You are on page 1of 207

KIZIL

YILDIZ’DAN
HİLÂLE
“Haydar Aliyev’in Fırtınalı Hayatı”
Eserin Adı: Kızıl Yıldız’dan Hilâle
Yazar: İrfan Ülkü

Sertifika No: 16979

ISBN: 978-975-8773-??

Bu kitabın yayın hakları Vedat İrdelp’e aittir. Her hakkı saklıdır. Tanı-
tım amaçlı kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmadan hiçbir
yolla çoğaltılamaz.

1. Baskı: Kasım 2017

Yayın Sorumlusu
Burak Türkmenoğlu

Kapak Tasarım
Yunus Karaaslan

İç Tasarım
Çelebi Şenel

Baskı-Cilt: Şenyıldız Yay. Matbaacılık Ltd. Şti.


Topkapı /İstanbul (Sertifika No: 11964)

Milenyum Yayınları, Elif Kitabevi Milenyum Yayıncılık Ltd. Şti.’nin


tescilli kuruluşudur.

Milenyum Yayınları
Sahaflar Çarşısı No: 4 Beyazıt - İstanbul
Tel: 0 212 522 20 96
irfan ülkü

KIZIL
YILDIZ’DAN
HİLÂLE
“Haydar Aliyev’in Fırtınalı Hayatı”
1952 yılında İstanbul’da doğan İrfan Ülkü, Tercüman gazetesinde 1975 yı-
lında başladığı mesleğini, Güneş, Günaydın, Türkiye gazetelerinde sürdürdü.
TGRT, Star ve Kanal 6’da danışmanlık, koordinatörlük, temsilcilik görevle-
rinde bulundu. Yeni Günaydın ve Ortadoğu gazetelerinde Genel Yayın Müdür-
lüğü yaptı. Ortadoğu gazetesinde başladığı köşe yazarlığını şimdi Yeniçağ ga-
zetesinde sürdürüyor.
İlk basımı 1993 yılında yapılan “Kızıl Yıldız’dan Hilâle” adlı kitabından başka,
KGB Arşivleri’nde Enver Paşa, Gecenin Yollarında Bakü, 12 Eylül’de Türkeş, Ba-
ğımsızlıktan Sonra Azerbaycan ve Moskova’yla İslâm Arasında Orta Asya kitap-
ları bulunan İrfan Ülkü, Süleyman Demirel’in 75. yaş günü dolayısıyla Hay-
dar Aliyev’in isteği üzerine Azerbaycan’dan Ali Hesenov’la birlikte Süleyman
Demirel’in biyografisini kaleme aldı.
Azerbaycan Yazarlar Birliği Şeref Üyesi olan İrfan Ülkü, aynı zamanda Gaga-
vuz Özerk Cumhuriyeti Devlet Nişanı ve Bakü Tefekkür Üniversitesi Fahri Dok-
toru unvanlarının da sahibi.
içindekiler

SUNUM............................................................................................................ 7

BİRİNCİ BÖLÜM
NAHÇIVAN’DAN KREMLİN’E............................................................. 57
Bakû’de Genç Bir NKDV Subayı......................................................... 67
Oğuzlar’ın Kapısından Rusların Moskova’sına................................. 74
“Tek İdeâlim Mimar Olmaktı”............................................................. 91
NKVD’de Bir Türk.................................................................................92
Kruşçev’in Yükselişi ve Düşüşü...........................................................98
Brejnev: “Seni AKP Genel Sekreteri Seçtik!”.................................. 107
Kaderini Zorlamamak!........................................................................ 112
Azerbaycan’ı Kalkındırmak İçin Fırsat: Genel Sekreterlik........... 115

İKİNCİ BÖLÜM
KREMLİN’DEN NAHÇIVAN’A............................................................120
Brejnev’in Son Yılları...........................................................................120
Brejnev’in Ölümü..................................................................................129
TIME’daki Haber................................................................................. 132
Andropov: Sana İhtiyacım Var!......................................................... 133
Politbüro’nun Orta Doğu ve İslâm Sorumlusu...............................136
Gizli Düşman........................................................................................140
Aliyev Gorbaçov’un Üzerine Yürüyor.............................................. 141

5
k ızıl y ıldız’da n hil  le

“Ben Seninle Çalışmam!”.................................................................... 145


Terkedilmiş ve Yalnız Bir Adamın Mücadelesi............................... 147
Gözdağı Vermek İçin Hanbabayev’i Öldürmüşlerdi...................... 150
“Sovyetler Birliği’ne 50 Yıl
Hizmet Ettim Şimdi Bu Yıllarıma Acıyorum”................................154
Jivkov’a Niye Engel Olmuyorsun?...................................................... 160

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
GALİYEV’DEN ALİYEV’E.....................................................................167
Nahçıvan................................................................................................. 167
Fırtınanın İçinden Gelmek................................................................. 173
Sultan Galiyev’den Aliyev’e................................................................ 178
Stalin Galiyev’i Öldürttü ama Gorbaçov Aliyev’i Öldürtemedi.......180

EPİLOG
TURAN VE KOMÜNİZM......................................................................182
İkinci Çıkış............................................................................................ 182
Kızıl Yıldızın Sönüp Hilâlin Yükselişi............................................. 185
Sovyet Sömürgecilerinin Akıl Hocası “Engels” idi........................ 188

EK-1...............................................................................................................192

EK-2...............................................................................................................195
Muhtar Şahanov “Uygarlığın Yanlışları”
Peoması’ndan “Mutluluğun Geometrisi”......................................... 195

EK-3 TARİHE MEKTUP.........................................................................198

6
SUNUM

Cengiz Özakıncı
Sayın İrfan Ülkü, ikinci basımı Kamer yayınevince gerçek-
leştirilen “Kızıl Yıldız’dan Hilale” adlı kitabını, 3. basımı yapıl-
mak üzere yayınevimize getirdiğinde, ben yakında “Türksüz
Dünya Düşleri” adıyla yayımlanacak ve “Dolmakalem Savaş-
ları” adlı kitabımın süreği olacak beşinci kitabımı yazmak-
taydım. Daha önce görmediğim, okumadığım bu kitaba ora-
cıkta şöyle bir göz gezdirirken, konu başlıkları ilgimi çekti.
Orasından burasından okumaya, deyim yerindeyse didikle-
meye başladım. Ayrıntılara dalınca, bir an geldi ki, Sovyetler
Birliği’nden ayrılan Türk Cumhuriyetlerine ilişkin bilgilerimin
ne denli ikinci elden, ne denli yetersiz olduğunun ayırımına
vardım. Kitabı birkaç gün içerisinde okuyup bitirdiğimde, ar-
tık başta Azerbaycan olmak üzere, Orta Asya Türk Cumhuri-
yetleri konusunda üreteceğim düşüncelerin, daha sağlam ve-
rilere dayanacağını duyumsuyordum. Bu kitap beni, yalnızca
Haydar Aliyev’le tanıştırıp, Azerbaycan’da dolaştırmakla kal-
mamış, geçmişin derinliklerine de sürüklemişti. Başka başka
kökenlerden büyüklü küçüklü binlerce toplumun doldurduğu
şu koca yeryüzünde, Türk olmanın hiç de kolay olmadığını bir
kez daha kavradım. Kimi satırları okurken gözümde canlanan
7
k ızıl y ıldız’da n hil  le

görüntüleri bilgisayar ağlarında dolaşarak buldum. Sonunda


bir de baktım ki, kitapta sözü edilen olaylara ilişkin yüzlerce
görüntü sağmışım bilgisayardan. Kitabın yeni basımına bu
görüntüleri eklemeyi önerdim ve Sayın İrfan Ülkü bana bu
konuda onay verdi. Kimi okuyucular bu görüntü bolluğun-
dan sıkılacak olurlarsa, yazara değil yayıncı olarak bana kı-
zabilirler. İnanın kitabın daha iyi kavranmasından başka bir
amacım yoktu..
26.12.2003

8
İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZ

1 991’deki dağılışına kadar Sovyetler Birliği 74 yıllık tarihi


boyunca hep kalın bir giz ve sır perdesiyle örtülü yirminci
yüzyılın ikinci büyük süper gücüydü. Eski Sovyetler Birliği’nin
siyasal yapısı, liderlerinin yaşantıları Batılı gazeteci, tarihçi ve
Sovyetologlar için bile kapalı bir alan sayılırdı. Özellikle Sov-
yet liderlerinin biyografileri, özel hayatları ve siyasal davranış
biçimleri bakımından.
1956’daki bu perde Stalin’in haleflerinden Nikita Kruşçev
tarafından az da olsa aralandı denebilir. Kruşçev Sovyet Ko-
münist Partisi’nin ünlü 20. kongresinde Stalin’i ve dönemini
suçlayan konuşmasını yapınca totaliter makinenin vidalarının
biraz gevşetildiği yorumları yapılmaya başlandı. Kruşçev’in
1964 yılında bir Kremlin Saray darbesiyle düşürülmesinden
sonra ölümüne kadar hayat hikâyesini, partide geçirdiği yıl-
ları bazı dostlarına anlattığı, bu parça parça anekdotlarında
Batı’ya ağızdan ağza dolaşarak ama her seferinde biraz da de-
ğiştirilerek götürüldüğü biliniyor. İşte bu malzeme bazı Sov-
yet uzmanlarınca işlenerek “Kruşçev’in Anıları” adı altında iki
ciltlik bir kitap halinde ABD ve Avrupa’da piyasaya sürüldü.
Anıların sahte olduğu iddia edildi; Kruşçev’in ruh yapısını
bilenlerce “Kruşçev anlatsaydı böyle anlatırdı” yöntemiyle ka-
leme alındıkları bile söylendi. Gerçek hiçbir zaman öğrenile-
medi. Çünkü anıları yayınlandığı sırada o artık yaşamıyordu.
9
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Ancak Sovyetler Birliği’nin liderliğine kadar yükselmiş


Kruşçev’in anıları da üst düzey bir yöneticinin anıları ola-
rak ününü korudu. Bugüne kadar hiçbir politbüro üyesinin
anı yazdığı ya da hatıralarını yazdırdığı yolunda bilgi yok-
tur. Yazılmışsa bile bu anılar ya günışığına çıkarılmamış ya
da belki sonradan KGB tarafından ortadan kaldırılmışlar-
dır. Tek istisna Sovyetler Birliği’nde değil ama onun gibi Ko-
münist Partisi egemenliğiyle yönetilen Çin’dedir. Amerikalı
gazeteci ve yazar Edgar Snow’un İkinci Dünya Savaşı sürer-
ken ve Çin, Japon işgali altındayken, Çin Komünist Partisi ve
oluşturduğu gerilla ordusuyla iktidara geçme mücadelesi ve-
ren Mao Ze Dung’un kendi ağzından hayat öyküsünü anlatan
“Çin Üzerinde” adlı kitabıdır.
Bugün Azerbaycan Cumhurbaşkanı ve fırtınalı hayat
öyküsünün eşsiz özellikleri bakımından bence 20. yüzyı-
lın en önemli şahsiyetlerinden birisi sayılması gereken Hay-
dar Aliyev’in, Nahçıvan’da yaklaşık bir ay boyunca bana an-
lattığı biyografisi -yani “Kızıl Yıldızdan Hilâle”- hem yıkılan
Sovyet İmparatorluğu’nda Türklüğün durumunu hem de Sov-
yet Rusya’nın kaderinde önemli rol oynamış bir insanın biz-
zat kendisinin anlattığı anılarıyla olağanüstü zenginleşmiş
otoportresinin kitaplaştırması bakımından önemli bir istisna
ve tek örnektir.
“Kızıl Yıldızdan Hilâle” 1993 Kasım’ında yayınlandı-
ğında, Haydar Aliyev Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı’na se-
çileli henüz bir ay geçmişti. Dolayısıyla kitabım onun Nahçı-
van Cumhurbaşkanlığı’na kadar olan yaşamını anlatıyordu.
Önce, çalıştığım gazetede “Nahçıvan’dan Kremlin’e” başlı-
ğıyla tefrika edilen anılar daha sonra genişletilerek kitap ola-
rak yayınlanınca olumlu, olumsuz, yanlı-yansız bir sürü tepki
10
irfan ülkü

aldım. Kitap geniş bir ilgi yarattı. Türkiye’de bazı kesimlerce,


daha doğrusu SSCB’nin tarihe karıştığını hâlâ göremeyen, so-
ğuk savaş artığı grupların çarpıtarak sunmaya çalıştıkları ha-
yali Aliyev imajı “Kızıl Yıldızdan Hilâle”nin yayınlanmasıyla
hakkı olan yerine oturmaya başladı. Yalanın rüzgârı, gerçe-
ğin kayığının yelkenlerini şişiremez olmuştu artık. Kimi za-
man ölçülü övgülerin odağı kimi zaman da yer yer sertleşen
öfkenin hedefi haline geldim. Beni o zaman Aliyev yüzünden
eleştirenlerin büyük çoğunluğu sonradan karşılaşmalarımızda
“Sen haklıymışsın” diyebildiler.
Elbette bir insan olarak haklı olan ben değildim, yansıt-
maya çalıştığım tarihti.
Bu arada Sayın Cumhurbaşkanı Demirel de kitabımı oku-
duktan sonra beni cesaretlendiren, mutlu eden bir tebrik mek-
tubu gönderdi. Kitap, Sayın Aliyev’in isteğiyle Azerbaycan’da
da basıldı ve ilk baskısı kısa sürede tükenerek aranılan bir eser
haline geldi. 1995’de Gürcüce’ye çevrilerek Gürcistan’da piya-
saya çıktı. Rusça ve İngilizce’ye çevrilme hazırlıklarıysa sürüyor.
Bu arada geçen üç buçuk yıl içinde Azerbaycan’a sayısız
seyahatlerim oldu. Azerbaycan’ın bağımsızlık öncesi ve son-
rası dönemleriyle ilgili önemli gözlemler, değerlendirmeler,
görüşmeler, bilgiler ve anılardan derlediğim geniş bir arşivim
oluştu. Bir gazeteci kimliğiyle tanık olduğum olaylarla ilgili
bu malzemeyi değerlendirmemek yazık olur kaygısıyla, “Kızıl
Yıldızdan Hilâle”nin devamı sayılacak “Bağımsızlıktan Sonra
Azerbaycan” kitabımı yazmaya başladım.
Elbette kendi ağzından dinlesem bile Haydar Aliyev’in
hayat hikâyesinde eksik taraflar mutlaka vardır. İkinci bas-
kısı gerçekleşen bu kitap, Azerbaycan’a duyduğum özel bir
11
k ızıl y ıldız’da n hil  le

sevginin ve ilginin ürünüdür. Bunun devamı bir anlamda da


ikinci cildi sayılacak olan üzerinde çalıştığım “Bağımsızlıktan
sonra Azerbaycan”, Haydar Aliyev’in hayat hikâyesinin deva-
mını ve bilinmeyen yönlerini, onun bağımsızlıktan sonraki
mücadelesini, iktidara geliş sürecini ve Azerbaycan Cumhur-
başkanı olarak ülkesi için verdiği insanüstü mücadelesinin ta-
nıklığını gerçekleştirecektir.
Bu sebeple okurlarımıza sunduğumuz “Kızıl Yıldızdan
Hilâle”nin bu ikinci baskısına hiç dokunmadım, ekleme ve çı-
karmalar yapmadım. Çünkü Aliyev’in Sovyetlerin Kızıl Yıldı-
zından başlayan büyük tarihi serüveninin ikinci bölümü, hilâlin
gölgesinde kadim Türk yurdu kardeş Azerbaycan’ın içeride ve
dışarıdaki bağımsızlık yıllarının ilk beş yılını anlatacaktır.
Bir insan, bir yazar, bir gazeteci olarak Haydar Aliyev’in
hayat hikâyesinde beni etkileyen olgu, onun hayatının bir in-
san olarak olağanüstü zenginliği ve insan kaderlerinin gök-
teki yıldızların sayısızlığı ölçüsündeki çeşitliliklerinin evre-
ninde onun alınyazısının garip, gizemli bir mimariyle inşa
edildiği duygusudur.
Benim için de geçerli olan tarihe tanık olmanın tarihin
bizzat içinde yer almak anlamına gelmesi gerçeğidir.
Her şey bir nasip meselesidir. İnsan, Haydar Aliyev’i ya-
kından tanıyıp, hayat hikâyesini yazabilme şansına erişiyorsa
bu Yüce Allah’ın takdirinden başka ne olabilir ki?

İrfan Ülkü
İstanbul- Emirgân
30 Ekim 1996

12
GİRİŞ

Haydar Aliyev’e Tanıklık

B üyük liderleri tanımlamak hele anlatmak, kitaplaştırmak


öyle kolay bir iş değil...
Onlar, tarihle alınyazısının ortaklaşa kendilerine sunduk-
ları o ateşten gömleği içinde yanmadan üzerlerine geçirerek,
tarihle randevularına yetişmek üzere yola çıkmışlardır. Çok sa-
yıda siyasal, ekonomik, kültürel, etnik, sınıfsal ve bütün bun-
ları etkileyen jeopolitik şartların milli potada bir araya gelip
kaynaşarak, tarih sahnesinde kendilerine rol verdiği bir sonuç
olarak kavranmaları gerekir.
Böyle bir sonucun nedenlerinin nasıl karmaşık bir süreç-
ten geçtiğini, onlar hakkında yaşarlarken hüküm verilmesi-
nin görünüşte kolay, gerçekte ne kadar zor bir uğraş oldu-
ğunu işin uzmanlığına soyunanlar da peşinen kabul ederler.
Öyleyse ‘büyük liderlik’ olgusuna hüküm verilirken, ona ta-
nıklık yapmanın zorluğu da çok iyi anlaşılmalı diye düşünü-
yorum. Çünkü böylesi bir tanıklık, doğrudan ham halde olu-
şan ve adına ‘tarih’ denen gerçekliğe tanıklık yapmaktan başka
anlama gelebilir mi?
Bir zamanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mus-
tafa Kemal Atatürk’e -vurguladığım anlamda- tanıklık yapan
13
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Falih Rıfkı Atay, konusunda klasik sayılan eseri Çankaya’da


onu şöyle değerlendiriyordu:
“İnsanlık bir ağaca Mustafa Kemal meyvesini vermek için ne-
siller boyu sayısız yaprak çürüttü. Pek azımız Gazi gibi doğarız.”
Bunları yazdıktan sonra kendi hükmünü şöyle verir:
“Şüphesiz, bütün şartlar toplanıp tartılınca asrının en bü-
yük adamı idi.”
Azerbaycan’ın lideri Haydar Aliyev’i, -Atatürk’ün siyasi mi-
rasını temsil eden bu tek Türk liderini- anlama yolunda Atay’ın
sözleri anahtar işlevi görebilir. Gerçekte Aliyev, Atatürk’ten
çok daha karmaşık sayılabilecek koşullarda, kavranması bi-
raz zaman alabilecek bir süreç ve eşine az rastlanacak bir kon-
jonktür tarafından şekillendirilmiştir. Atatürk’ün Türkiye’de
hayata geçirdiği bağımsızlık, milliyetçilik, lâiklik, kalkınma,
ilerleme, modernlik, bilim, milli kültürü koruyup geliştirme
ideallerini Azerbaycan’da gerçekleştirirken, kendisini tartış-
masız lidere dönüştüren o tarihsel süreç de Aliyev tarafından
şekillendirilmiştir. Nesnellikle liderin öznelliğinin olağanüstü
biçimde örtüşerek doğurduğu bu sentez, hem Azerbaycan’da
hem bölgede (Kafkasya) hem de Türk cumhuriyetlerinin mer-
kezine yerleştikleri Avrasya’da Sovyet İmparatorluğu’nun çö-
küşünden sonra, bağımsızlığı savunmakla, dış tehditler altında
devlet kuruculuğunun istikrarlı biçimde nasıl başarıya ulaştı-
ğının en somut örneği sayılmalıdır.
İşte burada Haydar Aliyev’in rolü eşsiz bir roldür. Öyle ki,
onun “Ben yirminci yüzyıl tarihinin çoğunu kişisel olarak ya-
şamışım. Yirminci yüzyıl bitiyor. Bu devirde ben Türkiye’nin
hayatını izlemişimdir. Azerbaycan’ın hayatı da benim hayatım
14
irfan ülkü

olmuştur.” biçimindeki sözleri, 21. yüzyılın daha karmaşık dün-


yasında kendi rolünü de yeniden tanımlaması anlamına gelir.
Sovyetler Birliği gibi dev bir imparatorluğun çöküşüyle
değişen dünya dengelerinin ya da bazı kuramcıların işaret et-
tikleri yeni dengesizliklerin getirdiği büyük problemlerin fır-
tınalı okyanusunda, temeli ulusal bağımsızlık ideali olan yeni
Azerbaycan’ın liderlik koltuğunda o, aynı zamanda bir dünya
lideri olarak karşımıza çıkar. Sovyet Azerbaycan’ından özgür,
bağımsız ve gelişen Azerbaycan’a geçiş eğer Haydar Aliyev’in
geçmişten geleceğe uzanan önderlik konumu söz konusu ol-
masaydı acaba nasıl gerçekleşirdi?
Bu soruya cevap bulmak kolay değildir.
Azerbaycan tarihini incelediğimizde, Haydar Aliyev’in ta-
rih sahnesine çıkışını buna bağlı biçimde onun Azeri-Türk li-
derlik geleneği içindeki doğru yerini anlamak için yeterli ta-
rihsel verilere sahibiz.
Azerbaycan Büyük Selçuklu imparatorluğu içindeyken, bu
imparatorluğun dağılmasıyla bağımsızlığını kazanmış ve sı-
nırları Dağıstan’ın Derbent kapılarından Arran’a, oradan da
Tebriz’den güneydeki Basra Körfezi’ne kadar uzanan Atabey-
ler Devleti’ne dönüşmüştü. Tıpkı SSCB’nin dağılışıyla Kuzey
Azerbaycan’ın bir devlet olarak bağımsızlığını yeniden kazan-
ması gibi. Selçuklu çöküşünü izleyen dönemlerde, Atabeyler’in
ardından Akkoyunlu - Safevi periodu içinde Azerbaycan’ın
emperyal bir niteliğe ulaştığı görülür. Azerbaycan tarihindeki
bu emperyal oluşumun sürekliliği hanlıklar dönemine kadar
sürmüştür. Hanlıklar zamanıysa Azerbaycan’ın parçalanma-
sını başlatırken, parçalanış, Rus ve İran işgalleriyle birlikte
15
k ızıl y ıldız’da n hil  le

bağımsızlığın bütünüyle kaybedilmesini getirdi. Ülke, Rus


Çarlığı’yla İran Şahlığı arasında Türkmençay ve Gülistan an-
laşmalarıyla ‘kuzey-güney’ olarak ikiye bölündü; kuzey bölge-
sindeki Rus, güneydeki İran işgali de resmileşmiş oldu.
1917 Sovyet Devrimi’nin Azerbaycan’ın kuzey parçasını
bağımsızlığa kavuşturması, ülkeye “tarihini” iki yıl gibi kısa
bir süre içinde olsa iade etti. 1920 Nisan’ında Bolşevik ordu-
sunun Bakü’ye girmesiyle Demokratik Azerbaycan Halk Cum-
huriyeti ortadan kaldırılacaktı. Güney’deyse iki kez bağımsız-
lık denemesine girişen Azeri Türkleri’nin mücadeleleri sonuç
vermeyecekti.
İşte Azerbaycan’ın tarihinde 150 yılı bulan Rus-Sovyet
egemenliğinin geçmişe karıştığı 1991 yılından itibaren başla-
yan bağımsızlık dönemi, Selçuklu İmparatorluğu’nun yıkılı-
şıyla tarih alanına çıkan Atabeyler Devleti’nin kuruluş zaman-
larını hatırlatıyor. Bu devletin kurucusu Şemsettin İldeniz’in
kimliğinde uzak geçmişin tarihsel anlamda belirleyici mira-
sını günümüze taşırken, hem Sovyet Azerbaycan’ının hem de
Demokratik Azerbaycan Cumhuriyeti’nin üçlü mirasına sa-
hip çıkıyor. Aynı zamanda Akkoyunlu - Safevi periodlarını
da içeriyor. Parçalanma, çöküş, esaret devirleri zorunlu olarak
bütünleşme, egemenlik, yeniden kurma devirlerine yol açar.
Haydar Aliyev’in bir lider olarak mücadelesi ülkesinin ta-
rihinde büyük bir değişimi gerçekleştirmiştir. Öyle tarihsel
dönemler vardır ki, bir milletin geleceği tek bir liderin alın-
yazısında birleşir. Özellikle de bizim Türk tarihimizin yapı-
sal dönüşümleri, uğrak, kavşak noktaları düşünüldüğünde
daha geçerli sayılabilecek kuraldır bu. Azerbaycan’ın kaderi de
16
irfan ülkü

sosyalist, bağımlı geçmişinden bağımsız, kapitalist geleceğine


uzanan, toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel ve stratejik an-
lamda yeniden şekillenişiyle yirminci yüzyılın son otuz yılın-
dan yirmi birinci yüzyılın başlarına kadar, karizmatik önderi
Haydar Aliyev’in varlığında yansımaktadır ya da Azeri Türk-
çesiyle söylersek “öz aksini tapmaktadır.”
Azerbaycan Cumhurbaşkanı, kendisine büyük tarihsel mis-
yonların ağır sorumluluk biçiminde verildiği ender tarihsel
şahsiyetlerdendir. Üstelik sayısız önderin tersine, bu sorumlu-
luğunun sonuna kadar bilincinde olması ve Sovyet zamanın-
daki liderliği sırasında, bağımsızlık ertesi Azerbaycan’ın alt-
yapısını kuran sürece önderlik etmesi onun tarihsel anlamda
önemini daha da arttırmakta, kurallarını yalnızca kendisinin
koyabilme yeteneğini sürekli sergilediği büyük liderlik oyununu
meşru kılmaktadır. Aliyev konuşmalarından birinde tarihle
kendi bireyselliğinin çarpıcı sentezini şöyle tanımlamaktadır:
“Benim hayatımın amacı Azerbaycan’dır. Azerbaycan hal-
kıdır, Azerbaycan Cumhuriyetidir, Azerbaycan vatandaşıdır.
Eğer ben, bu amacıma ulaşabilirsem en mutlu insan olarak
hayatımı sona erdireceğim. Bu amacıma ulaşmaya çalışıyo-
rum, çalışacağım.”

Lider ve Yazan
Kimi zaman bir yazar “lideri”ni arar. İsteği, onu tarihe ge-
çirip, kaydetmek, geleceğe geçmişten birşeyler taşıyabilmek,
daha doğrusu Andre Gide’in benzetmesiyle “yazarak ölümün
elinden birşeyler kurtarmak”tır. Lenin’in Gorki’si, Atatürk’ün
Falih Rıfkı Atay’ı, General De Gaulle’ün Malraux’su, İsaac
17
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Deutscher’in Troçki’si, Nasır’ın Hasaneyn Heykel’i, Mao’nun


Edgar Snow’u, yaşam öykülerini yazmak için liderlerini ara-
yıp bulan yazarlardandırlar. Böylece Borges’nin dediği gibi
“En parlak başarıların-sözcüklerle perçinleşmezlerse-ışıltıla-
rını yitireceğini”nin tersini kanıtlamak iddiasındadırlar. Sö-
zünü ettiğim bu tür lider-yazar ilişkisini ben edebiyatın ta-
rihle buluşması olarak tanımlıyorum. Böyle bir mutlu buluşma,
1992’de Mart ayının güneşli, ılık bir gününde, İstanbul’da,
Sultanahmet’te gerçekleşecekti.
“Bağımsızlıktan sonra Azerbaycan” adlı kitabımda, liderle
onun biyografisini kaleme alacak olan yazarının buluşmasını
şöyle anlatmıştım:
“1992 Mart ayının son günleriydi. O dönemde Nahçıvan
Özerk Cumhuriyeti Ali Meclis başkanlığı görevinde bulunan
Haydar Aliyev İstanbul’u ziyaret ediyordu. Birdenbire Sovyet-
ler Birliği’nin alınyazısında önemli rol oynamış, Politbüro’ya
kadar yükselebilmeyi başarmış tek Türk çocuğu Aliyev’in, ka-
lın bir esrar perdesi altındaki hayat hikayesini yazma düşün-
cesi kafama takıldı.
İçimden bir ses, kaynağını çözemediğim bir ilham fırtınası
bütün benliğimi zorlamaya başladı. İçimdeki ses, “her şey se-
nin için hazırlandı, hiç zorlanmayacaksın” diye fısıldıyordu.
Nahçıvan Meclis Başkanıyla Sultanahmet Camii’ne girer-
ken tanışma fırsatı buldum. Foto muhabiri arkadaşım Yusuf
Kolsuz bu anı görüntüledi. Aliyev’in yanında Demirel’in Dış
Türkler danışmanı Namık Kemal Zeybek vardı. Daha önce
Nahçıvan’a gidip Aliyev’le tanışmış, onun isteğiyle Nahçıvan
parlamentosunda milletvekillerine uzun, tarihi bir konuşma
18
irfan ülkü

yapmıştı. Zeybek bizi tanıştırdı. Sonra onu biraz heyecan ve


merakla izlemeye başladım. Davranışlarıyla son derece sıcak bir
insan görüntüsü çiziyordu. Bir ara, camiyi gezerken, “İstanbul’a
bu ilk gelişiniz mi?” diye sorunca hafifçe gülümsedi, biraz dü-
şündü, “Bundan 25 yıl önce gelmiştim” diye cevap verdi. Sulta-
nahmet Camii’nin mavi çinilerine, sonsuzluğa tırmanırcasına
yükselen kubbesine bakarken, Türkiye ve İstanbul’la ilgili hiç-
bir zaman anlatamayacağı anıları belleğinden geçip gidiyordu
belki de. Aradan bir buçuk yıl geçecek, onunla ilginçtir gene
bir camide ama bu kez Bakü’deki Tezepir Camii’sinde bulu-
şacaktım. Üstelik bu randevumuz gerçekleştiğinde o artık ba-
ğımsız Azerbaycan’ın güçlü lideri, çok sevdiği milletinin tek
kurtuluş umuduydu. Kendisine hediye edilen Kur’an’ı üç kez
öpüp başına koyacak, Hazreti Muhammed’in doğum günü
olan mevlid kandili dolayısıyla, Bakü’nün en büyük bu cami-
sinde konuşarak, Azerbaycan’ın komünist rejim altında “yet-
miş yıl boyunca manevi bir imtihandan geçtiğini” söyleyecekti.
Unutmadığım bir sahne vardır: Haydar Aliyev’in İstan-
bul’daki ziyareti sırasında, Şişli’de yakın bir dostunun büro-
sundaydık. Sık sık Nahçıvan’ı, Bakü’yü telefonla arıyor Türkiye
ziyaretinin yankılarıyla ilgili bilgi alıyordu. O sırada telefon
çaldı ve sol bir derginin muhabirlerinin kendisiyle röportaj yap-
mak istedikleri haberi geldi. Ortak dostumuz “Efendim bun-
larla görüşmeseniz iyi olur. Sizi kızdıracak sorular sorabilirler”
diyordu eliyle ahizeyi kapatarak. Haydar Aliyev “Yok yok, bı-
rak gelsinler” deyince o yine görüşmemesi için iknaya çalıştı
ama Aliyev kararlıydı:
“Çağır buraya, hemen gelsinler!”
19
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Biraz sonra birisi kadın iki muhabir büroya geldiler. Rö-


portaj başladı. Ancak röportajdan çok bir yargılama havasın-
daydı. Soruları “Siz neden komünizmden vazgeçtiniz? Marksizm-
Leninizm’e ihanet” vb. gibi yargıçça cümleler şeklindeydi. Son
derece hırslı, öfkeli bakışlarla bakıyorlardı Haydar Aliyev’e.
Dostumuz yine görüşmeyi kesmek için olağanüstü çaba gös-
teriyordu. Haydar Aliyev, onlara soğukkanlı cevaplar verdi;
Sonunda sözlerini şöyle bağladı:
“Komünizm... Evet, komünizm bir rüyaydı. Bizim için de si-
zin için de. Bir rüyaydı, muhteşem, büyük bir rüyaydı ama onu
görürken uyandık ve bitti artık. “

Almanya’da Marks ve Engels’in Komünist Manifesto’yu


yayımlamalarının 100. yıldönümü dolayısıyla bastırılan afiş…

20
irfan ülkü

Muhabirler kalemlerini kağıtlarını toplayarak çıkıp gitti-


ler. Ancak o röportaj dergilerinde hiçbir zaman yayınlanmadı.
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Haydar Aliyev’le birçok
kez görüştüm. Hem çalıştığım televizyonlar hem de gazeteler
için röportajlar gerçekleştirdim. Türkiye’ye ve dünyaya ver-
diği mesajlarını yansıttım. Örneğin bir keresinde Türkiye’nin
iç siyasal istikrarsızlığının Azerbaycan’ı da etkilediğinden ya-
kınarak, “Türkiye bir an önce başkanlık sistemine geçmelidir”
demişti. Aynı röportajda Ankara’nın Ermenistan’la diploma-
tik ilişki kurmasının Azerbaycan’a büyük zarar vereceğini,
bunu kendisinin bile Azeri kamuoyuna anlatmasının çok
zor olacağını vurgulamıştı. Azerbaycan’dan her dönüşümde
not defterimin sayfaları hızla doluyordu. Çünkü liderin her
anı, dakikası bile yazan insana olağanüstü zengin edebi, ta-
rihi, psikolojik malzeme sağlıyordu. Türkiye ziyaretinden he-
men sonra Nahçıvan’a giderek onunla yaptığım görüşmele-
rin sonucu olan bu kitap, yani “Kızıl Yıldızdan Hilale: Haydar
Aliyev’in Fırtınalı Hayatı” büyük yankılar uyandırdı. Bakü’de
üniversitelerde Haydar Aliyev ile ilgili ders kitabı olarak oku-
tuldu. Bu gizemli gülümseyişli, yorgunluk nedir bilmeyen ve
KGB’de görev yaptığı yıllarda yakın çalışma arkadaşlarınca ona
yakıştırılan “Fantastik enerji” ismiyle tanınan insanın hayat
hikâyesi aynı zamanda hem SSCB’nin hem de Azerbaycan’ın
hikâyesiydi. Üstelik onunla sohbetlerimde, Sovyet egemenli-
ğindeki Azerbaycan dahil Türk Cumhuriyetlerinin nereden ne-
reye geldiğini, Azerbaycan’ın yeni başlayan bağımsızlık kavga-
sının tarihsel özetinin bir insanın kimliğinde yoğunlaşmasını
görüyordum. Sultan Galiyev’in, Neriman Nerimanov’un trajik
ölümleriyle yarıda kalan Türklük uğruna büyük mücadeleleri
21
k ızıl y ıldız’da n hil  le

geliyordu aklıma. Türklüğün geçici sosyalizm umutları adına


ortak mücadele veren, her ikisi de Stalin tarafından öldürtü-
len Sultan Galiyev’le Neriman Nerimanov’un siyasi kaderleri
Aliyev tarafından derinlemesine incelenmişti. Özellikle Ne-
riman Nerimanov’un bağımsız ama sosyalist Azerbaycan uğ-
runda verdiği büyük mücadele ona hem Sovyetler Birliği hem
de bağımsızlık dönemlerinde liderliğini sürdürmesinde vazge-
çilmez bir rehber, sürekli okunması, tartışılması gereken bir
ders kitabı olmuştu.

