksa farkýna varmadýn mý ki, gençken baþlanan ve bir hayli sürdürülen öykünmeler i
r alýþkanlýk, vücudu, sesi görüþleri deðiþtiren ikinci bir doða olur?"
"Evet, öyle" dedi.
"Kendileriyle uðraþtýðýmýz, iyi insan olmalarýný istediðimiz kiþilerin, erkek olduklarý hal
i giyinip, kocasýna çýkýþan, yok gururlanarak mutlu olduðunu sanýp da tanrýlarla boy ölçüþe
felaket içinde yas tutan, gözyaþý döken genç ya da yaþlý kadýnlara öykünmelerine izin verm
dý ki hasta, âþýk veya doðum sancýlarý çeken bir kadýný temsil etmelerini büsbütün yasak ed
"Elbette" dedi.
"Köle iþleri gören kadýn ya da erkeklere(56) de öykünmeyecekler."
"Öykünmeyecekler."
"Doðal olarak, kötü insanlara da öykünmemeleri gerek: Korkaklara, demin söylediðimiz þeyler
sini yapanlara, birbirine hakaret eden, birbirleriyle alay eden, sarhoþken (57), a
yýkken aðýzlarýný bozanlara; bu gibilerinin kendilerine karþý da, öbür insanlara karþý da s
vranýþlarýyla iþledikleri kabahatlerin hiç birine öykünmemelidirler. Ayrýca sanýrým, sözler
vranýþlarýyla da delilere benzemeye alýþmamalýdýrlar (58). Çünkü kadýn erkek deli ve kötü i
kat yaptýklarýnýn hiç birini yapmamalý, onlara öykünmemeli."
"Çok doðru" dedi.
"Peki, demircilere ve öbür sanatçýlara, trierleri ilerleten ya da onlarý yönetenlere ve bu
landa daha baþka þeylere öykünmeleri doðru mudur?"
"Nasýl doðru olur," dedi, "bu iþlerle ilgilenmelerine bile izin verilmeyecek (59)." "Y
a atýn kiþnemesine, boðalarýn böðürmesine, akan sularýn mýrýltýsýna, denizin uðultusuna, gö
bu gibi gürültülere öykünecekler mi (60)?"
"Hayýr," dedi, "onlarýn deli olmaya, deli olanlara öykünmelerini yasakladýk ya!"
"Dediklerini iyi anlýyorsam," dedim, "gerçekten iyi ve güzel insanýn söyleyecek bir þeyi ol
uðu zaman, kullandýðý bir söyleme, bir anlatma biçimi vardýr; öte yandan da doðasý, eðitimi
olan insanýn anlattýklarýnda daima görülen, birinciden çok farklý baþka bir biçim vardýr."(
"Nedir bu ?" diye sordu.
"Bence," dedim, "akýllý bir adam, iyi bir adamýn söylediklerini veya yaptýklarýný anlatmak
unda kalýnca, kendisi o adammýþ gibi onu temsil etmeye razý olacak ve bu öykünmeden utanmay
cak, hele o adamýn metin, akýllýca bir davranýþýna öykünmekteyse. Yok hastalýk, aþk, sarhoþ
aþka bir zayýflýk yüzünden sendelediðini görürse, ona daha az öykünecek. Ama kendine layýk
adama öykünmesi gerekirse, kendini, kendinden kötü olan bir adama ciddiyetle benzetmek
istemeyecek, yoksa ancak kýsa bir zaman için, öyküneceði kimse iyi bir þey yaparsa buna ra
olacak; gene de utanacak, çünkü bu gibilerine öykünmeye alýþýk deðildir, hem de kendinden k
rýn kýlýðýna kýyafetine girmekten hoþlanmaz; ruhunda da bunlarý küçük görür, yalnýzca þaka
"Tabii" dedi.
"Az önce Homeros'un destanlarýndan konuþurken sözünü ettiðim anlatýþ biçimine baþvuracak, d
sözlerinde her ikisi hem öykünme, hem basit anlatýþ olacaktýr, fakat uzun anlatýþ parçalar
küçük bir parça öykünme bulunacak. Yoksa yanýlýyor muyum?"
"Hayýr," dedi, "istediðimiz anlatýþýn böyle olmasý gerektir."
"O halde böyle olmayan hikâyeci ne kadar kötüyse, o kadar her þeye öykünecek, kendine layýk
iði bir þey olmayacak; öyle ki büyük bir kalabalýðýn karþýsýnda bile ciddiyetle her þeye öy
geliþi, demin saydýðýmýz gök gürültülerine, rüzgârlarýn, dolunun, dingillerin, makaralarýn
alarýn, çoban flavtalarýnýn ve bütün sazlarýn sesine; üstelik köpeklerin havlamasýna, kuzul
sine, kuþlarýn ötmesine de. Sözü ya baþtan baþa ses ve jest öykünmelerinden ibaret olacak,
a anlatma pek az yer alacak. Öyle deðil mi?"
"Öyle olsa gerek" dedi.
"Ýþte," dedim, "saydýðýmýz iki söyleyiþ biçimi bunlardýr."
"Evet, bunlar" dedi.
"Ýkisinden birinde biraz deðiþiklik olur; insan söyleyiþine uygun makam ve ritm de katarsa
, iyi söyleyenin hemen hemen hep ayný makama göre ve deðiþiklikler ufak olduðu için hep bir
k makamda ve ona uygun bir ritmde söylemesi mümkündür."
"Þüphesiz, öyledir" dedi.
"Peki, ama ötekinin söyleyiþ biçimi tam tersine; kendine has anlatýmý bulmak için makamlarý
tmlerin hepsine gereksinimi vardýr çünkü onda her türlü deðiþiklik bulunur."
"Çok doðru."
"O halde, þairlerin, söz söyleyen insanlarýn hepsi, bu anlatma biçimlerinin ya birini, ya ö
ekini, yahut da ikisinden karma bir biçimi kullanýrlar, deðil mi?"
"Öyle olsa gerek" dedi.
"Peki, ne yapacaðýz," dedim, "bütün bu biçimleri devletimize alacak mýyýz? Yoksa basit biçi
n yalnýzca birini mi, veya karma biçimi mi, hangisini alacaðýz?"
"Benim düþüncem üstün gelirse," dedi, "uslu akýllý adama öykünen ve karma olmayan anlatma b
lýrýz."
"Ama karma biçim de tatlýdýr, Adeimantos, çocuklarýn, lalalarýn ve çoðu insanlarýn en çok h
biçim, senin seçtiðinin karþýtýdýr."
"Hoþtur da ondan."
"Ama belki bizim devlete uymaz, diyeceksin, çünkü bizde her insan bir iþ gördüðü için iki v
çok yönlü olamaz."
"Evet, uymaz devletimize."
"Bunun için deðil midir ki, yalnýzca böyle bir kentte kunduracý kunduracýdýr, kunduracýlýðý
r de kaptanlýk yapmaz, çiftçi çiftçidir, çiftçilikten baþka bir de yargýçlýk yapmaz, asker
skerlikten baþka ticaretle uðraþmaz, hepsi de aynen öyledir."
"Doðru" dedi.
"Öyleyse, belli ki her kýlýða girmesini, her þeye öykünmesini ustalýkla bilen bir adam kent
gelip de þiirlerini temsil etmek isteseydi, þaþýlacak, hoþ, kutsal bir varlýk gibi önünde
ederdik, fakat kentimizde onun gibi adam bulunmadýðýný, bulunmasýnýn da yasak olduðunu söy
baþýna kokular sürdükten, yün þeritlerden bir taç koyduktan sonra,(62) onu baþka bir kente
rdik. Biz ise selametimiz için daha sert, daha az hoþ bir þairi, bir hikâyeciyi dinleriz
. O bizim için yalnýzca aklý baþýnda adamýn söyleyiþine öykünsün, sözlerini, askerlerimizin
aldýðýmýz zaman yasa olarak koyduðumuz biçimlere uydursun."
"Evet," dedi, "elimizde olsaydý, öyle yapardýk."
"Þimdi, dostum," dedim, "musikinin sözler ve masallar hakkýndaki kýsmýný sona erdirdik saný
um. Çünkü ne söylemeli ve nasýl söylemeli sorununu inceledik."
"Ben de öyle sanýyorum" dedi.
"Bundan sonra þarký söyleme biçimi ve þarkýlar kaldý, deðil mi?" dedim.
"Peki, önce koyduðumuz kurallara uymamýz için, bunlarýn nasýl olmasý gerektiði hakkýnda nel
eceðimizi herkes þimdiden bulabilir, deðil mi?"
Ama Glaukon (63)~ gülerek: "Ben, Sokrates," dedi, "bu herkesin içinde olmasam gerek.
Herhalde þu anda, neler söyleyeceðimizi bulacak durumda deðilim ama aklýmdan bir þeyler ge
yor deðil."
"Herhalde," dedim, "en baþta þunu diyebilecek durumdasýn ya: Þarký üç þeyden oluþur: Söz, m
im.(64).
"Evet, bu kadarýný ben de biliyorum" dedi.
"Þarkýnýn sözlerine gelince, onlar da demin saydýðýmýz söyleyiþ biçimlerine girdiklerine gö
n hiç farklý deðildir."
"Doðru" dedi.
"Makam ve ritme gelince, sözlere uymalýdýr."
"Elbette."
"Fakat sözlerden konuþurken, aðlaþmalara, inlemelere hiç gereksinimimiz yoktur, dedik."
"Hiç yok tabii."
"Hüzünlü makamlar hangileridir? (65) söyle bakalým, madem ki müzikten anlarsýn."
"Karýþýk Lydia, tiz perdeden Lydia makamlarý ve bunlar gibi birkaçý daha."
"Onlarý ortadan kaldýrmamalý mý?" dedim; "erkeklere þöyle dursun, aklý baþýnda olmasý gerek
a bile yararsýzlar."
"Çok doðru."
"Ama bekçilerimize sarhoþluk, gevþeklik, tembellik özellikle yakýþmaz."
"Hiç þüphesiz."°
"Makamlar arasýnda gevþek olanlar, içki sofrasýna yakýþanlar hangileridir?"
"Çözük denilen Ýonia ve Lydia makamlarý da vardýr."
"Bunlar, dostum, savaþçý adamlarýn aðzýna uygun mudur sence?"
"Asla deðil," dedi. "Demek ki senin için yalnýzca Dor ve Phrygia makamlarý kaldý."
"Makamlarý bilmem," dedim, "ama öyle bir makam kalsýn ki, savaþa veya zorlu bir harekete
giriþmiþ olan bir adamýn sesine, anlatýmýna uygun bir biçimde öykünebilsin; bu adama talih
dým etmez de yaralanacak, ölecek ya da baþka bir felaketle karþýlaþacak olursa, bütün bu du
rda gerilemeden dayanacak, kaderin darbelerine karþý koyacak. Bir makam daha gerekir
ki, kendi isteðiyle sakin ve zor olmayan bir iþe giriþmiþ, hedefine ulaþmak için ya bir ta
rýyý yalvarýþlarla kendine kazanmak, ya bir insaný, ona akýl öðretmek, öðüt vermekle, ikna
yahut da baþkasýnýn ricalarýný, azarlarýný dinleyen ve bu sayede istediðini elde ettikten
gurura kapýlmayan, aksine her iþte akýlla, ölçüyle hareket eden ve olaylarý hoþ karþýlayan
a öykünmeye uysun. Bu ikisini, yani felaketle karþýlaþanlarýn, mutluluða erenlerin, uslu ak
ek adamlarýn sesine en iyi öykünecek bu zorlu ile zorluksuz makamlar býrak kalsýn."
"Býrakmak istediklerin de zaten demin saydýðým iki makamdýr" dedi.
"Bundan böyle," dedim, "þarkýlarýmýz, havalarýmýz için çok telli ve her türden makamlý sazl
nimimiz olmayacak."
"Belli ki olmayacak" dedi.
"O halde devletimizde üçgen, mýzrap ve öbür çok telli, çok makamlý bütün sazlarý yapan sana
ceðiz."
"Dediðimizden bu çýkar."
"Ya flâvta yapanlarý, flâvta çalanlarý kente kabul edecek misin? Flâvta en çok sesi olan sa
eðil mi, öbür bütün telli sazlar flâvtanýn bir taklidinden ibaret deðil mi?(66)"
"Öyle besbelli" dedi.
"O halde lyra ile kithara kalýyor, (67) onlar kentimiz için yararlýdýr; bir de kýrlarda çob
nlar için kaval."
"Düþüncemiz bunu gösteriyor."
"A dostum," dedim, "Apollon ve Apollon¨'un sazlarýyla Marsyas ve Marsyasýnkiler arasýnda
karar verip ilkini seçmekle bir yenilik yapmýþ olmayýz. (68)"
"Evet, Zeus hakký için, bence de pek yeni deðil."
"Köpek hakký için" dedim, "baksana hiç farkýna varmadan, demin (70) zevke, eðlenceye düþmüþ
lediðimiz kenti temizledik.
"Akýllýca iþ gördük" dedi.
"Haydi öyleyse," dedim, "temizliði sürdürelim. Makamlardan söz ettikten sonra, ritmleri e
le alalým: Ne çok çeþitli ritimler, ne de türlü türlü vezinler olmalý, fakat düzenli, cesur
yaþamýný anlatacak ritmler hangileridir diye bakmalý. Bunlarý bulduktan sonra da böyle bir
adamýn sözlerini vezinle melodiye deðil, vezinle melodiyi sözlerine uydurmalý. Makamlarý sa
dýðýn gibi, bu ritmlerin de hangileri olduðunu söylemek sana düþer."
"Zeus hakký için," dedi, "söyleyecek sözüm yok! Uðraþtýðým için biliyorum ki, vezinlerin me
üç türlü ritm (71) vardýr, þarkýlarda ise, bütün makamlarýn çýktýðý dört türlü (72). Ama h
meye uygun olduðunu söyleyemem."
"Bu sorunu Damon'la (73) görüþürüz," dedim, "hangi vezinlerin alçaklýða, taþkýnlýða, delili
kötülüklere uyduðunu, hangi ritmlerin de karþýtlarýna kaldýðýný ondan sorarýz. Onun, karma
stan, bir daktylos ile bir heroostan söz ettiðini þöyle bir duydum; bu vezinleri iyice a
nlamadýðým bir biçimde bölüp arsis ile thesiste bir eþitlik oluþturuyordu; bunlar ya kýsa
bir heceyle bitiyordu; bir de sanýrým ki, baþka bir vezne iambos, bir baþkasýna da trokha
ios diyordu; bunlar da uzun ile kýsalarý bir düzene sokuyordu ve yanýlmýyorsam, bunlarýn ba
arýnda vezinlerin temposunu ritm kadar doðru veya yanlýþ buluyordu veya ritmle tempodan
katýþýk bir þeyi... iyice bilmiyorum; fakat dediðim gibi bu konuyu Damon'a býrakalým (74).
im bir karara varmamýz için uzun uzadýya tartýþmamýz gerekecek. Öyle deðil mi?"
"Zeus hakký için öyle."
"Ama hiç olmazsa þu nokta hakkýnda karar verebilirsin: uygunluk veya uygunsuzluk (75)
ritimlilik veya ritimsizliðe baðlýdýr."
"Þüphesiz."
"Ama ritimlilik güzel söyleme biçimine baðlýdýr ve ona benzer, ritimsizlik ise karþýtýna, u
k ve uyumsuzluk için de böyledir; tabii ancak demin dediðimiz gibi söz ritim ve makama d
eðil de, makamla ritim söze uyarsa."
"Doðru tabii," dedi, "onlarýn söze uymasý gerekir."
"Ya söyleme biçimi ve söylenen söz," dedim, "insanýn huyuna baðlý deðil midir?"
"Þüphesiz."
"Daha da ne varsa söyleme biçimine baðlý deðil mi?"
"Evet."
"Demek ki güzel söz söyleme, uyumluluk, uygunluk, ritimlilik iyi huyluluða baðlýdýr, ama iy
uylulukla, kendisine hiç layýk olmadýðý halde bu adý verdiðimiz saflýðý deðil, insan doðasý
ve güzellikle süsleyen bir anlayýþý söylemek istiyorum." (76).
"Çok doðru söylüyorsun" dedi.
"Öyleyse kendine düþen görevi yapmak isteyen bir gençlik her zaman bu ülkülere ulaþmaya çab
elidir, deðil mi?"
"Elbette."
"Bunlar resim ve ona benzer bütün sanatlarda görülür, dokumacýlýkta, nakýþçýlýkta, mimarlýk
yapan bütün sanatlarda, hatta canlýlarýn ve öbür bitkilerin doðasýnda da görülür; çünkü hep
ya uygunsuzluk vardýr ve uygunsuzluk, ritimsizlik, uyumsuzluk söz ve huy çirkinliðiyle k
ardeþtir; karþýtlarý da uslu akýllý ve iyi bir huyun kardeþleri, öykünmeleridir."
"Aynen böyledir" dedi.
"Peki yalnýzca, þairleri gözaltýnda tutup þiirlerinde iyi huylarý betimlemeye mi, yoksa h
ir yazmamaya mý zorlamalýyýz? Öbür sanatçýlarý da gözaltýnda tutup onlarýn, kötü huylarý, d
gunsuzluðu ya canlýlarýn betimlenmesinde, ya yapýlarda yahut da baþka bir sanat yapýtýnda g
melerine engel olmamalý mýyýz? Yok bu ellerinden gelmezse, bizde iþ görmelerini yasak etme
liyiz ki, bekçilerimiz kötülük betimlemeleri içinde, týpký bir kötü besinle beslenirmiþ gib
nler, her gün bir çok zehirli bitkiyi koparýp azar azar fakat durmadan yiyip zehirlene
rek, farkýna varmaksýzýn ruhlarýnda büyük bir kötülük oluþmasýn. Tersine güzelin, uygunun ö
eði yetenekli olan sanatçýlarý (77) aramalýyýz ki, gençler bir saðlýk ülkesinde yaþýyormuþ
arar görsünler, güzel yapýtlardan gözlerine veya kulaklarýna deðen her þey, dünyanýn en güz
en saðlýk getiren bir rüzgâr gibi, onlarý diriltsin, ta çocukluktan güzeli sevmeye, güzele
meye, güzelle uyum içinde yaþamaya doðru onlarý usulca götürsün." (78).
"O halde Glaukon," dedim "bu nedenlerden dolayý müzikle eðitim en üstün eðitimdir, çünkü ri
uyum, ruhun ta içine girer ve ona uyum kazandýrarak her þeyden çok kavrar. Böylece ruhu uy
umlu kýlar, yeter ki insan doðru dürüst eðitim görmüþ olsun.Yoksa bunun tam tersi olur, deð
e yandan da doðada ya da insan eliyle yapýlanlardaki eksikler, gereðince eðitilmiþ bir ada
mýn derhal gözüne iliþir; o haklý olarak çirkinliklere, eksiklere kýzar, güzeli över, çünkü
ve onu ruhunda sindirip, onunla beslenir. Böylece güzel ve iyi bir insan olur, çirkini
de haklý olarak ayýplar. Gençken daha henüz akýl yürütecek çaðda olmadýðý halde güzel olma
der. Ardýndan akýl yürütmeye de baþladý mý (79), müzikle eðitim gördüðünden, düþünmeye ya
ini sevinçle karþýlar."
"Bu nedenlerle eðitim bence müziðe dayanmalýdýr."
"Okumaya gelince, ancak harflerin, bütün durumlarda belirli sayýda olup daima yinelend
iðini bildiðimiz zaman, okuma yazma biliyoruz, diyebildik. O zamandan beri ister küçük, is
ter büyük yazýlmýþ olsun hiçbir harfi dikkate deðmez diye yabana atmadýk; tersine nerede ol
olsun ayýrmaya çalýþtýk, çünkü bu düzeye gelmeden okuma yazmada bilgi sahibi olamayacaðýmýz
e deðil mi?" (80)
"Doðru."
"Suda olsun, aynada olsun harflerin terslerini görsek, harflerin kendilerini bilme
den yansýlarýný tanýyamayýz; bilmeliyiz ki bunlarýn ikisi de ayný sanatýn (81), ayný çalýþm
"
"Þüphesiz öyle."
"O halde tanrýlar hakký için, ben de diyorum ki, kendimiz de, yetiþtirmek istediðimiz bekçi
er de usluluðu, yararlýlýðý, ruh yüksekliðini, soyluluðu ve bunlara kardeþ olan iyi huylarý
anda bunlarýn karþýtlarý olan kötü huylarýn biçimlerini bütün durumlarda tanýmadýkça, nered
onlarý veya terslerini fark etmedikçe, tuttuðu yer küçük olsun, büyük olsun birini yabana a
ik eðitimi gördük diyemeyiz, çünkü bunlarýn hepsi ayný sanatýn, ayný çalýþmanýn konusudur."
"Böyle olmasý þarttýr" dedi.
"O halde," dedim, "birinin ruhunda güzel huylar, görünüþünde de ayný örnekten ve bu huylara
ve yakýþan nitelikler birleþmiþse, bu insan, görmesini bilen için, dünyada görülecek en gü
midir?" (82)
"En güzel þeydir doðrusu."
"Peki en güzel þey de en çok sevilir deðil mi?"
"Þüphesiz."
"Müzik eðitimi görmüþ adam en çok böyle uyumlu insanlarý sevecek. Yok uyumlu deðilseler sev
."
"Ruhlarýnda bir eksiklik varsa, tabii sevmeyecek; yok vücutlarýnda bir eksiklik varsa,
buna katlanacak, sevmeye razý olacak."
"Anlýyorum," dedim. "Senin böyle bir sevgin var veya oldu da ondan böyle söylüyorsun; bir
diyeceðim yok. Yalnýz þuna yanýt ver: Sýnýrýný aþmýþ bir zevkin akýlla alýp vereceði var mý
"Olur mu hiç," dedi, "acý kadar zevk de insaný çýlgýna çevirir."
"Ya öteki iyiliklerle alýp vereceði var mýdýr?"
"Asla yoktur."
"Peki taþkýnlýkla, aþýrýlýkla?"
"Onlarla hiç yoktur."
"Ama aþkýn verdiði zevkten daha büyük bir zevk bilir misin?"
"Bilmem," dedi, "ondan delicesi de zaten yoktur."
"Gerçek aþk ise düzenliyi ve güzeli akla ve musiki eðitimine uygun bir biçimde sevmektir."
"Tam öyledir" dedi.
"O halde ne delice bir þeyi, ne de aþýrýlýða yakýn olaný gerçek aþkýn yanýna yaklaþtýrmalý.
"Yaklaþtýrmamalý."
"Öyleyse, zevkin de yanýna yaklaþtýrmamalý; gerçek bir aþkla birbirine baðlanmýþ olan seven
n ondan uzak kalmalý."
"Zeus hakký için, evet Sokrates," dedi, "yanlarýna ¬yaklaþtýrmamalý onu."
"O halde anlaþýlýyor ki, kurmakta olduðumuz kentte konacak yasaya göre, seven sevdiðine ken
ini sevdirebilirse, güzellik uðruna onu kendi oðlu gibi öpebilir, onunla görüþebilir, ona d
nabilir. Gönlünü kazanmaya çabaladýðý gençle iliþkileri öyle olmalýdýr ki, hiçbir zaman dah
uygusunu uyandýrmasýn. Yoksa müzikten ve güzellikten anlamaz bir adam diye eleþtirilir(83)
.
"Öyle" dedi."
"Öyleyse," dedim, "benim gibi sen de müzik hakkýndaki konuþmamýzýn hedefine vardýðý fikrind
?"
"Herhalde nereye varmasý gerekiyor idiyse, oraya vardý: Müzik, güzellik sevgisiyle sonuçla
nmalýdýr galiba."
"Ben de bu fikirdeyim" dedi.
"Gençlerin yetiþmesinde müzikten sonra beden eðitimi gelir."
"Tabii."
"Bu iþte de çocukluktan baþlayýp bütün yaþamlarý boyunca ciddi bir eðitim görmeleri gerek.
ldan gitmeli ve sorunu sen de incele. Bence her ne kadar iyi bir durumda olsa da
beden kendi iyiliðiyle ruhu iyi etmenin üstesinden gelemez. Tersine iyi bir ruh, ke
ndi iyiliðiyle bedeni olabildiði kadar iyileþtirir (84). Sen bunu nasýl görüyorsun?
"Ben de senin gibi" dedi.
"Kafalarý yeterince eðittikten sonra, beden hakkýndaki sorunlarý inceden inceye saptama
yý onlara býrakýp, uzun uzadýya söz etmemek için yalnýzca temelleri öðretmekle iyi etmiþ ol
"Oluruz, þüphesiz."
"Bekçiler sarhoþluktan sakýnmalýdýrlar, dedik (85), sarhoþ olup da nerede olduðunu bilmemek
endinden geçmek herkesten az bekçiye yakýþýr."
"Evet, bekçi olanýn bir bekçiye gereksinimi olmasý gülünçtür."
"Peki, beslenmelerine gelelim: Bekçilerimiz en büyük yarýþýn atletleridir, öyle deðil mi?"
"Evet."
"Peki þu atletlerin yaþayýþý bekçilerimize uyar mý?"
"Belki de uyar."
"Ama bu yaþayýþ uyuþturucu ve saðlýk için tehlikelidir. Görmüyor musun ki hayatlarýný uykud
r. Kendileri için düzenlenen perhizi biraz bozacak olurlarsa, bu atletler büyük ve þiddetl
i hastalýklara tutulurlar."
