You are on page 1of 354

Konya 2009

Kapak ve Mizampaj: Anar GASIMOV


‫ﺷﺮﺡ ﺍﻷﺭﺑﻌﲔ ﺣﺪﻳﺜ ًﺎ ﻟﻠﻘﻨﻮﻱ‬

Sadreddîn Konevî

KIRK HADÎS ŞERHİ ve TERCÜMESİ

Tahkîk ve Tercüme

Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ


ÖNSÖZ

Allah’a hamd, Rasûl-i zi-şânına, ehl-i beytine, ashâbına ve onların


yolundan gidenlere salât ve selâm olsun.
Yirmi yıl önce (Mart 1988) Konya’da gerçekleştirilen I. Konevî
Sempozyumu’na, “Konevî’nin Hadîs-i Erbaîn’i” başlıklı bir tebliğ-
le katılmıştım. Bu tebliğ bizim daha sonraki Tasavvufî Hadîs Şerhleri
çalışmasının ve Konevî’nin Kırk Hadîs Şerhi neşrinin ilk adımı oldu.
Bu çalışma bize, Konevî’nin İbn Arabî ekolünün önemli bir temsîlcisi
olarak, Anadolu’nun İslâmlaşması sürecinde müessir sûfîler meyanında
birikimini tanımamızı sağladı. Bu çalışma sırasında gördük ki Konevî,
yüksek seviyedeki tasavvufî şahsiyetinin ötesinde ileri seviyede bir
hadîs âlimi ve yorumcusudur.
Konevî’nin Kırk Hadîs Şerhi adını verdiği eserdeki hadîs sayısı,
farklı nüshalarda değişse de, toplam yirmi dokuzu geçmez. Konevî, bu
29 hadîsi şerhetmek için 72 Kur’an âyeti ve 80 hadîsi delîl ve şâhid
olarak kullanmaktadır. Bu sayı bile onun bu alandaki birikiminin açık
isbatıdır.
Tasavvufî tefekkürün en güçlü ürünlerini veren Konevî, üstâdı ve
mürşidi Şeyh-i Ekber İbn Arabî’den bu eserde adını anarak 10 yerde
bahsetmekte eserlerinden iktibaslar yaparak onlara atıflarda bulunmakta
ve Ekberiye yolunun yolcusu olduğunu göstermektedir.
Gerek şerhe konu ettiği gerekse şerh sadedinde kullandığı hadîsler
arasında, mevzu sayılabilecek vasıfta rivâyetin hemen hiç bulunmama-
sı, Konevî’nin hadîs ilmindeki birikimini gösterir. Buhârî, Müslim, Ebû
Dâvud, Câmiu’l-usûl gibi mûteber hadîs kaynaklarını doğrudan zik-
rederek, bâzen de kaynağını zikretmeden mûteber hadîs kitaplarından
alıntılar yapmaktadır.
Konevî’nin özgün fikirlerinin yer aldığı hadîs şerhini, ilk neşrin-
den hemen sonra terceme etmeye başlamıştım. Yarıya kadar tamamladı-
ğım bu terceme, araya giren başka çalışmalar sebebiyle yarım kalmıştı.
Aslında düşüncem son derece özgün olan bu çalışmanın sadece metni-
5
ÖNSÖZ

nin ya da tercemesinin değil, ikisinin birlikte yapılmasının daha doğru


olacağı şeklindeydi. Bu yüzden 1990 yılında yayınlanan Konevî’ye âid
kırk hadîsin, metin ve tercümesinin birlikte yayınlanmasını düşünmek-
teydim. Çünkü Konevî ve İbn Arabî çalışma ve araştırmalarına mesnet
teşkil edecek böyle bir eserin yayınlanması zarûriydi.
Konya-Meram Belediyesinin kısa adı MEBKAM olan Konevî
Araştırmaları Merkezi’nin gerçekleştirdiği; benim de bir tebliğ ile ka-
tıldığım sempozyumda Belediye Başkanı’nın bu eseri basabileceklerini
ifâde etmiş olması beni yüreklendirdi. Ben de yeniden eserin karşılıklı
sayfalarda metin ve tercemesinin yer alacağı biçimde hazırlıklara ko-
yuldum. Önce tercemenin eksik kısmını tamamladım. Ardından sırasıy-
la şu işler yapıldı:
Arapça metin yeniden dizildi. Söz başı, paragraf ve noktalama-
lar gözden geçirildi. Terceme-metin takibinde kolaylık sağlamak için
Arapça metin sol tarafa, Türkçe metin ise sağ tarafa konarak hemen
hemen aynı sayfalarda verilmesine özen gösterildi. Metin tesisine esas
olan nüshalarla ilgili bilgi, eserin giriş bölümünde verilmektedir; geniş
bilgi için oraya başvurulmalıdır.
Daha önceki neşirde dipnotlarda gösterilen nüsha farklılıkları,
bu neşirde metnin içine yerleştirildi. Farklılıklar köşeli parantez içinde
nüsha remziyle birlikte verildi. Nüshalarda yer almayan eksiklikler eksi
(-) işaretiyle; fazlalıklar artı (+) işaretiyle; farklılıklar ise bizzat yazıla-
rak gösterildi. Hadîslerin tahrîci ve diğer açıklamalarla ilgili dipnotlar
her hadîsin sonuna konuldu.
Bu şekilde oluşan metin ve tercemenin Arapça dizgilerinin oluşu-
munda emeği geçen Anar GASIMOV’a Türkçe dizgileri gerçekleştiren
Adem ERKUL’a, hadîslerin tahric ve tashih işlemlerine katkı sağlayan
Murat ÜNLÜER’e ve eserin baskısını gerçekleştiren Konya-Meram’ın
yeni Belediye Başkanı Sn. Dr. Serdar KALAYCI’ya teşekkürlerimi su-
narım.
21.10.2009 / Küçük Çamlıca
H. Kâmil YILMAZ
6
Sadreddîn Konevî
KIRK HADÎS ŞERHİ
ve
TERCÜMESİ
‫ﻓﻬﺮﺱ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ‬
‫ﻓﻬﺮﺱ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ ‪٨ ..........................................................................................................‬‬
‫ﺍﻟﺘﻤﻬﻴﺪ‪١٠ ...................................................................................................................‬‬
‫ﻣﻘﺪﻣﺔ ﺍﳌﺆﻟﻒ‪١٧ ..........................................................................................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ ‪ /‬ﺃﴎﺍﺭ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ‪٢٠ .................................................................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ‪ /‬ﴎ ﺍﻟﺘﻜﺒﲑ ﰱ ﺍﻟﺼﻌﻮﺩ ﻭ ﺍﻟﺘﺴﺒﻴﺢ ﰱ ﺍﳍﺒﻮﻁ‪٣٦ .........................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ‪ /‬ﻟﻜﻞ ﺻﻮﺭﺓ ﺭﻭﺡ‪٣٧ .............................................................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺮﺍﺑﻊ ‪ /‬ﺃﺭﻭﺍﺡ ﺍﳊﺮﻭﻑ‪٣٩ ................................................................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳋﺎﻣﺲ ‪ /‬ﴎ ﺍﻟﺘﻮﺑﺔ ﻭ ﻣﻌﻨﻰ ﻃﻠﻮﻉ ﺍﻟﺸﻤﺲ ﻣﻦ ﻣﻐﺮﲠﺎ‪٤٢ .....................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺩﺱ ‪ /‬ﺻﻮﺭﺓ ﺍﻟﻌﻮﺍﱂ ﻭ ﻣﻌﻨﺎﻫﺎ‪٤٤ ..................................................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ‪ /‬ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ﰱ ﺍﻟﺴﺤﺮ‪٤٥ ..............................................................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻣﻦ ‪ /‬ﻣﺴﺢ ﺍﻟﻮﺟﻪ ﺑﺎﻟﻴﺪ ﺑﻌﺪ ﺍﻟﺪﻋﺎﺀ‪٤٦ .............................................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺘﺎﺳﻊ ‪ /‬ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﳌﺬﻣﻮﻣﺔ ﺍﳉﺒﻠﻴﺔ ‪٤٨ .................................................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﻌﺎﴍ ‪ /‬ﻧﻔﻘﺔ ﺍﺑﻦ ﺁﺩﻡ ﻻ ﺗﺘﺠﺎﻭﺯ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﺪﺍﺭ‪٥٠ ......................................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻋﴩ ‪ /‬ﻣﺴﺎﻓﺔ ﺑﲔ ﺍﻟﺴﲈﻭﺍﺕ ﻭ ﺍﻷﺭﺽ‪٥١ .................................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻋﴩ ‪ /‬ﺩﺭﺟﺔ ﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ ﺍﻟﺮﻓﻴﻌﺔ‪٥٣.................................................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﻋﴩ ‪ /‬ﺃﴎﺍﺭ ﺍﻟﻮﺿﻮﺀ ﻭ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭ ﺍﻟﺼﱪ ﻭ ﺍﻟﺼﺪﻗﺔ‪٥٥ ...............................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺮﺍﺑﻊ ﻋﴩ ‪ /‬ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻣﺮﻛﺐ ﻣﻦ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ ﻭ ﺍﻟﻨﻔﺲ ﻭﺍﻟﺮﻭﺡ‪٦٤ ...............................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳋﺎﻣﺲ ﻋﴩ ‪/‬ﻣﻌﻨﻰ ﺍﻟﻴﻤﲔ ﻭﺍﻟﺸﲈﻝ ﻭ ﴎﳘﺎ ﰱ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ‪٦٦..................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺩﺱ ﻋﴩ ‪ /‬ﴎ ﲢﺮﻳﻢ ﺍﻟﺮﺑﺎ ‪٦٩ .....................................................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ﻋﴩ ‪ /‬ﺍﻻﺳﻢ ﺍﻷﻋﻈﻢ‪٧٢ ........................................................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻣﻦ ﻋﴩ ‪/‬ﺗﺄﺛﲑ ﺍﻟﺪﻋﺎﺀ ﻣﻊ ﲢﻘﻖ ﺍﻟﻘﺪﺭ ﻭﺍﻟﻘﻀﺎﺀ‪٨٤ ...........................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺘﺎﺳﻊ ﻋﴩ ‪ /‬ﴎ ﺣﺮﻣﺔ ﺍﻟﺰﻧﺎ ﻭﺍﳊﺪﻭﺩ ﺍﻟﴩﻋﻴﺔ‪٨٧ ...............................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﻌﴩﻭﻥ ‪ /‬ﺃﴎﺍﺭ ﺍﻟﺮﺣﻢ‪٨٩ ...............................................................................‬‬
‫‪٨‬‬
İÇİNDEKİLER

İcindekiler ............................................................................................ 8
Giriş .................................................................................................... 10
Müellifin Önsözü ............................................................................... 17
Birinci Hadîs / Tahâretin Sırları .........................................................20
İkinci Hadîs / Yokuşta Tekbîr, İnişte Tesbîhin Sırrı .......................... 36
Üçüncü Hadîs / Her Sûretin Bir Rûhu Vardır ................................... 37
Dördüncü Hadîs / Harflerin Ruhları ................................................. 39
Beşinci Hadîs / Tevbe Sırrı, Güneşin Batıdan
Doğmasının Anlamı ............................................................................ 42
Altıncı Hadîs / Âlemlerin Sûret ve Mânâları ..................................... 44
Yedinci Hadîs / Seher Vakti Görülen Rüyâ ........................................ 45
Sekizinci Hadîs / Duâdan Sonra Yüzü Meshetmek ........................... 46
Dokuzuncu Hadîs / Cibillî/Fıtrî Kötü Sıfatlar ................................... 48
Onuncu Hadîs / İnsanoğlunun Dünyâlık Nafakası ............................ 50
On Birinci Hadîs / Göklerle Yer Arasındaki Mesâfe ......................... 51
On İkinci Hadîs / Peygamberlerin Yüksek Derecesi ......................... 53
On Üçüncü Hadîs / Abdest, Namaz, Sabır
ve Sadakanın Sırları ............................................................................ 55
On Dördüncü Hadîs / İnsanın Terkibi: Tabîat,
Nefs ve Ruh ........................................................................................ 64
On Beşinci Hadîs / İnsanda Sağ ve Solun Anlam ve Sırrı ................. 66
On Altıncı Hadîs Ribâ / Fâizin Haram Oluş Sırrı ..............................69
On Yedinci Hadîs / İsm-i A`zam ....................................................... 72
On Sekizinci Hadîs / Kazâ ve Kader’in Gerçekleşmesinde
Duânın Tesiri ....................................................................................... 84
On Dokuzuncu Hadîs / Zinânın Haram Oluşunun
ve Şer’î Hadlerin Sırrı ........................................................................ 87
Yirminci Hadîs / Rahimin/Akrabalığın Sırları .................................. 89
8
‫ﻓﻬﺮﺱ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ‬

‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ ‪ /‬ﴎ ﲡﲆ ﺍﻟﺮﺏ ﻟﻠﻨﺒﻰ ﻭﺍﺧﺘﺼﺎﻡ ﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲇ‪٩٦ .........................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ ‪ /‬ﺗﻌﺒﲑ ﺭﺅﻳﺔ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﰱ ﺍﳌﻨﺎﻡ‪١٢٩ ..................................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ ‪ /‬ﺃﴎﺍﺭ ﺳﻮﺭﺗﻰ ﺍﻟﻜﺎﻓﺮﻳﻦ ﻭ ﺍﻹﺧﻼﺹ‪١٥٦ ..............................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺮﺍﺑﻊ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ ‪ /‬ﻣﻌﻨﻰ ﺍﻟﺜﻨﺎﺀ ﻭ ﺣﻘﻴﻘﺔ ﺍﻟﺬﻛﺮ‪١٥٩ ..............................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳋﺎﻣﺲ ﻭ ﺍﻟﻌﴩﻭﻥ ‪ /‬ﺍﺭﺗﺒﺎﻁ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺍﺕ ﺑﺎﳊﻖ ﻣﻦ ﺟﻬﺘﲔ‪١٦١ .............................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺩﺱ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ ‪ /‬ﴎ ﺍﻟﺘﻔﺎﺕ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﻷﺣﺪ ﺑﻜﻠﻴﺘﻪ‪١٦٦ ......................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ ‪ /‬ﴎ ﺍﻟﺰﻣﺎﻥ ﻭ ﺍﻟﱪﻭﺝ ﺍﻟﺴﺘﺔ‪١٦٧ ..............................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻣﻦ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ ‪ /‬ﴎ ﺃﻥ ﺍﷲ ﺧﻠﻖ ﺁﺩﻡ ﻋﲆ ﺻﻮﺭﺗﻪ‪١٦٩ .......................................‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺘﺎﺳﻊ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ ‪ /‬ﺇﻥ ﺍﷲ ﰱ ﺃﻳﺎﻡ ﺩﻫﺮﻛﻢ ﻧﻔﺨﺎﺕ‪١٧٢ .........................................‬‬
‫ﻓﻬﺮﺳﺖ ﺍﺻﻄﻼﺣﺎﺕ ﺍﻟﺼﻮﻓﻴﺔ ‪١٧٥................................................................................‬‬

‫‪٩‬‬
İÇİNDEKİLER

Yirmi Birinci Hadîs / Peygamberimiz’e Rabb


Tecellîsi ve Mele-i A’lâ Çekişmesinin Sırrı ....................................... 96
Yirmi İkinci Hadîs / Peygamberimiz’i Rüyâda
Görmenin Yorumu .............................................................................129
Yirmi Üçüncü Hadîs / Kâfirûn ve İhlâs Sûrelerinin Sırları ............ 156
Yirmi Dördüncü Hadîs / Senânın Mânâsı ve Zikrin Hakîkati ....... 159
Yirmi Beşinci Hadîs / Varlıkların İki Cihetten
Hakk İle İrtibâtı ................................................................................. 161
Yirmi Altıncı Hadîs / Peygamberimiz’in Bütünüyle
Yöneliş Sırrı ...................................................................................... 166
Yirmi Yedinci Hadîs / Zaman ve Altı Burcun Sırrı ......................... 167
Yirmi Sekizinci Hadîs / Âdem’in Hakk Sûretinde
Yaratılma Sırrı ................................................................................... 169
Yirmi Dokuzuncu Hadîs / Dünyâda Allah’ın
Rahmet Nefhaları .............................................................................. 172
İndex ................................................................................................. 175

9
‫ﺍﻟﺘﻤﻬﻴﺪ‬
‫ﺃ‪ .‬ﺩ‪ .‬ﺣﺴﻦ ﻛﺎﻣﻞ ﻳﻴﻠﲈﺯ‬
‫ﺣﻴﺎﺓ ﺍﳌﺆﻟﻒ ﺻﺪﺭ ﺍﻟﺪﻳﻦ ﺍﻟﻘﻨﻮﻱ‬
‫ﺻﺪﺭ ﺍﻟﺪﻳﻦ ﺍﻟﻘﻨﻮ￯ ﻛﺎﻥ ﻣﻦ ﺗﻼﻣﺬﺓ ﺍﺑﻦ ﻋﺮﺑﻰ ﻗﺪﺱ ﺍﷲ ﴎﳘﺎ‬
‫ﻫﻮ ﻧﺎﴍ ﹰﺍ ﻷﻓﻜﺎﺭﻩ‪ ،‬ﻭﺷﺎﺭﺣ ﹰﺎ ﻵﺭﺍﺋﻪ ﻭﺁﺛﺎﺭﻩ‪ .‬ﻓﻬﻮ ﲠﺬﺍ ﺍﻻﻋﺘﺒﺎﺭ ﰱ ﻣﻜﺎﻥ‬
‫ﻋﺎﻝ ﻣﻬﻢ ﻣﻦ ﺗﺎﺭﳜﻨﺎ ﺍﻟﻔﻜﺮ￯ ﻭﺍﻟﺘﺼﻮﰱ‪ .‬ﻭﺍﻷﺑﺤﺎﺙ ﺍﳌﺘﻌﻠﻘﺔ ﺑﺤﻴﺎﺗﻪ‬
‫ﳏﺪﻭﺩﺓ ﻭﺿﺌﻴﻠﺔ ﺟﺪ ﹰﺍ ﰱ ﺍﳌﺼﺎﺩﺭ‪ .‬ﻟﻜﻦ ﺍﻟﺒﺎﺣﺜﺎﻥ ﺍﻟﱰﻛﻴﺎﻥ ﻋﺜﲈﻥ ﺃﺭﻛﲔ‬
‫ﺍﻟﺬ￯ ﺃﺟﺮ￯ ﺍﻟﺒﺤﺚ ﻋﻦ ﻛﺘﺐ ﺍﻟﻘﻨﻮ￯‪ .‬ﻭﳖﺎﺩ ﻛﻜﻠﻴﻚ ﺍﻟﺬ￯ ﺃﺟﺮ￯‬
‫ﺗﺪﻗﻴﻘﺎﺕ ﺣﻮﻝ ﺃﻓﻜﺎﺭﻩ ﺍﻟﻔﻠﺴﻔﻲ‪ ،‬ﺍﺳﺘﻄﺎﻋﺎ ﺃﻥ ﳜﻄﺎ ﺣﻮﻝ ﺍﳊﻴﺎﺓ ﺍﻟﻘﻨﻮ￯‬
‫ﺧﻄ ﹰﺎ ﳛﻴﻂ ﺑﱰﲨﺔ ﺣﺴﺐ ﻣﺎ ﺍﺳﺘﻔﺎﺩﺍ ﻣﻦ ﺍﳌﻌﻠﻮﻣﺎﺕ ﺍﳌﺘﻔﺮﻗﺔ ﰱ ﺷﺘﻰ‬
‫‪١‬‬
‫ﺍﻟﻜﺘﺐ ﻣﻦ ﺣﻴﺎﺗﻪ ﻭ ﺃﺧﲑﺍ ﻋﻤﻞ ﺩﻛﱰﺍ ﺃﻛﺮﻡ ﺩﻣﺮﱄ ﰲ ﻫﺬﺍ ﺍﳌﻮﺿﻮﻉ‪.‬‬
‫ﻭﻧﺤﻦ ﻻ ﻧﺰﻳﺪ ﻋﲆ ﺫﻟﻚ ﻛﺜﲑ ﹰﺍ ﻣﻦ ﺍﻟﻔﻮﺍﺋﺪ ﺍﳌﻨﺒﺜﻘﺔ ﻣﻦ ﺍﻟﺒﺤﻮﺙ‪ .‬ﻭﻟﻜﻨﻨﺎ‬
‫ﻧﺮﻳﺪ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺃﻥ ﻧﺒﲔ ﻣﻘﺪﺍﺭ ﹰﺍ ﻣﻦ ﺣﻴﺎﺗﻪ ﺑﻌﺒﺎﺭﺍﺕ ﳐﺘﴫﺓ‪.‬‬
‫ﺍﺳﻤﻪ ﻭﻟﻘﺒﻪ ﻭﻧﺴﺒﻪ‬
‫ﻫﻮ ﳏﻤﺪ ﺍﺳ ﹰﲈ‪ ،‬ﻭﺻﺪﺭ ﺍﻟﺪﻳﻦ ﻟﻘﺒ ﹰﺎ‪ ،‬ﻭﺃﺑﻮ ﺍﳌﻌﺎﱃ ﻛﻨﻴﺔ‪ ،‬ﺍﺑﻦ ﺍﺳﺤﻖ‬
‫ﺑﻦ ﳏﻤﺪ ﺑﻦ ﻳﻮﺳﻒ ﺑﻦ ﻋﲇ‪ ،‬ﺍﻟﺸﻬﲑ ﺑﺎﻟﻘﻨﻮ￯‪.‬‬
‫ﻼ ﻣﻌﺘﱪ ﹰﺍ ﺫﺍ ﻣﻜﺎﻧﺔ‪ ،‬ﺣﺘﻰ ﺗﺸﲑ ﺑﻌﺾ‬ ‫ﻭﻛﺎﻥ ﺃﺑﻮﻩ ﺍﺳﺤﻖ ﺭﺟ ﹰ‬
‫ﺍﳌﺼﺎﺩﺭ ﺇﱃ ﺃﻧﻪ ﻛﺎﻥ ﻳﺪﻋﻰ ﺑﺎﻟﺴﻠﻄﺎﻥ ﺑﲔ ﺍﻟﺴﻼﺟﻘﺔ ﺍﻟﺬﻳﻦ ﻛﺎﻧﻮﺍ‬
‫ﻳﻘﻴﻤﻮﻥ ﺑﺄﻧﺎﺿﻮﻝ‪ .‬ﻭﻻﻧﻘﻄﻊ ﺍﻟﻘﻮﻝ ﺑﺄﻧﻪ ﻛﺎﻥ ﻣﻦ ﺃﴍﺍﻑ ﺍﻟﺴﻼﺟﻘﺔ‬
‫ﻧﺴﺒ ﹰﺎ ﻭﻟﻜﻨﻨﺎ ﻧﺴﺘﻄﻴﻊ ﺃﻥ ﻧﻘﻮﻝ ﺑﻜﻞ ﴏﺍﺣﺔ‪ :‬ﺇﻧﻪ ﻛﺎﻥ ﺫﺍ ﺛﺮﻭﺓ ﻛﺒﲑﺓ‬
‫ﻭﴍﻑ ﻭﻗﻴﻤﺔ ﻭﺍﻋﺘﺒﺎﺭ ﺑﻴﻨﻬﻢ‪ .‬ﻭﻛﺬﻟﻚ ﻧﺸﺄ ﺍﺑﻨﻪ ﺻﺪﺭ ﺍﻟﺪﻳﻦ ﰱ ﺃﴎﺓ‬
‫ﻏﻨﻴﺔ ﺗﺒﺪﻭ ﻋﻠﻴﻪ ﺁﺛﺎﺭ ﺍﻟﺮﻓﺎﻩ‪ ،‬ﻭﻧﻀﺎﺭﺓ ﺍﻟﻌﻴﺶ ﺍﳍﺎﻧﺊ‪.‬‬
‫‪١٠‬‬
GİRİŞ

Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ

KONEVÎ’NİN HAYATI

Sadreddîn Konevî, İbn Arabî’nin talebesi, fikirlerinin yayıcısı


ve eserlerinin şârihi olması sebebiyle tasavvuf ve tefekkür tarihimiz-
de önemli bir yer işgal eder. Kaynaklarda hayatı ile ilgili bilgiler son
derece sınırlıdır. Konevî’nin eserleri ile ilgili bir çalışma yapan Osman
Ergin ve onun felsefî görüşlerini inceleyen Nihat Keklik, hayatına dâir
kaynakların verdiği bilgileri değerlendirerek bir biyografi çizmeye ça-
lışmışlardır. Bu konuda son olarak Ekrem Demirli tarafından yapılan
bir doktora çalışması bulunmaktadır.1 Biz mevcûd kaynaklardan onun
hayatını kısa çizgilerle takdim etmeye çalışacağız.

Konevî’nin Tam Adı

Sadreddîn Ebu’l-meâlî Muhammed b. İshak b. Muhammed b.


Yûsuf b. Ali el-Konevî’dir.

Konevî’nin babası İshak, Anadolu Selçukluları nezdinde itibarlı


ve yüksek mevki sahibi bir zât olduğundan bazı rivâyetlerde kendisin-
den “Sultan” diye bahsedilir. Onun bir Selçuklu beyi olduğu kesin ol-
mamakla birlikte, büyük bir servete mâlik olduğu ve itibarlı bir kimse
bulunduğu kesindir. Nitekim oğlu Sadreddîn’in son derece müreffeh
geçen çocukluk yılları bunu gösterir.
10
‫ﺍﻟﺘﻤﻬﻴﺪ‬

‫ﻣﻮﻟﺪﻩ‬
‫ﻭﻟﺪ ﺍﻟﻘﻨﻮ￯ ﰱ ﳏﺎﻓﻈﺔ ﻣﻼﻃﻴﺔ ﰱ ﺃﻧﺎﺿﻮﻝ ﺳﻨﺔ ‪٦٠٦‬ﻫـ )‪١٢٠٩‬ﻡ(‪،‬‬
‫ﻭﻗﺪ ﺗﻮﰱ ﺃﺑﻮﻩ ﻋﲆ ﺃﻏﻠﺐ ﺍﻻﺣﺘﲈﻝ ﺳﻨﺔ ‪٦١٥‬ﻫـ )‪١٢١٨‬ﻡ(‪ .‬ﻭﻫﻮ ﻛﺎﻥ‬
‫ﺁﻧﺬﺍﻙ ﺻﻐﲑ ﺍﻟﺴﻦ‪ ،‬ﻧﺎﻋﻢ ﺍﻟﺒﺪﻥ ﺭﻃﺐ ﺍﳉﺴﺪ‪ .‬ﻓﻈﻞ ﻳﺘﻴ ﹰﲈ ﻭﺃﻣﻪ ﺛﻴﺒﺔ‪.‬‬
‫ﺛﻢ ﺗﺰﻭﺟﺖ ﺃﻣﻪ ﺑﺄﺳﺘﺎﺫﻩ ﺍﺑﻦ ﺍﻟﻌﺮﺑﻰ ﻋﲆ ﻣﺎ ﻳﺮﻭ￯‪ .‬ﻭﻛﺎﻧﺖ ﻣﻨﺎﺳﺒﺘﻪ‬
‫ﺍﻟﻘﻮﻳﺔ ﺑﺄﺳﺘﺎﺫﻩ ﺗﺆﻳﺪ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﺮﻭﺍﻳﺔ‪.‬‬
‫ﺗﺮﺑﻰ ﺍﻟﻘﻨﻮ￯ ﻣﺴﺘﻔﻴﺪ ﹰﺍ ﻣﻦ ﻧﻌﻢ ﺃﴎﺓ ﺛﺮﻳﺔ‪ ،‬ﺗﺮﺑﻴﺔ ﻋﺎﻟﻴﺔ ﻋﻠﻤﻴﺔ ﻭﺃﺩﺑﻴﺔ‬
‫ﻭﻋﻤﻠﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺃﻏﻠﺐ ﺍﻟﻈﻦ ﺃﻧﻪ ﺃﺧﺬ ﺗﻌﻠﻴﻤﻪ ﻭﺗﺮﺑﻴﺘﻪ ﻣﻦ ﺃﺳﺘﺎﺫﻩ ﺍﺑﻦ ﺍﻟﻌﺮﺑﻰ‬
‫ﻓﻘﻂ‪ .‬ﻷﻧﻨﺎ ﱂ ﻧﻘﻒ ﺑﻌﺪ ﻋﲆ ﺃﻧﻪ ﺍﺳﺘﻔﺎﺩ ﺑﻐﲑﻩ‪ .‬ﻭﻻ ﻧﻌﺮﻑ ﺍﻟﺘﺤﺎﻗﻪ‬
‫ﺑﺄﺳﺘﺎﺫﻩ ﺍﺑﻦ ﺍﻟﻌﺮﺑﻰ ﻭﻟﻜﻦ ﺇﻗﺎﻣﺔ ﺍﻟﺸﻴﺦ ﺍﺑﻦ ﺍﻟﻌﺮﺑﻰ ﺑﻤﻼﻃﻴﺔ ﻛﺎﻥ ﰱ‬
‫ﺳﻨﺔ ‪٦١٨‬ﻫـ)‪١٢٢١‬ﻡ(‪.‬‬
‫ﻓﻜﺎﻥ ﻋﻤﺮ ﺍﻟﻘﻨﻮ￯ ﻳﱰﺍﻭﺡ ﺑﲔ ﺍﳊﺎﺩﻳﺔ ﺃﻭ ﺍﻟﺜﺎﻧﻴﺔ ﻋﴩﺓ‪ ،‬ﺣﻴﻨﲈ‬
‫ﺗﺘﻠﻤﺬ ﻋﻠﻴﻪ‪ .‬ﻭﺫﻫﺐ ﺑﻌﺪﻩ ﺑﻞ ﻣﻌﻪ ﺇﱃ ﺩﻣﺸﻖ‪ .‬ﻭﱂ ﻳﻔﺎﺭﻗﻪ ﺇﱃ ﺃﻥ ﺗﻮﰱ‬
‫ﺍﻷﺳﺘﺎﺫ ﺭﲪﻪ ﺍﷲ‪ .‬ﻓﺠﺎﻝ ﻣﻊ ﺷﻴﺨﻪ ﺑﲔ ﻣﺪﻥ ﻫﺎﻣﺔ ﻛﺪﻣﺸﻖ ﻭﺣﻠﺐ‪،‬‬
‫ﻭﺍﺷﺘﻐﻞ ﺑﺎﻟﻌﻠﻮﻡ ﰱ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﺒﻼﺩ ﺗﻌﻠ ﹰﲈ ﻭﺗﻌﻠﻴ ﹰﲈ‪ ،‬ﺣﺘﻰ ﺃﻧﻪ ﺷﻜﻞ ﺣﻠﻘﺔ‬
‫ﺗﺪﺭﻳﺴﻴﺔ ﰱ ﺩﻣﺸﻖ ﻣﺪﺓ‪.‬‬
‫ﺗﻮﰱ ﺍﺑﻦ ﺍﻟﻌﺮﺑﻰ ﺳﻨﺔ ‪٦٣٨‬ﻫـ)‪١٢٤٠‬ﻡ( ﻓﻈﻞ ﺍﻟﻘﻨﻮ￯ ﺑﻌﺪﻩ ﰱ‬
‫ﺩﻣﺸﻖ ﻣﺪﺓ‪ .‬ﺛﻢ ﺍﻧﺘﻘﻞ ﺇﱃ ﺣﻠﺐ ﺳﻨﺔ ‪٦٤٠‬ﻫـ)‪١٢٤٢‬ﻡ(‪ .‬ﻭﻣﻨﻬﺎ ﺧﺮﺝ‬
‫ﻣﺴﺎﻓﺮ ﹶﺍ ﺇﱃ ﺍﳊﺠﺎﺯ ﻷﺩﺍﺀ ﻓﺮﻳﻀﺔ ﺍﳊﺞ‪ ،‬ﺛﻢ ﺫﻫﺐ ﺇﱃ ﻣﴫ‪ ،‬ﻭﻇﻞ ﻫﻨﺎﻙ‬
‫ﻣﺪﺓ ﻭﺭﺑﲈ ﺍﻟﺘﻘﻰ ﻓﻴﻬﺎ ﺑﻤﻌﺎﴏﻩ ﺍﻟﻔﻜﺮ￯ ﺍﺑﻦ ﺳﺒﻌﲔ‪ 2‬ﺍﻟﺬ￯ ﻛﺎﻥ ﻳﻘﻮﻝ‬
‫ﺑﻮﺣﺪﺓ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ‪.‬‬
‫ﻭﺑﻌﺪ ﻓﺮﺍﻏﻪ ﻣﻦ ﺃﺩﺍﺀ ﺍﳊﺞ ﻭﻋﻮﺩﺗﻪ ﻣﻦ ﻣﴫ ﺗﻮﻃﻦ ﰱ ﺑﻠﺪﺓ ﻗﻮﻧﻴﺔ‬
‫ﻻ ﺑﺘﺪﺭﻳﺲ ﻋﻠﻢ ﺍﳊﺪﻳﺚ‬ ‫ﺇﱃ ﺃﻥ ﺗﻮﰱ‪ .‬ﻭﻛﺎﻥ ﰱ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻔﱰﺓ ﻣﺸﻐﻮ ﹰ‬
‫‪١١‬‬
GİRIŞ

Doğumu

Konevî genellikle kabul edilen görüşe göre 606/1209 yılında


Malatya’da dünyâya geldi. Küçük yaşlarında (muhtemelen 615/1219
yıllarında) babasını kaybetti. Konevî yetim, annesi dul kaldı. Konevî’nin
annesinin, hocası İbn Arabî ile evlendiği şeklinde bir rivâyet var ise de,
bunun bir menkıbe olması ihtimali pek uzak değildir. İbn Arabî-Konevî
ilişkisi, baba-oğul münâsebeti kadar yakın ve sıcak olduğu içindir ki
böyle bir rivâyet ortaya çıkmış olmalıdır.

Konevî, zengin aile çevresinin sağladığı nimetlerden istifâde ile


iyi bir eğitim gördü. Onun İbn Arabî dışında ders okuduğu hocalarına
dâir bir bilgiye sahip değiliz. İbn Arabî ile ne zaman tanıştığı konu-
su, kesin olmamakla birlikte, hocasının Malatya’da bulunduğu (615-
617/1218-1221) yıllarda olmalıdır.

İbn Arabî’yi on-on bir yaşlarında iken memleketi Malatya’da tanı-


yan Konevî, onun arkasından, belki de onunla birlikte, Şam’a gitmiş ve
vefâtına kadar hocasının yanından ayrılmamıştır. Şeyhiyle Halep, Şam
gibi muhtelif şehirleri dolaşan Konevî’nin bir ara Şam’da ders halkası
teşkil ettiğini görüyoruz.

İbn Arabî’nin 638/1240 yılında vefâtından sonra Konevî, bir süre


daha Şam’da kalmış olmalıdır. 640/1242 yılında Haleb’e giden Konevî,
oradan hacc için Hicaz’a geçti. Bir ara Mısır’a gittiği ve bir süre kaldığı
bilinen Konevî, orada çağdaşı ve kendisi gibi vahdet-i vücûd inancına
bağlı İbn Seb’în2 (ö. 669/1270) ile görüşmüş olmalıdır.

Konevî, Hicaz ve Mısır dönüşü, Konya’ya yerleşti ve vefâtına


kadar orada yaşadı. Konya’daki hayatı sırasında hadîs okutan, vaaz ve
irşad meclisleri kuran Konevî, muâsırı Mevlânâ ile sık sık görüşürdü.
11
‫ﺍﻟﺘﻤﻬﻴﺪ‬

‫ﻭﺍﻟﻮﻋﻆ ﻭﺍﻹﺭﺷﺎﺩ‪ ،‬ﻛﲈ ﻫﻮ ﻋﺎﺩﺓ ﺍﻟﺴﺎﺩﺍﺕ ﰱ ﺃﻭﺍﺧﺮ ﺃﻋﲈﺭﻫﻢ‪ .‬ﻭﻛﺎﻥ‬


‫ﻳﱰﺩﺩ ﻛﺜﲑ ﹰﺍ ﺇﱃ ﻣﻌﺎﴏﻩ ﺍﳌﻔﻜﺮ ﺍﻹﺳﻼﻣﻰ ﺍﻟﺼﻮﰱ ﻣﻮﻻﻧﺎ ﺟﻼﻝ ﺍﻟﺪﻳﻦ‬
‫ﺍﻟﺮﻭﻣﻰ‪ .‬ﻭﻛﺎﻧﺖ ﺍﻟﺮﺍﺑﻄﺔ ﺑﲔ ﻫﺬﻳﻦ ﺍﻟﺮﺟﻠﲔ ﺍﻟﻜﺎﻣﻠﲔ ﻗﺪ ﺑﻠﻐﺖ ﺍﳊﺪ‬
‫ﺍﻷﻗﴡ ﻣﻦ ﺍﻟﻘﺮﺏ ﻭﺍﻟﻘﻮﺓ‪ ،‬ﺣﺘﻰ ﻛﺎﻥ ﻛﻞ ﻭﺍﺣﺪ ﻣﻨﻬﲈ ﻳﻌﺘﻘﺪ ﰱ ﺍﻵﺧﺮ‬
‫ﺍﻟﺼﻼﺡ ﺍﻟﻨﻬﺎﺋﻰ ﰱ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻌﴫ‪ .‬ﻭﻫﺬﺍ ﺍﻟﺬ￯ ﺟﻌﻞ ﻣﻮﻻﻧﺎ ﻳﻮﴅ ﺑﺄﻥ‬
‫ﻳﺼﲆ ﺍﻟﻘﻨﻮ￯ ﻋﲆ ﺟﻨﺎﺯﺗﻪ ﺑﻌﺪ ﻭﻓﺎﺗﻪ ﻣﻦ ﺑﲔ ﲨﻬﻮﺭ ﻋﻠﲈﺀ ﻗﻮﻧﻴﺔ‪.‬‬
‫ﻭﻛﺎﻥ ﺃﺛﻨﺎﺀ ﺇﻗﺎﻣﺘﻪ ﻫﺬﻩ ﺑﻘﻮﻧﻴﺔ ﺍﺳﺘﻮﱃ ﺍﳌﻐﻮﻝ ﻋﲆ ﴍﻕ ﺍﻟﻌﺎﱂ‬
‫ﺍﻹﺳﻼﻣﻰ‪ .‬ﻓﺄﺣﺪﺙ ﻓﻴﻪ ﻓﺘﻨﺔ ﻭﻓﺴﺎﺩ ﹰﺍ ﻣﻦ ﺳﻔﻚ ﺍﻟﺪﻣﺎﺀ ﻭﻫﺘﻚ‬
‫ﺍﻷﻋﺮﺍﺽ ﻭﺍﻟﻠﻌﺐ ﺑﻤﺸﺎﻋﺮ ﺍﻹﺳﻼﻡ ﻭﻫﺪﻡ ﻣﺸﺎﻫﺪ ﺍﻷﻭﻟﻴﺎﺀ‪ ،‬ﻭﲣﻠﻴﺔ‬
‫ﺍﳉﻮﺍﻣﻊ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﺒﺎﺩ ﺇﱃ ﻏﲑ ﺫﻟﻚ‪ .‬ﻛﲈ ﺃﺷﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ ﺍﻟﻘﻨﻮ￯ ﰱ ﴍﺡ‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻳﻦ ﻣﻦ ﺍﻷﺭﺑﻌﲔ ﺭﲪﻪ ﺍﷲ ﺗﻌﺎﱃ ﻭﰱ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻔﱰﺓ‬
‫ﺭﺃ￯ ﺍﻟﻘﻨﻮ￯ ﰱ ﺍﳌﻨﺎﻡ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ ﻣﻜﻔﻨ ﹰﺎ ﻋﲆ ﻧﻌﺶ‪ ،‬ﻭﻋﱪﻩ ﺑﺄﻥ ﻫﻮﻻﻛﻮ‬
‫ﺩﺧﻞ ﺑﻐﺪﺍﺩ ﺩﺍﺭ ﺍﳋﻼﻓﺔ ﺍﻹﺳﻼﻣﻴﺔ ﻭﻣﺮﻛﺰ ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ ﻭﻣﻮﻃﻦ ﺍﻟﻌﻠﲈﺀ‬
‫ﻭﺍﻷﻭﻟﻴﺎﺀ‪ .‬ﻓﻜﺎﻥ ﺍﻷﻣﺮ ﻫﻜﺬﺍ ﺣﻴﺚ ﺩﺧﻞ ﻫﻮﻻﻛﻮ ﺑﻐﺪﺍﺩ ﺑﺠﻴﻮﺷﻪ‬
‫ﺍﳍﺪﺍﻣﺔ ﰱ ﺗﻠﻚ ﺍﻟﻠﻴﻠﺔ‪.‬‬
‫ﻭﻓﺎﺗﻪ‬
‫ﻭﻛﺎﻥ ﻭﻓﺎﺗﻪ ﺭﲪﻪ ﺍﷲ ﺳﻨﺔ ‪٦٧٣‬ﻫـ)‪١٢٧٤‬ﻡ( ﺑﻌﺪ ﻭﻓﺎﺓ ﻣﻮﻻﻧﺎ‬
‫ﻗﺪﺱ ﺍﷲ ﴎﻩ ﺑﻘﻠﻴﻞ‪ .‬ﻭﻛﺎﻥ ﻗﺪ ﺃﻭﴅ ﺑﺄﻥ ﻳﺪﻓﻦ ﰱ ﺍﳊﺎﺭﺓ ﺍﻟﺼﺎﳊﻴﺔ‬
‫ﺑﺠﻨﺐ ﺃﺳﺘﺎﺫﻩ ﰱ ﺩﻣﺸﻖ ﺇﻻ ﺃﻥ ﺫﻟﻚ ﱂ ﻳﺘﻴﴪ‪ .‬ﻓﺪﻓﻦ ﺃﻣﺎﻡ ﺍﳉﺎﻣﻊ‬
‫ﺍﳌﺴﻤﻰ ﺑﺎﺳﻤﻪ ﰱ ﺑﻠﺪﺓ ﻗﻮﻧﻴﺔ‪.‬‬

‫‪١٢‬‬
GİRIŞ

Aralarında samimi bir dostluk bulunduğu rivâyet edilen bu iki mânâ


erinden Mevlânâ’nın, cenaze namazı için Konevî’ye vasiyet etmesi, bu
rivâyeti doğrulamaktadır.
Konevî’nin yaşadığı devir, Moğol fırtınasının İslâm dünyâsının
her tarafını kasıp kavurduğu bir dönemdir. Nitekim o, Şerh Hadîs
Erbaîn’de 22. hadîsinin şerhinde Moğolların Bağdad’ı işgal ettikleri yıl
(656/1258) «Hz. Peygamber’i kefene sarılmış bir hâlde» rüyâda görür
ve bunu Moğolların Bağdad’ı işgal ettikleri anlamında yorumlar. Ger-
çekten daha sonra gelen haberler, o rüyânın görüldüğü gecenin sabahın-
da Bağdad’ın düştüğü istikâmetindedir.
Vefâtı
Tasavvufî tefekkürün mühim simalarından biri olan Konevî,
Mevlânâ’dan kısa bir süre sonra 673/1274 yılında vefât ederek Konya’da
kendi adını taşıyan câmiin avlusuna defnedildi. Vasiyetnâmesinde her
ne kadar şeyhi İbn Arabî’nin yanına defnedilmesini istemişse de, bu
mümkün olmamıştır.

12
‫ﺍﻟﺘﻤﻬﻴﺪ‬

‫*‪١‬‬
‫ﻛﺘﺎﺏ ﴍﺡ ﺍﻷﺭﺑﻌﲔ ﺣﺪﻳﺜ ﹰﺎ‬
‫ﻟﻘﺪ ﺍﺷﺘﻐﻞ ﺍﻟﻘﻨﻮ￯ ﻣﺪﺓ ﻃﻮﻳﻠﺔ ﺑﻌﻠﻢ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻭﺗﺪﺭﻳﺴﻪ‪ .‬ﻭﺣﺼﻞ‬
‫ﻋﲆ ﻣﻌﻠﻮﻣﺎﺕ ﺟﻠﻴﻠﺔ ﻣﻨﻪ‪ .‬ﻭﲨﻊ ﺃﺑﺤﺎﺛ ﹰﺎ ﻭﺁﺭﺍﺀ ﻋﺪﻳﺪﺓ ﺣﻮﻟﻪ‪ .‬ﻓﺎﻧﺪﻓﻊ‬
‫ﺇﱃ ﺗﺄﻟﻴﻒ ﻣﺜﻞ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﴩﺡ ﺍﻟﻠﻄﻴﻒ ﺍﻟﺬ￯ ﺃﻟﻔﻪ ﺑﻌﺪ ﲨﻴﻊ ﻣﺎ ﻛﺘﺒﻪ‪ ،‬ﰱ‬
‫ﺳﻨﺔ ‪٦٥٦‬ﻫـ )‪١٢٥٨‬ﻡ(‬
‫ﻭﺫﻟﻚ ﺑﻌﺪ ﺃﻥ ﺃﻟﺢ ﻋﻠﻴﻪ ﺗﻼﻣﺬﺗﻪ ﻭﺃﺻﺪﻗﺎﺅﻩ ﺣﻴﺚ ﻗﺎﻝ‪» :‬ﺇﻥ ﻫﺬﺍ‬
‫ﺍﻹﳊﺎﺡ ﻭﺍﻟﺬ￯ ﺳﺎﻗﻨﻰ ﺇﱃ ﺗﺄﻟﻴﻒ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﴩﺡ ﺍﻟﻠﻄﻴﻒ«‪.‬‬
‫ﻭﻟﻠﻘﻨﻮ￯ ﻛﺘﺎﺑﺎﻥ ﻣﺴﻤﻴﺎﻥ ﺑﺎﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﺭﺑﻌﲔ‪ .‬ﺃﺣﺪﳘﺎ ﳐﻄﻮﻁ‬
‫ﻭﺍﻵﺧﺮ ﻣﻄﺒﻮﻉ‪ .‬ﻭﻛﺎﻥ ﻳﻈﻦ ﺃﳖﲈ ﻛﺘﺎﺏ ﻭﺍﺣﺪ‪ .‬ﻭﻟﻜﻦ ﻋﻨﺪ ﻣﻘﺎﺭﻧﺘﻬﲈ‬
‫‪3‬‬
‫ﻼ ﻣﻨﻬﲈ ﻛﺘﺎﺏ ﻣﺴﺘﻘﻞ ﳐﺎﻟﻒ ﻟﻶﺧﺮ‪.‬‬‫ﺗﺒﲔ ﺃﻥ ﻛ ﹰ‬
‫ﻭﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻃﺒﻌﺖ‪ 4‬ﻋﲆ ﻧﻔﻘﺔ ﺣﺴﲔ ﻋﲆ ﰱ ﻣﴫ ﺳﻨﺔ‬
‫‪١٣٢٤‬ﻫـ ﺑﻌﺪ ﺇﺟﺮﺍﺀ ﺍﻟﺒﺤﻮﺙ‪ ،‬ﱂ ﻧﺠﺪﻫﺎ ﰱ ﻣﻜﺘﺒﺎﺕ ﺍﺳﺘﺎﻧﺒﻮﻝ ﺇﻻ‬
‫ﺍﻟﺘﻰ ﰱ ﻣﻜﺘﺒﺔ ﺷﻬﻴﺪ ﻋﲆ ﺑﺎﺷﺎ ﻣﻦ ﻣﻜﺘﺒﺔ ﺳﻠﻴﲈﻧﻴﺔ ﲢﺖ ﺭﻗﻢ ‪) ٥٤٠‬ﺑﲔ‬
‫ﺍﻟﻮﺭﻗﺎﺕ ‪١٠١‬ـ ‪ ١٠٩‬ﻣﻦ ﺍﳌﺨﻄﻮﻃﺔ(‪ ،‬ﻭﺍﻟﺘﻰ ﰱ ﻣﻜﺘﺒﺔ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﻳﺔ ﺑﻘﺴﻢ‬
‫ﺍﻟﺘﺼﻮﻑ ﲢﺖ ﺭﻗﻢ ‪ ٦٨٢٤‬ﳘﺎ ﻧﻔﺲ ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺍﳌﻄﺒﻮﻋﺔ ﺣﺮﻓﻴ ﹰﺎ‪ .‬ﻛﲈ ﻳﺮ￯‬
‫ﳏﻤﺪ ﺭﻳﺎﺽ ﺍﳌﺎﻟﺢ ﰱ ﺗﺄﻟﻴﻔﻪ ﺍﳌﻌﻨﻮﻥ ﺑﻔﻬﺮﺳﺖ ﳐﻄﻮﻃﺎﺕ ﺩﺍﺭ ﺍﻟﻜﺘﺐ‬
‫ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﻳﺔ )ﺩﻣﺸﻖ ‪ :(١٣٩٨‬ﺑﺄﻥ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺍﳌﺨﻄﻮﻃﺔ ﺍﳌﻨﺴﻮﺑﺔ ﺇﱃ‬
‫ﺍﻟﻘﻨﻮ￯ ﻧﻔﺲ ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺍﳌﻄﺒﻮﻋﺔ ﻟﺘﻮﺍﻓﻘﻬﲈ ﰱ ﲨﻴﻊ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ‪.‬‬
‫ﻭﻛﺎﻧﺖ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺓ ﰱ ﺍﻟﻨﺴﺦ ﺍﳌﺨﻄﻮﻃﺔ ﰱ ﻣﻜﺘﺒﺎﺕ‬
‫ﺍﺳﺘﺎﻧﺒﻮﻝ ﺗﱰﺍﻭﺡ ﺑﲔ ‪ ٢٤‬ﻭ ‪ ٢٩‬ﺣﺪﻳﺜ ﹰﺎ‪ .‬ﻭﺗﻮﺍﻓﻖ ﺍﳌﻄﺒﻮﻉ ﺇﻻ ﰱ ﺣﺪﻳﺚ‬
‫* ﻟﻴﻨﻈﺮ ﺍﻟﻘﺎﺭﺉ ﻟﻜﺘﺐ ﺍﻟﻘﻨﻮ￯ ﺍﻷﺧﺮ￯ ﻟﻌﻤﲆ ﳖﺎﺩ ﻛﻜﻠﻴﻚ ﻭ ﺃﻛﺮﻡ ﺩﻣﲑﱃ‬
‫‪١٣‬‬
GİRIŞ

KONEVÎ’NİN ŞERH HADÎS ERBAÎN’İ*

Konevî, uzun yıllar hadîs ilmiyle ve tedrisiyle meşgul olması sebe-


biyle, kendisinde meydana gelen birikimin tabiî bir sonucu olarak böyle
bir eser yazmaya meyletmiş olmalıdır. Şerh Hadîs Erbaîn, onun son
dönemlerinde 656/1258’den sonra yazdığı bir eseridir. Talebelerinin ve
dostlarının kendisinden bir hadîs mecmuası ve şerhi yazmasını istediği-
ni belirten Konevî, eserini bu talepler üzerine yazdığını anlatmaktadır.
Konevî’ye nisbet edilen, biri matbû, diğeri yazma iki Hadîs Erbaîn
vardır. Matbû nüsha ile yazma nüshaların mukâbelesinden, yazmalarla
matbû nüshanın ayrı ayrı kitaplar olduğu ortaya çıkmaktadır.3
Mısır’da 1324 yılında, Hüseyin Ali tarafından tab’ ettirilen4 mat-
bu nüshanın İstanbul kütüphanelerinde bir tek yazmasını bulduk, onda
da müellif adı bulunmamaktadır. Süleymaniye-Şehid Ali Paşa 540/3 (vr.
101b-109b)’de bulunan bu nüsha, matbû nüshaların aynıdır. Matbû nüsha-
nın bir yazması, Şam-Zâhiriye kütüphânesi, Tasavvuf 6824 numaradadır.
Muhammed Riyaz el-Mâlih’in neşrettiği Fihris mahtûtat dâri’l-kütüb ez-
Zâhiriyye (Dımaşk 1398/1978,1, 54-55) adlı fihristte verilen bilgilerden
bu nüshanın Konevî adına kayıtlı olduğu ve yapılan mukâbele sonucu
matbu nüsha ile aynı hadîsleri ihtivâ ettiği anlaşılmaktadır.

İstanbul Kütüphânelerinde bulunan yazma nüshalar genellikle 24


ilâ 29 arasında değişen hadîsler ihtivâ etmekte ve matbû nüshada yer
alan hadîslerden sâdece bir tanesi yazmalarda görülmektedir. Bunun

* Konevî`nin diğer eserleri için Nihat Keklik ve Ekrem Demirli`nin çalışmalarına başvu-
rulmalıdır.

13
‫ﺍﻟﺘﻤﻬﻴﺪ‬

‫ﻭﺍﺣﺪ‪ .‬ﺇﻧﻨﺎ ﺃﻣﺎﻡ ﺍﺣﺘﲈﻟﲔ‪ :‬ﺇﻣﺎ ﺃﻥ ﺍﳌﺆﻟﻒ ﺻﺪﺭ ﺍﻟﺪﻳﻦ ﺍﻟﻘﻨﻮ￯ ﺃﻟﻒ‬
‫ﻛﺘﺎﺑﲔ ﰱ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻭﻟﺬﻟﻚ ﻧﺴﺐ ﺇﻟﻴﻪ ﺍﳌﺨﻄﻮﻁ ﻭﺍﳌﻄﺒﻮﻉ‪ .‬ﻭﺃﻣﺎ ﺃﻥ‬
‫ﺍﳌﻄﺒﻮﻉ ﻃﺒﻊ ﻋﲆ ﺍﺳﻤﻪ ﺧﻄﺄ‪ ،‬ﻭﻧﺤﻦ ﻧﺮﺟﺢ ﺍﻻﺣﺘﲈﻝ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ‪ .‬ﻷﻥ‬
‫ﺍﻟﻨﺴﺦ ﺍﳌﺨﻄﻮﻃﺔ ﻻ ﺗﻮﺍﻓﻖ ﺍﳌﻄﺒﻮﻋﺔ ﺍﳌﻨﺴﻮﺑﺔ ﺇﻟﻴﻪ ﺇﻻ ﰱ ﻧﺴﺨﺔ ﻭﺍﺣﺪﺓ‪.‬‬
‫ﻭﺃﻣﺎ ﺍﻷﺧﺮ￯ ﻓﻼ ﻳﻮﺟﺪ ﻓﻴﻬﺎ ﺍﺳﻢ ﻣﺆﻟﻔﻬﺎ‪ .‬ﻓﻜﻴﻒ ﺗﺼﺢ ﺍﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﻟﻴﻪ‪.‬‬
‫ﻭﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺓ ﰱ ﺍﻟﻨﺴﺦ ﺍﳌﺨﻄﻮﻃﺔ ﺗﱰﺍﻭﺡ ﺑﲔ ‪ ٢٤‬ﻭ‬
‫‪ ٢٩‬ﺣﺪﻳﺜ ﹰﺎ ﻛﲈ ﺃﺳﻠﻔﻨﺎ‪ ،‬ﻭﻟﻴﺴﺖ ﻫﻨﺎﻙ ﻧﺴﺨﺔ ﻣﻨﻬﺎ ﲢﺘﻮ￯ ﻋﲆ ﺃﺭﺑﻌﲔ‬
‫ﺣﺪﻳﺜ ﹰﺎ‪ ،‬ﻓﺎﻟﺘﺴﻤﻴﺔ ﺑﺎﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﺭﺑﻌﲔ‪ ،‬ﺃﻣﺎ ﻷﻥ ﺍﳌﺆﻟﻒ ﻗﺼﺪ ﺃﻥ ﻳﻜﺘﺐ‬
‫ﺃﺭﺑﻌﲔ ﺣﺪﻳﺜ ﹰﺎ‪ ،‬ﻭﻟﻜﻦ ﱂ ﻳﺘﻴﴪ ﻟﻪ ﺍﻹﲤﺎﻡ‪ .‬ﻭﺃﻣﺎ ﺍﻟﺘﺴﻤﻴﺔ ﺑﺎﻷﺭﺑﻌﲔ ﻻ‬
‫ﺗﺴﺘﻠﺰﻡ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﺍﻟﺘﺄﻟﻴﻒ ﻣﺮﻛﺒ ﹰﺎ ﻣﻦ ﺃﺭﺑﻌﲔ ﺣﺪﻳﺜ ﹰﺎ‪ .‬ﺑﻞ ﻛﻞ ﻣﺎ ﺣﻮ￯‬
‫ﺃﺭﺑﻌﲔ ﺣﺪﻳﺜ ﹰﺎ ﻓﲈ ﲢﺘﻪ ﻭﻣﺎ ﻓﻮﻗﻪ ﻳﺴﻤﻰ ﲠﺬﺍ ﺍﺳﻢ ﻟﻠﺘﱪﻙ ﻛﲈ ﻗﺎﻝ ﺍﳌﺆﻟﻒ‬
‫ﰱ ﺍﳌﻘﺪﻣﺔ‪» :‬ﺇﻥ ﻣﻌﺎﺭﰱ ﻭﺃﺻﺪﻗﺎﺋﻰ ﺭﻏﺒﻮﺍ ﺇﱃ ﰱ ﺍﺳﺘﺨﺮﺍﺝ ﲨﻠﺔ ﻣﻦ‬
‫ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ«‪.‬‬
‫ﻭﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﺍﻟﺘﺴﻌﺔ ﻋﴩﺓ ﺍﳌﺠﻤﻮﻋﺔ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﺘﺄﻟﻴﻒ‪ ،‬ﻛﻠﻬﺎ‬
‫ﻣﻮﺟﻮﺩﺓ ﰱ ﺍﻟﻜﺘﺐ ﺍﳌﻌﺘﱪﺓ‪ ،‬ﺇﻻ ﺃﺣﺎﺩﻳﺚ ﺃﻭﺭﺩﻫﺎ ﺍﳌﺆﻟﻒ ﻓﻴﻬﺎ ﳌﺎ ﺛﺒﺖ‬
‫ﻋﻨﺪﻩ ﻣﻦ ﺻﺤﺘﻬﺎ‪ .‬ﻭﻫﻮ ﻋﺎﱂ ﺑﺎﳊﺪﻳﺚ ﺛﺒﺖ ﻭﺣﺠﺔ ﻓﻴﻪ‪.‬‬
‫ﻭﳖﺞ ﺍﻟﻘﻨﻮ￯ ﰱ ﴍﺡ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻣﻨﻬﺞ ﺃﺳﺘﺎﺫﻩ ﺍﺑﻦ ﺍﻟﻌﺮﺑﻰ ﰱ ﺍﻟﺘﻌﺒﲑ‬
‫ﻭﺍﻟﺘﻔﻜﲑ‪ .‬ﻓﴩﺡ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﻋﲆ ﺣﺴﺐ ﻣﺬﺍﻕ ﺗﺼﻮﰱ ﻋﺬﺏ ﺑﺂﺭﺍﺀ‬
‫ﺩﻗﻴﻘﺔ ﻣﻠﻬﻤﺔ ﺑﻌﻴﺪﺓ ﻋﻦ ﺇﺩﺭﺍﻙ ﻋﻠﲈﺀ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮ‪ .‬ﺣﺘﻰ ﺇﻥ ﺃﻓﻜﺎﺭﻩ ﺍﳊﺮﺓ‬
‫ﺍﻟﻐﺮﻳﺒﺔ ﰱ ﻣﻮﺿﻮﻉ ﻭﺣﺪﺓ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﺟﻌﻠﺘﻪ ﻣﻈﻬﺮ ﹰﺍ ﻟﻠﻤﻄﺎﻋﻦ ﻭﻣﻨﺎﻃ ﹰﺎ‬
‫ﻟﻠ ﱠﻠﻮﻡ ﻭﺍﻟﻨﻘﺪ‪.‬‬
‫‪١٤‬‬
GİRIŞ

anlamı şudur: Sadreddin Konevî, ya iki kırk hadîs şerhi kaleme almış-

tır, ya da bunlardan matbû olanı yanlışlıkla Konevî’ye isnâd edilmiştir.

Bizde gâlib olan görüş, ikincisidir. Çünkü az önce de belirttiğimiz gibi,

yazma nüshalar arasında matbu nüshayı tutan bir tek nüsha vardır, di-

ğerlerinde müellif adı bile bulunmamaktadır.

Yazma nüshalarda hadîslerin kırk değil de 24-29 civarında olması,

iki ihtimâli hatıra getirmektedir: Birincisi, hayatının son senelerinde bu

eseri kaleme alan müellif, tamamlamaya imkân bulamamıştır. İkincisi

eserin adının Hadîs Erbaîn olması, illâ kırk hadîsten oluşacağı anlamı-

na gelmez, kaldı ki Konevî, eserinin mukaddimesinde “Hadîslerden bir

demet” ibâresiyle buna ayrıca işâret etmiştir.

Konevî’nin en çok yirmi dokuz hadîsten oluşan bu mecmuasında

yer alan hadîslerin, üç tanesi hâriç, muteber hadîs kitaplarında bulunma-

sı, onun hadîs bilgisini ve bu ilimdeki yerini gösterir.

Konevî, hadîs şerhinde üstâdı İbn Arabî’nin yolunda yürüyerek

yepyeni bir ekol geliştirmiş, hadîsleri tasavvuf tefekkürünün en ince

görüşleriyle şerhetmiş, bu konuda yeni bir çığır açmıştır. Hatta onun

varlık konusundaki orijinal fikirleri, bazı âlimlerin dikkatini çekmiş ve

tenkidlerini mûcib olmuştur.


14
‫ﺍﻟﺘﻤﻬﻴﺪ‬

‫ﺇﻥ ﺻﺪﺭ ﺍﻟﺪﻳﻦ ﺍﻟﻘﻨﻮ￯ ﺭﲪﻪ ﺍﷲ ﻣﻊ ﺍﻫﺘﲈﻣﻪ ﺑﻈﺎﻫﺮ ﺍﻟﻌﺒﺎﺭﺓ ﻭﺍﺳﺘﻨﺎﺩﻩ‬


‫ﻻ ﻭﺁﻟﺔ ﰱ ﴍﺡ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﻛﺎﻥ‬ ‫ﻋﲆ ﺍﻟﻨﺺ ﻭﺍﺭﺗﺒﺎﻃﻪ ﺑﺎﻟﻘﻮﺍﻋﺪ ﺃﺻﻮ ﹰ‬
‫ﳜﻮﺽ ﰱ ﺑﺤﺮ ﺍﻟﺘﻔﻜﲑ‪ .‬ﻭﻳﺴﺘﺨﺮﺝ ﻣﻨﻪ ﺣﻠﻴﺔ ﺁﺭﺍﺀ ﺗﺴﺘﺤﺴﻨﻬﺎ ﺍﻟﻄﺒﺎﻉ‪،‬‬
‫ﻭﺗﺴﺘﻤﻴﻞ ﺇﻟﻴﻬﺎ ﺍﻟﻘﻠﻮﺏ ﻭﺗﺮﴇ ﲠﺎ ﻓﺤﻮﻝ ﺍﻟﻌﻘﻼﺀ‪.‬‬
‫ﺍﻟﻨﺴﺦ ﺍﻟﺘﻰ ﺍﻋﺘﻤﺪﻧﺎ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﰱ ﺍﻟﺘﺤﻘﻴﻖ‬
‫ﰱ ﻋﻤﻠﻨﺎ ﻫﺬﺍ ﻭﺟﺪﻧﺎ ﺃﺭﺑﻊ ﻧﺴﺦ ﳍﺬﺍ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ ﻣﻦ ﺑﲔ ﻋﺪﺓ ﻧﺴﺦ‬
‫ﻟﻪ‪ .‬ﻭﺍﻋﺘﻤﺪﻧ ﹰﺎ ﻋﲆ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﺭﺑﻊ ﻣﻨﻬﺎ‪ :‬ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺍﻟﻘﺪﻳﻤﺔ ﺍﳌﺆﺭﺧﺔ ‪٨٣٣‬ﻫـ‬
‫)‪١٤٢٩‬ﻡ(‪ .‬ﻭﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﺃﺧﺬﻧﺎ ﺃﺳﺎﺳ ﹰﺎ ﻟﻠﻨﴩ‪ .‬ﻣﻨﻬﺎ ﻛﺎﻧﺖ ﻣﺆﺭﺧﺔ‬
‫‪٨٣٥‬ﻫـ )‪١٤٣١‬ﻡ(‪ .‬ﻭﺍﻟﺬ￯ ﲪﻠﻨﺎ ﻋﲆ ﺃﺧﺬﻫﺎ ﺃﺳﺎﺳ ﹰﺎ ﻟﻠﻨﴩ ﺃﳖﺎ ﲢﺘﻮ￯‬
‫‪ ٢٩‬ﺣﺪﻳﺜ ﹰﺎ‪ .‬ﻭﺃﳖﺎ ﺃﻛﻤﻞ ﺍﻟﻨﺴﺦ ﻋﺒﺎﺭﺓ ﻭﺗﻘﺮﻳﺮ ﹰﺍ‪.‬‬
‫‪١‬ـ ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺓ ﰱ ﻣﻜﺘﺒﺔ ﺣﺠﻰ ﳏﻤﻮﺩ ﺃﻓﻨﺪ￯ ﲢﺖ ﺭﻗﻢ‬
‫‪ .٥٧٤‬ﻛﺎﻧﺖ ﺗﺴﻤﻰ ﺑﴩﺡ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﺭﺑﻌﲔ ﻭﻛﺎﻧﺖ ﻋﺒﺎﺭﺓ ﻋﻦ ‪٦٣‬‬
‫ﻭﺭﻗﺔ‪ .‬ﻭﻛﻞ ﺻﻔﺤﺔ ﻣﻜﺘﻮﺑﺔ ﻓﻴﻬﺎ ﲬﺴﺔ ﻋﴩ ﺳﻄﺮ ﹰﺍ ﻛﺘﺒﻪ ﳏﻤﺪ ﺑﻦ‬
‫ﳏﻤﺪ ﰱ ﺳﻨﺔ ‪٨٣٥‬ﻫـ )‪١٤٣١‬ﻡ(‪ .‬ﻫﺬﻩ ﻫﻰ ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺍﻷﺻﻠﻴﺔ ﻟﻠﻨﴩ‪.‬‬
‫ﻭﺍﳌﺮﻣﻮﺯﺓ ﺑـ»ﻡ«‪.‬‬
‫‪٢‬ـ ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺍﻷﻭﱃ ﻣﻦ ﻣﻜﺘﺒﺔ ﺷﻬﻴﺪ ﻋﲆ ﺑﺎﺷﺎ ﺑﺮﻗﻢ ‪.١٣٩٤‬‬
‫ﻭﺍﳌﺴﲈﺓ ﺑﺎﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﺭﺑﻌﲔ ﻛﺎﻧﺖ ﰱ ﺣﺠﻢ ﺻﻐﻲ ﺭ ﻭﻫﻰ ﺗﻘﻊ ﰱ‬
‫ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺑﲔ ﻭﺭﻗﺎﺕ ‪ ٤٧‬ﻭ‪ .٩١‬ﻭﰱ ﻛﻞ ﺻﻔﺤﺔ ‪ ٢٢‬ﺳﻄﺮ ﹰﺍ ﻛﺘﺒﺖ ﺳﻨﺔ‬
‫‪٨٣٣‬ﻫـ )‪١٤٢٩‬ﻡ( ﻭﻗﻮﺑﻠﺖ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺑﻨﺴﺨﺔ ﺃﺧﺮ￯ ﰱ ﻧﻔﺲ‬
‫ﺍﻟﻌﺎﻡ‪ .‬ﻭﺭﻣﺰﻧﺎ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺑـ»ﺵ«‪.‬‬
‫‪١٥‬‬
GİRIŞ

Konevî’nin kırk hadîs şerhinde zâhirî mânâlara bağlı kaldığı anlar

olmakla birlikte, bâtınî mânâlara dalmayı, mükâşefeye dayalı, tefekkür

ürünü yorumlar getirmeyi sevdiğini gösterecek bazı görüşleri de vardır.

Konevî’deki bu düşüncelerin oluşmasında kendisinden önceki şerhlerin

etkili olduğu kesindir.

Neşre Esas Aldığımız Şerh Hadîs Erbaîn Nüshaları

Şerh Hadîs Ebraîn’in görebildiğimiz en eski nüshası 833/1429 ta-

rihlidir. Neşre esas olmak üzere seçtiğimiz nüsha ise, 835/1431 istinsah

târihi taşır. Bu nüshayı esas kabul edişimizin sebebi, 29 hadîs ihtivâ

eden en eski ve kâmil nüsha olmasıdır. Metnin tesisinde istinad ettiği-

miz nüshalar ve özellikleri şöyledir.

1- Hacı Mahmud Efendi 574 nüshası: Şerh Hadîs Erbaîn adıyla

kayıtlı, küçük boy, 15 satır, 63 varaktır. 835/1431 yılında Mahmud Şah

b. Mahmud tarafından nesih yazı ile istinsah edilmiştir. Neşre esas nüs-

ha kabul edilmiş, “ ‫ ” ﻡ‬rumuzuyla gösterilmiştir.

2- Şehid Ali Paşa 1394/2 nüshası: Hadîs Erbaîn adıyla kayıtlıdır.

Küçük boy, 22 satır, 47b-91b varaklar arasındadır. 833/1429’da talik ya-

zıyla istinsah edilmiş ve aynı yıl içinde mukâbele görmüştür. 26 hadîs

vardır, “ ‫ ” ﺵ‬rumuzuyla gösterilmiştir.


15
‫ﺍﻟﺘﻤﻬﻴﺪ‬

‫‪٣‬ـ ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺍﻟﺜﺎﻧﻴﺔ ﻣﻦ ﻣﻜﺘﺒﺔ ﺷﻬﻴﺪ ﻋﲆ ﺑﺎﺷﺎ ﲢﺖ ‪،١٣٦٩‬‬


‫ﻣﻘﻴﺪ ﺑﺎﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﺭﺑﻌﲔ‪ ،‬ﻭﳍﺎ ﺣﺠﻢ ﺻﻐﲑ ﻭﻛﺎﻧﺖ ﻋﺒﺎﺭﺓ ﻋﻦ ‪٩١‬‬
‫ﻭﺭﻗﺔ ﻭﰱ ﻛﻞ ﺻﻔﺤﺔ ‪ ١٥‬ﺳﻄﺮﺍﹰ ﻭﻛﺘﺒﻬﺎ ﻋﺒﺪ ﺍﷲ ﺑﻦ ﻳﻮﺳﻒ ﰱ ﻋﺎﻡ‬
‫‪٩٠٣‬ﻫـ)‪١٤٩٧‬ﻡ( ﺑﺨﻂ ﺟﻴﺪ ﺟﺪ ﹰﺍ‪ ،‬ﻭﺭﻣﺰﻧﺎﻫﺎ ﺑـ»ﻉ«‪.‬‬
‫‪٤‬ـ ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺍﳌﺼﻮﺭﺓ ﺍﳌﺆﺭﺧﺔ ﺑـ‪٩٧٩‬ﻫـ)‪١٥٧١‬ﻡ( ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺓ ﰱ‬
‫ﻣﻜﺘﺒﺘﻨﺎ ﺍﳋﺎﺻﺔ‪ .‬ﻭﻫﺬﻩ ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﻣﻜﺘﻮﺑﺔ ﺑﺨﻂ ﺍﻟﻨﺴﺦ ﻭﻫﻰ ﺗﺘﻜﻮﻥ ﻋﻦ‬
‫‪٢‬‬
‫‪ ١٥٨‬ﺻﻔﺤﺔ ﻭﰱ ﻛﺎﻝ ﺻﻔﺤﺔ ‪١٧‬ﺳﻄﺮ ﹰﺍ ﻭﻣﺮﻣﻮﺯﺓ ﺑـ»ﻕ«‪.‬‬
‫ﻭﻣﻦ ﺍﷲ ﺍﻟﺘﻮﻓﻴﻖ‪.‬‬

‫‪ -1‬ﺍﻧﻈﺮ ﳊﻴﺎﺗﻪ ﺭﲪﻪ ﺍﷲ؛ ﻃﺒﻘﺎﺕ ﺍﻟﺸﺎﻓﻌﻴﺔ ﺍﻟﻜﱪ￯ ﻟﻠﺴﺒﻜﻰ‪ ،‬ﻣﴫ ‪١٩/٦ ،١٣٢٤‬؛ ﻭ ﻣﻨﺎﻗﺐ‬
‫ﺍﻟﻌﺎﺭﻓﲔ ﺑﺎﻟﻠﻐﺔ ﺍﻟﻔﺎﺭﺳﻴﺔ ﻷﲪﺪ ﺍﻷﻓﻼﻛﻰ‪ ،‬ﻧﴩﻩ ﺃﲪﺪ ﺁﺗﺶ‪ ،‬ﺁﻧﻘﺮﺓ ‪١٩٦١‬؛ ﻭ ﻧﻔﺤﺎﺕ ﺍﻻﻧﺲ‬
‫ﻟﻠﺠﺎﻣﻰ ﺗﺮﲨﻪ ﺍﻟﻼﻣﻌﻰ ﭼﻠﺒﻰ ﻣﻦ ﺍﻟﻠﻐﺔ ﺍﻟﻔﺎﺭﺳﻴﺔ ﺍﱃ ﺍﻟﻠﻐﺔ ﺍﻟﱰﻛﻴﺔ‪ ،‬ﻃﺒﻌﺔ ﺍﺳﺘﻨﺒﻮﻝ ‪،١٢٨٩‬‬
‫ﺹ‪٦٣٣-٦٣٢ :‬؛ ﻭﺍﻟﻄﺒﻘﺎﺕ ﺍﻟﻜﱪ￯ ﻟﻠﺸﻌﺮﺍﻧﻰ‪ ،‬ﻃﺒﻌﺔ ﻣﴫ ﺑﺪﻭﻥ ﺗﺎﺭﻳﺦ‪١٧٧/١ ،‬؛ ﺳﻔﻴﻨﺔ‬
‫ﺍﻷﻭﻟﻴﺎﺀ ﻟﺪﺍﺭﺍﺷﻴﻜﻮﻩ‪ ،‬ﺑﺎﻟﻠﻐﺔ ﺍﻟﻔﺎﺭﺳﻴﺔ‪ ،‬ﻃﺒﻌﺔ ﻗﻤﭙﻮﺭ ‪ ،١٩٠٠‬ﺹ‪٦٤ :‬؛ ﻭ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳋﻄﺎﺏ‬
‫ﻷﺳﲈﻋﻴﻞ ﺣﻘﻰ ﺍﻟﱪﺳﻮ￯ ﺑﺎﻟﻠﻐﺔ ﺍﻟﱰﻛﻴﺔ‪ ،‬ﻃﺒﻌﺔ ﺍﺳﺘﻨﺒﻮﻝ ‪ ،١٢٥٦‬ﺹ‪٢٩٣-٢٨٨ :‬؛ ﻭ ﺗﺬﻛﺮﺓ‬
‫ﺍﳊﻔﺎﻅ ﻟﻠﺬﻫﺒﻰ‪ ،‬ﻃﺒﻌﺔ ﻫﻨﺪ ‪١٤٩١/٤ ،١٩٥٦‬؛ ﻭ ﺍﻟﻮﺍﰱ ﻟﻠﻔﺘﻴﺎﺕ ﻟﻠﺼﻔﺪ￯‪ ،‬ﻃﺒﻌﺔ ﻭﺍﻳﺲ‬
‫ﺑﺎﺩﻥ ‪٢٠٠/٢ ،١٩٨١‬؛ ﻭ ﺟﺎﻣﻊ ﻛﺮﺍﻣﺎﺕ ﺍﻻﻭﻟﻴﺎﺀ ﻟﻠﻨﺒﻬﺎﻧﻰ‪ ،‬ﻃﺒﻌﺔ ﻣﴫ ‪٢٢٢/٢ ،١٩٦٢‬؛‬
‫ﻭ ﺣﺒﻴﺐ ﺍﻟﺴﲑ ﻟﻐﻴﺎﺙ ﺍﻟﺪﻳﻦ ﺣﺴﻴﻨﻰ ﺑﺎﻟﻠﻐﺔ ﺍﻟﻔﺎﺭﺳﻴﺔ‪ ،‬ﻃﺒﻌﺔ ﺍﻳﺮﺍﻥ ‪١٥٦-١٥٥/٢ ،١٣٦٢‬؛‬
‫‪Brockelman, GAL., I, ٥۸٥ vd., Suppl. I, ۸۰۷ vd.; MLF, IX, ٤۳‬‬
‫‪ -2‬ﺍﻧﻈﺮ ﳊﻴﺎﺓ ﺍﺑﻦ ﺳﺒﻌﲔ ﻭ ﺁﺭﺍﺋﻪ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﺑﻦ ﺳﺒﻌﲔ ﻭ ﻓﻠﺴﻔﺘﻪ ﺍﻟﺼﻮﻓﻴﺔ ﻻﺑﻰ ﺍﻟﻮﻓﺎﺀ ﺍﻟﺘﻔﺘﺎﺯﺍﻧﻰ‪،‬‬
‫ﻃﺒﻌﺔ ﺑﲑﻭﺕ ‪.١٩٧٣‬‬
‫‪ -3‬ﺍﻧﻈﺮ ﻟﻜﺘﺐ ﴍﺡ ﺍﻻﺭﺑﻌﲔ ﺣﺪﻳﺜﺎ ﺍﳌﺨﻄﻮﻃﺔ؛‬
‫‪H. Kâmil Yılmaz, “Sadreddîn Konevî’nin Hadis Erbaîn Şerhi”, I. Konevî Sempozyumu,‬‬
‫‪Selçuk Üniversitesi Selçuk Dergisi, sy. IV, Konya 1989, s. 17-36.‬‬
‫‪ -4‬ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺍﳌﺨﻄﻮﻃﺔ ﺗﺮﲨﺖ ﺍﱃ ﺍﻟﻠﻐﺔ ﺍﻟﱰﻛﻴﺔ ﺑﻴﺪﻱ ﻋﺒﺪ ﺍﻟﻘﺎﺩﺭ ﺁﻗﭽﻴﭽﻚ‪ ،‬ﺍﺳﺘﺎﻧﺒﻮﻝ‪ ١٩٧٠/‬ﻭ‬
‫ﻫﺎﺭﻭﻥ ﺃﻭﻧﺎﻝ‪ ،‬ﺍﺳﺘﺎﻧﺒﻮﻝ‪.١٩٨٤/‬‬
‫‪١٦‬‬
GİRIŞ

3- Şehid Ali Paşa 1369/1 nüshası: Hadîs Erbaîn adıyla kayıtlıdır,


küçük boy, 15 satır, 91 varaktır. 903/1497 yıllında Abdullah b. Yûsuf
tarafından güzel bir nesihle yazılmıştır. 29 hadîs vardır, “ ‫ ” ﻉ‬rumuzu ile
gösterilmiştir.

4- Özel kütüphânemizde fotokopisi bulunan 979/1571 tarihli nüs-


ha. Nesih yazı ile yazılan bu nüsha, 17 satır ve 158 sayfadır. 28 hadîs
ihtivâ etmektedir, “ ‫ ” ﻕ‬rumuzu ile gösterilmiştir.

Başarı Allah’tandır.

1. Konevî’nin hayatından bahseden belli başlı kaynaklar: Sübkî, Tabakatü’ş-Şâfiiyyeti’l-


kübrâ, Mısır 1324, V, 19; Ahmed Eflâkî, Menâkıbu’l-ârifîn, nşr. Tahsin Yazıcı, An-
kara 1961; Nefehâtül’-üns, trc. Lâmiî Çelebî, İstanbul 1279, s. 632-633; Şa’rânî, et-
Tabakatü’l-kübrâ, Mısır ts., I, 177; Daraşikuh, Sefînetü’l-Evliyâ, Kampur 1900, s. 68;
Bursalı İsmâil Hakkı, Kitâbu’l-hitâb, İstanbul 1256, s. 288-293; Brockelman , GAL., I,
585 vd., Suppl. I, 807 vd.; MLF, IX, 43; Zehebî, Tezkiretü’l-huffâz, İndia 1956, IV, 1491;
es-Safedî, el-Vâfî bi’l-vefeyât, Weisbaden 1981, II, 200; Nebhânî, Camiu Kerâmâti’l-
evliyâ, Mısır 1962, II, 222; Gıyaseddin Hüseynî, Habîbu’s-siyer, İran 1362, III, 155-
156; Nihat Keklik, “Sadreddîn Konevî ve Eserleri”, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Şarkıyat
Mecmuası, İstanbul 1957 (II) s. 63-90; Osman Ergin, Sadreddîn Konevî’nin Felsefe-
sinde Allah-Kâinat ve İnsan, İstanbul 1967, s. VII-XXIII; Ekrem Demirli, Sadreddîn
Konevî’de Bilgi ve Varlık, İz Yayıncılık, İstanbul 2005.
2. İbn. Seb’în ve fikirleri için bk. Ebu’l-Vefâ et-Teftâzânî, İbn Seb’în ve Felsefetühü’s-
sûfiye, Beyrut 1973.
3. Şerh Hadîs’in İstanbul kütüphânelerindeki yazmaları ve eserin tanıtımı için bkz. H.
Kâmil Yılmaz, “Sadreddîn Konevî’nin Hadîs Erbaîn Şerhi”, I. Konevî Sempozyumu,
Selçuk Üniversitesi Selçuk Dergisi, sy. IV, Konya 1989, s. 17-36.
4. Matbû nüsha, Abdulkadir Akçiçek (İstanbul 1970) ve Harun Ünal ( İstanbul 1984) tara-
fından terceme ve neşredilmiştir.

16
‫ﻣﻘﺪﻣﺔ ﺍﳌﺆﻟﻒ‬
‫ﺑﺴﻢ ﺍﷲ ﺍﻟﺮﲪﻦ ﺍﻟﺮﺣﻴﻢ‬

‫ﺍﳊﻤﺪ ﷲ ﺍﻟﺬ￯ ﺯ ﱠﻳﻦ ﺳﻤﺂﺀ ﺍﳌﻠﺔ ﺍﳊﻨﻴﻔﻴﺔ ﺑﻨﺠﻮﻡ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﴩﻋﻴﺔ‬


‫ﻭﺍﻷﻭﺍﻣﺮ ﻭﺍﻟﻨﺼﺎﺋﺢ ﺍﻟﺪﻳﻨﻴﺔ‪ ،‬ﻭﻫﺪ￯ ﲠﺎ ﻣﻦ ﴍﺡ ﺻﺪﺭﻩ ﻟﻺﺳﻼﻡ‪،‬‬
‫ﲨﻞ ﺑﻮﺍﻃﻦ ﺁﺧﺮﻳﻦ‬ ‫ﺍﻟﻈﻠﲈﻧﻴﺔ‪ ،‬ﺛﻢ ﹼ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻭﺧ ﱠﻠﺼﻪ ﻣﻦ ﻏﻮﺍﺋﻞ ﺍﻟﺸﺒﻪ ﻭﺍﳊﺠﺐ‬
‫ﺑﺄﺿﻮﺍﺀ ﺍﻷﻧﻮﺍﺭ ﺍﻹﻳﲈﻧﻴﺔ‪ ،‬ﺛﻢ ﺃﺑﺪ￯ ﻣﻦ ﻣﻄﺎﻟﻊ ﺃﻓﻖ ﺗﻠﻚ ﺍﻟﺴﲈﺀ ﺃﻗﲈﺭ‬
‫ﺍﻟﺮﺷﺎﺩ ﻹﺭﺷﺎﺩ ﺃﻫﻞ ﺍﳌﺮﺍﺗﺐ ﺍﻹﺣﺴﺎﻧﻴﺔ‪ ،‬ﺛﻢ ﺃﻃﻠﻊ ﻣﻦ ﻣﺸﺎﺭﻕ ﻋﻨﺎﻳﺘﻪ‬
‫ﻋﲆ ﻗﻠﻮﺏ ﺍﻟﺼﻔﻮﺓ ﻣﻦ ﺑﺮ ﹼﻳﺘﻪ ﺃﺻﺤﺎﺏ ﺍﻟﻨﻔﻮﺱ ﺍﻟﺰﻛﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺍﳍﻤﻢ ﺍﻟﺴﻨﻴﺔ‪،‬‬
‫ﺟﲇ]ﺵ‪ :‬ﺟﻼ[ ﺍﳋﻼﺻﺔ ﺻﻔﻮﺗﻪ‬ ‫ﺷﻤﻮﺱ ﺍﳌﻌﺎﺭﻑ ﺍﻟﺬﻭﻗﻴﺔ ﺍﻟﻴﻘﻴﻨﻴﺔ‪ ،‬ﺛﻢ ﱠ‬
‫ﺑﺄﻧﻮﺍﺭ ﳏﺒﺘﻪ ﺃﴎﺍﺭ ﻋﻠﻮﻣﻪ ﺍﻟ ﱠﻠﺪﹸ ﻧﹼﻴﺔ‪ ،‬ﺛﻢ ﺍﺳﺘﺨﻠﺺ ﻣﻦ ﺻﻔﻮﺓ ﺗﻠﻚ‬
‫ﻭﲡﲆ ﳍﻢ ﰱ ﺻﻮﺭﺓ ﻋﻠﻤﻪ ﺍﳌﺘﻌﻠﻖ‬ ‫ﺍﳋﻼﺻﺔ ﻗﻮﻣ ﹰﺎ ﺍﺻﻄﻨﻌﻬﻢ ﻟﻨﻔﺴﻪ‪ ،‬ﹼ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﻭ ﺣﻼﻫﻢ ﲢﻠﻴﺔ ﺫﺍﺗﻴﺔ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻭ ﺣﻼﻫﻢ ﺑﻪ ﲢﻠﻴﺔ‬
‫ﺑﺬﺍﺗﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻭﺑﻜﻞ ﳾﺀ ﻭﺣﻼﻫﻢ‬
‫ﺫﺍﺗﻴﺔ[ ﺑﺘﺤﻠﻴﺔ ﺫﺍﺗﻴﺔ ﺃﺑﺪﻳﺔ ﻓﺎﺳﺘﺠ ﹶﻠ ﹾﻮﺍ]ﻕ‪ :‬ﻓﺎﺳﺘﺠﻠﻮﺍ[ ﻣﺎﺧﻔﻰ ﻋﻦ ﺳﻮﺍﻫﻢ ﻣﻦ‬
‫ﺍﳊﻘﺎﺋﻖ ﻭﺍﻷﴎﺍﺭ ﺍﻹﳍﻴﺔ ﻭﺍﻟﻜﻮﻧﻴﺔ‪ ،‬ﺃﻭﻟﺌﻚ ﺣﺰﺏ ﺍﷲ ﺃﻻ ﺇﻥ ﺣﺰﺏ‬
‫ﺍﷲ ﻫﻢ ﺍﳌﻔﻠﺤﻮﻥ‪.1‬‬
‫ﺍﻷﺧﻮﺓ ﺍﻟﻜﱪ￯‬
‫ﹼ‬ ‫ﻭﺳﺆﹸ ﺳﻬﻢ ﻭﻣﻘﺪﱠ ﻣﻬﻢ ﰱ‬
‫ﻭﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﲆ ﻣﺮﺷﺪﻫﻢ‪ ،‬ﹶ‬
‫ﻭﺭﺋﻴﺴﻬﻢ‪ ،‬ﻣﻔﺘﺎﺡ ﻣﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻟﻐﻴﺐ ﻭﺍﳌﺠﲆ ﻋﻦ ﻗﻠﻮﺏ ﺍﳌﺴﺘﻌﺪﻳﻦ‬
‫ﺷﻚ ﻭﺭﻳﺐ‪ ،‬ﺳ ﱢﻴﺪﻧﺎ ﳏﻤﺪ‬ ‫ﻷﺧﻮﺗﻪ ﺑﺄﻧﻮﺍﺭ ﺇﺭﺷﺎﺩﻩ ﹶﺻﺪﹶ ﻱ]ﻕ‪ :‬ﺻﺪﺍ[ ﻛﻞ ﱟ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻭﺁﻟﻪ ﻭﺇﺧﻮﺍﻧﻪ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﺷﺄﳖﻢ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻮﺍﺿﺢ ﻋﻨﺪﻩ ﻭﻋﻨﺪ ﺭﺑﻪ ﺑﺮﻫﺎﳖﻢ‬
‫ﺻﻠﻮﺓ ﺟﺎﻣﻌﺔ ﻟﻜﻤﻼﺕ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻷﺯﻟﻴﺔ ﻇﺎﻫﺮﺓ ﲠﺎ ﰱ ﺍﳌﺮﺍﺗﺐ ﺍﻷﺑﺪﻳﺔ‪،‬‬
‫ﻭﺳ ﱠﻠﻢ ﺗﺴﻠﻴ ﹰﲈ ﻛﺜﲑ ﹰﺍ‪.‬‬
‫‪١٧‬‬
MÜELLİFİN ÖNSÖZÜ

Rahmân ve Rahîm Allah Adıyla

Hamd Allah’a âiddir. O Allah, hanîf/kolaylık dîn semâsını şer’î


hüküm, emir ve dînî nasîhat yıldızlarıyla süslemiştir. Bu ahkâm ve emir-
lerle sadırlarını İslâm’a açtığı kimseleri, şüphe gâilelerinden ve zulmânî
perdelerden temizlemiştir. Sonra da diğer bâzılarının bâtınlarını îmân
nûrunun ışığıyla güzelleştirmiştir. İhsân mertebelerinin ehlini irşâd için,
semâ ufuk matla’larından reşad kamerleri ızhâr eden de, kullarından tez-
kiye görmüş nefis ve yüce himmet sâhiplerinin temiz kalblerine inâyet
maşrıkından yakînî-zevkî mârifet güneşleri doğuran da O’dur. Seçkin
kullarına muhabbet nûruyla ledünnî sırlarını göstermiştir. Bu seçkin
kullarından bir grubunu kendi zâtı için seçmiş, onlara her şeye taalluk
eden ilmî sûretinde tecellî etmiş, onları ebedî ve zâtî olarak bu ilimle
süslemiştir. Bu sâyede başka yaratıklara gizli kalan ilâhî-kevnî sır ve
hakîkatler, onlar için ortaya çıkmıştır. “Onlar Allah’ın hizbi/grubudur.
Dikkat edin, Allah’ın hizbi kurtuluşa erenlerdir.”1

Allah, Efendimiz Muhammed’e, ehline, durumları zikredilen kar-


deşlerine salât etsin. O, peygamberlerin mürşidi, rehberi, büyük kardeş-
likte önder ve reîs, gayb anahtarlarının anahtarı, irşâd nûrlarıyla kar-
deşlik isti’dâdı bulunanların kalblerinden her türlü şek ve şüphe pasını
giderendir. Onun kardeşlerinin durumu, Rabbinin yanında burhanları
açıktır. Ona ebediyet mertebelerindeki zâhirî ahkâm kemâlâtını cem’
eden bir selâm ile çokça selâm olsun.
17
‫ﻣﻘﺪﻣﺔ ﺍﳌﺆﻟﻒ‬

‫ﻭ]ﻉ‪ :‬ﺍ ﹼﻣﺎ[ ﺑﻌﺪ ﻓﺈﻥ ﲨﺎﻋﺔ ﻣﻦ ﺍﳌﺘﻘﺪﻣﲔ ﻣﻦ ﺃﻫﻞ ﺍﻟﻔﻀﻞ ﻭﺍﻟﺪﻳﻦ ﳌﱠﺎ‬
‫ﺛﺒﺖ ﻋﻨﺪﻫﻢ ﺑﺎﻷﺳﺎﻧﻴﺪ ﺍﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ﺍﻟﻮﺍﺭﺩﺓ ﻣﻦ ﻃﺮﻕ ﺷﺘﻲ‪ ،‬ﺍﻥ ﺍﻟﻨﺒﻰ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺩﻳﻨﻬﻢ[‬
‫ﷺ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹶﻣ ﹾﻦ ﹶﺣ ﹺﻔ ﹶﻆ ﻋﲆ ﱠﺃﻣﺘﻰ ﺃﺭﺑﻌﲔﹶ ﺣﺪﻳﺜ ﹰﺎ ﻣﻦ ﺃﻣﺮ ﺩﻳﻨﹺﻬﺎ‬
‫ﹺ‬
‫ﺍﻟﻘﻴﺎﻣﺔ ﻓﻘﻴﻬ ﹰﺎ ﻋﺎﳌ ﹰﺎ‪ .2‬ﺗﺸﻮﻗﻮﺍ ﻻﺳﺘﺨﺮﺍﺝ ﺍﻷﺭﺑﻌﻴﻨﻴﺎﺕ‬ ‫ﺍﷲ ﻳﻮﻡ‬‫ﺣﴩ ﹸﻩ ﹸ‬
‫]ﻉ‪ ،‬ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺍﻻﺭﺑﻌﻴﻨﺎﺕ[ ﻣﻦ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﻋﲆ ﺃﻧﺤﺎﺀ ﻭﺃﻧﻮﺍﻉ ﳐﺘﻠﻔﺔ‪.‬‬
‫ﻭﺳﻴﲈ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ‬
‫ﻓﻤﻨﻬﻢ ﻣﻦ ﺍﺧﺘﺎﺭ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﺍﳌﺘﻀﻤﻨﺔ ﻟﻠﻤﻮﺍﻋﻆ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﹶ ‪3.‬‬ ‫ﰱ ﹸﺧ ﹶﻄﺒﹺﻪﷺ‪ ،‬ﹺ‬
‫ﻛﺎﺑﻦ ﹶﻭ ﹾﺩ ﹶﻋﺎﻥ‪.‬‬
‫ﻭﻣﻨﻬﻢ ﻣﻦ ﺍﺧﺘﺎﺭ ﺍﺳﺘﺨﺮﺍﺝ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﺍﳌﺘﻀﻤﻨﺔ ﻟﻸﺣﻜﺎﻡ‪ ،‬ﻭﻣﻨﻬﻢ‬
‫ﻣﻦ ﺍﺧﺘﺎﺭ ﺍﺳﺘﺨﺮﺍﺝ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﺍﳌﺘﻘﺎﺑﻠﺔ‪ ،‬ﻭﻣﻨﻬﻢ ﻣﻦ ﺍﺧﺘﺎﺭ ﺍﺳﺘﺨﺮﺍﺝ‬
‫ﺍﻟﻄ ﹶﻮﺍﻝ‪ ،‬ﻭﻣﻨﻬﻢ ﻣﻦ ﺍﺧﺘﺎﺭ]ﻕ‪ + :‬ﺍﺳﺘﺨﺮﺍﺝ[ ﻏﲑ ﺫﻟﻚ‪.‬‬ ‫ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﱢ‬
‫ﻭﺟﺮﺑﻮﺍ ﺃﻥ ﺑﻀﺎﻋﺘﻰ‬
‫ﻭﺍﺗﻔﻖ ﺃﻥ ﲨﺎﻋﺔ ﻣﻦ ﻣﻌﺎﺭﰱ ﻭﺃﺻﺤﺎﺑﻰ ﳌﺎ ﺭﺃﻭﺍ ﹼ‬
‫ﰱ ﻋﻠﻢ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺑﻔﻀﻞ ﺍﷲ ﻭﺍﻓﺮ ﹲﺓ‪ ،‬ﻭﺻﻔﻘﺘﻲ]ﻕ‪:‬ﺻﻨﻌﺘﻲ[ ﰱ ﻣﻌﺮﻓﺔ ﺃﴎﺍﺭﻩ‬
‫ﺭﺍﺑﺤﺔ]ﻉ‪:‬ﺭﺍﳚﺔ[ ﻏﲑ ﺧﺎﴎﺓ ﺭﻏﺒﻮﺍ ﺇ ﱠﱄ ﰱ ﺍﺳﺘﺨﺮﺍﺝ ﲨﻠﺔ ﻣﻦ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ‬
‫ﺍﻟﻨﺒﻮ ﹼﻳﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻜﻼﻡ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﺃﺳﻮﺓ ﻟﺒﻌﺾ]ﺵ‪-:‬ﻝ[ ﺍﳌﺘﻘﺪﻣﲔ‪.‬‬
‫‪1-a‬‬ ‫ﻓﺘﻮﻗﻔﺖ ﰱ ﺫﻟﻚ ﺃﻧﻔﺔ ‪ /‬ﻣﻦ ﻣﺸﺎﺭﻛﺔ ﻣﻦ ﻛﺎﻥ ﺣﺎﺻﻞ ﺍﺳﺘﺨﺮﺍﺟﻪ‬
‫ﴎﺩ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ‪ ،‬ﻭﺇﻥ ﻗﺪﹼ ﺭ ﻟﺒﻌﻀﻬﻢ ﺍﻟﻜﻼﻡ ﻋﻠﻴﻬﺎ‪ ،‬ﻭﺇﻧﲈ ﻳﺘﻜﻠﻢ ﻋﻠﻴﻬﺎ‬
‫ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺇﻋﺮﺍﲠﺎ ﺃﻭ ﺍﳌﻔﻬﻮﻡ ﻣﻦ ﻇﺎﻫﺮﻫﺎ ﳑﺎ ﻻﳜﻔﻰ ﻋﲆ ﻣﻦ ﻟﻪ ﺃﺩﻧﻰ‬
‫]ﺵ‪:‬‬
‫ﻣﺸﺎﺭﻛﺔ ﰱ ﺍﻟﻌﺮﺑﻴﺔ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﻟﻪ ﻓﻄﺮﺓ ﺳﻠﻴﻤﺔ‪ ،‬ﻭﻟﻴﺲ ﰱ ﻛﻞ ﺫﻟﻚ ﻛﺜﲑ‬
‫ﻛﺒﲑ[ ﻓﻀﻴﻠﺔ‪ ،‬ﻭﻻ ﻣﺰﻳﺪ ﻓﺎﺋﺪﺓ‪ ،‬ﻭﺇﻧﲈ ﺍﻟﺸﺄﻥ ﰱ ﻣﻌﺮﻓﺔ]ﺵ‪ :‬ﻣﻌﺮﻓﺖ[ ﻣﻘﺼﻮﺩﻩ‬
‫ﷺ‪ ،‬ﻭﺑﻴﺎﻥ ﻣﺎﺗﻀﻤﻨﻪ ﻛﻼﻣﻪ ﻣﻦ ﺍﳊﻜﻢ ﻭﺍﻷﴎﺍﺭ ﺑﻴﺎﻧ ﹰﺎ ﻳﻌﻀﺪﻩ ﺃﺻﻮﻝ‬
‫ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ ﻣﻦ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ ﻭﺍﻟﺴﻨﺔ‪ ،‬ﻭﻳﺸﻬﺪ ﺑﺼﺤﺘﻪ ﺍﻟﻌﻘﻮﻝ ﺍﳌﻨﻮﺭﺓ ﺍﻟﺴﻠﻴﻤﺔ‬
‫ﻭﺍﻟﻔﻄﺮﺓ]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻔﻄﺮ[ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ﺍﳌﺴﺘﻘﻴﻤﺔ‪.‬‬
‫‪١٨‬‬
MÜELLİFİN ÖNSÖZÜ

Din ve fazîlet ehli önde gelenlerinden bir grup, muhtelif yollardan


sahîh bir isnâd ile vârid olan Hz. Peygamber’in (s.a.): “Benim ümmetim-
den din işi ile ilgili kırk hadîs ezberleyeni Allah Teâlâ kıyâmet günün-
de fakîh ve âlim olarak haşredecektir”2 hadîsini görünce çeşitli tarz ve
usûllerde kırk hadîs istihrâcına ilgi duydular.

Bunlardan bir kısmı nasîhatler ihtivâ eden hadîsleri, özellikle de


Hz. Peygamber’in hutbelerindeki nasîhatlerini seçti ki, İbn Ved’ân3
bunlardan biridir.

Bazısı ahkâm ihtivâ eden hadîsleri, bazısı mütekâbil hadîsleri, di-


ğer bazısı uzun hadîsleri, geri kalan bazısı bunlardan başkalarını seçti.

Benim dost ve tanıdıklarımdan bir grubu, Allah’ın fazl ve ihsânı


ile hadîs ilmindeki birikimimin çokluğunu, hadîsin sırlarını tanı-
madaki işimin kârlı ve zararsız olduğunu görüp tecrübe edince, beni
mütekaddimînin yoluna girerek ahâdîs-i nebeviyyeden bir demet derle-
yip onlara dâir söz söylemeye/şerhetmeye teşvîk ettiler.

Ben ise, bu tarz hadîs derleyip serd edenlerle ortak noktaya düşe-
rim, diye bu konuda önce tavakkuf ettim. Her ne kadar hadîs derleyen-
lerden bazısı için bu hadîsler hakkında şerh ve kelâm mukadder olmuşsa
da, onlar hadîslerin i’râbı ya da aşağı seviyede Arapça bilenlerle selîm
fıtrat sâhiplerine bile gizli kalmayacak zâhire âid mefhûmî bilgilerle söz
etmişlerdir. Bu şerhlerin pek bir fazîleti ve ziyâde bir faydası yoktur. As-
lında durum Allah Rasûlü’nün (s.a.) hadîslerdeki kasdının ne olduğunu
tanımak, O’nun kelâmının tazammun ettiği hikmet ve sırları açıklamak
ve bunları şerîatın temelleri Kitap ve sünnetten teyîd etmek, doğru ve
açık fıtrat; selîm ve aydın akıl ile sıhhatine şâhidlik etmektir.
18
‫ﻣﻘﺪﻣﺔ ﺍﳌﺆﻟﻒ‬

‫‪1-b‬‬ ‫ﺛﻢ ﺇﻥ ﺍﳊﻖ ﴍﺡ ﺻﺪﺭ￯ ﻻﺳﺘﺨﺮﺍﺝ ﲨﻠﺔ ﻣﻦ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﺍﻟﻨﺒﻮﻳﺔ‬


‫ﺍﻟﺼﺎﺩﺭﺓ ﻣﻦ ﻣﻘﺎﻡ ﺟﻮﺍﻣﻊ ﺍﻟﻜﻠﻢ ﻭﻛﺸﻒ ﺃﴎﺍﺭﻫﺎ ﺍﳌﺸﺘﻤﻠﺔ ﻋﲆ‬
‫ﻧﻔﺎﺋﺲ ﺍﳊﻜﻢ‪ ،‬ﻭﺃﺳﺎﻧﻴﺪ ﲨﻴﻌﻬﺎ ﺛﺎﺑﺘﺔ ﻭﻣﺴﺘﺨﺮﺟﺔ ﻣﻦ ﻣﺴﻤﻮﻋﺎﰐ‪ ،‬ﻋﲆ‬
‫ﺍﻟﺮﻭﺍﻳﺔ‪.‬‬
‫ﻭﻋﻠﻮ ﱢ‬‫ﱢ‬ ‫ﺍﻟﺸﻴﻮﺥ ﺍﳌﺘﻘﲔ ﺍﳉﺎﻣﻌﲔ ﺑﲔ ﺍﻟﺪﺭﺍﻳﺔ]ﻕ‪:‬ﺍﻟﺪﺭﻛﻴﺔ[ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ‬
‫ﻼ‬ ‫ﻏﲑ ﺃﻧﻰ ﺃﻋﺮﺿﺖ ﻋﻦ ﴎﺩ ﺍﻷﺳﺎﻧﻴﺪ ﺇﻳﺜﺎﺭ ﹰﺍ ﻟﻼﺧﺘﺼﺎﺭ‪ ،‬ﻭﺗﺴﻬﻴ ﹰ‬
‫ﻓﺘﺼﻤﻢ ﻋﺰﻣﻰ ﺑﻌﺪ ﺍﻻﺳﺘﺨﺎﺭﺓ ﻋﲆ ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻭﻛﺸﻒ‬ ‫ﱠ‬ ‫ﻷﻫﻞ ﺍﻻﺳﺘﺒﺼﺎﺭ‪،‬‬
‫ﺃﺳﻠﻮﺑ ﹰﺎ‬ ‫ﺗﻌﺎﱄ[‬ ‫‪-‬‬ ‫ﻉ‪:‬‬ ‫]ﺵ‪،‬‬
‫ﺃﴎﺍﺭﻫﺎ ﻫﻨﺎﻟﻚ ﺳﺎﻟﻜ ﹰﺎ ﻓﻴﲈ ﺃﺫﻛﺮﻩ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ ﺗﻌﺎﱄ‬
‫ﺍﻟﻌﻠﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺃﺭﺑﺎﺏ‬ ‫ﻭﺍﻟﻜﺘﻢ ﻣﻨ ﱢﺒﻬ ﹰﺎ ﺑﻪ ﺫﻭ￯ ﺍﳍﻤﻢ ﹼ‬ ‫ﺟﺎﻣﻌ ﹰﺎ ﺑﲔ ﺍﻹﻓﺸﺎﺀ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﹺ‬
‫ﺍﻻﻧﺸﺎﺀ[‬

‫ﺍﻟﻌﻘﻮﻝ ﺍﻟﺴﻠﻴﻤﺔ ﻭﺍﻟﻔﻬﻢ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﺍﷲ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﺍﺳﺘﻤﺪﹼ ﺍﻟﻌﻮﻥ ﻭﺍﻟﺘﺄﻳﻴﺪ‬


‫‪٣‬‬
‫ﻭﺍﻟﺘﻮﻓﻴﻖ ﺍﻟﺬﺍﺗﻰ ﻭﺍﻟﺘﺴﺪﻳﺪ‪ ،‬ﻭﻫﺬﺍ ﺣﲔ ﺃﺑﺘﺪﻱ‪ ،‬ﻭﺑﺎﳊﻖ ﺃﻫﺘﺪ￯‪.‬‬

‫‪ –1‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﳌﺠﺎﺩﻟﺔ )‪ ،(٥٨‬ﺍﻵﻳﺔ‪٢٢ :‬‬


‫‪ – 2‬ﺃﻧﻈﺮ‪ :‬ﻛﺸﻒ ﺍﳋﻔﺎﺀ ﻟﻠﻌﺠﻠﻮﻧﻰ ﺍﺳﲈﻋﻴﻞ ﺑﻦ ﳏﻤﺪ )ﺑﲑﻭﺕ ‪ ( ١٣٥٢‬ﺍﳌﺠﻠﺪ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﺹ‪٢٣٦ :‬‬
‫ﺭﻭﺍﻩ ﺃﺑﻮ ﻧﻌﻴﻢ ﻭﺍﺑﻦ ﻋﺪ￯ ﻭﻏﲑﳘﺎ‪.‬‬
‫‪ –3‬ﺍﺑﻦ ﻭﺩﻋﺎﻥ‪ :‬ﻫﻮ ﺃﺑﻮ ﻣﻨﺼﻮﺭ ﳏﻤﺪ ﺑﻦ ﻋﲆ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ ﺍﷲ ﺑﻦ ﺃﲪﺪ ﺑﻦ ﺻﺎﻟﺢ ﺑﻦ ﺳﻠﻴﲈﻥ ﺑﻦ ﻭﺩﻋﺎﻥ‬
‫ﺍﳌﻮﺻﲆ‪ ،‬ﻭﻟﺪ ﰱ ﺳﻨﺔ ﺛﲈﻥ ﺃﺭﺑﻊ ﻣﺎﺋﺔ ﻭ ﺗﻮﰱ ﺳﻨﺔ ﺃﺭﺑﻊ ﻭﺗﺴﻌﲔ ﻭﺃﺭﺑﻊ ﻣﺎﺋﺔ ﺑﺎﳌﻮﺻﻞ‪ .‬ﻭ ﲨﻊ‬
‫ﺍﻷﺭﺑﻌﲔ ﻭ ﻟﻜ ﹼﻨﻪ ﻣﺘﻬﻢ ﺑﺎﻟﻜﺬﺏ‪ ،‬ﺃﻧﻈﺮ‪ :‬ﺳﲑ ﺍﻋﻼﻡ ﺍﻟﻨﺒﻼﺀ ﻟﻠﺬﻫﺒﻰ )ﺑﲑﻭﺕ ‪ (١٩٨٤‬ﺝ‪١٩ :‬‬
‫ﺹ ‪١٦٧-١٦٤‬‬
‫‪١٩‬‬
MÜELLİFİN ÖNSÖZÜ

Bundan sonra Hak Teâlâ cevâmiu’l-kelim/peygamber makâmın-


dan sâdır olan ahâdîs-i nebevîyyeden bir demet istihrâc ederek bu
hadîslerin şümûlüne dâhil ince hikmet sırlarını açmak için sadrıma
genişlik verdi. Hadîslerin senedleri sâbittir. Bütün hadîsleri, rivâyette
titizlik ile dirâyetteki açıklık arasını cem’ eden takvâ ehli şeyhlerden
dinlediklerimden derledim.
Şu kadar var ki ihtisâr/özet olsun ve basîret sahiplerinin işi ko-
laylaşsın diye hadîslerin senet zincirini serdetmekten sarf-ı nazar ettim.
Ardından yaptığım istihâre ile azmim güçlendi. Hadîslerin sırrını keşf
sadedinde anlatacaklarımda inşâallah ifşâ ile ketm arasını cem’ eden
bir üslûb izleyeceğim. Böylece yüce himmet sâhipleriyle, selîm akıl
ve fehm erbâbını uyaracağım. Allah Sübhânehû’den yardım, teyîd, zâtî
tevfîk ve tesdîd diliyorum. Bu benim başladığım andaki duygularımdır.
Hidâyet Hak’tandır.3

1. el-Mücâdele, 58/22.
2. Keşfu’l-hafâ, II, 236.
3. İbn Ved’ân: Ebû Mansûr Muhammed b. Ali b. Ubeydullah b. Ahmed b. Sâlih b. Sü-
leyman b. Ved’ân el-Mavsılî: 408 hicrîde doğdu. 494’te Musul’da öldü. Kırk Hadîs
derlemiştir. Ancak kizb ile müttehemdir. Bkz. Zehebî, Siyeru a’lami’n-nübelâ, Beyrut
1984, XIX, 164-167.

19
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬
‫ﺃﴎﺍﺭ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ‬
‫ﺑﻌﺾ‬‫ﺃﻥ ﹶ‬ ‫ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ ﷺ]ﰱ ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺍﻷﺻﻠﻴﺔ‪ :‬ﺻﻠﻌﻢ[‪ :‬ﱠ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﹴ‬
‫ﺑﺈﺳﻨﺎﺩ ﹸﻣ ﱠﺘ ﹶﺼﻞ ﺇﱃ‬ ‫ﺛﺒﺖ‬
‫ﺎﺭ ﹺﺓ ﹸﻳ ﹶﻮ ﱠﺳ ﹾﻊ‬ ‫ﺇﻟﻴﻪ ﺍﻟ ﹶﻔ ﹾﻘ ﹶﺮ ﹺ‬
‫ﻭﺍﻟﻘ ﱠﻠ ﹶﺔ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻝ ﻟﻪﷺ‪ :‬ﹸﺩ ﹾﻡ ﻋﲆ ﱠ‬
‫ﺍﻟﻄ ﹶﻬ ﹶ‬ ‫ﺃﺻﺤﺎﺑﻪ ﺷﻜﻲ]ﺵ‪ :‬ﺷﻜﺎ[ ﹺ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺍﻟﺮﺯﹾ ﹸﻕ‪.1‬‬
‫ﻋﻠﻴﻚ ﱢ‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬
‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻣﻊ ﺇﳚﺎﺯﻩ‪ ،‬ﻫﻮ ﻣﻦ ﺟﻮﺍﻣﻊ ﺍﻟﻜﻠﻢ‪ ،‬ﻓﺈﻧﻪ‬ ‫ﺍﻋﻠﻢ ﱠ‬
‫ﻭﺃﴎﺍﺭ ﺟﻠﻴﻠﺔ ﺧﻄﲑﺓ‪ ،‬ﻟﻜﻦ ﻣﻌﺮﻓﺘﻬﺎ‬
‫ﹰ‬ ‫ﻛﻠﻴﺔ ﻛﺜﲑﺓ‪،‬‬
‫ﻳﺘﻀﻤﻦ ﻣﺴﺎﺋﻞ ﹼ‬
‫ﺗﺘﻮﻗﻒ ﺑﻌﺪ ﺗﻮﻓﻴﻖ ﺍﷲ ﻋﲆ ﻣﻘﺪﹼ ﻣﺎﺕ ﳚﺐ ﺗﺼﺪﻳﺮ ﺍﻟﻜﻼﻡ ﲠﺎ ﻷﳖﺎ‬
‫ﺗﻜﺸﻒ ﹸﺟ ﹼﻞ ﺍﳌﻘﺼﻮﺩ‪ ،‬ﺛﻢ ﺃﺫﻛﺮ ﻣﺎ ﻳﻮﺿﺢ ﺑﻘﻴﺔ ﻣﻌﺎﻧﻰ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ‬
‫ﺍﷲ]ﻕ‪ + :‬ﺗﻌﺎﱄ[‪ ،‬ﻓﺄﻗﻮﻝ ﰱ ﺑﻴﺎﻥ‪:‬‬
‫ﺍﳌﻘﺪﻣﺔ ﺍﻷﻭﱃ‬
‫ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥﹼ ﻛﻞﹼ ﻭﺍﺣﺪﺓ ﻣﻦ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻭﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﻳﻨﻘﺴﻢ ﹼﺃﻭ ﹰ‬
‫ﻻ ﺑﻨﺤﻮ ﻣﻦ‬
‫ﺍﻟﻘﺴﻤﺔ ﺇﱃ ﻗﺴﻤﲔ‪:‬‬
‫ﻭﺍﻟﺘﻌﻤﻞ ﻓﻴﻪ ﻣﺪﺧﻞ‪ ،‬ﻭ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻗﺴﻢ ﻏﲑ ﳎﻌﻮﻝ ﺑﻤﻌﻨﻰ ﺃﻧﹼﻪ ﻟﻴﺲ ﻟﻠﻜﺴﺐ‬
‫ﻻ ﻓﺎﺋﺪﺓ ﻟﻠﺘﻮﺻﻴﺔ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻟﻠﻮﺻﻴﺔ[ ﻭﺍﻟﺘﺤﺮﻳﺾ ﺃﻣﺮ ﹰﺍ ﺑﺎﻟﺘﺤﲆ ﺑﻪ ﺃﻭ ﳖﻴ ﹰﺎ ﻋﻦ‬
‫ﺍﻟﺘﻠﺒﺲ ﺑﺬﻟﻚ‪.‬‬
‫ﺍﻟﺘﻠﻮﺙ ﺃﻭ ﺍﻟﺘﻄﻬﺮ ﻭﺍﻻﺣﱰﺍﺯ ﻋﻦ ﱡ‬
‫ﻭﺍﻟﻘﺴﻢ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻫﻮ ﻃﻬﺎﺭﺓ ﻭﻧﺠﺎﺳﺔ ﻭﺟﻮﺩﻳﺔ ﳎﻌﻮﻟﺔ‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﺍﻟﺬ￯ ﻳﺘﻌﻠﻖ‬
‫ﺍﻟﻮﺻﻴﺔ ﻭﺍﻟﺘﺤﺮﻳﺾ‪ ،‬ﻭﳚﺪ￯ ﻓﻴﻪ ﺍﻟﺴﻌﻰ‬ ‫ﹼ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺑﻪ[‬
‫ﻭﺍﻟﻨﻬﻲ‪ ،‬ﻭﻳﻔﻴﺪ ﻓﻴﻪ‬
‫ﹸ‬ ‫ﺍﻷﻣﺮ‬
‫ﺑﻪ ﹸ‬
‫ﻭﺍﻟﺘﻌﻤﻞ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪ .‬ﻭﺳﺄﺫﻛﺮ ﺫﻟﻚ ﻣﻔﺼ ﹰ‬
‫ﻼ ﻓﻴﲈ ﺑﻌﺪ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ ﺗﻌﺎﱃ‪.‬‬
‫‪٢٠‬‬
BİRİNCİ HADÎS
TAHÂRETİN SIRLARI

Allah Rasûlü’ne (s.a.) ulaşan bir isnâd ile sâbit olduğuna göre
bir sahâbî Efendimiz’e gelerek fakirlik ve yokluktan şikâyet etti. Allah
Rasûlü (s.a.) buyurdu ki: “Temizliğe devam et ki rızkın bollaşsın.”1
Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu
Bilmek gerekir ki bu hadîs-i şerîf, îcâzına rağmen, cevâmiu’l-
kelimdendir; yâni az kelime ile engin mânâlar ifâde etmektedir; çün-
kü küllî bir takım meseleleri, mühim bazı sırları kapsamaktadır. Ancak
bunların anlaşılması, Allah’ın inâyetiyle, bir takım açıklamalar gerek-
tiren mukaddimelere/önbilgilere bağlıdır. Bu mukaddimeler, maksadın
tam olarak anlaşılmasını sağlayacaktır. Bunların ardından hadîsin geri
kalan mânâsını açıklayıcı bilgileri anlatmaya çalışacağım inşâallah.
Açıklamak için derim ki:

Birinci Mukaddime
Bilmek gerekir ki, tahâret ve necâsetten her biri ikiye ayrılır:
1- Gayr-i mec’ûl tahâret veya necâset: Tahâret ve necâsetin bu
türüne kesb ve amelin dahli yoktur; bunları benimseme konusunda em-
rin; sakınıp uzaklaşma konusunda nehyin ya da tavsiye ve teşvîkin fay-
dası yoktur.
2- Vücûdî ve ca’lî olan; yâni mükellefin iktisâbına bağ-
lı tahâret veya necâset: İlâhî emir ve yasaklar, tahâret ve
necâsetin bu türüyle alâkalıdır. Bunlarla alâkalı yapılacak tavsi-
ye ve teşvîkler faydalı olduğu gibi, sarfedilecek çaba ve harcanacak
enerji de işe yarar. Herhalde artık sözümü anlamışsındır. İnşâallah
ben sana bu konuyu, bundan sonra ayrıntılı olarak anlatacağım.
20
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬

‫ﺍﳌﻘﺪﻣﺔ ﺍﻷﺧﺮ￯‬
‫ﺍﻋﻠﻢ ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﺍﳊﻖ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﺟﻮﺍﺩ ﻣﻄﻠﻖ ﻓﻴﺎﺽ ‪ /‬ﻋﲆ ﺍﻟﺪﻭﺍﻡ ﺑﺴﻮﺍﺑﻊ]ﻕ‪2-a :‬‬

‫ﺳﺎﻳﻎ[ ﺍﻷﻧﻌﺎﻡ ﺩﻭﻥ ﺑﺨﻞ ﻭﻻﺍﻟﺘﲈﺱ ﻋﻮﺽ ﻭﻻ ﲣﺼﻴﺺ ﻃﺎﺋﻔﺔ ﺑﻌﻴﻨﻬﺎ‬


‫ﻮﻫﻢ ﻣﻨﻌ ﹰﺎ ﻭﲢﺠﲑ ﹰﺍ ﻋﻦ ﺁﺧﺮﻳﻦ‪ ،‬ﻭﺍﳋﻼﺋﻖ ﺑﺄﲨﻌﻬﻢ ﻳﻘﺒﻠﻮﻥ‬ ‫ﲣﺼﻴﺼ ﹰﺎ ﹸﻳ ﹺ‬
‫ﻣﻦ ﻋﻄﺎﻳﺎﻩ ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺔ ﻭﺍﻷﺳﲈﺋﻴﺔ ﺑﻤﻘﺪﺍﺭ ﺍﺳﺘﻌﺪﺍﺩﻫﻢ ﺍﻟﻜﻠﻴﺔ ﺍﻟﻐﲑ‬
‫ﻻ ﺣﺎﻝ ﺍﺭﺗﺴﺎﻣﻬﻢ ﰱ ﻋﻠﻤﻪ‬ ‫ﺍﳌﺠﻌﻮﻟﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﲠﺎ ﹶﻗﺒﹺﻠﻮﺍ ﻣﻨﻪ ﺍﻟﻮﺟﻮ ﹶﺩ ﺃﻭ ﹰ‬
‫ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻭﻳﻘﺒﻠﻮﻥ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻣﻦ ﻋﻄﺎﻳﺎﻩ ﺑﺎﺳﺘﻌﺪﺍﺩﻫﻢ ﺍﻟﺘﻔﺼﻴﻠﻴﺔ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻳﺔ‬
‫ﺍﳌﺠﻌﻮﻟﺔ ﺑﺤﺴﺐ ﻃﻬﺎﺭﲥﻢ ﺍﻟﺒﺎﻃﻨﺔ ﻭﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻳﺔ‪.‬‬
‫ﺍﳌﺨﺘﺼﺔ ﺑﺎﻻﺳﺘﻌﺪﺍﺩ‬
‫ﱠ‬ ‫ﻭﺇﻧﲈ ﻗﻠﺖ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻳﺔ ﻣﻦ ﺃﺟﻞ ﺃﻥ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ‬
‫ﺍﻟﻜﲆ ﺍﳌﻮﺟﺐ ﻗﺒﻮﻝ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﻣﻦ ﺍﳊﻖ ﺍﻟﻘﺒﻮﻝ ﺍﻟﺘﺎﻡ ﻋﺒﺎﺭﺓ ﻋﻦ ﺳﻼﻣﺔ‬
‫ﻭﻗﻮﺓ ﻣﻨﺎﺳﺒﺔ ﺗﻠﻚ ﺍﳊﻘﻴﻘﺔ‬‫ﺣﻘﻴﻘﺔ ﺍﻟﻘﺎﺑﻞ ﻣﻦ ﺃﻛﺜﺮ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻹﻣﻜﺎﻥ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻟﻠﺤﴬﺓ ﺍﻟﻮﺣﺪﺍﻧﻴﺔ ﺍﻹﳍﻴﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻣﻨﻬﺎ ﻳﻨﺒﺴﻂ ﺍﻟﻔﻴﺾ ﻋﲆ ﲨﻴﻊ ﺍﻟﻘﻮﺍﺑﻞ‬
‫ﹴ‬
‫ﳎﻌﻮﻟﺔ‬ ‫ﲑ‬‫ﻗﻠﺖ‪ :‬ﺇﳖﺎ ﻏ ﹸ‬
‫ﺍﳌﻤﻜﻨﺔ‪ ،‬ﻭﻫﻰ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﺍﻷﺻﻠﻴﺔ ﺍﻷﻭﱃ ﺍﻟﺘﻰ ﹸ‬
‫ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﺍﻟﻐﲑ ﺍﳌﺠﻌﻮﻟﺔ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺍﳌﻘﺘﻀﻴﺔ ﻗﺒﻮﻝ ﺍﻟﻔﻴﺾ‬
‫ﹸ‬ ‫]ﺵ‪ :‬ﺗﻘﺎﺑﻠﻬﺎ[‬
‫ﻭﻳﻘﺎﺑﻠﻬﺎ‬
‫ﺍﻹﳍﻴﺔ‬
‫ﱠ‬ ‫ﺍﻹﳍﻰ ﻻ ﻋﲆ ﺍﻟﻮﺟﻪ ﺍﻟﺘﺎﻡ‪ ،‬ﻭﺗﻐﻴﲑﻩ ﻋﲈ ﻛﺎﻥ ﻋﻠﻴﻪ ﻣﻦ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ‬
‫ﻭﺧﻮﺍﺹ ﺍﻟﻮﺳﺎﺋﻂ‪.‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﺑﺴﺒﺐ ﻛﺜﺮﺓ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻹﻣﻜﺎﻧﻴﺔ‬
‫ﻭﺃﻣﺎ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﺍﻟﻜﻠﻴﺔ ﺍﻷﻭﱃ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﰱ ﻣﻘﺎﺑﻠﺔ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ‬
‫ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻭﺃﻣﺎ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﺍﻟﻜﻠﻴﺔ ﺍﻷﻭﱃ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﰱ ﻣﻘﺎﺑﻠﺔ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ‪ [.‬ﻓﻌﺒﺎﺭﺓ ﻋﻦ‬
‫ﺃﺣﺪ ﻭﺟﻬﻰ ﺍﻹﻣﻜﺎﻥ ﺍﻟﺬ￯ ﻳﲆ ﺍﻟﻌﺪﻡ‪ .‬ﻭﻫﻮ ﳏﺘﺪ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻬﺎ‬
‫ﳍﺬﺍ ﻗﻠﻨﺎ‪:‬‬
‫‪٢١‬‬
BİRİNCİ HADÎS

İkinci Mukaddime
Bilesin ki Allah Teâlâ, mutlak cömerddir ve nîmetlerini devamlı
sûrette bol bol, cimrilik göstermeden, herhangi bir karşılığa bağlamaksı-
zın, başkalarını mahrûm bırakır tarzda sâdece bir gruba has değil, herkese
bolca verip durmaktadır. Mahlûkâtın hepsi, Hakk’ın ilminde başlangıçta
şekillendikleri sırada O’ndan aldıkları vücûda bağlı, küllî ve gayr-ı mec’ûl/
yaratılmamış isti’dâdları ölçüsünde Hakk’ın zât ve esmâsına âid ihsânlarını
kabûl etmekte/almaktadır. Mahlûkât Hakk’ın bu ihsânlarını, zâhirî ve bâtınî
temizlikleri ölçüsünde mec’ûl/yaratılmış olan tafsîlî isti’dâdlarıyla alabil-
mektedirler.
Benim burada zâhirî ve bâtınî tahâret için “vücûdî” tâbiri kullan-
mamın sebebi şudur: Hakk’tan geleni kabûl-i tâm ile kabûl etmeyi ge-
rekli kılan isti’dâd-ı küllîye has tahâret, imkân ahkâmının çoğunu kabûl
hakîkatinden sâlim ve bu hakîkatin vahdânî ve ilâhî hazret ile kuvvetli
bir münâsebetten ibâret olmasıdır. İmkân âlemine feyz-i ilâhî bu hazret-
ten/makamdan yayılmaktadır. Bu hazret/makam ise ilk ve aslî tahâretin
olduğu yerdir. Bu yüzden ben, onun hakkında “gayr-i mec’ûl/yaratılma-
mış” tâbirini kullandım. Bu gayr-i mec’ûl tahâretin mukâbili necâset-i
gayr-i mec’ûledir ki bu, feyz-i ilâhînin tam olarak alınamamasına sebep
olur, ya da onu, tahâret-i ilâhiyyeden başka bir şeye dönüştürür. Bu dö-
nüşmenin sebebi imkân âlemine âid hükümlerin ve bağlantıların özel-
liklerinin çokluğudur.
İlk ve küllî necâset mertebesi, küllî tahâretin mukâbili olduğu gibi,
hemen ademin peşinden gelen imkân âleminin, iki yüzünden birinden
ibârettir. Bu adem âlemi, işâret edilen imkân ahkâmının aslî tabîatıdır.
Bu sebeple biz deriz ki:
Asıl necâset sebebi imkân âlemine âid hükümlerin kesret ve ga-
lebesi ile imkân âlemini yaratan Hakk ve O’nun feyz-i ilâhîsi olan var-
21
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬

‫ﻭﺧﻮﺍﺹ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺇﻥ ﺳﺒﺐ ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﻏﻠﺒﺔ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻹﻣﻜﺎﻥ ﻭﻛﺜﺮﲥﺎ‬
‫ﺇﻣﻜﺎﻧﺎﺕ ﺍﻟﻮﺳﺎﺋﻂ ﺍﻟﺜﺎﺑﺘﺔ ﺑﲔ ﺍﳊﻖ ﺍﳌﻮﺟﺪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻭﺑﲔ ﺍﻟﻘﺎﺑﻞ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﻻ ﻳﻮﺟﺪ ﰱ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﻣﻦ‪ :‬ﺃﻣﺎ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﻨﺠﺎﺱ‪ ...‬ﺇﱃ‬
‫ﻟﻔﻴﻀﻪ ﻛﲈ ﺳﺒﻘﺖ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺇﻟﻴﻪ‬
‫ﻓﺎﻓﻬﻢ[ ﻓﺎﻓﻬﻢ]ﻉ‪ :‬ﻓﺈﻧﹼﻪ[‪ .‬ﻓﻬﺬﺍ ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﺍﻟﻜﻠﻴﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﰱ‬
‫ﻣﻘﺎﺑﻠﺔ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ‪.‬‬
‫ﺛﻢ ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻧﻪ]ﻕ‪ +:‬ﻛﺄﻥ[ ﻗﻠﺔ ﺍﻟﻮﺳﺎﺋﻂ ﻭﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻜﺜﺮﺓ ﺍﻹﻣﻜﺎﻧﻴﺔ ﺗﻮﺟﺐ‬
‫ﺍﻹﳍﻴﺔ‪ ،‬ﻓﻴﺴﺘﻠﺰﻡ ﻗﺒﻮﻝ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻮﺣﺪﺍﻧﻴﺔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻭﺛﺒﻮﺕ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﻣﻊ ﺍﳊﴬﺓ‬
‫ﻣﺮ‪ ،‬ﻓﻠﺬﻟﻚ ﻛﺜﺮﺓ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻹﻣﻜﺎﻧﻴﺔ‬ ‫ﺍﻹﳍﻴﺔ ﻋﲆ ﻭﺟﻪ ﺗﺎﻡ ﻛﲈ ﹼ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻌﻄﺎﻳﺎ‬
‫ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺎﺕ ﺍﳌﻌﻨﻮﻳﺔ‬
‫ﹸ‬ ‫ﻭﺧﻮﺍﺹ ﺇﻣﻜﺎﻧﺎﺕ ﺍﻟﻮﺳﺎﺋﻂ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﻗﻮﲥﺎ‪،‬‬
‫ﹰ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻼﺯﻣﺔ ﻟﻠﻤﻮﺟﻮﺩﺍﺕ‪ ،‬ﻭ ﻳﺒﺘﺪﻱﺀ ﺍﻟﻜﻼﻡ ﺑـ »ﻓﺈﳖﺎ« ﺑﺪﻻ ﻣﻦ ﺍﳌﺴﻘﻮﻁ[‬
‫ﺍﻟﻼﺯﻣﺔ ﻟﻠﻤﻮﺟﻮﺩﺍﺕ‬
‫]ﺵ‪،‬ﻉ‪:‬‬
‫ﺗﻐﲑ ﹰﺍ ﳜﺮﺟﻪ‬‫ﺗﻮﺟﺐ ﻧﻘﺺ ﺍﻟﻘﺒﻮﻝ ﻭﺗﻐﲑ ﺍﻟﻔﻴﺾ ﺍﳌﻘﺪﹼ ﺱ ﺍﳌﻘﺒﻮﻝ ﱡ‬
‫ﲣﺮﺟﻪ[ ﻋﻦ ﺗﻘﺪﻳﺴﻪ ﺍﻷﺻﲆ‪.‬‬
‫ﻭﻟﻜﻞ ﻭﺍﺣﺪﺓ ﻣﻦ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻭﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﺍﻟﻼﺯﻣﺔ ﻟﻠﻤﻮﺟﻮﺩﺍﺕ‬
‫ﻻ ﻭﰱ ﻣﻈﺎﻫﺮﻫﺎ‬ ‫ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺷ ﹼﺘﻰ ﳛﺼﻞ]ﻕ‪ :‬ﲢﺼﻞ[ ﺑﻴﻨﻬﺎ ﰱ ﻣﺮﺍﺗﺒﻬﺎ ﱠﺃﻭ ﹰ‬
‫ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻳﺔ]ﻕ‪ + :‬ﻭﺍﻟﺘﺼﻮﻳﺮﻳﺔ[ ﺍﻟﺼﻮﺭﻳﺔ ﻭﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ﺛﺎﻧﻴ ﹰﺎ ﺍﻣﺘﺰﺍﺟﺎﺕ ﻋﲆ‬
‫ﺃﻧﺤﺎﺀ ﻭﳛﺼﻞ]ﻕ‪ :‬ﻓﺤﺼﻞ[ ﻓﻴﲈ]ﺵ‪ :‬ﻓﻴﻬﺎ[ ﺑﻴﻨﻬﺎ ﻏﻠﺒﺔ ﻭﻣﻐﻠﻮﺑﻴﺔ ﻳﻘﺘﴣ ﻭﺻﻒ‬‫ﹴ‬
‫ﺍﳌﻮﺻﻮﻑ ﺑﺎﻟﻐﺎﻟﺐ ﻣﻨﻬﺎ ﻓﻴﻪ ﺣﻜ ﹰﲈ‪ ،‬ﻭﻛﺬﻟﻚ ﺍﳊﻜﻢ ﻋﻠﻴﻪ ﰱ ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ‪.‬‬
‫ﻭﺇﺫﺍ ﻭﺿﺢ ﻫﺬﺍ ﻓﻠﻨﺮﺟﻊ ﻭﻧﻘﻮﻝ]ﻕ‪ :‬ﺗﻘﻮﻝ[‪ :‬ﹶﻓ ﹸﻮ ﹸﻓﻮﺭ ﺍﳊﻈﻮﻅ ﻣﻦ ﻋﻄﺎﻳﺎﻩ‬
‫ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺔ ﻭﺍﻷﺳﲈﺋﻴﺔ ﻭﻧﻘﺼﺎﳖﺎ ﺭﺍﺟﻊ ﺇﱃ ﻛﲈﻝ ﺍﺳﺘﻌﺪﺍﺩﺍﺕ‬
‫‪2-b‬‬ ‫ﺍﳌﻌﱪ‬
‫ﻛﻞ ﻗﺎﺑﻞ‪ ،‬ﻭﻧﻘﺼﺎﻧﻪ ﻫﻮ ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻘﻮﺍﺑﻞ‪ ،‬ﻭﻧﻘﺼﺎﳖﺎ ﻭﻛﲈﻝ ﺍﺳﺘﻌﺪﺍﺩ ‪ /‬ﹼ‬
‫ﻋﻨﻪ ﺑﺎﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻭﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻬﲈ ﻟﻴﺲ ﻏﲑ ﺫﻟﻚ ﻭﻫﺬﺍ ﻣﻦ ﺍﳌﺘﻔﻖ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ ﻋﻨﺪ ﺍﳌﺤﻘﻘﲔ‪.‬‬
‫‪٢٢‬‬
BİRİNCİ HADÎS

lık arasında sâbit vâsıtaların özellik ve çokluğudur. Nitekim bu konuya


daha önce işâret edilmişti. Bu durum ilk ve küllî tahâretin mukâbili olan
ilk ve küllî necâset mertebesinin ahkâmındandır.

Sonra bilesin ki, vâsıtaların ve imkânî kesret ahkâmının azlığı,


tahâreti ve ilâhî vahdâniyet hazreti/makâmı ile münâsebetin sâbit olma-
sını gerektirir. Bu durum ise ilâhî ihsânların daha önce geçtiği gibi, tam
olarak alınmasını gerekli kılar. Bu yüzden imkân âleminin ahkâmının
çokluğu ve güçlülüğü, varlıklar için mânevî necâset demek olan vesâit
imkânına âid husûsiyetler, ilâhî ihsânların kabûlünün noksanlaşmasını,
alınan feyz-i mukaddesin tagayyürünü gerektirir. Bu öyle bir tagayyür
olur ki feyz, aslî kudsiyyetini kaybeder.

Mevcûdât için gerekli olan bu tahâret ve necâsetten her birinin ilk


olarak kendi mertebeleri arasında, ikinci olarak rûhânî, sûrî ve vücûdî
mazharlarında meydana gelen değişik ahkâmı vardır. Ayrıca da muhtelif
taraflarda karışık durumlar vardır ki bunların hükmü galibiyet esasına
göredir. İmtizâc eden şeylerden hangisi daha galip ise diğeri onun vasfı-
nı alır. Şerîattaki hüküm de buna göredir.

Bu konu yeterince açıklandıysa şimdi dönelim ve diyelim ki:


Hakk’ın zât ve esmâsına âid ihsânlardan nasîb almanın çokluğu veya
azlığı bunları alacak olanların isti’dâdlarının kemâl ve noksanına bağ-
lıdır. Her kabiliyet sâhibinin isti’dâdının kemâl ve noksanı, bahsi geçen
tahâret ve necâsetle anlatılır, başkasıyla değil. Bu, tahkîk erbâbının üze-
rinde ittifak ettiği bir konudur.
22
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬

‫ﻣﻮﺿﻊ‬
‫ﹴ‬ ‫]ﻕ‪ + :‬ﻣﺎ[‬
‫ﺍﻟﻘﻮﻝ ﰱ ﺑﻴﺎﻥ ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻭﺗﻘﺮﻳﺮﻩ ﰱ ﻏﲑ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﺑﺴﻄﺖ‬
‫ﹸ‬ ‫ﻭﻗﺪ‬
‫ﻭﺧﺎﺻﺘﻪ ﰱ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﴏﺡ ﺑﻪ ﲨﺎﻋﺔ ﻣﻦ ﺃﻛﺎﺑﺮ ﺃﻫﻞ ﺍﷲ‬ ‫ﻣﻦ ﺗﺼﺎﻧﻴﻔﻰ ﻭﻗﺪ ﱠ‬
‫ﻛﺘﺒﻬﻢ‪ ،‬ﻭﺇﻟﻴﻪ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﰱ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻹﳍﻰ ﺍﻟﺬ￯ ﺭﻭﺍﻩ ﻟﻨﺎ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲﷺ‬
‫ﺍﷲ‪ ،‬ﻭ ﹶﻣ ﹾﻦ‬‫ﻋﻦ ﺭﺑﻪ ﺑﻘﻮﻟﻪ ﰱ ﺁﺧﺮ ﺍﳊﺪﻳﺚ‪ :‬ﹶﻓ ﹶﻤ ﹾﻦ ﻭﺟﺪﹶ ﹶﺧ ﹾﲑ ﹰﺍ ﻓﻠ ﹶﻴ ﹾﺤ ﹶﻤ ﹺﺪ ﹶ‬
‫ﻧﻔﺴ ﹸﻪ‪2‬؛ ﻭﺑﻘﻮﻟﻪ]ﻕ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭ ﺳﻠﻢ[ ﻋﻠﻴﻪ‬ ‫ﻻ ﹶ‬ ‫ﲑ ﺫﻟﻚ ﻓﻼ ﹶﻳ ﹸﻠﻮ ﹶﻣ ﱠﻦ ﺇ ﹼ‬ ‫ﹶﻭ ﹶﺟﺪﹶ ﻏ ﹶ‬
‫ﻭﺍﻟﴩ ﻟﻴﺲ ﺇﻟﻴﻚ‪ .3‬ﻭﻣﺆ ﹼﻳﺪ‬ ‫ﲑ ﹸﻛ ﱡﻠ ﹸﻪ ﺑﹺ ﹶﻴﺪﹶ ﹾﻳ ﹶﻚ‪ ،‬ﱠ ﱡ‬ ‫ﺍﻟﺴﻼﻡ ﳐﺎﻃﺒ ﹰﺎ ﺭ ﱠﺑ ﹸﻪ‪ :‬ﺍﳋ ﹸ‬
‫ﺃﺻﺎﺑﻚ ﹺﻣ ﹾﻦ‬
‫ﹶ‬ ‫ﺫﻟﻚ ﻛ ﱡﻠﻪ‪ ،‬ﻗﻮﻟﻪ ﺗﻌﺎﱄ‪ :‬ﻣﺎ ﺃﺻﺎ ﹶﺑﻚ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﺣ ﹶﺴﻨ ﹴﹶﺔ ﹶﻓ ﹺﻤ ﹶﻦ ﺍﷲﹺ‪ ،‬ﻭﻣﺎ‬
‫ﺗﻜﺮﺭﺕ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺇﻟﻴﻪ ﰱ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ‬ ‫ﻭﻧﺤﻮ ﺫﻟﻚ ﳑﺎ ﱠ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﺌﺔ ﹶﻓ ﹺﻤ ﹾﻦ ﹶﻧ ﹾﻔ ﹺﺴ ﹶﻚ‪.4‬‬‫ﹶﺳ ﱢﻴ ﹴ‬
‫ﹺ‬
‫ﺍﻟﺼﺤﻴﺤﺔ‬ ‫ﺍﳌﻨﻮﺭﺓ ﻭﺃﺭﺑﺎﺏ ﺍﻷﺫﻭﺍﻕ‬ ‫ﻭﺍﻟﺴﻨﺔ‪ ،‬ﻭﲢ ﹼﻘﻘﺖ ﺑﻤﻌﺮﻓﺘﻪ ﺍﻟﻌﻘﻮﻝ ﱠ‬
‫ﻭﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﺍﻟﻄﺎﻫﺮﺓ]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ[ ‪ ،‬ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ‪.‬‬ ‫ﹸ‬
‫ﺍﳌﻘﺪﻣﺔ ﺍﻷﺧﺮ￯‬
‫ﻼ ﻭﴍﻋ ﹰﺎ ﻭﻛﺸﻔ ﹰﺎ ﺃﻥ ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﻣﺘﻘﺪﻡ‬ ‫ﺃﻥ ﻣﻦ ﺍﳌﺘﻔﻖ ﻋﻠﻴﻪ ﻋﻘ ﹰ‬ ‫ﻫﻰ ﱠ‬
‫]ﺵ‪،‬ﻉ‪:‬‬
‫ﺑﺎﻟﻮﺟﻮﺩ ﻋﲆ ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺟﺴﺎﻡ‪ .‬ﻭﺇﻥ ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺟﺴﺎﻡ ﺃﻭﺟﺪﻩ ﺍﷲ ﺗﻌﺎﱄ‬
‫ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﻭﺍﻷﺣﻜﺎﻡ‬ ‫‪ -‬ﺗﻌﺎﱄ[ ﺑﻮﺍﺳﻄﺔ ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ‪ ،‬ﻭﺟﻌﻠﻪ ﺗﺎﺑﻌ ﹰﺎ ﻟﻪ ﰱ ﱢ‬
‫ﱢ‬
‫ﻛﺎﻟﻈﻞ‬ ‫ﻛﺘﺒﻌﻴﺘﹺﻪﹺ ﻟﻪ ﰱ ﻗﺒﻮﻝ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﻣﻦ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩ ﺍﳊﻖ ﻓﻬﻮ ﻣﻦ ﻭﺟﻪ‬ ‫ﱠ‬
‫ﻟﻌﺎﱂ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ‪ .‬ﻭﺇﺫ ﻗﺪ ﺫﻛﺮﺕ ﻫﺬﻩ ﺍﳌﻘﺪﹼ ﻣﺎﺕ‪ ،‬ﻭﺃﺩﺭﺟﺖ‬
‫ﰱ ﺍﳌﻘﺪﻣﺔ]ﻕ‪ - :‬ﺍﳌﻘﺪﻣﺔ[ ﺍﻷﻭﱃ ﻣﻨﻬﺎ‪:‬‬
‫ﺫﻛﺮ ﺃﻭﻝ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻭﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﺍﳌﻌﻨﻮ ﱠﻳﺘﲔ‬
‫]ﻕ‪ + :‬ﻭﻣﻈﺎﻫﺮﳘﺎ[‬

‫ﻭﺃﺣﻜﺎﻣﻬﲈ]ﻕ‪ + :‬ﻭﺩﺭﺟﺎﲥﲈ[ ﺍﻟﺘﻰ ﻻ ﻣﺪﺧﻞ ﻟﻠﻜﺴﺐ ﻭﺍﻻﺟﺘﻬﺎﺩ ﻓﻴﻬﺎ‪،‬‬


‫ﻓﻠﻨﺬﻛﺮ ﻫﻨﺎ ﺑﻘﻴﺔ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻭﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﻭﺩﺭﺟﺎﲥﲈ ﻭﻣﻈﺎﻫﺮﳘﺎ‬
‫ﹸ‬
‫ﺍﻟﻜﺸﻒ‬ ‫ﺍﻟﺒﺎﻃﻨﺔ ﻭﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ﻭﺍﳌﴩﻭﻋﺔ ﻣﻨﻬﺎ ﻭﺍﳌﻌﻘﻮﻟﺔ ﻭﻣﺎ ﻳﻌﻄﻴﻪ‬
‫ﺍﻟﴫ ﹸﻑ‪ ،‬ﻓﺈﻧﻪ ﻣﺎﱂ ﹸﺗ ﹾﻌ ﹺﻠ ﹶﻢ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻭﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﻭﻣﻈﺎﻫﺮﳘﺎ‬
‫ﻭﻳﺸﻬﺪ ﻟﻪ ﺍﳊﻖ ﹺ‬
‫‪٢٣‬‬
BİRİNCİ HADÎS

Ben bu mevzûda düşüncelerimi diğer eserlerimde genişçe an-


lattım. Ehlullâh ve havastan bazı büyükler de eserlerinde bunu yaptı-
lar. Nitekim Rasûlullâh’ın (s.a.) bize naklettiği bir kudsî hadîste buna
işâret vardır: “Kim bir hayra ererse Allah’a hamdetsin. Kim de, hayır-
dan başka bir şeye ulaşırsa ancak nefsini kınasın.”2 Peygamber (s.a.)
Rabbına hitâben şöyle derdi: “Hayrın her türlüsü Sen’in elindedir. Şer
Sana ulaşmaz.”3 Bu hadîslerin hepsi aslında şu âyet-i kerîmeyi teyîd
etmektedir: “Sana ulaşan her iyilik Allah’tan, seni bulan her kötülük
ise nefsindendir.”4 Kitap ve sünnette buna işâreti tekerrür eden başka
ifâdeler de vardır. Aydın akıl, sahîh zevk ve temiz ruh sâhipleri onun
mârifetiyle tahkîka ermişlerdir, bunu bil!

Üçüncü Mukaddime
Ruhlar âleminin diğer varlıklardan önce varolduğu aklen, şer’an
ve keşfen ittifakla kabûl edilmiştir. Çünkü Allah Teâlâ, âlem-i ecsâmı
âlem-i ervâh vâsıtasıyla îcâd buyurmuş ve âlem-i ecsâmı vücûdda/va-
roluşda âlem-i ervâha tâbî kıldığı gibi, sıfat ve ahkâm konusunda da
ona tâbî kılmıştır. Bir bakıma âlem-i ecsâm, ruhlar âlemine göre gölge
gibidir, bunu bilesin. Bu önbilgileri ben daha önce birinci mukaddimede
anlattım. İşte bu anlattıklarımdan biri de şudur:

Mânevî tahâret ve necâset mertebelerinin ilkidir ki orada kesb ve


çabanın bir dahli yoktur. Şimdi biz burada tahâret ve necâsetin mertebe
ve derecelerinin geri kalan kısmını, bâtınî ve zâhirî mazharlarını, meşrû
ve mâkûl olanını, keşfin verdiği ve sırf Hakk’ın gösterdiği bilgilerle
anlaşılan kısmı anlatacağız. Çünkü tahâret ve necâsetin, mazhar ve de-
recelerinin ne olduğu anlaşılmazsa tahâretle tahallî keyfiyeti ve buna
devamın yolu bilinemez. Tahâretle tahallî ettikten sonra zâhirî ve bâtınî
23
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬

‫ﺑﺎﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻭﺻﻮﺭﺓ ﺍﻟﺪﻭﺍﻡ ﻋﻠﻴﻬﺎ‪،‬‬ ‫ﻛﻴﻔﻴﺔ ﺍﻟﺘﺤﲆ ﱠ‬ ‫ﻭﺩﺭﺟﺎﲥﲈ ﱂ ﺗﻌﻠﻢ ﱠ‬


‫ﺍﻟﺘﺤﲆ ﲠﺎ ﻋﻦ ﺍﻟﺘﻠﻮﻳﺚ ﺑﺄﻧﻮﺍﻉ ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺎﺕ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﺻﻴﺎﻧﺘﻬﺎ ﺑﻌﺪ‬
‫]ﺵ‪،‬‬
‫ﻭﺍﻟﺒﺎﻃﻨﺔ‪ ،‬ﻭﻻ ﹸﻳﻌ ﹶﻠﻢ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻛﻴﻔﻴﺔ ﺇﺯﺍﻟﺔ ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺎﺕ ﺍﻟﻘﺎﺋﻤﺔ ﺑﺎﻟﺼﻮﺭﺓ‬
‫ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﻧﺎ ﱂ ﻳﻤﻜﻨﻪ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﺑﺎﻟﺼﻮﺭ[ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ﻭﺍﻟﺒﺎﻃﻨﺔ‪ ،‬ﻭﺇﺫﺍ ﱂ ﻳﻌﻠﻢ‬ ‫ﻉ‪ :‬ﱡ‬

‫ﺍﻻﻧﺘﻔﺎﻉ ﲠﺬﻩ ﺍﻟﻮﺻﻴﺔ ﺍﻟﻨﺒﻮ ﹼﻳﺔ ﻭﻻﺍﻟﻌﻤﻞ ﺑﻤﻘﺘﻀﺎﻫﺎ‪ ،‬ﻓﺄﻗﻮﻝ ﻋﲆ ﺳﺒﻴﻞ‬


‫ﺧﻮﺍﺹ‬‫ﹼ‬ ‫ﺍﻹﲨﺎﻝ‪ :‬ﺇﻥ ﺍﻟﺬﻧﻮﺏ ﻛﻠﻬﺎ ﻧﺠﺎﺳﺎﺕ ﺑﺎﻃﻨﺔ ﻭﺇﻥ ﻛﺎﻥ ﻟﺒﻌﻀﻬﺎ‬
‫‪3-a‬‬ ‫ﺍﻟﻌﺒﺪﹶ ﹶﻟ ﹸﻴ ﹾﺤ ﹶﺮ ﹸﻡ‬
‫ﺇﻥ ﹾ‬ ‫ﺗﺘﻌﺪﹼ￯ ﻣﻦ ﺍﻟﺒﺎﻃﻦ ﺇﱃ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮ‪ ،‬ﻛﲈ ﺃﺷﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪﷺ ﺑﻘﻮﻟﻪ‪ :‬ﱠ‬
‫ﹾﺐ ﹸﻳﺼﻴ ﹸﺒ ﹸﻪ‪.5‬‬ ‫ﺍﻟﺮﺯﹾ ﹶﻕ ﱠ‬
‫ﺑﺎﻟﺬﻧ ﹺ‬ ‫ﱢ‬
‫ﴎ ﺁﺧﺮ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻭﻫﻮ ﺃﻥ ﺍﳊﺮﻣﺎﻥ ﻗﺪ ﻳﻜﻮﻥ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ‬ ‫ﻭﳍﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﹼ‬
‫ﺇﱃ ﺍﻟﺮﺯﻕ ﺍﳌﻌﻨﻮ￯ ﻭﺍﻟﺮﻭﺣﺎﲏ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﻳﻜﻮﻥ ﺍﳊﺮﻣﺎﻥ ﻣﻦ ﺍﻟﺮﺯﻕ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮ‬
‫ﺍﳌﺤﺴﻮﺱ‪.‬‬
‫ﻣﻄﻬﺮﺍﺕ‪ ،‬ﻓﺘﺎﺭﺓ ﺑﻄﺮﻳﻖ ﺍﳌﺤﻮ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ‬ ‫ﺛﻢ ﻧﻘﻮﻝ‪ :‬ﻭﺍﻟﻄﺎﻋﺎﺕ ﻛﻠﹼﻬﺎ ﱢ‬
‫ﹶﺎﺕ‪ ،6‬ﻭﺑﻘﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬ ‫ﹶﺎﺕ ﹸﻳ ﹾﺬ ﹺﻫ ﹾﺒ ﹶﻦ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺴـ ﱢﻴﺌ ﹺ‬ ‫ﺍﳊ ﹶﺴﻨ ﹺ‬ ‫ﺑﻘﻮﻟﻪ ﺗﻌﺎﱄ‪ :‬ﺇﹺ ﱠﻥ ﹾ ﹶ‬
‫]ﻉ‪:‬‬

‫ﺍﳊ ﹶﺴ ﹶﻨ ﹶﺔ ﹶ ﹾﲤ ﹸﺤ ﹶﻬﺎ‪ ،7‬ﻭﺗﺎﺭ ﹰﺓ‬ ‫ﺍﻟﺴ ﱢﻴﺌﺔ ﹶ‬


‫ﺃﺗﺒﻊ ﱠ‬ ‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭ ﺳﻠﻢ[‪ :‬ﹺ‬
‫ﺎﺏ ﹶﻭﺁ ﹶﻣ ﹶﻦ ﹶﻭ ﹶﻋ ﹺﻤ ﹶﻞ‬‫ﺑﻄﺮﻳﻖ ﺍﻟﺘﺒﺪﻳﻞ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ ﺑﻘﻮﻟﻪ ﺗﻌﺎﱄ‪ :‬ﺇﹺ ﱠﻻ ﹶﻣﻦ ﹶﺗ ﹶ‬
‫ﹶﺎﺕ‪ .8‬ﻓﺎﳌﺤﻮ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ‬ ‫ﹶﺎﲥﹺ ﹾﻢ ﹶﺣ ﹶﺴﻨ ﹴ‬ ‫ﺎﳊ ﹰﺎ ﹶﻓ ﹸﺄ ﹾﻭ ﹶﻟﺌﹺ ﹶﻚ ﹸﻳ ﹶﺒﺪﱢ ﹸﻝ ﹸ‬
‫ﺍﷲ ﹶﺳ ﱢﻴﺌ ﹺ‬ ‫ﻼ ﹶﺻ ﹺ‬‫ﹶﻋ ﹶﻤ ﹰ‬
‫ﻋﺒﺎﺭﺓ ﻋﻦ ﺣﻘﻴﻘﺔ ﺍﻟﻌﻔﻮ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺘﺒﺪﻳﻞ ﻋﺒﺎﺭﺓ]ﺵ‪،‬ﻉ‪ - :‬ﻋﺒﺎﺭﺓ[ ﻋﻦ ﻣﻘﺎﻡ ﺍﳌﻐﻔﺮﺓ‪،‬‬
‫ﺃﴍﺕ ﺇﻟﻴﻪ ﻋﺮﻓﺖ ﺍﻟﻔﺮﻕ ﺑﲔ ﺍﻟﻌﻔﻮ ﻭﺍﳌﻐﻔﺮﺓ‪.‬‬ ‫ﹸ‬ ‫ﺗﻨﺒﻬﺖ ﳌﺎ‬‫ﻭﺇﻥ ﹼ‬
‫ﺧﻮﺍﺹ ﺗﺘﻌﺪ￯‬‫ﹼ‬ ‫ﺛﻢ ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﻟﻜﻞ ﻭﺍﺣﺪ ﻣﻦ ﺍﳌﻌﺎﴅ ﻭﺍﻟﻄﺎﻋﺎﺕ‬
‫ﻣﻦ ﻇﺎﻫﺮ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﺇﱃ ﺑﺎﻃﻨﻪ]ﻕ‪ :‬ﺑﺎﻃﻞ‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﻏﻠﻂ[‪ ،‬ﻭﺑﺎﻟﻌﻜﺲ ﻭﻗﻊ ﺍﻟﺘﻌﺪﻱ‪،‬‬
‫ﹴ‬
‫ﺑﺒﻄﻮﺀ‬ ‫ﻻ‬‫ﻓﺈﻥ ﻣﻨﻬﺎ ﻣﺎ ﻳﻘﺒﻞ ﺍﻟﺰﻭﺍﻝ ﺑﴪﻋﺔ‪ ،‬ﻭﻣﻨﻬﺎ ﻣﺎﻻ ﻳﻘﺒﻞ ﺍﻟﺰﻭﺍﻝ ﺇ ﱠ‬
‫ﻣﻊ ﻛﻠﻔﺔ‪ ،‬ﻭﻣﻨﻬﺎ ﻣﺎ ﻳﺴﺘﻤﺮ ﺣﻜﻤﻪ ﺇﱃ ﺍﳌﻮﺕ ﻭﻳﺰﻭﻝ ﰱ ﺍﻟﱪﺯﺥ‪ ،‬ﻭﻣﻨﻬﺎ‬
‫‪٢٤‬‬
BİRİNCİ HADÎS

necâsete/pisliğe bulaşmaktan korunmanın usûlü bilinemez. Zâhirî ve


bâtınî sûretlerde bulunan necâsetin giderilme yolları öğrenilemez. İn-
san bu saydıklarımızdan haberdar olmayınca da Hz. Peygamber’in (s.a.)
tavsiyesinden istifâde edemiyeceği gibi bu hadîsin mûcibiyle amel ede-
mez. Kısaca demek istiyorum ki: Günahların hepsi mânevî pislikler-
dir ve bunlardan bâzısının bâtından zâhire doğru etki eden özellikleri
vardır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Kul işlediği
günah sebebiyle rızık açısından mahrûmiyete uğrar.”5

Bu hadîsin bir başka sırrı da şudur: Kulun işlediği günah sebebiy-


le mahrûmiyeti bâzen mânevî ve rûhânî rızkına nisbetle olur; bâzen de
zâhir/mahsûs rızkına nisbetle olur.

Yine deriz ki: İbâdet ve tâatlerin hepsi temizleyici özelliğe sâhiptir.


Tâatlerin bu temizleyici özelliği bazen “mahv” sûretiyle olur. Nitekim
şu âyet ve şu hadîs buna işârettir: “İyilikler kötülükleri mahveder/
giderir”6 “Kötülüğün arkasından bir iyilik işle ki onu mahvetsin.”7 Ba-
zen de şu âyette işâret buyrulduğu gibi “tebdîl” şeklinde olur: “Ancak
tevbe edip îmân eden, sâlih amel işleyenler, işte bunların kötülükle-
rini Allah iyiliklere tebdîl edecektir.”8 Sözü edilen mahvdan maksad
afvın hakîkatin-den ibârettir; tebdîl ise mağfiret demektir. Eğer benim
anlattığım şeylere dikkat etmişsen afv ile mağfiret arasındaki farkı da
anlamışsındır.

Sonra şunu da bilmek gerekir: Mâsiyet ve tâatlerden her birinin


insanın zâhirinden bâtınına etki eden bir takım özellikleri vardır. Ni-
tekim bunun aksi de vâkidir. Bu zâhirden bâtına, bâtından zâhire olan
etkilerden bir kısmı çabucak zâil olur; bir kısmı da bir takım zorluklarla
ve çok yavaş zâil olur. Diğer bir kısmı ise etkisini ölüme kadar sürdürür,
24
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬

‫]ﻕ‪ + :‬ﻧﻌﻮﺫ‬
‫ﻣﺎﻻ ﻳﺰﻭﻝ ﺇﻻ ﰱ ﺍﳌﺤﴩ ﻭﻣﻨﻬﺎ ﻣﺎﻻ ﻳﺰﻭﻝ ﺇﻻ ﺑﻌﺪ ﺩﺧﻮﻝ ﺍﻟﻨﺎﺭ‬
‫ﺑﺎﷲ ﻣﻨﻬﺎ[‪ ،‬ﻭﻫﺬﺍ ﺑﴩﻁ ﺛﺒﻮﺕ ﺍﻟﺘﻮﺣﻴﺪ ﰱ ﺑﺎﻃﻦ ﹶﻣ ﹾﻦ ﻫﺬﺍ ﺷﺄﻧﻪ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﱠﻧﺒﻬﺖ‬
‫ﻨﺖ ﺫﻛﺮﻫﺎ‪ ،‬ﻛﲈ‬ ‫ﻟﻌﻴ ﹸ‬
‫ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ ﻋﲆ ﲨﻴﻊ ﺫﻟﻚ ﻭﻟﻮ ﻻ ﺧﻮﻑ ﺍﻟﺘﻄﻮﻳﻞ ﱠ‬ ‫ﹸ‬
‫ﺗﻨﺒﻪ ﳌﺎ ﹶ‬
‫ﺫﻛ ﹾﺮ ﹸﺗ ﹸﻪ‬ ‫‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﱠ‬
‫ﹸ ]ﻕ‪ - :‬ﻭﺍﻟﻨﺒﻮﻳﺔ[‬
‫ﻭﺭﺩﺕ ﲠﺎ ﺍﻹﺧﺒﺎﺭﺍﺕ ﺍﻹﳍﻴﺔ ﻭﺍﻟﻨﺒﻮﻳﺔ‬
‫ﺍﻟﴩﻋﻴﺔ ﻭﺟﺪ ﻓﻴﻬﺎ ﻣﺎ ﺳﺒﻘﺖ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺇﻟﻴﻪ‪.‬‬ ‫ﱠ‬ ‫ﺗﺘﺒﻊ ﺍﻷﺧﺒﺎﺭﺍﺕ‬
‫ﺛﻢ ﱠ‬ ‫ﻫﻨﺎ‪ ،‬ﱠ‬
‫ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻭﺍﻟ ﱠﻨﺠﺎﺳﺔ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻣﻈﺎﻫﺮﳘﺎ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ‬ ‫ﺃﻥ ﱠ‬
‫ﺛﻢ ﺍﻋﻠﻢ ﱠ‬
‫ﺍﳌﺤﺎﻝ ﺍﳌﻮﺻﻮﻓﺔ ﲠﲈ ﻭﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻣﺮﺍﺗﺒﻬﲈ‪ ،‬ﻭﺃﺣﻜﺎﻡ ﻣﺮﺍﺗﺒﻬﲈ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻋﲆ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺃﻧﻮﺍﻉ ﺃﺫﻛﺮﻫﺎ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ ﺗﻌﺎﱄ‪ ،‬ﻭﻟﻨ ﹾﹶﺒﺪﹶ ﺃ ﺑﺎﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻓﺄﻗﻮﻝ‪:‬‬
‫ﺍﻟﻮﺣﺪﺍﻧﹼﻰ ﺍﻟﻮﺟﻮﺑﻰ‬ ‫ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓﹸ ﺗﻈﻬﺮ ﻭﲢﺼﻞ ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﳉﻤﻊ ﹸ‬
‫ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻱ ﻭﺍﻹﻃﻼﻕ ﻋﻦ ﻛﻞ ﹶﺗ ﹶﻘ ﱡﻴ ﹴﺪ]ﻕ‪ :‬ﺗﻘﻴﻴﺪ[ ﻳﻘﴣ ﺑﺎﳊﴫ‪ ،‬ﻭﺑﺎﻟﻌﻠﻢ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻋﲈ‬ ‫ﺍﳌﺤ ﹼﻘﻖ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺘﻮﺣﻴﺪ ﺍﻟﺸﻬﻮﺩ￯ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻱ]ﺵ‪ - :‬ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻱ[ ﻭﺍﳋ ﱡﻠﻮ ﺑﺎﻃﻨ ﹰﺎ ﹼ‬
‫ﻭﺃﻭﻝ ﺩﺭﺟﺎﲥﺎ ﺍﳌﴩﻭﻋﺔ‬ ‫ﻣﺎﳛﺒﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻭﻳﺮﺿﺎﻩ‪ ،‬ﹼ‬ ‫ﺳﻮ￯ ﺍﳊﻖ ﺃﻭ ﻋﲈ ﺳﻮ￯ ﱡ‬
‫ﺍﻻﺳﺘﺤﻀﺎﺭﻱ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﳌﺨﺘﺼﺔ ﺑﺎﻟﻘﻠﻮﺏ ﻭﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﺍﻹﻳﲈﻥ ﻭﺍﻟﺘﻮﺣﻴﺪ‬ ‫ﱠ‬
‫ﺍﺭﻳﺪ ﺑﺎﻟﺘﻮﺣﻴﺪ ﺍﻻﺳﺘﺤﻀﺎﺭ￯ ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ ﰱ ﴍﺡ‬
‫ﺍﻹﺣﺴﺎﻥ‪ :‬ﺃﻥ ﺗﻌﺒﺪ ﺍﷲ ﻛﺄﻧﻚ ﺗﺮﺍﻩ – ﺍﳋﺼﻴﺺ ﺑﻪ ﻭﻟﻮﺍﺯﻣﻪ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺃﻋﻨﻰ‬
‫ﻟﻮﺍﺯﻡ ﺍﻹﻳﲈﻥ ﻭﻟﻮﺍﺯﻡ ﺗﻮﺣﻴﺪﻩ‪ .‬ﻭﺃﻋﲆ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﺍﻟﺘﻰ ﻳﺘﺤﲆ ﲠﺎ‬
‫ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﺩﻭﺍﻡ ﺍﻟﺘﺤﻘﻖ ﺑﻤﻌﺮﻓﺔ ﺍﳊﻖ ﻭﺷﻬﻮﺩﻩ ﺑﺎﻟﺘﺠﲆ ﺍﻟﺬﺍﺗﻰ ﺍﻟﺬ￯‬
‫ﺴﺘﻘﺮ ﻟﻠﻜﻤﻞ ﺩﻭﻧﻪ‪ .‬ﻭﺑﺎﻗﻰ ﺃﻧﻮﺍﻋﻬﺎ ﻭﺩﺭﺟﺎﲥﺎ‬ ‫ﻭﻻﻣ ﹼ‬‫ﻻ ﺣﺠﺎﺏ ﺑﻌﺪﻩ‪ ،‬ﹸ‬
‫ﻳﺘﻌﲔ ﺑﲔ ﻫﺬﻳﻦ ﺍﻟﻄﺮﻓﲔ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﻳﻦ‪.‬‬ ‫ﱠ‬
‫ﺃ￯ ﺃﻭﻝ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻟﻄﹼﻬﺎﺭﺓ ﺃﻋﻨﻰ ﺍﻟﺘﻮﺣﻴﺪ ﺍﻻﺳﺘﺤﻀﺎﺭﻱ‪ ،‬ﻭ ﺃﻋﲆ‬
‫ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﺃﻋﻨﻰ ﺩﻭﺍﻡ ﺍﻟﺘﺤﻘﻴﻖ ﺑﻤﻌﺮﻓﺔ ﺍﳊﻖ ﻭ ﺷﻬﻮﺩﻩ ﺑﺎﻟﺘﺠﲆ‬
‫ﺍﻟﺬﺍﺗﻰ‪.‬‬
‫‪٢٥‬‬
BİRİNCİ HADÎS

ancak berzahta zâil olur. Bir başka bölümü mahşere; hatta cehenneme
girinceye kadar etkisini sürdürür. Bu durumda olan kimsenin bâtınında
mutlâka tevhîd inancının var olması şarttır. Çünkü şerîatın uyarısı bu
istikâmettedir. Eğer sözün uzamasından korkmasaydım bunun sebeple-
rini de anlatırdım. Nitekim ilâhî ve nebevî beyânlarda bunlar anlatılmış-
tır. Benim söylediklerime dikkat ederek şer’î bilgileri inceleyen kimse,
bu anlatılanların uygun işâretlerini orada bulabilir.

Şunu da bilmek gerekir ki mazharları, mertebeleri ve mertebeleri-


nin ahkâmı açısından tahâret ve necâset çeşit çeşittir. Mazharlar, tahâret
ya da necâsetle mevsûf mahallerdir. İnşâallah ben bunları anlatacağım.
Önce tahâret ile söze başlayıp derim ki:

Tahâret bâtının, mâsivâdan ve Hakk’ın hoşlandıkları dışın-


da her türlü şeyden hâlî olmasıyla, hasr ve tahkîk ilmini gerekli kı-
lan vücûdî, vücûbî, vahdânî cem’ ahkâmı ile, her türlü kayıddan uzak
vücûdî-şühûdî tevhîdden hâsıl olur ve zuhûra çıkar. Tahâretin kalb-
lere ve ruhlara has meşrû ilk derecesi îmân ve tevhîd-i istihzârîdir.

Tevhîd-i istihzârî tâbiri ile Allah Rasûlü’nün “ihsân”ı açıklayan


ifâdeleri kasdedilmiştir. O da Allah’ı görüyormuşçasına kulluktur. Buna
âid lâfızlarla îmânın ve tevhîdin levâzımını kasdediyorum. İnsanın ken-
disiyle süsleneceği tahâret mertebelerinin en yücesi, devamlı olarak
mârifet-i Hakk’ı gerçekleştirme ve kâmillerden başkasının istikrâr kazana-
madığı perdelerin kalktığı; zâtî tecellîyi müşâhede makâmıdır. Tahâretin
geri kalan tür ve dereceleri, bu anlatılan iki kısım arasında yer alır.

Yâni tahâret mertebelerinin ilki ile tevhîd-i istihzârîyi; tahâret


mertebelerinin en yücesiyle Hakk’ı tanıma, zâtî tecellîyi şühûd sûretiyle
tahkîka devamı kastediyorum.
25
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬

‫‪3-b‬‬ ‫ﺍﻟﺘﻄﻬﺮ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺘﻄﻬﺮ ﻣﻨﻬﺎ‪ ،‬ﻭﺍﻻﺣﱰﺍﺯ ﺑﻌﺪ‬
‫ﹼ‬ ‫ﱠ‬
‫ﻭﺃﻣﺎ ﺃﻧﻮﺍﻉ ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻳﺮﺍﺩ‬
‫ﺍﳌﺤﺎﻝ ﺑﺄﺣﻜﺎﻣﻬﺎ‪ ،‬ﻓﺈﳖﺎ ﺗﻈﻬﺮ ﻭﺗﻨﺘﴚﺀ‬ ‫ﹼ‬ ‫]ﻕ‪ :‬ﻭﺍﻧﺼﺒﺎﻍ[‬
‫ﻣﻦ ﺍﻟﺘﻠﻮﺙ ﲠﺎ ﺑﺎﻧﺼﺒﺎﻍ‬
‫ﺍﳊﴫ ﰱ ﻋﻘﻴﺪﺓ‬ ‫ﻣﻦ ﺍﳉﻬﻞ ﻭﺍﻟﴩﻙ ﻭﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻘﻴﻮﺩ ﺍﻟﻘﺎﺿﻴﺔ]ﺵ‪ :‬ﺍﻟﻔﺎﻳﻀﺔ[ ﹾ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻌﻮﺍﺋﺪ[‬
‫ﳐﺼﻮﺻﺔ ﻧﺎﺷﺌﺔ ﻣﻦ ﺍﻟﺘﺄﻭﻳﻼﺕ ﻭﺍﻵﺭﺍﺀ ﺍﻟﻔﺎﺳﺪﺓ ﻭﺍﻟﻌﺎﺩﺍﺕ‬
‫ﺍﻟ ﱠﺮ ﱠﺩﻳﺔ ﻭﺍﻟﺸﻬﻮﺍﺕ ﺍﻟﻘﺎﻫﺮﺓ ﻟﻠﻘﻮ￯ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ﻭﺍﳌﻘﺘﻀﻴﺔ]ﻕ‪ -:‬ﻭ[ ﻟﻼﳖﲈﻙ‬
‫ﺑﺼﻔﺔ ﺍﻹﻃﻼﻕ ﻋﻦ]ﻕ‪ :‬ﻋﲇ[ ﺍﻟﻀﻮﺍﺑﻂ ﺍﻟﴩﻋﻴﺔ ﻭﺍﻟﻌﻘﻠﻴﺔ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﺃﻧﻮﺍﻉ‬
‫ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﺍﻟﺘﻔﺮﻗﺔ ﺍﳌﻘﺎﺑﻠﺔ ﻟﻠﺠﻤﻌﻴﺔ ﻭﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻜﺜﺮﺓ ﺍﻹﻣﻜﺎﻧﻴﺔ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ‬
‫ﻧﺴﺒﻬﺎ ﺍﻟﻌﺪﻣﻴﺔ]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻘﺪﻣﻴﺔ[ ﻛﲈ ﺳﺒﻘﺖ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺇﻟﻴﻪ‪.‬‬
‫ﺛﻢ ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﻛﻞ ﻭﺍﺣﺪ]ﻕ‪ :‬ﻭﺍﺣﺪﺓ[ ﻣﻦ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻭﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﻳﻨﻘﺴﻢ ﻣﻦ‬
‫ﹼ‬
‫ﺍﳌﺤﺎﻝ ﺍﳌﻮﺻﻮﻓﺔ ﲠﺎ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺇﱃ ﺛﻼﺛﺔ ﺃﻗﺴﺎﻡ‪ :‬ﻗﺴﻢ ﻇﺎﻫﺮ ﻭﻗﺴﻢ‬ ‫ﺣﻴﺚ‬
‫ﺑﺎﻃﻦ ﻭﻗﺴﻢ ﻣﺸﱰﻙ‪.‬‬
‫ﲣﺘﺺ[ ﺑﻌﺎﱂ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﻭﺍﻟﻨﻔﻮﺱ‬ ‫ﹼ‬ ‫]ﻕ‪:‬‬
‫ﻓﻤﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﺍﻟﺒﺎﻃﻨﺔ ﳜﺘﺺ‬
‫ﺍﻟﺰﻛﻴﺔ ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﳌﻀﺎﻓﺔ ﺇﻟﻴﻬﺎ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺫﻭﺍﲥﺎ ﻭﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻣﺎ‬
‫ﲡﺘﺬﺑﻪ]ﻉ‪ :‬ﳛﺘﺬﻳﺔ[ ﻭﺗﺴﺘﺼﺤﺒﻪ ﻣﻦ ﻟﻄﺎﺋﻒ ﺍﻟﺼﻮﺭ ﺍﻟﺘﻰ ﻛﺎﻧﺖ ﺗﹸﺪﹶ ﱢﺑﺮﻩ‪.‬‬
‫ﻓﻴﺨﺘﺺ[ ﺑﺒﻌﺾ ﺍﳌﻌﺎﺩﻥ‬ ‫ﹼ‬ ‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪:‬‬
‫ﻓﺘﺨﺘﺺ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻭﺃﻣﱠﺎ ﻣﻈﺎﻫﺮ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ‬
‫ﻭ ﺍﻟﻨﺒﺎﺗﺎﺕ ﺍﳌﺘﻮﻟﺪﺓ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﻨﺎﴏ ﻣﺎ ﱂ]ﻕ‪ :‬ﳑﹼﺎ[ ﻳﻘﱰﻥ ﲠﺎ ﳾﺀ ﻣﻦ ﻓﻀﻼﺕ‬
‫ﺼﺖ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ﺑﺼﻮﺭ ﺍﳌﻮ ﱠﻟﺪﺍﺕ ﻭ ﱂ‬ ‫ﺧﺼ ﹸ‬ ‫ﺍﳊﻴﻮﺍﻧﺎﺕ‪ ،‬ﻭﺇﻧﹼﲈ ﹼ‬
‫ﻟﻜﻞ ﺻﻮﺭﺓ ﻣﻦ ﺻﻮﺭ‬ ‫ﺃﺿﻔﻬﺎ ﺑﺎﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﺍﻟﺘﺎﻣﺔ ﺍﳉﺎﻣﻌﺔ ﻣﻦ ﺃﺟﻞ ﺍﻥ ﱢ‬
‫ﻗﻮﻱ ﻭﺧﻮﺍﺹ]ﻕ‪ :‬ﺣﻮﺍﺹ‪ ،‬ﻭ ﻫﻮ ﻏﻠﻂ[ ﺑﺎﻃﻨ ﹰﺔ ﺑﻌﻀﻬﺎ ﻳﻼﻳﻢ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ‬ ‫ﺍﳌﻮ ﹼﻟﺪﺍﺕ ﹰ‬
‫ﻭﻳﻨﻔﻊ ﻧﻔﺴﻪ ﺑﺈﺫﻥ ﺍﷲ ﰱ ﺑﺎﺏ ﺍﻟﺴﻠﻮﻙ ﻭﺍﻻﺳﺘﻜﲈﻝ‪ ،‬ﻭﺑﻌﻀﻬﺎ ﻳﴬﻩ‬
‫ﺑﻤﺠﺮﺩ ﺍﻟﻘﺮﺏ ﻭﺍﳌﺠﺎﻭﺭﺓ‪،‬‬ ‫ﱠ‬ ‫ﻭ ﻻ ﻳﻼﻳﻢ ﻧﻔﺴﻪ ﻭﺇﻥ ﱂ ﻳﺘﺼﻞ ﺑﻪ‪ ،‬ﺑﻞ‬
‫ﻓﻤﺜﻞ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﺼﻮﺭ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻇﺎﻫﺮﻫﺎ ﻳﻜﻮﻥ ﻃﺎﻫﺮﺓ]ﻕ‪ :‬ﺗﻜﻮﻥ ﻇﺎﻫﺮﺓ[‪ ،‬ﻭﻣﻦ‬
‫‪٢٦‬‬
BİRİNCİ HADÎS

Necâsetin temizlenmek ve temizlendikden sonra yanında bulun-


mak sûretiyle tekrar boyasıyla kirlenmemek murâd olunan türlerine ge-
lince, onlar genellikle cehâlet ve şirkten zâhir olduğu gibi, rûhânî güç-
leri öldüren şehvet, çirkin âdet, bozuk düşünce ve kişinin te’vîlle inancı
sâdece bir yöne çekme gayretiyle kendini bağlamasından kaynaklanır,
aklî ve şer’î ölçüleri tanımamaktan neş’et eder. Necâset nevîlerinden
biri cem’ karşıtı olan tefrika/fark hâlidir. Ademiyete nisbeti itibâriyle
imkân ve kesret ahkâmı, daha önce işâret edildiği gibi necâset türlerin-
den sayılır.

Şunu da bilmek gerekir ki, tahâret ve necâsetten her biri mahall-i


mevsûflarına göre üç kısma ayrılır. Onlar da: 1- Zâhirî, 2- Bâtınî 3-
Zâhirle bâtın arasında müşterek kısımlardır.

Tahâretin bâtınî mertebesi, ruhlar, tezkiye edilmiş nefisler, onlara


âid sıfatlar ve onların cezbettiği; beraber bulunduğu ve idâre ettiği latîf
sûretlere mahsûstur.

Zâhirî tahâretin mazharları ise mâdenler ile anâsırdan meydana


gelen, hayvan pisliklerine bulaşmamış bitkilerdir. Ben bu sözümle zâhirî
tahâreti müvelledât (cemâd, nebât, hayvan ve insan) sûretlerine has
kıldım. Buna tam ve câmi’ tahâreti izâfe etmedim. Çünkü müvelledât
sûretlerinden her birinin, insanlara uygun bir kısım özellik ve güçle-
ri vardır. İnsan, Allah’ın izniyle, sülûk ve kemâl yolunda bu güç ve
özelliklerden istifâde eder. Bu güç ve özelliklerin bir kısmı da vardır
ki insana zararlıdır, devamlı olmasa da, insana yakışmaz. Hatta in-
san, sâdece yakınlık ve birliktelik sebebiyle bile, bu tür özelliklerin
etkisinde kalır. Bu tür sûretler, her ne kadar zâhirleri itibâriyle temiz
26
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬

‫ﺧﻮﺍﺻﻬﺎ ﻧﺠﺴ ﹰﺔ ﻧﺠﺎﺳ ﹰﺔ ﺑﺎﻃﻨﺔ ﳚﺐ ﺍﻻﺣﱰﺍﺯ ﻋﻨﻬﺎ ﳌﻦ ﻋﺮﻓﻬﺎ‪،‬‬ ‫ﱠ‬ ‫ﺣﻴﺚ‬


‫]ﻕ‪:‬‬
‫ﳛﻞ ﺃﻛﻠﻬﺎ‪ ،‬ﻓﺈﳖﺎ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺻﻮﺭﻫﺎ ﻃﺎﻫﺮﺓ‬ ‫ﻭﻛﺬﻟﻚ ﺍﳊﻴﻮﺍﻧﺎﺕ ﺍﻟﺘﻰ ﱡ‬
‫ﻣﺮ‪ ،‬ﻭﻣﺎ‬‫ﻣﺎﱂ ﻳﻘﱰﻥ ﲠﺎ ﳾﺀ ﻣﻦ ﻓﻀﻼﺕ ﺑﻌﺾ ﺍﳊﻴﻮﺍﻧﺎﺕ ﻛﲈ ﱠ‬
‫ﻇﺎﻫﺮﺓ[‬

‫ﺳﻮ￯ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﺕﹸ ﻣﻦ ﺍﻟﺼﻮﺭ ﻛﺼﻮﺭ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺍﻟﻌﻠﻮ￯ ﻭﺍﻟﻌﻨﺎﴏ ﻭﺍﳌﻌﺎﺩﻥ‬


‫ﺍﳋﻮﺍﺹ ﺍﻟﺮﺩ ﱠﻳﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﺳﺒﻘﺖ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺇﻟﻴﻬﺎ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﺍﻟﻨﺒﺎﺗﺎﺕ ﺍﳋﺎﻟﻴﺔ ﻣﻦ‬
‫ﻓﻄﺎﻫﺮﺓ]ﻕ‪ :‬ﻭ ﻇﺎﻫﺮﺓ[ ﻃﻬﺎﺭ ﹰﺓ ﻇﺎﻫﺮ ﹰﺓ]ﻕ‪ - :‬ﻃﺎﻫﺮﺓ[ ﻭﺑﺎﻃﻨ ﹰﺔ‪.‬‬
‫ﻭﺇﺫﺍ ﻋﺮﻓﺖ ﻫﺬﺍ ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﺍﳊﻞﹼ ﻣﻦ ﻟﻮﺍﺯﻡ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻭﺍﳊﺮﻣﺔ ﺗﺘﺒﻊ‬
‫ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ‪ ،‬ﻭﻛﻞ ﻭﺍﺣﺪ ﻣﻦ ﺍﳊﻼﻝ ﻭ ﺍﳊﺮﺍﻡ ﻳﻨﻘﺴﻢ ﺇﱄ]ﺵ‪ - :‬ﺇﱄ[ ﺛﻼﺛﺔ‬
‫ﺃﻗﺴﺎﻡ ﻛﺎﻧﻘﺴﺎﻡ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻭﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ ﺷﺄﳖﲈ‪.‬‬
‫ﺍﻟﺘﺎﻡ ﺍﻟﻄﺎﻫﺮ]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ[ ﻫﻮ ﻛﻞ ﻣﺎ ﻻ ﴐﺭ ﻓﻴﻪ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ‬ ‫ﻓﺎﳊﻼﻝ ﹼ‬
‫ﻣﺰﺍﺟﻪ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﺍﳌﺆﻣﻦ]ﻕ‪+ :‬ﻝ[ ﺍﳌﺄﻣﻮﺭ ﲠﺬﻩ ﺍﻟﻮﺻﻴﺔ ﺍﻟﻨﺒﻮ ﹼﻳﺔ‪،‬‬
‫ﹸ‬
‫‪4-a‬‬ ‫ﻭﺃﻣﺜﺎﻟﻪ ﻭﻻ ﻳﺘﻌ ﹼﻠﻖ ﺑﻪ ﺣﻖ ﻷﺣﺪ ﻳﺴﺘﻠﺰﻡ ﺗﻮﺟﻪ ﻧﻔﺴﻪ ‪ /‬ﺇﻟﻴﻪ ﻓﺈﻥ‬
‫ﺧﻮﺍﺹ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻟﺘﻮﺟﻬﺎﺕ]ﻕ‪ - :‬ﻝ[ ﺍﻟﻨﻔﻮﺱ ﺇﱃ ﺍﻷﺷﻴﺎﺀ ﻋﲆ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻮﺟﻪ ﺗﺴﺘﻠﺰﻡ‬‫ﱡ‬
‫ﺭﺩ ﱠﻳﺔ ﺗﴪ￯ ﰱ ﺑﺪﻥ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﺍﳌﺒﺎﴍ ﻟﺬﻟﻚ ﺍﻟﴚﺀ ﺩﻭﻥ ﺣﻖ ﻟﻪ ﻓﻴﻪ ﺃﻛ ﹰ‬
‫ﻼ‬
‫ﻛﺎﻥ‪ ،‬ﺃﻭ ﻟﺒﺎﺳ ﹰﺎ ﺃﻭ ﻣﺴﻜﻨ ﹰﺎ ﺃﻭ ﻏﲑ ﺫﻟﻚ ﻣﻦ ﺍﻟﺘﴫﻓﺎﺕ‪ ،‬ﻭﻛﻠﻬﺎ ﺣﺎﻣﻠﺔ‬
‫ﺑﻨﺠﺎﺳﺎﺕ ﻣﻌﻨﻮﻳﺔ‪.‬‬
‫ﻭﺍﻟﻘﺴﻢ ﺍﻵﺧﺮ ﻣﻦ ﺍﳊﻼﻝ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﺩﻭﻥ ﺍﻟﻘﺴﻢ ﺍﻷﻭﻝ ﰱ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ‬
‫ﻛﻞ ﻣﺒﺎﴍ ﻭﻣﺴﺘﻌﻤﻞ ﻣﻦ ﺍﳌﺂﻛﻞ ﻭﺍﳌﺸﺎﺭﺏ ﻭﻏﲑﳘﺎ ﻳﻜﻮﻥ‬ ‫ﻫﻮ]ﻕ‪ + :‬ﻭ[ ﹼ‬
‫ﻭﺧﻮﺍﺻﻬﺎ ﳌﻮﺟﺐ ﻣﻦ ﺍﳌﻮﺟﺒﺎﺕ‬‫ﱠ‬ ‫ﺳﻠﻴ ﹰﲈ ﻣﻦ ﺗﻌﻠﻘﺎﺕ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻨﻔﻮﺱ‬
‫ﺭﻭﺣﺎﻧﻴﺘﻪ‬
‫ﱠ‬ ‫ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ ﻏﲑ ﺃﻧﻪ ﻻ ﳜﻠﻮ ﰱ ﻧﻔﺴﻪ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻣﺰﺍﺟﻪ ﻭﻣﻦ ﺣﻴﺚ‬
‫ﹸ‬
‫ﻓﺄﻣﺜﺎﻝ ﻫﺬﻩ‬ ‫ﺧﻮﺍﺹ ﺭﺩ ﹼﻳﺔ ﻻ ﺗﻼﻳﻢ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳﻼﻳﻢ[ ﺃﻛﺜﺮ ﺍﻟﻨﺎﺱ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻣﻦ‬
‫ﺍﻟﺘﺎﻡ ﻭﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ‪ ،‬ﻛﺎﻟﻀﺒﺎﺏ ﻭﺍﻟﲑﺑﻮﻉ ﻭﲨﻠﺔ ﻣﻦ‬ ‫ﺍﳊﻞ ﹼ‬ ‫ﻟﻴﺴﺖ ﰱ ﻣﻘﺎﻡ ﹼ‬
‫‪٢٧‬‬
BİRİNCİ HADÎS

sayılsa da, özellikleri itibâriyle bâtınen necis sayılırlar ve bilen için


onlardan sakınmak gerekir. Yenilmesi helâl olan hayvanlar böyledir.
Bunlar zâhirleri itibâriyle kendilerine hayvan pisliği gibi bir şey bulaş-
madıkça, daha önce de belirtildiği gibi temiz sayılırlar. Bu anlattığım
sûretlerden başka; ulvî âleme, anâsır ve mâdenlere âid sûretlerle kötü
hasletleri bulunmayan bitkilerin zâhiren ve bâtınen temiz bulundukları
âşikârdır.

Bunu anladıktan sonra, helâlin tahâret şartı olduğunu, haramın da


necislikle alâkalı bulunduğunu bilmiş olmalısın. Helâl ve haramdan her
biri tahâret ve necâset konusunda geçen durum gibi üç kısma ayrılırlar:

1- Tam temiz helâl: Karakteri/mizâcı itibâriyle Hz. Peygamber’in


“temizliğe devam” emrine muhâtab mümine zarar vermeyecek olan
helâller. Böyle helâl olan bir malda başkasının hakkı da bulunmamalı-
dır. Çünkü eşyâda başkalarına âid haklar bulunması kötü bir takım özel-
likler ortaya çıkarır ki bu özellikler doğrudan insana sirâyet eder. Hak
edilmeden yenilen lokma, giyilen elbise, kullanılan mesken veya başka
tasarruflarla istifâde edilen eşyâ, mânevî pislik taşır.

2- Temizlik konusunda birinciden farklı diğer bir helâl: Yiye-


cek ve içeceklerden yukarıda bahsi geçen kul hakkı ve benzeri bir takım
alâkalardan uzak; böyle bir yara almamış, fakat mîzac/maddî yapısı ve
rûhânî/psikolojik özelliği açısından insanların çoğu tarafından yenilip
içilmesi münâsib görülmeyen, hoşa gitmeyen özelliklere sâhip helâllerdir.
Bu tür helâlleri tam ve temiz helâl saymak zordur. Keler, kertenkele,
27
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬

‫ﺍﳊﴩﺍﺕ ﻫﺬﺍ ﰱ ﺑﺎﺏ ﺍﳌﺂﻛﻞ‪ ،‬ﻭﻫﻜﺬﺍ ﺍﻷﻣﺮ ﰱ ﺍﳌﻼﺑﺲ ﺇﺫﺍ ﹸﻓ ﹺﺼﻠﺖ‬


‫ﺧﻮﺍﺹ ﺭﺩ ﹼﻳﺔ ﻭﻛﺬﻟﻚ ﻣﺎ‬
‫ﱡ‬ ‫ﻭﺧ ﹼﻴ ﹶﻄ ﹾﺖ ﰱ ﻭﻗﺖ ﺭ ﹼﺩ￯ ﺍﺗﹼﺼﻞ]ﻕ‪ :‬ﺍﺗﺼﻠﺖ[ ﲠﺎ‬
‫ﹸ‬
‫ﻭﺭﺩ ﺍﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﰱ ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ ﻣﻦ ﺷﻮﻡ ﺍﳌﺮﺃﺓ ﻭﺍﻟﻔﺮﺱ ﻭﺍﻟﺪﺍﺭ‪ ،‬ﻭﺷﻬﺪﺕ‬
‫ﺍﻟﺘﺠﺎﺭﺏ ﺍﳌﻜﺮﺭ ﹸﺓ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﳉﻤﻴﻊ ﻫﺬﻩ ﰱ ﺑﻮﺍﻃﻦ ﺃﻛﺜﺮ ﺍﻟﻨﺎﺱ‪ ،‬ﺑﻞ‬
‫ﹸ‬ ‫ﺑﺼﺤﺘﻪ‬
‫ﰱ ﻇﻮﺍﻫﺮﻫﻢ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺧﻮﺍﺹ ﻣﴬﱠ ﺓ ﺗﺘﻌﺪﻱ]ﺵ‪ :‬ﻳﺘﻌﺪﻱ[ ﻣﻦ ﺑﺪﻥ ﺍﳌﺘﻐﺬﻱ‬
‫ﹼ ]ﻕ‪:‬‬

‫ﺍﳌﻐﺘﺬﻱ[ ﻭﺍﳌﺒﺎﴍ ﻭﺍﳌﺼﺎﺣﺐ ﺇﱃ ﻧﻔﺴﻪ ﻭﺃﺧﻼﻗﻪ ﻭﺻﻔﺎﺗﻪ ﻓﻴﺤﺪﺙ ﺑﺴﺒﺒﻬﺎ‬


‫ﻟﻠﻘﻠﻮﺏ ﻭﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﺗﻠﻮﻳﺜﺎﺕ ﻫﻰ ﻣﻦ ﺃﻗﺴﺎﻡ ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺎﺕ‪ .‬ﻭﻗﺪ ﱠﻧﺒﻬﺖ‬
‫ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ ﻋﲆ ﻛﺮﺍﻫﺘﻬﺎ]ﻉ‪ :‬ﻛﺮﺍﻣﻴﺘﻬﺎ[ ﺩﻭﻥ ﺍﳊﻜﻢ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﺑﺎﳊﺮﻣﺔ‪.‬‬
‫ﻣﻌﻨﻰ ﻣﻦ‬
‫ﹰ‬ ‫ﻭﺍﻟﻘﺴﻢ ﺍﻵﺧﺮ ﻭ ﻫﻮ ﺍﻟﻄﺎﻫﺮ]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻈﺎﻫﺮ[ ﺻﻮﺭ ﹰﺓ‪ ،‬ﺍﻟﻨﺠﺲ‬
‫ﺣﻴﺚ ﺃﻧﹼﻪ ﺣﺮﺍﻡ ﻛﺎﻟﻄﻌﺎﻡ ﺍﳌﻐﺼﻮﺏ ﻭﺍﻟﻠﺒﺎﺱ ﻭﺍﻟﴩﺍﺏ ﻭﺍﳌﺴﻜﻦ‬
‫ﻣﺮ ﺣﺪﻳﺜﻪ‪.‬‬‫ﺎﺕ ﻭﻧﺤﻮ ﺫﻟﻚ ﳑﺎ ﱠ‬ ‫ﻭﻛﺎﳌﺸﻤﻮ ﹶﻣ ﹺ‬
‫ﹸ‬
‫ﺣﺮﻡ ﻟﻌﻴﻨﻪ ﻛﺎﻟﺪﻡ‬ ‫ﻭﺃﻣﺎ ﺍﻟﺘﺎﻡ ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﻇﺎﻫﺮ ﹰﺍ ﻭﺑﺎﻃﻨ ﹰﺎ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﹼ‬ ‫ﱠ‬
‫ﻛﻞ ﻣﺎ ﹼ‬
‫ﺍﳋ ﹾﻨﺰﻳﺮ ﻭﻛﻞ ﺫ￯ ﻧﺎﺏ ﻣﻦ ﺍﻟﺴﺒﺎﻉ ﻭﻛﻞ ﺫ￯ ﳐﻠﺐ‬ ‫ﻭﺍﳌﻴﺘﺔ ﻭﳊﻢ ﹺ‬
‫ﻣﻦ ﺍﻟﻄﲑ ﻭﺍﻟﻜﻠﺐ ﻭﻛﺎﳋﻤﺮ ﻣﻦ ﺍﳌﴩﻭﺑﺎﺕ‪ .‬ﻓﺎﻥ ﻫﺬﻩ ﻛﻠﻬﺎ ﻧﺠﺴﺔ‬
‫ﻭﳏﺮﻣﺔ‪ ،‬ﻷﳖﺎ ﻣﴬﱠ ﺓ ﻟﻺﻧﺴﺎﻥ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﳋﻮﺍﺹ ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﻟﺘﻰ‬ ‫ﹼ‬
‫ﴐﺭﻫﺎ ﺍﻟﺬﺍﺗﻰ ﺇﱃ ﺍﳌﺘﻨﺎﻭﻝ‪ ،‬ﻓﺎﳊﺮﻣﺔ ﻓﻴﻬﺎ‬ ‫]ﺵ‪ :‬ﻳﺘﻌﺪﻱ[‬
‫ﺟﺒﻠﺖ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻟﺘﻌﺪﹼ ﻱ‬
‫ﻟﻠﺼﻔﺔ ﺍﻟﻼﺯﻣﺔ ﻟﺬﺍﲥﺎ ﻭﻣﺎﻣﺮ ﺫﻛﺮﻩ ﻣﻦ ﺍﻷﻣﻮﺭ ﺍﳌﻐﺼﻮﺑﺔ‪ ،‬ﻓﺎﻟﺘﴬﺭ ﲠﺎ‬
‫ﺇﻧﲈ ﳛﺼﻞ ﻣﻦ ﻣﻮﺟﺐ ﺧﺎﺭﺟﻰ‪.‬‬
‫ﹼ‬
‫ﻭﺍﳊﻞ‬ ‫ﻭﺇﺫﺍ ﻋﺮﻓﺖ ﻫﺬﺍ ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻭﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ‬
‫ﺍﻣﺘﺰﺍﺟﺎﺕ ﻋﲆ ﺃﻧﺤﺎﺀ ﻭﻏﻠﺒ ﹰﺔ ﻭﻣﻐﻠﻮﺑﻴﺔ ﺑﺤﺴﺐ ﻗﻮﺓ ﺑﻌﺾ‬ ‫ﹴ‬ ‫ﻭﺍﳊﺮﻣﺔ‬
‫ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﻭﺭﺟﺤﺎﳖﺎ ﻟﻜﲈﻝ ﺍﻟﻘﻮﹼﺓ ﺃﻭ ﺍﻟﻜﺜﺮﺓ ﺃﻭﳍﲈ]ﻕ‪ - :‬ﻝ[ﻣﻌ ﹰﺎ ﻋﲆ ﻏﲑﻫﺎ‬
‫‪4-b‬‬ ‫ﻣﻦ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﺘﻰ ‪ /‬ﻳﻘﻊ ﺑﻴﻨﻬﺎ ﺍﳌﲈﺯﺟﺔ ﻭﻫﺬﺍ ﻫﻮ ﺍﻟﻘﺴﻢ ﺍﳌﺸﱰﻙ‪ ،‬ﻓﺈﻧﻪ‬
‫‪٢٨‬‬
BİRİNCİ HADÎS

jerboa gibi bazı haşereler bu türdendir. Giyilecek eşyânın durumu da


böyledir. Kötü bir zamanda biçilip dikilmişse, ona bu kötü sıfatlar sinmiş
olabilir. Nitekim at, kadın ve ev gibi eşyâların uğursuzlukları ile ilgili
şerîatta vârid olan rivâyetler bu türdendir. Peşpeşe yaşanan tecrübeler
bunun doğruluğuna şâhiddir. Çünkü bu sayılan yiyecek ve giyeceklerin,
bunları yiyen, giyen ve kullanan insanların çoğunun bâtınlarında hatta
zâhirlerinde; bedenlerinden nefislerine; ahlâk ve sıfatlarına etki eden bir
takım özellikler vardır. Bu özellikler sebebiyle kalblerde ve ruhlarda bir
kirlenme meydana gelir ki bu da necâset nev’ilerinden sayılır. Şerîat bu
tür necâsetleri haram saymayarak mekrûh oluşuna dikkat çekmiştir.

3- Sûretâ temiz, mânen necis olan helâl: Bunlar da hadîste geçen


gasbolunmuş yiyecek, giyecek, içecek, mesken ve koku türü şeylerdir.

Zâhiren ve bâtınen tam ve gerçek necâset ise kan, lâşe, domuz eti,
yırtıcı hayvanlardan azı dişliler, yırtıcı kuşlardan tırnağıyla parçalama
özelliğine sâhip bulunanlar ile köpek ve içeceklerden şarap gibi haram
kılınan şeylerin hepsidir. Bunların hepsi necistir ve haram kılınmıştır.
Zîrâ fıtratlarında bulunan sıfat ve özellikler, bunları yiyen insanlara ge-
çerek zararlı olmaktadır. Bu tür yiyeceklerin haramlığı bizâtihîdir. Bir
de gasb edilen şeylerde olduğu gibi dolaylı haram vardır. Bunların zara-
rı ancak hâricî bir sebebe bağlı olarak meydana gelir.

Bunu anladıktan sonra şunu da bilmen gerekir ki tahâret ve necâset


ile helâl ve haram ahkâmı galebe/etkinlik ve mağlûbiyet/edilgenlik du-
rumuna göre değişik tarzlarda olur. Etkinlik ve edilgenlik kuvvet ve
kesretin ya da ikisinin de birlikte diğerlerine nisbetle kemâli sebebiyle
28
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬

‫ﺍﻻﻣﺘﺰﺍﺟﺎﺕ ﻣﻦ ﺣﺼﻮﻝ ﻫﻴﺌﺎﺕ ﻣﺘﻌﻘﻠﺔ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻣﺘﻌﻠﻘﺔ[ ﻣﺘﻮﺣﺪﺓ‬ ‫ﹴ‬ ‫ﻻﺑﺪﱠ ﰱ‬


‫ﺍﻟﻜﺜﺮﺓ ﳌﺰﺍﺝ ﻫﻰ ﳏﺘﺪ ﺍﻵﺛﺎﺭ ﺍﳌﻨﺴﻮﺑﺔ ﺇﱃ ﺗﻠﻚ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ‪ .‬ﻭﺍﻟﺘﺴﻤﻴﺔ‬
‫ﻭﺍﻟﻮﺻﻒ ﻭﺍﳊﻜﻢ ﻳﱰﺗﺐ ﻋﲆ ﺗﻠﻚ ﺍﻻﻣﺘﺰﺍﺟﺎﺕ ﻛﺴﺐ ﺍﻟﻐﻠﺒﺔ‪.‬‬
‫ﻭﺍﳌﻐﻠﻮﺑﻴﺔ ﺗﻌﻘﻞ ﺍﳌﺴﺎﻭﺍﺓ ﺑﲔ ﻗﻮ￯ ﺗﻠﻚ ﺍﳋﻮﺍﺹ ﻭﺃﺣﻜﺎﻣﻬﺎ ﺃﻭ‬
‫ﺍﻟﻘﺮﺏ ﻣﻦ ﺍﳌﺴﺎﻭﺍﺓ ﻫﻮ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﳌﻜﺮﻭﻩ ﻭﺍﳌﺘﺸﺎﺑﻪ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ ﰱ ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ‬
‫ﹸ‬
‫ﺍﳊﻼﻝ‬ ‫]ﺵ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[‬
‫ﺑﻘﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪:‬‬
‫ﹶﺐ‬ ‫ﱪ ﹶﺃ ﹺ‬
‫ﻟﺪﻳﹺﻨﹺ ﹺﻪ ﺍ ﹺ ﹾﺟ ﹶﺘﻨ ﹶ‬ ‫ﺎﺕ‪ ،‬ﹶﻓ ﹶﻤ ﹺﻦ ﹾ‬
‫ﺍﺳ ﹶﺘ ﹾ ﹶ‬ ‫ﺃﻣﻮﺭ ﹸﻣ ﹶﺘ ﹶﺸ ﹺ ﹶ‬
‫ﺎﲠ ﹲ‬ ‫ﲔ ﻭﺑﻴﻨﻬﲈ ﹲ‬ ‫ﲔ ﹶ‬
‫ﻭﺍﳊ ﹶﺮ ﹸﺍﻡ ﹶﺑ ﱢ ﹲ‬ ‫ﹶﺑ ﱢ ﹲ‬
‫ﺍﻟﺘﻮﺭﻉ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻘﺴﻢ ﺍﺣﱰﺍﺯ ﹰﺍ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺖ ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ ﺇﱃ‬ ‫ﺍ ﹸﳌ ﹶﺘ ﹶﺸﺎﺑﹺﻪ‪ 9‬ﺍﳊﺪﻳﺚ ﹶﻓ ﹶﻨﺪﹶ ﹶﺑ ﹺ‬
‫ﻣﻦ ﴐﺭ ﻣﺘﻮﻗﻊ‪.‬‬
‫ﺃﻥ ﻃﻬﺎﺭﺓ ﺑﺎﻃﻦ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﺃﻋﻨﻰ ﻗﻠﺒﻪ ﻭﺭﻭﺣﻪ‬ ‫ﻭﺇﺫﺍ ﺗﻘﺮﺭ ﻫﺬﺍ ﻓ ﹾﻠ ﹶﺘ ﹾﻌ ﹶﻠﻢ ﹼ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺫﻫﺎﲠﺎ[‬
‫ﺗﻜﻮﻥ ﻭﲢﺼﻞ ﺑﺴﺒﺐ ﻗﻠﺔ ﺍﻟﺘﻌﺸﻘﺎﺕ ﻭﺍﻟ ﱠﺘﻌ ﱡﻠﻘﺎﺕ ﺃﻭ ﺫﻫﺎﲠﲈ‬
‫ﺹ ﺍﻟﻜﺜﺮﺓ ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﻹﻣﻜﺎﻧﻴﺔ‪،‬‬ ‫ﻣﺎﺧﻼ ﺗﻌﻠﹼﻘﻪ ﺑﺎﳊﻖ ﻭﺑﺴﺒﺐ ﻗﻠﺔ ﺧﻮﺍ ﱢ‬
‫ﻭﺧﺼﻮﺻ ﹰﺎ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺇﻣﻜﺎﻧﺎﺕ ﺍﻟﻮﺳﺎﺋﻂ ﻭﺍﻟﺴﻼﻣﺔ ﻣﻦ ﴐﺭ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ‬
‫ﻭﺍﳋﻮﺍﺹ ﺍ ﹸﳌﻨ ﱠﹶﺒ ﹺﻪ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻣﻦ ﻗﺒﻞ‪ ،‬ﺍﳌﻮﺩﻋﺔ ﰱ ﺍﻷﺷﻴﺎﺀ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ ﻭﻛﺪﻭﺭﺓ‬ ‫ﱢ‬
‫ﺍﻟﻘﻠﺐ ﻭﺍﻟﺮﻭﺡ ﻭﺍﳊﺮﻣﺔ ﻭﺍﳊﺮﻣﺎﻥ ﻭﺍﳌﻨﻊ ﻭﺍﳊﺠﺐ ﻭﻧﺤﻮ‪ :‬ﺫﻟﻚ‬
‫ﺗﻜﻮﻥ]ﻉ‪ :‬ﻳﻜﻮﻥ[ ﺑﺎﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﳌﺘﻘﺎﺑﻠﺔ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺍﳌﻘﺎﺑﻠﺔ[ ﳍﺬﻩ ﻛﻜﺜﺮﺓ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ‬
‫ﻭﺧﻮﺍﺹ ﺇﻣﻜﺎﻧﺎﺕ ﺍﻟﻮﺳﺎﻳﻂ ﻭﻛﺜﺮﺓ ﺍﻟﺘﻌﻠﻘﺎﺕ ﻭﺍﻻﻧﺼﺒﺎﻍ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻹﻣﻜﺎﻧﻴﺔ‬
‫ﺑﺎﳋﻮﺍﺹ ﻭﺍﻷﺣﻜﺎﻡ]ﻕ‪ + :‬ﻣﻜﺎﻧﻴﺔ[ ﺍﳌﴬﹼ ﺓ ﺍﳌﻮﺩﻋﺔ ﰱ ﺍﻷﺷﻴﺎﺀ ﺍﻟﺘﻰ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺫﻛﺮﺕ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﺃﻥ ﻃﻬﺎﺭﺓ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﻭﺍﻟﻘﻠﻮﺏ ﹼﳑﺎ‬ ‫ﻫﻰ ﻣﻈﺎﻫﺮ ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﻭﻛﲈ ﹼ‬
‫ﺗﻮﺟﺐ]ﺵ‪ :‬ﻳﻮﺟﺐ[ ﻣﺰﻳﺪ ﺍﻟﺮﺯﻕ ﺍﳌﻌﻨﻮ￯ ﻭﻗﺒﻮﻝ ﺍﻟﻌﻄﺎﻳﺎ ﺍﻹﳍﻴﺔ ﻋﲆ‬
‫ﺍﳊﻆ ﻣﻨﻬﺎ‪.‬‬ ‫ﻣﺎﻳﻨﺒﻐﻰ ﻭﻭﻓﻮﺭ ﹼ‬
‫‪٢٩‬‬
BİRİNCİ HADÎS

hüküm ve tercihteki gücüne göredir. Bu kısım, kısm-ı müşterektir. Çün-


kü karışımlar mizâca âid kesretten oluşan ve düşünülen şekillerin mey-
dana gelişinden kaynaklanır. O mizâc da bu hükümlere nisbet edilen
eserlerin tabiî tesirleri üzeredir. İsimlendirmek, nitelemek ve hüküm,
üstünlük kazanma itibâriyle karışımlara bağlıdır. Mağlubiyet/edilgenlik
de bu özelliklerin güçleriyle hükümleri ya da eşitliğe yakın durumlarına
bağlıdır ki o da şerîatta işâret edilen mekruh ve müteşâbih mertebesi-
dir. Şerîatta buna şu hadîs-i şerîfle işâret olunmuştur. “Helâl bellidir,
haram bellidir. Bu ikisi arasında şüpheli olan şeyler vardır. Kim dînini
korumak isterse şüphelilerden sakınsın.”9 Böylece şerîat, meydana gele-
bilecek bir zararı önlemek için şüpheliler konusunda verâı emretmiştir.