Kremlin Entrikalarından Suikast ve Darbelere


Haydar Aliyev, Mihail Gorbaçov’un Sovyet liderliğini ele
geçirmesiyle, Moskova’da Kremlin liderliğinin tek hedefi ha-
line gelmişti. İlki Politbüro’dan Gorbaçov tarafından istifaya
zorlanmasıyla, ikincisi de Azerbaycan’a döndüğünde yine
Gorbaçov’un emriyle Azerbaycan KGB’si tarafından düzenle-
nen iki suikast girişiminden kurtulmuştu. Azerbaycan’ın cum-
hurbaşkanı seçilmesini izleyen yıllarda da tam 4 suikast gi-
rişimi açığa çıkarıldı. Bunlardan ikisi yine Rusya ikisi de bir
başka yabancı devlet kaynaklıydı.
Yine 1994 ve 1995 yıllarında hem kendisine hem de temsil
ettiği Azerbaycan’ın bağımsızlığına yönelik iki darbe girişimini
bastıran Aliyev, uzun siyasi mücadelesinde çok zor, ölümcül
sınavlardan başarıyla geçerek sıyrılmıştı. Örneğin bunlardan
birini burada ilk kez açıklamak istiyorum:
1990 Yılının 18 Ocak günü, Sovyet Kızılordusu SBKP
Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov’un emriyle Bakü’ye girip,
Azeri Türkleri’nin bağımsızlık kavgasını kanla bastırmaya
22
irfan ülkü

hazırlanıyordu. O günün gecesi, Politbüro’dan istifa etmiş


ama sürekli izlenen, gözetim altında tutulan Haydar Aliyev,
Moskova’daki dairesinde beyniyle yüreği vatanında sıkıntılı
günler geçiriyordu. Ülkesi bağımsızlık kavgası için meydan-
ları doldurmuşken o sanki Moskova’ya hapsedilmiş gibiydi.
Öfke içindeydi; birşeyler yapmak, bir çıkış yolu bulmak ama-
cıyla sürekli dolaşıyor, kendini zorluyordu. Tam o sırada tele-
fon çaldı. Arayan Mihail Gorbaçov’du. Şaşırmıştı Aliyev; is-
tifasına neden olan Genel Sekreterle arası açıktı çünkü. Ne
var ki, o, aralarında hiçbir şey olmamış hâlâ dostmuşlar gibi
Haydar Aliyev’e;

Rus panzerleri, Azerbaycan’ın bağımsızlık isteklerini


bastırmak üzere Bakü’ye girdi ve metro yakınında mevzilendi. 20.01.1990

23
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Rus askerlerinin Yanvar


(Ocak) Katliamında öldürdüğü Azeriler Foto: Malik Şerifov.

“Hemen Bakü’ye gitmen gerekiyor,” dedi; “Azerbaycan’da


durum çok tehlikeli, Azerbaycan’ı ancak sen yatıştırabilirsin.
Git halkla konuş. Hemen bu gece sana bir uçak tahsis edeceğiz.”
Aliyev istifini bozmadı. Düşünmek için biraz zaman is-
tedi. Gorbaçov’un girişiminin Kremlin ile Azerbaycan’daki
Ayaz Muttalibov mafyasının ortak komplosu olduğunu he-
men sezdi. O sırada zaten Gorbaçov Kızılordu’ya hücum em-
rini çoktan vermişti.
“Bana gelen bilgilere göre ordu Azerbaycan’a müdahale etmek
üzereydi. Bu karar uygulamaya konurken ben de Bakü’ye git-
miş olacaktım. Sonra da “İşte! Aliyev geldi, kan döküldü!” diye

24
irfan ülkü

propaganda yapacaktı Gorbaçov; “bu olayı Aliyev kışkırttı” diye-


cek, belki de beni tutuklatacak ya da askeri müdahale sırasında
ben öldürüleceğim ve Haydar Aliyev halkı kışkırtırken öldü, kar-
gaşada can verdi. Ne yapalım,” diyeceklerdi o zaman da.”

Bu açık tehlikeye, kendisini bekleyen ölüme karşın; git-


mek, vatanının bağımsızlık kavgasının içinde bir nefermiş-
çesine çarpışmak istiyordu. SSCB hızla dağılma sürecine gir-
mişti; o bunun kaçınılmazlığının bütünüyle farkındaydı. Olaylar
hem bir siyasetçi olarak kendisinin hem de Azerbaycan’ın le-
hine gelişecekti.
Sonunda Sovyet tankları Bakü’ye girerek yirminci yüzyı-
lın sonlarına doğru en büyük, vahşi Türk katliamlarından bi-
rini gerçekleştirdiler.

“Yanvar Kalliamı” adıyla bilinen


“20 Ocak Katliamı’nda Sovyet Tankları altında can veren Azeriler..

25
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Aliyev gözyaşları içinde haberleri izliyordu. Derin bir öfke


seli ve insanlarının öldürülmesinden doğan yüreğindeki acıyla
Azerbaycan’ın Moskova’daki temsilcilik bürosuna oğlu İlham
ile birlikte giderek Komünist Partisi’nden istifasını açıkladı.
Ocak katliamını protesto etti.

Rusların Bakü’de yaptıkları katliamda ölenlerin cenaze töreni

Aliyev’i izleyen binlerce Azerbaycan Komünist Partisi üyesi,


meydanlarda parti kimliklerini yaktılar.
26
irfan ülkü

Azerbaycan Komünist Partisi üyeleri, Rus ordusunun katliamını protesto etmek


üzere düzenlenen mitinglerde parti kimliklerini yaktılar, (üstte- f:Mirnaib
Hasanoğlu) Çok sayıda Azeri Komünist’in kimliklerini sokaklara fırlattıkları
görüldü, (altta) ve Gorbaçov’u, Kızılordu’yu kendi ülkelerine kendi vatandaşlarını
ezdirmek için davet eden zamanın AKP önderi Ayaz Muttalibov ile Ayaz
Muttalibov ile işbirlikçilerini de asla bağışlamadı.

Aliyev, bu olayı hiçbir zaman unutmadı ve Gorbaçov’u,


Kızıl Ordu’yu kendi ülkelerine kendi vatandaşlarını ezdirmek
için davet eden zamanın AKP önderi Ayaz Muttalibov ile iş-
birlikçilerini de asla bağışlamadı.

 
27
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Yanvar Katliamı’nda Rus askerlerce öldürülen


Azeri’ler yan yana gömüldü, granit mezar taşları çiçeklerle bezendi...

28
irfan ülkü

Yanvar (Ocak) Katliamı’yla ilgili olarak soruşturma açtırdı


ve sorumlularından Moskova’da yaşayan Ayaz Muttalibov’la
zamanın KGB başkanı Vagıf Hüseyinov’u ‘arananlar’ listesine
aldırdı. Üzerinden onbir yıl geçtikten sonra o günleri şöyle
analiz edecekti:

Yanvar Katliamı Kurbanlarının mezarları başında dua eden Azeriler. Foto: Oleg

“Ayağa kalkan halkın inanç ve iradesini kırmak, milli benliğini


alçaltmak ve Sovyet harp makinesinin gücünü göstermek ama-
cıyla hayata geçirilmiş 20 Yanvar (Ocak) faciası, totaliter komünist
rejimin Azerbaycan halkına karşı askeri tecavüzü ve cinayetiydi.”

29
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Yanvar Katliamı Şehitlerinin 40.gün töreni. Foto: Mirnaib Hasanoğlu

Komünist Partisi’nden istifası onun siyasal yaşamında


ikinci yeniden doğuşu anlamına geliyordu.
Mihail Gorbaçov’un Aliyev’e düşmanlığı nereden kaynak-
lanıyordu? Bu soruya kendisi kitabımda ayrıntılı cevaplar ve-
riyor. Öncelikle o, bir Türk’ün Rus-Slavların egemenliğindeki
SSCB’nin en yüce yönetim makamı Politbüro’da oturmasını
istemiyordu. Başka nedenler de sayılabilir üstelik kıskançlık
faktörü de burada önemli rol oynamıştır.

30
irfan ülkü

Mikhail Gorbachev
President of Green Cross International

Gorbaçov, Rus ordusunu Azerbaycan’a sokup Azeriler üzerine ateş açtırdığı 1990’dan
üç yıl sonra “Uluslararası Yeşil Haç” adıyla yukarıda amblemini gördüğünüz “Haçlı”
bir örgüt kurmuş, başkanlığını yaptığı bu örgütün amacını, dünyayı kitle imha
silahlarından arındırmak olarak açıklamıştı. Örgütün diğer amacı ise su sorununa
çözüm bulmaktı. Gorbaçov, 6 Mayıs 1992’de temellerini attığı bu “Haçlı” örgütün
amaçları doğrultusunda altına imza attığı ilk eylemini, 1990’da Rusya’nın Müslüman
Türk halklarına saldırarak gerçekleştirmişti diyebiliriz.

Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı İdari Şube Müdürü Akif


Muratverdiyev’in geçen yıl Bakü’de yayınlanan “Bir Hase-
din Tarihi” adlı kitabı bu konuda daha da ayrıntılara iniyor.
SSCB’nin son lideri Gorbaçov’ ise “Anılarında (Gorbochev’s
31
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Memoirs, Tauris Books) çocukluk yıllarını, Komünist parti-


sindeki görevleriyle yükselişini, başmimarı olduğu Bakü’deki
ocak katliamını, Azeri-Ermeni çatışmasını, SSCB’nin çökü-
şünü ayrıntılarıyla anlatıyor. Bütün amacı tarih karşısında
kendi zayıf kişiliğini haklı çıkarmak! Bu yüzden olayları “iç-
tenlikle” çarpıtmaya çabalıyor kitabında.

Gorbaçov’un Anıları.

Onun çizdiği Haydar Aliyev portresi tarih karşısında ki-


min haklı çıktığını, Gorbaçov istemese de bize gösteriyor. Şun-
ları yazıyor eski SSCB önderi Haydar Aliyev için:
“Brejnev’in ölümünden sonraki ilk Politbüro toplantımızda,
Haydar Aliyev yedek üyelikten Politbüro asil üyeliğine seçildi.
Toplantıdan sonra Yuri Andropov’a yaklaşarak neden özellikle
Aliyev’i seçtirttiğini sordum. Yuri Vladimiroviç Andropov, isteksiz
32
irfan ülkü

bir halde onun seçilmesinin Brejnev tarafından daha ölmeden


önce kararlaştırıldığını, kendisinin de bu kararı değiştirmedi-
ğini söyledi ve ekledi: “Brejnev’in vasiyetiydi. “ Ancak ben ger-
çeğin böyle olmadığını iyi biliyordum,”
Sovyetler Birliği’nin son lideri, sanki eşi Raisa’yla birlikte
Aliyev’in evinden hiç ayrılmayan, ona sürekli övgüler yağdı-
ran kendisi değilmişçesine, bir Türk’ün Ruslar’ın egemenli-
ğindeki SSCB’nin yüreği Politbüro’ya seçilişini hâlâ hazme-
demiyor. Ama onun karizmasını, insanlara nüfuz edişindeki
ustalığı, devlet adamı ve siyasetçi kişiliğinin üstünlüğünü de;
“Aliyev kuşkusuz karizmatik, bulunduğu her yerde hemen
göze çarpan bir politikacıydı. Zeki, güçlü bir iradeye sahip ve
uzak görüşlüydü. Azerbaycan’daki liderlik yıllarına baktığı-
mızda gördüğüm, çürümeye, yozlaşmaya ve yeraltı ekonomi-
sine karşı aldığı sert tedbirlerin sağladığı etkinlikti.” sözleriyle
itiraf ediyor.
Gorbaçov, Aliyev Brejnev dostluğunu, ilişkilerinin boyu-
tunuysa şöyle anlatıyor:
“İyi hatırlıyorum. 1970 yılının Nisan ayında Brejnev’in baş-
kanlığında benim de içinde yer aldığım bir Sovyet delegasyo-
nuyla Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti’nin ellinci kuruluş yıldö-
nümü dolayısıyla tebriklerimizi bildirmek için Bakü’ye gitmiştik.
Tören sırasında Brejnev, konuşma yapacağı kürsüye doğru ağır
ağır yürürken birdenbire olduğu yerde attığı tören adımlarının
ardından duruverdi. Beklenmedik bir an, büyük bir sessizlik
oldu ve her şey -şarkılar, halk dansları, sloganlar- onunla bir-
likte durmuştu. Yeniden yürümeye başladığında şarkılar, dans-
lar da aynı ritmle yeniden başladılar. İnanılmaz bir sahneydi.
33
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Bütün bu görüntülerin ortasında Haydar Aliyev gerçek bir hü-


kümdar gibiydi. Ya da oyunu hem yazıp hem sahneye koyan
bir rejisöre benziyor ve bu anın keyfini sürüyordu.”
Haydar Aliyev’in yeğeni ve Bakü’nün başmimarlık göre-
vini yürüten Rasim Aliyev’in amcasıyla ilgili anıları kaim bir
kitabı dolduracak içeriktedir. Benim Kızıl Yıldız’dan Hilâl’e ki-
tabımın ilk baskılarını okuyan Rasim Aliyev’le yaptığım soh-
bette, ona bir akraba olmaktan öte amcasına hayranlığını dile
getirirken, Gorbaçov’la ilişkileri konusunda ilginç olaylar ha-
tırladığını söylemişti. Gorbaçov ile eşi Raisa, çat kapı, akılla-
rına estikçe Aliyev’leri ziyarete gelirlerdi.

Gorbaçov, eşi Raisa’yla birlikte

Aliyev’in merhum eşi Zarife Hanım, yine böyle bir ilginç


ziyareti Rasim Aliyev’e şöyle anlatmıştı:
34
irfan ülkü

“1977 yılındaydı. Haydar ile Kislovodsk’daki Sovyet Komü-


nist Partisi’nin misafirhanesinde kalıyorduk. Ben ona biraz da
baskı yaparak dinlenmesi gerektiğini, bu kadar yoğun çalışma
temposunun sonunda hasta olacağını söylemiştim. Sonunda razı
oldu ve buraya geldik. Bir gün SBKP’nin Stavrapol Bölge Sek-
reterliği görevini yürüten Mihail Gorbaçov’la eşi ziyaretimize
geldiler. Çaylar içildi, onlara ziyafet verdik. Her ikisi de karı-
koca adeta Haydar’a, övgüler ne kelime, resmen yaltaklanıyor-
lardı. “Yoldaş Aliyev, burada ne işiniz var. Daha büyük, daha
geniş ve konforlu bir yerde kalmalısınız” diyorlardı. Haydar’sa
gülümseyerek “Yok yok biz bir karı-kocayız, sonuçta burası bize
yeter” diyerek onların itirazlarını önemsemedi.”
Haydar Aliyev’in biyografi yazarı olarak, Kızıl Yıldız’dan
Hilal’e ile başladığım, gerçekten de çağımızın Shakespeare
kahramanları arasında ilk sırayı alacak Haydar Aliyev’in ha-
yat öyküsüyle ilgili çalışmalarım, neredeyse 13 yıldır sürüyor.
Geçen bu zaman içinde ikinci kitabım “Bağımsızlıktan Sonra
Azerbaycan” yayınlandı. Gerçekte yine Azerbaycan önderinin
öyküsüyle ilgili yeni bilgiler vardı içinde. Aynı zamanda ba-
ğımsızlıktan önceki Sovyet Azerbaycan’da Haydar Aliyev’in
hikayesiydi. Azerbaycan’a yaptığım gezilerde onu yakından ta-
nıyanlarla, eski dostlarıyla birlikte çalıştığı insanlarla görüşme
fırsatını da buldum. Anılarını, gözlemlerini kaydettim. Öyle
zengin ayrıntılar, anektodlar dinledim ki, sonunda Aliyev’in
tam ve eksiksiz bir biyografisinin birkaç kalın cilde bile zor
sığacağına inandım. Çünkü tarihle böylesine kaynaşmış en-
der rastlanan bir şahsiyetin hayatının bilinen her ayrıntısında
yazmaktan asla vazgeçemeyeceğiniz binlerce öykü bulunuyor.
35
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Doğan Kitap tarafından yayımlanan “Bağımsızlıktan Sonra Azerbaycan”da


bağımsızlık öncesi günlerinede geniş yer ayrılırken, Aliyev’e yönelik darbe
girişimleri, Rusya’nın oyunları ve ülkenin bağımsızlığını pekiştirmek uğruna
verilen mücadelenin sancılı günleri belgeler ve tanıklar aracılığıyla irdeleniyor.

Yine içlerinden birini daha, Haydar Aliyev’le Nazım


Hikmet’in ilişkilerini, burada yansıtacağım.

Haydar Aliyev ve Nazım Hikmet


Haydar Aliyev’le Nahçıvan’da görüşürken Nazım Hikmet’i
tanıyıp tanımadığını sormuştum. “O ayrı bir fasıl (bölüm)” di-
yerek başka konuya geçmişti. Sonuçta yaptığım öteki görüş-
melerde bu soru hiç gündeme gelmedi. Ancak sanırım Sabah
Gazetesi’nde 1999 yılında yayınlanan bir röportajında Nazım
Hikmet ile ilgili soruya “O çok iyi bir insandı. Büyük bir şairdi.
36
irfan ülkü

Biz onun şahsında Türkiye’yi, Türkün hasretini gideriyorduk.


Bizim kuşağımız Nazım’ı Türkiye olarak kabul etti hep,” kar-
şılığını vermişti.

İlk şiir kitabını 1928 yılında Bakü’de yayımlayan


Nazım Hikmet Razgrad’da 17. 06.1957 K. Sülker koleksiyonundan

Nazım Hikmet’in yeniden Türk vatandaşlığına alınması


dileğini de iletmişti aynı röportajda. Haydar Aliyev Nazım
Hikmet’i 1957’den itibaren yakından tanımıştı. O zamanlar
Azerbaycan KGB’sinde yükselişini sürdüren, edebiyata me-
raklı, kendisi de şiirler yazmış, gençlik yıllarında Nahçıvan’da
tiyatro oyunlarında rol almış bu entelektüel gizli servis görev-
lisi, Moskova’nın Nazım’ın Bakü’ye sık gelmesinden rahatsızlı-
ğını iyi biliyordu. Kruşçev’in damadı Pravda’nın Genel Yayın
Müdürü, başyazarı Aleksi Acubey ile telefonda yaptığı kavga-
dan da haberi vardı. Nazım ise Bakü’ye her gelişinde “kendimi
vatanımda hissediyorum” diyordu. Azeri yazarlar, aydınlar,
şairler için o, herşeyden önce kardeş Türk, Türkiye demekti.
37
k ızıl y ıldız’da n hil  le

  1957’de Bakü’de Kemal Babayev Tarafından çekilmiş,


Nazım Hikmet’in
“Bütün dünya çocuklarının hoşbahtlığı için
Hazır ol!... Nazım Hikmet 1957 Bakü” imzalı fotoğrafı.

Azerbaycan’da Nazım’ın Moskova’dakinden daha serbest,


içten davranması öncelikle onun güvenliği açısından tehdit
sayılırdı. Böylece Haydar Aliyev KGB içindeki gücüne güve-
nerek gönüllü olarak Nazım Hikmet’i koruma görevini üst-
lendi. Bu ilişkiyi yakından bilenlerden birinin bana anlattıkları
“Moskova’dan Bakü’ye gelişlerinde onu havaalanında karşıla-
yanların arasında Aliyev’i de görürdüm. Hatta bir keresinde
Nazım Moskova’ya dönerken yanında gitmişti,” şeklindeydi.
38
irfan ülkü

Bakü, kar altında - Alakbar Aghasiyev

Haydar Aliyev’le Son Görüşmem


2003 yılının Mart’ı sanki kış mevsiminin dördüncü ve en
sert, soğuk geçen ayıydı Bakü’de.
İki gündür Azerbaycan’daydım. Hazar Denizi’nden ko-
pup gelen o gizemli rüzgar giderek fırtınaya dönüşmüş, insa-
nın yalnız iliklerine değil de ruhuna kadar işleyen soğukları
39
k ızıl y ıldız’da n hil  le

taşımaya başlamıştı şehre. Kaldığım otelden kurşuni örtülere


bürünmüş denizi, Azadlık Meydanı’nda paltolarına sarınmış,
kalpaklarını çekmiş fırtınayla boğuşarak ilerlemeye çalışan
tek tük insanları seyrediyordum.

 
 

Bakü’de Yeni Cami ve kış. Olga Mammadova

Cumhurbaşkanlığından gelecek telefonu beklerken tele-


vizyonları tarayarak ABD’nin Irak harekatıyla ilgili haberleri
heyecanla izliyordum. Bir yandan da kulağım telefondaydı,
Haydar Aliyev’le görüşecektim. İlk füzeler Bağdat’a düşmeye
başlamış, Saddam yeraltındaki sığınağında açıklamalarını ya-
pıyordu. Dünya sanki milyonlarca ekrandan Irak’a odaklan-
mıştı. Üç yıl önce, Haydar Aliyev’in Süleyman Demirel’in ikinci
kez cumhurbaşkanı seçilmesiyle ilgili değerlendirmesini yeni-
den düşünüyordum. 11 Eylül saldırısından sonra dünya hızla
değişmeye yüz tutmuştu. Aliyev ise tarihsel dönüşümü daha
önceden görmüş, Türkiye ile Azerbaycan’ın tarihin hızla iler-
leyen bu dev dalgasını birlikte karşılamaları gerektiği üzerinde
40
irfan ülkü

kafa yormuştu. Demirel’in cumhurbaşkanlığının uzatılması-


nın gündeme geldiği günlerde bizzat Türkiye’ye gelerek dost,
kardeş bir ülkenin cumhurbaşkanı olarak siyasi parti liderle-
rinden Demirel’in ikinci kez cumhurbaşkanlığını destekleme-
lerini bile istemişti. Türkiye’den kendisini ziyarete gelen bazı
heyetlere de şu mesajı vermişti:
“Önümüzdeki iki yıl içinde dünya tarihinde büyük deği-
şiklikler meydana gelecek. Amerika, Ortadoğu’yu Irak’la baş-
layarak işgal edebilir. Bu durum tarihin değişmesine sebep ola-
caktır. Büyük bir kargaşa ve belki de savaşlar çağına giriyoruz.
İşte böyle bir zamanda Azerbaycan’ın başında benim, Türki-
ye’deyse Süleyman Demirel’in olması gerekir. Türkiye ile Azer-
baycan böylesi bir alt-üst oluşta birlikte hareket etmelidirler.”
O, Ortadoğu’yu ezbere bilen, çağdaş tarihin önemli aktör-
lerinden olması nedeniyle gelecek perspektivinde Ortadoğu’da
başlayacak gelişmelerin Türkiye, Kafkaslar, Orta Asya ve bütün
Avrasya’yı içine alacağını iyi biliyordu. Saddam Hüseyin’i de,
Arap liderleri de SSCB döneminden iyi tanıyordu. Rusya’nın
ve bölge ülkelerinin tepkilerini uzman görüşüyle doğru he-
saplayabiliyordu.
Bakü’nün soğuğu daha da artıyor, rüzgar ise neredeyse so-
kakta dolaşmayı imkansız hale getiriyordu. Birkaç gün sonra
Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda Haydar Aliyev’in makamına
giriyordum. Yanımda değerli dostum, Cumhurbaşkanlığı Si-
yasi-Sosyal Şube Müdürü, Yeni Azerbaycan’ın ideologlarından,
Aliyev’in medya başdanışmanı Ali Hasanov vardı.
Birkaç yıldır Haydar Aliyev’i makamında ziyaret etmemiş-
tim. Ancak içeri girdiğimiz zaman odasının aynı sadelikte, hiç
41
k ızıl y ıldız’da n hil  le

değişmediğini gördüm. Her şey 1994 yılından bu yana, yerli


yerindeydi. Cumhurbaşkanının makamı; yerde kırmızı halı-
lar ve gün ışığını limonsu bir sarılıkta sızdıran saydam per-
deler. Uzun toplantı masası ve başında her zamanki görke-
miyle adeta bir devmişçesine oturan Haydar Aliyev. Masada
telefonlar, düzenle yerleştirilmiş dosyalar, her zaman olduğu
gibi, kendisine gönderilmiş, imzalı kitaplar. Azeri yazarların
yeni basılmış eserleri. Çok az kullandığı okuma gözlüğüyse bu
kez kılıfından çıkarılmıştı.
Bu oda, Haydar Aliyev’in odası, her girişimde beni etkile-
miş, büyük liderlerin Olimpos’nun, zirvenin soğuk, üşütücü ol-
duğunu öne sürenlerin tersine, içimi hemen ısıtmıştı. Kapıdan
her girişimde, o tanıdık gizemli gülümseyiş bana güven duy-
gusu vermişti. Bu kez de değişen bir şey yoktu. Kafkasya’nın
iki yüz yıllık ‘makus talihi’ni değiştiren, Brzezinski’nin ona
yakıştırdığı sıfatla “Kafkasya’nın George Washington”ı, iki
ay sonra 80’ninci yaşını kutlamaya hazırlanıyordu. ABD’de,
Türkiye’de gördüğü tedaviler onun fiziksel görünüşünü de-
ğiştirmemişti. Ölüm kelimesini yalnızca yayınladığı başsağlığı
mesajlarında kullanan Haydar Aliyev gerçekten de “fantastik”,
anlaşılması imkânsız bir hayat enerjisiyle doluydu. Hep gele-
ceğe dönük bir ruh, o ruhun ödünsüz emirler verdiği bir fi-
ziksel yapı. Baktığım zaman hep bu Haydar Aliyev’i görmüş-
tüm, şimdi de görüyordum.
Son çıkan ve kendisine imzaladığım kitabım “Moskova’yla
İslâm Arasında Orta Asya”yı verdim. Aldı, sayfalarını karıştı-
rırken fırsatı değerlendirerek;
42
irfan ülkü

“Sizle ilgili bölümler de var. En ilgincini izninizle anlata-


yım: İslam Kerimov, 1992’de Türk liderler zirvesinde Turgut
Özal’a, “Türkiye Kafkaslar’da etkin olmak, barış ve istikrar
istiyorsa bu Haydar Aliyev’le olur, başkasıyla olmaz, demiş,”
diyerek ön bilgi verdim.

İslam Kerimov, Özbekistan Cumhurbaşkanı

Aydınlık yüzü daha da aydınlanmıştı. Yine kitabın sayfala-


rını karıştırmayı sürdürdü ve; “Doğru,” dedi, “Yazdığın doğru.”
Haydar Aliyev’in başkalarına fazla sezdirmediği en mutlu
anlarından birisi de tarihin sayfalarında kendisine ayrılan yer-
leri görmekten kaynaklanıyordu.
5 Mayıs’ta Özbekistan’ı ziyaret edecek, Azerbaycan-Öz-
bekistan ilişkilerinin daha da gelişmesi amacıyla Cumhur-
başkanı İslam Kerimov’la başbaşa görüşecekti. 11 Eylül son-
rası ABD’nin Afganistan harekatı, Özbekistan’ın topraklarını
ABD üsleriyle askerlerine açması, Putin’in dış politikasının
Kafkaslar’la Orta Asya’ya yönelik yeni hamleleri hep kurduğu
stratejik planların içinde yerlerini almışlardı.
43
k ızıl y ıldız’da n hil  le

15 Ekim Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde


İrfan Ülkü Bakü’de Aliyev posteri önünde.

Çünkü Aliyev, General Clausewitz’in “Zafere ulaşmak için


izlediğin stratejiyi yalnız kendin bilmelisin. Bu stratejiyi uygu-
lamada taktikleri bilerek düşmana sızdır, ancak ana stratejin
öğrenilirse zafere ulaşman imkansız hale gelir,” kuramını yir-
minci yüzyılda en başarıyla uygulamış liderlerdendi.
Bu arada Ali Hesenov, gazetelerde çıkan haber ve yorum-
larla ilgili değerlendirmelerini söylüyordu. Daha sonra ben ile-
ride yazmak amacıyla bazı sorular sordum. Bakü-Tiflis-Cey-
han boru hattı ile ilgili Gürcüstan’da sorunlar çıkmıştı.
44
irfan ülkü

Bakü Tiflis Ceyhan Boru Hattı

Haydar Aliyev bir süre önce sağlık kontrolü için geldiği


Amerika’da kendisini ziyaret eden Bakü-Ceyhan konsorsiyu-
munun büyük petrol şirketi yöneticileriyle görüşmüş, onlar da
kendisine Gürcüstan’da Meclis Başkanı Nina Burdjanadze’nin
çevre kirlenmesini bahane ederek hattın inşaatını engellemek
adına kampanya açtırdığını bildirmişlerdi. Böyle bir durumda
çalışmaların durması tehlikesi vardı.

45
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Bakü Tiflis Ceyhan Boru Hattı’nın Bakü’deki başlangıç noktası

Haydar Aliyev sağlık kontrolünü yarıda bırakıp ABD


yetkilileriyle görüşmüş, ayrıca Gürcüstan Cumhurbaşkanı
Şevardnadze’yle Meclis Başkanı Nina Burcuadze’yi telefonla
Cleveland kliniğinden aramıştı. Nina Burcuadze Gürcüstan’da
Rusya Federasyonuna çok yakın bir isim olarak meclis başkan-
lığına seçilmişti. Aliyev, Burcuadze ile yaptığı görüşmede onu
ikna etmesine etmişti, ne var ki, aynı olayın tekrarlanmaya-
cağının garantisi yoktu. Hem Ankara, hem Bakü uyanık ol-
mak zorundaydılar.

46
irfan ülkü

Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı’nı engellemeye çalışan Gürcüstan Meclis Başkanı


Bayan Nino Burdjanadze ülkesinin Avrupa Konsey ile ilişkileri sürdürüyor.

Bakü’den dönüşümden bir ay geçmeden Haydar Aliyev Ge-


neral Nahçıvanski Askeri Lisesi’nin kuruluş yıldönümünde ko-
nuşurken tansiyonu düştü. Sendeledi, ama tekrar ayağa kalktı.
Doktorların da yakın çevresinin de ısrarlarına aldırmayarak
sahne arkasında biraz dinlenip tekrar sahneye çıktı. Konuş-
masını bitirdi, arabasına binerek, onu alkışlayan kalabalığı se-
lamlayarak gitti.
Sovyetler Birliği döneminde Azerbaycan gibi, Kızılordu’nun
sayısız tümenleriyle, kıtalararası bombardıman uçaklarının üs-
lendiği bir Türk cumhuriyetinde askeri lise açmak ancak Hay-
dar Aliyev’in gerçekleştirebileceği bir işti. Doktorlarının uzun
süre ve ayakta konuşmayı yasaklamalarına karşın, buna aldır-
madan lisenin kuruluşunun 30. yıldönümünde bir saate yakın

47
k ızıl y ıldız’da n hil  le

konuşmayı başarmıştı. Ancak milli heyecanı öylesineydi ki,


bu hasta yüreğini isyan ettirmişti sanki. “Milli heyecan” bana
1998’de onun sayısız Türkiye ziyaretlerinden birinde, İzmir’de
tanık olduğum olayı anımsattı. Ziyaret programına göre İz-
mir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Azerbaycan Cumhurbaşka-
nına fahri profesörlük doktorası verilecekti.

Haydar Aliyev Bakü’de bir askeri kışlayı ziyaretinde (1994- f: İrfan Ülkü)

Törenden sonra İzmir’de yaşayan Azeri kökenli vatandaş-


larımızın derneklerince düzenlenen toplantıya katıldık.
Dernek başkanlarından birisi koltuk değnekleriyle yürü-
meye çalışarak ona;

48
irfan ülkü

Haydar Aliyev Bakü’de bir askeri kışlayı ziyaretinde (1994- f: İrfan Ülkü)

“Sizi pek tanımıyorduk. Elçibey’i milliyetçi olarak kabul et-


miştik. Ama yaptığınız işler sizi de milliyetçi olarak kabul et-
memizi gerektiriyor” deyince, Haydar Aliyev uzanarak o der-
nek başkanını omuzundan tuttu:
“Sözlerinde eksiklik var. Eksiklik odur ki, Haydar Aliyev en
büyük milletçidir (milliyetçidir) diyeceksin.”
Bu sözler salonda büyük alkış tufanı yarattı. Azerbay-
can Cumhurbaşkanı 80’ninci yaşgününü kardeş Türkiye’de,
GATA Askeri Hastanesi’nde kutlamak zorunda kalacaktı.
Sonra tekrar Azerbaycan’a dönecek, arkasından bir buçuk ay
yeni GATA’da tedavisini sürdürecek, sonra Amerika’ya Cleve-
land Kliniği’ne gidecekti.
Azerbaycan’ı karıştırmak için pusuda bekleyenler de hare-
kete geçerek, onun öldüğü söylentileriyle ülkeyi bir iç savaşa,
49
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Sırp darbesine sürüklemek istediler. Cumhurbaşkanı, ABD’ye


hareketinden önce, oğlu İlham Aliyev’i Başbakanlığa atadı.

Baba, oğul Aliyevler

Cleveland’da tedavisi sürerken, kendisiyle birlikte Cumhur-


başkanlığına adaylığını koyan İlham Aliyev, % 76 gibi ezici bir
çoğunlukla Azerbaycan’ın dördüncü cumhurbaşkanı seçildi.
Aliyev, seçimlerden bir hafta önce, Cleveland’dan yaptığı
yazılı açıklamada adaylıktan çekildiğini bildiriyordu.

50
irfan ülkü

İlham Aliyev, Cumhurbaşkanlığı sevimlerinde sandık başında oy kullanırken...

Haydar Aliyev’in böyle bir açıklamayla adaylıktan çekilmesi,


siyasi hayatını, 1943 yılında Nahçıvan’da başlayan aralıksız ya-
rım yüz yıl süren tarihi mücadelesini tam noktalamadan son-
landırması, bekleniyordu. Açıklama çarpıcı, o fırtınalı yarım
yüzyılı sade bir üslupla özetleyen anlamlı cümlelerle örülmüştü:
“Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde cumhur-
başkanlığına aday olan benim siyasi varisim, Yeni Azerbay-
can Partisi’nin Genel Başkan Birinci Yardımcısı İlham Aliyev’i
desteklemeye siz vatandaşlarımı çağırıyorum, o yüksek bilgi,
birikim sahibi, gerçekçi düşünen, çağdaş dünya siyasetini ve
ekonomisini iyi bilen, enerjik ve girişimci bir şahsiyettir. Be-
nim sonlandıramadığım işleri, planları sizin desteğiniz ve
yardımlarınızla İlham Aliyev sonuçlandıracaktır. Ben ona
51
K IZIL Y ILDIZ’DA N HİL Â LE

kendime inandığım gibi inanıyor ve geleceğe yönelik büyük


umutlar besliyorum.
Zamanın bana tanımadığı bazı imkanları İlham Aliyev’e
tanıyacağına kesinlikle inanıyorum.”