"Görüyorum."
"Savaþçý atletlere daha iyi düþünülmüþ bir spor ve yaþayýþ gerek; onlarýn uyanýk köpekler g
iþitmeleri, seferde sýk sýk suyu, yemeði deðiþtirdikleri, bazen güneþ çarptýðý, bazen de ký
klarýnda saðlýklarýnýn hiç sarsýlmamasý gerektir."
"Bence de öyle."
"O halde en iyi beden eðitimi, biraz önce gözden geçirdiðimiz müzik eðitiminin bir kardeþi
olmayacak mý?"
"Bundan ne anlýyorsun?"
"Her þeyden önce savaþa bir hazýrlýk olacak sade, akýllýca bir beden eðitimi."
"Bu eðitimi nasýl saðlamalý?"
"Bu gibi þeyler Homeros'tan bile öðrenilir. Bilirsin ki Hellespontos, savaþta askerleri,
deniz kýyýsýnda olduklarý halde ne balýkla besler, ne haþlanmýþ etle. Askerlere, daha kola
uðundan yalnýzca kýzarmýþ et yedirir; çünkü hemen hemen her yerde doðrudan doðruya ateþi ku
nýnda tencere getirmekten kolaydýr."
"Þüphesiz."
"Sanýrým Homeros baharattan da hiç söz etmez. Atletler de bilmez mi ki bedenlerinin iyi
durumda olmasý için, bunlarýn hiçbirini aðýzlarýna koymamalýdýrlar."
"Haklý olarak bilirler, aðýzlarýna da koymazlar."
"Söylediklerimizi doðru buluyorsan, Siracusa yemeklerini, Sicilya'nýn çeþitli katýklarýný (
erhalde beðenmeyeceksin, dostum."
"Hayýr, sanýrým."
"Bedenlerinin iyi bir durumda olmasýný isteyen erkeklerin Korinthoslu bir sevgili (8
7) edinmelerini de doðru bulmayacaksýn."
"Asla."
"Ne de Attika'nýn ün salmýþ tatlýlarýna düþkün olmalarýný."
"Þüphesiz."
"Bence böyle bir yeme içme biçimini, var olan bütün makamlarý, bütün ritimleri içine alan b
ya, bir þarkýya benzetmekle, doðru benzetmiþ oluruz."
"Elbette."
"Çeþitlilik ruhta aþýrýlýk doðurur, bedende ise hastalýk; oysa müzikte sadelik, ruhlara að
eðitiminde ise vücutlara saðlýk verir."
"Çok doðru" dedi.
"Ama, kentte aþýrýlýklar, hastalýklar artýyorsa, birçok mahkeme, hastane açýlacak, hatta bi
bu iþlere hevesle atýlacaklarý için, avukatlýk ve hekimlik önemsenecektir, deðil mi?"
"Tabii, baþka türlü olamaz."
"Devlette eðitimin kötü ve kusurlu olduðuna dair, yalnýzca halk kesiminin ve zanaatkarlarýn
deðil, özgür yaþayan ve iyi eðitim görmüþ gibi tavýrlar takýnan kimselerin de usta hekim ve
ereksinimleri olmalarýndan daha güçlü kanýt olabilir mi? Kiþinin haklarý çok sýnýrlý olduðu
ve yargýç saydýðý baþkalarýndan hak istemek zorunda kalmalarý sence ayýp ve kötü eðitime bü
i?"
"Dünyanýn en ayýp þeyi, doðrusu" dedi.
"Peki ya þu, deminkinden de daha ayýp deðil mi: Ýnsanlar, yaþamlarýnýn büyük bir bölümünü,
nýk ya da davacý olarak geçirmekle kalmayýp, güzellikten anlamadýðý için, 'haksýzlýk etmekt
r türlü dolaba aklým erer, ceza giymemek için kaçamaklarýn hepsine baþvurup bir yýlan gibi
k savuþmasýný bilirim' diye böbürlenirler. Hem de bütün bunlar ufacýk, deðersiz sorunlar iç
böyle bir adam, hayatýný uyuklayan bir yargýca muhtaç etmemek üzere düzenlemenin ne kadar d
güzel, ne kadar daha iyi olduðunu bilmez."
"Evet bu dediðin deminkinden de ayýp" dedi.
"Hekime, yaralarý yahut þu veya bu mevsimlik hastalýklar için baþvurmakla kalmayýp, tembell
k ya da az önce gözden geçirdiðimiz yaþayýþ yüzünden vücudumuzu akýntýlar ve yellerle doldu
akýllý Asklepios oðullarýný (88), bu hastalýklara þiþkinlik veya kathar gibi adlar vermeye
rsak, sence ayýp olmaz mý?"
"Çok ayýp olur, dedi, gerçekten de bunlar yepyeni ve tuhaf hastalýk adlarýdýr."
"Böyleleri Asklepios zamanýnda yoktu, sanýrým; bence kanýtý da þu: Troia önünde yaralanan E
s'a bir kadýn, bol un ve öðülmüþ peynirle karýþmýþ Pramnos þarabý içirmiþ (89). Bize bu ila
lde, Asklepiosoðullarý (90) içireni ayýplamamýþlar ve hastayý tedavi eden Patroklos'a (91)
itiraz etmemiþler."
"Bu durumda bir adam için tuhaf bir ilaç doðrusu!"
"Hiç de tuhaf deðil, düþün ki dendiðine göre Asklepiosoðullarý þimdiki hekimliði, yani hast
yöntemlerini, Herodikos'tan (92) önce uygulamazlardý. Herodikos ise önce beden eðitimi öðr
eniydi; hastalýklý bir adam olunca, sporla hekimliði birbirine katmak istemiþ, derken il
kin ve herkesten çok kendisine, sonra da daha birçok kimseye eziyet etmiþtir."
"Nasýl?" diye sordu.
"Ölümünü uzatarak," dedim. "Ölüme yol açan hastalýðýnýn seyrini adým adým izledi, ama kendi
linden gelmedi; her iþten elini çekip yaþamý boyunca kendine bakarak, alýþýk olduðu perhizi
z bozdu mu, içini yiyerek yaþadý. Bilgisi sayesinde de can çekiþe çekiþe yaþlandý."
"Sanatýndan amma da güzel kazanç çýkarmýþ!"
"Hak ettiði kazancý," dedim, "çünkü anlamamýþ ki, Asklepios'un, oðullarýna hekimliðin bu bi
memiþ olmasý, bilgisizliðinden, görgüsüzlüðünden deðil, tersine iyi yönetilen devletlerin h
adama bir iþ verildiði, onun bu iþi görmek zorunda olduðu, hiç kimsenin iþsiz kalarak yaþa
talýðýný tedavi ettirmekle geçiremediðini anlamýþ olmasýndandýr. Ne tuhaf ki biz bu gerçeði
atkârlardan söz edildiði zaman farkýna varýrýz, zenginler ve mutlu görünenler sözkonusu olu
arkýna varmayýz."
"Ne demek istiyorsun?" diye sordu.
"Bir doðramacý hastalandýðý zaman," dedim, "hekimden, onu kusturarak hastalýðýndan kurtarac
r ilaç ister, ya içini temizleyecek bir müshille yahut da yakmakla, kesmekle tedavi ed
ilerek kurtulmak ister. ma hekim, ona uzun bir tedavi uygulamaya kalktýðýnda , baþýna yün t
kkeler sarýlýr ve daha bir sürü þey yapýlýrsa, hemen 'Hasta olmaya vaktim yok, elimdeki iþi
da hastalýkla uðraþarak yaþamak hiçbir kazanç getirmiyor' diyecek. Hekime, 'Haydi, güle gül
eyip alýþýk olduðu yaþayýþa dönecek, iyileþirse iþine gücüne bakarak yaþayacak, yok vücudu
adar güçlü deðilse ölecek, dertlerinden de kurtulmuþ olacak."
"Evet, onun gibi bir adama böyle bir tedavi yakýþýr" dedi.
"Neden? Çünkü iþi gücü var ve iþine bakmazsa, yaþamasý mümkün olmaz."
"Öyle besbelli."
"Ama zengine gelince, onun, yarým býrakmak zorunda kalýrsa yaþamasýný önleyecek hiç bir iþi
, diyebiliriz."
"Yoktur herhalde."
"Duymadýn mý, Phokylides'in þu sözünü (93) anlatýrlar: 'Ýnsan geçimini saðladý mý, erdemle
"Bana kalýrsa, daha önce de uðraþmalý" dedi.
"Bu hususta Phokylides ile tartýþmaya giriþmeyelim, dedim. Ama biz, zenginin erdemle uðr
aþmasý gerekli mi, uðraþmazsa yaþayamaz mý, yoksa doðramacýyý ve öbür sanat sahiplerini iþl
an alýkoyan bu hastalýk illeti, zengini de Phokylides'in kuralýna uymaktan alýkoyar mý, ko
ymaz mý? Bu sorun üstüne kendimizi aydýnlatalým."
"Zeus hakký için, evet," dedi, "beden eðitimini de geçen bu aþýrý bakým, erdemli olmaya en
eldir, denebilir. Çünkü ev yönetiminde, seferde, kentte, önemli devlet görevlerinde de insa
a engel olur."
"Ama en kötü yaný, öðrenme, düþünme ve kendi kendine çalýþmaya engel olmasýdýr: Çünkü insan
a baþlarý aðrýyacak, baþlarý dönecek diye hep korktuklarý için, felsefe bu dertlere neden o
felsefeden uzak durmalý, der. Böylece bu aþýrý bakým, nerede olursa olsun erdemle uðraþmaya
emi araþtýrmaya her bakýmdan engel olur. Çünkü insana daima hastaymýþ duygusu verir, vücutt
dan aðrýlar sýzýlar duyurur."
"Tabii öyle," dedi.
"Diyebiliriz ki, Asklepios da bunlarý bildiði için hekimliði, vücutlarý yaradýlýþtan ve yaþ
am olan, ancak geçici bir hastalýða tutulmuþ olan insanlar ve onlarýn bünyeleri için öðretm
larýn hastalýklarýný ilaçlarla, ameliyatlarla iyi etti, ama devlet iþlerinin zarar görmemes
n, insanlarýn alýþýk olduklarý yaþayýþý deðiþtirmedi; içi her bakýmdan hasta olan vücutlar
iler uygulayýp yaþamlarýný uzatýp kötüleþtirmeye giriþmedi. Doðallýkla kendileri gibi hasta
klar meydana getirmelerini doðru bulmadý. Doðanýn saptadýðý süre kadar yaþamaya gücü yetme
tedavi etmenin gerekmediðini düþündü. Çünkü bu tedaviden ne adamýn kendisi, ne devlet yarar
rdi."
"Asklepios'u devletin yararýný düþünen bir adam yaptýn gitti" dedi.
"Besbelli ki öyleydi," dedim, "görmüyor musun, çocuklarý Troia önünde savaþýrken ne büyük y
iler ve ayný zamanda da hekimliði anlattýðým gibi uyguladýlar. Anýmsamýyor musun ki Pandaro
nelaos'u vurup yaralayýnca 'yaradan kaný emdiler, üzerine yatýþtýrýcý ilaçlar döktüler' (94
'un bundan sonra ne yiyip ne içeceðini saptamaya gerek duymadýklarý gibi, Menelaos için de
buna gerek görmediler. Çünkü yaralanmadan önce saðlýklý ve yaþayýþý düzenli olan adamlara
e yeter, o anda karmakarýþýk bir içki (95) bile içseler gene yeter, diye düþünüyorlardý. Am
hasta ve kötü þeylere baðýmlý olmaya yatkýn bir adamýn yaþamasýnýn kendine de, öbür insanla
madýðýný, hekimlik sanatýnýn onlar için yaratýlmadýðýný ve Midas'tan (96) daha zengin olsal
ra bakmak gerekmediðini düþünüyorlardý."
"Asklepiosoðullarýný pek de zeki buluyorsun" dedi.
"Bu onlara yakýþýr," dedim. "Fakat gerek tragedya þairleri (97), gerekse Pindaros (98) b
izi dinlemeyerek 'Asklepios, Apollon'un oðluymuþ' derler. Paraya tamah etmiþ, artýk ölmek ü
ere olan zengin bir adamý iyi etmek istemiþ de o anda yýldýrýmla vurulmuþ. Ama biz az önce
diklerimize (99) uyarak bu iki sava da inanmayacaðýz; diyeceðiz ki, tanrýoðlu olsaydý, para
a düþkün olmazdý, paraya düþkün idiyse, tanrýoðlu deðildi."
"Bu dediklerin gerçi çok doðrudur," dedi, "ama þuna ne dersin, Sokrates: Devletimizde iy
i hekim bulundurmamalý mýyýz? Herhalde en iyi hekimler, en çok hasta görmüþ hekimlerdir; ni
im en iyi yargýçlar da her türlü insanla iþi olmuþ adamlardýr."
"Elbette iyilerini isteriz, ama hangilerini iyi sayýyorum biliyor musun?"
"Söyle de öðreneyim" dedi.
"Haydi deneyeyim" dedim. "Ama sen bir soruda iki ayrý þeyi sordun (100)."
"Nasýl?"
"Hekimleri ele alalým," dedim, "çok güçlü hekim olabilmeleri için, sanatý ta çocukluktan öð
aþlamýþ, olabildiði kadar çok aðýr hasta görmüþ, hatta kendileri de bütün hastalýklarý çekm
saðlýklý olmamalarý gerekir. Çünkü hasta bir bedeni kendi bedenleriyle tedavi etmezler. Yo
saðlýksýz olmalarý, bir hastalýða tutulmalarý olanaksýz olurdu. Hayýr, onlar hasta bir bed
hlarýyla iyileþtirirler, ruh kötüyse iyileþtirmesi de olanaksýzdýr ."
"Doðru" dedi.
"Yargýç da, dostum, ruha ruhuyla hükmeder; ruhun, genç yaþýndan beri kötü ruhlar arasýnda b
larla birlikte yaþamasý ve her türlü haksýzlýðý kendi denemiþ olmasý; böylelikle hekim kend
dan hastalarýnkileri anladýðý gibi, yargýcýn da ötekilerin iþlediði kötülükleri kendinden p
k ortaya koyabilmesi doðru deðildir. Yok, güzel ve iyi bir ruh olarak, doðru olup olmaya
na iliþkin saðlýklý kararlar verecekse, gençken kötü huylardan uzak ve temiz kalmýþ olmasý
Bu yüzden de soylu kiþiler gençken saf görünürler(101). Kötü yollara sapmýþ kiþiler tarafýn
ldatýlýrlar; çünkü ruhlarýnda kötüleri anlamalarýna olanak saðlayacak örnek yoktur."
"Evet," dedi, "soylularýn baþýna gelen þey iþte budur."
"Demek ki iyi yargýcýn genç deðil, yaþlý olmasý, eðriliðin doðruluðun ne olduðunu geç öðren
eðriliði, ruhunda bulunan kendine özgü bir nitelik olarak tanýmamýþ olmasý, uzun uzun deney
n sonra onu tanýyýp ne büyük bir kötülük olduðunu anlamasý, bunu da kendi yaþam deneyimleri
bilgisiyle öðrenmesi gerektir."
"Hiç kuþkusuz," dedim, "böyle bir yargýç, gerçekten yargýçtýr."
"Üstelik de iyidir, zaten sorduðun da buydu. Ýyidir, çünkü ruhu iyi olan iyidir. Ama o güçl
r þeyden kuþkulanan, eskiden birçok haksýzlýk iþlediði için kendini kurnaz, becerikli sanan
kendine benzer insanlarla iþi oldu mu, kendi ruhundaki örneklerle baktýðý için, sakýnmasýn
, güçlü görünür. Yaþý ilerlemiþ (102) iyi insanlarla iþi olduðu zaman, budala görünür, çünk
aðlam bir karakter nedir bilmez. Çünkü ruhunda böyle örnekler yoktur. Ama iyi insanlardan ç
kötülere rasladýðý içindir ki, kendi kendine de, öbür insanlara da bilgisiz deðil, bilgili
"Evet söylediðin her bakýmdan gerçektir" dedi.
"Öyleyse," dedim, "aradýðýmýz iyi ve bilgili yargýç bu deðil, daha önce sözünü ettiðimiz ad
an hem iyiliði, hem kendini tanýyamaz; iyilikse, eðitildikçe zamanla hem kendine hem d
e kötülüðe iliþkin bilgilerle donanýr . Bu yüzden benim anlayýþýma göre bilgili olmak, kötü
iyi adama vergidir."
"Bence de öyledir" dedi.
"Devletimizde böyle yargýçlar ve onlarýn yaný sýra, az önce konuþtuðumuz gibi hekimler bulu
ksýn; bunlar yurttaþlar arasýnda bedenleri ve ruhlarý yaradýlýþtan iyi olanlara bakacaktýr,
olmayanlara gelince, bedenleri saðlýksýz olanlarý ölüme terk edecekler (103), ruhlarý yarad
ve düzelmez olanlarýysa kendileri öldürecekler, deðil mi?"
"Evet, bu durumdakiler için de, devlet için de bu en iyi çare gibi görünüyor."
"Gençlere gelince," dedim, "besbelli ki, onlar saðduyu doðurduðunu söylediðimiz o sade müzi
eðitilmiþlerse, yargýyla bir iliþkide bulunmaktan sakýnacaklar."
"Þüphesiz" dedi.
"Müzik eðitimi görmüþ kiþi, beden eðitimi de alýrsa , zorunlu durumlar dýþýnda , hekimlere
k isterse, bunu saðlayamaz mý?"
"Saðlar, bence."
"O halde beden eðitiminde, sporda da beden gücünden çok ruhun gücünü geliþtirmeye bakacak,
letler gibi besinlerini, sporlarýný yalnýzca bedeninin gücünü göz önünde tutarak düzenleme
"Çok doðru" dedi.
"Peki öyleyse, Glaukon," dedim, "eðitimi müzik ve spor üzerine kuranlar kimilerinin sandýðý
bi (104), biriyle bedeni, ötekiyle ruhu geliþtirmeyi amaçlamadýlar deðil mi?
"Ya ne için?"
"Her ikisini de ruhu geliþtirmek için ortaya koydular ."
"Nasýl olur?"
"Farkýna varmadýn mý," dedim. "Yaþamlarý boyunca sporla uðraþýp da müziðe uzak duranlar ha
terdeki insanlardýr? Ya bunun tersini yapanlarý bilmez misin?"
"Neden söz ediyorsun?" diye sordu.
"Bir yandan haþinlik ve sertlikten, öte yandan gevþeklik ve yumuþaklýktan" dedim. (105)
"Ben de görüyorum ki, sadece sporla uðraþanlar fazlasýyla haþin, sadece müzikle uðraþanlar
dilerine yakýþmayacak derecede gevþek oluyorlar."
"Halbuki," dedim, "haþinlik ruhun gücünden gelir, ama bu ruh gücü doðru geliþtirilirse cesa
doðurur, yok bir yay gibi gereðinden çok gerilirse, doðal olarak katlanýlmaz bir sertlik ç
r ortaya."
"Ýnanýrým" dedi.
"Peki yumuþaklýk filozofca bir yaradýlýþa özgü deðil midir? Gereðinden çok gevþetilirse, ge
gevþeklik doðurur, yok güzelce geliþtirilirse, ölçülü bir yumuþaklýk yaratýr."
"Öyledir."
"Ama bekçilerimiz bu huylarýn ikisine de sahip olmalý diyoruz (106)."
"Evet, olmalý."
"Bunlarýn birbiriyle uyumlu olmasý gerekmez mi?Ú"
"Gerekir elbette."
"Uyumlu olanýn ruhu uslu ve yiðit olur."
"Þüphesiz."
"Uyumsuz olanýnsa korkak ve kaba."
"Tabii."
"Biri müziðin, onu flüt sesleriyle mest etmesine, demin saydýðýmýz tatlý, yumuþak, hüzünlü
klarýndan bir huni gibi ruhuna akýtmasýna izin verir de, bütün yaþamýný türkü mýrýldanmakla
lmakla geçirirse, en önce, içindeki ruh gücü, demirin ateþte yumuþadýðý gibi yumuþar, iþe y
ir þeyken, kullanýlýr bir hale gelir. Ama býkmaz sürdürür, tersine mest olursa, ruhunun güc
muþar, erir, sonunda da cesareti eriyip yiter; bir sinir gibi ruhundan kopar, o ar
týk 'yumuþak bir asker' (107) olur."
"Tam öyle olur" dedi.
"Ve doða ona doðuþundan korkak bir ruh vermiþse, çabucak etki altýnda kalýr, ama güçlü bir
pse, cesareti kýrýlýr, ruh fazla hassas olur, küçücük nedenlerle çabucak ateþlenir ama gene
Cesaret kaybolur, alýngan, öfkeli, hýrçýn olur."
"Tabii öyle."
"Peki, tersine bütün çabasýný spora ve iyi yemeye içmeye verir de, müzik ve felsefeye hiç
se, ne olur? Ýlkin bedeni güçlü olduðundan, kendine güven duyup cesareti artmayacak mý?"
"Herhalde."
"Peki ama spordan baþka þey yapmaz da, hiç bir zaman Musa (108) ile iliþkiye geçmezse? Ruh
unda, bir öðrenme isteði olsa da, öðrenmenin tadýný almadýðý, hiç bir araþtýrmaya dalmadýðý
ikten pay aldýðý için, bu istek gitgide zayýflar, körleþir, susar; çünkü uyandýrýlmýyor, be
mlarý da aydýnlanmýyor."
"Öyle" dedi.
"Böylece bu adam söze düþman, müziðe yabancý biri olur; sözle inandýrma yoluna artýk hiç ba
hayvan gibi her þeyi zorla, kaba güçle elde eder ve yaþamýný bilgisizlik ve sapkýnlýk için
ve inceliklerden yoksun olarak geçirir."
"Tam böyle olur" dedi.
"O halde anlaþýlýyor ki tanrý insanlara bu iki sanatý, müzik ve beden eðitimini iki hedefle
ani ruh gücü ve bilim sevgisi için verdi denebilir; ruh ile vücut için deðil, ruh gücüyle
sevgisi için verdi ki, iki saz teli gibi gerilip gevþetilerek bir uyum oluþturacak k
adar denkleþsinler."
"Böyle anlaþýlýyor, doðrusu" dedi.
"Demek ki, bir sazýn tellerini akort eden adama deðil de, sporla müziði güzel bir þekilde b
rbirine katýp ruhuna en mükemmel ölçülerle sindiren kiþiye müzik ve uyum ustasý adýný hak
erebiliriz."
"Tabii verebiliriz, Sokrates" dedi.
"Öyleyse, Glaukon, kurduðumuz devletin korunmasý gerekliyse kentimizde, böyle bir adamý he
r zaman gözetmen olarak bulundurmalýyýz (109), deðil mi?"
"Bulundurmalý, tabii, son derece gerekli bu ."
"Eðitimimizin, yetiþtirme yöntemimizin temelleri iþte bunlardýr. Ama yetiþtirdiðimiz gençl
danslarýndan, avlarýndan, sürek avlarýndan, spor yarýþmalarýndan, at yarýþlarýndan söz etme
i? Aþaðý yukarý belli ki bu etkinlikler de koyduðumuz ilkelere uymalý. Bunun nasýl olacað
k da artýk zor deðildir. (110)
"Belki zor deðil" dedi.
"Peki," dedim, "bundan sonra inceleyecek daha ne kalýyor? Herhalde bunlar arasýnda k
imlerin yöneteceðini, kimlerin yönetileceðini saptamak, deðil mi?"
"Kuþkusuz evet."
"Yaþlýlarýn yönetmesi, gençlerin de yönetilmesi gerek besbelli."
"Tabii."
"Yaþlýlar arasýnda da en iyilerinin."
"Öyle."
"Çiftçiler arasýnda en iyiler, çiftçilikte en üstün olanlar deðil midir?"
'Evet."
"Peki, madem ki yöneticilerimiz bekçilerin en iyileri olmalýdýr. Bunlar ayný zamanda kenti
n bekçileri olarak da en üstün olanlardýr, deðil mi?"
"Evet."
"Bu iþ için akýllý, yetenekli , üstelik de kentle ilgili olmalarý gerek, deðil mi?"
"Öyle gerekir."
"Ama insan en çok sevdiði þeylerle ilgilenir."
"Þüphesiz."
"Peki ama insan en çok kimi sever? Biriyle kendi arasýnda çýkar birliði var diye düþünüyors
gönencini kendi gönenci, yoksunluðunu kendi yoksunluðu sayýyorsa, en çok onu sever (111)."
"Bekçiler arasýndan, yaþamlarý boyunca devletin çýkarýna olacaðýný bildikleri iþlere sarý
lacaklarý asla yapmak istemeyecekleri sýnanarak kesinleþenleri seçmeliyiz."
"Ýþte en uygun adamlar bunlardýr" dedi.
"Öyleyse onlarý her yaþlarýnda denemeli, bu kuralý ruhlarýnda tutabiliyorlar mý, bir büyü y
r zor onlara, devlete en yararlý olaný yapmak gerektiði düþüncesini unutturup býraktýrýyor
bakmalý bence."
"Býrakmadan ne anlýyorsun?"
"Sana söyliyeyim," dedim. "Görüyorum ki, bir düþünce ya isteyerek ya istemeyerek zihnimizde
çýkar; yanlýþ düþünceden, yanlýþ olduðu bize gösterilince isteyerek vazgeçeriz, bütün doðr
yerek."