Bu konu takarrur ettiyse bilesin ki: İnsanın bâtınının; yâni kalb


ve rûhunun temizliği, Hakk’a ilgisi dışındaki sevgi ve ilgisinin azlığı
veya hiç olmaması, imkân dünyâsına ve kesret âlemine âid sıfatların az
bulunması sâyesinde meydana gelir. İmkân âlemine âid ilgi hükmünden
kurtulmak, daha önce işâret edilmiş bulunan, eşyâya tevdî edilen bir
takım özellik ve ahkâmın zararlarından sâlim olmak, özellikle bu işte
çok önemlidir. İmkân âlemine âid kalb ve ruh bulanıklığı, haram oluş,
mahrûmiyet, nîmete erememe ve perdelenme gibi bir takım sıfatlar;
kesret âlemine âid ilgi, eşyâya tevdî edilen zararlı hüküm ve özellikler
sebebiyle olur. Eşyâya tevdî edilen zararlı hüküm ve özellik ile boyan-
mak, necâset mazharıdır. Anlattığım ruhlara ve kalbe âid temizlik, ilâhî
ihsânlardan gerekli hazzın alınmasını, mânevî rızkın artmasını gerekli
kılar.
29
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬

‫ﻓﻜﺬﻟﻚ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ﺍﻟﺼﻮﺭﻳﺔ ﳚﺐ ﺃﻥ ﻳﺴﺘﻠﺰﻡ]ﻕ‪ :‬ﺗﺴﺘﻠﺰﻡ[ ﻣﺰﻳﺪ‬


‫ﺍﻟﺮﺯﻕ ﺍﳊﴘﹼ‪ ،‬ﳌﹺﺎ ﹶﺃ ﹾﺳ ﹶﻠ ﹾﻔﺖﹸ ﰱ ﺍﳌﻘﺪﱢﻣﺎﺕ ﻣﻦ ﺗﺒﻌﻴﹼﺔ ﻋﺎﱂ ﺍﻟﺼﻮﺭ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ‬
‫ﺍﳉﺴﲈﻧﻴﺔ ﻟﻌﺎﱂ]ﻕ‪ :‬ﺑﻌﺎﱂ[ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﰱ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﻭﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ‪ ،‬ﻭﻣﻦ‬
‫ﲨﻊ ﺑﲔ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺗﲔ ﻓﺎﺯ ﺑﺎﻟﺮﺯﻗﲔ‪ ،‬ﻓﻈﻬﻮﺭ ﺍﻟﺘﻔﺎﻭﺕ ﺑﲔ ﺍﻟﺮﺯﻗﲔ ﺇﻧﲈ‬
‫ﻳﻮﺟﺒﻪ ﻇﻬﻮﺭ]ﻕ‪ :‬ﻣﻮﺟﺒﻪ‪ - ،‬ﻇﻬﻮﺭ[ ﻏﻠﺒﺔ ﻃﻬﺎﺭﺓ ﺍﻟﺒﺎﻃﻦ‪ ،‬ﻭﺭﺟﺤﺎﳖﺎ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ‬
‫ﺑﺎﻟﺴﻌﺔ‪ ،‬ﻭﺍﳉﻮﻫﺮﻳﺔ‪ ،‬ﻭﻗﻮﺓ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﻋﲆ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ﻭﺑﺎﻟﻌﻜﺲ‬
‫ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ‪.‬‬
‫ﻭﺇﺫ ﻗﺪ ﺫﻛﺮﻧﺎ ﻛﻠﹼﻴﹼﺎﺕ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻭﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﺍﻟﴩﻋﻴﺘﲔ‬
‫]ﻕ‪:‬‬
‫ﺗﻌﻤﻞ ﻹﻧﺴﺎﻥ‬
‫ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺘﲔ ﺍﻟﻠﺘﲔ ﻻ ﱡ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﻭ[‬
‫ﻭﺍﻟﻌﻘﻠﻴﺘﲔ ﻭﻣﻈﺎﻫﺮﳘﺎ‬
‫‪5-a‬‬ ‫‪ -‬ﻝ[ ﻓﻴﻬﲈ ﻭﻻ ﻛﺴﺐ ﻭﺍﻟﻠﺘﲔ ﻳﻔﻴﺪ ﻓﻴﻬﲈ ﺍﻟﻜﺴﺐ ‪ /‬ﻭﺍﻟﺘﻌﻤﻞ ﲢﻠﻴﺔ‬
‫ﻭﲣﻠﻴﺔ]ﺵ‪ :‬ﲣﻠﻴﺔ ﻭ ﲢﻠﻴﺔ[‪ ،‬ﻓﻠﻨﹸﻨ ﱢﺒﻪ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻣﺎ ﳜﺘﺺ ﺑﺎﻹﻧﺴﺎﻥ ﻣﻦ‬
‫ﺍﳋﺎﻟﺼﺔ[‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﺃﻛﺜﺮ ﻣﺎﺗﻘﺪﻡ ﺫﻛﺮﻩ ﻣﻊ‬
‫ﹼ‬ ‫]ﻕ‪+ :‬‬
‫ﺟﻬﺔ ﻧﺸﺄﺗﻪ]ﻕ‪ + :‬ﺍﳋﺎﺻﺔ[ ﻭﺭﻭﺣﺎﻧﻴﺘﻪ‬
‫ﻋﺎﻡ ﺍﳊﻜﻢ ﻫﻮ ﻣﻦ ﻭﺟﻪ ﺧﺎﺭﺝ ﻋﻦ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻭﻣﺎ ﻧﺬﻛﺮﻩ ﺍﻵﻥ‬ ‫ﻛﻮﻧﻪ ﹼ‬
‫ﳐﺼﻮﺹ ﺑﻪ‪ .‬ﻓﻨﻘﻮﻝ‪:‬‬
‫ﹲ‬
‫ﻃﻬﺎﺭﺓ ﺑﺪﻥ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻣﻦ ﺍﻷﺩﻧﺎﺱ ﻭﺍﻟﻘﺎﺫﻭﺭﺍﺕ‪ ،‬ﻭﻃﻬﺎﺭﺓ ﺣﻮﺍﺳﻪ‬
‫ﻣﻦ ﺇﻃﻼﻗﻬﺎ ﻓﻴﲈ ﻻ ﳛﺘﺎﺝ ﺇﻟﻴﻪ ﻣﻦ ﺍﻹﺩﺭﺍﻛﺎﺕ‪ ،‬ﻭﻃﻬﺎﺭﺓ ﺍﻷﻋﻀﺎﺀ ﻣﻦ‬
‫ﺇﻃﻼﻗﻬﺎ ﰱ ﺍﻟﺘﴫﻓﺎﺕ ﺍﳋﺎﺭﺟﺔ ﻋﻦ ﺩﺍﻳﺮﺓ ﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻻﺕ ﺍﳌﻌﻠﻮﻣﺔ ﻣﻦ‬
‫ﺍﳌﻮﺍﺯﻳﻦ ﺍﻟﻌﻘﻠﻴﺔ ﻭﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﴩﻋﻴﺔ ﻭﺍﻟﻨﺼﺎﺋﺢ ﻭﺍﻟﺘﻨﺒﻴﻬﺎﺕ ﻭﺧﺼﻮﺻ ﹰﺎ‬
‫ﺍﻟﻠﺴﺎﻥ‪.‬‬
‫ﻟﻠﺴﺎﻥ]ﻕ‪ - :‬ﱠﻓﺈﻥ ﻟﻠﺴﺎﻥ[ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻃﻬﺎﺭﺗﲔ‪ :‬ﻃﻬﺎﺭﺓ ﲣﺘﺺ ﺑﺎﻟﺼﻤﺖ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﻓﺈﻥ‬
‫ﻳﻌﱪ ﻋﻨﻪ ﻣﻦ‬
‫ﲣﺘﺺ ﺑﻤﺮﺍﻋﺎﺓ ﺍﻟﻌﺪﻝ ﻓﻴﲈ ﱢ‬ ‫ﱡ‬ ‫ﻋﲈ ﻳﻌﻨﻰ ﻭﻳﻔﻴﺪ‪ ،‬ﻭﻃﻬﺎﺭﺓ‬ ‫ﻻ ﹼ‬‫ﺇ ﹼ‬
‫ﺍﻷﻣﻮﺭ‪ ،‬ﻓﻼ ﳚﻮﺯ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﺑﻨﻘﺺ ﺑﻴﺎﻧﻪ ﺃﻭ ﻭﺻﻒ ﳾﺀ ﺑﲈ ﻟﻴﺲ ﻓﻴﻪ ﻭ‬
‫‪٣٠‬‬
BİRİNCİ HADÎS

Böylece sûrî ve zâhirî tahâret de hissî/duygusal rızkın artmasını


gerekli kılar. Çünkü mukaddimeler kısmında anlattığım gibi cismânî
ve zâhirî sûret âlemi, vücûd/varoluş, hüküm ve sıfat konusunda ruhlar
âlemine tâbidir. Zâhirî ve bâtınî bu iki tahâreti gerçekleştiren kimse, iki
tür rızka nâil olur. Bu iki tür rızık arasındaki farklılık, bâtınî tahâretin
etkisinin ortaya çıkmasıyla olur. Onun üstünlüğü genişliğini, cevherini
ve zâhirî tahâret üzerine güçlü gitmesini gerekli kılar. Aksi de zıddını,
bunu böylece bilesin.

Biz şer’î ve aklî necâset ve tahâretin hüküm ve mazharlarını -ki


bu tahâret ve necâset insana âid bir kesb işi değildir- anlattığımız gibi,
insanın kesb ve amelinin hem tahliye hem benimseme açısından fay-
da verdiği tahâret ve necâset türünü de anlattık. Şimdi bunun yaratılış
ve rûhâniyyeti açısından insana hâs olması konusuna dikkat çekiyoruz.
Zikri geçen şeylerin çoğu, hüküm itibâriyle genel olmakla birlikte insa-
nın dışında konulardır. Şimdi anlatacaklarımız ise insana mahsûs olan
şeylerdir. Deriz ki:

İnsanın beden temizliği kir ve pisliklerden; hâsselerin temizliği


mutlak mânâda gereksiz düşüncelerden; organların temizliği aklî ölçü-
lere uygun, bilinen şer’î hükümlerin, dînî uyarı ve nasîhatları dışında
kalan tasarruflardan olur. Özellikle dil bu konuda önemlidir.

İnsanın dilinin iki tür temizliği vardır. Bunlardan biri dilin fay-
dasız ve boş sözlerden susmakla olur. Diğeri ise dilin haber verip
anlattığı şeylerde adle/îtidâle riâyet şeklindeki temizliğidir. Konuş-
ma sırasında açıklamaların eksik veya ziyâde olması ve gerekmeyen
30
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬

‫ﻻﻳﻘﺘﻀﻴﻪ ﺫﺍﺗﻪ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﺫﻟﻚ ﻇﻠﻢ‪ ،‬ﻷﻧﻪ ﻣﻦ ﻗﺒﻴﻞ ﺷﻬﺎﺩﺓ ﺍﻟﺰﻭﺭ‪ .‬ﺛﻢ ﻧﺮﺟﻊ‬
‫ﻣﺎﳜﺘﺺ ﺑﺒﺎﻃﻦ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻓﻨﻘﻮﻝ‪:‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﺇﱃ ﺑﻴﺎﻥ‬
‫ﻃﻬﺎﺭﺓ ﺧﻴﺎﻟﻪ ﻣﻦ ﺍﻻﻋﺘﻘﺎﺩﺍﺕ ﺍﻟﻔﺎﺳﺪﺓ ﻭﺍﻟ ﱠﺘﺨﻴﻼﺕ ﺍﻟﺮﺩ ﹼﻳﺔ‬
‫ﲏ ﻭﻧﺤﻮ ﺫﻟﻚ‪.‬‬‫ﻭﺟﻮﻻﻧﻪ ﰱ ﻣﻴﺪﺍﻥ ﺍﻵﻣﺎﻝ ﻭﺍﻷﻣﺎ ﹼ‬
‫ﻭﻃﻬﺎﺭﺓ ﺫﻫﻨﻪ ﻣﻦ ﺍﻷﻓﻜﺎﺭ ﺍﻟﺮﺩ ﹼﻳﺔ ﻭﺍﻻﺳﺘﺤﻀﺎﺭﺍﺕ ﺍﻟﻐﲑ ﺍﻟﻮﺍﻗﻌﺔ‬
‫ﻭﺍﳌﻔﻴﺪﺓ‪.‬‬
‫ﳜﺘﺺ ﺑﻤﻌﺮﻓﺔ ﺍﳊﻖ‬ ‫ﱡ‬ ‫ﻘﻴﺪ ﺑﻨﺘﺎﻳﺞ ﺍﻷﻓﻜﺎﺭ ﻓﻴﲈ‬
‫ﻭﻃﻬﺎﺭﺓ ﻋﻘﻠﻪ ﻣﻦ ﺍﻟ ﹼﺘ ﹼ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﻏﺮﺍﺋﺐ ﻣﺮﺍﺗﺐ‬
‫ﻳﺼﺎﺣﺐ ﻓﻴﻀﻪ ﺍﳌﻨﺒﺴﻂ ﻋﲆ ﺍﳌﻤﻜﻨﺎﺕ ﻣﻦ ﻏﺮﺍﺋﺐ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻭﻣﺎ‬
‫ﺍﳋﻮﺍﺹ ﻭﺍﻟﻌﻠﻮﻡ ﻭﺍﻷﴎﺍﺭ‪.‬‬‫ﹼ‬ ‫ﺍﳋﻮﺍﺹ‪ ،‬ﻉ‪ - :‬ﻏﺮﺍﺋﺐ[‬

‫ﻭﻃﻬﺎﺭﺓ ﺍﻟﻘﻠﺐ ﻣﻦ ﺍﻟﺘﻘﻠﻴﺐ ﺍﻟﺘﺎﺑﻊ ﻟﻠﺘﺸﻌﻴﺐ ﺑﺴﺒﺐ ﺍﻟﺘﻌﻠﻘﺎﺕ‬


‫ﺍﳌﻮﺟﺒﺔ ﻟﺘﻮﺯﻳﻊ ﺍﳍﻤﻢ ﻭﺗﺸﺘﻴﺖ ﺍﻟﻌﺰﻣﺎﺕ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻐﺮﻣﺎﺕ[‪.‬‬
‫ﻭﻃﻬﺎﺭﺓ ﺍﻟﻨﻔﺲ ﻣﻦ ﺃﻏﺮﺍﺿﻬﺎ ﺑﻞ ﻣﻦ ﻋﻴﻨﻬﺎ‪ ،‬ﻓﺈﳖﺎ ﲬﲑﺓ ﺍﻵﻣﺎﻝ‬
‫ﺍﻟﺘﺸﻮﻗﺎﺕ ﺍﳌﺨﺘﻠﻔﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ‬
‫ﹼ‬ ‫ﲏ ﻭﺍﻟ ﹼﺘﻌﺸﻖ ﺑﺎﻷﺷﻴﺎﺀ‪ ،‬ﻭﻛﺜﺮﺓ‬ ‫ﻭﺍﻷﻣﺎ ﹼ‬
‫ﻧﺘﺎﻳﺞ ﺍﻷﺫﻫﺎﻥ ﻭﺍﻟ ﹼﺘﺨﻴﻼﺕ‪.‬‬
‫ﺍﳌﺮﺟﻮﺓ ﻣﻦ ﺍﳊﻖ ﻛﻤﻌﺮﻓﺘﻪ‬
‫ﱠ‬ ‫ﻭﻃﻬﺎﺭﺓ ﺍﻟﺮﻭﺡ ﻣﻦ ﺍﳊﻈﻮﻅ ﺍﻟﴩﻳﻔﺔ‬
‫ﻭﺍﻟﻘﺮﺏ ﻣﻨﻪ‪ ،‬ﻭﺍﻻﺣﺘﻈﺎﺀ ﺑﻤﺸﺎﻫﺪﺗﻪ ﻭﺳﺎﺋﺮ ﺃﻧﻮﺍﻉ ﺍﻟﻨﻌﻴﻢ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻰ‬
‫ﹼ‬
‫ﺍﳌﺮﻏﺐ ﻓﻴﻪ ﻭﺍﳌﺴﺘﴩﻑ ﺑﻨﻮﺭ]ﻕ‪ + :‬ﻋﻠﻴﻪ[ ﺍﻟﺒﺼﲑﺓ‪.‬‬
‫ﻭﻃﻬﺎﺭﺓ ﺍﳊﻘﻴﻘﺔ ﺍﻹﻧﺴﺎﻧﻴﺔ ﻣﻦ ﻋﻮﻥ]ﻉ‪ :‬ﻏﻮﺯ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻋﻮﺯ[ ﻣﺎ ﰱ ﺍﳉﻤﻌﻴﺔ‪،‬‬
‫ﺗﻌﻴﻨﻪ ﻭﺍﺭﺗﺴﺎﻣﻪ‬
‫ﻭﻣﻦ ﺗﻐﻴﲑ ﺻﻮﺭﺓ ﻣﺎ ﻳﺼﻞ ﺇﻟﻴﻪ ﺍﳊﻖ ﻋﲈ ﻛﺎﻥ ﻋﻠﻴﻪ ﺣﺎﻝ ﹼ‬
‫ﻻ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺃﻥ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﺻﻔﺔ ﻟﻠﺤﻖ ﻻ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ‬ ‫ﰱ ﻋﻠﻢ ﺍﳊﻖ ﺃﺯ ﹰ‬
‫ﻋﻠﻢ ﺍﳊﻖ ﺑﻌﻠﻢ ﺯﻳﺪ ﻭﻋﻤﺮﻭ ﺍﻟﻨﺎﻗﺺ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﺫﻟﻚ ﻣﻦ ﻋﻠﻢ ﺍﳊﻖ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ‪،‬‬
‫‪٣١‬‬
BİRİNCİ HADÎS

şeylerin söylenmesi câiz olmaz. Bu tür ilâve ve eksiltmeler zulüm/hak-


sızlıktır; çünkü yalancı şâhidlik türündedir. Sonra insanın bâtınına âid
husûsiyetlerin açıklanmasına dönerek deriz ki:

Hayâlin temizliği, bozuk inançlardan, âdî düşüncelerden, emel ve


temennî alanında dönüp dolaşmaktan kurtarılmak sûretiyle olur.

Zihnin temizliği, kötü fikirlerden, faydalı fakat meydana gelme-


miş olması istenilen şeylerden temizlenmekle olur.

Aklın temizliği Hakk’ı tanıma konusunda aklın verilerinden, fi-


kirlerinin sonuçlarından temizlemekle olur. Hakk’ın mümkinât üzerine
feyz ile yaydığı bilgi, husûsiyet ve sırlara âid düşüncelerden arınmakla
gerçekleşir.

Kalbin temizliği himmet ve gayretlerin dağılmasına sebep olan


dağınıklık ve değişiklikten temizlenmekle olur.

Nefsin temizliği nefsin garazlarından/isteklerinden hattâ bizzat


kendisinden temizlenmekle olur. Çünkü nefs, her türlü istek ve temennî
ile eşyâya aşk ve ilginin mayasıdır. Zihnî düşünce ve tahayyülât sonucu
oluşan değişik sevgi ve özlemlerin çok olması nefstendir.

Rûhun temizliği, Hakk’tan umulan ma’rifet ve kurb-i ilâhî,


müşâhede-i ilâhiye şerefine ermek ve diğer rûhânî nîmetlerle perverde
olmak gibi yüce mânevî hazz beklentilerinden temizlenmekle olur.

Hakîkat-i insâniyyenin temizliği ise cemiyet hâlinde herhangi bir


yardım bekleme duygusundan temizlenmekle ve Hakk’ın ezelde ilm-i
ilâhîde kendisine olan vuslatının taayyün ve irtisâmı ânındaki sûretini
31
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬

‫‪5-b‬‬ ‫ﻟﻜﻦ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺃ ﱠﻧﻪ ﺻﻔﺔ ﻟﺰﻳﺪ ﻭﻋﻤﺮﻭ‪ ،‬ﻭﻻ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺃﻧﹼﻪ ﺻﻔﺔ ﻟﻠﺤﻖ‬
‫ﺣﺘﻰ ﻳﺼﲑ ﺑﺤﻴﺚ ﻳﻈﻬﺮ ﻛﻞ ﳾﺀ ﻓﻴﻪ ﻋﲆ ﻣﺎ ﻫﻮ ﻋﻠﻴﻪ ﰱ ﻧﻔﺴﻪ ﻣﻦ ﻏﲑ‬
‫ﺯﻳﺎﺩﺓ ﻭﻻ ﻧﻘﺼﺎﻥ‪.‬‬
‫ﻛﻞ ﻃﻬﺎﺭﺓ ﻣﻦ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺍﺕ ﻣﺎ ﻳﻘﺎﺑﻠﻬﺎ‬ ‫ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ ﻭﺍﻋﺘﱪ ﻣﻦ ﹼ‬
‫ﻣﻦ ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺎﺕ‪ ،‬ﻓﻼ ﺣﺎﺟﺔ ﺇﱃ ﴎﺩﻫﺎ ﻭﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻓﻠﻴﻌﻠﻢ]ﻕ‪ :‬ﻓﻠﺘﻌﻠﻢ[ ﺃﻥ‬
‫ﻃﻬﺎﺭﺓ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﺇﻧﲈ ﳛﺼﻞ]ﻕ‪ :‬ﲢﺼﻞ[ ﺑﲈ ﹸﺧ ﹺﻠﻖ ﻣﻨﻪ‪ ،‬ﻓﻄﻬﺎﺭﺓ ﹶﺑﺪﹶ ﻧﹺ ﹺﻪ ﳑﺎ ﺧﻠﻖ‬
‫ﻣﻨﻪ ﺍﻟﺒﺪﻥ‪.‬‬
‫ﻭﻃﻬﺎﺭﺓ ﺭﻭﺣﻪ ﺑﺎﻟﺘﺄﻳﻴﺪ ﺍﻟﻘﺪﳼﹼ ﻭﺍﻹﻣﺪﺍﺩﺍﺕ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ﺍﻟﻜﻠﻴﺔ‬
‫ﺍﻻﺧﺘﺼﺎﺻﻴﺔ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻬﺎ ﰱ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ ﺍﻟﻌﺰﻳﺰ ﺑﻘﻮﻟﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﺣﻜﺎﻳﺔ ﻋﻦ‬
‫ﻳﻘﻮﻟﻮﻥ‪:‬ﺭ ﱠﺑﻨﹶﺎ ﹶﻭ ﹺﺳ ﹾﻌ ﹶﺖ ﹸﻛ ﱠﻞ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﺃﻛﺎﺑﺮ ﻣﻼﺋﻜﺘﻪ ﻭﻛﻨﺎﻳﺔ ﻋﻦ ﺇﻣﺪﺍﺩﻫﻢ ﺣﻴﺚ‬
‫ﻴﻢ ﹶﺭ ﱠﺑﻨﹶﺎ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﹾ‬
‫ﺍﺏ ﺍﳉﺤ ﹺ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﹺ‬
‫ﻳﻦ ﺗﹶﺎ ﹸﺑﻮﺍ ﹶﻭﺍ ﱠﺗ ﹶﺒ ﹸﻌﻮﺍ ﹶﺳﺒﻴﻠﻚ ﹶﻭﻗﻬ ﹾﻢ ﹶﻋﺬ ﹶ‬ ‫ﻔﺮ]ﺵ‪ + :‬ﺇﱃ ﻗﻮﻟﻪ‪ - ،‬ﻟﹺ ﱠﻠ ﹺﺬ ﹶ‬
‫ﹾ‬ ‫ﺎﻏ ﹺ‬
‫ﲪ ﹰﺔ ﹶﻭ ﹺﻋ ﹾﻠ ﹰﲈ ﹶﻓ ﹾ‬ ‫ﳾ ﹴﺀ ﱠﺭ ﹾ ﹶ‬‫ﹶ ﹾ‬
‫ﹶﻭﺃ ﹾﺩﺧ ﹾﻠ ﹸﻬ ﹾﻢ ﹶﺟﻨﱠﺎﺕ ﹶﻋﺪﹾ ﻥ ﺍﻟﺘﻰ ﹶﻭ ﹶﻋ ﱠﺪﲥﹸﻢ ﹶﻭ ﹶﻣﻦ ﹶﺻﻠ ﹶﺢ ﻣ ﹾﻦ ﺁ ﹶﺑﺎﺋ ﹺﻬ ﹾﻢ ﹶﻭﺃﺯﹾ ﹶﻭ ﹺﺍﺟ ﹺﻬ ﹾﻢ ﹶﻭ ﹸﺫ ﱢﺭ ﱠﻳ ﹺﺎﲥﹺ ﹾﻢ ﺇﹺﻧﱠﻚ ﺃ ﹶﻧﺖ ﺍ ﹾﻟ ﹶﻌ ﹺﺰﻳﺰﹸ ﹾﺍﳊﻜ ﹸﻴﻢ[ ﻟﹺ ﱠﻠ ﹺﺬ ﹶ‬
‫ﹺ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﹶ ﹺ‬
‫ﻳﻦ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﱠ‬ ‫ﹴ‬ ‫ﹺ‬

‫ﺎﺕ ﹶﻋﺪﹾ ﹴﻥ‬ ‫ﻴﻢ ﹶﺭ ﱠﺑﻨﹶﺎ ﹶﻭ ﹶﺃ ﹾﺩ ﹺﺧ ﹾﻠ ﹸﻬ ﹾﻢ ﹶﺟ ﱠﻨ ﹺ‬ ‫ﺍﳉ ﹺﺤ ﹺ‬ ‫ﺍﺏ ﹾ ﹶ‬ ‫ﹶﺗﺎ ﹸﺑﻮﺍ ﹶﻭﺍ ﱠﺗ ﹶﺒ ﹸﻌﻮﺍ ﹶﺳﺒﹺﻴ ﹶﻠ ﹶﻚ ﹶﻭ ﹺﻗ ﹺﻬ ﹾﻢ ﹶﻋ ﹶﺬ ﹶ‬
‫ﻧﺖ‬ ‫ﺍﺟ ﹺﻬ ﹾﻢ ﹶﻭ ﹸﺫ ﱢﺭ ﱠﻳ ﹺﺎﲥﹺ ﹾﻢ ﺇﹺ ﱠﻧ ﹶﻚ ﹶﺃ ﹶ‬ ‫ﺪﲥﻢ ﹶﻭ ﹶﻣﻦ ﹶﺻ ﹶﻠ ﹶﺢ ﹺﻣ ﹾﻦ ﺁ ﹶﺑﺎﺋﹺ ﹺﻬ ﹾﻢ ﹶﻭ ﹶﺃﺯﹾ ﹶﻭ ﹺ‬ ‫ﺍ ﱠﻟﺘﹺﻰ ﹶﻭ ﹶﻋ ﱠ ﹸ‬
‫ﲪ ﹶﺘ ﹸﻪ‬ ‫ﹶﺎﺕ ﹶﻳ ﹾﻮ ﹶﻣﺌﹺ ﹴﺬ ﹶﻓ ﹶﻘﺪﹾ ﹶﺭ ﹺ ﹾ‬ ‫ﺍﻟﺴ ﱢﻴﺌ ﹺ‬‫ﹶﺎﺕ ﹶﻭ ﹶﻣﻦ ﹶﺗ ﹺﻖ ﱠ‬ ‫ﺍﻟﺴ ﱢﻴﺌ ﹺ‬ ‫ﻴﻢ ﹶﻭ ﹺﻗ ﹺﻬ ﹸﻢ ﱠ‬ ‫ﺍﳊ ﹺﻜ ﹸ‬ ‫ﺍ ﹾﻟ ﹶﻌ ﹺﺰ ﹸﻳﺰ ﹾ ﹶ‬
‫ﻴﻢ‪.10‬‬ ‫ﹶﻭ ﹶﺫﻟﹺ ﹶﻚ ﹸﻫ ﹶﻮ ﺍ ﹾﻟ ﹶﻔ ﹾﻮ ﹸﺯ ﺍ ﹾﻟ ﹶﻌ ﹺﻈ ﹸ‬
‫ﻭﺛﻤﺮﺓ ﺫﻟﻚ ﻛﻠﹼﻪ ﰱ ﻫﺬﻩ]ﻕ‪ - :‬ﰲ[ ﺍﻟﺪﹼﺍﺭ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﳑﹼﺎ ﺗﻠﻮﺙ ﺑﻪ ﺍﻟﺮﻭﺡ‬
‫ﺧﻮﺍﺻﻪ ﺍﳌﴬﹼ ﺓ ﺯﻣﺎﻥ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻣﻦ ﺻﺤﺒﺔ ﻣﺰﺍﺟﻪ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻰ ﻭﻣﺎ ﺍﺗﺼﻞ ﺑﻪ ﻣﻦ‬
‫ﺍﻻﺭﺗﺒﺎﻁ ﺍﻟﺘﺪﺑﲑﻱ‪.‬‬
‫ﴎﻩ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﻋﺒﺎﺭﺓ ﻋﻦ ﻣﻄﻠﻖ ﺍﻟﺘﺠﲆ ﺍﳉﻤﻌﻰ‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﻃﻬﺎﺭﺓ ﹼ‬
‫ﺍﳊﺼﺔ‬ ‫ﺣﻴﺜﻴﺔ ﺗﻠﻚ ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺬ￯ ﺇﻧﲈ ﻳﺴﺘﻨﺪ ﺇﱃ ﺍﳊﻖ ﺍﳌﻄﻠﻖ‪ ،‬ﻭﻳﺮﺗﺒﻂ ﺑﻪ ﻣﻦ ﹼ‬
‫ﺃﻋﻨﻰ ﺍﳌﺴﲈﺓ]ﻕ‪ :‬ﺍﳌﺴﲈﺕ[ ﺑﺎﻟﴪ ﻫﻮ ﺑﺎﺗﺼﺎﻟﻪ ﺑﺎﳊﻖ ﺍﳌﻄﻠﻖ ﺍﳉﺎﻣﻊ ﻭﺯﻭﺍﻝ‬
‫ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﺘﻘﻴﻴﺪﻳﹼﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻋﺮﺿﺖ ﻟﻪ ﺑﺴﺒﺐ ﺍﳌﻌﻴﺔ ﻣﻊ ﺍﻟﻌﲔ ﺍﻟﺜﺎﺑﺘﺔ ﺍﻟﺘﻰ‬
‫‪٣٢‬‬
BİRİNCİ HADÎS

değiştirmekten uzaklaşmakla olur. Çünkü bu ilim veya taayün, Hakk’ın


sıfatıdır. Hakk’ın ilmi ise Zeyd ve Amr ’ın nâkıs ilmi gibi değildir. Yine
bu ilim, zuhûru ânına kadar herhangi bir noksan ve ziyâde kabûl etme-
yen bir ilimdir.

Bunu bilesin ve ibretle göresin ki bu tahâretlerden her birinin


necâsetten de mukâbilleri vardır. Bunları tek tek sayıp dökmeye ihtiyaç
yoktur. Şurası bilinmelidir ki, insanın tahâreti ancak kendisinden yara-
tılmış olduğu şeyle hâsıl olur. İki elinin tahâreti, bedenin kendisinden
yaratıldığı şeyden temizlenmesiyledir.

Rûhun temizlenmesi kudsî teyid ve küllî-rûhânî desteklerle olur.


Nitekim buna kitâb-ı ilâhîde büyük meleklerden hikâye ve onların yar-
dımlarından kinâye olarak şöyle işâret buyurulmaktadır: “Ey bizim Rab-
bımız! Sen rahmet ve ilminle her şeyi kuşattın. Tevbe edip Sen’in yo-
luna girenleri bağışla! Ve onları cehennem azâbından koru! Ey Rab-
bımız, onları onların babalarından ve eşleriyle zürriyetlerinden sâlih
olanları vaad buyurduğun Adn cennetine girdir. Sen yücesin ve hikmet
sâhibisin. Onları kötülüklerden koru. Kim kötülüklerden korunursa
Sen o gün ona rahmet edersin. İşte bu en büyük kurtuluştur.”10

Bu duânın semeresi, bu dünyâda tedbîrî/yönetim alâkası sırasında


yakınlık sebebiyle mizâc-ı tabiînin rûhu kirleten ve ona bitişen zararlı
özelliklerden temizlenmektir.

Sırrın temizliğine gelince o, cem hâline âid mutlak tecellîden


ibârettir. Böyle bir tecellî, Hakk-ı mutlaka müsteniddir. Bu sırada kul,
sırrı itibâriyle Hakk’a murtabıttır. Sırrın Hakk ile irtibâtı, Hakk’ın
câmi’ ve mutlak sıfatıyla ittisâli, ayn-i sâbite ile beraberliği sebebiyle
32
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬

‫ﲡﲆ‬‫ﻭﺍﳌﻘﻴﺪﺓ ﺇ ﹼﻳﺎﻩ‪.‬ﻓﺈﻥ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﻛﻞ ﹼ‬


‫ﹼ‬ ‫ﻫﻰ ﺍﳌﺠﲆ ﺍﳌﻘﺎﺑﻠﺔ ﻟﺬﻟﻚ ﺍﻟ ﹼﺘﺠ ﹼ‬
‫ﲇ‬
‫ﲡﺪﹶ‬‫ﻭﺻﻔﺎﺗﻪ ﺗﺎﺑﻌﺔ ﻟﻠﻤﺠﲆ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﻣﺮﺁﺗﻪ ﻭﺫﻟﻚ ﻣﻦ ﺳﻨﺔ ﺍﳊﻖ‪ :‬ﹶﻭ ﹶﻟﻦ ﹶ ﹺ‬
‫ﹺ ﹶ ﹺ ﹰ ‪11‬‬
‫ﻟﹺ ﹸﺴ ﱠﻨ ﹺﺔ ﺍﷲ ﺗ ﹾﺒﺪﻳﻼ‪.‬‬
‫ﺛﻢ ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻧﹼﻪ ﻛﲈ ﺃﻥ ﻃﻬﺎﺭﺓ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺍﺕ ﺗﻨﻘﺴﻢ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳﻨﻘﺴﻢ[ ﺇﱃ ﻃﻬﺎﺭﺓ‬
‫ﻋﺎﻣﺔ‪ ،‬ﻭﻫﻰ ﻣﺎ ﻳﺸﱰﻙ ﻓﻴﻪ‪ ،‬ﻭﺇﱃ ﻃﻬﺎﺭﺓ ﺧﺎﺻﺔ ﻭﻫﻰ ﻣﺎ ﻳﻨﻔﺮﺩ ﺑﻪ ﻛﻞ‬
‫ﻣﻮﺟﻮﺩ ﻋﻦ ﺳﻮﺍﻩ ﻻﺧﺘﺼﺎﺻﻪ ﺑﻪ‪ ،‬ﻓﻜﺬﻟﻚ ﻫﻮ ﺍﻷﻣﺮ ﰱ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻛﲈ‬
‫ﺳﺒﻖ ﺍﻟﺘﻠﻮﻳﺢ ﺑﻄﺮﻑ]ﻕ‪ :‬ﺑﻄﺮﻕ[ ﻣﻨﻪ‪.‬‬
‫ﻓﻄﻬﺎﺭﺗﻪ ﺍﻟﻌﺎﻣﹼﺔ ﻫﻰ ﻣﻦ ﻛﻮﻧﻪ ﻧﺴﺨﺔﹰ ﻣﻦ ﺣﴬﺓ ﺍﳊﻖ ﻭﺣﻘﺎﻳﻖ‬
‫ﺍﻟﻌﺎﱂ ﻭﺟﺎﻣﻌ ﹰﺎ ﻷﺣﻜﺎﻣﻬﲈ‪ ،‬ﻓﺎﻷﲨﻊ ﳊﻘﺎﻳﻖ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﻭﺃﺣﻜﺎﻣﻬﺎ ﻭﺃﺣﻜﺎﻡ‬
‫ﺍﻷﺗﻢ ﲢﻘﻘ ﹰﺎ ﺑﺎﻟﻄﻬﺎﺭﺓ‬
‫ﻭﺣﻜ ﹸﹰﲈ ﻫﻮ ﹼ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﲡﻠﻴﺔ[‬
‫ﺍﳊﴬﺓ ﺍﻹﳍﻴﺔ ﺑﺎﻟﻔﻌﻞ ﲢﻠﻴﺔ‬
‫ﺍﻟﻌﺎﻣﹼﺔ ﻭﻣﻦ ﺩﻭﻧﻪ ﻓﺒﻤﻘﺪﺍﺭ ﺣﻈﹼﻪ ﻣﻦ ﺍﳉﻤﻌﻴﺔ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ‪.‬‬
‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﻃﻬﺎﺭﺓ]ﻕ‪ :‬ﻃﻬﺎﺭﻳﺔ[ ﺍﳋﺎﺻﺔ ﺑﻌﺪ ﲡﺎﻭﺯﻩ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﻧﺎ ﻣﻦ ﻃﻬﺎﺭﺓ‬
‫‪6-a‬‬ ‫ﻭﴎﻩ ‪ /‬ﻓﺒﻤﻘﺪﺍﺭ ﲢ ﹼﻘﻘﻪ ﺑﺎﳊﻖ ﻭﺍﺣﺘﻈﺎﺋﻪ ﺑﺎﻟﺘﺠﲇ]ﻕ‪:‬‬ ‫ﺑﺪﻧﻪ ﻭﺭﻭﺣﻪ ﹼ‬
‫ﻟﻠﻜ ﱠﻤﻞ ﺩﻭﻧﻪ ﻣﻊ‬ ‫ﺑﺘﺠﻠﻴﺔ[ ﺍﻟﺬﺍﺗﻰ ﺍﻟﺬ￯ ﻻ ﺣﺠﺎﺏ ﺑﻌﺪﻩ ﻭﻻﻣﺴﺘﻘﺮ ﹸ‬
‫ﺍﻟﺘﺎﻡ]ﻉ‪ :‬ﺍﻟﺘﺎﺋﻢ‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﻏﻠﻂ[ ﺍﻟﺪﱠ ﺍﺋﻢ ﻭﺍﳌﻌﻴﺔ ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺔ ﺍ ﹸﳌ ﹾﻨ ﹶﺒ ﹺﺴ ﹶﻄﺔ ﻋﲆ ﻋﺎﱂ‬
‫ﺍﳊﻀﻮﺭ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻐﻴﺐ ﻭﺍﻟﺸﻬﺎﺩﺓ ﻭﻣﺎ ﺍﺷﺘﲈﻻ ﻋﻠﻴﻪ ﻓﺘﺪ ﱠﺑﺮ ﻣﺎ ﹶﻳ ﹾﻘ ﹶﺮﻉ]ﺵ‪ :‬ﻧﻘﺮﻉ[ ﺳﻤﻌﻚ‬
‫ﻭ ﹶﻳ ﹾﺴ ﹶﺘ ﹾﺠ ﹺﻠ ﹸﺒﻪ]ﺵ‪ :‬ﺗﺴﺘﺠﻠﻴﻪ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳﺴﺘﺠﻠﻴﻪ[ ﻓﻬﻤﻚ ﻣﻦ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻔﺼﻞ ﺍﻟﴩﻳﻒ ﺍﳊﺪﻳﺚ‬
‫ﺍﻟﻌﻬﺪ ﺑﻌﺎﱂ ﺍﻟﻐﻴﺐ ﻭ ﻋﻠﻤﻪ ﺍﻷﻗﺪﺱ ﺍﻷﻋﲆ ﻳﻠﺞ]ﻉ‪ :‬ﺗﻠﺢ[ ﻟﻚ ﺑﺎﺭﻗﺔ ﻣﻦ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ‪ ،‬ﻭ ﺍﻟﺼﻠﻮﺍﺕ ﺃﺻﺢ‬
‫ﺍﻟﻜﲈﻝ ﺍﳌﺤﻤﺪﻱ‪ ،‬ﻋﲆ ﺻﺎﺣﺒﻪ ﺃﻓﻀﻞ ﺍﻟﺼﻠﻮﺍﺕ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ﻣﻨﻬﺎ[ ﻭﺃﺯﻛﻰ ﺍﻟﺘﺴﻠﻴﻢ‪ ،‬ﻓﻬﺬﺍ ﴎ ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫ﻭﺳﻠﻢ[‪» :‬ﺩﻡ ﻋﲆ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻳﻮﺳﻊ ﻋﻠﻴﻚ ﺍﻟﺮﺯﻕ«‪.‬‬
‫‪٣٣‬‬
BİRİNCİ HADÎS

kendisine ârız olan mukayyedlik ahkâmının zeval bulmasıdır. Ayn-ı


sâbite, bu tecellînin mukâbili ve onunla kayıtlı bulunan bir tecellîgâhdır.
Her tecellînin ahkâm ve sıfatı, O’nun aynası demek olan tecellîgâhına
tâbidir. Bu Hakk’ın kanunudur. “Sen O’nun kanununda bir değişiklik
bulamazsın.”11
Şunu da bilmek gerekir ki: Mevcûdâtın tahâreti âmme/genel ve
hâssa/özel olmak üzüre iki kısma ayrılır. Âmme olanı, kendisinde müş-
tereklik özelliği bulunana denir. Hâssa ise her mevcûdun husûsiyeti
sebebiyle diğerlerinden ayrıldığı tahâret çeşididir. Bu ise bir yönüyle
açıklandığı gibi, insana has bir durumdur.
Mevcûdâtın tahâret-i âmmesi, Hakk hazreti/makâmı ve âlem-i
hakâyıktan bir nüsha olmasından ve bu iki âlemin ahkâmını cem’ et-
mesinden kaynaklanır. Âlem-i hakâyık ve ahkâmı ile hazret-i ilâhiye
ahkâmını, hüküm ve tecellî itibâriyle bilfiil cem’ eden kimse, tahâret-i
âmmeyi tam olarak gerçekleştirmiştir. Bundan aşağıdakiler ise,
cem’iyyet-i mezkûreden nasîblerine göre derece derecedir.
Bedenin, rûhun ve sırrın temizliğine âid anlattıklarımızın ötesinde
yer alan havâssa âid tahârete gelince bu, Hak ile tahkîka erme ve zâtî
tecellîden nasîb alma ölçüsüne göredir. Zâtî tecellîden sonra hicâb kal-
kar. Orada müstakar olabilmek ancak huzûr-i tâmm-i dâim ile âlem-i
gayb, âlem-i şehâdet ve bu ikisinin şâmil olduğu âlemi kuşatan maiyyet-i
zâtiye sâyesinde huzûra eren kümmelîne mahsûstur. Kulağına gelen
sesi ve o sesin çağrıştırdığı âlem-i gaybla alâkalı bölümü iyice düşün.
Âlem-i gaybın ilmi sana kemâl-i Muhammedî’den bir parıltı hâlinde
yükselmektedir. Bu kemâlin sâhibine salât ü selâmların en fazîletlisi ve
en temizi olsun. Bu durumda sen O’nun “temizliğe devam et ki, rızkın
bollaşsın” hadîsinin sırrını kavramış olursun.
33
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬

‫ﻭﻣﻦ ﺃﻣﻌﻦ ﺍﻟﻨﻈﺮ ﻓﻴﲈ ﺫﻛﺮ ﹸﺗﻪ ﰱ ﴍﺡ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻭﺗﺪ ﹼﺑﺮﻩ ﺍﺳﺘﴩﻑ‬
‫ﻛﺎﳊﻞ ﻭﺍﳊﺮﻣﺔ ﻭﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻭﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻋﲆ ﲨﻠﺔ ﻣﻦ ﺃﴎﺍﺭ ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ‬
‫ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺗﲔ ﻭﺍﻟﺒﺎﻃﻨﺘﲔ‪ ،‬ﻭﺃﺳﺒﺎﲠﲈ]ﻕ‪ :‬ﺃﺳﺒﺎﲠﺎ[ ﻭﻣﺰﻳﻼﲥﲈ]ﻕ‪ :‬ﻣﺰﻳﻼﲥﺎ[ ﻭﻋﺮﻑ‬
‫ﻛﻴﻔﻴﺔ ﺍﻟﺘﻄﻬﺮ]ﻉ‪ :‬ﺍﻟﺘﻄﻬﲑ[ ﻭﺍﻻﺣﱰﺍﺯ ﺑﻌﺪ ﺍﻟﺘﺤﲆ ﺑﺎﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻣﻦ ﺍﻟﺘ ﹼﻠﻮﺙ ﺑﲈ‬
‫ﻳﺸﻴﻨﻬﺎ ﻭﻋﺮﻑ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺍﻟﻄﺮﻕ]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻄﺮﻳﻖ[ ﺇﱄ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ - :‬ﺇﱄ[ ﺍﺳﺘﺠﻼﺏ ﺍﻟﺮﺯﻕ‬
‫ﻭﺍﳊﺴﻰ ﻭﺳﺒﺐ ﺯﻳﺎﺩﲥﲈ ﻭﻧﻘﺼﺎﳖﲈ ﻣﻦ ﺟﻬﺔ ﺍﻟﻜﺴﺐ ﺍﳌﻌﻬﻮﺩ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﳌﻌﻨﻮ￯‬
‫ﻭﻧﺒﻪ ﻋﻠﻴﻪ]ﻕ‪+ :‬ﻭ ﺳ ﹼﻠﻢ[ ﺭﺳﻮﻟﻪ ﷺ‪.‬‬ ‫ﺑﻞ ﺑﲈ ﴍﻋﻪ ﺍﷲ ﱠ‬
‫ﻭﻋﺮﻑ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺃﻥ ﺍﻟﺘﺤﻠﻴﻞ ﻭﺍﻟﺘﺤﺮﻳﻢ ﻣﻦ ﺍﳊﻖ ﺑﻮﺍﺳﻄﺔ ﺭﺳﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻼﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[‪ ،‬ﻫﻮ ﳌﺤﺾ ﺇﺷﻔﺎﻗﻪ ﻋﲆ ﻋﺒﺎﺩﻩ‪،‬‬
‫ﻃﺐ]ﺵ‪ :‬ﻃﺒﻴﺐ[ ﺇﳍﻰ ﻟﻘﻠﻮﲠﻢ ﻭﺃﺭﻭﺍﺣﻬﻢ ﻭﺃﺧﻼﻗﻬﻢ ﻭﺻﻔﺎﲥﻢ ﺑﻞ‬ ‫ﻭﺃ ﱠﻧﻪ ﹼ‬
‫ﻭﻟﺼ ﹶﻮﺭﻫﻢ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺑﻄﺮﻳﻖ ﺍﻟﺘﺒﻌﻴﺔ‪.‬‬ ‫ﹸ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻼﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ﴎ ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬ ‫ﻭﻋﺮﻑ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﹼ‬
‫ﹺ‬
‫ﺍﳊﻜﻤﺔ ﻣﻦ‬ ‫ﻳﻨﺎﺑﻴﻊ‬
‫ﹸ‬ ‫ﻇﻬﺮﺕ‬
‫ﹾ‬ ‫ﺃﺭﺑﻌﲔ ﺻﺒﺎﺣ ﹰﹶﺎ‬
‫ﹶ‬ ‫ﺺ ﷲﹺ‬ ‫ﻭﺳﻠﻢ[‪ » :‬ﹶﻣ ﹾﻦ ﹶﺃ ﹾﺧ ﹶﻠ ﹶ‬
‫]ﻕ‪:‬‬
‫ﴎ ﹰﺍ ﺁﺧﺮ ﳚﺐ ﺍﻟﺘﻨﺒﻴﻪ‬ ‫ﻟﺴﺎﻧﻪ‪ ،«12‬ﻏﲑ ﺃﻥ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﱠ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﹺ‬
‫ﻗﻠﺒﻪ ﻋﲆ‬
‫‪ +‬ﻋﻠﻴﻪ[ ﻭﻫﻮ ﺍﺣﱰﺍﺯ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﺇﺧﻼﺻﻪ ﻫﺬﺍ ﻃﻠﺒ ﹰﺎ ﻟﻈﻬﻮﺭ ﻳﻨﺎﺑﻴﻊ‬
‫ﺍﳊﻜﻤﺔ ﻣﻦ ﻗﻠﺒﻪ ﻋﲆ ﻟﺴﺎﻧﻪ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﺣﻴﻨﺌﺬ ﱂ ﻳﻜﻦ ﺃﺧﻠﺺ ﷲ ﺗﻌﺎﱃ‬
‫ﴎ ﻗﻮﻟﻪ ﺗﻌﺎﱄ‪ :‬ﻣﺎ ﹶﻭﺳﻌﻨﻰ ﹾﺃﺭ ﹺﴇ ﻭﻻ ﹶﺳ ﹶﲈﺋﹺﻰ‬ ‫ﻭﻳﻌﺮﻑ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﹼ‬
‫ﻘﻲ ﺍﻟ ﱠﻨﻘﻲ‪.13‬‬‫ﻗﻠﺐ ﻋﺒﺪﻱ ﺍﳌﺆﻣﻦ ﺍﻟ ﱠﺘ ﹼ‬ ‫ﹶﻭ ﹶﻭ ﹶﺳﻌﻨﻰ ﹸ‬
‫ﻭﻳﻌﺮﻑ ﺃﻳﻀﺎﹰ ﴎ ﺍﻟﻔﺘﺢ ﺍﻷ ﹼﻣﻰ ﻭﺭﺟﺤﺎﻧﻪ ﻋﲆ ﺃﻧﻮﺍﻉ ﺍﻟﻔﺘﺢ ﻟﻜﲈﻝ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻼﺓ‬
‫ﻟﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬ ‫ﻭﴎ ﻗﻮﻟﻪ ﺗﻌﺎﱃ ﹼ‬ ‫ﻃﻬﺎﺭﺓ ﺑﺎﻃﻦ ﺻﺎﺣﺒﻪ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺍﻹ ﹶﻳﲈ ﹸﻥ‪،14‬‬ ‫ﻨﺖ ﹶﺗﺪﹾ ﹺﺭ￯ ﹶﻣﺎ ﺍ ﹾﻟ ﹺﻜ ﹶﺘ ﹸ‬
‫ﺎﺏ ﹶﻭ ﹶﻻ ﹾ ﹺ‬ ‫ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[‪ :‬ﹶﻣﺎ ﹸﻛ ﹶ‬
‫‪٣٤‬‬
BİRİNCİ HADÎS

Bu hadîsin şerhi sadedinde anlattıklarıma dikkatle nazar kılan ve


bu konuda zihin yorup düşünen kimse, şerîatın sırlarından helâl, ha-
ram, zâhirî ve bâtınî tahâret ve necâset ile bunların sebep ve izâleleri
gibi konularda bir demet bilgi ile karşılaşır. Temizlenmenin yolunu, kir-
lendikten sonra temizlik ve süslenmeyi korumanın yolunu anlar. Yine
böyle bir kul, mânevî ve hissî rızık elde etmenin usûlünü, artma ve ek-
silmenin sebeblerini; hissî ve mânevî rızkın artıp eksilmesinin ancak
adı geçen kesb itibâriyle olduğunu; bilâkis Allah Teâlâ’nın onu kânûn-i
ilâhî hâline getirdiğini kavrar. Nitekim Hz. Peygamber de (s.a.) kesb
konusuna dikkat çekmiştir.
Bu hadîsin sırrını kavrayan, Allah’ın kullarına müşfik olması se-
bebiyle helal ve haram kılmanın, Hak’tan Hz. Peygamber vâsıtasıyla
olduğunu, Hz. Peygamber’in (s.a.) müminlerin kalbleri, rûhları, ahlâk
ve sıfatları için bir tıbb-i ilâhî olduğunu, hattâ zâhirin bâtına tâbî olması
sûretiyle sûret ve bedenlerine de tıbb-i ilâhî olduğunu bilir.
Bu hadîsin sırrını anlayan biri, şu hadîsin sırrını tam anlamıyla
kavrar: “Kim Allah için kırk gün süreyle ihlâs ile kulluk ederse kalbin-
den diline hikmet pınarları akar.”12 Ancak bu hadîsin dikkat çekilmesi
gereken bir sırrı daha vardır. O da: İnsanın ihlâsı, kalbinden diline hik-
met pınarlarının zuhûr etmesini taleb etmekten sakınmaktır. Çünkü o
takdîrde kulun ihlâsı Allah için olmayacaktır.
Bu hadîsi anlayan şu hadîs-i kudsînin sırrını da kavrar: “Ben yere,
göğe sığmadım, ama tertemiz kalbli müttakî müminin kalbine sığdım.”13

Yine bu hadîsin kavranmasıyla ümmî/doğuştan feth-i ilâhînin sırrı


ve onun diğer fethlere olan üstünlüğü bilinir. Çünkü o, bâtınî tahâret açı-
sından kemâl üzredir. Allah Teâlâ’nın Peygamberine olan şu hitâbının
sırrı da anlaşılmış olur: “Sen kitab ve îmân nedir bilmezdin.”14;
34
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬

‫ﺎﺏ ﹶﻭ ﹶﻻ ﹶ ﹸﲣ ﱡﻄ ﹸﻪ ﺑﹺ ﹶﻴ ﹺﻤﻴﻨﹺ ﹶﻚ‪ ،15‬ﻭﻳﻌﺮﻑ‬


‫ﻨﺖ ﹶﺗ ﹾﺘ ﹸﻠﻮ ﹺﻣﻦ ﹶﻗ ﹾﺒ ﹺﻠ ﹺﻪ ﹺﻣﻦ ﹺﻛ ﹶﺘ ﹴ‬
‫ﻭﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﹶﻭ ﹶﻣﺎ ﹸﻛ ﹶ‬
‫ﺃﻳﻀﺎﹰ ﱠﴎ ﺍﻟﻮﺣﺪﺓ ﻭﺍﻟﻜﺜﺮﺓ ﻭﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﺍﳌﻜﺘﺴﺒﺔ ﻭﻏﲑ ﺍﳌﻜﺘﺴﺒﺔ‪ ،‬ﻭﻛﺬﻟﻚ‬
‫ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ‪ .‬ﻭﻳﻌﺮﻑ]ﻕ‪ - :‬ﻳﻌﺮﻑ[ ﺍﻻﺳﺘﻌﺪﺍﺩﺍﺕ ﺍﳌﺠﻌﻮﻟﺔ ﻭﻏﲑ ﺍﳌﺠﻌﻮﻟﺔ‪،‬‬
‫ﻭﻳﻌﺮﻑ]ﺵ‪ :‬ﺗﻌﺮﻑ[ ﺃﴎﺍﺭ ﹰﺍ ﺃﺧﺮ ﻏﲑ ﻫﺬﻩ ﻳﻄﻮﻝ ﺫﻛﺮﻫﺎ ﺗﺮﻛﺖ ﺍﻟﺘﻨﺒﻴﻪ‬
‫‪6-b‬‬ ‫ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻃﻠﺒ ﹰﺎ ﻟﻼﺧﺘﺼﺎﺭ‪ ،‬ﻭﺍﷲ ﻳﻘﻮﻝ ﺍﳊﻖ ﻭﳞﺪ￯ ‪ /‬ﻣﻦ ﻳﺸﺎﺀ ﺇﱃ ﴏﺍﻁ‬
‫‪٤‬‬
‫ﻣﺴﺘﻘﻴﻢ‪.‬‬

‫‪ –1‬ﺃﻧﻈﺮ ﻛﻨﺰ ﺍﻟﻌﲈﻝ ﻟﻌﲆ ﺍﳌﺘﻘﻰ ﺭﻗﻢ ﺍﳊﺪﻳﺚ ‪– ٤٤١٥٤‬‬


‫‪ – 2‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﱪ ‪٥٥‬‬
‫‪ – 3‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳌﺴﺎﻓﺮﻳﻦ ‪ ،٢٠١‬ﻭﺍﻟﻨﺴﺎﺋﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻻﻓﺘﺘﺎﺡ ‪١٧‬‬
‫‪ – 4‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻨﺴﺎﺀ )‪ ،(٤‬ﺍﻵﻳﺔ‪٧٩ :‬‬
‫‪ – 5‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻔﺘﻦ‪ ،٢٢ ،‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ‪٢٨٠ ،٢٧٧ / ٥‬‬
‫‪ – 6‬ﺳﻮﺭﺓ ﻫﻮﺩ )‪ ،(١١‬ﺍﻵﻳﺔ‪١١٤ :‬‬
‫‪ – 7‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﱪ‪،٥٥ ،‬ﻭﺍﻟﺪﺍﺭﻣﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﻗﺎﻕ ‪ ،٧٤‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ‪/ ٥‬‬
‫‪١٥٨،١٥٣‬‬
‫‪ – 8‬ﺍﻟﺴﻮﺭﺓ ﺍﻟﻔﺮﻗﺎﻥ )‪ ،(٢٥‬ﺍﻵﻳﺔ‪٧٠ :‬‬
‫‪ – 9‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻹﻳﲈﻥ ‪ ،٣٩‬ﻭ ﺍﻟﺒﻴﻮﻉ ‪ ،٢‬ﻭ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳌﺴﺎﻗﺎﺓ ‪ ،١٠٨ ،١٠٧‬ﻭﺃﺑﻮ‬
‫ﺩﺍﻭﺩ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺒﻴﻮﻉ ‪ ،٣‬ﻭ ﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺒﻴﻮﻉ ‪ ،١‬ﻭﺍﻟﻨﺴﺎﺋﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺒﻴﻮﻉ ‪ ،٢‬ﻭﻛﺘﺎﺏ‬
‫ﺍﻟﻘﻀﺎﺓ ‪ ،١١‬ﻭﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻔﺘﻦ ‪ ،١٤‬ﻭﺍﻟﺪﺍﺭﻣﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺒﻴﻮﻉ ‪ ،١‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ‪/ ٤‬‬
‫‪٢٧٥ ،٢٧١ – ٢٦٩ ،٢٦٧‬‬
‫‪– 10‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﳌﺆﻣﻦ )‪ ،(٤٠‬ﺍﻵﻳﺔ‪٧ - ٨ :‬‬
‫‪ – 11‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻷﺣﺰﺍﺏ )‪ ،(٣٣‬ﺍﻵﻳﺔ‪ ،٦٢ :‬ﺍﻟﺴﻮﺭﺓ ﺍﻟﻔﺘﺢ )‪ ،(٤٨‬ﺍﻵﻳﺔ‪٢٣ :‬‬
‫‪ – 12‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﻌﺠﻠﻮﻧﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﻛﺸﻒ ﺍﳋﻔﺎﺀ ﺝ‪ ،٢:‬ﺹ‪ ٢٢٤ :‬ﻭ ﺍﻧﻈﺮ ﻛﻨﺰ ﺍﻟﻌﲈﻝ ﻟﻌﻼﺀ ﺍﻟﺪﻳﻦ ﻋﲆ‬
‫ﺍﳍﻨﺪ￯ )ﺑﲑﻭﺕ ‪ ،( ١٩٨٥‬ﺝ ‪ ،٣‬ﺹ‪٢٤ :‬‬
‫‪ – 13‬ﺍﻧﻈﺮ ﻛﺸﻒ ﺍﳋﻔﺎﺀ ﻟﻠﻌﺠﻠﻮﻧﻰ ﺝ‪ ،٢:‬ﺹ‪١٩٥ :‬‬
‫‪ – 14‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺸﻮﺭ￯ )‪ ،(٤٢‬ﺍﻵﻳﺔ‪٥٢ :‬‬
‫‪ – 15‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻌﻨﻜﺒﻮﺕ )‪ ،(٢٩‬ﺍﻵﻳﺔ‪٤٨ :‬‬
‫‪٣٥‬‬
BİRİNCİ HADÎS

“Bundan önce sen bir kitaptan okumuş ve sağ elinle yazmış değildin.”15
Yine bu sâyede vahdet ve kesretin, mükteseb ve gayr-ı mükteseb tahâret
ile necâsetin sırrı bilinir. Mec’ûl isti’dâd ile gayr-i mec’ûl isti’dâd ta-
nınır. Ayrıca anlatılması uzun sürecek diğer bazı sırlar kavranmış olur.
Ben sâdece bu kadarına dikkat çekerek sözü uzatmamak için burada
kesiyorum. Allah doğruyu söyler ve dilediğini doğru yola iletir. 4

1. Ali el-Müttakî, Kenzu’l-ummâl, hadîs no: 44154.


2. Müslim, Birr, 55.
3. Müslim, Müsâfirîn, 201; Neseî, İftitâh, 17.
4. en-Nisâ, 4/79.
5. Tirmizî, Fiten, 22; İbn Hanbel, V, 277, 280.
6. Hûd, 11/114.
7. Tirmizî, Birr, 55; Dârimî, Rikâk, 74; İbn Hanbel, V, 153, 158.
8. el-Furkân, 25/70.
9. Buhârî, Îmân 39, Buy’u, 2; Müslim, Müsâkât 107,108; Ebû Dâvud, Buy’u 3; Tirmizî,
Büy’u, 1; Neseî, Buy’u, 2, Kazâ, 11; İbn Mâce, Fiten, 14; Dârimî, Buy’u, 1; İbn Hanbel,
IV, 267,269-271,275.
10. el-Mümin, 40/7-8.
11. el-Ahzâb, 33/62; el-Feth, 48/23.
12. Keşfu’l-hafâ, II, 223.
13. Keşfu’l-hafâ, II, 195.
14. eş-Şûra, 42/52.
15. el-Ankebût, 29/48.

35
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ‬
‫ﴎ ﺍﻟﺘﻜﺒﲑ ﰱ ﺍﻟﺼﻌﻮﺩ ﻭ ﺍﻟﺘﺴﺒﻴﺢ ﰱ ﺍﳍﺒﻮﻁ‬
‫ﺍﷲ ﺗﻌﺎﱄ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ - :‬ﺗﻌﺎﱄ[ ﻋﻨﻪ‬ ‫ﻮﻝ‪ 1‬ﹺﺭ ﹶﻭﺍ ﹶﻳ ﹸﺔ ﺃﺑﻰ ﹶﺩ ﹸﺍﻭ ﹶﺩ ﺭﴇ ﹸ‬ ‫ﺎﻣ ﹺﻊ ﹸ‬
‫ﺍﻷ ﹸﺻ ﹺ‬ ‫ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﺟ ﹺ‬
‫ﱪﻭﺍ‪ ،‬ﻭﺇﺫﺍ ﹶﻫ ﹶﺒ ﹸﻄﻮﺍ‬ ‫ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ ﹸﻭ ﹸﺟ ﹸ‬
‫ﻴﻮﺷ ﹸﻪ ﺇ ﹶﺫﺍ ﹶﻋ ﹶﻠ ﹾﻮﺍ ﺍﻟﺜﱠﻨﺎ ﹶﻳﺎ ﹶﻛ ﱠ ﹸ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻗﺎﻝ‪ :‬ﻛﺎﻥ‬
‫ﺖ ﺍﻟﺼﻼ ﹸﺓ ﻋﲆ ﺫﻟﻚ‪.2‬‬ ‫ﹶﺳ ﱠﺒ ﹸﺤﻮﺍ‪ ،‬ﹶﻓ ﹸﻮ ﹺﺿ ﹶﻌ ﹺ‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬ ‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﻜﱪ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﻛﺎﻥ ﺍﻻﺳﺘﻌﻼﺀ‬ ‫ﺍﺳﺘﻌﻼﺀ ﻭﺃﻧﹼﻪ ﻣﻦ ﺍﻟ ﹼﺘ ﹼ‬
‫ﹲ‬ ‫ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﺍﻟﺮﻓﻌﺔ ﻭﺍﻻﺭﺗﻔﺎﻉ‬
‫ﺍﻟﺘﻜﱪ‪ ،‬ﻭﺇﻥ ﻛﺎﻥ ﺑﺎﻃﻨ ﹰﺎ ﻓﻬﻮ ﻣﻌﻨﻰ ﺍﻟﺘﻜﱪ‪ ،‬ﻭﳌﹼﺎ‬
‫ﻇﺎﻫﺮ ﹰﺍ ﻓﻬﻮ ﺻﻮﺭﺓ ﻣﻦ ﺻﻮﺭﺓ]ﻕ‪ :‬ﺻﻮﺭ[ ﹼ‬
‫ﻛﺎﻥ ﺍﻟﻜﱪﻳﺎﺀ ﷲ ﺗﻌﺎﱄ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ - :‬ﺗﻌﺎﱄ[ ﻭﺣﺪﻩ ﻭﻛﺎﻥ ﰱ ﺍﻟﺼﻌﻮﺩ ﻋﲆ ﺍﻟﺜﻨﺎﻳﺎ ﴐﺏ ﻣﻦ‬
‫ﺍﻻﺳﺘﻌﻼﺀ ﻣﻮﺟﻮﺩ ﻭﺷﺒﻴﻪ ﺑﻪ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻟﺬﻟﻚ ﹸﺳ ﱠﻦ ﺍﻟﺘﻜﺒﲑ ﻓﻴﻪ‪ ،‬ﺃ￯ ﺃﻥ ﺍﷲ ﺃﻛﱪ ﻭﺃﻋﲆ‬
‫ﺣﺎﻝ ﻳﻮﻫﻢ]ﻕ‪ :‬ﺗﻮﻫﻢ[ ﺍﻻﺷﱰﺍﻙ‪.‬‬ ‫ﻣﻦ ﺃﻥ ﹸﻳﺸﺎﺭﻙ ﰱ ﻛﱪﻳﺎﺋﻪ ﻭﺇﻥ ﻇﻬﺮﻧﺎ ﺑﺼﻮﺭﺓ ﹴ‬
‫ﺍﳌﻌﻴﺔ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻬﺎ‪ ،‬ﺑﻘﻮﻟﻪ‬
‫ﴎ ﱠ‬ ‫ﻭﺃﻣﺎ ﺍﻷﻣﺮ ﺑﺎﻟﺘﺴﺒﻴﺢ ﰱ ﺍﳍﺒﻮﻁ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﻣﻦ ﺃﺟﻞ ﹼ‬
‫‪3‬‬
‫ﺗﻌﺎﱄ‪ :‬ﹶﻭ ﹸﻫ ﹶﻮ ﹶﻣ ﹶﻌ ﹸﻜ ﹾﻢ ﹶﺃ ﹾﻳﻨ ﹶﹶﲈ ﹸﻛﻨ ﹸﺘ ﹾﻢ‪.‬‬
‫ﻓﺈﺫﺍ ﺁﻣﻨﺎ ﺃﻧﻪ ﻣﻌﻨﺎ ﺃﻳﻨﲈ ﹸﻛ ﱠﻨﺎ‪ ،‬ﻓﺤﺎﻝ ﻛﻮﻧﻨﺎ ﰱ ﻫﺒﻮﻁ ﻳﻜﻮﻥ ﻣﻌﻨﺎ‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﱠ‬
‫ﻳﺘﻨﺰﻩ‬
‫ﻭﺍﳍﺒﻮﻁ‪ ،‬ﻷﻧﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻓﻮﻕ ﺍﻟﺘﺤﺖ ﻛﲈ ﺃﻧﻪ ﻓﻮﻕ ﺍﻟﻔﻮﻕ ﻭﻧﺴﺒﺔ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﻣﻦ ﺍﻟ ﱠﺘ ﹾﺤ ﹺﺖ‬
‫ﺍﻟﺘﻘﻴﺪ ﺑﺎﳉﻬﺎﺕ ﻭﺇﺣﺎﻃﺘﻪ ﲠﺎ‪ ،‬ﻓﻠﻬﺬﺍ ﴍﻉ‬
‫ﺍﳉﻬﺎﺕ ﺇﻟﻴﻪ ﻋﲆ ﺍﻟﺴﻮﺍﺀ ﻟﻨﺰﻫﺘﻪ ﻋﻦ ﹼ‬
‫ﺍﳌﻨﺒﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫ﺍﻟﺘﻜﺒﲑ ﰱ ﺍﻟﺼﻌﻮﺩ ﻭﺍﻟﺘﺴﺒﻴﺢ ﰱ ﺍﳍﺒﻮﻁ ﻋﲆ ﺍﻟﻮﺟﻪ ﱠ‬
‫‪ – 1‬ﺟﺎﻣﻊ ﺍﻷﺻﻮﻝ‪ :‬ﺍﻻﺳﻢ ﺍﻟﺘﺎﻡ ﳍﺬﺍ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ ﻫﻮ ﺟﺎﻣﻊ ﺍﻷﺻﻮﻝ ﻣﻦ ﺃﺣﺎﺩﻳﺚ ﺍﻟﺮﺳﻮﻝ ﻻﺑﻦ‬
‫ﺍﻷﺛﲑ ) ﺕ ‪ ٦٠٦‬ﻫــ( ﻃﺒﻊ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ ﰱ ﺑﲑﻭﺕ ﺳﻨﺔ ‪ ،١٩٥٠‬ﻭ ﻫﻮ ﺍﺛﻨﻰ ﻋﴩ ﳎﻠﺪ ﹰﺍ‪ ،‬ﻫﺬﺍ‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﰱ ﺍﳌﺠﻠﺪ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﺹ‪١٨٦ :‬‬
‫‪ – 2‬ﺭﻭﺍﻩ ﺃﺑﻮ ﺩﺍﻭﺩ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳉﻬﺎﺩ ‪٧٣‬‬
‫‪ – 3‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﳊﺪﻳﺪ )‪،(٥٧‬ﺍﻵﻳﺔ‪٤:‬‬
‫‪٣٦‬‬
İKİNCİ HADÎS
YOKUŞTA TEKBÎR, İNİŞTE TESBÎHİN SIRRI

Câmi’û‘l-usûl’den1: Ebû Dâvud (r.a.)’ın rivâyeti olan bir hadîs:


“Rasûlullah (s.a.) ordusuyla beraber yokuş çıktıklarında tekbîr, ini-
şe geçtiklerinde tesbîh getirirlerdi.”2 Namaz böyle vaz’edilmiş bir
ibâdettir.
Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu
Bilmek gerekir ki rif’at/yükseklik ve irtifâ/yükselme, yücelme demektir.
Yücelme de tekebbür ve büyüklük sayılır. Yükselme zâhiren olursa zâhirî tekeb-
bür sûretlerinden biridir. Bâtınî yükselme ise tekebbürün mânâsı demektir. Yü-
celik ve kibriyâ sâdece Allah’a âid olduğundan; tepelere yükselmekte yücelme
hâline benzer bir durum mevcud olduğundan yükseğe çıkınca tekbîr getirmek
sünnet olmuştur. Yâni böylece insan, “her ne kadar dağa yükselmek cismânî
olsa da, Allah Teâlâ yücelik ve büyüklük konusunda kendisine ortak koşulabile-
cek her şeyden büyük ve yücedir” demiş olmaktadır.
Yokuştan inerken tesbîh getirmek ise: “Nerede bulunursanız Allah sizin-
le beraberdir”3 âyetindeki maiyetin sırrını açıklamaktadır.
Nerede bulunursak bulunalım, Allah’ın bizimle beraber olduğuna inanma-
mız, yokuştan inerken de O’nun bizimle olduğunu gösterir. Üstelik O, aşağıda ol-
maktan ve inişten münezzehtir. Çünkü O, aşağının üstünde olduğu gibi, üstlerin
de üstündedir. O’na cihet nisbet edilmesi, O’nun cihetle sınırlanmaktan münezzeh
olduğunu ve o cihetleri ihâta ettiğini gösterir. Bu yüzden yokuş çıkarken tekbîr,
inerken de tesbîh meşrû olmuştur. Gerisini anlattıklarıma göre sen anlarsın.5

1. İbnü’l-Esîr’in (ö. 606) eseridir. Beyrut 1950’de basılmıştır. Bu hadîs III, 186’dadır.
2. Ebû Dâvud, Cihâd, 73.
3. el-Hadîd, 57/4.

36
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ‬
‫ﻟﻜﻞ ﺻﻮﺭﺓ ﺭﻭﺡ‬
‫ﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ‪ ،‬ﱠ‬
‫ﻓﻠﲈ ﹶﺭ ﹶﻓ ﹶﻊ‬ ‫ﺎﻋ ﹶﺔ ﹾﺑ ﹺﻦ ﹶﺭ ﹺﺍﻓ ﹴﻊ‪ 1‬ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹸﻛ ﱠﻨﺎ ﹸﻧ ﹶﺼ ﱢﲆ ﹶﻣ ﹶﻊ ﹶﺭ ﹸﺳ ﹺ‬ ‫ﹶﻋ ﹾﻦ ﹺﺭ ﹶﻓ ﹶ‬
‫ﻭﺭﺍ ﹶﺀ ﹸﻩ‪ :‬ﺭ ﱠﺑﻨﺎ ﹶﻟ ﹶﻚ‬ ‫ﺎﻝ ﹶﺭ ﹸﺟ ﹲﻞ ﹶ‬ ‫ﲪﺪﹶ ﹸﻩ‪ ،‬ﹶﻓ ﹶﻘ ﹶ‬ ‫ﺎﻝ‪ :‬ﹶﺳ ﹺﻤ ﹶﻊ ﹸ‬
‫ﺍﷲ ﹺﳌﹶ ﹾﻦ ﹶ ﹺ‬ ‫ﻮﻉ ﹶﻗ ﹶ‬ ‫ﺭﺃﺳ ﹸﻪ ﹺﻣ ﹶﻦ ﱡ‬
‫ﺍﻟﺮ ﹸﻛ ﹺ‬ ‫ﹶ‬
‫ﺎﻝ‪ :‬ﹶﻣ ﹺﻦ ﺍ ﹸﳌﺘﻜ ﱢﻠﻢ ﺁﻧﹺﻔ ﹰﺎ‪،‬‬ ‫ﹾﴫﻑ ﹶﻗ ﹶ‬ ‫ﻓﻠﲈ ﺍﻧ ﹶ ﹶ‬ ‫ﲑﺍ ﻃ ﱢﻴﺒ ﹰﺎ ﹸﻣﺒﺎﺭﻛ ﹰﺎ ﻓﻴﻪ‪ ،‬ﱠ‬ ‫ﲪﺪ ﹰﺍ ﻛﺜ ﹰ‬ ‫ﺍﳊ ﹾﻤﺪﹸ ﹶ ﹾ‬ ‫ﹶ‬
‫ﺃﳞ ﹾﻢ‬ ‫ﺭﺃﻳﺖ ﺑﹺ ﹾﻀ ﹶﻌ ﹰﺔ ﻭﺛﻼﺛﲔﹶ ﹶﻣ ﹶﻠﻜ ﹰﺎ ﹶﻳ ﹾﺒ ﹶﺘ ﹺﺪ ﹸﺭ ﹶ ﹶ‬
‫ﻭﳖﺎ ﱡ ﹸ‬ ‫ﺍﻟﺮ ﹸﺟ ﹸﻞ‪ :‬ﺃ ﹶﻧﺎ‪ ،‬ﻗﺎﻝ‪ :‬ﻟﻘﺪ ﹸ‬ ‫ﻗﺎﻝ ﱠ‬
‫ﹶﻳ ﹾﻜ ﹸﺘ ﹸﺒ ﹶﻬﺎ ﹶﺃ ﱠﻭﻻﹰ]ﺵ‪ :‬ﺃﻭﻝ‪ ،‬ﻭ ﻫﻮ ﻏﻠﻂ[‪.2‬‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬ ‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﺃﻋﻠﻢ ﺃ ﱠﻧﻪ ﻗﺪ ﺛﺒﺖ ﴍﻋ ﹰﺎ]ﻉ‪ + :‬ﻭ ﻋﻘﻼ[ ﻭﻛﺸﻔ ﹰﺎ‪ ،‬ﺃﻧﹼﻪ ﻣﺎ ﺛﻢ ﺻﻮﺭﺓ ﺇﻻ‬
‫ﻭﳍﺎ ﺭﻭﺡﹲ ﻓﺘﺎﺭﺓ ﳜﻔﻰ ﺁﺛﺎﺭ ﺍﻟﺮﻭﺡ ﰱ ﺍﻟﺼﻮﺭﺓ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺃﻛﺜﺮ ﺍﻟﻨﺎﺱ‪،‬‬
‫ﻭﺗﺎﺭﺓ ﻳﻈﻬﺮ]ﻕ‪ :‬ﺗﻈﻬﺮ[ ﺑﴩﻁ ﺗﺄ ﹼﻳﺪ ﺭﻭﺡ ﺗﻠﻚ ﺍﻟﺼﻮﺭﺓ ﺑﻤﺪﺩ ﻳ ﹼﺘﺼﻞ ﻣﻦ‬
‫ﻣﻜﺮﺭﺓ ﺑﺬﻟﻚ ﰱ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ‬ ‫ﺭﻭﺡ ﺁﺧﺮ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﻭﺭﺩﺕ ﺍﻟﻨﺼﻮﺹ ﺍﻟﴩﻋﻴﺔ ﹼ‬
‫ﻭﺍﻟﺴ ﱠﻨﺔ‪.‬‬
‫ﹸ‬
‫ﹲ‬
‫ﺃﻋﺮﺍﺽ‬ ‫ﺃﻥ ﺻﻮﺭ]ﺵ‪ :‬ﺻﻮﺭﺓ[ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﻭﺍﻷﻗﻮﺍﻝ‬ ‫ﻭﺇﺫﺍ ﻋﺮﻓﺖ ﻫﺬﺍ ﻓﺎﻋﻠﻢ ﱠ‬
‫‪7-a‬‬ ‫ﻻﺗﺮﺗﻔﻊ]ﺵ‪ :‬ﻳﺮﺗﻔﻊ[ ﻭﻻﺗﺒﻘﻰ ﺇﻻ ‪ /‬ﺑﺄﺭﻭﺍﺣﻬﺎ ﺍﳌﺼﺎﺣﺒﺔ ﳍﺎ ﻭﺍﳌﺘﺄ ﱢﻳﺪﹶ ﺓ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ‬
‫ﻭﻧﻴﺎﲥﻢ ﻭﻣﺘﻌﻠﻘﺎﺕ ﳘﻤﻬﻢ ﺍﻟﺘﺎﺑﻌﺔ ﻟﻌﻠﻮﻣﻬﻢ ﻭﺍﻋﺘﻘﺎﺩﺍﲥﻢ‬ ‫ﺍﻟﻌﲈﻝ ﹼ‬ ‫ﺑﺄﺭﻭﺍﺡ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ﺍﳌﻄﺎﺑﻘﺔ ﳌﺎ ﻫﻮ ﺍﻷﻣﺮ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﻟﻠﺤﺮﻭﻑ ﻭﺍﻟﻜﻠﲈﺕ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺧﻮﺍﺹ ﺗﻈﻬﺮ ﻣﻦ ﺃﺭﻭﺍﺣﻬﺎ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺗﺮﺍﻛﻴﺒﻬﺎ‬ ‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺇﻓﺮﺍﺩﻫﺎ[‬
‫ﻣﻮﺍ ﹼﺩﻫﺎ‬
‫ﺗﻠﻔﻈ ﹰﺎ ﻭﻛﺘﺎﺑﺔ]ﻕ‪ :‬ﻛﻨﺎﻳﺔ[‪ ،‬ﺷﻬﺪﺕ ﺑﺼﺤﺔ ﺫﻟﻚ ﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ‬ ‫ﺑﻮﺍﺳﻄﺔ ﺻﻮﺭﻫﺎ ﱡ‬
‫ﻭﺍﻷﻭﻟﻴﺎﺀ ﻋﻦ ﺷﻬﻮﺩ ﳏﻘﻖ ﻭﲡﺮﺑﺔ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻓﺘﺠﺮﺑﺔ[ ﻣﻜﺮﺭﺓ‪.‬‬
‫‪٣٧‬‬
ÜÇÜNCÜ HADÎS
HER SÛRETİN BİR RÛHU VARDIR

Rifâa b. Râfi’den1: “Biz Rasûllullah (s.a.) ile birlikte namaz kılı-


yorduk. Rasûllullah Efendimiz başını rükûdan kaldırınca: Semiallahu
limen hamideh/Allah kendisine hamd edeni işitir, dedi. Onun arkasında
namaz kılan cemâatten biri: “Ey Rabbımız, mübârek ve tertemiz hamd,
Sana mahsustur” dedi. Hz. Peygamber (s.a.) namazı tamamlayınca sor-
du: “Az önce bunları söyleyen kimdi?” Bunları söyleyen zât: “Ben”
dedi. Peygamberimiz buyurdu ki: “Otuz şu kadar melek gördüm ki, o
söylediğin sözün ecrini yazmak üzere yarış ediyorlardı.”2

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu

Bilmek gerekir ki, her sûretin bir rûhunun bulunduğu şer’an ve


keşfen sâbittir. Rûhun eserleri, insanların ekserîsine göre, bazen sûretin
içinde gizlidir, bazen de zâhirdir. Şu şartla ki, sûretin rûhu bir başka rûha
muttasıl bir rûh yardımıyla desteklenir. Bu konuda kitap ve sünnette
şer’î bazı nasslar vârid olmuştur.

Bunu anladıktan sonra şunu da bilmek gerekir: Amellerin ve söz-


lerin sûretleri birtakım ârâzlardan ibârettir. Bunlar kendilerine eşlik eden
rûhların desteğiyle yükselir ve bakâ kazanırlar. Amel sahiplerinin rûh ve
niyyetleri ilim ve sağlam inançlarına tâbî himmet bağlarıyla desteklen-
mek sûretiyle olur. Harf ve kelimelerin madde ve terkip açısından, yazı
ve telâffuz şeklindeki sûret aracılığıyla ruhlarından zâhir olan bir takım
husûsiyetleri vardır. Bunun sıhhatine nebîler ve velîler tahkîkî şühûd ve
mükerrer tecrübelerle şâhiddir.
37
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ‬

‫ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ]ﺵ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ‬ ‫ﴎ ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻼﺓ‬ ‫ﺗﻘﺮﺭ ﻫﺬﺍ ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﹼ‬ ‫ﻭﺇﺫﺍ ﹼ‬


‫ﺍﻟﺴﻼﻡ ﻕ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ‪ :‬ﹶﻟ ﹶﻘﺪﹾ ﹶﺭ ﹶﺃ ﹾﻳ ﹸﺖ ﺑﹺ ﹾﻀ ﹶﻌ ﹰﺔ ﻭ ﹶﺛﻼﺛﹺ ﹶﲔ‬
‫ﻭﳖﺎ‪ ،‬ﻫﻮ ﺃﻥ ﳎﻤﻮﻉ ﺣﺮﻭﻑ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻜﻼﻡ ﺍﻟﺬ￯ ﺫﻛﺮﻩ‬ ‫ﹶﻣ ﹶﻠﻜ ﹰﺎ ﹶﻳ ﹾﺒ ﹶﺘ ﹺﺪ ﹸﺭ ﹶ‬
‫ﺍﻟﺮﺟﻞ ﻭﺭﺍﺀ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ‪ :‬ﺛﻼﺙ ﻭﺛﻼﺛﻮﻥ ﺣﺮﻓ ﹰﺎ‪ ،‬ﻟﻜﻞ ﺣﺮﻑ ﺭﻭﺡ‬
‫ﻫﻮ ﺍﳌﺜﹸﺒﹺﺖﹸ ﻟﻪ ﻭﺍﳌﹸﺒﻘﻰ ﻟﺼﻮﺭﺓ ﻣﺎ ﻭﻗﻊ ﺍﻟﻨﻄﻖ ﺑﻪ‪ ،‬ﻓﺒﺎﻷﺭﻭﺍﺡ ﺍﻟﺼﻮﺭ‬
‫ﻭﺗﻮﺟﻬﺎﺕ ﻧﻔﻮﺳﻬﻢ ﻭﻣﺘﻌﻠﻘﺎﺕ ﳘﻤﻬﻢ ﺍﻟﺘﺎﺑﻌﺔ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻌ ﱠﲈﻝ‬
‫ﻭﺑﻨﻴﺎﺕ ﹸ‬ ‫ﺗﺒﻘﻰ ﹼ‬
‫ﳘﺔ ﺍﻟﻌﺎﻣﻞ ﻭ ﹸﺗﻨﺘﺞ‪ ،‬ﻓﺎﻓﻬﻢ‬ ‫ﻟﻌﻠﻮﻣﻬﻢ ﻭﺍﻋﺘﻘﺎﺩﺍﲥﻢ ﺗﺮﺗﻔﻊ ﺣﻴﺚ ﹸﻣﻨﺘﻬﻰ ﹼ‬
‫ﻭﳖﺎ«‪،‬‬‫ﻫﺬﺍ]ﻕ‪ :‬ﻓﻬﺬﺍ[ ﴎ ﻗﻮﻟﻪ‪ » :‬ﹶﻟ ﹶﻘﺪﹾ ﹶﺭ ﹶﺃ ﹾﻳ ﹸﺖ ﺑﹺ ﹾﻀ ﹶﻌ ﹰﺔ ﻭ ﹶﺛﻼﺛﹺ ﹶﲔ ﹶﻣ ﹶﻠﻜ ﹰﺎ ﹶﻳ ﹾﺒ ﹶﺘ ﹺﺪ ﹸﺭ ﹶ‬
‫ﻭﺃﻭﻝ ﺻﻮﺭ ﺍﻟﺒﹺ ﹾﻀ ﹺﻊ ﺍﻟﺜﻼﺛﺔ‪ ،‬ﻭﺁﺧﺮﻫﺎ ﺍﻟﺘﺴﻌﺔ‪ ،‬ﻓﺘﺪ ﹼﺑﺮ ﺗﺮﺷﺪ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺗﻌﺎﱄ]ﻕ‪ - :‬ﺗﻌﺎﱄ[‪.‬‬
‫‪٦‬‬

‫‪ – 1‬ﺭﻓﺎﻋﺔ ﺑﻦ ﺭﺍﻓﻊ‪ :‬ﻫﻮ ﺻﺤﺎﺑﻰ ﺟﻠﻴﻞ ﻭ ﺍﺳﻤﻪ ﺍﻟﺘﺎﻡ‪ :‬ﺭﻓﺎﻋﺔ ﺑﻦ ﺭﺍﻓﻊ ﺑﻦ ﻣﺎﻟﻚ ﺑﻦ ﺍﳊﺎﺭﺙ ﺍﳊﺒﲇ‪،‬‬
‫ﻭ ﻛﺎﻥ ﺃﺑﻮﻩ ﺭﺍﻓﻊ ﺑﻦ ﻣﺎﻟﻚ ﺃﺣﺪ ﺍﻟﻨﻘﺒﺎﺀ ﺍﻻﺛﻨﻰ ﻋﴩ ﻭ ﺷﻬﺪ ﺍﻟﻌﻘﺒﺔ ﻣﻊ ﺍﻟﺴﺒﻌﲔ ﻣﻦ ﺍﻷﻧﺼﺎﺭ‪.‬‬
‫ﻭ ﺷﻬﺪ ﺭﻓﺎﻋﺔ ﺃﺣﺪ ﹰﺍ ﻭ ﺍﳋﻨﺪﻕ ﻭﺍﳌﺸﺎﻫﺪ ﻛﻠﻬﺎ ﻣﻊ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ‪ ،‬ﻭ ﺗﻮﰱ ﰱ‬
‫ﺃﻭﻝ ﺧﻼﻓﺔ ﻣﻌﺎﻭﻳﺔ ﺑﻦ ﺍﺑﻰ ﺳﻔﻴﺎﻥ‪ .‬ﺃﻧﻈﺮ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻄﺒﻘﺎﺕ ﺍﻟﻜﱪ￯ ﻻﺑﻦ ﺳﻌﺪ )ﺑﲑﻭﺕ ‪(١٩٦٧‬‬
‫ﺍﳌﺠﻠﺪ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﺹ‪٥٩٧ - ٥٩٦ :‬‬
‫‪ – 2‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻷﺫﺍﻥ‪ ،١٢٦ ،‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪١٥٨ / ٣ ،‬‬
‫‪٣٨‬‬
ÜÇÜNCÜ HADÎS

Bunlar sağlamca anlaşıldıysa Hz. Peygamber’in (s.a.): “Otuz


şu kadar melek gördüm birbiriyle yarışıyorlardı” hadîs-i şerîfinin sır-
rını daha iyi anlarsın. Çünkü hadîste Hz. Peygamber’in arkasındaki
sahâbînin söylediği duâ lâfızlarından oluşan sözün harflerinin toplamı,
otuz üçtür. Her harfin söyleyiş sırasında sûretini ibkâ ve isbât eden bir
rûhu vardır. Sûretler ruhlarla bakâ kazanır. Amellerin sûretleri amel ya-
panların niyetleri, nefislerinin yönelişleri, ilim ve sağlam inanca bağlı
himmet bağlantısı sâyesinde bakâ kazanır ve amel sâhibinin himme-
tinin gayesine göre yükselir ve semere verir. Şimdi iyice anla ki Allah
Râsûlü: “Ben otuz şu kadar melek gördüm, birbirleriyle yarışıyorlardı”
buyurmuştu. Hadîsteki “bid’” kelimesi Arapça’da üçten dokuza kadar
olan sayılar için kullanılır. Hadîste geçen lâfızda otuz üç harf olduğunu
iyice düşünürsen, işin doğrusuna vâkıf olursun inşâallah.6

1. Rifâa b. Râfi’ b. Mâlik b. Hâris b. el-Hıblî: Babası Ensâr’ın Birinci ve İkinci Akabe’de
bulunan ilkinde 12, ikincisinde 70 kişilik temsilcilerindendir. Rifâa Uhud, Hendek gibi
gazvelerde Rasûlüllah (s.a.) ile beraber bulundu. Muâviye b. Ebî Süfyân’ın hilâfetinin
başlangıcında öldü. Bkz. İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, Beyrut 1967, III, 596-597.
2. Buhârî, Ezân, 126; İbn Hanbel, III, 158.

38
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺮﺍﺑﻊ‬
‫ﺃﺭﻭﺍﺡ ﺍﳊﺮﻭﻑ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﺣﻔﺮﺓ[‬
‫ﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ ﹸﻳ ﹶﺼ ﹼﲆ ﺇ ﹾﺫ ﹶﺟﺎ ﹶﺀ ﹶﺭ ﹸﺟ ﹲﻞ ﹶﻭ ﹶﻗﺪﹾ ﹶﺣﻔﺮﻩ‬ ‫ﺎﻥ ﹶﺭ ﹸﺳ ﹸ‬ ‫ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹶﻛ ﹶ‬
‫ﺎﺭﻛ ﹰﺎ ﹺﻓ ﹺ‬
‫ﻴﻪ‪ ،‬ﹶﻓ ﹶﻠ ﱠﲈ ﹶﻗﴣ‬ ‫ﲪﺪ ﹰﺍ ﹶﻛﺜﹺﲑ ﹰﺍ ﹶﻃ ﱢﻴﺒ ﹰﺎ ﹸﻣ ﹶﺒ ﹶ‬ ‫ﳊ ﹾﻤﺪﹸ ﹺﷲﹺ ﹶ ﹾ‬ ‫ﺲ ﻓﻘﺎﻝ‪ :‬ﺍﷲ ﺃﻛﱪ ﹶﺍ ﹾ ﹶ‬ ‫ﺍﻟ ﱠﻨ ﹶﻔ ﹸ‬
‫ﺕ ﻓﺄﺭﻡ ﺍﻟﻘﻮﻡ ﻓﻘﺎﻝ‪:‬‬ ‫ﻮﻝ ﺍﷲ ﷺ ﺻﻼﺗﻪ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﺃ ﱡﻳ ﹸﻜ ﹾﻢ ﹾ ﹸﺍﳌ ﹶﺘ ﹶﻜ ﱢﻠ ﹸﻢ ﺑﹺﺎ ﹾﻟ ﹶﻜ ﹺﻠ ﹶﲈ ﹺ‬ ‫ﹶﺭ ﹸﺳ ﹸ‬
‫ﺇﻧﻪ ﱂ ﻳﻘﻞ ﺑﺄﺳ ﹰﺎ‪ ،‬ﻗﺎﻝ ﺍﻟﺮﺟﻞ‪ :‬ﺃﻧﺎ ﻳﺎﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ ﻗﻠﺘﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻝ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ‪:‬‬
‫ﻭﳖﺎ ﱡﺃﳞﻢ ﹶﻳ ﹾﺮ ﹶﻓ ﹸﻌﻬﺎ«‪.1‬‬ ‫ﴩ ﹶﻣ ﹶﻠﻜ ﹰﺎ ﹶﻳ ﹾﺒ ﹶﺘ ﹺﺪ ﹸﺭ ﹶ‬‫» ﹶﻟ ﹶﻘﺪﹾ ﹶﺭ ﹶﺃ ﹾﻳ ﹸﺖ ﺍ ﹺ ﹾﺛﻨﹶﻰ ﹶﻋ ﹶ ﹶ‬
‫ﴎﻩ ﻭ ﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬
‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﺑﻴﻨﻬﲈ ﻓﺮﻗ ﹰﺎ ﻟﻄﻴﻔ ﹰﺎ‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﺃﻥ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ‪ ،‬ﺍﻋﺘﱪ‬
‫ﻫﻮ ﻛﺎﻟﺬ￯ ﻗﺒﻠﻪ ﻏﲑ ﹼ‬
‫ﺍﻷﻭﻝ ﳎﻤﻮﻉ ﺣﺮﻭﻑ ﺗﻠﻚ ﺍﻟﻜﻠﲈﺕ ﻭﻛﺎﻧﺖ ﺛﻼﺛ ﹰﺎ ﻭﺛﻼﺛﲔ‬ ‫ﰱ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﹼ‬
‫ﻛﲈ ﺃﺷﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ‪ ،‬ﻭﻛﲈ ﺷﺎﻫﺪ ﻣﻦ ﻋﺪﺩ ﺍﳌﻼﺋﻜﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﺃﺭﻭﺍﺡ ﺍﳊﺮﻭﻑ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﻭ ﻛﺎﻧﺖ[‬
‫ﺍﳌﻜﺮﺭﺓ ﻓﻜﺎﻧﺖ‬
‫ﻭﺍﻟﻜﻠﲈﺕ‪ ،‬ﻭﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﱂ ﻳﻌﺘﱪ ﺍﳊﺮﻭﻑ ﹼ‬
‫‪7-b‬‬
‫ﺇﺛﻨﻰ ﻋﴩ ﺣﺮﻓ ﹰﺎ ﻏﲑ ﻣﻜﺮﺭﺓ ﻓﺘﺪ ﹼﺑﺮ ﹸ‬
‫ﺗﺮﺷﺪ‪.‬‬
‫ﻭﻫﻨﺎ ﻧﻜﺘﺔ ﺃﺧﺮ￯ ﳚﺐ ﺍﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻭﻫﻮ ﺃﻥ ﺍﳌﺤﻘﻘﲔ ﺍﻟﻌﺎﺭﻓﲔ‬
‫ﺗﺎﻡ‪ ،‬ﻷﻧﹼﻪ ﻋﺒﺎﺭﺓ‬
‫ﺍﻥ ﺍﻷﻟﻒ ﻟﻴﺲ ﺑﺤﺮﻑ ﹼ‬ ‫ﺑﻌﻠﻢ ﺍﳊﺮﻭﻑ ﻣ ﹼﺘﻔﻘﻮﻥ ﻋﲆ ﹼ‬
‫ﺗﻌﻴﻨﻪ ﺑﻤﻘﻄﻊ ﰱ ﳐﺮﺝ ﻣﻦ ﳐﺎﺭﺝ ﺍﳊﺮﻭﻑ‪،‬‬ ‫ﻋﻦ ﺍﻣﺘﺪﺍﺩ ﺍﻟﻨﻔﺲ ﺩﻭﻥ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺘﺎﻡ ﻫﻮ‬
‫ﻣﻌﲔ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﺍﳊﺮﻑ ﹼ‬‫ﺗﺎﻡ ﹼ‬
‫ﻓﻬﻮ ﻣﺎ ﹼﺩﺓ ﲨﻴﻊ ﺍﳊﺮﻭﻑ‪ ،‬ﻻﻧﻪ ﺣﺮﻑ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺬ￯ ﻳﺘﻌﲔ ﻟﻪ ﺻﻮﺭﺓ ﰱ ﺍﻟﻨﻄﻖ ﻭﺍﻟﻜﺘﺎﺑﺔ ﻣﻌ ﹰﺎ‪ ،‬ﻭﺍﻷﻟﻒ ﻟﻴﺲ ﻛﺬﻟﻚ‪.‬‬
‫‪٣٩‬‬
DÖRDÜNCÜ HADÎS
HARFLERİN RUHLARI

Râvî anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.) namaz kılıyordu. O sırada bir


adam geldi ve nefesi daralarak aksırdı ve: Allahu ekber, elhamdü lillâhi
hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh/Allah en yücedir. Sınırsız, ter-
temiz ve mübârek hamd, Allah’a mahsustur, dedi. Allah Rasûlü namazı-
nı tamamlayınca: “Bir takım kelimeler söyleyerek konuşan hanginizdi?”
diye sordu. Hiçbir kimse ağzını açıp cevap vermeyince Peygamberimiz
(s.a.): “Bunları söyleyen kimse kötü bir iş yapmış değildir” buyurdu.
Bunun üzerine bir adam: “O sözleri söyleyen bendim yâ Rasûlallah”
dedi. Allah Rasûlü buyurdu ki: “Ben on iki melek gördüm. Bu sözün
ecrini semâya ref’ etmek için yarışıyorlardı.”1
Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu
Bu hadîs, bir önceki hadîsle aynı anlamı taşır. Ancak aralarında
çok ince bir fark vardır. O da şudur: Bir önceki hadîste Hz. Peygamber
(s.a.) o kelimeleri oluşturan otuz üç harfin hepsine itibâr ederek harflerin
sayısı kadar melek gördüğünü ifâde buyurmuştur. Bu melekler, harflerin
ve kelimelerin rûhudur. Bu hadîs-i şerîfte mükerrer harfler nazar-ı itibâra
alınmamıştır. Mükerrer harfler çıktığında bu cümlenin harf toplamı, on
ikidir. İyice düşünüp zihnini yorarsan işin doğruluğunu bulursun.

Burada dikkat çekilmesi gereken bir nükte daha vardır ki, o da


şudur: İlm-i hurûfa âşinâ olan tahkîk ehli kimseler ittifâk etmişlerdir ki,
elif tam bir harf değildir. Çünkü elif, harflerin mahreçlerinden birindeki
bir maktaa mahsus harf olmayıp sesin uzamasından ibârettir. Elif bütün
harflerin ana maddesidir. Tam, muayyen ve mustakil bir harf değildir.
39
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺮﺍﺑﻊ‬

‫ﺍﳋﻂ‪ ،‬ﻻ ﰱ ﺍﻟ ﹼﻨﻄﻖ ﻋﻜﺲ ﺍﳍﻤﺰﺓ‪ ،‬ﻓﺈﻥ‬‫ﻓﺈﻥ ﺻﻮﺭﺗﻪ ﺗﻈﻬﺮ]ﺵ‪ :‬ﻳﻈﻬﺮ[ ﰱ ﹼ‬


‫]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪:‬‬ ‫ﹼ‬
‫ﺍﳋﻂ‪ .‬ﳎﻤﻮﻉ‬ ‫ﺍﳍﻤﺰﺓ ﺗﻈﻬﺮ]ﺵ‪ :‬ﻳﻈﻬﺮ[ ﺻﻮﺭﲥﺎ ﰱ ﺍﻟﻨﻄﻖ‪ ،‬ﻻ ﰱ‬
‫ﹲ‬
‫ﺣﺮﻑ ﻭﺍﺣﺪﹲ ‪ ،‬ﻓﻠﻬﺬﺍ ﻳﻘﻮﻟﻮﻥ‪ :‬ﺍﻷﻟﻒ‬ ‫ﻓﻤﺠﻤﻮﻉ[ ﺍﳍﻤﺰﺓ ﻭﺍﻷﻟﻒ ﻋﻨﺪﻫﻢ‬
‫ﺗﺎﻡ‪ ،‬ﻭﺇﺫﺍ‬
‫ﺑﻤﻔﺮﺩﻩ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺑﻤﻔﺮﺩﺓ[ ﺩﻭﻥ ﺍﳍﻤﺰﺓ ﻓﻠﻴﺲ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ - :‬ﻑ[ ﺑﺤﺮﻑ ﹼ‬
‫ﺍﳌﻜﺮﺭ]ﻕ‪ :‬ﺍﳌﻜﺮﺭﺓ[ ﻣﻦ ﺣﺮﻭﻑ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻜﻠﲈﺕ ﻭﱂ ﻳﻌﺘﺪﱠ ﺑﺎﻷﻟﻒ‬‫ﺃﺳﻘﻄﺖ ﹼ‬
‫ﻣﺮ ﺑﻴﺎﻧﻪ ﻛﺎﻧﺖ ﻫﺬﻩ ﺍﳊﺮﻭﻑ ﺍﺛﻨﻰ ﻋﴩ ﺣﺮﻓ ﹰﺎ‪ ،‬ﻻﻏﲑ‪ .‬ﻓﻠﻬﺬﺍ ﺭﺃ￯‬ ‫ﻛﲈ ﹼ‬
‫ﻣﺎﺫﻛﺮﺕ]ﻉ‪ :‬ﺫﻛﺮﺗﻪ[ ﰱ ﴍﺡ‬
‫ﹸ‬ ‫ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ ﺍﳌﻼﺋﻜﺔ ﺍﺛﻨﻰ ﻋﴩ ﻓﺎﻓﻬﻢ ﹸ‬
‫ﻭﺿ ﹼﻢ‬
‫ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺇﱃ ﻣﺎﺫﻛﺮﺗﻪ ﰱ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳌﺘﻘﺪﻡ‪ ،‬ﻭﺗﺪ ﹼﺑﺮﳘﺎ ﺗﺼﺐ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ‬
‫ﺍﷲ ﺗﻌﺎﱄ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ - :‬ﺗﻌﺎﱄ[‪.‬‬
‫ﺗﺎﻡ‪ ،‬ﻭﻛﺬﻟﻚ ﺍﳍﻤﺰﺓ‪،‬‬
‫ﺃﻥ ﺍﻷﻟﻒ ﻟﻴﺲ ﺑﺤﺮ ﻑ ﹼ‬ ‫ﻗﺮﺭﺕ ﹼ‬ ‫ﻓﺈﻥ ﻗﻴﻞ ﻗﺪ ﹼ‬
‫ﺍﻷﻭﻝ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﻓﻴﻪ ﺑﻀﻊ ﻭﺛﻼﺛﻮﻥ ﻣﻠﻜ ﹰﺎ‬ ‫ﻓﻜﻴﻒ ﺍﻋﺘﱪ ﰱ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻌﺪﺩ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﻭﱂ ﻳﻌﺘﺪ ﲠﺎ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ‬
‫ﹸ‬ ‫ﺗﻢ‬
‫ﻭﲠﺎ ﹼ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﺍﻝ[‬
‫ﺃﻟﻔﺎﺕ‬
‫ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﻓﻴﻪ ﺍﻻﺛﻨﻲ]ﻕ‪ - :‬ﺍﻝ[ ﻋﴩ ﻣﻠﻜ ﹰﺎ‪.‬‬
‫ﻗﻠﺖ‪ :‬ﻫﺬﺍ ﻣﻦ ﲨﻠﺔ ﺍﻟﺪﻻﺋﻞ ﻋﲆ ﺍﻟﻜﲈﻻﺕ ﺍﻟﻨﺒﻮﻳﺔ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻜﲈﻝ ﺍﻟﻨﺒﻮﻱ[‬

‫ﻭﺇﻥ ﻧﺒﻴﻨﺎ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[ ﺃﻭﺗﻰ ﺟﻮﺍﻣﻊ ﺍﻟﻜﻠﻢ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ‬
‫ﺭﺍﻋﻰ ﰱ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ ﺣﻜﻢ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮ ﺑﺤﺴﺐ ﻋﻤﻮﻡ ﺍﻟﻔﻬﻢ ﻭﺍﻟﺘﻮﺍﻃﻲﺀ‬
‫]ﻕ‪:‬‬
‫ﺍﻟﺘﺎﻡ ﺩﻭﻥ ﻣﺮﺍﻋﺎﺕ‬
‫ﻭﺭﺍﻋﻰ ﰱ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﺣﻜﻢ ﺍﻟﺘﺤﻘﻴﻖ ﻭﺍﻟﻌﻠﻢ ﹼ‬
‫ﻓﺎﻷﻭﻝ ﺇﺭﺷﺎﺩ ﻟﻠﻌﻤﻮﻡ]ﻕ‪ - :‬ﻝ[‪ ،‬ﻭﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﺗﻨﺒﻴﻪ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻣﺮﺍﻋﺎﺓ[ ﻓﻬﻢ ﺍﳉﻤﻬﻮﺭ‪،‬‬
‫ﺣﺖ ﺑﻪ ﰱ ﴍﺡ ﻫﺬﻳﻦ ﺍﳊﺪﻳﺜﲔ‬ ‫ﻣﺎﻟﻮ ﹸ‬
‫ﻟﻠﺨﺼﻮﺹ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪ ،‬ﻭ ﹼﳑﺎ ﻳﺆﻳﺪ ﱠ‬
‫ﻣﻦ ﺃﴎﺍﺭ ﺍﳊﺮﻭﻑ‪ ،‬ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺕ ﻭ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﺵ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﰱ‬
‫ﺣﺪﻳﺚ ﻣﺴﻠﻢ ﻋﻦ ﺭﻭﺍﻳﺔ ﺃﺑﻰ ﺃﻣﺎﻣﺔ‪ ،2‬ﻗﺎﻝ‪ :‬ﺳﻤﻌﺖ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ ﷺ‬
‫ﹺ‬
‫ﻷﺻﺤﺎﺑﻪ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ + :‬ﻭ[‪.‬‬ ‫ﺍﻟﻘﻴﺎ ﹶﻣ ﹺﺔ ﹶﺷ ﹺﻔﻴﻌ ﹰﺎ‬ ‫ﺁﻥ ﹶﻓﺈﹺ ﱠﻧﻪ ﹶﻳ ﹾﺄﺗﹺﻰ ﹶ‬
‫ﻳﻮﻡ ﹺ‬ ‫ﺍﻟﻘ ﹾﺮ ﹶ‬ ‫ﻳﻘﻮﻝ‪ :‬ﺍ ﹺ ﹶ‬
‫ﻗﺮﺅﺍ ﹸ‬
‫‪٤٠‬‬
DÖRDÜNCÜ HADÎS

Tam harf, yazılış ve söylenişte müstakil, sûrette ortaya çıkan, taayyünü bu-
lunan bir harftir. Elif ise böyle değildir. Çünkü elif yazıda vardır, söyleniş-
te bulunmaz. Hemze ise onun aksinedir. Hemze söylenişte vardır, yazıda
görünmez. Hemze ve elifin toplamı ilm-i hurûf ulemâsı nezdinde tek harf
eder. Bu yüzden onlar derler ki: Elif, hemzesiz tek başına tam bir harf sa-
yılmaz. Hadîste geçen mükerrer harfleri saymadığın ve elifi de -yukarıda
açıklandığı gibi- müstakil harf kabûl etmediğin zaman buradaki harf sayısı
on iki olur, fazla değil. Böyle olunca da Hz. Peygamber’in (s.a.) on iki me-
lek görmesinin hikmetini anlarsın. Önceki hadîste söylediklerime ilâveten
bu hadîsin yorumunda söylediklerimi de ekler ve ikisini birden iyice düşü-
nürsen inşâallah isâbetli bir sonuca varırsın.

Denilecek olursa ki: Sen bu hadîste elifin tam bir harf olmadı-
ğını açıkladın. Hemzenin de ona benzediğinden bahsettin. Öyleyse ilk
hadîste “otuz şu kadar melek” tâbiriyle elif harfi nasıl nazar-ı itibâra
alındı? O eliflerle bu sayı nasıl tamamlandı. Şimdi bu rivâyette ise on
iki melek lâfzı var?
Cevaben derim ki: Bu iki farklı rivâyet Hz. Peygamber’in (s.a.)
nebevî kemâlâtına delîldir. Çünkü Peygamberimiz “cevâmiu’l-kelim” bir
sıfatla gönderilmiştir. O, birinci hadîste herkesin anlamasını ve anlayışı-
na uygun düşmesini sağlamak için zâhirî ölçülere riâyet ederek harflerin
tamamını belirtti. İkinci hadîste ise avâmın anlamasını nazar-ı itibâra
almadan ilm-i tam ve tahkîkin hükmüne uydu. Birinci hadîs avâm için
bir irşâd, ikincisi ise havâs için bir uyarıdır. Bu inceliği artık anlayıver.
Harflerin sırlarına dâir, bu iki hadîsin yorumunda anlattıklarımı teyid
için Müslim’in Ebû Ümâme’den rivâyet ettiği şu hadîse dikkat çekmek
isterim. Ebû Ümâme2 der ki: Allah Rasûlü’nün şöyle buyurduğunu duy-
dum: “Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an kıyâmette ashâbına; yâni onu
okuyanlara şefâat edecektir. Kur’an’ın çiçeği mesâbesinde olan Bakara
40
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺮﺍﺑﻊ‬

‫ﹺ‬
‫ﺍﻟﻘﻴﺎﻣﺔ‪،‬‬ ‫ﻳﻮﻡ‬
‫ﻴﺎﻥ ﹶ‬ ‫ﻓﺈﳖ ﹶﲈ ﹶﻳ ﹾﺄﺗﹺ ﹺ‬
‫ﻋﻤﺮﺍﻥ‪ ،‬ﱠ ﹸ‬‫ﹶ‬ ‫ﺍﻟﺰ ﹾﻫ ﹶﺮ ﹶﺍﻭ ﹾﻳ ﹺﻦ ﺍﻟ ﹶﺒ ﹶﻘ ﹶﺮ ﹶﺓ ﻭﺳﻮﺭ ﹸﺓ ﹺ‬
‫ﺁﻝ‬ ‫ﺍ ﹺ ﹾﻗ ﹶﺮ ﹸﺅﺍ ﱠ‬
‫ﺎﻥ ﹶﻋ ﹾﻦ‬ ‫ﺎﺟ ﹺ‬‫ﺍﻑ ﹸ ﹶﳛ ﱠ‬‫ﲑ ﹶﺻ ﹶﻮ ﱠ‬ ‫ﺎﻥ ﺃﻭ ﹶﻛ ﹶﺄ ﱠ ﹸﳖ ﹶﲈ ﹺﻓ ﹾﺮ ﹶﻗﺎﻥ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﻃ ﹾ ﹴ‬
‫ﻛﺄﳖ ﹶﲈ ﹶﻏ ﹶﲈ ﹶﻣ ﹶﺘﺎﻥ ﺃﻭ ﹺﻏ ﹶﻴﺎ ﹶﺑ ﹶﺘ ﹺ‬
‫ﱠﹸ‬
‫ﹺ‬
‫ﺎﺩﻻﻥ‬ ‫ﺍﻑ ﹸﳚ‬‫ﲑ ﹶﺻ ﹶﻮ ﹼ‬ ‫ﹶﺃ ﹾﺻ ﹶﺤ ﹺﺎﲠﹺ ﹶﲈ‪ ،3‬ﺍﳊﺪﻳﺚ‪ ،‬ﻭﰱ ﺭﻭﺍﻳﺔ‪ :‬ﻛﺄﳖﲈ ﹺﻓ ﹾﺮ ﹶﻗ ﹺ‬
‫ﺎﻥ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﻃ ﹾ ﹺ‬
‫ﹶﻋ ﹾﻦ ﹶﺃ ﹾﺻ ﹶﺤ ﹺﺎﲠﹺﲈ‪ ،4‬ﻓﻘﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺕ ﻭ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﺵ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ :‬ﱠ ﹸ‬
‫ﻛﺄﳖ ﹶﲈ‬
‫‪8-a‬‬ ‫ﻛﻨﺎﻳﺔ ﻋﻦ ﺃﺭﻭﺍﺡ ﺻﻮﺭ ﺍﳊﺮﻭﻑ ﻭﺍﻟﻜﻠﲈﺕ‪،‬‬ ‫ﺍﻑ‪ ،‬ﹲ‬ ‫ﲑ ‪ /‬ﹶﺻ ﹶﻮ ﱠ‬ ‫ﺎﻥ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﻃ ﹾ ﹺ‬‫ﹺﻓﺮ ﹶﻗ ﹺ‬
‫ﻭﺍﻟﻐﲈﻣﺎﺗﺎﻥ ﻭﺍﻟﻐﻴﺎﺑﺘﺎﻥ ﺻﻮﺭﺓ ﺃﺣﺪ ﱠﻳﺔ ﲨﻊ ﻛﻞ ﺳﻮﺭﺓ ﻣﻨﻬﲈ‪.‬‬
‫ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ ﻭﺗﺪﺑﺮﻩ ﺗﺮﺷﺪ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ ﺗﻌﺎﱄ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ - :‬ﺗﻌﺎﱄ[‪ ،‬ﻭﺍﻟﻀﺎﺑﻂ‬
‫ﺃﻥ ﺍﻷﻣﺮ ﳏﺼﻮﺭ ﰱ ﺛﻼﺛﺔ ﺃﻗﺴﺎﻡ‪:‬‬ ‫ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﺒﺎﺏ ﺃﻥ ﺗﻌﻠﻢ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻘﺴﻢ ﺍﻟﻮﺍﺣﺪ ﺍﻋﺘﱪ ﻓﻴﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺕ ﻭ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ[‬

‫ﺃﺭﻭﺍﺡ ﳎﻤﻮﻉ ﺣﺮﻭﻑ ﺍﻟﺬﻛﺮ]ﻉ‪ :‬ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ[‪ ،‬ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺃﳖﺎ ﻣﻨﻄﻮﻕ ﲠﺎ ﺩﻭﻥ‬
‫ﺍﳌﻜﺮﺭ‪.‬‬
‫ﹼ‬
‫]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ - :‬ﺍﻝ[‬
‫ﺇﺳﻘﺎﻁ‬
‫ﺍﳌﻜﺮﺭ‪.‬‬
‫ﹼ‬
‫]ﻕ‪ ،‬ﻉ‪ - :‬ﺍﻝ[‬
‫ﻭﺍﻟﻘﺴﻢ ﺍﻵﺧﺮ ﺍﻋﺘﱪ ﻓﻴﻪ ﺣﺮﻭﻑ ﺍﻟﺬﻛﺮ ﺑﻌﺪ ﺍﻻﺳﻘﺎﻁ‬
‫ﻭﺍﻟﻘﺴﻢ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﺍﻋﺘﱪ ﻓﻴﻪ ﻋﺪﺩ ﺍﻟﻜﻠﲈﺕ ﻻﻋﺪﺩ ﺍﳊﺮﻭﻑ‪.‬‬
‫ﻬﺖ ﻋﻠﻴﻪ ﺗﻌﻠﻢ ﺃﻥ ﺍﻷﻣﺮ ﳏﺼﻮﺭ ﻓﻴﲈ ﺫﻛﺮ ﹸﺗﻪ ﻟﻚ ﻭﺇﺫﺍ ﺍﺳﺘﻘﺮﻳﺘﻪ‬
‫ﻣﺎﻧﺒ ﹸ‬
‫ﻓﺘﺪ ﹼﺑﺮ ﹼ‬
‫‪٧‬‬
‫ﻣﻄﺮﺩ ﺍﳊﻜﻢ ﻏﲑ ﹸﻣﻨﺤ ﹺﺮﻡ‪ ،‬ﻭﺍﷲ ﺍﳌﺮﺷﺪ‪.‬‬ ‫ﰱ ﺍﻹﺷﺎﺭﺍﺕ ﺍﻟﻨﺒﻮﻳﺔ ﺗﻠﻘﺎﻩ ﹼ‬

‫‪ – 1‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳌﺴﺎﺟﺪ‪ ،١٤٩ ،‬ﻭ ﺍﻟﻨﺴﺎﺋﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻻﻓﺘﺘﺎﺡ ‪ ،٣٦ ،١٩‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪،‬‬
‫‪١٠٦/٣‬‬
‫‪ – 2‬ﺃﺑﻮ ﺃﻣﺎﻣﺔ‪ :‬ﻫﻮ ﺃﺑﻮ ﺃﻣﺎﻣﺔ ﺍﻟﺒﺎﻫﲇ‪ :‬ﺻﺤﺐ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ ﻭ ﻧﺰﻳﻞ ﲪﺺ‪ ،‬ﺭﻭ￯‬
‫ﻋﻠﲈ ﹰ ﻛﺜﲑ ﹰﺍ‪ ،‬ﻭ ﺣﺪﹼ ﺙ ﻋﻦ ﻋﻤﺮ ﻭ ﻣﻌﺎﺫ ﻭ ﺃﺑﻰ ﻋﺒﻴﺪﺓ‪ .‬ﻭ ﺗﻮﰱ ﺳﻨﺔ ﺳﺘﺔ ﻭ ﺛﲈﻧﲔ‪ .‬ﺃﻧﻈﺮ ﻟﱰﲨﺘﻪ‬
‫ﻛﺘﺎﺏ ﺳﲑ ﺃﻋﻼﻡ ﺍﻟﻨﺒﻼﺀ ﻟﻠﺬﻫﺒﻰ )ﻁ‪ ،‬ﺑﲑﻭﺕ‪ (١٩٨٦ ،‬ﺍﳌﺠﻠﺪ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ‪ ،‬ﺹ‪٣٦٣ - ٣٥٩ :‬‬
‫‪ – 3‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳌﺴﺎﻓﺮﻳﻦ‪٢٥٢ ،‬‬
‫‪ – 4‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪٣٦١ ،٣٠٣/٥ ،‬‬
‫‪٤١‬‬
DÖRDÜNCÜ HADÎS

ve Âl-i İmrân sûrelerini okuyunuz. Onlar da kıyâmette bulut veya gölge


gibi ya da sıra olmuş iki küme kuş gibi gelir ashâbının etrâfını çevi-
rirler ve ona sâhiplenme konusunda bir biriyle çekişirler.”3 Bir başka
rivâyette: “Bu iki sûre küme halinde iki gurup olarak gelir ve ashâbına
sâhiplenme konusunda birbiriyle mücâdele ederler.”4 Bu hadîsteki saf
olmuş kuşlar, harflerin ve kelimelerin ruhlarından kinâyedir. Bulut ve
gölge ise iki sûreden her birinin ahadiyyet-i cem’deki sûretleridir.
Bunu böyle bilir ve düşünürsen inşâallah doğruyu bulursun. Bu
konudaki hüküm, işin üç şeyle sınırlı olduğunu bilmendir.
1- Allah Rasûlü birinci hadîste mükerrer olan fakat söylenen harf-
leri nazar-ı itibâra alarak harflerin tamamı için ruh bulunduğunu belirt-
miştir.
2- İkinci hadîste mükerrer harfleri nazar-ı itibâra almadan söyle-
nen harfleri saymıştır.
3- Üçüncü bölümde ise harflerin sayısına değil, kelimelerin sayı-
sına itibâr etmiştir.
Benim dikkat çektiğim konuları iyice düşünürsen işin benim an-
lattığımla sınırlı olduğunu anlarsın. Nebevî işâretleri tetebbu’ edersen,
hükmün düzgünlüğünü; eğri olmadığını anlarsın. Allah doğruyu göste-
rendir.7

1. Müslim, Mesâcid, 149; Neseî, İftitah, 19, 26; İbn Hanbel, III, 106.
2. Ebû Ümâme el-Bahilî Rasûlüllah’ın ashâbındandır. Humus’ta yerleşti. Pekçok ilim
rivâyet etti. Ömer, Muâz ve Ebû Ubeyde gibi sahâbîlerden hadîs nakletti. Hicri 86’da
vefât etti. Bkz. Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, III, 359-363.
3. Müslim, Müsâfirîn, 252.
4. İbn Hanbel, V, 303, 361.

41
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳋﺎﻣﺲ‬
‫ﴎ ﺍﻟﺘﻮﺑﺔ ﻭ ﻣﻌﻨﻰ ﻃﻠﻮﻉ ﺍﻟﺸﻤﺲ ﻣﻦ ﻣﻐﺮﲠﺎ‬
‫ﺇﻥ ﻟﹺﻠ ﱠﺘ ﹾﻮ ﹶﺑ ﹺﺔ ﹶﺑﺎﺑ ﹰﺎ ﹶﻋ ﹾﺮ ﹸﺿ ﹸﻪ ﹶﻣ ﹺﺴ ﹶ‬
‫ﲑ ﹸﺓ‬ ‫ﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ‪ ،‬ﺃ ﱠﻧ ﹸﻪ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﱠ‬ ‫ﹶﺛ ﹶﺒ ﹶﺖ ﻋﻦ ﹶﺭ ﹸﺳ ﹺ‬
‫ﺲ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﻣﻐﹾ ﹺﺮ ﹺ ﹶﲠﺎ‪.1‬‬ ‫ﻻ ﹸﻳﻐﹾ ﹶﻠ ﹸﻖ ﹶﺣ ﱠﺘﻰ ﹶﺗ ﹾﻄ ﹸﻠ ﹶﻊ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺸ ﹾﻤ ﹸ‬ ‫ﹶﺳ ﹾﺒ ﹺﻌﲔﹶ ﹶﺳ ﹶﻨ ﹰﺔ‪ ،‬ﻭﺇ ﱠﻧ ﹸﻪ ﹶ‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬
‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﺍﻋﻠﻢ[ ﺇﻥﹼ ﺑﺎﺏ ﺍﻟﺘﻮﺑﺔ ﻛﻨﺎﻳﺔ ﻋﻦ ﻋﻤﺮ ﺍﳌﺆﻣﻨﲔ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺍﳌﺆﻣﻦ[‬

‫ﻭﺍﺧﺘﺼﺎﺻﻪ ﺑﺴﺒﻌﲔ ﺳﻨ ﹰﺔ ﺇﺷﺎﺭﺓ ﺇﱃ ﻣﺎﺫﻛﺮﻩ ﷺ ﰱ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻵﺧﺮ‪،‬‬


‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪- :‬‬
‫ﻭﻫﻮ ﻗﻮﻟﻪ]ﻕ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ :‬ﺃﻋﲈﺭ ﱠﺃﻣﺘﻰ ﻣﺎﺑﲔ ﺍﻟﺴﺘﲔ ﺇﱃ ﺍﻟﺴﺒﻌﲔ‬
‫ﺍﻟﻄﻮﻝ‪ ،‬ﻓﺬﻟﻚ ﻣﻦ ﺃﺟﻞ‬ ‫ﴎ ﻛﻮﻧﻪ ﺫﻛﺮ ﺍﻟﻌﺮﺽ ﻭﱂ ﻳﺬﻛﺮ ﹼ‬ ‫ﺍﻝ[ ‪،2‬ﻭﺃﻣﺎ ﹼ‬
‫ﺍﳊﻖ ﺃﺟﻼﻥ‪:‬‬ ‫ﺃﻗﻞ ﻣﻦ ﺍﻟﻄﻮﻝ‪ ،‬ﻭﻟﻺﻧﺴﺎﻥ ﻛﲈ ﺃﺧﱪ ﱡ‬ ‫ﺃﻥ ﺍﻟﻌﺮﺽ ﺩﺍﺋ ﹰﲈ ﱡ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺃﺟﻞ ﺁﺧﺮ ﻭ‬ ‫ﻣﺘﻨﺎﻩ ﻭﻫﻮ ﻣﻘﺪﺍﺭ ﻋﻤﺮﻩ ﰱ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻨﺸﺄﺓ ﻭﺍﻟﺪﺍﺭ‪ ،‬ﻭ ﹲ‬ ‫ﹴ‬ ‫ﺃﺟﻞ‬
‫ﳐﺼﻮﺹ ﺑﺎﻟﻨﺸﺄﺓ‬‫ﹲ‬ ‫ﻫﻮ ﺭﻭﺣﺎﲏ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻭ ﺃﺟﻞ ﺍﺧﺮﻭ￯ ﺭﻭﺣﺎﲏ[ ﻳﻌﻠﻤﻪ ﺍﳊﻖ‬
‫ﺍﻷﺧﺮﻭ ﹼﻳﺔ ﰱ ﻧﺎ ﹴﺭ ﺃﻭ ﺟ ﹼﻨ ﹴﺔ ﹲ‬
‫ﻏﲑ ﻣﺘﻨﺎﻩ]ﻕ‪ :‬ﻣﺘﻨﺎﻫﻲ[ ﺍﳌﺪﱠ ﺓ‪ ،‬ﻭ ﺇﻟﻴﻪ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺑﻘﻮﻟﻪ‬
‫ﺍﻃﻠﻌﻮﺍ‬‫ﺗﻌﺎﱄ‪ :‬ﹶﻭ ﹶﺃ ﹶﺟ ﹲﻞ ﱡﻣﺴﻤﻰ ﹺﻋﻨﺪﹶ ﹸﻩ‪ 3‬ﻫﻮ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﻭ[ ﺃﻛﺎﺑﺮ ﺍﳌﺤﻘﻘﲔ ﻗﺪ ﱠ‬
‫ﻋﲆ ﻫﺬﺍ‪ .‬ﻭﳍﺬﺍ ﻳﻘﻮﻟﻮﻥ‪ :‬ﻟﻠﻌﺎﱂ ﻃﻮﻝﹲ ﻭﻋﺮﺽﹲ‪ ،‬ﻓﻌﺮﺿﻪ ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺟﺴﺎﻡ‪،‬‬
‫ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ‪.‬‬ ‫ﻭﻃﻮﻟﻪ ﹶ‬
‫ﴎ ﻏﻠﻖ ﺍﻟﺒﺎﺏ‪ ،‬ﻓﻜﻨﺎﻳﺔ ﻋﻦ ﺍﻧﺘﻬﺎﺀ ﺍﻟﻌﻤﺮ ﻭﺇﻟﻴﻪ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ‬ ‫ﻭﺃﻣﺎ ﹼ‬ ‫ﱠ‬
‫ﻳﻘﺒﻞ ﺗﻮﺑ ﹶﺔ ﻋﺒﺪﻩ ﻣﺎ ﹾﱂ‬
‫ﺍﷲ ﹸ‬ ‫ﺑﻘﻮﻟﻪ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻼﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﷺ‪ :‬ﺇﻥ ﹶ‬
‫ﹸﻳ ﹶﻐ ﹾﺮ ﹺﻏﺮ‪.4‬‬
‫‪٤٢‬‬
BEŞİNCİ HADÎS
TEVBE SIRRI, GÜNEŞİN BATIDAN
DOĞMASININ ANLAMI

Allah Rasûlü’nün şöyle buyurduğu sâbit olmuştur: “Tevbenin bir


kapısı vardır ki genişliği yetmiş yıllık mesâfedir. Bu kapı güneş batıdan
doğuncaya kadar kapanmayacaktır.”1

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu


Hadîste geçen “tevbe kapısı” tâbiri, müminlerin ömründen
kinâyedir. Ömrün “yetmiş” sayısı ile tahsîs edilmesi, Allah Rasûlü’nün
bir başka hadîsine işârettir. O hadîs de şudur: “Ümmetimin ömrü altmış
ilâ yetmiş sene arasındadır.”2 Hadîste tevbe kapısının genişliği denilip
ömür kasdedildiği halde uzunluk tâbirinin kullanılmamış olmasının sırrı
şudur: Genişlik daimâ uzunlıktan az olur. Hakk Teâlâ’nın haber verdi-
ğine göre insanın iki eceli vardır. Bunlardan biri, bu dünyâdaki ömür
miktarıyla sınırlıdır. Diğeri ise sâdece Hakk’ın bildiği rûhânî eceldir;
yâni âhiret âlemindeki cehennemde, ya da cennette sınırsız olan ömür-
dür. Allah Teâlâ’nın şu âyet-i kerîmesi bu tür ecele işâret sayılmaktadır:
“Ecel-i müsemmâ O’nun nezdindedir.”3 Buna ancak tahkîk erbâbının
büyükleri muttalî olabilirler. Bu yüzden onlar derler ki: Bu âlemin bir
eni, bir de boyu vardır. Eni âlem-i ecsâmdır. Boyu da âlem-i ervâhdır.

Tevbe kapısının kapanması ibâresinin sırrı ise ömrün sona erme-


sinden kinâyedir. Nitekim Allah Rasûlü bir hadîsinde buna şöyle işâret
buyurmaktadır: “Allah Teâlâ, can boğazdan çıkmadıkça kulunun tevbe-
sini kabûl buyurur.”4
42
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳋﺎﻣﺲ‬

‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﻃﻠﻮﻉ ﺍﻟﺸﻤﺲ ﻣﻦ ﻣﻐﺮﲠﺎ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺍﻟﻨﺸﺄﺓ ﺍﻹﻧﺴﺎﻧﻴﺔ‪ ،‬ﻓﻜﻨﺎﻳﺔ‬


‫ﻓﺈﻥ ﺍﻟﺮﻭﺡ ﺯﻣﺎﻥ ﺗﻌ ﱡﻠﻘﻪ ﺑﺎﻟﺒﺪﻥ ﻭﺗﺪﺑﲑﻩ ﺇ ﹼﻳﺎﻩ‬ ‫ﹶ‬
‫ﺍﻟﺒﺪﻥ‪ ،‬ﹼ‬ ‫ﻋﻦ ﻣﻔﺎﺭﻗﺔ ﺍﻟﺮﻭﺡ‬
‫‪8-b‬‬ ‫ﺍﳌﻮﺕ ﻃﻠﻊ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻭﻣﻘﻴﺪﹲ ﺑﺼﻔﺎﺗﻪ‪ ،‬ﻓﺈﺫﺍ ﺟﺎﺀ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺁﻓﻞ ﻓﻴﻪ ‪ /‬ﻭﻣﻨﺼﺒﹺ ﹲﻎ ﺑﺄﺣﻜﺎﻣﻪ‪،‬‬
‫ﻭﻟﺴﺖ ﺃﻗﻮﻝ‪ :‬ﻻﻣﻌﻨﻰ ﳍﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻏﲑ ﻫﺬﺍ‪ ،‬ﺑﻞ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻏﺮﺏ‪،‬‬
‫ﺃﻗﻮﻝ‪ :‬ﳌﹼﺎ ﻛﺎﻧﺖ ﻧﺸﺄﺓ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻧﺴﺨﺔ ﻣﻦ ﻧﺸﺄﺓ ﺍﻟﻌﺎﱂ‪ ،‬ﻭﺃﺧﱪﺕ ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ‬
‫ﻛﻨﺎﻳﺔ ﻋﻦ‬‫ﺃﻥ ﺍﻟﺸﻤﺲ ﺗﻄﻠﻊ ﻣﻦ ﻣﻐﺮﲠﺎ ﻋﻨﺪ ﺍﻗﱰﺍﺏ ﺍﻟﺴﺎﻋﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﹲ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻣﻮﺕ ﻣﺎﻳﻘﺒﻞ ﺍﳌﻮﺕﹶ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﺎﱂ‪ ،‬ﻭﻛﺎﻧﺖ ﺍﻟﺸﻤﺲ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺃﺟﺴﺎﻡ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﺟﺴﻢ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺍﳉﺴﻢ‬
‫ﺍﻟﻌﺎﱂ ﻛﺎﻟﺮﻭﺡ ﺍﳊﻴﻮﺍﻧﻰ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺟﺴﻢ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ‬
‫ﺍﳊﻴﻮﺍﲏ‪ ،‬ﻭ ﻫﻮ ﺃﺻﺢ[ ﻭﺟﺐ ﺃﻥ ﻻ ﻳﺜﺒﺖ ﰱ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺍﳋﺎﺭﺝ ﻋﻦ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻭﺻﻒ‬
‫ﻭﻧﻈﲑ‪ ،‬ﻭﳍﺬﺍ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﻻ ﻭﻻ ﹸﺑﺪﹼ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﰱ ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺍﻹﻧﺴﺎﻧﻴﺔ ﻟﻪ ﻣﺜﻞ‬ ‫ﻭﻻﺣﻜﻢ ﺇ ﹼ‬
‫ﹲ‬
‫ﹸ‬
‫ﻣﻌﺮﻓﺔ ﻣﺎ‬ ‫ﱠﻧﺒﻬﺖ ﻋﲆ ﺍﻟﻨﻜﺘﺔ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ ﺍﳋﺼﻴﺼﺔ ﺑﺎﻟﻨﺸﺄﺓ ﺍﻹﻧﺴﺎﻧﻴﺔ‪ ،‬ﺇﺫ‬
‫ﺍﳌﻬﻢ ﺑﺨﻼﻑ ﻣﺎﺧﺮﺝ ﻋﻨﻪ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻣﻦ ﺃﻛﺜﺮ ﺍﻟﻮﺟﻮﻩ‬ ‫ﳜﺘﺺ ﺑﺎﻹﻧﺴﺎﻥ ﻫﻮ ﹼ‬ ‫ﱡ‬
‫‪.‬‬
‫]ﻕ‪ + :‬ﻭﺍﷲ ﺍﳌﺮﺷﺪ[ ‪٨‬‬
‫ﻭﻻﴐﻭﺭﻱ ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ‪.‬‬
‫ﱟ‬ ‫ﻣﻬﻢ‪،‬‬
‫ﻏﲑ ﹼ‬

‫‪ – 1‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﻄﱪﺍﲏ‪ ،‬ﺃﻧﻈﺮ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳉﺎﻣﻊ ﺍﻟﺼﻐﲑ ﻟﻠﺴﻴﻮﻃﻰ )ﻁ ﻣﴫ ‪ (١٣٢١‬ﺍﳌﺠﻠﺪ ﺍﻷﻭﻝ‪ ،‬ﺹ‪٨٢ :‬‬
‫‪ – 2‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺪﻋﻮﺍﺕ ‪ ،١٠١‬ﻭ ﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺰﻫﺪ ‪٢٧‬‬
‫‪ – 3‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻷﻧﻌﺎﻡ )‪،(٦‬ﺍﻵﻳﺔ‪٢ :‬‬
‫‪ – 4‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺪﻋﻮﺍﺕ ‪ ،٩٨‬ﻭﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺰﻫﺪ ‪ ،٣٠‬ﻭ ﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪،‬‬
‫‪٤٢٥/٣ ،١٥٣ ،١٣٢/٢‬‬
‫‪٤٣‬‬
BEŞİNCİ HADÎS

Neş’et-i insâniyeye/insanın yaratılışına nisbetle güneşin batıdan


doğması, rûhun bedenden ayrılmasından kinâyedir. Çünkü rûh bedene
bağlı bulunduğu ve onu yönettiği sırada onun içinde batmış, sönmüş bir
halde bulunur ve beden ahkâmının boyasıyla boyanır, onun sıfatlarıy-
la kayıdlanır. Ölüm gelince daha önce batmış olan güneş doğmuş olur.
Ancak ben bunları söylerken bu hadîsin bundan başka anlamının bu-
lunmadığını da söylemek istemiyorum. Demek istediğim şudur: İnsan
âlemin bir nüshası olduğuna; şerîat kıyâmete yakın güneşin batıdan do-
ğacağını haber verdiğine ve bu da âlemin ölümünden kinâye olduğuna,
âlem-i ecsâma nisbetle güneş; insana nisbetle rûh-i hayvânî sayıldığına
bakılırsa âlem-i hâricde insanda sâbit olmayan bir vasıf ve hüküm yok-
tur. Âlemdeki vasıfların mutlaka nüsha-i insâniyyede bir misli ve nazîri
vardır. Bu yüzden ben insanın varlığına âid bir nükteye dikkat çektim.
İnsana hâs olan şeyi bilmek, onun hâricindeki şeylerin bilinmesinden
daha mühimdir. Çünkü insanın hâricindeki şeyler ekseri açıdan mühim
ve zarûrî değildir. Bunu bilesin!..

1. Suyûtî, el-Câmiu’s-sagîr, I, 82, (Taberânî’den naklen.)


2. Tirmizî, Deavât, 101; İbn Mâce, Zühd, 27.
3. el-Enâm, 6/2.
4. Tirmizî, Deavât, 98; İbn Mâce, Zühd, 30; İbn Hanbel, II, 132, 153; III, 425.

43
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺩﺱ‬
‫ﺻﻮﺭﺓ ﺍﻟﻌﻮﺍﱂ ﻭ ﻣﻌﻨﺎﻫﺎ‬
‫ﺎﱂ ﹶﻳ ﹶﺮ‪ ،‬ﻭﰱ ﺭﻭﺍﻳﺔ‪:‬‬‫ﺍﺣ ﹸﺘ ﹺﻠ ﹶﻢ ﹶﻣ ﹶ‬
‫ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹶﻣ ﹺﻦ ﹾ‬ ‫ﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ‪ ،‬ﺃ ﱠﻧ ﹸﻪ ﹶ‬ ‫ﹶﺛ ﹶﺒ ﹶﺖ ﹶﻋ ﹾﻦ ﹶﺭ ﹸﺳ ﹺ‬
‫ﻭﻟﻴﺲ‬
‫ﹶ‬ ‫ﲔ‬ ‫ﺃﻥ ﹶﻳ ﹾﻌ ﹺﻘﺪﹶ ﺑﲔﹶ ﹶﺷ ﹺﻌ ﹶ‬
‫ﲑ ﹶﺗ ﹺ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺍﻟﻘﻴﺎﻣﺔ ﹾ‬ ‫ﺍﺣ ﹸﺘ ﹺﻠ ﹶﻢ ﹸﺣ ﹾﻠ ﹰﲈ ﹶ ﹾﱂ ﹶﻳ ﹶﺮ ﹸﻩ ﹸﻛ ﱢﻠﻒ ﹶﻳ ﹾﻮ ﹶﻡ‬
‫ﹶﻣ ﹺﻦ ﹾ‬
‫ﲔ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﻧﺎ ﹴﺭ‪. 1‬‬
‫‪٩‬‬ ‫ﲑ ﹶﺗ ﹾ ﹺ‬‫ﺑﻌﺎﻗﺪ‪ ،‬ﻭﰱ ﺭﻭﺍﻳﺔ‪ :‬ﹶﺑﲔ ﹶﺷ ﹺﻌ ﹶ‬ ‫ﹴ‬
‫ﴎﻩ‪ ،‬ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬ ‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﻫﺬﻩ ﺍﳌﺠﺎﺯﺍﺓ ﻭﺍﻟﻌﻘﻮﺑﺔ ﺻﺎﺩﺭﺓ ﻋﻦ ﻣﻘﺎﻡ ﺍﻟﻌﺪﻝ‪ ،‬ﻭﺫﻟﻚ‬
‫ﺟﺴﻢ ﻭﺭﻭﺡ‪ ،‬ﻭﻋﺎﱂ‬ ‫ﹴ‬ ‫ﻭﻣﻌﻨﻲ ﺃﻭ ﹸﻗ ﹶﻞ ﰱ‬ ‫ﳏﺼﻮﺭ ﰱ ﺻﻮﺭﺓ‬‫ﹲ‬ ‫ﱠ‬
‫ﺃﻥ ﺍﻟﻌﺎﱂ‬
‫ﹰ‬
‫ﺍﳌﺜﺎﻝ ﺑﺮﺯﺥ ﺟﺎﻣﻊ ﺑﲔ ﺍﻟﻄﺮﻓﲔ‪ ،‬ﻭﺧﻴﺎﻝ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﺟﺰﺀ ﻣﻦ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ‪،‬‬
‫ﺑﺘﻌﻤ ﹴﻞ ﺻﻮﺭﺓ ﱂ ﹶﻳ ﹶﺮﻫﺎ‪،‬‬
‫ﺍﳊﺴﻴﺔ ﻭﺍﳌﻌﻨﻮﻳﺔ ﱡ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﱢ‬
‫ﻓﺎﳌﺮﻛﺐ ﰱ ﺧﻴﺎﻟﻪ ﻣﻦ ﺍﳌﻮﺍﺩ‬
‫ﺗﻌﻤﻞ‪ ،‬ﻓﻘﺪ ﻛﺬﺏ ﻭﺃﻭﻫﻢ‬ ‫ﺍﻃﻠﻊ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﺩﻭﻥ ﱡ‬ ‫ﺛﻢ ﹸﳜﱪ ﻋﻨﻬﺎ ﺑﺼﻮﺭﺓ ﺃﻧﹼﻪ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺴﺎﻣﻌﲔ ﺃﻥ ﺍﳊﻖ ﺃﻃﻠﻌﻪ ﻋﲆ ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻓﻼﺟﺮﻡ ﹸﻣ ﱢﺜﻞ ﻟﻪ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﻌﻨﻰ ﰱ‬
‫ﺷﻌﲑﺓ‪ ،‬ﻭﻋﺎﱂ ﺍﻟﺼﻮﺭﺓ ﰱ ﺷﻌﲑﺓ ﻣﻦ ﺍﻟﺸﻌﻮﺭ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﺍﻹﺩﺭﺍﻙ‬
‫ﺍﳌﻌﻨﻮﻱﹼ‪ .‬ﻭﺍﻹﺩﺭﺍﻙ ﺍﳊﴘﹼ‪ ،‬ﻭﻛﻠﹼﻒ ﺃﻥ ﻳﻌﻘﺪ ﺑﻴﻨﻬﲈ ﺍﻟﻌﻘﺪ ﺍﻟﺼﺤﻴﺢ‬
‫ﺍﳊﻖ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﺃﺣﺪﳘﺎ ﺑﺎﻵﺧﺮ‪ ،‬ﻓﻼﻳﻘﺪﺭ ﻋﲆ ﺫﻟﻚ‬ ‫ﻋﲆ ﻧﺤﻮ ﻣﺎﺭﺑﻂ ﱡ‬
‫ﻋﻘﻮﺑﺔ ﻣﻦ ﺍﷲ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻋﲆ ﻛﺬﺑﻪ ﻭﺗﻌﺠﻴﺰ ﹰﺍ ﻟﻪ ﺟﺰﺍﺀ ﻭﻓﺎﻗ ﹰﺎ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪ ،‬ﻭﺍﷲ‬
‫ﺍﳍﺎﺩ￯‪.‬‬

‫‪ – 1‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺘﻌﺒﲑ ‪ ،٤٥‬ﻭﺃﺑﻮ ﺩﺍﻭﺩ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻷﺩﺏ ‪ ،٨٨‬ﻭ ﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ‬
‫ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ‪ ،٨‬ﻭﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ‪ ،٨‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ‪٥٠٤/٣ ،٣٥٩ ،٢٤٦ ،٢١٦/١‬‬
‫‪٤٤‬‬
ALTINCI HADÎS
ÂLEMLERİN SÛRET VE MÂNÂLARI

Allah Rasûlü (s.a.)’in şöyle buyurduğu sâbit olmuştur: “Kim gör-


mediği bir rüyâyı görmüş gibi anlatırsa” bir başka rivâyette de “kim
görmediği bir rüyâyı anlatırsa kıyâmette kendisine iki arpayı birbiri-
ne düğümlemesi teklîf edilir. O da bunu yapamaz.” Bir başka rivâyette;
“ateşten iki arpa tanesini birbirine düğümlemesi teklîf edilir.”1
Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu
Hadîste geçen mücâzât ve mükâfatın makâm-ı adlden sâdır ol-
duğunu bilmek gerekir. Çünkü âlem, sûret ve mânâ ile sınırlıdır. Ya da
cisim ve rûh ile kayıtlıdır. Âlem-i misâl, rûh ve cesed âleminin birleştiği
yerdir. İnsanın hayâli misal âleminden bir cüzdür. İnsan hayâlinde his-
sî ve mânevî maddelerden görünmeyen sûretleri işleyerek terkip yapar.
Sonra bu sûretlerden muttalî olduğu şekilde işlenmemiş olarak haber
verir. Tabîî hayal âleminin bu haber verdiği şeyler yalandır ve işitenlere,
Hakk’ın kendisini böyle şeylere muttalî kıldığı vehmi verecek durum-
dadır. Şüphesiz âlem-i mânâ, kendisine bir arpa tanesi kadar, sûret âlemi
de şuurda bir arpa şeklinde sembolize edilmiştir. Bu idrâk-i mânevî ve
idrâk-i hissîdir. Bu iki idrâk arasında Hakk Teâlâ tarafından yalanına
karşılık birbiriyle irtibâtlarını engelleyecek bir düğüm atılır. Yalanına
mukâbil ve de acziyetini göstermek için bir cezâ olmak üzere kendisine
yapılan bu teklife gücü yetmez. Anla! Hidâyete ulaştıran Allah’tır.9

1. Bkz. Buhârî, Tâbir, 45; Ebû Dâvud, Edeb, 88; Tirmizî, Rü’yâ, 8; İbn Mâce, Rü’yâ, 8; İbn
Hanbel, I, 216, 246, 359; III, 505.

44
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ‬
‫ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ﰱ ﺍﻟﺴﺤﺮ‬
‫ﺎﺕ ﹶﻣ ﹸﺎﺭ ﹺﺅ ﹶﻱ ﹺﰱ‬ ‫ﺃﺻﺪﹶ ﹸﻕ ﺍﳌﹶﻨﹶﺎ ﹶﻣ ﹺ‬
‫ﺎﻝ‪ :‬ﹾ‬‫ﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ ﺃ ﱠﻧ ﹸﻪ ﹶﻗ ﹶ‬
‫ﹶﺛ ﹶﺒ ﹶﺖ ﹶﻋ ﹾﻦ ﹶﺭ ﹸﺳ ﹺ‬
‫ﺍﻟﺴ ﹶﺤ ﹺﺮ‪.1‬‬‫ﱠ‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬ ‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺴ ﹶﺤﺮ ﻫﻮ ﺯﻣﺎﻥ ﺍﻭﺍﺧﺮ ﺍﻟﻠﻴﻞ ﻭﺍﺳﺘﻘﺒﺎﻝ ﺃﻭﻝ ﺍﻟﻨﻬﺎﺭ‪،‬‬ ‫ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﱠ‬
‫ﻭﺍﻟﻠﻴﻞ ﻣﻈﻬﺮ ﻟﻠﻐﻴﺐ ﻭﺍﻟﻈﻠﻤﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻨﻬﺎﺭ ﻫﻮ ﺯﻣﺎﻥ ﺍﻟﻜﺸﻒ ﻭﺍﻟﻮﺿﻮﺡ‪،‬‬
‫ﻭﻣﻨﺘﻬﻰ ﺳﻔﺮ ﺍﳌﻐﻴﹼﺒﺎﺕ ﻭﺍﳌﻘﺪﹼﺭﺍﺕ ﺍﻟﻐﻴﺒﻴﺔ]ﺵ‪ :‬ﺍﳌﻐﻴﺒﺔ[ ﰱ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺍﻹﳍﻲ‪ ،‬ﺛﻢ‬
‫ﺍﻟﺴﺤﺮ ﻫﻮ ﻣﺒﺪﺃ‬ ‫ﱠ‬
‫]ﻕ‪ - :‬ﺯﻣﺎﻥ[‬
‫ﰱ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﻌﺎﻧﻰ ﻭﺍﻷﺭﻭﺍﺡ‪ ،‬ﻭﳌﹼﺎﻛﺎﻥ ﺯﻣﺎﻥ‬
‫‪9-a‬‬ ‫ﺯﻣﺎﻥ ﺍﺳﺘﻘﺒﺎﻝ ﻛﲈﻝ ﺍﻻﻧﻜﺸﺎﻑ ﻭﺍﻟﺘﺤﻘﻖ ﻟﺰﻡ]ﺵ‪ :‬ﹶﻟ ﹶﻠﺰﻡ[‪ /‬ﺃﻥ ﺍﻟﺬ￯ ﻳﺮ￯‬
‫ﺇﺫ ﺫﺍﻙ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﻗﺮﻳﺐ ﺍﻟﻈﻬﻮﺭ ﻭﺍﻟﺘﺤﻘﻖ‪ ،‬ﻭﺇﱃ ﺫﻟﻚ ﺃﺷﺎﺭ ﻳﻮﺳﻒ‪،‬‬
‫ﺎﻱ‬ ‫ـﺬﺍ ﹶﺗ ﹾﺄ ﹺﻭ ﹸ‬
‫ﻳﻞ ﹸﺭﺅﹾ ﹶﻳ ﹶ‬ ‫ﻋﲆ ﻧﺒ ﱢﻴﻨﺎ ﻭﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﺑﻘﻮﻟﻪ ﻷﺑﻴﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ :‬ﹶﻫ ﹶ‬
‫ﻣﹺﻦ ﻗﹶﺒﹾﻞﹸ ﻗﹶﺪﹾ ﺟﹶﻌﹶﻠﹶﻬﹶﺎ ﺭﹶﺑﱢﻰ ﺣﹶﻘﹼﺎﹰ‪ ،2‬ﺃ￯ ﻣﺎﻛﻤﻠﺖ ﺣﻘﻴﻘﺔ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ﺇﻻﺑﻈﻬﻮﺭﻫﺎ‬
‫ﰱ ﺍﳊﺲﹼ ﻓﺈﻥ ﻓﻴﻪ ﻇﻬﻮﺭ ﺍﳌﻘﺼﺪ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻇﻬﺮ ﺍﳌﻘﺼﻮﺩ[ ﻣﻦ ﺗﻠﻚ ﺍﻟﺼﻮﺭ ﺍﳌﻤﺜﱠﻠﺔ‬
‫‪١٠‬‬
‫ﺛﻤﺮﺍﲥﺎ‪ ،‬ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ‪.‬‬
‫ﹸ‬ ‫ﻭﺃ ﹾﻳﻨ ﹶﹶﻌ ﹾﺖ‬

‫‪ – 1‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ‪ ،٣‬ﻭﺍﻟﺪﺍﺭﻣﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ‪ ،٩‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ‪٦٧ ،٩٣ / ٣‬‬
‫‪ – 2‬ﺳﻮﺭﺓ ﻳﻮﺳﻒ )‪ ،(١٢‬ﺍﻵﻳﺔ‪١٠٠ :‬‬
‫‪٤٥‬‬
YEDİNCİ HADÎS
SEHER VAKTİ GÖRÜLEN RÜYÂ

Allah Rasûlü’nün (s.a.) şöyle buyurduğu sâbit olmuştur:


“Rüyâların en sâdıkı, seher vaktinde görülenidir.”1
Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu
Seher, gecenin son, gündüzün ön vaktidir. Gece, gayb ve zulmet
mazharıdır. Gündüz ise keşf ve aydınlık zamanıdır. Yine gündüz âlem-i
ilâhîdeki, ruhlar ve mânâlar âlemindeki mukadderât-ı gaybiyyenin ve
mugayyebâtın seferinin son durağıdır. Seher keşf ve tahakkukun kemâl
zamanının başlangıcı olunca o saatlerde görülen rüyânın tahakkuk ve
zuhûrunun yakın olması gerekir. Nitekim Yûsuf (a.s.)’ın babasına söy-
lediği şu söz buna işâret sayılabilir: “İşte bu benim rüyâmın yorumu-
dur. Rabbim bana onu gerçekleştirdi.”2 Yâni rüyânın hakîkati, ancak
his âlemi dediğimiz bu âlemde zuhûru ile tamamlanır. Çünkü hisler
âleminde rüyânın zuhûruyla şekillerle sembolize edilen rüyâdan mak-
sad zâhir olmuş ve meyvesini vermiş olur. Bunu böylece bil!10

1. Tirmizî, Rü’yâ, 3; Dârimî, Rü’yâ, 9; İbn Hanbel, III, 93.


2. Yûsuf, 12/100.

45
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻣﻦ‬
‫ﻣﺴﺢ ﺍﻟﻮﺟﻪ ﺑﺎﻟﻴﺪ ﺑﻌﺪ ﺍﻟﺪﻋﺎﺀ‬
‫ﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﻋﻠﻴﻪ‬ ‫ﺃﻥ ﹶﺭ ﹸﺳ ﹶ‬ ‫ﻋﻨﻪ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺳﻘﻂ ﺭﴇ ﺍﷲ ﻋﻨﻪ[ ﱠ‬ ‫ﺍﷲ ﹸ‬‫ﴈ ﹸ‬ ‫ﺲ‪ 1‬ﹶﺭ ﹺ ﹶ‬ ‫ﹶﻋ ﹾﻦ ﹶﺃ ﹶﻧ ﹴ‬
‫ﲑ ﹶﻓ ﹸﻊ ﹶﻳﺪﹶ ﹾﻳ ﹺﻪ ﹶﻣ ﹶﺴ ﹶﺢ ﹶﻭ ﹾﺟ ﹶﻬ ﹸﻪ‬
‫ﹶﻓ ﹶ ﹾ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﺩﻋﺎ[‬
‫ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﺵ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[‪ ،‬ﻛﺎﻥ ﺇﺫﺍ ﹶﺩ ﹶﻋﻲ‬
‫ﻭﺟﺎ ﹶﺀ ﰱ ﹺﺭ ﹶﻭﺍﻳﺔ‪ :‬ﹶ ﹾﱂ ﹶﻳ ﹶﻀ ﹾﻌ ﹸﻬ ﹶﲈ ﹶﺣ ﱠﺘﻰ ﹶﻳ ﹾﻤ ﹶﺴ ﹶﺢ ﹺﲠﹺ ﹶﲈ ﹶﻭ ﹾﺟ ﹶﻬ ﹸﻪ‪ ،‬ﻭﺟﺎ ﹶﺀ ﰱ‬ ‫ﺑﹺ ﹶﻴﺪﹶ ﹾﻳ ﹺﻪ‪ ،‬ﹶ‬
‫ﹸ ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﲢﺮﺽ[‬
‫ﻭﳛ ﱢﺮﺽ‬ ‫ﻛﺎﻥ ﹶﻳ ﹾﺄ ﹸﻣ ﹸﺮ ﹶﺃ ﹾﺻ ﹶﺤﺎ ﹶﺑ ﹸﻪ ﺑﺬﻟﻚ ﹸ ﹶ‬
‫ﺭﻭﺍﻳﺎﺕ ﺃﺧﺮﻱ‪ :‬ﺃ ﱠﻧ ﹸﻪ ﹶ‬ ‫ﹴ‬
‫ﹺ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ‪.2‬‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬
‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﰱ ﺩﻋﺎﺋﻪ ﺭ ﹼﺑﻪ ﻣﺘﻮﺟﻪ ﺇﻟﻴﻪ ﺑﻈﺎﻫﺮﻩ ﻭﺑﺎﻃﻨﻪ‪ ،‬ﻭﳍﺬﺍ‬
‫ﻳﴩﻁ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻳﺸﱰﻁ[ ﺣﻀﻮﺭ ﺍﻟﻘﻠﺐ ﰱ ﺍﻟﺪﻋﺎﺀ ﻛﲈ ﻗﺎﻝ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪:‬‬
‫ﹴ‬
‫ﻏﺎﻓﻞ‪ .4‬ﺑﻞ‬ ‫ﺍﻟﻐ ﹺﺎﻓﻞ‪ .3‬ﻭﰱ ﺭﻭﺍﻳﺔ‪ :‬ﹸﺩ ﹶﻋ ﹲﺎﺀ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﻗ ﹾﻠ ﹴ‬
‫ﺐ‬ ‫ﻻﻳﻘﺒﻞ ﹸﺩﻋﺎ ﹶﺀ ﹶ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﺇﻥ ﹶ‬
‫ﺍﷲ‬ ‫ﱠ‬
‫ﺻﺤﺔ ﺍﻻﺳﺘﺤﻀﺎﺭ ﻟﻸﻣﺮ ﺍﳌﻄﻠﻮﺏ ﻣﻦ‬ ‫ﻭﺍﺷﱰﻁ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ ﹼ‬
‫ﲇ ﺭﴇ ﺍﷲ ﻋﻨﻪ ﳌﹼﺎ ﻋ ﹼﻠﻤﻪ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﺪﻋﺎﺀ‬ ‫ﺣﺎﻝ ﺍﻟﻄﻠﺐ‪ ،‬ﻭﳍﺬﺍ ﻗﺎﻝ ﻟﻌ ﹼ‬ ‫ﺍﳊﻖ ﹶ‬
‫ﺩﲏ‪.5‬‬ ‫ﻭﺳﺪﱢ ﹺ‬ ‫ﻬﻢ ﹾﺍﻫ ﹺﺪﻧﹺﻰ ﹶ‬ ‫ﻭﻫﻮ‪ :‬ﺍﻟ ﱠﻠ ﱠ‬
‫ﻭﺑﺎﻟﺴﺪﺍﺩ ﺳﺪﺍﺩ‬ ‫ﱠ‬ ‫ﺛﻢ ﻗﺎﻝ ﻟﻪ]ﻕ‪ -:‬ﻟﻪ[‪ :‬ﻭﺍﺫﻛﺮ ﲠﺪﺍﻳﺘﻚ ﻫﺪﺍﻳﺔ ﺍﻟﻄﺮﻳﻖ‪،‬‬
‫ﺗﺼﻮﺭ ﹰﺍ ﻟﻠﺤﻖ ﻳﻜﻮﻥ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻓﺎﻷﺻﺢ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻟﻠﺘﺼﻮﺭ‪،‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺴﻬﻢ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﺍﻹﺟﺎﺑﺔ ﺗﺎﺑﻌﺔ‬ ‫ﱠ‬
‫ﺍﻟﺘﺼﻮﺭ ﺗﺎﺑﻌﺔ ﻟﻠﻌﻠﻢ ﺍﳌﺤ ﱠﻘﻖ ﻭﺍﻟﺸﻬﻮﺩ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﺻﺤﺔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺃﺩﻋﻴ ﹸﺘﻪ ﻣﺴﺘﺠﺎﺑ ﹰﺔ‬
‫ﺍﻟﺼﺤﻴﺢ‪ ،‬ﻭﳍﺬﺍ ﻗﺎﻝ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻼﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ :‬ﻟﻮ ﹶﻋ ﹶﺮ ﹾﻓ ﹸﺘ ﹾﻢ ﹶ‬
‫ﺍﷲ‬
‫ﺃﻥ ﺍﻟﻨﺒﻰ‬ ‫ﺒﺎﻝ‪ ،6‬ﺃﻻﻳﺮ￯]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺃﻻ ﺗﺮﻱ[ ﹼ‬ ‫ﺍﳉ ﹸ‬ ‫ﹶﺣﻖﱠ ﹶﻣ ﹾﻌ ﹺﺮ ﹶﻓﺘﹺ ﹺﻪ ﹶﻟ ﹶﺰﺍ ﹶﻟ ﹾﺖ ﺑﹺﺪﹸ ﹶﻋﺎﺋﹺ ﹸﻜ ﹸﻢ ﹺ ﹶ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﺵ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[ ﳌﺎ ﻛﺎﻥ ﺗﺎﻡﱠ ﺍﳌﻌﺮﻓﺔ ﻭ ﺍﻟﺸﻬﻮﺩ ﻛﺎﻧﺖ ﺃﻛﺜﺮ‬
‫‪٤٦‬‬
SEKİZİNCİ HADÎS
DUÂDAN SONRA YÜZÜ MESHETMEK

Enes1 (r.a)’dan rivâyete göre Rasûlullah (s.a.) duâ ettiğinde elle-


rini kaldırır ve yüzüne sürerdi. Bir başka rivâyette: Ellerini yüzüne sür-
medikçe bırakmazdı. Diğer bazı rivâyetlerde de: “Ashâbına da böyle
emrettiği” ve onları buna teşvîk buyurduğu nakledilmektedir.2

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu


Bilesin ki insan duâ ânında zâhiriyle ve bâtınıyla Rabbine yönelir.
Bu yüzden “huzûr-i kalb” şart koşulmuştur. Nitekim Hz. Peygamber
(s.a) der ki: “Allah Teâlâ, gâfilin duâsını kabûl buyurmaz.”3 Bir başka
rivâyette: “Gâfil kalble yapılan duâyı kabûl buyurmaz”4 buyurulur. Hat-
tâ Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm Efendimiz, talep sırasında Hak’tan istenen
şeye uygun sağlıklı bir istihzârı; yâni kalb ve zihinde hazır bulunan duy-
guyu şart koşmuş ve bu yüzden Ali (r.a)’a şu duâyı öğretmiştir. “Allahım
bana hidâyet ver, beni seddeyle/koru!”5

Sonra Peygamberimiz Ali’ye hidâyet lâfzıyla yolun doğrusuna er-


meyi, sedâd ile ok gibi doğru olma düşüncesini zihninde bulundurmayı
emretmiştir. Çünkü duâya icâbet zihnindeki tasavvura bağlıdır. Hakk’a
en yakın tasavvur duâları müstecâb kılar. Tasavvurun doğruluğu ilm-i
hakîkîye ve şühûd-i sahîha bağlıdır. Bu yüzden Aleyhi’s-salâtü ve’s-
selâm Efendimiz: “Eğer Hak Teâlâ hazretlerini gerçek anlamda tanımış
olsaydınız duâlarınızla dağlar yerinden oynardı”6 buyurmuştur. Gör-
mez misiniz ki Allah Rasûlü’nün mârifet ve şühûdu tam olduğundan
46
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻣﻦ‬

‫ﺃﺩﻋﻴﺘﻪ ﻣﺴﺘﺠﺎﺑﺔ‪ ،‬ﻭﻫﻜﺬﺍ ﻣﻦ ﺩﺍﻧﺎﻩ ﰱ ﺍﳌﻌﺮﻓﺔ ﻣﻦ ﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ ﻭﺍﻷﻭﻟﻴﺎﺀ‬


‫‪9-b‬‬ ‫ﻭﻫﺆﻻﺀ ﻫﻢ ﺍﳌﻮﻋﻮﺩﻭﻥ ‪ /‬ﺑﺎﻹﺟﺎﺑﺔ ﻣﺘﻰ ﹶﺩ ﹶﻋ ﹾﻮﺍ ﺑﺎﻟﺪﻋﺎﺀ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ‬
‫ﺑﻘﻮﻟﻪ ﺗﻌﺎﱄ‪ :‬ﺍ ﹾﺩ ﹸﻋﻮﻧﹺﻰ ﹶﺃ ﹾﺳ ﹶﺘ ﹺﺠ ﹾﺐ ﹶﻟ ﹸﻜ ﹾﻢ‪.7‬‬
‫ﻓﻤﻦ ﱂ ﻳﻌﺮﻑ ﻭﱂ ﻳﺴﺘﺤﴬ ﺣﺎﻝ ﺍﻟﺪﻋﺎﺀ ﺑﴬﺏ ﻣﺎﻣﻦ ﴐﻭﺏ‬
‫ﺍﻻﺳﺘﺤﻀﺎﺭﺍﺕ ﺍﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ﱂ ﻳﺪﻉ ﺍﳊﻖﱠ ‪ ،‬ﻭﻟﺬﻟﻚ ﱂ ﻳﺴﺘﺠﺐ ﻟﻪ‪ ،‬ﻭﺍﺫﺍ‬
‫ﺗﻮﺟﻪ ﺍﻟﺪﹼ ﺍﻋﻰ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻇﺎﻫﺮﻩ‪،‬‬ ‫ﻋﺮﻓﺖ ﺍﻥ ﺍﻟﻴﺪ ﺍﻟﻮﺍﺣﺪﺓ ﺗﱰﺟﻢ ﻋﻦ ﹼ‬
‫ﹶ‬ ‫ﹶ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﹶﻳﱰ ﱠﺟﻢ[‬
‫ﺗﻮﺟﻬﻪ ﺑﺒﺎﻃﻨﻪ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻠﺴﺎﻥ ﻳﱰﺟﻢ‬ ‫ﻭﺍﻟﻴﺪ ﺍﻷﺧﺮ￯ ﺗﱰﺟﻢ ﻋﻦ ﹼ‬
‫ﱪﻙ ﻭﺍﻟﺘﺒﻴﻪ ﻋﲆ ﺍﻟﺮﺟﻮﻉ ﺇﱃ ﺍﳊﻘﻴﻘﺔ‬ ‫ﻋﻦ ﲨﻠﺘﻪ ﻭﻣﺴﺢ ﺍﻟﻮﺟﻪ ﻫﻮ ﻟﻠﺘ ﹼ‬
‫ﺍﳉﺎﻣﻌﺔ ﺑﲔ ﺍﻟﺮﻭﺡ ﻭﺍﻟﺒﺪﻥ‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﻛﻨﺎﻳﺔ ﻋﻦ ﻋﻴﻨﻪ ﺍﻟﺜﺎﺑﺘﺔ ﰱ ﻋﻠﻢ ﺍﳊﻖ‬
‫ﻓﺈﻥ ﻭﺟﻪ ﺍﻟﴚﺀ ﺣﻘﻴﻘﺘﻪ‪ ،‬ﻭﻫﺬﺍ ﺍﻟﻮﺟﻪ ﻣﻈﻬﺮ ﺗﻠﻚ ﺍﳊﻘﻴﻘﺔ‬ ‫ﺃﺯ ﹰ‬
‫ﻻ ﻭﺃﺑﺪ ﹰﺍ ﱠ‬
‫ﳾ ﹴﺀ ﹶﻫﺎﻟﹺ ﹲﻚ ﺇﹺ ﱠﻻ‬
‫ﴎ ﻗﻮﻟﻪ ﺗﻌﺎﱄ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ - :‬ﺗﻌﺎﱄ[‪ :‬ﹸﻛ ﱡﻞ ﹶ ﹾ‬ ‫ﻭ ﺇﻥ ﻛﺸﻒ ﻟﻚ ﻋﻦ ﹼ‬
‫ﻳﺘﻌﺬ ﹸﺭ ﺇﻓﺸﺎﺅﻩ ﺇﻻ‬ ‫ﴎ ﺁﺧﺮ ﺃﻏﺮﺏ ﻣﻦ ﻫﺬﺍ ﱠ‬ ‫ﹶﻭ ﹾﺟ ﹶﻬ ﹸﻪ‪ 8‬ﺍﺳﺘﴩ ﹾﻓ ﹶﺖ ﻋﲆ ﹼ‬
‫‪.‬‬
‫]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ - :‬ﻓﺎﻋﻠﻢ[ ‪١١‬‬
‫ﻷﻫﻠﻪ‪ ،‬ﻭﻫﺬﺍ ﺗﻨﺒﻴﻪ ﻷﻭﱃ ﺍﻷﻟﺒﺎﺏ ﻭﺍﷲ ﺍﳍﺎﺩﻱ‪ ،‬ﻓﺎﻋﻠﻢ‬

‫‪ – 1‬ﺃﻧﺲ ﺑﻦ ﻣﺎﻟﻚ ﻫﻮ ﺧﺎﺩﻡ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ ﻭﺁﺧﺮ ﺃﺻﺤﺎﺑﻪ ﻣﻮﺗ ﹰﺎ ﺳﻨﺔ ﺛﻼﺙ‬
‫ﻭﺗﺴﻌﲔ‪ ،‬ﺃﻧﻈﺮ ﺳﲑ ﺃﻋﻼﻡ ﺍﻟﻨﺒﻼﺀ ﺍﳌﺠﻠﺪ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ‪ ،‬ﺹ‪٤٠٦ - ٣٩٥ :‬‬
‫‪ – 2‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻹﻗﺎﻣﺔ ‪ ،١١٩‬ﻭ ﺍﻟﺪﻋﺎﺀ‪١٣٠ ،‬‬
‫‪ – 3‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ﺑﺄﻟﻔﺎﻅ ﳐﺘﻠﻔﺔ‪ ،‬ﺃﻧﻈﺮ ﺍﳌﺠﻠﺪ ﺍﻟﺜﺎﲏ‪ ،‬ﺹ‪١٧٧ :‬‬
‫‪ – 4‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺪﻋﻮﺍﺕ‪٦٥ ،‬‬
‫‪ – 5‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺬﻛﺮ‪ ،٧٨ ،‬ﻭ ﺃﺑﻮ ﺩﺍﻭﺩ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳋﺎﺗﻢ‪ ،٤ ،‬ﻭ ﺍﻟﻨﺴﺎﺋﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺰﻳﻨﺔ‪١٢١ ،٨ ،‬‬
‫ﺍﻟﺴﻨﻲ ﻋﻦ ﻣﻌﺎﺫ‪ ،‬ﺃﻧﻈﺮ ﻛﻨﺰ ﺍﻟﻌﲈﻝ ﻟﻠﻬﻨﺪﻱ‪ ،‬ﺝ ‪ ،٣‬ﺹ‪١٤٤ :‬‬ ‫ﹼ‬ ‫‪ – 6‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﺑﻦ‬
‫‪ – 7‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﳌﺆﻣﻦ )‪ ،(٤٠‬ﺍﻵﻳﺔ‪٦٠ :‬‬
‫‪ – 8‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻘﺼﺺ )‪ ،(٢٨‬ﺍﻵﻳﺔ‪٨٨ :‬‬
‫‪٤٧‬‬
SEKİZİNCİ HADÎS

duâlarının ekserîsi müstecâb olmuştur. Nebîlerden ve velîlerden mârifete


yakın olanların durumu da böyledir. Onlar, duâ ettiklerinde duâlarına
icâbet olunacağı vaad olunmuşlardır. Nitekim şu âyet-i kerîme buna
işârettir: “Bana duâ edin ben icâbet edeyim.”7
Mârifetten nasîbi olmayan ve duâ sırasında sahîh bir zihnî ve
kalbî hazırlık/istihzâr sağlayamayanlar Hakk’a duâ etmiş sayılmazlar.
Bu yüzden de duâlarına icâbet olunmaz. Bunu öğrendinse şunu da bil
ki: Duâya açılan elin biri, duâ edenin zâhirî teveccühünün tercümânıdır,
diğeri de bâtınî yönelişinin. Dil ise hepsinin tercümânıdır. Elin yüze sü-
rülmesi ise teberrük için olduğu gibi, ruh ile beden arasındaki hakîkat-i
câmiaya dönüşe bir uyarıdır. Yüz aynı zamanda Hakk’ın ezelî ve ebedî
ilmindeki ayn-i sâbiteden kinâyedir. Çünkü bir şeyin yüzü hakîkatidir.
Yüz, hakîkatin mazharıdır. Eğer sana Allah Teâlâ’nın: “Her şey helâk
olacaktır. Rabbının yüzü müstesnâ”8 âyetinin sırrı münkeşif olduysa,
daha ilginç bir sırrı yakalamışsın demektir. Ancak bu sırrı ehlinden baş-
kasına açıklamak zordur. Bu akıl sâhiplerine bir uyarıdır. Allah hidâyet
vericidir, bilesin.11

1. Enes b. Mâlik, Allah Rasûlü’nin hizmetkârıdır. En son ölen sahâbîlerdendir. Vefâtı hicrî
93’tür. Bkz. Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, III, 395-406.
2. İbn Mâce, İkâme, 119; Duâ, 130.
3. İbn Hanbel, II, 177.
4. Tirmizî, Deavât, 65.
5. Müslim, Zikir, 78; Ebû Dâvud, Hâtim, 4; Neseî, Zînet, 8, 121.
6. Hindî, Kenzu’l-ummâl, III, 144, İbnu’s-sünnî’den.
7. el-Mümin, 40/60.
8. el-Kasas, 28/88.

47
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺘﺎﺳﻊ‬
‫ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﳌﺬﻣﻮﻣﺔ ﺍﳉﺒﻠﻴﺔ‬
‫ﺛﻼﺛﺔ ﻻ ﹸﻳ ﹶﻜ ﱢﻠ ﹸﻤ ﹸﻬﻢ ﺍﷲ ﹸﻭﻻ ﹶﻳ ﹾﻨ ﹸﻈ ﹸﺮ‬
‫ﹲ‬ ‫ﺍﷲ ﷺ‪ ،‬ﺃ ﱠﻧﻪ ﹶ‬
‫ﻗﺎﻝ‪:‬‬ ‫ﻮﻝ ﹺ‬ ‫ﹶﺛ ﹶﺒ ﹶﺖ ﹶﻋ ﹾﻦ ﹶﺭ ﹸﺳ ﹶ‬
‫ﺍﺏ‪،‬‬ ‫ﺃﻟﻴﻢ‪ :‬ﹶﻣ ﹺﻠ ﹲﻚ ﹶﻛ ﱠﺬ ﹲ‬
‫ﻋﺬﺍﺏ ﹲ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﻭﳍ ﹾﻢ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺍﻟﻘﻴﺎﻣﺔ‪ ،‬ﻭﻻ ﹸﻳ ﹶﺰ ﱢﻛﻴ ﹺﻬ ﹾﻢ‪ ،‬ﹶ ﹸ‬ ‫ﺇﻟﻴ ﹺﻬ ﹾﻢ ﹶ‬
‫ﻳﻮﻡ‬
‫ﺍﻥ‪ ،‬ﹶﻭ ﹶﻋﺎﺋﹺ ﹲﻞ ﹸﻣ ﹾﺴ ﹶﺘ ﹾﻜ ﹺ ﹲﱪ‪.1‬‬
‫ﻭﺷ ﹾﻴ ﹲﺦ ﹶﺯ ﹴ‬
‫ﹶ‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬
‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥﹼ ﺍﻟﻜﺬﺏ ﻳﻨﻘﺴﻢ ﺑﻨﺤﻮ ﻣﻦ ﺍﻟﻘﺴﻤﺔ ﺇﱃ ﻗﺴﻤﲔ‪ :‬ﻗﺴﻢ‬
‫ﺫﺍﰐ‪ ،‬ﻭﻗﺴﻢ ﺻﻔﺎﺗﻰ‪ .‬ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﰐ]ﻕ‪:‬ﻓﺎﻟﺼﻔﺎﰐ[ ﳏﺼﻮﺭ ﰱ ﹸﻣ ﹺ‬
‫ﻮﺟﺒﲔ‪،‬‬
‫ﺃﺣﺪﳘﺎ‪ :‬ﺍﻟﺮﻏﺒﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻵﺧﺮ‪ :‬ﺍﻟﺮﻫﺒﺔ‪ .‬ﻭﺍﳌﻠﻚ ﰱ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮ ﹼ‬
‫ﳏﻞ ﺍﻟﺮﻏﺒﺔ‬
‫ﹴ‬
‫ﺭﻫﺒﺔ ﻣﻨﻬﻢ ﺃﻭ ﺭﻏﺒﺔ ﻓﻴﲈ‬ ‫ﺍﻟﺮﻋﻴﺔ ﺑﺼﻮﺭﺓ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻭﺍﻟﺮﻫﺒﺔ‪ ،‬ﻭﻟﻴﺲ ﺣﻜﻤﻪ ﻣﻊ‬
‫ﻋﻨﺪﻫﻢ ﻳﻮﺟﺐ ﺍﻹﻗﺪﺍﻡ ﻋﲆ ﺍﻟﻜﺬﺏ‪ .‬ﻭﺇﺫﺍ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻓﺈﺫﺍ[ ﻛﺎﻥ ﺍﳌﹶ ﹺﻠ ﹸﻚ ﱠ‬
‫ﻛﺬﺍﺑ ﹰﺎ‬
‫ﻻ ﻷﻣﺔ ﺍﻟﻄﺒﻊ ﻓﻬﻮ ﻭﺻﻒ ﺫﺍﺗﻰ ﻟﻪ‪ ،‬ﻭﺍﻷﻭﺻﺎﻑ ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺔ‬ ‫ﻓﻼﻣﻮﺟﺐ ﻟﻪ ﺇ ﹼ‬
‫ﺍﳉﺒﻠﻴﺔ ﺗﺴﺘﻠﺰﻡ]ﺵ‪ :‬ﻳﺴﺘﻠﺰﻡ[ ﻧﺘﺎﻳﺞ ﺗﻨﺎﺳﺒﻬﺎ]ﻕ‪ :‬ﺗﻨﺎﺳﺒﻬﲈ[ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫ﹼ‬
‫‪10-a‬‬ ‫ﻋﺬﺭ‬
‫ﺍﻟﺸﺎﺏ ﻟﻪ ‪ /‬ﻓﻴﻪ ﹲ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺃﻥ ﺍﻟﺰﻧﺎ ﻣﻦ‬ ‫ﻓﺎﻟﴪ ﻓﻴﻪ ﹼ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻭﺃﻣﺎ ﺍﻟﺸﻴﺦ ﺍﻟﺰﺍﻧﻰ‬
‫ﻣﻌﺬﻭﺭ‬
‫ﹲ‬ ‫ﻣﹼﺎ‪ ،‬ﻓﺈﻥﹼ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ ﺗﻨﺎﺯﻋﻪ ﻭﺗﺘﻘﺎﺿﺎﻩ]ﺵ‪ :‬ﻳﺘﻘﺎﺿﺎﻩ[ ﺇﻣﻀﺎﺀ ﺍﻟﺸﻬﻮﺓ ﻓﻬﻮ‬
‫]ﻉ‪:‬‬
‫ﺠﺐ‬
‫ﺍﻟﻌﺠﺐ‪ ،‬ﳍﺬﺍ ﻗﺎﻝ ﷺ‪ :‬ﹸﻳ ﹾﻌ ﹸ‬ ‫ﻓﻴﻪ‪ ،‬ﻭﻋﺪﻡ ﺻﺪﻭﺭ ﻣﺜﻞ ﻫﺬﺍ ﻣﻨﻪ ﻫﻮ ﹶ‬
‫ﺍﻟﺸﺎﺏ ﹶﻟ ﹾﻴ ﹶﺴ ﹾﺖ ﻟﻪ]ﻕ‪ - :‬ﻟﻪ[ ﺻﺒﻮ ﹲﺓ‪.2‬‬
‫ﺗﻌﺠﺐ[ ﺭ ﹼﺑ ﹸﻜﻢ ﻣﻦ ﱠ‬
‫‪٤٨‬‬
DOKUZUNCU HADÎS
CİBİLLÎ/FITRÎ KÖTÜ SIFATLAR

Allah Rasûlü’nün (s.a.) şöyle buyurduğu sâbit olmuştur: “Üç grup


insan vardır ki Allah Teâlâ kıyâmet gününde onlarla konuşmaz ve onla-
ra nazar buyurmaz, onları tezkiye etmez. Onlar için elim bir azâb var-
dır. Onlar da: Yalancı melik, zinâkâr ihtiyâr, kibirli fakîrdir.”1

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu

Bilesin ki yalan iki türlüdür. Zâtî yalan, sıfâtî yalan. Sıfâtî yalanın
iki gerekçesi vardır. Biri bir şey umularak; diğeri bir şeyden korkularak
söylenir. Melik zâhiren kendisinden bir şey umulma ya da kendisinden
korkulma makâmındadır. Melikin teb’asından herhangi birinden kork-
ması, ya da onlardan herhangi birinden yalana yönelmeyi gerektirecek
bir ümid içinde olması söz konusu değildir. Bir melik herhangi bir ge-
rekçesi olmadığı halde yalancı ise bu onun tab’ının gereği ve zâtî özel-
liğidir. Zâtî ve cibillî özellikler ise kendisine uygun sonuçları gerekli
kılar. Anlayıver!

Zinâkâr ihtiyarın durumuna gelince, onun da sırrı şudur: Gencin


zinâsı bir dereceye kadar mâzûrdur. Çünkü tabîatı onu zorlayarak, şeh-
vetin de etkisiyle bu hal meydana gelir ki genç bunda mâzûrdur. Asıl
şaşırtıcı olan bir gençten bu tür bir şeyin sâdır olmamasıdır. Bu yüzden
Allah Rasûlü (s.a.): “Gençliğin câhilliğine kapılmayan genç, Rabbinizin
hoşuna gider”2 buyurur.
48
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺘﺎﺳﻊ‬

‫ﻣﻨﺤﻄﺔ‪ ،‬ﻓﺈﺫﺍ ﻛﺎﻥ ﺯﺍﻧﻴ ﹰﺎ ﻓﻠﻴﺲ ﺫﻟﻚ ﺇﻻ‬‫ﹼ‬ ‫ﻭﺃﻣﺎ ﺍﻟﺸﻴﺦ ﻓﺸﻬﻮﺗﻪ ﻭﻗﻮﺍﻩ‬
‫ﰐ ﻟﻪ‪،‬‬ ‫ﻟﻜﻮﻧﻪ ﻣﻔﺴﺪ ﹰﺍ ﺑﺎﻟﻄﺒﻊ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﳎﺒﻮﻝ ﻋﲆ ﺍﻟﻔﺴﺎﺩ‪ ،‬ﻓﺬﻟﻚ ﻭﺻﻒ ﺫﺍ ﹼ‬
‫ﺫﻛﺮﺕ ﺁﻧﻔ ﹰﺎ ﰱ ﱠ‬
‫ﻗﻀﻴﺔ ﺍﳌﻠﻚ‪.‬‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻓﻴﺴﺘﻠﺰﻡ ﺍﻟﻨﺘﺎﻳﺞ ﺍﻟﺮﺩ ﹼﻳﺔ ﻛﲈ‬
‫ﺍﳌﺘﻜﱪ‪ ،‬ﻓﺎﻟﻌﺎﻳﻞ ﻫﻮ ﺍﻟﻔﻘﲑ‪ ،‬ﻭﻗﻮﻟﻪ ﻣﺴﺘﻜﱪ ﺃ￯‬ ‫ﱢ‬ ‫ﻭﺃﻣﺎ ﺍﻟﻌﺎﻳﻞ‬ ‫ﱠ‬
‫ﰐ‬ ‫ﻜﱪـ ﺇﱃ ﻗﺴﻤﲔ‪ :‬ﺫﺍ ﹼ‬ ‫ﻜﱪ‪ ،‬ﻓﻬﺬﺍ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻳﻨﻘﺴﻢ ﺃﻋﻨﻰ ﺍﻟ ﱠﺘ ﱡ‬ ‫ﺍﻟ ﱠﺘ ﱡ‬ ‫ﻳﺘﻌﺎﱃ[‬ ‫]ﻕ‪:‬‬
‫ﻳﺘﻌﺎﲏ‬
‫ﲔ‪ :‬ﺍﳌﺎﻝ ﻭﺍﳉﺎﻩ ﻓﺎﻟﺘﻜﱪ‬ ‫ﻓﺎﻟﺘﻜﱪ ﺍﻟﺼﻔﺎﺗﻰ ﳏﺼﻮﺭ ﰱ ﹺ‬
‫ﻣﻮﺟ ﹶﺒ ﹾ ﹺ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﺻﻔﺎﰐ‪،‬‬
‫ﻣﻦ ﺍﻟﻨﺎﺱ ﻭﺍﻥ ﻛﺎﻥ ﻗﺒﻴﺤ ﹰﺎ ﻋﻘﻼ ﻭ ﴍﻋﺎ ﻓﺎﻥ ﻻﺻﺤﺎﺏ ﺍﳌﺎﻝ ﻭ ﺍﳉﺎﻩ‬
‫ﹴ‬
‫ﺑﻮﺟﻪ‬ ‫ﺗﻜﱪ ﻓﻼﻋﺬﺭ ﻟﻪ‬‫ﻓﻴﻪ ﻋﺬﺭ ﹰﺍ ﹼﻣﺎ‪ ،‬ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﺍﻟﻔﻘﲑ ﺍﻟﻌﺪﻳﻢ ﺍﳌﺎﻝ ﻭﺍﳉﺎﻩ ﺇﺫﺍ ﱠ‬
‫ﻜﱪ ﺇ ﹶﺫ ﹾﻥ]ﻕ‪ :‬ﺇﺫ ﹰﺍ[ ﺻﻔﺔ ﺫﺍﺗﻴﺔ ﻟﻪ‪ ،‬ﻓﻼﺟﺮﻡ ﻳﻨﺘﺞ ﻧﺘﻴﺠ ﹰﺔ ﺭﺩ ﱠﻳﺔ ﻛﲈ ﺃﺷﺎﺭ‬‫ﹼﻣﺎ‪ ،‬ﻓﺎﻟ ﹼﺘ ﱡ‬
‫‪١٢‬‬
‫ﺇﻟﻴﻪ ﷺ‪ ،‬ﻓﺎﻓﻬﻢ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﴎﺍﺭ ﻭﺗﺪ ﹼﺑﺮﻫﺎ ﺗﺮﺷﺪ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ‪.‬‬

‫‪ – 1‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻹﻳﲈﻥ‪ ١٧٢ ،‬؛ ﻭ ﺍﻟﻨﺴﺎﺋﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺒﻴﻮﻉ‪٦ ،٥ ،‬‬
‫‪ – 2‬ﺭﻭﺍﻩ ﺃﺑﻮ ﺍﻟﺸﻴﺦ ﻭﺍﻟﺪﻳﻠﻤﻰ ﺑﺄﻟﻔﺎﻅ ﳐﺘﻠﻔﺔ‪ .‬ﺃﻧﻈﺮ ﻛﺸﻒ ﺍﳋﻔﺎﺀ ﻟﻠﻌﺠﻠﻮﻧﻰ ﺝ‪ ،١ :‬ﺹ‪،٢٤٦ :‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ‪٧٤٨ :‬‬
‫‪٤٩‬‬
DOKUZUNCU HADÎS

Yaşlı kimsenin gücü ve şehveti gerilemiştir. Bu hâline rağmen


zinâya yeltenen, bozuk tabîatlı sayılır. Onun cibilliyetinde bir fesâd var
demektir. Bu durum ise insanın zâtî bir vasfıdır. Böyle kötü zâtî vasıf-
lar, daha önce yalancı melik konusunda anlattığım gibi, kötü netîceler
doğurur.
Kibirli yoksulun hâline gelince o, fakîrliğine rağmen büyüklük
taslayandır. Tekebbür, zâtî tekebbür ve sıfâtî tekebbür olmak üzere iki
kısımdır. Sıfâtî tekebbüre iten veya onu gerekli kılan şey, mal ya da
makâmdır. İnsanlara karşı büyüklenmek aklen veya şer’an her ne kadar
çirkin görülmüşse de mal ve makâm sâhipleri bunlarla kibirlenmekte
kısmen mâzûrdurlar. Fakat hiçbir şeyi bulunmayan mal ve makâmdan
mahrum bir yoksul, kibirlenecek olursa onu mâzûr gösterecek bir maze-
ret bulmak zordur. O halde böylelerinin kibirlenmeleri zâtî sıfatlarının
gereğidir. Böylesi bir kibir de şüphesiz kötü sonuçlar doğurur. Nitekim
Allah Rasûlü (s.a.) buna işâret buyurmuştur. Bunu anlar, iyice düşünür-
sen inşâallah doğruyu bulursun.12

1. Müslim, Îmân, 172; Neseî, Büy’u, 5-6.


2. Aclunî, Keşfu’l-hafâ, I, 246, Deylemî’den.

49
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﻌﺎﴍ‬
‫ﻧﻔﻘﺔ ﺍﺑﻦ ﺁﺩﻡ ﻻ ﺗﺘﺠﺎﻭﺯ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﺪﺍﺭ‬
‫ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ‪ ،‬ﺃ ﱠﻧ ﹸﻪ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹸﻳ ﹾﺆ ﹶﺟ ﹸﺮ ﺍ ﹾﺑ ﹸﻦ ﹶ‬
‫ﺁﺩﻡ ﰱ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﻴﺢ ﹶﻋ ﹾﻦ‬ ‫ﺍﻟﺼ ﹺﺤ ﹺ‬ ‫ﹶﺛ ﹶﺒ ﹶﺖ ﰱ ﱠ‬
‫ﲔ‪.1‬‬ ‫ﺎﺀ ﱢ‬
‫ﻭﺍﻟﻄ ﹺ‬ ‫ﻻ ﹶﺷ ﹾﻴﺌ ﹰﺎ ﹶﻭ ﹶﺿ ﹶﻌ ﹸﻪ ﰱ ﺍﳌﹶ ﹺ‬‫ﹶﻧ ﹶﻔ ﹶﻘﺘﹺ ﹺﻪ ﹸﻛ ﱢﻠ ﹶﻬﺎ ﺇ ﱠ‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬ ‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻌ ﱠﲈﻝ‬‫ﺃﻋﺮﺍﺽ‪ ،‬ﺟﻮﺍﻫﺮﻫﺎ ﻣﻘﺎﺻﺪ ﹸ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﺃﻥ ﺻﻮﺭ ﺍﻷﻋﲈﻝ‬ ‫ﺍﻋﻠﻢ ﹼ‬
‫ﻭﻋﻠﻮﻣﻬﻢ ﻭﺍﻋﺘﻘﺎﺩﺍﲥﻢ ﻭﻣﺘﻌﻠﻘﺎﺕ ﳘﻤﻬﻢ‪ .‬ﻭﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻭﺇﻥ ﻛﺎﻥ‬
‫ﻭﺍﻟﻘﺮﺍﻳﻦ ﹸ ﹶﲣ ﱢﺼ ﹸﺼ ﹸﻪ‪ ،‬ﻭﺫﻟﻚ ﺃﻥ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﻟﺼﻴﻐﺔ ﻣﻄﻠﻘ ﹰﺎ ﻓﺎﻷﺣﻮﺍﻝ‬
‫ﺆﺟﺮ ﺍﻟﺒﺎﻧﻰ ﳍﺎ ﻋﻠﻴﻬﺎ‬ ‫ﻭﺍﻟﺮﺑﺎﻃﺎﺕ ﻭﻣﻮﺍﺿﻊ ﺍﻟﻌﺒﺎﺩﺍﺕ ﹸﻳ ﹶ‬ ‫ﺑﻨﺎﺀ ﺍﳌﺴﺎﺟﺪ ﹼ‬
‫‪10-b‬‬ ‫ﺑﻼﺧﻼﻑ‪ ،‬ﻓﺎﳌﺮﺍﺩ ﺑﺎﻟﺬﻛﺮﻫﻨﺎ ﺇﻧﲈ ﻫﻮ ﺍﻟﺒﻨﺎﺀ ﺍﻟﺬ￯ ﱂ ﻳﻘﺼﺪ ‪ /‬ﺻﺎﺣﺒﻪ‬
‫ﻭﺍﻟﺴﻤﻌﺔ‪ ،‬ﻭﺇﺫﺍ‬ ‫ﱡ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﺮﻳﺎﺀ[‬
‫ﺍﻟﺘﻨﺰﻩ ﻭﺍﻻﻧﻔﺴﺎﺥ ﻭﺍﻻﺳﱰﺍﺣﺔ ﺃﻭ ﺍﻟﺮﻳﺎ‬ ‫ﺇﻻ ﱡ‬
‫ﻛﺎﻥ ﻛﺬﻟﻚ ﻓﻤﻄﻤﺢ ﳘﺔ]ﻛﻠﻤﺔ ’ ﳘﺔ ‘ ﻛﺘﺒﺖ ’ ﳘﺖ‘ ﰱ ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺍﻷﺻﻠﻴﺔ‪ ،‬ﻭ ﻫﻰ ﻏﻠﻂ[ ﺍﻟﺒﺎﻧﻰ‬
‫ﹲ‬
‫ﻭﻧﺘﻴﺠﺔ ﰱ‬ ‫ﻭﻣﻘﺼﺪﻩ ﻻ ﻳﺘﺠﺎﻭﺯ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻌﺎﱂ‪ ،‬ﻓﻼ ﻳﻜﻮﻥ ﻟﺒﻨﺎﺋﻪ ﺛﻤﺮﺓ‬
‫ﹲ‬
‫ﺃﻋﺮﺍﺽ‬ ‫ﺍﻵﺧﺮﺓ‪ ،‬ﻷ ﱠﻧﻪ ﱂ ﻳﻘﺼﺪ ﺑﲈ ﻓﻌﻠﻪ ﺃﻣﺮ ﹰﺍ ﻭﺭﺍﺀ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﺪﺍﺭ‪ ،‬ﻓﺄﻓﻌﺎﻟﻪ‬
‫ﻟﺘﻌﺪﳞﺎ ﻣﻦ ﻫﻨﺎ ﺇﱃ ﺍﻵﺧﺮﺓ‪ ،‬ﻓﻼﺃﺛﲈﺭ ﳍﺎ ﻓﻼ ﺃﺟﺮ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪،‬‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻻﻣﻮﺟﺐ‬ ‫ﺯﺍﻳﻠﺔ ﹸ‬ ‫ﹲ‬
‫‪١٣‬‬
‫ﻭﺍﷲ ﺃﻋﻠﻢ‪.‬‬

‫‪ – 1‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﺑﺄﻟﻔﺎﻅ ﳐﺘﻠﻔﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻘﻴﺎﻣﺔ‪٤٠ ،‬‬


‫‪٥٠‬‬
ONUNCU HADÎS
İNSANOĞLUNUN DÜNYÂLIK NAFAKASI

Sahîh’te sâbit olduğuna göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuş-


tur: “İnsanoğlu suya ve çamura yaptığı harcama müstesnâ, her harca-
masından ecir kazanır.”1
Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu
Bilesin ki, amellerin sûretleri arazlar; cevherleri ise işleyenlerin
maksadları, bilgileri, inançları ve himmetleridir. Bu hadîs-i şerîf her ne
kadar sîgası itibâriyle mutlak ise de, ahvâl ve karîneler onun özel bir
anlam taşıdığını gösteriyor. O da şudur: Mescid, ribât ve ibâdet yeri
yapmak bu binâları yapana, şüphesiz lehte ve aleyhte ecir kazandırır. Bu
hadîste zikri geçen binâ yapan kimsenin murâdı ise tenezzüh, genişle-
me, dinlenme, riyâ veya süm’a gibi maksadlardan başkası değildir. Eğer
böyle bir binâ yapan kimsenin himmet ve niyeti, maksad ve düşüncesi
bu ise, onun bu niyet ve maksadı bu âlemi aşamaz. Böyle bir binâ için
âhirette ecir ve sevap olmaz. Çünkü onu yapan, yaptığı işin gerisinde bir
âlemi kasdetmemiştir. Onun fiili zâil olacak ârâzdan ibârettir. Buradan
âhirete geçmeyi gerektirecek bir özelliği yoktur. Böyle fiillere ne bir
semere ne de bir ecir vardır. Anla artık! En doğrusunu Allah bilir.13

1. Tirmizî, Kıyâme, 40.

50
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻋﴩ‬
‫ﻣﺴﺎﻓﺔ ﺑﲔ ﺍﻟﺴﲈﻭﺍﺕ ﻭ ﺍﻷﺭﺽ‬
‫ﺟﺎﻟﺲ ﹶﺑﲔ ﺃﺻﺤﺎﺑﹺ ﹺﻪ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ ﹶﺑ ﹾﻴﻨ ﹶﹶﲈ ﹶ‬
‫ﻫﻮ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﻴﺢ‪ :‬ﱠ‬
‫ﺃﻥ‬ ‫ﺍﻟﺼ ﹺﺤ ﹺ‬ ‫ﹶﺛ ﹶﺒ ﹶﺖ ﰱ ﱠ‬
‫ﺍﳉ ﹾﻤ ﹸﺠ ﹶﻤ ﹺﺔ‪،‬‬
‫ﺎﺭ]ﻕ‪ :‬ﻓﺄﺷﺎﺭ[ ﺇﱃ]ﻕ‪ + :‬ﻣﺜﻞ[ ﹸ‬ ‫ﻭﺃﺷ ﹶ‬‫ﺎﺻ ﹰﺔ ﹺﻣﺜ ﹶﹾﻞ ﹶﻫ ﹺﺬ ﹺﻩ‪ ،‬ﹶ‬ ‫ﺭﺻ ﹶ‬ ‫ﺃﻥ ﱃ ﹶ‬ ‫ﻗﺎﻝ‪ :‬ﻟﻮ ﱠ‬ ‫ﹶ‬
‫ﺃﻭ‬ ‫ﻴﻞ‪ ،‬ﻭ ﹶﻟ ﹾﻮ ﱠﺃﳖﺎ ﹸﺃ ﹾﺭ ﹺﺳ ﹶﻠ ﹾﺖ ﹾ‬‫ﺍﻷﺭﺽ ﹶﻗ ﹾﺒ ﹶﻞ ﺍﻟ ﱠﻠ ﹺ‬‫ﹶ‬ ‫ﺖ‬ ‫ﺍﻟﺴ ﹶﲈ ﹺﺀ ﹶﻟ ﹶﺒ ﹶﻠ ﹶﻐ ﹺ‬‫ﺃ ﹾﺭ ﹺﺳ ﹶﻠ ﹾﺖ ﹺ ﹶﻣﻦ ﱠ‬
‫ﹸ‬
‫ﺎﺭ‬ ‫ﺎﺭ ﹾﺕ ﹾﺃﺭ ﹶﺑ ﹺﻌﲔﹶ ﹶﺧ ﹺﺮﻳﻔ ﹰﺎ ﺍﻟ ﱠﻠ ﹶ‬
‫ﻴﻞ ﻭﺍﻟ ﱠﻨ ﹶﻬ ﹶ‬ ‫ﺍﻟﺴ ﹾﻠ ﹺﺴ ﹶﻠﺔ ﹶﻟ ﹶﺴ ﹶ‬
‫ﺱ ﱢ‬ ‫ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹸﺃ ﹾﻟ ﹺﻘ ﹶﻴ ﹾﺖ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﺭ ﹾﺃ ﹺ‬ ‫ﹶ‬
‫ﺃﻥ ﺍ ﹸﳌ ﹶﺮﺍ ﹶﺩ‬
‫ﺁﺧ ﹶﺮ‪ :‬ﱠ‬ ‫ﺣﺪﻳﺚ ﹶ‬ ‫ﹴ‬ ‫ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹶﻗ ﹾﻌ ﹶﺮ ﹶﻫﺎ‪ .‬ﻭ ﹶﻧ ﱠﺒ ﹶﻪ ﰱ‬ ‫ﺃﺻ ﹶﻠ ﹶﻬﺎ‪ ،‬ﺃﻭ ﹶ‬ ‫ﹶﺣ ﱠﺘﻰ ﹶﻳ ﹾﺒ ﹸﻠﻎ ﹾ‬
‫ﺑﹺ ﹶﻘ ﹾﻌ ﹺﺮ ﹶﻫﺎ ﹶﻗ ﹾﻌ ﹸﺮ ﹶﺟ ﹶﻬ ﱠﻨ ﹶﻢ‪.1‬‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬ ‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫]ﺵ‪:‬‬
‫ﺍﻋﻠﻢ ﻣﻦ]ﻉ‪ :‬ﺃﻥ[ ﻣﻌﺮﻓﺔ ﴎ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺗﺒﻨﻰ ﻋﲆ ﻣﻘﺪﻣﺔ ﺛﺎﺑﺘﺔ‬
‫ﻃﺒﻴﻌﻴﺔ ﻋﻨﴫ ﹼﻳﺔ ﻗﺎﺑﻠﺔ‬‫ﹼ‬ ‫ﺛﺎﻧﻴﺔ[ ﴍﻋ ﹰﺎ ﻭﻛﺸﻔ ﹰﺎ‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﺃﻥ ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ ﺍﻟﺴﺒﻊ‬
‫‪2‬‬
‫ﺗﺴﻴﻞ ﻭﺗﺼﲑ ﻭﺭﺩﺓ ﻛﺎﻟﺪﹼ ﻫﺎﻥ‪.‬‬‫ﹸ‬ ‫ﻭﺃﳖﺎ‬‫ﻟﻠﻜﻮﻥ ﻭﺍﻟﻔﺴﺎﺩ‪ ،‬ﱠ‬
‫ﺽ‪ ،‬ﻳﺮﻳﺪ ﺍﻟﺴﲈﺀ ﺍﻷﻭﱃ ﻣﻦ ﻫﻨﺎ ﺍﻟﺬ￯‬ ‫ﻓﻘﻮﻟﻪ‪ :‬ﹺﻣ ﹶﻦ ﺍﻟﺴ ﹶﲈ ﹺﺀ ﺇﹺ ﹶﱃ ﹾ ﹶ‬
‫ﺍﻷ ﹾﺭ ﹺ‬ ‫ﱠ‬
‫ﹶ‬
‫ﺍﻟﻜﺮﳼ ﹺﻷ ﱠﻥ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻘﻌﺮ‬
‫ﻫﻮ ﻓﻠﻚ ﺍﻟﻘﻤﺮ‪ ،‬ﻭﺃﻣﺎ ﺭﺃﺱ ﺍﻟﺴﻠﺴﻠﺔ ﻓﻤﺒﺪﺃﻩ ﻣﻦ ﹸﻣ ﱠ‬
‫ﺮﳼ ﻫﻮ ﺃﺭﺽ ﺍﳉﻨﺔ‪ ،‬ﻭﺳﻘﻔﻬﺎ ﺍﻟﻌﺮﺵ‪.‬‬ ‫ﹸ‬
‫ﺍﻟﻜ ﱡ‬
‫ﻭﺇﺫﺍ ﻛﺎﻧﺖ ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ ﺗﺴﺘﺤﻴﻞ ﻭﺗﺼﲑ ﻣﻦ ﲨﻠﺔ ﺟﻬ ﹼﻨﻢ‪ ،‬ﻓﺎﻷﻋﺮﺍﻑ‬
‫ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﺃﻧﹼﻪ ﹸﺳﻮﺭ ﺑﲔ ﺍﳉ ﱠﻨﺔ ﻭﺍﻟﻨﺎﺭ ﻳﻜﻮﻥ ﻧﻔﺲ ﺟﺮﻡ ﺍﻟﻜﺮﳼ‪ ،‬ﻭﻫﻮ‬
‫]ﺵ‪ -:‬ﻳﻌﻨﻰ‬
‫ﻣﺴﻄﺤﻪ]ﻉ‪ :‬ﺳﻄﺤﻪ[ ﻓﻴﻪ ﺍﻟﺮﲪﺔ‪ .‬ﻳﻌﻨﻰ ﺍﳉ ﹼﻨﺔ‬ ‫ﱠ‬ ‫ﺍﻟﺬ￯ ﺑﺎﻃﻨﻪ ﻳﻌﻨﻰ‬
‫ﺍﳉﻨﺔ[ ﻭﻇﺎﻫﺮﻩ ﻳﻌﻨﻰ ﺍﻟﻮﺟﻪ ﺍﻟﺬ￯ ﻳﲆ ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ ﻭﺍﻷﺭﺽ ﻣﻦ ﻗﺒﻠﻪ‬
‫ﺍﻟﻌﺬﺍﺏ‪ ،‬ﻓﺮﺃﺱﹸ ﺍﻟﺴﻠﺴﻠﺔ ﻣﺒﺪﺃﻩ ﻣﻦ ﻣﻘﻌﹼﺮ ﺍﻟﻜﺮﺳﻰ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﺍﻷﻋﺮﺍﻑ ‪11-a‬‬
‫‪٥١‬‬
ON BİRİNCİ HADÎS
GÖKLERLE YER ARASINDAKİ MESÂFE

Sahîh’te sâbit olmuştur ki: Allah Rasûlü (s.a.) ashâbıyla beraber


otururken kafatası kadar bir şeye işâret ederek şöyle buyurdu: “Şunun
gibi bir kurşunum olsa, gökten yeryüzüne salıverilse geceden önce
yeryüzüne ulaşırdı.” Yahut “o kurşun silsilenin/zincirin baş tarafından
gönderilmiş, ya da salıverilmiş olsa, dünyânın köküne veya dibine va-
rıncaya kadar geceli gündüzlü kırk yıl seyrederdi.” Bir başka hadîste:
“Yerin dibiyle cehennem murâd olduğuna” dikkat çekilmiştir.1

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu


Bilesin ki bu hadîsin sırrını kavramak, şer’an ve keşfen sâbit bir
mukaddimeye bağlıdır. O da şudur: Yedi kat semâ, tabiî ve unsurîdir;
kevn ve fesâda kâbiliyetlidir. Çünkü akıp gider ve nihâyet kızarmış yağ
renginde gül gibi olur.2

Hadîsteki “semâdan yere” sözüyle Efendimiz’in murâdı, dünyânın


birinci kat semâsı olan felekü’l-kamerdir. Silsilenin/zincirin başı kürsînin
dibinden başlamaktadır. Çünkü kürsî, cennete göre arzdır. Cennetin ta-
vanı ise arştır.