Çırak-1 kuyusundan fışkıran ilk petrolün sevincini paylaşıyor.

Haydar Aliyev’in Azerbaycan’da başlattığı Beyaz Devrim,


onun yerine 15 Ekim 2003’te İlham Aliyev’in cumhurbaşkanı
seçilmesiyle gerçek anlamda bir süreklilik kazandı. Azerbay-
can halkının İlham Aliyev’i, Azerbaycan’ın bu yeni, genç ve
dinamik cumhurbaşkanını lider yapmasının birçok nedeni
var. En önemlileri arasında şunlar sayılabilir:
Yeni cumhurbaşkanının Haydar Aliyev’in oğlu olması çoğu
kötü niyetli eleştirilerin ülkenin “hanedanlık” sistemine gö-
türüldüğü iddialarını seslendiriyor. O zaman, Suriye’de Beşar
Esat, Hindistan’da Nehru, Pakistan’da Benazir Butto, ABD’de
George W. Bush örneklerini de hanedanlık rejimi saymamız
52
irfan ülkü

gerekir. Ancak gerçek öyle değil, çünkü demokrasilerde, çağ-


daş yönetimlerde bir başkanın ya da başbakanın oğlu cum-
hurbaşkanı, başbakan olamaz diye bir kural yok. Liderlerin
çocukları ya da yakınlarının seçim yoluyla iktidara gelme-
leri o ülkelerin iç siyasal şartlarının, sistemlerinin doğal bir
sonucudur. Azerbaycan’ın da nesnel şartları, siyasal üstyapı-
sının gerçekliğinin yarattığı konjonktürün dayatmasıdır İl-
ham Aliyev’in cumhurbaşkanı seçilmesi. Çünkü mesele İl-
ham Aliyev’in Haydar Aliyev’in oğlu olmasından ibaret değil.
Yeni cumhurbaşkanının uluslararası deneyimi, siyasal kim-
liği ve yönetim becerisi gibi olgular, ülkenin post-komünist
döneminde yönetimi sürdüren yeni milli elitlerin en parlak
ve seçkin temsilcisinin İlham Aliyev olmasından kaynaklanı-
yor. Bugün Suriye’de Esad, Azerbaycan’ın tersine yalnızca Baas
iktidarının mesleği diş hekimliği olan birliği olan bir simge-
sinden ibarettir. Oysa ilham Aliyev’in siyasal deneyimiyle ye-
tenekleri Azerbaycan’daki ulusal sistemin liderliğini devral-
masını meşru kılıyor.
Kısa başbakanlığı döneminde bunu kanıtlayan İlham Ali-
yev, uluslararası ilişkilerdeki diyalog kurma yeteneği, Azer-
baycan insanıyla kurduğu sinerjik bağlantı, genç kuşağın onu
“kendilerinden biri” sayması, dinamizm ve bence en önemlisi,
15 Ekim seçimlerini bir “Sırp Darbesi”ne dönüştürüp, ülkeyi
jeopolitik dengesinden uzaklaştırabilecek muhalefete karşı ka-
rarlılığıyla yalnızca Haydar Aliyev’in Beyaz Devrim’inin bir
devamcısı değil, aynı zamanda onun geliştiricisi olarak da
göz doldurdu. Türkiye’den ABD’ye, Rusya Federasyonu’ndan
Avrupa’ya kadar, bütün ülkelerin dikkatini çekti, desteğini
aldı. Babanın hastalığı dolayısıyla seçimlerden çekilip yerine
53
k ızıl y ıldız’da n hil  le

oğlunun adaylığını desteklemesi, ne Azerbaycan ne de uluslar


arası camia için bir sürpriz oldu. Tersi gerçekleşseydi, Azer-
baycan’daki belirsiz iktidar değişikliği, ülkenin hızlı gelişme-
sini durdurmak bir yana, yaratacağı jeopolitik şok dalgalarıyla
önce Kafkaslar’ı ardından Orta Asya’yı sarsacak, Türk dün-
yasının bağımsızlık mücadelesi olumsuz etkilenecek, nihayet
Türkiye ile Batı’da bu dalgaların getirdiği şok etkisiyle sonu
belirsiz sarsıntılar geçireceklerdi.
Azerbaycan’da Atatürk’ün, Neriman Nerimanov’un, Sul-
tan Galiyev’in çağdaş mirasçısı Haydar Aliyev işte bu anlamda
bir hanedan kurmak gibi saçma iddiaların tersine, kendi tar-
tışılmaz zaferleriyle pekişmiş Beyaz Azerbaycan Devrimi’nin
tarihsel siyasetini, stratejisini sürdürecek insanın kendi soya-
dını taşımasının objektif bir zorunluluk olduğunun altını çizdi.
Bir başka gerçekse İlham Aliyev’in cumhurbaşkanlığıyla
Azerbaycan’da tarihin yeni bir sayfasının da açılmasıdır. Çünkü
genç Aliyev eski komünist ekolden değil; O, eski Sovyet cum-
huriyetleri içinde SSCB’nin durgunluk ve çöküş yıllarını yaşa-
yan, yeni bir dönemin özlemleriyle düşünceleri, vizyonuyla şe-
killenmiş bir kuşağın siyasetçisi olarak sahneye çıkıyor.
12 Aralık akşamı 80 yıllık ömrünün hemen her anını vatanı
için harcamış Haydar Aliyev’in yüreği durdu. Bakü’de cenaze-
sinin ardından yürüyen bir milyonu aşkın kalabalığın içinde
ben de vardım. Uzun yas günleri boyunca bütün Azerbaycan
derinden bir acıyla ağlayarak onun mezarının önünden geçti.
Sonsuz yas kafilelerini izlerken; “Bu Aliyev’in son yolculu-
ğunda yapılmış bir referandumdur” düşüncesi geçti aklımdan.
54
irfan ülkü

Haydar Aliyev’in tarih içindeki yolculuğunun derslerle dolu


fırtınalı hikayesi, özellikle SSCB’nin çöküşü ve Türk dünyası-
nın bağımsızlığına kavuşmasıyla asıl gerçeğine ulaşmış, mesajı
evrenselleşmiştir. 20’nci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla uza-
nan bu hikaye, yalnız Azerbaycan’ın değil, aynı zamanda, bi-
zim de hikayemizdir.
1923 yılında Nahçıvan’dan başlayan Kızıl Yıldız’dan Hilal’e
doğru bu büyük, anlamlı, insani ve tarihi yolculuk, artık hi-
lalin aydınlattığı hedefe doğru güvenli, emin, kararlı adım-
larla devam ediyor.

ı
Haydar Aliyev

55
k ızıl y ıldız’da n hil  le

56
BİRİNCİ BÖLÜM

NAHÇIVAN’DAN KREMLİN’E

İ kinci Dünya Savaşı bitmiş, cephelerde silahlar artık sus-


muştu. Millî Şef İnönü’nün diktatörlüğüyle yönetilen Tür-
kiye ise bu ikinci dev savaşı, kazasız, belâsız atlatmanın hem
huzuru hem de huzursuzluğu içindeydi.

İsmet İnönü, “Milli Şef ”

Huzurluydu, çünkü dur durak bilmeyen, aralıksız savaş-


larla sürekli küçülen büyük bir imparatorluğun varisi olarak
kurulan, Anadolu Toprağındaki bu son Türk Devleti, savaşa
girmemeyi başarmıştı. Ama öte yandan, Türkiye huzursuzdu;
57
k ızıl y ıldız’da n hil  le

elli milyon insanı ölüme gönderen harbin galipleri; Stalin, Ro-


osvelt ve Churchill, Yalta ve Potsdam’daki gizli zirve toplan-
tılarında yeni dünya haritasını çizerlerken, Avrupa’da sınır
tabelaları birbiri ardı sıra değiştirilirken, Türkiye, şimdilik
“unutulmuştu”.
Yalta’da üç liderin görüşmelerinde, Sovyet diktatörü Stalin’in
isteğiyle anlaşmaya gizli bir madde eklenmesi konusunda gö-
rüş birliğine varıldı; Sonradan tarihçiler tarafından “Yalta
İhaneti” olarak adlandırılacak olan bu maddenin özü şuydu:

Stalin, Roosevelt ve Churchil 1945 Yalta Konferansında

58
irfan ülkü

1945 Yalta Konferansında Stalin ve Roosevelt ile birlikte dünya’yı paylaşma


görüşmelerine katılan Churchil’in elinde tamburalı bir makineli tüfekle verdiği
poz, emperyalizmin savaş kırkırtıcısı özünü yansıtıyor.

59
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Almanlar, Sovyet Rusya’ya saldırdıktan sonra çoğu ken-


diliğinden onlara teslim olan, bir bölümü de esir alınan bir
milyona yakın Sovyet askerini, kaçak Kızılordu Generalle-
rinden Vlasov’un komutasında toplayarak eğitip Rus cephe-
sine sürmüşlerdi.

General Vlasov’un ordusunda yer alan askerler ve ordunun arması

Bu askerlerin büyük çoğunluğu da Sovyet esareti altındaki


esir Türk cumhuriyetlerinin insanlarıydı; Tatarlar, Çeçenler,
Ukraynalılar, Türkistanlılar, Özbekler ve Azeri Türkleri...
60
irfan ülkü

General Vlasov imzalı askerlere yönelik bildirilerden biri

Stalin, Hitler’in kurulmasına bizzat nezaret ettiği bu ordu-


nun askerlerinin savaştan sonra kızıl diktatörlük için büyük
bir problem ortaya çıkarabileceğini, Batı’nın onları yeniden

61
k ızıl y ıldız’da n hil  le

örgütleyerek kendisine karşı kullanabileceğini hesaplayarak,


Yalta Anlaşması’na vakit geçirmeksizin, Vlasov’un Ordusu’na
ve Türkistan lejyonlarına mensup bu “vatan hainleri”nin he-
men Sovyetler Birliği’ne iadelerini öngören bir maddeyi koy-
durtmuştu.

Stalin, Roosevelt ve Churchil, 1945 Yalta Konferansına


katılan diğer diplomatlarla birlikte, dünyayı yeniden paylaşıyor...

Müttefik askerleri Almanya’daki kamplarından topladık-


ları on binlerce Vlasov askerini Viyana’da kurdukları yeni
kamplardan, istasyonda bekleyen kurşun mühürlü Rus trenle-
rine zorla bindiriyor, trenler Rus sınırını geçer geçmez “Vatan
hainleri” hemen kurşuna diziliyorlardı. Katliamlara Stalin’in
Gizli Polis Teşkilatı NKVD nezaret ediyordu.
62
irfan ülkü

General Vlasov ve onu anlatan


“Hitler Ordusunda Rus Gönüllüler’’ altbaşlıklı bir kitabın kapağı...

Ama kaçmayı başaranlar da vardı. Bazıları ABD asker-


lerinin gösterdiği merhametten yararlanıp canlarını kurta-
rıyor, bazıları ise ölümü göze alıp toplama kamplarından fi-
rar ediyordu. İşte bu kaçmayı başaran ve büyük çoğunluğunu
Azeri Türklerinin meydana getirdiği 143 kişi, Türkiye’ye sı-
ğındılar. Mutluluklarına diyecek yoktu.. Öyle ya, soydaşları
Türkiye Cumhuriyeti’nde ne can korkuları olacaktı ne de kı-
zıl cellâtların eline düşmenin tedirginliğini yaşayacaklardı.
Ama Millî Şef İnönü böyle düşünmüyordu..
İnönü, daha 1944’te savaşı Hitler Almanyası’nın kaybede-
ceğini görmüş, yönetimi boyunca bugünkü dengesizliğimizin
temellerini hazırlayan, dış dünyaya siyasi teslimiyeti esas alan
o uğursuz “denge politikasını” zaferi kazananların, galiplerin
şölenine sunmuştu. Türk milliyetçileri mahkemelerde yargı-
lanırlarken, Türkiye’deki komünistler teşvik, himaye görüyor,
63
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Sovyet korkusu, gece yatağında İnönü’nün rüyalarını kâbusa


dönüştürüyordu.
İşte o günlerdeydi... Sovyetler Birliği’nin Ankara elçisi, Cum-
hurbaşkanı İsmet İnönü’ye, hükümetinin bir mesajını ileterek,
Türkiye’ye sığınan “vatan haini” 143 Vlasov askerinin derhal
kendilerine iadesini istedi. İnönü hiç düşünmedi; Azeri Türk-
leri hemen toplanarak trene bindirildiler. Tren Ankara’dan Kars
İstasyonu’na doğru yola çıktı. Onları son yolculuklarına götü-
ren vagonlar bu defa katilleri Rusların değil, can soydaşları,
ismine bile aşık olmayı doğal bir görev saydıkları Türkiye’nin
ayyıldızlı damgasını taşıyan vagonlardı. Onlara “Sizi Kars’ta,
hemşehrilerinizin yanına yerleştireceğiz!” demişlerdi de inan-
mışlardı. Hele ki, Türkiye, kendi öz soyundan, kendi öz dinin-
den olan soydaşlarına tersini nasıl yapabilirdi ki?
O uğursuz eylül günü, Kars İstasyonu’nun halini keşke
gözler görmese, kulaklar duymasa, hafızalar hatırlamasaydı.
İstasyonda Karslılar da toplanmışlardı. Silahlı askerlerin gö-
zetimindeki Azeri Türkleri, birkaç Tatar Türkü ve diğerleri
ölüm treninden indirilirlerken gerçeği öğrendiler: Türkiye
onları ölüme, sınırın öte yanında silâhlarıyla bekleyen Rus
cellâtlarına yolluyordu. Bağırdılar, hıçkırarak ağladılar önce...
Diyorlardı ki, o ünlü türkülerinde söylendiği gibi “ayrılık, ya-
man ayrılık”; “Bu, ölümün yaman ayrılığıydı bu; bu düz olabi-
lemezdi bu!” Sonra saatlerini, varsa yüzüklerini, ceplerindeki
bütün değerli ve değersiz eşyalarını istasyonda yaşlı gözlerle
onları ölüme uğurlayan Karslılara trenlerinin penceresinden
atmaya başladılar:
“Alın kardeşler! Bizleri unutmayın... Bizleri unutmayın...!”
64
irfan ülkü

Bu sonsuz yolculuğun, bu lânetli ihanetin sembolleri ola-


rak taşınacaktı, biraz sonra ölecek olanların eşyaları...

Ruslar savaş esirlerini kurşuna dizmek üzere götürüyorlar

143 ölüm yolcusu kamyonlarla Iğdır’a getirilerek Boraltan


Köprüsü’nde bekleyen NKVD görevlilerine teslim edildiler.
Kısa bir süre sonra patlayan Rus makinalı tüfeklerinin sesle-
rini Nuh Peygamber’in gemisini konuk etmiş yüce Ağrı Dağı
bile yüreğinin taa içinde duydu, sızlandı. Ruslar Aras Nehri’nin
karşı kıyısından cesetlerini suya atıp geri döndüler, cesetlerse
günlerce Aras’ta yüzdü, kıyısına vurdu durdu...
Azerbaycanlı şair Elmas Yıldırım bu acı olayı duyduğu za-
man yazdığı “Suç mu?” şiiriyle Türkiye’ye şöyle seslenecekti:
“Bir suç mu düşmana göğüs verdiğim,
Günah mı Türklüğe gönül verdiğim,
Moskof’un açtığı yaradan beter
Anayurtta öz kardaştan gördüğüm
Seslenseydim ses çıkardı her taştan
Ne beklersin sağırlaşan bir baştan.”
65
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Sovyet Askerleri 2. Dünya Savaşı’nda Stalingrad’ı Savunuyor

66
irfan ülkü

Bakû’da Genç Bir NKDV Subayı

İşte tam o günlerde, Bakû’da genç bir NKVD yüzbaşısı ya-


şıyordu. Rıza oğlu Haydar Ali yani Haydar Aliyev…

:
Haydar Aliev, genç NKVD subayı (Solda-1948)
II. Dünya Savaşı’nda Alman Askerleri Stalingrad içlerinde (sağda)

Bakû Mimarlık Fakültesi’nde okurken savaş başlayınca as-


kere alınmış, gösterdiği başarı ve hizmetler dikkati çekince o
zaman ki Sovyet Gizli Servisi NKVD bu genç Azeri’yi Azer-
baycan’daki Teşkilâtına sokmuştu.

67
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Alman Ordularınca yakılıp yıkılan Stalingrad’da Sovyet Direniş

68
irfan ülkü

Sovyet Topçusu, Stalingrad’ı Savunuyor.

Sovyet Birlikleri Cepheye Gidiyor

69
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Sovyet halk güçleri yurtlarını savunuyor.

Sovyet Birlikleri Cephede

70
irfan ülkü

Alman ordularını Stalingrad’tan püskürten


Sovyet orduları, Avrupa’nın ortalarına dek ilerliyor...

Sovyetler savaşı kazandı. Ama milyonlarca ölü kaldı geride...

71
k ızıl y ıldız’da n hil  le

İnanmış bir genç komünistti Aliyev. İkinci Dünya Savaşı’nın


sonlarına doğru birden, NKVD’nin Moskova merkezinden ge-
len bir emir Aliyev’e iletilerek “gereğini yapması” istendi. Ali-
yev, Bakû’daki NKVD binasında kendisine bir çanta içinde
teslim edilen yüzlerce sayfalık dokümanı okuyup inceleyince
içinde beş bin yurttaşının isimlerinin yazılı olduğunu gördü.
Gelen yazılı emirde, ekli olan listedeki Azeri Türkleri’nin
Kızılordu’nun savaş kaçakları oldukları, çoğunun ise cephe-
den kaçarak Azerbaycan’da gizlendikleri bildiriliyor ve ara-
nıp yakalanarak cezalandırılmaları isteniyordu. Belli ki, on-
ların da akıbetleri Viyana, Kars ve Berlin’den getirilenlerden
farklı olmayacaktı.

Bir KGB bürosundan görünüm

Genç NKVD subayı düşündü; kendi insanlarını bile bile


ölüme göndermek! Azeri Milleti’nin bir evlâdı bunu nasıl ya-
pabilirdi? Listeleri yoketmeye başladı, bazılarının ise isim-
lerini değiştirip yerlerine hayâli isimler yazdı. Savaş sonrası
72
irfan ülkü

günlerin kargaşası içinde, düzeni yeniden sağlamak için Sta-


lin Rusyası’nda kitlesel denebilecek büyük operasyonlar düzen-
leniyordu. Bu Stalin’in II. Dünya Savaşı sırasında gevşettiği,
daha doğrusu gevşetmek zorunda olduğu vidaları sıkıştırması,
bunu yaparken de muhtemel muhalifleri ortadan kaldırmak
amacıyla yeni bir temizlik başlatmasıydı.! “Devlet güvenliğini
sağlamak!” ve “Alman ajanlarını temizlemek!” adı altında ger-
çekleştirilen NKVD’nin kitlesel operasyonları sonunda, bugün,
Sovyetler Birliği’nde bir milyon insanın öldürüldüğü biliniyor.
İşte bu katliam döneminde Aliyev bir bölümü kendisine
verilen ölüm listelerindeki bazı adların da savaş kayıpları ve
ölüleri arasında gösterilmesini sağladı. Beşbin vatandaşını
Stalin’in infaz mangalarından, toplama kamplarından kur-
tardı. Kurtardıkları arasında Azerbaycan’da sonradan ün ka-
zanacak sanatçı, ressam ve bilim adamlarıyla şairler, roman-
cılar ve besteciler bulunuyordu.
Ve işte Azerbaycan, Aliyev’i daha o zaman tanıdı. Ku-
laktan kulağa, fısıltılarla komünist rejimin bir memuru da
olsa onun öz milleti için katlandığı fedakârlığı hiç unutmadı.
Genç NKVD yüzbaşısının bu çabası, bir liderin doğuşunun
ilk işaretiydi. Bugünün Nahçıvan Cumhurbaşkanı, savaş yıl-
larının o genç NKVD görevlisiyle görüşmek için Iğdır-Aralık
Kapısı’ndan Nahçıvan’a girerken içimde bastıramadığım bir
ağırlık, bir garip hüzün sanki daha da ağırlaşarak yüreğimi
ezmek istiyor. Biraz sonra Nahçıvan’a geçip Cumhurbaşkanı
Haydar Aliyev ile görüşeceğiz. Bana, bugüne kadar herkese
kapalı tuttuğu hayatını anlatacak.
Türkiye ile Nahçıvan’ı, daha doğrusu Batı Türklüğüyle Doğu
Türklüğünü birleştirecek Nahçıvan Köprüsü’nden geçiyorum.
73
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Nahçıvanlılar bu köprüye “Hasret Köprüsü” adını takmışlar.


“Hasret Köprüsü”, yakında açılacak ve kardeş iki milletin 70
yıllık hasretleri birbirine karışıp akacak, 143 Türkün kurşun
izleriyle dolu cesetlerini günlerce yutamayan deli Aras Nehri
gibi...
Azeriler, Nahçıvan Köprüsü’ne “Hasret Köprüsü” adını
taktılarsa benim de Türkiye’ye bir teklifim var: Biz de köp-
rünün kendi tarafımızda olan bölümüne “Kefâret Köprüsü”
adını koyalım. Çok daha gerçekçi bir isim olacaktır bu...

Oğuzlar’ın Kapısından Rusların Moskova’sına

Haydar Aliyev’in doğduğu 1923 yılı, Bolşevik İhtilâlinden


sonra Sovyet rejiminin, yeni sona eren iç savaşla birlikte bü-
tün ülkeye yerleşmeye, egemenlik kurmaya başladığı bir yıldı.

Aliyev, eşi Zarife Hanım’la evliliğinin ilk yıllarında

74
irfan ülkü

Lenin felç geçirdikten sonra

Bolşevik İhtilalî’nin lideri, SSCB Komünist Partisi’nin ku-


rucusu Lenin’in, felç geçirip hayatî fonksiyonlarının büyük bir
bölümünü yerine getiremez hale düşmesinden yararlanan Jo-
seph Stalin, Sovyet iktidar mekanizmasının her mevzisini ağır
ama emin adımlarla ele geçirmeye başladı.

75
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Stalin, Lenin’in ölümüne yakın günlerde, Lenin’in yanında...

76
irfan ülkü

Lenin son günlerinde tekerlekli iskemlesinde

77
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Koca ülkede açlık, kıtlık, salgın hastalıklar kol gezerken,


komünist teröre karşı ayaklanmalar da kanla bastırılıyordu.

Devrim’in ilk yıllarında Kızıl Ordu pek çok ayaklanmayı bastırıyor

Bugün olduğu gibi, Çarlık esaretindeki Türkler, Çarlığın


yerine “Komünist” adıyla kurulmak istenen bu yeni impa-
ratorluktan ayrılıp bağımsızlıklarını kazanmak istiyorlardı.
Millî direnişlerin en yoğun olduğu bölgeyse Kafkasya idi. En-
ver Paşa’nın bir yıl önce, Pamir Yaylası’nda Kızıl Ordu’nun as-
kerlerine karşı Turan’ın bağımsızlığı için savaşırken şehit düş-
mesiyle Türkistan’ın bağımsızlık mücadelesi sona ermiş ama
Kafkaslar yeniden hareketlenmişti.
Azerbaycan’ın genç Türk Cumhuriyeti, Ermeni milislerle
ortaklaşa hareket eden Kızıl Ordu tarafından yıkıldıktan sonra
Gürcistan’daki Menşevik hükümet de bağımsızlık ilân etti.
78
irfan ülkü

Sosyalist sanatçıların Kızıl Ordu Komutanı Troçki’yi övmek için 1920’lerde


yaptıkları bu kartpostalda, Troçki bir ayağıyla Kapitalist Emperyalist
Batı ülkelerine hamle yaparken, diğer ayağıyla
Azerbayca’nın üzerine basıyor ve gözü Azerbaycan’ın üzerinde...

Kendisi de bir Gürcü olan Stalin, buna Kızıl Ordu tugay-


larını Gürcistan’a saldırtarak cevap verdi. Sonuç binlerce ölü
ve Gürcistan Cumhuriyeti’nin Moskova’ya bağlanmasıydı. Ge-
leceğin korkunç diktatörü Pravda’daki makalesi’nde hedefini
şöyle anlatıyordu.
“Yüz başlı milliyetçilik ejderini tepelemek!.. Milliyetçi kalın-
tıları kızgın demirle dağlamak!...”
79
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Hasta yatağındaki Lenin bile bu gelişmelerden dehşete düş-


müştü. Stalin’i çağırtarak onunla tartıştı. Ne var ki, felç onu
ölüme hızla yaklaştırırken doğru dürüst konuşamıyor, mera-
mını yanındaki sekreterlerinin de çabasıyla kâğıtlara yazdıra-
rak anlatabiliyordu. Artık iktidarın bütün ipleri, idarî bir ma-
kam olan Komünist Partisi Genel Sekreterliği’ni önce partiye
sonra bütün Rusya’ya egemen olmak için kullanan bu Tiflisli
ayakkabı tamircisinin oğlu, eski Papaz Okulu öğrencisinin el-
lerine geçmişti.

Stalin, Bolşevik Partisi’ne girmeden önce ve girdikten sonra....

Çaresiz kalan Lenin, sonradan halefi tarafından yok edile-


cek ünlü vasiyetnamesini yazdırtmaya başladı: “Stalin çok ka-
badır. Metodları kendi aramızda hoşgörülse bile ileride büyük
problemler doğuracaktır. Onun için Politbüro’daki arkadaşla-
rımdan ricam, onu bu makamdan derhal uzaklaştırıp yerine
daha ılımlı bir arkadaşı getirmeleridir.”
80
irfan ülkü

Sovyet Devrimi’nin üç önderi, Troçki, Lenin ve Kamanev.

Bu vasiyet, Lenin’in cenazesi kaldırıldıktan sonra Moskova’da


yeni lideri seçmek için toplanan Politbüro’da okundu. Stalin
öylesine güçlenmişti ki, Politbüro’nun bütün üyeleri vasiyete
rağmen onu liderliğe seçtiler.

Lenin’in cenazesi yoldaşlarının omuzlarında

81
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Stalin çelik pençesini artık Rus olmayan milletlere iyice


geçirmeye hazırdı. En büyük rakibi Troçki’nin Moskova dı-
şında Kırım’da kaplıcalarda tedavi görmesinden faydalanarak,
Lenin’in ölümünü ona haber bile vermemiş, cenazeye katılma-
masını sağlamıştı. Daha önce hazırladığı Sovyetler Birliği’nin
özerklik plânını uygulamaya koyabilirdi şimdi; bu plân Rus
esareti altındaki milletlerin bir çeşit ölüm fermanıydı. Stalin’in
özerklik planı kendisi tarafından kaleme alınmıştı ve anahat-
ları şöyleydi:
“Buhara, Harezm ve Uzak-Doğu Cumhuriyetleri sorunları
bir yana bırakıldığında ve anlaşma, gümrük vergileri, dış tica-
ret, dış işleri askeri problemler vs. üzerinde varılacak protokoller
çerçevesinde tutulduğunda, Ukrayna, Belorusya, Azerbaycan,
Gürcistan ve Ermenistan, Sovyet Cumhuriyetleri ile SSCB’nin
bu cumhuriyetlerin SSCB’ye katılmaları yolunda bir anlaşmaya
varmaları yararlı görülmektedir.
Sorunu Sovyet organlarında inceledikten sonra birinci pa-
ragrafta sıralanan cumhuriyetler ile SSCB’nin anayasalarında
gerekli değişiklikleri yapın!
Bunun sonucu olarak tüm Rusya Merkez Yürütme Komitesi’nin
kararları birinci paragrafta sıralanan cumhuriyetlerin merkezî
kuruluşları için ve SSCB’nin Halk Komiserleri (Bakanları) Kon-
seyi ile Çalışma ve Savunma Konseyi’ndekiler de dâhil olmak
üzere bu cumhuriyetlerin birleşik komiserlikleri (bakanlıkları)
için emir niteliğinde olacaktır. Birinci paragrafta sıralanan dış
işleri, dış ticaret savunma, haberleşme, posta ve telgraf hizmet-
leri SSCB’nin ilgili kurumlarına katılacak ve SSCB’nin ilgili
82
irfan ülkü

komiserlikleri bu cumhuriyetlere temsilci delegasyonları ve az


sayıda memur kadrosu yollayacaklardır.
Cumhuriyetlerin maliye, gıda ve iktisat komiserlikleri kesin
olarak SSCB’nin ilgili komiserliklerinin emirlerine bağlı olarak
çalışmalıdırlar.
Yukarıda sıralanan cumhuriyetlerin karşı-devrimci faali-
yetlerle mücadele eden örgütleri SSCB’nin GPU’suna (Gizli Po-
lis Teşkilâtı) onun emirlerine bağlı olacaktır.
Eğer bu karar, Rus Komünist Partisi Merkez Komitesi tara-
fından onaylanırsa kamuoyuna duyurulmayacak fakat bu kara-
rın cumhuriyetlerin isteği olarak açıklanacağı ilân edilecektir.”

Lenin’den sonra partiye egemen olan Stalin..

83
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Stalin’in “özerkleştirme” daha doğrusu özerkleştirme adı


altında “özerksizleştirme” plânının uygulandığı ülkelerden
biri de Kafkaslar’daki Türk ili Azerbaycan’dı. İki yıl yaşa-
yabilen Azerbaycan Bağımsız Türk Cumhuriyeti’nin 1920’de
yıkılıp, önderlerinin kaçmalarından sonra Azerbaycan Sov-
yet Cumhuriyeti’nin başına, eski Himmet Partisi Genel Baş-
kanı ve yeni Azerbaycan Bolşevik Partisi’nin Genel Sekreteri
Doktor Neriman Nerimanov getirilmişti. Genç TBMM Mec-
lis Hükümeti’nin milletvekili, Milli Eğitim Bakanı Dr. Rıza
Nur diğer murahhaslarla Moskova’ya, Türkiye ile Bolşevik
Rusya arasında anlaşma imzalamak için giderken, Bakû’de
kendisi gibi doktor olan meslekdaşı Neriman Nerimanov’u
ziyaret etmişti. Birisi genç Türk Cumhuriyeti’nin bir bakanı,
diğeri de genç Azerbaycan Türk, ama komünist yarı-sömürge
Cumhuriyeti’nin başbakanı arasında uzun görüşmeler yapıldı.
Rıza Nur Hatıratı’nda bu görüşmeyi şöyle anlatır:
“Doktor Neriman Nerimanov Komünist Azerbaycan
Hükümeti’nin Başbakanı... Bu zat aklı başında bir adam.
Malûmatlıdır, muharrirdir. “Şah İsmail” adlı bir roman, ti-
yatro, piyesler de yazmış bir zattır. Epeyce sıkı sıkı ve baş başa
görüştüm. Baktım ki, iyi bir adam. Kendisine itimat telkin et-
tim. Açıldı ve dedi ki “Bolşeviklik ne? Bu rezalet bize, gelmez.
Biz Türküz, milliyet ile yaşarız.” Çok hoşuma gitti ve pek sev-
dim ama Nerimanov Ruslardan fena korkuyor.” 1900 yılının
başlarında Azerbaycan’da Lenin’in partisiyle birlikte çalışan,
inanmış Marksist- Leninist Dr. Nerimanov ile Rıza Nur’a yu-
karıdaki sözleri söyleyen aynı Neriman Nerimanov bir komü-
nist olarak öleceği 1925 yılına kadar Azerbaycan komünizmi-
nin “Lenin”i idi.
84
İrfAN üLKü

Haydar Aliev 6 yaşında

Moskova onun bu ikili ruh halini sezmiş, bir şey ispat ede-
mese de Azerbaycan’ın ilk komünist liderine, Azerbaycan Ko-
münist Partisi’nin kurucusuna hiçbir zaman güvenmemiştir.
1925 Yılında şüpheli bir biçimde, “Teşhis edilemeyen bir has-
talık yüzünden” Nerimanov Moskova’da öldü.
Nahçıvan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, başkent Nahçı-
van’daki Başkanlık Sarayı’nın ikinci katındaki odasında, yoğun
85
k ızıl y ıldız’da n hil  le

vatandaş ve yönetici trafiği yüzünden sık sık kesmek zorunda


kaldığı konuşmamıza üçüncü defa, aynı cümleleri kullana-
rak, “1923 yılında, Nahçıvan Şehrinde burada doğdum,” diye-
rek yeniden başladı:

Aliyev ailesi... Haydar Aliyev soldan ikinci, ablaları,


babası Ali Rıza, annesi İzzet hanım, kardeşleri Celal, Agil ve ağabeyi Hasan.

“Babamın adı Ali Rıza, annemin ise İzzet Hanım’dı. Ailemiz fa-
kirdi. Ben dokuz kardeşin dördüncüsüydüm. İki ağabeyim ve bir
ablam, benden küçük olan iki erkek, iki kızkardeşim daha vardır.
Benim atam (babam) demircilik yapıp hayatını kazanarak biz-
lere bakmaya çabalıyordu. Rus ihtilâli gerçekleşende tam beş yıl
geçmişti. 1923 yılı, Azerbaycan ve özellikle Nahçıvan’da hayatın
çok zor olduğu bir döneme rastlar. Sovyet Rejimi ülkeye yerleş-
meye başlıyordu. Babam ise siyasetle uğraşan bir insan değildi;
bir aydın, bir ziyalı olmadığı için de ne Bolşevikleri ne de diğer
siyasî teşkilâtları tanırdı. Çalışıp ailesini geçindirmekten başka
kaygusu yoktu. İlkokula burada başladım.

86
irfan ülkü

Sovyet dönemi Azerbaycan’ında bir ilkokul...

O zaman, bizde ilkokul altı yıldı. İki ağabeyim, ilk-orta öğre-


nimlerini Nahçivan’da tamamlayıp Bakû’ya giderek üniversi-
teye yazılmışlardı. Nahçıvan’da hem okuyup-yazma bilen çok az
hem de yaşama şartları çok ağır olduğundan ilkokula bile gitme-
yip hemen hayata atılıp çalışmaya başlayan gençlerin sayısı faz-
laydı. Zaten Nahçıvan’da okul “yok” denecek kadar azdı. Aile-
lerse evlâtlarının, okumak yerine, kısa sürede bir iş tutup para
kazanmalarını isterlerdi. Ağabeylerim ise benim, kendileri gibi,
yüksek tahsil yapmamı istiyorlardı. Onların da babama baskı-
sıyla altı yaşında ilkokula başladım.”
“Sovyetler Birliği’nde orta-okul on yıldır. Lise eğitimi de bunun
içindedir. 1939 yılında orta-okuldan (liseden) mezun oldum.48

87
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Haydar Aliyev 16 yaşında, liseyi bitirdiği yıllarda...

İşte bu sırada babam “Haydar artık istediğim gibi okudun, duru-


mumuzu görüyorsun, çalışmaya başla!” dedi. Babamı kırmak is-
temiyordum ama gönlüm Bakû’ya, o hiç görmediğim şehre gidip
üniversiteye yazılmaktan yanaydı. Lise mezunları Nahçıvan’da
köylerde öğretmenlik yapabiliyorlardı ve babam bana bunu yap-
mamı teklif etti.

Haydar Aliyev’in lise karnesi

88
irfan ülkü

Kazandığım parayla da ailemize katkıda bulunmamı istiyordu.