"Ýsteðimizle olaný anlýyorum," dedi, "istemeyerek olaný çýkaramýyorum."
"Ne," dedim, "benim gibi sen de insanlarýn iyi þeylerden istemeyerek, kötü þeylerden istey
erek ayrýldýklarýný düþünmüyor musun? Gerçek üzerinde yanýlmak kötü bir þey, gerçeði taným
Gerçeðe uygun düþünmek sence gerçeði tanýmak deðil mi?"
"Evet , hakkýn var," dedi, "bence de insanlar doðru düþünceden istemeyerek yoksun kýlýnýrla
2)."
"Ýnsanlar ya aldatýldýklarýnda, ya gözleri kamaþtýðý zaman ya da zorlandýklarý zaman buna u
mi? (113)."
"Gene anlamýyorum" dedi.
"Anlaþýlan tragedya þairleri gibi konuþuyorum," (114) dedim. "Düþüncesini deðiþtiren ve unu
ma aldatýlmýþ diyorum, çünkü birinde zaman, ötekinde akýl yürütmesi, onu hiç farkýna varmad
. Anlýyor musun þimdi?"
"Evet."
"Bir aðrý ya da bir acý onlara düþünce deðiþtirtirse, bir zorun etkisi altýnda kalmýþlardýr
"Bunu da anladým," dedi, "doðru söylüyorsun."
"Gözleri kamaþmýþ olanlara gelince, kanýmca, bir zevkin sihri ya da bir korkunun etkisi al
týnda düþünce deðiþtirenlere sen de öyle dersin."
"Gerçekten," dedi, "aldatan her þey insanýn gözlerini kamaþtýrýr."
"O halde demin de dediðim gibi ruhlarýndaki kurallarýn, yani daima devlete en yararlý ol
aný yapmak gerektiði kuralýnýn en iyi bekçileri hangileridir diye araþtýrmalý (115).
Demek ki onlarý daha çocukken denemeli, bu kuralý unutturmaya, gençleri aldatmaya en elv
eriþli sorunlarla karþý karþýya býrakmalý ve aralarýndan unutmayaný, aldatýlamayaný seçmeli
naný da seçmemeli, deðil mi?"
"Evet."
"Onlarý zorluklarla, acýlarla, savaþýmlarla karþý karþýya býrakmalý ve bu koþullarda da ge
eleri yapmalý."
"Doðru" dedi.
"Üçüncü türden, yani onlarý birbiriyle karþýlaþtýrarak gözlerini kamaþtýrýcý þeyler karþýsý
lý ve korkak olup olmadýklarýný denemek için, onlarý da daha gençken korkunç þeylerle karþý
da zevke daldýrmalý, böylelikle altýnýn ateþle sýnanmasýnda gösterilen dikkatten daha büy
atle, her türlü baþtan çýkarýcýlýða dayanabiliyor mu, uygun davranýyor mu, kendi kendine v
mine baðlý kalýyor, kente bekçilik ediyor mu, bütün bu denemelerde ritim ve uyum kurallarýn
aðlýlýðýný koruyor mu, kýsacasý hem kendilerine, hem devlete en yararlý olabilecekler mi, d
malý. Çocukken, delikanlýyken, olgun adamken denenmiþ ve bu sýnavlarý sarsýlmadan baþarmýþ
etin önderliðine, koruyuculuðuna getirmeliyiz. Onu yaþarken de onurlandýrmalý, ölümünden so
onun için gömütler, anýtlar diktirerek en büyük armaðanlarý sunmalýyýz. Ama sýnavý baþaram
Glaukon," dedim, "ayrýntýya giriþmeden ilke olarak önderlerin ve devletin koruyucularýný
seçimi ve saptanmasý böyle olacaktýr."
"Bence de böyle olmalýdýr" dedi.
"Peki, devleti dýþarda düþmanlara karþý, içerde dostlara karþý tam anlamýyla korumasýný bil
tlarda kötülük etmek isteðini uyandýrmayan, düþmanlara kötülük etmek olanaðýný vermeyen ki
min koruyucu adýný verdiðimiz gençlere, önderlerin koyduðu kurallarýn korunmasýnda yardýmcý
rçekten doðru deðil midir? (116)"
"Bence doðrudur" dedi.
"Demin sözünü ettiðimiz gerekli yalanlar (117) arasýnda bir güzel yalan bulup, bu yalana bi
zat önderleri ya da salt öteki yurttaþlarý inandýrmak için bir çare var mýdýr acaba?"
"Nasýl bir yalan olacak bu?" dedi.
"Hiç yeni bir þey deðil," dedim, "bir Fenike masalý (118). Þairlerin dediðine göre aslýnda
rde olmuþ, ama bizde olmamýþ ve belki de hiç olmayacak; zaten insanlarý buna inandýrmak içi
e büyük bir hüner gerek ."
"Anlaþýlan bunu açýkça söylemekten çekiniyorsun," dedi.
"Söyledikten sonra, çekinmekte haklý olduðumu göreceksin" dedim.
"Korkmadan söyle" dedi.
"Ýþte söylüyorum; söylemeye nasýl cüret edeceðimi, hangi sözlerle anlatacaðýmý bilmediðim
aþlýyorum: En önce önderleri ve askerleri, sonra da geri kalan yurttaþlarý; bizim onlara ok
ttuklarýmýzýn, öðrettiklerimizin etkisi altýnda olduklarýna, aslýnda içinde yaþadýklarý her
na, gerçekte bir zamanlar, daha çocukken silahlarýyla ve bütün kiþisel eþyalarýyla birlikt
dilerinin de yerin altýnda biçimlendirildiklerini, sonra baþtan aþaðý iþlendikten sonra, t
ak ananýn onlarý yeryüzüne çýkardýðýna, þimdi de içinde yaþadýklarý ülkeyi analarý ve sütni
aldýran olursa, onu savunmalarý, yurttaþlarýna da ayný anadan, yani topraktan doðma kardeþl
gibi bakmalarý gerektiðine inandýrmaya giriþeceðim."
"Bu yalaný söylemeye öteden beri çekinmen boþuna deðilmiþ," dedi.
"Pek tabii," dedim. "Ama ne olursa olsun masalýn sonunu da dinle. Anlatmayý sürdüreceðiz v
e kentteki bütün insanlar kardeþtir, diyeceðiz, Ama tanrý sizi yaratýrken önder olmak için
ttýklarýna, doðduklarý zaman altýn katmýþtýr; bu yüzden en deðerlileridir; yardýmcýlara güm
atkârlara da demir ve tunç karýþtýrmýþtýr. Hepiniz ayný soydan olduðunuz için, çoðu zaman k
çocuklar yapacaksýnýz. Ama ola ki altýndan gümüþ, gümüþten altýn doðar, öbür madenler aras
olabilir. Bu yüzden tanrý, önderlere her þeyden önce ve büyük bir ýsrarla, doðan çocuklara
lik etmelerini, ruhlarýna bu madenlerden hangisinin katýlmýþ olduðunu büyük bir dikkatle ar
larýný buyurur; kendi çocuklarý tunçla veya demirle karýþmýþ olarak doðarlarsa, onlara asla
enlerine uyan görevler seçerek, onlarý ya zanaatkârlar ya çiftçiler arasýna atmalarýný, yo
a çiftçi çocuklarýndan altýn veya gümüþle karýþmýþ olarak doðan olursa, onlara deðer vermel
ekçiliðe, kimini de yardýmcýlýða çýkarmalarýný söyler. Çünkü demirden ya da tunçtan yapýlmý
koruyuculuk ettiði gün, kentin yok olacaðýný haber veren bir tanrý sözü varmýþ. Þimdi, yur
ala inandýrmak için bir çare biliyor musun?"
"Bunlarýn kendilerini nasýl inandýracaðýz, hiç bilmiyorum" dedi. "Ama oðullarý, gelecek kuþ
e daha sonraki insanlar için bir çare bulunabilir."
"Ama bu bile onlarýn devletle ve birbirleriyle daha yakýndan ilgilenmelerine yarar,"
dedim. "Çünkü ne düþündüðünü aþaðý yukarý anladým.
Fakat býrakalým masalýmýzý, talih nereye götürürse, oraya gitsin (120). Biz, topraktan doðm
eri silahlandýrarak, önderlerinin yönetimi altýnda ileri sürelim. Gelip kentte ordugâh kurm
k için en güzel yeri seçsinler, oradan içerdekileri, yurttaþlardan yasalara uymayanlarý kol
yca önleyebilsinler, dýþardakiler yani düþman, sürüye dalan bir kurt gibi saldýracak olursa
oyabilsinler. Orada konakladýktan, gereken tanrýlara kurban kestikten sonra, yatacak
yerlerini hazýrlasýnlar, öyle deðil mi?"
"Öyle olmalý, dedi."
"Konakladýklarý bu yerlerin, onlarý kýþýn soðuktan, yazýn sýcaktan korumasý da gerekir, deð
"Tabii öyle" dedi, "konutlardan söz ediyorsun herhalde."
"Evet," dedim, "ama bunlar askerlere uygun olacak, tüccarlara deðil."
"Aralarýnda ne fark var, sence?"
"Sana söylemeye çalýþacaðým," dedim. "Çobanlar için en feci, en çirkin þey sürüleri bekleme
ne yardýmcý olarak yetiþtirdikleri köpeklerin küstahlýk, açlýk veya baþka bir kötü huy yüzü
etmeye kalkýþmalarý ve köpekten çok kurda benzemeleridir."
"Feci bir þey olurdu." dedi.
"Yardýmcýlarýmýzýn yurttaþlara böyle bir þey yapmalarýný, onlardan üstündürler diye iyi niy
eðil de, zalim hükümdarlara benzemelerini önlemek için her çareye baþvurmalý deðil mi?"
"Baþvurmalý" dedi.
"Gerçekten iyi eðitim görmüþlerse, bu duruma düþmemek için en etkili silahý edinmiþ olurlar
"
"Eðitim gördüler ya" dedi.
Ben de dedim ki: "Bunu ileri sürmek doðru deðil, (121) sevgili Glaukon. Ancak, kendi k
endilerine ve koruyuculuklarýný üstlendikleri kiþilere iyi davranmaya en büyük deðeri biçme
gerekiyorsa, onlara az önce dediðin gibi, hangisi olursa olsun doðru bir eðitim verilmes
i gerekir demek yanlýþ olmaz."
"Hakkýn var" dedi.
"Aklý baþýnda bir adam der ki, bu eðitimin yaný sýra , onlarýn bir de konutlarý ve olabildi
yi bekçilik etmelerine engel olmayacak, onlarý öbür yurttaþlara kötü davranmaya yöneltmey
baþka varlýklarý da olmalý."
"Doðru söylemiþ olur" dedi.
"Bak bakalým," dedim, "böyle olmalarý için, onlara þu yaþama ve oturma yöntemini benimsetme
i mi: Önce zorunlu gereksinimlerinden baþka, hiç kimsenin tek baþýna sahiplendiði bir þeyi
mayacak; kimsenin, herkese açýk olmayan evi veya kileri olmayacak; yiyecekleri de ak
lý baþýnda ve gözüpek savaþçýlara yaraþan besinler olacak; miktarý saptandýktan sonra, bek
larak öbür yurttaþlarýn bir yýllýk gelirlerinden ne fazla, ne eksik alacaklar; ortak yemekl
re gidip gelerek, savaþ sýrasýndaki askerler gibi hep birlikte yaþayacaklar. Gümüþ ve altý
lince, onlara diyeceðiz ki, ruhlarýnda tanrýlarýn koyduðu tanrýsal gümüþ, tanrýsal altýn he
dýr, insanlarýnkine gereksinimleri olamaz; kendi altýn varlýklarýný insanlarýn altýnýyla ka
rletmek haramdýr, çünkü herkesin kullandýðý para yüzünden cinayetler iþlenmiþtir, halbuki r
ltýn tertemizdir; kenttekiler arasýnda yalnýzca onlara altýnla gümüþe dokunmak, onlarý kull
, onlarla ayný çatý altýnda oturmak, süslenmek ve altýn veya gümüþ bardaktan içmek yasaktýr
dileri korunacak ve kenti koruyacaklar. Ama topraða, evlere, paraya sahip olurlars
a, bekçiyken ev sahibi ve çiftçiye, öbür yurttaþlarýn dostlarýyken düþmanlarýna ve zalim e
r ; bütün yaþamlarýný nefret ederek ve nefret edilerek, tuzak kurmak ve tuzaða düþmek, dýþ
lardan çok içerdeki düþmanlarýndan korkarak geçirecekler ve kendileri de, devlet de yok olm
ya doðru gidecektir. Ýþte bütün bu nedenlerden," dedim, "koruyuculara, konutlarý ve sahip
lduklarý öbür þeyler hakkýnda bu ilkeleri koymalarý gerektiðini söyleyelim; bunlarý bir yas
saptayalým mý ? (122)"
Glaukon da, "Kesinlikle yasalaþtýrmalýyýz" dedi.

YUNAN SES SÝSTEMÝ (*)

Systema teleion (ametabolon):


a' g' f' e' d' c' h a g f e d c H II A.
1. e' d' c' h II a g f e dorios
2. a g f e d c H II A hypodorios (aiolios)
3. h' II a' g' f' e' d' c'h hyperdorios (miksolydios)
4. d' c' h a II g f e d phrygios
5. g f e d c H A II G hypophrygios (ionios)
6. a' II g' f' e' d' c' h a hyperphrygios (lokrios) = hypodorios
7. c' h a g II f e d c lydios
8. f e d c H A G II F hypolydios
9. g' II f' e' d' c' h a g hyperlydios (syntonolydios) = hypophrygios.

Yunan ses sistemi dört tetrakorttan (kvart) oluþuyordu. Bunlarýn iki üst ile iki alt tet
rakordu aralarýnda ortak bir sesle (synaphe) baðlýydý, oysa iki orta tetrakort bir tam s
esle (diazeuksis) birbirinden ayrýlmýþtý. Ýki oktavýn tamamlanmasý için en alta A sesi (pro
anomenos) eklenirdi. Asýl tetrakort iki tam, bir yarým sesten oluþan ve yukardan aþaðý inen
dor tetrakorduydu. Birbirine baðlý olmaksýzýn yanyana getirilen bu tetrakortlardan ikisi
dorios makamýný oluþturur.(1) Üst tetrakordun alt oktava getirilmesiyle hypodorios maka
mý (2), alt tetrakordun üst oktava getirilmesiyle hyperdorios makamý (3) ortaya çýkar.
Phrygios makamý d' -d-ye (4) kadar uzanýr; hypophrygios (5) ile hyperphrygios (6) ma
kamlarý da hypodorios ve hyperdorios makamlarý gibi oluþur. Ayný biçimde Iydios makamýndan
7) da hypolydios (8) ile hyperlydios (9) makamlarý yapýlabilir.
Platon'un reddettiði hüzünlü makamlar þunlardýr: Miksolydios (3) ile hyperlydios (9) ve bun
ara yakýn olan 2, 6 ve 8 numaralý makamlar. Ionios (5) ile Iydios (7) makamlarý gevþek o
lduklarý için reddediliyorlar. Yalnýzca dorios (1) ve phrygios (4) makamlarý kabul edili
yor.
Bu iki makam birden yalnýz 9 ses (e' - d-ye) üzerine uzandýðýna göre, bu makamlarla bestele
miþ þarkýlara eþlik etmek için 9 telli Lyra (Lir) ya da Kithara (Gitar / mandolin) yeterli
ydi. Bu nedenle Platon "arp"lara benzer çok telli sazlarý safdýþý býrakabiliyor. Platon ayn
içimde aulos'u da reddeder. Aulos deðiþik büyüklükte ve deðiþik akortlarla yapýldýðý için P
tiði makamlarý da vermeye elveriþliydi. Çobanlar içinse birkaç düdüðün bir araya getirilmes
n syrinks (çoban flâvtasý) yeter sayýlýyor.

DEVLET
IV

SOKRATES (anlatmayý sürdürüyor) :

Sonra Adeimantos söz alarak: "Peki, Sokrates;" dedi. "Ama biri çýkar da senin bu adaml
arý pek de mutlu kýlmadýðýný söylerse (1), kendini nasýl savunacaksýn? Hem de kendi yanlýþl
u olmayacaklarmýþ. Çünkü aslýnda kente (2) egemen olduklarý halde kentten hiçbir nimet elde
eyecekler (3); baþka hükümdarlar gibi toprak sahibi olmayacaklar; güzel, büyük evler kurdur
p bu evlere yakýþýr biçimde dayayýp döþeyemeyecekler; tanrýlara kendi adlarýna kurban kesem
er, kimseyi evlerinde konuk edemeyecekler; demin saydýðýn nimetleri, altýn ve gümüþü, bahtý
larýn kullandýklarý þeyleri ellerinde bulunduramayacaklarmýþ. Bu durumda, demek ki koruyucu
ar, kentte oturan ve kenti korumaktan baþka hiçbir iþi olmayan ücretli askerler gibi ola
caklar, denebilir."
"Evet'' dedim. "Üstelik bunlar boðazý tokluðuna çalýþan, ötekiler gibi besinden baþka ücret
ayan kimselerdir. Öyle ki, kendi keyifleri için yolculuk etmek, yosmalara para yedir
mek veya bahtlý sayýlanlarýn harcadýklarý gibi, her hangi bir yere para harcamak isterlers
e, onlara izin verilmeyecektir. Ýþte bunlarý ve bunun gibi birçok þeyleri iddianamenin dýþý
aktýn.''
"Peki'' dedi, "Bunlar da iddianameye katýlsýn bakalým.''
"Nasýl savunacaðýz mý diyorsun?''
"Evet.''
"Benim düþünceme göre'' dedim, "neler söylememiz gerektiðini ayný yoldan yürüyerek bulacaðý
durumlarýnda çok mutluysalar, bunda þaþýlacak bir þey yok, diyeceðiz. Ama biz kentimizi, b
nte olabildiðince büyük bir mutluluk saðlamak için kuruyoruz (4), bir sýnýf diðerlerinden d
utlu olsun diye deðil. Çünkü, böyle kurulmuþ bir kentte adaleti (5), en kötü biçimde yöneti
entte ise adaletsizliði kolayca belirleyebileceðimizi ve bunlarý gördükten sonra, uzun zam
andan beri üzerinde durduðumuz konu hakkýnda bir yargýya varabileceðimizi sandýk. Ama þimdi
anýrým, düþlemimizde mutlu bir kent kuruyoruz; istemimiz, birkaç kiþiyi ayýrýp mutlu etmek
tüm kenti mutlu etmektir. Biraz sonra tam karþýt bir durumu gözden geçireceðiz (6). Nasýl k
ir yontuyu boyarken (7), biri gelip vücudun en güzel yerlerine en güzel renkleri koyma
dýðýmýzý, örneðin yüzün en güzel yeri göz olduðuna göre, gözü erguvan rengine boyayacak yer
ek kusur bulursa, ona: 'Ey garip insan (8), sakýn gözleri °ya da baþka bir uzvu, göz biçimi
den çýkaracak, kendine benzemeyecek kadar güzel boyamak gerektiðini sanma! Sen asýl, her o
rgana yakýþan renkleri koyarak, yontunun bütününü güzel yapýp yapmadýðýmýza dikkat et' derd
i, þimdi de koruyuculara (9), onlarý koruyucudan baþka her þey yapacak bir mutluluk saðlam
amýz için bizi zorlama. Örneðin çiftçilere de bayramlýklar giydirip altýnlar takar, topraðý
eri kadar iþlemelerine; öte yandan çömlekçilerimizin de yan gelip ateþ çevresinde kadeh tok
arak yiyip içerken, tornalarýný yanlarýna alýp istedikleri kadar çömlek yapmalarýna izin ve
irdik. Yine tüm kent mutlu olsun diye, diðer bütün yurttaþlarý da bu biçimde mutlu kýlabili
Ama sakýn böyle bir þeyi aklýmýza koyma. Çünkü seni dinledik mi, ne çiftçi çiftçi olur, ne
devletin varlýðý için gereken bu mesleði yapacak bir kimse bulunur. Ama koruyuculardan baþ
asý için bu o kadar önemli deðildir; çünkü eskiciler kötü olurlarsa, eskici olmadýklarý hal
eçinirlerse, bunda kent için korkulacak bir þey yoktur. Ama yasalarýn ve kentin koruyucu
larý olan kiþiler aslýnda koruyuculuk yapmadýklarý halde koruyucu yerine geçerlerse, kuþkus
bütün kenti baþtan aþaðý mahvederler. Öte yandan kentin iyi durumda ve mutlu olmasý da yal
nlarýn elinde olur(10). Ancak, biz gerçek koruyucular, yani kente hiç kötülüðü dokunmayan k
cular yaratýyoruz; ama bizi eleþtiren kiþi, kente her kötülüðü yapabilecek olan (11), sank
devlet iþinde deðil de bir halk eðlencesinde bulunuyormuþcasýna þölenler veren mutlu kimse
düþlüyorsa, büyük bir olasýlýkla kentten deðil de, baþka bir þeyden söz etmektedir. Öyleys
de durmalýyýz: Acaba kente koruyucular koymaktaki amaç, onlarý olabileceði kadar mutlu etm
ek midir? Yoksa kentin tümünü göz önünde tutup, tümünde mutluluk olup olmadýðýna mý dikkat
rdýmcý ve koruyucularý da onlar için koyduðumuz düzeni uygulamaya mý zorlamalý? Hem onlarý,
rlerini, üstlerine düþen görevleri en iyi biçimde yapmaya ikna ederek, bütün kent geliþip i
tilmeye baþlayýnca, her sýnýfýn doðanýn nasip ettiði mutluluk payýný almasýna izin mi verme
de durulacak nokta budur.''
"Ýþte, sanýrým iyi konuþtun''dedi.
"Peki'' dedim, "bakalým, buna benzeyen þu konuda da gereði gibi konuþtuðumu kabul edecek m
isin?"
"Hangi konuda?''
"Ýki þeyin, tüm çalýþanlarý iþlerini yapamaz duruma getirecek kadar bozup bozmadýðýný gözde
"Hangi iki þey?''
"Zenginlik ve yoksulluk.''
"Nasýl?''
"Þöyle: Çömlekçi zengin olunca zanaatýyla uðraþmak ister mi?''
"Hiçbir biçimde.''
"Gittikçe daha tembel ve ahlâksýz olmayacak mý?''
"Evet, olacak.''
"Öyleyse çömlekçi kötüleþmez mi?''
"Hem de çok'' dedi.
"Öte yandan, yoksulluðu yüzünden deðiþik araç veya zanaatý için gerekli baþka þeyleri saðl
racaðý iþ kötü olacak, hem de, örneðin zanaatýný çocuklarýna ya da baþkalarýna öðretirse, o
k.''
"Baþka türlü olabilir mi?''
"Öyleyse her iki durumda da, hem yoksulluk hem zenginlikte, o zanaatýn durumu kötüleþecek,
bu zanaatlarla uðraþanlarýn durumu da.''
"Apaçýk.''
"Demek ki, koruyucularýn ne yapýp yapýp kente gizlice sokulmasýný kesinlikle önleyecekleri
kinci bir þey bulduk.''
"Hangisi bu?''
"Zenginlik ve yoksulluk'' dedim. "Çünkü biri sefahat, tembellik, deðiþiklik sevdasýný doður
ki, deðiþiklik sevdasý doðurduðu gibi insaný küçültür, kötü iþ çýkarmasýna neden olur.''
"Çok doðru'' dedi. "Ama, Sokrates, þu noktayý da düþün: Kentimiz, parasý olmazsa nasýl sava
le güçlü ve zengin bir kentle savaþmak zorunda kalýrsa?''
"Gayet açýk ki'' dedim "tek bir kente karþý savaþ biraz güç olurdu, ama böyle iki kente kar
olaydýr.''
"Bu nasýl olur?'' dedi.
"Önce'' dedim "olur da savaþa tutuþmak gerekirse, savaþ için yetiþmiþ birer atlet olan bu k
r zengin insanlarla savaþmayacaklar mý?''
"Orasý öyle'' dedi.
"Öyleyse ne istersin, Adeimantos?'' dedim. "Yalnýzca bu iþ için hazýrlanmýþ bir yumruk dövü
ayan iki kiþiyle, hem de zengin ve yaðlý iki kiþiyle, kolayca baþa çýkamaz mý sanýrsýn?''
"Ýkisiyle birden, belki güç olur'' dedi.
"Kaçar gibi yapýp birden geri dönerek hep kendini en yakýndan izleyene vuran ve bunu çoðunl
kla güneþin alnýnda ve boðucu sýcaklarda yineleyebilen bir sporcu, bunun gibi birkaç adamla
baþa çýkamaz mý dersin?''
"Kesinkes baþarabilir", dedi, "bunda þaþýlacak bir þey yok.''
"Peki, sence zenginlerin savaþ bilgisi, savaþ deneyimleri de yumruk dövüþçülüklerinden daha
ldir, deðil mi?''
"Evet, deðildir'' dedi.
"O halde bizim atletlerimiz, sayýsý iki üç kat fazla olan insanlarla kolayca savaþabilecek
ler.''
"Bunu teslim ederim'' dedi, "bana haklýsýn gibi geliyor.''