Semâvât istihâle geçirir ve cehenneme dâhil olursa o takdîrde bah-


si geçen ve cennetle cehennem arasında sûr olan a’râf, bizzat kürsînin
cirmi/hacmi kadar olur. Kürsînin bâtını yâni tabanı rahmet ve cennet;
zâhirî yâni semâvât ve yeri takip eden yüzü ise azâb tarafıdır, cehennem-
dir. Silsilenin/zincirin başı kürsînin dibindeki a’râftır. Hz. peygamber’in
51
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻋﴩ‬

‫ﺑﻴﺎﻥ ﺗﻔﺎﻭﺕ ﺍﳌﺴﺎﺣﺔ ﺑﻤﻌﻨﻰ ﹶﺃ ﱠﻥ ﻣﺴﺎﻓﺔ ﻣﺎﺑﲔ‬


‫ﻓﻤﺮﺍﺩﻩ ﷺ ﹼﳑﺎ]ﻕ‪:‬ﺑﲈ[ ﺫﻛﺮ ﹸ‬
‫ﺍﻟﺴﲈﺀ ﺍﻷﻭﱃ ﺇﱃ ﺍﻷﺭﺽ ﻳﺴﲑﺓ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺍﳌﺴﺎﻓﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﺑﲔ] [ ﻣﻘﻌﺮ‬
‫ﻉ‪ :‬ﻣﻦ‬

‫ﻭﺇﻥ ﺍﻟﺘﻔﺎﻭﺕ ﺑﲔ ﺍﳌﺴﺎﻓﺘﲔ ﺑﻤﻘﺪﺍﺭ ﻣﺎﺣﺪﹼ ﻩ ﷺ‬‫ﺍﻟﻜﺮﺳﻰ ﺇﱃ ﺍﻷﺭﺽ‪ ،‬ﹼ‬


‫‪١٤‬‬
‫]ﺵ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ ،‬ﻭﻣﺜﹼﻞ ﺑﻪ‪ ،‬ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ ﻭﺍﷲ ﺍﳌﺮﺷﺪ‪.‬‬

‫‪ – 1‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺟﻬﻨﻢ‪ ،٦ ،‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪١٩٧/٢ ،‬‬


‫‪ -2‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺮﲪﺎﻥ )‪ ،(٥٥‬ﺍﻷﻳﺔ‪٣٧:‬‬
‫‪٥٢‬‬
ON BİRİNCİ HADÎS

(s.a.) zikredilenlerden murâdı mesâfenin farklılığını beyandır. Şöyle ki,


birinci semâ ile yer arasındaki mesâfe, kürsînin dibi ile yer yüzü arasın-
daki mesâfeye nisbetle çok azdır. Çünkü iki mesâfe arasındaki farklılık
Hz. Peygamber’in (s.a.) tahdîd ve temsîl buyurduğu ölçüdedir. Bunu
artık bil, yol gösteren Allah’tır.14

1. Tirmizî, Cehennem, 6; İbn Hanbel, II, 197.


2. Bkz. er-Rahmân, 55/37.

52
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻋﴩ‬
‫ﺩﺭﺟﺔ ﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ ﺍﻟﺮﻓﻴﻌﺔ‬
‫ﺎﺱ ﹶﺭ ﹸﺟ ﹲﻞ ﹶﻗ ﹶﺘ ﹶﻞ‬ ‫ﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ‪ ،‬ﺃ ﱠﻧﻪ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹶ ﱡ‬
‫ﴍ ﺍﻟ ﱠﻨ ﹺ‬ ‫]ﻕ‪ +:‬ﻣﻦ ﺍﳉﺎﻣﻊ[ ﹶﺛ ﹶﺒ ﹶﺖ ﹶﻋ ﹾﻦ ﹶﺭ ﹸﺳ ﹺ‬
‫ﹶﻧﺒﹺ ﱠﻴ ﹰﺎ ﺃﻭ ﹶﻗ ﹶﺘ ﹶﻠ ﹸﻪ ﹶﻧﺒﹺ ﱞﻲ‪.1‬‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬
‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﺍﻟﺒﻐﺾ ﻭﺍﻟﻌﺪﺍﻭﺓ ﻭﺍﻟﻨﻔﺮﺓ ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﻣﺎﺑﻪ ﻳﻤﺘﺎﺯ ﻛﻞ‬
‫ﻟﻠﻤﺤﺒﺔ ﻗﻮﺓ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﳌﺘﻨﺎﻓﺮ ﹾﻳﻦ ﻋﻦ ﺍﻵﺧﺮ‪ ،‬ﻛﲈ ﺃﻥ ﺍﳌﻮﺟﺐ‬‫ﹶ‬ ‫ﻭﺍﺣﺪ ﻣﻦ‬
‫ﺑﲔ ﺍﳌﺘﺤﺎ ﹼﺑﲔ ﺑﻤﻘﺘﴣ ﻏﻠﺒﺔ ﺣﻜﻢ ﻣﺎﺑﻪ ﹼ‬
‫ﺍﻻﲢﺎﺩ ﺍﻟﻘﺎﴇ ﺑﻌﺪﻡ ﺍﳌﻐﺎﻳﺮﺓ‪.‬‬
‫ﺗﻘﺮﺭ ﻫﺬﺍ ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ]ﻕ‪ + :‬ﻋﻠﻴﻬﻢ ﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﳍﻢ ﺍﻟﴩﻑ ﺍﻟﺮﻓﻴﻊ‬
‫ﻭﺇﺫﺍ ﹼ‬
‫ﺍﳌﻨﺎﺭ‪ ،‬ﻭﺩﺭﺟﺎﺕ ﻣﻦ ﺩﻭﳖﻢ ﻣﻦ ﲨﻬﻮﺭ ﺍﻟﻨﺎﺱ ﺗﺘﻔﺎﻭﺕ]ﺵ‪ :‬ﻳﺘﻔﺎﻭﺕ[ ﰱ‬
‫ﺍﻟﻌﹸﻠﹸﻮﹼ ﻭﺍﻟﻨﺰﻭﻝ ﺑﺤﺴﺐ ﺍﻟﻘﺮﺏ ﻣﻦ ﺩﺭﺟﺎﺕ ﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ ﻭ ﹸﺑﻌﺪﻫﺎ ﻋﻨﻬﺎ‪،‬‬
‫ﹸ‬
‫ﻓﺄﻧﺰﻝ ﺍﻟﻨﺎﺱ ﺩﺭﺟﺔ ﻫﻮ ﺍﳌﻘﺎﺑﻞ‪ ،‬ﻷﻧﹼﻪ ﻻ‬ ‫ﻭﺃﻗﺮﺏ‪ ،‬ﻭﺑﻌﻴﺪ ﻭﺃﺑﻌﺪ‪،‬‬
‫ﹸ‬ ‫ﻓﻘﺮﻳﺐ‬
‫ﹶﺖ‬‫ﺗﻌﻴﻨ ﹾ‬
‫ﺍﻟﺘﺎﻡ ﺇﻻ ﻣﻦ ﻫﻮ ﰱ ﺃﻧﺰﻝ ﺍﻟﺪﹼ ﺭﺟﺎﺕ‪ ،‬ﻭﺇﺫﺍ ﹼ‬‫ﺍﻟﻌ ﱢﻠﻮ ﹼ‬
‫ﻳﻘﺎﺑﻞ ﺻﺎﺣﺐ ﹸ‬
‫]ﺃﻛﻤﻠﺖ[‬
‫ﻣﻨﺰﻟﺘﻪ ﰱ ﻣﻘﺎﻡ ﺍﳌﻘﺎﺑﻠﺔ ﻋﺎﺩ￯]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻋﺎﺩ[ ﺍﻟﻌﺎﱃ ﺟﺪﺍ‪ ،‬ﻭﺇﺫﺍ ﻛﻤﻠﺖ‬
‫ﺍﻟﻀﺪﱠ ﻳﻄﻠﺐ ﺇﺯﺍﻟﺔ ﺿﺪﹼ ﹺﻩ‪ ،‬ﻫﺬﻩ ﺻﻔﺔ‬‫ﺍﳌﻀﺎﺩﺓ]ﺵ‪ :‬ﺍﳌﻀﺎ ﹼﺩﺩﺓ[ ﻭﻗﻊ ﺍﻟﻘﺘﻞ‪ ،‬ﻷﻥ ﹺ‬
‫ﺒﻲ‪.‬‬‫ﻗﺎﺗﻞ ﺍﻟ ﹼﻨ ﹼ‬
‫ﺍﺏ ﺍﳊﻖ‬‫ﻧﺒﻲ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﻣﻦ ﺃﺟﻞ ﺃﻥ ﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ ﹸﻧ ﹼﻮ ﹸ‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﹺ ﹼ‬
‫ﺍﻟﴪ ﻓﻴﻤﻦ ﻗﺘﻠﻪ ﱞ‬
‫ﺍﻟﺮﲪﺔ ﺑﺎﳋﻠﻖ‪ ،‬ﻓﻬﻢ ﳎﺒﻮﻟﻮﻥ ﻋﲆ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻭﺳﺒﺐ ﺑﻌﺜﺘﻬﻢ‬
‫ﹸ‬ ‫ﻭﻣﻈﺎﻫﺮ ﺭﲪﺘﻪ‪،‬‬
‫ﺍﻟﺸﻔﻘﺔ ﻋﲆ ﺍﳋﻠﻖ‪ ،‬ﻭﻣﺄﻣﻮﺭﻭﻥ ﺑﺈﺭﺷﺎﺩﻫﻢ ﻭﲣﻠﻴﺼﻬﻢ ﻣﻦ ﻇﻠﲈﺕ‬
‫ﺍﻟﻜﻔﺮ ﻭﺍﳉﻬﻞ ﻭﺍﻟﺸﻜﻮﻙ‪ ،‬ﻭﺃﺷﺪﹼ ﺍﻟﻨﺎﺱ ﺣﺮﺻ ﹰﺎ ﻋﲆ ﺍﻫﺘﺪﺍﺋﻬﻢ‪،‬‬
‫‪٥٣‬‬
ON İKİNCİ HADÎS
PEYGAMBERLERİN YÜKSEK DERECESİ

Allah Rasûlü’nün (s.a.) şöyle buyurduğu sâbit olmuştur: “İnsan-


ların en kötüsü bir peygamberi öldüren, ya da bir peygamber tarafından
öldürülendir.”1

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu


Bilesin ki buğz, adâvet ve nefret, karşılıklı birbirinden nefret eden iki
kişiden birini diğerinden ayıran hükümlerdendir. Sevgiyi gerekli kılan şey de
sevenler arasındaki kuvvetli münâsebettir. Bu münâsebet, mugâyereti/ayrılığı
ortadan kaldıran, ittihâdı sağlayan hükmün galebesi gereği ortaya çıkar.
Bu iyice takarrür ettiyse bilesin ki, peygamberlerin yüce ve nurlu bir şerefi
vardır. Peygamberlerden sonra gelen insanların da peygamberlerin derecelerine
yakınlık ve uzaklığı ölçüsünde yükseklik ve nüzûlde farklı dereceleri vardır. Ba-
zıları karîb/yakın, bazıları daha yakın iken bazıları uzak, bazıları daha da uzaktır.
İnsanların en düşük derecelisi mukâbil/karşı çıkandır. Çünkü üstün ve tam yücelik
sâhibi olana insanların ancak düşük tabîatlı olanı mukâbil olur/karşı çıkar. Kar-
şı çıkma sırasında derecesinin düşüklüğü zâhir olunca bu sefer karşı çıkma düş-
manlığa dönüşür. Düşmanlık tam bir zıdlık şeklinde kemâle erince artık “katil”
meydana gelir. Karşı çıkan bu kişi, o yüce insanı öldürür. Çünkü zıdlık zıddı olan
kimseyi ortadan kaldırmayı ister. Bu, peygamber kâtili olan kimsenin özelliğidir.
Bir peygamber tarafından öldürülen kimsenin insanların en şerlisi olma-
sındaki sırra gelince, peygamberlerin, Hakk’ın nâibi ve rahmetinin mazharı olu-
şudur. Peygamberlerin gönderilişi Hakk’ın halka rahmeti eseridir. Bu yüzden
peygamberler halka karşı şefkatle dolu bir tabîata sâhiptirler ve onlar halkın
irşâdı ile onları küfür, cehâlet ve şüphe karanlıklarından kurtarmakla memurdur-
lar. İnsanların doğru yola yönelmesine pek harîs/tutkundurlar. Basîret-i tâmme
53
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻋﴩ‬

‫‪11-b‬‬ ‫ﻭﳍﻢ ﻋﻠﻴﻬﻢ ﺍﻟﺴﻼﻡ ‪ /‬ﺍﻟﺒﺼﲑﺓ ﺍﻟﺘﺎ ﹼﻣﺔ ﻓﻼ ﻳﻘﺪﻣﻮﻥ ﻋﲆ ﻗﺘﻞ ﺃﺣﺪ ﺇﻻ‬
‫ﺳﺒﺐ ﳌﺰﻳﺪ ﺷﻘﺎﺋﻪ ﻭﺗﻌﺪﹼ ￯‬ ‫ﱡ‬
‫ﻭﺍﻟﺘﻴﻘﻦ ﺑﺄﻥ ﺣﻴﺎﺗﻪ ﹲ‬ ‫ﺑﻌﺪ ﺍﻟﻴﺄﺱ ﻣﻦ ﻓﻼﺣﻪ‪،‬‬
‫ﴐﺭﻩ ﺇﱃ ﻣﻦ ﻟﻪ ﺃﻫﻠﻴﺔﹸ ﺍﻟﱰﻗﻰ ﰱ ﺩﺭﺟﺎﺕ ﺍﻟﺴﻌﺎﺩﺓ‪ ،‬ﻓﻘﺘﻠﻬﻢ ﻣﻦ ﻗﺘﻠﻮﺍ‬
‫ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﺮﲪﺔ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ‪.‬‬
‫ﻛﻞ ﻧﺒﻰ ﻣﺮﺳﻞ ﻣﻈﻬﺮ ﹰﺍ ﻟﺒﻌﺾ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﺮﲪﺔ ﻛﺎﻧﺖ‬ ‫ﻭﳌﹼﺎ ﻛﺎﻥ ﹼ‬
‫ﻧﺒﻴﻨﺎ ﷺ‬ ‫ﺭﺳﺎﻟﺘﻪ ﻣﻘﻴﺪﺓ ﻭﻣﻘﺼﻮﺭﺓ ﻋﲆ ﻃﺎﺋﻔﺔ ﳐﺼﻮﺻﺔ‪ ،‬ﻭﳌﹼﺎ ﻛﺎﻥ ﱡ‬
‫ﻣﻈﻬﺮ ﺣﻘﻴﻘﺔ]ﻕ‪ +:‬ﺍﻝ[ ﺍﻟﺮﲪﺔ ﻛﺎﻧﺖ ﺑﻌﺜﺘﻪ ﻋﺎ ﹼﻣﺔ‪ ،‬ﻭﻗﻴﻞ ﻓﻴﻪ‪ :‬ﹶﻭ ﹶﻣﺎ ﹶﺃ ﹾﺭ ﹶﺳ ﹾﻠﻨ ﹶ‬
‫ﹶﺎﻙ‬
‫ﻭﺗﻢ ﻇﻬﻮﺭ ﺣﻜﻢ ﺭﲪﺎﻧﻴﺘﻪ ﺑﺎﻟﺸﻔﺎﻋﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﲠﺎ ﻳﻈﻬﺮ‬ ‫ﲪ ﹰﺔ ﱢﻟ ﹾﻠ ﹶﻌ ﹶﺎﳌﹺﲔﹶ ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺇﹺ ﱠﻻ ﹶﺭ ﹾ ﹶ‬
‫‪2‬‬

‫ﺳﻴﺎﺩﺗﻪ ﻋﲆ ﲨﻴﻊ ﺍﻟﻨﺎﺱ ﺣﺘﻰ ﺃﻥﹼ ﻣﻦ ﻳﻜﻮﻥ ﻟﻪ ﺩﺭﺟﺔ ﺍﻟﺸﻔﺎﻋﺔ ﻣﻦ‬


‫ﺍﳌﻼﺋﻜﺔ ﻭﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ ﻭﺍﻷﻭﻟﻴﺎﺀ ﻭﺍﳌﺆﻣﻨﲔ ﻻﻳﺸﻔﻌﻮﻥ ﺇﻻ ﺑﻌﺪﻩ‪ ،‬ﻓﺎﻓﻬﻢ‬
‫ﴎ ﺟﻮﺍﻣﻊ ﺍﻟﻜﻠﻢ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﺃﺩﺭﺝ ﷺ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﻮﺟﻴﺰ ﺍﻟﻠﻔﻆ‬ ‫ﻭﺗﺪ ﹼﺑﺮ ﹼ‬
‫ﺗﻌﻈﻴﻤﻚ‬
‫ﹶ‬ ‫ﺗﺘﻨﺒﻪ ﻟﺒﻌﺾ ﻛﲈﻻﺗﻪ‪ ،‬ﻓ ﹶﻴ ﹾﻨ ﹸﻤﻮ‬
‫ﻣﻦ ﺍﻷﴎﺍﺭ ﻭﺍﻟﻔﻮﺍﻳﺪ ﺍﻟﻨﻔﺴﻴﺔ ﹼ‬
‫‪١٥‬‬
‫ﺇ ﹼﻳﺎ ﹸﻩ ﻭﺍﳌﻮ ﱢﻓﻖ ﻫﻮ ﺍﷲ‪.‬‬

‫‪ – 1‬ﺃﻧﻈﺮ ﻟﺸﺒﻴﻪ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳌﺴﻨﺪ ﻷﲪﺪ ﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪٤٠٧/١ ،‬‬


‫‪ – 2‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ )‪ ،(٢١‬ﺍﻷﻳﺔ‪١٠٧ :‬‬
‫‪٥٤‬‬
ON İKİNCİ HADÎS

sâhibidirler. Bir kimsenin doğru yolu bulup felâha ermesinden ümîd kesmedik-
çe ve yaşaması şakâvetini arttırmaktan, saâdet mertebelerinde ilerlemeye kabi-
liyetli insanlara zararlı olmaktan başka bir işe yaramadığını yakînen bilmedikçe,
hiçbir kimseyi öldürmezler. Peygamberlerin öldürdükleri kimseleri öldürmeleri
bir tür rahmet hükmüdür.
Her peygamber rahmet ahkâmından bir kısmının mazharı olduğu
için peygamberlikleri de mukayyed ve belli bir grupla sınırlı kalmıştır.
Peygamberimiz (s.a.) ise rahmet hakîkatinin mazharı olduğu içindir ki
onun peygamberliği âmmeye şâmildir. Bu yüzden hakkında: “Biz seni
ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik”2 buyurulmuştur. Allah`ın
Rahmâniyyet hükmünün zuhûru, onun bütün insanlığın efendisi ol-
masını gerekli kılan şefâati ile tamamlanmıştır. Şefâate ehil bulunan
meleklerin, nebîlerin ve velîlerin ancak onun şefâatinden sonra şefâat
hakkı elde edebilmeleri, onun seyyidliğine delîldir. Bunu anla ve Hz.
Peygamber’in (s.a.) “cevâmiu’l-kelim” olmasının sırrını; bu hadîste Hz.
Peygamber’in (s.a.) vecîz lâfızlarla ifâde buyurduğu sırları ve hüküm-
leri düşün! Onun kemâlâtını kavramaya dikkat et ki, ona olan saygın
artsın. Başarıya ulaştıran Allah’tır.15

1. Krş. İbn Hanbel, I, 407.


2. el-Enbiyâ, 21/107.

54
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﻋﴩ‬
‫ﺃﴎﺍﺭ ﺍﻟﻮﺿﻮﺀ ﻭ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭ ﺍﻟﺼﱪ ﻭ ﺍﻟﺼﺪﻗﺔ‬
‫ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ ﻗﺎﻝ‪:‬‬ ‫ﹶ‬ ‫ﺃﻥ‬‫ﺍﻷﺷ ﹶﻌ ﹺﺮ￯ ﱠ‬‫ﻚ ﹾ‬ ‫]ﻕ‪ +:‬ﻣﻦ ﺻﺤﻴﺢ ﻣﺴﻠﻢ[ ﹶﻋ ﹾﻦ ﺃﺑﹺﻰ ﹶﻣﺎﻟﹺ ﹴ‬
‫ﺍﻹﻳﲈﻥ‪ ،‬ﹶ‬
‫ﻭﺍﳊ ﹾﻤﺪﹸ‬ ‫ﹺ‬ ‫»ﺍﻟﻮﺿﻮﺀ ﹶﺷ ﹾﻄ ﹸﺮ‬
‫ﹸ‬ ‫ﺍﻹﻳﲈﻥ«‪ ،‬ﻭﰱ ﺭﻭﺍﻳﺔ‪:‬‬ ‫ﹺ‬ ‫ﻮﺭ ﺷﻄﺮ‬ ‫ﱠ‬
‫»ﺍﻟﻄ ﹸﻬ ﹸ‬
‫ﻳﻤﻸ]ﻉ‪ :‬ﲤﻸ[ ﻣﺎﺑﲔﹶ‬ ‫ﻳﻤﻶﻥ ﺃﻭ ﹸ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﺎﻥ ﺍﷲﹺ ﻭﺍﳊﻤﺪﹸ ﷲﹺ‬ ‫ﻭﺳ ﹾﺒ ﹶﺤ ﹶ‬ ‫ﹶ‬
‫ﺍﳌﻴﺰﺍﻥ‪ ،‬ﹸ‬ ‫ﻸ‬‫ﷲﹺ ﹶﻳ ﹾﻤ ﹸ‬
‫ﱪ ﹺﺿ ﹶﻴ ﹲﺎﺀ‪،‬‬ ‫ﻭﺍﻟﺼ ﹾ ﹸ‬
‫ﺎﻥ ﱠ‬ ‫ﻭﺍﻟﺼﺪﹶ ﹶﻗ ﹸﺔ ﹸﺑ ﹾﺮ ﹶﻫ ﹲ‬
‫ﻮﺭ‪ ،‬ﱠ‬ ‫ﻭﺍﻟﺼﻼ ﹸﺓ ﹸﻧ ﹲ‬
‫ﻭﺍﻷﺭﺽ‪ ،‬ﱠ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﹺ‬
‫ﻤﻮﺍﺕ‬ ‫ﺍﻟﺴ‬
‫ﱠ‬
‫ﺁﻥ ﹸﺣ ﱠﺠ ﹲﺔ ﹶﻟ ﹶﻚ ﹶﺃ ﹾﻭ ﹶﻋ ﹶﻠ ﹾﻴ ﹶﻚ‪ ،‬ﹸﻛ ﱡﻞ ﺍﻟ ﱠﻨ ﹺ‬
‫ﺎﺱ ﹶﻳﻐﹾ ﺪﹸ ﻭ ﹶﻓ ﹶﺒﺎﻳﹺ ﹲﻊ ﹶﻧ ﹾﻔ ﹶﺴ ﹸﻪ ﹶﻓ ﹸﻤ ﹾﻌﺘﹺ ﹸﻘ ﹶﻬﺎ ﺃﻭ‬ ‫ﻭﺍﻟﻘ ﹾﺮ ﹸ‬
‫ﹸ‬
‫ﹸﻣﻮﺑﹺ ﹸﻘ ﹶﻬﺎ‪.«1‬‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬
‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﻭﻟﻜﻞ ﻭﺍﺣﺪ ﻣﻦ ﺍﻟﺼﻮﺭﺓ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﻟﻺﻳﲈﻥ ﺻﻮﺭ ﹰﺓ ﻭﺭﻭﺣ ﹰﺎ‪،‬‬
‫ﻭﺍﻟﺮﻭﺡ ﺻﻔﺘﺎﻥ‪ ،‬ﻟﻜﻞ ﺻﻔﺔ ﺣﻜﲈﻥ‪ ،‬ﻭﺻﻔﺘﺎ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻓﺼﻔﺘﺎ[ ﺻﻮﺭﺓ ﺍﻹﻳﲈﻥ‬
‫ﺍﳌﻌﱪ ﻋﻨﻬﲈ ﺑﻘﻮﳍﻢ‪ :‬ﺍﻹﻳﲈﻥ ﺇﻗﺮﺍﺭ ﺑﺎﻟﻠﺴﺎﻥ ﻭﻋﻤﻞ ﺑﺎﻷﺭﻛﺎﻥ‪ ،‬ﻭﻟﻪ‬ ‫ﳘﺎ ﱢ‬
‫ﺻﺤﺔ ﺍﻹﻗﺮﺍﺭ ﻭﺍﻟﻌﻤﻞ‪ ،‬ﻭﳘﺎ ﺍﻟ ﹼﻨﻴﺔ‬ ‫ﴍﻃﺎﻥ ﻣﻌﻨﻮ ﱠﻳﺎﻥ ﻋﻠﻴﻬﲈ ﻳﺘﻮ ﱠﻗﻒ ﱠ‬
‫‪12-a‬‬ ‫ﻭﺍﻹﺧﻼﺹ ﷲ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ‪ /‬ﺇﺫ ﲠﲈ ﻳﺜﺒﺖ ﺍﻻﻧﻘﻴﺎﺩ ﺍﳌﺤﻘﻖ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺘﻤﻴﻴﺰ ﺑﲔ‬
‫ﺍﳌﺆﻣﻦ ﻭﺍﳌﻨﺎﻓﻖ ﻭﳍﺬﻳﻦ ﺍﻟﴩﻃﲔ ﺣﻜﲈﻥ‪ :‬ﺃﺣﺪﳘﺎ ﺯﻣﺎﲏﹼ‪ ،‬ﻭﺍﻵﺧﺮ‬
‫ﻭﺍﳊﺞ ﻭﻧﺤﻮ‬‫ﹼ‬ ‫ﻣﻜﺎﻧﻰ‪ .‬ﻓﺎﻟﺰﻣﺎﻧﻰ ﻛﺄﻭﻗﺎﺕ ﺍﻟﺼﻠﻮﺍﺕ ﻭﻣﻮﺳﻢ ﺍﻟﺼﻮﻡ‬
‫ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻭﺍﳌﻜﺎﻧﻰ ﻛﺎﺳﺘﻘﺒﺎﻝ ﺍﻟﻘﺒﻠﺔ ﻭﻭﺟﻮﺏ ﺍﺟﺘﻨﺎﺏ ﺍﻟﺼﻼﺓ ﰱ ﺍﻟﺒﻴﻊ‬
‫ﺍﳌﺼﻮﺭﺓ ﻭﺍﳌﻮﺍﺿﻊ ﺍﻟﻨﺠﺴﺔ ﻭﻧﺤﻮ ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻭﰱ ﺍﳊﺞ ﳚﺘﻤﻊ ﺃﺣﻜﺎﻡ‬
‫ﺍﻟﺰﻣﺎﻥ ﻭﺍﳌﻜﺎﻥ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫‪٥٥‬‬
ON ÜÇÜNCÜ HADÎS
ABDEST, NAMAZ, SABIR VE SADAKANIN SIRLARI

Ebû Mâlik el-Eş’arî’den (r.a.) rivâyete göre Hz. Peygamber (s.a.)


şöyle buyurmuştur: “Temizlik îmânın yarısıdır.” Bir başka rivâyette:
“Abdest îmânın yarısıdır. el-Hamdü lillâh mîzânı doldurur. Subhânallah
ve el-Hamdü lillâh semâvat ile yer arasını doldurur. Namaz nûrdur. Sa-
daka burhândır. Sabır ziya/ışıktır. Kur’an senin lehinde ya da aleyhinde
bir huccettir. Bütün insanlar nefislerini pazara sunmak üzere sabahlar-
lar; nefislerini ya âzâd ederler, ya da helâk ederler.”1

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu

Bilesin ki îmânın bir sûreti bir de rûhu vardır. Sûret ve rûhun da


kendilerine âid iki sıfatı, her sıfatın da iki hükmü vardır. Îmânın sûretinin
iki sıfatı, “îmân; dil ile ikrâr, erkân ile ameldir” târifinde anlatılan özel-
liklerdir. Dil ile ikrâr ve erkân ile amelin sıhhatinin bağlı bulunduğu iki
mânevî şart vardır ki o da niyet ve ihlâstır. Çünkü mümin ile münâfığın
arasını tefrîk tam bir inkıyâd ile sâbit olur. Bu iki şartın biri zamana
biri mekâna âid olmak üzere iki hükmü vardır. Zamana âid olan hüküm
namaz vakitleri, oruç ve hac mevsimi ile benzerleridir. Mekâna âid olan
ise kıbleye yönelmek, resim bulunan kiliseler ile benzeri necis yerlerde
namaz kılmaktan sakınmak gibi şeylerdir. Hacda ise zaman ve mekâna
âid hükümlerin her ikisi aynı anda bulunur. Anla!
55
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﻋﴩ‬

‫ﺛﻢ ﻧﺮﺟﻊ ﺇﱃ ﺗﻔﺼﻴﻞ ﺑﻘﻴﺔ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﺘﺼﺪﻳﻖ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﺭﻭﺡ ﺍﻹﻳﲈﻥ‬


‫ﲏ ﻳﻨﻘﺴﻢ ﺇﱃ ﻗﺴﻤﲔ‪:‬‬ ‫ﻭ ﻟﻮﺍﺯﻣﻪ ﻓﻨﻘﻮﻝ‪ :‬ﺍﻟﺘﺼﺪﻳﻖ ﺍﻹﻳﲈ ﹼ‬
‫ﺗﺼﺪﻳﻖ ﺍﳉﻤﲆ ﻭﻫﻮ ﺗﺼﺪﻳﻖ ﺍ ﹸﳌﺨﱪ ﺍﻟﺼﺎﺩﻕ ﻋﲆ ﻭﺟﻪ ﻛﲇ‪ ،‬ﺇ ﹼﻣﺎ‬
‫ﺑﺄﻣﺮ ﳚﺪﻩ ﰱ ﻧﻔﺴﻪ ﺩﻭﻥ ﺳﺒﺐ ﺧﺎﺭﺟﻰ ﺃﻭ ﻳﻜﻮﻥ ﺍﳌﻮﺟﺐ ﻟﻪ ﺁﻳﺔ ﺃﻭ‬
‫ﻣﻌﺠﺰﺓ‪.‬‬
‫ﻭﺍﻟﻘﺴﻢ ﺍﻵﺧﺮ ﺗﺼﺪﻳﻖ ﺗﻔﺼﻴﲆ ﹸﻣ ﹾﻨ ﹶﺴ ﹺﺤﺐ ﺍﳊﻜﻢ ﻋﲆ ﺃﻓﺮﺍﺩ‬
‫ﺇﺧﺒﺎﺭﺍﺕ ﺍﳌﺨﱪ ﺍﻟﺼﺎﺩﻕ]ﺵ‪،‬ﻉ‪ :‬ﺍﳌﺼﺪﹼ ﻕ[‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﻳﺘﻀﻤﻨﻪ ﻣﻦ ﺍﻷﻣﻮﺭ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪:‬‬
‫ﺍﳌﺤﻜﻮﻡ ﺑﻮﻗﻮﻋﻬﺎ‪ ،‬ﻭﻳﺘﺒﻊ ﺫﻟﻚ ﺭﻏﺒﺔ ﺃﻭ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻭ[ ﺭﻫﺒﺔ ﺗﻮﺟﺒﺎﻥ‬
‫ﹸ‬
‫ﺍﻟﺼﺎﺩﻕ ﺑﺈﺧﺒﺎﺭﺍﺗﻪ ﻣﻦ ﺗﻔﺎﺻﻴﻞ ﺍﻟﻮﻋﺪ‬ ‫ﻗﺮﻥ ﺍ ﹸﳌ ﹾﺨ ﹺﱪ‬
‫ﺍﺳﺘﺤﻀﺎﺭ ﻣﺎ ﹶ‬
‫ﻳﻮﺟﺒﺎﻥ[‬

‫ﻭﺍﻟﻮﻋﻴﺪ‪.‬‬
‫ﻗﺼﺔ‬
‫ﰊ ﹼ‬ ‫ﻭﳍﺬﺍ ﺍﻻﺳﺘﺤﻀﺎﺭ ﺩﺭﺟﺎﺕ‪ ،‬ﺃﻋﻼﻫﺎ ﰱ ﻣﻘﺎﻡ ﺍﻹﻳﲈﻥ ﺍﳊﺠﺎ ﹼ‬
‫ﺣﺎﺭﺛﺔ‪ 2‬ﻣﻊ ﺍﻟ ﱠﻨﺒﻰ ﷺ‪ ،‬ﺍﻟﻮﺍﺭﺩﺓ ﰱ ﺍﳊﺪﻳﺚ‪ ،3‬ﻭﻫﻮ ﻣﻘﺎﻡ ﺣﻘﻴﻘﺔ ﺍﻹﻳﲈﻥ‬
‫ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﻭﺭﺍﺀ ﺣﻘﻪ ﻭﻓﻮﻗﻪ ﻣﻘﺎﻡ ﺍﻟﻌﻴﺎﻥ ﻋﲇ]ﻉ‪ :‬ﻣﻊ[ ﺍﺧﺘﻼﻑ ﻣﺮﺍﺗﺒﻪ‬
‫]ﻕ‪ + :‬ﻭﻛﻞ ﻭﺍﺣﺪ ﻣﻦ ﺍﻟﺮﻏﺒﺔ ﻭﺍﻟﺮﻫﺒﺔ ﻳﻨﻘﺴﻢ ﺇﱃ ﻗﺴﻤﲔ ﺭﻏﺒﺔ ﻭ ﺭﻫﺒﺔ ﻳﻨﺘﺠﻬﲈ ﺑﻌﺪ ﺍﻟﺘﺼﺪﻳﻖ ﺧﻮﻑ‬
‫ﻭﺩﺭﺟﺎﺗﻪ‬
‫ﻭﺛﻢ ﺭﻏﺒﺔ ﻭﺭﻫﺒﺔ ﻣﻮﺟﺒﻬﲈ]ﻉ‪ :‬ﻳﻮﺟﻮﲠﲈ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻳﻮﺟﺒﻬﲈ[ ﻋﻠﻢ ﳏ ﹼﻘﻖ‬ ‫ﱠ‬
‫ﻭ ﺭﺟﺎﺀ ﳘﺎ ﺻﻔﺘﺎ ﺍﳌﺆﻣﻦ[‬

‫ﻭﻣﺸﺎﺭﻛﺔ ﻟﻠﻤﺨﱪ ﺍﻟﺼﺎﺩﻕ ﰲ ﻣﻌﺎﻳﻨﺔ ﻣﺎ ﺃﺧﱪ ﻋﻨﻪ‪ ،‬ﻭﻛﻴﻔﻴﺔ ﲢﺼﻴﻠﻪ‬


‫ﺃﻋﻨﻰ ﻣﻮﺟﺒﺎﺕ ﺍﻟﺮﻏﺒﺔ ﻭﺍﻟﺮﻫﺒﺔ‪.‬‬
‫ﻓﺘﺼﲑ ﺭﻏﺒﺔ ﻣﻦ ﻫﺬﺍ ﺷﺄﻧﻪ ﻟﻴﺴﺖ ﺭﻏﺒﺔ ﺭﺟﺎﺀ‪ ،‬ﺇﻧﲈ ﻫﻰ ﺳﻌﻰ ﰱ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﻳﺼﲑ‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﻏﻠﻂ[‬
‫ﺍﻟﻈﻔﺮ ﻭﺍﻟﻔﻮﺯ ﺑﺄﻣﺮ ﳏ ﹼﻘﻖ ﻭﺍﺟﺐ ﺍﳊﺼﻮﻝ‪ ،‬ﻭﺗﺼﲑ‬
‫ﱰﺯ ﺑﻤﻮﺟﺐ ﺣﻜﻤﻪ‬ ‫ﺭﻫﺒﺘﻪ ﺃﻳﻀﺎﹰ ﺧﺸﻴﺔﹰ ﻻﺧﻮﻓﺎﹰ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﺍﳋﻮﻑ ﺻﻔﺔ ﺍ ﹸﳌﺤ ﹺ‬
‫ﺍﻟﻄﺐ ﻣﻊ ‪12-b‬‬
‫ﱠ‬ ‫‪ /‬ﺑﺈﻣﻜﺎﻥ ﻭﻗﻮﻉ ﻣﺎ ﺫﻛﺮ ﻟﻪ ﻛﺤﺎﻝ ﺍﳌﺮﻳﺾ ﺍﻟﺬ￯ ﻻ ﻳﻌﺮﻑ‬
‫ﱪﺗﹺ ﹺﻪ ﺑﺎﻟﻄﺐ‪ ،‬ﻭﺍﳋﺸﻴﺔ ﺻﻔﺔ‬ ‫ﺍﻟﻄﺒﻴﺐ ﺍﻟﺬ￯ ﻳﻌﺘﻘﺪ ﺻﺪﻗﻪ ﻭﻛﲈﻝ ﹺﺧ ﹾ ﹶ‬
‫‪٥٦‬‬
ON ÜÇÜNCÜ HADÎS

Sonra tekrar başa dönerek îmânın rûhu ve gereği olan kalb ile
tasdîk konusunun geri kalan kısmını açıklayalım. Deriz ki tasdîk-ı îmânî
iki türlüdür:
1- Muhbir-i Sâdık’ı (s.a.) küllî olarak tasdîk. Bu, ya kişinin
hâricî bir sebep bulunmaksızın gönlünde duyduğu bir şey sebebiyle ya
da tasdîki gerekli kılan bir delîl veya mûcize ile olur.
2- Muhbir-i Sâdık’ın haberlerini tafsîli olarak tasdîk. Bu da
haberlerin ayrıntılarını ve vukûuna hükmedilen işlere âid durumu içine
alır. Bunun peşinden Muhbir-i Sâdık’ın haberlerinin beraberinde zik-
rettiği vaad ve vaîdin tafsîlâtını kalb ve zihinde tutmayı/istihzâr gerekli
kılan rağbet ve rehbet gelir.
İstihzârın/kalb ve zihinde bulunan duygunun dereceleri vardır.
En yüce derecesi îmân-ı hicâbî makâmında Hz. Peygamber (s.a.)
ile Hârise 2 [b. Mâlik el-Ensârî] arasında meydana gelen olayda anla-
tıldığı şekildedir.3 O da îmânın hakkının gerisinde bulunan hakîkatü’l-
îmân makâmıdır. Bunun üstünde muhtelif derece ve mertebeleri ile ıyân
makâmı vardır. Sonrasında rağbet ve rehbet vardır ki, onu gerekli kılan
tahkîkî ilim ile Muhbir-i Sâdıkın haber verdikleri ve bunların elde edil-
me keyfiyetini; yâni rağbet ve rehbeti doğuran şeyleri görmeye ortak
olmaktır.
Böyle bir rağbet beklenti rağbeti olmaz. Bu rağbet mutlaka mey-
dana gelecek bir işle başarıya ve zafere ulaşmak için çalışmaktır. Böy-
lelerinin rağbeti recâ olmadığı gibi haşyeti de havf olmaz. Çünkü havf,
kendisine anlatılan şeyin vukûunu mümkün görerek bu hükmün gere-
ğinden sakınan kimsenin sıfatıdır. Havf tıp bilmeyen bir hastanın, sö-
züne güvendiği, mahâretine inandığı bir doktorun yanındaki durumuna
benzer bir korkudur. Haşyet, gıdaların; yiyecek ve içeceklerin fayda
56
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﻋﴩ‬

‫ﺑﻤﻀﺎﺭ ﺍﻷﻏﺬﻳﺔ ﻭﺍﳌﺸﺎﺭﺏ]ﻉ‪ :‬ﺍﻷﴍﺑﺔ[‪ ،‬ﻭﻣﻨﺎﻓﻌﻬﲈ‪،‬‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻄﺒﻴﺐ ﺍﻟﻌﺎﺭﻑ‬


‫ﻭﻧﺤﻮ ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻭﺇﱃ ﻫﺬﺍ ﺍﳌﻘﺎﻡ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺑﻘﻮﻟﻪ ﺗﻌﺎﱄ‪ :‬ﺇﹺ ﱠﻧ ﹶﲈ ﹶ ﹾﳜ ﹶﺸﻰ ﹶ‬
‫ﺍﷲ ﹺﻣ ﹾﻦ‬
‫ﺎﺩ ﹺﻩ ﺍ ﹾﻟ ﹸﻌ ﹶﻠ ﹶﲈﺀ‪.4‬‬
‫ﹺﻋ ﹶﺒ ﹺ‬
‫ﻓﺈﺫﺍ ﺗﺄﻣﻠﺖ ﻓﻴﲈ ﺫﻛﺮﺗﻪ ﺣﻖ ﺍﻟﺘﺄﻣﹼﻞ ﻋﺮﻓﺖ ﺃﻥ ﺍﳋﻮﻑ ﻭﺍﻟﺘﻘﻮ￯‬
‫ﻗﻮﺓ ﺍﺳﺘﺤﻀﺎﺭﻩ ﻷﻓﺮﺍﺩ‬ ‫ﺍﳌﺘﺼﻒ ﲠﲈ ﺑﺤﺴﺐ ﹼ‬ ‫ﻳﺘﻔﺎﻭﺕ ﺩﺭﺟﺎﲥﲈ ﰱ ﱢ‬
‫ﺍﻹﺧﺒﺎﺭﺍﺕ ﺍﻟﻨﺒﻮﻳﺔ ﻭﻣﺎ ﻗﺮﻥ ﲠﺎ ﻣﻦ ﺍﻟﻮﻋﺪ ﻭﺍﻟﻮﻋﻴﺪ‪ ،‬ﻓﺎ ﹸﳌ ﹾﻘ ﹺﺪ ﹸﻡ ﻋﲆ‬
‫ﺍﳌﺨﺎﻟﻔﺎﺕ ﻟﻪ ﺍﻟﺘﺼﺪﻳﻖ ﺍﳉﻤﲆ ﺩﻭﻥ ﺍﻟﺘﻔﺼﻴﲇ‪ ،‬ﻭﺇﻟﻴﻪ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ‬
‫ﺍﻟﺰﺍﻧﻰ ﹺﺣ ﹶﲔ ﹶﻳ ﹾﺰﻧﹺﻰ ﹶﻭ ﹸﻫ ﹶﻮ ﹸﻣ ﹾﺆ ﹺﻣ ﹲﻦ‪ .«5‬ﺃ￯ ﱡ‬
‫ﺗﺎﻡ‬ ‫ﺑﻘﻮﻟﻪﷺ ]ﻕ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ[»ﻻ ﹶﻳ ﹾﺰﻧﹺﻰ ﱠ‬
‫ﺃﻥ ﻛﲈﻝ ﺍﻟﺘﺼﺪﻳﻖ ﻣﺘﻮﻗﻒ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻣﻮﻗﻮﻑ[ ﻋﲆ ﺍﳉﻤﻊ‬ ‫ﺍﻹﻳﲈﻥ‪ ،‬ﺑﻤﻌﻨﻰ ﱠ‬
‫ﺑﲔ ﺍﻟﺘﺼﺪﻳﻖ ﺍﻹﲨﺎﱃ ﻭﺍﻟﺘﻔﺼﻴﲇ‪ ،‬ﻓﻠﻮ ﺍﺳﺘﺤﴬ ﺍﳌﺨﺎﻟﻒ ﻣﺎ ﻗﺮﻥ‬
‫ﺑﻜﻞ ﻓﻌﻞ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﻘﻮﺑﺔ ﻭﺟﺰﻡ ﺑﻮﻗﻮﻋﻬﺎ ﱂ ﻳﻘﺪﹼ ﻡ]ﺵ‪ :‬ﹸﻳ ﹺﻘﺪﻡ[ ﻋﲆ ﺍﳌﺨﺎﻟﻔﺔ‬
‫ﻛﺎﻟﻄﺒﻴﺐ ﺍﳌﺎﻫﺮ ﻻ ﻳﻘﺪﻡ ﻋﲆ ﺗﻨﺎﻭﻝ ﺍﳌﺴﻤﻮﻣﺎﺕ ﻭﺍﳌﺂﻛﻞ ﻭﺍﳌﺸﺎﺭﺏ‬
‫ﺍﻟﺸﺪﻳﺪﺓ ﺍﻟﴬﺭ]ﺵ‪+:‬ﺏ[‪ ،‬ﻓﺎﳌﺨﺎﻟﻒ ﺇﻧﲈ ﺃﻗﺪﻡ ﻋﲆ ﺍﳌﺨﺎﻟﻔﺔ ﳋﻠﻞ ﻭﺍﻗﻊ‬
‫ﰱ ﻛﲈﻝ ﺍﻟﺘﺼﺪﻳﻖ ﺃﻭ ﺍﺳﺘﺤﻀﺎﺭ ﺭﺟﺎﺀ ﺍﻟﻌﻔﻮ ﻭﺍﻟﺘﻮﺑﺔ ﻭﺍﻻﺳﺘﺪﺭﺍﻙ‪.‬‬
‫ﺍﳌﺨﺘﺺ ﺑﺮﻭﺡ ﺍﻹﻳﲈﻥ ﻓﻬﻮ ﻣﺎﺫﻛﺮﻩ‬ ‫ﱢ‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﺇﺷﺎﺭﺗﻪ ﺇﱃ ﺍﻟﻘﺴﻢ ﺍﻵﺧﺮ‬
‫ﺣﺎﺭﺛﺔ]ﺵ‪ + :‬ﻝ‪ ،‬ﻭﺍﻷﺻﺢ ﻫﻮ ﺍﳊﺎﺭﺙ ﺑﻦ ﻣﺎﻟﻚ ﺍﻷﻧﺼﺎﺭﻱ[ ﺣﲔ ﺳﺄﻟﻪ ﷺ ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ[‪:‬‬
‫ﺃﺻ ﹶﺒ ﹾﺤ ﹸﺖ ﹸﻣ ﹾﺆ ﹺﻣ ﹶﻨ ﹰﺎ ﺣﻘﺎ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻝ ﷺ‪ :‬ﱠ‬
‫ﺇﻥ‬ ‫ﻛﻴﻒ ﺃﺻﺒﺤﺖ ﻳﺎ ﺣﺎﺭﺛﺔ؟ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹾ‬
‫ﻟﻜﻞ ﺣﻖﱢ ﺣﻘﻴﻘ ﹰﺔ‪ ،‬ﻓﲈ ﺣﻘﻴﻘﺔ ﺇﻳﲈﻧﻚ؟ ﻓﻘﺴﻢ]ﺵ‪ :‬ﻓ ﹶﻘ ﹶﺴ ﹶﻢ[ ﻣﻌﻨﻰ ﺍﻹﻳﲈﻥ‬ ‫ﱢ‬
‫]ﻕ‪:‬‬
‫ﻓﻠﲈ ﻗﺎﻝ ﺣﺎﺭﺛﺔ‪ :‬ﹶﻋ ﹶﺮ ﹶﻓ ﹾﺖ ﻧﻔﴘ‬ ‫ﺣﻖ ﻭﺣﻘﻴﻘﺔ‪ ،‬ﱠ‬ ‫ﺭﻭﺣﻪ ﺇﱃ ﹴ‬ ‫ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﹸ‬
‫ﻭﺣ ﹶﺠ ﹸﺮﻫﺎ ﻭ ﹶﻣﺪﹶ ﹸﺭ ﹶﻫﺎ‪ ،‬ﻭﻛﺄ ﱢﻧﻰ ﺃﻧﻈﺮ‬ ‫‪ +‬ﻋﻦ[ ﺍﻟﺪﱡ ﻧﻴﺎ ﻓﺘﺴﺎﻭ￯ ﻋﻨﺪ￯ ﹶﺫ ﹶﻫ ﹸﺒ ﹶﻬﺎ ﹶ‬
‫‪13-a‬‬ ‫ﹸ‬
‫ﻭﺃﻫﻞ‬ ‫ﺃﻫﻞ ﺍﳉ ﱠﻨ ﹺﺔ ﰱ ﺍﳉ ﱠﻨ ﹺﺔ ﹸﻳﻨ ﱠﹶﻌ ﹸﻤ ﹶ‬
‫ﻮﻥ‪،‬‬ ‫ﻋﺮﺵ ﺭﺑﻰ ﺑﺎﺭﺯ ﹰﺍ ﻭﻛﺎﻥ]ﺵ‪ :‬ﻛﺄﻥ[ ﹸ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﺇﱃ‬
‫ﻮﻥ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻝ ﻟﻪ ﷺ ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ :‬ﹶﻋ ﹶﺮ ﹾﻓ ﹶﺖ ﹶﻓﺎ ﹾﻟ ﹶﺰ ﹾﻡ‪،6‬‬ ‫ﺍﻟ ﱠﻨﺎﺭ ﰱ ﺍﻟ ﱠﻨﺎﺭ ﹸﻳ ﱠ‬
‫ﻌﺬ ﹸﺑ ﹶ‬
‫‪٥٧‬‬
ON ÜÇÜNCÜ HADÎS

ve zararını bilen hekîmin sıfatıdır. Allah Teâlâ’nın şu âyet-i kerîmesi


bu makâma işâret sayılabilir: “Kullarım içinde benden en iyi şekilde
haşyet edenler/sakınanlar âlimlerdir.”4

Bu anlattıklarımı iyice düşünürsen havf ve takvânın dereceleri-


nin; onlarla muttasıf olanlarda birbirinden farklı olarak ortaya çıktığı-
nı anlarsın. Bu farklılık insanların nebevî haberleri ve onlarla birlikte
bulunan vaad ve vaîde âid istihzârın/kalbde bulunan duygunun gücüne
göredir. Yasak olan şeylere yönelenlerin tasdîki, tafsîlî değil, icmâlîdir.
Nitekim şu hadîs buna işâret eder. “Zinâ eden kimse mümin olduğu hal-
de zinâ etmez.”5 Yâni îmânı tam olduğu halde zinâ etmez. Îmândaki
tasdîkin kemâli, icmâlî ve tafsîlî tasdîk arasını cem’ etmeye bağlıdır.
Yasak işlerden birini yapmaya kalkışan kimse, şâyet her fiile konulmuş
olan cezâyı istihzâr eder/zihninde kesin bir şekilde canlandırırsa, o fiili
yapmaya teşebbüs edemez. Nitekim mâhir bir doktor, zehirli şeylere,
zararlı yiyecek ve içeceklere asla iltifât etmez. Günaha düşen kimse,
ya tasdîkinde meydana gelen bir bozukluk, ya da gönlündeki tevbe ve
affedilme gibi istihzâr sebebiyle düşer.

Îmânın rûhuna âid özelliğe işâret eden zikri geçen hadîsin devamı
ise şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.) Hârise’ye (r.a.): “Nasıl sabahladın?”
deyince o da: “Hakîki mümin olarak” demişti. Hz. Peygamber de: “Her
hakkın bir hakîkati vardır. Senin îmânının hakîkatı nedir?” diye sordu.
Böylece o, îmânın rûhu mesâbesindeki mânâyı hak ve hakîkat diye iki-
ye ayırmış oldu. Bunun üzerine Hârise dedi ki: “Benim nefsim dünyâyı
tanıdı. Nezdimde dünyânın altını, taşı ve toprağı müsâvî hâle geldi. Ben
sanki Rabbımın arşını görür gibiyim. Cennet ehlini, cennette nîmetler
içinde, cehennem ehlini de cehennemde azâb hâlinde görüyorum.” Hz.
Peygamber (s.a.) buyurdu ki: “Sen bu işi kavramışsın iyi sarıl.”6
57
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﻋﴩ‬

‫ﺍﻟﴩﻁ ﰱ ﻛﲈﻝ ﺍﻟﺘﺼﺪﻳﻖ ﺍﺳﺘﺤﻀﺎﺭ ﻣﺎ ﻭﺭﺩﺕ ﺑﻪ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﺃﻱ ﻋﺮﻓﺖ ﱠ‬


‫ﺃﻥ‬ ‫ﹾ‬
‫ﻻﺧﺒﺎﺭﺍﺕ ﺍﻹﳍﻴﺔ ﻭﺍﻟﻨﺒﻮ ﹼﻳﺔ ﻋﲆ ﺍﻟﺘﻌﻴﲔ‪.‬‬
‫ﻬﺖ ﻋﻠﻴﻪ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻭﴍﺣﻪ ﻋﺮﻓﺖ ﺃﻥ ﻣﺎ‬ ‫ﻭﺇﺫﺍ ﻓﻬﻤﺖ ﻣﺎ ﱠﻧﺒ ﹸ‬
‫ﺗﺎﻡ‬
‫ﺭﰊ‪ ،‬ﺇﻧﹼﲈ ﻫﻮ ﻓﻮﻕ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻹﻳﲈﻥ‪ ،‬ﻷﻧﹼﻪ ﻋﻠﻢ ﹼ‬ ‫ﺑﻌﺪ ﻛﺄﻧﹼﻰ ﺃﻧﻈﺮ ﺇﱃ ﻋﺮﺵ ﹼ‬
‫]ﺵ‪:‬‬
‫ﲇ ﺭﴇ ﺍﷲ ﻋﻨﻪ‬ ‫ﻭﺷﻬﻮﺩ ﳏ ﹼﻘ ﹲﻖ ﻭﻣﻌﺎﻳﻨﺔ‪ ،‬ﻭﺇﻟﻴﻪ ﺃﺷﺎﺭ ﺃﻣﲑ ﺍﳌﺆﻣﻨﲔ ﻋ ﹼ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪،‬ﻉ‪ +:‬ﻭﻛﺮﻡ ﺍﷲ ﻭﺟﻬﻪ[ ﺑﻘﻮﻟﻪ‪ :‬ﻟﻮ ﹸﻛ ﹺﺸ ﹶ‬
‫ﻒ ﺍﻟﻐﻄﺎﺀ ﻣﺎ ﺍﺯﺩﺩﺕ ﻳﻘﻴﻨ ﹰﺎ‪ ،‬ﺃ￯‬
‫ﻟﻮ ﺭﻓﻊ ﺍﳊﺠﺎﺏ ﺍﳌﺴﺪﻝ ﻋﲆ ﺃﺑﺼﺎﺭ ﺍﳉﻤﻬﻮﺭ ﻭﺑﺼﺎﻳﺮﻫﻢ ﻣﺎ ﺍﺯﺩﺩﺕ‬
‫ﻳﻘﻴﻨ ﹰﺎ‪ ،‬ﻷﻥ ﺫﻟﻚ ﺍﳊﺠﺎﺏ ﻣﺮﻓﻮﻉ ﻋ ﹼﻨﻰ ﺍﻵﻥ‪ ،‬ﻓﻤﻘﺎﻡ ﻛﺄﻧﹼﻰ »ﺍﻧﻈﺮ« ﺑﺮﺯﺥ‬
‫ﲇ ﻭﺑﲔ ﺍﻟﻜﺸﻒ ﺍﻟﻌﻴﺎﻧﹼﻰ ﻭﺍﻟﻌﻠﻢ ﺍﻟﺸﻬﻮﺩ￯ ﻷ ﱠﻧﻪ‬ ‫ﺑﲔ ﺍﻟﺘﺼﺪﻳﻖ ﺍﳉﻤ ﹼ‬
‫]ﻕ‪:‬‬
‫ﻛﲈ ﻗﻠﻨﺎ ﻋﺒﺎﺭﺓ ﻋﻦ ﺍﺳﺘﺤﻀﺎﺭ ﺃﻓﺮﺍﺩ ﺍﻹﺧﺒﺎﺭﺍﺕ ﺍﳌﺼﺪﱢ ﻕ ﲠﺎ ﻟﻘﻮﻝ‬
‫ﺑﻘﻮﻝ[ ﺍﳌﺨﱪ ﺍﳌﺼﺪﹼ ﻕ‪ ،‬ﻭﲤﺜﻴﻞ ﻣﺎﻗﺮﻥ ﲠﺎ ﻣﻦ ﺍﻟﻮﻋﺪ ﻭﺍﻟﻮﻋﻴﺪ ﻭﻟﻮﺍﺯﻣﻬﲈ‬
‫ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ ﺁﻧﻔ ﹰﺎ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫ﺗﻘﺮﺭ ﻫﺬﺍ ﻓﺄﻗﻮﻝ]ﻕ‪ :‬ﻓﻨﻘﻮﻝ[‪ :‬ﻗﻮﻟﻪ ﷺ ]ﻕ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ :‬ﺍﻟﻮﺿﻮﺀ ﺷﻄﺮ‬
‫ﻭﺇﺫﺍ ﹼ‬
‫ﺃﴍﺕ ﺇﻟﻴﻪ‪ ،‬ﻷ ﱠﻧﻪ‬
‫ﹸ‬ ‫ﺍﻹﻳﲈﻥ‪ ،‬ﻳﺮﻳﺪ ﺷﻄﺮ ﺍﻹﻳﲈﻥ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺻﻮﺭﺗﻪ ﺍﻟﺘﻰ‬
‫ﻋﻤﻞ ﻣﻦ ﻭﺟﻪ ﻭﴍﻁ ﺣﻜﻤﻰ ﻣﻦ ﻭﺟﻪ‪.‬‬ ‫ﹲ‬
‫ﻭ ﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﺍﳊﻤﺪ ﷲ ﻳﻤﻸ ﺍﳌﻴﺰﺍﻥ‪ ،‬ﻳﺮﻳﺪ ﺍﳌﻴﺰﺍﻥ ﺍﻟﻨﻈﺮﻱﹼ‪ ،‬ﻷﻥ ﺃﻧﻮﺍﻉ ﺍﻟﺜﻨﺎﺀ‬
‫ﻋﲆ ﺍﳊﻖ ﳏﺼﻮﺭﺓ ﰱ ﺃﺻﻠﲔ‪ ،‬ﻭﳘﺎ ﺍﻟﺴﻠﺐ ﻭﺍﻹﺛﺒﺎﺕ‪ ،‬ﻓﺎﻟﺘﺰﳞﺎﺕ ﺇﻧﹼﲈ‬
‫ﺗﻔﻴﺪ ﺍﻟﻨﻔﻰ ﻷﳖﺎ ﻟﻴﺴﺖ ﺍﻣﻮﺭﺍ ﻭﺟﻮﺩﻳﺔ‪ ،‬ﻓﺘﻤﻸ ﺷﻴﺌﺎﹰ ﺑﺨﻼﻑ ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ‬
‫ﹼ‬
‫ﺍﻟﻌﻘﲇ‬ ‫ﺍﻟﺜﺒﻮﺗﻴﺔ‪ ،‬ﻓﺎﳊﻤﺪ]ﻕ‪ + :‬ﷲ[ ﺛﻨﺎﺀ ﺑﻮﺻﻒ ﺛﺒﻮﰐ]ﻉ‪ + :‬ﻑ[‪ ،‬ﻳﻤﻸ ﺍﳌﻴﺰﺍﻥ‬
‫ﻭﺑﻪ ﻳﺘﻢ ﺍﻟﱪﻫﺎﻥ ﻭﺍﻟﺘﻌﺮﻳﻒ‪.‬‬
‫‪٥٨‬‬
ON ÜÇÜNCÜ HADÎS

Yâni sen biliyorsun ki tasdîkin kemâlinin şartı Kur’an âyetleri ve


hadîslerin haber verdiklerini birer birer istihzâr; yâni kalbine ve zihnine
getirip canlandırmaktır.
Benim bu hadîste anlattıklarımı ve açıklamalarımı anladıysan
hadîsteki bundan sonra gelen “sanki ben Rabbımın arşını görür gibi-
yim” sözünün mânâsını anlarsın. Bu makâm îmân mertebesinin üstün-
dedir. Çünkü tam bir ilim, kat’î bir şühûd ve muâyene ifâde etmektedir.
Emîru’l-müminîn Hz. Ali (r.a.) şu sözü ile buna işâret etmiştir: “Şâyet
gözümdeki perde kalkacak olsa yakînim artmazdı.” Yâni halkın çoğunun
gözüne ve basîretlerine indirilmiş bulunan perde kalkmış olsa yakînim
artmazdı. Çünkü şu anda da bu perde benim gözümden kalkmış durum-
dadır. “Keennî” ile başlayan “sanki görüyor gibi oluyorum” makâmı,
icmâlî tasdîk ile ıyânî keşf ve şühûdî ilim arasında bir berzahtır. Çünkü
bu makâm, daha önce de söylediğimiz gibi Muhbir-i Sâdık’ın sözünü
doğrulayan her bir haberin zihinde ve kalbte istihzârı/canlandırılması
ve bunlarla birlikte zikredilen vaad ve vaîd ile onların az önce anılan
gereklerinin temessül etmesinden ibârettir. Artık ötesini sen anla!
Buraya kadar söylediklerim tam anlaşıldı ise sıra “abdest îmânın
yarısıdır” sözüne geldi. Îmânın yarısından maksad, işâret ettiğim gibi,
îmânın sûretine âid yarısıdır. Çünkü abdest, bir açıdan amel, bir açıdan
da hükmî bir şarttır.
“el-Hamdü lillâh mîzânı doldurur” sözü ile Allah Rasûlü nazarî
mîzânı murâd etmektedir. Çünkü Hakk’ı senâ türleri iki esâsa bağlı-
dır: Selb/nefy ve isbat. Tenzîh denilen şey nefydir. Çünkü tenzîh emr-i
vücûdî değildir ki bir şeyi doldursun. Sıfât-ı sübûtiyye ise farklı-
dır. Hamd, sübûtî vasf ile senâdır ve akıl mîzânını doldurur. Bu akıl
mîzânıyla burhan ve tarif tamamlanır.
58
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﻋﴩ‬

‫‪13-b‬‬ ‫ﹺ‬
‫ﻳﻤﻶﻥ]ﻉ‪ :‬ﻳﻤﻸ[ ﻣﺎ ﺑﲔﹶ‬ ‫ﺎﻥ ﺍﷲﹺ ﻭﺍﳊﻤﺪﹸ ﷲﹺ‬
‫ﻭﺳ ﹾﺒ ﹶﺤ ﹶ‬
‫ﻭﻗﻮﻟﻪ ‪/‬ﷺ‪ :‬ﹸ‬
‫ﺴﻤﻮﺍﺕﹺ ﻭﺍﻷﺭﺽﹺ‪ ،‬ﻻﺷﺘﲈﻝ ﻫﺎﺗﲔ ﺍﻟﻜﻠﻤﺘﲔ ﻋﲆ ﻛﲈﻝ ﺍﻟﺜﻨﺎﺀ‪.‬‬ ‫ﺍﻟ ﱠ‬
‫ﻭﺍﻟﺘﻌﺮﻳﻒ ﺑﺎﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺔ ﻭﺍﻟﻔﻌﻠﻴﺔ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ﺍﻵﺛﺎﺭ ﰱ ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ‬
‫ﻭﺍﻷﺭﺽ‪ ،‬ﻭﻣﺎﺑﻴﻨﻬﲈ‪.‬‬
‫ﺍﳌﺼﲆ ﻳﻨﺎﺟﻰ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻓﺎﻟﴪ ﻓﻴﻪ ﻫﻮ ﺃﻥ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻧﻮﺭ‪،‬‬ ‫ﻭﺍﻟﺼﻼ ﹸﺓ ﹲ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﺃﻣﺎ ﻗﻮﻟﻪ ﷺ‪:‬‬
‫ﺼﲆ‬‫ﻭﻳﺘﻮﺟﻪ ﺇﻟﻴﻪ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﻗﺎﻝ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ :‬ﺇﹺ ﱠﻥ ﺍ ﹾﻟ ﹶﻌ ﹾﺒﺪﹶ ﺇﹺ ﹶﺫﺍ ﹶﻗ ﹶﺎﻡ ﹸﻳ ﱢ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺭ ﹼﺑﻪ‪،‬‬
‫ﺍﷲ ﹶﻳ ﹾﻨ ﹺﺼ ﹸﺐ ﹸﻟﻪ ﹶﻭ ﹾﺟ ﹶﻬ ﹶﻪ ﺗﻠﻘﺎﺀﻩ‪ ،7‬ﻭﺍﷲ ﻧﻮﺭ ﻭﺣﻘﻴﻘﺔ ﺍﻟﻌﺒﺪ ﻇﻠﲈﻧﻴﺔ‪،‬‬ ‫ﻓﺈﻥ ﹶ‬‫ﱠ‬
‫]ﺵ‪:‬‬
‫ﺍﻟﻨﲑﺓ ﻭﻗﺎﺑﻠﺘﻬﺎ ﺑﻤﺤﺎﺫﺍﺕ‬ ‫ﻓﺎﻟﺬﺍﺕ ﺍﳌﻈﻠﻤﺔ ﺇﺫﺍ ﻭﺍﺟﻬﺖ ﺍﻟﺬﺍﺕ ﱢ‬
‫]ﻕ‪ + :‬ﻛﲈ ﰱ ﺍﻟﻘﻤﺮ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ‬
‫ﻓﺈﳖﺎ ﺗﻜﺘﺴﺐ ﻣﻦ ﺃﻧﻮﺍﺭ ﺍﻟﺬﺍﺕ ﺍﻟﻨﲑﺓ‬ ‫ﺑﻤﺤﺎﺫﺍﺓ[ ﺻﺤﻴﺤﺔ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺇﱃ ﺍﻟﺸﻤﺲ ﻓﺈﻥ ﻓﻄﻨﺖ ﹼﺃﻥ ﺍﻟﻘﻤﺮ[‪ ،٠‬ﺃﻻ ﺗﺮﻱ]ﻉ‪ + :‬ﹼﺃﻥ[ ﺍﻟﻘﻤﺮ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﰱ ﺫﺍﺗﻪ ﺟﺴﻢ‬
‫ﹺ‬
‫]ﺵ‪:‬ﺻﻘﻞ[‪ ،‬ﻛﻴﻒ ﺗﻜﺘﺴﺐ]ﻉ‪ :‬ﻳﻜﺘﺴﺐ[ ﺍﻟﻨﻮﺭ ﻣﻦ‬ ‫ﺃﺳﻮﺩ ﻣﻈﻠﻢ ﻛﺜﻴﻒ ﺻﻘﻴﻞ‬
‫ﺍﻟﺸﻤﺲ ﺑﺎﳌﻘﺎﺑﻠﺔ‪ ،‬ﻭﻛﻴﻒ ﺗﺘﻔﺎﻭﺕ]ﺵ‪،‬ﻉ‪ :‬ﻳﺘﻔﺎﻭﺕ[ ﺍﻛﺘﺴﺎﺑﻪ ﻟﻠﻨﻮﺭ ﺑﺤﺴﺐ‬
‫ﻭﺻﺤﺖ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺘﻔﺎﻭﺕ ﺍﳊﺎﺻﻞ ﰱ ﺍﳌﺤﺎﺫﺍﺕ ﻭﺍﳌﻘﺎﺑﻠﺔ‪ ،‬ﻓﺈﺫﺍ ﲤﺖ ﺍﳌﻘﺎﺑﻠﺔ‬
‫ﺍﳌﺤﺎﺫﺍﺓ]ﺵ‪،‬ﻉ‪ :‬ﺍﳌﺤﺎﺫﺍﺕ[ ﻛﻤﻞ ﺍﻛﺘﺴﺎﺏ ﺍﻟﻨﻮﺭ‪.‬‬
‫ﺗﻔﻄ ﹾﻨ ﹶﺖ ﳌﺎ]ﻕ‪ :‬ﺑﲈ[ ﱠﻧﺒﻬ ﹸﺘﻚ ﻋﻠﻴﻪ ﻋﺮﻓﺖ ﺗﻔﺎﻭﺕ ﺧﻄﻮﻁ ﺍﳌﺼ ﱢﻠﲔ‬ ‫ﻭﺇﻥ ﹼ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻉ‪:‬‬
‫ﴎ ﻗﻮﻟﻪ ﷺ‬ ‫ﻣﻦ ﺭﲠﻢ ﰱ ﺻﻼﲥﻢ‪ ،‬ﻭﻋﺮﻓﺖ ﻃﺮﻓ ﹰﺎ ﻣﻦ ﹼ‬
‫ﹺ‪8‬‬
‫ﻭﺗﻨﺒﻬﺖ ﻟﻠﴪ ﺍﳌﺪﺭﺝ‬ ‫ﻼﺓ ‪ ،‬ﹼ‬ ‫ﻭﺟ ﹺﻌ ﹶﻠ ﹾﺖ ﹸﻗ ﱠﺮ ﹸﺓ ﹶﻋ ﹾﻴﻨﹺﻰ ﰱ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺼ‬ ‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ :‬ﹸ‬
‫ﰱ ﻗﻮﻟﻪ]ﺵ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﻋﻨﺪ ﺃﻣﺮﻩ]ﻕ‪ +:‬ﻝ[ ﺍﻟﺼﺤﺎﺑﺔ ﺑﺘﺴﻮﻳﺔ ﺍﻟﺼﻔﻮﻑ‪ :‬ﺇﻧﹼﻰ‬
‫]ﻉ‪+ :‬‬
‫ﲔ ﹶﻳﺪﹶ ﱠﻱ‪ ،9‬ﻭﲣﺼﻴﺼﻪ‬ ‫ﹶﺃﺭ ﹸﺍﻛﻢ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﻭ ﹶﺭ ﹺﺍﺀ ﹶﻇ ﹾﻬ ﹺﺮ￯ ﹺﻣﺜ ﹶﹾﻞ ﹶﻣﺎ ﹶﺃﻧ ﹸﹾﻈ ﹸﺮ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﺑ ﹾ ﹺ‬
‫ﺃﻥ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺎﻝ ﻛﺎﻥ‬ ‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺎﻝ ﰱ ﺍﻟﺼﻼﺓ‪ .‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﱂ ﻳﺮﺩ ﹼ‬
‫ﻓﺘﻨﺒﻪ‪.‬‬
‫ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﱠ‬ ‫ﻣﺴﺘﺼﺤﺒ ﹰﺎ‪ ،‬ﺑﻞ ﺇﻧﹼﲈ ﺫﻛﺮﻩ ﺣﺎﻝ ﹼ‬
‫‪٥٩‬‬
ON ÜÇÜNCÜ HADÎS

Peygamberimiz`in: “Sübhânallâh ve el-Hamdu lillâh, kelimeleri


gökyüzü ile yer arasını doldurur” ifâdesine gelince bu iki kelime hem
tam bir senâyı; hem de eserleri yer, gök ve ikisi arasında zâhir olan zâtî
ve fiilî sıfatların târifini kapsar.

“Namaz nûrdur” sözünün mânâsı şudur: Namazda olan kimse


Rabbıyle münâcât hâlindedir ve O’na yönelmiştir. Nitekim Cenâb-ı
Peygamber (s.a.): “Kul namazda olduğu sürece Allah Teâlâ yüzünü ona
doğru çevirir”7 buyurmaktadır. Allah nûrdur, kulun hakîkati ise karan-
lıktır. Karanlık olan zât, aydınlık olanla karşı karşıya gelir ve bu kar-
şılaşma tam bir hizâda olursa karanlık olan aydınlık olandan ışık alır.
Görmezmisin ki ay, aslında siyah ve karanlık bir cisim olduğu halde
karşı karşıya gelmekle güneşten nasıl nûr almaktadır? Ayın güneşten
aldığı nûr, karşı karşıya bulunmasının farklılığına göre nasıl tezâhür et-
mekdedir? Ay ile güneş tam karşı karşıya geldiklerinde ayın güneşten
aldığı nûr kemâl kesbeder (ay dolunay olur).

Sen benim bu söylediklerimi tam olarak kavradıysan namaz kılan-


ların namazdan, Rablerinden aldıkları nasîbin farklılığını da kavramış
olursun ve Hz. Peygamber’in (s.a.): “Namaz benim gözaydınlığımdır”8
buyurmasının hikmetini de bir nebze kavramış olursun. Yine Hz.
Peygamber’in (s.a.) safları düzeltirken söylediği şu sözünün anlamını
da kavrarsın: “Ben namazda önümdekileri gördüğüm gibi, arkamdaki-
leri de görürüm.”9 Hz. Peygamber’in (s.a.) bu görme işini namaza tahsîs
etmesi de ayrıca anlamlıdır. Çünkü bu hal dâimî değil, namazda iken
vârid olmuştur. Gözünü aç!
59
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﻋﴩ‬

‫]ﺵ‪،‬ﻉ‪:‬‬
‫ﺻﺤﺔ]ﻕ‪:‬ﺻﺤﺒﺔ[ ﺍﳌﻮﺍﺟﻬﺔ ﺍﻟﺘﺎ ﹼﻣﺔ‪ ،‬ﻭﺍﳌﺤﺎﺫﺍﺓ‬ ‫ﻓﺬﻟﻚ ﻣﻦ ﺑﺮﻛﺔ ﹼ‬
‫ﺍﳌﺤﺎﺫﺍﺕ[ ﺍﻟﻜﺎﻣﻠﺔ ﺍﳌﺴﺘﻠﺰﻣﺔ ﻟﻌﻤﻮﻡ ﻧﻮﺭ ﺍﳊﻖ ﲨﻴﻊ ﺟﻬﺎﺗﻪ‪ ،‬ﻭﺇﻥ ﺭﺯﻗﺖ ﺑﻌﺪ‬
‫‪14-a‬‬ ‫ﴎ ﻗﻮﻟﻪ]ﻕ‪ +:‬ﺗﻌﺎﱄ[‪ :‬ﹸ‬
‫ﺍﷲ‬ ‫ﺍﻟﺘﻴﻘﻆ ‪ /‬ﺑﲈ ﹸﺫ ﹺﻛ ﹶﺮ ﻟﻚ ﻭﺍﻟﻔﻬﻢ ﻛﺸﻔ ﹰﺎ ﳏﻘﻘ ﹰﺎ ﻋﺮﻓﺖ ﹼ‬
‫ﺍﺕ ﹶﻭ ﹾ ﹶ‬
‫ﺍﻟﺴ ﹶﲈ ﹶﻭ ﹺ‬ ‫ﺽ‪ 10‬ﹶﻭ ﹶﻟ ﹸﻪ ﺍ ﹾﻟ ﹺﻜ ﹾ ﹺ‬ ‫ﺍﺕ ﹶﻭ ﹾ ﹶ‬
‫ﺍﻟﺴ ﹶﲈ ﹶﻭ ﹺ‬
‫ﺽ ﹶﻭ ﹸﻫ ﹶﻮ‬ ‫ﺍﻷ ﹾﺭ ﹺ‬ ‫ﱪ ﹶﻳﺎﺀ ﹺﰱ ﱠ‬ ‫ﺍﻷ ﹾﺭ ﹺ‬ ‫ﻮﺭ ﱠ‬ ‫ﹸﻧ ﹸ‬
‫ﻴﻢ‪ 11‬ﻓﺎﻓﻬﻢ ﻭﺍﺳﺘﺒﴫ‪.‬‬ ‫ﺍﳊ ﹺﻜ ﹸ‬‫ﺍ ﹾﻟ ﹶﻌ ﹺﺰ ﹸﻳﺰ ﹾ ﹶ‬
‫ﻓﴪﻩ ﺃﻥ ﺍﻟﺼﺪﻗﺔ ﺑﺮﻫﺎﻥ ﻋﲆ‬ ‫ﺎﻥ‪ ،‬ﱡ‬ ‫ﻭﺍﻟﺼﺪﹶ ﹶﻗ ﹸﺔ ﹸﺑ ﹾﺮ ﹶﻫ ﹲ‬
‫ﱠ‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﻗﻮﻟﻪ ﷺ‬
‫ﺟﺰﻡ ﺍﳌﺘﺼﺪﹼ ﻕ ﺑﻮﺟﻮﺩ ﺍﻵﺧﺮﺓ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﻳﺘﻀﻤﻨﻪ ﻣﻦ ﺍﳌﺠﺎﺯﺍﺕ‪ ،‬ﻷﻥ‬
‫ﻘﺪﻡ ﻋﲆ ﺑﺬﻝ‬ ‫ﺒﻴﻌﻴﺔ ﻓﻼ ﹸﻳ ﹺ‬
‫ﺍﻟﻄ ﱠ‬‫ﺍﳌﺎﻝ ﳏﺒﻮﺏ ﺍﻟﻨﻔﻮﺱ ﺍﳌﻨﺼﺒﻐﺔ ﺑﺎﳋﻮﺍﺹ ﱠ‬
‫ﺍﳌﺎﻝ ﻣﺎﱂ ﹸﺗﺼﺪﹼ ﻕ ﺑﺎﻧﺘﻔﺎﻋﻬﺎ ﻓﻴﲈ ﺑﻌﺪ ﺑﺜﻤﺮﺍﺕ ﻣﺎ ﺗﺒﺬﻟﻪ]ﻕ‪ :‬ﻳﺒﺬﻟﻪ[ ﻭﻓﻮﺯﻫﺎ‬
‫ﺑﺎﻟﻌﻮﺽ ﺃﻭ ﺣﺼﻮﻝ ﺍﻟﺴﻼﻣﺔ ﻣﻦ ﴐ ﹴﺭ ﻣﺘﻮﻗﻊ ﺑﺴﺒﺐ ﻓﻌﻞ ﻗ ﹺﺮ ﹶﻧ ﹾﺖ‬
‫ﺑﻪ ﻋﻘﻮﺑﺔ ﺃﺧﱪ ﲠﺎ ﺃﺣﺪ‪ ،‬ﻭﺃﺧﱪ ﺃﻥ ﺍﻟﺼﺪﻗﺔ ﺗﺪﻓﻊ ﴍ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻔﻌﻞ‬
‫]ﻉ‪ + :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ﺍﻟﺮﺏ ‪ ،‬ﻭﻗﻮﻟﻪ‬
‫‪12‬‬
‫ﺍﻟﴪ ﺗﻄﻔﻲﺀ ﻏﻀﺐ ﱠ‬ ‫‪ :‬ﺻﺪﻗﺔ ﱢ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﻟﻘﻮﻟﻪ[‬
‫ﻛﻘﻮﻟﻪ‬
‫ﺗﻜﺮﺭ ﺫﻛﺮﻩ‪.‬‬ ‫ﺑﺸﻖﱢ ﹶ ﹾﲤ ﹶﺮ ﹴﺓ ﻭﻧﺤﻮ ﺫﻟﻚ ﹼﳑﺎ ﹼ‬
‫‪13‬‬ ‫ﻭﺳﻠﻢ[‪ :‬ﺍﺗﱠﻘﻮﺍ ﺍﻟ ﱠﻨﺎﺭ ﻭﻟﻮ ﹺ‬
‫ﺍﻟﺼﱪ ﺣﺒﺲ‬ ‫ﺃﻥ ﹼ‬ ‫ﻓﴪﻩ ﻫﻮ ﹼ‬ ‫ﺿﻴﺎﺀ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﹲ‬ ‫ﻭﺍﻟﺼﱪ‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﻗﻮﻟﻪ]ﻕ‪ + :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ :‬ﹼ‬
‫ﻭﻻﺷﻚ ﺃﻥ ﺣﺒﺲ ﺍﻟﻨﻔﺲ ﻋﻦ ﺍﻟﺸﻜﻮ￯ ﺃﻣﺮ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻨﻔﺲ ﻋﻦ ﺍﻟﺸﻜﻮﻱ‪،‬‬
‫ﺍﳌﻜﺮﺭﺓ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻌﻠﻢ ﺍﳌﺤ ﹼﻘﻖ‬ ‫ﻣﺆﱂ ﻟﻠﻨﻔﺲ ﻭﻻ ﺭﻳﺐ ﻋﻨﺪ ﺍﳌﺤﻘﻘﲔ ﺑﺎﻟﺘﺠﺮﺑﺔ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ ﻭ ﹸﺗﻨﻌﺶ]ﺵ‪ :‬ﻳﻨﻌﺶ[ ﺍﻟﻘﻮ￯‬ ‫ﺃﻥ ﺍﻵﻻﻡ ﺍﻟﻨﻔﺴﺎﻧﻴﺔ ﹸ ﹾﲣ ﹺﻤﺪﹸ ﻭﻫﺞ ﺍﻟﻘﻮ￯ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺼﱪ ﻣﺜﻤﺮ ﹰﺍ ﻟﻠﻀﻴﺎﺀ‬ ‫ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ﺍﳌﻮﺟﺒﺔ ﻟﺘﻨﻮﻳﺮ ﺍﻟﺒﺎﻃﻦ‪ ،‬ﻓﻠﻬﺬﺍ ﺟﻌﻞ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﺍﻣﺘﺰﺍﺝ ﺍﻟﻨﻮﺭ ﺑﺎﻟﻈﻠﻤﺔ ﻛﲈ ﱠﺑﻴﻨﺖ ﺫﻟﻚ ﰱ ﺍﻟﺘﻔﺴﲑ‪ 14‬ﻭ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ‬
‫ﺍﻟﻨﻔﺤﺎﺕ‪ 15‬ﻭ ﰱ ﻓﻚ ﺧﺘﻮﻡ ﺍﻟﻔﺼﻮﺹ‪ 16‬ﺑﺨﻼﻑ ﺍﳊﺎﻝ ﰱ ﺍﻟﺼﻼﺓ ﺍﻟﺘﻰ‬
‫ﻗﺎﻝ ﻋﻨﻬﺎ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ :‬ﱠﺇﳖﺎ ﻧﻮﺭ ﻣﻦ ﺃﺟﻞ ﻣﺎ ﱠﻧﺒﻬﺘﻚ‬
‫ﻭﺍﳌﺴﺎﻣﻴﺔ]ﺵ‪ :‬ﺍﳌﺴﺎ ﹼﻣﺔ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺍﳌﺴﺎﻣﺘﺔ[ ﻭﺍﻟﺘﻤﺜﻴﻞ ﺑﺎﻟﺸﻤﺲ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﴎ ﺍﳌﻘﺎﺑﻠﺔ‬ ‫ﻋﻠﻴﻪ ﻣﻦ ﹼ‬
‫‪٦٠‬‬
ON ÜÇÜNCÜ HADÎS

Bu durum, namazda muvâcehenin/kulun Allah ile karşı karşıya gel-


mesinin bereketidir. Çünkü bu şekildeki bir muhâzâtta/aynı hizâda bu-
lunmada Hakk’ın nûru, kulun her tarafını kapsar. Sana anlatılanlarla uya-
nıp keşfen ve tahkîk ile bu konuyu kavrama durumuna gelmişsen Allah
Teâlâ’nın: “Allah göklerin ve yerin nûrudur”10 âyetiyle; “Göklerde ve
yerde yücelik ve kibriyâ O’na âiddir. Allah yücedir, yaptığı yerli yerinde
olandır”11 âyetinin mânâsını bilirsin. İyi anla ve gözünü aç!
Sadaka burhândır; sözünün sırrı şudur: Sadaka, sadaka vere-
nin âhiretin varlığına ve oradaki mükâfâta kesin olarak îmân ettiğine
burhândır. Çünkü mal, tabîî özelliklere boyanmış nefislere sevimli gelir.
Kişi, verdiği şeylerin meyvelerinden yararlanacağına ve verdiklerine
mukâbil kurtulacağına ya da bu sâyede birisinin vereceği vukuu kesin
bir cezâdan kurtulacağına veya şu hadîslerde haber verildiği gibi sada-
kanın, fiilinin kötülüğünü def’ edeceğine inanmadan malını vermeye ya-
naşmaz. Nitekim Cenâb-ı Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Gizlice
verilen sadaka, Rabbın gadabını söndürür.”12 Yine Allah Rasûlû (s.a.)
buyurur: “Yarım hurma dânesiyle de olsa cehennemden korununuz.”13
Ve daha önce sözü geçen diğerleri gibi.
Sabır ziyâdır; sözünün sırrı ise şudur: Sabır, nefsi şikâyet ve sız-
lanmaktan alıkoymaktır. Nefsi sızlanmaktan alıkoymak insana en ağır
gelen ve acı veren iştir. Şurası da muhakkak ki, tahkîk erbâbı pek çok
tecrübe ve tahkîkî ilimleriyle nefsânî elemlerin, tabîat kuvvetlerinin
ateşini söndürdüğünü; bâtını tenvîre yardımcı olan rûhânî kuvvetleri
güçlendirdiğini anlamışlardır. Bu yüzden sabır, nûr ve karanlığın karı-
şımı olan ziyâ ile mükâfatlandırılmıştır. Nitekim ben bu konuyu Fâtiha
Tefsîri’nde14, en-Nefehâtü’l-ilâhîyye15, Fekkü hutûmi’l-fusûs16 adlı eser-
lerimde anlattım. Namazdaki durum bundan farklı olduğundan Efen-
dimiz buyurmuştur: “Namaz nûrdur.” Çünkü daha önce dikkat çekti-
ğim gibi namazda mukâbele sırrı meydana gelir. Bu yüzden, güneşle ay
60
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﻋﴩ‬

‫ﻳﺴﻤﻰ‬‫ﻭﺍﻟﻘﻤﺮ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻟﻴﺲ ﰱ ﺫﺍﺕ ﺍﻟﻘﻤﺮ ﻣﺎ ﻳﻤﺘﺰﺝ ﺑﺎﻟﺸﻤﺲ ﺣ ﹼﺘﻰ ﹼ‬


‫ﺍﻟ ﹼﻨﺎﺗﺞ ﺑﻴﻨﻬﲈ ﺿﻴﺎﺀ‪.‬‬
‫‪14-b‬‬ ‫ﺍﺝ‬ ‫ﺍﳊﻖ ﺍ ﹾﻟ ﹶﻘ ﹶﻤ ﹶﺮ ﹸﻧﻮﺭ ﹰﺍ ‪ /‬ﺩﻭﻥ ﺍﻟﺸﻤﺲ ﺍﳌﺸﺒﻬﺔ ﱢ ﹶ‬
‫ﺑﺎﻟﴪ ﹺ‬ ‫ﺳﻤﻰ ﱡ‬ ‫ﻭﳍﺬﺍ ﹼ‬
‫ﻟﻜﻮﻧﻪ]ﻕ‪ :‬ﻟﻜﻮﳖﺎ[ ﳑﺪﻭﺩ ﹰﺍ ﻣﻦ ﺍﻟﺸﺠﺮﺓ ﺍﳌﺒﺎﺭﻛﺔ ﺍﳌﻨﻔﻰ ﻋﻨﻬﺎ ﺍﳉﻬﺎﺕ‪،17‬‬
‫ﻭﺇﳖﺎ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﺍﻝ[ ﺣﴬﺓ ﺍﳉﺎﻣﻌﺔ]ﻉ‪- :‬ﻝ[ ﻟﻸﺳﲈﺀ ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ‪ ،‬ﻭﺍﳌﺬﻛﻮﺭ‬
‫ﻣﺘﺤﺼﻞ ﻭﻧﺎﺗﺞ ﻣﻦ ﺍﻣﺘﺰﺍﺝ ﻭﺍﻗﻊ ﺑﲔ ﺍﻟﻘﻮ￯‬ ‫ﱢ‬ ‫ﺗﻨﻮﺭ‬
‫ﰱ ﺷﺄﻥ ﺍﻟﺼﱪ ﻫﻮ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ ﻭﺑﲔ]ﻕ‪ -:‬ﺑﲔ[ ﺍﻟﻘﻮ￯ ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ‪ ،‬ﻭﻏﻠﺒﺔ ﻭﻣﻐﻠﻮﺑﻴﺔ‬
‫ﻭﺍﻗﻌﺔ ﺑﻴﻨﻬﲈ‪.‬‬
‫ﻓﺎﳊﺠﺔ ﺍﻟﱪﻫﺎﻥ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺮﺁﻥ ﹸﺣ ﱠﺠﺔ ﻟﻚ ﺃﻭ ﻋﻠﻴﻚ‪.‬‬ ‫ﻭﺍﻟﻘ ﹸ‬
‫ﻭﺃﻣﺎ ﻗﻮﻟﻪ ﷺ‪ :‬ﹸ‬
‫ﻭﻣ ﹾﻨ ﹶﺰ ﹲﻝ ﻣﻦ ﻋﻨﺪﻩ‬ ‫ﺍﻟﺸﺎﻫﺪ ﺑﺼﺤﺔ ﺍﻟﺪﻋﻮﻱ‪ ،‬ﻓﻤﻦ ﺁﻣﻦ ﺑﻪ ﺇﻧﹼﻪ ﻛﻼﻡ ﺍﷲ ﹸ‬
‫ﺍﻟﱰﲨﺔ ﻋﻦ ﺃﺣﻮﺍﻝ ﺍﳋﻠﻖ ﻣﻦ‬ ‫ﻭ ﹶﻣ ﹾﻈ ﹶﻬ ﹲﺮ ﻟﻌﻠﻤﻪ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﺷﺘﲈﻟﻪ ﻋﲆ ﹼ‬
‫ﺣﻴﺚ ﺗﻌﻴﻨﻬﺎ ﻟﺪﻳﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻭﺗﺮﲨﺔ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻋﻦ ﺻﻮﺭ ﺷﺆﻭﻧﻪ ﻓﻴﻬﻢ ﻭﻋﻨﺪﻫﻢ‬
‫ﻳﻄﻠﻊ ﻋﻠﻴﻪ ﻣﻦ‬ ‫ﻭﺗﺮﲨﺔ ﻋﻦ ﺃﺣﻮﺍﻝ ﺑﻌﻀﻬﻢ ﻣﻊ ﺑﻌﺾ ﻭﺭ ﹼﺩ ﺗﺄﻭﻳﻞ ﻣﺎﱂ ﹼ‬
‫ﺗﻀﻤ ﹼﻨﻪ ﻣﻦ ﺍﻷﻭﺍﻣﺮ ﻭﺍﻟﻨﻮﺍﻫﻰ ﻣﻊ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺃﴎﺍﺭﻩ ﺇﱃ ﺭ ﹼﺑﻪ‪ ،‬ﻭﺇﻧﻘﺎﺫ]ﻕ‪ :‬ﺍﻧﻘﻴﺎﺩ[ ﳌﺎ‬
‫ﺍﻟﺘﺄﺩﺏ ﺑﺂﺩﺍﺑﻪ ﻭﺍﻟﺘﺨﻠﻖ ﺑﺄﺧﻼﻗﻪ ﺩﻭﻥ ﺗﺮ ﹼﺩ ﹴﺩ ﻭﺍﺭﺗﻴﺎﺏ]ﻉ‪ :‬ﺍﺭﺗﺒﺎﻙ[ ﻭﺗﺴﻠﻂ‬ ‫ﱡ‬
‫ﺣﺠﺔ ﻭﺷﺎﻫﺪ ﹰﺍ ﻟﻪ‬ ‫ﻣﺘﺤﻜﻢ ﻧﺘﻴﺠﺔ]ﻕ‪ :‬ﹸﻳﻨﺠ ﹸﻪ[ ﻧﻈﺮﻩ ﺍﻟﻘﺎﴏ ﻛﺄﻥ]ﻉ‪ :‬ﻛﺎﻥ[ ﹼ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺑﺘﺄﻭﻳﻞ‬
‫ﺣﺠﺔ ﻋﻠﻴﻪ‪.‬‬ ‫ﻭﻣﻦ ﱂ ﻳﻜﻦ ﻛﺬﻟﻚ ﻛﺎﻥ ﹼ‬
‫ﺎﻳﻊ ﹶﻧ ﹾﻔ ﹶﺴ ﹸﻪ ﹶﻓ ﹸﻤ ﹾﻌﺘﹺ ﹸﻘ ﹶﻬﺎ ﺃﻭ ﹸﻣﻮﺑﹺ ﹸﻘ ﹶﻬﺎ‪.‬‬
‫ﺎﺱ ﹶﻳﻐﹾ ﺪﹸ ﻭ ﹶﻓ ﹶﺒ ﹲ‬‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﻗﻮﻟﻪ ﷺ‪ :‬ﹸﻛ ﱡﻞ ﺍﻟ ﱠﻨ ﹺ‬
‫ﴎ ﻫﻮ ﻛﺎﻟﺘﻔﺴﲑ ﻟﻘﻮﻟﻪ‬ ‫ﻓﻔﻴﻪ ﺃﴎﺍﺭ ﴍﻳﻔﺔ‪ ،‬ﻣﻨﻬﺎ ﺃﻧﹼﻪ ﱠﻧﺒﻪ ﷺ ﻋﲆ ﱟ‬
‫ﻛﻞ ﺍﻟ ﱠﻨﺎﺱ ﹶﻳﻐﹾ ﺪﻭ‪ .‬ﻭﺻﺪﻕ‪،‬‬ ‫ﺗﻌﺎﱄ‪:‬ﻭﻟﹺ ﹸﻜ ﱟﻞ ﹺﻭ ﹾﺟ ﹶﻬ ﹲﺔ ﹸﻫ ﹶﻮ ﹸﻣ ﹶﻮ ﱢﻟ ﹶﻴﻬﺎ‪ ،18‬ﻷﻧﻪ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﱡ‬
‫ﹶ‬
‫ﺍﳌﺤﻘﻖ ﺃﻓﺎﺩﻧﺎ ﺍﻳﻀﺎ ﺃﻥ ﻟﻴﺲ ﰱ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﻷﺣﺪ ﻭﻗﻔﺔ‪ ،‬ﺑﻞ‬ ‫ﻷﻥ ﺍﻻﻃﻼﻉ ﱢ‬
‫ﺳﺎﺋﺮ ﺇﱃ ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻗﺪﺭ ﺍﳊﻖ ﱠﺃﳖﺎ ﻏﺎﻳﺘﻪ ﻣﻦ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻟ ﹼﻨﻘﺺ‬ ‫ﻛﻞ ﺇﻧﺴﺎﻥ ﹲ‬
‫‪٦١‬‬
ON ÜÇÜNCÜ HADÎS

benzetmesiyle anlatılmıştır. Çünkü ayın bizzat kendisiyle güneş arasın-


da bir kaynaşma ve imtizâc yoktur ki, bu ikisinin karışımından meydana
gelen ürün, ziyâ diye isimlendirilsin.
Bu yüzden Allah Teâlâ, ayı nûr olarak isimlendirmiş, güneşi
ise ciheti olmayan ve mübârek bir ağacın yağıyla yakılan bir kandile
benzetmiştir.17 Çünkü burası esmâ ve sıfatların cem olduğu yerdir. Sa-
bır hakkında anlatılan, onun tabiî kuvvetlerle rûhânî sıfat ve kuvvetler
arasındaki bir karışım, onlar arasında meydana gelen galebe/etkinlik ve
mağlûbiyet/etkilenme sebebiyle oluşan bir nûrlanma olduğudur.
“Kur’an senin lehinde ya da aleyhinde bir huccettir.” Huccet,
iddiânın doğruluğuna delâlet eden burhân/delîl demektir. Kim Kur’an’ın
Allah tarafından indirilmiş bir kelâm olduğuna ve O’nun ilmini ızhâr
edici bulunduğuna inanırsa, Kur’an onun lehinde huccettir. Kişi bu inan-
cı itibâriyle Kur’an’ın mahlûkâtın Hakk’ın yanındaki taayyünlerine göre
hallerini, Hakk’ın onlar hakkında ve onların yanındaki zâhirî durumlarını,
varlıkların birbirlerine karşı konumlarını anlattığına, sırlarına muttalî olu-
namayan şeyin tevîlini Allah’a bırakmak gerektiğine inanır. Kur’an’ın emir
ve yasaklarının tazammun ettiği şeylerin âdâbıyla edeblenerek, ahlâkıyla
ahlâklanarak şüphe ve tereddüde düşmeden, eksik görüş ve düşünce sonucu
bir tevîle sapmadan yerine getirir. Kur’an böyle olanlar için lehde şâhid ve
huccet, böyle olmayanların da aleyhinde huccettir.
Hadîsteki “Bütün insanlar nefislerini pazara sunmak üzere sabah-
larlar; nefislerini ya âzâd ederler ya da helâk ederler” ibâresinde bazı
yüce sırlar vardır. Bunlardan biri Cenâb-ı Peygamber’in (s.a.) şu âyeti
tefsîr etmesidir: “Herkesin yöneldiği bir yönü vardır.”18 Peygamberi-
miz: “İnsan sabaha çıkar” buyurmakta ve doğru söylemektedir. Çünkü
tahkîkî ıttılâ bize şunu anlatmaktadır: Vücûdda hiç kimsenin sâbit du-
ruşu yoktur. Her insan Hakk’ın kendisi için takdîr buyurduğu noksanlık
61
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﻋﴩ‬

‫ﻭﺍﻟﺸﻘﺎﺀ]ﻕ‪ :‬ﻭﺍﻟﺸﻘﺎﻭﺓ[ ﺃﻭ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻟﺴﻌﺎﺩﺓ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﺍﻟﻜﲈﻻﺕ ﺍﻟ ﹼﻨﺴﺒﻴﺔ‪ ،‬ﺃﻭ‬


‫ﺍﻷﺑﺪﻱ ﺍﻟﺬ￯ ﻻ ﺣﺠﺎﺏ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻜﲈﻝ ﺍﳊﻘﻴﻘﻲ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻔﻮﺯ ﺑﺎﻟﺘﺠﲇ ﺍﻟﺬﺍﺗﻰ‬
‫‪15-a‬‬ ‫]ﻉ‪:‬‬
‫ﻟﻠﻜﻤﻞ ﺩﻭﻧﻪ ﻭﻫﻮ ﺍﻟﺬ￯ ﺃﺷﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺑﻌﺪﻩ ‪ /‬ﻭﻻﻣﺴﺘﻘﺮ‬
‫ﺻﻨﻒ ﻣﻦ ﺃﻫﻞ ﺍﳉﻨﺔ ﻻ ﻳﺴﱰ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻳﺴﺘﱰ[ ﱡ‬
‫ﺍﻟﺮﺏ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﺑﻘﻮﻟﻪ‪:‬‬
‫ﻋﻨﻬﻢ ﻭﻻ ﳛﺘﺠﺐ‪ ،19‬ﻭﻛﺎﻥ ﻳﺬﻛﺮﻩ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ]ﺵ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﰱ ﺩﻋﺎﺋﻪ ﻭﻳﻘﻮﻝ‪:‬‬
‫ﴐﺍ ﹶﺀ‬ ‫ﺍﻟﻜﺮﻳﻢ ﺃ ﹶﺑﺪ ﹰﺍ‪ ،‬ﺩﺍﺋ ﹰﲈ ﹶ ﹾ‬
‫ﴎ ﹶﻣﺪﹶ ﹰﺍ ﹶ‬
‫ﺩﻭﻥ ﹶ ﱠ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﻭﺍﺳ ﹶﺌ ﹸﻠ ﹶﻚ ﹼ‬
‫ﻟﺬﺓ ﺍﻟ ﱠﻨﻈﺮ ﺇﱃ ﹶﻭ ﹾﺟ ﹺﻬ ﹶﻚ‬
‫ﻭﻻﻓﺘﻨﺔ ﻣﻀ ﱠﻠ ﹴﺔ‪.20‬‬
‫ﹴ‬ ‫ﴬﺓ‪،‬‬ ‫ﹸﻣ ﹺ ﱠ‬
‫ﻓﺎﻟﴬﺍﺀ ﺍﳌﴬﱠ ﺓ ﺣﺼﻮﻝ ﺍﳊﺠﺎﺏ ﺑﻌﺪ ﺍﻟ ﹼﺘﺠﲆ ﺃﻭ ﺍﻟ ﹼﺘﺠﲆ ﺑﺼﻔﺔ‬ ‫ﱠ‬
‫ﺗﺴﺘﻠﺰﻡ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳﺴﺘﻠﺰﻡ[ ﹶﺳﺪﻝ ﹸ‬
‫ﺍﳊ ﹸﺠﺐ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻔﺘﻨﺔ]ﺵ‪ - :‬ﺍﻝ[ ﺍﳌﻀ ﹼﻠﺔ ﻛﻞ ﺷﺒﻬﺔ‬
‫ﺗﻮﺟﺐ ﺧﻠ ﹰ‬
‫ﻼ ﺃﻭ ﻧﻘﺼ ﹰﺎ ﰱ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﻭﺍﻟﺸﻬﻮﺩ‪.‬‬
‫ﻧﻔﺴ ﹸﻪ‪ ،‬ﺃ￯ ﺍﻟﺬ￯ ﳛﺼﻞ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﳛﺼﻠﻪ[ ﰱ ﺳﲑﻩ ﺇﱃ ﺍﻟﻐﺎﻳﺔ‬
‫ﻓﺒﺎﻳﻊ ﹶ‬
‫ﻭﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﹲ‬
‫ﻫﻮ ﺣﺎﺻﻞ ﻗﻮ￯ ﺭﻭﺣﻪ ﻭﻧﺘﻴﺠﺔ ﺯﻣﺎﻧﻪ‪ ،‬ﻭﺃﺣﻮﺍﻟﻪ ﻭﺻﻔﺎﺗﻪ ﻭﺃﻓﻌﺎﻟﻪ‬
‫ﻭﺗﻄﻮﺭﺍﺗﻪ ﰱ ﻧﺸﺌﺂﺗﻪ]ﺵ‪ :‬ﻧﺸﺄﺗﻪ[‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﺣﺼﻞ ﻋﲆ ﻃﺎﻳﻞ ﻭﺍﻧﺘﻬﻰ ﺇﱃ ﻛﲈﻝ‬
‫ﻧﺴﺒﻲﹼ ﰱ ﺑﻌﺾ ﺩﺭﺟﺎﺕ ﺍﻟﺴﻌﺎﺩﺓ‪ ،‬ﺃﻭ ﺍﻧﺘﻬﻰ ﺇﱃ ﺍﻟﻜﲈﻝ ﺍﳊﻘﻴﻘﻰ‬
‫ﺍﳌﻨﺒﻪ ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬ﻓﻘﺪ ﺃﻋﺘﻖ ﻧﻔﺴﻪ ﻋﻦ ﺍﻟﻮﺭﻃﺎﺕ ﺍﳌﻬﻠﻜﺔ ﻭﺣﺒﻮﺱ ﺍﻟﻘﻴﻮﺩ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻓﺘﻨﻮﺭ ﺑﺎﻟﻌﻠﻢ ﺍﳌﺤ ﹼﻘﻖ ﻭﺍﻟﻌﻤﻞ ﺍﻟﺼﺎﻟﺢ‬
‫ﺍﻹﻣﻜﺎﻧﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺍﳊﺠﺐ ﺍﻟﻈﻠﲈﻧﻴﺔ ﹼ‬
‫ﺍﳌﻨﺘﺞ ﻟﻠﺨﲑﺍﺕ ﺍﳌﻼﻳﻤﺔ‪ ،‬ﻭﺇﻥ ﺣﺮﻡ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﻧﺎ ﺃﻭﺑﻖ ﻧﻔﺴﻪ‪ ،‬ﺃ￯ ﺃﻫﻠﻜﻬﺎ‪،‬‬
‫ﻭﺃﺿﺎﻉ ﻋﻤﺮﻩ ﻭﻋﻤﻠﻪ ﻓﺨﺎﺏ ﻭﺧﴪ‪ ،‬ﻧﺴﺄﻝ ﺍﷲ ﺍﻟﻌﻔﻮ ﻭﺍﻟﻌﺎﻓﻴﺔ ﻟﻨﺎ‬
‫ﻭﻹﺧﻮﺍﻧﻨﺎ ﺃﲨﻌﲔ ﺁﻣﲔ]ﻉ‪ - :‬ﺁﻣﲔ[‪.‬‬
‫‪٦٢‬‬
ON ÜÇÜNCÜ HADÎS

ve şakâvet mertebelerinin ya da nisbî kemâlât demek olan veya hakîkî


kemâlât da sayılabilen mertebelerin sonuna doğru seyreder. Saâdet mer-
tebelerinin nihâyeti zâtî ve ebedî tecellî ile kurtuluşa erme mertebesi
olup ondan sonra perde olmadığı gibi kümmelînden başkasının orada
istikrârı da söz konusu olamaz. Nitekim Cenâb-ı Peygamber (s.a.) buna
şu sözleriyle işâret etmiştir: “Ehl-i cennetten bir sınıf vardır ki Rabb
Teâlâ onlardan asla mestûr kalmaz ve onlardan gizli olmaz.”19 Cenâb-ı
Peygamber (s.a.) duâlarında da bunu şöyle zikrederdi: “Allah’ım Sen-
den, Sana ebedî olarak zararsız bir şekilde ve fitneye düşmeden nazar
etmenin lezzetini ihsân buyurmanı dilerim.”20

ed-Darrâ el-Mudırra: Tecellîden sonra perdenin inmesi, ya da


perdenin inmesini gerektiren bir sıfatla meydana gelen tecellî demektir.
el-Fitnetü’l-mudılle ise ilim ve şühûdda noksan ve halel meydana geti-
ren her türlü şüphedir.

Hadîsteki: “Nefsini pazara sunar” ibâresi kişinin mânevî ilerle-


mesi sırasında bütün gelişmesini, fiilleri, sıfatları, halleri ve rûhî kuv-
vetleriyle hedefe yürümesini ifâde eder. Eğer bunu elde eder ve saâdette
nisbî kemâle ya da daha önce dikkat çekilen hakîkî kemâle ererse nefsini
tehlikeli vartalardan, imkân âlemine âid kayıtlardan, zulmânî perdeler-
den kurturarak âzâd etmiş olur. Böylece ilm-i hakîkî, hayra uygun sâlih
amelle nurlanmış olur. Bu anlattıklarımızdan mahrûm olursa o zaman
nefsini tehlikeye atmış ve helâk etmiş olur. Böylece ömrünü ve amelini
zâyî ederek hüsrâna uğrar. Biz kendimize ve kardeşlerimize Allah’tan
afv ve âfiyet dileriz, âmîn.
62
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﻋﴩ‬

‫ﺗﻠﻤﺢ ﻣﺎ‬
‫ﻭﻛﺮﺭ ﺍﻟﺘﺄﻣﻞ ﻓﻴﻪ ﹾ‬‫ﻓﻬﺬﺍ ﻣﻌﻨﻰ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳉﺎﻣﻊ‪ ،‬ﻓﺘﺪ ﹼﺑﺮﻩ‪ ،‬ﹼ‬
‫]ﺵ‪:‬‬
‫ﺗﻀﻤﻨﻪ ﻣﻦ ﻛﻠﻴﺎﺕ ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ ﻭﺍﻷﴎﺍﺭ ﻭﺍﻟﻨﺼﺎﻳﺢ ﺗﻔﺰ ﺑﺎﻟﻌﻠﻮﻡ ﺍﻟﻐﺮﻳﺒﺔ‬
‫‪١٦‬‬
‫ﺍﻟﻐﺮﻳﺐ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻌﺰﻳﺰ[ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ]ﺵ‪ - :‬ﺗﻌﺎﱄ[ ﺗﻌﺎﱃ‪.‬‬

‫‪ – 1‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ‪ ،١‬ﻭ ﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺪﻋﻮﺍﺕ ‪ ،٨٦‬ﻭﺍﻟﺪﺍﺭﻣﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ‬
‫ﺍﻟﻮﺿﻮﺀ ‪ ،٢‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ‪٣٧٠ ،٣٤٤-٣٤٢/٥ ،٢٦٠/٤‬‬
‫‪ – 2‬ﻫﻮ ﺍﳊﺎﺭﺙ ﺑﻦ ﻣﺎﻟﻚ ﺍﻷﻧﺼﺎﺭﻱ‪ ،‬ﻳﻘﺎﻝ ﻟﻪ ﺍﻳﻀﺎ ﺣﺎﺭﺛﺔ ﺍﻷﻧﺼﺎﺭﻱ‪ ،‬ﺍﻧﻈﺮ ﺍﻷﺻﺎﺑﺔ ﰲ ﲤﻴﻴﺰ‬
‫ﺍﻟﺼﺤﺎﺑﺔ ﻻﺑﻦ ﺣﺠﺮ ﺍﻟﻌﺴﻘﻼﻧﻰ‪ ،‬ﺑﲑﻭﺕ ‪٥٩٧/١ ،١٤١٢‬‬
‫‪ – 3‬ﺳﻴﺄﺗﻰ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺑﻌﺪ ﻗﻠﻴﻞ‬
‫‪ – 4‬ﺳﻮﺭﺓ ﻓﺎﻃﺮ)‪ ،(٣٥‬ﺍﻵﻳﺔ‪٢٨:‬‬
‫‪ – 5‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻔﺘﻦ ‪٣‬‬
‫‪ – 6‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﻄﱪﺍﻧﻰ ﻭ ﺍﺑﻮ ﻧﻌﻴﻢ‪ ،‬ﺍﻧﻈﺮ ﻛﻨﺰ ﺍﻟﻌﲈﻝ ﻟﻠﻬﻨﺪﻱ‪ :‬ﺝ‪ ،١٣ :‬ﺹ ‪٣٥١‬‬
‫‪ – 7‬ﺭﻭﻩ ﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﺑﺄﻟﻔﺎﻅ ﳐﺘﻠﻔﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻷﺩﺏ ‪٧٨‬‬
‫‪ – 8‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﻨﺴﺎﺋﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻨﺴﺎﺀ ‪ ،١‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ‪٢٨٥ ،١٩٩ ،١٢٨/٣‬‬
‫‪ – 9‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ‪٥٠٥ ،٣٠٩/٢‬‬
‫‪ – 10‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻨﻮﺭ )‪ ،(٢٤‬ﺍﻵﻳﺔ‪٣٥ :‬‬
‫‪ – 11‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﳉﺎﺛﻴﺔ )‪ ،(٤٥‬ﺍﻵﻳﺔ‪٣٧ :‬‬
‫‪ – 12‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﻄﱪﺍﲏ ﰲ ﺍﳌﻌﺠﻢ ﺍﻟﻜﺒﲑ‪ ،‬ﻣﻮﺻﻞ ‪ ٤٢١/١٩ ،١٩٨٣‬ﻭ ﺍﻟﺒﻴﻬﻘﻲ ﰲ ﺷﻌﺐ ﺍﻷﻳﲈﻥ‪،‬‬
‫ﺑﲑﻭﺕ ‪.٢٤٤/٣ ،١٤١٠‬‬
‫‪ – 13‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺰﻛﺎﺓ ‪،٩‬ﻭ ﺍﻷﺩﺏ ‪ ،٣٤‬ﻭﺍﻟﺮﻗﺎﻕ‪٥١ ،٤٩‬؛ ﻭ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ‬
‫ﺍﻟﺰﻛﺎﺓ‪ ،٦٨ ،‬ﻭﺍﻟﻨﺴﺎﺋﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺰﻛﺎﺓ ‪ ،٦٣‬ﻭﺍﻟﺪﺍﺭﻣﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺰﻛﺎﺓ ‪٢٤‬؛ ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‬
‫‪٢٥٦،٢٥٨،٢٥٩/٤‬‬
‫‪ – 14‬ﻫﻮﺗﻔﺴﲑ ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻔﺎﲢﺔ ﻟﻠﻤﺆﻟﻒ‬
‫‪ – 15‬ﻫﻮ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻨﻔﺤﺎﺕ ﺍﻹﳍﻴﺔ ﻟﻠﻤﺆﻟﻒ‬
‫‪ – 16‬ﻫﻮ ﻛﺘﺎﺏ ﺃﺧﺮ ﻟﻠﻤﺆﻟﻒ ﻭ ﻫﻮﴍﺡ ﻟﻔﺼﻮﺹ ﺍﳊﻜﻢ ﻻﺑﻦ ﻋﺮﰊ‬
‫‪ – 17‬ﺳﻮﺭﺓ ﻧﻮﺡ )‪ ،(٧١‬ﺍﻵﻳﺔ‪١٦:‬‬
‫‪– 18‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺒﻘﺮﺓ )‪ ،(٢‬ﺍﻷﻳﺔ‪١٤٨ :‬‬
‫‪ – 19‬ﱂ ﺃﺟﺪﻩ ﰱ ﺍﳌﺮﺍﺟﻊ‬
‫‪ – 20‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﻨﺴﺎﺋﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺴﻬﻮ‪ ،٦٢ ،‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ﺝ‪ ،٥ :‬ﺹ‪١٩١:‬‬
‫‪٦٣‬‬
ON ÜÇÜNCÜ HADÎS

Bu câmî/kapsamlı hadîsin mânâsı budur. Bunu iyice düşün, tek-


rarlayarak anlamaya çalış. Küllî ilim ve sırlardan bunun ihtivâ ettiği
bazı şeyler sana açılmış olur. Böylece garib/zor bir ilimde başarı elde
etmiş olursun inşâallah.16

1. Müslim, Tahâret, 1; Tirmizî, Deavât, 86; Dârimî, Vuz’u, 2; İbn Hanbel, IV, 260, V, 342-
344, 370.
2. Bu sahabî Hâris b. Mâlik el-Ensârî’dir. Hârise el-Ensârî diye de anılır. Bkz. İbn Hacer,
el-İsâbe fî temyîzi’s-sahâbe, Beyrut 1412, I, 597.
3. Bu hadîsin metni s. 57’dedir.
4. Fâtır, 35/28.
5. İbn Mâce, Fiten, 3.
6. Hindî, Kenzu’l-ummâl, XIII, 351.
7. Tirmizî, Edeb, 78.
8. Neseî, Nisâ, 1; İbn Hanbel, III, 128, 199, 285.
9. İbn Hanbel, II, 309, 505.
10. en-Nûr, 24/35.
11. el-Câsiye, 45/37.
12. Taberânî, el-Mu’cemu’l-kebîr, Musul 1983, XIX, 421; Beyhakî, Şuabü’l-îmân, Beyrut
1410, III, 244.
13. Buhârî, Zekât 9, Edeb, 34, Rikâk, 49,51; Müslim, Zekât, 67; Neseî, Zekât, 63; Dârimî,
Zekât, 24; İbn Hanbel, IV, 256, 258, 259.
14. Bu tefsîr müellifin Fâtihâ sûresi tefsîridir.
15. Bu eser Konevî’nin en-Nefehâtü’l-ilâhiyye adlı eseridir.
16. Bu eser Konevî’nin, İbn Arabî’nin Fusûsu’l-hikem’ine şerhidir.
17. Bkz. Nûh, 71/16.
18. el-Bakara, 2/148.
19. Kaynaklarda bulunamadı.
20. Neseî, Sehv, 62; İbn Hanbel, V, 191.

63
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺮﺍﺑﻊ ﻋﴩ‬
‫ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻣﺮﻛﺐ ﻣﻦ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ ﻭ ﺍﻟﻨﻔﺲ ﻭﺍﻟﺮﻭﺡ‬
‫ﹺ‬
‫ﺳﺒﻴﻞ‬ ‫ﺃﻭ ﹶ ﹺ‬
‫ﴎ ﱠﻳﺔ ﹶﺗﻐﹾ ﹸﺰﻭ ﰱ‬ ‫ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹶﻣﺎ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﻏﺎﺯ ﹶﻳ ﹴﺔ ﹾ‬
‫ﹶ‬ ‫ﹸﺭﻭ￯ ﱠ‬
‫ﺃﻥ‬
‫ﻻ ﹸﺗ ﹶﻌ ﱠﺠﻠﻮﺍ‬‫ﻭﻳﺼﻴﺒﻮﻥ ﺍﻟﻐﻨﻴﻤ ﹶﺔ ﺇ ﱠ‬
‫ﹶ‬ ‫ﻮﻥ‪ ،‬ﻭﰱ ﺭﻭﺍﻳﺔ‪:‬‬ ‫ﺍﷲﹺ ﹶﻓ ﹶﻴ ﹾﺴ ﹶﻠ ﹸﻤ ﹶ‬
‫ﻮﻥ ﻭ ﹸﻳ ﹺﺼﻴ ﹸﺒ ﹶ‬
‫ﻻ ﺗﻢ‬‫ﺎﺏ ﺇ ﱠ‬ ‫ﺃﻭﴎﻳﺔ ﹶ ﹾﲣ ﹺﻔ ﹸﻖ ﹸ ﹶ‬
‫ﻭﲣ ﱠﻮ ﹸﻑ ﻭ ﹸﺗ ﹶﺼ ﹸ‬ ‫ﹴ‬ ‫ﹴ‬
‫ﻏﺎﺯﻳﺔ‬ ‫ﹸﺛ ﹸﻠﺜﻰ ﹶﺃ ﹾﺟ ﹺﺮ ﹺﻫ ﹾﻢ‪ ،‬ﹶﻭ ﹶﻣﺎ ﹺﻣ ﹾﻦ‬
‫ﹶ ﹸﳍ ﹾﻢ ﹶﺃ ﹾﺟ ﹸﺮ ﹸﻫ ﹾﻢ‪.1‬‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬ ‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫‪15-b‬‬ ‫ﺍﻟﻌﺎﻡ ﻋﺒﺎﺭﺓ ﻋﻦ ﳎﻤﻮﻉ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻣﺴﻤﻰ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﺑﺎﻟﺘﻌﺮﻳﻒ‬‫ﹼ‬ ‫ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥ‬
‫]ﻕ‪:‬‬
‫ﺍﳌﺠﺮﺩ ﺍﳌﺪ ﹼﺑﺮ ﳍﻴﻜﻠﻪ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺟﺴﻤﻪ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻰ ﻭﻧﻔﺴﻪ ﺍﳊﻴﻮﺍﻧﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺭﻭﺣﻪ‬
‫ﳍﻜﻪ‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﻏﻠﻂ[‪ ،‬ﻓﻜﻞ ﻓﻌﻞ ﻳﺼﺪﺭ ﻣﻨﻪ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﲨﻠﺘﻪ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﻟﻜﻞ‬
‫ﻼ ﻭﻧﺼﻴﺒ ﹰﺎ‪ ،‬ﻓﺎﳌﺠﺎﻫﺪ ﰱ‬ ‫ﻭﺍﺣﺪ ﻣﻦ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﺜﻼﺛﺔ ﰱ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻔﻌﻞ ﻣﺪﺧ ﹰ‬
‫ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ ﻭ ﻫﻮ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺣﺼﻞ ﻧﺼﻴﺐ ﺻﻮﺭﺗﻪ‬ ‫ﺳﺒﻴﻞ ﺍﷲ ﻣﺘﻰ ﻏﻨﻢ ﻭﺳﻠﻢ ﻓﻘﺪ ﹼ‬
‫ﻣﺎ ﻳﻨﺘﻔﻊ ﺑﻪ ﻣﻦ ﺍﻟﻐﻨﻴﻤﺔ ﻣﻦ ﻣﺄﻛﻮﻝ ﻭﻣﴩﻭﺏ ﻭﻣﻠﺒﻮﺱ ﻭﻧﺤﻮ ﺫﻟﻚ‬
‫ﻭﻗﺪ ﻓﺎﺯﺕ ﻧﻔﺴﻪ ﺍﳊﻴﻮﺍﻧﻴﺔ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺑﲈ ﺣﺼﻞ ﳍﺎ ﻣﻦ ﺍﻟﻠﺬﺓ ﺑﺎﻻﺳﺘﻴﻼﺀ‬
‫ﺍﻟﻌﺪﻭ ﻭﻗﻬﺮﻩ ﺇ ﹼﻳﺎﻩ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺘﺸ ﹼﻔﻰ ﻭﺍﻧﺘﻘﺎﻡ ﻣﻨﻪ‪ ،‬ﻭﻧﺤﻮ ﺫﻟﻚ ﻣﻦ ﺣﻈﻮﻅ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻋﲆ‬
‫ﺣﻴﻮﺍﻧﻴﺘﻪ‪ ،‬ﻓﻠﻢ ﻳﺒﻖ ﻟﻪ ﺇﻻ ﻣﺎﳜﺺ ﺭﻭﺣﻪ ﺍﳌﻔﺎﺭﻕ ﺍﳌﻤﺘﺎﺯ]ﻕ‪ :‬ﺍﳌﺠﺘﺎﺯ[ ﻋﻦ‬
‫ﹼ‬
‫ﹼ‬
‫ﺍﳌﺸﺎﻕ‬ ‫ﺑﺪﻧﻪ ﰱ ﻣﻘﺎﺑﻠﺔ ﺇﻳﲈﻧﻪ‪ ،‬ﻭﺻﺪﻕ ﻋﺰﻳﻤﺘﻪ ﻭﻗﺼﺪﻩ ﺑﲈ ﺃﻗﺪﻡ ﻋﻠﻴﻪ ﻣﻦ‬
‫ﺍﻟﺘﻰ ﺍﺭﺗﻜﺒﻬﺎ ﻃﻠﺒ ﹰﺎ ﻟﺮﺿﺎﺀ ﺍﷲ ﻭﺭﻏﺒﺔ ﰱ ﺇﻋﻼﺀ ﻛﻠﻤﺘﻪ‪ ،‬ﻭﻗﻤﻌ ﹰﺎ ﻷﻋﺪﺍﺋﻪ‪،‬‬
‫ﻻ ﻷﻣﺮﻩ‪ ،‬ﻓﻤﺘﻰ ﺳﻠﻢ ﻭﻏﻨﻢ ﱂ ﳛﺼﻞ ﻟﻪ ﻣﻦ ﺟﻬﺎﺩﻩ ﻣﺎ ﻳﺼﻠﺢ‬ ‫ﻭﺍﻣﺘﺜﺎ ﹰ‬
‫ﺍﳌﺠﺮﺩ ﺇﱃ ﻣﺎ ﻳﺴﺘﺤﴬﻩ ﻣﻦ ﺻﺪﻕ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﻧﺼﻴﺐ ﺭﻭﺣﻪ ﺍﳌﻤﺘﺎﺯ‬
‫‪٦٤‬‬
ON DÖRDÜNCÜ HADÎS
İNSANIN TERKİBİ: TABÎAT, NEFS VE RUH

Rivâyet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş-


tur: “Allah yolunda savaşan her seriyye veya ordu sağ sâlim döner ve
ganîmet ile musâb olur.” Bir rivâyet de şöyledir: “Ganîmete ulaşanlara
ise ecirlerinin üçte ikisi peşin verilmiş olur. Hiçbir seriyye ve ordu yok-
tur ki sarsılıp korkuya uğrasın ve zarar görsün de ecirlerini tam olarak
almış olmasın.”1

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu

Bilesin ki genel bir târifle insanın müsemmâsı; tabiî bir cisim, hayvânî
bir nefs ve bu vücûd heykelini idâre eden mücerred bir ruhtan ibârettir.
İnsandan sâdır olan her fiil bu sayılan şeylerle alâkalıdır. Her fiilde insa-
nın bu üç özelliğinin dahli ve payı vardır. Allah yolunda cihâda çıkan bir
mücâhid, ganîmetle ve sâlimen döndüğünde sûret-i tabîiyesi dediğimiz
bedeninin nasîbini ele geçirmiş olur. Bu nasîb, onun yiyerek, içerek veya
giyerek yararlanacağı türden bir ganîmettir. Nefs-i hayvânîsi ise düşmana
üstünlük sağlayarak onu yenmek ve ondan intikâm almak sûretiyle ba-
şarıya erer. Bu da hayvânî hazlardandır. Mücâhid’in rûhu ise ancak, ten-
den ayrıldıktan sonra îmânının, azîmetinin, i’lâ-yı kelimetullah ve rızâ-i
Bârî için çektiği sıkıntıların, düşmana saldırışının ve Hakk’ın emrine
imtisâlinin karşılığını görür. Mücâhid, sâlimen ve gânimen döndüğünde
cihâdının karşılığı olarak rûh-i mücerredine nasîb olacak bir şey elde
64
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺮﺍﺑﻊ ﻋﴩ‬

‫ﻭﻋﺪ ﺍﳊﻖ ﺍﳌﺨﱪ ﻋﻨﻪ‪ ،‬ﻭﺫﻟﻚ ﺃﻣﺮ ﻣﺴﺘﺼﺤﺐ ﻟﻜﻞ ﻣﺆﻣﻦ ﺻﺪﻳﻖ‪،‬‬
‫ﺃﻥ ﺃﺟﺮ ﺍﳌﺠﺎﻫﺪﻳﻦ ﻳﻨﻘﺴﻢ ﻛﲈ ﺃﺷﺎﺭ‬ ‫ﻓﻮﺿﺢ ﺑﲈ ﺫﻛﺮﺕ ﻟﻜﻞ ﻣﺴﺘﺒﴫ ﹼ‬
‫ﺇﻟﻴﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﺛﻼﺛﺔ ﺃﻗﺴﺎﻡ‪ ،‬ﻭﺃﻥ ﺍﻟﺴﺎﳌﲔ ﺍﻟﻐﺎﻧﻤﲔ‬
‫ﺗﻌﺠﻠﻮﺍ ﺛﻠﺜﻰ ﺃﺟﺮﻫﻢ‪ ،‬ﺃﻋﻨﻰ ﺍﻟﻘﺴﻤﲔ ﻣﻦ ﺍﻟﺜﻼﺛﺔ‪ ،‬ﻭﳘﺎ ﺣﻆ‬ ‫ﻣﻨﻬﻢ ﻗﺪ ﱠ‬
‫ﻃﺒﻴﻌﺘﻬﻢ‪ ،‬ﻭﺣﻆ ﻧﻔﻮﺳﻬﻢ ﺍﳊﻴﻮﺍﻧﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺑﻘﻰ ﳍﻢ ﺣﻆ ﺃﺭﻭﺍﺣﻬﻢ ﺍ ﹸﳌﺪﱠ ﺧﺮ‬
‫ﻭﲣﻮﻑ ﻭ ﹸﺗﺼﺎﺏ‪ .‬ﻓﻠﺬﻟﻚ‬ ‫ﳍﻢ ﰱ ﺍﻵﺧﺮﺓ ﺑﺨﻼﻑ ﺍﻟﴪ ﹼﻳﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﲣﻔﻖ ﹼ‬
‫ﻗﺎﻝ ﻋﻨﻬﻢ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ :‬ﺇﻧﻪ ﺗﻢ ﳍﻢ ﺃﺟﺮﻫﻢ‪.‬‬
‫ﻓﺘﻨﺒﻪ ﻟﻸﴎﺍﺭ ﺍﳌﻮﺩﻋﺔ ﰱ ﺍﻹﺷﺎﺭﺍﺕ ﺍﻟﻨﺒﻮﻳﺔ ﺗﻌﺮﻑ ﺃﻧﹼﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬ ‫ﹼ‬
‫]ﻉ‪:‬ﺇﺷﺎﺭﺗﻪ[ ‪16-a‬‬ ‫‪2‬‬ ‫ﹶ‬ ‫ﹾ‬ ‫ﹺ‬
‫‪ / :‬ﹶﻣﺎ ﹶﻳ ﹾﻨﻄ ﹸﻖ ﹶﻋ ﹺﻦ ﺍﳍ ﹶﻮﻱ ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻭﺇﻥ ﺇﺷﺎﺭﺍﺗﻪ‬ ‫ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‬ ‫ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ‬ ‫ﻋﻠﻴﻪ‬ ‫]ﻉ‪:‬‬
‫ﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫ﻳﻄﻠﻌﻪ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻓﻠﻴﺲ ﻣﻦ‬‫ﻭﺇﻥ ﻣﻦ ﱂ ﱠ‬ ‫ﻣﺸﺘﻤﻠﺔ ﻋﲆ ﺯﺑﺪ]ﻕ‪ :‬ﺯﺑﺪﺓ[ ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻭﺭﺛﺘﻪ‪ ،‬ﻭﻻ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﺎﳌﲔ ﺑﴩﻳﻌﺘﻪ‪ ،‬ﺑﻞ ﺇﻧﹼﲈ ﻫﻮ ﺣﺎﻓﻆ ﻭﻧﺎﻗﻞ ﺻﻮﺭ ﺑﻌﺾ‬
‫ﻭﴎ ﻭﺿﻌﻬﺎ‬ ‫ﺃﺣﻜﺎﻡ ﻇﺎﻫﺮ]ﺵ‪- :‬ﻇﺎﻫﺮ[ ﴍﻳﻌﺘﻪ ﺩﻭﻥ ﻣﻌﺮﻓﺔ ﺍﳌﺮﺍﺩ ﻣﻨﻬﺎ ﹼ‬
‫ﲪﺪﹸ‬
‫ﺗﻀﻤﻨﺘﻪ]ﺵ‪،‬ﻉ‪ :‬ﻳﺘﻀﻤ ﹼﻨﻪ[ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ ﻭﺍﳊﻜﻢ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪ ،‬ﻭﺍﺳﺘﺒﴫ‪ ،‬ﻭﺍ ﹶ‬ ‫ﻭﻣﺎ ﹼ‬
‫‪.‬‬
‫]ﻕ‪ :‬ﻭﺍﳊﻤﺪ ﷲ[ ‪١٧‬‬
‫ﺍﷲ‬

‫‪ – 1‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻻﹺﻣﺎﺭﺓ ‪ ،١٥٤-١٥٣‬ﻭ ﺃﺑﻮ ﺩﺍﻭﺩ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳉﻬﺎﺩ ‪ ،١٣‬ﺍﻟﻨﺴﺎﺋﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ‬
‫ﺍﳉﻬﺎﺩ‪١٥ ،‬؛ ﻭﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳉﻬﺎﺩ‪ ،١٣ ،‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ﺝ‪ ،٢:‬ﺹ‪١٦٩ :‬‬
‫‪ – 2‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻨﺠﻢ )‪ ،(٥٣‬ﺍﻵﻳﺔ‪٣ :‬‬
‫‪٦٥‬‬
ON DÖRDÜNCÜ HADÎS

edemez. Elde ettiği tek şey, Muhbir-i Sâdık Hz. Peygamber’in haber ver-
diği vaad-i ilâhîden kaynaklanan istihzâr/kalbî duygudur. Bu da sıddîk
bir müminin dâimî bir hâlidir. Mücâhidlerin ecir ve mükâfâtlarının Hz.
Peygamber’in (s.a.) de işâret buyurduğu gibi üç türlü olduğu, basîret
erbâbınca, anlattıklarımdan anlaşılmıştır. Cihâddan sâlim ve gânim
olarak dönenler bu ecrin üçte ikisini peşinen almışlardır. O da cism-i
tabiî ile nefs-i hayvânînin nasîbleridir. Geriye kalan ise sâdece âhiret
için saklanan ve ruhlarına âid bulunan ecirden nasîbleridir. Savaşa girip
sarsılan, korkuya uğrayan ve zarar görenlerin durumu bundan ayrıdır.
Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.) buyurmuştur ki: “Onların ecri tamam
olacaktır.”

Nebevî işâretlere tevdî olunan sırlara dikkat edersen Efendimiz’in


(s.a.), “hevâsından; boş konuşmadığını”2, onun işâretlerinin genellikle
ilimlerin özüne şâmil bulunduğunu anlarsın. Allah’ın, Hz. Peygamber’in
(s.a.) işâretlerine muttalî kılmadığı kimse, onun vârislerinden ve şerîatının
âlimlerinden sayılamaz. Böyleleri belki sâdece bir muhâfızdır; şerîatın
murâdını, sırrını, ilim ve hikmetten ihtivâ ettiği esasları anlamaktan
uzak; zâhirî ahkâma âid bazı bilgileri nâkil/aktaran sayılabilir. Anla ve
gözünü aç. Allah’a hamdederim.17

1. Müslim, İmâre, 153-154; Ebû Dâvud, Cihâd, 13; Neseî, Cihâd,15; İbn Mâce, Cihâd, 13;
İbn Hanbel, II, 169.
2. en-Necm, 53/3.

65
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳋﺎﻣﺲ ﻋﴩ‬
‫ﻣﻌﻨﻰ ﺍﻟﻴﻤﲔ ﻭﺍﻟﺸﲈﻝ ﻭ ﴎﳘﺎ ﰱ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ‬
‫]ﻕ‪ + :‬ﺍﷲ[‬
‫ﺒﻲ ﷺ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﳌﱠﺎ ﹶﺧ ﹶﻠﻖﹶ‬ ‫ﻣﺎﻟﻚ ﻋﻦ ﺍﻟ ﱠﻨ ﱢ‬ ‫ﹴ‬ ‫]ﻕ‪ + :‬ﻣﻦ ﺍﳉﺎﻣﻊ[ ﹶﻋ ﹾﻦ ﹶﺃ ﹶﻧﺲ ﹺ ﹺ‬
‫ﺑﻦ‬
‫ﺎﻝ‪ ،‬ﹶﻓ ﹶﻘﺎﻝ ﹺ ﹶﲠﺎ ﹶﻋ ﹶﻠ ﹾﻴ ﹶﻬﺎ ﹾ‬
‫ﻓﺎﺳ ﹶﺘ ﹶﻘ ﱠﺮ ﹾﺕ‪،‬‬ ‫ﳉ ﹶﺒ ﹶ‬
‫ﺍﻷﺭﺽ ﹶﺟ ﹶﻌ ﹶﻠ ﹾﺖ ﲤﻴﺪﹸ ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﲤﻴﻞ[‪ ،‬ﹶﻓ ﹶﺨ ﹶﻠﻖﹶ ﺍ ﹺ‬
‫ﹶ‬
‫ﺎﻝ‪ ،‬ﹶﻓ ﹶﻘﺎ ﹸﻟﻮﺍ‪ :‬ﹶﻳﺎ ﹶﺭ ﱢﺏ ﹶﻫ ﹾﻞ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﺧ ﹾﻠ ﹺﻘ ﹶﻚ ﹶﺃ ﹶﺷﺪﱡ‬ ‫ﺍﳌﻼﺋﻜﺔ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹺﺷﺪﱠ ﹺﺓ ﺍ ﹺ‬
‫ﳉ ﹶﺒ ﹺ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻓﻌﺠ ﹶﺐ‬‫ﹺ‬
‫ﻧﻌﻢ‪ ،‬ﺍﳊﺪﻳﺪﹸ ‪ ،‬ﹶﻓ ﹶﻘﺎ ﹸﻟﻮﺍ‪ :‬ﹶﻳﺎ ﹶﺭ ﱢﺏ ﹶﻫ ﹾﻞ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﺧ ﹾﻠ ﹺﻘ ﹶﻚ ﹶﺃ ﹶﺷﺪﱡ‬ ‫ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹾ‬ ‫ﳉ ﹶﺒﺎﻝ؟ ﹶ‬ ‫ﹺﻣ ﹶﻦ ﺍ ﹺ‬
‫ﻓﻬ ﹾﻞ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﺧ ﹾﻠ ﹺﻘ ﹶﻚ ﺷﻴﺊ‬ ‫ﻧﻌﻢ‪ ،‬ﺍﻟ ﱠﻨﺎﺭ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻟﻮﺍ‪ :‬ﹶﻳﺎ ﹶﺭ ﱢﺏ ﹶ‬ ‫ﻣﻦ ﺍﳊﺪﻳﺪ؟ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹾ‬
‫ﻓﻬ ﹾﻞ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﺧ ﹾﻠ ﹺﻘ ﹶﻚ ﺷﻴﺊ‬ ‫ﺎﺭ ﱢﺏ ﹶ‬ ‫ﹶﺃ ﹶﺷﺪﱡ ﻣﻦ ﺍﻟ ﱠﻨﺎﺭ؟ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﻧﻌﻢ‪ ،‬ﺍﳌﺎﺀ‪ ،‬ﹶﻓ ﹶﻘﺎ ﹸﻟﻮﺍ‪ :‬ﹶﻳ ﹶ‬
‫ﻓﻬ ﹾﻞ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﺧ ﹾﻠ ﹺﻘ ﹶﻚ ﺷﻴﺊ‬ ‫ﹶﺃ ﹶﺷﺪﱡ ﻣﻦ ﺍﳌﺎﺀ؟ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﻧﻌﻢ‪ ،‬ﺍﻟﺮﻳﺢ‪ ،‬ﹶﻓ ﹶﻘﺎ ﹸﻟﻮﺍ‪ :‬ﹶﻳﺎ ﹶﺭ ﱢﺏ ﹶ‬
‫ﺍﺑﻦ ﺁ ﹶﺩ ﹶﻡ ﹶﺗ ﹶﺼﺪﱠ ﹶﻕ ﺑﹺ ﹶﺼﺪﹶ ﹶﻗ ﹴﺔ ﺑﹺ ﹶﻴ ﹺﻤﻴﻨﹺ ﹺﻪ ﹸ ﹾﳜ ﹺﻔ ﹶﻴﻬﺎ ﻋﻦ‬ ‫ﺍﻟﺮﻳﺢ؟ ﹶ‬ ‫ﹶ‬
‫ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹶﻧ ﹶﻌ ﹾﻢ‪ ،‬ﹸ‬ ‫ﺃ ﹶﺷﺪﱡ ﻣﻦ ﱢ‬
‫ﺎﻫﺎ ﹶﻋ ﹾﻦ ﹺﺷ ﹶﲈﻟﹺﻪ‪.1‬‬ ‫ﹺﺷ ﹶﲈﻟﹺﻪ‪ ،‬ﻭﰱ ﺭﺍﻭﻳﺔ‪ :‬ﹶﻓ ﹶﺄ ﹾﺧ ﹶﻔ ﹶ‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬
‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﺭﺟﺤﺎﻥ ﺷﺪﹼ ﺓ ﺍﳊﺪﻳﺪ ﻋﲆ ﺍﳉﺒﺎﻝ ﻭﺍﺿﺢ‪ ،‬ﻭﻛﺬﻟﻚ ﺷﺪﹼ ﺓ‬ ‫ﺍﻋﻠﻢ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻨﺎﺭ]ﻕ‪ + :‬ﻋﲆ ﺍﳊﺪﻳﺪ[‪ .‬ﻷﳖﺎ]ﻉ‪ :‬ﻷﻧﹼﻪ[ ﺗﺬﻳﺒﻪ]ﺵ‪ :‬ﻳﺬﻳﺒﻪ[ ﻭﺗﺬﻫﺐ]ﺵ‪ :‬ﻳﺬﻫﺐ[ ﺻﻼﺑﺘﻪ‬
‫ﻭﺷﺪﹼ ﺗﻪ‪ ،‬ﻭﻛﺬﻟﻚ ﺭﺟﺤﺎﻥ ﺷﺪﹼ ﺓ ﺍﳌﺎﺀ ﻋﲆ ﺍﻟﻨﺎﺭ‪ ،‬ﻷﻧﹼﻪ ﻳﻄﻔﻴﻬﺎ ﻭﻛﺬﻟﻚ‬
‫ﻭﻳﻔﺮﻗﻪ‪ ،‬ﻭﺇﻧﹼﲈ ﺍﻟﴪ ﺍﳋﻔﻰ ﺍﻟﺬ￯‬
‫ﻤﻮﺝ ﺍﳌﺎﺀ ﻭﻳﺒﺪﹼ ﺭﻩ‪ ،‬ﹼ‬ ‫ﺷﺪﹼ ﺓ ﺍﻟﺮﻳﺢ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﹸﻳ ﱢ‬
‫ﻳﺘﻨﺒﻪ ﻟﻪ ﺃﻛﺜﺮ ﺍﳋﻠﻖ ﻫﻮ ﻣﻌﺮﻓﺔ ﺳﺒﺐ ﹸﺭﺟﺤﺎﻥ ﻗﻮﺓ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻋﲆ ﻗﻮﺓ‬ ‫ﻻ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺮﻳﺢ‪ ،‬ﻭﺣﻜﻤﺔ ﺇﳍﺎﻡ ﺍﳊﻖ ﺍﳌﻼﺋﻜﺔ ﳍﺬﺍ ﺍﻟﺴﺆﺍﻝ‪ .‬ﻓﺄﻗﻮﻝ‪:‬‬
‫‪٦٦‬‬
ON BEŞİNCİ HADÎS
İNSANDA SAĞ ve SOLUN ANLAM ve SIRRI

Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivâyete göre Rasûlullah (s.a.) şöyle bu-


yurmuştur: “Allah Teâlâ arzı/yeryüzünü yaratınca arz, hareket etmeye
başladı. Bunun üzerine Allah, dağları yarattı. Yeryüzünü onlarla bağ-
ladı ve arz istikrâr buldu. Melekler dağların büyüklük ve azametine şa-
şırarak sordular: Ya Rabbi, senin yarattıkların içinde dağlardan daha
güçlüsü var mı?” Allah Teâlâ: “Evet, demir” buyurdu. Melekler tekrar:
“Yâ Rabbi, yarattıkların arasında demirden daha güçlü olanı var mı?”
diye sordular. Allah Teâlâ: “Evet, ateş” buyurdu. Melekler bu sefer:
“Yâ Rabbi senin yarattıkların içinde ateşten daha güçlü olanı var mı?”
dediler. Allah Teâlâ: “Evet, su” buyurdu. Melekler bir kerre daha: “Yâ
Rabbi senin yarattıkların arasında sudan daha güçlü olanı var mı?”
diye sordular. Allah Teâlâ: “Evet, rüzgâr” buyurdu. Melekler yine: “Yâ
Rabbi senin yarattıkların arasında rüzgârdan daha güçlü olanı var
mı?” diye sorunca Allah Teâlâ: “Evet, Âdemoğlunun sağ eliyle verdiği
sadakayı soluna duyurmamasıdır” buyurdu. Bir başka rivâyette: “Sağ
eliyle verdiğini solundan gizlemesidir” buyurdu.1

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu


Bilesin ki demirin gücünün dağlardan üstünlüğü açıktır. Ateşin
demire üstünlüğü de öyledir. Çünkü ateş demiri eritir, güç ve enerjisini
giderir. Suyun gücünün ateşe nisbetle üstünlüğü aynı şekilde bellidir.
Zîrâ su, ateşi söndürür. Rüzgârın suya olan üstünlüğü de öyledir. Rüzgâr
suyu dalgalandırır ve onu dağıtır, birbirinden ayırır. Asıl gizli sır ise hal-
kın ekserîsinin dikkatini çekmeyen, insanın rüzgâra üstünlük sağlayan
gücünün sebebi ve Allah Teâlâ’nın meleklerine böyle bir suâl sormayı
ilhâm etmesinin hikmetidir. Ben derim ki:
66
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳋﺎﻣﺲ ﻋﴩ‬

‫‪16-b‬‬ ‫ﻭﳘﺎ ﻳﺪﺍ ﺻﻮﺭﺗﻪ‪ ،‬ﻭﻟﻪ‬ ‫ﺇﻥ ﻟﻺﻧﺴﺎﻥ]ﻉ‪- :‬ﻝ[ ﻳﻤﻴﻨ ﹰﺎ ﻭﻳﺴﺎﺭ ﹰﺍ ﻇﺎﻫﺮﺗﲔ‪ ،‬ﹸ‬
‫ﺭﻭﺣﺎﻧﻴ ﹸﺘ ﹸﻪ ﻭﻃﺒﻴﻌﺘﻪ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﺍﻋﺘﱪﺕ ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﻳﺴﺎﺭ ﺑﺎﻃﻨﺘﺎﻥ‪ ،‬ﻭﳘﺎ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﻳﻤﲔ‬
‫ﲨﻴﻌ ﹰﺎ ﹶﻗ ﹾﺒ ﹶﻀ ﹸﺘ ﹸﻪ ﹶﻳ ﹾﻮ ﹶﻡ ﺍ ﹾﻟ ﹺﻘ ﹶﻴﺎ ﹶﻣ ﹺﺔ‬
‫ﺽ ﹶﹺ‬ ‫ﺗﻌﺎﱄ‪:‬ﻭ ﹾ ﹶ‬
‫ﺍﻷ ﹾﺭ ﹸ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻭﺇﻟﻴﻪ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺑﻘﻮﻟﻪ‬
‫ﳏﻞ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ‬ ‫ﻓﺈﻥ ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ ﳌﹼﺎ ﻛﺎﻧﺖ ﹼ‬ ‫ﺎﺕ ﺑﹺ ﹶﻴ ﹺﻤﻴﻨﹺ ﹺﻪ‪ ،2‬ﱠ‬
‫ﺍﺕ ﹶﻣ ﹾﻄ ﹺﻮ ﱠﻳ ﹲ‬‫ﲈﻭ ﹸ‬
‫ﺍﻟﺴ ﹶ‬
‫ﹶﻭ ﱠ‬
‫ﻓﻈﺎﻫﺮ ﹲﺓ ﻋﻦ ﺍﳊﻖ ﺑﻮﺍﺳﻄﺘﻬﺎ ﻛﺎﻧﺖ ﻧﺴﺒﺘﻬﺎ ﺇﱃ ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﺃﻗﻮﻱ‪،‬‬
‫ﻓﻨﺴﺒﻬﺎ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﺇﱃ ﻳﻤﻴﻨﻪ‪ ،‬ﻭﺃﺿﺎﻑ ﺍﻷﺭﺽ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﻓﻴﻬﺎ ﻣﻦ ﺍﻟﺼﻮﺭ‬
‫ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ ﺇﱃ ﺍﻟﻴﺪ ﺍﻷﺧﺮﻱ‪ ،‬ﻭﻛﻨﻲ]ﺵ‪ :‬ﹶﻛﻨﹶﺎ[ ﻋﻨﻬﺎ ﺑﺎﻟﻘﺒﻀﺔ‪ ،‬ﻭﺟﺎﺀ ﰱ ﺟﺎﻣﻊ‬
‫ﺍﻷﺻﻮﻝ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﰱ ﺣﺪﻳﺚ ﺻﺤﻴﺢ ﺍﻟﺘﴫﻳﺢ ﺑﻠﻔﻆ]ﻕ‪ :‬ﺑﻠﻔﻈﺔ[ ﺍﻟﺸﲈﻝ‬
‫ﻭﻧﺴﺒﺘﻪ ﺇﱃ ﺍﳊﻖ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﳌﻌﻨﻰ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ‪.‬‬
‫ﹼ‬
‫ﻭﺟﻞ‪:‬‬ ‫ﴎ ﻗﻮﻟﻪ ﷺ ﺭﻭﺍﻳﺔ ﻋﻦ ﺭ ﹼﺑﻪ ﻋﺰ‬ ‫ﺃﻥ ﹼ‬ ‫ﺗﻘﺮﺭ ﻫﺬﺍ ﻓﺎﻋﻠﻢ ﹼ‬‫ﻭﺇﺫﺍ ﹼ‬
‫ﹶﺗ ﹶﺼﺪﱠ ﹶﻕ ﺑﹺ ﹶﺼﺪﹶ ﹶﻗ ﹴﺔ ﺑﹺ ﹶﻴ ﹺﻤﻴﻨﹺ ﹺﻪ ﻓﺎﺧﻔﺎﻫﺎ ﻋﻦ ﹺﺷ ﹶﲈﻟﹺﻪ‪ .3‬ﻫﻮ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﺍﻟﺒﺎﻋﺚ‬
‫ﺎﻧﻴ ﹰﺎ ﺧﺎﻟﻴ ﹰﺎ ﻋﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﻃﺒﻴﻌ ﹶﻴ ﹴﺔ ﲨﻠﺔ‬
‫ﻟﻪ ﻋﲆ ﺍﻟﺼﺪﻗﺔ ﺑﺎﻋﺜ ﹰﺎ ﺭﻭﺣﺎﻧﻴ ﹰﺎ ﺭ ﱠﺑ ﱠ‬
‫ﺻﻌﺐ ﺟﺪﱠ ﹰﺍ‪ ،‬ﻭﻭﺟﻪ ﺻﻌﻮﺑﺘﻪ ﺃﻥ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﳎﻤﻮﻉ ﻣﻦ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﻭﺍﺣﺪﺓ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻓﺈﻥ ﻫﺬﺍ‬
‫ﹲ‬
‫ﻭﺍﻗﻌﺔ‪.‬‬ ‫ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ ﻭﺍﳌﲈﺯﺟﺔ ﺑﻴﻨﻬﲈ‬
‫ﺭﻭﺣﺎﻧﻴ ﹸﺘﻪ ﺣﺘﻰ ﺍﺳﺘﻬﻠﻜﺖ ﻗﻮﺍﻩ ﻭﺻﻔﺎﺗﻪ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻓﻤﻦ ﻗﻮﻳﺖ‬
‫ﺗﴫﻓ ﹰﺎ ﻻ ﻣﺪﺧﻞ‬‫ﰱ ﺭﻭﺣﺎﻧﻴﺘﻪ ﺑﺤﻴﺚ ﻳﺘﻤﻜﻦ ﻣﻦ ﺍﻟﺘﴫﻑ ﺑﺮﻭﺣﻪ ﱡ‬
‫ﻳﺮﺟﺢ ﺑﺬﻟﻚ ﻋﲆ‬ ‫ﻟﻄﺒﻴﻌﺘﻪ ﻓﻴﻪ‪ ،‬ﻓﺈﻧﻪ ﻳﻜﻮﻥ ﰱ ﻏﺎﻳﺔ ﺍﻟﻘﻮﺓ ﻭﺍﻟﺸﺪﺓ‪ ،‬ﺑﻞ ﹼ‬
‫ﺟﺒﻠﻴﺔ‬
‫ﺒﻴﻌﻴﺔ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻄ ﹼ‬‫ﻛﺜﲑ ﻣﻦ ﺍﳌﻼﺋﻜﺔ‪ ،‬ﻷﻥ ﺧﻠﻮﹼ ﺃﻓﻌﺎﻝ ﺍﳌﻠﻚ ﻣﻦ ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﹼ‬
‫ﻟﻠﻤﻠﻚ‪ ،‬ﻓﻼ ﹸﻳﺴﺘﻐﺮﺏ ﻭﻻ ﹸﻳﺴﺘﻌﻈﻢ‪ ،‬ﻷﻧﻪ ﻻ ﻣﻨﺎﺯﻉ ﻫﻨﺎﻙ‪.‬‬
‫‪٦٧‬‬
ON BEŞİNCİ HADÎS

İnsanın zâhiren bir sağı, bir de solu vardır. Bu sağ ve sol, gö-
rünen sağ ve soldur. İnsanın bir de bâtınî sağ ve solu vardır. Bu iki-
si onun rûhâniyeti ve tabîatıdır. Şerîat, bunu nazar-ı itibâra alır. Hakk
Teâlâ şu âyetle buna işâret etmiştir. “Kıyâmet gününde yeryüzünün
tamamı O’nun kabzasında/tasarrufunda, gökler de O’nun sağ eliyle
dürülmüştür.”2 Gökler, ruhların mahal ve makâmı olunca, semâvâtın
ruhları sebebiyle âlem-i ervâha nisbeti açıktır. Bu yüzden Allah Teâlâ
semâvâtı sağ eline nisbet etmiştir. Yeri ve yerde bulunan tabiî sûretleri
diğer eline nisbet etmiş ve o elden kinâye olarak “kabza” lâfzını kul-
lanmıştır. Câmiu’l-usûl’de gelen sahîh bir hadîste bu kabza/el, şimâl/
sol lâfzıyla açıklanmıştır. Şimâl kelimesinin Hakk’a nisbeti yukarıdaki
mânâdadır.

Bu konu açıklığa kavuştu ise Cenâb-ı Peygamber’in Rabbından


naklederek buyurduğu: “Âdemoğlu, sağ eliyle verdiği sadakayı sol elin-
den gizler”3 sözünün mânâsını anla! O da sadaka vereni, sadaka verme-
ye sevkeden tabiî ve nefsânî ahkâmın etkisinden uzak, sâdece rûhânî ve
rabbânî bir etkenin bulunmasıdır. Bu işi yapmak ise gerçekten zordur.
Zorluğu, insanın rûhânî ve tabiî sıfatlarla bunların karışımından meyda-
na gelmiş; ikisi arası bir olgu oluşundan kaynaklanmaktadır.

Rûhâniyetini güçlendirerek, rûhunun tasarrufunu sağlamlaştıran


ve sûretle tabiî sıfat ve güçlerini yok eden kimsenin tabîatının böyle
durumlarda müdâhalesi söz konusu olamaz. Çünkü onun rûhu artık güç
ve kuvvetinin doruk noktasındadır. Hatta böyleleri meleklerin çoğundan
daha üstün bir seviyeye ermiş sayılırlar. Çünkü meleğin fiillerinin tabiî
özelliklerden uzak olması, meleğin cibilliyet ve fıtratından kaynaklan-
maktadır. Meleğin bu burumu, garib bir olay olmadığı gibi büyültülecek
bir konu da değildir. Çünkü melekte güç çekişmesi yoktur.
67
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳋﺎﻣﺲ ﻋﴩ‬

‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﻫﻨﺎ]ﻕ‪ :‬ﻫﻬﻨﺎ[ ﻓﺎﻟﻨﺰﺍﻉ ﻭﺍﻗﻊ ﻣﻦ ﺍﻟﻘﻮ￯ ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ‬


‫‪17-a‬‬ ‫ﻭﺳﻠﻄﺎﻥ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ ﻗﻮ￯ ﺟﺪﱠ ﹰﺍ‪ ،‬ﻭﻛﻴﻒ ﻻ‪ ،‬ﻭﺭﻭﺡ ‪ /‬ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﺇﻧﹼﲈ‬
‫ﹸﻌﲔﹸ[ ﺑﻌﺪ ﺍﳌﺰﺍﺝ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻰ ﻭﳛﺴﺒﻪ‪ ،‬ﻓﻼ ﺗﻐﻠﺐ]ﻕ‪ :‬ﻳﻐﻠﺐ[ ﺳﻠﻄﻨﺔ‬ ‫ﻳﺘﻌﲔ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳ ﱠ‬

‫ﺍﳌﻌﻨﻮﻱ ﻋﲆ ﺳﻠﻄﻨﺔ ﻣﺰﺍﺟﻪ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺮﻭﺡ ﻭﺻﻔﺎﺗﻪ ﺍﳌﻀﺎﻓﺔ ﺇﱃ ﻳﻤﲔ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ‬


‫ﲨﻠﺔ‬ ‫]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﲣ ﹼﻠﺺ[‬
‫ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻲ ﺍﻟﺬ￯ ﻟﻪ ﺟﻬﺔ]ﺵ‪ :‬ﺟﻬﺖ[ ﺍﻟﺸﲈﻝ ﺑﺤﻴﺚ ﳜﻠﺺ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻭﺃﺣﻜﺎﻣﻬﺎ ﻣﻊ‬ ‫]ﺵ‪ :‬ﻃﺒﻴﻌﻴﺔ[‬
‫ﻣﻦ ﺃﻓﻌﺎﻟﻪ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ﻋﻦ ﺷﻮﺏ ﻃﺒﻴﻌﺘﻪ‬
‫ﺑﻘﺎﺀ ﺍﻻﺭﺗﺒﺎﻁ ﻭﺍﻻﻣﺘﺰﺍﺝ ﺍﻟﻮﺍﻗﻊ ﺑﲔ ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ﻭﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ‬
‫ﲏ ﻭﻗﻮﺓ ﻭﺷﺪﹼ ﺓ ﻋﻈﻴﻤﺔ ﻛﲈ ﺳﺒﻘﺖ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺇﻟﻴﻪ ﻓﺎﻓﻬﻢ‬ ‫ﺇﻻ ﺑﺘﺄﻳﻴﺪ ﺭ ﹼﺑﺎ ﱟ‬
‫‪١٨‬‬
‫ﺗﺮﺷﺪ]ﻉ‪ - :‬ﺗﺮﺷﺪ[ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ ﺗﻌﺎﱃ‪.‬‬

‫‪– 1‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪ ،‬ﺝ‪ ،٣ :‬ﺹ‪١٢٤ :‬‬


‫‪ – 2‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺰﻣﺮ )‪ ،(٣٩‬ﺍﻵﻳﺔ‪٦٧ :‬‬
‫‪ – 3‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺗﻔﺴﲑ ﺳﻮﺭﺓ ‪ ،٣‬ﻭ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳉﻨﺔ‪٢٥ ،‬‬
‫‪٦٨‬‬
ON BEŞİNCİ HADÎS

Şu insandaki tabiî özelliklerle rûhânî güçler arasındaki çekiş-


me konusuna gelince, insandaki tabîat sultânının otoritesi gerçekten
kuvvetlidir. Nasıl olmasın ki? İnsanın rûhu, mizâc-ı tabiîden sonra
ortaya çıkar ve tabîat onu hapseder. Rûhun saltanatı/otoritesi ve insa-
nın mânevî sağ cihetine muzâf sıfatları, insanın sol cihetinde bulunan
mizâc-ı tabiîsi üzerine üstünlük sağlayamaz. Rûhânî fiillerinde, tabîat ve
rûhâniyet sıfatları arasındaki imtizâc ve irtibât devam ettiğinden, tabîat
ve ahkâmının hıyânetinden kurtulsa bile rûhun gücü tabîatı bastıramaz.
Bunun bir istisnâsı vardır, o da rabbânî bir yardımla elde edilecek bir
enerji ve güçle olur. Nitekim buna işâret olundu. Anlamaya çalış, o za-
man doğruyu bulursun inşâallah.18

1. İbn Hanbel, III, 124.


2. ez-Zümer, 39/67.
3. Tirmizî, Tefsîr, 3; Cennet, 25.

68
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺩﺱ ﻋﴩ‬
‫ﴎ ﲢﺮﻳﻢ ﺍﻟﺮﺑﺎ‬
‫ﺍﻟﺬ ﹶﻫ ﹸﺐ‬ ‫ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ‪ :‬ﱠ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﺳﻌﻴﺪ‪ 1‬ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹶ‬
‫ﻗﺎﻝ‬ ‫ﹴ‬ ‫]ﻕ‪ + :‬ﻋﻦ[ ﹸﻣ ﹾﺴ ﹺﻠ ﹲﻢ ﹶﻋ ﹾﻦ ﺃﺑﻰ‬
‫ﲑ‪ ،‬ﻭﺍﻟ ﱠﺘ ﹾﻤ ﹸﺮ‬‫ﺑﺎﻟﺸﻌ ﹺ‬ ‫ﲑ ﱠ‬ ‫ﺎﻟﱪ‪ ،‬ﱠ‬
‫ﻭﺍﻟﺸﻌ ﹸ‬ ‫ﻭﺍﻟﱪ ﺑﹺ ﹸ ﱢ‬ ‫ﺑﺎﻟﻔ ﱠﻀ ﹺﺔ‪ ،‬ﹸ ﱡ‬ ‫ﻭﺍﻟﻔ ﱠﻀ ﹸﺔ ﹺ‬ ‫ﺐ‪ ،‬ﹺ‬ ‫ﺑﺎﻟﺬ ﹶﻫ ﹺ‬‫ﱠ‬
‫ﺍﺳ ﹶﺘ ﹶﺰﺍ ﹶﺩ ﹶﻓ ﹶﻘﺪﹾ ﹾﺃﺭ ﹶﰊ‪،‬‬
‫ﺃﻭ ﹾ‬ ‫ﻼ ﺑﹺ ﹺﻤﺜ ﹴﹾﻞ‪ ،‬ﹶﻳﺪﹶ ﹰﺍ ﺑﹺ ﹶﻴ ﹴﺪ‪ ،‬ﹶﻓ ﹶﻤ ﹾﻦ ﹶﺯﺍ ﹶﺩ ﹾ‬‫ﺑﺎﻟ ﱠﺘ ﹾﻤ ﹺﺮ ﻭﺍﳌ ﹺ ﹾﻠ ﹸﺢ ﺑﺎﳌ ﹺ ﹾﻠ ﹺﺢ ﹺﻣ ﹾﺜ ﹰ‬
‫ﺳﻮﺍﺀ‪.2‬‬
‫ﹲ‬ ‫ﺍﻵﺧ ﹸﺬ ﻭﺍ ﹸﳌ ﹾﻌ ﹺﻄﻰ ﹺ‬
‫ﻓﻴﻪ‬ ‫ﹺ‬
‫ﴎ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻛﺸﻒ ﴎﻩ ﻭ ﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ[ ﺍﻟﺮﺑﻮﺍ ﻭﺑﻴﺎﻥ ﺳﺒﺐ ﲢﺮﻳﻤﻪ‬
‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﺍﻋﻠﻢ ﻣﺪﺍﺭ ﺃﻣﺮ ﺍﻟﺮﺑﻮ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺍ ﻟﺮﺑﺎ[ ﻋﲆ ﺃﺻﻠﲔ‪ ،‬ﻭﳘﺎ ﺍﻷﻭﺻﺎﻑ‬
‫ﴎﳘﺎ ﺑﻌﻮﻥ ﺍﷲ ﺗﻌﺎﱃ ﻭﻣﺸﻴﺌﺘﻪ ﻣﺒﺘﺪﺋ ﹰﺎ ﺑﺬﻛﺮ ﹼ‬
‫ﴎ‬ ‫ﻭﺍﻷﺯﻣﺎﻥ ﻭﺃﻧﺎ ﺃﻭﺿﺢ ﹼ‬
‫ﺍﻷﻭﺻﺎﻑ‪ ،‬ﺛﻢ ﺍﻷﺯﻣﺎﻥ‪.‬‬
‫ﻓﺄﻗﻮﻝ‪ :‬ﻻﺷﻚ ﺃﻥ ﺍﻷﺷﻴﺎﺀ ﺍﻟﺮﺑﻮﻳﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﺃﺷﱰﻁ ﻓﻴﻬﺎ ﻣﺮﺍﻋﺎﺓ‬
‫ﺍﳌﺴﺎﻭﺍﺓ ﰱ ﺍﻟﻮﺯﻥ ﻭﺍﻟﻜﻴﻞ ﻣﻦ ﻏﲑ ﺯﻳﺎﺩﺓ‪ ،‬ﻫﻰ ﺃﺟﺴﺎﻡ ﻣﺮﻛﺒﺔ ﻣﻦ‬
‫ﻋﻠﻮ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﳉﻮﺍﻫﺮ ﻋﲆ‬
‫ﺃﻋﺮﺍﺽ ﻭﻻ ﺭﻳﺐ ﰱ ﹼ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﻳﻠﺤﻘﻬﺎ[‬
‫ﺟﻮﺍﻫﺮ ﺗﻠﺤﻘﻬﺎ‬
‫ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻷﻋﺮﺍﺽ‪ ،‬ﻟﺘﺒﻌﻴﺘﻬﺎ ﰱ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﻟﻠﺠﻮﺍﻫﺮ‪.‬‬
‫ﻓﻬﺬﻩ ﺍﻷﺷﻴﺎﺀ ﺍﻟﺮﺑﻮﻳﺔ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺫﻭﺍﲥﺎ ﻣﺘﲈﺛﻠﺔ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﺣﻴﺚ‬
‫ﺻﻔﺎﲥﺎ ﳐﺘﻠﻔﺔ‪ ،‬ﻓﻤﺘﻰ ﱂ ﻳﺸﱰﻁ ﺍﳌﺴﺎﻭﺍﺓ ﺑﻴﻨﻬﲈ]ﻕ‪ :‬ﺑﻴﻨﻬﺎ[ ﰱ ﺍﳌﺒﺎﻳﻌﺔ ﻛﺎﻧﺖ‬
‫‪17-b‬‬ ‫ﻋﺮﴈ ﻛﻤﻦ ﺍﺷﱰ￯ ﺻﺪﹼ ﹰﺍ ﻣﻦ ﺍﳊﻨﻄﺔ‬ ‫ﱟ‬ ‫ﺍﻟﺰﻳﺎﺩﺓ ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺔ ﰱ ﻣﻘﺎﺑﻠﺔ ﻭﺻﻒ‬
‫ﺍﻟﺴﻤﺮﺍﺀ ﺃﻭ ﺍﻟﺼﻐﲑﺓ‬ ‫ﺍﳊﺐ ﺑﻤﺪﹼ ﻳﻦ ﻣﻦ ﺍﳊﻨﻄﺔ ﹼ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺒﻴﻀﺎﺀ ﺃﻭ ﺍﻟﻜﺒﲑﺓ‬
‫ﻇﻠﻢ ﹲ‬
‫ﳏﺾ‪،‬‬ ‫ﺍﳊﺐ‪ ،‬ﻓﻴﻜﻮﻥ ﺍﳌﺪﹼ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﺍﻟﺰﺍﻳﺪ ﺛﻤﻨ ﹰﺎ ﻟﻠﺒﻴﺎﺽ‪ ،‬ﻭﺫﻟﻚ ﹲ‬ ‫ﹼ‬
‫‪٦٩‬‬
ON ALTINCI HADÎS
RİBÂ/FÂİZİN HARAM OLUŞ SIRRI

Müslim’in Ebû Said el-Hudrî’den1 rivâyetine göre Allah Rasûlü


(s.a.) şöyle buyurmuştur: “Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğ-
dayla, arpa arpayla, hurma hurmayla, tuz tuzla mislen bi-misl aynı mik-
tarlarda alınıp verilir. Kim bu değişiklik sırasında fazla verir veye fazla
verilmesini isterse ribâ muâmelesi yapmış olur. Ribâyı veren ve alan
günahta eşittir.”2
Ribânın Sırrı ve Haram Oluş Sebebi
Bilesin ki ribânın cereyân ettiği/medâr-ı ribâ olan iki şey vardır:
Evsâf ve zaman. Ben inşâallah, Allah’ın inâyetiyle bu ikisinin de sır ve
hikmetini açıklayacağım. Önce “evsâf”ın sır ve hikmetinden başlaya-
yım, sonra da “zaman”ı anlatayım.
Derim ki: Şüphesiz alış verişlerinde artırma yapmadan; tartı ve
ölçülerinin müsâvî olmasına riâyeti şart koşulan ribevî mallar, cevher-
leriyle ârâzları birbirine karışan mürekkep cisimlerdir. Cevherin dere-
cesinin ârâzdan üstün olduğunda şüphe yoktur. Çünkü ârâzın varlığı
cevhere bağlıdır.
Haklarında ribâ cereyân eden bu mallar, zâtî özellikleri itibâriyle
aynıdır. Fakat sıfatları ve özellikleri itibâriyle farklıdır. Alışveriş sı-
rasında malın eşit olması şart koşulmazsa iâde sırasında ârızî vasıf
mukâbilinde zâtî bir fazlalık ortaya çıkmış olur. Nitekim beyaz ve iri
dâneli bir ölçek buğdayı satın alan kimse, bunun yerine esmer ve kü-
çük dâneli iki ölçek buğday verecek olursa; ikinci ve fazla olan ölçek,
beyazlık vasfının bedelidir. Bu ise zulmün ta kendisidir. Çünkü cevher
69
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺩﺱ ﻋﴩ‬

‫ﻷﻧﹼﻪ ﺳﺎﻭ￯ ﰱ ﺍﻟﴩﻑ ﻭﺍﳊﻜﻢ ﺑﲔ ﺍﳉﻮﺍﻫﺮ ﻭﺍﻷﻋﺮﺍﺽ ﻭﻫﻮ ﻟﻴﺲ‬


‫ﺑﺼﺤﻴﺢ‪.‬‬
‫ﺍﻟﺮﺑﻮ ﹼﻳﺔ‪ ،‬ﻛﺎﻟﺸﻌﲑ ﻭﺍﳌﻠﺢ ﻭﺍﻟﺘﻤﺮ‪،‬‬ ‫ﻭﻗﺲ ﻋﲆ ﻫﺬﺍ ﺑﻘﻴﺔ ﺍﻷﺷﻴﺎﺀ ﱢ‬ ‫ﻓﺎﻓﻬﻢ ﹺ‬
‫ﳾﺀ ﻣﻨﻬﺎ ﻋﲆ ﻣﺜﻠﻪ ﺇﻻ ﺑﺎﻟ ﱠﻨ ﹾﺒ ﹺﻞ ﺃﻭ ﱠ‬
‫ﺍﻟﻄﻌﻢ ﺃﻭ ﺍﻟﻠﻮﻥ‪ ،‬ﻭﻛ ﹼﻠﻬﺎ‬ ‫ﻳﺮﺟﺢ ﹲ‬ ‫ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻻ ﹼ‬
‫ﺗﺼﺢ]ﺵ‪ :‬ﻻ ﻳﺼﺢ[‪ ،‬ﻓﻠﻬﺬﺍ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺃﻋﺮﺍﺽ ﻭﺍﻟﺘﺴﻮﻳﺔ ﺑﲔ ﺍﻟﺬﻭﺍﺕ ﻭﺍﻷﻋﺮﺍﺽ ﻻ‬
‫ﹼ‬
‫ﻭﺍﻟﻔﻀﺔ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﺍﻟﺰﻳﺎﺩﺓ‬ ‫ﳏﺮﻣ ﹰﺎ‪ ،‬ﻭﻫﻜﺬﺍ ﺍﻷﻣﺮ ﰱ ﺍﻟﺬﻫﺐ‬ ‫ﹼ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﺍﻟﺮﰊ[‬
‫ﻛﺎﻥ ﺍﻟﺮﺑﻮﺍ‬
‫ﺍﻟﺼﻴﺎﻏﺔ ﺃﻭ ﺗﻐﻴﲑ ﺍﻟﺸﻜﻞ‪ ،‬ﻭﺫﻟﻚ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ‬ ‫ﻭﺍﻟﱰﺟﺢ ﻻ ﻳﻜﻮﻥ ﺇﻻ ﺑﺴﺒﺐ ﹼ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻋﺮﺽ‪ ،‬ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ‪.‬‬
‫ﻓﺈﻥ ﺍﳌﻘﺮﺽ ﻣﺎﺋﺔ‬ ‫ﻭﺃﻣﹼﺎ ﴎﹼ ﲢﺮﻳﻢ ﺍﻟﺮﺑﻮ]ﺵ‪ :‬ﺍﻟﺮﺑﺎ[ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﻟﺰﻣﺎﻥ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻼ ﺇﱃ ﺳﻨﺔ ﺑﲈﺋﺔ ﻭﻋﴩﻳﻦ]ﻕ‪ + :‬ﺩﻳﻨﺎﺭ ﹰﺍ[‪ ،‬ﺇﻧﹼﲈ ﺟﻌﻞ ﺍﻟﻌﴩﻳﻦ ﰱ‬ ‫ﺩﻳﻨﺎﺭ ﻣﺜ ﹰ‬
‫ﻣﻘﺎﺑﻠﺔ ﺍﻟﺰﻣﺎﻥ‪ ،‬ﻓﻜﺄﻧﹼﻪ ﺑﺎﻉ ﺳﻨﺔ ﻣﻦ ﺍﻟﺰﻣﺎﻥ ﺑﻌﴩﻳﻦ ﺩﻳﻨﺎﺭ ﹰﺍ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺰﻣﺎﻥ‬
‫ﺍﳌﻌﲔ ﻟﻴﺲ ﻣﻮﺟﻮﺩ ﹰﺍ ﺑﻌﺪ‪ ،‬ﻭﻻ ﳑﻠﻮﻛ ﹰﺎ ﻟﻠﻤﻘﺮﺽ‪ ،‬ﻓﻴﺠﻮﺯ ﻟﻪ ﹸ‬
‫ﺑﻴﻌ ﹸﻪ‪ ،‬ﻷﻥ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺍﻟﺰﻣﺎﻥ ﷲ ﻭﺑﺤﻜﻢ ﺍﷲ‪ ،‬ﻻ ﺣﻜﻢ ﻟﻐﲑﻩ ﻋﻠﻴﻪ‪.‬‬
‫ﻭﺍﻻﺷﱰﺍﻁ ﺍﻵﺧﺮ ﰱ ﺣﻖ ﻣﻦ ﺭﺍﻋﻰ ﺃﻣﺮ ﹰﺍ ﳌﺴﺎﻭﺍﺓ ﰱ ﺍﳌﺒﺎﻳﻌﺔ ﺃﻥ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻟﺘﺤﺼﻞ[‬
‫ﻳﻜﻮﻥ ﺫﻟﻚ ﻳﺪ ﹰﺍ ﺑﻴﺪ‪ ،‬ﻫﻮ ﻣﻦ ﺃﺟﻞ ﻛﲈﻝ ﺍﳌﺴﺎﻭﺍﺓ ﻟﺘﺤﺼﻴﻞ‬
‫ﻛﻤﻴﺔ ﺍﳌﺒﻴﻊ‪ ،‬ﻷﻧﹼﻪ ﻟﻮ ﱂ ﻳﻜﻦ ﻛﺬﻟﻚ‬ ‫ﺍﳌﺴﺎﻭﺍﺓ ﰱ ﺍﻟﺰﻣﺎﻥ ﻛﺤﺼﻮﳍﺎ ﰱ ﹼ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﻣﻮ ﹼﺩﻳﺔ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪:‬‬
‫ﻟﻜﺎﻧﺖ ﺍﳌﺴﺎﳏﺔ ﰱ ﺍﻟﻨﺴﻴﺌﺔ]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻨﺴﺒﺔ[ ﻭﺍﻟﺘﺄﺧﺮ]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﺘﺄﺧﲑ[ ﻣﺆﺫﻧﺔ‬
‫ﺑﺘﺤﻜﻢ ﻣﺎﻣﻦ ﺍﳌﻬﻤﻞ ﻋﲆ ﺍﻟﺰﻣﺎﻥ‪ .‬ﻓﻴﻜﻮﻥ ﻣﻦ ﻗﺒﻴﻞ ﻣﺎ ﺗﻘﺪﹼ ﻡ ﺫﻛﺮﻩ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻣﺆﺩﻳﺔ[‬

‫ﺍﳌﻌﲔ ﰱ ﻣﻘﺎﺑﻞ ﺍﻟﺰﻣﺎﻥ‪.‬‬ ‫ﻭﺍﻟﺮﺑﺢ ﹼ‬


‫ﰱ ﺍﻟﻘﺮﺽ ﹼ‬
‫‪٧٠‬‬
ON ALTINCI HADÎS

ve ârâz arasındaki hüküm ve şeref müsâvî olmalıdır. Değilse böyle bir


muâmele sahîh olmaz.

Sen bunu anla ve diğer ribevî malları, arpayı, tuzu, hurmayı buna
kıyasla. Ribevî mallardan hiçbiri misli üzerine kalite, tad ve renk gibi
ârâzlar sebebiyle tercih edilemez. Zât ile ârâzı müsâvî görmek sahîh ol-
maz. Bunun için ribâ haram kılınmış ve bu cins malların fazla verilerek
değiştirilmesi yasaklanmıştır. Altın ve gümüşte de durum aynıdır. Faz-
lalık ve üstünlük ancak kuyumculuk işçiliğinde ve şekil değişikliğinde
söz konusudur. Bunlar ise ârâzdır. Böylece bilesin.

Ribânın zaman açısından haram kılınmasının sır ve hikmetine ge-


lince onu da şöyle bir misâlle açıklayalım. Birisi bir kimseye bir yıl
süreyle yüz dînâr borç veriyor ve sene sonunda ondan yüz yirmi dînâr
istiyor. Bu yirmi dînâr, ancak geçen zamanın karşılığıdır. Bu yüzden
alacaklı sanki bir yıllık zaman birimini borçluya yirmi dînâra satmış
olmaktadır. Borç için tâyin olunan zaman, sözleşme sırasında henüz
mevcûd olmadığına ve bu zaman alacaklıların malı da bulunmadığı-
na göre, onu satması nasıl câiz olabilir? Zîrâ zaman, Allah’a âiddir ve
O’nun hükmüyle hareket eder, bir başkasının hükmüyle değil.

Alış veriş sırasında eşitliğin sağlanmasına riâyet eden kimse hak-


kında şart koşulan diğer bir şey de satılan malın kemiyetinde zamanla
ilgili eşitliği sağlamak için malların “yeden bi-yed/doğrudan elden” alı-
nıp verilmesidir. Alışveriş böyle eşitlik ölçülerine riâyetle yapılmamış
olursa, unutma ve gecikmedeki müsâmaha, işi ihmâl eden açısından di-
ğerine bir tahakküm olur. O takdîrde bu muâmele karz konusunda zikri
geçen iş kabîlinden olur ve ortaya çıkan kâr da zamanın karşılığı olmuş
olur.
70
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺩﺱ ﻋﴩ‬

‫ﻭﺳﻴﲈ‬
‫ﺗﺪ ﹼﺑﺮﺗﻪ ﺣﻖﹼ ﺍﻟ ﹼﺘﺪ ﱡﺑﺮ ﹼ‬
‫]ﺵ‪،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﹼ‬
‫ﺇﻥ[‬
‫ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ ﻭﺗﺪﺑﺮﻩ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻚ ﺇﺫﺍ‬
‫‪18-a‬‬ ‫ﺍﳌﺘﻀﻤﻦ ﴍﺡ ﺃﺣﻜﺎﻡ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺿﻤ ﹾﻤ ﹶﺖ ﺇﻟﻴﻪ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﺗﻪ ﰱ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻷﻭﻝ‬ ‫ﺇﻥ ‪ /‬ﹶ‬
‫ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﻭﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﺗﻌﺮﻑ ﻣﻌﻈﻢ ﺃﴎﺍﺭ ﺍﻟ ﹼﺘﺤﺮﻳﻢ ﻭﺍﻟﺘﺤﻠﻴﻞ‪ ،‬ﻭﺗﺮ￯ ﹼ‬
‫ﺃﻥ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﳌﴩﻭﻋﺔ ﺟﺎﺭﻳﺔ ﻋﲆ ﺍﻷﺻﻮﻝ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻳﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻹﳍﻴﺔ‬
‫‪١٩‬‬
‫ﻭﺍﻟﻜﻮﻧﻴﺔ‪.‬‬

‫‪ – 1‬ﺃﺑﻮ ﺳﻌﻴﺪ ﻫﻮ ﺃﺑﻮ ﺳﻌﻴﺪ ﺍﳋﺪﺭ￯ ﺳﻌﺪ ﺑﻦ ﻣﺎﻟﻚ ﺑﻦ ﺳﻨﺎﻥ‪ ،‬ﺻﺤﺎﺑﻰ ﺟﻠﻴﻞ‪ .‬ﻭ ﺭﻭ￯ ﻋﻦ ﺍﻟﻨﺒﻰ‬
‫ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ‪ ،‬ﻓﺄﻛﺜﺮ ﻭ ﺃﻃﺎﺏ‪ ،‬ﻣﺎﺕ ﺳﻨﺔ ﺛﻼﺙ ﻭ ﺳﺘﲔ‪ .‬ﺃﻧﻈﺮ ﻟﱰﲨﺔ ﻛﺘﺎﺏ ﺳﲑ ﺃﻋﻼﻡ‬
‫ﺍﻟﻨﺒﻼﺀ ﻟﻠﺬﻫﺒﻲ‪ ،‬ﺍﳌﺠﻠﺪ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ‪ :‬ﺹ‪١٧٢ - ١٦٨ :‬‬
‫‪ – 2‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺒﻴﻮﻉ ‪ ،٧٨٠‬ﻭ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳌﺴﺎﻗﺎﺓ ‪ ،٩٠ ،٨٥ ،٨٣ ،٨١‬ﻭﺃﺑﻮ‬
‫ﺩﺍﻭﺩ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺒﻴﻮﻉ ‪ ،١٢‬ﻭﺍﻟﻨﺴﺎﺋﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺒﻴﻮﻉ ‪ ،٥٠‬ﻭﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺘﺠﺎﺭﺍﺕ‬
‫‪ ،٤٨‬ﻭﺍﻟﺪﺍﺭﻣﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺒﻴﻮﻉ ‪ ،٤١٠‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ﺝ‪ ٢ :‬ﺹ‪٤٢٧ ،٢٦٢ :‬‬
‫‪٧١‬‬
ON ALTINCI HADÎS

Bunu böyle bilir ve iyice düşünürsen, özellikle de ilk hadîsin


(tahâret ve necâset ahkâmı) ile ilgili bölümünde zikrettiklerimi buna ka-
tarak zihin yorarsan, haram ve helâl oluştaki sırların çoğunu kavramış
olursun. Meşrû ahkâmın, usûl-i vücûdiyye, ahkâm-ı ilâhiyye ve kevniy-
ye üzerinde cereyân ettiğini görürsün.19

1. Ebû Saîd Sa’d b. Mâlik b. Sinân el-Hudrî sahâbenin büyüklerindendir. Hz. Peygamber’den
(s.a.) en çok hadîs rivâyet edenlerdendir. Hicrî 63 yılında vefât etmiştir. Bkz. Zehebî,
Siyeru a’lami’n-nübelâ, III, 168-172.
2. Buhârî, Büyû’, 78; Müslim, Müsâkât, 81-83, 85, 90; Ebû Dâvud, Büyû’, 12; Neseî,
Büyû’, 50; İbn Mâce, Ticârât, 48; Dârimî, Büyû’, 410; İbn Hanbel, II, 262, 427.

71
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ﻋﴩ‬
‫ﺍﻻﺳﻢ ﺍﻷﻋﻈﻢ‬

‫ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ‪ ،‬ﻗﺎﻝ‪:‬‬ ‫ﹶ‬ ‫ﺖ ﻳﺰﻳﺪﹶ ‪ ،1‬ﱠ‬


‫ﺃﻥ‬ ‫]ﻕ‪ + :‬ﻣﻦ ﺟﺎﻣﻊ ﺍﻷﺻﻮﻝ[ ﹶﻋ ﹾﻦ ﹶﺃ ﹾﺳ ﹶﲈ ﹶﺀ ﺑﹺ ﹾﻨ ﹺ‬
‫ﺇﻟﻪ ﹺ‬
‫ﻭﺍﺣﺪﹲ ﻻ ﺇﻟ ﹶﻪ ﺇ ﱠ‬
‫ﻻ ﹸﻫ ﹶﻮ‬ ‫ﲔ ﺍﻵﻳﺘﲔ‪2‬ﹺ‪ :‬ﻭﺇ ﹸﳍ ﹸﻜ ﹾﻢ ﹲ‬ ‫ﺍﻷﻋﻈﻢ ﰱ ﹶﻫﺎﺗ ﹺ‬
‫ﹸ‬ ‫ﺍ ﹺ ﹾﺳ ﹸﻢ ﺍﷲﹺ‬
‫ﻫﻮ ﹶ‬
‫ﺍﳊ ﱡﻲ‬ ‫ﻻ ﹶ‬ ‫ﺍﻥ‪ :‬ﺁﱂ ﹸ‬
‫ﺍﷲ ﻻ ﺇﻟ ﹶﻪ ﺇ ﱠ‬ ‫ﺁﻝ ﹺﻋ ﹾﻤ ﹶﺮ ﹶ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺳﻮﺭﺓ ﹺ‬ ‫ﹸ‬
‫ﻭﻓﺎﲢﺔ‬ ‫ﺣﻴﻢ‪،3‬‬
‫ﺍﻟﺮ ﹸ‬
‫ﺍﻟﺮ ﹾﲪ ﹸﻦ ﱠ‬‫ﱠ‬
‫ﺍﻥ‪،‬‬‫ﺁﻝ ﹺﻋ ﹾﻤ ﹶﺮ ﹶ‬ ‫ﹶ‬
‫ﺍﻷﻋﻈ ﹶﻢ‪ :‬ﰱ ﹼﺃﻭ ﹺﻝ ﹺ‬ ‫ﺇﻥ ﺍ ﹺ ﹾﺳ ﹶﻢ ﺍﷲﹺ‬ ‫ﹴ‬
‫ﺭﻭﺍﻳﺔ ﺃﺧﺮﻱ‪ :‬ﱠ‬ ‫ﺍﻟ ﹶﻘ ﱡﻴﻮﻡ‪ .4‬ﻭﰱ‬
‫ﹺ‬
‫ﺳﻮﺭﺓ ﺍﳊﺪﻳﺪ‪.5‬‬ ‫ﻭﺃ ﱠﻭ ﹺﻝ‬‫ﹶ‬

‫ﻼ ﹸ‬
‫ﻳﻘﻮﻝ‪ :‬ﺍﻟ ﱠﻠ ﹸﻬ ﱠﻢ‬ ‫ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ‪ ،‬ﹶﺳ ﹺﻤ ﹶﻊ ﹶﺭ ﹸﺟ ﹰ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﹶﻋ ﹾﻦ]ﻉ‪ - :‬ﻋﻦ[ ﹸﺑ ﹶﺮ ﹾﻳﺪﹶ ﺓ‪ :6‬ﱠ‬
‫ﺃﻥ‬
‫ﺍﻟﺼﻤﺪﹸ‬ ‫ﺍﻷﺣﺪﹸ ﱠ‬‫ﻻ ﺃﻧ ﹶﹾﺖ‪ ،‬ﹶ‬ ‫ﺍﷲ‪ ،‬ﻻ ﺇﻟ ﹶﻪ ﺇ ﱠ‬ ‫ﺇ ﱢﻧﻰ ﹶﺃ ﹾﺳﺄ ﹸﻟ ﹶﻚ ﺑﹺ ﹶﺄ ﱢﻧﻰ ﹶﺃ ﹾﺷ ﹶﻬﺪﹸ ﹶﺃ ﱠﻧ ﹶﻚ ﹶﺃﻧ ﹶﹾﺖ ﹸ‬
‫ﻓﻘﺎﻝ‪ :‬ﻭﺍ ﱠﻟﺬ￯ ﻧﻔﺴﻰ ﹺ‬
‫ﺑﻴﺪﻩ‬ ‫ﻛﻔﻮﺍ ﹶﺃ ﹶﺣﺪﹲ ‪ ،‬ﹶ‬ ‫ﺍﻟﺬ￯ ﹶ ﹾﱂ ﹶﻳ ﹺﻠﺪﹾ ﻭ ﹶﱂ ﹾﻳﻮﻟﺪﹾ ﻭ ﹶﱂ ﹾ ﹶﻳ ﹸﻜ ﹾﻦ ﹶﻟ ﹸﻪ ﹰ‬
‫ﺎﺏ‪ ،‬ﻭﺇﺫﺍ ﹸﺳﺌﹺ ﹶﻞ ﺑﹺ ﹺﻪ‬
‫ﺃﺟ ﹶ‬ ‫ﺍﻷﻋﻈﻢ ﺍ ﱠﻟﺬ￯ ﺇ ﹶﺫﺍ ﹸﺩ ﹺﻋ ﹶﻲ ﺑﹺ ﹺﻪ ﹶ‬
‫ﹺ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺑﺎﺳﻤﻪ‬ ‫ﹶﻟ ﹶﻘﺪﹾ ﹶﺳ ﹶﺄ ﹶﻝ ﹶ‬
‫ﺍﷲ‬
‫ﺃﻋﻄﻲ‪.‬‬
‫ﹾ‬

‫ﻳﺼﲆ ﰱ ﺍﳌﹶ ﹾﺴ ﹺﺠ ﹺﺪ‪ ،‬ﱠ‬


‫ﺛﻢ ﹶﺩ ﹶﻋﺎ ﻓﻘﺎﻝ‪:‬‬ ‫ﻼ ﻛﺎﻥ ﱢ‬ ‫ﺃﻥ ﺭﺟ ﹰ‬‫ﺃﻧﺲ‪ ،‬ﱠ‬
‫ﺣﺪﻳﺚ ﹴ‬‫ﹺ‬ ‫ﻭﰱ‬
‫ﺑﺪﻳﻊ‬
‫ﺎﻥ]ﻉ‪ :‬ﺍﳊﻨﺎﻥ[‪ ،‬ﹸ‬‫ﻻ ﺃﻧ ﹶﹾﺖ ﺍﳌﹶ ﱠﻨ ﹸ‬ ‫ﺑﺄﻥ ﹶﻟ ﹶﻚ ﹶ‬
‫ﺍﳊ ﹾﻤﺪﹸ ‪ ،‬ﻻ ﺇﻟ ﹶﻪ ﺇ ﱠ‬ ‫ﺍﻟ ﱠﻠ ﹸﻬ ﱠﻢ ﺇ ﱢﻧﻰ ﺃﺳﺄ ﹸﻟ ﹶﻚ ﱠ‬
‫ﻓﻘﺎﻝ ﹺ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ‬ ‫ﻮﻡ‪ ،‬ﹶ‬ ‫ﻳﺎﺣﻲ ﻳﺎ ﹶﻗ ﱡﻴ ﹸ‬
‫ﱡ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺍﳉﻼﻝ ﻭﺍﻹﻛﺮﺍ ﹺﻡ‪،‬‬ ‫ﹺ‬
‫ﻭﺍﻷﺭﺽ ﺫﻭ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ‬
‫ﹺ‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳌﺘﻘﺪﱢ ﹺﻡ‪ ،‬ﻭﺃ ﹾﻗ ﹶﺴﻢ ﺃ ﹾﻳﻀ ﹰﺎ‪.7‬‬ ‫ﹺ‬
‫ﻷﺻﺤﺎﺑﻪ ﻧﺤﻮ ﹰﺍ ﳑﱠﺎ ﻗﺎﻝ ﰱ‬ ‫ﻼﻡ‬
‫ﺍﻟﺴ ﹸ‬
‫ﱠ‬
‫‪٧٢‬‬
ON YEDİNCİ HADÎS
İSM-İ A`ZAM

Esmâ binti Yezîd’den1 rivâyete göre Allah Rasûlü şöyle bu-


yurmuştur: «Allah’ın ism-i a`zamı şu iki âyette geçmektedir2: Biri:
“İlâhınız bir tek Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur, O Rahmândır
Rahîmdir”3 âyeti, diğeri ise Âl-i İmrân’ın başındaki: “Elif Lâm Mim.
Hayy ve Kayyûm olan Allah’tan başka ilâh yoktur”4 âyetleridir.» Bir
başka rivâyet şöyledir: “Allah’ın ism-i a`zamı Âl-i İmrân’ın başında ve
Hadîd sûresinin baştarafındadır.”5

Büreyde’den6 gelen bir rivâyete göre Allah Rasûlü şöyle duâ eden
bir adam duydu: İlâhî, Sen’in Allah olduğuna, Sen’den başka ilâh bu-
lunmadığına şâhidlik ederim. O Allah Tek’tir, Samed’dir, baba ve oğul
olmaktan uzaktır. O’na denk hiçbir kimse yoktur. Bunun üzerine Allah
Rasûlü buyurdu ki: “Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a andolsun
ki bu kişi, duâ edildiğinde icâbet olunan, istenildiğinde verilen ism-i
a’zamla Allah’a duâ etmiştir.”

Enes’in rivâyet ettiği bir hadîs de şöyledir. Mescidde namaz kılan


bir adam şöyle duâ etmişti. “İlâhî hamdın ancak Sana âid olduğunu bi-
lerek hamd etmek isterim. Sen Mennân’sın, Sen’den başka ilâh yoktur,
göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısısın, Sen celâl ve ikrâm sâhibisin ey
Hayy ve Kayyûm olan Allah!” Bunları duyan Hz. Peygamber, ashâbına
doğru dönüp yemîn ederek önceki hadîste geçen sözlerine benzer sözler
söyledi.7
72
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ﻋﴩ‬

‫ﻛﺸﻒ ﺃﴎﺍﺭ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﺣﺪﻳﺚ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻛﺸﻒ ﴎﻩ ﻭﺍﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ[ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﺎﻧﻴﻬﻢ‬
‫ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻧﻪ ﻻﺑﺪﱠ ﻗﺒﻞ ﺍﻟﴩﻭﻉ ﰱ ﴍﺡ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ‪ ،‬ﻭﺑﻴﺎﻥ‬
‫ﺃﺳ ﹰﺎ‪،‬‬
‫ﻣﺎﺗﻀﻤﻨﻪ ﻣﻦ ﺍﻷﴎﺍﺭ‪ ،‬ﻣﻦ ﺗﻘﺪﻳﻢ ﻣﻘﺪﻣﺔ ﻛﻠﻴﺔ ﺗﻜﻮﻥ]ﻉ‪ :‬ﻳﻜﻮﻥ[ ﹼ‬
‫ﹼ‬
‫ﻭﻣﻔﺘﺎﺣ ﹰﺎ ﻟﻔﻬﻢ ﻣﺎ ﻳﺬﻛﺮ ﺑﻌﺪ‪ ،‬ﻭﻋﻮﻧ ﹰﺎ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻋﲆ ﺍﻻﻃﻼﻉ ﻋﲆ ﻣﺮﺍﺗﺐ‬
‫ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺍﻹﳍﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺗﻔﺎﻭﺕ ﺩﺭﺟﺎﲥﺎ ﺑﺤﺴﺐ ﺍﻷﻓﻌﺎﻝ ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ‬
‫‪18-b‬‬ ‫ﻭﺍﻟﻨﱢﺴﺐ ‪ /‬ﻭﺍﻹﺿﺎﻓﺎﺕ‪ .‬ﻓﺄﻗﻮﻝ‪:‬‬
‫ﺇ ﱠﻥ ﺍﻟﺬ￯ ﺃﻓﺎﺩﻩ ﺍﻟﺸﻬﻮﺩ ﺍﻷﺗﻢ ﺍﻷﻋﲆ ﻭﺍﳌﻌﺮﻓﺔ ﺍﳌﺤﻘﻘﺔ ﺍﻟﻜﱪ￯ ﰱ‬
‫ﺷﺄﻥ ﺍﳊﻖ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﳏﺾ ﺫﺍﺗﻪ‪ ،‬ﻫﻮ ﺃﳖﺎ ﺑﺎﻋﺘﺒﺎﺭ ﺇﻃﻼﻗﻬﺎ ﻻ ﹼ‬
‫ﻳﺘﻌﲔ ﻋﻠﻴﻬﺎ‬
‫ﺣﻜﻢ ﺑﺴﻠﺐ ﳾﺀ ﻋﻨﻬﺎ‪ ،‬ﺃﻭ ﺇﺛﺒﺎﺗﻪ ﳍﺎ‪ ،‬ﺃﻭ ﺍﳉﻤﻊ ﺑﲔ ﺍﻟﺴﻠﺐ ﻭﺍﻹﺛﺒﺎﺕ‪،‬‬
‫ﺃﻭ ﺍﳊﴫ ﰱ ﺫﻟﻚ ﺍﳉﻤﻊ‪ ،‬ﻭﻏﲑﻩ ﻣﻦ ﺍﻷﻭﺻﺎﻑ‪ ،‬ﻛﺘﻌﻘﻞ ﺍﻗﺘﻀﺎﺀ ﹴ‬
‫ﺇﳚﺎﺩ‬
‫ﺃﻭ ﻣﺒﺪﺃﻳﺔ ﺍﻭ ﻏﲑﳘﺎ‪ ،‬ﻷﻧﻪ ﻻﻳﻨﺤﴫ ﺷﺄﳖﺎ ﰱ ﳾﺀ ﻣﻦ ﺫﻟﻚ ﻭﺳﻮﺍﻩ‪ ،‬ﺑﻞ‬
‫ﳍﺎ ﺍﻟﺘﺤﻘﻖ ﻭﺍﻟﻘﺒﻮﻝ ﺑﺎﻟﺬﺍﺕ ﲨﻴﻊ ﺫﻟﻚ ﻭﺃﺿﺪﺍﺩﻫﺎ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻣﻦ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ‬
‫ﻛﻞ ﻣﺎﻭﺻﻔﺖ ﺑﻪ ﳍﺎ‪.‬‬‫ﻭﺍﻷﻭﺻﺎﻑ ﺣﺎﻝ ﺛﺒﻮﺕ ﹼ‬
‫ﺗﻌﲔ ﻣﺸﺘﻤﻞ ﻋﲆ ﲨﻴﻊ‬‫ﻭﻛﻞ ﺫﻟﻚ ﻣﻦ ﻋﲔ ﻭﺍﺣﺪﺓ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﺣﻴﺜﻴﺔ ﹼ‬
‫ﺍﻟ ﹼﺘﻌﻴﻨﺎﺕ ﻭﺍﻷﺳﲈﺀ ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﻭﺍﻟﻨﺴﺐ ﻭﺍﻹﺿﺎﻓﺎﺕ ﻭﺍﳉﻬﺎﺕ‬
‫ﺍﳌﺘﻌﺪﱢﺩﺓ ﻭﺍﻻﻋﺘﺒﺎﺭﺍﺕ‪ ،‬ﻭﻧﺴﺒﺔ ﺍﻟﻮﺣﺪﺓ ﻭﺍﻟﻜﺜﺮﺓ ﺇﱃ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﺘﻌﲔ ﻋﲆ‬
‫ﺣﴫ‬
‫ﹶ‬ ‫ﺗﻔﺮﻋﺘﺎ ﻣﻨﻪ‪ ،‬ﻓﻼ‬
‫ﻷﻥ ﺍﻟﻮﺣﺪﺓ ﻭﺍﻟﻜﺜﺮﺓ ﺍﳌﻌﻠﻮﻣﺘﲔ ﱠ‬‫ﺍﻟﺴﻮﺍﺀ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﹼ‬
‫ﻓﺎﻟﻜﻞ ﺛﻢ‬ ‫ﹶ‬
‫ﻭﻻﺿﺒﻂ ﻭﻻﺗﻨﺰﻳﻪ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻋﻦ ﺍﳊﴫ ﻣﻦ ﻭﺟﻪ ﻭﺍﻟﻀﺒﻂ‪.‬‬
‫ﺟﺰﺀ‪ ،‬ﻭﻻﺛﻢ‪.‬‬
‫ﻭﻣﺎﺛﻢ ﻛﻞ ﻭﻻ ﹲ‬
‫‪٧٣‬‬
ON YEDİNCİ HADÎS

Hadîslerin İşârî Mânâları ve Tasavvufî Yorumları

Bilesin ki bu hadîslerin şerhine ve ihtivâ ettiği sırları açıklama-


ya başlamadan önce, daha sonra anlatılacak olanları anlamaya anahtar
niteliğinde temel esaslarla ilgili genel bir mukaddimeye ihtiyaç vardır.
Yapacağımız bu açıklamalar aynı zamanda esmâ-i ilâhiyye mertebeleri-
ne muttalî olmayı sağlayacak; esmâ-i ilâhiyyenin izâfet, nisbet, sıfat ve
fiillere göre derecelerinin farkını kavramaya yarayacaktır. Derim ki:

Etemm/en tam ve a’lâ/en yüce şühûd ile büyük tahkîkî marifetin


zât-ı mahz itibâriyle Hakk’ın şânında ifâde ettiği anlam şudur: Mutlak
mânâda zât-ı ilâhîyye üzerine bir şeyi sâdece selb/nefy ya da isbât veya
nefy ve isbâtın ikisi birlikte ya da münhasıran cem’ ya da îcâdın gere-
ğini taakkul veya başka vasıfla taayyün/sınırlama gerçekleşmez. Çünkü
Hakk’ın zâtî durumu bunlardan birine ya da başka bir şeye münhasır
değildir. Aksine zât-ı ilâhiyye bütün zıdları kabûl eder ve onları gerçek-
leştirir. Aynı şekilde ahkâm ve vasıflardan onun vasfı olarak bilinen her
şey zât-ı ilâhiyye ile sâbit olur.

Bütün taayyünâta, esmâ, sıfat, nisbet, izâfet, muhtelif cihet ve


itibârlara şâmil olması bakımından bunların hepsi tek ayndandır. Vahdet
ya da kesretin bu taayyüne nisbeti eşittir. Çünkü bilinen vahdet ve kesret
ondan ayrılmıştır. O’nda hasr yoktur/sınırsızdır, zabt yoktur/ kuşatıla-
maz, aynı zamanda bir açıdan onda hasr ve zabt tenzîhi de yoktur. Kül
ordadır. Orada kül ve cüz ayırımı da yoktur; orada “orada” diye bir şey
de yoktur.
73
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ﻋﴩ‬

‫ﻭﻗﺪ ﹼﻧﺒﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻋﲆ ﻫﺬﺍ ﺍﻷﺻﻞ ﰱ ﻣﻮﺍﺿﻊ ﻣﻦ ﻛﺘﺎﺑﻪ ﺍﻟﻌﺰﻳﺰ ﻣﺜﻞ‬


‫ﻴﻂ ‪ .‬ﹼ‬
‫ﻓﻨﺒﻪ‬ ‫ﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﹶﻭ ﹸﻫ ﹶﻮ ﹶﻣ ﹶﻌ ﹸﻜ ﹾﻢ ﹶﺃ ﹾﻳ ﹶﻦ ﹶﻣﺎ ﹸﻛﻨ ﹸﺘ ﹾﻢ‪ ،8‬ﻭﻗﻮﻟﻪ ﹶﺃ ﹶﻻ ﺇﹺ ﱠﻧ ﹸﻪ ﺑﻜﻞ ﳾﺀ ﱡﳏ‬
‫ﹺ ﹸ ﱢ ﹶ ﹾ ﹴ ﹺ ﹲ ‪9‬‬

‫ﺫﺭﺓ‪ ،‬ﻓﲈ ﻓﻮﻗﻬﺎ ﰱ ﺍﻟﺼﻐﺮ‪ ،‬ﻭﻛﺬﻟﻚ‬ ‫ﻋﲆ ﺃﻧﹼﻪ ﹲ‬


‫ﳏﻴﻂ ﺑﺎﻟﺬﺍﺕ ﺑﻈﺎﻫﺮ ﻛﻞ ﹼ‬
‫ﺑﺒﺎﻃﻨﻬﺎ ﻣﻊ ﺃﻧﹼﻪ ﹼ‬
‫ﻛﻞ ﳾﺀ ﺑﺤﺴﺒﻪ‪ ،‬ﻭﻻﺭﻳﺐ ﰲ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﹼﺃﻥ[ ﺍﳌﺼﺤﻮﺏ‪ ،‬ﻣﺘﻰ‬
‫ﻛﺎﻥ ﻣﻘﻴﺪ ﹰﺍ ﻟﺬﺍﺕ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻓﺈﻥ ﺍﳌﺼﺎﺣﺐ ﻳﺼﺤﺒﻪ ﺑﺎﻟﺘﻘﻴﻴﺪ‪ ،‬ﻭﳍﺬﺍ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﺃﻳﻨﲈ ﻛﻨﺘﻢ‪،‬‬
‫ﻏﲑ ﺃﻧﻪ ﻻ ﻳﻨﺤﴫ ﻓﻴﻪ‪ ،‬ﻭﻻﰱ ﻏﲑﻩ‪ .‬ﻭﳍﺬﺍ ﺃﻗﻮﻝ‪:‬‬
‫ﻣﺘﻌﲔ‪ ،‬ﻭﳍﺬﺍ ﻗﺎﻝ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﻣﻄﻠﻖ ﻏﲑ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﹼﹲ‬
‫ﻣﺘﻌﲔ‬ ‫ﺇﻥ ﺍﳊﻖ ﰱ ﻛﻞ ﻣﺘﻌﲔ‬
‫‪19-a‬‬ ‫ﻮﻥ ﹺﻣﻦ ﱠﻧ ﹾﺠ ﹶﻮ￯ ﹶﺛ ﹶﻼ ﹶﺛ ﹴﺔ ﺇﹺ ﱠﻻ ﹸﻫ ﹶﻮ ‪ /‬ﹶﺭﺍﺑﹺ ﹸﻌ ﹸﻬ ﹾﻢ ﹶﻭ ﹶﻻ ﹶ ﹾ‬
‫ﲬ ﹶﺴ ﹴﺔ ﺇﹺ ﱠﻻ ﹸﻫ ﹶﻮ‬ ‫ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ‪ :‬ﹶﻣﺎ ﹶﻳ ﹸﻜ ﹸ‬
‫ﹶﺳ ﹺ‬
‫ﺎﺩ ﹸﺳ ﹸﻬ ﹾﻢ‪.10‬‬
‫ﺍﻟﻼﺗﻌﲔ‪ ،‬ﻭﻋﺪﻡ ﺍﳊﴫ ﰱ ﻣﺼﺎﺣﺒﺔ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻓﺎﻟﺴﺎﺩﺳﺔ ﺛﺎﺑﺘﺔ ﺑﺎﻋﺘﺒﺎﺭ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻣﺮ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻮﺟﻪ ﱠ‬
‫ﺗﻌﺬﺭﺕ ﻣﻌﺮﻓﺔ ﻛﻨﻬﻪ ﲤﺎﻣ ﹰﺎ‪،‬‬ ‫ﺍﳋﻤﺴﻴﺔ ﺑﺤﺴﺒﻬﻢ ﻛﲈ ﱠ‬
‫ﻮﻥ ﺑﹺ ﹺﻪ ﹺﻋ ﹾﻠ ﹰﲈ‪ ،11‬ﻓﲈﻧﻔﻰ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﺑﻪ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻣﻌﻠﻮﻡ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ‬ ‫ﻓﻘﺎﻝ‪ :‬ﹶﻭ ﹶﻻ ﹸ ﹺ‬
‫ﳛ ﹸ‬
‫ﻴﻄ ﹶ‬
‫ﹼ‬
‫ﻭﺗﻌﺬﺭ ﺍﻹﺣﺎﻃﺔ‪ ،‬ﻫﻮ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ‬ ‫ﺗﻌﻴﻨﻪ ﻭﻣﺸﻬﻮﺩ‪ ،‬ﻭﺇﻧﲈ ﻧﻔﻰ ﺍﻹﺣﺎﻃﺔ‬
‫ﺗﻌﻴﻨﻪ ﺑﺄﻣﺮ ﺣﻴﺚ]ﻕ‪ +:‬ﺏ[ ﺃﻧﹼﻪ ﻣﺘﻰ ﻋﺮﻑ ﻣﻦ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻮﺟﻪ‪،‬‬
‫ﺇﻃﻼﻗﻪ ﻭﻋﺪﻡ ﹼ‬
‫ﻧﺒﻴﻨﺎ ﺍﻟﺬ￯‬ ‫ﹼ‬
‫ﺍﳌﺘﻌﺬﺭ ﻻ ﻏﲑ‪ ،‬ﻭﺇﱃ ﻫﺬﺍ ﺃﺷﺎﺭ ﱡ‬ ‫ﻋﺮﻑ ﻣﻌﺮﻓﺔ ﺗﺎﻣﺔ‪ ،‬ﻫﺬﺍ ﻫﻮ‬
‫ﻫﻮ ﺃﻛﻤﻞ ﺍﳋﻠﻖ ﻣﻌﺮﻓﺔ ﺑﺎﷲ ﰱ ﺩﻋﺎﺋﻪ‪ ،‬ﻭﻣﻨﺎﺟﺎﺗﻪ ﷺ ﻳﻘﻮﻟﻪ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺑﻘﻮﻝ[ ﰱ‬
‫ﻴﻚ‪.12‬‬ ‫ﺁﺧﺮ ﻣﺎﺩﻋﺎ ﻭﺃﺛﻨﻲ‪ :‬ﹶﻻ ﹸﺃ ﹾﺣ ﹺﴡ ﹶﺛﻨﹶﺎ ﹰﺀ ﹶﻋ ﹶﻠ ﹾﻴ ﹶﻚ ﹶﻻ ﹶﺃ ﹾﺑ ﹸﻠ ﹶﻎ ﹸﻛ ﱠﻞ ﹶﻣﺎ ﹺﻓ ﹶ‬
‫‪٧٤‬‬
ON YEDİNCİ HADÎS

Allah Subhânehû ve Teâlâ, yüce kitâbında bu temel esasa bazı yer-


lerde dikkat çekmiş ve şöyle buyurmuştur: “Nerede olursanız olun, O
sizinle beraberdir.”8; “Dikkat edin ki o Allah (ilmiyle ve kudretiyle) her
şeyi kuşatmıştır.”9 Allah her zerrenin ve daha küçük olanın zâhirini bizzat
kuşattığını, yine her şeyin bâtınını O’na yetecek özelliği ile ihâta ettiği-
ni belirtmektedir. Bir şey ile beraber olanın onun zâtını sınırlayacağında
şüphe yoktur. Çünkü beraber bulunan birlikte bulunduğunu sınırlar. Bu
yüzden Allah: “Nerede bulunursanız” buyurarak orada veya başka yerde
bulunmakla hasredilmiş olmamaktadır. Bu yüzden ben diyorum ki:

Hak her taayyün edende mutlak ve gayr-i müteayyin olarak ta-


ayyün etmiştir. Bu yüzden Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur. “Üç kişinin
gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O’dur. Beş kişinin gizli
konuştuğu yerde altıncısı O’dur.”10

Âyette Allah’ın beşin altıncısı oluşu lâ-taayyün itibâriyledir. Beş


ile beraber bulunmaya âid bir hasrın olmayışı, yukarda geçtiği gibi
itibârîdir. Bu açıdan O’nun künhünü tam olarak tanımak mümkün de-
ğildir. Nitekim Allah Teâlâ: “İnsanlar ilim ile O’nu ihâta edemezler”11
buyurmuştur. O’nunla ilim nefyedilmemiştir; çünkü O, taayyün ve
meşhûdu itibâriyle malûmdur. O’nu ilimle ihâta etmenin nefy edilişi,
ihâtanın mümkün olmayışındandır. O mutlak oluşu ve adem-i taayyü-
nü itibâriyle ne zaman bilinirse o durum itibâriyle mârifet-i tâmme ile
bilinmiş olur. İmkânsız olan ihâtadır, başkası değil. Nitekim mârifet-i
ilâhiyye konusunda yaratılmışların en mükemmeli olan Peygamberimiz
duâ ve münâcâtında şöyle duâ ve senâda bulunmuştur: “Seni hakkıyla
senâ edemem, Sen’de bulunanın künhüne ulaşamam.”12
74
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ﻋﴩ‬

‫ﻓﻨﻔﻰ ﺍﻹﺣﺎﻃﺔ ﻭﱂ ﻳﻨﻒ]ﺵ‪ :‬ﱂ ﻳﻨﻔﻲ‪ ،‬ﻭ ﻫﻮ ﻏﻠﻂ[ ﺍﳌﻌﺮﻓﺔ‪ ،‬ﻭﻻ ﳜﻔﻰ ﻋﲆ‬
‫ﻳﺪﻝ ﺫﻟﻚ‬ ‫ﻳﺘﻌﺬﺭ ﻭﺿﻊ ﺍﺳﻢ ﳍﺎ ﺑﺤﻴﺚ ﹼ‬ ‫ﺇﻥ ﺫﺍﺗ ﹰﺎ ﻫﺬﺍ ﹺﺷﺄﳖﺎ ﹼ‬
‫ﺍﳌﺴﺘﺒﴫ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺍﻻﺳﻢ ﻋﲆ ﳏﺾ ﺣﻘﻴﻘﺘﻬﺎ ﺩﻻﻟﺔ ﻣﻄﺎﺑﻘﺔ ﺗﺎ ﹼﻣﺔ‪ ،‬ﺣﺘﻰ ﻻ ﻳﻔﻬﻢ ﻣﻦ ﺫﻟﻚ‬
‫ﺗﻀﻤﻨﻪ ﻣﻌﻨﻰ ﺯﺍﻳﺪ ﹰﺍ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻣﻦ ﻭﺻﻒ‬ ‫ﺍﻻﺳﻢ ﻏﲑ ﳏﺾ ﺍﻟﺬﺍﺕ ﺩﻭﻥ ﹼ‬
‫ﹼ‬
‫ﺍﳌﺤﺎﻝ‪.‬‬ ‫ﺃﻭ ﺣﻜﻢ‪ ،‬ﺃﻭ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺃﻭ ﺍﻋﺘﺒﺎﺭ‪ ،‬ﻫﺬﺍ ﻫﻮ‬
‫ﺗﺘﻀﻤﻨﻬﺎ ﺍﻟﻌﺒﺎﺭﺍﺕ‪،‬‬‫ﹼ‬ ‫ﻭﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻓﻴﻨﺒﻐﻰ ﻟﻚ ﺃﻥ ﺗﻌﻠﻢ ﺃﻥ ﺍﳌﻌﺎﻧﻰ ﺍﻟﺘﻰ‬
‫ﻓﺈﳖﺎ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﺭﺗﺒﺎﻃﻬﺎ‬ ‫ﻭﺇﻥ ﻛﺎﻥ ﻓﻠﻜﻬﺎ ﺃﻭﺳﻊ ﻣﻦ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻌﺒﺎﺭﺓ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺗﻘﻴﺪ ﹰﺍ ﺯﺍﻳﺪ ﹰﺍ ﻋﲆ ﺗﻌﻴﻨﺎﲥﺎ ﺍﳌﺘﻌﻘﻠﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻣﻦ‬ ‫ﺑﺼﻮﺭ ﺍﻟﻌﺒﺎﺭﺍﺕ ﻣﻘﻴﺪﺓ ﹼ‬
‫ﺣﻴﺜﻴﺘﻬﺎ ﻳﻤﺘﺎﺯ ﺑﻌﺾ ﺍﳌﻌﺎﻧﻰ ﻋﻦ]ﻕ‪ :‬ﻣﻦ[ ﺍﻟﺒﻌﺾ‪ ،‬ﻓﻼ ﻋﺒﺎﺭﺓ ﺇﻻ ﻋﻦ‬
‫ﺍﻟﻼﺗﻌﲔ‪ ،‬ﻓﻼ ﺍﺳﻢ ﻫﻨﺎﻙ‪ ،‬ﻭﻻ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻣﺘﻌﲔ‪ ،‬ﻭﺇﻃﻼﻕ ﺍﳊﻖ ﻫﻮ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ‬
‫ﺻﻔﺔ ﻭﻻ ﺣﻜﻢ ﻭ ﻻ ﻏﲑ ﺫﻟﻚ‪.‬‬
‫ﺛﻢ ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﺍﳌﻌﻨﻮﻳﺔ ﺍﳉﺎﻣﻌﺔ ﳌﻔﻬﻮﻡ ﺍﳌﻌﺎﻧﻰ ﻛ ﹼﻠﻬﺎ ﻧﺴﺒﺘﻬﺎ ﺇﱃ ﺍﳌﻌﺎﻧﻰ‬
‫ﴎ ﺁﺧﺮ ﴍﻳﻒ‪ ،‬ﻭﻫﻮ‬ ‫ﻧﺴﺒﺔ ﺍﳉﻨﺲ ﺇﱃ ﺍﻷﻧﻮﺍﻉ ﻭﺍﻷﺷﺨﺎﺹ‪ ،‬ﻭﻫﻨﺎ ﹼ‬
‫‪19-b‬‬ ‫ﺃﻥ ﻣﻌﻨﻮﻳﺔ ﻛﻞ ﳾﺀ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ‪ /‬ﻛﻞ ﺃﺣﺪ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﺎﺭﻓﲔ ﻫﻮ ﻣﺎ ﻳﻨﺘﻬﻰ‬
‫ﻇﻦ‬
‫ﻳﺸﻌ ﹸﺮ ﺑﻪ ﺃﻭ ﹼ‬‫ﺇﻟﻴﻪ ﻣﻌﺮﻓﺘﻪ ﻣﻦ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﴚﺀ‪ ،‬ﻭﻳﻘﻒ ﻋﻨﺪﻩ ﺇ ﹼﻣﺎ ﻟﻌﺠ ﹴﺰ ﹸ‬
‫]ﺵ‪:‬ﱂ‬
‫ﻣﻨﻪ ﺇﻧﹼﻪ ﻗﺪ ﺑﻠﻎ ﺍﻟﻐﺎﻳﺔ ﻣﻦ ﻣﻌﺮﻓﺔ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﴚﺀ‪ ،‬ﻓﺎﳌﻌﺎﻧﻰ ﺇﺫ ﹰﺍ ﱂ ﲣﻠﺺ‬
‫ﳜﻠﺺ[ ﻣﻦ ﺍﻟﺘﻘﻴﺪﺍﺕ‪ ،‬ﻭﻻ ﻳﺘﺠﺎﻭﺯ ﺻﻮﺭ ﺍﻟﺘﻌﻴﻨﺎﺕ ﻛﲈ ﺑﻴﻨﺎ‪ ،‬ﻓﻌﺎﱂ ﺍﻟﻌﺒﺎﺭﺓ‬
‫ﺑﻄﺮﻳﻖ ﺍﻷﻭﱄ‪ ،‬ﻷﻧﹼﻪ ﺃﺿﻴﻖ ﻓﻠﻜ ﹰﺎ ﻭﺃﻛﺜﺮ ﺗﻘﻴﻴﺪ ﹰﺍ‪.‬‬
‫ﹰ ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺃﺳﲈﺀ[‬
‫ﻓﻜﻴﻒ ﻳﻤﻜﻦ ﺃﻥ ﻳﺴﺘﺨﱪ ﻋﺎﻗﻞ ﺃﻥ ﺛﻤﺔ ﷲ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﺍﺳﲈ‬
‫ﺃﻋﻈﻢ ﺑﻤﻌﻨﻰ ﺃﻥ ﺃﻋﻈﻤﻴﺘﻪ ﺛﺎﺑﺘﺔ ﺑﺴﺒﺐ ﺩﻻﻟﺘﻪ ﻋﲆ ﳏﺾ ﺍﻟﺬﺍﺕ ﺩﻻﻟﺔ‬
‫ﻣﻄﺎﺑﻘﺔ ﻋﲆ ﺍﻟﻮﺟﻪ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﻏﲑ ﺃﻧﹼﻪ ﻳﻨﺒﻐﻰ ﻟﻚ ﺃﻥ ﺗﻌﻠﻢ ﺃﻧﻪ ﻭﺇﻥ ﺗﻌﺬﺭ‬
‫ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﷲ ﻣﺜﻞ ﻫﺬﺍ ﺍﻻﺳﻢ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﻟﻪ ﺃﺳﲈ ﹶﺀ ﻋﻈﺎﻣ ﹰﺎ ﰱ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻷﻓﻌﺎﻝ‬
‫‪٧٥‬‬
ON YEDİNCİ HADÎS

Hz. Peygamber bu ifâdeleriyle mârifeti değil, ihâtayı nefy etmiş-


tir. Olaylara basîretle bakana şurası gizli değildir ki: Durumu böyle olan
bir zâta, O’nun mutlak hakîkatine tam bir mutâbakatla delâlet edecek
isim koymak mümkün değildir. Ki bu isimlerden O’nun vasıf, hüküm,
mertebe ya da itibârî durumu değil, sâdece zâtı anlaşılsın. Böyle bir şey
muhal/imkânsızdır.

Ayrıca şunu da bilmen gerekir ki, ibârelerin tazammun ettiği


mânâlar, bahse konu ibârelerden daha geniş olsa da, ibârelerin sûretler/
kalıplar ile irtibâtı sebebiyle sınırlıdır. Bu taayyün/sınırlılık, taakkul edi-
lebilen mânâlar üzerinde zâid bir biçimde olur. Mânâlar bu taayyünler
sâyesinde birbirinden ayrılır. İbâre/söz ise taayyün eden şeyler için olur.
Hakk Teâlâ ise lâ-teayyün özelliği itibâriyle mutlaktır. Orada ne isim, ne
sıfat, ne hüküm ne de bir başkası söz konusudur.