Âli tahsil idealimdi. Derken, Bakû’daki ağabeylerim imdadıma
yetiştiler. Onlara mektup yazıp kendileri gibi, Bakû’da okumak
istediğimi söylemiştim. Ağabeylerimse bana cevap yazarak he-
men başkente gelmemi istediler; babam gene direndi ama ilginç-
tir, annem babama karşı çıktı, beni teşvik edip cesaretlendirdi.
Hem ağabeylerim, hem annem ısrar etmeye başlayınca babam
da artık baskıdan vazgeçip beni Bakû’ya yollamaya karar verdi.”

Gençliğinde Nahçıvan’da bir çok tiyatro


oyununda rol alan Haydar Aliyev (solda) “Şeyh Senan” piyesinde...

89
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Haydar Aliyev’in tek bıyıklı fotoğrafı

90
irfan ülkü

“Tek İdeâlim Mimar Olmaktı”


“Bakû’ya yolculuk çetindi. Nahçıvan’da da bugünkü gibi tren ya da
başka vasıta ne gezer? Trenler, Erivan ve Tiflis üzerinden Bakû’ya
giderlerdi. Babam, yakın arkadaşlarından borç para alarak bana
yol parası hazırladı. Vedâlaştık; annem arkamdan dua ediyordu.
Annem ve babam benim uzun yıllar sonra doğduğum ve büyüdü-
ğüm kendi şehrime dönüp Cumhurbaşkanı seçileceğimi o zaman
düşlerinde görseler inanmazlardı herhalde. Tam dört günlük bir
yolculuktan sonra Bakû’ya varabildim. İlk defa Nahçıvan’dan çı-
kıyordum ve bu benim hayatta birinci tecrübemdi. Bakû’ya varır
varmaz, verdikleri adresten iki ağabeyimin kaldıkları evi çıkarıp
onların yanına yerleştim. İlk işleri beni üniversiteye yazdırmak
oldu. Kafamda bir tek ideâl vardı: Mimar olmak! Aslında bunda,
doğup büyüdüğüm öz yurdum Nahçıvan’ın bir “mimarlar mem-
leketi” oluşunun da etkisi vardır. Gezin buraları görün ki, bizde
ince sanat olarak mimarî yapıya ruh, şekil vermiştir. Nahçıvan
çok büyük mimarlar yetiştirmiştir. Bizim en büyük usta mima-
rımız Ebubekir Acemi Nahçıvanî’nin anıt eserleri hâlâ bozul-
madan duruyorlar. Sanki bir iki gün önce inşa edilmişler gibi...
Sanki bu türbeler, camiler, kervansaraylar canlı, yaşıyorlarmış iz-
lenimi verirler insana; asırlar onlardan hiçbir şey götürmemiştir,
büyülü gibidirler. Mimar Sinan’da Nahçıvan’ı ziyaret ettiğinde,
Acemî’nin eserlerine hayran kalmış, onları uzun uzun inceledik-
ten sonra, kendi özel üslûbunda Acemi üslûbundan etkilenmiştir.
Bakû Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ne kaydoldum. Ayrıca resme
de eğilimim ve kabiliyetim vardı. Bakû’daki öğrencilik yılla-
rımda yaptığım tablolar ve diğer resim çalışmalarım o zaman
galerilerde sergilendi ve takdir de topladı. Bugün çoğu nerdedir
bilmem. Mimarlık Fakültesi’nde okurken önüme Rusça engeli
çıktı. Biz Nahçıvanlılar, tarih boyunca burada Rus yok denecek
kadar az olduğu için Rusçayı bilmeyiz. Ama o zamanda, Bakû’da

91
k ızıl y ıldız’da n hil  le

birçok üniversite Türkçe eğitim yaparken Mimarlık Okuluyla


daha birkaç okul Rusça eğitim veriyorlardı. Mimarlık sevdam
gene baskın çıkanca Rusçayı da sökmeye başladım. O dönemde,
biz orta-okulda Türk yazarlarının, ediplerinin eserlerini okur-
duk. Bunların arasında Namık Kemal, Ziya Gökalp, Tevfik Fik-
ret ve Yahya Kemal’in şiirleri, Reşat Nuri’nin romanları edebiyat
kitaplarımızda yer alırdı. Çoğunu okuyup etkilenmişimdir; en
beğendiğim şair ise Tevfik Fikret idi. Bir yandan mimarlık öğ-
renimimi sürdürür, bir yandan da resim ve edebiyatla haşır-ne-
şir olurken birdenbire Alman Orduları Sovyetler Birliği’ne gir-
diler. II.Dünya Savaşı başlamıştı, diğer öğrencilerle birlikte ben
de askere alınıp cepheye gönderildim.”

Savaş, Haydar Aliyev’in kaderinde bir dönüm noktası ola-


caktı. Türklüğün bin yıllık damgasını vurduğu “Oğuzların
Kapısı” Nahçıvan’dan yola çıkan bu Türk genci, gün gelecek,
Moskova’ya kadar uzanan yükselişine devam edecek ve gene
kader, sekiz ay önce onu doğduğu bu topraklara Cumhurbaş-
kanı yapacaktı.

NKVD’de Bir Türk...


Bir insana “Hadi bakalım, bana şu hayatını bir anlatıver!”
dediğiniz zaman, onun tepkilerini, hangi konuyu anlatırken
nerelerde heyecanlandığını, duygularının hangi noktalarda yo-
ğunlaşıp, sertleşip ya da yumuşadığını da gözlemek zorunda
hissedersiniz kendinizi. Böylece, bir ömrün hikâyesinden bazı
önemli ipuçları çıkarma imkânları da önünüze açılır. Nahçı-
van Cumhurbaşkanı Aliyev’in kendi ağzından hikâyesini din-
lerken, o psikolojik ipuçlarını da yakalamaya çalışıyordum.
92
irfan ülkü

Aliyev, sıcak kişiliğiyle çelişmeyen soğukkanlılığıyla tıpkı te-


levizyonda haber okuyan bir spiker gibi teybime konuşmayı
sürdürüyordu:
“1943 yılında Hitler’in Nazi Orduları’nın şansları dönmüş, uğra-
dıkları Stalingrad hezimetinden sonra bozgun halinde geriye çe-
kilmeye başlamışlardı. İşte bu sıralarda beni, Devlet Tehlikesizlik
Komitesi’ne NKVD’ye (KGB’nin o zamanki adı) aldılar. Bu gö-
rev için bana kimse aracı olmamıştı. Sebebini bugün bile bilmi-
yorum ama beni seçmişlerdi Gizli Polis Teşkilatı’na... Çok sayıda
subay arasından bir Azerbaycanlı Türk olan Aliyev seçilmişti.

KGB (NKVD)’nin kimlik kartları ve sertifikası

93
k ızıl y ıldız’da n hil  le

NKVD’ye girince, hayatımın akışı değişti. Çünkü bu teşkilat,


genelde Sovyet Komünist Partisi’ni özelde de Stalin’in Sovyet
İmparatorluğu’nu kontrol etmek için kullandığı muazzam bir
güvenlik cihazıydı.

KGB (NKVD)’nin iç hizmet kitapları

Görevlilerle ajanlarının sayısı bir milyona yakındı. Sovyetler


Birliği’ni oluşturan her Cumhuriyette NKVD ayrı bir başkanlık
halinde örgütlenmişti. Ben de Azerbaycan NKVD’sinin bir üyesi
olmuştum. KGB’de tam 30 yıl görev yaptım.!

94
irfan ülkü

KGB (NKVD) üstün hizmet madalyaları

Şimdi burada size bir açıklık getirmek, Aliyev adını duyan çok
kişinin duyduğu ruh halini aydınlatmak için bir şey söylemek is-
tiyorum: KGB hakkında Azerbaycan’da, eski Sovyetler Birliği’nde
ve nihayet bütün dünyada değişik görüşler vardır. Bilirsiniz ki,
özellikle Batı’da binlerce kitap, hatırat ve inceleme yazılmıştır
KGB üzerine; şunu vurgulamak istiyorum ki, dünyada gizli ser-
visi olmayan bir tek ülke dahi gösteremezsiniz; Afrika’da, Asya’da
yeni bağımsızlıklarına kavuşan ülkeler bile önce, hemen, küçük
de olsa kendi gizli servislerini kurarlar. Çünkü çağımızda hiçbir
devlet, gizli servisi olmadan yaşayamaz.

95
k ızıl y ıldız’da n hil  le

KGB (NKVD) binası

“KGB’de şerefim ve namusumla çalıştım. Bunu yaparken de kendi


öz milletime bir an dahi olsun ihanet etmedim, vicdanım rahat-
tır. Tersi olsa, Azerbaycan milleti beni bu kadar sevmezdi. İşte siz
de gelip tanık oldunuz burada. Bir çelişki gibi görünen bu duru-
mun sebeplerini konuşmamızın sonlarında açıklamaya çalışaca-
ğım. Biraz önce bana II. Dünya Savaşı sırasında Azerbaycan’da
beş bin soydaşımın hayatını kurtarıp kurtarmadığımı sordunuz.
Ben bu soruya yalnızca “Evet! dediğiniz doğru.” diye cevap ve-
receğim. Kendimi ortaya dökmek sevmediğim bir iş; milletim
gerçeği en ince ayrıntılarına kadar biliyor. KGB’de büyük rüt-
belere yükseldim.

96
irfan ülkü

KGB General Üniforması şapkası

En yüksek rütbe sayılan “KGB Generali” rütbesine kadar.


Moskova’da, Leningrad’da Sovyet Komünist Partisi’nin elit taba-
kasının yetiştirildiği özel okullarında, kurslarında ders gördüm.
Benden başka hiçbir Türk, Sovyetler Birliği’nde KGB’de bu rüt-
belere yükselmemiştir. Çünkü KGB komünist rejimin sübabı ve
gizli ordusuydu, amblemi kılıç-kalkan’da bu açıkça belli olmuyor
mu? Yani kılıçla saldırarak, komünizmi dünyaya yay, kalkanla da
kendi komünist öz yurdunu koru!”

KGB’nin kılıç kalkanlı amblemi

97
k ızıl y ıldız’da n hil  le

KGB’de işlemek (görev yapmak) demek, yeryüzünün ikinci


süper gücü Sovyetler Birliği’nin “kozmik” denebilecek, bü-
yük sırlarına vakıf olmak anlamına gelirdi. Haydar Aliyev’in
general rütbesiyle Azerbaycan KGB’sinin başkanlığına kadar
yükselmesi bu ülkede akla gelebilecek en inanılmaz olaylar-
dan birisiydi. Zamanla Aliyev adlı, mimari tahsil etmek için
Bakû’ya giden bu Nahçıvanlı Azeri Türk’ü daha inanılmaz
mertebelere, görevlere tıpkı bir merdiveni tırmanırcasına çı-
kacak, birgün Sovyet İmparatorluğu’nun alın yazısında rol oy-
nayan iki kişiden biri haline gelecekti. Sekiz Slav ve Rus kö-
kenli Sovyet yöneticisi arasında tek bir Türk! O da Haydar Ali
Rıza Oğlu Aliyev idi.
Çağdaş bir Dede Korkut masalıydı bu. Azerbaycanlı Oğuz
Türkü Dede Korkut bin yıl evvelden gelip Aliyev’in hikâyesini
dinlese, Nahçıvan’daki bir Oğuz boyundan fakir hemşehrisi-
nin nasıl savaşa savaşa, aklını, hırsını ok ve yay gibi kullana-
rak Moskova kapılarına ulaştığını gelip bizlere anlatabilirdi.

Kruşçev’in Yükselişi Ve Düşüşü


Stalin’in ölümünden sonra Malenkov ve Molotov ile bü-
yük bir iktidar mücadelesine girişen Nikita Kruşçev SSCB
Komünist Partisi’nin 20’inci Kongresi’nde, Stalin’in kanlı ci-
nayetlerini açıklayan ünlü “Gizli Konuşması”nı yapınca, Hür
Dünya’da adeta bir deprem yaşanmıştı. Stalin’in en yakın adam-
ları ölümünden sonra, kanlı diktatörü tarih önünde yargıla-
yıp mahkûm ediyorlardı. Haydar Aliyev’in Bakû’daki yükse-
liş yıllarında dünya komünizmi, Kruşçev’in Stalin’i suçlaması
ve Sovyet Rusya’da bazı reformlara girişmesi yüzünden mo-
nolitik yapısından çözülmeye, çatlamaya başladı.
98
irfan ülkü

Kruşçev, çıkışlarıyla Batı medyasında büyük ilgi topladı.

Çin ve lideri Mao, Kruşçev’i ve SSCB’nin reformist komü-


nizmi şiddetle suçlayınca komünist dünya ikiye, birisi Pekin,
diğeri Moskova’da olmak üzere iki merkeze bölündü.

Mao Zedong, Sovyet - Çin uyuşmazlığı yıllarında

99
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Destalinizasyon (Stalinsizleştirme) Sovyet uydusu Doğu


Avrupa ülkelerinde ise yanlış anlaşıldı. Polonya ve Doğu Al-
manya’daki ayaklanmalar, Rus tanklarının paletleri altında ezi-
lirken en büyük facia Macaristan’da sahnelendi: On binlerce
Macar, Varşova Paktı’ndan ayrıldıklarını ilâ edince Kruşçev
bir an bile duraksamadan Macaristan’daki isyânı tanklarıyla
bastırdı. O zamanlar, Sovyetler Birliği’nin Macaristan’daki bü-
yükelçisi Yuri Andropov idi.

Sovyet Tankları Macaristan’da-1956

100
irfan ülkü

Sovyet birliklerinin Budapeşte kıyımı-1956

Kruşçev’in Avrupa’daki Anti-Sovyet başkaldırılara yanıtı sert oldu.

101
k ızıl y ıldız’da n hil  le

1956 Macaristan ayaklanmalarında Sovyet bayrakları yakıldı.

Batı medyası Anti-Sovyet Macar başkaldırısına geniş yer verdi. 1957

102
irfan ülkü

Andropov İngilizce dahil üç dili mükemmel biçimde bil-


mesi, sert yapısı ve entelektüel kişiliğiyle parti kademele-
rinde göz doldurmuştu. Brejnev, yakından tanıyıp güvendiği
Andropov’u KGB’nin başına getirdi.

Brejnev (solda) ve 1967’de KGB’nin başına getirdiği Andropov

Yıl 1967 idi ve SSCB’de Brejnev-Kosigin ekibi iyice ikti-


dara hâkimdiler. Andropov, Genel Sekreter Leonid Brejnev’in
1982’deki ölümüne kadar KGB’yi yönetti; aynı zamanda da
Politbüro’ya üye seçilmişti. KGB’yi yönetirken, rüşvete karşı
büyük bir savaş açtığı bilinen Andropov, kendisine KGB içinde
bir ekip kurdu. Sovyet Komünist Partisi’nin en seçkin eleman-
larını himaye ederek çevresine topladı. KGB ile Politbüro ve
parti arasındaki hassas dengeleri çok iyi bildiği için ağır, tem-
kinli fakat emin adımlarla yıllarca hedefine doğru ilerledi.
103
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Yuri’nin güvenip sırlarını açtığı yakın arkadaşlarından bi-


risi de Azerbaycan KGB’sinin başkanı Haydar Aliyev’di. Ali-
yev, yükselişinin ardında hep KGB Başkanı Andropov’un gizli
eli bulunduğunu bana anlatırken “Çok namuslu bir adamdı.
En büyük düşmanı rüşvet ve rüşvet alan devlet görevlileriydi.”
diyordu.

PRAVDA’nın Brejnev’in iktidara gelişini kutlayan baş sayfası

104
irfan ülkü

Yeniden biraz geriye, 15 Ekim 1964 gününe dönersek, o


gün Tass Ajansı’nın şu haberi günlük, sıradan bir habermiş-
çesine bülteninde okuduğunu duyarız:

Brejnev’in bir darbeyle görevden aldığı Kruşçev, ABD Başkanı Eisenhover ile...

“İlerlemiş yaşı ve hastalığı dolayısıyla SSCB Komünist Partisi


birinci sekreteri Nikita Sergeyeviç Kruşçev yoldaş Parti Birinci
Sekreterliği ve Bakanlar Konseyi Başkanlığından alınmıştır.”
105
k ızıl y ıldız’da n hil  le

TASS ajansının Brejnev’in Kruşçev’i tasfiye


haberi Sovyet basınında kutlama fotoğraflarıyla verilmişti.

Moskova’da Komünist Partisi içinde bir hizbin, Brejnev


hizbinin saray darbesiydi bu. Kruşçev’in yerine I.Sekreterliğe
Leonid Brejnev, Bakanlar Konseyi Başkanlığı’na yani Başba-
kanlığa ise Aleksi Kosigin getirilmişti.

106
irfan ülkü

Brejnev’i konu alan bir karikatür

Gizli darbenin en önemli sebeplerinden biri de Pekin’in


atom silahı ürettiği yolunda alınan haberlerdi. Moskova’nın
can düşmanı Mao Çin’i, belki de SSCB’yi bu silahlarıyla tehdit
edebilirdi. Kruşçev’in iktidardan alındığı 15 Ekim günü Çin,
ilk atom bombasını patlattığını bütün dünya’ya duyurdu. Kruş-
çev, kendisi için hazırlanan komplo Moskova’da hızla örülür-
ken, Kırım Pitsun’daki villasına çekilmiş dinleniyor, bir yan-
dan da Merkez Komite’sine sunacağı yeni reform plânının son
rötuşlarını gözden geçiriyordu. Aliyev, Kruşçev’inin düşürü-
lüşünü şöyle anlatıyor:

Brejnev: “Seni AKP Genel Sekreteri Seçtik!”


“Kruşçev Pitsun’daki daçasında dinlenirken Brejnev, Mikoyan,
Podgorni ve Kosigin’in düzenledikleri bir operasyonla görevinden
alındı. KGB’de bu operasyonunun içindeydi. Bakû’de de önemli

107
k ızıl y ıldız’da n hil  le

tedbirler almıştık. Çünkü Cumhuriyetlerde pek sevilmemesine


rağmen kilit noktalarda taraftarları hâlâ vardı.
Politbüro’daki bu anti-Kruşçevci grup, genel sekreterlerini aşırı
reformculukla, Batı’ya taviz vermekle, ordunun silâhlanmasını
önlemek için gizli plânlar hazırlamak ve nihayet komünist sis-
temi, ideolojiyi yozlaştırmakla suçluyordu. Kruşçev SSCB’yi ka-
pitalist dünya ve ABD karşısında zaafa düşürmüştü. Küba krizi
sırasında da ABD karşısında gerilemişti. Sonuçta iç ve dış siya-
setteki büyük yanlışları, verimsiz hasatlar Kruşçev’i Kremlin’in
zirvesinde ama yalnız bir adam yapmıştı. Bu gitgide güçlenen
muhaliflerine güç verdi. Kruşçev düşürüldü.”
“1969 yılının başlarıydı. Bakû’de, KGB binasındaki odamda ça-
lışırken, Moskova’dan üst düzeyde bir dostum Abdullah İbrahi-
mov bana telefon ederek: “Haydar, Azerbaycan Komünist Par-
tisi Genel Sekreterliği için Moskova’da tek aday sensin!” dedi.

 
Haydar Aliyev ve Brejnev, Bakü’de bir resmi geçitte. (1982)

Şaşırmıştım; beklenmedik bir haberdi bu... Telefondaki arkada-


şıma: “Bu mümkün değil. Böyle bir adaylık için teklif edildiğimi
sanmıyorum. Sonra neden benim haberim olmadı? dedim. Ama
arkadaşım ısrar etti ve “Haydar kendini buna hazırla” diyerek

108
irfan ülkü

telefonu kapattı. Aradan iki ya da üç gün geçmemişti ki, Brejnev’in


özel sekreteri, hemen Moskova’ya gelmemi, SSCB Komünist Partisi
Genel Sekreteri’nin görüşeceğini bildirdi. Kremlin’de Brejnev’in
çalışma odasına alındım, Brejnev yüzünde memnun bir ifadeyle
karşıladı beni. Aramızda şu konuşma geçti:

“Brejnev Yönetiminde Sovyetler Birliği” William Tompson gibi pek çok yazarın
özel bir önem vererek inceledikleri çok ilginç bir dönem oldu

“Yoldaş Aliyev, biz kararlaştırdık, seni Azerbaycan’ın Komünist


Partisi Genel Sekreterliğine getireceğiz!”
“Bu bana şeref verir Yoldaş Brejnev, ama ben bu görevi istemem.”
Brejnev şaşırmıştı:
“Nasıl istemiyor muşsun, neden? Sana önemli bir görev veriyoruz.
Kabul edeceksin!”
“Azerbaycan birinci sekreterliği kolay bir iş değildir. Ondan iste-
miyorum.”
Ne var ki, direnmem kısa sürdü. Brejnev kararını çoktan vermişti.
Politbüro’da adaylığım tartışılmış karara bağlanmıştı. Adları
gündeme gelen bir sürü adayın bu görev için yetersiz kaldıkları
bu durumda en uygun ismin Aliyev olacağı konusudan görüş
birliğine varmışlardı. Avantajlarım, KGB’de çalışmam sicilimin

109
k ızıl y ıldız’da n hil  le

temizliği, güvenilmem, KGB Başkanlığı’na rağmen Azerbaycanlı-


larca sevilmemdi. Daha doğrusu ben böyle değerlendiriyordum.”
Azerbaycan Komünist Partisi Genel Sekreteri demek, Azerbaycan’ın
tek hâkimi demekti. Bu vazifeye seçilince Azerbaycan ve SSCB’de
bu seçimin önemli yankıları oldu.

Haydar Aliyev, KGB Generali olduğu yıllarda, arkadaşlarıyla (solda, ortada) ve


Azerbaycan Komünist Partisi Genel Sekreteri olduğu yıllarda (Sağda)

Mutluluğumun en büyük kaynağıysa öz halkıma, milletime daha


iyi hizmet götürme imkânı bulacağım konusundaki güçlü inan-
cımdı. Bu inancım, arzum bugünlere kadar hep gerçekleşmiştir.

Haydar Aliyev için artık hızla yükseliş yılları başlamıştı.


Kremlin, onu Marksizm-Leninizm ideolojisine inanmış, akıllı,
bilgili ve yenilikçi bir komünist rehber gibi görüyor, ilk defa
onun kişiliğinde Sovyetler Birliği’nde bir Türk’ün yükselişini
teşvik ediyordu. Aliyev genel sekreterlik makamına seçildik-
ten yedi ay sonra Eylül ayında Sovyetler Birliği’ni ziyaret eden

110
irfan ülkü

Türkiye Başbakanı Süleyman Demirel, Azerbaycan’a da geldi.


Bakû’de Demirel ve Aliyev tanıştılar. Azerbaycan Komünist
Parti Sekreteri o tanışmayı bana bir cümleyle, ama içinde çok
şey ifade eden kelimelerin bulunduğu bir cümleyle şöyle an-
latıyordu:
“Başnâzır Süleyman Demirel ile Bakû’de karşılaşınca uzun uzun,
saatlerce konuştuk ve ikimiz de birbirimizi çok sevdik! Demirel’i,
22 yıl sonra Nahçıvan Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye’yi ziya-
retimde yeniden gördüm.”

Demirel ile birlikte bulunan heyetteki bakanlardan Sanayi


Bakanı Mehmet Turgut o seyahati anlatan “Taşkent’e Doğru”
adlı kitabında Bakû’da Azeri Türklerinin coşkulu sevgisini,
karşılanışlarını şöyle anlatıyor:
“Yol boyu tıklım tıklım halk... Kadınlı-erkekli, gençli- ihti-
yarlı on binlerce insan yollara dökülmüş. Ağlayanlar var, yer
yer alkışlayanlar var, mahzun mahzun, çekingen çekingen du-
ranlar var. Ve Taşkent’te olduğu gibi, yer yer, küme küme as-
kerler var. Moskova’da, Leningrad’da ve Kief’te görmediğimiz
askerler... Askerlerin yanında bulunan halk da çekingen ve ür-
kek... Buna rağmen halk, genel olarak coşkun, samimi ve sıcak
bir alâka ile tezahürat yayıyor. Şehre yaklaştıkça kalabalık ke-
sifleşiyor. Arabalar, yollardan zorlukla geçebiliyor. Yanımızdaki
petrol bakanı, kalabalığın kendiliğinden geldiğini söyleme ihti-
yacı duyuyor. Zaten böylesine bir kalabalığın emirle toplanması
son derece güç. Böyle candan bir tezahüratın tertiple yapılma-
sına ise hiç imkân yok.”

111
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Kaderini Zorlamamak!
Nahçıvanlı gencin yıldızının parlaması, daha açık bir de-
yimle yıldızının kızıl renkte parlaması, Azerbaycan Halk
Cumhuriyeti’nin başına geçirilmesi, Kremlin’in esrarlı desteği
ile ilgili çok geniş tahliller ve spekülasyonlar yapmakta bu ha-
yat hikâyesini yazarken serbestiz.

Haydar Aliyev halkın arasında

Burada sayfalar dolusu sebepler de sıralayabiliriz ama yal-


nızca alın yazısının insan hayatındaki rolünü hatırlatmakla
yetineceğiz. Çünkü her insan kendi kaderine gider ve Aliyev
de kaderini hiç zorlamadı.
Dünyada adı yeni yeni duyulan Azerbaycan Komünist Par-
tisi Genel Sekreteri hakkında çeşitli değerlendirmeler yapılı-
yordu. Ancak bunlar, Aliyev’in gerçek kimliğini ortaya koymu-
yordu. Özellikle, genel sekreterin Türk kimliği vurgulanıyordu
Batılı Sovyetologlarca. Haydar Aliyev, Azerbaycan Komünist
112
irfan ülkü

Partisi Genel Sekreterliğine getirilince Azerbaycan için yıl-


lardır tasarladığı büyük yatırımları gerçekleştirmeye başladı.

Bakü Metrosu

Bugün Bakû’da dolaşırken, yoldan geçen birine “Şu bi-


nayı, şu tesisi kim yaptı:” diye sorsanız hemen “Aliyev” diye
cevap verir.
Sovyet yönetimi sırasındaki diğer Türk Cumhuriyetleri’nde
yerli komünist partisi yönetimlerinin gerçekleştirdikleri yatı-
rımlar, Aliyev’in döneminde Azerbaycan’da yapılanların ya-
nında hafif kalırlar.

113
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Bakü Petrol tesisleri

Azerbaycan Komünist Partisi Genel Sekreteri, özellikle


Brejnev ile kurduğu dostluk sayesinde yalnızca 40 kilomet-
relik modern Bakû metrosu için Sovyet Devletinden iki mil-
yar ruble almıştı. Bugün Bakûlülerin övündükleri Bakû Met-
rosu, kısa sürede tamamlanmış ve altmışlı yılların sonunda
hizmete açılmıştı. Genel Sekreter’in ikinci büyük girişimiyse
Gence’deki otomobil fabrikasıydı. Fabrikanın yapımına baş-
landı ancak yarım kaldı. Belki de Sovyet yönetimi Türk Cum-
huriyeti Azerbaycan’da böyle bir fabrikanın yapılmasını ken-
disi için riskli buldu.
Bugün Azerbaycan’ın hangi şehrine giderseniz gidin, otel-
lerde, evlerde, iş yerlerinde, devlet dairelerinde gün boyu ça-
lışıp, yazın boğucu sıcağını önleyen sağlam klima cihazlarını
üreten fabrika da Azerbaycan’a adeta iman etmiş olan Aliyev’in
devrinde yapılmıştır.
Haydar Aliyev Azerbaycan’ı yönetirken, rüşvete karşı aman-
sız bir savaş açmıştı. Bunu konuşmalarımız sırasında kendi-
sine de sordum. Samimiyetle şu cevabı verdi.
“Evet. Bütün siyasi hayatım boyunca hep rüşvetle müca-
dele ettim. Rüşvete karşı içimde hep bir kin duymuşumdur.”
114
irfan ülkü

Azerbaycan’ı Kalkındırmak İçin Fırsat:


Genel Sekreterlik
Azerbaycan’da bakan düzeyindeki KGB Başkanlığından
Azerbaycan Komünist Partisi genel sekreterliğine seçilen Ali-
yev bu görevini aralıksız, tam 14 yıl sürdürecektir.
“Ülkemdeki komünist partisi liderliği yaşamımın en iyi yılla-
rıydı. Bazen gece yarıları işim bittiği zaman evime gitmiyor,
kendimle baş başa kalıp sabahın erken saatlerine dek muhasebe
yapıp düşünüyor, ülkemle ilgili plânlar kuruyordum. Bir Azer-
baycanlı ve bir Türktüm ben. Komünist Partisi rejimi içinde, on-
larla uyum sağlayıp makamımın sağladığı imkânlardan yararla-
narak öz halkım için daha çok menfaat güdeyim diye düşündüm.
Bunun için de iki şey gerekliydi: Komünist Partisi liderliğini ba-
şarılı bir biçimde sürdürmek, nüfuzumla gücümü gidererek art-
tırmak! Ben bu ikisini de kişiliğimde, politik kazançlarımda bir-
leştirdiğimi sanıyorum.
Azerbaycan, milletim, icraatlarımı gördükçe bana daha çok inandı,
Aliyev’i daha çok sevdi. Ayrıca icraatımla Kafkasya bölgesinde,
Gürcistan, belki size şaşırtıcı gelecek ama Ermenistan’da bile ge-
niş sempati kazandım. Benim için partide ve basında “Aliyev, yeni
model bir parti lideridir” diye konuşuyor ve yazıyorlardı. Sovyet
basını Azerbaycan’daki kalkınma hamlelerini, kültür alanındaki
gelişmeleri övüyordu. İleriye dönük, çağdaş bir parti rehberi (li-
deri) olarak ilân ettiler beni. 14 yıl boyunca, çevremdeki arka-
daşlarımla Azerbaycan için büyük işler yaptık. Şimdi siz Bakû’ye
ve Azerbaycan’ın büyük şehirlerine gitseniz görürsünüz ki, bü-
yük eserler, fabrikalar, saraylar, turistik oteller, çocuk yuvaları,
üniversiteler, dev binalar teknik kompleksler hep benim zama-
nımda yapılmıştır. Hangi Azeri’ye sorsanız, “Aliyev’in eseridir”
şeklide cevap verirler. Bakın pencereden Nahçıvan şehrine: Burası

115
k ızıl y ıldız’da n hil  le

gerçekte küçük bir şehir sayılır bir sürü fabrika, bina, çarşı, park
yapılmıştır. Nahçıvan’ın tarihinde böyle bir gelişmeye rastlanmaz.”

Azerbaycan Milli Bankası

Haydar Aliyev bir yıldızdır artık Sovyetler Birliği’nde. Li-


derlik kadrosundaki parlayan kızıl yıldızlardan birisi ama di-
ğerlerinden değişik olanı; ilk kez bir Türk, Çarlık ve komünist

116
irfan ülkü

rejim boyunca, Türklük ve İslâm düşmanlığını bayrak yapmış


olan bu dev imparatorlukta parlamaktadır. 1976 yılının Mart
ayına geldiğimizde Aliyev, Azerbaycan Komünist Partisi Baş-
kanlığıda uhdesinde olmak üzere SSCB Komünist Partisi’nin
22. kongresinde doğal olarak seçildiği merkez komitesi üyeli-
ğinden Politbüro yedek üyeliğine de seçilir.

SSCB Politbüro üyesi Haydar Aliev Kremlin’de, bürosunda.


Bu büro ölümünden sonra Putin’in emriyle müzeye dönüştürüldü.

Toplantılar içinde gitse Nahçıvan’dan yola çıkan bu Türk


çocuğunun Moskova kapılarından içeri girdiği görülür:
“Politbüro yedek üyeliğine benim gibi bir Türkün seçilmesi olayı,
SSCB’nin tarihinde ilkti. Hiçbir zaman bir Azeri Türk’ü, impa-
ratorluğun yegâne karar merkezi Politbüro yedek üyeliğine se-
çilmemişti.”

117
k ızıl y ıldız’da n hil  le

“Düşünün efendim, Sovyet Komünist Partisi’nin üye sayısı mem-


leket genelinde 22 milyona ulaşıyordu. Politbüro’nun asil nüve-
leri (üyeleri) 21, yedek üyeleriyse beş altı kişiydi. Onlardan bi-
risi de bendim.
Yıllarca, Kafkasya’dan masaya Gürcüler seçilmişlerdi Politbü-
roya. Stalin, Orhonikidze Gürcü milletindendiler.

Sovyetler’in Stalin’den başka Gürcü


Komünist önderlerinden Orhonikidze (solda) ve Şevardnadze (sağda)

Ben Azerbaycan’da genel sekreterlik yaparken o zaman Gürcis-


tan Komünist Partisi Genel Sekreterliği görevini yürüten Edu-
ard Şevardnadze, ancak ben ayrıldıktan sonra Gorbaçov’un bü-
yük desteğiyle yedek üye sonra da asil üye olarak Politbüro’ya
seçildi. Ermeniler de benden önce Politbüro’da görev aldılar. Er-
meni Anastas Mikoyan Stalin, Kruşçev’in yıllarında SSCB’nin ka-
derinde önemli rol oynayan bir isim olagelmiş, Kruşçev’in dü-
şürülmesinde Brejnev’e yardımcı olduktan sonra yaş haddinden
emekliye ayrılmışta. Ermeniler ve Gürcü yöneticiler, Azerbaycan’ın
onları geçip daha ileri hamleler yapacağından endişelenmeye baş-
ladılar. Çünkü yedek üyelik de bir anlamda bu Politbüro içinde
olmak demekti. Bu sıfatımı kullanarak, Sovyetler Birliği Bakan-
lar Kurulu’ndaki elli kadar bakandan hangisine telefon edersem

118
irfan ülkü

edeyim, Azerbaycan için yapılması gerekli bir iş, bir yatırım on-
lar için emir sayılırdı. Bu durumdan Azerbaycan’ın kalkınması
için çok faydalandım. Çünkü, Sovyet yönetimi, Türk ve Müslü-
man Cumhuriyetlerle özellikle fazla yatırım yaptırtmaz, krediyi
az verir, fabrika vb. gibi bu cumhuriyetlerdeki ekonomik ve si-
yasi potansiyeli güçlendirecek girişimlere karşı cimrice davra-
nırdı. Sovyet yönetiminin 70 yıllık politikası haline dönüşmüş
bu davranışı kırmak öyle kolay bir iş değildi. Çünkü para da tek-
noloji de Moskova’dan geldiği için fazla bir şey yapamazdınız.
Ben mevkim itibarıyla bu kuralı değiştirmeyi başardım. Azerbay-
can Cumhuriyeti’nde, yedek ve asil üyeliğim zamanlarında kal-
kınma çabaları daha da genişledi. Ülkemiz, dünyada daha çok
tanınmaya başlandı. Türkiye’de Azerbaycan iyi tanınırdı ama
dünyada bu Türk ülkesi fazla bilinmiyordu. Çember, benim gö-
revlerim sırasında kırıldı diyebilirim. Dış memleketlerden tu-
ristler, bilim adamları, profesörler, sanatçılar, siyasetçiler, başba-
kanlar, bakanlar ziyarete geldiler. Daha sayamadığım nice kişi.
Ülkemiz tanınırken prestiji de artmıştı.”