"Ne dersin? Öteki kente bir kurul gönderip gerçeði söyletseler: Biz ne altýn, ne de gümüþ k
zaten bunlar bizim için önemli deðil, ama sizin için önemli; o halde bizimle birlikte savaþ
karþý tarafýn zenginliklerini siz alýn'' dedirtseler, bu sözleri iþitenlerin semiz ve gevþe
oyunlara karþý köpeklerle birleþmek yerine, dinç ve kaslý köpeklere karþý savaþmayý yeðleye
mýsýn?''
"Sanmam'' dedi, "ama bir kent, ötekilerin bütün zenginliklerini kendinde toplarsa, sakýn
bu zenginlik zengin olmayan için tehlikeli olmasýn, dikkat et.''
"Þimdi kurmakta olduðumuz kentten baþka türlüsünün kent denmeye layýk olduðunu sandýðýn içi
'' dedim.
"Peki, ama ne diyelim?" dedi.
"Kentimizden baþka kentlere daha büyük adlar vermeli'' dedim. "Çünkü her biri, oyuncularýn
iði gibi (12), bir kent deðil, birçok kenttir; hiç deðilse birbirine düþman iki kent, yoksu
rýn ve zenginlerin kenti. Bunlarýn her birinde de birçok kent vardýr. Þimdi bunlara bir ke
nt diye saldýrýrsan, belki kaybedersin; ama birçok kent diye saldýrýrsan, bir bölümünün ser
gücünü, hatta kendilerini öteki bölüme vermekle, birçok yandaþ kazanacaksýn, düþmanýn da a
in kentin de, demin konulan düzene göreï usluca yönetildiði sürece, büyük olacak, hatta bin
azla savaþçýsý olmasa bile. Çünkü ne Yunanlýlarda, ne barbarlarda bu anlamda büyük olan tek
e kolay kolay raslayamayacaksýn. Ama görünüþte büyük, hatta kentimizden çok daha büyük çapt
lere çok sýk raslayacaksýn. Böyle düþünmüyor musun yoksa?''
"Zeus hakký için'' dedi, "hiç böyle düþünmez olur muyum?''
"O halde'' dedim, "yönetenlerimiz kenti ne büyüklükte tutmalý, baþka topraklardan vazgeçmek
luyla, kentin büyüklüðüne oranla ne büyüklükte bir toprak ayýrmalýlar, bu konuda, yöneticil
l sýnýr þu sýnýr olacak, deðil mi?''
"Hangi sýnýr ?'' dedi.
"Bence þöyle bir sýnýr'' dedim. "Kent geniþlerken bir tek kent olarak kaldýkça, büyüsün; am
zla deðil."
"Çok güzel'' dedi.
"O halde koruyuculara þu buyruðu da verelim: her çareye baþvurarak, kentin ne çok küçük, ne
de büyük bir kent olmamasýna, kendine yeter ve tek kalmasýna dikkat etsinler.''
"Demek ki onlara basit bir ödev vereceðiz'' dedi.
"Yukarýda (13) sözünü ettiðimiz buyruk bundan da basitti'' dedim. "Koruyucularýn iþe yarama
uklarý doðarsa, onlarý öteki sýnýflara; baþka sýnýflardan yetenekli bir çocuk doðarsa, onu
a göndermek gerektiðini söylemiþtik. Bununla, yurttaþlardan kim, hangi iþ için yaratýlmýþsa
iþi, herkesin yalnýzca kendi iþini yapmasý gerektiði gösterilmek isteniyordu. Öyle ki, her
kendi göreviyle uðraþýp birçok deðil, bir tek insan olur ve böylece kent de birçok kent de
l olarak tek bir bütün olur.''
"Gerçekten bu, ilk söylediðimizden de basit bir iþ'' dedi.
"Benim iyi Adeimantosum'' dedim, "gerçi birileri, onlara verdiðimiz görevlerin aðýr ve güç
uðunu düþünebilir, ama aslýnda bu görevler basittir; yeter ki koruyucular Büyük, büyük yeri
diyeyim, bir tek þeyi (14) korusunlar.''
"Hangisi bu ?'' dedi.
"Öðretim ve eðitim" dedim; "çünkü onlar iyi bir eðitim sayesinde aklý baþýnda kimseler olur
bunlarý kolayca anlayacaklar. Þimdi bir yana býraktýðýmýz baþka iþlerin de, kadýn almak, ev
uk yapmak iþlerinin de olabildiði kadar 'dostlar arasýnda ayrý gayrý olmasýn' diyen ata söz
e yapýlmasý gerektiðini kavrayacaklar (15).''
"Çok doðru olur'' dedi.
"Kuþkusuz," dedim, "devletin edimi bir kez iyi bir yola yöneldi mi, bir daire gibi g
eniþleye geniþleye ilerler. Çünkü yetkin bir öðretim ve eðitim iyi varlýklar yaratýr. Bu ye
lar da o eðitimle yoðrularak hem her bakýmdan, hem doðurma yeteneði bakýmýndan birincilerde
aha iyi olurlar. Týpký diðer yaratýklarda olduðu gibi.''
"Öyle olmalý'' dedi.
"Yani iki sözcükle söylersem: Kentle ilgili olanlar, bir ilkeyi her þeyden önce korusunlar
, farkýna varýlmadan bozulmamasýna dikkat etsinler, yani idman ve müzik alanýnda usule ayký
hiçbir yenilik yapýlmasýn. Olur da 'Ýnsanlar en çok þarkýcýlarýn söylediði en yeni þarkýlar
(16) denirse, belki biri þairin yeni bir þarký söyleme usulünü kastettiðini düþünür ve bunu
yla, bu ikisi olabildiði kadar iyi korunsun. Bu düþünceyi ne övmeli, ne de þairin bunu söyl
k istediðini sanmalý. Çünkü yeni bir müzik yöntemi benimsemekten, her þeyi tehlikeye düþürm
la kaçýnmalý. Çünkü Damon'un sözüne (17) ve benim kanýma göre, müzik usulü, hiçbir yerde d
l yasalarýna dokunmadan deðiþtirilemez.''
"Haydi beni de buna inananlarýn arasýna koy.''
"Anlaþýldýðýna göre'' dedim, "koruyucularýn kalesi burada, müzik alanýnda kurulmalý.''
"Herhalde'' dedi, "bu alanda yasalardan sapma, kolayca, sinsi sinsi olur.''
"Evet'' dedim, "sanki oyun oynanýyormuþ ve bu sapmadan hiçbir kötülük gelmezmiþ gibi.''
"Gerçekten de'' dedi, "müzik yasalarýndan sapma, azar azar yerleþip sinsi sinsi görenekler
imize ve çalýþma biçimlerimize sokulur; buradan, daha da güçlenerek insanlar arasýndaki ili
re iner. Bu iliþkilerden de büyük bir küstahlýkla, Sokrates, yasalara ve devlet iþlerine ya
, sonunda da özel ve genel yaþamda ne varsa, hepsini alt üst eder (18).''
"Peki'' dedim, "gerçekten bu böyle midir?''
"Sanýrým'' dedi.
"O halde, baþtan söylediðimiz gibi, çocuklarýmýz küçük yaþtan yasalara daha uygun (19) oyun
alýlar, deðil mi? Çünkü oyunlar ve çocuklar yasalardan ayrýlýrsa, bu çocuklar, yasalara bað
nsanlar olarak yetiþebilirler mi ?''
"Hiç olabilir mi?'' dedi.
"O halde çocuklar daha küçükken güzel oyunlar oynamaya baþlayýp yasalara baðlýlýðý müzik ar
irirlerse, demin sözünü ettiðimiz çocuklarýn aksine, yasalara baðlýlýk her iþte bunlara eþl
zanýr, kentte bir yana atýlmýþ bir þey varsa, onu yeniden kalkýndýrýr.''
"Çok doðru'' dedi.
"O halde'' dedim, "bunlar kendilerinden öncekilerin büsbütün önemsiz sayýp býraktýðý kurall
lar.''
"Hangilerini?''
"Örneðin þuna benzer kurallarý: Gençlerin, yaþlýlarýn yanýnda yakýþýk aldýðý gibi, susmalar
yaða kalkmalarýný, ana babalarýna saygý göstermelerini; saç kesmede, giyim kuþamda, tavýr v
nýþlarýnda ve bunun gibi her iþteki kurallarý. Böyle sanmaz mýsýn?''
"Sanýrým.''
"Ama bunu yasalaþtýrmak safdillik olur, sanýrým; çünkü bu iþler hakkýnda sözle, yazýyla kon
r ne uygulanabilir, ne de uzun ömürlü olabilir.''
"Hiç olabilir mi?''
"Bir insan, Adeimantos'' dedim, "gördüðü eðitimin etkisiyle hangi yola götürülürse, büyük o
lda yürümeyi sürdürür. Yoksa benzer benzerini daima kendine çekmez mi?
"Tabii çeker.''
"Sonunda da, bence her yönden tam, belirgin damgasý olan bir birliðe eriþilir diyebiliri
z. Ýyi ya da kötü bir birlik.''
"Gayet tabii'' dedi.
"Ýþte bunun için'' dedim, "bu gibi þeyleri yasalaþtýrmaya giriþmek istemezdim.''
"Hakkýn da olurdu'' dedi.
"Ama tanrýlarýn hakký için'' dedim, "pazarda olup biten iþlerle ilgili, örneðin vatandaþlar
rda birbirleriyle yaptýklarý sözleþmelerle; hatta istersen, zanaatçýlarýn sözleþmeleriyle,
ve kötü davranýþlarla, mahkemeye çaðýrmayla, yargýç atamayla, pazarda, limanda alýnmasý ya
i gereken vergilerle; pazardaki, kentteki, limandaki birtakým iþlerle ya da buna ben
zer baþka iþlerle ilgili kurallar varsa, bunlardan birini yasa haline getirmeye kalkýþac
ak mýyýz?''
"Yok, hayýr'' dedi "ruhu soylu olan insanlara emretmek yakýþýk almaz; çünkü bunlar yasa hal
getirilmesi gereken þeylerin birçoðunu zaten kolayca bulacaklar.''
"Evet, dostum'' dedim, "eðer tanrý yukarýda gözden geçirdiðimiz yasalarýn korunmasýný onlar
se.''
"Yoksa'' dedi, "onlar en iyisini bulacaklarýný sanarak birçok yasa koyup sonra düzeltmek
le ömür tüketecekler.''
"Bunlarýn,'' dedim, "hasta, ama kendilerini tutamadýklarý için kötü bir yaþayýþý býrakmak i
stalar gibi yaþayacaklarýný söylüyorsun.''
"Tam öyle.''
"Doðrusu çok hoþ bir ömür sürerler; çünkü hekimlere baþvururlar, ama türlü türlü dert edini
maktan baþka bir þey elde edemezler ve biri kendilerine bir ilaç verirse, hep bu ilaç on
larý iyi edecek diye umarlar.''
"Evet'' dedi, "bu gibi hastalarýn hali iþte budur.''
"Peki, bu da hoþ deðil mi'' dedim, "gerçeði söyleyeni: Sarhoþluktan, týka basa yemekten, ça
n, aylaklýktan vazgeçmezlerse, ne ilaç, ne daðlama, ne ameliyat, ne büyü, ne muska ve bunun
gibi bir þeyin kâr etmeyeceðini söyleyeni en büyük düþman saymalarý da hoþ deðil mi?''
"Bu o kadar hoþ deðil'' dedi, "çünkü doðruyu söyleyene kýzmak hoþ olmaz.''
"Anlaþýlan'' dedim, "bu gibi adamlarý övmeye hiç gönlün yok.''
"Zeus hakký için yok'' dedi.
"O halde bütün kent demin söylediðimiz gibi yapsa, bunu da övmeyeceksin. Sence, kötü yöneti
alde yurttaþlarýna kentin genel düzenine dokunmayý yasaklayan ve eðer biri böyle bir iþe gi
se, öldürüleceðini ilan eden kentler de týpký bu hastalar gibi davranmýþ olmazlar mý? Oysa
yönetim altýnda yaþayanlarýn hoþuna gitmek için çalýþýp dalkavukluk eden; onlarýn yüzüne g
ezmeye çalýþan, bu arzularý yerine getirmekte büyük bir ustalýðý olan kiþi, iyi, çok bilge
yýlmayacak mý, onlardan çok saygý görmeyecek mi? (20)''
"Evet'' dedi, "ben de tam böyle yaptýklarýný sanýyorum. Bunu hiç de övmem.''
"Peki, öte yandan bu gibi kentler için çalýþmak isteyenlere, bu iþe hazýr olanlara ne dersi
Bunlarýn gözüpekliðine, yumuþak baþlýlýðýna hayran olmaz mýsýn?''
"Olurum'' dedi, "yalnýzca bu kentler tarafýndan aldatýlan ve halk övdüðü için kendilerini g
n politikacý sananlarý deðil.''
"Ne diyorsun? Bu adamlarý mazur görmez misin? Yoksa...'' dedim. "Ölçmesini bilmeyen bir
adama, birçok kimse boyunun dört arþýn olduðunu söylese, o kendinin böyle olduðuna inanmaya
sence?
"Ýnanmamasý mümkün deðil'' dedi.
"Öyleyse kýzma, bu gibi kimseler pek hoþturlar: Yukarýda gözden geçirdiðimiz türden yasalar
rlar ve yeni düzenlemeler yapmaya giriþirler. Sözleþmelerdeki, az önce sözünü ettiðim iþler
lere bir son vereceklerini sanýrlar, ama gerçekten Hydranýn baþlarýný keser gibi (21) davra
dýklarýný bilmezler.''
"Gerçekten'' dedi, "tam böyle davranýrlar.''
"Öyleyse, benim düþünceme göre'' dedim, "gerçek bir yasa koyucu, ne kötü, ne iyi yönetilen
tte, bu türden yasalarýn yazýlmasý ve bu türden devlet yönetimiyle uðraþmamalý. Birinde, hi
ramayacaðý için; ötekinde, herhangi bir kimse bunlarýn bir kýsmýný kendiliðinden bulabilece
kalan kýsýmlarý da, kendiliðinden, var olan yaþama biçiminden çýkacaðý için.''
"O halde'' dedi "yasa koyma konusunda bize daha ne kaldý?''
"Bize hiçbir þey kalmadý'' dedim "Delphoi'daki Apollon'a yasalarýn en temel ve en güzeller
ini yapmak düþer.'' (22)
"Hangilerini?'' dedi.''
"Tapýnaklarýnÿ kuruluþu, kurbanlar, tanrýlara, daimonlara (23), kahramanlara (24) kesilen
kurbanlar, törenler, ölülerin mezarlarý, öteki dünyadakilerin yardýmýnýn saðlanmasý için ya
erle ilgili yasalar. Çünkü bu türlü iþleri biz bilmeyiz ve bir kent kurarken, eðer aklýmýz
bunlar hakkýnda atalarýmýza akýl verenden baþka hiç kimseye danýþmayacaðýz. Çünkü bu tanrý,
asýnda, göbeðinde (25) oturup bu konularda atalarýna akýl verdiði gibi bütün insanlara da a
ir.''
"Güzel söylüyorsun'' dedi "böyle yapmalý.''
"Öyleyse," dedim "ey Ariston'un oðlu, iþte sana kenti kurduk. Bundan sonra bir yerden
yeterli bir ýþýk saðlayýp bu kentte inceleme yap. Kardeþini, Polemarkhos'u ve ötekileri çað
e adalet, nerede adaletsizlik vardýr, hangi noktada bu ikisi birbirinden farklýdýr, ta
nrýlardan ve insanlardan gizli olsun veya olmasýn (26), mutlu olmak isteyen kimse bu
nlardan hangisini elde etmeye çalýþmalý, bunlarý görebilir miyiz, bir bakalým.''
Glaukon: "Boþuna konuþuyorsun'' dedi., "Çünkü sen elindeki bütün olanaklarý kullanýp her ça
arak adaletin yardýmýna koþmamanýn, senin için bir günah olduðunu söyleyip (27) bu iþi ince
erine aldýn.''
"Bana anýmsattýðýn doðru'' dedim. "Sözümde durmalýyým, ama bana siz de yardým etmelisiniz.'
"Peki'' dedi "ederiz.''
"Þimdi'' dedim "aradýðýmýzý þöyle bulacaðýmý umuyorum: Bence, eðer iyi kurulduysa, kent her
''
" Böyle olmasý zorunlu" dedi.
"O halde, kentin bilge, gözüpek, ölçülü ve adaletli olduðu apaçýk.'' (28).
"Apaçýk.''
"O halde, kentte bu dördünden hangisini bulursak, geri kalanlar bulamadýklarýmýz olmayaca
k mý?'' (29)
"Þüphesiz.''
"Bu, bir yerde bulunan dört þeye benziyor. Bu dört þeyden bir tanesini arasak, önce aradýðý
nca onunla yetiniriz; ama öteki üçünü önce bulursak, böylelikle aradýðýmýzý da bulmuþ oluru
, geri kalandan baþka bir þey deðildir.''
"Sözlerin doðru'' dedi.
"O halde, madem ki bunlar da dört tane, ayný þekilde araþtýrmalýyýz, deðil mi?''
"Gayet tabii."
"Sanýrým ilk görünen bilgeliktir; onun da göze çarpan bir garipliði var.''
"Ne gibi bir gariplik?'' dedi.
"Gözden geçirdiðimiz kentin gerçekten bilge olduðunu sanýyorum; çünkü doðru kararlar veren
kenttir.''
"Evet.''
"Peki, doðru kararlar vermek de baþlý baþýna bir tür bilgi deðil midir? Çünkü insanlar bilg
riyle deðil bilgileriyle doðru kararlar verirler.''
"Apaçýk.''
"Ama kentte her türden birçok bilgi var.''
"Elbette.''
"Öyleyse kente, örneðin dülgerlerin bilgisi yüzünden mi bilge, doðru kararlar veren demeli?
"Hiçbir þekilde"dedi. "Bu bilgi yüzünden kente olsa olsa dülgerlikte usta denebilir.''
"Demek ki, tahtadan yapýlmýþ iþlerdeki bilgisi yüzünden ve bu iþlerin en iyi biçimde nasýl
karar verdiði için kente bilge denemez.''
"Denemez.''
"Peki, tunçtan ya da bunun gibi bir madenden yapýlmýþ eþyalar konusundaki bilgisi yüzünden
kente bilge demeli'?''
"Hayýr, bunlarýn hiçbiri yüzünden deðil'' dedi.
"Ürünün topraktan yetiþmesi hakkýndaki bilgi yüzünden de deðil; bununla tarýmda usta adýný
"Sanýrým.''
"Peki'' dedim "kurduðumuz kentteki bir kýsým yurttaþýn bildiði; kentteki iþlerin bir kýsmýn
ntin bütününü düþünen, yani nasýl olup da kent kendisiyle ve baþka kentlerle en iyi iliþki
bilir, bunu saðlayan bir bilgi var mýdýr?''
"Kesinlikle vardýr.''
"Hangi bilgi?'' dedim "ve kimlerdedir bu bilgi?''
"Bu bilgi koruyuculuk bilgisidir'' dedi. "Demin tam anlamýyla koruyucular adýný verdiðim
iz (31) önderlerdeki bilgidir.''
"O halde, bu bilgiye göre kenti nasýl adlandýrýyorsun?''
"Doðru kararlar veren ve gerçekten bilge olarak.''
"Peki'' dedim "kentte bu gerçek koruyucular mý çok olacak, yoksa demirciler mi?''
"Demirciler daha çok'' dedi.
"O halde'' dedim, "edindikleri bilgiye göre adlar alan baþkalarýnýn yanýnda, koruyucular a
zýnlýkta kalmazlar mý?''
"Hem de çok azýnlýkta kalýrlar.''
"O halde, doðaya uyarak kurulan kent, bir bütün olarak, bilge adýný, kendinin en küçük kýsm
bulunan ve onu yöneten en dar sýnýfýna ve bu kýsýmdaki bilgiye borçludur. Bu da, anlaþýldýð
reði sayýsý en az olan sýnýftýr. Bütün öteki bilgiler arasýnda, bilgelik adýna hak kazanan
n pay almak küçük bir sýnýfa düþer.'' (32)
"Çok doðru söylüyorsun'' dedi.
"Ýþte, dört taneden birini-bilmem nasýl oldu? - bulduk: Kendisini ve kentte bulunduðu yeri
.''
"Bence'' dedi, "bulduðumuz sonuç doyurucu.''
"Gözüpekliðe gelince, kendisini ve kentin neresinde (kente, bu yere göre, gözüpek de denir)
bulunduðunu görmek o kadar güç deðildir.''
"Nasýl?''
"Kente korkak ya da gözüpek diyen kimse'' dedim, "kent uðrunda çarpýþan, savaþan kýsmý mý,
a bir kýsmý mý göz önüne alýr?''
"Kimse'' dedi "baþka bir kýsmý göz önüne almaz.''
"Çünkü'' dedim "bence kentte baþkalarý korkak ya da gözüpek olsalar da, kente gözüpek ya da
dedirtemezler.''
"Evet, dedirtemezler.''
"Demek ki kent, bir bölümü yüzünden gözüpek de oluyor. Çünkü o bölümünde öyle bir güç vardý
r hakkýndaki yargýsýný her zaman korur; yani korkulacak þeylerin yasa koyucunun eðitim sist
minde gösterdiði þeyler olduðu yargýsýný. Yoksa sen buna gözüpeklik demez misin?''
"Dediðini çok iyi anlamadým, bir daha söyle'' dedi.
"Ben'' dedim "gözüpekliðin bir koruma olduðunu söylüyorum.''
"Ne gibi bir koruma?''
"Korkulacak þeyler nelerdir, ne gibi þeylerdir, bu hususta yasanýn eðitim yoluyla aþýldýðý
unmasý. Gözüpeklik bu kanýyý her zaman korur demekle, onu keder, sevinç, arzu ve korku için
daima koruduðunu ve bir yana atmadýðýný söylemek istedim. Ýstersen, bunu benzediðini sandýð
karþýlaþtýrayým.''
"Ýsterim tabii.''
"Kuþkusuz biliyorsun'' dedim. "Boyacýlar yünü erguvan rengine boyamak istedikleri zaman,
önce o kadar rengin içinden yalnýzca birini seçerler: Beyazý. Yün, boyanýn bütün parlaklýð
iye, hazýrlarken çok özen gösterirler, ancak bundan sonra boyaya batýrýrlar. Bu biçimde bo
, kumaþýn boyasý hiç çýkmaz. Ýster sabunla yýkansýn, parlaklýk akýp geçmez. Beyazdan baþka
maþ boyanýrsa ya da beyaz kumaþa bu ilk özen gösterilmezse, ne olur bilirsin.''
"Bilirim'' dedi "aðarýp gülünç bir þey olur.''
"Öyleyse,'' dedim "bizim de, askerleri seçip müzik ve idmanla eðittimiz zaman, elimizden
geldiði kadar buna benzer bir þey yaptýðýmýzý varsay; inan, tek amacýmýz, kumaþýn boyayý ç
lerin de yasalarý derin bir inançla benimsemelerini saðlamaktan baþka bir þey deðildir, ta
i korkulacak þeyler ve baþka þeyler hakkýndaki kanýlarý iyi tutmuþ olsun; renkleri bozacak
elikte olan çamaþýr tozu (33), küllü sulardan daha soldurucu olan zevk ve her temizleyici
maddeden daha güçlü olan acý, korku, tutku, renklerini almasýn. Ýþte böyle bir güce: Korkul
korkulmayacak þeyler hakkýndaki yasaya uygun kanýnýn her zaman korunmasýna gözüpeklik diyo
ve böyle nitelendiriyorum. Eðer buna eklenecek bir sözün yoksa?''
"Hiçbir sözüm yok'' dedi. "Çünkü sanýrým, bu sorunlar hakkýndaki kaný eðitimden gelmiyorsa,
yvanýn ya da bir kölenin kanýsý gibiyse, sen ona yasaya uygun (34) demezsin, hem de gözüpek
ikten baþka bir ad verirsin.'' (35)
"Çok doðru söylüyorsun'' dedim.
"Öyleyse bunun gözüpeklik olduðunu teslim ederim.''
"Teslim et'' dedim "hiç olmazsa, uygarca gözüpekliðin (36) bu olduðunu teslim et, yanýlmýþ
sýn. Bu sorunu, istersen, baþka zaman daha iyi gözden geçiririz (37). Çünkü þimdilik gözüpe
adaleti arýyoruz. O halde gözüpeklik için araþtýrmalarýmýz, sanýrým yeter.''
"Doðru'' dedi.
"O halde kentte keþfedilecek iki þey daha kaldý'' dedim: "Ölçülülük (38) ve bütün araþtýrma
et."
"Evet, öyle.''
"Artýk ölçülülükle uðraþýp durmayalým, adaleti nasýl bulacaðýz, onu düþünelim.''
"Ben'' dedi "ne bunu bilirim, ne de, artýk ölçülülüðü araþtýrmayacaksak, adaletin ölçülülük
dilerim. Ama gönlümü hoþ etmek istersen, adaletten önce ölçülülüðü gözden geçir.''
"Kuþkusuz gönlünü hoþ etmek isterim'' dedim, "yoksa haksýzlýk etmiþ olurum.''
"Haydi bak bakalým'' dedi.
"Bakmalýyým'' dedim. "Ölçülülük, ilk bakýþta, baþtakilerden çok, bir uyuma, bir ses birliði
(39).
"Nasýl?''
"O garip 'kendine egemen olmak' deyimini (40) kullanýp dediklerine bakýlýrsa, ölçülülük bir
n, zevk ve tutkuya egemen olmakmýþ; bundan baþka bu kavramýn dilde býraktýðý baþka izler de
Yoksa öyle deðil mi?''