Sonra bilesin ki, mânâların mefhûmunu cem’ eden mânânın


bunlara nisbeti, nevi ve şahıslara nisbet edilen bir cins gibidir. Bu-
rada saygın bir sır vardır. O da âriflerden her birine nisbetle ulaşılan
mârifetin nihâyetidir. Ârif yaşadığı bir âcizlik ya da zan sebebiyle bir
şeyin mârifetinin nihâyetine ulaştığı düşüncesiyle duraksar. Öyle olun-
ca mânâlar takyîdâttan/sınırlamalardan kurtulamaz. Açıkladığımız gibi
taayyün, sûretlerini aşamaz/dışına çıkamaz. İbâre/anlatım dünyâsı ise
evleviyetle böyledir. Çünkü ibâre âlemi, feleği/alanı dar, sınırlamaları
çok olan bir âlemdir.

Yukarıda geçtiği üzere akıllı olan bir kimse Allah’ın sâdece zâtına
uygun bir şekil delâleti sebebiyle en büyük isim sayılan ism-i a’zamın
sâbit büyüklüğünü nasıl haber versin? Ancak şu kadar var ki Allah
Teâlâ’nın böyle bir isminin bulunması imkânsız görünüyorsa da O’nun
75
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ﻋﴩ‬

‫ﺍﳌﻌﱪ ﻋﻨﻬﺎ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﻭﺍﻟﻨﺴﺐ ﻭﺍﻹﺿﺎﻓﺎﺕ ﻭﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ‬
‫ﺑﺎﻻﻋﺘﺒﺎﺭﺍﺕ ﻫﻰ ﺍﳌﺮﺍﺩﺓ ﺑﺎﻟﺬﻛﺮ ﰱ ﺍﻷﺧﺒﺎﺭ ﺍﻟﻨﺒﻮﻳﺔ ﻋﲆ ﻣﺎ ﺳﺄﻭﺿﺢ‬
‫ﻟﻚ ﻣﻦ ﺃﴎﺍﺭﻫﺎ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ‪ .‬ﻓﺄﻗﻮﻝ‪:‬‬
‫ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺍﻹﳍﻴﺔ ﺗﻨﻘﺴﻢ ﺑﻨﺤﻮ ﻣﻦ ﺍﻟﻘﺴﻤﺔ ﺇﱃ ﲬﺴﺔ ﺃﻗﺴﺎﻡ‪ ،‬ﻗﺴﻢ ﻻ‬
‫ﻣﺪﺧﻞ ﻟﻪ ﰱ ﺍﻟﺘﻠﻔﻆ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻜﺘﺎﺑﺔ ﻣﻊ ﺇﻧﻰ ﺳﺄﺷﲑ ﺇﻟﻴﻪ ﺑﻌﺪ ﺫﻛﺮ￯ ﺍﻷﻗﺴﺎﻡ‬
‫ﺍﻷﺭﺑﻌﺔ‪ ،‬ﻓﺄﻭﹼﻝ ﺍﻷﻗﺴﺎﻡ ﻣﻦ ﺍﻷﺭﺑﻌﺔ‪ :‬ﻣﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻟﻐﻴﺐ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺍﻟﻴﻬﺎ ﰱ‬
‫‪13‬‬ ‫ﺐ ﹶ‬
‫ﻻ ﹶﻳ ﹾﻌ ﹶﻠ ﹸﻤ ﹶﻬﺎ ﺇﹺ ﱠ‬
‫ﻻ ﹸﻫ ﹶﻮ‬ ‫ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ ﺍﻟﻌﺰﻳﺰ ﺑﻘﻮﻟﻪ ﺗﻌﺎﱃ ﹶﻭ ﹺﻋﻨﺪﹶ ﹸﻩ ﹶﻣ ﹶﻔﺎﺗﹺ ﹸﺢ ﺍ ﹾﻟ ﹶﻐ ﹾﻴ ﹺ‬
‫ﻭﳍﺎ ﲬﺲ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺃﻳﻀﺎﹰ‪ ،‬ﻭﻫﻰ ﺣﴬﺓ ﺍﻟﻐﻴﺐ ﺍﳌﺸﺘﻤﻠﺔ ﻋﲆ ﺍﳌﻌﺎﻧﻰ‬
‫ﺍﳌﺠﺮﺩﺓ ﻣﻦ ﺍﻷﻋﻴﺎﻥ ﻭﺍﳊﻘﺎﺋﻖ‪ ،‬ﻭﺻﻮﺭ ﺍﻷﺷﻴﺎﺀ ﰱ ﻋﻠﻢ ﺍﳊﻖ ﻭﻳﻘﺎﺑﻠﻬﺎ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺣﴬﺓ ﺍﻟﺸﻬﺎﺩﺓ‪ ،‬ﻭﺑﻴﻨﻬﲈ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﺍﳌﻄﻠﻖ‪ ،‬ﻭﻟﻪ ﺍﻟﻮﺳﻂ ﻭﺣﴬﺓ‬
‫ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﻳﺒﻦ ﺍﻟﻮﺳﻂ ﻭﺍﻟﻐﻴﺐ ﻷﻥ ﻧﺴﺒﺘﻪ ﺇﱃ ﺍﻟﻐﻴﺐ ﺃﻗﻮﻱ‪ ،‬ﻭﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ‬
‫ﺍﳌﻘﻴﺪ ﺍﻟﺬ￯ ﺑﲔ ﺍﻟﻮﺳﻂ‪ ،‬ﻭﻋﺎﱂ]ﻕ‪ - :‬ﻋﺎﱂ[ ﺍﻟﺸﻬﺎﺩﺓ‪ ،‬ﻷﻥ ﻧﺴﺒﺘﻪ ﺇﱃ ﻋﺎﱂ‬
‫‪20-a‬‬ ‫ﻭﻓﺮﻉ ﻣﻦ ﻓﺮﻭﻉ ﻫﺬﻩ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﻓﺘﺒﻊ‬
‫ﺍﻟﺸﻬﺎﺩﺓ ﺃﻗﻮﻱ‪ ،‬ﻭﻛﻞ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺳﻮ￯ ‪ /‬ﻫﺬﻩ‪ ،‬ﹲ‬
‫ﺍﳋﻤﺴﺔ ﺍﻟﻜﻠﻴﺔ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫ﻣﻔﴪ ﺑﺄ ﱠﻧﻪ ﻻ ﻳﻌﻠﻤﻬﺎ ﺃﺣﺪ‬ ‫ﻻ ﹸﻫ ﹶﻮ ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﱠ‬
‫‪14‬‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﹶ‬
‫ﻻ ﹶﻳ ﹾﻌ ﹶﻠ ﹸﻤ ﹶﻬﺎ ﺇﹺ ﱠ‬
‫ﺑﺬﺍﺗﻪ]ﻉ‪ :‬ﺑﺬﺍﲥﺎ[‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﺫﺍﺗﻪ ﺇﻻ ﻫﻮ ﻟﻜﻦ ﻗﺪ ﻳﻌﻠﻢ ﺑﺘﻌﺮﻳﻒ ﺍﷲ ﻭﺇﻋﻼﻣﻪ‪ ،‬ﻓﺈﻥ‬
‫ﺛﻤﺔ ﻣﻦ ﻋﺒﺎﺩ ﺍﷲ ﻣﻦ ﻳﻄﻠﻌﻪ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻬﺎ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﻭﺟﺪﻧﺎ ﺫﻟﻚ ﻟﻐﲑ ﻭﺍﺣﺪ‬
‫ﻣﻦ ﺃﻫﻞ ﺍﷲ ﻛﲈ ﺭﺃﻳﻨﺎ ﲨﺎﻋﺔ ﻳﻌﻠﻤﻮﻥ ﻣﺘﻰ ﻳﻤﻮﺗﻮﻥ‪ ،‬ﻭﺃﻳﻦ ﻳﻤﻮﺗﻮﻥ‪،‬‬
‫ﻭﻳﻌﻠﻤﻮﻥ ﻣﺎﰱ ﺍﻷﺭﺣﺎﻡ ﺣﺎﻝ ﲪﻞ ﺍﳌﺮﺃﺓ‪ ،‬ﺑﻞ ﻭﺍﷲ ﻭﻗﺒﻞ ﺍﳊﻤﻞ ﻫﺬﺍ‬
‫ﻣﻊ ﺃﻥ ﺍﻟﻨﺒﻲﷺ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﰱ ﺣﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﻋﺔ ﳌﹼﺎ ﹸﺳﺌﹺ ﹶﻞ ﻋﻨﻬﺎ‪ :‬ﹼﺇﳖﺎ ﰱ ﹴ‬
‫ﲬﺲ‬
‫ﺎﻋ ﹺﺔ‪ ،15‬ﺇﱃ‬ ‫ﺇﻵ ﺍﷲ‪ ،‬ﺛﻢ ﺗﻼ‪ :‬ﺇﹺ ﱠﻥ ﱠ ﹶ‬ ‫ﻻﻳﻌﻠﻤﻬﻦ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺴ ﹶ‬‫ﺍﷲ ﹺﻋﻨﺪﹶ ﹸﻩ ﹺﻋ ﹾﻠ ﹸﻢ ﱠ‬ ‫ﱠ‬ ‫ﻣﻦ ﺍﻟﻐﻴﺐ‬
‫ﺁﺧﺮ ﺍﻟﺴﻮﺭﺓ‪.16‬‬
‫‪٧٦‬‬
ON YEDİNCİ HADÎS

fiil, sıfat, nisbet, izâfet mertebelerinde büyük isimleri vardır. Ülûhiyet


ahkâmı ise “îtibârat” adıyla anlatılan şeylerdir. Onlar da inşâallah daha
sonra sırlarını açıklayacağımız üzere nebevî haberlerde zikredilen hu-
suslardır. Derim ki:
Esmâ-i ilâhiye beşe ayrılır. Ancak bunlardan biri lâfız ve yazıya
dâhil olmayan kısımdır. Bununla birlikte ben isimlerin dört bölümü-
nü anlattıktan sonra ona da işâret edeceğim. Dört bölümün ilki Kitâb-ı
Azîz’de: “Gaybın anahtarları O’nun katındadır, O’ndan başkası onları
bilemez”13 âyetiyle işâret edilen “mefâtîhu’l-gayb”; yâni gaybın anahtar-
ları derecesidir. Bunun da beş mertebesi bulunmaktadır: İlki gayb hazre-
ti/mertebesi: Hakk’ın ilmindeki eşyânın sûretiyle âyân ve hakîkatlerden
tecrîd olunmuş mânâları kuşatan mutlak gayb âlemidir. Bunun mukâbili
âlem-i şehâdettir. Gayb ile şehâdet âlemi arasında mutlak misâl âlemi var-
dır. Burasının bir de orta noktası vardır. Ruhlar âlemi bu vasat ile gayb
arasındadır. Çünkü ruhlar âleminin gayb âlemine nisbeti daha güçlüdür.
Şehâdet âlemiyle vasat âlemi arasında mukayyed olan misâl âleminin
şehâdet âlemine nisbeti daha güçlüdür. Bunların dışındaki mertebelerin
hepsi bu beş küllî mertebeye tâbî olarak onun fer’i konumundadır anla!
Âyetteki: “O’ndan başkası onları bilemez”14 sözü, Allah’tan baş-
ka onları bizzat bilen olmadığı mânâsıyla açıklanmaştır. Ancak bazen
birileri Allah’ın tarif ve i’lâmıyla/bildirmesiyle bunları bilebilir. Allah’ın
kullarından buna muttalî kıldıkları vardır. Nitekim Allah’a and olsun ki
biz ehlullahdan kendisinin nerede, ne zaman öleceğini; hâmile kadının
hâmilelik döneminde ve hatta daha önce rahminde olanı bilen kişiler
gördük. Vâkıa Nebî (s.a.) “kendisine kıyâmetin ne zaman kopacağını”
soran kimseye: “Kıyâmet, Allah’tan başkasının bilemediği gayba âid
beş şeyden biridir”15 buyurmuş sonra da şu âyeti sûrenin sonuna kadar
okumuştu: “Kıyâmetin ne zaman kopacağı bilgisi Allah katındadır.”16
76
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ﻋﴩ‬

‫ﺃﻥ ﻫﺬﻩ ﻵﻳﺔ ﻭﺍﻟﺘﻰ‬ ‫ﻓﻠﲈ ﺣﺼﻞ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﺑﺒﻌﺾ ﺫﻟﻚ ﺃﻭ ﺃﻛﺜﺮﻩ ﹸﻋ ﹺﻠ ﹶﻢ ﹼ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻣﻔﴪﺗﺎﻥ ﺑﲈ ﺫﻛﺮﻧﺎ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻟﻮ ﱂ‬ ‫ﻗﺪﹼﻣﻨﺎ ﺫﻛﺮﻫﺎ ﻭﻫﻰ ﻋﻨﺪﻩ ﻣﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻟﻐﻴﺐ ﹼ‬
‫ﺍﳉﻤﻊ ﺑﻌﺪ ﻭﺟﺪﺍﻥ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﺑﲔ ﺍﻟﻌﻠﻢ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻳﻜﻦ ﺍﳌﺮﺍﺩ ﻣﺎﺃﴍﺕ ﺇﻟﻴﻪ ﱂ ﻳﻤﻜﻦ‬
‫ﻭﺑﲔ ﺍﳌﻔﻬﻮﻡ ﻣﻦ ﺍﻵﻳﺘﲔ ﻭﺍﳊﺪﻳﺚ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﺍﻟﻮﺍﺣﺪ ﻻﻳﻤﻜﻨﻪ ﺍﻥ ﻳﺪﻓﻊ‬
‫ﺍﳊﻖ ﻋﻠﻴﻪ ﻭ ﺣ ﱠﻘﻘﻪ ﺑﻤﻌﺮﻓﺘﺔ‪ ،‬ﻭﻻ ﻳﻤﻜﻨﻪ ﺇﻧﻜﺎﺭ‬ ‫ﻋﻦ ﻧﻔﺴﻪ ﻣﺎ ﺃﻃﻠﻌﻪ ﱡ‬
‫ﻓﺘﻌﲔ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﺍﳌﺮﺍﺩ ﻣﺎﺫﻛﺮﻧﺎﻩ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬ ‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻭﻻ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪- :‬ﻻ[ ﺍﻵﻳﺘﲔ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺛﻢ ﺃﻗﻮﻝ‪:‬‬
‫ﻣﻔﺘﺎﺣﻴﺘﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻘﺪ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻣﻌﻘﻮﻟﻴﺔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻓﺈﻥ ﺣﻘﺎﻳﻖ ﺍﳌﻔﺎﺗﻴﺢ ﳑﺘﺎﺯﺓ ﻋﻦ‬ ‫ﻭﺍﻳﻀ ﹰﺎ ﹼ‬
‫ﻭﻛﻴﻔﻴﺔ ﻓﺘﺤﻬﺎ‪ ،‬ﻭﻻ ﹸﳚﻬﻞ ﺣﻘﻴﻘﺘﻬﺎ ﻣﻊ ﻗﻄﻊ ﺍﻟﻨﻈﺮ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﹸﳚ ﹶﻬﻞ ﻣﻔﺘﺎﺣﻴﺘﻬﺎ‪،‬‬
‫ﺍﳌﻔﺘﺎﺣﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻔﺘﺢ ﻭﻛﻴﻒ ﻻ‪.‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﻋﻦ‬
‫ﻭﺍﻟﻔﺘﺢ ﺍﻷﻭﻝ ﻗﺪ ﻭﻗﻊ ﻭﻣﴤ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻋﺒﺎﺭﺓ ﻋﻦ ﻣﺒﺪﺃﻳﺔ ﺍﻹﳚﺎﺩ‪،‬‬
‫ﺍﳊﻖ ﻋﲆ ﺍﳌﻔﺎﺗﺢ ﻭﺍﻟﻔﺘﺢ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﺇﻧﹼﲈ ﻳﻌﻠﻢ‬ ‫ﻓﺎﳌﺸﺎﻫﺪ ﺍﻵﻥ ﻭﺇﻥ ﺃﻃﻠﻌﻪ ﱡ‬
‫ﺍﻷﻭﻝ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻗﺪ ﻛﺎﻥ‬
‫ﺍﻷﻭﻝ‪ ،‬ﻭ ﻻ ﻳﺸﻬﺪ ﺍﻟﻔﺘﺢ ﹼ‬ ‫ﻭﻳﺸﻬﺪ ﻓﺘﺤﺎﹰ ﻣﺜﻞ ﺍﻟﻔﺘﺢ ﹼ‬
‫ﺗﻘﺮﺭ ﻫﺬﺍ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﺍﳌﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺍﻟﻴﻬﺎ ﻫﻰ ﺃﺳﲈﺀ‬ ‫ﻭﻣﴣ ﻭﺇﺫﺍ ﹼ‬
‫‪20-b‬‬

‫ﺗﺪﻝ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﺩﻻﻟ ﹰﺔ ﻣﻄﺎﺑﻘﺔ ﻣﻦ ﻛﻞ ﻭﺟﻪ ﳌﺎ ﺫﻛﺮﻧﺎﻩ‬ ‫ﻭﺃﳖﺎ ﻭﺇﻥ ﱂ ﹼ‬‫ﺍﻟﺬﺍﺕ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻣﻦ ﻗﺒﻞ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﳍﺎ ﺍﻟﺪﻻﻟﺔ ﻋﲆ ﺍﻟﺬﺍﺕ ﻣﻦ ﺃﻛﺜﺮ ﺍﻟﻮﺟﻮﻩ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻭﺃﲤﻬﺎ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ‬
‫ﺇﱃ ﺑﺎﻗﻰ ﺍﻷﺳﲈﺀ]ﻉ‪ :‬ﺑﺎﻗﻰ ﺍﻷﻗﺴﺎﻡ[ ﻣﺎﻋﺪﺍ ﺍﻟﻘﺴﻢ ﺍﳋﺎﻣﺲ ﺍﻟﺬ￯ ﺳﺒﻖ ﺍﻟﻮﻋﺪ‬
‫]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪:‬‬
‫ﺍﻟﻜ ﱠﻤﻞ ﻣﻦ ﻋﺒﺎﺩ ﺍﷲ‪ ،‬ﻭﻻﻳﺬﻛﺮﻭﳖﺎ‬ ‫ﺑﺎﻟ ﹼﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬ﻭﻻﻳﻌﺮﻓﻬﺎ ﺇﻻ ﹸ‬
‫ﻳﺘﻮﺟﻬﻮﻥ ﲠﺎ ﺇﱃ ﺍﷲ ﻓﻴﲈ ﺑﻴﻨﻬﻢ ﻭﺑﲔ ﺍﷲ ﻻﻏﲑ‪،‬‬ ‫ﻻﻳﺬﻛﺮﻭﳖﺎ[ ﻷﺣﺪ ﻭﺇﻧﹼﲈ ﹼ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪:‬‬
‫ﴎ ﻣﺒﺪﺃﻳﺔ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻭﺃﻭﻟﻴﺔ ﺍﻟﺘﺄﺛﲑ‬ ‫ﻭﻣﻦ ﺣﻴﺜﻴﺔ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﻇﻬﺮ ﹼ‬
‫ﺗﻔﺮﻋﺖ ﺍﻻﻋﺘﺒﺎﺭﺍﺕ ﻭﺍﳌﺮﺍﺗﺐ ﻭﺍﻟﻨﺴﺐ‬ ‫ﺍﻹﳚﺎﺩﻱ‪ ،‬ﻭﻣﻨﻬﺎ ﻭﲠﺎ ﹼ‬
‫‪ -‬ﺍﻝ[‬

‫ﻭﺍﻷﻭﺻﺎﻓﺎﺕ‪.‬‬
‫‪٧٧‬‬
ON YEDİNCİ HADÎS

Gayb konusunda az-çok bir bilgi hâsıl olunca bu ve yukarıda zikri


geçen “gaybın anahtarları O’nun katındadır” âyetinin bizim anlattıkla-
rımızı tefsîr ettiği bilinmiş oldu. Bunlardan murâd işâret ettiğimiz mânâ
olmamış olsaydı bilginin mevcûdiyetinden sonra iki âyet ve hadîsteki
ilimle mefhûm arasını cem’ etmek mümkün olmazdı. Birileri Hakk’ın
kendisini muttalî kıldığı ve marifetiyle tahkîka erdirdiği bilgiyi savuş-
turmaya güç yetiremediği gibi âyetlerin ve hadîsin mânâsını inkâra kal-
kışamaz. Böylece murâdın, anlattığımız şekilde olduğu ortaya çıkmak-
tadır. Dikkatle anla! Sonra derim ki:
Hakâiku’l-mefâtih/anahtar hakîkatler, anahtarlıklarının mâkûliyeti
açısından birbirinden ayrıdırlar. Bazen anahtar oluşları ve nasıl aça-
cakları bilinmez. Bazen ise anahtar oluşları görmezden gelinse bile
hakîkatleri bilinmez, nasıl açıp açmayacakları da bilinmez.
Feth-i evvel/ilk açılış gerçekleşti ve mâzî oldu. İlk açılış var olma-
nın (îcâd) başlangıcıdır. Müşâhede ehli olan kişi şu an -Hak kendisini
anahtarlar ve feth üzerine muttalî kılmışsa bile- o ancak ilk fethe benzer
bir feth ile bilir ve müşâhade eder. Yoksa ilk fethi müşâhade edemez.
Çünkü o, kevn ile gerçekleşmiş ve mâzî olmuştur. Eğer bu feth hâli
takarrur ederse bilesin ki işâret edilen anahtarlar Allah’ın zât ismidir.
Bu isimler, her ne kadar daha önce yukarıda anlattığımız gibi her ve-
cihden tam bir mutâbakatla onlara delâlet etmese de pek çok vecihden
zâta delâlet eden yönleri vardır. Geri kalan isimlere nisbetle daha tam-
dırlar. Anlatılması konusunda vaadde bulunduğumuz beşinci kısmı ise,
Allah’ın kullarından ancak kemâl ehli olanlar bilir, onu başkalarına an-
latmazlar. Allah ile aralarında bir başkası olmadığında Allah’a o isimle
teveccüh ederler. Bu isimler itibâriyle Hakk’ın ilk oluş sırrı ile îcâdî
tesirinin ilkliği zuhûra gelir. O isimlerden ve onlar sâyesinde itibârî var-
lıklar, mertebeler, nisbet ve izâfetler çoğalmıştır.
77
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ﻋﴩ‬

‫ﻭﺃﻭﹼﻝ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻟﺬﺍﺕ ﻣﻦ ﺣﻴﺜﻴﺔ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﻫﻰ ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ‪،‬‬


‫ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻛﺎﻟﻈﻞ ﳊﴬﺓ ﺍﻟﺬﺍﺕ‪ ،‬ﻭﺃ ﹼﻣﻬﺎﺕ ﺃﺳﲈﺀ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻓﺎﻷﻟﻮﻫﻴﺔ‬
‫ﹼ‬
‫ﺍﳊﻲ ﻭﺍﻟﻌﺎﱂ ﻭﺍﳌﺮﻳﺪ ﻭﺍﻟﻘﺎﺩﺭ ﻛﺎﻟﻈﻼﻻﺕ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺍﻟﺬﺍﺕ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺍﻟﻴﻬﺎ‪،‬‬ ‫ﹼ‬
‫ﻓﺄﻋﻈﻢ ﺃﺳﲈﺀ ﺣﻘﻴﻘﺔ ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ‪ :‬ﺍﻻﺳﻢ ﺍﷲ‪ ،‬ﻭﺃﻋﻈﻢ ﺃﺳﲈﺋﻬﺎ ﻣﻦ ﺍﻷﻣﻬﺎﺕ‬
‫ﻳﺴﻤﻲ[ ﺑﻪ ﺍﳊﻖ ﻟﺘﻌﺮﻑ ﺫﺍ ﹸﺗ ﹸﻪ‬ ‫ﹼ‬ ‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪:‬‬
‫ﺗﺴﻤﻲ‬ ‫ﺃﻥ ﻛﻞ ﺍﺳﻢ ﹼ‬ ‫ﺍﳊﻲ‪ ،‬ﻭﻛﲈ ﹼ‬ ‫ﺍﻻﺳﻢ ﹼ‬
‫ﻧﺼﻴﺐ ﹼﻣﺎ ﻣﻦ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﻭﻋﺮﻓﻪ ﺑﻪ]ﻉ‪ - :‬ﺑﻪ[ ﻣﻦ ﻟﻪ‬ ‫ﻣﻦ ﺣﻴﺜﻴﺔ ﺫﻟﻚ ﺍﻻﺳﻢ ﺃﻭ ﻧﻌﺘﻪ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺍﳌﻌﱪ ﻋﻨﻬﺎ ﺑﻤﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻟﻐﻴﺐ‪ ،‬ﻭ]ﻕ‪ - :‬ﻭ[ ﻛﺬﻟﻚ‬ ‫ﻣﻌﺮﻓﺘﻪ ﺗﺎﺑﻊ ﻷﺳﲈﺀ ﺍﻟﺬﺍﺕ ﹼ‬
‫ﺳﺎﻳﺮ]ﻉ‪ + :‬ﺍﻝ[ ﺃﺳﲈﺀ ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ ﺗﺎﺑﻌﺔ ﻷﺳﲈﺋﻬﺎ ﺍﻷﺭﺑﻌﺔ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ‪ ،‬ﻭﺍﻻﺳﻢ‬
‫ﷲ ﺍﳌﻮﺿﻮﻉ ﻟﺘﻌﺮﻳﻒ ﺣﻘﻴﻘﺔ ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺃﺣﺪ ﹼﻳﺔ ﲨﻌﻬﺎ‪ .‬ﻭﺑﻌﺪ‬
‫ﺃﻥ ﻧﺒﹼﻬﺘﹸﻚ ﻋﲆ ﺃﺳﲈﺀ ﺍﻟﺬﺍﺕ ﻭﺍﺳﻢ ﺣﻘﻴﻘﺔ ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ ﻭﺇﻧﹼﻪ ﺍﻷﻋﻈﻢ‬
‫ﻭﻋﺮﻓﺘﻚ ﺑﺄ ﹼﻣﻬﺎﺕ‬ ‫ﺃﺳﲈﺋﻬﺎ ﹼ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺑﻌﺪﹶ ﹸﻩ ﻣﻦ[‬
‫ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﳌﺎ ﻳﺬﻛﺮ]ﻉ‪ :‬ﺇﱃ ﻣﺎ ﻳﺬ ﻛﺮ[ ﺑﻌﺪ‬
‫ﺍﳊﻲ ﺃﻋﻈﻤﻬﺎ ﰱ ﺍﻟﺘﻌﺮﻳﻒ]ﻕ‪ + :‬ﻓﺎﻋﻠﻢ ﹼﺃﻥ[ ﻭﺇﻥ ﺍﳊﻖ‬ ‫ﺃﺳﲈﺀ ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺇﻥ ﹼ‬
‫‪21-a‬‬ ‫ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﺟﻌﻠﻬﺎ ﰱ ﻛﺘﺎﺑﻪ ﺍﻟﻌﺰﻳﺰ ﺛﻼﺛﺔ ﺃﻗﺴﺎﻡ‪ ،‬ﻓﻌﺪﹼ ]ﻕ‪ :‬ﻓﻘﺪﹼ ﻡ[ ﺍﻻﺳﻢ ﺍﷲ‬
‫ﰱ ﺗﻌﺮﻳﻒ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﺬﺍﺕ‪ ،‬ﺛﻢ ﹼﻧﺰﻩ ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ ﻋﻦ ﺍﻟﴩﻛﺔ]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﴩﻙ[ ﻭﺍﻟﴩﻳﻚ‬
‫ﲪ ﹸﻦ‬ ‫ﺍﻟﺸ ﹶﻬﺎ ﹶﺩ ﹺﺓ ﹸﻫ ﹶﻮ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺮ ﹾ ﹶ‬ ‫ﺐ ﹶﻭ ﱠ‬ ‫ﺍﷲ ﺍ ﱠﻟ ﹺﺬ￯ ﹶﻻ ﺇﹺ ﹶﻟ ﹶﻪ ﺇﹺ ﱠﻻ ﹸﻫ ﹶﻮ ﹶﻋ ﹺ ﹸ‬
‫ﺎﱂ ﺍ ﹾﻟ ﹶﻐ ﹾﻴ ﹺ‬ ‫ﻓﻘﺎﻝ‪ :‬ﹸﻫ ﹶﻮ ﹸ‬
‫ﻴﻢ‪.17‬‬‫ﺍﻟﺮ ﹺﺣ ﹸ‬
‫ﱠ‬
‫ﻓﻬﺬﻩ ﺃﺳﲈﺀ]ﻉ‪ + :‬ﺍﻝ[ ﻣﻀﺎﻓﺔ ﺇﱃ ﺫﺍﺕ ﺍﳊﻖ ﻣﻦ ﻛﻮﻧﻪ ﺇﳍ ﹰﺎ ﻣﻮﺟﻮﺩ ﹰﺍ‬
‫ﻣﻮﺟﺪ ﹰﺍ]ﻕ‪ - :‬ﻣﻮﺟﺪ ﹰﺍ[‪ ،‬ﺛﻢ ﺃﺭﺩﻑ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺑﻌﺪﹼ ﺓ ﻣﻦ ﺃﺳﲈﺀ ﺻﻔﺎﺕ‬
‫ﻭﺱ‪ .‬ﺍﻵﻳﺔ‪.‬‬ ‫ﺍﷲ ﺍ ﱠﻟ ﹺﺬ￯ ﹶﻻ ﺇﹺ ﹶﻟ ﹶﻪ ﺇﹺ ﱠﻻ ﹸﻫ ﹶﻮ ﹾﺍﳌﹶ ﹺﻠ ﹸﻚ ﺍ ﹾﻟ ﹸﻘﺪﱡ ﹸ‬ ‫ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻝ‪ :‬ﹸﻫ ﹶﻮ ﹸ‬
‫ﻭﲨﻊ ﻫﺬﻩ ﺍﻵﻳﺔ ﺻﻔﺎﺕ ﺍﻟﺴﻠﺐ ﻭﺍﻹﺛﺒﺎﺕ‪ ،‬ﺛﻢ ﺫﻛﺮ ﻋﺪﱠ ﺓ ﻣﻦ‬
‫ﻋﺮﻓﺘﻚ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺍﻟﻌﻈﺎﻡ ﰱ ﻣﺮﺗﺒﺔ‬ ‫ﺍﻷﻓﻌﺎﻝ‪ ،‬ﻭﺑﻌﺪ ﺃﻥ ﱠ‬
‫]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ - :‬ﺍﻝ[‬
‫ﺍﻷﺳﲈﺀ‬
‫ﺍﻻﻟﻮﻫﻴﺔ ﺑﻌﺪ ﺃﺳﲈﺀ ﺍﻟﺬﺍﺕ‪ ،‬ﻭﺃﺳﲈﺀ ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﻻﺳﻢ ﺍﻷﻋﻈﻢ‬
‫‪٧٨‬‬
ON YEDİNCİ HADÎS

Esmâ-i ilâhîye itibâriyle zât mertebelerinin ilki ülûhiyettir.


Ülûhiyyet mertebesi, zât hazretine/mertebesine göre gölge mesâbesin-
dedir. Ülûhiyyet’in esası sayılan esmâ/Hayy, Âlim, Mürîd, Kâdir isimle-
riyle işâret edilen zât ismine göre gölge gibidir. Ülûhiyet hakîkati isim-
lerinin en büyüğü, “Allah” ismidir. Ülûhiyet isimlerinin anası sayılan
isimlerden en yüce olanı ise “Hayy” ismidir. Nitekim Hakk’ın kendi-
siyle adlandırıldığı her isim, isim ya da sıfat itibâriyle zâtının tanınması
içindir. Gayb anahtarları tâbir edilen zâtî esmâya tâbî olarak Hakk’ın
mârifetinden nasîb alan kimse, Hakk’ı onunla tanıtır. Hakk’ın diğer
ülûhiyet isimleri ise zikri geçen dört isme tâbidir. Ülûhiyet hakîkatini
târif için vaz’ olunan Allah ismi, ahadiyet-i cem’ itibâriyledir. Ben zât
isimleriyle, ülûhiyet hakîkatinin ismine -ki o da diğer isimlerden sonra
zikredilişine nisbetle ism-i a’zamdır- dikkat çektikten ve ülûhiyetin ana
isimlerinin Hakk’ı tarifte en büyüğünün Hayy ismi olduğunu bildirdik-
ten sonra derim ki: Hakk Teâla Kitâb-ı azîzinde isimleri üç kısma ayır-
mış; Allah adını zât mertebesinin tanıtımında saymış ve O’nu ortaktan
ve ortaklıktan tenzîh ederek şöyle buyurmuştur: “O Allah ki O’ndan
başka ilâh yoktur. Görüneni ve görünmeyeni bilir. O, Rahmân’dır,
Rahîm’dir.”17

Bu isimler, var olan ve var eden ilâh olması bakımından Hakk’ın


zâtına muzâf isimlerdir. Sonra Allah Teâlâ bu isimlere, ülûhiyet sıfatla-
rına âid bazı isimler ekleyerek şöyle buyurmuştur: “O Allah ki O’ndan
başka ilâh yoktur. Melîk ve Kuddûs’tür.”

Bu âyette selb ve isbât sıfatları cem’ olmuştur. Bunların ardın-


dan Allah Teâlâ fiilî isimlerden bazılarını zikretmiştir. Sıfat ve zât isim-
lerini müteâkip ülûhiyet mertebesindeki en yüce isimleri tanıttıktan
sonra bilmek gerekir ki: Fiil mertebesinde ism-i a’zam, ism-i Kâdir ve
78
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ﻋﴩ‬

‫ﻷﻥ ﺍﳋﺎﻟﻖ ﻭﺍﻟﺒﺎﺭﻱﺀ‬ ‫ﰱ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻷﻓﻌﺎﻝ‪ ،‬ﺍﻻﺳﻢ ﺍﻟﻘﺎﺩﺭ ﻭﺍﻟﻘﺪﻳﺮ‪ ،‬ﹼ‬


‫ﻛﺎﻟﺴﺪﻧﺔ ﻟﻼﺳﻢ ﺍﻟﻘﺎﺩﺭ‪،‬‬ ‫ﱠ‬ ‫ﻭﺍﳌﺼﻮﺭ ﻭﺍﻟﻘﺎﺑﺾ ﻭﺍﻟﺒﺎﺳﻂ ﻭﺃﻣﺜﺎﳍﺎ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻭﻟﺬﻟﻚ ﻗﻠﺖ‪ :‬ﰱ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺍﻷﺭﺑﻌﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﺍﳊﻲﹼ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺍﳌﺮﻳﺪ ﺍﻟﻘﺎﺩﺭ‪،‬‬
‫ﺇﳖﺎ ﺃﻣﹼﻬﺎﺕ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﳌﻀﺎﻓﺔ ﺇﱃ ﺍﳊﻖ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ‬
‫ﻟﺮﺟﻮﻉ ﻣﺎﻋﺪﺍﻫﺎ ﻣﻦ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺇﻟﻴﻬﺎ ﻭﺗﺒﻌﻴﺘﻬﺎ ﳍﺎ‪ .‬ﻭﻛﲈ ﺃﺧﱪﺗﻚ ﻋﻦ‬
‫ﺗﺒﻌﻴﺔ ﺃﺳﲈﺀ ﺍﻷﻓﻌﺎﻝ ﻟﻼﺳﻢ ﺍﻟﻘﺎﺩﺭ‪ ،‬ﻭﺇﻧﹼﻪ ﺃﻋﻈﻤﻬﺎ‪.‬‬
‫ﹼ‬
‫ﻓﺬﻟﻚ ﻫﻮ ﺍﻷﻣﺮ ﰱ ﺍﻟﺜﻼﺛﺔ ﺍﻷﺧﺮﻱ‪ ،‬ﻓﺎﻻﺳﻢ ﺍﻟﺮﺅﻭﻑ ﻭﺍﻟﻮﺩﻭﺩ‬
‫ﻭﺍﻟﻌﻄﻮﻑ ﻭﺃﻣﺜﺎﳍﺎ ﺗﺎﺑﻌﺔ ﻟﻼﺳﻢ ﺍﳌﺮﻳﺪ‪ ،‬ﻭﺍﳊﺴﻴﺐ ﻭﺍﻟﺮﻗﻴﺐ ﻭﺍﻟﺸﻬﻴﺪ‬
‫ﺍﳊﻲ ﳚﺘﻤﻊ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ‪،‬‬ ‫ﻭﺃﻣﺜﺎﳍﺎ ﺗﺎﺑﻌﺔ ﻟﻼﺳﻢ ﺍﻟﻌﻠﻴﻢ‪ ،‬ﻭﰱ ﺍﻻﺳﻢ ﹼ‬
‫ﺍﳊﻲ ﻣﻮﺍﻟﺪ ﺫﺍﻙ]ﻕ‪ :‬ﻫﻮ ﺍﻟﺪﺭﺍﻙ[ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻔﻌﺎﻝ‬ ‫ﻓﺈﻥ ﹼ‬ ‫ﻳﺘﻔﺮﻉ‪ ،‬ﻭﺫﻟﻚ ﳉﻤﻌﻴﺘﻪ ﹼ‬
‫ﺑﻞ ﻣﻨﻪ ﹼ‬
‫ﻭﻟﻜﻮﻧﻪ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﴍﻃ ﹰﺎ ﰱ ﺛﺒﻮﺕ ﲨﻴﻊ ﺍﻷﺳﲈﺀ‪ ،‬ﻭﺻﺤﺔ ﺇﺿﺎﻓﺘﻬﺎ ﺇﱃ‬
‫ﺍﳊﻲ ﺍﻟﻘﻴﻮﻡ‬
‫ﺍﳊﻖ ﻭﺫﻛﺮ ﺷﻴﺨﻨﺎ ﺍﻹﻣﺎﻡ ﺍﻷﻛﻤﻞ ﺭﴇ ﺍﷲ ﻋﻨﻪ‪ :‬ﺃﻥ ﹼ‬
‫‪18‬‬

‫ﻣﺮﻛﺐ ﻣﻦ ﺍﺳﻤﲔ‪ ،‬ﻭﺇﻧﹼﻪ ﻣﻦ ﺑﻌﺾ ﺃﺟﺰﺍﺀ ﺍﻻﺳﻢ‬ ‫ﰱ ﺍﻟﺘﺤﻘﻴﻖ ﺍﺳﻢ ﹼ‬


‫‪21-b‬‬ ‫ﺍﻟﻌﺎﻡ ﺍﻷﺛﺮ ﻭﻛﺬﻟﻚ ﺍﻷﻟﻒ ﻭﺍﻟﺪﺍﻝ ﻭﺍﻟﺬﺍﻝ ﻭﺍﻟﺮﺍﺀ ﻭﺍﻟﺰﺍﺀ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻷﻋﻈﻢ‬
‫ﻭﺍﻟﻮﺍﻭ ﻣﻦ ﺃﺟﺰﺍﺀ ﺍﻻﺳﻢ‪ .‬ﻭﺃﻧﺎ ﺃﻗﻮﻝ‪:‬‬
‫ﺍﳊﻲ ﺍﻟﻘﻴﻮﻡ ﻭﺑﻘﻴﺔ ﺃﺟﺰﺍﺀ]ﻉ‪ + :‬ﺍﻝ[ ﺍﻻﺳﻢ‬
‫ﺃﻥ ﻫﺬﻩ ﺍﳊﺮﻭﻑ ﻣﻊ ﹼ‬ ‫ﻟﺘﻌﻠﻢ ﹼ‬
‫ﻛﺎﳌﺮﺁﺓ ﺍﻟﺘﺎ ﹼﻣﺔ ﳌﻌﻨﻰ ﺍﻟﻘﺪﺭﺓ ﻭﻛﺎﻻﺳﻢ ﺍﻟﺪﺍﻝ ﻋﲆ ﺍﻟﴚﺀ ﻋﲆ ﺳﺒﻴﻞ‬
‫ﻳﺘﻮﺟﻪ ﺑﻪ ﺇﻟﻴﻪ‪ ،‬ﻭﻟﺬﻟﻚ ﻗﻴﻞ‬
‫ﺍﳌﻄﺎﺑﻘﺔ]ﺵ‪ :‬ﺍﻟﻄﺎﻳﻔﺔ[‪ ،‬ﻓﻠﻬﺬﺍ ﹸﻳﺆﺛﺮ ﰱ ﻛﻞ ﳾﺀ ﹼ‬
‫]ﺍﻷﺻﺢ‪:‬‬
‫ﻓﻴﻪ‪ :‬ﺇﻧﹼﻪ ﺃﻋﻈﻢ ﻣﻦ ﻏﲑﻩ ﻣﻦ ﺍﻻﺳﲈﺀ ﺍﳌﺆﺛﺮﺓ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻭﺇﻥ ﻛﺎﻥ ﺛﻤﻪ‬
‫ﺛﻤﺔ[ ﺃﺳﲈﺀ ﳍﺎ ﺁﺛﺎﺭ‪.‬‬
‫ﺧﺎﺹ ﻣﻦ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺍﺕ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻓﺈﳖﺎ ﺇﻧﹼﲈ ﺗﺆﺛﺮ ﰱ ﺑﻌﺾ ﺍﻷﺷﻴﺎﺀ ﻣﺜﻞ ﻧﻮﻉ‬
‫ﹼ‬
‫ﻛﺎﻟﻄﲑ ﺃﻭ ﻛﺎﻟﺴﺒﺎﻉ ﺃﻭ ﺣﻴﻮﺍﻧﺎﺕ ﺍﻟﺒﺤﺮ ﺃﻭ ﺗﺆ ﹼﺛﺮ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳﺆ ﹰﺛﺮ[ ﰱ ﺍﳌﺎﺀ ﺩﻭﻥ‬
‫‪٧٩‬‬
ON YEDİNCİ HADÎS

Kadîr’dir. Çünkü Hâlık, Bârî, Musavvir, Kâbid, Bâsit ve benzeri isimler


Kâdir isminin mahfazası gibidir. Ülûhiyet açısından Hakk’a muzâf olan
isim ve sıfatların anası/esası Kâdir ismidir. Kâdir ismi dışındaki esmâ
O’na rücû eder ve O’na tâbî olur. Nitekim fiilî isimlerin, ism-i a’zam
oluşu sebebiyle, Kâdir ismine tâbî olduğunu daha önce söylemiştim.

Aynı durum son üç isim -ki onlar Raûf, Vedûd ve Atûf isimleri-
dir- için de geçerlidir. Bu üç isim ve benzerleri “Mürîd” ismine tâbidir.
Hasîb, Rakîb, Şehîd ve benzeri isimler de Alîm ismine tâbidir. Bütün
bu hükümler Hayy isminde toplanır ve bilakis ondan dal budak salar.
Hayy ismi isimlerin cem’iyyet makâmıdır. Şeyhimiz İmâm-ı Kâmil18
(r.a.)Hayy isminin Faâl sıfatının ürünü, bütün isimlerin sübût şartı ve
Hakk’a izâfesinin sıhhat gerekçesi olması sebebiyle şunları söylemiştir:
Tahkîk açısından Hayy ve Kayyûm iki isimden mürekkeb bir isimdir ve
bu isim, etkisi umûmî ism-i a’zam cüzlerindendir. Nitekim elif, dâl, zâl,
râ, zâ ve vav harfleri nasıl ismi oluşturan cüzler ise bunlar da öyledir.
Ben derim ki:

Bilesin ki, el-Hayyü’l-Kayyûm ile birlikte bu harfler ve ismin di-


ğer cüzleri kudretin anlamına tutulmuş bir ayna, bir şeye mutâbakatla
delâlet eden isim gibidir. Bu yüzden kendisiyle teveccüh edilen her şey-
de etkilidirler. Bu konuda denilmiştir ki, el-Hayyü’l-Kayyûm ismi diğer
esmâ-i müessireden çok daha yücedir, her ne kadar burada müessir baş-
ka isimler olsa da...

Diğer isimler, kuşlar ile yırtıcı hayvanlar ve deniz hayvanlarına


tesîr eder; ya da havadan başka, suda ve ateşte bulunan cin ve bunlara
79
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ﻋﴩ‬

‫ﺍﳉﻦ ﺃﻭ ﻧﺤﻮ ﺫﻟﻚ ﺑﺨﻼﻑ ﻫﺬﺍ ﺍﻻﺳﻢ‬ ‫ﺍﳍﻮﺍﺀ ﺃﻭ ﰱ ﺍﻟﻨﺎﺭ‪ ،‬ﺃﻭ ﰱ ﹼ‬


‫ﻭﴎ ﺫﻟﻚ‬ ‫ﻋﺎﻡ ﺍﻷﺛﺮ ﰱ ﲨﻴﻊ ﺍﻷﻧﻮﺍﻉ ﻭﺍﻷﺷﺨﺎﺹ‪ ،‬ﹼ‬ ‫ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﻣﺎﺳﻮﺍﻩ ﻣﻦ ﺍﻷﺳﲈﺀ‪ ،‬ﺇﻧﹼﲈ ﻳﺆﺛﺮ ﰱ ﺍﻟﻨﻮﻉ ﺍﻟﺬ￯ ﻳﺴﺘﻨﺪ ﺇﱃ ﺍﳊﻖ ﻣﻦ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺍﳊﻴﺜﻴﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻳﱰﺟﻢ ﻋﻨﻬﺎ ﺫﻟﻚ ﺍﻻﺳﻢ‪ ،‬ﻭﳍﺬﺍ ﻻﻳﻌﺮﻑ ﺍﳊﻖ ﺇﻻ ﻣﻦ‬
‫ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻮﺟﻪ‪ ،‬ﺃﻻ ﺗﺮﻱ]ﻕ‪ :‬ﻳﺮﻱ[ ﺇﱃ ﺍﳍﺪﻫﺪ ﳌﹼﺎ ﻛﺎﻥ ﺃﻛﻤﻞ ﺻﻔﺎﺗﻪ ﻣﻌﺮﻓﺔ‬
‫ﺃﻣﺎﻛﻦ ﺍﳌﺎﺀ ﺍﻟﻐﺎﻳﺮﺓ ﻭﺍﻹﺣﺴﺎﺱ ﺑﺪﺑﻴﺐ ﺑﻌﺾ ﺍﳊﴩﺍﺕ ﲢﺖ ﺍﻷﺭﺽ‬
‫ﻳﻌﻈﻤﻪ ﺇﻻ ﻣﻦ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻮﺟﻪ‪ .‬ﻓﻠﺬﻟﻚ ﻗﺎﻝ ﻟﺴﻠﻴﲈﻥ ﻋﻠﻴﻪ‬ ‫ﱂ ﻳﻌﺮﻑ ﺍﳊﻖ ﻭﱂ ﹼ‬
‫ﺍﺕ ﹶﻭ ﹾ ﹶ‬
‫ﺍﻟﺴ ﹶﲈ ﹶﻭ ﹺ‬ ‫ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ :‬ﹶﺃ ﱠﻻ ﹶﻳ ﹾﺴ ﹸﺠﺪﹸ ﻭﺍ ﹺ ﱠﷲﹺ ﺍ ﱠﻟ ﹺﺬ￯ ﹸ ﹾﳜ ﹺﺮ ﹸﺝ ﹾ ﹶ‬
‫ﺽ‬ ‫ﺍﻷ ﹾﺭ ﹺ‬ ‫ﺍﳋ ﹾﺐ ﹶﺀ ﹺﰱ ﱠ‬
‫ﹶ ‪19‬‬ ‫ﹶﻭ ﹶﻳ ﹾﻌ ﹶﻠ ﹸﻢ ﹶﻣﺎ ﹸ ﹾﲣ ﹸﻔ ﹶ‬
‫ﻮﻥ ﹶﻭ ﹶﻣﺎ ﹸﺗ ﹾﻌ ﹺﻠﻨﹸﻮﻥ‪.‬‬
‫ﻭﻫﻜﺬﺍ ﺍﳌﻼﺋﻜﺔ ﺑﻪ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ - :‬ﺑﻪ[ ﺍﳌﺄﻣﻮﺭﻭﻥ ﺑﺎﻟﺴﺠﻮﺩ ﻵﺩﻡ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﻭﺍ‬
‫ﺍﳊﻖ ﺇﻻﹼ ﺑﻘﻮﳍﻢ‪ :‬ﻭﹶﻧﹶﺤﹾﻦﹸ ﻧﹸﺴﹶﺒﱢﺢﹸ ﺑﹺﺤﹶﻤﹾﺪﹺﻙﹶ ﻭﹶﻧﹸﻘﹶﺪﱢﺱﹸ ﻟﹶﻚﹶ‪ 20‬ﻭﺍﺧﺘﺺﹼ ﺁﺩﻡ‬
‫ﺑﺎﳉﻤﻌﻴﺔ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻬﺎ ﺑﻘﻮﻟﻪ‪ :‬ﹶﻭ ﹶﻋ ﱠﻠﻢ ﺁ ﹶﺩ ﹶﻡ ﹶ‬
‫ﺍﻷ ﹾﺳ ﹶﲈﺀ ﹸﻛ ﱠﻠ ﹶﻬﺎ‪.21‬‬ ‫ﹶ‬
‫ﻭﻟﺬﻟﻚ ﳌﹼﺎ ﺃﻣﺮﻩ ﺍﳊﻖ ﺑﺎﻟﻄﻮﺍﻑ ﺑﺎﻟﻜﻌﺒﺔ‪ ،‬ﻭﺃﺧﱪﻩ ﺃﻧﹼﻪ ﻗﺪ ﻃﺎﻑ‬
‫ﻣﻠﻚ ﺳﺄﻝ ﺍﳌﻼﺋﻜﺔ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻝ‪ :‬ﻣﺎﻛﻨﺘﻢ‬ ‫ﺑﺎﻟﺒﻴﺖ ﻗﺒﻠﻪ ﻛﺬﺍ ﻭﻛﺬﺍ ﺃﻟﻒ ﺃﻟﻒ ﹴ‬
‫‪22-a‬‬ ‫ﺗﻘﻮﻟﻮﻥ ﰱ ﻃﻮﺍﻓﻜﻢ ﲠﺬﺍ ‪ /‬ﺍﻟﺒﻴﺖ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻟﻮﺍ‪ :‬ﻛ ﹼﻨﺎ ﻧﻘﻮﻝ‪ :‬ﺳﺒﺤﺎﻥ ﺍﷲ‬
‫ﻭﺍﳊﻤﺪ ﷲ ﻭﻻﺇﻟﻪ ﺍﻻ ﺍﷲ ﻭﺍﷲ ﺃﻛﱪ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻝ‪ :‬ﻭﺃﻧﺎ ﺃﺯﻳﺪﻛﻢ‪ :‬ﻭﻻﺣﻮﻝ‬
‫ﻭﻻﻗﻮﺓ ﺇﻻ ﺑﺎﷲ‪ ،‬ﻭﻫﺬﻩ ﺍﳊﻮﻗﻠﺔ ﻟﺴﺎﻥ ﺍﳋﻼﻓﺔ ﻟﺘﻀﻤﻨﻬﺎ ﺍﻻﺷﱰﺍﻙ‬
‫ﻳﺼﺢ ﺫﻟﻚ ﺇﻻ ﻟﻠﻨﺎﻳﺐ ﺍﳌﺴﺘﺨﻠﻒ ﻭﻫﺬﺍ ﻣﺜﺎﻝ‪ :‬ﺇﹺ ﱠﻳ ﹶ‬
‫ﺎﻙ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻣﻊ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻭﻻ‬
‫ﹶﻧ ﹾﺴ ﹶﺘ ﹺﻌﲔﹸ ‪.22‬‬
‫ﻭﳍﺬﺍ ﺃﺧﱪﻧﺎ ﺍﻟﻨﺒﻲﷺ‪ :‬ﱠﺃﻥ ﺍﳊﻖﱠ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻳﻘﻮﻝ ﻋﻨﺪ ﻗﻮﻝ ﺍﻟﻌﺒﺪ ﺇﻳﺎﻙ ﻧﻌﺒﺪ‬
‫ﻭﺇﻳﺎﻙ ﻧﺴﺘﻌﲔ‪ ،‬ﻫﺬﻩ]ﻕ‪ :‬ﻫﺬﺍ[ ﺑﻴﻨﻰ ﻭﺑﲔ ﻋﺒﺪﻱ‪ ،23‬ﻓﴫﺡ ﺑﺜﺒﻮﺕ ﺍﻻﺷﱰﺍﻙ‬
‫ﻭﻓﻬﻤﺘﻪ ﻋﺮﻓﺖ‬ ‫ﻛﺎﻷﻣﺮ ﰱ ﺍﳊﻮﻗﻠﺔ‪ ،‬ﻓﺎﻓﻬﻢ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻔﺼﻞ ﻭﺗﺪ ﹼﺑﺮﻩ ﻓﺈﻧﹼﻚ ﺇﻥ ﺗﺪ ﹼﺑﺮ ﹶﺗﻪ ﹼ‬
‫‪٨٠‬‬
ON YEDİNCİ HADÎS

benzer özel cins ve türlere tesir eder. Fakat bu isim diğerlerinden farklı ola-
rak bütün cins ve türlerde genel olarak müessirdir. Bunun sırrı ise şudur: Bu
isimlerin dışında kalan isim, bu ismin ifâde ettiği anlam açısından Hakk’a
müstenid nevîlerde müessirdir. Çünkü Hakk bu sâyede tanınır/bilinir. Gör-
mez misin ki hüdhüd kuşunun en engin sıfatı su mekânlarını tanımak ve
böyle yerlerde yerin altındaki haşerelerin hareketini hissetmek olduğundan
Hakk’ı bu yolla tanımış ve O’nu bu vech ile tâzim etmiştir. Bu yüzden Sü-
leyman (a.s.) hüdhüde şöyle seslenmiştir: “Yeryüzünde ve göklerde gizle-
neni açığa çıkaran/nebât bitiren Allah’a secde etmiyorlar mı? O gizledik-
lerinizi ve açığa vurduklarınızı bilir.”19
Âdem’e secde ile emrolunan melekler de aynı şekilde Hakk’ı ken-
di sözleriyle zikrederek demişlerdi ki: “Biz Seni hamdinle tesbîh eder,
Seni takdîs ederiz.”20 Âdem ise şu âyette ifâde edildiği gibi bu özellikleri
cem’ eden bir husûsiyete mazhar oldu: “Allah Âdem’e isimlerin hepsini,
öğretti.”21
Bunun içindir ki Allah Âdem’e Kâbe’yi tavâfı emredip binlerce me-
leğin daha önce Kâbe’yi tavâf ettiğini haber verince Âdem meleklere sor-
du: “Sizler bu beyti tavâfınız esnâsında ne diyordunuz?” Melekler dediler
ki: “Biz tavâfta şöyle diyorduk: Sübhânallahi ve’l-hamdülillâhi velâ-ilâhe
illâllahu vallahu ekber/Allah’ı tesbîh ederiz. Hamd Allah’adır, O’ndan baş-
ka ilâh yoktur, Allah en büyüktür.” Âdem dedi ki: “Ben sizin söylediklerini-
ze şunları ilâve ediyorum: Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh/Her türlü kuvvet
ve kudret Allah’a âiddir.” “Havkale” denilen bu ilâve Hak ile müştereklik
taşıyan hilâfet dilidir. Bu ifâdeler ancak hilâfetle görevlendirilen nâib için
sahîhdir. “Ancak Senden yardım dileriz”22 ifâdesine benzer.
Peygamberimiz haber vermiştir ki: “Kul: «İyyâke ne’budu ve iyyâke
nestaîn/Ancak Sana kulluk eder ve ancak Sen’den yardım dileriz» de-
yince Allah Teâlâ buyurur: Bu benimle kulum arasındadır.”23 Bu ifâde
ile havkalede olduğu gibi kul ile Hak arasındaki iştirak durumu ortaya
80
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ﻋﴩ‬

‫ﺃﻛﺜﺮ ﺃﴎﺍﺭ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺍﻟﻌﻈﺎﻡ ﻭﻏﲑﻫﺎ‪ ،‬ﻭﻋﺮﻓﺖ ﺃﻥ ﺍﻻﺳﻢ ﺍﻷﻋﻈﻢ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ‬


‫ﺇﱃ ﻛﻞ ﻣﻮﺟﻮﺩ ﻋﺒﺎﺭﺓ ﻋﻦ ﺻﻮﺭﺓ ﺍﻻﺳﻢ ﺍﳌﱰﺟﻢ ﻋﻦ ﻣﻌﻨﻰ ﺍﳊﻴﺜﻴﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻣﻦ‬
‫ﺟﻬﺘﻬﺎ ﻳﺴﺘﻨﺪ ﺫﻟﻚ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩ ﺇﱃ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻭﺃﳖﺎ ﻣﻨﺘﻬﻰ ﻣﻌﺮﻓﺘﻪ ﻣﻨﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻭﺳﻮﺍﺀ‬
‫ﺍﳉﻦ ﺃﻭ ﺍﳌﻠﻚ ﺃﻭ ﻏﲑﻫﻢ‪ ،‬ﻭﺗﻌﺮﻑ ﹼﺃﻥ‬ ‫ﺍﻷﻧﺎﳼ]ﻕ‪ :‬ﺍﻻﻧﺎﺱ[ ﺃﻭ ﹼ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻛﺎﻥ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩ ﻣﻦ‬
‫ﺍﻟﻨﺒﻲ ﷺ ﻳﺬﻛﺮﻭﻥ ﺍﷲ ﻭﻳﺴﺌﻠﻮﻧﻪ‪ ،‬ﻭﺃﺧﱪ ﺃﳖﻢ ﺳﺄﻟﻮﺍ ﺍﷲ ﺑﺎﺳﻤﻪ‬‫ﺍﻟﺬﻳﻦ ﺳﻤﻌﻬﻢ ﱡ‬
‫ﺍﻷﻋﻈﻢ ﺍﻟﺬ￯ ﺇﺫﺍ ﺩﻋﻰ ﺑﻪ ﺃﺟﺎﺏ‪ ،‬ﻭﺇﺫﺍ ﹸﺳﺌﹺ ﹶﻞ ﺑﻪ ﺃﻋﻄﻲ‪ ،‬ﻣﻊ ﺍﺧﺘﻼﻑ ﺍﻷﺳﲈﺀ‬
‫ﺍﻟﺘﻰ ﻛﺎﻧﻮﺍ ﻳﺬﻛﺮﻭﻥ ﺍﷲ ﲠﺎ ﰱ ﺩﻋﺎﺋﻬﻢ ﻫﺬﺍ ﺑﻌﺪ ﺍﻻﺳﺘﻘﺮﺍﺭ ﰱ ﺃﻓﻬﺎﻡ ﺍﻟﻨﺎﺱ‪.‬‬
‫ﺇﻥ ﺍﻻﺳﻢ ﺍﻷﻋﻈﻢ ﺍﺳﻢ ﻭﺍﺣﺪ‪ ،‬ﻓﻜﻴﻒ ﻳﻤﻜﻦ ﺍﳉﻤﻊ ﺑﲔ ﻫﺬﻩ ﺍﳌﻔﻬﻮﻣﺎﺕ‬
‫ﴎ ﻗﻮﻟﻪ‬ ‫ﻓﺪﻝ ﹼ‬‫ﻛﻞ ﻣﻨﻬﻢ‪ ،‬ﺇﻧﹼﻪ ﺍﻻﺳﻢ ﺍﻷﻋﻈﻢ‪ ،‬ﹼ‬ ‫ﺍﳌﺨﺘﻠﻔﺔ ﻭﺑﲔ ﺍﻷﺧﺒﺎﺭ ﻋﻦ ﺫﻛﺮ ﹼ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻭﺗﻌﺮﻳﻔﻪ ﺫﻟﻚ ﺇﻧﲈ ﻛﺎﻥ ﻟﻜﲈﻝ ﻋﻠﻤﻪ ﺑﻤﻨﺘﻬﻰ ﻣﻌﺮﻓﺘﻬﻢ ﺑﺎﷲ‬
‫ﻭﺍﺳﺘﺪﻻﻟﻪ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺑﲈ ﹸﻭﺻﻔﻮﺍ ﺑﻪ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻭﻟﻮﻻ ﺃﻥ ﺍﳌﺮﺍﺩ ﻣﻦ ﺍﻷﺧﺒﺎﺭ ﻭﺍﻟﺘﻌﺮﻳﻒ‬
‫ﻣﺎﺫﻛﺮﻧﺎﻩ ﻷﻭﻫﻢ ﺃﻥ ﺛﻤﺔ ﺗﻨﺎﻗﻀ ﹰﺎ ﻣﺎ‪ ،‬ﻟﺘﻌﺬﺭ ﺍﳉﻤﻊ ﺑﲔ ﻣﺎﺫﻛﺮﻭﻩ ‪ /‬ﻭﺑﲔ ﺍﳌﻔﻬﻮﻡ ‪22-b‬‬
‫ﻓﺤ ﹶﻮ￯ ﻟﻔﻈﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ :‬ﹼﺃﻥ ﺍﻻﺳﻢ ﺍﻷﻋﻈﻢ ﻟﻴﺲ ﻏﲑ‬ ‫ﻣﻦ ﹾ‬
‫ﻭﺍﺣﺪ]ﻕ‪ :‬ﻓﺘﻌﺬﺭ ﺍﳉﻤﻊ ﺇﻻ ﻣﻦ ﻭﺟﻪ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ[‪.‬‬
‫ﳜﺘﺺ[ ﺑﺎﻟﺘﻌﺮﻳﻒ‪،‬‬ ‫ﺃﻥ ﹺﻷﻋﻈﻤﻴﺔ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺃﺧﺮﻱ‪ ،‬ﲣﺘﺺ]ﺵ‪ :‬ﹼ‬ ‫ﺛﻢ ﺍﻋﻠﻢ ﹼ‬
‫ﹼ‬
‫ﺍﻟﺴﻤﺔ‪ ،‬ﻭﻫﻰ ﺍﻟﻌﻼﻣﺔ‪ ،‬ﻛﺎﻥ ﺍﻻﺳﻢ‬ ‫ﳌﹼﺎ ﻛﺎﻥ ﻣﺸﺘ ﹼﻘ ﹰﺎ ﻣﻦ ﹼ‬ ‫ﻷﻥ ﺍﻻﺳﻢ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﻟﻼﺳﻢ[‬

‫ﻓﺄﻱ ﺍﺳﻢ ﻳﺘﻀﻤﻦ ﺗﻌﺮﻳﻔ ﹰﺎ ﱠ‬


‫ﺃﺗﻢ‬ ‫ﻟﻠﻤﺴﻤﻰ ﻛﺎﻟﺪﻟﻴﻞ ﺍﻟﺪﹼ ﺍﻝ ﻋﲆ ﺍﳌﺪﻟﻮﻝ‪ ،‬ﱡ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻣﻌﺮﻓ ﹰﺎ‬
‫ﹼ‬
‫ﻣﻦ ﺗﻌﺮﻳﻒ ﻏﲑﻩ ﻣﻦ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﻓﻬﻮ ﺃﻋﻈﻢ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺫ￯ ﺍﻟﺘﻌﺮﻳﻒ ﺍﻟﻨﺎﻗﺺ‪،‬‬
‫ﴎ ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪:‬‬ ‫ﻓﺎﺳﺘﺤﴬ ﻫﺬﺍ ﺍﻷﺻﻞ ﺗﻌﺮﻑ ﹼ‬
‫ﹺ ‪24‬‬ ‫ﺍﻻﺳﻢ ﺍﻷﻋﻈﻢ ﰱ ﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﹶﻭﺇﹺ ﹶ ﹸﳍ ﹸﻜ ﹾﻢ ﺇﹺ ﹶﻟ ﹲﻪ ﹶﻭ ﹺ‬
‫ﺍﻟﺮﺣ ﹸﻴﻢ‬ ‫ﺍﺣﺪﹲ ﹶﻻ ﺇﹺ ﹶﻟ ﹶﻪ ﺇﹺ ﱠﻻ ﹸﻫ ﹶﻮ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺮ ﹾ ﹶﲪ ﹸﻦ ﱠ‬
‫ﹶ‬ ‫ﹶ‬
‫ﻭﰱ ﺁﻝ ﻋﻤﺮﺍﻥ]ﻉ‪ + :‬ﻭﰱ ﻓﺎﲢﺔ ﺃﻝ ﻋﻤﺮﺍﻥ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﻭﻣﻦ ﺧﺎﲤﺔ ﺃﻝ ﻋﻤﺮﺍﻥ‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﻏﻠﻂ[ ﻭﰱ ﺃﻭﻝ ﺍﳊﺪﻳﺪ‪ ،‬ﹼﺃﻥ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﰱ ﺍﻟﺘﺄﺛﺮ[‬
‫ﻻﻣﻦ ﺟﻬﺔ ﺍﻟﺘﺄﺛﲑ‬‫ﺍﻷﻋﻈﻤﻴﺔ ﰱ ﻫﺬﻩ ﺍﻵﻳﺎﺕ ﺛﺎﺑﺘﺔ ﻣﻦ ﺟﻬﺔ ﺍﻟﺘﻌﺮﻳﻒ ﹾ‬
‫‪٨١‬‬
ON YEDİNCİ HADÎS

çıkmaktadır. Bu bölümü iyice anla ve düşün! Eğer bunu düşünür ve anlarsan


büyük isimlerle diğerlerinin sırlarının çoğunu anlamış ve kavramış olursun. Her
varlığa nisbetle onun bir ism-i a`zamı bulunduğunu, bunun da varlığın Hakk’a
istinâdını gösteren anlamdan alınmış ismin sûretinden ibâret olduğunu anlar-
sın. İnsan, cin, melek ya da onların dışında her varlığın ism-i a`zamı, o varlığın
Hakk’a dâir mârifetinin nihâî sınırıdır. Yine anlarsın ki Hz. Peygamber’in duy-
duğu o sahâbîler Allah’ı zikretmekte ve O’ndan istemekteydiler. Allah Rasûlü
onların, kendisiyle duâ edildiğinde icâbet olunan, bir şey istendiğinde verilen
ism-i a`zamla Allah’tan istekte bulunduklarını haber vermektedir. Şu kadar
var ki bu durum, insanların zihinlerinde istikrar kazandıktan sonra, duâlarında
Allah’ın adını zikredenlerin kullandıkları isimler farklı farklı olmaktadır.
İsm-i a’zam bir tânedir. Böyle olunca bu muhtelif kavramlarla on-
lardan gelen farklı rivâyetleri “şu ism-i a’zamdır” diye nasıl bir noktaya
cem edebiliriz? Hz. Peygamber’in sözünün sırrı ve târifi şuna delîldir ki:
Peygamberimiz’in mârifet-i ilâhiyyesi kemâle, halkın mârifet-i ilâhiye bil-
gisinin son noktasına ulaşmış, onların Hakk’ı vasfettikleri şey ile istidlâlin
kemâline ermiştir. Bu rivâyetlerden ve tariflerden murâd, bizim anlattığımız
şekilde olmasaydı, orada bir tür tenâkuz vehmi oluşurdu. Çünkü onların
zikrettikleriyle Rasûlullahın “ism-i a’zam bir tanedir” lâfzının mânâsından
çıkan anlamı cem’ etmek mümkün olamazdı.
Sonra bilesin ki isimlerinin en büyük olanı ile ilgili tanıtımın özel
bir başka mertebesi daha vardır. Çünkü “isim” kelimesi alâmet anlamına
gelen “sime” kökündan türemiş olunca isim aynı zamanda müsemmâ için
bir tanıtıcı gibi olur. Nitekim delîl de medlûle götüren bir yol göstericidir.
Tazammun ettiği târifi tam olan isimler tazammun ettiği târifi nâkıs olan-
lara nisbetle daha büyük (a’zam) sayılır. Bu esasları zihnine yerleştirirsen
Allah Rasûlü’nün şu sözündeki sırrı daha iyi anlarsın. İsm-i a’zam Allah’ın
şu kavlindekidir: “Sizin ilâhınız tek bir ilâhdır. O’ndan başka ilâh yoktur.
O Rahmândır, Rahîmdir.”24 Âl-i İmrân ve Hadîd sûresinin baş tarafındaki
ibârelerde yer alan ism-i a’zam ifâdesi târif cihetindendir, perdeli insanların
81
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ﻋﴩ‬

‫ﻣﺴﺘﻘﺮ ﰱ ﺇﻓﻬﺎﻡ ﺍﳌﺤﺠﻮﺑﲔ‪ ،‬ﹼ‬


‫ﻭﺇﻥ ﺍﻷﻋﻈﻤﻴﺔ ﰱ ﺍﻟﺘﺄﺛﲑ ﻫﻰ ﻣﺎﺳﺒﻘﺖ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻋﲆ ﻣﺎﻫﻮ‬
‫ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺇﻟﻴﻪ ﻣﻦ ﻗﺒﻞ‪.‬‬
‫ﻭﺳﺌﻞ ﺃﺑﻮﻳﺰﻳﺪ‪ 25‬ﺭﲪﺔ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺭﴇ ﺍﷲ ﻋﻨﻪ[ ﻋﻦ ﺍﻻﺳﻢ ﺍﻷﻋﻈﻢ‪،‬‬
‫ﻓﻘﺎﻝ‪ :‬ﺃﺭﻭﻧﻰ ﺍﻷﺻﻐﺮ ﺣﺘﻰ ﺃﺭﻳﻜﻢ]ﺵ‪:‬ﺃﺭﺍﻛﻢ[ ﺍﻷﻋﻈﻢ‪ ،‬ﺃﺳﲈﺀ ﺍﷲ ﻛ ﹼﻠﻬﺎ ﻋﻈﻴﻤﺔ‬
‫ﺃﻱ ﺍﺳﻢ ﺷﺌﺖ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻳﻔﻌﻞ ﻣﻌﻚ‪.‬‬
‫ﻭﺧﺬ ﹼ‬‫ﺃﺻﺪﻕ ﹸ‬
‫ﻣﺘﻮﺟ ﹴﻪ ﻣﻦ ﺣﻴﺜﻴﺔ ﺍﻻﺳﻢ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﻏﺎﻳﺘﻪ ﻣﻦ ﻣﻌﺮﻓﺔ ﺍﳊﻖ‬ ‫ﻓﺼﺪﻕ ﻛﻞ ﱢ‬ ‫ﹺ‬
‫ﻫﻮ ﺍﻷﻋﻈﻢ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﻟﻴﻪ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺑﺎﻟﻔﻌﻞ]ﺵ‪ :‬ﻫﻮ ﻳﻔﻌﻞ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻫﻮ ﺍﻧﻔﻌﻞ[ ﻋﻦ ﺍﳊﻖ‬
‫ﺗﻮﺟﻬﻪ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺫﻟﻚ ﺍﻻﺳﻢ ﻳﻔﻌﻞ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪ ،‬ﻭﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻓﻴﻨﺒﻐﻰ ﻟﻚ ﺃﻥ‬ ‫ﻭﺑﺼﺪﻕ ﹼ‬
‫ﺍﳌﺨﺘﺼﺔ ﺑﺎﻟ ﹼﺘﻌﺮﻳﻒ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺪﻻﻟﺔ ﺗﻨﻘﺴﻢ]ﺵ‪ :‬ﻳﻨﻘﺴﻢ[ ﺇﱃ ﻗﺴﻤﲔ‪:‬‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻷﻋﻈﻤﻴﺔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺗﻌﻠﻢ ﹼﺃﻥ‬
‫ﺍﳌﻨﺒﻪ ﻋﻠﻴﻬﺎ‪،‬‬
‫ﻗﺴﻢ ﺩﺍﺧﻞ ﰱ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﺘﻠﻔﻆ ﻭﺍﻟﻜﺘﺎﺑﺔ ﻭﻫﻮ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ ﰱ ﺍﻵﻳﺎﺕ ﹼ‬
‫ﻭﺃﻭﻝ ﺁﻝ ﻋﻤﺮﺍﻥ‪ ،‬ﻭﺃﻭﻝ ﺍﳊﺪﻳﺪ‪ ،‬ﻭﻗﺴﻢ ﺧﺎﺭﺝ ﻣﻦ‬ ‫ﺃﻋﻨﻲ‪ :‬ﻭﺇﳍﻜﻢ ﺇﻟﻪ ﻭﺍﺣﺪ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻭﳜﺘﺺ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺃﻛﺜﺮ ﺍﻟﻮﺟﻮﻩ‪ ،‬ﻋﻦ ﻣﺮﺗﺒﺘﻰ ﺍﻟﺘﻠﻔﻆ ﻭﺍﻟﻜﺘﺎﺑﺔ ﻭﻫﻮ ﺍﻟﻘﺴﻢ ﺍﳋﺎﻣﺲ‬
‫ﺑﺎﻹﻧﺴﺎﻥ ﺍﻟﻜﺎﻣﻞ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻛﲈﻝ ﺩﻻﻟﺘﻪ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﲨﻌﻪ ﻭﺃﺣﺪﻳﺘﻪ ‪23-a‬‬
‫ﻭﺑﺮﺯﺧﻴﺘﻪ ﻛﺎﻣﻞ ﺍﻟﺪﻻﻟﺔ ﻋﲆ ﺣﴬﺓ ﺍﳊﻖ ﺫﺍﺗ ﹰﺎ ﻭﺻﻔﺔ ﻭﻓﻌ ﹰﻼ ﻭﻣﺮﺗﺒﺔ‪ ،‬ﻏﲑ ﺃﻥ‬
‫ﻫﺬﻩ ﺍﻟﺪﻻﻟﺔ ﻟﻴﺴﺖ ﻣﻦ ﻗﺒﻴﻞ]ﻕ‪ :‬ﻗﺒﻞ[ ﻣﺎﻳﺪﺧﻞ ﰱ ﺩﺍﻳﺮﺓ ﺍﻟﻠﻔﻆ ﻭﺍﻟﻜﺘﺎﺑﺔ‪.‬‬
‫ﴎ ﻫﺬﻩ‬ ‫ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ ﻭﺗﺪ ﹼﺑﺮ ﻣﺎﻳﺴﺘﺠﻠﺒﻪ ﻓﻬﻤﻚ ﹼﳑﺎ ﺫﻛﺮ ﻟﻚ ﺗﻌﺮﻑ ﹼ‬
‫ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﻭﻣﻌﺎﻧﻴﻬﺎ ﻭﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻻﺳﻢ ﺍﻷﻋﻈﻢ‪ ،‬ﻭﻏﲑ ﺫﻟﻚ ﻣﻦ ﺍﻷﴎﺍﺭ ﺍﻟﺘﻰ‬
‫‪٢٠‬‬
‫ﻻ ﺗﻜﺎﺩ ﲢﴢ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻻﻳﻜﺎﺩ ﳛﴢ[ ﻛﺜﺮﺓ‪ ،‬ﻭﺍﷲ ﺍﳌﺮﺷﺪ‪.‬‬
‫ﻋﻤﺔ ﻣﻌﺎﺫ ﺑﻦ ﺟﺒﻞ ﻭ ﻫﻰ ﺃﺳﻠﻤﺖ ﻭ ﺑﺎﻳﻌﺖ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ ﺻﲆ‬ ‫‪ – 1‬ﺍﺳﲈﺀ ﺑﻨﺖ ﻳﺰﻳﺪ ﺑﻦ ﺍﻟﺴﻜﻦ ﺍﻷﺷﻬﻠﻴﺔ ﻭ ﺑﻨﺖ ﹼ‬
‫ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ ﻭ ﺭﻭﺕ ﻋﻨﻪ ﺃﺣﺎﺩﻳﺚ ﻭﺷﻬﺪﺕ ﻣﻌﻪ ﺑﻌﺾ ﺍﳌﺸﺎﻫﺪ‪ .‬ﻭ ﻋﺎﺷﺖ ﺇﱃ ﺩﻭﻟﺔ ﻳﺰﻳﺪ ﺑﻦ ﻣﻌﺎﻭﻳﺔ‪،‬‬
‫ﺃﻧﻈﺮ ﻟﱰﲨﺘﻬﺎ ﻛﺘﺎﺏ ﺳﲑ ﺃﻋﻼﻡ ﺍﻟﻨﺒﻼﺀ ﻟﻠﺬﻫﺒﻲ‪ ،‬ﺍﳌﺠﻠﺪ ﺍﻟﺜﺎﲏ‪ :‬ﺹ‪٢٩٧ - ٢٩٦ :‬‬
‫‪ – 2‬ﺭﻭﺍﻩ ﺃﺑﻮ ﺩﺍﻭﺩ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻮﺗﺮ ‪ ،٢٣‬ﻭﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺪﻋﺎﺀ ‪ ،٩‬ﻭﺍﻟﺪﺍﺭﻣﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﻓﻀﺎﺋﻞ‬
‫ﺍﻟﻘﺮﺁﻥ ‪ ،١٥ ،١٤‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ‪٤٦١ / ٦‬‬
‫‪– 3‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺒﻘﺮﺓ )‪ ،(٢‬ﺍﻷﻳﺔ‪١٦٣ :‬‬
‫‪٨٢‬‬
ON YEDİNCİ HADÎS

zihinlerinde yerleştiği şekilde tesir cihetinden değildir. Çünkü tesir konu-


sundaki ism-i a’zamlık meselesine daha önce işâret edilmişti.
Ebû Yezîd’e25 (r.h.) “ism-i a’zam”dan soruldu. Dedi ki: “Siz bana
O’nun asgar/en küçük olan ismini gösterin, ben size a’zam/en büyük
olanını göstereyim.” Allah’ın isimlerinin hepsi büyüktür. Sâdık ol ve bu
isimlerden hangisine yapışırsan o isim senin için faâl olur.
Hakk’a teveccüh eden her kimsenin sadâkati Hakk’ı tanımada-
ki son noktada bulunan isim itibâriyledir. O isim artık ona nisbetle ve
Hakk’ın fiili itibâriyle onun ism-i a’zamıdır. O isme göre teveccühünde-
ki sadâkatle iş yapar. Şunu da bilmek gerekir ki, târif ve delâlete âid bü-
yüklük iki kısma ayrılır. Birincisi telâffuz ve yazıya dâhil bulunan yuka-
rıda dikkat çekilen âyetlerle işâret edilendir. Ki bununla: “Sizin ilâhınız
birdir” ibâresiyle Âl-i İmrân ve Hadîd sûrelerinde geçen âyetleri kasd
ediyorum. İkincisi ise pek çok bakımdan telâffuz ve yazıya dâhil bu-
lunmayan insân-ı kâmile has beşinci kısımdır. İnsân-ı kâmil mertebesi
cem’, ahâdiyet ve berzahiyyet itibâriyle Hakk hazretine zât, sıfat, fiil ve
mertebe itibâriyle tam olarak delâlet etmektedir. Ancak şu kadar var ki
bu delâlet, lâfız ve yazıya dâhil olan delâlet türünden değildir.
Bunu bil ve zihninin celbettiklerinden hatıra gelenleri düşün; böy-
lece bu hadîslerin sırrını ve mânâsını, ism-i a’zamın mertebelerini an-
larsın. Şu kadar var ki bu sırlar sayılamayacak kadar çoktur. Doğruya
ileten Allah’tır. 20

1. Esmâ bint Yezîd b. es-Seken el-Eşheliyye, Muaz b. Cebel’in halasının kızıdır. Müslüman
oldu ve Rasûlullah’a bey’at etti. Ondan hadîsler rivâyet etti. Rasûlüllah ile bazı seferle-
re katıldı. Yezîd b. Muâviye’nin saltanatı dönemine kadar yaşadı. Bkz. Zehebî, Siyeru
a’lâmi’n-nübelâ, II, 296-297.
2. Ebû Dâvud, Vitr, 23; İbn Mâce, Duâ, 9; Dârimî, Fazâilu’l-Kur’an, 14,15; İbn Hanbel,
VI, 461.
3. el-Bakara, 2/163.

82
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ﻋﴩ‬

‫‪ – 4‬ﺳﻮﺭﺓ ﺁﻝ ﻋﻤﺮﺍﻥ )‪ ،(٣‬ﺍﻵﻳﺔ‪٢-١ :‬‬


‫‪ – 5‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﳊﺪﻳﺪ )‪ ،(٥٧‬ﺍﻵﻳﺔ‪١-٤ :‬‬
‫‪ – 6‬ﺑﺮﻳﺪﺓ‪ :‬ﺑﺮﻳﺪﺓ ﺑﻦ ﺍﳋﺼﻴﺐ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ ﺍﷲ ﺑﻦ ﺍﳊﺎﺭﺙ‪ .‬ﺃﺑﻮ ﻋﺒﺪ ﺍﷲ ﻭ ﺃﺑﻮ ﺳﻬﻴﻞ ﺍﻷﺳﻠﻤﻰ‪ .‬ﺻﺤﺎﺑﻰ‬
‫ﺛﻢ ﻏﺰﺍ ﺧﺮﺍﺳﺎﻥ ﺯﻣﻦ ﻋﺜﲈﻥ‬ ‫ﻣﺮ ﺑﻪ ﻣﻬﺎﺟﺮ ﹰﺍ‪ ،‬ﻭ ﺳﻜﻦ ﺍﻟﺒﴫﺓ ﻣﺪ ﹰﺓ ﹼ‬ ‫ﺟﻠﻴﻞ‪ ،‬ﺇﻧﻪ ﺃﺳﻠﻢ ﻋﺎﻡ ﺍﳍﺠﺮﺓ‪ ،‬ﺇﺫ ﹼ‬
‫ﻭ ﺗﻮﰱ ﺳﻨﺔ ﺳﺘﺔ ﻭ ﺳﺘﲔ‪ .‬ﺭﺍﺟﻊ ﺳﲑ ﺃﻋﻼﻡ ﺍﻟﻨﺒﻼﺀ ﰱ ﺍﳌﺠﻠﺪ ﺍﻟﺜﺎﲏ‪ :‬ﺹ‪٤٧٠ - ٤٦٩ :‬‬
‫‪ – 7‬ﺭﻭﺍﻩ ﺃﺑﻮ ﺩﺍﻭﺩ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻮﺗﺮ ‪٢٣‬‬
‫‪ – 8‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﳊﺪﻳﺪ )‪ ،(٥٧‬ﺍﻵﻳﺔ‪٤ :‬‬
‫ﻓﺼﻠﺖ )‪ ،(٤١‬ﺍﻵﻳﺔ‪٥٤:‬‬ ‫‪ – 9‬ﺳﻮﺭﺓ ﹼ‬
‫‪ – 10‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﳌﺠﺎﺩﻟﺔ )‪ ،(٥٨‬ﺍﻵﻳﺔ‪٧:‬‬
‫‪ -11‬ﺳﻮﺭﺓ ﻃﻪ )‪ ،(٢٠‬ﺍﻵﻳﺔ‪١١٠:‬‬
‫‪ – 12‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ‪ ،٢٢٢‬ﻭﺃﺑﻮ ﺩﺍﻭﺩ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ‪ ١٤٨‬ﻭﻏﲑﳘﺎ‬
‫‪ – 13‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻷﻧﻌﺎﻡ )‪ ،(٦‬ﻵﻳﺔ‪٥٩ :‬‬
‫‪ – 14‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺒﻘﺮﺓ )‪ ،(٢‬ﺍﻷﻳﺔ‪٢٥٥ :‬‬
‫ﺍﻻﻳﲈ‪٣٧،‬‬‫‪ – 15‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﹺ‬
‫‪ – 16‬ﺳﻮﺭﺓ ﻟﻘﲈﻥ )‪ ،(٣١‬ﺍﻷﻳﺔ‪٣٤ :‬‬
‫‪ – 17‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﳊﴩ )‪ ،(٥٩‬ﺍﻷﻳﺔ‪٢٣ :‬‬
‫‪ – 18‬ﻫﻮ ﺍﻟﺸﻴﺦ ﳏﻰ ﺍﻟﺪﻳﻦ ﺑﻦ ﺍﻟﻌﺮﰊ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﺃﺳﺘﺎﺫ ﺍﳌﺆﻟﻒ‬
‫‪ – 19‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻨﻤﻞ )‪ ، (٢٧‬ﺍﻷﻳﺔ‪٢٥ :‬‬
‫‪ – 20‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺒﻘﺮﺓ )‪ ، (٢‬ﺍﻷﻳﺔ‪٣٠ :‬‬
‫‪ – 21‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺒﻘﺮﺓ )‪ ،(٢‬ﺍﻷﻳﺔ‪٣١ :‬‬
‫‪ – 22‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻔﺎﲢﺔ )‪ ،(١‬ﺍﻷﻳﺔ‪٥ :‬‬
‫‪ – 23‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ‪.٣١‬‬
‫‪ – 24‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺒﻘﺮﺓ )‪ (٢‬ﺍﻵﻳﺔ‪: ١٦٣‬‬
‫‪ – 25‬ﺃﺑﻮ ﻳﺰﻳﺪ ﺍﻟﺒﺴﻄﺎﻣﻲ‪ ،‬ﻃﻴﻔﻮﺭ ﺑﻦ ﻋﻴﺴﻰ ﺑﻦ ﴍﻭﺳﺎﻥ‪ ،‬ﺃﺣﺪ ﺍﻟﺰﻫﺎﺩ ﺍﻷﻭﺍﺋﻞ ﻭﺗﻮﰱ ﺳﻨﺔ ﺍﺣﺪ￯ ﻭﺳﺘﲔ ﻭﻣﺎﺋﻴﺘﲔ ‪.‬ﺭﺍﺟﻊ ﺳﲑ‬
‫ﺃﻋﻼﻡ ﺍﻟﻨﺒﻼﺀ‪٨٩ - ٨٦/ ١٣‬‬

‫‪٨٣‬‬
ON YEDİNCİ HADÎS

4. Âl-i İmrân, 3/1-2.


5. el-Hadîd, 57/1-4.
6. Büreyde (Berîde) b. Hasîb b. Abdullah b. Hâris, hicret senesi müslüman oldu. Muhâcir
olarak kayıtlarda geçmektedir. Basra’da bir müddet ikâmet etti. Hz. Osman zamanında
Horasan seferine katıldı. Hicrî 66’da vefât etti. Bkz. Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ,
II, 469-470.
7. Ebû Dâvud, Vitr, 23.
8. el-Hadîd, 57/4.
9. Fussilet, 41/54.
10. el-Mücâdele, 58/7.
11.Tâhâ, 20/110
12. Müslim, Salât, 222; Ebû Dâvud, Salât, 148.
13. el-Enâm, 6/59.
14. el-Bakara, 2/255.
15. Buhârî, Îmân, 37.
16. Lokman, 31/34.
17. el-Haşr, 59/22.
18. Bu zât, müellifin üstâdı olan Muhyiddîn İbn Arabî’dir.
19. en-Neml, 27/25.
20. el-Bakara, 2/30.
21. el-Bakara, 2/31.
22. el-Fâtiha, 1/5.
23. Müslim, Salât, 31.
24. el-Bakara, 2/163.
25. Ebû Yezîd Bistâmî, asıl adı Tayfur b. Îsâ b. Şurûsandır. İlk devir zâhid sûfîlerindendir.
Hicrî 261’de öldü. Bkz. Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, XIII, 86-89.

83
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻣﻦ ﻋﴩ‬
‫ﺗﺄﺛﲑ ﺍﻟﺪﻋﺎﺀ ﻣﻊ ﲢﻘﻖ ﺍﻟﻘﺪﺭ ﻭﺍﻟﻘﻀﺎﺀ‬

‫ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ ﹶﺳ ﹺﻤ ﹶﻌ ﹶﻬﺎ ﹶ‬


‫ﻭﻫﻲ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﺤﻴﺢ ﹶﻋ ﹾﻦ ﱢﺃﻡ ﺣﺒﻴﺒ ﹶﺔ‪ :1‬ﱠ‬
‫ﺃﻥ‬ ‫ﺍﻟﺼ ﹺ‬ ‫ﹶﺛ ﹶﺒ ﹶﺖ ﰱ ﱠ‬
‫ﹺ]ﻕ‪ :‬ﺻﲆ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ‬ ‫ﻬﻢ ﺃ ﹾﻣﺘﹺ ﹾﻌﻨﹺﻲ]ﻉ‪ :‬ﻣ ﹼﺘﻌﻨﻲ[ ﺑﺰﻭﺟﻰ‬
‫‪ :‬ﺍﻟ ﱠﻠ ﱠ‬
‫ﹸ ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺃﻭ[‬
‫ﹶﺗﺪﹾ ﹸﻋﻮ‪ ،‬ﻭﺗﻘﻮﻝ‬
‫ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲﹺﷺ‪:‬‬
‫ﹸ‬ ‫ﺳﻔﻴﺎﻥ‪ ،‬ﹶ‬
‫ﻓﻘﺎﻝ ﹶ ﹶﳍﺎ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[‪ ،‬ﻭﺑﹺ ﹶﺄ ﹺﺧﻰ ﹸﻣ ﹶﻌﺎﻭﻳ ﹶﺔ‪ ،‬ﻭﺑﺄﺑﻰ ﺃﺑﻰ‬
‫ﳾﺀ ﹺﻣ ﹾﻨ ﹶﻬﺎ‬
‫ﻻﻳﻌﺠ ﹸﻞ ﹲ‬
‫ﱠ‬ ‫ﹴ‬
‫ﻣﴬﻭﺑﺔ‬ ‫ﹴ‬
‫ﻭﺁﺟﺎﻝ‬ ‫ﹴ‬
‫ﻣﻘﺴﻮﻣﺔ‬ ‫ﹴ ]ﻉ‪ :‬ﺑﺄﺭﺯﺍﻕ[‬
‫ﺍﷲ ﰱ ﺃﺭﺯﺍﻕ‬ ‫ﺳﺄﻟﺖ ﹶ‬ ‫ﹺ‬
‫ﲑﻙ ﹺﻣ ﹾﻦ‬ ‫ﺄﻟﺖ ﹶ‬
‫ﺍﷲ ﺃﻥ ﹸﳚ ﹺ‬ ‫ﳾﺀ ﹺﻣ ﹾﻨ ﹶﻬﺎ ﹶﺑ ﹾﻌﺪﹶ ﹶ ﹶﳏ ﱢﻠﻪ‪ ،‬ﹶﻓ ﹶﻠ ﹾﻮ ﹶﺳ ﹺ‬
‫ﺆﺧ ﹸﺮ ﹲ‬ ‫ﹶﻗ ﹾﺒ ﹶﻞ ﹶ ﹶﳏ ﱢﻠ ﹺﻪ‪ ،‬ﻭﻻ ﹸﻳ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺘﻮﻓﻴﻖ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ - :‬ﻭ ﺍﷲ ﻭﱃ ﺍﻟﺘﻮ ﻓﻴﻖ[‪.2‬‬ ‫ﻭﻋﺬﺍﺏ ﰱ ﺍﻟ ﱠﻨﺎ ﹺﺭ‪ ،‬ﹸ‬
‫ﻭﺍﷲ ﻭ ﱡﱄ ﹺ‬ ‫ﹴ‬ ‫ﹶﻋ ﹶﺬ ﹴ‬
‫ﺍﺏ ﰱ ﺍﻟ ﹶﻘ ﹾ ﹺ‬
‫ﱪ‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ]ﺳﻘﻂ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻌﻨﻮﺍﻥ ﰱ ﺍﻟﻨﺴﺨﺔ ﺍﻷﺻﻠﻴﺔ ﻫﻨﺎ[‪.‬‬
‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺣﺪﻳﺚ ﻣﺸﻜﻞ‪ ،‬ﻓﺈﻧﻪ ﻗﺪ ﺛﺒﺖ ﻋﻦ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ‪ ،‬ﺃ ﱠﻧﻪ ﻗﺎﻝ‪:‬‬
‫ﳾ ﹴﺀ ﺑﹺ ﹶﻘ ﹶﻀ ﹴ‬
‫ﺎﺀ ﹶﻭ ﹶﻗﺪﹶ ﹴﺭ ﹶﺣ ﱠﺘﻰ ﺍ ﹾﻟ ﹶﻌ ﹶﺠ ﹸﺰ ﹶﻭﺍ ﹾﻟ ﹶﻜ ﹾﻴﺲ‪ ،3‬ﻭﱂ ﳜﺘﻠﻒ ﺃﺣﺪﹲ ﻣﻦ‬ ‫ﹸﻛ ﱡﻞ ﹶ ﹾ‬
‫ﺃﻥ ﺣﻜﻢ ﺍﻟﻘﻀﺎﺀ ﻭﺍﻟﻘﺪﺭ ﺷﺎﻣﻞ]ﺵ‪ :‬ﺷﻴﺌ ﹰﺎ ﺑﻞ[ ﹼ‬
‫ﻛﻞ ﳾﺀ‬ ‫ﻋﻠﲈﺀ ﺍﻹﺳﻼﻡ ﰱ ﹼ‬
‫ﻭﻣﻨﺴﺤﺐ ﻋﲆ ﲨﻴﻊ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺍﺕ ﻭﻟﻮﺍﺯﻣﻬﺎ ﻣﻦ ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﻭﺍﻷﻓﻌﺎﻝ‬
‫ﻭﺍﻷﺣﻮﺍﻝ ﻭﻏﲑ ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻓﲈ ﺍﻟﻔﺮﻕ ﺇﺫ ﹰﺍ ﺑﲔ ﻣﺎ ﳖﻰ ﺍﻟﻨﺒﻲﷺ ﻋﻦ ﺍﻟﺪﻋﺎﺀ‬
‫ﺣﺮﺽ ﻋﻠﻴﻪ ﻣﻦ ﻃﻠﺐ ﺍﻹﺟﺎﺭﺓ ﻣﻦ ﻋﺬﺍﺏ ﺍﻟﻨﺎﺭ ﻭﻋﺬﺍﺏ‬
‫ﻓﻴﻪ‪ ،‬ﻭﺑﲔ ﻣﺎ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻘﱪ]ﻳﻈﻬﺮ ﻫﻨﺎ ﺍﻟﻌﻨﻮ ﺍﻥ‪’’ :‬ﻛﺸﻒ ﹼﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‘‘‪ ،‬ﻓﻠﻴﺲ ﻫﻨﺎ ﳏ ﱠﻠﻪ[‪.‬‬
‫‪٨٤‬‬
ON SEKİZİNCİ HADÎS

KAZÂ ve KADER`İN GERÇEKLEŞMESİNDE


DUÂNIN TESİRİ

Ümmü Habîbe’den1 gelen sahîh bir rivâyette şöyle sâbit olmuş-

tur. Hz. Peygamber (s.a.) Ümmü Habîbe’yi şöyle duâ ederken duymuş-

tu: “Allah’ım, beni eşim Rasûlüllah, kardeşim Muâviye, babam Ebû

Süfyan’dan yararlandır.” Allah Rasûlü buyurdu: “Sen maksûm olan

erzâkı; yâni asla zamanından ve mahallinden önce gelmeyecek ve za-

manından ve mahallinden sonraya bırakılmayacak bir şeyi istedin. Keş-

ke Allah’tan seni kabir ve cehennem azâbından kurtarmasını isteseydin.

Başarının sâhibi Allah’tır.”2

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu

Bu hadîs mânâsı müşkil hadîslerdendir. Çünkü Hz. Peygamber’den

şöyle bir rivâyet de gelmiştir: “Her şey, hatta âcizlik ve zekîlik kazâ ve

kader iledir.”3 İslâm âlimleri kazâ ve kaderin hükmünün her şeye şâmil

olduğunda varlıkların sıfat, fiil, hâl ve benzeri her durumuna dâhil bu-

lunduğunda görüş birliğindedir. Öyleyse Allah Rasûlü’nün hadîste ge-

çen duâdan nehyeden davranışı ile kabir ve cehennem azâbından kurtul-

mayı taleb etmeye teşvîki arasında ne fark vardır?


84
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻣﻦ ﻋﴩ‬

‫‪23-b‬‬ ‫ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﺍﳌﻘﺪﺭﺍﺕ ﻋﲆ ‪ /‬ﴐﺑﲔ‪ :‬ﴐﺏ ﳜﺘﺺ ﺑﺎﻟﻜﻠﻴﺎﺕ‪،‬‬


‫ﺍﳌﺨﺘﺼﺔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﳜﺘﺺ ﺑﺎﳉﺰﺋﻴﺎﺕ ﺍﻟﺘﻔﺼﻴﻠﻴﺔ‪ ،‬ﻓﺎﻟﻜﻠﻴﺎﺕ‬
‫ﹼ‬ ‫]ﻕ‪ - :‬ﴐﺏ[‬
‫ﴐﺏ‬
‫ﺑﺎﻹﻧﺴﺎﻥ ﻗﺪ ﺃﺧﱪ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ‪ ،‬ﺃﳖﺎ ﳏﺼﻮﺭﺓ ﰱ ﺃﺭﺑﻌﺔ ﺃﺷﻴﺎﺀ ﻭﻫﻰ‬
‫ﺍﻟﻌﻤﺮ ﻭﺍﻟﺮﺯﻕ ﻭﺍﻷﺟﻞ ﻭﺍﻟﺸﻘﺎﺀ]ﻉ‪ :‬ﺍﻟﺸﻘﺎﻭﺓ[ ﻭﺍﻟﺴﻌﺎﺩﺓ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻝ ﰱ ﺍﳊﺪﻳﺚ‬
‫ﺍﺑﻊ‬
‫ﺍﻟﺮ ﹺ‬ ‫ﻳﺄﺗﻴﻪ ﺍﳌﹶ ﹶﻠ ﹸﻚ ﰱ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺸ ﹾﻬ ﹺﺮ ﱠ‬ ‫ﺍﳌﺘﻀﻤﻦ ﺫﻛﺮ ﺧﻠﻘﻪ]ﻉ‪ :‬ﺧﻠﻘﺔ[ ﺍﳉﻨﲔ‪ :‬ﺃ ﱠﻧ ﹸﻪ ﹺ‬
‫ﺃﺫﻛﺮ ﹾﺃﻡ ﺃﻧﺜﻲ‪ ،‬ﹶﺃ ﹶﺷ ﹺﻘ ﱞﻲ ﹾﺃﻡ ﺳﻌﻴﺪﹲ ‪،‬‬‫ﺭﺏ‪ .‬ﹲ‬ ‫ﹸ‬
‫ﻭﻳﻘﻮﻝ‪ :‬ﻳﺎ ﱢ‬ ‫ﻭﺡ‬‫ﺍﻟﺮ ﹶ‬ ‫ﹶﻓ ﹶﻴ ﹾﻨ ﹸﻔ ﹸﺦ ﹺ‬
‫ﻓﻴﻪ ﱡ‬
‫ﻭﻗﺎﻝ ﹺ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ‬ ‫ﹶ‬ ‫‪4‬‬
‫ﻤﲆ ﻭﺍﳌﹶ ﹶﻠ ﹸﻚ ﻳﻜ ﹸﺘ ﹸﺐ‬ ‫ﺃﺟ ﹸﻠ ﹸﻪ‪ ،‬ﹶ‬
‫ﻓﺎﳊ ﱡﻖ ﹸﻳ ﹺ‬ ‫ﻣﺎ ﹺﺭﺯﹾ ﹸﻗ ﹸﻪ ﻣﺎ ﹶﻋ ﹶﻤ ﹸﻠ ﹸﻪ‪ ،‬ﹶﻣﺎ ﹶ‬
‫ﺍﳋ ﹾﻠ ﹺﻖ ﹸ‬
‫ﻭﺍﳋ ﹾﻠ ﹺﻖ‬ ‫ﺮﻍ ﺭ ﱡﺑﻚ]ﺵ‪ _ :‬ﺭ ﹼﺑﻚ[ ﹺﻣ ﹶﻦ ﹶ‬ ‫ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﹶﻓ ﹶ‬ ‫ﱠ‬
‫ﻭﺷﻘﻲ ﺃﻭ ﺳﻌﻴﺪﹲ ‪.5‬‬
‫ﱞ‬ ‫ﻭﺍﻷﺟ ﹸﻞ‬
‫ﹶ‬ ‫ﻭﺍﻟﺮﺯﹾ ﹸﻕ‬
‫ﱢ‬
‫ﻭﻗﺎﻝ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﰱ ﺍﳉﺰﺋﻴﺎﺕ‪ :‬ﹶﺳ ﹶﻨ ﹾﻔ ﹸﺮ ﹸﻍ ﹶﻟ ﹸﻜ ﹾﻢ ﹶﺃ ﱡ ﹶﳞﺎ ﺍﻟ ﱠﺜ ﹶﻘ ﹶﻼﻥ‪ 6‬ﻓﺎﻓﻬﻢ‪،‬‬
‫ﻓﺈﳖﺎ ﳌﹼﺎ ﱂ ﺗﻜﻦ ﺗﻨﺤﴫ ﱂ ﻳﻜﻦ ﺗﻌﻴﲔ‬ ‫ﺍﻟﺘﻔﺼﻴﻠﻴﺔ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﻟﻠﻮﺍﺯﻡ ﺍﳉﺰﺋﻴﺔ‬
‫ﺫﻛﺮﻫﺎ‪ ،‬ﻭﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻭﻇﻬﻮﺭ]ﻕ‪ :‬ﻓﻈﻬﻮﺭ[ ﺑﻌﻀﻬﺎ‪ ،‬ﻭﺣﺼﻮﻟﻪ ﻟﻺﻧﺴﺎﻥ ﻗﺪ ﻳﺘﻮ ﹼﻗﻒ‬
‫ﺍﻟﻜﺴﺐ ﻭﺍﻟﺴﻌﻰ‬ ‫ﻋﲆ ﺃﺳﺒﺎﺏ ﻭﴍﻭﻁ‪ ،‬ﺭ ﹼﺑﲈ ﻛﺎﻥ ﺍﻟﺪﻋﺎﺀ ﺃﻭ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﻭ[‬

‫ﻭﺍﻟﺘﻌﻤﻞ ﻣﻦ ﲨﻠﺘﻬﺎ ﺑﻤﻌﻨﻰ ﺃﻧﹼﻪ ﱂ ﻳﻘﺪﹼ ﺭ ﺣﺼﻮﻟﻪ ﺑﺪﻭﻥ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﴩﻁ‬


‫ﺃﻭ ﺍﻟﴩﻭﻁ ﺑﺨﻼﻑ ﺗﻠﻚ ﺍﻷﺭﺑﻌﺔ ﺍﻷﻭﱄ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻟﻴﺲ ﻟﻺﻧﺴﺎﻥ ﻭﻏﲑﻩ‬
‫ﻭﻻﺗﻌﻤﻞ ﻭﻻﺳﻌﻲ‪ ،‬ﺑﻞ ﺫﻟﻚ ﻧﺘﻴﺠﺔ ﻗﻀﺎﺀ‬‫ﱡ‬ ‫ﺍﳌﺘﻌﻤﻠﲔ ﰱ ﺫﻟﻚ ﻗﺼﺪﹲ‬
‫ﱢ‬ ‫ﻣﻦ‬
‫ﺍﷲ ﻭﻗﺪﺭﻩ ﺑﻤﻮﺟﺐ ﻋﻠﻤﻪ ﺍﻟﺴﺎﺑﻖ ﺍﻟﺜﺎﺑﺖ ﺍﳊﻜﻢ ﺃﺯ ﹰ‬
‫ﻻ ﻭﺃﺑﺪ ﹰﺍ ﺑﻤﻘﺘﴣ‬
‫ﺗﻌ ﱡﻠﻘﻪ ﺑﺎﳌﻌﻠﻮﻣﺎﺕ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺑﺎﳌﻌﻠﻮﻡ[‪.‬‬
‫‪٨٥‬‬
ON SEKİZİNCİ HADÎS

Bilmek gerekir ki mukadderât iki türdür: Biri küllî olan, diğeri

ise cüz’î ve tafsîlî olan. İnsana hâs küllî mukadderât hakkında Allah

Rasûlü şunu haber vermekte ve dört şeyin mukadderâta bağlı bulun-

duğunu belirtmektedir. Onlar da ömür, rızık, ecel ile şakîlik ve saîdlik

konusudur. Allah Rasûlü cenînin yaratılışını anlattığı bir başka hadîste

bunu şöyle haber verir: “Cenîne dördüncü ayda melek gelir ve rûhunu

nefh eder ve der ki: Ya Rabbi bu dişi mi, erkek mi, şakî mi saîd mi, rızkı

ne, ameli ne, eceli ne? Hakk Teâlâ imlâ eder; melek de yazar.”4 Allah

Rasûlü devamla: “Rabbin yaratılışı, huyu, rızkı, eceli, saîd ya da şakî

oluşu tamamlamıştır.”5

Allah Teâla cüz’iyyât hakkında şöyle buyurur: “Ey insanlar ve

cinler, yakında hesâbınızı görmek üzere size yöneleceğiz”6 Anla! Cüz’î-

tafsîlî gerekler münhasıran/tam olarak bilinmedikleri için zikredilmeleri

taayyün etmemiştir. Bunların bir kısmının zuhûru ve insanda husûlü bir

takım sebep ve şartlara bağlıdır. Bazen duâ, kesb, sa’y ve çalışma bu

cümleden olabilir. Bunların husûlü diğer dört meselesinin aksine bir ta-

kım şart ya da şartların oluşmasına bağlıdır. Dört meselede insana âid

bir şey yoktur. Bu konuda iş yapan insanın, ya da gayrının kasd, eylem

ve gayretinin dahli yoktur. Aksine bunlar Allah’ın ezelî bilgiye taalluk

eden ve O’nun sâbit ve sâbık ebedî hükmü ve ilminin gereği; kazâ ve

kaderinin sonucudur.
85
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻣﻦ ﻋﴩ‬

‫ﻣﺎﺣﺮﺽ‬
‫ﱠ‬ ‫ﻓﻬﺬﺍ ﻫﻮ ﺍﻟﻔﺮﻕ ﺑﲔ ﻣﺎ ﳖﻰ ﻋﻨﻪ ﷺ ﻣﻦ ﺍﻟﺪﻋﺎﺀ ﻓﻴﻪ ﻭﺑﲔ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬ﻓﺘﺪ ﹼﺑﺮ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻨﻜﺘﺔ‪ ،‬ﻓﻘﺪ ﹶﺃ ﹾﺩ ﹶﺭ ﹾﺟ ﹸﺖ ﻟﻚ ﻓﻴﻬﺎ ﻋﻠﻮﻣ ﹰﺎ ﻭﺃﴎﺍﺭ ﹰﺍ ﲨﺔ ﺇﻥ‬
‫ﺗﻨﺒﻬﺖ ﳍﺎ ﻋﺮﻓﺖ ﻣﻦ ﲨﻠﺔ]ﻕ‪ - :‬ﻣﻦ[ ﻣﻦ ﺃﴎﺍﺭ]ﻕ‪ + :‬ﺍﻝ[ ﺍﻷﻭﺍﻣﺮ ﻭﺍﻟﻨﻮﺍﻫﻰ‬ ‫ﹼ‬
‫‪24-a‬‬ ‫ﻭﺍﻟﻨﺼﺎﺋﺢ ﻭﺍﻟﱰﻏﻴﺒﺎﺕ ﻭﺍﻟﱰﻫﻴﺒﺎﺕ ﻭﺍﻟﺘﺤﺮﻳﻀﺎﺕ ‪ /‬ﻭﻏﲑ ﺫﻟﻚ‪،‬‬
‫‪٢١‬‬
‫ﻭﺍﷲ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺃﻧﻪ[ ﻳﻘﻮﻝ ﺍﳊﻖ ﻭﳞﺪ￯ ﻣﻦ ﻳﺸﺎﺀ ﺇﱃ ﴏﺍﻁ ﻣﺴﺘﻘﻴﻢ‪.‬‬

‫‪ – 1‬ﺃﻡ ﺣﺒﻴﺒﺔ‪ ،‬ﺭﻣﻠﺔ ﺑﻨﺖ ﺃﺑﻰ ﺳﻔﻴﺎﻥ ﻣﻦ ﺃﻣﹼﻬﺎﺕ ﺍﳌﺆ ﻣﻨﲔ ﻭﺃﺧﺖ ﻣﻌﺎﻭﻳﺔ ﻭﺭﻭﺕ ﻋﺪﺓ ﺃﺣﺎﺩﻳﺚ ﻭﺣﺪﺙ ﻋﻨﻬﺎ ﺃﺧﻮﺍﻫﺎ ﺍﳋﻠﻴﻔﺔ‬
‫ﻣﻌﺎﻭﻳﺔ ﻭﻋﻨﺒﺴﺔ‪ ،‬ﻭﻣﺎﺗﺖ ﺳﻨﺔ ﺃﺭﺑﻊ ﻭﺃﺭﺑﻌﲔ‪ ،‬ﺭﺍﺟﻊ ﺳﲑ ﺃﻋﻼﻡ ﺍﻟﻨﺒﻼﺀ‪٢٢٣ - ٢١٨/٢ ،‬‬
‫‪ – 2‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻘﺪﺭ ‪ ،٣٣ ،٣‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ﺝ ‪ ،١‬ﺹ‪٤٦٦ ،٤٤٥ ،٤٣٣ ،٤٠٣ ،٣٩٠ :‬‬
‫‪ – 3‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻘﺪﺭ‪. ١٨‬‬
‫‪ – 4‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺠﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺑﺪﺀ ﺍﳋﻠﻖ‪ ،٦ ،‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ‪١٠٦ ،١٠٣ ،٩٦ / ٥‬‬
‫‪ – 5‬ﺭﺍﺟﻊ ﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪١٩٧/٥ ،‬‬
‫‪ – 6‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺮ ﲪﻦ )‪ ،(٥٥‬ﺍﻷﻳﺔ‪٣١ :‬‬

‫‪٨٦‬‬
ON SEKİZİNCİ HADÎS

Allah Rasûlü’nün yapılmasını yasakladığı duâ ile yapılmasını


teşvîk ettiği duâ arasındaki fark işte budur. Sen bu inceliği düşün, ki ben
sana ilim ve sırlar konusunda tedrîcen önemli bilgiler anlattım. Eğer sen
onlara dikkat edersen emir, nehiy, nasîhat, tergîb, terhîb, teşrîk ve diğer
konulardaki sırların cümlesini bilirsin. Allah hakkı söyler ve dilediğini
doğru yola iletir..21

1. Ümmü Habîbe, Ebû Süfyân’ın kızıdır. Peygamberimiz’in (s.a.) eşlerinden ve mü’minlerin


annelerindendir. Muâviye’nin kız kardeşidir. Bazı hadîsler rivâyet etmiştir. Kardeşleri
halîfe Muâviye ve Anbese kendisinden rivâyetlerde bulunmuştur. Hicrî 44’te vefât et-
miştir. Bkz. Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, III, 218-223.
2. Müslim, Kader, 3, 33; İbn Hanbel, I, 390, 403, 433, 445, 466.
3. Müslim, Kader, 18.
4. Buhârî, Bedu’l-halk, 6; İbn Hanbel, V, 96, 103, 106.
5. İbn Hanbel, V, 197.
6. er-Rahmân, 55/31.

86
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺘﺎﺳﻊ ﻋﴩ‬
‫ﴎ ﺣﺮﻣﺔ ﺍﻟﺰﻧﺎ ﻭﺍﳊﺪﻭﺩ ﺍﻟﴩﻋﻴﺔ‬
‫ﺃﻥ‬ ‫»ﻟﻴﺲ ﺃﺣﺪﹲ ﹶﺃ ﹾﻏ ﹶ ﹶ‬
‫ﲑ ﹺﻣ ﹶﻦ ﺍﷲﹺ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹾ‬ ‫ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ ﺃ ﱠﻧﻪ ﹶ‬
‫ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹶ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﹶﺛ ﹶﺒ ﹶﺖ ﹶﻋ ﹾﻦ‬
‫ﺃﻭ ﹾﺗﺰﻧﻰ ﺃﻣ ﹸﺘ ﹸﻪ‪.«1‬‬‫ﲏ]ﺵ‪ :‬ﻳﺰﲏ[ ﹶﻋ ﹾﺒﺪﹸ ﹸﻩ ﹾ‬ ‫ﹶﻳ ﹾﺰ ﹺ ﹶ‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬
‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﻭﺭﺩ ﱠ‬
‫ﻋﲇ ﺑﻐﺘﺔﹰ ﰱ ﴎﹼ ﺫﻟﻚ ﺃﻥ ﺳﺒﺐ ﻇﻬﻮﺭ ﺣﻜﻢ ﺍﻟﻐﲑﺓ ﻭﺳﻠﻄﻨﺘﻬﺎ‬
‫ﺍﻟﺘﻠﺒﺲ ﺑﺼﻔﺔ ﺍﳌﺸﺎﺭﻛﺔ‬
‫ﺍﳌﺤﺮﻡ ﻓﻘﻂ‪ ،‬ﺑﻞ ﺍﳌﻮﺟﺐ ﻫﻮ ﹼ‬
‫ﻟﻴﺲ ﻧﻔﺲ ﺍﻟﻔﻌﻞ ﹼ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﻛ ﹼﻠﲈ[‬
‫ﺍﻟﺮﺑﻮﺑﻴﺔ‪ ،‬ﻷﻥ ﺍﻹﻃﻼﻕ ﰱ ﺍﻟ ﹼﺘﴫﻑ ﻭﻣﺒﺎﴍﺓ ﺍﻟﻔﺎﻋﻞ ﻛﻞ‬
‫ﳌﻘﺎﻡ ﹼ‬
‫ﻣﺎ ﻳﺮﻳﺪ ﺩﻭﻥ ﻣﹶﻨﹾﻊﹴ ﻭﻻﻗﻴﺪﹴ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﻻ[ ﻭﲢﺠﲑﹴ ﻣﻦ ﺻﻔﺎﺕ ﺍﻟﺮﺑﻮﺑﻴﺔ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ‬
‫ﺍﻟﺬ￯ ﻳﻔﻌﻞ ﻣﺎ ﻳﺸﺎﺀ ﺩﻭﻥ ﺣﺠﺮ ﻭﻻﻣﻨﻊ ﻭﻣﻦ ﺳﻮﺍﻩ ﻓﺎﻟﺘﻘﻴﻴﺪ ﻭﺍﳊﺠﺮ‬
‫ﻣﻦ ﺧﺼﺎﻳﺼﻪ‪ ،‬ﻓﻤﺘﻰ ﺭﺍﻡ ﺍﳋﺮﻭﺝ ﻣﻦ ﺻﻔﺎﺕ ﺍﻟﺘﺤﺠﲑ‪ ،‬ﻭﻃﻠﺐ‬
‫ﺇﻃﻼﻕ ﺍﻟﺘﴫﻑ ﺑﻤﻘﺘﴣ ﺇﺭﺍﺩﺗﻪ ﻓﻘﺪ ﺭﺍﻡ ﻣﺸﺎﺭﻛﺔ ﺍﳊﻖ ﰱ ﺃﻭﺻﺎﻑ‬
‫ﺭﺑﻮﺑﻴﺘﻪ ﻭﻧﺎﺯﻋﻪ ﰱ ﻛﱪﻳﺎﺋﻪ‪ ،‬ﻻ ﺟﺮﻡ ﻛﺎﻥ ﺫﻟﻚ ﺳﺒﺒ ﹰﺎ ﻟﻈﻬﻮﺭ ﺣﻜﻢ‬
‫ﺍﻟﻐﲑﺓ ﺍﳌﺴﺘﻠﺰﻣﺔ ﻟﻠﻐﻀﺐ]ﺵ‪ - :‬ﻝ[ ﺃﻭ ﺍﻟﻌﻘﻮﺑﺔ ﺇﻥ ﱂ ﻳﺘﺪﺍﺭﻙ‬
‫]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﱂ ﻳﺘﺪﺍﺭﻛﻪ[‬

‫ﺍﻟﻌﻨﺎﻳﺔ‪ ،‬ﻭﺍﳌﺎﺋﺔ ﺟﻠﺪ ﹰﺓ ﰱ ﻣﻘﺎﺑﻠﺔ ﺃﺳﲈﺀ ﺍﻹﺣﺼﺎﺀ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﺃﻣﻬﺎﺕ ﺃﺣﻜﺎﻡ‬


‫ﺍﳊﴬﺓ ﺍﻟﺮﺑﻮﺑﻴﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﺍﻧﺘﻬﺘﻚ ﲪﺎﻫﺎ ﻭﻭﻗﻊ ﺍﻻﻗﺘﺼﺎﺭ ﻋﲆ ﺍﳉﻠﺪﺓ ﰱ‬
‫ﺍﻟﺒﻜﺮ ﺑﺸﻔﺎﻋﺔ]ﻕ‪ :‬ﻟﺸﻔﺎﻋﺔ[ ﺣﻜﻢ ﺍﻷﻭﻟﻴﺔ ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺔ ﻭﺍﻟﻐﻠﺒﺔ ﺍﻷﺣﺪﻳﺔ‪.‬‬
‫‪٨٧‬‬
ON DOKUZUNCU HADÎS
ZİNÂNIN HARAM OLUŞUNUN ve
ŞER’Î HADLERİN SIRRI

Allah Rasûlü’nden şöyle buyurduğu sâbit olmuştur: “Kulunu zinâ


ederken gören Allah’tan daha gayûr/kıskanç kimse yoktur.”1

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu

Bu hadîsin sırrı konusunda âniden gönlüme şöyle bir vârid/dü-


şünce geldi: Kıskançlığın ortaya çıkışının ve müessir oluşunun sebebi
bizzat yasaklanan fiilin kendisi değildir. Aksine kıskançlığı gerektiren
şey, rubûbiyet makâmı ile müşterek özelliğe bürünmektir. Çünkü tasar-
rufta mutlak serbestlik ve işi yapanın herhangi bir engel, sıkıntı ve bağ
ile karşılaşmadan murâdına ulaşması rubûbiyet/rablık özelliklerinden-
dir. Rabb hiçbir engel ve hacr ile karşılaşmadan dilediğini yapar. O’nun
dışındakilerin ise bağlanmak ve hacr özellikleri vardır. Kişi ne zaman
tahcîr sıfatlarından kurtulmak ister, irâdesinin gereği mutlak tasarruf ta-
leb ederse rubûbiyet sıfatlarında Hak Teâla’ya müştereklik talep etmiş
ve O’nun yüceliğiyle çekişmeye girmiş olur. Şüphesiz bu durum inâyet-i
ilâhiyye yetişmezse ilâhî gadap ve cezâyı gerektiren gayret/kıskançlık
hükmünün zuhûr sebebi olur. Zinâ suçuna vurulan yüz değnek, sınırla-
rı çiğnenen rubûbiyet mertebesi hükmünün temel esâsı sayılan esmâ-i
ilâhiyye sayısına denktir. Ahâdiyyet sıfatının galebesi, zâtî ve ilk olanın
hükmünün şefâati sâyesinde değnek cezâsı bekârlara mahsustur.
87
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺘﺎﺳﻊ ﻋﴩ‬

‫ﺍﳌﺤﺼ ﹺﻦ ﹸﻗﺘﹺﻞ ﺑﺼﻮﺭﺓ ﺍﻟﺮﺟﻢ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﻧﻈﲑ ﺗﻔﺎﺻﻴﻞ‬


‫ﹶ‬ ‫ﻭﳌﹼﺎ ﹸﻋ ﹺﺪ ﹶﻣﺎ ﰱ‬
‫ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﳊﴬﺓﻓﺎﻓﻬﻢ ﻓﺈﻥ ﻫﺬﺍ ﻣﻔﺘﺎﺡ ﻋﻈﻴﻢ ﻣﻦ ﻣﻔﺎﺗﻴﺢ ﺃﴎﺍﺭ‬
‫ﻣﻌﲔ ﰱ ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ ﻳﺮﺟﻊ‬ ‫ﹴ‬
‫ﻭﻋﺪﺩ ﹼ‬ ‫ﻭﺿﻊ‬
‫ﹴ‬ ‫ﺃﻥ ﹼ‬
‫ﻛﻞ‬ ‫ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ‪ ،‬ﺗﻌﻠﻢ]ﻕ‪ :‬ﻳﻌﻠﻢ[ ﻣﻨﻪ ﹼ‬
‫‪٢٢‬‬ ‫ﹴ‬
‫ﻭﺗﺮﺗﻴﺐ ﻣﻌﻠﻮﻡ ﻣﻄﺎﺑﻖ ﻟﻠﺤﻘﺎﻳﻖ‪.‬‬ ‫ﺇﱃ ﺃﺻﻞ ﺭ ﱠﺑﺎ ﱟ‬
‫ﲏ‬

‫‪ – 1‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻜﺴﻮﻑ ‪ ،٢‬ﻭﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺘﻮﺑﺔ ‪ ،٣٦ - ٣٢‬ﻭﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺪﻋﻮﺍﺕ ‪ ،٩٥‬ﻭﺍﻟﻨﺴﺎﺉ ﰱ‬
‫ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻜﺴﻮﻑ ‪ ،١١‬ﻭﺍﻟﺪﺍﺭﻣﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻨﻜﺎﺡ ‪ ،٣٧‬ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳌﻮﻃﺄ ‪ ،١‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ‪٤٢٦ ،٢٨١/١‬‬

‫‪٨٨‬‬
ON DOKUZUNCU HADÎS

Bu ahkâm evlilerde ademe müncer olduğundan recm sûretiyle öl-


dürmek gerekir. Bu durum hazret ahkâmının tefsîrine benzer. Sen bu
cezânın şerîatın sır anahtarlarından büyük bir anahtar olduğunu anlar-
san, her durum ve belli sayıların şerîatta rabbânî bir asla, belli bir tertîbe
râci ve gerçeklere mutâbık olduğunu bilirsin..22

1. Buhârî, Küsûf, 2; Müslim, Tevbe, 32-36; Tirmizî, Deavât, 95; Neseî, Küsûf, 11; Dârimî,
Nikâh 38; İbn Hanbel, I, 281, 426.

88
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺃﴎﺍﺭ ﺍﻟﺮﺣﻢ‬

‫‪24-b‬‬ ‫ﹸ‬
‫ﻳﻘﻮﻝ‪:‬‬ ‫ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ‬
‫ﹶ‬ ‫ﺳﻤﻌﺖ‬
‫ﹸ‬ ‫ﻗﺎﻝ‪:‬‬ ‫ﹴ‬
‫ﻋﻮﻑ‪ 1‬ﹶ‬ ‫ﺍﻟﺮ ﹺ‬
‫ﲪﻦ ﺑﻦ‬ ‫ﹶﻋ ﹾﻦ ﹺ‬
‫ﻋﺒﺪ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺮ ﹺﺣ ﹶﻢ ﹶ‬
‫ﻭﺷ ﹶﻘ ﹾﻘ ﹸﺖ ﹶ ﹶﳍﺎ ﺍ ﹺ ﹾﺳ ﹶ ﹰﲈ‬ ‫ﺧﻠﻘﺖ ﱠ‬
‫ﹸ‬ ‫ﲪﻦ‬ ‫ﻭﺟﻞ‪ :‬ﺃﻧﺎ ﹸ‬
‫ﺍﷲ ﻭﺃ ﹶﻧﺎ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺮ ﹸ‬ ‫ﻋﺰ ﱠ‬ ‫ﻗﺎﻝ ﹸ‬
‫ﺍﷲ ﱠ‬ ‫ﹶ‬
‫ﻗﻄﻌ ﹸﺘﻪ‪ ،‬ﺃﻭ ﹶ‬
‫ﻗﺎﻝ ﹶﺑ ﹶﺘ ﱡﺘ ﹸﻪ‪،2‬‬ ‫ﹺﻣ ﹾﻦ ﺍﺳﻤﻲ‪ ،‬ﹶ‬
‫ﻓﻤ ﹾﻦ ﹶﻭ ﹶﺻ ﹶﻠ ﹶﻬﺎ ﹶﻭ ﹶﺻ ﹾﻠ ﹸﺘﻪ ﻭ ﹶﻣ ﹾﻦ ﹶﻗ ﹶﻄ ﹶﻌ ﹶﻬﺎ ﹾ‬
‫ﺍﻟﺮ ﹺﺣ ﹶﻢ ﹸﺷ ﹾﺠﻨ ﹲﹶﺔ ﹺﻣ ﹶﻦ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺮﲪﻦ‪،‬‬ ‫ﺇﻥ ﱠ‬‫ﺒﻲ ﷺ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﱠ‬ ‫ﻭﻋ ﹾﻦ ﺃﺑﻰ ﻫﺮﻳﺮ ﹶﺓ‪ 3‬ﱠ‬
‫ﺃﻥ ﺍﻟ ﱠﻨ ﱠ‬ ‫ﹶ‬
‫ﹺ‬
‫ﻗﻄﻌﻚ‬ ‫ﹺ‬
‫ﻭﺻﻠﻚ ﻭﺻﻠ ﹸﺘ ﹸﻪ ﻭ ﹶﻣ ﹾﻦ‬ ‫ﻋﺰ ﱠ‬
‫ﻭﺟﻞ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ - :‬ﻋﺰ ﻭﺟﻞ[ ﳍﺎ‪ :‬ﹶﻣ ﹾﻦ‬ ‫ﻭﻗﺎﻝ ﹸ‬
‫ﺍﷲ ﱠ‬ ‫ﹶ‬
‫ﹶﻗ ﹶﻄ ﹾﻌ ﹸﺘ ﹸﻪ‪.4‬‬
‫ﺇﻥ ﹶ‬
‫ﺍﷲ ﹶﺧ ﹶﻠﻖﹶ ﺍﳋﻠﻖ‬ ‫ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ‪ :‬ﱠ‬
‫ﹸ‬ ‫ﻋﻨﻪ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹶ‬
‫ﻗﺎﻝ‬ ‫ﹴ‬
‫ﺭﻭﺍﻳﺔ ﹸ‬ ‫ﻭﰱ‬
‫ﲪﻦ ﹶ‬
‫ﻓﻘﺎﻝ‪ :‬ﹶﻣ ﹾﻪ‪،‬‬ ‫ﻓﺄﺧﺬﺕ ﺑﹺ ﹶﺤ ﹾﻘ ﹺﻮ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺮ ﹺ‬ ‫ﹾ‬ ‫ﺍﻟﺮ ﹺﺣ ﹸﻢ‪،‬‬
‫ﺖ ﱠ‬ ‫ﺣ ﱠﺘﻰ ﺇﺫﺍ ﹶﻓ ﹶﺮ ﹶﻍ ﹺﻣ ﹾﻨ ﹸﻬ ﹾﻢ ﻗﺎ ﹶﻣ ﹺ‬
‫ﺃﺻ ﹾﻞ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺍﻟﻘﻄﻴﻌﺔ‪ ،‬ﹶ‬
‫ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹶﻧ ﹶﻌ ﹾﻢ‪ ،‬ﺃ ﹶﻣﺎ ﺗﺮﺿﲔﹶ ﺃﻥ ﹺ‬ ‫ﻣﻘﺎﻡ ﺍﻟﻌﺎﻳﹺﺬ ﻣﻦ‬ ‫ﻗﺎﻟﺖ‪ :‬ﻫﺬﺍ ﹸ‬ ‫ﹾ‬
‫ﻚ‪ ،‬ﻗﺎﻟﺖ‪ :‬ﹶﺑﲇ‪ ،‬ﻗﺎﻝ‪ :‬ﻓﺬﻟﹺ ﹶﻚ ﹶﻟ ﹺ‬
‫ﻚ‪.5‬‬ ‫ﻚ‪ ،‬ﹶ‬
‫ﻭﺃ ﹾﻗ ﹶﻄ ﹸﻊ ﹶﻣ ﹾﻦ ﹶﻗ ﹶﻄ ﹶﻌ ﹺ‬ ‫ﹶﻣ ﹾﻦ ﹶﻭ ﹶﺻ ﹶﻠ ﹺ‬

‫ﹸ‬
‫ﺭﺳﻮﻝ‬ ‫ﻗﺎﻟﺖ‪ :‬ﹶ‬
‫ﻗﺎﻝ‬ ‫ﻭﺍﻟﺒﺨﺎﺭﻱ ﻋﻦ ﻋﺎﺋﺸ ﹶﺔ‪ 6‬ﺭﴇ ﹸ‬
‫ﺍﷲ ﻋﻨﻬﺎ ﹾ‬ ‫ﱢ‬ ‫ﻭﳌﺴﻠﻢ‬
‫ﹴ‬
‫ﺑﺎﻟﻌﺮﺵ ﻳﻘﻮﻝ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺗﻘﻮﻝ[‪ :‬ﻣﻦ ﹶﻭ ﹶﺻ ﹶﻠﻨﹺﻰ ﹶﻭ ﹶﺻ ﹶﻠ ﹸﻪ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﺍﻟﺮ ﹺﺣ ﹸﻢ ﻣﻌ ﱠﻠ ﹶﻘ ﹲﺔ‬
‫ﺍﷲﹺ ﷺ‪ :‬ﱠ‬
‫ﺍﷲ‪ ،‬ﻭ ﹶﻣ ﹾﻦ ﹶﻗ ﹶﻄ ﹶﻌﻨﹺﻰ ﹶﻗ ﹶﻄ ﹶﻌ ﹸﻪ ﹸ‬
‫ﺍﷲ‪ .7‬ﻭﺑﺎﷲﹺ ﺍﻟ ﱠﺘﻮﻓﻴﻖ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ - :‬ﻭﺑﺎﷲ ﺍﻟﺘﻮﻓﻴﻖ[‪.‬‬ ‫ﹸ‬
‫‪٨٩‬‬
YİRMİNCİ HADÎS
RAHİMİN/AKRABALIĞIN SIRLARI

Abdurrahmân b. Avf’dan1: Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle dediğini


duydum: “Allah Teâlâ buyurdu ki: Ben Allah’ım, Ben Rahmân’ım, rah-
mi/akrabâlığı yarattım ve ona kendi isimlerimden birini ayırdım. Kim
akrabâlığı sıla ederse Ben de ona sıla eder/ulaşırım. Kim de akrabâlığı
keserse Ben de onunla (alâkayı) keserim.” Ya da şöyle buyurdu: “Ben de
ondan uzaklaşırım.”2 Ebû Hureyre’den3 bir başka rivâyete göre Hz. Pey-
gamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Rahm/akrabâlık Rahmân’ın bir dalıdır.
Allah akrabâlığa şöyle buyurmuştur: Kim seninle sıla ederse Ben de ona
ulaşırım. Kim senden uzaklaşırsa Ben de ondan uzaklaşırım.”4

Bir başka rivâyet şöyledir: Allah Rasûlü buyurmuştur ki: “Allah


mahlûkâtı yaratma işini tamamladığında nihâyet rahm/akrabâlık aya-
ğa kalktı ve Rahmân’ın azamet ridâsından tutunca Allah Teâlâ dedi ki:
“Ne istersin?” Rahm/akrabâlık dedi: “Burası (alâkayı) kesmekten sakın-
ma makâmıdır.”Allah Teâlâ: “Evet, sana sıla edene vuslat etmemi, sen-
den uzaklaşandan uzaklaşmamı ister misin?” diye sordu. Rahm/akrabâlık
“evet” diye kabûl etti. Ardından Allah Teâlâ: “İşte senin hakkın budur”
buyurdu.5

Müslim ve Buhârî’nin Hz. Âişe’den6 naklettikleri bir başka hadîste


Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmaktadır: “Rahm/akrabâlık, Allah’ın ar-
şında asılıdır ve şöyle demektedir: Kim bana sıla ederse Allah ona vus-
lat etsin. Kim benden uzaklaşırsa Allah da ondan uzaklaşsın.”7 Başarı
Allah’tandır.
89
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻛﺸﻒ ﺃﴎﺍﺭ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﺎﻧﻴﻬﺎ‬


‫ﺃﻥ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﻭﺇﻥ ﺍﺧﺘﺼﺖ ﺑﺎﻟﺮﺣﻢ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﰱ ﻛﻞ ﺣﺪﻳﺚ‬ ‫ﺍﻋﻠﻢ ﱠ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻳﺘﻀﻤﻦ[‬
‫ﻣﻨﻬﺎ ﺃﴎﺍﺭ ﹰﺍ ﻟﻴﺴﺖ ﰱ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻵﺧﺮ ﻭﻫﻰ ﺑﺄﴎﻫﺎ ﺗﺘﻀﻤﻦ‬
‫ﻣﻬﻤﺔ ﹼﺃﻭﳍﺎ‬
‫ﻛﻠﻴﺔ‪ ،‬ﻣﻌﺮﻓ ﹸﺘﻬﺎ ﹼ‬‫ﲨﺔ ﻭﻣﺴﺎﺋﻞ ﹼ‬ ‫ﺃﴎﺍﺭ ﹰﺍ ﻋﻈﻴﻤ ﹰﺔ ﻭﻋﻠﻮﻣ ﹰﺎ ﻋﺰﻳﺰﺓ ﹼ‬
‫ﻣﻌﺮﻓﺔ ﺣﻘﻴﻘﺔ ﺍﻟﺮﺣﻢ‪ ،‬ﻭﻣﻌﺮﻓﺔ ﻛﻮﳖﺎ ﺷﺠﻨﺔ ﻣﻦ ﺍﻟﺮﲪﻦ‪ ،‬ﻭﻣﻌﺮﻓﺔ ﺍﻻﺳﻢ‬
‫ﺍﻟﺮﲪﻦ]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﺮﺣﻢ[‪ ،‬ﻭﻣﻌﺮﻓﺔ ﱂ ﻛﺎﻧﺖ ﺍﻟﺮﺣﻢ ﻣﻌ ﹼﻠﻘﺔ ﺑﺎﻟﻌﺮﺵ‪ ،‬ﻭﻣﻌﺮﻓﺔ‬
‫ﺻﻠﺘﻬﺎ‪ ،‬ﻭﻣﻌﺮﻓﺔ ﻗﻄﻌﻬﺎ‪ ،‬ﻭﻣﻌﺮﻓﺔ ﺣﻘﻮ ﺍﻟﺮﲪﻦ‪ ،‬ﻭﻣﻌﺮﻓﺔ ﺃﺧﺬﻫﺎ ﺑﺤﻘﻮ‬
‫‪25-a‬‬ ‫ﺍﻟﺮﲪﻦ‪ ،‬ﻭﻣﻌﺮﻓﺔ ﻗﻴﺎﻣﻬﺎ‪ ،‬ﻭﻣﻌﺮﻓﺔ ﻣﻘﺎﻣﻬﺎ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ ﺑﻘﻮﳍﺎ]ﻕ‪ :‬ﺑﻘﻮﻟﻪ[‪ :‬ﻫﺬﺍ‬
‫ﻣﻘﺎﻡ ﺍﻟﻌﺎﻳﺬ ﻣﻦ ﺍﻟﻘﻄﻴﻌﺔ‪ ،‬ﻭﻣﻌﺮﻓﺔ ﺍﺳﺘﻌﺎﺫﲥﺎ‪ ،‬ﻭﻣﻌﺮﻓﺔ ﺇﺟﺎﺑﺔ ﺍﳊﻖ ﳍﺎ‬
‫ﰱ ﻋﲔ ﻣﺎﻃﻠﺒﺘﻪ]ﻉ‪ :‬ﻃﻠﺒﺖ[ ﻣﻨﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ‪ ،‬ﻭﻣﻌﺮﻓﺔ ﺩﻋﺎﺋﻬﺎ ﻣﻦ ﻛﻮﳖﺎ ﻣﻌﻠﻘﺔ‬
‫ﺑﺎﻟﻌﺮﺵ‪ ،‬ﻭﻣﻌﺮﻓﺔ ﺃﺣﻜﺎﻣﻬﺎ‪.‬‬
‫ﻋﺮﻓﻨﺎ ﺃﻭ ﺑﻠﻐﻨﺎ‬
‫ﻭﻛﻞ ﻫﺬﻩ ﺃﴎﺍﺭ ﱂ ﻳﺴﻄﺮ ﳾﺀ ﻣﻨﻬﺎ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﻭﻻ ﹼ‬
‫ﺍﳌﺘﻀﻤﻨﺔ ﻟﺜﺒﻮﺕ ﺍﻷﴎﺍﺭ‬
‫ﱢ‬ ‫ﺃﻥ ﺃﺣﺪ ﹰﺍ ﺗﺼﺪﹼ ￯ ﻟﺒﻴﺎﻥ ﺃﻣﺜﺎﻝ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ‬
‫ﹼ‬
‫ﺍﻹﳍﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻹﺧﺒﺎﺭﺍﺕ ﺍﻟﻨﺒﻮﻳﺔ ﺍﳌﱰﲨﺔ ﻋﻦ ﺍﳊﻘﺎﻳﻖ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻳﺔ ﻣﻦ ﺃﻫﻞ‬
‫ﺍﻟﻌﻠﻢ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮ‪ ،‬ﺃﻭ ﺃﻫﻞ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﺍﻟﺒﺎﻃﻦ ﹼﳑﻦ ﻳﺪﹼ ﻋﻲ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺗﻌﺪﻱ[ ﺍﳌﻜﺎﺷﻔﺎﺕ‬
‫ﺍﻟﻌﻠﻴﺔ ﻭﺍﻟﻌﻠﻮﻡ ﺍﻟﻠﺪﻧﻴﺔ ﻭﺍﻻﺣﺘﻈﺎﺀ ﺑﺎﳌﻮﺍﺭﻳﺚ ﺍﻟﻨﺒﻮﻳﺔ‪.‬‬
‫ﻭﺃﻧﺎ ﺃﻭﺿﺤﻬﺎ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ]ﻕ‪ - :‬ﺍﷲ[ ﺑﻠﺴﺎﻥ ﺟﺎﻣﻊ ﺑﲔ ﺍﻹﲨﺎﻝ‬
‫ﲇ ﻭﺍﻃﻠﻌﻨﻰ‬‫ﻭﺍﻟﺘﻔﺼﻴﻞ ﲢﺪﱡ ﺛ ﹰﺎ ﺑﻨﻌﻢ ﺍﷲ ﻭﺷﻜﺮ ﹰﺍ ﻟﻪ ﻋﲆ ﻣﺎ ﺃﻧﻌﻢ ﺑﻪ ﻋ ﱠ‬
‫ﻟﺪﻱ‪ ،‬ﻭﺭﺯﻗﻨﻰ ﺍﳌﺸﺎﺭﻛﺔ ﻣﻊ ﺃﻛﻤﻞ ﺧﻠﻘﻪ ﰱ ﺍﻻﻃﻼﻉ‬ ‫ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬ﻭﺃﻭﺿﺤﻬﺎ ﹼ‬
‫ﻋﲆ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﴎﺍﺭ‪ ،‬ﻭﺍﺳﺘﺠﻼﺀ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ ﺍﳌﻜﻨﻮﻧﺔ ﻋﻦ ﺍﻷﻏﻴﺎﺭ ﻓﺄﻗﻮﻝ‬
‫ﺑﺘﺄﻳﻴﺪ ﺍﷲ‪:‬‬
‫‪٩٠‬‬
YİRMİNCİ HADÎS

Hadîslerin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu


Bilesin ki bu hadîsler her ne kadar rahm/akrabâlık konusuna âid gibi
görünüyorsa da her biri başka hadîslerde bulunmayan sırlar ihtivâ etmek-
tedir. Bu hadîsler bütünüyle yüce sırlar, değerli bilgiler ve küllî meseleler
tazammun etmektedir ki bunların bilinmesi çok önemlidir. Bu sırların ve
hakîkatlerin ilki rahm/akrabâlık hakîkatinin bilinmesidir. Sonra sırasıyla
rahmin Rahmân’ın bir dalı olmasının, Rahmân isminin tanınması, rahmin
niçin Arş’a asılı olduğunun, rahme sıla etmenin ve onu kat’etmenin an-
lamının bilinmesi, Rahmân’ın eteğinin ve rahmin Rahmân’ın eteğinden
tutmasının bilinmesi, rahmin ayağa kalkıp “bu makâm bağı koparmaktan
sığınma makâmıdır” sözünün anlamının bilinmesi, rahmi kat’etmekten
Allah’a sığınmanın anlamı ve Hakk’ın bu sığınma talebine icâbetinin bi-
linmesi, rahmin Arş’ta asılı olduğu halde duâ etmesinin bilinmesi ve bunun
hükümlerinin bilinmesi gibi konulardır.

Bütün bu bilgiler, haklarında hiçbir kitapta bir şey yazılmamış sır-


lardır. Ayrıca ilâhî sırların sübûtunu tazammun bu ve benzeri hadîsleri
ve hakâyık-ı vücûdiyyeyi anlatan nebevî haberleri açıklamak üzere bize
ehl-i zâhir âlimlerinden herhangi bir kimsenin harekete geçtiği haberi
ve bilgisi ulaşmadığı gibi, yüce mükâşefeye, ledünnî bilgilere, nebevî
mîrâsa vâris olduğunu söyleyen bâtın âlimlerinden bir kimsenin varlığı
bilgisi de ulaşmadı.

Ben inşâallah Allah’ın nîmet olarak beni muttalî kıldığı bilgilere


şükrederek ve tahdîs-i nîmet için icmâl ve tafsîl arasını cem’ eden bir
lisân ile bunları sana açıklayacağım. Yine Allah’ın beni bu tür sırlara
muttalî olmada, yarattıklarının en mükemmeli ile iştirâk hâlinde bulun-
makla merzûk kılmasına ve beni başkalarından gizlediği bilgilere ulaş-
tırmasına şükrederek Allah’ın teyidiyle derim ki:
90
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺃﻣﹼﺎ ﺍﻟﺮﺣﻢ ﻓﺎﺳﻢﹲ ﳊﻘﻴﻘﺔ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ ﻋﺒﺎﺭﺓ ﻋﻦ ﺣﻘﻴﻘﺔ‬


‫ﺟﺎﻣﻌﺔ ﺑﲔ ﺍﳊﺮﺍﺭﺓ ﻭﺍﻟﱪﻭﺩﺓ ﻭﺍﻟﺮﻃﻮﺑﺔ ﻭﺍﻟﻴﺒﻮﺳﺔ ﺑﻤﻌﻨﻰ ﺃﳖﺎ ﻋﲔ ﻛﻞ‬
‫ﻭﺍﺣﺪﺓ ﻣﻦ ﺍ ﻷﺭﺑﻌﺔ ﻣﻦ ﻏﲑ ﻣﻀﺎ ﹼﺩﺓ‪ ،‬ﻭﻟﻴﺲ ﻛﻞ ﻭﺍﺣﺪ ﻣﻦ ﺍﻷﺭﺑﻌﺔ ﻣﻦ‬
‫ﻛﻞ ﻭﺟﻪ ﻋﻴﻨﻬﺎ‪ ،‬ﺑﻞ ﻣﻦ ﺑﻌﺾ ﺍﻟﻮﺟﻮﻩ‪.‬‬
‫ﺃﻥ ﲨﻴﻊ ﺍﻷﺟﺴﺎﻡ‬ ‫ﻭﺃﻣﺎ ﹼﺃﳖﺎ ﻣﻌﻠﻘﺔ ﺑﺎﻟﻌﺮﺵ]ﻕ ‪ +‬ﻓﺬﻟﻚ[ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﹼ‬
‫ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺓ ﻋﻨﺪ ﺍﳌﺤ ﹼﻘﻘﲔ ﻃﺒﻴﻌﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻌﺮﺵ ﹼﺃﻭﳍﺎ‪ ،‬ﻭﲠﺬﺍ ﻭﺭﺩﺕ‬
‫ﺍﻹﺧﺒﺎﺭﺍﺕ ﺍﻟﴩﻋﻴﺔ ﰱ ﺃﻣﺮ ﺍﳉ ﹼﻨﺔ ﻭﻏﲑﻫﺎ‪ ،‬ﻭﺷﻬﺪﺕ ﺑﺼﺤﺔ ﺫﻟﻚ‬
‫ﻣﻜﺎﺷﻔﺎﺕ ﹸ‬
‫ﺍﻟﻜ ﱠﻤﻞ ﻗﺎﻃﺒﺔ‪.‬‬
‫ﻭﺃﻣﺎ ﺃﳖﺎ ﺷﺠﻨﺔ ﻣﻦ ﺍﻟﺮﲪﻦ‪ ،‬ﻓﻤﻦ ﺃﺟﻞ ﺃﻥ ﺍﻟﺮﲪﺔ ﻧﻔﺲ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ‪،‬‬
‫ﻻﳖﺎ ﻫﻰ ﺍﻟﺘﻰ ﻭﺳﻌﺖ ‪ /‬ﻛﻞ ﺷﻰ ﻓﺎﻧﻪ ﻣﺎ ﺛﻢ ﳾﺀ ﻭﺳﻊ ﻛﻞ ﺷﻰ ﺇﻻ ‪25-b‬‬
‫ﻓﺈﻥ ﻟﻪ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ‬ ‫ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﻓﺈﻧﻪ ﻭﺳﻊ ﻛﻞ ﳾﺀ ﺣﺘﻰ ﺍﳌﺴﻤﻰ ﺑﺎﻟﻌﺪﻡ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﹼﻌﻘﻞ ﻭﺍﳊﻜﻢ ﻋﻠﻴﻪ ﺑﺄﻧﹼﻪ ﰱ ﻣﻘﺎﺑﻠﺔ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﺍﳌﺤﻘﻖ ﴐ ﹰﺑﺎ ﹼﻣﺎ‬ ‫ﺗﻌﻴﹼﻨﻪ ﰱ ﺍﻟﺘ ﱡ‬
‫ﻛﺘﻌﻘﻞ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﺍﳌﺤﻘﻖ‪ ،‬ﻭﺗﻌﻴﻨﻪ ﻏﲑ ﺃﻥ‬ ‫ﻌﻘﻞ ﱡ‬ ‫ﻭﺗﻌﻴﻨ ﹰﺎ ﰱ ﺍﻟ ﹼﺘ ﱡ‬
‫ﻣﻦ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﹼ‬
‫ﺗﻌﲔ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﻟﻪ ﲢﻘﻖ ﰱ ﻧﻔﺴﻪ ﻣﻊ ﻗﻄﻊ‬ ‫ﺍﻟﺘﻌﻴﻨﲔ‪ ،‬ﻫﻮ ﺃﻥ ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻔﺮﻕ ﺑﲔ ﹼ‬
‫ﺗﻌﲔ ﺍﻟﻌﺪﻡ ﻻ‬ ‫ﻛﻞ ﻣﺘﻌ ﹼﻘﻞ ﻛﺎﻥ ﻣﻦ ﻛﺎﻥ‪ ،‬ﻭ ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻨﻈﺮ ﻋﻦ ﺗﻌﻴﻨﻪ ﰱ ﺗﻌ ﹼﻘﻞ ﹼ‬
‫ﲢﻘﻖ ﻟﻪ ﰱ ﻧﻔﺴﻪ ﺧﺎﺭﺟ ﹰﺎ ﻋﻦ ﺗﻌ ﹼﻘﻞ ﺍﳌﺘﻌﻘﻠﲔ]ﻕ‪ :‬ﺧﺎﺭﺥ ﺗﻌﻘﻞ ﺍﳌﺘﻌﻘﻠﲔ[‪.‬‬ ‫ﱡ‬
‫ﺗﻘﺮﺭ‪ ،‬ﻓﺎﻟﺮﲪﻦ‬ ‫ﺃﻥ ﺍﻟﺮﲪﺔ ﳌﺎ ﻛﺎﻧﺖ ﺍﺳ ﹰﲈ ﻟﻠﻮﺟﻮﺩ ﻋﲆ ﻣﺎ ﹼ‬ ‫ﺛﻢ ﺍﻋﻠﻢ ﹼ‬
‫ﺍﺳﻢ ﻟﻠﺤﻖ ﻣﻦ ﻛﻮﻧﻪ ﻋﲔ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ‪.‬‬
‫ﻭﺃﻣﺎ ﱠﺇﳖﺎ]ﻉ‪ :‬ﻛﻮﳖﺎ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻛﻮﳖﺎ ﻣﻦ ﺍﻟﺮ ﲪﻦ[ ﺷﺠﻨﺔ ﻣﻦ ﺍﻟﺮﲪﻦ‪ ،‬ﻓﺬﻟﻚ ﻣﻦ ﺃﺟﻞ‬
‫ﱠ‬
‫ﺇﱃ ﻇﺎﻫﺮ ﻭﺑﺎﻃﻦ‪ ،‬ﻓﺎﻷﺟﺴﺎﻡ ﺻﻮﺭ‬ ‫]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻳﻨﻘﺴﻢ[‬
‫ﺃﻥ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺍﺕ ﺗﻨﻘﺴﻢ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻇﺎﻫﺮ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ‪ ،‬ﻭﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﻭﺍﳌﻌﺎﻧﻰ ﺗﻌﻴﹼﻨﺎﺕ ﺑﺎﻃﻦ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻌﺮﺵ‬
‫ﻣﻘﺎﻡ ﺍﻻﻧﻘﺴﺎﻡ‪ ،‬ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫‪٩١‬‬
YİRMİNCİ HADÎS

Rahme/ akrabâlığa gelince o, tabîat hakîkatinin bir ismidir. Tabîat


ise harâret/sıcaklık, bürûdet/serinlik, rutûbet/yaşlık ve yebûset/kuru-
luk arasını cem’ eden bir hakîkatten ibârettir. Bu dört şey aralarında
bir zıdlık söz konusu olmadan her birinin aynından ibârettir. Ancak bu
dört şeyden her biri her cihetten yekdiğerinin aynı değildir. Bu ayniyet
sâdece bazı açılardandır.
Rahmin/akrabâlığın Arş’ta asılı olmasına gelince bu tahkîk eh-
line göre var olan cisimlerin tabiî olmalarıyla alâkalıdır. Arş bu tabiî
cisimlerin ilkidir. Nitekim cennet ve benzeri konularda vârid olan şer’î
bilgilerle bu böyledir. Kemâl ehlinin bu konuya kesin şâhidlik eden
müşâhedeleri vardır.
Rahmin/akrabâlığın Rahmân’ın bir dalı olması rahmetin, vücûdun/
varlığın bizzat kendisi olmasındandır. Çünkü rahmet-i ilâhiyye her şeyi
kuşatmıştır. Her şeyi kuşatan vücûd/varlık her şeyi hatta adem denilen
şeyi de kuşatması sebebiyle vücûd diye anılır. Çünkü adem akılda idrâk
esnâsında gerçek varlığın mukâbili olarak hüküm verilirken bir çeşit
varlık libâsına bürünür, ademin akıldaki taayyünü gerçek vücûdun taay-
yünü gibidir. Şu kadar var ki iki taayyün arasında fark vardır. Varlığın
taayyünü, taakkul eden herkesin kendi zihnindeki taayyününü görmez-
den gelsek bile, kendiliğinden gerçekleşir. Adem taayyünü ise taakkul
edenlerin düşüncesinin dışında kendiliğinden taayyün etmez.
Bilesin ki takarrur ettiği üzere rahmet, vücûd/varlık için bir isim
olunca Rahmân, varlığın aynı olması sebebiyle Hakk’ın ismi olur.
Rahmin/akrabâlığın Rahmân’ın bir dalı olması şudur: Varlıklar
zâhir ve bâtın olmak üzere ikiye ayrılır. Cisimler varlığın zâhirinin; ruh-
lar ve mânâlar ise varlığın bâtınının taayyünleridir. Arş ise inkısâm/ay-
rışma makâmıdır, anlayasın.
91
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺃﻥ ﺍﻟﺮﲪﻦ‬‫ﻭﺃﻣﹼﺎ ﻛﻮﻥ ﺍﻟﺮﺣﻢ ﺃﺧﺬﺕ ﺑﺤﻘﻮ ﺍﻟﺮﲪﻦ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﻣﻦ ﺃﺟﻞ ﹼ‬


‫ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ‬‫ﺍﻟﺮﺑﺎﻧﻰ ﺍﻟﺸﺎﻣﻞ ﹶ‬ ‫ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻱ ﹼ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﻋﺒﺎﺭﺓ ﻋﻦ ﺍﻟ ﱠﺘ ﹼ‬
‫ﺠﲆ‬
‫ﻭﺍﳌﻌﺎﻧﻰ ﻭﺍﻷﺟﺴﺎﻡ‪ ،‬ﻭﻋﺎﱂ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﻣﺘﻘﺪﻡ ﰱ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﻭﺍﳌﺮﺗﺒﺔ ﻋﲆ‬
‫ﺍﻟﺴﺒﺒﻴﺔ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺍﻟﺮﺣﻢ‪،‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺟﺴﺎﻡ‪ ،‬ﻭﻟﻪ ﻣﻦ ﹴ‬
‫ﻭﺟﻪ ﺩﺭﺟﺔ‬
‫ﺍﻷﻭﻝ ﻣﻦ ﺻﻮﺭﺓ ﺍﳊﴬﺓ ﺍﻹﳍﻴﺔ‪ ،‬ﻭﳍﺬﺍ‬ ‫ﺍﻟﻌﻠﻮ‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﻋﲆ ﺍﻟﻨﺼﻒ ﹼ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻓﻠﻪ‬
‫ﻛﺎﻧﺖ ﺍﻟﺮﺣﻢ ﻣﻌ ﱠﻠﻘﺔ ﺑﺎﻟﻌﺮﺵ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﺍﻟﻌﺮﺵ ﻫﻮ ﺃﻭﻝ ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺟﺴﺎﻡ‪،‬‬
‫ﺼﻮﺭ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ‪ ،‬ﻭﺑﻪ ﲤﻴﹼﺰ ﻣﺎﻇﻬﺮ ﻋﲈﹼ ﺑﻄﻦ‪ ،‬ﻭﺍﳊﻘﻮ‬ ‫ﻭﺍﳌﺤﻴﻂ ﺑﺠﻤﻴﻊ ﺍﻟ ﱡ‬
‫ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﻣﺸﺪﹼ ﺍﻹﺯﺍﺭ ﻣﺒﺪﺃ ﺍﻟﻨﺼﻒ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﺍﻟﻨﺎﺯﻝ ﺍﳌﺴﺘﻮﺭ ﺑﺎﻹﺯﺍﺭ‬
‫ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﻋﺎﱂ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ ﳏﻞ ﺍﺳﺘﺘﺎﺭ]ﺵ‪ :‬ﺍﺳﺘﺎﺭ[ ﺍﳊﻖ ﰱ ﺍﻟﺘﺠﻠﻴﺎﺕ ﺍﳋﺼﻴﺼﺔ‬
‫‪26-a‬‬ ‫ﺑﺎﻟﻄﺒﻴﻌﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﺍﻟﻌﻮﺭﺓ‪ ،‬ﻭﳍﺬﺍ ﺟﻬﻠﺘﻬﺎ ﺍﳌﻼﺋﻜﺔ ‪ /‬ﺍﳌﺄﻣﻮﺭﺓ ﺑﺎﻟﺴﺠﻮﺩ‬
‫ﻭﺫﻣ ﹾﺘ ﹸﻪ ﻭﺃﺛﻨﺖ]ﺵ‪ :‬ﺃﺛﺒﺖ[ ﻋﲆ‬
‫ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ]ﺵ‪ :‬ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ[‪ ،‬ﱠ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻵﺩﻡ‪ ،‬ﻓﻨﻔﺮﺕ ﻣﻦ ﻧﺸﺄﺗﻪ‬
‫ﻧﻔﺴﻬﺎ‪.‬‬
‫ﻭﺃﻣﺎ ﺍﺳﺘﻌﺎﺫﲥﺎ ﻣﻦ ﺍﻟﻘﻄﻴﻌﺔ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﻣﻦ ﺃﺟﻞ ﺷﻌﻮﺭﻫﺎ ﺑﺎﻟﺘﻤﻴﻴﺰ ﺍﻟﺬ￯‬
‫ﺲ]ﻉ‪ - :‬ﺃﻝ[ ﺍﻟﺮﲪﺎﻧﻰ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ‬ ‫ﻋﺮﺽ ﳍﺎ ﻣﻦ ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﻭﺣﴬﺓ ﺍﻟﻨ ﹶﻔ ﹶ‬
‫ﺍﻟﻘﺮﺏ‪ ،‬ﻭﺧﺎﻓﺖ‬ ‫ﻣﻘﺎﻡ ﺍﻟﻘﺮﺏ ﺍﻟﺘﺎﻡﹼ ﺍﻟﺮﹼﺑﺎﲏ‪ ،‬ﻓﺘﺄﳌﹼﺖ ﻣﻦ ﺣﺎﻟﺔ ﺍﻟﺒﻌﺪ ﺑﻌﺪ ﹸ‬
‫ﺍﻟﺮﺑﺎﲏ]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﺮﺑﺎﻧﻴﺔ[ ﺑﺴﺒﺐ ﺍﻟﻔﺼﻞ ﺍﻟﺬ￯ ﹶﺷ ﹸﻌ ﹶﺮ ﹾﺕ ﺑﻪ‬
‫ﻣﻦ ﺍﻧﻘﻄﺎﻉ ﺍﻹﻣﺪﺍﺩ ﱠ‬
‫ﺍﳊﻖ ﰱ ﻋﲔ ﺇﺟﺎﺑﺘﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻟﺪﻋﺎﺋﻬﺎ ﻋﲆ ﺍﺳﺘﻤﺮﺍﺭ ﺍﻹﻣﺪﺍﺩ‬ ‫ﻓﻨﺒﻬﻬﺎ ﱡ‬‫ﱠ‬
‫ﻓﴪﺕ‬‫ﺍﻹﳍﻴﺘﺎﻥ ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺘﺎﻥ‪ ،‬ﹸ ﱠ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﳌﻌﻴﺔ ﻭﺍﳊﻴﻄﺔ‬
‫ﻭﺩﻭﺍﻡ ﺍﻟﻮﺻﻠﺔ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﹼ‬
‫ﺑﺬﻟﻚ ﻭﺍﻃﻤﺄﻧﹼﺖ ﻭﺍﺳﺘﺒﴩﺕ ﺑﺈﺟﺎﺑﺔ ﺍﳊﻖ ﳍﺎ ﰱ ﻋﲔ ﻣﺎﺳﺄﻟﺖ‪،‬‬
‫ﻓﺎﺳﺘﻤﺮ ﺩﻋﺎﺅﻫﺎ ﳌﻦ ﻭﺻﻠﻬﺎ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺪﱡ ﻋﺎﺀ ﻋﲆ ﻣﻦ ﻗﻄﻌﻬﺎ‪.‬‬
‫ﱠ‬
‫‪٩٢‬‬
YİRMİNCİ HADÎS

Rahmin Rahmân’ın eteğini tutması şu sebepledir: Rahmân ruhlar,


mânâlar ve cisimler âlemini kuşatan Rabbânî-vücûdî tecellîden ibârettir.
Ruhlar âlemi, varlık ve mertebede cisimler âleminin önündedir. Ruhlar
âleminin sebebiyet derecesi açısından rahme nisbeti vardır. Bu da onun
için bir yüceliktir. Ruhlar âlemi, hazret-i ilâhiye sûreti açısından ilk ya-
rıdadır. Bu yüzden rahm, Arş’ta asılıdır. Çünkü Arş, cisimler âleminin
ilkidir ve bütün zâhirî olanlar onunla, bâtınî olanlardan ayrılır. “Hakv”
denilen izârı tutan etek, tabîat âlemi demek olan izâr ile mestûr ikinci
yarının başlangıcıdır. Burası bir bakıma avret demek olan tabîata özel
tecellîlerinde Hakk’ın istitâr mahallidir. Bu yüzden Âdem’e secde ile
emredilen melekler, tabîatı bilmediklerinden insanın tabiî neş’etini hoş
karşılamamışlar, hattâ onu kınayarak kendilerini senâ etmişlerdir.

Rahmin/akrabâlığın, sıla-i rahmi kesenlerden Allah’a sığınması-


na gelince o, Rabbânî tam kurb makâmı demek olan nefes-i Rahmânî
mertebesinden ve ruhlar âleminden kendisine ârız olan temyîz bilinci
sebebiyledir. Bu yüzden rahm/akrabâlık, kurbün ardından gelen bu‘d
hâlinden elem duyar, hissettiği ayrılık sebebiyle Rabbânî yardımın ke-
silmesinden korkar. Bunun üzerine Hak rahmi, ilâhî ve zâtî ihâta ve be-
raberlik itibâriyle sırların devamı ve yardımın sürekli olması duâsına
bizzat icâbetle uyarır ve rahm bununla sürûra ererek itmînân bulur. Biz-
zat isteme ânında Hakk’ın duâsını kabûl etmesi sebebiyle sevinir. Rah-
min sıla edene duâsı, sıla-i rahmi terk edene bedduâsı süreklidir.
92
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻭﺻﻠﺘﻬﺎ ﻫﻮ ﺑﻤﻌﺮﻓﺔ ﻣﻜﺎﻧﺘﻬﺎ ﻭﺗﻔﺨﻴﻢ ﻗﺪﺭﻫﺎ‪ ،‬ﺇﺫ ﻟﻮﻻ ﺍﳌﺰﺍﺝ‬


‫]ﻉ‪ :‬ﺃﻣﻜﻨﺔ[‬
‫ﺍﳌﺘﺤﺼﻞ ﻣﻦ ﺃﺭﻛﺎﳖﺎﱂ ﻳﻈﻬﺮ ﺗﻌﲔﹼ ﺍﻟﺮﻭﺡ ﺍﻹﻧﺴﺎﲏ‪ ،‬ﻭﻻﺃﻣﻜﻨﻪ‬
‫ﺍﳉﻤﻊ ﺑﲔ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﺑﺎﻟﻜﻠﻴﺎﺕ ﻭﺍﳉﺰﺋﻴﺎﺕ‪ ،‬ﺑﻞ ﻛﺎﻥ ﻋﺎﱂ ﺍﻟﺮﻭﺡ ﺍﻹﻧﺴﺎﻧﻰ‬
‫ﺑﺎﻟﻜﻠﻴﺎﺕ]ﻕ‪ :‬ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﹺﺍﻻﻧﺴﺎﻧﻴﺔ ﺑﺎﻟﻜﻠﻴﺔ[ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻣﺴﺘﻬﻠﻜ ﹰﺎ ﻛﲈ ﺃﺧﱪ ﺍﳊﻖﹼ ﻋﻦ ﺫﻟﻚ‬
‫ﻻ ﹶﺗ ﹾﻌ ﹶﻠ ﹸﻤ ﹶ‬
‫ﻮﻥ ﹶﺷ ﹾﻴﺌ ﹰﺎ ‪ 8‬ﺍﻷﻳﺔ‪،‬‬ ‫ﺍﷲ ﹶﺃ ﹾﺧ ﹶﺮ ﹶﺟ ﹸﻜﻢ ﱢﻣﻦ ﹸﺑ ﹸﻄ ﹺ‬
‫ﻮﻥ ﹸﺃ ﱠﻣ ﹶﻬﺎﺗﹺ ﹸﻜ ﹾﻢ ﹶ‬ ‫ﺑﻘﻮﻟﻪ‪ :‬ﹶﻭ ﹼ ﹸ‬
‫ﺍﳋﻮﺍﺹ ﻭﺍﻟﻘﻮ￯ ﻭﺍﻵﻻﺕ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻓﺒﺎﻟﻨﺸﺄﺓ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ ﻭﻣﺎ ﺃﻭﺩﻉ ﺍﳊﻖ ﻓﻴﻬﺎ ﻣﻦ‬
‫ﺗﺄﰐ]ﺵ‪ :‬ﻳﺄﰐ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻳﺘﺄﰐ[ ﻟﻺﻧﺴﺎﻥ ﺍﳉﻤﻊ ﺑﲔ ﺍﳋﻮﺍﺹ ﻭﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﻭﺍﻟﻜﻤﻼﺕ‬
‫ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ﻭﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ‪.‬‬
‫ﻭﲠﺬﺍ ﺍﳉﻤﻊ ﺗﻮﺳﻞ ﺇﱃ ﺍﻟﺘﺤﻘﻴﻖ ﺑﺎﳌﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﱪﺯﺧﻴﺔ ﺍﳌﺤﻴﻄﺔ ﺑﺄﺣﻜﺎﻡ‬
‫ﻭﺻﺤﺖ ﻟﻪ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻮﺟﻮﺏ ﻭﺍﻹﻣﻜﺎﻥ‪ .‬ﻓﻜﻤﻠﺖ ﻟﻪ ﺍﳌﻀﺎﻫﺎﺓ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺍﳌﻀﺎﻫﺎﺕ[‪،‬‬
‫ﺍﳌﺤﺎﺫﺍﺓ ﻓﻈﻬﺮ ﺑﺼﻮﺭﺓ ﺍﳊﴬﺓ ﺍﻹﳍﻴﺔ ﻭﺻﻮﺭﺓ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﲤﺎﻣ ﹰﺎ ﻇﺎﻫﺮ ﹰﺍ‬
‫‪26-b‬‬ ‫ﺧﻮﺍﺹ ﺻﻠﺘﻬﺎ ﺍﻟﺘﻰ ﻳﻤﻜﻦ ‪ /‬ﺫﻛﺮﻩ‪.‬‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﺑﺎﻃﻨ ﹰﺎ‪ ،‬ﻓﺎﻓﻬﻢ ﻓﻬﺬﺍ ﺑﻌﺾ‬
‫ﻭ ﺃ ﹼﻣﺎ ﻗﻄﻌﻬﺎ ﺍﻟﺬ￯ ﺃﺧﱪﻫﺎ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﺃﻧﹼﻪ ﻳﻘﻄﻊ ﻣﻦ ﻗﻄﻌﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻬﻮ‬
‫]ﻕ‪:‬‬
‫ﺑﺎﺯﺩﺭﺍﺀﻫﺎ‪ ،‬ﻭﺍﳉﻬﻞ ﺑﻤﻜﺎﻧﺘﻬﺎ‪ ،‬ﻭﺑﺨﺴﻬﺎ ﺣ ﹼﻘﻬﺎ‪ ،‬ﻓﺄﻧﹼﻪ ﻣﻦ ﺑﺨﺴﻬﺎ‬
‫ﺑﺨﺲ ﺣﻖ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺑﺤﻘﺎﺍﷲ[ ﺍﷲ ﻭﺟﻬﻞ ﻣﺎ ﺃﻭﺩﻉ‬‫ﺑﺨﺲ[ ﺣﻘﻬﺎ ﻭﺍﺯﺩﺭﺍﺋﻬﺎ ﻓﻘﺪ ﱠ‬
‫ﺍﳊﻖ ﻓﻴﻬﺎ]ﺵ‪ :‬ﻓﻴﻪ[ ﻣﻦ ﺧﻮﺍﺹﹼ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺍﻟﺘﻰ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻫﻰ ﺗﺴﺘﻨﺪ ﺍﻟﺮﺣﻢ‬
‫ﺇﱃ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻭﺗﺮﺗﺒﻂ ﺑﻪ‪.‬‬
‫ﺍﳊﻖ ﺣﺎﻝ‬ ‫]ﻕ‪ :‬ﱂ ﳜﱪ ﲠﺎ[‬
‫ﻋﻠﻮ ﻣﻜﺎﻧﺘﻬﺎ ﻋﻨﺪ ﺍﳊﻖ ﱂ ﳜﱪﻫﺎ‬ ‫ﺇﺫ ﻟﻮﻻ ﹼ‬
‫ﺍﻹﺟﺎﺑﺔ ﺑﻘﻮﻟﻪ‪ :‬ﹶﻣ ﹾﻦ ﹶﻭ ﹶﺻ ﹶﻠ ﹶﻚ ﹶﻭ ﹶﺻ ﹾﻠ ﹸﺘ ﹸﻪ‪ ،‬ﹶﻭ ﹶﻣ ﹾﻦ ﹶﻗ ﹶﻄ ﹶﻌ ﹶﻚ ﹶﻗ ﹶﻄ ﹾﻌ ﹸﺘ ﹸﻪ‪.‬‬
‫‪٩٣‬‬
YİRMİNCİ HADÎS

Sıla-i rahim, akrabâlığın yerini bilmek ve değerini yüceltmektir.


Çünkü rahim erkânından oluşan mîzaç olmasa, insânî ruh taayyün et-
mezdi. Cüz’î ve küllî ilim arasını cem’ etmek mümkün olmazdı. Aksine
rûh-i insânî âlemi, külliyen helâk olurdu. Nitekim Hak Teâlâ bu konu-
yu şu âyetle bildirmektedir: “Siz hiçbir şey bilmezken Allah, sizi ana-
larınızın karnından çıkardı.”8 Tabiî oluşum sâyesinde havâss, kuvvet
ve âletlerden Hakk’ın tabiî oluşuma tevdî ettiği şeyler insana havâss,
ahkâm, rûhânî ve tabiî kelimeler arasını cem’ etmek üzere gelir.

Bu cem’ sâyesinde neş’et-i tabîiyye, vücûb ve imkân hükümleri-


ni kuşatan berzah mertebesiyle tahkîka vesîle bulur. Ve Hakk’ın karşı-
sındaki benzerlik kemâle ermiş, muhâzât/aynı hizâda bulunma özelliği,
sıhhat bulmuş; insan zâhir ve bâtın tam olarak hazret-i ilâhiyye ve âlem
sûretiyle zuhûra gelmiş olur. Anla ki bütün bunlar rahmin özelliklerin-
den anlatılabilecek olanların bir kısmıdır.

Sıla-i rahmi kesenlere gelince; Hak Teâlâ sıla-i rahmi kat’ eden-
le kat’-ı alâka edeceğini haber vermektedir. Kat’-ı rahim, onu ihmal
etmekle, yerini bilmemekle ve hakkını zâyî etmekle olur. Çünkü rah-
min hakkını zâyî ve ihmâl eden, aslında Allah’ın hakkını zâyî etmiş ve
Hak Teâlâ’nın rahme tevdî buyurduğu seçkin isimleri bilmemiş sayılır.
Hakk’ın seçkin isimleri rahmin Hakk’a istinâd ettiği ve O’nunla irtibât
kurduğu isimlerdir.

Hak Teâlâ katında rahmin yüce bir yeri olmamış olsaydı; kendi-
sine icâbet edeceğini şu sözüyle haber vermezdi. Nitekim: “Sana sıla-i
rahim yapana Ben de ulaşırım. Senden kat’-ı alâka edenden Ben de
uzaklaşırım” kudsî hadîsi bunu ifâde etmektedir.
93
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻣﺘﺄﺧﺮ￯ ﺍﳊﻜﲈﺀ ﳍﺎ‪ ،‬ﻭﻭﺻﻔﻬﺎ‬


‫ﻭﻣﻦ ﲨﻠﺔ ﺍﻻﺯﺩﺭﺍﺀ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻘﻄﻊ ﻣﺬ ﹼﻣﺔ ﹼ‬
‫ﺑﺎﻟﻈﻠﻤﺔ ﻭﺍﻟﻜﺪﻭﺭﺓ ﻭﻃﻠﺐ ﺍﳋﻼﺹ ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻣﻬﺎ ﻭﺍﻻﻧﺴﻼﺥ ﻣﻦ‬
‫ﻭﺃﻥ ﻛﻞ ﻛﲈﻝ ﳛﺼﻞ ﻟﻺﻧﺴﺎﻥ‬ ‫ﺃﻥ ﺫﻟﻚ ﹼ‬
‫ﻣﺘﻌﺬﺭ‪ ،‬ﹼ‬ ‫ﺻﻔﺎﲥﺎ‪ ،‬ﻓﻠﻮ ﻋﻠﻤﻮﺍ ﹼ‬
‫ﺑﻌﺪ ﻣﻔﺎﺭﻗﺔ ﺍﻟﻨﺸﺄﺓ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﹼﺔ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﻣﻦ ﻧﺘﺎﻳﺞ ﻣﺼﺎﺣﺒﺔ ﺍﻟﺮﻭﺡ ﻟﻠﻤﺰﺍﺝ‬
‫]ﻕ‪ + :‬ﺍﻝ[‬
‫ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻰ ﻭﺛﻤﺮﺍﺗﻪ‪.‬ﻭﺇﻥ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﺑﻌﺪ ﺍﳌﻔﺎﺭﻗﺔ ﺇﻧﹼﲈ ﻳﻨﺘﻘﻞ ﻣﻦ ﺻﻮﺭ‬
‫ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ[ ﺇﱃ ﺍﻟﻌﻮﺍﱂ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﻣﻈﺎﻫﺮ ﻟﻄﺎﻳﻔﻬﺎ‪ ،‬ﻭﰱ ﺗﻠﻚ ﺍﻟﻌﻮﺍﱂ‬
‫ﻳﺘﺄﰐ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺗﺘﺄﰐ[ ﻟﻌﻤﻮﻡ ﺍﻟﺴﻌﺪﺍﺀ ﺭﺅﻳﺔ]ﻕ‪ :‬ﺭﻭﺍﻳﺔ‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﻏﻠﻂ[ ﺍﳊﻖ ﺍﳌﻮﻋﻮﺩ ﲠﺎ‬
‫ﹼ‬
‫ﰱ ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ‪ ،‬ﻭﺍﳌﺨﱪ ﻋﻨﻬﺎ ﺃﳖﺎ ﺃﻋﻈﻢ ﻧﻌﻢ ﺍﷲ ﻋﲆ ﺃﻫﻞ ﺍﳉﻨﺔ‪ ،‬ﻓﺤﻘﻴﻘﺔ‬
‫ﻳﺘﻮ ﹼﻗﻒ ﻣﺸﺎﻫﺪﺓ ﺍﳊﻖ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻛﻴﻒ ﳚﻮﺯ ﺃﻥ ﻳﺰﺩﺭﻱ؟‬
‫ﻛﺎﻟﻜﻤﻞ ﻭﻣﻦ ﻳﺪﺍﻧﻴﻬﻢ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﳋﻮﺍﺹ[ ﻣﻦ ﺃﻫﻞ ﺍﷲ‬
‫ﹼ‬ ‫]ﻉ‪:‬‬
‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﺣﺎﻝ ﺍﳋﺼﻮﺹ‬
‫ﻭﺇﻥ ﻓﺎﺯﻭﺍ ﺑﺸﻬﻮﺩ ﺍﳊﻖ ﻭﻣﻌﺮﻓﺘﻪ ﺍﳌﺤﻘﻘﺔ ﻫﻨﺎ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﺇﻧﲈ ﺗﻴﴪ]ﻕ‪ :‬ﻳﺘﻴﴪ[ ﳍﻢ‬
‫ﺫﻟﻚ ﺑﻤﻌﻮﻧﺔ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻨﺸﺄﺓ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ ﺣﺘﻰ ﺍﻟﺘﺠﲆ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺬﺍﺗﻰ ﺍﻷﺑﺪ￯ ﺍﻟﺬ￯‬
‫ﻟﻠﻜﻤﻞ ﺩﻭﻧﻪ‪.‬‬
‫ﻣﺴﺘﻘﺮ ﹼ‬
‫ﱠ‬ ‫ﻻ ﺣﺠﺎﺏ ﺑﻌﺪﻩ‪ ،‬ﻭﻻ‬
‫ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻜﻤﻞ ﻣﻦ ﱂ ﳛﺼﻞ ﻟﻪ ﺫﻟﻚ ﰱ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻨﺸﺄﺓ‬
‫ﻓﺎﻧﹼﻪ ﺑﺎﺗﻔﻖ ﹼ‬
‫ﱂ ﳛﺼﻞ ﻟﻪ ﺑﻌﺪ ﺍﳌﻔﺎﺭﻗﺔ‪ ،‬ﻭﺇﻟﻴﻪ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺑﻘﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ‬

‫‪27-a‬‬ ‫ﹲ‬
‫ﺻﻨﻒ ﻣﻦ ﹺ‬
‫ﺃﻫﻞ ‪/‬‬ ‫ﺍﻧﻘﻄﻊ ﻋﻤ ﹸﻠ ﹸﻪ‪ ،9‬ﻭﺑﻘﻮﻟﻪ‪:‬‬
‫ﹶ‬ ‫ﺁﺩﻡ‬
‫ﺍﺑﻦ ﹶ‬
‫ﻣﺎﺕ ﹸ‬
‫ﹶ‬ ‫ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ :‬ﺇﺫﺍ‬
‫ﳛﺘﺠﺐ‪.10‬‬
‫ﹸ‬ ‫ﺍﻟﺮﺏ ﻋﻨﻬﻢ ﻭﻻ‬
‫ﱰ ﱡ‬ ‫ﹶ‬
‫ﺍﳉ ﱠﻨﺔ ﻻ ﻳﺴﺘ ﹸ‬
‫‪٩٤‬‬
YİRMİNCİ HADÎS

Son devir hukemâsından/hakîm filozoflarından bazılarının rahmi


zemmetmeleri onun değerini bilmeme ve ondan uzaklaşma türünden bir
iştir.*23Çünkü bu filozofların rahmi karanlık ve kir olarak tavsîf etme-
leri, rahmin hükmünden kurtulma ve sıfatlarından soyutlanma talebidir.
Bunlar, insan için olacak her kemâlin ancak neş’et-i tabîiyyeden ayrıl-
dıktan sonra olacağını, bu durumun rûhun mizâc-ı tabiî ve semereleriyle
birlikte bulunmasının sonucu olduğunu; çünkü insan rûhunun bedenden
ayrıldıktan sonra tabiî sûretlerden latîf âlemlerin mazharlarına intikâl
edeceğini, bu âlemlerde saîd olanların hepsinin şerîatın vaad ile haber
verdiği üzre Hakk’ı görmek için toplanmasının ehl-i cennet adına en
büyük nîmet olduğunu bilselerdi Hakk’ı görmenin kendisine bağlı bu-
lunduğu gerçeğini nasıl küçümseyebilirlerdi?

Ehlullâh’ın kâmilleri ve onlardan sonra gelen havâssın durumuna


gelince onlar Hakk’ı müşâhede ve O’nu tam tanımakla kurtuluşa erdiler.
Bu durum onlara, neş’et-i tabîiyye yardımıyla kolaylıkla gerçekleşmiş
oldu. Hattâ onlar kendisinden sonra perde bulunmayan; kâmillerden
başkasının durağı olmayan zâtî ve ebedî bir tecellîye ermişlerdir.

Şurası ehl-i kemâlin ittifâk ettiği bir konudur ki, kendisi için
neş’et-i tabîiyye hâsıl olmamış bulunanlar ruh tenden ayrıldıktan son-
ra da bunu gerçekleştiremezler. Nitekim Allah Rasûlü’nün şu sözünde
buna işâret vardır: “Âdemoğlu öldüğü zaman ameli kesilir.”9 Bir başka
hadîs de şöyledir: “Ehl-i cennetten bir grup vardır ki Rab onlara gizli
olmaz, perdeli kalmaz.”10

* Akrabâlık anlamına olan “rahim” ile ana rahmi anlamına “rahim” aynı kelimedir. Burada
kasdedilen ikincisidir.

94
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﻟﺬﺍﺗﻰ ﺑﺼﻔﺔ ﺍﻻﻓﺘﻘﺎﺭ‬ ‫ﺗﻮﺟﻬﻬﺎ ﹼ‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﻗﻴﺎﻣﻬﺎ ﻭﺩﻋﺎﺅﻫﺎ ﻓﻌﺒﺎﺭﺓ ﻋﻦ ﹼ‬


‫ﺗﻮﺟ ﹶﻬ ﹸﻪ ﺇﱃ ﺍﳋﻠﻖ]ﻕ‪ :‬ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﻏﻠﻂ‪ [.‬ﺑﺎﻹﻣﺪﺍﺩ‬ ‫ﺇﱃ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﺍﳊﻖ ﺳﻤﻰ ﱡ‬
‫ﺲ ﺑﹺ ﹶﲈ ﹶﻛ ﹶﺴ ﹶﺒ ﹾﺖ‪ ،11‬ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ‬‫ﻗﻴﺎﻣ ﹰﺎ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻝ‪ :‬ﹶﺃ ﹶﻓ ﹶﻤ ﹾﻦ ﹸﻫ ﹶﻮ ﹶﻗﺂﺋﹺ ﹲﻢ ﹶﻋ ﹶﲆ ﹸﻛ ﱢﻞ ﹶﻧ ﹾﻔ ﹴ‬
‫ﻭﺗﺪ ﹼﺑﺮ ﻣﺎ ﺃﺩﺭﺟﺖ ﻟﻚ ﰱ ﴍﺡ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳌﺸﺘﻤﻞ ﻋﲆ ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ‬
‫‪.‬‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ - :‬ﺗﻌﺎﱄ[ ‪٢٣‬‬
‫ﺍﻟﻌﻠﻴﺔ ﻭﺍﻷﴎﺍﺭ ﺍﳋﻔﻴﺔ ﺗﻔﺰ ﻭﺗﻔﻠﺢ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ ﺗﻌﺎﱄ‬ ‫ﹼ‬

‫‪ – 1‬ﻋﺒﺪ ﺍﻟﺮﲪﻦ ﺑﻦ ﻋﻮﻑ‪ ،‬ﺃﺣﺪ ﺍﻟﻌﴩﺓ ﺍﳌﺒﴩﺓ‪ ،‬ﻭﺃﺣﺪ ﺍﻟﺴﺎﺑﻘﲔ ﺍﻟﺒﺪﺭﻳﲔ ﺍﻟﻘﺮﺷﻰ ﺍﻟﺰﻫﺮﻱ‪ ،‬ﻟﻪ ﻋﺪﺓ ﺃﺣﺎﺩﻳﺚ‪ ،‬ﻭﺭﻭ￯ ﻋﻨﻪ ﺍﺑﻦ‬
‫ﻋﺒﺎﺱ ﻭﺍﺑﻦ ﻋﻤﺮ ﻭﺃﻧﺲ ﺑﻦ ﻣﺎﻟﻚ‪ .‬ﺗﻮﰱ ﰱ ﺳﻨﺔ ﺍﺛﻨﺘﲔ ﻭﺛﻼﺛﲔ‪ .‬ﺭﺍﺟﻊ ﺳﲑ ﺃﻋﻼﻡ ﺍﻟﻨﺒﻼﺀ ﺍﳌﺠ ﹼﻠﺪ ﺍﻷﻭﻝ‪ ،‬ﺹ‪٩٢ - ٦٩ :‬‬
‫‪ – 2‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪١٩٤ ،١٩١ / ١ ،‬‬
‫‪ – 3‬ﺃﺑﻮ ﻫﺮﻳﺮﺓ‪ :‬ﺻﺎﺣﺐ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ ﷺ ﺻﺤﺐ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﺃﺭﺑﻊ ﺳﻨﲔ ﻭﺗﻮﰱ ﺳﻨﺔ ﺳﺒﻊ ﻭﲬﺴﲔ‪ ،‬ﻣﺴﻨﺪﻩ ﲬﺴﺔ ﹶﺃﻻﻑ ﻭﺛﻼﺙ ﻣﺎﺋﺔ‬
‫ﻭﺃﺭﺑﻌﺔ ﻭﺳﺒﻌﻮﻥ ﺣﺪﻳﺜ ﹰﺎ‪ .‬ﺭﺍﺟﻊ ﺳﲑ ﺃﻋﻼﻡ ﺍﻟﻨﺒﻼﺀ ‪٦٣٢ - ٥٧٨/٢‬‬
‫‪ – 4‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻷﺩﺏ ‪ ،١٣‬ﻭﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟ ﹼ‬
‫ﱪ‪ ،١٦ ،‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪٢٩٥ /٢ ،٣٢١ ،١٩٠ /١ ،‬‬
‫‪ – 5‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺗﻔﺴﲑ ﺳﻮﺭﺓ ‪ ٤٧‬ﻭﺍﻟﺘﻮ ﺣﻴﺪ ‪ ،٣٥‬ﻭﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﱪ ‪ ،١٦‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ‪.٤٠٦ ،٣٨٣ ،٣٣٠/٢‬‬
‫‪ – 6‬ﻋﺎﺋﺸﺔ ﺑﻨﺖ ﹺ‬
‫ﺍﻻﻣﺎﻡ ﺍﻟﺼﺪﻳﻖ ﺍﻷﻛﱪ ﻭﻫﻰ ﺃﻡ ﺍﳌﺆﻣﻨﲔ‪ ،‬ﻣﺎﺗﺖ ﰱ ﺳﻨﺔ ﺳﺒﻊ ﻭﲬﺴﲔ‪ .‬ﺭﺍﺟﻊ ﺳﲑ ﺃﻋﻼﻡ ﺍﻟﻨﺒﻼﺀ‪٢٠١ - ١٣٥ /٢ ،‬‬
‫‪ – 7‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﱪ ‪ ،١٧‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪١٩٠ ،١٦٣ / ٢ ،‬‬
‫‪ – 8‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻨﺤﻞ )‪ ،(١٦‬ﺍﻷﻳﺔ‪٨٧ :‬‬
‫‪ – 9‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻮﺻﻴﺔ ‪ ،١٤‬ﻭﺃﺑﻮ ﺩﺍﻭﺩ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻮﺻﺎﻳﺎ ‪ ،١٤‬ﻭﺍﻟﻨﺴﺎﺋﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻮﺻﺎﻳﺎ ‪٨‬‬
‫‪ – 10‬ﱂ ﺃﺟﺪﻩ ﰱ ﺍﳌﺮﺍﺟﻊ‬
‫‪ – 11‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺮﻋﺪ )‪ ،(١٣‬ﺍﻷﻳﺔ‪٣٣ :‬‬

‫‪٩٥‬‬
YİRMİNCİ HADÎS

Rahmin ayağa kalkıp duâ etmesi Hakk’a iftikâr/muhtaç oluş özel-


liğiyle O’na yönelişinden ibârettir. Çünkü Hak halka yardım için olan
yönelişini “kıyâm” diye adlandırmış ve şöyle buyurmuştur: “Herkesin
kazandığı şey üzerine kâim olan kimdir?”11 Bilesin ki, benim sana bu
hadîsin şerhi sadedinde anlatmaya çalıştığım yüce ilimleri, gizli sırları
anlamaya çalışırsan kurtulur ve inşâallah felâha erersin.24

1. Abdurrahman b. Avf, aşere-i mübeşşeredendir. Bedr’e katılan ilk müslümanlardan,


Kuraşî ve Zührî nisbeleriyle anılır. Rivâyet ettiği pekçok hadîs vardır. İbn Abbas, İbn
Ömer ve Enes b. Mâlik kendisinden rivâyetlerde bulunmuşlardır. Hicrî 32’de vefât et-
miştir. Bkz. Siyeru a’lami’n-nübelâ, I, 69-92.
2. İbn Hanbel, I, 191, 194.
3. Ebû Hureyre, Allah Rasûlü’nün (s.a.) ashâbındandır. Dört yıl boyunca onun sohbetinde
bulundu. Hicrî 57 yılında vefât etti. En çok hadîs rivâyet eden sahâbîdir. Rivâyet sayısı
5374’tür. Bkz. Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, II, 578-632.
4. Buhârî, Edeb, 13; Tirmizî, Birr, 16; İbn Hanbel, I, 190, 321, II, 295.
5. Buhârî, Tefsîr, 47; Tevhîd, 35; Müslim, Birr, 16; İbn Hanbel, II, 330, 383, 406.
6. Âişe bint Ebî Bekr, Allah Rasûlü’nün (s.a.) eşi ve mü’minlerin annelerindendir. Hicri 57
senesinde vefât etti. Bkz. Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, II, 135-201.
7. Müslim, Birr, 17; İbn Hanbel, II, 163, 190.
8. en-Nahl, 16/78.
9. Müslim, Vasiyyet, 14; Ebû Dâvud, Vesâyâ, 14; Neseî, Vesâyâ, 8.
10. Kaynaklarda bulunamadı.
11. er-Ra’d, 13/33.

95
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬
‫ﴎ ﲡﲆ ﺍﻟﺮﺏ ﻟﻠﻨﺒﻰ ﻭﺍﺧﺘﺼﺎﻡ ﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲇ‬
‫ﺁﺕ ﻣﻦ‬ ‫ﺭﺳﻮﻝ ﷺ‪ :‬ﺃﺗﺎﻧﻰ ﺍﻟ ﱠﻠﻴﻠ ﹶﺔ ﹴ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﺎﺱ]ﻉ‪ + :‬ﺭﴇ ﺍﷲ ﻋﻨﻪ[‪ 1‬ﹶ‬
‫ﻗﺎﻝ‬ ‫ﻋﺒ ﹴ‬ ‫ﺍﺑﻦ ﱠ‬ ‫ﻋﻦ ﹺ‬ ‫ﹾ‬
‫ﳏﻤﺪﹸ ! ﹸ‬
‫ﻗﻠﺖ‪:‬‬ ‫ﺻﻮﺭﺓ‪ ،‬ﹶ‬
‫ﻓﻘﺎﻝ‪ :‬ﻳﺎ ﱠ‬ ‫ﹴ‬ ‫ﺃﺣﺴﻦ‬
‫ﺭﺃﻳﺖ ﺭ ﱢﺑﻰ ﰱ ﹶ‬ ‫ﺭﻭﺍﻳﺔ‪ :‬ﹸ‬ ‫ﹴ‬ ‫ﺭﰊ‪ ،2‬ﻭﰱ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻗﻠﺖ‪:‬‬
‫ﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲇ؟ ﹸ‬ ‫ﳜﺘﺼﻢ ﹸ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻭﺳ ﹾﻌﺪﹶ ﹾﻳ ﹶﻚ‪ ،‬ﻗﺎﻝ‪ :‬ﻫﻞ ﺗﺪﺭ￯ ﹶ‬
‫ﻓﻴﻢ‬ ‫ﻴﻚ ﺭ ﱢﺑﻰ ﹶ‬ ‫ﱠﻟﺒ ﹶ‬
‫ﻭﺟﺪﺕ ﺑﺮ ﹶﺩ ﹶﻫﺎ ﺑﲔ ﺛﺪ ﱠﻳﻲ‬
‫ﹸ‬ ‫ﻛﺘﻔﻲ ﺣ ﱠﺘﻰ‬
‫ﻓﻮﺿﻊ ﻳﺪ ﹸﻩ ﺑﲔ ﱠ‬‫ﹶ‬ ‫ﺃﻋﻠﻢ‪ ،‬ﻗﺎﻝ‪:‬‬ ‫ﻻ ﹸ‬
‫ﹺ‬
‫ﺍﻷﺭﺽ ﺃﻭ‬ ‫ﻤﻮﺍﺕ ﻭﻣﺎ ﰱ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﺍﻟﺴ‬
‫ﻓﻌﻠﻤﺖ ﻣﺎ ﰱ ﱠ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﺃﻭ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﰱ ﹶﻧ ﹾﺤ ﹺﺮﻱ‪،‬‬
‫ﻗﺎﻝ ﻣﺎﺑﲔ ﺍﳌﴩﻕ ﻭﺍﳌﻐﺮﺏ‪ ،‬ﻗﺎﻝ‪:‬ﻳﺎ ﳏﻤﺪ ﺃﺗﺪﺭ￯ ﻓﻴﻢ ﳜﺘﺼﻢ ﺍﳌﻸ‬
‫ﺍﻷﻋﲆ؟ ﻗﻠﺖ‪:‬‬
‫ﺍﳉﲈﻋﺎﺕ ﻭﺇﺳﺒﺎﻍ‬‫ﹺ‬ ‫ﻭﻧﻘﻞ ﺍﻷﻗﺪﺍ ﹺﻡ ﺇﱃ‬ ‫ﺭﺟﺎﺕ ﹺ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﺎﺭﺍﺕ ﻭﺍﻟﺪﱠ‬‫ﻧﻌﻢ ﰱ ﺍﻟﻜ ﱠﻔ ﹺ‬ ‫ﹾ‬
‫ﺍﻟﺼﻼﺓ ﺑﻌﺪ‬ ‫ﺍﻟﺴﱪﺍﺕ ﰱ ﺍﳌﻜﺮﻭﻫﺎﺕ]ﻉ‪ :‬ﻭﺍﳌﻜﺮﻭﻫﺎﺕ[ ﻭﺍﻧﺘﻈﺎﺭ ﱠ‬ ‫ﺍﻟﻮﺿﻮﺀ ﰱ ﹼ‬‫ﹺ‬
‫ﲑ‪ ،‬ﻭﻛﺎﻥ ﻣﻦ‬ ‫ﻋﺎﺵ ﺑﺨﲑ‪ ،‬ﻭﻣﺎﺕ ﺑﺨ ﹴ‬ ‫ﻋﻠﻴﻬﻦ ﹶ‬
‫ﱠ‬ ‫ﹶ‬
‫ﺣﺎﻓﻆ‬ ‫ﺍﻟﺼﻼﺓ‪ ،‬ﻭ ﹶﻣ ﹾﻦ‬ ‫ﱠ‬
‫ﺫﻧﻮﺑﹺ ﹺﻪ ﻛﻴﻮ ﹴﻡ ﻭﻟﺪﺗ ﹸﹾﻪ ﹸﺃ ﱡﻣﻪ‪.‬‬
‫ﹶ‬
‫ﻭﺳﻌﺪﻳﻚ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻝ‪:‬‬ ‫‪:‬ﻟﺒ ﹶ‬
‫ﻴﻚ‬ ‫ﻗﻠﺖ ﱠ‬ ‫ﳏﻤﺪﹸ ‪ ،‬ﹸ‬ ‫ﻗﺎﻝ‪ :‬ﻳﺎ ﱠ‬
‫ﹺ‬
‫ﺍﳌﻨﻜﺮﺍﺕ‬ ‫ﹶ‬
‫ﻭﺗﺮﻙ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺍﳋﲑﺍﺕ‬ ‫ﺻﻠﻴ ﹶﺖ ﻓﻘﻞ ﺍﻟ ﱠﻠ ﹸﻬ ﱠﻢ ﺇ ﱢﻧﻰ ﺃﺳﺄ ﹸﻟ ﹶﻚ ﹶ‬
‫ﻓﻌﻞ‬ ‫ﺇﺫﺍ ﱠ‬
‫ﹴ‬
‫ﻣﻔﺘﻮﻥ‪،‬‬ ‫ﲑ‬ ‫ﻓﺎﻗﺒﻀﻨﻰ ﹶ‬
‫ﺇﻟﻴﻚ ﻏ ﹶ‬ ‫ﹾ‬ ‫ﹶ‬
‫ﺑﻌﺒﺎﺩﻙ ﻓﺘﻨ ﹰﺔ‬ ‫ﲔ‪ ،‬ﻭﺇﺫﺍ ﺃﺭﺩﺕ‬ ‫ﻭﺣﺐ ﺍﳌﺴﺎﻛ ﹺ‬ ‫ﱠ‬
‫ﻗﺎﻝ‪:‬‬
‫ﻭﺍﻟﺼﻼﺓ ﺑﺎﻟ ﱠﻠﻴﻞ‬
‫ﱠ‬ ‫ﻭﺇﻃﻌﺎﻡ ﱠ‬
‫ﺍﻟﻄﻌﺎﻡ‪،‬‬ ‫ﹸ‬ ‫ﺍﻟﺴﻼﻡ‪،‬‬‫ﺇﻓﺸﺎﺀ ﱠ‬
‫ﹸ‬ ‫ﺭﺟﺎﺕ‬
‫ﹸ‬ ‫ﻭﺍﻟﺪﱠ‬
‫ﺎﺱ ﻧﻴﺎﻡ‪.3‬‬‫ﻭﺍﻟ ﱠﻨ ﹸ‬
‫‪٩٦‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS
PEYGAMBERİMİZ’E RABB TECELLÎSİ ve
MELE-i A`LÂ ÇEKİŞMESİNİN SIRRI

İbn Abbas’tan1 rivâyete göre Allah Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur:


“Rabbim’den bana bir gece bir elçi geldi.”2 Bir başka rivâyette şöyle buyu-
rulmuştur: “Rabbimi en güzel sûrette gördüm. Bana: «Yâ Muhammed!» dedi.
Ben de: «Buyur yâ Rabbi!» dedim. Buyurdu ki: «Mele-i a‘lânın hangi konuda
çekiştiğini bilir misin?» Ben de: «Bilmem.» dedim. Hz. Peygamber devamla
dedi ki: «Allah Teâlâ iki elini iki omzum arasına koydu da ben O’nun ellerinin
serinliğini göğsümde hissettim».
Ya da şöyle buyurmuştur: “İki elini sırtıma koydu. Göklerde ve yerde ne
olduğunu ya da doğu ile batı arasında ne bulunduğunu bildim. Allah Teâlâ sor-
du: «Mele-i a‘lânın hangi konuda çekiştiğini bilir misin?» Dedim ki:
«–Evet keffâretler, dereceler, ayakları cemâate yönlendirmek, abdestte par-
mak aralarına suyu ulaştırmak için hilâllemek ve bir namazdan sonra diğer namaz
için bekleme konularında çekişir/yarışır. Her kim bunları muhâfaza ederse hayır
üzre yaşar ve hayır üzre ölür. Anasından doğduğu gündeki gibi günahsız olur.»

Allah Teâlâ buyurdu: «Yâ Muhammed!» Allah Rasûlü de:


«–Buyur, emret yâ Rabbi» diye karşılık verdi. Allah Teâlâ devamla bu-
yurdu ki: «–Namazı kıldığın zaman şöyle de: “Allah’ım, Sen’den bana hayır
işletmeni, münker/kötü şeyleri terk etmemi ve yoksulları sevdirmeni isterim.
Kullarına bir fitne/imtihan murâd ettiğin zaman beni fitneye dûçâr olmaktan
koru!”» Allah Rasûlü devamla şöyle buyurdu:

«–Dereceler; selâmı yaymak, yemek yedirmek, geceleyin insanlar uykuda


iken namaz kılmaktır.»3
96
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﹴ‬
‫ﺻﺤﻴﺤﺔ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ]ﻕ‪ - :‬ﺃﻳﻀﺎ[‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﺃ ﱠﻧﻪ‬ ‫ﹴ‬
‫ﺑﺮﻭﺍﻳﺔ ﺃﺧﺮ￯‬ ‫ﹸ‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ‬ ‫ﻭﻭﺭ ﹶﺩ ﻫﺬﺍ‬
‫‪27-b‬‬ ‫ﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭ ﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ :‬ﺭﺃﻳﺖﹸ ﺍﻟﺒﺎﺭﺣﺔ ‪ /‬ﱢﺭﺑﻰ ﰱ ﺍﳌﻨﺎﻡ ﰱ‬ ‫ﻗﺎﻝﹶ ﻋﻠﻴﻪﹺ ﺍﻟ ﱠ‬
‫ﺗﺎﺝ ﻣﻦ‬ ‫ﺷﺎﺏ ﺃﻣﺮﺩ‪ ،‬ﺟﺎﻟﺲ ﻋﲆ ﴎﻳﺮ ﻣﻦ ﺫﻫﺐ ﻭﻋﲆ ﺭﺃﺳﻪ ﹲ‬ ‫ﺻﻮﺭﺓ ﹼ‬
‫ﺫﻫﺐ‪ ،‬ﻭﻗﺎﻝ ﱄ‪:‬‬ ‫ﻧﻌﻼﻥ ﻣﻦ ﹴ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺭﺟﻠﻴﻪ‬ ‫ﹴ‬
‫ﺫﻫﺐ]ﻕ‪ - :‬ﻭﻋﲆ ﺭﺃﺳﻪ ﺗﺎﺝ ﻣﻦ ﺫﻫﺐ[‪ ،‬ﻭﰱ‬
‫ﻗﻠﺖ‪:‬‬
‫ﳏﻤﺪ! ﹸ‬ ‫ﻳﺎ ﱠ‬
‫ﹶ‬
‫ﻭﺳﻌﺪﻳﻚ‪ ،‬ﻗﺎﻝ‪:‬‬ ‫ﱠﻟﺒ ﹶ‬
‫ﻴﻚ ﺭ ﱢﺑﻰ‬
‫ﻗﻠﺖ‪:‬‬ ‫ﳜﺘﺼ ﹸﻢ ﹸ‬
‫ﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲇ؟ ﹸ‬ ‫ﻓﻴﻢ ﹺ‬ ‫ﹶ‬
‫ﻓﻮﺟﺪﺕ‬
‫ﹸ‬ ‫ﻓﴬﺏ ﹺ‬
‫ﺑﻴﺪﻩ ﹶﺑﲔ ﱠ‬
‫ﻛﺘﻔﻲ‪،‬‬ ‫ﹶ‬ ‫ﺃﻋﻠﻢ‪،‬‬
‫ﺭﻭﺍﻳﺔ‪ :‬ﺭ ﱢﺑﻰ ﹸ‬‫ﹴ‬ ‫ﺃﻋﻠﻢ‪ ،‬ﻭﰱ‬
‫ﻻ ﹸ‬
‫ﻭﺍﻵﺧﺮﻳﻦ‪ ،‬ﹸﺛ ﱠﻢ ﻗﺎﻝ ﱄ‪ :‬ﻳﺎ‬
‫ﹶ‬ ‫ﺍﻷﻭﻟﲔ‬‫ﻋﻠﻢ ﱠ‬ ‫ﻓﻌﻠﻤﺖ ﹶ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﺛﺪﻳﻲ‪،‬‬
‫ﱠ‬ ‫ﺃﻧﺎﻣ ﹺﻠ ﹺﻪ ﺑﲔﹶ‬
‫ﺑﺮ ﹶﺩ ﹺ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ‬
‫ﺍﻟﺴﻼﻡ‬ ‫ﻓﻘﻠﺖ‪ :4‬ﻭ ﹶﺫ ﹶﻛ ﹶﺮ ﹺ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ ﱠ‬ ‫ﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲇ؟ ﹸ‬ ‫ﳜﺘﺼﻢ ﹶ‬‫ﹸ‬ ‫ﳏﻤﺪﹸ ‪ ،‬ﹺﻓ ﹶ‬
‫ﻴﻢ‬ ‫ﱠ‬
‫ﹺ‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻣﺎ ﺗﻘﺪﱠ ﻡ]ﻉ‪ :‬ﻧﻘﺪﻡ ﻗﺒﻞ ﻫﺬﺍ[‪.‬‬ ‫ﺑﺎﻗﻲ‬
‫ﹶ‬
‫ﻭ ﺍﻟﺴﻼﻡ[‬

‫ﻛﺸﻒ ﴎ]ﻉ‪ :‬ﻛﺸﻒ ﹼﴎﻩ[ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‪:‬‬


‫ﺃﻥ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻳﺸﺘﻤﻞ]ﻉ‪ :‬ﺃﻥ ﻫﺬﺍ ﻣﺸﺘﻤﻞ[ ﻋﲆ ﲨﻠﺔ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ‬ ‫ﺍﻋﻠﻢ ﹼ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﻻ‬ ‫ﺍﻟﺮﺑﺎﻧﻴﺔ ﻭﺍﳌﺴﺎﻳﻞ ﺍﻟﻐﺮﻳﺒﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻻ ﹼ‬
‫ﺗﻄﻠﻊ‬ ‫ﺍﻹﳍﻴﺔ ﻭﺍﻷﴎﺍﺭ ﺍﻟﴩﻳﻔﺔ ﹼ‬
‫ﺍﳌﻘﺮﺑﲔ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﻋﺰﻣﺖ ﺑﺈﺫﻥ‬ ‫ﻋﻠﻴﻬﺎ ﺇﻻ ﺍﻟ ﱡﻨﺪﺭ ﻣﻦ ﻋﺒﺎﺩ ﺍﷲ‪ ،‬ﻭﺍﻷﻓﺮﺍﺩ ﱠ‬
‫ﻳﻄﻠﻊ[‬

‫ﺍﷲ ﻋﲆ ﺃﻥ ﹸﺃﻧ ﱢﺒﻪ ﺍﳌﺘﺄﻫﻠﲔ]ﻕ‪ :‬ﺍﳌﺘﺄﻣﻠﲔ[ ﳍﺬﺍ ﺍﻟﻜﻼﻡ ﻋﲆ ﲨﻠﺔ ﻣﻦ ﺭﺅﻭﺱ‬


‫ﻣﺴﺎﻳﻞ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻟﻴﻌﻠﻢ ﺍﳌﻨﺼﻒ ﺍﻟﻔﻄﻦ]ﻕ‪ :‬ﺍﳌﻔﻄﻦ[ ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﻣﻌﺮﻓﺔ ﻣﻌﺎﻧﻴﻪ‬
‫ﻣﺘﻌﺬﺭﺓ ﻣﺎ ﱂ ﺗﻌﺮﻑ ﺗﻠﻚ ﺍﳌﺴﺎﻳﻞ‪.‬‬ ‫ﻳﺘﻀﻤﻨﻪ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ ﻭﺍﻷﴎﺍﺭ ﱢ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﻣﺎ‬
‫ﺃﻱ ﺣﴬﺓ ﻣﻦ ﺣﴬﺍﺕ‬ ‫ﻓﺄﻗﻮﻝ‪:‬ﺃﻭﳍﺎ ﻣﻌﺮﻓﺔ ﻣﺎ ﻫﺬﺍ ﺍﻟ ﹼﺘﺠﲇ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﹼ‬
‫ﹼ‬
‫ﻣﻨﺰﻩ ﻋﻦ‬‫ﺃﻥ ﺍﳊﻖ ﹼ‬‫ﺗﻌﲔ ﻭﻇﻬﺮﻭ ﹺ ﹶﱂ ﹶﻇ ﹶﻬﺮ ﺑﺎﻟﺼﻮﺭﺓ ﺍﻹﻧﺴﺎﻧﻴﺔ ﻣﻊ ﹼ‬
‫ﺍﻷﺳﲈﺀ ﹼ‬
‫ﻭﱂ ﻭﻗﻊ ﺍﻟﺴﺆﺍﻝ ﻋﻦ ﺍﺧﺘﺼﺎﻡ‬ ‫ﺍﻟﺼﹼﻮﺭ‪ ،‬ﻭﹶﱂﹺﹶ ﻛﺎﻥ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﺘﹼﺠﲆ ﰱ ﺍﳌﻨﺎﻡ‪ ،‬ﹺ ﹶ‬
‫‪٩٧‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

Bu hadîs bir başka sahîh rivâyetle daha gelmiş ve Hz. Peygam-


ber (s.a.) bu rivâyette şöyle buyurmuştur: “Dün gece rüyâmda Rabbi-
mi genç bir delikanlı sûretinde gördüm. Altından yapılmış bir koltuk
üzerinde oturuyordu. Başında altından bir tâc, iki ayağında altından
nalinler vardı. Bana dedi ki:
«–Yâ Muhammed!» Ben de:
«–Buyur emret yâ Rabbi!» dedim. Buyurdu ki:
«–Mele-i a‘lâ hangi konuda çekişir?» Dedim ki:
«–Bilmiyorum.» Bir başka rivâyette ise: «Rabbim bilir» dedim.
«Eliyle iki omzum arasına vurdu. Parmaklarının serinliğini göğsüm-
de hissettim. Evvelkilerin ve sonrakilerin ilimlerini bildim. Sonra bana
dedi ki»: «Yâ Muhammed, mele-i a‘lâ hangi konuda çekişir?»”4 Sonra
Rasûlüllah, yukarıdaki hadîsin devamını zikrederek cevap verdi.
Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu
Bilesin ki bu hadîs, ilâhî ilimlerden rabbânî sırlardan ve garip me-
selelerden bir bölümü kapsar ki, o sırlara Allah’ın kullarından nedret-
le anılacak mukarreb kişilerden başkası muttalî olamaz. Ben Allah’ın
izniyle azmettim ki açıklamalarımla ehliyet sâhibi olanları bu hadîsin
temel meselelerinden bir grubunu anlamak için uyarayım. Böylece zekî
ve fetânet sâhibi kimseler bu meseleler bilinmeden hadîsin mânâsını ve
tazammun ettiği bilgi ve sırları kavramanın imkânsız olduğunu bilmiş
olsun.
Ben derim ki: Bunların ilki bu tecellînin bilinmesidir. Bu tecellî
hangi esmâ makâmında taayyün etmiş ve zuhûra gelmiştir? Hak Teâlâ
sûretlerden münezzeh olduğu hâlde, niye sûret-i insaniyede zâhir ol-
muş ve bu tecellî niye uykuda gerçekleşmiştir? Niçin mele-i a‘lânın
97
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻭﺃﻱ ﻃﺎﻳﻔﺔ ﻣﻦ ﻃﻮﺍﻳﻒ ﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲇ‪ ،‬ﻫﻢ ﺍﳌﺮﺍﺩﻭﻥ ﺑﺎﻟﺬﻛﺮ‬ ‫ﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲇ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻭﺃﻱ ﺍﻷﻳﺪ￯ ﻭﻗﻊ ﲠﺎ‬ ‫ﻭﱂ ﻛﺎﻥ ﺍﻟﴬﺏ ﺑﺎﻟﻴﺪ‪ ،‬ﹼ‬ ‫ﳜﺘﺼﻤﻮﻥ ﹺ ﹶ‬‫ﹶ‬ ‫ﻫﻨﺎ‪ ،‬ﹺ ﹶ‬
‫ﻭﱂ‬
‫]ﻉ‪:‬‬
‫ﺍﻟﴬﺏ‪ ،‬ﻭﱂ ﻛﺎﻥ ﺍﻟﴬﺏ ﺑﲔ ﺍﻟﻜﺘﻔﲔ‪ ،‬ﻭﱂ ﻭﺟﺪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﺑﺮﺩ ﺍﻷﻧﺎﻣﻞ ﺑﲔ ﹶﺛﺪﹾ ﹶﻳ ﹾﻴ ﹺﻪ‪ ،‬ﻓﻌﻠﻢ ﻭﻣﺎ ﻫﻰ ﺍﻷﻧﺎﻣﻞ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻭﺃﻱ‬
‫ﺍﻷﻭﻟﻮﻥ‬‫ﺃﻧﻮﺍﻉ ﻋﻠﻮﻡ ﺍﻷﻭﻟﲔ ﻭﺍﻵﺧﺮﻳﻦ ﺣﺼﻞ ﻟﻪ ﲠﺬﺍ ﺍﻟﴬﺏ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﹼ‬
‫‪28-a‬‬ ‫ﻭﺍﻵﺧﺮﻭﻥ ﺍﳌﻘﺼﻮﺩﻭﻥ ‪ /‬ﺑﺎﻟﺬﻛﺮ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ‪.‬‬
‫ﻭﱂ ﻛﺎﻥ ﺍﺧﺘﺼﺎﻡ ﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲆ ﰱ ﺍﻟﻜ ﹼﻔﺎﺭﺍﺕ ﻭﺇﺳﺒﺎﻍ ﺍﻟﻮﺿﻮﺀ ﰱ‬
‫ﺍﻟﺴﱪﺍﺕ ﻭﻛﺜﺮﺓ ﺍﳋﻄﻰ ﺇﱃ ﺍﳌﺴﺎﺟﺪ ﻟﻠﺼﻠﻮﺍﺕ ﻭﺍﻟﺪﺭﺟﺎﺕ‪ ،‬ﻭﱂ ﻛﺎﻧﺖ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺍﻟﺪﹼ ﺭﺟﺎﺕ ﻫﻨﺎ ﺇﻓﺸﺎﺀ ﺍﻟﺴﻼﻡ ﻭﺇﻃﻌﺎﻡ ﺍﻟﻄﻌﺎﻡ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺼﻼﺓ ﺑﺎﻟﻠﻴﻞ ﻭﺍﻟﻨﺎﺱ‬
‫ﻧﻴﺎﻡ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﻧﺴﺒﺔ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﰱ ﺍﻟ ﱠﻄﺎﻋﺎﺕ ﻣﻦ ﻧﺴﺒﺔ ﺑﻘﻴﺔ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺍﳌﻘﺮﺑﺔ‪،‬‬
‫ﺃﻱ ﺃﻗﺴﺎﻣﻬﺎ‪ ،‬ﻭ‬‫ﺍﳌﺴﲈﺓ ﻃﺎﻋﺔ‪ ،‬ﻭ ﻫﻞ ﻫﻰ ﻣﻦ ﹼ‬ ‫ﻭﻛﻢ ﻫﻰ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﹼ‬
‫ﺍﳌﺴﲈﺓ ﻣﻌﺼﻴ ﹰﺔ]ﻉ‪ :‬ﺑﺎ ﳌﻌﺼﻴﺔ[ ﺍﳌﺤﺘﺎﺝ ﺇﱃ ﺗﻜﻔﲑﻫﺎ‪،‬‬ ‫ﻛﻢ ﻫﻰ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﹼ‬
‫ﴎ ﺍﻟﺪﻋﺎﺀ ﺍﻵﺧﺮ ﺍﳌﺄﻣﻮﺭ ﺑﻪ ﻭﻫﻮ‬ ‫ﻣﺎ ﺣﻘﻴﻘﺔ ﺍﻟﻜﻔﺎﺭﺓ ﻭﺍﻟﺘﻜﻔﲑ ﻭﻣﺎ ﹼ‬
‫ﺍﺕ ﹶﻭ ﹶﺗ ﹾﺮ ﹶﻙ ﹾﺍ ﹸﳌ ﹾﻨ ﹶﻜ ﹶﺮﺍﺕ‪ 5‬ﺍﻟﺪﻋﺎﺀ ﺇﱃ‬
‫ﲑ ﹺ‬ ‫ﻗﻮﻝ‪ :‬ﹶﺍﻟ ﹼﻠ ﹸﻬ ﱠﻢ ﺇﹺﻧﹼﻰ ﹼﺃ ﹾﺳ ﹶﺄ ﹸﻟ ﹶﻚ ﹺﻓ ﹾﻌ ﹶﻞ ﹾ ﹶ‬
‫ﺍﳋ ﹾ ﹶ‬
‫ﺍﻃﻠﻌﺖ ﻋﻠﻴﻪ ﻣﻦ ﺫﻟﻚ ﻛ ﹼﻠﻪ‪،‬‬ ‫ﹸ‬ ‫ﺁﺧﺮﻩ‪ .‬ﻭﺃﻧﺎ ﺃﺫﻛﺮ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ ﺑﻌﺾ ﻣﺎ‬
‫ﻭﺫﻗ ﹸﺘﻪ‪ ،‬ﻭﻋﺎﻳﻨ ﹸﺘﻪ ﻛﺸﻔ ﹰﺎ ﻗﺒﻞ ﻣﻌﺮﻓﺔ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ‪ ،‬ﻭﻋﻨﺪ ﺍﻻﻃﻼﻉ ﻋﲆ‬
‫ﲇ ﰱ ﺷﺄﻧﻪ ﺑﻌﺪ ﺫﻟﻚ ﻓﻠﻨﺒﺪﺃ ﹼﺃﻭ ﹰ‬
‫ﻻ‬ ‫ﺃﴎﺍﺭ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﻭﺭﺩ ﻋ ﹼ‬
‫ﺑﺬﻛﺮ ﴎﹼ ﺍﻟﺘﺠﲇ‪ ،‬ﻭﺃﺻﻞ ﺍﻟﻜﻼﻡ ﻋﲆ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﻳﺸﺘﻤﻞ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ﻼ ﺑﻌﺪ ﻓﺼﻞ‪ ،‬ﺑﻌﻮﻥ ﺍﷲ ﻭﻣﺸﻴﺘﻪ‪ ،‬ﻓﺄﻗﻮﻝ‪:‬‬ ‫ﻓﺼ ﹰ‬
‫ﺍﻟﺮﺏ‪ ،‬ﻭﻋﻨﻬﺎ‬
‫ﺗﻌﲔ ﻣﻦ ﺣﴬﺓ ﺍﻻﺳﻢ ﹼ‬ ‫ﺃﻥ ﻫﺬﺍ ﺍﻟ ﹼﺘﺠﲆ ﻇﻬﺮ ﻭ ﹼ‬ ‫ﺍﻋﻠﻢ ﹼ‬
‫ﺑﺮﺯﺧﻲ ﺑﲔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻳﺼﺪﺭ ﺍﻟﺘﴩﻳﻊ]ﻉ‪ :‬ﺗﺼﺪﺭ ﺍﻟﴩﺍﻳﻊ[ ﻭﺍﻟﺘﻜﻠﻴﻒ‪ ،‬ﻭﻣﻘﺎﻣﻪ ﻣﻘﺎﻡ‬
‫ﺍﻟﺴﲈﺀ ﺍﻟﺴﺎﺑﻌﺔ ﻭﺍﻟﻜﺮﳼﹼ‪ ،‬ﻭﻫﺬﺍ ﺍﳌﻘﺎﻡ ﺍﻟﱪﺯﺧﻰ ﻣﺘﻮﺳﻂ ﺑﲔ ﺍﳌﻘﺎﻡ‬
‫‪٩٨‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

çekişmesinden suâl vâkî olmuştur? Burada söz konusu olan, mele-i a‘lâ
tâifelerinin hangisidir? Bunların burada anılmasından murâd nedir? Ni-
çin çekişiyorlar? El ile vurmanın anlamı nedir? Vurma işi/darb, hangi
elle gerçekleşmiştir? Niçin darb iki omuz arasına olmuştur? Niçin Al-
lah Rasûlü, parmakların serinliğini göğsünde hissetmiştir? O parmaklar
nedir? Bu darbla hâsıl olan öncekilerin ve sonrakilerin ilimlerinin nev’i
nedir? Hadîste evvelkiler ve sonrakiler diye geçen sözden murâd nedir?