Ve 1982 yılı sonuna gelindiğinde, 1917 Devrimi’nden bu


yana, SSCB’nin tarihinde bir çağın kapanıp bir başka ça-
ğın açılacağına dokuz yıl kaldığını hiç kimse bilmiyordu. Bi-
rinci Sekreter Brejnev’in ölümü, ardından başlayarak Yuri
Andpopov’un ölümüyle daha da hızlanan liderlik kavgasının
toz-dumanı içinde Sovyet İmparatorluğu’nun sonunun hızla
yaklaştığına o günlerde kimse inanamazdı.

119
İKİNCİ BÖLÜM

KREMLİN’DEN NAHÇIVAN’A

“Kalk! Feleğin döşeğini topla!


Çünkü yoktur bu tavla tahtasında
Boşuna arayıp durduğu vefa...”
Genceli Nizami

Brejnev’in Son Yılları


SSCB’de o unutulmayacak Doktor Jivago romanının ya-
zarı Boris Pasternak’tan sonra ikinci bir büyük Nobel krizine
neden olan, ünlü romancı Aleksandr Soljenitsin, kedisini sür-
güne yollayan Komünist Partisi Genel Sekreteri Leonid İliç
Brejnev’e ilginç bir isim takmıştı: İkinci İliç. Birinci İliç ise
Vladimir İliç Lenin’di.
Soljenitsin, bununla Sovyet liderler kuşağının, Romanoflar’dan
sonra bir komünizan hanedan olduğunu ima etmek istiyordu.
İkinci İliç’in 18 yıl süren iktidarı, Sovyetler Birliği’nin dünya
imparatorluğuna açıktan oynadığı ama aynı zamanda, Batı
dünyasıyla SALT Anlaşmalarını da imzaladığı bir dönemdi.
120
irfan ülkü

Sovyetologlar Brejev’in yönetimi altındaki Sovyet Rusya için


“Stalinsiz bir Stalincilik”, “Durgunluk Devri”, “İmparatorlu-
ğun askeri fetihlerle genişleme dönemi” gibi benzetmeler kul-
landılar. Brejnev ile ekibi o güne kadar ülkelerinde görülme-
miş, muazzam bir silâhlanma başlattılar.

1930’lu yıllarda Sovyetlerde


17 Ekim Devrimi’nin yıldönümü geçit törenlerinde silahlanma gösterisi...

121
k ızıl y ıldız’da n hil  le

122
irfan ülkü

Büyük Petro’dan Lenin’e ve onu izleyen komünist lider-


lere bulaşan, Batı karşısında askeri yönden güçlü olma komp-
leksini Brejnev en üst noktasına kadar götürdü. Kıtalararası
balistik füzeler, SS-20 roketleri, dev denizaltılar, uçak gemi-
leri hep Kızıl Ordunun generallerinin aşırı, doymak bilmeyen
silâh ihtirasını zevkle tatmin eden Brejnev devrinde üretildi.

Salt silahsızlanma görüşmeleri sırasında Sovyet silahları

Çin Halk Cumhuriyetiyle ilişkiler kötüleşirken, “Kızıl Pro-


fesör” lakabıyla tanınan Kremlin’in ideoloğu Mihail Suslov,
Marksizm-Leninizm ideolojisinin dünya durdukça yaşayacak
bir bilim dalı olduğunu savunmaya devam ediyor, Sovyetler
Birliği Orta Doğu’da Arap ülkelerini silâhlandırıyordu. Afrika,
Latin Amerika ve Küba’da gerilla savaşı sürdüren komünist-
lere para yardımı yaparken KGB’nin üçüncü dünya ülkelerin-
deki gizli eylemleri artarak sürüyordu.
Peki, SSCB’nin iç durumu nasıl seyrediyordu acaba? İkinci
İliç’in zamanı, Sovyet Rusya’da dissidentlerin, rejim muhalif-
lerinin, samizdatların, bunları bastırmak için de o Kafka’nın
romanlarındaki karabasan sahneleri benzeri psikiyatri klinik-
lerinin, KGB’nin kimi zaman vahşi boyutlara varan baskısının
123
k ızıl y ıldız’da n hil  le

ortaya çıktığı yıllardı. Yazarlar susturuluyor, rejimi eleştirenler


ise “akıl hastası” raporları verilerek KGB’nin kontrolündeki psi-
kiyatri kliniklerinde “tedavi hapsine” mahkûm ediliyorlardı.
18 yıl süren Brejnev iktidarının bir başka özelliği de bizce
Türk Cumhuriyetleri’ndeki baskıların gevşetildiği, Kruşçev’in
başlattığı dinsizlik propagandası kampanyalarının iptal edil-
diği, Sovyet yönetiminin İslâmiyet’i bir dış politika aracı ola-
rak kullanmaya çalıştığı bir dönem olmasıdır. Haydar Aliyev
işte bu dönemde Moskova’daki tırmanışına başlamıştır.

  Haydar Aliyev, Türk Cumhuriyetleri’ndeki baskıların gevşetildiği,


Kruşçev’in başlattığı dinsizlik propagandası kampanyalarının iptal edildiği,
Sovyet yönetiminin İslâmiyet’i bir dış politika aracı olarak kullanmaya
çalıştığı bir dönemde yükseldi... (Fotoğraf: İrfan Ülkü)

124
irfan ülkü

Sovyet tankları Afganistan’da Kabil caddelerinde

125
k ızıl y ıldız’da n hil  le

  Sovyetler’in Afganistan işgali,


hakkında en çok kitap yayımlanan konulardan biridir.

126
irfan ülkü

Bir Türkün önce yedek sonra asil bir üye sıfatıyla Politbüro’da
görev yapmaya başlaması, daha doğrusu Kremlin’in zirvesine
yükseltilmesinin ardındaki amaç, Türk Cumhuriyetleri’ne gü-
ven verme politikası olabilir
1979 yılı, Sovyetler Birliği için çok önemli gelişmelere sahne
olmuştu. Politbüro; Afganistan’ın işgali için emir vermiş, Kızı-
lordu Afganistan’a girmişti. İran’daki İslâm Devrimi ve Aye-
tullah Humeyni’nin başa geçmesi de Kremlin için bir tedir-
ginlik kaynağıydı.

Sovyetler’in Afganistan işgali, İran’da


Humeyni’nin İslamcı Devrim dalgasının yükseldiği döneme rastladı.

127
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Sovyetler’de 90 milyona yakın Müslüman-Türk yaşıyordu.


Bir İslâm Cumhuriyeti’ne dönüşen İran’daki mollalar rejimi,
ABD’ye ve SSCB’ye, bu iki süper güce karşı tavırlarını net bir
biçimde koyuyorlar, radyoları, televizyonları ve her türlü pro-
paganda araçlarıyla Orta-Doğu’da ve SSCB’de yaşayan Müslü-
manlara yönelik büyük bir İslâmcı kampanyaya girişiyorlardı.

İran Humeyni Devrimi’nde çarşaflı kadınların


arasına karışan çarşaflı erkeklerin de büyük bir rolü oldu...

128
irfan ülkü

Afganistan’a ilk giren Kızıl Ordu askerleri arasında çeşitli


Türk Cumhuriyetleri’ne mensup askerler çoğunluktaydı. Ta-
rikler, Özbekler, Kazaklar hatta sayıları azda olsa Azeriler...
Kâbil Pazarı bir anda Kur’an’ı Kerim satın alan Kızıl Ordu
askerleriyle dolup taştı. Üstelik Afganistan’da işgalci Sovyet
Ordusu’na karşı başlayan şiddetli direnişin siyasi temeli de
Rusları yendikten sonra ülkede bir İslâm Cumhuriyeti kurma
amacına dayanan çeşitli parti, örgüt ve gerilla gruplarının or-
tak ittifakından oluşuyordu.
Batılı stratejistlerce “Yeşil Hilâl” adı takılan ve SSCB’nin
Afgan sınırından Orta-Doğu’ya kadar uzanan bu bölgede
Kremlin’in işi çetindi.
İşte Aliyev Kremlin’in zirvesine tırmandığında bunlar gö-
rünüyordu. Nahçıvanlı Azeri Türkü son derece temkinli, akıllı
hareket etmeye başladı.

Brejnev’in Ölümü
Sovyet Komünist Partisi’nin şef ideoloğu ve otoritesi tartı-
şılamayan Mihail Suslov, 1982 yılının Ocak ayında ölünce ken-
disi de ağır hastalık çeken Brejnev arkasındaki en güçlü, gizli
desteği kaybetmiş oldu. Çünkü Suslov, dev yönetim piramidi-
nin tepesindeki bir sürü alanı denetliyor, Merkez Komitesi’nin
propaganda, kültür, bilim, eğitim bölümleriyle uluslar arası
ilişkiler seksiyonu, ordu ve donanma direktörlüğü, Komso-
mol, basın, TV, sanatçı birlikleri, barış komiteleriyle bilim aka-
demileri ve okulları kontrol eden birimleri yönlendiriyordu.
Suslov’un yerini alacak kişi, ölümü yaklaşan Genel Sekre-
ter Brejnev’in yerine geçecek kişi olacaktı. Merkez Komitesi,
129
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Suslov’un yerine seçim yapmak için Mayıs ayına kadar Brejnev’in


hastalığını bahane ederek toplanmadı. Bu beş aylık süre KGB
Başkanı ve Politbüro üyesi Yuri Andropov’a fiilen Suslov’un
sorumluluklarını üstlenmesi için yetti.
Andropov’un gücünden ürken Brejnev, KGB’yi kontrol ama-
cıyla Stalin döneminde bölge sekreteri görevini yaparken tanış-
tığı Dinyepetrovsk’daki parti görevlileri, Tsinev, Çebrikov ve
kayınbiraderi Semyon Tsivigun’u KGB Başkanı Andropov’un
vekilleri olarak atamıştı. Üçü de Genel Sekreter’e sınırsız bir
sadakatle bağlıydılar. Hasta Brejnev KGB’de Andropov’un et-
kinliğini kırmak istiyordu. KGB Başkanı Andropov ise rüşvet
ve suistimale karşı KGB’yi örgütlüyor, Brejnev’in kendi örgü-
tüne soktuğu üç adamının bulaştığı rüşvet olayları hakkında
raporlar hazırlatıyordu.
Brejnev’in ölümü Kremlin’deki iktidar savaşının başlaması
için bir start sayılacaktı. İşte bu sırada Andropov Politbüro ye-
dek üyesi ve Azerbaycan KP’si Genel Sekreteri Aliyev ile Mos-
kova’daki dairesinde daha sık görüşmeye başladı. Aliyev, rüş-
vet konusundaki duyum ve istihbaratlarını KGB Başkanı’na
aktarıyor, ikisi gece yarılarına kadar baş başa vererek plânlar
hazırlıyorlardı. Andropov Politbüro’daki mesai arkadaşlarının
her biri için KGB’de gizli dosyalar tutturmuştu. Bu dosyalar-
dan sızan bazı bilgiler en uzak yörelerdeki komünist yetkili-
lerin kulaklarına gizlice fısıldanıyordu. İngiliz Sovyet uzmanı
Leopold Labetdz, Andropov’u şöyle tanımlıyordu:
“Yuri Andropov stratejik bir acımasızlık ile tedbirli bir es-
nekliğin tehlikeli bir karışımı olduğunu ispatlayacaktır.”
Aralık ayında Brejnev öldü. Andropov bütün ipleri eline
geçirmiş, Brejnev’in ölümünden sonra kendi yerine hazırladığı
130
irfan ülkü

Konstantin Çernenko’yu adeta adım atamaz duruma getirmişti.


Brejnev’in cenaze töreninden sonra Politbüro KGB Başkanını
Komünist Partisi Genel Sekreterliği’ne seçti. Aynı gün KGB’de
Brejnev’in getirdiği yakın adamı Semyon Tsivigun esrarengiz
biçimde intihar ediyor, Brejnev’in seks, rüşvet olayları bütün
Moskova’nın ağzına sakız olan kızı Galina Çurbanova’nın sev-
gilisi şarkıcı çingene Boris tutuklanıyordu.
Andropov ilk darbesini sert vurmuştu. Çünkü yıllardır bu
darbeyi vurmaya hazırlanıyordu.

1982 yılında Politbüro’ya seçildiğinde Time Dergisi


Aliyev’i Batı dünyasına tanıtırken “Bakû’nun Parlayışı” başlığını kullanmıştı.

131
k ızıl y ıldız’da n hil  le

TIME’daki Haber
Haydar Aliyev’in toplantı salonu ve aynı zamanda çalışma
odası olarak kullandığı Bakû’daki benzeri gibi “Azatlık Mey-
danı” adını alan eski Lenin Meydanına bakan Başkanlık Sa-
rayı’ndaki makamında saatler, onun anlattıklarıyla karışarak
sanki tarihle yoğrulup geçiyordu. Nahçıvan Cumhurbaşkanı
bilinen geçmişini, ilk kez Türkiye’den gelen bir gazeteci olan
benim için gün ışığına çıkartma inceliğini gösterirken, ben
de onun ismini ilk duyduğum gün neler hissettiğimi hatırla-
maya çalışıyordum. Time Dergisi’nin 16 Aralık 1982 tarihli
sayısında Politbüroya seçilişiyle ilgili haber-yorumu okumuş,
sonra arşivimde saklamıştım.
Aliyev’in yakın dostu, Nahçıvan’a büyük mali risklere gire-
rek milyarlık yatırımlar yapmasının yanı sıra, bir de Nahçıvan-
Türk Bankası kuran ve bütün bunları yıllarca gönül verdiği
Türk milliyetçiliği adına yapan işadamı İbrahim Aydın’ın yar-
dımlarıyla Aliyev’in hayat hikâyesini yazmak için Nahçıvan’a
giderken dergiyi de yanıma almıştım. Merak ediyordum, acaba
Time’da hakkında yazılanları okumuş muydu? Konuşmamı-
zın artık sayısını unuttuğum “ara”larından birinde bir ara
dergiyi çıkarıp kendisine gösterince “Rica etsem, İngilizce bi-
liyorsanız bana şimdi çevirir misiniz?” diye sordu, “O zaman-
lar bunu Moskova’da duymuştum ama dergiyi bulmak müm-
kün olmamıştı.”
Time, Brejnev’in ölümünün ertesinde Yuri Andropov’un
Komünist Partisi Genel Sekreterliği’ne seçilmesinin ardından
Aliyev’in de yeni parti Politbürosu’na asil üye sıfatıyla seçili-
şini “Bakû’nun Parlayışı” başlığıyla vermişti:
132
irfan ülkü

“Aliyev Batılı gözlemciler tarafından uzun süre önemli bir


yönetici sayılmadı. Oysa Kremlin’in zirvesine yükselen tek Rus
olmayan Sovyet Lideri Aliyev’dir. 18 yaşında Sovyet Güvenlik
Örgütü’ne giren Aliyev, bundan sonra hızla yükseldi, onu ya-
kından tanıyan Batılı gözlemciler, güçlü bir kişiliği olduğunu ve
Sovyetler Birliği’nin bir cumhuriyeti olan memleketi Azerbaycan’ı
İran’ın İslamcı radikalizminden koruyacağına inanıyorlar. Bu
yılın başlarında Bakû’da kendisiyle görüşen bazı diplomatla-
rın “Brejnev’in açıkladığı yeni tarım politikasını nasıl buluyor-
sunuz?” sorularına Aliyev “Biz bu politikayı ve programı Brej-
nev açıklamadan aylar önce uygulamaya koyduk. “ karşılığını
vermişti.”
Aliyev yazının çevirisini bitirdikten sonra hiçbir yorum
yapmadan dergiyi kendisine verip vermeyeceğimi sordu. Ben
de “Her ihtimale karşı sizin için getirdim” deyince teşekkür
etti ve özel belgeleriyle fotoğraflarının bulunduğu dosyasına
özenle yerleştirdi. Sonra Time’ın deyimiyle “Bakû’nün Parla-
yan Yıldızı” Kremlin’in zirvesine tırmanışının son aşamasını
bıraktığımız yerden anlatmaya devam etti.

Andropov: Sana İhtiyacım Var!


“1982 Kasımında Brejnev uzun süredir çektiği hastalıktan kur-
tulamayarak öldü. Yerine tartışmasız tek aday hazırdı: Yuri And-
ropov. Andropov’u seçmek için toplanan Politbüroda bütün üye-
ler oy birliğiyle KGB Başkanını SSCB’nin tek yöneticisi seçtiler.
Andropov ile aramızdaki arkadaşlık ve karşılıklı sevginin baş-
langıcı 1965 yılına dayanır. 1965 yılında bir toplantıda tanıştır-
dılar bizi. O zaman KGB’nin başkanlığına getirilmesine daha iki

133
k ızıl y ıldız’da n hil  le

yıl vardı. Son derece şuurlu, entelektüel, çok namuslu bir insandı.
Hızlı ve sert hamlelerle hareket etmesini severdi. İlişkilerimizde
saygı ve karşılıklı anlayışı esas alırdık. Brejnev’in cenazesinden
sonra baş başa görüştük.
“Sana ihtiyacım var, artık Moskova’da devamlı kalmanı istiyo-
rum” dedi.
Brejnev’e de direndiğim gibi önceleri ona da karşı çıktım. Azer-
baycan benim için ayrı kalınması mümkün olmayan bir komp-
leksti adeta. Azerbaycan’dan ayrılmak... Çok sevdiğim memle-
ketimde devamlı oturmamak.. Katlanılmaz bir üzüntü olacaktı
benim için. Ama Andropov “Azerbaycan artık sana dar geliyor
dostum” diyerek hafifçe gülümsedi. Ben gene direnince bu defa
üzgün bir hava içinde duygusal bir tonda sözlerini tekrarladı:
“Artık sana bütün Sovyetler’de ihtiyaç duyuluyor. Azerbaycan se-
nin için küçük artık. Beni Politbüroya seçtin, sonrada çekip gidi-
yor, yardıcı olmak istemiyorsun.”
Andropov liderliğe yükselişinde ona yaptığım yardımları biliyor,
benim yanından ayrılmamı istemiyordu. Arkadaşlarım, kendi-
sine yardımcı olanları hep yanında tutmak, onlarla birlikte yü-
rümek isterdi. İnsan seçimi konusunda çok geniş bir ufku vardı.
Bu konuşmamızın üzerinden on gün geçtikten sonra Politbü-
roya oybirliğiyle seçildim. Artık bu muazzam bir hadiseydi; hem
Sovyetler Birliği hem Türk-İslâm alemi ve hem de bütün dünya
için. Ardından ikinci görevim geldi, SSCB Bakanlar Kurulu Baş-
bakanlığı (Başbakan) Birinci Yardımcılığı. Neredeyse SSCB’nin
ikinci adamlığı gibi bir şeydi bu görevler. İstemeyerek de olsa
Bakû’dan Moskova’ya taşındım. Bütün bu gelişmelere rağmen
Azerbaycan’dan ayrılmak kalbimde buruk ve tarifsiz bir sızı bı-
rakırdı. Nedense bu sıla duygusunu Moskova’da bir türlü atamı-
yordum. Halbuki Azerbaycan elimin altındaydı.”

134
irfan ülkü

“Andropov’un liderliği ölümüne kadar bir yıl sürdü. Yaşasaydı,


Sovyet İmparatorluğu’nun kaderi bugünkü gibi mi olurdu? Bu so-
ruya cevap vermek biraz çetindir. Bazı sorular cevaplarını içinde
taşıyorlar. Bazı sorular ise sadece sorudurlar.
Andropov’un bana ve birkaç yakınına açıkladığı, Sovyetler Bir-
liği ile ilgili bazı büyük projeleri, plânları vardı. Kendini ta 1960’lı
yıllardan, belki de Macaristan’da büyükelçi olduğu dönemde
Sovyet liderliği için hazırlamış, KGB’deki uzun başkanlık yıla-
rında Batı ve ülkesiyle ilgili çok önemli şeyler öğrenmiş, büyük
tecrübe kazanmıştı.

Çernenko

Büyük yenilikler yapmak, Sovyetler Birliği’ni değiştirmek isti-


yordu. Çürümüşlük, rüşvet ve alkolizm ilk hedefleriydi. Ama ka-
fasındaki reformları da akıllıca yapmak istiyordu. Görüşmeleri-
mizden biri sırasında bana “SSCB’nin dağıtılması, imparatorluğun

135
k ızıl y ıldız’da n hil  le

tasfiyesi tarihe çok pahalıya mal olur.” demişti. Ama böbrek yet-
mezliğinden muzdarip olduğu için liderliği kısa sürdü. Boşalan
SBKP Genel Sekreterliği makamına Brejnev’in sekreteri, propa-
gandisti ve en yakın adamlarından Konstantin Çernenko’yu seç-
tik. Oysa Çernenko hasta, kötü ruhlu, eli ayağı titreyen, bunama
alametleri gösteren bir adamdı. Bir yıl geçince o da Andropov
gibi bu dünyadan göçüp gitti. Bir yıl onunla azap çekmiştik. Çer-
nenko zamanında da pozisyonlarım değişmedi. Azerbaycan ile
ilgilenmeye devam ediyor, memleketim için yeni yatırımlar ko-
nusunda yetkililere direktifler veriyordum”

Politbüro’nun Orta Doğu ve İslâm Sorumlusu


Andropov, Sovyetler Birliği’nde gerçekleştireceği reformlar
konusunda kendisine en güvenilir yardımcılar olarak Haydar
Aliyev ile ismi Batı’da pek duyulmayan ama tarım konusunda
yaptığı bazı başarılı uygulamalarla parti içinde kariyerini sağ-
lamlaştıran Mihail Gorbaçov’u seçmişti. Erken ölümü belki
de SSCB’nin kaderini değiştiren Andropov, gelmiş geçmiş en
esrarengiz Sovyet liderlerinden birisiydi. Dış politikada bir
yandan Detant’ı sürdürürken bir yandan da KGB’yi, KGB or-
dusunu daha güçlendirmek, giderek Avrupa kıtasında ABD
ve NATO’nun etkinliğini kırıp Sovyet güdümünde “Finlan-
diyalılaştırılmış bir Avrupa” hazırlamak en büyük idealiydi.
Avrupa’nın moral ve siyasal değerler açısından zayıfladığını,
savaştan korktuğunu KGB’yi yönettiği yıllardan iyi biliyor ve
Batı insanını, İngilizce’yi ana dili gibi konuştuğu için yakın-
dan tanıyordu. İngiltere’den kaçtıktan sonra Moskova’da ya-
şayan, KGB’nin İngiliz Gizli Servisi’ndeki ünlü köstebeği Kim
136
irfan ülkü

Philby’i çağırır ve onunla İngiltere hakkında değerlendirme-


ler yapıp görüşlerini dinlerdi.

Kim Philby’nin sırlarla dolu yaşamı pek çok kitaba konu olmuştu.

Alkolik olan Philby’i KGB’nin kontrolündeki bir klinikte


zorla tedavi ettirtmiş, hayatını düzene sokmasına ve beyninin
daha güçlü çalışmasına yardımcı olmuştu.
Bugün biliyoruz ki, Andropov’un hazırladığı operasyonun
hedefi, önce İngiliz İşçi Partisi’nin ele geçirilmesi, liderlerinin
KGB ajanları yapılması, sonra bu partinin iktidara getirile-
rek Birleşik Krallığın NATO’dan çıkarılmasıyla Avrupa’daki
NATO nükleler şemsiyesinin yırtılması demekti.

137
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Kim Philby (ortada) Sovyetlerde, KGB ajanlarıyla birlikte

Andropov, böylece Avrupa’yı ikiye bölecek bir plân tasar-


lıyordu. Ondan sonrası kolaydı.
Yuri Andropov, Politbüro’da görev dağılımı yapılırken
Aliyev’e de Orta Doğu ve İslâm Dünyası’nın sorumluluğunu
verdi. SSCB’nin bu ülkelerle olan ilişkilerinden en yüksek dü-
zeyde, Müslüman bir Türk olan Aliyev sorumlu tutulacaktı.
SSCB Politbüro üyesi ve Başbakan birinci yardımcısı Ali-
yev bu yüzden, 1982-87 yılları arasında sık sık uçağa atlayıp
Mısır’a, Libya’ya, Pakistan’a, Ürdün’e, Irak’a gidiyordu. Özel-
likle Ürdün Kralı Hüseyin ile iyi ilişkiler kurulması için alı-
nan kararın uygulayıcısı olarak, Kral Hüseyin’e bazı yardım-
larda bulunulması amacıyla çaba harcadı. Öldürülmesinden
kısa süre önce Mısır Lideri Enver Sedat ile FKÖ lideri Arafat’ı
Kahire’de barıştırdı.
Mısır ve Ürdün’de Müslüman Kardeşler’in durumlarıyla
özel olarak ilgileniyor, bilgileniyordu. Sık sık Moskova’dan
kendisine tahsis edilen uçağıyla Bağdat’a iniyor, Saddam Hüse-
yin ile buluşarak saatler süren görüşmeler yapıyorlardı. Sonra
SSCB arasındaki yakın ilişkiler nedeniyle Sovyetler’in o zaman
138
irfan ülkü

“Orta Doğu’daki tahkim edilmiş kalesi” olarak tanımlanan


Suriye’ye sık sık uğramaya başladı.
“1984 yılında acele Şam’a uçmam istendi. Hafız Esat ile görüşe-
cektim. Suriye’de büyük bir problem vardı. KGB Hafız Esat ile
kardeşi, gizli servis Muhaberat-ı Suriyya’nın şefi Rıfad arasında
bir çatışmadan, darbe girişiminden bahsediyordu. Esat hasta ya-
tağındaydı. KGB, Politbüroyu uyarınca, Kremlin işin aslını çok
önce öğrenmek ve duruma müdahale etmek istiyordu. Suriye’de
bir rejim ya da lider değişikliği Sovyetler Birliği’nin Orta Doğu’da
izlediği politika ve strateji açısından tahammül edilemez bir ol-
guydu. Hemen Şam’a gittim. Nekahat devresini geçiren Esat ile
görüştüm. İlk görüşmemiz hasta olmasına rağmen tam sekiz saat
sürdü. Ertesi gün yeniden bu defa altı saat görüştük. Bizim fi-
kirlerimizi dinlediğini sanıyorum. Kısa süre sonra kardeşi Rıfat’ı
İspanya’ya sürgüne gönderdi.

Suriye devlet başkanı Hafız Esat, Haydar Aliyev’in özel ilgi alanındaydı...

139
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Problem çözümlenmiş, Politbüro da rahat bir soluk almıştı.”


“Bu dış görevler benim İslâm Dünyası’nı tanımama sebep
oldu. İslâm’ın dinamizmi, Orta Doğu’nun karışık, her gün de-
ğişen istikrarsız siyasi yapısından sıyrılıp gelecek için büyük
şeyler vaad ediyordu.”

Gizli Düşman
Kadim Türk şehri Nahçıvan’dan, Oğuz Türklerinin bu ta-
rihi kapısından, Slavların, Rusların Moskova’sına doğru uzun
bir yola düşen ve mimar olmak idealiyle geldiği Bakû’da sa-
vaş çıkınca alın yazısı bir anda değişen Türk çocuğu artık
Kremlin’in zirvesindedir. Gel gör ki, gizli bir düşmanı da,
gece-gündüz onu yok etmeyi plânlayan, Aliyev’in adından ve
mensup olmayı şeref saydığı Türk Milleti’nden içten içe nef-
ret eden bir düşmanı, onu sürekli kollamaktadır.

Bush, Reagan ve Gorbaçov.

140
irfan ülkü

Yeni genel sekreterdir bu düşman. Rus asıllı Mihail Gorbaçov...


1985’lerin sonunda, Aliyev’in Müslüman ve Türk olması,
olağanüstü çalışma gücü, problemleri çözecek yetenek ve esnek-
lik gibi özellikleri Kremlin’de değerlendiriliyor ve SSCB Başba-
kanı yapılması yolunda istekler çoğalıyordu. Aliyev, SSCB’nin
Başbakanı... Bir Türk’ün Başbakanlığı bütün yönetimi Rus-
larda bulunan Sovyet İmparatorluğu’nun kaderinde nasıl bir
rol oynayabilirdi? Aliyev bugüne kadar, önünde iktidarın zir-
velerine tırmanmak için hep açık bulduğu kapıların yavaş ya-
vaş kapanmaya başladıklarını, ses tonunu ağır ağır yükselte-
rek, kimi zaman öfkeye kapılarak, kimi zaman da belirsiz bir
hüzünle şöyle anlatıyor:

Aliyev Gorbaçov’un Üzerine Yürüyor...


“Ben de Çernenko’nun yerine genel sekreter seçilmesi için Po-
litbüroda yapılan oylama esnasında Gorbaçov’a oy verenler ara-
sındaydım. O zaman daha yüzünden maskesini çıkarmamıştı.
“Genç ve dinamiktir, bu işi götürür” diyorduk kendi aramızdaki
değerlendirmelerde. Andropov’un reform projelerinin devamı ve
uygulayıcısı olabilirdi. Ne var ki, Gorbaçov gerçek yüzünü gös-
termek için fazla beklemedi. Onun demokrasisi, Perestroykası,
Glasnost’u Roma tanrılarından Janus’un çift yüzü gibiydi. Ba-
tıyı kandırmak için büyük bir demokrat gibi görünürken içeride
bir diktatör olmak istiyordu, tıpkı Stalin gibi; ama beceriksiz bir
Stalin özentisiydi”
“Gorbaçov’un en büyük özelliği Müslüman Türk Dünyası’na düş-
manlığıydı. Türk Cumhuriyetleri’ne karşı da ikiyüzlü bir siyaset
güderdi. Bana karşı duygularını, nefretini Politbüro toplantıla-
rında hissettim. Gorbaçov, Politbürodaki bütün üyelerin Rus ve

141
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Slav olduklarını görüyor ve bir Türk olarak benim SSCB’nin yö-


netiminde söz sahibi olmamı bir türlü hazmedemiyordu. Oysa
genel sekreter seçilmeden önce, özellikle beni sık sık Karadeniz
sahilindeki daçasına davet ederdi.

Haydar Aliyev ve Michail Gorbaçov Kızıl Meydan’da

Rahmetli eşim Zarife ile Gorbaçov’ların konuğu olurduk. Eşi


Raisa ise ayrı bir olaydı. Bu ziyaretlerden birinde rahmetli eşim
bana, “Haydar... Bu Gorbaçov samimi değil. Bunlara dikkat etsen
iyi olur. Bir daha davetlerine gitmeyelim” telkininde bulundu.
Benden önce Gorbaçov’un gerçek yüzünü görmüştü. Biliyorsu-
nuz kadınların önsezileri kuvvetlidir.”
“İktidarı eline geçirdiğinde ben, Gorbaçov’un uzun vadede esaret
altına sokup sözüm ona ekonomik gelişmeye katkı sağlayacağını
öne sürdüğü “nüfus transferi” adını verdiği büyük tehcir plânıyla
eritmek istediği Türk-Müslüman Dünyası’na yönelik ırkçı proje-
sinin önünde bir engel gibi duruyordum. Düşmanlığının asıl se-
bebi buydu. Size şimdi bir “nüfus transferi” adlı demografik imha

142
irfan ülkü

plânının içyüzünü anlatayım. Türk Cumhuriyetleri’ndeki Türkle-


rin, Müslümanların Batı Rusya’daki Slav Cumhuriyetlerine yerleş-
tirilmelerini, yerlerine öz ülkelerine Rus, Ukraynalı ve diğer Hıris-
tiyan milletlerden nüfusun yerleştirilmelerini öngörüyordu bu plân.
Böylece Kremlin’in ekonomik bazı yatırımları da devreye girecek,
Slav Cumhuriyetleri’ne göçe zorlanan Türk-Müslüman nüfus za-
man içinde tıpkı ıslak bir ekmek gibi dağılıp eritilecekti. Ben bu
plânı KGB’den dostlarım aracılığı ile öğrendim ve hemen böyle
bir girişimin Gorbaçov’un sonu olacağını söyledim. Stalin’in Kı-
rımlı Tatarlarla Çeçen-İnguşları savaş sırasında Almanlarla işbir-
liği yaptıkları bahanesiyle Sibirya’ya sürmesinden daha ince, sin-
sice ve global boyutlarda bir projeydi bu.
Artık Gorbaçov ile birbirimizi kollamaya başlamıştık ki aramız-
daki ilk kavga, Kazakistan yüzünden patlak verdi. Kazakistan Ko-
münist Partisi Sekreteri Dinmuhammed Kunayev eski bir yöne-
tici idi. Gorbaçov bir Politbüro toplantısında Kunayev’i görevden
almak istediğini söyledi. Gerekçe olarak da 76 yaşında olmasını
bahane etti. Sözlerini tamamlar tamamlamaz elimi kaldırıp söz
aldım ve konuşmaya başladım. Hava birden gerginleşmişti. -”Ne-
den Kunayev’i görevden almak istiyorsun; kimi getireceksin onun
yerine ve hangi gerekçeyle?”
-“Yerine Gennadi Kolbin’i getirmek istiyorum..”
-“Neden Kazakistan’ın, bir Türk Cumhuriyeti’nin başına bir Rus
gelsin ki! Kazakların başına bir Kazak gelir, Rusların başına bir
Türk geldi mi şimdiye kadar? Kunayev 22 yıldır Kazakistan’ı yö-
netiyor. Ben senin adayın Kolbin’i iyi tanırım, işe yaramaz bece-
riksiz bir adamdır.”
Gorbaçov’un yüzü sözlerim karşısında öfkeyle gerilmeye başla-
mıştı. Ama ben de kararlıydım, ille Kunayev görevden alınacaksa
yerine, o zaman Kazakistan Başbakanlığını yürüten, şimdiki Ka-
zakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’i getirilmesini

143
k ızıl y ıldız’da n hil  le

teklif ettim. Gorbaçov ve Politbüro’daki taraftarları kabul et-


mediler. Aramızdaki şiddetli bir kavgalı-tartışmadan sonra Kol-
bin, Kazak Komünist Partisi Genel Sekreterliğine tayin edildi.
Bundan iki gün geçende Kazakistan’da bir Rus’un başlarına li-
der tayin edilmesi karşısında milli bir öfke duyan binlerce öğ-
renci ayaklandı.

Kırgızistan Devlet Başkanı Nazarbayev (solda)

Arkasından da Kazak halkı isyan etti. Gorbaçov Pravda’ya ve te-


levizyona verdiği demeçlerde Kazakları “milliyetçilikle” suçladı.
İslam tehlikesinden yakındı. Bu demeçlerinin özellikle Batıdaki
gazetelerde yayınlanması için çabalıyordu. Bu kadar anlayışsız
ve manevra yeteneği olmayan bir adamdı. Gerçekte anlıyorduda,
anlamak işine gelmiyordu. Çünkü politikasının temeli Rus şo-
venizmine dayalı, Batı Dünyası’nı kandırıp oyalayarak vakit ka-
zanmaya yönelik bir ırkçının ilkel duygularına dayanıyordu. Ben
ise Politbüroda bir Türk olarak ilk defa bu olaydan sonra yalnız
başıma kaldığımı gördüm. Bütün üyeler Genel Sekreter ne derse
onu yapıyorlardı. Eski arkadaşlığımıza rağmen Şevardnadze bile
beni desteklemiyordu.”