"Tamamen öyledir'' dedi.
"Kendi kendine egemen olmak da gülünç bir þey deðil mi? Kendine egemen olan, ayný zamanda,
endi baþýna buyruk olacak, deðil mi? Kendi baþýna buyruk olan da ayný zamanda kendine egeme
. Çünkü bütün bu sözlerle ayný adam kastedilir.''
"Tabii.''
"Fakat'' dedim " sanýrým bu sözle þu denmek isteniyor: Bir insanýn ruhunda iyi olan bir ya
nla kötü olan bir yan var. Doðasý gereði iyi olan yan, kötü olana egemen olduðu zaman, buna
di kendine egemen olmak' diyorlar. Bu da bir övmedir; ama kötü bir eðitim ya da kötü bir çe
yüzünden iyi olan yan azýnlýkta kalarak, çoðunluktaki kötü yana yenilirse, bu bir ayýp gib
klik gibi görülür. Buna 'kendi baþýna buyruk olmak', bu durumdaki insana da gemsiz denir.'
'
"Böyle olduðu açýk'' dedi.
"Öyleyse'' dedim "gözlerini yeni kentimize çevir, orada da bu iki þeyden birini göreceksin
. Çünkü iyi kötüye nerede egemense, oraya ölçülü ve kendine egemen denmesi gerektiðine göre
larak kendine egemen dendiðini kabul edeceksin.''
"Kentimize bakýyorum'' dedi "doðru söylüyorsun.''
"Gerçekten de birçok ve türlü türlü arzu, zevk, acý, özellikle çocuklarda, kadýnlarda, hizm
e özgür denen kitlede, deðersiz kimselerde bulunur.''
"Doðru'' dedi.
"Buna karþýlýk, aklýn, akýl yürütme ve doðru bir yargýyla yönettiði basit ve ölçülü arzular
arý az kiþide bulacaksýn. Bunlar da çok iyi yaradýlýþý olan, çok iyi eð¨itim görmüþ kimsele
"Doðru'' dedi.
"O halde, görüyor musun? Senin kentinde bunlar da var; öte yandan kentteki kitlenin, d
eðersiz insanlarýn arzularýna, soylu azýnlýktaki arzular ve akýl egemendir.''
"Görüyorum'' dedi.
"Eðer bir kente, 'zevk ve arzularýna, kendine egemen' denebilirse, bu bizim kentimiz
dir.''
"Kuþkusuz" dedi.
"Bütün bunlara göre, ona ölçülü de demeli, deðil mi?''
"Kesinlikle demeli'' dedi.
"Bir kentte, yönetenlerle yönetilenler, kenti kimlerin yönetmesi gerektiði konusunda ayný
düþüncede olabilirlerse, bu durum bizim kentte de vardýr. Yoksa böyle sanmaz mýsýn?''
"Tamamiyle o düþüncedeyim'' dedi.
"Bu konuda anlaþan yurttaþlarýn hangi bölümünde ölçülülük vardýr dersin, yönetenlerde mi, y
''
"Olasýlýkla her ikisinde de'' dedi.
"O halde,'' dedim "görmüyor musun, ölçülülüðün bir uyuma benzediðini söylerken iyi sezmiþiz
"Nasýl?''
"Ölçülülük, gözüpeklik ve bilgelik gibi deðildir; bu ikisi kentin yalnýzca bir kýsmýnda bul
kenti, biri bilge, öteki gözüpek yapar. Ölçülülük böyle deðildir, bütün kente tümüyle yayý
ter güç, ister çokluk, zenginlik bakýmýndan ya da bunun gibi baþka bir bakýmdan zayýf, güçl
urumda yurttaþlarýn ayný besteyi tam bir uyum içinde söylemelerini saðlar. Öyle ki, bu uyum
doðasý gereði iyi olanla kötü olandan hangisinin egemen olmasý gerektiði konusundaki iyiyle
bu uyuþmasýna pek haklý olarak ölçülülük diyebiliriz.''
"Tamamýyla senin düþüncendeyim'' dedi.
"Peki'' dedim "Ýþte kentteki üç nitelik ortaya çýktý, eðer yanýlmýyorsam. Geri kalan niteli
entin erdemini tamamlayan nitelik, hangisi olabilir? Gayet açýk ki bu, adalettir.''
"Apaçýk.''
"O halde, Glaukon, þimdi de avcýlar gibi, adaletin kaçýp gözden kaybolmamasýna dikkat edere
, çalýlýðýn çevresini sarmalýyýz; çünkü besbelli, adalet, burada bir yerdedir. Öyleyse, bak
belki benden önce görüp bana gösterirsin.''
"Keþke gösterebilsem'' dedi "ama ben yalnýzca peþinden gelip gösterdiklerini görebilirim; y
pabileceðim bir bu var.''
"Benimle birlikte, hayýr dile de peþimden gel.'' dedim.
"Peki, öyle yapalým'' dedi "ama sen önden yürü.''
"Gerçekten,'' dedim "burasý sapa, karanlýk görünüyor, herhalde gölgeli, geçilmesi güç bir y
e olursa olsun yürümeli.''
"Evet, yürümeli'' dedi.
Ben de bir þey görerek: "Aa! Glaukon,'' dedim "Galiba bir iz bulduk; bana kalýrsa, ada
let hiç elimizden kurtulamayacak.''
"Müjde'' dedi.
"Gerçekten'' dedim "pek aptalca davrandýk.''
"Niçin?''
"Apaçýk ki, sevgili dostum, çoktan, daha baþlangýçtan beri, adalet ayaðýmýzýn altýnda dolaþ
müyormuþuz. Pek gülünç olduk. Týpký, bazen avuçlarýnda bulunan þeyi arayan insanlar gibi, b
bakmamýþýz da uzaklara bakmýþýz; olasýlýkla, bunun için gözümüzden kaçtý.''
"Ne demek istiyorsun?'' dedi.
"Þunu demek istiyorum'' dedim. "Bence çoktan beri onu söyleyip onu dinlediðimiz halde bi
r bakýma ondan söz ettiðimizi anlamamýþýz.''
"Dinlemek isteyen insan için uzun bir baþlangýç'' dedi.
"Peki,'' dedim "dinle bakalým, doðru mu söylüyorum. Baþlangýçta, kenti kurduðumuz zaman ilk
rak koyduðumuz, her zaman yapýlmasý gereken þey ya da bunun bir türü... Yanýlmýyorsam, iþte
budur. Anýmsarsan, bir insanýn kentteki iþlerden yalnýzca biriyle; hangi iþ için elveriþli
ratýlmýþsa o iþle uðraþmasý gerektiði ilkesini koymuþtuk, bunu sýk sýk da yinelemiþtik." (4
"Evet, yineledikti''
"Bir de herkesin kendi iþini kendi görmesine, baþka iþlere karýþmamasýna da adalet demiþtik
u baþka birçoklarýndan duyduk, kendimiz de birçok kez söyledik.''
"Evet, söyledik.''
"Sanýrým'' dedim "herkesin kendi iþiyle uðraþmasý, süreklilik kazanýrsa, iþte adalet budur.
ereden kestiriyorum, biliyor musun?''
"Bilmem, ama söyle'' dedi.
"Sanýrým'' dedim "kentte gözden geçirdiklerimizden, yani ölçülülük, gözüpeklik ve bilgelik
lan þeydir ki, bütün diðerlerine kentte var olabilme gücünü verir. Bir kez var olduktan son
da, kentte bulunduðu sürece onlarýn sürekliliðini saðlar. Üçünü bulursak, geri kalan adalet
ik.''
"Evet, zorunlu olarak böyle"dedi.
"Ama kuþkusuz" dedim, "bunlardan hangisinin var olmasýnýn kent için en büyük nimet olacaðý
a karar vermek gerekseydi, bunu kestirmek çok güç olurdu. Bu, acaba, yönetenlerle yönetile
nler arasýndaki düþünce birliði mi yada askerlerde bulunan korkulacak ve korkulmayacak þeyl
rin hangileri olduðuna iliþkin yasalarla uyumlu inancýn korunmasý mý? Yoksa yönetenlerdeki
kýl, uyanýklýk ya da çocuk, kadýn, köle, özgür insan, zanaatçý, yöneten ve yönetilende var
her birey bir tek insan olduðuna göre, her kiþinin kendi iþini yaparak baþka iþe karýþmamas
için en büyük nimet"tir?''
"Bu konuda bir karar vermek gerçekten güç olur'' dedi.
"Demek, kentte herkesi kendi iþiyle uðraþtýran güç, kentin erdemi uðrunda, kentin bilgeliði
liðiyle yarýþýr."
"Kesinlikle" dedi.
"O halde kentin erdemi için diðer niteliklerle yarýþan niteliðin adalet olduðunu kabul etme
misin?''
"Kesinlikle ederim.''
"Bunu þu noktadan da incele, bakalým ayný düþüncede olacak mýsýn? Kentte davalara bakma iþi
enlere vermeyecek misin?''
"Hiç kuþkusuz.''
"Bunlar karar verirken, yalnýzca, her yurttaþýn baþkasýnýn malýný ele geçirmemesi ve kendin
n yoksun olmamasý için çalýþmayacaklar mý?''
"Evet, yalnýzca bunun için çalýþacaklar.''
"Bu adalete uygundur diye, deðil mi?''
"Evet.''
"Öyleyse, bununla da adaletin, mallarýna sahip olmak, kendine düþen iþi görmek olduðu tesli
dilebilir.''
"Doðru.''
"Bak bakalým, benimle ayný düþüncede misin? Örneðin dülgerle kunduracý, araçlarýný, iþlerin
birlerinin iþini ya da biri her iki iþi birden yapmaya kalkýþýrsa, bütün bu deðiþmelerden
zarar geleceðini sanýr mýsýn?''
"Hiç zarar gelmez'' dedi.
"Buna karþýlýk, doðuþtan zanaatçý olan ya da baþka bir iþle para kazanan kimse, sonradan ze
yandaþlarýnýn çokluðu, gücü veya bunun gibi baþka bir þeyle gururlanarak askerlik rütbesin
e kalkýþýrsa ya da askerin biri, kentte öðütçü ve koruyucu rütbesine, layýk olmadýðý halde
lar da araçlarýný, iþlerini deðiþtirirlerse veya bir adam bütün bunlarý bir arada yapmaya k
zaman bu deðiþimin ve baþka baþka iþlerle uðraþmanýn kent için yýkýcý olduðunu, sanýrým, be

"Tümüyle.''
"O halde kent için en büyük yýkým, bu üç sýnýfýn birbirinin iþine karýþmasý, iþlerini deðiþ
et haklý olarak en büyük suç denilebilir.''
"Kesinlikle."
"Kendi kentine karþý en büyük suçu iþlemeye de adaletsizlik demez misin?''
"Nasýl denmez?''
"Demek, adaletsizlik iþte budur.''
" Þimdi düþüncemizi tersine çevirip þunu söyleyelim: Para kazanan yardýmcý, koruyucu sýnýfl
nin aksine, meslekte kalýþýna, yani her sýnýfýn kentte yalnýzca kendi iþiyle uðraþmasýna ad
bilir. Kenti adaletli yapan da budur.''
"Sanýrým'' dedi "bundan baþka türlü olamaz.''
"Bunu henüz kesin olarak söylemeyelim" dedim. "Bu düþünce, ayrý ayrý herkese uygulanýp da,
nsanda bunun adalet olduðu kabul edilirse, ancak o zaman bunun adalet olduðunu tesli
m edebiliriz; çünkü artýk diyecek söz kalmaz. Aksi halde düþüncemizi baþka yöne çevireceðiz
dýðýmýz incelemeyi sonuna kadar getirelim. Önce (42), adaleti, adaletin büyük oranlarda bul
uðu daha geniþ bir alanda incelemeye giriþirsek, birey ölçüsünde adaletin nasýl olduðunu gö
kolay olur sanmýþtýk. Bu alan bizce kentti ve böylece adaletin iyi kurulmuþ bir kentte bu
lunacaðýný gayet iyi bildiðimiz için, kentimizi olabildiði kadar iyi kurduk. Kentte bulduðu
þeyi bireye uygulayalým, ona da uyarsa, ne âlâ! Ama bireyde baþka türlü görülürse, yine ke
eme yapalým. Belki bu ikisini yanyana koyarak gözden geçirirken, birbirine sürterek, sürtül
n iki odun parçasýndan çýkar gibi adalet kývýlcýmýný çýkartabiliriz. Adalet ortaya çýkýnca,
mize mal edeceðiz.''
"Ýþte'' dedi "yerinde konuþmak buna denir, böyle de yapmalý.''
"Peki'' dedim "biri küçük, biri büyük olan iki þeyin benzer olduðu söylense, onlarý benzer
kta bakýmýndan ikisi birbirine benzemez mi? Yoksa benzer mi?''
"Benzer'' dedi.
"O halde adaletli insan da, adaletin niteliði bakýmýndan, adaletli bir kentten farklý ol
mayacak, ona benzer olacak.''
"Evet'' dedi "benzer olacak.''
"Ýmdi, bizce þehirdeki üç ayrý yaradýlýþtan her biri kendi iþini gördüðü için, kent adaletl
azý durum ve nitelikler yüzünden de kente ölçülü, gözüpek ve bilge demiþtik.''
"Doðru " dedi.
"O halde, sevgili dostum, birey için de ayný biçimde yargýya varacaðýz: Onun ruhunda da ayn
lar varsa, ayný haller yüzünden birey de kente verdiðimiz adlara hak kazanacak.''
"Zorunlu" dedi.
"Ýþte, " dedim "deðerli dostum, þimdi sýra yine, ruh hakkýndaki basit bir soruya geldi: aca
a ruhta bu üç kýsým var mý, yok mu?''
"Bence bu soru hiç de basit deðil'' dedi. "Çünkü kim bilir, Sokrates, güzel iþ güçtür diyen
i doðrudur.''
"Besbelli'' dedim "ama iyi bilmelisin ki, Glaukon, benim düþünceme göre konuþmalarýmýz için
andýðýmýz yöntemle kesin bir sonuca eriþemeyeceðiz; çünkü bizi oraya götürecek yol, daha uz
(43). Ama yöntemimiz belki de baþtaki sözlerimize ve araþtýrmalarýmýza uygundu.''
"O halde, bu kadar yetmez mi?'' dedi. "Bana þimdilik bu kadarý yeter.''
"Bana kalýrsa da,'' dedim "bol bol yeter.''
"Sakýn yorulayým deme'' dedi "araþtýr bakalým.''
"Peki'' dedim "her birimizde, kentte bulunan ayný kýsýmlarýn, ayný ruh durumlarýnýn olduðun
ul etmek zorunda deðil miyiz? Bunlar kente baþka bir yerden gelmiþ olamazlar. Taþkýn yapýný
44) kentlere, taþkýn yapýlarýyla tanýnmýþ bireylerden, örneðin Trak, Ýskit ve kuzeyde yaþay
an geçmediðini ileri sürmek gülünç olur. Öte yandan en çok bizim bölgemizde bulunduðunu sö
miz öðrenme tutkusu için ve Finikelilerle Mýsýrlýlarda görülen hiç de az sayýlmayacak para
n de ayný þey söylenebilir.'' (45).
"Çok doðru'' dedi.
"Bu iþ böyledir,'' dedim "bunu anlamak da güç deðildir.''
"Hiç de güç deðil.''
"Ama anlaþýlmasý güç olan þudur: Acaba bu üç eylemden her birini ayný yeti sayesinde mi yap
sa her birinin ayrý eylem alaný olan üç yetiyle mi? Yani, ya biriyle öðrenip, ötekiyle taþa
lenir; ruhumuzda bulunan üçüncüsüyle yemek, içmek, kadýnla birleþmek ve buna benzer birçok
i yaþarýz ya da giriþtiðimiz eylemlerin her birini bütün ruhumuzla yaparýz. Ýþte bunu hakký
leyebilmek güç olacak.''
"Ben de öyle sanýyorum'' dedi.
"Bu üç yeti birbirinin ayný mýdýr, yoksa farklý mýdýr? Bunu þu biçimde sýnýrlandýrmaya çalý
"Ne biçimde?''
"Gayet açýk ki, ayný varlýk, ayný yönde ve ayný cisme oranla, birbirine karþýt iki harekett
manda etkin ya da edilgin olmaz. Öyle ki, eðer böyle bir duruma raslarsak, bu varlýðýn tek
ir þey deðil, birkaç þeyden oluþtuðunu anlayacaðýz.''(46)
"Öyle.''
"O halde sözüme dikkat et.''
"Söyle'' dedi.
"Ayný varlýðýn'' dedim "ayný zamanda, ayný yönde, hem hareketsiz kalýp hem hareket etmesi o
lý mýdýr?"
"Hiçbir biçimde.''
"Daha ileride kuþkuya düþmemek için þimdiden iyice anlaþalým: Ayakta duran, ellerini, baþýn
bir adamýn hem devinimsiz durduðu, hem devindiði söylense, sanýyorum, bunu doðru bulmayýz;
kýsmý devinimsiz kalýr, bir kýsmý devinir, deriz, öyle deðil mi?''
"Öyle.''
"O halde, bunu söyleyen adam þaka ederek, bir zekâ oyunu yapmak için, topaçlarýn, uçlarý bi
de sabit kaldýðý halde, kendi çevrelerinde döndükleri zaman, bir bütün olarak, ayný zamanda
vinimsiz, hem devingen olduklarýný ya da kendi çevresinde daire hareketi yapan baþka cis
imlerin ayný yerde dönerek topaç gibi devindiklerini söylerse, bunu kabul etmezdik; ters
ine, derdik ki, onlarda düz ve yuvarlak iki kýsým vardýr; topaç dik kýsmýyla devinimsizdir,
ir yana eðilmez, halbuki yuvarlak kýsým bir daire devinimi yapar; ama bu daire devinim
iyle birlikte dik kýsým saða, sola, öne, arkaya eðilirse, o zaman hiçbir yerde duraðanlýk y
.''
"Gayet tabii'' dedi.
"O halde bu gibi sözler bizi þaþýrtmayacak. Bir varlýðýn ayný yöne, ayný cisme oranla birbi
ki þeye, ayný zamanda edilgin ve etkin olacaðýna kimse bizi inandýramayacak.''(47)
"Benim inanmayacaðým kesin" dedi.
"Bununla birlikte'', dedim "bütün bu tartýþmalara yeniden dönüp, doðru olmadýklarýný uzun u
lemek zorunda kalmamak için, bunun böyle olduðunu varsayýp araþtýrmalarýmýzda ilerleyelim.
aþtan kabul edelim ki, bunun varsaydýðýmýzdan baþka türlü olduðu ortaya çýkarsa, bundan çýk
un deðeri olmayacak.''
"Evet'' dedi "böyle yapmalý.''
"Peki'' dedim "evet demek, hayýr demenin; bir þeyi elde etmeyi istemek, bir þeyi redde
tmenin; bir þeyi kendine çekmek, bir þeyi kendinden uzaklaþtýrmanýn; bunun gibi her þey, et
olmak ya da edilgin olmak, birbirinin karþýtý deðil midir. Bu konuda, etkin ya da edilg
in olma sorunu o kadar önemli deðildir.''
"Evet'' dedi "bunlar birbirinin karþýtýdýr.''
"Peki'', dedim "içmek ve yemek arzusunu, her türlü arzuyu, öte yandan azmetmek ve isteme
yi, biraz önce sözünü ettiðimiz türe koymaz mýsýn? Örneðin bir þey isteyen kimsenin ruhu, h
tediði þeye uzanýyor ya da kendini kendisinin olmasýný istediði þeye yöneltiyor ya da sonun
ir þeyin kendisine saðlanmasýný istedikçe, arzusunun gerçekleþmesi için sabýrsýzlanarak bir
anýt verir gibi, kendi kendine evet diyor, demez misin?''
"Derim.''
"Peki, istememeyi, azmetmemeyi, arzu etmemeyi; kendinden uzaklaþtýrmak, geri itmek v
e yukarda söylediklerimize karþýt olan bir türe koymaz mýsýn?''
"Nasýl konmaz?''
"Durum böyle olunca, bir arzular türünün var olduðunu ve bu türün en göze batanlarýnýn içme
yemek arzusu denilen arzular olduðunu söylemeyecek miyiz?''
"Evet, söyleyeceðiz'' dedi.
"Biri içmeye duyulan arzu, öteki yemeye duyulan arzu deðil midir?''(48)
"Evet.''
"O halde içmek arzusu, salt içmek arzusu olma niteliðiyle, ruhtaki sözünü ettiðimiz þeyden
ir þeyin arzusu mudur? Þunu demek istiyorum: içmek arzusu, sýcak veya soðuk, az veya çok ya
da tek sözcükle, belli niteliði olan bir içkiyi içmek arzusu mudur? Yoksa içmek arzusuna sý
lýk eklense, ayrýca soðuk içki arzusunu mu yaratýr, soðuk da sýcak içki arzusunu? Bunun gib
uk kavramýnýn içmek arzusuna eklenmesi yüzünden bu arzu þiddetliyse, çok içmek; az ise, az
rzusunu mu doðurur? Oysa içmek arzusunun kendisi (49), baþka bir þeye duyulan arzu deðil d
e, salt niteliði gereði yöneldiði þeyin arzusu, yani içkiye duyulan arzudur, ayný biçimde y
arzusu, yalnýzca yemeðin kendisine duyulan arzudur, deðil mi?''
"Doðru'' dedi, "her arzu, niteliði gereði yalnýzca yöneldiði þeyin arzusudur. Þu ya da bu n
kte bir þeye arzu duyulmasý geçici nedenlerden ileri gelir.''
"Biri'' dedim "hiç kimsenin içki deðil, iyi bir içki; yiyecek deðil, iyi bir yiyecek arzu
ettiðini söyleyerek bizi gafil avlamasýn: Çünkü güya, herkes iyi þeyler arzu edermiþ; öyley
zusu bir arzuysa, ya iyi bir içki arzusuymuþ ya da iliþkili olduðu baþka bir þeyin arzusu.
ki arzular için de durum böyleymiþ.''
"Bunu söyleyen belki tamamen haksýz deðildir'' dedi.
"Herhalde'' dedim "nitelikleri gereði, herhangi bir þeyle iliþkisi olan þeyler arasýnda be
lli niteliði olanlar, benim düþünceme göre, belli niteliði olan bir þeyle iliþkilidirler, a
ylerin kendisi, yöneldikleri o þeylerle iliþkilidir.''
"Anlamadým'' dedi.
"Anlamadýn mý?'' dedim, "Daha büyük olan bir þey, niteliði gereði, herhangi bir þeye oranla
büyüktür.''
"Tabii.''
"Yani, daha küçük bir þeye oranla büyüktür, deðil mi?''
"Evet.''
"Çok büyük olan da çok küçük olana oranla, deðil mi?''
"Evet''.
"Geçmiþte daha büyük olan geçmiþte daha küçük olana, daha büyük olacak da daha küçük olacað
ir?''
"Hiç kuþkusuz" dedi.
"Bunun gibi, daha çok daha aza oranla, iki katý yarýya oranla büyüktür, bu gibi her þey böy
l midir? Yine daha aðýr daha hafife, daha hýzlý daha yavaþa, nihayet sýcak soðuða oranla ve
benzer her þey için böyle deðil midir?''
"Tümüyle böyledir'' dedi.
"Peki, ya bilgiler için de durum ayný deðil mi? Bilginin kendisi, öðrenilebilen þeylerin bi
gisi ya da bilginin oranlanacaðý alanýn bilgisidir, ama belirli ve belli bir niteliði ol
an bir bilgi, belirli ve belli bir niteliði olan öðrenilebilen þeylerin bilgisidir. Deme
k istediðim þu: Ev kurma bilgisi ortaya çýktýðý zaman, bu bilgi, öteki bilimlerden mimarlýk
ak kadar ayrýlmadý mý?''
"Tabii, öyle''.
"Ötekilerin hiçbirinde olmayan belli bir niteliði olduðu için, deðil mi?''
"Evet''.
"Belli bir niteliði olan bir þeyle iliþkisi olduðu için, kendi de belli bir niteliði olan b
r bilgi olmadý mý? Öteki sanatlar ve bilimler için de böyle deðil midir?''
"Böyledir.''
"Þimdi söylediðimi anladýnsa'' dedim "demin þunu söylemek istediðimi kabul et: Nitelikleri
eði baþka bir þeyle iliþkili olan her þey, baþlý baþýna, baþlý baþýna olan þeylerle iliþkil
an þeyler niteliði olan þeylerle iliþkilidir, demiþtim. Ýliþkilidir diye, iliþkili olduðu þ
yný niteliktedir demek istemiyorum: Örneðin saðlýk bilimi saðlýklý, hastalýk bilimi hastalý
gibi iyi þeylerin bilimi iyi, kötü þeylerin bilimi kötüdür demek istemiyorum. Ama madem ki
ili olduðu alanýn kendisinin bilimi deðildir de, belli bir niteliði olan bir þeyin bilimid
ir (saðlýk bilimi ve hastalýk gibi), bu yüzden o da belli niteliði olan bir bilim olmak zo
runda kalmýþtýr; bu durum, ona yalnýzca bilim deðil, belli bir niteliði olan bir þeyin buna
lenmesi yüzünden, týp bilimi denmesine neden olmuþtur.''
"Anladým'' dedi "sanýrým, böyledir.''