Mele-i a‘lâ’nın keffâretler, abdest suyunu parmaklara ulaştırmak


için hilâllemek, namaz için mescidlere adımları çoğaltmak ve dereceler
konusundaki çekişmeleri niçindir? Niçin burada dereceler; selâmı yay-
mak, yemek yedirmek, geceleyin insanlar uykuda iken namaz kılmak
şeklindedir? Bu amellerin tâat konusunda diğer yakınlaştırıcı amellere
nisbeti nedir? Tâat diye isimlendirilen ameller kaç derecedir? Hangi kı-
sımları vardır? Mâsiyet olarak isimlendirilen ve keffârete ihtiyaç duyulan
günahların derecesi kaçtır? Keffâretin hakîkati nedir? Hadîsin sonunda
Allah Rasûlü’ne emredilen şu duânın sırrı nedir: “Allah’ım Bana iyilik-
leri işlemeyi; münker olanları terk etmeyi nasîb eyle!..”5 Ben “küll”den
muttalî olabildiğim, tattığım bu hadîsi tanımadan önce, aynı zamanda
bu hadîsin sırlarına muttalî olma sırasında ve bundan sonra vârid olan
muâyene/müşâhede ettiğim şeyleri anlatacağım. Önce Allah’ın dilemesi
ve yardımıyla tecellînin sırrını bu hadîs üzerine olan sözün aslını, onu
kuşatan şeyleri fasıl-be-fasıl anlatarak derim ki:

Bilesin ki bu tecellî Rab ismi hazretinden/mertebesinden zuhûr ile


taayyün etmiştir. Rab ismi hazreti/mertebesi teşrî ve teklîfin kendinden
sâdır olduğu yedinci semâ ile kürsî arasındaki berzah makâmıdır. Bu
berzah makâmı, Cebrâil ile Mikâil makâmlarının ortasındadır. Cebrâil,
98
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﳉﱪﺍﺋﻴﲆ ﻭﺍﳌﻘﺎﻡ ﺍﳌﻴﻜﺎﺋﻴﲆ ﻋﻠﻴﻬﲈ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻭﻣﻨﻪ ﻳﺄﺧﺬ ﺟﱪﺍﺋﻴﻞ ﻣﺎﻳﻠﻘﻴﻪ‬


‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ﻋﲆ ﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ ﻣﻦ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﴩﻋﻴﺔ‪ ،‬ﻭﻻ ﻣﺪﺧﻞ ﳌﻴﻜﺎﺋﻴﻞ‬
‫ﺍﳉﻤﲇ‪ ،‬ﻭﻫﺬﺍ ﺑﺨﻼﻑ ﻣﺎﻳﺮﻭﻳﻪ ﺍﻟ ﱠﻨﺒﻰ ﷺ‪،‬‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﰱ ﺫﻟﻚ ﺍﻹﻣﺪﺍﺩ ﱢ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻜﲇ‬
‫ﻭ ﺟﱪﺍﺋﻴﻞ ﻋﻦ ﻣﻴﻜﺎﺋﻴﻞ‪ ،‬ﻭﻣﻴﻜﺎﺋﻴﻞ ﻋﻦ ﺍﴎﺍﻓﻴﻞ ﻋﻠﻴﻬﻢ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪،‬‬
‫‪28-b‬‬ ‫ﻓﺈﻥ ﺗﻠﻚ ﺍﻹﺧﺒﺎﺭﺍﺕ ﺧﺎﺭﺟﺔ‪ /‬ﻋﻦ ﻣﻘﺎﻡ‬ ‫ﻭﺟﻞ‪ ،‬ﱠ‬‫ﻋﺰ ﹼ‬
‫ﻭﺇﴎﺍﻓﻴﻞ ﻋﻦ ﺍﷲ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺘﴩﻳﻊ ﻭﺍﻟﺘﻜﻠﻴﻒ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﻳﺘﺒﻊ ﺗﻠﻚ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﻭﺍﺳﺘﻘﺮﺃ ﻣﻀﻤﻮﳖﺎ‬
‫ﺃﴍﺕ ﺇﻟﻴﻪ‪.‬‬
‫ﹸ‬ ‫ﺻﺤﺔ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﺬﻭﻕ‪ ،‬ﻭﻣﺎ‬
‫ﻋﺮﻑ ﹼ‬
‫ﻭﺍﻣﺎ ﺍﻟﻮﺣﻰ ﺍﻟﺘﴩﻳﻌﻰ ﻓﻮﺍﺻﻞ ﻣﻦ ﺣﴬﺓ ﺍﻟﺮﹼﺏﹼ ﺇﱃ ﺟﱪﺍﺋﻴﻞ‪،‬‬
‫]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ﻭﻣﻦ ﺟﱪﺍﺋﻴﻞ ﺇﱃ ﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ ﻭﺃﺻﺤﺎﺏ ﺍﻟﴩﺍﺋﻊ ﻋﻠﻴﻬﻢ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭ ﺍﻟﺴﻼﻡ[ ‪.‬‬
‫ﺑﺮﺯﺧﻴﺔ ﻫﺬﻩ ﺍﳊﴬﺓ ﻓﻤﻦ ﺃﺟﻞ ﺃﻥ ﺍﻹﺧﺒﺎﺭﺍﺕ ﺍﻟﺮﺑﺎﻧﻴﺔ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﴎ‬‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﹼ‬
‫ﻭﺍﻟﻨﺒﻮﻳﺔ ﻣﺘﻔﻘﺔ ﻋﻦ]ﻕ‪ :‬ﻋﲇ[ ﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ ﻭﺍﳌﺮﺳﻠﲔ‪ ،‬ﻭﰱ ﻛﺘﺒﻬﻢ ﺍﳌﻨﺰﻟﺔ ﻣﻦ‬
‫ﻋﻨﺪ ﺍﷲ ﹼ‬
‫ﺑﺄﻥ ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ ﺍﻟﺴﺒﻊ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺍﻟﺴﺒﻌﺔ‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﻏﻠﻂ‪ ،‬ﻭﺍﻷ ﺻﺢ‪ :‬ﺍﻟﺴﺒﻊ[ ﻃﺒﻴﻌﻴﺔ‬
‫ﻭﺇﳖﺎ ﻗﺎﺑﻠﺔ ﻟﻠﻜﻮﻥ ﻭﺍﻟﻔﺴﺎﺩ ﺑﺨﻼﻑ ﺍﻟﻌﺮﺵ ﻭﺍﻟﻜﺮﳼ‪،‬‬ ‫ﻋﻨﴫﻳﺔ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻓﺈﻥ ﻃﺒﻴﻌﺘﻬﲈ]ﻕ‪ :‬ﻃﺒﻴﻌﺘﻬﺎ[ ﻋﲆ ﻣﺰﺍﺝ ﺁﺧﺮ‪ ،‬ﻭﺃﻛﺎﺑﺮ ﺍﳌﺤﻘﻘﲔ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻢ ﻭﺭﺛﺔ‬
‫ﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ ﻭﺍﳌﺮﺳﻠﲔ ﻣﺘﻔﻘﻮﻥ ﻋﲆ ﺫﻟﻚ ﻋﻦ ﻛﺸﻒ ﳏﻘﻖ ﻭﺷﻬﻮﺩ ﺻﺤﻴﺢ‬
‫ﻻ ﺭﻳﺐ ﻓﻴﻪ‪.‬‬
‫ﺍﻟﺮﺏ ﰱ ﺍﻟﻮﺳﻂ ﺑﲔ ﻣﺎ ﻳﻘﺒﻞ ﺍﻟﻜﻮﻥ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻓﻤﻌﻘﻮﻟﻴﺔ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻻﺳﻢ‬
‫ﻭﺍﻟﻔﺴﺎﺩ ﻣﻦ ﺍﻟﺼﻮﺭ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ ﻛﺎﻟﺴﻤﻮﺍﺕ ﺍﻟﺴﺒﻊ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺍﻟﺴﺒﻌﺔ[ ﻭﻣﺎ ﲢﺘﻬﺎ‬
‫ﻭﺑﲔ ﻣﺎ ﻟﻴﺲ ﻛﺬﻟﻚ ﻟﻌﻠﹼﻮﻩ ﻋﻦ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ ﺍﻟﻌﻨﴫﻳﺔ‪ ،‬ﻭﺇﻥ ﱂ ﳜﻞ‬
‫ﻛﻞ ﺑﺮﺯﺥ ﺑﲔ ﺃﻣﺮﻳﻦ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ‬ ‫ﻋﻦ ﺣﻜﻢ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ ﺍﻟﻜﻠﻴﺔ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﻋﻠﻤﺖ ﺃﻥ ﹼ‬
‫‪٩٩‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

peygamberlere ulaştıracağı ahkâm-ı şer’iyyeyi buradan alır. Mikâil’in


cümelî ve küllî imdâd/destek ve yardım konusunda burada bir dahli yok-
tur. Bu hadîs Hz. Peygamber (s.a.) Cebrâil’den, onun Mikâilden, onun
İsrâfil’den, onun Allah’tan diye naklettiği rivâyetin aksinedir. Çünkü bu
haberler teşrî ve teklîf makâmının dışındadır. Bu hadîsleri inceleyerek
mazmunlarını okuyup anlamaya çalışanlar işâret ettiğim gibi tadarak ve
yaşayarak (tecrübî bilginin) sıhhatini anlarlar.

Teşriî vahye gelince o, Rab hazretinden/mertebesinden Cebrâil’e,


Cebrâil’den Peygamberlere ve şerîat sâhiplerine ulaşır.

Bu mertebenin berzah mertebesi olmasının sırrına gelince bunun


sebebi şudur: Peygamberlerden; yâni nebîler ve rasûllerden nebevî ve
Rabbânî haberler ile onların Allah katından indirilen kitapları ittifak-
la haber vermiştir ki: Yedi semâ tabiî-unsurî varlıklardır. Çünkü arş ve
kürsînin hilâfına kevn ve fesâd/olma ve bozulma kâbiliyetindedirler. Arş
ve kürsînin tabîatı, ayrı mîzâc üzeredir. Nebî ve rasûl vârisi tahkîk ehli-
nin büyükleri gerçek bir keşf, sahih ve şüphe götürmeyen bir müşâhede
ile bu konuda ittifak hâlindedirler.

Rab isminin mertebesinin ma’kûliyeti yedi semâ ve bunların


altında bulunan şeylerin kevn ve fesâdı/oluş ve bozuluşu kabûl eden
sûretler ile tabiî-unsurî mertebeden yükseklikleri sebebiyle -her ne ka-
dar küllî tabîat hükümlerinden hâlî olmasa da- bunu kabûl etmeyen
sûretlerin ortasındadır. Kesinlikle şunu bilirim ki iki durum arasındaki
99
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻣﺘﻌﲔ‬ ‫ﻳﺘﻌﲔ ﻟﻪ ﺻﻮﺭﺓ ﺯﺍﻳﺪﺓ ﻋﲆ ﺫﻳﻨﻚ ﺍﻷﻣﺮﻳﻦ‪ .‬ﻓﻬﻮ ﻣﻌﻘﻮﻝ ﻏﲑ ﹼ‬ ‫ﻻ ﱠ‬


‫ﻣﺮﺓ‪.‬‬
‫ﺗﻘﺮﺭ ﺫﻟﻚ ﻏﲑ ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﻛﲈ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺮﺏ‪ ،‬ﻭﻣﺮﺁﺓ ﲡ ﹼﻠﻴﻪ‪ ،‬ﻓﺎﻟﺒﻴﺖ ﺍﳌﻌﻤﻮﺭ‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﻣﻨﺰﻟﺔ ﺗﺪ ﹼﻟﻴﻪ ﺃﻋﻨﻰ ﺍﻻﺳﻢ ﹼ‬
‫ﺺ ﺍﻻﺳﲈﻋﻴﲇ‪ ،6‬ﻭﺣﺎﻝ ﺍﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﲆ ﺑﻌﺾ ﺃﴎﺍﺭ ﺍﳌﻘﺎﻡ‬ ‫ﻛﲈ ﺫﹸﻛﹺﺮﹶ ﰱ ﺍﻟﻔ ﱢ‬
‫]ﺵ ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻓﻤﻌﻘﻮﻟﻴﺔ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﺍﻷﺻﺢ[‬
‫ﺍﻻﺑﺮﺍﻫﻴﻤﻰ ﻓﺘﺬﻛﺮ ﻓﻠﺬﻟﻚ ﻗﻠﺖ‪ :‬ﺑﻤﻌﻘﻮﻟﻴﺔ‬
‫ﺑﺎﻟﱪﺯﺧﻴﺔ‪ ،‬ﻷﻥ ﻫﺬﻩ ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺮ ﹼﺏ ﰱ ﺍﻟﻮﺳﻂ‪ ،‬ﻭﻭﺻﻔ ﹸﺘ ﹸﻪ‬ ‫ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻻﺳﻢ ﹼ‬
‫‪29-a‬‬ ‫ﻫﻰ ‪ /‬ﺍﳉﺎﻣﻌﺔ ﻛﲈ ﻗﻠﻨﺎ ﺑﲔ ﻣﺎ ﻳﻘﺒﻞ ﺍﻟﻜﻮﻥ ﻭﺍﻟﻔﺴﺎﺩ‪ ،‬ﻭﺑﲔ ﻣﺎ ﻻ ﻳﻘﺒﻞ‬
‫ﻓﺎﻓﻬﻢ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﺃﺷﺎﺭ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﰱ ﺑﻌﺾ ﺃﺣﺎﺩﻳﺚ‬
‫ﺍﻟﻘﻴﺎﻣﺔ ﺇﱃ ﻣﺜﻞ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﻧﺎ ﰱ ﺣﺪﻳﺚ ﻃﻮﻳﻞ ﻳﺬﻛﺮ ﻓﻴﻪ‪:‬‬
‫ﺍﻟﺴﲈﺀ‬ ‫ﻣﻼﺋﻜﺔ ﺗﻠﻚ ﱠ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﺳﲈﺀ ﻧﺰﻟﺖ‬ ‫ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ ﹸﺗﻄﻮﻱ‪ ،‬ﻭﻛ ﱠﻠﲈ ﻃﻮﻳﺖ ﹲ‬ ‫ﺃﻥ ﱠ‬ ‫ﱠ‬
‫ﺃﻫﻞ ﺍﳌﺤﴩ‪ ،‬ﻭﻳﺴﺄﻟﻮﳖﻢ ﻭﻳﻘﻮﻟﻮﻥ‬ ‫ﻓﺎﺻﻄﻔﻮﺍ ﺻ ﱠﻔ ﹰﺎ ﻭﺍﺣﺪ ﹰﺍ ﻓﻴﻠﻘﺎﻫﻢ ﹸ‬
‫ﱡ‬
‫ﺁﺕ ﻫﻜﺬﺍ ﺣ ﱠﺘﻰ ﺗﻨﺰﻝ ﻣﻼﺋﻜﺔ‬ ‫ﻓﻴﻘﻮﻟﻮﻥ‪ :‬ﻻ‪ ،‬ﻫﺎ ﻫﻮ ﹴ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﳍﻢ‪ :‬ﺃﻓﻴﻜﻢ ﺭ ﱡﺑﻨﺎ‬
‫ﻓﻴﺴﺄﳍﻢ ﹸ‬
‫ﺃﻫﻞ‬ ‫ﹸﹸ‬ ‫ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ‬ ‫ﺃﻋﻈﻢ ﻋﺪﺩ ﹰﺍ ﻣﻦ ﻣﻼﺋﻜﺔ ﺑﺎﻗﻰ ﱠ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﺍﻟﺴﺎﺑﻌﺔ‬
‫ﺍﻟﺴﲈﺀ ﱠ‬‫ﱠ‬
‫ﹶ‬
‫ﻓﺴﺒﺤﺎﻥ ﺭ ﱢﺑﻨﺎ ‪.‬‬
‫‪7‬‬
‫ﺍﳌﺤﴩ ﻭﻳﻘﻮﻟﻮﻥ ﳍﻢ‪ :‬ﺃﻓﻴﻜﻢ ﺭ ﱡﺑﻨﺎ‪ ،‬ﻓﻴﻘﻮﻟﻮﻥ‪ :‬ﹶﻧ ﹶﻌ ﹾﻢ‪،‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ‪ ،‬ﻭﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻭﺭﺩ ﺑﺮﻭﺍﻳﺎﺕ ﳐﺘﻠﻔﺔ‪ ،‬ﻭﻛ ﹼﻠﻬﺎ ﺛﺎﺑﺘﺔ‪ ،‬ﻭﻫﺬﻩ‬
‫ﹴ‬
‫ﻛﻠﲈﺕ‬ ‫ﺃﺧﻞ ﺑﴚﺀ ﻣﻨﻬﺎ ﺇ ﹼ‬
‫ﻻ‬ ‫ﺍﻟﺮﻭﺍﻳﺎﺕ ﺍﻟﻮﺍﺭﺩﺓ‪ ،‬ﻭ]ﻉ‪ -:‬ﻭ[ﱂ ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺮﻭﺍﻳﺔ ﺇﺣﺪ￯ ﹼ‬
‫ﻳﺴﲑﺓ ﰱ ﹼﺃﻭﻝ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻧﻘﻠﺘﻬﺎ ﺑﻤﻌﻨﺎﻫﺎ‪.‬‬
‫ﺍﻟﺮﺏ ﻭﺣﴬﺓ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﺁﺧﺮ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳌﺴﺘﺸﻬﺪ ﺑﻪ ﰱ ﺷﺄﻥ ﺍﻻﺳﻢ‬
‫ﺻﺤﺔ ﻣﺎ ﻗﺎﻟﻪ ﺑﻌﺾ‬ ‫ﺗﻌﻴﻨﻪ ﻭﻇﻬﻮﺭﻩ‪ ،‬ﻓﺈﻧﻰ ﺃﻭﺭﺩﺗﻪ ﺑﻠﻔﻈﻪ ﻭﻣﻌﻨﺎﻩ‪ ،‬ﻟ ﹸﻴﻌﻠﻢ ﱠ‬
‫ﻋﻠﻤﻨﺎ ﻫﺬﺍ ﻣﺆ ﱠﻳﺪﹲ ﺑﺎﻟﻜﺘﺎﺏ ﻭﺍﻟﺴ ﹼﻨﺔ‪.‬‬
‫ﺇﻥ ﹶ‬ ‫ﺍﳌﺤﻘﻘﲔ‪ :‬ﹼ‬
‫ﻭﺇﺫﺍ ﻓﻬﻤﺖ ﻣﺎ ﻧ ﱠﺒﻬﺘﻚ ﻋﻠﻴﻪ ﻋﺮﻓﺖ ﴎﹼ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﱪﺯﺧﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺇﻧﻪ‬
‫ﺍﻟﺴﲈ ﹶﺀ ﺇﹺ ﹶﺫﺍ ﺍﻧ ﹶﹾﺸ ﱠﻘ ﹾﺖ‬
‫ﻭﺍﻟﺴﻮﺭ ﺍﻟﺬ￯ ﺑﲔ ﺍﳉ ﹼﻨﺔ ﻭﺍﻟ ﹼﻨﺎﺭ‪ ،‬ﻷﻥ ﱠ‬ ‫ﺍﻷﻋﺮﺍﻑ ﱡ‬
‫‪١٠٠‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

berzah bu iki şeye zâid bir sûrette taayyün etmez. Berzahın varlığını
taayyün, ma’kûldür. Nitekim çok kere geçti.
Rab isminin tedellî/tenezzülünün menziline ve tecellî aynasına
gelince Fass-ı İsmâilî’de6: “İbrâhîm makâmının sırlarından bir kısmına
dikkat çekildiğinde” geçtiği gibi, onun beyt-i ma’mûr olduğunu hatırla.
Bunun için ben derim ki: Rab isminin mertebesinin ma’kûliyeti orta yer-
dedir. Ortayı/vasatı da ben “berzahlık” ile vasfettim. Çünkü bu mertebe
dediğimiz gibi kevn ile fesâdı kabûl edenle etmeyeni câmî bir merte-
bedir, anlayasın. Allah Rasûlü (s.a.) anlattıklarımıza benzeyen kıyâmet
hadîslerinden uzunca bir hadîste şunları anlatmaktadır:
“Gökler dürülecek, her semâ dürüldükçe o semânın melekleri iner
ve tek saf olurlar. Mahşer ehli onlarla karşılaştıklarında sorarlar ve
derler ki: «Rabbimiz içinizde midir?» Onlar: «Hayır, O şu şekilde gele-
cek» derler. Böylece yedinci kat semânın melekleri de iner. Onlar sayı
bakımından diğer semâ katlarından daha çoktur. Mahşer ehli onlara
sorar ve derler ki: «Rabbimiz içinizde midir?» Onlar: «Evet, biz Rabbi-
mizi tesbîh ederiz.» derler.”7 Bu hadîs muhtelif rivâyetlerle gelmiş olup
hepsi de sâbittir. Bu rivâyet de bunlardan biridir. Baş tarafında mânâ ile
naklettiğim birkaç kelime hâriç, hadîsin metninden hiçbir şeyi dışarıda
bırakmadım.
Rabb isminin durumu ile taayyün ve zuhûrunun konumu konu-
sunda istişhâd edilen hadîsin son bölümüne gelince ben onu lâfız ve
mânâ olarak îrâd ettim ki bazı tahkîk ehlinin dediği üzre: “Bizim ilmi-
miz Kitap ve sünnet ile teyid olunmuştur” sözünün sıhhati anlaşılsın.
Benim dikkat çektiklerimi anladınsa “berzah” sırrının; berzahın
a’râf anlamına cennet ve cehennem arasındaki sur olduğunu kavramış-
sındır. Çünkü “semâ parçalanıp kızarmış yağ renginde gibi bir gül”8
100
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻫﺎﻥ‪ ،8‬ﱠﺍﲢﺪﺕ ﻭﺯﺍﻝ ﲤﻴﻴﺰ]ﻕ‪ :‬ﹼﲤﻴﺰ[ ﺑﻌﻀﻬﺎ ﻋﻦ ﺑﻌﺾ‪،‬‬ ‫ﹶﻭ ﹶﻛﺎ ﹶﻧ ﹾﺖ ﹶﻭ ﹾﺭ ﹶﺩ ﹰﺓ ﹶﻛﺎﻟﺪﱢ ﹺ‬
‫ﻣﺴﻄﺢ‬ ‫ﺟﻬﻨﻢ‪ .‬ﻭﳌﹼﺎ ﻛﺎﻧﺖ ﺍﳉ ﹼﻨﺔ ﰱ ﹼ‬ ‫ﻓﺼﺎﺭ ﲨﻴﻌﻬﺎ ﻭﻣﺎ ﲢﺘﻬﺎ ﻣﻦ ﻃﺒﻘﺎﺕ ﱠ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ‬
‫ﺍﻟﻜﺮﳼ‪ ،‬ﻭﻛﺎﻥ ﺳﻘﻒ ﺍﳉ ﹼﻨﺔ ﺍﻟﻌﺮﺵ‪ ،‬ﻛﲈ ﺃﺧﱪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫ﺍﻟﻜﺮﳼ ﺇﱃ ﺍﳌﺮﻛﺰ ﻟﺰﻡ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻣﻘﻌﺮ‬
‫ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ ،‬ﻭﻛﺎﻥ ﺣﺪﱡ ﺟﻬ ﹼﻨﻢ ﻣﻦ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻜﺮﳼ‪ ،‬ﻭﺇﻧﹼﻪ ﻣﻈﻬﺮ ﻣﻌﻘﻮﻟﻴﺔ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﳌﺴﻤﻰ ﺑﺎﻟﺴﻮﺭ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻫﻮ ﻧﻔﺲ‬ ‫ﺍﻷﻋﺮﺍﻑ ﹼ‬ ‫ﹸ‬
‫ﺗﻌﻴﻨﻪ‪.‬‬
‫ﹼ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﰲ[‬
‫ﺍﻟﺮﺏ ﻭ‬
‫ﺍﻟﱪﺯﺥ ﺍﻟﺬ￯ ﻗﻠﺖ‪ :‬ﺇﻧﹼﻪ ﻣﻘﺎﻡ ﺍﻻﺳﻢ ﹼ‬
‫‪29-b‬‬ ‫ﻭﺇﺫﺍ ﻋﺮﻓﺖ ‪ /‬ﻫﺬﺍ ﺍﻟﱪﺯﺥ ﻭﺍﻟﺘﻮﺳﻂ ﻋﺮﻓﺖ ﺃﻧﹼﻪ ﺍﳌﻘﺘﴣ ﻟﺮﺅﻳﺔ‬
‫ﻭﺍﻟﺼﻮﺭ ﺍﳌﺮﺋﻴﺔ‬ ‫ﻫﺬﺍ ﺍﻟ ﹼﺘﺠﲆ ﰱ ﺍﻟ ﹼﻨﻮﻡ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﻋﺎﱂ ﺍﻟﻨﻮﻡ ﻣﻦ ﻋﺎﱂ ﺍﻟﱪﺯﺥ ﱡ‬
‫ﺍﳌﺠﺮﺩﺓ‪ ،‬ﻭﻣﻈﺎﻫﺮ ﳍﺎ‪ ،‬ﻭﺣﺠﺐ ﻋﻠﻴﻬﺎ‪ ،‬ﻭﻫﻜﺬﺍ ﺃﺧﱪ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻓﻴﻪ ﻣﺜﻞ ﻟﻠﺤﻘﺎﻳﻖ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﻋﻦ ﺍﻟ ﱠﺘﺠﲆ ﺍﻟﺬ￯ ﻳﺮﺍﻩ ﺃﻫﻞ ﺍﳉ ﹼﻨﺔ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻝ‬
‫ﺣﺠﺎﺏ‪ ،‬ﺇﻻ ﺭﺩﺍﺀ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﻋﻦ ﺍﳊﻖ ﻭﻋﻦ ﺃﻫﻞ ﺍﳉﻨﺔ ﺃﻧﹼﻪ ﻟﻴﺲ ﺑﻴﻨ ﹸﹶﻪ ﻭﺑﻴﻨ ﹸﹶﻬﻢ‬
‫ﺟﻨﺔ ﻋﺪﻥ‪ .9‬ﻓﻨ ﱠﺒﻪ ﺃﻥ ﺍﻟﺼﻮﺭ ﺍﳌﺮﺋﻴﺔ ﺣﺠﺎﺏ ﻋﲆ‬ ‫ﺍﻟﻜﱪﻳﺎﺀ ﻋﲆ ﻭﺟﻬﹺﻪ ﰱ ﱠ‬
‫ﺍﳊﻘﻴﻘﺔ ﻣﻈﻬﺮ ﳍﺎ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫ﻓﺈﻥ ﺍﳊﻘﻴﻘﺔ ﺍﻹﻧﺴﺎﻧﻴﺔ ﳌﱠﺎ ﻛﺎﻧﺖ‬ ‫ﹴ‬
‫ﺇﻧﺴﺎﻧﻴﺔ‪ ،‬ﹼ‬ ‫ﴎ ﲡ ﹼﻠﻴﻪ ﰱ ﺻﻮﺭﺓ‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﹼ‬
‫ﺃﲨﻊ ﺍﳊﻘﺎﻳﻖ ﻭﺃ ﱠﲤﻬﺎ ﺣﻴﻄﺔ‪ ،‬ﻭﻛﺎﻧﺖ ﺻﻮﺭﲥﺎ ﻧﺴﺨﺔ ﻣﺘﺤﺼﻠﺔ ﻣﻦ‬
‫ﺍﳊﴬﺓ ﺍﻹﳍﻴﺔ ﺍﳌﺸﺘﻤﻠﺔ ﻋﲆ ﲨﻴﻊ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ‪ ،‬ﻭﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻹﻣﻜﺎﻥ‬
‫ﺍﻹﻧﺴﺎﻧﻴﺔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﳌﺸﺘﻤﻠﺔ]ﺵ‪ :‬ﺍﳌﺸﺘﻤﻞ[ ﻋﲆ ﲨﻴﻊ ﺍﳌﻤﻜﻨﺎﺕ ﲡﲆﹼ ﺍﳊﻖ ﰱ ﺍﻟﺼﻮﺭ‬
‫ﻣﻌﻴﻨﺔ‬
‫ﻧﺒﻲ ﺣﺼﺔ ﹼ‬ ‫ﺃﻥ ﴍﻳﻌﺔ ﻛﻞ ﹼ‬ ‫ﺧﻮﺍﺹ ﻋﺒﻴﺪﻩ ﹼ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺗﻌﺮﻳﻔ ﹰﺎ ﻟﻪ ﻭﳌﻦ ﺷﺎﺀ ﻣﻦ‬
‫ﻭﺇﻥ ﴍﻳﻌﺔ ﳏﻤﺪ‬ ‫ﻮﺑﻴﺔ‪ ،‬ﹼ‬‫ﻣﻦ ﻣﻄﻠﻖ ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﳛﻴﻂ ﲠﺎ ﺣﴬﺓ ﺍﻟﺮﺑ ﱠ‬
‫ﷺ‪ ،‬ﴍﻳﻌﺔ ﳏﻴﻄﺔ ﺑﺠﻤﻴﻊ ﺍﻟﴩﺍﻳﻊ ﻣﺸﺘﻤﻠﺔ ﻋﲆ ﺃﺫﻭﺍﻗﻬﺎ ﺃﲨﻊ]ﻕ‪ - :‬ﺍﲨﻊ[‪،‬‬
‫ﺍﳌﴩﻋﺔ]ﻕ‪ :‬ﺍﳌﴩﻭﻋﺔ[ ﲤﺎﻣ ﹰﺎ‪ ،‬ﻭﻛﺎﻥ ﺫﻟﻚ ﺇﺣﺪ￯‬ ‫ﻓﺘﺠﲆﹼ ﻟﻪ ﰱ ﺻﻮﺭﺓ ﺍﻟﺮﺑﻮﺑﻴﺔ ﹼ‬
‫ﺁﻳﺎﺕ ﺧﺘﻤﻴﺔ ﻟﻠﺮﺳﺎﻟﺔ ﻭﺍﻟﺘﴩﻳﻊ‪.‬‬
‫‪١٠١‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

hâline geldiğinde göklerin birbirinden farklılığı zâil olup bir olurlar.


Böylece bütün gökler ve altında bulunanlar cehennem tabakaları hâline
gelir. Cennet, kürsînin sathında ve cennetin tavanı arş olduğunda sur
denilen a’râfın kürsînin bizzat kendisi olması gerekir. Nitekim Allah
Rasûlü şöyle haber vermektedir: “Cehennemin sınırı kürsînin dibinden
merkeze doğrudur.” Berzahın mâkûliyetinin mazharı olan kürsî hakkın-
da derim ki: Berzah Rabb isminin makâm ve taayyünüdür.

Berzah ve ortada oluş konusunu kavradınsa bu tecellîyi rüyâda gör-


meyi gerekli kılanı da anlamışsındır. Uyku âlemi, berzah âlemindendir.
Mücerred hakîkatleri temsîl için rüyâda görünen sûretler onların mazha-
rı ve perdesidir. Ehl-i cennetin cennette göreceği tecellîyi Allah Rasûlü
Hak’tan ve cennet ehlinden şöyle haber vermiştir: “Onların Adn cenne-
tinde Allah ile aralarında O’nun zâtına mahsûs kibriyâ ridâsından baş-
ka perde yoktur.”9 Bu ifâdelerle Allah Rasûlü görülen sûretlerin hakîkate
perde ve O’na mazhar olduğuna dikkat çekmiştir. Anlayasın!

Allah’ın insan sûretinde tecellî etmesinin sırrına gelince hakîkat-i


insaniyenin bütün hakîkatleri cem’ ve her şeyi ihâta eden sûreti, bütün
isim ve sıfatlara şâmil ilâhî hazret/mertebeden oluşarak nüsha ve sûret
ile mümkinâtın hepsine şâmil imkân mertebesini cem’ ettiğinden Hak
Teâlâ insan sûretinde tecellî etmiştir. Kendine ve kullarından diledik-
lerine her nebînin Hakk’ın rubûbiyeti ile ihâta ettiği mutlak şerîatı her
peygamberine has muayyen bir hisse ile tanıtmak için böyle tecellî et-
miştir. Muhammed’in (s.a.) şerîatı bütün şerîatları ihâta eden, bütün
şerîatların zevklerini toplayan bir şerîattır. Bu yüzden Allah ona tam
olarak rubûbiyet sûretinde tecellî etmiştir. Bu aynı zamanda onun risâlet
ve teşrîinin hatmiyyetinin/son oluşunun delîllerindendir.
101
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻭﺃﻣﺎ ﺍﻷﻭﻟﻮﻥ ﻭﺍﻵﺧﺮﻭﻥ ﺍﳌﺤﺼﻮﻝ ﻋﻠﻤﻬﻢ ﻟﻠﻨﺒﻰ ﷺ‪ ،‬ﻓﻬﻢ‬


‫ﻭﺍﻟﻜﻤﻞ ﻣﻦ ﺑﻌﺪﻩ ﺍﻵﺧﺬﻭﻥ ﻋﻦ ﺍﷲ ﺑﻮﺍﺳﻄﺔ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﳌﴩﻋﻮﻥ‬‫ﱢ‬ ‫ﺍﻟﺮﺳﻞ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺍﳌﻘﺮﺑﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﺗﻀﻤﻨﺘﻬﺎ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺗﻀﻤﻨﻬﺎ[ ﴍﻳﻌﺘﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫ﻓﺈﻥ ﺫﻟﻚ ﻻ‬ ‫ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ ،‬ﺑﺨﻼﻑ ﻣﺎ ﻳﺄﺧﺬﻭﻧﻪ ﻋﻦ ﺍﷲ ﺑﺪﻭﻥ ﻭﺍﺳﻄﺔ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻣﺪﺧﻞ ﻷﺣﺪ ﻓﻴﻪ‪.‬‬
‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﺍﻟﴪﻳﺮ ﻓﻤﺜﺎﻝ ﻣﻈﻬﺮ ﺍﳊﴬﺓ ﻭﻣﺮﺗﺒﺘﻬﺎ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺘﺎﺝ ﻣﻈﻬﺮ ﴍﻑ‬
‫ﺳﻠﻄﻨﺔ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﺮﺑﻮﺑﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻨﻌﻼﻥ ﻣﻈﻬﺮ ﺃﻭﺍﻣﺮﻩ ﻭﻧﻮﺍﻫﻴﻪ‪.‬‬
‫‪30-a‬‬ ‫ﴎ ‪ /‬ﺍﻟﴬﺏ ﺑﲔ ﺍﻟﻜﺘﻔﲔ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﺍﻟﻈﻬﺮ ﻣﻈﻬﺮ ﻋﺎﱂ ﺍﻟﻐﻴﺐ‪،‬‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﹼ‬
‫ﻭﻫﻮ ﻫﻨﺎ ﺇﺷﺎﺭﺓ ﺇﱃ ﺗﺄﺛﲑ ﺍﳊﻖ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻏﻴﺐ ﺫﺍﺗﻪ ﻣﻦ ﻭﺭﺍﺀ ﺣﺠﺎﺑﻴﺔ‬
‫ﻣﻈﻬﺮ ﺍﻟﺼﻮﺭ ﳌﺎ ﺑﻴﻨﺎ ﻣﻦ ﺃﻧﻪ ﻻ ﺃﺛﺮ ﻟﻈﺎﻫﺮ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻇﻬﻮﺭﻩ‪ ،‬ﻓﻤﺘﻰ‬
‫ﺷﻮﻫﺪ ﻣﻨﻪ ﺃﺛﺮ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﲈ ﺫﻟﻚ ﻣﻦ ﺃﻣﺮ ﺑﺎﻃﻦ ﻓﻴﻪ ﺃﻭ ﻣﻨﻪ‪ ،‬ﻓﺎﻓﻬﻢ ﻫﺬﺍ ﺍﻷﺻﻞ‬
‫ﻓﻘﺪ ﺃﺩﺭﺟﺖ ﻟﻠﻤﺴﺘﺒﴫ ﻓﻴﻪ ﻋﻠ ﹰﲈ ﻋﺰﻳﺰ ﹰﺍ‪.‬‬
‫ﴎ ﺍﻷﻧﺎﻣﻞ ﻓﻤﻈﺎﻫﺮ]ﻕ‪ :‬ﻓﻈﺎﻫﺮ[ ﺣﻘﺎﻳﻖ ﺃﻣﻬﺎﺕ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺍﻟﺘﻰ‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﹼ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺑﻨﻴﺖ[‬
‫ﻫﻰ ﺍﳌﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻟﻐﻴﺒﻴﺔ ﻭﻣﴩﻉ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﳌﴩﻭﻋﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﺍﺑﺘﻨﺖ‬
‫ﻋﻠﻴﻬﺎ ﺃﺭﻛﺎﻥ ﺍﻹﺳﻼﻡ ﻭﺍﻹﻳﲈﻥ‪ ،‬ﻭﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﺍﳊﻼﻝ‬
‫ﻭﺍﳊﺮﺍﻡ ﻭﺍﳌﻜﺮﻭﻩ ﻭﺍﳌﻨﺪﻭﺏ ﻭﺍﳌﺒﺎﺡ ﻭﺍﻟﺼﻠﻮﺍﺕ ﺍﳋﻤﺲ‪ ،‬ﻭﻣﺮﺟﻊ‬
‫ﻫﺬﻩ ﻭﳏﺘﺪﻫﺎ ﺍﳊﴬﺍﺕ ﺍﻹﳍﻴﺔ ﺍﳋﻤﺲ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﺍﻷﺻﻮﻝ ﻭ ﻻﻣﻬﺎﺕ‬
‫ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﲨﻴﻊ ﺍﳊﴬﺍﺕ‪ ،‬ﻭﻓﻮﻗﻬﺎ ﺃﻣﻬﺎﺕ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺍﳌﺴﲈﺓ ﻋﻨﺪ‬
‫ﺷﻴﺨﻨﺎ‪ 10‬ﺭﴇ ﺍﷲ ﻋﻨﻪ ﺑﺎﳌﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻟﺜﻮﺍﻧﻰ‪.‬‬
‫ﻭﺃﻣﺎ ﺍﳊﴬﺍﺕ ﺍﳋﻤﺲ ﻓﺤﴬﺓ ﺍﻟﻐﻴﺐ ﺍﳌﺸﺘﻤﻠﺔ ﻋﲆ ﺍﻷﺳﲈﺀ‬
‫ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﻭﺍﳌﻌﺎﻧﻰ ﺍﳌﺠﺮﺩﺓ ﻭﺑﺎﻗﻰ ﺍﳌﻌﻠﻮﻣﺎﺕ ﺍﳌﺤﻴﻂ ﲠﺎ ﻋﻠﻢ ﺍﳊﻖ‪،‬‬
‫ﺍﳌﺴﻤﻰ ﺑﻌﺎﱂ ﺍﻟﺸﻬﺎﺩﺓ‪.‬‬
‫ﺍﳊﺲ ﹼ‬‫ﻭﻳﻘﺎﺑﻞ ﻫﺬﻩ ﺍﳊﴬﺓ ﺣﴬﺓ ﹼ‬
‫‪١٠٢‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

İlimleri Nebî (s.a.) için hâsıl olan “evvelkiler ve sonrakiler” ise


şerîat sâhibi rasûller ile ondan sonra kendilerini Allah’a yakınlaştıran,
Onun şerîatının kapsadığı ameller vâsıtasıyla Allah’tan ilim alan kemâl
ehlidir. Bunlar Allah’tan vâsıtasız ilim alanların hilâfınadır. Çünkü bu
konuda kimsenin dahli olamaz.

Hadîste geçen “serîr” kavramı; hazret mazhar ve mertebesinin


misâli; tâc ise rubûbiyet saltanat ve şerefinin mazharıdır. İki nalin de
emir ve nehyin mazharıdır.

“İki omuz arasına vuruş”a gelince sırt, gayb âleminin mazharıdır.


Burada sırt, açıkladığım gibi sûret mazhar perdeliğinin gerisinden zâtî
gayb itibâriyle Hakk’ın tesirine işârettir. Zuhûru itibâriyle zâhirin ese-
ri/tesiri olmaz. Ne zaman bir eser/tesir görülürse bu, ondaki bâtınî bir
durumdandır. Bu temeli anla ki ben, basîretle bakana değerli bilgiler
dercettim.

“Parmakların sırrı”na gelince onlar gaybî anahtarlar, İslâm ve


îmânın üzerine binâ edildiği şer’î ahkâmın başlangıcı mesâbesindeki te-
mel isimlerin hakîkatleridir. Helâl, haram, mekrûh, mendûb ve beş vakit
namaz gibi ahkâm-ı zâhirenin kaynağı ve mercii beş ilâhî mertebedir ki
bunlar diğer mertebelere nisbetle ana ve asıldırlar. Bunların fevkinde
şeyhimizin10 “mefâtîh-i sevânî” dediği ümmühât-ı esmâ vardır.

Hazarât-i hams’taki gayb hazreti, isim ve sıfatlarla mücerred


mânâları kapsayan Hakk’ın ilminin kendisiyle ihâta edildiği merte-
bedir. Bu mertebenin mukâbili âlem-i şahâdet diye adlandırılan his
mertebesidir.
102
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻭﺑﲔ ﻫﺬﻳﻦ ﺍﻟﻄﺮﻓﲔ ﺣﴬﺓ ﻣﺘﻮﺳﻄﺔ‪ ،‬ﻫﻰ ﻣﻦ ﲨﻠﺔ ﻣﺎ ﳜﺘﺺ‬


‫ﺑﺎﻹﻧﺴﺎﻥ ﺍﻟﻜﺎﻣﻞ‪ ،‬ﻭﺑﲔ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻮﺳﻂ ﻭﻋﺎﱂ ﺍﻟﻐﻴﺐ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﺣﴬﺓ‬
‫ﻭﺃﺗﻢ‪ ،‬ﻭﻫﻰ ﺍﳌﻌﱪ ﻋﻨﻬﺎ ﺑﻌﺎﱂ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ‪،‬‬ ‫ﻧﺴﺒﺘﻬﺎ ﺇﱃ ﻋﺎﱂ ﺍﻟﻐﻴﺐ ﺃﻗﻮ￯ ﹼ‬
‫ﻭﺑﲔ ﺍﻟﻮﺳﻂ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ‪ ،‬ﻋﺎﱂ ﺍﻟﺸﻬﺎﺩﺓ ﺍﻟﺬ￯ ﻗﻠﻨﺎ‪ :‬ﺇﻧﹼﻪ ﺣﴬﺓ ﺍﳊﺲ‬
‫ﺣﴬﺓ ﻧﺴﺒﺘﹸﻬﺎ ﺇﱃ ﻋﺎﱂ ﺍﻟﺸﻬﺎﺩﺓ ﺃﻗﻮﻱ‪ ،‬ﻭﻫﻰ ﺣﴬﺓ ﺍﳋﻴﺎﻝ ﹼ‬
‫ﺍﳌﻘﻴﺪ‪،‬‬
‫ﻓﺠﻤﻴﻊ ﺍﳊﴬﺍﺕ ﻭﺍﳌﺮﺍﺗﺐ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻳﺔ ﺍﳌﻨﺴﻮﺑﺔ ﺇﱃ ﺍﳊﻖ ﻭﺇﱃ ﺍﻟﻌﺎﱂ‬
‫‪30-b‬‬ ‫ﻋﲆ ﺳﺒﻴﻞ ﺍﻟﺘﺨﺼﻴﺺ ﻭﺍﻻﺷﱰﺍﻙ ‪ /‬ﺗﺒﻊ ﳍﺬﻩ ﺍﳋﻤﺲ ﻓﺎﻓﻬﻢ ‪.‬‬
‫ﻓﺴﺄﻧ ﱢﺒﻬﻚ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻣﻦ ﻗﺮﻳﺐ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ‪ ،‬ﰱ‬ ‫ﻭﺃﻣﹼﺎ ﺍﳌﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻟﺜﻮﺍﲏ‪ ،‬ﹸ‬
‫ﴎ ﺍﻟﻴﺪ ﺍﻟﺘﻰ ﻭﻗﻊ ﲠﺎ ﺍﻟﴬﺏ‪ ،‬ﻓﺄﻗﻮﻝ‪:‬‬ ‫ﺃﺛﻨﺎﺀ ﻣﺎ ﺃﺫﻛﺮﻩ ﻣﻦ ﺍﻟﻜﻼﻡ ﻋﲆ ﹼ‬
‫ﻳﺪ‪ ،‬ﻫﻰ ﻣﻦ ﺍﻷﻳﺪ￯‬ ‫ﺃﻱ ﹴ‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﺃﻥ[ ﺍﻟﻴﺪ ﺍﻟﺘﻰ ﻭﻗﻊ ﲠﺎ ﺍﻟﴬﺏ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺮﺑﹼﺎﻧﻴﹼﺔ‪ ،‬ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺃﳖﺎ]ﻕ‪ :‬ﺇﳖﺎ[ ﺇﺣﺪ￯ ﺍﻟﻴﺪﻳﻦ ﺍﻟﻠﺘﲔ ﺧﹸﻠﻖ ﲠﲈ]ﺵ‪ :‬ﲠﺎ[ ﺁﺩﻡ‪،‬‬
‫ﲨﻴﻌ ﹰﺎ ﹶﻗ ﹾﺒ ﹶﻀ ﹸﺘ ﹸﻪ‪ ،11‬ﰱ‬
‫ﺽ ﹶﹺ‬ ‫ﻭﻫﻰ ﺍﳌﺴﲈﺓ ﺑﺎﻟﻘﺒﻀﺔ ﰱ ﻗﻮﻟﻪ]ﻉ‪+ :‬ﺗﻌﺎﱄ[‪ :‬ﹶﻭ ﹾ ﹶ‬
‫ﺍﻷ ﹾﺭ ﹸ‬
‫ﺻﺤﺘﻪ ﺑﺎﻟﺸﲈﻝ ﻭﳍﺬﺍ ﻗﺎﻝ]ﻕ‪ :‬ﻋﻘﻴﺒﻬﺎ‪ :‬ﻭﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ[ ﰱ ﺍﻵﻳﺔ‪:‬‬ ‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳌﺘﻔﻖ ﻋﲆ ﱠ‬
‫ﺎﺕ ﺑﹺ ﹶﻴ ﹺﻤﻴﻨﹺ ﹺﻪ‪.12‬‬
‫ﺍﺕ ﹶﻣ ﹾﻄ ﹺﻮ ﱠﻳ ﹲ‬‫ﲈﻭ ﹸ‬
‫ﺍﻟﺴ ﹶ‬
‫ﻳﻤﻴﻨﻬﺎ‪ ،‬ﹶﻭ ﱠ‬
‫ﺃﻥ ﻛﻠﺘﺎ ﻳﺪﻳﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻳﻤﲔ ﻣﺒﺎﺭﻛﺔ‪ ،‬ﻓﺼﺤﻴﺢ ﺃﺩﺑ ﹰﺎ‬ ‫ﻭﻣﺎ ﻭﺭﺩ ﻣﻦ ﹼ‬
‫ﻭﲢﻘﻴﻘ ﹰﺎ]ﻕ‪ :‬ﲢﻘﻘ ﹰﺎ[‪ ،‬ﻟﻜﻦ ﺫﻟﻚ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺇﺿﺎﻓﺘﻬﲈ ﺇﻟﻴﻪ ﻻ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺃﺛﺮﳘﺎ‬
‫ﻓﻴﲈ ﻭﺟﺪ ﲠﲈ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﺍﳌﻘﺒﻮﺽ ﺑﺎﻟﻘﺒﻀﺔ ﺍﳌﺴﲈﺓ ﺑﺎﻟﺸﲈﻝ ﻋﺎﱂ ﺍﻟﻌﻨﺎﴏ‪،‬‬
‫ﻭﻣﺎ ﺗﺮﻛﹼﺐ‪ ،‬ﻭﺗﻮﻟﹼﺪ ﻣﻨﻬﺎ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﲨﻠﺔ ﺫﻟﻚ ﺻﻮﺭﺓ ﺁﺩﻡ ﺍﻟﻌﻨﴫﻳﺔ؛‬
‫ﻓﺈﳖﺎ ﻧﺘﻴﺠﺔ ﺍﻟﻘﺒﻀﺔ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ‪ ،‬ﻭﻇﺎﻫﺮﺓ ﺑﺼﻔﺘﻬﺎ ﺑﺨﻼﻑ ﺑﻘﻴﺔ ﺁﺩﻡ ﹼﳑﺎ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺭﻭﺣﺎﻧﻴﺘﻪ ﻭﻣﻈﺎﻫﺮﻩ ﰱ ﺑﺎﻗﻰ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻫﻮ ﺧﺎﺭﺝ ﻋﻦ ﻧﺸﺄﺗﻪ ﺍﻟﻌﻨﴫﻳﺔ‪ ،‬ﺃﻋﻨﻰ‬
‫ﺒﻲ ﷺ ﻋﻦ ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﺃ ﱠﻧﻪ‬ ‫ﻓﺈﳖﺎ ﻣﻀﺎﻓﺔ‪ ،‬ﺇﱃ ﻳﻤﲔ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻛﲈ ﺃﺧﱪ ﺍﻟ ﱠﻨ ﱡ‬ ‫ﺍﻟﻌﻮﺍﱂ‪ ،‬ﹼ‬
‫‪١٠٣‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

Bu iki tarafın ortasında mutavassıta makâmı bulunur ki insân-ı


kâmile âid özelliklere sâhiptir. Mutavassıt/vasat âlem ile gayb âlemi
arasında bir mertebe daha vardır ki onun gayb âlemine nisbeti daha güç-
lü ve daha tamdır. Ona âlem-i ervâh tâbir edilir. Mutavassıt/vasat âlem
ile his mertebesi denilen şehâdet âlemi arasında bir mertebe daha vardır
ki onun da şehâdet âlemine nisbeti daha güçlüdür ve bu âlem mukayyed
hayal âlemidir. Bütün hazarât/makâmlar, Hakk’a ve âleme nisbet edilen
vücûdî mertebeler, tahsîs ve iştirak yoluyla bu beş mertebeye tâbîdir,
bunu anla!
“Mefatîh-i sevânî” ye gelince darbın kendisiyle gerçekleştiği elin sır-
rını anlattığım sırada inşâallah bu konuya dikkat çekeceğim. Ben derim ki:
“Darbın kendisiyle gerçekleştiği el”e gelince, o hangi eldi? O
Rabbânî ellerinden biriydi. Bilesin ki o el Âdem’in kendileriyle yara-
tıldığı ellerden biridir ki ona âyette “kabza” denilmektedir. Nitekim
buyurulur: “Arz bütünüyle O’nun kabzasındadır.”11 Sıhhatinde ittifak
olan bir hadîste ise el “şimâl” (sol el) diye ifâde edilmiştir. Bu yüzden
bir âyette de “yemin” (sağ el) denilmiştir. “Semâlar O’nun sağ elinde
dürülmüştür.”12
Allah’ın her iki elinin mübârek sağ el olduğunu belirten rivâyet,
edeb ve tahkîk açısından doğrudur. Ancak iki elin Allah’a izâfe edilmesi
o iki el vâsıtasıyla vücûd bulmasında tesiri itibâriyle değildir. Çünkü
sol el diye isimlendirilen kabzada tutulan unsurlar, terkipler âlemi ve
ondan oluşanlardır. Âdem’in unsurî sûreti bu cümledendir. Çünkü o, söz
konusu kabza-i ilâhiye netîcesidir. Unsurî âlemin hâricindeki rûhâniyet
ve diğer âlemlerde Âdem’in diğer özelliklerinin aksine Âdem burada
kabza sıfatıyla zâhirdir. Rûhâniyet ve diğer âlemlerde Âdem Hakk’ın
yemin/sağ eline izâfe edilmektedir. Nitekim Allah Rasûlü bunu şöyle
103
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﱰ ﺃ ﱠﻳ ﹸﺘ ﹸﻬﲈ ﺷﺌﺖ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻝ‪:‬‬ ‫ﺍﺧ ﹶ ﹾ‬


‫ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻭﻳﺪﺍﻩ ﻣﻘﺒﻮﺿﺘﺎﻥ‪ ،‬ﻭﻗﺎﻝ ﻟﻪ‪ :‬ﹾ‬ ‫ﺧﲑﻩ ﱡ‬ ‫ﳌﱠﺎ ﱠ‬
‫ﻣﺒﺎﺭﻛﺔ‪ ،‬ﻓﻔﺘﺤﻬﺎ‪ .‬ﻓﺈﺫﺍ ﻓﻴﻬﺎ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﺭﰊ‪ ،‬ﻭﻛﻠﺘﺎ ﻳﺪ￯ ﺭ ﱢﺑﻰ ﻳﻤﲔﹲ‬ ‫ﺍﺧﱰﺕ ﻳﻤﲔ ﱢ‬ ‫ﹸ‬
‫ﳜﲑ]ﻕ‪ :‬ﲣﲑ[ ﻭﳜﺘﺎﺭ‪.13‬‬ ‫ﺁﺩﻡ ﻭﺫﺭﻳﺘﻪ‪ ،‬ﻓﺂﺩﻡ ﺧﺎﺭﺝ ﻋﻦ ﺍﻟﻴﺪ ﺍﻟﻮﺍﺣﺪﺓ ﱠ‬
‫ﻭﻫﻮ ﰱ ﺍﻟﻴﺪ ﻣﻊ ﺫﺭﻳﺘﻪ ﺣﺎﻝ ﺍﻟﻔﺘﺢ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻛﻮﻧﻪ ﺧﺎﺭﺝ‬
‫]ﻕ‪:‬‬
‫ﺍﻟﻴﺪ ﻟﻪ ﺣﻜﻢ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﺧﺘﻴﺎﺭﻩ‪ ،‬ﻭﻛﻴﻨﻮﻧﺘﻪ ﰱ ﺍﻟﻴﻤﲔ ﺍﳌﺨﺘﺎﺭ‬
‫ﺱ ﻟﻚ ﰱ ﻫﺬﻩ‬ ‫ﺃﺳﻤﻌﺖ]ﻕ‪ :‬ﺳﻤﻌﺖ[ ﻋﲆ ﹸ‬
‫ﻣﺎﺩ ﱠ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻓﺘﻨﺒﻪ ﺑﲈ‬ ‫ﻟﻪ ﺣﻜﻢ ﺁﺧﺮ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺍﳌﺨﺘﺎﺭﺓ[‬

‫ﺍﻹﳌﺎﻋﺎﺕ ﺗﺮ￯ ﺍﻟﻌﺠﺐ‪.‬‬


‫ﺛﻢ ﺍﻗﻮﻝ‪ :‬ﻭﳌﹼﺎ ﻛﺎﻥ ﺍﻟﻐﺎﻟﺐ ﻋﲆ ﺍﳌﻘﺒﻮﺽ ﺑﺎﻟﻘﺒﻀﺔ ‪ /‬ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ ﻫﻮ ‪31-a‬‬
‫ﻋﺎﱂ ﺍﻟﻌﻨﺎﴏ ﻛﲈ ﻗﻠﻨﺎ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﻏﻠﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﻜﺪﻭﺭﺓ ﻭﺍﻟﻈﻠﻤﺔ ﻭﺍﻟﻜﺜﺎﻓﺔ‪.‬‬
‫ﻓﺈﻥ ﺍﻟﻐﺎﻟﺐ ﻋﲆ ﺍﻷﺷﻘﻴﺎﺀ‬ ‫ﳍﺬﺍ ﺃﺿﺎﻑ]ﻕ‪ + :‬ﺍﳊﻖ[ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﺍﻷﺷﻘﻴﺎﺀ ﺇﻟﻴﻬﺎ‪ ،‬ﱠ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺇﻟﻴﻪ ﺍﻟﺮﺳﻮﻝ ﻭﻫﻮ ﺍﻷﺻﺢ[‬
‫ﺧﻮﺍﺹ ﺍﻟﱰﻛﻴﺐ ﻭﺍﻟﻜﺜﺎﻓﺔ ﻛﲈ ﺃﺷﺎﺭ ﺍﻟﺮﺳﻮﻝ ﺇﻟﻴﻪ‬ ‫ﹼ‬
‫ﹺ‬
‫ﺛﻼﺛﺔ ﺃ ﱠﻳﺎ ﹴﻡ‪.14‬‬ ‫ﺍﻟﻘﻴﺎﻣﺔ ﻣﺴﲑ ﹸﺓ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﺟﻠﺪ ﺍﻟﻜﺎﻓﺮ ﻳﻮﻡ‬ ‫ﺇﻥ ﹺﻏ ﹶﻠ ﹶﻆ ﹺ‬
‫ﷺ ﺑﻘﻮﻟﻪ‪ :‬ﹼ‬
‫ﲔ‪.15‬‬ ‫ﺍﻟﻔ ﱠﺠﺎ ﹺﺭ ﹶﻟ ﹺﻔﻰ ﹺﺳ ﱢﺠ ﹴ‬ ‫ﺎﺏ ﹸ‬ ‫ﻭﻛﲈ ﱠﻧﺒﻪ ﺍﳊﻖﹼ ﻋﲆ ﺫﻟﻚ ﺑﻘﻮﻟﻪ‪ :‬ﹶﻛ ﱠﻼ ﺇﹺ ﱠﻥ ﹺﻛ ﹶﺘ ﹶ‬
‫ﺍﳌﺴﲈﺓ ﺑﺎﻟﻘﺒﻀﺔ ﻭﺑﺎﻟﺸﲈﻝ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ‪،‬‬ ‫ﻭﻫﻮ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺍﻟﺴﻔﲆ ﺍﳌﻀﺎﻑ ﻋﲆ ﺍﻟﻴﺪ ﹼ‬
‫ﺍﻷ ﹾﺑ ﹶﺮﺍ ﹺﺭ ﹶﻟ ﹺﻔﻰ ﹺﻋ ﱢﻠ ﱢﻴﲔﹶ ‪ .16‬ﻭﻫﺬﺍ‬ ‫ﺎﺏ ﹾ ﹶ‬ ‫ﻭﻗﺎﻝ ﰱ ﺃﺻﺤﺎﺏ ﺍﻟﻴﻤﲔ‪ :‬ﹶﻛ ﱠﻼ ﺇﹺ ﱠﻥ ﹺﻛ ﹶﺘ ﹶ‬
‫ﺎﺕ ﺑﹺ ﹶﻴ ﹺﻤﻴﻨﹺﻪ‪.‬‬
‫ﺍﺕ ﹶﻣ ﹾﻄ ﹺﻮ ﱠﻳ ﹲ‬‫ﲈﻭ ﹸ‬
‫ﺍﻟﺴ ﹶ‬‫ﻣﺜﻞ ﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﹶﻭ ﱠ‬
‫ﻭﺍﻟﴪﹼ ﰱ ﺃﻥﹼ ﺍﻷﺑﺮﺍﺭ ﻭﻛﺘﺎﲠﻢ ﰱ ﻋ ﹼﻠﻴﲔ‪ ،‬ﻫﻮ ﺃﻥ ﺃﺟﺰﺍﺀ ﻧﺸﺄﲥﻢ ﺍﻟﻜﺜﻴﻔﺔ‬
‫ﻭﻗﻮﺍﻫﻢ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ ﺍﳌﺰﺍﺟﻴﺔ ﲡﻮﻫﺮﺕ ﻭﺯﻛﺖ]ﻕ‪ - :‬ﻭﺯﻛﺖ[ ﻭﺍﺳﺘﺤﺎﻟﺖ‬
‫ﺑﺎﻟﺘﻘﺪﻳﺲ ﻭﺍﻟﺘﺰﻛﻴﺔ ﺍﳊﺎﺻﻠﲔ ﺑﺎﻟﻌﻠﻢ ﻭﺍﻟﻌﻤﻞ ﻭﺍﻟﺘﺤﻠﻴﺔ ﺑﺎﻟﺼﻔﺎﺕ‬
‫ﺯﻛﻴﺔ ﺫﺍﺗﻴﺔ‬
‫ﻣﻠﻜﻴﺔ ﺛﺎﺑﺘﺔ ﱠ‬ ‫ﱠ‬ ‫ﹴ‬
‫ﻭﺻﻔﺎﺕ‬ ‫ﻗﻮ￯‬
‫ﺍﳌﺤﻤﻮﺩﺓ‪ ،‬ﻭﺍﻷﺧﻼﻕ ﺍﻟﺴﻨﻴﺔ ﹰ‬
‫ﻟﻨﻔﻮﺳﻬﻢ ﺍﳌﻄﻤﺌﻨﺔ ﻛﲈ ﺃﺧﱪ ﺍﳊﻖ ﻋﻦ ﺫﻟﻚ ﺑﻘﻮﻟﻪ ﰱ ﺑﻴﺎﻥ ﺃﺣﻮﺍﻝ‬
‫‪١٠٤‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

haber vermektedir: “Allah Teâlâ, iki elinde bulunandan dilediğini seç-


mesi konusunda muhayyer bıraktığında Âdem: «Rabbimin sağ elini seç-
tim. Vâkıa Rabbimin iki eli de mübârek ve sağ eldir» dedi. Allah Teâlâ
elini açtı ki elinde Âdem ve zürriyeti vardı. Âdem bu tek elin dışına çıktı
ve muhayyer bırakıldı ve ihtiyar/irâde sâhibi oldu.”13
Açık olduğu sırada Hz. Âdem zürriyetiyle birlikte elin içindeydi.
Âdem’in elin dışında olması itibâriyle bir hükmü bulunduğu gibi ihtiyârı,
seçilmiş elde bulunması itibâriyle başka bir hükmü vardır. İşâret yoluyla
değinilen sözlerime kulak verir, dikkat edersen acâyib şeyler görürsün.
Sonra derim ki: Söz konusu olan kabza ile tutulan şeyler üzerine
daha önce söylediğim gibi unsurlar âleminin galebesiyle küdûret, ka-
ranlık ve kesâfet galip olduğundan Allah Teâlâ şakîleri unsurlar âlemine
izâfe etmiştir. Çünkü şakîlerde galip olan terkip ve kesâfet özelliğidir.
Nitekim Allah Rasûlü buna şu hadîsiyle işâret etmiştir. “Kâfirin derisi-
nin kıyâmet günü kalınlığı üç günlük yol kadardır.”14
Nitekim Allah Teâlâ da şu sözüyle buna dikkat çekmektedir: “Ha-
yır, fâcirlerin kitabı siccîndedir.”15 Siccîn: Kabza ve şimal/sol diye
adlandırılan ele izâfe edilen süflî âlemdir. Allah Teâlâ ashâb-ı yemîn
hakkında buyurur: “Hayır, iyilerin kitabı illiyyîndedir.”16 Bu hüküm
daha önce geçen şu âyettekinin benzeridir: “Semâlar, O’nun sağ elinde
dürülmüştür.”
İyilerin ve kitaplarının illiyyînde olmasının sırrı şudur: Onların
kesif varlıklarının cüzleri; tabiî-mizâcî kuvvetleri cevher hâline gelmiş;
arınmış, ilim, amel, güzel sıfatlarla bezenme sâyesinde husûle gelen
tezkiye ve takdîs ile istihâle görmüştür. Güzel ahlâk mutmainne ne-
fisler için arınmışlığı sâbit melekî sıfatlar ve birtakım güçlerdir. Nite-
kim Allah Teâlâ şu âyetiyle nefislerin durumuna açıklık getirerek şöyle
104
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﻟﻨﻔﻮﺱ‪ :‬ﹶﻗﺪﹾ ﹶﺃ ﹾﻓ ﹶﻠ ﹶﺢ ﹶﻣﻦ ﹶﺯ ﱠﻛ ﹶ‬


‫ﺎﻫﺎ‪.17‬ﻭﻛﲈ ﺃﺷﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ ﷺ ﺑﻘﻮﻟﻪ ﰱ‬
‫ﺁﺕ ﻧﻔﺴﻰ ﺗﻘﻮﺍﻫﺎ ﱢ‬
‫ﻭﺯﻛﻬﺎ ﺃﻧﺖ ﺧﲑ ﻣﻦ ﱠ‬
‫ﺯﻛﺎﻫﺎ‪.18‬‬ ‫ﻬﻢ ﹺ‬ ‫ﺩﻋﺎﺋﻪ‪ :‬ﺍﻟ ﱠﻠ ﱠ‬
‫ﻭﺍﳊﺎﻝ ﰱ ﺍﻷﺷﻘﻴﺎﺀ ﺑﻌﻜﺲ ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﻗﻮﺍﻫﻢ ﻭﺻﻔﺎﲥﻢ‬
‫ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ﺍﺳﺘﻬﻠﻜﺖ ﰱ ﺍﻟﻘﻮ￯ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺗﻼﺷﺖ ﺟﻮﻫﺮﻳﺘﻬﺎ‪،‬‬
‫ﻓﻜﺄﳖﺎ ﺍﺳﺘﺤﺎﻟﺖ‪ ،‬ﻓﺼﺎﺭﺕ ﻛﺜﻴﻔ ﹰﺔ‪ ،‬ﻻﺟﺮﻡ ﳌﱠﺎ ﲨﻊ ﺍﷲ ﺗﻠﻚ‬ ‫ﱠ‬
‫ﺍﻷﺟﺰﺍﺀ ﺍﳌﺘﺤ ﹼﻠﻠﺔ ﻣﻦ ﺃﺑﺪﺍﳖﻢ ﻭﻧﺸﺄﲥﻢ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ ﻭﺍﳌﻨﺼﺒﻐﺔ ﺑﺄﺣﻜﺎﻡ‬
‫ﺍﻋﺘﻘﺎﺩﺍﲥﻢ ﻭﻇﻨﻮﳖﻢ ﺍﻟﻔﺎﺳﺪﺓ ﻭﺃﻓﻌﺎﳍﻢ ﺍﻟﺮﺩ ﹼﻳﺔ ﻭﺃﺧﻼﻗﻬﻢ ﺍﳌﺬﻣﻮﻣﺔ‬
‫ﺯﻣﺎﻥ ﺑﻘﺎﺋﻬﻢ ﺍﻟﺴﻨﲔ ﺍﻟﻜﺜﲑﺓ ﰱ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻨﺸﺄﺓ‪ ،‬ﻭﻫﺬﻩ ﺍﻟﺪﹼ ﺍﺭ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻭﺭﻛﺒﻬﺎ‬
‫‪31-b‬‬ ‫ﺍﳊﻖ ﰱ ﺍﻟﻨﺸﺄﺓ ﺍﳊﴩ ﹼﻳﺔ ﲢﺼﻞ]ﻉ‪ :‬ﻓﺤﺼﻞ[ ﻣﻨﻬﺎ ﻣﺎ ﺍﻗﺘﴣ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﻏﻠﻆ‬
‫ﻬﺖ ﻋﻠﻴﻪ ﻣﻦ ﺣﺎﻝ‬ ‫ﻣﺎﻧﺒ ﹸ‬
‫ﺟﻠﺪ ﺑﺪﻥ ﺃﺣﺪﻫﻢ ﻣﺴﲑﺓ ﺛﻼﺛﺔ ﺃﻳﺎﻡ ﻋﻜﺲ ﱠ‬
‫ﺍﻷﺑﺮﺍﺭ‪.‬‬
‫ﻭﳍﺬﺍ ﻭﺭﺩ ﰱ ﺷﺄﻥ ﺍﻟﻨﺸﺄﺓ ﺍﳉﻨﺎﻧﻴﺔ ﺃﻥ ﺃﺻﺤﺎﲠﺎ ﻳﻈﻬﺮﻭﻥ ﰱ ﺍﻟﻮﻗﺖ‬
‫ﻣﺘﻨﻌﻤﲔ ﰱ ﻛﻞ ﻃﺎﻳﻔﺔ ﻣﻦ ﺃﻫﺎﻟﻴﻬﻢ ﻣﻨﻘﻠﺒﲔ‬ ‫ﺍﻟﻮﺍﺣﺪ ﰱ ﺍﻟﻘﺼﻮﺭ ﺍﳌﺘﻌﺪﹼ ﺩﺓ ﹼ‬
‫ﻻ ﻣﻦ ﺃﺟﻞ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﻧﺎ ﻣﻦ ﺍﺳﺘﻬﻼﻙ‬ ‫ﻓﻴﲈ ﺍﺷﺘﻬﻮﺍ ﻣﻦ ﺍﻟﺼﻮﺭ‪ ،‬ﻭﻟﻴﺲ ﻫﺬﺍ ﺇ ﱠ‬
‫ﺃﺟﺰﺍﺀ ﻧﺸﺄﲥﻢ ﺍﻟﻜﺜﻴﻔﺔ ﰱ ﻟﻄﺎﻳﻒ ﺟﻮﺍﻫﺮﻫﺎ ﻭﺍﻧﺼﺒﺎﻏﻬﺎ ﺑﺼﻔﺎﲥﺎ ﻭﻏﻠﺒﺔ‬
‫ﺧﻮﺍﺹﹼ ﻧﻔﻮﺳﻬﻢ ﻭﻗﻮﺍﻫﻢ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ﻋﲆ ﻗﻮ￯ ﺃﻣﺰﺟﺘﻬﻢ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ‪،‬‬
‫ﻓﺼﺎﺭﻭﺍ ﻛﺎﳌﻼﺋﻜﺔ ﻳﻈﻬﺮﻭﻥ ﻓﻴﲈ ﺷﺎﺅﻭﺍ ﻣﻦ ﺍﻟﺼﻮﺭ ﻭﺇﺫﺍ ﱠ‬
‫ﺗﻔﻄﻨﺖ ﳌﺎ‬
‫ﹼﻧﺒﻬﺖ ﻋﻠﻴﻪ ﻋﺮﻓﺖ ﻭﻟﻮ ﻣﻦ ﺑﻌﺾ ﺍﻟﻮﺟﻮﻩ‪.‬‬
‫ﺍﳌﺠﺮﺩﺓ‪ ،‬ﺑﻞ‬
‫ﱠ‬ ‫ﺍﻟﺼﻮﺭ ﻭﺍﳌﻈﺎﻫﺮ ﺍﳌﻨﺴﻮﺑﺔ ﺇﱃ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﻭﺍﳌﻌﺎﻧﻰ‬ ‫ﺇﻥ ﱡ‬‫ﹼ‬
‫ﻭﺍﳊﻖ ﹼﺃﳖﺎ ﺑﺄﲨﻌﻬﺎ ﺣﺠﺐ ﻋﲆ ﺫﻭﺍﺕ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﻳﻦ ﲠﺎ]ﻉ‪ :‬ﺑﲈ[ ﻟﻴﺴﺖ‬
‫ﺫﺍﺗﻴﺔ ﳊﻘﺎﺋﻘﻬﻢ ﻛﲈ ﻣﺮﹼ‪ ،‬ﻭﺳﻴﹼﲈ ﺍﳊﻖ ﺍﻟﺬ￯ ﺃﺧﱪﻧﺎ ﻋﻨﻪ ﰱ ﺍﻟﺼﺤﻴﺢ‪:‬‬
‫ﹴ‬
‫ﺻﻮﺭﺓ‬ ‫ﻭﻳﺘﺤﻮﻝ ﻣﻦ‬
‫ﱠ‬ ‫ﻋﺔ ﻣﺘﻌﺪﱢ ﹴ‬
‫ﺩﺓ‪،‬‬ ‫ﻣﺘﻨﻮ ﹴ‬ ‫ﺃ ﱠﻧﻪ ﱠ‬
‫ﻳﺘﺠﲆ ﻳﻮﻡ ﺍﻟﻘﻴﺎﻣﺔ ﰱ ﺻﻮ ﹴﺭ ﱢ‬
‫‪١٠٥‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

haber vermiştir: “Nefsini arıtan kurtuluşa ermiştir.”17 Allah Rasûlü de


bir duâsında buna şu sözüyle işâret etmektedir: “Allahım, nefsime takvâ
duygusu ver ve onu Sen temizle! Çünkü Sen nefisleri temizleyenlerin en
hayırlısısın!”18
Şakîlerin durumu bunun aksinedir. Çünkü onların güçleri ve rûhânî
sıfatları tabiî kuvvetleri içinde yok olmuş ve cevherliğini kaybetmiştir.
Sanki onlar istihâle geçirip kesîf hâle gelmişlerdir. Şüphesiz Allah Teâlâ
bedenlerinden ve tabiî yaratılışlarından ayrılan; bu dünyâda uzun yıllar
bulunmaları sırasında kötü ahlâk, çirkin fiil, bozuk zan ve çarpık inanç
ahkâmına boyanan cüzleri cem’ edip haşr için terkîb ettiği zaman; on-
lardan her birinin beden deri kalınlığı, üç günlük mesâfe kadar olmasını
gerektiren özellik husûle gelir. Şakîlerin bu durumu daha önce dikkat
çektiğimiz ebrârın/iyilerin durumunun tersinedir.
Bu yüzden cennetteki yaratılış durumlarına göre ashâb-ı cenne-
tin bir anda müteaddid köşklerde her bir grup içinde nîmetlere gark ol-
muş ve arzu ettikleri sûrete inkılâb edebilecek şekilde bulunduğu vârid
olmuştur. Bu bir tek sebepten olmuştur: Daha önce anlattığımız üzre
onların yaratılış cüzleri, cevherlerinin letâfeti içinde o sıfata boyana-
rak yok olmasından, nefislerinin özelliği ile rûhânî kuvvetlerinin tabiî
mizâclarına galip gelmesindendir. Böylece onlar diledikleri sûrete gi-
rebilen melekler gibi olmuşlardır. Benim bu dikkat çektiğim konuları
iyice düşününce, bazı yönlerini de olsa, anlamışsındır.
Sûretler, ruhlara nisbet edilen mazharlar ve mücerred mânâlar,
hattâ Hakk’a nisbet edilen sûretlerin hepsi kendileriyle zâhir oldukları
zâtlar üzerine perdedirler, ancak daha önce geçtiği gibi kendi hakîkatleri
için zâtî bir perde değildirler. Özellikle sahîh bir haberde Hak Teâlâ’dan
naklen şöyle haber verilmiştir: “Kıyâmet gününde Allah Teâlâ mütead-
did ve mütenevvî sûretlerde tecellî edecektir. En basit sûretten en yüce
105
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺻﻮﺭﺓ ﻋﻠﻴﺎ‪ .19‬ﻭﺑﺎﻟﻌﻜﺲ‪ ،‬ﻭﺫﻟﻚ ﺑﺴﺒﺐ ﻇﻬﻮﺭﻩ ﺑﺤﺴﺐ‬ ‫ﹴ‬ ‫ﺃﺩﻧﻰ ﺇﱃ‬
‫ﺍﻟﻌﻼﻣﺎﺕ]ﻉ‪ :‬ﺍﻟﻌﻼﻗﺎﺕ[ ﺍﻟﺘﻰ ﺑﻴﻨﻪ ﻭﺑﲔ ﻋﺒﺎﺩﻩ]ﻕ‪ :‬ﻋﺒﺎﺩﺓ[ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﻋﺒﺎﺭﺓ ﻋﻦ‬
‫]ﺵ‪،‬‬
‫ﻇﻦ ﻋﺒﺪ￯ ﰊ‪ .20‬ﻭ ﻟﺬﻟﻚ‬ ‫ﻇﻨﻮﳖﻢ ﺍﻻﻋﺘﻘﺎﺩ ﹼﻳﺔ ﻓﻴﻪ ﻛﲈ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﺃﻧﺎ ﻋﻨﺪ ﱢ‬
‫ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ - :‬ﻝ[ ﻣﻦ ﻣﻘﺘﴣ ﺳ ﹼﻨﺘﻪ ﻭﻋﻠﻤﻪ ﻭﺣﻜﻤﺘﻪ‪.‬‬
‫ﴎ ﻋﻈﻴﻢ ﻫﻮ ﺍﳌﻮﺟﺐ ﳌﺎ ﹸﺫ ﹺﻛ ﹶﺮ‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﺃ ﱠﻧﻪ ﱡ‬
‫ﻛﻞ ﻣﺎ ﻛﺎﻥ ﰱ ﺫﺍﺗﻪ ﻣﻦ‬ ‫ﻭﻫﻨﺎ ﹼ‬
‫ﺣﻴﺚ ﺫﺍﺗﻪ ﻋﺮ ﹼﻳ ﹰﺎ ﻋﻦ ﺍﻷﻭﺻﺎﻑ ﺍﳌﺨﺘﻠﻔﺔ ﺍﻟﺘﻘﻴﻴﺪﻳﺔ‪ ،‬ﻭﻛﺎﻥ ﰱ ﻏﺎﻳﺔ ﺍﻟﻠﻄﻒ‪ ،‬ﻓﺈﻥ‬
‫ﻣﺘﻌﲔ ﻭﻣﺮﺗﺒﺔ ﻭﻋﺎﱂ‪ ،‬ﺇﻧﲈ ﻳﻜﻮﻥ ﺑﺤﺴﺐ ﻗﺎﺑﻠﻴﺔ ‪32-a‬‬
‫ﻇﻬﻮﺭﻩ ﻭﺗﻌﻴﻨﻪ ‪ /‬ﰱ ﺣﻘﻴﻘﺔ ﱠ‬
‫ﻛﻞ ﱠ‬
‫ﺍﳌﻌﲔ ﻭﺍﳌﺮﺋﻴﺔ ﺍﳌﻘﺘﻀﻴﺔ ﺗﻌﻴﻴﻨﻪ ﻭﻇﻬﻮﺭﻩ ﻓﻴﻬﺎ‪.‬‬
‫ﺍﻷﻣﺮ ﱠ‬
‫ﻓﺘﻨ ﱠﺒﻪ ﳍﺬﺍ ﺍﻷﺻﻞ ﻭﺍﺳﺘﺤﴬﻩ ﺗﺴﻠﻢ ﻣﻦ ﻭﺭﻃﺘﻰ ﺍﻟﺘﺸﺒﻴﻪ ﻭﺍﻟﺘﻨﺰﻳﻪ‬
‫ﺍﳌﻘﻴﺪﻳﻦ ﻟﻌﻘﻮﻝ ﺍﻟﻀﻌﻴﻔﺔ ﻭﺍﻷﻭﻫﺎﻡ ﺍﻟﺴﺨﻴﻔﺔ‪ ،‬ﻭﺗﺮ￯ ﻣﻦ ﺑﲔ ﻫﺬﺍ‬
‫ﺍﻟﻨﻮﻉ ﻣﻦ ﻓﹶﺮﹶﺙﹺ ﺍﻟﺘﺸﺒﻴﻪﹶ ﻭﹶﺩﹶﻡﹺ ﺍﻟﺘﻨﺰﻳﻪ ﹶﻟ ﹶﺒﻨ ﹰﺎ ﹶﺧﺎﻟﹺﺼ ﹰﺎ ﹶﺳﺎﺋﹺﻐ ﹰﺎ ﱠ‬
‫ﻟﻠﺸﺎ ﹺﺭﺑﹺﲔﹶ‪ .21‬ﻓﺈﻥ‬
‫ﻭﻫﻮ‬
‫ﻭﺍﻟﺒﺎﻃﻦ‪ ،‬ﹶ‬
‫ﹸ‬ ‫ﺎﻫﺮ‬ ‫ﻭﺍﻵﺧﺮ ﱠ‬
‫ﻭﺍﻟﻈ ﹸ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﺍﻷﻭﻝ‬ ‫ﺳﻘﻴﺖ ﻣﻨﻪ ﺭﺃﻳﺖ ﺃﻥ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻫﻮ ﱠ‬
‫ﻴﻢ‪ .22‬ﺑﻌﲔ ﻋﻠﻤﻪ‪ ،‬ﺑﺬﺍﺗﻪ ﻭﻭﺣﺪﺗﻪ‪ ،‬ﻭﻳﻌﻠﻢ]ﻕ‪ :‬ﺗﻌﻠﻢ[ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻛﻞ‬ ‫ﳾ ﹴﺀ ﹶﻋ ﹺﻠ ﹲ‬
‫ﺑﹺ ﹸﻜ ﱢﻞ ﹶ ﹾ‬
‫ﳾﺀ ﺑﻜﻞ ﳾﺀ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺗﻌﺪﺩ ﺗﻌﻠﻘﺎﺕ ﻋﻠﻤﻪ ﺑﺸﺆﻧﻪ ﺑﺤﺴﺐ ﺷﺆﻧﻪ‪،‬‬
‫ﻓﻠﻪ ﺃﻭﻝ ﺍﻷﻣﺮ‪ ،‬ﻭﺁﺧﺮﻩ ﻭﺑﺎﻃﻨﻪ ﺍﳌﺠﻤﻞ‪ ،‬ﻭﻇﺎﻫﺮﻩ ﻟﻴﺲ ﺳﻮﺍﻩ‪ ،‬ﻭﺇﺫ ﻗﺪ‬
‫ﻬﺖ ﻋﲆ‬‫ﻭﻧﺒ ﹸ‬ ‫ﺃﻱ ﹴ‬
‫ﻳﺪ ﻫﻲ‪ ،‬ﹼ‬ ‫ﻨﺖ ﺑﺈﺫﻥ ﺍﷲ ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﺍﻟﻴﺪ ﺍﻟﺘﻰ ﻭﻗﻊ ﲠﺎ ﺍﻟﴬﺏ ﱡ‬ ‫ﱠﺑﻴ ﹸ‬
‫ﺃﺣﻜﺎﻣﻬﺎ ﻣﻦ ﻛﻮﳖﺎ ﻗﺒﻀﺔ‪ ،‬ﻭﺃﴍﺕ ﺇﱃ ﺁﺛﺎﺭﻫﺎ‪ ،‬ﻭﻣﺎﻫﻮ ﺍﳌﻘﺒﻮﺽ ﲠﺎ‪،‬‬
‫ﻬﺖ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻋﲆ ﺍﻟﻔﺮﻕ ﺑﲔ ﺃﺛﺮﳞﲈ‪.‬‬
‫ﻭﻧﺒ ﹸ‬
‫ﳜﺘﺺ ﺑﺎﻟﻴﺪ ﺍﻷﺧﺮﻱ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻭﻣﺎ‬
‫ﻓﻠﻨﺬﻛﺮ ﺍﻵﻥ ﺑﻌﻮﻥ ﺍﷲ ﻭﻣﺸﻴﺘﻪ ﻣﺎﻗﺪﱢ ﺭ ﱃ ﹸ‬
‫ﺫﻛﺮ ﹸﻩ ﻣﻦ ﺑﻘﻴﺔ ﺃﴎﺍﺭ ﻫﺬﻩ‬
‫ﺗﻀﻤﻨﻪ ﻫﺬﺍ‬
‫ﺍﻟﻨﻮﻣﻲ ﻭﺳﺎﺋﺮ ﻣﺎ ﹼ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻴﺪ‪ ،‬ﻭﺃﴎﺍﺭ ﺍﻷﻧﺎﻣﻞ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺘﺠﲆ ﺍﻟﺒﺰﺭﺧﻰ‬
‫‪١٠٦‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

sûrete, en yücesinden en basit sûrete kadar tahavvül edecektir.”19 Bu


durum, Allah’ın kul ile arasındaki alâmetlere göre zuhûru sebebiyle ola-
cak, bu da kulların îtikadî zanlarından ibâret bulunacaktır. Nitekim Al-
lah Teâlâ kudsî bir hadîste buyurmuştur: “Ben kulumun Bana olan zannı
üzereyim.”20 Bu da O’nun sünneti, ilmi ve hikmeti gereğidir.

Burada anlatılması gereken büyük bir sır vardır. O da şudur: Onun


zâtında olan her şey, zâtı itibâriyle muhtelif sınırlayıcı özelliklerden
ârîdir. Çünkü o, lütfun son noktasındadır. Onun taayyün eden her şeyin
hakîkatinde, mertebe ve âleminde zuhûr ve taayyünü, onda taayyün ve
zuhûru gerektiren muayyen işe olan kabiliyetine göredir.

Dikkat edersen bu esası kavrar; saçma düşünceliler ve zayıf akıl-


lılar için mukayyed olan teşbîh ve tenzîh vartasından kurtulursun: “Kan
ve pislik arasından içenleri hoş eden hâlis süt…”21 gibi teşbîh pisliğiyle
tenzîh kanı arasından gelen tevhîd sütünü görürsün. Ondan içersen ev-
vel ve âhir, bâtın ve zâhir Hak olduğunu ve “O’nun her şeyi bildiğini”22
görürsün. Hak zâtını ve kendi vahdetini bildiği ayn-ı ilmiyle her şeyi
bilir. Yine Hak Teâlâ kendi şe‘n/durumu bakımından ilminin eşyaya ta-
alluku itibâriyle her şeyi her şeyle bilir. İşin başı O’na âid olduğu gibi
sonu da O’na âiddir. İşin mücmel bâtını ve zâhiri O’nadır, başkasına
değil. Darbın gerçekleştiği elin hangi el olduğunu Allah’ın izniyle açık-
ladım. Ayrıca o elin kabza olmasına dikkat çektim. Kabzanın eserlerine;
elle tutulan şeylere ve diğer ele âid husûsiyetlere işâret ettim. İki el ara-
sındaki fark üzerine dikkat çektim.

Şimdi artık Allah’ın yardımıyla elin sırlarından geri kalanları,


anlatılması bana mukadder olan kadarıyla inşâallah anlatalım. Bu an-
latacaklarımız parmakların sırları, nevmî-berzahî tecellî ile bu hadîsin
106
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳉﺎﻣﻊ ﺑﺠﻤﻠﺔ ﻣﻦ ﺃﻣﻬﺎﺕ ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ ﻭﺍﻷﻋﲈﻝ ﻭﻏﲑ ﺫﻟﻚ‬


‫]ﺵ‪ +:‬ﻭ[‬

‫ﹼﳑﺎ ﺳﻴﻘﻊ ﺍﻟﺘﺒﻴﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ ﻓﺄﻗﻮﻝ‪:‬‬


‫ﻗﺪ ﻧﺒﹼﻬﺖ ﺁﻧﻔﺎﹰ ﺃﻥ ﺍﻟﺼﻮﺭ ﻭﺍﳌﻈﺎﻫﺮ ﺣﺠﺐ ﻋﲆ ﺍﳊﻘﺎﻳﻖ ﺍﳌﻀﺎﻓﺔ‬
‫ﺇﻟﻴﻬﺎ‪ .‬ﻭﺇﻥ ﺍﻵﺛﺎﺭ ﻟﻠﺤﻘﺎﻳﻖ ﺍﳌﻐﻴﺒﺔ ﻣﻦ ﻭﺭﺍﺀ ﺍﳌﻈﺎﻫﺮ‪ ،‬ﻓﺼﻮﺭﺓ ﺍﻟﻴﺪ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﻭﳍﺬﺍ[‬
‫ﻭﺍﻷﻧﺎﻣﻞ ﺣﺠﺐ ﻋﲆ ﺣﻘﺎﻳﻖ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺍﻹﳍﻴﺔ ﺍﳌﺆﺛﺮﺓ‪ ،‬ﻭﳍﺬﻩ‬
‫‪32-b‬‬ ‫ﺍﻟﻴﺪ ﺍﳌﻘﺪﹼ ﺳﺔ ﻭﻟﻠﻴﺪ]ﻕ‪ - :‬ﻝ[ ﺍﻷﺧﺮ￯ ﻓﺼﻮﻝ ﻭﺃﺻﻮﻝ‪ .‬ﻓﻔﺼﻮﳍﺎ ‪/‬‬
‫ﻼ‪ ،‬ﻭﲬﺴﺔ ﺃﺻﻮﻝ ﻇﺎﻫﺮﺓ‪ ،‬ﻭﻣﺜﻠﻬﺎ ﺑﺎﻃﻨﺔ‪ ،‬ﻓﺒﺎﻃﻦ ﻫﺬﻩ‬ ‫ﺃﺭﺑﻌﺔ ﻋﴩ ﻓﺼ ﹰ‬
‫ﺍﻟﻔﺼﻮﻝ ﺣﻘﺎﻳﻖ ﺍﳊﺮﻭﻑ ﺍﻟﺜﲈﻧﻴﺔ ﻭﺍﻟﻌﴩﻳﻦ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ - :‬ﺍﻝ[‪ ،‬ﻭﻫﻰ ﻋﲆ‬
‫ﻓﺈﻥ ﺍﻷﺭﺑﻌﺔ ﻋﴩ ﻣﻨﻬﺎ ﻣﻨﻘﻮﻃﺔ‪ ،‬ﻭﺃﺭﺑﻌﺔ ﻋﴩ‬ ‫ﻗﺴﻤﲔ ﻣﺘﺴﺎﻭﻳﲔ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺧﺎﻟﻴﺔ ﻣﻦ ﺍﻟﻨﻘﻂ‪ ،‬ﻭﻣﻈﺎﻫﺮﻫﺎ ﻣﻦ ﺃﻣﹼﻬﺎﺕ ﺻﻮﺭ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺍﳋﺼﻴﺼﺔ ﺑﻴﻤﲔ‬
‫ﺍﳊﻖ ﺍﻟﺜﲈﻧﻴﺔ ﻭﺍﻟﻌﴩﻳﻦ ﻣﻨﺰﻟﺔﹰ‪ ،‬ﻭﺇﻧﹼﲈ ﻳﻜﻮﻥ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮ ﻣﻨﻬﺎ ﺃﺭﺑﻌﺔ ﻋﴩ‪،‬‬
‫ﴎ ﺍﳌﻈﺎﻫﺮ ﻣﻨﻬﺎ ﺃﺭﺑﻌﺔ‬ ‫ﻬﺖ ﻋﻠﻴﻪ ﻣﻦ ﹼ‬ ‫ﻭﺍﻟﺒﺎﻃﻨﺔ ﺃﺭﺑﻌﺔ ﻋﴩ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻓﺘﺬﻛﺮ ﻣﺎ ﹼﻧﺒ ﹸ‬
‫ﴎ ﺍﳌﻈﺎﻫﺮ‬ ‫ﻬﺖ ﻋﻠﻴﻪ ﻣﻦ ﹼ‬ ‫ﻋﴩ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺒﺎﻃﻨﺔ ﺃﺭﺑﻌﺔ ﻋﴩ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻓﺘﺬﻛﺮ ﻣﺎ ﹼﻧﺒ ﹸ‬
‫ﻭﺣﺠﺎﺑﻴﺘﻬﺎ‪ ،‬ﻭﴎ ﺗﺄﺛﲑ ﺍﳊﻘﺎﻳﻖ ﻣﻦ ﻭﺭﺍﺋﻬﺎ ﰱ ﺍﻟﻐﻴﺐ ﻭﺗﻔﻄﻦ ﺑﻤﻄﺎﺑﻘﺔ‬
‫ﹼ‬
‫ﺍﻟﻴﺪ ﺍﳌﺨﺼﻮﺻﺔ ﺑﺎﻟﺼﻮﺭﺓ ﺍﻹﻧﺴﺎﻧﻴﺔ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺻﻮﺭﲥﺎ ﺑﺼﻔﺔ‬
‫ﺍﻟﻘﺒﻀﺔ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺑﺎﻃﻨﻬﺎ ﺑﺼﻔﺎﺕ ﺍﻟﻴﺪ ﺍﻷﺧﺮ￯ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﺍﻟﻴﻤﲔ‪،‬‬
‫ﻭﺍﻋﺘﱪ ﺍﳌﻔﺎﺻﻞ ﲡﺪﻫﺎ ﻻﺗﺰﻳﺪ ﻋﲆ ﺛﲈﻧﻴﺔ ﻭﻋﴩﻳﻦ ﻣﻔﺼ ﹰ‬
‫ﻼ‪.‬‬
‫ﺃ ﹼﻣﺎ ﺍﻷﺻﻮﻝ ﺍﻟﺘﻰ ﺍﻷﻧﺎﻣﻞ ﻣﻈﺎﻫﺮﻫﺎ‪ ،‬ﻓﺨﻤﺴﺔ ﺃﺻﻮﻝ ﻣﺘﻔﺎﺿﻠﺔ‬
‫ﻭﺃﻋﻤﻬﺎ ﺣﻴﻄﺔ ﻫﻮ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﻭﻫﻮ ﺍﻷﺻﻞ ﺍﳌﺘﻮﺳﻂ‪،‬‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺪﺭﺟﺎﺕ‪ ،‬ﻓﺄﻋﻼﻫﺎ‬
‫ﻭﻋﻦ ﻳﻤﻴﻨﻪ ﺃﺻﻼﻥ‪ :‬ﺍﳊﻴﺎﺓ ﻭﺍﻟﻘﺪﺭﺓ‪ ،‬ﻭﻋﻦ ﻳﺴﺎﺭﻩ ﺃﺻﻼﻥ‪ :‬ﺍﻹﺭﺍﺩﺓ‬
‫ﻭﺍﻟﻘﻮﻝ‪ ،‬ﻭﻛﻞ ﺃﺻﻞ ﻓﻠﻪ ﺛﻼﺛﺔ ﻓﺼﻮﻝ‪ ،‬ﺇﻻ]ﻉ‪ + :‬ﺃﻥ[ ﺃﺻﻞ ﺍﻟﻘﺪﺭﺓ‪ ،‬ﻓﺈﻥ‬
‫ﻟﴪﻳﻦ ﻋﻈﻴﻤﲔ‪،‬‬ ‫ﻟﻪ ﻣﺼﻠﲔ ﺧﺎﺻﺔ‪ ،‬ﻭﺇﻧﹼﲈ ﺳﻘﻂ ﻋﻨﻪ ﺍﻟﻔﺼﻞ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﱠ‬
‫‪١٠٧‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

tazammun ettiği temel ilim ve ameller cümlesinden olan şeylerdir. İnşâ-


allah bu konulara dikkat çekilecektir. Derim ki:

Az önce şuna dikkat çekmiştik: Sûretler ve mazharlar, kendile-


rine muzâf olan hakîkatlere perdedirler. Gaybî hakîkatlere âid eserler
mazharların ardından gelir. El ve parmakların sûretleri, müessir esmâ-i
ilâhiyye üzerine perdedirler. Mukaddes el ve diğeri için bir takım asıl-
lar ve fasıllar vardır. Fasıllar on dörttür. Beş zâhirî, beş bâtınî aslı var-
dır. Bu fasılların bâtını yirmi sekiz harfin hakîkatidir. Harfler de iki eşit
bölüme ayrılır. On dördü noktalı, geriye kalan on dördü noktasızdır.
Hakk’ın sağ eline mahsus âlemin ana sûretlerinin mazharları da yirmi
sekiz menzildir. Bunların da on dördü zâhir, on dördü bâtındır. Benim
dikkat çektiğim mazharlar ile perde oluşları konusundaki sırları ve gayb
mertebesindeki hakîkat mazharlarının ardından tesirini düşün. Sûret-i
insâniyyenin zâhirine âid elin, kabza sıfatının sûreti ile sağ elin sıfatının
bâtınî sûrete uygunluğunu iyice anlamaya çalış! Mafsallara ibretle bak
ki bunların yirmi sekizden fazla olmadığını görürsün.

Mazharları parmaklar olan asıllara gelince bunlar, farklı derece-


lerde beş asıldır. Kuşatma bakımından en üstün ve genel olanı ilimdir.
İlim, orta bir asıldır. İlmin sağında hayat ve kudret adıyla iki asıl var-
dır. Solunda da irâde ve kavl olmak üzere iki asıl vardır. Kudret hâriç
her bir aslın üç faslı vardır. Kudretin özel iki faslı vardır. İki büyük sır
sebebiyle kudretin üçüncü faslı düşmüştür. Bu iki sırdan biri, kudretin
107
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺃﻥ ﻛﻞ ﻭﺍﺣﺪ ﻣﻦ ﺍﻷﺭﺑﻌﺔ ﻋﺎﻡ ﺍﻟﺘﻌﻠﻖ ﺑﺨﻼﻑ ﺍﻟﻘﺪﺭﺓ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ‬ ‫ﺃﺣﺪﳘﺎ ﹼ‬


‫ﻳﻌﻢ‬
‫ﻻ ﺑﺎﳌﻤﻜﻦ ﻓﻠﻢ ﹼ‬ ‫ﳏﺠﻮﺭ ﺍﳊﻜﻢ ﻏﲑ ﻣﻄﻠﻖ‪ ،‬ﻷﻧﻪ ﻻ ﻳﺘﻌ ﹼﻠﻖ ﺣﻜﻤﻪ ﺇ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺘﻔﻄﻦ ﺇﱃ ﳾﺀ ﹼﳑﺎ ﺃﴍﺕ ﺇﻟﻴﻪ ﺗﺘﺒﻊ ﺣﺮﻑ ﻟﻮ‪،‬‬ ‫ﻧﻔﻮﺫﻩ‪ ،‬ﻭ ﹼﳑﺎ ﻳﻔﺘﺢ ﺑﺎﺏ ﱡ‬
‫ﻳﻨﺒﻪ ﻋﲆ ﺍﺳﺘﺤﺎﻟﺔ‬‫ﺣﻴﺚ ﻭﺭﺩ ﰱ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ ﻭﺍﻟﺴﻨﺔ‪ ،‬ﻓﺈﻧﻪ ﺣﺮﻑ ﺍﻣﺘﻨﺎﻉ ﹼ‬
‫‪33-a‬‬ ‫ﻭﻗﻮﻉ ‪ /‬ﻣﺎ ﹸﻗ ﹺﺮﻥ ﺫﻛﺮﻩ ﺑﻪ ﻓﻬﻮ ﻣﻮﺿﻊ ﺇﳍﺎﻡ‪.‬‬
‫ﻛﻴﻔﻴﺔ ﺗﻌﻠﻖ ﺍﻟﻘﺪﺭﺓ ﺑﺎﳌﻘﺪﻭﺭ ﻏﲑ ﻭﺍﺿﺢ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻓﺈﻥ‬ ‫ﻭﺍﻟﴪ ﺍﻵﺧﺮ ﺃﻥ ﹼ‬ ‫ﹼ‬
‫ﲇ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ￯ ﹼ ﺍﳌﻨﺒﺴﻂ‬ ‫ﺃﻣﺮﻩ ﻣﺒﺪﺃ ﹼﻳﺔ ﺍﻹﳚﺎﺩ ﰱ ﻏﺎﻳﺔ ﺍﻟﻐﻤﻮﺽ‪ ،‬ﻷﻥ ﺍﻟﺘﺠ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻨﻮﺭ]ﻉ‪ :‬ﺍﻟﻨﻮﺭﻱ[ ﻋﲆ ﺍﳌﻤﻜﻨﺎﺕ ﺍﳌﺴﺘﺠ ﹼﻨﺔ ﻋﻦ ﺃﻧﻔﺴﻬﺎ ﰱ ﻇﻠﻤﺔ ﺇﻣﻜﺎﳖﺎ‬
‫ﻏﲑ ﳎﻌﻮﻝ‪ ،‬ﻭﺍﳌﻤﻜﻨﺎﺕ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺣﻘﺎﻳﻘﻬﺎ ﺍﳌﺘﻌﻴﻨﺔ ﰱ ﻋﻠﻢ ﺍﳊﻖ ﻻ‬
‫ﻭﺑﻴﻨﺘﻪ ﰱ ﻏﲑ ﻣﺎ ﻣﻮﺿﻊ‬ ‫ﺭﺕ ﺫﻟﻚ ﹼ‬ ‫ﻗﺮ ﹸ‬
‫ﺑﺎﳉﻌﻞ ﻛﲈ ﹼ‬
‫]ﻉ‪ ،‬ﺵ‪ :‬ﻳﻮﺻﻒ[‬
‫ﺗﻮﺻﻒ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﺍﻷﻗﺮﺍﻥ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺍﻗﱰﺍﻥ[‬
‫ﻣﻦ ﻛﻼﻣﻲ‪ ،‬ﻓﻼ]ﻕ‪ :‬ﻭ[ ﻳﻌ ﱠﻘﻞ ﻣﻦ ﺃﺛﺮ ﺍﻟﻘﺪﺭﺓ ﺇﻻ ﺇﻗﺮﺍﻥ‬
‫ﺍﻟﻜ ﱠﻤﻞ ﻣﻦ ﺃﻫﻞ ﺍﷲ ﻣﻦ‬ ‫ﻭﺍﳌﺘﺼﻮﺭ ﻟﻐﲑ ﹸ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﺍﳌﻔﺎﺽ ﺑﺎﻟﻌﲔ ﺍﳌﻤﻜﻨﺔ‬
‫ﺍﻹﻗﺮﺍﻥ]ﻕ‪ :‬ﺍﻻﻗﱰﺍﻥ[ ﺣﺮﻛﺔ ﻣﻌﻘﻮﻟﺔ ﺗﻮﺟﺐ]ﺵ‪ :‬ﻳﻮﺟﺐ[ ﺍﻻﺗﺼﺎﻝ‪ ،‬ﻭﻻ ﺣﺮﻛﺔ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺍﻻﻗﱰﺍﻥ[‬
‫ﺍﳌﺠﺮﺩﺓ ﺍﻟﺒﺴﻴﻄﺔ ﻣﻊ ﺃﻥ ﺍﻹﻗﺮﺍﻥ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻳﺘﺼﻮﺭ ﰱ ﺍﳌﻌﺎﻧﻰ ﻭﺍﳊﻘﺎﻳﻖ‬‫ﹼ‬
‫ﻳﺘﺤﺼﻞ ﳌﻦ ﺃﻣﻌﻦ ﺍﻟ ﱠﻨﻈﺮ ﻣﻦ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﹴ‬
‫ﻭﺟﻮﺩﻱ‪ ،‬ﻓﺤﻴﻨﺌﺬ ﻣﺎ ﺍﻟﺬ￯‬
‫ﹼ‬ ‫ﻧﺴﺒﺔ‪ ،‬ﻻ ﺃﻣﺮ‬
‫ﻣﻌﻨﻰ ﺃﺛﺮ ﺍﻟﻘﺪﺭﺓ‪ ،‬ﻓﻤﻦ ﺣﻘﻖ ﺍﻟﻨﻈﺮ ﻭﺃﻧﺼﻒ ﻋﻠﻢ ﻣﻦ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻮﺟﻪ‪،‬‬
‫ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻫﺬﺍ ﻣﻘﺎﻡ ﺇﲠﺎﻡ ﻻ ﺟﺮﻡ‪.‬‬
‫ﻛﺎﻥ ﺍﻹﲠﺎﻡ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﻣﻈﻬﺮ ﺍﻟﻘﺪﺭﺓ ﺫﺍ ﻣﻔﺼﻠﲔ ﻟﻌﺪﻡ ﻋﻤﻮﻡ ﺣﻜﻤﻪ‪،‬‬
‫ﻭﺇﲠﺎﻡ ﲢﻘﻴﻖ]ﻉ‪ :‬ﲢﻘﻖ[ ﺃﺛﺮﻩ‪ ،‬ﻓﻨﺎﺳﺐ ﺗﺴﻤﻴﺘﻪ ﲠﺬﺍ ﺍﻻﺳﻢ ﻫﺬﺍ ﻣﻊ ﺗﻌﺬﺭ‬
‫ﻭﺟﻮﺩﻱ‪ ،‬ﺑﻞ ﺍﳊﺎﺻﻞ ﻣﻦ ﺗﺄﺛﲑﻫﺎ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻨﻄﻖ ﺑﺄﻥ ﺃﺛﺮ ﺍﻟﻘﺪﺭﺓ ﻟﻴﺲ ﺑﺄﻣﺮ‬
‫ﻧﺴﺒﺔ ﹼﻣﺎ ﻻ ﻏﲑ‪ .‬ﻓﺘﺪ ﹼﺑﺮ ﻣﺎ ﺫﻛﺮ ﻟﻚ ﺗﻌﺮﻑ ﺃﻧﹼﻪ ﻣﺎﺛﻢ ﺃﻣﺮ ﻣﻦ ﺍﻷﻣﻮﺭ‬
‫ﻼ‪ ،‬ﺇﻻ ﻭﻫﻮ ﻣﺮﺗﺒﻂ ﺑﺎﳊﻖ‪ ،‬ﻭﻣﺴﺘﻨﺪ‬ ‫ﻋﻠﻮ ﹰﺍ ﻭﺳﻔ ﹰ‬
‫ﰱ ﺍﻟﺼﻮﺭ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻳﺔ ﹼ‬
‫‪١٠٨‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

hilâfına, genel olarak dört asıldan her birine taalluk eder. Çünkü kudretin
hükmü mutlak değil, sınırlıdır. Zîrâ sâdece mümkün olanı kapsar, onun
nüfûzu umûmî değildir. İşâret ettiğim şeye ince kavrayış kapısını açan-
lardan biri de “Lev” şart edatının kitap ve sünnette vârid oluşu itibâriyle
yapılacak tetebbûdur. “Lev” harf-i imtinâdır. Yâni birlikte zikredildiği
olayın vukûunun imkânsız oluşunu belirtir ve ilhâm kaynağıdır.

Bu konuda diğer bir sır ise makdûr olana kudretin taallukunun keyfi-
yetinin açık olmadığıdır. O’nun, yaratılışın başlangıcındaki işi, son derece
kapalıdır. Zîrâ vücûdî tecellîden imkân karanlıklarında kendilerinden bile
gizlenmiş mümkün varlıklar üzerine doğru yayılan nur, gayr-ı mec’ûl/yara-
tılmamış hâldedir. İlm-i Hak’ta taayyün eden hakîkatler itibâriyle mümkün
varlıklar, daha önce anlattığım ve sözümün bir başka yerinde açıkladığım
üzere “ca’l/yaratma” sıfatıyla vasfolunamazlar. Kudret eseri/tesiri “vücûd-i
mefâz/feyz veren” varlığın ayn-ı mümkine ile ikrân/bitişmesinden başka
bir sûretle idrâk olunamaz. Ehlullâhın kemâl sâhibi olanlarından başkaları
için ikrân veya iktirândan/bitişmekten tasavvura gelen şey, ittisâli gerekti-
ren ma‘kûl bir harekettir. Nisbî yakınlığına rağmen, mânâlar, basit ve yalın
hakîkatler içinde tasavvur edilen bir hareket değildir, bir emr-i vücûdî de
değildir. O takdîrde kudretin tesirini dikkatle araştıranın elde edeceği nedir?
Bu meseleye tahkîk nazarıyla yaklaşan ve insâf üzre olan kimse bir yönden
şunu bilmiş olur ki burası şüphesiz bir ibhâm/kapalılık makâmıdır.

Kudret mazharı demek olan ibhâm, hükmü umûmî olmayışı ve te-


sirinin gerçekleşmesinin kapalılığından ötürü iki fasla sâhip olmaktadır.
Bu isimle adlandırılması münâsib olmakla birlikte, kudret eseri emr-i
vücûdî değildir demek imkânsızdır. Bilâkis kudret eserinden sâdece bir
nisbet hâsıl olmaktadır, başka değil! Anlatılanların önünü ardını düşü-
nürsen vücûdî sûretlerde ulvî ve süflî her bir işin Hak’la irtibâtlı ol-
108
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﳌﻌﱪ ﻋﻨﻬﺎ ﺑﺎﻷﺳﲈﺀ ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ‪ ،‬ﻭﺇﻥ‬ ‫ﺍﳊﻴﺜﻴﺎﺕ ﹼ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺣﻴﺜﻴﺔ ﹼﻣﺎ ﻣﻦ‬‫ﺇﻟﻴﻪ ﻣﻦ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺼﻮﺭ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ‬ ‫ﻟﴪ ﳏﺎﻛﺎﺓ]ﻉ‪ :‬ﳏﺎﻛﺎﺕ[ ﱡ‬ ‫ﻼ ﺗﻔﻄﻨﺖ ﹼ‬ ‫ﻋﻠﻮﺕ]ﺵ‪ :‬ﻋﻠﻴﺖ[‪ ،‬ﻗﻠﻴ ﹰ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﺍﳌﺤﺎﻛﺎﺕ[‬
‫ﻭﺻﺤﺔ ﺍﳌﺤﺎﻛﺎﺓ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻐﻴﺒﻴﺔ ﻭﻇﻬﻮﺭﻫﺎ ﺑﺎﻟﺼﻮﺭ ﺍﳌﻄﺎﺑﻘﺔ‪،‬‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻟﻠﺤﻘﺎﻳﻖ‬
‫‪33-b‬‬ ‫ﻭﺇﻥ ﹸﻋ ﹺﺮﺝﹶ ﺑﻚ ﻓﻮﻕ ﻫﺬﺍ ‪ /‬ﻋﺮﻓﺖ ﴎﹼ ﺍﳊﻖ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮ ﰱ ﺍﳌﻈﺎﻫﺮ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻭﴎ‬
‫ﻭﺗﻨﺒﻬﺖ‬‫ﺍﻟﺘﻨﺰﻳﻪ ﻭﺍﻟﺘﺸﺒﻴﻪ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺼﺤﻴﺢ ﻣﻦ ﻛﻞ ﻣﻨﻬﲈ ﻭﺍﻟﻐﲑ ﺍﻟﺼﺤﻴﺢ‪ ،‬ﱠ‬
‫ﺃﻳﻀﺎﹰ ﳌﻌﻨﻰ ﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﺇ ﱠﻥ ﺍﷲ ﺧﻠﻖ ﺁﺩﻡ ﻋﲆ ﺻﻮﺭﺗﹺ ﹺﻪ‪ .23‬ﻣﻊ ﺛﺒﻮﺕ ﺣﻜﻤﻚ‬
‫ﳾ ﹲﺀ‪ 24‬ﻓﺎﻓﻬﻢ‪ .‬ﻓﻘﺪ ﺃﺩﺭﺟﺖ ﻟﻜﻞ ﻣﺘﺄ ﹼﻣﻞ ﳍﺬﺍ ﺍﻟﻜﻼﻡ ﻣﻦ‬ ‫ﺲ ﹶﻛ ﹺﻤﺜ ﹺﹾﻠ ﹺﻪ ﹶ ﹾ‬ ‫ﹶﻟ ﹾﻴ ﹶ‬
‫ﻣﻌﲈﻩ ﺍﺳﺘﴩﻑ ﻋﲆ ﻛﺜﲑ ﻣﻦ‬ ‫ﺃﻫﻞ ﺍﻟﻴﻘﻈﺔ ﻭﺍﻻﺳﺘﺒﺼﺎﺭ ﻣﺎ ﺇﻥ ﹸﻓ ﱠﻚ ﻟﻪ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ‪ ،‬ﻭﺍﻷﴎﺍﺭ ﺍﻟﺮﺑﺎﻧﻴﺔ ﻭﺍﻟﻜﻮﻧﻴﺔ ﹼﳑﺎ ﱂ ﻳﻄﺮﻕ ﺍﻷﺳﲈﻉ ﻭﱂ ﹸﻳﺮﻗﻢ ﰱ‬
‫ﻣﺴﻄﻮﺭ]ﻉ‪ :‬ﺳﻄﻮﺭ[ ﰱ ﻣﺒﻠﻎ ﺍﻟﻌﻠﻢ‪ ،‬ﻭﺍﷲ ﺍﳍﺎﺩ￯‪.‬‬
‫ﻳﺘﻀﻤﻨﻪ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻭﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ﻣﻦ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺘﺰﻣﺖ ﺫﻛﺮ ﻣﺎ‬
‫ﹸ‬ ‫ﺛﻢ ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻧﹼﻰ ﳌﹼﺎ‬
‫ﴎ ﺍﻟﺘﺠﲆ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﻭﳏﺘﺪﻩ ﻭﻣﺮﺗﺒﺘﻪ‬ ‫ﻬﺖ ﻋﲆ ﹼ‬ ‫ﻭﻧﺒ ﹸ‬
‫ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ ﻭﺍﻷﴎﺍﺭ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻭﱂ ﻇﻬﺮ ﺑﺎﻟﺼﻮﺭﺓ‬ ‫ﺗﻌﲔ‪ ،‬ﹺ ﹶ‬‫ﺍﻟﱪﺯﺧﻴﺔ ﻟﻴﻌﻠﻢ ﻣﻦ ﺃ￯ ﺣﴬﺓ ﻇﻬﺮ ﻭ ﹼ‬
‫ﻨﺖ‬‫ﻭﺑﻴ ﹸ‬
‫ﴎ ﺍﻟﴬﺏ ﺑﲔ ﺍﻟﻜﺘﻔﲔ‪ ،‬ﹼ‬ ‫ﺍﻹﻧﺴﺎﻧﻴﺔ ﻭﰱ ﺍﳌﻨﺎﻡ‪ ،‬ﻭﺃﴍﺕ ﺇﱃ ﹼ‬
‫ﴎ ﺍﻟﻴﺪﻳﻦ ﻭﻣﺎ‬ ‫ﻳﺪ ﻫﻲ‪ ،‬ﻭﺫﻛﺮﺕ ﹼ‬ ‫ﺃﻱ ﹴ‬ ‫ﺃﻥ ﺍﻟﻴﺪ ﺍﻟﺘﻰ ﻭﻗﻊ ﲠﺎ ﺍﻟﴬﺏ ﹼ‬ ‫ﹼ‬
‫ﳜﺘﺺ ﺑﻜﻞ ﻭﺍﺣﺪﺓ ﻣﻨﻬﲈ]ﻕ‪ - :‬ﻣﻨﻬﲈ[ ﻭﻣﺎ ﻇﻬﺮ ﲠﺎ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﺍﳌﻘﺒﻮﺽ ﺑﻜﻞ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻭﴎ ﺍﻟﻘﺒﺾ ﻭﺍﻷﻧﺎﻣﻞ‪ ،‬ﻭﺃﻭﺿﺤﺖ ﺃﻥ ﺍﻷﻧﺎﻣﻞ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﺍﺣﺪﺓ ﻣﻨﻬﲈ‪،‬‬
‫ﻣﻈﺎﻫﺮ ﺃ￯ ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﻟﺮﺑﺎﻧﻴﺔ ﻭﺍﻷﺳﲈﺀ ﻫﻲ‪ ،‬ﻭﺃﻇﻬﺮﺕ ﺍﳌﻄﺎﺑﻘﺔ ﺑﲔ‬
‫]ﺵ‪:‬‬
‫ﻭﻟﻮﺣﺖ ﺑﲈ ﺃﻥ ﺗﻔﻄﻦ‬ ‫ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﳊﻘﺎﻳﻖ ﻭﺁﺛﺎﺭﻫﺎ ﻭﺑﲔ ﻣﻈﺎﻫﺮﻫﺎ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﴎ ﻣﻀﺎﻫﺎﺓ]ﻉ‪ :‬ﻣﻀﺎﻫﺎﺕ[ ﺍﳊﻘﻴﻘﺔ ﺍﻹﻧﺴﺎﻧﻴﺔ ﳌﻘﺎﻡ‬ ‫ﻳﻔﻄﻦ[ ﻟﻪ ﺍﻟﻠﺒﻴﺐ ﻋﺜﺮ ﻋﲆ ﹼ‬
‫ﺇﻥ ﹶ‬
‫ﺍﷲ‬ ‫ﴎ ﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﱠ‬ ‫ﻭﺗﻠﻤﺢ ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻮﺟﻮﺏ ﻭﻣﻘﺎﻡ ﺍﻹﻣﻜﺎﻥ ﻭﻣﺎ ﺍﺷﺘﻤﻼ ﻋﻠﻴﻪ ﹼ‬
‫ﻭﺫﻛﺮﺕ ﻓﺼﻮﻝ]ﻕ‪ :‬ﻭﺻﻮﻝ[ ﺍﻟﻴﺪﻳﻦ‪ ،‬ﻭﺍﺳﺘﻨﺎﺩﻫﺎ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻮﺭﺗﹺ ﹺﻪ‪.‬‬‫ﺧﹶﻠﹶﻖﹶ ﺁﺩﹶﻡﹶ ﹶﻋ ﹶﲆ ﹸﺻ ﹶ‬
‫‪١٠٩‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

duğunu isim ve sıfat diye tâbir edilen şeylerin belli bir açıdan Hak’a
müstenid bulunduğunu anlarsın. Biraz daha yükselirsen zâhirî sûretlerin
gaybî hakîkatlere benzemesinin sırrını ve bu hakîkatlerin kendilerine
uygun sûretlerde zuhûrunu, uyum ve âhenk sıhhatini anlarsın. Bunla-
rın üzerine biraz daha yükseltilirsen mazharlardaki hakk-ı zâhirin sır-
rını, tenzîh ve teşbîh sırrını, bu ikisinden hangisinin sahîh, hangisinin
gayr-ı sahîh olduğunu anlar da Allah Rasûlü’nün: “Allah Âdem’i ken-
di sûretinde yarattı”23 hadîsinin anlamını; “Allah’ın misli gibi hiçbir
şey yoktur”24 âyetinde sâbit olan mânâ ile birlikte kavrarsın, anla! Ben,
basîret ve yakaza ehlinden, düşünen her insanın anlaması için kapalılığı
çözüldüğünde pek çok bilgiye, Rabbânî-kevnî sırlara ulaşacakları, ku-
lakların duymadığı, satırlarda yazılı olmayan bilgiler dercettim. Doğru-
yu gösteren Allah’tır.

Sonra bilesin ki ben bu hadîs ve rüyânın tazammun ettiği ilim ve


sırlara sarıldım. Söz konusu tecellînin sırlarına, köküne ve berzahî mer-
tebesine dikkat çektim ki, hangi mertebede zuhûr ve taayyüne geldiği,
niçin insan sûretinde ve uykuda zâhir olduğu anlaşılsın. İki omuz arasına
vurmanın sırrına işâret ettim. Vurmanın kendisiyle gerçekleştiği elin han-
gi el olduğunu açıkladım. İki elin sırrını ve her birine âid husûsiyetleri ve
onlarla zâhir olanları, her birinde bulunanın ne olduğunu, kabza ve par-
makların sırlarını anlattım. Parmakların Rabbânî isim ve sıfatların maz-
harı bulunduğunu îzâh ettim. Hakîkat ahkâmı ve eserleriyle mazharları
arasındaki mutâbakatı gösterdim. Zeki insanın hakîkat-i insâniyyenin
vücûb ve imkân makâmıyla onların şâmil olduğu şeylerdeki benzerliğin
farkına varması için işâretlerde bulundum ki, böylece Allah Rasûlü’nün
şu sözünün anlamı aydınlansın: “Allah Âdem’i kendi sûretinde yarat-
tı.” Ben ayrıca iki elin fasıllarını ve onların ilâhî harflerin hakîkati ile
109
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺇﱃ ﺣﻘﺎﻳﻖ ﺍﳊﺮﻭﻑ ﺍﻹﳍﻴﺔ ﻭ ﻣﻈﺎﻫﺮﻫﺎ ﻣﺎ ﰱ ﺍﻟﻴﻤﲔ ﻭﺍﻟﺸﲈﻝ‪،‬‬


‫ﺍﻟﺘﻰ ‪34-a‬‬ ‫ﻭﺃﺻﻮﳍﺎ]ﺵ‪،‬ﻉ‪ + :‬ﺍﳋﻤﺴﺔ[ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﺃﻣﻬﺎﺕ ‪ /‬ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺍﻹﳍﻴﺔ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ[‬

‫ﻓﺈﻥ ﺍﳌﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻷﻭﱃ ﻫﻰ‬ ‫ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻳﺘﻮﻗﻒ ﺍﻹﳚﺎﺩ‪ ،‬ﻭﻫﻰ ﺍﳌﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻟﺜﻮﺍﲏ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻣﻔﺎﺗﻴﺢ ﻏﻴﺐ ﺍﻟﺬﺍﺕ‪ ،‬ﻭﻫﻰ ﺃﺳﲈﺀ ﺍﳊﻖ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺫﺍﺗﻪ ﺍﻟﺘﻰ ﻻ ﻳﻌﻠﻤﻬﺎ‬
‫ﻼ ﻋﻨﺪ ﺍﻟﻜﻼﻡ ﻋﲆ ﺃﴎﺍﺭ‬ ‫ﻬﺖ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﺗﻨﺒﻴﻬ ﹰﺎ ﳎﻤ ﹰ‬‫ﺍﻟﻜﻤﻞ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﱠﻧﺒ ﹸ‬‫ﻻ ﱠ‬ ‫ﺇ ﹼ‬
‫ﳾﺀ ﻣﻦ ﺫﻟﻚ ﻫﻨﺎ‪ ،‬ﻭﺃﺩﺭﺟﺖ ﰱ‬ ‫ﺍﻻﺳﻢ ﺍﻷﻋﻈﻢ‪ ،‬ﻓﻠﺬﻟﻚ ﱂ ﹸﺃ ﹺﻋﺪ ﺫﻛﺮ ﹴ‬
‫ﺿﻤﻦ ﺍﻟﻜﻼﻡ ﻋﻠﻮﻣ ﹰﺎ ﺃﺧﺮﻱ]ﻉ‪ :‬ﺃﺧﺮ[‪ ،‬ﻭﺃﴎﺍﺭ ﹰﺍ ﺯﺍﻳﺪ ﹰﺓ ﻋﲆ ﻣﺎ ﻳﺘﻀﻤ ﹼﻨﻪ ﻫﺬﺍ‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻓﺤﻖﱠ ﱃ ﺃﻥ ﺃ ﱢﲤﻢ ﻣﺎ ﴍﻋﺖ ﻓﻴﻪ ﻭﺍﻟﺘﺰﻣﺖ ﺑﻴﺎﻧﻪ ﻣﻦ ﺑﻘﻴﺔ ﺃﴎﺍﺭ‬
‫ﻫﺬﻩ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ﻓﺄﻗﻮﻝ‪:‬‬
‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﴎ ﻭﺟﺪﺍﻥ ﺑﺮﺩ ﺍﻷﻧﺎﻣﻞ ﺑﲔ ﺍﻟﺜﺪﻳﲔ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﺇﺷﺎﺭﺓ ﺇﱃ ﺛﻠﺞ‬
‫ﴎ ﺍﺧﺘﺼﺎﺻﻪ ﺑﺎﻟﺼﺪﺭ ﻓﻤﻦ‬ ‫ﺍﻟﻴﻘﲔ ﺑﺤﺼﻮﻝ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﺍﳌﺤ ﹼﻘﻖ‪ ،‬ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﺍﻟﺼﺪﺭ ﻣﻨﺰﻝ ﺍﻟﺘﴩﻳﻊ‪ ،‬ﻷﻥ ﻗﻠﺒﻪ ﷺ ﻣﺴﺘﻮ￯ ﺍﳊﻖ ﻟﻴﺲ‬ ‫ﺃﺟﻞ ﹼ‬
‫ﻭﺍﻟﺼﺪﺭ ﻣﻈﻬﺮ ﴍﻳﻌﺘﻪ ﻭﺭﺳﺎﻟﺘﻪ‪،‬‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻓﻴﻪ ﻏﲑﻩ‪ ،‬ﻭﻇﺎﻫﺮ ﻧﺴﺨﺔ ﺍﻟﻌﺎﱂ‪.‬‬
‫ﻭﺍﳌﺮﺳﻞ ﺇﻟﻴﻪ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺘﴩﻳﻊ ﺣﻜﻢ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺍﳌﺮﺳﻞ‬ ‫ﻷﻥ ﺍﻟﺮﺳﻮﻝ ﻭﺍﺳﻄﺔ ﺑﲔ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻣﺘﻮﺳﻂ ﺑﲔ ﺍﳊﺎﻛﻢ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﺍﳊﻖ ﻭﺑﲔ ﺍﳌﺤﻜﻮﻡ ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬ﻭﳍﺬﺍ‬
‫ﳏﻞ ﺍﻻﺑﺘﻼﺀ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﺍﻻﺧﺘﺒﺎﺭ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﺍﷲ ﺇﻧﲈ‬ ‫ﺍﳊﻖ ﺍﻟﺼﺪﻭﺭ ﹼ‬ ‫ﺟﻌﻞ ﱡ‬
‫ﺍﺧﺘﱪ ﻋﺒﺎﺩﻩ ﺑﲈ ﴍﻉ ﳍﻢ‪ ،‬ﻭﺑﺬﻟﻚ ﻇﻬﺮ ﺍﳌﻄﻴﻊ ﺍﳌﻨﻘﺎﺩ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﺎﴅ‬
‫ﲇ ﹼﹸ‬
‫ﺍﷲ ﹶﻣﺎ‬ ‫ﻓﺘﻤﻴﺰﺕ ﺍﻟﻘﺒﻀﺘﺎﻥ‪ ،‬ﻭﺇﻟﻴﻪ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺑﻘﻮﻟﻪ‪ :‬ﹶﻭﻟﹺ ﹶﻴ ﹾﺒ ﹶﺘ ﹺ ﹶ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻷﰊ‪،‬‬
‫ﹼ‬
‫ﺺ ﹶﻣﺎ ﹺﰱ ﹸﻗ ﹸﻠﻮﺑﹺ ﹸﻜ ﹾﻢ‪ 25‬ﻓﺎﻟﺘﻤﺤﻴﺺ ﺍﻟﺘﻄﻬﲑ‪،‬‬ ‫ﹺﰱ ﹸﺻﺪﹸ ﻭ ﹺﺭ ﹸﻛ ﹾﻢ ﹶﻭﻟﹺ ﹸﻴ ﹶﻤ ﱢﺤ ﹶ‬
‫ﻭﲤﺤﻴﺺ ﺍﻟﺬﻫﺐ ﺗﻄﻬﲑﻩ ﻣﻦ ﺍﻟﻐﺶ ﻟﻴﺘﺼ ﱠﻔﻲ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻟﻴﺼﻔﻮ[‪ ،‬ﻓﻴﺼﻠﺢ‬
‫ﻓﺮﻍ ﱃ‬ ‫ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﻣﺴﺘﻮ￯ ﺍﳊﻖ ﻛﲈ ﻗﺎﻝ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻟﺪﺍﻭﺩ‪ :‬ﻳﺎ ﺩﺍﻭﺩ ﹼ‬
‫ﺑﻴﺘﺎﹰ ﺃﺳﻜﻨﻪ‪ ،‬ﻭﺇﻥ ﱂ ﻳﻜﻤﻞ ﻃﻬﺎﺭﺓ ﺍﻟﻘﻠﺐ ﺑﺤﻴﺚ ﻳﺼﻠﺢ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ‬
‫‪١١٠‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

sağ ve soldaki mazharlarına, istinâdına, îcâd/yaratmanın kendisine bağlı


bulunduğu mefâtîh-i sevânî denilen ve esmâ-i ilâhiyyenin esâsı sayılan
asılları anlattım. Mefatîh-i ûlâ zâtî gayb anahtarlarıdır. Onlar da kemâl
ehlinden başkasının bilmediği zât itibâriyle Hakk’ın esmâsı sayılan
isimlerdir. İsm-i a’zamın sırlarından söz ederken mücmel olarak bu ko-
nuya dikkat çekmiştim. Bu yüzden zikri geçen şeyleri tekrarlamadım.
Sözlerin muhtevâsı içinde diğer bazı bilgileri, bu hadîsin tazammun et-
tiğine ilâve bazı sırlar dercettim. Böyle başlamış olduğum işi tamam-
lamam gerekir. Bu rüyânın geri kalan sırlarını açıklamaya başlayarak
derim ki:
Parmakların serinliğinin göğüste hissedilmesinin sırrına gelince
bunda tahkîkî ilmin husûlüyle yakîn selcine/serinliğine işâret vardır.
Bunun sadra has kılınması sadrın teşrî menzili olmasındandır. Çünkü
Allah Rasûlü’nün (s.a.) kalbi Allah’ın müstevâsı/yerleşme yeridir. Ora-
da O’ndan başkası yoktur. Âlem nüshasının zâhiri ile sadr ise şerîat
ve risâletinin mazharıdır. Çünkü Rasûl, gönderenle gönderilen arasında
vâsıtadır. Teşrî de hâkim olan Hak Teâlâ ile onun hükmü altında bulunan
kulları arasında orta bir hükümdür. Böylece Hak Teâlâ sadırları ibtilâ
mahalli; yâni sınama yeri kılmıştır. Çünkü Allah Teâlâ kendilerine meşrû
kıldığı şeyle kullarını dener. Böylece itâatkâr ve boyun eğenler, âsî ve
inkârcılardan ayrılır. İki kabza da ayrışır. Bu konuya şu âyetle işâret
edilmektedir: “Allah Teâlâ sadırlarınızdaki ibtilâ ve kalblerinizdeki-
ni temhîs için…”25 Temhîs, tathîr; yâni tasfiye ve temizleme demektir.
Altının temhîsi onu karışımında bulunan şeylerden temizlemektir. Kalb
tasfiyeden sonra Hakk’ın istivâgâhı olmaya salâh kazanır. Nitekim Al-
lah Teâlâ Dâvûd (a.s.)’a şöyle buyurmuştur: “Yâ Dâvûd Benim için bir
ev boşalt da Ben oraya yerleşeyim.” Kalbin temizliği Hakk’ın menzili
olmayı hak edecek kemâle ermemişse en azından Hak Teâlâ’dan gele-
110
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫‪34-b‬‬ ‫ﺃﻗﻞ ﻣﻦ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﻣﻨﺰ ﹰ‬


‫ﻻ ‪ /‬ﳌﺎ ﻣﻨﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ‬ ‫ﻣﻨﺰﻝ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻓﻼ ﹼ‬
‫ﻭﺍﳌﺤﺒﺔ ﻭﺍﳊﻀﻮﺭ ﻭﺍﳋﺸﻴﺔ‬
‫ﱠ‬ ‫ﻭﺍﻹﳍﺎﻣﺎﺕ ﺍ ﹸﳌﺤ ﹺﺮﺿﺔ ﻋﲆ ﺍﻟﻄﺎﻋﺎﺕ ﹼ‬
‫ﺍﳌﻘﺮﺑﺔ‬
‫ﺍﻟﺮ ﹼﺏ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻭﺗﻌﺎﱄ‪ ،‬ﻓﺎﻟﺼﺪﺭ ﺍﳋﺼﻴﺺ‬ ‫ﹼ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻣﺮﺍﺽ[‬
‫ﻭﻃﻠﺐ ﻣﺮﺍﴈ‬
‫ﺑﺎﻟﺼﻮﺭﺓ ﺍﳌﺜﺎﻟﻴﺔ ﺍﳌﴬﻭﺑﺔ ﺑﺎﻟﻴﺪ ﻧﻈﲑ ﺻﻮﺭﺓ ﺍﻟﺘﺠﲆ ﺍﻟﱪﺯﺧﻰ ﺍﳌﻀﺎﻑ‬
‫ﺇﱃ ﺣﴬﺓ ﺍﻻﺳﻢ ﺍﻟﺮﺏ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫ﻭﺃﻱ‬
‫ﻭﺃﻣﹼﺎ ﴎﹼ ﱂ ﻭﻗﻊ ﺍﻟﺴﺆﺍﻝ ﻋﻦ ﺍﺧﺘﺼﺎﻡ ﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲇ‪ ،‬ﻭﺳﺒﺒﻪ ﹼ‬
‫ﻃﺎﻳﻔﺔ ﻣﻦ ﻃﻮﺍﻳﻒ ﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲇ‪ ،‬ﻫﻢ ﺍﳌﻘﺼﻮﺩﻭﻥ ﺑﺎﻟﺬﻛﺮ ﻫﻨﺎ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻣﻦ‬
‫ﺍﻟﺒﲔ ﻋﻨﺪ ﺃﻭﱃ ﺍﻷﻟﺒﺎﺏ‪ ،‬ﺃﻧﹼﻪ ﻟﻴﺲ ﻛﻞ ﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲆ ﳜﺘﺼﻤﻮﻥ ﰱ ﻣﺜﻞ‬ ‫ﱢ‬
‫ﻫﺬﻩ ﺍﻷﻣﻮﺭ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ ﻋﲆ ﻣﺎ ﺳﺘﻘﻒ ﻋﻠﻴﻪ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ]ﻕ‪ + :‬ﺗﻌﺎﱄ[ ﻓﺎﻋﻠﻢ‬
‫ﺍﳌﻨﺒﻪ ﻋﻠﻴﻬﺎ‪ ،‬ﳌﹼﺎ‬
‫ﺃﻥ ﺣﴬﺓ ﺍﻻﺳﻢ ﺍﻟﺮﺏ ﹼ‬ ‫ﺃﻥ ﺳﺒﺐ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﺴﺆﺍﻝ ﻫﻮ ﹼ‬
‫ﻛﺎﻧﺖ ﻛﺎﻟﱪﺯﺥ ﺑﲔ ﻋﺎﱂ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﹼﺔ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ[ ﺍﻟﻌﻨﴫ ﹼﻳﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﺣﺪﱡ ﻫﺎ ﰱ‬
‫ﺍﻟﻌ ﹼﻠﻮ ﺳﺪﺭﺓ ﺍﳌﻨﺘﻬﻰ ﻭﺑﲔ ﻋﺎﱂ ﺍﻟﻜﺮﺳﻰ ﺍﻟﻜﺮﻳﻢ ﻭﺍﻟﻌﺮﺵ ﺍﳌﺠﻴﺪ ﻛﺎﻧﺖ‬
‫ﻭﻳﺴﻤﻰ ﺍﳌﺤ ﹼﻘﻘﲔ ﻛﻞ‬‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻀﺪﹼ ﻳﻦ‪،‬‬‫ﺟﺎﻣﻌﺔ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﻟﺼﻔﺔ ﻭﺍﳊﻜﻢ ﺑﲔ ﹼ‬
‫ﻣﺎ ﻫﺬﺍ ﺷﺄﻧﻪ ﺑﻤﻨﺰﻝ ﺍﳌﺘﺸﺎﲠﺎﺕ‪.‬‬
‫ﹶﺎﻫ ﹶﻴ ﹾﲔ ﻟﻪ ﺇﱃ ﻛﻞ ﻭﺍﺣﺪ ﻣﻨﻬﲈ‬ ‫ﻓﺈﻥ ﺍﳌﺘﺸﺎﺑﻪ ﻫﻮ ﺍﳌﺘﻮﺳﻂ ﺑﲔ ﹸﻣ ﹶﺘﻨ ﹺ‬
‫ﻧﺴﺒﺔ‪ ،‬ﻭﻣﻌﻪ ﺍﺷﱰﺍﻙ ﻣﻦ ﻭﺟﻪ ﺑﺎﻋﺘﺒﺎ ﹴﺭ‪ ،‬ﻭﺃﻧﹼﻪ ﻭﺇﻥ ﻛﺎﻧﺖ ﻧﺴﺒﺘﻪ ﺇﱃ ﺃﺣﺪ‬
‫ﺍﻟﻄﺮﻓﲔ ﺃﺭﺟﺢ ﰱ ﻧﻔﺲ ﺍﻷﻣﺮ ﳌﺎ ﺃﻓﺎﺩﻩ ﺍﻟﺘﺤﻘﻴﻖ ﻣﻦ ﺍﺳﺘﺤﺎﻟﺔ ﻛﲈﻝ‬
‫ﻳﺘﻌﺬﺭ ﺇﺩﺭﺍﻙ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﺮﺟﺤﺎﻥ‬ ‫ﺍﳌﺴﺎﻭﺍﺓ ﰱ ﻣﺜﻞ ﻫﺬﻩ ﺍﳌﺘﺸﺎﲠﺎﺕ‪ ،‬ﻟﻜﻦ ﹼ‬
‫ﻓﺈﳖﺎ ﺗﺼﺪﺭ ﻻ ﳏﺎﻟﺔ‬ ‫ﻋﲆ ﺃﻛﺜﺮ ﺍﳋﻠﻖ‪ ،‬ﻭﻫﻜﺬﺍ ﻫﻮ ﺷﺄﻥ ﺃﻋﲈﻝ ﺍﻟﻨﺎﺱ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻭﺧﻮﺍﺹ ﻗﻮﺍﻫﻢ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﳌﺰﺍﺟﻴﺔ‪،‬‬
‫ﹼ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ[‬
‫ﳑﺘﺰﺟﺔ ﺑﺨﻮﺍﺹﹼ ﻗﻮﺍﻫﻢ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ‬
‫ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ﻭﻣﻨﺼﺒﻐﺔ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺑﺄﺣﻜﺎﻡ ﻋﻠﻮﻣﻬﻢ ﺍﻭ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩﻫﻢ ﻭﻇﻨﻮﳖﻢ‬
‫ﳘ ﹺﻤ ﹺﻬ ﹾﻢ ﺍﻟﺘﺎﺑﻌﺔ ﳌﺮﺍﺗﺐ‬ ‫ﻭﺗﺼﻮﺭﺍﲥﻢ ﺍﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ﻭﺍﻟﻔﺎﺳﺪﺓ ﻭﻣﺘﻌﻠﻘﺎﺕ ﹺ ﹶ‬
‫‪١١١‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

cek bilgi, erdirici tâatlara teşvîk eden ilhâm, muhabbet, huzûr, haşyet,
Rabbin rızâsını talep gibi duygulara menzil hâline gelmemişse el ile vu-
rulan misâlî sûrete âid olan sadr, Rab isminin mertebesine izâfe edilen
berzahî tecellînin sûretine nazîr/denk olur; anla!

Mele-i a’lânın çekişmesinden sorulmanın sır ve sebebine; bun-


ların mele-i a’lânın hangi tâifesi olduğuna ve onların burada zikredil-
mesinin sebebine gelince, akıl sâhiplerine malûmdur ki, mele-i a’lânın
hepsinin -inşâallah senin de vâkıf olacağın gibi- zikri geçen bu tür iş-
lerde çekişmesi söz konusu değildir. Bilesin ki bu suâlin sebebi dikkat
çekilen Rab isminin mertebesidir. Bu mertebe, yukarıdaki sınırı, sidre-i
müntehâ olan tabiî-unsurî âlem ile sıfat ve hüküm açısından iki zıddı
cem’ eden kerîm Kürsî ve mecîd Arş arasındadır. Tahkîk erbâbından
bazısı bu durumların hepsini “müteşâbihât menzili” olarak adlandırır.

Müteşâbih, iki ucun orta yerinde olan, her ikisiyle bir nisbeti bulu-
nan; bir başka açıdan her ne kadar birine nisbeti diğerine nisbetle daha üs-
tünse de, iştirâki olandır. Çünkü tahkîkî ifâdeye göre bu tür “müteşâbihât”
denilen benzer şeylerde eşitliğin kemâli mümkün değildir. Lâkin halkın
ekserîsine göre benzer şeyler arasındaki rüchânı anlamak da zordur.
Halkın amellerinin durumu böyledir. Çünkü insanların amelleri mizâcî-
tabiî güçlerin özellikleriyle rûhânî kuvvetlerin özelliklerine karışmış;
ilim ya da inanç ahkâmı, sağlıklı düşünce ve bozuk tasavvurlarla boyan-
mış aslî-rûhî mertebelerine tâbî, himmetleriyle bağlı bir hâldedir. Bu hâl
111
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫‪35-a‬‬ ‫ﺍﺳﺘﻘﺮﻭﺍ‪،‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﺃﻱ ﺍﻟﺪﹼ ﺍﺭﻳﻦ‬
‫ﺃﺭﻭﺍﺣﻬﻢ ﺍﻷﺻﻠﻴﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﻣﻨﺘﻬﺎﻫﻢ ‪ /‬ﰱ ﹼ‬
‫ﺃﻫﺪ￯‬ ‫ﻷﺣﺪﹸ ﹸﻛ ﹾﻢ ﹾ‬
‫ﻭﺇﻟﻴﻪ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺑﻘﻮﻝ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ ﰱ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺼﺤﻴﺢ‪ :‬ﹶ‬
‫ﺇﱃ ﻣﻨ ﹺﺰﻟﹺ ﹺﻪ]ﻕ‪ :‬ﻣﻨﺰﻟﺔ[ ﰱ ﺍﳉ ﱠﻨﺔ ﻣﻨﻪ ﺇﱃ ﻣﻨﺰﻟﻪ]ﻕ‪ :‬ﻣﻨﺰﻟﺔ[ ﰲ ﺍﻟﺪﱡ ﹾﻧ ﹶﻴﺎ‪ .26‬ﻭﺫﻟﻚ ﺃﻧﹼﻪ‬
‫ﺑﺎﻟﺬﺍﺕ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ]ﻕ‪ + :‬ﺏ[ ﺍﳊﺎﻣﻠﺔ ﺍﳌﺘﻜﺎﻣﻠﺔ ﻳﻨﺠﺬﺏ]ﺵ‪ :‬ﻣﻨﺠﺬﺏ[ ﺇﱃ‬
‫ﻣﻘﺎﻣﻪ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﻣﻨﺘﻬﺎﻩ‪.‬‬
‫ﺍﳋﻮﺍﺹ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺛﻢ ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻧﹼﻪ ﳌﱠﺎ ﻛﺎﻥ ﺍﻟﻐﺎﻟﺐ ﻋﲆ ﺃﻋﲈﻝ ﺃﻛﺜﺮ ﺍﻟﻨﺎﺱ‬
‫ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ ﺍﳌﺰﺍﺟﻴﺔ‪ ،‬ﳍﺬﺍ]ﻕ‪ :‬ﲠﺬﺍ[ ﻭﺭﺩ ﰱ ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ ﻋﻦ ﺳﺪﺭﺓ ﺍﳌﻨﺘﻬﻰ ﹼ‬
‫ﺃﻥ‬
‫ﺇﻟﻴﻬﺎ ﻳﻨﺘﻬﻰ ﺃﻋﲈﻝ ﺑﻨﻰ ﺁﺩﻡ‪ ،‬ﻷﻥ ﺍﻟﻜﺸﻒ ﺍﳌﺤﻘﻖ ﻭﺍﻓﻖ ﺍﻹﺧﺒﺎﺭﺍﺕ‬
‫ﺍﻹﳍﻴﺔ ﻭﺍﻟﻨﺒﻮﻳﺔ‪ ،‬ﺃﻥ]ﺵ ‪ +‬ﻭ[ ﺳﺪﺭﺓ ﺍﳌﻨﺘﻬﻰ ﻫﻰ ﻣﻨﺘﻬﻰ ﻋﺎﱂ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ‬
‫ﺍﻟﻌﻨﴫﻳﺔ‪ ،‬ﻛﲈ ﺃﴍﻧﺎ ﺇﻟﻴﻪ ﻗﺒﻞ ﻫﺬﺍ‪ ،‬ﻭﻳﺴﻤﻴﻬﺎ ﺑﻌﺾ ﺍﳌﺤﻘﻘﲔ‪ ،‬ﺃﻋﻨﻰ‬
‫ﳏﺘﺪ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ]ﻕ‪ + :‬ﺍﻟﻌﻨﴫﻳﺔ[ ﺑﻌﻨﴫ ﺍﻟﻌﻨﺎﴏ‪ ،‬ﻭﺍﻷﻋﲈﻝ ﺍﻟﺒﺪﻧﻴﺔ‬
‫ﻓﺮﻭﻉ ﺍﳌﺰﺍﺝ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻲ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻔﺮﻉ ﻻ ﻳﺘﺠﺎﻭﺯ ﺃﺻﻠﻪ‪ ،‬ﻭﺍﳉﺰﺀ ﻻ ﻳﺘﻌﺪﹼ ￯‬
‫ﻛ ﹼﻠﻪ‪ ،‬ﺑﻞ ﻳﻨﺠﺬﺏ ﺇﻟﻴﻪ ﺑﺎﻟﺬﺍﺕ ﻟﻴﺘﺼﻞ ﺑﻪ‪ ،‬ﻭﺇﺫﺍ ﻭﺿﺢ ﻟﻚ ﻫﺬﺍ ﻋﺮﻓﺖ‬
‫ﺃﻥ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﻭﺳﺪﺭ ﺍﻧﺘﻬﺎﺀﺍﲥﺎ ﻣﺘﻌﺪﺩﺓ‪.‬‬
‫ﻓﴪ ﺍﺧﺘﺼﺎﻡ ﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲆ ﺳﺒﺒﻪ ﺍﳌﺘﺸﺎﺑﻪ ﻣﻦ ﺻﻮﺭ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺍﻟﺬ￯‬ ‫ﹺﱡ‬
‫ﻟﻪ ﻧﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺍﻟﺒﺪﻥ ﺍﳌﺮﻛﹼﺐ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﻨﺎﴏ‪ ،‬ﻭﻟﻪ ﻧﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺍﻟﺮﻭﺡ ﺍﳌﺪ ﹼﺑﺮ‬
‫ﻟﻠﻤﺰﺍﺝ ﻭﺍﳌﺘﴫﻑ ﻓﻴﻪ‪ ،‬ﻭﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲆ ﺍﳌﻘﺼﻮﺩﻭﻥ ﺑﺎﻟﺬﻛﺮ ﻫﻨﺎ‪:‬‬
‫ﹼ‬
‫ﺍﳌﻮﻛﻠﲔ‬ ‫ﻫﻢ ﻣﺜﺒﺘﻮﺍ ﺻﻮﺭ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﰱ ﺳﺪﺭ ﺍﻻﻧﺘﻬﺎﺀﺍﺕ ﻭﺍﳌﻠﺌﻜﺔ‬
‫ﺑﻌﺎﱂ ﺍﻟﻜﻮﻥ ﻭﺍﻟﻔﺴﺎﺩ ﻭﺍﳌﺘﻌﺎﻗﺒﲔ ﻓﻴﻨﺎ ﺑﺎﻟﻠﻴﻞ ﻭﺍﻟ ﹼﻨﻬﺎﺭ ﺍﻟﺬﻳﻦ ﺃﺧﱪ‬
‫ﹲ‬
‫ﻭﻣﻠﺌﻜﺔ‬ ‫ﹲ‬
‫ﻣﻠﺌﻜﺔ ﺑﺎﻟﻠﻴﻞ‬ ‫ﻓﻴﻜﻢ‬
‫ﹾ‬ ‫ﹶ‬
‫ﻳﺘﻌﺎﻗﺒﻮﻥ‬ ‫ﻋﻨﻬﻢ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ ﺑﻘﻮﻟﻪ‪:‬‬
‫ﺍﻟﺼﺒﺢ ﻭﺻﻼﺓ ﺍﻟﻌﴫ‪ ،27‬ﺍﳊﺪﻳﺚ‪.‬‬ ‫ﹺ‬
‫ﺻﻼﺓ ﱡ‬ ‫ﹶ‬
‫ﻭﳚﺘﻤﻌﻮﻥ ﻋﻨﺪﹶ‬ ‫ﺑﺎﻟ ﱠﻨﻬﺎﺭ‪،‬‬
‫‪١١٢‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

onların istikrâr kıldıkları iki dârdan/dünyâ ve âhiretten birindeki nihâî


menzildir ve Hz. Peygamber’in şu hadîsinde buna işâret vardır: “Herhan-
gi biriniz cennetteki menziline dünyâdaki menzilinden daha yakındır.”26
Çünkü o, zâtıyla ve mütekâmil sıfatlarıyla nihâî durağı olan makâmına
doğru cezb olunmaktadır.

Sonra bilesin ki, halkın ekserîsinin amellerine mizâcî-tabiî özel-


likleri galip olduğundan şerîatta benî Âdem’in amellerinin ulaşaca-
ğı menzil olarak sidre-i müntehâ vârid olmuştur. Çünkü tahkîkî keşf,
ilâhî ve nebevî haberlere muvâfık olarak sidre-i müntehâ, tabiî-unsurî
âlemin sonudur. Nitekim daha önce buna işâret etmiştik. Bazı tahkîk
erbâbı tabîatın kaynağını “unsuru’l-anâsır” diye adlandırmıştır. Bedenî
ameller tabiî mizâcın dalları olduğundan; dal aslı geçemez, cüz’ de küllü
aşamaz. Bilakis bizzat onunla ittisâl için cezb olunur. Bu durum sana
aydın olduysa amellerin mertebelerinin nihâî sidresinin pek çok olduğu
da mâlûm olmuştur.

Mele-i a’lânın çekişme sırrının sebebi, unsurlardan mürekkeb be-


dene nisbeti bulunan amellerin müteşâbih/birbirine benzer sûretleridir.
Müteşâbihin, mizâcı yöneten ve onda tasarruf eden rûha da nisbe-
ti vardır. Mele-i a’lânın burada zikredilmesinin sebebi şudur: Mele-i
a’lâ, amellerin sûretlerini sidre-i müntehâda tutanlardır. Onlar kevn ve
fesâd âlemine müvekkel kılınan gece ve gündüz bizi takip ettikleri Hz.
Peygamber (s.a.) tarafından haber verilen meleklerdir. Nitekim o (s.a.)
buyurur: “Sizi geceleyin takip eden melekler vardır. Gündüzleyin takip
eden melekler vardır. Sabah ve ikindi vakitlerinde bir araya gelirler.”27
112
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻭ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﻝ[ ﺍﻟﻜﺮﺍﻡ ﺍﻟﻜﺎﺗﺒﲔ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺮﺍﻓﻌﲔ ﺃﻋﲈﻝ ﺍﻟﻌﺒﺎﺩ ﻟﻠﻌﺮﺽ‬
‫‪35-b‬‬ ‫ﺍﻟﻌﲈﻝ ﻭﰱ ﺃﻭﻝ‬‫ﻋﲆ ﺍﻟﺮﺏ ﺗﺒﺎﺭﻙ ﻭﺗﻌﺎﱃ ﰱ ﺍﻧﺘﺸﺎﺀ ﺻﻮﺭ ﺍﻷﻋﲈﻝ ‪ /‬ﻣﻦ ﱠ‬
‫ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺇﺛﺒﺎﲥﺎ ﻣﺪﺧﻞ ﻛﺜﲑ]ﻕ‪ :‬ﻛﺒﲑ[ ﻳﻌﺮﻓﻪ ﺃﻫﻞ ﺍﻟﺬﻭﻕ ﺍﻟﺼﺤﻴﺢ ﻭ ﺍﻟﻜﺸﻒ‬
‫ﺍﳌﺤ ﹼﻘﻖ ﺍﻟﴫﻳﺢ‪ ،‬ﻭﻫﻢ ﺃﻋﻨﻰ ﻫﺆﻻﺀ ﺍﳌﻠﺌﻜﺔ ﻣﺸﺎﺭﻛﻮﻥ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻟﻠﻤﻸ‬
‫ﺍﻷﻋﲆ ﻓﻴﲈ ﳜﺘﺼﻤﻮﻥ ﻓﻴﻪ]ﻕ‪ - :‬ﻓﻴﻪ[ ﻣﻦ ﺇﺛﺒﺎﺕ ﺻﻮﺭ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺍﳌﺮﻓﻮﻋﺔ ﺇﱃ‬
‫ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ‪،‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﺳﺪﺭ ﺍﻧﺘﻬﺎﺀﺍﲥﺎ‪ ،‬ﻫﻞ ﺗﺜﺒﺖ]ﺵ‪ :‬ﻳﺜﺒﺖ[ ﰱ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺍﻟﺒﺪﻧﻴﺔ‬
‫ﺃﻭ ﰱ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺫﻟﻚ ﺍﻻﺷﺘﺒﺎﻩ ﺍﻟﻮﺍﻗﻊ ﺍﻟﻨﺎﺗﺞ ﻣﻦ‬
‫ﺧﻮﺍﺹ ﺍﻷﻣﺰﺟﺔ ﻭﺍﻟﻘﻮ￯ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ؟‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﳌﺘﺤﺼﻠﺔ ﻣﻦ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻻﻣﺘﺰﺍﺟﺎﺕ‬
‫ﻭﺍﻟﻌﻠﻮﻡ ﻭﺍﻟﺘﺼﻮﺭﺍﺕ ﻭﻣﺘﻌﻠﻘﺎﺕ ﺍﳍﻤﻢ ﻭﻣﺎ ﺳﺒﻖ ﺍﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻴﻪ‪.‬‬
‫ﻭﳍﺬﺍ ﺫﻛﺮ ﰱ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻘﺼﺔ ﺇﺳﺒﺎﻍ ﺍﻟﻮﺿﻮﺀ ﰱ ﺍﻟﺴﱪﺍﺕ ﻭﻧﺤﻮ‬
‫ﲏ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺻﻮﺭﺗﻪ‬ ‫ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻷﻥ ﻧﻔﺲ ﺇﺳﺒﺎﻍ ﺍﻟﻮﺿﻮﺀ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﻋﻤﻞ ﺑﺪ ﹼ‬
‫ﻭﻣﺸﻖﹼ ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬ﻭﺍﳊﺎﻣﻞ ﻋﲆ ﺍﺭﺗﻜﺎﺑﻪ ﻫﻮ‬ ‫ﻏﲑ ﺃﻧﹼﻪ ﻏﲑ ﻣﻼﺋﻢ ﻟﻠﻤﺰﺍﺝ ﹸ‬
‫ﺍﻟﺮﻭﺡ‪ ،‬ﻓﻤﻦ ﺣﻴﺚ ﺃﺻﺎﻟﺔ ﺍﻟﻌﻤﻞ ﻫﻮ ﺭﻭﺣﺎﲏﹼ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﻟﺼﻮﺭﺓ‬
‫ﻫﻮ ﻃﺒﻴﻌﻲ]ﻉ‪ + :‬ﺍﻝ[‪ ،‬ﻓﻈﻬﺮ]ﻉ‪ :‬ﻭ[ ﻣﺘﺸﺎﲠ ﹰﺎ ﺫﺍ ﻭﺟﻬﲔ‪ ،‬ﻓﻼ ﺑﺪﹼ ﻣﻦ ﺇﺩﺭﺍﻙ‬
‫]ﺵ‪،‬‬
‫ﺍﻷﻗﻮ￯ ﻣﻦ ﺍﻟﻨﺴﺒﺘﲔ ﺇﱃ ﺇﺣﺪ￯ ﺍﻟﻄﺮﻓﲔ ﺃﻋﻨﻰ ﻃﺮﻑ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﲏ‬
‫ﻕ‪ :‬ﺍﻟﺮﻭ ﺣﺎﻧﻴﺔ[ ﻭﻃﺮﻑ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ]ﻉ‪ :‬ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻲ[ ﻭﺣﻴﻨﺌﺬ ﹼ‬
‫ﻳﺘﻌﲔ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻌﻤﻞ‪،‬‬
‫ﻭﺃﻳﻦ ﻳﺜﺒﺖ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﺍﻻﻣﺘﺰﺍﺟﺎﺕ ﺍﳌﺘﺤﺼﻠﺔ ﰱ ﺻﻮﺭ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺑﲔ ﺍﻟﻘﻮ￯‬
‫ﻣﺘﻌﻴﻨﺔ‬
‫ﻋﲆ ﺃﻧﺤﺎﺀ ﳐﺘﻠﻔﺔ ﹼ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳﻘﻊ[‬
‫ﺍﻟﺒﺪﻧﻴﺔ ﻭﺑﲔ ﺍﻟﻘﻮ￯ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ﺗﻘﻊ‬
‫ﺍﻟﻌﻠﻮﻱ ﻳﺮﻓﻌﻬﺎ‪ ،‬ﻭﻳﺜﺒﺘﻬﺎ ﺍﳌﻠﺌﻜﺔ ﺍﻟﺬﻳﻦ ﻫﻢ‬
‫ﹼ‬ ‫]ﻉ‪ - :‬ﺍﻝ[‬
‫ﺍﻟﺼﻮﺭ ﰱ ﺍﻟﻌﺎﱂ‬
‫ﻋﲈﺭ]ﻕ‪ :‬ﻋﲈﺭﺓ[ ﺍﻟﺴﺪﺭﺓ ﺍﻟﺘﻰ ﻳﻨﺘﻬﻰ ﺇﻟﻴﻬﺎ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻌﻤﻞ ﺍﳌﺮﻓﻮﻉ ﻣﻦ ﺳﺪﺭ‬ ‫ﹼ‬
‫‪١١٣‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

Kirâmen kâtibîn/yazıcı melekler ile kulların amellerini amellerin


sûrî/şekli inşâsı sırasında Rab Teâlâ’ya arz eden meleklerin, ilk sübût
mertebelerinde, sahîh zevk ve sarîh tahkîkî keşf ehlince malûm, büyük
dahli/katkıları vardır. Bu ifâdelerle ben mele-i a’lâdakilerle ortak me-
lekleri kasdediyorum ki onlar sidre-i müntehâya yükseltilen amellerin
sûretlerinin isbâtı konusunda çekişirler: Bu amelle tabiî-bedenî ameller
mertebesinde mi sâbit olmuştur, yoksa rûhânî ameller mertebesinde mi?
Bu benzerlik mizâcların ve rûhânî kuvvetlerin özelliklerinden ilim, ta-
savvur ve himmetlerin ilgisinden oluşan karışım ürünü bir benzerliktir.
Daha önce bu konuya dikkat çekilmişti.

Bu yüzden bu hadîste abdest suyunun parmak aralarına ulaştı-


rılması ve benzeri şeyler anlatılmıştır. Çünkü söz konusu abdest suyu-
nun parmaklara ulaştırılmasının bizzat kendisi sûreti itibâriyle bedenî
bir ameldir. Şu kadar var ki, bu mizâca uygun olmadığından zor ge-
lir. İnsanı bunu irtikâb etmeye hamleden ruhtur. Amelin asıl tarafı da
rûhânîdir. Amelin sûret ciheti ise tabiîdir. İki yönlü ve müteşâbih olarak
zâhir olmuştur. Böyle olunca iki taraftan birine nisbetin yâni rûhânî ve
tabiî taraftan hangisinin daha güçlü olduğunu anlamak zarûrî olmak-
tadır. O takdîrde amelin mertebesi, taayyünü ve sübûtu nerededir?
Amellerin sûretlerinde oluşan bu karışıklık, bedenî kuvvetlerle rûhânî
kuvvetler arasında ulvî âlemdeki muayyen sûretlerin muhtelif tarafları
üzerine vâkî olur ve melekler onu ya ref’ ederler ya da tutarlar. Bu me-
leklere “sidreyi îmâr edenler” denir. Nihâî sidrelerden yükselen amel
113
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﻻﻧﺘﻬﺎﺀﺍﺕ ﻓﺎﳖﺎ ﻛﲈ ﻗﻠﻨﺎ ﻣﺘﻌﺪﺩﺓ‪ ،‬ﻓﺎﻋﻤﻬﺎ ﺣﻜﲈ ﺳﺪﺭﺓ ﺍﳌﻨﺘﻬﻰ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ‬
‫ﻣﻨﺒﻊ ﺍﻟﴩﺍﺋﻊ ﻭﺍﳌﻨﺰﻝ ﺍﻷﻭﻝ ﻣﻦ ﻣﻨﺎﺯﻝ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺍﳌﺘﻘﻠﺒﺔ ﺍﳌﴩﻭﻋﺔ‪.‬‬
‫ﻓﺈﻥ ﺑﻌﺾ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﻳﺘﻌﺪ￯ ﺍﻟﺴﺪﺭﺓ ﺇﱃ ﺍﳉ ﹼﻨﺔ ﻭﺑﻌﻀﻬﺎ ﺇﱃ ﺍﻟﻌﺮﺵ‪،‬‬
‫ﻭﺍﻟﻌﺒﺎﺩﺓ ﺍﻟﻨﻔﺴﺎﻧﻴﺔ ﻭﻛﻞ ﻋﻤﻞ ﻏﻠﺒﺖ ﻋﻠﻴﻪ ‪ /‬ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ‪36-a‬‬

‫ﺗﺼﻮﺭ ﺻﺤﻴﺢ‬ ‫ﺣﺎﺻﻞ ﻋﻦ ﹼ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﺍﻋﺘﻘﺎﺩ‬


‫ﹲ‬ ‫ﻭﻗﻮﺍﻫﺎ ﺇﺫﺍ ﺍﻗﱰﻥ ﺑﻪ ﻋﻠﻢ ﳏ ﹼﻘﻖ ﺃﻭ‬
‫ﻟﻠﻤﺘﺼﻮﺭ ﻣﻊ ﺣﻀﻮﺭ ﻭﲨﻌﻴﺔ ﻭﺻﺪﻕ‪ ،‬ﻓﺈﻧﻪ ﻳﺘﺠﺎﻭﺯ ﺍﻟﻌﺮﺵ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻣﻄﺎﺑﻖ‬
‫ﺇﱃ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ‪ ،‬ﻓﻴﺪﹼﺧﺮ ﻓﻴﻪ ﻟﺼﺎﺣﺒﻪ ﺇﱃ ﻳﻮﻡ ﺍﳉﻤﻊ ﻭﻗﺪ ﻳﺘﻌﺪ￯ ﻣﻦ ﻋﺎﱂ‬
‫ﺮﺩ ﺇﱃ ﺻﺎﺣﺒﻪ ﻳﻮﻡ ﺍﳉﻤﻊ‬ ‫ﺍﳌﺜﺎﻝ ﺇﱃ ﺍﻟﻠﻮﺡ‪ ،‬ﻓﻴﺘﻌﲔ ﺻﻮﺭﺗﻪ ﻓﻴﻪ‪ ،‬ﺛﻢ ﹸﻳ ﱡ‬
‫ﻭﺛﻢ ﻣﻦ ﻳﺘﻌﺪﹼ￯ ﺃﻋﲈﻟﻪ ﻣﻦ ﺍﻟﻠﻮﺡ ﺇﱃ ﺍﳌﻘﺎﻡ ﺍﻟﻘﻠﻤﻲﹼ‪ ،‬ﺛﻢ ﺇﱃ ﺍﻟﻌﲈﺀ‪ ،‬ﻭﻣﻦ‬
‫ﴫ ﹸﻩ ﻭﻟﺴﺎ ﹶﻧ ﹸﻪ ﻭ ﹶﻳﺪﹶ ﹸﻩ ﻭﺭﺟ ﹶﻠ ﹸﻪ‪ ،‬ﹶﻓﺒﹺ ﹶﻰ ﻳﺴﻤﻊ‪،‬‬ ‫ﻛﻨﺖ ﹶﺳ ﹾﻤ ﹶﻌ ﹸﻪ‪ ،‬ﻭ ﹶﺑ ﹶ ﹶ‬
‫ﺗﺬﻛﺮ ﺣﺪﻳﺚ‪ :‬ﹸ‬ ‫ﱠ‬
‫ﺶ‪ .28‬ﻭﺍﺳﺘﺤﴬ ﻣﻌﻨﻰ‬ ‫ﻳﺒﻄ ﹸ‬‫ﻳﻨﻄ ﹸﻖ‪ ،‬ﻭﺑﻰ ﻳﺴﻌﻲ‪ ،‬ﻭﺑﻰ ﹺ‬ ‫ﴫ‪ ،‬ﻭﺑﻰ ﹺ‬‫ﻭﺑﻰ ﹸﻳ ﹾﺒ ﹺ ﹸ‬
‫ﺇﻥ ﺍﷲ ﺗﻌﺎﱄ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ - :‬ﺗﻌﺎﱄ[ ﻗﺎﻝ ﻋﲆ‬ ‫ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ - :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ :‬ﱠ‬
‫ﺍﳌﺘﻌﻴﻨﺔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺗﻔﻄﻦ ﺃﻥ ﻣﻨﺘﻬﻰ ﺍﻷﻋﲈﻝ‬ ‫ﲪﺪﹶ ﹸﻩ‪ .29‬ﹼ‬ ‫ﻋﺒﺪ ﹺﻩ‪ :‬ﺳﻤﻊ ﹸ‬
‫ﺍﷲ ﹺﳌﹶ ﹾﻦ ﹶ ﹺ‬ ‫ﻟﺴﺎﻥ ﹺ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺑﺎﳊﻖ‪ ،‬ﻭﻣﻨﺘﻬﻰ ﻋﻤﻞ ﺍﳊﻖ ﺑﻌﺒﺪﻩ ﺍﳌﺴﺘﺼﻠﺢ‪ ،‬ﻷﻥ ﻳﻨﻄﻖ ﺑﻪ ﺍﳊﻖ ﻻ‬
‫ﻣﺘﻨﺰﻩ]ﺵ‪ :‬ﻳﺘﻨﺮﻩ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳﺘﻨﺰﻩ[ ﻋﻦ ﺍﳌﻜﺎﻥ‪،‬‬‫ﻣﻌﲔ‪ ،‬ﻷﻥ ﺍﳊﻖ ﹼ‬ ‫ﻳﺘﻌﲔ ﰱ ﻣﻜﺎﻥ ﹼ‬ ‫ﳚﻮﺯ ﺃﻥ ﹼ‬
‫ﻓﺘﺬﻛﺮ‪ ،‬ﻭﺍﺳﺘﺒﴫ ﺗﺮﺷﺪ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ ﺗﻌﺎﱄ]ﺵ‪ - :‬ﺗﻌﺎﱄ[‪.‬‬ ‫ﹼ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﻓﺼﻞ[‬
‫ﻓﺼﻞ ﰱ ﻭﺻﻞ‬
‫ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﻟﻠﻜﻔﺎﺭﺍﺕ ﺃﴎﺍﺭ ﹰﺍ ﻋﻈﻴﻤﺔ ﺧﻔﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺑﻌﻀﻬﺎ ﺃﺧﻔﻰ ﻣﻦ‬
‫ﺃﻥ ﺣﻜﻢ ﺍﻷﻣﻮﺭ ﺍﳌﻜﻔﺮﺓ ﻣﻊ ﺍﳌﻜ ﱢﻔﺮﺍﺕ ﻛﺤﻜﻢ‬
‫ﻓﺎﻷﻭﻝ ﻣﻨﻬﺎ ﻫﻮ ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺒﻌﺾ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺍﻟﺴﻤﻮﻡ ﻣﻊ ﺍﻟﺪﹼ ﺭﻳﺎﻗﺎﺕ ﺍﻟﺪﺍﻓﻌﺔ ﴐﺭﻫﺎ ﺑﻘﻮﺍﻫﺎ ﺍﳌﺰﻳﻠﺔ ﺍﻟﴬﺭ ﺑﺎﻟﻜﻠﻴﺔ‬
‫ﺑﻘﻮﺓ ﻣﻘﺎﻭﻣﺔ‬
‫ﺍﻟﴬﺭ ﻋﻦ ﺑﻠﻮﻏﻪ ﺇﱃ ﺩﺭﺟﺔ ﻛﲈﻟﻪ ﹼ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺍﳌﻮﻗﻔﺔ[‬
‫ﺃﻭ ﺍﻟﺪﺍﻓﻌﺔ‬
‫ﺍﻟﺴ ﹼﻢ ﺍﳌﴬﹼ ‪ ،‬ﻓﺈﻧﻪ ﻛﲈ ﺃﻥ ﴐﺭ ﺍﻟﺴﻤﻮﻡ‬
‫ﻭﳑﺎﺛﻠﺔ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﳌﻮﺍﺯﻧﺔ ﻟﻘﻮﺓ ﹼ‬
‫‪١١٤‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

bu sidreye ulaşır. İfâde ettiğimiz gibi sidreler çoktur. Hükmü en ge-


nel olanı şerîatların menbaı kabûl edilen meşrû amel menzillerinin ilki
sidre-i müntehâdır.
Amellerin bir kısmı sidreyi aşarak cennete, bazısı Arş’a varır.
İbâdet-i nefsâniye ile rûhânî sıfat ve güçlerin galip olduğu her amel,
tahkîkî ilim ya da huzur, cem’ ve sıdk duygusuyla birlikte mutasavver
olana uygun sahîh tasavvurdan oluşan îtikâda yakın olduğundan, misâl
âlemine doğru arşı geçerek yükselir. Kıyâmet günü için sâhibi adına
orada biriktirilir. Bazen misâl âlemini aşıp Levh’a ulaşır. Sûreti orada
taayyün eder. Kıyâmet günü sâhibine iâde olunur. Amelleri Levh’den
makâm-ı kalemîye, sonra amâya ulaşan kimse şu hadîsin mânâsını te-
zekkür eder: “Ben onun işitmesi, görmesi, lisânı, eli-ayağı olurum. O
Benimle işitir, Benimle görür, Benimle konuşur, Benimle çalışır, Benimle
yürür.”28 Ardından şu hadîsin mânâsını düşünür. Kulunun lisânıyla: “Al-
lah kendisine hamdedeni işitir”29 demektedir. Düşün ki Hak ile taayyün
eden amellerin müntehâsı ve kulunun salâhını isteyen Hakk’ın ameli-
nin müntehâsı Hakk’ın onunla konuşması içindir. Hakk’ın muayyen bir
mekânda taayyünü câiz değildir. Çünkü Hak mekândan münezzehtir.
Düşün, basîretle bak, inşâallah doğruyu bulursun.
Vasl Hakkında Bir Fasıl
Bilesin ki keffâretlerin gizli ve büyük sırları vardır ki bunların ba-
zısı diğerlerinden daha hafî/gizlidir. Bu sırların birincisi örtülen işlere/
terk edilen emirlere göre onun yerine geçen keffâretin hükmünün zehir
karşısındaki panzehire benzemesidir. Panzehir, zarar giderici kuvvetle-
riyle zehirin etkisini ya bütünüyle def eder; ya da direnç gücüyle ve za-
rarlı zâhir gücünü dengelemek açısından benzeşmesiyle zehrin etkisinin
kemâl derecesine ulaşmasını engeller. Çünkü zehirlerin zararı, zehirlerin
114
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻣﺘﻔﺎﻭﺕ ﻟﺘﻔﺎﻭﺕ ﻭﺍﻗﻊ ﺑﲔ ﻗﻮ￯ ﺍﻟﺴﻤﻮﻡ ﻛﺬﻟﻚ ﻗﻮ￯ ﺍﻟﺪﹼ ﺭﻳﺎﻗﺎﺕ‬


‫ﺍﳌﻘﺎﻭﻣﺔ]ﺵ‪ :‬ﺍﳌﻘﺎﻭﻳﺔ[ ﳍﺎ ﻭﺍﻟﺪﺍﻓﻌﺔ ﴐﺭﻫﺎ‪.‬‬
‫ﺍﻟﺴﻴﺌﺎﺕ ﺃﻭ ﺍﻟﺪﹼ ﺍﻓﻌﺔ‬
‫ﻭﻫﻜﺬﺍ ﻫﻮ ﺍﻷﻣﺮ ﰱ ﺍﳊﺴﻨﺎﺕ ﺍﳌﺬﻫﺒﺔ ﺃﻋﻴﺎﻥ ﹼ‬
‫‪36-b‬‬ ‫ﴐﺭﻫﺎ ﺍﳌﺒﺪﹼ ﻟﺔ ﺻﻔﺎﲥﺎ ﺍﻟﻘﺒﻴﺤﺔ ﺑﺼﻔﺎﺕ ﲨﻴﻠﺔ ‪ /‬ﻣﻊ ﺑﻘﺎﺀ ﺃﻋﻴﺎﳖﺎ‪ ،‬ﻛﲈ‬
‫ﺍﻟﺴﻴﺌﺎﺕ ﺑﺎﳊﺴﻨﺎﺕ]ﺵ‪ :‬ﻭﺍﳊﺴﻨﺎﺕ[‪،‬‬ ‫ﻭﺭﺩ ﰱ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ ﻭﺍﻟﺴ ﱠﻨﺔ ﻣﻦ ﺗﺒﺪﻳﻞ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺴﻴﺌﺎﺕ‪ ،‬ﻭﻧﺤﻮ ﺫﻟﻚ ﻏﲑ ﺃﻧﹼﻪ ﻳﻨﺒﻐﻰ ﻟﻚ ﺃﻥ‬ ‫ﻭﻣﻦ ﺇﺫﻫﺎﺏ ﺍﳊﺴﻨﺎﺕ ﹼ‬
‫ﻣﺴﻤﻰ ﺑﺎﻟﺪﺭﻳﺎﻕ ﺃﻥ ﻳﺪﻓﻊ ﺃﻭ ﻳﻘﺎﻭﻡ ﴐﺭ‬ ‫ﺗﻌﻠﻢ ﺃﻧﹼﻪ ﻛﲈ ﻻ ﻳﺘﺄﺗﹼﻰ ﻟﻜﻞ ﹼ‬
‫ﻳﺮﺟﺢ[‬‫ﻛﻞ ﺳﻢ‪ ،‬ﺑﻞ ﺇﻧﲈ ﻳﻜﻮﻥ ﺫﻟﻚ ﺇﺫﺍ ﻛﺎﻧﺖ ﻗﻮﺓ ﺍﻟﺪﺭﻳﺎﻕ ﺗﺮﺟﺢ]ﺵ‪ :‬ﹼ‬
‫ﹼ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﹼ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﺗﺴﺎﻭﳞﺎ[‬ ‫ﹴ‬
‫ﻓﺤﻴﻨﺌﺬ ﻳﺬﻫﺐ ﻋﲔ ﺍﻟﻘﻮﺓ ﺍﳌﴬﹼ ﺓ ﺃﻭ ﻳﺴﺎﻭﳞﺎ‬ ‫ﺍﻟﺴﻢ‪،‬‬‫ﻋﲆ ﻗﻮﺓ ﹼ‬
‫ﻣﺴﻤﻰ ﺑﺎﳊﺴﻨﺔ ﻳﻜ ﹼﻔﺮ ﴐﺭ‬ ‫ﺃﺛﺮﻫﺎ ﻛﺬﻟﻚ ﻟﻴﺲ ﻛﻞ ﹼ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻓﻴﻮﻗﻒ[‬
‫ﻓﺘﻮ ﹼﻗﻒ‬
‫ﻛﻞ ﺳﻴﺌﺔ ﺑﻞ ﺫﻟﻚ ﻣﻮﻗﻮﻑ ﺑﻌﺪ ﻓﻀﻞ ﺍﷲ ﻋﲆ ﺭﺟﺤﺎﻥ ﻗﻮﺓ ﺍﳊﺴﻨﺔ‬ ‫ﹼ‬
‫ﱠﻠﺖ ﺑﻪ ﻣﻦ ﺃﻣﺮ ﺍﻟﺪﺭﻳﺎﻗﺎﺕ‬ ‫ﻋﲆ ﻗﻮﺓ ﺍﻟﺴﻴﺌﺔ‪ ،‬ﺃﻭ ﺍﳌﺴﺎﻭﺍﺓ ﻛﺎﻷﻣﺮ ﻓﻴﲈ ﻣﺜ ﹸ‬
‫ﻣﻊ ﺍﻟﺴﻤﻮﻡ ﻓﺮﺟﺤﺎﻥ ﻗﻮ￯ ﺍﳊﺴﻨﺎﺕ ﻳﻮﺟﺐ ﺑﺮﲪﺔ ﺍﷲ ﺩﺧﻮﻝ ﺍﳉﻨﺔ‪،‬‬
‫ﻭﺭﺟﺤﺎﻥ ﻗﻮ￯ ﺍﻟﺴﻴﺌﺎﺕ ﻳﻮﺟﺐ ﻣﻊ ﻋﺪﻡ ﺍﻟﻌﻨﺎﻳﺔ ﺍﻹﳍﻴﺔ ﺍﺳﺘﺤﻘﺎﻕ‬
‫ﺩﺧﻮﻝ ﺍﻟﻨﺎﺭ ﻟﻠ ﹼﺘﻤﺤﻴﺺ ﻭﺍﻟﺘﻄﻬﲑ‪ ،‬ﺇﻥ ﻛﺎﻧﺖ ﺍﻟﺴﻴﺌﺎﺕ ﻧﺘﺎﻳﺞ ﺻﻔﺎﺕ‬
‫ﺟﺒﻠﻴﺔ‪،‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﻋﺎﺭﺿﺔ ﺃﻭ ﺍﳋﻠﻮﺩ ﺇﱃ ﻣﺎ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ‪ ،‬ﺇﻥ ﻛﺎﻧﺖ ﻧﺘﺎﻳﺞ ﺻﻔﺎﺕ‬
‫ﻭﺍﳌﺴﺎﻭﺍﺓ ﰱ ﻗﻮ￯ ﺍﻟﺴﻴﺌﺎﺕ ﻭﺍﳊﺴﻨﺎﺕ ﺻﻮﺭﺓ ﺣﺎﻝ ﺃﻫﻞ ﺍﻷﻋﺮﺍﻑ‬
‫ﺍﻟﺬﻳﻦ ﺷﻔﻴﻌﻬﻢ ﺃﺧﺮﺍﹰ ﺣﻜﻢ ﻣﻘﺎﻡ ﺃﺣﺪﻳﺔ ﺍﻟﺘﴫﻑ‪ ،‬ﻭﺍﳌﺘﴫﻑ ﻣﻦ‬
‫ﺣﻴﺚ ﻭﺣﺪﺓ ﺍﻟﻔﻌﻞ ﰲ]ﺵ‪ :‬ﻣﻦ[ ﺃﺻﻞ ﺍﻷﻣﺮ‪.‬‬
‫ﻭ ﹼﳑﺎ ﳚﺐ ﺍﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﻣﻘﺎﻡ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻣﺎ ﻭﻗﻊ‬
‫ﺍﻟﴩﻭﻉ ﰱ ﺑﻴﺎﻧﻪ‪ ،‬ﻫﻮ ﺃﻥ ﺗﻌﻠﻢ]ﺵ‪ :‬ﻳﻌﻠﻢ[ ﺃﻥ ﺍﻷﺯﻣﻨﺔ ﻭﺍﻷﻣﻜﻨﺔ ﰱ ﳏﻮ‬
‫ﺍﻟﺴﻴﺌﺎﺕ ﻭﺗﻐﻠﻴﺐ ﻃﺮﻕ ﺍﳊﺴﻨﺎﺕ‪ ،‬ﻭﺇﻣﺪﺍﺩﻫﺎ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺘﻔﻜﲑ ﻭﺍﻟﺘﻀﻌﻴﻒ‬
‫‪١١٥‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

güçleri arasındaki farklılık oranında değişiktir. Aynı şekilde panzehirin


mukâvemet gücü ve zararı def’ etme özelliği farklı farklıdır.

Seyyiâtın aynlarını gideren, ya da aynları kalmakla birlikte, gü-


zel sıfatlarıyla seyyiâtın kötüye dönüşmüş sıfatlarının zararlarını def’
eden hasenâtta da durum aynıdır. Nitekim kitap ve sünnette hasenât ile
seyyiâtın değiştirilmesi, seyyiât ile hasenâtın giderilmesi ve benzeri ko-
nular vardır. Senin şu kadarını bilmen gerekir: Her panzehir denilen şey,
zehirin zararını yok edemez. Ona mukâvemet gösteremez. Belki panze-
hir gücü zehirin gücüne üstün olduğu takdîrde ancak zehirin zararlı gü-
cünü bizzat giderebilir. Ya da ona denk olduğu zaman ise tesirini durdu-
rur. “Hasenât” diye adlandırılan her şey seyyiâtın her zararına keffâret
olmaz. Aksine bu durum fazl-ı ilâhîden sonra hasenenin gücünün sey-
yienin gücünden üstünlüğüne bağlıdır; ya da zehre karşı panzehirin du-
rumu ile ilgili verdiğim örnekte olduğu gibi, hasene gücünün üstünlüğü
Allah’ın rahmetiyle cennete girmeyi gerekli kılar. Seyyienin gücünün
üstünlüğü ise inâyet-i ilâhiyye olmayınca arınmak ve temizlenmek için
cehenneme girmeyi hak ettirir. Bu seyyieler, ister ârızî sıfatlar ya da
kalıcı sıfatlar sonucu olsun, isterse cibillî sıfatlar sonucu olsun. Seyyiât
ve hasenâtın güçlerinin denk olması a’râf ehlinin sûretidir ki sonunda
onların şefâatçilerinin tasarrufu ahadiyet makâmının hükmüne bağlıdır.
Allah, fiilin birliği açısından işin aslında gerçek mutasarrıftır.

Açıklamaya başlanılan amel makâmının hükümlerinden uya-


rı gereken şeyler şunlardır: Zaman ve mekânın; büyüklerden başka-
sının sırrına muttalî olamadığı, seyyiâtın mahvı, hasenât yollarına
hâkim olma, hasenâta yardım, keffâret ve ecirleri kat kat çoğaltmak
115
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺗﻨﺒﻪ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺇﱃ‬


‫ﻻ ﺍﻷﻛﺎﺑﺮ‪ .‬ﻭﻣﻦ ﹼ‬ ‫ﻼ ﻛﺒﲑ ﹰﺍ ﻻ ﻳﻄﻠﻊ ﻋﲆ ﺃﴎﺍﺭﻫﺎ ﺇ ﹼ‬‫ﻣﺪﺧ ﹰ‬
‫ﻭﺿ ﹺﻤ ﹶﻦ ﻋﻨﻬﻢ ‪/‬‬‫ﻣﺎ ﺃﺷﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ ﷺ‪ ،‬ﺑﻘﻮﻟﻪ‪ :‬ﺇ ﱠﻥ ﺍﷲ ﻏﻔﺮ ﻷﻫﻞ ﻋﺮﻓﺎﺕ ﹶ‬
‫‪37-a‬‬
‫ﺍﻟ ﱠﺘﺒﻌﺎﺕ‪ ،‬ﻭﺇ ﱠﻧﻪ ﻳﻨﺰﻝ ﻳﻮﻡ ﻋﺮﻓﺔ ﺇﱃ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺴﲈﺀ]ﻉ‪ - :‬ﺍﻝ[ ﺍﻟﺪﱡ ﻧﻴﺎ‪ ،30‬ﺍﳊﺪﻳﺚ‪،‬‬
‫ﺍﳊﺠﺔ‬
‫ﻭﻫﻜﺬﺍ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﻩ ﰱ ﺍﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﲆ ﻓﻀﻴﻠﺔ ﺷﻬﺮ ﺭﻣﻀﺎﻥ ﻭﻋﴩ ﺫ￯ ﹼ‬
‫ﻭﻟﻴﻠﺔ ﺍﻟﻨﺼﻒ ﻣﻦ ﺷﻌﺒﺎﻥ‪ .‬ﻭﺇﻥ ﺍﻟﺼﻼﺓ ﰱ ﺍﳌﺴﺠﺪ ﺍﳊﺮﺍﻡ ﺑﲈﺋﺔ ﺃﻟﻒ‪،‬‬
‫ﺗﻔﻄﻦ ﻟﺒﻌﺾ ﻣﺎ‬ ‫ﻭﰱ ﻣﺴﺠﺪﻩ ﺑﺄﻟﻒ‪ ،‬ﻭ ﰱ ﺍﳌﺴﺠﺪ ﺍﻷﻗﴡ ﺑﺨﻤﺴﲈﺋﺔ‪ ،‬ﱠ‬
‫ﺃﴍﺕ ﺇﻟﻴﻪ‪ ،‬ﻭﺇﻥ ﱂ ﻳﺒﻠﻎ ﺑﻌﺪﹸ ﺇﱃ ﺩﺭﺟﺔ ﺃﻫﻞ ﺍﻻﻃﻼﻉ ﺍﳌﺤ ﹼﻘﻖ‪.‬‬
‫ﺛﻢ ﻟﺘﻌﻠﻢ]ﺵ‪ :‬ﻟﻴﻌﻠﻢ[ ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﺃ ﹼﻣﻬﺎﺕ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻟﺘﻔﻜﲑ]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﺘﻔﻜﺮ[ ﻭﺍﻟﺘﺒﺪﻳﻞ‬
‫ﻭﺍﳌﺤﻮ ﻭﺍﻹﺛﺒﺎﺕ ﺍﳌﻮﺻﻮﻑ ﲠﺎ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﻫﻰ ﺳﺪﺭ ﺍﻧﺘﻬﺎﺀﺍﲥﺎ ﺍﻟﺘﻰ‬
‫ﹼ‬
‫ﻭﻛﺎﳌﺤﻞ ﳌﻈﺎﻫﺮﻫﺎ ﺍﳌﺮﺗﻔﻌﺔ ﺑﺄﺭﻭﺣﻬﺎ‪،‬‬ ‫ﻫﻰ ﻣﺮﺁﺀ￯]ﻉ‪ :‬ﻣﺮﺍﻳﺎﻱ[ ﺃﺭﻭﺍﺣﻬﺎ‬
‫ﻭﻣﺮﺟﻊ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺳﺪﺭ ﺍﻧﺘﻬﺎﺀﺍﺕ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﹸﻋ ﱠﲈﳍﺎ ﰱ ﻣﻨﺘﻬﻰ ﺃﻣﺮﻫﻢ‬
‫ﻻ ﺣﲔ ﺍﻟﴩﻭﻉ ﰱ ﺇﻧﺸﺎﺀ ﺍﻟﻌﻤﻞ‬ ‫ﺁﺧﺮ ﹰﺍ‪ ،‬ﻭﺻﻮﺭﺓ ﺣﺎﻝ ﺑﻮﺍﻃﻨﻬﻢ ﹼﺃﻭ ﹰ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﻧﺤﻮﻫﺎ[‬
‫ﻭﺣﻀﻮﺭﻫﻢ ﺍﻟﻌﻠﻤﻰ ﺃﻭ ﺍﺳﺘﺤﻀﺎﺭﻫﻢ ﺍﻻﻋﺘﻘﺎﺩﻱ‪ ،‬ﻭﻧﺤﻮﳘﺎ‬
‫ﺻﺤﺔ ﺍﻟ ﱠﺘﺼﻮﺭ‪ ،‬ﻭﻣﺘﻌ ﹼﻠﻘﺎﺕ ﳘﻤﻬﻢ ﻛﲈ ﱠﻧﺒﻬﺖ ﻋﲆ ﺫﻟﻚ ﻣﻦ ﻗﺒﻞ‪.‬‬ ‫ﻣﻦ ﱠ‬
‫ﻭﻣﻔﺘﺎﺡ ﻣﻘ ﹼﻔﻞ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﺗﻪ ﺍﻵﻥ ﰱ ﺷﺄﻥ ﺍﳌﺮﺍﺗﺐ‪ ،‬ﻭﺳﺪﺭ ﺍﻻﻧﺘﻬﺎﺀﺍﺕ‬
‫ﻫﻰ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻫﻮ[ ﻣﻌﺮﻓﺔ ﺃﻥ ﺍﳊﻖ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﺭﺑﻂ ﺍﻟﻌﻮﺍﱂ ﻭﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺍﺕ ﺻﻐﲑﻫﺎ‬
‫ﻭﻛﺒﲑﻫﺎ‪ ،‬ﴍﻳﻔﻬﺎ ﻭﺣﻘﲑﻫﺎ‪ ،‬ﻋﺎﻟﻴﻬﺎ ﻭﻧﺎﺯﳍﺎ‪ ،‬ﺑﻌﻀﻬﺎ ﺑﺎﻟﺒﻌﺾ‪ ،‬ﻭﻣﻊ‬
‫ﺃ ﱠﻧﻪ ﺍﻭﻗﻒ ﻇﻬﻮﺭ ﺑﻌﻀﻬﺎ ﻋﲆ ﺍﻟﺒﻌﺾ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﺃﻭﺩﻉ ﰱ ﺍﳉﻤﻴﻊ ﺻﻔﺘﻰ‬
‫ﺍﻟﺘﺄﺛﲑ ﻭﺍﻟﺘﺄﺛﺮ‪ ،‬ﻓﻠﻴﺲ ﰱ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﻣﺎ ﻳﻮﺻﻒ ﺑﺎﻟﺘﺄﺛﲑ ﺩﻭﻥ ﺍﻟﺘﺄ ﹼﺛﺮ ﺇﻻ‬
‫ﻋﺰﻩ ﻭﻏﻨﺎﻩ‪ ،‬ﻓﻼ ﺟﺮﻡ ﺟﻌﻞ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺍﻟﺴﻔﲆ ﺑﲈ ﻓﻴﻪ ﻣﺮﺁﺓ‬ ‫ﺍﳊﻖ ﰱ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﱢ‬
‫ﻟﻠﻌﺎﱂ ﺍﻟﻌﻠﻮ￯]ﺵ‪ :‬ﺍﻟﻌﻠﻮ[ ﻭﻣﻈﻬﺮ ﹰﺍ ﻭﳎﻤﻌ ﹰﺎ ﻵﺛﺎﺭﻩ‪ ،‬ﻭﻛﺬﻟﻚ ﺟﻌﻞ ﺍﻟﻌﺎﱂ‬
‫ﺍﻟﻌﻠﻮ￯ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻣﺮﺁﺓ ﻳﻨﻄﺒﻊ ﻓﻴﻪ ﺃﺭﻭﺍﺡ ﺃﻓﻌﺎﻝ ﺍﳋﻠﻖ ﻭﻣﻈﺎﻫﺮﻫﺎ ﺍﳌﺘﺤﺼﻠﺔ‬
‫‪١١٦‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

gibi konularda, önemli dahli vardır. Allah Rasûlü’nün şu hadîsiyle dik-


kat çektiği kimseler buna muttalî olurlar. Allah Rasûlü buyurur: “Allah
Teâlâ, arafat ehlini bağışlamıştır. Onların günahlarının bağışlayaca-
ğını garanti etmiştir. Çünkü Allah Teâlâ arefe günü dünyâ semâsına
nüzûl eder.”30 Ramazan, Zilhicce’nin ilk on günü, Şaban’ın yarısı gece-
sinin fazîleti hakkındaki uyarılarda zikredilenler, bu türdendir. Mescid-i
Haram’da namaz yüz bin, Mescid-i Nebî’de bin, Mescid-i Aksâ’da beş
yüz mislidir. Tahkîk ehlinin muttalî oldukları dereceye ulaşmasa da,
işâret ettiklerime dikkat eden, bunları kavrar.
Sonra bilesin ki amellerin kendileriyle mevsuf bulunduğu
keffâret, tebdîl, mahv ve isbâtın ana dereceleri, bu amellerin ruh ayna-
ları mesâbesindeki nihâî sidreleri ve ruhlarıyla yükselen mazharlarının
mahalli gibidir. Amellerin nihâî sidrelerinin ahkâm mercii, son olarak
kulların işlerinin müntehâsında amel sâhiplerinin mertebeleri ve amel
işlemeye başlarken bâtın hâllerinin, ilmî huzûrlarının, îtikadî düşün-
celerinin sûretidir. İlmî huzûr ve îtikadî düşünce, tasavvurun sağlıklı
olması ve himmetlerinin konuya bağlı bulunmasıdır. Nitekim ben bu
konuya dikkat çekmiştim.
Mertebeler nihâî sidreler konusunda anlattığım kilidin anahtarı,
küçüğü ve büyüğü ile değerlisi ve değersiziyle, yükseği ve alçağıyla
âlemlerin ve mevcûdâtın hepsini Hak Teâlâ’nın birbirine bağladığının
bilinmesidir. Bununla birlikte Allah varlıkların bir kısmının zuhûrunu
diğer bir kısmıyla engeller. Çünkü bütün her şeye tesir ve teessür özel-
liği vermiştir. Varlık âleminde izzet ve gınâsı sebebiyle teessürden/etki-
lenmeden uzak; tesir/etkileme özelliğiyle vasfedilen Hak’tan başka bir
kimse yoktur. Şüphesiz O, süflî âlemi ulvî âlem için bir ayna ve mazhar,
eserlerinin cem’ olma yeri kılmıştır. Böylece ulvî âlemi halkın fiillerinin
ruh ve mazharlarının yansıdığı bir ayna yapmıştır. Halkın fiillerinin ruh
ve mazharları tabiî güçler ile rûhânî kuvvetler arasındaki karışımlar-
116
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫‪37-b‬‬ ‫ﻣﻦ ﺍﻻﻣﺘﺰﺍﺟﺎﺕ ‪ /‬ﺍﻟﻮﺍﻗﻌﺔ ﺑﲔ ﺍﻟﻘﻮ￯ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ ﻭﺍﻟﻘﻮ￯ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ‬


‫ﻭﺍﳌﺘﻌﺠﻨﺔ ﰱ ﻧﺸﺂﺍﺕ ﺃﻫﻞ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺍﻟﺴﻔﲇ‪،‬‬
‫ﱢ‬ ‫ﻻ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺍﻟﻌﻠﻮ￯‬ ‫ﺍﳌﻨﺰﻟﺔ ﹼﺃﻭ ﹰ‬
‫ﻭﺧﺼﻮﺻ ﹰﺎ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﺍﻟﻌﲔ ﺍﳌﻘﺼﻮﺩﺓ‪ ،‬ﻭﻓﻴﻪ ﳚﺘﻤﻊ ﺗﻠﻚ ﺍﻟﻘﻮ￯‬
‫ﻭﺍﻵﺛﺎﺭ ﻭﺑﻪ ﻭﻣﻨﻪ ﻳﻌﻮﺩ ﺇﱃ ﻣﻨﺒﻌﻬﺎ ﺍﻟﺬ￯ ﻣﻨﻪ ﺗﻨﺰﻟﺖ ﻭﺃﻧﺒﺜﱠﺖ‪ ،‬ﻟﻜﻦ‬
‫ﺑﺼﻮﺭﺓ ﻭﺻﻔﺔ ﻏﲑ ﺍﻟﺼﻮﺭﺓ ﻭﺍﻟﺼﻔﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻛﺎﻧﺖ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﺣﺎﻝ ﱡ‬
‫ﺍﻟﺘﻨﺰﻝ‬
‫ﻭﻣﺮﺍﻛﺰ ﺃﺭﻭﺍﺡ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻣﻈﺎﻫﺮﻫﺎ ﹼ‬
‫ﺍﳌﺴﲈﺓ ﺑﺴﺪﺭ ﺍﻻﻧﺘﻬﺎﺀﺍﺕ‬
‫ﺗﻘﻴﻴﺪﺍﺕ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﺍﳌﻄﻠﻖ‪ ،‬ﻭﻧﺴﺒﺔ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﺘﻘﻴﻴﺪﺍﺕ ﺍﳊﺎﺻﻠﺔ ﰱ ﺻﻮﺭ‬
‫ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺍﻟﻌﻠﻮ￯ ﺇﱃ ﻣﻄﻠﻖ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﻧﺴﺒﺔ ﺍﳉﺪﺍﻭﻝ ﺇﱃ ﺍﻟﻨﻬﺮ ﺍﻟﻌﻈﻴﻢ‬
‫ﺗﻔﺮﻋﺖ‪.‬‬
‫ﺍﻟﺬ￯ ﻣﻨﻪ ﹼ‬
‫ﻓﺈﻥ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺗﻘﻴﻴﺪﺍﺗﻪ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻬﺎ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﹼ‬
‫ﻛﻠﻴﺘﻪ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻭﻋﻤﻮﻡ ﺣﻜﻤﻪ ﻫﻮ ﻣﺮﺁﺓ ﻟﻜﻞ ﻓﻌﻞ ﻭﻣﻮﺟﻮﺩ ﻭﻣﺮﺗﺒﺔ ﺗﺪﺭﻛﻪ]ﺵ‪ :‬ﻳﺪﺭﻙ[ ﰱ‬
‫ﺻﻮﺭﺓ‪ ،‬ﻓﻤﻈﺎﻫﺮ ﺃﺭﻭﺍﺡ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺣﻴﺚ ﺃﺩﺭﻛﺖ ﻓﺈﻧﲈ ﻫﻰ ﺻﻮﺭﺓ ﻣﺜﺎﻟﻴﺔ‬
‫ﳜﺘﺺ ﺑﺎﳊﻖ ﻫﻮ ﺇﻇﻬﺎﺭﻩ ﺑﺎﻟﺘﺠﲆ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻱ‪ ،‬ﻭ ﺍﻟﻔﻴﺾ‬ ‫ﻓﺎﻓﻬﻢ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺬ￯ ﱡ‬
‫ﺍﳉﻮﺩﻱ ﻛﻞ ﳾﺀ ﰱ ﻣﺮﺗﺒﺘﻪ ﻋﲆ ﺣﺪ ﻋﻠﻤﻪ]ﻉ‪ + :‬ﺗﻌﺎﱄ[ ﺑﻪ‪.‬‬
‫ﹼ‬
‫ﻬﺖ ﻋﻠﻴﻪ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻔﺼﻞ ﻋﺮﻓﺖ ﺃﻥ ﺳﺒﺐ‬ ‫ﻭﺇﺫﺍ ﺍﺳﺘﺤﴬﺕ ﻣﺎ ﱠﻧﺒ ﹸ‬
‫ﺍﺧﺘﺼﺎﻡ ﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲆ ﰱ ﺍﻟﻜﻔﺎﺭﺍﺕ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ‪ ،‬ﻫﻮ ﺍﻻﺷﺘﺒﺎﻩ ﺍﳊﺎﺻﻞ‬
‫ﻭﺍﳋﻮﺍﺹ ﺍﻟﺘﻔﺼﻴﻠﻴﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﺃﻭﺿﺤﺖ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺑﺴﺒﺐ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﻭﺍﻻﻣﺘﺰﺍﺟﺎﺕ‬
‫ﻭﺑﻴﻨﺖ ﺍﺳﺘﻨﺎﺩ ﺑﻌﻀﻬﺎ ﺇﱃ ﺳﺪﺭ ﺍﻻﻧﺘﻬﺎﺀﺍﺕ‪ ،‬ﻭﺑﻌﻀﻬﺎ ﺇﱃ‬ ‫ﺃﴎﺍﺭﻫﺎ ﱠ‬
‫ﻣﻘﺎﺻﺪ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻌﲈﻝ ﻋﻨﺪ ﺑﻠﻮﻏﻬﻢ ﺇﱃ ﺍﻟﻐﺎﻳﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﻣﻨﺘﻬﺎﻫﻢ‪ ،‬ﻭﻏﲑ ﺫﻟﻚ‬
‫‪38-a‬‬ ‫ﻣﻦ ﺍﻟﻠﻮﺍﺯﻡ ﺍﻟﺘﻔﺼﻴﻠﻴﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﺃﴍﺕ ﺇﻟﻴﻬﺎ ﻓﺈﻥ ﲨﻴﻌﻬﺎ ﺃﻣﻮﺭ ﺗﻔﺼﻴﻠﻴﺔ‬
‫ﻛﻠﻴﺔ‪.‬‬
‫ﻣﺘﻔﺮﻋﺔ ﻣﻦ ﺃﺻﻮﻝ ﳐﺘﻠﻔﺔ ﻭﻋﻠﻮﻡ ﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲆ ﹼ‬ ‫ﹼ‬
‫‪١١٧‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

dan oluşmaktadır. Rûhânî kuvvetler önce ulvî âlemden indirilmiş; sonra


süflî âlem ehlinin yaratılışı sırasında onlarla karıştırılmıştır. Özellikle
bizzat maksûd olan insan ve ondan toplanan kuvvet ve eserler; O’ndan
gelip tekrar menbaına O’nunla döneceği âlemden indirilmiş ve yeryü-
züne yayılmıştır. Fakat insan, iniş hâlindeki hâl ve sıfattan ayrı bir sı-
fat ve sûrette dönecektir. Mazharları itibâriyle amellerin ruh merkez-
leri, “intihâî sidre” diye adlandırılan mutlak misâl âleminin takyîdâtı/
sınırlamalarıdır. Ulvî âlem sûretinde oluşan bu takyîdâtın mutlak misâl
âlemine nisbeti, su kanallarının kendisinden çıktığı büyük nehre nisbet
edilmeleri gibidir.

Âlem-i misâl, sınırlamalar ile işâret olunan sınırlamalar, hükmü-


nün umûmî ve küllî oluşu yönünden sûret içinde hem idrâk mertebeleri,
hem de varlık ve fiiller için bir aynadır. Amellerin ruhlarının mazharları,
idrâk sırasında misâlî/sembolik bir sûrettir, anla! Hakk kendine mahsus
olan şeyi, vücûdî tecellîsi ve cûdî feyziyle kendi ilim sınırındaki merte-
be içinde ızhâr etmektedir.