144
irfan ülkü

Gorbaçov’un Türk-Müslüman düşmanlığı için hazırladığı takvi-


minde sıra 1987 sonlarında memleketim Azerbaycan’a gelmişti.
Gorbaçov Azerbaycan’ı karıştırıp KGB’nin kışkırtmalarıyla ba-
ğımsızlığını, muhtariyetini tamamen yok etmek ve idari yönden
kendisine, Moskova’ya bağlamak istiyordu. Bu sefer aramızda
kavgaların en büyüğü gerçekleşti. Artık kendimi tutamıyordum:
-”Yanlış yapıyorsun, Azerbaycan’ı karıştırmana izin vermem!” diye
konuşup bu arada sesimi de yükselttim.
Soğukkanlılığını bozmadan bana emir verircesine;
-”Sen Azerbaycan’ın işlerine karışma!” deyince
-”Ne demek istiyorsun; ben Azerbaycanliyem.”
Diyerek öfkeyle yerimden fırladım, üzerine yürüdüm. Diğer üyeler
araya girdiler. Kollarıma girerek beni Politbüro toplantısının ya-
pıldığı salondan dışarı çıkardılar. Artık son derece tedirgindim.”

“Ben Seninle Çalışmam!”


“1982’de Politbüro’ya seçildikten sonra Azerbaycan Komünist
Partisi sekreterliğine, kendi yerime Kâmuran Bakırof’u yerleş-
tirmiştim. Benim ekibimdendi. Ama zayıf iradeli bir insan çıktı;
Gorbaçov ve Ligaçev ona telefonla emir veriyorlar, kukla gibi kul-
lanıyorlardı. Azerbaycan’daki millî uyanıştan çok rahatsızdılar
ve sonradan gördüğünüz gibi kanla ezmeye kalktılar. Ben de boş
durmayıp Kâmuran’a onlar gibi telefon ederek “Şöyle davran, şunu
yap” diyordum. Gorbaçov bunda müthiş öfkelendi. Artık onlarla
Azerbaycan arasında bir engel haline gelmiştim. Bakırof, düşü-
nebiliyor musunuz, Moskova’ya gelir, beni görmeden Bakû’ya
geri dönerdi. Bir gün ona “Kâmuran neden gelmiyorsun, telefon
açmıyorsun?” diye sorduğumda tek kelimeyle cevap verdi: “Kor-
kuyorum!” Telefonlarımı dinliyorlarmış... Ben düşman mıyım ki
seninle konuşmamı istemiyorlar diye çıkışınca baklayı ağzından

145
k ızıl y ıldız’da n hil  le

çıkardı: “Gorbaçov, Aliyev’le görüşmeyeceksin” diye emir verdi.


Bakırof gibiler Moskova’dan korktuklarından Gorbaçov’un kuk-
laları haline geldiler. Ben onları milletimizin çıkarları yönünde
yönlendirmek için çırpınırken onlar koltuk sevdasıyla artık aleni
ihanete başlamışlardı. Durum o hale geldi ki, Azerbaycan’a git-
mek istedim, beni vatanıma sokmadılar. Artık bu şartlarda gö-
rev yapmamın bir anlamı yoktu. Gorbaçov gene bir kavgamız-
dan sonra bana “Artık seninle çalışmam “ deyince ben de onunla
çalışmayacağımı söyledim. 1987 yılının Ekim ayının 25’inde, beş
yıl sürdürdüğüm ve SSCB tarihinde ilk defa bir Türkün seçildiği
Politbüro üyeliğinden istifamı verdim.
“SSCB tarihinde Politbüro’dan ayrılmak demek çevrenizin bo-
şalması ve sıradan bir insana dönüşmeniz demektir. Sinirlerim
çok bozulmuş ve aşırı üzülmüştüm. Hastalandım. Aylarca has-
tanede ve evde yattım. Aliyev evinde bir emekli gibi yaşamaya
mı mahkûm olacaktı? Bir oğlum ve kızım vardı. Eşim kısa süre
önce ölmüş, onun da vefatı beni çok sarsmıştı. Oğlum İlham Ali-
yev, Dış Politika Enstitüsünü bitirerek diplomat olmuştu. Dok-
tora yaptı ancak babası Politbüro’dan ayrıldığı için ona iş verme-
diler. Çünkü Haydar Aliyev’in oğluydu. Oysa Politbürodayken
Enstitüdeki profesörler, çevresinde pervane olurlardı. Kızım da
oryantalistti. Onu da işten çıkardılar. Arap dili bölümünü bi-
tirmişti. İş bulamadı üç çocuğuna bakmak zorundaydı. Evimde
çalışan hizmetçiler bile kaçmıştı. Kızım hem üç çocuğuna hem
bana bakmaya çalıştı. Yemek pişirmek, çarşıya pazara gitmek,
hep ona kalmıştı bu işler.”

146
irfan ülkü

Terkedilmiş Ve Yalnız Bir Adamın Mücadelesi


Azerbaycan’da Aliyev’in Politbüro’dan ve bütün görevle-
rinden istifa ettiği haberi duyulunca bütün ülkeyi bir yas ve
tedirginlik kapladı. Azerbaycan’ın “Çağdaş Dede Korkut’u”
olarak tanınan şair ve yazar Bahtiyar Vahapzade haberi du-
yunca oturduğu koltuğa çökerek “Eyvah! Moskova’daki tek ve
en büyük kalemiz yıkıldı.” diye hayıflanmıştı.
Bu kale, komünist de olsa Moskova’daki Türklük kalesiydi.

Bahtiyar Vahapzade’nin gençlik fotoğrafı

Politbüro’dan istifa etmek zorunda kaldığı 1987’den 1990


ortalarına kadar geçen üç yıl Haydar Aliyev’in hayatının en
zor, en acılı ama o ölçüde de mücadele ve ölüm tehdidi altında,
geçen yıllarıydı. İçinde 30 yıl görev yaparak, general rütbe-
sine kadar yükseldiği KGB eski generalini bizzat Gorbaçov’un
147
k ızıl y ıldız’da n hil  le

emriyle izlemeye başladı. Telefonları dinleniyor, evi uzaktan


gözetim altında tutuluyor, kimlerle görüşüp ne yaptığı konu-
sundaki raporlar önce KGB Başkanı Kuruçkov’un masasına,
oradan da bizzat Sovyet Komünist Partisi Genel Sekreteri ve
Devlet Başkanına yani Mihail Gorbaçov’un önüne geliyordu.
İşte o sırada Karabağ bunalımı patlak verdi.

Karabağ’a destek mitingi, 1989. f: Oleg Litvin

Her Azerbaycanlı Türk gibi, Aliyev de Karabağ’ın Azerbaycan’ın


öz Türk yurdu olduğunu biliyordu. Politbüro’dan istifaya zor-
lanan tek Türk, emekli Politbüro üyesi Aliyev, korunmasız,
sade bir vatandaş olarak Gorbaçov ve Politbüro’daki Slav mil-
liyetçileriyle olan mücadelesini bu defa Karabağ’ın meselesinde
sürdürmeye başladı:
“Politbüro’dan ayrıldıktan 15 gün sonra Karabağ meselesi patladı.
Gorbaçov’un çok yakını ve ekonomi danışmanı Ermeni Profesör

148
irfan ülkü

Ağan Ağanbegyan Paris’te düzenlediği bir basın toplantısında


“Dağlık Karabağ Ermenistan’a verilmelidir” demişti. Gorbaçov’u
da bu konuda ikna etmişti. Moskova’nın Karabağ operasyonu, be-
nim Politbüro’dan gitmemden 15 gün sonra başladı; “başlatıldı”
demek daha doğru olur. Demek ki, bu plân, daha önce hazırlan-
mış; bir Azerbaycanlı olarak uygulanmasına engel benmişim.
Azerbaycan’ın bu millî meselesinde Gorbaçov, ona ulaşamayınca
Ligaçev, Viktor Çebrikov ve KGB Başkanı aynı zamanda Polit-
büro üyesi olan Kuruçkov ile konuşmak istedim. “Elimde belgeler,
deliller var.” diyordum. “Karabağ öz be öz Azeri toprağıdır.” Bana
verdikleri cevap “Biz, “Karabağ’daki Ermeni-Azeri çatışmasını
kendimiz çözeceğiz” şeklindeydi. Düşündüm; bir şeyler yapmalıy-
dım. Moskova’daki yabancı gazetecilere haber vererek bir basın
toplantısı düzenledim. Gorbaçov ve Sovyet Komünist Partisi’ne
yüklendim. Sanki daha çok tahrik edilmişlerdi; Gorbaçov, he-
men takibe alınmam için KGB Başkam Kuruçkov’a emir vermiş.
30 yıl içinde görev yaptığım KGB şimdi beni bir “rejim suçlusu”
gibi takibe başladı. Amaçları beni bir provokasyona düşürüp on-
larla uğraşmamı engellemekti. Olaylar hızla gelişti ve hepinizin
bildiği Moskova’nın tezgâhladığı 1990 Ocak Bakû katliamı mey-
dana geldi. Rus ordusu milletimizin kanını döktü. Moskova’da
Azerbaycanlıların düzenlediği mitinge konuşmacı olarak çağrıl-
dım ve mitingte şunları söyledim:
“Gorbaçov, Azerbaycan’a halkımıza haince bir tecavüzde bulun-
muştur. Bu katliamın sorumluları Moskova’da Gorbaçov, Bakû’da
onun hempaları Vezirov-Muttalibov İkilisidir. Elleri Azerbaycan’ın
kanına bulanmıştır.
Mitingten sonra KGB mensupları benim çevremi sarıp enterne et-
tiler. Niyetleri hapse atmaktı, fakat kalabalığın tepkisinden kork-
tular. Artık Sovyetler Birliği de eski Sovyetler Birliği değildi. Mi-
tingten hemen sonra düzenlenen basın toplantısında aynı sözleri,

149
k ızıl y ıldız’da n hil  le

daha ağır bir şekilde tekrarladım. Akşam Politbüro’nun ne kadar


üyesi varsa evimi adeta telefon yağmuruna tuttular. “Ne yapıyor-
sun, nasıl yaparsın?” diye bağırıyorlardı. Onlara “Sizler katilsi-
niz!” diyordum. Gece yarısı KGB Başkanı Kuruçkov aradı. Belli
ki Gorbaçov’un emriyle beni korkutmak istiyordu.”

Gözdağı Vermek İçin Hanbabayev’i Öldürmüşlerdi


“Kuruçkov benden hesap soruyordu, tehditlere başlamıştı. Konu-
şurken sözünü kesip “Bana bak Kuruçkov!” dedim, “Gün gelecek
sen de patronun Gorbaçov da mahvolup gideceksiniz. Siz Azer-
baycan halkına büyük ihanet ettiniz! Hepiniz cezalanacaksınız!..”
Böyle bir tepki beklemiyordu benden; telefonu “çat” kapattı. Bu-
gün Gorbaçov düşük bir lider, onun en yakın adamı, sırdaşı Ku-
ruçkov ise darbe girişiminden ötürü hapiste yatıyor. Kuruçkov’u
yıllar öncesinden tanırdım, KGB’de alt seviyede görev yaptığı
yıllardan...”
“Aradan zaman geçti. Şimdi de Azerbaycan Komünist Partisi Ge-
nel Sekreteri Ayaz Muttalibov’u kullanarak bana gözdağı vermeye
başlamışlardı. Muttalibov Moskova’nın iplerini tuttuğu Bakırof’un
ve hain Vezirof’un yerine Azerbaycan Komünist Partisi Genel
Sekreteri olmuştu. Azerbaycan’a gitmek istiyordum. Benim dön-
mem hem Moskova hem de Muttalibov için bir kâbustan beterdi.
Moskova’da Politbüro üyelerine verilen evi geri aldıkları için kü-
çük bir eve taşınmıştık. Maddi sıkıntı da çekiyordum. Muttali-
bov bana haber göndererek “Gelirsen Azerbaycan’da büyük karı-
şıklıklar çıkar.” yolunda ince tehditler savuruyordu.”

Azerbaycan Devlet Yaymevi’nin Müdürü Türkiye’de tanı-


nan Ejder Hanbabayev, Aliyev ile yakın ilişkisi olmamasına
rağmen, Aliyev’i Azerbaycan’da sevip inananlardandı. Aliyev,
150
irfan ülkü

Moskova’da yalnız, tecrit edilmiş bir durumda yaşarken eski-


den çevresinde dolaşan birçok arkadaşı Moskova’ya gelmek bir
yana, hatırını bile sormuyorlardı. İşte birgün Ejder Babayev,
telefonla eski Politbüro üyesini arayarak konuştu arkasından
evinde ziyaret etti. Bir süre sonra, bir gece, Aliyev’in telefonu
çaldı, İstanbul’dan arıyorlardı.
“İstanbul’dan arandığını santraldaki görevli söyleyince “KGB’nin
bir muhbiridir.” diye düşündüm ama gerçekten İstanbul’dan arı-
yorlardı, Ejder Hanbabayev idi telefondaki ses!.
“Senin ne işin var İstanbul’da?”
“Benim bir özel işim vardır burada. Türkiye’deki kardaşlarımız,
sizin hayatınızdan endişe ederler. Sesinizi duymak istiyorlar.”
Sonra o arkadaşlarla konuştuk. İstanbul’da yayınlanan “Azer” ga-
zetesinin yazarları ve Azerbaycan Kültür Demeği’nin yöneticile-
riydi. Benimle bir de röportaj yaptılar. Tabii KGB telefonlarımı
dinlediği için konuşmayı banda aldı. Ejder İstanbul’dan Bakû’ya
döndü. O ve diğer arkadaşlar benim için büyük bir fedakârlık
içinde çalışıyorlardı. Ben de artık Azerbaycan’a dönmeye ka-
rar vermiştim. 1990 Mayısıydı. Uçak biletimi aldıktan kısa süre
sonra Komünist Parti Merkez Komitesi’nden birisi beni arayarak
Azerbaycan’a gideceğimi söyledi. Bunu nasıl bilebildiklerini sor-
dum. “Demek ki telefonu dinliyorsunuz.” diye sinirlendim. Tehdit-
ler devam etti, Muttalibov’a yeniden telefon açtırdılar. Bakû’daki
kardeşime haber gönderip hava alanında beni karşılamasını is-
tedim. Ama Ejder de duymuş, telefon etti gene ve beni Bakû ha-
vaalanında karşılayacaklarını söyledi. İstemedim ama ısrarlıydı-
lar. Benimle görüştüğünün gecesi, Ejder’i, Bakû’da otomobilinin
içinde ensesine tek kurşun sıkarak öldürdüler. Bakû KGB’sinin
işiydi. Bana bu cinayetle verilen mesaj, “Azerbaycan’a gelirsen, so-
nun Ejder gibi olur.” mesajıydı.

151
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Haydar Aliyev Politbüro’da görevliyken ziyaret ettiği Bakü’de


Azeri bir ressam ve halı sanatçısından, dokunan Atatürk’ün halı portrelerini
inceliyor. Atatürk’e karşı hayranlığını gizlemeyen Aliyev’e Nahçıvanlıların
taktığı başka bir isim de “Nahçıvan’ın Mustafa Kemal’i”

[
Haydar Aliyev sevgisi dokunan halılara yansımış Foto: Shamil Zhumatov

152
irfan ülkü

Ejder Hanbabayev’in arabasının içinde tek kurşunla kat-


ledilmesinden 15 gün sonra Aliyev, 14 yıl tek hakimi olduğu
Azerbaycan’a gizlice geldi. Genel Sekreterken sokağa çıkıp do-
laştığı zaman, binlerce kişi onu alkışlar, hep bir ağızdan “Aliyev,
Aliyev” diye bağırırlardı. Aliyev, bir iş için Moskova’ya gitti-
ğinde bile Bakû’lu taksi şoförleri onun oturduğu evin önün-
den geçerlerken yavaşlarlar, korna çalmazlardı; sanki genel
sekreter evinde istirahat ediyormuş gibi...
Aliyev için; kendi öz yurduna bir yabancı gibi, saklana-
rak, kimseye farkettirmeden dönmek! Bu insana ağır gelen
birşeydi. Kendisini Bakû’da ölüm bekliyordu büyük bir ihti-
malle. Ejder’in öldürülmesi bunun en açık ifadesiydi. Ne ya-
pacaktı, neler dönecekti bilmiyordu.
“Kardeşimin evinde iki gün kaldım. Mecburen dışarı çıkınca beni
tanıyan Bakûlüler hemen çevreme toplanmaya başladılar. Burada
şunu söyleyeyim: Bakû’da kendime ait bir evim yoktur; hiç ol-
madı. Oturduğum konut, devlete aitti. Onu giderken boşaltmış-
tım. Dikili ağacım yok! Şimdi Nahçıvan’da doğduğum evi restore
ettirip orada oturacağım. Neyse hikâyemize dönelim. Dolaşırken
binlerce kişi etrafıma birikiyor, sevgi gösterilerinde bulunuyor-
lardı. Kucaklayanlar, öpenler, ağlayanlar; durum tehlikeliydi. Gene
kimseye haber vermeden Nahçıvan’a memleketime gittim. Orada
küçük kız kardeşim yaşıyor, onun da kızı var. Kızının oğlu Va-
sif ile eşi beni Nahçıvan Havaalanından alıp evlerine götürdüler.
Bugün de hâlâ bu evde kalıyorum. Gelin görün ki, olanlar oldu.
Nahçıvanlılar yolda gelirken beni gördüler, bir anda “Aliyev bu-
rada” haberi bütün şehire yayıldı. Aynı gece seçtikleri bir komite
eve gelerek adı sonradan “Azadlık” olarak değiştirilen eski Lenin
Meydanı’nda 80 bin kişilik mahşeri bir kalabalığın toplandığını,

153
k ızıl y ıldız’da n hil  le

halkın beni istediğini söylediler. . “Senin için karşılama töreni ha-


zırlandı balam!” diye heyecanla haykırıyorlardı.

“Şimdi oturduğumuz Başkanlık Sarayı’ndan kürsüye ka-


dar olan yolu ister inanın, ister inanmayın, bir saatte polis-
lerin açtığı koridor sayesinde geçebildim. Çok çok 100 met-
relik bir mesafeydi. Yolumu kesenler, elimi sıkanlar, öpenler.
Kısa süre sonra beni Nahçıvan milletvekili seçti Nahçıvanlılar.
Muttalibov’un sokmak istemediği Bakû’ya ellerimi kollarımı
sallayarak milletvekili olarak girmiştim. Milli Meclis’te yap-
tığım ilk konuşmamda karşımda oturan Muttalibov ve diğer
adamlarının suratlarına karşı, Muttalibov ile Vezirof’un yar-
gılanmaları gerektiğini, kendi öz milletlerine karşı cinayet iş-
lemekten suçlu olduklarını açıkladım. Hepsi ayağa kalkmış el-
lerini kollarını sallayarak bağırıyorlardı. Konuşmama devam
ettim. Sözlerimi şöyle bağlamıştım: “Komünist Partisi ve Sov-
yetler Birliği dağıtılmalıdır”.

“Sovyetler Birliği’ne 50 Yıl


Hizmet Ettim Şimdi Bu Yıllarıma Acıyorum”
Nahçıvan Milletvekili Aliyev’in bu sözleri Meclis’te buz
gibi bir hava estirmişti. “Nasıl olur” diyorlardı, başta Mut-
talibov olmak üzere Azerbaycanlı komünist önderler, Aliyev,
büyük bir komünist... Politbüro üyeliği yapmış üstelik. “De-
lirmiş bu!” Aliyev, Gorbaçov’un Sovyet Cumhuriyetlerinin
Moskova’ya bağlanması amacıyla düzenleyeceği referanduma
Azerbaycan’ın katılmaması gerektiğini söylediğinde ise şaş-
kınlıkları öfkeye dönüştü:
154
irfan ülkü

-“Aliyev’in istekleri saçma sapan şeylerdir... Azerbaycan’ın


kendi ordusu olamaz. Biz Azerbaycanlılar Sovyetler Birliği’nden
ayrılamayız.”
Muttalibov öfkeyle, Meclis’te eski patronu Aliyev’in söz-
lerine cevap verirken;
- “Azerbaycan nasıl bağımsız yaşayabilir? Bize de açıkla-
sana! Ekonomik gücü yok!” diye bağırıyordu.
Aliyev ise ona şöyle karşılık veriyordu:
-”Sen Azerbaycan’ı tanımıyorsun. Ben 14 yıl yönettim bu ül-
keyi. Azerbaycan bağımsız yaşar ve bugününden daha güçlü olur.”
Fakir bir ailenin çocuğu olarak doğup, Nahçıvan’dan
Bakû’ya, oradan da Sovyet Gizli Servisi’nde 30 yıl geçirip 14
yıl Azerbaycan Komünist Partisi Sekreterliği yapan bu Azeri
Türk’ü, Sovyet devletinin zirvesine yükseldikten ve bir anda
kendini boşlukta yalnız bir adam gibi bulduktan sonra şimdi
Nahçıvan milletvekiliydi.

|
Nahçıvan’da Lenin heykeli kaldırılıyor -1991.

155
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Nahçıvanda çocuklar devrilen Lenin heykelinin üzerinde oturuyor-1991

Sloganı ise “Azerbaycan’a bağımsızlık!” talebiydi. Hayat


hikâyesinin sonlarına gelmişti. Bir ara Nahçıvan sınırında bir
kasabadaki problemi çözmek için benden izin istedi. 10 dakika
sonra yeniden odasına gelerek Sovyet Komünist Partisi’nden
istifa edişinin hikâyesini anlatmaya başladı. Bir vicdan mu-
hasebesi yapıyordu:
“Meclisteki bu konuşmamın yankıları büyüktü. Moskova’ya git-
tim. Orada basın toplantısı düzenleyerek üç sayfalık istifa mek-
tubumu açıkladım. Şimdi size daha geniş değerlendirerek bu is-
tifamın sebeplerini açıklayayım: Ben daha Andropov zamanında,
altı yıl önce, kendi kendime uzun uzun düşündüm. Tahliller yap-
tım. Sovyet Komünist Partisi’nin yolu yol değildi. 50 yılımı, ömrü-
mün büyük bir bölümünü bu partiye harcadığım, Sovyet devletine
hizmet ettiğim için bu yıllarıma hayıflanıyor, acıyorum. 1943’de
üye olmuştum bu partiye. İşte bütün bunlardan pişmanlık du-
yuyorum. Sovyetler Birliği çökmeye mahkûmdu; çünkü suni bir

156
irfan ülkü

şekilde kurulmuş bir devletti. Sovyet Komünist Partisi’nin yolu


düzyol (doğruyol) değildi.”

İşte bir liderin doğuşundan günümüze kadar hayat hikâyesi...


Haydar Rıza oğlu Aliyev’in yaşamının önemli duraklarını,
olaylarını burada noktalıyoruz.

30.12.1991-Yaşlı bir Azeri kadın Savunma Bakanı’na kafa tutuyor.

Aliyev, Politbüroda görev alan birçok Sovyet devlet adamı-


nın tersine, bana samimi açıklamalarda bulundu. Sorularım-
dan kaçmadı, açık yüreklilikle konuştu. Kruşçev’in gerçekliği
kuşkulu hatıraları bir yana bırakılırsa hiçbir Sovyet lideri yü-
reğini bir gazeteciye böylesine açmamış, içten davranmamıştı.
Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Haydar Ali-
yev, saatlerce süren konuşmasını bitirdiğinde hiçbir yorgunluk
belirtisi göstermiyordu. “İşte efendim benim hayatım böyle” der-
ken hafifçe gülümsedi ve “Şimdi ben bilirim; sizin sorularınız

157
k ızıl y ıldız’da n hil  le

vardır. İnanmış bir komünist Aliyev’in nasıl bu duruma geldi-


ğini merak ediyorsunuz, siyasi görüşlerimi merak ediyorsunuz
değil mi?” diye sordu.
“İlk sorunuzu sormadan ben cevaplandırayım. Son derece sa-
mimi bir insanım. Yapım budur. Çok genç yaşlarda, büyük bir
heyecanla Sovyetler Birliği’ne, komünizme inandım. Duygusal
olarak da bağlandım. Batı’da ne derler, fanatik bir Marksist- Le-
ninist... Ben de öyleydim. Çünkü Sovyet İhtilali’nin içinde do-
ğup büyümüş, başka bir siyasi sistem, ideoloji tanımamıştık.
SSCB’de, Azerbaycan’da dış dünyaya kapalıydı. Azerbaycan KP
Sekreteri’yken, daha geniş düşünmeye, Marksizm-Leninizm’i daha
değişik açılardan tahlil etmeye çalıştım. KGB’de çalışırken birçok
şey gördüm. Moskova’nın tek taraflı, Türk milletlerini esarette
tutmak isteyen politikasına birinci elden şahit oldum. İçimden
buna isyan etmeye başlamıştım ama dışarıda şartlar asla elve-
rişli değildi. Azerbaycan Komünist Partisi Genel Sekreteriyken
Moskova’ya başkaldırmam, çalışmam mümkün değildi. Moskova
tam bir emperyalist siyaseti uygulardı. Eğer karşı çıksam, hem
bunun hiçbir önemi olmayacak, hem de Aliyev kaybolup gide-
cekti, ülkemdeki öteki genel sekreterler gibi... Ben de halkımın,
öz milletimin içindeki millî duyguları yavaş yavaş hayata geçir-
meyi denedim. Halkın millî iç güdülerini, Azerbaycan Türklü-
ğünün millî uyanışını, silkinişini gerçekleştirmek istiyordum.
Moskova’yı rahatsız edip farkettirmeden. Bunu da başardığıma
inanıyorum. Moskova’da Sovyet ideolojisini daha yakından sey-
rettim; uygulayıcısıydım. Fikirlerim daha da netleşti, berraklık
kazandı. Moskova’da dış dünyayı çok daha açık biçimde incele-
mek imkânı bulmuştum. Yurt dışına gidip geldim. Görgüm ve
bilgim daha çok arttı.”

- KGB’deyken de böyle düşünüyor muydunuz? Özellikle Türk


Dünyası konusunda kafanızda oluşmuş bir imaj, fikir var mıydı?”

158
irfan ülkü

-Genç yaşlarımdan bu yana, Türk halklarının tarihini, Türk halk-


larının geleceğini, Türklerin esaret altında kaldıklarını görüyor,
biliyor ve üzülüyordum. Düşünüyordum hep; size demin söyledi-
ğim gibi, ortaokulda Türk yazarlarının eserlerini, Tevfik Fikret’i
Abdülhak Hamit’i, Yahya Kemal’i, Reşat Nuri’yi büyük sevgiyle
okumuştum. O zaman edebiyat kitaplarımızda onların eserleri
vardı. Sonra hepsi yasaklandı. Hele Reşat Nuri’nin Çalıkuşu’nu
hâlâ unutamam. Bu roman beni çok etkilemişti. Sonra bunlar-
dan uzaklaştık. Kalben değil ama Türkiye’yi Türk dünyasını ta-
nıma imkânlarımız yokedildi. KGB’de iken ne zaman Türkçe
bir kitap, bir Türk yazarının kitabı elime geçse (Bunlar topla-
nıp KGB’nin depolarında muhafaza edilirdi. Alma imkânım
vardı.) gece odama çekilir, sabaha kadar hiç uyumadan okur-
dum. Türk Dünyası, Müslüman Dünyası hakkında hayal kurar-
dım. Azerbaycan’a başkan olduktan sonra bu düşüncelerimi deği-
şik bir şekilde uygulayabileceğimi, örtülü gerçekleştirebileceğimi
düşündüm. Azerbaycan’da bütün güç benim elimdeydi. Geliş-
meler öyleydi ki, durumdan istifade edip milletime daha iyi bir
dünya, daha iyi hayat şartları hazırlayabilirdim. Azerbaycan’da
ekonomik ve kültürel yönden büyük gelişmeler başladı. Polit-
büro’dayken Kırım Türkleri’nin kendi öz vatanlarına dönme-
leri meselesi gündeme gelmişti. Stalin’in haksız yere Kırım Ta-
tarlarını sürdüğünü vurgulayarak Gorbaçov’a “Peki siz Stalin’in
politikasını mahkûm ettiniz. Neden onun bu haksız kararını da
düzeltmiyorsunuz?” demiştim. Sizin Ahıska dediğiniz, SSCB’de
Mesketi denilen bir Türk boyu var. Gürcistan ile Türkiye sınırı
onların vatanlarıydı. 1944’de, NKVD’nin Gürcü şefi Beria, onları
Orta-Asya’ya sürgün edip, yerlerine Gürcüleri yerleştirdi. Ahıska
Türkleri’nin bazıları ben Azerbaycan’da sekreterken Azerbaycan’a
geldiler, onları Azerbaycan’da köylere kasabalara yerleştirdim. İş
kurup, yeni kolhozlor inşa ettirdim onlar için. Onlar da bizim
gibi Türk, hiçbir fark görmedim. Heyetleri gelip beni Bakû’da

159
k ızıl y ıldız’da n hil  le

ziyaret ederek, Gürcistan’a dönmeleri için yardımımı istediler.


O zaman Gürcistan Komünist Partisi Genel Sekreteri, Eduard
Şevardnadze’ye telefon ederek “Bu insanları öz vatanlarına geri
vermeniz şarttır” şeklinde konuştum. Tiflis’e gittiler; onlarla gö-
rüştü ama hiçbirşey yapmadı. Sonra Moskova’da Ahıska Türk-
leri için Şevardnadze, Özbek Raşidov ve benim bulunduğum bir
komisyon topladım. Bastırdım ama sonuç çıkmadı. Bütün bun-
lar beni çok etkiliyordu Nasıl olur da bir milletin öz evlâtları
kendi vatanlarına dönemezler? Şimdi bana diyorlar ki, sen bo-
şuna çabalıyorsun. Hayatın Komünist Partisi’ne hizmetle geç-
miş. Kimse sana inanmaz. Ama uyandım. Size uyanışımın se-
beplerini anlatıyorum.”

Jivkov’a Niye Engel Olmuyorsun?


- Bu noktaya nasıl geldiğinizi anlattınız..
- Evet. Gördüğüm şuydu: Komünist Partisi benim milletime, hal-
kıma hıyanet ediyordu. Azerbaycan’ın bağımsızlığını istiyorum.
Bu komünist partisiyle gerçekleşecek bir şey değildir. İşte biraz
önce gördünüz. Nahçıvan’da hayat zordur. 69 yaşındayım. Günde
18 saat çalışıyorum. Ama halkımın bağımsızlığını istiyorum. Bu
bana haz veriyor, yorulmuyorum. Allah güç veriyor bana. Ama
bahtiyarım ki, iyi hayat yaşadım. Bence insan, milyarder de olsa
sıradan bir hayat sürer.”

- Manevi yönden doymuş hissediyor musunuz kendinizi?


“-Evet tamamen dediğimiz gibi. İniş çıkışlar, engeller, mücadeleler
insanın hayatını daha da zenginleştirir. Ben çok zorluklarla bo-
ğuştum. Ama mutluyum. 14 yıl Azerbaycan’ın tek hakimiydim,
bir evim yok. Ne Bakû’da ne Nahçıvan’da. İstesem olmaz mıydı?
Hayatın anlamını maneviyatta aradığım için maddi imkânlar beni

160
irfan ülkü

hiç ilgilendirmedi. Onları parası çok ama benim kalbim geniş ve


zengin, alnım açık!..”

U. Mumcu ve bir çok araştırmacı, Papa’ya suikast olayının


Bulgaristan gibi Komünist ülkelerle bağını ortaya koymuştu.

-Papa’ya suikast olayına geçelim isterseniz. Bunu KGB ve


Bulgar Gizli Servisi’nin ortaklaşa gerçekleştirdikleri sorusu uzun
süre, Dünyayı meşgul etti.

161
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Papa Jean Paul Bakü’de Haydar Aliyev’i ziyare ettiğinde,


amaçlarından biri de kendisine yönelik Ağca
suikastine ilişkin bilgi almak olmalı... Foto: Shamil Zhumatov

Mehmet Ali Ağca KGB ile bağlantılı mıydı? Siz o zaman bu olay
olduğunda Politbüro’da görevliydiniz.

162
irfan ülkü

-“Ağca olayı, Moskova’da hâlâ karanlıktır. “Papa’yı kim vurdu?”


tartışması uzun süre devam etti. Ancak Moskova bu konuda
Bulgaristan’ı ısrarla savunuyordu. KGB’de bu konuda Bulgarlarla
temastaydı sanıyorum.”

Papa’ya suikast girişimi dünya basında yıllarca yankı buldu.

- Bulgaristan’da Türklere karşı Jivkov isim değiştirme soy-


kırım kampanyası başladığında da Politbüro üyesiydiniz. Bu
konu, nasıl tartışıldı Politbüroda?
- Siz sormasaydınız ben bu konuyu anlatacaktım zaten. Bulga-
ristan’daki Türkler içinde Politbüro’da Jivkov’a müdahale etmesi
için Gorbaçov’a çok baskı yaptım. Politbüro bu mesele için özel
olarak toplandı. Diğer Rus üyeler bile Jivkov’u tenkid ediyorlardı.
Genel kanaat, “Bu adam deli mi? Bize ‘Sen Rus değilsin’ deyip zorla
başka millete geçirmek gibi bir şey bu adamın yaptığı. Dünyada bu-
nun eşi yok.” şeklindeydi. Ben de aynı şekilde konuştum. Bu hava-
dan faydalanıp Jivkov’u durdurmak istiyordum. Ama Gorbaçov,

163
k ızıl y ıldız’da n hil  le

hepsine karşı çıktı. Özal ve Türk hükümeti Gorbaçov’a bir me-


saj göndererek bu konuda ağırlığını koymasını ve isim değiştirme
kampanyasını durdurmasını istemişlerdi. Politbüro bu konuda bir
karar alacaktı. Ama Gorbaçov bu işe karışmadı.”
- Ne dedi Politbüro’da Gorbaçov?
- Biz Bulgaristan’ın içişlerine karışmayız, dedi. Evet, söylediği
buydu. Ben bunun üzerine dayanamadım, “Başka ülkelerin içiş-
lerine karışıyoruz da, neden Bulgaristan’ın içişlerine bu konuda
karışmıyoruz?” diye sordum kendisine, “Afganistan’a karışıyoruz
ya.” Gorbaçov ve ekibi güya işe karışmadı. Ama gizlice Jivkov’u
desteklediler, Slav kardeşliği adına. Tartışma gece geç saatlere ka-
dar sürdü. Ben gene ikna etmek için Gustav Husak’ı buraya davet
edip, “istifa et!” diye emir verdiklerini hatırlattım. Çekoslavakya’ya
karışırsın da neden Bulgaristan’a karışmazsın. Tabii orada Türk-
ler var. Olur mu hiç?”