"Peki, ya içmek arzusu?'' dedim "onu da bir þeyle iliþkili olan þeyler arasýna koymaz mýsýn
ani içmek arzusu.''
"Ha, ha, anladým" dedi, "içkiyle iliþkilidir.''
"O halde, içkinin belli niteliði varsa, onunla iliþkili olan içme arzusunun de belli nit
eliði vardýr, ama içme arzusunun kendisi, ne çok, ne az, ne iyi, ne kötü, ne de tek sözcükl
li niteliði olan bir içkiyle iliþkilidir. Ama içmek arzusu, niteliði gereði, baþlý baþýna i
lidir.''
.'Kesinlikle."
"O halde susayan bir insanýn ruhu, susamýþ olmak niteliðiyle, içkiden baþka bir þey istemez
zandýðý budur, eriþmek istediði budur.''
"Apaçýk''.
"Ama içmek arzusundaki ruhu bir þey engellerse, ruhta, bir hayvaný suya götürür gibi ruhu i
ye götüren içmek arzusundan baþka bir güç yok mudur? Çünkü kabul ettiðimize göre, ayný varl
ayný yönde, hem de karþýt devinimleri yapamaz.''
"Evet, yapamaz.''
"Ayný biçimde, bence, bir okçu için de, 'elleri yayý hem uzaklaþtýrýr, hem kendine yaklaþtý
doðru olmaz. 'Uzaklaþtýran bir eldir, yaklaþtýran öteki eldir' demeli.''
"Tabii böyledir'' dedi.
"Öyleyse, bazen, susadýðý halde içmek istemeyen kimseler vardýr, diyelim mi?''
'Böyle birçok insana, hem de sýk raslanýr'' dedi.
"Peki, bunlar için ne denebilir? Ruhlarýnda bir yandan içmeyi buyuran bir kýsým, öte yandan
engelleyen bir kýsým vardýr. Ýçmeye engel olan kýsým, içmeyi buyuran kýsýmdan ayrýdýr, ona
emez mi?''
"Sanýrým, öyle demeli'' dedi.
"O halde bu gibi arzulara engel olan devinimin ruhta belirmesi, akýldan ileri gelm
ez mi? Buna karþýlýk ruhu sürükleyip götüren devinimler tutku ve hastalýklardan ileri gelme
''
"Besbelli.''
"O halde, bunlarý birbirinden ayrý iki kýsým olarak kabul etmek yerinde olur. Birine akýl
kýsmý diyoruz (ruh bununla akýl yürütür), ötekine akla uygun olmayan, arzulayan kýsým, bazý
n, doyumlarýn arkadaþý diyoruz: Ruh bununla sever, acýkýr, susar, baþka arzulara kapýlýr.''
"Evet'' dedi "bunu kabul etmek çok yerinde olacak.''
"O halde bunlarý ruhumuzun iki belirli kýsmý olarak ayýralým: ama taþkýnlýk, bizi taþýrýp ö
ruhun bir üçüncü kýsmý mýdýr? Öyle deðilse bunlardan hangisiyle ayný doðadadýr?''
"Ýhtimal ikincisiyle, arzulayan kýsýmla'' dedi.
"Ama ben'' dedim, "bir zamanlar iþittiðim þu öykünün doðruluðuna inanýyorum. Aglaigon'un oð
os, Pire'den kente doðru çýkarken, kuzey surunun dýþýnda yürüdüðü sýrada, bakmýþ, celladýn
hem görmek istiyormuþ, hem de kendi kendine kýzarak gözlerini çeviriyormuþ. Bir zaman kend
siyle savaþmýþ, yüzünü kapamýþ, ama sonunda arzularýna yenilerek, gözlerini dört açýp ölüle
, alýn bakalým, aç gözlerim, bu görünümü doya doya seyredin' demiþ.''
"Bu öyküyü ben de dinlemiþtim'' dedi.
"Bu öykü gösteriyor ki'', dedim "bazen öfke arzularla, iki ayrý kýsým birbiriyle mücadele e
ibi mücadele ediyor.''
"Evet, öykü bunu gösteriyor'' dedi.
"Baþka birçok kez de,'' dedim "akla karþýn arzularýnýn baskýsý altýnda kalan insanýn kendi
zarlayýp kendindeki zorlayan kýsma karþý öfkelendiðini, sanki iki yan varmýþ gibi mücadele
en, böyle bir adamýn öfkesinin aklýn baðdaþýðý olduðunu fark etmedik mi? Ama akýl yasak ett
arzularla birleþip akla karþý korsa. Sanýrým, bu durumu sen ne kendinde gördün, ne de bir
sýnda.''
"Zeus hakký için, hayýr'' dedi.
"Peki'', dedim "ya insan haksýz olduðunu sanýrsa? Ne derece soyluysa, o derece az kýzmaz
mý? Sana göre, kendini haklý olarak cezaya çarptýran kimse kendini susuz, soðukta býraksa
a bunun gibi acýlar çektirse bile, söylediðim gibi kendine karþý öfkeye kapýlmak istemez, d
?''
"Doðru'' dedi.
"Peki, ya haksýzlýk gördüðünü sanýrsa? Bu duruma köpürüp kýzmaz mý? Adaletli sandýðý þeye b
mi? Açlýk çekse, soðukta býrakýlsa ya da bu türden baþka iþlemler karþýsýnda býrakýlsa, di
az mý? Ya istediðini elde edinceye ya da ölünceye kadar veya çobanýn köpeðini çaðýrdýðý gib
arafýndan çaðrýlýp sakinleþtirilinceye kadar, soyluluðunu elden býrakýr mý?''
"Evet'' dedi " tümüyle dediðin gibidir, nitekim kentimize de, köpeklerin çobanlara baþ eðme
gibi, yöneticilere baþ eðen yardýmcýlar koyduk.''
"Ne demek istediðimi çok iyi anlýyorsun'' dedim. "Ama bir de fark ettin mi?''
"Neyi?''
"Þunu: Öfkelenen kýsým hakkýndaki görüþümüz tam tersi çýktý. Çünkü demin onu bir çeþit arzu
lmak þöyle dursun, ruhtaki bir anlaþmazlýkta aklýn yanýnda bizzat silaha sarýlýr diyoruz.''
"Çok doðru'' dedi.
"Peki, akýl kýsmýndan ayrý mýdýr, yoksa onun bir türü müdür? Bu þekilde ruhta üç deðil, iki
arzulayan kýsým. Ya da kentte, kenti oluþturan üç sýnýf: Para kazanan, yardýmcý olan ve öðü
olduðu gibi, ruhta da bu üçüncü kýsým, yani, kötü bir eðitimle bozulmazsa, yaratýlýþý gereð
elenen bir kýsým var mýdýr?''
"Mutlaka üçüncü bir kýsým olmalý'' dedi.
"Evet'', dedim "ama öfkelenen kýsmýn, arzulayan kýsýmdan ayrý olduðu gibi, akýl kýsmýndan d
ortaya çýkmalý.''
"Bunu ortaya çýkarmak güç deðildir"dedi. "Çocuklarda bile görülebilir; daha doðar doðmaz öf
taþarlar; ama hiç olmazsa benim düþünceme göre, bazýlarýnýn akýldan hiçbir zaman nasipleri
k kitlesinin de pek geç 'olur.''
"Evet'' dedim "Zeus hakký için güzel söyledin. Dediðin gibi olduðu hayvanlarda bile görüleb
üstelik yukarda bir yerde söylediðim (50) Homeros'un bir dizesi de buna tanýktýr: 'Göðsünü
albini þu sözlerle azarladý.' Çünkü burada Homeros, ruhun bir kýsmýnýn baþka bir kýsmýný; y
eden kýsmýn, hiç düþünmeden öfkelenen kýsmý azarladýðýný apaçýk betimlemiþtir.'' (51)
"Kesinlikle doðru söylüyorsun'' dedi.
"kýyýya güçlükle eriþebildik'' dedim "her bireyin ruhunda, kentteki kýsýmlarýn aynýnýn bulu
unlarýn ayný miktarda olduðunda, haklý olarak anlaþtýk.''
"Evet, öyle.''
"O halde, kent nasýl ve hangi kýsmý yüzünden bilgeyse, her bireyin de ayný biçimde ve ayný
n bilge olmasý zorunlu deðil midir?''
.''Kuþkusuz."
"Birey, hangi kýsmý yüzünden ve ne biçimde gözüpekse, kentin de, ayný kýsmý yüzünden ve ayn
asý gerekmez mi? Erdeme iliþkin baþka her konuda da kent ve birey için durum böyle deðil mi
ir?''
"Zorunlu.''
"O halde bir insanýn da, kentin adaletli olduðu biçimde adaletli olduðunu söyleyebiliriz,
sanýrým.''
"Bu da zorunlu.''
"Ama þu nokta da hep aklýmýzda: Kenti oluþturan her üç sýnýf kendi iþini gördüðü için kent
)
"Evet, hep aklýmýzda, sanýrým'' dedi.
"O halde, belleðimizde olsun, her birimizdeki her kýsým kendi iþini gördüðü zaman, biz de a
li ve kendi iþini gören insanlar oluruz.''
"Evet, bunu unutmamalýyýz.''
"Bilge olduðu ve tüm ruha özen göstermeyi üzerine aldýðý için, akýllý kýsma egemen olmak dü
kýsma da, söz dinlemek ve ötekinin baðdaþýðý olmak?''
"Kesinlikle.''
"Peki, konuþtuðumuz gibi (53) müzik ve idmanýn birleþmesi bu iki kýsmý uyumlulaþtýrmaz mý?
inleþtirip güzel sözler, bilgilerle besler; öfkelenen kýsmý gevþetip yatýþtýrýr, uyum ve öl
"Kesinlikle," dedi.
"Böyle büyütülen ve gerçekten kendi iþini öðrenip eðitim gören iki kýsým, her insanýn ruhun
an ve doðasý gereði hiç doymak bilmeden arzulayan kýsmý yönetecekler. Bu ikisi, arzulayan k
beden zevkleri dediðimiz zevklere gereðinden fazla dalýp güç kazanmasýna; kendi iþini görme
aþkasýný kul ederek doðasýna uymadýðý halde egemen olmaya kalkýþmamasýna ve böylece kamu ya
memesine dikkat etsinler.''
"Çok doðru'' dedi.
"Peki'' dedim "dýþardaki düþmanlara karþý bu ikisi tüm ruhu ve vücudu çok iyi korumazlar mý
erek, öteki savaþarak, egemen olanýn sözünü dinleyip, gözüpekliðiyle verilen öðütleri yerin
'
"Evet, öyledir.''
"Öfkelenen kýsým, korkulacak ve korkulmayacak þeyler hakkýnda aklýn öðütlerini, acý ve zevk
de tutarsa, bu kýsmýna göre, insana gözüpek denir, öyle deðil mi?''
"Doðru'' dedi.
"Ýnsanda egemen olan ve bu öðütleri bildiren küçük kýsmýna göre de insana bilge denir; yine
her kýsma ve bu üç kýsmýn oluþturduðu birliðe yararlý olan þeylerin bilgisi vardýr.''
"Çok doðru.''
"Peki, yöneten ve yönetilen iki kýsým, akýllý kýsmýn yönetmesi gerektiðinde anlaþýrsa ve on
zlarsa, bu kýsýmlar arasýndaki dostluk ve uyum yüzünden, insana ölçülü denmez mi?''
"Zaten ölçülülük bundan baþka bir þey deðildir" dedi, "Ýster kentin, ister bireyin ölçülülü
"Nihayet sýk sýk sözünü ettiðimiz kýsým yüzünden de adaletli, hem de ayný biçimde adaletli
"Zorunlu."
"O halde?'' dedim "Adaletin kentte ortaya çýktýðýndan baþka türlü olduðunu sanacak kadar gö
?''
"Sanmam,'' dedi.
"Ýçimizde hâlâ bir kuþku varsa, adaletli insaný her gün olup biten olaylarla karþý karþýya
argýmýzýn doðruluðunu araþtýrabiliriz.''
"Hangi olaylarla?''
"Örneðin kentimiz hakkýnda ve doðuþu, gördüðü eðitim bakýmýndan ona benzeyen bir insan hakk
varmamýz gerektiðini varsayalým: Acaba bu insan, kendisine emanet edilen altýn ya da gümüþl
aldýktan sonra iç eder mi? Böyle bir davranýþý o insana benzemeyenlere yükleyeceði yerde,
ana yükleyecek bir insan bulunur mu dersin?''
"Hayýr, bulunmaz'' dedi.
"Tapýnak soygunculuðundan, hýrsýzlýktan, özel yaþamda arkadaþlarýna, siyasal yaþamda devlet
en uzak olmayacak mý?''
"Evet, uzak olacak.''
"Ne yeminlerinde, ne de verdiði baþka sözlerde hiçbir biçimde sadakatsýz olmayacak.''
"Nasýl olabilir?''
"Zamparalýk etmek, ana babaya bakmamak, tanrýlara saygýsýzlýk etmek, bütün bunlar, ondan ba
erkese yaraþýr.''
"Kuþkusuz ona yaraþmaz'' dedi.
"Bütün bunlarýn nedeni, ondaki her kýsmýn kendi iþini yapmasý deðil midir? Ýster yönetici,
ilen olsun..."
"Evet, neden budur.''
"Adalet, senin düþüncene göre, böyle insanlar ve kentler oluþturan güçten baþka bir þey mid
"Zeus hakký için'' dedi "bence bu güçtür.''
"Ýþte düþümüz tümüyle çýktý. Daha kenti kurmaya baþlarken, belki de bir tanrýnýn bizi adale
esine, bir örneðine götüreceðini hayal ettiren düþümüz.''
"Çok doðru''.
"Demek,? Glaukon, ayakkabýcý olarak doðan insanýn yalnýzca ayakkabý yapýp baþka bir þey yap
dülger doðanýn yalnýzca ev kurmasýnýn doðru olduðunu düþünmek bize adaletin bir düþlemini v
bize yararlý oldu.''
"Apaçýk.''
"Gerçekten adaletin bunun gibi bir þey olduðu anlaþýldý; ama bu, insanýn dýþ edimlerine deð
lerine, yani gerçek benliðine ve kendinin olan þeylere uygulanýr. Adaletli insan kendind
eki her kýsmýn kendine yabancý iþler görmesine, ruhundaki kýsýmlarýn birbirinin iþini yükle
zin vermez; tersine, sözcüðün gerçek anlamýyla kendi evini pek güzel düzene kor, kendi kend
gemen olur, bir düzen kurar, kendi kendine dost olur, týpký müzikteki pes, tiz, orta ve
aradaki bütün öteki perdelerin uyumu gibi, kendindeki üç kýsmý uyumlaþtýrýr. Bunlarý birbir
irçok öðeden oluþmuþken bir birlik haline gelir, ölçülü, uyumlu olur. Ancak bu duruma geldi
nra, ister para kazanmakta, ister vücut bakýmýnda, ister bir devlet iþinde ya da özel iþler
nde eyleme geçer. Bütün bu iþlerde bu durumu koruyan, bu durumun saðlanmasýna yardým eden e
mleri adaletli ve iyi eylemler sayar, bunlarý bu biçimde niteler, bu eylemleri yöneten
bilgiye bilgelik, bu durumu çözüp bozan eyleme de adaletsizlik, bu eylemi yöneten yargýya
bilgisizlik der.''
"Sözlerin, Sokrates, baþtan aþaðý doðrudur'' dedi.
"Güzel'' dedim. "Adaletli insaný, adaletli kenti ve bunlardaki adaletin ne olduðunu bu
lduðumuzu ileri sürersek, sanýrým tümüyle yalan söylemiþ sayýlmayýz.''
"Zeus hakký için, kesinlikle sayýlmayýz'' dedi.
"O halde, bulduk diyelim mi?''
"Diyelim.''
"Peki, öyle olsun'' dedim "bundan sonra da, sanýrým, artýk adaletsizliði gözden geçirmeliyi
'(54)
"Tabii.''
"Adaletsizlik, bu üç kýsmýn arasýndaki bir anlaþmazlýk, birçok iþi üzerine alma, baþkasýnýn
egemen olabilmek için, hiç yakýþýk almadýðý, tersine, ruhun bir kýsmýnýn, egemen olan kýsma
esi gerektiði halde, ruhun bütününe karþý çýkmasý deðil midir? Bu gibi eylemler, yani ruhta
argaþasý ve karýþýklýðý adaletsizliktir, gemsizlik, korkaklýk, bilgisizlik, nihayet bir söz
türlü kötülüktür diyeceðiz, sanýrým.''
"Evet, bu o demek'' dedi.
"Mademki'' dedim "adaletsizlik ve adalet belli ve apaçýk ortadadýr, adaletsizce davran
mak ve haksýzlýk etmek ya da bunun gibi, adaletli hareket etmek de belli ve apaçýk olmaz
mý?''
"Ne biçimde?''
"Çünkü'' dedim "adalet ve adaletsizlik, saðlýklý ve hastalýklý þeylere benzer; yalnýzca bir
öteki ruhta.''
"Ne gibi?'' dedi.
"Herhalde, saðlýklý olan saðlýðý yaratýr, hastalýklý olan da hastalýðý.''
"Evet.''
"Ayný biçimde adaletli davranmak adaleti, adaletsizce davranmak adaletsizliði yaratýr, d
eðil mi?''
"Zorunlu."
"Saðlýðý yaratmak da, vücuttaki kýsýmlar arasýnda, yaratýlýþlarýna göre yönetmek ve yönetil
en kurmak demektir. Hastalýk yaratmaksa, bu kýsýmlar arasýnda yaratýlýþlarýna aykýrý yönetm
lmeyi saðlayacak bir düzen kurmaktýr.''(55)
"Öyledir.''
"Peki, adaleti yaratmak da, bu ruhta, ruhun kýsýmlarý arasýnda, yaratýlýþlarýna göre yönetm
ilmeyi saðlayacak bir düzen kurmak deðil midir? Adaletsizlik de bu kýsýmlar arasýnda, yarat
a aykýrý olarak yönetmeyi ve yönetilmeyi saðlayacak bir düzen kurmak?''
"Tümüyle öyle'' dedi.
"Erdeme gelince, anlaþýlýyor ki, erdem ruhun bir çeþit saðlýðý, güzelliði, saðlam bir durum
hun hastalýðý, çirkinliði, zayýflýðýdýr.''
"Öyledir.''
"Öyleyse, iyi çabalar insaný erdem sahibi, kötü çabalar ise kötülük sahibi eder, deðil mi?'
"Zorunlu.''
"Artýk, anlaþýlan, gözden geçirilecek bir þu kaldý: Adaletli olduðu kabul edilsin ya da edi
n, adaletli davranmak, iyi çabalarda bulunmak, adaletli olmak mý yararlýdýr; yoksa hiç cez
a görmeden ve gördüðü cezayla düzelmeksizin, haksýzlýk edip adaletsiz olmak mý?''
"Ama Sokrates'' dedi "bana öyle geliyor ki, artýk bunu incelemek gülünç bir þey olacak: çün
n saðlýðý bozulduðu zaman, her türlü yemeði yiyip içkiyi içmek, her türlü zenginlikten, erk
ak mümkün olsa bile yaþanamadýðýna göre, bizi yaþatan þeyin yapýsý bozulup alt üst olunca,
Hatta insaný haksýzlýk ve kötülükten kurtaracak adalet ve adaletsizliðin yukarýda inceledi
gibi olduðu ortaya çýktýðýna göre, insan, adalet ve erdeme kavuþturacak þeyden baþka, her i
apabilecek olsa bile!''
"Evet, bu gülünç bir þey olacak'' dedim "ama madem ki bunlarýn gerçekten böyle olduðunu gay
ebilecek duruma geldik, artýk yorulmamalýyýz.''
"Hiçbir zaman, Zeus hakký için, hiç yorulmamalýyýz.''
"Gel bakalým'' dedim "bence kötülüðün görülmeye deðer kaç biçimi var, bak.''
"Peþinden geliyorum'' dedi "yalnýzca sen söyle.''
"Gerçekten'' dedim "bir gözetleme kulesinden bakar gibi, sözlerimizin öyle bir noktasýna g
eldik ki, buradan erdemin bir biçimi, kötülüðün ise binlercesi görülebilir, ama bunlarýn iç
nýzca dört biçimin anýmsanmaya deðdiðini görebiliriz.''
"Ne demek istiyorsun?'' dedi.
"Kaç türlü devlet varsa, herhalde o kadar da ayrý ruh biçimi vardýr.''
"Ne kadar?''
"Beþ devlet biçimi'' dedim "beþ de ruh biçimi.''
"Söyle'' dedi "hangileri bunlar?''
"Bunlardan biri, bence gözden geçirdiðimiz devlet biçimidir'' dedim "ama ona iki ad veri
lebilir: Yönetenler arasýndan bir tek adam sivrilirse, buna krallýk; birçoklarý sivrilirse
, soyluluk yönetimi, yani en iyilerin yönetimi, denir.''
"Doðru'' dedi.
"Bence bu ikisi bir türdür," dedim "çünkü ister birçok kimse, ister bir tek kimse olsun, gö
n geçirdiðimiz eðitim ve öðretimle yetiþtirilmiþlerse, kentin temel yasalarýnda bir þey deð
.''
"Deðiþtirmeleri olasýlýðý yok'' dedi.

AÇIKLAMALAR

DEVLET III

(1) Bu sözlerle Sokrates, II. kitapta konuþulan sorunlarý özetler. Konu gene þiir çevresind
dönüyor.Görülüyor ki II. ile III. kitaplar arasýnda önemli bir konu deðiþikliði yoktur.
(2) Homeros, Odysseia 489-491. Bu sözleri Akhilleus, yeraltýnda Odysseus'a söyler. Pla
ton burada, gerçekten de eleþtirilecek bir noktaya deðinir. Þüphesiz bu sözler Ýlyada'daki
Akhilleus'un aðzýna hiç uymamaktadýr. Bunlar ancak, Ýlyada dünyasýnýn yiðitlik ülküsüne ço
r þairin düþündüðü sözler olabilir.
(3) Homeros, Ýlyada XX 64-65. Bu sözleri Ýlyada'nýn XX. kitabýnda anlatýlan tanrýlar savaþ
eraltý dünyasýnýn hakaný Aidoneus söyler.
(4) Homeros, Ýlyada XXIII 103-104. Akhilleus bu sözleri, Patroklos'un ruhu ona görünüp,
Hades'in kapýlarýndan geçebilmesi için sonunda gömülmesini istedikten sonra söyler.
(5) Homeros, Odysseia X 495. Kirke Odysseus'a yeraltýna iniþi için öðüt verirken bu sözler
ler. Bilici Teiresias kastedilmektedir.
(6) Homeros, Ýlyada XVI 856-857. Hektor tarafýndan öldürülen Patroklos kastedilmektedir.
(7) Homeros, Ýlyada XXIII 100-101. Akhilleus'a düþünde görünen Patroklos'un ruhu kastedilm
ktedir. (Bak not 4).
(8) Homeros, Odysseia XXIV 6-9. Burada, Hermes'in, Odysseus ve adamlarý tarafýndan öldürül
enleri yeraltý dünyasýna götürmesi anlatýlýr.
(9) Kokytos ile Styks yeraltý ýrmaklarýdýr.
(10) Fena adamlarý korkutmak için.
(11) Homeros, Ýlyada XXIV 10-12. XVIII 23-24 dizeleri eklenmiþtir. Her iki parçada da
Patroklos'un ölümüne aðlayan Akhilleus'un yasý anlatýlýr.
(12) Homeros, Ýlyada XXII 414-415. Akhilleus tarafýndan öldürülen Hektor'a aðlayan Priamos
un yasý anlatýlýr.
(13) Homeros, Ýlyada XVIII 54. Thetis denizin dibinde, Patroklos öldüðü için Akhilleus'un a
dýðýný duyunca bu sözleri söyler. Ölümü artýk yakýn olan Akhilleus'a aðlar.
(14) Homeros, Ýlyada XXII 168-169. Zeus, Akhilleus'un Troia surlarý çevresinde kovaladýðý H
ktor'a acýr.
(15) Homeros, Ýlyada XVI 433-434. Zeus, Sarpedon'u yazgýnýn belirlediði sondan kurtarmayý
düþünür, ama Hera'nýn öðütlerini dinleyerek vazgeçer.
(16) Homeros, Ýlyada I, 599-600. Bu dizeler Ýlyada'nýn birinci kitabýnýn sonundan alýnmýþtý
da tanrýlarýn mutluluðuyla,insanlarýn, kitabýn baþlangýcýnda gösterilen acýlarý ve hýrslarý
bir ustalýkla canlandýrýlmýþtýr.
(17) Platon burada II. kitabýn sonunda yer alan yalan konusundaki konuþmalara iþaret e
tmektedir.
(18) Önderlerin, yalaný bir ilaç gibi kullanmalarý hakkýnda V. kitap'a bak.
(19) Devlet yöneticiliðiyle beden eðitimi ve hekimlik arasýndaki benzerlik Gorgias'da da
söz konusudur.
(20) Homeros, Odysseia XVII 383 - 384.
(21) Platon burada "sophrosyne" kavramý üzerine halk görüþlerini aktarýr. Hellenlerin dünya
inde çok büyük bir yer tutan bu kavram, IV. kitap'da felsefe yoluyla açýklanmaktadýr.
(22) Homeros, Ýlyada IV 412. Karþý çýkmadan baþ eðmeye bir örnek: Diomedes bu sözlerle Sthe
n, Agamemnon'un eleþtiren, kýþkýrtýcý sözlerine karþýlýk vermesini yasaklar.