Bu fasılda dikkat çektiklerimi zihnine ve kalbine yerleştirdin ise


keffâretler konusunda mele-i a’lânın çekişme sebebini anlamışsındır.
O sebep: Sırlarını îzâh ettiğim tafsîlî özellikler, karışımlar ve ahkâm
sebebiyle oluşan benzerliktir. Amellerin istinâdının bazısının sidretü’l-
müntehâya, bazısınınki amel sâhiplerinin gâyeye ulaşmasındaki mak-
sadına, bazısınınki mekân ve zamanın özelliklerine, bazılarının da aslî
mertebelere olduğunu açıkladım. Bu aslî mertebeler amel sâhiplerinin
son noktaya/gâyeye ulaştıklarındaki istikrâr mekânlarıdır. Tafsîlî gerek-
lerden başkalarına da işâret etmiştim. Bunların hepsi farklı asıllardan
doğan tafsîlî işlerdir. Mele-i a’lânın ilimleri ise küllîdir.
117
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻓﻠﻬﺬﺍ ﻳﻌﴪ ﺍﺳﺘﺨﻼﺹ ﺃﺻﻞ ﺍﻟﻌﻤﻞ ﺍﳌﺰﺟﺔ‪ ،‬ﻭﺇﺛﺒﺎﺗﻪ ﰱ ﻣﺮﺗﺒﺘﻪ‬


‫ﺧﺎﺻﻴﺔ ﺃﺻﻞ ﺍﻟﻔﻌﻞ ﺍﻹﳍﻰ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻭﺣﺪﺗﻪ‪،‬‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﺳﻴﲈ ﺑﺴﺒﺐ ﴎﺍﻳﺔ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻭﺍﺳﺘﻨﺎﺩﻩ ﺇﱃ ﺍﳊﻖ ﺍﻟﺬ￯ ﻻ ﻣﺆﺛﺮ ﰱ ﺍﳊﻘﻴﻘﺔ ﺳﻮﺍﻩ]ﻉ‪ :‬ﻫﻮ ﻣﺆﺛﺮ ﰱ ﺍﳊﻘﻴﻘﺔ ﻻﺳﻮﺍﻩ[‪،‬‬
‫]ﺵ‪:‬‬
‫ﻓﺈﻥ ﺍﻟﺘﻌﺪﺩﺍﺕ ﺍﳊﺎﺻﻠﺔ ﻟﻠﻔﻌﻞ ﺍﻟﻮﺣﺪﺍﻧﻰ ﻣﻦ ﺍﻟﻘﻮﺍﺑﻞ ﺍﳌﺘﻌﺪﹼ ﺩﺓ‬ ‫ﹼ‬
‫ﱢ ]ﺵ‪:‬‬
‫ﺍﳌﻌﺪﹼ ﺩﺓ[‪ ،‬ﺇﻧﹼﲈ ﹾﺃﻛ ﹶﺴ ﹶﺒ ﹸﻪ ﺍﻟﺘﻌﺪﺩ ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﻟﻌﺎﺭﺿﺔ ﱂ ﺗﺬﻫﺐ ﻋﻴﻨﻪ‪ ،‬ﻓﺘﻌﻄﻞ‬
‫ﻓﻴﻌﻄﻞ[ ﺧﺎﺻﻴﹼﺘﻪ‪ ،‬ﻓﺎﻓﻬﻢ ﻫﺬﺍ ﺍﻷﺻﻞ‪ ،‬ﻓﺈﻧﻪ ﻣﻦ ﻟﺒﺎﺏ ﺍﳌﻌﺮﻓﺔ‪.‬‬
‫ﴎ ﺷﻔﺎﻋﺔ ﺃﺭﺣﻢ ﺍﻟﺮﺍﲪﲔ‪ ،‬ﻭﺇﺧﺮﺍﺝ ﺍﳊﻖ‬ ‫ﻭﺇﻧﻚ ﺇﻥ ﻋﺮﻓﺘﻪ ﻋﺮﻓﺖ ﹼ‬
‫ﴎ]ﺵ‪ - :‬ﴎ[ ﻏﻠﺒﺔ ﺍﻟﺮﲪﺔ‬ ‫ﻣﻦ ﺍﻟﻨﺎﺭ ﻗﻮﻣ ﹰﺎ ﱂ ﻳﻌﻠﻤﻮﺍ ﺧﲑ ﹰﺍ ﻗﻂ‪ ،‬ﻭﻋﺮ ﹾﻓ ﹶﺖ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻐﻀﺐ‪ ،‬ﻭﻋﺮﻓﺖ ﴎﹼ ﻗﺒﻮﻝ ﺍﻟﺘﻮﺑﺔ ﻭﺍﻟﻌﻔﻮ ﻭﺍﻟﻐﻔﺮﺍﻥ‪ ،‬ﻭﴎﹼ ﺍﻟﻌﻨﺎﻳﺔ‬
‫ﻭﴎ‬
‫ﻭﴎ ﺿﲈﻥ ﺍﻟﺘﺒﻌﺎﺕ‪ ،‬ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺴﻴﺌﺎﺕ ﺑﺎﳊﺴﻨﺎﺕ‪ ،‬ﹼ‬ ‫ﺗﻔﺮﻉ ﻣﻨﻬﺎ ﺗﺒﺪﻳﻞ ﹼ‬‫ﺍﻟﺘﻰ ﹼ‬
‫ﻟﹺ ﹶﻴﻐﹾ ﹺﻔ ﹶﺮ ﻟﻚ ﺍﷲ ﻣﺎ ﺗﻘﺪﱠ ﻡ ﻣﻦ ﺫﻧﺒﻚ ﻭﻣﺎ ﱠ‬
‫ﺗﺄﺧﺮ‪ .31‬ﻓﺈﻧﹼﻪ]ﻕ‪ :‬ﻭﺍﻧﹼﻪ[ ﻣﻦ ﺑﻌﺾ‬
‫ﺧﺎﺻﻴﺔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺘﴫﻑ ﻭ ﺍﳌﺘﴫﻑ‪ ،‬ﻭﻏﻠﺒﺔ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺛﻤﺮﺍﺕ]ﺵ‪ :‬ﴍﺍﺏ[ ﺷﻬﻮﺩ ﺃﺣﺪ ﹼﻳﺔ‬
‫ﺑﺨﻮﺍﺹ ﺗﻌﺪﹼ ﺩﺍﺗﻪ ﺍﻟﻌﺎﺭﺿﺔ ﻭﻋﺮﻓﺖ ﻏﲑ]ﺵ‪ - :‬ﻏﲑ[ ﺫﻟﻚ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﺣﺪﺓ ﺍﻟﻔﻌﻞ‬
‫ﻄﻮﻝ ﺫﻛﺮﻩ‪ ،‬ﺑﻞ ﻳﺘﻌﺬﺭ ﺍﻟﺘﴫﻳﺢ ﺑﻪ‪ ،‬ﻭﺍﷲ ﺍﳍﺎﺩ￯‪.‬‬ ‫ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﹼﳑﺎ ﹸﻳ ﱠ‬
‫ﺫﻛﺮﺕ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻔﺼﻞ]ﻕ‪ :‬ﺍﻷﺻﻞ[ ﻣﻦ ﺃﴎﺍﺭ ﺍﻟﺘﻜﻔﲑ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻭﺇﺫ ﻗﺪ‬
‫ﻭﺍﻟﻜﻔﺎﺭﺍﺕ‪ ،‬ﻭﻣﻮﺟﺒﺎﺕ ﺍﺧﺘﺼﺎﻡ ﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲆ ﻓﻴﻬﺎ‪ ،‬ﻭﰱ ﺃﻣﺜﺎﳍﺎ ﻣﺎ‬
‫ﺧﻔﻴﺔ ﺟﺪﹼ ﹰﺍ ﻟﻄﻴﻔﺔ‬ ‫ﺫﻛﺮﻩ ﻣﻊ ﺯﻳﺎﺩﺍﺕ ﴍﻳﻔﺔ ﻭﻋﻠﻮﻡ ﹼ‬
‫]ﻉ‪ + :‬ﺗﻌﺎﱄ[‬
‫ﻗﺪﱠ ﺭ ﺍﷲ‬
‫ﻭﺭﺩﺕ ﺑﻐﺘﺔﹰ ﰱ ﺃﺛﻨﺎﺀ ﻣﺎ ﻭﺭﺩ‪ ،‬ﺫﻛﺮﺕ ﺃﻣﹼﻬﺎﺕ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻷﻋﲈﻝ ‪ /‬ﺍﻟﺘﻰ ‪38-b‬‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻌﻮﺍﻣﻞ‪ ،‬ﻭﻫﻮ‬
‫ﻫﻰ ﻛﺎﻷﺟﻨﺎﺱ ﳍﺎ‪ ،‬ﻭﻧﺒﹼﻬﺖﹸ ﻋﲆ ﺳﺪﺭ ﺍﻧﺘﻬﺎﺀﺍﲥﺎ ﰱ ﺍﻟﻌﻮﺍﱂ‬
‫ﺧﻄﺄ[ ﺍﻟﻌﺎﻟﻴﺔ‪ ،‬ﻓﻠﻨﺬﻛﺮ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻣﻦ ﺃﻧﻮﺍﻉ ﻣﺮﺍﺗﺒﻬﺎ ﺑﻌﺾ ﻣﺎ ﺃﻃﻠﻌﻨﻰ ﺍﳊﻖ‬
‫ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﻣ ﹼﻨ ﹰﺔ ﻣﻨﻪ ﻭﻓﻀ ﹰ‬
‫ﻼ ﻓﺄﻗﻮﻝ‪:‬‬
‫‪١١٨‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

Bu yüzden karışık amelin aslını hâlis kılmak ve onu mertebesine


oturtmak zordur. Özellikle de bu durum vahdeti itibâriyle ilâhî fiilin as-
lının özelliğinin sirâyeti ve hakîkatte kendisinden başka müessir bulun-
mayan Hakk’a istinâdı sebebiyledir. Çünkü vahdânî/birlik fiilden hâsıl
olan çokluk, O’nun verdiği muhtelif kabiliyetler sebebiyledir. Vahdânî
fiil ona çoğalma ve ârızî sıfatlar kazandırmıştır, ama aynını gidermemiş-
tir ki onun özelliği muattal hâle gelsin; bu aslı anla! Çünkü o, mârifetin
özüdür.

Eğer bunu anlarsan Erhamu’r-râhimîn olan Allah’ın şefâat sırrını,


hayır bilmeyen bir topluluğun bile Hak tarafından cehennemden çıka-
rılışının sırrını anlarsın, Hakk’ın rahmetinin gadabına üstün olmasının
sırrını kavrarsın. Tevbenin kabûlü ile afv ve gufrânın sırrını, inâyet-i
ilâhiyeden kaynaklanan sır ile seyyiâtın hasenâta çevrilişini, Hakk’ın
âkıbetleri garanti (zamân/tazmin) etmesinin sırrını anlarsın: “Allah
Teâlâ senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamak için…”31
âyetinin sırrını kavrarsın. Çünkü bu durum, tasarruf birliğini görmenin,
ârızî çokluk özellikleriyle fiilin birlik hassasının galebesi sonucu mey-
dana gelmiştir. Ayrıca anlatılması sözü uzatacak; hattâ açıklanması zor
olan başka şeyleri de anlarsın. Hidâyete erdiren Allah’tır.

Bu bölümde günahlar için bedel ödeme ve keffâret gibi konular-


da mele-i a’lânın çekişmesinin gereklerinden ve benzeri konulardan
Allah’ın mukadder kıldığı ölçüde söz ettim. Bunları anlatırken ansızın
vârid olan değerli ilâveler ile cidden gizli bilgileri de anarak yaptım.
Ameller için cins gibi sayılan amel mertebelerinin temel esaslarını an-
lattım. Yüce âlemlerdeki sidre-i müntehâlara dikkat çektim. Şimdi Hak
Teâlâ’nın fazlı, lütuf ve minnetiyle muttalî kıldığı amel mertebelerinden
bazılarını anlatalım, derim ki:
118
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺗﺄﺳﺴﺖ ﻣﺒﺎﻧﻴﻬﺎ ﻋﲆ ﺍﻷﻭﺍﻣﺮ‬ ‫ﺍﻟﻌﲈﻝ ﳌﺎ ﹼ‬‫ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﺃﻋﲈﻝ ﺃﻛﺜﺮ ﹼ‬


‫ﻭﺍﻟﻨﻮﺍﻫﻰ ﺍﳌﴩﻭﻋﺔ ﻻﺯﻣﺘﻬﺎ ﺑﻄﺮﻳﻖ ﺍﻹﻧﺘﺎﺝ ﺍﻟﺮﻫﺒﺔ ﻭﺍﻟﺮﻏﺒﺔ ﻣﻦ ﺃﺣﺪ‬
‫ﻋﻠﻤﻲ‪ ،‬ﻭﺍﻵﺧﺮ ﺇﻳﲈﲏﹼ‪ ،‬ﻓﻤﻮﺟﺐ ﺍﻟﺮﻏﺒﺔ ﺇ ﹼﻣﺎ ﺗﺼﺪﻳﻖ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﲔ‪ ،‬ﺃﺣﺪﳘﺎ‬ ‫ﹺ‬
‫ﻣﻮﺟ ﹶﺒ ﹾ ﹺ‬
‫ﺗﺎﻡ ﺑﺎﳌﻮﻋﻮﺩ ﺃﻭ ﺍﻃﻼﻉ ﳏ ﹼﻘﻖ ﻣﻦ ﻗﺒﻴﻞ ﻣﺎ ﺍﻃﻠﻊ ﻋﻠﻴﻪ‬ ‫ﲨﲇ]ﻉ‪ - :‬ﲨﲇ[ ﹼ‬
‫ﺗﺎﻡ ﺑﲈ ﻭﻗﻊ‬ ‫ﺍﳌﺨﱪ ﺍﻟﺼﺎﺩﻕ ﷺ‪ ،‬ﻭﻣﻮﺟﺐ ﺍﻟﺮﻫﺒﺔ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺇ ﹼﻣﺎ ﺗﺼﺪﻳﻖ ﹼ‬
‫]ﻕ‪- :‬‬ ‫ﺍﻹﻧﺬﺍﺭ ﺑﻪ‪ ،‬ﻓﻴﻨﺘﺞ ﺧﻮﻓ ﹰﺎ ﻛﺘﺼﺪﻳﻖ ﺍﳌﺮﻳﺾ ﺍﻟﻄﺒﻴﺐ ﻓﻴﲈ ﹼ‬
‫ﳛﺬ ﹸﺭ ﹸﻩ ﻣﻨﻪ‬
‫ﻭﻳﺴﻤﻰ ﺧﻮﻓ ﹰﺎ ﻭﺇ ﹼﻣﺎ ﹲ‬
‫ﻋﻠﻢ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻣﻨﻪ[ ﻣﻦ ﺍﳌﴬﹼ ﺍﺕ ﳌﺰﺍﺟﻪ‪ ،‬ﻭﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﻣﺮﺿﻪ‬
‫ﳏ ﹼﻘﻖ ﺑﺎﳌﻀﺎﺭ ﻭﺍﳌﻨﺎﻓﻊ ﻛﺤﺎﻝ ﺍﻟﻄﺒﻴﺐ ﻣﻊ ﻣﺎ ﻳﻌﺮﻓﻪ ﻣﻦ ﻣﻀﺎﺭ ﺍﳌﺂﻛﻞ‬
‫ﻭﺍﳌﺸﺎﺭﺏ ﻭﻣﻨﺎﻓﻌﻬﲈ‪.‬‬
‫ﹲ‬
‫ﺧﻮﻑ‬ ‫ﹸ‬
‫ﻓﺎﳋﺸﻴﺔ‬ ‫ﻓﺎﻟﺘﺼﺪﻳﻖ ﻳﻨﺘﺞ ﺍﳋﻮﻑ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻌﻠﻢ ﻳﻨﺘﺞ ﺍﳋﺸﻴﺔ‪،‬‬
‫ﺧﺎﺹ ﻻ ﻳﻘﻮﻡ ﺇﻻ ﺑﻤﻦ ﻳﻌﻠﻢ ﻧﺘﺎﻳﺞ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﻭﻛﻮﻥ ﺍﳊﻖ ﻳﻈﻬﺮﻫﺎ ﺑﲈ‬ ‫ﹼ‬
‫ﳞﺐ ﳍﺎ ﻣﻦ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﻻ ﳏﺎﻟﺔ‪ ،‬ﺇﺫ ﻻ ﻣﻨﻊ ﻭﻻ ﺗﻘﻴﻴﺪ ﰱ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﺍﳌﻄﻠﻖ ﺇ ﹼ‬
‫ﻻ‬
‫ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﻟﻘﺎﺑﻞ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﻭﺟﺪ ﺍﻷﺻﻞ ﻭﻫﻮ ﺍﻟﻌﻤﻞ‪ ،‬ﻭﺃﻧﹼﻪ ﻳﺴﺘﻠﺰﻡ ﻇﻬﻮﺭ‬
‫ﺍﻟﻨﺘﻴﺠﺔ ﻣﻦ ﱢ‬
‫ﻛﻞ ﻳﺪ]ﺵ‪ :‬ﺑﹸﺪﹼ[‪ ،‬ﻓﺨﺸﻴﺔ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﻣﻦ ﺍﳊﻖ ﻣﻦ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻮﺟﻪ‪ ،‬ﻭﺛﻤﺮﺓ‬
‫ﺍﳋﺸﻴﺔ ﻓﻴﻤﻦ ﻗﺎﻣﺖ ﺑﻪ ﻋﺪﻡ ﺍﻹﻗﺪﺍﻡ ﻋﲆ ﻛﻞ ﻓﻌﻞ ﻳﻌﻠﻢ ﺃﻥ ﻧﺘﻴﺠﺘﻪ ﻣﺘﻰ‬
‫ﻇﻬﺮﺕ ﻟﻪ‪ ،‬ﻭﺍﺗﺼﻠﺖ ﺑﻪ ﻻ ﻳﻼﻳﻤﻪ ﻭﻻ ﻳﺮﺿﻴﻪ‪ ،‬ﻭﺍﳋﻮﻑ ﻻ ﻳﺸﱰﻁ‬
‫ﻛﻞ ﻓﻌﻞ ﻭﻧﺘﻴﺠﺘﻪ ﺑﻞ ﻳﺸﱰﻁ ﻓﻴﻪ ﺍﻟﺘﺼﺪﻳﻖ ﺑﲈ ﻭﺭﺩ ﺑﻪ‬ ‫ﻓﻴﻪ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﺑﻤﻌﺮﻓﺔ ﹼ‬
‫ﺍﻹﺧﺒﺎﺭ ﻋﻨﻪ ﺑﻠﺴﺎﻥ ﺍﻹﻧﺬﺍﺭ ﻭﺍﻟﻨﻈﺮ ﰱ ﺃﺳﺒﺎﺏ ﺍﻟﺴﻼﻣﺔ‪.‬‬
‫‪39-a‬‬ ‫ﺃﻥ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﻛﲈ ﻳﻘﴤ]ﻉ‪ :‬ﻳﻘﺘﴤ[ ﺑﺎﳋﺸﻴﺔ ‪ /‬ﻭﺍﻹﺣﺠﺎﻡ ﻋﻦ‬ ‫ﻭﺍﻋﻠﻢ ﹼ‬
‫ﻣﺮﺿﻴﺔ‪ ،‬ﻓﻜﺬﻟﻚ ﻳﻮﺟﺐ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺘﻠﺒﺲ ﺑﻔﻌﻞ ﻳﻌﻠﻢ ﺃﻥ ﻧﺘﻴﺠﺘﻪ ﻣﴬﹼ ﺓ ﻏﲑ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻭﻣﻀﺎﺭﻫﺎ ﻭﻣﻨﺎﻓﻌﻬﺎ ﺍﻹﻗﺪﺍﻡ ﻋﲆ ﺃﻣﻮﺭ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺃﺣﻴﺎﻧﺎﹰ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺑﺬﺍﺗﻪ‪،‬‬
‫‪١١٩‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

Bilesin ki, amel sâhiplerinin çoğunun amelleri, emir ve yasaklar


üzerine binâ edildiğinden amellerin sonuçlandırılması rehbet ve rağbet
denilen iki âmile ihtiyaç duyar. Bu iki âmilden biri ilmî, diğeri îmânîdir.
Rağbeti/ümîdi gerekli kılan şey, ya vaad edilenlerin tamamını toplu-
ca tasdîk şeklinde olur. Ya da Muhbir-i sâdık’ın (s.a.) muttalî olması
kabîlinden tahkîkî yolla olur. Korkuyu gerekli kılan şey ise kendisiyle
inzâr/korkutmanın vâkî olduğu şeyi tam olarak tasdîk ile olur. Ki bu-
nun sonucunda bir korku meydana gelir. Bu korku mizâcına zararlı olan
şeylerden sakındıran doktorun söylediklerini tasdîk eden hastada mey-
dana gelen korkuya benzer. Ya da bu korku fayda ve zarara âid kesin
bir bilgiyle olur ki yiyecek ve içeceklerin zararlarını ve yararlarını bilen
doktorun bizzat kendisindeki korkusu gibidir.

Tasdîk havf intâc eder; ilim haşyet doğurur. Haşyet, amellerin so-
nuçlarını Hakk’ın kendilerine verdiği varlık ile; onları kaçınılmaz olarak
ızhâr ettiğini bilenlere has bir korkudur. Çünkü vücûd-i mutlakta men’/
vermeme ve takyîd/sınırlama yoktur. Men’ ve takyîd ancak O’nun ver-
diği kâbiliyet itibâriyle olur. Bulunan asıldan maksad ameldir. Amel her
elde edilen netîcenin zuhûrunu gerekli kılar. Âlimin Hak’tan haşyeti/
korkusu bu türdendir. Haşyet meyvesiyle kâim olan kişi, zuhûra geldiği
ve kendisine bitiştiği zaman yakışmayacağını ve hoşlanmayacağını bil-
diği hiçbir amele yönelmez. Havf’ta ise fiili ve netîcesini bilmek gerek-
mez. Ancak inzâr/korkutma üslûbuyla O’ndan gelen haberleri tasdîk,
kurtuluş çarelerini araştırmak gerekir.

Bilesin ki ilim; haşyeti/korkuyu, sonucu zararlı ve hoşlanılma-


yan türden olduğu bilinen bir davranışa bürünmekten çekinmeyi ge-
rekli kılar. Bazen de kendisini; zarar ve yararlarını bilene nisbetle
119
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻳﻈﻦ ﺍﳋﺎﺋﻒ ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﺍﺳﺘﻠﺰﺍﻣﻬﺎ ﻟﻠﻨﺘﺎﻳﺞ ﺍﳌﴬﺓ ﻋﺎﻡ ﺍﳊﻜﻢ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﻛﻞ‬
‫ﻣﺒﺎﴍ ﳍﺎ‪ ،‬ﻭﺍﻷﻣﺮ ﺑﺨﻼﻑ ﺫﻟﻚ‪.‬‬
‫ﻓﺈﻥ ﺍﻵﺛﺎﺭ ﺍﳌﴬﹼ ﺓ ﺍﳌﺘﻮ ﹼﻗﻌﺔ ﻣﻦ ﺑﻌﺾ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺇﻧﹼﲈ ﺗﻈﻬﺮ]ﺵ‪ :‬ﻳﻈﻬﺮ[ ﻋﲆ‬ ‫ﹼ‬
‫ﳏﻞ ﺍﻟﻔﺎﻋﻞ ﻣﺴﺘﻌﺪﹼ ﹰﺍ ﻟﻘﺒﻮﻟﻪ ﻭﺑﺘﻘﺪﻳﺮ‬
‫ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻮﺟﻪ‪ ،‬ﻭﺗﴬﹼ ]ﺵ‪ :‬ﻳﴬ[ ﺇﺫﺍ ﻛﺎﻥ ﱡ‬
‫ﺍﻟﻘﺒﻮﻝ‪ ،‬ﻓﻼ ﺑﺪﱠ ﻣﻦ ﻓﺮﺽ ﻋﺪﻡ ﺍﳌﻘﺎﻭﻡ ﻭﺍﻟﺪﹼ ﺍﻓﻊ‪ ،‬ﺃﻻ ﺗﺮﻱ]ﻕ‪ :‬ﻳﺮ ﻱ[ ﹼ‬
‫ﺃﻥ‬
‫ﻛﺜﲑ ﹰﺍ ﻣﻦ ﺍﻷﻏﺬﻳﺔ ﻭﺍﳌﴩﻭﺑﺎﺕ]ﻕ‪ :‬ﺍﻷﴍﺑﺔ[ ﺍﻟﺮ ﹼﺩﻳﺔ‪ ،‬ﺑﻞ ﻭﻣﻦ ﺍﳌﺴﻤﻮﻣﺎﺕ‬
‫ﺗﺎﻡ ﺃﻭ‬
‫ﻣﺘﻠﺒﺴﺔ ﺑﺈﻳﲈﻥ ﹼ‬ ‫ﹴ‬
‫ﻧﻔﻮﺱ ﻓﻌﺎﻟﺔ ﹼ‬ ‫ﹴ‬
‫ﻗﻮﻳﺔ ﺃﻭ‬ ‫ﹴ‬
‫ﺃﻣﺰﺟﺔ‬ ‫ﻳﺘﻨﺎﻭﳍﺎ ﻗﻮﻡ ﺫﻭ‬
‫ﻭﺗﻮﺟ ﹴﻪ ﻧﺤﻮ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻭﻭﺛﻮﻗ ﹰﺎ ﺑﻪ‪ ،‬ﻓﻼ ﻳﺘﴬﹼ ﺭﻭﻥ ﺑﴚﺀ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﹴ‬
‫ﺻﺪﻕ‪ ،‬ﺃﻭ ﱡ‬
‫ﺗﻮﻛﻞ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﳏﺮﻕ[‬
‫ﻓﺈﳖﺎ ﻟﻴﺴﺖ ﲢﺮﻕ‬ ‫ﻣﻦ ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻭﺇﻥ]ﻕ‪ :‬ﻓﺈﻥ[ ﺍﻟﻨﺎﺭ ﻭﺇﻥ ﻛﺎﻧﺖ ﳏﺮﻗ ﹰﺔ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻛﻞ ﻣﺎﻳﺘﺼﻞ ﲠﺎ‪ ،‬ﺑﻞ ﻳﺸﱰﻁ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﺍﳉﺴﻢ ﺍﻟﺬ￯ ﺍﺗﺼﻠﺖ ﺑﻪ ﻗﺎﺑ ﹰ‬
‫ﻼ‬
‫ﻟﻼﺣﱰﺍﻕ‪.‬‬
‫ﺍﻟﺴﻤ ﹾﻨﺪﹶ ﺭ ﻭﺍﻟﻴﺎﻗﻮﺕ‪ ،‬ﻭﰱ ﲨﺎﻋﺔ ﻣﻦ ﺍﻷﺷﺨﺎﺹ‬ ‫ﻭﳍﺬﺍ ﻻ ﻳﺆﺛﺮ ﰱ ﱠ‬
‫ﻣﺮ ﺫﻛﺮﻩ‪ ،‬ﺣﺘﻰ ﺃﻥ ﺛﻴﺎﲠﻢ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺑﺤﻜﻢ‬ ‫ﺍﻟﺒﴩﻳﲔ ﻭﺫ￯ ﻧﻔﻮﺱ ﻗﺎﻫﺮﺓ‪ ،‬ﻛﲈ ﹼ‬
‫ﺍﳋﺎﺻﻴﺔ‪ ،‬ﻓﻼ ﳛﺮﻗﻬﺎ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﲢﺮﻗﻬﺎ[ ﺍﻟﻨﺎﺭ‪ ،‬ﻭﺷﺎﻫﺪ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﳌﺠﺎﻭﺭﺓ ﺗﴪ￯ ﻓﻴﻬﺎ ﺗﻠﻚ‬
‫ﺇﻥ‬‫ﻫﺬﺍ ﻣﻦ ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ ﺍﻟﻨﺒﻮ ﹼﻳﺔ]ﻉ‪ - :‬ﺍﻟﻨﺒﻮﻳﺔ[ ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ :‬ﹼ‬
‫ﺍﻟﺴﺠﻮﺩ ﹼﳑﻦ ﹸﻗﺪﱢ ﺭ ﺩﺧﻮﻟﻪ ﻓﻴﻬﺎ ﻣﻦ ﺍﳌﺆﻣﻨﲔ‪.32‬‬ ‫ﻣﻮﺍﺿﻊ ﱡ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﻻﻳﺄﻛﻞ[‬
‫ﺍﻟ ﹼﻨﺎﺭ ﻻ ﺗﺄﻛﻞ‬
‫ﻣﻊ ﺃﻥ ﺗﻠﻚ ﺍﳌﻮﺍﺿﻊ ﻣﻦ ﲨﻠﺔ ﺃﺟﺰﺍﺀ ﺃﺑﺪﺍﳖﻢ ﺍﻟﻘﺎﺑﻠﺔ ﻟﻺﺣﱰﺍﻕ‪ ،‬ﻭﻣﻊ ﹼ‬
‫ﺃﻥ‬
‫ﺗﻠﻚ ﺍﻟﻨﺎﺭ ﻳﺰﻳﺪ]ﺵ‪،‬ﻉ‪،‬ﻕ‪ :‬ﺗﺰﻳﺪ[ ﰱ ﺍﻟﻘﻮﺓ ﻭﺍﻟﻌﻈﻤﺔ ﻋﲆ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻨﺎﺭ ﺑﺘﺴﻌﺔ ﻭﺳﺘﲔ‬
‫ﳑﺎ ﺃﺧﱪ ﻋﻨﻬﺎ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻣﻦ ﻧﺤﻮ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﻧﺎ ‪39-b /‬‬ ‫ﺟﺰﺀ ﹰﺍ ﻋﲆ ﻣﺎ ﺃﺧﱪ ﷺ ﻋﻨﻬﺎ ﻭ ﹼ‬
‫ﻣﺆﻣﻦ ﻓﻘﺪ ﺃﻃﻔﺄ ﻧﻮﺭﻙ ﳍﺒﻲ‪.33‬‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻗﻮﳍﺎ‪ :‬ﹸﺟﺰ]ﺵ‪ + :‬ﺃﺩﺧﻞ[ ﻳﺎ‬
‫‪١٢٠‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

bir takım işlere yönlendirebilir. Havf ehli zararlı şeylerin sonuçlarını


gerekli kılan şeyin hükmünün de umûmî olduğunu sanır; oysa ki durum
bunun aksinedir.

Bazı amellerden oluşan zararlı sonuçlar, amel işleyenin zara-


rı kabûle müstaid ve kabûl ölçüsünde bulunduğu üzre zâhir ve zararlı
olur. Bu durumda zarara mukâvemetle onu ortadan kaldıracak bir şeyin
bulunmaması gereklidir. Görmez misin ki kötü yiyecek ve içeceklerin
hattâ zehirlilerin çoğunu yiyen güçlü mizâc sâhipleri ile sıdk ve tam
bir îmân ile Hakk’a tevekkül ve teveccühte bulunan faâl nefs sâhibleri,
bunlardan hiçbir zarar görmezler. Ateş her ne kadar yakıcıysa da dokun-
duğu her şeyi yakmaz. Hattâ ateşin bir cismi yakması için dokunduğu
cismin yanmaya kabiliyetli olması şarttır.

Bu yüzden ateş; inci ve yâkuta veya daha önce anlatıldığı gibi


insanlardan kahr edici/etkin nefse sâhip bazılarına zarar vermez. Hattâ
-yakınlık/mücâveret hükmü gereği- bu özellik giysilere de sirâyet eder
de ateş onu yakmaz. Bu söylediklerimizin şerîat-ı Nebeviyye’deki delîli
Allah Rasûlü’nün şu sözüdür: “Cehennem ateşi cehenneme girmeleri
mukadder müminlerin secde uzuvlarını yakmaz.”32 Oysa ki secde or-
ganları da insanların yanmaya istîdâdlı parçaları cümlesindendir. Ayrıca
cehennem ateşi Hz. Peygamber’in (s.a.) haber verdiğine göre, kuvvet ve
büyüklükte bu dünyâ ateşinden altmış dokuz kat kuvvetlidir. Bu da Hz.
Peygamber’in şu rivâyetine müsteniddir. Nitekim o, cehennemin, üze-
rinden geçen müminlere şöyle seslendiğini haber vermiştir: “Ey mümin
çabuk geç. Nûrun, alevimi söndürüyor!”33
120
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﻟﺮ ﹼﺑﺎﻧﻰ‬
‫ﺍﻟﴪ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺴﻴﺌﺎﺕ ‪ .‬ﻛﺬﻟﻚ ﹼ‬
‫‪34‬‬
‫ﺃﻥ ﺍﳊﺴﻨﺎﺕ ﻳﺬﻫﺒﻦ ﱠ‬ ‫ﻭﺍﻋﻠﻢ ﺃﻧﹼﻪ ﻛﲈ ﱠ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺃﺛﺮﻩ[‬
‫ﺍﳌﺴﻤﻰ ﺃﺛﺮﻫﺎ‬
‫ﱠ‬ ‫ﺍﻟﺬ￯ ﰱ ﺍﻟﻌﺒﺪ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﻣﺼﺪﺭ ﺗﻠﻚ ﺍﳊﺴﻨﺔ‬
‫ﺍﻟﺴﻴﺌﺔ ﺃﻗﻮ￯ ﻭﺃﻋﻈﻢ‪.‬‬
‫ﺑﺎﳋﺎﻃﺮ ﺍﻟﺮﺑﺎﻧﻰ ﻳﻜﻮﻥ ﳏﻮﻩ ﻟﴬﺭ ﹼ‬
‫ﻭﺍﳌﺤﻮ ﻋﻨﺪﻧﺎ ﳏﻮﺍﻥ‪ :‬ﳏﻮ ﴐﺭ ﺍﻟﺴﻴﺌﺔ ﻭﻧﺘﻴﺠﺘﻬﺎ ﻭﳏﻮ ﺻﻮﺭﲥﺎ ﺃﻭ‬
‫ﺻﻔﺘﻬﺎ ﻛﲈ ﺳﺒﻘﺖ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺇﻟﻴﻪ‪ ،‬ﻭﻫﺬﺍﻥ ﺍﳌﺤﻮﺍﻥ ﻗﺪ ﻳﻜﻮﻧﺎﻥ ﺣﺎﻝ ﻛﻮﻥ‬
‫ﺍﻟﻌﺎﻣﻞ ﺑﻌﺪ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻨﺸﺄﺓ ﻭﺍﻟﺪﺍﺭ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﻳﻜﻮﻧﺎﻥ ﰱ ﺍﻟﱪﺯﺥ ﰱ ﺣﻖ ﺍﻟﺒﻌﺾ‬
‫ﺟﻬﻨﻢ ﺃﻋﺎﺫﻧﺎ ﺍﷲ ﻣﻨﻬﺎ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﻳﻜﻮﻥ ﺍﳌﻮﺟﺐ‬ ‫ﻭﰱ ﺍﳊﴩ]ﻕ‪ :‬ﺍﳌﺤﴩ[ ﻭﰱ ﹼ‬
‫ﳍﲈ ﺃﻣﺮ ﺫﺍﺗﻰ ﰱ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﻳﻜﻮﻥ ﻣﻮﺟﺒﻪ ﻓﻌﻞ ﺣﺴﻦ ﺗﺎﺑﻊ ﻟﻠﻔﻌﻞ‬
‫ﺍﻟﺴ ﱢﻴﺌﺔ ﺍﳊﺴﻨﺔ ﲤﺤﻬﺎ‪.35‬‬
‫ﻣﺮ‪ ،‬ﻭﻛﲈ ﻗﺎﻝ‪ :‬ﺃﺗﺒﻊ ﱠ‬ ‫ﺍﳌﺬﻣﻮﻡ ﻛﲈ ﹼ‬
‫ﻭﺭﺃﻳﺖ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﳌﻘﺎﻡ ﳌﺎ ﺃﺩﺧﻠﺘﻪ ﻭﺃﻃﻠﻌﺖ ﻋﲆ ﺃﴎﺍﺭﻩ ﺍﻟﻔﺮﻕ ﺑﲔ‬
‫ﻧﺘﺎﻳﺞ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ﻭﺍﻟﺒﺎﻃﻨﺔ‪ ،‬ﻭﺇﱃ ﺃﻳﻦ ﻳﻨﺘﻬﻲ‪ ،‬ﻭﰱ ﺗﻠﻚ ﺍﳊﺎﻟﺔ‬
‫ﺭﺃﻳﺖ ﺳﺪﺭ ﺍﻻﻧﺘﻬﺎﺀﺍﺕ ﺍﻟﺘﻰ ﱠﻧﺒﻬﺖ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻣﻦ ﻗﺒﻞ‪ ،‬ﻭﺃﻃﻠﻌﺖ ﻋﲆ‬
‫ﺣﻘﻴﻘﺔ ﺍﳌﺆﺍﺧﺬﺓ ﻭﺍﻟﻌﻔﻮ ﻭﺍﻟﻐﻔﺮﺍﻥ‪ ،‬ﻓﺮﺃﻳﺖ ﺃﺛﺮ ﻛﻞ ﻭﺍﺣﺪ ﳐﺎﻟﻔ ﹰﺎ ﻷﺛﺮ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﻳﻌﻮﺩ[‬
‫ﴎ ﺍﻟﺘﺒﺪﻳﻞ‪ ،‬ﻭﺇﻋﺪﺍﻡ ﺻﻮﺭ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺣﺘﻰ ﺗﻌﻮﺩ‬ ‫ﺍﻵﺧﺮ‪ ،‬ﻭﺭﺃﻳﺖ ﹼ‬
‫ﻋﺰﻭﺟﻞ‪ :‬ﹶﻫ ﹶﺒﺎﺀ ﱠﻣﻨ ﹸﺜﻮﺭ ﹰﺍ‪.36‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﻛﲈ ﻗﺎﻝ ﺍﷲ‬
‫ﺍﻟﴩ ﻭﺍﳋﲑ ﻭﺍﳌﻤﺘﺰﺝ ﻣﻨﻬﺎ ﺑﺎﻷﻏﻠﺒﻴﺔ‬ ‫ﻭﺭﺃﻳﺖ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺍﳋﺎﻟﺼﺔ ﰱ ﹼ‬
‫ﺻﺎﳊ ﹰﺎ ﻭﻃﺎﳊ ﹰﺎ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺻﺎﳊﻬﺎ ﻭﻃﺎﳊﻬﺎ[‪ ،‬ﻭﺭﺃﻳﺖ ﺍﳊﺴﻨﺔ ﺗﺴﺘﻬﻠﻚ ﰱ ﺍﳊﺴﻨﺔ‬
‫ﻭﲢﻴ ﹸﻠﻬﺎ ﺇﻟﻴﻬﺎ ﳌﺰﻳﺪ ﻗﻮﲥﺎ‪ ،‬ﺃﻭ ﻋ ﹼﻠﻮ ﻣﻨﺰﻟﺘﻬﺎ‪ ،‬ﻓﺘﺎﺭﺓ ﺗﺮﺟﺢ ﺍﳊﺴﻨﺔ ﺍﻷﻭﱃ‬ ‫ﹸﹺ‬
‫ﻭﺍﻟﻘﻮﺓ‪ ،‬ﻓﻴﻜﻮﻥ ﻫﺬﺍ ﺍﻷﺛﺮ ﳍﺎ‪ ،‬ﻭﻳﻜﻮﻥ ﺍﻷﻣﺮ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻋﲆ ﺍﻟﺜﺎﻧﻴﺔ ﰱ ﺍﻟﻌ ﹼﻠﻮ‬
‫ﺑﺎﻟﻌﻜﺲ ﺃﺧﺮﻱ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺮﺍﺟﺤﺔ ﰱ ﺍﻟﻘﻮﺓ ﻗﺪ ﺗﺮﻗﻰ ﺍﳊﺴﻨﺔ ﺍﻷﺧﺮﻱ‪ ،‬ﻭﻗﺪ‬
‫‪40-a‬‬ ‫ﺗﻌﻮﻗﻬﺎ ﺑﺮﻫﺒﺔ ﺯﻣﺎﻧ ﹰﺎ]ﻉ‪ - :‬ﺯﻣﺎﻧ ﹰﺎ[ ﻟﺴﻠﻄﻨﺔ ﻣﻘﺎﻣﻬﺎ ‪ /‬ﺛﻢ ﺗﺮﻗﻰ ﺍﳌﺴﺘﺤ ﹼﻘﺔ ﻟﻠﻌ ﱡﻠﻮ‪،‬‬‫ﹼ‬
‫ﺳﻴﺌﺔ‬
‫ﺍﳌﺴﻤﻰ ﹼ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻣﻌ ﹰﺎ‪ ،‬ﻭﺭﺃﻳﺖ ﺑﻌﺾ ﺍﻷﻋﲈﻝ‬ ‫ﺗﺮﻗﻴﺎﻥ[‬ ‫ﻕ‪:‬‬ ‫ﻉ‪،‬‬ ‫]ﺵ‪،‬‬
‫ﻭﻗﺪ ﺗﱰﻗﻴﺎﻥ‬
‫‪١٢١‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

Bilesin ki “hasenâtın seyyiâtı gidermesi”34 de bu türdendir. Ha-


sene/iyiliğin kuldan sâdır olmasına sebep olan sırr-ı Rabbânî’nin eseri
hâtır-ı Rabbânî diye isimlendirilir ki o seyyienin zararını mahvetme/
silme açısından daha güçlü ve daha büyüktür.
Bize göre mahv iki türlü olur: Birincisi seyyienin zarar ve sonucu-
nun silinmesidir. Diğeri ise daha önce işâret edildiği gibi seyyienin sıfat
ve sûretinin silinmesidir. Mahvin bu iki türü bazen yaratılış sonrası bu
dünyâda, bazıları hakkında berzah âleminde, bazıları için haşirde, bazı-
ları için de cehennemde olur ki, biz böyle bir âkıbetten Allah’a sığınırız.
Bazen bunun mûcibi insanın zâtî bir özelliği, bazen söz konusu edildiği
gibi kötü fiilden sonra işlenen bir iyi fiildir. Nitekim Allah Rasûlü bu-
yurmuştur: “Günahın ardından onu silecek bir hasene/iyilik işle…”35
Ben ulaştırıldığım bu makâmı, zâhirî amellerle bâtınî amellerin
sonuçları arasındaki farka ve amellerin nereye ulaştığına muttalî oldu-
ğum zaman anladım. Yine bu sırada daha önce dikkat çektiğim amelle-
rin nihâî sidrelerini/sidre-i müntehâyı gördüm. Muâhaze, afv ve gufran
hakîkatine muttalî kılındım. Bunların her birinin eserinin diğerine zıd/
muhâlif olduğunu gördüm. Tebdîlin/seyyiâtın hasenâta çevrilmesinin
sırrını, amellerin sûretlerinin yok edilişini gördüm. O kadar ki bu amel-
ler Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi “hebâen mensûrâ/saçılmış zerre-
ler” olmuşlardır.36
Katışıksız şer ve hayır olan amelleri, hayrı ve şerri birbirine karı-
şık; salâhı ile kötülüğü etkin olan ameller gördüm. Hasene içinde yok
olmuş haseneleri veya kuvvetinin ziyâdeliği ya da menzilinin yüce olu-
şu sebebiyle bir hasenenin bir başkasını kendisine dönüştürdüğünü gör-
düm. Bazen ilk iyilik ve yücelik, güçte diğerinden daha üstündür. Bu
durumda eser/tesir ilke âid oluyordu. Bazen de aksi gerçekleşiyordu.
121
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﲤﺤﻮ ﺳﻴﺌﺎﺕ ﺃﺧﺮﻱ‪ ،‬ﻭﺭﺃﻳﺖ ﱠ‬


‫ﻛﻞ ﻭﺍﺣﺪ ﻣﻦ ﺍﻟﺘﺒﺪﻳﻞ ﻭﺍﳌﺤﻮ ﻳﻘﻊ ﺗﺎﺭﺓ‬
‫ﺩﻓﻌ ﹰﺔ ﻭﺗﺎﺭﺓ ﺑﺎﻟﺘﺪﺭﻳﺞ ﻳﺴﲑ ﹰﺍ ﻳﺴﲑ ﹰﺍ ﰱ ﻣﺪﹼ ﺓ ﻣﻦ ﺍﻟﺰﻣﺎﻥ ﻛﺎﻻﺳﺘﺤﺎﻻﺕ‬
‫ﰱ ﻋﺎﳌﻨﺎ ﻫﺬﺍ‪ ،‬ﻭﺭﺃﻳﺖ ﺃﺭﻭﺍﺡ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﻣﻨﺘﺸﻴﺔ ﺑﲔ ﹸﺃ ﹼﺑﻮﺓ )ﺃﻥ ﺍﻟﻌﻠﻢ‬
‫ﻭﺍﻻﻋﺘﻘﺎﺩ ﺃﺏ‪ ،‬ﻭﺍﳊﻀﻮﺭﻭﺍﻻﺳﺘﺤﻀﺎﺭ ﹼﺃﻡ( ﻋﻠﻢ ﺍﻟﻌﺎﻣﻞ ﺃﻭ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩﻩ‪،‬‬
‫ﻭﺑﲔ ﺃﻣﻮﻣﺔ ﺣﻀﻮﺭﻩ]ﻕ‪ + :‬ﻣﻦ ﺍﻟﻌﺎﻣﻞ[ ﺃﻭ ﺍﺳﺘﺤﻀﺎﺭﻩ‪.‬‬
‫ﺃﻥ ﻣﻦ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﻣﺎ ﺇﺫﺍ ﺻﺪﺭﺕ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﺎﻣﻞ ﰱ ﻣﻮﺿﻊ ﴍﻳﻒ‬ ‫ﻭﺭﺃﻳﺖ ﹼ‬
‫ﺃﻭ ﺑﻤﺤﴬ ﻋﺎﻣﻞ ﳏﻘﻖ]ﺵ‪ :‬ﳏﻖ[ ﻣﻘﺮﺏ ﻭ ﹺﺳ ﹼﻴﲈ ﺇﺫﺍ ﻛﺎﻥ ﺫﻟﻚ ﺑﺼﻮﺭﺓ‬
‫ﻣﺸﺎﺭﻛﺔ ﰱ ﻣﺒﺎﴍﺓ ﺻﻮﺭﺓ ﺍﻟﻌﻤﻞ‪ ،‬ﺃﻧﹼﻪ ﻭﺇﻥ ﻛﺎﻥ ﺿﻌﻴﻒ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ‪،‬‬
‫]ﺵ‪:‬‬
‫ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻳﻜﺘﺴﺐ ﻣﻦ ﺑﺮﻛﺔ ﺍﳌﻮﺿﻊ]ﻉ‪ :‬ﺍﳌﻮﺍﺿﻊ[‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﺑﺮﻛﺔ ﺣﻀﻮﺭ ﺍﳌﺤﻘﻖ‬
‫ﹴ ]ﺵ ﻣﻨﺰﻟﻪ[‬
‫ﺍﻟﻨﻴﺔ‬
‫ﻧﺎﺳﺨﺔ ﳊﻜﻢ ﹼ‬ ‫ﻭﻗﻮ ﹰﺓ ﻭﻋﻠﻮ ﻣﻨﺰﻟﺔ‬ ‫ﺃﻭ ﻣﺸﺎﺭﻛﺘﻪ ﻧﻮﺭ ﹰﺍ ﱠ‬
‫ﺍﳌﺤﻖ[‬

‫ﺍﻟﻔﺎﺳﺪﺓ ﺍﳌﻜﺪﱢ ﺭﺓ ﺭﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻌﻤﻞ ﻭﺗﻨﺼﻠﺢ ﺑﺼﻼﺡ ﺭﻭﺣﺎﻧﻴﺔ‬


‫ﺍﻟﻌﻤﻞ ﺻﻮﺭﺗﻪ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺑﱪﻛﺔ ﺣﻀﻮﺭ ﺍﻟﻌﺎﻣﻞ ﺍﳌﺤﻘﻖ‪ ،‬ﻭﻋﻠﻤﻪ ﻭﺣﺴﻦ‬
‫ﺍﳌﺤﻞ‪ ،‬ﻭﺭﻭﺣﺎﻧﻴﺘﻪ‪.‬‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻧﻴﺘﻪ ﻭﻣﺸﺎﺭﻛﺘﻪ ﻭﺑﺮﻛﺔ ﴍﻑ‬
‫ﻭﺭﺃﻳﺖ ﻋﻤﻞ ﺯﻳﺪ ﺍﻟﺼﺎﻟﺢ ﻳﺼﻠﺢ ﻋﻤﻞ ﻋﻤﺮﻭ ﺍﻟﻔﺎﺳﺪ‪ ،‬ﻭﺃﺣﻴﺎﻧ ﹰﺎ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺫﻭ￯ ﺍﻟﻌﻤﻞ[‬
‫ﻳﻈﻬﺮ ﺳﻠﻄﻨﺔ ﺍﻟﻌﻤﻞ ﺍﻟﻔﺎﺳﺪ‪ ،‬ﻓﻴﴪ￯ ﺣﻜﻤﻬﺎ ﰱ ﺣﺎﻝ ﺫﻱ‬
‫ﺍﻟﴬﺭ‬ ‫ﺍﻟﻌﻤﻞ ﺍﻟﺼﺎﻟﺢ‪ ،‬ﻓﻴﺘﴬﹼ ﺭ ﺑﺬﻟﻚ ﻭﺇﻥ ﱂ ﻳﺘﻌﺪﹼ ﻱ]ﻕ‪ :‬ﱂ ﻳﺘﻌﺪ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﺍﻷﺻﺢ[ ﹼ‬
‫ﻳﻦ‬ ‫ﻻ ﹸﺗ ﹺﺼﻴ ﹶﺒ ﱠﻦ ﺍ ﱠﻟ ﹺﺬ ﹶ‬
‫ﺇﱃ ﺃﻋﲈﻟﻪ‪ ،‬ﻭﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺇﱃ ﺫﻟﻚ ﻗﻮﻟﻪ ﺗﻌﺎﱄ‪ :‬ﹶﻭﺍﺗ ﹸﱠﻘﻮ ﹾﺍ ﹺﻓ ﹾﺘ ﹶﻨ ﹰﺔ ﱠ‬
‫ﺂﺻ ﹰﺔ‪ 37‬ﺍﻵﻳﺔ‪ ،‬ﻭﻟﻴﺲ ﻫﺬﺍ ﺑﻤﺨﺎﻟﻒ ﻟﻸﺻﻞ ﺍﳌﱰﺟﻢ‬ ‫ﹶﻇ ﹶﻠ ﹸﻤﻮ ﹾﺍ ﹺﻣ ﹸ‬
‫ﻨﻜ ﹾﻢ ﹶﺧ ﱠ‬
‫ﻋﻨﻪ‪ ،‬ﺑﻘﻮﻟﻪ ﺗﻌﺎﱄ‪ :‬ﻭﹶﻻﹶ ﹶﺗ ﹺﺰ ﹸﺭ ﹶﻭﺍ ﹺﺯ ﹶﺭ ﹲﺓ ﹺﻭﺯﹾ ﹶﺭ ﹸﺃ ﹾﺧ ﹶﺮﻱ‪.38‬‬
‫ﺍﻟﺼﺎﻟﺢ‬ ‫ﻓﺈﻥ ﻫﺬﺍ ﺍﻷﺛﺮ ﻻ ﻳﻘﻊ ﻭﻻ ﻳﴪ￯ ﺑﺤﻜﻢ ﻣﺎ ﺑﻪ ﺍﻣﺘﺎﺯ]ﺵ‪ :‬ﻳﻤﺘﺎﺯ[ ﹼ‬
‫ﻣﻦ ﺍﻟﻄﹼﺎﻟﺢ‪ ،‬ﺑﻞ ﺑﻤﻮﺟﺐ ﺣﻜﻢ ﻣﺎ ﺑﻪ ﻳﺜﺒﺖ ﺍﻻﲢﺎﺩ ﰱ ﺍﳊﺎﻝ ﺃﻭ ﺍﻟﺼﻔﺔ‬
‫ﺃﻭ ﺍﻟﻔﻌﻞ ﺃﻭ ﺍﻟﺬﺍﺕ ﺃﻭ ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ ﻭﺍﻻﺷﱰﺍﻙ ﺑﻴﻨﻬﲈ‪ ،‬ﻭﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﻭﻻ ﺗﺰﺭ ﻭﺍﺯﺭﺓ‬
‫‪١٢٢‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

Bazen kuvvette üstün olan hasene diğer haseneyi yükseltir; bazen kendi
makâmının gücü sebebiyle onu bir süre engeller, sonra tekrar onu hak
ettiği yüceliğe yükseltir de birlikte terakkî ederler. Ben “seyyie” diye
adlandırılan fakat başka seyyieleri silen bazı ameller gördüm. Bu, tebdîl
ve mahvdan her birinin bazen bir kerede bazen de bizim dünyâmızdaki
istihâleler gibi belli bir süre içinde tedrîcen meydana geldiğini gördüm.
Amellerin ruhları, amel sâhibinin ilim ve îtikad babalığı ile huzûr ve
istihzâr analığı arasında oluşur.
Yine amel sâhiplerinden sâdır olan amellerden bazısının şerefli
bir yerde; ya da mukarreb, tahkîk ehli bir amel sâhibinin huzûrunda,
özellikle amelin sûretine/şekline bağlı bir müşâreket/ortaklık hali ortaya
çıkar. Bu durumda amelin rûhâniyeti zayıf olsa da, amel mekânın bere-
keti ya da ameli gerçekleştirenin huzûru bereketiyle nûr ve güç kazana-
rak yükselir. Bu yükseliş, amelin rûhâniyetini kirleten bozuk niyyetin
hükmünü neshedici/kaldırıcıdır. Amelin rûhâniyetinin salâh bulmasıyla,
aynı zamanda tahkîk ehli amel sâhibinin huzûru, ilmi, hüsn-i niyyeti,
birliktelik, mahallin şerefi, bereketi ve rûhâniyet ile de amelin sûreti/
şekli salâh bulur/düzelir.
Ben, Zeyd’in sâlih amelinin Amr’ın fâsid amelini ıslah ettiği-
ni gördüm. Bazen de bozuk amelin etkisi sâlih amel sâhibinin hâline
sirâyetle zarara uğratır. Her ne kadar bu zarar amele geçmese bile. Bu
konuya şu âyette işâret vardır. “Sâdece zâlimlere isâbet etmeyecek fit-
neden sakınınız!”37 Bu âyet: “Kimse başkasının günahını çekmez.”38
âyetinden anlaşılan aslın hükmüne muhâlif değildir.
Bu tesir, sâlih kişinin tâlih/kötü kişiden ayrılmasının hükmüne
sirâyet etmez ve onunla gerçekleşmez. Aksine hâl, sıfat, fiil, zât ve mer-
tebede birliğin ve aralarındaki ortak noktayı gerçekleştiren şeyin hükmü
gereği böyle olur. “Kimse başkasının günahını çekmez” âyeti arala-
122
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫‪40-b‬‬ ‫ﻭﺯﺭ ﺃﺧﺮﻱ‪ /،‬ﻟﺒﻴﺎﻥ ﻏﻠﺒﺔ ﺣﻜﻢ]ﺵ‪ :‬ﻟﺒﻴﺎﻥ ﻏﻠﺒﻴﺔ ﺣﻜﻢ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻟﺴﺎﻥ ﻏﻠﺒﺔ ﺣﻜﻢ[ ﻣﺎ ﺑﻪ‬
‫ﺍﻻﻣﺘﻴﺎﺯ‪ ،‬ﻭﺃﻳﻀ ﹰﺎ‪ .‬ﻓﻔﻌﻞ ﺍﳊﻖ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺻﺪﻭﺭﻩ ﻣﻦ ﺟﻨﺎﺑﻪ ﻭﺣﺪﺍﻧﻰ‬
‫ﻛﲆ ﺷﺎﻣﻞ‪ ،‬ﻻ ﲣﺼﻴﺺ ﻓﻴﻪ‪ ،‬ﺑﻞ ﺍﻟﺘﺨﺼﻴﺺ ﻣﻦ ﺍﻟﻘﻮﺍﺑﻞ ﺍﳌﺘﺄﺛﺮﺓ‪ ،‬ﻭﻫﺬﺍ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺍﻟﴩ ﻣﺎ ﺫﻛﺮ ﰱ ﻗﻮﻟﻪ ﺗﻌﺎﱄ‪ :‬ﹶﻭﺍﺗ ﹸﱠﻘﻮ ﹾﺍ ﹺﻓ ﹾﺘ ﹶﻨ ﹰﺔ‪.‬‬
‫ﻋﺎﻡ ﰱ ﺍﻟﴩ ﻭﺍﳋﲑ‪ ،‬ﻓﻔﻰ ﹼ ﱢ‬
‫ﺍﻵﻳﺔ‪ ،‬ﻭﰱ ﺍﳋﲑ ﻣﺎ ﺃﺷﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ ﷺ ﰱ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﻓﻴﻪ ﰱ ﺣﻖﹼ ﺍﻟﺬﻳﻦ‬
‫ﳚﺘﻤﻌﻮﻥ ﻟﺬﻛﺮ ﺍﷲ‪ ،‬ﻭﻛﻮﻥ ﺍﳊﻖ ﻳﺒﺎﻫﻰ ﲠﻢ ﺍﳌﻠﺌﻜﺔ ﻭﻳﻘﻮﻝ‪ :‬ﹸﺃﺷﻬﺪﻛﻢ‬
‫ﺇﻥ ﻓﻴﻬﻢ ﻓﻼﻧ ﹰﺎ ﻟﻴﺲ ﻣﻨﻬﻢ‪،‬‬ ‫ﺃ ﱢﻧﻰ ﻗﺪ ﻏﻔﺮﺕ ﳍﻢ‪ .39‬ﻭﻗﻮﻝ ﺑﻌﺾ ﺍﳌﻠﺌﻜﺔ‪ :‬ﱠ‬
‫ﺍﻟﻘﻮﻡ ﻻ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻫﻢ‬
‫ﺍﳊﻖ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ‪ :‬ﻭﻟﻪ ﻗﺪ ﻏﻔﺮﺕ‪ ،‬ﹸ‬ ‫ﹸ‬
‫ﻓﻴﻘﻮﻝ ﱡ‬ ‫ﹴ‬
‫ﳊﺎﺟﺔ‪،‬‬ ‫ﺃﻧﹼﲈ ﺃﺗﺎﻫﻢ‬
‫]ﺵ‪،‬‬
‫ﺟﻠﻴﺴ ﹸﻬ ﹾﻢ ‪.‬ﻓﻬﺬﺍ ﺃﺛﺮ ﻋﻤﻮﻡ ﺍﳊﻜﻢ ﻣﻦ ﺟﻬﺔ ﺍﳊﻖ ﹼ‬
‫ﺑﻜﻠﻴﺘﻪ‬ ‫‪40‬‬
‫ﹸ‬ ‫ﻳﺸﻘﻰ ﲠﻢ‬
‫ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻟﻜﻠﻴﺘﻪ[‪ ،‬ﻭﺃﺛﺮ ﺻﻼﺡ ﺍﳊﺎﻝ ﺍﻟﻔﺎﺳﺪﺓ ﺑﻤﺠﺎﻭﺭﺓ ﺫ￯ ﺍﳊﺎﻝ ﻭﺍﻟﻌﻤﻞ‬
‫ﺍﻟﺼﺎﻟﺢ‪ ،‬ﻭﺍﳊﻀﻮﺭ ﻣﻌﻪ ﹼ‬
‫ﻓﺘﺬﻛﺮ‪.‬‬
‫ﻭﺭﺃﻳﺖ ﺑﻌﺾ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﻳﻜﻮﻥ ﺑﺼﺪﺩ ﺍﻻﺿﻤﺤﻼﻝ‪ ،‬ﻓﻴﺼﺪﺭ ﻋﻤﻞ‬ ‫ﹸ‬
‫ﻳﻀﻤﺤﻞ ﺃﻭ ﻣﻦ ﻏﲑﻩ‪،‬‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺁﺧﺮ‪ ،‬ﺇ ﹼﻣﺎ ﻣﻦ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻌﺎﻣﻞ ﺍﻟﺬ￯ ﻛﺎﺩ ﻋﻤﻠﻪ ﺃﻥ‬
‫ﹴ‬
‫ﺑﻘﺼﺪ‬ ‫ﻓﻴﺜﺒﺘﻪ ﻭﺍﻟﺬ￯ ﻳﻜﻮﻥ ﻣﻦ ﻏﲑ ﺍﻟﻌﺎﻣﻞ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ ﻗﺪ ﻳﺼﺪﺭ ﻣﻨﻪ‬
‫ﻳﺜﺒﺖ]ﺵ‪ :‬ﺗﺜﺒﻴﺖ[ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻌﻤﻞ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﻻ ﻳﻘﺼﺪ ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﺑﻞ ﳛﺼﻞ‬
‫ﺫﻟﻚ ﺍﻷﺛﺮ ﺑﺴﺒﺐ ﺣﻜﻢ ﻣﻨﺎﺳﺒﺔ ﺑﲔ ﺷﺨﺼﲔ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﳊﺎﻝ ﺃﻭ‬
‫ﺍﻟﺬﺍﺕ ﺃﻭ ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﺃﺻﻮﻝ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺎﺕ ﺑﲔ ﺍﳋﻠﻖ‬ ‫ﺍﻟﺼﻔﺔ ﺃﻭ ﺍﻟﻔﻌﻞ ﺃﻭ ﹼ‬
‫ﳏﺼﻮﺭﺓ ﰱ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﻣﻬﺎﺕ ﺍﳋﻤﺲ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫ﴎ ﹰﺍ ﻏﺮﻳﺒ ﹰﺎ‪ ،‬ﻭﻫﻮ‬
‫ﻭﺭﺃﻳﺖ ﰱ ﺍﺭﺗﺒﺎﻁ ﺃﻧﻮﺍﻉ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺑﻌﻀﻬﺎ ﻣﻊ ﺑﻌﺾ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻌﲈﻝ ﻋﻤﻞ ﻳﻘﺼﺪ ﺑﻪ ﺃﻣﺮ ﹰﺍ ﹼﻣﺎ‪ ،‬ﻓﻴﻐﻠﺐ ﺑﺤﻜﻢ‬
‫ﺃﻧﹼﻪ ﻗﺪ ﻳﺼﺪﺭ ﻣﻦ ﺑﻌﺾ ﹼ‬
‫]ﻕ‪:‬‬
‫ﺍﻟﻮﻗﺖ ﺃﻭ ﺍﳊﺎﻝ ﺃﻭ ﺍﳌﻘﺎﻡ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺣﻜﻢ ﻋﻤﻞ ﺁﺧﺮ ﺑﺼﻮﺭﺓ ﺃﺧﺮﻱ‪ ،‬ﻓﺘﻈﻬﺮ‬
‫ﻣﻢ ﺍﻧﺘﺸﺄﺕ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺃﻧﺘﺸﺖ[‪،‬‬
‫ﻗﻞ ﻣﻦ ﻳﻌﺮﻑ ﱠ‬ ‫ﻓﻴﻈﻬﺮ[ ﻧﺘﻴﺠﺔ ﳎﻬﻮﻟﺔ ﺍﻟﺴﺒﺐ ﹼ‬
‫‪١٢٣‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

rındaki farklılık hükmünün galebesini beyân eder. Ayrıca Hakk’ın fii-


li, katından sudûru itibâriyle vahdânî, küllî ve şümûllüdür, onda tahsîs
olmaz. Aksine tahsîs, etkilenme kâbiliyeti olanlarda olur. Bu durum,
hayır ve şerde geneldir. Şerdekine örnek az önce geçen şu âyettekidir:
“Sâdece zâlimlere isâbet etmeyecek fitneden sakının.” Hayırdaki örne-
ği ise Allah Rasûlü’nün (s.a.) hadîsinde zikr-i ilâhî için bir araya gelişle-
ri, Hakk’ın meleklerine karşı kendileriyle övündüğü anlatılan kimseler
hakkındaki ifâdelerdir: “Allah Teâlâ buyurur ki: “Siz şâhid olun ki Ben
onları bağışladım.”39 Meleklerden bir kısmı ise derler ki: «İçlerinden
filân var ki o, onlardan değildir. Çünkü o, onların arasına bir ihtiyaç se-
bebiyle geldi.» Hak Teâlâ buyurur ki: “Onu da affettim. Onlar öyle bir
topluluktur ki onlarla oturan şakî olamaz.”40 Bu, Hak cihetinden hük-
mün umûmî oluşundandır. Kötü hâlin iyileşmesi iyi hâl ve sâlih amelle
mücâveretin beraber bulunması sonucudur, bunu düşün.

Yine gördüm ki amellerin bazısı yok olma sadedinde iken başka


amelle tekrar sâdır olmaktadır. Bu amel, ya ameli neredeyse yok olan bu
şahıstan, ya da başkasından sâdır olarak sübût bulmaktadır. İşâret edi-
len, amel sâhibinden olan amel, bazen mezkûr amelin sübûtu kasdıyla
olur. Bazen de amel sâhibi böyle bir kasdda bulunmamış olabilir. Aksi-
ne bu tesir hâl, sıfat, fiil, zât ve mertebe açısından iki şahıs arasındaki
münâsebet hükmü sebebiyledir. Çünkü halk arasındaki münâsebetler
beş ana esas üzerine sınırlıdır, anla!

Yine gördüm ki, amel nevîlerinin birbiriyle sırrî ve garip bir


irtibâtı vardır. O da bazı kimselerden, bazen bir maksad taşıyan bir ame-
lin sâdır olmasıdır. Bu amel vakit, hâl veya makâm hükmü sâyesinde
başka bir sûrette, başka bir amele gâlip gelir. Böylece sebebi meçhûl bir
sonuç ortaya çıkar. Bunun nereden neşet ettiğini; nasıl zuhûra geldiğini
123
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺧﺎﺻﻴﺔ ﻋﻤﻞ ﺇﱃ ﻋﻤﻞ ﺑﻤﻮﺟﺐ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﻛﻴﻒ ﻇﻬﺮﺕ‪ ،‬ﻭﺫﻟﻚ ﻟﴪﺍﻳﺔ‬


‫‪41-a‬‬ ‫ﺍﻻﺭﺗﺒﺎﻁ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ ﻭﻗﻮﺓ ﺣﻜﻢ‪ /‬ﺍﻟﻌﻤﻞ ﺍﻟﺴﺎﺭﻱ‪ ،‬ﻭﺍﻋﺘﻘﺎﺩﻩ ﺑﺤﻜﻢ‬
‫ﺍﻟﻮﻗﺖ ﻭﺍﳊﺎﻝ ﻭﻣﺎ ﹸﺫ ﹺﻛ ﹶﺮ‪.‬‬
‫ﻭﺭﺃﻳﺖ ﻛ ﹼﻠﻴﺎﺕ ﺃﴎﺍﺭ ﺍﳌﻌﺎﴅ ﻭﺍﻟﻄﺎﻋﺎﺕ‪ ،‬ﻭﺍﺳﺘﴩﻓﺖ ﻣﻦ‬ ‫ﹸ‬
‫ﺍﳌﴩﻑ ﻭﺍﻟﻌﺎﱄ‪ -‬ﻋﲆ ﻣﻘﺪﹼ ﻣﺎﲥﺎ‬ ‫ﹼ‬ ‫‪-‬ﺍﳌﻄ ﹶﻠ ﹸﻊ‪ :‬ﺍﳌﻜﺎﻥ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺣﴬﺓ ﺍ ﹸﳌ ﱠﻄﻠﻊ‬
‫ﴎ‬‫ﻓﻮﺣﺪﲥﺎ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺍﻟﺒﻌﺾ ﺣﺠﺞ ﹼ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻋﲈﳍﺎ‪،‬‬ ‫ﻭﻧﺘﺎﳚﻬﺎ‪ ،‬ﻭﺃﺣﻮﺍﻝ ﱠ‬
‫ﱪ ﺍﳋﱪ‪،‬‬ ‫]ﺵ‪ :‬ﹶ‬
‫ﺍﳋ ﹸ‬ ‫ﺑﺎﻟﴚﺀ[ ﺍﳋﱪ‬‫ﺍﳊ ﹾﱪ ]ﺑﺎﻟﻀﻢ‪ :‬ﺍﻟﻌﻠﻢ ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻘﺪﺭ ﻟ ﹸﻴﺼﺪﱢ ﻕ ﻏﺪ ﹰﺍ ﹸ‬
‫ﻭﴎ ﺍﻹﳘﺎﻝ‬ ‫ﻉ‪ :‬ﺍﳊﱪ ﺍﳋﱪ[‪ ،‬ﻭﻳ ﱠﺘﻀﺢ ﺍﳊﻜﻢ ﺍﳌﻮﺩﻋﺔ ﰱ ﺍﻟﻌﻠﻞ ﻭﺍﻷﺩﻭﺍﺀ ﹼ‬
‫ﻭﴎ ﺍﻟﻌﺪﻝ ﺍﻟﺴﺎﺭ￯ ﰱ ﺍﳌﻜﺎﻓﺄﺓ ﻭﺍﳉﺰﺍﺀ‪.‬‬ ‫ﻭﺍﻻﻋﺘﻨﺎﺀ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻣﴩﻋﻬﺎ‬
‫ﹸ‬ ‫]ﻉ‪ :‬ﺣﺒﺎﻻﺕ[‬
‫ﻭﺭﺃﻳﺘﻬﺎ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺍﻟﺒﻌﺾ ﻣﺼﺎﻳﺪ ﻭﺧﻴﺎﻻﺕ‬
‫ﻣﻘﺎﻡ ﺍﻹﳘﺎﻝ ﻭﺍﻻﻋﺘﻨﺎﺀ‪ ،‬ﻓﺒﻌﻀﻬﻢ ﹸﻳﺼﺎﺩ ﲠﺎ]ﺵ‪ :‬ﻳﺼﺎﺩﳞﺎ[ ﻣﻦ ﺍﻟﺪﻧﻴﺎ‬ ‫ﹸ‬
‫ﻟﻶﺧﺮﺓ‪ ،‬ﻭﺑﻌﻀﻬﻢ ﻣﻦ ﺍﻵﺧﺮﺓ ﻟﻠﺘﺤﲇ]ﻕ‪ :‬ﻟﻠﺘﺠﲇ[ ﺑﻜﲈﻻﺕ ﺍﻟﺪﻧﻴﺎ‬
‫ﻭﺍﻵﺧﺮﺓ‪ ،‬ﻭﺑﻌﻀﻬﻢ ﻟﻠﺘﺤﻘﻖ ﺑﻤﻌﺮﻓﺔ ﻣﺎ ﻓﻴﻬﺎ‪ ،‬ﻭﺍﻻﻃﻼﻉ ﻋﲆ ﹺ‬
‫ﺍﳊ ﹶﻜﻢ‬
‫ﻭﺍﻷﴎﺍﺭ ﺍ ﹸﳌﻮﺩﻋﺔ ﻟﺪﳞﺎ‪.‬‬
‫ﺣﻈﻪ]ﻉ‪ ،‬ﺧﻄﺔ[ ﺍﳌﻄﻠﻖ‬ ‫ﻭﺭﺃﻳﺖ ﺗﻌﺪﹼ ￯ ﺑﻌﻀﻬﻢ ﻣﻦ ﻛﻞ ﻣﺎ ﺫﻛﺮ ﺇﱃ ﱢ‬
‫ﻣﺴﺘﺠﻠﻴﺎﹰ ﻛﲈﻝ ﺍﳊﺴﻦ]ﻕ‪ :‬ﺍﳊﺲ[ ﺍ ﹸﳌﻮﺩﻉ ﰱ ﺍﳉﻤﻴﻊ ﻋﺎﺑﺮ ﹰﺍ ﺇﱃ ﺷﻬﻮﺩ ﻭﺣﺪﺓ‬
‫ﺍﻟﻔﻌﻞ ﺍﻹﳍﻰ ﻭﺃﺣﺪﹼ ﻳﺔ ﺍﻟﺘﴫﻑ ﻭﺍﳌﺘﴫﻑ‪ ،‬ﻭ ﻗﺪ ﺳﺒﻘﺖ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺳﺒﻖ[‬

‫ﺃﻥ ﺍﻟﺘﻌﺪﺩﺍﺕ ﺍﳊﺎﺻﻠﺔ ﻟﻠﻔﻌﻞ‬ ‫ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺇﻟﻴﻪ ﻣﻦ ﻗﺒﻞ‪ ،‬ﻭ ﹼﻧﺒﻬﺖ ﻋﲆ ﹼ‬


‫ﹼ‬
‫ﺍﳌﺤﺎﻝ ﻃﺎﻋﺔ‪،‬‬ ‫ﺳﻤﻰ ﲠﺎ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺑﻌﺾ‬ ‫ﲏ ﺍﻛﺘﺴﺒﺘﻪ ﺃﻭﺻﺎﻓ ﹰﺎ ﱢ‬
‫ﺍﻟﻮﺣﺪﺍ ﹼ‬
‫ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺑﻌﻀﻬﲈ ﻣﻌﺼﻴﺔ‪ ،‬ﻭﻻﺯﻣﻬﺎ ﺍﳊﺴﻦ ﻭﺍﻟﻘﺒﺢ ﻭﺍﻟﻨﺘﺎﻳﺞ ﺍﳌﻼﻳﻤﺔ‬
‫ﻭﺍﻟﻐﲑ ﺍﳌﻼﻳﻤﺔ‪ ،‬ﻭﺍﳌﻮﻗﺘﺔ ﻣﻨﻬﺎ ﻭﺍﻷﺑﺪ ﹼﻳﺔ‪.‬‬
‫‪١٢٤‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

bilen azdır. Bu durum amelin özelliğinin, işâret edilen irtibât gereği,


sirâyeti sebebiyledir. Sirâyet eden amelin ve inancın gücü; vakt, hâl ve
zikrolunan şeylerin hükmüne bağlıdır.

Mâsiyet ve tâatların küllî sırlarını gördüm. Yüce bir makamdan


onları mukaddime ve sonuçları ile amel sâhiplerinin hâllerini denetle-
diğimde; bunlarda bazı kimselere nisbetle kader sırrının huccetlerini
buldum. Bu sâyede yarın ilim ve haber tasdîk edilmiş olur; hastalık ve
derdlere tevdî edilen hikmetler zâhir olur. İhmâl edenle îtinâ edenin sır-
rı, cezâ ve mükâfâta sirâyet eden adâlet sırrı ortaya çıkar.

Bazılarına nisbetle amelleri tuzak ve aldanma yeri olarak gördüm


ki, bunların başlangıcı ihmâl ve îtinâdır. Bazı insanlar dünyâdan, âhiret
için avlanır. Bazıları da âhiret ve dünyâ kemâlâtıyla süslenelim derken
âhiretten avlanır. Diğer bazıları da amellerdeki şeyleri tanıyarak onlara
bırakılan sır ve hikmetlere ıttılâ ve tahkîka ermek için avlanırlar.

Bir takım amel sâhiplerini de gördüm ki onlar bütün anlatılanları


aşarak Mutlak olana doğru, her şeye tevdî edilen kemâl-i hüsnü orta-
ya çıkarmak için ilâhî fiil vahdetini mutasarrıfın tek, tasarrufun yegâne
oluşunu müşâhede yolundan geçerler. Nitekim bu konuya işâret etmiş
olan çoklarının vahdânî fiilden vasıf kazandığını ve bu vasfa nisbetle
bazı mahallerde tâat, bazı yerlerde mâsiyet diye anıldığına dikkat çek-
miştim. Amellere mülâzim olan hüsn ve kubüh, uygun olan ve olma-
yan sonuçlar, muvakkat olanlar ve ebedî olanlar gibi durumlar vardır.
124
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﻟﺘﻨﺰﻝ ﺛﻤﺮﺍﺕ‬ ‫ﺛﻢ ﺭﺃﻳﺖ ﰱ ﻋﻮﺩﺗﻰ ﻣﻦ ﻫﺬﺍ ﺍﳌﺸﻬﺪ ﺍﻟﻌﲆ ﺣﺎﻝ ﹼ‬


‫ﻳﺆﻫﻞ ﳌﻌﺮﻓﺔ ﺍﳊﻖ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ‪ ،‬ﻭﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﻣﻦ ﺃﻫﻠﻪ‪ ،‬ﹼﺇﳖﺎ‬ ‫ﺃﻋﲈﻝ ﻣﻦ ﱂ ﹼ‬
‫ﺇﻳﲈﻥ ﻭﺻﺪﻕ ﰱ ﻣﻌﺎﻣﻼﺕ‪.‬‬ ‫ﺃﺛﲈﺭ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺃﺛﲈﻥ[ ﹴ‬
‫ﻻ ﺃﺧﺮ￯ ﻫﻰ ﺃﺳﺒﺎﺏ ﲥﻴﺌﺔ ﻟﺘﺤﻠﻴﺔ ﺃﻭ ﲣﻠﻴﺔ]ﻕ‪ + :‬ﻝ[ ﺃﻭ‬ ‫ﻭﺭﺃﻳﺖ ﺃﻋﲈ ﹰ‬
‫ﹴ‬
‫ﻣﻨﺤﺔ‪،‬‬ ‫ﻛﺮﺑﺔ ﺃﻭ ﺟﻠﺐ‬ ‫ﺣﺠﺒﻴ ﹴﺔ ﺃﻭ ﺗﻔﺮﻳﺞ ﹴ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻃﺒﻴﻌﻴﺔ ﺃﻭ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺩﻓﻊ ﻣﴬﺓ ﻣﻦ ﻏﻔﻠﺔ‬
‫ﻭﳌﺎ ﺍﻧﺘﻬﻴﺖ ﺇﱃ ﺁﺧﺮ ﺩﺍﺋﺮﺓ ﻓﻠﻚ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺍﳌﺘﺼﻠﺔ ﺑﺄﻭﻝ ﻓﻠﻜﻬﺎ ﻭﺃﻋﻼﻫﺎ‬
‫‪41-b‬‬ ‫ﺭﺃﻳﺖ ﺃﻋﲈﻝ ﲨﺎﻋﺔ ﻣﻦ ‪ /‬ﺍﻷﻛﺎﺑﺮ‪ ،‬ﹼﺃﳖﺎ ﺗﺴﲑ ﰱ ﻣﻘﺎﻣﺎﺕ ﳎﺎﱃ ﻋﺪﻝ ﺍﳊﻖ‬
‫ﺗﻠﺒﺲ ﺑﺄﺣﻜﺎﻡ ﺷﺆﻥ ﺫﺍﺗﻪ ﺍ ﹸﳌ ﹾﻈ ﹺﻬ ﹶﺮﺓ ﹼ‬
‫ﴎ ﻋﻤﻠﻪ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻤﻪ[ ﻭﻣﺒﺘﻐﺎﻩ‬ ‫ﻭﺭﺿﺎﻩ‪ ،‬ﻭ ﱡ‬
‫ﺑﻮﻟﻮﺝ]ﺵ‪ :‬ﺑﻮﻟﻮﺡ[ ﻭﺧﺮﻭﺝ ﰱ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﻭﺍﳉﻬﻞ ﻭﺍﻟﻮﺻﻞ‬ ‫ﹴ‬ ‫ﻭﺗﺮﺩﺩ‬
‫ﹲ‬
‫ﻭﺍﻟﻔﺼﻞ ﻣﻦ ﲪﺎﻩ‪ ،‬ﻓﻬﺬﺍ ﺑﻌﺾ ﻣﺎ ﺭﺃﻳ ﹸﺘ ﹸﻪ ﻣﻦ ﺃﻧﻮﺍﻉ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﻭﻣﺮﺍﺗﺒﻬﺎ‬
‫ﺍﻟﻌﲈﻝ‪ ،‬ﻭﺛﻤﺮﺍﺕ ﺃﻋﲈﳍﻢ ﰱ ﻋﺎﱂ ﺍﻟﺸﻬﺎﺩﺓ‪ ،‬ﻭﺍﻟﱪﺯﺥ‪ ،‬ﻭﺍﳊﴩ‪،‬‬ ‫ﻭﻣﺮﺍﺗﺐ ﱠ‬
‫ﻭﺍﻟﻨﺎﺭ‪ ،‬ﻭﺍﳉﻨﺔ‪ ،‬ﻭﻛﺜﻴﺐ ﺍﻟﺮﺅﻳﺔ‪ ،‬ﻭﻣﻦ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ - :‬ﻣﻦ[ ﺣﻴﺚ ﻻ ﺣﻴﺚ ﻭﺃﻳﻦ‪،‬‬
‫ﻭﺍﻟﺬ￯ ﺭﺃﻳﺘﻪ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﳌﺸﻬﺪ ﺃﻋﻈﻢ ﻣﻦ ﺍﻥ ﻳﻮﺿﺤﻪ ﴍﺡ ﻭﺑﻴﺎﻥ ﻫﺬﺍ ﻣﻊ‬
‫ﻮﺿﺢ ﻭﺍﳊﻤﺪ ﷲ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ + :‬ﻭﺣﺪﻩ[‪.‬‬
‫ﹾ‬ ‫ﻭﺃﻭﺿﺤﺖ ﻣﺎ ﱂ ﹸﻳ‬
‫ﹸ‬ ‫ﺑﺴﻄﺖ ﺍﻟﻘﻮﻝ‪،‬‬‫ﹸ‬ ‫ﺃﻧﻰ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺑﺎﻕ ﺍﳊﱪ[‬
‫ﻓﺼﻞ ﰱ ﺑﺎﻗﻰ ﺍﳋﱪ‬
‫ﻭﻟﻨﻌﺪ ﺇﱃ ﺑﻴﺎﻥ ﻣﺎ ﻳﺒﻘﻰ ﻣﻦ ﻣﻌﺎﻧﻰ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻭﺃﴎﺍﺭﻩ ﻓﺄﻗﻮﻝ‪:‬‬
‫ﻓﻌﻠﻤﺖ]ﺵ‪ :‬ﻋﻠﻤﺖ[ ﻋﻠﻢ ﺍ ﻷﻭﻟﲔ‬
‫ﹸ‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﺔ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪:‬‬
‫ﻭﺍﻵﺧﺮﻳﻦ ﺃﻭ ﻋﻠﻤﺖ ﻣﺎ ﰱ ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ ﻭﺍﻷﺭﺽ‪ ،‬ﺍﻟﻮﺍﺭﺩ ﰱ ﺍﻟﺮﻭﺍﻳﺔ‬
‫ﻛﻞ ﹴ‬
‫ﺁﺧﺬ‬ ‫ﺍﻷﻭﻟﲔ ﻭﺍﻵﺧﺮﻳﻦ ﻫﻨﺎ ﻫﻢ ﹼ‬ ‫ﺃﻥ ﺍﳌﺮﺍﺩ ﻣﻦ ﹼ‬ ‫ﺍﻷﺧﺮﻱ‪ ،‬ﻓﴪﻩ ﻫﻮ ﹼ‬
‫ﻋﻦ ﺍﷲ ﺑﻮﺍﺳﻄﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻌﻠﻮﻡ ﻋﻠﻮﻡ ﺍﻟﴩﺍﻳﻊ ﻭﺍﻟﻨﺼﺎﻳﺢ ﻭﺍﻹﳍﺎﻣﺎﺕ ﺍﻟﺘﻰ‬
‫ﺪﺕ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﻭﺍﻵﺧﺬ‬ ‫ﺍﳋﺎﺻﺔ ﻣﻦ ﺃﻫﻠﻪ ﻭﺇﻧﹼﲈ ﹼﻗﻴ ﹸ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺗﻌﺒﺪ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳﻌﺒﺪ[ ﺍﷲ ﲠﺎ‬
‫ﹼ‬
‫ﺍﳋﺎﺹ ﺍﻟﺬ￯ ﻻ ﻭﺍﺳﻄﺔ ﻓﻴﻪ ﺑﲔ ﺍﻟﻌﺒﺪ‬‫ﹼ‬ ‫ﺑﺎﻟﻮﺍﺳﻄﺔ ﻣﻦ ﺃﺟﻞ ﺃﻥ ﺑﺎﺏ ﺍﻟﻮﺟﻪ‬
‫‪١٢٥‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

Sonra bu yüce müşâhede mertebelerinden avdetimde tenezzül sı-


rasında Hakk’ı mârifete ehil olmayan ve ehil olan amel semerelerini
gördüm. Bunlar, muâmelâttaki îmân ve sıdk meyveleriydi.

Yine bazı ameller gördüm ki onlar ya tahliye/iyi huylarla bezenme


ya tahliye/kötü huylardan kurtulma ya da tabîat veya perde gafletinin
zararını def’, sıkıntıdan kurtulma ya da menfaat celbetmek için bir se-
beptir. İlk ve üst feleğe bitişik ameller feleğinin dâiresinin sonuna erin-
ce, büyüklerden bir grubun amellerini gördüm ki o ameller Hakk’ın adl
ve rızâ makâmlarında seyr hâlindeydi. Bu ameller Hakk’ın ilminin ve
talebinin sırrını ızhâr eden zâtî şüûn ahkâmıyla bezenmişti. Bu durum
vasl ve fasl, ilim ve cehl mertebelerine girip çıkmak sûretiyle olur. Bun-
lar benim amel nevîleri ve mertebeleri ile amel sâhiplerinin mertebeleri
ve amellerin; şehâdet, berzah, haşr, cehennem, cennet ve kesîbü`r-rü`ye/
cennette Hakk’ı görme, meyveleri hakkında “nasıl ve nerede?”nin bu-
lunmadığı türden gördüklerimin bir kısmıdır. Bu müşâhede sırasında
gördüklerim şerhedilmekten yüce şeylerdir. Bunu açıklamak için sözü
uzatmakla beraber, açıklanmayacak şeyleri hamdolsun ki açıkladım.

Hadîsin Kalan Bölümünün Açıklaması


Hadîsin kalan kısmının sırlarının ve mânâlarının açıklamalarına
dönelim. Derim ki: Hadîsteki: “Öncekilerin ve sonrakilerin ilmini bildim,
ya da göklerde ve yerde olanı bildim” şeklinde, bir başka rivâyette vârid
olan bölüme gelince burada “öncekiler ve sonrakilerden murâd”, sırrı
Allah’tan vâsıtalı olarak alanlardır. İlimler şerîat, nasîhat ve ehlullahın
ibâdet özelliğine sahip olanlarına has olan ilhâm nevîlerine ayrılır. Benim,
ilimleri “vâsıta ile ilim alan” diye sınırlandırmamın sebebi şudur: “Kul
ile Rabbi arasında vâsıtasız gerçekleşen vech-i hâssın kapısı herhangi
125
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻭﺭ ﹼﺑﻪ‪ ،‬ﻣﺘﻰ ﹸﻓﺘﺢ ﳌﻦ ﹸﻓﺘﺢ ﻟﻪ؟ ﻻ ﻳﺴﺘﴩﻑ ﻋﲆ ﻣﺎ ﳛﺼﻞ ﻣﻨﻪ ﺑﻌﺪ ﺍﷲ ﺇﻻ‬
‫ﺻﺎﺣﺒﻪ ﻻ ﻏﲑﻩ‪.‬‬
‫ﴎ ﺍﻟﺮﻭﺍﻳﺔ ﺍﻷﺧﺮ￯ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﻓﻴﻬﺎ‪ ،‬ﻓﻌﻠﻤﺖ ﻣﺎ ﰱ ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺮﺏ ﺍﳌﻨﺒﺜﱠﺔ ﰱ‬ ‫ﻭﺍﻷﺭﺽ ﻓﻬﻰ ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ ﺍﳌﻨﺒﻌﺜﺔ ﻣﻦ ﺣﴬﺓ ﺍﻻﺳﻢ ﹼ‬
‫ﺇﻥ ﻋﻠﻢ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ ﷺ‪ ،‬ﱂ‬ ‫ﻭﺗﻈﻦ ﺇﻧﹼﻰ ﺃﻗﻮﻝ‪ :‬ﱠ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ ﻭﺍﻷﺭﺽ‪،‬‬
‫ﻳﺘﺠﺎﻭﺯ ﻫﺬﻩ ﺍﳊﴬﺓ‪ ،‬ﺃﻋﻮﺫ ﺑﺎﷲ ﺃﻥ ﺃﻛﻮﻥ ﻣﻦ ﺍﳉﺎﻫﻠﲔ‪ ،‬ﻭﻛﻴﻒ ﻳﻘﻮﻝ‬
‫ﻫﺬﺍ ﻋﺎﻗﻞ ﺑﻌﺪ ﻋﻠﻤﻪ ﺑﲈ ﺃﺧﱪ ﷺ ‪/‬ﻣﻦ ﺃﴎﺍﺭ ﺍﳉﻨﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﻓﻮﻕ‬
‫‪42-a‬‬ ‫ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ‪ ،‬ﻭﺃﴎﺍﺭ ﺍﻟﻌﺮﺵ ﻭﺍﻟﻠﻮﺡ ﻭﺍﻟﻘﻠﻢ؟ ﻭﺇﻧﹼﲈ ﺃﻗﻮﻝ‪:‬‬
‫ﺍﳋﺼﻴﺺ ﻭﺍﳊﺎﺻﻞ ﲠﺬﺍ ﺍﻟﴬﺏ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ‪ ،‬ﻷﻧﹼﻪ ﻛﲈ ﺃﴍﺕ ﺇﻟﻴﻪ‬
‫ﺃﻥ ﻣﺮﺁﺓ‬‫ﻨﺖ ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺮﺏ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﹼﺑﻴ ﹸ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺃﻥ ﻣﺮﺟﻊ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ﺇﱃ ﺍﻻﺳﻢ‬
‫ﺼﺔ ﲡﻠ ﱢﻴﺔ]ﻣﻨﺼﻪ ﲡﻠﻴﻪ[ ﺻﻮﺭﺓ ﺍﻷﻋﺮﺍﻑ ﻭﺭﻭﺣﺎﻧﻴﺘﻪ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻣﺎ‬ ‫ﺗﻌﻴﹼﻨﻪ‪ ،‬ﻭﻣﻨ ﱠ‬
‫ﹼﺑﻴﻨﺎ ﹼ‬
‫ﻓﺘﺬﻛﺮ‪.‬‬
‫ﻭﺇﻃﻌﺎﻡ ﱠ‬
‫ﺍﻟﻄﻌﺎ ﹺﻡ‪،‬‬ ‫ﹶ‬ ‫ﴎ ﱂ ﻛﺎﻧﺖ ﺍﻟﺪﱠ ﺭﺟﺎﺕ ﺇﻓﺸﺎ ﹶﺀ ﺍﻟﺴﻼ ﹺﻡ‪،‬‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﹼ‬
‫ﻧﻴﺎﻡ ﻓﻬﻮ ﺃﻥ ﻣﻌﺎﻣﻠﺔ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﳏﺼﻮﺭﺓ ﰱ‬ ‫ﻭﺍﻟﻨﺎﺱ ﹲ‬
‫ﹸ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺑﺎﻟﻠﻴﻞ‬ ‫ﻭﺍﻟﺼﻼ ﹸﺓ‬
‫ﺃﺻﻠﲔ‪ ،‬ﱠﺇﻣﺎ ﺃﻥ ﻳﻌﺘﱪ ﻣﻌﺎﻣﻠﺘﻪ ﻣﻊ ﺍﳋﻠﻖ‪ ،‬ﺃﻭ ﻣﻌﺎﻣﻠﺘﻪ ﻣﻊ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻭﻛﻞ‬
‫ﻣﻌﺎﻣﻠﺔ ﻣﻦ ﻫﺬﻳﻦ ﻳﻨﻘﺴﻢ ﺇﱃ ﻗﻮﻝ ﻭ ﻓﻌﻞ‪ ،‬ﻓﺎﳌﻌﺎﻣﻠﺔ ﺍﳋﺼﻴﺼﺔ ﺑﺎﳋﻠﻖ‬
‫ﱠ‬
‫ﻭﻻﺷﻚ‬ ‫ﻻ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻓﻬﺬﺍ ﺃﺻﻞ‪ .‬ﻭﺇﻃﻌﺎﻡ ﺍﻟﻄﻌﺎﻡ ﻓﻌﻞ‪ ،‬ﻭﺧﲑ ﻣﺘﻌﺪﱟ ‪.‬‬ ‫ﻗﻮ ﹰ‬
‫ﺃﻥ ﺍﳋﲑ ﺍﳌﺘﻌﺪﹼ ￯ ﺃﻋﲆ ﺩﺭﺟﺔ ﻣﻦ ﺍﳋﲑ ﺍﻟﺬ￯ ﻻ ﻳﺘﻌﺪﹼ ￯ ﺻﺎﺣﺒﻪ‪ ،‬ﻛﲈ‬ ‫ﰱ ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﺍﻟﺴﻼﻡ ﻣﻦ ﺧﲑ ﺍﻷﻗﻮﺍﻝ ﺍﳌﺘﻌﺪﹼ ﻳﺔ‪.‬‬ ‫ﹼ‬
‫ﺍﻟﺼﻼﺓ ﺑﺎﻟ ﱠﻠﻴﻞ‪ :‬ﻓﻬﻰ ﻣﻌﺎﻣﻠﺔ ﻣﻊ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻭﻣﺸﺘﻤﻠﺔ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻋﲆ‬ ‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﱠ‬
‫ﻗﻮﻝ ﻭ ﻓﻌﻞ ﻭﻗﻊ‪ ،‬ﻓﻤﻦ ﺣﻴﺚ ﺗﻼﻭﺓ ﻛﻼﻡ ﺍﷲ ﻭﺫﻛﺮ ﺍﷲ ﺑﺎﻟﺘﺴﺒﻴﺢ‬
‫ﺍﳌﺼﲆ ﻳﻨﺎﺟﻰ ﺭ ﱠﺑﻪ‪ 41‬ﻣﻦ‬ ‫ﱢ‬ ‫ﻗﻮﻝ ﻭﳍﺬﺍ ﹸﺃ ﹾ ﹺﺧ ﹺﱪ‪ :‬ﱠ‬
‫ﺃﻥ‬ ‫ﻭﺍﻟﺘﻬﻠﻴﻞ ﻭﺍﻟﺘﻜﺒﲑ‪ ،‬ﻫﻰ ﹲ‬
‫ﻓﻌﻞ‪.‬‬‫ﺣﻴﺚ ﺍﻟﻘﻴﺎﻡ ﰱ ﺍﻟﺼﻼﺓ ﻭﺍﻟﺮﻛﻮﻉ ﻭﺍﻟﺴﺠﻮﺩ ﻭﻧﺤﻮ ﺫﻟﻚ ﻓﻬﻰ ﹲ‬
‫ﺃﻥ ﻫﺬﻩ ﺃﺻﻮﻝ]ﻕ‪ + :‬ﺍﻝ[ ﺑﺎﻟ ﱠﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ‬ ‫ﻭﺑﻴﻨﺖ ﱠ‬ ‫ﻓﺜﺒﺖ ﺍﳊﴫ ﺑﲈ ﺃﴍﺕ ﺇﻟﻴﻪ‪ .‬ﹼ‬
‫ﺗﻔﺎﺭﻳﻊ ﺍﻷﻋﲈﻝ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬

‫‪١٢٦‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

birine açıldığı zaman bu bilgiyi Allah’tan başka sâdece sâhibi bilebilir


başkası değil.”
Diğer rivâyette geçen; “göklerde ve yerdekilerin ilmini bildim”
ifâdesinin sırrına gelince: Bu ilimler Rab isminin mertebesinden yerlere
ve göklere yayılan ilimlerdir. Sen şimdi benim Allah Rasûlü’nün ilminin
bu mertebeye geçmediğini söylediğimi sanırsan ben böyle söyleyerek
câhillerden olmaktan Allah’a sığınırım. Akıllı biri Allah Rasûlü’nün gök-
lerin üstündeki cennetin sırlarından, arş, levh ve kalemin sırlarından haber
verdiklerini bildikten sonra bunu nasıl söyler? Ben ancak şunu söylüyo-
rum:
“Darb” ile anlatılan ve onunla meydana gelen özel ilim budur. Çün-
kü bu rüyâ hadîsinin hükümlerinin kaynağı, Rab isminin mertebesidir. Ni-
tekim daha önce işâret etmiştim. Rab isminin taayyün aynası, tecellîsi, âraf
sûreti ve daha önce açıkladığımız yönden onun rûhâniyetidir, bunu düşün!
“Derecelerin; selâmı yaymak, yemek yedirmek ve geceleyin in-
sanlar uyurken namaz kılmak” şeklinde oluşunun sırrının ne olduğuna
gelince, onun yorumu şudur: İnsanların muâmelesi iki temel esasa bağlı-
dır: İnsanın muâmelesi ya halkla olur, ya da Hak’la. Bu iki muâmeleden
her biri kavlî ve fiilî olarak ikiye ayrılır. Halkla olan kavlî muâmele
selâmdır. Bu bir esastır. İt’âm-ı taâm/yemek yedirmek ise bir fiil ve baş-
kalarına ulaşan hayırdır. Şüphe yok ki başkasına ulaşan hayır, derece
bakımından sâhibini aşmayan hayırdan daha yücedir. Nitekim selâm
başkalarına ulaşan kavillerin hayırlılarındandır.
Gece namazına gelince o, Hak ile olan muâmeledir. Söz ve fiili kap-
samaktadır. Tesbîh, tehlil, tekbîr ile zikrullâh ve kelâmullah’ın okunması
itibâriyle sözlü; yâni kavlî bir eylemdir. Bu yüzden şöyle haber verilmiştir:
“Namaz kılan Rabbine münâcât etmektedir.”41 Namazdaki kıyâm, rükû,
sücûd ve benzerleri, fiildir. Hasrın işâret ettiğim konuya âid olduğu sâbit
olmuştur. Ben amellerin teferruâtına nisbetle asıllarını açıkladım; anla!
126
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﻟﻘﺼﺔ ﺃﻥ ﻳﻘﻮﻝ‪ :‬ﺍﻟ ﹼﻠﻬﻢ‬


‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﺗﻌﻠﻴﻢ ﺍﳊﻖ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﺍﻟ ﱠﻨﺒﻰ ﷺ ﰱ ﺁﺧﺮ ﻫﺬﻩ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺪﻋﺎﺀ‪،‬ﻓﴪﻩ ﻣﺎ ﺃﴍ ﹸﺗﺈﻟﻴﻪ‬
‫ﹼ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺍﳌﻨﻜﺮﺍﺕ‪ ،‬ﺇﱃ ﺁﺧﺮ‬ ‫ﺇ ﱢﻧﻰ ﺃﺳﺄﻟﻚ ﻓﻌﻞ ﺍﳋﲑﺍﺕ ﻭﺗﺮﻙ‬
‫ﺍﻟﺮﺏ ﻭﻫﻮ ﻣﻨﺒﻊ‬ ‫ﺍﻟﺘﺠﲆ ﻣﻦ ﺣﴬﺓ ﺍﻻﺳﻢ ﹼ‬ ‫ﱢ‬ ‫ﻣﻦ ﻗﺒﻞ]ﺵ‪ ،‬ﻉ ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﻣﻦ[ ﹼﺃﻥ ﻫﺬﺍ‬
‫ﺍﻟﴩﺍﻳﻊ‪ ،‬ﻭﻣﺪﺍﺭ ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ ﻋﲆ ﺍﻷﻣﺮ ﻭﺍﻟ ﹼﻨﻬﻲ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﱠﻧﺒﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﲠﺬﺍ ﺍﻟﺘﻌﻠﻴﻢ‬
‫‪42-b‬‬ ‫ﻋﻠﻴﻬﺎ ‪ /‬ﺑﻘﻮﻟﻪ]ﻉ‪ - :‬ﺑـ[‪ :‬ﺍﻟﻠﻬﻢ ﺇﻧﻰ ﺃﺳﺄﻟﻚ ﻓﻌﻞ ﺍﳋﲑﺍﺕ ﻭﺗﺮﻙ ﺍﳌﻨﻜﺮﺍﺕ‪ ،‬ﻓﺎﻓﻬﻢ‬
‫ﻭﺗﺪ ﱠﺑﺮ ﺃﴎﺍﺭ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳉﺎﻣﻊ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﺃﺩﺭﺟﺖ ﰱ ﴍﺣﻪ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ ﺍﻟﻐﺮﻳﺒﺔ‬
‫‪٢٤‬‬
‫ﺍﻟﻌﺠﺎﺏ ﻭﺍﷲ ﺍﳌﺮﺷﺪ ﻭ]ﻉ‪ - :‬ﻭ[ ﺍﳍﺎﺩ￯‪.‬‬ ‫ﺗﺮ￯ ﺍﻟﻌﺠﺐ ﹸ‬
‫‪ – 1‬ﺍﺑﻦ ﻋﺒﺎﺱ ﻫﻮ ﻋﺒﺪﺍﷲ ﺑﻦ ﻋﺒﺎﺱ ﻋﻢ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ‪ ،‬ﺻﺤﺐ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﻧﺤﻮ ﹰﺍ ﻣﻦ ﺛﻼﺛﲔ ﺷﻬﺮ ﹰﺍ‪ ،‬ﻭﺣﺪﹶ ﹶﺙ‬
‫ﻋﻨﻪ‪ ،‬ﻭﻗﺮﺃ ﻋﲆ ﺃ ﹼﺑﻰ ﻭﺯ ﻳﺪ ﺑﻦ ﺛﺎﺑﺖ ﻓﻬﻮ ﺣﱪ ﺍﻷﻣﺔ‪ ،‬ﺗﻔﻰ ﰱ ﺳﻨﺔ ﺛﲈﻥ ﻭﺳﺘﲔ‪ .‬ﺭﺍﺟﻊ ﺳﲑ ﺃﻋﻼﻡ‬
‫ﺍﻟﻨﺒﻼﺀ ‪٣٥٩-٣٣١/٣‬‬
‫‪ – 2‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳊﺮﺙ ‪ ،١٦‬ﻭﺍﻟﻨﺴﺎﺉ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻘﻴﺎﻣﺔ ‪ ،١٣‬ﻭﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳌﻨﺎﺳﻚ ‪٤٠‬‬
‫‪– 3‬ﺭﺍﺟﻊ ﺍﻟﺪﺍﺭﻣﻰ ﻣﻦ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ‪ ،١٢‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪ ،٢٣٤/ ٥ ،٦٦ /٤ ،٣٦٨ /١ ،‬ﻭﺍﻟﱰﻣﺬ￯‬
‫ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺗﻔﺴﲑ ﺳﻮﺭﺓ ‪٣٨‬‬
‫‪ – 4‬ﱂ ﺃﺟﺪﻩ ﰱ ﺍﳌﺮﺍﺟﻊ‬
‫ﹶ‬
‫ﺍﻻﻣﺎﻡ ﻣﺎﻟﻚ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻘﺮﺃﻥ‪٤٠ ،‬‬ ‫‪ – 5‬ﺭﻭﺍﻩ ﹺ‬
‫‪ – 6‬ﺍﻟﻔﺺ ﺍﻻﺳﲈ ﻋﻴﲆ ﻣﻦ ﻛﺘﺎﺏ ﻓﺼﻮﺹ ﺍﳊﻜﻢ ﻻﺑﻦ ﺍﻟﻌﺮﰊ‪ ،‬ﻃﺒﻊ ﺑﲑﻭﺕ ‪ ١٤٠٠‬ـ‪،١٩٨٠‬‬
‫ﺍﳌﺠﻠﺪ ﺍﻷﻭﻝ‪ :‬ﺹ‪) ٩٤ ٩٠ ،‬ﻧﴩﻩ ﻭﻋﻠﻖ ﻋﻠﻴﻪ ﺩ‪ .‬ﹰﺍ ﺑﻮ ﺍﻟﻌﲆ ﻋﻔﻴﻔﻲ(‪.‬‬
‫‪– 7‬ﻗﺎﺭﻥ؛ ﺑﻐﻴﺔ ﺍﻟﺒﺎﺣﺚ ﻋﻦ ﺯﻭﺍﺋﺪ ﻣﺴﻨﺪ ﺍﳊﺎﺭﺙ ﻟﻠﻬﻴﺜﻤﻰ‪ ،‬ﺍﳌﺪﻳﻨﺔ ﺍﳌﻨﻮﺭﺓ ‪ ،١٠٠١/٢ ،١٩٩٢‬ﻭ‬
‫ﺍﳌﺴﺘﺪﺭﻙ ﻋﲆ ﺍﻟﺼﺤﻴﺤﲔ ﻟﻠﺤﺎﻛﻢ‪ ،‬ﺑﲑﻭﺕ ‪.٦١٣/٤ ،١٩٩٠‬‬
‫‪ – 8‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺮﲪﻦ‪ ،(٥٥) ،‬ﺍﻷﻳﺔ‪.٣٧ :‬‬
‫‪ – 9‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺘﻮ ﺣﻴﺪ ‪ ،٢٤‬ﻭﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻻﹺﻳﲈﻥ ‪ ،٢٩‬ﻭﺃﺑﻮ ﺩﺍﻭﺩ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺰﻛﺎﺓ‪،٥ ،‬‬
‫ﻭﺍﻟﱰ ﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺰ ﻛﺎﺓ ‪ ،٦‬ﻭﺍﻟﻨﺴﺎﺋﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺰﻛﺎﺓ ‪ ،٤٦‬ﻭﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺰﻛﺎﺓ ‪ ،١‬ﻭﺍﺑﻦ‬
‫ﺣﻨﺒﻞ‪٢٣٣ /١ ،‬‬
‫‪ – 10‬ﻫﻮ ﺍﻟﺸﻴﺦ ﳏﻰ ﺍﻟﺪﻳﻦ ﺑﻦ ﺍﻟﻌﺮﰊ‬
‫‪ – 11‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺰﻣﺮ )‪ ،(٣٩‬ﺍﻷﻳﺔ‪٦٧ :‬‬
‫‪ – 12‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺰﻣﺮ )‪ ،(٣٩‬ﺍﻷﻳﺔ‪٦٧ :‬‬
‫‪ – 13‬ﻗﺎﺭﻥ ﺍﳉﺎﻣﻊ ﺍﻟﺼﺤﻴﺢ ﻟﻠﱰ ﻣﺬﻱ‪ ،‬ﰱ ﺗﻔﺴﲑ ﺳﻮﺭﺓ‪١١٣ ،‬‬
‫‪ – 14‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳉﻨﺔ ‪ ،٤٤‬ﻭﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺟﻬﻨﻢ ‪٣‬‬
‫‪ – 15‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺘﻄﻔﻴﻒ )‪ ،(٨٣‬ﺍﻷﻳﺔ‪٧ :‬‬
‫‪ – 16‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺘﻄﻔﻴﻒ )‪ ،(٨٣‬ﺍﻷﻳﺔ‪١٨ :‬‬
‫‪ – 17‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺸﻤﺲ )‪ ،(٩١‬ﺍﻷﻳﺔ‪٩ :‬‬
‫‪١٢٧‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

Hadîsin sonundaki kıssada geçen Hak Teâlâ’nın Hz. Peygamber’e


öğrettiği duâya gelince: “Rabbim! Beni hayır işlerine müyesser kılma-
nı ve kötülüklerden korumanı diliyorum.” Daha önce işâret ettiğim bu
duânın sırrı şudur: Bu tecellî de daha önceden işâret ettiğim gibi Rab
ismi mertebesindendir. Bu mertebe şerîatların menbaı, emir ve nehy
üzre olan şerîatın odağıdır. Allah Teâlâ bu tâlimle bu konuya: “Allahım
Sen’den, hayırları yapmayı kötülükleri terk etmeyi nasîb etmeni diliyo-
rum” diye dikkat çekmiştir. Anlarsan ve bu câmî hüviyetli hadîsin sır-
larıyla şerhi sadedinde derc ettiğim garip ilimleri düşünürsen, şaşkınlık
veren ilginç şeyler görürsün. Allah irşâd eden ve hidâyete götürendir.25

1. Abdullah İbn Abbas, Allah Rasûlü’nün (s.a.) amcazâdesidir. Ümmetin âlimi, asrın fakîhi
ve tefsîrde imamdır. Allah Rasûlü ile 30 ay beraber olmuş ve ondan hadîsler nakletmiş-
tir. Übeyy, Zeyd b. Sâbit gibi sahâbîlerden ders aldı. Hicrî 68 yılında vefât etti. Bkz.
Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, III, 331-359.
2. Buhârî, Hars, 16; Neseî, Kıyâme, 13; İbn Mâce, Menâsik, 40.
3. Dârimî, Rüyâ, 12; İbn Hanbel, I, 368, IV, 66, V, 243; Tirmizî, Tefsîrü’s-sûre, 38.
4. Kaynaklarda bulunamadı.
5. İmam Mâlik, Muvatta, Kur’an, 40.
6. İbn Arabî; Fusûsu’l-hikem, nşr. Ebu’l-Alâ Afîfî, Beyrut 1980, Fass-ı İsmâîlî, I, 90-94.
7. Krş. Heysemî, Buğyetül bahis an zevaidi müsnedi Haris, (Ba’s, 1), II, 1001; Hâkim,
Müstedrek, IV, 613.
8. er-Rahman, 55/37.
9. Buhârî, Tevhîd, 24; Müslim, Îmân, 29; Ebû Dâvud, Zekât, 5; Tirmizî, Zekât, 6; Neseî,
Zekât, 46; İbn Mâce, Zekât, 1; İbn Hanbel, I, 233.
10. Burada kasdedilen, Şeyh Muhyiddîn İbn Arabî’dir.
11. ez-Zümer, 39/67.
12. ez-Zümer, 39/67.
13. Krş. Tirmizî, Tefsîr, 113.
14. Müslim, Cennet, 44; Tirmizî, Cehennem, 3.
15. el-Mutaffifîn, 83/7.
16. el-Mutaffifîn, 83/18.
17. eş-Şems, 91/9.

127
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﻻﺳﺘﻌﺎﺫﺓ ‪ ،٦٥ ،١٣‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪،‬‬ ‫‪ – 18‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺬﻛﺮ ‪ ،٧٣‬ﻭﺍﻟﻨﺴﺎﺀ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﹸ‬
‫‪٢٠٩/٦ ،٣٧١/٤‬‬
‫‪ – 19‬ﺃﻧﻈﺮ ﺍﳉﺎﻣﻊ ﺍﻟﺼﻐﲑ ﻟﻠﺴﻴﻮﻃﻰ )ﻃﺒﻊ ﺍﻟﻘﺎﻫﺮﺓ‪ (١٣٢١ ،‬ﰱ ﺍﳌﺠﻠﺪ ﺍﻷﻭﻝ ﺹ‪ ،٦٣ :‬ﻋﻦ ﺍﺑﻦ‬
‫ﺣﺒﺎﻥ ﺑﺄﻟﻔﺎﻅ ﳐﺘﻠﻔﺔ‬
‫‪ – 20‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺘﻮﺣﻴﺪ ‪ ،٣٥ ،١٥‬ﻭﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺘﻮﺑﺔ ‪ ،١‬ﻭﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺬﻛﺮ‪،١٩ ،٢ ،‬‬
‫ﻭﺍﻟﱰ ﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺰﻫﺪ‪ ،٥١ ،‬ﻭﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺪﻋﻮﺍﺕ ‪ ،١٣١‬ﻭﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻷﺩﺏ ‪،٥٨‬‬
‫ﻭﺍﻟﺪﺍﺭﻣﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﻗﺎﻕ ‪ ،٢٢‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ‪٢٥١ / ٢‬‬
‫‪ – 21‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻨﺤﻞ )‪ ،(١٦‬ﺍﻷﻳﺔ‪٦٦ :‬‬
‫‪ – 22‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﳊﺪﻳﺪ )‪ ،(٥٧‬ﺍﻷﻳﺔ‪٣ :‬‬
‫‪ – 23‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻻﺳﺘﻴﺬﺍﻥ ‪ ،١‬ﻭﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﱪ ‪ ١١٥‬ﻭ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳉﻨﺔ ‪ ،٢٨‬ﻭﺍﺑﻦ‬
‫ﺟﻨﺒﻞ ‪٢٤٤ / ٢‬‬
‫‪ – 24‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺸﻮﺭﻱ)‪ ،(٤٢‬ﺍﻷﻳﺔ‪١١ :‬‬
‫‪ – 25‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻝ ﻋﻤﺮﺍﻥ )‪ ،(٣‬ﺍﻷﻳﺔ‪١٥٤ :‬‬
‫‪ – 26‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﻗﺎﻕ ‪٤٨‬‬
‫‪ – 27‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳌﻮﺍﻗﻴﺖ ‪ ،١٦‬ﻭﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳌﺴﺎﺟﺪ ‪ ،٢١٠‬ﻭﺍﻟﻨﺴﺎﺉ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ‬
‫ﻭﺍﳌﻮﻃﺄ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺴﻔﺮ ‪ ،٨٢‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ‪٤٨٦ ،٣١٢ ،٢٥٧ / ٢‬‬‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ‪،٢١ ،‬‬
‫‪ – 28‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﻗﺎﻕ ‪٣٨‬‬
‫‪ – 29‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ‪٦٣ - ٦٢‬‬
‫‪ – 30‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﺑﻦ ﺧﺰﻳﻤﺔ ﰲ ﺻﺤﻴﺤﻪ‪) ،‬ﻃﺒﻊ ﺑﲑﻭﺕ ‪ (١٩٧٠‬ﺣﻘﻘﻪ ﳏﻤﺪ ﻣﺼﻄﻔﻰ ﺍﻷﻋﻈﻤﻲ‪،٢٦٣/٤ ،‬‬
‫ﻭ ﺍﺑﻦ ﺣﺒﺎﻥ ﰲ ﺻﺤﻴﺤﻪ ) ﻃﺒﻊ ﺑﲑﻭﺕ ‪ (١٩٩٣‬ﺣﻘﻘﻪ ﺷﻌﻴﺐ ﺍﻷﺭﻧﺆﻭﻁ‪.١٦٤/٩ ،‬‬
‫‪ – 31‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻔﺘﺢ )‪ ،(٤٨‬ﺍﻷﻳﺔ‪٢ :‬‬
‫‪ – 32‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟ ﱠﻨ ﹶﺴﺎﺉ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺘﻄﺒﻴﻖ‪٨١ ،‬‬
‫‪ – 33‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﻄﱪﺍﲏ ﰲ ﺍﻟﻜﺒﲑ‪٢٥٨/٢٢ ،‬؛ ﻭﺍﻟﺒﻴﻬﻘﻲ ﰲ ﺍﻟﺸﻌﺐ ‪٣٤٠-٣٣٩/١‬؛ ﻭ ﺍﻟﻌﺠﻠﻮﻧﻰ ﰱ‬
‫ﻛﺸﻒ ﺍﳋﻔﺎﺀ‪.٣٧٢/٢ ،‬‬
‫‪ – 34‬ﺳﻮﺭﺓ ﻫﻮﺩ )‪ ،(١١‬ﺍﻷﻳﺔ‪١١٤ :‬‬
‫ﱪ ‪ ،٥٥‬ﻭﺍﻟﺪﺍﺭﻣﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﻗﺎﻕ ‪ ،٧٤‬ﻭﺍﺑﻦ ﺟﻨﺒﻞ‪،١٥٣ /٥ ،‬‬ ‫‪ – 35‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟ ﹼ‬
‫‪٢٣٦ ،٢٢٨ ،١٦٩ ،١٥٨‬‬
‫‪ – 36‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻔﺮﻗﺎﻥ )‪ ،(٢٥‬ﺍﻵﻳﺔ‪٢٣ :‬‬
‫‪ – 37‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻷﻧﻔﺎﻝ )‪ ،(٨‬ﺍﻷﻳﺔ‪٢٥ :‬‬
‫ﺍﻻﴎﺍﺀ )‪ ،(١٧‬ﺍﻷﻳﺔ‪١٥ :‬‬‫‪ – 38‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻷﻧﻌﺎﻡ )‪ ،(٦‬ﺍﻷﻳﺔ‪١٦٤ :‬ﻭ ﺳﻮﺭﺓ ﹺ‬
‫‪ – 39‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺪﻋﻮﺍﺕ ‪٦٦‬‬
‫‪ – 40‬ﻧﻔﺲ ﺍﳌﺼﺪﺭ ﺍﻟﺴﺎﺑﻖ‬
‫ﹶ‬ ‫ﹼ‬ ‫‪ – 40‬ﺭﻭﺍﻩ ﹺ‬
‫ﺍﻻﻣﺎﻡ ﻣﺎﻟﻚ ﰱ ﺍﳌﻮ ﻃﺄ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻘﺮﺃﻥ‪٤٠:‬‬
‫‪١٢٨‬‬
YİRMİ BİRİNCİ HADÎS

18. Müslim, Zikir, 73; Neseî, İstiâze, 13,65; İbn Hanbel, IV, 371; VI, 209.
19. el-Câmiu’s-sağîr, I, 63. İbn Hıbbân’dan naklen.
20. Buhârî, Tevhîd, 15, 35; Müslim, Tevbe, 1, Zikir, 2, 19; Tirmizî, Zühd, 51, Deavât, 131;
İbn Mâce, Edeb, 58; Dârimî, Rikkâk, 22; İbn Hanbel, II, 251.
21. en-Nahl, 16/66.
22. el-Hadîd, 57/3.
23. Buhârî, İstîzân, 1; Müslim, Birr, 115; Cennet, 28; İbn Hanbel, II, 244.
24. eş-Şûrâ, 42/11.
25. Âl-i İmrân, 3/154.
26. Buhârî, Rikâk, 48.
27. Buhârî, Mevâkît, 16; Müslim, Mesâcid, 210; Neseî, Salât, 21; Muvattâ, Sefer, 82; İbn
Hanbel, II, 257, 312, 486.
28. Buhârî, Rikâk, 38.
29. Müslim, Salât, 62-63.
30. İbn Huzeyme, Sahîh, thk. M. Mustafa el-A’zamî, Beyrut 1970, IV, 263; İbn Hibbân,
Sahîh, thk. Şuayb el-Arnavud, Beyrut 1993, IX, 164.
31. el-Feth, 48/2.
32. Neseî, Tatbîk, 81.
33. Taberânî, el-Mu’cemu’l-kebîr, Musul 1983, XXII, 258; Beyhakî, Şuabu’l-îmân, I, 339-
340; Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, II, 372.
34. Hûd, 11/114.
35. Tirmizî, Birr, 55; Dârimî, Rikâk, 74; İbn Hanbel V, 153, 158, 169, 228, 236.
36. el-Furkan, 25/23.
37. el-Enfal, 8/25.
38. el-En’am, 6/164; el-İsrâ, 17/15.
39. Buhârî, Deâvât, 66.
40. a.e. gösterilen yer.
41. İmam Mâlik, Muvattâ, Kur’an, 40.

128
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬
‫ﺗﻌﺒﲑ ﺭﺅﻳﺔ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﰱ ﺍﳌﻨﺎﻡ‬
‫ﺒﻲ ﷺ‪ ،‬ﻗﺎﻝ‪ :‬ﻣﹶﻦﹾ ﺭﺁﻧﹺﻰ ﰱ ﺍﳌﻨﺎﻡ ﻓﻘﺪ ﺭﺁﻧﹺﻰ‪.‬‬ ‫‪ 1‬ﱠ‬
‫ﻋﻦ ﺍﺑﻦ ﻣﺴﻌﻮﺩﹴ ﺃﻥ ﺍﻟ ﱠﻨ ﱠ‬
‫ﻠﺸ ﹺ‬
‫ﻴﻄﺎﻥ ﹾ‬
‫ﺃﻥ‬ ‫ﻳﻨﺒﻐﻰ ﻟﹺ ﱠ‬
‫ﺭﻭﺍﻳﺔ‪ :‬ﻓﺈ ﱠﻧﻪ ﻻ ﹺ‬
‫ﹴ‬ ‫ﰊ‪ .‬ﻭﰱ‬ ‫ﻴﻄﺎﻥ ﻻ ﻳﺘﻤﺜ ﹸﱠﻞ ﹺ ﹶ‬
‫ﺍﻟﺸ ﹶ‬ ‫ﻓﺈﻥ ﱠ‬‫ﱠ‬
‫ﻳﺘﻜﻮ ﹸﻧﻨﹺﻰ‪ .‬ﻭﰱ ﺃﺧﺮﻱ‪:‬‬
‫ﻴﻄﺎﻥ ﻻ ﱠ‬ ‫ﺍﻟﺸ ﹶ‬ ‫ﹴ‬
‫ﺭﻭﺍﻳﺔ‪ :‬ﱠ‬
‫ﻓﺈﻥ ﱠ‬ ‫ﺭﰐ‪ ،‬ﻭﰱ‬ ‫ﻳﺘﻤﺜ ﹶﱠﻞ ﰱ ﹸﺻ ﹶﻮ ﹺ‬
‫ﻴﻄﺎﻥ ﻻ ﻳﱰﺁﺀ￯ ﰊ‪.2‬‬‫ﺍﻟﺸ ﹶ‬ ‫ﹶﻣ ﹾﻦ ﺭﺁﻧﻰ ﹶﻓ ﹶﻘﺪﹾ ﺭﺃﻱ]ﺵ‪ :‬ﺭ ﹶﺃ ﲏ[ ﺍﳊﻖﱠ ‪ .‬ﻓﺈﻥ ﱠ‬
‫ﻛﺸﻒ ﴎ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ]ﻕ‪ :‬ﻛﺸﻒ ﹼﴎﻩ[ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬
‫ﺃﻥ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ ﻭﺇﻥ ﻇﻬﺮ ﺑﺠﻤﻴﻊ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺃﺳﲈﺀ ﺍﳊﻖ ﻭﺻﻔﺎﺗﻪ‬ ‫ﺍﻋﻠﻢ ﹼ‬
‫ﻭﲢﻘﻘ ﹰﺎ‪ ،‬ﻓﺈﻥ ﻣﻦ ﻣﻘﺘﴣ ﻣﻘﺎﻡ ﺭﺳﺎﻟﺘﻪ‪ ،‬ﻭﺇﺭﺷﺎﺩﻩ ﻟﻠﺨﻠﻖ‪ ،‬ﻭﺩﻋﻮﺗﻪ‬ ‫ﲣ ﱡﻠﻘ ﹰﺎ ﱡ‬
‫ﺇ ﹼﻳﺎﻫﻢ ﺇﱃ ﺍﳊﻖ ﺍﻟﺬ￯ ﺃﺭﺳﻠﻪ ﺇﻟﻴﻬﻢ‪ ،‬ﻫﻮ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﺍﻷﻇﻬﺮ ﻓﻴﻪ ﺣﻜ ﹰﲈ‬
‫ﻭﺳﻠﻄﻨﺔﹰ ﻣﻦ ﺻﻔﺎﺕ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻭﺃﺳﲈﺋﻪ‪ ،‬ﺻﻔﺔ ﺍﳍﺪﺍﻳﺔ ﻭﺍﺳﻢ ﺍﳍﺎﺩﻱ‪ ،‬ﻛﲈ‬
‫ﺍﻁ ﱡﻣ ﹾﺴ ﹶﺘ ﹺﻘ ﹴ‬
‫ﻴﻢ‪ 3‬ﻓﻬﻮ‬ ‫ﴏ ﹴ‬‫ﺃﺧﱪ ﺍﳊﻖ ﻋﻦ ﺫﻟﻚ ﺑﻘﻮﻟﻪ ﹶﻭﺇﹺ ﱠﻧ ﹶﻚ ﹶﻟ ﹶﺘ ﹾﻬ ﹺﺪ￯ ﺇﹺ ﹶﱃ ﹺ ﹶ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﺻﻮﺭﺓ ﺍﻻﺳﻢ ﺍﳍﺎﺩﻱ‪ ،‬ﻭﻣﻈﻬﺮ ﺻﻔﺔ‬
‫ﺍﳌﻀﻞ‪ .‬ﻭﺍﻟﻈﺎﻫﺮ ﺑﺼﻔﺔ ﺍﻟﻀﻼﻟﺔ‪،‬‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﳍﺪﺍﻳﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺸﻴﻄﺎﻥ ﻣﻈﻬﺮ ﺍﻻﺳﻢ‬
‫ﻓﻬﲈ ﺿﺪﹼ ﺍﻥ‪.‬‬
‫ﻭﺭﻭﻳﻨﺎ ﰱ ﺑﻌﺾ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﻣﺎ ﻳﺆ ﹼﻳﺪ ﻫﺬﺍ ﺍﳌﻌﻨﻲ ﻭﻫﻮ ﺣﺪﻳﺚ‬
‫ﺃﻥ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ ]ﺵ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ[ﺳﺄﻝ ﺍﻻﺟﺘﲈﻉ ﺑﺈﺑﻠﻴﺲ ﻟﲑ￯ ﻣﺎ‬ ‫ﻃﻮﻳﻞ ﻓﻴﻪ ﹼ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ‬
‫ﺒﻲ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬ ‫ﹸ‬
‫ﺍﳌﻠﺌﻜﺔ ﺑﺎﻟ ﱠﻨ ﱢ‬ ‫ﺖ‬ ‫ﴬ ﺑﲔ ﹺ‬
‫ﻳﺪﻳﻪ ﻭﺣ ﱠﻔ ﹺ‬ ‫ﻋﻨﺪﻩ‪ .‬ﹸﻓﺄ ﹾﺣ ﹺ ﹶ‬
‫ﺑﺴﻮﺀ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻝ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ ﷺ ﻹﺑﻠﻴﺲ‪:‬‬ ‫ﹴ‬ ‫ﻼ ﻳﻘﺼﺪﻩ ﺇﺑﻠﻴﺲ‬‫ﲢﺮ ﹸﺳ ﹸﻪ ﻟﺌ ﱠ‬
‫ﹸ‬
‫ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‬

‫‪١٢٩‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS
PEYGAMBERİMİZ’İ RÜYÂDA GÖRMENİN YORUMU

İbn Mes’ud’dan1: Nebî (s.a.) buyurdu ki: “Rüyâsında beni gören,


gerçekte görmüş gibidir. Çünkü şeytan benim sûretime giremez.” Bir
başka rivâyet şöyledir: “Şeytanın benim sûretime girme hakkı yoktur.”
Diğer bir rivâyet ise şöyledir: “Şeytan benim gibi olamaz.” Farklı bir
başka rivâyette ise: “Beni gören hakkı/gerçeği görmüş gibi olur. Çünkü
şeytan benim gibi görünemez” buyurulur.2

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu


Bilesin ki Nebî (s.a.) tahalluk ve tahakkuk açısından her ne ka-
dar Hakk’ın bütün esmâ, sıfat ve ahkâmının mazharı olsa bile risâlet
makâmının gereği halkı irşâd ve onları Hakk’a dâvet için gönderilmiş
olmasından dolayı Hakk’ın esmâ ve sıfatlarından hüküm ve saltanat
açısından kendisinde en zâhir olan hidâyet sıfatı ile “Hâdî” ismidir. Ni-
tekim Hak Teâlâ bu konuyu şu âyet ile haber vermiştir: “Şüphesiz sen,
sırât-ı müstakîme yöneltirsin.”3 Hz. Peygamber (s.a.) “Hâdî” isminin
sûreti, hidâyet sıfatının mazharıdır. Şeytan ise “Mudill” isminin mazharı
olup dalâlet sıfatıyla zâhirdir. Bu ikisi birbirinin zıddıdır.

Bu mânâyı teyid eden bazı ifâdeler uzunca bir hadîste bize ak-
tarılmıştır. Rivâyete göre Hz. Peygamber (s.a.) şeytanın sâhip ol-
duklarını görmek için şeytanla bir araya gelmek ister. İblis Hz.
Peygamber’in huzûruna getirilir. Melekler, İblis kendisine zarar ver-
mesin, diye Hz. Peygamber’in etrafını kuşatırlar. Hz. Peygamber
129
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺇﻥ ﺍﷲ ﺧﻠﻘﻚ ﻟﻠﻬﺪﺍﻳﺔ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﺑﻴﺪﻙ ﻣﻦ‬ ‫ﳏﻤﺪ‪ ،‬ﱠ‬ ‫ﻗﻞ ﻣﺎ ﻋﻨﺪﻙ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻝ‪ :‬ﻳﺎ ﱠ‬
‫ﺍﳍﺪﺍﻳﺔ ﻣﻦ ﺷﻰ‪ .‬ﻭﺧﻠﻘﻨﻰ ﻟﻠﻐﻮﺍﻳﺔ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﺑﻴﺪ￯ ﻣﻦ ﺍﻟﻐﻮﺍﻳﺔ ﻣﻦ ﳾﺀ‪.‬‬
‫‪43-a‬‬ ‫ﻟﻜﺬﻭﺏ‪.4‬‬
‫ﹲ‬ ‫ﺒﻲ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﺻﺪﻗﻚ ‪ /‬ﻭﺇ ﱠﻧﻪ‬ ‫ﻓﺄﻭﺣﻰ ﺍﷲ ﺇﱃ ﺍﻟ ﱠﻨ ﱢ‬
‫]ﻉ‪:‬‬
‫ﺍﻟﺸﻴﻄﺎﻥ ﰱ ﺍﳊﻘﻴﻘﺔ ﺿﺪ ﻟﻠﻨﺒﻰ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬ ‫ﻓﺜﺒﺖ ﲠﺬﺍ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺃﻥ ﱠ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ .‬ﻭﺍﻟﻀﺪﺍﻥ ﻻ ﳚﺘﻤﻌﺎﻥ‪ ،‬ﻭﻻ ﻳﻈﻬﺮ ﺃﺣﺪﳘﺎ ﺑﺼﻮﺭﺓ‬
‫ﺍﻵﺧﺮ‪ .‬ﻭﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻓﺎﻟﻨﺒﻰ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﺧﻠﻘﻪ ﺍﷲ ﻟﻠﻬﺪﺍﻳﺔ‬
‫ﻣﺮ‪ .‬ﻓﻠﻮ ﺳﺎﻍ ﻇﻬﻮﺭ ﺇﺑﻠﻴﺲ ﺑﺼﻮﺭﺗﻪ ﺯﺍﻝ ﺍﻻﻋﺘﲈﺩ‪ ،‬ﻭ]ﻉ‪ - :‬ﻭ[ ﺑﻜﻞ‬ ‫ﻛﲈ ﹼ‬
‫ﻣﺎ ﻳﺒﺪﻳﻪ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻭﻳﻈﻬﺮﻩ ﳌﻦ ﺷﺎﺀ ﻫﺪﺍﻳﺘﻪ ﺑﻪ‪ .‬ﻓﻠﻬﺬﻩ ﺍﳊﻜﻤﺔ ﻋﺼﻢ ﺍﷲ‬
‫ﺻﻮﺭﺓ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[ ﻣﻦ ﺃﻥ ﻳﻈﻬﺮ‬
‫ﲠﺎ ﺷﻴﻄﺎﻥ‪.‬‬
‫ﺃﺗﻢ ﻣﻦ ﻋﻈﻤﺔ ﻛﻞ ﻋﻈﻴﻢ‪،‬‬ ‫ﹼ‬
‫]ﻕ‪ -:‬ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ[‬
‫ﻓﺈﻥ ﻗﻴﻞ‪ :‬ﻋﻈﻤﺔ ﺍﳊﻖ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ‬
‫]ﻉ‪:‬‬
‫ﻓﻜﻴﻒ ﺍﻋﺘﺎﺹ]ﻉ‪ :‬ﺍﻋﺘﺎﺽ[ ﻋﲆ ﺃﻥ ﻳﻈﻬﺮ ﺑﺼﻮﺭﺓ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫ﺃﻥ ﺍﻟ ﹼﻠﻌﲔ ﻗﺪ ﺗﺮﺍﺀ￯ ﻟﻜﺜﲑﻳﻦ‪،‬‬ ‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[‪ ،‬ﻣﻊ ﹼ‬
‫ﺃﺿﻞ ﲨﺎﻋﺔ ﺑﻤﺜﻞ‬ ‫ﱠ‬ ‫]ﻕ‪ - :‬ﻝ[‬
‫ﻭﺧﺎﻃﺒﻬﻢ ﺑﺄﻧﻪ ﺍﳊﻖ ﻃﻠﺒ ﹰﺎ ﻹﺿﻼﳍﻢ‪ ،‬ﻭﻟﻘﺪ‬
‫ﻫﺬﺍ‪ ،‬ﺣﺘﻰ ﻇ ﹼﻨﻮﺍ ﱠﺃﳖﻢ ﺭﺃﻭﺍ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻭﺳﻤﻌﻮﺍ ﺧﻄﺎﺑﻪ‪.‬‬
‫ﻋﺎﻗﻞ ﻳﻌﻠﻢ‬ ‫ﻛﻞ ﹴ‬ ‫ﺃﻥ ﹼ‬ ‫ﻓﺄﻗﻮﻝ‪ :‬ﺍﻟﻔﺮﻕ ﺑﲔ ﺍﻷﻣﺮﻳﻦ ﻣﻦ ﻭﺟﻬﲔ‪ .‬ﺃﺣﺪﳘﺎ ﹼ‬
‫ﻣﻌﻴ ﹲﻨﺔ ﺗﻮﺟﺐ ﺍﻻﺷﺘﺒﺎﻩ ﺑﺨﻼﻑ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﻋﻠﻴﻪ‬ ‫ﺃﻥ ﺍﳊﻖ ﻟﻴﺴﺖ ﻟﻪ ﺻﻮﺭﺓ ﱠ‬
‫]ﻕ‪:‬ﻣﺘﻌﻴﻨﺔ[‬
‫ﻣﻌﻴﻨﺔ‬
‫‪ .‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﺫﻭ ﺻﻮﺭﺓ ﹼ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[‬
‫ﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫ﹴ‬
‫ﻣﺸﻬﻮﺩﺓ‪.‬‬ ‫ﻣﻌﻠﻮﻣﺔ‬
‫ﻳﻀﻞ ﻣﻦ‬ ‫ﱡ‬ ‫ﺃﻥ ﻣﻦ ﻣﻘﺘﴣ ﺣﻜﻢ ﺳﻌﺔ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﺃﻧﹼﻪ‬ ‫ﻭﺍﻟﻮﺟﻪ ﺍﻵﺧﺮ ﹼ‬
‫ﺍﳌﺘﻀﻤﻦ‬
‫ﱢ‬ ‫ﻳﺸﺎﺀ ﻭﳞﺪ￯ ﻣﻦ ﻳﺸﺎﺀ‪ .‬ﻭﻛﲈ ﻭﺭﺩ ﺍﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﰱ ﺍﳊﺪﻳﺚ‬
‫ﳏﺎﻭﺭﺓ ﺇﺑﻠﻴﺲ ﻣﻊ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ‪،‬ﻕ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[‪،‬‬
‫‪١٣٠‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

(s.a.): İblis’e sorar: “Söyle bakalım yanında ne var?” Bunun üzerine İb-
lis der ki: “Yâ Muhammed Allah seni hidâyet için yarattı. Ama hidâyet
senin elinde değildir. Beni de dalâlet/saptırmak için yarattı. Bununla
birlikte saptırma benim elimde değildir.” Allah Teâlâ bunun üzerine Hz.
Peygamber’e şöyle vahyetti: “Her ne kadar kendisi yalancı olsa da şey-
tanın sana bu söyledikleri doğrudur.”4

Bununla sâbit olmuştur ki hakîkatte şeytan Hz. Peygamber’in


(s.a.) zıddıdır. Zıdlar ise bir araya gelmez. Biri diğerinin sûretinde zâhir
olamaz. Yukarıda geçtiği gibi Allah Teâlâ Hz. Peygamber’i hidâyet için
yarattı. İblis’in onun sûretinde zuhûruna mesâğ olsaydı, Hakk’ın hidâyet
dilediği insanlara gösterip ızhâr ettiği mûcizelere îtimâd zâil olurdu. Bu
sebeple Allah Peygamber’inin sûretini şeytanın kendisiyle zuhûra gel-
mesinden korumuştur.

Denilirse ki: Hak Teâlâ’nın büyüklüğü, düşünülen her şeyin aza-


metinden daha yücedir. Hz. Peygamber’in sûretinde zuhûr edemediği
hâlde şeytân-ı laîn nasıl olur da pek çok insana rüyâda görünerek onla-
rı saptırmak için Hak olduğu iddiâsıyla hitâb edebilmiş ve insanlardan
bir grup bununla sapıtarak kendilerinin Hakk’ı gördüklerini ve hitâbını
duyduklarını sanmışlardır.

Ben bu soruya cevaben derim ki: İki durum arasında iki vecihden/
açıdan fark vardır. Birincisi her akıllı kimse bilir ki Peygamber’in aksi-
ne Hakk’ın şeytân ile arasında benzerliğe sebep olabilecek muayyen bir
sûreti yoktur. Peygamber’in ise belirli bilinen bir sûreti bulunmaktadır.

İkinci vech Hakk’ın vüs’atinin hikmeti gereği dilediğini saptır-


ması, dilediğini de doğru yola iletmesidir. Nitekim İblis ile Hz. Pey-
gamber arasında geçen muhâverede buna işâret edilmişti. Hak Teâlâ
130
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻭﺗﺼﺪﻳﻖ ﺍﳊﻖ ﺇﻳﺎﻩ ﰱ ﺫﻟﻚ ﺍﻷﺧﺒﺎﺭ ﺧﺼﻮﺻ ﹰﺎ‪ ،‬ﻭﺇﻥ ﺃﻋﻠﻤﻪ ﺃﻧﹼﻪ‬
‫ﻛﺬﻭﺏ‪.‬‬
‫ﻓﻤﻘﻴﺪﹲ ﺑﺼﻔﺔﺍﳍﺪﺍﻳﺔ‪،‬ﻭﻇﺎﻫﺮ‬ ‫‪ ،‬ﹼ‬
‫]ﻉ‪:‬ﻋﻠﻴﻪﺍﻟﺼﻠﻮﺓﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‬
‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎﺍﻟﻨﺒﻰﻋﻠﻴﻪﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫ﺑﺼﻮﺭﲥﺎ‪.‬ﻓﻮﺟﺐﻋﺼﻤﺔﺻﻮﺭﺗﻪﻣﻦﺃﻥﻳﻈﻬﺮﲠﺎﺍﻟﺸﻴﻄﺎﻥﻟﺒﻘﺎﺀﺍﻻﻋﺘﲈﺩ‪،‬‬
‫]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ‬
‫ﻭﻇﻬﻮﺭ ﺣﻜﻢ ﺍﳍﺪﺍﻳﺔ ﻓﻴﻤﻦ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ ﻫﺪﺍﻳﺘﻪ ﺑﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫ﹺ ‪5‬‬
‫ﻴﻢ‬ ‫ﴏ ﹴ‬
‫ﺍﻁ ﱡﻣ ﹾﺴ ﹶﺘﻘ ﹴ‬ ‫ﴎ ﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﹶﻭﺇﹺ ﱠﻧ ﹶﻚ ﹶﻟ ﹶﺘ ﹾﻬ ﹺﺪ￯ ﺇﹺ ﹶﱃ ﹺ ﹶ‬
‫ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ .‬ﻭﻟﻮﻻ ﺫﻟﻚ ﱂ ﻳﻈﻬﺮ ﹼ‬
‫ﻼ ﳚﺐ ﺍﻟﺘﻨﺒﻴﻪ‬ ‫ﺃﻥ ﻫﻨﺎ ﻣﻴﺰﺍﻧ ﹰﺎ ﻭﺩﻟﻴ ﹰ‬ ‫ﻭﱂ ﳛﺼﻞ ﻓﺎﻳﺪﺓ ﺍﻟﺒﻌﺜﺔ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪ ،‬ﻏﲑ ﱠ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ﻋﻠﻴﻬﲈ‪ .‬ﻭﻫﻮ ﺃﻥ ﺍﻟﺮﺅﻳﺔ ﺍﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ﻟﻠﻨﺒﻰ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫‪43-b‬‬ ‫ﻭﺳﻠﻢ[‪ /،‬ﻫﻰ ﺃﻥ ﻳﺮﺍﻩ ﺍﻟﺮﺍﺋﻰ ﺑﺼﻮﺭﺓ ﺷﺒﻴﻬﺔ ﺑﺼﻮﺭﺗﻪ ﺍﻟﺜﺎﺑﺘﺔ ﺣﻠﻴﺘﻬﺎ‬
‫ﺑﺎﻟﻨﻘﻞ ﺍﻟﺼﺤﻴﺢ‪.‬‬
‫ﻭﺇﱃ ﺫﻟﻚ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﰱ ﺑﻌﺾ ﺍﻟﺮﻭﺍﻳﺎﺕ ﺍﳊﺪﻳﺚ‪ :‬ﹶ ﹾﻣﻦ ﺭﺁﻧﹺﻰ ﰱ ﺍﳌﻨﺎ ﹺﻡ‬
‫ﻓﻘﺪ ﺭﺁﻧﹺﻰ‪ .‬ﺣ ﹼﺘﻰ ﺃﻧﹼﻪ ﺇﻥ ﺭﺁﻩ ﺃﺣﺪﹲ ﰱ ﺻﻮﺭﺓ ﳐﺎﻟﻔﺔ ﻟﺼﻮﺭﺗﻪ ﺍﻟﺘﻰ ﻛﺎﻥ‬
‫ﺃﻥ ﻳﺮﺍﻩ‬‫ﺍﳊﺲ ﱂ ﻳﻜﻦ ﺭﺁﻩ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ .‬ﻣﺜﻞ ﹾ‬ ‫ﻋﻠﻴﻬﺎ ﰱ ﱢ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺷﺪﻳﺪﺓ‬
‫ﻼ‪ ،‬ﺃﻭ ﻗﺼﲑ ﹰﺍ ﺟﺪﹼ ﹰﺍ‪ ،‬ﺃﻭ ﻳﺮﺍﻩ ﺃﺷﻘﺮ‪ ،‬ﺃﻭ ﺷﻴﺨ ﹰﺎ‪ ،‬ﺃﻭ ﺷﺪﻳﺪ‬ ‫ﻃﻮﻳ ﹰ‬
‫ﺍﻟﺴﻤﺮﺓ‪ ،‬ﻭﻧﺤﻮ ﺫﻟﻚ‪ .‬ﻭﺣﺼﻮﻝ ﺍﳉﺰﻡ ﰱ ﻧﻔﺴﺎ ﺍﻟﺮﺍﺋﻰ ﺃﻧﻪ‬ ‫ﱡ‬
‫ﻭ ﻫﻲ ﺍﻷﺻﺢ[‬

‫ﺭﺃ￯ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﻟﻴﺲ ﺑﹺ ﹸﺤ ﱠﺠ ﹴﺔ‪ .‬ﺑﻞ ﺫﻟﻚ ﺍﳌﺮﺋﻰ‬
‫ﻫﻮ ﺻﻮﺭﺓ ﺍﻟﴩﻉ‪ ،‬ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩ ﺍﻟﺮﺍﺋﻲ‪ ،‬ﺃﻭ ﺣﺎﻟﻪ‪ ،‬ﺃﻭ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ‬
‫ﺻﻔﺔ‪ ،‬ﺃﻭ ﺣﻜﻢ ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻹﺳﻼﻡ‪ ،‬ﺃﻭ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺍﳌﻮﺿﻊ ﺍﻟﺬ￯ ﺭﺃ￯‬
‫]ﺵ‪ + :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻉ‪:‬‬
‫ﻇﻦ ﹼﺃﳖﺎ ﺻﻮﺭﺓ ﺍﻟﻨﺒﻲ‬
‫ﺍﻟﺼﻮﺭﺓ ﺍﻟﺘﻰ ﹼ‬ ‫ﻓﻴﻪ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﺮﺍﺋﻰ ﺗﻠﻚ ﹼ‬
‫ﺟﺮﺑﻨﺎ ﺫﻟﻚ ﻛﺜﲑ ﹰﺍ ﰱ ﺃﻧﻔﺴﻨﺎ ﻭ ﰱ ﻏﲑﻧﺎ‪ .‬ﻭﺳﻤﻌﻨﺎ‬ ‫‪ .‬ﻭﻗﺪ ﹼ‬
‫‪ +‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‬

‫ﻣﻦ ﺷﻴﻮﺧﻨﺎ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻣﺎ ﻳﺆ ﹼﻳﺪ ﺫﻟﻚ ﻣﺮﺍﺭ ﹰﺍ ﺷﺘﻰ‪.‬‬


‫‪١٣١‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

şeytanın yalancı olduğunu bildirmekle birlikte bu haberlerde kendisini


tasdîk etmiştir.

Hz. Peygamber’e (s.a.) gelince o sâdece hidâyet sıfatıyla mukay-


yed olup hidâyet sûretiyle zâhirdir. Peygamberimiz`e îtimâd`ın bâkî,
Allah’ın Peygamberimizle hidâyet murâd ettiklerine hidâyet hükmünün
zâhir olması için şeytanın onun sûretinde zûhurunun engellenmesi vâcip
olmuştur. Eğer durum böyle olmayıp Hak, Peygamberinin sûretini ko-
rumamış olsaydı şu âyetin sırrı zâhir olmazdı: “Şüphesiz sen, sırât-ı
müstakîme yöneltirsin.”5 Bu sûretle de bi’setin faydası hâsıl olmazdı;
anla! Burada dikkat çekmeyi gerekli kılan bir mîzan ve bir delîl vardır.
Hz. Peygamber’e âid sahîh rüyâ ölçüsü, rüyâ görenin onu sahîh nakille
sâbit olan hilyesi sûretine benzer bir şekilde görmesidir.

Hadîsin bazı rivâyetlerinde buna işâret vardır: “Rüyâda beni gören


gerçekten görmüştür.” Hattâ birileri Hz. Peygamber’i yaşadığı sıradaki
sûretine muhâlif bir şekilde meselâ; uzun boylu ya da çok kısa, kum-
ral veya yaşlı, fazla esmer olarak görse gerçekte Hz. Peygamber’i gör-
müş olmaz. Aynı zamanda rüyâ görenin Hz. Peygamber’i kesin sûrette
gördüğüne kani olması delîl olmaz. Aksine bu görülen sûret, görenin
inancına, hâline nisbetle islâmî hükümlerden birine ve bir sıfata nazaran
ya da rüyâyı görenin gördüğü yere nisbetle Hz. Peygamber olarak gör-
düğünü zannettiği; şerîatın sûretidir. Biz bu durumu gerek kendimizde,
gerekse pek çok insanda tecrübe etmişizdir. Şeyhlerimizden bunu teyid
eden pek çok farklı şeyler dinlemişizdir.
131
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻣﻦ ﲨﻠﺘﻬﺎ ﺃﻥ ﺷﻴﺨﻨﺎ ﺍﻹﻣﺎﻡ ﺍﻷﻛﻤﻞ ﳏﻰ ﺍﻟﺪﻳﻦ]ﻉ‪ + :‬ﺑﻦ ﻓﻬﻮ ﻏﻠﻂ[ ﳏﻤﺪ‬
‫ﻣﺮﺓ‬
‫ﺑﻦ ﻋﲆ ﺑﻦ ﺍﻟﻌﺮﺑﻰ ﺭﴇ ﺍﷲ ﻋﻨﻪ ﺣﻜﻰ ﱃ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﺒﺎﺏ؛ ﺃﻧﹼﻪ ﺭﺃ￯ ﹼ‬
‫ﰱ ﺻﺒﺎﻩ ﰱ ﺍﳌﻨﺎﻡ‪ ،‬ﺃﻧﹼﻪ ﰱ ﺟﺎﻣﻊ ﺍﺷﺒﻴﻠﻴﺔ‪ ،‬ﻭﻫﻰ ﺑﻠﺪﺓﹲ ﻣﻦ ﺑﻼﺩ ﺃﻧﺪﻟﺲ‪،‬‬
‫ﻓﻠﲈ ﻛﺎﻥ ﺑﻌﺪ ﺫﻟﻚ‬ ‫ﻣﺴﺠ ﹰﻲ ﰱ ﺑﻌﺾ ﺯﻭﺍﻳﺎﻩ‪ ،‬ﱠ‬ ‫ﺒﻲ ﷺ ]ﻕ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﻣ ﱢﻴﺘ ﹰﺎ ﱠ‬ ‫ﺍﻟ ﱠﻨ ﱠ‬
‫ﺑﺴﻨﲔ ﻭﺩﺧﻞ ﺍﻟﺸﻴﺦ ﻃﺮﻳﻖ ﺃﻫﻞ ﺍﷲ‪ ،‬ﻭﺗﺮﻙ ﺍﳌﻠﻚ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﻛﺎﻥ ﻳﺒﺪﻩ ﻣﻦ‬
‫ﺍﻟﺪﻧﻴﺎ‪ ،‬ﻭﺍﺷﺘﻐﻞ‪ ،‬ﻭﻓﺘﺢ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻗﺪﱢ ﺭ ﻟﻪ‪ ،‬ﺃﻧﹼﻪ ﺩﺧﻞ ﺫﻟﻚ ﺍﳉﺎﻣﻊ ﻣﻊ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺍﺣﺪ[‬
‫ﺑﻌﺾ ﺃﻫﻞ ﺑﻠﺪﺓ‪ ،‬ﻣﻦ ﺃﻫﻞ ﺍﻟﻔﻀﻞ‪ ،‬ﻭﺍﳋﲑ ﻟﻴﻌﱪ ﻣﻦ ﺇﺣﺪﻱ‬
‫ﻳﻤﺮ‬
‫ﺃﺑﻮﺍﺏ ﺍﳉﺎﻣﻊ ﺇﱃ ﺍﳉﺎﻧﺐ ﺍﻵﺧﺮ ﻟﺒﻌﺾ ﻣﺼﺎﳊﻪ‪ ،‬ﻭﻛﺎﻥ ﻳﻜﺮﻩ ﺃﻥ ﹼ‬
‫‪44-a‬‬ ‫ﺃﺣﺪﹲ ﻣﻦ ﺍﳉﺎﻣﻊ‪ /.‬ﻭﳚﻌﻠﻪ ﻃﺮﻳﻘ ﹰﺎ ﺩﻭﻥ ﺃﻥ ﳛﻴﻴﻴﻪ ﺑﺮﻛﻌﺘﲔ‪ ،‬ﻭﺣﲔ‬
‫ﺃﻱ ﺃﺑﻮﺍﺑﻪ ﺷﺎﺀ‪ .‬ﻭﻛﺎﻥ ﻳﻨﻬﺎﻧﺎ‬ ‫ﻳﻘﺼﺪﹸ ]ﺵ‪ :‬ﺣﻴﻨﺌﺬ ﺗﻘﺼﺪ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺣﻴﻨﺌﺬ ﻳﻘﺼﺪ[ ﺍﳋﺮﻭﺝ ﻣﻦ ﹼ‬ ‫ﹺ‬
‫ﻣﻌﴩ ﺍﻷﺻﺤﺎﺏ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺃﻥ ﳚﻌﻞ ﺍﳌﺴﺎﺟﺪ ﺫﻭﺍﺕ ﺍﻷﺑﻮﺍﺏ ﺍﳌﺘﻌﺪﱢ ﺩﺓ‪،‬‬
‫ﻃﺮﻳﻘ ﹰﺎ ﺩﻭﻥ ﺃﻥ ﻧﺤﻴﻰ ﺍﳌﺴﺠﺪ ﺑﺮﻛﻌﺘﲔ‪.‬‬
‫ﻓﻠﲈ ﺩﺧﻠﺖ ﺍﳉﺎﻣﻊ ﻣﻊ ﺻﺎﺣﺒﻰ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﻗﻠﺖ‪:‬‬ ‫ﻓﻘﺎﻝ ﺭﴇ ﺍﷲ ﻋﻨﻪ ﹼ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﺗﻌﺎﱃ ﻭﻫﻮ ﻏﻠﻂ[‬
‫ﺇﻧﻰ ﻻ ﺃﺟﻮﺯ ﺍﳉﺎﻣﻊ‪ ،‬ﺣﺘﻰ ﺃﺭﻛﻊ ﻓﻴﻪ ﺭﻛﻌﺘﲔ‪ .‬ﻓﻘﺎﻝ ﱄ‪ :‬ﺗﻌﺎﻝ‬
‫]ﺵ‪:‬‬
‫ﺗﺮﻛﻊ ﰱ ﺗﻠﻚ ﺍﻟﺰﺍﻭﻳﺔ‪ .‬ﻭﺃﺷﺎﺭ ﺇﱃ ﺫﻟﻚ ﺍﳌﻮﺿﻊ ﺍﻟﺬ￯ ﺭﺃﻳﺖ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ‬
‫ﻓﺄﺑﻴﺖ‪ .‬ﻓﻘﺎﻝ ﱄ‪ :‬ﹺ ﹶﱂ ﺗﺘﺄ ﱠﺑﻰ ﻣﻦ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻠﻢ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﻓﻴﻪ ﻣﻴﺘ ﹰﺎ ﱠ‬
‫ﻣﺴﺠﻰ‪.‬‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻠﻢ‪،‬ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‬
‫ﺍﻟﺼﻼﺓ ﻫﻨﺎﻙ‪ .‬ﻓﻘﻠﺖ‪ :‬ﺇ ﱢﻧﻰ ﺭﺃﻳﺖ ﺍﻟ ﱠﻨﺒﻰ ﷺ‬
‫ﻓﺘﻌﺠﺐ‬‫ﺍﻟﺼﻼﺓ ﱠ‬ ‫ﻣﺴﺠﻰ‪ .‬ﻓﺄﻧﺎ ﺃﻛﺮﻩ ﹼ‬ ‫ﻭﻗﺘﺎﹰ ﻣﹼﺎ ﰱ ﺍﳌﻨﺎﻡ ﻫﻨﺎ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻫﻨﺎﻙ[ ﻣ ﱢﻴﺘ ﹰﺎ ﱠ‬
‫ﴎ ﺭﺅﻳﺎﻙ؛ ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﺫﻟﻚ ﺍﳌﻮﺿﻊ‬ ‫ﻭﻗﺎﻝ‪ :‬ﺭﺃﻳﺖ ﺍﳊﻖﱠ ‪ .‬ﻭﺳﺄﺧﱪﻙ ﻋﻦ ﹼ‬
‫ﻳﻮﺳﻊ ﺍﳉﺎﻣﻊ‪ .‬ﻓﺮﻓﻊ ﺃﺣﺪ‬ ‫ﻛﺎﻥ ﺑﻴﺘﻰ‪ .‬ﻭﺃﺭﺍﺩ ﺻﺎﺣﺐ ﺑﻼﺩ ﺍﳌﻐﺮﺏ ﺃﻥ ﱢ‬
‫ﺣﻴﻄﺎﻧﻪ‪ .‬ﻭﺍﺷﱰ￯ ﺍﻟﺒﻴﻮﺕ ﺍﻟﺘﻰ ﻛﺎﻧﺖ ﻭﺭﺍﺋﻪ‪ ،‬ﻟﻴﺪﺧﻠﻬﺎ ﰱ ﲨﻠﺔ ﺍﳌﺴﺠﺪ‪.‬‬
‫ﻓﻠﻢ ﻳﺒﻖ ﺇﻻ ﺑﻴﺘﻰ ﻓﺴﺎﻭﻣﻮﲏ]ﺵ‪،‬ﻉ‪ :‬ﻓﺜﺎﻣﻨﻮﲏ[ ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬ﻭﱂ ﻳﻌﻄﻮﲏ]ﻉ‪ :‬ﻭﱂ ﻳﻌﻄﻨﻲ[ ﻣﺎ‬
‫ﺃﺭﴇ ﺑﻪ‪.‬‬
‫‪١٣٢‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

Bu cümleden olmak üzere şeyhimiz İmâm-ı Ekmel Muhyiddin


Muhammed b. Ali b. el-Arabî (r.a.) bana şöyle anlatmıştı: O, çocuklu-
ğunda Endülüs şehirlerinden İşbiliye Câmii’nde bulunduğu sırada bir
kere şöyle bir rüyâ görmüştü: Hz. Peygamber ölmüş bir hâlde mescidin
odalarından birinde kalakalmıştı. Aradan yıllar geçti. Şeyh İbn Arabî
ehlullâh yoluna dâhil oldu. Mülkünü, elinde ve avucunda bulunanları
terk etti. Bu yoldaki meşgûliyeti devam etti ve nihâyet kendisine takdîr
olunan mânevî fetihler müyesser olarak bir gün belde halkından hayır ve
fazîlet ehli biriyle bir iş için bu câmiin bir kapısından diğerine geçti. Hz.
Şeyh, bir câmiden geçerken orayı yol gibi görüp iki rekât tahiyyetü’l-
mescid kılmadan geçmeyi uygun görmezdi. Câmiden geçeceği zaman
iki rekat kılar ve dilediği kapıdan çıkardı. Nitekim biz dostlar toplulu-
ğuna da aynı şekilde çok kapılı mescidleri tahiyyetü’l-mescid kılmadan
yol yapmayı yasaklamıştı.

[Şeyh-i Ekber] anlatıyor: Vaktâki bir arkadaşımla o câmiye gir-


diğimde arkadaşıma: “İki rekât namaz kılmadan bu câmiden çıkmaya
cevâz vermiyorum” dedim. O da: “Gel şu odada kıl” diyerek bana daha
önce rüyâmda Hz. Peygamber’i ölü olarak gördüğüm yeri gösterdi. Ben
“olmaz” diye direttim. Bu sefer bana: “Niye orada namaz kılmaktan ka-
çınıyorsun?” diye sordu. Ben de: “Ben vaktiyle rüyâmda Rasûlullah’ı
(s.a.) orada ölü olarak görmüştüm. Bu yüzden orada namaz kılmak iste-
miyorum” deyince şaşırdı ve dedi ki: Doğru görmüşsün. Sana bu rüyânın
sırrını anlatayım. Burası daha önce benim evimdi. Mağrib melîki câmiyi
genişletmek istedi. Câmi duvarlarından birini kaldırarak arkasında bulu-
nan evleri câmiye katmak için satın aldı. Geriye sâdece benimki kaldı.
Benimle pazarlık ettiler, benim râzı olduğum parayı vermediler.
132
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻓﺄﺑﻴﺖ‪ .‬ﻓﺄﺧﺬﻭﻩ ﺑﻐﲑ ﺭﺿﺎﺋﻰ ﺑﲈ ﺍﺷﺘﻬﻮﺍ‪ .‬ﻓﺎﻟﺬ￯ ﺭﺃﻳﺘﻪ ﱂ ﻳﻜﻦ‬ ‫ﹸ‬


‫ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ ]ﺵ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ ،‬ﺇﻧﹼﲈ ﻫﻮ ﴍﻋﻪ‪ ،‬ﻣﺎﺕ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱄ]ﺵ‪،‬ﻉ‪ + :‬ﺍﻫﻞ[ ﻫﺬﺍ‬
‫ﻭﺳ ﹺﱰ ﺑﺼﻮﺭﺓ ﺍﳌﺒﺎﻳﻌﺔ‪ ،‬ﻭﱂ ﺗﻜﻦ]ﺵ‪،‬ﻕ‪ :‬ﻭﱂ ﻳﻜﻦ[ ﻣﺒﺎﻳﻌﺔ ﺻﺤﻴﺤﺔ‪.‬‬ ‫ﺍﳌﻮﺿﻊ‪ .‬ﹸ‬
‫ﺑﻞ ﺍﳌﻮﺿﻊ ﻛﺎﻥ ﻣﻐﺼﻮﺑ ﹰﺎ‪ .‬ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﺍﻵﻥ‪ ،‬ﻓﺄﺷﻬﺪﻙ ﺃﻧﹼﻰ ﻗﺪ ﺗﺮﻛﺖ ﺣ ﹼﻘﻰ‬
‫ﻧﺼ ﱢﻞ ﻓﻴﻪ‪ .‬ﻓﻤﻀﻴﻨﺎ ﻭﺻ ﹼﻠﻴﻨﺎ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ + :‬ﻓﻴﻪ[‪ .‬ﻭﺧﺮﺟﻨﺎ ﺇﱃ‬
‫ﻟﻠﻤﺴﻠﻤﲔ‪ .‬ﻓﺘﻌﺎﻝ ﹶ‬
‫ﺣﺎﺟﺘﻨﺎ‪.‬‬
‫ﻭﺫﻛﺮ ﱃ ﺃﻳﻀﺎﹰ‪ ،‬ﰱ ﺍﻟﺸﺎﻡ ﺃﻥﹼ ﺭﺟﻼﹰ ﻣﻦ ﺍﻟﺼﻠﺤﺎﺀ‪ ،‬ﺭﺃ￯ ﰱ ﺍﳌﻨﺎﻡ‪ ،‬ﺍﻧﹼﻪ‬
‫ﻟﻄﻢ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[ ‪ /‬ﻓﺎﻧﺘﺒﻪ ﻓﺰﻋ ﹰﺎ‪ .‬ﻭﻫﺎﻟﻪ ﻣﺎ ‪44-b‬‬

‫ﺭﺃﻱ‪ ،‬ﻣﻊ ﺟﻼﻟﺔ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[ ﻋﻨﺪﻩ ﻓﺄﺗﻰ ﺑﻌﺾ‬
‫]ﺵ‪،‬‬
‫ﺃﻥ ﺍﻟ ﱠﻨﺒﻰ ﷺ‬ ‫ﺍﻟﺸﻴﻮﺥ‪ .‬ﻓﻌﺮﺽ ﻋﻠﻴﻪ ﺭﺅﻳﺎﻩ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻝ ﻟﻪ ﺍﻟﺸﻴﺦ‪ :‬ﺍﻋﻠﻢ ﹼ‬
‫ﻕ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﺃﻋﻈﻢ ﻣﻦ ﺃﻥ ﺗﻜﻮﻥ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳﻜﻮﻥ[ ﻟﻚ ﻋﻠﻴﻪ ﻳﺪ‬
‫ﺃﻭ ﻟﻐﲑﻙ‪ .‬ﻭﺍﻟﺬ￯ ﺭﺃﻳﺘﻪ ﱂ ﻳﻜﻦ ﺍﻟ ﱠﻨﺒﻰ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﺇﻧﹼﲈ‬
‫]ﺵ‪،‬ﻉ‪:‬‬
‫ﻫﻮ ﴍﻋﻪ‪ ،‬ﻗﺪ ﺃﺧﻠﻠﺖ ﺑﺤﻜﻢ ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻣﻪ‪ .‬ﻭﻛﻮﻥ ﺍﻟﻠﻄﻢ ﻛﺎﻥ‬
‫ﻳﺪﻝ ﺃ ﱠﻧﻚ ﺍﺭﺗﻜﺒﺖ ﺃﻣﺮ ﹰﺍ ﳏﺮﻣ ﹰﺎ ﻣﻦ ﺍﻟﻜﺒﺎﺋﺮ‪ ،‬ﻓﺎﻓﺘﻜﺮ‬ ‫‪ -‬ﻛﺎﻥ[ ﰱ ﺍﻟﻮﺟﻪ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﳏﺮﻡ ﻣﻦ ﺍﻟﻜﺒﺎﺋﺮ‪ .‬ﻭﻛﺎﻥ ﻣﻦ‬ ‫ﺍﻟﺮﺟﻞ ﰱ ﻧﻔﺴﻪ‪ .‬ﻓﻠﻢ ﻳﺬﻛﺮ ﺃ ﱠﻧﻪ ﺃﻗﺪﻡ ﻋﲆ ﱠ‬
‫ﻳﻌﱪﻩ‪.‬‬‫ﺃﻫﻞ ﺍﻟﺪﻳﻦ‪ .‬ﻭﱂ ﻳ ﱠﺘﻬﻢ ﺍﻟﺸﻴﺦ ﰱ ﺗﻌﺒﲑﻩ‪ ،‬ﻟﻌﻠﻤﻪ ﺑﺈﺻﺎﺑﺘﻪ ﻓﻴﲈ ﻛﺎﻥ ﱢ‬
‫ﻓﺮﺟﻊ ﺇﱃ ﺑﻴﺘﻪ ﺣﺰﻳﻨ ﹰﺎ ﻛﺌﻴﺒ ﹰﺎ]ﻕ‪ :‬ﻛﺜﻴﺒﺎ[‪ .‬ﻓﺴﺄﻟﺘﻪ ﺯﻭﺟﺘﻪ ﻋﻦ ﺣﺰﻧﻪ‪ ،‬ﻣﺎ ﺳﺒﺒﻪ؟‬
‫ﻓﺘﻌﺠﺒﺖ ﺍﻟﺰﻭﺟﺔ ﻭﺃﻇﻬﺮﺕ ﺍﻟﺘﻮﺑﺔ‪.‬‬ ‫ﱠ‬ ‫ﻓﺄﺧﱪﻫﺎ ﺑﺮﺅﻳﺎﻩ‪ ،‬ﻭﺗﻌﺒﲑ ﺍﻟﺸﻴﺦ‪.‬‬
‫ﻭﻗﺎﻟﺖ‪ :‬ﺃﻧﺎ ﺃﺻﺪﹼ ﻗﻚ ﻛﻨﺖ ﺣﻠﻔﺖ؛ ﺃ ﱢﻧﻰ ﺇﻥ ﺩﺧﻠﺖ ﺩﺍﺭ ﻓﻼﻥ ﺃﺣﺪ‬
‫ﻓﺎﺳﺘﺤﻴﻴﺖ ﻣﻦ‬
‫ﹸ‬ ‫ﻓﻌﱪﺕ ﻋﲆ ﺑﺎﲠﻢ‪ .‬ﻓﺤﻠﻔﻮﺍ ﻋ ﹼ‬
‫ﲇ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻣﻌﺎﺭﻓﻪ‪ ،‬ﺇﻧﹼﻰ ﻃﺎﻟﻖ‪.‬‬
‫ﺇﳊﺎﺣﻬﻢ‪ .‬ﻓﺪﺧﻠﺖ ﺇﻟﻴﻬﻢ‪ .‬ﻭﺧﺸﻴﺖ ﺃﻥ ﺃﺫﻛﺮ ﻟﻚ ﻣﺎ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ + :‬ﺏ[ ﺟﺮ￯‪.‬‬
‫‪١٣٣‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

Ben de karşı çıktım. Rızâm hilâfına, arzularına göre evimi elim-


den aldılar. İşte senin rüyâda ölü olarak gördüğün Hz. Peygamber değil,
bu belde halkına nisbetle ölü sayılan onun şerîatıdır. Alışverişin sûreti/
şekli setredilerek sahîh bir mubâyaa yapılmamıştı. Bu yer fiilen gasp
edilmişti. Şimdi ise ben seni şâhid tutarak buradaki hakkımı müslüman-
lara terk ediyorum, gel birlikte orada namaz kılalım, dedi. Geçtik ve
orada namazımızı kılarak ihtiyaçlarımız için dışarı çıktık.

Şam’da da bana şöyle bir olay anlatılmıştı. Sâlih bir adam


rüyâsında kendisinin Hz. Peygamber’e (s.a.) bir tokat attığını gör-
müş. Adam korkuyla uyanmış. Gördüğü rüyâda Hz. Peygamber’in
celâdeti onu dehşete düşürmüştü. Bir şeyhe gitti ve gördüğü rüyâyı arz
etti. Şeyh ona dedi ki: “Bilesin ki Hz. Peygamber senin veya bir baş-
kasının elinin uzanamayacağı kadar yücedir. Senin gördüğün Hz. Pey-
gamber değil onun şerîatıdır. Muhakkak sen onun şerîat ahkâmından
birini ihlâl ettin. Tokadın yüze olması irtikâb ettiğin işin büyük günah-
lardan; haramlık derecesinin yüksek olduğuna işâret ediyor.” Adam,
kendi kendine düşündü. Büyük günahlardan birine yöneldiğine dâir
bir şey hatırlayamadı. Adam dindar biriydi. Rüyâ tâbirinde isâbetli ol-
duğunu bildiğinden şeyhi ithâm etmeden çok üzgün bir biçimde evi-
ne döndü. Eşi, üzüntüsünün sebebini sordu. O da rüyâsını ve şeyhin
yorumunu anlattı. Kadın da şaşırarak tevbesini izhâr ile dedi ki: “Ben
seni tasdîk ediyorum. Ben şöyle bir yemin etmiştim: Tanıdıklardan
birinin evine: ‘Eğer ben bu eve girecek olursam eşimden boş olayım’
demiştim. Buna rağmen onların kapılarının önünden geçtim. Bana, ye-
min teklifiyle ısrar ettiler. Ben de ısrarlarından utanarak evlerine gir-
dim. Olanı sana anlatmaktan da korktum. Durumu gizledim.” Bunun
133
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻓﻜﺘﻤﺖ ﺍﳊﺎﻝ‪ .‬ﻓﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﺟﻞ ﻭﺍﺳﺘﻐﻔﺮ ﻭﺗﴬﹼ ﻉ ﺇﱃ ﺍﳊﻖ‪ .‬ﻭﺍﻋﺘﺪﹼ ﺕ‬


‫ﺍﳌﺮﺃﺓ‪ .‬ﺛﻢ ﺟﺪﹼ ﺩ ﺍﻟﻌﻘﺪ ﻋﻠﻴﻬﺎ‪.‬‬
‫ﺒﻲ‬ ‫ﱠ‬
‫ﻭﺃﻣﺎ ﺃﻧﺎ ﻓﺮﺃﻳﺖ ﰱ ﺍﻟﻠﻴﻠﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﺃﹸﺧﺬﺕ ﺑﻐﺪﺍﺩ‪ ،‬ﰱ ﺻﺒﻴﺤﺘﻬﺎ ﺍﻟ ﹼﻨ ﱠ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[‪ ،‬ﻣﻜ ﱠﻔﻨ ﹰﺎ ﻋﲆ ﻧﻌﺶ‪ ،‬ﻭﺃﻗﻮﺍﻡ ﻳﺸﺪﱡ ﻭﻧﻪ ﻋﲆ‬
‫ﻳﻤﺲ ﺍﻷﺭﺽ‪ .‬ﻓﻘﻠﺖ‬ ‫‪ .‬ﻭﺭﺃﺳﻪ ﻣﻜﺸﻮﻑ‪ ،‬ﻭﺷﻌﺮﻩ ﻳﻜﺎﺩ ﱡ‬
‫]ﻕ‪ - :‬ﺍﻝ[‬
‫ﺍﻟ ﱠﻨﻌﺶ‬
‫ﻷﻭﻟﺌﻚ‪ :‬ﻣﺎ ﺗﺼﻨﻌﻮﻥ]ﺵ‪ :‬ﻳﺼﻨﻌﻮﻥ[‪ ،‬ﻓﻘﺎﻟﻮﺍ‪ :‬ﺇﻧﹼﻪ ﻣﺎﺕ‪ ،‬ﻭﻧﺤﻦ ﻧﺮﻳﺪ ﲪﻠﻪ‬
‫ﻭﺩﻓﻨﻪ‪ .‬ﻓﻮﻗﻊ ﰱ ﻗﻠﺒﻲ ﺃﻧﹼﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[ ﱂ ﻳﻤﺖ‪،‬‬
‫ﹼ ]ﺵ‪ :‬ﻧﺘﺤﻘﻖ[‬
‫‪45-a‬‬ ‫ﻓﻘﻠﺖ ﳍﻢ‪ :‬ﻣﺎ ﺃﺭ￯ ‪ /‬ﻭﺟﻬﻪ ﻭﺟﻪ ﻣ ﱢﻴﺖ‪ .‬ﺍﺻﱪﻭﺍ ﺣﺘﻰ ﻳﺘﺤﻘﻖ‬
‫ﻓﺼﺤﺖ‬
‫ﹸ‬ ‫ﺍﻷﻣﺮ‪ .‬ﻓﺪﻧﻮﺕ ﺇﱃ ﻓﻤﻪ ﻭﺍﻧﻔﻪ ﻓﻮﺟﺪ ﹸﺗ ﹸﻪ ﻳﺘﻨ ﱠﻔﺲ ﻧﻔﺴ ﹰﺎ ﺿﻌﻴﻔ ﹰﺎ‪.‬‬
‫ﹰ ]ﻕ‪:‬‬
‫ﻋﻠﻴﻬﻢ‪ ،‬ﻭﻣﻨﻌ ﹸﺘ ﹸﻬﻢ ﹼﳑﺎ ﻛﺎﻧﻮﺍ ﻋﺎﺯﻣﲔ ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬ﻭﺍﺳﺘﻴﻘﻈﺖ ﻓﺰﻋ ﹰﺎ ﻛﺌﻴﺒﺎ‬
‫ﺍﳌﻜﺮﺭﺓ؛ ﹼ‬
‫ﺃﻥ‬ ‫‪ ،‬ﻭﻋﺮﻓﺖ ﺑﲈ ﻛﻨﺖ ﺃﻋﻠﻢ ﻣﻦ ﻫﺬﻩ ﺍﳌﺴﺄﻟﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺘﺠﺎﺭﺏ ﹼ‬
‫ﻛﺜﻴﺒﺎ[‬

‫ﻣﺜﺎﻝ ﺫﻟﻚ ﺣﺎﺩﺙ ﻋﻈﻴﻢ ﺣﺪﺙ ﰱ ﺍﻹﺳﻼﻡ‪.‬‬


‫ﻭﳌﹼﺎ ﻛﺎﻥ ﺍﳋﱪ ﻗﺪ ﻭﺻﻞ؛ ﺑﺄﻥ ﻣﹸﻐﹸﻞﹾ ﻗﺪ ﻗﺼﺪﻭﺍ ﺑﻐﺪﺍﺩ‪ .‬ﻭﻗﻊ ﱃ ﺃﻧﻪ ﻗﺪ‬
‫]ﻕ‪:‬‬
‫ﺃﺧﺬﺕ ﺑﻐﺪﺍﺩ‪ .‬ﻓﻀﺒﻄﺖ ﺍﻟﺘﺎﺭﻳﺦ ﻓﺠﺎﺀ ﻏﲑ ﻭﺍﺣﺪ ﹼﳑﻦ ﺣﴬ ﺍﻟﻮﻗﻌﺔ‬
‫ﺍﻟﻮﺍﻗﻌﺔ[ ﻣﻦ ﺃﻫﻞ ﺍﳋﱪﺓ‪ .‬ﻭﺫﻛﺮ ﺃﻥ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻴﻮﻡ ﺃﺧﺬﺕ ﺑﻐﺪﺍﺩ ﻓﺨﺮﺟﺖ‬
‫ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ﻋﲆ ﻧﺤﻮ ﻣﺎ ﻭﻗﻊ ﱃ ﰱ ﺗﻌﺒﲑﻫﺎ‪.‬‬
‫ﺟﺮﺑ ﹸﺘ ﹸﻪ ﰱ ﻫﺬﻩ ﺍﳌﺴﺄﻟﺔ ﻣﺮﺍﺭ ﹰﺍ‬
‫ﺫﻛﺮﺕ ﻣﺎ ﺳﻤﻌ ﹸﺘ ﹸﻪ ﻣﻦ ﺍﻟﺜﻘﺎﺕ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﹼ‬
‫ﹸ‬ ‫ﻭﻟﻮ‬
‫ﺫﻛﺮﺕ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻘﺪﺭ ﻋﲆ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻛﺜﲑ ﹰﺍ ﰱ ﻧﻔﴘ‪ ،‬ﻭﰱ ﻏﲑ￯ ﻟﻄﺎﻝ ﺍﻟﻜﻼﻡ‪ .‬ﻭﺇﻧﹼﲈ‬
‫ﺳﺒﻴﻞ ﺍﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻭﺍﻷﻧﻤﻮﺫﺝ ﻭ ﹼﳑﺎ ﺍﺷﺘﺒﻪ ﻋﲆ ﲨﺎﻋﺔ ﻣﻦ ﺍﻟﺴﺎﻟﻜﲔ ﻃﺮﻳﻖ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[‬
‫ﺍﷲ‪ ،‬ﺑﺴﺒﺐ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﻧﺎ‪ ،‬ﹼﺃﳖﻢ ﺭﺃﻭﺍ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫ﻣﺮ ﺑﻴﺎﻧﻪ‪ .‬ﻭﺃﺧﱪﻫﻢ ﺑﺄﻣﻮﺭ‪ ،‬ﻓﻠﻢ ﻳﻘﻊ ﻋﲆ ﻧﺤﻮ ﻣﺎ‬ ‫ﰱ ﺯﻋﻤﻬﻢ ﻋﲆ ﻣﺎ ﹼ‬
‫ﻓﻠﲈ ﺳﺄﻟﺘﻬﻢ ﻋﻦ ﺣﻠﻴﺔ ﺍﻟﺼﻮﺭﺓ ﺍﳌﺮﺋﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺃﺧﱪﻭﲏ؛‬ ‫ﻭﻗﻊ ﺍﻷﺧﺒﺎﺭ ﺑﻪ‪ .‬ﹼ‬
‫‪١٣٤‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

üzerine adam da tevbe ve istiğfâr etti. Cenâb-ı Hakk’a yalvardı. Ka-


dın iddetini tamamlayınca adam hanımıyla nikâh akdini yeniledi.

Bana gelince ben de Bağdad’ın Moğollar tarafından alındığı gece,


sabah uykusunda şöyle bir rüyâ görmüştüm. Hz. Peygamber (s.a.) ke-
fenlenmiş bir hâlde tabutta idi. Bazı insanlar onun naaşını bağlıyorlardı.
Başı açıktı. Saçları nerede ise yere değecekti. Onlara dedim ki: “Ne ya-
pıyorsunuz?” Dediler ki: “O öldü, kaldırmak ve defnetmek istiyoruz.”
Kalbime onun ölmediği duygusu düştü. Onlara dedim ki: “Ben onun
yüzünü ölü yüzü gibi görmüyorum; o ölüye benzemiyor. Durum tahkîka
kavuşuncaya kadar sabredin.” Ağzına ve burnuna yaklaştım. Onun hafif
bir şekilde nefes aldığını gördüm. Bağırarak yapmaya çalıştıkları işten
onları alıkoydum. Büyük bir korku ile uyandım. Daha önce karşılaştı-
ğım sayısız tecrübe sâyesinde gördüğüm rüyânın anlamını bildim. Bu,
İslâm âleminde meydana gelen büyük bir olayın sembolü idi.

Vaktâki Moğolların Bağdad’a yönelip ulaştıkları haberini duyun-


ca içime Bağdad’ın alındığı duygusu düştü. Târihi yazdım. Olaya şâhid
olmuş pek çok ehl-i hıbre Bağdad’ın aynı gün alındığını haber verdiler.
Rüyâ benim yorumladığım şekilde gerçekleşmiş oldu.

Bu konuda işittiğim ve bizzat tecrübe ettiğim diğer olayları an-


latacak olsam söz uzardı. Sâdece dikkat çekecek kadar ve örnek olsun
diye anlattıklarımız Allah yoluna sülûk eden bir grup insana şüphe ol-
maması içindir. Çünkü onlar Hz. Peygamber’i anlatıldığı üzre kendi
zanlarına göre görmüşlerdir. Hz. Peygamber bazı işleri onlara haber
vermiş fakat olaylar haber verildiği gibi gerçekleşmemişti. Kendileri-
ne rüyâlarında gördükleri sûretin hilye ve biçimini sorduğumda haber
134
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺑﺎﻟﺴﺒﺐ‬
‫ﺻﻮﺭﺗﻪ ﺍﻷﺻﻠﻴﺔ‪ .‬ﻓﺄﺧﱪﲥﻢ ﹼ‬ ‫ﻭﺟﺪﲥﺎ ﳐﺎﻟﻔﺔ ﺑﺤﻠﻴﺔ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﳊﻴﺔ[‬

‫ﻭﻧﺒﻬﺘﻬﻢ‪ ،‬ﻓﻔﺮﺣﻮﺍ‪ ،‬ﻭﺗﻨﺒﻬﻮﺍ‪.‬‬ ‫ﹼ‬


‫ﺟﺮﺑﻨﺎ ﺃﻧﹼﻪ ﻣﻦ ﺭﺃ￯‬ ‫ﻣﺮﺓ ﻛﺬﻟﻚ ﹼ‬ ‫ﺟﺮ ﹾﺑﻨﺎ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻨﻮﻉ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﻏﲑ ﹼ‬ ‫ﻭﻛﲈ ﹼ‬
‫ﺍﻟ ﱠﻨﺒﻰ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪:‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﰱ ﺻﻮﺭﺗﻪ ﺍﻷﺻﻠﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺃﺧﱪﻩ ﺑﲈ‬
‫ﺟﻠﻴ ﹰﺎ‪،‬‬
‫ﻧﺼ ﹰﺎ ﹼ‬‫ﻳﺘﻐﲑ‪ ،‬ﺑﻞ ﻭﺟﺪﻧﺎﻩ ﹼ‬
‫ﻓﺈﻥ ﺫﻟﻚ ﺍﻷﺧﺒﺎﺭ ﱂ ﳜﺮﻡ ﻭﱂ ﹼ‬ ‫ﺃﺧﱪﻩ‪ .‬ﹼ‬
‫ﻭﺭﻭﻳﻨﺎ ﻋﻨﻪ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ‪ ،‬ﻭﺍﳊﻤﺪ ﷲ‪.‬‬
‫‪45-b‬‬
‫ﻓﺼﻞ ﰱ ﺍﳋﱪ ]ﻕ‪ :‬ﺍﳋﲑ[ ]ﺑﻌﺾ ﺃﴎﺍﺭ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ[‬
‫ﴎ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﻭﺳﺒﺐ ﺭﺅﻳﺔ‬ ‫ﻳﺸﺘﻤﻞ ﻋﲆ ﻗﺎﻋﺪﺓ ﻛﻠﻴﺔ ﻳﻌﺮﻑ ﻣﻨﻬﺎ ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﺗﻠﻚ ﺍﻟﺮﺅﻳﺔ ﺗﻘﻊ ﻋﲆ ﴐﻭﺏ‬ ‫ﺍﻟﻨﺎﺱ ﺑﻌﻀﻬﻢ ﺑﻌﻀﺎﹰ ﰱ ﺍﳌﻨﺎﻡ‪ .‬ﻭﺑﻴﺎﻥ ﹼ‬
‫ﻭﺇﳖﺎ ﻧﺘﻴﺠﺔ ﻫﻴﺌﺎﺕ‬ ‫ﻭﺃﻧﺤﺎﺀ ﻣﺘﻔﺎﻭﺗﺔ]ﻕ‪ :‬ﻣﺘﻔﺎﻭﻳﺔ[‪ ،‬ﺑﺤﺴﺐ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺎﺕ‪ .‬ﱠ‬
‫ﺍﺟﺘﲈﻋﻴﺔ ﻭﺍﻗﻌﺔ‪ ،‬ﺑﲔ ﲨﻠﺔ ﻣﻦ ﺻﻔﺎﺕ ﺍﻟﺮﺍﺋﻲ‪ ،‬ﻭﺍﳌﺮﺋﻰ ﺗﺎﺭﺓ]ﻕ‪ - :‬ﺗﺎﺭﺓ[‪،‬‬
‫ﺃﻭ ﺑﲔ ﲨﻠﺔ ﻣﻦ ﺍ ﻷﺣﻮﺍﻝ]ﻉ‪ :‬ﺍﻭ[ ﻭﺍﻷﻓﻌﺎﻝ‪ ،‬ﻭﰱ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﳐﺘﻠﻔﺔ ﻇﺎﻫﺮﺓ‬
‫ﺍﳊﻜﻢ ﰱ ﺍﻟﺮﺍﺋﻲ‪ ،‬ﻭﺇﻥﹼ ﺍﻻﻣﺘﺰﺍﺟﺎﺕ ﺗﻘﻊ ﺑﲔ ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﻭﺍﻷﺣﻮﺍﻝ‬
‫ﻭﺧﻮﺍﺹ ﺃﻣﺰﺟﺔ ﺍﻟﺮﺍﺋﲔ‪ ،‬ﻭﺃﻣﻜﻨﺘﻬﻢ‪،‬‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﺍﻷﻓﻌﺎﻝ ﻭﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﳌﺮﺍﺗﺐ‪،‬‬
‫ﻭﺃﺯﻣﻨﺘﻬﻢ‪ ،‬ﻭﻣﻘﺎﻣﺎﺕ ﻧﻔﻮﺳﻬﻢ ﺣﲔ ﺍﻟﺮﺅﻳﺔ‪.‬‬
‫ﺛﻼﺙ‪ ،‬ﺭﺅﻳ ﹰﺎ‬‫»ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ﹲ‬
‫ﴎ ﻗﻮﻝ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ‪ :‬ﱡ‬ ‫ﻭﺃﻭﺿﺢ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻔﺼﻞ ﹼ‬
‫ﻧﻔﺴ ﹸﻪ‪.6‬‬
‫ﺍﳌﺮﺀ ﺑﻪ ﹶ‬ ‫ﺍﻟﺸ ﹺ‬
‫ﻴﻄﺎﻥ‪ ،‬ﻭﺭﺅﻳ ﹰﺎ ﹼﳑﺎ ﺣﺪﱠ ﺙ ﹸ‬ ‫ﲢﺰﻳﻦ ﻣﻦ ﱠ‬‫ﹲ‬ ‫ﻣﻦ ﺍﷲ‪ ،‬ﻭﺭﺅﻳ ﹰﺎ‬
‫ﻭﺃﻧﺒﹼﻪ ﺃﻳﻀﺎﹰ ﻋﲆ ﺳﺒﺐ ﺭﺅﻳﺔ ﺑﻌﺾ ﺍﻟﻨﺎﺱ ﺍﳊ ﱠﻖ ﰱ ﺍﳌﻨﺎﻡ‪ .‬ﻭﻛﺬﻟﻚ‬
‫ﺒﻲ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[‪ ،‬ﻭﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ ﻭﺍﳌﻠﺌﻜﺔ‪،‬‬ ‫ﺭﺅﻳﺘﻬﻢ ﺍﻟ ﱠﻨ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻜ ﹼﻤﻞ ﻭ ﺍﻫﻞ ﺍﷲ ﺍﻟﺬﻳﻦ ﱂ ﻳﺸﻬﺪﻭﻫﻢ ﰱ‬ ‫ﻭﺍﻟﺪﺍﺭﺟﲔ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻮﺍﺭﺛﲔ[ ﻣﻦ ﹸ‬
‫ﻋﺎﱂ ﺍﳊﺲﹼ‪ ،‬ﻭﺍﳌﻴﺰﺍﻥ ﺍﻟﺬ￯ ﺑﻪ ﻳﹸﻌﺮﻑ ﺍﻟﺼﺤﻴﺢ ﻣﻦ ﻛﻞ ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻣﻦ ﻏﲑ‬
‫ﺍﻟﺼﺤﻴﺢ‪ ،‬ﻭﺣﻜﻢ ﺍﻟﺰﻣﺎﻥ ﻭﺍﳌﻜﺎﻥ ﰱ ﺃﻗﺴﺎﻡ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻐﺬﺍﺀ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ‪.‬‬
‫ﻭﺃﳞﺎ‬‫ﻭﻫﻞ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﻣﻮﺭ ﺇﺫﺍ ﲤﺎﺯﺟﺖ‪ ،‬ﹼﺃﳞﺎ ﻳﻜﻮﻥ ﺃﻗﻮ￯ ﺃﺛﺮ ﹰﺍ‪ ،‬ﹼ‬
‫‪١٣٥‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

verdikleri şekli, onun hilyesinin aslî sûretinin hilâfına bulmuştum. Bu-


nun üzerine, işin sebebini hatırlatarak onları uyardım. Sevindiler ve
intibâha geldiler.
Biz sözü geçen bu tür rüyâları bir çok kere tecrübe ettiğimiz gibi
Hz. Peygamber’i, rüyâsında aslî sûretinde gören ve ondan nakillerde
bulunan kimselerin haberlerinin de değişmediğini tecrübe ettik. Aksine
bu haberleri apaçık bir nass gibi bulduk. Biz de Hz. Peygamber’den
rivâyetlerde bulunduk, elhamdülillâh.
Rüyânın Bazı Sırları Hakkında Bir Fasıl
Bu bölüm, misâl âleminin sırrının kendisinden öğrenildiği küllî
bir kâideyi kapsar ki bu kâide, insanların birbirlerini rüyâda görmele-
rinin sebebini ve bu rüyâları gören ile görülen arasındaki münâsebetler
itibâriyle çeşitli şekil ve durumları açıklar. Bu münâsebetler bazen gö-
ren ile görülenin özellikleri arasındaki ictimâî/birleşik durumların so-
nucudur. Bazen de hâl ve fiillerle muhtelif mertebelerde gerçekleşen
münâsebetlerdir ki rüyâyı görenin hükmünün zâhirine göre olur. Bu
karışık şeyler sıfat, hâl, fiil, mertebe ahkâmı ile rüyâ görenlerin mizâc
özellikleri, içinde bulundukları mekân ve zaman ile rüyâ sırasındaki
nefs makâmı arasında oluşur.
Ben bu bölümde Allah Rasûlü’nün (s.a.) şu sözünün sırrını açık-
layacağım: “Rüyâ üç türlüdür. Allah’tan olan rüyâ, şeytanın hüzün ver-
mesiyle/aldatmasıyla gerçekleşen rüyâ, kişinin kendi nefsiyle konuş-
masından oluşan rüyâ.”6 Yine ben insanlardan bazısının rüyâda Hakk’ı
görmelerine dikkat çekeceğim. Aynı şekilde insanların Hz. Peygamber’i
(s.a.), diğer nebîleri, melekler ile kemâl ehli ehlullahtan his/madde
âleminde görmedikleri insanları görmelerine dikkat çekeceğim. Buna
ilâveten rüyâların sahîh olanı ile olmayanını tanımanın ölçüsünü, rüyâ
çeşitlerinde zaman, mekân ve gıdânın hükmünü anlatacağım. Bu du-
135
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻳﺴﺘﻬﻠﻚ ﰱ ﺍﻵﺧﺮ‪ ،‬ﺃﻭ ﻳﻘﺎﻭﻣﻪ‪ ،‬ﺃﻭ ﻳﻨﺴﺦ ﺑﻌﺾ ﺃﺣﻜﺎﻣﻪ ﺩﻭﻥ ﺍﻟﺒﻌﺾ‪.‬‬
‫‪46-a‬‬ ‫ﻭﺳﺒﺐ ﺗﻌﺪ￯ ﺁﺛﺎﺭ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﺍﻟﻔﻌﺎﻟﺔ ﻭﺍﻷﺳﲈﺀ ﺍﻹﳍﻴﺔ ﺇﱃ ﻋﺎﱂ ‪ /‬ﺍﻟﻜﻮﻥ‬
‫ﻭﺍﻟﻔﺴﺎﺩ ﺑﻮﺍﺳﻄﺔ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ‪ ،‬ﻭﻧﺴﺒﺔ ﺧﻴﺎﻝ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻣﻦ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ‪،‬‬
‫ﺣﺴﻪ‪ ،‬ﺑﻌﺪ ﺍﳌﺮﻭﺭ ﻋﲆ ﻣﺮﺗﺒﺔ‬
‫ﻭﺻﻮﺭﺓ ﺗﻌﺪ￯ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺭﻭﺣﻪ ﺇﱃ ﻋﺎﱂ ﹼ‬
‫ﺧﻴﺎﻟﻪ‪.‬‬
‫ﻭﺃﺑﲔﹼ ﺃﻳﻀﺎﹰ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ‪ ،‬ﺃﻥﹼ ﺍﳊﴬﺍﺕ ﺍﻹﳍﻴﺔ ﻭﺍﳌﺮﺍﺗﺐ ﺍﻹﻣﻜﺎﻧﻴﺔ‬
‫ﻣﺮﺁﺓ]ﻕ‪ :‬ﻣﺮﺍﺀﻱ[ ﻟﻠﻬﻴﺌﺎﺕ ﺍﻻﺟﺘﲈﻋﻴﺔ ﺍﻟﻮﺍﻗﻌﺔ ﺑﲔ ﺁﺛﺎﺭ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺍﻹﳍﻴﺔ‬
‫ﺍﳌﻌﱪ ﻋﻨﻬﺎ‪ ،‬ﺑﺄﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻮﺟﻮﺏ‪ ،‬ﻭﺑﲔ ﻗﺎﺑﻠﻴﺎﺕ ﻗﻮﺍﺑﻠﻬﺎ ﻣﻦ ﺍﳌﻤﻜﻨﺎﺕ‬
‫ﳏﺎﻝ ﺁﺛﺎﺭﻫﺎ‪ ،‬ﺑﺤﺴﺐ ﺍﺳﺘﻌﺪﺍﺩﺍﲥﺎ]ﻕ‪ :‬ﺍﺳﺘﻌﺪﺍﺩﺍﲥﲈ[ ﻭﻣﺮﺍﺗﺒﻬﺎ ﺍﻟﻐﲑ‬ ‫ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﹼ‬
‫ﺍﳌﺠﻌﻮﻟﺔ‪ .‬ﻭﺃﺫﻛﺮ ﰱ ﺃﺛﻨﺎﺀ ﺍﻟﻜﻼﻡ ﻋﲆ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﻣﻮﺭ‪ ،‬ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ ﺯﻭﺍﻳﺪ‬
‫ﺃﺧﺮﻱ]ﻕ‪ :‬ﺍﺧﺮ[ ﺗﻜﻮﻥ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳﻜﻮﻥ[ ﺳﺒﺒ ﹰﺎ ﳌﺰﻳﺪ ﺇﻳﻀﺎﺡ ﺍﳌﺴﺎﺋﻞ ﺍﻟﺘﻰ ﻗﺼﺪ‬
‫ﴍﺣﻪ‪ ،‬ﺑﻤﺸﻴﺔ ﺍﷲ ﻭﺗﺄﻳﻴﺪﻩ ﻓﺄﻗﻮﻝ‪:‬‬
‫ﻻ ﺑﺪﹼ ﻣﻦ ﺗﻘﺪﻳﻢ ﻣﻘﺪﱢ ﹴ‬
‫ﻣﺔ ﺗﻜﻮﻥ]ﺵ‪،‬ﻉ‪:‬ﻳﻜﻮﻥ[ ﻛﺎﻟﺘﻮﻃﺌﺔ ﳌﺎ ﹸﻗﺼﺪ ﺑﻴﺎﻧﻪ ﹼﳑﺎ‬
‫ﺗﻮﺟﻪ ﺍﳊﻖ ﻹﳚﺎﺩ ﺍﳌﻤﻜﻨﺎﺕ ﻟﻴﺲ ﻣﻦ‬ ‫ﺃﻥ ﱡ‬‫ﻼ‪ .‬ﺍﻋﻠﻢ ﹼ‬‫ﺃﴍﺕ ﺇﻟﻴﻪ ﺁﻧﻔ ﹰﺎ ﹸﳎ ﹶﹾﻤ ﹰ‬
‫ﻓﺈﻥ ﻧﺴﺒﺔ ﺍﻻﻗﺘﻀﺎﺀ ﺍﻻﳚﺎﺩ￯ ﺇﻟﻴﻬﺎ ﻣﻦ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻮﺟﻪ‪،‬‬ ‫ﺣﻴﺚ ﺃﺣﺪ ﹼﻳﺔ ﺫﺍﺗﻪ‪ .‬ﹼ‬
‫ﻭﻧﻔﻴﻪ ﻋﻨﻬﺎ ﻋﲆ ﺍﻟﺴﻮﺍﺀ‪ .‬ﺇﺫ ﻻﺍﺭﺗﺒﺎﻁ ﻟﻠﺬﺍﺕ ﺑﴚﺀ ﻣﻦ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻮﺟﻪ‪ ،‬ﻭﻻ‬
‫ﻣﻨﺎﺳﺒﺔ ﻳﻘﺘﴤ]ﺵ‪،‬ﻕ‪ :‬ﻳﻘﴤ[ ﺑﺎﻟﺘﺄﺛﲑ ﻭﺍﻟﺘﺄ ﹼﺛﺮ‪ .‬ﻓﺈﻥ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﻭﺍﻻﻋﺘﺒﺎﺭﺍﺕ‬
‫ﻣﺴﺘﻬﻠﻜﺔ ﰱ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﺣﺪ ﹼﻳﺔ‪ ،‬ﻭﺇﻧﹼﲈ ﺍﳌﻮﺟﺐ ﻹﳚﺎﺩ ﺍﻷﺷﻴﺎﺀ‪ ،‬ﻫﻮ ﺣﻜﻢ‬
‫ﺍﻟﺬﺍﺗﻰ ﺍﻷﺯ ﹼﱄ‪ ،‬ﳋﻴﻄﺘﻪ]ﺵ‪ :‬ﳊﻴﻄﺘﻪ[ ﻭﻋﻤﻮﻡ ﺣﻜﻤﻪ ﻭﺗﻌ ﱡﻠﻘﻪ ﺑﺬﺍﺕ‬ ‫ﺍﻟﻌﻠﻢ ﹼ‬
‫ﺍﳊﻖ ﻭﺃﺳﲈﺋﻪ ﻭﺻﻔﺎﺗﻪ ﻭﻣﻌﻠﻮﻣﺎﺗﻪ‪ .‬ﻭﺃﺳﺒﺎﺏ ﺍﻹﳚﺎﺩ ﺑﻤﻮﺟﺐ‬
‫ﻓﺈﳖﺎ‬
‫ﺍﳌﻌﱪ ﻋﻨﻬﺎ ﺑﻤﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻟﻐﻴﺐ‪ .‬ﹼ‬ ‫ﺣﻜﻢ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﻫﻰ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺔ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻔﺎﲢﺔ ﻟﻐﻴﺐ ﺍﻟﺬﺍﺕ ﻭﻏﻴﺐ ﺍﳌﻌﻠﻮﻣﺎﺕ‪ ،‬ﻭﺃﻣﹼﻬﺎﺕ ﺻﻔﺎﺕ ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ ‪46-b‬‬
‫‪١٣٦‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

rumların hükümleri birbirine karıştığı zaman hangisinin tesiri daha güç-


lüdür, hangisi diğerinde yok olur; ya da hangisi ayakta kalır hangisi-
nin bazı ahkâmı silinir, bazı ahkâmı silinmez, bunlara işâret edeceğim.
Misâl âlemi vâsıtasıyla kevn ve fesâd âlemine faâl ruhların ve esmâ-i
ilâhîyyenin tesirinin etki sebebini, insan hayâlinin âlem-i misâle nisbe-
tini, insan rûhunun ahkâmının hayal mertebesine uğradıktan sonra his
âlemine etki sûretini anlatacağım.

Bunlara ilâveten Allah’ın izniyle hey’ât-i ictimâiyyelerin aynaları


olan hazarât-ı ilâhiyye ve merâtib-i imkâniyyeyi açıklayacağım. Hey’ât-i
ictimâiyye, vücûb ahkâmı denilen ilâhî isimlerin eserleriyle, mümkün
varlıkların kâbiliyetleri arasında oluşur. Mümkinâtın kâbiliyetleri, gayr-ı
mec’ûl isti’dâdları ve mertebeleri yönünden bu ahkâmın mahallidirler.
Bu meselelerde söz söylerken inşâallah şerhi kasdedilen meselelerin
fazlaca îzâhına sebep olacak artı bilgiler sunacağım. Allah’ın dilemesi
ve desteğiyle derim ki:

Daha önce mücmel olarak işâret ettiğim, açıklanması istenen ko-


nulara giriş sadedinde bir mukaddime sunmak, zarûrî olmuştur. Bilesin
ki Hakk’ın mümkin varlıkları yaratmaya yönelmesi, zât-ı ahadiyyeti
itibâriyle değildir. Bu açıdan yaratma zorunluluğunun Hakk’a nisbeti
ve nefyi eşittir. Çünkü bu açıdan zât-ı ilâhiyyenin bir şey ile irtibâtı ol-
madığı gibi, tesir ve teessürü/etkileme ve etkilenmeyi gerektirecek bir
münâsebeti de yoktur. Zîrâ ahadiyyet mertebesinde ahkâm ve ibâre yok
olur. Eşyânın yaratılmasını gerekli kılan şey sâdece ezelî ve zâtî ilmin
hükmüdür; çünkü ilim, ip gibi bağlar ya da ihâtâ eder, hükmü umûmîdir.
Hakk’ın zâtı, esmâ ve sıfatları ile mâlûmâtına müteallıktır. İlim hükmü
mûcibince, yaratma sebepleri “mefâtîhu’l-gayb” denilen zâtî isimlerle-
dir. Çünkü o isimler zâtî gayba ve bilinenler gaybına açıcı/anahtardır.
136
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﺬﺍﺕ ﺍﳌﺴﲈﺓ ﺑﺎﳊﻴﺎﺓ ﻭﺍﻟﻌﻠﻢ ﻭﺍﻹﺭﺍﺩﺓ ﻭﺍﻟﻘﺪﺭﺓ ﻫﻰ‬


‫ﻓﺘﻮﺟﻪ ﺍﳊﻖﹼ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻛﺎﻟﻈﻞ ﻟﻠﺬﺍﺕ‪ .‬ﹼ‬ ‫ﻛﺎﻟﻈﻞ ﳌﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻟﻐﻴﺐ‪ .‬ﻛﲈ ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ‬
‫ﺑﺎﻟﺘﺄﺛﲑ]ﻕ‪ :‬ﺑﺎﻟﺘﺄﺛﺮ[ ﺍﻟﺬﺍﰐ‪ ،‬ﻭﺇﻥ ﻛﺎﻥ ﻭﺍﺣﺪ ﹰﺍ ﰱ ﺍﻷﺻﻞ‪ ،‬ﻛﲈ ﺛﺒﺖ ﺫﻟﻚ‬
‫ﻭﺳﻴﲈ ﺍﻷ ﹼﻣﻬﺎﺕ‬
‫ﺍﳊﻴﺜﻴﺎﺕ ﻭﺍﻻﻋﺘﺒﺎﺭﺍﺕ ﹼ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻼ ﻭﴍﻋ ﹰﺎ ﻭﻛﺸﻔ ﹰﺎ ﹼ‬
‫ﻓﺈﻥ‬ ‫ﻋﻘ ﹰ‬
‫ﺍﳌﻌﱪ ﻋﻨﻬﺎ ﺑﺎﳌﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ ﻣﺘﻌﻠﻘﺎﲥﺎ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻣﻦ ﺃ ﹼﻣﻬﺎﺕ ﺣﻘﺎﻳﻖ‬
‫ﻣﻨﻬﺎ ﹼ‬
‫ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ ﺗﻌﺪﹼ ﺩﻩ‪ .‬ﻭﻫﺬﻩ ﺍﳌﻔﺎﺗﻴﺢ‪ ،‬ﻭﺇﻥ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﳌﻌﻴﻨﺔ ﻷ ﹼﻣﻬﺎﺕ ﺻﻔﺎﺕ‬‫ﺍﻟﻌﺎﱂ ﱠ‬
‫ﻓﺈﳖﺎ ﻣﺘﻔﺎﻭﺗﺔ ﺍﻟﺪﹼ ﺭﺟﺎﺕ‪ .‬ﹼ‬
‫ﻷﻥ ﺍﻟﻜﺸﻒ ﺍﳌﺤ ﹼﻘﻖ‬ ‫ﲨﻌﺘﻬﺎ ﺫﺍﺕ ﻭﺍﺣﺪ ﹲﺓ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﺍﻻﺛﻨﲔ ﻣﻨﻬﺎ ﺗﺎﺑﻌﺎﻥ ﻟﻸﻭﻟﲔ ﻛﲈ ﺃﻥ ﺗﻌﲔ ﺍﻷﻭﻟﲔ‪ ،‬ﻫﻮ ﻣﻦ‬ ‫ﺃﻓﺎﺩ ﹼ‬
‫ﺃﺣﺪﻳﹼﺔ ﺍﳉﻤﻊ ﺍﻟﺬﺍﺗﻰ‪.‬‬
‫ﻭﻫﺬﺍ ﺍﻟﻨﻮﻉ ﻣﻦ ﺍﻟﺘﻔﺎﻭﺕ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ‪ ،‬ﻭﺇﻥ ﺧﻔﻰ ﰱ ﺃﺳﲈﺀ ﺫﺍﺕ‪،‬‬
‫ﺍﻟﻜ ﱠﻤﻞ ﻣﻦ ﺃﻫﻞ ﺍﷲ ﺍﳋﻠﻔﺎﺀ ﺍﻷﺩﺑﺎﺀ‬ ‫ﻻ ﹸ‬ ‫ﻣﻦ ﺃﺟﻞ ﺃﻧﹼﻪ ﻻ ﻳﻜﺸﻔﻬﺎ ﺇ ﱠ‬
‫ﻣﺘﻌﻘﻞ ﰱ ﺻﻔﺎﺕ ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﰱ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻈ ﹼﻠﻴﺔ‬ ‫ﺍﻷﻣﻨﺎﺀ‪ .‬ﻓﺈ ﱠﻧﻪ ﱢ‬
‫ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﺍﻷﺳﲈﺀ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪:‬ـ ﺍﻝ[ ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺔ‪ ،‬ﻛﴩﻑ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﻋﲆ ﺍﻟﻘﺪﺭﺓ‬
‫ﺗﻮﺟﻬﺎﲥﺎ‬‫ﺑﺎﻟ ﹼﺘﻘﺪﹼ ﻡ ﻭﻣﺰﻳﺪ ﺍﳊﻴﻄﺔ‪ .‬ﻓﻮﺟﺐ ﳌﺎ ﺫﻛﺮﻧﺎ ﺛﺒﻮﺕ ﺗﻔﺎﻭﺕ ﹼ‬
‫ﺍﳌﺘﻌﻴﻨﺔ ﻭﺍﳌﺘﻌﺪﹼ ﺩﺓ ﻭﺍﳌﺮﺗﺴﻤﺔ ﰱ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻭﺁﺛﺎﺭﻫﺎ ﻓﻴﲈ ﻳﺒﺪﻭ ﲠﺎ ﻣﻦ ﺍﻷﺷﻴﺎﺀ‬
‫ﺍﻟﻌﻠﻢ ﺍﻷﺯﱃ ﻟﺬﺍﲥﺎ‪ .‬ﻭﻟﺬﻟﻚ ﺗﻌﺪﹼ ﺩﺕ ﺗﻌﻠﻘﺎﺕ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﺍﻟﻮﺣﺪﺍﻧﻰ‪.‬‬
‫]ﺵ‪،‬ﻉ‪:‬‬
‫ﻓﺈﻥ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﰱ ﺣﻜﻤﻪ ﻭﺗﻌ ﹼﻠﻘﻪ ﻳ ﱠﺘﺒﻊ ﺍﳌﻌﻠﻮﻡ‪ .‬ﻭﻟﺬﻟﻚ ﺍﻛﺘﺴﺒﺖ‬
‫‪47-a‬‬ ‫ﺍﳌﺘﻨﻮﻉ‪ .‬ﻭﻛﻞ‬
‫ﹼ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺍﻟﻮﺍﺣﺪ ﺍﻟﺘﻌﺪﹼ ﺩ ﻭﺍﻟﻈﻬﻮﺭ‪/‬‬ ‫ﺍﻛﺴﺖ[ ﺍﳌﻌﻠﻮﻣﺎﺕ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ‬
‫ﺎﺕ ﺗﻈﻬﺮ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳﻈﻬﺮ[ ﻭﲢﺼﻞ]ﺵ‪ ،‬ﳛﺼﻞ[ ﻣﻦ‬ ‫ﻭﻛﻴﻔﻴ ﹲ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻧﺴﺐ ﻭﺇﺿﺎﻓﺎﺕ‬ ‫ﻫﺬﻩ ﹲ‬
‫ﻻ ﺑﲔ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺔ‬ ‫ﻫﻴﺌﺎﺕ ﺍﺟﺘﲈﻋﻴﺔ ﻣﺘﻌ ﹼﻠﻘﺔ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻣﺘﻌﻘﻠﺔ[ ﺍﻟﻮﻗﻮﻉ ﹼﺃﻭ ﹰ‬
‫ﻳﺘﻔﺮﻉ ﻋﻨﻬﺎ ﻣﻦ‬
‫ﺍﳌﻨﺒﹼﻪ ﻋﻠﻴﻬﺎ‪ ،‬ﺑﺄﳖﹼﺎ ﻣﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻟﻐﻴﺐ ﺍﻟﺬﺍﰐ‪ ،‬ﻭﺑﲔ ﻣﺎ ﹼ‬
‫‪١٣٧‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

Ülûhiyet sıfatlarının anası sayılan zât mertebesindeki hayat, ilim,


irâde ve kudret, gayb anahtarlarının gölgeleri mesâbesindedir. Nitekim
ulûhiyet de zâta nisbetle gölge gibidir. Hakk’ın zâtî tesire teveccühü/
yönelmesi, şer’î, aklî ve keşfî açıdan her ne kadar bir asıl üzere sâbit ise
de, haysiyetler, ibâreler ve özellikle mefâtih diye anılan ana isimler ve
onların ülûhiyet sıfatlarının ana esasları için taayyün eden âlemin esas-
larına müteallık özellikleri, bu teveccühü çoğaltır. Bu anahtarlar, her
ne kadar bunları cem’ eden zât-ı vâhide/tek zât ise de dereceleri farklı
farklıdır. Çünkü tahkîkî olan keşf şunu ifâde eder: Bu isimlerin ikisi ilk
ikisine tâbîdir. İlk ikisinin taayyünü de cem-’i zât-i ahadiyetindendir.