- Afganistan’ın işgali nasıl plânlandı; karar önceden mi alın-


mıştı yoksa daha geniş bir stratejik plânın parçası mıydı?
-İşgâl Politbüro’da kararlaştırıldı. Ama tarihini Brejnev ile birkaç
kişinin dışında kimse bilmiyordu. Ben ve Politbüro’nun diğer ye-
dek üyeleri toplantıya çağırılmamıştık. Kızıl Ordu’nun Afganistan’a
girdiğini ertesi gün öğrendim. Resmi açıklama ise şöyleydi:
“ABD’nin Afganistan’ı işgâl edeceği öğrenilmiştir. Hafizullah
Amin CIA ajanıdır. Ülkeyi sosyalist rejimden koparıp ABD’li
emperyalistlere teslim etmeye hazırlanıyordu. Bu yüzden ordu-
muz Afganistan Halk Cumhuriyeti’ne askeri müdahalede bulun-
mak zorunda kalmıştır.”
Askeri müdahale zaman geçtikçe Politbüro toplantılarında uzun
zaman tartışıldı. İşlenen fikir ise “Ordumuz Afganistan’da ba-
tağa saplanıyor, durum kötüleşiyor,” şeklindeydi. Afgan mü-
cahitlerinin direnişi beklediğimizin çok üstündeydi. Ama bu

164
irfan ülkü

imparatorluğumuzun siyasetiydi. Geri dönüş mümkün değildi.


Son kuklamız Babrak Karmal, bir gün emir almak için geldiği
Moskova’dan Kâbil’e dönerken kendisini Politbüro adına hava-
alanında ben yolcu etmiştim. Bu fırsattan yararlanıp bir süre
görüştük. Endişeli, tedirgin bir hali vardı. “Afganistan’da, biz
Moskova’yı oraya davet etmekten başka bir şey yapmadık!” gibi-
sinden sözler etti. Karmal’ın yanında, ona sürekli eşlik etmekle
görevlendirilen partinin merkez komitesi üyesi Ulyanovsky de
onunla birlikte yolculuk ediyordu. Karmal’ı uğurlarken Ulya-
novsky yanıma yaklaşıp selâm verdikten sonra, “Yoldaş Aliyev,
Karmal artık bu işi kıvıramıyor, onu atıp yerine Necibullah’ı ge-
tireceğiz. O iyi bir adamdır.” dedi. Hiçbir yorumda bulunmadım.
Altı ay sonra Necibullah’ı getirdiler. Sonra kendimle fikirleştim:
Halkların mukadderatları Moskova’da tayin ediliyordu. Ben bu
siyasetin şiddetle aleyhine olmuşumdur. Her millet kendi kade-
rini kendi tayin etmelidir.”

Haydar Aliyev, Azerbaycan Komünist Partisi 1. Sekreteri’yken memleketi


Nahçıvan’a yaptığı bir gezide, Fethah Haydarov ile birlikte

165
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Aliyev ile Azerbaycan halkı birbirinden ayrılmaz iki tutku gibiler. Nahçıvan’a
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra günde aralıksız 18 saat çalışan
en basit problemlerden en karmaşık meselelere kadar Nahçıvanlıların
kapısını çaldıkları Cumhurbaşkanı Ordubad’ın köylerinden birisine
yaptığı gezi sırasında köylülerin arasında yorgunluk atıyor.

166
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

GALİYEV’DEN ALİYEV’E..

“Kimse bilmez han çınarın yaşını


Gece gara, durdum düşündüm bir az.
Dedim neden ulu çınar yıhılmaz?
Birden çınar dile geldi dedi bah!
Bu torpagda derinden kök salarag,
Her terefe uzatmışam golumu,
Övladlarım bürüyüp sağ-solumu.
Bele meğrur dayanmaya haglıyam
Men kökümle bu toprağa baglıyam.”
Resul Rıza, “Çınar”

Nahçıvan
Bir Nahçıvan atasözü “Karabağ’dan musikişinaslar, Nahçıvan’dan
siyasetçiler yetişir” der. Gerçekten de Nahçıvan, tarihi boyunca
Azerbaycan Türklüğüne birçok siyasetçi, devlet adamı, önder
yetiştirmiş; Haydar Aliyev, bence bu siyasetçiler-devlet adam-
ları kuşağı içindeki en önemli temsilcilerden birisi. Azerbaycan
Cumhurbaşkanlığına seçilen Halk Cephesi’nin lideri Ebulfez
167
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Elçibey ile Halk Cephesi’nin efsanevi ismi Nimed Ahmet Pe-


nahlı da Nahçıvan’da doğup büyümüşler.

Haydar Aliyev ve İrfan Ülkü, İstanbul 1992

“Nahçıvan, Azerbaycan Türk Milliyetçiliğinin pınarı, men-


baıdır. Tarihte Kuzey Azerbaycan’a millî baskı hep Güney’den,
özellikle de Nahçıvan’dan gelmiştir.” diyor konuştuğum bütün
Nahçıvanlılar.. Nahçıvan tarih boyunca Türkçülüğün merkezi
olmuştur. 1987’de Halk Cephesi’nin ilk nüvesi burada kurularak
buradan bütün Azerbaycan’a yayıldı. Azerbaycan’ın bağımsız-
lığına giden yolda Halk Cephesi’nin yükselişinde Nahçıvan’ın
ağırlığı tartışılmaz bir gerçek...
Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti, Aliyev’in Cumhurbaşkanı
(Âli Meclis Başkanı) seçilmesinden sonra hızla Türkiye’ye açıl-
maya başladı. Aliyev, ülkede tek otorite; iradesi tartışılmaz bir
lider. Ama o ölçüde de Nahçıvan’a demokrasiyi yerleştirmek için
insanüstü bir çaba harcıyor. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra
168
irfan ülkü

geçen sekiz aylık süre içinde, Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nde


meydana gelen değişiklikler, hazırlanan ve bazıları da uygula-
maya geçirilen projeler “Nahçıvan’ın bu 400 bin nüfuslu Türk
yurdunun ölçüleriyle baş döndürecek cinstendir” dersek müba-
lağa etmiş sayılmayız. Bunların bazıları da şöyle:

Aliyev Nahçıvan’da bir mitingde, 28.05.1992

Türk-Nahçıvan Bankası kurulması, serbest bölge meydana


getirilmesi için çalışmalar, sigara fabrikası ve mermer çıkarma
tesisleri projeleri, kendi deyimiyle Cumhurbaşkanı’nın “Tür-
kiye seferi” ve Türkiye’den sağlanan 100 milyon dolar kredi,
kitabımız baskıya hazırlanırken Türkiye-Nahçıvan sınırında
köprünün bitirilip Başbakan Demirel ve Haydar Aliyev ile
birlikte muhteşem bir törenle açılması, Ermeni saldırılarına
karşı Aliyev’in çabasıyla Nahçıvan Milli Ordusu’nun kurulup
sınırdaki çatışmalarda Ermeni çetelerine karşı askeri başarı-
lar kazanması.
Nahçıvan halkı Aliyev’e yürekten inanmış.
169
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Nahçıvan ve Haydar Aliyev, pullarda.

Bakü Opera binası

170
irfan ülkü

Bakü Tren istasyonu

Azatlık Meydanı

171
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Azerbaycan hükümet binası

Çarlık döneminde Rotschild Department, Bakü

172
irfan ülkü

Fırtınanın İçinden Gelmek...


Eski adıyla Lenin, yeni adıyla Azadlık Meydanı’ndan geçi-
yoruz. Meydanın karşısında Rusların “Size hediyemiz olsun”
diyerek inşa ettikleri Stalin’in barok mimarisi ile Yunan tapı-
nağının sentezi denemesi diye tanımlayacağımız büyük opera
binasından sola, oradan da dar bir caddeye sapıyoruz. Cadde-
nin bitiminde küçük bir sokakta yıkık, dökük ahşap iki katlı
eski bir ev. Çevresi alelacele dikilmiş kalaslar, tahtalarla çevrili.
“Burası,” diyor Aliyev “Atamın babamın evidir. Men bu-
rada doğup büyümüşem.”
Cumhurbaşkanının sahibi olduğu tek gayrimenkul işte bu.
SSCB’nin kaderine hükmetmiş tek Türkün dikili tek ağacı do-
ğup yetiştiği Bakû’ya gidip mimar olma düşlerini kurduğu bu
garip ev. Nahçıvan Cumhurbaşkanı evi restore ettirip orada
oturacağını açıkladı. Türkiye’deki yakın dostlarından birisi
kendisine evin restorasyonu için bir mimar arkadaşını gön-
dermişti; Aliyev sahip olduğu ve bir anlamda geçmişle manevî
bağlarını güçlendiren baba evinin tamiri için sık sık bu mi-
marla görüşmeler yaptı. Sanki planları incelerken ve fikrini
söylerken gençliğinde mimar olmak için Bakû yollarına düşen
o genç Nahçıvanlının özlemlerini, duygularını yeniden yaşı-
yor, uzak düşlerin mavi sonsuzluğunda kaybolmak istiyordu.
Ata evinin biraz ilerisinde Nahçıvan televizyon binasının
yakınında misafir olarak konakladığı yeğeni Vasif’in evine
beni akşam yemeğine davet etti. Hayat hikâyesiyle ilgili uzun
konuşmalarımız bitmişti ama ben daha çok sorular soruyor,
SSCB’nin karanlıkta kalmış bazı yönlerini aydınlatmak için ça-
balıyordum. Sohbetimiz bir ara özel yaşantısına kaydı. Özellikle
173
k ızıl y ıldız’da n hil  le

1984’de ölen eşi Zarife Aliyev’i anlatırken mavi gözlerinde belli


belirsiz bir buğulanmayı engelleyemiyordu:
“İşim zor ve bunalımlıydı. Buna karşılık özel yaşantım çok mutlu
geçti. Gece-gündüz çalışıp mesâimi hep dışarıya sevketmek... Eşim
çok anlayışlı, yüksek ruhlu bir insandı. Onu çok sevmiştim. Ba-
bası gibi, Zarife Aliyev de okuyup göz hastalıkları profesörü ol-
muştu. Benim hayatta en büyük, en akıllı destekçimdi. 1985’de
Moskova’da öldü. Ölümü beni çok sarstı. Ardından kalp rahat-
sızlığı geçirerek bir süre hastahanede yattım. Zarife ölmeden kısa
zaman önce, çocuklarımızı evlendirmek için anlaşılmaz bir ısrar
gösteriyordu. “Bir an önce olsun bu iş” diyordu, sanki öleceği içine
doğmuş gibi. Oğlumuz İlham’ı daha 22 yaşındayken evlendirdi.
Gelinimizi de kendisi seçti; ölümünden bir yıl önce Bakû’ya gi-
dip İlham’ın müstakbel eşini gördü, Moskova’da da düğünü yap-
tık. Moskova’ya 45 kilometre uzaklıkta Politbüro’nun bize tahsis
ettiği bir daçada kızım, oğlum gelinlerim birlikte kalırdık. Ali-
yev ailesi mutlu bir bütündü. Karımın ölümünden sonra haya-
tımızın düzeni bozuldu. Şimdi çocuklarım Moskova’da ben bu-
rada yalnızım.”

Haydar Aliyev 24 saati politikayla geçmesine rağmen


sanata düşkünlüğüyle de Azerbaycan’da ün yapmış. Klasik
Müziğe derin bir ilgisi var. Ölen eşi de piyano çalarmış. En
büyük ağabeyi ünlü bir ressam. Üç yıl önce Leningrad’da öldü.
Karısıyla hemen hemen Moskova’da hiçbir konseri kaçırmayan
Aliyev, Azerbaycan’da uzun yıllar sanatçıların, heykeltraşların,
kompozitörlerin koruyucusu, hamisiydi. Ünlü Azeri bestecilerden
orkestra şefi Niyazi’yi, Kara Karayev’i destekleyen Aliyev,
şöhretleri Azerbaycan’ın dışına taşan bu iki büyük besteciye
yıllarca maddî yardımlarda bulunmuş.
174
irfan ülkü

Ermenistan’dan gelen elektriğin kesilmesi yemek sofra-


sında koyulaşan sohbetimize engel olmuyor. Cumhurbaşkanı
Aliyev’in yeğeni Vasif Talibov hemen mumları yakarak ma-
saya koyuyor. Biz de konudan konuya atladığımız konuşma-
mıza devam ediyoruz. Aliyev siyasi yaşamının muhasebesini
yeniden değerlendirme ihtiyacı duyuyor:
“Devlet için, halk için özellikle bizim Türk toplulukları için fikir
hürriyeti mutlaka lâzım. Fikir hürriyeti bazan çok bazan az olur.
Ancak dağılan SSCB’de biz 70 sene fikir hürriyeti görmedik. Fi-
kir hürriyetini tam manasıyla gerçekleştirmek için çok çalışmak
gerek. Bunlar benim için esas prensiplerdir. Hayatımın prensiple-
ridir. Bir devlet başkanı, bir siyasi sima olarak benim şahsi pren-
siplerimdir. Din ve vicdan hürriyetine gelince bu mutlak şarttır.
70 yıl süresince Azerbaycan Türkleri, bütün SSCB’deki Türkler
hepsi, din ve vicdan hürriyetinden mahrum yaşadılar. Bu ola-
cak iş değildi. Eğer insanlar binlerce sene önce dine inanmış-
larsa, bu inancı 10, 20, 50 senede yok etmek mümkün değildir.
Bir de insanoğlunun bir özelliği vardır ki, birşeyi ne kadar yasak
edersen ona o kadar bağlanacaktır. Dağılan Sovyetler Birliği’ne
İslâm dini ve başka dinleri yasak ettiler ama onlar insanların
içinde daha da güçlendi. Bir suya büyük bir set, büyük bir baraj
çekmek boşuna bir çabadır. Bir yerinden bir çatlak açılırsa bü-
tün baraj dağılıp çöker, SSCB’de ne zaman dine azadlık verildi
o sel gibi ortaya çıktı.”

Aliyev, içtenlikle ne yaptığını, ne yapmak istediğini anla-


tırken komünist geçmişi ile yeni kimliği arasında bir çelişki
görmediğini vurguluyor bunun da doğal olduğuna inanıyordu:
“SSCB’nin yükselmesinde, Sovyet Komünist Partisi’nin inkişâfında
hizmet verdim. Ama ne yazık ki, benim hayatımın en güzel, en
güçlü devirlerini, zekâmın en güzel, en verimli çağımı SSCB’deki

175
k ızıl y ıldız’da n hil  le

görevlere hasrettim. Ama aynı zamanda da çok mutluyum ki, bu


devri, şimdiki hürriyet dönemini de görmek mümkün oldu. Be-
nim idealim, şimdi Nahçıvan’ı Türk Dünyası’na örnek bir mo-
del yapmaktır. Şimdi ekonomide fertlerin özel teşebbüs hürriye-
tini temin etmeye çalışıyorum. Görev yaptığım Sovyet sistemi,
insanların içinden gelen duygulara, isteklere uygun değildi; buna
kendi tecrübem en büyük tanıktır. Bir vatandaş olarak yaşasay-
dım bunları anlamam mümkün değildi. Ben yorulmak bilmem.
Bu yapımın bir özelliğidir. Günde 18-19 saat çalışırım. Sosyalist
ekonomiyi, sosyalist kuruluşu kalkındırmak istemişimdir. Bun-
ların hepsi doğru ve bunları da asla inkâr edecek değilim. Ama
bu rejimden istifade edip bu rejimden Azerbaycan halkına çok
şeyler kazandırdım. 14 yıl ülkemin başındaydım. Eğer ben ba-
şındayken Azerbaycan, komünist rejimle yönetilmeseydi, bunla-
rın yerine din ve vicdan hürriyeti, özel teşebbüs hürriyeti bulun-
saydı, Azerbaycan’ın siyasi seçimi de demokrasi olsaydı yaptığım
işler on kat fazlalaşırdı.”1
1 Haydar Aliyev’in hayat hikayesini yazarken sonradan kendisine çok yakın
kaynaklardan öğrendiğim iki önemli olay vardı: Birincisi, Muttalibov’un
Nahçıvan’a Cumhurbaşkanı seçildikten sonra onu öldürtmek için Moskova’daki
Çeçen mafyasından kiralık katiller tutmasıydı. Çeçenler, Muttalibov ile gizli bir
buluşmada öldürülecek kişinin kim olduğunu sorarlar. Muttalibov’dan aldıkları
cevap “Aliyev”dir. Bunun üzerine ellerine bellerindeki tabancalara atan müstak-
bel kiralık katiller, “sen delirmişsin! Bir seçim yapacak olsak, onun yerine seni
öldürürüz.” deyip çıkıp giderler. Böylece Aliyev, biri Gorbaçov’un emriyle
KGB’nin öteki de gene Gorbaçov’un bilgisiyle Ayaz Muttalibov’un düzenlediği
iki suikast girişiminden kurtulmuştur.
Moskova’da terkedilmiş sabık bir Politbüro üyesi olarak yaşama mücadelesi
verirken kendisine Amerikalıların aracılığıyla ilettikleri bir teklifle birlikte
CIA’nın Aliyev’e yaklaşma denemesi sonuçsuz kalmıştır. ABD Aliyev’in SSCB’yi
terkedip Amerika’ya yerleşmesini ve SSCB ile ilgili problemlerin çözümünde
ABD Başkanı’nın danışmam olarak çalışmasını istiyordu. Karşılığında kendisine
Amerikan vatandaşlığı, ev, binlerce dolar nakit yardım ve sınırsız imkânlar
verilecektir. Aliyev bu teklifi hiç düşünmeden reddetti. Washington’da yaşayan
eski KGB ajanlarından birisi olmaya hiç niyeti yoktu. Onun davası, Azerbaycan

176
irfan ülkü

Evet, böyle fikirleşiyor Aliyev benimle; uzun bir vicdan


muhasebesi yapıyor.
Nahçıvan’da Cumhurbaşkanı seçildikten sonra yapılan
büyük bir mitingte 1918-1920 yılları arasında yalnızca iki yıl
yaşayabilen bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin yeşil, kır-
mızı, mavi ve ayyıldızlı bayrağını Azerbaycan’da önce ilk defa
Haydar Aliyev resmi devlet bayrağı olarak kabul etti. Bu ka-
rar, Nahçıvan’daki Azadlık Meydanı’nda on binlerce kişinin
alkışlarıyla coşkuyla kutlanırken, Nahçıvan Cumhurbaşkanı
bayrağı üç kere öpüp başına koydu.
Azerbaycan, onun yüreğinde çarpıyor, Azerbaycan sevgisi,
aşkı Aliyev’in sanki kılcal damarlarına kadar girmiş.
Bence Haydar Aliyev Azerbaycan’ın geçmişini ve geleceğini
kişiliğinde simgeliyor. Gelecekte Türk Dünyası’nın 20’nci yüz-
yılda yetiştirdiği sayılı liderlerden birisi olan Haydar Aliyev’in
bağımsız Azerbaycan’ın kaderinde önemli rol oynayacağına
onu yakından tanıyınca daha çok inanıyor insan.
Çünkü Aliyev gibi kendi milletinin, vatanının toprağında
filizlenen liderler ölünceye kadar tarihin yapılışında rol al-
maya mahkûmdurlar.

sonra da Rusya Türklüğünün davasıydı. Günümüzde milliyetçi geçinen bazı


Türk aydını ve siyasetçilerinin Orta-Asya Türk Cumhuriyetleri’nde ABD’nin
çıkarları için faaliyet göstermeleri karşısında ABD’nin ajan-taşeronluğunu
yapmaları karşısında onların “komünistlikle” suçladıkları Aliyev’in bu davranışı
Türk Dünyası’na bence örnek olmalıdır.

177
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Sultan Galiyev’den Aliyev’e...


“Kalbimin üzerine büyük bir ağırlıkla yüklenen halkımın
sevgisi yüzünden Bolşevizme geldim.”
Hayır, okur okumaz tahmin ettiğiniz gibi, Haydar Aliyev’e
ait değil bu sözler. Nahçıvan Cumhurbaşkanı bana fırtınalı ha-
yatını anlatırken, “Komünist sistem içinde Azerbaycan mille-
tine nasıl hizmet ettiğini, komünizmden kopuşunu ve Sovyet
Devleti için harcadığı elli yılına acıdığını itiraf etti. Hep işle-
diği tema “Azerbaycan halkına olan yüreğindeki derin sevgi
ve hizmet ideâli”ydi. Aliyev’in ağzından çıksa yadırganmaya-
cak bu cümlenin sahibi bir başka Sovyet Komünist Türk li-
deri, Rus İhtilâli ile birlikte yıldızı parlayıp sönen, bugün adı
yalnızca tarihçilerce bilinen, Mirsaid Vahidov, yaygın adıyla
Sultan Galiyev’dir.
Kazanlı bir Tatar Türkü olan Galiyev, genç yaşta Bolşevik
partisine girerek Lenin’e yakınlaşmış, parti içinde hızla yük-
selerek, ihtilâlden sonra, geleceğin Sovyet diktarörü Stalin’in
yürüttüğü Milliyetler Komiseri (bakanlığı) yardımcısı ol-
muştu. Hırslı, atak ve entelektüel bir Tatar Türk’ü idi. Stalin
tarafından tasfiye edildiği 1923 yılına kadar (Aliyev ise o yıl
doğmuştu) “Turan Komünizmi” adını verdiği değişik, Stalin’i
tedirgin eden bir komünizmin peşindeydi. Bolşevik ama ba-
ğımsız bir Tataristan kurup, bunun nüvesiyle Orta Asya Türk-
lüğünü bir federasyon altında toplamak istiyordu; sosyalist bir
Turan federasyonu hayaliydi bu. Stalin gerçeği anlayacak ve
yardımcısını bütün görevlerinden alıp sürgüne yollamakta ge-
cikmeyecekti. Galiyev’e Moskova’da yükselme yolu kapanır-
ken halkı onu yalnız bırakmadı;
178
irfan ülkü

Sultan Galiyev, sürekli yazdı, fikirlerini açıkladı. “Türk Halk-


larının” Rusya’da sömürge olduklarını, Komünist İhtilâli’ne bu
sömürge statüsünden kurtulma fırsatını verdiğini” öne sürdü.
Görüşleri etkili oluyordu. O Aliyev gibi, komünizmle uzlaşıp
Azerbaycan Türklüğüne hizmet etmekten çok, Komünizmin
kalesi Moskova’ya meydan okuyarak “Türkçü bir komünizma”
kurma peşindeydi. Sürgünden Kazan’daki dostlarına gönder-
diği bir mektupta şunları yazdı:
“Avrupa toplumlarının burjuva sınıfının, dünya diktatörlü-
ğünü; aynı sınıfın düşmanı olan proleter sınıfın dünya dikta-
törlüğü ile değiştirme plânı, yani aynı Avrupa toplumunun bir
başka toplumsal sınıfını bugünkü hakim sınıfın yerine getirme
çabası, ezilmiş hakların kaderinde hiçbir değişiklik sağlamaya-
caktır. Böyle bir değişiklik olsa dahi sonuç eskisinden daha iyi
değil, daha kötü olacaktır.”
Bu kâhince görüş gerçekleşti; Marksist Leninist ideoloji-
nin böyle değişik bir tenkidi bugüne kadar görülmemişti. 1928
yılında söylenmişti bu sözler. “Azerbaycan’dan Sinkiang’a ka-
dar (Doğu Türkistan) uzanacak Sosyalist bir Türk Devleti” slo-
ganı da Galiyev’e aittir.
Stalin ise “Marksizm ve Millî Mesele” adlı teorik eserinde
Sultan Galiyev’i şöyle yargılayacaktı:
“Bazı arkadaşlar Galiyev’i gerektiğinden çok savunduğum
için beni kınadılar. Gerçekten, Galiyev’i son imkâna kadar sa-
vundum; bunu görevim sayıyordum. Ve şu anda da öyle saymak-
tayım. Ama ben kendisini belli bir sınıra kadar savundum. O
sınırı aştığı zaman Sultan Galiyev’den sırt çevirdim. Sultan Ga-
liyev komünist saflardan Basmacılar’ın saflarına geçtiği zaman,
179
k ızıl y ıldız’da n hil  le

sınırı aşmış oldu. Türkiye elçisini partimizin merkez komitesin-


den daha makbul sayması, bunu gösterir.”
Özbekistan Komünist Partisi Merkez Komitesi Sekreteri
Peters’in, Dursun Hocayev adlı komünist Özbek yöneticinin
yargılanmasıyla ilgili makalesine göre, Sultan Galiyev, 1920’de
Moskova’da Zeki Velidi (Togan), Nizamettin Hocayev (Özbek),
Baytursun (Kazak) vb. gibi Müslüman liderlerle buluşmuş ve
onlarla birlikte “İttihat ve Terakki” adında yasadışı gizli bir
örgüt kurmuştu. Peters’e göre, bu örgütün üç ana amacı vardı:
1- Sovyet yönetim mekanizmasını olabildiğince Türk kad-
rolarla doldurmak,
2- Türk birliği ve İslâm birliği ideâlinin yuvaları haline
getirebilmek için, Müslüman cumhuriyetlerin eğitim
kuruluşlarını ele geçirebilmek,
3- Başta Basmacılar olmak üzere çeşitli karşı devrimci ör-
gütlerle ilişki kurarak Sovyet rejimini devirmek ve bu
rejimin yerine Türk birlikçi Burjuva devleti durmak.

Stalin Galiyev’i Öldürttü Ama


Gorbaçov Aliyev’i Öldürtemedi
Stalin 1930’larda Galiyev’i gözetim altındayken Sibirya’da
bir toplama kampına attırdı. 1940’da Moskova’da Lubyanka’da
kurşuna dizildiğini biliyoruz. Bugün mezarı bile bilinmiyor
Galiyev’in. Stalin’in korkulu Türk rüyası, daha doğrusu kâbusu
Galiyev’in ortadan kalkmasıyla sona ermişti. Aradan 60 yıl
geçtikten sonra Galiyev’in yerine Aliyev2 Sovyet rejiminin son
2 Galiyev adı Aliyev’in Tatar Türkçesi’ndeki okunuşudur. Yani, Haydar Aliyev,
Sultan Galiyev’in adını taşıyor. İlginç bir rastlantı; Sultan Galiyev’in babasının
da adı Haydar’dı...

180
irfan ülkü

temsilcisi Gorbaçov’un Türk milletlerine yönelik ırkçı proje-


lerine karşı üyesi bulunduğu Politbüro toplantılarında canlı
bir duvar gibi dikilince, Gorbaçov da anlattığımız gibi, Hay-
dar Aliyev’i öldürtmek istedi. Bunun için girişilen iki suikast
hazırlığı ise sonuçsuz kaldı.
Stalin yardımcısı Tatar Türkü Galiyev’i öldürtmüştü ama
aradan altmış yıl geçtikten sonra Sovyet önderi Gorbaçov, Ga-
liyev ile aynı ideali yüreğinde hep gizli bir köz parçası gibi ta-
şıyan Azeri Türkü Aliyev’i ortadan kaldırmayı başaramadı.
Kaderin garip bir tecellisi, Haydar Rıza Aliyev, Sovyet İm-
paratorluğu, Gorbaçov ile birlikte dağılıp koca enkazından
Türk illeri yeniden ve bağımsız devletler olarak tarih sahne-
sine çıkarlarken, sanki ikinci defa doğacaktı! Ama bu sefe-
rinde inanmış bir komünist Aliyev olarak değil, “öz mille-
tine”, “Türklüğe inanmış” bir Aliyev olarak...
Güney Azerbaycan’ın ve Türk-Azeri Dünyası’nın büyük
şairi Şehriyar, “Haydar Baba’ya Selâm” adlı, hafızalardan si-
linmeyecek, ünlü şiirinde belki de bunu anlatmak istemişti:

“Haydar Baba,
Alçağların köşk olsun,
Bizden sonra kalanlara eşg olsun,
Geçmişlerin gelenlere meşg olsun.”

181
EPİLOG

TUR AN VE KOMÜNİZM

İkinci Çıkış
Haydar Aliyev’in hayat hikâyesini kendi ağzından dinle-
diğimde ve daha sonraları da bu hikâyenin ayrıntılarını ha-
zırlarken bir soru hep kafamı meşgûl ediyordu: Kuruluşun-
dan bu yana geçen yetmiş yıl içinde dünyayı titreten o koca
Sovyet İmparatorluğu çökmüş, enkazının altında ise İmpara-
torluğun en kalabalık nüfusunu meydana getiren Türk var-
lığı kalmamıştı. Sanki bütün Türk Cumhuriyetleri bu çöküş
gününü bekliyorlardı; Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenis-
tan, Kırgızistan, Özbekistan Federe Cumhuriyetleri, Tatarlar,
Gökoğuzlar (Gagavuz), Sibirya’nın en uç noktasındaki budist
Tuva Türkleri ve adlarını bile yeni öğrendiğimiz Türk boyları.
En başka diliyle, kültürüyle, insanıyla yarattığı eserlerle Sov-
yet Rusya’daki 90 milyonluk Türk varlığı, Çarlıktan devraldığı
mirası daha da geliştiren Slav-Rus komünizminin akıl dışı, to-
taliter baskısına nasıl olup da direnebilmiş ve “Ergenekon’dan
182
irfan ülkü

İkinci Çıkış” diye tanımlanan Türklerin tarihteki büyük yürü-


yüşlerinin belki de en görkemlisini başlatmaya hazırlanıyordu?
Haydar Aliyev’in anlattıklarını dinlerken, bu sorunun kar-
şılığı olabilecek bazı gerçekleri anlayabildim sanıyorum. Ger-
çekte, Sultan Galiyev’in kısa ama o müthiş mücadelesinden
Aliyev’in uzun ama dengeli, akılcı savaşına giden yolda, bu
sorunun cevabı zaten önemli bir kilometre taşı gibi işaretlen-
mişti. İki bin yıl öncesinden, büyük Bilge Kağan Türk Mille-
tini bu konuda şöyle uyarmıştı:
“Orada kötü kişi şöyle öğretiyormuş: Uzak ise kötü mal
verir, yakın ise iyi mal verir. O yere doğru gidersen Türk bu-
dunu, öleceksin! Ötüken yerinde oturup oraya kervan, kafile
gönderirsen hiçbir tehliken yoktur.”
Bilge kağan’ın taşa kazdırttığı bu öğütlerini Türk Milleti,
27 Türk topluluğu bilinçaltlarına yerleşmiş bir tarihsel stra-
tejinin sigortası örneği dinlediler. Turan’dan, özyurtların-
dan ayrılmadılar. Zaman zaman Ötüken’den çıkışlar yapıp
tarihin gördüğü en büyük imparatorlukları kurdular. Büyük
Okyanus’dan Akdeniz’e Atlantik kıyılarına kadar.. Buna rağ-
men kökler hep yerinde Hazar’ın Batı kıyısından Çin sınırına
uzanan Turan’da, Orta Asya’da kaldı durdu. Bilge Kağan’ın
eşsiz stratejisini unutmayıp, Sovyet İmparatorluğu’na ker-
van ve mal, kervanların içinde insanlarını gönderdiler. Hay-
dar Aliyev’in Moskova’ya uzun yürüyüşünü işte bu gerçekle-
rin ışığında değerlendirmek gerekir.
Bir yanda işgâle uğramış ama yıkılmamış anayurt Turan ve
Turan’ın Türkiye’ye kadar uzanan periferisi vardı; diğer yanda
ise Turan’ı ideolojisiyle fethetmeye Türklüğü deformasyona
183
k ızıl y ıldız’da n hil  le

uğratıp eritmeye çabalayan Sovyet Komünizmi. İşte sonuç:


Komünizm yetmiş yıllık iktidarında Turan’ı ele geçirmesine
rağmen aşamadı. SSCB’deki Türk Cumhuriyetleri’nin umut ve
özlemle gözlerini diktikleri ve artık tarihe havale edeceğimiz
eski deyişle “Son Bağımsız Türk Devleti”ne (Türkiye’ye) karşı
giriştiği üstü örtülü buna rağmen son derece de etkili saldı-
rıları hep sonuçsuz kalırken tarih de beklenmedik bir anda
SSCB’nin sonunu getiriverdi. Bugün o dev “komşusuz impa-
ratorluk” bir zamanlar uydusu olan ve sömürdüğü milletle-
rin dost olmayan çemberiyle çevriliyor. Ruslar yeniden 500
yıl önce yaptıkları gibi merkezi Moskova’daki tarihi kalele-
rine ağır ağır çekiliyorlar.
Politbüro eski üyesi ve bugünün Nahçıvan Cumhurbaş-
kanı Aliyev’in yansıtmaya çalıştığımız yaşamı kaleme alınır-
ken aynı zamanda da Sovyet silindirinin ağır baskısı karşısında
SSCB’deki Türklerin nasıl millî kimliklerini kaybetmedikleri
problemine kendiliğinden bir cevap bulabilme denemesiydi.
Türk Dünyası’nı yalnızca bir destandan ibaret sananlara ne
kadar aykırı görünürse görünsün, bilinçsiz, öfkeli çıkışlara ne
kadar sebep olursa olsun, Aliyev’in kişiliğinde ortaya çıkan en
önemli gerçek Sovyetler Birliği’ndeki Türk Cumhuriyetleri’nin
Komünist Partisi yöneticilerinin elit Türk komünist tabaka-
nın ve parti bürokrasisinin büyük bir bölümünün komünizmle
Türkçülüğe Türklüklerine aynı anda inanmışlıklarıdır. İster
bilinçli ister içgüdüsel ama gerçek budur. Bir tez ya da iddia
değildir söylediğimiz, üzerinde uzun araştırmalar yapılması
gereken bir vakıadır.
Bu vakıa onların Türklüklerini muhafaza edebilmek ama-
cıyla Moskova’yı adeta “uyutmalarının”, millî benliklerini
184
irfan ülkü

ayakta tutabilmek için Sovyet komünizmiyle “uzlaşmaları”nın


ibret verici hikâyesini ortaya çıkarır. Kimi zaman açık (Gali-
yev) kimi zaman gizli (Aliyev) bu büyük mücadelenin içinde
İslâmiyet maalesef unutulmuş, rejimin ağır şartları belki de
buna engel olmuştur. Ne var ki, İslâmiyet yukarıda bu müca-
dele sürerken altta Türk boylarının, cumhuriyetlerinin, top-
luluklarının gönüllerinde yüreklerinde, gizli tarikatlarda Ah-
met Yesevi’nin “Hacegan Hazerâtı”nda yüce bir ırmak gibi
devam etmiştir.
Anlattığı mücadelesinin muhasebesini yaparken kendi-
siyle büyük bir gönül rahatlığı içinde hesaplaşan Aliyev, bunu
açıkça söylüyordu. O, yeterince incelendiğine inanmadığımız
bu sarsıcı gerçeğin ikinci Sovyet-Türk kuşağından en sarsıl-
maz ispatı olarak karşımızda durmaktadır. İnsan, Amerikalı
“Kayıp kuşağın” meşhur temsilcisi Romancı Scot Fitzgerald’ın
şu sözünü hatırlamadan edemiyor:
“Aydınlar, çoğu zaman iki karşıt eğilimi ve fikirleri içle-
rinde taşıyan kişilerdir.”