(23) Gene Ýlyada'dan alýnma (III 8 ve IV 43) ses çýkarmadan baþ eðme üzerine örnekler.
(24) Homeros, Ýlyada I 225. Bu sözlerle Akhilleus Agamemnon'a çýkýþmaktadýr.
(25) Homeros, Odysseia IX 8-10. Odysseus'un, Phaiaklarýn kralý Alkinoos'a söylediði sözler
. Alkinoos Odysseus'tan adýný ve acýklý maceralarýný anlatmasýný ister. Odysseus da öyküsün
bu sözleri söyler. Bu dizeleri olayýn nasýl geliþtiðini düþünerek anlamak gerekir. Odysseus
Demodokos'un anlattýðý öyküyü dinlerken aðlayarak þölenin keyfini kaçýrdýðý için özür diler
aðý öykünün o neþeli havaya ters düþeceði anlaþýlýr.
(26) Homeros, Odysseia XII 342. Eurylokhos, bu sözlerle arkadaþlarýný, Odysseus yokken açlý
larýný dindirmek için Helios'un kutsal sýðýrlarýný yakalamaya ve kesmeye kandýrýr.
(27) Homeros, Ýlyada XIV 294 v. d. Akhalar büyük bir tehlike içindedirler: Troialýlar Akha
larýn donanma ordugâhýna girmeyi baþarmýþlardýr. Poseidon Akhalarýn yardýmýna koþar, bizza
aya hazýrdýr. Fakat Troialýlarý destekleyen Zeus'un bunun farkýna varmamasý gerekmektedir.
u nedenle, Hera Zeus'un dikkatini Troia savaþýndan çekmek iþini üzerine alýr. Aphrodite'nin
aþk duygularý uyandýran sihirli kuþaðýný beline takarak Ýda daðýnda Zeus'u bulmaya gider. B
a'nýn harikulade güzel sahnelerinden biridir. Ýlyada'nýn þairi, çok eski bir dini motif ol
n gök tanrýsý çiftinin evlenmesine destanýnda burada yer ayýrmýþtýr,
(28) Homeros, Odysseia VIII 266 v. d. Ozan Demodokos'un Phaiaklarýn kralý Alkinoos'u
n sarayýnda söylediði þarký. Bu öykü yukarýda aktardýðýmýz Ýlyada parçasýna karþýt olarak t
nçlarý hafif bir mizah gibi kullanan görece yeni bir þiir parçasýdýr. Bu þarký, Odysseia'd
akýþýný bozan sonradan eklenmiþ bir parça olmalýdýr.
(29) Homeros, Odysseia XX 17-18. Odysseus, kendi evinin avlusunda kötü bir yatakta
yatýp da kendi hizmetçilerinin rezilce davranýþlarýný seyretmek zorundayken, bu sözlerle ke
ni yatýþtýrmaya çalýþýr.
(30) Bizans döneminden kalma Sada adlý sözlüðe göre, birçok kimse bu dizeyi Hesiodos'un sa
. Fakat Hesiodos'un elimize kadar gelen yapýtýnda yoktur.
(31) Homeros, Ýlyada IX 515 v. d.
(32) Homeros, Ýlyada XIX 278 v. d.
(33) Homeros, Ýlyada XXIV 139. Platon'un eleþtirisi haksýzdýr. Akhilleus Hektor'un ölüsünü
os'a teslim ederken para hýrsýna kapýlmýþ deðildir, Zeus'un buyruðuna uymaktadýr. Kurtulmal
ak bir armaðan almak da âdetti. Üstelik Patroklos'a, Hektor'un ölüsünü köpeklere atmaya sö
halde bu sözü yerine getiremediðinden, Patroklos'un ruhunu yatýþtýrmak için de almak zorun
.
(34) Homeros, Ýlyada XXII 15 ile 20. Apollon Akhilleus'u aldatmýþtýr: Troialýlarýn kente dö
ilmesi için Tanrý Agenor'un kýlýðýna girmiþ ve Akhilleus'u kendisini izlemeye kýþkýrtmýþtý
(35) Troia ovasýnda akan Skamandros ýrmaðý. Homeros, Ýlyada XXI 130-132, 233 v. d.
(36) Homeros, Ýlyada XXIII 151. Sperkheios Akhilleus'un yurdunda akan en büyük ýrmaktýr. P
eleus Sperkhelos'a Akhilleus Troia savaþýndan geri dönerse, Akhilleus'un saçlarýný adamaya
vermiþti. Fakat Akhilleus öleceðini artýk biliyordu. Bu yüzden Peleus'un adaðý boþa çýkmýþ
daþýna armaðan olarak adayabilir. Platon'un burada neyi eleþtirdiði pek anlaþýlmýyor. Homer
ezberinden alýntýladýðý için, bazen yanýlýyor.
(37) Homeros, Ýlyada XXIV 14 v. d.
(38) Homeros, Ýlyada XXIII 175.
(39) Akhilleus Peleus'un oðludur. Peleus'un babasý Aiakos ise Zeus'un oðullarýndandýr.
(40) Peirithoos Theseus'a Helena'yý kaçýrmak için, buna karþýlýk olarak da Theseus dostuna
rsephone'yi yeraltýndan kaçýrma giriþiminde yardým etmiþtir.
(41) II. kitap.
(42) Yukarýda adý geçen Aiskhylos'un Niobe adlý kaybolmuþ tragedyasýndan. Tantalos ile aile
i kastediliyor.
(43) Platon burada Thrasymakhos'un I. kitap'ta kullandýðý deyime iþaret etmektedir.
(44) Doðruluðun özü ve yararlý olup olmadýðý sorunu, IV. kitapta iþlenir. Fakat IV. kitapta
usuna dokunulmaz. Platon zaten burada ele alacaðýný söylediði soruna Devlet'te bir daha dön
ez, X. kitabýn baþýnda, yeni devlette þiir konusunu, idealar kuramý orada incelendiði ve þi
de uygulanabileceði için daha yüksek bir düzeyde ele aldýðý halde, gene dönmez. Platon bur
erdiði sözü yerine getirmeyi unuttu mu? Bunu kabul etmek zordur. Aksine, Platon Devlet
'in sonunda anlattýðý Mavera efsanesinde "insanlardan nasýl söz etmek gerektiðine'' dair ke
disi bir örnek vermiþtir.
(45) Sokrates'in burada deðiþik þiir türleri arasýndaki farklarý -lirik þiirde yalýn anlat
ramada yalýn öykünme, destanda anlatma ve öykünme karýþýk¸- belirtmek istediði anlaþýlýr.
(46) Homeros, Ýlyada I 12 v. d.
(47) Bu parçanýn özünü oluþturan öykünme (mimesis) kavramý ilkçað sanat anlayýþýnda çok büy
el sanatlarla ilgili olsun, þiir olsun her yapýt, ilkçaðýn anlayýþýna göre, bir mimesis, ya
bir öykünmedir. Fakat yapýtýn konusunu göz önünde tutan ve estetiðe dayanan bu mimesisi yu
ki sözlerde aramak yanlýþ olur. Platon mimesisten, örneðin ilkçað okullarýnda söz konusu ed
in kuruluþ biçimini kastetmektedir. Khryses'in sözlerini okuyacak öðrenciye, yalnýzca sözle
içeriðini canlandýrmak görevi düþmezdi, sözlerin duygu içeriðini, ethos ve pathosunu bütün
anlandýrmak zorundaydý; fakat bu iþi baþarabilmek için kendini unutmasý, Khryses'in ruhuna,
kiþiliðine girmesi gerekliydi. Platon da mimesis derken estetik deðil, ahlaki ve pedag
ojik bir kavram anlar. X. kitabýn baþýnda, þiir hakkýndaki sözün yeniden ele alýnmasýnda bu
varlýkbilimsel bir anlam kazanýr.
(48) s. 22.
(49) Dithyrambos, koronun aulos katýlýmýyla söylediði bir þarkýdýr. Konusu mythostan alýnma
yrambos tanrýlarýn þerefine, Atina'da da Dionysos'un þerefine söylenirdi. Önceleri yalnýzca
r anlatmadan ibaretti, sonra tragedyanýn etkisiyle dithyrambosa dramatik öðeler de katýl
mýþtýr.
(50) s. 22.
(51) Bak: II. Kitap.
(52) Platon burada genel Hellen görüþünü temsil eder. Sokrates'in Symposion'un sonunda tr
agedya þairi Agathon'la komedya þairi Aristophanes'i, bir þairin hem tragedya, hem de
komedya yazabilmesi gerektiðine kandýrmaya çalýþmasýyla yukardaki sözler arasýnda yalnýzca
iþki var: Symposion'da amacý, bu iki þiir türünü incelemek deðil; Sokrates'i, trajik ile ko
unsurlarý daha yüksek bir bütün halinde ruhunda birleþtiren Sokrates'i canlandýrmaktýr. Ay
mde Platon kendisi de, diyaloglarýnda Sokrates'in yaþamýnýn mimesisini yapmakla, tragedy
a ile komedyayý daha yüksek bir düzeyde birleþtiren bu iki türü içine alan bir tür yaratmý
avýndadýr.
(53) Plutarkhos'un Solon'da anlattýðý öykü, Attika anlayýþýnýn ciddiliðine örnek olan bu gö
'a has olmadýðýný kanýtlar: Thespis oyunlarýndan birini temsil ettikten sonra, Solon ona dö
ek, herkesin önünde yalancý oyunlar oynamaktan utanmýyor mu diye sormuþ. Thespis de, þaka o
sun diye böyle þeyler söylemekte, temsil etmekte bir kötülük olmadýðý yanýtýný verince, Sol
sýný yere vurarak demiþ ki: "Bu þakayý översek, ona deðer verirsek, onu yakýnda ekonomik ya
a göreceðiz.''
(54) Platon,ihtimal, önceden de bir kaç kez dizelerini alýntýladýðý Aiskylos'un Niobe adlý
dyasýný düþünmektedir.
(55) Kuþkusuz Platon burada Euripides'in kadýn kiþiliklerini düþünüyor. Euripides'in kaybol
Aiolos adlý dramýnda kardeþi Makareus'tan gebe kalan Kanake sahnede doðum sancýlarý çekmek
ir; bu durumda söylediði arya herhalde ünlenmiþ olsa gerek ki Ýmparator Neron onu temsil e
tmekten pek hoþlanýrmýþ.
(56) Köleler özellikle de komedyada önemli rol oynarlar. Fakat Euripides hukukun, top
lumun baskýsýna, haksýzlýðýna uðramýþ insan tiplerinden hepsine tragedyada yer vermiþtir.
(57) Tragedyada sarhoþluða örnek olarak yalnýzca Euripides'in Alkestis dramýndaki Herakles
vardýr. Fakat þunu da unutmamalý ki Alkestis tragedya deðil de bir satyr oyununun yerin
i tutmaktadýr.
(58) Tragedyada insanlarýn çýldýrdýðý bazan görülür. Fakat Aiskhylos ile Sophokles çýldýran
, ancak çýldýrdýklarýný baþkalarýna anlattýrýrlar (Orestes, Aias). Tek istisna Aiskhylos'un
as'unda Io'dur. Yalnýzca Euripides, Herakles ile Bakkhalar adlý tragedyalarýnda çýldýrmýþ k
sahneye çýkarýr (Herakles'te Herakles'in kendisi, Bakkhalar'da Pentheus ile Agaue).
(59) Ýlkçað boyunca el iþçiliðinin özgür adama yakýþmadýðý düþüncesi vardý. Platon da VI. k
da düþünce edimini körleþtirdiðine iþaret
eder. Düzenli, günlük bir iþe baðlý olan adam felsefe için uygun deðildir. Çünkü felsefeyle
için insanýn boþ vakti olmalýdýr.
(60) Daha eski zamanlarda, örneðin Aiskhylos'un döneminde, müzik þairin sözlerine uyduðu, s
in yanýnda ikincil bir öðe olarak kaldýðý halde, Euripides'in dramlarýnda ve çaðdaþý olan d
a baðýmsýz geliþmiþ, bu kez de sözler ona uymuþtur. Ýlkçað müziði hemen hemen büsbütün kayb
i izlemek bizim için zordur. Fakat Euripides'in korolarýnda sözlerin müziðe uydurulduðunu h
ezebiliriz. Bu esaslý yenilikle birlikte müzikte virtuozluk da önem kazanmýþ, Platon'un bu
rada sözünü ettiði doða seslerine müzikle öykünmeye giriþilmiþ, ayný zamanda da sazlarla mü
abartýlý bulduðu bir biçimde ön plana geçmiþtir. Platon müziðin sözden ayrýlmasýný eleþtir
sinden uzaklaþarak doða seslerine öykünmeye giriþilmesini ahlak düþüklüðünün bir kanýtý say
pýtýnda da bu konuyu birçok kez ele alýr (mes. II. kitap 669 c'de).
(61) Davranýþlarda ve konuþmada sakinliði ve aðýrbaþlýlýðý Aristo da (Eth. Nic. IV 8, 1125
yüksek ruhluluða (megalopsykhia) iþaret olarak kabul eder.
(62) Baþa merhem sürme, yün þeritlerden çelenk takma, tapýnmada görülen davranýþlardýr. Pla
þairin tanrý etkisi altýnda bulunan tanrýsal bir varlýk olduðunu göstermek ister. Platon'u
evletinden çýkardýðý þiirden ve müzikten zevk duymayan bir insan sanmamalýyýz. Þairi reddet
da kalýyorsa da, onu, tanrý gibi tapýnýlmaya deðer, yüksek bir varlýk sayar. Diogenes Laert
'un anlattýðýna bakýlýrsa, Herakleitos þairlere karþý çok daha sert davranmýþ, demiþ ki: Ho
an atýlmaya, bastonla dövülmeye layýktýr, Arkhilokhos da. (63) Þiir hakkýndaki konuþmada So
s'i Adeimantos yanýtladýðý halde, söz müziðe gelince, müzik bilgisi olduðundan Glaukon söze
(64) Belli ki Platon sözden ayrýlmýþ bir müziði tanýmýyor bile.
(65) Yunan ses sistemi için kitabýn sonunda bulunan eke bak.
((66) Yunanlýlarýn aulos dedikleri saz, flâvtaya yakýn olduðundan aulos sözcüðünü flâvta di
Aristo da (Politika VIII 6, 1341 a 17 v.d.) eðitim alanýnda aulosa bir yer verilmesi
ni iki nedenden kabul etmez: Birincisi, aulos ahlaki (ethikon) deðildir, dini cümbüþlere
yakýþýr; ikincisi, aulos çalarken insan þarký söyleyemez.
(67) Lyra ile kithara ilke bakýmýndan birdir. Yalnýz lyranýn telleri eðri, kitharanýnkiler
se düz bir göðüs tahtasý üzerine gerilmiþti. Lyra evde ve gençlerin müzik eðitiminde kullan
zdý; halbuki kithara daha büyük ve daha sanatlý bir biçimde yapýlmýþ olduðundan sanatçýlarý
, yarýþmalarda kullandýklarý sazdý.
(68) Aulos müziði, kamýþý bol olan Phrygia'da meydana gelmiþ ve aulos bestecisi Olypos'la 8
inci yüzyýlda en yüksek geliþme noktasýna varmýþtýr. Phrygia'dan Yunanistan'a gelmiþ ve Dio
le Phrygialuý Ana Tanrý'nýn kültünde saðlam bir yer edinmiþtir. Aulos'un Yunanistan'da büyü
ireniþle karþýlaþtýðý Marsyas mythosundan anlaþýlýr: Athene aulosu icat etmiþ, fakat aulos
ruþtuðunu, çirkinleþtiðini görünce, onu atmýþ. Phrygia çobaný Marsyas aulosu bulmuþ ve bu y
rek kithara çalan Apollon ile bir müzik yarýþmasýna giriþmiþ. Yarýþma Phrygia'da Kelainai y
olmuþ. Marsyas kaybetmiþ, tanrý da küstahlýðýnýn cezasý olarak Marsyas'ýn diri diri derisi
fsanede Platon'da da görülen bir anlayýþ yansýmaktadýr: Pedagoji ve ahlaka önem veren akla
anan Apolloncu eðilimlerin cümbüþlü dionysosçu eðilimlere direnci.
(69) Sokrates, tanrýlarýn adýný kirletmemek için köpek üzerine yemin ediyor. Söylendiðine g
manthys bile insanlara, yeminlerinde sýradan eþya ve hayvan adlarý kullanmayý öðütlemiþti:
kaz hakký için'' gibi. (Bu deyim Yunanca'da "Zeus hakký için'' deyimine benzer).
(70) II. kitap.
(71) Ritimlerin üçe ayrýlmasý kýsa heceleri bir, uzun heceleri de iki saymak ilkesine daya
nýr. Böylece þu ritim türleri ortaya çýkar: 1) Genos ison, 2:2 oranýna dayanýr. Daktylos (‾
deios (??) ve anapaistos(-) bu genostandýr. 2) Genos hemiolion, 3:2 veya 2:3 oranýna
dayanýr. Paion (‾), kretikos (‾), bakkheios (‾) bu türdendir. 3) Genos diplosion, 2:1 ora
nýna dayanýr. Bu türde trokhaios ile iambos'tan baþka bir de ionikos vezinleri vardýr (‾ ve
a ‾).
(72) Platon'un bu dört türden ne amaçladýðý belli deðildir.
(73) Perikles döneminde yaþamýþ, Perikles'in dostu ünlü müzikçi. Damon ritim ve melodinin a
ruhsal durumuyla ilintili olduðuna inanýrdý. Yani o da Platon gibi müziðin ahlak üzerindek
etkisine önem verirdi. Platon ondan büyük bir saygýyla sözeder. Az önce sona eren deðiþik
akamlarýnýn insan ruhu üstündeki etkisine iliþkin bölüm büyük olasýlýkla Damon' dan esinle
(74) Platon bu sözleri kasten bir az karýþýk söyler. Platon'un yapýtlarýndaki Sokrates çok
eknik sorunlarý ele almaktan çekinir. (Örneðin, ileride beden eðitimini ele alan bölümünde
gibi.) Platon, müzik kuramýna ilgi duymakla yetinmemiþ bu alanda derin bilgiye sahip
olmuþtu. Atinalý Drakon, Akragaslý Megyllas gibi dönemin en ünlü müzikçilerinin derslerini
miþti (ayrýca Platon'un, Pitagorasçýlarla iliþki içinde olduðu da anlaþýlýyor).
Platon'un bu bölümde Damon'dan aktardýðý bilgilerden þunu anlamak gerekiyor. Enhoplios'un þ
sý eþit olmayan müzik öðelerinden oluþuyor (Damon ona katýþýk synthetos diyor). Damon, Dakt
büyük olasýlýkla 71 numaralý açýklamada deðindiðimiz "genos ison" denen vezinleri anlýyor.
eroos denilen vezin, bizim "daktylos" veya "sponde os" dediðimiz± vezindir; heroos,
geniþ isonda en görkemli, en soylu sayýlan vezindir; Platon bu nedenle salt ondan sözed
iyor. Daktylos ile spondeios vezinleri iki eþit ve ölçü bakýmýndan katýþýk vezinlerdir. Yan
s'' ile "thesis''te eþit zaman ölçüleri vardýr. Arsis ile thesis, ritim tutulurken elin ve
ya ayaðýn kalkýp inmesine denir. Yunan metriðinde kullanýlan bu deyimlere çevirimizde biz d
yer verdik; çünkü Platon'un burada kullandýðý "yukarý'' ve "aþaðý'' terimlerinin olduðu gi
anlamsýz olacaktý.
(75) Türkçeye tam olarak çevrilmesi olanaksýz, Yunanca euskhemosyne ve askhemosyne sözcükle
ini, "uygunluk'' ve "uygunsuzluk'' sözcükleri ile karþýlamaya çalýþtýk..
(76) Bu tümceyi iyi anlamak için Platon'un kullandýðý euetheiu sözcüðünün Yunanca hem "iyi
'' hem de "saflýk'' anlamýna geldiðini bilmek gerekiyor.
(77) Platon burada heykeltýraþ Polykleitos'un oranlardan söz eden "Kanon'' adlý yapýtýný dü
ir.
(78) Arkaik ve klasik çaðýn sanatý, Platon'un burada söz ettiði eðitici etkiyi gerçekten gö
r. Olympia'ya gelip te zafer kazanmýþ Yunanlýlarýn heykellerini gören her gençte Hellen ins
nlýðýna örnek olan bu kahramanlara benzemek arzusu her halde uyanýrdý. Sanatýn bu eðitici e
ni yurdunun her köþesinde örnek olacak deðerde sanat yapýtlarýna raslayan Atinalý herkesten
duymuþtur. Thukydides bile Perikles'e Atina'nýn paideusis tes Hellados, yani "Hellas
'ýn eðitildiði yer'' dedirtiyor; bu deyiþe sanatla eðitim de dahildir. Platon'da çok raslad
r düþünce, güzelin iyiyle akraba olduðu düþüncesi burada da görülüyor. Büyük Hippias'ta güz
' deniyor.
(79) Anlam zenginliði ve yalýnlýðý bakýmýndan dünyanýn hiçbir dilinde tam karþýlýðý olmayan
iye çevirdik. "Logos gelince''sözleriyle Platon belli bir düþünceyi anlatýr: VI. ve VII. ki
aplardaki, matematik yoluyla olanýn tanýnmasýyla, idealarýn seyredilmesiyle sonuçlanan fel
s efe eðitimini kasteder. II. ve III. kitaplarda söz konusu edilen müzik eðitimi daha logo
s sayýlamaz, ancak felsefe eðitimi için gerekli bir basamaktýr.
(80) II. kitapta olduðu gibi burada da Platon karýþýk bir düþünce yürütmeyi bir benzetmeyle
arflerin öðrenilmesine benzetiyor.
(81) Þimdiye kadar hep yaptýðýmýz gibi burada da Yunanca tekhne kelimesini "sanat'' diye çe
iriyoruz.
(82) Yalnýzca ruh güzelliðiyle vücut güzelliðinin birleþmesi doyurucu olabilir. Bu görüþ ya
on'a deðil, bütün Hellen dünyasýna hastýr. Gerçi Platon bir kaç satýr sonra bu iki güzellik
eçmek zorunda kalýnýrsa vücut güzelliðinden vazgeçilebileceðine karar verir. Fakat bu seçme
anlattýðýna dikkat etmeli: vücut güzelliðinden yoksun olmak herhalde bir eksikliktir, zor b
abilir. Sokrates'in çirkin oluþu herhalde Platon'u düþündüren ve üzen bir sorundu; fakat Sy
sion'da Alkibiades'in söylediði sözlerle bu sorunu dahice çözümlemiþtir.
(83) Platon Yasalar'da oðlancýlýk üzerine görüþlerini daha açýk bir biçimde belirtmiþtir. K
asýnda aþk doða yasalarýna uygundur; çünkü soyu sürdürmek amacýný güder. Fakat erkeklerin v
alarýnda seviþmeleri doða yasalarýna aykýrýdýr. Ýnsaný bu doða dýþý aþka sürükleyen etken þ
on oðlancýlýðý kati bir anlatýmla reddetmiþtir. Fakat öte yandan erkeklerin aralarýnda sevi
len yaþamýnda önemli bir etken olmuþtur, hatta bazý devletlerde ona izin vermekle kalýnmaz,
askerlik ve devlet iþleri için ondan yararlanýlýr, ahlak ve eðitimde önemli bir etken sayýl
aþça büyük olan, küçüðün eðitiminden, yetiþmesinden sorumluydu. Platon bu bakýmdan yani fel
n, güzeli ve iyiyi amaçlayan bir iliþki olarak, þehveti ve duyumculuðu dýþta býrakmak koþul
rkekler arasýnda sevgiye izin verir. Ýçtenliklerinin bir anlatýmý olarak öpüþmelerine izin
. Eros'un felsefi önemi Symposion'da Diotima'nýn sözleriyle açýklanmýþtýr.
(84) Sonradan ayrýntýlý biçimde ele alýnan bir soruna yani genellikle düþünüldüðü gibi spor
, ruha yaradýðý düþüncesine burada da deðinilir. Platon bu konuda Demokritos ile ayný düþün
mokritos der ki: "Ýnsanlara bedenden çok ruha önem vermek yakýþýr. Çünkü ruhun üstünlüðü be
siz kýlar, oysa us gücü olmaksýzýn bedenin güçlü olmasý ruha hiçbir bakýmdan üstünlük verm
(85) 398 e.
(86) Siracusa en iyi yemek yenen kent sayýlýrdý, Platon bunu 7'inci mektubunda þöyle anlatý
: "Ýtalya ve Sicilya'ya (geldiðim zaman) bu ülkelerde "bahtlý'' denen yaþamý -Ýtalya ve Sir
sa usullerine göre ardý arkasý kesilmeyen þölenlerle dolu o yaþamý- hiç beðenmedim. Herkes
iki kez týka basa dolduruyordu; gece kimse yalnýz yatmýyor; herkes böyle bir yaþayýþýn açm
da yürüyüp gidiyordu.''
(87) Korinthos kentinde Aphrodite Melainis Tapýnaðý vardý. Bu tanrýçanýn hizmetçileri ilk ç
hetaira olarak ün kazanmýþlardý.
(88) Tapýndýklarý tanrý, Apollon'un oðlu, hekimliðin yaratýcýsý Asklepios olduðu için hekim
iad, yani Asklepios oðullarý denirdi.