İşâret edilen farklılıktan kaynaklanan bu nevi isimler, güveni-


lir, edepli, halîfe sıfatına lâyık ehlullahtan başkasına münkeşif olma-
mak itibâriyle, her ne kadar gizli iseler de, zâhir esmâya nisbetle göl-
ge mertebesinde sayılan ülûhiyet sıfatlarında taakkul edilir/anlaşılırlar.
Ülûhiyet sıfatlarının zât isimleriyle ilişkisi, ilmin takaddum/önce gel-
mek ve kuşatıcılığının ziyâdeliği itibâriyle kudret üzerine olan şerefi-
ne benzer. Anlattıklarımızdan zâta âid ezelî ilimde müteaddid olarak
şekillenen, taayyün eden eşyâda zâhir olan eserleri ve isimlerin tevec-
cühlerinin farklılığının sübûtu gerekli olmuştur. Bütün bunlar ilm-i
vahdânînin taallukunun çokluğu sebebiyledir. Çünkü ilim, hüküm
ve taallukta “malûm”a tâbîdir. Böylece malûm olan şeyler, “Vâhid”
sâyesinde varlık, çoğalma ve çeşitli zuhûr kazanmışlardır. Bunların
hepsi öncelikle vukûa müteallik olarak hey’et-i ictimâiyyeden oluşan,
ondan zâhir olan keyfiyet, izâfet ve nisbetlerdir. Bu keyfiyet, izâfet ve
nisbetler, dikkat çekilen gayb-ı zâtî anahtarı olan zâtî isimlerle âlem-i
137
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﻷ ﹼﻣﻬﺎﺕ ﺍﻟﺘﺎﻟﻴﺔ ﻛﺄﺻﻮﻝ ﺻﻔﺎﺕ ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ ﻭﻏﲑﻫﺎ ﻣﻦ‬


‫ﺃﻣﻬﺎﺕ ﺣﻘﺎﻳﻖ ﺍﻟﻌﺎﱂ‪.‬‬
‫ﺍﻟﺘﻮﺟﻪ ﺍﻟﺬﺍﺗﻰ ﻣﻦ ﺣﻴﺜﻴﺎﺕ ﻫﺬﻩ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺛﻢ ﻇﻬﺮﺕ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺍﺕ ﻋﻦ‬
‫ﺍﻷﺻﻮﻝ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ ﲨﻠﺔﹰ ﺑﻌﺪ ﲨﻠﺔﹴ‪ ،‬ﻭﻋﺎﳌﺎﹰ ﺑﻌﺪ ﻋﺎﱂ‪ ،‬ﰱ ﺍﳌﺮﺍﺗﺐ ﺍﳋﻤﺲ‬
‫ﺍﳌﺘﻨﺒﻪ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻣﻦ ﻗﺒﻞ‪ ،‬ﻓﺘﺒﻌﺚ ﻃﺒﻘ ﹰﺔ ﻃﺒﻘﺔ‪ ،‬ﻫﻜﺬﺍ ﺇﱃ ﺁﺧﺮ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩ‪،‬‬
‫ﺍﻷﻭﻝ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﺧﺎﺗﻢ ﺍﳌﺮﺍﺗﺐ ﺍﻹﳚﺎﺩﻳﺔ‪.‬‬ ‫ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﹼ‬
‫ﺗﻮﺟﻬﺎﺕ‬ ‫ﺍﳌﺘﺤﺼﻠﺔ‪ ،‬ﻣﻦ ﹼ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺛﻢ ﺍﻗﻮﻝ‪ :‬ﻓﻨﺘﻴﺠﺔ ﹼﺃﻭﻝ ﺍﳍﻴﺌﺎﺕ ﺍﻻﺟﺘﲈﻋﻴﺔ‬
‫ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ‪،‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﻣﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻟﻐﻴﺐ ﺍﻟﺬﺍﺗﻰ ﺍﳊﻘﻴﻘﻲ‪ ،‬ﻭﺃﺣﻜﺎﻡ ﺃ ﹼﻣﻬﺎﺕ ﺻﻔﺎﺕ‬
‫ﻟﺘﻮﺟﻪ ﺍﳊﻖ‬ ‫ﻻ ﰱ ﻋﻠﻢ ﺍﳊﻖ ﺍﻟﺘﺎﺑﻌﺔ ﹼ‬ ‫ﻭﺃﺻﻮﻝ ﺣﻘﺎﻳﻖ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺍﳌﺘﻌﻴﻨﺔ‪ ،‬ﺃﺯ ﹰ‬
‫ﻣﺮ‪ ،‬ﰱ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﻐﻴﺐ ﺍﻹﺿﺎﰲ‪ ،‬ﻫﻮ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﻌﺎﻧﻰ ﺑﺎﻋﺘﺒﺎﺭ‬ ‫ﺍﻟﺬﺍﰐ ﻋﲆ ﻣﺎ ﱠ‬
‫ﺗﻌﻘﻞ ﻏﲑ ﺍﳊﻖ ﳍﺎ‪ .‬ﻭﺫﻟﻚ ﻫﻮ ﺑﺮﻭﺯﻫﺎ ﻣﻦ ﺍﻟﺒﻄﻮﻥ ﺇﱃ ﺍﻟﻈﻬﻮﺭ‪،‬‬ ‫ﱡ‬
‫ﻭﺑﻄﻮﳖﺎ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﻟﻴﻬﺎ‪ ،‬ﻭ ﺍﱃ ﻛﻞ ﻣﺘﻌﻘﻞ ﳍﺎ ﻏﲑ ﺍﳊﻖ‪ .‬ﻭﺇﻻ ﻓﻬﻰ ﱂ‬
‫ﺗﺰﻝ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﱂ ﻳﺰﻝ[ ﺑﺎﻟ ﹼﻨﺴﺒﺔ ﺍﱃ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻣﺸﻬﻮﺩﺓ ﻟﻪ ﻭﻣﺘﻌﻴﻨ ﹰﺔ ﰱ ﻋﻠﻤﻪ‪ ،‬ﻋﲆ‬
‫ﻣﺮﺍﺗﺒﻬﺎ ﺍﳌﺨﺘﻠﻔﺔ‪ ،‬ﻭﺩﺭﺟﺎﲥﺎ ﺍﳌﺘﻔﺎﻭﺗﺔ‪ .‬ﺛﻢ ﻇﻬﺮ ﻋﻦ ﺍﳊﻖ ﻣﻦ ﻫﻴﺌﺎﺕ‬
‫ﻣﻌﺎﻥ‪ ،‬ﻭﲨﻠﺔ ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻮﺟﻮﺏ‬ ‫ﻣﺘﺤﺼﻠﺔ‪ ،‬ﻣﻦ ﺍﺟﺘﲈﻉ ﻋﺪﹼ ﺓ ﹴ‬ ‫ﱢ‬ ‫ﺍﺟﺘﲈﻋﻴﺔ‬
‫ﻭﺍﻹﻣﻜﺎﻥ ﺍﳌﺠﺘﻤﻌﺔ‪،‬ﺑﺘﺄﺛﲑ ﺍﳊﻖ ﻣﻦ ﺣﻴﺜﻴﺔ ﺍﻷﺻﻮﻝ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ‪ ،‬ﰱ ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ‬
‫ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﻣﺘﻔﺎﻭﺗﺔ ﺍﻟﺪﹼ ﺭﺟﺎﺕ‪.‬‬
‫‪47-b‬‬ ‫ﹴ‬
‫ﻣﻌﺎﻥ‪،‬‬ ‫ﻓﺈﻥ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﺻﻮﺭ ﻫﻴﺌﺎﺕ ‪/‬ﺍﺟﺘﲈﻋﻴﺔ ﻣﺘﺤﺼﻠﺔ‪ ،‬ﻣﻦ ﻋﺪﹼ ﺓ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﺗﺘﻀﺎﻑ‪ ،‬ﻕ‪:‬‬
‫ﻫﻰ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﻭﺍﳊﻘﺎﻳﻖ ﻭﺁﺛﺎﺭ ﺍﳌﻀﺎﻓﺔ ﺇﱃ ﺍﳊﻖ ﺇﻧﹼﲈ ﺗﻨﻀﺎﻑ‬
‫ﻳﺘﻀﺎﻑ[ ﺇﻟﻴﻪ‪ ،‬ﺑﺎﻋﺘﺒﺎﺭ ﺗﻌﺪﹼ ﺩﻫﺎ ﻣﻦ ﺣﻴﺜﻴﺎﺕ ﺍﻷﺻﻮﻝ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ‬
‫ﻳﻌﱪ ﻋﻨﻬﺎ‪ ،‬ﺃﺣﻴﺎﻧ ﹰﺎ ﺑﺄﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻮﺟﻮﺏ‪،‬‬ ‫ﺍﳌﻔﺎﺗﻴﺢ‪ ،‬ﻭﻟﻮﺍﺯﻣﻬﺎ ﺍﻟﻘﺮﻳﺒﺔ‪ .‬ﻭﻗﺪ ﹼ‬
‫ﹼ ]ﻉ‪ :‬ﺍﳌﺘﻌﻘﻠﺔ[‬
‫ﻭﺫﻟﻚ ﺻﺤﻴﺢ ﻛﲈ ﻳﻘﻊ ﺍﻟﺘﻌﺒﲑ ﻋﻦ ﺍﻟﺘﺄ ﹼﺛﺮﺍﺕ ﺍﳌﺘﻌﻠﻘﺔ‬
‫‪١٣٨‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

hakâyık esaslarından sözü edilen ülûhiyyet sıfatlarının temelleri olarak


tâlî esaslardan doğan şeyler arasında bulunur.
Sonra mevcûdât da önce anlatılan merâtib-i hams üzre bir âlemden
öbürüne, bir gruptan diğerine zikredilen usûller itibâriyle zâtî teveccüh-
ten zuhûra gelirler, tabaka tabaka gönderilirler. Îcâd/yaratma mertebele-
rinin hâtemi, mevcûdun sonu olan ilk insana kadar durum böyle sürüp
gider.
Sonra derim ki: Gerçek gayb-ı zâtî anahtarlarının teveccühâtından
oluşan hey’ât-i ictimâiyyenin, ulûhiyet sıfatlarının ana hükümlerinin ve
daha önce zikri geçtiği gibi Hakk’ın zâtî teveccühüne tâbî Hak’ın ilmin-
de ezelî olarak taayyün eden âlem hakîkatlerinin asıllarının ilk sonucu
“mânâlar âlemi”dir. Bu ilk netîcenin mânâlar âlemi olması, kendilerini
Hakk’tan başkasının taakkul etmesi itibâriyledir. Bu taakkul işi onların
bâtından zâhire çıkışlarıdır. Bâtın oluşları ise nisbet edildikleri şeye ve
Hak’tan başka her taakkul eden şeye göredir. Değilse onlar Hakk’a nis-
betle müşâhede altında oldukları gibi, O’nun ilminde muhtelif mertebe-
lerden ve farklı derecelerden taayyün hâlindedirler. Sonra onlar rûhlar
âleminde farklı rûhânî derecelerdeki mertebelerde ve anlatılan usûller
itibâriyle Hakk’ın tesiriyle imkân ve vücûb hükümlerinin cümlesinden
ve farklı mânâların birleşmesinden oluşan ictimâî hey’etlerle Hak’tan
zuhûra gelirler.
Ruhlar, Hakk’a izâfe edilen hakîkat ve isimler demek olan muh-
telif mânâlardan oluşan ictimâî hey’etlerin sûretleridir. Hakk’a izâfe
edilen eserler ancak “mefâtîh” diye anılan asıllar ve bunların yakın ge-
rekleri açısından çoğalma itibâriyle Hakk’a muzâftırlar. Bunlara bazen
vücûb ahkâmı diye tâbir edilir ki bu doğru bir adlandırmadır. Nitekim
vücûb hükümlerinin tesir mahalli mesâbesindeki kâbiliyetlerine âid
138
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﰱ ﺍﻟﻘﻮﺍﺑﻞ ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﳏﺎﻝﹼ ﺁﺛﺎﺭ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻮﺟﻮﺑﻴﺔ‪ ،‬ﺑﺄﺣﻜﺎﻡ‬


‫ﻓﻜﻞ ﺃﺛ ﹴﺮ ﻫﻮ ﻧﺘﻴﺠﺔ ﻫﻴﺌﺔ ﺍﺟﺘﲈﻋﻴﺔ ﻣﻌﻨﻮﻳﺔ ﻭﺍﻗﻌﺔ ﺑﲔ‬ ‫ﻣﺮ‪ .‬ﱡ‬ ‫ﺍﻹﻣﻜﺎﻥ ﻛﲈ ﱠ‬
‫ﻭﻛﻞ ﻭﺟﻮﺩ ﻣﺘﻌﲔ‬ ‫ﻣﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻟﻐﻴﺐ ﻭﻣﺎ ﻳﻠﻴﻬﺎ ﻣﻦ ﺍ ﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻮﺟﻮﺑﻴﺔ‪ .‬ﹼ‬
‫ﻟﻌﲔ ﻣﻦ ﺍﻷﻋﻴﺎﻥ ﺍﳌﻤﻜﻨﺔ‪ ،‬ﻭﲠﺎ ﻓﻬﻮ ﻧﺘﻴﺠﺔ ﺍﻟﻨﺘﻴﺠﺔ ﺍﳌﻌﻨﻮﻳﺔ ﺍﳌﺸﺎﺭ‬
‫ﺇﻟﻴﻬﺎ ﻣﻦ ﻗﺒﻞ‪ .‬ﻓﺎﳍﻴﺌﺎﺕ ﺍﻻﺟﺘﲈﻋﻴﺔ ﺍﳌﺘﻌﻠﻘﺔ]ﻉ‪ :‬ﺍﳌﺘﻌﻘﻠﺔ[ ﰱ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻟﻘﻮﺍﺑﻞ‬
‫ﻮﺟﻪ ﹼ‬ ‫ﹴ ]ﻕ‪ :‬ﻣﺮﺍﺀﻱ[‬
‫ﺍﻹﳍﻲ‪،‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺬﺍﺗﻰ‬ ‫ﻟﻠﺘﻌﻴﻨﺎﺕ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻳﺔ‪ ،‬ﻇﺎﻫﺮﺓ ﺑﺎﻟ ﹼﺘ ﹼ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻣﺮﺍﺀ‬
‫ﻭﻣﻦ ﺣﻴﺜﻴﺎﺕ ﺍﻷﺻﻮﻝ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ‪ ،‬ﺑﺤﺴﺐ ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻳﻘﻊ ﻓﻴﻬﺎ ﺫﻟﻚ‬
‫ﺑﺎﻟﺘﻮﺟﻪ ﺍﻟﺬﺍﺗﻰ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﳌﺴﻤﻰ ﺑﺎﻟﻨﻜﺎﺡ ﺍﻟﻐﻴﺒﻰ‪ .‬ﻓﻠﻠﻤﻔﺎﺗﻴﺢ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻻﺟﺘﲈﻉ ﺍﻷﻭﻝ‬
‫ﺩﺭﺟﺔ ﺍﻟﺬﻛﻮﺭﺓ‪ ،‬ﻭﻟﻠﻬﻴﺌﺎﺕ ﺍﻻﺟﺘﲈﻋﻴﺔ ﺍﳌﺘﻌ ﹼﻠﻘﺔ ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻘﻮﺍﺑﻞ‬
‫ﻭﻟﻠﺘﻌﲔ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ￯ ﰱ ﺗﻠﻚ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺩﺭﺟﺔ ﺍﻷﻧﻮﺛﺔ‪ .‬ﻭﻟﻠﻤﺮﺗﺒﺔ ﺩﺭﺟﺔ ﺍﳌﺤﻠﻴﺔ‪،‬‬
‫ﺃﻱ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﻛﺎﻧﺖ‪ ،‬ﻭﺑﺤﺴﺒﻬﺎ ﺩﺭﺟﺔ ﺍﳌﻮﻟﻮﺩ‪.‬‬ ‫ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ ﹼ‬
‫ﻭﺇﺫﺍ ﻭﺿﺢ ﻟﻚ ﻫﺬﺍ‪ ،‬ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﺍﻹﺟﺘﲈﻉ ﺍﳌﺘﻌ ﹼﻘﻞ ﻣﻦ ﺗﻮﺟﻬﺎﺕ‬
‫ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﺍﻟﻌﺎﻟﻴﺔ‪ ،‬ﺑﻤﻮﺟﺐ ﺁﺛﺎﺭ ﺍﳌ ﹼﺘﺼﻠﺔ ﲠﺎ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺴﺎﺭﻳﺔ ﺍﳊﻜﻢ ﻓﻴﻬﺎ ﻣﻦ‬
‫ﻣﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻟﻐﻴﺐ‪.‬ﻭﺑﻘﻴﺔ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻳﺔ]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻮﺟﻮﺑﻴﺔ[‪ ،‬ﻋﲆ ﴐﺑﲔ‪:‬‬
‫ﺗﻮﺟﻬﺎﲥﺎ ﺑﺬﻭﺍﲥﺎ ﹸﻣ ﹾﻨ ﹶ ﹺﻀ ﹶﻐ ﹸﺔ ﺑﺂﺛﺎﺭ ﺍﻟﺴﻮﺍﺑﻖ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ‪،‬‬
‫ﺍﻷﻭﻝ؛ ﹼ‬ ‫ﺍﻟﴬﺏ ﹼ‬
‫‪/‬ﺩﻭﻥ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺑﻤﻈﺎﻫﺮﻫﺎ‪ .‬ﻟﻜﻦ ﰱ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ ﺃﻭﺟﺐ ﺗﻌﲔ ﻋﺎﱂ ‪48-a‬‬

‫ﻛﻞ ﻣﺆ ﹼﺛﺮ ﻓﻴﻪ‪ .‬ﺇﻧﹼﲈ ﻳﻜﻮﻥ‬ ‫ﻛﻞ ﺃﺛﺮ ﰱ ﺣﻘﻴﻘﺔ ﹼ‬ ‫ﺗﻌﲔ ﺻﻮﺭﺓ ﹼ‬ ‫ﻷﻥ ﹼ‬ ‫ﺍﳌﺜﺎﻝ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺍﳌﺤﻞ ﻣﻌﻨﻮ ﹼﻳ ﹰﺎ ﻛﺎﳌﺮﺍﺗﺐ‪ ،‬ﺃﻭ ﻛﺎﻥ‬
‫ﹼ‬ ‫ﳏﻞ ﺍﻷﺛﺮ‪ ،‬ﻭﺳﻮﺍﺀ ﻛﺎﻥ‬‫ﻭﻳﻈﻬﺮ ﺑﺤﺴﺐ ﹼ‬
‫ﻛﺒﲑ ﻻ ﻳﻨﺨﺮﻡ‪ .‬ﻭﺇﻧﹼﻪ ﻣﻦ ﺳ ﹼﻨﺔ ﺍﷲ‪ ،‬ﻭﻟﻦ ﲡﺪ‬ ‫ﺃﻣﺮ ﹰﺍ ﻭﺟﻮﺩ ﹼﻳ ﹰﺎ‪ ،‬ﻭﻫﺬﺍ ﺃﺻﻞ ﹲ‬
‫ﻭﻋﲈﺭ ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ‬ ‫ﻼ‪ .7‬ﻭﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﺍﻟﺘﺎﻟﻴﺔ ﻟﻸﺭﻭﺍﺡ ﺍﻟﻌﺎﻟﻴﺔ‪ ،‬ﱠ‬ ‫ﻟﺴ ﱠﻨﺔ ﺍﷲ ﺗﺒﺪﻳ ﹰ‬
‫ﻣﻦ ﺍﳌﻼﺋﻜﺔ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺃﺭﻭﺍﺣﻬﻢ ﺩﻭﻥ ﻣﻈﺎﻫﺮﻫﻢ‪ ،‬ﻣﻦ ﺛﻤﺮﺍﺕ ﻫﺬﺍ‬
‫ﺍﻟ ﹼﺘﻮﺟﻪ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫‪١٣٩‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

“imkân hükümleri” diye daha önce geçen ifâde de sahihtir. Her eser, gayb
anahtarları ile onları takip eden vücûb ahkâmı arasında vâki hey’et-i
ictimâiyye sonucudur. Her varlık mümkün âyândan biriyle taayyün eder
ve âyân-ı mümkine ile daha önce işâret edilen mânevî netîcenin sonu-
cu olur. Zât-ı ilâhîye teveccühte zâhir olan varlık taayyünleri, ebelerin
derecelerine göre aynadırlar. Bu aynanın zuhûru söz konusu esaslar ba-
kımından gaybî nikah diye adlandırılan ilk ictimâın/buluşmanın vukû
bulduğu dereceye göredir. Zâtî teveccühteki anahtarlarda erkeklik dere-
cesi vardır. Ebelerle ilgili hükümlere bağlı ictimâî şekillerin ise dişilik
derecesi vardır. Her mertebenin, hangi mertebede bulunursa bulunsun
yerine göre bir derecesi vardır. O mertebedeki varlığın taayyünü için de
bir mertebe vardır. Doğan çocuğun derecesi bu mertebeye bağlıdır.

Bu durum sana vâzıh olduysa bilesin ki, yüce ruhların teveccüh-


lerinden oluşan ictimâ kendilerine bitişen tesir ve gayb anahtarlarından
yine kendilerine sârî olan hüküm gereğidir. Varlık ahkâmının gerisi iki
türlüdür:

1- Mazharların ahkâmı dışında zikri geçen hakîkat eserleriyle


boyanmış ulvî ruhların bizzat teveccühü. Ancak bu teveccühün tabîat
mertebesinde âlem-i misâlde taayyünü de vâciptir. Çünkü her eserin
sûret taayyünü her müessirin hakîkatinin içinde bulunduğu yerdedir. Bu
taayyün ancak eserin mahalline göre kevn bulur ve zâhir olur. Mahallin
mertebeler gibi mânevî ya da emr-i vücûdî olması müsâvîdir. Bu değiş-
mez bir esastır. Çünkü sünnetullahtır. “Allah’ın sünnetinde bir tebdîl/
değişme bulamazsın.”7 buyurulmuştur. Âlî ruhlara bağlı gökleri mâmur
eden tâlî ruhlar, mazharları açısından değilse bile, ruhları itibâriyle bah-
si geçen bu teveccühün ürünlerindendir, anlayasın!
139
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻭﺍﻟﴬﺏ ﺍﻵﺧﺮ‪ :‬ﺗﻮﺟﹼﻬﻬﺎ ﺃﻋﻨﻰ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﺍﻟﻌﺎﻟﻴﺔ‪ ،‬ﻣﻦ ﺣﻴﺜﻴﺎﺕ‬


‫ﻣﻈﺎﻫﺮﻫﺎ ﺍﳌﺘﻌﻴﻨﺔ ﰱ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ‪ ،‬ﻭﺍﳌﻨﺼﺒﻐﺔ ﺑﺼﻔﺘﻪ‪ ،‬ﻭﺣﻜﻤﻪ ﻳﺜﻤﺮ‬
‫ﰱ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﳉﺴﻢ ﺍﻟﻜﻞﹼ ﺍﳌﻌﻘﻮﻝ‪ ،‬ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺟﺴﺎﻡ ﺍﳌﺤﺴﻮﺳﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﺃﻭﳍﺎ‬
‫ﺍﻟﻌﺮﺵ ﺍﳌﺤﻴﻂ ﻭﺍﳉﺴﻢ ﺍﻟﺒﺴﻴﻂ‪ .‬ﻭﻫﺬﻩ ﺍﻟﻮﻻﺩﺓ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ﻣﻦ ﺍﻟﻨﻜﺎﺡ‬
‫ﹼ ]ﺵ‪،‬‬
‫ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻰ‪ .‬ﻓﻠﻸﺭﻭﺍﺡ ﺩﺭﺟﺔ ﺍﻟﺬﻛﻮﺭﺓ‪ ،‬ﻣﻊ ﺍﻟﺴﻮﺍﺑﻖ ﺍﳌﺘﻘﺪﻣﺔ ﺍﻟﺘﺄﺛﺮ‬ ‫ﱡ‬
‫ﻭﳌﻌﻘﻮﻟﻴﺔ ﺍﳉﺴﻢ ﺍﻟﻜﻞ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﳌﺤﻠﻴﺔ‪،‬‬
‫ﹼ‬ ‫‪ .‬ﻭﻟﻠﻄﺒﻴﻌﺔ ﺩﺭﺟﺔ ﺍﻷﻧﻮﺛﺔ‪.‬‬ ‫ﻉ‪ :‬ﺍﻟﺘﺎﺛﲑ[‬

‫ﻭﻟﻠﺼﻮﺭﺓ ﺍﻟﻌﺮﺷﻴﺔ ﺩﺭﺟﺔ ﺍﳌﻮﻟﻮﺩ‪ .‬ﻓﻠﻠﻄﺒﻴﻌﺔ ﻫﻨﺎ ﺩﺭﺟﺔ ﺍﻷﻣﻮﻣﺔ‪ ،‬ﻭﻓﻴﲈ‬


‫ﺍﳌﺤﻠﻴﺔ‪ ،‬ﻭﻟﻌﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﺩﺭﺟﺔ ﺍﳌﻮﻟﻮﺩ‪ .‬ﻓﺎﻟﴬﺏ ﺍﻷﻭﻝ‬‫ﹼ‬ ‫ﺫﻛﺮﺗﻪ ﺁﻧﻔ ﹰﺎ ﺩﺭﺟﺔ‬
‫ﻣﻦ ﺗﻮﺟﹼﻬﺎﺕ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﺍﻟﻌﺎﻟﻴﺔ ﻭﺍﻗﻊ ﰱ ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﻨﻔﺴﻴﺔ‪ .‬ﻭﺍﳌﻮﻟﻮﺩﻭﻥ ﻫﻢ‬
‫ﻷﳖﲈ‬
‫ﻣﺮ ﺑﻴﺎﻧﻪ‪ .‬ﻓﺎﻟﴬﺑﺎﻥ ﺭﺍﺟﻌﺎﻥ ﺇﱃ ﻗﺴﻢ ﻭﺍﺣﺪ‪ ،‬ﹼ‬ ‫ﻋﲈﺭ ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ ﻛﲈ ﱠ‬ ‫ﱠ‬
‫ﻟﻴﺴﺎ ﺑﺨﺎﺭﺟﲔ ﻋﻦ ﺣﻜﻢ ﺍﻟﻨﻜﺎﺡ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻰ ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ‪.‬‬
‫ﺛﻢ ﻇﻬﺮ ﻣﻦ ﺁﺛﺎﺭ ﲨﻴﻊ ﺍﳍﻴﺌﺎﺕ ﻭﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﳌﻀﺎﻓﺔ ﺇﱃ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻣﻦ‬
‫‪48-b‬‬ ‫ﺍﳊﻴﺜﻴﺎﺕ ﺍﻟﺘﻰ ﺳﺒﻖ ﺫﻛﺮﻫﺎ‪ ،‬ﻋﺎﱂ ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ ﺍﻟﺘﻰ ﺩﻭﻥ‪ /‬ﺍﻟﻌﺮﺵ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺳﺎﺋﺮ‬
‫ﻭﺍﻟﻜﺮﳼ‪ ،‬ﻭﻋﺎﱂ ﺍﻟﻜﻮﻥ ﻭﺍﻟﻔﺴﺎﺩ ﻋﲆ ﺍﺧﺘﻼﻑ ﻃﺒﻘﺎﺗﻪ ﻭﺃﺟﻨﺎﺳﻪ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻭﺃﻧﻮﺍﻋﻪ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫ﻛﻞ ﻣﻮﺟﻮﺩ ﻣﻦ‬ ‫ﺃﻥ ﹼ‬ ‫ﻓﺈﻧﹼﻚ ﺇﻥ ﻓﻬﻤﺖ ﻣﺎ ﹼﻧﺒﻬﺖ ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬ﻋﺮﻓﺖ ﹼ‬
‫ﺑﺎﻟﺬﺍﺕ ﻋﲆ ﲨﻠﺔ ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻮﺟﻮﺏ‬ ‫ﺍﳌﻤﻜﻨﺎﺕ‪ ،‬ﻓﺈﻧﻪ ﻣﺸﺘﻤﻞ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻜﻠﻴﺔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻭﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻹﻣﻜﺎﻥ‪ .‬ﻭﺫﻟﻚ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺣﻘﻴﻘﺘﻪ‪ ،‬ﻭﻟﻮﺍﺯﻣﻪ‬
‫ﺍﻟﺘﻔﺼﻴﻠﻴﺔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﳌﺘﻌﲔ ﰱ ﺑﻌﺾ ﺍﳌﺮﺍﺗﺐ‪ ،‬ﻭﻟﻮﺍﺯﻣﻪ‬
‫ﻻ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻭﺟﻮﺩﻩ ﹼ‬ ‫ﹼﺃﻭ ﹰ‬
‫ﺛﺎﻧﻴ ﹰﺎ‪ ،‬ﻣﺮﺁﺓ ﻟﺘﻠﻚ ﺍﳉﻤﻠﺔ ﺍﻷﺣﻜﺎﻣﻴﺔ‪.‬‬
‫ﹴ‬
‫ﻭﻣﻐﻠﻮﺑﻴﺔ ﻭﺍﻗﻌﺔ‪،‬‬ ‫ﺇﻣﻜﺎﻧﻴ ﹴﺔ ﻣﻦ ﺣﺼﻮﻝ ﹴ‬
‫ﻏﻠﺒﺔ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﻻ ﺑﺪﱠ ﰱ ﻛﻞ ﲨﻠﺔ‬
‫ﺑﲔ ﺗﻠﻚ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﻳﻮﺟﺒﻬﺎ]ﺵ‪ :‬ﺗﻮﺟﺒﻬﺎ[ ﺍﺧﺘﻼﻑ ﺍﳍﻴﺌﺎﺕ ﺍﻻﺟﺘﲈﻋﻴﺔ‪،‬‬
‫‪١٤٠‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

2- Ulvî ruhların teveccühleri. Bu teveccühler misâl âleminde ta-


ayyün eden mazharları açısından o âlemin boyasıyla boyanmış hâldedir.
Bu teveccühün hükmü mâkul küllî cisim mertebesinde ecsâm-ı mahsûse
âlemini meydana getirir. Bunların ilki arş-ı muhît ve cism-i basîttir. İşte
bu zâhirî doğum nikâh-ı rûhânîden ortaya çıkmıştır. Ruhların tesir ön-
celiği sebebiyle zükûret/erkeklik derecesi, tabîatta da ünûset/dişilik de-
recesi vardır. Cism-i küllün mâkûliyetinin mahallîlik mertebesi vardır.
Arşî sûrete âid bir çocukluk derecesi vardır. Burada tabîatın derecesi
ise analıktır. Az önce anlattığımız gibi tabîat mahal mertebesinde, misâl
âlemi ise doğan çocuk mesâbesindedir. Âlî ruhların birinci tür tevec-
cühleri küllî nefs mertebesinde gerçekleşir. Bunlardan doğanlar ise daha
önce açıklandığı gibi gökleri îmâr edenlerdir. Anlatılan bu iki türün ikisi
de bir türe râcîdir. Çünkü bunların ikisi de rûhânî nikâhın hükmünden
hâriç değillerdir, bunu bilesin!

Bütün hey’et âsârından zikri geçen itibârlarla Hakk’a izâfe edilen


hükümlerden arş, kürsî, âlem, muhtelif cins, tabaka ve türlerine göre
kevn ve fesâd âlemi dışındaki gökler âlemi zâhir olmuştur, anla!

Eğer benim dikkat çektiklerimi anlarsan mümkün olanlardan her


mevcûdun vücûb ve imkân ahkâmından bir grubu bizzat müştemil bu-
lunduğunu anlarsın. Bu mevcûd önce hakîkati ve küllî gerekleri, ikin-
ci olarak bazı mertebelerde taayyün eden vücûdu ve tafsîlî gerekleri
itibâriyle bu cümle-i ahkâmiyyenin aynasıdır.

Her imkân grubunda hükümlerin galibiyet ve mağlûbiyetlerinin


vukûu kaçınılmazdır. Bunu gerekli kılan ictimâî heyetlerin ve
140
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻭﻳﺘﻌﲔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻭﺍﺧﺘﻼﻑ ﺣﻘﺎﻳﻖ ﺍﻟﻘﻮﺍﺑﻞ ﻭﻟﻮﺍﺯﻣﻬﺎ ﻭﺍﺳﺘﻌﺪﺍﺩﻫﺎ‪ ،‬ﻣﺮﺍﺗﺒﻬﺎ‪.‬‬
‫ﺑﺘﻠﻚ ﺍﻟﻐﻠﺒﺔ ﻭﺍﳌﻐﻠﻮﺑﻴﺔ ﺩﺭﺟﺎﺕ ﺍﻻﻧﺤﺮﺍﻑ‪ ،‬ﻭﺍﻋﺘﺪﺍﻝ ﰱ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺍﺕ‬
‫ﺃﻥ ﺑﻌﺾ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺍﺕ‬ ‫ﳏﺎﻝ ﺗﻠﻚ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﻭﳎﺘﻤﻌﻬﺎ ﺑﻤﻌﻨﻰ ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻰ ﹼ‬
‫ﻳﻜﻮﻥ ﺍﺟﺘﲈﻉ ﺗﻠﻚ ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻮﺟﻮﺑﻴﺔ ﻭﺍﻹﻣﻜﺎﻧﻴﺔ‪ ،‬ﻓﻴﻪ ﻭﺍﻗﻌﺔ ﻋﲆ ﻭﺟﻪ‬
‫ﻗﺮﻳﺐ ﻣﻦ ﺍﻟﺘﺴﺎﻭﻱ‪ ،‬ﺃﻭ ﻳﻜﻮﻥ ﺍﻟﻐﻠﺒﺔ ﻷﺣﻜﺎﻡ ﺃﺣﺪ ﺍﻟﻄﺮﻓﲔ ﺍﻟﻮﺟﻮﺏ‬
‫ﻭﺍﳋﺴﺔ ﺑﲔ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺍﺕ ﻳﻜﻮﻥ ﺑﺤﺴﺐ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺃﻭ ﺍﻹﻣﻜﺎﻥ‪ .‬ﻭﺗﻔﺎﻭﺕ ﺍﻟﴩﻑ‬
‫ﺇﺣﺪ￯ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﻣﻮﺭ‪ .‬ﻓﻐﻠﺒﺔ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻮﺟﻮﺏ ﻋﲆ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻹﻣﻜﺎﻥ‬
‫ﺑﺎﳋﺴﺔ‪ .‬ﻭﺍﺟﺘﲈﻉ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺗﻘﺘﴤ]ﺵ‪ :‬ﺗﻘﴤ[ ﳌﺰﻳﺪ ﺍﻟﴩﻑ‪ .‬ﻭﻋﻜﺲ ﺫﻟﻚ ﻳﺸﻬﺪ‬
‫ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻄﺮﻓﲔ ﻋﲆ ﻭﺟﻪ ﻗﺮﻳﺐ ﻣﻦ ﺍﻟﺘﺴﺎﻭ￯ ﰱ ﺩﺭﺟﺔ ﻣﻦ ﺩﺭﺟﺎﺕ‬
‫]ﻉ‪:‬‬ ‫ﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻝ ﺍﳉﻤﻌﻰ ﺍﳌﺮﺗﺒﻰ ﳐﺼﻮﺹ ﺑﺎﻟﻨﻮﻉ ﺍﻹﻧﺴﺎﻧﻰ‪ .‬ﹼ‬
‫ﻓﺈﻥ ﺍﻟﻐﺮﺽ‬
‫ﺍﻟﻌﺮﺽ[ ﺍﻹﻧﺴﺎﻧﻰ ﻳﺸﺘﻤﻞ ﻋﲆ ﺩﺭﺟﺎﺕ ﺷﺘﻰ ﺗﺘﻔﺎﻭﺕ ﺑﺤﺴﺐ ﻣﺰﻳﺪ‬
‫ﺍﳉﻤﻌﻴﹼﺔ‪ ،‬ﻭﺑﺤﺴﺐ ﻣﺰﻳﺪ ﺍﻟﻘﺮﺏ‪ ،‬ﻣﻦ ﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻝ ﺍﳊﻘﻴﻘﻰ ﺍﻹﳍﻰ‬
‫‪49-a‬‬ ‫ﻛﻠﻴﺎﺕ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻮﺟﻮﺏ‪،‬‬ ‫ﺍﳌﺨﺘﺺ ‪ /‬ﺑﱪﺯﺥ ﺍﻟﱪﺍﺯﺥ ﺍﳉﺎﻣﻊ‪ ،‬ﺑﲔ ﲨﻴﻊ ﹼ‬
‫ﻭﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻹﻣﻜﺎﻥ‪.‬‬
‫ﻓﺈﻥ ﺍﻟﻜﺎﻣﻞ ﻣﻦ ﺍﻟﻨﻮﻉ ﺍﻹﻧﺴﺎﲏ‪ ،‬ﻫﻮ ﺍﳌﺴﺘﻮﻋﺐ ﻟﻸﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﺘﻰ‬
‫ﺃﺣﺎﻁ ﲠﺎ ﺍﻟﱪﺯﺥ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ‪ .‬ﻭﺍﻟﻈﺎﻫﺮ ﲠﺎ ﰱ ﺩﺭﺟﺔ ﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻝ ﺍﳉﺎﻣﻊ ﺑﲔ‬
‫ﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻝ ﺍﳌﻌﻨﻮ￯ ﺍﳌﺘﻌ ﱢﻘﻞ ﺍﻟﻮﻗﻮﻉ ﰱ ﺍﺟﺘﲈﻋﻴﺎﺕ ﺍﳌﻌﺎﻧﻰ‪ .‬ﻭﺍﻷﺣﻜﺎﻡ‬
‫ﺍﻟﺘﻰ ﺛﻤﺮﲥﺎ ﻭﺟﻮﺩ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﺍﻟﻌﺎﻟﻴﺔ ﻭﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻝ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻰ ﺍﳌﺘﻌ ﱢﻘﻞ‬
‫]ﺵ‪ - :‬ﻭﻣﻮﺟﺒﺎﲥﺎ ﻭﺟﻮﺩﺍﻻﺭﻭﺍﺡ ﺍﻟﻌﺎﻟﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻻﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻰ ﺍﳌﺘﻌﻘﻞ‬
‫ﺗﻮﺟﻬﺎﺕ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ‬‫ﰱ ﱡ‬
‫ﺑﺘﻮﺟﻬﺎﺕ ﺍﻻﺭﻭﺍﺡ[ ﻭﻣﻮﺟﺒﺎﲥﺎ ﺍﻟﺴﺎﺑﻘﺔ ﺍﻟﺬﻛﺮ ﻭﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻝ ﺍﳌﺜﺎﱃ ﺍﳌﺘﻌ ﱢﻘﻞ‬
‫ﻳﺮﻗﻰ ﺇﻟﻴﻪ‪ ،‬ﻣﻦ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺑﻌﺪ ﲡﺎﻭﺯ ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ‬ ‫ﺍﻟﻮﻗﻮﻉ ﻣﻦ ﺍﺟﺘﲈﻉ ﻣﺎ ﱢ‬
‫ﻳﺘﻌﲔ ﻟﻪ ﺻﻮﺭﺓ ﰱ ﻓﻠﻚ ﻣﻦ ﺍﻷﻓﻼﻙ‪ .‬ﹼ‬
‫ﻓﺈﻥ‬ ‫ﻭﺍﻟﻜﺮﺳﻰ ﻭﺍﻟﻌﺮﺵ‪ ،‬ﺃﻭ ﻣﺎ ﹼ‬
‫‪١٤١‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

kabiliyetlerin gerçekleriyle gereklerinin istîdâd ve mertebelerinin fark-

lılığıdır. Gâlibiyet ve mağlûbiyet durumuna göre varlıklarda denge ve

sapma dereceleri meydana gelir. Bazı varlıklarda vücûb ve imkân hü-

kümlerinin ictimâı, îtidâle yakın bir derecede gerçekleşirken bazılarında

galebe, vücûb ya da imkân tarafında olabilir. Varlıklar arasında şeref ve

hısset/düşüklük bu özelliklerden biriyle olur. Vücûb ahkâmının imkân

üzerine galebesi şerefin artmasını gerekli kılar. Aksi ise hısseti/düşük-

lüğü arttırır. İki taraf ahkâmının birbirine yakın bir şekilde eşitlenmesi,

îtidâl-i cem’iyy-i mürettebîdir ve insan nev’ine mahsustur. Çünkü insa-

nın maksadı cem‘iyyetin artması oranında farklı ve değişik dereceleri,

bütün berzahları vücûb ve imkân ahkâmını cem’ eden berzaha mahsus

ilâhî hakîkî îtidâle yatkınlığının artmasına göre farklı mertebeleri kuşa-

tır.

İnsan nev’inin kâmil olanı, söz konusu berzahın kuşattığı bütün

ahkâmı kuşatır ve yüce ruhların varlık meyvesi, ahkâm ve mânâların

ictimâında taakkul eden mânevî îtidâl mertebesinde onlarla zuhûr eder.

Rûhânî îtidâl ruhların yönelişine ve âlî ruhların varlığının gereklerine

taakkul eder. Rûhânî îtidâl ruhların yönelişleriyle taakkul eden ve on-

ların zikri geçen gerekleriyledir. Misâlî îtidâl, kendisine terakkî edilen

ictimâdan meydana gelir. Ona bu âlemden gökleri, kürsîyi, arşı aştıktan

sonra ya da herhangi bir felekte taayyün eden bir sûreti geçtikten sonra
141
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻛﻞ ﹴ‬
‫ﺳﲈﺀ ﻣﺮﺁﺓ‬ ‫ﺃﻥ ﹼ‬‫ﻣﻌﻴﻨﺔ‪ .‬ﺑﻤﻌﻨﻰ ﹼ‬
‫ﺣﺼﺔ ﹼ‬
‫ﺳﲈﺀ ﹼ‬ ‫ﻛﻞ ﹴ‬ ‫ﻟﻌﺎﱂ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺍﻟﻌﺎﱂ[ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﰱ ﹼ‬
‫]ﻕ‪ + :‬ﻭ[‬
‫ﻳﺘﻌﲔ ﻓﻴﻪ ﻣﻦ ﺻﻮﺭ ﺍﻷﻓﻌﺎﻝ‪ ،‬ﻭﺍﻷﺣﻮﺍﻝ‬ ‫ﻟﻘﺴﻂ ﻣﺎ‪ ،‬ﻣﻦ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﹼ‬
‫ﻳﺴﺘﻘﺮ ﻣﻨﻬﺎ ﻫﻨﺎﻙ‪.‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﻣﺎ‬
‫ﻭﻗﻮﺓ ﻣﻦ ﺻﺪﺭ ﻣﻨﻪ‪ ،‬ﺃﻥ‬ ‫ﻗﻮﺗﻪ ﹼ‬ ‫ﺇﺫ ﻟﻴﺲ ﻛﻞﹼ ﻣﺎ ﻳﺮﻗﹼﻰ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﰱ ﹼ‬
‫ﻳﺘﺠﺎﻭﺯ ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺟﺴﺎﻡ ﺍﻟﻔﻠﻜﻴﺔ ﺇﱃ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﺍﳌﻄﻠﻖ‪ .‬ﻭﻫﻜﺬﺍ ﻫﻮ ﺍﻷﻣﺮ‬
‫ﻓﻴﲈ ﻳﻨﺰﻝ ﻭﻳﺘﺪﱃﹼ ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺣﴬﺓ ﺍﳊﻖ ﻭﻋﺎﱂ ﺍﳌﻌﺎﻧﻰ ﻭﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﻋﻠﻴﻪ‪.‬‬
‫ﻓﻴﻨﺰﻝ]ﻉ‪ + :‬ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬ﺵ‪،‬ﻕ‪ :‬ﻓﺘﻨﺰﻝ ﻋﻠﻴﻪ[ ﰱ ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ ﻭﺍﻷﺭﺽ ﺑﺤﺴﺐ ﺣﺼﺺ‬
‫ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﺍﳌﺘﻌ ﱢﻴﻨﺔ‪ ،‬ﰱ ﻛﻞ ﻣﻨﻬﲈ]ﻕ‪ :‬ﻣﻨﻬﺎ[ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪ .‬ﻭﻳﲆ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﻧﺎ ﺍﻋﺘﺪﺍﻝ‬
‫ﺍﳊﺴﻰ‪ .‬ﻭﻫﻮ ﻣﻨﻘﺴﻢ ﺇﱃ ﻗﺴﻤﲔ‪:‬‬ ‫ﹼ‬
‫ﻗﺴﻢ ﻣﺘﻌ ﹼﻘﻞ ﺍﳊﺼﻮﻝ ﰱ ﺍﺗﺼﺎﻻﺕ ﺍﻟﻜﻮﻛﺒﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺘﺸﻜﻼﺕ‬
‫ﻋﲈﺭﻫﺎ ﻣﻦ ﺍﳌﻼﺋﻜﺔ‬ ‫ﺍﻟﻔﻠﻜﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻻﻣﺘﺰﺍﺟﺎﺕ ﺍﻟﻮﺍﻗﻌﺔ ﺑﲔ ﻗﻮﺍﻫﺎ ﻭﻗﻮ￯ ﱠ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻛﻞ ﺃﻣﺮ ﻣﻮ ﹼﺩﻉ ﰱ ﻛﻞ ﺳﲈﺀ ﻛﲈ ﺃﺧﱪ ﺍﳊﻖﹼ ﻋﻦ ﺫﻟﻚ ﺑﻘﻮﻟﻪ‪:‬‬ ‫ﺑﺤﺴﺐ ﹼ‬
‫ﹶﻭ ﹶﺃ ﹾﻭ ﹶﺣﻰ ﹺﰱ ﹸﻛ ﱢﻞ ﹶﺳ ﹶﲈﺀ ﹶﺃ ﹾﻣ ﹶﺮ ﹶﻫﺎ‪.8‬‬
‫ﻭﺍﻟﻘﺴﻢ ﺍﻵﺧﺮ ﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻝ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻰ ﺍﻟﻮﺍﻗﻊ ﺑﲔ ﺍﻟﻌﻨﺎﴏ ﺑﻤﻮﺟﺐ‬
‫‪49-b‬‬ ‫ﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻻﺕ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ ﻣﻦ ﻗﺒﻞ ﻭﻣﺎ ﻇﻬﺮ ﻋﻨﻬﺎ ﻣﻦ ﺍﳌﻮ ﹼﻟﺪﺍﺕ ﺍﳌﺮﺗﻘﻴﺔ‪/‬‬
‫ﰱ ﺩﺭﺟﺎﺕ ﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻝ]ﻕ‪ :‬ﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻻﺕ[ ﺇﱃ ﺍﳌﺰﺍﺝ ﺍﻹﻧﺴﺎﲏ‪ ،‬ﻣﻈﻬﺮ ﲨﻴﻊ‬
‫ﺍﳌﺨﺘﺺ‪،‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻻﺕ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ‪ ،‬ﻭﻣﺘﺠﺎﻭﺯﻫﺎ ﺻﻌﺪ ﹰﺍ ﺍﱃ ﺍﻋﺘﺪﺍﻝ‬
‫ﺍﳌﻨﺒﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺁﻧﻔﺎ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬ ‫ﺑﱪﺯﺥ ﺍﻟﱪﺍﺯﺥ ﹼ‬
‫ﻓﺎﻷﺭﻭﺍﺡ ﺍﻟﻌﺎﻟﻴﺔ ﺍﳋﺎﻟﻴﺔ ﻋﻦ ﺃﻛﺜﺮ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻜﺜﺮﺓ ﻭﺍﻹﻣﻜﺎﻥ ﻟﻘﺮﺏ‬
‫ﻧﺴﺒﺘﻬﺎ ﻣﻦ ﺍﳊﴬﺓ ﺍﻟﻮﺣﺪﺍﻧﻴﺔ ﺍﻹﳍﻴﺔ‪ ،‬ﻫﻰ ﺃﴍﻑ ﻭﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﺍﳊﻘﻴﻘﻰ‬
‫]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﺍﻝ[‬
‫ﻭﺃﻛﻤ ﹸﻞ ﻭﺃ ﹾﻣ ﹶﻜ ﹸﻦ ﰱ ﻧﻘﻄﺔ ﻭﺳﻂ ﺩﺍﻳﺮﺓ‬
‫ﹶ‬ ‫ﺍﻟﻜﺎﻣﻞ ﺑﺎﻟﻔﻌﻞ ﹶﺃ ﹾ ﹶ‬
‫ﲨ ﹸﻊ‬
‫ﻭﺍﳌﺮﺗﺒﻴﺔ ﻭﺃﻋﺪﻝ‪.‬‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻳﺔ‬
‫‪١٤٢‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

terakkî edilir. Çünkü misâl âleminin her semâda muayyen bir hissesi
vardır. Bir başka mânâca her semâ bir ölçüde misâl âleminin aynasıdır.
Orada müstekar olan fiil ve hâllerin sûretleri o aynada taayyün eder.

Zîrâ bu âlemden yükselen her varlık veya kendisinden sudûr eden


her şey, felekî cisimler âlemini aşıp mutlak misâl âlemine yükselecek
güce sâhip değildir. Hak hazretinin ahkâmından mânâlar ve ruhlar
âleminden inmek ve salınmak isteyen için de durum aynıdır. Her varlık
misâl âleminden kendilerine taayyün eden hisselere göre yere iner ve
göklere yükselir anla! Anlattıklarımızı hissî îtidâl takip edecektir. O da
ikiye ayrılır:

Birinci kısım kevkebî ittisâller, felekî teşekküller ile bir takım


karışımlardan oluşur ki bu karışımlar feleklerin kuvvetleriyle melekle-
rin o felekleri îmâr edenlerinin kuvvetleri arasında her bir semâya tevdî
edilen her bir emr/iş ölçüsünde oluşur. Nitekim Hak Teâlâ şöyle haber
verir: “Her semâya emrini vahyetmiştir.”8

İkinci kısım ise tabiî îtidâldir ki daha önce zikri geçen îtidâller
gereği, onların yükselen müvellidâtından vâkı, îtidâl derecesinde zâhir
olan mizâc-ı insânîye şeklindeki îtidâldir. Bu mizâc-ı insânî zikri geçen
îtidâllerin hepsinin mazharı, kendine mahsûs îtidâle doğru yükselerek,
az önce dikkat çekilen berzahlar berzahına doğru ulaşır; anla!

İlâhî birlik hazretine nisbetin yakınlığı sebebiyle kesret ve imkân


ahkâmından hâlî olan âlî ruhlar, en şerefli varlıklardır. Bilfiil kâmil olan
insân-ı hakîkî daha cem’ edici, daha kâmil, varlık ve mertebe dâiresinin
orta noktasında en iyi yerleşmiş bir hâldedir.
142
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﳏﻞ ﻭﻣﻈﻬﺮ ﻟﴬﺏ‬ ‫ﻭﻛﻞ ﻓﻠﻚ ﻣﻦ ﺍﻷﻓﻼﻙ‪ ،‬ﻭﻋﺎﱂ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﻮﺍﱂ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﹼ‬


‫]ﻉ‪:‬‬
‫ﺗﺘﻌﲔ‬
‫ﻭﻛﻞ ﴐﺏ ﻣﺸﺘﻤﻞ ﻋﲆ ﺩﺭﺟﺎﺕ ﹼ‬ ‫ﹼﻣﺎ ﻣﻦ ﴐﻭﺏ ﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻝ‪ .‬ﹼ‬
‫ﻣﻌﲔ[ ﺑﺎﳍﻴﺌﺎﺕ ﺍﻻﺟﺘﲈﻋﻴﺔ ﺍﳌﺤﺼﻠﹼﺔ‪ ،‬ﻣﻦ ﺛﻤﺮﺍﺕ ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﻭﺍﻟﻘﻮﻱ‪،‬‬
‫ﻭﺍﻷﻓﻌﺎﻝ ﻭﺍﻟﺘﻮﺟﻬﺎﺕ ﻭﺍﻻﻣﺘﺰﺍﺟﺎﺕ ﺍﳌﺠﺘﻤﻌﺔ ﻫﻨﺎﻙ‪ .‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻛﲈ ﺃﻥ‬
‫ﻭﺍﳋﻮﺍﺹ ﺍﳌﻮﺩﻋﺔ ﰱ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺴﻔﲆ ﻣﺮﺁﺓ]ﻕ‪ :‬ﻣﺮﺃﺕ[ ﻟﻶﺛﺎﺭ ﻭﺍﻟﻘﻮ￯‬
‫ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻌﻠﻮﻱ ﻋﲆ ﺍﺧﺘﻼﻑ ﻃﺒﻘﺎﺗﻪ‪ ،‬ﻣﺮﺁﺓ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺍﻟﻌﻠﻮ￯‪ .‬ﻓﻜﺬﻟﻚ ﺍﻟﻌﺎﱂ‬
‫ﺗﻨﺰﻟﺖ ﻣﻨﻪ‪،‬‬
‫ﻛﻞ ﻃﺒﻘﺔ ﻣﻨﻪ ﻧﺘﺎﻳﺞ ﺍﻟﻘﻮ￯ ﻭﺍﻵﺛﺎﺭ ﺍﻟﺘﻰ ﹼ‬ ‫ﺗﺘﻌﲔ]ﻉ‪ :‬ﻳﺘﻌﲔ[ ﻣﻦ ﹼ‬
‫ﹼ‬
‫ﻭﺍﻧﻌﺠﻨﺖ ﰱ ﻧﺸﺄﺕ ﺃﻫﻞ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻌﺎﱂ‪ ،‬ﺛﻢ ﺍﻧﻔﺼﻠﺖ ﻭﻋﺎﺩﺕ ﺇﱃ ﻣﺎ ﻣﻨﻪ‬
‫ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﻭﺍﻷﻓﻌﺎﻝ‬ ‫ﻭﺳﻴﲈ ﻧﺘﺎﻳﺞ ﱢ‬
‫ﺍﻧﺒﺜﱠﺖ ﺑﺼﻮﺭﺓ ﻏﲑ ﺻﻮﺭﲥﺎ ﺍﻷﻭﱄ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻭﺍﻟﺘﻮﺟﻬﺎﺕ ﺍﻟﺼﺎﺩﺭﺓ ﻣﻦ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﻧﺴﺨﺔ ﻣﻦ ﺍﳉﻤﻴﻊ‪ ،‬ﻭﻣﺮﺁﺓ‬
‫ﻭﺗﻮﺟﻪ]ﺵ‪ :‬ﺑﺮﺟﻪ[ ﻛﻞ ﻣﻠﻚ‪.‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﻳﻨﻄﺒﻊ ﻓﻴﻬﺎ ﻗﻮ￯ ﻛﻞ ﻋﺎﱂﹴ‪ ،‬ﻭﺁﺛﺎﺭ ﻛﻞ ﻓﻠﻚ‬
‫ﻭﻳﺘﻔﺎﻭﺕ ﻧﺴﺒﺘﻪ ﺇﱃ ﻛﻞ ﻓﻠﻚ ﻭﻋﺎﱂ ﺑﺤﺴﺐ ﻏﻠﺒﺔ ﻣﺎ ﺍﻧﻌﺠﻦ ﻣﻦ‬
‫ﻭﺍﳋﻮﺍﺹ‪ ،‬ﻓﻴﻪ ﻣﻦ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻔﻠﻚ ﰱ ﹼﺃﻭﻝ ﺗﻜﻮﻳﻨﻪ‪ ،‬ﻭﰱ ﺃﺛﻨﺎﺀ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻘﻮ￯‬
‫ﺗﻮﺟﻬﻪ‪ ،‬ﻭﺗﺮﻗﻴﺎﺗﻪ ﺑﻌﻠﻤﻪ ﻭﻋﻤﻠﻪ]ﻕ‪ :‬ﻋﻠﻤﻪ[ ﻭﺃﺧﻼﻗﻪ‪ ،‬ﻭﺍﺳﺘﻌﺪﺍﺩﺍﺗﻪ‬ ‫ﹼ‬
‫‪50-a‬‬ ‫ﺣﻈﻪ ﻣﻦ ﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻝ‬ ‫ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻳﺔ ﺍﳌﺴﺘﻔﺎﺩﺓ ﺑﻮﺍﺳﻄﺔ ﻧﺸﺄﺗﻪ‪/ ،‬ﻭﺑﺤﺴﺐ ﱢ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ‬ ‫ﺍﳋﺼﻴﺺ ﹸ‬
‫ﺑﺎﻟﻜ ﱠﻤﻞ‪ .‬ﻭﺇﱃ ﻫﺬﺍ ﺃﺷﺎﺭ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫ﹺ‬
‫ﺳﲈﺀ ﺍﻟﺪﱡ ﻧﻴﺎ ﻫﻮ‬ ‫ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺳﻠﻢ[ ﺑﻘﻮﻟﻪ ﰱ ﺣﺪﻳﺚ ﺍﻹﴎﺍﺀ‪ :‬ﱠﺃﻧﻪ ﺭﺃ￯ ﺁﺩﻡ ﰱ‬
‫ﻮﺳﻒ ﰱ ﺍﻟﺜﱠﺎﻟﺜﺔ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﹸ‬
‫ﻓﻠﻚ‬ ‫ﻓﻠﻚ ﺍﻟﻘﻤﺮ‪ ،‬ﻭﻋﻴﺴﻰ ﰱ ﺍﻟﺜﱠﺎﻧﻴﺔ‪ ،‬ﻭ ﹸﻳ ﹶ‬ ‫ﹸ‬
‫ﺍﳋﺎﻣﺴﺔ‪ ،‬ﻭﻣﻮﺳﻰ ﰱ‬‫ﹺ‬ ‫ﹶ‬
‫ﻭﻫﺎﺭﻭﻥ ﰱ‬ ‫ﺍﻟﺸﻤﺲ‪،‬‬ ‫ﻭﺇﺩﺭﻳﺲ ﰱ ﹺ‬
‫ﻓﻠﻚ ﱠ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﺍﻟﺰﻫﺮﺓ‪،‬‬ ‫ﱡ‬
‫ﺍﻟﺴﺎﺑﻌﺔ‪.9‬‬
‫ﻭﺇﺑﺮﺍﻫﻴﻢ ﰱ ﱠ‬
‫ﹶ‬ ‫ﺍﻟﺴ ﹺ‬
‫ﺎﺩﺳﺔ‪،‬‬ ‫ﱠ‬
‫ﻓﻬﻮ ﺇﺧﺒﺎﺭ ﻋﻦ ﺻﻮﺭ ﻣﻨﺎﺳﺒﺎﲥﻢ ﺑﺬﻟﻚ ﺍﻟﻔﻠﻚ‪ ،‬ﻭﺗﻌﺮﻳﻒ ﻣﺮﺍﺗﺐ‬
‫ﻣﻈﺎﻫﺮﻫﻢ ﺍﻟ ﹼﻨﺎﲡﺔ ﻣﻦ ﺃﻋﲈﳍﻢ ﻭﺃﺧﻼﻗﻬﻢ ﻭﺻﻔﺎﲥﻢ ﺍﳌﻜﺘﺴﺒﺔ ﹼﳑﺎ ﺍﻧﻌﺠﻦ‬
‫‪١٤٣‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

Feleklerden her bir felek, âlemlerden her bir âlem, îtidâl türlerin-
den herhangi birinin mahalli ve mazharıdır. Her nev’i, bir takım dere-
celer kapsar. Bu dereceler arada sıfat, kuvvet, fiil, teveccüh cem’ olmuş
karışımların meyvelerinden oluşan ictimâî hey’etlerden taayyün eder.
Nitekim bu süflî âlem ulvî âleme tevdî edilen eserlerin, kuvvetlerin ve
özelliklerin aynasıdır. Ulvî âlemin farklı tabakalara ayna oluşu da böy-
ledir. Bu âlemin farklı tabakalarının her birisinde bazı kuvvet ve tesir-
lerin sonuçları taayyün eder. Bu kuvvet ve tesirler o âlemden inmiş ve
o âlem ehlinin yaratılışıyla yoğrulmuştur. Sonra ayrılmış ve ortaya çık-
tıkları ilki durumda farklı bir sûrette dönerler. Özellikle insandan sâdır
olan teveccüh, fiil ve sıfatların sonuçları böyledir. İnsan hepsinin nüs-
hası, bütün âlemdeki güçlerin, bütün feleklerin eserlerinin, her meleğin
teveccühünün kendisine yansıdığı bir aynadır.

İnsanın her felek ve âleme nisbeti, ilk yaratılışında o felekten al-


dığı özellik ve kuvvetlerden yoğrulduğu şeyin galebesine/baskınlığına;
ilmi, ameli, ahlâkı ve yaratılışı vâsıtasıyla müstefâd olan vücûdî isti’dâdı
ve teveccühü sırasındaki terakkîleri ile kâmillere hâs îtidâlden nasîbine
göredir. Hz. Peygamber (s.a.) isrâ hadîsindeki şu sözüyle bu konuya
işâret etmiştir: Nitekim Hz. Peygamber kamer feleği sayılan dünyâ
semâsında Hz. Âdem’i, ikinci semâda Hz. Îsâ’yı, Zühre feleği sayılan
üçüncü semâda Hz. Yûsuf ’u, şems feleği sayılan dördüncü semâda Hz.
İdrîs’i, beşincide Hz. Hârun’u altıncıda Hz. Mûsâ’yı, yedincide Hz.
İbrâhîm (a.s)’ı gördü.9

Bu hadîs, adı geçen peygamberlerin bu feleklerle münâsebetlerinin


sûretini haber vermekte; amel ve ahlâklarından doğan mazharlarının
143
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻭﺗﻮﺟﻬﺎﺕ ﺍﻷﻣﻼﻙ‪ ،‬ﻭﺣﺼﻠﺖ ﺍﻟﻐﻠﺒﺔ ﻟﺒﻌﺾ‬ ‫ﱡ‬ ‫ﻓﻴﻬﻢ ﻣﻦ ﻗﻮ￯ ﺍﻷﻓﻼﻙ‬


‫ﻛﻞ ﻣﻨﻬﻢ ﺣﺎﻝ ﺍﺟﺘﲈﻋﻬﺎ ﻓﻴﻪ‪،‬‬ ‫ﺗﻠﻚ ﺍﻟﻘﻮ￯ ﺍﻵﺛﺎﺭ ﻋﲆ ﺍﻟﺒﻌﺾ ﰱ ﹼ‬
‫ﻣﺘﺤﻴﺰﺓ‪ ،‬ﻓﻜﻴﻒ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺃﻥ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﻏﲑ‬ ‫ﺍﻟﺒﲔ‪ :‬ﹼ‬‫ﻻ ﻓﻤﻦ ﹼ‬ ‫ﻭﺣﻴﺎﺯﺓ ﻧﺸﺄﺗﻪ ﳍﺎ‪ ،‬ﻭﺇ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ‪.‬‬ ‫ﰱ ﱠ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﺏ[‬
‫ﻳﻮﺻﻒ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺗﻮﺻﻒ[ ﹸﺳ ﹾﻜﻨﹶﺎﻫﺎ‬
‫ﻓﺎﻟﴪ ﰱ ﻛﻞ ﺍﺟﺘﲈﻉ ﻭﺍﻗﻊ ﺑﲔ ﺷﻴﺌﲔ ﺃﻭ ﺃﺷﻴﺎﺀ ﻫﻮ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ‪.‬‬ ‫ﹼ‬
‫]ﻕ‪:‬‬
‫ﻛ ﹼﻠ ﹼﻴﺔ‪ .‬ﻓﺎﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﺗﺜﺒﺖ‬ ‫ﺣﺎﴐﺓ[‬ ‫]ﺵ‪:‬‬
‫ﻭﻟﻠﻤﻨﺎﺳﺒﺔ ﲬﺴﺔ ﺃﺻﻮﻝ ﺣﺎﴏﺓ‬
‫ﹴ‬
‫ﺻﻔﺎﺕ ﺃﻭ‬ ‫ﹴ‬
‫ﺻﻔﺔ ﹼﻣﺎ‪ ،‬ﺃﻭ‬ ‫ﺣﻴﺜﻴﺔ ﺍﻻﺷﱰﺍﻙ ﰱ‬ ‫ﺑﲔ ﺍﻷﺷﻴﺎﺀ‪ ،‬ﺇ ﹼﻣﺎ ﻣﻦ ﹼ‬
‫ﺛﺒﺘﺖ[‬

‫ﺣﺎﻟﺔ ﹼﻣﺎ‪ ،‬ﺃﻭ ﺃﺣﻮﺍﻝ ﺃﻭ ﺍﻷﻓﻌﺎﻝ]ﻉ‪ - :‬ﺍﻝ[‪ ،‬ﺃﻭ ﺍﻻﺷﱰﺍﻙ ﰱ ﺍﳌﺮﺍﺗﺐ‪،‬‬ ‫ﹴ‬ ‫ﰱ‬
‫ﺃﻭ ﻳﻜﻮﻥ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﻟﺬﺍﺕ‪ ،‬ﻭﺍﻧﺤﴫ ﺍﻷﻣﺮ‪ .‬ﻓﻜﻞ ﻣﻨﺎﺳﺒﺔ‬
‫ﻓﺈﳖﺎ ﻻ ﲣﺮﺝ ﻋﻦ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﺻﻮﻝ‬ ‫ﺗﺘﻌ ﱠﻘﻞ]ﺵ‪ :‬ﻳﺘﻌﻘﻞ[ ﺑﲔ ﺷﻴﺌﲔ ﺃﻭ ﺃﺷﻴﺎﺀ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺍﳋﻤﺴﺔ ﻭﻣﺎ ﻋﺪﺍﻫﺎ ﻣﻦ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺎﺕ ﺍﳌﺘﻌ ﱢﻠﻘﺔ ﺑﲔ ﺍﳋﻠﻖ ﻓﻤﺘﻔﺮﻋﺔ ﻋﻦ ﻫﺬﻩ‬
‫ﻛﻞ ﺃﻣﺮ ﺟﺎﻣﻊ ﺑﲔ ﺷﻴﺌﲔ‬ ‫ﺍﻷﺻﻮﻝ‪ ،‬ﻭﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﰱ ﻧﻔﺲ ﺍﻷﻣﺮ ﻋﺒﺎﺭﺓ ﻋﻦ ﹼ‬
‫ﺃﻭ ﺃﺷﻴﺎﺀ]ﻕ‪ + :‬ﺍﻝ[‪ ،‬ﻳﺘﲈﺛﻞ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺗﺘﲈﺛﻞ[ ﰱ ﺍﻻ ﱢﺗﺼﺎﻑ ﺑﺄﺣﻜﺎﻣﻪ‪ ،‬ﻭﻗﺒﻮﻝ ﺁﺛﺎﺭﻩ‪،‬‬
‫ﺍﳌﺘﻌﻴﻨﺔ ﰱ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻻﻧﻔﻌﺎﻝ]ﻕ‪ :‬ﺍﻻﻧﻔﺎﻉ[‪،‬‬‫ﹼ‬ ‫ﺇﻥ ﻛﺎﻥ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﴚﺀ ﻣﻦ ﺍﻷﻣﻮﺭ‬
‫‪50-b‬‬
‫ﺍﻟﻔﺎﻋﻠﻴﺔ‪.‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﻭﺇﻻ ﻓﻴﻜﻮﻥ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﻧﺎ ﻭﺍﻗﻌ ﹰﺎ ‪/‬ﰱ ﻣﺮﺗﺒﺔ‬
‫ﻭﻋﲆ ﻛﻼ ﺍﻟﺘﻘﺪﻳﺮﻳﻦ ﻓﺎﳌﲈﺛﻠﺔ ﺗﺜﺒﺖ‪ ،‬ﻭﺍﻻﺷﱰﺍﻙ ﻳﻘﻊ ﻋﲆ ﻭﺟﻪ‬
‫ﻳﺮﻓﻊ ﺣﻜﻢ ﺍﻟ ﹼﺘﻌﺪﺩ ﺑﲔ ﺍﻟﺸﻴﺌﲔ ﺃﻭ ﺍﻷﺷﻴﺎﺀ‪ .‬ﻭﺍﻻﻣﺘﻴﺎﺯ ﻻ ﻣﻄﻠﻘ ﹰﺎ‪ ،‬ﺑﻞ ﻣﻦ‬
‫ﻛﻞ ﻣﻨﻬﺎ ﺫﻟﻚ ﺍﻷﻣﺮ ﺍﳉﺎﻣﻊ ﺍﻟﻘﺎﴇ ﺑﺎﻻﺷﱰﺍﻙ‬ ‫ﺣﻴﺚ ﻣﺎ ﻳﻀﺎﻫﻰ ﺑﻪ ﹼ‬
‫ﺣﻘﻴﻘﻴﺔ ﻻ ﻳﺒﻘﻰ ﻛﲈ ﻗﻠﻨﺎ ﺗﻐﺎﻳﺮ ﹰﺍ‪ .‬ﻭ]ﻕ‪ :‬ﺍﻭ[ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻣﺎ ﰱ ﻛﻞ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻣﻀﺎﻫﺎﺓ‬
‫ﳾﺀ ﻣﻦ ﺍﳌﻌﻨﻰ ﺍﻟﺬ￯ ﻣﻦ ﺟﻬﺘﻪ ﻳﲈﺛﻞ]ﻉ‪ :‬ﲤﺎﺛﻞ[ ﺑﻌﻀﻬﺎ ﺑﻌﻀ ﹰﺎ ﻛﺎﳊﻴﺜﻴﺎﺕ‬
‫ﺍﻟﺘﻰ ﺗﻘﺪﻡ ﺫﻛﺮﻫﺎ‪ ،‬ﻭﺍﺷﱰﺍﻛﻬﲈ]ﻕ‪ :‬ﻭﺃﺷﱰﺍﻛﻬﺎ‪ + ،‬ﺍﻳﻀﺎ[ ﻓﻴﲈ ﳍﺎ‪ ،‬ﻣﻦ ﺫﻟﻚ ﺍﻷﻣﺮ‬
‫ﺍﳉﺎﻣﻊ ﻭﻣﺎ ﻓﻴﻬﺎ ﻣﻨﻪ‪ ،‬ﻭﺍﻷﻣﺮ ﺍﳉﺎﻣﻊ ﺑﺎﻟﺬﺍﺕ‪ ،‬ﺃﻭ ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺬﺍﺕ ﻣﻌ ﹰﺎ‬
‫‪١٤٤‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

mertebelerini feleklerin kuvvetinden ve meleklerin teveccühünden yoğ-


rularak kazanılmış sıfatları tarif etmektedir. Bu kuvvet ve tesirlerin ba-
zısı bazısına her insanda hâl-i içtimâına ve yaratılış sırasında hâiz ol-
dukları özelliklere göre, galebe hâlindedir/baskındır. Ancak şu kadarı
bellidir: Ruhlar gayr-i mütehayyiz/mekânsızdır. Öyleyse nasıl olur da
göklerde mesken tutma özelliği ile tavsîf edilebilirler? Sen bunu bilesin.

İki ve daha çok şey arasında meydana gelen ictimâ/birleşmenin


sırrı, münâsebettir. Münâsebeti sınırlayan beş küllî esas vardır. Eşya
arasındaki münâsebet, ya bir ya birçok sıfatlarda ortaklık itibâriyle olur
veya bir ya da birçok hâllerdeki ve fiillerdeki ortaklık sebebiyle olur ya
da mertebelerdeki iştirak sebebiyle olur veyahut da zât itibâriyle olur.
Münâsebet bu şartlara münhasır olduğundan iki ya da daha çok şey ara-
sındaki münâsebet bu beş esâsın dışına çıkamaz. Bunun dışında halk
arasındaki münâsebetler, bu usûlün teferruatı kabîlindendir. Aslında
münâsebet iki ya da daha çok şeyi cem’ eden her işten ibârettir. Bu iş
infiâl mertebesinde taayyün eden işlerden biriyse o takdîrde ahkâmıyla
ittisâf ve eserlerini kabûlde birbiriyle misliyet/benzerlik arz eder. Değil-
se zikr edilen husûs fâillik mertebesinde vâkî olur.

Her iki takdîrde de mümâselet/benzerlik sâbittir. İştirâk iki veya


daha fazla şey arasında vâkî olan taaddüd hükmünü ortadan kaldırır.
Ancak bu hükmün ortadan kalkması mutlak değildir. Bilakis her bi-
rinin iştirâkini gerekli kılan her çeşit farklılığı ortadan kaldıran daha
önce söylediğimiz gerçek bir benzerlikle benzemeleri yönündendir. Her
şeyde bulunan mânâ ve o cihetten birbirine benzeyen şeyler itibâriyle
durum daha önce geçtiği gibi haysiyet ve kendilerini birleştiren ortak
özellikten paylarına düşenlere benzerler. Eşyâyı bizzat mertebe ya da
hem zât hem de mertebe bakımından cem’ eden durumun aralarında-
144
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺑﻴﻨﻬﲈ ﺣﻜﻤﺔ]ﺵ‪ :‬ﺣﻜﻤﻪ[ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﻣﻦ[‪ .‬ﺍﻟﻮﺟﻪ ﺍﻟﺬ￯ ﻳ ﹼﺘﺤﺪ ﺑﻪ ﺍﻷﺷﻴﺎﺀ‬
‫ﺍﻟﺘﻰ ﻫﻮ ﺟﺎﻣﻌﻬﺎ‪ .‬ﻓﻼ ﻳﻤﺘﺎﺯ ﻋﻨﻪ]ﻉ‪ :‬ﻋﻨﻬﺎ[ ﺣﻜﻤﻬﺎ ﻳﺜﺒﺖ ﻟﻪ]ﻉ‪ :‬ﳍﺎ[‪ .‬ﻭﻳﻨﺘﻔﻰ‬
‫ﻋﻨﻪ ﻣﺎ ﺛﺒﺖ]ﻕ‪ :‬ﻳﺜﺒﺖ[ ﳍﺎ‪ ،‬ﻭﻳﻨﺘﻔﻰ ﻋﻨﻬﺎ‪.‬‬
‫ﺇﻥ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﻣﺎ ﺑﻪ ﺍﻻﻣﺘﻴﺎﺯ ﻳﺘﺪﺍﺧﻞ]ﻕ‪ :‬ﺗﺘﺪﺍﺧﻞ[‪ ،‬ﻭﻳﺘﲈﺯﺝ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺗﺘﲈﺯﺝ[‬ ‫ﺛﻢ ﹼ‬
‫ﱠ‬
‫ﰱ ﺑﻌﺾ ﺍﳋﻠﻖ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ‬ ‫]ﻉ‪ :‬ﻓﺘﻘﻮﻱ[‬
‫ﺑﺄﺣﻜﺎﻡ ﻣﺎ ﺑﻪ ﺍﻻﲢﺎﺩ‪ ،‬ﻓﻴﻘﻮﻱ‬
‫ﺍﻟﺬﻭﺍﺕ ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﻭﺍﻷﺣﻮﺍﻝ ﻭﺍﻷﻓﻌﺎﻝ ﻭﺍﳌﺮﺍﺗﺐ ﺍﻷﻣﻮﺭ ﺍﳌﻘﺘﻀﻴﺔ‬
‫ﺍﻣﺘﻴﺎﺯ ﺑﻌﻀﻬﻢ ﻋﻦ ﺍﻟﺒﻌﺾ ﻋﲆ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﻣﺎ ﺑﻪ ﺍﻻﲢﺎﺩ ﻛﺎﻷﻣﺮ ﰱ ﺃﺣﻜﺎﻡ‬
‫]ﺵ‪،‬‬
‫ﺍﳌﻨﺒﻪ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﻣﻦ ﻗﺒﻞ‪ ،‬ﻭﺫﻟﻚ ﺇ ﹼﻣﺎ ﻣﻦ ﺭﺟﺤﺎﻥ‬ ‫ﺍﻟﻮﺟﻮﺏ ﻭﺍﻹﻣﻜﺎﻥ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻘﻮﺓ ﻭﺍﻷﺻﺎﻟﺔ ﻭﺍﻟﻜﺜﺮﺓ ﺍﻟﻌﺪ ﹼﺩﻳﺔ‬ ‫ﺃﺣﻜﺎﻡ ﻣﺎ ﺑﻪ ﺍﻻﻣﺘﻴﺎﺯ ﰱ ﹼ‬
‫ﻉ‪ + :‬ﻝ[‬

‫ﺍﳌﺴﺘﻠﺰﻣﺔ ﻟﻠﻐﻠﺒﺔ‪ .‬ﻓﻴﻈﻬﺮ ﺍﻟﺘﻀﺎﺩ ﻭﺍﳉﻬﻞ ﺑﺎﻟﴚﺀ ﻭﺍﻟﺒﻌﺪ ﻭﺍﻟﻔﺮﻗﺔ‪ .‬ﻭﻗﺪ‬


‫]ﻉ‪،‬‬
‫ﻳﻜﻮﻥ ﺍﻷﻣﺮ ﺑﺎﻟﻌﻜﺲ‪ ،‬ﻓﻴﻘﻮ￯ ﺣﻜﻢ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﺑﻪ ﺍﻻﲢﺎﺩ ﻓﺘﻘﻊ‬
‫ﺍﳌﺤﺒﺔ ﻭﻳﻈﻬﺮ ﺳﻠﻄﻨﺔ ﺍﻟﻌﻠﻢ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻮﺻﻠﺔ ﻭﺍﺟﺘﲈﻉ ﻭﻧﺤﻮ ﺫﻟﻚ‪.‬‬ ‫ﱠ‬
‫ﻕ‪ :‬ﻓﻴﻘﻊ[‬

‫ﻭﰱ ﺍﳉﻤﻠﺔ ﻓﻤﻮﺟﺐ ﻇﻬﻮﺭ ﺍﳋﻼﻑ ﰱ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﺑﲔ ﺍﳋﻠﻖ ﻭﺍﻻﺗﻔﺎﻕ‪،‬‬


‫ﻭﺍﻻﺟﺘﲈﻉ ﻭﺍﻻﻓﱰﺍﻕ‪ ،‬ﻫﻮ ﻫﺬﺍ ﺍﻷﺻﻞ‪ .‬ﻓﺎﺳﺘﺤﴬﻩ ﻟﺘﻔﻬﻢ ﺑﻪ ﻭﺑﲈ‬
‫ﺗﺮﲨﺖ ﻋﻠﻴﻪ ﰱ ﹼﺃﻭﻟﻪ‪.‬‬ ‫ﹸ‬ ‫ﺫﻛﺮﺗﻪ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻔﺼﻞ ﻣﺎ‬
‫‪51-a‬‬ ‫ﻭﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﻗﻠﺔ ﺍﻻﺟﺘﲈﻉ ﺑﲔ ﺍﻟﻨﺎﺱ ﻳﻘﻈ ﹰﺔ ‪ /‬ﻭﻣﻨﺎﻣ ﹰﺎ‪ .‬ﻭﻛﺜﺮﺗﻪ ﺭﺍﺟﻌﺘﺎﻥ‬
‫ﻼ‪ ،‬ﻫﻮ‬ ‫ﻓﺈﻥ ﺍﳌﺨﺎﻟﻒ ﻟﻚ ﻣﺜ ﹰ‬ ‫ﺇﱃ ﻗﻮﺓ ﺍﳋﻼﻑ ﺍﻟﺜﺎﺑﺖ ﺑﻴﻨﻬﻢ ﻭﺿﻌﻔﻪ‪ .‬ﹼ‬
‫ﺍﻟﺬ￯ ﲤﺎﺛﻠﻪ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳﲈﺛﻠﻪ[ ﻣﻦ ﻭﺟﻪ ﻭﺗﺒﺎﻳﻨﻪ]ﺵ‪ :‬ﻳﻨﺎﺳﺒﻪ[ ﻣﻦ ﻭﺟﻪ ﺁﺧﺮ‪ ،‬ﺃﻭ ﻭﺟﻮﻩ‪.‬‬
‫ﻭﻫﻜﺬﺍ]ﻕ‪ :‬ﻫﺬﺍ[ ﻳﻜﻮﻥ ﺇﺫﺍ ﻛﺎﻧﺖ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﻣﺎ ﺑﻪ ﺍﻻﲢﺎﺩ‪ ،‬ﻳﻘﺮﺏ ﺃﻥ ﻳﻀﺎﻫﻰ‬
‫ﰱ ﺍﻟﻘ ﱠﻮﺓ‪ ،‬ﺃﻭ ﺍﻟﻜﺜﺮﺓ ﺍﻟﻌﺪﺩﻳﺔ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﻣﺎ ﺑﻪ ﺍﻻﻣﺘﻴﺎﺯ‪ .‬ﻓﻴﻜﻮﻥ ﺣﻜﻢ‬
‫ﺍﻻﺗﻔﺎﻕ ﻭﺍﺟﺘﲈﻉ ﰱ ﺍﻟﻘﻠﹼﺔ ﻭﺍﻟﻜﺜﺮﺓ ﺑﺤﺴﺐ ﺍﻟﻘﺮﺏ ﻣﻦ ﺗﺴﺎﻭ￯ ﻗﻮ￯‬
‫ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ ﻭ ﹸﺑﻌﺪﻫﺎ‪ .‬ﻭﻛ ﹼﻠﲈ ﺯﺍﺩ ﺍﻟﻘﺮﺏ ﻛﺜﺮ ﺍﻻﺟﺘﲈﻉ ﻭﺍﻻﺗﻔﺎﻕ‪.‬‬
‫‪١٤٥‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

ki hükmü, eşyânın ittihâdını/birliğini sağlayan; yâni cem’ eden vecihle


olur. Eşyânın sâbit olan hükmü ayrılmaz, birisi için sâbit olan diğeri için
de sâbit olur.

İmtiyâz sebebi olan ahkâm, birliği gerekli kılan ahkâma tedâhül


ile karışır. Bunun sonucu bazı mahlûkâtta zât, sıfât, hâl, fiil ve mertebe
yönünden bazı özellikler kuvvetlenir, aynı zamanda bu özellikler bir-
birlerinden farklılaşmaya ve eşyânın ittihâdına sebep olan özelliklerin
hükümlerinin ayrışmasına sebep olur. Nitekim daha önce dikkat çekilen
vücûb ve imkân ahkâmı bunun gibidir. Bazı ahkâmın bu şekilde rüchânı,
farklılık gerektiren özelliklerin kuvvet, asâlet, sayıca çokluk açısın-
dan fazla olmasıdır. Bu çokluk galebe sebebidir. Bunun sonucu tezâd,
cehâlet, uzaklık ve ayrılık zâhir olur. Bazen de durum bunun aksi olur ve
münâsebet hükmü ve ittihâda sebep olan özellik güçlenir. Bu da muhab-
beti vukûa getirerek, ilmin etkisini, vuslat, ictimâ ve benzer özellikleri
zâhir kılar. Bu cümleden olmak üzere yaratıklar arasında varlıkta farklı-
lığın aslı; ittifak, ictimâ ve iftirâkın mevcûdiyetidir. Bunu bu fasılda söy-
lediklerimi ve onun öncesinde yazdıklarımı anlaman için aklında tut!

Bilesin ki, insanlar arasında uyku ve uyanıklık hâlindeki ictimâ/


bir araya gelişlerin azlık ve çokluğu aralarında sâbit olan hilâfın/farklı-
lığın güç ve zaafına bağlıdır. Çünkü meselâ senden farklı olan bir kişi
bir açıdan sana benzeyebilir, bir ya da birçok açıdan sana ters olabilir.
İttihâda sebep olan özelliğin hükümleri kuvvet ve adedî kesrette farklı-
lık sebebi olan hükümlere benzerse de durum aynıdır. Adı geçen ahkâm
kuvvetlerinin denkliğe yakın ve uzak oluşu, kesret ve kıllette ittifak
hükmünü ortaya çıkarır. Kurb/yakınlık arttıkça ictimâ/bir araya gelme
ve ittifak artar. Kurb hükmü zaafa uğrayınca durum, aksi olur.
145
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻭﻳﻜﻮﻥ ﺍﻷﻣﺮ ﺑﺎﻟﻌﻜﺲ ﺇﺫﺍ ﺿﻌﻒ ﺣﻜﻢ ﺍﻟﻘﺮﺏ‪ .‬ﻭﻣﺘﻰ ﻏﻠﺒﺖ‬


‫]ﻉ‬
‫ﺍﻻﲢﺎﺩ ﻛﺎﻥ ﺍﻟﺘﻀﺎﺩ ﻭﺍﻟ ﱠﻨﻔﺎﺭ‬ ‫ﺃﺣﻜﺎﻡ ﻣﺎ ﺑﻪ ﺍﻻﻣﺘﻴﺎﺯ ﻋﲆ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﻣﺎ ﺑﻪ ﹼ‬
‫ﺍﳌﺤﺒﺔ ﺑﺤﻴﺚ ﻻ ﻳﻜﺎﺩ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺘﻔﺎﺭ[‪ .‬ﻭﻗﺪ ﻳﻘﻮ￯ ﻃﺮﻑ ﻣﺎ ﺑﻪ ﺍﻻﲢﺎﺩ‪ ،‬ﻓﻴﻘﻮ￯‬
‫ﻳﺘﻔﺮﻗﺎﻥ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳﻔﺮﻗﺎﻥ[‪ ،‬ﻭﻳﺘﺨﺎﻟﻔﺎﻥ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫ﺍﻟﺸﺨﺼﺎﻥ ﹼ‬
‫ﺛﻢ ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻧﹼﻚ ﻣﺘﻰ ﺃﻣﻌﻨﺖ ﺍﻟﻨﻈﺮ ﻓﻴﲈ ﺫﻛﺮ ﹸﺗ ﹸﻪ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻔﺼﻞ‪ ،‬ﻭﻣﺎ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺃﺳﻠﻔﺘﻪ ﻣﻦ ﻗﺒﻞ ﻋﻨﺪ ﺍﻟﴩﻭﻉ ﰱ ﴍﺡ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ‪ ،‬ﻭﺍﺳﺘﺤﴬﺕ‬
‫ﻣﺎ ﹼﻧﺒﻬﺘﻚ ﻋﻠﻴﻪ ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺎﺕ‪ ،‬ﻭﺃﺻﻮﳍﺎ ﺍﳋﻤﺴﺔ‪ ،‬ﻭﺻﻮﺭ‬
‫ﻻ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻮﺍﻗﻌﺔ ﺑﲔ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻮﺟﻮﺏ‬ ‫ﺍﳌﺘﺤﺼﻠﺔ ﹼﺃﻭ ﹰ‬
‫ﱢ‬ ‫ﺍﳍﻴﺌﺎﺕ ﺍﻻﺟﺘﲈﻋﻴﺔ‬
‫ﻭﺍﳌﺘﻌﻠﻘﺔ ﺑﺎﳊﺼﻮﻝ ﺃﻳﻀﺎﹰ ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ‪،‬‬ ‫ﱢ‬ ‫ﻭﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻹﻣﻜﺎﻥ‪،‬‬
‫ﺮﺕ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻣﺎ ﺫﻛﺮ ﰱ‬ ‫ﱠ‬
‫ﻭﺗﺬﻛ ﹶ‬ ‫ﻣﺮ ﺛﺎﻧﻴ ﹰﺎ‪،‬‬
‫ﻭﺍﻷﻓﻌﺎﻝ ﻭﺍﻷﺣﻮﺍﻝ ﻭﺳﺎﺋﺮ ﻣﺎ ﹼ‬
‫ﺗﻌﻴﻨﻬﺎ ﰱ ﺍﳊﴬﺍﺕ‬ ‫ﺩﺭﺟﺎﺕ ﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻻﺕ ﺍﳌﺘﻌﻘﻞ]ﺵ‪ :‬ﺍﳌﺘﻌﻘﻠﺔ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﺍﻻﺻﺢ[‪ ،‬ﱡ‬
‫ﺍﳋﻤﺲ‪ ،‬ﺑﺤﺴﺐ ﺍﺧﺘﻼﻑ ﺗﻠﻚ ﺍﳍﻴﺌﺎﺕ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻬﺎ‪ ،‬ﻋﺮﻓﺖ ﺃﻥ‬
‫ﻳﺘﻀﻤﻨﹸﻪﹸ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﻮﺍﱂ‬ ‫ﱠ‬ ‫ﳏﺎﻝﹼ ﺗﺸﺨﺼﺎﲥﺎ ﺍﳌﺜﺎﻟﻴﺔ ﺍﳊﴬﺍﺕ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ‪ ،‬ﻭﻣﺎ‬
‫ﺍﻟﺴﺒﻊ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺍﻟﺴﺒﻌﺔ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﻏﻠﻂ[‪،‬‬‫ﻭﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ ﱠ‬ ‫ﻭﺍﻟﻜﺮﳼ‪ ،‬ﱠ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺘﻔﺼﻴﻠﻴﺔ‪ ،‬ﻛﺎﻟﻌﺮﺵ‬
‫‪51-b‬‬ ‫ﻭﻋﺎﱂ ﺍﻟﻌﻨﺎﴏ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﺧﻠﻖ ﺍﷲ ﻣﻦ ﺍﺟﺘﲈﻋﺎﲥﺎ‪/.‬‬
‫ﻭﻋﺮﻓﺖ ﺃﻥ ﺍﻟﺴﺒﺐ ﺍﻷﻗﻮ￯ ﰱ ﺍﺟﺘﲈﻉ ﺍﻟﻨﺎﺱ ﺑﻌﻀﻬﻢ ﻣﻊ ﺑﻌﺾ‪،‬‬
‫ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺻﻮﺭﻫﻢ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻌﺎﱂ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻧﻔﻮﺳﻬﻢ ﰱ ﺍﻟﻌﻮﺍﱂ‬
‫ﺍﻟﻌﺎﻟﻴﺔ ﻳﻘﻈ ﹰﺔ ﻭﻣﻨﺎﻣ ﹰﺎ ﻭﺣﺎﻟﺔ ﺍﻧﺴﻼﺥ ﺍﻟﻨﻔﻮﺱ ﻋﻦ ﺃﺑﺪﺍﳖﺎ ﺑﺎﻟ ﹼﻨﺴﺒﺔ ﳌﻦ‬
‫ﺍﻟﺘﻤﻜﻦ]ﻉ‪ :‬ﺍﻟﺘﻤﻜﲔ[ ﻣﻦ ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻫﻮ ﺁﺛﺂﺭ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺎﺕ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ‪ ،‬ﻭﻛﺜﺮﺓ‬‫ﱡ‬ ‫ﻨﺢ‬
‫ﹸﻣ ﹺ‬
‫ﺍﻻﺟﺘﲈﻉ‪ ،‬ﻭﻗ ﹼﻠﺘﻪ ﺭﺍﺟﻌﺘﺎﻥ ﺇﱃ ﻗﻮﺓ ﺁﺛﺎﺭﻫﺎ ﻭﺿﻌﻔﻬﺎ‪ .‬ﹼ‬
‫ﻓﺈﻥ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﺇﺫﺍ‬
‫ﺛﺒﺘﺖ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺍﺫﺍﺍﻧﺒﺜﺖ[ ﺑﲔ ﺍﺛﻨﲔ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﻭﺍﻷﻓﻌﺎﻝ ﻣﻌ ﹰﺎ ﻛﺄﺛﺮﻫﺎ‬
‫ﺃﻗﻮ￯ ﻣﻦ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﺍﻟﺜﺎﺑﺘﺔ]ﺵ‪ :‬ﺍﻟﺜﺎﻧﻴﺔ[ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﻷﻓﻌﺎﻝ ﻓﺤﺴﺐ‪.‬‬
‫‪١٤٦‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

Farklılık ahkâmı ittihad ahkâmına galip olduğu zaman tezad ve


çelişki olur. Bazen ittihâda sebep olan taraf güçlenir. Bunun sonucu mu-
habbet iki kişinin neredeyse birbirinden ayrılmayacağı ve fark edilme-
yeceği şekilde güçlenir; anla!

Yine bilesin ki, bu fasılda zikrettiğim ve bundan önce hadîsin


şerhine başlarken söylediğim şeyleri iyice inceler, dikkat çektiğim
münâsebet ahkâmı, beş usûl, imkân ve vücûb arasında vâkî ve onlara
müteallik oluşan hey’ât-i ictimâiyye sûretleri ile sıfat, fiil, ahkâm ve
ahvâle âid hükümler ve diğer konuları aklında tutar ve işâret edilen
hey’etlerin farklılıkları itibâriyle hazarât-ı hamsın taayyünlerine bağlı
îtidâl dereceleri konusunda söylenenleri hatırlarsan; zikri geçen misâlî
hazretlerin şahsiyet mahallerini ve onların tafsîlî âlemlerden tazammun
ettiği arş, kürsî, yedi semâ, unsurlar âlemi ve onların ictimâından/birleş-
mesinden Allah’ın yarattıklarını tanırsın.

Ayrıca şunu da anlarsın: İnsanlar arasında bu âlemde sûretler


itibâriyle ya da ulvî âlemlerde yakaza ve uyku hâlinde veya böyle bir
imkâna nâil kılınanlara nisbetle nefislerinin bedenlerinden insilâhı/
ayrılması hâlinde gerçekleşen ictimâların en güçlü sebebi, söz konusu
münâsebet eseridir. İctimâın kıllet ya da kesreti, münâsebetlerin tesiri-
nin güç ve zaafına bağlıdır. Çünkü münâsebetin iki şey arasında sıfat ve
fiiller açısından gerçekleşmesi, sâdece fiiller yönünden gerçekleşmesin-
den daha güçlüdür. Bu kadarı kâfîdir herhâlde…
146
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻭﺍﻟﻔﻌﻠﻴﺔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻧﻀﻢ ﺇﱃ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﻧﺎ ﻣﻦ ﺣﻜﻢ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﺍﻟﺼﻔﺎﺗﻴﺔ‪،‬‬ ‫ﱠ‬ ‫ﻭﺇﺫﺍ‬
‫ﺣﻜﻢ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ‪ ،‬ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﳊﺎﻝ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ‪ ،‬ﻛﺎﻥ ﺍﻷﺛﺮ ﺃﻗﻮﻱ‪ ،‬ﻭﺇﻥ ﺍﻧﻀﻢ‬
‫ﺇﱃ ﺫﻟﻚ ﺣﻜﻢ]ﻉ‪ + :‬ﺍﻝ[ ﺍﻻﺷﱰﺍﻙ ﰱ ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ ﻛﺎﻥ ﺃﻗﻮ￯‪ .‬ﻓﺈﻥ ﻗﺪﹼ ﺭ ﻣﻊ‬
‫ﺗﻢ ﺍﻷﻣﺮ‪ .‬ﻓﻤﻦ‬ ‫ﺫﻟﻚ ﻛ ﹼﻠﻪ ﺛﺒﻮﺕ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﻟﺬﺍﺕ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ‪ ،‬ﻓﻘﺪ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻜ ﱠﻤﻞ ﻣﻦ ﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ ﻭﺍﻷﻭﻟﻴﺎﺀ ﺍﳌﺎﺿﲔ‪،‬‬ ‫ﻳﺜﺒﺖ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﺑﻴﻨﻪ ﻭﺑﲔ ﺃﺭﻭﺍﺡ ﹸ‬
‫ﻣﻦ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻮﺟﻮﻩ ﺍﳋﻤﺴﺔ‪ ،‬ﺍﺟﺘﻤﻊ ﲠﻢ ﻣﺘﻰ ﺷﺎﺀ ﻳﻘﻈﺔ ﻭﻣﻨﺎﻣ ﹰﺎ‪ .‬ﻭﺭﺃﻳﺖ‬
‫ﺫﻟﻚ ﻟﺸﻴﺨﻨﺎ ﺭﴇ ﺍﷲ ﻋﻨﻪ ﺳﻨﲔ ﻋﺪﻳﺪﺓ‪ .‬ﻭﺭﺃﻳﺖ ﺑﻌﺾ ﺫﻟﻚ ﻟﻐﲑﻩ‪.‬‬
‫ﻣﺘﻤﻜﻨ ﹰﺎ ﻣﻦ ﺍﻻﺟﺘﲈﻉ‪ ،‬ﺑﺮﻭﺡ‬ ‫ﱢ‬ ‫ﻭﺃﻣﺎ ﺍﻟﺸﻴﺦ ﺭﴇ ﺍﷲ ﻋﻨﻪ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻛﺎﻥ‬
‫ﹴ‬
‫ﺃﻧﺤﺎﺀ‪:‬‬ ‫ﻣﻦ ﺷﺎﺀ ﻣﻦ ﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ ﻭﺍﻷﻭﻟﻴﺎﺀ ﻭﺳﺎﻳﺮ ﺍﳌﺎﺿﲔ‪ ،‬ﻋﲆ ﺛﻼﺛﺔ‬
‫ﻣﺘﺠﺴﺪ ﹰﹶﺍ‬
‫ﱢ‬
‫]ﻉ‪ + :‬ﻭ[‬
‫‪ -١‬ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﺳﺘﻨﺰﻝ ﺭﻭﺣﺎﻧﻴﺘﻪ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻌﺎﱂ‪ ،‬ﻭﺃﺩﺭﻛﻪ‬
‫ﺍﳊﺴﻴﺔ ﺍﻟﻌﻨﴫ ﹼﻳﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﻛﺎﻧﺖ ﻟﻪ ﰱ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻣﺜﺎﻟﻴ ﹴﺔ ﺷﺒﻴﻬﺔ ﺑﺼﻮﺭﺗﻪ‬
‫ﰱ ﺻﻮﺭﺓ ﹼ‬
‫ﺣﻴﺎﺗﻪ ﺍﻟﺪﻧﻴﻮﻳﺔ‪،‬ﻻ ﳛﺰﻡ ﻣﻨﻬﺎ]ﻉ‪ :‬ﻣﻨﻪ[ ﺷﻴﺌ ﹰﺎ‪.‬‬
‫‪ -٢‬ﻭﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺃﺣﴬﻩ ﰱ ﻧﻮﻣﻪ‪.‬‬
‫ﺗﻌﻴﻨﺖ ﻣﺮﺗﺒﺔ‬ ‫‪ -٣‬ﻭﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﻧﺴﻠﺦ ﻣﻦ ﻫﻴﻜﻠﻪ‪ ،‬ﻭﺍﺟﺘﻤﻊ ﺑﻪ ﺣﻴﺚ ﱠ‬
‫ﻧﻔﺴﻪ ﺇﺫ ﺫﺍﻙ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺍﻟﻌﻠﻮ￯ ﺑﺤﺴﺐ ﺭﺟﺤﺎﻥ ﺣﻜﻢ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﺍﻟﺜﺎﺑﺘﺔ‬
‫‪52-a‬‬ ‫ﺍﳌﺮﺋﻲ‪ ،‬ﻭﺑﲔ ﺑﻌﺾ ﺍﻷﻓﻼﻙ ﻋﲆ ‪ /‬ﺃﺣﻜﺎﻡ ﻣﺎ ﺑﻴﻨﻪ ﻭﺑﲔ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻣﻦ ﻧﻔﺲ ﺫﻟﻚ‬
‫ﺑﺎﻗﻰ ﺍﻷﻓﻼﻙ ﻭﺍﻟﻌﻮﺍﱂ ﻣﻦ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺎﺕ‪.‬‬
‫ﲤﻜﻦ ﺷﻴﺨﻨﺎ ﺭﴇ ﺍﷲ ﻋﻨﻪ‪ ،‬ﻫﻮ‬ ‫ﻭﻫﺬﺍ ﺍﳊﺎﻝ ﺍﻟﺬ￯ ﺫﻛﺮ ﹸﺗ ﹸﻪ ﻣﻦ ﱡ‬
‫ﺻﺤﺔ ﺍﻟﻮﺭﺙ ﺍﻟ ﱠﻨﺒﻮﻱ]ﻉ‪ :‬ﺍﻟﻨﺒﻮﻳﺔ[‪ ،‬ﻭﺇﻟﻴﻪ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺑﻘﻮﻟﻪ ﺗﻌﺎﱄ‪:‬‬ ‫ﻣﻦ ﺁﻳﺎﺕ ﱠ‬
‫ﱢ‬
‫ﻣﺘﻤﻜﻨ ﹰﺎ‬ ‫ﺍﺳ ﹶﺄ ﹾﻝ ﹶﻣ ﹾﻦ ﹶﺃ ﹾﺭ ﹶﺳ ﹾﻠﻨﹶﺎ ﹺﻣﻦ ﹶﻗ ﹾﺒ ﹺﻠ ﹶﻚ ﹺﻣﻦ ﹸﺭ ﹸﺳ ﹺﻠﻨﹶﺎ‪ ،10‬ﺍﻵﻳﺔ ﻓﻠﻮ ﱂ ﻳﻜﻦ‬
‫ﹶﻭ ﹾ‬
‫]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﺣﺼﻮﻝ[‬
‫ﻣﻦ ﺍﻻﺟﺘﲈﻉ ﲠﻢ ﱂ ﻳﻜﻦ ﳍﺬﺍ ﺍﳋﻄﺎﺏ ﻓﺎﻳﺪﺓ‪ ،‬ﻭ ﻻ ﻳﺴﺘﺒﻌﺪ‬
‫ﻟﻨﺒﻮ ﻓﻬﻤﻚ‪،‬‬‫ﻓﺘﻌﺰ]ﻕ‪ :‬ﻓﻨﴬ[ ﺇﱃ ﺗﺄﻭﻳﻞ ﺳﺨﻴﻒ‪ ،‬ﻻ ﲢﻘﻴﻖ ﻓﻴﻪ ﱢ‬ ‫ﻣﺜﻞ ﻫﺬﺍ‪ ،‬ﹼ‬
‫‪١٤٧‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

Bu anlattığımız sıfat ve fiil münâsebetine hâl cihetinden olan


münâsebet inzımâm ederse, tesir daha güçlü olur. Bunlara bir de mertebe
ortaklığı eklenirse tesir daha da güçlenir. Bütün bunlarla birlikte bir de
zât itibâriyle münâsebet sâbit olursa iş tam olur. Kendisiyle geçmiş nebî
ve velîlerin kâmil olanlarının ruhları arasında bu beş açıdan münâsebet
sübût bulursa, o kişi dilediği zaman, yakaza hâlinde de uyku hâlinde de
bir araya gelebilir. Ben bu durumu şeyhimizde yıllarca gördüm. Aynı
şekilde ondan başkalarında da müşâhede ettim.

Hz. Şeyh [İbn Arabî] (r.a.)`ye gelince o, nebîlerden, velîlerden ve


diğer geçmişlerden dilediğinin rûhu ile üç tarzda bir araya gelirdi:

1- Dilerse o kişinin rûhâniyetinin bu âleme inmesini ister şeyh


onu misâlî sûreti içinde cesede bürünmüş gibi dünyâ hayâtında iken hiç-
bir eksikliği bulunmayan hissî, unsurî sûrette idrâk ederdi.

2- Dilerse onu uykuda getirirdi.

3- Dilerse de şeyh kendisi beden kalıbından soyutlanıp nefs mer-


tebesindeki taayyünü içinde onunla bir araya gelirdi. Çünkü bu merte-
be, görülen kişinin nefsi ile geri kalan felekler ve âlemler arasındaki
münâsebetlerdeki üstünlüğü dolayısıyla ulvî âlemlerde bulunur.

Zikrettiğim bu hâl şeyhimizin vâris-i nebî oluşunun sıhhatinin


temekkün ettiğine burhandır. Allah Teâlâ’nın şu sözünde buna delîl
vardır: “Senden önce gönderdiklerimize/rasûllere sor!”10 Şâyed Al-
lah Rasûlü’nün kendisinden önceki peygamberlerle ictimâı/bir ara-
ya gelmesi temekkün etmemiş olsaydı, böyle bir hitâbın herhan-
gi bir faydası olmazdı. Böyle bir şeyi uzak görürsen zayıf bir te’vîle
düşersin! Senin ve başkalarının hâli ve fehmi tahkîke ermedi diye
147
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﹴ‬
‫ﻭﺍﺣﺪ‪ ،‬ﻫﺬﺍ ﻭﻣﺜﻠﻪ‬ ‫ﻭﺣﺎﻟﻚ ﻋﻦ ﻣﺜﻞ ﻫﺬﺍ ﻓﻐﲑﻙ‪ ،‬ﻭﺍﷲ ﻗﺪ ﺭﺃ￯ ﻣﻦ ﻏﲑ‬
‫ﻣﺮﺓ‪.‬‬
‫ﻏﲑ ﹼ‬
‫ﻓﺼﻞ ﰱ ﺑﻴﺎﻥ ﺣﻘﻴﻘﺔ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ‬
‫ﻓﺼﻞ ﰱ ﺑﻴﺎﻥ ﻋﺎﱂ ﺣﻘﻴﻘﺔ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﻭﳏﺎﻝ ﻇﻬﻮﺭ ﺃﺣﻜﺎﻣﻪ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﻮﺍﱂ‬
‫ﻭﺍﻟﺴﻔﻠﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺧﺼﻮﺻ ﹰﺎ ﰱ ﺍﻟ ﱠﻨﻮﻉ ﺍﻹﻧﺴﺎﲏ‪ ،‬ﻭﺑﻴﺎﻥ ﻣﺎ ﻳﺒﻘﻰ ﻣﻦ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻌﻠﻮﻳﺔ‬
‫ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ﻭﻣﺮﺍﺗﺒﻬﺎ‪ ،‬ﻭﺗﻔﺎﻭﺕ ﺩﺭﺟﺎﺕ ﺍﻟﻨﺎﺱ ﰱ ﺫﻟﻚ ﻛ ﹼﻠﻪ‪ ،‬ﻭﲠﺬﺍ‬
‫ﺍﻟﻔﺼﻞ ﲣﺘﻢ]ﺵ‪ :‬ﳜﺘﻢ[ ﺍﻟﻜﻼﻡ ﻋﲆ ﴍﺡ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳌﺸﺘﻤﻞ ﻋﲆ‬
‫ﻏﺮﺍﻳﺐ ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ ﻓﻨﻘﻮﻝ‪:‬‬
‫ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻧﻪ ﳌﹼﺎ ﻛﺎﻥ ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﻣﺘﻘﺪﱢ ﻣ ﹰﺎ ﺑﺎﻟﻮﺟﻮﺩ ﻭﺍﳌﺮﺗﺒﺔ ﻋﲆ ﻋﺎﱂ‬
‫ﲏ ﺍﻟﻮﺍﺻﻞ ﺇﱃ ﺍﻷﺟﺴﺎﻡ‪ ،‬ﻣﻮﻗﻮﻓ ﹰﺎ ﻋﲆ‬ ‫ﺍﻟﺮﺑﺎ ﹼ‬
‫ﺍﻷﺟﺴﺎﻡ‪ .‬ﻭﻛﺎﻥ ﺍﻹﻣﺪﺍﺩ ﹼ‬
‫ﺗﻮﺳﻂ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﺑﻴﻨﻬﲈ ﻭﺑﲔ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻭﺗﺪﺑﲑﻫﺎ ﺃﻋﻨﻰ ﺗﺪﺑﲑ ﺍﻷﺟﺴﺎﻡ‬
‫ﻭﺗﻌﺬﺭ ﺍﻻﺭﺗﺒﺎﻁ ﺑﲔ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﻭﺍﻷﺟﺴﺎﻡ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺽ ﺇﱃ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ‪.‬‬ ‫ﻣﻔﻮ ﹲ‬‫ﱠ‬
‫ﻓﺈﻥ ﺍﻷﺟﺴﺎﻡ ﻛ ﱠﻠﻬﺎ‬ ‫ﺍﳌﺮﻛﺐ ﻭﺍﻟﺒﺴﻴﻂ‪ .‬ﱠ‬‫ﻟﻠﻤﺒﺎﻳﻨﺔ ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺔ ﺍﻟﺜﺎﺑﺘﺔ ﺑﲔ ﹼ‬
‫]ﻉ‪:‬‬
‫ﻣﺮﻛﺒﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﺑﺴﻴﻄﺔ‪ .‬ﻓﻼ ﻣﻨﺎﺳﺒﺔ ﺑﻴﻨﻬﲈ‪ ،‬ﻓﻼ ﺍﺭﺗﺒﺎﻁ ﻭﻣﺎ ﱂ ﻳﻜﻦ‬ ‫ﱠ‬
‫ﺇﻣﺪﺍﺩ ﻭﻻ ﺍﺳﺘﻤﺪﺍﺩ‪ .‬ﻓﻠﺬﻟﻚ‬
‫ﹲ‬ ‫ﻳﻤﻜﻦ[ ﺍﺭﺗﺒﺎﻁ ﻻ ﳛﺼﻞ ﺗﺄﺛﲑ ﻭﻻ ﺗﺄ ﱡﺛﺮ‪،‬ﻭﻻ‬
‫ﺧﻠﻖ ﺍﷲ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﺑﺮﺯﺧ ﹰﺎ ﺟﺎﻣﻌ ﹰﺎ‪ ،‬ﺑﲔ ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ‪ ،‬ﻭﻋﺎﱂ ﺍﻷﺟﺴﺎﻡ‪،‬‬
‫ﻟﻴﺼﺢ ﺍﺭﺗﺒﺎﻁ ﺃﺣﺪ ﺍﻟﻌﺎﳌﲔ ﺑﺎﻵﺧﺮ‪ .‬ﻓﻴﺘﺄﺗﱠﻰ ﻭﺻﻮﻝ]ﻕ‪ :‬ﺣﺼﻮﻝ[ ﺍﻟﺘﺄ ﱡﺛﺮ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻭﺍﻟﺘﺄﺛﲑ‪ ،‬ﻭﻭﺻﻮﻝ ﺍﻹﻣﺪﺍﺩ ﻭﺍﻟﺘﺪﺑﲑ‪.‬‬
‫‪52-b‬‬ ‫ﻳﺘﺠﺴﺪ ‪/‬ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﰱ ﻣﻈﺎﻫﺮﻫﺎ ﺍﳌﺜﺎﻟﻴﺔ‬ ‫ﱠ‬ ‫ﻓﺒﻌﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﻭﺧﺎﺻﻴﺘﻪ‬
‫ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻬﺎ ﺑﻘﻮﻟﻪ]ﻉ‪ + :‬ﺗﻌﺎﱄ[‪ :‬ﹶﻓ ﹶﺘ ﹶﻤﺜ ﹶﱠﻞ ﹶ ﹶﳍﺎ ﹶﺑ ﹶﴩ ﹰﺍ ﹶﺳ ﹺﻮ ﹼﻳ ﹰﺎ‪ .11‬ﻭﺑﻘﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ﻼ‪ .12‬ﻭﻣﻦ‬ ‫ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ :‬ﻭﺃﺣﻴﺎﻧ ﹰﺎ ﻳﺘﻤﺜﱠﻞ ﱄ]ﻕ‪ :‬ﰊ[ ﺍﳌﹶ ﹶﻠ ﹸﻚ ﹶﺭ ﹸﺟ ﹰ‬‫ﱠ‬
‫‪ ،‬ﰱ ﺃﻣﺮ ﺍﳉ ﹼﻨﺔ ﻭﺍﻟﻨﺎﺭ‪ :‬ﹸﻣ ﱢﺜﻠﺖ ﱃ‬ ‫ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‬ ‫ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ‬ ‫ﻋﻠﻴﻪ‬ ‫]ﻉ‪:‬‬
‫ﺫﻟﻚ ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‬
‫‪١٤٨‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

böyle bir şey yapma! Allah’a andolsun ki bu ve benzeri hâller pek çok
kere birçok insanda görülmüştür.

Misâl Âlemi’nin Hakîkati Hakkında Fasıl

Bu fasıl, misâl âleminin hakîkati, ahkâmının ulvî ve süflî


âlemlerdeki, özellikle insan nev’i üzere zuhûr mahalleri ile rüyâ ahkâm
ve mertebelerinin geri kalan özelliklerinin açıklanmasını ve insanların
bütün bu konulardaki farklı derecelerini şâmildir. Garip bilgiler ihtivâ
eden bu hadîsin şerhi konusunda söz böyle hitâma erecektir. Biz deriz ki:

Bilesin ki rûhlar âlemi varlık ve mertebe yönünden cisimler


âleminden öncedir. Cisimlere vâsıl olan imdâd-ı ilâhî ruhlar ile Hak
arasında rûhların vâsıta olmasına mevkuftur. Yâni cisimlerin yönetimi
rûhlara tefvîz edilmiştir. Rûhlarla cisimler arasında irtibâtın imkânsız
oluşu basît ile mürekkep arasında sâbit olan zâtî mübâyenet/çelişki se-
bebiyledir. Çünkü aralarında bir münâsebet ve irtibât yoktur. İrtibât ol-
mayınca da tesir, teessür, imdâd/yardım etme, istimdâd/yardım dileme
olmaz. Bu yüzden Allah Teâlâ misâl âlemini ruhlar ve cisimler âlemi
arasında câmî bir berzah olarak yaratmıştır ki iki âlemden birinin di-
ğeriyle irtibâtı sağlıklı olsun. Tesir ve teessür gerçekleşsin, imdâd ve
tedbîr vusûl bulsun.

Misâl âlemi ve özellikleri sâyesinde rûhlar, misâlî mazharların-


da cesede bürünürler. Nitekim şu âyette buna işâret edilmektedir: “Ona
düzgün bir insan sûretinde temessül etti.”11 Hadîste de: “Melek bana
bazen insan sûretinde temessül eder”12 buyurularak bu konuya işâret
vardır. Yine bir başka hadîste buyurulur: “Cennet ve cehennem bana
148
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﳉ ﱠﻨﺔ ﻭﺍﻟ ﱠﻨﺎﺭ ﺁﻧﻔ ﹰﺎ‪ ،‬ﰱ ﻋﺮﺽ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺎﺋﻂ‪ .13‬ﻭﻗﻮﻟﻪ ﰱ ﺣﺪﻳﺚ ﺍﻟﻘﻴﺎﻣﺔ ﰱ‬
‫ﺣﻖ]ﻕ‪ + :‬ﻣﻦ ﻳﻤﻨﻊ[ ﻣﺎﻧﻊ ﺍﻟﺰﻛﺎﺓ‪ :‬ﺇ ﱠﻧﻪ ﹸﻳﻤﺜﱠﻞ ﻟﻪ ﻣﺎ ﹸﻟ ﹸﻪ ﺷﺠﺎﻋ ﹰﺎ ﺃﻗﺮﻉ‪ ،14‬ﺍﳊﺪﻳﺚ‪.‬‬
‫ﺽ ﹸﻳﻤﺜﱠﻞ ﻟﻪ‪.‬‬‫ﻭﰱ ﺭﻭﺍﻳﺔ ﺻﺤﻴﺤﺔ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ‪ :‬ﹸﳜ ﱠﻴﻞ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﲣﻴﻞ[ ﻟﻪ ﹺﻋ ﹶﻮ ﹲ‬
‫ﻭﺃﺷﺒﺎ ﹸﻩ ﺫﻟﻚ‪ ،15‬ﺑﲈ ﺃﺧﱪﺕ ﺑﻪ ﺍﻟﴩﻳﻌﺔ‪ ،‬ﻭﺇﱃ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﺗﺮ ﹼﻗﻰ‬
‫ﺍﳌﱰﻭﺿﻮﻥ ﰱ ﻣﻌﺎﺭﺟﻬﻢ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ﺍﳊﺎﺻﻠﺔ ﺑﺎﻹﻧﺴﻼﺥ‪ ،‬ﻣﻦ ﻫﺬﻩ‬
‫ﺍﻟﺼﹸﻮﺭ ﺍﻟﻄﹼﺒﻴﻌﻴﹼﺔ ﺍﻟﻌﻨﴫﻳﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻛﺘﺴﺎﺀ ﺃﺭﻭﺍﺣﻬﻢ ﺍﳌﻈﺎﻫﺮ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ‪.‬‬
‫ﺍﻟﻌﻨﴫﻱ ﺍﻟﺬ￯‬
‫ﹼ‬ ‫ﻭﻫﻜﺬﺍ ﻫﻮ ﺷﺄﻥ ﺭﻭﺡ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻣﻊ ﺟﺴﻤﻪ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻰ‬
‫ﻼ‪ .‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﳌﺎ ﻛﺎﻧﺖ ﺍﳌﺒﺎﻳﻨﺔ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻬﺎ‬ ‫ﻳﺪ ﹼﺑﺮﻩ ﻭﻳﺸﺘﻤﻞ ﻋﻠﻴﻪ ﻋﻠ ﹰﲈ ﻭﻋﻤ ﹰ‬
‫ﻭﺗﻌﺬﺭ ﺍﻻﺭﺗﺒﺎﻁ ﺍﻟﺬ￯ ﻳﺘﻮﻗﻒ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺘﺪﺑﲑ‪،‬‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺛﺎﺑﺘﺔ ﺑﲔ ﺭﻭﺣﻪ ﻭﺑﺪﻧﻪ‬
‫ﻭﻭﺻﻮﻝ ﺍﳌﺪﺩ ﺇﻟﻴﻪ ﺧﻠﻖ ﺍﷲ]ﻉ‪ + :‬ﺗﻌﺎﱄ[ ﻧﻔﺴﻪ ﺍﳊﻴﻮﺍﻧﻴﺔ ﺑﺮﺯﺧ ﹰﺎ ﺑﲔ ﺍﻟﺒﺪﻥ‬
‫ﻗﻮﺓ ﻣﻌﻘﻮﻟﺔ ﻫﻰ ﺑﺴﻴﻄﺔ‬ ‫ﻭﺍﻟﺮﻭﺡ ﺍﳌﻔﺎﺭﻕ‪ .‬ﻓﻨﻔﺴﻪ ﺍﳊﻴﻮﺍﻧﻴﺔ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺃﳖﺎ ﹼ‬
‫ﺗﻨﺎﺳﺐ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳﻨﺎﺳﺐ[ ﺍﻟﺮﻭﺡ ﺍﳌﻔﺎﺭﻕ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﹼﺃﳖﺎ ﻣﺸﺘﻤﻠﺔ ﺑﺎﻟﺬﺍﺕ‬
‫ﺑﺘﴫﻓﺎﺕ‬‫ﱡ‬ ‫ﻣﺘﴫﻓﺔ‬
‫ﱢ‬ ‫ﻋﲆ ﻗﻮ￯ ﳐﺘﻠﻔﺔ ﻣﺘﻜﺜﺮﺓ ﻣﻨﺒﺜﹼﺔ ﰱ ﺃﻗﻄﺎﺭ ﺍﻟﺒﺪﻥ‪،‬‬
‫ﰊ]ﺵ‪ :‬ﺍﻟﻀﺒﺎﰊ[ ﺍﻟﺬ￯ ﰱ ﺍﻟﺘﺠﻮﻳﻒ‬ ‫ﳐﺘﻠﻔﺔ‪ ،‬ﻭﳏﻤﻮﻟﺔ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﰱ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻀﺎ ﹼ‬
‫ﺍﳌﺮﻛﺐ ﻣﻦ‬ ‫ﺍﻷﻳﴪ‪ ،‬ﻣﻦ ﺍﻟﻘﻠﺐ ﺍﻟﺼﻨﻮﺑﺮﻱ‪ ،‬ﺗﻨﺎﺳﺐ]ﻕ‪ :‬ﻳﻨﺎﺳﺐ[ ﺍﳌﺰﺍﺝ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻌﻨﺎﴏ‪ ،‬ﻓﺤﺼﻞ ﺍﻻﺭﺗﺒﺎﻁ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺘﺄﺛﺮ ﻭﺍﻟﺘﺄﺛﲑ‪ ،‬ﻭﺗﺄﺗﱠﻰ ﻭﺻﻮﻝ ﺍﳌﺪﺩ ﻛﲈ‬
‫ﻗﻠﻨﺎ ﻭﺍﻟﺘﺪﺑﲑ‪.‬‬
‫ﺍﻟﻘﻮﺓ ﺍﳋﻴﺎﻟﻴﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﰱ ﻧﺸﺄﺓ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻣﻦ‬ ‫ﺃﻥ ﹼ‬ ‫ﻭﺇﺫﺍ ﻭﺿﺢ ﻫﺬﺍ ﻓﺎﻋﻠﻢ ﹼ‬
‫ﻛﻮﻧﻪ‪ ،‬ﻧﺴﺨﺔ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﺍﳌﻄﻠﻖ‪ ،‬ﻛﺎﳉﺰﺀ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ‬
‫ﺍﻟﻜﻞ‪ ،‬ﻭ ﻛﺎﳉﺪﻭﻝ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺍﱃ ﺍﻟﻨﻬﺮ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﻣﴩﻋﻪ‪ .‬ﻭﻛﲈ ﺃﻥ ﻃﺮﻑ‬ ‫ﹼ‬
‫‪53-a‬‬ ‫]ﻕ‪ :‬ﺍﳋﻴﺎﻝ ﺍﻻﻧﺴﺎﲏ[‬
‫ﺍﳉﺪﻭﻝ ‪ /‬ﺍﻟﺬ￯ ﻳﲆ ﺍﻟ ﱠﻨﻬﺮ ﻣﺘﹼﺼﻞ ﺑﻪ‪ ،‬ﻛﺬﻟﻚ ﻋﺎﱂ ﺧﻴﺎﻝ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ‬
‫‪١٤٩‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

biraz önce şu duvarda arz edildi.”13 Zekât vermeyenin durumu hakkın-


da hadîste şöyle buyrulur: “Ona malı zehirli bir yılan olarak temessül
eder.”14 Yine sahîh bir rivâyette şöyle gelir: “Bu mallar zekât vermeyen
için bir yılan olur.”15

Bu ve benzeri şerîatın haber verdiği rivâyetlerde, misâlî sûretlerle


cesede bürünme vardır. Riyâzat ehli kimseler, tabiî-unsurî sûretlerinden
insilâh ile hâsıl olan rûhânî mîraclarında rûhlarının rûhânî mazharlarını
giyerek misâl âleminde terakkî ederler. İnsanın rûhunun, yönettiği tabiî-
unsurî cismine göre durumu böyledir; onu ilim ve amel açısından kuşatır.
Ruh ile beden arasında işâret edilen sâbit bir mübâyenet/zıdlık olduğun-
da ve rûhun bedeni tedbîrinin/yönetmesinin ve yardım ulaştırmasının
kendisine bağlı bulunduğu irtibât imkânsız olunca Allah, bedenle ayrı-
lan ruh arasında hayvânî nefsi, berzah olarak yaratır. İnsandaki hayvânî
nefs, mâkûl bir güç oluşu itibâriyle ayrılan rûha münâsib basitliktedir.
Rûhun bizzat bedenin birimlerine yayılmış pek çok değişik kuvvetle-
ri kuşatması; göğüs boşluğunun sol tarafında bulunan, kalb-i sanevberî
buharıyla taşınması sûretiyledir. Kalb-i sanevberî bedende muhtelif ta-
sarruflarda bulunur ve unsurlardan mürekkep mizâcına mütenâsip özel-
liği sâyesinde ruh için bedenle irtibâtı, tesir ve teessürü meydana getirir
ve böylece dediğimiz yardım ve tedbîr gerçekleşir.

Bu durum vuzûha kavuştuktan sonra bilesin ki insandaki kuvve-i


hayâliye/hayal gücünün âlemin bir nüshası olması itibâriyle mutlak
misâl âlemine nisbeti cüz’ün külle, nehrin kollarının, çıkış yeri olan
nehre nisbeti gibidir. Nitekim nehre akan kol ona bitişik olduğu gibi,
149
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻟﻜﻦ ﺍﻟﻨﺎﺱ ﰱ ﺫﻟﻚ ﻣﻦ‬


‫ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻃﺮﻓﻪ ﺍﻷﻋﲆ ﻣ ﹼﺘﺼﻞ ﺑﻌﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ‪ .‬ﹼ‬
‫ﻭﺟﻪ ﻋﲆ ﻗﺴﻤﲔ‪:‬‬
‫ﻗﺴﻢ‪ :‬ﻻ ﻳﻌﺮﻓﻮﻥ ﺫﻟﻚ ﺍﻻﺭﺗﺒﺎﻁ‪ ،‬ﻭ ﻻﻳﺸﻌﺮﻭﻥ ﺑﻪ‪ ،‬ﻭﻻ ﻳﺴﺘﴩﻓﻮﻥ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ‪ .‬ﻭﻫﻢ ﲨﻬﻮﺭ ﺍﻟﻨﺎﺱ‪.‬‬
‫ﻭﻗﺴﻢ ﻭﻫﻢ]ﺵ‪ :‬ﻫﻮ[ ﺍﻷﻗ ﱡﻠﻮﻥ ﻳﻌﻠﻤﻮﻥ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﺑﻪ[‪ ،‬ﻭﻳﺴﺘﴩﻓﻮﻥ ﻋﻠﻴﻪ‪،‬‬
‫ﻭﻳﺘﺸﻮﻗﻮﻥ ﺇﻟﻴﻪ‪ ،‬ﺑﻞ ﻳﺘﻌﺪﻭﻧﻪ]ﻉ‪ :‬ﻳﺘﻌﺪﺩﻭﻧﻪ[ ﺇﱃ ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﻓﻮﻗﻪ ﻋﲆ‬
‫ﺳﺄﻟﻮﺡ]ﺵ‪ ،‬ﺷﺎﺀ‪ :‬ﻓﻬﻮ ﺧﻄﺎﺀ ﺧﻄﻲ[ ﻟﻚ ﺑﺒﻌﺾ ﺃﴎﺍﺭﻩ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ‪ ،‬ﻓﺄﻗﻮﻝ‪:‬‬‫ﻣﺎ ﱢ‬
‫ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥﹼ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﻧﺴﺒﺘﻪ ﺇﱃ ﺻﻮﺭﺓ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﻣﻈﻬﺮ ﺍﺳﻢ‬
‫ﺍﻟﻈﺎﻫﺮ‪ ،‬ﻧﺴﺒﺔ ﺫﻫﻦ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻭﺧﻴﺎﻟﻪ ﺇﱃ ﺻﻮﺭﺗﻪ‪ .‬ﻭﺭﻭﺡ ﺻﻮﺭﺓ‬
‫ﻓﺎﳌﺠﺴﺪﹸ ﺛﻢ ﳌﺎ ﻻ ﺻﻮﺭﺓ ﻟﻪ ﻣﻦ‬ ‫ﱢ‬ ‫ﺍﻟﻌﺎﱂ ﻣﻦ ﻭﺟﻪ ﻣﻈﻬﺮ ﺍﺳﻢ ﺍﻟﺒﺎﻃﻦ‪،‬‬
‫ﺍﻷﻣﻮﺭ ﺍﳌﻌﻘﻮﻟﺔ ﻫﻮ ﺍﻻﺳﻢ ﺍﻟﺒﺎﻃﻦ ﻭﺍﳌﺪ ﱢﺑﺮ ﻭﻻ ﻧﻘﺺ ﰱ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﻫﻨﺎﻙ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﻭﻻ ﰱ ﺍﻟﻘﻮﺓ ﺍﱃ ﺍﻟﻘﻮﺓ ﺍﳌﺼﻮﺭﺓ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻭﻻ ﰱ ﺍﻟﻘﻮﺓ ﺍﻟﺘﻰ ﺍﻟﻘﻮﺓ‬
‫ﻭﻻ ﰱ ﺍﻟﺘﻰ ﺍﻟﻘﻮﹼﺓ ﺍﳌﺼﻮﹼﺭﺓ‬
‫ﻳﺘﺠﺴﺪ‬‫ﱠ‬ ‫ﺍﳌﺼﻮﺭﺓ[ ﻣﻦ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻧﺴﺨﺔ ﻣﻨﻬﺎ‪ .‬ﻓﺈﻥ ﺍﳊﻖ ﺫﻭ ﺍﻟﻘﻮﺓ ﺍﳌﺘﲔ‪ .‬ﻓﻼ‬
‫ﻫﻨﺎﻙ ﳾﺀ ﺇﻻ ﺑﺤﺴﺐ ﻣﺎ ﻋﻠﻢ‪ ،‬ﻭﻻ ﺟﻬﻞ ﻳﺘﻄﺮﻕ ﰱ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻌﻠﻢ‪.‬‬
‫ﻭﺍﻟﺼﺤﺔ‪ .‬ﻭﻫﻜﺬﺍ ﻫﻮ ﺍﻷﻣﺮ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ‬ ‫ﱠ‬ ‫ﻓﻮﺟﺒﺖ]ﻉ‪ :‬ﻓﻮ ﺟﺒﺘﻪ[ ﺍﳌﻄﺎﺑﻘﺔ‬
‫ﻗﻮﺗﻪ‬ ‫ﺍﻟﻌﻘﻮﻝ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻨﻔﻮﺱ ﺍﻟﻌﺎﻟﻴﺔ‪ .‬ﻭﺍﻷﻣﺮ ﰱ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﻟﻴﺲ ﻛﺬﻟﻚ‪ .‬ﹼ‬
‫ﻓﺈﻥ ﹼ‬
‫ﺍﻃﻼﻋﻪ ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬ﻓﺄﻣﻼﻩ ﺑﺬﺍﺗﻪ ﻋﲆ‬ ‫ﺍﳌﺼﻮﺭﺓ ﺗﺎﺑﻌﺔ ﻟﻨﻮﺭ ﹼﻳﺔ ﺭﻭﺣﻪ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﺳﺒﻖ ﹼ‬ ‫ﱢ‬
‫ﺍﳌﺼﻮﺭﺓ‪ ،‬ﻓﻴﺄﺧﺬ ﰱ ﳏﺎﻛﺎﺗﻪ‪ ،‬ﻟﻜﻦ ﺑﺤﺴﺐ ﺟﻮﺩﺓ ﻫﻴﺌﺘﻪ ﺍﻟﺪﻣﺎﻍ‪،‬‬ ‫ﱢ‬ ‫ﻗﻮﺗﻪ‬
‫ﹼ‬
‫ﻭﺧﺎﺻﻴﺔ ﺍﳌﻜﺎﻥ ﻭﺍﻟﺰﻣﺎﻥ‪ ،‬ﺑﺨﻼﻑ ﻣﺎ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﺍﺳﺘﻘﺎﻣﺔ ﺍﳌﺰﺍﺝ‪ ،‬ﺃﻭ ﺍﻧﺤﺮﺍﻓﻪ‬
‫ﻻ‪ ،‬ﺛﻢ ﺍﻟﻌﻘﻮﻝ ﻭﺍﻟﻨﻔﻮﺱ ﺛﺎﻧﻴ ﹰﺎ‬ ‫ﻳﺘﺠﺴﺪﹸ ﰱ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﻛﺎﻻﺳﻢ ﺍﻟﺒﺎﻃﻦ ﹼﺃﻭ ﹰ‬ ‫ﱠ‬
‫‪١٥٠‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

insanın hâyal âlemi de yukarı tarafından âlem-i misâle bitişiktir. Fakat


insanlar bu konuda iki gruptur:

Bir grubu bu irtibâtı bilmez, bunun farkında olmaz ve bunu araş-


tırmazlar. Bunlar insanların çoğunluğudur.

İkinci grup azınlıktır. Bu irtibâtı bilir, araştırır ve ona ilgi duyarlar.


Onlar rûhlar âlemini de aşıp inşâallah sana bazı sırlarını açıklayacağım
daha yukarılara ulaşırlar. Ben derim ki:

Bilesin ki misâl âleminin “Zâhir” isminin mazharı olan


âlemin sûretine nisbeti, insan zihninin ve hayâlinin sûretine nisbeti
mesâbesindedir. Âlemin sûretinin rûhu bir vecihten “Bâtın” isminin maz-
harıdır. Mâkûl şeylerden sûreti olmayanlara cesed giydiren “Bâtın” ve
“Müdebbir” isimleridir. Burada ilimde ve insanın âlem-i misâlin nüshası
olan musavvire gücünde bir noksanlık yoktur. Çünkü Hak, kuvvet sâhibi
ve metîndir. Cesede bürünen her şey bilinen kadar cesedlenir. Bu ilmin
kapısını çalabilecek bir cehl yoktur. Bu yüzden arada bir mutâbakat ve
sıhhat gereklidir. Akıllara, yüksek nefslere nisbetle de durum aynıdır. İn-
sanda ise durum böyle değildir. Çünkü insanın musavvire gücü, rûhunun
nûrâniyetine ve daha önce ıttılâ kesbettiklerine tâbîdir. İnsan bizzat bu
bilgileri musavvire gücüne imlâ ettirir ve ona benzemeye başlar. Fakat
bu durum, dimağ hey’etinin cömerdliğine, mizâcın istikâmet ya da bo-
zukluğuna, mekân ve zaman husûsiyetlerine bağlıdır. Misâl âleminde
cesede bürünen ilk Bâtın ismi ile onun ardından ikinci olarak gelen akıl
ve nefsler bunun hilâfınadır. Nitekim buna daha önce dikkat çekmiştik.
150
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﳌﻘﻴﺪﺓ‪ ،‬ﺇﱃ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ‬ ‫ﻛﲈ ﱠﻧﺒﻬﻨﺎ ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬ﻣﻦ ﱠ‬


‫ﺃﻥ ﻧﺴﺒﺔ ﺧﻴﺎﻻﺕ ﺍﻷﻧﺎﺳﻰ ﹼ‬
‫ﻧﺴﺒﺔ ﺍﳉﺪﺍﻭﻝ ﺇﱃ ﺍﻟﻨﻬﺮ ﻭﺍﳌﴩﻉ‪.‬‬
‫‪53-b‬‬ ‫ﺛﻢ ﺇﻥ ﺧﻴﺎﻝ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ‪ /‬ﻭﺭﺅﻳﺎﻩ ﳍﲈ ﻋﺪﹼ ﺓ ﻣﻮﺟﺒﺎﺕ ﺑﻌﻀﻬﺎ ﻣﺰﺍﺟﻴﺔ‬
‫ﺻﺤﺔ ﻫﻴﺌﺔ‬‫ﻓﺎﳌﺨﺘﺺ ﻣﻨﻬﺎ ﺑﺎﳌﺰﺍﺝ ﹼ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﺑﻌﻀﻬﺎ ﺧﺎﺭﺟﺔ ﻋﻦ ﺍﳌﺰﺍﺝ‪.‬‬
‫ﺍﻟﺪﻣﺎﻍ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﺳﺒﻖ ﺫﻛﺮﻩ‪ .‬ﻭﺍﳋﺎﺭﺝ ﻋﻦ ﺍﳌﺰﺍﺝ ﺑﻘﺎﺀ ﺣﻜﻢ ﺍﺗﺼﺎﻝ ﺑﲔ‬
‫ﻘﺔ ﺗﻘﺘﴤ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪:‬ﻳﻘﺘﴤ‪ ٦‬ﺍﲢﺎﺩﻩ‬ ‫ﻭﻣﻨﺎﺳﺒﺔ ﳏ ﹼﻘ ﹴ‬
‫ﹴ‬ ‫ﺧﻴﺎﻟﻪ ﻭﺑﲔ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﻋﻦ ﻋﻠﻢ‬
‫ﻗﻞ ﻣﻦ ﻳﺸﺎﻫﺪﻩ ﺭﺃﻳﺘﻪ‪.‬‬ ‫ﻋﺎﻝ ﱠ‬ ‫ﺑﻪ ﻣﻦ ﺇﺣﺪ￯ ﺟﻬﺘﻴﻪ‪ .‬ﻭﻫﺬﺍ]ﻉ‪ :‬ﻫﻜﺬﺍ[ ﻛﺸﻒ ﹴ‬
‫ﺍﳌﻘﻴﺪ ﺇﱃ ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ‪،‬‬
‫ﻭﺩﺧﻠﺖ ﺑﻨﻔﺴﻰ ﰱ ﺑﻌﺾ ﻣﻈﺎﻫﺮﻩ‪ ،‬ﻣﻦ ﺍﳋﻴﺎﻝ ﹼ‬
‫ﻭﺧﺮﺟﺖ ﻣﻨﻪ‬
‫ﹸ‬ ‫ﻓﺎﻧﺘﻬﻴﺖ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻭ[ ﺇﱃ ﺁﺧﺮﻩ‪،‬‬
‫ﹸ‬ ‫ﻣﻦ ﺑﺎﺏ ﺍﺗﹼﺼﺎﻝ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ‪،‬‬
‫ﺛﻢ ﺇﱃ ﻓﻴﺨﺎﺀ]ﻕ‪:‬ﻓﺴﻴﺦ[ ﻣﻄﻠﻊ ﺍﻷﺿﻮﺍﺀ‪ .‬ﻭﺍﳊﻤﺪ ﷲ ﻋﲆ‬ ‫ﺇﱃ ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﺍﻟﻨﺎﺱ ﰱ ﻣﺮﺍﺗﺒﻬﻢ ﻋﲆ ﺃﻗﺴﺎﻡ ﳐﺘﻠﻔﺔ‬ ‫ﻣﺎ ﺃﻧﻌﻢ‪ .‬ﺛﻢ ﻟﻴﻌﻠﻢ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪:‬ﻟﺘﻌﻠﻢ[‪ :‬ﹼ‬
‫ﺗﻨﺤﴫ]ﺵ‪،‬ﻉ‪ :‬ﻳﻨﺤﴫ[ ﰱ ﺛﻼﺛﺔ ﺃﻗﺴﺎﻡ‪:‬‬
‫ﻧﺎﺯﻝ ﻗﺪ ﻃﺒﻊ ﺍﷲ ﻋﲆ ﻗﻠﻮﲠﻢ‪ .‬ﻓﻼ ﻳ ﹼﺘﺼﻞ ﻣﻦ ﻧﻔﻮﺳﻬﻢ‬ ‫ﻗﺴﻢ ﹲ‬
‫ﺇﱃ ﻗﻠﻮﲠﻢ ﳾﺀ‪ ،‬ﹼﳑﺎ ﻫﻮ ﹸﻣ ﹾﻨ ﹶﺘ ﹺﻘ ﹲﺶ ﰱ ﻧﻔﺴﻪ ﺳﺎﺑﻘ ﹰﺎ‪ ،‬ﺃﻭ ﻣﺘﺠﺪﱢ ﺩ ﹰﺍ‪ ،‬ﺇﻻ ﰱ‬
‫ﺍﻟﻨﺎﺩﺭ ﺑﺤﺎﻝ ﻋﺎﺭﺽ ﴎﻳﻊ ﺍﻟﺰﻭﺍﻝ ﺑﻄﻲﺀ ﺍﻹﺗﻴﺎﻥ‪ .‬ﺑﻞ ﺭ ﱠﺑﲈ ﻻ ﻳﻨﺘﻘﺶ‬
‫ﻣﻦ ﻏﻴﺐ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺍﻟﻌﻠﻮﻱ‪ ،‬ﻭﻣﺎﻓﻮﻗﻪ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﳾﺀ ﰱ ﻧﻔﺴﻪ ﻟﻌﺪﻡ ﺍﻟﺼﻔﺎﺀ‪،‬‬
‫ﺍﻟﺘﺎﻡ‪ ،‬ﻋﻦ ﻧﻘﻄﺔ ﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻝ‪ ،‬ﻭﺍﳌﺴﺎﻣﺘﺔ ﺍﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ﰱ ﺣﴬﺓ‬ ‫ﻭﺍﻻﻧﺤﺮﺍﻑ ﹼ‬
‫ﺍﳌﺤﺎﺫﺍﺕ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺍﳌﺤﺎﺫﺍﺓ[‪ ،‬ﻭﺍﳌﻮﺍﺟﻬﺔ ﳊﴬﺓ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﺃﻭ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ‪.‬‬
‫ﻭﻗﺴﻢ ﳛﺼﻞ ﻟﻘﻠﻮﲠﻢ ﺃﺣﻴﺎﻧ ﹰﺎ ﺻﻔﺎﺀ ﻭﻓﺮﺍﻍ ﻣﻦ ﺍﻟﺸﻮﺍﻏﻞ‪ ،‬ﻭﺍﺗﺼﺎﻝ‬
‫ﻣﻦ ﺧﻴﺎﻟﻪ ﺑﻌﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﺍﳌﻄﻠﻖ‪ .‬ﻓﻜﻞﹼ ﻣﺎ ﻳﺪﺭﻛﻪ ﻧﻔﻮﺳﻬﻢ ﰱ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻮﻗﺖ‪،‬‬
‫ﺷﻌﺎﻋﻴ ﹰﺎ]ﻕ‪ + :‬ﺍﱃ ﺍﻟﻘﻠﺐ[‪ ،‬ﻭﻳﻨﻌﻜﺲ ﻣﻦ ﺍﻟﻘﻠﺐ ﺇﱃ‬‫ﹼ‬ ‫ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻳﻨﻌﻜﺲ ﺍﻧﻌﻜﺎﺳ ﹰﺎ‬
‫‪١٥١‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

İnsanların mukayyed misâl âlemine nisbeti, nehir kollarının nehre ve


ana kaynağa nisbeti gibidir.

İnsanın hayal gücünü ve rüyâlarını etkileyen bazısı mizâca bağlı


bazısı mizâc dışı sayısız âmiller vardır. Bu âmillerden mizâca bağlı bu-
lunan, dimağ heyetinin sıhhati ve daha önce zikri geçenlerdir. Mizâcın
dışındaki âmiller insanın hayâli ile âlem-i misâl arasındaki ilim ve
münâsebetten oluşan ittisâl hükmünün bulunmasıdır. İnsan hayâliyle
misâl âlemi arasındaki bu gerçek münâsebet, insanın iki cihetinden biri
ile misâl âlemiyle ittihâdını gerektirir. Bu, gördüğüm kadarıyla pek az
kimsenin müşâhede ettiği yüksek bir keşf hâlidir. Ben bu müşâhedenin
bazı mazharlarına dâhil oldum; mukayyed hayal âleminden misâl
âlemine, işâret edilen ittisâl kapısından girdim. Misâl âleminin âhirine
kadar ulaştım. Oradan çıkıp rûhlar âlemine geçtim, sonra da nûrların çı-
kış yerine ulaştım. Allah’ın ihsânına hamdolsun. Şu bilinsin ki insanlar
farklı mertebelerdedir. Bunlar da üç çeşittir:

1- Düşük sınıf: Allah Teâlâ’nın kalblerini mühürlemesi sebebiyle


bunların nefislerinden kalblerine, nâdiren geç gelip çabuk giden hâller
dışında, daha önce nefslerine nakşedilen ya da yenilenen herhangi bir
şey ulaşmaz. Aksine nefsi sâfiyetten, îtidâl noktasından, Hak mertebesi
ya da rûhlar mertebesi için muvâcehe, muhâzât hazretinde sağlam bir
yerden uzak oluşu sebebiyle ulvî gayb âleminden ve daha yukarıdan bir
şey onun nefsine nakşolunmaz.

2- Kalbleri bazen meşgûliyetlerden ferağ bulup safâ hâliyle mut-


lak misâl âlemine ittisâl hâsıl eden grup. Bunların nefislerinin bu va-
kitte idrâk ettikleri her şey şuaî bir in’ikâs ile yansır ve bu yansıma
151
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﻟﺪﻣﺎﻍ‪ ،‬ﻓﻴﻨﻄﺒﻊ ﻓﻴﻪ‪ .‬ﻓﺈﻥ ﻭﺟﺪ ﻓﻴﲈ ﻳﺮ￯ ﺃﺛﺮ ﺣﺪﻳﺚ]ﻕ‪ + :‬ﺍﻝ[ ﻧﻔﺲ‪،‬‬
‫ﺍﳌﺼﻮﺭﺓ ﰱ ﺫﻟﻚ ﻣﺪﺧﻞ ﺑﺤﺴﺐ ﺍﻵﻟﺔ ﻭﺍﳌﺰﺍﺝ ﻭﻣﺎ ﺫﻛﺮﻧﺎ‪.‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﻓﻠﻠﻘﻮﺓ‬
‫ﹼ‬
‫‪54-a‬‬ ‫ﻭﺇﻥﹾ ﺧﻠﺖ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ﻋﻦ ﺣﺪﻳﺚ ﺍﻟﻨﻔﺲ‪ ،‬ﻭﻛﺎﻧﺖ ﻫﻴﺌﺔ ﺍﻟﺪﻣﺎﻍ‬
‫ﺻﺤﻴﺤ ﹰﺔ‪ ،‬ﻭﺍﳌﺰﺍﺝ ﻣﺴﺘﻘﻴﻢ]ﻉ‪ :‬ﻣﺴﺘﻘﻴﲈ[ ﻛﺎﻧﺖ ﺭﺅﻳﺎ ﻣﻦ ﺍﷲ‪ ،‬ﻭﻛﺎﻧﺖ ﰱ‬
‫ﺍﻟﻐﺎﻟﺐ ﻻ ﺗﻌﺒﲑ ﳍﺎ‪ .‬ﻷﻥ ﻋﻜﺲ ﺍﻟﻌﻜﺲ ﻇﺎﻫﺮ ﺑﺼﻮﺭﺓ ﺍﻷﺻﻞ‪.‬‬
‫ﻭﻫﻜﺬﺍ]ﻕ‪ + :‬ﻫﻮ[ ﺭﺅﻳﺎ ﺃﻛﺜﺮ ﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ]ﺵ‪ + :‬ﻋﻠﻴﻬﻢ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻉ‪ + :‬ﻋﻠﻴﻬﻢ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪.‬‬
‫ﻭﻫﺬﺍ ﻫﻮ ﺍﻟﺴﺒﺐ ﰱ ﻋﺪﻡ ﺗﺄﻭﻳﻞ ﺍﳋﻠﻴﻞ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ ﺭﺅﻳﺎﻩ‪ ،‬ﻭﺃﺧﺬﻩ‬
‫ﻟﻈﺎﻫﺮﻫﺎ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺑﻈﺎﻫﺮﻫﺎ[ ﻭﻣﻦ ﺻﺎﺭ ﻗﻠﺒﻪ ﻣﺴﺘﻮ￯ ﺍﳊﻖ ﻻ ﻳﻨﻄﺒﻊ ﰱ ﻗﻠﺒﻪ‬
‫ﺍﻷﻭﻝ ﰱ‬ ‫ﺃﻣﺮ ﻣﻦ ﺧﺎﺭﺝ‪ ،‬ﺑﻞ ﻣﻦ ﻗﻠﺒﻪ ﻳﻜﻮﻥ ﺍﳌﻨﺒﻊ‪ ،‬ﻭﺍﻻﻧﻄﺒﺎﻉ ﹼ‬ ‫ﻏﺎﻟﺒ ﹰﺎ ﹲ‬
‫ﺍﻟﺪﱢ ﻣﺎﻍ‪ .‬ﻭﳌﹼﺎ]ﺵ‪ :‬ﻛﺄﻥ[ ﺍﻋﺘﺎﺩ ﺍﳋﻠﻴﻞ ﺍﳊﺎﻟﺔ ﺍﻷﻭﱄ‪ ،‬ﻭﺷﺎﺀ ﺍﳊﻖ ﺃﻥ ﻳﻨﻘﻠﻪ‬
‫]ﻉ‪:‬‬
‫ﺍﱃ ﻣﻘﺎﻡ ﻣﻦ ﻭﺳﻊ ﻗﻠﺒﻪ ﺍﳊﻖ ﻛﺎﻥ ﺍﻻﻧﻄﺒﺎﻉ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ - :‬ﺍﻝ[ ﻣﺎ ﺍﻧﺒﻌﺚ ﻣﻦ‬
‫ﰲ[ ﻗﻠﺒﻪ ﺍﻹﳍﻰ ﺇﱃ ﺩﻣﺎﻏﻪ ﺍﻧﻄﺒﺎﻋ ﹰﺎ ﻭﺍﺣﺪ ﹰﺍ‪ ،‬ﻓﻠﻢ ﻳﻈﻬﺮ ﺑﺼﻮﺭﺓ ﺍﻷﺻﻞ‪،‬‬
‫ﻓﺎﺣﺘﺎﺝ ﺇﱃ ﺍﻟﺘﺄﻭﻳﻞ ﺍﳌﻌﺮﺏ ﻋﻦ ﺍﻷﻣﺮ ﺍﳌﺮﺍﺩ ﺑﺬﻟﻚ ﺍﻟﺘﺼﻮﻳﺮ ﻋﲆ ﻧﺤﻮ‬
‫ﺗﻌﻴﻨ ﹰﺎ ﺭﻭﺣﺎﻧﻴ ﹰﺎ‪ ،‬ﺃﻭ‬
‫ﺍﻟﻌﻠﻮﻱ‪ ،‬ﻭﺫﻭﺍﺕ ﺍﻟﻌﻘﻮﻝ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻨﻔﻮﺱ ﱡ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺗﻌﻴﹼﻨﻪ ﰱ ﺍﻟﻌﺎﱂ‬
‫ﻋﲆ ﺍﻧﺒﻌﺎﺛﻬﺎ ﻣﻦ ﺍﻟﻘﻠﺐ ﻣﺘﻮﺣﱢﺪ ﺍﻟﻜﺜﺮﺓ‪ ،‬ﺑﺼﻔﺔ ﺃﺣﺪﻳﹼﺔ ﺍﳉﻤﻊ‪.‬‬
‫ﻓﺈﻥ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻔﺼﻞ ﻳﺘﻀﻤﻦ ﻋﻠﻮﻣ ﹰﺎ‬ ‫ﺍﻟﺘﺄﻣﻞ ﻓﻴﻪ‪ .‬ﱠ‬
‫ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻭﺃﻣﻌﻦ ﱡ‬
‫ﺧﻔﻴﺔ ﻳﻌﻠﻢ ﻣﻨﻬﺎ ﺗﻔﺎﻭﺕ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻟﻨﻔﻮﺱ‪ ،‬ﻭﺩﺭﺟﺎﲥﺎ ﻭﺳﺒﺐ ﺇﺩﺭﺍﻛﺎﲥﺎ‬
‫ﺍﳌﻘﻴﺪ ﻭﺍﳌﺜﺎﻝ ﺍﳌﻄﻠﻖ‪،‬‬ ‫ﺍﻟﺴﻘﻴﻤﺔ ﻭﺍﻟﺼﹼﺤﻴﺤﺔ‪ ،‬ﻭﻳﻌﻠﻢ ﺍﻟﻔﺮﻕ ﺑﲔ ﺍﳋﻴﺎﻝ ﹼ‬
‫ﻭﺍﺣﺪ ﻣﻨﻬﲈ ﺇﱃ ﺍﻵﺧﺮ ﻭﺇﱃ ﺍﳊﻖﹼ ‪.‬‬ ‫ﹴ‬ ‫ﻭﻳﻌﻠﻢ ﻧﺴﺒﺔ ﱢ‬
‫ﻛﻞ‬
‫ﲡﺴﺪ ﰱ‬ ‫ﻓﺈﻥﹼ ﻛﻞﹼ ﺧﻴﺎﻝ ﻣﻘﻴﹼﺪﹴ ﻫﻮ ﺣﻜﻢ ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﺳﻢ ﺍﻟﺒﺎﻃﻦ ﱠ‬
‫]ﺵ‪:‬‬
‫ﲡﺴﺪ ﹰﺍ ﺻﺤﻴﺤ ﹰﺎ‪ ،‬ﱠ‬
‫ﻟﺼﺤﺔ ﺍﻟﻌﻠﻢ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻘﻮ￯ ﺍﳌﺤﺎﻛﻴﺔ‬ ‫ﻋﺎﱂ ﺍﳌﺜﺎﻝ ﺍﳌﻄﻠﻖ ﱡ‬
‫ﺍﳌﺼﻮﺭﺓ‪ ،‬ﻭﺑﺤﺴﺐ‬ ‫ﻣﻘﻴ ﹴﺪ ﻫﻨﺎ‪ ،‬ﺑﺤﺴﺐ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻘﻮﺓ‬ ‫ﻛﻞ ﺧﻴﺎﻝ ﹼ‬‫ﻭﲡﺴﺪ ﰱ ﹼ‬
‫‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺍﳌﺤﺎﻛﺌﺔ[‬
‫ﱢ‬
‫‪١٥٢‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

kalbten dimâğa akseder ve oraya kazınır. Şâyed böyle biri gördüğü şey-
de “hadîs-i nefs” eseri bulursa musavvire gücünün bu işte âlet, mizâc ve
zikrettiğimiz türde bir dahli var demektir.

3- Rüyâ; hadîs-i nefsten hâlî, dimâğın yapısı sağlıklı, mizâc da


müstakîm ise Allah’tandır. Çoğu kere böyle rüyâları tâbire gerek de yok-
tur. Çünkü aksin yansıması, aslın sûretiyle zâhir olmuştur. Nebîlerin ço-
ğunun rüyâsı böyledir. Hz. Halîl İbrâhîm (a.s.)’ın rüyâsını yorumlama-
yıp zâhirine göre davranmasının sebebi budur. Gönlü Hakk’ın müstevâsı
hâline gelenin kalbine galibiyetle bir şey etki edemez. Aksine o kişinin
kalbi menbâ ve ilk yansıması dimağda olur. Hz. Halîl İbrâhîm ilk hâle
alışıp Allah Teâlâ kendisini “kalblerini genişlettiği kimseler” makâmına
nakletmek dileyince, onun kalb-i ilâhîsinden dimâğına yansıyan şey, bu
sefer asıl sûretiyle zâhir olmamış ve bu yüzden rüyâsı te’vîle muhtâc
olmuştur. Te’vîl, rüyâdaki tasvîr ile murâd olunan işi açıklar. Bu tasvîrin
yüce âlemdeki akıl ve nefis sâhipleri içindeki rûhânî taayyününü ya da
ahadiyyetü’l-cem’ sıfatıyla kalbte kesreti birleyen yansımayı yorumlar.

Bunu bil ve üzerinde derinlemesine düşün ki bu fasıl, nefislerin


mertebe ve dereceleri ile sakat ve sağlam idrâk sebeplerinin bilinmesini
sağlayan gizli bir takım bilgileri kapsar. Yine bu sâyede sınırlı hayâl ile
mutlak misâl arasındaki fark, hayâl ile misâlden her birinin diğerine ve
Hakk’a nisbeti anlaşılır.

Zîrâ her mukayyed hayâl “Bâtın” isminin ahkâmındandır. Bu


hükümler mutlak misâl âleminde sağlıklı bir biçimde, ilmin ve kuv-
vetlerin gücüne göre cesede bürünür. Burada her mukayyed hayal,
152
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﳌﺤﻞﹼ‪ ،‬ﻭﺑﺤﺴﺐ ﺃﺣﻮﺍﻝ ﺍﳌﺪﺭﻙ‪ .‬ﻭﺍﻟﻐﺎﻟﺐ ﻋﻠﻴﻪ ﻣﻦ ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺯﻣﺎﻥ‬


‫ﺍﻹﺩﺭﺍﻙ‪.‬‬
‫ﻭﻳﹸﻌﻠﻢ ﺃﻥ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ﺍﻟﺘﻰ ﻻﺗﺄﻭﻳﻞ ﳍﺎ ﻣﺎﺍﻭﺟﺒﻪ‪ .‬ﻭ]ﺵ‪ - :‬ﻭ[ ﱠ‬
‫ﺍﻥ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ﺍﻟﺘﻰ‬
‫ﲢﺘﺎﺝ]ﻉ‪ :‬ﳛﺘﺎﺝ[ ﺇﱃ‪ /‬ﺍﻟﺘﺄﻭﻳﻞ ﺗﻜﻮﻥ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳﻜﻮﻥ[ ﻷﻧﺰﻝ ﺍﻟﻄﻮﺍﻳﻒ‪ ،‬ﻭ ﻳﻜﻮﻥ ‪54-b‬‬
‫ﻓﺈﳖﺎ ﺣﺎﻝ ﺍﳌﺘﻮﺳﻄﲔ‪.‬‬ ‫ﻷﻛﻤﻞ ﺍﳋﻠﻖ ﺑﺨﻼﻑ ﺍﻟﺘﻰ ﻻﺗﺄﻭﻳﻞ ﳍﺎ‪ .‬ﹼ‬
‫ﻬﺖ ﻋﻠﻴﻪ ﰱ ﺍﻟﻔﺼﻞ‪ ،‬ﻭﻣﺎ‬ ‫ﻭﻳﻌﻠﻢ ﻏﲑ ﺫﻟﻚ ﹼﳑﺎ ﻳﻄﻮﻝ ﺫﻛﺮﻩ ﹼﳑﺎ ﹼﻧﺒ ﹸ‬
‫ﺃﲨﻠﺖ ﺫﻛﺮﻩ ﻭﺍﳍﻴﺌﺎﺕ ﺍﳌﺘﺤﺼﻠﺔ ﹼﳑﺎ ﺃﺳﻠﻔﻨﺎ ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻷﺻﻮﻝ ﰱ‬ ‫ﹸ‬
‫ﺍﳌﻨﺒﻪ ﻋﻠﻴﻬﺎ‪ ،‬ﻣﻊ‬
‫ﺍﳌﻘﺎﺑﻠﺔ ﻟﻠﻤﺮﺍﺗﺐ ﺍﻻﻋﺘﺪﺍﻟﻴﺔ ﱠ‬
‫]ﻉ‪ + :‬ﻭ[‬
‫ﺍﳌﺮﺍﺗﺐ ﺍﻻﻧﺤﺮﺍﻓﻴﺔ‬
‫ﺍﻧﻈﻢ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﺧﻄﺄ ﺧﻄﻲ[ ﺇﱃ ﺫﻟﻚ‬
‫ﺍﻧﺤﺮﺍﻑ ﻣﺰﺍﺝ ﺫ￯ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ‪ .‬ﻭﺳﻴﲈ ﺇﺫﺍ ﺍﻧﻀﻢ]ﺵ‪ :‬ﹼ‬
‫ﹼ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺳﻮﺀ ﻫﻴﺌﺔ ﺍﻟﺪﻣﺎﻍ‪ ،‬ﻭﺳﻮﺀ ﺍﻟﺴﲑﺓ‪ .‬ﻓﺈﻥﹼ ﺭﺅﻳﺎ ﻣﻦ ﻫﺬﺍ ﺷﺄﻧﻪ ﻣﻦ ﺍﻟﺸﻴﻄﺎﻥ‬
‫ﻛﲈ ﺃﺷﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ ﷺ‪ ،‬ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫ﻓﻬﺬﺍ ﺣﴫ ]ﻉ‪ :‬ﺃﺧﴫ‪ ،‬ﻣﻌﻨﺎﻩ‪ :‬ﺃﻗﴫ ﻭ ﺃﻭﺟﺰ[ ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ‪ ،‬ﻭﺃﺻﻮﻝ ﻣﺮﺍﺗﺐ‬
‫ﺍﻟﺮﺍﺋﲔ‪ ،‬ﻭﺳﺒﺐ ﺗﻔﺎﻭﺕ ﺩﺭﺟﺎﲥﻢ‪ ،‬ﻭﻋﻠﹼﺔ]ﻉ‪ :‬ﻋﲇ[ ﺍﺧﺘﻼﻑ ﺃﺣﻮﺍﳍﻢ‬
‫ﰱ ﺫﻟﻚ ﻛ ﹼﻠﻪ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﺗﺪ ﹼﺑﺮ ﻣﺎ ﺃﺳﻠﻔﻨﺎ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﺒﺎﺏ ﻋﺮﻑ ﻧﺘﺎﺋﺞ ﺗﻠﻚ‬
‫ﺍﻷﺻﻮﻝ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ ﻭﺛﻤﺮﺍﲥﺎ‪ ،‬ﻭﻳﻌﺮﻑ ﻣﻦ ﻧﻔﺲ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ - :‬ﺍﻝ[ ﹼ‬
‫ﻛﻞ‬
‫ﺭﺍﺀ ﳍﺎ ﻣﺘﻰ ﺫﻛﺮﺕ ﻟﻪ ﻣﺎﺍﻟﺬ￯ ﺭﺃﻱ‪ ،‬ﻭﻫﻞ ﺍﳌﺮﺋﻲ]ﺵ‪ - :‬ﺍﻝ[ ﺍﳌﻈﻨﻮﻥ‬ ‫ﹴ‬
‫ﺍﻟﻨﺒﻲ]ﻕ‪ + :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭ ﺳﻠﻢ[ ﺍﻟﻔﻼﲏ‪ ،‬ﺃﻭ ﺍﻟﻮ ﹼﱄ ﺍﻟﻔﻼﲏ‪ ،‬ﺃﻭ ﺯﻳﺪﹲ ‪،‬‬
‫ﻓﻴﻪ‪ ،‬ﺃﻧﹼﻪ ﹼ‬
‫ﺍﳌﺮﺋﻲ ﰱ ﺯﻋﻢ ﺍﻟﺮﺍﺋﻲ‪ ،‬ﺃﻧﹼﻪ ﺍﳌﻴﺖ ﺍﻟﻔﻼﲏ‪ ،‬ﺃﻭ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻋﻤﺮﻭ ﺳﻮﺍﺀ ﻛﺎﻥ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﺃﻭ‬
‫ﺍﳊﻲ ﺍﻟﻔﻼﲏ‪ ،‬ﺃﻭ ﻛﺎﻥ ﺍﳌﺮﺋﻰ ﻏﲑ ﺫﻟﻚ ﰱ ﻧﻔﺲ ﺍﻷﻣﺮ‪ ،‬ﻫﻞ ﻫﻮ ﻣﺜﺎﻝ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﺍﻟﺜﺎﺑﺘﺔ ﺑﲔ ﺍﻟﺮﺁﺋﻰ ﻭﺍﳌﺮﺋﻲ‪ ،‬ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﳊﺎﻝ‬ ‫]ﻉ‪ + :‬ﺍﻝ[‬
‫ﻣﻌﻘﻮﻟﻴﹼﺔ‬
‫ﻣﺮ‪ ،‬ﺃﻭ]ﺵ‪ :‬ﻭ[ ﻫﻮ‬ ‫ﺃﻭ ﺍﻟﺼﻔﺔ‪ ،‬ﺃﻭ ﺍﻟﻔﻌﻞ ﺃﻭ ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ ﺃﻭ ﺍﻟﺬﺍﺕ ﻋﲆ ﻣﺎ ﹼ‬
‫ﺫﻟﻚ ﺍﻟ ﹼﻨﺒﻰ ﺃﻭ ﺍﻟﻮﱄ‪ ،‬ﺃﻭ ﻫﻮ ﺯﻳﺪ‪ ،‬ﺃﻭ ﻋﻤﺮﻭ‪ ،‬ﻛﲈ]ﻕ‪ :‬ﺑﲈ[ ﺍﻋﺘﻘﺪﻩ ﺍﻟﺮﺁﺋﻰ‬
‫‪١٥٣‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

musavvire gücüne, mahalline, idrâk hâlinin durumuna ve idrâk sırasın-


da kendisine gelen özelliklere göre bir cesede bürünür.

Bu ifâdelerden te’vîl gerektirmeyen rüyâların gerekleri de bilin-


miş olur. Çünkü te’vîle muhtaç olan rüyâ düşük tâifelerin rüyâsıdır. Hal-
kın ekmeli sayılanların rüyâsı, yorum gerekmeyen rüyâların aksinedir.
Bunlar mütevassıt insanların rüyâsıdır.

Burada başka anlatılması uzun gidecek bazı şeyler de bu sâyede


bilinir ki bu konuya ben dikkat çekmiş ve icmâlen onları anlatmıştım
ki, îtidâl mukâbili inhırâf/sapma derecelerinin asıllarıyla ilgili şeylerdir.
Özellikle rüyâ sâhibinin mîzac bozukluğuna, dimağ heyetinin ve sîret
kötülüğü inzimâm eden kimselerin rüyâsı Hz. Peygamber’in (s.a.) işâret
buyurduğu gibi şeytandandır, anla!

Bu tasnîf, rüyâ mertebelerini, rüyâ görenlerin asıllarına, derece-


lerinin farklı olma sebeplerine, bu konudaki hâllerinin değişik oluş se-
beplerine hasredilmiştir. Bu bâbda anlattıklarımızı düşünen bu usûl ve
derecelerin sonuçlarını anlar ve görenin rüyâsından kendisine anlatılan
şeyden görülenin ne olduğunu, görüldüğü zannedilen şeyin filân pey-
gamber mi ya da filân velî mi, yâhut Zeyd ya da Amr mı olduğunu an-
lar. Bu durumda rüyâyı görenin zannınca görülenin falan ölü zât ya da
filân diri zât olması müsâvîdir. Veya görülenin aynı durumda bir başkası
olması eşittir. Rüyâ görenle görülen arasında hâl, sıfat, fiil, mertebe ve
geçtiği gibi, zât itibâriyle sâbit bir münâsebetin misâli midir? Ya da rüyâ
görenin inandığı ve zannettiği gibi o kişi nebî, velî, Zeyd ve Amr mıdır?
153
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻭﻇ ﱠﻨ ﹸﻪ]ﺵ‪ :‬ﻑ[‪ .‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻣﺎ ﱂ ﻳﻌﺮﻑ ﻋﲆ ﺍﻟﺘﺤﻘﻴﻖ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﻧﺎ ﱂ ﺗﻔﺪ ﺭﺅﻳﺎﻩ ﻋﻠ ﹰﲈ‬
‫ﻳﻌﻮﻝ ﻋﲆ ﻇﻨﱢﻪ ﻭﻣﻌﺘﻘﺪﻩ ﻭﺟﺰﻣﻪ ﺣﺘﻰ ﻳﻘﻮﻝ‪ :‬ﺭﺃﻳﺖ ﻓﻼﻧ ﹰﺎ‪،‬‬ ‫ﳏ ﹼﻘﻘ ﹰﺎ‪ ،‬ﻭﱂ ﹼ‬
‫ﻭﻗﺎﻝ ﱄ‪ :‬ﻭﻗﻠﺖ ﻟﻪ‪ ،‬ﺣ ﹼﺘﻰ ﺃﻧﻪ ﻗﺪ ﻳﺮﻱ]ﺵ‪ :‬ﺭﺃﻱ[ ﺑﻌﺾ ﺍﻷﻣﻮﺍﺕ‪ ،‬ﰱ‬
‫‪55-a‬‬ ‫ﺯﻋﻤﻪ ﰱ ﺍﳌﻨﺎﻡ‪ ،‬ﻓﻴﺴﺄﻟﻪ ﻋﻦ ﻣﺴﺎﺋﻞ ﻣﻦ ﺃﺣﻮﺍﻝ ﺍﻵﺧﺮﺓ‪/ ،‬ﻓﻼ ﳚﻴﺒﻪ‬
‫ﺗﺎﻡ ﺃﻭ ﻏﲑ‬ ‫ﻭﻳﻨﻘﻠﺐ ﻣﻨﻪ‪ ،‬ﻭﺇﻥ ﺃﺟﺎﺑﻪ‪ ،‬ﻓﺈﻧﲈ ﳚﻴﺒﻪ ﳉﻮﺍﺏ]ﻕ‪ :‬ﺑﺠﻮﺍﺏ[ ﻏﲑ ﹼ‬
‫ﻭﺍﻟﴪ ﻓﻴﻪ ﻫﻮ ﺃﻥ ﺍﳌﺮﺋﻰ ﺇﺫﺍ ﻛﺎﻧﺖ ﻟﻪ ﺻﻮﺭﺓ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺻﺤﻴﺢ‪.‬‬
‫ﻓﺈﳖﺎ ﻻ ﺗﻘﺘﴤ]ﻉ‪ :‬ﻳﻘﺘﴤ[ ﺍﻻﻃﻼﻉ ﻋﲆ ﺍﻷﻣﻮﺭ‬ ‫ﺍﳊﺎﻝ ﺃﻭ ﺍﻟﻔﻌﻞ ﺃﻭ ﺍﻟﺼﻔﺔ‪ ،‬ﹼ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﺇﲨﺎﻉ‬
‫ﺟﻮﺍﺏ ﳏ ﱠﻘﻖ ﻭﻻ ﺍﺟﺘﲈﻉ ﹼ‬
‫ﻣﻘﻴﺪ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﳛﺼ ﹸﻞ‬
‫ﺍﳌﺴﺆﻭﻝ ﻋﻨﻬﺎ‪ .‬ﻓﻠﻬﺬﺍ ﻻ ﹸ‬
‫ﻣﻌﻮﻝ ﻋﻠﻴﻬﺎ‬ ‫ﻛﻞ ﺫﻟﻚ ﺻﻮﺭ ﺍﺣﻮﺍﻝ ﻋﺎﺭﺿﺔ ﻻ ﺛﺒﺎﺕ ﳍﺎ‪ ،‬ﻭﻻ ﹼ‬ ‫ﻣﻔﻴﺪ[‪ .‬ﻷﻥ ﱠ‬
‫ﺑﺨﻼﻑ ﻣﺎ‪.‬‬
‫ﺒﻲ ﺃﻭ ﺍﻟﻮ ﹼﱄ‪ ،‬ﺃﻭ ﻣﻦ ﻛﺎﻥ‬ ‫ﺇﺫﺍ ﻛﺎﻥ ﺍﻟﺮﺍﺋﻰ ﻗﺪ ﺭﺃ￯ ﺭﻭﺡ ﺫﻟﻚ ﺍﻟ ﱠﻨ ﹼ‬
‫ﰱ ﻣﻈﻬﺮ ﻣﺜﺎﱄﹼ ﰱ ﺍﻟﱪﺯﺥ ﺃﻭ ﺣﻴﺚ ﻳﺜﺒﺖ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﺑﻴﻨﻪ ﻭﺑﲔ ﺭﻭﺡ‬
‫ﺍﻟﺮﺍﺋﻲ ﻣﻦ ﺻﻮﺭ ﺍﻟﻌﻮﺍﱂ ﺍﻟﻌﻠﻮ ﹼﻳﺔ ﺃﻭ ﺗﻜﻮﻥ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻳﻜﻮﻥ[ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﺛﺎﺑﺘﺔ‬
‫ﺑﻴﻨﻬﲈ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ ﻭﺍﳌﻘﺎﻡ ﻭﺍﻟﺬﺍﺕ ﲨﻌ ﹰﺎ ﻭ ﻓﺮﺍﺩ￯‪ .‬ﻓﺈﻥ ﺍﻷﺟﻮﺑﺔ‬
‫]ﻉ‪:‬‬
‫ﺍﳌﺮﺋﻲ ﺗﻜﻮﻥ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻭﺍﻟﻌﺎﺭﺿﺎﺕ]ﺵ ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺍﳌﻔﺎﻭﺿﺎﺕ[ ﺍﻟﻮﺍﻗﻌﺔ ﺑﲔ ﺍﻟﺮﺍﺋﻰ ﻭﺑﲔ‬
‫ﻳﻜﻮﻥ[ ﺻﺤﻴﺤﺔ ﻭ]ﺵ‪ - :‬ﻭ[ ﺇﻥ ﻛﺎﻥ ﺍﳌﺮﺋﻰ ﹼﳑﻦ ﺣﺼﻞ ﻟﻪ ﺍﻻﻃﻼﻉ ﻋﲆ‬
‫ﻣﺎ ﺳﺌﻞ ﻋﻨﻪ ﰱ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﺪﺍﺭ ﻗﺒﻞ ﺍﳌﻮﺕ‪ ،‬ﺃﻭ ﻛﺎﻥ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩﻩ ﻓﻴﲈ ﺳﺄﻟﻪ ﻋﻨﻪ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﱂ‬
‫ﺍﻟﺮﺍﺋﻰ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩ ﹰﺍ ﻣﻄﺎﺑﻘ ﹰﺎ ﳌﺎ ﻫﻮ ﺍﻷﻣﺮ ﻋﻠﻴﻪ ﰱ ﻧﻔﺴﻪ‪ .‬ﻭﻣﺘﻰ ﱂ ﺗﻜﻦ‬
‫ﻳﻜﻦ[ ﻛﺬﻟﻚ ﻛﺎﻥ ﺍﳉﻮﺍﺏ ﺛﻤﺮﺓ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩ ﺍﳌﺮﺋﻰ ﺍﳌﺴﺆﻝ ﻣﻨﻪ]ﻕ‪ :‬ﻋﻨﻪ[ ﹼﳑﺎ ﺳﺌﻞ‪.‬‬
‫ﻭﻗﺪ ﻳﻜﻮﻥ ﺻﻮﺍﺑ ﹰﺎ ﺃﻭ ﻗﺮﻳﺒ ﹰﺎ ﻣﻦ ﺍﻟﺼﻮﺍﺏ‪ .‬ﻭﻗﺪ ﻻ ﻳﻜﻮﻥ ﺻﻮﺍﺑ ﹰﺎ‪ .‬ﻭﺫﻟﻚ‬
‫ﺑﺤﺴﺐ ﺟﻮﺩﺓ ﺍﻋﺘﻘﺎﺩ ﺍﻟﺮﺍﺋﻰ ﻭﺍﳌﺮﺋﻲ ﻭﻓﺴﺎﺩﳘﺎ‪ ،‬ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ‪.‬‬
‫ﻭﻫﺬﺍ ﻛﻠﻪ ﻣﺎ]ﻉ‪ ،‬ﺵ‪ :‬ﳑﹼﺎ[ ﺗﻜﺮﺭ ﲡﺮﺑﺘﻰ ﻟﻪ ﰱ ﻛﺜﲑﻳﻦ ﻻ ﺃﻛﺎﺩ ﺃﺣﺼﻴﻬﻢ‪،‬‬
‫ﻭﰱ ﻧﻔﺴﻰ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﻗﺒﻞ]ﻉ‪ + :‬ﻛﺎﺩ‪ + ،‬ﺃﻛﺎﺩ[ ﺃﻥ ﹸ‬
‫ﻳﻤ ﹼﻦ ﺍﳊﻖﹼ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻋ ﹼ‬
‫ﲇ ﺑﺎﻹﻃﻼﻉ‬
‫‪١٥٤‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

Anlattıklarımız tahkîk ile bilinmedikçe kişinin rüyâsı tahkîkî bilgi ifâde


etmez. Onun zannına, inancına ve sözünün kesinliğine güvenilmez.
Hattâ onun: “Falanı rüyâmda gördüm, bana şöyle dedi. Ben de ona
şöyle cevap verdim…” diye söylediklerine itibâr edilmez. İnsan bazen
uykusunda ölü sandığı birini görüp ona âhiret ahvâline dâir meseleler
sorabilir. Ölü ona cevap vermez ve ondan yüz çevirebilir. Eğer cevap
verirse tam olmayan ya da sağlıklı bulunmayan bir cevap verebilir. Bun-
daki sır şudur: Görülen rüyâ ile gören arasında hâl, fiil ve sıfat itibâriyle
münâsebet şekli var ise bu durum sorulan sorulara muttalî olmayı gerek-
tirmez. Bu yüzden tahkîkî bir bilgi ve yararlı bir birliktelik hâsıl olmaz.
Çünkü bütün bunlar sâbit olmayan ve güvenilmeyen ârızî, bir bakıma
farklı durumların sûretleridir.

Eğer rüyâ gören rüyâsında bir nebînin ya da velînin ya da berzahta


misâlî bir mazhar ile bir başkasının veya gören ile görülenin rûhu arasın-
da ulvî âlemlerin sûretlerinden bir münâsebet ya da aralarında mertebe
makâm ve zât açısından topluca ve tek tek münâsebet varsa bu durumda
verilen cevaplar, görenle görülen arasında vâkî olaylar sahîh olur. Bütün
bunlar rüyâda görülen şahsın kendisine sorulan şeylere ölmeden önce
bu âlemde ittilâ hâsıl etmiş olmasına ya da sorulan konuda rüyâ göre-
nin îtikâdının işin gerçeğine mutâbık bulunmasına bağlıdır. Durum bu
şartlara uygun olmadığı zaman cevap, sorulduğundan mes’ul olan, rüyâ
görenin îtikâdının ürünü olur. Bu cevap bazen doğru, bazen doğruya
yakın olur. Bazen doğru olmaz. Bütün bunlar rüyâyı gören ve rüyâda
görülenin îtikâdının sağlamlık ve fesâdına bağlıdır. Bunu bilesin!

Bütün bunlar sayamayacağım kadar çok tecrübe ile tekerrür eden


işlerdir. Aynı zamanda Allah’ın bana tahkîkî bir ittilâ ile bu işlere dâir
lütfettikleridir. Bu lütuf, hakikatleri bilmek ve aslî mertebelerini şeklin-
154
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﳌﺤﻘﻖ ﻋﲆ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﻣﻮﺭ ﻭﻣﻌﺮﻓﺔ ﺣﻘﺎﻳﻘﻬﺎ ﻭﻣﺮﺍﺗﺒﻬﺎ ﺍﻷﺻﻠﻴﺔ‪ .‬ﻓﺎﳊﻤﺪ‬


‫ﺃﻥ ﹶﻫﺪﹶ ﺍ ﹶﻧﺎ ﺍﷲ‪ ،‬ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ‬
‫ﻟﻨﻬﺘﺪﻱ ﻟﻮﻻ ﹾ‬
‫ﹶ‬ ‫ﷲ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﺪﺍﻧﺎ ﳍﺬﺍ‪ ،‬ﻭﻏﲑﻩ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﹸﻛ ﱠﻨﺎ‬
‫‪٢٥‬‬
‫ﻻ ﻫﻮ ﺍﻟﻌﻠﻴﻢ ﺍﻟﻘﺪﻳﺮ ﺍﳌﻨﻌﻢ ﺍﳌﺤﺴﻦ‪.‬‬ ‫ﻻ ﺇﻟﻪ ﺇ ﱠ‬

‫ﻭﺍﻻﻣﺎﻡ ﺍﳊﱪ ﻭﻓﻘﻴﻪ ﺍﻷﻣﺔ‪ .‬ﻛﺎﻥ ﻣﻦ‬‫‪ – 1‬ﺍﺑﻦ ﻣﺴﻌﻮﺩ ﻫﻮ ﻋﺒﺪ ﺍﷲ ﺑﻦ ﻣﺴﻌﺪ‪،‬ﺻﺤﺎﺑﻰ ﺟﻠﻴﻞ‪ ،‬ﹺ‬
‫ﺍﻟﺴﺎﺑﻘﲔ ﺍﻷﻭﻟﲔ ﺷﻬﺪ ﺑﺪﺭ ﹰﺍ‪ ،‬ﺣﺪﺙ ﻋﻨﻪ ﺃﺑﻮ ﻣﻮﺳﻰ ﻭﺃﺑﻮ ﻫﺮﻳﺮﺓ ﻭﺃﺑﻮ ﺃﻣﺎﻣﺔ ﰱ ﻃﺎﺋﻔﺔ ﻣﻦ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺍﻟﺼﺤﺎﺑﺔ‪ .‬ﻣﺎﺕ ﺑﺎﳌﺪﻳﻨﺔ ﺍﳌﻨﻮﺭﺓ ﻭﺩﻓﻦ ﺑﺎﻟﺒﻘﻴﻊ ﺳﻨﻪ ﺇﺛﻨﲔ ﻭﺛﻼﺛﲔ‪ .‬ﺭﺍﺟﻊ ﻟﺴﲑ ﺃﻋﻼﻡ ﺍﻟﻨﺒﻼﺀ‬
‫ﺍﻻﻭﻝ‪ ،‬ﺹ‪.٤٩٩-٤٦١ :‬‬ ‫ﻟﻠﺬﻫﺒﻰ ﰱ ﺍﳉﻠﺪ ﹼ‬
‫‪ – 2‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻌﻠﻢ‪ ، ٣٨ ،‬ﻭ ﺍﻷﺩﺏ ‪ ،١٠٩‬ﻭﺍﻟﺘﻌﺒﲑ‪١٠ ،‬؛ ﻭﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ‪،‬‬
‫‪ ،١٠‬ﺍﺍ؛ ﻭﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ‪ ،٧ ،٤ ،‬ﻭﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ‪ ،٢ ،‬ﻭﺍﻟﺪﺍﺭﻣﻰ ﰱ‬
‫ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ‪ ،٤ ،‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪٤٤٢ ،٤١١ ،٢٣٢/٢ ،٤٤٠ ،٤٠٠ ،٣٧٥/١ ،‬‬
‫‪ – 3‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺸﻮﺭ￯ )‪ ،(٤٢‬ﺍﻻﻳﺔ‪.٥٢:‬‬
‫‪ – 4‬ﱂ ﺍﺟﺪﻩ ﰱ ﺍﳌﺮﺍﺟﻊ‪.‬‬
‫‪ – 5‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺸﻮﺭ￯ )‪ ،(٤٢‬ﺍﻵﻳﺔ‪.٥٢:‬‬
‫‪ – 6‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺘﻌﺒﲑ‪ ،٢٦ ،‬ﻭﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ‪ ،٦ ،‬ﻭﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ‬
‫ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ‪ ،١٠ ،٧ ،١،‬ﻭﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ‪ ،٣ ،‬ﻭﺍﻟﺪﺍﺭﻣﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ‪ ،٦ ،‬ﻭﺍﺑﻦ‬
‫ﺣﻨﺒﻞ‪.٣٩٥ /٢ ،‬‬
‫‪ – 7‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻔﺘﺢ )‪ ،(٤٨‬ﺍﻻﻳﺔ‪.٢٣ :‬‬
‫‪ – 8‬ﺳﻮﺭﺓ ﻓﺼﻠﺖ )‪ ،(٤١‬ﺍﻻﻳﺔ‪.١٢ :‬‬
‫‪ – 9‬ﺭﺍﺟﻊ ﺍﳉﺎﻣﻊ ﺍﻟﺼﺤﻴﺢ ﻟﻠﺒﺨﺎﺭﻱ‪ ،‬ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺘﻮﺣﻴﺪ ‪ ،٢٧‬ﻭﻛﺘﺎﺏ ﺍﻻﻧﺒﻴﺎﺀ ‪ ،٤١ ،٢٢‬ﻭﻛﺘﺎﺏ ﺗﻔﺴﲑ‬
‫ﺳﻮﺭﺓ‪ ،١٧ ،‬ﻭﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻻﻳﲈﻥ ‪ .٢٦٤ ،٢٥٩‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪.٢٠٨ ،٢٠٧/٤ ،١٣٤/٣ ،‬‬
‫‪ – 10‬ﺳﻮﺓ ﺍﻟﺰﺧﺮﻑ )‪ ،(٤٣‬ﺍﻻﻳﺔ‪.٤٥ :‬‬
‫‪ – 11‬ﺳﻮﺭﺓ ﻣﺮﻳﻢ )‪ ،(١٩‬ﺍﻻﻳﺔ‪.١٧ :‬‬
‫‪ – 12‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺑﺪﺍ ﺍﻟﻮ ﺣﻲ‪ ٢ ،‬ﻭﺍﳌﻮﻃﺄ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻘﺮﺍﻥ‪ ٤ ،‬ﻭ ﺍﻟﱰﻣﻴﺰﻱ ﰲ ﺍﳌﻨﺎﻗﺐ‪،‬‬
‫‪ ٧‬ﻭﺍﻟﻨﺴﺎﺋﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺼﻼﺓ‪٣٧ ،‬ﻅ‪.‬‬
‫‪ – 13‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻔﺘﻦ‪ ،١٥ ،‬ﻭﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺪﻋﻮﺍﺕ‪ ،٣٤ ،‬ﻭﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻔﻀﺎﺀﻝ‬
‫‪ ،١٣٧‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪.٢٥٤ ،٢١٨ ،١٧٧ / ٣ ،‬‬
‫‪ – 14‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺰﻛﺎﺓ‪ ،٣ ،‬ﻭﺗﻔﺴﲑ ﺳﻮﺭﺓ‪ ،١٤ ،٣ ،‬ﻭﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ‪ ،‬ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺰﻛﺎﺓ‪،‬‬
‫‪ ،٢‬ﻭﺍﳌﻮﻃﺎ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺰﻛﺎﺓ‪ ،٢٢ ،‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪.٣٥٥/ ٢ ،‬‬
‫‪ – 15‬ﺃﻧﻈﺮ ﺻﺤﻴﺢ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭﻱ‪ ،‬ﺭﻗﺎﻕ‪ ،٥١ ،‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪.٤٦٠/١ ،‬‬
‫‪١٥٥‬‬
YİRMİ İKİNCİ HADÎS

dedir. Bu ve benzeri konularda bizi hidâyet eden Allah’a hamd olsun.


Eğer o hidâyet etmeseydi, doğruyu bulamazdık. O münezzehtir, O’ndan
başka tanrı yoktur. Alîm, Kadîr, Mun’im/in’am sâhibi ve Muhsin/ihsân
sâhibi O’dur.27

1. Abdullah İbn Mes’ûd, sahâbîlerin büyüklerindendir. “İmam”, “âlim” ve “ümmetin


fakîhi” sıfatlarıyla anılır. İlk müslümanlardandır. Bedre katıldı. Ebû Mûsâ, Ebû Hureyre
ve Ebû Ümâme’nin de içlerinde bulunduğu bir sahâbe grubu kendisinden hadîs nakletti.
Hicrî 32 yılında Medîne’de vefât etti ve Bakî mezarlığına defnolundu. Bkz. Zehebî,
Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, I, 461-499.
2. Buhârî, İlm, 38; Edeb, 1090; Ta’bîr, 10; Müslim, Ru’yâ, 10, 11; Tirmizî, Ru’yâ, 4, 7; İbn
Mâce, Ru’yâ, 2; Dârimî, Ru’yâ, 4; İbn Hanbel, I, 375, 400, 440; II, 232, 411, 442.
3. eş-Şûrâ 42/52.
4. Kaynaklarda bulunamadı.
5. eş-Şûrâ 42/52.
6. Buhârî, Ta’bîr, 26; Müslim, Ru’yâ, 6; Tirmizî, Ru’yâ, 1, 7, 10; İbn Mâce, Ru’yâ, 3;
Dârimî, Ru’yâ, 6; İbn Hanbel, II, 395.
7. el-Feth 48/23.
8. Fussilet 41/12.
9. Buhârî, Tevhîd, 27; Enbiyâ, 22; Tefsîr Sûre, 17; Müslim, Îmân 259, 264; İbn Hanbel,
III, 134; IV, 207,208.
10. ez-Zuhrûf, 43/45
11. Meryem, 19/17.
12. Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 2; Muvatta’, Kur’an, 4; Tirmîzî, Menâkıb, 7; Neseî, Salât, 37.
13. Buhârî, Fiten, 15; Deavât, 34; Müslim, Fazâil, 137; İbn Hanbel, III, 177, 218, 254.
14. Buhârî, Zekât, 3; Tefsîr, 3, 14; İbn Mâce, Zekât, 2; Muvattâ, Zekât, 22; İbn Hanbel, II, 355.
15. Bkz. Buhârî, Rikâk, 51; İbn Hanbel, I, 460.

155
‫*‪٢٦‬‬
‫‪٢٦‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬
‫ﺃﴎﺍﺭ ﺳﻮﺭﺗﻰ ﺍﻟﻜﺎﻓﺮﻳﻦ ﻭ ﺍﻹﺧﻼﺹ‬
‫‪55-b‬‬ ‫ﻓﺮﻛﻊ ﹶﺭ ﹾﻛ ﹶﻌ ﹶﺘﻰ‬
‫ﻗﺎﻡ ﹶ‬ ‫ﻼ ﹶ‬ ‫ﻋﺒﺪ ﺍﷲﹺ‪ 1‬ﱠ‬
‫‪/‬ﺃﻥ ﺭﺟ ﹰ‬ ‫ﺑﻦ ﹺ‬ ‫]ﻕ‪ + :‬ﻣﻦ ﺟﺎﻣﻊ ﺍﻷﺻﻮﻝ[ﻋﻦ ﹶﺟﺎﺑﹺ ﹺﺮ ﹺ‬
‫ﻭﻥ ﺣ ﱠﺘﻰ ﺍ ﹾﻧ ﹶﻘ ﹶﻀ ﹺ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﻛﻌﺔ ﹸ‬‫ﺍﻟﺮ ﹺ‬ ‫ﹶ‬
‫ﺖ‬ ‫ﺍﻟﻜﺎﻓ ﹸﺮ ﹶ‬ ‫ﺍﻷﻭﱄ‪ :‬ﹸﻗ ﹾﻞ ﻳﺎ ﱡﺃﳞﺎ‬ ‫ﺍﻟ ﹶﻔ ﹾﺠ ﹺﺮ‪ ،‬ﻓﻘﺮﺃ ﰱ ﱠ‬
‫ﹺ]ﻉ‪ :‬ﰱ‬
‫ﺒﻲ ﷺ‪ :‬ﻫﺬﺍ ﻋﺒﺪﹲ ﹶﻋ ﹶﺮ ﹶﻑ ﺭ ﱡﺑﻪ‪ ،‬ﻭ ﹶﻗ ﹶﺮ ﹶﺃ ﰱ ﺍﻵﺧﺮﺓ‬ ‫ﺍﻟﺴﻮﺭ ﹸﺓ‪ ،‬ﹶ‬
‫ﻓﻘﺎﻝ ﺍﻟ ﱠﻨ ﱡ‬ ‫ﱡ‬
‫ﺒﻲ ﷺ‪ :‬ﻫﺬﺍ‬ ‫ﺍﻟﺴﻮﺭ ﹸﺓ‪ .‬ﹶ‬
‫ﻓﻘﺎﻝ ﺍﻟ ﱠﻨ ﱡ‬ ‫ﺖ ﱡ‬ ‫ﺍﷲ ﹶﺃ ﹶﺣﺪﹲ ‪ ،‬ﺣ ﱠﺘﻰ ﺍ ﹾﻧ ﹶﻘ ﹶﻀ ﹺ‬
‫ﻫﻮ ﹸ‬ ‫ﺍﻷﺧﺮﻱ[‪ :‬ﹸﻗ ﹾﻞ ﹶ‬
‫ﻋﺒﺪﹲ ﺁ ﹶﻣ ﹶﻦ ﺭ ﱠﺑ ﹸﻪ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﺏ[‪.2‬‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬
‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﻣﺘﻔﺎﻭﺗﺔ‪ ،‬ﺑﻌﻀﻬﺎ ﺍﻋﲆ ﻣﻦ ﺑﻌﺾ‪.‬‬ ‫ﹲ‬ ‫ﺩﺭﺟﺎﺕ‬
‫ﹲ‬ ‫ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﻟﻠﻤﻌﺮﻓﺔ‬
‫ﻭﺳﻴﲈ ﰱ ﻋﻬﺪ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ‪ ،‬ﲤﻴﺰ ﺍﳊﻖ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻣﻦ‬ ‫ﻭﺃﻭﳍﺎ ﰱ ﺍﻟﴩﻉ‪ ،‬ﹼ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺣﻴﺚ ﺍﳌﻌﺘﻘﺪ ﻋﲈﹼ ﺍﻋﺘﻜﻔﺖ]ﻉ‪ :‬ﺍﻋﺘﻜﻒ[ ﺍﻟﻌﺮﺏ ﻋﲆ ﻋﺒﺎﺩﺗﻪ ﻣﻦ ﺍﻷﺻﻨﺎﻡ‬
‫]ﻉ‪،‬‬
‫ﺮﻭﻥ‪ ،‬ﺇﻓﺎﺩﺓ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺍﻟﻜﺎﻓ ﹶ‬ ‫ﻭﺍﻟﻜﻮﺍﻛﺐ ﻭﻏﲑﻫﺎ‪ .‬ﻭﻣﻀﻤﻮﻥ ﺳﻮﺭﺓ‪ :‬ﹸﻗ ﹾﻞ ﻳﺎ ﱡ ﹶ‬
‫ﺃﳞﺎ‬
‫ﻕ‪ :‬ﺃﻓﺎﺩﻩ[ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻨﻮﻉ ﻣﻦ ﺍﻟﺘﻤﻴﻴﺰ‪.‬‬
‫ﺍﻟﻨﺒﻲ ﷺ ﻣﻦ ﺍﳉﺎﺭﻳﺔ ﺍﳋﺮﺳﺎﺀ‪ ،‬ﳌﱠﺎ ﺳﺄﳍﺎ ﺑﺎﻹﺷﺎﺭﺓ‪ :‬ﺃﻳﻦ‬ ‫ﻭﳍﺬﺍ ﻗﻨﻊ ﹼ‬
‫ﻓﻠﲈ ﺃﺷﺎﺭﺕ ﺇﱃ ﺍﻟﺴﲈﺀ‪ ،‬ﻗﺎﻝ ﳍﺎ‪ :‬ﻣﻦ ﺃﻧﺎ؟ ﻓﺄﺷﺎﺭﺕ ﺇﺷﺎﺭ ﹰﺓ ﹸﻓ ﹺﻬ ﹶﻢ‬ ‫ﺍﷲ؟ ﱠ‬ ‫ﹸ‬
‫ﹲ‬
‫ﻣﺆﻣﻨﺔ‪.3‬‬ ‫ﻣﻨﻬﺎ ﱠﺃﳖﺎ ﺗﺮﻳﺪ ﺃ ﱠﻧﻚ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲﹺ‪ .‬ﻓﻘﺎﻝ ﻟﺴ ﱢﻴﺪﻫﺎ‪ :‬ﺍﻋﺘﻘﻬﺎ ﱠ‬
‫ﻓﺈﳖﺎ‬
‫ﺒﻲ ﷺ ﺇﱃ ﺍﻟﻴﻤﻦ‪،‬‬ ‫ﻭﻣﺜﻞ ﻫﺬﺍ ﻭﺭﺩ ﰱ ﺣﺪﻳﺚ ﻣﻌﺎﺫﹴ‪ :‬ﱠﳌﺎ ﺃﺭﺳﻠﹶﻪﹸ ﺍﻟ ﱠﻨ ﱡ‬
‫ﻓﻠﻴﻜ ﹾﻦ ﱠﺃﻭﻝ ﻣﺎ ﺗﺪﻋﻮﻫﻢ‬ ‫ﻭﻗﻮﻟﹸﻪﹸ‪ :‬ﺇ ﱠﻧﻚ ﺗﹸﻘ ﱠﺪﻡﹸ ﻋﲆ ﻗﻮﻡﹴ ﻣﻦ ﺃﻫﻞ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ‪ ،‬ﹸ‬
‫ﺇﻟﻴﻪ ﺷﻬﺎﺩﺓ ﺃﻥ ﻻ ﺇﻟﻪ ﺇﻻ ﺍﷲ‪ ،‬ﻭﺃ ﱢﻧﻰ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ ﷺ‪ .‬ﻓﺈﺫﺍ ﻋﺮﻓﻮﺍ ﺍﷲ‬
‫* – ﺭﻗﻢ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﰱ ﻛﻞ ﻧﺴﺨﺔ ﺛﻼﺛﺔ ﻭ ﹸ‬
‫ﻋﴩﻭﻥ ﻣﺎ ﻋﺪﺍ ﻧﺴﺨﺔ‪ :‬ﺵ‪ .‬ﻓﻔﻴﻬﺎ ﺃﺭﺑﻌﺔ ﻭ ﻋﴩﻭﻥ‪.‬‬
‫‪١٥٦‬‬
YİRMİ ÜÇÜNCÜ HADÎS*28
KÂFİRÛN VE İHLÂS SÛRELERİNİN SIRLARI

Câbir b. Abdullah’tan1: Adamın biri kalktı ve iki rekât sabah na-


mazı kıldı. İlk rekâtta: “Kul yâ eyyühe’l-kâfirûn” sûresini sonuna kadar
okudu. Hz. Peygamber (s.a.) buyurdu ki: “Bu, Rabbini tanıyan bir kul.”
İkinci rekâtta: “Kul hüvallahu ahad” sûresini sonuna kadar okudu. Al-
lah Rasûlü: “Bu, Rabbine îmân eden bir adam” buyurdu.2

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu


Bilesin ki mârifetin, bir diğerinden yüksek, farklı dereceleri vardır.
Bunların ilki şerîat ile ilgilidir. Özellikle Hz. Peygamber devrinde Hak
Teâlâ, îtikâdî açıdan Arapların tapınmak üzere îtikâfa girdiği putlardan,
yıldızlardan ve diğer tanrı sayılan şeylerden ayrıdır. “Kul yâ eyyühe’l-
kâfirûn” sûresi bu tür bir ayrımı ifâde eden bir mazmûndur.
Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.) dilsiz bir câriyenin: “Allah ne-
rede?” sorusuna, gökyüzünü işâret etmesini; kendisinin: “Ben kimim?”
sorusuna; kendisinin peygamber olduğunun anlaşılacağı bir işâretle
cevap vermesini yeterli görmüş ve onun sâhibine: “Sen bunu âzâd et!
Çünkü o müminedir.” buyurmuştur.3
Benzer bir olay Hz. Peygamber’in Muâz’ı Yemen’e gönderirken
söylediği hadîste/sözde vârid olmuştu: “Sen Ehl-i kitâb olan bir kavme
gidiyorsun. Onları dâvet edeceğin ilk şey, Allah’tan başka tanrı olma-
dığına ve benim Allah’ın Peygamber’i olduğuma şâhidlik etmeleri ol-
sun. Allah’ı tanıdıktan sonra onlara gece ve gündüz üzerlerine beş vakit

* Bu hadîsin sırası bütün nüshalarda yirmi üçtür. Sâdece Şehid Ali Paşa 1394/2 no’lu nüs-
hada yirmi dörttür.

156
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺧﱪ ﹸﻫ ﹾﻢ ﱠ‬ ‫ﹶ‬
‫ﺃﻥ ﻋﻠﻴﻬﻢ ﲬﺲ ﺻﻠﻮﺍﺕ ﰱ ﻳﻮﻣﻬﻢ ﻭﻟﻴﻠﺘﻬﻢ‪ ،4‬ﺍﳊﺪﻳﺚ‪.‬‬ ‫ﻓﺄ ﹺ ﹾ‬
‫ﻓﺴﻤﻰ ﺍﻹﻗﺮﺍﺭ ﺑﺎﻟﺸﻬﺎﺩﺗﲔ ﻣﻌﺮﻓﺔ‪ .‬ﻭﻟﻴﺲ ﺇﻻ ﺇﻓﺮﺍﺩ ﺍﳊﻖ ﺑﺎﻟﻮﺣﺪﺍﻧﻴﺔ‪،‬‬ ‫ﹼ‬
‫ﻣﻊ ﺍﳊﻖ ﰱ‬ ‫]ﻉ‪ :‬ﺗﴩﻛﻪ[‬
‫ﻭﲤﻴﺰﻩ ﻋﻦ ﻛﻞﹼ ﻣﺎ ﻛﺎﻧﺖ ﺍﻟﻌﺮﺏ ﺗﻌﺒﺪﻩ ﻭﻳﴩﻛﻪ‬
‫ﺃﻟﻮﻫﻴﺘﻪ‪ ،‬ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭ ﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ :‬ﰱ ﻗﻞ ﻫﻮ ﺍﷲ ﺃﺣﺪﹲ ‪ ،‬ﳌﺎ ﻗﺮﺃﻫﺎ‬
‫ﹴ ]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪:‬‬
‫ﻓﺎﻟﴪ ﻓﻴﻪ ﺃﻥ ﻟﻔﻈﺔ ﺃﺣﺪ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺫﻟﻚ ﺍﻟﺮﺟﻞ ﰱ ﺻﻼﺗﻪ‪ :‬ﻫﺬﺍ ﻋﺒﺪ ﺁ ﹶﻣ ﹶﻦ ﺑﹺﺮ ﱠﺑ ﹺﻪ‪.‬‬
‫ﻓﺎﻟﴪﻓﻴﻪ‪،‬ﻫﻮﻟﻔﻈﺔﺍﻷﺣﺪ‪،‬ﻉ‪:‬ﻫﻮﻟﻔﻈﺔﺃﺣﺪ[ﻣﻮﺿﻮﻋﺔﻷﳖﻲ]ﻉ‪:‬ﻷﻋﲇ[ﺩﺭﺟﺎﺕﺗﻨﺰﻳﻪﺍﳊﻖﻋﻦ‬
‫‪56-a‬‬
‫ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﻌﺪﺩﻳﹼﺔ‪ .‬ﻭﳍﺬﺍ ﺍ ﱠﺗﻔﻖ ﺍﳌﺤﻘﻘﻮﻥ ﻗﺎﻃﺒﺔﹰ‪ ،‬ﺃﻥ ﺍﻟﺘﺠﲆ‪ /‬ﰱ ﺍﻷﺣﺪﻳﺔ‬
‫ﳏﺎﻝ‪ .‬ﻓﺈﻥ]ﺵ‪ :‬ﻭ[ ﺍﳊﻖﹼ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺃﺣﺪﻳﺘﻪ ﻻ ﺍﺭﺗﺒﺎﻁ ﺑﻴﻨﻪ ﻭﺑﲔ ﳾﺀ ﰱ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻭﺇﳖﺎ ﻻ ﺗﻐﺎﻳﺮ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻳﻐﺎﻳﺮ[ ﺫﺍﺗﻪ ﺍﳌﺠﻬﻮﻟﺔ ﺍﻟﻨﻌﺖ‬ ‫ﺃﻣﺮ ﹼﻣﺎ‪ ،‬ﻭﻻ ﻣﻨﺎﺳﺒﺔ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻛﻞ ﺫﻟﻚ‪،‬‬ ‫ﻭﺍﻟﻮﺻﻒ ﻭﺍﻻﺳﻢ ﻭﺍﳊﻜﻢ ﻭﺍﻟﻌﻠﻢ‪ .‬ﺇﺫ ﻻ ﺑﺪﹼ ﰱ ﺇﻃﻼﻕ ﹼ‬
‫ﺣﻴﺜﻴﺔ ﺃﻭ ﺍﻋﺘﺒﺎﺭ‪ .‬ﻭﳌﱠﺎ ﻓﺮﺽ‬ ‫ﻭﺇﺿﺎﻓﺘﻪ ﺇﱃ ﺍﳊﻖ ﻣﻦ ﺗﻌ ﹼﻘﻞ ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺃﻭ ﹼ‬
‫ﺳﻘﻮﻁ ﺍﻻﻋﺘﺒﺎﺭﺍﺕ ﻛﻠﻬﺎ ﺍﻧﺘﻔﺖ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﻨﺴﺐ ﻛ ﹼﻠﻬﺎ ﻭﺍﻹﺿﺎﻓﺎﺕ ﻓﻠﻢ‬
‫ﻻ ﺗﺼﺪﻳﻖ ﺍﳊﻖ ﻓﻴﲈ ﳜﱪ ﻋﻦ ﻧﻔﺴﻪ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻣﻌﺮﻓﺘﻪ ﲠﺎ‪ ،‬ﻭﻋﺪﻡ‬ ‫ﹾﻳﺒﻖﹶ ﺇ ﱠ‬
‫ﻣﻌﺮﻓﺘﻨﺎ ﺇ ﹼﻳﺎﻫﺎ ﻓﻬﺬﺍ ﻣﻌﻨﻰ ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭ ﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﰱ ﺣﻖﱢ‬
‫ﺍﷲ ﺃﺣﺪﹲ ‪ 5.‬ﻫﺬﺍ ﻋﺒﺪﹲ ﹶﺃ ﹶﻣ ﹶﻦ ﺑﺮ ﱢﺑﻪ‪ ،‬ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬ ‫ﻗﺎﺭﺉ‪ :‬ﻗﻞ ﻫﻮ ﹸ‬
‫ﲨﺔ ﻣﻦ ﺃﻋﻈﻢ ﺃﴎﺍﺭ ﺍﳊﻖ‪ .‬ﻣﻊ‬ ‫ﺃﴎﺍﺭ ﹼ‬‫ﹰ‬ ‫ﻳﺘﻀﻤﻦ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻭﻟﺴﺎﻥ ﻫﺬﺍ ﺍﳌﻘﺎﻡ‬
‫ﻟﻠﻤﻮﺣﺪ‬
‫ﱢ‬ ‫ﺟﻼﻟﺘﻪ ﻓﺮﻉ ﻣﻦ ﻓﺮﻭﻉ ﻫﺬﺍ ﺍﳌﻘﺎﻡ‪ .‬ﻷﻥ ﲡﺮﻳﺪ ﺍﻟﺘﻮﺣﻴﺪ ﺻﻔﺔ‬
‫ﺍﳌﺠﺮﹼﺩ‪ .‬ﻭﻫﺬﺍ ﻟﺴﺎﻥ ﲡﺮﻳﺪ ﺍﳊﻖ ﺧﺼﻮﺻﻴﺔ ﻭﺣﺪﺗﻪ ﺍﻟﺘﻰ ﻳﻤﺘﺎﺯ ﲠﺎ ﻋﻦ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﺇ ﹼ‬
‫ﻻ ﺃﻥ ﹸﺗ ﹾﻔ ﹶﻬ ﹶﻢ ﻓ ﹶﺎﺯ؛ ﻉ‪ :‬ﺇﻻ‬
‫ﻻ ﺃﻥ ﻓﺎﺯ‬‫ﺳﻮﺍﻩ‪ .‬ﻭﻻ ﺳﺒﻴﻞ ﺇﱃ ﺍﻟﺘﺤﻘﻖ ﲠﺬﻩ ﺍﳌﻌﺮﻓﺔ ﺇ ﹼ‬
‫ﺍﻟﱪﻗﻴﺔ ﺍﻻﺧﺘﺼﺎﺻﻴﺔ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻣﻦ ﻓﺎﺯ؛ ﻕ‪ :‬ﺍﻵﻥ ﺇﻻ ﳌﻦ ﻓﺎﺯ[ ﺑﺎﻟﺘﺠﲆ ﺍﻟﺬﺍﰐ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺘﺠﻠﻴﺎﺕ‬
‫ﺍﳌﺴﺘﻌﻠﻴﺔ ﻋﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﳌﻈﺎﻫﺮ‪ .‬ﻓﻔﻬﻢ ﻋﻦ ﺍﳊﻖﹼ ﺑﱪﺯﺧﻴﺘﻪ ﺍﻟﻜﱪ￯‬
‫‪١٥٧‬‬
YİRMİ ÜÇÜNCÜ HADÎS

namazın farz olduğunu haber ver.”4 Böylece Allah Rasûlü şehâdeteyni


mârifet/tanıma diye adlandırmıştır. Mârifet Hakk’ın vahdâniyet özelli-
ğiyle birliğinin kabûlü, Arapların ulûhiyette Hakk’a ortak koşarak ibâdet
ettikleri şeylerden temyîzi/ayrı olarak görülmesidir; bunu anla!

Allah Rasûlü’nün, “Kul hüvallahu ahad” hakkındaki sözüne ge-


lince, namaz kılan adam, bu sûreyi okuduğu zaman Allah Rasûlü’nün:
“Bu adam, Rabbine îmân etti” buyurmasının sırrı şudur: “Ahad” lâfzı
Hak Teâlâ’nın aded mertebesinden en yüksek derecede münezzeh oldu-
ğunu belirtmek üzre vaz’ olunmuştur. Bu yüzden tahkîk ehli ahadiyyet
mertebesinde tecellînin kesinlikle imkânsız olduğuna ittifâk etmişler-
dir. Çünkü ahadiyyet itibâriyle Hak ile başka bir şey arasında bir şe-
kilde bir irtibât ve münâsebet söz konusu olamaz. Ahadiyyet mertebe-
sinde Hakk’ın bilinmez zâtı, naat, vasıf, isim, hüküm ve ilim ile ayni-
yet ve gayriyet içinde bulunamaz. Zîrâ Hak Teâlâ’nın zâtı her şeyden
mutlaktır. Bir şeyin Hakk’a izâfe edilmesi mertebe, haysiyet ve itibâr
ilişkisiyledir. İtibârların sukûtu gerekli olduğu zaman bütün bu izâfet
ve nisbetler yok olur. Bu mertebede, biz bilemediğimiz için, Hakk’ın,
zâtının bilinmesine dâir haber verdiği şeylere tasdîkten başka bir şey
kalmamaktadır. “De ki: Allah birdir”5 âyetini okuyan kimse hakkında
Hz. Peygamber’in: “İşte Rabbine îmân eden bir adam” sözünün mânâsı
budur, anla!

Bu makâmın lisânı Hakk’ın sırlarının büyüklerinin pek çoğunu


tazammun etmektedir. Celâletiyle birlikte tevhîdin tecrîd makâmı da bu
makâmın bir fer’idir. Çünkü tevhîdin tecrîdi; tevhîd ve tecrîd ehlinin sı-
fatıdır. Hakk’ın mâsivâdan ayrıldığı bu özellikle Hakk’ın tecrîd edilmesi
işte bunu anlatmaktadır. Mârifetin bu tahkîkî türüne zâtî tecellî ve maz-
harların ahkâmını istîlâ eden özel tecelliyât-ı berkıyye ile (vehbî olarak)
157
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﳌﺤﻴﻄﺔ ﺑﺎﻟﻮﺟﻮﺏ ﻭﺍﻹﻣﻜﺎﻥ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﺍﺷﺘﻤﻼ ﻋﻠﻴﻪ ﻣﺮﺍﺩﻩ‪ ،‬ﻭﻣﺎ ﳜﱪ ﺑﻪ‬


‫ﺫﺍﺗﻪ ﺍﳌﺠﻬﻮﻟﺔ‪ ،‬ﺑﺪﻭﻥ ﻭﺍﺳﻄﺔ ﳾﺀ ﻣﻦ ﺍﳌﻮﺍ ﹼﺩ ﻭﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺍﺕ ﻭﺍﻷﺳﲈﺀ‬
‫ﻭﺍﻟﺼﻔﺎﺕ‪ .‬ﻭﻟﻴﺲ ﰱ ﺍﳌﻌﺮﻓﺔ ﺩﺭﺟﺔ ﺃﻋﲆ ﻣﻦ ﻫﺬﻩ‪ ،‬ﻭﻫﻰ ﰱ ﻣﻘﺎﺑﻠﺔ ﹼﺃﻭﻝ‬
‫ﻻ‪ ،‬ﻭﺳﺎﻳﺮ ﺩﺭﺟﺎﺕ ﺍﳌﻌﺮﻓﺔ ﻭﻣﺮﺍﺗﺒﻬﺎ‬ ‫ﺩﺭﺟﺎﺕ ﺍﳌﻌﺮﻓﺔ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻬﺎ ﹼﺃﻭ ﹰ‬
‫‪٢٧‬‬
‫ﻳﺘﻌﲔ ﺑﲔ ﻫﺎﺗﲔ ﺍﳌﺮﺗﺒﺘﲔ‪ .‬ﻓﺎﻓﻬﻢ ﺗﺮﺷﺪ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ‪.‬‬

‫‪ – 1‬ﺟﺎﺑﺮ ﺑﻦ ﻋﺒﺪ ﺍﷲ‪ :‬ﺻﺎﺣﺐ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭ ﺳﻠﻢ‪ ،‬ﻣﻦ ﺃﻫﻞ ﺑﻴﻌﺔ ﺍﻟﺮﺿﻮﺍﻥ ﻭ‬
‫ﻛﺎﻥ ﺁﺧﺮ ﻣﻦ ﺷﻬﺪ ﻟﻴﻠﺔ ﺍﻟﻌﻘﺒﺔ ﺍﻟﺜﺎﻧﻴﺔ ﻣﻮﺗ ﹰﺎ‪ ،‬ﺍﻻﻣﺎﻡ ﺍﻟﻜﺒﲑ‪ ،‬ﺍﳌﺠﺘﻬﺪ ﺍﳊﺎﻓﻆ‪ .‬ﻣﺎﺕ ﺳﻨﺔ ﺛﲈﻥ ﻭ‬
‫ﺳﺒﻌﲔ‪ .‬ﺭﺍﺟﻊ ﺳﲑ ﺃﻋﻼﻡ ﺍﻟﻨﺒﻼﺀ ﻟﻠﺬﻫﺒﻰ ﰱ ﺍﳌﺠﻠﺪ ﺍﻟﺜﺎﻟﺚ‪ ،‬ﺹ‪.١٩٤ - ١٨٩ :‬‬
‫‪ – 2‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﺑﻦ ﺣﺒﺎﻥ ﰲ ﺻﺤﻴﺤﻪ‪ ،‬ﰲ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺼﻼﺓ ‪.١٩ ،‬‬
‫‪ – 3‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳌﺴﺎﺟﺪ‪.٣٣ ،‬‬
‫‪ – 4‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻹﻳﲈﻥ‪.٣١ ،‬‬
‫‪ – 5‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻻﺧﻼﺹ )‪ ،(١١٢‬ﺍﻻﻳﺔ‪.١ :‬‬
‫‪١٥٨‬‬
YİRMİ ÜÇÜNCÜ HADÎS

ulaşmaktan başka yol yoktur. Bu tür tecellîye eren kişiler, büyük berzah
oluşu sebebiyle imkân ve vücûb ihâtası ile ikisinin kuşattığı her şeyi,
Hakk’ın murâdı olarak anlar. O’nun bilinmez zâtıyla ilgili haber verdiği
şeyleri Hak’tan bilir. Bu anlama, herhangi bir madde, varlık, isim ve
sıfat vâsıtasıyla değildir. Mârifette bundan yüksek derece yoktur. Bu
derece ilk önce işâret edilen mârifet derecelerinin ilkine mukâbildir. Di-
ğer mârifet derece ve mertebeleri bu iki mertebe arasında taayyün eder.
Anlarsan inşâallah doğruya erersin.29

1. Câbir b. Abdullah, bey’atü’r-rıdvân’a katılan sahâbîlerdendir. İkinci akabede bey’at eden


sahâbîler içinde en son vefât edenidir. “İmâm-ı kebîr”, “hâfız müctehid” gibi sıfatlarla
anılır. Hicrî 78’de vefât etmiştir. Bkz. Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, III, 189-194.
2. İbn Hibbân, Sahîh, Beyrut 1993, thk. Şuayb el-Arnavud, Salât 19 (2460).
3. Müslim, Mesâcid, 33.
4. Müslim, Îmân, 31.
5. el-İhlâs, 112/1.