Kızıl Yıldızın Sönüp Hilâlin Yükselişi


Sovyet kızıl yıldızıyla Türklüğün ak hilâlinin yetmiş yıl
bir arada yaşadıktan sonra, hilâli yutmak isteyen yıldızın sö-
nüp parçalanarak, Türklüğün hilâlinin tek başına, yeniden
göklerde gururla yükselmeye başlamasında, bu büyük ta-
rihi oyunda kuşkusuz, nice ünlü ünsüz kahraman rol almış-
tır. Yeni kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ni
temsilen kendisiyle görüşen Doktor Rıza Nur’a başbaşa kal-
dıklarında: “Komünizm ne demek! Biz Türküz, Türkçüyüz.
185
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Ama Ruslar başımızda.” diye fısıldayan “Nadir Şah” romanı-


nın yazarı Azerbaycan Komünist Partisi’nin ilk genel sekre-
teri Neriman Nerimanov’dan tutun da, Azeri Komünist Şair
Samed Vurgun’a; Bulgar Komünist Partisi’ne “Hiç olmazsa
Türklüğümüzden birşeyler kurtarmış oluruz!” umuduyla üye
olup üst görevlere kadar yükselen, şu hepimizin yakından ta-
nıdığı, çoğu zaman da “Eski komünist!” diyerek dudak bük-
tüğü garip Bulgar Türk’ü Mehmet Çavuş’dan3 Özbek çölle-
rindeki meçhul kolhoz işçisine kadar.
Bir “Diriliş” destanının açık ya da gizli liderleri, tarihin
ve alınyazısının kendilerine dayattığı bir büyük milletin yı-
kımı altında ezilmeyi asla kabul etmemiş yüzyılımızın Türk-
lük trajedisinin isimsiz kahramanları..
Türk tarihinin yapısıyla geleceği üzerine en objektif sa-
yılabilecek eserleri vermiş olan Fransız Türkoloğu Jean-Paul
Roux’nun 1979’da yayınladığı “Türklerin Tarihi” adlı kitabı-
nın son sayfalarına bir göz atalım:
“1920 yılının sonunda Türk Dünyası’nın durumu umutsuz
görünüyordu. Aşağı yukarı, tam o sırada Sultan, Mondros Silah
Bırakışması’nın öngördüğü korkunç kararları kesinleştiren Sevr
Anlaşması’nı imzaladı ve sonbaharda bir zamanlar Rus Çar-
lığı olan ülkede iç savaş Bolşeviklerin kesin zaferiyle son buldu.
Çağdışı Hive Hanlığı ile Buhara Hanlığı ortadan kaldırılarak
3 Mehmet Çavuş’un hikâyesi komünist pençesi altındaki Bulgaristan’da bir
başka hikâyenin konusudur. Çavuş Türkiye’den gelen komünist ünlü yazar
ve romancılarla birlikte votka partilerinde Türkiye’ye söverken gece odasına
çekildiğinde Türklüğün en hüzünlü, içli trajedisini ve özlemini anlatan şiirlerini
yazıp döşeme altlarında saklıyordu.

186
irfan ülkü

federe olmak ya da bağımsız kalmak isteyen “Müslüman Cum-


huriyetler” SSCB’ye bağlandı.
Savaştan gücünü yitirmiş olarak çıkmış, her tarafta yenil-
miş tüm tasarılarında başarısızlığa uğramış olan Türkler, kendi
yazgılarını artık kendileri çizmemeye, bu işi yabancı ellere bı-
rakmaya mahkûm görünüyorlardı. Gelecekleri, Londra’dan ba-
kınca karanlık, Moskova’dan bakılınca aydınlık görünmekle bir-
likte, onları bekleyen geleceğin ne olduğunu bilen yoktu. Artık
tümüyle geçmişe ait oldukları sonucuna varmak için fazla kö-
tümser olmaya gerek yoktu. En kötü ihtimalle, insanlar onları
tıpkı, Kızılderililer, Papular, hatta-neden olmasın, Avusturalya
yerlileri gibi, tarihsel kalıntılar, geçmişten anılar saymaya hazır-
dılar. Kıtlıklara, eritilmeye, yokedilmeye direnebilecekler miydi?
Yok olmalarına yol açabilecek bir umutsuzluğa düşmemeyi ba-
şarabilecekler miydi? En azından uluslararası kamuoyunu artık
ilgilendirmiyorlardı ve miraslarını paylaşan hükümetlerin karşı-
sına çıkardıkları sorunlar, önemsiz, çözümü kolay görünüyordu.
Bir dirilmenin, milyonlarca kilometre kareye yayılmış Pan-
Türk bir devletin içinde yeniden biraraya gelmenin düşünü ku-
ranlar, hâlâ tasarılar oluşturanlar vardı, ama bu düşlere kim
kulak verecekti? İddialı bir programa, daha gerçekçi tasarılara
kim inanmak isteyecekti? Bunların pek çoğu Kazan’da ortaya
çıktı. 1920’de Kazan’ın ne olduğunu kim bilebilirdi ki? Her ba-
kımdan küçümseniyorlardı. Özellikle üzerinde bulundukları ve
o zamanda yaklaşık olarak Büyük Okyanus’dan Akdeniz’e ka-
dar uzanan geniş alan gözönünde tutulduğunda sayıları çok
azdı. Kaç kişiydiler? Herbiri eşit sayıda ve birinciler, aralarında
187
k ızıl y ıldız’da n hil  le

İstanbul’da yer almak üzere Anadolu ve Doğu Trakya’da, İkin-


ciler ise Orta Asya’nın eski Rus kolonilerinde yaşayan, başlıca
iki topluluğa bölünmüş 25 ya da 26 milyon kişi.. Yani tam fo-
siller olmak ya da yeniden doğmak, yeniden ortaya çıkmak, ye-
niden canlanmak için ne gerekiyorsa o...4
Roux, Batı Türklüğü’nün Anadolu’da Yunan ve İngiliz Em-
peryalizmini askeri yenilgiye uğrattıktan sonra Anadolu’ya
çekilip dışarıya ilişmeden yeniden toparlanmak için çabala-
maya başladığını “Diriliş” adını verdiği son bölümde anlat-
tıktan sonra Sovyet komünizmi esareti altına girmiş Doğu
Türklüğü’nün durumunu ise şöyle tasvir ediyordu:
“Çete savaşından başka hiçbir yolla mücadeleyi sürdüreme-
yecek durumdaki Türkleri, İngiliz Pipes’in deyimiyle sadece
“edilgin sömürge halkları” olarak gören Batılılar tarafından
terkedilmiş eski Rus İmparatorluğu Türkleri’nin, komüniz-
min oyununu oynamaktan başka çareleri yoktu.”

Sovyet Sömürgecilerinin Akıl Hocası “Engels” idi


Marksizmin kurucuları Karl Marks ve Friedrich Engels için
Çarlık Rusya’sı amansız, vahşi bir düşmandı. Marks, İngiliz
gazetelerine dış politika konusunda yazdığı makalelerde, yıl-
larca, Avrupa’nın büyük imparatorluklarını Rusya’ya karşı kış-
kırttı. Komünizmin her iki kurucusu da ömürlerinin sonuna
kadar Rus korkusunu içerlerinden atamadılar. Ancak işin ga-
rip, aykırı yanı, Karl Marks’ın ölümünden sonra komünizmin
4 Jean-Paul Roux: Türklerin Tarihi. Büyük Okyanus’tan Akdeniz’e iki bin yıl, Mil-
liyet Yayınları s:315-316.

188
irfan ülkü

yaşayan tek Papa’sı haline gelen Engels’in bir dostuna yolla-


dığı mektupta şunları yazabilmesiydi:
“Bütün zalimliğine ve Slav umursamazlığına rağmen, Rus
egemenliği, Karadeniz ve Hazar bölgesi ile Orta Asya Halklar,
için uygarlaştırıcı bir anlam taşımaktadır.”
Engels’in bu düşüncesi Batı sömürgeciliğinin, emperyaliz-
minin en dolaysız anlatımıydı. Gerçekte Marks ile Engels’in
kurdukları sistem, Batı felsefesinin ve bu felsefenin kaynakla-
rıyla beslenip serpilmiş sömürgeciliğin vahim ürünlerinden
birisiydi. Bu “dinsizliğin dininin” Çarlık Rusya’sında zafere
ulaşması da tarihin sanki alay dolu, garip bir oyunudur. Ne
var ki, Rus ihtilâlinin lideri Lenin ve izleyicisi Stalin, Engels’in
bu sözlerini çok iyi anladılar! Her ikisi de özellikle Stalin, Ya-
hudi Marks’tan çok “safkan” Alman Engels’e yakın hissedi-
yorlardı kendilerini.
Lenin’in izniyle milliyetler, uluslar probleminin Mark-
sist teorisini hazırlamakla görevlendirilen Stalin, bu sorunla
ilgili olarak yazdığı kitap ve makalelerinde problemin sınıf-
sal olmaktan çok milli olduğunu ima etmişti. Zaten milletle-
rin bir “Gayya kuyusu” sayılan Kafkasya’da doğup büyümüş
bir Gürcü başka nasıl düşünebilirdi ki? Çarlık bir imparator-
luktu; bu imparatorluğun başta Türk milletleri olmak üzere
tebası olan milletlerine bağımsızlık tanındığı zaman geriye ne
büyük Rus ihtilâlinin prensipleri ne de sosyalizmin kuruluşu
kalırdı? Öyleyse yapılacak şey, taktik olarak “Halkların Ha-
pishanesindeki” uluslara özgürlük vaad etmek, nihai ve gizli
strateji olarak da bu özgürlüğü şartlar değişip komünist rejim
güçlenince kağıt üzerinde bırakıvermekti.
189
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Çarlık rejimi de Orta Asya’yı işgal ederken Batıya dönüp,


“biz bu barbarlara medeniyet getirmek için ülkelerini işgâl
ediyoruz.” gerekçesine sığmıyordu. Engels işte bu gerçeği yu-
karıda andığımız sözleriyle desteklemişti. Çarlar, Tatar Türk-
lerini laboratuar malzemesi yaparak onları Hıristiyanlaştır-
mayı denediler. Tarihin gördüğü en büyük papaz, misyoner
ve Ortodoks din görevlisi seferberliği İslâm-Türk yurtları olan
Tataristan’da başlatıldı.
Bazı Tatar Türkleri, Kazan ve çevresindeki topraklarını
kaybetmemek için Hıristiyanlığa girmek zorunda kaldılar.
Ama bu kısa sürdü; birkaç yıl sonra hepsi yeniden İslâm di-
nine döndüler. Bozkırda İslâm, çöldeki İslâm’ın daha değişik
bir uzantısıdır. Kumlara değil, sanki kökleri bir türlü söküle-
meyen, derinlere uzanan bozkır bitkileri gibi derin köklerine
sıkıca tutunur.
Sovyet sömürgecileri ise yeni kurdukları imparatorluğun
devlet dini olan komünizmi milletlere, ateizmi ise dinlere karşı
alternatif olarak ortaya koydular. Bir “Homo Sovieticus” (Sov-
yet insanı) yaratılacaktı; tıpkı modern, Allah’ı, dini, milliyeti,
özel duygu ve mülkiyeti bulunmayan yalnızca adı insan olan
yeni bir “maymun ırkı” oluşturma ütopyasıydı bu. Sovyet cen-
neti ise bu maymun-insan ırkının “gezegeni” olacaktı. Saf par-
tililer, aydınlar, hür dünyanın sözüm ona ilerici kamuoyu on
yıllarca bu masallarla uyutulurken, Stalin ve diğer Sovyet no-
menklaturası gerçeği bildikleri için sömürgeci uygulamalarını
rahatlıkla yürüttüler. Stalin “hâkim Rus milleti” tezleriyle mas-
kesini uzun süre yüzünde tutmak gereğini bile duymamıştı.
190
irfan ülkü

Sovyetler Birliği’nin 70 yıllık tarihinde Kremlin’in Türk


Cumhuriyetlerine yönelik politikası metod olarak Engels’in
sözlerinden ayrılmaz. Stalin’den sonra Kruşçev, özellikle Türk
Cumhuriyetleri’ne yüklendi. Örnekleri uzun uzun anlatmaya
gerek yok! Kruşçev’in düşürülmesinden sonra Brejnev ile ekibi
zamanında iplerin gevşetildiğine tanık oluyoruz. Yükselmeye
başlayan, nüfusu artan Türk-İslâm toplulukları ve cumhuri-
yetlerine karşı ılımlı davranarak, gelecekte meydana gelmesi
muhtemel olan Türklük depremini hafifletebilmek! Aliyev’in
Brejnev zamanında hızlanan, Andropov’un iktidara gelişiyle
zirveye çıkan tırmanışının ardında bu endişenin, bu “güven-
lik tedbirinin” olmadığını iddia etmek anlamsızdır.
Bugünse büyük SSCB İmparatorluğu çökmüş, altı yıl gibi
kısa bir süre içinde şimdiden tarihe karışmıştır. Komünizm
de SSCB ile birlikte çökerken, işgal edilen ama “fethedileme-
yen Turan” artık bağımsızdır. Bu bağımsızlığın temel taşların-
daysa Haydar Aliyev ve benzerlerinin harçlarını görmemek en
azından “insafsızlık” olur.

191
EK-1

Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti Âli Meclisi Başkanı’nın


Türkiye Cumhuriyetine resmi ziyareti ve Azerbaycan’a bağlı
Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti ara-
sında 24 Mart 1992 tarihli Ankara İşbirliği Protokolü hak-
kında Nahçıvan Muhtar Cumhuriyetinin Âli Meclisi 4 Nisan
1992 tarihli kararı:
1. Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti Ali Meclis Başkanı Hay-
dar Aliyev’in Türkiye Cumhuriyeti’ne resmi ziyareti,
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Turgut Özal’la,
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Süleyman Demirel’le
192
irfan ülkü

ve diğer resmi yetkililerle yapılmış görüşmeler tavsip


edilsin.
2. Azerbaycan’a bağlı Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti ile
Türkiye Cumhuriyeti arasında 25 Mart 1992 tarihinde
Ankara’da imzalanmış işbirliği protokolü onaylansın
(protokolün Türkçe metni ilave olunur).
3. Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti Âli Meclisi, Türkiye
Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti arasında
mevcut dostluk ve işbirliği ile komşuluk Anlaşması,
iki ülke Dışişleri Bakanları arasında işbirliği protokolü
ve Türkiye ile Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti arasın-
daki tarihi ve kültürel kardeşlik ilişkileri esas üzerinde
Türkiye Cumhuriyeti ile Nahçıvan Muhtar Cumhu-
riyeti arasında imzalanmış Ankara İşbirliği Protoko-
lünü önemi büyük bir tarihi belge olarak kabul ediyor
ve yüksek seviyede değerlendiriyor.
Âli Meclis memnuniyetle belirtir ki, Azerbaycan Cum-
huriyeti ve onun ayrılmaz parçası olan Nahçıvan Muhtar
Cumhuriyeti’nin ağır ekonomik bunalımının olduğu bir de-
virde Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin Nahçıvan Muh-
tar Cumhuriyeti’ne büyük mâlî, maddî, teknikî yardım gös-
termesi Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti’nin sosyal-ekonomik
gelişmesine, buhrandan çıkmasına, gelirin yükselmesine ge-
niş olanak yaratacaktır.
Bu olanaklardan faydalı bir şekilde kullanılması Nahçıvan
Muhtar Cumhuriyeti Âli Meclisi’nin ve Bakanlar Kurulu ile
tüm ilgili kuruluşların önemli görevi ve mesuliyeti olmalıdır.
193
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Âli Meclis Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti Nahçıvan halkı


adına Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne,
Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a,
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Süleyman Demirel’e gös-
terdikleri kardeşlik ve yakın dostluklarına, işbirliği protoko-
lünde öngörülen yardım ve imkânlara derin minnettarlığını
ve teşekkürünü sunuyor.
4. Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti Âli Meclisinin daimi
komisyonlarına, Muhtar Cumhuriyeti’nin Bakanlar
Kurulu’na, bölge ve şehir halk Milletvekilleri Meclis-
lerine, onların icra komitelerine havale edilsin ki, Tür-
kiye Cumhuriyeti ile Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti
arasında imzalanmış işbirliği Protokolünün icrası ile
ilgili kongre önerilerini hazırlayıp 15 gün süresinde Âli
Meclis prezidyumuna sunsunlar.
Önerilen daimi komisyonlarda, Bakanlar Kurulu’nda
uygun uzmanların katılması ile müzakere edilsin.
5. Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti Âli Meclisinin Prezid-
yumuna havale edilsin ki, İşbirliği Protokolünde ileri
sürülen meselelerin teşkil olunması ve yüksek düzeyde
ve ivedilikle yerine getirilmesi amacıyla koordinasyon
komisyon kurulsun.

Nahçıvan Muhtar Cumhuriyeti


Âli Meclisi Başkanı
Haydar Aliyev
Nahçıvan Şehri, yıl 4 Nisan 1992
No 144-XII.

194
EK-2

Muhtar Şahanov “Uygarlığın Yanlışları”


Peoması’ndan “Mutluluğun Geometrisi”
Gri renkleri Hazar’ın o uzak kıyılarındaki
Şair Samed Vurgun’u anma töreni
Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev
Çıkıp uzun bir söylev verdi, yakışıklı adam,
En sevdiği şairi için konuştu, bir kitabın içinden
Değil, yüreğinden seçilmişti sözcükleri.
Şaşkınlıkla dinleyip hayret içinde kalmıştım
Bundan önce hiç böyle birini
Görmemiştim sözcüklerini sanki tek tek övercesine
Konuşan Aliyev gibi...

Akşam Cumhurbaşkanlığı konutunda toplanmıştık,


Gamzatov ve ben başkaları da vardı
Anar, Elçin
Polad Bülbüloğlu
195
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Dostların çemberiyle çevrilmiştik.


Oturup başladık derin bir sohbete
Yoruluncaya ve sabahın üçüne kadar.
Cumhurbaşkanına bir şey söyledim:
“Size olan sevgi ve saygısını hissediyorsunuz değil mi
Halkınızın, kadınlarınızın, erkeklerinizin
Bugün hepsi
Alkışlıyorlar sizi!..”
Ama biliyorsunuz bazıları da alkışlamıyorlar.”
Biraz üzüntülü döküldü ağzından sözcükleri:
“Bu ikinci anlaşmamdır benim onlarla
Dürüst oyuncularız biz hepimiz ve yol gösteririz.
Bu benim politikacı olarak ikinci doğuşumdur
Yalansız bir alçakgönüllülükle adım adım ilerledim
İktidar koltuğunda oturdum yıllarca.
Ayaklarının üstünde tahtta kurdum zaman geldi
Beni göklere çıkaran şarkılar bile söylediler
Ama iktidardan düşünce korkunç darbesiyle
Keskin bir dönemeçte aniden bastıran kötü kaderin
Çoğu terketti beni hızla toplayıp eşyalarını
“Bu kez geç olmadan vakit” diyerek.
Zayıf yüreklerini ve korkaklıklarını izleyerek vakit harcadım
Boşuna. Acıyı duydum içimde yaşadım kırgınlığı da
Alkışların ardındaki yüzleri iyi okurum işte bu nedenle
Bana gelen övgülerin yüzde yirmisini kendime sayarım
196
irfan ülkü

Geri kalansa yalnızca benim makamımadır. Sağlam otur


koltuğunda!
Bunu kanıtlayan bir olay geçmişti başımdan;
Bakü’de, Bakanlıkta üst düzeyde çalışan güzel bir kadın
Vardı, dev gibi bir portremi asmıştı odasına
Tabii Cumhurbaşkanı bunu görecek ve yolu açılacaktı ka-
dının.
Onu çağırdım ve neden böyle dev bir resmimi
Makamına asışının sebebini sordum.
“Özür dilerim” dedi “Ama bu benim yurttaşlık görevimdir
Çünkü size saygı duyuyorum, sizin görünüşünüzü sürekli
Seyretmek istiyorum.”
Ben de bir şakayla cevap verdim kadına:
“Bu senin hakkındır, portremi daha yukarılara as,
Ama bana sorarsan, bu portre yatak odanda asılı olursa
Daha çok zevk verecektir bana.”
-!?

Not: Haydar Aliyev, ünlü Kazak şairi Muhtar Şahanov’un bu


şiiri, “Uygarlığın Yanlışları” kitabında yayınlandıktan sonra
Azerbaycan Türkçesine çevirterek gazetelerde yayınlanmasını
istemiş, bu isteği yerine getirilerek şiir ülkenin önemli gazete
ve edebiyat dergilerinde yer almıştır.

197
EK-3
TARİHE MEKTUP
Süleyman Demirel
24. 12. 2003 / Hürriyet

‘Azerbaycan, Azerbaycan
Alkışladık seni candan
Hilal birken iki oldu
Selam bizden İkinciye!..’

198
irfan ülkü

Kardeşim, dostum,
Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev
Altınordu Hanlığı’nın 15. yüzyılda Timur tarafından yı-
kılmasından sonra Rus Prensliği, gelişerek ve zaman içinde
büyüyerek bir imparatorluk haline gelmeyi başardı. Rusya’nın
Karadeniz’e, Kafkasya’ya ve Balkanlar’a doğru genişlemesinde
en büyük engel, Osmanlı İmparatorluğu idi. Dünyanın bu böl-
gesinde tarihe şekil veren, bu iki devlet olmuştur. 200 sene içeri-
sinde, 13 defa savaş olmuştur. Zamanla Rus Çarlığı, Kafkasya’ya
inmiş ve işgale başlamıştır. 1828 yılında Azerbaycan, Rusya ve
İran arasında paylaşılmıştır. 1. Dünya Savaşı sonunda Rusya’da
büyük bir ihtilal olmuş ve Çarlık yıkılmış, yerini Lenin-Sta-
lin idaresi almıştır. 104 Uluslu “komünist rejim” artık “Sov-
yet İmparatorluğu”dur. “Çarlık Rusyası”ndan “Sovyetler”e ge-
çişte, 28 Mayıs 1918’de “Milli Azerbaycan Cumhuriyeti” ilan
edilmiştir. Bu ancak 2 sene sürmüş, 1920’de Azerbaycan tek-
rar Sovyet egemenliği altına girmiştir. Bu tarihten 1989 yılına
kadar 69 sene geçecektir. Bu tarihte Sovyet İmparatorluğu da-
ğılmaya başlamıştır. İnsanlık tarihinde kendiliğinden dağılan
ilk imparatorluktur bu. 18 Ekim 1991’de Azerbaycan’ın bağım-
sızlığı kesinleşmiştir.

Onlara Dedim Ki
Bu Azerbaycan halkı için, Türkiye için ve Türkçe konu-
şan bütün halklar için çok sevinilecek bir olaydır. Türkiye,
Azerbaycan’ı ilk tanıyan ülkedir. Türkiye Cumhuriyeti Başba-
kanı olarak, 1992’de Azerbaycan’ın bağımsızlığının hemen ar-
kasından, Azerbaycan’ı ziyaret ettim. Yalnız Azerbaycan’ı değil,
199
k ızıl y ıldız’da n hil  le

bağımsızlığına kavuşan Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızis-


tan ve Kazakistan’ı da ziyaret ettim. Azerbaycan Meclisi’nde
konuştum ve şunları söyledim: “Türkiye olarak eğer Azerbay-
can kendi ayakları üzerinde durursa, barış içinde yaşamayı
başarırsa ve kendi milli devletini kurar, işletirse ve gelişmeye
devam ederse, dünya ile irtibatlarını kurarsa, bundan mem-
nun oluruz.”

Bu Bayrak İnmesin
Çünkü yükselen bayrak bu defa inmemeliydi. Türk dün-
yası, Çin Seddi’nden Adriyatik’e kadar olan 11 milyon kilo-
metrekare toprak üzerine yayılmış, aynı kökten gelen birçok
halkı kucaklamaktadır. Divanü Lügat-it Türk’te, “Türkler as-
lında 20 boydur. Ad olarak Türk adını ulu Tanrı vermiştir” de-
nilmektedir. Bu ulu çınar ve dalları, Türk dünyasıdır. Çin, Slav
Fars, Arap ve Batı tesirleri altında kalmış olan bu dünya, ken-
dini muhafaza edebilmiş ve etrafını da etkilemiştir. Çeşitli za-
manlarda devletler kurmuş ve hükümran olmuştur. Hiç düş-
meyen bayrak, Anadolu Türklerinin kurduğu devletin bayrağı
idi. Bu bayrak, uzunca süre Türk dünyasını temsil eden tek
bayraktır. 1990’lı yılların başında artık bu dünya, 7 bayrakla
temsil edilmektedir.

Büyük Ata Der Ki


Büyük Atatürk, “Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur. Bu
dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bu-
günden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Maca-
ristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Dünya yeni bir dengeye
200
irfan ülkü

ulaşabilir” demektedir. Büyük dâhinin öngörüsü gerçekleşmiş,


Sovyet İmparatorluğu dağılmıştı. Türk dünyası, hayaline ka-
vuşmuş, bağımsız cumhuriyetler meydana gelmişti. Azerbay-
can bunlardan birisi idi.

Yine Büyük Atatürk, “Azerbaycan’ın elemi, bizim elemi-


mizdir, sevinci bizim sevincimizdir” diyecektir. Azerbaycan’ın
sevinci, Türkiye’nin sevinci idi. Azerbaycan Cumhuriyeti ye-
niden kurulacaktı. Yeni bir devlet, Marksist-komünist idari
ve ekonomik sistemden, demokratik ve hür teşebbüse daya-
nan hür ve bağımsız bir devlet!

Büyük İşler Yaptı


Sayın Haydar Aliyev, 1923 yılında Nahçıvan’da doğmuş, 1969
ile 1983 yılları arasında da 14 sene, Azerbaycan’ın hizmetinde
201
k ızıl y ıldız’da n hil  le

bulunmuştur. 1967 yılında Türkiye Başbakanı olarak Sovyetler


Birliği’ne yaptığım resmi gezi esnasında Bakü’yü de ziyaret et-
tim. Bakü’de çok büyük bir coşku ile karşılandım. O tarihten
beri Sayın Haydar Aliyev ile tanışırız. Sovyet idaresinde yük-
sek görevlere erişmiş, Azerbaycan halkının çok yakından ta-
nıdığı ve güvendiği değerli bir devlet adamı idi. Evvela iç is-
tikrar sağlanmalı idi. En kısa zamanda bunu yapmıştır.
Kan durmalı, yani savaş durmalı idi. Savaşı durdurmuş-
tur. Karabağ ihtilafının barışçı yollardan çözümüne başvur-
muştur. “Minsk” grubu teşekkül etmiştir.
Ülke içinde reformlara gidilmeli idi. Hür rejimin ve piyasa
ekonomisinin gerekleri yerine getirilmeli idi. Buna girişilmiştir.
Dünyaya açılınmalı idi. Azerbaycan evvela, Birleşmiş Mil-
letlerin, daha sonra Avrupa Konseyinin, Avrupa Güvenlik ve
İşbirliği Teşkilatının, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı-
nın (KEI), Ekonomik İşbirliği Teşkilatının (ECO) üyesi oldu.
NATO ve Avrupa Birliği ile münasebetler kurdu.
1996 yılı Aralık ayında Lizbon’da toplanan Avrupa Güven-
lik ve İşbirliği Teşkilatının 54 üyesinin 53’ü, Karabağ’ın Azer-
baycan toprağı olduğunu kabul etti.
Bütün bu uluslararası zeminlerde Sayın Haydar Aliyev, Azer-
baycan halkını, cumhuriyetini çok büyük bir dirayetle temsil
etmiş ve Azerbaycan davasını dünyaya anlatmıştır. Lizbon’da
elde edilen başarı, onun neticesi idi.

202
irfan ülkü

Azerbaycan yeniden kalkınmaya, imar ve inşaya koyul-


malı idi. Azerbaycan halkı, Azerbaycan Cumhuriyeti etra-
fında kenetlenmeli idi. Toplulukları millet yapan bu idi. Sa-
yın Haydar Aliyev, Azerbaycan halkına yeni bir ruh, yeni bir
şevk ve yeni bir güven vermiştir. Komşu ülkelerle barışçı gay-
retlerin içinde olmalı ve bir an önce Azerbaycan ekonomisi,
üretime, yatırıma, büyümeye dönüşmeli, ülke yeniden imar ve
inşa edilmeli idi. Bunun için denize çıkışı olmayan Orta Asya,
Kafkasya yolu ile dünyaya ulaşabilmeli idi.

203
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Trans-Kafkasya yolu (İpek Yolu) dünyanın dikkatini çekti.


Bakü’de yapılan toplantı ile gündeme geldi. Ülkenin zengin-
liği, milletin zenginliğine dönüşmeli idi. Denizin altındaki
veya yerin altındaki doğal kaynaklar işletilmedikçe kimseye
bir faydası yoktu. Bu kaynakların işletilmesi için, çok önemli
bir adım atılmıştır. Haydar Aliyev, “Askın Kontratı”nı imzala-
mıştır! Azerbaycan’ın neft ve doğalgaz kaynakları geliştirilecek,
ülkenin ve halkın kalkınmasına hizmet edecekti. Bakü- Tif-
lis-Ceyhan Petrol Boru Hattı bir hayaldi, gerçek oldu. Bugün
inşa halindedir. Kısa zamanda Aktoğu-Bakü-Tiflis-Ceyhan
boru hattı hem Tengiz bölgesindeki Kazak petrollerini, hem
de Azerbaycan petrollerini Akdeniz’e indirecektir. Şah Deniz
Gazı, kısa zamanda Avrupa için bir “enerji terminali” olması
düşünülen Türkiye’ye ulaşmış olacaktır. Türkiye-Azerbaycan
ilişkilerine gelelim:
“Bir milletin iki devleti” olabileceğine, burada güzel bir
örnek mevcuttur.

Mutlu Tesadüf
Türkiye ve Azerbaycan ebedi dostluk ve kardeşlik antlaş-
maları imzalamışlardır. Bu antlaşmalar olsa da olmasa da Tür-
kiye ve Azerbaycan kardeştir, komşudur ve dosttur. Türkiye’nin
Azerbaycan’a her türlü desteği vermesi manevi sorumluluğu-
dur. Azerbaycan Devleti’nin kuruluşundan itibaren geçen yıl-
lar zarfında Türkiye, elinden geleni yapmıştır ve yapmaya da
devam edecektir. Bu süre içerisinde ben, Türkiye’de Başbakan
ve Cumhurbaşkanlığı yaptım. Bunu, kendim için çok mutlu
bir tesadüf sayarım.
204
irfan ülkü

Dede Korkud der ki...


Adını Azer koydum
Koy Azer çoğalsın
Dede Korkud,
“Oğul, senin adını Azer koydum,
Koy Azer’ler çoğalsın!
İşimiz avant, topraklarımız bereketli olsun
Çağlayıp akan sularımız kurumasın,
Ümidimiz, üzülmesin,
Ganatlarımız kırılmasın,
Ocağımız, yanar dursun,
Çırığımız, heç vakit sönmesin” der.
Bu dua, hep var olacaktır.
Haydar Aliyev’e sevgiler, saygılar.

Çiçekler arasında Hazar’ı seyrediyor


Geçen hafta sona Aliyev’in mezarı başında dua eden De-
mirel, mektubunun son bölümünde şöyle yazıyor: “Baku de,
Fahrihiyaban’da çiçekler arasında, Hazar Denizini seyredi-
yor. Azerbaycan halkı, kendisine çok büyük vefa ve kadirşi-
naslık göstermiştir. Günlerce devam eden sevgi seli, onun tek
mükâfatıdır. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum. Azerbay-
can halkına başsağlığı diliyorum. Halkımıza ve Türk dünyası
halklarına başsağlığı diliyorum.” Demirel, kendisini “Babamın
gardaşı, menem de amcamsınız” diye karşılayan Azerbaycan
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’e de başarılar diledi.

205
k ızıl y ıldız’da n hil  le

Türk’ün büyük evladı


Azerbaycan Bağımsız Milli Devleti’nin varlığı, Türk dün-
yası için, Türkiye için ve Azerbaycan halkı için muhteşem bir
olaydır. Bu devletin yeniden kurulmasında, ayakta durmasında,
güçlenmesinde ve Türkiye ve dünya ile bağlantılar kurmasında
Sayın Haydar Aliyev’in, paha biçilmez, unutulmaz çok büyük
hizmeti vardır. Engin tecrübesi, dirayeti, kararlılığı, ileri gö-
rüşlülüğü, barışseverliği, Azerbaycan’a ve Azerbaycan halkına
olan sonsuz sevgisi, Türk tarihine, kültürüne ve Türklüğe bağ-
lılığı ve vatanperverliği her türlü övgünün üstündedir. Sayın
Haydar Aliyev, uzunca süren bir rahatsızlık döneminden sonra
Cliveland Kliniğinde hayata veda etti. Gülhane Askeri Hasta-
nemiz ve onun değerli doktorları kendisine çok hizmet ettiler.
Onlara güvendi. Bilhassa, değerli hekim kardiyolog Prof. Dr.
Ameril Ertan Demirtaş’ın ve Cleveland’da büyük hekim Mu-
rat Tuzcunun çok yakın ilgilerine teşekkürü bir borç bilirim.
Sayın Haydar Aliyev’in ebediyete intikali ile Türk dünyası,
Azerbaycan halkı ve Türk halkı, bir büyük evladını kaybet-
miştir. O yeri doldurulamaz, dünya çapında bir büyük devlet
adamıdır. Vasiyeti, bağımsız Azerbaycan Devleti’nin sonsuza
kadar yaşamasıdır. “Türk-Azerbaycan münasebetleri ebedidir.
Hiçbir şey, onu zedeleyemez” sözü onundur.

Bazı lider lazım olur


Başlangıçta büyük sıkıntılar oldu. Ülke yönetiminde ih-
tilaf oldu. Birçok kimse, yönetime talip oldu, mücadele oldu.
Bu esnada da Karabağ toprakları, Ermeni işgaline uğradı.
Yalnız Karabağ toprakları değil, onun dışında da Azerbaycan
206
irfan ülkü

Rayonları işgale uğradı. 1 milyon insan, kaçkın hale geldi. Ha-


ziran 1993’te, yani bağımsızlığın 4. yılında Azerbaycan, iç sa-
vaşın eşiğine geldi. Azerbaycan Cumhuriyeti, 1920’de olduğu
gibi yıkılacak mı idi, ayakta duracak mı idi? Bir kurtarıcı la-
zımdı. İşte burada Sayın Haydar Aliyev, Milli Meclis tarafın-
dan göreve davet edilmektedir. Daha sonra Azerbaycan hal-
kının hür iradesi ile Cumhurbaşkanı seçilecektir. Churchill,
İngiliz milletine 40 sene hizmet etti. Ancak bu hizmetin so-
nunda yani 1940’ta lazım oldu. O zaman Churchill’in göre-
ceği hizmeti yapacak 2. bir kişi yoktu. İnsanlık tarihinde ki-
şiler her zaman milletlerine hizmet eder ancak bazen lazım
olur. Roosevelt’in 1942’de, De Gaulle’ün 1958’de, Adenauer’in
1946’da lazım olduğu gibi... Sayın Haydar Aliyev Azerbaycan
milletine çok hizmetler yapmıştı ama 1993’te lazımdı. Onun
gördüğü hizmeti görecek başka kimse yoktu. İyi ki vardı! Biz
böyle düşündük ve haklı çıktık!

207

You might also like