(89) Platon burada ya bizim metinlerimizden ayrýlan bir Ýlyada metni kullanmýþ veya daha
büyük bir olasýlýkla Ýlyada'nýn bu parçasýný yanlýþ anýmsýyor. Homeros'un metnine göre Ýly
e Nestor'un hizmetçisi Hekamede bu güçlü içkiyi Eurypylos için deðil, Makhaon için hazýrlar
n'un burada yanýlmasý mümkündü, çünkü az önce (575 v.d.) Eurypylos'un bir okla yaralandýðý
(90) Asklepios'un oðullarý Makhaon ve Podaleirios kardeþler Troia'da Yunanlýlarýn hekimler
idir; her ikisinin adý Ýlyada XI 833'te geçer.
(91) Homeros, Ýlyada XI 844 v.d'da hekimlikten anlayan iki kahramanýn biri, Makhaon
yaralý olduðu, öteki de savaþtan daha geri dönmediði için, Patroklos'un, Eurypylos'un baldý
oku çýkardýðý anlatýlýr.
(92) Platon'un 1. kitapta da sözünü ettiði Selymbria'lý Herodikos 420 yýllarýnda, insanýn s
sa da ilaç kullanmadan yaþayabilmesini saðlayan bir tedavi yöntemi bulmuþtur. Herodikos ge
zmeleri, güreþmeleri, hamamda terlemeyi ve vücudunu ovdurmayý özellikle öðütlerdi. Fakat bu
viye uymak için o kadar kendine bakmak gerekiyordu ki hasta bütün vaktini buna ayýrmalý, b
aþka her iþten elini eteðini çekmeliydi. Platon baþka birçok kimse gibi tedaviyi bu yüzden
irir..
(93) Miletli Phokylides Ý.Ö. 6. yüzyýlýn ortalarýnda yaþamýþtýr. Platon'un burada andýðý di
nli biçimlere bürünmüþ ve halka seslenen daha birçok özdeyiþ, yaþama kuralý yazmýþtýr. Ýnsa
meye koyulmadan önce geçimini saðlamasý gerektiði düþüncesi filozoflarýn daima savaþtýklarý
ratius'un ünlü bir dizesinde de bu düþünce yer alýr. (Mektuplar 1, 1, 53): o cives, cives,
uaerenda pecunia primum, virtus post nummos, "ey yurttaþlar, önce parayý saðlamalý, erdem
paradan sonra gelir'' ( bu sözleri Roma Forumundaki sarraflara söyletir). Platon bu
sorun üzerinde tartýþmaya giriþmekten kaçýndýðýný kendi söyler, çünkü tümcenin olumlu yanýn
rektiði düþüncesini ön planda görür. Bu parçadaki alayý sezmemek mümkün deðildir; Platon fe
linden silahlarýný alýp kendilerine karþý kullanýyor. Az önce eleþtirilen Homeros'un þimdi
hekimliðe tanýk olarak gösterilmesi de alaycýdýr.
(94) Homeros, Ýlyada IV 218. Makhaon'un Menelaos'un yarasýný nasýl tedavi ettiðini anlatýr.
(95) Yani Hekamede'nin Makhaon'a içirdiði güçlü içki, Yunanca kykeôn. Bak. not 89.
(96) Phrygia kralý Midas'ýn zenginliði dillere destan olmuþtu.
(97) Aiskhylos, Agamemnon 1022. Euripides, Alkestis 3 v, d.
(98) Pythia 3, 55 v.d.
(99) s. 21-22.
(100) Hekimlerle yargýçlar arasýnda Sokrates'in ilerde göstereceði temel bir fark vardýr. F
rk þurada da görülür ki ideal devlette yargýçlara bekçilerin gereksinimi yoktur, oysa hekim
bir bakýmdan gereklidir. - Platon yargýçlýk mesleðine deðer vermemekle özellikle Atina'dak
ahkemelerin durumunu eleþtirir. Atina'da kurayla yargýç seçilmek yurttaþlarýn hem siyasal,
em de parasal durumlarýnda önemli bir etkendi.
(101) Soylu adamýn neden böyle göründüðünü Platon VII. kitapta idealar kuramýyla açýklar.
(102) Platon þüphesiz burada Sokrates'in dâvasýný hatýrlýyor. Sokrates'i yargýlayan yargýçl
bir adamý anlamakta ne kadar becerisiz olduklarýný o zaman ortaya çýkarmýþtý.
(103) Platon'un kurduðu ideal devletin bir çok bakýmdan Sparta devletini anýmsattýðý bilini
Burada da benzerlik vardýr. Sparta'da bir çocuk doðduðu zaman devlet görevlileri vücudunu,
aðlýðýný inceler, büyütülmesine ya da atýlmasýna karar verirlerdi. Pausanieas'ýn bir sözü P
ki düþüncelerini anýmsatýr: "En iyi hekimler hastalarýn çürümesine olanak vermeyen, onlarý
kadar çabuk gömen hekimlerdir.''
(104) Bu görüþ Platon'un II. kitaptaki sözleriyle çeliþkilidir: Yýllardan beri bulunmuþ ola
iþtirmeden daha iyisini bulmak zordur, deðil mi? Bu da, tabii, beden için spor, ruh için
müziktir. Fakat çeliþki yalnýzca görünüþtedir. Eðitim üzerine tüm akýl yürütmenin temelind
rdýr. Ama sorun felsefe yoluyla akýl yürütülürken çok kez olduðu gibi burada da halk görüþl
ilmeye gereksinimi olduðu anlaþýlýr. Halk görüþlerine ve geleneðe uygun olarak oluþturulmuþ
um, yani müzikle spora dayanan eðitim iyidir ve duraksamaksýzýn kabul olunabilir; yalnýzca
doðru ve iyi olduðunun yeniden kanýtlanmasý gerekir. Bazý bilginlerin kabul ettiði gibi, P
aton'un burada Sokrates'le bir tartýþmaya girdiðini düþünmek hoþtur.
(105) Ýki karþýt eðilim, yani haþinlikle yumuþaklýk arasýnda denge kurmak, Platon'a göre eð
a görevidir. Bu iki niteliðin doðal bir biçimde bir canlýda nasýl bir araya gelebildiði II.
tapta köpek örneðiyle gösterilmiþtir. Platon eðitimin bu amacýndan çok söz eder. Hatta Plat
devlet adamýnýn görevi de bu iki karþýt doða eðilimlerinin uyumlu bir biçimde birleþmesini
týr. Bu iþ için devlet adamý eðitimden, bir de bu amacý güden evlenme yasalarýndan yararlan
r. Politikos'da Platon devlet adamýnýn bu etkinliðini bir dokumacý ustasýnýn iþine benzetir
oðanýn iki karþýt eðilimini, gözüpeklikle usu birleþtirerek ikisini de kapsayan saðlam bir
i birbirine dokur.
(106) II. kitap.
(107) Homeros, Ýlyada XVIII 588, Apollon, Hektor'u Menelaos'tan kaçtýðý için ayýplarken Men
os için yumuþak bir asker der.
(108) Önceleri þiir ve þarký tanrýlarý sayýlan Musalar sonradan bütün düþünce etkinliklerin
rý olarak tanýnmýþtýr. Bu yüzden þiirle uðraþmak kadar felsefe ve bilimle uðraþmak da Musa
olmak sayýlýr.
(109) Platon'un bu sözcükle ne demek istediði kolayca anlaþýlamaz. Yasalar'da sözü geçen ge
erkeklerin eðitimini gözeten yüksek bir devlet orunu oluþturmak istediðini düþünenler olmu
akat kurduðumuz devletin korunmasý gerekiyorsa sözlerinden, devletin iyiliði için çok öneml
ir rol oynayan yüksek bir orun oluþturulmasý gerektiði anlaþýlýr. Gerçekten de Politikos 30
d'de türlü doða eðilimleri arasýnda dengeyi saðlamak görevi krallýk ya da siyaset sanatýna
ev olarak gösterilir. Üstelik Platon VI. kitapta da buradaki sözlerine gönderme yapar; f
akat VI. kitapta görevi anayasayý gözetmek, anayasayý yasacýlarýn (yani Sokrates ile konuþt
arýnýn) kararlaþtýrdýðý biçimde korumak olan bir orundan söz edilir. Bütün bunlardan çýkarý
rada Platon asýl devlet yöneticisi olan filozofu kastetmektedir. Fakat bu ilk kitapl
ar ancak bir giriþ niteliðinde olduðu için burada onun görevlerini, konumunu ve niteliðini
ncelemesine olanak yoktur. Bu sorunlarý ancak bütün devlet yapýsýný kurduktan sonra ele ala
ilir.
(110) Platon asýl konu için ikincil önemde tektük sorunlarýn sözünü etmeye giriþmiyor. Not.
e bak.
(111) Bu düþünce Thukydides'in Perikles'e söylettiði düþünceye benzer.
(112) Hiç kimsenin gerçek yalana yani gerçek üzerinde yanýlmaya razý olmayacaðý düþüncesi P
r görüþtür. II. kitabýn sonundaki gerçekten ayrýlma hakkýndaki sözlere bak.
(113) Bekçilere uygulanan denemeler de üçe ayrýlmýþtýr. Bunlar besbelli ki bekçilerin yalný
erlik ve devlet iþlerinde yararlýk gösterip göstermemelerini deðil, baþka niteliklerini de
ayan denemelerdir. Belki Platon burada da bazý Sparta göreneklerini göz önüne getirmektedi
r. Yasalar'da da bu gibi denemelerin sözü geçer, örneðin insanýn þarap içtiði zaman nasýl d
kat edilmesi.
(114) Yani görkemli, karanlýk, zor anlaþýlýr bir dille.
(115) Bu denemeleri kim yapacak, baþaranlarý kim seçecek, söylenmiyor; söylenemez de; çünkü
evlet henüz kurulmuþ deðildir. Ancak yeni kuruluþunda ilke olan düþünce, yani önderlerin fi
ya da filozoflarýn önder olmasý gerektiði ilkesi açýða vurulduktan sonradýr ki bu sorun el
bilir. VI. kitaba bak.
(116) Bundan sonra Platon asker sýnýfýndan olan kimselere yardýmcýlar (epikuroi ve boethoi
) diyor. Fakat bekçi (phylaks) deyimi önderlerle (arkhontes) yardýmcýlarýn topluluðu için k
andýðý genel bir addýr.
(117) s. 17.
(118) Platon burada Kadmos efsanesine iliþkin, ekilen ejder diþlerinden doðan insanlar
motifini ele alýp kendi hedefleri için kullanmaktadýr. Yunanlýlar Kadmos'u Fenikeli say
dýklarý için, Platon bu masala Fenike masalý diyor.
(119) Örneðin Atinalýlarýn efsanevi atalarý Erekhtheus da topraðýn bir oðlu sayýlýrdý.
(120) Platon, bu efsane de ötekiler gibi belki bir gün insanlarýn inandýðý bir efsane olaca
demek istiyor.
(121) Glaukon bekçilerin eðitimi bitti sanýyor, oysa, Sokrates müzikle idmanýn gerçek eðiti
yani felsefe eðitimine, ancak bir hazýrlýk olduðunu, bu zor iþin, anlatýlmasý da en güç ol
nun daha ele alýnmadýðýný bilir. Platon bu sözlerle, VI. ve VII. kitaptaki önder-filozoflar
imi konusuna göndermede bulunmaktadýr.
(122) Devletin iyiliðini saðlayan bu mal mülk ortaklýðý sorunu da ancak bir giriþ niteliðin
. Ancak V. kitapta kadýn ve çocuk ortaklýðý söz konusu olduðunda, gerçek anlamý ortaya çýka

DEVLET IV

(1) III. kitabýn sonunda, koruyucularýn hiçbir özel malý olmamasý gerektiðinden söz açýldýð
(2) Yunanca polis (devlet-kent, medine) sözcüðünü, Türkçe bir tek karþýlýðý olmadýðý için,
da "devlet'' sözcüðüyle karþýladýk.
(3) Adeimantos'un karþý çýkýþý, Thrasymakhos'un 1. kitapta ileri sürdüðü "bir hükümdar kend
hüküm sürer'' düþüncesine dayanýyor.
(4) Aristoteles, Platon'un devletine karþý yaptýðý sert eleþtiride, bu yer için þunlarý söy
dan baþka, koruyucularý mutluluktan yoksun býrakýr, ama yasa yazar bütün kenti mutlu etmeli
der. Fakat, büyük çoðunluk ya da bütün yurttaþlar, hatta birkaçý mutlu deðilse, þehrin mutl
eðildir. Çünkü mutlu olmak çift sayýlarla ayný türe girmez; bir bütün, onu oluþturan kýsýml
e, çift olabilir, ama mutlu olmakta durum böyle deðildir. Ama koruyucular mutlu olmaz
da kim olur? Kesinlikle, zanaatçýlarla iþçi kitlesi deðil.'' Bu eleþtiri, Aristoteles'in Pl
ton'dan temelde ayrýlan ahlaki ve siyasi görüþlerine dayanýr. Platon sonradan koruyucularý
îkiþisel mutluluklarý sorununu ele alýr ve yalnýzca kendi yarattýðý kentin her yönden eksi
r mutluluk sayýlacaðý sonucuna varýr. Burada bu konuya giriþmekten çekiniyor. Bir tek sýnýf
bütün kentin mutluluðunu göz önünde tuttuðunu VII. kitapta da yineler. - Bu tümce, Perikles
hukydides tarafýndan bildirilen düþüncesine þaþýlacak derecede yakýndýr: "Ama, kent bir büt
aðlam bir durumda bulunursa, ayrý ayrý her bir bireyiyle mutlu olduðu, ama bir bütün olarak
mahvolduðu zamankinden daha çok bireylere yararlý olur.''
(5) Ýlk üç kitapta Yunanca dikaiosyne karþýlýðý olarak kullanýlan "doðruluk, hakseverlik''
kitapta her zaman "adalet'' sözcüðünü kullandýk.
(6) Bu derhal yapýlmaz, ancak VIII. kitapta yapýlacak. Çünkü konuþmaya katýlanlar, V. kitab
a Sokrates'i baþladýðý düþünce dizisini býrakmaya ve eðitim, ortak mülkiyet sorunlarýna dön
aklardýr. V., VI., VII. kitaplardaki konudan görünüþte sapýþ aslýnda bütün yapýtýn en yükse
filozoflarýn eðitimleri üzerine düþüncelere götürür. IV. kitabýn sonunda yarýda býrakýlan
VIII. kitabýn baþýnda ele alýnýr.
(7) Yunanlýlarda, heykellerin saçlarýný, gözlerini, dudaklarýný, giysilerini boyamak âdeti
(8) Bu sesleniþle baþlayan sözlerin sonu "onlarýn elinde olur''dur. Demek, heykelin boya
nmasýný eleþtiren kiþi devlet düzenini eleþtiren kiþiyle ayný oluyor.
(9) Ýlk üç kitapta Yunanca Phylaks sözcüðünü "bekçi'' ile karþýlamýþtýk. Bundan böyle bu sö
a uygun bulduk.
(10) Yunanca metinde biraz belirsiz kalan bu tümceyi hemen hemen mütercimler gibi çevi
rmeyi uygun bulduk. Fakat bu tümceye baþka bir anlam da verilebilir: "öte yandan kendi
baþlarýna iyi durumda olmak ve mutlu olmak fýrsatý da onlarýn elinde olur'' ya da: "Öte ya
dan kent iyi bir durumda ve mutlu olursa, bundan yalnýzca onlar yararlanacaklar.''
(11) Metinde bulunan georgus sözcüðünde, metne uygun bir anlam bulamadýk, bunun için Platon
la derinden uðraþan olan bazý bilginlerin önerisine uyarak, bu sözcüðü leorgus kabul edip ç
ona göre yaptýk.
(12) Platon, kent ya da kentler oyunu denen bir tür tavla oyununu söylemek istiyor.
Bu oyun hakkýnda kesin bir þey bilmediðimiz için Platon'un deyiþinden çok bir þey anlamýyor
(13) III. kitap s. 55.
(14) Platon burada çok kez kullanýlan bir deyime iþaret ediyor.
(15) (16) Odysseia I 351/2, elimizdeki Odysseia metninden biraz ayrýdýr.
(17) Damon için III. kitap s. 35, açýklama 73'e bak.
(18) Platon burada hiç kuþkusuz Atina'daki ahlaki, sosyal ve siyasal durumun geliþmesi
ni kastediyor.
(19) Yani þimdi oynadýklarý oyunlardan yasaya daha uygun.
(20) Platon burada ve bütün bu parçada çok nefret ettiði ve zamanýnda tamamýyla gerileme du
unda olan Atina demokrasisini kastediyor. Gerçekten Atina'da devletin genel düzenini
deðiþtirmek isteyenlere karþý yasalÍar vardý. Öte yandan özel kiþileri yüceltmek için yasa
magoglar bu alanda halka dalkavukluk etmek fýrsatýný bulurlardý.
(21) Platon burada Herakles'in on iki baþarýsýný söylemek istiyor. Hydra, büyük bir bataklý
avarýymýþ. Argos'un güneyinde bulunan Lerna bataklýðýnda yaþarmýþ, sayýsýz baþý varmýþ, bu
es bütün baþlarý kesiyor, ama kesilen bir baþýn yerine iki baþ çýkýyor. Canavarýn yeniden b
elerini kýzgýn aðaçlarla yakýyor, ölümsüz baþýn üzerine de büyük bir kaya parçasý atýyor. H
daldýrýyor; bu yüzden oklarýyla açtýðý yaralar iyileþmezmiþ.
(22) Delphoi, Yunanistan'ýn dini merkezi idi. Apollonsa, dinle ilgili her iþte yol gös
terirdi.
(23) Bütün Avrupa dillerine girmiþ olan Yunanca daimon sözcüðünü, Türkçe karþýlýðý olmadýðý
rý (Yunanca theos) sözcüðünün yanýnda bulunduðu zaman, ikinci derecede gelen tanrýsal varlý
dýr.
(24) Yunanca heros. Yararlýklarý yüzünden ölümden sonra tanrýlaþtýrýlmýþ ve tanrý gibi sayg
enir.
(25) Burada Delphoi'daki Apollon'un kutsal konik taþý (omyhalos) kastediliyor. Ompha
los beyaz mermerden ya da taþtan bir koniydi ve dünyanýn merkezi sayýlýrdý. Ýki yanýna konm
iki altýn kartal, efsaneye göre, Zeus tarafýndan dünyanýn doðu ve batý uçlarýndan atýlýp b
leþen iki kartalý hatýrlatýrdý. Omphalos genellikle sikkeler üzerinde ve özellikle Apollon'
oturduðu yer olarak gösterilirdi.
(26) Thrasymakhos'un, Glaukon'un ve Adeimantos'un adaletli ve adaletsiz insan ha
kkýndaki tartýþmalarda oynadýklarý rolleri anýmsayalým.
(27) II. kitap.
(28) Bunlar Ana erdemler denilen dört erdemdir, yani bütün öteki erdemler bu dört erdemden
çýkar. Bundan sonraki tartýþmalar, bu dörtlü erdem dizgesinin, Platon'un devlet düzeniyle
iliiþkide olduðunu gösterecektir.
(29) Burada kullanýlan yöntem, matematikte kullanýlan kanýtlama yöntemine benzer.
(30) "Doðru kararlar veren'' deyiþiyle Yunanca eubulos sözcüðünü çevirmekten çok tanýmladýk
llikle siyasal bir erdemdir. Bu yüzden Thrasymakhos da, tam anlamýyla adaletsizliðin n
e olduðunu anlatýrken bu sözcüðü kullanýyor. Oradaki çeviri (iþini bilen) metnin çevirdiðim
dýðý için baþtaki çevirimizden ayrýldýk.
(31) III. kitap, 414 b.
(32) Burada, Sokrates'in yukarýda "gariplik'' sözüyle neyi kastettiði sonunda anlaþýlýyor.
riplik'' þundan ileri geliyor: Kentin yalnýzca en küçük parçasý bilge olduðu halde, bütün k
e deniyor. Bilgelik (sophia), Platon'un burada anlattýðý biçimde, phronesis ile ayný anlam
dadýr. Bilgelik terimi burada metafizikle (yani idea kuramýyla) deðil, sýrf siyasetle il
gilidir, kentin bütününün iyiliði için düþünce yürüten erdemden baþka bir þey deðildir.
(33) Yunanca khalestraioin Makedonya'da Khalastra gölünün kýyýsýnda bulunan ve sabun yerine
kullanýlan doðal bir sodadan söz ediliyor.
(34) Biz, "sürekli'' anlamýna gelen, Stobaios'un kabul ettiði momimon sözcüðünü kabul edip
e çevirdik.
(35) Buna benzer bir düþünce gözüpeklik hakkýndaki Lakhes dialoðunda vardýr (196 vd). Lakhe
e "gözüpeklikten baþka ad'' "atýlganlýk'' (Yunanca thrasytes) olurdu.
(36) Yani bireysel gözüpekliðe ve filozofun, eðitimle aþýlanmýþ kanýya deðil, bilgiye (epis
ayanan gözüpekliðine karþýt gözüpeklik.
(37) Bu sözlerle ne kastedildiði belli olmuyor. Belki VI. kitapta gözüpeklik üzerine konuþm
lara göndermede bulunuyor. Herhalde burada Lakhes diyaloðu kastedilmiyor olmalý; çünkü bu d
yalog hem "devlet''ten çok önce yazýlmýþtýr, hem de orada gözüpeklik üzerine konuþmalar "de
düzeyinde deðildir.
(38) Sophrosyne: Yunancaya has olan bu kavram baþka hiçbir dile çevrilemez "Ýtidal'' (çevi
ri dili günümüz Türkçesine uyarlanýrken "itidal"in yerine aþaðý yukarý tam karþýlýðý olan "
viri, kavramýn bütün zenginliðini vermemekle birlikte, ilk üç kitapta kullandýðýmýz "temkin
phrosyne kavramýna daha yakýndýr.
(39) Yalnýzca bu sözler bile gösteriyor ki, "devlet''teki sophrosyne üzerine inceleme, K
harmides dialoðundaki bu kavramý tanýmlama denemesinden daha ileri bir adýmdýr.
(40) Yunanca kreitton heautu gerçekten garip bir deyiþtir. Sözcüðü sözcüðüne çevirirsek: "k
i yenen'' demektir.
(41) Ýlk olarak II. kitap ve daha sonra birçok yerlerde.
(42) II. kitap.
(43) Bu sözler, VI. kitaptaki incelemeleri hazýrlýyor.
(44) Burada "taþkýn doða'' biçiminde çevirdiðimiz Yunanca "thymoeides"e, ilerde üç ayrý kýs
lirken, "öfkelenen kýsým'' diyeceðiz. Öteki iki kýsmaysa, "akla uygun kýsým'' (logistikon)
rzulayan kýsým'' (epithymetikon) diyeceðiz.
(45) Platon burada iklimin insanlar üzerindeki etkilerine iliþkin bir kurama göndermed
e bulunuyor. Bu kuram özellikle Hippokrates'in yapýtlarý arasýndaki "Havalar, sular, yer
ler üzerine'' adlý önemli kitapta anlatýlýr.
(46) Yunan edebiyatýnda çeliþki ilkesini anlatmak için ilk giriþim.
(47) Buradaki güç metin sorununu çözümlediðimizi ileri sürmemekle birlikte, bazý filologlar
ine uyarak e kai eie sözcüklerini göz önünde tutmadýk.
(48) Yunanca dipsa ve peina sözcüklerini "susuzluk'' ve "açlýk''la karþýlamak mümkün deðild
uzluk ve açlýk, Yunanca sözcükler gibi bir arzuyu deðil, bir durumu gösterir. Bunun için bu
leri "içmek arzusu'' ve "yemek arzusu'' ile karþýladýk. Bu yüzden bu tümcenin Türkçe çeviri
ir yineleme kaçýnýlmaz oluyor.
(49) Yunanca autos sözcüðünün karþýlýðý olarak "bizatihi'' ( çevirinin günümüz Türkçesine u
rine "kendisi" sözcüðü kullanýldý ) sözcüðünü kullanmak zorunda kaldýk. Çünkü "tek baþýna''
i çeviriyi ileride monos sözcüðünün karþýlýðý olarak kullanacaðýz.
(50) III. kitap, s. 20'deki dize Odysseia'dan (XX 7) alýnmýþtýr.
(51) Burada "öfkelenen kýsým'' (thymoeides) deyiþindeki belirsizlik ortaya çýkýyor. Yukarýd
aton'a göre öfkelenen kýsým gözüpekliðin ilkesi ve akla uygun kýsmýn baðdaþýðýydý. Buradays
r öfke olarak ortaya çýkýyor. Bu ikilik Yunanca thymos sözcüðünün geniþ anlamýndan ileri ge
os yüreðin her hareketi ve özellikle öfke demektir.
(52) Bu ilkeye Sokrates s. 94'te deðinmiþtir.
(53) III. kitap, s. 54.
(54) Adaletsizlik asýl sonradan VIII. ve IX. kitaplarda incelenecektir. Platon bur
ada ancak ruhtaki adaletsizliðin kýsa bir taslaðýný veriyor.
(55) Platon burada Hippokrates'in bir kuramýndan esinleniyor. Hippokrates'e göre vücu
dun saðlýðý, vücudu oluþturan dört öðenin (kan, safra, balgam, lenfa) uyumuna dayanýr. Bu u
ursa, vücut hastalanýr.

You might also like