158
‫*‪٢٨‬‬
‫‪٢٨‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺮﺍﺑﻊ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬
‫ﻣﻌﻨﻰ ﺍﻟﺜﻨﺎﺀ ﻭ ﺣﻘﻴﻘﺔ ﺍﻟﺬﻛﺮ‬
‫ﺍﻟﺼﺪﻳﻖ‪،4‬‬ ‫ﻮﻝ‪ ،3‬ﹶﻋ ﹾﻦ ﺃﺑﹺﻰ ﹶﺑ ﹾﻜ ﹴﺮ ﱢ‬ ‫ﻚ‪ ،2‬ﹶﻋ ﹾﻦ ﹶﻣ ﹾﻜ ﹸﺤ ﹴ‬ ‫ﹶﻋ ﹾﻦ ﹶﻃ ﹾﻠ ﹶﺤﺔ‪ ،1‬ﹶﻋ ﹾﻦ ﹶﻣﺎﻟﹺ ﹴ‬
‫‪56-b‬‬
‫ﳏﻤﺪ ﺍ ﹸﳌ ﹾﺼ ﹶﻄ ﹶﻔﻰ ﷺ‪،‬‬ ‫ﺍﻟﻌﻈﻴﻢ‪ /،‬ﹶﻟ ﹶﻘﺪﹾ ﺣﺪﱠ ﹶﺛﻨﹺﻰ ﱠ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﻗﺎﻝ‪ :‬ﺑﺎﷲﹺ‬ ‫ﺍﷲ ﹶﻋ ﹾﻨ ﹸﻪ‪ ،‬ﹶ‬ ‫ﺭﴈ ﹸ‬ ‫ﹺ ﹶ‬
‫ﻭﻗﺎﻝ‪ :‬ﺑﺎﷲﹺ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﻼﻡ‪،‬‬
‫ﺍﻟﺴ ﹸ‬ ‫ﻋﻠﻴﻪ ﱠ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﺟﱪ ﹸ‬
‫ﺍﺋﻴﻞ‬ ‫ﺍﻟﻌﻈﻴﻢ‪ ،‬ﻟﻘﺪﹾ ﺣﺪﱠ ﹶﺛﻨﹺﻰ ﹾ ﹶ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﻭﻗﺎﻝ‪ :‬ﺑﺎﷲﹺ‬ ‫ﹶ‬
‫ﺍﻟﻌﻈﻴﻢ‪ ،‬ﹶﻟ ﹶﻘﺪﹾ‬
‫ﹺ‬ ‫ﻭﻗﺎﻝ‪ :‬ﺑﺎﷲﹺ‬ ‫ﻣﻴﻜﺎﺋﻴﻞ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ .‬ﹶ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﺍﻟﻌﻈﻴﻢ‪ ،‬ﻟﻘﺪﹾ ﺣﺪﱠ ﹶﺛﻨﹺﻰ‬ ‫ﹺ‬
‫ﺍﷲ ﺗﻌﺎﱄ‪:‬‬ ‫ﻗﺎﻝ ﹸ‬‫ﻭﻗﺎﻝ‪ :‬ﹶ‬‫ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﹶ‬ ‫ﻋﻠﻴﻪ ﱠ‬‫ﺍﻓﻴﻞ ﹺ‬ ‫ﺇﴎ ﹸ‬ ‫ﹶﺣﺪﱠ ﹶﺛﻨﹺﻰ ﹾ‬
‫ﹶ‬ ‫ﺇﴎﺍﻓﻴﻞ‪ ،‬ﺑﹺ ﹺﻌ ﱠﺰﺗﹺﻰ ﹶ‬
‫ﲪﻦ‬‫ﺍﻟﺮ ﹺ‬ ‫ﻭﻛ ﹺﺮ ﹺﻣﻲ‪ :‬ﹶﻣ ﹾﻦ ﹶﻗ ﹶﺮﺃ ﺑﹺ ﹾﺴ ﹺﻢ ﺍﷲﹺ ﱠ‬ ‫ﻮﺩ￯ ﹶ‬ ‫ﻭﺟ ﹺ‬ ‫ﻼﱃ ﹸ‬‫ﻭﺟ ﹺ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﻳﺎ‬
‫ﱠ ]ﻉ‪ :‬ﺃﺷﻬﺪ ﻋﲇ[‬
‫ﺍﻟ ﱠﺮﺣﹺﻴﻢﹺ ﻣﹸﺘﱠﺼﹺﻼﹰ]ﻕ‪ :‬ﻣﺘﹼﺼﻠﺔ[ ﺑﻔﺎﲢﺔﹺ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏﹺ ﻣﹶﺮﱠﺓ ﻭﺍﺣﺪﺓﹰ ﺃﺷﹾﻬﹺﺪﹸﻭﺍ ﻋﲇ‬
‫ﺌﺎﺕ‪ ،‬ﻭﻻ‬ ‫ﺍﻟﺴ ﱢﻴ ﹺ‬ ‫ﺎﻭﺯﹾ ﹸﺕ ﹶﻋ ﹾﻨ ﹸﻪ ﱠ‬ ‫ﻭﲡ ﹶ‬ ‫ﹶﺎﺕ‪ ،‬ﹶ ﹶ‬ ‫ﺍﳊ ﹶﺴﻨ ﹺ‬ ‫ﺃ ﱢﻧﻰ ﹶﻗﺪﹾ ﹶﻏ ﹶﻔ ﹾﺮ ﹸﺕ ﹶﻟ ﹸﻪ‪ ،‬ﻭ ﹶﻗﺒﹺ ﹾﻠ ﹸﺖ ﹺﻣ ﹾﻨ ﹸﻪ ﹶ‬
‫ﹶ ﹺ ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﻭ ﻋﺬﺍﺏ ﺍﻟﻨﺎﺭ[‬
‫ﺍﺏ ﺍﻟﻘ ﹾﱪ‬‫ﻭﺃ ﹺﺟﻴﺰ ﹸﻩ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺃﺟﲑﻩ[ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﻋ ﹶﺬ ﹺ‬ ‫ﹸﺃ ﹾﺣ ﹺﺮ ﹸﻕ ﻟﹺﺴﺎ ﹶﻧﻪ ﺑﺎﻟ ﱠﻨﺎﺭ ﹸ‬
‫ﹶ‬
‫ﱪ‪ .‬ﻭ ﹶﻳ ﹾﻠ ﹶﻘﺎﻧﹺﻰ ﹶﻗﺒ ﹶﻞ ﺍﻷ ﹾﻧﺒﹺﻴﺎﺀ ﹶ‬
‫ﻭﺍﻷ ﹾﻭﻟﹺ ﹶﻴﺎﺀ‪.5‬‬ ‫ﹺ‬
‫ﺍﻟﻘﻴﺎﻣﺔ ﻭﺍﻟ ﹶﻔ ﹶﺰ ﹺﻉ ﹾ‬
‫ﺍﻷﻛ ﹶ ﹺ‬ ‫ﺍﺏ ﻳﻮ ﹺﻡ‬ ‫ﻭﻋ ﹶﺬ ﹺ‬ ‫ﹶ‬
‫ﹶ‬ ‫ﹾ‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬
‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﺛﺒﺖ ﻋﻦ ﺭﺳﻮﻝ ﺍﷲ ﷺ ﻓﻴﲈ ﻳﺮﻭﻳﻪ ﻋﻦ ﺭ ﹼﺑﻪ ﰱ ﺻﻔﺔ ﺍﻟﺼﻼﺓ‪ :‬ﱠ‬
‫ﺃﻥ ﺍﻟﻌﺒﺪ ﺇﺫﺍ‬
‫ﺍﻟﺮﺣﻴﻢ‪ ،‬ﻳﻘﻮﻝ ﹸ‬
‫ﺍﷲ ﺗﺒﺎﺭﻙ ﻭﺗﻌﺎﱄ‪ :‬ﺫﻛﺮﻧﻰ ﻋﺒﺪ￯‪ .‬ﻭﺇﺫﺍ ﻗﺎﻝ‪:‬‬ ‫ﺍﻟﺮﲪﻦ ﱠ‬
‫ﻗﺎﻝ ﺑﺴﻢ ﺍﷲ ﱠ‬
‫ﲇ ﻋﺒﺪﻱ‪ ،6‬ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺑﻄﻮﻟﻪ‪ .‬ﻭﻫﺬﺍ‬ ‫ﺭﺏ ﺍﻟﻌﺎﳌﲔ‪ ،‬ﹸ‬
‫ﻳﻘﻮﻝ ﺍﷲ‪ :‬ﺃﺛﻨﻰ ﻋ ﱠ‬ ‫ﺍﳊﻤﺪ ﷲﹺ ﱢ‬
‫ﺍﻟﻘﺪﺭ ﻣﻦ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻛﺎﳌﻔﺘﺎﺡ ﻭﺍﳌﻘﺪﹼ ﻣﺔ ﻟﺒﻴﺎﻥ ﻣﻌﻨﻰ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﻗﺒﻠﻪ‪.‬‬
‫ﻭﺇﺫﺍ ﻋﺮﻓﺖ ﻫﺬﺍ ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺃﻧﹼﻪ ﻻ ﳜﻔﻰ ﻋﲆ ﻋﺎﻗﻞ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﳎﺮﺩ ﺍﺗﹼﺼﺎﻝ ﻗﺮﺍﺀﺓ‬
‫ﺍﻟﺒﺴﻤﻠﺔ ﺑﺎﻟﻔﺎﲢﺔ]ﻉ‪ :‬ﺑﻔﺎﲢﺔ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ[‪ ،‬ﻭﺻﻮﺭﺓ ﺍﻟﺘﻠﻔﻆ ﲠﲈ‪ ،‬ﻻ ﻳﻮﺟﺐ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﱰﺟﻴﺢ‪،‬‬
‫* – ﺭﻗﻢ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﰱ ﻧﺴﺨﺔ ﺵ‪ :‬ﲬﺴﺔ ﻭ ﹸ‬
‫ﻋﴩﻭﻥ ﻭﰱ ﻧﺴﺨﺔ ﻉ‪ :‬ﺳﺘﺔ ﻭ ﻋﴩﻭﻥ‪.‬‬
‫‪١٥٩‬‬
YİRMİ DÖRDÜNCÜ HADÎS*30
SENÂNIN MÂNÂSI VE ZİKRİN HAKÎKATİ

Talha1, Mâlik’ten2 o da Mekhûl’den3 o da Ebû Bekir es-Sıddîk4


(r.a.)’dan şöyle söylediğini nakletmiştir: Andolsun ki Muhammed
Mustafâ bana şöyle söyledi: “Allah’a yemin olsun ki Cebrâil bana şöyle
anlattı, dedi. O da Allah’a yemîn ederim ki Mikâil bana şöyle söyledi,
dedi. Mikâil de Allah’a yemîn ederim ki İsrâfil bana şöyle dedi. İsrâfil
de dedi ki: Yemîn ederim ki Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“Yâ İsrâfil, izzetime, celâlime, cûd ve keremime andolsun ki her kim
Bismillâhirrahmânirrahîm’den sonra Fâtiha’yı bir kere okursa şâhid
olun ki ben onu mağfiret ederim, hasenâtını kabûl ile seyyiâtından ge-
çerim. Dilini ateşte yakmam. Onu kabir azâbından, kıyâmet azâbından,
büyük korkudan kurtarırım. O bana velîlerden ve nebîlerden önce
kavuşur.”5

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu


Allah Rasûlü’nün Rabbinden rivâyet ettiği namazın özellikle-
ri ile ilgili bir kudsî hadîste şöyle buyurulduğu sâbit olmuştur: “Kul,
bismillâhirrahmânirrahîm deyince Allah Teâlâ: «Kulum Ben’i zikretti»
buyurur. Kul: Hamd âlemlerin Rabbine mahsustur, deyince Allah Teâlâ:
«Kulum Ben’i senâ etti» buyurur.”6 Hadîs böyle uzayıp gitmektedir…
Hadîsin bu kadarlık kısmı bile, zikri geçen önceki hadîsin mânâsını
açıklamak için bir mukaddime ve anahtar gibidir.
Bunu anladınsa bilesin ki akıllı olana şu gizli değildir: Sâdece
besmele ile okunacak Fâtiha ve bu ikisinin lafzî sûretleri böyle bir tercih

* Bu hadîs, Şehid Ali Paşa1394/2 nolu nüshasında yirmi beşinci, 1369/1 nolu nüshasında
ise yirmi altıncı sıradadır.

159
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺮﺍﺑﻊ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﻟﴪ ﺍﳌﺪﺭﺝ ﰱ ﺫﻟﻚ ﻛ ﹼﻠﻪ‪ ،‬ﻫﻮ ﺃﻧﹼﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﳌﹼﺎ ﺟﻌﻞ‬ ‫ﻭﺍﻟﴩﻑ ﺍﻟﺒﺎﺫﺥ‪ .‬ﻭﺇﻧﹼﲈ ﹼ‬
‫ﻣﻴﺰ ﺑﻴﻨﻬﲈ ﻣﻦ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻮﺟﻪ‪ .‬ﻭﻣﻦ‬ ‫ﺍﻟﺒﺴﻤﻠﺔ ﺫﻛﺮ ﹰﺍ‪ ،‬ﻭﺍﳊﻤﺪ ﷲ]ﺵ‪ - :‬ﺍﷲ[ ﺛﻨﺎﺀ ﱠ‬
‫ﹴ ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﻣﺜﻨﲔ[‬
‫ﺃﻥ ﺍﻟﺜﱠﻨﺎﺀ ﻣﻦ ﻛﻞ ﹸﻣﺜﹾﻦ‬‫ﻭﺍﻷﻟﺒﺎﺀ ﺍﻟﻔﻄﻨﲔ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ‪ ،‬ﱠ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺒﲔ ﻋﻨﺪ ﺍﳌﺤ ﹼﻘﻘﲔ‬
‫ﹼ‬
‫ﺜﻨﻲ ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬ﺗﻌﺮﻳﻒ ﻣﻦ ﺍﳌﺜﻨﻰ ﻟﻠﻤﺜﻨﻰ ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻣﺎ ﻫﻮ ﻋﻠﻴﻪ‬ ‫ﻋﲆ ﻛﻞ ﹸﻣ ﹰ‬
‫ﻭﺃﻱ ﻣﺜﻨﻰ ﻋﻠﻴﻪ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﻛﺎﻥ[‪.‬‬
‫ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﻟﻠﻤﺜﻨﻰ ﺃ￯ ﻣﺜﻨﻲ]ﻕ‪ :‬ﻣﺜﻦ[ ﻛﺎﻥ ﹼ‬
‫ﻳﺪﻝ ﻋﲆ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﺩﻻﻟﺔ ﺗﺎ ﹼﻣﺔ‪ ،‬ﻭ ﹸﻳﻌﺮﺏ‬ ‫ﺍﻟﺘﺎﻡ ﺍﻟﺘﴫﻳﺢ ﺑﲈ ﹼ‬‫ﻭﺣﻘﻴﻘﺔ ﺍﻟﺬﻛﺮ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺬﺍﻛﺮ‪ /‬ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﰱ ﻧﻔﺴﻪ‪ ،‬ﺃﻭ ﺣﻀﻮﺭﻩ ﻣﻌﻪ‪ ،‬ﻭﺍﳊﻀﻮﺭ‬ ‫ﻋﻦ ﺫﺍﺗﻪ ﺍﻭ ﺍﺳﺘﺤﻀﺎﺭ ﹼ‬
‫ﻭﺍﻻﺳﺘﺤﻀﺎﺭ ﻋﺒﺎﺭﺓ ﻋﻦ ﺍﺳﺘﺠﻼﺀ ﺍﳌﻌﻠﻮﻡ‪ ،‬ﻓﺤﺎﺻﻠﻪ ﺃﻳﻀ ﹰﺎ ﺭﺍﺟﻊ ﺇﱃ ﺍﻟﻌﻠﻢ‪.‬‬
‫‪57-a‬‬

‫ﹴ‬
‫ﻣﻌﺮﻓﺔ‬ ‫ﻓﻬﻮ ﻣﻦ ﻭﺟﻪ ﻏﲑ ﻣﻐﺎﻳﺮ ﻟﻠﺜﻨﺎﺀ ﻟﻜﻦ ﺑﺎﻟﻨﱢﺴﺒﺔ ﳌﻦ ﻳﺬﻛﺮ ﺍﳊﻖﱠ ﺫﻛﺮ‬
‫ﺗﻌﺒﲑ ﻋﻦ‬‫ﹲ‬ ‫ﺃﻥ ﺫﻛﺮﻩ‬ ‫ﻭﺗﻌﺮﻳﻒ‪ ،‬ﻓﻜﺄ ﱠﻧﻪ ﻳﻘﻮﻝ‪ :‬ﻣﻦ ﱠﺍﲢﺪ ﺫﻛﺮﻩ ﺑﺜﻨﺎﺋﻪ‪ ،‬ﺑﺤﻴﺚ ﹼ‬
‫ﻣﺬﻛﻮﺭ‪،‬‬
‫ﹲ‬ ‫ﺫﺍﺕ ﻣﺬﻛﻮﺭﺓ ﻛﺘﻌﺮﻳﻒ ﺍﳌﺜﻨﻰ ﺑﺜﻨﺎﺋﻪ ﺗﻌﺮﻳﻔ ﹰﺎ ﳏﻘﻘ ﹰﺎ؛ ﻭﻟﻮ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻫﻮ‬
‫ﻭﻻﺷﻚ ﰱ ﺃﻥ‬ ‫ﱠ‬ ‫ﻣﺜﻨﻲ ﻋﻠﻴﻪ‪ .‬ﻓﻬﻮ ﳏﻘﻖ ﻣﺴﺘﺤﻖ ﻛﲈﻝ ﺍﻹﻛﺮﺍﻡ ﻭﺍﻟﺘﻘﺮﻳﺐ‪،‬‬ ‫ﺃﻭ ﹰ‬
‫]ﺵ‪:‬‬
‫ﺧﻠﻴﻖ‬ ‫]ﻉ‪ :‬ﺣﺎﺻﻠﻪ[‬
‫ﻭﳏﺼﻠﻪ‬‫ﹼ‬ ‫ﱠ‬
‫ﻭﻳﺘﻌﺬ ﹸﺭ ﻋﲆ ﺃﻛﺜﺮ ﺍﳋﻠﻖ‬ ‫ﻳﻌﺰ‪،‬‬
‫ﺣﺼﻮﻝ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﺼﻔﺔ ﱡ‬
‫ﺣﻠﻴﻖ؛ ﻉ‪ -:‬ﺧﻠﻴﻖ[ ﺑﻜﲈﻝ ﺍﻟﺘﻘﺮﻳﺐ‪ ،‬ﻭﺍﻹﻛﺮﺍﻡ‪ .‬ﻓﻬﺬﺍ ﻫﻮ ﺍﻟﺬ￯ ﻳﻨﺪﺭ ﻭﺟﻮﺩﻩ ﻻ ﻣﺎ ﺳﺒﻖ‬
‫‪٢٩‬‬
‫ﺇﱃ ﺍﻷﺫﻫﺎﻥ ﻣﻦ ﺍﻗﱰﺍﻥ ﺍﻟﺘﻠﻔﻆ ﺑﺎﻟﺒﺴﻤﻠﺔ ﻣﻊ ﺍﻟﻔﺎﲢﺔ ﻓﺎﻓﻬﻢ‪ ،‬ﻭﺍﷲ ﺍﳌﺮﺷﺪ‪.‬‬

‫‪ – 1‬ﺍﺳﻢ ﻃﻠﺤﺔ ﻛﺜﲑ ﻣﻦ ﺭﻭﺍﻩ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻻ ﻧﻌﺮﻑ ﺃﳞﻢ ﻫﺬﺍ‪ ،‬ﺭﺍﺟﻊ ﻛﺘﺐ ﺭﺟﺎﻝ ﺍﻷﺣﺎﺩﻳﺚ ﻣﺜﻞ ﺳﲑ‬
‫ﺃﻋﻼﻡ ﺍﻟﻨﺒﻼﺀ ﻟﻠﺬﻫﺒﻲ‪.‬‬
‫ﺗﻮﰱ ﺳﻨﺔ‪ ١٧٩ :‬ﺭﺍﺟﻊ‬ ‫‪ – 2‬ﻣﺎﻟﻚ‪ :‬ﻫﻮ ﺍﻻﻣﺎﻡ ﻣﺎﻟﻚ ﺑﻦ ﺃﻧﺲ ﺑﻦ ﻣﺎﻟﻚ ﻭ ﻫﻮ ﻣﻦ ﺃﺗﺒﺎﻉ ﺍﻟﺘﺎﺑﻌﲔ‪ ،‬ﱢ‬
‫ﺳﲑ ﺃﻋﻼﻡ ﺍﻟﻨﺒﻼﺀ‪.١٣٥ - ٤٨/٨ ،‬‬
‫‪ – 3‬ﻣﻜﺤﻮﻝ ﺍﻟﺪﻣﺸﻘﻰ ﻫﻮ ﻣﻦ ﺍﻟﺘﺎﺑﻌﲔ‪ ،‬ﺗﻮﰱ ﺳﻨﺔ ﺛﻼﺛﺔ ﻋﴩ ﻭ ﻣﺎﺋﺔ ﺃﻧﻈﺮ ﺍﻟﻄﺒﻘﺎﺕ ﺍﻟﻜﱪ￯ ﻻﺑﻦ‬
‫ﺳﻌﺪ‪ ،‬ﰱ ﺍﳌﺠﻠﺪ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ‪ ،‬ﺹ‪ ٤٥٤-٤٥٣ :‬ﻃﺒﻊ ﰱ ﺑﲑﻭﺕ ‪١٣٨٨‬ﻫـ ‪.١٩٦٨‬‬
‫‪ – 4‬ﺃﺑﻮ ﺑﻜﺮ‪ :‬ﻫﻮ ﹼﺃﻭ ﹸﻝ ﺍﳋﻠﻔﺎﺀ ﺍﻟﺮﺍﺷﺪﻳﻦ‪.‬‬
‫‪– 5‬ﻓﻴﺾ ﺍﻟﻘﺪﻳﺮ ﻟﻠﻤﻨﺎﻭﻱ‪ ،‬ﻣﴫ ‪ ٤١٩/٤ ،١٣٥٦‬ﻭ ﻣﺸﻜﺎﺓ ﺍﻷﻧﻮﺍﺭ ﳌﺤﻰ ﺍﻟﺪﻳﻦ ﺑﻦ ﺍﻟﻌﺮﺍﺑﻰ‪.‬‬
‫ﻧﴩﻩ ﻭ ﺗﺮﲨﻪ ﳏﻤﺪ ﻭ ﺍﻟﺴﺎﻥ ﺇﱃ ﺍﻟ ﹼﻠﻐﺔ ﺍﻟﻔﺮﻧﺴﻴﺔ )ﻃﺒﻊ ﰱ ﺑﺎﺭﻳﺲ ‪ (١٩٨٣‬ﺹ‪.٢٩:‬‬
‫‪ – 6‬ﺭﻭﺍﻩ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ‪ ،٤٠ ،٣٨ ،‬ﻭﺃﺑﻮ ﺩﺍﻭﺩ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ‪ ،١٣٢‬ﻭ ﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ‬
‫ﺍﻻﻓﺘﺘﺎﺡ‪ ،‬ﻭ ﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻷﺩﺏ‪ ،٥٢ ،‬ﻭﺍﺑﻦ‬‫ﻛﺘﺎﺏ ﺗﻔﺴﲑ ﺳﻮﺭﺓ‪ ،١ :‬ﻭﺍﻟﻨﺴﺎﺋﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﹺ‬
‫ﺣﻨﺒﻞ ‪.٤٦٠ ،٢٨٥ ،٢٤١ / ٢‬‬
‫‪١٦٠‬‬
YİRMİ DÖRDÜNCÜ HADÎS

ve şerefi gerektirmez. Bunların hepsinde derc edilmek istenen sır şu-


dur: Hak Teâlâ besmeleyi zikir, hamdeleyi senâ kılınca bu açıdan ikisini
ayırmış oldu. Tahkîk ehli ve zekî, akıllı kişilere açıktır ki, övenin öv-
düğü kişiyi senâsı, öven kimsenin içinde bulunduğu hâle göre övülenin
durumunu târif eder.
Zikr-i tâmmın hakîkati, medlûle/zikredilene tam bir şekilde delâlet
eden şeyi tasrih ile onun zâtını anlatmaktır. Ya zâkirin nefsinde mezkûru
hazır kılmak ya da O’nunla hazır olmaktır. Huzûr ve istihzâr mâlûmun
isticlâsından; yâni ortaya çıkarılmasından ibârettir. Bunun hâsılı/meyvesi
ilme râcîdir. Zikir bir açıdan da senâ ile muğâyir/farklı değildir. Fakat o zi-
kir Hakk’ı tanıyarak (mârifet) ve tanıtarak (târif) zikreden kimseye nisbet-
ledir. Böyle bir durumda Hak âdeta şöyle buyurmaktadır: Senâ ile birleşip
zikri övülenin zâtını senâ hâline gelen kimse, senâsıyla gerçek bir târif
yapar. Her ne kadar bu târif bizzât mezkûrun târifi olmasa bile. Böyle biri
ikrâm ve yakınlığa hak kazanmış, tahkîk ehlinden olur. Şüphesiz böyle bir
sıfatın gerçekleşmesi insanların ekserîsi için imkânsızdır. Bunun netîcesi,
Hakk’a yakınlık ve ikrâmın kemâlidir. Bu varlığı nâdir bir durumdur. De-
ğilse insanların zihinlerine geliverdiği gibi besmeleyle Fâtiha’nın birlikte
telâffuzu değildir. Bunu anla! Doğruyu gösteren Allah’tır.31

1. Talha adı hadîs râvileri arasında pek çoktur. Bu hadîsi rivâyet eden Talha’nın hangisi ol-
duğunu bilmiyoruz. Bu konuda ricâl-i hadîs kaynaklarına bakılabilir. Zehebî’nin Siyeru
a’lâmi’n-nübelâ’sı bunlardan birisidir.
2. Mâlik b. Enes b. Mâlik, mezheb imâmıdır, etbâu’t-tâbiîn neslindendir. Bkz. Zehebî, Si-
yeru a’lâmi’n-nübelâ, VIII, 48-135.
3. Mekhûl ed-Dımeşkî, tabiîn neslindendir. Hicri 113’te vefât etmiştir. Bkz. İbn. Sa’d, et-
Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut 1968, VII, 453-454.
4. Ebû Bekir (r.a.), Hülefâ-i râşidîn’in ilkidir.
5. Münâvî, Feyzu’l-kadîr, Mısır 1356, IV, 419; İbn Arabî, Mişkâtü’l-envâr, nşr. ve Fr. trc.
Muhammed Valsân, Paris 1983, s. 29.
6. Müslim, Salât, 38, 40; Ebû Dâvud, Salât, 132; Neseî, İftitâh; İbn Mâce, Edeb, 52; İbn
Hanbel, II, 241, 285, 460.

160
‫*‪٣٠‬‬
‫‪٣٠‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳋﺎﻣﺲ ﻭ ﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬
‫ﺍﺭﺗﺒﺎﻁ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺍﺕ ﺑﺎﳊﻖ ﻣﻦ ﺟﻬﺘﲔ‬
‫ﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ ﺇﺫﺍ‬ ‫ﺭﺳ ﹸ‬ ‫ﻗﺎﻝ‪ :‬ﹶ‬
‫ﻛﺎﻥ ﹸ‬ ‫ﻋﺒﺎﺱ‪ 1‬ﹶ‬ ‫ﹶﻋ ﹾﻦ ﺍ ﹾﺑ ﹺﻦ ﱠ‬
‫]ﻉ‪ - :‬ﺍﻟﱰﻣﺬﻱ[‬
‫ﱰﻣﹺﺬﹺﻱ‬‫ﺍﻟ ﱢ‬
‫ﹴ‬
‫ﺭﻭﺍﻳﺔ ﻋ ﹾﻨ ﹸﻪ ﺃ ﹾﻳ ﹶﻀ ﹰﺎ‪ :‬ﺇ ﱠﻧ ﹸﻪ‬ ‫ﺃﻥ]ﻉ‪ - :‬ﺃﻥ[ ﹸ ﹶﳛ ﱢﺮ ﹶﻙ ﻟﹺ ﹶﺴﺎ ﹶﻧﻪ‪ .2‬ﻭﰱ‬ ‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﻘﺮﺁﻥ ﹾ‬ ‫ﹸﺃ ﹾﻧ ﹺﺰ ﹶﻝ ﹺ‬
‫ﻻﲢ ﱢﺮ ﹾﻙ ﺑﹺ ﹺﻪ ﻟﹺ ﹶﺴﺎ ﹶﻧ ﹶﻚ‬‫ﺍﷲ‪ :‬ﹸ ﹶ‬ ‫ﳚﺪﹸ ﹺﻣ ﹶﻦ ﺍﻟ ﱠﺘ ﹾﻨ ﹺﺰﻳﻞ ﹺﺷﺪﱠ ﹰﺓ‪ .‬ﹶﻓﺄﻧ ﹶﹾﺰ ﹶﻝ ﹸ‬ ‫ﻛﺎﻥ ﹶ ﹺ‬
‫ﻼﻡ ﹶ‬ ‫ﺍﻟﺴ ﹸ‬ ‫ﹺ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ ﱠ‬
‫ﻭﻗﺎﻝ‪ :‬ﻫﺬﺍ ﺣﺪﻳﺚ ﺣﺴﻦ‬ ‫ﹶ‬ ‫ﻓﻜﺎﻥ ﹸ ﹶﳛ ﱢﺮ ﹸﻙ ﺑﹺ ﹺﻪ ﹶﺷ ﹶﻔ ﹶﺘ ﹾﻴ ﹺﻪ‪.4‬‬
‫ﹶ‬ ‫ﻟﹺ ﹶﺘ ﹾﻌ ﹶﺠﻞ ﺑﹺ ﹺﻪ‪ .3‬ﹶ‬
‫ﻗﺎﻝ‪:‬‬
‫ﺻﺤﻴﺢ‪.‬‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬
‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﺍﺭﺗﺒﺎﻁ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺍﺕ‬ ‫ﺃﻥ ﻣﺬﻫﺐ ﺃﻫﻞ ﺍﻟﴩﻉ ﻭﺍﻟﺘﺤﻘﻴﻖ ﹼ‬ ‫ﺍﻋﻠﻢ ﹼ‬
‫ﺑﺎﳊﻖ ﺛﺎﺑﺖ ﻣﻦ ﺟﻬﺘﲔ]ﻕ‪ :‬ﻭﺟﻬﲔ[‪ ،‬ﺇﺣﺪﳞﲈ]ﻕ‪ :‬ﺃﺣﺪﳘﺎ[ ﻣﻦ ﺟﻬﺔ ﺳﻠﺴﻠﺔ‬
‫ﺛﻢ ﺍﻟﻌﺮﺵ‪،‬‬
‫ﺍﻟﱰﺗﻴﺐ ﻭﺍﻟﻮﺳﺎﺋﻂ ﺍﻟﺘﻰ ﺃﻭﳍﺎ ﺍﻟﻘﻠﻢ ﺛﻢ ﺍﻟﻠﻮﺡ ﺍﳌﺤﻔﻮﻅ‪ ،‬ﱠ‬
‫ﺛﻢ ﺍﳌﻮ ﱢﻟﺪﺍﺕ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﻨﺎﴏ‪،‬‬ ‫ﺛ ﱠﻢ ﺍﻟﻜﺮﳼﹼ‪ ،‬ﺛﻢ ﺍﻟﺴﹼﻤﻮﺍﺕ‪ ،‬ﺛﻢ ﺍﻟﻌﻨﺎﴏ‪ ،‬ﱠ‬
‫ﺒﻲ ﷺ ﻋﻦ ﹼ‬
‫ﻛﻞ‬ ‫ﻭﻣﻨﺘﻬﻰ ﺍﳋﻠﻖ‪ ،‬ﻭﺍﻷﻣﺮ‪ :‬ﺍﻟﻨﻮﻉ ﺍﻹﻧﺴﺎﻧﻰ ﻭﻗﺪ ﺃﺧﱪ ﺍﻟ ﱠﻨ ﱡ‬
‫ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻭﺃﺧﱪ ﺃﻳﻀﺎﹰ ﻋﻦ ﺍﻧﺘﻬﺎﺀ ﺍﳋﻠﻖ ﻭﺍﻷﻣﺮ ﺍﻹﻧﺴﺎﲏ‪ ،‬ﻓﻘﺎﻝ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ﻮﺩ ﹸﺧ ﹺﻠﻖﹶ ‪.5‬‬ ‫ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﹺ‬
‫ﺁﺧ ﹸﺮ ﹶﻣ ﹾﻮ ﹸﺟ ﹴ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪:‬‬
‫ﺃﻥ ﻟﻜﻞ ﻣﻮﺟﻮﺩ ‪57-b‬‬ ‫ﻭﺍﳉﻬﺔ ﺍﻷﺧﺮ￯ ‪/‬ﺟﻬﺔ ﻋﺪﻡ ﺍﻟﻮﺳﺎﻳﻂ ﺑﻤﻌﻨﻰ ﹼ‬
‫ﻣﻌﻴﺔ‬
‫ﺟﻬﺔ ﻻ ﻭﺍﺳﻄﺔ ﻓﻴﻪ‪ ،‬ﺑﻴﻨﻪ ﻭﺑﲔ ﺭ ﹼﺑﻪ‪ ،‬ﻭﻫﻮ ﺟﻬﺔ ﹼ‬ ‫ﺍﺭﺗﺒﺎﻃ ﹰﺎ ﺑﺎﳊﻖ ﻣﻦ ﹴ‬
‫ﺍﳊﻖ ﻣﻊ ﺍﻷﺷﻴﺎﺀ‪ ،‬ﻭﺣﻴﻄﺔ ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺔ ﺑﻈﺎﻫﺮ ﻛﻞ ﳾﺀ ﻭﺑﺎﻃﻨﻪ‪ ،‬ﻛﲈ ﻭﺭﺩ ﰱ‬
‫ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ ﺍﻟﻌﺰﻳﺰ‪ ،‬ﻭ ﺃﺷﺎﺭ ﺇﻟﻴﻪ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ ‪.‬‬
‫* – ﺭﻗﻢ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﰱ ﻧﺴﺨﺔ‪ :‬ﺵ‪ ،‬ﺳﺘﺔ ﻭ ﹸ‬
‫ﻋﴩﻭﻥ‪ ،‬ﻭﰱ ﻧﺴﺨﺔ ﻉ‪ :‬ﺃﺭﺑﻌﺔ ﻭ ﻋﴩﻭﻥ‪.‬‬
‫‪١٦١‬‬
YİRMİ BEŞİNCİ HADÎS*32
VARLIKLARIN İKİ CİHETTEN HAKK İLE İRTİBÂTI

Tirmizî, İbn Abbas’tan1 Kur’an’ın nâzil olduğu sırada Hz.


Peygamber’in dilini hareket ettirdiğini rivâyet etmektedir.2 Bir başka
rivâyette de Hz. Peygamber’in Kur’an’ın nüzûlünden bir ağırlık hisset-
tiği nakledilir. Bunun üzerine Allah Teâlâ şu âyeti inzâl buyurdu: “Ace-
le ederek dilini hareket ettirme!”3 Râvî der ki: O dudaklarını hareket
ettirmekteydi.4 Tirmizî bu hadîsin hasen-sahîh olduğunu söyler.
Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu
Bilesin ki şerîat ve tahkîk ehlinin yolu şudur: Varlıkların Hak ile
irtibâtı iki açıdan sâbittir. Bunlardan ilki tertîp silsilesi ve vâsıtalar açı-
sından irtibât olup kalemle başlar, ardından levh-ı mahfûz, arş, kürsî,
gökler, anâsır, unsurlardan oluşan müvelledât, işin ve yaratılışın sonu,
insan türü ile nihâyete erer. Bunların hepsini Hz. Peygamber (s.a.) haber
vermiştir. Yine o, yaratılışın ve işin sonu olan insandan haber vererek
şöyle buyurmuştur: “İnsan, yaratılan son varlıktır.”5
İrtibâtın diğeri, vâsıtasız irtibâttır. Bu da her varlığın kendi ile
Rabbi arasında herhangi bir vâsıtanın bulunmadığı cihetten olan irtibât
mânâsındadır. Bu irtibât Hakk’ın eşyâ ile maiyyeti zâtî olarak her şeyi
zâhir ve bâtınıyla kuşatması cihetindendir. Nitekim bu mânâ Kitâb-ı
azîz’de vârid olduğu gibi Hz. Peygamber (s.a.) de buna işâret etmiştir.
Kitâb-ı azîz’de zikri geçen şu âyetler buna örnektir: “Nerede
olursanız olun Allah sizinle beraberdir.”6 “İki kişi bir araya gelirse

* Bu hadîs Şehid Ali Paşa 1394/2 no’lu nüshada yirmi altıncı, 1369/1 no’lu nüshada yirmi
dördüncü sıradadır.

161
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳋﺎﻣﺲ ﻭ ﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻭ ﺃﻣﺎ]ﺵ ؛ ﻉ‪ ،‬ﻕ‪:‬ﻓﺄ ﹼﻣﺎ[ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭ ﰱ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ ﺍﻟﻌﺰﻳﺰ‪ ،‬ﻓﻤﺜﻞ ﻗﻮﻟﻪ ﺗﻌﺎﱄ‪:‬‬


‫ﻮﻥ ﹺﻣﻦ ﹶﻧ ﹾﺠ ﹶﻮ￯ ﹶﺛ ﹶﻼ ﹶﺛ ﹴﺔ ﺇﹺ ﱠﻻ ﹸﻫ ﹶﻮ‬ ‫ﹶﻭ ﹸﻫ ﹶﻮ ﹶﻣ ﹶﻌ ﹸﻜ ﹾﻢ ﹶﺃ ﹾﻳ ﹶﻦ ﹶﻣﺎ ﹸﻛﻨ ﹸﺘ ﹾﻢ‪ 6‬ﻭ ﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﹶﻣﺎ ﹶﻳ ﹸﻜ ﹸ‬
‫ﹶﺭﺍﺑﹺ ﹸﻌ ﹸﻬ ﹾﻢ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ - :‬ﹶﻭ ﻻ ﹶ ﹾﲬ ﹶﺴ ﹴﺔ ﺇ ﱠﻻ ﹸﻫ ﹶﻮ ﹶﺳ ﹺﺎﺩ ﹸﺳ ﹸﻬ ﹾﻢ‪ ،‬ﻭﻻ ﺃﺩﻧﻰ ﻣﻦ ﺫﻟﻚ ﹶﻭ ﹾﻷﻛ ﹶﺜﺮ ﺇ ﱠﻻ ﹸﻫ ﹶﻮ ﹶﻣ ﹶﻌ ﹸﻬ ﹾﻢ ‪ +‬ﻗﻮﻟﻪ[ ﹶﻭ ﹶﻻ‬
‫ﺎﺩ ﹸﺳ ﹸﻬ ﹾﻢ ﹶﻭ ﹶﻻ ﹶﺃ ﹾﺩ ﹶﻧﻰ ﹺﻣﻦ ﹶﺫﻟﹺ ﹶﻚ ﹶﻭ ﹶﻻ ﹶﺃ ﹾﻛ ﹶﺜ ﹶﺮ ﺇﹺ ﱠﻻ ﹸﻫ ﹶﻮ ﹶﻣ ﹶﻌ ﹸﻬ ﹾﻢ‪.7‬‬ ‫ﲬ ﹶﺴ ﹴﺔ ﺇﹺ ﱠﻻ ﹸﻫ ﹶﻮ ﹶﺳ ﹺ‬ ‫ﹶﹾ‬
‫ﻴﻂ‪،9‬‬ ‫ﳏ ﹲ‬‫ﳾ ﹴﺀ ﱡ ﹺ‬ ‫ﻳﺪ‪ .8‬ﻭ ﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﹶﺃ ﹶﻻ ﺇﹺ ﱠﻧ ﹸﻪ ﺑﹺ ﹸﻜ ﱢﻞ ﹶ ﹾ‬ ‫ﹶﻭ ﹶﻧ ﹾﺤ ﹸﻦ ﹶﺃ ﹾﻗ ﹶﺮ ﹸﺏ ﺇﹺ ﹶﻟ ﹾﻴ ﹺﻪ ﹺﻣ ﹾﻦ ﹶﺣ ﹾﺒ ﹺﻞ ﺍ ﹾﻟ ﹶﻮ ﹺﺭ ﹺ‬
‫ﻭﻧﺤﻮ ﺫﻟﻚ‪.‬‬
‫ﺇﻥ ﺭﺑﻰ ﻗﺎﻝ ﱃ ﺍﻟﺒﺎﺭﺣﺔ‬ ‫ﻭﺃﻣﺎ ﺇﺷﺎﺭﺍﺕ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ ﺇﱃ ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻓﻤﺜﻞ ﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﱠ‬
‫ﺭﰊ‪ .11‬ﻭﻣﺜﻞ ﻗﻮﻟﻪ‬ ‫ﲑ ﱢ‬ ‫ﻓﻴﻪ ﻏ ﹸ‬ ‫ﻳﺴﻌﻨﹺﻰ ﹺ‬
‫ﻭﻗﺖ ﻻ ﹸ‬ ‫ﻛﺬﺍ ﻭﻛﺬﺍ‪ .10‬ﻭﻣﺜﻞ ﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﹶﱄ ﹲ‬
‫ﻷﺻﺤﺎﺑﻪ ﻭﻗﺪ ﺭﻓﻌﻮﺍ ﺃﺻﻮﺍﲥﻢ ﺑﺎﻟﺘﻜﺒﲑ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺘﻬﻠﻴﻞ‪ :‬ﺇ ﱠﻧﻜﻢ ﻻ ﺗﺪﻋﻮﻥ ﱠ‬
‫ﺃﺻﻢ‬
‫]ﺵ؛ ﻕ‪-:‬‬
‫ﻭﺇﻥ ﺍﻟﺬ￯ ﺗﺪﻋﻮ ﹶﻧ ﹸﻪ ﺩﻭﻥ ﺭﺣﺎﻟﹺ ﹸﻜﻢ‪ .12‬ﻭﰱ ﺭﻭﺍﻳﺔ ﺃﺧﺮﻱ‬ ‫ﻭﻻ ﻏﺎﺋﺒ ﹰﺎ‪ .‬ﱠ‬
‫ﺃﺣﺪ ﹸﻛ ﹾﻢ ﻣﻦ ﹸﻋﻨ ﹺﹸﻖ ﺭﺍﺣﻠﺘﹺﻪ‪ .13‬ﻭﻧﺤﻮ ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻛﲈ ﺃﺷﺎﺭ ﺇﱃ‬ ‫ﻗﺮﺏ ﺇﱃ ﹺ‬ ‫ﺃﺧﺮﻱ[‪ .‬ﺇ ﱠﻧﻪ ﹶﺃ ﹸ‬
‫ﺗﻘﺮﻳﺮ ﺟﻬﺔ ﺳﻠﺴﻠﺔ ﺍﻟﱰﺗﻴﺐ‪ ،‬ﺑﺮﻭﺍﻳﺔ]ﻕ‪ :‬ﺑﺮﻭﺍﻳﺘﻪ[ ﻋﻦ ﺟﱪﺍﺋﻴﻞ؛ ﻋﻦ ﻣﻴﻜﺎﺋﻴﻞ؛‬
‫ﻋﻦ ﺇﴎﺍﻓﻴﻞ‪ ،‬ﻋﻦ ﺍﷲ]ﻉ‪ + :‬ﺗﻌﺎﱄ[‪.‬ﻭﺃﺣﻴﺎﻧ ﹰﺎ ﻛﺎﻥ ﻳﻘﺘﴫ ﻋﲆ ﺫﻛﺮ ﺟﱪﺍﺋﻴﻞ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ ﺍﻛﺘﻔﺎﺀ ﺑﲈ ﺳﺒﻖ ﻣﻦ ﺗﻘﺮﻳﺮﻩ‪ ،‬ﺃﻥ ﺟﱪﺍﺋﻴﻞ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ + :‬ﺇﻧﹼﲈ[ ﻳﺄﺧﺬ ﻋﻦ‬
‫ﹰ ]ﻉ‪:‬‬
‫ﻣﻴﻜﺎﺋﻴﻞ‪ ،‬ﻭ ﻣﻴﻜﺎﺋﻴﻞ ﻋﻦ ﺍﴎﺍﻓﻴﻞ‪ ،‬ﻭ ﺍﴎﺍﻓﻴﻞ ﻋﻦ ﺍﷲ‪ .‬ﻭﺃﺧﱪ ﺃﺣﻴﺎﻧﺎ‬
‫ﺃﻥ ﺍﴎﺍﺋﻴﻞ ﻫﻮ ﺻﺎﺣﺐ ﺍﳊﺠﺎﺏ‪ .‬ﻭﺟﺎﺀ ﰱ ﺣﺪﻳﺚ ﺁﺧﺮ‪ ،‬ﻗﺒﻞ‬ ‫‪ +‬ﻋﻦ ﺍﷲ[‪ ،‬ﱠ‬
‫ﺇﴎﺍﻓﻴﻞ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺮﻓﻴﻊ ﻋﻦ ﺇﴎﺍﻓﻴﻞ‪ ،‬ﻭﺇﴎﺍﻓﻴﻞ ﻋﻦ ﺍﷲ‪.‬‬
‫ﺛﻢ ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﺟﻬﺔ ﺍﻻﺭﺗﺒﺎﻁ ﺑﺎﳊﻖ ﻣﻦ ﺣﻴﺜﻴﺔ ﻋﺪﻡ ﺍﻟﻮﺳﺎﺋﻂ‬
‫ﺛﺎﺑﺖ ﺍﻻﺗﺼﺎﻝ ﻣﻊ ﻛﻞ ﻣﻮﺟﻮﺩ‪ ،‬ﻏﲑ ﺃﻥ ﺃﻛﺜﺮ ﺍﻟﻨﺎﺱ ﻻ ﻳﻌﻠﻤﻮﻧﻪ‪.‬‬
‫ﻭﻻ ﻳﻨﻔﺘﺢ ﳍﻢ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﺒﺎﺏ ﺑﺤﻴﺚ ﺃﻥ ﻳﺄﺧﺬﻭﺍ ﻣﻨﻪ ﻋﻦ ﺍﷲ ﺑﻼ‬
‫ﻭﺍﺳﻄﺔ‪ .‬ﺑﻞ ﳛﺼﻞ ﺫﻟﻚ ﺇﻻ ﺍﻟ ﹸﻨﺪﹶ ﹸﺭ]ﻉ‪ + :‬ﻝ[ ﻣﻦ ﺍﻷﻧﺒﻴﺎﺀ ﻭﺍﻷﻭﻟﻴﺎﺀ‬
‫ﻭﺃﻛﺎﺑﺮ ﺍﳌﺤﻘﻘﲔ‪ ،‬ﻳﺴﺘﻤﻌﻮﻥ]ﻉ‪ :‬ﻳﺴﻤﻌﻮﻥ[ ﻫﺬﻩ ﺍﳉﻬﺔ‪ ،‬ﺃﻋﻨﻰ ﺟﻬﺔ ﻋﺪﻡ‬
‫‪58-a‬‬ ‫ﺍﳋﺎﺹ‪.‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻮﺳﺎﻳﻂ‪ /،‬ﺑﺎﻟﻮﺟﻪ‬
‫‪١٦٢‬‬
YİRMİ BEŞİNCİ HADÎS

üçüncüsü, dört kişi bir araya gelirse beşincisi, beş kişinin altıncısı
Allah’tır.”7 “Biz ona (insana) şahdamarından daha yakınız.”8 “Dikkat
edin! O, her şeyi kuşatmıştır.”9 v.d.

Hz. Peygamber’in (s.a.) bu konuya işâret sayılan sözlerine ör-


nek şu hadîslerdir: “Dün gece şüphesiz Rabbim bana şöyle dedi.”10
Benzer bir hadîs daha: “Rabbim ile benim bir vaktim vardır ki baş-
kası oraya giremez.”11 Yine Hz. Peygamber tekbîr ve tehlîl sırasında
seslerini yükselten sahâbîlere şöyle buyurdu: “Siz sağıra, ya da gâib/
uzaktakine çağırmıyorsunuz, size eyerlerinizden daha yakın olana duâ
ediyorsunuz.”12 Bir başka rivâyette: “O, size binitinizin boynundan daha
yakın.”13 buyurulmuştur. Başka rivâyetler de vardır. Hz. Peygamber’in
(s.a.) Cebrâil’den, onun İsrâfil’den, onun Mikâil’den onun Allah’tan bil-
dirdiği şeklindeki rivâyette yaratıkların tertîp silsilesi açısından irtibâtına
işâret etmiştir. Allah Rasûlü bazen de takrîri geçenlerle iktifâ ederek
Cebrâil’i anmakla yetinmiş ve Cebrâil Mikâil’den, Mikâil İsrâfil’den
İsrâfil Allah’tan alır, demiştir. Bir başka sefer İsrâfil’in perde-dâr/teşrifât
memuru olduğunu haber vermiştir. Başka bir hadîste ise İsrâfil’den önce
Refî, Refî İsrâfil’den, İsrâfil Allah’tan şeklinde gelmiştir.

Sonra bilesin ki Hak ile vâsıtasız irtibât ciheti, her varlık için
sâbittir. Şu kadar var ki insanların çoğu bunu bilmez. Allah’tan vâsıtasız
alma kapısı onlara açılmaz. Böyle bir durum nebîlerden, velîlerden,
tahkîk ehlinin büyüklerinden nâdir kişiler dışında kimsede olmaz. Söz
konusu nâdir kullar, bu vâsıtasızlık cihetiyle özel bir sûrette duyarlar.
162
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳋﺎﻣﺲ ﻭ ﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻭﺍﻟﻔﻼﺳﻔﺔ ﻳﻨﻜﺮﻭﻥ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻮﺟﻪ‪ ،‬ﻭﻳﻘﻮﻟﻮﻥ‪ :‬ﻻ ﺍﺭﺗﺒﺎﻁ ﺑﲔ ﺍﳊﻖ‬


‫ﻻ ﻣﻦ ﺟﻬﺔ ﺍﻷﺳﺒﺎﺏ ﻭﺍﻟﻮﺳﺎﺋﻂ‪ .‬ﻭﻫﻢ ﳐﻄﺌﻮﻥ ﰱ ﻫﺬﺍ‬ ‫ﻭﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺍﺕ ﺇ ﹼ‬
‫ﻷﻥ ﻋﺪﻡ‬‫ﻷﻥ ﻋﺪﻡ ﺇﺩﺭﺍﻛﻬﻢ ﳍﺬﺍ ﺍﻟﻮﺟﻪ ﻻ ﻳﻠﺰﻡ ﻣﻨﻪ ﻋﺪﻡ ﺛﺒﻮﺗﻪ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﺍﳊﻜﻢ‪ .‬ﹼ‬
‫ﻓﺈﳖﻢ ﻭﺇﻥ ﱂ ﻳﻜﻮﻧﻮﺍ ﻋﺎﺭﻓﲔ ﺑﻪ‪ ،‬ﻓﻐﲑﻫﻢ‬ ‫ﺍﻟﻮﺟﺪﺍﻥ ﻻ ﻳﻔﻴﺪ ﻋﺪﻡ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ‪ .‬ﹼ‬
‫ﻗﺪ ﻋﺮﻑ‪ ،‬ﺑﻞ ﻗﺪ ﺷﻬﺪ‪ ،‬ﺑﻞ ﻗﺪ ﻭﺟﺪ ﻫﺬﺍ ﻫﻮ ﺍﻟﺜﺎﺑﺖ ﻛﺸﻔ ﹰﺎ ﻭﴍﻋ ﹰﺎ‪.‬‬
‫]ﺵ‪،‬‬
‫ﺍﳌﻨﻮﺭ ﺑﻨﻮﺭ ﺍﷲ‪ ،‬ﻫﻮ ﺃﻧﹼﻪ ﳌﺎ‬
‫ﻫﺬﺍ ﻣﻦ ﺟﻬﺔ ﺍﻟﻌﻘﻞ ﹼ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﺗﻘﺪﻳﺮ[‬
‫ﻭﻭﺟﻪ ﺗﻘﺮﻳﺮ‬
‫ﻼ‪ ،‬ﺃﻥ ﹸﻳﺘﻌ ﱠﻘﻞ ﰱ ﺍﳊﻖ ﺟﻬﺘﺎﻥ ﳐﺘﻠﻔﺘﺎﻥ‪ ،‬ﻟﻜﻮﻧﻪ ﻭﺍﺣﺪ ﹰﺍ‬ ‫ﻉ‪ -:،‬ﳌﹼﺎ[ ﱂ ﳚﺰ ﻋﻘ ﹰ‬
‫ﻣﻦ ﲨﻴﻊ ﺍﻟﻮﺟﻮﻩ‪ ،‬ﻭﺟﺐ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﺍﻻﺭﺗﺒﺎﻁ ﺍﳌﺘﻌ ﹼﻘﻞ‪ ،‬ﺑﻴﻨﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ‬
‫ﻭﺑﲔ ﺍﳌﻮﺟﻮﺩﺍﺕ ﺛﺎﺑﺘ ﹰﺎ‪ ،‬ﻣﻦ ﺣﻴﺚ]ﺵ‪ :‬ﺟﻬﺔ[ ﺍﳊﻖ ﻣﻦ ﻭﺟﻪ ﻭﺍﺣﺪ‪.‬‬
‫ﻭﳌﺎ ﻛﺎﻧﺖ ﺍﻟﻜﺜﺮﺓ ﻣﻦ ﻟﻮﺍﺯﻡ ﺍﳌﻤﻜﻨﺎﺕ‪ ،‬ﻭﺻﻔﺎﲥﺎ ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺃﻭﻝ‬
‫ﺻﻮﺭﺓ ﺍﻟﻜﺜﺮﺓ‪ ،‬ﻭﺃﻗ ﹼﻠﻬﺎ ﺍﻻﺛﻨﻴﻨﻴﺔ ﻭﺟﺐ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﺍﺭﺗﺒﺎﻁ ﻛﻞ ﳑﻜﻦ‬
‫]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻭﺟﻬﻪ[‬
‫ﺑﺎﳊﻖ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺍﳌﻤﻜﻦ ﻣﻦ ﺟﻬﺘﲔ‪ ،‬ﺍﳉﻬﺔ ﺍﻟﻮﺍﺣﺪﺓ ﻭﺟﻪ‬
‫ﺇﻣﻜﺎﻧﻪ‪ .‬ﻭﺍﻷﺧﺮ￯ ﻭﺟﻪ ﻭﺟﻮﺑﻪ‪ ،‬ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺳﺒﻖ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﺑﻜﻮﻧﻪ‪ .‬ﻭﻻ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﻟﻠﻮﺟﺪﻩ‬
‫ﺑﺪﹼ ﻭﻭﺟﺐ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﺍﻟﻐﻠﺒﺔ ﻣﻦ ﺍﻟﻮﺟﻪ ﺍﻟﺬ￯ ﻳﲆ ﺍﳊﻖﱠ ﻟﻠﻮﺣﺪﺓ‬
‫ﺍﳌﻌﱪ ﻋﻨﻬﺎ ﺑﺎﻷﺳﲈﺀ ﻛﲈ ﳚﺐ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ‬ ‫ﻓﻬﻮ ﻏﻠﻂ[‪ ،‬ﻭﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻮﺟﻮﺏ ﹼ‬
‫ﺍﳋﺎﺹ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻐﻠﺒﺔ ﻟﻠﻜﺜﺮﺓ ﻣﻦ ﺍﻟﻮﺟﻪ ﺍﻵﺧﺮ‪ ،‬ﻭ]ﻉ‪ :‬ﻑ[ ﺍﻧﻔﺘﺎﺡ ﺑﺎﺏ ﺍﻟﻮﺟﻪ‬
‫ﺍﻟﺬ￯ ﻗﻠﻨﺎ‪ :‬ﺇﻧﻪ ﻻ ﻭﺍﺳﻄﺔ ﻓﻴﻪ ﻣﻮﻗﻮﻑ ﻋﲆ ﺍﺳﺘﻬﻼﻙ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻜﺜﺮﺓ‪،‬‬
‫ﻭﺍﻹﻣﻜﺎﻥ ﰱ ﻭﺣﺪﺓ ﺍﳊﻖ‪ ،‬ﻭﺃﺣﻜﺎﻡ ﻭﺟﻮﺑﻪ]ﻉ‪ :‬ﻭﺃﺣﻜﺎﻣﻪ ﻭ ﻭﺟﻮﺑﻪ[‪ ،‬ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫ﻧﺒﻴﻨﺎ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﺃﻛﻤﻞ ﺍﳋﻠﻖ ﻭﻛﺎﻥ ﻫﺬﺍ‬ ‫ﻭﳌﺎ ﻛﺎﻥ ﱡ‬
‫‪58-b‬‬ ‫ﺍﻟﺒﺎﺏ ﺍﻟﺮﺍﻓﻊ ﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻮﺳﺎﻳﻂ ﺑﲔ ﺍﻟﻌﺒﺪ ﻭﺭ ﹼﺑﻪ‪ /‬ﻣﻔﺘﻮﺣ ﹰﺎ ﻋﻠﻴﻪ ﻛﺎﻥ‬
‫ﻭﻭ ﹺﺳ ﹶﻌﻨﹺﻰ ﹸ‬
‫ﻗﻠﺐ‬ ‫ﺑﴪ ﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﹶﻣﺎ ﹶﻭ ﹺﺳ ﹶﻌﻨﹺﻰ ﹾﺃﺭ ﹺﴇ ﻭﻻ ﹶﺳ ﹶﲈﺋﻰ ﹶ‬ ‫ﻳﻨﻄﺒﻊ ﰱ ﻗﻠﺒﻪ‪ .‬ﹼ‬
‫ﻘﻲ‪ ،14‬ﻣﻦ ﻋﻠﻢ ﺭ ﹼﺑﻪ ﻣﺎ ﻳﺮﻳﺪ ﺍﳊﻖ ﺃﻥ ﳜﱪﻩ ﺑﻪ‬ ‫ﻘﻲ ﺍﻟ ﱠﻨ ﱠ‬ ‫ﹶﻋ ﹾﺒ ﹺﺪ ﹶﻱ ﹺ‬
‫ﺍﳌﺆﻣﻦ ﺍﻟ ﱠﺘ ﱢ‬
‫ﲔ ﻟﹺﻠ ﱠﻨ ﹺ‬
‫ﺎﺱ ﹶﻣﺎ ﹸﻧ ﱢﺰ ﹶﻝ ﺇﹺ ﹶﻟ ﹾﻴ ﹺﻬ ﹾﻢ‪.15‬‬ ‫ﻟﻴﺨﺎﻃﺐ ﺑﺬﻟﻚ ﱠﺃﻣﺘﻪ‪ ،‬ﻛﲈ ﻗﺎﻝ ﺗﻌﺎﱄ‪ :‬ﻟﹺ ﹸﺘ ﹶﺒ ﱢ ﹶ‬
‫‪١٦٣‬‬
YİRMİ BEŞİNCİ HADÎS

Filozoflar ise bu yolla bilgiyi inkâr ederek derler ki: “Hak ile var-
lıklar arasında sebep ve vâsıta cihetinden başka bir irtibât yoktur.” Onlar
bu hükümlerinde hatâlıdırlar. Kendilerinin bu yolla idrâke erememiş ol-
maları, bunun sâbit olmadığını gerekli kılmaz. Çünkü bir şeyi bulama-
mak onun bulunmadığı mânâsına gelmez. Onlar her ne kadar bu yön-
temi tanımıyorlarsa da onlardan başka tanıyan hattâ müşâhede edenler
vardır. Hattâ bulunan bu irtibât, keşf ve şerîatla da sâbittir.

Allah’ın nûruyla aydınlanmış akıl cihetinden bu irtibâtın anlatımı


şu vechiledir: Bütün vecihleri açısından bir olması sebebiyle Hak’ta iki
farklı cihet ilgisinin olması aklen câiz/mümkün olmayınca Hak ile yara-
tıklar arasındaki irtibâtın sâdece bir açıdan sâbit olması gerekmiştir.

Kesret mümkinâtın gereklerinden ve zâtî sıfatlarından meydana


gelip kesretin ilk sûreti ve en azının isneyniyet/ikilik olmasına gelin-
ce her mümkün varlığın Hak ile irtibâtının mümkünün iki cihetinden
olması gerekir. Birincisi imkân cihetiyle, diğeri kevne âid sebkat eden
ilim açısından vücûb sûretiyledir. Vahdet sebebiyle Hakk’ı ve isimlerle
anlatılan vücûb ahkâmını izleyen vecihten galebe/üstünlük gerekli olur.
Nitekim diğer vecihten de kesret için galebe gereklidir. “Vâsıtasızlık”
dediğimiz özel tarzın kapısının açılması, Hakk’ın vahdeti içinde imkân
ve vücûb ahkâmının, kesret ahkâmında yok olmasına bağlıdır, anla!

Peygamberimiz (s.a.), hem halkın en kemâl ehli, hem de kul ile


Rabbi arasındaki vâsıtaların ahkâmını ref’ eden kapı kendisine açık ol-
duğundan kalbine Rabbinin ilminden bir kısmı nakşolunmuştu ki “Beni
yerim ve göğüm kuşatamadı da ancak, mümin, takvâ ehli temiz kulu-
mun kalbi kuşattı.”14 kudsî hadîsinin sırrı ümmetine muhâtap olduğun-
da Hakk’ın murâdını haber versin. Nitekim Allah Teâlâ buyurmaktadır:
“Onlara nâzil olan şeyi kendilerine açıklayasın diye…”15
163
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳋﺎﻣﺲ ﻭ ﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻓﺈﺫﺍ ﺟﺎﺀﻩ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﻜﻼﻡ ﻣﻦ ﺟﻬﺔ ﺍﻟﻮﺳﺎﻳﻂ ﺑﺼﻮﺭ ﺍﻷﻟﻔﺎﻅ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻌﺒﺎﺭﺍﺕ‬


‫]ﺵ‪ + :‬ﺍﻟﺴﻼﻡ؛‬
‫ﺍﻟﺘﻰ ﺍﺳﺘﺪﻋﺘﻬﺎ ﻭﺍﺳﺘﺠﻠﺘﻬﺎ ﺃﺣﻮﺍﻝ ﺍﳌﺨﺎﻃﺒﲔ ﻛﺎﻥ ﻳﺒﺎﺩﺭ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ﻉ‪:‬ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺼﻠﻮﺓ ﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[ ﺑﺎﻟﻨﻄﻖ ﺑﻪ ﻟﻌﻠﻤﻪ ﺑﻤﻌﻨﺎﻩ ﺑﺴﺒﺐ ﺗﻠﻘﻴﻪ ﺇ ﹼﻳﺎﻩ‪ ،‬ﻣﻦ ﺣﻴﺜﻴﺔ‬
‫ﺍﻟﻜﺮﺑﺔ ﻭﺍﻟﺸﺪﹼ ﺓ‬ ‫ﺍﻟﻼﻭﺍﺳﻄﺔ]ﺵ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﺣﻴﺜﻴﺘﻪ ﺇﻻ ﻭﺍﺳﻄﺔ[ ﻟﻴﻨ ﱢﻔﺲ ﻋﻦ ﻧﻔﺴﻪ ﻣﺎ ﳚﺪﻩ ﻣﻦ ﹸ‬
‫]ﺵ‪ :‬ﻳﻨﺰﻋﺞ[‬
‫ﺍﻟﺘﻰ ﻳﻠﻘﺎﻫﺎ ﻣﺰﺍﺟﻪ ﻣﻦ ﺍﻟﺘﹼﻨﺰﻝ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻰ‪ .‬ﻓﺈﻥ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ ﺗﻨﺰﻋﺞ‬
‫ﻣﻦ ﺫﻟﻚ ﻟﻠﻤﺒﺎﻳﻨﺔ ﺍﻟﺜﺎﺑﺘﺔ]ﻕ‪-:‬ﺍﻟﺜﺎﺑﺘﺔ[ ﺑﲔ ﺍﳌﺰﺍﺝ ﻭﺑﲔ ﺍﻟﺮﻭﺡ ﺍﳌﻠﻜﻰ‪ .‬ﻓﻘﻮﻟﻪ‬
‫ﺗﻌﺎﱄ‪ :‬ﹶﻻ ﹸ ﹶﲢ ﱢﺮ ﹾﻙ ﺑﹺ ﹺﻪ ﻟﹺ ﹶﺴﺎ ﹶﻧ ﹶﻚ ﻟﹺ ﹶﺘ ﹾﻌ ﹶﺠ ﹶﻞ ﺑﹺ ﹺﻪ‪ ،16‬ﺍﻵﻳﺔ‪ .‬ﺗﻌﻠﻴﻢ ﻭﺗﺄﺩﻳﺐ‪.‬‬
‫]ﺵ‪ :‬ﺟﱪﻳﻞ[‬
‫ﻓﺄﻣﺎ ﺍﻟﺘﺄﺩﻳﺐ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﱠﳌﺎ ﻛﺎﻥ ﺍﻵﺗﻰ ﺑﺎﻟﻮﺣﻰ ﻣﻦ ﺍﷲ ﺟﱪﺍﺋﻴﻞ‬
‫ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ‪ ،‬ﻓﻤﺘﻰ ﺑﻮﺩﺭ ﺑﺬﻛﺮ ﻣﺎ ﺃﻭﺗﻰ ﺑﻪ ﻛﺎﻥ ﻛﺎﻟﺘﻌﺠﻴﻞ ﻟﻪ‪ ،‬ﻭﺍﻇﻬﺎﺭ‬
‫ﺳﻴﲈ ﻣﻊ ﺍﳌﻌﻠﻢ ﺍﳌﺮﺷﺪ‪.‬‬ ‫ﺷﻚ‪ ،‬ﹼ‬‫ﺧﻠﻞ ﰱ ﺍﻷﺩﺏ ﺑﻼ ﱠ‬ ‫ﺍﻻﺳﺘﻐﻨﺎﺀ ﻋﻨﻪ‪ ،‬ﻭﻫﺬﺍ ﹲ‬
‫ﻭﺃ ﹼﻣﺎ ﻭﺟﻪ ﺍﻟﺘﻌﻠﻴﻢ‪ ،‬ﻓﻬﻮ ﻣﻦ ﺟﻬﺔ ﺃﻥ ﺍﳋﻠﻖ ﺍﳌﺨﺎﻃﺒﲔ ﺑﺎﻟﻘﺮﺁﻥ‬
‫ﺣﻜﻢ ﺍﺭﺗﺒﺎﻃﻬﻢ ﺑﺎﳊﻖ ﻣﻦ ﺟﻬﺔ ﺳﻠﺴﻠﺔ ﺍﻟﱰﺗﻴﺐ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻮﺳﺎﻳﻂ ﻫﻮ‬
‫ﻣﺴﺪﻭﺩ ﻋﲆ‬ ‫ﹲ‬ ‫ﺍﻟﻈﺎﻫﺮ ﺍﻟﺴﻠﻄﻨﺔ ﻓﻴﻬﻢ]ﻕ‪ :‬ﳍﻢ[‪ .‬ﻷﻥ ﺑﺎﺏ ﺍﳉﻬﺔ ﺍﻷﺧﺮ￯‬
‫ﺍﻷﻛﺜﺮﻳﻦ ﻣﻨﻬﻢ‪ .‬ﻓﻼ ﻳﻔﻬﻤﻮﻥ ﻋﻦ ﺍﷲ ﺇﻻ ﻣﻦ ﺍﳉﻬﺔ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﳊﺎﳍﻢ‪.‬‬
‫ﻭﻫﻰ ﺟﻬﺔ ﺍﻟﻮﺳﺎﻳﻂ ﻭﺍﻟﻜﺜﺮﺓ ﺍﻹﻣﻜﺎﻧﻴﺔ‪ ،‬ﻛﲈ ﺳﺒﻖ ﺍﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻴﻪ‪ ،‬ﻭﺇﻟﻴﻪ‬
‫ﴪ ﹶﻧﺎ ﹸﻩ ﺑﹺ ﹺﻠ ﹶﺴﺎﻧﹺ ﹶﻚ‪ ،17‬ﻭﺑﻘﻮﻟﻪ‪ :‬ﺇﹺ ﱠﻧﺎ ﹶﺟ ﹶﻌ ﹾﻠﻨﹶﺎ ﹸﻩ ﹸﻗ ﹾﺮﺁﻧ ﹰﺎ‬ ‫ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺑﻘﻮﻟﻪ‪ :‬ﹶﻓﺈﹺ ﱠﻧ ﹶﲈ ﹶﻳ ﱠ ﹾ‬
‫ﻮﻥ‪ .18‬ﻭﺃﺧﱪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻋﻦ ﺭﺗﺒﺔ ﺍﻟﻘﺮﺁﻥ ﰱ ﻣﻘﺎﻡ ﺭﻓﻊ‬ ‫ﹶﻋ ﹶﺮﺑﹺ ﹼﻴ ﹰﺎ ﱠﻟ ﹶﻌ ﱠﻠ ﹸﻜ ﹾﻢ ﹶﺗ ﹾﻌ ﹺﻘ ﹸﻠ ﹶ‬
‫ﺎﺏ‪ .19‬ﻳﻌﻨﻰ ﺍﻟﻘﺮﺁﻥ ﺍﳌﻮﺻﻮﻑ ﺑﺎﳉﻌﻞ‬ ‫ﺍﻟﻮﺳﺎﻳﻂ ﻓﻘﺎﻝ‪ :‬ﹶﻭﺇﹺ ﱠﻧ ﹸﻪ ﹺﰱ ﹸﺃ ﱢﻡ ﺍ ﹾﻟ ﹺﻜ ﹶﺘ ﹺ‬
‫ﹺ ‪20‬‬ ‫ﻋﻨﺪﻛﻢ؛ ﹶﻟﺪﹶ ﹾﻳﻨﹶﺎ ﹶﻟ ﹶﻌ ﹺ ﱞ‬
‫‪59-a‬‬ ‫ﻳﺘﻄﺮﻕ‬ ‫ﻴﻢ ‪ .‬ﻳﻌﻨﻰ ﻫﻮ ﺃﻋﲆ ‪/‬ﻭﺃﺣﻜﻢ ﻣﻦ ﺃﻥ ﹼ‬ ‫ﲇ ﹶﺣﻜ ﹲ‬
‫ﺇﻟﻴﻪ ﺍﳉﻌﻞ‪.‬‬
‫ﺃﻥ ﺍﻟﻘﺮﺁﻥ‪ ،‬ﻭﺇﻥ ﺃﺧﺬﺗﻪ‬ ‫ﻓﻌﺮﻑ ﺍﳊﻖ ﻧﺒﻴﻨﺎ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ]ﻉ‪:‬ﻋﻠﻴﻪﺍﻟﺼﻠﻮﺓﻭﺍﻟﺴﻼﻡ[‪ ،‬ﹼ‬ ‫ﹼ‬
‫ﻋ ﱠﻨﺎ‪ ،‬ﻭﺍﺳﺘﺠﻠﻴ ﹶﺘﻪ ﻟﺪﻳﻨﺎ ﰱ ﹼﺃﻡ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻣﻌﻨﺎﻩ ﺑﺪﻭﻥ ﻭﺍﺳﻄﺔ‪ .‬ﻓﺈﻥ‬
‫ﻳﺘﻀﻤﻦ‬‫ﱠ‬ ‫ﻣﺮﺓ ﺃﺧﺮ￯ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ]ﺵ؛ ﻉ‪ :‬ﺟﻬﺔ[ ﺍﻟﻮﺳﺎﻳﻂ‬ ‫ﺇ ﱠﻳﺎﻩ ﹼ‬
‫]ﺵ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺃﻧﺰﻟﻨﺎ[‬
‫ﺇﻧﺰﺍﻟﻨﺎ‬
‫‪١٦٤‬‬
YİRMİ BEŞİNCİ HADÎS

Bu kelâm/âyet, muhâtapların durumlarının gerekli kıldığı ve celbet-


tiği lâfız ve ibâreler sûretiyle vâsıtalı olarak geldiği zaman Hz. Peygamber
(s.a.) bunu anlatırken acele davranırdı. Çünkü Hz. Peygamber kendisine
vâsıta ile gelen bu kelâmın mânâsını vâsıtasız bilmekteydi. Hz. Peygam-
ber (s.a.) rûhânî tenezzül sebebiyle mizâcına gelen şiddet ve kürbetten
oluşan tesiri nefsinden uzaklaştırmak istiyordu. Çünkü tabîat mizâc ile
melekî ruh arasında oluşan mübâyenetten/zıdlıktan sıkılır. Nitekim: “Ace-
leyle dilini hareket ettirme!”16 âyeti tâlim ve te’dib içindir.
Te’dib Allah’tan vahyi getiren Cebrâil’e aceleyle davranması,
sanki onu acele etmeye mecbûr ederek ona ihtiyâcı olmadığını ızhâr
etmesidir. Şüphesiz bu edebi haleldâr eden bir davranıştır. Özellikle de
muallim/mürşid münâsebetlerinde…
Bu âyetin tâlîm ifâde eden vechine gelince Kur’an’a muhâtap olan
halkın, Hak ile irtibât hükmünün tertip silsilesi ve vâsıtalar cihetinden olma-
sı, onlar üzerindeki saltanat/egemenlikte zâhirdir. Çünkü diğer irtibât kapısı
insanların ekserîsine kapalıdır. Allah’tan sâdece hâllerine uygun cihetten bir
şeyler anlayabilirler. O da daha önce geçtiği gibi vâsıtalar ve imkânî kesret
cihetindedir. Allah Teâlâ’nın şu kavlinde buna işâret vardır: “Biz, onu se-
nin dilinde kolaylaştırdık.”17 “Anlayasınız diye onu Arapça bir kitap ola-
rak indirdik.”18 Allah Teâlâ Kur’an’ın vâsıtaların ref’ olduğu makâmdaki
derecesini şu âyetle haber vermekte ve şöyle buyurmaktadır: “O, ümmü’l-
kitâptadır.”19 Yâni sizin indinizde ca’l/yaratılmış olma sıfatıyla mevsûf
olan Kur’an “Bizim katımızda yüce ve hakimdir.”20 Bu sözle kasdedilen
Kur’an’ın ca’l/yaratılmışlık sıfatının dokunmaktan yüce ve hakîm oluşudur.
Hak Teâlâ Peygamberimiz’e şunu öğretmektedir: Kur’an, -her ne
kadar- sen onu bizden alsan, mânâ itibâriyle ümmü’l-kitâptaki hâliyle
bizim katımızdan vâsıtasız olarak almış olsan da bizim onu sana bir
kere daha vâsıtalı olarak indirmemizin tazammun ettiği bir takım
164
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳋﺎﻣﺲ ﻭ ﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻓﻮﺍﻳﺪ ﺯﺍﻳﺪﺓ ﻣﻨﻬﺎ ﻣﺮﺍﻋﺎﺓ ﺇﻓﻬﺎﻡ ﺍﳌﺨﺎﻃﺒﲔ ﺑﻪ ﻭﻣﻨﻬﺎ ﻣﻌﺮﻓﺘﻚ ﺍﻛﺘﺴﺎﺀ ﺗﻠﻚ‬
‫ﺍﳌﻌﺎﻧﻰ ﺍﻟﻌﺒﺎﺭﺓ ﺍﻟﻜﺎﻣﻠﺔ‪ ،‬ﻟﺘﻌﺮﻑ ﻭﺗﺴﺘﺠﲆ ﺗﻠﻚ ﺍﳌﻌﺎﻧﻰ ﰱ ﻣﻈﺎﻫﺮﻫﺎ ﻣﻦ‬
‫]ﺵ‪،‬‬
‫ﺍﳊﺮﻭﻑ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻜﻠﲈﺕ ﻓﺘﺠﻤﻊ ﺑﲔ ﻛﲈﻻﺗﻪ ﺍﻟﺒﺎﻃﻨﺔ ﻭﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ‪.‬ﻓﻴﺴﺘﺠﲇ‬
‫ﻉ‪ :‬ﻓﻴﺘﺤﲇ[ ﺑﻪ ﺭﻭﺣﺎﻧﻴﺘﻚ ﻭﺟﺴﲈﻧﻴﺘﻚ‪ .‬ﺛﻢ ﻳﺘﻌﺪﹼ ￯ ﺍﻷﻣﺮ ﻣﻨﻚ ﺇﱃ ﺃﻣﺘﻚ‪.‬‬
‫ﻼ‪ ،‬ﻓﺎﻓﻬﻢ‪ .‬ﹸ‬
‫ﻭﺍﷲ ﻳﻘﻮﻝ ﺍﳊﻖﱠ‬ ‫ﺣﺼﺔ[ ﻣﻨﻪ ﻋﻠ ﹰﲈ ﻭﻋﻤ ﹰ‬ ‫ﻓﻴﺄﺧﺬ ﱞ‬
‫ﻛﻞ ﻣﻨﻬﻢ ﺣﺼﺘﻪ]ﻉ‪ :‬ﹼ‬
‫ﹼ‬
‫ﻭﳞﺪ￯ ﻣﻦ ﻳﺸﺎﺀ ﺇﱃ ﴏﺍﻁ ﻣﺴﺘﻘﻴﻢ*‪.‬‬
‫‪٣١‬‬

‫ﻧﺴﺨﺔ ﺵ‪ :‬ﺗﻢ ﺑﻌﻮﻥ ﺍﷲ ﻭ ﺣﺴﻦ ﺗﻮﻗﻴﻌﻪ ‪/‬ﻗﻮﺑﻞ ﻭ ﺻﺤﺢ‬ ‫* ﻫﺬﻩ ﺍﳌﻌﻠﻮﻣﺎﺕ ﺗﻮﺟﺪ ﰱ ﺧﺎﲤﺔ ﹾ‬
‫ﺑﻘﺪﺭﺍﻟﻮﺷﻊ ﻭ ﺍﻹﻣﻜﺎﻥ‪ /‬ﻗﺪ ﻭﻗﻊ ﺍﻟﻔﺮﺍﻍ ﻣﻦ ﲢﺮﻳﺮﻩ ﰲ‪ /‬ﰱ ﺃﻭ ﺍﺧﺮ ﺷﻮﺍﻝ ﺧﺘﻢ ﺍﷲ ﺑﺎﳊﺴﻦ‪/‬‬
‫ﺃﻭ ﺍﺳﻂ ﺷﻮﺍﻝ ﺧﺘﻢ ﺍﷲ ﺑﺎﳋﲑ‪ /‬ﻭﺍﻟﺴﻌﺎﺩﺓ ﻭ ﺍﻷﻓﻀﺎﻝ‪ /‬ﰱ ﺳﻨﺔ ﺛﻼﺙ ﻭ ﺛﻼﺛﲔ ﻭ ﺛﲈﻧﲈﺋﺔ‪.‬‬
‫‪ – 1‬ﺃﻧﻈﺮ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﳊﺎﺩ￯ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‪.‬‬
‫‪ – 2‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﺗﻔﺴﲑ ﺳﻮﺭﺓ‪ ،٧٥ ،‬ﻭﻛﺘﺎﺏ ﻓﻀﺎﺋﻞ ﺍﻟﻘﺮﺍﻥ‪ ، ٢٨ ،‬ﻭﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﺗﻔﺴﲑ ﺳﻮﺭﺓ ‪.٧٥‬‬
‫‪ – 3‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻘﻴﺎﻣﺔ )‪ ،(٧٥‬ﺍﻵﻳﺔ‪.١٦ :‬‬
‫‪ – 4‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﺗﻔﺴﲑ ﺳﻮﺭﺓ‪ ،٧٥ ،‬ﻭﻛﺘﺎﺏ ﻓﻀﺎﺋﻞ ﺍﻟﻘﺮﺍﻥ‪ ، ٢٨ ،‬ﻭﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﺗﻔﺴﲑ ﺳﻮﺭﺓ‬
‫‪ ٧٥‬ﻭﺍﻟﻨﺴﺎﺋﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺼﻼﺓ ‪ ،٣٧‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪.٣٤٣/١ ،‬‬
‫‪ – 5‬ﺭﺍﺟﻊ ﺍﳉﺎﻣﻊ ﺍﻟﺼﺤﻴﺢ ﳌﺴﻠﻢ‪ ،‬ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻘﻴﺎﻣﺔ‪ ٢٧ ،‬ﺑﺄﻟﻔﺎﻅ ﳐﺘﻠﻔﺔ‪.‬‬
‫‪ – 6‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﳊﺪﻳﺪ )‪ ،(٥٧‬ﺍﻵﻳﺔ‪.٤ :‬‬
‫‪ – 7‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﳌﺠﺎﺩﻟﺔ )‪ ،(٥٨‬ﺍﻵﻳﺔ‪.٧ :‬‬
‫‪ – 8‬ﺳﻮﺭﺓ ﻕ )‪ ،(٥٠‬ﺍﻵﻳﺔ‪.١٦ :‬‬
‫ﻓﺼﻠﺖ )‪ ،(٤١‬ﺍﻵﻳﺔ‪.٥٤ :‬‬ ‫‪ – 9‬ﺳﻮﺭﺓ ﹼ‬
‫‪ – 10‬ﺭﺍﺟﻊ ﺍﻟﺴﻨﻦ ﻟﻠﺪﺍﺭﻣﻰ ﰱ ﺑﺎﺏ ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ‪ ،١٢ ،‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪٣٦٨/١ ،‬؛ ‪٦٦/٤‬؛ ‪.٢٤٣/٧‬‬
‫‪ – 11‬ﺃﻧﻈﺮ ﻛﺸﻒ ﺍﳋﻔﺎﺀ ﻟﻠﻌﺠﻠﻮﻧﻰ ‪.١٧٥/٢‬‬
‫‪ – 12‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺘﻮﺣﻴﺪ‪ ،٩ ،‬ﻭﻛﺘﺎﺏ ﺍﳌﻐﺎﺯﻱ‪ ،٣٨ ،‬ﻭ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻘﺪﺭ‪ ٧ ،‬ﻭ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ‬
‫ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺬﻛﺮ‪.٤٥ ،٤٤ ،‬‬
‫‪ – 13‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ﰱ ﻣﺴﻨﺪﻩ ‪.٤٠٢ / ٤‬‬
‫‪ – 14‬ﺃﻧﻈﺮ ﻛﺸﻒ ﺍﳋﻔﺎﺀ ﻟﻠﻌﺠﻠﻮﲏ‪.١٩٥ / ٢ ،‬‬
‫‪ – 15‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻨﺤﻞ )‪ ،(١٦‬ﺍﻵﻳﺔ‪.٤٤ :‬‬
‫‪ – 16‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻘﻴﺎﻣﺔ )‪ ،(٧٥‬ﺍﻵﻳﺔ ‪.١٦‬‬
‫‪ – 17‬ﺳﻮﺭﺓ ﻣﺮﻳﻢ )‪ ،(١٩‬ﺍﻵﻳﺔ‪.٩٧ :‬‬
‫‪ – 18‬ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺰﺧﺮﻑ )‪ ،(٤٣‬ﺍﻵﻳﺔ‪.٣ :‬‬
‫‪ – 19‬ﻧﻔﺲ ﺍﻟﺴﻮﺭﺓ‪ :‬ﺍﻵﻳﺔ‪.٤ :‬‬
‫‪ – 20‬ﺑﺎﻗﻰ ﺍﻵﻳﺔ ﺍﻟﺴﺎﺑﻘﺔ‪.‬‬
‫‪١٦٥‬‬
YİRMİ BEŞİNCİ HADÎS

faydalar vardır. Bu faydalardan biri Kur’an muhâtaplarının onu anlamaya


riâyet göstermeleridir. Bir başka faydası ise senin (Hz. Peygamber’in) bu
mânâlara düzgün ibâreler giydirmeyi bilip öğrenmendir. Çünkü mânâlar,
harflerden ve kelimelerden olan mazharlar içinde parlar ve tanınır.
Zâhirî ve bâtınî kemâlâtı cem’ olur. Bu sûretle senin (Hz. Peygamber’i
kasdediyor) rûhâniyet ve cismâniyetin ortaya çıkar. Böylece iş senden
ümmetine geçer. Herkes ilim ve ameline göre ondan nasîbini alır; anla!
Allah hakkı söyler, dilediğini doğru yola iletir*.

* Bu bilgiler Şehid Ali Paşa 1394/2 no’lu nüshanın son kısmında yer alır: Bu nüshanın yazı-
mı Şevval ayı ortasında 833 h./1430 Mayıs’da tamamlandı. Imkân ölçüsünde mukâbele
ve tashîhi aynı yılın Şevval ayı sonunda bitirildi.
1. Bkz. 21. Hadîs 1. dipnot.
2. Buhârî, Tefsîr, 75, Fezâilü’l-Kur’an, 28; Tirmizî, Tefsîr, 75.
3. el-Kıyâme, 75/6.
4. Buhârî, Tefsîr, 75, Fezâilü’l-Kur’an, 28; Tirmizî, Tefsîr, 75; Neseî, Salât, 37; İbn Hanbel,
I, 343.
5. Krş. Müslim, Kıyâme, 27
6. el-Hadîd, 57/4.
7. el-Mücâdele, 58/7.
8. Kâf, 50/16.
9. Fussilet, 41/54.
10. Dârimî, Rü’yâ, 12; İbn Hanbel, I, 368; IV, 66; V, 243.
11. Keşfu’l-hafâ, II, 175.
12. Buhârî, Tevhîd, 9, Meğârî, 38, Kader, 7; Müslim, Zikir, 44, 45.
13. İbn Hanbel, Müsned, IV, 402.
14. Keşfu’l-hafâ, II, 195.
15. en-Nahl, 16/44.
16. el-Kıyâme, 75/16.
17. Meryem, 19/97.
18. ez-Zuhrûf, 43/3.
19. ez-Zuhrûf, 43/4.
20. ez-Zuhrûf, 43/4.

165
‫*‪٣٢‬‬
‫‪٣٢‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺩﺱ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬
‫ﴎ ﺍﻟﺘﻔﺎﺕ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﻷﺣﺪ ﺑﻜﻠﻴﺘﻪ‬
‫ﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ‪ ،‬ﺃ ﱠﻧ ﹸﻪ ﹾﱂ ﹶﻳ ﹸﻜ ﹾﻦ ﹶﻳ ﹾﻠ ﹶﺘ ﹺﻔ ﹸﺖ‪ ،‬ﹶﻳ ﹾﻌﻨﹺﻲ]ﺵ‪ :‬ﺑﻤﻌﻨﻲ[ ﺃ ﱠﻧﻪ‬
‫ﺤﻴﺢ ﹶﻋ ﹾﻦ ﹶﺭ ﹸﺳ ﹺ‬ ‫ﹶﺛ ﹶﺒ ﹶﺖ ﰱ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺼ ﹺ‬
‫ﺍﻟﺘﻔﺖ ﹶﲨﻴﻌ ﹰﺎ‪ ،‬ﹶﻳ ﹾﻌﻨﹺﻰ ﺑﹺ ﹸﻜ ﱢﻠﻴﺘﹺ ﹺﻪ‪.1‬‬
‫ﺍﻟﺘﻔﺖ ﹶ‬‫ﻭﻛﺎﻥ ﺇﺫﺍ ﹶ‬ ‫ﻻ ﹶﻳ ﹾﻠ ﹺﻮ￯ ﹸﻋ ﹸﻨ ﹶﻘ ﹸﻪ‪ ،‬ﹶ‬
‫ﴎ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ[‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﹼ‬
‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﺍﻋﻠﻢ]ﺵ‪ + :‬ﺃﻧﻪ[ ﻣﻦ ﺍﳌﺴﺎﻳﻞ ﺍﻟﺘﻰ ﺍﺗﻔﻘﺖ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﺍﳌﺤﻘﻘﻮﻥ]ﺵ‪ :‬ﺍﻟﻌﻘﻮﻝ[ ﻭﺍﻟﴩﺍﻳﻊ‬
‫ﻭﺍﻟﺘﺸﺒﻪ ﺑﺼﻔﺎﺕ‬
‫ﹼ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺍﻟﺘﺤﲇ‬ ‫ﹼﺃﻥ ﻛﲈﻝ ﺍﻹﻧﺴﺎﻥ ﰱ ﺍﻟﺘﺨﻠﻖ ﺑﺄﺧﻼﻕ ﺍﷲ ﻭﻃﻠﺐ‬
‫ﺟﻨﺎﺑﻪ ﺍﻟﻌﺰﻳﺰ‪ .‬ﻭﻻ ﺷﻚﹼ ﰱ ﻭﺣﺪﺍﻧﻴﺔ ﺍﳊﻖ ﻭﻭﺣﺪﺓ ﻓﻴﻀﻪ‪ ،‬ﻭﺗﻮﺟﻬﻪ ﻹﳚﺎﺩ ﻣﺎ‬
‫ﻬﻪ ﺇﱃ ﺇﳚﺎﺩ ﺍﻟﻌﺮﺵ ﻭﺍﻟﻜﺮﳼ‪،‬‬ ‫ﻛﺘﻮﺟ ﹺ‬
‫ﻓﺘﻮﺟﻬﻪ ﺇﱃ ﺇﳚﺎﺩ ﺍﻟ ﱠﻨﻤﻠﺔ ﹼ‬‫ﻳﺮﻳﺪ ﺇﳚﺎﺩﻩ‪ .‬ﱡ‬
‫ﻳﺘﻮﻫﻢ ﻓﻴﻪ ﺟﻬﺎﺕ ﳐﺘﻠﻔﺔ ﹸﺗﺸﲔﹸ ﻣﻦ ﴏﺍﻓﻪ ﻭﺣﺪﺗﻪ‪ .‬ﺇﺫ ﻻ‬ ‫ﻷﻧﹼﻪ ﻣﻨ ﹼﺰﻩ ﻋﻦ ﺃﻥ ﹼ‬
‫ﻛﺜﺮﺓ ﻫﻨﺎﻙ‪ ،‬ﻭﻻ ﲡﺰﺋﺔ ﻭﻻ ﺗﺒﻌﻴﺾ‪ ،‬ﻓﺎﻟﺘﻌﺪﹼ ﺩ ﻭﺍﻟﻜﺜﺮﺓ ﻭﺍﻻﺧﺘﻼﻑ ﻭﺃﻣﺜﺎﻝ‬
‫ﺫﻟﻚ ﻣﻦ ﺻﻔﺎﺕ ﺍﳌﻤﻜﻨﺎﺕ ﺍﻟﻘﺎﺑﻠﺔ ﻟﻔﻌﻠﻪ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ﺑﻔﻴﻀﻪ]ﺵ‪ :‬ﻟﻔﻴﻀﻪ[ ﹼ‬
‫ﻭﺗﻮﺟﻬﻪ‬
‫ﺍﻟﻮﺣﺪﺍﻧﻰ‪.‬‬
‫ﻛﻞ ﻣﺘﺨ ﱢﻠﻖ ﺑﺄﺧﻼﻕ ﺭ ﹼﺑﻪ ﺃﻥ ﻻ ﹼ‬
‫ﻳﺘﻮﺟﻪ‬ ‫ﻭﳌﹼﺎ ﻛﺎﻥ ﺍﻷﻣﺮ ﻛﺬﻟﻚ ﻭﺟﺐ ﻋﲆ ﹼ‬
‫‪59-b‬‬ ‫ﺇﱃ ﳾﺀ ‪ /‬ﺇﻻ ﺑﺠﻤﻠﺘﻪ ﻭﺃﺣﺪ ﹼﻳﺔ ﲨﻌﻪ‪ ،‬ﻭﳛﱰﺯ ﻣﻦ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﺑﴚﺀ]ﻉ‪ - :‬ﺏ[ ﻣﻨﻪ‬
‫ﺍﻟﺘﻮﺟﻪ‪ .‬ﺑﻞ ﻫﻮ‬ ‫ﻣﻊ ﳾﺀ‪ ،‬ﻭﺑﴚﺀ]ﺵ‪ :‬ﻟﴚﺀ‪ ،‬ﻉ‪ :‬ﳾﺀ[ ﻣﻨﻪ ﻣﻊ ﺁﺧﺮ‪ ،‬ﻓﻴﻜﻮﻥ ﻣﻮﺯﹼﻉ ﹼ‬
‫ﻛﻞ ﳾﺀ ﺑﺤﻀﻮﺭ ﺗﺎ ﹼﻡ ﻣ ﹼﺘﺒﻊ ﺭ ﹼﺑﻪ ﰱ ﺷﺆﻭﻧﻪ ﻇﺎﻫﺮ ﺑﺼﻔﺎﺗﻪ ﺍﻟﺘﻰ‬‫ﺍﻟﺘﻮﺟﻪ ﻣﻊ ﹼ‬
‫ﺗﺎ ﹼﻡ ﹼ‬
‫ﺣ ﹼﻼﻩ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺟ ﹼﻼﻩ[ ﲠﺎ‪ ،‬ﻓﺎﻓﻬﻢ ﺗﺮﺷﺪ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ‪.‬‬
‫‪٣٣‬‬

‫ﻋﴩﻭﻥ‪ .‬ﻭﰱ ﻧﺴﺨﺔ ﻉ‪ :‬ﲬﺴﺔ ﻭ ﹸ‬


‫ﻋﴩﻭﻥ‪.‬‬ ‫* – ﺭﻗﻢ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﰱ ﻧﺴﺨﺔ‪ :‬ﺵ‪ :‬ﺍﺛﻨﺎﻥ ﻭ ﹸ‬
‫‪ – 1‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﱰﻣﻴﺬﻱ‪ ،‬ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳌﻨﺎﻗﺐ‪.8 ،‬‬
‫‪١٦٦‬‬
YİRMİ ALTINCI HADÎS*
PEYGAMBERİMİZ’İN BÜTÜNÜYLE YÖNELİŞ SIRRI

Sahîh bir haberde şöyle sâbit olmuştur. Hz. Peygamber sağa-sola


dönmezdi; yâni boynunu çevirmezdi. Bir şeye yöneleceği zaman bütün
bedeniyle dönerdi.1
Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu
Bilesin ki, şerîatların ve tahkîk ehli kimselerin ittifak ettiği mese-
lelerden biri de şudur: İnsanın kemâli Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak,
tahallîyi/bezenmeyi talep ile Allah’ın yüce sıfatlarına benzemektir.
Hakk’ın vahdâniyetinde, feyzinin ve yaratmayı murâd ettiği şeyi yarat-
mak için ona teveccühünün vahdetinde/birliğinde şüphe yoktur. Onun
karıncayı yaratmaya yönelmesi, arş ve kürsîyi yaratmaya yönelişi gi-
bidir. Çünkü Hakk, mutlak birliğini yaralayacak muhtelif cihetlerin bu-
lunduğu vehmine düşmekten münezzehtir. Çünkü orada kesret, teczie/
parçalanma, teb’îz/bölünme yoktur. Zîrâ çoğalma, kesret, farklılık ve
benzeri şeyler Hakk’ın fiilini kabûl eden, feyziyle ve vahdânî teveccü-
hüyle zâhir, mümkün varlıkların sıfatlarındandır.
Durum böyle olunca Rabbinin ahlâkıyla ahlâklanan herkesin
yöneldiği şeye toptan ve cem’ hâlinin birlik hâline yönelmesi gerekir.
Böyle bir kimse teveccühünün dağılmaması için bir yönüyle bir şeyle,
diğer yönüyle bir başka işle uğraşmaktan sakınmalıdır. Bilakis her şeye
huzûr-ı tâm ile teveccüh edip bu konuda kendi durumlarında Rabbı-
na tâbî O’nun kendisini süslediği sıfatlarıyla zâhir olmalıdır. Anlarsan
inşâallah doğruyu bulursun.35

* Bu hadîs Şehid Ali Paşa 1394/2 no’lu nüshada yirmi ikinci, 1369/1 no’lu nüshada yirmi
beşinci sıradadır.
1. Tirmizî, Menâkıb, 8.

166
‫‪٣٤‬‬
‫*‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬
‫ﴎ ﺍﻟﺰﻣﺎﻥ ﻭ ﺍﻟﱪﻭﺝ ﺍﻟﺴﺘﺔ‬
‫ﺍﺳ ﹶﺘﺪﹶ ﹶﺍﺭ ﹶﻛ ﹶﻬ ﹾﻴﺌﹶﺘﹺ ﹺﻪ ﹶﻳ ﹾﻮ ﹶﻡ ﹶﺧﻠﻖﹶ‬
‫ﺎﻥ ﹶﻗﺪ ﹾ‬
‫ﺍﻟﺰ ﹶﻣ ﹶ‬
‫ﺃﻥ ﱠ‬ ‫ﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ‪ :‬ﱠ‬ ‫ﺭﺳ ﹺ‬‫ﹶﺛ ﹶﺒ ﹶﺖ ﹶﻋ ﹾﻦ ﹸ‬
‫ﻭﺍﻷﺭﺽ]ﻕ‪ + :‬ﺍﳊﺪﻳﺚ[‪.1‬‬ ‫ﹾ‬ ‫ﺍﻟﺴ ﹶﻤ ﹶﻮ ﹺ‬
‫ﺍﺕ‬ ‫ﹸ‬
‫ﺍﷲ ﱠ‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬ ‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﻳﻄﻠﻊ ﻋﻠﻴﻬﺎ‬ ‫ﻻ ﻣﻦ ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ ﺍﻹﳍﻴﺔ‪ ،‬ﻻ ﹼ‬ ‫ﻳﺘﻀﻤﻦ ﺃﺻﻮ ﹰ‬ ‫ﹼ‬ ‫]ﻉ‪ + :‬ﻫﺬﺍ[ ﺍﳊﺪﻳﺚ‬
‫ﺍﻟﻜﻤﻞ‪ .‬ﻣﻨﻬﺎ ﻣﻌﺮﻓﺔ ﺑﺪﺀ ﺍﻟﺪﱠ ﻭﺭﺓ ﺍﻟﻌﺮﺷﻴﺔ‪ .‬ﻓﺎﻋﻠﻢ ﹼ‬
‫ﺃﻥ‬ ‫ﺇﻻ ﺍﻟ ﱡﻨﺪﺭ ﻣﻦ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻌﺮﺷﻴﺔ ﻛﺎﻥ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺃﻥ ﻣﺒﺪﺃ ﺍﻟﺪﻭﺭﺓ‬ ‫ﲇ ﹼ‬ ‫ﺍﻟﴪ ﺍﻟﻜ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻜﺸﻒ ﺍﻟﻜﺎﻣﻞ ﺃﻓﺎﺩ ﰱ ﻫﺬﺍ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺴﲈﻭ ﹼﻳﺔ‪ ،‬ﻭﺍﻟﺼﻮﺭ‬ ‫ﻣﻦ ﺍﳌﻴﺰﺍﻥ‪ .‬ﻭﻣﻨﻪ ﺇﱃ ﺍﳊﻮﺕ ﺃﻭﺟﺪ ﺍﷲ ﻓﻴﻪ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﹼ‬
‫ﺍﳌﺘﻌﻴﻨﺔ ﰱ ﺟﻮﻑ ﺍﻟﻌﺮﺵ‪ ،‬ﻭﻣﺪﹼ ﺓ ﺣﻜﻢ ﻫﺬﻩ ﺍﻟﱪﻭﺝ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻜﻠﻴﺔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻷﺻﻠﻴﺔ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﺑﺮﻭﺝ[‬
‫ﺍﻟﺴ ﹼﺘﺔ ﺇﺣﺪ￯ ﻭﻋﴩﻭﻥ]ﻉ‪ + :‬ﺍﻝ[ ﺃﻟﻒ ﺳﻨﺔ‪ .‬ﻭﻣﻦ ﺍﳊﻤﻞ ﺇﱃ ﺑﺮﺝ‬
‫ﺍﻟﺴﻨﺒﻠﺔ ﰱ ﺍﳊﻜﻢ ﲬﺴﻮﻥ ﺃﻟﻒ ﺳﻨﺔ‪ ،‬ﻭﻣﻦ ﺃﻭﻝ ﺣﻜﻢ ﺩﻭﺭ ﺍﻟﺴﻨﺒﻠﺔ‬
‫ﺑﻤﻮﺟﺐ ﺍﻷﻣﺮ ﺍﻹﳍﻰ ﺍﳌﻮﺣﻰ ﺑﻪ ﻫﻨﺎﻙ ﻇﻬﻮﺭ ﺍﻟﻨﻮﻉ ﺍﻹﻧﺴﺎﻧﻰ ﻭﻣﺪﹼ ﺗﻪ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﺍﻷﺧﲑ[‬
‫ﻧﺒﻴﻨﺎ ﻋﻠﻴﻪ ﺍﻟﺴﻼﻡ ﰱ ﺍﻷﻟﻒ ﺍﻵﺧﺮ‬ ‫ﺳﺒﻌﺔ ﺁﻻﻑ ﺳﻨﺔ‪ .‬ﻭ ﹸﺑﻌﺚ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺴﺒﻌﺔ‪.‬‬ ‫ﻣﻦ ﹼ‬
‫ﻭﰱ ﺍﻷﺟﺰﺍﺀ ﺍﻟﱪﺯﺧﻴﺔ ﺍﳉﺎﻣﻌﺔ ﺑﲔ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺩﻭﺭ ﺍﻟﺴﻨﺒﻠﺔ ﻭﺩﻭﺭ ﺍﳌﻴﺰﺍﻥ‬
‫]ﻉ‪:‬‬
‫ﺍﳌﺨﺘﺺ ﺑﺎﻵﺧﺮﺓ ﻧﻈﲑ ﻣﺎ ﻳﺬﻛﺮﻩ ﺃﻫﻞ ﺍﻟﺘﻌﺎﻟﻴﻢ ﰱ ﺍﻟﱪﻭﺝ ﺫﻭﺍﺕ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺑﺨﺎﺻﻴﺔ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟ ﹼﻨﺼﻒ ﺍﻷﺧﲑ‪ ،‬ﻣﻨﻬﺎ ﳑﺘﺰﺝ‬ ‫]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﻓﺈﻥ[‬
‫ﺩﻭﻟﺖ[ ﺍﳉﺴﺪﻳﻦ ﺑﺄﻥ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﺻﲆ ﺍﷲ ﻋﻠﻴﻪ ﻭ ﺳﻠﻢ[‬
‫ﺍﻟﺴﻼﻡ‬ ‫ﺍﻟﻔﺼﻞ ﺍﳌﺴﺘﻘﺒﻞ‪ ،‬ﻛﺬﻟﻚ ﻣﻦ ﻣﺒﻌﺚ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﻋﻠﻴﻪ ﹼ‬
‫ﻛﺎﻟﺼﺒﺢ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﹼﺃﻭﻝ ﺍﻟﻨﻬﺎﺭ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻫﻮ ﺯﻣﺎﻥ ﺍﻣﺘﺰﺍﺝ ﺍﻟﺪﻧﻴﺎ ﺑﺎﻵﺧﺮﺓ‪،‬‬
‫ﺍﳌﴩﻭﻉ ﻣﻨﻪ ﺇﱃ ﻃﻠﻮﻉ ﺍﻟﺸﻤﺲ‪ ،‬ﻧﻈﲑ ﺍﻟﺰﻣﺎﻥ ﺍﻟﺬ￯ ﻫﻮ ﰱ ﺍﳌﺒﻌﺚ ﺇﱃ‬
‫* – ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻻ ﻳﻮﺟﺪ ﰱ ﻧﺴﺨﺔ‪ :‬ﺵ‪.‬‬
‫‪١٦٧‬‬
YİRMİ YEDİNCİ HADÎS*36
ZAMAN ve ALTI BURCUN SIRRI

Allah Rasûlü’nden (s.a.) şöyle buyurduğu sâbit olmuştur: “Zaman


Allah Teâlâ’nın gökleri ve yeri ilk yarattığı durumuna dönmüştür.”1

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu


Hadîs, kemâl ehlinden nâdir insanların ancak muttalî olduğu ilâhî
ilimlerin esaslarını tazammun etmektedir. Bu esaslardan biri devre-i ar-
şiyyenin başlangıcını bilmektir. Bilesin ki keşf-i kâmil, bu sırr-ı küllî
içinde devre-i arşiyyenin başlangıcının mîzân/terâzi olduğunu ifâde et-
mektedir. Allah Teâlâ terâziden balığa kadar semâvî ruhları arşın orta-
sında taayyün eden küllî ve aslî sûretleri îcad etmiş/yaratmıştır. Bu altı
burcun müddeti 21.000 senedir. Oradan sünbüle/başak burcuna geçiş
50.000 senelik hükümdür. Vahyedilen emr-i ilâhî mûcibince başak bur-
cunun başlangıcında burada insan türü zuhûra gelir. Bunun süresi 7.000
senedir. Bizim Peygamberimiz (s.a.) bu yedi binin sonuncu bininde ba’s
olunmuştur.
Âhirete mahsus terâzî devri ile başak devri hükümleri arasını
cem’ eden berzaha âid cüzlerde burçlar konusunda bilgi sâhibi olanla-
rın anlattığı “iki cesedlilik” vardır. Çünkü berzahın son yarısı, gelecek
mevsimin/dönemin özellikleriyle karışıktır. Hz. Peygamber’in gönde-
rilme zamanı dünyâ ve âhiretin imtizâc zamanıdır. Bu durum gündüzün
başlama zamanı sayılan sabah vaktinin evvelinden güneşin doğmasına
kadar olan zaman gibidir. O’nun peygamberliğinin kıyâmet zamanına
göre durumu bu vakte benzer. Nitekim fecrin doğuşundan sonra tedrîcen

* Bu hadîs Şehid Ali Paşa 1394/2 no’lu nüshada bulunmamaktadır.

167
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺴﺎﺑﻊ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺍﻟﻀﻮﺀ ﺑﻌﺪ ﻃﻠﻮﻉ ﺍﻟﻔﺠﺮ ﺑﺎﻟﺘﺪﺭﻳﺞ ﺷﻴﺌ ﹰﺎ‬ ‫ﻗﻴﺎﻡ ﺍﻟﺴﺎﻋﺔ‪ .‬ﻓﻜﲈ]ﻕ‪ :‬ﻭ[ ﻳﺰﺩﺍﺩ ﹼ‬
‫ﺍﳌﺒﻌﺚ ﻳﺰﺩﺍﺩ ‪60-a‬‬ ‫ﺑﻌﺪ ﳾﺀ ﻛﺬﻟﻚ ﻇﻬﻮﺭ‪ /‬ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻵﺧﺮﺓ ﻣﻦ ﺣﲔ‬
‫]ﻕ‪ :‬ﺣﻴﺚ[‬

‫ﺇﱃ ﺯﻣﺎﻥ ﻃﻠﻮﻉ ﺍﻟﺸﻤﺲ ﻣﻦ ﻣﻐﺮﲠﺎ‪.‬‬


‫ﻭﺍﻟﺴ ﹸ‬
‫ﺎﻋﺔ‬ ‫ﻭﺇﱃ ﻣﺜﻞ ﻫﺬﺍ ﻭﺭﺩﺕ ﺍﻹﺷﺎﺭﺓ ﺍﻟﻨﺒﻮﻳﺔ ﺑﻘﻮﻟﻪ‪ :‬ﹸﺑ ﹺﻌﺜ ﹸﹾﺖ ﺃﻧﺎ ﱠ‬
‫ﱢ ]ﻉ‪:‬‬ ‫ﺍﻟﺴ ﹸ‬
‫ﺎﻋﺔ ﺣ ﱠﺘﻰ ﹸﺗﻜﻠ ﹶﻢ‬ ‫ﻛﻬﺎﺗﲔ ﺇﻥ]ﻉ‪ :‬ﺃﻭ[ ﻛﺎﺩﺕ ﹶﻟ ﹶﺘ ﹾﺴﺒﹺ ﹸﻘﻨﹺﻲ‪ .2‬ﻭﺇﱃ ﻗﻮﻝ‪ :‬ﻻ ﹸ‬
‫ﺗﻘﻮﻡ ﱠ‬
‫ﺟﻞ ﹶﻋ ﹶﺬ ﹶﺑ ﹸﺔ ﹶﺳ ﹾﻮ ﹺﻃ ﹺﻪ‪ .3‬ﻭﺣ ﱠﺘﻰ ﳛﺪﱢ ﺛﻪ ﻓﺨﺬﻩ ﺑﲈ ﺻﻨﻊ]ﻉ ؛ ﻕ‪ :‬ﻳﺼﻨﻊ[ ﺃﻫﻠﻪ‬‫ﺍﻟﺮ ﹸ‬
‫ﱠ‬
‫ﻛ ﹼﻠﻢ[‬

‫ﺍﳌﺘﻀﻤﻦ ﻟﻸﺧﺒﺎﺭ ﻋﻦ ﺳﲈﻉ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺑﻌﺪﻩ‪ ،‬ﻭﺑﺈﺷﺎﺭﺍﺗﻪ]ﻉ‪ :‬ﺑﺈﺷﺎﺭﺗﻪ[ ﰱ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻵﺧﺮ‬


‫ﲨﻬﻮﺭ ﺍﻟﻨﺎﺱ ﺁﺧﺮ ﺍﻟﺰﻣﺎﻥ ﻧﻄﻖ ﺍﳉﲈﺩﺍﺕ‪ ،‬ﻭﺍﻟﻨﺒﺎﺗﺎﺕ‪ ،‬ﻭﺍﳊﻴﻮﺍﻧﺎﺕ‪.‬‬
‫ﴎ ﺍﻟﺪﻧﻴﺎ ﻭﺯﻣﺎﳖﺎ‪ ،‬ﻭﻋﻠﻢ ﴎ ﺍﻵﺧﺮﺓ‬ ‫ﻭ ﻫﺬﺍ ﺍﻷﺻﻞ]ﻉ‪ - :‬ﺍﻝ[ ﳌﻦ ﻋﻠﻢ ﹼ‬
‫ﻭﻋﻠﻢ ﺃﴎﺍﺭ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﹼﴎ[ ﺍﻷﺩﻭﺍﺭ‪ ،‬ﻭﻋﻠﻢ ﺯﻣﺎﻥ ﻭﺟﻮﺩ ﻣﻼﺋﻜﺔ ﺍﻟﺴﻤﻮﺍﺕ‬
‫ﻟﻠﻨﺒﻮﺓ ﻭﺍﻟﺮﺳﺎﻟﺔ‬ ‫ﺧﺘﻤﻴﺔ ﺍﻟﻨﺒﻰ ﷺ ﱠ‬‫ﹼ‬ ‫ﴎ‬‫ﺍﻷﺻﻠﻴﺔ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ‪ ،‬ﻭﻋﻠﻢ ﹼ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻭﺍﻟﺼﻮﺭ‬
‫ﹼ‬
‫ﺍﻟﻨﺒﻮﺓ‬
‫ﻭﴎ ﺧﺘﻤﻴﺔ ﹼ‬ ‫‪ ،‬ﻭﻋﻠﻢ ﺧﺘﻤﻴﺔ ﺍﻟﻮﻻﻳﺔ‪ ،‬ﹼ‬ ‫]ﻉ‪ :‬ﺑﺎﻟﴩﻳﻌﺔ[‬
‫ﺍﳌﺨﺘﺼﹼﲔ ﺑﺎﻟﺘﴩﻳﻊ‬
‫ﺍﳌﻄﻠﻘﺔ‪ ،‬ﻭﻋﻠﻢ ﻏﲑ ﺫﻟﻚ ﻣﻦ ﺃﻧﻮﺍﻉ ﺍﻟﻌﻠﻮﻡ ﺍﻟﺘﻰ ﻳﻄﻮﻝ ﺫﻛﺮﻫﺎ‪.‬‬
‫ﺃﻥ ﺯﻣﺎﻥ ﻇﻬﻮﺭ ﺍﻟﻨﻮﻉ ﺍﻹﻧﺴﺎﻧﻰ ﳏﺼﻮﺭ ﰱ ﺳﺒﻌﺔ‬ ‫ﻳﺘﻮﻫﻢ ﹼ‬
‫ﻟﻜﻦ ﻻ ﹼ‬
‫ﺁﻻﻑ ﺳﻨﺔ‪ .‬ﻫﺬﺍ ﺇﻧﹼﲈ ﻛﺎﻥ ﻳﻠﺰﻡ ﺃﻥ ﻟﻮ ﱂ ﻳﻜﻦ ﺇﻻ ﺩﻭﺭ ﹲﺓ ﻭﺍﺣﺪ ﹲﺓ‪ .‬ﻭﻟﻴﺲ‬
‫ﺍﻷﻣﺮ ﻛﺬﻟﻚ‪ ،‬ﺑﻞ ﺍﳌﻘﺼﻮﺩ ﺍﻟﺘﻨﺒﻴﻪ ﻋﲆ ﹼ‬
‫ﺃﻥ ﺍﷲ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ]ﻍ‪ + :‬ﻭ ﺗﻌﺎﱄ[ ﺃﻭﺟﺪ‬
‫ﰱ ﺃﻭﻝ ﺍﻟﺪﹼ ﻭﺭﺓ ﺍﻟﻜﻠﻴﺔ ﺍﻷﻣﻮﺭ ﺍﳌﺬﻛﻮﺭﺓ‪ ،‬ﻭﻋﻨﺪ ﺍﻧﺘﻬﺎﺀ ﺍﳊﻜﻢ ﻭﺍﻷﻣﺮ‬
‫ﺍﻹﳍﻰ ﺇﱃ ﺍﻟﺴﻨﺒﻠﺔ ﺁﺩﻡ‪ .‬ﻭﺍﷲ ﻳﻌﻠﻢ ﻋﺪﺩ ﺍﻷﺩﻭﺍﺭ ﻭﺍﻻﻧﺘﻬﺎﺀﺍﺕ ﺇﱃ ﺑﺮﺝ‬
‫ﻳﻌﺮﻓﻬﺎ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﺑﻌﺾ ﻋﺒﺎﺩﻩ ﻓﻴﻌﻠﻤﻬﺎ‪ ،‬ﻭﺇﻥ ﱂ ﺗﻌﲔ ﺫﻛﺮﻫﺎ‪،‬‬ ‫ﺍﻟﺴﻨﺒﻠﺔ ﻭﻗﺪ ﹼ‬
‫ﹼ‬
‫ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺫﻟﻚ‪.‬‬ ‫‪٣٥‬‬

‫‪ – 1‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ﰱ ﻣﺴﻨﺪﻩ‪.٧٣/٥ ،‬‬


‫‪ – 2‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﻗﺎﻕ‪ ،٣٩ ،‬ﻭﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﳉﻤﻌﺔ‪ ،٤٣ ،‬ﻭﺍﺑﻦ ﻣﺎﺟﺔ ﰱ ﺍﳌﻘﺪﻣﺔ‪،‬‬
‫‪ ،٧‬ﻭﺍﻟﺪﺍﺭﻣﻰ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﺮﻗﺎﻕ ‪ ،٤٦‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ‪.٣٠٩ / ٤ ،‬‬
‫‪ – 3‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﱰﻣﺬ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﻔﺘﻦ‪ ،١٩ ،‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ‪.٨٩ ،٨٤ / ٣‬‬
‫‪١٦٨‬‬
YİRMİ YEDİNCİ HADÎS

yavaş yavaş ışığın artması gibi Hz. Peygamber’in gönderilişiyle âhiret


ahkâmı zuhûra gelmekte ve bu durum güneşin batıdan doğuşuna kadar
artarak devam etmektedir.
Buna benzer olaylara işâret eden Nebevî haberler de vardır. Nite-
kim Allah Rasûlü buyurur ki: “Ben ve kıyâmet çok yakın ba’s olunduk.
Neredeyse kıyâmet beni geçecek.”2 Bir başka kavl-i Nebî de şöyledir:
“Kişi ayakkabısının bağı ile konuşmadıkça kıyâmet kopmayacak.”3
Hattâ kişiye baldırı, ehlinin kendisinden sonra ne yapacağını söyleye-
cek. Bir başka hadîs ise Hz. Peygamber’in işâretleriyle âhirzamanda
insanların çoğunun cansızların, bitkilerin ve hayvanların konuşmalarını
duyacağı haberlerini mutazammın bulunmaktadır.
Bu asıl, dünyâ ve zamanın sırrını, âhiret ve devirlerin sırrı-
nı, gök meleklerinin varlık zamanını ve zikredilen aslî sûretlerini Hz.
Peygamber’in şerîat koymaya hâs risâlet ve nübüvvetteki hatmiyyet
sırrını, velâyet hatmiyyetini, nübüvvet-i mutlakanın hatmiyyet sırrını
bundan başka anlatılması uzun gidecek ilim türlerinden daha başkalarını
bilenlere hastır.
Ancak insan nev’inin zuhûru zamanının yedi bin seneyle sınırlı
olduğu vehmedilmemelidir. Bir tek devreden başkası olmasa böyle ol-
ması lâzım gelirdi. Ama durum öyle değildir. Burada kasdedilen, Allah
Teâlâ’nın birinci küllî devrede zikri geçen şeyleri hükm-i ilâhî ve emr-i
ilâhî başak burcuna ulaştığında Âdem’i yarattığına dikkat çekmektir.
Allah devirlerin sayısını ve onların başak burcuna ulaşmasını bilir. Ve
bunu bazı kullarına öğretir. Onlar bunu anlatmasalar da bilirler. Sen de
bunu bil!37

1. İbn Hanbel, Müsned, V, 73.


2. Buhârî, Rikâk, 39; Müslim, Cumâ, 43; İbn Mâce, Mukaddime, 7; Dârimî, Rikâk, 46; İbn
Hanbel, IV, 309.
3. Tirmizî, Fiten, 19; İbn Hanbel, III, 84, 89.

168
‫*‬
‫‪٣٦‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻣﻦ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬
‫ﴎ ﺃﻥ ﺍﷲ ﺧﻠﻖ ﺁﺩﻡ ﻋﲆ ﺻﻮﺭﺗﻪ‬
‫ﺍﷲ ﹶﺧ ﹶﻠﻖﹶ ﹶﺁ ﹶﺩ ﹶﻡ ﻋﲆ ﺻﻮﺭﺗﹺ ﹺﻪ‪ ،‬ﻭﰱ ﹺﺭ ﹶﻭﺍ ﹶﻳ ﹴﺔ‪ :‬ﻋﲆ‬
‫ﺇﻥ ﹶ‬‫ﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ‪ :‬ﱠ‬
‫ﺭﺳ ﹸ‬‫ﻗﺎﻝ ﹸ‬ ‫ﹶ‬
‫ﻮﺭ ﹺﺓ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺮ ﹾﲪ ﹺﻦ‪.1‬‬ ‫ﹸﺻ ﹶ‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﺍﻋﻠﻢ ﺃﻥﹼ ﺍﷲ ﻋﻠﻢ ﻧﻔﺴﻪ ﻓﻌﻠﻢ ﺍﻟﻌﺎﱂ‪ /.‬ﻓﻠﻬﺬﺍ ﻛﺎﻥ ﻵﺩﻡ ﻋﲆ ﺻﻮﺭﺗﻪ‪60-b.‬‬
‫]ﻉ‪:‬‬ ‫ﻭﻫﺬﺍ ﳛﺘﺎﺝ ﺇﱃ ﺗﻘﺪﻳﻢ ﻣﻘﺪﹼ ﹴ‬
‫ﻣﺔ‪ .‬ﺃ ﹼﻣﺎ ﺑﻴﺎﻥ ﺍﳌﻘﺪﹼ ﻣﺔ‪ ،‬ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺃﻧﹼﻪ ﻣﻦ ﺍﳌ ﹼﺘﻔﻖ‬
‫]ﻉ‪،‬‬
‫ﺃﻥ ﺍﳊﻖ ﻭﺍﺣﺪ ﻭﺣﺪﻩ‬ ‫ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺃﻥ ﺍﳌﺘﻔﻖ[ ﻋﻠﻴﻪ ﻋﻨﺪ ﺫﻭ￯ ﺍﻟﻌﻘﻮﻝ ﺍﻟﺴﻠﻴﻤﺔ‪ ،‬ﹼ‬
‫ﻳﺼﺢ ﻣﻌﻬﺎ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﻇﺮﻓ ﹰﺎ ﻟﴚﺀ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ - :‬ﻟﴚﺀ[‪ ،‬ﻭ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﻕ‪:‬ﻭﺣﺪﺓ[ ﻻ‬
‫]ﻉ‪،‬‬
‫ﻳﺘﻘﻠﺐ‬
‫ﹸ‬ ‫ﻣﻈﺮﻭﻓ ﹰﺎ ﻟﴚﺀ‪ .‬ﻭﺇﻥ ﺍﳊﻘﺎﻳﻖ ﻻ ﺗﺘﻘ ﱠﻠﺐ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺗﻨﻘﻠﺐ[‪ .‬ﻓﺎﻟﻌﺪﻡ ﻻ‬
‫]ﻉ‪:‬‬
‫ﻕ‪ :‬ﻳﻨﻘﻠﺐ[ ﻭﺟﻮﺩ ﹰﺍ‪ .‬ﻭﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﻻ ﻳﻨﻘﻠﺐ ﻋﺪﻣ ﹰﺎ‪ .‬ﻭﺍﻟﴚﺀ ﺇﺫﺍ ﺍﻗﺘﴣ ﺍﻷﻣﺮ‬
‫]ﻉ‪ - :‬ﺏ[‬
‫‪ -‬ﺍﻝ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺃﻣﺮﺍ[ ﻟﺬﺍﺗﻪ ﻳﺰﺍﻝ ﻋﻠﻴﻪ ﻣﺎ ﺩﺍﻣﺖ ﺫﺍﺗﻪ‪ .‬ﻭﺇﺫﺍ ﺍﻗﺘﻀﺎﻩ ﺑﴩﻁ‬
‫ﺃﻭ ﺑﴩﻭﻁ‪ ،‬ﻓﻴﺠﺐ]ﻉ‪ :‬ﻓﺒﺤﺴﺐ[ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﴩﻁ‪ ،‬ﻭﺳﻮﺍﺀ ﻛﺎﻥ ﺫﻟﻚ ﺍﻟﴩﻁ‬
‫ﻋﺪﻣﻴ ﹰﺔ‪ ،‬ﺃﻭ ﺃﻣﺮ ﹰﺍ ﳎﺘﻤﻌ ﹰﺎ ﻣﻨﻬﲈ ﰱ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺃﻭ ﺍﻟﴩﻭﻁ ﺃﻣﺮ ﹰﺍ ﻭﺟﻮﺩﻳﺎ‪ ،‬ﺃﻭ ﻧﺴﺒ ﹰﺔ‬
‫ﺍﻟﺬﻫﻦ]ﻕ‪ :‬ﺍﻟﺪﻫﺮ[‪.‬‬
‫ﻭﺇﺫﺍ ﻓﻬﻤﺖ ﻫﺬﺍ ﻋﺮﻓﺘﻪ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ - :‬ﻩ[ ﺃﻥ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﱂ ﻳﻜﻦ ﻋﺪﻣ ﹰﺎ ﳏﻀ ﹰﺎ‪.‬‬
‫ﻓﺎﻧﻘﻠﺒﺖ ﺣﻘﻴﻘﺘﻪ ﺑﺎﻟﻘﺪﺭﺓ ﺣﺘﻰ ﺻﺎﺭ ﺃﻣﺮ ﹰﺍ ﻭﺟﻮﺩ ﹼﻳ ﹰﺎ‪ ،‬ﻭﱂ ﻳﻜﻦ ﻟﻪ ﻭﺟﻮﺩ‬
‫ﺃﺯ ﹼﱄ‪ ،‬ﻓﻴﻜﻮﻥ ﻣﺴﺎﻭﻳ ﹰﺎ]ﻉ‪ :‬ﻣﺴﺎﻭﻗ ﹰﺎ[ ﻟﻠﺤﻖ ﰱ ﻭﺟﻮﺩ ﺍﻟﻘﺪﻳﻢ‪ ،‬ﻓﻴﻜﻮﻥ ﻭﺍﺟﺒ ﹰﺎ‬
‫ﻟﺬﺍﺗﻪ‪ ،‬ﻭﱂ ﻳﻜﻦ ﺍﳊﻖ ﻇﺮﻓ ﹰﺎ ﻟﻪ‪ ،‬ﻭﻻ ﻫﻮ ﻇﺮﻑ ﻟﻠﺤﻖ‪ ،‬ﻓﺜﺒﺖ ﺃﻥ ﻣﺮﺗﺒﺘﻪ‬
‫* – ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﻻ ﻳﻮﺟﺪ ﰱ ﻧﺴﺨﺔ‪ :‬ﺵ‪.‬‬
‫‪١٦٩‬‬
YİRMİ SEKİZİNCİ HADÎS*38
ÂDEM’İN HAKK SÛRETİNDE YARATILMA SIRRI

Allah Rasûlü (s.a.) buyurmuştur: “Allah Teâlâ Âdem’i kendi sûreti


üzre yaratmıştır.” Bir başka rivâyet de şöyledir: “Rahmân’ın sûreti üzre
yaratmıştır.”1

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu

Bilesin ki Allah önce nefsini ve hemen ardından âlemi bilir. Bu


yüzden Âdem O’nun sûreti üzre var olmuştur. Bu konu bir mukaddi-
menin takdîmine ihtiyaç hissetmektedir. Mukaddimenin açıklamasına
gelince bilesin ki selim akıl sâhipleri nezdinde, üzerinde ittifâk edilen
konulardan biri şudur: Hak birdir. O’nun birliğinde herhangi bir şeye
zarf ya da mazrûf olması sahîh olamaz. Hakîkatler değişmez. Adem/
yokluk vücûda/varlığa, varlık da yokluğa dönüşemez. Bir şey zâtı için
bir durumu gerekli kılıyorsa onun zâtı var oldukça bu durum devam
eder. Bir şart ya da bir takım şartlar o şeyi gerektirirse o zaman o şartın
varlığı vâcib olur. Bu şart ya da şartlar, emr-i vücûdî/var olan şeyler ol-
ması ile ademe nisbet edilen şeyler ya da varlık ve yokluğun her ikisini
zihinde birleştiren bir şey olması, müsâvîdir.

Bunu anlamışsan şunu da anlarsın: Âlem adem-i mahz değil-


dir ki onun hakîkati kudret ile emr-i vücûdîye dönüşsün. Âlemin
ezelî bir vücûdu/varlığı yoktur ki Kadîm olan Hakk’ın varlığına eşit;
bizzat vâcib bir varlık olsun. Hak âleme, âlem Hakk’a zarf değil-
dir. Şu sâbittir ki âlemin mertebesi, vâcip ve kadîm olan ile adem-i

* Bu hadîs Şehid Ali Paşa 1394/2 nolu nüshada bulunmamaktadır.

169
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻣﻦ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﺑﲔ ﺍﻟﻮﺍﺟﺐ ﺍﻟﻘﺪﻳﻢ‪ ،‬ﻭﺑﲔ ﺍﻟﻌﺪﻡ ﺍﳌﺤﺾ‪ ،‬ﻭﻻ ﺗﺜﺒﺖ ﺗﻠﻚ ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ ﰱ‬
‫ﻣﺮ‪.‬‬
‫ﺍﻟﻄﺮﻓﲔ ﳌﺎ ﹼ‬
‫ﺃﺯﻟﻴ ﹰﺎ‬
‫ﻓﻠﻢ ﻳﺒﻖ ﺇﻻ ﺃﻥ ﻳﻜﻮﻥ ﻣﺮﺗﺴﲈﹰ ﰱ ﻧﻔﺲ ﺍﳌﻮﺟﺪ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﺑﻪ ﺍﺭﺗﺴﺎﻣ ﹰﺎ ﹼ‬
‫ﻣﻌﻨﻮ ﹼﻳ ﹰﺎ‪ .‬ﻓﻴﻜﻮﻥ ﻣﻮﺟﻮﺩ ﹰﺍ ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﻋﻠﻢ ﺍﻟﻌﺎﱂ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ + :‬ﺑﻪ[ ﻣﻌﺪﻭﻣ ﹰﺎ ﰱ ﻋﻴﻨﻪ‬
‫ﻭﺍﳌﻈﺮﻭﻓﻴﺔ]ﻕ‪ - :‬ﻭﺍﳌﻈﺮﻭﻓﻴﺔ[‪ ،‬ﻓﻴﻪ ﺍﳌﺸﺎﺭ ﺇﻟﻴﻬﲈ‪،‬‬
‫ﹼ‬ ‫ﺮﻓﻴﺔ‬ ‫ﻋﻨﺪ ﻧﻔﺴﻪ ﻻﺳﺘﺤﺎﻟﺔ ﹼ‬
‫ﺍﻟﻈ ﹼ‬
‫ﻭﺍﻻﺳﺘﺤﺎﻟﺔ ﲡﺪﱢ ﺩ ﻋﻠﻢ ﺍﳊﻖﹼ ‪ ،‬ﺃﻭ ﺗﻐﲑﻩ‪ ،‬ﻭ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ - :‬ﻭ[ ﺣﺎ ﹰ‬
‫ﻻ ﻟﻪ ﺃﻭ ﺻﻔﺔ]ﻉ‪ + :‬ﻭ[‪،‬‬
‫ﻣﺮ ﺑﻴﺎﻧﻪ‪.‬‬
‫ﻻﺳﺘﺤﺎﻟﺔ ﻗﻠﺐ ﺍﳊﻘﺎﻳﻖ ﻛﲈ ﹼ‬
‫ﻓﺼﻮﺭﺓ ﻣﻌﻠﻮﻣﻴﺔ ﻛﻞﹼ ﺟﺰﺀ ﻣﻦ ﺃﺟﺰﺍﺀ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﻭﺻﻮﺭﺓ ﲨﻠﺘﻪ ﺛﺎﺑﺘﺔ‬
‫ﰱ ﻋﻠﻤﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﺃﺯ ﹰ‬
‫ﻻ ﻭ ﺃﺑﺪ ﹰﺍ ﺍﻋﲆ ﻣﺮﺗﺒﺔ]ﻉ‪ :‬ﻭﺗﲑﺓ[ ﻭﺍﺣﺪﺓ‪ ،‬ﺩﻭﻥ ﺗﻐﲑ ﻭ‬
‫ﺗﺒﺪﻳﻞ‪ ،‬ﻭ ﻋﻠﻤﻪ ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﰱ ﺣﴬﺓ ﺍﻷﺣﺪ ﹼﻳﺔ ﺍﳊﻘﻴﻘﺔ‪ ،‬ﻻ ﻳﻐﺎﻳﺮ ﺫﺍﺗﻪ‪،‬‬
‫‪61-a‬‬ ‫ﻭﻻ ﻳﻤﺘﺎﺯ ﻋﻨﻬﺎ ﺑﻮﺟﻪ ﻣﻦ ﺍﻟﻮﺟﻮﻩ‪ .‬ﺇﺫ ‪/‬ﻻ ﻋﺪﺩ ﻫﻨﺎﻙ ﻭﻻ ﻛﺜﺮﺓ‪.‬‬
‫ﻓﻮﺟﺐ ﺃﻥ ﻳﺼﺪﺭ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﻋﻦ ﺣﴬﺗﻪ ﻋﲆ ﻣﺎ ﺍﻗﺘﻀﺎﻩ ﻋﻠﻤﻪ ﱠ‬
‫ﺍﻟﺬﺍﺗﻰ‬
‫ﺍﻷﺣﺪﻱ ﺍﻷﺯﱃ ﺍﳌﺘﻌﻠﻖ ﺑﻜﻞ ﻣﻌﻠﻮﻡ ﺑﺤﺴﺐ ﻣﺎ ﻫﻮ ﺍﳌﻌﻠﻮﻡ ﻋﻠﻴﻪ‪.‬‬ ‫ﹼ‬
‫]ﻉ‪:‬‬ ‫ﻓﻠﻬﺬﺍ ﻇﻬﺮ ﺍﻟﻌﺎﱂ ﻋﲆ ﺻﻮﺭﺓ ﻋﻠﻢ ﺍﳊﻖ ﺑﻪ ﰱ ﻧﻔﺴﻪ ﺃﺯ ﹰ‬
‫ﻻ‪ .‬ﻓﻈﺎﻫﺮ‬
‫ﻭﻇﺎﻫﺮ[ ﺁﺩﻡ ﻧﺴﺨﺔ ﺻﻮﺭﺓ ﺍﻟﻌﺎﱂ‪ ،‬ﻭﺑﺎﻃﻨﻪ ﻧﺴﺨﺔ ﺑﺎﻃﻦ ﺍﻟﻌﺎﱂ‪ ،‬ﻭﺭﻭﺣﻪ‬
‫ﺗﻌﲔ ﻣﺎ ﺍﻗﺘﴣ ﺍﻹﳚﺎﺩ ﻣﻦ‬ ‫ﻭﻣﻌﻨﺎﻩ‪ .‬ﻭﺍﳌﺠﻤﻮﻉ ﺻﻮﺭﺓ ﻧﺴﺐ]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪ :‬ﺳﺒﺐ[ ﹼ‬
‫ﻣﺘﻌﲔ ﰱ ﻧﻔﺴﻪ‬ ‫ﻭﺻﺤﺘﻪ]ﻉ‪ :‬ﺻﺤﺒﻪ[ ﺣﺎ ﹰ‬
‫ﻻ ﻭﺣﻜ ﹰﲈ ﻭﻋﻴﻨ ﹰﺎ ﻭﻋﻠ ﹰﲈ‪ .‬ﻻ ﺃﻧﹼﻪ ﹼ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﳊﻖ‪،‬‬
‫ﻣﺘﻘﻴﺪ ﺃﻭ ﻣﺘﻠﺒﺲ ﺑﺄﻣﺮ ﻻ ﻳﻘﺘﻀﻴﻪ ﺫﺍﺗﻪ ﺩﻭﻥ ﺍﻋﺘﺒﺎﺭ‪.‬‬‫ﺃﻭ ﹼ‬
‫ﻳﻐﺮﺏ‬
‫]ﻉ‪:‬‬
‫ﹸ‬ ‫ﻭﺍﻟﺒﴫﻱ ﻻ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺼﻮﺭ￯ ﻭﺍﻹﺩﺭﺍﻙ ﺍﻟﺸﻬﻮﺩ￯‬ ‫ﻭﺇﻧﹼﲈ ﺍﻟﻌﻠﻢ ﺍﻟ ﹼﺘ ﱡ‬
‫ﺍﻟﴪ[ ﺑﺄﻛﺜﺮ ﻣﻦ ﻫﺬﺍ ﻟﻀﻴﻖ ﺗﻠﻚ ﺍﻟﻌﺒﺎﺭﺓ‪ .‬ﺑﻞ‬
‫ﻳﻌﺮﻑ[ ﻋﻦ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﺴﲑ]ﻉ‪ :‬ﹼ‬

‫‪١٧٠‬‬
YİRMİ SEKİZİNCİ HADÎS

mahz arasındadır. Daha önce geçtiği gibi bu mertebe, iki taraf (vücûd ve
adem) için de sâbit değildir.

Öyleyse geriye kalan durum şudur: Âlem, kendisini yaratan ve


bilenin nefsinde mânevî, ezelî bir şekilde plânlandığından kendi zâtında
ma’dûm iken Bilen ve Yaratan’ın ilmine nisbetle mevcûddur. İşâret
edildiği gibi âlem, zarf ya da mazrûf olmasının imkânsızlığı sebebiy-
le mâdûm/yok hükmündedir. Yukarı da geçtiği gibi hakîkatlerin deği-
şiminin imkânsız oluşu sebebiyle istihâle/değişim Hakk`ın ilminin hâl
ve sıfat olarak yenilenmesi ve değişmesi sonucunu doğuracağından bu
imkânsızdır.

Âlemin her cüz’ünün bilinen şekli ve hepsinin Hak Teâlâ’nın il-


mindeki toplu sûreti, ezelî ve ebedî olarak tagayyür ve tebdîle uğramak-
sızın bir mertebe üzre sâbittir. Hak Teâlâ’nın gerçek ahadiyyet hazretin-
deki/mertebesindeki ilmi olup O’nun zâtından gayrı değildir ve hiçbir
vechile o mertebeden ayrı olamaz. Çünkü o mertebede aded ve kesret
yoktur.

Bu sûretle âlemin Hakk hazretinden O’nun ezelî, ahadî ve zâtî


ilminin gerektirdiği şekilde sudûru vâcip olmuştur. Hakk’ın zâtî ve ezelî
ilmi her varlığa, Hakk’a mâlûm oluşuna göre taalluk eder. Bu yüzden
âlem Hakk’ın nefsinde O’na âid ezelî ilmin sûreti üzre zâhir olmuştur.
Âdem’in zâhiri, âlemin sûret nüshasıdır. Bâtını ise âlemin bâtınının nüs-
hası; ruh ve mânâsıdır. Bunların mecmûu Hak’tan gelen yaratma iktizâ
eden taayyün nisbetlerinin sûreti, hâl, hüküm, ayn ve ilim açısından sıh-
hat şartıdır. Yoksa insan kendi nefsinde taayyün etmiş, ya da sınırlanmış
veyahut herhangi bir itibâr olmaksızın zâtının iktizâ etmediği bir duru-
ma bürünmüş değildir.
170
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺜﺎﻣﻦ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻟﻀﻴﻖ ﺍﻟ ﹼﺘﺼﻮﺭ ﺍﻟﻔﻜﺮ￯‪ .‬ﺑﻞ ﻟﻀﻴﻖ ﺗﻠﻚ]ﻕ‪ :‬ﻓﻠﻚ[ ﺍﻟﻨﻔﺲ ﺍﳌﺪﺭﻙ]ﻕ‪ :‬ﺍﳌﺪﺭﻛﺔ[‪،‬‬
‫ﺍﻟﺬﺍﺕ ﺍﻟﺘﻰ‬ ‫ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺇﱃ ﻣﺴﻴﺢ ﺣﴬﺓ ﺍﻟﻘﺪﺱ‪ ،‬ﻭﺳﻌﺔ ﺩﺍﻳﺮﺓ ﺣﴬﺓ ﹼ‬
‫ﴎ‬‫ﺍﻷﺱ[‪ .‬ﻭﺇﺫﺍ ﻋﺮﻓﺖ ﻫﺬﺍ ﻋﺮﻓﺖ ﹼ‬ ‫ﹼ‬ ‫]ﻉ‪ ،‬ﻕ‪:‬‬
‫ﻫﻰ ﺍﳌﻨﺒﻊ]ﻉ‪ :‬ﺍﻟﺘﺒﻊ[ ﻭﺍﻷﺳﺎﺱ‬
‫ﹺ‬
‫ﺻﻮﺭﺗﻪ‪.‬‬ ‫ﺁﺩﻡ ﻋﲆ‬
‫ﺇﻥ ﺍﷲ ﺧﻠﻖ ﹶ‬ ‫ﻗﻮﻟﻪ‪ :‬ﱠ‬
‫ﻭﺇﻥ ﺍﻟﺼﻮﺭﺓ ﺃﻣﺮ ﻣﺸﱰﻙ ﻳﺸﺘﻤﻞ ﻋﲆ ﻣﺎ ﻇﻬﺮ ﻭﺑﻄﻦ‪ ،‬ﻭﲨﻊ ﻣﺎ‬ ‫ﹼ‬
‫ﺍﺳﺘﻠﺰﻣﻪ ﺍﳉﻤﻊ ﻭﺍﺳﺘﺘﺒﻌﻪ ﺍﺳﺘﺘﺒﺎﻉ ﺍﻟﺴﻮﺍﺩ ﺍﳌﻮﻗﻮﻑ ﺍﻟﻈﻬﻮﺭ ﻋﲆ‬
‫ﺍﺟﺘﲈﻉ ﺍﳌﺰﺍﺝ]ﻉ‪ :‬ﺍﻟﺰﺍﺝ[ ﻭﺍﻟﻌﻔﺺ ﻭﺍﳌﺎﺀ ﻋﲆ ﻭﺟﻪ ﳐﺼﻮﺹ‪ ،‬ﻣﻊ ﺃﻧﹼﻪ ﻏﲑ‬
‫*‬
‫ﺫﻟﻚ ﻛ ﹼﻠﻪ ﻣﻦ ﻭﺟﻪ‪ .‬ﻓﺎﻋﻠﻢ ﺗﺮﺷﺪ ﺇﻥ ﺷﺎﺀ ﺍﷲ ﺗﻌﺎﱄ‪.‬‬
‫‪٣٧‬‬

‫* ‪ -‬ﻕ ‪:‬ﲤﺖ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ ﺑﻌﻮﻥ ﺍﷲ ﺍﳌﻠﻚ ﺍﻟﻮﻫﺎﺏ‪ ،‬ﲢﺮﻳﺮ ﹰﺍ ﰱ ﺍﻟﻴﻮﻡ ﺍﳋﺎﻣﺲ ﻣﻦ ﺷﻬﺮ ﺷﻌﺒﺎﻥ ﺍﳌﻌﻈﻢ‬
‫ﻣﻦ ﺷﻬﻮﺭ ﺳﻨﺔ ‪.٩٧٩‬‬
‫‪ – 1‬ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭ￯ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻻﺳﺘﻴﺬﺍﻥ‪ ،١ ،‬ﻭ ﻣﺴﻠﻢ ﰱ ﻛﺘﺎﺏ ﺍﻟﱪ‪ ،١١٥ ،‬ﻭﺍﺑﻦ ﺣﻨﺒﻞ ‪.٢٤٤ / ٢‬‬
‫‪١٧١‬‬
YİRMİ SEKİZİNCİ HADÎS

İbârenin darlığı sebebiyle tasavvurî bilgi, şühûdî ve basarî idrâk,


bu seyri ancak bu kadar ifâde edebilmektedir. Bu, sâdece ibâre darlığı
değil, fikrî tasavvurun darlığı sebebiyle hattâ kuds mertebesine; her şe-
yin menbaı ve esâsı olan zât mertebesine âid dâirenin genişliğine nis-
betle nefs-i müdrikenin dar oluşu sebebiyle de böyledir. Bunu bilirse-
niz: “Allah Âdem’i kendi sûretinde yarattı” hadîsinin sırrını kavrarsınız.
Sûret, zâhir olan, bâtın olan, cem’i gerektireni cem’ eden mânâlarını
şâmil, müşterek bir durum ve kavramdır. Siyahlığın hâsıl olması, mizâc/
yapısal özellik, mazı kökü ve suyun özel bir biçimde bir araya gelerek
zuhûr etmesi şartına bağlıdır. Şu kadar var ki bu sayılanlar bir açıdan
birbirinden farklıdır. Bunu bilirsen inşâallah doğruya erersin.* .*39

* Özel kütüphânemizde fotokopi nüshası bulunan nüshada şunlar yazılıdır: “Bu kitabın
yazımı Melik ve Vehhâb olan Allah’ın yardımıyla tamamlandı 5 Şaban 979 h./1571
Kasım”
1. Buhârî, İstîzân, 1; Müslim, Birr, 110; İbn Hanbel, II, 244.

171
‫*‬
‫‪٣٨‬‬
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺘﺎﺳﻊ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬
‫ﺇﻥ ﷲ ﰱ ﺃﻳﺎﻡ ﺍﻟﺪﻫﺮ ﻧﻔﺨﺎﺕ‬
‫ﺇﻥ ﻟﹺ ﹶﺮ ﱢﺑ ﹸﻜﻢ ﰱ ﺃ ﱠﻳﺎ ﹺﻡ ﹶﺩ ﹾﻫ ﹺﺮ ﹸﻛ ﹾﻢ ﹶﻧ ﹶﻔ ﹶﺨ ﹴ‬
‫ﺎﺕ‬ ‫ﻮﻝ ﺍﷲﹺ ﷺ ﺃ ﱠﻧﻪ ﹶ‬
‫ﻗﺎﻝ‪ :‬ﱠ‬ ‫ﻋﻦ ﹶﺭ ﹸﺳ ﹺ‬
‫ﹸﺭ ﹺﻭ ﹶﻱ ﹾ‬
‫ﻮﻝ ﺍﷲﹺ‪.‬‬ ‫ﲪﺘﹺ ﹺﻪ ﺃﻻ ﱠ‬
‫ﻓﺘﻌﺮ ﹸﺿﻮﺍ ﹶ ﹶﳍﺎ‪ ،١‬ﹶﺻﺪﹶ ﹶﻕ ﹶﺭ ﹸﺳ ﹶ‬ ‫ﹺﻣ ﹶﻦ ﹶﺭ ﹾ ﹶ‬
‫ﴎﻩ ﻭﺇﻳﻀﺎﺡ ﻣﻌﻨﺎﻩ‬
‫ﻛﺸﻒ ﹼ‬
‫ﺍﻟﺘﻌﺮﺽ ﻳﻨﻘﺴﻢ ﺃﻭﻝ ﻣﺎ ﻳﻨﻘﺴﻢ ﺇﱃ ﻗﺴﻤﲔ‪:‬‬
‫]ﻉ‪ + :‬ﻗﺴﻢ[‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻋﻠﻢ ﹼ‬
‫ﺃﻥ‬
‫ﻌﻤﻞ ﺍﻟ ﹼﺘﻌﺮﺽ‬ ‫ﺍﻟﺘﻌﻤﻞ ﻭﳑﺰﻭﺝ ﺑﺎﻟ ﹼﺘﻌﻤﻞ‪ .‬ﻓﺎﻟﻌﺎﺭ￯ ﻋﻦ ﺍﻟ ﹼﺘ ﹼ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻋﺎﺭ ﻋﻦ‬
‫‪61-b‬‬
‫ﻼ‪ .‬ﻭﻫﻮ ﺃﻭﻝ‬ ‫ﺍﻟﺬﺍﺗﻰ ﺍﻟﻐﲑ ﳎﻌﻮﻝ ﻭﻻ ﻳﻘﱰﻥ ﺑﻪ ﺃﻣﺮ ﹰﺍ ﺃﺻ ﹰ‬ ‫ﺑﺎﻻﺳﺘﻌﺪﺍﺩ‪ /‬ﹼ‬
‫ﻭﺣﺎﻧﻴﺔ‪ ،‬ﻭﺳﻌﺔ‬‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﺮ‬
‫ﻌﺮﺽ ﺑﺼﻔﺎﺀ ﱡ‬ ‫ﺍﻟﺘﻌﺮﺽ ﻭﺃﻋﻼﻫﺎ‪ ،‬ﻭﻳﻠﻴﻪ ﺍﻟ ﹼﺘ ﱡ‬
‫ﻣﺮﺍﺗﺐ ﹼ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﺃﻫﻠﻬﺎ[‬
‫ﺩﺍﻳﺮﺓ ﻓﻠﻜﻬﺎ ﺍﳌﻌﻘﻮﻝ ﰱ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ ﻭﺻﺎﺣﺒﻬﺎ‪ ،‬ﻭﺃﺻﻠﻬﺎ‬
‫ﻣﺘﻔﺎﻭﺗﺔ ﺍﻟﺪﺭﺟﺎﺕ‪ ،‬ﺑﺤﺴﺐ ﻗﻮﹼﺓ ﺍﻟﺮﻭﺡ‪ ،‬ﻭﴍﻑ ﺝ ﻭﻫﺮ ﹼﻳﺘﻪ‪ ،‬ﻭﻋ ﹼﻠﻮ‬
‫ﻣﺮﺗﺒﺘﻪ‬
‫ﻌﻤﻞ ﻛﲈ ﺃﴍﺕ ﺇﻟﻴﻬﺎ ﻏﲑ ﺃﻥ ﺑﻴﻨﻬﲈ ﻓﺮﻗ ﹰﺎ ﺩﻗﻴ ﹰﻘﺎ‬ ‫ﻓﻬﺬﺍﻥ ﺧﺎﻟﻴﺎﻥ ﻋﻦ ﺍﻟ ﹼﺘ ﱡ‬
‫ﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ﻭﺳﻌﺔ ﺍﻟﺪﺍﻳﺮﺓ‪ .‬ﺇﻧﲈ‬ ‫ﺍﻟﺮ ﹶ‬ ‫ﺑﺼ ﹺ‬
‫ﻔﺎﺀ ﱡ‬ ‫ﺃﻥ ﺍﻟﻘﺴﻢ ﺍﻟﺜﺎﻧﻰ ﺍﳌﺨﺘﺺ ﹶ‬ ‫ﻭ ﻫﻮ ﱠ‬
‫]ﻉ‪+ :‬‬
‫ﻳﻜﺘﺴ ﹸﺐ ﻣﻦ ﺣﺼﺔ‬ ‫ﹺ‬ ‫ﺍﻷﻭﻝ‪ ،‬ﻷﻧﹼﻪ‬ ‫ﺧﻌﻠﻨﺎﻩ ﻗﺴ ﹰﲈ ﺛﺎﻧﻴﺎ]ﺛﺎﺑﺘﺎ[ ﺗﺎﻟﻴ ﹰﺎ ﻟﻠﻘﺴﻢ ﹼ‬
‫ﹰ‬

‫ﺍﻟﻜﲆ ﺍﻟﺴﺎﺑﻖ ﺑﺎﳌﺮﺗﺒﺔ ﻋﲆ‬ ‫ﺍﻝ[ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﹼﻳﺔ ﺍﻟﺘﻰ ﹶﻗﺒﹺﻠﻬﺎ ﻣﻦ ﺍﳊﻖ ﺑﺎﺳﺘﻌﺪﺍﺩﻩ ﹼ‬
‫ﺟﺰﺋﻴ ﹰﺎ ﻭﺟﻮﺩ ﹼﻳ ﹰﹶﺎ ﻣﺘﺠﺪﹼ ﺩ ﹰﺍ‬
‫ﹼ‬ ‫ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﺍﳌﻘﺒﻮﻝ ﻟﻜﻮﻧﻪ ﻏﲑ ﳎﻌﻮﻝ ﺍﺳﺘﻌﺪﺍﺩ ﹰﺍ‬
‫* – ﻻ ﻳﻮﺟﺪ ﻫﺬﺍ ﺍﳊﺪﻳﺚ ﰱ ﻧﺴﺨﺔ ﺵ ﻭ ﻕ‪.‬‬
‫‪١٧٢‬‬
YİRMİ DOKUZUNCU HADÎS*40
DÜNYÂDA ALLAH’IN RAHMET NEFHALARI

Allah Rasûlü’nden (s.a.) şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur:


“Şüphesiz yaşadığınız şu ömür günlerinizde Rabbinizin rahmet nefhala-
rı vardır. Dikkat ediniz, taarruz edin/ilginizi onlara çevirin!”1

Hadîsin İşârî Mânâsı ve Tasavvufî Yorumu

Bilesin ki hadîste geçen “taarruz/ilgi” kısım kısımdır. Öncelikle


ikiye ayrılır: İlki çabadan ârî/uzak olanıdır, diğeri ise çaba ile karışık
bulunanıdır. Çabadan ârî olan taarruz, gayr-i mec’ûl; yâni yaratılmamış
zâtî istîdâd ile gerçekleşir; asla herhangi bir duruma bitişmez. Bu, taar-
ruz mertebelerinin ilki ve en yücesidir. Bunu rûhâniyet safâsı ve felek
dâiresinin genişliği ile mertebe ahkâmına bağlı taarruz takip eder. Bu
mertebe sâhibi ve mertebenin kökü, ruh kuvvetine, cevherinin değerine,
mertebesinin yüceliğine ve taarruz hâlinin zâtî baskınlığına göre farklı
derecelerdedir.

Bu iki taarruz daha önce işâret ettiğim gibi çabadan hâlîdir. Şu ka-
dar var ki, aralarında ince bir fark vardır. Rûhâniyet safâsı ve dâiresinin
genişliğiyle özel konumda olanı; birinciyi takip eden ikinci kısım yap-
tık. Çünkü o, varlıktan pay iktisap etmiştir. Varlık/vücûdiyye ise küllî
istîdâdı ile bunu Hak’tan kabûl etmiştir. Bu istîdâd mertebe olarak
vücûd-i makbûlden sâbıktır. Çünkü yenilenmiş vücûdî, cüz’î istîdâd
olarak gayr-i mec’ûl oluşu sebebiyle üzerindeki ca’l/yaratma hükmü

* Bu hadîs Şehid Ali Paşa 1394/2 no’lu nüsha ile özel kütüphânemizdeki fotokopi nüshada
bulunmamaktadır.

172
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺘﺎﺳﻊ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﻳﺼﺪﻕ ﺍﳊﻜﻢ ﻋﻠﻴﻪ ﺑﺎﳉﻌﻞ‪ .‬ﻓﺈﻧﹼﻪ ﻣﻦ ﺛﻤﺮﺍﺕ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﺍﳊﺎﺻﻞ ﻟﻠﺮﻭﺡ‬


‫ﺍﳌﻮﺻﻮﻑ ﺑﺎﻟﺼﻔﺎﺀ ﻭﻏﲑﻩ‪ .‬ﻓﻬﻮ ﺃﻋﻨﻰ ﻫﺬﺍ ﺍﻻﺳﻢ]ﻉ‪ +:‬ﺍﻝ[ ﺍﻻﺳﺘﻌﺪﺍﺩ‬
‫ﺍﳉﺰﺋﻲ‪ ،‬ﻭﺇﻥ ﻛﺎﻥ ﻣﻦ ﻭﺟﻪ ﺣﻜ ﹰﲈ ﻣﻦ ﺃﺣﻜﺎﻡ ﺍﻻﺳﺘﻌﺪﺍﺩ ﺍﻟﻜﲇ‪ ،‬ﻭﺻﻔﺔ‬
‫ﻓﺈﻥ ﻇﻬﻮﺭﻩ ﱡ‬
‫ﻭﲢﻘﻘﻪ ﻣﻮﻗﻮﻑ ﻋﲆ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ]ﻉ‪ + :‬ﻭ[ ﺣﺎﺻﻞ ﺑﻪ‪،‬‬ ‫ﻣﻦ ﺻﻔﺎﺗﻪ ﹼ‬
‫ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬
‫ﻭﻳﻠﻴﻬﺎ ﺍﻟﺘﹼﻌﺮﹼﺽ ﺑﺎﳌﺤﺒﹼﺔ‪ ،‬ﻭﻳﻼﺯﻣﻬﺎ ﺍﻟﻔﻘﺮ ﻻ ﳏﺎﻟﺔ‪ ،‬ﻭﺇ ﹼﻣﺎ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﻓﺈ ﹼﻣﺎ[‬

‫ﻣﻘﻴﺪ‪ ،‬ﻭﺃﺻﻠﻬﺎ]ﻉ‪ :‬ﺃﻫﻠﻬﺎ[ ﻋﲆ ﺩﺭﺟﺎﺕ ﻣﺘﻔﺎﻭﺗﺔ‪ .‬ﻓﺄﻫﻞ‬ ‫ﻓﻘﺮ ﻣﻄﻠﻖ ﺃﻭ ﻓﻘﺮ ﹼ‬


‫ﺍﳌﺤﺒﺔ ﺍﳌﻄﻠﻘﺔ ﻻ‬ ‫ﹼ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﺑﺼﻔﺔ[‬
‫ﺍﻟﺪﺭﺟﺔ ﺍﻷﻭﱃ ﻫﻢ ﺍﳌﻌﱰﺿﻮﻥ ﻟﻠﺤﻖ ﺑﺼﻔﺎﺕ‬
‫ﳛﺒﻮﻧﻪ ﻭﻻ ﻳﻄﻠﺒﻮﻧﻪ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﻋﻠﻤﻬﻢ‬ ‫ﻻ ﱡ‬
‫]ﻉ‪ - :‬ﺑﻞ[‬
‫ﻳﻄﻠﺒﻮﻥ ﺷﻴﺌ ﹰﺎ ﺳﻮﺍﻩ‪ ،‬ﺑﻞ‬
‫ﻳﺘﻌﲔ‬
‫ﳛﺒﻮﻧﻪ]ﻉ‪ + :‬ﻭ[‪ .‬ﻻ ﹼ‬ ‫‪ ،‬ﺑﻞ ﻻ ﻳﻌﺮﻓﻮﻥ ﱂ ﹼ‬
‫]ﻉ‪ + :‬ﻋﻨﻪ[‬ ‫ﺇﺧﺒﺎﺭ ﹴ‬
‫ﺃﺣﺪ ﲠﻢ‬ ‫ﹸ‬ ‫ﺑﻪ ﺃﻭ‬
‫ﺗﻌﺮﺽ ﺗﻮﺟﺒﻪ]ﻉ‪ :‬ﻳﻮﺟﺒﻪ[ ﻣﻨﺎﺳﺒﺔ ﺃﺻﻠﻴﺔ ﺫﺍﺗﻴﺔ‬ ‫ﳍﻢ ﻣﻄﻠﻮﺏ ﻣﺎ ﻣﻨﻪ‪ .‬ﻭﻫﺬﺍ ﹼ‬
‫ﺗﻌﻤﻞ ﻓﻴﻬﲈ ﻭﻻ ﻳﻤﺘﺎﺯ ﻋﻨﻬﺎ ﺇﻻ ‪62-a /‬‬ ‫ﺍﻟ ﹼﺘﻌﺮﺿﲔ ﺍﻟﻠﺬﻳﻦ ﻻ ﱡ‬ ‫ﺷﺒﻴﻪ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﻳﺸﺒﻪ[‬

‫ﻭﺍﻧﺠﺬﺍﺏ ﻻ ﻳﻘﺪﺭ ﻋﲆ ﺩﻓﻌﻪ‪ .‬ﺑﻞ ﻳﺮ￯ ﰱ ﻧﻔﺴﻪ ﺍﺭﺗﺒﺎﻃ ﹰﺎ‬ ‫ﹴ‬ ‫ﺑﻮﺟﺪﺍﻥ ﻣﻴﻞ‬
‫ﻼ ﺇﱃ ﺍﳊﻖﹼ ﻻ ﻳﻌﺮﻑ‬ ‫ﻭﻓﻘﺮ ﹰﺍ ﻣﻄﺎﺑﻘ ﹰﺎ]ﻉ‪ :‬ﻣﻄﻠﻘﺎ[‪ ،‬ﺃﻭ]ﻉ‪ :‬ﻭ[ ﺍﻧﺠﺬﺍﺑ ﹰﺎ ﻭﺗﻌﺸﻘﺎ‪ ،‬ﻭﻣﻴ ﹰ‬
‫ﹰ‬

‫ﻣﻌﻴﻨ ﹰﺎ‪ .‬ﻓﻴﺠﻴﺪ]ﻉ‪ :‬ﻓﻴﻨﺠﺬﺏ[ ﻭ ﻳﻤﻴﻞ‪ ،‬ﻭﻳﺸﺘﺎﻕ‪ ،‬ﻭﻻ ﻳﺪﺭﻱ]ﻉ‪ - :‬ﻻ[ ﱂ‬ ‫ﻟﻪ ﺳﺒﺒ ﹰﺎ ﹼ‬
‫ﻻ‪ ،‬ﻭﻛﻴﻒ‪ .‬ﻭﻫﺬﻩ ﻫﻰ ﺍﳌﻨﺎﺳﺒﺔ ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺔ‪ ،‬ﻭﻗﺪ ﺫﻛﺮﲥﺎ ﰱ ﻣﻮﺍﺿﻊ ﻣﻦ‬
‫ﻛﺘﺒﻨﺎ‪.‬‬
‫ﹰ]ﻉ‪:‬‬
‫ﻣﻌﻴﻨﺔ ﲨﻌ ﹰﺎ ﻭﻓﺮﺍﺩﺍ‬
‫ﺍﳌﺤﺒﺔ ﻷﻣﻮﺭ ﹼ‬ ‫ﻭﻳﲆ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﺕ ﺍﻟ ﹼﺘﻌﺮﺽ ﺑﺼﻔﺔ ﹼ‬
‫ﻓﺮﺍﺩﻱ[ ﻛﺎﻟﻌﻠﻢ ﺑﻪ ﺃﻭ ﺷﻬﻮﺩﻩ]ﻉ‪ + :‬ﺃﻭ[ ﺍﻟﻘﺮﺏ ﻣﻨﻪ ﻣﻊ ﻟﻮﺍﺯﻡ ﺫﻟﻚ ﻛ ﹼﻠﻪ‪.‬‬
‫ﺍﳌﻘﻴﺪ‪ ،‬ﻭﻳﲆ ﺫﻟﻚ ﺍﳌﺘﻌﺮﺽ]ﻉ‪ :‬ﺍﻟﺘﻌﺮﺽ[ ﺑﺼﻔﺔ‬ ‫ﻭﻫﻮ ﺃﻭﹼﻝ ﺩﺭﺟﺎﺕ ﺍﻟﻔﻘﺮ ﹼ‬
‫ﳜﺘﺺ‪ ،‬ﻭﻻ ﻳﺮﺗﺒﻂ ﺑﺎﳊﻖ‬ ‫ﹼ‬ ‫ﺍﳌﺤﺒﺔ ﻟﻠﺤﻖ ﺑﺎﻋﺘﺒﺎﺭ ﻣﺎ ﻳﻜﻮﻥ ﻣﻦ ﺍﳊﻖﹼ ﹼﳑﺎ‬ ‫ﹼ‬
‫ﹰ‬
‫ﻛﺎﻷﺷﻴﺎﺀ ﺍﻟﺘﻰ ﺳﺒﻖ ﺫﻛﺮﻫﺎ ﺁﻧﻔﺎ ﻣﻦ ﻣﻌﺮﻓﺔ ﺍﳊﻖﹼ ﻭﺷﻬﻮﺩﻩ ﻭﺍﻟﻘﺮﺏ‬
‫ﻳﺘﻌﺮﺽ ﳌﻄﺎﻟﺐ ﳐﺼﻮﺻﺔ‬ ‫ﹼ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﺍﳊﺘﻀﺎﺀ ﺑﻪ ﺑﻞ ﺇﻧﲈ[‬
‫ﻣﻨﻪ ﻭﺍﻻﺧﺘﻄﺎﺀ ﺑﻪ‪ .‬ﺇﻧﹼﲈ‬
‫‪١٧٣‬‬
YİRMİ DOKUZUNCU HADÎS

doğru olmaktadır. Çünkü o istîdâd safâ ve başka sıfatlarla mevsûf ruh


için hâsıl olan varlık meyvelerindendir. Kasdettiğim bu isim, isti’dâd-ı
cüz’î, her ne kadar bir açıdan küllî isti’dâdın hükümlerinden bir hük-
me ve sıfatlarından bir sıfata bağlı olsa da, onun zuhûru ve tahakkuku
vücûda bağlı olduğundan ancak onunla hâsıl olur, anla!
Bunu, muhabbetle gerçekleşen fakrın zorunlu olarak bulunduğu
taarruz türü takip eder. Bu fakr mutlak ya da mukayyed olabilir ve bu
taarruz derecesinin ehli, farklı seviyelerdedir. İlk derece ehli, Hakk’a
mutlak muhabbet sıfatlarıyla taarruz edenler/ilgi gösterenlerdir. Bunlar
Hak’tan başkasını (mâsivâyı) talep etmezler, hattâ O’ndan başkasını
sevmezler. O’ndan bir şey isterken kendilerinin bilgilerine ya da birinin
kendilerine verdiği bilgiye göre istemezler. Hattâ O’nu niçin sevdikleri-
ni de bilmezler. Kendilerinin O’ndan taayyün etmiş bir talebleri yoktur.
Bu taarruz zâtî-aslî münâsebetin gerekli kıldığı bir taarruz olup kendi-
lerinde çaba bulunmayan ilk iki taarruza benzer. Onlardan ayrıldığı yer,
onda sâdece kişinin def’etmeye güç yetiremediği bir incizâb ve meylin
bulunmasıdır. Hattâ bu taarruz sâhibi kendi nefsinde bir irtibât, mutlak
bir fakr, Hakk’a karşı bir incizâb ve meyil görür ve bunun muayyen bir
sebebini bilmez. Bu sâyede vecd ve cezbeye kapılır, meyleder, özler,
arar; bunun niçin ve nasıl olduğunu bilmez. Bunlar zâtî münâsebettir.
Ben bunları kitaplarımın muhtelif yerlerinde anlattım.
Bunun peşinden cem’ ve ferd olarak muayyen işlere dâir muhabbet
sıfatıyla oluşan taarruz gelir. Bu da Hakk’ı bilmek, gerekleriyle birlikte
kurb ile O’nu müşâhede gibi şeylerdir. Bu taarruz/ilgi, fakr-ı mukayye-
din ilk derecesidir. Bunun ardından Hakk’a muhabbet sıfatıyla taarruz
eden/ilgi duyan kişinin durumu gelir. Bu durum onların Hakk’a mahsûs
ve Hak ile irtibâtlı olmayışı itibâriyledir. Az önce zikri geçen Hakk’ı
tanımak, O’nu görmek, O’na yakın olmak ve O’na doğru ilerlemek gibi
şeyler ise özel matlablara topluca ve tek tek ilgi duymaktır (taarruz).
173
‫ﺍﳊﺪﻳﺚ ﺍﻟﺘﺎﺳﻊ ﻭﺍﻟﻌﴩﻭﻥ‬

‫ﲨﻌﺎﹰ ﻭﻓﺮﺍﺩ￯ ﻛﺎﻟﻈﻔﺮ ﺑﺄﺳﺒﺎﺏ ﺍﻟﺴﻌﺎﺩﺓ ﻣﻦ ﺣﻴﺚ ﺗﺸﺨﺼﻬﺎ ﰱ ﺫﻫﻨﻪ‬


‫ﺑﻤﻮﺟﺐ ﺃﺧﺒﺎﺭ ﺍﻟﺮﺳﻮﻝ ﺍﻟﺼﺎﺩﻕ‪ ،‬ﻭﺍﻃﻼﻉ ﻣﻦ ﺑﻌﺾ ﺍﻟﻮﺟﻮﻩ‪.‬‬
‫ﻭﳍﺬﺍ ﺍﻟﻘﺴﻢ ﺗﻔﺎﺻﻴﻞ‪ ،‬ﻓﻤﻘﺎﻡ ﻭﺍﺣﺪ ﺣﻜﻢ‬
‫]ﻉ‪ :‬ﲣﺘﺺ ﺑﻤﻘﺎﻡ ﻭﺍﺣﺪ ﺣﻜﻤﻪ[‬

‫ﻼ ﻭﺁﺟ ﹰ‬
‫ﻼ ﻣﻮﻗﺘ ﹰﺎ‪ ،‬ﻭﻏﲑ ﻣﻮ ﹼﻗﺖ‪،‬‬ ‫ﺍﳌﻀﺎﺭ ﻋﺎﺟ ﹰ‬
‫ﹼ‬ ‫ﻃﻠﺐ ﺟﻠﺐ ﺍﳌﻨﺎﻓﻊ‪ ،‬ﻭﺩﻓﻊ‬
‫ﻭﻳﻨﺪﺭﺝ ﰱ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻘﺴﻢ]‪ + :‬ﺃﻳﻀ ﹰﺎ [ ﺍﳌﺮﻏﺒﺎﺕ‪ ،‬ﻭﺍﳌﺮﻫﺒﺎﺕ ﻋﲆ ﺍﺧﺘﻼﻑ‬
‫ﴐﻭﲠﺎ‪.‬‬
‫ﺍﻷﻭﻟﲔ‪،‬‬
‫ﺍﳌﻘﻴﺪ ﻣﺼﺎﺣﺐ ﳉﻤﻊ ﺫﻟﻚ ﻣﺎ ﻋﺪﺍ ﺍﻟ ﹼﺘﻌﺮﺿﲔ ﹼ‬ ‫ﻭﺍﻟﻔﻘﺮ ﹼ‬
‫ﻓﺈﻥ ﺍﻟﻔﻘﺮ ﺍﳌﺼﺎﺣﺐ ﳍﲈ ﻫﻮ ﺍﻟﻔﻘﺮ ﺍﳌﻄﻠﻖ ﺍﳌﻜﻨﻲ]ﻉ‪ + :‬ﻋﻨﻪ[ ﺑﺎﻟﺘﻌﺮﺽ‪،‬‬
‫ﻓﺘﺬﻛﺮ‪ ،‬ﻭ ﻣﺘﻌﻠﻖ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﻔﻘﺮ]ﻉ‪ + :‬ﺍﳌﻘﻴﹼﺪ[ ﻃﻠﺐ ﺍﺳﺘﻜﲈﻝ ﻣﺘﻮﻗﻒ ﻋﲆ ﲢﺼﻴﻞ‬
‫ﻋﻴﻨﺖ ﺫﻛﺮ ﺍﺻﻮﳍﺎ ﺑﻌﺪ ﺍﻟﺘﻌﺮﺿﲔ ﺍﻷﻭﻟﲔ‪ .‬ﻭﺍﻋﻠﻢ‬ ‫ﻣﻄﻠﺐ ﺍﻭ ﻣﻄﺎﻟﺐ‪ ،‬ﹸ‬
‫ﺗﻌﺮﺽ ﺑﺼﻮﺭ ﺍﻟﻮﺳﺎﺋﻞ ﻛﺎﻷﻋﲈﻝ‬ ‫ﺫﻟﻚ ﻭﻣﺎ ﺳﻮ￯ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﺕ‪ ،‬ﻓﺈﻧﹼﲈ ﻫﻮ ﱡ‬
‫‪62-b‬‬ ‫ﻭﺍﻟ ﹼﺘﻮﺟﻬﺎﺕ ﻭﺻﻮﺭ ﺍﻷﺩﻋﻴﺔ‪ /‬ﻭﺃﻣﺜﺎﻝ ﺫﻟﻚ‪ ،‬ﻭﻟﻴﺲ ﻟﻠﺘﻌﺮﺽ ﻣﺮﺗﺒﺔ‬
‫ﻛﻠﻴﺔ ﻏﲑ ﻣﺎ ﺫﻛﺮﻧﺎ‪ ،‬ﺑﻞ ﺗﻔﺎﺻﻴﻞ ﻫﺬﻩ ﺍﻷﺻﻮﻝ‪ ،‬ﻻ ﻏﲑ‪.‬‬ ‫ﹼ‬
‫ﹼﲤﺖ ﺍﻟﺮﺳﺎﻟﺔ ﺍﻟﴩﻳﻔﺔ ﺍﳌﺒﺎﺭﻛﺔ ﰱ ﺑﻠﺪ ﺍﳌﺤﺮﻭﺳﺔ ﻻﺭﻧﺪﻩ‪ .‬ﻋﲆ ﻳﺪ‬
‫ﺃﺿﻌﻒ ﻋﺒﺎﺩ ﺍﷲ ﻭ ﺃﺣﻮﺟﻬﻢ ﳏﻤﻮﺩ ﺷﺎﻩ ﺑﻦ ﳏﻤﻮﺩ ﺑﻦ ﺍﳉﺤﻨﺪﻱ‪،‬‬
‫ﺍﳊﺠﺔ ‪ -‬ﺳﻨﺔ ﲬﺲ ﻭ‬ ‫ﺃﺣﺴﻦ ﺍﷲ ﺃﺣﻮﺍﻟﻪ ﰱ ﺗﺎﺭﻳﺦ ﺷﻬﺮ ﺍﳌﺒﺎﺭﻙ ﺫ￯ ﹼ‬
‫*‬
‫ﺛﻼﺛﲔ ﻭ ﺛﲈﻧﲈﺋﺔ‬ ‫‪٣٩‬‬

‫* ‪ -‬ﻉ ‪:‬ﻗﺪ ﻭﻗﻊ ﺍﻟﻔﺮﺍﻍ ﻣﻦ ﲢﺮﻳﺮ ﻋﺒﺪ ﺍﷲ ﺍﻟﻔﻘﲑ ﰱ ﺃﻭﺍﻳﻞ ﺷﻌﺒﺎﻥ ﺍﳌﻌﻈﻢ ﺍﳌﻜﺮﻡ ﰱ ﺳﻨﺔ ﺛﻠﺚ ﻭ‬
‫ﺗﺴﻌﲈﺋﺔ ﻫﺠﺮﻳﺔ ﻧﺒﻮﻳﺔ‪.‬‬
‫ﺍﻻﻭﻝ‪ ،‬ﺹ‪.١٣٢ :‬‬‫‪ – 1‬ﺭﺍﺟﻊ ﻛﺸﻒ ﺍﳋﻔﺎﺀ ﻟﻠﻌﺠﻠﻮﻧﻰ ﰱ ﺍﳌﺠﻠﺪ ﹼ‬
‫‪١٧٤‬‬
YİRMİ DOKUZUNCU HADÎS

Bu da Sâdık Rasûl’ün verdiği haberler ve bunlara bazı vecihlerden ıttılâ


gereği zihinde oluşan saâdet sebeplerini elde etmek gibi şeylerdir.
Bu kısma âid bazı tafsilât vardır. Tek hüküm makâmı ise dünyâ ve
âhirete âid, muvakkat ve gayr-i muvakkat, celb-i menfaat def-i mazarrat
talebidir. Bu kısımda farklı gruplar üzre muraggıbât/teşvik edici şeyler,
mürehhibât/korkutucu şeyler derc olunmuştur.
Fakr-ı mukayyed ilk iki taarruz türünden mâadâ taarruz çeşitleri-
nin hepsiyle yoldaştır. İki taarruz türüne yoldaş olan fakr, fakr-ı mutlak-
tır ki “taarruz” diye anılır, düşün! Bu fakrın müteallakı kemâle ulaşma
talebi olup da ilk iki taarruzdan sonra esaslarını anlatmaya çalıştığım
matlab ya da matlabları elde etmeye mütevakkıftır. Bunu böyle bil! An-
lattıklarımın dışında kalanlar ise amel, teveccüh, duâ şekli ve diğerleri
gibi vesîle türlerine taarruz/yönelmek ve ilgilenmektir. Taarruzun anlat-
tıklarımızdan başka küllî bir mertebesi yoktur. Belki bu anlatılan esasla-
rın detayları bulunabilir. Başkası değil!
Bu değerli ve mübârek risâle Larende/Karaman’da Allah’ın en za-
yıf ve O’na en muhtaç kullarından Mahmûd Şah b. Mahmûd b. Cehandî
eliyle tamamlanmıştır. Allah onun hâlini güzelleştirsin. Târih: Zilhicce
835 h/1431 m.*41

* Şehid Ali Paşa 1369/1 no’lu bu nüshanın yazımı Fakîr Abdullah eliyle tamamlanmıştır.
Şaban ayının başı 903 h./1498 Mart.
1. Bkz. Aclunî, Keşfu’l-hafâ, I, 132.

174
‫ﻓﻬﺮﺳﺖ ﺍﺻﻄﻼﺣﺎﺕ ﺍﻟﺼﻮﻓﻴﺔ‬
‫ﺍﻟﱰﻣﺬﻱ ‪١٦١‬‬ ‫ﺍ‬
‫ﺍﻟﺘﺸﺒﻴﻪ ‪١٠٦‬‬ ‫ﺁﺩﻡ ‪،١٦٩ ،١٦٨ ،١٤٣ ،١١٢ ،١٠٩ ،١٠٣ ،٨٠ ،٥٠‬‬
‫ﺍﻟﺘﻌﲔ ‪٧٣‬‬ ‫‪١٧٠‬‬
‫ﺍﻟﺘﻌﻴﻨﺎﺕ ‪٧٥‬‬ ‫ﺃﺑﻮ ﺃﻣﺎﻣﺔ ‪٤١‬‬
‫ﺍﻟﺘﻔﺮﻗﺔ ‪٢٦‬‬ ‫ﺃﺑﻮ ﺩﺍﻭﺩ ‪٨٣ ،٨٢ ،٦٥ ،٤٧ ،٣٦‬‬
‫ﺍﻟﺘﻨﺰﻳﻪ ‪١٠٩ ،١٠٦‬‬ ‫ﺃﺑﻮ ﻫﺮﻳﺮﺓ ‪٩٥‬‬
‫ﺍﻟﺘﻮﺑﺔ ‪١٣٣ ،١٢٨ ،١١٨ ،٨٨ ،٤٢‬‬ ‫ﺃﺟﺰﺍﺀ ﺍﻟﻌﺎﱂ ‪١٧٠‬‬
‫ﺍﻟﺘﻮﺣﻴﺪ ‪١٦٥ ،١٥٥ ،١٢٨ ،٢٥‬‬ ‫ﺃﺭﻭﺍﺡ ﺍﻷﻋﲈﻝ ‪١٢٢ ،١١٧‬‬
‫ﺍﻟﺜﻨﺎﺀ ‪١٥٩ ،٥٩ ،٥٨‬‬ ‫ﺃﴎﺍﺭ ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺍﻟﻌﻈﺎﻡ ‪٨١‬‬
‫ﺍﳉﺴﲈﻧﻴﺔ ‪٣٠‬‬ ‫ﺃﺳﲈﺀ ﺍﻟﺬﺍﺕ ‪٧٨ ،٧٧‬‬
‫ﺍﳉﻤﻊ ‪١٧١ ،١٥٢ ،١٣٧ ،١١٤ ،٩٣ ،٨١ ،٧٣ ،٥٧ ،٢٥‬‬ ‫ﺃﻡ ﺣﺒﻴﺒﺔ ‪٨٦‬‬
‫ﺍﳉﻤﻌﻴﺔ ‪٣٣ ،٣١‬‬ ‫ﺃﻧﺪﻟﺲ ‪١٣٢‬‬
‫ﺍﳊﺎﻝ ‪١٥٣ ،١٤٧ ،١٣٤ ،١٢٣ ،١٢٢ ،٦٠ ،٥٩‬‬ ‫ﺃﻧﺲ ﺑﻦ ﻣﺎﻟﻚ ‪٤٧‬‬
‫ﺍﳊﺮﺍﺭﺓ ‪٩١‬‬ ‫ﺃﻫﻞ ﺍﻟﻜﺘﺎﺏ ‪١٥٦‬‬
‫ﺍﳊﺲ ‪١٢٤ ،١٠٣‬‬ ‫ﺍﺑﻦ ﻭﺩﻋﺎﻥ ‪١٩‬‬
‫ﺍﳊﴬﺍﺕ ‪١٤٦ ،١٣٦ ،١٠٢‬‬ ‫ﺍﴎﺍﻓﻴﻞ ‪١٦٢ ،٩٩‬‬
‫ﺍﳊﴬﺍﺕ ﺍﳋﻤﺲ ‪١٤٦ ،١٠٢‬‬ ‫ﺍﻷﺑﺮﺍﺭ ‪١٠٥ ،١٠٤‬‬
‫ﺍﳊﴬﺓ ﺍﻟﺮﺑﻮﺑﻴﺔ ‪٨٧‬‬ ‫ﺍﻷﺣﺪ ‪١٥٧‬‬
‫ﺍﳊﻀﻮﺭ ‪٣٣‬‬ ‫ﺍﻷﺣﺪﻳﺔ ‪١٥٧ ،٨٧‬‬
‫ﺍﳊﻘﺎﻳﻖ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻳﺔ ‪٩٠‬‬ ‫ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻮﺟﻮﺑﻴﺔ ‪١٤١ ،١٣٩‬‬
‫ﺍﳊﻘﻴﻘﺔ ﺍﳉﺎﻣﻌﺔ ‪٤٧‬‬ ‫ﺍﻷﺣﻜﺎﻡ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻳﺔ ‪١٣٩‬‬
‫ﺍﳋﺸﻴﺔ ‪١١٩‬‬ ‫ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ﺍﻟﻌﺎﻟﻴﺔ ‪١٤١ ،١٤٠ ،١٣٩‬‬
‫ﺍﳋﻮﻑ ‪١١٩ ،٥٧ ،٥٦‬‬ ‫ﺍﻷﺳﲈﺀ ﺍﻟﺬﺍﺗﻴﺔ ‪١٣٦‬‬
‫ﺍﳋﻴﺎﻝ ‪١٥٢ ،١٥١ ،١٤٩‬‬ ‫ﺍﻷﺻﻨﺎﻡ ‪١٥٦‬‬
‫ﺍﻟﺬﻭﻕ ﺍﻟﺼﺤﻴﺢ ‪١١٣‬‬ ‫ﺍﻷﺻﻮﻝ ﺍﳋﻤﺴﺔ ‪١٤٤‬‬
‫ﺍﻟﺮﺅﻳﺎ ‪،١٤٨ ،١٣٥ ،١٣٤ ،١٢٧ ،١٢٦ ،١١٠ ،٤٥ ،٤٤‬‬ ‫ﺍﻷﺻﻮﻝ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩﻳﺔ ‪٧١‬‬
‫‪١٦٥ ،١٥٥ ،١٥٣ ،١٥٢‬‬ ‫ﺍﻷﻋﺮﺍﻑ ‪١٢٦ ،١١٥ ،١٠٠ ،٥١‬‬
‫ﺍﻟﺮﺑﺎ ‪٧٠ ،٦٩‬‬ ‫ﺍﻷﻋﻈﻤﻴﺔ ‪٨١‬‬
‫ﺍﻟﺮﺑﻮﺑﻴﺔ ‪١٠٢ ،١٠١ ،٨٧‬‬ ‫ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ‪١٢١‬‬
‫ﺍﻟﺮﺣﻢ ‪٩٣ ،٩٢ ،٩١ ،٩٠ ،٨٩‬‬ ‫ﺍﻷﻋﲈﻝ ﺍﳌﻘﺮﺑﺔ ‪١٠٢ ،٩٨‬‬
‫ﺍﻟﺮﻭﺡ ‪،١١٣ ،١١٢ ،٩٤ ،٩٣ ،٤٧ ،٤٣ ،٣٧ ،٣٢ ،٣١‬‬ ‫ﺍﻷﻟﻮﻫﻴﺔ ‪١٣٧ ،١٣٦ ،١١٠ ،٧٩ ،٧٨ ،٧٦‬‬
‫‪١٧٢ ،١٦٤ ،١٤٩‬‬ ‫ﺍﻟﺒﺎﻃﻦ ‪١٥٢ ،١٥٠ ،٩٠ ،٦٠ ،٣٠ ،٢٤‬‬
‫ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ‪،١١١ ،١٠٥ ،٩٣ ،٦٨ ،٦١ ،٦٠ ،٣٢ ،٢٦‬‬ ‫ﺍﻟﺒﺨﺎﺭﻱ ‪١٥٥‬‬
‫‪١٤٩ ،١٢٢ ،١١٧ ،١١٣‬‬ ‫ﺍﻟﱪﺯﺥ ‪١٥٤ ،١٤١ ،١٢١ ،١٠١ ،٢٤‬‬
‫ﺍﻟﺴﻌﺎﺩﺓ ‪١٧٤ ،٦٢ ،٥٤‬‬ ‫ﺍﻟﱪﺯﺧﻴﺔ ‪١٦٧ ،١٠٩ ،١٠٠ ،٩٣‬‬
‫ﺍﻟﺸﺎﻡ ‪١٣٣‬‬ ‫ﺍﻟﱪﺯﺧﻴﺔ ﺍﳉﺎﻣﻌﺔ ‪١٦٧‬‬
‫ﺍﻟﺸﻔﺎﻋﺔ ‪٥٤‬‬ ‫ﺍﻟﺒﻌﺪ ‪٩٢‬‬
‫ﺍﻟﺸﻬﻮﺩ ‪٧٣ ،٤٦‬‬ ‫ﺍﻟﺘﺠﲇ ‪٩٨‬‬

‫‪١٧٥‬‬
İNDEX
A cem 18, 19, 25, 26, 32, 33, 41, 57, 61, 73,
Abdurrahman b. Avf 95 75, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 90, 91,
Âdem 80, 92, 103, 104, 109, 112, 143, 93, 101, 105, 111, 114, 116, 137,
168, 169, 170, 171 141, 142, 143, 144, 152, 165, 166,
Ahad 157 167, 171, 173
ahadiyyet 41, 136, 157, 170 cisimler âlemi 92, 142, 148
ahadiyyet hazreti 170 cisim mertebesi 140
Âişe 89 D
âlem 23, 33, 42, 43, 44, 45, 67, 76, 93,
div. See div1
102, 103, 111, 116, 136, 137, 138,
139, 140, 143, 150, 151, 169, 170 E
âlemin bâtını 170
Ebû Dâvud 36, 44, 47, 65, 71, 82, 83, 95,
âlemin sûreti 150
127, 160
âlemler 147
Ebû Hureyre 89, 95, 155
Ali 10, 13, 15, 16, 19, 35, 46, 58, 132, 156,
Ebû Süfyan 84
159, 161, 166, 167, 169, 172, 174,
Ebû Ümâme 40, 41, 155
165
Ehl-i kitâb 156
âlî ruhlar 141, 142
emr-i vücûdî 58, 108, 139, 169
amellerin mertebeleri 112
Endülüs 132
anâsır 27, 112, 161
ayn 32, 47, 106, 108, 170 en-Nefehât 60, 63
ayn-ı mümkine 108 esmâ 61, 73, 78, 79, 87, 97, 102, 107, 110,
129, 136
B Esmâ bint Yezîd 82
başak burcu 167, 168 esmâ-i ilâhiyye 73, 110
başak devri 167 F
bâtın 26, 90, 91, 93, 106, 116, 171
berzah 93, 98, 99, 100, 101, 121, 125, 148, fakr 173, 174
149, 157 fakr-ı mukayyed 173
berzahlık 100 fakr-ı mutlak 174
beş mertebe 76, 103 feth 34, 77
birinci kat semâ 51 feyz-i mukaddes 22
Buhârî 35, 38, 44, 63, 71, 83, 86, 88, 89, fikrî tasavvur 170
95, 127, 128, 155, 165, 168, 171 G
Büreyde 72, 83
bürûdet 91 gayb anahtarları 18, 110, 137, 139
büyük korku 159 gayb hazreti 76, 102
gaybî hakîkatler 109
C gayb mertebesi 107
Câbir b. Abdullah 156 gayret 87
Cebrâil 98, 99, 159, 162, 164 gayr-ı mec’ûl/yaratılmamış 21, 108
175
‫ﻓﻬﺮﺳﺖ ﺍﺻﻄﻼﺣﺎﺕ ﺍﻟﺼﻮﻓﻴﺔ‬

‫ﺍﳌﺤﻮ ‪٢٤‬‬ ‫ﺍﻟﺸﻴﻄﺎﻥ ‪١٥٣ ،١٣١‬‬


‫ﺍﳌﺮﺍﺗﺐ ﺍﳋﻤﺲ ‪١٣٨‬‬ ‫ﺍﻟﺼﺤﻴﺢ ‪،١٣١ ،١٢٧ ،١١٢ ،١٠٩ ،١٠٥ ،٤٦ ،٤٤‬‬
‫ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ‪١٣٨‬‬ ‫‪١٦٥ ،١٥٥ ،١٣٥‬‬
‫ﺍﳌﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﻨﻔﺴﻴﺔ ‪١٤٠‬‬ ‫ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ‪،١١٤ ،١٠٩ ،٨٤ ،٧٨ ،٦٨ ،٦٧ ،٥٨ ،٤٨‬‬
‫ﺍﳌﺰﺍﺝ ‪،١٦٤ ،١٥١ ،١٥٠ ،١٤٩ ،١٤٢ ،١١٢ ،٩٣ ،٦٨‬‬ ‫‪١٥٣ ،١٤٦ ،١٤٣ ،١٣٥‬‬
‫‪١٧١‬‬ ‫ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﻟﺮﺑﺎﻧﻴﺔ ‪١٠٩‬‬
‫ﺍﳌﺰﺍﺝ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻲ ‪١١٢‬‬ ‫ﺍﻟﺼﻔﺎﺕ ﺍﻟﺮﻭﺣﺎﻧﻴﺔ ‪١١٤ ،٦٨ ،٦٧‬‬
‫ﺍﻟﺼﻮﺭ ‪ ،١٠٥ ،١٠٢ ،١٠١ ،٩٩ ،٦٧ ،٤٥ ،٣٨ ،٣٠ ،٢٦‬ﺍﳌﻈﺎﻫﺮ ‪١٥٧ ،١٤٩ ،١٠٩ ،١٠٧‬‬
‫ﺍﳌﻌﺮﻓﺔ ‪١٥٧ ،١١٨ ،٧٥ ،٤٦‬‬ ‫‪١١٣ ،١٠٨ ،١٠٧‬‬
‫ﺍﳌﻌﻨﻮﻳﺔ ﺍﳉﺎﻣﻌﺔ ‪٧٥‬‬ ‫ﺍﻟﺼﻮﺭ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ‪٣٠‬‬
‫ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ ‪ ،١١٢ ،١١١ ،٩٩ ،٩٤ ،٩٢ ،٩١ ،٦٨ ،٦٤ ،٤٨‬ﺍﳌﻌﻴﺔ ‪٣٢‬‬
‫ﺍﳌﻐﺮﺏ ‪١٣٢‬‬ ‫‪١٦٤ ،١١٣‬‬
‫ﺍﳌﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻟﺜﻮﺍﲏ ‪١١٠ ،١٠٣‬‬ ‫ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ‪،٣٠ ،٢٨ ،٢٧ ،٢٦ ،٢٥ ،٢٣ ،٢٢ ،٢١ ،٢٠‬‬
‫ﺍﳌﻘﺎﻡ ‪١٥٧ ،١٢٣ ،١٢١ ،١١٤ ،١٠٠ ،٩٨ ،٥٧‬‬ ‫‪٦٣ ،٣٣ ،٣٢‬‬
‫ﺍﳌﻘﺎﻡ ﺍﻟﻘﻠﻤﻲ ‪١١٤‬‬ ‫ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﺍﻟﺒﺎﻃﻨﺔ ‪٢٦‬‬
‫ﺍﳌﻸ ﺍﻷﻋﲇ ‪١١١ ،٩٨ ،٩٦‬‬ ‫ﺍﻟﻄﻬﺎﺭﺓ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ‪٣٠ ،٢٦‬‬
‫ﺍﳌﻨﺎﻡ ‪١٥٤ ،١٣٥ ،١٣٣ ،١٣٢ ،١٢٩ ،١٠٩ ،٩٧ ،١٢‬‬ ‫ﺍﻟﻈﺎﻫﺮ ‪،١٠٩ ،١٠٧ ،٩٠ ،٤٨ ،٤٠ ،٢٨ ،٢٤ ،١٤‬‬
‫ﺍﳌﻴﺰﺍﻥ ﺍﻟﻌﻘﲇ ‪٥٨‬‬ ‫‪١٦٤ ،١٥٠‬‬
‫ﺍﻟﻌﺎﱂ ‪ ،١٠٣ ،٩٣ ،٧٩ ،٥٠ ،٤٥ ،٤٤ ،٤٣ ،٣٣ ،٢٧ ،١٢‬ﺍﳌﻴﺰﺍﻥ ﺍﻟﻨﻈﺮﻱ ‪٥٨‬‬
‫‪ ،١٤١ ،١١٩ ،١١٦ ،١١٣ ،١١٠ ،١٠٧ ،١٠٤‬ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ‪٣٥ ،٢٩ ،٢٨ ،٢٧ ،٢٦ ،٢٢ ،٢١‬‬
‫‪ ،١٥١ ،١٥٠ ،١٤٩ ،١٤٧ ،١٤٦ ،١٤٣ ،١٤٢‬ﺍﻟﻨﺠﺎﺳﺔ ﺍﻟﻜﻠﻴﺔ ‪٢٢ ،٢١‬‬
‫ﺍﻟﻨﺸﺄﺓ ﺍﳉﻨﺎﻧﻴﺔ ‪١٠٥‬‬ ‫‪١٧٠ ،١٦٩ ،١٥٢‬‬
‫ﺍﻟﻨﺸﺄﺓ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ ‪٩٤‬‬ ‫ﺍﻟﻌﺮﺏ ‪١٥٧ ،١٥٦‬‬
‫ﺍﻟﻮﺍﺣﺪ ‪١٠٥ ،٧٧ ،٤١‬‬ ‫ﺍﻟﻌﲈﺀ ‪١١٤‬‬
‫ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ‪،١٠٠ ،٩٢ ،٩١ ،٦٩ ،٦١ ،٣٠ ،٢٣ ،٢١ ،١٤ ،١١‬‬ ‫‪١٦١‬‬ ‫‪،١٤٩‬‬ ‫‪،١٤٦‬‬ ‫‪،١٤٢‬‬ ‫‪،١١٢‬‬ ‫‪،١٠٤‬‬ ‫‪،١٠٣‬‬ ‫‪،٢٦‬‬ ‫ﺍﻟﻌﻨﺎﴏ‬
‫‪١٧٢ ،١٦٣ ،١٤٥ ،١٣٧ ،١١٩ ،١١٦ ،١٠٨‬‬ ‫‪١١٨‬‬ ‫‪،١١٥‬‬ ‫‪،٨٧‬‬ ‫ﺍﻟﻌﻨﺎﻳﺔ‬
‫ﺍﻟﻌﻮﺍﱂ ‪ ،١٤٨ ،١٤٦ ،١٤٣ ،١١٨ ،١١٦ ،١٠٣ ،٩٤ ،٤٤‬ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﺍﳌﺤﻘﻖ ‪٩١‬‬
‫ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ﺍﳌﻄﻠﻖ ‪١١٩‬‬ ‫‪١٥٤‬‬
‫ﺍﻟﻮﺣﺪﺓ ‪٧٣ ،٣٥‬‬ ‫ﺍﻟﻌﻮﺍﱂ ﺍﻟﻌﻠﻮﻳﺔ ‪١٤٨‬‬
‫ﺍﻟﻮﻗﺖ ‪١٥١ ،١٢٣ ،١٠٥‬‬ ‫ﺍﻟﻐﲑﺓ ‪٨٧‬‬
‫ﺍﻟﻮﻻﺩﺓ ﺍﻟﻈﺎﻫﺮﺓ ‪١٤٠‬‬ ‫ﺍﻟﻔﺘﺢ ‪١٥٥ ،١٢٨ ،١٠٤ ،٧٧ ،٣٥ ،٣٤‬‬
‫ﺍﻟﻴﻘﲔ ‪١١٠‬‬ ‫ﺍﻟﻔﻘﺮ ‪١٧٤ ،١٧٣‬‬
‫ﺍﻟﻴﻤﻦ ‪١٥٦‬‬ ‫ﺍﻟﻔﻘﺮ ﺍﳌﻄﻠﻖ ‪١٧٤‬‬
‫ﺍﻧﺘﻬﺎﺀ ﺍﳋﻠﻖ ‪١٦١‬‬ ‫ﺍﻟﻔﻴﺾ ﺍﳉﻮﺩﻱ ‪١١٧‬‬
‫ﺍﻟﻘﺮﺏ ‪١٧٣ ،١٤٥ ،١٤١ ،٩٢ ،٥٣ ،٢٩ ،٢٦ ،١٢‬‬
‫ﺏ‬ ‫ﺍﻟﻘﻠﺐ ﺍﻟﺼﻨﻮﺑﺮﻱ ‪١٤٩‬‬
‫ﺑﺎﻃﻦ ﺍﻟﻌﺎﱂ ‪١٧٠‬‬ ‫ﺍﻟﻘﻮﺓ ﺍﳌﺼﻮﺭﺓ ‪١٥٠‬‬
‫ﺑﺎﻃﻦ ﺍﻟﻮﺟﻮﺩ ‪٩١‬‬ ‫ﺍﻟﻜﺜﺮﺓ ‪١٦٣ ،١٥٢ ،١٤٥ ،١٤٢ ،٢٩ ،٢٨ ،٢٦ ،٢٢‬‬
‫ﺑﺮﻳﺪﺓ ‪٨٣‬‬ ‫ﺍﻟﻜﺬﺏ ‪٤٨‬‬
‫ﺑﻄﻦ ‪٩٢‬‬ ‫ﺍﻟﻜﺸﻒ ﺍﳌﺤﻘﻖ ‪١١٢‬‬
‫ﺑﻐﺪﺍﺩ ‪١٣٤ ،١٢‬‬ ‫ﺍﳌﺜﺎﻝ ﺍﳌﻄﻠﻖ ‪١٥٢ ،١٥١ ،١٤٩ ،١٤٢ ،١١٧ ،٧٦‬‬

‫‪١٧٦‬‬
İNDEX

H M
hakâyık 33, 90, 138 Mağrib 132
hakîkat-i câmia 47 mahv 24, 116, 121
hakîkat-i insâniyye 109 maiyyet 33
hâl 84, 92, 111, 117, 122, 123, 124, 135, makâm 44, 49, 58, 90, 101, 114, 123, 154
144, 145, 147, 153, 154, 170 Malik b. Enes 160
harâret/sıcaklık 91 mânevî rızk 29, 34
mârifet 17, 25, 46, 74, 81, 157, 158, 160
Hârun 143
mazharlar 105, 107, 165
haşyet 57, 111, 119
mele-i a’lâ 111, 113, 117, 118
hazarât-ı hams 146
misâlî sûret 111, 147, 149
hazret ahkâmı 88 mizâc 29, 32, 68, 94, 120, 135, 142, 151,
his 45, 102, 103, 135 152, 164, 171
huzûr 33, 46, 111, 116, 122, 166 mizâc-ı insânî 142
huzûr-i kalb 46 Moğol 12
I Muâviye 38, 82, 84, 86
muâyene 58, 98
İbn Ved’ân 18, 19 muhabbet 17, 111, 146, 173
ihlâs 34 muhâzât hazreti 151
îmânın rûhu 56, 57 Mûsâ 143, 155
imkân ahkâmı 21, 140, 141, 142, 145 musavvire gücü 150, 152, 153
inâyet 17, 87, 115, 118 Müslim 35, 40, 41, 47, 49, 63, 65, 69, 71,
incizâb 173 83, 86, 88, 89, 95, 127, 128, 155,
insân-ı kâmil 82, 103 158, 165, 168, 171
insanın bâtını 31 müteayyin 74
insanın zâhiri 24 N
Îsâ 83
nazarî mîzân 58
İsm-i a’zam 81, 110
necâset 20, 21, 22, 23, 25, 26, 27, 28, 29,
istihzâr 47, 57, 58, 65, 122, 160
30, 34, 71
ıyân makâmı 56 nikâh-ı rûhânî 140
K niyet 50, 55
kamer feleği 143 R
kesret 22, 26, 29, 73, 142, 145, 163, 164, rabbânî 67, 68, 88, 97
166, 170 rabbânî sır 97
kevnî sırlar 109 rabbânî sırlar 97
kibriyâ 36, 60, 101 rağbet ve rehbet 56
kurb 31, 92, 173 rahm 89, 90, 92
ribâ 69, 70
L Rifâa b. Râfi’ 37, 38
lâ-taayyün 74 rûhânî ameller 113

176
‫ﻓﻬﺮﺳﺖ ﺍﺻﻄﻼﺣﺎﺕ ﺍﻟﺼﻮﻓﻴﺔ‬

‫ﻉ‬ ‫ﺕ‬
‫ﻋﺎﺋﺸﺔ ‪٩٥‬‬ ‫ﺕ ‪١٧٤ ،١٤٤ ،١٢٢ ،٣٦ ،٢٦ ،١٤‬‬
‫ﻋﺎﱂ ﺍﻷﺟﺴﺎﻡ ‪١٤٨ ،١٤٢ ،١٤٠ ،٩٢ ،٤٢ ،٢٣‬‬ ‫ﲡﺮﻳﺪ ﺍﻟﺘﻮﺣﻴﺪ ‪١٥٧‬‬
‫ﻋﺮﻓﺎﺕ ‪١١٦‬‬ ‫ﲡﺮﻳﺪ ﺍﳊﻖ ‪١٥٧‬‬
‫ﻋﲇ ‪١٥٩ ،١٥٣ ،٩٩ ،٥٦ ،٢٦ ،١٠‬‬ ‫ﺗﻨﺰﻳﻪ ﺍﳊﻖ ‪١٥٧‬‬
‫ﻍ‬ ‫ﺝ‬
‫ﻏﲑ ﳎﻌﻮﻝ ‪١٧٢ ،١٠٨ ،٢٠‬‬ ‫ﺟﺎﻣﻊ ﺍﻷﺻﻮﻝ ‪١٥٦ ،٧٢ ،٦٧ ،٣٦‬‬
‫ﺟﱪﺍﺋﻴﻞ ‪١٦٤ ،١٦٢ ،٩٩‬‬
‫ﻑ‬
‫ﻓﻠﻚ ﺍﻟﻘﻤﺮ ‪٥١‬‬
‫ﺡ‬
‫ﻓﻬﺮﺳﺖ ﺍﺻﻄﻼﺣﺎﺕ ﺍﻟﺼﻮﻓﻴﺔ ‪١٧٥‬‬ ‫ﺣﴬﺍﺕ ﺍﻷﺳﲈﺀ ‪٩٧‬‬
‫ﺣﴬﺓ ﺍﳊﺲ ‪١٠٢‬‬
‫ﻡ‬ ‫ﺣﴬﺓ ﺍﳊﻖ ‪١٤٢ ،٨٢ ،٣٣‬‬
‫ﻣﺎﻟﻚ ﺑﻦ ﺃﻧﺲ ‪١٦٠‬‬ ‫ﺣﴬﺓ ﺍﳋﻴﺎﻝ ‪١٠٣‬‬
‫ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻷﺭﻭﺍﺡ ‪١٥١‬‬ ‫ﺣﴬﺓ ﺍﻟﺮﺏ ‪١٠١‬‬
‫ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻷﻋﲈﻝ ‪١١٨ ،١١٣ ،١١٢ ،٩٨‬‬ ‫ﺣﴬﺓ ﺍﻟﺸﻬﺎﺩﺓ ‪٧٦‬‬
‫ﻣﺮﺍﺗﺐ ﺍﻟﻨﻔﻮﺱ ‪١٥٢‬‬ ‫ﺣﴬﺓ ﺍﻟﻐﻴﺐ ‪١٠٢ ،٧٦‬‬
‫ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﳉﺴﻢ ‪١٤٠‬‬ ‫ﺣﻀﻮﺭ ﺍﻟﻘﻠﺐ ‪٤٦‬‬
‫ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﺬﺍﺕ ‪١٣٧ ،٧٨‬‬ ‫ﺣﻘﺎﻳﻖ ﺍﻟﻌﺎﱂ ‪١٣٨ ،١٣٧‬‬
‫ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﻄﺒﻴﻌﺔ ‪١٣٩ ،٩٩‬‬ ‫ﺥ‬
‫ﻣﺮﺗﺒﺔ ﺍﻟﻐﻴﺐ ‪١٣٨‬‬
‫ﻣﺴﻠﻢ ‪،٨٣ ،٧١ ،٦٥ ،٦٣ ،٥٥ ،٤٩ ،٤٧ ،٤١ ،٤٠ ،٣٥‬‬ ‫ﺧﺘﻤﻴﺔ ﺍﻟﻮﻻﻳﺔ ‪١٦٨‬‬
‫‪١٧١ ،١٦٥ ،١٦٠ ،١٥٨ ،١٢٨ ،١٢٧ ،٩٥ ،٨٦‬‬ ‫ﺩ‬
‫ﻣﻌﺎﻭﻳﺔ ‪٨٦ ،٨٢ ،٣٨‬‬
‫ﺩﺍﻭﺩ ‪١٦٠ ،١٢٧ ،١١٠ ،٩٥ ،٨٣ ،٧١ ،٤٤ ،٣٥‬‬
‫ﻣﻔﺎﺗﻴﺢ ﺍﻟﻐﻴﺐ ‪١٣٩ ،١٣٨ ،١٣٧ ،٧٧ ،٧٦ ،١٨‬‬
‫ﺩﻭﺭ ﺍﻟﺴﻨﺒﻠﺔ ‪١٦٧‬‬
‫ﻣﻘﺎﻡ ﺃﺣﺪﻳﺔ ﺍﻟﺘﴫﻑ ‪١١٥‬‬
‫ﻣﻘﺎﻡ ﺍﻟﺘﴩﻳﻊ ‪٩٩‬‬ ‫ﺫ‬
‫ﻣﻘﺎﻡ ﺍﻟﻌﻴﺎﻥ ‪٥٦‬‬ ‫ﺫﺍﺕ ﺍﳊﻖ ‪٧٨‬‬
‫ﻣﻴﻜﺎﺋﻴﻞ ‪١٦٢ ،٩٩‬‬
‫ﺭ‬
‫ﻥ‬ ‫ﺭﻓﺎﻋﺔ ﺑﻦ ﺭﺍﻓﻊ ‪٣٨‬‬
‫ﻧﺸﺄﺓ ﺍﻟﻌﺎﱂ ‪٤٣‬‬
‫ﺱ‬
‫ﻩ‬ ‫ﺳﻠﻄﻨﺔ ﺍﻟﺮﻭﺡ ‪٦٨‬‬
‫ﻫﺎﺭﻭﻥ ‪١٦‬‬ ‫ﺳﻠﻴﲈﻥ ‪١٩‬‬
‫ﻭ‬ ‫ﺹ‬
‫ﻭﺣﺪﺍﻧﻴﺔ ﺍﳊﻖ ‪١٦٦‬‬ ‫ﺻﻔﺎﺕ ﺍﳊﻖ ‪١٢٩‬‬
‫ﻭﺣﺪﺓ ﺍﳊﻖ ‪١٦٣‬‬ ‫ﺻﻮﺭﺓ ﺍﻟﻌﺎﱂ ‪١٧٠ ،١٥٠‬‬
‫ﻱ‬ ‫ﻁ‬
‫ﻳﻮﺳﻒ ‪٤٥ ،١٦ ،١٠‬‬ ‫ﻃﻬﺎﺭﺓ ﺍﻟﻘﻠﺐ ‪١١٠‬‬
‫‪١٧٧‬‬
İNDEX

rûhânî güçler 26, 68 tevbe 24, 42, 57, 134


rûhânî taayyün 152 teveccüh 77, 79, 82, 143, 166, 174
rûhânî tenezzül 164 tevhîd 25, 106, 157
rûhâniyet 103, 122, 172 tevhîd-i istihzârî 25
ruh bulanıklığı 29 tezkiye 17, 26, 48, 104
ruhlar mertebesi 151 Tirmizî 35, 43, 44, 45, 47, 50, 52, 63, 68,
rüyâ 126, 131, 132, 133, 134, 135, 148, 88, 95, 127, 128, 155, 161, 166, 168
153, 154
U
S
ülûhiyyet 138
saâdet 54, 174
safâ 151, 173 ulvî âlemler 146, 147, 154
şefâat 40, 54, 115 Ümmü Habîbe 84, 86
semâvî ruhlar 167 unsurlardan mürekkep mizâc 149
senâ 58, 74, 92, 159, 160 uyku 145, 146, 147
serinlik 91 V
şeytan 129, 130
sidre-i müntehâ 111, 112, 113, 114, 118, vahdânî teveccüh 166
121 vahdâniyet 22, 157
sıfat 23, 28, 30, 61, 67, 73, 75, 76, 78, 82, vahdet 11, 35, 73
84, 109, 111, 114, 117, 121, 122, vakt 124
123, 129, 135, 143, 146, 147, 153, vücûd 11, 30, 64, 91, 103, 108, 119, 170,
154, 158, 166 172
sırrın temizliği 33 vücûd-i mutlak 119
süflî âlemler 148 vücûdî sûret 108
sûretler 26, 75, 99, 101, 146
Y
T
yakîn 110
taayyün 31, 73, 74, 75, 85, 91, 93, 97, 98,
Yemen 156
100, 106, 108, 114, 126, 137, 138,
yüce ruhlar 139, 141
139, 140, 141, 142, 143, 144, 158,
Yûsuf 45, 143
167, 170, 173
tabiat 125 Z
tabîat mertebesi 139
zâhir 24, 26, 37, 45, 53, 59, 90, 91, 93, 97,
tabîî özellikler 60
tahâret-i âmme 33 105, 106, 107, 109, 113, 114, 120,
tahâret-i ilâhiyye 21 124, 129, 130, 131, 137, 139, 140,
takdîs 80, 104 142, 145, 152, 161, 166, 170, 171
tâlî ruhlar 139 zât hazreti 78
tefrika 26 zâtî teveccüh 138
tenezzül 125 zât mertebesi 78, 137, 170
tenzîh 58, 78, 106, 109 Zeyd ve Amr 32, 153

177
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________
________________________________________________

You might also like